|\/| _____ General UNKNOWN Unknown 2731728 208454 199383 _____ hatimetü'leşar, fatin davud tarafından yazılmış en hacimli şuara tezkiresidir. toplam şairi ihtiva eder. her şeye rağmen hatimetü'leş'ar, edebiyat tarihi için önemli bir kaynak hüviyetini taşımaktadır. meclisi vala azası subhi bey, çoktandır layıkıyla bir şuara tezkiresi tertib edilmediği için son devir şairlerin çoğunun unutulduğuna ve yazdıklarının kaybolduğuna işaret ederek hatimetü'leşar'ın bu bakımdan yapacağı hizmete dikkat çeker. fatin, kendisinden önceki tezkire sahiplerinin aksine şairleri hiçbir elemeye tabi tutmadan, bir tarih mısraı olanları dahi tezkiresine dahil etmiştir. gördüğümüz kadarıyla fatin, tanınmayan bazı şairleri yersiz bir şekilde yüceltirken nedim gibi tanınan meşhur şairlerin haklarını ise teslim etmemiştir. bu yüzden zamanla çok tenkitlere maruz kalmıştır. başka hususiyetlerden dolayı da tenkit edilen fatin tezkiresi her şeye rağmen iyice tetkik edilerek değerlendirilmelidir. birtakım kusurlarından dolayı ehemmiyetsiz görülmemeli. zira salim efendi'nin bıraktığı yerden kendisine kadarki devrede yaşayan şairlerin hepsini bir arada vermek hem de her sınıftan tespit ettiği şairler ve onlardan seçtiği şiir örnekleriyle o dönemde eski türk şiiri'nin yayıldığı alanı ve kimler tarafından temsil edildiğini gözler önüne sermektedir. tezkireye bir de bu nazarla bakılmalıdır. fatin'in bu hizmetine rağmen sadece rabia rütbesine yükselmek için bu tezkireyi kaleme aldığı söylentileri ise fazla ehemmiyet arz etmiyor. fatin efendi'de mısır'da bulunan amcası mehmed hüsrev bey'in yanına giderek sekiz sene orada kalmış. girdiği bu yeni ve farklı kültür merkezinin elverişli şartları içinde tahsilini ilerleterek eli kalem tutacak dereceye varan fatin, aynı çevrede bulunan şairlerle tanıştığı gibi ilk şiir denemelerini de burada ortaya koymaya başladı. kahire'ye gelen kandiyeli salih racih efendi'den ders görmüştür. istanbul'a gelerek, divanı hümayun kaleminin mühimmenüvisliğine tayin olunmuş ve kalemin ananesine göre, kendisine fatin mahlası verilmiştir. daha sonra sadaret mektubu kalemine giren fatin efendi'nin bilemediğimiz bir sebepten dolayı, bu vazifeden ayrılmak mecburiyetinde kalması onu çok üzmüş ve bu memuriyeti tekrar elde etmek için muhtelif teşebbüslerde bulunmuş ise de hiçbir netice elde edememiştir. ticarethanei amirede ilamat odasına mukabeleci tayin edilen fatin efendi, salim ve safayi tezkirelerine zeyil olarak yazdığı hatimetü'leşar adlı tezkireye mukafat olarak rabia rütbesine terfi ettirilmiştir. fatin efendi, tutulduğu göğüs darlığı hastalığından kurtulamayarak, safer'te ölmüş ve göksu deresi sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir. daha mısır'da iken şiir ve edebiyatla iştigale başlayan fatin, istanbul'a geldikten sonra, devrinin genç ve ihtiyar şairleri ile tanışır ve o muhitin tesiri ile kasideler, tarihler, gazeller ve şarkılar yazmaya başlar. ölümünden sonra oğlu rasim efendi tarafından toplanıp divan şekline konulan ve istanbul'da bastırılan manzumeleri onun hayatı ve muasırları ile olan münasebetleri hakkında malumat vermektedir. kazım , hakkı arif, nihad bey ve saffet efendi gibi muasırlarına nazireler yazan şairin bilhassa senih efendi ve ziya bey ile samimi dost olduğu, onlar ile müşterek yazdığı gazellerden ve onların şiirlerine yaptığı nazirelerden anlaşılıyor. senih divanı'nın tabına tarih düşüren fatin'in divanı basıldığı zaman senih efendi de ona tarih söylemiştir. ebuzziya tevfik bey nümunei edebiyatda ziya paşa'dan bahs ederken babı aliye devama başlayıp da zamanının erbabı irfanı ile düşüp kalktığı sırada şuaradan tezkire sahibi fatin efendi merhumla da muarefe peyda eder. kendi itirafına göre inşaı nazma iktidarı ondan sonra kuvvet bulur. fatin davud da; hazreti miri ziya'ya peyrev olmazdım fatin tabı mevzunum gazelgulukta mahir olmasa beyti ile bunu adeta tasdik ediyor. devrinde, şair sıfatı ile oldukça şöhret kazanmış, edebiyat dünyasının önde gelen simaları arasında görülmüştür. başta şinasi olmak üzere çağdaşlarınca kendisinden şairi meşhur, şairi nadiregu, şuarayı benam diye bahsedilen ve hatta bazı şarkıları muasır bestekarlar tarafından bestelenen fatin, sanat bakımından o kadar da değerli bir şair değildir. dikkat olsa belki katiblikten isnaddır bana her hususta sahibi irfan ararsan işte ben bir işim yok saçma sözler söylemekten maada bir acep mecnuni sergerden ararsan işte ben tabı nahemvar ile arzı kemal itme fatin kuvvet ister şairi üstadı kamil etmeğe kabilinden olan sözleriyle hakşinaslık gösterdiğini anlıyoruz. inal bir gece fakirhanemizde hersekli arif hikmet bey ve bazı edibler ve şairlerle sohbet edilirken şair fıtnat hanım'ın mufassal tercümei halini yazacağımı söylediğimde hüzzardan biri tezkirei fatin'i mehaz olarak tavsiye etmesiyle fatin'de fıtnat yoktur demiştim. bu sözü hersekli merhum, pek ziyade takdir etmişti, demektedir. bütün bunlara rağmen edebiyat tarihinde adının unutulmamasının tek sebebi, son şuara tezkiresini yazmış olmasıdır. ben her ne kadar şairi mahir değilsem akranıma nisbetle benim de hünerim var beytinde söylediği gibi şairi mahir değilse de akranına nisbetle hünerver olduğu müsellemdir. şiir denilebilecek sözler söylememiş ise de emsali şairler arasında yalnız o ortaya bir tezkirei şuara koymuştur ki tarihi edebiyat ile iştigal edenler için az çokbir faide temin eder. eserleri divan: şiirleri, ölümünden sonra oğlu rasim tarafından fatin divanı adıyla bastırılmıştır. divan'ın ilk sayfasında şairin kısa bir özgeçmişi yer almaktadır. fatin, divanı'na esmai hüsnadan olan mecid ismi şerifine dair bir mesnevi ile başlar. bu mesneviden sonra bir nat, begli sultan için bir kaside, abdülmecid han'ın cülusı hümayunu ve doğumu için yazılmış birer tarih görüyoruz. kasaid başlığı altında sırasıyla kamil paşa, sami paşa, fahreddin efendi, hazinei hümayun kethüdası için yazdığı kasideler yer alamaktadır. ibtidai tevarih başlıklı bölümde ise yaklaşıktarih bulunmaktadır. bu bölüm hacim itibariyle divanın mühim bir kısmını teşkil etmektedir. ibtidai gazeliyat adlı bölümde gazeli, iki de müstezadı vardır. tahmis başlığı altında da iki tahmisi bulunuyor. ibtidai şarkiyat kısmındaşarkısı, bir sitayiş bir de lügazı mevcuttur. kıtaat başlığı altındakıta, ebyat başlığı altındabeyit, mısra başlığı altında damısra kayıtlıdır. en son sayfada ise senih efendi'nin bu eser için yazdığı üç tarih yer alıyor. yüzüncü yıl üniversitesi kütphanesinde bulduğumuz divin, cemaziye'levvel sene 'de istanbul'da bastırılmıştır. hatimetü'leşar: fatin, salim ve safayi tezkirelerine zeyil olarak kaleme aldığı hatimetü'leşar adlı eserine 'den sultan abdulmecid zamanına dek yetişen şairleri almıştır. fatin böyle davranmakla ramiz tezkiresiyle ondan sonrakileri ya görmemiş ya da onlara değer vermemiştir. ahmet cevdet de salim'in bıraktığı yerden devam eden eserin ahlaf ile eslaf arasında bağ kurduğunu ve bu yönden teşekkürü haiz bir eser olduğunu belirtir. gerek subhi bey, gerek ahmet cevdet'in salim tezkiresi'nden sonra yazılan diğer tezkirelerden bahsetmeyişleri ve fatin'in de bu tezkire sahiplerinin hal tercemelerinde bu eserlerin varlığından haber vermeyişi, hatimetü'leş'ar yazılırken zikr olunan bu tezkirelerin henüz bilinmediğini gösteriyor. birçok şairin ay ve gününe kadar doğum tarihlerini belirtmesi ve memuriyetleri yanında hayatlarındaki mühim olayları tarihleriyle birlikte vermesi, bu bilgilerin bizzat bu şairler tarafından kendisine gönderildiği intibaını uyandırır. fatin, tezkirenin başında; ibtidai saltanatı seniyyei osmaniye'den bin yüz otuz beş tarihlerine kadar güzeran iden şuaranın tercemei ahval ve bazı eşarı renginmeallerini cami erbabı maarif taraflarına müteaddid tezkireler tertib ve tanzim olunmuş ve muahharen tezkiretü'şşuara tertib ve tanzimine muvaffak olmuş olan sudurı izamdan mirzazade salim efendi ile ecillei ricali devleti aliyeden safayi efendi merhumlar tezkirelerini bin yüz otuz beş tarihlerinde residei hüsni hitam iderek hatmı kelam eylemiş olduklarından tarihi mezkureden asrı maarifhasrı cenabı şehriyariye gelinceye degin işbu cisri fenadan nüzhetserayı bekaya mürur u ubur iden şuara ile muassır olduğumuz şuarayı şiraranın haklarında dahi tezkiregune bir eser tertibi bazı ashabı kemal taraflarından bu abdi hakir fatini pürtaksire emr u ilhah buyrulmuş diyor. burada, salim ile safayi efendilerin hatmı kelam eylediklerini söyledimesi de fatin'in, ramiz tezkiresi ile ondan sonraki tezkireleri görmediğini gösteriyor. hatta bazı şairlerin tercümei hallerini yazarken tercemei hali salim efendi tezkiresi'nde dahi mukayyetdir demesi de bu iddiayı kuvvetlendiriyor. buna rağmen onlara değer vermemiş olduğuna dair açık bir kapı bırakmada fayda vardır. böyle bir tezkireyi yazmayı hiçbir zaman kendisi istememiştir. ashabı kemalin emr u ilhahlarına binaen bu tezkireyi yazmıştır. bu tarz ifadeleri, bu tür eserleri vücuda getiren insanların hemen hepsinde bulabildiğimiz için bunun öylesine söylenmiş bir söz olduğuna hükmedebiliriz. müellif bu yolla ya tevazu etmek istemiştir ya da kendi meziyyet ve kabiliyetini başkaları vasıtasıyla ıspatlamak istemiştir. şir ile me'luf ve maruf olup irtihalı darı beka iden ashabı maarif ile mevcud olan şuarayı belağatpiranın mümkün mertebe tercemei ahval ve bazı eşarı renginmealleriyle o sırada genc u mar u gül ü har u gam u şadi behemend' mısraı müfadınca şair geçinen bir takım herzetırazların dahi bazı güftarı zihkasarını sebt u kayd eylemesinden anlaşılıyor ki asıl şairlerle beraber, ömrü boyunca biriki beyit ya da biriki tarih mısraını yazan bazı kimselerin tercümei hallerine de tezkirede yer vermiş. bunların biyografilerinin sonunda şir ile şöhreti yoktur, bazı eşarı olduğu mervidir, balada mestur olan mısraı tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamışdır türünden bilgiler vermektedir. tezkire'nin başında altı sayfalık bir takriz bölümü vardır. takriz kısmından sonra tezkirenin asıl bölümü geliyor. fatin, tezkireye hamdele ve salvele ile başlıyor. bunu takiben silahdarzadetezkirei şuara,; esrar dedetezkirei şuarayı mevleviyye,; akifmiratı şi'r,; şefkattezkirei şuara,; es'adbağçei safaenduz, arif hikmettezkirei şuara, şiirin faziletini anlatır. bu anlatım, bu tarz eserlerin hemen hepsinde mevcuttur. daha sonra kab bin züheyr'in peyganber'e sunduğu kasideden dolayı peyganber'in de ona hırkasını hediye ettiğini ve zikrolunan hırkai şerifenin dersaadet'e şerefi nakline kasidei mezkure sebebi müstakil olmuş olduğundan nazımı müşarünileyhin isrinde bulunmak ümmüyei halisesiyle selatini izam hazeratından bazıları sahai şire rağbet ettiklerini ve bu yolla şöhret sahibi olduklarını belirtiyor. bilhassa sultan ahmet han ile asrı maarifhasrı mülukaneleri şuarasını teşvik u terğib niyeti halisesiyle şiir yazan sultan. selim han'ın şiirlerinden örnekler veriyor. daha sonra salim efendi ile safayi efendilerin tezkireleriyle bu yolda hatmı kelam eylediklerini, bazı ashabı kemalin emriyle bu tezkireyi kaleme aldığını dile getiriyor. bütün bunlardan sonra tezkirenin çatısını oluşturan hal tercemeleri bölümüne geçiyor. fatin, diğer tezkirelerin aksine önce şairin bir gazelini veya biriki beyitlik şiirini yazdıktan sonra, biyografisini anlatıyor. birkaç istisna hariç biyografileri dar tutmuştur. önce şairin babasını, sonra memleketini, ana hatlarıyla hayatını, görevlerini ve eserlerini yazar. bazı şairlerin şiirlerini kafiye ve redif uygunluğu bakımından tenkid edip yapılan yanlışlıkları nazara verimştir. hatimetü'leşar neşredilkten birbuçuk sene sonra müellifi, eserin yeni bir baskısını hazırlamak ve üzerinde bilgi bakımından birtakım ilave ve düzeltmelerde bulunmak gereğini hissetmiş. bu maksatla ceridei havadis gazetesine verdiği ilanda, kitapta tercemei haline yer vermediği şairlerin hal tercemelerini ve şiirlerinden örnekler göndermelerini ister. ayrıca biyografilerinde mevcut hata ve noksanlıkların giderilemesi için doğru bilgilerin bildirilmesini; örnek olarak verilen şiirlerin değiştirilmesini isteyenlerin, başka şiirlerini yollamalarını ister. fakat onun bu teşebbüsü neticesiz kalır. onun bu girişiminden yedi sene sonra şinasi tasviri efkar gazetesinde yayınladığı bir makalesinde eserin, bazı mühim kusurlarının düzeltilmesi için fatin davud'un isteği üzerine işin sorumluluğunu üzerine aldığını, yapmayı şart koştuğu bazı değişiklikleri kabul ettiğine dair ondan bir senet aldığını, meclisi umumiyei maarif tarafından da bunu tasdik eden bir vesika düzenlendiğini belirtiyor. fatin efendi ile şinasi'nin verdikleri ilanlara baktığımızda, hatimetü'leşar'ın yeniden neşri için fatin efendi yapmak istediği yeniliklerle şinasi'nin yapmak istediği yenilikler arasında önemli bir fark vardır. fatin efendi'yi yeni bir neşre zorlayan düşüncelerin başında adi bir kağıt üzerine yapıldığından dolayı silik ve yer yer okunmaz hale gelen bu taşbasması yerine daha kaliteli bir kağıda ve matbaa harfleri ile yazılmış güzel bir baskısını yapmak arzusu gelmektedir. şinasi'nin amacı ise bazı nüfuz ve mevki sahibi birtakım kimseler hakkında yazılan mübalağalı ifadeleri çıkartmak, edebi meselelere ait açıklayıcı bilgilere yer vermek, lafız ve manadaki muhtemel yanlışlıkları düzeltmek ve tezkireyi bir hal tercemesinden ziyade çeşitli edebi meseleleri tertışan bir eser haline getirmektir. müellifin gazeteye verdiği anket mahiyetindeki ilanda istediği hususlar şunlardır; aevvelki baskıda tezkireye girmemiş olanların hal tercemeleri ile şiirlerinden birkaç nümunenin gönderilmesi. bilk telifte tezkireye dahil olan şahısların o zanamdan bu yana hal tercemelerinde meydana gelen değişikliklerin bildirilmesi. chal tercemelerinde hata yapılmış olan kimselerin, bunları işaret ve tashih etmeleri. ceridei havadis, nr. muharrem tasviri efkar, nr. rabiülahir akün, ömer faruk. şinasi'nin bu güne kadar ele geçmeyen fatin tezkiresi baskısı. türk dili ve edebiyatı dergisi istanbul şiirlerine örnek olarak verilmiş olan parçayı değiştirmek isteyenlerin bunun yerine seçecekleri bir başka manzumeyi göndermeleri. şinasi'nin ise yeni baskıda yapmak istediği değişiklikler şunlardır; atezkireye muhtelif edebi bahisler hakkında haşiye ve izahların konulması lazımdır. bher biri bir söz rüşveti mahiyetinde olan mübalağalı hüküm ve ifadeler tamamen çıkarılmalıdır. ctezkire'de asıl değer verilmesi gereken şey, her şairin ilim, fen ve sanat gibi muhtelif kültür sahalarında gösterdiği kabiliyet ve meydana koyduğu eserler ile umuma yani cemiyette olan hizmetlerinin belirtilmesidir. dtezkire'de şairlerden örnek olarak alınan manzumelerden intihal eseri olduğu anlaşılanlar gösterilmelidir. enihayet tezkirenin ifade ve mana yanlışları bakımından da düzeltilmesi gerekir. aşağıda verilen örnekler karşılaştırıldığındabaskısıyla şinasi baskısı arasındaki farkı ve şinasi'nin neler yapmak istediğini daha rahat görebiliriz. medinei izmir'de tennurebendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesine dehalet ve bir müddet sonra mahrusaı edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede vaki muradiye dergahı hademesi silkine dahil olarak tekrar dersaadet'e avdet ve birçok vakt ikametten sonra asitanı saadetaşiyanı hazreti pir rumalı ubudiyyet olmak üzere konya'ya azimet ve bir müddet ol bargahı feyziktinahda edayı hizmet eyleyerek bin iki yüz tarihinde kütahya'da kain arguniye nam hankah meşihatine revnaktırazı irşad olup elli sene müddet hankahı mezkurda şeyh bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk sekiz tarihinde tair ruhu lanegahı fenadan pervaz ile nahlı tuba'da aşiyansaz olmuştur. şinasi baskısı izmir'de mütevellid olup dersaadet'e bilmuvasala bir müddet köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesinde ikametten sonra edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı mevleviyyeye intisab ve muradiye dergahı hademesi silkine insilak ile dersaadet'e avdet ve bir aralık konya'ya azimet ve müddeti medide ikametle bin yüz iki tarihinde kütahya'da kain arguniye dergahı meşihatine nail olup elli sene mürurunda ki bin yüz kırk sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. yüz altmış yedi tarihinde rüznamçei evvel mansıbına ve yüz altmış sekiz tarihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel defterdarlığı memuriyeti behiyyesine memur ve tayin buyrulmuş iken senei merkuma hilalinde azimi huldi berin olmuştur. mumaileyh mukaddema medinei siroz'a nefy u ibad olunarak balada muharrer olan makta beytini nazm u inşad eyledigi reisülküttab vasıf efendi merhumun eseri himmeti olan tarihde mutalaagüzarı acizi olmuştur. yüz altmış sekiz tairihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel memuriyetine tayin olunmuş ve senei merkume hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. siroz'a nefy u iclasında balada muharrer olan makta beytini inşad eyledigi vasıf tarihinde mukayyeddir. baskısı egriboz muhafızlığına revnakbahşa ve badehu cezirei girid'de vaki hanya mansıbına ve muahharen mansıbı kandiye eyaletine tebdil olunup yüz otuz sekiz tarihinde kendisi debdebei vezaretden iba iderek mansıbı mezkurdan istifa itmiş olduğundan rütbei vezaretin uhdesinden sarf u tahviliyle eyaleti mezkure mahsulü tekaüdlük vechile kendisine ihsan ve ita buyrulup o suretle resmo nam mahallde imrarı subh u mesa itmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde azmı darı beka eylemiştir. egriboz muhafızlığına ve badehu hanya ve oradan kandiye mansıblarına nail ve yüz otuz sekiz tarihinde terki dağdağai vezaretle resmo nam mahallde imrarı vakt u saat etmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde darı bekaya müntakil olmuştur. ömer faruk akün, şinasinin yeni baskısı için tertip ve baskı hatalarından uzak, mükemmel bir baskı hususiyeti gösteren yeni baskının, süt beyaz renkte çok iyi cinsten kalınca kağıt üzerine nesih matbaa hurufatı ile dizilmiş dörder sayfalık formalar halinde olduğunu; mukaddime kısmına ait ilk dört sahife ile, aradan. sahifeler eksik olmak üzere, eserin baştansahifeden ibaret olupbaskısının. sahifesine kadar olan kısmına tekabül ettiğini söylemektedir. yeni baskıdayeni hal tercümesine yer verlmiş ve şairin de ilk baskıdaki şiirleri çıkarılarak yerlerine yeni manzumeler konulmuştur. şinasi'nin bu güne kadar ele geçmeyen fatin tezkiresi baskısı. şinasi'nin fatin tezkiresi baskısındaki yeni biyografik bilgiler. sonuç hatimetü'leşar, basıldığı tarihten itibaren edebiyat tarihi için önemli bir kaynak hüviyetini taşımıştır.şairi ihtiva etmekle edebiyatımızın en hacimli tezkiresi olma özelliğini kazanmıştır. kendi devri için tek kaynak olmasına rağmen gene de çok fazla abartılmamalıdır. şair olan olmayan pek çok kişiyi tezkirede görebiliriz. fatin, tanıdığı şairlere yersiz bir biçimde değer vermiştir. buna karşılık hakettiği değeri bulamayan şairler de mevcuttur. pek çok şairi birkaç satırlık bilgi ile geçiştirmiştir. bu yüzden zamanla çok tenkitlere maruz kalmıştır. fatin tezkiresi, gerek baskı kalitesi, gerek basıldığı kağıdın kalitesi açasından son derece kötü bir şekilde bastırılmıştır. pekçok yerde mürekkebinin dağılmış olması harflerin iç içe girmesine sebep olmuş ve okunamaz hale getirmiştir. fatin'in, şinasi ile beraber başlatmış oldukları yeni baskı eğer bitirilmiş olsaydı hiç şüphesiz ki yapılan bütün eleştirilerden kurtulmuş olacaktı. edebiyat tarihi için de çok önemli bir eser olma özelliğini hakkıyla kazanmış olacaktı. eserin yazma nüshasını getirtmek için bazı girişimlerimiz oldu fakat bu nüshayı getirtmemiz mümkün olmadı. dolayısıyla çok hatalı ve kötü bir baskı olan matbu metin üzerinde çalışmak zorunda kaldık. eserin tek metne dayalı olması ve birçok yerin okunamaz halde bulunması sağlıklı bir oukumaya engel teşkil etmiş ve olası hatalara sebebiyet vermiştir. kaynakça akün, ömer faruk, islam ansiklopedisi, diyanet yayınları. haluk, şuara tezkireleri, atatürk üniversitesi fenedebiyat fakültesi yayınları, erzurum. köprülü, orhan fuad, islam ansiklopedisi, milli eğitim bakanlığı yayınları, ankara levent, agah sırrı, türk edebiyatı tarihi. türk tarih kurumu yayınları, ankara nail tuman, tuhfei naili divan şairlerinin muhtasar biyografileri, meb yayınları, ankara onan, ahmet talat, eski türk edebiyatında mazmunlar, türkiye diyanet vakfı, ankara. pala, iskender, ansiklopedik divan şiiri sözlüğü, ıı, akçağ yayınları, ankara redhous, sir James, turkish and english lexicon, çağrı yayınları, istanbul şemsettin sami, kamusı türki , çağrı yayınları, istanbul tarakçı, celal, tanzimat edebiyatı metinleri, erzurum. tasviri efkar, nr. rabiülahir dizin abad, abbas efendi, abbas nail paşa, abbas paşa, abdi abdi beg, abdi efendi, abdi paşa, abdi zelil, abdulahad efendi, abdulaziz efendi, abdulaziz efendi abdulaziz rakım beg, abdulbaki efendi, abdulhadi efendi, abdulhadi efendizade, abdulhak, abdulhak efendi, abdulhalim efendi, abdulhalim galib paşa, abdulhalim hasib efendi, abdulhalim neyyir dede, abdulhamid hanı gazi, abdulkerim efendi, abdulkerim faik efendi, abdulkerim müfid efendi, abdulkerim nuri efendi, abdullah efendi, abdullah hilmi ded, abdullah hilmi efendi, abdullah kamil paşa, abdullah naili paşazade, abdullah nidayi efendi, abdullah ra'fet begefendi, abdullah ramiz paşa, abdullah re'fet beg, abdullah salahi efendi, abdullatif subhi beg, abdulmecid han, abdulmecid hanı gazi, abdurrahim efendi, abdurrahim faiz efendi, abdurrahim faiz efendi, abdurrahim şerif efendi, abdurrahman ağa, abdurrahman fehmi efendi, abdurrahman rahmi efendi, abdurrahman rifat beg, abdurrahman sami paşa, abdurrezzak nevres efendi, abdusselam selami efendi, abdülbaki efendi, abdülhamid ziya beg, abdülkerim efendi, abdülmecid, abdülmecid han, abdülmecid hanı gazi, abdülnafi efendi, abdüşşekur hakim efendi, abı hayat, abı hayatı, abı hayvan, abrular, adana adana'da, adıyaman, afet, afeti tannaz, afeti yektaya, afetresan, afif, afyon, aga hüseyin paşa, ağa hüseyin paşa, ağakapısı, ağyar, ağyara, ahendil, ahı intizar, ahısha, ahısha'ya, ahıshalı osman efendi ahi çelebi, ahmed arif hikmet begefendi, ahmed ata beg, ahmed atıf beg, ahmed bahaeddin münir efendi, ahmed bedri efendi, ahmed beg, ahmed cami efendi, ahmed cevdet efendi, ahmed dürri efendi, ahmed efendi ahmed esad efendi, ahmed fahreddin efendi, ahmed fethi paşa, ahmed hamdi efendi, ahmed hamid efendi, ahmed hasib efendi, ahmed hayati efendi, ahmed izzet beg, ahmed izzet paşa, ahmed kamil efendi, ahmed kamili efendi, ahmed kuddusi efendi, ahmed lütfü efendi, ahmed meşhuri efendi, ahmed midhat efendi, ahmed muhtar hamdi efendi, ahmed naim efendi, ahmed nazif beg, ahmed nazif efendi, ahmed nedim efendi, ahmed neyli efendi, ahmed paşa, ahmed ragıb efendi, ahmed rasim, ahmed rasim efendi, ahmed raşid efendi, ahmed ratıb paşa, ahmed refi efendi, ahmed reşid efendi, ahmed rıza nasfet efendi, ahmed sabih efendi, ahmed saib efendi, ahmed şakir paşa, ahmed şefkati efendi, ahmed şerif efendi, ahmed şevki efendi, ahmed tevfik beg, ahmed tevhid efendi, ahmed vacid efendi, ahmed vahdet efendi, ahmed vahid efendi, ahmed vasıf efendi, ahmed vecdi ağa, ahmed vesim efendi, ahmed zihni efendi, ahmed ziver efendi, ahmed zühdi efendi, ahmedi'lkuduri, ahmediye meydanı, ahmedü'nneccari, ahmet cevded efendi, ahseni takvim, ahu, ahvali tarihiye, ahyolu kazası, akadalızade ahmed hatim efendi, akçakaranlık, akhisar, akidetü'ssofya, akif akif efendi, akil, akka, akka kalası, akovalızade ahmed hatem efendi, aksaray, aksaray'da, akşehir, aktaş tekyesi, alanya, alay köşkü, alemdar mustafa paşa, alemtaba, ali, ali aba, ali ağa, ali baba, ali beg, ali behçet efendi, ali efendi ali efendi tekyesi, ali elmansuri, ali eşref efendi, ali fethi efendi ali hatif efendi, ali izzet paşa, ali kemali efendi, ali meseli efendi, ali muhlis beg, ali nakşi efendi, ali namık paşa, ali nutki dede, ali osman, ali paşa, ali paşa camii şerifi, ali raik, ali raik efendi, ali remzi efendi, ali resul, ali rıfat beg, ali rıza beg, ali rıza efendi ali rıza paşa, ali rıza paşa', ali zihni efendi, alişah harezmi, allah, amasya, amasya kazası, amasya'da, amasya'ya, amid, amid'de, amir, amir beg, amr, anber, anberfam, andelib andelib, ankara, ankara kazası ankara'da, ankara'ya, ankaraviyyü'lasl, antakya antakya'da, antalya kazası, arab camii şerifi, arabgir, arabgiri ziver efendi, arabi arif beg, arabistan, arabiyyü'libare, arabzade sadullah efendi, arguniye, arguniye hankahı, arhos, arif, arif beg, arif begefendi, arif efendi, arif hikmet begefendi, aristo, arnabud halil paşa, arşı sada, arus, arz u sema, arzı niyaz, arzumend, asa, asfur, asım asım efendi, asım efendi'nin, asım ismail efendi, aşık aşık paşa, aşıkan, aşıkı vareste, aşina, aşir efendi aşüfte, ata ata, ata beg, ata efendi, atbazarı, atbazarı'na, ateşbarına, ateşi aşkı, ateşi aşkınla, ateşi suzan, atıf, atıf efendi, atina, avamil risalesi, avarin kal'ası, avaz, avni efendi, avrupa, ayanos, ayasofya, ayasofya camii şerifi, ayasofyai kebir, ayaş ayaş kazası, aydın, aydın eyaleti, aydın'a, aydınoğlu tekyesi, aydos, ayıntab ayıntab mutasarrıflığı, ayıntab'da, ayıntab'dan, ayıntab'ın ayinei cemal, ayinei didar, ayinei ruhsar, ayişe sultan, aynı zafer, ayni, ayni, ayni efendi, ayvalık, azerde, aziz, azizi, azmi, azurnik, babı ali, bade, badehar, badei firkat, badei şirin, badei şişe, badei telh, badı bahar, badı heva, badı nigin, badı saba, badı seher, bafra, bağban, bağdad, bağdad eyaleti bağdad eyaletine, bağdad mevlevihanesi, bağdad valisi, bağdad'a, bağdad'da, bağdadı behiştabad'a, bağdadiyyü'lasl bağı cennet, bağı cihan, bağı cinan, bağı dehr, bağı hüsün, bağı irem, bahar, baharefkar, baharistan, bahariye, bahayi efendi, bahçekapısı, bahçesaray, bahrı gamım, bahrı sefid, bahrı sefid boğazı, bahrı siyah bahrı siyah boğazı, bahri efendi, bahri yem, bahtı siyah, bahtı siyah, bahtı siyahım, bakırcılar kethüdası, baki efendi, balcızadeyi, balıkesir, balıkesir'de, balin, baltacı mehmed paşa, bandırmalı, banyoluka, barı giran, barı giran, barı günahdan, barla, battal paşa, bayram çelebi, bebek, bed u nik, bedehşan, begli arif beg, begligçi, begligçi izzet beg, behçet efendi, behçetname, behzad, bekir paşa, belagatı ilmi aruz, belgırad, belgırad kalesi, belh, beliğ efendi, bendegan, bendeler, berbad, berdar, berg u bar, beriyyetü'şşam, berki ahım, berlin, beşiktaş, beşiktaş'ta, beşir ağa camii şerifi, beyabana, beyanü'lünvan, beypazarı, beyti mukaddes, beytutet, beytü'lhazan, beyzei surha, bezmara, bezmi adu, bezmi elestiz, bezmi fenada, bezmi ilahi, bezmi uşşak, bican sultan hazretleri, bidar, bigane, bigane biganehu, bikarhisarı, biladı beşare, bilalı habeşi, bilecik billur, billur, bimar, bimi seylden, bineva, bingazi, binkala, bipayan, biperva, bisteri hicran, bisteri naz, bisütun, bisütun, bitlis, bivefalık, boğdan bolu, bolu sancağı, bor, bosna, bosna eyaleti, bosna'da, bosna'ya, bosnevi, bozcaada, bozdoğan kemeri, bozok bozoklu, buhara, buharii şerif, bulak, bumı gumuma, burgaz, burusa, burusa kadısı, burusa kazası, burusa mevleviyyetine, burusa'da, burusa'dan, burusa'ya, burusevi burusevi abdulhadi efendi, burusevi osman efendi, burusevi osman izzet efendi, burusevi şeyh emin efendi, burusevi şeyh emin efenedi, busei gülfam, buselik, buseye, buyı izar, buyı safa, buyı vefa, bühtan, bükreş, bülbül bülbülan, bülbülasa, bülbüle, bülbülı şeyda, bülbüli şuride, bülbülmisal, bürhan, bürhanü'lkifaye, büryan, büt, büti çin, büyükdere, cafer efendi, caha, cam, came, camı cem, camı cem'i, camı muzaffer, camı şarab, camii muhammediye, canan, canbaziye, cangah, canı cihan, canı natüvan, canibi eflak, canibi iran'a, canibi kırım, canik kazası, canik sancağı, canikli, cansuz, cavid beg, cazim efendi, cebbarzade süleyman beg, cebbarzade süyelman beg, cebeciler, cebeciler kitabeti, cedveli aşerei mübeşşere, cedveli eimmei isna aşer, cefa, cefakar, cefapişe, celal paşa, celaleddini mavlana, celil rüşdü efendi, cem, cemaleddin uşşaki efendi, cenabı abdulmecid, cenabı hannan, ceng u cidal, cennetmekan sultan selim hanı salis, ceridei havadis, cerrah kamil efendi, cerrah şakir efendi, cerrahbaşı şakir efendi, cerrahpaşa camii şerifi, cerrahpaşalı hamdi efendi, cevdet efendi, cevr, cevri gerdiş, cevrpişe, ceyhun, ceylanlı elhac mustafa paşa, ceyş, ceyşi neşat, cezar ahmed paşa, cezayiri bahri sefid, cezayirli hasan paşa, cezirei girid, cezirei istanköy, cezirei kavala, cezirei kıbrıs cezirei kıbrısi'de, cezirei kıbrısi'ye, cezirei kırım'da, cezirei mora'ya, cezirei muhammed, cezirei rodos, cezirei rodos'a, cezirei sakız, cezr u med, cibril, cidde valisi, cidde'ye, ciddei mamure, ciddei muazzam'a, ciddei muazzama, cigersuz, cihan, cilve, cilveger, cilveriz, cisri erkene, cizre, cud u seha, cuy, cuybar, cünun, cürm, cüvanan, çahı nahşeb, çaker, çakı giriban, çakı sinem, çanakkalası, çarh, çarhı aşka, çarhı felek, çarsu, çarşanbabazarı, çarşanbalı hacı mollazade, çarşanbazade esseyid mehmed said efendi, çaryek, çatalca, çatladıkapı, çavuşzade, çavuşzade abdulaziz efendi, çavuşzade camii, çelebi, çelebi efendi, çelebi hüseyin rıfat efendi, çelebi mehmed efendi, çelebi mehmed said efendi, çelebi seyyid ali efendi, çelebiyan, çelebiyanı zişandan, çelebizade asım efendi, çelebizade şeyhülislam ismail asım efendi, çemenzar, çerhi deni, çerkes elhac mustafa efendi, çerkes mustafa efendi, çerkes osman paşa, çerkesiyyü'lasl, çermen kasabası, çeşmei horhor, çeşmi ahu, çeşmi dil, çeşmi giryanım, çeşmi mestane, çeşmi mestin, çeşmi şehbaz, çeşmii kafur, çeşmizade, çıldır, çınarlı çeşme, çırçır, çırçırlı ata efendi, çiçekli şerifi, çilpi ebubekir efendi, çilpi elhac muhammed efendi, çilpi esseyyid muhammed said hemdem efendi, çini girih, çinili hamam, çorlulu ali paşa, çorum, çukacızade ibrahim fehmi efendi, dağdar, dağı hasret, dağı hecr, dağı mihr, dağıstan, dahme, damad ibrahim paşa damad mehmed paşa, damen, dameni ikbala, damı zülf, damı zülfe, daniş beg, darende, darıca, davud paşa dayezade cudi efendi, dehanı, dehanı goncada, dehanın, deli refi, dendan, denizli, derbeder, derdi bişumarım, derdi ser, derman, derviş, derviş ahmet dede, derviş begzade mustafa beg, derviş efendi, derviş paşa, derviş paşazade mehmed beg, derya, deryayı gurbet, deryayı nura, desti kazadan, deşt, deva, devhatü'lküttab, devhatü'lmeşayih devleti hüsnü, devletşah tezkiresi, devri cem, dımışk, dımışk'a, dırama dırama kasabası, dırama kazası, dıramalı hasan haydar paşa, dırbaz ağa, didar didei giryan, dihkan, dilara, dilaver ağazade ömer vahid efendi, dilber, dilberi nevreste, dilbeste, dildar dilfikara, dili ağyar, dili avare, dili harut, dili nalan, dili naşad, dili şeyda dili zarın, dilrüba, dilrübalar, dimetoka, divane divanelik, divanı şevket, divanı türkiye, diyarbekir diyarbekir eyaleti, diyarbekir eylatine, diyarbekir mahkemesinde, diyarbekir mevleviyyetine, diyarbekir'de, diyarbekir'e, diyarbekirli, diyarı acem, dördüncü sultan mustafa, drama, dudı ah, dudı siyah, duhan gümrügü, duzaha, dürr mekki efendi, dürri, dürri, dürri ahmed fevzi paşa, dürri giranmaye, düruğ, düşvar, eba eyyub ensari, ebezade abdurrahman efendi, ebru, ebrukeman, ebruyı siyeh, ebu eyyub ensari, ebu'lbekai kufi, ebubekir efendi ebubekir garibi efendi, ebubekir kani efendi, ebubekir paşa, ebubekir ratıb efendi, ebubekir rıfat efendi, ebulfeth, ebulfeth sultan mehmed hanı gazi, ebuzer gıfari, edhem pertev efendi, edhem şahidi beg, edib, edirne, edirne eyaleti, edirne eyaletinde, edirne mevleviyyeti, edirne mevleviyyetine, edirne müderrisligi, edirne'de, edirne'ye, efdal, efendi fatih, efkarü'lceberrut, eflak eflak'da, eflatun, efrenc gümrügü, efsane, efsaneler, efsun, egriboz, egrikapı, egrikapulu mehmed rasim efendi, egrikapulu rasim efendi, ehadisi şerifei erbain', ehli aşk, ehli heva, ehli kelam, ehli muhabbet, ejderhamların, elbistan, elbistan kasabası, elifiyye, elmas mehmed paşa, emelim tiri, emin, emin asaf efendi, emin efendi, emin kabuli efendi, emin refi efendi, emin şarık baba, emine sultan, emir buhari, emir efendi, emir sultan, emrullah ağa, enabe kalesi, encüm, endam, enderuni, enderuni rasih efendi, enderuni sami efendi, enderuni vasıf osman beg, engerus, engürü, engüşt berdehan, enis efendi, enisi aşık, enver efendi, erbabı aşka, erdek kaimmakamlığı, eregli, eregri, erguvan, erzincan, erzincani, erzincanlı, erzurum, erzurum defterdarlığı, erzurum defterdarlığına, erzurum eyaleti, erzurum eyaletinden, erzurum eyaletine erzurum valisi, erzurum'a, erzurum'da erzurum'dan, erzurumi ibrahim hakkı efendi, erzurumi teymur fenni efendi, erzurumlu hakkı, esad beg, esad efendi, esad molla, esad paşa esbi dili, eseri nev, eseri şevket, esiri dam, esiri duzah, esirizade ismail efendi, eski istanbulluk, esmarü'ltevarih, esrar, esrar dede, esrar efendi, esrarımız, esrarü'lmelekut, esseyyid ömer rasim efendi, eşcarü'lesmar, eşki çeşmim, eşki sürur, eşraf, eşref ali efendi, eşref efendi, eşrefzade, eşrefzade seyyid şeref efendi, eşrefzade şeref efendi, eşşeyh said efendi, evaili beyzaviye, evreng, eyyub efendi, eyyub ensari, ezdad, ezhar, ezharı gülistan, fahir, fahri, faik faik efendi, faik'in, faiz, faiz reşid paşa, fakkü'l hal, fanus, farabi, fars, fasih dede, fass, fatih, fatih efendi, fatih sultan mehmed hanı gazi, fatiha, fatihai şerifeyi, fatin, fazıl, fazıl beg fazlı paşa, fedulacızade ahmed rasim efendi, fehim, fehmi, felatunefkar, felek, felek, fenni, fenni beg, feragat, feraizizade mehmed said efendi, ferdi, ferdi efendi, ferecullah efendi, ferehra, ferhad, ferhad paşa camii, ferid, feride, feride hanım, ferruh, ferruh ali paşa, fethi babı suhan, fethi paşa, fetva penahi efendi, fevki, fevvare, fevzi fevzi paşa, feyzi, feyzi huda, feyzullah beg, fındıklı, fıransa'yı, fıtnat, fıtnat hanım, fidan, figan, filibe filibe'de, filibe'ye, firavn, firakı yar, firaki, firaki dede, firari ahmed paşa, firdevsi berin, firdevsi efendi, firecik, fitnei ahir, fizanlık, fransa fuad, füsulü'lara fişanü'lmüluk ve'lvüzera, füzunter, gabi, gaddar, gahi, galata galata gümrügü, galata mevlevihanesi, galata mevleviyyeti, galata'da, galatasaray, galib, galib efendi, gamgüsar, gamhanesin, gamhar, gamı imruz, gamze, gamzei dilduz, gamzei hunriz, gamzeler, garibi, gavga, gavtahor, gavur izmiri, gavvas, gayatü'lbeyan, gazayı bedrin, gazi giray han, gazi hasan paşa, gazi sultan mahmud hanı sani, gecnigeh, gelibolu, gelibolu kaimmakamlığı, gelibolu'da, gelibolu'ya, genc u kan, gence kazası, genç halil ağa, gerdeni simab, gerdunfiraz, gerdunı dun, gerdus, geredeli, gevheri eşkim, geyveli, girdab, girid girid ceziresi, giridlizade mehmed paşa, giriftar, giryan, giryei uşşak, gisu, gonce, goncedehen, gonceveş, gökmenzade rıfat, gönül, gubar, gulam, gulam efendi, guşei imkan, guşei tenhada, güherriz, gül endamım, gül ruhsar, gül yüzünü, gülab gülbusı lebinle, gülbün, gülbünhanan, gülhane, güli hurşid, güli nevreste, güli rana, güli şadab, güli ter, gülistan, gülizar gülizarım, gülnar, gülpazarı şakir efendi, gülruya, gülsitan, gülşen gülşende, gülşeni aşk, gülşeni firdevsi, gülşeni hurremi, gülşeni maarif, gülşenihane, gülşenin, gülzar, gümrükçü osman paşa, gümüşhane, günehkaran, güraniyyü'lasl, gürciyyü'lasl, güzelhisar güzeller, habeş, habı gaflet, habı istiğna, habı perişanım, haccı şerif, hace abdurrahim efendi, hace ayni efendi, hace fehim efendi, hace hamid, hace hamid efendi, hace kerimi efendi hace kudsi, hace kudsi efendi, hace münib efendi, hace neş'et, hace neş'et efendi, hace nusret efendi, hace rahmi, hace rahmi efendi, hace süleyman neş'et efendi, hace vahyi efendi, hace vecdi efendi, hacı ahmed paşa, hacı bayramı veli, hacı behram veli, hacı bektaşı veli, hacı fahri efendi, hacı hasib efendi, hacı mehmed ağa, hacı muhammed paşa, hacı mustafa ağa, hacı mustafa efendi, hacıoğlu, hadi, hadi beg, hadikatü'lvüzera hadim, hadim müftüsü, hadimi aşk, hadimi efendi, hadisi erbain, hafız abdurrahim şeyda dede, hafız ahmed efendi, hafız ali ağa, hafız ali efendi, hafız beg, hafız ebubekir dede, hafız edhem şefkati efendi, hafız halil lütfü beg, hafız ismail müşfik efendi, hafız izzet efendi, hafız mehmed ağa, hafız mehmed efendi, hafız mustafa efendi, hafız mustafa razi efendi, hafız paşa, hafız said efendi, hafızı şirazimanend, hakı kuyun, hakikat gülşeninde, hakim sakıb efendi, hakk, hakk'dan, hakkari, hakkı efendi hakkı paşa, hakkı paşazade izzet paşa, hakkımisal, haleb, haleb eyaletine haleb kadısı, haleb valisi, halebi, halebi şehba, halebi şehbaya, halebli melek ahmed paşazade, halebü'lşehba valisi, halei adnı, halep, halet efendi, halı süveyda, halıcılarköşkü, hali huyul, hali perişanım, halic, halid efendi, halid fahir efendi, halil ağa, halil cevdet efendi, halil efendi halil fehmi efendi, halil feyzi efendi, halil ibrahim ağa, halil ibrahim rıfat beg, halil mehmed paşazade, halil muhlis beg, halil nabi çelebi, halil nuri beg, halil paşa'nın, halil paşazade, halil refet paşa, halil rifat efendi, halil rifat paşa, halil rüşdü efendi, halil şeref efendi, halim, halim giray, halim giray sultan, halveti, hamami raşid efendi, hamdullah ratıb, hami efendi, hamid, hamid paşa, hamid sancağı, hamuş, hamzazade mehmed esad efendi, han abdülmecid, han camii, hançer, hançeri gamzen, handan, handeveş, hanedanzadelerinden, hanei deycur, hanei hassa, hanei seferli, hangeh, hanya harab, harabe hane, haremeyn harfı reca, haridaran, hariri maruf, harput, harput eyaleti, hasan ağa, hasan ayni efendi, hasan basri efendi, hasan beg, hasan çelebi, hasan daniş beg, hasan efendi, hasan emir dede efendi, hasan hakkı beg, hasan hatif efendi, hasan haydar paşa, hasan hilmi efendi, hasan hüsnü efendi, hasan mahvi efendi, hasan niyazi dede, hasan paşa, hasan paşa medresesi, hasan paşaoğlu hacı ali beg, hasan refi efendi, hasan servet efendi, hasan şevki beg, hasan tahsin beg, hasan tahsin efendi, hasankalası, haseki, hasekizade mehmed sadık efendi, hasırcı dergahı, hasırcızade, hasırcızade mehmed ağa, hasib, hasib efendi, hasköy, hasret, haşiyei hizbü'lazam, haşiyei tuhfetü'lfikr, haşmet efendi, hatem, hatemi tayy, hatemü'lenbiya, hatemveş, hatı nev, hatif hatimetü'leşar, hattı şebgun, havassı refia havassı refia kazası, hayatı taze, hayati efendi, hayatizade halil şeref efendi, haydar paşa, hayrabolu, hayret efendi, hayri efendi, hayrii zar, hayriye, hayrullah efendi hayrullah hayri efendi, hayy, hazanasar, hazreti halid, hazreti hasan, hazreti irfan, hazreti mevlana, hazreti mevlana, hazreti nebevi, hazreti nebevi'ye, hazreti nuri efendi, hecri, hekimbaşı iri behçet efendi, hekimoğlu ali paşa, hemedan'a, hemreng, hersek, hersek valisi, hevayı aşk, hezarfen, hıfzı efendi, hırmanında, hısnı mansur kasabası, hızır ağazade said beg, hızır efendi, hibetullah sultan, hicaz, hicaz'a, hicaz'da, hicazı mağfirettıraza, hicran, hidayet kasesi, hilal, hilyei saadet, hilyei sultan, hilyetü'lenvar, himayet, hind, hindi hace vecdi efendi, hiraman, hisar camii, hitan, horasan, horhor, hotin, huban, hubanname, huda, hudavendigar, hulagu, hulusi, hulusi naci beg, humhanemiz, hunab, hunab, hunabe, hunı mecnun, hunin, hunriz, hurşid paşa, hurşid paşa, hülasatü'lhediyye, hülasatü'lirtifa, hülasatü'şşüyuh, hüsameddin efendi, hüseyin beg hüseyin efendi hüseyin esad efendi, hüseyin fazıl beg, hüseyin hüsnü rüşdü efendi, hüseyin izzet efendi, hüseyin kazım efendi, hüseyin nazım efendi, hüseyin nesib efendi, hüseyin paşazade, hüseyin rasim efendi, hüseyin rıfat efendi, hüseyin sabur efendi, hüseyin şakir begefendi, hüsn ü aşkı, hüsnü, hüsnü beg, hüsrev paşa, hüsrevi aşk, hüsrevi dehlevi, ırağ, ırak, ırakı arap, ırgadbazarı, ısparta, ısparta'da, ibiş efendi, ibni vehbi, ibrahim, ibrahim ağa, ibrahim asım beg, ibrahim beg, ibrahim edhem pertev efendi, ibrahim efendi, ibrahim fehim beg, ibrahim ferid beg, ibrahim feyzi efendi, ibrahim hakkı beg, ibrahim hakkı efendi, ibrahim hanif beg, ibrahim hanif efendi, ibrahim münib efendi, ibrahim naşid beg, ibrahim necati efendi, ibrahim paşa ibrahim paşa camii şerifi, ibrahim rakım efendi, ibrahim raşid efendi, ibrahim suni efendi, ibrahim şefik beg, ibrahim tırsi efendi, ibrahim vasık efendi, ibrail, ibret, idris ağa, iffet, iffet efendi, ifşayı melal, iftar, iğneadası, ihleli, ihsan, ihtisar, ihtiyar, ihvan, ikbal, ikiyapraklızade mehmed nesib efendi, ilah, ilbissan, ilmi ledün, ilmi ledünden, ilmi nücum, imamı şafii, imamzade efendi, imtiyaz, inabolu, inbik, inebahtı, inebolu, inebolu kalası, ingiltere, intizar, intizarı, iradi, iran, iran'a iran'da, iranbaha, iraniye, iraniyeyi, irfan, irfan beg, isafü'lminne fişerhi ithafü'lcenne, isakçı isfendiyar beg, ishak, ishak efendi ishakzade mehmed zuhuri efendi, iskeçe, iskender, iskenderiye iskenderiye'de, iskenderiye'ye, islambol kadısı, islamiyeti, ismail ağa, ismail beliğ efendi, ismail efendi, ismail efendizade, ismail efendizade esad efendi, ismail ferruh efendi, ismail galib beg, ismail hakkı efendi, ismail hulus dede, ismail ismet efendi, ismail mahzuli efendi, ismail müfid efendi, ismail paşa, ismail paşazade hakkı beg, ismail sahib dede, ismail zühdi beg, ismet, ismet beg, ismet efendi, ispanya, istanbul istanbul kadılığı istanbul kadılığına, istanbul kadısı, istanbul'a, istivlice, işkodra, işkodralı mustafa paşa, işretgah, işve, izhar, izharı tarab, izmid izmid'de, izmid'den, izmid'e, izmir, izmir kazası, izmir valisi, izmir'de, izmir'e izmiri kebir, izz u şan, izzet izzet beg, izzet begzade, izzet efendi, izzet mehmed paşa, izzet muin, izzet paşa izzet'e, izzet'in, izzeti şeyda, izzi, izzi zafer, jengaludedir, Jengi keder, jengi riya, kab, kab bin züheyr, kabuli, kadehkar, kadıçeşmesi, kadıköyü, kadızade tahir efendi, kadri efendi, kahire'nin kahirei mezbure kahirei mezburede, kahirei mezbureden, kahirei mezbureye, kahirei mezkurede, kahirei mezkureyi, kakül kaküli huban, kakülün, kalai sultaniye, kalayi, kalayi refi, kalecik, kalkandelen, kalyonciyan'dan, kam, kamet, kameti rast, kami, kamil kamil beg, kamil paşa, kamus, kamus mütercimi, kandili tecelli, kandiye, kandiye'de, kangırı kani, kapıkıran, kaplan giray han, kapudanı derya hakkında, kara müftüzade, karaburun, karaduhan, karaferye, karagülhane, karagümrügü, karahisar, karahisar mevlevihanesi, karahisarı sahib karahisarı şarki karaman, karamustafa paşa medresesi, karari, karari, karari efendi, karasu, karayalısı, karı alem, kars karslızade muhammed cemal efendi, kasabbaşı, kase, kasımpaşa, kasımpaşa mevlevihanesi, kasidei bürde, kasir, kasrı gerdun, kasrı nil, kassabzade ali rıza beg, kastamonu, kaşgari, kaşı kemanım, kaşıkçı emin baba, kaşif efendi, katar, katibzade mehmed refi efendi, katip süleyman yümni efendi, katre, kavaidi osmaniye, kavalalı yusuf efendi, kavs, kaydı beladan, kaygusuz, kaynarca muahedesi, kays, kayseri'de, kayseriye, kayseriye'de, kayseriye'ye kayseriyeli cafer fevzi efendi, kazayı biga, kazdağı, kazım, kebki dil, keçecizade halim efendi, keçecizade izzet efendi keçecizade mehmed izzet efendi, keçnigeh, kemal efendi kemalpaşa, kemanebru, kenzi maani, kerbela, kerem kani dede, kerimi, kerkügi nevres efendi, kesafet, keşan, keşan'a, kethüdazade, kethüdazade arif efendi, kethüdazade mehmed arif efendi, kevn u mekana, kıbrıs, kıbrıs müftüsü, kıbrıs'a, kıbrıs'da, kıbrısizade, kıbrısizade hakki efendi, kıbrısizade ismail hakkı efendi, kıbrıslı abdullah efendi, kırım, kırım hanları, kırım hanlığı, kırım'ın, kırımi, kırımi hüseyin efendi, kırımi rahmi efendi, kırımiyyü'lasl, kırkağaç, kırkçeşme, kırkkilis, kıyamet, kızıl ırmağdır, kızılırmak, kızılmescid, kil u kal, kil u kal, kilis, kilis camii, kilisli, kilki kudretle, kirman, kişver, kişveri zülfü, kitabı harir, kitabı kebir, kitabı müstetab, kitabı seyri merhü'lmaali fi şerhü'lamali, kitabü'l hitab, kitabü'lhakkı tasrih ve'kkeşfü'ttashih, kitabü'nnecat, kitabü'nnetice, kitabü'zzikrü'şşeref, koca halil begzade, koca mustafa paşa camii şerifi, koca yusuf paşa, kocaeli komiski, konevi, koniçe, koniçeli, konya, konya defterdarlıgı, konya eyaletinden, konya eyaletine, konya kazası, konya sancagı, konya valisi, konya'da, konya'dan, konya'ya, köprülüzade, köprülüzade şehid mustafa paşa, köse kethüda, köse mehmed paşa, kuddus, kuddusi, kudsı şerif, kudsi, kuhken, kuhsara, kuhsarda, kulağuzlar, kuloğlu, kumlai sağir, kur'anı azimü'şşan, kursı şems, kuruçeşme, kusı rihlet, kuşadalı, küçük ağa, küçük hafız efendi, küçük hüseyin beg, küçük hüseyin paşa, küçük raşid efendi, küçükkaraman, külük, kürdistan, kürdistan eyaleti kürdistan eyaletine, küstümsuyu, kütahya, kütahya eyaleti, kütahya'da, kütahya'ya kütahyalı, lali bedehşanı, lali efendi, lale, laleli camii şerifi, laleruhsar, laleveş, laleveş, lalezarasa, laubali, layetecezza, lazistan, lebi goncem, lebib, lebib efendi, lefke, lefkoşe leskofça, letafet, letaifü'lkemal, levhi efendi, leyla, leyla hanım, leylei kadr, leyli, limas, limni ceziresi, livaülhamd, lofça, lokman, londra lotoğrafya, lugatı kafiye, lugatı türkiye, lugatname, lübnan, lütfiye, lütfü marifetname, maşkara, maarif, macera, maden eminizade osman didar beg, mağbun, mağfiret, mağrur, mahazer, mahı taban, mahi efendi, mahir, mahiya, mahiyetü'laşk, mahmud efendi, mahmud nedim beg, mahmud nedim begefendi, mahmud paşa, mahmud paşa camii şerifi mahmud paşayı veli, mahmud tayyar paşa, mahmur, mahrem, mahrem dede, mahru, mahrusai burusa'da, mahrusai ruscuk, mahşer, mahveş, mahvı vücud, mahvi, mahvi efendi, mahzuli, makamatı hariri, malatyalı, maltepe, manastır manastır'a, manastır'da manavzade mustafa mecdi efendi, mançikof, manendi lale, manisa, manisa mevleviyyeti, manisa'da, manisa'ya, mansur, mansur'a, mansurizade mehmet emin efendi'nin, maraş, maraş eyaleti, maraş mevleviyyetine, maraş sancağı, maraş'a, maraş'da, mardin, marmara voyvodalığı, masiva, masivadan, maveraü'nnehir, mazlum beg, mecelletü'nnisab, meclisi mestan, meclisi mey, meclisi meyden, mecnun, mecnun'u, medhali kavaid, medinei amasya, medinei amasya'da, medinei ayıntab, medinei bozok, medinei engürü, medinei kastamonu, medinei münevvere, medinei münevverede, medinei tokad, medinei yenişehir, meftun, meftuni efendi, meftunun, meges, meh, mehcur, mehi nev, mehi ruşen, mehi tabanı, mehlika, mehmed agah efendi, mehmed ağa, mehmed akif paşa, mehmed ali feyzi efendi, mehmed ali paşa, mehmed ali paşazade, mehmed arif, mehmed arif ağa, mehmed arif efendi, mehmed arif paşa, mehmed asım efendi, mehmed asif efendi, mehmed ataullah efendi, mehmed azmi efendi, mehmed bahaeddin ferid efendi, mehmed behçet beg, mehmed besim efendi, mehmed can efendi, mehmed celaleddin beg, mehmed cinnet efendi, mehmed edib, mehmed efendi mehmed emin ali paşa, mehmed emin beg, mehmed emin beliğ efendi, mehmed emin efendi mehmed emin feyzi, mehmed emin kaşif efendi, mehmed emin vahid paşa, mehmed emin zaik efendi, mehmed esad, mehmed esad efendi mehmed esad safvet efendi, mehmed esad yesari, mehmed eşref efendi, mehmed fahreddin efendi, mehmed faik efendi, mehmed fehmi efendi, mehmed fevzi efendi, mehmed fikri efendi, mehmed fuad efendi, mehmed galib paşa, mehmed haki efendi, mehmed hakiri efendi, mehmed halid efedi, mehmed hamdi efendi, mehmed hamid beg, mehmed hamid tayfur beg, mehmed hasan beg, mehmed hayret efendi, mehmed hıfzı efendi, mehmed hüsrev beg, mehmed hüsrev efendi, mehmed hüsrev paşa, mehmed ibret efendi, mehmed iffet efendi, mehmed ihsan efendi, mehmed izzet beg, mehmed kami efendi, mehmed kazım efendi, mehmed mahir beg, mehmed nafi efendi, mehmed naim efendi, mehmed nazım efendi, mehmed nazif efendi, mehmed necib paşa, mehmed niyazi efendi, mehmed nusret beg, mehmed nüzhet efendi, mehmed paşa, mehmed paşa camii şerifi, mehmed paşa medresesi, mehmed piri efendi, mehmed ra'fet efendi, mehmed ragıb paşa, mehmed raif beg, mehmed rakım paşa, mehmed rami paşa, mehmed rasih efendi, mehmed raşid beg, mehmed raşid begefendi, mehmed raşid efendi, mehmed razi efendi, mehmed re'fet efendi, mehmed recai efendi, mehmed refi efendi, mehmed refik efendi, mehmed remzi efendi, mehmed rıza, mehmed ruşen sahib efendi, mehmed rüşdü efendi, mehmed rüşdü paşa, mehmed sadullah cemili beg, mehmed sahib efendi, mehmed saib efendi, mehmed said efendi mehmed said halet efendi, mehmed salih efendi, mehmed salim efendi, mehmed selim efendi, mehmed sermed efendi, mehmed sıddık begefendi, mehmed subhi efendi, mehmed şakir efendi, mehmed şefik efendi, mehmed şehri efendi, mehmed şemi efendi, mehmed şeref efendi, mehmed şerif bikri, mehmed şerif efendi, mehmed şevket efendi, mehmed şeyhi efendi, mehmed şükrü efendi, mehmed tahir beg, mehmed tahir münif efendi, mehmed tayyib efendi, mehmed teymur fenni efendi, mehmed vakıf efendi, mehmed vasıf efendi, mehmed zeki dede, mehmed ziyaeddin beg, mehmed zühdi efendi, mehruhsara, mehruhsarı, mehveş, mekkei mükerreme , mekkei mükerremede, mekkei mükerremeye, mekkizade, mekr, mektubi muhammed salim efendi, melamet, melamet gülşeni, melekgirmez, meleksima, melemen, melik paşazade, memaliki hint, memaliki osmaniye, memiş paşa, memleketi şiraz, menakıbı ashabı bedr, menakıbı imamı azam, menakıbü'larifin, mengli giray han sultan, mengli girayız, menteşe, menzilgehi, meram, mercan ağa camii şerifi, mercümek tekyesine, merhem, mescid, mesnevi, mesnevihan, mesnevii şerif mestane, mestur, meşalecizade esad begefendi, meşhuri, meşihatü'lislamiye, meşk, mevhibe, mevla, mevlana, mevlana celaleddini rumi, mevlana şeyh mısri, mevlevi, mey, meyhane, meyhanede, meyi gülfam, meyi nabı, meykede, meynuşa, mezraa, mısır, mısır defterdarlığı, mısır eyaletine, mısır valisi, mısır'a, mısır'da, mısırçarşılı ali rıza efendi, mısrı kahire, mısrı kahire eyaleti, mısrı kahire eyaletine, mısrı kahire mevlevihanesi, mısrı kahire mevleviyyetine, mısrı kahire'de, mısrı kahire'ye, mısriyye, midhat, midilli, midillili, mihman, mihnetkeşan, mihr mihrab, mihri, mihri cihan, mihri efendi, mihri felek, mihri ruhsar, mihribanlık, milas, mileli iseviye, minhacı remmat, mir alimzade, mir reşid, mir süleyman anka, mirgünoğlu, mirza mustafa efendi, mirza said paşa, mirza senglah, mirzazade ahmed neyli, mirzazade mehmed efendi, mirzazade mehmed salim efendi, misivri, misivri'de, miski huten, mişke, miyan, mizanü'ledeb, molla aşki mahallesi, molla cami, molla gürani, molla hünkar, mora, mora nehrini, mora'da, moralızade hamid efendi, muammer, mudanya, muhabbet, muhabet, muhammed, muhammed ali paşa, muhammed bahaeddin efendi, muhammed begefendi, muhammed bezmi efendi, muhammed emin asaf beg, muhammed emin şükuhi efendi, muhammed esad muhlis paşa, muhammed fazıl paşa, muhammed haşim efendi, muhammed hayret, muhammed ismet efendi, muhammed kabuli efendi, muhammed lebib efendi, muhammed mekki efendi, muhammed muammer paşa, muhammed muhsin efendi, muhammed murad efendi, muhammed nazif efendi, muhammed nebil beg, muhammed nevres beg, muhammed nuri efendi, muhammed pertev efendi, muhammed tahsin beg, muhammed tevfik beg, muhammed uşşaki efendi, muhib, muhib efendi, muhlis, muhlis efendi, muhrik, muhsin, muin, muin efendi, mukaddimei halduniye, mukim, mukteza, munis, munis, munis dede, mur, murad, murad molla dergahı, murad molla hankahı, murad paşa camii şerifi, murad reis, muradi, muradiye, muradiye dergahı musa, musa balizade, musa kazım beg, musa safveti paşa, mustafa ağa, mustafa ağazade izzet beg, mustafa asım efendi, mustafa atıf efendi, mustafa bahir paşa, mustafa beg mustafa behçet efendi, mustafa efendi, mustafa eşref efendi, mustafa feyzi efendi, mustafa galib beg, mustafa hamdi efendi, mustafa hatti efendi, mustafa hilmi efendi, mustafa hilmi paşa, mustafa huldi efendi, mustafa iffeti, mustafa mazhar efendi, mustafa mazhar paşa, mustafa mazlum fehmi beg, mustafa muhib efendi, mustafa münif efendi, mustafa müştak efendi, mustafa nasfet efendi, mustafa nazif efendi, mustafa necib efendi, mustafa nureddin efendi, mustafa nuri, mustafa nuri efendi, mustafa paşa mustafa paşazade, mustafa pertev efendi, mustafa peyrevi çelebi, mustafa rana efendi, mustafa raşid efendi, mustafa resa efendi, mustafa reşid efendi, mustafa reşid paşa mustafa safayi efendi, mustafa safvet efendi, mustafa sakıb efendi, mustafa sami beg, mustafa samil efendi, mustafa sarım efendi, mustafa seyyahi efendi, mustafa sufi efendi, mustafa süruri efendi, mustafa şehri efendi, mustafa şükrü efendi, mustafa tayibi, mustafa tevfik efendi, mustafa zekai efendi, mustafaviyüz, musul, musul'a, muş, mutrib, mutrib, muyı zülf, mücella, müdava, müdavat, müderriszade ahmed hayri efendi, müfid'i, müftüzade mehmed sadık efendi, müjderesan, müjgan, müjganı, mükerrem, mülki dil, mülki hüsnün, mülki hüsnünün, mümtezic, münacat, münif, münif efendi, münifiye, münkad, münşeatı, münşiyan, müntahabatı şehname, müntehabatı nazif, mürde, mürgi bihemta, mürgi cana, mürgi dil, mürgi dil, mürgi dilzarı, müsellem, müstafa akif efendi, müstakimzade, müstakimzade süleyman efendi, müstakimzade süleyman sadettin efendi, müstazraf, müşakkikname, müştak, mütercimi kamus, müvverrih süruri efendi, narı aşkı, nabi, nabi efendi, naci, nadiregu, nafi nafi efendi, nahifi, nahlbend mahallesi, nahli tuba, naili vuslat, naim, naim efendi, naimaveş, nakama, nakdı eşki cana, nakşi efendi, nali, namık, namık paşa, napeyda, nareside, narı aşk, narı firak, narı hicrana, nasfet, nasır, nasır abdulbaki efendi, nasihatname, nasihatü'lmüluk, naşid, nayab, nayi, naz, nazar, nazım nazım efendi, nazır ahmed paşa, nazif, nazif, nazif efendi, nazifzade ahmed hamid efendi, nazikbeden, nazilli, nazire, nazmı cevahir, nazmi, nebil, nebil beg, necati, neccarzade şeyh mustafa rıza efendi, necib necib efendi, necib paşa, nedim, nedimasa, nefi, nefi efendi, nef'i, nehri tuna, nemçe, nemçe memaliki, nemrud, nergisi, nergisimanend, nesib, nesiba, nesibe safvet hanım, neş'et, neş'et efendi, neşataver, neşati, neşati efendi, neşimen, nevadirü'lasar, nevale, nevasenci, nevbet, nevnihal, nevrekop, nevres, nevres, nevres efendi, nevreste, nevruz, nevşehir, nevşehirli süleyman efendi, neyli, neyyir, nimet, nimet efendi, niamü'lenis, nigah, nigahın, nigar, nigde, niğbolu, niğde, niğde kazası, nihad, nihad beg, nihan, nik u bed, nil, niş, nişangah, niyazi, niyazi, niyazpenceresi, numan izzi efendi, numan nazif beg, nuh beg, nuh efendi, nuh necib beg, nuhbe nuhkapısı, numan enis efendi, numan mahir beg, numan nali efendi, nur, nur ayeti, nureddin'in, nurı huda, nurı ilahiden, nurı zatından, nuri, nuri baba efendi, nuri beg, nuri paşa, nusret, nusret efendi, nusretnamesi, nuş, nuşı şarab, nutki, nutki ali dede efendi, nutki ali efendi, nüh kıbab, nükud, nüküs, nümayan, nüzhet, nüzhet efedi, ohri, okçuzade, osaman nuri efendi, osman ağa, osman begzade, osman efendi, osman izzet efendi, osman nayi efendi, osman nuri efendi, osman nuri paşa, osman nüzhet efendi, osman paşa osman raci efendi, osman refik efendi, osman remzi efendi, osman sahib efendi, osman selahaddin efendi, osman servet efendi, osman seyfi beg, osman siret efendi, osmancık kasabası, osmaniye camii şerifi, osmanzade ahmed taib efendi, osmanzade taib, osmanzade taib efendi, öksüzce hatib camii, ömer ağazade, ömer faik efendi, ömer feyzi efendi, ömer lütfü efendi ömer paşa, ömer tahir beg, ömer tahir efendi, ömer zarifi efendi, ömerli, özbekiye, özi kalası, öziçe, palabıyık hace, palabıyık mehmed beg, pamal, paris parisi hüsn, paşakapısı, peçevi, pençei ikabdan, pendnamei şeyh attar, perçem, peri peri hal, peripeyker, periru, periruhsar, perişan, perişan kakülün, perizad, perizad hatun, pertev, pertev efendi, pertev paşa, pervane, pervane, petersburg, peyamı şeyh, peymane, peyrevi, pırasa ahmed paşa, piç u taba, pinhan, pirahen, piri ağa, piri mehmed paşa camii şerifi, piri mualla, piri mugan, piri mugan, pirizade mehmed sahib efendi, pirizrin, pişeger, piyale, piyale çekme, portekiz, purusya, puseveş, pürcefa, pürgazab, rana, ranayı, ra'fet, rabbi bienbaz, rabbi celil, rabbi kadir, rabıt, raci, racih, ragıb, ragıb efendi, ragıb paşa, rahmeti yezdan, rahmi, raif, raif efendi, raif ismail paşa, raik, rakım, rakım efendi, rakım muhammed paşa, rakib, ramiz, ramiz efendi, rasih, rasih efendi, rasim raşid, raşid beg raşid efendi, ratıb, ratıb ahmed paşa, ratıb beg, ratıb efendi, razı nihan, razi, re'fet, recai, recai efendi, recaizade, receb enis efendi, refahi, refahi hacı giray sultan, refi refi efendi, refia, refik, refik efendi, refikasa, rehgüzar, rehzen, reisülküttab arifi ahmed paşa, reisülküttab mehmed hayri efendi, remzi, remziveş, renciş, resa, resima, resmo resul, resulallah, resuli ekrem, reşid, reşid efendi, reşid paşa, reşid paşa, reşid paşazade emin paşa, reşidi çeşmizade, reşki şarab, revan rıfat rıfat beg, rıfkı, rıza, rıza efendi, rıza paşa, rıza'ya, rıza'ya, rifat, risalei adabı ulu'lbab, risalei adetü'lbedr fi beyanı şuhurı isna aşer, risalei cevahiri hamse, risalei ebeveyn, risalei hadisi min ürf, risalei hisalı aşere, risalei hüsnı takvim, risalei iradetü'laliyye fi iradetü'lcezaiye ve'lkaliye, risalei salavatı vusta, risalei tac, risalei taun, risalei tenşitü'lensar fi hakkı levni'lahmer, risaletü'lhay fi beyanü'lkey, riyazet, riyazü'lkasımin, riyazü'nnukaba, rodos, rodos'a, rubah, ruhani saib, ruhbahş, ruhı revan, ruhsar, ruhsar, ruhsara, ruhsarı alin, ruhü'lbeyan, rumelihisarı, rumi, rumi efendi, rus'u, ruscuk ruscuk'a, ruscuk'da, ruscuklu, rusya, rusya devleti, rusya memaliki, rusya memalikine, rusya memleketine, rusya muharebesi, rusya seferinde, rusya ülkesine, rusyalı'dan, ruşen ruyı alin, ruzı kıyamet, ruzı mahşer, rübude, rüstem rifat beg, rüstem vasfi efendi, rüstemi pürzur, rüşdü, rüşdü efendi, rüşdü paşa, sadi, sadiye, said siret beg, saba, sabit efendi, sad pare, sadık efendi sadpare, sadullah efendi, sadullah enveri efendi, sadullah said efendi, safayi, safayi efendi, safi, safvet, safvet efendi, safvet naşid efendi, sagar, sahbayı gama, sahhaf mehmed hatif efendi, sahib, sahib efendi, sahib giray sultan, sahibi hoşdem, sahibi marifetname, sahnı belagat, sai efendi, saib, saib efendi, said, said beg, said efendi, said paşa, sakıb efendi, sakız ceziresi, sakız ceziresine, sakız muhassılı, saki, salahi, salavatı mesudi, salih afif efendi, salih besim efendi, salih efendi, salih faik beg, salih hayri efendi, salih naili efendi, salih nesim efendi, salih paşa, salih racih efendi, salih re'fet efendi, salih rifat beg, salih vehbi efendi, salim salim efendi, salim efendi tezkiresi, salim efendi tezkiresi'nde, salim efendi tezkiresi'ne, samako, samako sancağı, sami, sami ebubekir paşa, sami efendi, sami paşa, samih, samih efendi, samil, sandıklı, sanduka, sanevber, saraybosna saraybosna'ya, sarı abdullah efendi, sarığıgüzel bekir paşa, sarım, sarım ibrahim paşa, sari şaban, saruhan, sayd, sayda sayda eyaleti, sayda valisi, sayda'ya, sayei şehbal, sefine, sefinei rüesa, sefinetü'lulum, sefinetü'lvüzera, sefinetü'rrüesa, sefinetü'şşuara, sekran, selam, selami, selami efendi, selanik, selanik eyaletinde, selanik kazası, selanik mevleviyyetine selanik müftülügü, selanik valisi, selanik'de, selanik'e, selanikli ferik said musa paşa, selatini cengiziye, selim, selim giray han, selim han, selim hanı salis selim paşa, selim sırrı paşa, selimiye, selimiye dergahı, sema, semahuddin, semti sadabad, seng, sengi cefa, senih, seragazı hıcaz, seri kuyundan, serince, sermest, sernigun, serv, servi dilcu, servi kamet, servi kametin, servi nazım, servi revan, servkadd, servkaddim, servkamet, serzeniş, settar, sevahili tuna, seyfi, seylab, seyrangah, seyyid, seyyid ahmed kemal efendi, seyyid ali dede, seyyid feyzi efendi, seyyid hüseyin vehbi efendi, seyyid kemal efendi, seyyid mehmed hakim efendi, seyyid mehmed sadrettin efendi, seyyid mehmed said galib paşa, seyyid mustafa talib elefendi, seyyid yahya vakıf efendi, sezayi, sıdkı, sıdkı abdurrahman paşa, sırbistan, sırrı sırrı beg, sırrı paşa, sidre, sifleperver, sihi gamında, sihri helal, siird kazasında, silahşor, silistre silistre eyaleti, silivri, silivri kasabası, silivri kazası, silivrili ismail hakkı efendi'nin, sim, sim u zeri, simab, simav, sine, sinei mecruh, sinei suzan, sineye, sipihr, siret, siret'in, sirişk, siroz siroz'a, siroz'da, sirozlu yusuf muhlis paşa, sirozlu yusuf paşa, sisam adası, sitanbul, sitanbul'a, sitemkara, sivas sivas defterdarı, sivas defterdarlığına, sivas eyaletine, sivas kazası, sivas sancağına, sivas'a, siverek, sivrihisar'da, siyehkar, siyehkar, siyehru, siyeri kebir, sofya, sofya'ya, sogd, soğukkuyu, sovukçeşme, sudan, sudan'ı, sufi, sufi, suhte, sultan abdulhamid han, sultan abdulmecid han, sultan ahmed han, sultan ahmed hanı gazi, sultan ahmed hanı salis, sultan bayezid, sultan bayezid hanı veli, sultan bayezidi veli, sultan emir, sultan mahmud, sultan mahmud hanı evvel sultan mahmud hanı gazi, sultan mahmud hanı sani, sultan mehmed han, sultan mehmed hanı gazi, sultan mehmud hanı sani, sultan mustafa, sultan mustafa han, sultan mustafa hanı rabi, sultan mustafa hanı rabi, sultan mustafa hanı salis, sultan orhan gazi camii şerifi, sultan osman hanı gazi, sultan osman hanı salis, sultan selatini cengiziye, sultan selim, sultan selimhanı salis, sultan selim hanı salis, sultan süleyman hanı gazi, sumaku kazası, suni, suphi efendi, surnamei meserretallame, suveyda, suyolcular, suyolcuzade mehmed necib efendi, suyolcuzade mehmed salih vasfi efendi, suyolcuzade salih efendi, suzan, suzan u büryan, sübhai mercan, südlüce, sühbülzade vehbi efendi, sühuri efendi, süleyman, süleyman ağa, süleyman arif beg, süleyman atıf beg, süleyman dürri efendi, süleyman efendi, süleyman faik beg, süleyman faik efendi, süleyman fehim, süleyman fehim efendi, süleyman hanifi efendi, süleyman izzi efendi, süleyman kerimi efendi, süleyman nahifi, süleyman nahifi efendi, süleyman nazif efendi, süleyman paşa, süleyman re'fet paşa, süleyman sakıb efendi, süleyman senih efendi, süleyman sıdkı efendi, süleyman talib efendi, süleyman zati efendi, süleymaniye, süleymaniye camii şerifi süleymaniye kasabatı, süleymaniye medresesi, süluk, sülün efendi, sülüsan, sünbül, sünbülistan, sünbülzade sünbülzade vehbi, sünbülzade vehbi efendi süruri, süruri efendi, şaban kami efedi, şad, şadan, şafiyei ibni hacib, şah abdülmecid, şah mahmud, şah sultan, şahenşaha, şahı geda, şahı huban, şahı hüsün, şahı tuba, şahı velayet, şahidi şahin giray, şahin giray han sultan, şairan, şaki, şakir şakir beg, şakir efendi, şam, şam'a, şamı cennetmeşama, şamı şerif, şamı şerifde, şamı şerife şamil efendi, şamlı mehmed ragıb paşa, şane, şaneveş, şarab, şarık, şarköyü, şatırzade, şatırzade emin kethüda, şebi kadr'i, şebi yelda, şebi yelda, şebtaseher, şefik, şefik beg, şefkat, şefkat efendi, şefkati, şehbaz, şehbaz giray sultan, şehi alibaht, şehid ali paşa şehid ali paşazade, şehlevend, şehlevendimin, şehremini, şehri amid, şehri bağdad, şehri bayezid, şehri hadim, şehri hafız efendi, şehri karaman, şehri tebriz, şehri tokat, şehri van, şehrizur, şehzade camii şerifi, şehzade ibrahim edhem efendi, şehzade melik kasım mirza, şehzadegan, şekib efendi, şekib paşa, şekva, şemdandır, şemi, şemi bezm, şemi dil, şemi efendi, şemi ruyunla, şemi taban, şemame, şems, şems, şemsi beg, şemsi nübüvvet, şemşir, şeref şeref efendi, şeref hanım, şeref nayab efendi, şerefbahş, şerer, şerhi adab, şerhi binokta, şerhi divanı ali, şerhi ebyatı bazı mesnevi, şerhi hadisi erbain, şerhi hizbü'lhafız, şerhi hur erbaası, şerhi kasidei müzarriye, şerhi kavayidi farisiye, şerhi muhammediye, şerhi pendnamei şeyh attar, şerhi salavati abdulkadiri'lgeylani, şerhi tefsiri fatihai şerif, şerhi tuhfei şahidi, şerhi virdi seyyid yahya, şerhü'lkübera, şerhü'lmesnevi, şerif ağa, şerif efendi şerif efendizade ataullah efendi, şerif paşa, şerif paşazade, şerif paşazade said siret beg, şerif sırrı efendi, şerif talat efendi, şerif yahya ihya efendi, şetaret, şevkaver, şevkengiz, şevket, şevket efendi, şevki, şevki efendi, şeyda, şeyh abdurrahman efendi, şeyh ahmed arif efendi, şeyh ahmed halis efendi, şeyh ahmed resima efendi, şeyh ahmed rufai, şeyh ahmed safi efendi, şeyh arif efendi, şeyh azizi efendi, şeyh azmi efendi, şeyh ebu'lvefa, şeyh galib, şeyh galib efendi şeyh galip dede, şeyh hakkı efendi, şeyh halil efendi, şeyh handi efendi, şeyh hasan sezayi efendi, şeyh ismail tilloyi, şeyh kuddusi efendi, şeyh mehmed ata efendi, şeyh mehmed esad galib efendi, şeyh mehmed lütfü efendi, şeyh mehmed murad efendi, şeyh mehmed rıfkı efendi, şeyh muradi efendi, şeyh mustafa safi efendi, şeyh nasuhi efendi şeyh necib ahdi, şeyh osman efendi, şeyh ömer semahat efendi, şeyh said efendi, şeyh selami efendi, şeyh seyyid kemal efendi, şeyh şirvani efendi, şeyh zati efendi, şeyhi, şeyhizade, şeyhü'lkurra, şeyhülislam arif hikmet, şeyhülislam arif hikmet begefendi, şeyhülislam asım efendi, şeyhülislam hasan nazif efendi, şeyhülislam mehmed şerif efendi, şeyhülislam vassaf abdullah efendi, şeytan, şifayı kadı iyaz, şikar, şikestebal, şinasi efendi, şinaverlik, şiraz, şirei engur, şirin, şirvani şeyh ismail siracüddin efendi, şirvaniyyü'lasl, şirvanizade mehmed rüşdü efendi, şivei nasaz, şivekara, şivendir, şuledar, şuh, şuhı cefapişe, şuhı cihanım, şuhı dilara, şuhı nazenin, şuhizarın, şumlu, şumnu, şumnu'da, şurayı mısriyye, şuride, şuriş, şükrü, şükrü efendi, taribi şahidi, tayibi alem, tabhanei mısriyye, tabib, tabnak, tacikzade mehmed raif efendi, tahir, tahir ağa dergahı, tahir efendi, tahir ömer, tahir ömerzade, tahir paşa, tahir selam beg, tahmil, tahran, taif, takdir, takvimi vekayi, takvimi vekayihane, talat, talib, talib efendi, talib'in, tamamü'lfeyz, tanbur, taninendaz, tannaz, tanzimat, tanzimat'ın, tanzimatı hayriyye tanzir, tarınkçızade ziver beg, tarihi ibni haldun, tarihi osmaniye, tarihi vekayii selimiye, tarikatı muhammediye, tarsus, tatar, tatarbazarı, tatarbikarı, tatarcıkzade ahmed reşid efendi, tavsiyename, tavşanlı, tayibi, tayyar, tayyar efendi, tayyib, tayyib beg, tayyib efendi, taze fidan, tebriz, tecelli efendi, tecessüm, tedkik ve tahkik, tefasiri şerife, tehafüti müstehace, tehidil, tekfurdağı tekfurdağı'nda tekfurdağlı bezmi efendi, tekke, tekke kazası, tekke sancağı, teneffür, tenha, tennur, tenvir, tercemei ahvali şuyuhı ayasofya, tercemei bürhanı katı, tercemei fkhı ekber, tercemei kamusı kebir, tercemei mektubatı ahmedi faruki, tercemei murassaı ibni esir, tercemei natı kanunü'ledep, tercemei nisabü'lihtisab, tercemei nuhbetü'zzikr, tercemei risalei kevakibi, tercemei talimü'lmütealim, tercemei tabakatı şurtubi, tercemei telhisü'lmeani, tercemei ukudü'llü'lüiye, tersane eminizade, teşbih, teşnedil, teveccüh, tevfik efendi, tevfik yahya efendi, tevfike nesibe hanım, tevhid efendi, tevhidi zar, teymurcu, tezkirei salim efendi, tezkiretü'lcevami, tıflı nevamuzu, tıflı ziyankar, tırapoliçe, tırnova, tırnovi, tırsi, tiflis, tiği gam, tiği tegafül, tillo, timar, tir, tiran, tire, tireşeb, tiri cevr, tiri kaza, tiri müjen, tirkeş, tiryaki çarşısı, tokad'a, tokadi hace mehmed emin efendi, tokadi şeyh mehmed emin efendi, topal ahmed giray sultan, topal osman paşa, topal yusuf paşa, tophane, topkapı, topkapı sarayı hümayunu, tosya, trablus, trablusgarb, trablusi musa şafi efendi, trablusşam, trabzon, trabzon'a, trabzon'da trabzoni mehmed salim efendi, trabzoni'ye, trabzoniyyü'lasl, trapoliçe, travnik, tuba tufanı marifet, tuğı vezaret, tuh, tuhfe, tuhfei arabi, tuhfei arabiyye, tuhfei farisi, tuhfei hasakiye, tuhfei islamiye, tuhfei lugatı arabiye, tuhfei sünbül, tuhfesine, tuhfetü'lhattatin, tuhfetü'lhattatin, tulı emeli, tumanzade nevres efendi, tuna, tunus, tur, turak paşazade ibrahim beg, turhala turı sina, turrai tarrar, tutieda, tutiya, tuzbazarı, tüfenkçibaşı mehmed arif efendi, türkçe şerhi kasidei lamiye, ulucak, unkapanı, urfa sancağı, usulı hadisten, uşşak, uşşak, uşşakizade seyyid abdullah efendi, utarid, uzuncaabad hasköyü, üçüncüzade hüseyin ağa, ümid, ümmi sinan, ünye, ürfi, üryan, üsküb, üskübi şemi, üsküdar, üsküdar kazası, üsküdar mevleviyyeti, üsküdar mevleviyyetine, üsküdar'a üsküdar'da, üsküdar'dan, üssi zafer, vacid, vadii fatıma, vahdet, vahid, vahid paşa, vahyi, vahyi efendi, vaiz, vakai hayriye, vakanüvis ahmed asım efendi, vakıf, vakıfı irfan, valide sultan, valide sultan mektebi, van, van eyaleti, van'da, vani kara müftü, varadin, varidatı kübra, varna, vasfi, vasıf, vasıf efendi, vasıfzade abdullah lebib efendi, vasık, vassaf, vazgun, vecdi, vecdi efendi, vedud, vefa, vefeyat, vehbi, vehbi efendi, vehhab, veli paşa, veliyüddinrüşdü efendi, veliyüddin efendi, veliyüddin rüşdü efendi, vesiletü'lmeram, veysi, vifor, virane, viranşehir viyana viyana'da, vize, vodin vodin valisi, vuslat, vüsulı hakk, yadigar, yağcızade mehmed avni efendi, yahya ağa, yahya efendi yahya ihya beg, yahya nazim efendi, yakub asım efendi, yakub buhari, yakve kazası, yanar ateş, yanya yanya'ya, yar, yaran, yatağan camii, yaver, yaver efendi, yaybod kasabası, yegenzade, yemen, yenikapı, yenikapı mevlevihanesi, yeniköy, yenişehir, yenişehiri fenar yenişehirli hacı şerif ağa, yerebatan, yergügi kalası, yerköyü, yesari, yeşil imaret, yetimi efendi, yunan, yunaniye, yusuf, yusuf akif efendi, yusuf efendi, yusuf efendizade mehmed efendi, yusuf halis efendi, yusuf kamil paşa, yusuf nabi, yusuf ziya paşa, yusuf ziyaeddin efendi, yuşa, yuvancı, zağ, zağrai atik, zağrai atik kazası, zahid zaik, zaik efendi, zalim, zar u perişan, zarifi mustafa paşa, zati, zati efendi, zebankar, zehrab, zehri gam, zekayi, zeki, zencir, zenciri zülfe, zenehdan, zennanname, zevki visali, zeyd, zeyli sefinetü'rrüesa, zeyneb sultan camii şerifi, zeynelabidin efendi zeyrek yokuşu, zeyrekzade mehmed cazim efendi, ziba, zihneli abdurrahman efendi, zihni, zihni efendi, zikri efendi, zile kazası, zindan, zinet, zinetü'lmecali, ziver ziver efendi, ziya beg, ziya paşa, ziya'ya, zühdi zülf, zülf, zülfi mutarra, zülfi perişanın, zülfi siyah, zülfi siyahın, zülfün, zülfünü, takriz südurı izamdan ve meclisi vala azayı maarifittisamından semahatlı rüşdü efendi hazretlerinin lisanı azbü'bbeyanı arabiye üzre tahririne himmet buyurmuş oldukları takrizi garradır: berlin sefareti seniyyesine revnakefza mekatibi umumiye nazırı sabık saadetli kemal efendi hazretlerinin himmet buyurdukları takrizdir: barekallah zehi neveseri paki güzin oldu şayan u sena layıkı medh u tahsin eyledi ıkdi leali gibi cem u tertib şairi nadiregu münşii bimisl fatin bu tezkirei latife ve mecellei celilei nefise ki düreri güreri asarı şuarayı mütekaddimin ve cevahiri zevahiri efkarı büleğayı müteahhirin ile memlu bir hazinei giranbaha dinmege şayan u sezadır. şuarayı asrın ercümendi ve büleğayı dehrin serbülendi davud fatin efendi eyledi ikmali tasnifin fatini berkemal mısraından müstefad olan tarihinde tertib u te'lifine muvaffakiyetle güzeşteganı erbabı suhana iadei hayat kılup suhansencanı asra dahi ilkayı meserrat eylemiştir. cenabı nazımı kevn u mekan, bi hürmeti min kal kılup şuarai hazainü'rrahman müellifi mumaileyhin sa'yini meşkur ve husulı emniyye ve amaliyle kalbini mesrur eyleye amin. meclisi vala azayı kiramı maarifiktisamından saadetli subhi beyefendi hazretlerinin himmet buyurdukları takrizdir: görmedi cevheri verayı suhan amedi ziasuman becayı suhan medlulunca güzel sözden kıymetli cihanda bir şey olmadığı erbabı indinde müsellem ve tabı asarı selef ikmalı insaniyet u şeref itdigi emri gayrı müphem olmağla erbabı hüner u marifet mütalaai asarı pişin ve cemi eşar olunarak cevheri giranmaye iderek ahlafa birer bergüzar yadigar itdiler. lakin hayli zamandan beri itibar ve tetebbua şayeste bir tezkiretü'şşuara tedvini müyesser olamayup asarı müteahhirin mecmuai efkarı cühal gibi perişan ve şuaranın tercümei halleri zatları gibi matmusı pençei nisyan olmuştu. mahsudı isarı evvel ve pesendidei cemii düvel olan ahdı hümayun hazreti abdulmecid hanı gazi'de her nev ilm u hüner mücellayı teyessürde cilveger olmasıyla nazm u nesrde asarı dürri manzum ve mensur gibi makbul olan şuarayı benamdan fatin efendi bu defa salim efendi tezkiresi'ne zeyl olmak üzere cemine himmet buyurdukları tezkirei latife mütalaaya şayan ve calibi sitayiş u istihsan olduğu itiraf ile beraber tebrik ve tes'id ve sayei maarifpirayei hazreti şehenşahide nice nice asarı nafiaya muvaffakiyetlerini arzu ve temenni eyledigimi te'yid eylerim. medinei münevvere kadısı faziletli tevhid efendi hazretlerinin takrizidir: hamd u sipas ve şükri bikıyas ol mübdii mübdeata sezadır ki kemali icaz üzre kur'anı mübini münzel ve tahmirgerdei yedi kudreti olan tineti ademi mücellayı ilm u irfan kılınmağla insanı kudsiyandan efdal kıldı salavatı vafiyatı ruşenbeyan vema yentiku ani'lheva aftatı maşrık inhüve illa vahyun yuha aleyhi mine'tteslimatı ezkaha hazretlerine ahradır ki ityanı bürhanı tibyanı fe'tü bisuretin min mislihi ile erbabı belağatı ifham ve ilanı hücceti ene efsahu'larap ile ashabı muhacce ve fesaheti ilzam buyurdular. ve al ve ashabı saadetintisab hazeratına şayandır ki sinnei elsine ile katı elsinei müşrikin ve rivayeti natı paki seyidi'lmürselin eylediler. ve bad bu nakşı rengini reşkbahşayı nigarhanei çini tutukı nevarusı mana ki haclepirayı zihni vakkadı fatindir. maşitai kalemi tarifi tenasubı hüsn ü anında arzı çehrei istiğnayı heftderheft eyledigi bedahete karindir. yeketazı mizmarı belağatfüruşanı hayli fesahat nezdi irfanı vakurlarında hakka ki müellifin bu vadide haizi kasabu'ssabak olduğu ezharu mine'şşems ve ebyeni mine'lemsdir. felillahi darruhu vecealallahu sayehu meşkura: meclisi maarifi umumiye azasından faziletli ahmed cevdet efendi hazretlerinin himmet eyledikleri takrizdir: metalii mehasini mecamii tahiyyat divanı ehadiyyetünvan ve bedayii meyamindevayii salat bargahı risaletpenahı hatimetmeaba arz u teslim ve pişgahı hidayeti destgahı al ve ashaba tamim kılındıktan sonra duayı vacibu'liddiayı padişahı islama bu vechile girizgah olunur ki şuarayı benamdan fatin efendi, salim efendi tezkiresi'ne zeyl olmak üzre, gerek eslaftan tercümei hali nakşı sahifei tahrir kılınmamış olan ve gerek muasırinden bulunan şuaranın tercümei halleriyle bazı asarını cem iderek hüsni edayı münşiyane ile silki beyana çeküp hatimetü'leşar ismiyle tesmiye itdigi işbu mecellei cemile ve manzumei celile mısraı bercestei mecmuai ezman olan zamanı maarifşanı şahanenin nahnu fi bahsihi bir zeyli celilü'litibar olarak hakka ki bergüzidei asar ve ahlafa bir güzel bergüzar olup egerçi sahifei alemde ibkayı asar ile eslaftan ahlafa yadigar bırakılmak ve tarafı ahlafdan dahi buna nazire olarak eslafı hayr ile yad ve tezkar kılmak bu vezngahı havadisin mısraeyni mukaddem ve muahherinde kadimi bir usul ve nizamı muteber ise de mumaileyh bu babda ahlafdan başka muassırının kendi hakkında hüsni edayı teşekkürünü celb itmiş olduğundan böyle bir eseri cemile muvaffakiyetinden tolayı cümle şuara tarafından tebrik olunur. ancak her asrın asarı padişahı asrın ilm u maarife rağbet ve itibarı muvazenesince olduğundan gerek sadrı selefde ve gerek asrı halefde duayı selatini maarifelifi serlevhai asar u tesanif kılınageldigi cihetle varakgerdeni divanı atifet u ihsan, şirazebendi ceridei emn u eman essultan ibnü'ssultan sultanü'lgazi abdülmecid hanı gazi efendimiz hazretlerinin duayı bekayı şevket u şanı hatimei kelam u şahbeyti keşidei meram kılınır. burusa esbak kıbrısizade faziletli ismail hakkı efendi hazretlerinin işbu tezkirei acizanemizin hitamına dair tanzim eyledigi tarihi yektadır: yaptı berayı hatır bir nevkitabı nadir şad ide rabbı kadir ol zatı kamyabı tarihini begendi hakkı senin hucendi yaptı fatin efendi ba rüşd bu kitabı haleb kadısı esbak meclisi nafia müftüsü faziletli şakir efendi hazretlerinin işbu tezkirei acizanemizin hitamına dair inşad eyledigi tarihi bihemtadır: fatini pürhüner gavvası bahrı gevherin mutad ider gevherfüruşan daima kendinden istimdad ne rana cem idüp ashabı tabı eylemiş tedvin ne rengintavr ile koymuş bu dünyada güzel bir ad selefde gerçi gördük nice asarı hiredfersa bunun manendini kimse cihanda itmemiş irad seza olsa hezar encüm virirdim müşteri dirmiş harabdarım ne dirlerse disinler her çi bad abad okundukça bu nadide eser dürr eylesin allah fatini pürkemalin daima her haline imdad yazup takrizgune bibedel tarihini şakir fatini pürhüner kıldı bu ehli hali bir bir yad işkodralı mustafa paşazade izzetli hasan hakkı beyefendi'nin işbu tezkirei acizanemizin hüsni hitamına eseri tabı nazikaneleri olan tarihi gevherbahadır. zamanı devleti şahenşahı hünerverde pür oldu ehli maarifle serteser dünya tırazı nüshaı şevket ki sayesinde anın nice güzide nevasar olmada peyda birisi işte ez an cümle bu kitabı nefis ki misli olmadı manzurı didei füseha nice kitab ki herbir fusulu manidar nice fusul ki her fıkrası nüketpira degil kitab bu bir genci pürletaifdir misali kenzi dili şairanı mucizeda mübeyyen neveseri muteber ki serteser yazıldı tercümei hali zümrei şuara bu gune bir eseri dilpezir ve misli adim karini rağbeti ehli maarif olsa beca ale'lhusus ola piraneye bahşı ağuşu yegane sadrı reşid seramedi vüzera sütude asafı zişan veziri biakran hidivi nazm u cihanbanı kişveri mana ne nüshadır bu ki feyzi edayı paki virir demi mütalaada çeşmi ruha tab u cila zehi kitabı fesahatnisab kim yazdı fatin efendii nazmaverii hünerara dakikadanı mezamini muşikafı suhan güzide şairi devran u münşiyi yekta hemişe zatı dü alemde kamyab olsun bihakkı nazmı celil hudayı bihemta hitamına bu kitabın teşekküren hakkı olundu bu iki tarihi cevherin imla yapıldı tezkirei nev belütfi rabbi celil menakıbı şuara zeyli oldu vasfa seza serlevhai müverrihin talib efendi merhumun işbu tezkirei acizanemizin hitamını tazammun silki'lleal nazmına keşide itmiş olduğu tarihi garradır. zamanı madeletinde cenabı padişehin pür itdi alemi ehli maarifin hüneri fatin efendi de virdi zamanı adlinde bu nev eser ile bezmi kemala zib u feri yapub bu tezkirei biadil u bimisli getirdi yada nice nüktedan u nükteveri olundu işte nüvişte hurufı hecada esamiyi şuaraya ihale kıl nazarı yazıldı yani yüz otuz sene hilalinde bu alemi vatan itmiş suhanverin eseri yapılmadı ana manend tezkire şimdi bulundu madeni fenn u maarifin güheri nezaresinde letafet o mertebe var kim virir deruna safa hep heba ider kederi olundu mısraı tarihi taliba tanzim fatin efendi'ye oldu atayı hak eseri meclisi maarif ketebesinden fütüvvetli ahmed vacid efendi'nin işbu tezkirei acizanemizin hitamına dair nazm eyledigi tarihi zibadır. kemal u marifet ehli ider pesend u kabul bu nev kitabı güzide halelden oldu tehi seza yazar ise vacid misali dürr tarih fatin efendi kitabın tamam kıldı zehi haceganı divanı hümayundan fütüvvetli mustafa resa efendi'nin işbu tezkirei acizanemizin residei hitam olduğuna dair müvaffak olduğu tarihi dilaradır: cenabı abdulmecid ol şehi melekseyri ebednümun ide hakk bir seriri dadgeri mehasini nazarı padişah çün mehzul bekam olmada alan hünerverin beheri açıldı mektebi irfan okunmada şimdi maarifin zerendudı nushai hüneri ulum u marifet u danişi kemal u fünun olunca şahı cihanın bu rütbe muteberi hurufı marifeti zibi levhai ezhar heman itmede asrın şahenşinasları bu şevk u haiş ile kıldı himmeti mamur fatin efendi zebangeri tiği nükteveri menakıbı şuarada nazir u misli adim kitab eyledi te'lif ihale kıldı naziri beyanı mümkün olan karnı mazi vü halin esamii büleğası bütün kalemgüdarı muvaffak eyleye emsaline huda itdi maarif ehline nevyadigar bu eseri kitabı gaybdan aldım resa bu tarihi fatin efendi kodu nev zehi bihin eseri tezkirei hatimetü'leşar sipası bikıyas meliki'nnas ünvanı celiliyle mevsuf ve mümtaz olan halıkı künh ü esas hazretlerine seza vü revadır ki nevi beni ademi ahseni takvim üzre mahluk ve nimeti natıka ile merzuk eylemiştir. güldestei salat u selam ol fahrı enamın reşkaveri gülzarı cinan olan ravzai muattarasına takdim ve tebliğ olunur ki ümmeti merhumesi ümemi salifeye her halde müreccah ve her cihette cümlesinden eblağ u efsahdır. zebanı tardiyye evladıkiram ve ashabı zevi'lkadri ve'lihtiramı haklarında gevherefşanı te'diyedir ki her biri bahrı fezail ve mekadirin dürri yektası ve madeni ilm u kemalin gevheri bihemtasıdır. fi'lcümle ashabı güzin hazeratından olup beyne'lfüseha şir u inşası makbul ve merğub olan natguyı cenabı peygamberi kab bin züheyr hazretleri evaili hallerinde medayihi aliyyei hazreti nebevi'yi şamil bir kasidei güzide tanzimiyle fihristi ceridei celalet şehbeyti kasidei risalet sultanı enbiya sipehsaları etkiya aleyhi'sseniyyü'ttahaya efendimiz hazretlerinin huzurı faizü'nnur risaletpenahilerine arz u takdim eylediklerinde kasidei mezkure mahzuziyeti aliyei cenabı peygamberiyi müstelzim olmuş olması cihetiyle kasidei mezkureye caize olarak o esnada telebbüs buyurmuş oldukları hırkai şerifeleri madihi müşarünileyhe iksa vü ihda buyrulup nazımı müşarünileyh rahilebendi darı ahiret olduktan sonra zikr olunan hırkai şerife iptida hulefayı emevi'ye canibine ve muahharen devleti aliyyei osmaniye eyyedellahü taala ila yevmi'latiye tarafına nakl iderek sarayı hümayunda mahalli mahsusada mahfuzı gencinei tazim u tekrim kılınmış olmağla her şehri siyamı mağfiretittisamda ziyaretleriyle teşerrüf olunmakta olduğu mustağnii tarif u beyandır. işbu nimeti vacibü'lmahmidete yani zikrolunan hırkai şerifenin dersaadet'e şerefi nakline kasidei mezkure sebebi müstakil olmuş olduğundan nazımı müşarünileyhin isrinde bulunmak emniyyei halisesiyle selatini izam hazeratından bazıları sahai şire isperanı rağbet olup çevganı himmetleriyle kuyı şöhreti rübude eylemişlerdir. hususiyle selatini izam müşarünileyhümden bin seksen üç tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup bin yüz on beş tarihinde erikepirayı saltanat ve bin yüz kırk dokuz tarihinde azimi suyı cennet olan sultan ahmet hanı salis hazretleri dahi gah u gah nazmı eşara himmet buyurmuşlardır. hatta kıta: çerağımsın benim sen hem veziri nüktedanımsın nazirin yok sadakat ile meşhurı cihanımsın beni sen eyledin davet ne mümkün eyleyem ben red derununda olan mihrim gibisin hırzı canımsın kıtai münifesi dahi eseri kalemi renginrakamları olduğu bazı asarda mütalaagüzarı acizi olmuştur. yine selatini izam tabe serah hazeratı sülalei tahiresinden bin yüz yetmiş beş tarihinde zibaveri kehvarei vücud olup bin iki yüz üç tarihinde revnakdihi hilafet ve bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde şaribi şehdi şehadet olan sultan selim hanı salis hazretlerinin dahi asrı maarifhasrı mülukaneleri şuarasını teşvik u terğib niyeti halisesiyle aralık aralık tanzimi eşarı gevherayar buyurmuş olduklarına. ruz u şeb didelerim derdin ile kan ağlar vakıf olan benim esrarıma her an ağlar kimse fehm itmedi hayfa ki nedir maksudum gice gündüz ne içün didei giryan ağlar dağı sinem göricek hun ile alude benim rahm idip halime ezharı gülistan ağlar gördü çün derdi dili zarımı rahm itdi tabib didi ey hastai hicran sana derman ağlar yine rahm eylemez asla bana ol afeti can beni bimari görüp halime yaran ağlar gam degil bilmez ise halı derunum ol yar fehm ider niyyetimi sahibi irfan ağlar derd ile ruyuna bakdıkça senin ilhami gerçi handan olur amma cigeri kan ağlar gazeli bibedeli şahidi adildir. ennas ala dini mülukihim kelamı latifi ve fehvayı münifi üzre her bir asırda bulunan ashabı tabiat tahsili sanayii şiriyyeye sarfı nakdinei gayret ve nice nice eşarı güzide ve asarı pesendide nazm u inşadına bezli vusu makaddiret eylemiştir. iptidayı saltanatı seniyyei osmaniye'den bin yüz otuz beş tarihlerine kadar güzeran iden şuaranın tercemei ahval ve bazı eşarı renginmeallerini cami erbabı maarif taraflarından müteaddid tezkireler tertib ve tanzim olunmuş ve muahharen tezkiretü'şşuara tertib ve tanzimine muvaffak olmuş olan sudurı izamdan mirzazade salim efendi ile ecillei ricali devleti aliyyeden safayi efendi merhumlar tezkirelerini bin yüz otuz beş tarihlerinde residei hüsni hitam iderek hatmı kelam eylemiş olduklarından tarihi mezkurdan asrı maarifhasrı cenabı şehryariye gelinceye degin işbu cisri fenadan nüzhetserayı bekaya mürur u ubur iden şuara ile muassır olduğumuz şuarayı şiraranın haklarında dahi tezkiregune bir eser tertibi bazı ashabı kemal taraflarından bu abdi hakir fatini pürtaksire emr u ilhah buyrulmuş olduğuna ve niamperverdesi olduğumuz şehenşahı cihanşah şehryari felekiktinah padişahı bahr u berr kişvergüşayı iskendereser padişahımız e'ssultanü'lgazi abdülmecid han ibnü'ssultan mahmud han ibnü'ssultan abdülhamid han etalallahu taala ömrehu ve edama ikbalehu hazretlerinin asrı maarifhasrı mülukanelerinde herbir sahibi marifet bir gune ibrazı malumat u kudrete sarfı himmet eylemekte olduğuna binaen bu kem bidaa dahi tarihi mezkurdan bu zamanı sadiktirana kadar şir ile me'luf ve maruf olup irtihalı darı beka iden ashabı maarif ile mevcud olan şuarayı belagatpiranın mümkün mertebe tercemei ahval ve bazı eşarı renginmealleriyle o sırada; genc u mar u gül ü har u gam u şadi behemend mısraı müfadınca şair geçinen bir takım herzetırazların dahi bazı güftarı dihkasarını sebt u kayd eyleyerek hatimetü'leşar isminde acizane ve fakirane bir tezkire tanzimine cüret eylemiş olduğumdan ashabı fehm u zekadan niyaz ve matlab oldur ki bu sırada vaki olan hata ve noksanı acizaneme atfı nigahı tayib eylemeyüp sehv u hatayı hakiranemi dameni tashih ile mestur u puşide buyuralar. harfı elif kıta nigahı iltifatın mayedarı izz u şan oldu hitabı müstetabın ruhbahşı cism u can oldu acep mi kılsan ihya makdemi lutfunla hünkarım kulun bir zerreyim zatın bana mihri cihan oldu nazımı maarifpira sadrı esbak damad ibrahim paşa karaman sancağında vaki nigde kazasında ka'in kadimi maşkara ismiyle maruf iken muahharen müşarünileyhin desti mimarı lutf u himmetiyle kesbi me'muriyet u abadani itmiş olan nevşehir nam kasabai latifede zinetefzayı gülzarı vücud olup bin yüz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve sarayı hümayunı mülukane teberdaranı silkine bir müddetcik ikametle sarayı mezkur evkafı kitabetine nail ve müddeti kalile zarfında yazıcı halifeligi hizmetine vasıl olarak cennetmekan gazi sultan ahmed hanı salis hazretleri zamanında sureta darü'ssaade ağası yazıcısı ve manen hakanı müşarünileyhin mukarrib u sevgilisi olduğu halde güzarendei subh u şam iken çorlulu ali paşa sadaretinde ki bin yüz yirmi bir senesi şehri saferinde haremeyn muhasebeciligi mansıbı uhdesine tevcih olunmuş ise de o esnada baltacı mehmed paşa'nın saniyen makamı sadarete kuudu cihetiyle beynlerinde olan münafeseye binaen senei mezkure şehri recebinde betariki'nnefy mahrusai edirne'ye azimet ve üçdört sene müddet ikametden sonra sadrı reşid ali paşayı şehid zamanında dersaadet'e avdet ve mansıbı kadimi olan mezkur haremeyn muhasebeciligi hizmetine nakl u ricatla o esnada orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibinde biraz vakt geşt u güzardan sonra ruznamçei evvel mansıbına ve badehu emiri ahurı ula memuriyetinebi'lvüsul bin yüz yirmi sekiz sali meyaminfalinde uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih kaimmakamlık mesnedi celiline nail ve yüz yirmi dokuz senesi şehri rebiü'levvelinde sıhriyyeti cenabı şehryari şerefine dahi mazhariyetle mümtazı akran u emasil buyurularak bin yüz otuz senesi şehri cemaziye'lahiresinde makamı valayı sadarete ikad ve ol vechile neyyiri ikbal u iclali isad buyrulup infazı ahkamı padişahı keremmutad itmekte iken bin yüz kırk üç senesi şehri rebiü'levvelinde güruhı mekruhı mülganın şemşiri fesadlarıyla işhad olunup dersaadet'de şehzade camii şerifi civarında vaki ismine mensub olan medresei münifesi cünbünde kain kabristanda bazı eczayı vücudu süpürdei hakı ıtrnak olmuştur. müşarünileyh kesirü'lhayrat bir veziri hayrayat olup mikdarı asar u hasenatı müstağnii tarif u beyandır. hasretinle ruz u şeb giryan olan çeşmimdir ol iştiyakın ile hunrizan olan çeşmimdir ol döndü aşkınla senin deryaya eşkim ey peri katresi bir lüccei umman olan çeşmimdir ol ney gibi efgan iden bezminde dildir sakiya badeasa kıpkızıl cuyan olan çeşmimdir ol bisteri hicranda subh u mesa kan ağlayup çeşmi mestim gibi biderman olan çeşmimdir ol göreli gül hüsnünü bülbül gibi dilbestedir ihsanasa ruyuna hayran olan çeşmimdir ol nazımı mumaileyh mehmed ihsan efendi ati'tterceme cevdet efendi merhumun hemşirezadesi olup metruk başmuhasebe kalemine bir müddetcik müdavemetle on yedi yaşında bir nevcüvanı sahibirfan iken bin iki yüz elli beş senesi hilalinde mahı hayatı münhasifi memat ve cismi nazenini puşidei ebri rahmeti bigayat olmuştur. mumaileyhin eşarı rengin ve güftarı kendi gibi latif u dilnişin vaki olmşudur. kıta gönül ister ki devr itsin felek kendi meramınca felekden o felek ondan haberdar olmamış bildim şuunatı ilahi hem tabiat seyrini anlar aristalisi tedkikatı ahmed kalmamış bildim nazımı müşarünileyh ahmed paşa cezirei mora'da kain arhos kasabası müderrisi ali efendi nam bir zatın mahdumu olup pederi vefatında yerine müderris ve bi'lahire tebdili tarik iderek kisvei mültezimini labis olduğu halde bazı mahallerde mütesellimlik ve voyvodalık ile bir müddet güzarendei eyyam olduktan sonra kendisine kapıcıbaşılık rütbei refiası bi'ttevcih naili meram ve bin yüz elli sekiz tarihinde uhdesine rütbei valayı vezaret tevcihiyle ikram buyrularak cezirei mora'ya ve müddeti kalile zarfında bi'linfisal birkaç mahalle dahi vali nasb u tayin buyurulmuş ise de muahharen terki dağdağai vezaret eyleyerek vatanı asliyesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp bin yüz yetmiş tarihinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. müşarünileyhin vatanı aslisi olan arhos kasabasında pırhasa denilen sebze gayet cesametlice olduğundan ve ahalii kasaba ekline mecbur bulunduğundan mütercimi müşarünileyh zamanında pırasa ahmed paşa lakabiyle şöhretşiar olmuş olduğu tahkikgerdei acizi olmuştur. hüsni mir'atında aksi aha gisu koymuş ad kasei mühre müzab itmiş gülü ru koymuş ad berki ruyiyle iki tiği siyehtabı o mah itmiş iki gurrei rahşende ebru koymuş ad darçini hiddeti kafurı vazı baridi haveni sengini dilde mezc idüp hu koymuş ad eşki terden fitnei haşrı kaza sirab idüp eylemiş nahlı mücessem kaddi dilcu koymuş ad hat çeküp remmalı hüsn ismin dimiş çini cebin dökdügü her noktaya bir hali hindu koymuş ad penbeyi ol şuh idüp sihr ile şahı yasemen kol atınca bağı hüsne simi bazu koymuş ad eyle ihya şivei icazı hüsne bir nazar nergisi guya idüp çeşmi suhangu koymuş ad nazımı mumaileyh şerif yahya ihya efendi galata'da vaki arab camii şerifi imamı müteveffa mahmud efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz sekiz senesi hilalinde inayet eyledi sultan selim ihya rüus oldu tarihi müfadınca bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olarak usulı tariki vechile vasılı muvassilei süleymaniye olmuş iken bin iki yüz yirmi sekiz salinde intikal eyledi şair ihya tarihi mantukunca darı ukbaya müntakil olmuştur. dili bimarı sual itmege canan geldi mürdei hecr u firaka yeniden can geldi derdi firkatle zebun olmuş idi hayli zaman bu gün ol afeti gördüm bana derman geldi yine mehtab idecek sen dili nalanda bu şeb burcı hüsnün mehi tabendesi mihmangeldi bade sun nuş idelim zevk iderek ey saki ki bu dem meclise canan yine handan geldi kaçan ihya güli ruhsarei yari gördü defi gam eyleyüp asayiş ile yan geldi nazımı mumaileyh elhac yahya ihya beg ati'tterceme begligçii divanı hümayun esbak izzet beg merhumun biraderi valagüheri olup sarayı hümayunda neşv ü nema bularak cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri zamanında tüfenkçibaşılık rütbesini haiz ve bi'lahire kütahya defter eminligi nanparesiyle miyanı çırağanda mütemayiz olduktan sonra bir müddet rumeli ve anadolu caniblerinde bazı memuriyeti cesimede müstahdem ve bahusus karahisarı sahib muhassıllığıyla muğtenim ve bir aralık uhdesine rütbei salise tevcih ve ihsaniyle beyne'lakran muazzez ve mükerrem olarak muahharen muhassallıkı mezkurdan mazulen dersaadet'e mevsul olup üsküdar'da kain hanesinde ikamet üzre iken bin iki yüz altmış yedi senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. gönülde tiri müjen bir nihali zibadır dirig barı anın bağı dilde eyvadır figan u nale vü gül dergehinde sultanım garaz bu halı dili haki paye inhadır cemali yare nazar kılmadan gına gelmez o şahı mülki melahat acep temaşadır siyahı zülfi hamenderhamı şebi tarik ruhı münevveri bir mahı alemaradır cemali yar ki gülzarı hüsn ü behçetdir edib o gülşene dil bir hezarı şeydadır nazımı mumaileyh vakanüvis mehmed edib efendi cennetmekan sultan selimhanı salis hazretleri asrı ricalinden olup bir müddet vakanüvislik ve teşrifatçılık hizmetlerinde bi'listihdam meclisi cennatı firdevse nedim olsun edib tarihi natık olduğu vechile bin iki yüz on altı tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh tavr u tarzı acib bir şairi edib olup bir kıta tarihi ve bazı mertebe eşarı dahi vardır. halimi arz it saba dildara allah aşkına şurişi dilden haber vir yara allah aşkına ey tabibi hazıkı nabzaşiyanı derdi dil hastai hecrim bana bir çare allah aşkına vir zekatı busei kalayı hüsn ü anını saili derkefasayı zara allah aşkına ruşen itsin zulmeti şeb zindedaranı gamı mihri ruyun göster ey mehpare allah aşkına hatırı uşşaka ol gahi tesellibahşı cud karını cevr eyleme yekpare allah aşkına bu tehiceybi visal u cayii hicrana vir nakdı hüsnünde şeha bir pare allah aşkına harfı vaslı kakülün ketm it lisanı şaneden keşfi esrar eyleme ağyara allah aşkına küştei saturı hunrizi nigah olsun gönül bismilasa idi vaslı yara allah aşkına eylemişken vaslın ikrar ile ishak'a kerem var mı ol lutfu mecal inkara allah aşkına nazımı müşarünileyh şeyhülislam ishak efendi şeyhülislamı esbak ismail efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bir müddet teftiş ve kısmet memuriyetlerinde bulunduktan sonra izmir mevleviyyetine ve badehu istanbul kadılığı mesnedi refiine ve bin yüz kırk bir senesi anadolu sadaretine mevsul ve hasbe'lkader sadareti mezkureden mazulen alatarikü'nnefy ibtida kütahya'ya ve muahharen kasabai izmid'e menkul olup kasabai mezburede ikamet üzre olduğu halde yüz kırk altı senesi rumeli sadareti payesi kendisine ihsan buyrularak bir mah mürurunda makamı valayı meşihata revnakdihi kadr u şan buyrulmuş iken bin yüz kırk yedi senesi hilalinde eceli mevudiyle azmi kurbgahı cenabı rabbi mabud eylemiştir. müşarünileyh cemi ulumı aliyeye aşina bir fazılı bihemta olup şifayı kadı iyaz'a bir kıta tercemesi olduğundan fazla on bir aded natı şerifi peygamberiyi cami bir kıta divançei dilnişini ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı eseri regini vardır. nazm encümengahı fenadan nice oldumsa nihan levhi kabrimde de namım olur elbet pinhan umarım rahmeti settar u kerim u hayy'dan cürm ü isyanımı da setr ide keffi mizan nazımı mecmuai hünermendi mollacıkzade ishak efendi dersaadet'de kademnihadei mehdi vücud olup bin yüz kırk üç tarihinde tariki tedrise duhul ile bir müddet sonra edirne mevleviyyeti ve yüz yetmiş altı senesi mekkei mükerrevleviyyeti payei muteberesini ihraz ve yüz seksen üç senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz doksan dört senesi anadolu ve doksan beş senesi rumeli sadaretlerine mukarenetle beyne'lemasil kesbi imtiyaz itmiş iken senei mezbure hilalinde sadareti merkumeden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. naşı mağfiretnakşı tabhanei amire civarında vaki kapudanı esbak merhum elhac ibrahim paşa camii şerifi makberesinde medfundur. müşarünileyhin balada mestur kıtasından başka asarına zaferyab olunamayup kıtai mezkure dahi kendi zadei tabı olarak sengi mezarında mukayyed bulunmuş olmak takribiyle nakli ceridei acizi kılınmıştır. zehr urup sinedeki zahmıma merhem yerine kase kase içerim hunı dili dem yerine ayşı yekruzei sad sale humaraverdir koyalım kim bu fena bezmini alem yerine ol bütün nakşı bahariyyei hüsnünde huda bir güzel gonca komuş gül yüzüne fem yerine naleler eyleyerek lutfuna irdik ahir eyü sarf olmuş imiş suzişi nalem yerine tavrımız hayli pesendidedir amma esrar komadı gitdi o afet bizi adem yerine nazımı mumaileyh mehmed esrar dede dersaadet'de serzedebüruzı alemi rumuz olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile galata mevlevihanesi'nde çilekeşi fakr u faka olarak ol vakt hankahı mezkurun postnişini irşadı şeyh galib efendi merhumun hemdem u celisi ve mahrem u enisi olduğu halde hiç bir vakt u demininey u meyle itlaf ve israf itmeyüp nakdinei evkatını iktisabı cevahiri maarife sarf eylemekte iken bin iki yüz on bir salinde tariki sikkei hayat olup tennurebendi hankahı memat olmuştur. merkadı paki dergahı mezkur kabristanında medfun fasih dede merhumun kabri şerifi ittisalindedir. vefatına süruri efendi'nin inşad eyledigi tarihdir; hayflar göz yumup esrar dede sır oldu. mumaileyh bişnev esrarına agah bir dervişi sahibnigah olup eşarı suznak ve güftarı pakenderpak vaki olmuştur. bu şeb mestane bezmi fikre ol ruhı revan geldi kıyas itdim ki cismi mürdeye şevk ile can geldi nola can içre saklarsam hadengi gamzei yari bu tirin her biri ol kaşı yadan armağan geldi gönül sad şevk ile raksan olursa var yiri zira bu şeb ağuşı hülyaya o şuhı mumiyan geldi görüp bu dudı ahım dameni dildarı terk itti rakibi bedlika fehm itdigim işler duman geldi nisar itdim o şuhı bivefaya cümlei varım fakat can nakdi kalmışdı anı da aldı yan geldi rakibi kinecuya karşı ey şuhı sebükmeşreb bana böyle hafifce aşinalık pek giran geldi senin şevki kudumunla kadehler başladı devre meyinde aksi ruyunla biraz benzine kan geldi o şuhun naili azarı olmuş galiba esrar deri dildardan zira bu gün pek şaduman geldi nazımı mumaileyh esrar efendi aydınoğlu tekyesi şeyhinin ferzendi ercümendi olup evaili halinde dairei hümayunı mülukaneye memur ve çırağ buyrularak bir müddet hanendeganı şehryari çavuşluğu hizmetinde istihdam olunduktan sonra dairei hümayundan ihraç olunup tekyei mezkurede iskan ile imrarı leyl u nehar itmekte iken: tuyıcak ahbabı fevtin didiler tarihini vay vay esrar efendi aramızdan oldu sır tarihi mealince bin iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azimi darü'lkarar olmuştur. mumaileyh esrarı şire mahrem bir şairi mucizdem olup eşar u güftarı müstahsen ve müsellem vaki olmuştur. kıta büride eyledim tarı ümidi ben alayıkdan anınçün bilmezem nef u zarı asla halayıkdan acep mi tirehatır olmasam amedşudı gamdan tehidir serbeser sahnı dilim gerdi avaikden nazımı maarifpira esad paşa sadrı esbak köprülüzade şehid mustafa paşa merhumun mahdumu olup bin yüz yirmi dokuz tarihinde uhdesine rütbei saminei vezaret bi'ttevcih egriboz muhafızlığına revnakbahşa ve badehu cezirei girid'de vaki hanya mansıbına ve muahharen mansıbı kandiye eyaletine tebdil olunup yüz otuz sekiz tarihinde kendisi debdebei vezaretden iba iderek mansıbı mezkurdan istifa itmiş olduğundan rütbei vezaretin uhdesinden sarf u tahviliyle eyaleti mezkure mahsulü tekaüdlük vechile kendisine ihsan ve ita buyrulup o suretle resmo nam mahallde imrarı subh u mesa itmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde azmı darı beka eylemiştir. müşarünileyh sahibü'llika bir veziri sahibseha olup hecri mahlasında bazı eşarı olduğu mervidir. ne ol peri gibi bir dilrüba görülmüştür ne ana bencileyin müptela görülmüştür olur mu safhai ruyi hataverine nazir hezar nüshai ibretnüma görülmüştür o ebruvan gibi sanma hilal u sununda selisi matlaı garra dila görülmüştür hevayı mutrib u meyden geçer mi rindan kim teraneler işidilmiş safa görülmüştür hakikata nazar it durbin isen zahid mecaz ayinesinden riya görülmüştür keminemanzarı dehr ol ki çesmi suzundan nigahı ibret ile masiva görülmüştür safayı rü'yetini esad idemem tabir o yar düşde dahi vakıa görülmüştür. nazımı müşarünileyh şeyhülislam mehmed esad efendi dersaadet'de bin doksan altı tarihinde şeyhülislamı esbak müteveffa ismail efendi'nin sulbünden sahai vücuda mevrud olup yüz yirmi iki tarihinde haric rütbesiyle silki müderrisine dahil ve bir müddetten sonra müfettişlik hizmetine ve badehu fetva eminligi hizmetine ve daha sonra selanik mevleviyyetine nail olduğu çok vakt mürur itmeksizin mekkei mükerrevleviyyeti payei aliyyesini bi'lihraz rumeli canibine sevk olunmuş olan orduyı hümayun kadılığı cahı mefharetiktinahına dahi vasıl olarak yüz elli yedi tarihinde rumeli sadaretine ve yüz elli dokuz tarihinde saniyen sadareti merkumeye revnakbahşa ve yüz altmış bir senesi şehri recebinde mesnedvalayı meşihata zinetefza buyrulup yüz altmış iki senesi şehri şabanında makamı fetvadan azl ve gelibolu nam mahalle nakl ile bir müddet ikametden sonra dersaadet'e avdet ve bin yüz altmış altı salinde darı bekaya rihlet eyleyüp ruhı pürfütuhu dahili surda vaki aşık paşa mahallesinde kain pederi müteveffayı müşarünileyhin asarı hayriyyesinden olan camii şerif haziresinde muntazırı rahmet olmuştur. müşarünileyh efdalı füzela ve alemi ulema bir şairi bihemta olup fenni musikide kemal u mahareti ve ulumı sairede dahi akran u emsaline her vecihle tefevvuk u rüçhaniyyeti olarak tefasiri şerife'ye dair nice nice eseri muteberi ve fenni musikiye müteallik birkaç adet risalei şevkaveri olduğundan başka mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. hayli uşşaka kesel virdi zuhurı hattın aleme tiz yayılır kara haber çok sürmez nazımı mecmuai serbülendi hamzazade mehmed esad efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik izmir kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra binyüz seksen tarihinde azimi darı cinan olmuştur. tanı rakib manii teşrifin olmasın sen kalma ana gel kerem ile mürüvvet it ögren lisanı asr u rüsumı zamaneyi bak tabı nasa vakti münasib tekellüm it nazımı mecmuai hünermendi meşalecizade esad begefendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade itmekte iken bin iki yüz sekiz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. cennet içre kıla esad beg'i hemdemi süeda mısraı vefatına tarihdir. nerm ise ger meşrebin pamal olur yine adu badei şişeşiken olmaz mı mağlubı kedu gurre olma mestii ikbale aklın var ise sernigun olur ayakdan mest yapıldım deyu türşii ruyı şita feyzi bahar iras ider naili vuslat olur ahir cüvanı tündhu şemmehah oldum riyazı arızı canandan ıtrbahşı hatır oldu didi ya bir iş mi bu bir içim su cüstcusudur seni seyyah iden esada deryayı gurbet içre böyle subesu nazımı müşarünileyh sahhaflar şeyhizade vakanüvis elhac mehmed esad efendi dersaadet'de bin iki yüz bir tarihinde arayişdihi mehdi vücud olup istidadı zatiyesi muktezası üzre unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek tariki pürtevfiki tedrise nail ve hasbe'listitaa beyne'lefazıl mümtazı emasil olup niyabet suretiyle birkaç defa rumeli ve anadolu canibine azimet ve bir müddetden sonra dersaadet'e avdet eyleyüp dersaadetçe bazı gune hidematı şeriyyede istihdam ile imrarı subh u şam eyledikten sonra iki yüz otuz dokuz senesi vakanüvislik memuriyeti ve iki yüz kırk dört senesi üsküdar mevleviyyeti uhdesine tevcih u ihsan buyrulup bi'lahire takvimhanei amire nezaretine ve iki yüz kırk dokuz senesi istanbul kadılığına revnakbahşı izzet ü ikbal ve bir müddet sonra cahı sefaret memuriyetiyle iran canibine azimet ve bir sene zarfında tekmili hizmeti memuriyet eyleyüp dersaadet'e muvasalatı hengamında tahaffuzhane nezaretine ve badehu azadan olmak üzre meclisi valayı ahkamı adliyeye ve iki yüz elli yedi senesi nekabet makamı aliyesine ve iki yüz altmış senesi rumeli sadaretine ve iki yüz altmış iki senesi mekatibi umumiyye nezaretine sayeendazı fazl u kemal buyrularak iki yüz altmış dört senesi evaili saferinde meclisi maarifi umumiyye riyasetine memuriyetini müteakıben irtihalı darı beka eyleyüp ruhı şerifi nahlı tuba'da aşiyansaz ve cismi latifi ayasofya camii şerifi civarında vaki yerebatan mahallesinde kaini ihyagerdesi olan kütüphane havlusunda defini hakı niyaz olmuştur. müşarünileyh sahhaflar şeyhizade dinmekle arif bir zatı şerif olup cenabı maarifmeabının bir kıta müretteb divanı belagatünvanı ve bir adet mükemmel münşeatı fesahatbeyanı ve güruhı mekruhı mülga haklarında üssi zafer isminde bir kıta nusretnamesi ve müstazraf nam tarihe bir kıta tercemei letafetallamesi vardır ki müşemmil olduğu sanayi u bedayiin tarif u tavsifi hayyizi imkanda degildir. natışerifi dü alem nurı zatından eserdir ya resulallah vücudundan halayık behreverdir ya resulallah cebinin ahteri burcı hidayet ehli irfana dü çeşmin manzarı levhi kaderdir ya resulallah nihalin sayesi mürgi hümadır hake meyl itmez uluvvı şanına bürhanı ferdir ya resulallah dili uşşakı bülbülveş nevasaz eyleyen her dem cemalin goncasından buyı terdir ya resulallah aduyı bedzebana cayı emn olmazdı dünyada veli asarı feyzin serteserdir ya resulallah ne mümkündür beşer künhi şerifin eyleye idrak sana vassaf olan rabbi kadirdir ya resulallah şefaatla bula fevz u felahı esadı asi eger olmazsa hali derbederdir ya resulallah nazımı mumaileyh ahmed esad efendi manisa müftüsü merhumun sulbünden bin yüz doksan üç tarihinde medinei manisa'da kademnihadei sahai vücud olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle pederi mumaileyhden bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddet dahi alemi ulema mevlana hace abdurrahim efendi merhumun halkai dersine müdavemet ve hace neş'et efendi merhumun meclisi feyzenisine muvazabatla tekmili nüsahı ilmiyye ve tahsili fünunı farisiye eyleyüp iki yüz otuz dokuz senesi tariki tedrise dahil olarak vatanı asliyyesi canibine azimetle iki yüz elli iki senesi medinei mezbure müftülügü hizmetine ve iki yüz altmış dokuz senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olmaşdur. mumaileyh ilm u fazlı zahir bir fazılı sahibmekadir olup nasihatü'lmüluk nam risaleye türki bir kıta tercemeye dahi muvaffak olmuştur. ve ati'tterceme mütercimi kamus asım efendi'nin tuhfei arabiyye'sinin nısfı ıstılahatına kadar şerhine dahi sarfı himmet eylemiştir. matekaddem tarikatı kadriyyeye mensubiyeti ve muahharen niğde kazası dahilinde vaki bor kasabasında postnişini irşad olup iki yüz altmış beş senesi irtihalı darı beka itmiş olan ati'tterceme şeyh ahmed kuddusi efendi merhumun dahi hilafeti olmak mülabesesiyle zahir ve batını mamur bir zatı faziletmevfurdur. diyarı karelerde mutena bir sur olmuş fes anınçün avrupa kuffarına mahsur olmuş fes ayaklanmış serapa hep sipahı kişveri zülfü fesad u fitneyi bastırmağa me'mur olmuş fes seraser çıktı başdan serseridir şimdi uşşakı görünce ol periruyun serinde dürr olmuş fes düşürmüş püskül u gisuyu kil u kali teşvişe saba tahriki aşub eylemiş pürşur olmuş fes o püsküllü bela yarin başından gitmiyor esad neden bu mertebe cevr itmege mecbur olmuş fes nazımı mumaileyh hüseyin esad efendi izmiri kebir vücuhundan mansurizade mehmet emin efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz altı senesi kademnihadei sahai vücud olup bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nailiyetle ili olan izmir mahkemesinde edayı hizmeti kitabet eylemekte bulunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam gül gibi olmak dilersen şad u handan ey gönül laleveş elden bırakma camı bir an ey gönül nekbeti gerduna olma hergiz ey dil gamgüsar nevbet ile izzetine olma şadan ey gönül bulsa mesken ravzai kuyunda ol alişehin bağı dehri ihtira eyler mi insan ey gönül olmuş aşüfte asifasa o maha aftab seyr ider me'vasını aşkıyla her an ey gönül nazımı mumaileyh mehmed asif efendi kütahya kazasında vaki tavşanlı nam kasabada tennurebendi hankahı vücud olup meşahiri meşayihi mevleviyyeden sakıb efendi merhumun dameni terbiyesine avihte ve hubbu'lkabiliye bir müridi edebamuhte olarak maskati re'si olan mezkur tavşanlı kasabasında muahharen bir bab mevlevihane bünyad itdirüp kendisi dergahı mezkurda postnişini irşad olduğu halde bin yüz kırk beş tarihinde azimi kurbgahı rabbi ibad olmuştur. mumaileyhin eşarı hub u ziba olup tarizden azade vaki olmuştur. sıdkı mahlasında dahi bazı eşarı olduğu mervidir. tarih kademin basdı şerif bin iki yüzde dehre nazımı mecmuai hünermendi ali eşref efendi şeyhülislamı esbak çelebizade asım efendi merhumun akribasından surre eminizade ömer tahir efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile eşref ali efendi mesken ide naimi tarihi mealince bin iki yüz altı senesi hilalinde darü'nnainkul olmuştur. mumaileyhin balada mestur olan mısraı tarihinden başka asarı manzurı acizi olmamıştır. füruğı hüsn ile ol meh şehi alicenab oldu cihanı bendei ferman idüp malikrikab oldu meyaşamana her şam aynı nevruzı füruzandır ki camı cem sipihri bezmi aba aftab oldu firakı nakli gülbusı lebinle girye itdikçe sirişki lali kevnin sakiya reşki şarab oldu meger behzadı vaslın ey büti çin eyleye abad nigaristanı dil badı firakınla harab oldu füsun adabını gamzenden itmiş guyiya tahsil nigahı pürfeninde ey peri hazırcevab oldu siyehkar olsa da balanişinan sudı bahşadır sadef çün dayemendi mayei feyzi sehab oldu kemal u saib ister eşrefa sahnı belagatda sana yarana peyrevlik hayali nasevab oldu nazımı mumaileyh mustafa eşref efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç salinde dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi harbiyye şakirdanı sınfına ilhak olunup mektebi mezkurda tahsili ulumı arabiye ve taallümi fünunı hikemiyyede bulunduğu esnada kethüdazade ati'tterceme arif efendi'den dahi fünunı farisiyeyi bi'letraf tahsil eyleyerek muahharen asakiri hassai şahane alay kitabeti hizmetine memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem rumeli orduyı hümayunu canibine sevk u izam olunmuştur. mumaileyh akranına faik bir şairi müdakkik olup tanzimi kasayidde yedi tula ashabındandır. safhai hüsnün şeha bir gülşeni arestedir belki bağı cenneti ala disem şayestedir aşkına gönlüm virüp aldım hayatı tazeyi nazeninim sevdigim bir dilberi nevrestedir şöyle yakdın ateşi aşkınla hayfa bendeni dudı ahım ebrasa göklere peyvestedir canibi tahlise pervaz ide bir vechile mürgi dil zenciri gisusıyla yarenbestedir gamzesiyle yaralanmakta iken can u gönül kim dimiş eşref belayı yardan varestedir. nazımı mumaileyh mehmed eşref efendi burusa hanedanından kassabzade ali rıza beg'in sulbünden bin iki yüz kırk yedi salinde panihadei sahai vücud olup mahrusai mezbure ulemasından ebezade abdurrahman efendi'den bir mikdar ulumı arabiyye tahsil ve ati'tterceme burusevi osman izzet efendi'den dahi bir müddet fünunı farisiyeyi tahsile sarfı mahasalı kesir u kalil eyledikten sonra mesleki küttaba süluk ile mahrusai mezburede vaki tahrirat kalemine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh şiri latif bir şairi zarifdir. sevdaya saldı aklımı zülfi perişanın senin fütade itdi gönlümü ruhsarı tabanın senin nim iltifatın kesmesin narı firaka yandı ten çekmekdeyim goncedehen cevri firavanın senin göz yaşını itdim revan rahm itmedin taze fidan vaslın dimişdin sen nihan yandırdı hicranın senin sadık muhibbim ben sana lütf eyle vaslın sen bana olan cefa hep bir yana var ise imanın senin efgende kim ebrukeman eşref kulun eyler figan lütf eyle artık elaman şayeste ihsanın senin nazımı mumaileyh eşref efendi şehriyyü'lasl olup mektebi maarifi adliyyede bir mikdar tahsili ulumı arabiye eylediktensonra bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde maliye hazinesi dahilinde vaki varidat muhasebesi ketebesi silkine dahil olmuştur. şemi bezmi yar olup suzan u giryan oldum ah reşk ider alem çerağı hassı canan oldum ah ey güli şadab ümmidi visalinle bu şeb ta seher bülbül misali zar u nalan oldum ah püşt berdivarı hayret kaldım ayine misal resmi ebruyı hilali yare hayran oldum ah badezin cem'iyyeti hatır bana emri muhal kim esiri damı gisuyı perişan oldum ah sihi cevri canıma kar eyledi asaf benim narı aşkı yar ile suzan u büryan oldum ah nazımı mumaileyh muhammed emin asaf beg dersaadet'de bin iki yüz on tarihinde kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul iderek müddeti medide niyabetle mudanya ve kazdağı ve bilecik ve hasköy caniblerine azim ve iki yüz kırk sekiz senesi mevleviyyetle medinei üsküdar'a hakim olduktan sonra iki yüz elli altı senesi evkafı hümayun müfettişi nasb u tayin buyrulup iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azimi firdevsi berin olmuştur. mumaileyh tersane eminizade dinmekle arif bir şairi zarif olup eşar u güftarı hub u latif vaki olmuştur. gazeli natamam devri cem'den bezmgahı dehre ziverdir şarab rehrevanı rahı aşka pir u rehberdir şarab nab u tab ile gezer elden ele ilden ile sed çeker ye'cucı ekdara sikender'dir şarab sureta pendi pederveş telhdir amma müfid namı duhterdir velikin zevke maderdir şarab nazımı mecmuai hünermendi esseyid mehmed emin asaf efendi bin iki yüz otuz altı senesi şehri amid'de kademnihadei mehdi vücud olup tüfuliyetleri hengamında pederleri şehri mezkur ulemasından müteveffa elhac ahmed efendi'nin istishabiyle şamı şerife nakl u hicret eyleyerek evaili halinde müteveffa mumaileyhdenarabi ve farisi ulum u kavaidinden bazı mertebe kesbi malumat ve muahharen yine şamı şerifde mukim eşşeyh yakub buhari nam zatdan fünunı farisiyeye müteallik bazı mezayin u nükatin taallüm u tahsili ile imrarı avan u evkat eyleyüp iki yüz altmış iki senesi dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh nahifüvvücud bir şairi maarifnümud olup hayliden hayli kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide tarh u tanzime muvaffak olmuş ise de muahharen mazbatai eşarını izaa eylemiş olduğundan eşar u güftarı madum u namevcuddur. tarih hacei hacegan didi tarih cayı seyre halife olduk emin nazımı manzumei hünermendi mehmed agah efendi şehriyyü'lasl olup süleymaniye camii şerifi ruznamçeciligi hizmetinde müstahdem iken bin yüz elli sekiz salinde tariki alemi fani ve azimi kurbgahı cenabı rabbani olmuştur. balada mestur tarihinden başka eşarı manzurıacizi olmamıştır. natı şerif senin zatın kamu medhe ehakdır ya resulallah ne denli medh olunsa masadakdır ya resulallah döner tazimine heft asuman olmuş durur şahid güruhı ehli aşka hoş sebakdır ya resulallah siracı nurı hüsnündür iden afakı pürenvar bu kursı şems ana zerrin tabakdır ya resulallah dü alem ehline feryadres zatı şerifindir cemii kainata fazlı hak'dır ya resulallah şefaatden cüda itme emina bendeni yarın ki lutfun ehli cürme müttefikdir ya resulallah nazımı mumaileyh tokadi hace mehmed emin efendi şehri amid'de kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde medinei tokad'a hicret ve bir müddetden sonra dersaadet'e muvasalat ve badehu canibi hicaz'a azimet ve bir müddet ikametle tarikatı aliyyei nakşibendiyeye süluk iderek naili hilafet olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp bir müddet dahi eba eyyub ensari hazretlerinin türbedarlıkları hizmeti müstelzimü'lmefharetinde bulunarak muahharen meserretgüzini inziva olduğu halde revan allah diyüp ruhı emin tarihi garrası mealince yedi yüz elli sekiz salinde ruhı paki evci alaya pervaz eyleyüp cesedi şerifi zeyrek camii civarında vaki makberede defini haki itizaz olmuştur. kıta bak seyli eşki çeşmime kan söylerim sana guş eyle iştikamı figan söylerim sana seyr eyle ayeti hattın ihlas ile emin sersurei güzini dehan söylerim sana nazımı mumaileyh emin efendi ati'tterceme burusevi abdulhadi efendi merhumun mahdumu olup haric itibariyle sınfı müderrisine mülazım ve hasbe'ttarik evvelen kayseriye ve saniyen filibe kazalarına kadı ve hakim olmuş iken müddeti örfiyyesi tamam olmaksızın medinei filibe'de bin yüz elli dokuz tarihinde darı bekaya azim olmuştur. mumaileyhin asarı tabı latif u rengin vaki olmuştur. nihali bağı ansın ruyi alin verdi cennet'dir dili zarımda cana ah o bağa mürgi zinetdir emin genci kemali muhabbet oldu gönül acep ki müflisi erbabı vuslat olmuştur. nazımı mumaileyh mehmed emin beg cezirei mora'da kain avarin kal'ası sükkanından olup ol vaktin tabiratı üzre kalyonciyan zümresine dahil olarak tunus ve trablus ve cezayiri bahri sefid kurbunda ve bir vakt ol havalide meks u ikamet iderek bin yüz altmış tarihlerinde azimen irtihali darı ahiret eylemiştir. sana ey kaşı kemanım olalı üftade dili biçare neler çekdigi gelmez yade bivefalıkda senin şöyle kemalin var kim bu kadar ey şuhı cefapişe işin ziyade bakmadın ey güli nevreste misali bülbül gice gündüz bu kadar eyledigim feryada dün gice mest iderek ben haber aldım ağyar seni aguşuna çekmiş düşürüp tenhada elvirir kaküli huban ile düşdün dama envera kaydı beladan yeter ol azade nazımı mumaileyh enver efendi dersaadet'te çehrenümayı alemi şühud olup metruk başmuhasebe kaleminden neş'etle bir müddet defterdar mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra ihtisab başkitabetine memur ve bin iki yüz elli senesi kendisine hacelik rütbesi bi'lita mesrur buyrulup muahharen kitabeti mezkureden vukuı infisaliyle mektubii maliye hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış dört tarihinde tahrirat kitabeti memuriyetiyle şamı şerif canibine azim u rahil olmuştur. zülfünle halin ilmi vefa bahsin ider hep biri kara cahil birisi cehli mürekkeb nazımı mecmuai hünermendi vakanüvis sadullah enveri efendi trabzoniyyü'lasl olup sevki takdiri cenabı rabbi vedud ile deri aliye'ye bi'lvürud tahsili ilm u maarife sayi namadud eyleyerek hacelik rütbei refiasını ihraz ve bir kaç defa vekayinüvislik hizmetine ve bir aralık tezkirecilik ve teşrifatçılık memuriyetlerine nailiyetle kesbi imtiyaz eyledikten sonra anadolu muhasebeciligi memuriyeti uhdesinde bulunduğu halde bin iki yüz dokuz sali hilalinde tayyı tumarı hayatı müstear eyleyüp ceridei vakai zindeganisin perakendei ruzgarı ziverkar eylemiştir. müverrih süruri efendi mumaileyhin vefatına işbu tarihi inşad itmiştir: enveri'nin ide pürnur mezarın mevla mumaileyhin hüsnı süluk ile maruf ve salahı hal ile mevsuf olduğu bazı asarda mütalaagüzarı çakeri olmuştur. nalesin ney sırrını ana kudum eylemiyen ne bilür dairei hazreti mevlanayı nazımı mecmuai hünermendi mustafa enis efendi mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup ati'tterceme şeyh enis efendi merhuma intisab ile tarikatı aliyyei mevleviyyede naili meratibi aliye ve bi'lahire mısrı kahire'de kain mevlevihane'de mürşidi valapaye olduğu halde bin iki yüz kırk tarihinde darı ukbaya rihlet eylemiştir. mumaileyh keşf u kerameti zahir bir şairi mahir ise de balada muharrer olan beytinden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. aşinayı ruhı kudse haletefzadır sema teşneganı bezmi aşka şevkbahşadır sema beyti mamurun tavaf sırrına arifi ukul hayretefzayı melaik sırrı mevladır sema her tarik ayini baisdir vüsulı hakk'a lik ehline malumdur ol katrei deryadır sema dil safayı çün ziyayı mihr ise herdem enis çarhı aşka aftabı alemaradır sema nazımı mumaileyh receb enis efendi mahrusai edirne'de tennüre bendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala kasımpaşa nam mahallede kain mevlevihane'de çilekeşi feyz u vicdan olarak edirne'de vaki muradiye dergahı meşihatine revnaktırazı irşad olduğu halde elli sene müddet meşihatı mezkurede bulunarak imrarı vakt u saat eyleyüp kürsii cennet'de mevlana enis ola celis tarihi selisi natık olduğu vecihle bin yüz kırk yedi tarihinde tariki libası hayatı nefis olmuştur. mumaileyh mazannei kiramdan bir zatı sahibihtişam olup müretteb bir kıta divanı belagatittisamı vardır. tarih beyti vahidde enisa bu mücevher tarih oldu silki suhanın zineti çün faslı hitab bahrı cud şehi cemkudrete sürdü yüzünü süzülüp ziveri bahri yeme manendi gurab nazımı müşarünileyh reisülküttab numan enis efendi mektubii sadrı ali odasından neş'etle cennetmekan sultan mahmud hanı evvel hazretlerinin zamanı saltanatlarında birçok vakt tezkirecii sani ve evvel memuriyetlerinde ve badehu cizye muhasebeciliginde ve bir müddet dahi defter eminligi memuriyetinde bulunarak bin yüz yetmiş altı tarihinde cahı valayı riyasete revnakbahşı ikbal ve bir sene mürurunda bi'linfisal yüz yetmiş yedi senesi evasıtında nişancılık memuriyeti behiyyesine ve bir aralık vukuı azliyle yüz yetmiş sekiz senesi ahirinde saniyen memuriyeti mezkureye ve birkaç mah zarfında betariki'nnakl metruk yeniçeri kitabetine sayeefgeni kadr u kemal buyrulup senesi hitamında kitabeti mezkureden mehcur ve bin yüz seksen salinde azimi darı sürur olmuştur. müşarünileyh ashabı daniş u hünerden olup sülüs ü nüsah u divani vü rik'a hatlarında mahareti kamilesi ve şir u inşada dahi malumatı tamme vü şamilesi olduğu bazı asarı selefde mütalaagüzarı çakeri olmuştur. harfi'lba tarih muhammed begefendi şıkkı evvel oldu devletde nazımı mecmuai hünermendi abdülbaki efendi ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun biraderzadesi olup dersaadet'e muvasalatla iptida mesleki kazaya süluk itmiş ise de muahharen uhdesine rütbei hacegani bi'lita amedi odasına memuriyeti icra buyrularak bin iki yüz üç senesi tezkirei sani memuriyeti uhdesinde olduğu halde memuren rumeli canibine azimet eyleyüp iki yüz yirmi yedi salinde şumnu'da baki efendi oldu taundan şehid tarihi mantukunca medinei şumnu'da irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin çendan eşarı manzur degildir. kıta sipihre gönderelim nalei bülendimizi cihana bildirelim bari kendi kendimizi bu nazm ile varalım haki payi devletine çok oldu görmeyeli bahira efendimizi nazımı müşarünileyh mustafa bahir paşa sıdkı abdurrahman paşa merhumun mahdumu olup silahşoranı hassa zümresinde perverde olarak serbevvabini dergahı ali sınfına dahil ve bin yüz elli dokuz tarihinde mirahurı sani ve altmış üç tarihinde mirahurı evvel hizmetlerine nail olduktan sonra altmış beş tarihinde def'aten uhdesine rütbei sayei vezaret bi'ttevcih makamı sadarete ikad ve altmış sekiz senesi mora mansıbıyla mesnedi sadaretden ibad olunup altmış dokuz senesi saniyen makamı sadarete ve yetmiş senesi bi'linfisal cezirei rodos'a nefy u icla ve müddeti kalile zarfında zuhurı ıtlakıyla egriboz ve yetmiş bir senesi mısrı kahire ve yetmiş üç senesi ciddei mamure ve yetmiş beş senesi halebi şehba eyaletlerine ve yetmiş yedi senesi salisen makamı sadarete revnakefza ve senei mezbure hilalinde damadı şehryari olmağa namzed u seza buyrulmuş iken bin yüz yetmiş sekiz senesi şehri şevvalinde mesnedi sadaretden dur ve midilli ceziresine nefy ile rütbe ve cahından mehcur olduğu halde maktulen azimi darı sürur olmuştur. müşarünileyh ebu eyyub ensari hazretlerinin ismi şeriflerine mensub beldei tayyibede müceddeden bir camii şerif ve tarikatı aliyyei nakşiye fukarasıçün bir bab hankahı latif bina ve inşasına muvaffak olmuştur. tahmis nesli paki enbiyadır ol şehi nevrestedil kerbelayı aşkı içre olmuşuz hep bestedil narı hasretle yakılmış bahrii şikestedil bir içim su istedi hecrinde baki hastadil virmedi kata cevab ana dayadı hançerin nazımı mumaileyh bahri efendi medinei adana'da sahilresi bahrı vücud olup tahsili fenni kitabet bi'lahire medinei izmir'de edayı hizmeti kitabet eylemekte iken gariki bahrı rahmet olmuştur. mumaileyh bahrı kemalin gavvası meali olup eşar u güftarı manendi gevher pakize ve muteberdir. tarih şahı şahanı cihan abdülmecid han müdam hak'dan olmuş fevz ile iclal u ünvan mevhibe bedriya dildadedir bu mevlidi tarihine sulbi han abdülmecid'den oldu sultan mevhibe nazımı mumaileyh ahmed bedri efendi matlaı irfan olan dersaadet'de bin iki yüz otuz üç senesi hilalinde manendi bedri felekpira ziyapaşı çeşmi dünya olup iki yüz kırk sekiz salinde mektubii maliye odasına memur ve iki yüz elli beş senesi darbhanei amire tahriratı odasına nakl ile bir müddetden sonra uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih vayedarı sürur u hubur buyrulmuştur. mumaileyh her ne kadar tabiatı şiriyyeye mazhar bir zatı zibaeser ise de şir ile müştehir degildir. binikab u banikab arzı cemal eylerdi yar geh belalı bedrine bedri hilal eylerdi yar geh tecahül geh tegafül geh cefa gahi itab itdigi cevri gehi benden sual eylerdi yar gah küstahane harfendazı vasl oldukça ben desti nazın perdei ruhsarı al eylerdi yar gah teşviki visal u gah tenbihi firak geh ferağı aşk ile emri muhal eylerdi yar gelmez idim geh vefamanend pertev yadına geh benimçün gayr ile ceng u cidal eylerdi yar nazımı mumaileyh müvakkitzade vakanüvis muhammed pertev efendi dersaadet'de ruşenabahşı çeşmi vücud olup metruk anadolu muhasebesi kaleminden neş'et ile bi'lahire amedi odasına nakl iderek bir müddet vakanüvislik hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylediktensonra uhdesine amedii divanı hümayun hizmeti bi'lihale orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde mahrusai edirne'de bin iki yüz yirmi iki senesi hilalinde şairanın şemi ümidinde pertev kalmadı tarihi menkut u mantukunca neyyiri hayatı kesafeti memata münkalib ve ruhı revanı riyazı cinana müntesib olmuştur. mumaileyh hace neş'et efendi merhumun şakirdanı sahibirfanından olup bir kıta divanı belagatünvaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. akın akın nola erbabı arzuyı bahar olursa sahile mail misalı cuyı bahar gubarı hatırı sildi süpürdü eşki sürur göründü sahai gabrada şüst ü şuyı bahar degil o serkeşe müsmir sirişki ehli niyaz telefdir arara nisbetle abruyı bahar taraf taraf gamı hattıyla giryei uşşak misali cuşişi enharı subesuyı bahar o nev hatın ki makamın arardım ah iderek saba iderdi o demlerde cüstcuyı bahar dem oldu kendimi kendimden aldı şurişi dil savurdu hırmeni aşkı hevayı kuyı bahar göründü beyti hazende nümayişi gülşen nesimi goncei çeşmi dil oldu buyı bahar lebi hataveri söylet kalırsa ey bülbül dehanı goncada vabeste güftguyı bahar huzurı şemse eger baş egerse pertevveş külahı lale ider sanma serfüruyı bahar nazımı müşarünileyh pertev paşa izmid kazasında vaki darıca nam karyede zinetefzayı alemi şühud olup dersaadet'e nakl u hicret ve bir müddet rüus kalemine müdavemetle hilkatı zatiyesinde meknuz ve fıtratı asliyesinde merkuz olan maarif u kemalat iktizasınca amedi odası'na ve bi'lahire amedii divanı hümayun mesnedi refiine ve birkaç sene mürurunda divanı hümayun beglikçiligi mesnedi aliyesine ve bin iki yüz kırk iki senesi makamı valayı riyaseti küttaba pertevefzayı kadr u şan buyrularak iki yüz kırk beş senesi riyaseti mezkurdan infisali cihetiyle bir müddet hanesinde ikametsazı istirahat olduktan sonra bi'lmemuriye canibi mısır'a badbangüşayı azimet ve ifayı lazımei memuriyetle yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim mısraı fehvasınca fekklengeri ikamet eyleyerek dersaadet'e muvasalat eyleyüp o esnada sadareti uzma kethüdalığı makamı valasına revnakbahşı ikbal ve iki yüz elli bir senesi barütbei samiyei müşiri mülkiye nezareti celilesine sayeendazı iclal buyrulup imrarı ruz u leyal itmekte iken iki yüz elli üç senesi dane virmez hırmeninden merdümi danaya çarh mısraı mısdakınca nezareti mezkureden münfasilen mahrusai edirne'ye müntakil ve senei merkume şehri şabanında ruhı revanı darı cinana vasıl olmuştur. müşarünileyh muhibbi dervişan bir müşiri alişan olup şir u inşada müşarünileyh bi'lbenandır. bir kıta matbu divançesi dahi vardır. taninendazı tası çarh olan feryad u zarımdır zemini garkai tufan iden hep eşkbarımdır tehidest aşıkım ey nurı didem gayri nem vardır benim de haki paye gevheri eşkim nisarımdır ayağım elde destim ziri serde mesti layakıl deri meyhanede üftadelik eski şiarımdır rakib itdi bize öz suretin gösterdi dildara sebeb işkestii mir'atı yare inkisarımdır ruhansız aya bakmak ey efendim tirerevlikdir kadeksiz servi görmek servkaddim pek çınarımdır gülüm meyli çemenzar eylemez mürgi dili zarım hayalin gülsitanım dağı hasret lalezarımdır beli hadden füzundur perteva tanzire kalkışmak cenabı hayri'ye peyrevlik itmek iftiharımdır nazımı mumaileyh ibrahim edhem pertev efendi meşhurı memaliki rum u arab olan şehri erzurum'da bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup avanı tüfuliyetinde şehri trabzon'a nakl u hicret ve tahsili fenni maarife bezli vusu gayret iderek vali konağında bir müddet hizmeti kitabet eyledikten sonra iki yüz altmış üç senesi dersaadet'e muvasalatla mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak ile'lan kapudanı derya halil paşa'nın divan kitabeti hizmetinde mustahdem bulunmuştur. haylice eşarı vardır. gönül gönül dedigim bir harabe hane imiş meger ki bumı gumuma ol aşiyane imiş zamane müddeti ömrüm hazan idüp her hal dırahtı cismimi huşk itmege nişane imiş cihana geldigime badi lal u halindir bahane amed u refte bu ab u dane imiş ulaşmadı emelim tiri maksadım yerine felek deyu boşa taş atdım asumane imiş muhabbet ali ruhı yarı mustafa pertev dime hikayeti eşarına fesane imiş nazımı mumaileyh mustafa pertev efendi ankara ulemasından ati'tterceme sadullah efendi'nin ferzendi ercümendi olup elveledi sırrı ebihi mısdakınca tariki kazaya duhul ile iki yüz elli bir tarihinde bir müddet ankara nüfus defteri mukayidligi hizmetinde sarfı enfası gayret eyleyerek muahharen bir müddetcik dahi ankara kazası mal kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra kazayı mezbur zabtiye başkitabetine tayin kılınmıştır. meyi nabı satar piri mugan havf u yasak tutmaz gelen rindanı yollar birine hiç bir çanak tutmaz şu denli badei duşineden mestane olmuş kim vücudu camı mey manendi ditrer el ayak tutmaz bu gündür ayş u nuşun vakti fevt itmek degil layık bilirsin karbanı ömrü zahid o tarak tutmaz asa ile içirdi dime sufi piri meyhane elinde ihtiyarın başına kimse çomak tutmaz mezak olmuş gam u efkar ile tan eyleme sufi kelamı nasezaya bezmii şeyda kulak tutmaz nazımı mumaileyh muhammed bezmi efendi tekfurdağı nam mahallde şuledarı bezmi vücud olup bin yüz kırk dokuz tarihinde bezmgahı cihandan nabud olmuştur. boyadı reng ile ol hunu ala didelerim hayal her dem ider san piyale didelerim ider remedle temaşa kelale didelerim gözüm büründü siyeh destmale didelerim safa nazar ile hoş gör iderse çeşmi çerez ki ruha mahazar eyler nevale didelerim görür çü nahlei badam o servden semere dikildi kaddi bülendi nihale didelerim nazarda kasrı bebek gibi gösteriş buldu nesimin olalı şahı hayale didelerim kemer gözünden ider abı halkalı san cuş idince eşki müjemden isale didelerim gubarı hattını gördü o merdümi çeşmin besim dikkat ider iktihale didelerim nazımı mumaileyh mehmed besim efendi şeyhülislamı esbak aşir efendi merhumun akribasından olup tariki tedrise duhul iderek bin iki yüz kırk üç senesi kudsı şerif mevleviyyeti'ne nailiyetle muahharen azimi gülzarı naim olmuştur. narı aşkı femi canana kodı şivei hak güheri mübhemi bir kana kodı şivei hak resmi aşkı idecek ehli hired çün tertib beni mecnun ile yan yana kodı şivei hak ah idince nola her dem şererefşan olsam ateşi aşkı dil u cana kodı şivei hak bir zaman yar ile hembezmi mey u sohbet iken şimdi peygulei hicrana kodı şivei hak şemi fanusı hayali ruhı dildara besim dili şurideyi suzana kodı şivei hak nazımı mumaileyh salih besim efendi dersaadet'te kademnihadei sahai vücud olup bir müddet mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle bir aralık izmir valisi müteveffa hasan paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunup rütbei haceganiyi ihraz ile hanesinde peygulegüzini itizaz olduğu halde bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde tair ruhu şahı tuba'da aşiyansaz olmuştur. hunı mecnun'u döküp şol rütbe rengin itdiler rehgüzarı leyliyi ol dem ki tezyin itdiler yareler vaz itdiler ta sinei aşıklara kendi kanıyla şehi mansur'u tekfin itdiler virmediler sünbülistanı hayatımdan haber dostlar kanım döküp bi'lcümle temkin itdiler yanmadan itmez hazer düşmüş kemali hayrete haleti pervaneyi ateşle telkin itdiler girdiler zenciri zülfe ta ezel divaneler basriya aşkın yolunda can terhin itdiler nazımı mumaileyh hasan basri efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli yedi senesi hilalinde enderunı hümayuna çırağ ve iki yüz altmış yedi salinde hanei hassa nam mahalle nakl ile şirindimağ olmuş ve ile'lan tahsili maarifde bulunmuştur. nazm tekyegahı kabei uşşak eşrefzade'nin namı olmuş şöhrei afak eşrefzade'nin merkadi valasına olsa mümasil vechi var görünen bu taremi nüh takı eşrefzade'nin ruhı pakinden ianet iltimasiyle beliğ rü'yeti didarına müştak eşrefzade'nin nazımı mumaileyh ismail beliğ efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup tahsili ilm u kemala sayi beliğ eyleyerek muahharen mahrusai mezbure muaccelat nezareti kitabeti hizmetine nail u vasıl olmuş iken bin yüz kırk üç sali hilalinde tariki hidematı dünya ve muntazırı mahkemei ruzı ceza olmuştur. mumaileyh ashabı ilm u hünerden olup vefeyat isminde bir kıta kitabı muteberi ve diger tezkiregune bir eseri vardır. maksudunu say ile tarikinde bulunca deryaya irer abı revan gitse yolunca elbetde olur zalime vasıl eseri ah duymaz elemi zahmını adem urulunca mağbunii kalayı fena zahir olur hep sabr ile bu bazarı nedamet bozulunca erbabı kemalin yeri hakisteri gamdır hak üzre düşer meyve kemaliyle olunca rahat yine ukbadadır insana ki salik her yirde bulur nermii pisteryorulunca tıflı dile virmez mi o duşizei rana bostançei narencini sağınca solunca söz yok suhanı ragıb efendi'ye beliğa alemde kişi böyle gerek şair olunca nazımı mumaileyh mehmed emin beliğ efendi rumeli'de vaki yenişehiri fenar nam memleketde ziyagüsteri fanusı vücud olup rumeli kuzatı silkine duhul ve bi'lahire eşrafı kuzatdan olduğu halde zağrai atik ve ana mümasil nice nice menasıbı cesimeye vüsul ilebeyt: ehli mansıb geçemez daiyei mansıbdan çalışır ta adem abadi idince te'bid beyti latifi mealince gailei menasıbı kaza ile imrarı subh u mesa itmekte iken mansıbı olan zağrai atik nam kasabada bin yüz yetmiş iki tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ati'tterceme akadalızade ahmed hatim efendi merhumun şakirdanından olup bir kıta divanı belagatünvanı ile ceridei alemde ibkayı nam iden şuaradandır. tarih ali eşrefzadegan'dan şöhret u şanı şeref himmeti balası ile itdi tecdidi makam harfı cevherdar ile tarihini didi baha eymeni evkat içinde oldu bu buka tamam nazımı mumaileyh şeyh muhammed bahaeddin efendi meşayihi izamdan ati'tterceme şeyh ismail hakkı efendi merhumun mahdumu olup pederi mumaileyhin azimi halvetsarayı ukba olduğu tarihde müteveffayı mumaileyhin mahrusai burusa'da tuzbazarı nam mevkide inşagerdesi olan zaviyei halvetiyyede calisi seccadei meşihat ve bir sene mikdarı revnakefzayı postkeramet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin yüz otuz sekiz sali hilalinde hankahı bekaya nakli bisatı rihlet eylemiştir. mumaileyh nevresteeda bir zatı bihemta olup asarı tabı bimisl u baha vaki olmuştur. kimi gördük garaz icrasına düşmüşlerden işinin evveli sad ahiri firuz oldu durmayup harcamada su gibi nakdi varın ne yaman tıfla sirişkim şerefamuz oldu beni lerzende iden mevsimi sermayı firak ahiri faslı rebi u demi nevruz oldu gönül sabr idelim biz de cefayı dehre sabrda çünkü ferec nüktesi mermuz oldu üç gün aramı safaya nice fırsat bulunur behçeta meskenimiz şimdiki siroz oldu nazımı mumaileyh behçet efendi haceganı divanı hümayundan olup menasıbı divaniyeyi devr iderek bin yüz altmış yedi tarihinde rüznamçei evvel mansıbına ve yüz altmış sekiz tarihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel defterdarlığı memuriyeti behiyyesine memur ve tayin buyrulmuş iken senei merkuma hilalinde azimi huldi berin olmuşdır. mumaileyh mukaddema medinei siroz'a nefy u ibad olunarak balada muharrer olan makta beytini nazm u inşad eyledigi reisülküttab vasıf efendi merhumun eseri himmeti olan tarihde mutalaagüzarı acizi olmuştur. kıta eylesek desti lebi çahı dehana isal batını kefde olur neşf u rutubet peyda amed u refti nefes nolduğun idrak eyle iki delv ile ider mai hayatı ifna nazımı manzumei hünermendi seretbayı şehryari mustafa behçet efendi haceganı divanı hümayundan müteveffa muhammed emin şükuhi efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin yüz altı tarihinde tariki tedrise duhul ile ulumı aliyede mümaresei kamile hasıl eyleyerek fenni tıbda dahi mümtazı emasil olduktan sonra iki yüz on sekiz tarihinde makamı riyaset tebabetine nail ve iki yüz yirmi bir tarihinde izmir mevleviyyetine vasıl olarak iki sene mürurunda riyaseti mezkureden müfarakat ve iki yüz yirmi altı tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mukarenetle tekmili müddeti malume eyledigi halde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e muvasalatı esnada istanbul kadılığı payei celilesini ihraz ve iki yüz otuz iki tarihinde saniyen riyaseti mezkureye vüsul ile kesbi imtiyaz eyleyüp iki yüz otuz beş tarihinde anadolu sadareti payei celilesini haiz ve iki yüz otuz altı tarihinde sadareti mezkure makamı alisine bi'lvürud temayüz olmuş ise de beş mah zarfında bazı zevatın sevk ve işaretine binaen kasabai keşan'a menfiyyen nakl u hicret ve on bir mah mürurunda afv u itlakı karini müsaadei padişahı sahibşefkat buyrulmağın dersaadet'e avdet birle iki yüz otuz sekiz tarihinde rumeli sadareti payei celilesine şayan ve senei merkume hilalinde salisen riyaseti mezkurede talii mesudu dırahşan olmuş ve iki yüz otuz dokuz senesi defai ula ve kırk altı senesi defai saniye olmak üzre bi'ttekrar rumeli sadaretine revnakbahşı kadr u itibar buyrulmuş iken sinnini ömrü haddı sülüs ü sittine yakin olduğu halde iki yüz kırk dokuz senesi şehri zi'lhiccesinde hekimbaşı iri behçet efendi gitti ukbaya mısraı natık olduğu vecihle tekbirzeni arafatı vefat olarak ruhı şerifi mahmiyei üsküdar'da vaki kutbü'larifin şeyh nasuhi efendi türbesinde müntazırı rahmeti bigayat olmuştur. müşarünileyh akl u temkin ve reyi metin ashabından olup haylice eşarı rengini olduğundan başka elsinei ecnebiyeye dahi vukuf u ma'lumatı olması cihetiyle arabiyyü'libare bir aded tarih ile lisanı efrenciye'den müretteb fünunı tıbbiye dair olan bir kıta risaleye ayrıca birer kıta tercemei dilnişini vardır. mürgi hayal her gehi bir gülsitan bulur her çupda kelimnazar nurı an bulur bulmaz misalin alemi siretde dil senin mihrin yanında ayine mahı nihan bulur virane dilde ehli dil esrarı gayb ile açsa tılısmı aşkı nice genc u kan bulur fikr eyledikçe goncei envarı lalini dilhastei hazanı elem taze can bulur cana güli hayali terinden izarının kamı derun nükheti bağı cinan bulur erbabı zevki talibi feyzi müşahede bulsa cihanı şevkde binam u şan bulur bir şuledir ki ruyu degil kabili hicab pervanei şühudı nigarı ayan bulur bulsam da behçeta iderem gayb kendimi ben bulmadımsa bende o şuhu cihan bulur nazımı mumaileyh mehmed behçet beg ati'tterceme ali namık paşa merhumun sulbünden mahrusai selanik'de kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli bir tarihinde pederi müşarünileyh ile beraber dersaadet'e muvasalat ve o aralık üçdört mah müddet mektebi harbiyeye müdavemetle ulumı arabiye ve farisiyede olan malumatı icabınca mektubii sadrı ali odasına memur ve iki yüz elli dört senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi ve ikyüz elli altı salinde salise rütbesi bi'ttevcih vayedarı sürur u hubur buyrulup meclisi vala mazbata odasına nakl ile beş sene müddet odai mezbura müdavemet eyledikten sonra zabtiyye meclisi azası sınfına ilhak olunmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti vardır. bilinmez nice gündür ey saba yarim ne alemde kiminle salınır ol laleruhsarım ne alemde acep kimlerle lebberleb safalar itmede ol şuh gül endamım efendim lebi gülnarım ne alemde var ey badı seher cananımın devletsarayına yatar mı habı istiğnada hünkarım ne alemde kimin gamhanesin ruşen ider nurı cemaliyle lebi goncem benim yari vefadarım ne alemde gelir mi hatırı pürnuruna ben bendesi aya acep der mi ki ol peyrevi bimarım ne alemde nazımı mumaileyh mustafa peyrevi çelebi tekfurdağı sükkanından ve taifei kalyonciyan'dan olup bin yüz elli tarihinde geştii hayatı gariki bahrı memat olmuştur. nigahendaz olup ayinei ruhsarı canana derunumda olan razı nihanı yare gösterdim nazımı mecmuai hünermendi mehmed piri efendi şehriyyü'lasl olup sınfı müderrisine duhul ile devriye mevalisinden olduğu halde diyarbekir ve bağdad ve kudsı şerif mevleviyyetlerine bi'lvüsul metruk üsküdar kazası mevleviyyetine dahi mevsul olduktan sonra nazır lafzı tarihinde ki bin yüz elli bir sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. harfi'tte kıta görüp bihude rizan oldu sanma ebri baranı kudumı şehryarı dehre eyler gevherefşanı yahod gerdi kederden hıfz içün tabı hümayunu felek defi gubarda heme tayin itdi nisanı nazımı manzumei hünermendi osmanzade ahmed taib efendi haceganı divanı hümayundan müteveffa osman efendi'nin ferzendi ercümendi olup tariki tedrise duhul ile bin yüz yirmi dokuz tarihinde halebi şehba mevleviyyetine badelvüsul yüz otuz beş tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mevsul ve müddeti muayyenesini tekmil ile mevleviyyeti mezkureden mazulen kahirei mezburede bin yüz otuz altı senesi şehri ramazanında darı bekaya menkulolmuştur. vefatına şeyhülislamı esbak çelebizade asım efendi merhum işbu tarihi nazm u inşad eylemiştir. göçtü osmanzade taib ah ah mumaileyh ashabı ilm u kemaldan olup müverrihlikde ve kıtagulukta şöhreti şayiası olduğu ve ehadisi şerifei erbain'e bir aded şerhi metini ve hadikatü'lvüzera isminde bir kıta eseri rengini ve birkaç kıta diger asarı dilnişini bulunduğu bazı tarihde mütalaagüzarı çakeri olmuştur. mürettep divanı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı renginbeyanı vardır. sihi gamında lahtı ciger kim kebab olur hunabı eşki çeşmim o bezme türab olur tebhaleler ki tarfı dehanında runüma sahbayı lali nabına guya hayat olur devre çıkınca mahfeli gülzara andelib meclisde gonce micmer u şebnem gülab olur ferhad u kays kıssası aya bir iş midir her harfi dasitanı dilin bir kitab olur virane bimi seylden elbet emindir mamur olur o dil ki bu yolda harab olur ayatı beyyinatı hatı lali dilbere ihamı buse manii faslü'lhitab olur izzet selam u ramiz u tahsini yekzeban oldukda böyle bir gazeli müstetab olur nazımı müşarünileyh muhammed tahsin beg dersaadet'te kademnihadei gehvarei vücud olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle bin iki yüz on üç tarihlerinde mısır canibine sevk olunan orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde sadareti uzma mektupçuluğu memuriyyetine ve badelavde bir müddet dahi orduyı hümayun dahilinde bulunarak rumeli canibinde geşt u güzar eyledikten sonra dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde ol vaktin tabiratı üzre çavuşbaşılık mansıbından münfasilen şıkkı evvel defterdarlığı mesnedine nail olmuş iken senei mezbure şehri ramazanı leylei kadr'inde zuhur iden vakai müvahhişde güruhı mekruhı mülga tarafından şaribi şehdi şehadet olup rağibi ravzai cennet olmuştur. müşarünileyhin eşarına zaferyab olunamadığından salifü'tterceme begligçii divanı hümayun izzet beg merhumun divanı'nda müştereken mukayyed olan gazeli bibedelleri teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. gendümi masiyeti çekme çekil mur gibi ele al adem isen sübhayı memur gibi sırrı teklife vücudı adem oldu mahrem mehbiti feyzi tecelli olalı tur gibi bakamaz çeşmi basiret şafakı mihri dile habı gaflet bürümüş didei mahmur gibi hasreti yar ile yaralanup oldu akik sürerem gerdenine çeşmii kafur gibi subhı sadık gibi manzurı şafak gerdanı şebi yelda arasında görünür nur gibi ne ki tahrir ider ise kara yüzlü kalemim gösterir rengi dili leylei mehcur gibi yar için ezdil u can terki vücud eyleyenin söylenir elsinede şöhreti mansur gibi açılır gül gibi esrarı visalı dildar ele al gönlümüzü namei memhur gibi nazmı tahsinim olup farkı maarif tacı okunur desti müşirideki menşur gibi nazımı müşarünileyh elhac hasan tahsin beg kıbrıs muhassılı esbak surre emini müteveffa hacı mehmed ağa'nın sulbünden cezirei kıbrıs'da kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle pederi mumaileyhin cezirei mezbureye muhassıl nasbı esnasında kıbrıs'a avdet ve bin iki yüz otuz dokuz senesi canibi hicaz'a azimet ve o hengamda mekkei mükerremede ikametsazı keramet olan tarikatı aliyyei nakşibendiye meşayihinden şeyh mehmed can efendi merhumdan ahzı yedi inabetle ifayı farizai haccı şerif eyledikten sonra cezirei mezbureye avdet ve iki yüz kırk iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil ve bi'lahire saniyen canibi hicaz'a azimetinde şeyhi mumaileyh tarafından ridayı hilafeti bi'liksa mümtazı emasil olduğu halde deri aliye'ye avdet eyleyüp iki yüz altmış dört senesi hizmeti müstelzimü'lmefharetnikabete nail ve bir sene mürurunda meclisi vala azası sınfına dahi dahil olarak iki yüz altmış dokuz senesi şehri ramazanında meclisi mezkureden rumeli sadaretine menkul ve bir sene hitamında sadareti merkumeden mazulen hanesinde peygulegüzini istirahat olmuştur. müşarünileyh ashabı servet ve erbabı tabiatdan olup bir mikdar eşar u güftarı vardır. biz de cuylar gibi alçaklara artık akalım sureti matlabımızda görünür mü bakalım hep feramuş idelim suz u güdazı hecri gel gel ey afeti can biriki bade çakalım şevki ruhsarın ile bezmimizi şuleleyüp bu şeb ehli hasedin başına ateş yakalım eyle vaslın ile mesrur da sonra güzelim felegin cevrini hep başına bir bir kakalım esbi tabında silinmiş idi tahsin tebarı himmeti raşid ile bir iki üç mıh çakalım nazımı mumaileyh hasan tahsin efendi dergahı ali kapıcıbaşlarından ve edirne vücuhundan emrullah ağa'nın mahdumu olup mesleki küttaba dahil ve edirne meclisinde tahrirat katibi bulunduğu halde bin iki yüz elli altı senesi hacelik rütbei muteberesine bi'lvüsul muahharen kitabeti mezkureden infisali vuku bularak iki yüz altmış iki senesi uhdesine rütbei rabia bi'ttevcih pederi mumaileyhin pirizrin sancağı kaimmakamı bulunduğu esnada livayı mezburun tahrirat kitabetinde ve badehu yine pederi mumaileyhin sakız ceziresi muhasıllığında bulunduğu hengamda kethüdalık hizmetinde bulunup iki yüz altmış altı senesi evasıtında saniyen edirne meclisi hizmet kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. ricayı vuslatınla cüst ü cular hep seninçündür rehi aşkında bezli abrular hep seninçündür niçin gisuyı anberbuyunu ruhsare dökmezsin çemende hasretinle taze bular hep seninçündür idelden çeşmi mestin zümrei uşşakını medhuş nevayı bülbülasa hay u hular hep seninçündür dehanın bir muamma servi kaddin mısraı rana miyanı halkda bu güftgular hep seninçündür kadem rencide kıl teşrif ile dilhanemi şad it adunun bağrın üz cam u sebular hep seninçündür nola tevhidi zarı bahşi buseyle bekam itsen rehi aşkında bezli abrular hep seninçündür nazımı mumaileyh şeyh hakkı efendizade ahmed tevhid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile ati'tterceme kethüdazade arif efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ve tekmili fünunı farisiye eyledikten sonra bin iki yüz elli beş senesi hilalinde baimtihan mektebi irfaniye şakirdanı haceligine nasb u tayin ve müddeti kalile zarfında gevheri yekdanei bahrı maarif olan zatı sütudesıfatı bahriye meclisi müftülügüne lengerendazı temkin buyrulup bir müddetden sonra vukuı infisaliyle iki yüz altmış üç senesi darı şurayı askeri azası sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi betariki'nnakl mekkei mükerreme hükumeti ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında medinei münevvere mevleviyyeti ile mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh sahibi kemal bir şairi mahiri renginmakal olup hayliden hayli kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide tanzimine muvaffak olmuş ve ilmi nücumda mahareti derecei kemali bulmuştur. gazeli natamam kenarı lali dilberde hatı menşur bulmuşlar lebi sükkerde guya nakşı payı mur bulmuşlar muhabbet tekyesinde her dili sengin nerm olmaz çekenler çillei aşkı katı pek zor bulmuşlar bu gün uşşakı hubanı idüp taksim hep tevfik senin de hissene bir dilberi mağrur bulmuşlar nazımı mumaileyh mustafa tevfik efendi şehriyyü'lasl olup sarayı hümayunı mülukanede neşv u nema bularak muahharen çırağ buyrulup guşegiri ferağ olduğu halde bin yüz yetmiş beş salinde azimi darü'lkarar olmuştur. virmiş şeha çü devleti hüsnü sana huda itmiş serinde zülfünü zıllı hüma huda çün hüsn ü aşkı eyledi madumü'linfikak mümkün mü yari eyleye benden cüda huda itse ne denlü sudei hakisteri gumum mir'atı taba virmededir incila huda her demde badı şurtai tevfik olur vezan fülki tevekküle olıcak nahuda huda mümkün degil naziresinin nazm u şirine vassafı devlet itdi seni vasıfa huda nazımı müşarünileyh şeyhülislam tevfik yahya efendi müderrisinden müteveffa eyyub efendi'nin sulbünden bin yüz yirmi yedi tarihinde gehvarei zibi vücud olup yüz kırk dokuz senesi hilalinde baimtihan bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve tekmili medarisi mutade ile yüz seksen bir senesi selanik mevleviyyetine vasıl olarak zadei tabları olan kıta: subhı vuslat olup eseri nabud şebi hicret cihanı tar itdi hevesi zülfi yar ile tevfik şamı cennetmeşama dek gitdi kıtai latifi meali üzre canibi dımışk'a azimet ve badelavde bazı mahalle hediye irsalinde kıta: lutf u ihsan u kerem seyyidi münam işidir cürm ü taksir ü güneh bendei nakam işidir yok tefariki haleb kim anı kılsın ithaf kadıı şam hedayası dahi şam işidir işbu kıtai rengini bi'ttanzim takdim eyledikleri menkuldur. yüz doksan iki senesi şehri muharremü'lharamında mekkei mükerrevleviyyetine bi'lvüsul yüz doksan dokuz senesi şehri ramazanında istanbul kadılığı payei refiasını ve iki yüz iki senesi gurrei zilkaidesinde anadolu sadareti payei muteberesini ve bir sene mürurunda rumeli sadareti payei celilesini haiz ve iki yüz iki senesi şehri rebiü'levvelinde bilfiil rumeli sadareti behiyyesine mukarenetle beyne'lemasil mütemayiz olmuş iken sadareti merkumeden mazul ve iki yüz üç senesi saniyen sadareti merkumeye menkul olmuş ise de beş altı mah zarfında yine sureti azli ayinei kaderden aksnüma ve iki yüz dört senesi şehri cemaziye'lahiresinde nikabeti hizmeti aliyesiyle şerefpira olup iki yüz beş senesi şehri recebinde revnakbahşı mesnedi fetva ve on üç gün mürurunda ruhı şerifi azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. naşı mağfiretnakşı sultan mehmed hanı gazi camii şerifi civarında kain küçükkaraman nam mevkide vaki inşasına muvaffak oldukları medresei münife haziresinde medfundur. müşarünileyh sadefi vizri ulum u maarif ve madeni güheri fünun u letaif bir fazılı arif olup ulumı akliye vü nakliyede kudret ve mahareti olduğu varestei kayd u beyandır. bu gülistanı dehrde safa mı var yoktur gülünde bülbüle sor hiç vefa mı var yoktur şemimi zülfüne miski huten dimekle şeha bu sözde fehm idemem bir hata mı var yoktur hadenki naz u nigahın beni helak idiyor kemendi zülfi siyehden reha mı var yokdur fütadı kanına asla terahhum itmezsin cihanda sen gibi bir pürcefa mı var yoktur humarı aşka ilac ister isen ey tevfik piyale çekme gibi bir deva mı var yoktur nazımı mumaileyh ahmed tevfik beg bin iki yüz yirmi tarihinde dersaadet'de revnakbahşayı gehvarei vücud olup iki yüz otuz altı tarihinde mektubii sadaretpenahi odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz kırk iki senesi memuren gümüşhane ve oradan dahi sivas canibine azimet eyleyüp hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetden sonra bir müddet odai mezkura müdavemetle uhdesine hacelik rütbei muteberesi ihsan u inayet ve iki yüz elli üç senesi barütbei salise maliye mektupçuluğuna ve bi'lahire barütbei saniye deavi nezareti celilesi muavini evvelligine ve badehu meclisi valayı ahkamı adliye başkitabeti memuriyetine ve iki yüz elli dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odası serhalifelikte sayebahşı atifet buyrulduktan sonra bir müddetcik hanesinde ikametsazı istirahat olarak iki yüz altmış bir senesi memuren niş ve sofya caniblerine azimet ve ifayı mesalihi memuriyetiyle dersaadet'e avdet eyleyüp bir sene mürurunda ticaret nezareti muavinligine memur ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde ticaret müsteşarlığı ünvaniyle uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih iki yüz altmış dört senesi azadan olmak üzere darı şurayı askeri azası sınfına ilhak olunup iki yüz altmış beş senesi mektubii sadrı ali vekaletine ve iki yüz altmış altı senesi bi'lisale mektupçuluk mesnedi refiine ve iki yüz altmış dokuz senesi defterhanei amire emanetine revnakefza buyrulmuştur. nesr u inşada müşarünileyh bi'lbenandır. sanma sunulan sagarı sahbayı nedamet işretkedei aşk degil cayı nedamet sür camı cem'i hısnı gama hüsrevi aşk ol ta ceyşi neşat eyleye yağmayı nedamet bu bezmi fenada arasan belki bulunmaz sahbayı gama dil gibi minayı nedamet kimdir ki bu karhanede urulmaya ahir pişanii amalına tamgayı nedamet her dun u hasisin niamın ağzına alma bir lokma için olma lebarayı nedamet bihude bu gün cürm ü günah itmege degmez hatırda iken vadei ferdayı nedamet asarı nedem remz ider oldu suhanında hall oldu mu tevfika muammayı nedamet nazımı mumaileyh tevfik efendi islambol kadısı şükrü efendi'nin mahdumu olup tariki pürtevfiki tedrise duhul ile tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyerek itmamı devri medarisi mutade ile bin iki yüz altmış yedi senesi havassı refia kazası mevleviyyetine nail olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. harfi'sse kemergiriftei aşkız kenare dek gideriz refiki mevcei şevkiz kenare dek gideriz hevayı kaküli dildaredir alaka heman burakı azm ile miracı dara dek gideriz olunca goncei dil gül güli nesimi bahar ziyareti seri kabri hezare dek gideriz külah u hırka meyaludı çarpare bedest verayı perdei namus u ara dek gideriz garibi sadvatanız hemdem istemez meşreb gubarı hatır ile ta murad'a dek gideriz eger bu kevne revişlerle hak iderse bizi dü çeşmi keçnigehi ruzgara dek gideriz figan ki şehrimiz aldı riya ile sema peyamı şeyh işidilmez diyare dek gideriz penahımız odur ağyar define sakıb hümayı kadimei çar yare dek gideriz nazımı mumaileyh şeyh mustafa sakıb efendi medinei izmir'de tennurebendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesine dehalet ve bir müddet sonra mahrusaı edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede vaki muradiye dergahı hademesi silkine dahil olarak tekrar dersaadet'e avdet ve birçok vakt ikametten sonra asitanı saadetaşiyanı hazreti pir rumalı ubudiyyet olmak üzere konya'ya azimet ve bir müddet ol bargahı feyziktinahda edayı hizmet eyleyerek bin iki yüz tarihinde kütahya'da kain arguniye nam hankah meşihatine revnaktırazı irşad olup elli sene müddet hankahı mezkurda şeyh bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk sekiz tarihinde tair ruhu lanegahı fenadan pervaz ile nahlı tuba'da aşiyansaz olmuştur. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup asarı belagatnisarından olmak üzre bir kıta divanı fesahatünvanı ve menakıbı urefayı mevleviyyeyi cami bir kıta sefinei letafetbeyanı vardır. ey dil bu kadar nale vü feryad nedendir itmek ili kendiye mutad nedendir bir dil biline hali dili söyler idim ah bilseydi dili zarımı naşad nedendir bin kere kırar şişei kalbim o perizad gayri anı adem deyu tadad nedendir perçemi tir aratırdı bu bahtı siyaha hattınla yine zulmı nev icad nedendir gün görmedi devrinde o mahın dahi sakıb ister yine dil devrini müzdad nedendir nazımı mumaileyh enderuni mustafa sakıb efendi canibi anadolu'da kain engürü nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalatla bin iki yüz on yedi tarihinde enderunı hümayun agvatı zümresine ilhak olunarak yirmi seneden mütecaviz sarayı hümayunı mülukanede istihdam olunduktan sonra bir mikdar maaş tahsis u ihsan ile çırağ buyrulup iki yüz elli sekiz tarihlerinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh hurdesal bir şairi şirinmakal olup ekser şarkıları latif u renginmeal vaki olmuştur. zülfi ejderhamların idamda gülfem gösterir dilrübalar birbirine bunda perçem gösterir sıfrveş kudsiyanın hiçe almazlar sözün şirei engurlar cayında herdem gösterir şahabı aşkın süvarı damı gisudan sakın rehzeni çarhı giyahı hişk şebnem gösterir desti istiğnaya darb ile hıyamı himmetin yevmi layenfa günehkaran ebkem gösterir sakıba nurı ilahiye yüzün dut her seher bestei zenciri huban olma pürgam gösterir nazımı mumaileyh hakim sakıb efendi muahharen rusya ülkesine rübude olan mahmiyei ahısha'ya iki saat mesafede vaki vifor nam karyede imamet hizmetinde müstahdem bir zatın sulbünden panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde pederi merhum ile beraber dersaadet'e bi'lvürud ırgadbazarı'nda kain karamustafa paşa medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde tahsili ulumı aliye ve taallümi fünunı saireye say u gayret ve bi'lahire bir kıta müderrislik rüusi hümayununa dahi nailiyetle fenni tıpta olan malumatı iktizasınca muahharen süleymaniye camii şerifi mukabilinde vaki tiryaki çarşısında kain metruk tıbhane haceliginde bulunarak bir müddet ilmi tebabet talimiyle güzarendei eyyam u şühur olduktansanra ihtiyarı tekaüdi eyleyüp hanesinde peygulegüzini ikamet olmuş iken bin iki yüz altmış dokuz senesi evahirinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin sinnini ömrü yüz yirmi adedine reside olduğu bazı ehibbasından mesmuı acizanem olmuştur. şir ile çendan şöhret u ülfeti yoktur. tarih gel tavaf it cudı han abdulmecidi pürhimem eyledi manendi kabe camii ali bina say idüp sakıb kulu cevherle tarihin didi buldu camile makamı hırkaı pak intiha nazımı mumaileyh süleyman sakıb efendi canibi anadolu'da kain karahisarı sahib nam şehri latifde panihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz beş tarihinde şehri mezkureden hareketle sevadı azamı bilad olan darü'lhilafetü'laliye'ye nakl u hicret eyleyüp anadolu kuzatı silkine duhul ile mukaddema bir müddet mevalii izamdan keçecizade izzet efendi merhumun mektupçuluk hizmetinde ve muahharen sudurı izamdan keçecizade halim efendi merhumun rumeli sadaretinde bulundukları hengamda tezkireci yamağlığı hizmetinde bulunup iki yüz altmış yedi senesi hilalinde arzuhalii hazreti fetva penahi efendi maiyetine memuren mübahi ve hasbe'ltarik mukaddem ve muahher iki defa sitte mansıbına nailiyetle mazharı eltafı namütenahi olmuş ise de muahharen kitabet hizmetiyle ihtisab nezareti canibine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh şir ile mütearif olan zevatdan degildir. işaret ile ko ağmazı aynı ey servet bu feyz başka kalemdir devatveş gözün aç matla şakk ideyazdı harfbeharf eyleyüp vukuf bak o müzellifin hattına temmetü'lhuruf mukatta meger kilki kader ol tıflı ebcedhanın ey servet celi hattıyla yazmış levhai ruhsarına temmet nazımı mumaileyh enderuni osman servet efendi şehriyyü'lasl olup bir müddet darü'ssaadetü'şşerif'e başmemuru maiyetinde yazıcılık hizmetinde bi'listihdam muahharen sınfı hacegana dahil olarak naili meram olduktan sonra bin yüz seksen tarihinde medinei maraş'da destkeşi alemi pürgiş olmuştur. bir kıta divançesiyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. tarih müşiri şehryari bir veziri madeletkarı cenabı hazreti bari kerem kıldı sana aydın o mahsudü'sselef hayrü'lhalef bir zişerefdir kim ne manendin görür sonra ne gördü sabıka aydın o desturı keremmevfurun oldu şimdi mesruru bulur zira gubarı dergehinden kimiya aydın veziri muhterem damadı şahı azam u ekrem hidivi muhteşem görsün müşiri mutena aydın fuhulun ercümendi gelmemişdir dehre manendi olur şahid hocendi itse böyle iddia aydın sipihri danişin tabende mihri pertevefşanı füruğı nurı fazlından ider kesbi ziya aydın makasıdbahş talibezkiyayı asrına galib ümidvarı metalib olsa lutfundan reva aydın keremcuyanı sahvı dergehi olmuş degil mahrum nola servet gibi cudundan olsa kamreva aydın iki tarihi mübhem kıldım izbar eylesin ezber anı evradına zamm eyleyüp subh u mesa aydın halil paşa kılındı aydın'a ikbal ile vali bulup rıfatla şanın oldu reşki her liva aydın nazımı mumaileyh hasan servet efendi ism ü mahlası tarihi veladeti olduğu vecihle izmir efrenc gümrügü başkatibi müteveffa sadık efendi'nin sulbünden medinei izmir'de bin iki yüz yirmi dört salinde panihadei sahai vücud olup muahharen gümrüki mezbur başkitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh ashabı malumatdan olup eşar u güftarı manidar ve üstüvar vaki olmuştur. harfi'lcim gazeli natamam hava güzel yine gülşende gösteriş günüdür çemen çemen salın ey servkadd reviş günüdür kenare doğru salındır o servi azadı gel ey nesimi saba hizmetin var iş günüdür yeridir eyleyelim gahvare düşmez mi tamam o tıflı nevamuzu perveriş günüdür gönül semendini bir nevcüvana çek cazim fezayı aşkı dolaşdır biraz biniş günüdür nazımı mumaileyh zeyrekzade mehmed cazim efendi şehriyyü'lasl olup bin yüz otuz sekiz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyhin balada muharer olan gazelinin kafiyeleri serapa sakıt vaki olmuştur. istitrad: gazeli mezburda olan reviş ve perveriş kelimelerine ki ismi masdar ıtlak olunur. iş bu kelimeler ile buna mümasil olan ismi masdarlar lisanı farisi ve türkide emri muhattab kelimesinin ahirine bir şin harfi ilavesiyle ismi masdara mübeddel olmuştur. lisanı türkide gidiş ve görüş ve lisanı fariside reviş ve biniş misillü ki asılları git ve gör rev ve bin kelimeleridir. bu suretde gerek fariside ve gerek türkide bunların birbirine kafiye kılınmaları sahih olamaz. biniş kelimesine aferiniş, görüş kelimesine soruş kelimesini kafiye ittihaz itmek lazım gelir yohsa biniş kelimesine reviş, görüş kelimesine geliş kelimesi kafiye kılınması gayri sahihdir. lisanı fariside ismi fail itibar olunan handan, nalan, suzan kelimeleri dahi iş bu kaide üzre emri muhattab kelimesinin ahirine büran lafzı ilavesiyle ismi fail tebdil olunmuştur ki asılları hand, nal, suz kelimeleridir ki emri muhattabdır. beyan olunduğu vechile ahirine an lafzı ilave olunmağla manayı ismi faili ifade eylemiştir. bu kaide lisanı türkide dahi ayniyle caridir. gelen, alan, gören kelimeleri misillü bunların dahi asılları gül, al, gördür. gelenin alana görenin bulana kafiye olması sahih olmadığı gibi lisanı fariside olan handanın suzana nalanın puyana kafiye kılınması dahi teslim olunamaz. suzana füruzan puyana cuyan kelimelerini kafiye irad eylemek iktiza eyler. zira emri muhatab kelimelerinin gerek lisanı türki ve gerek fariside ahirlerinde olan harfı şin ile an lafzı asıl kafiye olmayüp redif hükmünde olacağından emri muhattab kelimesine mürücaatla sıhhatı kafiye biline. celi müstağnii tarifdir. bu üslub üzre lisanı fariside asıl ismi fail itibar olunan goyende suzende kelimelerinin dahi birbirine kafiye kılınmaları caiz degildir. bunlar dahi emri muhattab kelimesinin lisanı fariside ahirine bir nun, bir dal, bir ha, ve lisanı türkide bir ya, bir cim yine bir ya harfi ilavesiyle ismi fail olmuştur. suzende goyende kelimelerinin asılları suz, goy kelimeleridir. lisanı türkide asıl olan ismi fail ki alıcı verici ve emsali kelimelerdir. bunların dahi asılları al ver kelimeleridir. ahirlerine hürufı mezkure zamimesiyle ismi fail olmuştur. bu kaidei merciye üzre suzendeye ferzende goyendeye cuyende kelimelerini kafiye itthaz eylemek lazım gelir. yohsa cuyendenin nalendeye nalendenin ayendeye kafiye kılınması bir vecihle tecviz ve kabul olunamaz. madem ki lisanı türkide olan gelicinin gidiciye kafiye edilmesi sahih degildir gaflet olunmaya eslafa tabiiyyet ademi vaktdir. tahmis acep kimlerle saki tarhı bezmi ülfet itmiştir arakriz oldugundan belli zannım sürat itmiştir olup yakutreng elde ayağ ünsiyet itmiştir lebi meygunu yarin nuşı camı işret itmiştir soruldukça anınçün keşfi razı haclet itmiştir süzünce çeşmin ol şehbazı evci naz mestane olur ramgerde mürgi dil düşer elbet beyabana bırağup yek nazarda ateşi fitne dil u cana gazalı vadii vahşet iken ol çeşmi bigane nigahı şuhı merdümle acep ünsiyyet itmiştir arakdır mayebahşı tendurüsti alemi aba rakib uğramasın virir kesafet badei naba periruyam tekellüfle vücudun sokma itaba misali ruh olur hiffetle cismi bezmi ahbaba miyanı ülfetinde kim ki tarhı külfet itmiştir bakılsa didei iman ile bi'lcümle mevcudat olur vahdetnümayı sırrı hak manendei ayat nakışdan fili nakkaşı gerekdir eylemek isbat degildir çeşmi siretle hakayıkbini masnuat o kim ayinesi meşgulı hüsni suret itmiştir baharın var hazanı gonceler de hardan şekva zamanı enbiyanın feyzi fi'lcümle olur peyda gülistanı cihanın reng u buyu böyledir hala füyuzatı baharı sun ile hallakı bihemta güli ruhsare hattı rengi mişki nükhet itmiştir neler zahir olur günden güne bu rubı meskunda ne sırdır kimse bilmez cazima aciz felatun da ne suretler nümayandır bakılsa talii dunda temasili havadis safhai mir'atı gerdunda nice hikmetşinası mübtelayı hayret itmiştir nazımı mumaileyh cazim efendi dersaadet'te kademnihadei sahai vücud olup babı defteride vaki metruk başmuhasebe kaleminebir müddet müdavemetle bin iki yüz elli bir tarihinde divanı hümayun kalemine çırağ olunup bir kaç sene mürurunda kalemi mezbura mülhak mühimme odasına ve birkaç sene sonra mektubii maliye odasına nakl eyleyerek fenni inşada olan malumatı iktizasınca hacelik rütbesini bi'lihraz iki yüz altmış senesi barütbei salise ankara kazası malmüdürlügüne memur ve bir sene zarfında memuriyeti mezkureden mehcur olmuş olmasıyla deri aliye'ye avdet ve bir müddet daha odai mezbura müdavemetle iki yüz altmış sekiz senesi erzurum defterdarlığı uhdesine bi'ttevcih mahalli memuriyetine azimet eyelemiştir. mumaileyhin haylice eşarı vardır. çerb u şirin olma halka lokmaveş yerler seni telh u güftar olma zira akreb eylerler seni cinsine sır söyleme cinsi hased anlardadır çahdan çaha atarlar ol biraderler seni hali hubana bakup halin digergun eyleme ibtida sayd etmek için hayli yemlerler seni var ise nakdı hüner izhara kalkışma sakın akibet tezyif iderler süfleperverler seni bumveş künci feragat tutmaga bu mu sebeb bülbülasa camiya ehli suhan dirler seni nazımı mumaileyh ahmed cami efendi şehriyyü'lasl olup ayasofya camii şerifi kurbunda vaki pederinden müntakil camcı dükkanında camcılık sanatıyla iştigali esnada ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi tahsil ve bir müddet mektebi harbiyede bulunan şakirdana bazı mertebe ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi talim u tefhim eyledikten sonra ellibeş senesi hilalinde babı seraskeride vaki basmahanei amirede bir vakt musahhihlik eyleyüp mezkur basmahane bir aralık lağv olunmuş olmağla külli şeyin yercii illa aslihi medlulunca ikametgahı kadimi olan dükkanı mezkura ricat ile attarlık ticaretiyle me'luf iken işbu tezkirei acizanemizin tabından çend mah mukaddem menzulen darı bekaya menkul olmuştur. mumaileyh her ne kadar şir ile şöhretşiar olan şuaradan degil ise de bazı kütüb ü divanlarda tevarihi müteaddidesi mestur u mukayeddir. şebi mehtab olur peyda şerarı dudı ahımdan şihabı lemai hasret uçar burcı nigahımdan fezayı ateşini aşka düştüm germcevlanım şuaı şulei cevvale kalkar gerdi rahımdan eger bu suzı hasretle gidersem hake bişüphe olur fevvarei ateşfeşan peyda giyahımdan vücudum nokta nokta kurai ahter şinasasa bulunmaz cayı hali dağberdağı siyahımdan saidayı suhansazı ne mümkün eylemek tanzir sadefveş çıksa cavid lü'lüi mazmun şifahımdan nazımı mumaileyh cavid beg dersaadet'de arayişdihi gehvarei vücud olup bir müddet mekutbii sadrı ali odasına müdavemetle derkar olan hüner u marifeti iktizasınca uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih muahharen kasabbaşı esbak şatırzade müteveffa şakir efendi'nin kitabet hizmetinde bulunduğu halde imrarı eyyam u şuhur itmekte iken irdi cavid beg bekaya bir güzel şair idi tarihi mantukunca bin iki yüz elli tarihinde irtihalı darı sürur eylemiştir. mumaileyh bimisl u akran bir şairi sahibirfan olup eşarı ateşnisarı suzişfikeni dili şairandır. benim bilmem niçün dünyada asla gönlüm eglenmez cihanda kanda gidersem dıriğa gönlüm eglenmez geleli darı dünyaya gönül şad olmadı gitdi degildir galiba maksudu dünya gönlüm eglenmez gülistanı cihan zindan olur guya ne seyrandır temaşagahı alemde temaşa gönlüm eglenmez düşeli aşk ile sevdaya bir yerde kararım yok acep bilmem ne sevdadır bu sevda gönlüm eglenmez ne gicem gicedir ne gündüzüm gündüz benim cafer yitirdim gündüzüm billah hayfa gönlüm eglenmez nazımı mumaileyh cafer efendi tekfurdağı nam mahallde panihadei sahai vücud olup mahalli mezkurda vaki mehmed paşa camii şerifinde müezzinlik hizmetiyle güzarendei evkat iken bin iki yüz kırk dokuz salinde vefat eylemiştir. tarih seyyidi esadşiyem oldu behakkı sadrı rum oldu sadrı rum hakka esadı seyyidşiyem nazımı mecmuai hünermendi karslızade muhammed cemal efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade eyleyerek selanik kazası mevleviyyetine bi'lvüsul muahharen tophanei amirede musahhihlik hizmetine memur ve tayin kılınıp bin iki yüz altmış iki senesi burusa mevleviyyetine nail olmuş iken kazayı mezkuru zabt itmeksizin darı bekaya müntakil olmuştur. balada mestur tarihinden başka eşarı manzurı acizi degildir. vekayinüvisanı devleti aliye hakkında tezkiregune bir eseri latifi vardır. gazeli natamam dil ki olmuştur muhabbet şeminin pervanesi suzişi firkattir artık vuslatı cananesi zabt olunmaz degme bir zincir ile şimden giru ol perişan kakülün olmuş gönül divanesi hayli demdir meclisi meyden ayağı çekmemiş neyleyem kim huşyar olmaz gönül mestanesi sagarı aşkı cemili nuş iden rindin olur bezmgahı zevk içre tacı cem peymanesi nazımı mumaileyh mehmed sadullah cemili beg mirmirandan ankara mutassarıfı mütefeffa ali rıza paşa'nın sulbünden dersaadet'te bin iki yüz kırk bir senesi evahirinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli dört senesi divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve o esnada mektebi maarifi adliyeye nakl iderek tahsili ulumı aliyeye sarfı himmetle muahharen bir müddetcik emtia gümrügü tahrirat odasına devam eyledikten sonra iki yüz altmış senesi evailinde hazinei hassa muhasebesi ketebesi sınfına dahil ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde refiki evvel namiyle hazinei merkume tahrirat odasına naklı memuriyet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. tarih gelip bafeyzi ilhamı hüma cevdet didim tarih sezadır yine esadzad'efendi geldi fetvaya nazımı mumaileyh halil cevdet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tarihi tedrise duhul ve medarisi mutadeyi devr u tekmil ile izmir kazası ve bin yüz doksan dokuz salinde edirne ve badehu mekkei mükerrevleviyyetlerine nail olduktan sonra iki yüz beş senesi istanbul kadılığı mesnedi refiine revnakefza ve iki yüz dokuz senesi hilalinde azimi darı me'va olmuştur. balada muharer nükteli olan tarihinden başka eşarı bulunmamışdır. macerayı eşkimi pek ter geçer madam su idemez bahrı muhitin şerhini itmam su çeşmi giryanım gibi horhor akar kim itmede aksaraylı bir perinin vaslına ikdam su her yek oğlan eylemez sirabı taksimi ezel nuş ider bu çeşmeden ölçüyle has u amm su havzına bu gülşenin fıskiyyesi denk olmadı nafile fevvare koydu başına sersam su derkenar itmek içün ol nevbaharı işveyi semti sadabad'a yaydı bir yeşil ihram su suyı vasla köprü kurdu selsebili şevkden virmedi devran geçid kaldı yine nakam su katrenin camı karardı akibet bahr olduğun fehm iden dilteşnei feyze ider ikram su gündüz ağlar gice çağlar dağda hecri yar ile aşıkı sadkadr itmez bir nefes aram su meylin ol servi revanın suyı ağyara görüp eylemişmiş yaş zebanı hal ile iham su çünki dönmez asiyabkam bervefki murad ben gibi olsa nola dünyada püralam su zabt idüp tufandan tarihi devri alemi maveraü'nnehr'e dek sürsen ider ilam su hep sükunetdir sonu cuş u huruşı nahvetin ki akar gahi turur güllerde bir eyyam su aşk ile ferhadveş dağlar başın cay eyleyüp dögünür taşlarla cevdet şimdi subh u şam su nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup nakdinei evkatını iktisabı gevheri marifete sarf iderek ulumı arabiye ve fünunı farisiyede kesbi maharet eyledikten sonra babı alide vaki dahiliye kalemi hulefası sınfına bi'lilhak kalemi mezkura müdavemetle tahsili nam u şöhret eylemekte iken bin iki yüz kırk yedi senesi katibi ecel tumarı ömrüne hatarı butlan keşide eyleyüp nushai kübrayı kemal olan zatı feriştesimatını debiristanı cennata reside eylemiştir. mumaileyh her vecihle temeddüh ü sitayişe layık ve her hususda akran u emsalini faik bir şairi müdakkik olup nevadirü'lasar ismiyle muanven bir eseri rengini ve zinetü'lmecali isminde müzeyyen diger bir kıta yadigarı dilnişini olduğundan başka bir kıta divançei hoşlehçesi vardır ki müştemil olduğu eşarı belagatşiarı kabili tahrir u işar degildir. safa virir bize yar itse püritabı hitab ki telh olunca ider tabı neş'eyab şarab hevayı nefs ile mağrur olan tenkmağzın yakın vakitde olur hali çün habab harab safayı badei gülgunu istemez zühhad olur mu neş'e beraverdei gülab kilab vatan cilası cefasın sorar isen saki nevayı nalei çini virir cevab çü ab lebi nigarda bin nice bin neşat virir ki nokta nakş ile cevdet olur serab şarab nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi rumeli'de vaki lofça nam kasabada bin iki yüz otuz sekiz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli beş senesi dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiye eyleyerek iki yüz altmış bir senesi tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz altmış altı senesi meclisi maarif azası sınfına bi'lilhak mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh fartı zekası müsellem bir şairi pakizeşiyem olup divan olacak mikdar eşarı fesahatdisarı olduğundan başka şafiyei ibni hacib'e gayatü'lbeyan isminde bir şerhi metin ve müteveffa hace fehim efendi'nin gazeliyyatı saib'in bazılarına olan şerhi nakısını bi'litmam bir eseri dilnişin ve hariri maruf'un ahvali tarihiye'siyle emri terbiyesine dair kitabı harir isminde diğer bir eseri rengin ve kavaidi osmaniyeye müteallik müştereken bir kıta kitabı güzin ve medhali kavaid namında muhtasarca bir risalei mübin ve hutbe ve dibace hakkında beyanü'lünvan isminde diger bir risalei sıhhatkarin ki tamamen altı aded asarı fevaidnisarın te'lifiyle diger müteaddid resaili güzide tertibine müvaffak olmuştur. ati'tterceme reisü'lküttab vasıf efendi'nin keşidei silki sütur itmiş olduğu tarihi maruf senei hicretin bin yüz seksen sekiz tarihine kadar sinnini malumede olan vukuatı mübeyyin olup mahud kaynarca muahedesinden vakai hayriye'ye gelinceye kadar müddette olan vukuat tafsil üzre zabt u tahrir olunmamış olduğundan ihata vecihle vukuatı mezkureyi dahi tahrire himmet eyleyüp senei mezkureden bida ile iki yüz senesi nihayetine kadar olan vukuatı elli cüzden mürettep bir cilde derc u tahrir eyleyerek residei hüsni hitam itmiş ve sinnini müteahire vukuatını dahi tahrir itmekte bulunduğu misillü ati'tterceme şeyhülislamı esbak sahib efendi merhumun sülüsan'ını terceme eylemiş olduğu mukaddimei halduniye'nin bakisini dahi terceme eylemektebulunmuştur. bir mehin aşk u hevasıyla ider dil pervaz olalı zülfi siyahı ile bahtım hemraz bineva gönlümü döndürdü hezarı zara olalı gülşeni hatırda o gül cilvetıraz bir periçehre yine gönlümü itdi teshir ne füsun eyledi bilmem feleki şubedebaz koma dembeste gel uşşakı ferahnak eyle ikide birde efendim neyimiş naz u niyaz perdei ahıma oldukda saba şevkefza oldu aheng ile kanunı felek nağmenevaz kısa kes turrasının bahsin uzatma diyerek kil u kal oldu bu gün vaiz ile tul u dıraz sufiyan sığmadı nüh dairei eflaka mutrib itdikçe usuliyle nühufteagaz buselikde tolaşıp virmedi bir şeyde karar cevdeta gezdi gönül semti muhayyerde biraz nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk beş tarihlerinde divanı hümayun kalemine çırağ olunarak bir mikdar tahsili ilm u kemal eylediktensonra kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memur ve tayin kılınmıştır. şir ile mütearif degildir. taştir halıkü'lavama olsun şükr ü hamdı bikıyas eyledi feyziyle halkı alemi mesrurbal bak nihayet var mıdır lutfi cenabı izzet'e kim idüp inamı amm itdi yine irsali sal gitdi köhnesal ile müjde gamı ehli dilan buldu şimdi ukdei derdi derun hep inhilal kalmadı dillerde alam u kuduretden eser aleme virdi neşatı taze geldi salı hal bu ferahla sali tebrikin vesile eyleyüp şairan itmekte inşad ile isarı lal lafzen ü manen didim tarihi mucem ey şefik sen de söyle cevdeta bir digerin balamisal bin iki yüz altmış altıncı senedir sal bu sal eyleye sad asafı zişana hak celle celal nazımı mumaileyh cevdet efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bi'lahire mısrı kahire canibine azimetle muahharen tabhanei mısriyyenezaretine memur ve tayin kılınmıştır. ati'tterceme şefik beg'in mukaddemen mısır valisi abbas paşa hakkında tanzim itmiş olduğu kaside ile salı tarihine olan taştirinden başka mütercim mumaileyhin eşarına zaferyab olunamadığından kasidei mezbureden bazı ebyat bi'ttefrik ceridei aciziye kayd u izbar olunmuştur. kıta çünkü ilm u edebe itdik edeble rağbet daima sahibi irfan ile eyle sohbet gayreti tineti darb it eseri eslafa mahlası marifetin ola cihanda neş'et nazımı mecmuai hünermendi dayezade cudi efendi cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrı serlevhai suhandanı ve hace neş'et efendi merhumun üstadı sahibirfanı olup padşahı müşarünileyh hazretleri zamanında azimi darü'lcinan olmuştur. mumaileyhin balada sebt u kayd olunan kıtasından başka eşarı görülememiştir. harfi'lha tarih gitdi tarihi zehabım söyledim şaklabani gitdi dergehden didim nazımı hüner beraverde hafız ebubekir dede medinei manastır'da tennurebendi hankahı vücud olup kendisi ashabı mal u cahdan olmuş iken muahharen dersaadet'e muvasalat ve tarikatı aliyyei mevleviyyeye dehaletle galata mevlevihanesi'nde hücregüzini ikamet olduğu halde bin iki yüz on sekiz senesi hilalinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh her ne kadar suretde ehli harabatdan gibi ise de siretde ashabı kerametden olduğu balada muharrer tarihinden müsbet olmuştur ki tarihi mezburu vefatından altı gün evvel bazı ehibbasına kıraatla vefatını işaret eylemiştir. ve tarihi mezbureden başka eşarı manzur degildir. kıta evveli evveli alem deri mevlanadır ahiri ahiri adem deri mevlanadır mazharı cemi şuun dairi arşı azam mevci mevci yemi salim deri mevlanadır nazımı mecmuai hünermendi şeyh hafız mehmed efendi mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye dehaletle muahharen bazı memalik u buldanda bir müddet seyr u seyahat eyledikten sonra güzelhisar nam memleketde vaki mevlevihane'nin meşihatine nail ve bin iki yüz on iki tarihinden sonra kurbgahı cenabı perverdigara azim u nakil olmuştur. mumaileyhin iş bu balada mestur kıtasından gayri şiri manzurı acizi olmamıştır. hayretefzayı ukul olsa da minayı vatan binde mest eyleyemez akili sahbayı vatan berheva ile atar sahili gurbetgedeye küştii cismimizi cuşişi deryayı vatan dehri süflide garib olduğuma çok acırım hatıra geldigi dem alemi balayı vatan adem iskenderi vakt olsa dahi gurbetde cilve eyler yine gönlünde merayayı vatan kaysı dil silsilei gurbete pabend olmaz eline girse eger dameni sahrayı vatan derdi hicranı beni şöyle ki bimar itdi bana timar idemez cümle etibbayı vatan hasan u raşid ü fazıl ile hafız şimdi aynı ibret görünür dide'vayı vatan nazımı mumaileyh hafız mehmed ağa şehri ayıntab'ın hanedan u ashabı irfanından olup kendisi her ne kadar mahallince hasırcızade mehmed ağa dinmekle maruf ise de ulumı arabiye ve fünunı edebiye ve lugatı farisiyede yegane ve hüsni eşar ve letafeti güftar ile bimisl u bibahane olduğundan başka ağa ünvanı muzafı namı olduğu halde her fende hemasrı olan zevatı meşhureye faik ve fartı hafıza ve kuvvei ihata ve hususiyle meclisaralık bahsinde pek çok medh u sitayişe layık olduğu misillü mahzuzatı olan ebyatı arabiye ve farisiye ve türkiye hadd u hasrdan birun ve tevarih u kasayid u sair eşarı letafetdisarı mertebei hadd u ihsadan efzundur. o nevnihal ki servi revan olur giderek yolunda cuyı sirişkim revan olur giderek önünde şemi hidayet delil olursa sana serairi rehi vahdet ayan olur giderek yolunca rahı rızada azimet ehli olan şaki de olsa saadetnişan olur giderek mukarin oldu yüzünde hilal ile hurşid o tıflı gör ki ne sahibkıran olur giderek gönül hikayei mecnun gibi senin halin zebanı halkda bir dasitan olur giderek şeraa darı şeriat olanlar elbetde resideganı kenarı eman olur giderek elinde sayrefiyanı maarifin hafız bahayı cevheri nazmım giran olur giderek nazımı mumaileyh hafız ismail müşfik efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup fartı zekası muktezası üzre sekiz yaşında iken tekmili hıfzı nazmı celil eyleyüp iki yüz elli senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı zümresine ve bir sene mürurunda kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve birkaç sene zarfında mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak fenni inşada olan malumatı iktizasınca muahharen ceridehane kitabetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra tarikatı aliyyei halvetiyyeye olan mensubiyeti münasebeti ile bi'lahire hanesinde peygulegüzini ikamet olmuştur. mumaileyh hafızı şirazimanend bir şairi hünermend olup şir u inşada olan miknet u kudreti eşarı mevcudesiyle zaman kitabetinde kaleme alınup neşr olunmuş olan ceridei havadis nüshaları mealinden malumı ashabı maarifdir. kendisinin bazı eşar u neş'etini cami müşakkikname isminde bir kıta eseri matbuu vardır. lügaz nedir ol sureti nurı ezeli eseri hamekeşi lemyezeli mazharı feyzi tecellii kadim mahı zibende füruğı tazim şekli nurani vü evsafı celil zatı pakizei mevsuf delil yani bir şahidi şirin etvar çeşmi uşşaka cilayı ebsar oldu efgendesi hep hur u melek dahi dildadesi mehtabı felek arızı hub u müdevver çehre çehresayanı bulurlar behre zer u ziverle mahalli bedeni bir siyeh çerde güzeldir adeni mahdır kendi hilali hale deheni gonce izarı lale çar goncayla açılmış güli ter nefhai paşendei mişkezfer iki ebruları manendi hilal oldu avizei mihrabı celal aşıkı hüsnü ider idi bihuş ruyunu eylemese mukniapuş nola ram itse eger şiri neri ismi azamdır anın tacı seri iden ol sureti zibaya nazar şübhe yok hasıl ider nurı basar ruymal it ana her subh u mesa olagör izzet ile nasıyesa hakim ol ehli dile halka beguş idegör marifeti kurta beguş yürü deryuzei irfan ile bu lügaz hallini iman eyle nazımı mumaileyh vakanüvis seyyid mehmed hakim efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle sınfı haceganiye dahil ve bir aralık metruk silahdar kitabeti hizmetine ve badehu vekayinüvislik hizmetine nail olarak bin yüz seksen dört senesi vasılı kurbgahı cenabı rabbi celil olmuştur. derdmanı hüsn ü anın hanmanıdır gönül kişveri aşk içre yani mısrı sanidir gönül ram ider belkısı kamı ol süleymanmenkabet mülki aşkın öyle bir sahibkıranıdır gönül ruzgarın perverişle hasılı unsur degil aşıkana alemi gayb armağanıdır gönül pakzer itsin seni ey simten gel altına kıblegahı kalbin altın navdanıdır gönül tabişinden feyz alup bir şemsrunun hakima şimdi hep gönüllerin ateşfeşanıdır gönül nazımı mumaileyh abdüşşekur hakim efendi dersaadet'de şeyhizade müteveffa mehmed emin efendi'nin sulbünden kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz on dokuz senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı zümresine dahil ve iki yüz yirmi iki senesi kalemi mezbura mahsus zeametlerden bir kıta zeamet nanparesine nail olduktan sonra bir müddet taşra memuriyetlerde istihdam ve bi'lahire yine kalemi mezbura devam ile kendisi müsinn u ihtiyar olduğundan muahharen ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp üsküdar'da caygiri ikamet olmuştur. bulunmaz bir gühersin hiç baha vü kıymetin yokdur velikin teşnelerde sirabı vuslatın yokdur perisin bibedelsin tarz u tavrın hep müsellemdir ne çare bivefasın ah insaniyyetin yokdur sen ey tiği tegafül gamzeden gaddarı kafirsin niçin bin zulm u bidad ile bilmem şöhretin yokdur tabibi can u dilsin mihribansın neyleyem amma mürüvetsiz dili bimara asla şefkatin yokdur terahhum mihribanlık şöyle dursun sevdigim canım budur zannım hafice bir nigaha niyyetin yokdur niçün terk eyleyüp zar u perişan eyledin böyle senin haletle ey biganehu az ülfetin yokdur nazımı mumaileyh seyyid mehmed said halet efendi eşrafı kuzatdan müteveffa kırımi hüseyin efendi'nin ferzendei ercümendi olup mesleki kazaya süluk ile şeyhülislamı esbak şerif efendi merhumun dairesinde perverişyaftei ilm u daniş olarak müşarünileyhin vefatından sonra ati'tterceme reisülküttab mehmed raşid efendi merhumun mesnedi riyasetde bulunduğu avanda mühürdar yamaklığı hizmetine muvazabet ve bi'lahire terki memuriyet iderek yenişehiri fenar naibinin kethüdalığı ünvaniyle canibi merkuma azimet ve badehu dersaadet'e avdet eyleyüp bazı küberanın dairelerinde edayı hizmeti kitabet itmekte iken derkar olan liyakat ve ehliyeti iktizasınca begligçi kisedarı muavinligine memuren defaten silki haceganiye idhal ve müddeti kalile zarfında ikamet elçiligiyle paris canibine sevk u isbal olunup bin iki yüz yirmi iki tarihinde divanı hümayun beglikçiligi mesnedine ve iki mah mürurunda usulı kadime vecihle rikabı hümayun riyasetine revnakbahşa ve senei merkume evahirinde makarrı nefyi rüesa olan medinei kütahya'ya nefy u icla ve bir sene tamamında afv u itlakı karini müsaadei şehenşahı keremferma buyurduğu halde dersaadet'emuvasalat ve üç mah ikamet itmeksizin memuriyeti cesime ile canibi bağdadı behiştabada azimet ve ikmalı emri memuriyetle deri barı şevketkararı mülukaneye ricat eyleyüp muvaffak olduğu hüsni hizmet u sadakata mükafat olmak üzre iki yüz yirmi altı senesi evailinde rikabı hümayun kethüdalığı hizmeti müstevcibü'lmefharetine ve üç sene mürurundan sonra ki iki yüz otuz ve iki yüz otuz yedi tarihlerinde bi'ttekrar tevkiii divanı mümayun memuriyetine sayebahşı itila buyrulup iki yüz otuz sekiz senesi şehri saferinde medinei konya'ya nefy u icla olunarak kazaya rıza kaziyyesini guya olduğu halde ruhı şerifi azimi halvetserayı ukba ve cesedi latifi hazreti mevlana kudduse sırruhu'lala merkadı şerifi civarında vaki kabristanda defini haki müşk olunmuştur. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye müntesib bir şairi muhibb olup galata'da kain mevlevihane dahilinde bir bab sebil ile bir bab kütübhane inşa ve zadei tabı olan bir kıta divançei matbuası ile dahi mecmuai alemde namını ibka eylemiştir. gazeli natamam hattı şebgun gelirse ruhuna dildarın sünbülün seyr ideriz bu sene bu gülzarın doğrusu ey dili şeyda eger incitse dahi çekemem çillei hecrin o periruhsarın çünki dili şiftei zülfüsün ol mehrunun hamida olsa perişan ne acep güftarın nazımı mumaileyh ahmed hamid efendi şehriyyü'lasl olup tahsili fenni hatt ile alemde bir hattı gevhernokta olmuş iken bin yüz seksen bir tarihinde azimi darı beka olmuştur. busı lebi laline kandır beni şol keremi it ki utandır beni korktu gözüm cevr u cefadan aman itmamına gayri inandır beni habı giran u gam u enduhdan pekçe çal ey saat uyandır beni cem ola etrafıma pervanegan ol kadar aşkın ile yandır beni derdini sor hamid'in ey mahru bir gice ta subh boşandır beni nazımı mumaileyh mehmed hamid beg ferikandan müteveffa abdullah kamil paşa'nın sulbünden bin yüz elli bir tarihinde dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup yüz yetmiş iki tarihinde enderunı hümayunda vaki kiları hassa odasına çırağ olunarak nakdinei evkatını tahsili maarife sarf ile her fende kesbi maharet ve bahusus fenni musikide akranını sebkat itmiş iken yüz doksan iki senesi vuku bulan vebai kebirde matunen darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyh şirinzeban bir şairi hoşelhan olup eşarı bikayd u noksan vakiolmuştur. dili sevdazede gisularına beste midir yok heman bir başıboş aşıkı vareste midir tiri tiznigehin karına yokdur aram zahmın ey kaşı keman sineme peyveste midir ah servi dili uşşaka dayanmaz didiler servi nazım o kadar taze vü nevreste midir her zaman yada gelir kameti bilmem ki acep beyti endişeme bir mısraı berceste midir sürat itmez rehi eşarda tabı hamid yohsa de'bi şuara cünbüşi aheste midir nazımı mumaileyh mehmed hamid tayfur beg ati'tterceme sadrı esbak hekimoğlu ali paşa merhumun hemşirezadesi olan serbevvabini dergahı aliden müteveffa nuh beg'in sefinei sulbünden zevrekçesüvarı bahrı vücud olup bin yüz doksan dört tarihinde sarayı hümayunı mülukaneye cırağ buyrularak bir mikdar tahsili ilm u kemal eyledikten sonra serkitabeti hizmetinden münfasilen tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz tarihinde halebi şehba mevleviyyetine nail olmuş ve bin iki yüz otuz iki salinde dersaadet'te irtihalı darı beka eylemiştir. habı nazın nükheti gisu şebi yeldasıdır fikri hattın fitnei habidenin rü'yasıdır gamzei pürfitnenin şakirdidir sihri helal hikmetü'lişrak berki çeşminin imasıdır bir hevayı sünbülidir zülfüne tulı emel ruzı mahşer kameti balasının ferdasıdır mahşere zencir olur hasretle mevci eşkimiz didei hunbar guya kim cünun deryasıdır noktai mevhum dirlerse yine virmem vücud cevheri ferd ol dehanın sureti manasıdır nola mazmunlar raıyyet itse şahı tabına hamid'in serhadı iklimi suhan ilkasıdır nazımı mumaileyh nazifzade ahmed hamid efendi hacegandan nazif efendi merhumun mahdumu olup tabiratı kadime vechile müddeti medide kethüda kalemine müdavemet ve rütbei haceganiyi bi'lihraz nice nice menasıbı divaniyeye nailiyetden sonra ki cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrında galata mevlevihanesi şeyhi bulunan galib efendi merhumun meşihatları hengamda tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bi'lahire bulunduğu mansıbdan gerduntab olarak yeniköy nam mahallde kain sahilhanesinde izzetnişin olduğu halde sinnini ömrü haddi semanini mütecavizen bin iki yüz kırk sekiz senesi ruhı revanı azimi huldi berin olup naşı mağfiretnakşı sahilhanesi pişgahında vaki sofada defini ziri zemin olmuştur. müretteb divanı eşarı ve hattı talik ile fenni musikide sayt u iştiharı vardır. ey rengi ruhu bir güli ranayı muhabbet v'ey turraları sünbüli sahrayı muhabbet iller o siyeh haline dirlerse karanfil bizler de deriz fülfülı zibayı muhabbet meclisde nice cuş u huruş eylemesin dil şevkaver olur kulkulı minayı muhabbet bezminde bu dehrin olalım dafii alam saki içelim gülmüli hamrayı muhabbet şevki güli sadbergi izarın ile hamid olmuş hele bir bülbüli guyayı muhabbet nazımı mumaileyh hace hamid efendi mütercimi kamus ati'tterceme müteveffa asım efendi'nin mahdumu olup maskatre'sleri olan medinei ayıntab'dan dersaadet'ebi'lmuvasala ulumı arabiye ve fünunı farisiyede mahareti kamilesi olmak cihetiyle bir müddet babı ali pişgahında vaki beşir ağa camii şerifi derununda ketebeden bazı talibi fenn u edebe talimi ulumı aliye ve tefhimi fünunı farisiye eylediktensonra ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp canibi üsküdar'da kain hanesinde ikamet üzre iken raşa illetine mübtela ve ol vecihle güzarendei subh u mesa olmakda iken bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. hace hamid menzilin kılsın livaülhamd ilah mısraı vefatına tarih vaki olmuştur. virmek istersen cihanda nam manendi nigin merkezinde göster istihkam manendi nigin kavişi hakkake sabr itmek gerekdir eyleyen sim u zer tahsiline ikdam manendi nigin fassı hatemveş virip zinet yakışmışdır tamam hanei zeyne o simendam manendi nigin hatemi bifas fası bihat gibi olma akim halka kıl asarı lutfun amm manendi nigin geh çıkar nakşın beyaza geh olur ruyun siyah itme razın herkese ilam manendi nigin ali kübra yüzkarası hamiya tahsilimiz olmuşuz farza ki sahibnam manendi nigin nazımı mumaileyh hami efendi şehri diyarbekir'de kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra kitabet tarafına meyl u rağbetle bir müdet bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bi'listihdam bin yüz altmış tarihinden sonra maskati re'si olan şehri amid'de azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh üstadı kamil bir şairi fazıl olup bir kıta divanı dahi vardır. sevdigimde hüsn ü an olsun direm meşreb bu ya nevreside nevcüvan olsun direm meşreb bu ya bağı dilde sayei vaslın temenna itdigim bardır nevres fidan olsun direm meşreb bu ya pertevi mihri ruhu düşdükçe zerratı dile ebri zülfü sayeban olsun direm meşreb bu ya nehri sail eyleme saki akıt cular gibi bezmgaha mey revan olsun direm meşreb bu ya durmasın aksın zülalı feyz mecrayı dile sagarı mey navdan olsun direm meşreb bu ya neylerem tenha enini deff u çengi bezmde hem ney olsun hem keman olsun direm meşreb bu ya yağmalansın kalei ümmidi sukı masiva sudı amalim ziyan olsun direm meşreb bu ya kecrevişle hamiya şebdizi kilki zaika esbi tabım heminan olsun direm meşreb bu ya nazımı mumaileyh hami efendi mahrusai selanik'de çehrenümayı alemi şühud olup kitabet tarafına meyl u rağbet ile bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. firakınla gönül bir dem mi var kim zar zar olmaz döküp seyli sirişki dideden gevher nisar olmaz safayı alemi pek bilmeyen bilmez gamı dehri beli asarı neş'e olmayan serde cemal olmaz bulanmaz paktinet tanei erbabı suretden bu zahirdir ki mir'atı mücellada gubar olmaz vücudun putesin kal it çalış tehzibi ahlaka eger zer saf u halis olmasa kamil gubar olmaz bilir mi ruz u nevruzı visalin kadrini cana firakınla o kim manendi lale dağdar olmaz hayali hattı ruhsar ile hassan didei hasret acep bir dem mi var kim reşki ebri nevbahar olmaz nazımı mumaileyh mehmed hasan beg ricali devleti aliyyeden recaizade müteveffa süleyman hadi beg'in ferzendi ercümendi olup bir müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle muahharen bazı esbaba mebni terki memuriyet ve bin iki yüz kırk iki tarihinde ifayı feraizi haccı şerif eylemek üzre canibi hicazı mağfirettiraza azimet ve bade'lhac dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz elli yedi senesi üşri muharreminde işbu matemgahı fenadan nüzhetfezayı ukbaya nakl u rihleteylemiştir. andelibi dili şeyda ki hevadarındır arzumendi güli arızı biharındır hevesi danei halin ideli mürgi dilim riştei zülfüne pabeste giriftarındır vadi vasl itmiş iken vade vefa eylemeden bildim ey şuh bu igva yine ağyarındır sakın aldırma elinden gamı zinhar hassan nice demdir ki senin yari vefadarındır nazımı mumaileyh hasan ağa tekfurdağı ahalisinden olup unfuvani şebabetinde bin yüz kırk salinde irtihalı darı beka itmiştir. mevc urur didemde her dem cuybarı intizar servkaddim ile gül seyri kenara intizar gerdi payınla olurdum kambini ruzgar ah bir kerre göz açdırsa gubarı intizar hanei didem misafirden görünmez oldu ah kandadır aya o şemi çeşmdarı intizar olduğuçün ah o şuhu göz göre gözcesine oldu dil gözden düşüp şimdi duçarı intizar teşnedar olmazdan evvel badei vuslat ile keyf ider hüsnüi gamharı humarı intizar nazımı mumaileyh hasan hüsnü efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet sarayı hümayunda hizmet eyledikten sonra divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup kalemi mezbura müdavemet ve o esnada ati'tterceme müteveffa daniş beg ile ihtilat u ülfet itmekte iken mir mumaileyhin vefatı vuku bulmuş olmasıyla ölme var ayrılma yokdur şöyle dutdum damenin mısraı mealince sivas canibine memuriyetde olduğu halde matunen azimi darı beka olmuştur. mumaileyh bir şairi tazezeban olup eşarı safabahşı dil u can vaki olmuştur. ne zaman eylese taksim suyolcuzade subesu su akıdır lulemisali çeşmim beyti latifi hanendeganı hazreti şehryariden suyolcuzade salih efendi hakkında silki beyana keşide eylemiştir ki elsinei nasda mezkur u meşhurdur. tengmeşrebsin levendim badehar oldukça sen kabına sığmazsın asla neş'edar oldukça sen cümleden evvel getir yada beni ey bivefa vadini incaz içün aşıkşumar oldukça sen pest olur hurşid kadri ey mehi alinijad günbegün hüsnüyle sahibiştihar oldukça sen hiç fikri nimeti gelmez dili pürşuhuma bana sultanım ne gam alemde var oldukça sen tutii tabı hasib olsa nola şirineda ey kamertalat bana ayinedar oldukça sen nazımı mumaileyh ahmed hasib efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bin yüz yirmi dokuz tarihinde sınfı müderrisine duhul ile tekmili devri medaris eyleyüp bir aralık saraybosna'ya hakim ve badehu şehri tokad'a hükumetle azim olduktan sonra medinei kayseriye'ye ve badehu şehri bağdad'a kadı ve molla ve biraz vakt mürurunda medinei manisa mevleviyyetine nailiyetle mümtazı ehibba olmuş ve muahharen mevleviyyeti mezkureden mazulen dersaadet'e menkul olunarak misafireten ikamet üzre iken yüz altmış altı tarihinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh sahibi hüner bir şairi pakgevher olup eşarı latif u muteber vaki olmuştur. matla ilm u maarifde benim üstadım olmuştur tamam üstadı sanii zaman göçdü didim tarihi tam nazımı mecmuai hünermendi abdulhalim hasib efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muvasalai süleymaniye medresesine mevsul olmuş iken bin yüz yetmiş üç sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. balada muharrer olan tarihinden başka eşarı görülmemiştir. ruhsat bulunur dameni canan ele girmez canan bulunur guşei imkan ele girmez ruhsarını azürdei desti taleb itme efserdih olur ol güli handan ele girmez her danesin arayişi tarı nazar eyler eşkim gibi bir sübhai mercan ele girmez arz itme abes çakı giribanı niyazı feryad ile serriştei ihsan ele girmez koynundan ayırma bil anın kadrini ey şuh haşmet gibi bir nushai irfan ele girmez nazımı mumaileyh haşmet efendi sudurı izamdan abbas efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade itmekte iken bin yüz yetmiş beş senesi hilalinde haklarında zebandirazlık töhmeti isnad ve ati'tterceme kerkügi nevres efendi merhum ile beraber mahrusai burusa'ya nefy u ibad olunup müddeti medide burusa'da meks u ikamet eyledikten sonra menfası cezirei rodos'a bi'ttahvil cezirei mezkureye azimet ve bin yüz seksen iki senesi hilalinde azmı darı ahiret eylemiştir. naşı mağfiretnakşı cümle taife beyninde malum olan murad reis merhumun kabri civarında defini ziri türab ve ol vecihle muhtacı rahmeti cenab olmuştur. bir kıta divanı belagatünvanı vardır. tarih makamın boldu resmi payı sultanı rüsul hakka nazımı mecmuai hünermendi mehmed hıfzı efendi şehriyyü'lasl olup tekmili hıfzı nazmı celil ve tahsili hattı bimisl u adil eyledikten sonra bir müddet sarayı hümayunı mülukanede bi'listihdam muahharen emtia gümrügü başkitabeti hizmetiyle çırağ u bekam buyrulup bin yüz yetmiş üç salinde azimi darü'sselam olmuştur. gazeli natamam ne rencişi üstad ne sözı pederim var kalbimde babadağı kadar bir kederim var sarf eyledigim yoluna hep nakdi sirişkdir alemde benim bir gelirim yok giderim var eşarımı hep kağıdı yelpazeye yazdım yarana benim badı heva çok eserim var nazımı mecmuai hünermendi hıfzı efendi ankara kazası dahilinde vaki ayaş nam kasabada tevellüd eyleyüp bi'lahire kasabai mezkur mahkemesinde mülazım ve katip ve evaili devri selim hanı salis'te darı bekaya azim u zahib olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan ebyatından başka eşarına destres olunamamıştır. nurı zata ermege mahvı sıfat itmek gerek masivaya cümle terki iltifat itmek gerek cümle efal u sıfatı salikin bulsa fena zatı hak'da akibet efnayı zat itmek gerek bunda fetvanın esası münhedemdir ey gönül bunda takvadan libası kat kat itmek gerek görmege hakk'ın cemalin alemi sırr içre sen göz yumup bu cism u canından fiil itmek gerek hakkıya cana gerekse hikmeti hak'dan gıda daima perhiz u terki tayyibat itmek gerek nazımı mumaileyh ismail hakkı efendi aydos nam kasabada bin altmış üç tarihinde revnakefzayı alemi şühud olup unfuvani tüfuliyetinde medinei edirne'ye nakl ile bir müddet tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden abdulbaki efendi merhumun ziri terbiyesinde bulunup badehu dersaadet'e muvasalat ve yine tarikatı aliyyei mezkure meşayihi izamından şeyh osman efendi merhumun hizmetine müvazabatla mahrusai burusa'da mesnednişini hilafet buyrulup yüz otuz tarihinde şamı şerife azimet ve üç sene müddet dahi mahmiyei üsküdar'da guşegiri inziva vü halvet olduktan sonra mahrusai burusa'ya azimet ve makamı kadiminde ikametle bin yüz otuz beş tarihinde mahrusai mezburede tuzbazarı nam mevkide camii muhammediye isminde müceddeden bir bab zaviye bina vü inşasıyla halvetgüzini irşad u keramet olduğu halde bin yüz otuz yedi sali hilalinde terki hankahı fena ve azmi kurbgahı cenabı mevla eyleyüp zaviyei mezkure havlusunda defini haki itila olmuştur. mumaileyh alamı ulema efdalı füzela bir mürşidi kerametnüma olup bazı te'lifat u tasnifat u şerh u tercemeye dair yirmi bir aded asarı letafetdisarı vardir ki esamisiyle zirde sebt u tahrir olunmuştur. ruhü'lbeyan isminde bir kıta tefsiri şerif, şerhi hadisi erbain, şerhi adab, şerhi muhammediye, şerhü'lmesnevi, şerhü'lkübera, şerhi pendnamei şeyh attar, şerhi tefsiri fatihai şerif, kitabı kebir, kitabü'nnetice, kitabü'l hitab, kitabü'nnecat, kitabü'lhakkı tasrih ve'kkeşfü'ttashih, usulı hadisten, haşiyei tuhfetü'lfikr, tuhfei hasakiye, tuhfei islamiye, fakkü'l hal, varidatı kübra, tamamü'lfeyz, kitabü'zzikrü'şşeref, vesiletü'lmeram, ve bir kıta divanı belagatünvaniyle meşhur u benam olmuştur. dostum zerreler ayinei didarı keder nefsini bilmiş o arif ki haberdarı keder gerçi candan bana nezdiksin ey canı cihan cümleden devr bana vadei didarı keder kalbimin derdine kimden taleb itsem derman ki etıbbayı cihan cümlesi bimarı keder mahv olur nurı muhabbetle ana niyetler söyle mansur'a ki bu aşk neden karı keder nam u şan ister isen afeti şöhretdir aşk sanma ol gül yeri bu guşei destarı keder dil u dildarın arasında bu can hail imiş aşka can vir ki diyarı dil o dildarı keder can u canan u dili dilber u din ey hakkı aşkdır aşk ki o menbaı güftarı keder nazımı mumaileyh erzurumi ibrahim hakkı efendi eyaleti erzurum'da kain hasankalası nam kasabada dervişandan bir zatı sütudesıfatın sulbünden bin yüz on beş tarihinde sahai vücuda gelmiş ve hadimi aşk terkibi veladetine tarih vaki olmuştur. tahsili melekei sefid u sevad eylediktensonra diyarbekir eylatine tabi siird kazasında vaki tillo nam karyeye azimet eyleyerek tarikatı aliyyei kadriye meşayihinden şeyh ismail tilloyi hazretlerinin ziri terbiyelerinde bulunduğu halde tekmili süluk eyleyüp bi'lahire şeyhi mumaileyh tarafından labisi libası hilafet ve ol vechile müşkilgüşayı meselei marifet iken yüz seksen altı tarihinde hankahı bekaya rihlet eyleyüp karyei mezburede vaki postnişini irşad olduğu dergahın hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh fünunı maarife aşina bir şeyhi sahibittika olup marifetname isminde bir cild kitabı müstetabı ve bir aded matbu divanı nesayihnisabı vardır. bezmi uşşakı cihana ne gelir var ne gider halini arz u beyana ne gelir var ne gider mürgi dil kaldı bu günler aralıkda bihud gülşeni vaslı cinana ne gelir var ne gider damı zülfüyle şikar itdi beni şehbazım çok haber gitdi o cana ne gelir var ne gider ol siyeh kaküli nazikteri dilber bu gice başladı nay u kemana ne gelir var ne gider hünerin kadrini bilmez cühelaya düşdüm hakkıı fazlı ayana ne gelir var ne gider nazımı mumuileyh ismail hakkı efendi silivri'de ahıshalı osman efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz beş tarihinde çehrenümayı alemi vucud olup pederi muma ileyhden ulumı arabiyeyi bi'ttahsil tariki kazaya duhul ile bahrı siyah canibinde vaki eregli nam kasabada hizmeti niyabetde iken bin iki yüz altmış bir senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. bağı hüsünde servi revan söylerim sana gülzarı naza taze fidan süslerim sana nur ayeti cebin u cemalin sıfatıdır işte bu gizli sırrı ayan söylerim sana geh mah u gah mihr didim ruyuna senin hayretteyim ki nice yalan söylerim sana ikbali dehri kesret derd u mihenledir nefsimde tecrübemle inan söylerim sana ey nefsi biedeb bu kadar seyyiat ile halin olur netice yaman söylerim sana vaslın zamanı faslı bahar ile bir degil zevki visali ayşı cinan söylerim sana tiri müjen aman ne yaman sineduzdur seyr eyle şerha şerha nişan söylerim sana bu gice ben ne çekdim elinden rakibin ah zahmı derunı canı nihan söylerim sana ziver efendi hazretinin nazmı pakini hakkımisal ruhı revan söylerim sana nazımı mumaileyh esbak hakkı paşa ati'tterceme kamus mütercimi vakanüvis asım efendi merhumun biraderi ayıntab nakibü'leşrafı kaimmakamı emin efendi'nin sulbünden medinei ayıntab'da bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde ziyapaşı yümni vücud olup istidadı zatiyesi iktizasınca medinei mezkur ulemasından küçük hafız efendi merhumdan bir mikdar tahsili ilm u kemal eyleyerek iki yüz elli dört tarihinde konya valisi hafız paşa'nın hazinedarlığı hizmetinde bulunduğu halde dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesi ve iki yüz altmış yedi senesi istablı amire müdürlügü payei refiasını haiz ve senei mezbure hilalinde uhdesine rütbei mirmirani bi'ttevcih beyne'lemasil mütemayiz buyrulup o esnada arabistan orduyı hümayunu müşiri nasb u tayin buyrulmuş olan sadrı azam mehmed paşa'nın kethüdalık memuriyetiyle şamı şerif canibine azimet ve iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde şamı şerif valisi bulunan izzet paşa'nın ciddei muazzama eyaletine naklinde dört buçuk mah müddet kaimmakamlık vechile şamı şerifde idarei umurı memleket eyledikten sonra dersaadet'emuvasalat ve bir müddet ikametle işbu tezkirei acizanemizin tabdan mukaddem cahı kaimmakamlıkla azurnik canibine azimet eylemiştir. müşarünileyh nazm u neşre muktedir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı ve haylice tevarihi letafetdisarı vardır. ilmi kitabet ve fenni inşada olan malumat u mahareti ati'tterceme sadrı esbak mustafa reşid paşa'nın tercemei hali saadetiştimaline dair keşidei silki imla eylemiş olduğu sudei gevherbahanın müfadı dilarasından müstefad olacağı cihetle tafsili makaleden sarfı nazar olundu. tarihi milad virdi ibrahim baha gülzarı dehre buyı fer itdi sulbi mustafa'dan fatıma kevne vürud recebde mir ibrahim geldi gülşeni kevne kondu kehvarei dünyaya nebihe hanım tarihi vefat nale kılsın ins u cin gitdi süleyman fehim bulmadı gitdi hekim beg de ilacın mevtin neyzeni dembeste itdi nalei deffi ecel kırdı camcızadenin billurveş camın ecel meded sırr oldu gitdi kabe'de mollaydı sırrı kabei adeni tavaf eyledi ruhı halil nazımı tevarihi dilpesendi kıbrısizade ismail hakkı efendi tersane emini elhac ali ağa'nın sulbünden dersaadet'de bin iki yüz tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup iki yüz yirmi sali hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz sekiz senesi selanik kazası ve iki yüz altmış sekiz salinde mevleviyyetle burusa kazası mevleviyyetine vasıl ve nail olmuştur. mumaileyh muhibbi ali aba bir müverrihi tarihaşina olup daima ashabı kemala mütevazıane hareket vü erbabı maarif ile cabeca tarhı encümeni ülfet eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekteve her ne kadar gazelguluk vadisine isperan degil ise de nazmı tarihde süruri efendi merhuma heminan olan müverrihlerden olduğu gün gibi zahir u nümayandır. hattı talikde manendi imadı meşhurı ibad olan hattatinden olduğu haysiyetle kendisinin çırağı bihadd ve şakirdanı biadadı vardır. olaydı hahişi nuşı şarabı nab sana olurdu sağarı zerrin afitab sana içince hahişin artar nedir bu keyfiyet virir mi hunum acep neş'ei şarab sana karini yek nigehi hışmın olmasın yohsa cihanı eyleme bir iş midir harab sana fütadei elemi aşkı cangüdazı keder düşer mi hakkıı zar neden içtinab sana nazımı mumaileyh hasan hakkı beg şeyhü'lvüzera işkodralı mustafa paşa'nın necli necibi ve ferzendi edibi olup unfuvani tufuliyetinde dürrbarı şevketkararü'lmülukaneye bi'lmuvasala nakdinei himmetini iktisabı cevahiri maarife hasr u sarf ile ilmi kitabet ve fenni inşada tahsili miknet u kudret eyledikten sonra kadimi haiz olduğu mirmiranlık rütbesini bin iki yüz altmış iki senesi bi'liltimas rütbei saniyeye tahvil itdirerek hariciye tahrirat odası sınfına ilhak olunmuştur. mumaileyh elsinei selaseye aşina bir şairi pakizeeda olup divançe olacak mikdar eşarı belagatşiarı ve haylice tevarihi fesahatdisarı vardır. kaside zehi lutf u atası mahmidet efzayı sübhanı ki memduhı güzinim itdi berdesturı zişanı ne destur ol müşahhas cevheri evvel ki olmuştur sıfat u zatının ruhı mukaddes deng u hayranı sütude şebçerağı dudei ibai ulviyyin yegane gevheri zibendei nüh dürcı imkanı mehi kudsı füruğı evci ulyayı hudavendi güli hurşid tabı gülsitanı feyzi yezdani serefrazı serefrazanı alem daveri azam veziri cemi hışm manayı maksudı cihanbanı cenabı heft gerdunun yegane hasılı devri şehenşahı cihanın zübdei erkanı divanı cenabı sami paşayı keremgirdarı alem kim olursa püraşur kevn ü mekan mahkumı fermanı taalallah zehi desturı alicahı azam kim pür itdi gulgulı kusı celalı guşı devranı o yekta feylesofı vakıfı esrarı hikmet kim sebakdaşı kemalı aklı faal olsa erzanı besatı bargahı atlası gerdunı miyanı hafizi asitanı devleti eyvanı keyvanı zamiri tabnakı mehbiti envarı lareybi kelamı dilpeziri zübdetü'lesrarı vicdani zülal meşrebinden hızr olaydı zerrece agah dilinden mahv iderdi arzuyı abı hayvanı ger olsa sadmeefgen pençei zuraveri kahrı iderdi çakberçak atlası gerdunı gerdanı olur bir gülnihal üstünde peyda bin güli hurşid nesimi himmeti pürderde itse bağ u bostanı safayı rayını ger eylese endişe bir şair ider tabı hayali alemi manai nurani o dem kim turrai mişkin şemimi şahidi halkı bu neyli sahai gerduna itdi nefharizanı gazali mihr olup avare eyler ruz u şeb cevlan gehi sahrayı mağrib gah sahtı haveristanı bülend ol mertebe takı sarayı kadr u cahı kim kaza olur iken ana nigahendazı hayranı külahından zemini lamekana düşdü destarı görünen sanma kat kat çenberi nüh çerhi gerdanı müşiri danişefruza veziri aklı gülfehma aya menşurı valayı celal u cahı ünvanı sen ol arayişi divanı uzmayı vüzeratsın ki mislin görmemişdir hanedanı ali osmani getirmez kevne zatın gibi bir desturı danayı kaza eylerse icbarı ümehatı çar agani olanlar nazra efken nüshai idrakvalana görürler noktasında sırrı deştikevn u imkanı rahiki nazmın ol simayı püresrarı hikmetdir ki mest olur hayali reşhasiyle ruhı nakanı o üstadı dakayıkperveri mazmun u manasın ki itsen tarhı terkibi suhanda hamecünbani olur levhi beyan üzre debiri fikri derrakin zamiri cevheri evveldeki esrarı pinhanı hudavenda kusurum afv kıl tedkiki manada beni lal itdi dehrin rencişi bihadd u payanı senin gibi vezirin böyle tarh itmezdim evsafın dilimde ger olaydı zerrece asarı şadani degildir bu kasidem layıkı takdimi dergahın ki sensin gevheri pakizei kanı suhandani beni şerminde itdi çarhı dun zatı bülendinden gice tahtü'lsaraya dilerim ecram u eyvanı ki bir dem koymadı gönlümde asarı safa ta kim virem vasfı kemalatinde dadı nazmı selmani bütün mahv eyledi esbabı ayş u zevk u samanım idüp mevkufı hayret hatırı gamgin u nalanı beni bir şuhizarın esiri itdi kim çeşmi olur afetresan sad dili şibli vü sanan'ı inüp ger sidre'den görseydi hüsnün bir nazar cibril iderdi haşr olunca alemi süflide puyanı cüda düştüm o şuhı dilsitanı alemaradan yiridir çak idersem desti hasretle giribanı beyan itmek içün hali dili pürsuzı nalanım sezadır bu mahallde eyler isem ger gazelhani kararım oldu ol şuhun nigahı çeşmi fettanı acep mi serseri geşt eylesem deşt u beyabanı harimi hecrine bir özge fanusı hayal oldum yakup sinemde yir yir sad fitil dağı hiramanı hayali arızıyla ebri ah u eşki huninim bitirdi her büni harı müjemde verdi handanı dili derdazma vü bikararın hecri zülfüyle iner ta mecmaı ruhaniyana bangı efganı yakar suzı safirim enfes u afakı ey hakkı benim gülzarı nazmın bülbüli şurideelhani benim ol şairi kadir ki tavrı şiri renginim virir hüsnı edayı nazmı üstadı sifahani nevayı kilkime dilbeste tabı bülbüli şiraz edayı nazmıma aşüfte hakanii şirvani zebanım razı darı hazini gencinei ilham kelamım mağzı esrarı tecelliyatı rabbani dili pakimdir ol gülzarı firdevsi maani kim akar her guşesinden selsebili bağı rıdvani düşer edna gubarı zerdei gerdunı icaza idince rahşı tabım arsai manide cevlanı iderdi noktasın tahkiki mahiyyat içün bürhan göreydi nushai asarım eflatunı yunani acepdir pertevi envarı tabım anlayup gerdun soyundurmazsa arından çerağı mihri tabanı ne bu lafı temeddüh hem bu rütbe şekvai bica duaya başla ey dil buldu nazmın hadd u payanı veziranı güzinin vasfını ta kim suhansencan ide daim medarı keremi bazarı irfani bulup zatı şerifi rütbei iclal ruzı efzun hasud cahı olsun vartaduşı çahı hizlani idüp şevki huburı tabı pakin nevbenev mezdad vire zatına allah ömr u iclalı feravanı nazımı mumaileyh ibrahim hakkı beg misivri muhafızı esbak müteveffa ismail paşa'nın sulbünden misivri'de bin iki yüz otuz sekiz senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz elli dokuz senesi hilalinde evkafı hümayun hazinesi dahilinde vaki muhasebe kalemine bir müddet müdavemet ve iki yüz altmış yedi senesi hazinei merkume tahrirat odası silkine dehalet eylemiştir. mumaileyh: beyti latifi meali münifi üzre hakikati vechile mezayayı şiri tedkike muktedir bir şair olup müddeti ömründe bir kıta tarih söylememiş ve evaili halinde bir vakt gazelguluk meydanında azmayişi tabiat eylemiş ise de muahharen kasideperdazlık tarafını iltizam iderek kendiye mahsus olan vadiye puyan ve ol suretle cabeca silsilei medh u hicayı cünbandır. her nigahı cansitanından ki dil me'yus olur ruhı kudsu serbeceybi kuşei efsus olur itmem ol nahvetperesti naza arzı iştika çakı sinem korkarım ayinei namus olur dil ki bezmi gamda sergermi hayalindir o dem dudı ahım şemi dağı sineme fanus olur rahibi deyri mecazım kim bagizi aşkı pak vecd u hali tabıma badi demi nakus olur alemi manide hakkı eylesem bastı kelam feyzi enfası mesih endişe'nus olur nazımı mumaileyh hakkı efendi tarikatı aliyyei mısriyye meşayihinden ati'tterceme burusevi müteveffa zaik efendi'ninsulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz kırk sekiz senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala babı seraskeri dahilinde vaki masraf nezareti tahrirat odası ketebesi silkine dahil olmuştur. mumaileyh salifü'tterceme ismail paşazade hakkı beg'in şakirdanından olup mesleki şirde mumaileyhin isrine puyan ve etvar u güftarda kendisine akran u hemzeban olduğundan iddiai şairiyyet itmemek hülasasiyle muahharen fevzi tahallüs eylemiştir. gazeli natamam niçün nurı ilahiden kaçar imana gelmezsin seninçün münzel olmuştur niçün kur'an'a gelmezsin dokuz türlü maraz sende gözün görmez derununda şifayı bulmağa ana niçün lokman'a gelmezsin yüzü güldür saçı sünbül anın ismi muhammed'dir cemali bağına anın niçün ihsana gelmezsin hakiri sırr ile söyler nihan ilmin ayan eyler haber sor bağı vechinden niçün irfana gelmezsin nazımı mumaileyh mehmed hakiri efendi canibi anadolu'da vaki sandıklı nam kasabada panihadei sahrayı vücud olup muahharen mahrusai burusa'ya nakl u hicretle tarikatı aliyyei halvetiyyeye dehalet ve bin yüz seksen altı salinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyhin eşarı ilahiyyat nevinden olup şeyhane vaki olmuştur. gülşen ki feyzi nur ile sirabdır bu şeb her gonce bir güliçei mehtabdır bu şeb bidar ider mi bangı niyazım sepidedem bahtı siyahı ruzı giranı habdır bu şeb mest itdi huşu bezmi çerağanı mahitab kim zibi duşu ferdei sincabdır bu şeb ayinei cemal hüneri bahtı tiredir zulmeti har tabişi şebtabdır bu şeb hikmet bu ateşin suhanı dilfüruz ile ruşençerağı meclisi ahbabdır bu şeb nazımı müşarünileyh şeyhülislam elhac ahmed arif hikmet begefendi matlaı danişveran olan darü'lhilafetü'laliye'de veziri maarifsemir raif ismail paşa merhumun mahdumı fezailmevsumu sudurı izamdan ismet beg merhumun sulbünden bin iki yüz bir senesi hilalinde manendi mahı mesud ziyagüsteri alemi vücud olup iki yüz on bir tarihinde namı feyzittisamı defteri tedrise revnakdihi itila vü medarisi mutadeye sırasıyla zinetbahşa olduktan sonraneyyiri azamı ikbali iki yüz otuz bir senesi kudsı şerif ve iki yüz otuz altı senesi mısrı kahire ve iki yüz otuz dokuz senesi medinei münevvere mevleviyyetlerinde tali ve iki yüz kırk iki senesi darü'lhilafetü'laliyye kazası payei muteberesini haiz ve iki yüz kırk altı senesi nekabeti hizmeti müstevcibü'lmefharetiyle mütemayiz buyrulup iki yüz kırk dokuz senesi anadolu ve iki yüz elli dört senesi rumeli sadareti payei refialarını bi'lihraz ibtida meclisi valayı ahkamı adliye ve muahharen darı şurayı askeriye azası sınfında lami olmuş ve iki yüz altmış iki senesi şehri zi'lhiccesinde linamıkihi arif beg'i irfan ile hakk şeyhülislam eyledi tarihi menkutu mantukunca nüshai ilm u kemal olan zatı feriştemisali fazılanesi vediai mesnedvalayı meşihatü'lislamiye kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından evvelce makamı meşihattan müfarakatla sahilhanelerinde peygulegüzini istirahat olmuşlardır. müşarünileyh camii zühd ü takva bir fazılı bihemta olup eşarı belagatşiarına ruhani saib u ürfi hayran ve neş'eti letafetayatına nergisi vü veysi engüşt berdehandır. cenabı faziletmeabı medinei münevverede malumü'laded kütübi nefiseyi cami bir bab kütüphanei hayrnişanebina vü inşasına dahi muvaffak olmuştur. matla fezayı dergehin kanı atadır ya resulallah cenabın melcei ehli recadır ya resulallah nazımı mecmuai hünermendi abdullah hilmi efendi şeyhü'lkurra yusuf efendizade mehmed efendi'nin sulbünden bin seksen beş tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup tahsili ulumı aliyeye say u guşiş ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bi'lahire sarayı hümayun haceligine meyl u rağbet ve bazı te'lifat u tasnifata sarfı yarayı himmet eyleyerek altmış sene müddet neşri ulumı aliye eyledikten sonra bin yüz altmış yedi senesi evahirinde nakli kasrı cennet eylemiştir. mumaileyh bir alimi amil ve bir fazılı kamil olup buharii şerif'e mufassal bir aded şerhi metini olduğundan fazla bazı kütübi mutebereye haşiye vü tefasiri şerife ve fünunı saireye dair dahi kırk yedi aded risalei renginmakalesi olduğu bazı tarihde mestur u mukayyeddir. balada muharrer matla gazellerinden maada eşarı manzurı acizi olmamıştır. matla kırılır üstüne uşşak o gözü badamın zeri mahbub ile fındıklı'ya çek al kamın bir mecaz eylesek uşşaka o şeh naz eyler uymaz ahengine erbabı tarab yanılır nazımı hüner beraverde abdullah hilmi dede kasımpaşa mahallesi sakinlerinden olup evaili halinde kuzat güruhundan iken muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile tahsili irfanı bihisab iderek bin yüz seksen tarihinde seyahat tarikiyle arabistan canibine azimet ve senei mezbure hilalinde yine canibi rum'a avdet eylemek üzre rakibi sefine olduğu halde gavtaharı bahrı rahmet olmuştur. mumaileyhin balada mestur iki aded beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. usandık ak deniz'den keştii aramı kaldırsak açıp yelkenleri bahrı siyah'a doğru saldırsak muvafık ruzgar ile kıç üstünde idüp aram gehi ney üflesek gahice ol tanburu çaldırsak çanaklık semtini zabt eyleyüp de zevke gark olsak safa deryasına fülki dili nakamı daldırsak bulurduk lacerem ursa yüce bir cayı asayiş usuliyle reise yanaşup da lenger aldırsak baba amr'ın dağarcığı gibi şeyler zuhur eyler eger sandukai endişeyi hilmi boşaldırsak nazımı mumaileyh kıbrıs müftüsü hasan hilmi efendi bin yüz doksan yedi senesi cezirei kıbrıs'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye sarfı evkat ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp muahharen cezirei mezbure müftülüğü hizmetine memur ve tayin kılınmış ve iki yüz altmış dört senesi azimi huldı berin olmuştur. mumaileyh alim ve fazıl bir zatı hamidehasail olup eşar u güftarı amr ile zeyd'in makbul u müstahseni olduğundan başka hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mahmud hanı gazi tabe serah hazretleri dahi kendisine sultanı şuara ünvanını tahsis ile iltifat buyurmuş oldukları mumaileyh tarafından işidilmiştir. şemi dil ateşi aşkıyla fitil oldu çü mum göricek semti fezada bu gice bir büti rum hançeri gamzei kafir nigehi cana geçer bu bakışla acep imana gelir mi mersum narı nurı ruhu ateşkedei sinefüruz buyı zülfünden olur nükheti meryem meşmum kil u kal olsa da ger mabhesi zülfünde dıraz harf sığmaz o mehin sanki dehanı madum hilmiya eylemiş evrengi sitiğnaya cülus mülki dil zabtına ol padişehi kişveri rum nazımı mumaileyh mustafa hilmi efendi mahrusai burusa'da çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala birkaç sene mürurunda maliye mektupçusu odası ve iki yüz altmış altı senesi meclisi muhasebei maliye mazbata odası ketebesi sınıfına dahil olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. çeşmi hakbinde ağyar ile yar ikisi bir bağı tevhidde zira gül ü har ikisi bir gah ruhsara vü geh zülfe bakar nevhevesan ehli tahkike göre leyl u nehar ikisi bir şahlar haki siyah içre fakirane yatur dergehi hak'da siğar ile kibar ikisi bir ehli tevhidde yokdur ikilik allah bir nazarımda güli firdevs ile nar ikisi bir bezmi alemde bana sensiz olunca cana neş'ei bade ile renci humar ikisi bir ittihad eyleyeli aşk ile divane gönül telhii firkat ile zevki kenar ikisi bir virdiler vasıl olup bezmi selamiye selam bu sene geldi halim iyd u bahar ikisi bir nazımı mumaileyh halim giray sultan selatini cengiziye evladı valanejadından olup müddeti medide deri aliye'de ikametsazı übbehet u iclal olunduktan sonra silivri kazasında kain çatalca nam karyeye nakl u hicretle bin iki yüz otuz dokuz sali hilalinde kebki ruhu giriftarı pençei ikabı eceli semmi olup karyei mezburede vaki ferhad paşa camii kabristanında defn olunarak müntazırı rahmeti cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh nükteperver bir şairi sahibhüner olup selatini cengiziye haklarında gülbünhanan isminde bir eseri güzide ve bir kıta divançei pesendide nazm u inşad ile ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. infial itmiş geçende ol mehi ruşen bana badezin zindan olur seyran ile gülşen bana ol peripeyker ile hemdem olursam gam degil yarsiz yeksan olur gülşen ile külhen bana açmasam razı derunum dostlar gönlüm yanar derdi aşkım söylesem handan olur düşmen bana dinlemez derdi derunum hatırım eyler şikest ol zebankarın elinden her demim şiven bana ülfeti ağyar ider uşşakı mecruhü'lfuad ol mehin cevri gelir her vechile ehven bana gelse hatt ruhsarı dildara halima gam yimem cümle hubanı zamandan ol peri ahsen bana nazımı mumaileyh abdulhalim efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı sınfına bi'lilhak iki yüz altmış üç senesi üsuli imtihaniyeleri bi'licra maliye hazinesinde vaki varidat muhasebesi ketebesi ve iki yüz altmış sekiz senesi dahiliye kalemi hulefası sınfına dahil olmuştur. tarih oldu subhizade abdullah efendi kethüda nazımı maarifpira mustafa hilmi paşa şehriyyü'lasl olup ruznamçei evvel kaleminden neş'etle bir müddet kalemi mezbur kisedarlığında bi'listihdam bin yüz altmış dört tarihinde şıkkı evvel defterdarlığına nail ve üç sene mürurunda barütbei miri mirani uhdesine sayda eyaleti bi'ttevcih mahalli merkuma azim u nakil ve bir sene zarfında vaki olan istifasına binaen rütbei mezkure uhdesinden sarf u tahvil ile tekrar tariki aslisine dahil olduktan sonra bir zaman metruk başmuhasebe ve ruznamçei evvel ve diger bazı menasıbı celilede varakgerdanı defatiri leyl u nehar olup yüz altmış dokuz tarihinde saniyen defterdarlıkı mezkur memuriyeti kendüye ihale ve ita ve o aralık memuriyeti mezkureden azli zuhuriyle limni ceziresine nefy u icla olunup müddeti kalile zarfında afv u itlakı vukuuna mebni dersaadet'emuvasalat birle salisen mesnedi defteriye nail ve onsekiz mah mürurunda ki bin yüz yetmiş üç senesi evasıtında haizi rütbei valayı vezaret olduğu halde mansıbı olan eyaleti musul'a vasıl olmak üzre canibi mezkura azim u nakil olmuşiken matekaddem hilafı rıza vukua gelen bazı harekatı nabecası mesmuı cenabı şehryari olmuş ve bozcaada'ya nefy u tağrib olunmasına iradei katıai padşahi celadetrizi sünuh buyurulmuş olduğundan esnayı rahda vaki izmid'den mübaşir marifetiyle menfası olan bozcaada'ya sevk u irsal olunup adai mezburede maktulen tariki debdebei cah u ikbal olmuştur. müşarünileyh selikai şiriyyesi zahir bir şair olup divanı dahi olduğu tahkik kılınmış ise de balada muharrer olantarihinden başka eşarı manzurıacizi olmamıştır. nat o şeb kıldın uruc sidreye cibril ile himmet sema arz oldu nurunla ki nurı pürziyasın sen gelüp beyti mukaddes'de salatı eyledin itmam o dem cem oldular ervah imamı muktedasın sen nazımı mecmuai hünermendi ahmed hamdi efendi adana ulemasından olup neşri ulumı aliye ile evkatgüzar iken bin iki yüz elli iki senesi azimi darü'lkarar olmuştur. o şuhı nazperver mahı taban oldu gitdikçe gönülde şevki mihri ateşefşan oldu gitdikçe silahşor olmuş ebr u gamzeler celladı hunrizi güzellik kişverinde miri miran oldu gitdikçe firakı lali itdi rizei elmasveş te'sir cigerde dağlar kanı bedahşan oldu gitdikçe açınca badbanı hasreti ummanı eşkimde nazardan geştii ümmid pinhan oldu gitdikçe nola peyrevlik itse arif mazmunı perdaza bu vadilerde hamdi beg suhandan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh ahmed muhtar hamdi efendi sudurı izamdan ati'tterceme kethüdazade arif efendi merhumun biraderi valagüheri olup evaili halinde defteri müderrisine ismi kayd olunmuş ise de kendisi menasıbı dünyeviyeye ademi rağbetle mecazibi hakiki meslekine süluk iderek mukabele günleri zevaya ve hankahı saireye azimet ve istilzazı vecd u halet eyleyerek güzarendei vakt u saat olduğu müstağnii tarif u işarettir. mumaileyhin ahvali malumesiyle bu mertebe tahsili ulumı aliye eylemesi ve bu metanetde inşa vü nazma muktedir olması doğrusu hayretdihi havsalai ukaladır. ne kadar çerhi deni eylese zinet izhar ne kadar bağı irem gibi açarsa ezhar ne safaaver olur dilde neşat olmayıcak ne halavet bulunur sağarı mey pürekdar gerçi zahir görünür cayı melahat amma har olur didei ibretle bakılsa gülzar bülbülün nalesini sanma güli gülşen içün haleti mazii dehri bulamaz eyler zar kalmamış bağı cihan içre letafet hamdi olamaz neş'efeza gelse dahi vakti bahar nazımı mumaileyh mustafa hamdi efendi canik sancağında vaki ünye nam kasabada bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli üç salinde dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar ulumı arabiye tahsiline gayret eyleyüp ferikü'lhac ali rıza paşa'nın imamet hizmetinde bulunarak anadolu orduyı hümayunu canibine azimet eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı vardır. bezmi irfan ehlinin menzilgehi viranedir mülki dil mamurasın sanma tehi bir hanedir görmiyen desti felekden darbı tiği afeti kerbelaya düşse bilmez matem u gavga nedir halei aguşa almış dün gice mehparesi bilmeyen nadan ki ferda akibet rüsva nedir dürri vazın guşvar eyler mi vaiz söyleme alemi lahuta varmış mescidi meyhanedir öyle bir mesti harabat olmuşum hamdi bu dem masivadan bilmezem dünya nedir ukba nedir nazımı mumaileyh mehmed hamdi efendi şehri dağıstan'da bin iki yüz otuz beş tarihinde panihadei sahai vücud olup medinei amasya'ya nakl ile şeyh şirvani efendi merhumun dersine hazır olarak tekmili nusahı ilmiyye eylediktensonra dersaadet'e vasıl ve iki yüz altmış dokuz senesi darü'lmuallimin haceleri sınfına dahil olmuştur. tarih hanifa badua geldi dile bu mısrai tarih ola lali efendi'nin makamı cenneti ala nazımı mumaileyh ibrahim hanif beg şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile galata ve badehu burusa mevleviyyetlerine bi'lvüsul hatimei kamilan terkibi mealince bin yüz seksen dokuz sali hilalinde darü'lbekaya menkul olmuştur. balada mezkur tarihinden başka asarına zaferyab olunamamıştır. mesnevi seyyidü'lkevneyn habibi kibriya sadrı alayı sudurı asfiya nurı pakı cebhei adem safi cevheri asliyei kenzi hafi nurı akdem hatmı kur'anı rüsul mübteda vü müntehayı her sebil canı alem alemi canı visal canlar olsun yolunda paymal nazımı mecmuai hünermendi ibrahim hanif efendi haceganı divanı hümayundan olup bin iki yüz on bir tarihinden sonra irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh siyeri hazreti nebevi'ye müteallik üç cildi şamil bir kıta manzumei latife tertibine muvaffak olmuştur. balada muharrer olan ebyatı güzide dahi manzumei mezkureden me'huzdur. hakikat gülşeninde gül de bülbül gibi der hu hu kamunun maksadı hakdır gerek la la gerek lu lu gülistanı hüviyyetde ötüp hu hu diyen mürgan ne hu hu der ne yu yu der ne bu bu der ne hem maarif bahçesinde bülbülüm diyen hezar amma kimi ak ak kimi lak lak kimi şak rak kimi ku ku bu kesret aleminde sırrı vahdet bilmesi müşkil bilir ancak akalimi akayıkda gezen su su hayati bahrı hayyın sahili payanı var sanma ne bu cuya gu guveş de itsen subesunu nu nazımı mumaileyh elhac ahmed hayati efendi maraş sancağı dahilinde kain elbistan kasabası müftüsü müteveffa ahmed efendi'nin sulbünden bin yüz altmış beş tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek validi mumaileyhin vefatı cihetiyle kasabai mezkurede seccadenişini fetva ve bir müddet hizmeti mezkurede güzarendei subh u mesa olduktan sonra dersaadet'e nakl u hicretle ayasofyai kebir camii şerifi derununda neşri ulumı aliye ile meşgul ve o esnada bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nailiyetle sadrı esbak yusuf ziya paşa merhumun haceligine dahi mevsul olarak iki yüz yirmi dört tarihlerinde saraybosna mevleviyyetine ve iki sene mürurunda ırakı arap mevleviyyetine mazhar ve iki sene müddet canibi bağdad'da mesnedgüzini şeri enver olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala hanesinde peygulegüzini ikamet olduğu halde mürdi hayatı rahı mematı kendiye cayı necat ittihaz iderek iki yüz yirmi dokuz senesi seferü'lhayrında vefat eylemiştir. hatta ferzendi ercümendi ati'tterceme halil şeref efendi vefatını işbu tarih ile isbat itmiştir. tefe'ülümde şeref çıkdı bir güzel tarih hayati buldu hayatı ebed cinan içre mumaileyh alim ve fazıl bir zatı kamil olup te'lifat u tasnifatı olmak üzre isafü'lminne fişerhi ithafü'lcenne namında maametn bir kıta şerhi ve ilmi adab ve mantıkı vafiyeye müteallik maaşerh bir aded manzumesi ve ati'tterceme sünbülzade müteveffa vehbi efendi'nin lugatı farisiyeye dair olan tuhfesine bir aded şerhi ve şahidi merhumun kezalik lugatı farisiyeden olan risalesine bir kıta şerhi ve alayimi kıyamete dair tehafüti müstehace isminde maaşerh bir aded risalei arabiyyesi ve bunlara mümasil nice nice resaili adidesi ve bir daireyi müştemil maaterceme arabiyyü'libare bir aded kasidesi olduğundan başka mumaileyh vehbi efendi'nin nuhbe nam lugatnamei belagatallamesini dahi şerh eylemege ihtimam itmekte bulunmuş ise de ömrü vefa itmemiş olmasıyla şerhi mezkuru muahharen mumaileyh şeref efendi itmam eylemiştir. şemi vahdetden yanup bu şeb çerağ oldu gönül kurb u budun suzişinden pek ırağ oldu gönül alem içre himmeti ağyara muhtac olmayup mumiyanı dilbere bir özge bağ oldu gönül ta sabahı haşre dek tenvir eyler alemi şamı vahdetde yanan kandile yağ oldu gönül fahr idüp isa disem nola efendim pirime ölmüş iken sayei mollada sağ oldu gönül haydera galib efendi dahi nutk itmiş idi rahberler kesretinden kemsürağ oldu gönül nazımı mumaileyh hasan haydar paşa rumeli'de vaki dırama kasabasında kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz altı tarihinde sadrı esbak hurşid paşa'nın turhala valiligi hengamda müşarünileyhin iltimasina binaen silahşorluk rütbesi kendisine bilita muahharen mısrı kahire canibine azimet ve müddeti medide hidematı mısriyye'de bi'listihdam iki yüz altmış beş senesi mısır valisi abbas paşa'nın iltimasiyle uhdesine rütbei miri mirani tevcih u ihsan buyrulup altmış yedi senesi kahirei mezbureden katı riştei alaka ile dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış sekiz senesi şehri saferinde mütasarrıfı kazayı biga ve iki yüz altmış dokuz senesi şehri şabanında azimi darı beka olmuştur. gazeli natamam şevki lalinle yanar nurı çerağı yakut reng alır ateşi ruyundan ayağı yakut laledir sanma anı şahı baharı hüsnün hükmidüp şaşaadan kurdu otağı yakut fikri gülbusei ruyun ile guyan olsam tarh olur safhai nezzareye bağı yakut döndü bir sübhai lü'lüye sirişkim hayret katrei hun arasında sürağı yakut nazımı mumaileyh hayret efendi canibi anadolu'da kain darende nam kasabada zibendei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde ulumı cüz'iye vü külliyeyi tahsil u tekmil ile dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen rütbei haceganiyi ihraz eyleyerek birçok vakt sadrı esbak yusuf ziya paşa ve celal paşa ve kaimmakamı esbak ahmed şakir paşa ve sadrı esbak mehmed galib paşa merhumların divan kitabeti hizmetlerinde bulunduğu halde tahsili nam u şöhret eyleyüp bin iki yüz otuz dört tarihinde mısrı kahire canibine azim ve beşaltı sene mikdarı mısır valisi mehmed ali paşa'nın divan kitabeti hizmetine mülazım olduktan sonra ki iki yüz kırk tarihlerinde işbu darı gururdan semti bekaya mürur eylemiştir. mumaileyh nergisimanend bir katibi hünermend olup hayliden hayli eşarı hayretfezası olduğundan başka mütavvel bir aded münşeatı letafetallamesi ve bir aded manzum farisi lugatnamesi ve ilmi nahvden elifiyye nam risaleye bir kıta şerhi renginmakalesi vardır. gülşeni hüsnün güzide bir güli ranasıdır ruz u şeb feryad idenler bülbüli şeydasıdır aks idelden leylii hüsnü o mihrin aleme kaysveş san cümle alem aşıkı şeydasıdır şahı gamzen aşıka divanı aşkda subh çeküp katline ferman iden ol kaşları tuğrasıdır rindi meyharı sakın zemm itme ey mahı münir mest iden halkı o şuhun badei hamrasıdır ateşi hecr ile her dem alemi suzan iden hayreta ol kafirin hep cevr u istiğnasıdır nazımı mumaileyh mehmed hayret efendi şehriyyü'lasl olup tefriki nik u bede kesbi iktidar eyledikten sonra divanı hümayun kalemine çırağ olunup kalemi mezbura devam itmekte iken bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. çarşanbabazarı'nda vaki kabristanda medfundur. eyleye me'va behişti hakk muhammed hayret'e mısraının harfi menkut u vefatına tarihdir. mumaileyhin divanı hümayun kalemi ketebesinden olup balada muharrer olan gazelinin üçüncü beyti mealinden dahi istifade olunur ki usulı kaleme muvafık vaki olmuştur. harfi'lhı gönüller her biri bir vechile meftunun olmuştur dili zarım çerağı tarzı gunagunun olmuştur hezaran kumrui seraşinayı gülşeni iffet dilaşubı nihali kameti mevzunun olmuştur hilafı tarzı ayini vefadır ey periçehre adular nevşuhundan bendeler mahzunun olmuştur açılsın mihri ruhsar güle gülşen gelsin ey mehru dehanı goncei subh handeveş memnunun olmuştur tekellüf bertaraf malumun olsun ey saçı leyla senin bin canile hatem kulun mecnun'un olmuştur nazımı mumaileyh akovalızade ahmed hatem efendi yenişehiri fenar ismiyle şöhretşiarolan beldei cesimede nakşbendi nigini vücud olup bin yüz altmış sekiz tarihinde beldei mezkurede azimi darı beka ve terakkübi şefaatı hatemü'lenbiya olmuştur. salifü'terceme beliğ efendi merhum vefatına işbu tarihi latifi tarh u inşad eylemiştir. resul i ekrem'e ahmed efendi hemcivar olsun. mumaileyh zadei tabı olan bir kıta divanı fesahatbeyaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan itmiştir. kıta kerem mukataası ta zamanı hatem'den kalıp mezarda bir kimse olmayup talib kimin nukudı atayası var anı alacak meger cenabı sadaretpenah ola rağib nazmı divanı hünermendi mehmed haki efendi beriyyetü'şşam canibinde kain kilis nam kasabada çehrenümayı alemi vücud olup dersaadet'e bi'lvüsul sınfı hacegana duhul ile hak ol ki huda mertebeni eyleye ali mısraı mealince mütevazıane hareket ve bi'lahire defterdar mektupçuluğu memuriyetine nailiyetle karini ricali devlet olmuş iken bin yüz yetmiş iki senesi hilalinde ruhı paki azimi suyı eflak ve cesedi derdnakı dahili ziri hak olmuştur. aslında kıtagulukla şöhretşiarı avanı şuaradandır. demi aşkın cefasın çekdigimden öyle ah itdim tahammül itmeyüp ruhsarına yarin nigah itdim ne aşıklar hevayı aşk ile zar u zebun oldu anınçün narı hicrana yanup bin ah u vah itdim düşüp sevdaya bu gönlüm perişan oldu mihnetle cünudı derd u alama vücudum şahrah itdim kime arz eyleyem hali perişanım hezarasa düşüp bir gonceveş mahbuba ben ömrüm tamah itdim giriftar oldum ey halid belayı hecri dildara dü çeşmim kan döker bilmem acep ben ne günah itdim nazımı mumaileyh halid efendi medinei silivri'de muallimi sübyan ibiş efendi'nin sulbünden bin iki yüz yirmi altı salinde çehrenümayı alemi şühud olup ahıshalı osman efendi'den bir mikdar ulumı arabiye ve hace kerimi efendi'den bazı mertebe fünunı farisiye taallüm ü tahsil iderek kitabet tarafına meyl u rağbetle ile'lan medinei mezburede hizmeti kitabetde bi'listihdam güzarendei şuhur u eyyamdır. gören kevnide cuşı mevci giryem yem kıyas eyler o gül ruhsar ise manendi şebnem nem kıyas eyler eger zehr olsa nuş eyler rakibin sunduğu camı ben ana abı hayvan dahi virsem sem kıyas eyler dil istibad ider ol denli neyli devleti vaslı eger ram olsa ol ahuyı mahrem rem kıyas eyler gamı lali ile hunabepaşı mihnet oldukça sirişki çeşmi seyir iden adem dem kıyas eyler senin her bir sözün bir gevheri sencidedir halis veli kesrtab olan yaranı ebkem kem kıyas eyler nazımı mumaileyh şeyh ahmed halis efendi salifü'tterceme sakıb efendi merhumun ferzendi ercümendi ve hayrü'lhalefi dilpesendi olup elveledi sırrı ebihi sırrı kalbi latiflerinde runüma olarak tarikatı aliyyei mevleviyyede behremendi feyzi mevlana ve pederleri mumaileyhin irtihalinden sonra kütahya'da kain arguniye hankahı meşihatine revnakbahşı itila olup kırk beş sene müddet meşihati mezkurede imrarı vakt u saat eyleyerek bin yüz doksan bir senesi azimi kurbgahı mevla olmuştur. mumaileyh adimü'lakran bir şairi mucizbeyan olup eşar u güftarı biayb u noksan vaki olmuştur. bülbülmisal gül yüzünü andım ağladım manendi gonce kanlara boyandım ağladım bir şemi meclis oldum o canana dün gice ta subh olunca halimi hep yandım ağladım göz kana kana ağlamağa teşnedil idi hunı sirişki hasret ile kandım ağladım zevki visale almış idim yari koynuma rüya görürmüşüm meger uyandım ağladım düşdü gözümden eşk düri itibarveş halis o şuhu rahm idecek sandım ağladım nazımı mumaileyh yusuf halis efendi dersaadet'te bin iki yüz yirmi senesi hilalinde kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz otuz beş senesi divan kalemine ve üç sene mürurunda terceme odasına memur u tayin kılınup iki yüz kırk dokuz senesi serkitabeti hizmetiyle londra tarafına iki yüz altmış bir senesi yine kitabeti mezkure ile trablusşam canibine azimet ve hitamı memuriyetle avdetinde lisanı arabiyede olan malumatı icabınca barütbei saniye arabi mütercimligi hizmetine memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyh tahir ömerzade ati'tterceme fazıl beg'in akribasındandır. haki kademim sayei zülfünde yerim var üftadeyim amma o kadar bal u perim var aşıklar aman sana ne canlar virecekdir aguşa gel ey tıflı cefa bak nelerim var işte yolumuz mahkemei ruzı cezadır ben gönlümü bir gayriye virmem huzurum var derdim çekemez kudreti yokdur dimiş ol mah hakka ki güzel söylemiş amma kederim var dün gice senin ağzını pek çok aramışlar hüsrev hele divane demişler haberim var nazımı mumaileyh mehmed hüsrev efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve merhum halet efendi'nin dairesine dehaletle perverdei lutf u inayet olarak bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetlerinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra vatanı asliyyesi olan adana'da muahharen irtihalı darı ahiret eylemiştir. gazeli natamam ana üftade der halk aşıkı ranayı bilmez ol daha pek nareside tıfldır dünyayı bilmez ol sakın aşık gücenme arzı hüsn eyler sana bir gün henüz taze cüvandır remz ile imayı bilmez ol oturmuş bisteri naz üzre istiğna seririnde sırı goyende olan ah u vaveylayı bilmez ol hikaye eyleyüp aşkı didi rana cevabında nice mümkün ola hüsrev ki lailayı bilmez ol nazımı mumaileyh mehmed hüsrev beg rumeli'de kain drama kazası hanedanından ve dergahı ali kapıcıbaşlarından müteveffa halil ibrahim ağa'nın ferzendi danişmendi olup avanı tufuliyet ve unfuvani şebabetinde tahsili ilm u maarife say u gayret ve ol vecihle bir mikdar kesbi hüner u marifet eyleyerek hasbe'lkader mısrı kahire canibine azm u sefer ve bir müddet başıbozuk asakiri sergerdelerinden bulunduğu halde imrarı şam u seher eylediktensonra mısır valisi sabık mehmed ali paşa'ya damad ve birçok vakt mürur itmeksizin mısır defterdarlığı memuriyeti dahi uhdesine bi'ttevcih sürur u dilşad buyrulup muahharen canibi sudan'a revan ve birkaç sene havalii merkumede güzarandei avan u zaman olarak memaliki sudan'ı zabt u rabt ile kahirei mezbureye avdet eyleyüp gah mahrusai mısır'da özbekiye nam mevkide kain konağında ve gah mahrusai mezbure haricinde vaki kasrı nil nam sahilhanesinde ve bazen mahrusai mezbure kurasından münifiye nam karye civarında bulunan konağında ve bazen dahi mahrusai mezbure civarında mevcud cezirei muhammed nam mahallde olan konağında peygulegüzini istirahat olduğu ve defterdarlıkı mezkur uhdesinde bulunduğu halde ki bin iki yüz kırk dokuz senesi evasıtında ta'ir ruhu kafesi bedenden pervaz ile nahli tuba'da aşiyansaz ve naşı mağfiretnakşı kıdvetü'lulemaü'tteşriin imamü'lmüslimin imamı şafii hazretlerinin türbei şerifleri civarında vaki kabristanda defini haki niyaz olmuştur. mumaileyh manendi hüsrevi dehlevi mülki maarifin nazım u rahrevi olup haylice eşarı nefise tanzimine muvaffak olmuş ise de eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuştur. bu abdi aciz mumaileyhin biraderzade bulunduğum hasebiyle indi acizanemde çend aded ebyatı mevcud olduğundan ismi sahayifi alemde mestur kalmak emeliyle ebyatı mezkure tezkirei aciziye keşidei silki sütur olmuştur. olalı zahirde cismi natüvan u zarı aşk doğdu burcı kalbime hurşidi pürenvarı aşk yusufı mısrı muhabbet daima olur aziz eylese tabir rü'yayı letafet yarı aşk dilde kuhı bisütun'ı şevkile ferhad kim eyledi vah canı şirin'i fidayı yarı aşk sayei simintenanda padişahı mülki naz giydirir uşşaka daim hilatı zertarı aşk pendi erbabı maarif aşıka budur müdam meclisi ağyarda itme sakın izharı aşk bahrı feyze daldı gavvası muhabbet öyle kim cüst ile çıkardı gevheri şehvarı aşk akifi beytü'luluma peyrev oldum hızriya hazretile nola itsem daima güftarı aşk nazımı mumaileyh sahhaf elhac hızır efendi güraniyyü'lasl olup seyr u seyahat tarikiyle dersaadet'e bi'lmuvasala zenbil berduş olarak kitapfüruşluk ticaretine rağib ve bazı ashabı münasibe kaside, tarih takdim iderek zuhur iden caizesini cem u iddihar ile malı kesire sahib olmuş ise de sureta mübtela olduğu zulümatı fakr u fakadan rehayab olamayup bin iki yüz altmış iki senesi evahirinde abı hayatı ömrü sahrayı ademde manendi serab olmuştur. mumaileyh pirhordesal bir şairi rağbetahval olup ekser nazm u güftarı müşevveş ve bimeal vaki olmuştur. kıta şehenşahı cihan sultan mahmud'un budur işte bütün dünyayı teshir eyleyen tuğrayı fermanı temaşa it nişanı hükmünü seyr itmek istersen medarı zabtı ins u can olan mühri süleymanı nazımı mecmuai hünermendi mustafa hatti efendi vüzeradan müteveffa çerkes osman paşa'nın divan kitabetinden neş'et eyleyüp mürurı ezmine ile menasıbı divaniye ricali sınfına dahil ve bir aralık metruk muhasebe haceligine nail olduktan sonra sefaret memuriyetiyle nemçe memaliki tarafına azimet ve bade'lavde saniyen muhasebei mezkure haceligine ve muahharen defteri şıkkı sani memuriyetine revnakefza buyrulmuş iken bin yüz elli beş tarihlerinde azimi darü'lme'va olmuştur. fındıklı nam mahallde kain perizad hatun zaviyesi mukabilinde vaki kabristanda medfundur. müşarünileyhin balada muharrer kıtasından başka eşarı görülmemiştir. kıta gönlüm yine bir servkadda yar olayım der azade iken derde giriftar olayım der şimdi yeni başdan yine divanelik ister aşüftei serturrai tarrar olayım der nazımı mecmuai hünermendi mustafa huldi efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilm u hünere hasr u sarf iderek kitabet hizmetiyle mahrusai mezbure muhasebe kalemine müdavemet itmek üzre iken bin yüz otuz sekiz tarihinde azimi huldı berin olmuştur. mumaileyhin zadei tabı olan güftarı şayanı kabul u itibardır. gazeli natamam bulunca arzuhale ol şehi bidadı bir yirde beni bir yirde bulmuşlar dili naşadı bir yirde yıkılsa gitse de aşık seri kuyundan ayrılmaz bilir tutmaz temel kalbi harabadabı her yirde neden bihalet olmuş kargahı bisütun aya şikeste tişesi başka yanar feryadı bir yirde gehi zülfünde geh çahı zenehdanında ah eyler reha bulmaz hulusun hiç dili azadı bir yirde nazımı mumaileyh ismail hulus dede dersaadet'de hırkapuşı alemi nükuş olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile hissemendi feyzi bihisab olduktan sonra ki ati'tterceme sultanı şuara şeyh galib efendi merhumun galata'da vaki mevlevihanei feyzaşiyaneye sayebahşı irşad oldukları hengamda dergahı mezkur işçibaşılığı hizmetine nailiyetle lezzetyabı mübahat olup bin iki yüz yirmi tarihinde azimi cennatı aliyat olmuştur. mumaileyh bir şairi puhteasar olup eşarı tamebahşı sigar u kibar olmuştur. gönül o yari işveye mail ne faide olmadı bana buseye kail ne faide gark oldu filki dil yemi ruhsarı dilbere gerçi göründü hattı çü sahil ne faide üryan ider muhabbeti leyla her ademi mecnun egerçi olsa da akil ne faide tohmı vücudu mezraai hake ekmeden dihkanı ruzgara ne hasıl ne faide sud eylemez metaını dehrin olup halil itdin nükudı ömrünü zail ne faide nazımı mumaileyh halil efendi mahrusai ruscuk'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili maarif eylemekteiken bin yüz otuz dört tarihindeazimi darı beka olmuştur. gazeli natamam koyma ayağı bir dem elinden ki iş budur nuşı şarabı nab idegör hemmeniş budur arz eyle gah bedrini gahi hilalini mahım felekde vadiyi tarzı derviş budur ağyara munis oldu o vahşi gazalımız ahir şikar olur göresin gösteriş budur. cevre tahammül eyle meded vaslı yarda handi rakibe afeti can serzeniş budur nazımı mumaileyh şeyh handi efendi cezirei kıbrıs'da vaki lefkoşe nam mahallde sikkepuşı dergehi huş olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet galata mevlevihanesi'nde ikametle muahharen cezirei mezburede kain mevlevihane meşihatine nail ve bin yüz kırk tarihinde işbu çilehanei fenadan semahanei bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh bir şairi zarif olup eşarı hub u latif vaki olmuştur. sırrı vahdet cilveengizi mezahirdir bütün noktai merkez celisazı mezahirdir bütün mevci derya pençesinden dameni sahil çıkar matlabından desti ehli feyzi kasirdir bütün lafza nazındır viren manayı hüsnı iştihar gösteren icazı enzarı cevahirdir bütün müntehayı ahdı hüsnünde kıyametler kopar fitnei devri kamer hattında zahirdir bütün çeşm u ebr u halı gisu serbeser cevr u sitem ruyı canan levhi ayatı zevacirdir bütün keşfi esrarı sevadı didesinde çeşmimiz hikmetü'laynı fünunı naza nazırdır bütün ihtilafatı şuunun gayeti tevhiddir gösteren ecsamı ezdadı anasırdır bütün şerha şerha kıldı hayri dilleri tiği nigah tişei çeşmi bütan keşfi zamairdir bütün nazımı mumaileyh reisülküttab mehmed hayri efendi bolu sancağına tabi viranşehir kazasında vaki ömerli nam karye ahalisinden kastamonu mütesellimi müteveffa yahya ağa'nın sulbünden bin yüz kırk tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalat ve o esnada kethüda kalemi hulefa silkine dehaletle nümayan olan malumat u kitabeti iktizasınca bir aralık kalemi mezkur serhalifeligine memuren bekam ve bir müddet sonra ki yüz seksen beş tarihinde orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde kethüda kitabeti ve yüz seksen sekiz tarihinde divanı hümayun beglikçiligi memuriyeti uhdesine bi'lisale naili meram buyrulup muahharen vukuı infisaliyle samako'ya nefy u icla kılınmış ise de kable'lazime afv u itlakı zuhuruna mebni dersaadet'e avdet ve saniyen beglikçiligi mezkur memuriyetine ve yedi sene tamamında yani yüz doksan beş tarihinde makamı riyaseti küttaba ve yüz doksan yedi tarihinde sadareti uzma kethüdalığı mesnedi celilesine nailiyetinden sonra mesnedi mezkureden azl ve yüz doksan dokuz tarihinde çavuşbaşılık mesnedi celilesine nakl ile müddetikalile zarfında mazul ve senei mezbure hilalinde tersanei amire emanetine mevsul olup iki yüz tarihinde saniyen makamı riyaseti küttaba kuud ve iki yüz bir tarihinde saniyen kethüdalık mesnedi celilesine suud iderek tekrar mesnedi mezkureden rugerdan ve birçok vakt mürur itmeksizin nişancılık memuriyetiyle orduyı hümayun canibine puyan ve iki yüz üç tarihinde salisen makamı valayı riyasetde hiraman olmuş iken seferber bulunduğu halde iki yüz dört senesi mora nehrini mürur esnasında kazaen süvar olduğu hayvan kari nehre galtan olup ol hal ile zatı bimisali gavtahorı bahrı gufran olmuştur. serlevhai müvarrihin süruri efendi merhum vefatı müşarünileyhe işbu tarihi inşad eylemiştir. söyledim tarihi menkut eyleyüp bezli vücud basdı seylabı adem hayrii safitineti müşarünileyh nazm u inşaya kadir fünunı saireye ıttılaı zahir bir şairi mahir olup eseri kalemi mucizrakamı olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. o yusufkıymetin bir dürlü kaçmazdım bahasından haridaran elin çekseydi zılli ibtilasından isabet itdim amma haline tabiri anberde hatın mişke müşabihdir didim tevbe hıtasından tasavvur eyledikçe sinesin ağuşı vuslatda dili aşık döner mir'atı hurşid'e safasından varup meyhaneye ferşi hasiri ayş u nuş itsek usandık zahidi mescidnişinin bu riyasından ruhı saki ne mihri alemaradır ki aks itse döner cam u hilali bedre te'siri ziyasından anıp gülnarı lalin eyleme azerdei dendan ki can virsek de sonra kurtuluş yok diş kirasından bu gülşende açılmaz goncei ümidi ehli dil gelürse nefhai isa dahi badı sabasından viren bu ab u tabı eşk u ahı aşıkan sanma sitanbul dilberi nazik olur ab u havasından bu ruyı tabnak ile ne bağa cilveriz olsa güli hurşid olur işkefte zerratı fezasından bana piranı devran ile ülfet hoş gelir hayri cihanın nevcüvanan vü atasız bivefasından nazımı mumaileyh hayrullah hayri efendi: daima bir gülizarın narı aşkıyla yanar ibni vehbi nesli sünbülzade'den hayrii zar beyti latifi müfadından müstefad olduğu üzre şairi mahir sünbülzade vehbi efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz doksan beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mesleki kazaya dahil ve hasbe'ttarik haylice cesimce mansıblara nail olmuş ise de ahir ömründe fakrı hale duçar olduğundan ashabı menasıba cabeca tarih ve kaside takdim iderek zuhur iden caizesiyle taayyüş eylemekte iken iki yüz altmış yedi senesi şehri zilkaidesinde irtihalı darı beka eylemiştir. keman ebrularından yarimin hayli sual oldu siyeh kaküllerinden söz uzandı kil u kal oldu kurunca sahnı sinemde safı müjganları ordu ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng u cidal oldu acep tarif olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvah halas olmak bu ateşden bana emri muhal oldu ne hüsrev gördü bu derdi ne buldu çaresin ferhad kıyas itme benim çekdiklerim kısa misal oldu ehibbada vefa yok aşina biganedir hayri bu alem bildigim alem degil bilmem ne hal oldu nazımı mumaileyh hayrullah efendi sudurı izamdan seretbayı şehryari abdullah efendi merhumun necli necibi olup sinni on bire reside ve ismi ceridei tedrise keşide olduktan sonra bir müddet mektebi tıbbiyei şahaneye müdavemetle ulumı hikemiye ve fünunı edebiyede kesbi mahareti kamile eyleyerek bin iki yüz elli sekiz senesi izmir mevleviyyetine nail ve bir sene mürurunda mekkei mükerreme payesini hamil olmuş ise de fünunı mütenevviada olan malumatı nezdi maarifvüfudı mülukanede karini semapaş u tahsin buyrulmuş olduğundan muahharen uhdesine rütbei saniye bi'ttevcih ziraatı meclis ve iki yüz altmış altı senesi barütbei ula meclisi maarifi umumiye ve müddeti kalile zarfında encümeni daniş riyaseti saniyesi dahi uhdesinde olmak üzre meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak mümtazı emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında mekatibi umumiye nezareti uhdei istibhaline tevcih u ihale buyrulmuştur. müşarünileyh pakizegevher bir şairi rengineser olup ilmi ziraata dair bir kıta kitap ile tarihi osmaniye isminde eczayı müteaddideyi şamil diger bir eseri renginhitabı vardır. nedir o şuhda aya bu dilşikenlikler kırıp geçirdi bizi bu sitemfikenlikler görünce didei bimar u goncei mestin gelir mi hatırıma hiç sağ esenlikler tariki sabrını hep çaldı çarpdı uşşakın o düzdi gamzeye vireni bu rahzenlikler taraf taraf lebi cularda mahir dillerle henüz ne semtde kaldı acep o şenlikler libası fahr ise de halkı aleme yekser kaba gelir bize hayri kabayı benlikler nazımı mumaileyh hayri efendi mahrusai edirne'de sahai zibi vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbetle mukaddema sadrı esbak müteveffa reşid paşazade emin paşa'nın ve muahharen mirza said paşa'nın divan kitabetleri hizmetinde bi'listihdam bin iki yüz altmış iki senesi rütbei refiası ihsan buyrulup bekam olduktan sonra bir müddetcik dahi rumeli ordusu müşiri ömer paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunarak iki yüz altmış altı senesi hilalinde rütbei sanii saniyeyi bi'lihraz orduyı mezkur muhasebeciligi memuriyetine nailiyetle mazharı imtiyaz olmuş ve muahharen infisali vuku bulmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından altı mah makdem silistre defterdarlığına memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin haylice eşarı dilnişini ve divanı şevket'e mazbutça bir şerhi metini vardır. görüp ey şuh mutrib sanma bir bir üstühandır bu senin oklar sürüp inletdigin sinekemandır bu gönül fanusı püreşkale döndü şemi ruyunla sabahı haşre dek sönmez yanar bir şemdandır bu sakın berki niyazı vaslı tahmil eyleme ey dil o nevres nahlı bağı işveye barı girandır bu füruğı neyyiri ruhsarı tutdu şemsi paşa'yı geçen gün gördüm ol mihri sipihri hüsn ü andır bu alup hülyada ol taze nihalı nazı aguşa didem bir kühne nahle vasl olmuş nevfidandır bu beli asan gibi bin ince belden geçmeden güçdür aşılmaz maverası pürhatar bir mumiyandır bu degildir dağı tiri gamzesi geçdikçe taş dikdi fezayı sinem okmeydanıdır sengi nişandır bu tehi dönmez gelen dergahı mevlana'ya ey hayri mütafı kudsiyandır bir mualla asitandır bu nazımı mumaileyh salih hayri efendi ayaş nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz elli altı senesi tahaffuzhane ketebesi silkine dahil ve iki yüz altmış bir senesi vuku bulan surı hümayunı meserretnümunı mülukane esnasında hacelik rütbesine nail olmuştur. mumaileyhin haylice eşarı vardır. piç u tabı çekdigim kendi günahımdır benim ol sebepden genci firkat nalegahımdır benim sanma ey sufi muziki çilledir alem bana kaydsızlık vüsatı mülki refahımdır benim ol kadar aksi ruhun itdi rübude çeşmimi vechin üzre nevhatı müjgan günahımdır benim her zaman cevr itdigin üftadeye hadden füzun nezdi ağyar ol sebeb cayı penahımdır benim sanma zahid kim dili hayri günahdan fikr ider aff u izid melceimdir tekyegahımdır benim nazımı mumaileyh müderriszade ahmed hayri efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve bir müddet kitabet hizmetiyle mektebi tıbbiyede bi'listihdam bin iki yüz altmış sekiz senesi halebi şehba mevleviyyetinden mazulen darı bekaya müntakil olmuştur. harfi'ddal sebzi hat abı hayatı la'linin ihyasıdır mevti ahmer gamzei hunrizinin imasıdır bir nigahı rahm eylerdi o çeşmi nimhab lik bahtı tiremiz balini istiğnasıdır tiği cevre eşki bülbülden o gülruh virmiş ab kim dehanı zahmımız pürnalei şekvasıdır degme şurişden ayılmaz mesti seyri kametin kim beyazı subhı mahşer penbei minasıdır şulei ahım urur çün nalei zenciri mevc sanki gönlüm ateşi şevki cünun deryasıdır görmedim gitdikçe hicran içre subhı vuslatı ol mehi habidenin bahtım şebi yeldasıdır aşkile can virmedikçe vasla daniş irmez el alemi hüsnün o kamet alemi balasıdır nazımı mumaileyh daniş beg dersaadet'de bin iki yüz yirmi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve muahharen kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memur ve tayin buyrulup nümayan olan marifet u ehliyeti iktizasınca umurı mehammı seniyyede bi'listihdam tuğrayı garrayı kemalini balayı tevkii maarife keşide itmekte iken zeameti ömrünün kılleti cihetiyle adedi nükudı enfası harcı beratı tulı hayata kafi olmayup bin iki yüz kırk beş senesi genc idi daniş beg itdi irtihal tarihi menkutu mantukunca kurbgahı cenabı rabbi izzete azim u rahi olmuştur. mumaileyh pakgevher bir şairi danişver olup bir kıta divanı belagatünvanı yadigarı ashabı ilm u hüner olmuştur. bülbül ağlar gül olur handekeşayı gülşen nice muhrik geliyor guşa sadayı gülşen var ol ey servii serefraz senin sayende itsin üftadelerin zevk u safayı gülşen yine ol goncei nevrestede ısrar bize remz ider nükte ile badı sabayı gülşen çün bahariyyeden ol mihri zahım itdi tahur lerzetak oldu kıyamet gibi cayı gülşen sana bir har kadar bar degildir daniş ey nihali gülüm itsin ko safayı gülşen nazımı mumaileyh hasan daniş beg tophane meclisi selanikli ferik said musa paşayı şehidin sulbünden bin iki yüz kırk dokuz senesi hilalinde gehvarei zibi alemi şühud olup bin iki yüz altmış iki senesi tophanei amire şakirdanı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan ilmi maarif tahsilinde bulunmuştur. mumaileyh riyazı ilm u hünerin nihali danişperveri olup nevbadei tabı nazikanesi lezzetbahşı şevk u taravetdir tarih matbahı ayşını işal emeliyle yerden göklere uçdu o müflis sakarı itdi sefer söyledi mürgı kaza cevvi hevada tarih kürei nara çıkup yandı komiski bu sefer nazımı maarifpira davud paşa gürciyyü'lasl olup şehri bağdad'da nevş u nema bularak şehri mezburun vücuhundan olduğu halde bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih bağdad eyaletine revnakefza ve iki yüz kırk altı senesi eyaleti merkumeden kefi yed iderek deri barı şevketkararı mülukaneye dehalet ve bir müddet ikametle iki yüz elli dört senesi müceddiden babı alide teşkil olunan darı şura riyasetine ve badehu bosna eyaletine zinetbahşa buyrulup muahharen bir vakt dersaadet'de ikametsazı istirahat olduktan sonra iki yüz altmış üç salinde intihayı mesanidi dünyevi ve ibtidayı makasıdı uhrevi olan şeyhü'lharemlik hizmeti müstelzimü'lmefharetine memuriyeti bi'licra müftehir u mübahi ve iki yüz altmış altı salinde çend mah müddet infisali vuku bulmuş ise de saniyen hizmeti celilei mezkure uhdesine bi'lihale mazharı eltafı namütenahi olmuş iken iki yüz altmış yedi senesi hilalinde ruhı revanı ravzai cinana revan olmuştur. müşarünileyh ulemai mütehayyirinden olup şehri bağdad'da vali bulunduğu hengamda dahi neşri ulumı aliye ile evkatgüzar olduğu tevatüren malumı sigar u kibardır. kendisinin tabiatı şiriyye ashabından bulunduğu ve iki yüz altmış iki salinde vuku bulan surı hümayunda balon tabir olunan haymiyyü'şşekl bir alet ile haydar paşa sahrasında berheva olup telef u napeyda olmuş olan komiski nam sahibi cesaret hakkında balada muharrer tarihi latifi nazm u inşad itmiş olduğu bazı tarafdan rivayet ve ihbar kılınmış olmağla teberrüken ceridei aciziye sabt u kayd olunmuştur. bir ermeni mahbubuna dil düşdü yine ah divaneye dönderdi bu ben bendeyi nagah kan ağlamadan döndü gözüm beyzei surha eşkim cereyan itmede her şam u sehergah vardım seheri deyre temaşa içün anı yokdur o peri çün bana sahn oldu sanemgah göstermedi ruyunu bana ol büti tersa deyr içre heman büt gibi kaldı dili agah derviş bana cevr itmede ol yarı cefakar razı ola mı hazreti isa ana billah nazımı mumaileyh derviş ahmet dede tekfurdağı ahalisinden olup bin yüz elli yedi salinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. kendisi mühtedizade olması cihetiyle elsinei mileli iseviyeyi bi'ttahsil her lisanda bir nev türrehatı vardır. o şeb ki sakii rana yürür turur oturur ayağ u şem u ehibba yürür turur oturur ne haldir bu ki seyyare vü sevabit u hak hevayı aşk ile hala yürür turur oturur bahara şükr iderek cuy u serv u sebzei bağ bu gülşen içre ne ziba yürür turur oturur düşüp telatumı girdabı bahrı aşka gönül misali deryayı geşti yürür turur oturur bilir mi sor harekat u sükunı hayretini egerçi dürrii şeyda yürür turur oturur nazımı mumaileyh ahmed dürri efendi şehri van'da sahilresi bahrı vücud olup gencinei ilm u irfan olan darü'lhilafetü'laliye'ye reside ve bir aralık divanı hümayun kalemi ketebesi silkine keşide olduktan sonra dürdanei vücudu silkü'lleali haceganda dahi manendi lali bedahşan rahşan olduğu halde bin yüz otuz iki senesi hilalinde sefaret memuriyetiyle misali gevheri galtan memaliki iran'da bir zaman deveran eyleyerek dersaadet'e bi'lvüsul metruk başmuhasebe haceliginde dahi bir müddet güzarendei avan olduktan sonra bin yüz otuz yedi salinde gevheryektayı vücudu defini gencinei türab olup muntazırı ruzı hisab olmuştur. mumaileyh sadefi belagatın dürri yektası ve bahrı fesahatın gevheri alembahası olup salim efendi tezkiresi'nde dahi tercemei hal ve bazı eşarı renginmeali mevcud u mukayyeddir. haki payin kühli için bu iki çeşmi sefid birbiriyle ceng idüp ahir biri oldu şehid mütercim mumaileyh bu matlaı garra ile aynı vahid olduğunu ima eylemiştir. nükudı şire ol mehru nedir atfı nazar bilmez efendi sim u zer yoksa seni ol simber bilmez tehidil olsa da şeyhin gelir dergahına derviş menasıb ehlinin var u yoğun ashabı cerr bilmez metaı fabrika sanma makamatı haririyi ne sanat var o kalada anı her pişeger bilmez ne bilsin şebpere pervazını balada şehbazın sikenderseyr olan halin gedayı derbeder bilmez nedir mahiyyeti nutkun bilir feyzii mucizgu dürefşan olduğun dürri güruhı pilevar bilmez nazımı mumaileyh süleyman dürri efendi şumlu nam kasabada müderrisinden müteveffa tayyib efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz altı senesi panihadei sarayı vücud olup iki yüz altmış iki senesi rumeli canibine şerefvuku olan seyahatı hümayunı mülukane esnasında hacelik rütbesine nail ve o aralık dersaadet'e bi'lvüsul bir müddet tophanei amire mektupçuluğu odasına müdavemetden sonra iki yüz altmış altı senesi mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olmuştur. sünbülzade vehbi efendi merhumun tuhfesi'ne naziregune güherriz ismide bir kaç cüzden mürekkeb bir adet lugatnamei mürettebi vardır. kim söyler acep ruyuna mekkare nigara kimdir diyecek çeşmine sehhare nigara aklın şaşırır raşa tutar yarini görse takrir idemez derdini biçare nigara hıfz eyler anı görse de kendi nazarından cür'et idemez itmege nezzare nigara didar şu benim gözlerimin yaşına bir bak çeşmim ola pür eşkile fevvare nigara nazımı mumaileyh maden eminizade osman didar beg maadini hümayun emini abdi paşa merhumun mahdumu olup bin iki yüz on yedi tarihinde tariki tedrise dahil ve iki yüz kırk altı senesi galata ve iki yüz elli dört senesi burusa mevleviyyetlerine nail olduktan sonra iki yüz elli altı senesi arzumendi didarı cenabı perverdgar olduğu halde azimi darü'lkarar olmuştur. harfi'zzal hevesi aşkı yar var dilde sayd olunmaz şikar var dilde olmaya arş u kürsi küncide bir garib intizar var dilde ne zaman nakş olundu bilmem hiç müstaid bir nigar var dilde mesti camı şarabı aşk olalı ta bemahşer humar var dilde bir gülün şemmesine degmez iken arzuyı hezar var dilde leylii hüsne doğrusu zaik arzuyı her nehar var dilde nazımı mumaileyh şeyh mehmed emin zaik efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup salikanı mısriyye silkine dahil ve muahharen mevlana şeyh mısri hazretleri zevayasından birinin meşihatine nail olmuş ise de iki yüz elli bir senesi dersaadet'e hicret ve bir müddet ikametden sonra iki yüz altmış dokuz senesi mahrusai mezburede darı bekaya rihlet itmiştir. durubdur zaiki neyşekkeri mısrı hünerhardan mısraını vefatından beş altı mah mukaddem inşad eylemiştir ki mühmel u mucem tarihdir. mevaliden kıbrısizade ismail hakkı efendi dahi mumaileyhin vefatına işbu tarihi mucemi inşad itmiştir. zaiki devran tatdı cürai camı ecel mütercim mumaileyhin müsvedde olarak divançe olacak mikdar eşarı manidarı vardır. bu mürde cismiminsan canıdir feyz bu dertli sinemin dermanıdır feyz semayı sadrımın levhinde cana yazılmış derd ile divanıdır feyz bu gün hakkın atasıdır kıl izan huda'nın bir ulu mihmanıdır feyz atayı hak egerçi çokdur amma gönüller bağının baranıdır feyz cihanı canı eyler cümle tenvir dil u canın mehi tabanıdır feyz huda'ya hamd u şükr it durma zati anın hem lutf ile ihsanıdır feyz nazımı mumaileyh şeyh süleyman zati efendi rumeli'de kain keşan nam kasabada panihadei sahai vücud olup tariki aliyyei halvetiyye meşayihi izamından salifü'tterceme burusevi şeyh hakkı efendi merhumun müstahliflerinden olduğu halde kasabai mezkurede vaki hankahı halvetiyyeye postnişini irşad iken bin yüz elli bir tarihlerinden sonra cahı halvetserayı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyhin eşarı ve güftarı şeyhane ve tasavvufane olup matbu bir kıta divanı vardır. gehi cuş eyleyüp deryayı bipayan olur gönlüm gehi bir katre içre gizlenüp nihan olur gönlüm gehi şems u gehi bedr u gehi necm u gehi kevkeb gehi zerre gehi katre gehi umman olur gönlüm tecerrüd aleminde arşı evsafı vücud imiş libası masivadan cümleten üryan olur gönlüm bulup bir kez layığını irişdim devleti fakra vücud iklimine şimden geru sultan olur gönlüm kamu yüzden hitabı sümme vechullah bolup zahir o vechile demadem vale vü hayran olur gönlüm seyahat eyleyüp kevni dokuz eflakı seyr itdim fezayı lamekana akibet mihman olur gönlüm hadisi men arefden ders alaldan mektebi serde haberdarı rumuzı alleme'lkur'an olur gönlüm içüp camı meyi aşkı bu yolda can fida itdim zekayi mübtelayı cezbei rahman olur gönlüm nazımı mumaileyh şeyh mustafa zekai efendi üsküdar muhafızı miri miraniden ibrahim beg merhumun sulbünden mahmiyyei üsküdar'da kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemet ve pederi mumaileyhin vefatından sonra terki memuriyet iderek tariki şabaniyeden ahzı yedi inabet birle ala'ttarikü'sseyahe simav kazasına azimet ve şeyh ve mürebbisi bulunan hasan efendi merhumdan labisi libası hilafet olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp zekayi ehli keşftir ki ümmi sinan oldu tarihi menkutu mantukunca bin iki yüz yirmi salinde dersaadet'de şehremini nam mevkide vaki ümmi sinan dergahı meşihatine nail ve bin iki yüz yedi senesi hilalinde kurbgahı cenabı mennana azim u rahil olmuştur. mumaileyh zahir ve batını mamur bir şeyhi maarifmevfur olup bir kıta divanı dahi alemde maruf u meşhurdur. cuş idelden beyti kalbimde humı sahbayı aşk bir acep halet getirdi nefsime sevdayı aşk cah u çah u medh u zem yeksandır yanımda kim olmuşum aşüfte vü gavtahorı deryayı aşk şişei arım kırıldı laubali meşrebim böyledir hakkımda hükmi hazreti darayı aşk zahira vardır neşatı inbisatım halk ile batınım amma makarrı şuriş u gavgayı aşk zahirimde gerçi yokdur zahm u dağı zahire batınım hakister itmiş ateşi uzmayı aşk gözlüdür dü zahmı mahfidir cihanda dağı dil vasf u tarifi ne mümkün nüktei fehvayı aşk zikriya men lem yezuk lem yarif olan halı dil hoş bilirsin kale gelmez ya nedir şekvayı aşk nazımı mumaileyh ibrahim zikri efendi mukaddema belgırad kalesine müzafe öziçe nam memleketde bin iki yüz on tarihinde kademnihadei sahai vücud olup muahharen bosna canibine azimet ve bir mikdar tahsili ilm u marifet eylediktensonra mahrusai mezkureye muvasalat ve orada tavattun ve ikamet eyleyüp bi'lahire mahrusai mezkurede küçük ağa dinmekle arif bir zatı şerif olup haylice eşarı ve çend kıta te'lifata dair asarı olduğu bazı tarafdan ifade ve icbar kılınmıştır. harfi'rra hayatı taze virüp dehre mukaddemi nevruz hoşa irişdi meşamı deme demi nevruz tağıtdı leşkeri sermayı sahnı gülşenden kurunca bargehin şahı ekremi nevruz nizamı taze bulup mülketi çemen şimdi yetişdi vakti ferehrayı hurremi nevruz besatı işretini bastı bezmi şevk itmiş seriri hıtai bağa yine cemi nevruz giyip kabayı rebiisini güli şadi nişini gülbün olup oldu hemdemi nevruz taravet ile yüzü güldü goncei bağın olunca mazharı feyz u mükerremi nevruz açıldı bahtı yine lalei siyahdilin olup karini atayayı hatemi nevruz harimi bağ o kadar cilverizi şevk olmuş ki görse bağı behişt ola mülzemi nevruz nazımı mecmuai hünermendi abdullah ra'fet begefendi mehmed rami paşa merhumun mahdumu olup nice nice menasıbı divaniyeye nailiyetden sonra surrei hümayun emanetiyle canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde vadii fatıma nam mevkide bin yüz elli yedi salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mestur u mukayyeddir. kuyı yari andılar dildar geldi hatıra cenneti vasf ittiler didar geldi hatıra gün batınca dün gice imsaka niyet itmedim buselerle itdigim iftar geldi hatıra derkenar ile beratı hüsne tuğra çekdiler hat ile zabt itdigim timar geldi hatıra bir pul itmez bin yarin yanında anladım puseveş dil yanarak dinar geldi hatıra zahir oldu cephei ruyunda ra'fet nur u nar yari gördüm tavrı ateşzar geldi hatıra nazımı mumaileyh mehmed ra'fet efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile muahharen dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp sinnini ömrü haddı sülüsüne reside olduğu halde bin iki yüz yirmi sekiz senesi hilalinde matunen darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyh selaseti tabı zahir bir şair olup divançe olacak mikdar eşarı dahi vardır. kıta çok surete girdim geleli bezmi cihana bin hey'ete koydu beni evzaı zamane mersum cehli sal olalı nüshai ömrüm üstadı herem başladı tefsir u beyana nazımı maarifpira süleyman re'fet paşa sultan selim hanı salis hazretlerinin evahiri saltanatlarında rikabı hümayunda çukadar ağalığı ünvanını ihraz itmiş olan mustafa ağa merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi iki tarihinde zinetefzayı kehvarei vücud olup unfuvani şebabetlerinde enderunı hümayuna çırağ buyrularak perverişyaftei ilm u kemal ve her vecihle mazharı hüsnı hisal oldukları halde iki yüz kırk beş tarihinde ol gevheri yeganei genci irfan silki ile'laskeride dırahşan olup bir müddetden sonra derkar olan dirayeti kamile ve cerbezei şamileleri iktizasınca miralaylık rütbei refiasını bi'lihraz muahharen mirliva ve badehu ferikanı kiram sınfına dahilen darı şurayı askeriye reisü'rrüesa ve iki yüz altmış senesi uhdelerine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih meclisi vala riyasetine arayişdihi kadr u itila buyrulup iki yüz altmış bir senesi seraskerlik mesnedi celilesine zinetefza buyrulmuş iken senei mezbure hilalinde seraskerliki mezkureden müfarakat ve sefareti memuriyeti behiyyesiyle paris canibine azimet ve iki sene müddet ikamet eyledikten sonra iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e avdetleri hengamda ticaret nezareti behiyyesine ve iki yüz altmış beş salinde müsaadei şürtei ikbal ile kapudanı derya makamı aliyesine ve iki yüz altmış yedi senesi mesnedi kapudaniden münfasılan meclisi vala azası sınfına dahil olduktan sonra iki yüz altmış sekiz senesi hudavendigar eyaletine ve iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında halebi şehba eyaletine atıfetpira buyrulmuştur. müşarünileyh umurı devleti mihveri layıkında müdir bir müşiri müşteritedbir olup şir u inşası bimisl u baha olduğu varestei kayd u imladır. tarih rezm olup üryan kaçup aldı hisarın taybe'nin şah mahmud'a bu fethin eyleye yezdan said tarihi diger mefharı tüccar elhac ali ağa yapup bu musaffa çeşmeyi sarf itdi zer manendi mü'minine re'fet işrab eyledim tarihini gel iç abı kevseri aynı ali'den subesu nazımı müşarünileyh abdullah re'fet beg şeyhülislamı sabık arif hikmet begefendi'nin biraderi valagüheri olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade eyleyerek izmir mevleviyyetine ve bir müddet mürurunda şamı şerif mevleviyyetine ve badehu medinei münevvere mevleviyyetine ve iki yüz altmış dokuz senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine nail ve senesi hitamında uhdesine anadolu sadareti payei muteberesi bi'ttevcih mümtazı emasil buyrulmuştur. müşarünileyh güzidei efazıl bir alimi fazıl olup kendisinin haylice eşarı rengin ve tevarihi dilnişini vardır. dili danayı şeyda eyleyen gisuyı dilberdir beni her kardan hali koyan hali muanberdir degişmem mülketi fağfura çini ebruvanın ben gözüm nurudur ol ahu cemali mahı enverdir hilal ebruları çeşmanı dilcu hattıdır şebbu kadi zibası bir ter dilberi ferhundeahterdir olur her bir sözümden şivei diger zihi peyda cihanda var ola yokdur misali bende perverdir onun tarifi hüsnü hayli müşkildir huda alim ne yapsın re'feti naçar kim kemter suhanverdir nazımı mumaileyh salih re'fet efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli tarihlerinde atiki babı defteride vaki metruk mevkufat kalemine müdavemete mübaşeretle iki yüz elli sekiz tarihlerinde maliye hazinesinde vaki ceride muhasebesine naklı memuriyet eyleyüp derkar olan liyakat u kabiliyeti iktizasınca iki yüz altmış iki senesi uhdesine hamise rütbesi tevcih buyrulmuştur. mumaileyhin bir mikdar tevarihi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. yedi beyzayı kelimimde asadır hamem düşmenin sihrine icaznümadır hamem lutf ile kalıbı elfaza revan virmekde demi isa gibi pek ruhfezadır hamem rütbei nazmı iriştirdi mehi gerduna guyiya sayei şehbali hümadır hamem ger utarid gibi ayinei hurşid üzre dasitanı keremi yazsa sezadır hamem olaturdukça cihan cahı sadaretde bekam dembedem yazdığı re'fet bu duadır hamem nazımı mumaileyh elhac mehmed re'fet efendi bağdad eyaletinde vaki süleymaniye kasabatından darü'lilm dinmekle arif bir kasabai latifde çehrenümayıalemi şühud olup bin iki yüz elli üç tarihinde dersaadet'e muvasalatla lisanı fariside derkar olan malumatı iktizasınca iki yüz altmış dört senesi hilalinde sultan bayezid hanı veli camii şerifi nezdinde vaki rüşdiye mektebine muin nasb u tayin kılınmıştır. mumaileyh tabiatı şiriyeye mazhar bir şairi sahibhüner olup henüz şivei zebanı türkiyyeyi kema yenbaği tahsil idememiş olduğundan türkçe eşarı kalil u ender görülmüştür. düşüp izarına aksi piyalei gülreng çerağ yaktı gülistana lalei gülreng dehanı surh degil feyzi mihri ateşi aşk bitirdi sünbüli aha kelalei gülreng baharı hat gelecek halli badei lebine yazıldı gülvarak üzre risalei gülreng sunar fütadeye nevruzı vasl irişdi deyu dehanı hokkai şeker nevalei gülreng gelince hat dili pürhunu tuhfe kıl yare geçer baharda makbule kalei gülreng hayali vasfı lebi lali yar ile raif çekide oldu kalemden makalei gülreng nazımı mumaileyh tacikzade mehmed raif efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile bir müddet rumeli kadıları kassamlığı hizmetinde istihdam olunduktan sonra bin iki yüz otuz dokuz senesi yenişehiri fenar kazasında molla iken senei mezbure hilalinde azimi darı me'va olmuştur. çeküp bu kafilei firkatı bahar bahar hevayı vaslile gurbetde yüz diyar diyar misali lale derunumda dağı hasret var takılsam açılamam gül gibi hezar hezar güli izarına hembu bulunmaz alemde riyazi dehrde geşt eylesek diyar diyar hayat çeşmesinin katrei keminesine akıtdı didelerimden felek pınar pınar sadası sayhaı zağ oldu bülbülün sensiz seherde nalelerin dinledim hezar hezar olursa raik eger muariz muhabbetde bu nazmı tuhfei bezm idelim kibar kibar nazımı mumaileyh ali raik efendi bozoklu müteveffa mustafa beg'in atikasından olup sarayı hümayuna çırağ buyrularak bir müddet hazinei hümayun kitabetinde bi'listihdam bir aralık mabeyncilik memuriyetine ve bir müddet sonra hazinei hümayun kethüdalığı memuriyetine bi'lvüsul bir müddet ol vecihle imrarı vakt u saat eyleyerek hazinei hümayundan huruc ile o esnada rütbei haceganiyi bi'lihraz başmuhasebe haceligine ve bir vakt mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyetine ve badehu baruthane nezaretine ve bin iki yüz iki senesi şıkkı evvel defterdarlığına ve muahharen nice nice menasıbı samiyeye nail olup iki yüz sekiz senesi hilalinde tarihali raik alelrik abı kevser içdi cennet'de tarihi menkutu mantukunca cennetü'lme'vaya müntakil olmuştur. tarihi natamam gelince şahidi aşkı ezel arzı tecellaya dili bimasiva guya ki döndü turı sina'ya iderdim mürgi dille yare irsal arzı hal amma bu yirlerden kuş uçmaz neyleyim semti dilaraya nükuşı böyle ursun kaleyafanı suhan rabıt perendi nevnesici lafzı rengin tarı manaya nazımı müşarünileyh ahmed ratıb paşa şehid ali paşazade sadrı esbak topal osman paşa merhumun sulbünden yenişehiri fenar nam memleketi cesimede zinetefzayı fanusı vücud olup pederi müşarünileyhin vefatında uhdesine rütbei samiyei vezaret bi't tevcih bin üçyüz elli altı sali hilalinde mesnedi kapudaniye revnakbahşa ve muahharen sıhriyyeti cenabı mülukane şerefine nailiyetle dahi kamreva buyrulup bi'lahire mora eyaleti uhdesine tevcih ve ihale buyrularak bin yüz yetmiş beş senesi eyaleti merkumede irtihali darı beka eylemiştir. mansıbın kişveri me'va ola ahmed paşa mısraı vefatına tarihdir. müşarünileyh nükatı şire aşina bir şairi nazikeda olup bir kıta divançei eşarı dahi vardır. fenni hatda olan mahareti cihetiyle tuhfetü'lhattatin nam tezkirede tercemei ahvali mestur u mukayyeddir. kıta bir vahidi nahuda destinde sükkanı umur fülki devlet lengerendazı karar olsun mu hiç kilki fikrim reşhapaşı münkalaşubdur narı nemrud'a nemi bülbül bahar olsun mu hiç nazımı mecmuaı hünermendi reisülküttab ebubekir ratıb efendi tosya nam kasabada kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar tahsili hüner u marifet eyleyüp o esnada tahvil kalemine memur ve bi'lahire amedi odasına nakl ile uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih mesrur buyrulduğu halde birkaç sene mürur eyleyerek amedii divanı hümayun memuriyetine ve bin iki yüz iki tarihinde büyük tezkirecilik vekaletine ve üç mah tamamında bilacünha bozcaada nam mahalle nefy u icla ve bir müddet ikametle ittilakı zuhurunda güruhı mülğa kitabetine ve iki yüz altı tarihinde metruk başmuhasebe haceligine ve badehu cizye muhasebeciligine ve bir müddetden sonra saniyen mezkur başmuhasebe haceligine ve iki yüz dokuz tarihinde hamdullah ratıbı alicenab oldu reis tarihi natık olduğu vecihle makamı riyaseti küttaba revnakbahşa buyrulup iki sene müddet riyaseti mezkurede imrarı vakt u saat eyledikten sonra riyaseti mezkureden mazulen cezirei rodos'a nefy u icla ve üç sene mikdarı cezirei mezburede iskan ve iva ile iki yüz on dört tarihinde maktulen azimi darı beka olmuştur. müşarünileyh elsinei selasede nazm u inşaya kadir bir şairi mahir olup eşar u güftarı bimisl u nadirdir. gönülde ateşi hasret füruzan oldu gitdikçe dü çeşmi hunfeşanım aynı umman oldu gitdikçe yine bir mehveşin mecburı hüsnü oldum alemde sipihri dilde mühri mihri taban oldu gitdikçe elinden dad u feryad itmemek mümkün müdür zira cefası ol mehin bihadd u payan oldu gitdikçe çeker dil intizar subhı visali yari hasretle dırazii şebi firkat nümayan oldu gitdikçe nihayet yok yemi hicrana ratıb neyleyem bilmem uzandı sahili maksud nihan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh ratıb beg serbevvabini dergahı aliden mütevffa yenişehirli hacı şerif ağa'nın necli necib u ferzendi edibi olup unfuvani tüfuliyetinde ki bin iki yüz altmış tarihinde pederi mumaileyh ile beraber canibi hicaz'a azimet ve ifayı farizai hac ile dersaadet'e avdetinden sonra musikai hümayun hademesi sınfına dahil ve hasbe'listidad muahharen onbaşılık rütbesine dahi nail olmuştur. mumaileyh nazm u güftarı ziba bir şairi zibendeedadır. gerçi kim dil tarı gisusunda yarin bestedir kaydı zenciri gumumundan cihanın restedir tiri dilduzı nigehle katli uşşak eylemek ey kemanebru senin çeşmine ol dilbestedir gamzei hunrizine söz yok ve likin dembedem afeta göz degmesin ol çeşmi mestin hastadır gafil olma ihtiraz it ahı alemsuzdan nalesi uşşakı zarın arşa dek peyvestedir çeşmi lutfunla derunda ey şahı iklimi naz aşıkı işkestehatır bendei ahestedir vadii nareftei fehmide cevlan idemez payı esbi hamei racih benim işkestedir nazımı mumaileyh salih racih efendi cezirei girid'de vaki kandiye nam mahallde gehvarei zibi vücud olup tahsili ilm u kemale sarfı vusı mahasıl eyleyerek bir fazılı bimisl u bedel olduğu ve bin iki yüz kırk dört tarihinde mısrı kahire'ye muvasalat ve kahirei mezburede bulak nam mevkide vaki tabhaneye musahhih ünvaniyle dörtbeş sene müddet müdavemet eyledikten sonra vatanı aslisi olan kandiye'ye avdet eyleyüp bazı ashabı istidada taallümi ulumı arabiye ve tefhimi dakayıkı farisiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh ulumı mütenevviada akranına müreccah bir şairi efsah olup haylice eşarı fesahatdisarı vardır. tarihi mezkurda abdi hakir dahi mahrusai mısır'da bulunup gah gah meclisi feyzenisleriyle teşerrüf eyledigimde eşarı acizanemi zatı hucendisıfatı fazılanesine arz u tashihini niyaz iderek sanayii şiriyye vü sairede bahrden katre mesabesinde hıfz u zabt eylemiş olduğum kavaid u kelimatın ekserisi mumaileyhin semerei nihalı himmeti olduğunu bi'litiraf üzerimde olan hakkı üstadenin resmi teşekkürünü ifa eylemek emniyesiyle tercemei hali mumaileyhe keyfiyet bu kadarca zeyl u ilave kılınmıştır. hakiri aşıkı zara inayet eyle gel cana zelil acizi ednaya riayet eyle gel cana ezayı tarzı istiğnayı serkeşlikten el çek sen tesellihatırı naşadı adet eyle gel cana nazar kıl nice hali ateşi zenciri aşk içre esiri derdi hicranı ziyaret eyle gel cana saadet kanısın iksiri hadii nigahınla dil u nasikkeyi nakdi saadet eyle gel cana ezelden saliki aşkız ki kaldık tarı hasretde tecellialii zatın delalet eyle gel cana senin didarına gayet katı can iştiyak eyler ana rahı liyakatda nezaret eyle gel cana aziza izzetin hakkı ki ihsanınla raci'yi sarayı hassı dergaha hidayet eyle gel cana nazımı mumaileyh osman raci efendi bafra nam kasabada bin iki yüz yirmi yedi senesi panihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra medinei trabzon'a avdet birle hazinedarzade miri mirandan müteveffa memiş paşa'nın yanında beşaltı sene müddet edayı hizmeti kitabet eyleyüp muahharen dersaadet'e vasıl halıcılarköşkü nam mahallde vaki öksüzce hatib camii imameti cihetine nail olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan nazmında okunmada şefeteyn birbirine dokunmamak sanatıvardır. hezaran cilveler vardır kazai asumanide ki serinden işaret yazmamış ilmi maanide gerek ulvi gerek süfli görüp tan eyleme zahid nice esrarı hak vardır ealide edanide beka mülkünde sen gülzarı huldu kıl taleb yohsa fenadır bağı dünyanın baharı da hazanı da cemali yaredir maksudum ancak zahir u batın virilse istemem mülki cihanı da cinanı da celali zatı paki hakk'dan istersen eser razi tecelli bahsini fikr eyle bezmi lenteranide nazımı mumaileyh hafız mustafa razi efendi edirne eyaletinde kain çermen kasabası mütevattınlarından mehmed efendi nam bir zatın mahdumu olup tahsili fenni kitabete say u gayretle bir müddet kasabai mezbur voyvodaları yanında edayı hizmeti kitabet ve bin iki yüz elli üç senesi medinei edirne'ye azimet eyleyüp vali konağında bir müddetcik kitabet hizmetinde bi'listihdam tekrar kasabai mezbura azm u hiram, bidayeti tanzimatı hayriyye esnasında zağrai atik muhassılı maiyetinde bulunduğu halde dahi bir zaman imrarı subh u şam eylediktensonra yine edirne'ye azimetle eyaleti mezkure meclisi tahriratı kitabetine nasb u tayin kılınup iki yüz altmış bir senesi hilalinde uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih iki yüz altmış iki senesi canibi merkumeye şerefvuku olan seyahatı seniyyei cenabı şehryaride kendisine rütbei rabia ihsan buyrulmuştur. mumaileyh laubalimeşreb bir şairi bu'lacep olup inşası biayb u halel ve eşarı dahi manidar ve güzeldir. yanmakta narı suzana gönlüm bilmem ki nice büryana gönlüm camı humarı nuş eyleyelden eylemez oldu mestane gönlüm vadiyi aşka azm itdüm amma oldu cihana efsane gönlüm gülzarı aşka girdik de geldik bülbül gibice efgane gönlüm bir büte akdı eşki terim kim ummandan atdı ummana gönlüm bir zülfü leyli aşk ile kıldı mecnun'a hempa divane gönlüm tabı şerifi izzet'den aldı mazmunu razi irfana gönlüm nazımı mumaileyh mehmed razi efendi harput eyaletinde vaki arabgir nam şehirde bin iki yüz kırk dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi idadiye şakirdanı silkine bi'lilhak beş sene müddet tahsili maarife sarf u gayret eyleyerek muahharen mektebi arabiyeye nakl eyleyüp istidad u kabiliyeti iktizasınca birkaç sene zarfında mektebi mezbur sınfı salis müstaiddanı sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam çeşmi ruhuna hatile giryan nice olmaz pür olsa hava ebr ile baran nice olmaz çak itdi giribanı puser pençei gamla gerdun ile desti giriban nice olmaz ayineye bak sen dahi insaf eyle ey şuh bir kere gören hüsnünü hayran nice olmaz hergiz görür ayinede ol şemi cemalin ol muğbeçe aya ki müselman nice olmaz nazımı mecmuai hünermendi mehmed rasih efendi dersaadet'de rumelihisarı nam mevkide panihadei sahai vücud olup bin yüz otuz bir senesi kendisine pederi mahlulundan mezkur rumelihisarı dizdar ağalığı hizmeti tevcih ve ihsan buyrularak ol vecihle güzarendei avan ile bin yüz seksen bir sali hilalinde azimi darı huban olmuştur. mumaileyhin fenni hatda olan mahareti iktizasınca tercemei ahvali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mezkur ve balada muharrer ebyatı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. kalayı dile gamzen olup müşteri virdim mey virmiş idi ahiri amma geri virdim ey meh nigehi lutfun ile talibi oldun geldi sana dil virmenin artık yeri virdim hiç atfı nigah eylemedim sud u ziyana ya faide yahud zarar anı verivirdim mihrabı dü ebruna idüp meyl u teveccüh ben hankahı aşkına postu serivirdim tatarı nigahın getürüp müjdei vaslın hizmet deyu nakdinei eşki teri virdim bir şuhı melekmeşreb arardı dili rasih sultanımı afv ile kulun gösterivirdim. nazımı mumaileyh rasih efendi enderunı hümayun hademesinden mehterbaşı osman ağa'nın mahdumu olup unfuvani şebabetinde sarayı hümayuna çırağ buyrularak müddeti medide hidematı seniyyede istihdam ile bulundukları tarikçe bazı memuriyetlere ve ale'lhusus çukadar ağalığı hizmetine mürur ve muahharen hudavendigar eyaleti nanparesiyle çırağ ve mesrur buyrulup hanesinde ikamet üzre iken bin iki yüz elli üç tarihinde azimi darü'ssürur olmuştur. mumaileyh ilmi musikiye aşina bir şairi bihemta olup eşarı dahi hub u ziba vaki olmuştur. nazm derdi biçareme sen kıl tedbir meded it bendene ya hazreti pir karı düşvarımı eyle tesyir meded it bendene ya hazreti pir ey şehi tuhfetina rabbani sana yok lutf u keremde sani sensin ihsan u mürüvvet kanı meded it bendene ya hazreti pir gerçi şayan degilim lutfuna ben lik deryayı inayet sensin kesmem ümidimi asla senden meded it bendene ya hazreti pir böyle avare bırakma kulunu şöyle biçare bırakma kulunu ateşi firkata yakma kulunu meded it bendene ya hazreti pir çaresiz derdime sen derman it kerem u atıfete şayan it bana ihsanı alelihsan it meded it bendene ya hazreti pir hali naçarımı kıldım terkim süddei lutfuna itdim takdim emr u fermanına oldum teslim meded it bendene ya hazreti pir minnet allah'a kulun rasihi zar eylemişken sana ez can ikrar anı elbet de komazsın naçar medet id bendene ya hazreti pir nazımı mumaileyh rasih efendi tarikatı muhammediye nam kitabın şarihi arifi ve ulumı zahire vü batınanın alimi vakıfı olan mehmed efendi merhumun evladı kiramından hadim müftüsü ahmed efendi merhumun sulbünden medinei konya'dan müftü bulunduğu esnada bin iki yüz otuz sekizinci salinde zinetefzayı kehvarei vücud olup unfuvani şebabetinde pederi mumaileyh ile beraber şehri hadim'e azimet ve bir müddet ikametden sonra pederi mumaileyhin vukuı irtihalinde medinei konya'ya avdet ve medinei mezkure müftüsü abdulahad efendi'den tahsili ulumı aliyeye sarfı himmetle iki yüz kırk dört senesi tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek kendisi evladı sadatı kiramdan olduğundan başka sülalei tahire cenabı mevlana'dan hala erikepirayı meşihati mevleviyye olan çelebi eşşeyh said efendii valapayeye münasebeti karabeti olmak cihetiyle senei merkuma hilalinde sihriyyeti tamme dahi hasıl eyleyüp neşri ulumı aliye eylemekteiken muahheren uhdesine barütbei hacegani salise rütbesi bi'ttevcih tarsus kaimmakamlığı memuriyetine revnakefza buyrulmuştur. mumaileyh ashabı kemaldan olup haylice eşarı renginmeali vardır. kıta bir kıta nazmın itdim ise rasih arzu vasfı güzin piri muallacenabda pek çok tecessüs eyledim amma ki şanına layık lugat bulunmadı hiç bir kitabda kendisinin tarikatı aliyyei mevleviyyeye olan mensubiyet ve muhabbetine merkezdih olduğu balada muharrer kıtai latifi mealinden malumdur. behçetefzadır arak lalinde ol nazik femin goncaya mahzı taravetdir vücudu şebnemin ey büti sayyadı icazaferin aya nice sayd ider mürgi dili bidane damı perçemin bir perişan tavrı serkeşdir siyehdildir sakın yüz virüp başdan çıkarma turrai hamderhamın iftiharı danişi ecdad ile gelmez şeref neş'e virmez namı bezmi bimeye camı cem'in sagarı rehrabı gamdır mest iden rasim dili meclisinde görmedik camı safasın alemin nazımı mumaileyh üstadü'lmerasim egrikapulu mehmed rasim efendi dersaadet'de molla aşki mahallesi imamı yusuf efendi merhumun sulbünden bin doksan dokuz salinde kademnihadei mehdi vücud olup mürekkebatı evkatını tesvidi fünunı hututa hasr u sarf ile resmi hatda nümayan olan kudret ve mahareti icab u iktizası üzre sarayı hümayun yazı haceligi hizmetine memur u tayin buyrulup ol vecihle güzarendi eyyam u sinnin iken rasim üstad geçdi badehu ceffü'lkalem tarihi mantukunca bin yüz altmış dokuz salinde tumarı hayatı desti memat ile tayy olunup ruhı paki azimi kurbgahı cenabı hayy olmuştur. mumaileyh ilmi hatda meşhur bir şairi maarifmevfur olup eşar u asarı mutedaveli avanı dühurdur. müstakimzade süleyman efendi merhumun asarından olan tuhfetü'lhattatin nam tezkirede ve salim efendi tezkiresi'nde tercemei ahvali bervechi tafsil beyan ve izah kılınmıştır. sanmanız şimdi bendedir gönlüm bir şehi hüsne bendedir gönlüm kıl nevaziş anı garib itme sevdigim çünkü sendedir gönlüm kandı lali lebin sorup gitdi ben de bilmem ki kandadır gönlüm bir tebessümle şad olur cana arzumendi handedir gönlüm gah cevr u gehi cefa rasim dürlü dürlü muhandadır gönlüm nazımı mumaileyh esseyyid ömer rasim efendi bin yüz doksan iki tarihinde rumeli'de vaki firecik nam kasabada kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e nakl u hicretle bir müddet metruk defterdar mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra uhdesine hacelik rütbei mutebeberesi bi'ttevcih bir müddet odaı mezbur serhalifeliginde ve dört sene mikdarı metruk defterdar kisedarlığı memuriyetinde ve bir müddet dahi mevkufat kalemi haceliginde istihdam olunarak mukaddemen ve muahharen birkaç defa memuriyeti cesime ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve tekmili mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp bi'lahire kendiye muteveffa maaş tahsis ve tayiniyle mütekaiben hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyerek iki yüz altmış bir senesi hilalinde havalii merkumede darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyh şir u inşada bimisl u manend bir şairi hünermend olup eşar u güftarı şayanı tahsin u pesend vaki olmuştur. pir itdi beni yare cüvanım dimiş oldum hun itdi dili goncedehanım dimiş oldum müjganları da gamzelere eyledi hempa tiği nigehin kesdi amanım dimiş oldum ayende varup eylemiş alemlere destan faş itme sakın razı nihanım dimiş oldum artırmadadır cevri o demden beri hala dilhasta vü bitab u tüvanım dimiş oldum terk itdi mey u meclisi rasim dem o demdir sakiye meded bir dahi canım dimiş oldum nazımı mumaileyh fedulacızade ahmed rasim efendi üsküdar'da kademnihadei mehdi vücud olup evaili halinde bir müddet mektubii sadrı ali odasına devam ve muahharen reisi esbak hüsnü beg merhumun mühürdarlık hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyledikten sonra üsküdar'da vaki hanesinde otuz beş seneden beri guşegiri inziva olduğu halde işbu tezkirei acizanemizin tabından beş mah makdem azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup elsinei selasede nazm u güftara muktedir olduğu müstağnii tarifi tebyindir. hatta müretteb bir kıta divanı belagatünvanı vardır. bezmi aşkın telh olur ah sağarı sahbaları aşıkı dembeste eyler sakii ranaları mihri hüsnünde füruzan eylemiş mahdan çerağ ol peri pervane itmiş aşıkı şeydaları gamzei celladını tabur gibi çekmiş o şuh fitnei ebrusu eyler katlime imaları cuş eyler korkarım tufanı eşkim nuhveş alemi eyler ihata çeşmimin deryaları ruzı mahşer istemezsem hakkımı ol şuhdan fasl olunmaz rasima halkın diger davaları nazımı mumaileyh hüseyin rasim efendi medinei şumnu'da bir attarın oğlu olup babası isrine rahi ve bir vakt bayii attar şahı olduktan sonra şumnu'da müstahdem yerli topçu asakiri tabur kitabetine nakl eylemiştir. hodfüruşane hünermayei ikbal olmaz camei zer sebebi izzeti delal olmaz haksarii hünerpişeyi zillet sanma pertevi mihr yire düşse de pamal olmaz harfı pir olduğuna sehmi kemanı te'sir elifi kameti hamgeşte gibi dal olmaz halis olmaz mehi zertab gibi aslı makal girse bin putei tabire yine kal olmaz raşida tevbei imsakı mehi ruze naam manii gerdişi camı mehi şevval olmaz nazımı müşarünileyh vakanüvis mehmed raşid efendi mevalii izamdan malatyalı müteveffa mustafa efendi'nin mahdumu olup bin yüz dört tarihinde tariki tedrise dahil ve ilm u inşada olan mahareti iktizasınca müddeti medide vakanüvislik hizmetinde bi'listihdam yüz otuz dört tarihinde halebi şehba mevleviyyetine nail olduktan sonra yüz kırk bir tarihinde sefaretle canibi iran'a azimet ve ifayı levazımı memuriyetle deri aliye'ye avdet eyleyüp istanbul kadılığı mesnedi refiine revnakefza buyrulmuş iken bir aralık hasbe'lkader menfiyyen mahrusai burusa'da bir müddet ikamet ve yüz kırk altı tarihinde vukuı ıtlakına binaen dersaadet'e muvasalatla bin yüz kırk yedi senesi hilalinde sadareti anadolu makamı celiline zinetbahşa ve müddeti örfiyyesini tekmil itmeksizin senei merkume hilalinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh münşi ve şair bir fazılı sahibmekadir olup mürettep divanı ve iki cildi şamil bir kıta tarihi letafetbeyanı vardır. arızı dilberde sanma hattı anberfamdır aksi dağı sinei üftadei nakamdır tiği hecrin dağdar itdi dili mecruhumu pehlevanım ol kemanebru reki heccamdır geh dönende danei hakı siyeh gisulara mürgi dil üftadedir guya esiri damdır kılca kaldı dil deyu uşşakı zarın şekvası mumiyanın vasfını cana sana ihamdır manii mehtab olan sanma hüsufı haledir arızı yar üzre raşid hattı anberfamdır nazımı müşarünileyh reisülküttab mehmed raşid efendi divanı hümayun kalemi ketebesinden kayseriyeli cafer fevzi efendi nam bir merdi sahibhiredin sulbünden bin yüz altmış yedi tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup leyl u nehar tahsili maarife sarifi iktidar ve kalemi mezbura müdavemetle emsali beyninde hüner u haysiyeti bedihi ve aşikar olduğu halde ibtida beglikçi kisedarlığı hizmetine ve bir müddetden sonrra beglikçilik memuriyetine ve muahharen sadareti uzma mektupçuluğuna memur ve tayin buyrularak bi'lahire mazulen bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra tekrar beglikçiligi mezbur memuriyetine iki yüz iki senesi rabiü'levvelinde reisi feleki devlet raşidi danişpesend oldu tarihi menkut u mantukunca makamı valayı riyasete ve badehu tabiratı ahdı kadim vechile çavuşbaşılık mesnedine ve yedi sekiz mah mürur itmeksizin saniyen makamı valayı riyasete ve iki sene tamamında zühurı azliyle bir buçuk sene müddet hanesinde ikamet eyleyüp tersanei amire emanetine ve iki yüz on iki senesi evailinde betarikü'nnakl salisen riyaseti valayı küttaba sayebahşı atıfet buyrulup senei merkuma şehri ramazanında ruhı paki azimi kurbgahı cenabı vehhab ve cesedi naziki sultan bayezidi veli hazretleri camii şerifi kabristanında defini ziri türab olmuştur. müşarünileyh akl u kiyaset ve fehm u feraset ashabından olup şir u inşası dahi makbulı erbabı tabiat vaki olmuştur. bihamdillah yine fettahı babı müşkili alem rehini inbisat itdi dili ala vü ednayı cenabı hakk umumen kainatı eyleyüp ihya safayab eyledi kalbi hıdivi kişverarayı cenabı hazreti sultan selimi madeletguster ki derban eylemez dergahına cemşid u darayı hıdivi kahramansavlet ki ferri tairi bahtı verayı kafı ihfaya girizan itdi ankayı hücumı fartı şadiden cihan ol rütbe hurrem kim feramuş itdiler yekser gamı imruz u ferdayı nazımı manzumei hünermendi mehmed raşid begefendi sarım ibrahim paşa merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile yenişehiri fenar kazası mevleviyyetinden mazulen bin iki yüz on dokuz salinde darı bekaya menkul olmuştur. mürettep divanı olduğu mervidir. sanma kim neş'ei rindan mey u sahbadandır tabişi meclisi mül sakii zibadandır sakın aldanma temennayı arusı dehre mihri evham u hayal gördügü rü'yadandır ehli hak zerre havadisle mükedder olmaz kil u kalı da cihanın kuru gavgadandır gönlümü aldadırım çare ne bugün yarin yar ile hatırımın vuslatı hülyadandır tutii hamem olup şevkile natık raşid lezzeti kandı suhan iffeti guyadandır nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi mahrusai burusa'da ati'tterceme müteveffa nüzhet efedi'nin sulbünden bin yüz doksan beş tarihinde panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk iderek bakırcılık sanatiyle me'luf ve meşgul olduğu halde bin iki yüz otuz bir tarihinde darı bekaya menkul olmuştur. dudı ahım aşkile her şeb felekfersa olur ol kesafetle mehi nev çün hatı tersa olur leblerindir küşteganı aşkını ihya iden sanma lalin gibi bir mucizdemi isa olur subesu işrab içün hep macerayı aşkımı eşki ter yüz yirde haki payine ruhsar olur goncai lali yine reng aldı buyı badeden narai mesti meyi aşkı hezarasa olur raşida düşse hamı zülfü hilalebrusuna reşkile elbet mehi nev çün hatı tersa olur nazımı mumaileyh mehmed raşid beg sudurı izamdan halil paşazade müteveffa arif beg'in mahdumu olup tariki feyzrefiki tedrise duhul ile bin iki yüz kırk beş senesi havassı refia kazası mevleviyyetine ve iki yüz kırk dokuz senesi mısrı kahire mevleviyyetine bi'lvüsul mısır canibine azimet ve bir müddet mahalli merkumede revnaktırazı gülbüni şeriat olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz elli iki salinde andelibi ruhu gülzarı bekada aşiyansazı mağfiret olmuştur. mumaileyh bir şairi zarif olup eşarı rengin ve latif vaki olmuştur. izarından kemendi turrasın gülşende yar itdi kopardı sünbülü reşkiyle hep badı bahar itdi taninendazı afak olmasın mı saytı efğanım felek camı dili nakama sengi inkisar itdi mukimi gülşeni naz idin amma semti uşşaka seni var ise ey bergi güli ter ruzigar itdi görenler hali hindusın izarı ateşininde sitendasa vücudun nara hep biihtiyar atdı yine fıskiyyei mecrayı feyzi hamei raşid fezayı nevzemini şire nazmı abdar itdi nazımı mumaileyh raşid beg medinei ayıntab'ın hanedan u ashabı fazl u irfanından olup fenni inşada olan behresi ikitizasınca ati'tterceme maraş kaimmakamı mütevffa fevzi paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bin iki yüz otuz dokuz tarihlerinde güruhı mekruhı mülganın zuhur iden fitne vü fesadları hengamda şaribi şehdi şehadet ve sahibi makamı cennet olmuştur. mumaileyhin bir mikdar tevarihi nefise ve eşarı selisesi ve hususiyle fatihai şerifeyi mütazzamın bir adet kasidei pesendidesi vardır. gönülde tabişi hasret nümayan oldu gitdikçe tenimde rencişi firkat firavan oldu gitdikçe çıkınca zülfü fesden başka revnak buldu yar amma benim şirazei aklım perişan oldu gitdikçe sehabasa hatı nev kaplamış ruhsarını eyvah o şuhun mahı hüsn ü anı pinhan oldu gitdikçe o servi kamete meyl itdi çokdan su gibi gönlüm anınçün didei gamdide giryan oldu gitdikçe tasalluf itmem amma raşida böyle zeminlerde bana açmak rehi narefte asan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh mustafa raşid efendi filibe mütevattın u ulemayı mütefenninlerinden şehzade ibrahim edhem efendi nam bir zatın sulbünden bin iki yüz otuz sekiz senesi evailinde kademnihadei mehdi vücud olup fetaneti zatiyesi üzre tahsili ulumı aliyeye meyl u rağbet ve kazayı mezbur müftüsü müteveffa mehmed raşid efendi'nin meclisi derslerine müdavemetle ulumı aliyede geregi gibi kesbi miknet u kudret eyledikten sonra kitabet tarafına dahi hamekeşi himmet olarak ilmi inşada nümayan olan malumatı iktizasınca bir müddet filibe ve havalisinde edayı hizmeti kitabet ve muahharen samako sancağı tahrirat kitabeti hizmetinde dahi üç sene müddet ibrazı hüsnı gayret eyleyüp iki yüz altmış beş senesi hilalinde hizmeti mezbureden infisali vukuuna mebni dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış yedi senesi darı bekaya rihleteylemiştir. sevadı noktai ruhsarını zann eyleme mudan çekide katrei müşgindir asarı gisudan ne rengamizi sanat gösterir tabı suhanguyu füsunsazii şiri meşk idelden çeşmi cadudan ilel sencana şiddet virmede karurei hikmet deva me'mul iken bimara te'siratı darudan acep yağma ider tatarı gamı variyet nutku meselde sakini bağdad'a vakidir hulagu'dan mey iç mahbuba bak zahid gibi sahibriya olma bu pendi ziver guş eyle raşidi tabı dilcudan nazımı mumaileyh raşid efendi alanya kazası dahilinde kain iradi nam kasabada bin iki yüz yirmi senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup tariki kazaya dahil ve yoluyla anadolu eşrafı kuzatı silkine vasıl olarak niyabet tarafına dahi temayülü cihetiyle ekser memalik u buldanda seccadegüzini hükumet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi musul niyabeti uhdesine bi'ttevcih senei merkume hilalinde mesmumen muvassılı darı cinan olmuştur. mumaileyh tabı metin bir fazılı nüktebin olup haylice kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide nazm u inşadına müvaffak olmuştur. iderdi gülşeni razı nihani bağban ezber ne hikmetdir duyup ezhar itmiş rayigan ezber meger bülbül gülistanın seherde hafızı olmuş anınçün şemiyi pervanedih eyler şeban ezber mutavveldir hadisi zülfü ey dil muhtasar kıl kim maanii bedii hüsnün itsinler beyan ezber acep mi nergisi ezber iderse katibi çeşmin o bir nadide inşadır ki eyler münşiyan ezber sana bir hace bulsunlar oku gör fenni tarihi niçün raşid naimaveş idersin dasitan ezber nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz on sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup evaili halinde üç sene müddet mühendishanei amireye müdavemetle hilkatı zatiyesi iktizasınca bazı ashabı maarifden ilmi kitabet ve fenni inşayı bi'ttahsil bazı vüzeranın kitabet hizmetlerinde bulunduğu halde taşralarda bir zaman geşt u güzar eyleyerek iki yüz kırk dört senesi mısrı kahire canibine azimet ve bir sene zarfında deri aliye'ye avdet eyleyüp o aralık bir müddetcik damga ve ihtisab kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra iki yüz kırk beş senesi maliye mektupçusu odasına biraz vakt müdavemetle kırk dokuz senesi hilalinde izmid mütesellimi maiyetine ve muaharen uhdesine kocaeli ve bolu sancakları zamimete tevcih ve ihale kılınmış olan kapudanı derya müteveffa firari ahmed paşa'nın kitabet hizmetine bi'lnakl elli iki senesi izmid'e şerefvuku olan azimeti şahane esnasında huzurı hümayunda uhdesine hacelik rütbei muteberesi ita ve bir sene mürurunda hizmeti mezkureden müfarakat ve dersaadet'e muvasalatı akabinde tersanei amire sergi eminligi hizmetine ve badehu barütbei rabia mezkur mektupçu odası ikinci mümeyyizligine memuriyeti bi'licra birkaç sene mürurunda serkatibliği ünvaniyle sırbistan canibine izam u isra kılınup beşaltı mah müddet havalii merkumede ikametden sonra dersaadet'e bi'lmuvasala barütbei salise meclisi muhasebei aliye başkitabetine tayin kılınmış iken bi'listifa mazul ve o esnada serasker bulunan rıza paşa'nın divan kitabetine menkul olarak beş sene müddet umurı memuresini idareye sarfı himmet eyleyüp muahharen müşarünileyhin seraskerlik memuriyetinden infisaline mebni mumaileyhin dahi memuriyeti müstağnii muvazabet olmuş olduğundan amasya ve çorum sancakları uhdesine bi'lihale mahalli memuriyetine azimet eylemiş ise de dokuz mah zarfında bi'listifa azl ve deri aliye'ye nakl ile iki yüz altmış dört senesi barütbei saniye dersaadet orduyı hümayunu muhasebeciligine altmış altı senesi trabzon defterdarlığına memur ve tayin buyrulup senei mezbure hilalinde bi'linfisal dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mededkaranı asrın yüzleri her yirde ağ olsun kederden ben ölürsem dositan dünyada sağ olsun şikayet eylemem cevr u cefayı tengüdazından o yarin daima derdi derunı dilde dağ olsun metaı aşkına nakdi dili biçareyi virdim revacı vaslı sukı dehrde varsın yasağ olsun gözümden dur olursa ol güli gülzarı istiğna demadem nükheti fikr u hayali derde ağ olsun niçün muhtac idersin ey felek danayı nadana reva mıdır ki bülbül tabii fermanı zağ olsun bed u niki bu zulmethanei alemde fark it kim mueyyed meclisinde neyyiri azam çerağ olsun ezelden camı dil müştakı mevlanayı rumi'dir o şahın feyzi ehli hasrete raşid sürağ olsun nazımı mumaileyh raşid efendi bendeganı saltanatı seniyyeden olup bin iki yüz elli sekiz senesi mektubii maliye hulefası sınfına dahil ve senei mezbure hilalinde katibi evvel namıyla darı şurayı askeriye bi'lnakl mümtazı akran u emasil olduktan sonra fenni inşada nümayan olan mahareti icabınca iki yüz elli dokuz salinde barütbei salise dersaadet orduyı hümayunu başkitabetine memuriyeti bi'licra cerbezei zatiye ve istidadı müsellemesi iktizası üzre iki yüz altmış dört senesi memuriyeti müstakille ile eflak ve boğdan caniblerine sevk u izam olunup dersaadet'e avdetinde arabistan orduyı hümayunu mümeyyizligi ünvaniyle mektubii seraskeri odasına tahvili memuriyet iderek birkaç mah mürurunda bamemuriyet sisam adasına ve badehu vodin canibine azimet ve avdetini müteakıben barütbei saniye vodin eyaleti meclisi riyasetine ve iki yüz altmış yedi senesi evahirinde niğde kazası kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulup iki yüz altmış dokuz senesi evailinde memuriyeti mezkureden infisali vuku bulmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından altı mah makdem sumaku kazası kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyhin haylice kasayidi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. padişah eylediihsan zevi'lirfana nişan yakışır sinei sahibhüner ü şana nişan ziverefzayı giribanı ekabir olalı handezen olmada bu mihr u rahşana nişan olalı cevherinin kadri bu devletde füzun iftihar itmededir kanı bedehşana nişan ağlayan nam u nişan sahibidir alemde rahşişi berkin olur kasveti barana nişan itdi biminnet anı padişehe aşk ihsan sinede dağı tiri aşıkı nalana nişan her kimin zat u zamanı ola şuhurı enam alır elbetde bu devletde iki dane nişan anı bir nokta ile eyledi sani tayin haldir busegehi arızı hubana nişan fahr iderse nola eflaka bu nüh beyti bedi döndü her beytde elması ferefşana nişan kavişi tişei endişe ile buldu zemin işte raşid dahi nasb itdi ümidane nişan nazımı mumaileyh ibrahim raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde iktisabı gevheri maarife nakdinei evkatını hasr u sarf ile ulumı farisiyeyi ati'tterceme ayni efendi merhumdan tahsil eyleyüp bağdad valisi mehmed necib paşa'nın daavi nezaretinde bulundıkları hengamda dairei müşarünileyhe bi'lmünasebe kesbi tereddüd eyleyerek iki yüz elli iki senesi daavi kisedarı yamağlığı hizmetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei hacegani daavi kisedarlığına memur u tayin buyrulup bir sene mürur itmeksizin kisedarlıkı mezbureden infisali cihetiyle dahiliye kalemi hulefası sınfına dehalet ve muahharen kapudanı derya tahir paşa'nın edirne valisi oldukları esnada divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde edirne'ye azimet eyleyüp rumeli canibine şerefvuku olan seyahati hümayunı şahanede rabia rütbesine nail olarak dersaadet'e avdet itdikten sonra iki yüz altmış dört senesi hilalinde belgırad valisi bulunan hafız paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuriyeti zuhur itmiş olmasına binaen belgırad canibine azimet ve bir müddetcik ikametden sonra tekrar dersaadet'e avdet ve iki yüz altmış sekiz senesi zarifi mustafa paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle erzurum'a azimet eylemiştir. mumaileyh mezaminaşina bir şairi rengineda olup eşarı latif u selis ve münşeatı makbul u nefistir. gerçi geldikde neharı bize şam eyledi hatt lik ol serkeşi uşşakına ram eyledi hatt mürgi vahşi ise de sayd ideriz ol şuhu danei haline kendisini dam eyledi hatt bağı hüsnün gülü var sünbülü var bülbülü var çemeni yokdu fakat geldi tamam eyledi hatt çar ebrular ile ülfeti teshil iderek nice biçareyi dilşad u bekam eyledi hatt raşid erzanii kalayı visale dair müjde olsun bize irsalı peyam eyledi hatt nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi medinei ayıntab'da kademnihadei sahai vücud olup mikdarı vafi ulumı arabiye tahsilinden sonra bin iki yüz elli altı senesi dersaadet'e bi'lvüsul ibtida divanı hümayun kalemi ketebesi zümresine ve badehu kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve daha sonra cahı mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış iki senesi odai mezbur mümeyyizligi hizmetine ve iki yüz altmış dört senesi barütbei saniye meclisi vala başkitabeti vekaletine memur u tayin kılınmış ve birkaç mah zarfında vekaleti mezkureden müfarakat ve hizmeti kadimiyle odai mezkura ricat eyleyüp iş bu tezkirei acizanemizin tabından beş altı mah makdem mektubii vekaletpenahi muavini memuriyetine nakl iderek muahharen rütbei haliyesi rütbei saniye sınfı evveline tahvil buyrulmuştur. mumaileyhin fenni inşada olan kudret ve miknetine nümune olmak üzre ahmed rasim efendi merhumun eseri kalemi olan sefinetü'rrüesa nam kitabı nefisin zeyli latifine zeylgune bir eseri ve bir mikdar eşarı muteberi vardır. dil sadefdir mahzeni lü'lü' degildir yandır bu cihetden her sözüm inci degildir yandır savbı maksuda seferden men ider dil rehrevin payı bendi gönlümüz gisu degildir yandır hecr ile keşkül bedest itdim seyahat ihtiyar karımız şimden giru ya hu degildir yandır deşte düşmüşdür firakı leyli'den mecnun gibi hemnişini aşıkın ahu degildir yandır şol hilal ebruların fikriyle incelmiş midir raşidin bak cismi zarı mu degildir yandır nazımı mumaileyh ahmed raşid efendi diyarbekir ulemasından olup mukaddema kürdistan valisi müteveffa esad paşa'nın bir müddet kitapçılık hizmetinde bi'listihdam muahharen şehri amid'de caygiri ikamet olarak mevalii devriyyeden bulundugu halde ile'lan neşri ulumı aliye ile imrarı subh u şam eylemektebulunmuştur. düşdü aşkınlakafir çok azaba gönlümüz eylemez gayri tahammül piç u taba gönlümüz ateşi cevrin o rütbe kalbe te'sir itdi kim yandı sayhı gamda bak döndü kebaba gönlümüz kaddimiz olsa dü ta ebruyu ima eyleriz pir olsak dahi meyleyler şebaba gönlümüz geldi imana o kafir gördügü dem halimi hem murada irdi hem girdi sevaba gönlümüz nazmını tanzir eylersem acep mi raşida pek muhibbdir vacidi alicenabagönlümüz nazımı mumaileyh mehmed raşid beg salifü'tterceme dıramalı hasan haydar paşa'nın sulbünden mısrı kahire'de bin iki yüz kırk altı tarihinde revnakdihi kehvarei vücud olup sevad u sefidi fark u temyize kesbi iktidar eyledikten sonra fünunı idarei mülkiye vü saireyi tahsil eylemek sırasında iki yüz altmış tarihinde mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın bazı evlad u ahfadı ile beraber fars canibine sevk u izam olunup dörtbeş sene müddet aram u ikametle kahirei mezbureye hini avdetinde çend mah müddet meclisi ahkamı mısriyye azalığında bulunarak iki yüz altmış yedi senesi evahirinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp lisanaşina olduğu münasebetle terceme odası hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış dokuz senesi uhdesine rütbei salise bi'ttevcih mümtazı akran u emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından sekiz mah makdem erdek kaimmakamlığına ve muahharen gelibolu kaimmakamlığına memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh hatırşinas bir şairi maarifistinas olup nümunei tabı olmak üzre lisanı franseviyeye dair dört cüzden ibaret bir kıta manzumesi dahi vardır. nigeh itmez o peri hali perişanımıza nice rahm eyler acep didei giryanımıza hazer it ey dili şeyda o kemanebrudan tiri müjganı bütün kasd idiyor canımıza felege virse tezelzül nola feryadımız ah neler itdi sitemi sinei suzanımıza sakın ey sufii har bizleri tayib itme sebeb ol muğbeçedir çakı giribanımıza elemi hecr ile raşid yine pervane gibi yanalım yakılalım şemi şebistanımıza nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki senesinde enderunı hümayun agvatı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan tahsili maarif eylemektebulunmuştur. davet itdim yar ile ağyar gelsin gelmesin nik u bed budur sözüm her bar gelsin gelmesin şadi vü gamla alışdı hatırı azademiz gönlüm ister istemez naçar gelsin gelmesin nevbahar ile hazan derpey gelirler gülşene verdi ahmer andelibi zar gelsin gelmesin rahı aşk asan gelir uşşak vuslathanene isterem ağyara hep düşvar gelsin gelmesin tevemandır sur ile şuri bu dehrin raifa şevk ile hemhatıra hemvar gelsin gelmesin nazımı mumaileyh mehmed raif beg ati'tterceme reisülküttab arif efendi merhumun mahdumu olup evaili halinde birkaç mah müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle bi'lahire tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz beş senesi üsküdar mevleviyyetine ve iki yüz kırk beş senesi edirne mevleviyyetine ve iki yüz kırk dört ve elli yedi senelerinde iki defa darü'lhilafetü'laliye hükumetine nail olduktan sonra iki yüz elli dokuz senesi anadolu sadaretinden mazul ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. sanma menşurı hıred baiffet u takva yürür bezmi cemdir bunda hükmi camı gam fersa yürür bisütunu zurı ferhad eyledi sail mesel himmeti uşşak olunca kuhı pa berca yürür imtiyazı sabit u seyyar mı müşkildir hayal zann ider sekanı küşti sahili derya yürür geçse de zemmi rakibi hoş geçer tabirde aşıkın hakkında zalim ah biperva yürür tutdu şark u garbı sertapa sadayı talatı medhine ol mehveşin ragıb degil dünya yürür nazımı müşarünileyh sadrı esbak mehmed ragıb paşa defterhanei amire ketebesinden müteveffa şevki efendi'nin mahdumu olup unfuvani şebabetinde bir müddet defterhanei amireye müdavemetle bin yüz otuz beş tarihinde tiflis canibine izam ve badehu itmamü'lmemuriye kendisine revan deftardarlığı ihsanıyla ikram olnup bi'lahire canibi bağdad'a azimet ve bağdad valisi müteveffa ahmed paşa'nın naili iltifatı bigayatı olduğu halde yüz kırk iki tarihinde dersaadet'e avdet eyleyüp o esnada maliye ve cizye mansıblarına ve bir müddetden sonra derkar olan cerbeze ve istidadı icabınca mektubii sadaretpenahi memuriyetine ve yüz elli üç tarihinde mesnedi riyaseti küttaba ve yüzelli yedi tarihinde barütbei vezaret mısrı kahire eyaletine sayebahşı atıfet buyrularak beş sene mikdarı ol havalide icrayı ahkamı cenabı şehryari eylediktensonra: kelal geldi tasarrufdan ümmi dünyayı yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim beytini tanzime himmet ve o münasebetle eyaleti mezbureden mazulen müfarakat eyleyüp aydın eyaletine ve yüz altmış sekiz tarihindehalebi şehba eyaletine sayeendazı ikbal ve iki sene mürurunda şamı şerif eyaletine revnakbahşai kemal olmuş iken canibi dımışk'a azimet itmeksizin makamı sadareti uzmaya nakli tensibgerdei cenabı padişahi buyrulmuş olmasıyla dersaadet'e bi'lmuvasala asrı sultan mustafa hanı salis'te sihriyeti şehryari şerefine dahi nail olduğu halde altı buçuk sene müddet sadrnişini übbehet olduktan sonra ruhı mesudu sadrgüzini cennet ve nüshai kübrayı vücudu laleli camii şerifi civarında vaki ihyagerdesi olan kütüphane havlusunda şirazebendi rahmet olmuştur. müşarünileyh seddü'lvüzera ilkabına reva bir veziri bihemta olup eseri kalemi mucizrakamı olarak sefinetü'lulum isminde bir kıta mecmuai güzidesi ve fenni aruza dair tedkik ve tahkik isimleri ile müsemma iki aded risalei pesendidesi olduğundan maada mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. kaçırma zevki saydı dipdiri bend itme fezake heman dem kandırıp bir zağ vir ol tiği çalake hezar suret görünse hatıra mir'atı ümidden nazar takribi teşhis iledir durbini idrake aşupdur dilfikarı aşıka cümle teselliler nemekriz olma bir kat dahi dağı pürelemnake vücud virdiyse zahid bu riyayı hasılı ömre ilişmez laubali böyle çöpçe nakşı haşake yüzün döndürme ragıb gerdişi gerdunda yohsa safayı arıziden geç keder virme dili pake nazımı müşarünileyh şamlı mehmed ragıb paşa şamı şerif ruznamçecisi müteveffa hüseyin beg'in mahdumu olup şamı şerifde bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp ibtida divanı hümayun kalemine ve badehu mektubii sadrı ali odasına bir müddet müdavemetle bi'lahire müteveffa cezar ahmed paşa'nın muhalefatı kabzına memuren mahrusai akka'ya azimet ve tasviyei umurı memuriyetle deri aliye'ye avdetinden sonra baruthanei amire emanetine mevsul ve bir aralık sefaretle evvela fransa ve badehu iran taraflarına azimet veavdet birle sadareti uzma kethüdalığı mesnedi celilesine menkul ve cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında rütbei samiyei vezarete nailiyetle karini memul olmuş ise de bermuktezayı gerdişi çarhı devvar ekser evkatı menfadegüzar eyleyüp muahharen menfiyyen medinei konya'da ikamet eylemekte iken sinnini ömrü haddi seman sebine yakin olduğu halde bin iki yüz kırk dört senesi evasıtında tariki kisvei hayatı müstear ve cenabı monla hünkar hazretleri türbei şerifesi civarında dahili mezar olmuştur. müşarünileyhin alemde saytı vezaretle şöhret u şanı olup hemmahlas olduğu cihetle şirde sadrı esbak ragıb paşa merhumun isrine gitmek emelinde bulunmuş ise de maniyü'zzamirini zahire ihrac idemeyüp bihude tabiatını izac eylemiştir. unudub aşıkını terki siva niyyetine dili ağyara girer beyti huda niyyetine mushafı aşk u muhabbetde çıkar ayeti nur kim tefaul ider ol mahlika niyyetine ziri zülfünde ruhı yare teveccüh ideriz müteheccid oluruz şimdi duha niyyetine devşiren meyvei kamını yemiş bu bağın muzı ekdarını gülnarı safaniyyetine lutf umar yardan ağyar u rakib u aşık aldanup zannına ya zahmına ya niyyetine sarf ider ömrünü dünyaya iden girye vü ah malihülya yerine badı heva niyyetine vuslatı yar içün ağyara mudarra iderek zehr içer aşıkı dilhasta şifa niyyetine bu ruyı sepiddir deyu fahriyye yazar ragıba bak kalemin bunda ene niyyetine nazımı mumaileyh ahmed ragıb efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz yedi senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile iki yüz elli iki senesi dersaadet'e hicret eyleyerek bi'lahire devriye mevalisi silkine dahil ve iki yüz altmış altı salinde betariki'nnakl trabzon kazası mevleviyyetine ve muahharen şamı şerif mevleviyyetine nail olmuştur. haylice eşarı belagatşiarı vardır. kıta biter hakinde tohmı aşkdan anın hezaranı gül o sine üzre kim bir dağı mihri mehlika kaldı yazılsın defteri amala bir bir cevri cangahı mahalli dava ancak rakıma ruzı ceza kaldı nazımı mumaileyh ibrahim rakım efendi mahrusai burusa'da hamekeşi debistanı vücud olup evkat u ezmanını tahsili hüner u marifete hasr u sarf ile ashabı maariften olarak mahrusai mezburede vaki ali paşa camii şerifinin imamı ve mahalli mezkur mahkemesinin ikinci katibi benamı olduğu halde güzarendei eyyam iken bin yüz altmış üç sali hilalinde gülşenarayı bekaya hiram eylemiştir. mumaileyhin asarı kalemi şayanı tahrir u rakamdır. gazeli natamam terk eylemiş cihanı gönül yahud itmemiş barı giran olur mu hiç abdala keşkülü eşarı abdarı hakikatmealden her harfe dinse var yeri şeftaluyı hali piraneser gönül seri rahı mecazden doğruldu gitdi rehber idindi tevekkülü her hoş zemine meşki tetebbuda rakıma kimdir muciz olmaya devri teselsülü nazımı müşarünileyh mehmed rakım paşa defterdarı şıkkı evvel ibrahim efendi'nin mahdumu olup yoluyla kibar asrına akran ve nice nice menasıbı celileye bi'lvüsul muahharen barütbei samiyei vezaret mısrı kahire eyaleti uhdesine bi'ttevcih kamran olduktan sonra cidde'ye nakl ile medet rakım muhammed paşa terkibi müfadınca bin yüz seksen üç tarihinde azimi cennetü'lme'va olmuştur. alınca alı ruhsarın hayale inceden ince süzüldü meclisi meyde piyale inceden ince safayı saidi simini dildarına mest oldum bu bir haldir ki gelmez kil u kala inceden ince sana yanığlığım dudı siyahım ile zahirken aman artık ne hacet bu suale inceden ince kalem kaşın siyeh zülfün ucundan çekdigim derde idem tertib bir hoşça risale inceden ince visale yol bulup gitmek ne mümkün var iken ağyar akarsın ey gönül semti muhale inceden ince ben ol müstağraki bahrı gamım kim kays ile ferhad yanımda idemez serdi makale inceden ince karardı gözlerim tabı ruhundan ey gözüm nuru gubarı payın aldım iktihale inceden ince idüp tanziri nazmı kazım'ı rakım bu vadide ayak bas sen de davayı kemale inceden ince nazımı mumaileyh abdulaziz rakım beg giridlizade mehmed paşa biraderi hasan beg merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde paşayı müşarünileyhin silistre valiliklerinde bir müddet mahrusai ruscuk'da ikamet ve dersaadet'e avdetinden sonra iki yüz elli senesi şehri ramazanında divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve birkaç sene zarfında kalemi mezbur dahilinde vaki mühimme odasına nakl iderek mukaddema babı alihacesi ayni efendi merhumdan ve muahharen haleb kadısı sabık şakir efendi'den ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi tahsile sarfı himmetle bidayeti tanzimat'dan evvelce tahriri emlak memuru maiyetiyle gelibolu ve tekfurdağı taraflarına azimet ve bade hitamü'lmemuriyye deri aliye'ye avdet eyleyüp bir müddetcik dahi odai mezbura müdavemetinden sonra hacelik rütbei refiasını bi'lihraz mühimmatı harbiye tahrirat kitabetine memur ve iki yüz altmış dört senesi barütbei salise tophanei amire mektubu odası mümeyyizligine nakl ile mesrur buyrulup iki yüz altmış altı senesi tophanei amirede vaki meclisi askeri başkitabetine revnakdihi re'y u şuur buyrulmuştur. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup şir u inşası teslimgerdei münşiyan u şairandır. gören nurı cemalin ya celaleddini mavlana okur ismi celalin ya celaleddini mevlana nazımı manzumei hünermendi ramiz efendi muhibbanı tarikatı aliyyei cenabı mevlana'dan olup orduyı hümayun dahilinde seferber olduğu halde bin iki yüz iki tarihinde darı bekaya azm u sefer eylemiştir. heman aynı muhammedle ali'dir şems u mevlana mumaileyhin balada mestur beyti latifiyle enfaı dahili silki sütur olan mısraı garrasından başka asarı manzurı acizi olmamıştır. urulursam nolur ey afeti tannaz sana harbe vü nize sunar gamzei gammaz sana merdi meydanı cefa şuh levendaneeda dilrüba fitnei dünya dirisem az sana yine sürgün avına çıkdı meger gamzelerin sürüsüyle tutulur aşıkı serbaz sana esbi tazı sola sağa sürerek elde cirid rast geldi gönül ey şuhı çebendaz sana yürü var mürgi dili zarını pek tut ramiz yoksa sayda süzülür gamzesi gammaz sana nazımı müşarünileyh abdullah ramiz paşa muahharen rusya ülkesine rübude olan şehri kırım'da panihadei sahai vücud olup unfuvani tufuliyyetinde ki bin yüz seksen dokuz tarihlerinde şehri mezkur ulemasından pederleri feyzullah beg'in istishabiyle dersaadet'e muvasalat ve validi mumaileyhin vefatında dokuz yaşında bir tıflı nazende olduğu halde tahsili ulumı aliyeye say u gayretle sekiz sene zarfında baimtihan bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve ol vecihle mümtazı emasil olarak bi'lahire niyabet suretiyle kudsı şerif canibine azimet ve birkaç sene mürurunda dersaadet'e avdetle bir sene müddet dahi mahmud paşayı veli camii şerifi havlusunda vaki mahkemede niyabet eyledikten sonra iki yüz on üç tarihinde uhdesine orduyı hümayun kadılığı bi'ttevcih mısrı kahire canibine azim u rahi ve o esnada barütbei hacegani küçük ruznamçe memuriyetine ve badehu kahirei mezbure ruznamçeciligi hizmetine nailiyetle müftehir ve mübahi olmuş ise de ol arazinin ab u havasiyle imtizac idemediginden bir sene müddetde dersaadet'e avdet eyleyüp humbarahane ve hendesehane nezaretleri inzimamiyle metruk başmuhasebe mansıbı bi'lita o aralık orduyı hümayun dahilinde bulunmak üzre şumnu canibine izam u isra olunup iki yüz yirmi iki senesi sultan selim hanı salis hazretleri hakkında zuhur iden hali müteassirü'lmenin vukuunda cezirei kavala'ya nefy u iclası muktezayı iradei seniyyei şehenşahiden bulunmuş olmasıyla menfasına azimet itmek üzre filibe nam kasabaya muvasalatında alemdar mustafa paşa'nın kethüdası ve müşarünileyhin hempası olan köse kethüda kendisini mübaşiri yedinden reha ve müşarünileyh mustafa paşa tarafına bas u isra itmekle müşarünileyh dahi bi'listishab dersaadet'e dahmeendazı şitab ile cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin tarihi cülusı meymenetmenusı şahaneleri olan iki yüz yirmi üç salinde mustafa paşayı maruf sadareti uzma mesnedi celilesine ikad ve mütercimi müşarünileyh dahi barütbei samiyei vezareti rumeli eyaletiyle mesrurü'lfuad buyrulup sadrı müşarünileyh herbir umur u hususunda kendisini yarı gayyur ittihaz eylemiş olduğundan diyarı baideye azimetini tecviz itmiyerek on sekiz gün mürurunda kapudanı derya memuriyeti behiyyesini kendiye tevcih u ita itdirüp filikesüvarı maksadı aksa olmuş iken güruhı mekruhı mülga tekrar icrayı ayini zorba ve babı aliyi muhasara ile envaı evzaı nabeca itmiş olduklarından sadrı müşarünileyh çarnaçar kendisini ziri mahzende ihrakı bi'nnar ve o suretle defi fesad u hasar eylediginde kapudanı müşarünileyh dahi tarafdarlığı münasebeti ve kendisine olan muhabbet u sadakati iktizasınca deryayı gayreti cuş u huruşa gelerek güruhı mekruhı merkumeden ahzı sar eylerim hülyasıyla halici darı saltanatü'sseniyyeden birkaç kıta sefayini nusretberahini galata pişgahına sevk u ihrac eyleyüp paşakapısı ve ağakapısı caniblerine birkaç top endaht ile birtakım fukara ve zuefayı tahvif u izac eyledikten sonra artık dersaadet'e aramı kendisine mevrisi alam olacağından guyendei eynelmefer olduğu halde mahrusai ruscuk'a nakl u güzer eyleyüp refiki şefiki olan merkum köse kethüda'nın hanesine dehaletle imrarı şam u seher itmekte oldukları hengamda idamına dair hakkında fermanı celadetünvanı padişahi şerefsünuh buyrulduğu residei guşı huşları olur olmaz kethüdayı merkum ile bi'littifak hemcivarı kadimi olan rusya memleketine firar ve iki sene mikdarı ol canibde aram u karar ile bazı tarafdan hakkında şefaat u iltimas vukuuna mebni iki yüz yirmi altı senesi afv u ıtlakı karini müsaadei şehryari buyrulmuş olmağla bulunduğu mahallden hareket ve orduyı hümayun canibine azimet itmek sırasında katı merahil ve tayyı menazil ile dört saat mesafe mahale vürudunda sadrı esbak müteveffa hurşid paşa canibinden güzergahı olan tarikin iki tarafına birçok asker ikame olunmuş olmasıyla müşarünileyh hintevsuvar olduğu halde mezkur tarikten güzar eyledigi esnada üzerine tarafeynden beşon aded tüfenk atılarak üç aded kurşun vücuduna isabetle mecruh olup derhal teslimi ruh itmiştir. mahalli mezkur civarında vaki karayalısı'ndan çend nefer müslimin naşı hunnakşını bi'listishab yergügi kalası haricinde defini ziri türab eylemiş oldukları mervidir. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir hünerdanı renginüslub olup nazm u inşası selis u hub vaki olmuştur. meğazi pişehan abdulmecidi hazreti allah ezelde eylemiş osmaniyanın şahı mümtazı cihada azm u niyyet eyledikde fisebilillah mesubatı gazayı bedrin oldu bişek enbazı guzatı mü'minin azm eyleyüp bir cuma gün rezme irişdi çarha dek top u tüfengin rad u avazı o cuma ittifakı dindi gazi şahı zişana müyesser oldu bu fazlın o şahenşaha ihrazı duaya başla ey hame idüp tayyı suhan zira bu yolda iltizam elzemdir itmek silki icazı recai bende bir abdi zelili padişahidir sürurundan ana lazımdır itmek hüccet ibrazı anı isbat içün yazıldı cevherdar bir tarih imamü'lmüslimin içün dinildi nasr ile gazi nazımı müşarünileyh mehmed recai efendi maliye hazinesi dahilinde vaki isham muhasebesi idaresinde bulunan maden kalemi serhalifesi elhac hafız ahmed efendi merhumun sulbünden bin iki yüz on sekiz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evaili halinde bir müddet kalemi mezbura ve badehu divanı hümayun kalemine ve muahharen metruk defterdar mektupçusu odasına devam eylediktensonra iki yüz kırk sekiz tarihinde serasker bulunan halil refet paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuriyeti bi'licra ol vecihle güzarendei subh u mesa iken teslimgerdei havass u avam olan kitabet u inşası iktizasınca iki yüz elli sekiz senesi amedi odası hulefası sınfına dahil ve salifü'tterceme vakanüvis esad efendi'nin vukuı vefatiyle iki yüz altmış dört senesi vakanüvislik memuriyeti uhdesine ihale kılınarak kendisine rütbei ula sınfı sanisi bilita mümtazı emasil buyrulup iki yüz altmış beş senesinde ol nushai kübra ve ol dibaçei kitabeti ilm u zeka takvimhanei amire nezaretine revnakefza olmuş ve iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında nezareti merkume ile memuriyeti mezkureden infisali vuku bulmuş ve iş bu tezkirei acizanemizin tabından dörtbeş mah makdem meclisi maarif azası sınfına ilhak olunmuştur. müşarunileyh maarifi külliye vü cüziyeye aşina ve fenni inşada misl u naziri nadir u napeyda olan zevatı sütudesıfatdan olup kendisinin hututı mütenevviada kemali mahareti ve fünunı şettada dahi hakkı üzre miknet u kudreti olduğu varestei kayd u işarettir. bazı mahali mübarekede vaki puşidei şeriflerin ekserisi masnuı destgahı himmet u sanatı olduğundan başka kitabei rengin ve kıtaatı dilnişinleri dahi asarı kalemi olduğu malumı sigar u kibardır. eşarını ketm u ihfa eylediginden balada muharrer olan tarihinden başka eşarına destres olunamamıştır. debiri sun kim tevkii ebrusun ezel yazdı beratı hüsnünün divanı sersatrın güzel yazdı zuhurı hattı reyhaniye talikiyle vaslin yar cevabı rikasın ehli niyazın tahamül yazdı derunum kırmadan şahım sakın defternüvisi aşk yerine kays u ferhad'ın beni nimelbedel yazdı sülüs hatla utarid resmin itsin takı gerduna ki kilki şivezayı rahmi böyle bir yazdı nazımı mumailyeh abdurrahman rahmi efendi şehriyyü'lasl olup metruk ruznamçe kalemine bir müddet müdavemet ve iki yüz otuz yedi tarihinde canibi hicaz'a azimet eyleyüp mısrı kahire'de darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. seyr it o mahı mihri felek söylerim sana hüsni periyle reşki melek söylerim sana uşşaka hattı arızıdır dersi imtihan halı lebin çü noktai şek söylerim sana eyler ayan ayarı mecaz u hakikati hattı bütanı aşka mehekk söylerim sana nerm olmuyor sirişti bütan suzı ah ile fulad u sengdil daha pek söylerim sana emsem diyu hemişe lebi yari rahmiya çekdiklerim göreydin emek söylerim sana nazımı mumaileyh kırımi rahmi efendi muahharen rusya memalikine rübude olmuş olan cezirei kırım'da çehrenümayı alemi şühud olup nakdinei himmetini iktisabı cevahiri maarife sarf u harc ile düreri ilm u hüneri gencinei kuvvei ilmiyyesine cem u derc iderek muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala tersanei amirede vaki kurşun mahzeni kitabetine memur ve tayin olunduktan sonra bin yüz altmış tarihlerinde sefaretle iran canibine sevk u izam olunmuş olan hacı ahmed paşa'nın mektupçuluğu hizmetiyle canibi iran'a azimet ve bir kaç sene zarfında dersaadet'e avdet eyleyüp bin yüz altmış dört senesi hilalinde matunen irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin üsküdar'dan memleketi hemedan'a varınca esnayı rahda vaki medayin u kasabat u karaduhan ve menazili sairenin esami vü aralarında vaki mesafe ve saatı mübeyyen ve o aralık vukuyafte olan bazı keyfiyatı mutazammın birkaç cüzü şamil bir aded sefaretnamesi ve haylice eşarı letafetallamesi vardır. tarih suyun buldu bu çeşme cudı ibrahim paşa'dan nazımı manzumei hünermendi hace rahmi efendi sultan selim hanı salis hazretleri asrı ulemasından olup bin iki yüz yirmi üç sali hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. hace rahmi eyledi dehre vedatarihi garrasını şeyhülislam arif hikmet begefendi nazm u inşad buyurmuşlardır. mütercim mumaileyhin balada muharrer tarih mısraından başka eşarına destres olunamamıştır. kıta heman ol maha bir ruhsatdihi zevki visal olsun bana ey şuhı zalim itdigin kat kat helal olsun bir ateşparedir çün tıflı dil benden ırağ olsun sarayı padişahı aşka virdim bir çerağ olsun nazımı manzumei hünermendi abdurrahman rahmi efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tezkirei evvel memuriyetinde iken bin yüz kırk tarihinde azimi darı naim olmuştur. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mevcud u mukayyeddir. bir dil ki hakı fahrı resulden cila alır mihri cihannüma o gönülden ziya alır hikmet ne olduğun marazı aşkda anlayan lokman olur o cümle giyahdan deva alır kafı gönülde tairi aşk olsa lanesaz bahrı muhiti ilmi ledünden gıda alır yağdırsa ebri ahı seher eşki hasreti feyzi visalden çemeni dil nema alır mısrı vücuda malik olursa azizi aşk aşık o demde yusufı candan baha alır surahı kalbi aşıka ayb itme zahida revzen olursa darda günden ziya alır maksud sanma kalei aşka revac yok kalayı tazedir anı arz it resa alır nazımı mumaileyh mustafa resa efendi sevahili nehri tuna'da vaki mahrusai ruscuk'da bin iki yüz on beş senesi hilalinde işbu alemi işbaha reside olup yirmi sene müddet tahsili ilm u marifete say u gayretle muahharen mesleki küttaba dahil olarak vüzeradan bazılarının divan kitabeti ve bazılarının dahi kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri asrında silki haceganiye insilakla mümtazı akran u emasil olduktan sonra bir müddet dahi memaliki mahrusada geşt u güzar eyleyüp iki yüz altmış beş senesinde dersaadet'e nakl u hicret eylemiştir. mumaileyh ulumı aliyede mahareti zahir bir şair olup haylice eşarı ve kasidei bürde'ye türki ibare ile matbu bir tahmisi dahi vardır. hele ehli taassub badenin germiyyetin bilmez humaraludei subh olmayan keyfiyyetin bilmez görüp mihrabı ebrusun ider arzı ubudiyyet güzel idrak ider fehmi velikin niyyetin bilmez düşürdü ruzgar elbet libasın menzili hake yine pervazı ulvidir hüma süfliyyetin bilmez yakar pervane kendin ta olunca naili vuslat ne haletdir ki biçare yine mahviyyetin bilmez resima tineti merdüm hemişe müstaiddir bil küşade babı himmet hep veli ehliyyetin bilmez nazımı mumaileyh şeyh ahmed resima efendi mahmiyei üsküdar'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab iderek bin yüz doksan sekiz tarihlerinde yenişehiri fenar'da vaki mevlevihane'nin meşihatine vüsul ile şemi amali ziyamendi husul olmuş iken bazı avarızı suriye sebebiyle dersaadet'e nakl u ricat eyleyüp hanesinde guşegiri uzlet olduğu halde bin iki yüz on sekiz tarihinde darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyh bir şairi hoşreftar olup eşarı şayanı tahrir u tezkardır. ıttırad üzre degil ise de çarhın güzeri yine bir hal ile tekdir ider ehli hüneri kaydı efkar idemez dağdağai cah u emel bezmi tefvizde olan arifi sırrı kaderi ehli daniş sitemi dehr ile pamal olmaz görse mecnun bile hak üzre bırakmaz güheri canibi hakka giden tiri duayı ihlas getirir bezmi ilahiden icabet haberi dağıdıp zülfünü bidar ider ol şuhu saba şebi tariki gamın elbet olur bir seheri himmeti naili maksud ider ali tabı zannı mikdarı alır feyzi huda'dan eseri biivazdır keremi hazreti bari rüşdü şah olur mura eger olsa inayet nazarı nazımı müşarünileyh kaimmakamı esbak mehmed rüşdü paşa medinei erzurum'da ulemadan bir zatı sütudesıfatın sulbünden kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarif u kemalata hasr u sarf ile fenni kitabetde tahsili meleke eyleyerek evaili halinde mektupçuluk hizmetiyle bazı vüzeranın maiyetlerinde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen inabe valisi ferruh ali paşa'ya katibi divan ve müşarünileyhin iltimasiyle dahili sınfı hacegan olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala kapudanı derya cezayirli hasan paşa merhumun divan kitabetine memur ve müşarünileyhin vefatından sonra dersaadetçe bazı mansıblara nailiyetle mesrur buyrulup devri selim hani'de mısır canibine sevk olunan orduyı hümayunun nüzul emanetinde biraz müddet imrarı vakt iderek o esnalarda bazı vüzeranın kapu kethüdalıklarına ve bir aralık selanik mübayaai miriyyesine ve badehu mahud yeniçeri efendiligi tabir olunan memuriyete ve biraz vakt mürurunda metruk baş muhasebe haceliğine ve daha sonra cahı nişancılık mansıbına vukuı memuriyetiyle bin iki yüz yirmi dört senesi sofya nezaretine memur ve iki yüz yirmi yedi senesi şehri ramazanında barütbei vezaret rikabı hümayun kaimmakamlığı mesnedi refiine revnakbahşı sürur u hubur buyrulmuş ve cerbezei zatiye vü dirayeti külliyesi iktizasınca nice nice hüsnı hizmete muvaffakiyetinden başka bahçekapısı haricinde vaki makarrı fesde olan melekgirmez nam mahallin dahi güruhı mekruhı mülgadan tahlis u tathiriyle ibadetgahı müslimin olmasına muvaffak olmuş iken on sekiz mah zarfında makamı kaimmakamiden mehcur ve gelibolu'da ikamete memur kılınıp bi'lahire uhdesine silistre ve vodin eyaletleri ve iki yüz otuz beş senesi inebahtı ve müteakıben bosna eyaleti bi'ttevcih müddeti kalile zarfında bervechi ikamet iskeçe nam mahalle azimet birle iki yüz otuz altı senesinde ankara ve kangırı sancakları kendisine ihale ve o hengamda sofya muhafazasına dahi memuriyeti irade buyrulmuş olduğundan sofya'ya muvasalatının on beşinci günü sinnini ömrü yetmiş iki adedine yetmiş olması takribiyle füstahserayı ukbaya azm u rihlet eylemiştir. müşarünileyh tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye mensub bir veziri pesendideüslub olup nazm u inşası makbul ve mergubdur. gitdi hasretile koyup yalnız ol mah beni bu güne saklar imiş hazreti allah beni sana vuslat mutaassir bana sabr itme muhal anarım ağlayarak gah seni gah beni müteferrik olup eczayı vücudum sensiz ar ider itmege sayem dahi hemrah beni korkum oldur şereri ateş ile döne döne çıkarır göklere bu ahı sehergah beni rüşdüya matem ile hüznı mücessem oldum göricek fark idemez aynii agah beni nazımı mumaileyh elhac veliyüddin rüşdü efendi canibi anadolu'da vaki nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir müddet ikametden sonra bin iki yüz elli bir senesi sefaretle iran canibine izam kılınmış olan sudurı izamdan salifü'tterceme nakibü'leşraf mehmed esad efendi'nin kitabet hizmetine memuren canibi mezkura azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp bi'lahire hacelik rütbei muteberesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz u serefraz olmuşken iki yüz elli sekiz senesi hilalinde mekan tutdu veliyüddin efendi kurbı sübhanda tarihi natık olduğu vecihle azimi kurbgahı rabbi bienbaz olmuştur. mumaileyh kudemayı şuarayı zamandan olup eşar u güftarı şairane vü aşıkane vaki olmuştur. pirameni şemi ruhuna ben dolaşırdım yanmaklığa ateşgedenizde yaraşırdım gül ruyuna bülbül gibi efganlara düşdü gülzarı visalinde senin aklı şaşırdım ah sahili vuslat nerede kaldı der iken deryayı muhitden gemiyi işte aşırdım ben mesti meyi meykedei ehli harabım abı tarabı şişei surhumda taşırdım rüşdü ne beladır acaba aşk eseri var bulsam idi bir hakimi hazık yanaşırdım nazımı mumaileyh celil rüşdü efendi mahrusai selanik'de mütevattın taifei meçhuleden mütevellid olup dersaadet'e muvasalatla tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra mahmud paşa camii şerifi civarında bir bab mektupçu dükkanı güşad ile imrarı subh u mesa eylemekte iken bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyhin bimeal u mani haylice eşarı vardır. bağı hüsnün seyr için gelmiş degil didare hal pasban olmuş meger ruhsarı yare kara hal pek tehidest sanma vechi yara nazır olduğun vakıf olmuş gülşeni hüsnündeki esrara hal ziri fesden tarh idüp arş itdi fesli askeri oldu seraskeri cünud hazreti hünkara hal tarı zülfi yardan ru gösterüp aşıkların akibet başdan çıkardı eyledi avare hal yek cihet olmuş dili uşşakı nalan itmede gamzei hunrizi dilber katili gaddare hal hayli kuşbazlıklar itmiş mürgi dil sayd itmede dane dökmüş dam kurmuş kaküli ruhsare hal hale halim arz idüp bildim o halin halini o da yanmış ben gibi bir aşıkı biçare hal ben sanırdım bir haramizade halı meks ider genci hüsn üzre mütelsimmiş meger dildare hal kevn yüzünde rüşdüi dilsuza gün göstermeyüp itdi içilden fesad u fitneler mekkare hal nazımı mumaileyh mehmed rüşdü efendi tekke sancağında vaki barla nam kasabada bin iki yüz altı senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz on dokuz senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet yağlıkçılık ticaretiyle me'luf olarak bir aralık rumeli kuzatı silkine dehaletle birkaç menasıbı kazaya nail olduktan sonra terki ticaret eyleyüp hanesinde ikametle ahyolu kazasından mazulen müterakkıbı nasbı digerdir. mumaileyhin asarından olmak üzre hali huyul isminde bir aded baytarnamesi vardır. birdir safayı vasl safa bir degilse de birdir cefayı hecr cefa bir degilse de bala veziri bir görürüm fartı neşveden birdir gözümde arz u sema bir degilse de birleşdi rengi zülf ü binaguş nazrada birdir bana sabah u mesa bir degilse de bimarı aşkım istemem asla ilacı derd birdir yanımda derd u deva bir degilse de rüşdü sünuhşinas bilir tarz u şivesin birdir edayı şir eda bir degilse de nazımı mumaileyh şirvanizade mehmed rüşdü efendi ulemayı mütebahhirinden ve tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihi güzininden şirvani şeyh ismail siracüddin efendi merhumun sulbünden medinei amasya'da bin iki yüz kırk beş sali hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi mümaileyhden tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eylemiş olduğu halde iki yüz altmış yedi senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet sultan bayezidi veli hazretleri camii şerifinde neşri ulumı aliye ile imrarı vakt u saat eyledikten sonra mezkur amasya kazası muaccilat nezareti kendiye bi'lihale mahalli mezkura azimet eyelemiştir. mumaileyhin fazl u irfanı müstağnii tarif u beyandır. görünen kendi zatındır bu sırrı söyler ayine bu yüzden seyri vechi hüsnı yari gözler ayine temaşayı ruhı dildar içün divara yaslanmış anınçün ruz u şeb ayrılmayüp da bekler ayine cemalin zevkini bilmez hayali yari hiç görmez bakıp da kendini seçmez o merdüm neyler ayine mücella eyleyen mir'atı kalbin sırrı vahdetle görür bir vechile herşeyde bin alemler ayine cenabı mürşidi pakin gubarı payını rüşdü gözünde daima bak tutiya var eyler ayine nazımı mumaileyh hüseyin hüsnü rüşdü efendi ecillei devleti aliyeden maliye meclisi reisi ismail efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz otuz beş senesi şehri muharreminde kademnihadei sahai vücud olup temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed sıralarına sinni reside oldukda tahsili ilm u marifete say u gayret ve iki yüz kırk dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odasına müdavemete mübaşeretle iki yüz elli bir senesi vuku bulan surı hümayunda hacelik rütbei refiasını bi'lihraz iki yüz altmış bir senesi meclisi vala nezareti dahilinde vaki tahriratı samiye odasına naklı memuriyet eylemiştir. mumaileyh mensubı tarikat bir zatı sütudehaslet olup kendisinin te'lifata dair çend aded asarı ve hakikata müteallik bir mikdar güftarı vardır. şahane tavrı cihanın gedaların gördük gedaya gıbta ider padişaların gördük yine çıkar sonu hamyazei humarı gama bu meclisin meyi haletfezaların gördük derunu başladı hindular ile yağmaya o çini kaküle meylin hıtaların gördük şikestegii dile çaresaz olur sanma tabibi tesliyetin mumiyaların gördük yine mukaddere vabestedir husulı meram sahifei talebin biz duaların gördük atası kama delili serabı hırmandır kibarı asrımızın çok ataların gördük pesendi tabı reşida'ya gerçi kim dehrin hezar şairi sihirazmaların gördük nazımı mumaileyh çeşmizade vakanüvis mustafa reşid efendi dersaadet'de çehrenümayı çeşmi vücud olup tariki tedrise duhul ile bir müddet vakanüvislik hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra tarih; reşidi çeşmizade ide me'vayı mekan amin tarihi natık olduğu vechile bin yüz seksen bir senesi hilalinde azimi darı me'va olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. yari tenhada bulup ifşayı raz itmek de güç halk içinde ol mehe arzı niyaz itmek de güç çilei aşka tahammül eylemek emri asir tiri cevri dilrübadan ihtiraz itmek de güç çeşmi mestin süzerek bin dürlü naz icad ider her nigahın birbirinden imtiyaz itmek de güç kıblei hacatı dil mihrabı ebrusundadır bu cihetle aşıka terki namaz itmek de güç derdi aşka sabr u takat hayli müşkil ey reşid gerçi terki nazenini dilnevaz itmek de güç nazımı müşarünileyh tatarcıkzade ahmed reşid efendi sudurı izamdan abdullah efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz on altı senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz yedi senesi anadolu sadaretine ve kırk bir senesi nekabeti mesnedi celilesine ve bir sene mürurunda rumeli sadaretine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup iki yüz elli beş senesi şehri şabanında azmi gülzarı cinan eylemiştir. mumaileyhin müsvedde olarak divançe olacak mikdar eşarı vadır. bahs idermiş eşki çeşmimle sabah akşam su korkaram kim eyleye dolab idüp ilzam su berki itmiş gamzede zehrab ile amihte tiği ateşbarına virmiş o hunaşam su geh riyazet geh rasad geh seyri eflak itmege geh sahab u geh büni çahda olur kemnam su meyli bir leylii hüsne akmış ol divanenin aynı mecnun deşt u sahrada gezer sersam su cüstcu itmektedir bir servi dilcu kaddı kim geşt ider her su çemende eylemez aram su sen de gerdişden reha bulmazsın ey çarhı felek çeşmi terden böyle hasretle akar madam su meyvei nazmım reşida abdar olsa nola bağı taba virdi bir desturı ebr inam su nazımı mumaileyh reşid efendi şehri ayıntab'ın hanedanından ve asrının suhanşinasanından olup fenni inşada mahareti kamilesi bulunması cihetiyle bağdad valisi esbak ati'tterceme ali rıza paşa merhumun canibi bağdad'a azimetlerinden mektupçuluk hizmetiyle mahalli mezkura azimet ve bin iki yüz kırk dokuz tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin bir kıta divanı olduğu rivayet kılınmıştır. hastai natıkaya ruhfezadır hamem zatı isa gibi icaznümadır hamem reşhai feyzine erbabı fesahat teşne guyiya çeşmei ilhamı hudadır hamem oldu icrayı suhan itmege zerrin mizab kabei maniye asılsa sezadır hamem sırrı şahenşehi endişeye konsa yeri var evci alayı maarifde hümadır hamem bimuhaba rehi narefteye gitsem de ne var kahrı hasm eylemege elde asadır hamem neyşeker mi acaba mısrı maanide reşid bak halavetdihi tabı büleğadır hamem nazımı müşarünileyh sadrı esbak mustafa reşid paşa hakanı said sultan bayezid tabe serah berahmetü'lmelikü'lmecid hazretleri evkafı şerifleri ruznamçecisi merhum ve mağfurünleh mustafa efendi nam zatı hucestesıfatın matlaı neyyiri saadet olan sulbi pakinden bin iki yüz on altı senesi şehri şevvalü'lmükerremenin on altıncı günü misali mihri enver afakı şühuda nur u fer virüp sinnleri temyizi beyaz u sevad ve tefriki noksan u ziyad derecesine vasıl oldukda rehberii bahtı hudadad ve irşadı istidadı maderzad ile tahsili mayei maarife guşiş u işbah u emsal arasında icrayı hüsni muaşerete verziş eyleyerek meali hikmeti iştimalini pişe vü celb kılup kühan u muhanı nekavei endişe edinmekle mektubii sadrı ali odasına rehini hüsni kabul u davet olarak nefsi nefislerinde merkuz olan kemali rüşd ü zeka itilayı kadr u mertebelerine rehnüma olmağla az vaktde beyne'lakran müşarünbi'lbenan olup gars itdikleri nihalı say u himmetleri karini neşv u nema ve bi'lahire bir şeceretün tayyibetün asluha sabit u ferğuha fi'ssema olacağı runüma olduğuna mebni kırk iki senesinde serzedei vuku olan rusya seferinde orduyı hümayun maiyetinde bulundukları halde bi'listihkak silki ile'lhedyi hulefaya iltihak itmiş ve orada amedcilik vekaleti makamında bulunarak haylice müddet sarfı himmetle sayleri meşkur ve hizmetleri memduh u mebrur olduğu halde edirne mükalemesi meclisi serkitabetini dahi ifa ile dersaadet'e avdet ve kırk altı senesinde pertev paşa merhumun memuren mısır'a azimetinde bairadei seniyye müşarünileyhe mürafakat ve bade'linsiraf betekrar amedçilik vekaletiyle icrayı hüsni memuriyet eyleyüp bu müddetlerde ehliyet u liyakatleriyle meşammı zamana muattar u kümeyti hamei küheyli nijadları muzmarr fesahat u belagatda mertebeçalak ve sebükreftar olduğu cilveger olarak vela temeddunne li'lulya minke yeden hatta tekule leke'lulya hat yedek me'vasına mutabık olmak üzre uluvvi şanları zatı mekarimnişanlarını davet itmekle kıldı hakk mir reşid'i sali nevde amedi tarihi menkutu hesabınca bin iki yüz kırk yedi senesi şehri muharremü'lharamının üçüncü salı günü amedii divanı hümayun mesnedi refiine bi'lasale sayei sayı ihtiram olmuşlardır. kırk sekiz senesi şehri rebiü'levvelinde sadrı azam bulunan merhum reşid paşa'yı dersaadet'e daveti memuriyetle üsküb'e azimet ve senei mezkure şehri şabanı şerifinde tophanei amire müşiri bulunan halil rifat paşa memuriyetle mısır'a giderken bairadei seniyye müşarünileyh dahi refakat eyleyüp kırk dokuz senesinde mısırlı ibrahim paşa'ya bazı tebligat icrasıçün memuren kütahya'ya isra ve elli senesinde amedçilik mansıbı refii üzerlerinde olduğu halde orta elçilik ünvaniyle paris sefareti seniyyesine memuriyetleri icra buyrularak biraz zaman orada aram u ikametden sonra me'zunen ve muvakkaten dersaadet'e bi'lvüsul elli bir senesinde büyük elçilik ünvaniyle saniyen paris sefareti seniyyesine mevsul buyrulup elli iki senesinde oradan londra sefareti seniyyesine nakl u tahvil ile ifayı hizmeti sefaret itmekte iken senei merkume şehri şabanı şerifinin on dokuzuncu pazarertesi günü nezareti celilei hariciye müsteşarlığına revnakefkeni ikbal ve elli üç senesi şehri rebiü'levvelinin altıncı cuma günü uhdei bahirü'listihallerine rütbei samiyei müşiri tevcihiyle makamı nezareti celilei hariciyeye sayeendazı übbehet u iclal olup senei mezkure şehri zilkaidesinin ikinci günü vezaret ve paşalık ünvanı ihsaniyle nezareti uhdelerinde olduğu halde üçüncü kere paris sefareti seniyyesine memur buyrulmuş ise de muahharenazimetleri teehhür idüp elli dört senesi şehri cemaziye'levvelinin on altıncı salı günü kezalik nezareti uhdelerinde bulunduğu halde muvakkaten londra sefareti seniyyesine memuriyetleri runüma olup elli beş senesi rebiü'lahirinin on dokuzuncu pazartesi günü şerefvuku bulan cülusı hümayunu müteakıben dersaadet'e avdet ve yine nezareti hariciyede pertevendazı sahai übbehet olarak senei mezkure şabanı şerifinin yirmi altıncı pazar günü gülhane'de kıraat buyurdukları hattı hümayunı adaletmerhun hazreti şahane mucibince tanzimatı hayriyye usulı madeletşümulünün icrayı mevaddı esasiyesi ve mısır meselesinin hall u tesviyyesi hitamından sonra yani elli yedi senesi şehri saferinin altıncı pazartesi günü nezareti hariciyeden infisal ile senei merkume cemaziye'levvelinin yirmi altıncı salı günü rabian paris sefareti seniyyesine memuriyetleri zuhur iderek elli sekiz senesi zilkaidesinin on dördüncü günü sefareti mezkureden fekki rabıtai ittisal ile dersaadet'e avdet idüp elli dokuz senesi şehri rebiü'lahirenin on yedinci çarşamba günü edirne valiligine memuriyetleri vuku bulmuş ise de inhirafı mizacları bu memuriyetden afvlerini calib olarak senei mezbure şehri şevvali şerifenin yirmi birinci pazartesi günü hamisen paris sefareti seniyyesine tayin buyrulmuş. altmış bir senesi şehri şevvali şerifenin yirmi ikinci perşembe günü saniyen nezareti hariciyeye revnaktırazı ittisal olarak dersaadet'e avdetle ol makamı alizat mahirü'lmealileri mukarenetiyle münşerif u mütelali olduğu halde ahzu'lkavs barı baha sırrı zuhur iderek iki yüz altmış iki senesi şehri şevvalü'lmükerreminin yedinci pazartesi günü beytü'şşeref hurşidi iclal ve intihayı meratibi ikbal u iclal olan makamı sadareti uzma ve mertebei vekaleti kübraya şaşaanisarı şan u şerefi bihemal buyrulmuş ve altmış dört senesi şehri cemaziye'levvelinin yirmi dördüncü perşembe günü makamı sadaretden müfarakatları runüma ve senei mezbure şehri recebi şerifin yirmi üçüncü pazar günü meclisi aliye memuriyeti celilesine ruhbahşa ve yine senei merkume şehri ramazanı mağfiretfeyzanının on üçüncü cumartesi günü saniyen makamı vekaleti kübrada fermanferma olup altmış sekiz senesi şehri rebiü'lahirenin dördüncü pazartesi günü vukua gelen infisalden iki gün sonra yani şehri mezburun altıncı çarşamba günü meclisi vala riyasetine memur buyrularak kırk bir gün zarfında ki senei mezbure şehri cemaziye'levvelinin on beşinci cumartesi günü yine oldu vekili mutlak faiz reşid paşa tarihi natık olduğu vecihle makamı vekaletıtlak likayı sad iltifayı daveraneleriyle salisen müceddeden işrakı istihkak olup senei mezkure şehri şevvalinin on dokuzuncu perşembe günü yine müfarakatı makam ile devlethanelerinde istirahat u aram üzre oldukları halde devleti aliye ile rusya devleti beyninde sernümayı zuhur olan meselei malumanın ibtidalarında yani altmış dokuz senesi şehri şabanı şerifin altıncı cuma günü salisen makamı nezareti hariciye cevheri yektayı zatı memduhu'ssıfatlarıyla ez sırrı nev kesbi envarı mefharet itmiştir. kıta nazırı muallimeseri müşarünileyh eslafı izamına faik ve adl u rahmet ve icrayı ahkamı hakkaniyet ve kemali zeka vü fıtnat ve nihayeti dirayet ile dillerde dair ve her lisanda meseli sair olduğu misillü leyse minellahi bimustenkir en yecmee'lalem fi vahid meali dilarasıyla vasf u sitayişe seza vü layıkdır. şu rütbe ki cud u ihsanı hatem'in namını tayy itmiş ve cevdeti fikr u endişesi aristo ve eflatun'u deryayı hicahice bırakmıştır. ve hanedanlıkta dahi ana bir sabıka vü mevcudeyi sebkat idüp besatı nimetleri bay u gedaya meftuhdur. fenni inşada muvaffak oldukları evvelini derecei mahareti seniyyelerine kıyas ile hacei cihan henüz mektebe gitmekte olan tıflı ebcedhan u sehmü'ssaadei beraai belagatları te'sirinden okçuzade verayı hisarı ihtifaya girizandır dinmek ve yusuf nabi bimaye vü nadan mesabesine ve nergisi ile veysi dahi bağı hünerde pejmurde bir şükufe sırasına konulmak reva vü şayandır. medihasınca memduh u müsellemalim olan eseri hamei müşkinallameleri temaşasına muvaffak olanlara göre siyahii zülfi huban ve surhii ruhsarı mahbubandan feragat olunmak emri tabiidir. eşarı letafetbeyanları dürci düreri maani olup lafzı selis ve tabiri nefis ile bimisl u bibedel ve şayestei darbü'lmeseldir: masdukai ve inne mine'şşiri lehikme olarak nihayet meratibi icazı haiz ve şuarayı asrın derecei fesahat u belagatlarını mabeyne'larz ves'sema mütecaviz olmuştur. ve külli yevmi rü'yeti mesalihi mühimmeden maada geceleri dahi mütalaai umurı memureleriyle şahidi siyehçerdei hab u huzur ru didei iştigallerinden mehcur olduğu malumı siğar u kibardır. huzurı feyzmevfurlarına vasıl olanlar nail oldukları nevazişi ihsa nümayişlerinden dünya vü mafihayı unutmakda olup aczmendei kan u biçaregan haklarında merhamet ve şefkat ve mededres ve inayeti aliyyeleri ise cümle indinde müsellem u zahir ve bu keyfiyyet daima ve müstemirren avn u inayeti hazreti müteali calib idügi münceli ve bahirdir. ikiyüz elli beş tarihinde tanzimatı hayriyyenin vaz u te'sis ve mısır meselesi gibi bir ukdei müşkilenin ve muahharen dahi yunan ve memleketin ve mülteci meseleleri misillü birer emri cesimin ve daha nice nice misalı zülfi siyehkar ukdebendi efkar olan umurı müşkilenin benanı re'yi zerrin isabetkarinleriyle rehini inhilal olması sitayişi zatı fehametsimatlarına bir kat daha alemi mecbur eylemiştir. velhasıl vücudı mesudı alileri merhamet u fetaneti mücessime olup her hususda eslafı izamını sabık ve hamei aczi beyan her ne dereceye kadar evsafı celilelerin beyana kudretcünban olsa layık olduğundan bir bendesin tahrir ile ihtiyarı ihtisar kılınmıştır: la zale mahrusen biayni inayeti'lmeliki'lmüteal ve me'nusen bienisi'ddevleti ve'likbal fi külli hal tariki nakşibendi ehlinin feyzi huda'dandır oların nisbeti cümle resüli müçtebadandır ebubekr u ali'dir bu tarikin şah u serdarı şüyuhı hacegani hep kibar u evliyadandır bu yolda ittibaı sünnet oldu baisi vuslat cemii bidatı terk itme bunda ihtidadandır azimetler ameller işleyüp ruhsatdan el çekmek bu yolda salike böyle süluk itme revadandır tariki cezbedir bunda irer tiz menzile salik ki bunda salikin seyri tariki ihtifadandır devamı zikr ile saht oldu nakşibendiler karı anın çün bunların feyzi heman kalbe ciladandır tariki nakşibendin cilası asandurur sanma bu yolda can fida itmek şurutı ibtidadandır reşida gel hazer kıl dil uzatma nakşibend'esen yakin bil kim olara tan idenler eşkiyadandır nazımı mumaileyh ahmed reşid efendi musilei süleymaniye rütbesini ihraz ile mehmed paşa medresesi müderrisi iken bin iki yüz on sekiz senesi irtihalı darı beka itmiş olan nevşehirli süleyman efendi'nin sulbünden dersaadet'de cennetmekan sultan ahmed han hazretleri camii şerifi civarında vaki nahlbend mahallesinde kademnihadei sahai vücud olup sinni tefriki surh u sefide reside oldukda erzincani müftüzade mehmed sadık efendi'nin tilmizanından hafız mustafa efendi'den ilmi sarfdan bida ile şerhi akayidden olan ve ilm bahsine ve üstadı mumaileyhin canibi hicaz'a azimetinde konevi mukarrer esseyid hüseyin efendi'den muhtasar müntehaya kadar tahsil ile tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra iki yüz otuz iki senesi zeynelabidin efendi merhumun meşihati hengamda baimtihan tariki tedrise duhul iderek mahmud paşa mahkemesi ve badehu darü'lhilafetü'laliye hükumeti dahilinde vaki babı niyabeti mukayyedliği hizmetinde bir müddet istihdam olunup iki sene müddet ahi çelebi mahkemesi niyabetinde ve yirmi dört sene müddet dahi davud paşa mahkemesi niyabetinde bulunduğu halde dameni kanaati ve hususiyle tariki istikameti elden bırakmayarak edayı hizmeti şeriat eyleyüp ya rabbi bize beraber bulunup himmet ider mi mısraını guya olarak imrarı subh u mesa itmekte iken iki yüz altmış beş senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce ki mesnedarayı meşihatı islamiye mehmed arif efendii valapayenin avanı meşihatlerinde ve ömer ağazade muhammed tevfik beg'in rumeli sadaretine nakilleri esnada müşarünileyhümaya olan tereddüd ve taalluku münasebetiyle maliye hazinesi dahilinde vaki beytü'lmal kassamlığı memuriyeti kendüye tevcih ve ihale buyrulmuştur. mumaileyh evaili halinde tariki aliyyei nakşibendiyye meşayihi izamından kaşgari elhac abdullah nidayi efendi merhumdan ahzı yedi inabet itmiş ve bidayetinden nihayetine kadar mesnevihan elhac hüsameddin efendi'nin halkai ders u ifadesine devam ile ifadei nekaheti mesnevi ve idarei rumuzatı manevi eylemek şerefine dahi me'zuniyet u mazhariyet hasıl eylemiştir ve elhasıl kendisi ulumı zahire vü batınaya vakıf bir zatı arif olup keşküli safiye alelvaridatü'ssadiyetü'lvafiye isminde bir kıta şerhi muteberi ve füyuzatü'lhubbiye ala'ssalavatü'lmüşeyşiyye isminde diğer bir eseri olduğundan başka safi mahlasıyla dahi tarikata dair bir mikdar güftarı hakikatnisarı vardır. gazeli natamam müptela oldum bu gün bir dilberi ranaya ben kalmayup sabra mecalim olmuşum bivaye ben şive vü reftarı hoş çok dilbere meyl eyledim düşmedim alemde böyle afeti yektaya ben herkesi bir gune taltif eyleyüp memnun ider bende oldum biirade ol yüzü hüsnaya ben bahrı ummanı muhabbet içre gavvas olmuşum dalmamış idim reşida böyle bir deryaya ben nazımı mumaileyh ahmed reşid efendi akşehir nam şehri cesimde bin iki yüz yirmi dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli iki salinde dersaadet'e muvasalatla şehzade camii şerifi civarında vaki ibrahim paşa medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde imamzade efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra bi'listihkak bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail ve iki yüz altmış üç senesi mektebi maarifi adliye ve muahhren sultan bayezidi veli tabe serah hazretleri camii şerifi cünbünde vaki mektebi rüşdiye şakirdanı haceligine memuren mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh akran u emsaline, hemsinn u hemsaline faik bir fazılı muhakkik olup ile'lan neşri ulumı aliye ile me'luf ve meşguldur. diyarı dilde bana hemzeban bulunmadı hiç lisanı aşkı bilir terceman bulunmadı hiç semendi şevki sibak eylemek ne mümkündür ana bu arsada bir heminan bulunmadı hiç bu rehgüzarı tevekkülde şehri irşada asayı pir olacak bir cüvan bulunmadı hiç yaman bildigimi yahşi anladım şimdi özümden özge cihanda yaman bulunmadı hiç bu karhanei gabrada hacei emele kumaş arz idecek bir dükkan bulunmadı hiç hümayı tabı bülendi rıza'ya şayeste bu mürgzarda bir aşiyan bulunmadı hiç nazımı mumaileyh neccarzade şeyh mustafa rıza efendi dersaadet'de bin doksan tarihinde panihadei hankahı vücud olup evaili halinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek bin yüz yirmi üç tarihinde tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile bi'lahire kasabai beşiktaş'ta kain ismine mensub olan dergaha postnişini irşad buyrulup otuz sene müddet seccadegüzini feyz u ikamet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp yüz elli dokuz tarihinde hitabı irciiye tabi ve ol vecihle makamı asliyesine raci olarak cesedi şerifi dergahı şerifi mezkur hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh ashabı keşf u kerametden olup muhtasarü'lvalaya nam kitabı nefise türkçe bir kıta tercemei renginü'lhicesi ve natı şerifei cenabı risaletpenahiye dair bir aded matbu u masnu divanı belagatünvanı vardır. neş'eyab olmadı saki dili avare dahi teşnedir busı lebi sağarı serşara dahi senin üftadei cevr u sitemin olmuş iken ah u zar eylemesin mi dili biçare dahi nigehi tirine amac olalı cismi nizar açtın ey simtenim sineme sad pare dahi ab u tabı ruhı renginine müstağrak olur meh u hurşid u felek sabit u seyyare dahi bu nevasarı rıza virdi zeban eyleyerek sebt ider şermile mecmuai eşara dahi nazımı mumaileyh rıza efendi kethüdayı sadrı ali esbak küçük raşid efendi merhumun mahdumu olup müddeti medide mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle rütbei haceganiyi ihraz eyleyüp muahharen divan kitabeti memuriyetiyle medinei konya'ya azimet ve ol havalide azmı gülzarı cennet eylemiştir. kalem alırsam elime idüp hitabı suhan didi ki eyle sözün cem idüp kitabı suhan kilidi kenzi maaniye hamedir miftah hudayı fatih ider bize fethi babı suhan iden derununu gencinei maarifi hak olur muhabbeti piranile kamyabı suhan şükür iderdi tefekkür iderse manada şebi mezamine vardı hayali habı suhan gönülle padişehi aşka intisab ideli yeter rıza yerini buldu bu nisabı suhan nazımı müşarünileyh ali rıza beg sadrı esbak hekimoğlu ali paşa merhumun hafidi olup tariki feyzrefiki tedrise dahil ve bin iki yüz on altı senesi üsküdar mevleviyyetine ve iki yüz yirmi dört senesi burusa mevleviyyetine ve iki yüz kırk üç senesi anadolu sadaretine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi hilalinde hülulı ecel mevudiyle irtihalı darı beka eylemiştir. amed u refti hayali vuslatın ey servkadd körfezi derya gibi sinemde eyler cezr u med halka halka payine gördüm dolaşmış gisular bestehablı vuslata re'si ezel payı ebed tabı nezzare ne mümkün pertevi ruhsarına afitabı hüsnün itmiş menzilin burcı esed hürmetinden mey düşer gahi ayağa düşmede gelmede bintü'lineb ta devri cem'den yedbeyed kati hüccet eylemez tebriyei hüsne hatın mushafı ruyunda buldum ben rıza'ya yüz sened nazımı müşarünileyh ali rıza paşa trabzon sancağı dahilinde kain bir karyei sağirede kademnihadei mehdi vücud olup evaili halinde bir müddet akrebi akribasından olan nazır ahmed paşa merhumun devatdarlık ve mühürdarlık misillu hizmetlerinde bulunduktan sonra bir aralık manisa müstemlegine ve badehu izmir gümrükçülügüne ve bir müddetden sonra melemen voyvodalığına memur ve tayin buyrularak bin iki yüz kırk dört senesi uhdesine istablı amire müdürlügü payei muteberesi bi'ttevcih halebi şehba kaimmakamlığına ve bir sene mürurunda barütbei vezaret haleb eyaletine ve iki yüz kırk altı tarihinde bağdad valisi bulunan davud paşa'nın bazı mertebe mugayyiri rızayı ali vukua gelen harekatı nabecasından dolayı müşarünileyhin bağdad eyaletinden ihraciyle eyaleti merkumeye mensubiyeti hususi şerefsünuh u sudur buyrulan iradei aliyye muktezası münifinden bulunmuş olmasına mebni bağdad canibine azimet ve sayei kudretvayei cenabı cihanbanide müddeti kalile zarfında valii müşarünileyhi bi'lahz deri barı şevketkararı mülukaneye isale hüsni muvaffakatiyle eyaleti merkumeye sayeendazı mecdi vabeste ve iki yüz elli yedi senesi şamı şerif eyaletine şerefbahşayı şan u şöhret buyrulup iki yüz altmış bir senesi hilalinde eyaleti merkumeden infisalini müteakiben azimi darı beka ve meşamı cennetmeşamda defini haki ıtrnak olan bilalı habeşi hazretlerinin türbei felekmertebeleri kurbunda muntazırı rahmeti huda olmuştur. müşarünileyh manendi hatem bir veziri sahibkerem olup eşarı belagatşiarı beyne'şşuara müstahsen u müsellem olduğu müstağnii tahrir u rakamdır. melcei ehli muhabbetdir külahı mevlevi sakfı bünyanı hakikatdir külahı mevlevi bir gün elbette konar başa hümayı feyzi aşk lanei ankayı devletdir külahı mevlevi ziri takında bulur mihrabı aşkı ehli hal kubbei eyvanı himmetdir külahı mevlevi tezbadı masivadan lemai şemi dili hıfz içün fanusı vahdettir külahı mevlevi ruzedaranı rıza'ya matbahı hünkarda kasei iftarı vuslatdir külahı mevlevi nazımı mumaileyh ali rıza efendi bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde mahrusai burusa'da zinetefzayı kehvarei vücud olup nakdinei himmetini iktisabı gevheri marifete sarf eyleyerek mearici maarife uruc u suud ile gevher aguşı madenden dur olur kıymetlenir mısraı müfadınca iki yüz elli salinde ol gevheri yeganei bahrı nezaket gencinei kadr u rıf'at olan darü'lhilafetü'laliye'ye nakl u hicret ve o hengamda mektubii sadrı ali odasına vazı kalemdanı himmet eyleyüp elli üç senesi hacelik rütbesini bi'lihraz bir sene mürurunda odaı mezkur sınfı ula hulefası silkine dahil ve o esnada rabia rütbesine dahi nail olduktan sonra senei markume hilalinde müceddeden babı seraskeriye mektupçuluk ünvaniyle memur u tayin buyrulup ilmi inşada derkar olan mahareti iktizasınca iki yüz elli dokuz senesi rütbei ula sınfı sanisiyle mabeyni hümayunı mülukane kitabeti memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış altı senesi rütbei mezkurenin sınfı ulayla evkafı hümayun nezareti celilesine ve bir sene tamamında defter emanetine hamekeşi atıfet buyrularak iki yüz altmış dokuz senesi meclisi vala azası sınfına ilhak olunmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce meclisi mezkur memuriyeti uhdesinde olmak üzre barütbei bala anadolu orduyı hümayunu müsteşarlığı memuriyeti behiyyesine revnakbahşa buyrulup yedisekiz mah mürurunda dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh fenni inşada bi'lbenan bir zatı zişan olup şir ile ademi tevağuluna binaen eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. işretabad olduğu çün daima dünya evi gösterir camı hilaliveş felek mahı nevi mihri bahtım olalı burcı kesafetde nihan şebçerağı ahımın afakı tutmuş pertevi goncei ruhsarını ol nevnihali işvenin beslemiş rengi tebessümle baharı manevi garkai girdabı hayret olmadıkça aşıkan hankahı aşkda dönmez o şuhı mevlevi neşveyab oldu rıza tabı suhanperdazımız olacak alemde erbabı kemalin peyrevi nazımı mumaileyh mehmed rıza serbevvabini dergahı alide ismail ağa nam bir zatın sulbünden edirne eyaleti dahilinde kain burgaz nam kasabada bin iki yüz kırk yedi senesi kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi maarifi adliyede bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra maliye mektupçusu odası hulefası ve muahharen meclisi muhasebei maliye ketebesi silkine ilhak olunmuştur. merdümi çeşmim demadem kendüye tapudadır her cihetle dil hevayı gayriden asudedir oldu mişkatı zuhurum zatıma misbahı nur narı nur iden hidayet kasesi peymudedir evveli yok ahiri yok lemyelüddür zatı hu kulhuvellahu ehad şanı anı fermudedir layezalidir sıfaten ismine allah didim zatı lemyuled şühudu aynile meşhudedir aynile ayn oluben ol aynı ayanda görüp la ile illayı virdim ayna mülküm hudadır mülk olaldan hu bana dil gayra itmez iltifat lamekan u bisada biharfi güft u gudadır halkai zikrinde eylerken hevayı hay u hu buldu söz aynın sözümde dil bekaaludedir utlubu'lilme velev bi'ssin'i tasdik eyleyen ilme gayet virmeyüp hemvare cust u cudadır zahida sanman salat erkanıdır şekli rüku bu sıratı çarpada kalmanız bihudedir vabud emri çün sana hatti'lyakini remz ider kametin dal itme zira festekim fermudedir hacem arifdir bu sırra şimdi rana gönlümüz ahseni takvim üzre bir kadi dilcudadır nazımı mumaileyh mustafa rana efendi rumeli'de kain nevrekop nam kasabada neşv u nema bularak evaili halinde kitabet hizmetiyle dırama nam kasabada bir müddet ikamet ve muahharen mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bir çok vakt ruznamçe kaleminde kitabet eyledikten sonra hanesinde guşenişini istirahat olduğu halde illeti fellaceye mübtela ve iki sene mürurunda ki bin iki yüz kırk sekiz tarihinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh muahharen mısır eyaletine sayebahşı atıfet buyrulan ibrahim paşa merhumun hakkında tanzim eyledigi kasidesinde illeti mezkureye mübtela olduğunu şir irad etmiş olduğu. acaba yad ider mi o vezir ibni vezir iki yıldan beru mefluc olan ranayı mukattaının mısraı sanisini badehu vefatı ati'tterceme nihad beg bu vecihle tanzim itmiştir. kaldırüp bir yire defn eylediler ahbabı iki yıldan beru mefluc olan ranayı mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi rana olup hacı bektaşı veli hazretleri muhibbanından bulunmuş olduğu haysiyetle ekser eşarı tasavvufane ve şeyhane vaki olmuştur. ziri fesden dilbera oldu nümayan kakülün meh cebinin üzre çok gösterdi ünvan kakülün ziri fesde haps idüp yüz virme lutf it elaman eyledi cemiyyeti iklim perişan kakülün her telinde guyiya asıldı bir tiri kaza bağladı her muyuna bin merdi meydan kakülün rubı meskunu musahhar itmege kasd eylemiş kendi başına ider hükmi süleyman kakülün hake saldı sayeveş ahir refahi çakerin bir nefes güldürmedi bidin u iman kakülün nazımı mumaileyh refahi hacı giray sultan silivri kazasında vaki vize nam kasabada bin iki yüz otuz tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup muahharen silivri kasabasına nakl u hicret ile ile'lan kasabai mezkurede peygulegüzini ikametdir. mumaileyh hace kerimi efendi şakirdanından bir zatı sahibirfandır. o şahı şehlevendimin atalar meşrebindendir ider uşşakına ihsan sehalar meşrebindendir içer camı meyi her dem olur mestane ol şahım geçer işretle eyyamı safalar meşrebindendir beni divane kılmışdır o şuhı nazenin amma yolunda can feda olsun vefalar meşrebindendir cemali nuruna baksam kesafet mahv olur dilden kılur alemleri ruşen ziyalar meşrebindendir ganidir aşkile gönlüm sever mahbubı ranayı taaccüb eyleme rıfat gınalar meşrebindendir nazımı mumaileyh çelebi hüseyin rıfat efendi devri sultan selim hanı salis'te asitanei cenabı hudavendigaride serirarayı irşad olan çelebi elhac mehmed emin efendi merhumunferzendei ercümendi olup bin iki yüz on iki tarihinden sonra irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup işbu balada muharrer gazeli bihalel mumaileyhin unfuvani şebabetinde nazm u inşad eyledigi asarı belagatşiarındandır. hele ol afetile ülfetimiz tazeledik yine ol mahile biz kaleyi endazeledik şereri hecri derunda elemi dilde müdam ateşi aşkı yeniden yine yelpazeledik parelenmişdi muhabbet varakı hayli zaman defteri aşkı bu gün biz yine şirazeledik dün gice meclisi meyde o kamertalat ile yidik içtik neler itdik de neler bazeledik bunca demler idi kim rıfat'a küsmüştü o yar hele ol afet ile ülfetimiz tazeledik nazımı mumaileyh ali rıfat beg mirahurı evvel şehryari müteveffa hasan beg'in mahdumu olup evaili halinde metruk silahşoranı hassa silkine insilak ile ihtisabı memuriyetinin bidayeti esnasında memuriyeti merkuma ile medinei manastır'a azimet eyeleyüp bin iki yüz kırk üç tarihinde mahalli mezkurda darı bekaya azm u rihleteylemiştir. bir şuha gönül ver kim ola medhe seza ol alemde kerempişe olan şaha geda ol dil hastası ol öyle tabibi dil u canın kim eyleye lokman gibi bimara deva ol canana sitem eylese uşşaka degil gam lutf itdigi dem gayrilere cevr u cefa ol gül gül olacak meclisi sahbada ruhı yar ey bülbüli dil sen de biraz nağmesera ol meyl itme fürumaye olan afete rıfat üftadei hubanı pesendideeda ol nazımı mumaileyh ebubekir rıfat efendi kırımiyyü'lasl olup fenni kitabetde olan malumatı iktizasınca bir nice müddet bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bi'lahire bağdad valisi esbak necib paşa merhumun dairesine intisab ile müşarünileyhin bin iki yüz kırk altı senesinde surrei hümayun emaneti memuriyeti celilesiyle canibi hicaz'a azimeti esnada kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde azimi beytü'lharem ve bade'lhac medinei münevverede ihrambendi darı islam olmuştur. mumaileyhin ferzendi ercümendleri musa safveti paşa mukaddem ve muahher iki defa maliye nezareti celilesine revnakefza olmuştur. bir kıta matbu divanı dahi vardır. cana tiri kemandır gamzen nizedarı cihandır gamzen gareti hanmanı can u dile hançeri hunçekandır gamzen sinei aşıka urur zahmı neyleyem biemandır gamzen bir görünmez bela imiş hasıl fitnedir hem yamandır gamzen gerçi zahirde yoğ ise eseri aleme raygandır gamzen kakülü kıssası dolandı dile saili in u andır gamzen sabit oldu tevatüren rifat rüstemi dasitandır gamzen nazımı mumaileyh halil ibrahim rıfat beg miri ilm dinmekle meşhurı alem olan iskeçe ayanı müteveffa mustafa ağa'nın mahdumu olup avanı cüvanide tariki tedrise dahil ve muahharen maskati re'si olan iskeçe nam kasabadan dersaadet'e muvasalatla hasbe'ttarik talii kendüye yar u refik olarak bin iki yüz elli senesi havassı refia kazası mevleviyyetine nail olmuş iken dayini ecel kendisine rahzeni emel olmağla mevleviyyeti mezkure müddetini itmam itmeyüp iki yüz elli bir senesi şehri ramazanında kurbgahı cenabı mennana hıram eylemiştir. mumaileyh efsahı füseha bir şairi zibendeeda olup eseri tabı olmak üzere iki yüz elli tarihinde şerefvuku olan surı hümayuna dair gülşeni hurremi isminde bir adet manzumei renginbeyanı ve aynı zafer namında mürettep bir kıta divanı fesahatünvanı vardır. kaşın gözün ki şeratla tir ü kemanlıdır tut kim o sehme sinei aşık nişanlıdır sırrı lebin mezakına irdim dimiş rakib sormak muhal kaide bu söz gümanlıdır ahı sevadı çekse dili natüvan nola zülfün revakı vaslı acep nerdebanlıdır iki vecihle gaybı hayalı dü gamzeler çıkmaz yüze her anda adı yamanlıdır vasfı dehende şirini şayi ne eylesin rifat makamı sanide mahfi dükkanlıdır nazımı mumaileyh abdurrahman rifat beg harput eyaletinde kain adıyaman ismiyle meşhurı cihan olan hısnı mansur kasabası hanedanından derviş begzade mustafa beg sulbünden bin iki yüz yirmi üç senesinde panihadei sahai vücud olup tarikatı bektaşiyyeye süluk ile müftehir u mübahi ve tariki aliyei saireye dahi kemali muhabbetle mazharı feyzi namütenahi olan dervişandandır. birkaç sene zarfında ale'ttarikü'sseyahe dersaadet'e muvasalat eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı olduğu kendisinden mervidir. seherler daima vakti safayı ehli irfandır seherler vakti rahmettir seherler vakti ihsandır seherde açılır gül goncei eltafı yezdani seherlerde hezarı ehli haldir şad u handandır seherde mazhar olmuştur olanlar sırrı tevhide seherde keşf olan sırra hakikat ehli hayrandır seherde yüz süren dergahı mevlaya bekam oldu seherde habı gafletde olan sonra peşimandır seher vaktinde gökmenzade rıfat olma gafletde seherlerde niyaz ehli olanlar lutfa şayandır nazımı mumaileyh elhac hüseyin rıfat efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz dokuz tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarife sarf iderek muahharen mekteb haceligine meyl u rağbetle bazı sıbyana talimi kur'anı azimü'şşan ve bazı talebeye dahi iraei hattı sülüs eyleyerek güzarendei evkat u avandır. mumaileyhin müretteb bir kıta divanı ve ilmi irtifa'a dair hülasatü'lirtifa isminde bir adet risalei seriü'lbeyanı olduğu menkuldur. eşarı kelamı mevzun kabilindendir. safayı fakrı bilmez ol ki kesbi servet etmiştir mezellet zevk olur ol mürde terki uzlet etmiştir benim de sinei safımda yari gördügüm vardır meraya sırrını vaz eyleyenler külfet etmiştir mizacı alemi bilmek gerekdir şeyh u dervişe bu iklimi fenadan çok erenler uzlet etmiştir surufatı maarif fazl u hakdır nevi insana bu sırrı mübhemi zahir bilenler sohbet etmiştir kühensalı felek ta çaldırınca zahide sazı bu işretgahı rindana ziyade himmet etmiştir sıkıştırdıkça leylii hayali kaysı evhamı nice akil bu sahrayı cihanda cennet etmiştir mey u mahbuba meyl itmek hatası hoş gelir taba selef bilmem nedendir nefret etmiş iffet etmiştir zamiri aşıkı şuridede yokdur has u haşak semenderveş mukaddem ateş ile ülfet etmiştir huzurı hazrete arzı bir tavrı küstahı buna cür'et ederse biedeptir rıfat edmiştir nazımı mumaileyh salih rifat beg serbevvabini dergahı aliden müteveffa elhac dırbaz ağa'nın mahdumu olup metruk başmuhasebe kaleminden neş'etle bir müddet mektubii maliye odasına müdavemet eyledikten sonra odai mezbur mümeyyizligine umur ve biraz vakt mürurunda ki bin iki yüz altmış altı senesi barütbei saniye sivas defterdarlığına ve birkaç sene zarfında kürdistan eyaleti defterdarlığına nasb u tayin kılınup işbu tezkirei acizanemizin tabından beşaltı mah makdem trabzon eyaleti defterdarlığına mesrur olmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti olup şir ile şöhreti yoktur. tarih şehi şevketpenah abdulmecid'in daima mabud ide farkı ibada sayei ikbalini memdud o hurşidi memalikperverin devranı adlinde basite arsai dünya bisatı cennet'e mahsud kibar ile siğar bendeganı pürşevk u asayiş huda'ya şükr ola cevr u sitem anka gibi nabud bu dem ol şehryarı bahtiyarı dadı fermanın gelip sali cedidi basuud u yümni namadud teşerrüf itmege rıfat kulu tarihi tebrikin ararken buldu hamd olsun acep bir dürri naşühud huda şah zamanı abdülmecid'e her gelen sali sürur ile cihan durdukça ide eymen u mesud nazımı mumaileyh rüstem rifat beg hersek valisi müteveffa ali paşa'nın mahdumu olup bin iki yüz altmış bir tarihinde uhdesine rikabı hümayun kapıcıbaşılığı rütbei muteberesi bi'ttevcih iki yüz altmış altı salinde paşayı müşarünileyhin vukuı vefatında mahrusai burusa'ya azimet ve muahharen dersaadet'emuvasalat eylemiştir. gazeli na tamam söyündürmez iken bu eşk çeşmi ateşefşanı nice teskin ider deryayı umman bahrı hicranı bu hüsn u bu melahatla seni ey mahı kenanım didim evvel görüşde işte budur yusufı sani ayağı bus idüb piri muganın himmetin aldım benim şimdi bu işretgahı aşkın mest u hayranı gubarı kineden mir'atı kalbin saf kıl rifat bu çirkabı fenada kurtaram dirsen giribanı nazımı mumaileyh halil rifat efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk üç senesi kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz elli yedi tarihlerinde maliye hazinesinde vaki sergi muhasebesine müdavemete mübaderetle iki yüz altmış bir senesi postahane kitabetine ve badehu canibi ihtisaba nakli me'muriyet eylemiştir. mumaileyh nevayindih bir suhandanı hoşguyendedir. arş u kürsiden geniş kaşane kim gönlümdür ol tahtgahı kişveri canana kim gönlümdür ol merkezi arz u sema şekli sanevber sureta bir mutalsım kenz ana virane kim gönlümdür ol meyperesti sakii bezmi elestiz zahida neş'egahı vahdete meyhane kim gönlümdür ol bezmi meyde yar ile zanubezanu canfeza badei safı içen mestane kim gönlümdür ol afitabım gam yimem gerçi tehi destim veli lali nabınla dolu peymane kim gönlümdür ol kaysveş bazarı aşk içre eya leylisıfat yoluna can baş komuş divane kim gönlümdür ol ruyı red görmez gelenler bargahı pirde şimdi andadır güşa mihmana kim gönlümdür ol artar eksilmez derunı sinede suz u güdaz vadii hayretde ateşhane kim gönlümdür ol huşı derdim elyelüp rıfkı diyarı aşkda peyrev olmuş hazreti zişana kim gönlümdür ol hasbetullah her dem eyleyen hayır dua hak kabul itsin şehi devrana kim gönlümdür ol nazımı mumaileyh şeyh mehmed rıfkı efendi bahrı siyah sevahilinde vaki kasabalardan birinde çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz yirmi sekiz tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala cennetmekan sultan ahmed hanı gazi hazretleri medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde tahsiliulumı aliyeye say u himmetle o esnada fünunı farisiyeyi dahi ati'tterceme vahyi efendi merhumdan tahsil eyleyerek mahmiyei üsküdar'da vaki selimiye hankahı şerifi şeyhi tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihinden şeyh ali behçet efendi merhumdan iki yüz otuz üç tarihinde ahzı yedi inabet eyleyüp birçok vakt hankahı mezkurda halkagüzini ikamet olduktan sonra iki yüz kırk sekiz senesi hilalinde unkapanı civarında kain ahmedü'nneccari dergahı meşihatiyle naili eltafı namütenahi olmuştur. ile'lan bazı erbabı istidada talimi fünunı farisiye eylemektedir. mumaileyhin eşarı şeyhane ve mütasavıfane vaki olmuştur. natı şerif bu şeb hurşidi evrengi risalet geldi dünyaya muhammed mustafa'nın nuru saldı aleme saye donandı alemi bala seraser nur ile bu şeb kadem basdı vücud iklimine ol asumanpaye acep mi andelibi nağmepira olsa natınla meded ey serveri yesrib kerem kıl bu refiaya nazımı mumaileyh seretbayı şehryari katibzade mehmed refi efendi dersaadet'de kademnihadei mehdi vücud olup bin yüz yirmi altı tarihinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve yoluyla galata ve burusa mevleviyyetilerine nail olduktan sonra mekkei mükerrevleviyyeti payesini bi'lihraz yüz yetmiş iki tarihinde riyaseti etıbbaya nailiyetle mümtaz u serefraz olduğu halde darü'lhilafetü'laliye hükumeti ve badehu anadolu sadareti ve bir müddet sonra rumeli sadareti mesnedi alisine revnakbahşa buyrulup tarih: kıla adn içre mekanı ruhı reisü'lhükema tarihi mealince bin iki yüz seksen üç sali hilalinde azimi darü'lme'va olmuştur. müşarünileyhin talik ve hütutı sairede derkar olan mahareti münasebetiyle tercemei ahvali müstakimzade merhumun tuhfetü'lhattatin isminde olan tezkiresinde mestur ve bazı asarı dahi salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mezkurdur. meskenimden dur idüp gurbetde sergerdan iden kısmetim mi taliim mi yohsa cana sen misin nazımı manzumei hünermendi elhac ahmed refi efendi şehriyyü'lasl olup sarayı hümayunı mülukanede perverişyaftei fazl u kemal olarak hacelik rütbei behresini bi'lihraz cennetmekan sultan ahmed hanı gazi ve sultan mahmud hanı evvel hazeratı asırlarında müsahibi şehryari olduğu halde beyne'lemasil serefraz u mümtaz buyrulup gah u gah mazharı eltafı şehenşahı felekcah olmakta iken mahmiyei edirne'ye nefy u icla olunup bir müddet ikametle şarkı vadisinde birkaç inşad ve bir bestei tarbefza tertib u icad ile şarkıı mezkur mesmuı padişahı adaletmevfur olduğu anda mumaileyhin kaydı nefyden tahlis u ıtlakı hususuna ferman buyrulmağın dersaadet'e avdet ve o esnada mahdumu ati'tterceme hace neş'et efendi merhumu bi'listishab canibi hicazı mağfirettıraza azimet eyleyüp bade'lavde yine müsahabeti şehenşahide bulunduğu halde bir müddetcik imrarı vakt u saat eyledikten sonra ruhı paki azimi suyı eflak olup na'şı mağfiretnakşı topkapı haricinde vaki şarihi mesnevi sarı abdullah efendi merhumunkabrine karib mahallde defini hak olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülememiştir. ancak sulbünden ati'tterceme mumaileyh hace neş'et efendi gibi bir ferzendi ercümendin zuhuru kendisine ila ahirü'zzaman sebebi ilkayı nam u şan olacağı müstağnii tarif u beyandır. kıta ol tıflı laza of deyüp itdi nigah kerem yüzü soğuk rakib trabzan babasıdır ibriki mey ki sagarın emzikli maderi piri mugan da sakilerin süd babasıdır nazımı manzumei hünermendi refi efendi şehri diyarbekir'de kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mısrı kahire kuzatı silkine dahil ve hasbe'ltarik birkaç defa mansıbı kazaya nail olduktan sonra bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. şeyhülislam arif hikmet begefendi'nin vefatı mumaileyhe tarh u inşad buyurmuş oldukları tarihi garradır. tarih: adnı mekan eyledi şair refi mütercim mumaileyhin bir kıta müretteb divanı fesahatbeyanı olup vefatından sonra galata mevlevihanesi kütüphanesine vazıla ziveri sahayıfı asar kılınmıştır. mumaileyh deli refi dinmekle mütearifdir. kıl tebessüm lebin ey goncei handan göster ni'colur şaşaai mihri süleyman göster ebruvanın çıkar ey mah hamı zülfünden savmekaranı gama gurrei şaban göster ateşi aşkı olur hasılı teskine medar hilyei hüsnünü ey servi hiraman göster çehrei şahidi maksudunu bir zevki meram kime gösterdi bu ayinei devran göster şerha vü dağı dil u sineni arz it yare gülşeni aşk u muhabbetde çerağan güster ya ilahi dili ehli hünere yar olanın hanei serveti samanını viran göster arz idüp bu gazeli nadii ahbaba refi bezmine gülvarakı sebzei irfan göster nazımı mumaileyh mehmed refi efendi esirizade ismail efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz doksan sekiz tarihinde tariki tedrise dahil ve bin iki yüz yirmi iki tarihinde galata mevleviyyetine ve iki yüz otuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine ve iki yüz otuz bir senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz üç tarihinde istanbul kadılığı payei muteberesini bi'lihraz vasılı sermenzili itizaz olmuş iken bin iki yüz otuz dört senesi hilalinde tair ruhu gülzarı cinanda aşiyansaz olmuştur. üsküdar'da selimiye hankahı şerifi karşısında medfundur. divançe olacak mikdar eşarı vardır. aklı tamın çaldı uşşakın o saatçı gice zarfı tenden zahmı zülf akrebi işler iyice görmedim ol parisi hüsne gelir at başı bir esbi dil zülfüne kösteklendi anın haylice çok mu rakkası felek bir aftaba meyl ile tası çarhı çaldırüp oynarsa her gün her gice basma bir saat demiştim bir yol olmaz mı didi bekledim semti vefadan belki ol bir yol geçe hiç gurub etmez ider mihri ruhundan ihtiraz kendi efkarı visalin söyler amma gizlice aşıkı derya dile hep gösterip alışveriş nevresan ile kurar kum saatini her gice yüz ayaridir o simincebhe hüsn ü an ile tuhfei hale nazar kıl sevmiyem anı nice münharif turmuş bakar zahid gubarı hüsnüne şöyle kim divarı hayretde dönüp bir kerpice şemsi hüsni akrebi zülfünde alem müşteri karı vaslı çıkmada saatbesaat rayice eşki çeşmim sil disem naz ile ol saat siler indirüp bindirmede uşşakını çekmez güce bir usul ile beni zenciri zülfe bağladı çıkdı andan saniyen ah u eninim harice bir usulı çaryek çaldırsa oynardım refi irtifaı evci hüsnü öyle gayetle yüce nazımı mumaileyh kalayi refi efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup tariki kazaya duhul ile müddeti medide zarfında menasıbı kazayı tekmil eyleyerek sitte mansıbından mazulen sinnini ömrü haddi semanine vüsul olduğu halde bin iki yüz otuz yedi senesi hilalinde metaı hayatı mikrazı memat ile çak çak ve vücudı mağfiretaludu topkapı haricinde vaki kabristanda defini ziri hak olmuştur. vefatı mumaileyhe salifü'tterceme kıbrısizade ismail hakkı efendi işbu tarihi latifi nazm u inşad eylemiştir. tarih: aldı hakk'dan can kalayi kumaşı cennet'i mumaileyh evkat u ezmanını nushı kalayı suhana harc u sarf ile karhanei alem'de bir şairi mahir olmuş ve kumaşı ilm u hüneri bazarı fazl u maarifde hayliden hayli revac u kıymet bulmuştur. pederi kumaşcı esnafından olmak mülabesesiyle kendisi beyne'zzürefa kalayi refi dinmekle arif olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan gazelinin bazı kafiyeleri sakıtca vaki olmuştur. şöyle ki gazeli mezkurda kafiye irad olunan beçe, haylice, gice, gizlice, peçe, yüce kelimelerinin ahirlerinde olan harfı ha nefes kelimeden olmak hasebiyle anların birbirine kafiye olacakları müstağnii tarifdir. ancak iyice, gerice, harice, rayice, gice, güce lafızları ki ahirlerinde olan ha harfi nefes kelimeden olmayup alameti meful olacağından harfı mezkur bu mahalde redif hükmünde tutulup makablinde olan cim harfı kafiye olmak iktiza eyler. bu suretde elfazı merkumede olan cim herfinin dahi makablinde gelen harfin harekesine nazar olunmak lazım gelir. bu takdirce bunların harekeleri birbirine mübayin geleceğinden birbirlerine kafiye kılınmaları gayri sahihdir. zira asılları iç, güriç, haric, rayic, geç, güç lafızlarıdır. iç lafzının haric lafzına, kerpic lafzının rayic lafzına, geç lafzının güç lafzına kafiye olamayacağı bedihi ve celidir. dikkat ve insaf buyrulup bu sırada rakımü'lhurufa tecvizi kusur olunmaya. kumaşı intizarı serdi didem rehgüzar üzre iki gözüm kudumınçün dü çeşmim intizar üzre gehi it talatınla hanei tarikimi telmi cenabı aftab eyler tenezzül haksar üzre ne gülşendir bu gülşen olmuş aya aşiyanı mar dökülmüş piçi zülfü zammı necm ol gülizar üzre yazılmış kilki kudretle kitabı hüsnü cananın nukatdır anberin haller o hattı müşkbar üzre sunar mı sakii devran acep kim camı ikbali yahud ömrüm geçer mi bezmi fanide humar üzre gülistanı cihanda goncei maksudu açmazken hezarın geçdi ömrı nazenini ah u zar üzre cenabı izzet'in tanziri nazmı pakine hamem refia ictisar itdi veli çok itibar üzre nazımı mumaileyh hasan refi efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine bir müddetcik müdavemetle muahharen trablusgarb valisi sabık izzet paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle trablus canibine azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi evahirinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şir ile şöhreti yoktur. celb u teshiri maanide lebi harutuz cem u tefriki suhanda nazari marutuz sayemizde bulur ankayı hıredmayei feyz nahlı beraveri deşti hikemi lahutuz bu'lacep gevheri şeffaf u şahı aşkız aleme bahşişi ebri feleki nasutuz sayt ile velveleendazı kıbabı eflak mebhasi ahzı metalibde veli mebhutuz tev'emiz asım ile tab u tecellide refi alemi reşkile dilseyr ider bir kutuz nazımı mumaileyh emin refi efendi kisedar biraderzadesi esad efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bir müddet canibi fetvahanede müsveddelik hizmetinde lede'listihdam niyabet tarafına mail ve rağib ve çend sene zarfında birkaç mahale hakim ve naib olduktan sonra üsküdar niyabetine ve badehu konya kazası niyabetine ve bin iki yüz altmış sekiz senesi antalya kazası niyabetine memur u tayin olunup muahharen yine niyabet hizmetiyle tatarbazarı canibine azimet eylemiştir. mumaileyhin haylice eşar u güftarı vardır. guyiya vuslatda dil amma ki firkat herdemi vazı nahencardır avare eyler ademi tesliyetbahş olamaz derdine pendi zahidan bir gama uğradı dil bulunmaz asla hemdemi pek de makbulum değil ağyarı bedgirdar ile ıydgehde ol şehı hubanı seyranım demi ben enisi mihnet u dildarı pürşevk u tarab nağme senci ye's olan bulmaz zamanı hurremi iştiyakım hazreti ragıb efendi'ye refik izdiyad olmakdadır suzı firakı matemi nazımı mumaileyh mehmed refik efendi medinei manisa'da burusevi osman efendi nam bir zatın sulbünden bin iki yüz bir tarihinde panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde mahrusai burusa'ya nakl u hicretle askeri kassamı kalemine müdavemet itmekte iken bin iki yüz kırk altı senesi hilalinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyhin asarı tabı olan eşarı etvarı kudemada vaki olmuştur. hatın olmakda mahı hüsne hale inceden ince göründü işte serrişte visale inceden ince degil hatt gerdi ruhsarında süs virmiş yedi kudret siyeh bir kıl kalemle verdi ala inceden ince derağuşı miyanın düşde neyli bile düşvarken ne çare sardı zihnim bu hayale inceden ince ne sırdır sakii meclis eger meşrebce olmazsa virir bir derdi ser her bir piyale inceden ince mukavves kaşlara bilmem kiriş midir refikasa keman eyler yine bezm içre nale inceden ince nazımı mumaileyh osman refik efendi eyyub ensari hazretlerinin ismine mensub olan karyei latifede bin iki yüz on yedi tarihlerinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde bir müddetcik atiki babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine devam ile bi'lahire vüzeradan müteveffa salih paşa'nın ibtida hazine kitabeti ve muahharen divan kitabeti hizmetinde bir çok vakt bi'listihdam güzarendei eyyam olduktan sonra bir müddet dahi cennetmekan hibetullah sultan merhumenin kethüdası duhan gümrükçüsü esbak müteveffa hacı mustafa ağa'nın kitabet hizmetinde bulunup iki yüz elli beş senesi hilalinde rütbei haceganiyi bade'lihraz biraz vakt mürurunda asakiri hassai şahane tahriratı kitabetine ve badehu asakiri hassa ruznamçeciligi ve muahharen darı şurayı askeri dahilinde vaki hassa ruznamçeciligi memuriyetine nasb u tayin kılınmıştır. şir ile şöhreti yoktur. kıta hazreti hakkı efendi kim odur salikanı halvetiye mukteda eyledi bu camie sarfı himem kıldı ihdayı resulı kibriya her ziyaret eyleyen dir remziveş barekallah cilvegahı etkıya nazımı mumaileyh mehmed remzi efendi memaliki anadolu'da vaki şehri karaman'da kademnihadei sahai vücud olup mahrusai burusa'ya nakl u hicretle bi'lahire sınfı müderrisine dahil ve bin yüz kırk üç tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. ey gönül ister isen itmege kesbi hasene nazarı pak ile bak mushafı vechi hasene kızıl elmaya degişmem zekanın sultanım gerdenin ak deniz'e lalini mülki yemen'e halı hinduna olur mu habeş iklimi baha çini zülfün viren aldandı hıta vü hotan'a oldu padergili aşk ol dahi azade iken fahte vasf idecek kaddini servi çemene yadı mir'atı ruh u kandı lebinle remzi şimdi nevbet mi virir tutii şekerşikene nazımı mumaileyh osman remzi efendi salifü'tterceme tekfurdağlı bezmi efendi'nin biraderi güheri olup bin yüz otuz yedi tarihinde darı bekaya güzar eylemiştir. lali lebine can u dilin iştihası var zira o yirde haylice şeker safası var cennet dinilse mevkiidir kuyı dilbere ol cadu çünki ademe uçmak hevası var nadan hemişe zevk u safayı sürer veli cevri felekden ehli dilin iştikası var bari cefa vü mihneti gam çekdirirse de üftadesine gahice lutf u atası var saki getir piyaleyi zeyn eyle meclisi sun badeyi ki ehli dilin ibtilası var mağrur idüp vefasına bir mehveş aşıkı rusvayı alem eyledi hayli belası var ben mübtelayı işvei balayı yar olup sevdayı zülfü başıma düşdü hevası var tahsin dinilse layık olur mir muhlis'e nazmı selisinin nice renginedası var remzi makalı mahlası tanzire cür'etim çünkü kemali ehline hüsni rızası var nazımı mumaileyh ali remzi efendi medinei adana'da kademnihadei mehdi vücud olup muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil ve bir müddet haremeyn müfettişliginde istihdam olunduktansonra bin iki yüz elli dört senesi kudsı şerif mevleviyyetinden münfasılen darı bekaya müntakil olmuştur. ol zamandan beri kim suzı firakı çekerim sanki bir külhan olur sinede dağı cigerim gam u hecr u ferahı vuslatı didarın ile yokdurur duzah u firdevsten asla haberim fikri zülfünle gamı tanı adu başımda biri püsküllü beladır birisi derdi serim göz dikerse degil ağyarı cihan göz dikse atamam göz göre gözden seni nurı basarım nagehan ateşi tennurı dilimden rumi bin semender kül ider düşse eger bir şererim nazımı mumaileyh rumi efendi gavur izmiri dinmekle şehir olan şehri kebirde çehrenümayı deyri vücud olup bin iki yüz altmış tarihlerinde dersaadet'e muvasalatla tahsili ulumı aliyede bulunarak bir müddet güzarendei evkat olduktan sonra kitabet tarafına mail ve yüz altmış altı salinde darı şurayı askeri tahrirat odası ketebesi silkine dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedi sekiz mah makdem tahrirat kitabeti hizmetiyle anadolu orduyı hümayunu canibine azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. harfi'zze hanei dil geh cevri yar ile berbad olur lik zerre iltifat görse yine abad olur zülfi şubesi güli ruhsara kıldıkda nikab ruz u şeb bülbül gibi karım benim feryad olur gamzei tiğin çeküp uşşakdan dad almağa çeşmi hunrizi o şuhun özge bir cellad olur ta ezelden böyledir kılmam şikayet yardan dilbere cevr aşıka sabr eylemek mutad olur sayei monlada me'yusi kalırsan hiç zeki lutfı sultan kim gedalar üzre bitadad olur nazımı mumaileyh mehmed zeki dede salifü'tterceme refik efendi'nin sulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz otuz yedi tarihinde sikkepuşı hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede kain dergehi mevlana'da hücrenişini feyz u irşad olmuştur. çü bülbül itdi beni ol piyalei gülreng derunı sineciğim kıldı lalei gülreng humı şaraba düşünce o sakii gülruh ihata itdi dimiş mahı halei gülreng ne dem ki gamzei hunrizi kasdı can eyler olur fütadelerine nevalei gülreng bu şeb bezimde idi çün o mahru zühdi alındı hattı ruhundan makalei gülreng nazımı mumaileyh fetva eminizade mehmed zühdi efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen tebdili tarik eyleyüp sınfı haceganiye bi'lilhak bir müddet beytü'lmal müdürlügü memuriyetinde bulunarak imrarı mah u sal eyledikten sonra bin iki yüz elli dokuz tarihinde bilecik nam mahallde kaimmakam iken azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh fünunı farisiyede malumatı tammesi olmak hasebiyle gazeliyatı şevket'den bazılarını şerhe muvaffak olmuştur. aynı ibretle cihanda çok göze kıldım nazar görmedim bir böyle çeşmi hub mazaga'lbasar ebruvanı kavsı kudretdir o şuhı dilkeşin bir bakışda tiri müjganı heman candan geçer gülsitanı hüsnüne verdi mutarra ruhları la'li nabı gülşekerdir aşıkın bağrın ezer gerdeni billurı manendi surahi pak saf sinei simini berayinedir dünya deger nafei mişkini guya hokkai anber şiyem fark olunmaz mumiyanı ol kadar barikter söz bulunmaz bundan aşağısına dilberlerin kim cesaret eyler ise şer anın dilin keser sen de zühdi ebsem ol hayli perişan söyleme şuaraya hiç ülfetin yok olsa dayeter nazımı müşarünileyh ismail zühdi beg dergahı ali kapıcıbaşılarından müteveffa süleyman ağa'nın sulbünden dersaadet'de aşık paşa mahallesinde bin iki yüz on dört tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup temyizi sefid u sevada kesbi istidad eyledikten sonra atiki babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine ve badehu divanı hümayun kalemine bir müddetcik müdavemetle iki yüz otuz altı senesi hacelik rütbei refiasına nail ve mektubii sadrı ali hulefası sınfına dahil olarak iki yüz kırk dokuz senesi odai mezbur serhalifeligine ve iki yüz elli iki senesi sadareti uzma mektupçuluğu mesnedi refiine ve iki yüz elli beş senesi rütbei ulayı haiz olduğu halde deavi nezareti vekaleti inzimamiyle harbiye nezareti behiyyesine ve muahharen bi'lfiil deavi nezaretine ve iki yüz elli yedi senesi tersanei amire müsteşarlığı mesnedi alisine ve iki yüz elli dokuz senesi sadareti uzma müsteşarlığı makamı valasına revnakdihi kadr u itila ve uhdesine rütbei bala dahi tevcih u ita buyrulup iki yüz altmış dört senesi tersanei amire nezaretine mukarenet ve iki yüz altmış beş senesi nezareti merkumeden müfarakatla meclisi vala azası sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi saniyen tersanei amire nezareti celilesine nail ve muahharen nezareti merkumeden münfasil olmuştur. müşarünileyh vükelayı fehhamı saltanatı seniyyenin fartı akl u dirayetle maruf ve kemali sıdk u istikametle meluf olan zevatı sütudesıfatından olup fenni inşada mahareti ve selikai şiriyede dahi derecei nihayede kemal u kudreti olduğu erbabı nazm u inşa beyninde malum u müsellem ve müstağnii tahrir u rakamdır. mukaddema bazı husus zımnında rumeli canibine azimet itmiş olması münasebetiyle manastır nam memleketde işbu matlaı garrayı silki nazma keşide eylemiştir; hayal u fikri dilber yoğiken etrafı hatırda kapıldım ezkaza bir kafir hüsnüne manastırda hakke'linsaf matlaı mezkur gayet latif u saf vaki olmuştur. mushafı ruhsarına bir dilberin kıldım nazar serbeser ayatı kur'aniyeyi tefsir ider gör halakne'lnutfeyi fi ahseni takvime bak bil ne kudret sahibidir hazreti rabbü'lkader zülfü pişanında ya nurün ala nur ola ya biri veleyl u biri ve'şşemsden söyler haber çeşm u ebrusun gören vechinde labüd çağırır ya ali bubekr ömer osman u ya hayrü'lbeşer beyni haddeyninde anın binii nazikteri sanki engüşti nebidir eylemiş şakkı kamer dir elif lam mim tenzilel kitabın sırrıdır kadd u zülfüyle dehanın seyr iden ehli hüner bir kıyametdir o kamet maşeri uşşaka kim kopsa eflakı yakar avazei eyne'lmefer aşıkanın her biri bir gune can virse ne var ol melektal'atına mahza beşer söyler gezer laline ger surei kevser disem budur cevab nağmei min indina amma ki teczi menşeker virsem e'rrahman bana ol alleme'lkur'an okur yok mudur vuslat acep yarab kelemhin bi'lbasar ol kelamullah'dan her gün olurken bir sebak mahı ruze gitdi zühdi geldi eyyamı keder nazımı mumaileyh mehmed zühdi efendi mahrusai trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup bir bab kağıdçı dükkanı güşadıyla imrarı subh u mesa eylemekte bulunmuştur. bin iki yüz altmış üç senesi hilalinde dersaadet'ebi'lmuvasala ali beg nam bir dilaramı simendamın evsafı hüsnüne dair balada muharrer olan gazeli keşidei silki sütur eylemiştir ki nazmı mezkur kuvvei tab'ına nümunei kafidir. sineçakı hançeri azarı aşkım elgiyas elgiyas üftadei ekdarı aşkım elgiyas rahma gelmez cevrden geçmez o şuhı bivefa neylesem nitsem acep naçarı aşkım elgiyas damı mihnetden reha mümkün değildir gönlüme ta ezelden çünki ben gamharı aşkım elgiyas seyr idelden arızı gülgunı yari dembedem bülbüli nalendei gülzarı aşkım elgiyas zülfi piçapiçinin meftunudur mansurı dil anın içün mübtelayı darı aşkım elgiyas künci gamda her gice kan ağlamakdan subha dek zühdii gamharveş bidarı aşkım elgiyas feyzi paki hanedana mazhar it yarab beni haki payi bendei kerrarı aşkım elgiyas nazımı mumaileyh ahmed zühdi efendi üsküdar'da bin iki yüz kırk sekiz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış sekiz senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı zümresine ve iki yüz altmış dört senesi maliye hazinesi dahilinde vaki esham muhasebesi ketebesi sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. felekdir eyleyen her dem bu sinem yara ya rabbi çevir devr eylesin çarhı visali yara ya rabbi muradım eylesin ita ümidim daima senden bırakma hecr u firkatla derunum nara ya rabbi kerem kıl eyleme mahrum beni ihsan u lutfundan el irmez gayri mahşerde heman bir kara ya rabbi bu dil mecruh iken böyle eser ki şiddeti nardan heman şad ile ilka it gül u gülzara ya rabbi bu zihni kemteri rüsvay itme ruzı mahşerde yüzün ak eyle her demde sen itme kara ya rabbi nazımı mumaleyh ali zihni efendi karahisar nam kasabada tevellüd eyleyüp dersaadet'ebi'lvüsul tabur kitabeti hizmetiye silki askeriye duhul eylemiştir. güftarı zihni gibi perişandır. seba mülkün virir bada dağıtdıkça saba zülfün yıkar çin mülkünü ahir harab eyler hıta zülfün olalı rum'a serasker çekildi şam'a halk ekser habisde kesdi çok server o mehdi macira zülfün buhara belh u kirman'a haber gitdi horasan'a düşüp bazarı tahran'a senin iranbaha zülfün yürütdü hükmi çevganı kızıl elmay'a fermanı çeküp bende tatar hanı şeha rüstem seha zülfün gider aşıkların dada elinden zihni feryada yeniden sahnı bağdad'a kurupdur kerbela zülfün nazımı mumaileyh zihni efendi anadolu'da vaki yaybod kasabasında panihadei sahai vücud olup memaliki mahrusada bir müddet seyr u seyahat ve bazı voyvodegan ve mütesellimin maiyetlerinde edayı hizmeti kitabet eyleyüp bir aralık mısrı kahire canibine azimet ve bir vakt ikamet eyledikten sonra tekrar canibi rum'a nakl iderek muahharen bir kıta hacelik rüusi hümayununa nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında dersaadet'e muvasalat eylemiştir. bir mikdar eşar u güftarı vardır. kıta bir nigahı iltifata irtikab itmez misin padişahım vakt u ümidi hisab itmez misin hasretinle gerçi kıldın kaddimi hem çün keman tiri ahımdanzalim içtinab itmez misin nazımı manzumei hünermendi esseyid ziver efendi ismail ferruh efendi merhumun mahdumu olup metruk babı defteride vaki malikane odasına devam itmekte iken sinnini ömrü haddi işrini güzar itmeksizin bin iki yüz kırk beş senesi hilalinde riyazı cinana hıram eylemiştir. eşarı birkaç gazelden ibaretdir. hat gelse sanma aşıka ol şuh yar olur derdi izarı yaralar açıcı har olur badı saba eser ise semti ırak'a dek ahengi dil o kaküle bestenigar olur müjganı çeşmi aşıkı canlandırır sirişk görmez misin ki kıl suda turdukça mar olur kalmaz hazanı ye's bu bağı meramda nahlı emelde bir gün olur berg u bar olur sen ketmi razı aşka sakın eyleme heves can gibi saklasan da anı aşikar olur ahvali ehli caha kıl insafile nigah ikbali hademi dehrde pek kuçekar olur hünkarı ekberin sayılır kullarındanım bu nisbeti idadda ziver kibar olur nazımı müşarünileyh ahmed ziver efendi muhibbanı cenabı mevlana'dan ve defterhane ketebesinden münif efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz sekiz tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup defterhane kalemine bir müddet müdavemetle darbhanei amire tarafına naklı memuriyet eyleyüp meşayihi mevleviyyeden seyyid ali dede merhumun veledi manevisi ve şeyh galib efendi merhumun ridaen necli hakikatenisi bulunduğu şerefe binaen ol hengamı meserretittisamda vükelayı saltanatı seniyyenin mümtazı ve müntesibanı cenabı molla hünkarın serfirazı halet efendi merhum kendisini sekiz sene müddet kitabet hizmetinde bi'listihdam müşarünileyh vefatından sonra izmir'de müste'menana mahsus olan gümrüge gümrükçü nasb olunup o aralık mütesellimlikle aydın'a azimet ve yedisekiz mah mürurunda bi'linfisal dersaadet'e muvasalatla o esnada rumeli seraskeri bulunan ağa hüseyin paşa'nın kitabet hizmetinde iki sene müddet bi'listihdam o hengamda uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih dersaadet'e avdetinde bir müddet dahi harir nazırı müteveffa ömer lütfü efendi'nin kitabet hizmetinde bulunup kırk dokuz senesi temyiz müdürlügüne ve elli bir senesi tersanei amire müdürlügüne ve elli üç senesi evkafı hümayun nezaretine ve o esnada meclisi vala azası sınfına bi'lilhak bir müddetden sonra nezareti merkumeden müfarakatla bağdad ve musul valileri kapu kethüdalıkları uhdesine bi'lihale iki sene mikdarı meclisi valada ikamet eyleyüp elli beş senesi harbiye nezaretine ve bir mah mürurunda darbhanei amire nezaretine ve elli sekiz senesi rumeli defterdarlığına ve dört sene hitamında azadan olmak üzre bervechi te'bid meclisi maarifi umumiyyeye ve altmış üç senesi emlakı hümayundan olan fabrikalar nezaretine ve altmış dört senesi tersanei amire nezaretine ve altmış altı senesi hekimbaşılık tabirinin lağviyle barütbei bala mektebi tıbbiyei şahane nezaretine ve altmış sekiz senesi nezareti merkumeden munfasılan meclisi vala azası sınfına dahil olarak senei merkume evasıtında saniyen evkafı hümayun nezaretine zinetbahşa olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında saniyen hazinei hassa nezaretine revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir zatı pakizeüslub olup divanı eşarı meşhur ve ebniyei miriyenin ekserinde tarihleri mahkuk u mesturdur. şarabı aşkdan dilde dolu peymanemiz vardır dükenmez ta kiyamet badesi humhanemiz vardır biz ol hanebeduşanız kim iklimi melametde dilasa bir mualla mürtefi kaşanemiz vardır şebi deycurı gamda şulever oldukda vechi yar olur suzan muhabbet şemine pervanemiz vardır harabat içre fariğ olmuşuz kaydı alayıkdan gına mamuresi mülki dili viranemiz vardır dolaşmış perçemi yare çözülmez aklımız ziver egerçi dürri şiriyle musanna şanemiz vardır nazımı mumaileyh tarınkçızade ziver beg mahmiyei üsküdar'da ziri kehvarei vücud olup tariki tedrise duhul ile niyabet suretinde bir müddet memaliki mahrusai şahanede geşt u güzar iderek iki yüz altmış dokuz senesi halebi şehba mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında istanbul kadılığı dahilinde vaki babı niyabeti memuriyetine tayin kılınmıştır. mumaileyhin bir mikdar tarihi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. harfi'ssin gönül yap zahida beyti hudadır taat istersen muhakkakdır ki babı cennet'i hatırşiken açmaz nazımı divanı serbülendi şeyhülislam osman sahib efendi ati'tterceme şeyhülislamı esbak pirizade mehmed sahib efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile tekmili devri medaris iderek mekkei mükerrevleviyyeti payei refiasını bi'lihraz pederleri müteveffayı müşarünileyhin meşihatleri esnasında istanbul kadılığı mesnedi refiine bi'lvüsul beyne'lemasil mümtaz olduktan sonra bin yüz altmış beş tarihinde anadolu sadareti celilesine ve yüz altmış dokuz salinde rumeli sadareti behiyyesine revnakefza buyrularak senei merkuma hitamında bermuktezayı şivei kadr menfiyyen mahrusai burusa'ya azm u sefer eyleyüp bir müddet mahrusai mezburede aram u ikametle dersaadet'e bi'lmuvasala yüz yetmiş beş tarihinde saniyen sadareti merkumeye menkul ve yedi mah zarfında mazul ve yüz yetmiş dokuz salinde salisen sadareti mezkureye mevsul ve senesi tamamında mazul ve ol hal ile güzarendei avan u füsul olmuş iken yüz seksen iki sali meyaminfalinde mesnedvalayı meşihata kuud ve bin yüz seksen üç senesi şehri zilkaidesinde ruhı pürfütuhu evci alayı illiyyine uruc ve suud eylemiştir. naşı mağfiretnakşı aksaray civarında vaki murad paşa camii şerifi kabristanında süpürdei hakı ıtrnak olmuştur. pederleri müşarünileyh sahib ve kendileri sahib mahlaslarıyla şöhretşiar olup bazı eşarı letafetdisarı dahi olduğu asarı selefde mütalaagüzarı acizi olmuş ise de müşarünileyhin balada muharrer beyti dilarasından başka eşarına zaferyab olunamamıştır. kasidegune natı şerif zehi sultanı zikudret ki bimanend u hemtadır kadim u ferdi biçün sani u hayy u tüvanadır medarına revakı bisütun emriyledir daim karar u hestii kevn u mekan hükmüyle bercadır ne bienbazı künhi zatını evham ider idrak uluvvı şanının balasına ne akl tevelladır vücudı evveli labüd gerekdir lamekan olmak ki zatı akdesi ismi mekan vasfından evladır kemali sununa kevn u mekan isbatı şe'n olmaz kitabı kudretinden kaf u nun bir harfi hicadır karibi kurbı alemdir ki alem cüstcusunda benim her didedir her dideden pinhan temaşadır esiri aşk kılmış kendiye kendi tecellası gezen sahrayı vaslın sureta mecnun u leyla'dır dinilse kendi hadi akl acizdir bu vadide hod enver cevheri feyyazı evvel hulkı uhradır müşirayı iradet tarh idince resmi imkanı ki maksud ol bedayiden rumuzı künti kenzadır nühüstin aşikar itdi cebinin nurı mesudun hem ol nurun zuhuru badii icadı eşyadır yekunı küheni maksad nebii eşraf u emced resuli haşimi ahmed serirarayı bathadır kudumı nevbahar itdi seraser eski devranı taalallah ne dilber kim vücudı alemaradır safayı arızı mahyulı vehm olsa melahatda cemali yusuf'u bi'lfarz suretse o manadır vücudu lutfı manası sevadı kadri sevdası hak'ın nurı tecellası cebininde hüveydadır kemalı hüsnünü teşbih ile çün ü çıradan geç o bezmara ki mahbubı huda'dır gör ne zibadır olan şuridei aşkı melametguyı nas olmaz o şuha olmayan şeyda iki alemde rüsvadır anın dilbendi hüsnü gayriye sarfı nigah itmez ki mazaga'lbasar kehili çeşmi cilveefzadır tadan şehdi lisanından nider geçmez de canından ki ol gonce dehanından çıkan söz dahi yücedir hemin üstada sordum kadrı kurbun kabı kavseynin didi ol nükteebruyı dilarasından imadır yolunda acz ile baş koymayan gerdunfiraz olmaz gubarı makdemin kuhl itmeyen göz mutlak amadır felek bir kemterin çaker getirmiş bir tabak cevher seri kuyun döner bekler garaz arzı hedayadır bu gün hattı nübüvvet namına uhrada hatm oldu yarin ruzı mükafat enbiya silkinde evladır muazzam mebdei levlak mükerrem şahı erselnak atabahşayı ataynake menşurunda tuğradır nigara kaddi mevzunun nasıl teşbih olur serve dü kevne saye bahş itmiş bu reşki aynı tubadır saçın ve'lleyli yağşidir yüzün haverden icladır dişin lü'lüyi laladır lebin lali musaffadır güzer kılmak gerekdir kangı çarhı farkı iclalin ki naleynin türabı fevki arşa revnakefzadır hemana dergehin ferraşı cibrili emin olsun ki carub u sarayı servetin müjganı huradır bu şan u hüsni haşmetle nasıl inkar ider münkir eğer insaf ise zatın sana bürhanı garradır hidayet olmayınca hasmı iğna itmez icazın yine takdirdir labüd ki seddi çeşmi adadır degil sanat kamer şakk itmek engüşti işaretle kaşın oynat ki halin merkezi çarhı mualladır eya muhtarı mülki fakr u ey sultanı dervişan ki dergahında şahanı cihan ednadan ednadır gönül şerh itmek ister surei vasfı cemalinden didim şu kurduğun ey bineva pek ince sevdadır didi pervanei aşka seriri pürneva olmaz bu ancak kahı serden baş viren devri tevelladır muhin ankayı vasfı lokma olmaz her dehendaza semendi midhatı nüh derhorı her biser u padır dimişken medhini mennanmeseldir harfı in u an serapa ayeti kur'an anın vasfından imladır ela ey rahmetenlilalemin şahenşehi kevneyn ki dergahın melaz u melcei ala vü ednadır ezelden halli müşkil dilde muzmer arzular var ki cahı mülki cavidanda bir edna temennadır baharı ömr geçdi olmadı nahlı emel hurrem vücudı kamı dil guya beden mülkünde ankadır keminmikdar u harem çeşmi keçbinanı alemde ne yar u yaveri dehrim ne bahtım yar u yaradır perişanhal iken mehcur u sergerdan u gurbet hem hemişe çekdigim devran elinden tab u izadır cefayı çarha yanmam hem söz olmaz cevri ağyara helaki nefsime öz nefsi dunum müşkiladadır cemadinzevreki enbuhı cürmüm ya resulallah hamulem vezn olursa parı sengi heft deryadır bu girdabı belada lutfı hasın olmasa yaver esiri nefsi şumum caygahım be'si me'vadır giçermiş sayt u isyanı hududı afvdan sai şefaatbezl olunca pek günehkarana hemladır behanı lutf u ihsansın dürudı hakka şayansın hem evladın hem ashabın dü alemde mukeffadır nazımı mumaileyh sai efendi hududı iraniye'de kain şehri tebriz'de bin iki yüz on sekiz sali hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk senesi şehri mezkurdan müfarakatla ala'ttarikü'sseyahe memaliki osmaniye dahilinde vaki şehri bayezid'e bi'lmuvasala el garibu ke'lama velev kane basiran müfadınca garibü'ldiyar olduğu halde evkatı yevmiyyesinin zuhuruna terekküp ve intizar ile imrarı leyl u nehar eylemekte iken ülfetgir olduğu ahaliden birisi mührünü izaa eyleyüp o aralık mühri mezkura ihtiyacı mess eylemiş olduğuna ve şehri mezkurede mihr hakk idecek kimse bulunmadığına binaen merkum şu hale mütekeddir ve mumaileyh emri taayyüşü mütefekkir oldukları halde esnayı ülfetde birilerine ruzgarı zurkardan şikayete mübaşeretle merkum vukuı hali bateessüf hikaye itmekle cemii tenayi u bedayide bimisl u hemta olduğu misillü fenni hakka dahi aşina olduğunu mumaileyh bi'lima telakkiyi mafat eylemek üzre ihtiragerdesi olan sanatı cifir ile kendisine bir kıta mihr hakk eylemesini taahhüd eyleyüp irtesi günü bir aded mihri bibaha hakk u imla ve merkuma teslim u ita eylediğinde merkumun manendi hatem mevchizi lutf u kerem olarak halince kendisine ikram kaydında bulunduktan sonra bulunduğu meclis u mahafilde mumaileyh hakkında medh u sitayişe dehenkeşa olmakda bulunması mumaileyhin fenni hakk ve maarifi sairede olan malumatın kemali şuyuunu müstelzim olmuş olmasıyla sanatı mezkuru kendüye medarı taayyüş eyleyerek bir müddet şehri mezkurda ikamet itdikten sonra dersaadet'e bi'lmuvasala yine sanatı mezkur ile idare olunmakta iken iki yüz elli bir senesi mısır valisi asbek mehmed ali paşa merhumun işaratı vakıası üzerine canibi mısır'a izam olunup kendisinin resmi hatda imadı sani ve ressamlıkda ise misali behzad u mani olması cihetiyle mısır darü'ttabaasına memuri bi'licra bir vakt mürurunda eyaleti merkumede vaki hangeh nam mahallde olan mektebin şakirdanının mevaddı imtihaniyeleri dahi ilavei memuriyeti kılınarak ol vecihle on dört sene müddet kahirei mezburede güzarendei vakt u saat olmuş ise de; yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim mısraı mealince iki yüz altmış beş tarihlerinde ki valii müşarünileyhin irtihali akabinde tetrar dersaadet'e bi'lvüsul tabhanece olan malumatı iktizasınca dört beş sene mikdarı nazırı sani mesabesinde takvimhanei amire umurunda muazizen bi'listihdam muahharen tebeddüli nezaret münasebetiyle beyti latifi meali münifi üzre o hengamda mumaileyhin dahi bulunduğu hizmetden müfarakatı vuku bulmağın kendi tarafından idare itmek şartiyle ahmediye meydanında muhtasarca bir bab tabhane güşad eyleyüp bir müddet kütüb u devavin tab u temsiliyle varakgerdeni sahayifi subh u mesa olduktan sonra betekrar kahirei mezbureye azimet eylemiştir. her fende yedi tulası olduğundan başka ilmi hatda olan mahareti saire mikyas olmadığı mumaileyhin ihtiraitmiş olduğu huruf basması ile tab olunmuş olan kitaplardan harfaşinayanı asrın malumlarıdır. şöyle ki hattı talik kavaidi icabınca huruf tağyir u tezayüd itdikçe kelimatın evail ve evahiri teali ve tevati itmekle mahalli vasl u şebuku tahallüf eyleyeceginden devri daim vechile tab u temsiline yol bulmak pek çok ilmi hendese bilmege ve dakiki efkara mütevakıf olacağından mumaileyhin berminvalı muharrer tertibi hurufda derkar olan maharet u himmeti bir vaktde inkar olunamayacağı bedihi ve aşikardır. kendisi mecazamiz sözlerin tahririne rağbet itmediginden natı şerifi cenabı nebeviyi şamil mukaddemen silki sütura keşide eylemiş olduğu kasidei güzidenin işbu tezkirei acizanemize sebt u tahririni ilhak itmiş olduğundan kasidei mezkurenin tahririyle iktifa olundu. esrarı hande goncei lali lebindedir feyzi neşat keyfi melek talebindedir sibi behişte eylemem ölsem de iltifat ol nahlı naziki ah gönül gabgabındadır bahtı siyehden itme küleh kamcuy isen gör kadri mahı ruzenin ey dil şebindedir kejdüm nihad olanlara ikbal ider bu çarh ahkamı vakti saata bak akrebindedir hahişger olma devleti dünyayı salima harman bu mansıbın ezeli matlabındadır nazımı mumaileyh trabzoni mehmed salim efendi medinei trabzon'da panihadei sahai vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala muahharen sınfı haceganiye duhul ile cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrında sefaret memuriyetiyle hind canibine izam olunup esnayı rahda azimi darü'sselam olmuştur. tezkirei salim efendi'de dahi tercemei ahvali mukayyed u mezkurdur. eşki terimi dide ruhı yare düşürdü üftadeligi şebnemi gülzara düşürdü olsam ne acep eşki revanım gibi pamal gözün beni ol şuhı sitemkara düşürdü derdi dili dildareyi gör saiki takdir azade iken surrei tarrara düşürdü dil bahrı muhabbetde şinaverlik iderken filki emelin sahili efkara düşürdü mürgi dili avaremizi badı muhabbet sahnı haremi gülşeni ruhsara düşürdü irfan'a olan meyli bizi asafı asrın salim yine hep vadii eşara düşürdü nazımı müşarünileyh mirzazade mehmed salim efendi şeyhülislamı esbak mirza mustafa efendi merhumun necli necibi ve ferzendi edibi olup bin yüz on altı tarihinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile yüz yirmi beş tarihinde selanik mevleviyyetine ve yüz yirmi altı tarihinde resmi kadim üzre galata mevleviyyetine bi'lvüsul yüz yirmi yedi senesi mekkei mükerreme ve yüz otuz iki senesi darü'lhilafetü'laliye payei muteberelerini haiz ve yüz otuz beş salinde bilfiil darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz kırk üç salinde anadolu ve yüz kırk sekiz senesi hilalinde rumeli sadaretlerine nailiyetle beyne'lakran mütemayiz olduktan sonra bin yüz elli altı senesi azimi darı islam olup dersaadet'de bozdoğan kemeri nam mahallde vaki kabristanda medfunen mürakkibi ruzı kıyam olmuştur. müşarünileyh bir fazılı müstecmiü'lfezail olup te'lifat u tasnifatından olarak terceme vü şerh u haşiyeye dair resaili müteaddidesi ve ilmi tasavvufa müteallik dörd cildi şamil mahiyetü'laşk isminde bir eseri camiü'lfaidesi olduğundan başka işbu zeyline müvaffak olduğum tezkirei nefisenin tertib u tanzimine ve haylice eşarı selise nazm u inşadına muvafık olmuştur. hatta tezkirei mezkuresinin dahi bazı asarı letafetdisarı mestur u mukayyeddir. dili bimarı hasret döndü nale inceden ince idüp hep pisteri hecrinde nale inceden ince sana işkestehatır olduğum iham ider olsun bu narı inkisar ile piyale inceden ince kitabı hüsnünü şerh eyledi devri teselsülle düşüp gisuları çok kil u kala inceden ince sirişkim cevr ile cuy olduğun telmih için yare su işlendi miyanındaki şale inceden ince yedi nessacı tabım destgahı nazmda salim güzel nesc eyledi bir özge kale inceden ince nazımı mumaileyh mehmed salim efendi çerkesiyyü'lasl olup seraskeri esbak mehmed hüsrev paşa'nın gulamanı silkine perverişyaftei ilm u kemal olduktan sonra tarikatı aliyyei sadiyyeye süluk ile bin iki yüz altmış yedi senesi alettarikü'sseyahe çanakkalası nam mahale azimet eyleyip senei merkuma hilalinde kasei hayatı sengi memat ile şikest, ruhı revanı azimi bezmi elest olmuştur. mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi rengineda olup eşarı hub u ziba vaki olmuştur. dilbera sözı nihanımdan sakın tiri ahı biamanımdan sakın ateşi aşkım seni bir gün yakar bari pek yaklaşma yanımdan sakın tiği gamzenle beni itme helak canıma gel kıyma kanımdan sakın gözlerim yaşı seni gark itmesin cuşişi eşki revanımdan sakın gel lebi şirinini vir ağzıma korkma sır çıkmaz dehanımdan sakın mest u hayran olduğum tan eyleme sorma zahid hal u şanımdan sakın aşıkım zühd ü riyadan salimim şairim tiği zebanımdan sakın nazımı mumaileyh salim efendi canibi anadolu'da vaki osmancık kasabası mahkemesi başkatibi elhac mehmed şükrü efendi'nin sulbünden bin iki yüz dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi yedi tarihinde dersaadet'e muvasalat ve tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra kitabet tarafına meyl u rağbet ve bi'lahire maliye mektupçusu odasına bir vakt müdavemetle bir müddet dahi rumeli ve anadolu caniblerine kitabet hizmetinde bulunup muahharen mahrusai burusa'da zabtiye başkatibligi hizmetine memur ve tayin kılınmıştır. derdi firakı yar ile nalansın ey gönül her dem esiri bisteri hicransın ey gönül hemraz u hemdem olmuş idin bir zaman bana bais nedir ki şimdi girizansın ey gönül sinem misali şane benim çak çak ise manendi turra sen de perişansın ey gönül merhem peziri afiyet olmaz ümidi kes mecruhı zahmı naveki müjgansın ey gönül tutimisal itmedesin güftgu her an mir'atı hüsnı yare mi hayransın ey gönül herbir sözünde nüktei esrar muhtafi müşkilşinası alemi irfansın ey gönül gelmez hayali samiha alemde infikak mensubı babı hazreti canansın ey gönül nazımı mumaileyh samih efendi üsküdar'da defini hakı ıtrnak olan şeyh nasuhi efendi merhumun ahfadından vekayii şeriyye katibi esbak müteveffa ibrahim efendi'nin hafidi ve hala rumeli sadareti vekayii şeriyyesi katibi çavuşzade abdulaziz efendi'nin ferzendi raşidi olup evkat u ezmanını tahsili maarife hasr u sarf ile bin iki yüz altmış senesi hilalinde tariki tedrise dahil olmuş ve ile'lan pederi mumaileyhin maiyetinde umurı kitabetde müstahdem bulunmuştur. gözümde ruzı ruşen tardır çeşmi siyahından dilim hasretle pek bimardır çeşmi siyahından karardı hep hayali hali ruhsarınla çeşmanım dahi çok renge meyli vardır çeşmi siyahından perişan hakı kafirde olsa rahm ider ey şuh dili biçare çokdan zardır çeşmi siyahından gözüm görmez iken asla cihanı kara bahtımdan bana berkan da şimdi tardır çeşmi siyahından müjen göz göz idüp samil gibi cismim bu günlerde dilim hasretle pek bimardır çeşmi siyahından nazımı mumaileyh mustafa samil efendi salifü'tterceme cevdet efendi merhumun biraderi maarifperveri olup ibtida sarayı hümayuna ve muahharen divanı hümayun kalemine memur ve çırağ olunup bi'lahire terceme odasına nakl ile sınfı hacegana dahil olmuş iken bin iki yüz elli altı hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. bir kıta divançei eşarı vardır. nedir sevdi bu bazarı fenada celbi emvalin gına virmez metaı müstearı duşı dellalin hababasa giribanı sımahı zühdü çak itdi şikesti tevbeden avazı nuşanuşı sualin giran canan u zühdamal ile uçmak ümid eyler olur mu makiyane lutfı pervazı per u balin serabım ebre erse katrei baran zuhur eyler olur idbar elbet maverası fıratikbalin ider harı müjem azerde payı nazikin şayet degilsem ey güli nevreste mazur ola pamalin çekilmez vazı nasazı sükut eylerse de nadan işaratı bedeldir güftguya merdümi lalin temizi nik u bed aynı zarardır hurdebinana bu vakit cismini surah surah itdi giribalin tecehhül mihnete sermayei emri taayyüşdür olur nefifüzun barı giran oldukça hamalin ne mümkün peyrev olmak nabii üstada ey sami sevadı nabecadır meşki şiri kilki etfalin nazımı mumaileyh vak'anüvis mustafa sami beg menasıbı kadime ashabından olan arpa emini müteveffa osman efendi'nin necli cemil u ferzendi asili olup sınfı hacegana duhul ve nice nice menasıbı divaniyyeye vüsul ile cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrında bir müddet vak'anüvislik hizmetinde bulunduğu halde güzarendei avam u şuhur olduktan sonra bin iki yüz kırk altı salinde müteveccihi kurbgahı cenabı rabbi gafur olmuştur. lafzı mezahir vefatına tarihi zahirdir. mumaileyh arpa eminizade dinmekle arif bir şairi vacibü'ttavsif olup zadei tabı olan divanı belagatünvaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. şöyle ki şuarayı memaliki rum'un müsellem u azamı gazelde sami kasayidde nef'i olduğu gün gibi bedihi ve celidir. ancak asrımızda biriki müteşairi hodmübeyyin mumaileyhümanın işbu rüçhaniyetlerinde hakkı görmeyüp kendilerini anlardan ali zann iderek bazı mahafil u mecalisde kendi güftarı hezlasarlarını arz u beyan ile onlara tefevvuk eylemek sevdasında oldukları gah u gah işidilmekde ise de zehi tasavvurı batıl zehi hayali muhal mısraı o makulelere cevabı kafidir. mütercim mumaileyhin ilmi hatda dahi mahareti kamilesi olmak hasebiyle tercemei hali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mezkur ve bazı eşarı belagatşiarı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. rind olan yeksan bilir hecr ile zevki vuslatı pula saymaz hali hırmanında kenzi fırsatı haksarı irtifaı kadre badi olmasa guşei damen ne yüzden buldu aya rağbeti ey olan kaşanenahvetde sermesti gurur bir de fikret haki zilletde humarı mihneti şehsüvarı arsai miknet dahi olsun meram sahnı acze rıfkile atf it inanı kudreti hikmetü'laynın işaratın nükatın bilmeyen şivei gamzenden ögrensin rumuzı hikmeti benzedirsem laline sahbayı rengin söylerim kanda bolsun badei telh öyle şirin lezzeti bir tarh eyledin sami fasihane yine var ise kasdın beliğ eyle maani hücceti nazımı müşarünileyh sami ebubekir paşa osman paşa merhumun mahdumu olup abdulhamid hanı gazi hazretleri zamanında ki bin yüz doksan sekiz salinde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih silistre eyaleti ihsan ve iki yüz on üç tarihinde ki ziya paşa merhumun sadareti ulaları hengamda kaimmakamlık mesnedi celilesine nailiyetle mazharı eltafı bipayan buyrulup bade'linfisal dahi bazı eyaletlere vali ve hükümran buyrulmuş ise de muahharen mazulen maskati re'si olan mahrusai egriboz'da ikamet üzre iken bin iki yüz yirmi dokuz sali hilalinde nüzhetefzayı ukbaya menkul olmuştur. müşarünileyhin vefatına mevaliden ati'tterceme nebil beg merhum işbu tarihi inşad eylemiştir; tam olur tarihi fikri hazf ismiyle nebil ebubekir paşa bula firdevs'te sami makam müşarünileyh sarığıgüzel bekir paşa dinmekle şehir bir veziri binazir olup bir kıta divançei eşariyle ceridei alemde ibkayı nam eylemiştir. ancak balada muharrer gazelin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. istidrad; çünki sülasi masdarlarının masdarı gayri mimileri birkaç nev üzre olup şöyle ki fili mazinin müfred müzekker gaib kelimesinin lamü'lfili makabline hurufı illetden bir harf ve mabadine bir ta ve bazen ahirine fakat bir ta ziyade kılınarak kelimei mezkure masdara tahvil olunur. sadaret, vekayet, vesayet, küduret, şeriat, tarikat, nusret, haşmet, rıfat ve bunların emsali masdarlar ki bunların fil ve isim ve masdarı mimi ve masdarı gayri taileri yekdigere kafiye olmayup herbirine kendi mislinden kafiye tedarik olunmak lazım gelir. sadarete nezaret, vekalete asalet, nusrete kudret ve emsali olan masdarlara asıllarında lamü'lfilleri kangı harf ise ol harfı kafiye ittihaz eylemek icab ider. nezaret masdarına cesaret, asalet masdarına delalet, vesayet masdarına himayet, kuduret masdarına zaruret, tarikat masdarına hakikat, devlet masdarına vuslat, illet masdarına killet ve buna mümasil masdarlar ki mazide lamü'lfilleri birbirine tevafuk eyler. işte bunların yekdigere kafiye olması caizdir. şöyle ki; nezaretle cesaretin kelimei mazide ahir harfleri ra, asaletle delaletin lam, vekaye ile himayenin ya, kuduretle zaruretin ra, devletle savletin vav, illetle killetin lam vaki olmuştur. bu cihetle bunların birbirine kafiye olması ilelden salimdir. yohsa ilmin cehle, nazmın nesre, devrin seyre, kafiye olması sahih olmadığı misillü bu masdarların dahi ahir harfleri ta olmak münasebetiyle birbirine kafiye olmaları icab itmez. sadaretin vekalete kafiye olması gibi eger işbu alameti masdar olan ta harfinin bulunmasiyle kafiye olmaları lazım gelse türkide olan masdarlar dahi birbirine kafiye olmak lazım gelir idi. gelmegin gitmege, almağın olmağa, girmegin görmege, kafiye kılınması misillü halbuki bunların birbirine kafiye kılınması muhallattandır. eger ahirlerinde olan huruflara itibar olunmak lazım gelmiş olsa birbirine kafiye olmaları mümkün olur idi. zira işbu türki masdarının dahi bazısının ahir harfı kef bazısının kaf vaki olmuştur. gelmek ve olmak gibi ancak türki'de işbu mek ve mak lafızları alameti masdar olup kafiye kılınmak murad olundukda ol masdarı türkiyenin emri hazırına bi'lmüracaa zabtı kafiye olunur. mesela gelmek masdarının emri hazırı gel ve gitmek masdarının git ve görmek masdarının gör ve almak masdarının al ve olmak masdarının ol olduğu gibi kendilerde bulunan masdar alameti ıskat olunduğu anda ol masdar emri hazıra tebdil olup yekdigere kafiye olup olmayacağı tebeyyün ider. gelmek ve gitmek masdarlarından mek lafzı sakıt olduğu halde gel ve git kalır ki birinin harfi ahiri lam ve birinin harfı ahiri ta'dır. işte bunların birbirine kafiye olmayacağı müstağnii tarifdir. almak, dalmak, çalmak, salmak, kalmak masdarlarının her biri kafiyei sahihadır ki harfı ahirleri birbirine tevafuk eylemiştir. ancak işbu emri hazır kelimeleri birbirine tevafuk itmedigi halde yekdigere kafiye kılınmadığı misillü sülasi bablariyle müfaala babının masdarı tailerinin kelime mazilerinde lamü'lfilleri cinsi vahid olmadığı takdirde ol masdarların birbirine kafiye olmaları gayri caizdir. mesela bazı kelimenin fili mazide harfı ahiri lam ve bazı kelimenin harfı ahiri mim veyahud sair bir harf olsa işte ol kelimelerin masdarı tailerinin birbirine kafiye kılınması bir vecihle sahih degildir. sadakatin vikayete, selasetin halavete, mukavelenin muhaveleye, menazirenin menakşeye kafiye kılınması gibi mücerred misillü kafiye fesaddan hali olmaz. her nekadar selefde güzeran iden ashabı maarif taraflarından müsamaha olunmuş ise de gaflet olunmaması muktezayı fetanetdendir. bu suretle gazeli mezburda olan masdarların fili mazilerine nazaran birbirine kafiye olmaları sıhhatı gayri mukarendir. kelimei fili mazi muahhaz kafiye itibar olunduğu halde iptida kelimei fili mazinin lamü'lfiline nazar olunmuş lazım gelir. eger ol masdarların kelimei mazilerinin lamü'lfilleri birbirine tevafuk eyler ise yekdigere kafiye kılınmaları sahih olur ve illa harfı ahirleri birbirine tahallüf eyledigi suretde ol kelimelerin masdarı tailerinin birbirine kafiye olması sıhatdan dur ve sekametden gayri mehcurdur. ismi fail sigalarının ulema, suleha şifaa, hulefa, rufeka şeklinde olan cemi müzekker sigalarının dahi yekdigere kafiye kılınması gayri caizdir. zira bunların müfred müzekker sigalarının herbirinin kelimei mazilerinde olduğu misillü harfı ahirleri harfı aher olup ahirlerinde ceme alamet olan harfı elif redif hükmünde olacağından müfred müzekker sigalarına tatbiken kendilere kafiye tedarik olunmak icab ider. urefaya zurefa, küremaya nüzema, vüzeraya ümera lafızları misillü. dil hamuşii lebi naziki rencidesidir neş'ei darı suhan gevheri sencidesidir yirdeki yüze basılmaz dinir amma kulunun ayak altında kalan cebhei malidesidir hat degil zahir olan tarfı lebi alında aşıkın tarı şuaı nigehi didesidir cadı mişkindir iden aşıka irası zarar genci hüsnün var ise ejderi piçidesidir halimi ben bilemem nemdir iden faş hele sami'nin eşki teri didei gamdidesidir nazımı mumaileyh enderuni sami efendi salifü'tterceme enderuni rasih efendi merhumun biraderi mihteri olup cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında enderunı hümayunı mülukanede vaki hanei seferliye çırağ ve bir müddetden sonra silki serhengana dahil ve giderek tekmili rüsumı tarik ile hanei hassaya vasıl olmuş ve hudavendigarı sabık sultan mahmud hanı sani hazretleri asrında mikdarı vafi nanpare ile çırağ u şirindimağ buyrulmuşken bin iki yüz altmış tarihlerinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh söz anlar bir şairi sahibhüner olup eşarı mevcudesi makbul ve muteberdir. her ne kadar izzet mahlasıyla şöhretşiar olmuş ise de eşarında sami tahallüs eylediginden tercemei hali harfı sinde irad olunmuştur. sarayı hümayunda bulunduğu esnada rüfekasından yanar ateş dinmekle arif bir şuhı zarifin ateşkedei aşkında bir zaman sabr u samanı suzan ve dili suzandesi şerarepaşı narı hicran olmuş olduğundan matla güli gülzarı ibrahim naz u şivesi dilkeş firakı narı nemrud iştiya bir yanar ateş matlaı garrasını tabı şevk u muhabbetle guya olduğu bazı ehibbası tarafından ifade ve ebna kılınmıştır. hasretinle camı dağ laledir çeşmanıma katrei mey lalsiz tebhaledir çeşmanıma eyledikçe arızın ey mahru zibi hayal halkai devri derunum haledir çeşmanıma fikri zülfünle demadem eylerim icrayı eşk her müjem bir sünbüli pürjaledir çeşmanıma aksi camı meyle ruhsarın görünce tabdar bezmi gamda ateşi seyyaledir çeşmanıma tar u pudı riştei medhi nigahımdır benim samiya bu nevgazel bir kasedir çeşmanıma nazımı müşarünileyh abdurrahman sami paşa cezirei mora'da vaki trapoliçe nam şehri cesimin vücuhundan ve tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihi izamından ati'tterceme şeyh necib ahdi merhumun sulbünden zinetefzayı alemi vücud olup cezirei merkumada vuku bulan ihtilalden sonra mısrı kahire'ye nakl u hicret ve bir müddet merhum ibrahim paşa'nın mektupçuluğu hizmetinde ve birkaç sene dahi takvimi vekayi nezaretinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk yedi senesi mirlivalık mertebesi ve muavini evvel ünvaniyle mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın maiyeti memuriyetine bi'lnakl iki yüz elli dokuz senesi uhdesine feriklik rütbei muteberesi bi'ttevcih muahharen valii müşarünileyhin vukuı vefatiyle iki yüz altmış beş senesi turhala mutasarrıflığı uhdesine bi'lihale mahalli mezkura azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi şehri muharreminde barütbei samiyei vezaret rumeli teftişi memuriyetine ve senei merkuma evasıtında trabzon eyaletine ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri cemaziye'lahiresinde eyaleti merkumeden bi'linfisal senei merkuma şehri ramazanı şerifde vodin eyaletine revnakdihi izz u ikbal buyrulmuştur. müşarünileyh tabı latif bir veziri zarif olup şir u inşası makbul ve mergubdur. bir derde duçarım ki müdava da bulunmaz bir hastai hecrim ki tesella da bulunmaz kıl nahunı takdire havale el uzatma her ukdei tedbiri temenna da bulunmaz gül bülbül u bülbül de dikenden mütevazı bu bağda hiç kayıddan azade bulunmaz Jengi kederi alemi gafil bilir ancak ayinei saf dili danada bulunmaz miftahı teşekkürdür anın halıka sami gencinei ümid bu şekevada bulunmaz nazımı mumaileyh sami efendi şehriyyü'lasl olup metruk defterdar mektupçusu odasından neş'etle mukaddema bir müddet hamallar kitabetinde ve badehu ihtisab canibinde ve bir müddet dahi bazı vüzeranın kitabet hizmetlerinde bi'listihdam muahharen viyana canibine azimet ve dersaadet'e avdetinde amedi odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık takvimhanei amire nezareti memuriyetine nail olmuş ise de bir sene zarfında nezareti mezkureden bi'linfisal üçbeş sene müddet hanesinde ikametden sonra ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak bin iki yüz altmış üç senesi maslahatgüzarlık namiyle viyana canibine ve badehu sefaret suretinde berlin canibine ve iki yüz altmış altı senesi yine hizmeti sefaretle iran tarafına azimet eyleyüp iki yüz altmış sekiz salinde dersaadet'e avdet eylemiş ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında darı bekaya rihlet eylemiştir. dili zara gelirken piç u tab ahvali sünbülden perişan oldu aklım gitdi bu sevdayı kakülden gülistanı cihanda bunca demdir ah u zar eyler acep buyı cefa görmüş müdür sor bülbüle gülden günüdür bana bin dürlü cefayı çekdiren yohsa o şuhun aşıka azarı haricdir tahammülden itabamiz hançer çekse gamzen kayd olunmazdı kesildi riştei ümidimiz tiği tegafülden müheyya ol mükafata sitem gördükçe gerdundan sakın ayrılma sermed halkai babı tevekkülden nazımı mumaileyh mehmed sermed efendi dersaadet'de bin iki yüz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi altı senesi babı alide vaki kethüda kalemine bir müddetcik müdavemet ve müddeti medide hanesinde ikametle iki yüz kırk bir tarihinden sonra canibi ihtisabda altı sene ve ebniyyei hassa müdürü maiyetinde üç sene ve karantina nezareti canibinde beş sene müddet hizmeti kitabetde bi'listihdam hacelik rütbesine nailiyetle bekam olduktan sonra beş sene müddet bilamemuriyet hanesinde peygulegüzini ikamet olup iki yüz altmış iki senesi barütbei salise zabtiye meclisi kitabetine nail ve birkaç mah zarfında meclisi mezbur azası sınfına ve muahharen vüzera kapukethüdaları silkine dahil olmuş iken iki yüz altmış dört senesi darı bekaya müntakil olmuştur. bir kıta matbu divançesi vardır. mühmel ve muaccem tevarihi müteferrika sultan osman mülk alup oldu serefrazı müluk oldu şehi alihimem adl ile sultan bayezid recebde kıldı sultan ahmed'i şahı cihan allah süleymanı zaman fermanrevayı ins u can oldu hamd ola mehdi şevket oldu makamı mahmud şehzade makdeminden irdi murada alem şeref geldi vücudı fatıma sultanla dehre beşiktaş içre kondu şah sultan mehdi ikbale sali han abdülhamid'i hakk hümayun eyleye salini mesud ide sultan mahmud'un huda hasan paşa'ya mihrin eyledi sultan selim ihsan cihana müjdeler sadrı güzin oldu hasan paşa oldu dürrizadei valagüher müftiyü'lenam virdi salimzade fetva alemin ıslahına rüus ihsan idüp ihya'yı itdi padişah ihya rüus ile külahizade tahir serfiraz oldu kıldı adnı şerif efendi makam kıldı kamil efendi huldı makam sevbi mevti geyveli'ye giy veli didi ecel kıldı tatlı sözlü balcızadeyi abdi şehid hak bu anbarı hasimi ide kenzi berekat hak bu etbarı bülendi ide kenzü'lberekat nazımı divanı hünermendi mustafa süruri efendi medinei adana'da bin yüz altmış beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup nakdinei himmetini iktisabı gevheri ilm u hünere sarf u harc ile dürri maarife ve kalayı gencinei tabına cem u derc eyledikten sonra ki yüz doksan üç tarihinde dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp tariki kazaya duhul ile ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun kethudalık hizmetinde bulunduğu halde birkaç mahalle azimet eyleyerek ezcümle zağrai atik kazası niyabetinde bulundukları hengamda naibi mumaileyhi bazı esbaba mebni ahalii belde mahbus eylemeleriyle naibi mumaileyh vukuı hapsini mumaileyhin iğvasına azv eyleyerek dersaadet'e vürudunda aleyhinde bulunacağını kendisine ima eylemiş olduğundan nazm habsden kurtulup istanbul'a varırsan eger vehbiya atdıracaksın beni bahre hey'at geştii arz u vakarın karaya urdu senin varsa aklıncünüb var denize kendini at kıtasını inşad itmiş olduğu mervidir. mumaileyh evkat u ezmanını tanzimi eşar ve tertibi asar ile imrar u güzar eylemekteiken süruri'nin vefatı mucibi hüzün oldu ahbaba tarihi natık olduğu vecihle bin iki yüz yirmi dokuz senesi şehri saferinde işbu teneknayı gururdan füstahserayı sürura mürur u ubur eylemiştir. mumaileyh müverrihini dehrin baisi serveri ve nükteveranı asrın şairi sahibziveri olup divanı belagatünvanı yadigarı ashabı maani olmuştur. kendisinin tarihçe şöhreti şayiası olduğuna mebni sihri helal nevinden olan bazı tevarihi güzidesi sebti ceridei acizi kılınmıştır. dağlar yadigarı hecri keder sinede bergüzarı hecri keder hab u rahat görür mü tabesabah dideşeb zindedarı hecri keder bağı mihnetde çeşmi giryanım menbaı cuybarı hecri keder görünen dağ sanma sinemde gel al barı hecri keder kal iden canı aşıkı zarı bütei gamda narı hecri keder gönül ey mihri burcı hüsn ü baha zerreveş bikararı hecri keder mesti sahbayı vasl olan sırrı nübtelayı humarı hecri keder nazımı müşarünileyh selim sırrı paşa bin iki yüz on beş tarihinde yanya nam şehri dilgüşada zinetefzayı alemivücud olup pederleri veli paşa'nın vefatından sonra ki iki yüz otuz sali hilalinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle rumeli ve anadolu caniblerinde voyvodalık ve mütesellimlik misillü bazı hizmet ve memuriyetlerde biraz vakt güzar itdikten sonra ilmi kitabetde derkar olan malumatı icabınca ibtida maliye tezkireciligine ve badehu fetihhane nezaretine ve iki yüz altmış bir senesi rütbei ulayı bi'lihraz erzurum defterdarlığına ve muahharen defterdarlıkı mezkurdan infisaliyle meclisi muhasebei maliye azası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış iki senesi ayvalık kazası kaimmakamlığına sayeendazı mecd u izaz buyrulup kaimmakamlıkı mezkurdan infisali vukuuna mebni bir müddetcik dahi meclisi mezkura müdavemetle iki yüz altmış üç senesi barütbei vezaret belgırad muhafızlığına revnakbahşı atıfet buyrulmuş ve merkezi memuriyetine muvasalatını biraz vakt mürur itmeksizin darı bekaya rihlet eylemiştir. müşarünileyhin haylice eşarı güzidesi vardır. keşfi raz eyler isem kasei dünya dutuşur ketm ider isem eger dilde süveyda dutuşur irişir devri şerernakı dilim eflaka suzişi ahım ile atlası mina dutuşur kaddı mevzununu yad eyleyerek gülşende ahı serd itsem eger servi dilara dutuşur sen o dem itmiş idin hasretile bağrımı nar bu o ateş ki beyim sönmedi hala dutuşur sırrıya yazsam eger suzı dili ahbaba kilk u evrak yanup manii imla dutuşur nazımı müşarünileyh sırrı paşa halebli melek ahmed paşazade müteveffa osman paşa'nın sulbünden medinei konya'da bin iki yüz on yedi senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi dokuz senesi kapıcıbaşılık rütbesini ihraz eyledikten sonra bazı hidematı seniyyede bi'listihdam güzarendei şuhur u avam olduğu halde iki yüz altmış senesi mirümeralık rütbesine bi'lihraz van kazası kaimmakamlığına ve badehu kars kaimmakamlığına ve iki yüz altmış altı senesi yemen eyaletine revnakbahşı atıfet buyrulmuş ve iki yüz altmış sekiz senesi eyaleti merkumeden infisali vukuuyla dersaadet'e muvasalat eylemiş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem anadolu orduyı hümayunu canibine sevk u izam olunmuştur. müşarünileyh dirayetkar bir veziri pesendideetvar olup eşarı kabul u tahsine şayan u sezavardır. ati'tterceme vahid paşa merhumun nazm: keşfi raz itmez salabetkar olan kable'lfena yanmadıkça avd sırı beyan itmez aşikar beyti dilnişini letafetkarinine nazm: bir tahammüldür bu meydanı salabetde dönen avdveş suzan isen de buyun itme aşikar beyti suzişefgeni ile vadiyi tanzire gitmiş ve ilhakı meydanı suhandeguyı müsabakını rübude itmiştir. mürabba hamdullah irdi şimdi sur ile leyli berat alemi nur ile tezyin eyledi zikainat kim anın üftadesidir eylesin alihimem fahrı alem aşkına virsin bize darü'nnecat vuslatın vad eyledi ol gicede şahım benim hulf idüp göstermedi ruyun bile mahım benim şad olup hande nedir artmakdadır ahım benim eşki çeşmi cevr ile oldu begim nehrü'lfırat bilmezem ağyar mı geçdi ol mürüvvet kanına yanarım pervaneveş şol ateşi suzanına görsen ey meh rahm iderdin hecri dil nalanına ne olur bir busecik ihsan ideydin iltifat kail idim bir nazar kılsan perişan halime lutf idüp köhne beratım virse idin elime vuslatı ress olsa hiç gam gelmez idi balime böyle bir mehveş ki sırrı yok imiş asla sebat nazımı mumaileyh şerif sırrı efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz otuz altı tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup tariki tedrise duhul ile bi'lahire niyabet tarafına meyl u rağbet eylemiştir. mumaileyhin sırrı mahlasıyla gofte bazı eşarı napuhtesi vardır. alem ateşbaz olur derd ile ah itdikçe ben ah idüp dehre garibane nigah itdikçe ben kim bilirdi kavsı mihnet böyle tirendaz olur arsai hahişde meni bargah itdikçe ben levhi takdirde utarid taliim kılsın beyaz safhai evrakı hamemle siyah itdikçe ben paymal eyler kader seraskeri tedbir ile mülki maksud üstüne sevki sipah itdikçe ben eylese tashih u tanzire şefik beg rağbeti sırrı eşarda o tahriri penah itdikçe ben nazımı mumaileyh sırrı beg rumeli'de vaki kırkkilis nam kasabada panihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç tarihlerinde dersaadet'e muvasalat ve o aralık bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen hariciye mektupçusu odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire hacelik rütbesine dahi nail olmuştur. bülbüli gülzarı aşkım aşiyan olmaz bana mürği lahutum anınçün bir mekan olmaz bana gülsitanım taze taze güllerim açmaktadır arzuyı nevbahar itmem hazan olmaz bana bütei zilletde kal itdi beni üstadı aşk zeri safiyim muhkem imtihan olmaz bana suretim siretde nihan eylemiştir canımı siretim suretde can oldu zaman olmaz bana ey sezayi şemi vasla per yakar pervaneyim haleti vaslın safasından figan olmaz bana nazımı müşarünileyh şeyh hasan sezayi efendi cezirei mora'da revnakefzayı alemi vücud olup medinei edirne'ye nakl u hicret ve tarikatı aliyyei gülşeni meşayihi izamından şeyh mehmed lali efendi merhumdan ahzi yedi inabet iderek muahharen müşarünileyh lali efendi yerine edirne'de kain gülşeni dergahı meşihatine revnakbahşı himmet ve bin iki yüz elli bir sali şehri ramazanına azimi kurbgahı cenabı rabbi ahyed olmuştur. bir kıta divanı belagatünvanı vardır. kim ki mağrur olur kuvvetine kıl gibi intikamın züafa eyler ebabil gibi ateş u ab ile pür havf u reca it de dilin yak yakıl kabe'de büthanede kandil gibi sürmedan gibi cilabahşı uyun ol halka rusiyah olma göze girmek içün mil gibi bostanı emeli halkı iderisen iska artar efzayişin alemde senin nil gibi seri ebnayı zaman üzre dönenler süeda piç u tab olmak olur adeta mendil gibi nazımı mumaileyh sadullah efendi medinei ankara'da gunudei pisteri rahmet olan hacı behram veli hazretlerinin sülalei tahire ve ol mahallin ulemayı bahiresinden müderriszade müteveffa abdülkerim efendi'nin sulbünden panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyerek mesleki niyabete meyl u rağbetle bin iki yüz yirmi sekiz ve otuz yedi tarihlerinde mükerreren ayaş kazası niyabetine ve bin iki yüz yirmi dokuz ve otuz iki ve otuz beş tarihlerinde bizzat ankara kazası nekabetine memuriyetinden sonra dersaadet'e muvasalatla havassı refia kazasına muzafa südlüce ve hasköy nahiyelerine nakib nasb u tayin olunarak o esnada ilmi hendeseyi mühendishanei amire hacesi elhac ishak efendi'den ve ilmi nücumu dahi mukaddema müneccimi evvel rakım efendi'den muahharen müneccimi sani turak paşazade ibrahim beg'den tahsil u tekmil ile iki yüz kırk tarihinde medinei ankara'ya avdet eyleyüp iki yüz kırk iki senesi kazayı mezkur müftülüğüne iki yüz elli sekiz senesi beypazarı ve kalecik ve kangırı kazaları niyabetine memur ve tayin kılınmış ve bi'lahire niyabeti mezkureden dahi katı riştei iltifat ile maskati re'si olan ankara'da guşenişini istirahat olmuştur. mumaileyh alim bir şairi kamil olup mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. münacat yarab kalemim muyı fenadan sakla tahririmi tanı süfehadan sakla tevfikin idüp kanda gidersem bana rehber şehrahı şeriatda hatadan sakla nazımı divanı serbülendi müstakimzade süleyman sadettin efendi dersaadet'de bin yüz otuz bir senesi şehri recebde kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye sa'y u himmetle tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra tarikatı aliyyei nakşibendiye meşayihi izamından salifü'tterceme tokadi şeyh mehmed emin efendi merhumdan ahzı desti inabet eyleyüp bi'lahire naili rütbei hilafet eylemiş ise de halvetgüzini uzlet olduğu halde bin iki yüz iki senesi hilalinde işbu karehi fenadan bargahı cenabı mevla'ya teveccüh ve azimet eylemiştir. lafza teşebbüs rihletine tarih vaki olmuştur. naşı mağrifetnakşı deri aliye'de zeyrek yokuşu'nda soğukkuyu nam mevkide vaki piri mehmed paşa camii şerifi hatırasında şeyhi merhumun kabri kurbunda defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh alimi amil bir fazılı kamil olup kendisi bimisl u hemta olduğu misillü asarı dahi latif u zibadır ki zirde esamisi tahrir u imla kılınmıştır. altı cildi şamil tercemei mektubatı ahmedi faruki, şerhi divanı ali , tuhfetü'lhattatin, devhatü'lmeşayih, mecelletü'nnisab, tercemei natı kanunü'ledep, şerhi kasidei müzarriye, şerhi virdi seyyid yahya, tercemei fkhı ekber, risalei tac, risalei hadisi min ürf, risalei ebeveyn, şerhi hizbü'lhafız, haşiyei hizbü'lazam, hülasatü'lhediyye, tercemei murassaı ibni esir, risalei taun, tercemei ukudü'llü'lüiye, risaletü'lhay fi beyanü'lkey, şerhi ebyatı bazı mesnevi, risalei hüsnı takvim, risalei adetü'lbedr fi beyanı şuhurı isna aşer, risalei salavatı vusta, risalei adabı ulu'lbab, risalei hisalı aşere, şerhi hur erbaası, risalei iradetü'laliyye fi iradetü'lcezaiye ve'lkaliye, cedveli eimmei isna aşer, cedveli aşerei mübeşşere, menakıbı ashabı bedr, menakıbı imamı azam, akidetü'ssofya, tercemei ahvali şuyuhı ayasofya, şerhi salavati abdulkadiri'lgeylani, şerhi binokta, hadisi erbain, risalei tenşitü'lensar fi hakkı levni'lahmer, risalei cevahiri hamse ki işbu otuz yedi aded asarı belagatdisarından başka nice nice asarı ve haylice eşarı dahi olduğu derkar ise de bervechi tafsili tahkik u tahsil mümkün olamamıştır. gam çeker sineye dil şuhı dilara yerine nuş ider hunı ciger badei hamra yerine sahnı sinemde hem hecr u firakınla şeha dağlar oldu nümayan güli ziba yerine itme ümidi vefa saymaz o hunı bilirim lüccei eşki teri mevcei derya yerine adeti meclisi huban budur alemde hunı aşık içilir sağari sahba yerine itdim eglence bu şeb katrei eşkim sadi aldatup tıflı dili lü'lüi la la yerine nazımı müşarünileyh arabzade sadullah efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz yirmi beş senesi izmir mevleviyyetine ve iki yüz otuz beş senesi mekkei mükerrevleviyyetine ve iki yüz otuz altı senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve iki yüz kırk iki senesi anadolu sadaretine ve iki yüz kırk sekiz ve elli beş seneleri mükerreren rumeli sadaretine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup kudemayı sudurı izamdan bulunması cihetiyle muahharen reisü'lulema ünvanı celilini dahi bi'lihraz iki yüz elli sekiz senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı rabbi bienbaz olmuştur. müşarünileyhin şir ile ademi tevağuluna mebni eşarı çendan manzur değil ise de hattı talikde mahareti kamilesi olduğu beyne'lcumhur mütearif u meşhurdur. safhayı ruyı cihanefruzuna cananımın desti kudret bir kalem çekmiş de ebru koymuş ad nazımı menzumei hünermendi şeyh said efendi mahrusai belgırad'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bi'lahire mahrusai mezkure mevlevihanesi postmeşihatine kuud ve bin yüz kırk tarihinde nuşı daruyı şehadetle ruhı pürfütuhu makamı valayı sura suud eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülmemiştir. hayali murı hattınla dönüp dildazii nemle süleymanım hıridarı visalin olayım nemle nem itmiş kaküli boyayı dökmüş ruyı nemnaka reyahinzarı hüsnün eylemiş tezyin nim nemle fütur iras ider guş eylesek dünyaya gelmekden acep tahvif ider vaiz bizi narı cehennemle visalin arzusuyla firengistanı gezmiş dil kızıl elmayı almış muğtenimden mal muganımla saida eşki bülbül bergi verde reng bahş eyler taravetyab olur her goncei gül çünkü şebnemle nazımı mumaileyh esseyyid sadullah said efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup müddeti medide bazı vezirlerin kethudalık ve divan kitabetligi misillü hizmetlerinde bi'listihdam muahharen hacelik rütbesini bi'lihraz bin iki yüz otuz yedi senesi hilalinde mısrı kahire canibine azimet eyleyüp tabhanei mısriyye başmüsahhihligi hizmetinde bulunduğu halde iki yüz kırk yedi salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. çend aded risalei manzumesi vardır. itikadı ehli sünnetden ayırma daima açıver rahı necatı ey kerim zevi'lata cürm u isyanımla geldim dergehi gadranına kuvveti imanıma idem hemişe iltica hamdullah itikadı ehli sünnetmeslekim mezheb u dinim içün can u dilim olsun feda keyd ü mekri nefs ü şeytanı leimden sakla kim din u imanımla mahşur olayım ruzı ceza hazreti fahrı cihanın hürmetine lutf idüp havlı mahşerde said'e şefkatin eyle reva nazımı mumaileyh feraizizade mehmed said efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile sultan emir hazretlerinin mahrusai mezburede vaki camii şerifleri hitabeti hizmetine dahi bi'lvüsul vasılı sermenzili memul olmuş iken bin iki yüz elli bir senesi hilalinde füstahserayı ukbaya menkul olmuştur. tevarihi salife mealinden ibaret olarak gülşeni maarif isminde iki cildi şamil bir kıta tarih inşadına müvaffak olmuştur. şir ile çendan şöhreti yoktur. itmedi gitdi eser nalei cangah sana merhamet virmedi mi hazreti allah sana nalem itmiş seni habidei naz u nahvet zannıma ninni gelir rahı sehergah sana akıbet ömrümü hüsnün gibi itdin itlaf kaldı sermaye heman ah bana rah sana beni şad eylemedin bir kere insaf eyle acaba neyledim ey talii bedhah sana tükenir bihaber ana reviş elbetde said akibet rehber olur bu dili agah sana nazımı mumaileyh hızır ağazade said beg dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup enderunı hümayun iğvatı silkinde perverdei ilm u kemal olmuş iken iki yüz elli iki senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. masnu ve matbu bir kıta divançesi vardır. dili mehcurı götürmez mi acep yada dahi o tegafülmeniş aşıkküş u mağzada dahi bir deyaku güzeli gönlümü almış gitmiş beklerim hasretile ben deri kilisde dahi o büti sibi zenehdan ki bulunmaz arasan ana manend u nazire kızıl elmada dahi aldı gönlüm hatı nevhizi lebinden bir zevk virmez ol neş'eyi papaskarası bade dahi ben esiri gamı zünnari isem çok mu said yiri vardır gamının ta dili babada dahi nazımı mumaileyh said efendi valide sultan kethudası müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup dahiliye odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet odaı mezbura müdavemetiyle sadrı esbak mehmed hüsrev paşa'nın iptidaki seraskerligi hengamında bir müddet kitabet hizmetinde bulunup bir müddet muahharen darı bekaya müntakil olmuştur. şir ile şöhreti yoktur. aldatup laf u güzafına inandırdı beni vadei vaslile hayli oyalandırdı beni ruhı huygerdesini laleye benzetmiş idim anda yok buyı vefa deyü utandırdı beni celbi hubana sebebdir diyerek piri mugan al ile badei gülrenge boyandırdı beni kalei sabrı alıp virdi nükudı eşki hacegizade dolabıyla dolandırdı beni putai aşk u muhabbetde saida dilber yanı molla gibi kal eyledi yandırdı beni nazımı mumaileyh çarşanbazade esseyid mehmed said efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz elli dokuz senesi kudsı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış sekiz senesi mısrı kahire mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında mekkei mükerreme payei refiasını bi'lihraz ticarethane meclisi müftülügü memuriyetine nasb u tayin buyrulmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. rüstemi rezmi cefayım derdi cevşendir bana dağı ateştabı sinem zineti tendir bana ben şehidi tiri kavsı asumanı mihnetim tabişi berki kaza bir özge me'mendir bana filki cismi gavtahorı kulzumı eşk itdi aşk nahudayı akl u dil bu yolda rehzendir bana ben hezarı nağmeperdazı beyabanı gamım rengi hun alır dağım verdi gülşendir bana deyri hecri yare duçar olduğum günden beri nağmei kanun u nakus ah u şivendir bana didedir banı elem hatırda pürazar u gam böyle bir ali misafirhanemeskendir bana vasılı çini meram olmak muhal ender muhal sayei bahtı siyahım seddi ahendir bana ey hülaguyı adem feryadres ol bari sen bu hayatı nabecadan merg ehvendir bana laubali meşrebim mesti müdamı hayretim ziri ham meyhanede ziba nişimendir bana hanei dil zibi aşkınla müzeyyen olalı bikri mazmunı dilara şuhı pürzendir bana sadrı divanı suhanda asafı ahdım said celbi belkisi belagat kemterin fendir bana nazımı mumaileyh mehmed said efendi üsküdar'da medfun şeyh nasuhi efendi merhumun ahfadından vekayii şeriyye katibi esbak ibrahim efendi'nin hafidi ve çarşanbalı hacı mollazade ladesii kuzatdan mehmed salih efendi'nin mahdumı saidi olup rumeli kuzatı silkine duhul ile muahharen midilli kazasına nail olmuştur. bir mikdar eşarı muteberi vardır. bu renci bişümarçarhın elbet de gayeti vardır. dila şamı firakın da neharı vuslatı vardır miyanınla dehanın bahsini benden sual itme o mabhesde kimin cana suale kudreti vardır nice elden kosun camı şarabı ruz u şeb rindan anın zira lebi sakiye pek kurbiyeti vardır dolaşma yelkovanveş taliin akrebdedir vasla anın da ey dili şeyda zaman u saati vardır said anın bu halı pürmelal u sözüne badi felekde ateşefruzı cihan bir afeti vardır nazımı mumaileyh hafız said efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet metruk başmuhasebe kalemine müdavemet eyledikten sonra maliye hazinesinde vaki bedelat odasına nakl u memuriyet eyleyüp bi'lahire odai mezkurda mertebei rabiayı ihraz ile mümeyyizi sani olmuştur. mumaileyh ilm u muhasebede misli nadir bir muhasibi mahir olup eşarı birkaç ile biriki kıtadan ibaretdir. sezavar ise sultan olur çün efseri zerrin isabet etmiyen karında her bimezheb u bidin metaı cehl u kalayı düruğı bifüruğ ancak cihan dad u sitedgahında rayic böyledir hemin sipehsaları alam u firakım hüsni matemde şehenşahı cünun itdi beni bu leşkere tayin felek ehli dili şad eylemez ferhad'dan farz it nasibi kamı diger oldu zevki vuslatı şirin felek şartı vefayi kimsede ecramı kalmışdır feramüş eyledi ahir saidi hemdemi deyrin nazımı mumaileyh mehmed said efendi mahrusai burusa'da paşakapısı civarında kain tarikatı aliyyei nakşibendiye dergahı şeyhi ali baba nam bir zatın mahdumu olup bin iki yüz altmış tarihinde pederi mumaileyhin vefatı cihetiyle dergahı mezkur meşihatine nail olmuştur. ruhunda hayli arandı tarandı mebhası zülf nihayetinde kitaba tayandı mebhası zülf bu rence tarfı binaguşu üzre perçemini gice safaveş açıldı kapandı mebhası zülf hayali alemi nurı siyahdan dolayı şikesti tarhı külaha dolandı mebhası zülf riyazı fikretim andırdı sünbülistanı midadı kilki hünerle sulandı mebhası zülf periderengi ruhun derhayal idince heman hevayı şevke çıkıp kuşkulandı mebhası zülf selam uzatma sözü kıssayı dıraz itme yeter yeter keselim pek uzandı mebhası zülf nazımı müşarünileyh tahir selam beg dersaadet'de zinetefzayı alemi şühud olup unfuvani şebabetinde mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle sarfı himmetle tahsili ilmi kitab ve tekmili hüner u marifet eyleyüp müddeti medide sadrı ali mektupçuluğu mesnedi valasına ve ol vaktin istilahı üzre bir müddet dahi çarşıbaşılık cahı mealiiktinahına ve bi'lahire mükerreren metruk başmuhasebe ve büyük ruznamçe hacelikleri mansıblarına revnakbahşı itila buyrulduktan sonra meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak muahharen rütbei ulayı ihraz ile dava nezareti celilesine sayeendazı übbhet u azasına buyrulup bir müddetden sonra nezareti merkumeden infisali cihetiyle hane vü sahilhanesinde peygulegüzini istirahat iken bin iki yüz altmış beş senesi şehri ramazanı mağrifetnişanında saimen nüzhetsarayı darü'sselama azim olmuştur. müşarünileyh ulumı cüziye vü külliyede kudret u mahareti zahir bir şairi mahir olup semerei nihalı tabı olan divanı belagatünvanından maada ulemayı mutebahhirinden ahmedi'lkuduri hazretlerinin ulumı fıkhiye ve mesalii diniyeye dair te'lifgerdesi olan kitabı müstetab'a bir kıta şerhi metini ve ulumı edebiyeden makamatı hariri nam kitab ile mizanü'ledeb nam kitabı renginhitaba dahi birer kıta tercemei dilnişini vardır ki kütübhanei alemde yadigarı erbabı maani olmuştur. edna kuluyum fahri resulü'ssakaleynin ol nurı ehad ahmedi ceddü'lhaseneyn'in can tiğini üryan iderim cismi gılafdan kanlar saçarım fethine ol bedri huneyn'in nuş eyler isem şah hasan aşkına zehri çekmem elimi yoluna baş gitse hüseyn'in hunabei eşkimle cihan kana boyansın giryan olarak derdine ol kurrei aynın evlad ile ashaba selam eyle selami şad ola dahi ruhı şerifi ebeveynin nazımı mumaileyh şeyh selami efendi medinei izmir'de sahazibi alemi şühud olup evaili halinde memaliki mahrusanın ekser mahallerinde seyr u seyahat ve bir müddet nüküs'de ikamet eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp karyei eba eyyub ensari 'de vaki ismine mensub olan dergahda postnişini irşad olduğu halde usulı nakşiyye üzre ifazai seyr u süluk eylemekteiken bin iki yüz yirmi sekiz tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. dergahı mezkure hatırasında medfundur. mumaileyhin natgune olan beş aded beyti latifi numunei tabı şerifi olmak üzre sebti ceridei acizi kılınmıştır. natı şerif şefaat kanı olduğun ider te'yidi erselnak lamirin tacını giydin ki dindi şanına levlak selami mücrimi kandır şefaat kefseri birle ki zatındır ali hulkı azim ey şahı itinak nazımı mumaileyh abdusselam selami efendi medinei ahısha'da vani kara müftü ünvaniyle meşhur u mütearif olan müteveffa mehmed efendi'nin sülalesinden süleyman efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz otuz bir senesi dersaadet'e muvasalatla dersaadet ve taşraca bazı mahallerde kitabet hizmetinde bulunduğu halde bir müddet ikamet eyledikten sonra iki yüz elli dört tarihlerinde maliye mektupçusu odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh halim ve selim bir zatı lazımü'ttekrimdir. gazeli natamam garib ol gurbet ehli derde sahrayı selametdir bu halk içre kişi bigane olmak başka halvetdir sadayı sayt u şöhretden sakın kim şöhret afetdir ney u tanburu seyr eyle seraser dağı hasretdir meyi aşk ile sermest ol da dünyayı temaşa kıl selima kendiden gitmek acep seyr u seyahatdir nazımı mumaileyh mehmed selim efendi bosna mollası müteveffa hüseyin efendi'nin mahdumu olup bin doksan dokuz tarihinde tariki tedrise duhul ile yüz yirmi sekiz tarihinde üsküdar kazası mevleviyyetine ve yüz otuz iki tarihinde sarayı hümayun haceligine mevsul ve yüz otuz beş salinde galata mevleviyyetine ve senei merkume hilalinde fetva emanetine menkul olduktan sonra yüz otuz sekiz senesi şehri recebinde mekkei mükerreme payesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olmuş iken senei mezbure şehri zi'lhiccesinde emini fetva bulunduğu halde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup salim efendi tezkiresi'nde bazı eşarı mestur u mukayyeddir. kıta haki payin tutiya iden ulu'lebsar olur cennet'i mutad iden can bendei ensar olur bir geda kemter gulamındır semahuddin veli mültefit bilferd olur ihsan vücud ihzar olur nazımı mumaileyh şeyh ömer semahat efendi rumeli'de kain yenişehiri fenar nam memleketi cesimede ziyapaşı bezmi vücud olup asitanı hazreti pir azimetle bir müddet hizmet itdikten sonra memleketi mezkurede vaki pederlerinden müntakil mevlevihane'nin meşihatine ve bir müddetden sonra medinei edirne'de kain muradiye nam mevleviyye meşihatine ve badehu hasbe'listihkak dersaadet'de kasımpaşa mevlevihanesi meşihatine ve muahharen saniyen mezkur muradiye dergahı meşihatine nail olmuş iken bazı avarızı suriye münasebetiyle tekrar dersaadet'e muvasalat eyleyüp civarı hazreti halid'de misafireten ikamet üzre iken bin iki yüz dört tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. bergi gülreng bulur arızı dilcusundan sünbül aşüfte olur zülfı semenbusundan şehri bağdad gibi kişveri dil oldu harab o cüvanın sitemi çeşmi hülagusundan nazarım gah ruh u gahice zülfünde kalır bağı hüsnün geçemem lale vu şebusundan dilde kim aşk ola ızmarı olur mu kabil şemin elbet görünür şulesi fanusundan o perişana duçar olalı akl u fikrim tar mar oldu perişanii gisusundan kabei hüsnü nola kıblei uşşak olsa takı mihrabı bedidardır ebrusundan deşti hüsn içre seniha o gazeli nazik şekli vahşet görürüm didei ahusundan nazımı mumaileyh süleyman senih efendi ıstablı amire payelilerinden elhac şerif ağa'nın mahdumı maarifperveri ve meclisi vala azasından salifü'tterceme ali rıza efendi'nin biraderi valagüheri olup bin iki yüz elli bir senesi hilalinde maskati re'sleri olan mahrusai burusa'dan dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine ve badehu mektebi maarifi adliyeye devam ve muvazabetle bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz elli sekiz senesi kalemi mezburı mühimmenüvisanı silkine ve iki yüz elli dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil olarak uhdesine rütbei salise bi'ttevcih amedi odasına namzedlik ile mümtazı akran u emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem anadolu müsteşarı maiyeti tahrirat başkitabeti memuriyetiyle mahalli mezkura azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı belagatşiarı vardır. gazeli natamam kemerveş bend idüp bazuyı vaslı mumiyanından muradım üzre devri çarhı nahemvare gösterdim döküp hunabı eşki sinei pürdağı suzana çırağan içre guya ateşin fevvare gösterdim niyamı sineden uryan idüp ah gelir sözü rakibi bednihada hışmile gaddare gösterdim yine bir nevzemin taze nazm eyleyüp seyyid nazirecuy olup kamii sihrasara gösterdim nazımı mumaileyh seyyid mehmed sadrettin efendi sudurı izamdan uşşakizade seyyid abdullah efendi'nin mahdumu olup tariki tedrise duhul ile tekmili devri medaris eyleyerek halebi şehba ve badehu şamı şerif mevleviyyetlerine muvasalat ve hükumeti esnadaki bin yüz kırk altı salinde darı bekaya rihleteylemiştir. seyyid mahlasiyle salim efendi tezkiresi'nde dahi terceme vü asarı mukayyed u mesturdur. idince gönlümü divane arzuyı bahar müselsel oldu zebanımda güftguyı bahar kalırdı elde misali şemamei anber rübude olmasa çevganı çarhaguyı bahar feda idüp bizi gitmişdi şimdi güller açup kızardı hacaletavdetle sanki ruyı bahar o servi kameti bağı hayale aldıkça döker sirişkini siretmisal cuyı bahar duayı bülbüle aminhan olup mürgan açıldı müşterii aşka çarsuyı bahar nazımı mumaileyh şerif paşazade said siret beg cidde valisi esbak müteveffa şerif paşa'nın mahdumu olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz sekiz senesi galata mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz kırk altı tarihinde mekkei mükerreme mevleviyyetinden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. siret mahlasiyle bir mikdar eşarı vardır. aşıkı şuridehaliz zardır eglencemiz genci gamda derdi aşkı yardır eglencemiz eylesen endişeme yok zülfi perçemin nola hall olunmaz ukdei düşvardır eglencemiz gabgab u lalin o nahlı nazik elbet ohşarız tıflı aşkız sib ile gülnardır eglencemiz bir bölük pervanei bezmi bela vü mihnetiz pertevi şemi ruhı didardır eglencemiz sanmasın siret bizi eglencesiz ehli heva ney gibi her demde ah u zardır eglencemiz nazımı mumaileyh şehbaz giray sultan salifü'ttercerhum halim giray sultan'ın ferzendi ercümendi olup dersaadet'de bin iki yüz elli iki tarihlerinde şehbaz ruhu hazizi darı fenadan evci alayı bakaya pervaz eylemiştir. siret mahlasiyle bazı eşarı görülmüştür. müseddes bilmedim ben neyleyem asla dili naşadıma halka itdigim perestişdir sebeb berbadıma senden olmazsa inayet ruz u şeb feryadıma hasılı bir çare yok gamdan benim azadıma kimseden ümid u istimdad gelmez yadıma ey benim feryadres rabbim yetiş imdadıma karı isyan siret'in ey zatı rabbü'lalemin her gice itsem sezadır subha dek ah u enin ismi pakin çün beni kıl narı duzahdan emin kesmem ümidim ki sensin aleme rabbü'lmuin kimseden ümid u istimdad gelmez yadıma ey benim feryadres rabbim yetiş imdadıma nazımı mumaileyh osman siret efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz iki senesi kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet tophanei amire ruznamçe odasına müdavemetle bi'lahire bir müddet dahi hizmeti kitabetle rumeli ve anadolu caniblerinde imrarı vakt u saat eyledikten sonra dersaadet'e avdetinde evkafı hümayun hazinesinde vaki tahrirat odası sınfına dahil ve iki yüz altmış iki senesi hacelik rütbei muteberesine nail olmuştur. mumaileyh seyri mergube ashabından olup şir ile çendan tevagulu yoktur. çekeli tuğı vezaret ile rayet perçem ittihaz itdi fes iklimin eyalet perçem çekilince ruhuna hattı şerif ol şuhun yine kesb eyledi rıfatla sadaret perçem ola şur çin ile maçin'e dahi sevdana zulümata el atup eyler imaret perçem dökülüp mahı ruhu münhasif itmiş birden koparır başımıza şimdi kıyamet perçem nice bin dilleri berbad u perişan itdi dolaşır gerdene aşüftekıyafet perçem buna zihnim dolaşır mucize mi ya efzun seri her muyuna bend itdi bin afet perçem buna perçem mi dinir sanki bir ejderhadır idiyor dahmei hüsn üzre nezaret perçem o şehin mihneti mamurei hüsn ü anın heme an itmededir hıfz u himayet perçem bana zenciri cünun oldu yüzü ağ olsun bu vecihden bize bahş eyledi şöhret perçem seheri ahı cigergahile olmuş tel tel yine kesb eyledi bir başka letafet perçem dili sevdazedemiz şane misali seyfi ideli yarelidir bahs u hikayet perçem nazımı mumaileyh osman seyfi beg medinei kayseri'de çehrenümayı alemi şühud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra kitabet tarafına rağbet ve bazı vüzeranın yanında bir müddet edayı hizmeti kitabet eyleyüp müddeti medide bağdad valisi ali rıza paşa merhumun divan kitabetinde bulunarak muahharen uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'lita kürdistan defterdarlığı ve bin iki yüz altmış üç senesi kütahya defterdarlığı memuriyetine tayin kılınup iki yüz altmış dört senesi mahalli merkumede irtihali darı beka ve kedisine gılafı mezarda me'va eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı vardır. harfi'şşin bütperestem dimezem sana gönül virsem ah bütperest olduğumu duydu cihan kafir ah bend iderse dili ol zülfi ham ender hamına şaneveş belki anı kurtara bu bahtı siyah yiter itdin yiter ah bunca cefayı zalim nolur itsen bana bir kere tebessümle nigah dili viranımı yıkdınsa benim var olasın seni mesrur ide her şam u seher rab ilah çare ne sevdi seni şarıkı rüsvayı cihan avf ile eyle adalet eger itdiyse günah nazımı mumaileyh emin şarık baba dersaadet'de bin yüz doksan tarihinde panihadei sahai vücud olup kaşıkçılık sanatiyle me'luf ve kaşıkçı emin baba dinmekle maruf olduktan sonra iki yüz elli sekiz tarihinde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e avdetle tarikatı aliyyei rufaiyyeye olan mensubiyeti muktezasınca bir müddet laleli camii şerifi civarında kain mercümek tekyesine müdavemet eyleyüp muahharen ala'ttarikü'sseyahe selanik canibine azimet eylemiştir. mumaileyh bir piri ruşenzamir olup eşar u güftarı latif u dilpezirdir. meyl itmek ile dilberi mehveş bahasına aldı ketanı sabrımı ateş bahasına yağma idince gamzei tatarı dilleri virdim o şaha canımı tirkeş bahasına çokdur niyazı vasl iderek nakdı can bekef naz eylesin o yusufı serkeş bahasına çıkmazsa alma hattı siyeh ruyı aline degmez metaı sade münakkaş bahasına sevki hünerde bu gazeli penc beyit ile virdim kumaşı nazmı terim baş bahasına nazımı manzumei hünermendi vakanüvis hüseyin şakir begefendi gümrükçü hüseyin paşazade mevaliden mustafa beg'in mahdumu olup tariki tedrise duhul ile muahharen vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale bin iki yüz elli yedi salinde halebi şehba mevleviyyetinden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. safayi efendi tezkiresinde dahi tercemei hali mesturdur. tabişi ruhsarei cananı gördükçe fakat meh diyüp hurşide teşbih itmeyen eyler galat şimdi menşurı melamet hükmünü terkin için safhai ruyi dilaraya çekildi taze hat tarı zülfünde reha buldukça tabı natüvan mumiyane bend olur lahayr ilafi'lvasat serbeçe benler midir ruyunda vecdengiz olan mushafı hüsne ya nakş olmuş mudur renginnükat çek halayıkdan eli kat it alayıkdan dili şakira imdadı rabbani sana besdir fakat nazımı müşarünileyh kaimmakamı esbak ahmed şakir paşa medinei trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalatla çok müddet ecillei devleti aliyyeden müteveffa firdevsi efendi'nin imamet hizmetinde bi'listihdam sahibiyarlık memuriyetine ve badehu darbhanei amire imametine ve muahharen darbhanei amire nezaretine revnakefza olduktan sonra bin iki yüz yirmi beş senesi barütbei vezaret kaimmakamlık makamı aliyesine nakl ve bir sene mürurunda kaimmakamlıkı mezkureden münfasilen gelibolu'ya müntakil olup bir müddetcik ikametle kütahya eyaleti uhdesine bi'ttevcih iki sene müddet eyaleti merkumede iki buçuk sene dahi mora eyaletinde icrayi emri hükümdari itdikten sonra eyaleti merkumeden infisali vukuuyla gelibolu'ya azimet ve birkaç mah zarfında dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz otuz dört senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. şir ile şöhreti şayıası yoktur. hayretzedeyim aşk ile harem neme lazım camı cemi feyzim ki benim cam neme lazım gülzarı emelde nice bin seyle duçarım subhı keremi minneti şebnem neme lazım tiği sitemi hecr ile sadpare iken dil dağı emeli sineye merhem neme lazım elde kalemi münis u gamhar tururiken esrarı dili zarıma mahrem neme lazım ey didei hunabei şakir ne bu girye te'siri nigar eylemeyen gam neme lazım nazımı mumaileyh esseyid mehmed şakir efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bin yüz seksen sekiz tarihinde sarayı hümayuna çırağ buyrularak şemi kemali şulepaşı feyz u ikbal olduktan sonra livayı şerif şeyhligi hizmeti müstevcibü'lmefhareti ile naili amal olmuş iken iki yüz elli iki senesi ruhı şerifi azimı darı beka, vücudı latifi hazreti halid civarında vaki kabristanda muntazırı rahmeti huda olmuştur. mumaileyh alim u fazıl bir şairi ferhundehasail olup mesnevii şerif'e türkçe bir kıta manzum tercemesi ve baharistan nam kitabı latifeye bir aded şerhi ve bir kıta müretteb divanı belagatünvanı vardır. şemi ruhsarı o şuhun nur şeklin gösterir guyiya musai aşka tur şeklin gösterir kangı suretle acep sayd eylesem ol afeti gah adem geh peri geh hur şeklin gösterir kursa da tel bahsi zülfünde rakibi rusiyah bezmi cananda yine mazur şeklin gösterir hayretindendir sakın berdar sanma aşıkı bendi zülfi yar olan mansur şeklin gösterir bimuhaba açılır biganeye ol mesti naz meclisi uşşakda mestur şeklin gösterir ruzı uşşakı iderse mihrruyı ruşena zülfi müşkini şebi deycur şeklin gösterir şakira bişübhe mahzun u harab olur o ki bu harababadda mamur şeklin gösterir nazımı mumaileyh şakir efendi midilli müftüsü elhac ebubekir efendi merhumun sulbünden bin iki yüz on yedi tarihinde kehvarei zibi vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyüp iki yüz elli salinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile ibtida babı ali küttabına ve muahharen mektebi maarifi adliye şakirdanına bir müddet talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eyledikten sonra zabtiye meclisi ve bi'lahire ziraat meclisi müftülügü memuriyetine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup iki yüz altmış yedi senesi mevleviyyetle halebi şehbaya azimet ve hitamı müddetle dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh hilm u fazlı nümayan bir fazılı nüktedan olup avamil risalesi'ne türkçe bir aded tercemei manzumesi ve haylice eşarı letafetallamesi vardır. ne şah u mirden şekva ne an u inden feryad dila ancak o zülfü anber u müşginden feryad ne denli ahı germ itdimse te'sir itmedi yare gönül eyler demadem ol dili senginden feryad bana rahat görünmez ferşi cennet olsa da hak çün eyler lacerem bimar gamı balinden feryad dil ol şehbazdan gayr içün ah itmez berayı kevn figanı cevri gülden eylemez nesrinden feryad henüz o nevbenev itmekte cevri ol peri yohsa ider mi şekve dil derd u gamı pişinden feryad görünür bana herbir tarı zenciri belaasa gamımdan dad ey meh perçemi pürçinden feryad acep mi mürgi canım damı zülfünden figan itse ider asfur elbet pençei şahinden feryad gözetmekden rehi tannazı yari yaş döker daim idersem var yiri bu didei nemginden feryad o ferhadım kalırsam şakira hatır belasıyla tuhi sengi cefada eylemem şirin'den feryad nazımı mumaileyh şakir efendi müteveffa köse mehmed paşa'nın atikasından olup mısrı kahire'ye azimetle bir müddet iskenderiye tersanesi muavinligi memuriyetinde bi'listihdam olunduktan sonra ihtiyarı guşei tekaüdi eylemiştir. mumaileyhin fevki mahlasıyla dahi bazı eşarı vardır. tarih teceddüd eyledi sali ferahbahşayı şevk olsun sürur u surı nev ile cihanbanı felekşana o hakanı zamanın vasfını tadad ne mümkündür suhandan aczini izhar iderler hep zarifane kerametle zekavetle adaletle sehavetle tefevvük eyledi cümle mülukı ali osman'a beni red eylemez haşa kerem eyler bu tarihde ide vehhab mübarek salini abdülmecid han'a nazımı mumaileyh cerrah şakir efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema cerrahlık sanatiyle me'luf iken bir aralık heftan emanet hizmeti müstelzimü'lmefhareti kendüye bi'lihale canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyledikten sonra barütbei salise bilecik kazası kaimmakamlığına ve biraz vakt mürurunda denizli kazası kaimmakamlığına ve bin iki yüz altmış beş senesi barütbei samiye tekfurdağı kaimmakamlığına memur ve tayin kılınmış ve muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan mazulen dersaadet'emenkul olmuştur. eşarı çendan manzur degildir. yar gelüp aşıkın menzilini kılsa cay itmiye mi gün yüzü dideleri ruşen ay yanaşup ol maha ta hançeri sertiz gibi eylesem ağyarının sinesi hemçu nay yan virüp ey mehlika kaçma bu gamhardan ateşi hicranına yanmağa görme revay yaver olursa eger lütfı huda bir kula bir kula muhtac iken dehre olur padişay yaş döküp dideden ruyun ider arzu kudret ile gün yüzün olmada şebnem rubay yabı rehi tecridde akil isen ber ribat kafilei ehli aşk eyleye karbansaray yari serefrazsın sende bu göz kaş ki var katli içün aşıkın yana gerek ok u yay yayüp ona güllerin gün yüze kıldın nikab menzili akrebde ta münhasif olmuştur ay yar dilerse eger sinemizi kailiz tek bizi ol mehlika lütfuna kılsın sezay yazı semender gibi yanmağa taliblinim ey kalem arz it eger diler ise ol hümay ya mehi rahşende mi dehre ziyabahş olan talatı ruyun mudur aleme viren cilay ya lec idüp müddei gün yüzün inkar ider eyler idi ol gabi akil ise zerre ray yare ider ehli aşk durmayup arzı hüner nevbeti arzı hüner sende mi şahin giray nazımı mumaileyh şahin giray han sultan topal ahmed giray sultan'ın şahbazı lanegahı amalı yani ferzendi mazarratiştimali olup biraderi sahib giray sultan'ın mesnedhanide bulundukları hengamda kalgaylık mansıbına nail ve bin yüz doksan bir tarihinde şahbazı ikbali evci alayı hanide pervazei mütemail olarak kendisi mümtazı emasil olmuş iken doksan altı tarihinde mesnedhaniden müfarakat ve müddeti kalile zarfında saniyen mesnedi mezkura mukarenet itmiş ise de bin yüz doksan sekiz sali hilalinde iklimi kırım'ın rusya memaliki idadına dahil olmasına sebebi müstakil olmuş olmasından dolayı o aralık çarnaçar rusya devleti tarafına firar eyleyüp bin iki yüz bir senesi hilalinde deri devleti müdara ilticasınca cezirei rodos'a nefy u icla olunarak senei mezbure şehri şevvalinde tair ruhu pençei ikabı ecele giriftar ve ol vecihle kendisi müterakıbı ruzı şümar olmuştur. müşarünileyhin meşhurı afak olan daire şeklinde vaki ebyatı pesendidesinin sabt u tahririyle iktifa olundu. bu alemde deli şeydalarız biz demadem aşkile rüsvalarız biz bizi görmez bakan suret gözüyle ki kafberkaf uçan ankalarız biz sakın bakma hakaretle bize sen iki alemde bildanalarız biz bizi inkar idenden havfımız yok bu meydan içre bipervalarız biz giderdin can gözünden çün hicabı bu gün seyyid şerefbinalarız biz nazımı mumaileyh eşrefzade seyyid şeref efendi mahrusai burusa'da bin seksen tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup bin yüz dört tarihinde labisi hırkai hilafet ve yüz beş tarihinde mahrusai mezbure sancağı dahilinde vaki kumlai sağir nam karyede kain zaviyede calisi seccadei meşihat olduktan sonra mahrusai mezburede vaki eyyub efendi hankahı meşihatine bi'lnakl bin yüz kırk beş senesi canibi hicaz'a azimet ve bade edayı hac mahrusai mezbureye avdet eyleyüp bin yüz kırk altı sali hilalinde halvetserayı ukbaya rihlet eylemiştir. kıta beni hemhalet idüp ciddi felek mecnun'a döndü seylabı sirişki terimiz ceyhun'a gayriye itdigi lutfun şeref ol mihri kemal zerresin itse yeter aşıkı dili pürhuna nazımı mumaileyh mehmed şeref efendi ati'tterceme abdurrahim faiz efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bin yüz altmış tarihinde darı bekaya menkul olmuştur. salim efendi tezkiresi'nde dahi terceme vü asarı mestur u mukayyeddir. cemali bağı ne hoş gülsitanı hikmetdir gönüller anda gezer bülbülanı hikmetdir aman o gamzeler afet girişmeler hikmet şaşırdım anı görünce çü yaman hikmetdir çü cüzi layetecezza ve noktai mevhum bilinmedi kim umurı dehanı hikmetdir güneş yüzünde görünce hilalı ebruyu dimişdir ehli felek bu kıranı hikmetdir bakılsa kudreti bari müşahid olunur sahifei ruhu ayniyedanı hikmetdir bu kaşların ki çekilmiş yıraı kudretle beratı hüsnüne ey şeh nişanı hikmetdir rızayı busi leb ol hikmeti şeref sorma hulasa abı hayat taze canı hikmetdir nazımı mumaileyh hayatizade halil şeref efendi maraş eyaleti dahilinde vaki elbistan nam kasabada bin iki yüz on bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi emcedi salifü'tterceme hayati efendi merhumdan bir mikdar ulumı arabiye tahsil eyledikten sonra mumaileyh ile beraberce dersaadet'emuvasalat ve beş sene müddet tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyliyerek tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp vatanı asliyesi canibine azimet ve bir aralık sünbülzade vehbi efendi merhumun asarından olan nuhbe nam kitabı şerhe sarfı himmet birle iki yüz altmış senesi dersaadet'e bi'lmuvasala şerhi mezkuru huzurı faizü'nnur hazreti mülukaneye batakdim kendisi baitibarı haric tariki tedrise dahil olduktan sonra heyeti cedideye dahil olan esrarü'lmelekut nam kitabı lisanı türkiye terceme idüp efkarü'lceberrut ismiyle namzet ve kendisi ol suretle dahi tahsili namı ebed eyledigi halde iki yüz altmış altı senesi mevleviyyetle canibi bağdad'a azimet ve hitamı müddetle vatanı asliyesine avdet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyhin arabi ve türki hayliden hayli eşarı güzide ve resaili pesendidesi vardır. candan tenha dilermiş yar vuslathaneyi hanei tenden çıkardım ben de ol biganeyi firkatı yar ile aşık naşı biruh olduğun his idüp mürgan seri mecnun'da yapmış laneyi eylemiş suzan u giryan şemi evvel aşkile eyleyen suzanı şevki şem ile pervaneyi şimdi hakinden sebuyı mey yapar üstadı çarh doldururken bir zaman cem zevkile peymaneyi galiba sevdayı sarmış zülfi canana şeref bendi gisusunda görmüşler dili divaneyi nazımmumaileyh mehmed şeref efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz dört senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli üç senesi evkafı hümayun hazinesinde vaki gedikler odası ketebesi silkine ve iki yüz altmış iki senesi hacelik rütbei refiasını bi'lihraz iki yüz altmış yedi senesi hazinei merkume tahrirat odası ketebesi sınfına dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem divan kitabeti hizmetiyle rumeli canibine azimet eylemiştir. mumaileyh mezamini şire vakıf bir şairi pürmaarif olup bir mikdar eşarı vardır. münaacat ya ilahi degilim müstehak ihsan eyle kerem u lutfunu hakkımda feravan eyle nat u mersiyye münacat u sitayişlerimi sebebi mağfiret it ziveri divan eyle ekleyim nik u bedi hayrı şeri bi'lcümle bildirüp ilmi ledün sırrını irfan eyle cümle erbabı kemalin nazarından dilerim ne kadar var ise noksanımı pinhan eyle vezn u manadan eger olsa da ari şeref'in şirini müntehabı hazreti hasan eyle şairei mumaileyha şeref hanım şeyhülislamı esbak arif efendi merhumun akribasından ati'tterceme nebil beg merhumun sulbünden bin iki yüz yirmi dört senesi hilalinde zinetefzayı alemi vücud olup pederi merhumun isrinde bulunarak haylice eşarı latife tanzimine himmet eylemiştir. gazeli natamam itdim güzeller içre alaka efendime sad aferin tabiatı dilber pesendime tarfı ruhunda kakülün ol meh görüp dimiş kıldım rübude mihre varınca kemendime ilbas idüp güzellere tercihi hilatin buldum bu nice came hele şahlevendime nazımı divanı serbülendi şeyhülislam mehmed şerif efendi meşayihi izamdan ismail efendizade salifü'ttercehmed esad efendi merhumun sulbünden bin yüz otuz altı tarihinde şerefbahşı kehvarei vücud olup yüz elli bir tarihinde tariki tedrise dahil ve devri medarisi mutade eyleyerek yüz altmış yedi tarihinde diyarbekir mevleviyyetine vüsul ile yüz yetmiş üç tarihinde burusa mevleviyyetine nail olduktan sonra yüz seksen senesi şehri recebde istanbul kadılığı mesnedi refiine ve yüz seksen beş senesi şehri rebiü'lahiresinde anadolu sadareti celilesine ve yüz seksen dokuz senesi şehri cemaziye'levveliyesinde evvel olmak üzre rumeli sadareti behiyyesine ve yüz doksan iki senesi hilalinde sani itibariyle sadareti mezkureye revnakdihi ilm u kemal ve yirmi gün mürurunda cayı valayı fetvaya şerefrizi ikbal buyrulup dört sene müddet icrayı ahkamı şeri bimisal eyledikten sonra infisali vukuuyla sahilhane ve saadethanelerinde ikametsazı istirahat oldukları halde iki yüz üç senesi şehri zilkaidesinde saniyen makamı valayı meşihata kuud ve iki mah tamamında bi'listifa tariki cahı fetva olup bin iki yüz dört senesi şehri ramazanı mağrifetnişanın dokuzuncu günü ruhı şerifleri evci alayı illiyine suud eylemiştir. müşarünileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup füsulü'lara fişanü'lmüluk ve'lvüzera isminde bir risaleleri ve müntehabatı eşara dair letaifü'lkemal isminde bir mecmuai renginmakaleleri olduğundan başka mürettep bir kıta divanı belagatünvanları dahi vardır. tarih menbaı lütf u ata efdalı sınfı füzela fahrı eşrafı sudur yani ki eşref molla hüsn ü takririni görseydi celal baş kesüp lal olurdu bilip aczin diyemezdi hiç la aklı kül olur idi zatına teşbihe seza cism u suretden eger olmasa ari ferda vasfı kabil degil ol bahrı kemalatin çün eyleyüp tayyı makal gayri şerif eyle dua söyle bu mısraı berceste ile tam tarih oldu revnak rumeli sadrına esad molla nazımı mumaileyh abdurrahim şerif efendi selanik nakibü'leşrafı kaimmakamı müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz otuz beş tarihinde haric itibariyle tariki tedrise dahil ve bir müddet selanik müftülügü hizmetinde bi'lisihdam muahharen hizmeti mezkureden infisaliyle iki yüz kırk altı senesi belgırad kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli tarihlerinde betarikü'nnakl metruk üsküdar mevleviyyeti payesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olmuş iken iki yüz altmış senesi hilalinde mahrusai mezburede irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh tabı zarif bir zatı şerif olup eşarı selis u latif vaki olmuştur. matla mey u mahbubdan el çekmek nasib olmadı pir oldum eyü vardım sefahat eyledim şeyhi kebir oldum nazımı mumaileyh şerif efendi medinei engürü'de panihadei sahai vücud olup işbu alemi pürmelalda mücerredü'lhal olduğu suretde bir vakt imrarı mah u sal eyleyüp sinnini ömrü haddi semanine karin olduğu halde bin iki yüz otuz beş tarihinde ruhı şerifi azimi huldi berin olmuştur. mumaileyh salahı hal ile maruf u mevsuf bir zatı sahibvukuf olup sayf u şitada sırrı bir nevi şükufeden biri olmadığından beyne'zzürefa asrında çiçekli şerifi dinmekle arif olduğu bazı hemşehrilerinden işidilmiştir. mürurı ezmine ile eşarı kazazedei ruzgar olmuş olduğundan balada muharrer olan beytinden başka asarına destres olunamamıştır. o cefapişe sitemgerlige mutad gibi felegin devri dahi tavrına münkad gibi bisütun olsa dilin ey sanemi şirinkar tişei ahım açar yol ana ferhad gibi hilatı atlası irfanıma alem muhtac büni kühencamei peşminede fırsad gibi bu perişan suhanı sadei dervişana var mı tanzir idecek arifi üstad gibi serveri ehli suhandır o bigane şimdi şefkata fazl u hüner anda hudadad gibi nazımı mumaileyh şefkat efendi bağdadiyyü'lasl olup bi'lahire canibi rum'a muvasalat ve bir müddet kırım hanları maiyetlerinde ve muahharen bir vakt dahi dersaadet'de eflak ve boğdan begleri yanlarında kitabet hizmetiyle imrarı vakt u saat eyledikten sonra müsinn u ihtiyar olduğu cihetle kuruçeşme nam mahallde kain hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp üçdört sene müddet sahibi firaşı illet olduğuhalde bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde darı bakaya rihleteylemiştir. mumaileyhin hadikatü'lvüzera nam kitaba zeyl olarak birkaç cüzden ibaret bir eseri muteberi vardır. narı aşkın dili suzanımı tennur itdi gamı hecrin gözümü çeşmei horhor itdi hevesi zülfi siyahın bana hemdem olalı kalbi pürahımı efganile tanbur itdi esbi nazı ile çignetti beni sim tenim bana bu şiveyi ol gerdeni kafur itdi dönmedi kutbı muradım üzere bir devre o deni çarh benim kaddimi kanbur itdi şefkati bu gice ol çeşmi gazalin şevki yine bir nevgazelin nazmına destur itdi nazımı mumaileyh hafız edhem şefkati efendi rumeli'de kain zağrai atik nam kasabada panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra rumeli valisi esbak müteveffa sirozlu yusuf paşa'nın kitapçılık hizmetiyle manastır canibine azimet ve muahharen mahalli mezkurda tedris cihetlerinden birine nailiyetle caygiri ikamet olmuştur. şir ile şöhreti yoktur. gonca vü harı iden seyran hem ağlar hem güler yar u ağyarı gören her an hem ağlar hem güler girye vü handemde ey leylii devran yok sebat sanki mecnun'dur dili nalan hem ağlar hem güler rengi zülf ü ruyi canana kemali reşk ile ebr u hurşid eyleyüp devran hem ağlar hem güler nüktei mesturı aşkı şemi remzagaha sor hem ider pervaneyi suzan hem ağlar hem güler aşka geldikçe hayali hatt u ruyun sevdigim şefkatii tirebahtünvan hem ağlar hem güler nazımı mumaileyh ahmed şefkati efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç senesi divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup iki yüz elli beş senesi mektebi maarifi adliyeye nakl ile bir mikdar tahsili ulumı arabiye ve tekmili fünunı farisiye eyledikten sonra iki yüz elli sekiz senesi evasıtında usulı imtihaniyesi bade'licra mektubii sadaretpenahi odası hulefası sınfına dahil ve muahharen tahriratı hariciye odasına bi'lnakl iki yüz altmış tokuz senesi salise rütbesine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem izmir valisi ismail paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyhin eşarı birkaç ile biriki şarkıdan ibaret olup fenni kitabetde mahareti vardır. kıta hüsnı hattı ukala hiç ana görmez şayan meşk u talime taalluk idemez divana hattı talik nedir bilmez iken ol allak sin u kafı çıkarır gösterecek sıbyana nazımı manzumei hünermendi mehmed şefik efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz yetmiş bir salinde darı bekaya mevsul olmuştur. balada mestur olan kıtasından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. eylese bahtı siyahım ile ülfet perçem düşürür gönlümü sevdalara elbet perçem şahı hubandan alup tuğı vezaret perçem kıldı mülki fesi kürsiyi eyalet perçem mağribidir ki çıkup semti diyarı fesden şark serhaddine dek kıldı seyahat perçem çini ebrusuna sarkındılık eyler fesden mülketi hüsn ideli neşri hükumet perçem kalbi uşşakı karıştırdı arap saçı gibi ziri fesden kılup izhar ol afet perçem hüsn u harı gam u ekdarı bırakmaz süpürür olsa beyti dile çarub muhabeti perçem kıl kadar eyleme ümidi kerem alemde viremez kel olanın başına zinet perçem kıl ayıbsız nola olursa şefika şirim ki virir tabıma serriştei kuvvet perçem nazımı mumaileyh ibrahim şefik beg reisülküttabı esbak elhac recai efendi merhumun hafidi ve tezkirecii sani müteveffa mehmed celaleddin beg'in veledi reşidi olup veladetlerinin dördüncü senesi pederleri mumaileyh irtihalı darı beka ve üçbeş sene mürurunda validei müşfikeleri dahi naklı haremgahı ukba eylemiş olmasıyla manendi dürri giranmaye bir yetimi bivaye olduğu halde halitesi hanımın ziri himayesinde bulunarak gülpazarı şakir efendi'den bir mikdar ulumı arabiye tahsil ve cerrahpaşalı hamdi efendi merhumdan dahi resmi hattı averdei desti tekmil eyledikten sonra bin iki yüz elli tarihinde mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve hasbe'listidad usulı kalemi tahsil ile cennetmekan sultan osman hanı gazi hazretlerinin cülusı hümayunlarından cülusı meşadedmenusı cenabı şehenşahiye gelinceye kadar müddetde güzeran iden selatini izam hazeratının erikepirayı saltanat olduklarına dair inşad itmiş olduğu tevarihi güzidesini huzurı faizü'nnur hazreti mülukaneye bi'ttakdim eylemiş olduğu tarih mukabilinde bir kıta mülğa rabianişanı gevherefşanını dahi hamil olarak meclisi vala nezareti dahilinde vaki tahriratı samiye odasına nakl ile iki yüz altmış üç senesi sayda valisi kamil paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuren mahalli mezkura azimet ve birkaç mah zarfında dersaadet'e avdet ve iki yüz altmş beş senesi mısır valisi abbas paşa'nın kezalik divan kitabeti memuriyetiyle canibi mısır'a revan ve birkaç mah mürurunda valii müşarünileyhin iltiması ve kendisinin istihkakı muktezası üzre uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'lita kamran olduktan sonra iki yüz altmış yedi senesi memuriyeti mezkuresinden istifa iderek dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz altmış sekiz senesi evkafı hümayun muhasebeciligi memuriyetine revnakdihi kadr u mezellet buyrulmuştur. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nazikterin olup divan olacak mikdar eşarı dilnişin tanzimine muvaffak olmuş ise de sayda'ya azimetinde mecmuai eşarı kazazedei ruzgar olmuş olduğu istihbar kılınmıştır. kendisinin iradı mezamine kemalı mecburiyeti cihetiyle ekser mazmumları tahsine şayan ve zevkbahşı dili şairandır. tarih sikke giydi müjdeler osman efendi'den şefik tarihi menkutu mantukunca yenikapı mevlevihanesi şeyhi osman selahaddin efendi'den sikkepuşı intisab olduğu leylei miracı hazreti nebevi'ye tesadüf eyleyerek salifü'tterceme ziver efendi darbhanei amire nazırı bulunduğu halde mevlevihanei mezkurede bulunup hazırmeclis olmasiyle mütercim mumaileyh ayini mevleviye üzre sikkepuşı intisab olduğu hengamda işte darbhane nazırı efendi hazırmeclis iken sikke giydik inşaallahutaala manevi ayarımız halisdir diyerek iradı mazmun eyledigi bazı mevlevi canlardan mervidir. müşarünileyh ziver efendi'nin mühürdarlık hizmetinde bulunduğu müddetde müşarünileyhin hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mehmud hanı sani hazretlerine takdim eyledigi tevarih u kasidelerin ekserisi mumaileyhin hattiyle muharrer olup eşarı mezkureden bazısını esnayı mütalaada ziver efendi ne güzel şir söyler ve ne ala yazı yazar acaba bu yazı dahi kendi yazısı mıdır deyü atikarayı tahsin olmalarıyla mumaileyhin eseri kalemi olduğu ifade ve tayin olundukta hüsni hattı mezkuresine pesend u tahsin buyrulduğu sırada odai mezkura devam eylemesi hususunda dahi fermanı kerametünvanii şahane şerefsünuh buyrulmuş olduğu mumaileyh tarafından barı iftihar kılınması üzerine keyfiyyeti tercemei hali zeyline zamm uilave kılınmıştır. subh dem açdı saba bendi nikabı gonce itdi tatiri çemen ıtrı gülabı gonce itdi avazı gelu giri nevayı bülbül cümle zağ u zağanı mest u harabı gonce bezmi afaka saba müjderesan oldu kim açdı leb naz u tebessümle cenabı gonce perdede kalmışidi bendi hacleyle hele gayreti hüsnü bu dem açdı hicabı gonce şükrüya faslı rabi ile haber geldi hemen gitdi evrakı hazan geldi kitabı gonce nazımı mumaileyh mustafa şükrü efendi kürdistan eyaleti'nde vaki süleymaniye tabir olunan mahallde panihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli iki tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise duhul ile bir müddet neşri ulumı aliye eyledikten sonra cennetmekan valide sultan hazretlerinin dersaadet'de fazlı paşa nam mahallde müceddeden inşa buyurmuş oldukları darü'lmasarif nam mektebin haceligine memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında topkapı sarayı hümayunu hademesi haceligine tahvili memuriyet eylemiştir. mumaileyh ashabı faziletden olup şaki mahlasıyla mütearifdir. bir mikdar eşar u güftarı vardır. bu gülşende acep mi cevriveş dil bikarar olsa yanımca salınır bir servi kamet dilberim yoktur nazımı manzumei hünermendi şeyh şekib efendi dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile ibtida karahisar mevlevihanesi meşihatine memur ve tayin kılınarak bin iki yüz otuz beş tarihinde azmı huldı berin eylemiştir. mumaileyhin balada sebt u tahrir olunan beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. şarkı itmiş mukadder ol ratbı izzet tacilimizdir suretde hücnet yoktur fakiri ilzama hacet bermuktezayı cürm ü kusurum takdire tedbir gelmez muvaffık tedbire takdir belki mutabık neymiş benim bak hakkımda layık bermuktezayı cürm ü kusurum gafletle geçdi her sal u mahım hadden tecavüz zannım günahım eksikligimdir bi'lcümle şahım bermuktezayı cürm ü kusurum her işde şemsi adildir allah layıksız inmez istiğfar allah bilmez miyim ben elhamdülillah bermuktezayı cürm ü kusurum nazımı mumaileyh şemsi beg dersaadet'de tabendei sipihri vücud olup evaili halinde enderunı hümayuna çırağ ve bi'lahire huzurı faiz'ünnur cenabı mulukanede terennümsazı fahrı mübahat olan hanendegan sınfına bi'lilhak şirindimağ buyrulup muahharen memur olduğuhizmetden dur u mehcur ve ol zemzeme ile tanbur neşati şikest u meksur olmakdan naşi. ab u hakinde var asarı ferah meykedenin kim ki enduh ile azm itse meserretle döner beyti neş'ebahşını guya olduğu halde gah meyhane mastaba ve gah kahvehane peykelerinde sazende vü hanendelik eyleyerek güzarendei subh u mesa iken bin iki yüz altmış iki salinde şemsi hayatı küsufı memata mukabil ve ol suretle şuaı hayali çeşmi alemden zail olmuştur. mumaileyh fenni musikide mahareti hüveyda bir şairi nağmepira olup eşar u güftarı zişt u ziba nevinden vaki olmuştur. çarh elinden kimse yok alemde giryan olmamış dehr içinde var mıdır bir sine büryan olmamış evveli derd u beladır ahiri cevr u cefa kimse bunda tat alup ömründe handan olmamış kanda bir dil ki anın derdiyle olmaz mübtela ya çeker gahi anın zahmıyla pürkan olmamış ademin ömrü eger bin yıl olursa akibet dem gelir san bir gice alemde mihman olmamış şemiya buukdenin hallinde acizdir ukul kangı akildir anın fikrinde hayran olmamış nazımı mumaileyh şemi efendi konya eyaletinden ve tarikatı aliyyei mevleviyye müntesiblerinden olup helvafüruşluk sanatıyla imrari sinnin u şuhur eylemekteiken bin iki yüz elli yedi senesi hilalinde şemi hayatı ruzgarı memat ile mürde olarak ziri haka süpürde olmuştur. mumaileyhin balada mestur olan gazeli her ne kadar halavetsizce vaki olmuş ise de sair asarına destres olunamadığından anınla iktifa olundu matla razıyım her ne iderse bana serv u semenim tiği cevri ile sad pare kılarsa bedenim matlaıyla olan gazeli meşhur müteveffayı mumaileyhe gah gah isnad olunduğu mesnu ise de üskübi şemi merhumun asarından olarak hasan çelebi tezkiresinde mestur u mukayyeddir. o mehrunun gönülde hali anberfamı kalmışdır derunı sine içre dağı hecri şamı kalmışdır meyanı mumiyanı kil u kala oldu çün bais dehanı tenginin bir noktaı ihamı kalmışdır visali id içün çokdan çeker dil ravzai hecrin kadembusı visale irmege bayramı kalmışdır nükudı ömrü cafer eylemiş ihsana sarf amma nihayet zibi tarih olmuş ismi namı kalmışdır bu bezmi alemin cam u ayağı olmuş işkeste neşat u neş'esi gitmiş meyi alamı kalmışdır şarabı cah u ikbalı ile sermest u medhuşun humarı cam u gamla badei sersamı kalmışdır çerağı şemi taban oldu bezme lik pervane fitil olmuş yanar ne sabr u ne aramı kalmışdır cenabı hazreti müfti'lenamın haki payinden kemine bendesi amalını ilamı kalmışdır penagah ümemidir dergehinde feth olur hacat inayet abdı memluku kerem huddamı kalmışdır nice sahibemeller bir işaretle bekam oldu bu bir ısrarı hikmet çakeri nakamı kalmışdır bu nice lutfuna ihsanına mustağrakım el'an karini itibara cilvei aklamı kalmışdır meşihat mesnedinde müstedamı ömr ide mevla bu çarhın ta ki devr itmekte subh u şamı kalmışdır nazımı mumaileyh meşrebzade damadı mehmed şemi efendi medinei maraş'da bin iki yüz yirmi üç tarihinde şaşaapaşı encümi vücud olup unfuvani şebabetinde bir müddet tahsili ulumı arabiyeye say u gayret ve iki yüz kırk bir senesi dersaadet'ebi'lmuvasala hizmeti kitabetle bir mikdar mahmud paşa camii şerifi havlusunda vaki mahkemeye müdavemet eyleyüp iki yüz kırk dokuz senesi bir kıta edirne müderrisligi rüusuna nail ve niyabet tarafına mail olarak bi'lahire maraş mevleviyyetine mevsul ve mukaddem u muahher anadolu ve rumeli canibinde nice nice niyabeti cesimeye menkul olduktan sonra iki yüz altmış sekiz senesi siroz niyabetinden mazulen dersaadet'e bi'lvüsul müdürlük vechile malı eytamın hüsni idaresi uhdesine ihale kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında betarikü'nnakl ve baitibar mahreci izmir mevleviyyeti payesini ihraz ile mümtazı emasil olmuştur. payei mezkurenin tevcihine kıbrısizade mevaliden hakkı efendi'nin inşa eyledigi tarihdir. şulelendi payei izmir şeminden pedid mumaileyh maarifpira bir şairi şirara olup bidayeti saltanatı seniyyei osmani'den bin iki yüz altmış beş sali meyaminfaline gelinceye kadar müddetde sadrı güzin olmuş olan vüzerayı fehham ile mesnednişini fetva olan meşayihi izamın nasb u azlleri tarihlerini mübeyyin esmarü'ltevarih isminde matbu bir eseri masnu tertibine muvaffak olmuştur. tarih zehi mecrayı dilcu terke abı nabın iskender içeydi badema maü'lhayatı eylemezdi yad şinasimeşrebi nükteşinasana müvafıkdır şu dört tarihi kim bir içinde ideyim inşad sarayı dilpesend u pertevefzasın idüp abad bu havzı adile sultan mücedded eyledi bünyad nazımı mumaileyh şinasi efendi dersaadet'de tophane nam mahallede tevellüd eyleyüp muahharen tophanei amire mektupçusu odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık hacelik rütbesine nail olduktan sonra lisanı ecnebiyeyi tahsil eylemek üzre paris canibine azimet eylemiştir. kıta yine bir nevcüvan aldı başımdan akl u imanım siyah gisuları itdi beni mecnun u avare gece gündüz hayali ile girmez çeşmime uyhu nola bir kez terahhum eylese bu şevkii zare nazımı mumaileyh ahmed şevki efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dokuz sali meyaminfalinde şevkefzayı alemi vücud olup unfuvani tufuliyetinde cennetmekan sultan süleyman hanı gazi camii şerifi civarında vaki mektebi edebiyeye müdavemete mübaderetle fartı istidad ve kabiliyeti maderzadı muktezası üzre üçdört sene müddetle hayliden hayli tahsili ulumı arabiye vü farisiye eyledikten sonra kendisinin mevhibei ilahiyye olan hüsni hattı iktizasınca bin iki yüz altmış dört senesi mektubii seraskeri odasına memuriyeti ayinei kaderden suretnüma olmuş. ve hasbe'listitaa odai mezbur hulefası sınfında geregi gibi imtiyaz bulmuştur. mumaileyh memduhü'sseyr bir şairi zibendeeser olup müşevviki hakikinin teşvik u ianesiyle gah u gah nazm u güftara bezm u say u iktidar eyleyerek bir mikdar eşarı selis tanzimine muvaffakiyeti inayetgerdei cenabı rabbi perverdgar olmuştur. aşıkım şuhı cefakar isterem meşreb bu ya dilberi hunhar u gaddar isterem meşreb bu ya sebzei hattın dili zarın takatı gülşeni bülbülüm sahnı çemenzar isterem meşreb bu ya istemem ağyar ile bezme o mahın geldigin goncamı alemde bihar isterem meşreb bu ya akl u fikrim sabr u samanım alırsa gam degil çeşmini caduyı sehhar isterem meşreb bu ya sunma yarim camı al saki ayağın öpeyim sagarı sahbayı serşar isterem meşreb bu ya bezmi meyde eylemem her şuh elinden nuşı cam simi saidli kadehkar isterem meşreb bu ya itse bin dürlü eza şevki yine ah eylemem aşıkım şuhı cefakar isterem meşreb bu ya nazımı mumaileyh hasan şevki beg rikabdarı şehryari müteveffa abdurrahman ağa'nın sulbünden dersaadet'de iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz tarihinde enderunı hümayun iğvatı silkine bi'lilhak tahsili maarife say u gayretle iki yüz altmış beş salinde memuren canibi bağdad'a azimet ve bir sene zarfında dersaadet'e avdet eyleyüp hidematı seniyyede bi'listihdam güzarendei şuhur u avamdır. mumaileyhin bir mikdar eşarı şevkefza ve ebyatı ferahfezası vardır. tarih şehenşahı muazzam han mahmudı cihanbanın zekai cud u ihsanı ziya virdi bu devrana şuaı şemsi fanus adlı me'nusu hakana sima itse sipihri dun seza manendi pervane seraser zib u fer virdi füruğı şevketi dehre baharı ebri lütfuyla cihan döndü gülistana reva zatı hümayuna bu cayı mesadetpira kudumun eylesin esadı hakk o zılli yezdana çıkup balayı arşa şöhreti tarihi şevket bak ne ali tarzı nev oldu bu zi'lvechini şayana nazımı mumaileyh mehmed şevket efendi darü'lhilafetü'laliye saimen allahu taala ani'lafatü'lbaye hısnı dahilinde kain mahallatdan çinili hamam civarında vaki şahı huban mahallesinde bin iki yüz on dokuz senesi şehri cemaziye'levvelinin on beşinci çarşanba günü zinetbahşı sahai vücud olup istidadı maderzadı iktizasınca iktisabı gevheri maarife nakdinei evkatını sarf u hafr ile iki yüz otuz iki senesi telebbüs u nüsahda ahzı icazetnamei ketebe eyleyüp iki yüz otuz beş senesi divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve o esnada ulumı arabiyeyi midillili müteveffa elhac hafız ali efendi'den ve fünunı farisiyeyi dahi bazı farisihananı asırdan ve betahsis murad molla hankahı şeyh mehmed murad efendi merhumdan tahsile sarfı himmet birle kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memuren bekam ve bir müddet odai mezbura devam ile müddeti medide kapudanı esbak dürri ahmed fevzi paşa'nın kitabet hizmetinde bulunduğu halde güzarendei eyyam olduktan sonra tophanei amire müşiri ahmed fethi paşa'nın divan kitabetleri hizmetine memur ve ol vecihle dahi bir vakt imrarı avam u şuhur eyleyüp bir aralık hassa kitabetine nakl itmiş iken iki yüz elli beş senesi hilalinde yine müşiri müşarünileyhin divan kitabetleri hizmetine bi'lnakl mesrur buyrulup iki yüz elli yedi senesi barütbei salise sınfı haceganiye dahil ve bir sene mürurunda haiz olduğu rütbei mezkura saniye rütbesine bi'tterfi mümtazı emasil olduğu halde iki yüz altmış yedi senesi evahirinde asakiri hassai şahane orduyı hümayun muhasebeciligine revnakefza ve iki yüz altmış dokuz senesi evaili şehri şevvalinde memuriyeti mezkureden infisali suretnüma olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce dersaadet orduyı humayunu muhasebeciligine memuriyeti icra kılınmıştır. mumaileyh nazm u neşre kadir bir zatı sahibmekadir olup cinası hatti vü lafziye dair eseri şevket isminde bir aded kitabı renginmakale tertibine dahi muvaffak olmuştur. olurken hançeri ebruları hep kasdı can üzre ne hasretdir kılıç asmış o siminten miyan üzre ruhı zibasını taklid ider bedri felekpira mehi nev meşk ider ebrusu resmin asuman üzre görünce ateşin ruyı araknakı nezaketle ne hikmetdir didem olmuş anasır iktıran üzre turur taburı müjganı cünudı aklı yağmaya o bir tiri sitemdir şevketa hazır keman üzre celaleddin efendim kımmei tacı velayetdir müreccahdır yanımda hakı dergahı cinan üzre nazımı mumaileyh şevket efendi medinei maraş'da kademnihadei sahai vücud olup bazı vüzerayı izamın divan kitabetleri hizmetinde bulunarak muahharen sınfı hacegana duhul ile dayemendi şadi vü sürur olmuştur. mumaileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir şairi zibendeüslubdur. kıta mehveşim divançei hüsnünde matla gösterir ebruvanın şakkı mahasa dü mısra gösterir vechi vardır kıtai mir olsa bahattı imad hüsnı hatt ile uçar ebru murakka gösterir nazımı manzumei hünermendi mustafa şehri efendi maskati re'si olan medinei antakya'dan dersaadet'e vüsul ve muahharen sınfı hacegana duhul ile bin yüz kırk tarihinde tariki libası hayat ve şaribi şehdabei memat olmuştur. safayı hatırım gönlüm süruru ey gözüm nuru sana aşık olan görmez huzuru ey gözüm nuru güzel ruhı müsavver bibedel nurı mücessemsin münasip sana mahlas olsa nuri ey gözüm nuru koyup firdevsi alayı iderdi kuyunu me'va seni görseydi gılman ile huri ey gözüm nuru rakibi bihaya vü ırz u binamusu terk eyle kapından sür o müflismendi yüzü ay gözüm nuru nigahı aşıkane itdiginden gayri şehri'nin beyan eyle nedir cürm ü kusuru ey gözüm nuru nazımı mumaileyh mehmed şehri efendi tekfurdağı nam şehri cesimde kademnihadei sahai vücud olup meşhur sabit efendi merhumdan tahsili maarifi bişümar eyleyüp beyne'lfüzela kemaliyle şöhretşiar olmuş ve şehri mezkurda hamamcılık ile me'luf olduğu halde imrarı eyyam u şuhur eylemektebulunmuş iken bin yüz kırk yedi senesinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh şehri mezkurda kuloğlu dinmekle şahir bir şairi binazir olup müretteb bir kıta divanı ve ol mikdar tevarihi letafetbeyanı olduğu bazı asarda mütalaagüzarıacizi olmuştur. irişmez ise kuyı yara ahım berturağ itmez gice gündüz yürür yollarda beytutet konağ itmez bu cansuz ahıma hiç benzemez şairlerin ahı figanı bülbüli şuridei dilsuzı zağ itmez yanar elbette efzun ateşi mihnetle ruşendil yakup yandırasıca kimseyi gerdun çerağ itmez fakat pervane gönül şemi bezminde düşüp mehcur yakar pervaneyi gerçi çerağ amma ırağ itmez şahidi kalben mehcur isem de hazırım kalben mukarreb aşıkı canan huzurundan uzağ itmez nazımı mumaileyh edhem şahidi beg rumeli canibinde vaki tiran nam şehri kebirin vücuh u hanedanından olup bir müddet mahalli mezkurda mütesellimlik eyledikten sonra tanzimatı hayriyye usulı mehasinşümulu icab ve kendisinin ol tarafca olan malumatı iktizası üzre mahalli meclis azası sınfına dahil ve bin iki yüz altmış beş senesi darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin mahallice tarihguluk ile şöhreti şayiası var ise de eşar u güftarı gibi tarihleri dahi selaset u letafetden hali ve envaı uyub u ilel ile malidir. fikri lebin itdi dilimi hunile memlu şol şişe gibi badei gülgunile memlu bir arsa ki aşkdar olsa acep olmaz her guşesi sad vamık u mecnunile memlu erbabı dil olmaz yine server olursa ceybi dili gencinei karunile memlu sersebzii bağı emele çare mi vardır alem ki ola vadei kemunile memlu bu tarzda mestane olsa da olmaz peymanei dil şeyhi gülfüsunile memlu nazımı mumaileyh şeyh mehmed şeyhi efendi mahrusai burusa'da vaki yeşil imaret nam mevlevihane'nin şeyhi müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup bin yüz otuz bir tarihinde dergahı mezkur meşihatine nail ve bin yüz elli bir tarihinde kurbgahı cenabı mennana vasıl olmuştur. kul oldum bir cefakara cihan bağında gülfemdir mecalim yokdur inkara firakı bana matemdir gönül sevdi o şehbazı dögünmez şive vü nazı güzellerin serefrazı gören vaslına irsem dir nazımı hüner beraverde hafız abdurrahim şeyda dede dersaadet sekenesinden ve tarikatı aliyyei halvetiyye fukarasından bir dervişi dilrişk semerei nahlı fevadı olup bi'lahire çeşmi cihanbinine ümmi illeti tari olmuş ise de kendisinin fenni musikide nümayan olan malumatı iktizası üzre muahharen yenikapı mevlevihanesi neyzenbaşlığı hizmetine nail ve bin iki yüz on iki tarihinden sonra ruhı şerifi derunı surı marufa dahil olmuştur. mumaileyhin balada mestur ebyatından başka eşarı görülmemiştir. harfi'ssad tarı zülfün seyr idince gerdeni simabda mihri sandım zahir olmuş bu gice mehtabda dilde varken çaşnii busei lali lebin hiç arar mı neş'eyi camı şarabı nabda hatıra gelse eger mihri füruğı arızın kalmaz ey meh zerreveş takat dili bitabda reşk ider bu hüsnile elbet felekte aftab noktai dilcuyu görse ol ruhı pürtabda hatıra geldikçe saib mumiyanı dilruba hab u rahat kalmaz oldu didei hunabda nazımı mumaileyh ahmed saib efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve muahharen kalemi mezbura mülhak mühimme odasına bir müddet müdavemetle iki yüz elli üç senesi tomruk kitabetine memur ve iki yüz altmış iki senesi rabia rütbesine nailiyetle mesrur olmuş iken senei merkuma hilalinde azimi darü'ssürur olmuştur. arzı meydan itse aşıka o nevres anıdır ta bilinsin kim bu kuyun sahibi çevganıdır hali ruhsarı dili derbendi gisu eyledi danei damı bela mürgün hevesgerdanıdır niknamı yolların gerçi kaderdir sedd iden lik sengi tana bednam sebebi erzanidir bu'lacep sandukai attara benzer zahidin hücrei hası nigu sazendei avanıdır bada virdi hasılı ömrüm cefayı ruzgar saiba evrakı tedbirin kazasız aynıdır nazımı mumaileyh mehmed saib efendi darende nam kasabada bin iki yüz otuz altı senesi darendei desti vücud olup tahsili ulumı aliyyeye say u gayretle iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala medaristen bezmdihi hücregüzini ikamet olarak iki yüz altmış dört senesi mektebi maarifi adliye haceleri sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi baimtihan bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra nazm: aşıka tan itmek olmaz mübteladır neylesin o mehe mihr u muhabbet bir beladır neylesin matlaı garrası meali dilarası üzre şakirdanından nazif isminde bir şuhı zarifin belayı aşkına duçar ve bermuktezayı aşk u muhabbet mahbubı mezbura bimuhaba aşinalık itmek degil belki bigane nigah eylemege bile cesaret idemeyüp nazm: sabrı güç çaresi güç derde giriftar oldum mısraını kendüye hasbihali vakıa eyleyerek güzarendei leyl u nehar olduğu halde ağyarı mefsedetkaranın tefevvühü caiz olmaz derecede hakkında vaki olan ifk u iftiraları üzerine biçare memuriyeti mezkureden yani mektebi mezkurede olan hacelik hizmetinden dur u ibad olunup bir aralık kurai askeriye imtihanı memuriyetle rumeli canibineazimet ve hitamı imrarı memuriyetle dersaadat'e avdetinde nazm: koymayup bir halde rusvay ider aşk adamı mısraı mefhasınca lali lebi cananı yad u tahayyülle nuşanuşı badei gülreng olmağa mecburiyet hasıl itmiş ve bi'lahire ayyaşinden olmuş olduğu cihetle nazm: ab u hakinde var asarı ferruhi meykedenin kim ki enduh ile azm itse meserretle döner beyti müfadınca gah meyhane guşelerinde karar ve gahice bisır veya sokaklarda geşt u güzar eyleyüp bazen dahi osmaniye camii şerifi havlusunda teseül iderek evkatını imrar itmekte iken şuuruna bazı mertebe halel gelmiş olmasıyla müdavemet olunmak üzre muahharen darı şifaya izam olunup birkaç mah zarfında ki iş bu tezkirei acizanemizin tabından yedi sekiz mah makdem şifahanei bekada devapeziri siga olmuştur. divan olacak mikdar eşar u güftarı vardır. garibe: mumaileyhin darı şifaya duhulundan bir iki gün makdem şir u inşaya dair birkaç torba dolusu müsvedat ile evrakı perişanı sairesini bi'listishal mekatibi umumiyye nazırı sabık kemal efendi'nin konağına gelüp evrakı mezkureyi takımiyle müşarünileyhe tevdi ve teslim eylemiş olduğu nazırı müşarünileyhten mesmuı acizanemiz olmuştur. olmasa bu kevne hemreng arızı dildare gül zib u zinet virmez idi açılüp gülzare gül servler haka fütade oldu reftarın görüp düştü sevdayı ruhunla sevdigim bazara gül kokla fırsat variken korkma gül maksudunu geçmeden ey andelibi zar desti hara gül çak çak idüp giribanın kızarmazdı yüzü bağda reşk itmese elbet o güli ruhsare gül eyledi nalan beni saib bu şeb bir goncefem baisi efgan imiş bildim hezarı zara gül nazımı mumaileyh saib efendi terceme odası hulefasından salifü'tterceme şamil efendi merhumun hemşirezadesi olup bin iki yüz elli beş senesi hilalinde ihdas olunmuş olan mektebi maarifi adliye şakirdanı silkinde bulunarak bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz elli dokuz senesi usuli imtihaniyeleri bi'licra mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve biraz vakt mürurunda rabia rütbesini ihraz ile mümtazı akran u emasil olarak izmir valisi ismail paşa'nın hekimbaşı bulunduğu esnada kitabet hizmetinde ve müşarünileyhin ticaret nezaretine nakilleri hengamında ticarethane mektubu odası mümeyyizligi hizmetinde bir müddet istihdam olunduktan sonra mektubii hariciye hulefası sınfına bi'lilhak iş bu tezkirei acizanemizin tabından makdemce vüzera kapu kethüdaları silkine dahil ve o sırada salise rütbesine dahi nail olmuştur. mumaileyh tabı latif bir şairi zarif olup bir mikdar eşarı vardır. nükhet mi virir zerre kadı zülfi dütalar bihude hevalarda yiler badı sabalar daim o bütün kabei kuyun gözedirler bildim katı ahendil imiş kıblenameler dil filki yemi gamda yatur kaldı şikeste peyderpey olup yine gelir mevci belalar fikri deheninle yirimiz suyı ademdir ya hevesini şimden geru ey şuh dualar ancak sana mahsusdur ey sahibi hoşdem bu taze zebanlar hele bu hüsnı edalar nazımı mumaileyh ismail sahib dede mahrusai burusa'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyye meşayihi kiramından mütevvefa mehmed sahib efendi'den hırkapuşı iradet olarak tekmili hizmetle bir müddet bazı memalik u buldandan seyr u seyahat eyledikten sonra mahmiyei üsküdar'a muvasalat ve birkaç zaman ikametle bin yüz kırk tarihinde rahı cananda fedayı keşi can eylemiştir. mumaileyh sahibi irfan bir şairi renginbeyan olup eşaru güftarıbiayb u noksan vaki olmuştur. gazeli masnu eseri suzı dil uşşaktan maşuka aiddir sırac anınçün olsa add ile pervane variddir müsavidir meges mizanı adlı hakda fil ile müsavat olduğun mizanda hak kulu mümehheddir kemendi muyı zülfi yardır bendi diliaşık anınçün kaydı kakülden reha sevdayı fasiddir görünmez habı rahat didei pürnemde çok demde olup yeksan sabahile mesa davaya şahiddir hesab itdikçe dağı sinei mecruhu sehv itdim sayılsa derdi hecr ile ne nakısdır ne zaiddir revadır tıbbı nedide mey u gül sun gamı ufka bu kavi tevbe olmakla peşimanı müekkeddir niza u sulhu bir add ile terk it cevr u azarı bu alem olduğu fani bu manaya müsaiddir bu nev vadide peyrevlikde nabii suhansence emin ol dahleden sahib ki dava gayri variddir nazımı müşarünileyh pirizade şeyhülislam mehmed sahib efendi piri ağa nam bir zatın sulbünden dersaadet'de bin seksen beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz on üç tarihinde tariki tedrise duhul ve yüz otuz beş tarihinde selanik mevleviyyetine vüsul ile yüz otuz yedi tarihinde yenişehiri fenar kazası mevleviyyetine bi'lnakl yüz kırk tarihinde imamı sani sultanı ve muallimi şehzadeganı hakani nasb u tayin buyrulup yüz kırk iki tarihinde burusa mevleviyyetine nail ve o esnada mekkei mükerrevleviyyeti payei refiasını hamil olduğu halde yüz kırk üç salinde imamı evvel şehryari memuriyeti aliyesine ve o aralık istanbul kadılığı mesnedi alisine dahi vasıl olduktan sonra yüz kırk altı tarihinde anadolu sadareti behiyyesine ve yüz elli tarihinde evvel yüz elli altı tarihinde sani itibariyle mükerreren rumeli sadareti celilesine şerefpira ve yüz elli sekiz senesi şehri saferinde makamı valayı meşihata zinetefza buyrulmuş iken yüz elli dokuz senesi şehri rebiü'levvelinde alilü'lmizac olduğu cihetle sadrı fetvadan müfarakat ve o hengamda canibi hicaz'a azimet eyleyüp avdetinde iptida gelibolu'da ve muahharen tekfurdağı'nda bir müddetcik meks u ikamet eyledikten sonra medinei üsküdar'a muvasalatla bin yüz altmış iki senesi şehri recebinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. müşarünileyh feridi ruzgar bir fazılı sahibiktidar olup haylice eşarı belagatşiarı olduğundan başka mukaddimei halduniye gibi bir kitabı müstetabı tercemeye dahi muvaffak olmuştur. görünce tabı meyli ruyı alın böyle tabende girüp ziri sehaba şahı haver kaldı şerminde hayali hidvi ruyun bir nefes dilden cüda olmaz acepdir böyle şahı gül yetişmek semti külhana o şuha aşıkın feryadı itmezse nola te'sir ki ah itdikçe bülbül itmede hemvare gül hande gören hattı gudar u kaküli hoşbuyı cananı sanur reyhan u sünbüldür ki bitmiş tarfı gülşende kimi tezlil ider bu sahibi zarı kimi teclil görür alemde herkes şahsını mir'atı ruşende nazımı mumaileyh mehmed ruşen sahib efendi dersaadet'de ruşenabahşı kehvarei vücud olup bir müddet metruk başmuhasebe kalemine müdavemetle rütbei haceganiyi bi'lihraz muahharen mektubii vekaletpenahi odasına dahi bir müddet müdavemet iderek birkaç defa memuriyeti cesime ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye olan intisabı cihetiyle hanesinde guşegiri feragat olduğu halde bin iki yüz elli beş senesi hilalinde kurbgahı cenabı rabbi izzet'e azimet eylemiştir. mumaileyh ilmi inşada bimisal bir şairi sahibkemal olup şir ile çendan şöhreti yoktur. bilinmeyüp hünerim hattı çünki pest oldu hattım da şişei kalbim gibi şikest oldu nazımı manzumei hünermendi hasekizade mehmed sadık efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz doksan altı salinde darı bekaya menkul olmuştur. itdi zenciri gamı gerdanıma gerdunı dun sana kaldı işimiz gel kanda isen ey cünun devri aks u cevri yar ile aya çarhı düta ben sana nitdim ki kıldın kametim manendi nun subhdem surhı sipihri sen görüp sanma şafak her gice mazlumlar canın yakup içdigi hun bezmi alemde kime sundu şarabı bihumar yağdırır gerçi tolu amma bu camı sernigun guş idüp derdim kemali hayretinde sadıka sinesinde yaralar açdı tabibi zifünun nazımı mumaileyh sadık efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz kırk yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalatla iki yüz altmış dört senesi hilalinde enderunı hümayun iğvatı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan tahsili maarif eylemekte bulunmuştur. tenimde zafdan nalı kalemasa ne halet var ki muyun kilk ile tasvir olunmuş resme halet var sikalı huşkde tefsidde lebi gülden olup teşne hezarasa sirişkefşanii sözüm hararet var nihalı nazeninkad üzre sanman şahme ebru livayı hızrı simin mehcesinde iki ayet var cebini üzre sanman halleri kim bir iki hindu şinaverlik ider simabı bahrinde sebahat var meh u mihri müşabid çarhının sarım yuvarlakdır nihanı hokkai leyl u nehar eyler hayalet var nazımı mumaileyh mustafa sarım efendi canibi anadolu'da vaki medinei amasya'da kademnihadei sahai vücud olup medinei mezkurede hafızı ketebelik hizmetinde bulunduğu halde bin iki yüz elli dokuz tarihlerinde darı bekaya intikal eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer gazeline nisbetle arabi ve farisiye dair fünun u kavaidde oldukça malumat u behresi olduğu zahir u nümayan ise de şirce kendiye mahsus olan vadiyi garibeye puyan olduğundan eşarı mevcudesi çendan istihsana şayanı makuleden olmadığı müstağnii tarif u beyandır. görelden ruyunu ya hu senin ey gözleri ahu geçer arşı sadayı hu gönül bir ah çeker bir hu gönül turmaz eder devran sema vü vecd ider hayran kudumunla olur şadan gönül bir ah çeker bir hu geçer bin nayı efganım aman ey derdi handanım tecelli ile sultanım gönül bir ah çeker bir hu müdam virdi zebanımsın cilayı cism u canımsın azizim hüsn ü anımsın gönül bir ah çeker bir hu şarabı safı sübhanı sakahüm rabbuhum şanı yedi kudret sunar anı gönül bir ah çeker bir hu nazımı mumaileyh şeyh ahmed safi efendi şehri tokat'da çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz kırk bir tarihlerinde medinei kayseriye'ye azimetle bazı ashabı ulumdan bir mikdar tahsili ulumı aliye eyleyüp iki yüz elli tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala kethüdazade arif efendi'den heyet u hikmete dair ulumı nafıa ile fünunı farisiyeyi bi'ttahsil molla cami merhumun aruz nam risalesine camı muzaffer isminde bir şerhi ve hace ayni efendi'nin nazmı cevahir isminde olan kitabına izzi zafer namında bir şerhi ile bir mikdar eşarı vardır. kendisi tarikatı aliyyei mevleviyye mensubatından bir zatı saftinet ve bir şeyhi pakizehaslet olup bazı erbabı istidada taallümi fünunı farisiye ve tefhimi dakayıkı mesneviye eyleyerek imrarı evkat eylemekte bulunmuştur. mısra her şamı kadr u id olur subhi muhammed'in nazımı müşarünileyh vakanüvis mehmed subhi efendi sabıkan beglikçii divanı hümayun müteveffa halil fehmi efendi'nin mahdumu olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle ibtidayı halinde bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bir müddet taşralarda seyr u seyahat eyledikten sonra dersaadet'e avdetinde uhdesine hacelik rütbesi tevcih u ihsan buyrularak bazı menasıbı divaniyeye nail ve bi'lahire beglikçiligi mezbur memuriyetine vasıl olup bir müddet sonra maliye mansıbına ve badehu darbhanei amire mansıbında ve daha sonra cahı arpa emaneti ve defter emanetine ve bir vakt mürurunda başmuhasebe mansıbına ve muaharen güruhı mekruhı mülğa kitabetine nailiyetle kadri mübeccel iken bin yüz seksen üç salinde sabahı hayatı şamı memata mübeddel olmuştur. mumaileyh şir u inşası latif bir şairi zarif olup sami ve şakir beg merhumların kaleme almış oldukları vekayi ile zamanında olan bazı vukuatı mübeyyin bir kıta tarihi nefis tertibine dahi muvaffak olmuştur. kendi mühründe mahkuk olan mısraından maada eşarına destres olmamış olduğum cihetle eger maksad ererse mısraı berceste kafidir mefhumu üzre mısraı mezkurun sabt u tahriri ile iktifa olundu. mahı ruyun göricek aksini yar ayinede hüsnüne mail olup itdi karar ayinede o mehin ayineye baktığını sanma abes bulmadı mislini hubanda arar ayinede sünbül zülfü güli ruyu o servi nazın aks idince görünür özge bahar ayinede çeküp ayinei mihre siyeh perdei şam tabı zülfün taradı bu gice yar ayinede subhiya şekeri lütfuyla cenabı ziver tutii tabım ider nazmı nisar ayinede nazımı müşarünileyh abdullatif subhi beg salifü'tterceme vodin valisi abdurrahman sami paşa'nın necli necib u ferzendi edibi olup pederi müşarünileyh ile beraber mısrı kahire canibineazimet ve müşarünileyhin ziri terbiyesinde bulunduğu halde tahsili ulum u marifete say u himmet eyleyüp muahharen usuli mısriyye vechile miralaylık rütbesini bi'lihraz beyne'lemasil naili imtiyaz olduktan sonra ilmi inşada olan malumatı iktizasınca muavvini evvel ünvaniyle mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın maiyeti memuriyetine bi'lnakl bazen dahi kahirei mezkurede ve bazen dahi iskenderiye'de ikametsazı itizaz olmakda iken muahharen valii müşarünileyhin vefatı vukuuna mebni kahirei mezbureden katı riştei münasebetle dersaadet'ebi'lmuvasala bin iki yüz altmış altı senesi meclisi maarifi umumiyye azası sınfına dahil ve iki yüz altmış yedi senesi rütbei ula sınfı sanisine nail ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında rütbei ulanın sınfı ulayla meclisi vala azası sınfına dahil olmuştur. müşarünileyh kasidei belagatın şehbeyti dilarası ve müstezadı fesahatın matlaı garrası olup haylice eşarı rengini ve tarihi ibni haldun'un cildi saniyesine otuz cüzü şamil bir kıta tercemei sıhhatkarini vardır. al şane destine sanema tara tellerin gönlüm gibi dağıt yine ruhsara tellerin tutmuş günün tabağını zülfün kenara çek itmiş acep kara günümü kara tellerin bimarı aşk u hasta vü rencurum ey tabib kılmaz neden bu derdime bir çare tellerin bülbül gibi nevaya gelip eylerim huruş itmiş esir her gülü bir hara tellerin bildim yuvancı eyleyecek ahir ey sanem sanan gibi saburide zünnare tellerin nazımı mumaileyh hüseyin sabur efendi memaliki iraniye'den olan tebriz nam şehri cesimde kademnihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra bazı memaliki iraniyeyi geşt u güzar ile bi'lahire darsaadet'e muvasalat eyleyüp hattı talikde mahareti olmak münasebetiyle tahriri ketebe vü devavin eyleyerek imrarı subh u mesa itmekte iken bin iki yüz altmış dokuz salinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin divan olacak mikdar eşarı olduğumervidir. çeksem acep mi meşalei ahı intizar meddi nigah oldu bana rahı intizar her lahza ahuvanı hisalı dü çeşmile müjganı didem oldu çıragahı intizar deşti emelde barikareftarı ahile biki hayalim olmada hemrahı intizar çeşmimde hecri noktai haliyle ol mehin pürkara döndü gerdişi cangahı intizar şiri jiyanı dameni kuhı feragatım olmam firibhurdei rubahı intizar aklım keser ki riştei tuli emel sabih olmaz güsiste çün regi kutahı intizar nazımı mumaileyh ahmed sabih efendi şehriyyü'lasl olup fenni inşada olan behresi iktizasınca galata gümrügü ketebesi silkine bi'lilhak imrarı subh u şam eylemekte iken bin yüz doksan sekiz tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. vefatına müstakimzade merhumun inşad eyledigi tarihi garradır. ruhun abad ide mevla rahmetullahi aleyh muma ileyhin bir mikdar tevarih u kaside ve gazeliyyatı pesendideden mürekkep mürettep bir kıta divanı sabahatbeyanı vardır. ah derdi elemi çarhı sitemkardan ah ah bahtı siyeh u talii mekkardan ah şereri ateşi ahımla yanardı eflak eylesem derdi cigersuzı dili zardan ah var mıdır sudu acep gerdişi çarhı nushun görmedim zerre şeref encümi seyyardan ah mürgi canım yoluna kurdu kemendi müşgin riştei pürşikeni turrai tarrardan ah macerayı dili takrire ne hacet sıdkı bilinir hali dilin didei hunbardan ah nazımı mumaileyh şeyh süleyman sıdkı efendi tarikatı aliyyei sadiyye meşayihinden hasırcızade müteveffa hacı mustafa efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz otuz dokuz senesi pederi mumaileyhin makarrı meşihatı olan südlüce nam mahallde vaki hasırcı dergahı meşihatine nail olmuş ve iki yüz elli üç senesi işbu tekyegahı fenadan hankahı bekaya intikal eylemiştir. mumaileyh sülün efendi dinmekle arif bir zatı şerif olup bir mikdar eşarı latifi vardır. safayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cefayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim bu ruzgarda yokdur bize enis u celis hevayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim tinini şöhretimizle pür oldu kubbei çarh darayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim fütade oldu gönül damı zülfi canana belayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim ilac bulamadı asla tabib derdimize revayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cihanda görmedim ehli safayı ey sıdki vefayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim nazımı müşarünileyh mehmed sıddık begefendi mesnedarayı meşihat arif efendii alihimmetin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk altı senesi hilalinde kehvare pirayı alemi vücud olup iki yüz elli salinde namı mesadetittisamı defteri tedrise keşide kılınarak sinnleri temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed derecesine reside oldukda ulemayı zevilkadrı ve'lihtiramdan hala darı şurayı askeri azayı kiramından şehri hafız efendi'den tahsili ulumı aliyeye say u himmetle fartı zeka ve isdidadı biintihaları muktezasınca yedisekiz sene müddetde ulemai emri mezuniyete kesbi liyakat eylemiş ise de tekmili nusahı ilmiyyei mutade itmek usulüne riayetle ile'lan efendii müşarünileyhin meclisi maarifenis derslerine müdavemet eylemektebulunduğu halde iki yüz yetmiş senesi şehri cemaziye'lahiresinde ulviyyetle galata mevleviyyetine revnakbahşı kadr u mezellet buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce ki iki yüz yetmiş senesi şehri şabanı muazzamında zatı feriştesıfatı alisine mekkei mükerreme payei muteberesi tevcih u ita buyrulmuştur. müşarünileyh mecmuai ilm u kemal bir şairi mahiri bimisal olup bir mikdar eşarı belagatşiarı ve güftarı fesahatdisarı vardır. zatı alinin lutf u ata vü kemali cud u seha ile muanven u araste vü hulkı hüsn ü nezaket ve tabı müstahsen ile müzeyyen u piraste olduğu cümle indinde malum u muayyendir. gazeli natamam devr ider ol servkamet gülizarım mevlevi neyveş efzun eyledi feryad u zarım mevlevi gitmek ile hep rikabı esbi nazikde senin fahr ider erbabı dil yektasüvarım mevlevi serbürehne sana eyvallah dir abdal kim mülki hüsnün padişahı tacdarım mevlevi güli kudumunla şeref kıl gönüller tahtını müstemend keder safayi şehryarim mevlevi nazımı müşarünileyh mustafa safayi efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup divanı hümayun kaleminden neşetle sadrı esbak elmas mehmed paşa merhumun sadareti hengamında defter emanetine ve şehid ali paşa sadaretinde mektupçuluk memuriyetine nail olmuş iken bir aralık memuriyeti mezkureden dur ve nice müddet hanesinde menkuben güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra damad ibrahim paşa merhumun mesnedarayı sadareti uzma bulundukları esnada mukataa ve kala tezkireciligi mansıblarına ve muahharen şıkkı sani defterdarlığı mansıbına zinetefza buyrulup bin yüz doksan altı tarihinde defterdarlıkı mezkur uhdesinde bulunduğu halde sarayı safaefzayı cinana nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh hünerpira bir şairi bihemta olup zadei tabı olan eşarından başka bin elli iki tarihinden bin iki yüz otuz üç senesine degin işbu güzergahı fenadan mürur u ubur iden şuaranın tercemei hal ve bazı asarı renginmealini müşir bir kıta tezkirei mutebere tertib u tanzimine dahi muvaffak olmuştur. salim efendi tezkiresi'nde bir kaç kıta gazeli mestur u mukayeddir. nazm yari sordum nerdedir ol didiler üstündedir eylemiş tahmili aşkı hayli bar üstündedir gah file gah esbe ey piyade rakib ol askeriyle şahı gör kim tar u mar üstündedir nazımı manzumei napesendi safvet efendi rumeli'de vaki filibe nam şehri cesimde panihadei sahai vücud olup mukaddemen voyvodalık misillü bazı hidematda bi'listihdam muahharen bir müddet çavuşbaşı kisedarlığı hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eylediktensonra bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. eşarı kelamı mevzun kabilindendir. düşme dirdim dahi bir derde gönül ah sana yine düşdün yeni bir aşka kim eyvah sana bağlayüp zülfü ile bu gice muhkem duydum eski divane didi ey gönül ol mah sana nice bir rahı mecaza gideceksin yahu bildire doğru yolu hazreti allah sana dün görüp hali diğergunumu itdin insaf galiba itmiş eser ahı sehergah sana safveta razı dilin kimseye izhar itme gün olur yardım ider bir dili agah sana şairei mumaileyha nesibe safvet hanım begligçi i sabık müteveffa muhib efendi'nin kerimesi ve salifü'tterceme mir alimzade mevaliden müteveffa rıfat beg'in halilesi olup muktezayı tabiat tahsili fenni şire meyl u rağbetle haylice eşarı latif tanzim eyledikten sonra bin iki yüz elli üç tarihlerinde işbu alemi pürpuç u tabdan gerduntab ve ol vecihle civarı hazreti halid'de vaki pederi mumaileyhin kabri yanında defini ziri türab olmuştur. yazanlar vasfı halim serteser efsane yazmışlar rakibi vasla mahrem aşıkı bigane yazmışlar seni ey servi nazım kameti dilkeş hıramınla melamet gülşeninde misli yok bir dane yazmışlar sana ayin u resmi dilnişini şakk için cana dakayıkdanı razın mektebi irfana yazmışlar yazarken kilki kudret zülfi perçemin izarında dili nalanı sayda dam u halin dane yazmışlar dimiş yok hatırımda namı safvet aşıkım bilmem anı sen şaha aşık yaz hamişler yana yazmışlar nazımı mumaileyh mustafa safvet efendi şehri amid'de kademnihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsilifenni kitabet eylediktensonra bir müddet canibi anadolu'da bazı vüzera ve mütesellimin ve voyvodeganın kitabet hizmetlerinde bi'listihdam bin iki yüz yirmi dört tarihinde dersaadet'emuvasalat ve bi'lahire rumeli canibine azimet eyleyüp bazı vüzeranın divan kitabetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat itdikten sonra dersaadet'e avdet birle bir vakt duhan gümrügü sandık emirligi hizmetinde bi'listihdam muahharen hizmeti kitabetle ebniyei hassa müdürü maiyetine nakl eyleyüp iki yüz altmış üç senesi hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. her zaman bir vamık u azra olur alem bu ya nevbenev efsaneler peyda olur alem bu ya kabz u bastı kıl tefekkür aleminde ol gönül faslı sermanın sonu germa olur alem bu ya görme ahker kimseyi cana kader meçhuldur hakk'ın edna bir kulu mevla olur alem bu ya zevki vasla telhkamı hecr irer encamı kar sabr ile aşık kuruk helva olur alem bu ya geç geçenden eyleme müstakbeli yahu hayal bak neler olmuş neler hala olur alem bu ya al cüvanlık aleminde ahımı ey bivefa vakti ile başına sevda olur alem bu ya keşfi mir'atı serair eyleme ahbaba da belki bir suret ile ada olur alem bu ya sorma saki macerayı alemi abı bana katresin nakl eylesem derya olur alem bu ya kaçma taburı muhabbetden yerinde rahat ol zevkine bak sulh olur gavga olur alem bu ya hakı mevlana'yı safvet sürmei çeşm eyleyen on sekiz bin alemi bina olur alem bu ya nazımı mumaileyh mustafa safvet efendi dersaadet'de galata nam mahallede bin iki yüz dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz sekiz senesi tophanei amire nezareti dahilinde vaki ruznamçe kalemine memur ve müddeti medide kalemi bezbura müdavemetle güzarendei eyyam u şuhur olunduktansonra iki yüz kırk dokuz senesi tersaneiamire ruznamçeligi memuriyetine menkul ve üçdört sene mürurunda memuriyeti mezkureden mazul olarak üçdört sene müddet hanesinde ikametle iki yüz elli yedi senesi karantinahane ikinci kitabetine yedisekiz mah zarfında başkitabetine memuriyeti icra ve o esnada kendisine hacelik rütbesi ve iki yüz altmış bir salinde salise rütbesi tevcih u ita olunmuş iken iki yüz altmış iki senesi hilalinde hizmeti memuresinden müfarakatla peygulegüzini istirahat olmuştur. mumaileyh ihtiraı mezamine kadir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı letafetşiarı vardır. derdi aşka mübtela bir nay bir ben bir gönül zar ider subh u mesa bir nay bir ben bir gönül dağlarile serteser efğan ider hasret çeker nağmeperdazı cefa bir nay bir ben bir gönül ibtilasın bildirir pürhun derdim gösterir dershanı macera bir nay bir ben bir gönül zerdi rudur hecr ile pek hastadır ah itmede dembedem hayretfeza bir nay bir ben bir gönül her nefesde huşı derdim sırrını tefhim ider derdhahı bineva bir nay bir ben bir gönül mahremi ehli bela erbabı aşka pişva daima firkatsera bir nay bir ben bir gönül feyzi mevlana ile safvet bu devr içre heman derdi aşka mübtela bir nay bir ben bir gönül nazımı müşarünileyh mehmed esad safvet efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz bir tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve badehu terceme odasına bir müddet müdavemetle iki yüz elli beş tarihinde takvimhanei amire nezaretine ve iki yüz elli altı tarihinde tercümanii divanı hümayun mesnedi refiine ve birkaç sene mürurunda hariciye kitabeti memuriyeti behiyyesine revnakdihi kadr u mezellet buyrulduktan sonra fenni inşada derkar olan maharet u malumatı iktizasınca iki yüz altmış bir senesi hilalinde mabeyni hümayunı mülukane küttabı make'lkabı sınfına dahil ve uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih mümtazı akran u emasil buyrulmuştur. müşarünileyh maarifperver bir şairi pakgevher olup şir u inşası erbabı maarif indinde pesendide vü muteberdir. ilahi ey talibi irfan olan gel halveti erkanına cuyendei gufran olan gel halveti erkanına babı sarayı vahdeti feth itmek istersen eger sıdk u hulusı kalbile gel halveti erkanına sırrı hakikatdan haberdar olmayan napuhtenin bakma sakın inkarına gel halveti erkanına bul hakkı sen çık aradan kurtul riya vü ucubdan kalsın fenada bu beden gel halveti erkanına müsterşad ol bil nefsini mürşidden oku dersini sarf eyle zikre vaktini gel halveti erkanına oldun sufi bimarifet garkabı bahrı masiyet şayet ider hak mağfiret gel halveti erkanına nazımı mumaileyh elhac mustafa sufi efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup evaili halinde dersaadet'e muvasalat ve tahsili ulumı aliyeye say u himmetle tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra medinei bolu'ya nakl u hicret ve tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihi kiramından çerkes elhac mustafa efendi merhumdan ahzı desti inabet ve mumaileyhin irtihalinden sonra geredeli merhum halil efendi'den telebbüsi libası hilafet eyleyerek medinei mezkurede vaki aktaş tekyesinde postnişini irşad olduğu halde otuz beş sene müddet imrarı vakt u saat eyleyüp sinnini ömrü haddi sülüs u sittine kariben bin iki yüz altmış üç senesi üşri muharreminde azimi kurbgahı cenabı rabbi mucib eylemiştir. tekyei mezbur sahasında medfundur. mumaileyh keşf u keramet ile maruf bir mürşidi sahibvukuf olup bazı ilhamatı meşhur u mütearifdir. ey kaşı keman tiri müjen canıma geçti biganelerin her biri bir yanıma geçti bu geçnigehe sabr u tahammül nice mümkün ol nazarın sinei suzanıma geçti bilmezlik ile zülfüne sarkındılık itdim zülfi siyehin halkası gerdanıma geçti kafir midir ol çeşmi siyeh fülfüli hindu bir bakmak ile dinime imanıma geçti beş beytile davayı kemal itme salahi bin böyle defter u divanıma geçti nazımı müşarünileyh eşşeyh abdullah salahi efendi medinei balıkesir'de bin otuz tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz elli tarihinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet tahvil kalemine müdavemetle ati'tterceme hekimoğlu ali paşa merhumun ula mektupçuluk ve badehu divan kitabeti hizmetinde birçok vakt istihdam olunup bir aralık medinei edirne'ye azimet ve tarikatı aliyyei uşşakiyye meşayihi izamından olan merhum cemaleddin uşşaki efendi hazretlerinden ahzı desti inabet ile naili meram olduktan sonra yine paşayı müşarünileyh maiyetinde bulunduğu halde mısrı kahire canibine azimet ve bir müddet ikametle dersaadet'e avdeti hengamda ki yüz yetmiş dört tarihinde ebulfeth sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki tahir ağa dergahı postnişinligine revnakdihi irşad olduğuhalde müşkilinkimseye zahirde salahi sormaz hacei batına sordu soracak esrarı mealince ihtiyarı guşei vahdet eyleyüp evkat u ezmanını te'lifat u tasnifata hasr u sarf ile salahi şevki envarı cemale oldu pervane tarihi natık olduğu üzre yüz doksan yedi tarihinde ruhı revanı meclisi nefesi inse revan ve nakşı mağfiretnişanı dergahı mezkur hatırasında defun u nihan olmuştur. mumaileyh kesirü'tte'lifat bir mürşidi sütudesıfat olup tercemei hali te'lifatından elli dört farzı mübeyyin olan risalesi balasında mufasalai tevzih u tasrif kılınmıştır. derinden ser cüda kılmam kader bir yana salmazsa ten u canım dıriğ itmem ecel destinden almazsa şebim hemkadr ruzum reşki id olmaz mı sultanım senin ol tatlı vadi vuslatın ferdaya kalmazsa bulunmaz zerre vuslat olmayınca gavtahorı aşk ki gavvas sudmend olmaz eger deryaya dalmasza iderdim beyti hüzni dil içün bastı teselliler metaı sabrı düzdide nigehle yar çalmazsa çeküp gurbetden el tutmaz mı suni dameni yari ne yapsın desti tedbiri oralarda kısalmazsa nazımı mumaileyh ibrahim suni efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz sekiz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mektebi maarifi adliyede bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra ibtida mektubii maliye odasına bir müddet müdavemet eylemiştir. mumaileyhin sanayii şiriyyede bir mikdar behresi vardır. harfi'zzad camı enduhı felekden şimdi mahmurlardanız yani bezmi dilrübadan dur u mehcurlardanız birbirin takib idüp gelmekdedir sengi kaza her tarafdan hatırı naşad u meksurlardanız cevri nasazı felekden çekdigim mevla bilir gerçi biz ikbalile alemde meşhurlardanız serfüru itmez iken dünya için alalara şimdi ednaya mümaşat ile mecburlardanız kim baha bulsa nola kalayı şirin ey ziya kadrı eşar ile biz mazur u mağdurlardanız nazımı müşarünileyh sadrı esbak yusuf ziya paşa gürciyyü'lasl olup müteveffa koca yusuf paşa'nın dairesinde perverdei ilm u kemal olduktan sonra cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında madeni hümayun emaneti tahtı idaresinde bulunduğu halde uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih erzurum eyaletine sayefikeni atıfet ve bin iki yüz on üç tarihinde padşah madende buldu mihrine layık güher tarihi mealince makamı valayı sadarete ziyapaşı übbehet buyrulup o esnada mısrı kahire üzerine sevk olunmuş olan orduyı hümayunu canibine atfı inanı azimet ve belutfı taala kahirei mezkureyi yedi adadan tahallüs ile dersaadet'e avdet idüp bir müddet makamı sadaretde ikamet birle muahharen mansıbı sadaretden müfarakat ve bazı menasıbı aliye ile taşralarda bir zaman imrarı vakt u saat eyledikten sonra iki yüz yirmi dört senesi saniyen makamı sadarete nakl ile orduyı hümayunu bi'listishab rumeli canibine azm u şitab eyleyüp iki yüz yirmi altı senesi makamı sadaretden mehcuren ibtida dimetoka nam mahallde ve muahharen cezirei rodos'da ikamete memur buyrulup bir müddetden sonra uhdesine egriboz muhafızlıgı bi'ttevcih mahalli mezkura revan ve bir sene mürurunda vukuı infisaliyle sakız ceziresine puyan olarak guşegiri ikamet olduğu halde iki yüz otuz dört tarihlerinde hululı ecel mevuduyla irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin tabiatı şiriyyesi olup olmadığı meçhul ise de sadareti hengamında söylenmiş olan tevarihin bazılarında şairiyetine dair birkaç görülmüş olmağla kendüye isnad olunan gazeli bihalel teberrüken tercemei hali balasına sebt u kayd olunmuştur. tarih hazreti vacid efendi'nin olup bir duhteri düşdü yaranı safa tarih içün hulyaya hep hamei cevherle yazdım ben de tarihin ziya geldi zinet neyyire hanım ile dünyaya hep nazımı mumaileyh mehmed ziyaeddin beg mekatibi umumiye nazırı sabık ati'tterceme kemal efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz elli altı senesi muharreminde mesaili mihr u cihanara ziya paşı arz u sema olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle unfuvani tufuliyetine nazm u güftara tahsili meleke eylemiş ve fartı zekası derecei nihayede bulunmuş olmasıyla isdidadı zatiyesi kuvveden file getirmek üzere darü'lmaarif nam mektebin şakirdanı zümresine bi'lilhak ulumı arabiye ve fünunı farisiye ve riyaziyede kesbi meleke vü maharet eyledikten sonra az vakt zarfında lisanı fıransa'yı dahi tekellüme kudret hasıl eylemiş olduğuhalde iş bu tezkirei acizanemizin bidayeti tabında ki iki yüz yetmiş senesi şehri şabanın yedinci perşembe günü mektebi mezkurda tabı nezakettebine bir nev keseli ar şemasiyle evvel lü'lü la la'yı bahrı kemali mektebi mezkurdan saadethanelerine kademkeşi hüzn ü melal olup otuz altı saat mikdarı gah makamı sahv ve gah alemi bihuşide seyr u hareketle tedbiri müdavemete her ne kadar say u himmet olunmuş ise de takdiren mümtenii'ltağyir hükmünü icra birle ol mahı evci maarif şehri mezkurun dokuzuncı cumaertesi günü vakti zevalde misali mihri garraazimi burcı me'va olmuştur. limertebe genc iken mihri ziya'ya irdi şemasa zeval tarihi menkut u baletaif tanzim olunup tercemei hali zeyline terkim olundu. nazm: olur gayetle müşkil merg avanı cüvanide mısraı mealine vakıf olan aşina ve bigane mir mumaileyhin vefatına narı teessüfle suzan ve pederleri müşarünileyh ise bir müddet bu elem u enduh ile guşegüzini beyti ahzan olup nihayet mekatib nezaretinden avfını hakı payı aliden istida ve istirham eyledigine binaen uhdei mekarimi iştimallerine berlin sefareti seniyyesi tevcih olunarak nezareti mezkure dahi salifü'tterceme hayrullah efendi'ye ihale kılınmıştır. kelamı sihrasa der methi daveri adlara emel oldur ki ola mahremi esrarı kelam gele irsalı melaikle ana her ilham ekmel oldur ki ana tar gele kuhsarı kemal edhemi kilki dile hem ura medhinle likam ismin olursa reşidu'lvükela ahir ider k'olmada emrine mahkumı umur u ahkam ulema ilm u kemalinde olurlar valih keremin amdır olur sana dildade avam gelse dergahına ikram görürler kürema kürema dergehine gelse görürler ikram dergehinde olur olursa husulı amal harı hass seddin olur dehrde mahv u kiram dili kavusa gelir sadmei adlinle hiras hem olur alemi ervahda sersem seri sam himeminle emele olmada herkes vasıl alem olursa muhaldir sana ger ismi humam hükema ola melul u gele her derde deva heme malulı derinde eger olsa itam kör olur mahasal ol kimse ola sana adu ger hirasınla reva görmese ada ahlam mülki dil surhı mualla ki ana saha olur haremi alemi ervahda olsa evham davera dadvera serveri valagühera sana mahkumı mesalih sana malumı meham gelmese hali haremde de reva ana kelal hasr olur medhine mahsulı havasım madam dergehi hasid olurlarsa muhibbdir herkes k'olmada mülhimei gönlüdhin ilham alimi sihri helalim ki olur asarımda alemi sihrde her sahire aram haram askeri mülhime geldikte haremgahı dile mahrem olurlar olurlarsa eger derihram daveri marekei ilm u kemali dehrim rumhı kilkimle hemare olur adam idam mısrı dilde olur ol denli musari muhkem hasid olursa mahal tarhı esası ihram hakimi mahkemei ehli kemalim daim ram olur hükmüme her meselei ilmi kelam kümeli alemi ervah heddahım var mahal olsalar alam ile hussad litam ah her demde olur hisse dile hemm u elem her emeldara ata vü keremindir esham olmada kam dili alem elinle hasıl taliim olsa husule gelir amal u meram gah ol denli gelir gönlüme evhamı melal taliimde ararım her kime dair ahkam matlaı olsa eger rahma gelir me'mulüm matlaımla ola ahvalim o maha ilam turra turra turur ol kaküli tarrar müdam olmada sad dile her turra mahalli aram elemim var olamam vadi visale sürur taliim olsa müsaid olur ol mehru ram ah sevdageri vaslında olurdum amma gönlüme olmadadır silsilei kakül dam ola mesrur visalinle gönül alemde sana dildadedir avare ziyade ile kam davera sana duadır emelim her demde demi maluma dek ol sadrı muallada müdam hall ola her girihi kamı dilin hemvare dili hussad ki hemdem ola daim alam nazımı mumaileyh abdülhamid ziya beg dersaadet'de bin iki yüz kırk beş sali hilalinde manendi mihri cihanara ziyabahşendei çeşmi dünya olup misali bedri felekpira olduğu avanda matlaı ulumı camia vü her cemi fünunı lamia olan süleymaniye camii şerifi kurbunda vaki mektebi edebiyeye nakl ile nümayan olan fetaneti zatiye ve zekaveti asliyesi iktizasınca beşaltı sene müddetle ulumı arabiye ve fünunı farisiyede geregi gibi kesbi malumat eylemiş olmasıyla iki yüz altmış iki senesi mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve üç sene mürurunda hamise ve iki yüz altmış altı senesi salise rütbesine nail ve muahharen teşkil olunmuş olan meclisi tanzimat'ın tahrirat odasına memuren mümtazı emasil olunmuştur. mumaileyhin dahi ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun tuhfei farisiyesine naziregune bir aded lugatnamesi ve kamus mütercimi asım efendi'nin tuhfei arabiyesine bir kıta şerhi nafizi ve kavaidi osmaniye ismiyle muanven olan kitabın her mahalline zamime ve ilave olarak tafsil u tevziha dair bazı kelimatı ve divan olacak mikdar gazeliyyatı vardır. balada muharrer kasidei güzide misillü nadide bir eseri pesendide olduğundan sebti sahifei ceride kılınmıştır. nik u bedden her ne geldiyse dilimdendir bana gah dost kendi lisanım gah düşmendir bana ol kadar revnakfezadır kim sipihri taliim her şebi tarik guya ruzı ruşendir bana ol peri teşrife rağbet itmek isterse eger ehli dil kaşanesi şimdi neşimendir bana cennetasa olsa da gitmem rakibin cayına kuyı dilber cennetasa cay u meskendir bana ayş ü nuş u dehr içün ala vü ednaya ziya hep tekapu itdiren bu bir kuru tendir bana nazımı mumaileyh yusuf ziyaeddin efendi karahisarı sahib kazası ulemasından ali efendi'nin veledi sulbü olup bin iki yüz altmış iki senesi dersaadet'e muvasalatla bir mikdar ulumı arabiye tahsil itdikten sonra iki yüz altmış altı senesi hilalinde mektebi maarifi adliyede farisi haceligine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin usulı kafiye ile edevatı farisiyeye dair bir kıta matbu risalesi vardır. harfi'ttı naz itme o şivekara mahsus ah itme bu dilfikara mahsus uşşakı bütün kül itmek ancak yarim gibi şehryare mahsus ben hahişi perçemle geldim yek başıma bu diyara mahsus gönderdi kabul ider mi bilmem talib bu selamı yara mahsus nazımı mumaileyh seyyid mustafa talib elefendi dersaadet'de bin iki yüz üç senesi kademnihadei sahai vücud olup divanı hümayun kalemine müddeti medide müdavemetle kalemi mezbura mahsus olan zeametlerden birine nail ve iki yüz kırk sekiz senesi kitabet hizmetiyle medinei şumnu'ya azimet ve ikameti esnada ki iki yüz elli üç salinde hudavendigarı sabik cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin medinei mezkureyi teşrifi hümayunları hengamda uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih mümtazı emasil olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala hanesinde peygulegüzini ikamet olduğu halde beşaltı mah müddet guşenişini illet olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında yani iki yüz yetmiş senesi şehri şevvalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. li mertebe: talibi didarı hakk kıldı behişti caygah mumaileyh tarihgulukta yekta bir şairi suhanpira olup eşarı gevheriyarına suhansencanı maarif müşteri vü talip ve tevarihi alembahasına sevdagiranı maani hahişger u rağibdir. divan olacak mikdar eşarı vardır. aşkın ey meh rehberi rahı hakikatdir bana guşei ebruların mihrabı taatdir bana cayigahım ger deri devletmeabın olmasa sernigun peymaneler tacı kasavetdir bana dilde ey gül arzuyı la'li handanın ki var gülşeni endişe san bağı letafetdir bana derdi hecrinden şikayet itmezem olsam yine cevr u azarın begim aynı inayetdir bana nüktenabinan ne bilsin kadrı şirin talib'in her sözü bir gevheri bahrı belağatdir bana nazımı mumaileyh süleyman talib efendi trabzon eyaletinden üçüncüzade hüseyin ağa nam kimsenin sulbünden bin iki yüz yirmi dokuz senesi panihadei sahaı vücud olup bir aralık silki askeriye dahil olmuş ise de bir müddetden sonra silki askeriyeden ihrac olunmuş ve muahharen şuuruna bazı mertebe halel gelmiş olmasiyle dersaadet'e isal ve kendüye müdavemet olunmak üzre darı şifaya idhal kılınmıştır. divan olacak mikdar eşaru güftarı olduğu mervidir. kendisi memleketi canibinde ata mahlasiyle mütearifdir. kişveri hüsne gelüp zabtı dehan eyledi hatt evrada kendüye tayini mekan eyledi hatt itdi nur ayetini ruyı periden mestur küfrünü bahtı siyeh gibi ayan eyledi hatt yetişirken nice ruşeni dile zülfi canan kara sevda ile mecnunı zaman eyledi hatt itmesin gayri cefa aşıka ol afeti can yüzüne azlı içün çünki nişan eyledi hatt badezin görmiyecek gün gözümüz ey tahir ebrasa ruhı dildarı nihan eyledi hatt nazımı mumaileyh mehmed tahir beg meclisi vala evrak müdürü esbak hüseyin efendi merhumun mahdumu olup bir müddet mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle bin iki yüz altmış üç senesi barütbei vala amedi odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti ve oldukça şir ile ülfeti vardır. dükkanda satardım koyu yazana mürekkeb dirhemcigi bir pareye ummana mürekkeb cizvice mürekkeb yalamış dirler efendi ağzında bulaşmışlara her yane mürekkeb hiç yazı nedir bilmeyene al denilir mi lazım olur elbet yine yazana mürekkeb kar isteyen olurdu sitilli şişelerle mekteb dolaşır satmağa sibyana mürekkeb hep kara kura duş gibi bilmem bana tırsi döküldü bulaştı hele hemyana mürekkeb nazımı mumaileyh ibrahim tırsi efendi filasl anadolu eyaletinden olup dersaadet'e bi'lmuvasala muahharen sınfı hacegana duhul ile bin yüz kırk sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. tuhfetü'lhattatin ismiyle mevsum olan tezkirede dahi tercemei ahvali mukayyed u mesturdur. bulsam bu aşk ilinden iderdim sefer mefer bilmezdim anda cana ne gamlar deger meger her şeb hücumı ceyşi hayali o mehveşin itdi bürucı kalbimi misli kamer memer azm eyle suyı yare dila vuslat ihtimal ikbali caha virmededir çün hazer mazer ağyarı kuyı dilberi gezsin ko hırsile yılmakda payı kelbe virir mi keder meder talat kümeyti hamene hempa olam diyen olur fezayı nazmı suhanda teker meker nazımı mumaileyh talat efendi tekfurdağı'nda çehrenümayı alemi şühud olup bir aralık dersaadet'e nakl u hicret ve bir müddet ikametle kitabete dair bazı hidematda bi'listihdam muahharen vatanı asliyesi canibineavdet eylemiştir. sayd idince ben seni ey mahveş çekdim emek ateşi firkatla pişti sinem içre bin semek uğruna canım fedadır hasılı ömrüm benim sukkeri vaslından özge uşşaka olmaz yemek meh gibi ruşen iken yandıklarım bezminde hep böyle sevmezsin yolu layık mı canım söylemek kimse görmez belki sevmezdi cihanda bir güzel olmasaydı ger derunı çeşmimizde merdümek rahı aşkında senin her demde maksudum benim talatı mihri ruhundan kesbi envar eylemek nazımı mumaileyh şerif talat efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde talatnümayı alemi şühud olup ilmi kitabetde bir nebze behresi olmak mülabesesiyla gah mahrusai mezburede ve gah memaliki mahrusai şahanede kitabet hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylemektedir. eşarı şütur gürbe nevinden olup kelamı mevzun kabilindendir. derdimiz canana söylenmiş deva söylenmemiş macera söylenmiş amma müddea söylenmemiş söylemişdim çekdigim alamı bir bir yare hep birisin bilmez o zalim guyiya söylenmemiş perçemi vasfında eşarım görenler diyemez metni aşk üzre acep şerhi bela söylenmemiş vasfı hubanda denilmiş nice tabiri cefa sevdigim bilmem niçindir kim vefa söylenmemiş ayağına dökülünce eşki çeşmim dideler cuybarı serv elhak nabeca söylenmemiş katlime amadedir çeşmin didem geldi didi mezhebi aşk içre asla hunbaha söylenmemiş söylenir itdiklerin şimdi beyim tayyar'e hep kalmamışdı gerçi dünyada cefa söylenmemiş nazımı müşarünileyh kaimmakam mahmud tayyar paşa trabzon valisi esbak canikli müteveffa battal paşa'nın şahbazaşiyanı sulbü olup bin iki yüz beş tarihinde enabe kalesi muhafızı bulunduğu halde saydgahı esre duçar ve ol vecihle bir zaman güzarendei leyl u nehar olduktan sonra iki yüz sekiz senesi pençei husemadan tahlisi bendi zat eyleyerek dersaadet'e tahriki cenahı selamet ve bir müddet aram u ikametle iki yüz on beş senesi uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih trabzon eyaletine sayeefkeni atifet buyrulup birkaç sene mürur itmeksizin hakkında fermanı celadetünvanı padşahi sudur itmegin kemali haşyetinden kırım canibine firar ve bir müddet ol havalide enfası hayatını itlaf u isar itdikten sonra zamanı sultan mustafa hanı mağfiretnişanda bamüsaadei aliye tekrar dersaadet'e muvasalat ve iki yüz yirmi iki salinde mesnedi kaimmakamiye nailiyetle sahibi şan u şöhret olmuşken iki yüz yirmi üç senesi cahı kaimmakamiden mazul ve nefy tarikiyle evvela dimetoka'ya badehu hacıoğlu bazarı nam mahalle menkul olup senei merkuma hilalinde maktulen kurbgahı cenabı hannana mevsul olmuştur. müvverrih süruri efendi merhum hakkı müşarünileyhümden ismi tarihi silki beyana keşide eylemiştir. tayyarı evci himmet paşayı paktinet maktulen oldu cennet bağında aşiyansaz tarihi tamın izhar itdi süruri hezar ankayı ruhı tayyar ukbaya kıldı pervaz müşarünileyh eba anced vezirzade pürdesturı maarifmevfur olup bir kıta divançei eşarı vardır. tahriri müşarünileyhin balada muharrer gazelinin altıncı beyti teşeüm olunur makuleden olmağla bu misillü kelamı tefevvuh eylemetden begayet tehaşi itmek lazımdır. hatta mütercimi müşarünileyhin katli maddesi dahi beyti mezkurun şeametine delili kafidir. tarih huda zatı hümayunu cihan durdukça bi'liclal ide fevz u zaferle ta ebed zib u serirebra bu defa daiyanından nakib esad efendiyi götürdü sadrı rum'a zaten ol şahı keremferma kemali şevkile tarihi tamın söyledi tayyib nakib esad efendi sadrı rum'u kıldı hakka ca nazımı mumaileyh tayyib beg imamı şehryari abdulkerim efendi merhumun mahdumu olup mukaddema tariki tedrise dahil olmuş ise de muahharen tebdili tarik eyleyüp salise rütbesine nail olmuştur. selanik vücuhundan olması münasebetiyle mahalli meclisi azası silkine dahi ilhak olunmuştur. tarih asım üstadı kül ehli hünere nazımı eşaru danayı cihan nakşibendimeşreb u ali resul hacei bimisli devran u zaman bülbüli cennet misali akibet gülşeni firdevsi kıldı aşiyan geldi bir tarih tayibi fevtine ruhı asım itdi pervazı cinan nazımı mumaileyh mustafa tayibi efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup mahrusai mezburede vaki sultan orhan gazi camii şerifi hitabeti hizmetinde olduğu halde bin yüz yetmiş dört sali hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. fenni hatda behresi olmak hasebiyle tuhfetü'lhattatin nam tezkirede dahi tercemei hali mestur u mukayyeddir. harfi'zzı mesnevi kangı kimse halka bühtan eyleye meskeni ukbada niran eyleye hem cihanda ömrüne toymaz dahi bu sıfatdan içtinab it ey ahi kimseyi bühtan ile alma dile dağile taşdan ağır bühtan hele hasbihalin mahfi yazan kimsenin namesine sakınıp bakma anın belki gizli söz ola içinde hem bakdığın ola ana dürlü elem adam olam dirsen ey hulkı hasen biedeblikdir buları itme sen nazımı manzumei hünermendi ömer zarifi efendi sevahili tuna'da vaki ruscuk nam memleketde kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei sadiyyeye süluk ile calisi seccadei hilafet olduğu halde bin iki yüz on senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyh bir kıta divanı eşar ile bir aded nasihatname tanzim ve tertibe müvaffak olmuş ise de vefatından sonra divanı eşarı yedi naehle geçerek kazazedei ruzgar olmuş olduğundan mezkur nasihatname'den çend aded ebyatı mesnevisi teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. ilmi hatda dahi behresi olmak mülabesesiyle müteaddid mesahifi şerife tahririne dahi muvaffak olduğu mervidir. harfi'layın zatı pakindir aya hazreti sultanı sema şerefi dairei mecmaı divanı sema yeridir mahşeri ervah mücerred olsa çünki cevlanına rum'un ola meydanı sema böyle bir meclisi pürmaidei şevk içre yaraşır ruhu halil'in ola mihmanı sema dağı uşşak güli ravzai aşk ideni dudı ahı fukara sünbülı bostanı sema kereminden umulur arifi mahşerde dahi idesin dahili cemiyyeti yaranı sema nazımı mumaileyh şeyh ahmed arif efendi peçevi nam şehirde tennürebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mukaddema şehri mezbur mevlevihanesi meşihatine ve badehu rumeli'de filibe nam kasabada vaki mevlevihane ve muahharen dersaadet'de vaki yenikapı mevlevihanesi meşihatine revnaktırazı irşad olmuşken bin yüz otuz yedi tarihinde azimi kurbgahı cenabı rabbi ibad olmuştur. tahmis bu cudgahda ol yeke tazı manayım rehi talebde şitabendei temennayım fezayı aşkı muhabbetde badı peymayım ben ol sebükrevi desti fenaya hempayım nişini kuhı kanaat nedimi ankayım olunca tabıma feyzi ilahi cilvenüma cevahiri suhanım buldu kıymeti vala cihan nola düri manam ile bulursa gına kilidi genci maarif müsellem oldu bana seriri memleketi maniye cudarayım gehi hücumı gam u hayretile hamuşum misali mevci yemi aşk gahi pürcuşum şarabı zahir ile sanma mest ü medhuşum sebu bedesti elestim meyi lebi nuşum şikeste şişei huşum ki mesti esmayım ümidi şöhreti alemde hay u hu itmem husulı devleti dünyaya arzu itmem tariki vadii ikbali cüstcu itmem sikender olsa da nadana serfüru itmem cenabı dergehi monlaya çün cebinsayım bu tekyegahı muhabbetde arifa nagah olunca himmeti feyzi pederle dil agah küşade eyledi çeşmi derunu avnı ilah siyahi gibi olunca gariki nurı siyah fünunı sihr u beyanda demi mesihayım nazımı mumaileyh şeyh arif efendi cezirei kıbrıs'da kain lefkoşe kasabası mevlevihanesi şeyhi mustafa seyyahi efendi'nin mahdumu olup ibtida mısrı kahire mevlevihanesi meşihatine ve muahharen cezirei mezburede vaki hankahı mevleviyye meşihatine nail ve bin yüz otuz sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. çıkmazdı dide bamı temaşayı ibrete mahrem olaydı razı şebistanı vahdete hatırnevazı alem u kadraşina gerek malik olan hazaine ikbalı devlete devri hoşamedi feleke itmez itimad yekpare çeşm olan ruhı mir'atı hayrete dareyn virir muamelei yek piyaleye düşmez fütademeşreb olan kaydı nekbete dilsiri bezmi ülfeti ihvanı asr olup arif çekildi guşei bigerdi külfete nazımı müşarünileyh çelebi elhac arif efendi çelebiyanı zişandan abdurrahim efendi merhumun mahdumu olup asitanı pir 'de başkıdveti erikei meşihat olduktan sonra bin yüz elli dokuz tarihinde azmı diyarı ahiret eylemiştir. ham itdi kametim ol çini ebru gösterişcikler itab eyler yüzünden vechi ihsana girişcikler yüzün gösterecek yüz virmemekdir mihre maksudu idüp destin nikab ol naz u nohutla gülüşcükler ne bülbülden ne tutiden işitdim bezmi gülşende o lüknetle o şekernandelerle söyleşecekler revacı kadrı hüsnün kasd ider uşşakı nalana tecahül ilişecekler bilişler bilişicikler helak itdi beni baziçei tıflanesi arif sadedi kuy niyazı vasla geldikçe çelişcikler nazımı mumaileyh süleyman arif beg haceganı divanı hümayundan olup bazı menasıbı divaniyeye nailiyetle bin yüz yetmiş yedi tarihinde metruk silahdar kitabetine ve bir sene mürurunda süvari mukabeleciligi memuriyetine ve yüz seksen iki tarihinde defter eminligi memuriyetine nasb u tayin buyrulup o esnada rumeli canibinde bulunan orduyı hümayun memuriyeti cihetiyle canibi merkumeye azimet ve yüz seksen üç tarihinde isakçı nam kasabada eceli mevudiyle füshatserayı ukbaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh maarifperver bir şairi nüktever olup müretteb bir kıta divanı vardır. balada muharrer olan gazelinin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. gazeli mezburun redifi bulunan ismi tasğir ile alameti cemin makablinde olan şin alameti masdar olup işbu ismi masdar lisanı türkide istimal olunduğu misillü zebanı fariside dahi ayniyle müstameldir. şöyle ki emri muhattab kelimesinin ahirine bir şin ziyade kılındığı halde kelimei mezbur ismi masdara mübeddel olur. fariside biniş ve daniş ve türkide görüş ve biliş kelimeleri misillü işte işbu kelimelerden ve sair buna mumasil kelimatdan alameti masdar olan mezkur şin iskat olunduğu halde kafiyenin galat ve sakıt olduğu tebeyyün ve tahakkuk eyler. bu suretde gazeli mezbur kelamı mevzun kabilinden olmak lazım gelir. teğafülle yeter memnun idersin bendeyi var ol yürü var sevdiğim gayri nevazşikarı ağyar ol sana el virdi mi biganelerle aşina olmak berayı tecrübe cana biraz da aşıka yar ol feda itdin yeter feryad u aha eyledin mıstar beni naçar teşhir eyledin sen dahi naçar ol efendim bezme gel lutf it sana teklifi ham olmaz eger isterse canın raks it istersen kadehkar ol o gülruya bu gün ben söyledim arif nedimasa hücumı nalei şebgirden zalim haberdar ol nazımı müşarünileyh reisülküttab mehmed arif efendi medinei kastamonu'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala tahsiliilm u maarifeazm ve o esnada melik paşazade dergahı ali kapıcı başlarından müteveffa ahmed beg dairesine mülazım olduğuhalde mecmaı fazl u kemal olan hace neş'et efendi merhumun dersine müvazaat ve ol vecihle iktinabı gevheri maarife sarfı nakdinei himmet eyleyüp ol vakt darü'ssaadetü'şşerife memurları maiyetinde müstahdem bulunan ketebe silkine dahil ve müddeti kalile zarfında darü'ssaadetü'şşerife başmemuru müfeveffa idris ağa'nın kitabet hizmetine nail olarak bi'lahire hizmeti mezkureden azl ile rütbei haceganiyi bi'lihraz haremeyn mukataacılığı memuriyetine ve bir müddetden sonra rikabı hümayun küçük tezkireciligi ve badehu büyük tezkireciligi mansıblarına ve bade'linfisal tezkirecii sani ve badehu tezkirecii evvel memuriyetlerine revnaktırazı itizaz buyrulup muahharen mezkur tezkirecilik memuriyeti uhdesine bi'libka merhume bican sultan hazretleri'nin kethüdalık hizmetleri dahi kendisine ihale ve yusuf ziya paşa sadaretinde tezkireciliki mezkur uhdisenden sarf u izale kılınarak bin iki yüz on dört tarihinde ruznamçei evvel haceligi cayına ve iki sene mürurunda ol vaktin tabiratı üzre çavuşbaşılık mesnedine ikad ve o suretle mesrurü'lfevaid buyrulmuş iken az vaktde mesnedi mezkureden azl u ibad olunup iki yüz yirmi senesi şevvalinde anadolu muhasebiciligine ve bir sene tamamında mahud güruhı mülga kitabetine ve bir kaç mah zarfında saniyen çavuşbaşılık mesnedine ve badehu mesnedi valayı riyaseti küttaba ve bir müddet sonra tekrar çavuşbaşılık mesnedine ve birkaç mah mürurunda betarikü'nnakl tevkiii divanı hümayun memuriyetine ve iki yüz yirmi üç şevvalinde vekaleti riyaseti mezkureye ve badehu birkaç defa dahi mezkur nişancılık memuriyetine sayeendazı ikbal buyrulup sinnini ömrü isni ve sebine yakin olduğuhalde iki yüz yirmi sekiz senesi evailinde ruhı şerifi azmı huldı berin ve cismi latifi sovukçeşme pişgahında kain zeyneb sultan camii şerifi hatırasında defini ziri zemin olmuştur. müşarünileyh arif u kamil ve iradı letaifi suhanda nadirü'lemasil olup eşarı belagatşiarı makbulı ehli fezaildir. garibe: müşarünileyhin büyük tezkirecilik hizmetinden azli letaifden olmak mülabesesiyle tafsile ibtidar olundu. sadrı esbak müteveffa yusuf ziya paşa sadareti uzmada bulunduğu esnada şairi mahir müteveffa pertev efendi: dili gamdidenin bir dahi handan olduğun gördük o naşadın hele bir kere şadan olduğun gördük redifinde olan kasidesinin sadrı müşarünileyhe arz u takdim olunmasını efendii müşarünileyh ifade ve tefhim eylemiş olduğundan efendii müşarünileyh dahi kasidei mezkureyi huzurı müşarünileyhde kıraat ve tekmil eyledikde sadrı müşarünileyh asarı gadabı müstevli olarak maşaallah bu pertev efendi ne güzel şair imiş. hatta kasidesinin her beyti kafiyesinde görükmezi yüzümüze urmuş cevabını irad ile münfail ve bir kaç gün zarfında efendii müşarünileyhi tezkirecilik hizmetinden münfasil etmiş olduğu ceride nazırı sabık müteveffa süleyman faik efendi'nin eseri kalemi olan sefinei rüesa zeylinde mestur u merkumdur. dil viren dilber u ana dile dilgir olmaz sade efsun u fesan ile de teshir olmaz ne cihan dideleri eyledi habalude çeşmi mestanesi bir vechile tabir olmaz mubemu dikkat idüp bu gice behzadı hayal çini zülfe didi şebu gibi tasvir olmaz ya ne mümkin bu zeban vasf ide ziba ruhunu buyı gülsuret ile kabili tahrir olmaz yokdur arif o hüma meşrebi sayda tedbir kimsenin damı hayalatına nahcir olmaz nazımı mumaileyh mehmed arif ağa dersaadet'de bin yüz seksen üç tarihinde panihadei sahai vücud olup enderunı hümayuna çırağ olunarak bi'lahire kiları hassa tabsir olunan mahalle bi'lnakl bir vakt rikabı hümayunı mülukanede çukadar ağalığı hizmetinde istihdam olunduktan sonra cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri zamanında mikdarı vafi nanparesiyle çırağ ve uhdesine kapıcıbaşılık rütbesi bi'ttevcih şirindimağ buyrulmuş iken iki yüz otuz beş senesi hilalinde ayini zifafı icraa eyleyeceği ahşam esnayı taamda fucaeten haclegehi darü'sselama hiram eylemiştir. haylice eşar u güftarı vardır. sinem hayali mihri ruhundan ferağı var kaşanedir ki kendi odundan çerağı var turmaz solarsa nola fezayı muhabbeti sakayı kalbi dide gibi bir yamağı var meclisde buse virdigin ağyara dün gice bir bir tuyuldu suğraların da kulağı var itdi diriği iydi visalinde lalini şehri safada badeye bayram yasağı var arif hemişe puhtedir eşarı dilkeşin beyti tabiatında maarif ocağı var nazımı mumaileyh mütercimi arabi arif beg şehriyyü'lasl olup aklamı şahanede perverişyaftei ilm u kemal olduktan sonra amedi odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire arabi mütercimligi hizmetine dahi nail olmuş iken memuren kayseriye canibine azimet eyleyup cennetü'lme'vayı arif begefendi kıldı cay tarihi natık olduğu vecihle bin iki yüz otuz sekiz senesi mahalli merkumede rahilebendi darı ahiret olmuştur. sevadı hali mişkengiz kim ta ziri kaküldür girih pürpiçi habım her gice hep tohmı sünbüldür cihangir oldu dudı şulei avazei zencir ki kim berki cünunı aşkile ateşi zengeldir ider bezmi dübala güftguyı neş'ei serşar lebi nabı surahiden nevasencii kulkuldur olur meddiyemi ihsanı arif digere amma bana mevci nigahı cevheri tiği tegafüldür nazımı mumaileyh tüfenkçibaşı mehmed arif efendi kasabai izmid'de bin yüz yetmiş bir senesi kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala sarayı hümayunı mülukanede perverişyaftei maarif olduktan sonra iki yüz on sekiz senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi yenişehiri fenar mevleviyyetine ve iki yüz otuz iki senesi edirne mevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz dokuz senesi mekkei mükerreme mevleviyyeti payei refiasını ve iki yüz kırk iki senesi istanbul kadılığı rütbei celilesini ihraz ile iki yüz kırk beş senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh müdderiszade dinmekle arif bir zatı şerif olup eşarı mevcudesi garib u acib vaki olmuştur. beyzai tavusı cennet'dir külahı mevlevi kulei servi hakikatdir külahı mevlevi mihri serbesti açıkdır gül gibi sahibdile goncai bağı letafetdir külahı mevlevi şekli mahrutişekerdir lezzeti dilimle de bezmi helvayı halavetdir külahı mevlevi camii feyzi çerağı mollayı rumi'de hep sernigun kandili hayretdir külahı mevlevi sayesinde arifa katı merahildir murad goncai rahı velayetdir külahı mevlevi nazımı müşarünileyh kethüdazade mehmed arif efendi sudurı izamdan kethüdazade müteveffa sadık efendi'nin nahlı necibi olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik mutad olan mevleviyyetlere nail olarak kendisi itikadı felasifeye zahib olduğundan menasıbı tarika rağib olmamış iken muahharen darü'lhilafetü'laliye hükumeti ve bir müddet mürurunda anadolu sadareti payei muteberesini dahi hamil olduğu halde bin iki yüz altmış beş senesi hilalinde tariki mansıbı dünya ve azimi darü'lbeka olmuştur. müşarünileyh ulumı akliye vü nakliye ve fünunı arabiye vü farisiyede bimisl ü hemta bir şairi maaniaşina olup mürettep divanı belagatünvanı vardır. tarih tam tarihdir birisi cevheridir digeri eyledi arif kulu inşad bir beytü'lkasid mevkiinde böyle kışla yaptı şah abdülmecid çend yine nadide kışla yaptı han abdülmecid nazımı müşarünileyh mehmed arif paşa dersaadet'de bin iki yüz yirmi beş senesi kademnihadei sahai vücud olup maliye hazinesinde vaki malikane kalemine bir müddet devam itdikten sonra iki yüz kırk bir senesi hizmeti kitabetle asakiri nusretmüessiri şahane sınfına nail ve muahharen silki ile'laskeriye dahil olarak yoluyla katı meratib eyleyüp iki yüz altmış bir senesi livalık ve badehu feriklik rütbei refialarını bi'lihraz mümtazı emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasındaki iki yüz yetmiş senesi şehri zilkaidesi evahirinde arabistan orduyı hümayunu müşirligi inzimamiyle uhdesine rütbei vezaret bi't tevcih şamı şerif eyaletine revnakbahşı izz u ihtişam buyrulmuştur. müşarünileyh dirayeti kamile ashabından olup fünunı şire vakıf bir şairi arifdir. kıta hamdı bihadd o kerem fermaya beni fermanber iden bigaya kıldı ezcümle o hallakı kerim beni azadei serdesti le'im nazımı maarifaşina mehmed arifi sahibzeka selanik eyaletinde kain dırama kasabasında panihadei sahai vücud olup hali şebabetindeki bin iki yüz kırk altı salinde mısrı kahire'ye azimet ve bir mikdar tahsili ilm u marifet eylediktensonra aklamı mısriyye'de bir mikdar bi'listihdam ümerayı mülkiyei mısriyye'ye mahsus olan rütbelerden miralaylık rütbesini bi'lihraz darı şurayı mısriyye azası sınfına ilhak kılınarak ol tarafın tabiratı vechile iki yüz altmış beş senesi bahire müdürlügüne nasb u tayin kılınüp mısır valisi mehmed ali paşa merhumun vefatından sonra terki memuriyetle iskenderiye'de bir müddet ikametsazı istirahat olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında darı şurayı mısriyye başkitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin dakayıki şire aşina bir şairi şirineda olduğu müsellem ise de tazmingune inşad itmiş olduğu balada muharrer iki aded beytinden başka asarına destres olunamamıştır. aşıka rencişi dilber kerem olmaz da nolur adm u rucefa renc u gam olmaz da nolur gülşeni hüsnünü fikr eyleyen erbabı dilin sahnı endişesi bağı rem olmaz da nolur işve vü naz ile ol şuhı zarifane reviş sakii encümeni bezmi cem olmaz da nolur tutsa damenini bir bende dü destiyle kavi mazharı lutfı veliniam olmaz da nolur tabı arif'de muhabbet eser eylerse eger şairi mahiri alihimem olmaz da nolur nazimı mumaileyh arif beg salifü'tterceme rüşdü paşa merhumun akribasından haceganı divanı hümayundan müteveffa ali beg'in sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk sekiz salinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi pederi mumaileyh ile beraber canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde mısrı kahire'de yedi sene müddet ikametle dersaadet'e bi'lmuvasala babı seraskeride masraf hazinesi dahilinde vaki tahrirat odası ketebesi sınfına dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında tahrirat kitabeti hizmetiyle hakkari canibine azimet eylemiştir. mumaileyhin dahi sühbülzade vehbi efendi merhumun tuhfei farisiyesine bir kıta şerhi natamamı vardır. beyti güzide itmez tariki hakta olan halka serfüru egmez minare kametini bad eserse de nazımı maarifpira reisülküttab arifi ahmed paşa şehriyyü'lasl olup müteveffa topal yusuf paşa'nın mühürdarlığından neş'etle rütbei haceganiyi bi'lihraz bin yüz yirmi senesi mektubii sadaretpenahi memuriyetine ve yüz yirmi üç senesi tezkirecii evvel memuriyetine ve yüz yirmi yedi senesi metruk süvari mukabeleciligi mansıbına bi'lnakl yüz yirmi dokuz senesi mesnedi riyaseti küttaba revnakefza olduktan sonra yüz otuz senesi uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih tekke sancağına ve badehu niğbolu eyaletine nakl ile yüz otuz senesi revan seraskerligi ünvaniyle şöhretşiar ve yüz kırk dört senesi van eyaletine bi'lnakl kamkar olmuş ise de mansıbı saniyen tekke eyaletine tahvil olunup havalii merkumede avangüzar iken bin yüz kırk altı salinde maktulen darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülmemiştir. encümengahı ezelde aşka kabildir deyü ateşi suzan komuşlar sineme dildir deyü sineçakımdan dili pürhunumu arz eyledim ol bütı muğbeçeye sahbaya maildir deyü hal sanma nokta koymuş katibi divanı hüsn matlaı ebruyı yare halli müşkildir deyü nik u bed nakşı dü alem cilvegerdir anda hep sineme ayine koymuşlar mekri dildir deyü cuş ider hunı şehidi aşk kanda gitse tutmak ister yari katildir deyü errei müjganların ey gamzei hunu yetiş tutmak isterler o çeşmi mesti kanzeldir deyü hastekara meh mübarek olsun ancak asıma istemem ben devleti dünyayı zaildir deyü nazımı müşarünileyh çelebizade şeyhülislam ismail asım efendi reisü'lküttabı esbak müteveffa çelebi mehmed efendi'nin mahdumu olup bin yüz yirmi tarihinde tariki tedrise dahil ve tekmili devri medarisi mutade ile bin yüz otuz beş tarihinde vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale yenişehiri fenar kazası mevleviyyetine nail olarak şemi amali füruzan ve yüz ell iki tarihende mahrusai burusa'ya hükümran ve yüz elli yedi tarihinde mevleviyyetle medinei münevvere tarafı eşrefine revan ve yüz altmış tarihinde darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz yetmiş salinde anadolu sadaretine nailiyetle şadman olduktan sonra rumeli sadareti payesini bi'lihraz cahı fetva olsun ismail efendi'ye said tarihi latifi mealince yüz yetmiş iki senesi şehri zilkaidesinde makamı valayı meşihata kuud ve ol vecihle evci alayı meratibe suud eylemiş iken sekiz mah mürurunda azmı darü'lhalvet eylemiştir. vefatı müşarünileyhe ati'tterceme nevres efendi merhumun inşad itmiş olduğu tarihdir: asım ismail efendi kıldı firdevsi mekan müşarünileyh ulemayı mütebahhirinden olup manendi gevher nice nice eseri muteber tertibine müvaffak olduğundan başka raşid efendi merhumun eseri hamesi olan tarihe bir mikdar zeyli ve matbu bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. nice bir hizmeti mahluk ile mahzul olalım saili hak olalım naili mes'ul olalım akalım payına bir bahrı hamiyyet bulalım sılai himmetine ma gibi mevsul olalım biz de suret virelim kendimize kabil ise girelim ehli safa bezmine makbul olalım götür ey saki yeter eyledin işğal bizi bir zaman da meyi bigiş ile meşgul olalım kalmadan hakı mezelletde heman ey asım azimi suyı semasayi sitanbul olalım nazımı mumaileyh vakanüvis ahmed asım efendi medinei ayıntab'da tabendei aynı şühud olup nakdinei himmetini ve belki definei vus u kudretini tahsili ulumı aliye ve tekmili fünunı hikemiyeye harc u sarf ile gevheri ilm u hüneri gencinei tabı maarifnebine cem u derc eyledikten sonra allamei zamane ve bir fazılı yegane olduğu halde balada muharrer matbu beytinde tasrih kılındığı vecihle medinei mezbureden hareket ve dersaadet'e muvasalat eyleyüp bin iki yüz on bir senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi selanik mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz otuz beş senesi hilalinde kurbgahı cenabı mennana vasıl olmuştur. üsküdar'da nuhkapısı nam mevkide vaki kabristanda medfundur. müteveffayı mumaileyh bir alimi mütebahhir ve bir fazılı kesirü'lmaser olup kendisinin tercemei kamusı kebir'den başka tercemei bürhanı katı, kitabı seyri merhü'lmaali fi şerhü'lamali, tuhfei lugatı arabiye, tarihi vekayii selimiye isimlerinde olan beş aded eseri muteberiyle daha nice nice asarı belagatkesiri vardır ki her biri bir gencinei ilm u hüner ve bir hazinei dürr ü güherdir. bu cümle ile fazl u kemalini tafsil eylemek hasılı tahsil dimek olacağından tatvili makaleden sarfı nazar olundu. gülşeni hüsnünde içmiş lale sünbül yasemen gül cemalin fark olunmaz gülden ey nazikbeden ruhların gülden gülab almış lebinden badenin sakiya peymane devr itdin mi cem bezminde sen kıldı afakı muater buyı zülfün badezin hake düşsün nafesi yine harab olsun hıtan habı nazından imızganmış çözülmüş dügmeler cismi paki nazeninden sen de çık ey pirahen asımı mestim rehı aşkında layıkdır bana derbeder mecnun olup gerdana takdırsam resen nazımı mumaileyh ibrahim asım beg medinei amasya'da çehrenümayı alemi şühud olup kendisi medinei mezburenin vücuh u hanedanından olmak mülabesesiyle umurı memlekete müteallik bazı hidematda istihdam olunmakta olduğu halde bin iki yüz elli dört senesi şehri ramazanı mağfiretnişanında iftar vakti fücaeten azimi darü'lkarar olmuştur. mumaileyh memleketçe yegenzade dinmekle müştehir bir şair olup eşarı mevcudesi zişt u ziba nevinden vaki olmuştur. ol peri adnı hüsünde hur şeklin gösterir didei cismi latifi nur şeklin gösterir bu ne sırdır kim bakın ayineye endamı yar bir mücessem nurdur billur şeklin gösterir öyle bir sakii siminsaka sad tahsin kim çeşmi geh mest u gehi mahmur şeklin gösterir giryesi meşşata olmuştur arusı handeye matemi erbabı aşkın sur şeklin gösterir milketi manayı asım hame teshir eyledi bir süleymandır ve likin mur şeklin gösterir nazımı mumaileyh yakub asım efendi mevaliden kütahyalı müteveffa halil rüşdü efendi'nin mahdumu olup tariki tedirse duhul ile bir müddet evkafı hümayun hazinesi dahilinde vaki münakkaş kalemine devam eyledikten sonra mesleki niyabete süluk iderek rumeli ve anadolu canibinde bazı mahallere niyabetle azim ve bin iki yüz altmış beş senesi hasbe'ttarik mevleviyyetle trabzon eyaletine hakim olduktan sonra iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında niyabetle cezirei kıbrısi'ye ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında medinei trabzoni'ye azimet eylemiştir. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup divan olacak mikdar eşarı rengini vardır. dil suzı firakınla uyanıkdır efendim derdim kime yansam o da yanıkdır efendim herdem kızılırmak gibi cuş itmede eşkim ağlatma gözüm kana boyanıkdır efendim bir mertebe cuş itdi ki seylabı sirişkim derya avakandiyle bulanıkdır efendim bir şey dir ise hakkıma bühtan idüp ağyar kafirlere aldanma münafıkdır efendim asım yanarak halimi arz eylerim amma derdim kime yansam o da yanıkdır efendim nazımı mumaileyh mehmed asım efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz kırk tarihinde metruk defterdar mektupçusu odasına müdavemete mübaderet ve iki yüz elli yedi senesi masraf nezareti dahilinde vaki tahrirat odasına naklı memuriyet eyleyüp iki yüz altmış bir senesi hilalinde rabia rütbei refiasına nail olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı rengini vardır. asitanı şehi devranı tebah eyleyemem yani hüsni nazarım hakka güvah eyleyemem mısrı dilde ola ta tahtnişini iclal yok yire yusuf'u üftadei çah eyleyemem narı aşk olmuş iken şulefüruzı şebi hecr mahı pertevfikeni meşalı rah eyleyemem elde sad hayfa ki sabunı maazir yokiken tenim amihtei çirki günah eyleyemem hükmi makziye kemerbendi itaat lazım asıma ömrü niza ile tebah eyleyemem nazımı mumaileyh asım efendi cezirei kıbrısi'de kain lefkoşe nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup ile'lan kasabai mezburede kitabet hizmetinde istihdam olunmakta bulunmuştur. mayedarı emeli akibet ol mur gibi aldırup mameleki inleme zenbur gibi sadedillikle olur şöhreti temkin bulamaz mütelevvin olanın meşrebi billur gibi perdesi sıyrık olan tazeye söz olurdu yatmasa herkesin aguşuna tanbur gibi nice kim eyleyelim dudı siyahı ahı ateşi hecr ile dil yanmada tennur gibi o gelir kalmaz idi zahmı firakı sinem sarsam ol simteni merhemi kafur gibi atıfa eyledi hame yine teşhiri miyan galiba hizmeti tanzirede memur gibi nazımı müşarünileyh defterdar mustafa atıf efendi dersaadet'te panihadei sahai vücud olup bin yüz elli bir tarihinde şıkkı evvel defterdarlığından mazul ale'ttarikü'nnefy kasabai gelibolu'ya menkul olduktan sonra bin yüz elli iki salinde vukuı ıtlakına binaen dersaadet'e avdet ve saniyen defterdarlıkı mezkura nailiyetle bin yüz elli dört tarihinde infisali vuku bularak canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde salisen defterdarlıkı mezkur uhdesine tevcih ve ihale buyrulmuş iken bin yüz elli bir tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. müşarünileyh erbabı hüner u marifet ve ashabı ecsan u atıfetden olup fazl u kemali mübeyyin mürettep bir kıta divanı belagatünvanı ve hayr u hasenatı mütezammin şeyh ebu'lvefa hazretleri türbei şerifesi civarında bir bab kütüphanei mağfiretresanı vardır. düşürdü aşıkanı kil u kala inceden ince hilalebru ile müşkil kelale inceden ince dolaşdı riştei fikrim o gisuyı dilavize zamirimden geçen bak şu hayale inceden ince miyan u kametin seyr eyleyince şahı gülasa sarıldı tarı dil ol verdi ale inceden ince kitabı hüsnı dildarda hatı nevnakşı gördükçe ider ehli nazar vakti meale inceden ince kemendi zülfüne bend eyleyüp ol şehsüvarı baz şikarı hatırım çekdi suale inceden ince didim ki korkarım bir tel kırar şayed dili keşşah o rütbe düşme istiknahı hale inceden ince benim karım degil atıf hünermendane peyrevlik neler çekdim olunca nushı kale inceden ince nazımı mumaileyh süleyman atıf beg reisü'lküttabı esbak atıf efendi merhumun mahdumu olup mukaddema tariki tedrise duhul ile pederi müşarünileyhin vefatından sonra tebdili tarik eyleyüp bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemet ve bi'lahire bir vakt dahi kalemi mezbura mülhak mühimme odasına muvazabetle rütbei haceganiyi bi'lihraz bin iki yüz elli senesi begligçi kisedarlığı memuriyetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei saniye maliye hazinei celilesinde vaki evamiri maliye müdürlügü memuriyetine revnaktırazı mağfiretnişanında irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin şir ile şöhreti olmayup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. gazeli mühmel mailim ol turrai tarrara ah ahdır karım demadem ah ah andırır maha o dildarım hele halei kakül olur ana güvah elde mül gelse o gül sırdır mahal sahai dilde ana aramgah vaslına amadedir her dem gönül hemdemim hem olmasa ger seddi rah anladım her kudeke dildadedir atıfa alude gönlüm ah ah nazımı müşarünileyh ahmed atıf beg dersaadet'de bin iki yüz dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup on üç sene mikdarı mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle ilmi kitabetde derkar olan mahareti iktizasınca odaı nezbur serhalifeligine ve üç sene zarfında sadareti uzma mektupçuluğuna ve üç sene mürurunda küçük tezkirecilik memuriyetine ve üç sene tamamında ol vaktin tabiratı üzre mansur mektupçuluğuna ve üç sene tekmilinde bir mah mikdarı takvimhanei amire nezaretine ve badehu meclisi valayı ahkamı adliye başkitabetine ve muahharen meclisi mezkur azası sınfına bi'lilhak üç sene mürurunda barütbei ula tersanei amire müsteşarlığına ve bir sene tamamında iki mah müddet ticaret müsteşarlığına revnaktırazı atıfet buyrulup tanzimatı hayriyye usulı mehasınşümulunu tesviye ve icra eylemek üzere iki yüz elli yedi senesi kütahya defterdarlığına memuren canibi merkuma azimet ve bir sene ikametden sonra dersaadet'e avdet eyleyüp o aralık anadolu defterdarlığına ve üç sene mürurunda masraf nezaretine revnakefza olmuş iken birkaç mah namizac olarak iradı hayatı masrafı memata vefa itmeyüp iki yüz altmış üç senesi şehri muharreminde vefat eylemiştir. müşarünileyh çavuşzade dinmekle arif bir şairi zarif olup nüshayı tabı manendi hatem meşhurı alem ve şir u inşası müsellemi ashabı nazm u kalemdir. olalı rengi ruhun şermi ile dembeste gül sır virüp balini gülbünde yatur dilhasta gül besleyüp hunı cigerlerle hayali ruyunu ziveri minayı çeşm itdim gör ey nevreste gül dağı berdağ ile gülzar eyledim sinem veli nazrai ihsanı yare kopmadı şayeste gül seyr kıl dudı kebudı ahı ateşbarımı görmedinse sevdigim ger sünbüle peyveste gül şimdi kopdu gülşeni tabımdan ihda eyledim akifa bezmi ehibbaya seza bir deste gül nazımı müşarünileyh elhac mehmed akif paşa medinei bozok'ta bin iki yüz iki tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili hüner u marifete harc u sarf ile bir müddet bozok ayanı müteveffa cebbarzade süleyman beg kitabet hizmetinde bi'listihdam iki yüz yirmi sekiz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve akribasından reisi esbak müteveffa mustafa mazhar efendi'nin sevk u himmeti ile divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup altı mah müddet kalemi mezbura müdavemetle malumı siğar u kibar olan inşadı kitabeti mucib u muktezası üzre amedi odasına memur ve iki yüz kırk bir senesi amedii divanı hümayun cahı maarifiktinahına ve iki yüz kırk iki senesi beglikçii divanı hümayun mesnedi refiine ve iki yüz kırk beş senesi makamı valayı riyaseti küttaba ve iki yüz elli bir senesi riyaseti mezkure tabirinin lağviyle baünvanı müşiri hariciye nezareti celilesine noktarizi re'y u şuur buyrulmuş iken bir aralık nezareti merkumeden müfarakat ve bir müddetcik hanesinde ikametle iki yüz elli üç senesi salifü'tterceme pertev paşa merhumun yerine metruk dahiliye nezareti behiyyesine menkul ve bir sene mürurunda nezareti merkumeden mazul olduğu halde bir vakt hanesinde istirahat birle iki yüz elli altı senesi mülhikatiyle kocaeli sancağı uhdesine bi'ttevcih bir müddet havalii merkumede imrarı vakt u saat ve muahharen eyaleti merkumeden azl ile ale'ttarikü'nnefy mahrusai edirne'ye nakl idüp biraz vakt dahi mahrusai mezburede meks u ikamet eylediktensonra afv u ıtlakı vukuuna mebni darsaadet'e muvasalat ve hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp iki yüz altmış üç senesi canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdeti esnasında iskenderiye nam mevkide darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. müşarünileyh cemii uluma vakıf bir şairi sahibmaarif olup münşeatı müsellemi alem ve eşarı müstahseni erbabı nazm u kalem olduğu varestei kayd u rakamdır. taştir hastai natıkaya ruhfezadır hamem eylese davayı lokmani becadır hamem nice bin mürde mezamini nev ihya eyler zatı isa gibi icaznümadır hamem riştei feyzine erbabı fesahat teşne aynı siyeh abını tabı şuaradır hamem cereyan itmededir abı zülalı maani guyiya çeşmei ilhamı gıdadır hamem seri şehenşehi endişeye konsa ne var cevheri tacı kemal üzre ziyadır hamem bimuhaba rehi nasitteye gitsem de ne var nev zeminlerde acep rahgüşadır hamem düşmene hazreti musa gibi galib olurum kahrı hasm eylemege eldeasadır hamem ney şeker mi acaba mısrı maanide reşid böyle şirinsuhanı tutiedadır hamem lezzeti nutkı virir kandı mükerrer taamın bak halavetdihi tabı büleğadır hamem akifa afv u hata puşuna mağrur olarak böyle taştir ile pürcürm u hatadır hamem nazımı mumaileyh müstafa akif efendi şehri van'da bin iki yüz yirmi yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli iki senesi şehri mezkur müftülügü hizmeti uhdesine ihale kılınmış ise de muahharen hizmeti mezkureden infisali vukuuyla iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e bi'lvüsul hacelik rütbesine nailiyetle vasılı sermenzili me'mul olduktan sonra iki yüz altmış beş senesi kaimmakamlık ile trablusgarb eyaletinde vaki bingazi nam mahale azimet eyleyüp birkaç sene mürurunda rütbei saliseyi bi'lihraz muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan ma'zulen dersaadet'e bi'lvüsul işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem kaimmakamlık memuriyetiyle medinei maraş'a menkul olmuştur. mumaileyh kara müftüzade dinmekle arif bir zatı şerif olup müretteb bir kıta divanı eşarı vardır. tarmarı zülfü yarin şur şeklin gösterir gamzei aşık kişi teymur şeklin gösterir nazdan bernesc olan al şale kaplanmış gibi zülfı canan ferdai semmur şeklin gösterir sahai hüsnünde seyr itdim alayı hattını deşti talime çıkan tabur şeklin gösterir ateşi firkat ile yanmışlara ol afetin sinesi hep merhemi kafur şeklin gösterir şiri paki safveti akif hele tanzirde zümrei ehli suhan mazur şeklin gösterir nazımı mumaileyh yusuf akif efendi şumnu hanedanzadelerinden olup fenni kitabetde olan behresi iktizasınca mukaddema şumnu muhassıl u ayanı bulunanların bazen kitabet ve bazen kethüdalık hizmetlerinde bi'listihdam muahharen hace rütbesine nailiyetle vasılı sermenzili meram olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında kitabet hizmetiyle rumeli orduyı hümayunu dahilinde bulunarak canibi eflak'da vaki bükreş nam mahallde bulunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. hamei kudret hatin ruhsare takyid itmeden ben usanmışdım anı tebyiz u tesvid itmeden sinei suzana olup gamnak idim ta felek zevk ile bezmi raksı nahid itmeden tinetim perverdei hali deri dildar idi gerdi rahın tutiyayı çeşmi ümid itmeden camı aşkile hayatı taze buldum ta ezel yani kim hızr nuşı abı ömrı cavid itmeden akifa ol pertevi ruhsardan pürnur idi mahı enver iktibası nurı hurşid itmeden nazımı mumaileyh akif efendi antakya ulemasından ömer feyzi efendi'nin veledi sulbü olup fenni kitabetde bir mikdar behresi olmak mülabesesiyle mahallinde kitabet hizmetinde istihdam olunmakta bulunmuştur. bize lutf itdi huda şöyle ki gelmez kale şükrü mümkün mü ola bu keremin her hale ol kadar virdi gına bana cenabı mevla itibar eylemezem cevhere cemi mala sudı yok hırs u tama eylemenin dünyada virmeyince sana bari ne idersin nale bize lutf ile suveydayı derunun zinhar mürgi dil zabt ola ta konmaya daldan dala uyma vesvase hele hatırayı def eyle sana reng eylemesin uğrama ali ale nazımı müşarünileyh sadrı esbak hekimoğlu ali paşa hekimbaşı esbak müteveffa nuh efendi'nin geştii sulbünden filikesüvarı bahrı vücud olup ibtida silahşorluk ve badehu dergahı ali kapıcıbaşılığı rütbelerine nail ve o esnada zile kazası voyvodalığına memuriyeti vukuuyla kazayı mezkureye nail olarak üç sene mürurunda uhdesine mirmiranlık rütbei refiası ve bin otuz yedi senesi rütbei valayı vezaret tevcih u inayet buyrulup rumeli ve anadolu caniblerinde birkaç eyaletlere sayeendazı atıfet olmuş ve ezcümle bosna eyaletine üç defa ve mısrı kahire eyaletine iki defa ve makamı valayı sadarete üç defa revnakbahşı übbehet buyrulmuş iken yüz altmış sekiz senesi şabanında salisen makamı sadaretden mazul ve yüz yetmiş bir senesi hilalinde anadolu eyaleti uhdesine bi'ttevcih medinei kütahya'ya muvasalatını bir hafta mürur itmeksizin darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyh darb u harba kadir ve kerem u sehası zahir bir veziri bahadır olup rumeli ve anadolu'da hayliden hayli futuhatı ve dersaadet'de haseki nam mahallde latif ve metin bir camii hayrayatı ve bir mikdar eşarı vardır. naşı mağfiretnakşı vefatından kırk gün sonra dersaadet'e bi'lnakl camii mezkur hatırasında defn olunmuştur. ah eyledigim şuhı dilara çelebidir kan ağlar isem gam değil asla halebidir takrir idemem pertevi mahiyeti hüsnün zannım o mehin hazreti yusuf nesebidir ebrusu siyeh perçemi anber femi gülter bu hüsnile üftadelerin müntehabıdır bülbül gibi gülşende hezar aşıkı zarı avare vü dilbeste iden gonce lebidir şem itmesin ağyar mededi buyı visalin ali kulunun ez dil u can bu talebidir nazımı mumaileyh ali efendi tarikatı aliyyei nakşiye meşayihi izamından ve ali elmansuri evladı kiramından şeyh mehmed ata efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz doksan dokuz salinde kademnihadei sahai vücud olup ati'tterceme şeyh galib efendi ve neş'et efendi merhumlardan bir mikdar tahsili hüner u marifet eyledikten sonra mektubii sadrı ali hulefası sınfına bi'lilhak muahharen bir müddet kapudanı derya hacı muhammed paşa ve küçük hüseyin paşa merhumun mektupçuluk hizmetlerinde bi'listihdam badehu tophanei amire nazırı müteveffa çelebi efendi'nin mühürdarlık hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyleyüp bi'lahire kitabetle darbhanei amire canibine menkul ve iki yüz dokuz senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih biraz vakt mürurunda darbhane başkitabetine memuren naili me'mul olmuş ve müddeti kalile zarfında menasıbı divaniyeden olan metruk cebeciler kitabeti uhdesine bi'lisale mezkur başkitabet hizmetinden ve bir sene mürurunda kitabeti mezkureden dahi azl u tebeddülü vukuuna binaen ihtiyarı tekaüdi eylemiş ve iki yüz kırk dokuz senesi şehri muharremü'lhareminde irtihalı darı ahiret itmiştir. mumaileyhin eşarı birkaç gazelden ibaretdir. bir hayli dem ki didelerim kan döker yeter ey hunı artık elverir artık yeter yeter sinem o kaşı ya hedefi tiri cevr ider bu çilleyi gönül ne vakitdir çeker yeter sermest eyle badei firkatla sakiya zira humarı firkat ile derdi ser yeter fikre hevayı silsilei zülfün ile dil deşti cünunu gezdi bütün serteser yeter kar eylemez firağ u eninin o zalime bu ah u girye nice bir ali yeter yeter nazımı müşarün ileyh sadrı esbak esseyid mehmed emin ali paşa mısırçarşılı ali rıza efendi merhumun sulbünden dersaadet'de mercan ağa camii şerifi havlusuna nazır olan hanelerinde bin iki yüz otuz senesi şehri rebiü'levvelinde zinetefzayıalemi şühud olup iki yüz kırk beş senesi şehri zilkaidesinin besinci günü divanı hümayun kalemine memur ve manii tahsili destmayei ilm u marifet olan belayı zarurete gerdendadei teslimiyyet olarak iki sene müddet güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra ali mahlası aliyesine nail ve badehu mühimme odasına ve oradan dahi terceme odasına dahil u nakil olduğuhalde biraz eyyam mürurunda rütbei behiyyei haceganiyi ihraz ve ehibbayı sıdkı intimasından birisi hacei divan ali oldu bir alikab tarihiyle icrayı resmi tebrike agaz ile tophanei amire miri ahmed fethi paşa'nın iki yüz elli bir senesinde viyana sefareti seniyyesine memuriyetlerinde ikinci serkitabeti memuriyetiyle viyana canibine azimet ve müşiri müşarünileyhin delalet ve himmeti mahsusalarıyla kendilerine rütbei rabia ihsan olunarak bir buçuk sene mahalli mezkurede ikametle iki yüz elli üç senesi rusya memaliki hareminden dur eyleyerek müşarünileyh ile beraber dersaadet'e avdet eyleyüp viyana'da ikameti müddetince nushai nefisei zatiyesinde nakştiraz olan fetaneti dirayeti müselleme iktizasınca fransızca lisanını ve sair maarifi lazımeyi kema yenbeği tahsil olduğundan iki yüz elli üç senesi şehri şabanın on dokuzuncu günü tecelli efendi yerine barütbei salise divanı hümayun tercümanlığı memuriyeti behiyyesiyle kadri ala ve bu memuriyet uhdelerinde iken kendilerine rütbei saniye dahi tevcih u ita buyrularak beyne'lakran kadr u şanları dü bala buyrulup o esnada hariciye nezaretinde bulunan sadrı esbak mustafa reşid paşa tereddüdleri münasebetiyle iki yüz elli dört sensi kendilerinin nezareti müşarünileyh uhdelerinde olarak londra sefaretine memuriyetlerinde tercümanlık hizmetine halel gelmemek üzre memurı maiyetleri olduğu halde sefaret müşteşarlığı ünvanı ile londra canibine azimet ve bir seneden mütecaviz ikametden ve bir müddetcik dahi maslahatgüzarlıkdan sonra müşarünileyh ile beraber cahı deri aliye'ye bi'lmuvasala iki yüz elli altı tarihinde hariciye nezareti celilesi müsteşarlığı vekaletine ve bir iki mah mürurunda ki iki yüz elli altı senesi cemaziyelahiresinin yirmi yedinci günü rütbei ulayı haiz olduğu halde müsteşarlıkı mezkureye bervechi asalet revnakefzayı ikbal ve iki yüz elli yedi senesi şehri zilkaidesinde sadrı esbak izzet mehmed paşa'nın sadaretleri hengamda müsteşarlıkı mezkureden münfasilen büyükelçilik ünvaniyle londra sefareti seniyyesine memuriyetleri vukuuna binaen teberrai canibi merkuma azimet ve üç buçuk sene müddetle dersaadet'e avdetleri hengamda meclisi valada azadan olarak birkaç mah evkatgüzar olduktan sonra iki yüz altmış bir senesi şehri şabandan hariciye nazırı bulunan şekib paşa'nın cebeli lübnan nizamına memuriyetleri esnasında müşarünileyh yerine nezareti müşarünileyhe vekaletine ve senei mezbure şehri şevvalin yirmi ikinci günü rütbei ula sınfı ula tevcihiyle müşarünileyh reşid paşa'nın paris sefareti seniyyesinde bulundukları avanda nezareti mezkure müşarünileyh uhdesine ihale buyrulmuş olmağla yine vekaleti mezkure uhdelerinde bi'libka müşarünileyhin dersaadet'e vürudlarında ki senei mezbure şehri zi'lhiccesinin on altıncı günü begligçiligi divanı hümayun memuriyeti inzimamiyle saniyen mezkur hariciye müsteşarlığı memuriyeti celilesine ve iki yüz altmış iki senesi şehri şevvalin yedinci günü rütbei bala ile bi'lnakl nezareti celilei hariciye mesnedi valasına sayebahşı mecd u iclal buyrulup iki yüz altmış dört senesi şehri recebin yirmi dokuzuncu günü uhdei istihallerine rütbei saminei müşiri bi'ttevcih karini izaz ve senei mezbure şehri cemaziye'lulası selhinde hasbe'lkader vukuı infisalleriyle bir buçuk ay mikdarı sayei ihsa nevvabei hazreti mülukanede sahilhanelerinde aramsaz olduktan sonra senei mezbure recebi şerifin yirmi altıncı günü eltaf u ihsanı bigiranı hazreti şahane ve avatıfı aliyyei cenabı mülukaneden olmak üzre meclisi vala riyaseti cahı meali iktinahına ve bir buçuk mah zarfında yani senei mezbure ramazanı mağfiretnişanın on üçüncü günü saniyen makamı valayı ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri şevvalin yirminci günü makamı valayı sadarete revnaktırazı şan u übbehet buyrulup senei mezbure şehri zi'lhiccesinin on yedinci günü mansıbı sadaretden bi'linfisal iki yüz altmış tokuz senesi şehri rebiü'lahirinde aydın eyaletine revnakbahşı atifet olmuş ve beş mah mürurunda eyaleti merkumeden münfasilen iki yüz yetmiş senesi hilalinde hudavendigar eyaletine ve iki yüz yetmiş bir senesi evailinde meclisi tanzimat riyasetine ve iki mah zarfında salifü'tterceme mustafa reşid paşa'nın rabian sadareti uzmaya nakillerinde salisen hariciye nezaretine sayeendazı übbehet buyrulmuştur. müşarünileyh fetanet u nezaket ve iffet u istikamet ile mevsuf u şöhretşiar ve bi'lvücuh kafei ahlakı memduhayı cami bir müşiri felatunefkar olup kemalı tevazuunu mübeyyin sudurı izamdan vakanüvis esad efendi merhum hak ol ki huda mertebeni eyleye ali mısraını hakkı müşarün ileyhte kıtagune bu vecihle tanzim eylemiştir. ey sahibi cah işbu tevazula senindir ta ömrı tabiiye kadar cümle meali keşf ile bilüp vasfını sabıkda dimişler hak ol ki huda mertebeni eyleye ali eşarı ziba ve münşeatı bimisl u hemta olduğu müsellemi erbabı nazm u inşadır. cana geçsin tiği gam cisminde canın duymasın parelensin cismi zarın üstühanın duymasın dağ yak suzı nihandan sinei hurşidde sinei hurşidde suzı nihanın duymasın zerre zerre katre katre lema lema bad bad unsurun dağıt vücudı natüvanın duymasın naleden kıl alemi suz peşziri iştiyak her sözün ateşfeşan olsun zebanın duymasın tut ki bulsun aliya senden tecelli kainat kainat ahvali seyri binişanın duymasın nazımı mumaileyh ali efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine ve badehu kalemi mezbura mülhak mühimme odasına devam itdikten sonra bin iki yüz altmış bir senesi niyabet hizmetiyle şamı şerife azimet ve bir kaç sene ikametle dersaadet'e avdetinde bir aralık meclisi muhasebei maliye ketebesi silkine dahil olmuş ise de muahharen sabite hizmetiyle ceridehane tarafına müntakil olmuştur. mumaileyhin fenni inşada olan miknet u kudretine merkezdih olduğu zamanında neşr olunan ceridei havadis nüshaları mealinden anlaşılacağından tafsili makalden sarfı nazar olunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. nazm meclise ateş ki oldu şulei cuşı nuhbar eylesin gayri mahalli saykalı lale makam biz de şebuyı kadehle idelim gice safa şebde kıldı goncei nevruz tatiri meşam sen sehi servin görünce cünbüşi reftarını tıflı nevres gibi izhar eyledi raksa kıyam mutribi nevruz gül devrine agaz eylesin kasei tanburveş al sen de saki deste cam neş'ei buyiyle mesti kanzel itdi amiri geldi ol gün kandil ile sünbüli firuzefam nazımı mumaileyh vakanüvis amir beg dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrında bir müddet menasıbı divaniyede deveran iderek orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibinde dahi bir müddet güzarendei evkat u ezman olduktan sonra vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale varakgerdeni sahayifi divan iken amedii divanı hümayun mesnedi refiinden mazulen bin iki yüz senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. mumaileyhin diger asarı tabına destres olunamayüp ati'tterceme beglikçii divanı hümayun izzet beg merhumun divanında mestur olan müşterek tahmisten beş aded beyti latifi bi'lihrac teberüken tezkirei aciziye sebt u kayd olunmuştur. kıta göz yum cihandan aç gözünü dem gelir geçer sen göz yumup açınca bu alem gelir geçer abdulhak adem ol da bırak nam dünyada alemde nam kalır nice adem gelir geçer nazımı müşarünileyh seretbaı şehryari abdulhak efendi hekimbaşı esbak hayrullah efendi merhumun hafidi olup bin iki yüz on altı senesi hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz kırk dört senesi yenişehiri fenar mevleviyyetine nail olduktan sonra kırk altı senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve kırk dokuz senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payelerini bi'lihraz elli iki senesi anadolu sadaretine ve elli yedi senesi rumeli sadaretine ve altmış dört senesi meclisi maarifi umumiyye riyasetine ve altmış beş senesi üçünçü defa olmak üzere riyaseti tebabete ve altmış beş senesi saniyen rumeli sadareti behiyyesine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup altmış dokuz senesi reisü'lülema ünvanı dahi zamimei şöhret u şanı kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce irtihalı darı beka eyleyüp naşı mağfiretnakşı cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin türbei şerifleri haricine defn olunmuştur. müşarünileyh ashabı dirayet ve erbabı fehm u ferasetten olup mezamini şire istinad ve fayiki maarifi saireye müşkilgüşa olduğu müsellemi ashabı akl u zekadır. tarih hitamın guş idince bendei deyriyyesin abdi muvaffık oldu elhak böyle bir tarihi dilcuda duagune yazılsın takı arşa böyle tarihi ola baki bu kasrı dilküşa sultan mahmud'a nazımı müşarünileyh reisü'lküttab abdi efendi şehriyyü'lasl olup sultan mahmud hanı evvel tabe serah hazretlerinin zamanı sudiktiranlarda nice nice menasıbı divaniyeye nail ve bi'lahire ecillei devleti aliye sınfına dahil olarak bin yüz altmış sekiz tarihinde nail olduğumakamı riyasetden azl ve menfiyen cezirei girid'de vaki resmo nam mahale ve muahharen kasabai gelibolu'ya azm u nakl ile yüz altmış dokuz senesi zuhurı ıtlakına mebni dersaadet'e vürud ve yüz yetmiş bir tarihinde saniyen cahı valayı riyasete kuud eyledikten sonra beyninde çok vakt mürur itmeksizin yine nefy suretiyle mahrusai burusa'ya azimet ve müddeti kalile zarfındaafv u ıtlak olunmuş olmasıyla betekrar deri aliye'ye muvasalat ve yüz yetmiş iki senesi şehri şevvalinde büyük ruznamçecilik mansıbına ve yüz yetmiş dört senesi şehri şabanında şıkkı evvel defterdarlığı mesnedi celilesine mukarenetle bir sene mürurunda mesnedi mezkurdan mazul ve yüz yetmiş yedi salinde salisen makamı riyaseti küttaba mevsul olmuş iken bin yüz yetmiş sekiz senesi şehri saferinde enderunı hümayunda bulunduğu halde fücaeten darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyh mühürdar abdi efendi dinmekle şehir bir reisi maarifsemir olup şir u inşası latif u dilpezir vaki olmuştur. tarih abdiya tarihi mihrin didi ehli arş u ferş moskoy kıldı müdemmir seyfi sultan mustafa nazımı mumailyeh abdi efendi dersaadet'de bin yüz on sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz kırk dört tarihinde tariki tedrise duhul ve bi'lahire kudsı şerif mevleviyyetine vüsul ile bir müddetten sonra şamı şerif mevleviyyeti payesini haiz ve yüz yetmiş dört tarihinde medinei münevvere mevleviyyetine nailiyetle beyne'lemasil mütemayiz olarak yüz seksen bir salinde istanbul kadılığı payesi ve badehu orduyı hümayun kadılığı memuriyeti uhdesine bi'ttevcih orduyı hümayun canibine azimet ve bir müddet ikametle bin yüz seksen üç tarihinde isakçı nam kasabada işbu rezmgahı fenadan bezmgahı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh alim ve fazıl bir şairi kamil olup haylice eşarı olduğu rivayet edilmiş ise de balada mestur tarihinden başka şirine destres olunamamıştır. serair ehli daim sinede razı nihan saklar yerinde cevher u sim u zeri elbette kan saklar çeker aguşı dügeh akibet ferzanei alem miyanı nevarusı razı kim halkı cihan saklar serapa kaplayan cevvi semayı dudı ahımdır mehi alemsitanı sanma ebri asuman saklar o şuhı dilrübadan leylei vaslı sakın sorma şebi kadr'i cenabı kibriya kılmaz ayan saklar çekinme nazma çek bu ratb u yabes sözleri abdi o zatı muhterem elbet kusurun bilmeyen saklar nazımı mumaileyh abdi efendi karahisarı şarki nam mahallde panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra ibtida belgırad muhafızı müteveffa selim paşa'nın ve badehu harput valisi müteveffa hüsrev paşa'nın kitabet hizmetlerinde ve muahharen halebü'lşehba valisi esbak mustafa mazhar paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış senesi meclisi vala mazbata odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık salise rütbesine nail olduktan sonra bosna meclisi tahrirat başkitabetine memur ve iki yüz altmış dokuz senesi memuriyeti mezkureden mehcuren dersaadet'e menkul olmuştur. mumaileyhin napeyda isminde fenni münazaraya dair bir kitabı ve bir mikdar eşarı vardır. natı şerif vücudun pertevi nurı hakikat ya resülallah visalin aşıka tacı saadet ya resulallah cemalin nuruna mazhar olunca şems u mah encüm cihanı kaplamışdı ebri zulmet ya resulallah bizi çirki maasiden hemişe pak idensin sen kudumun lüccei deryayı rahmet ya resulallah niyazı acizanem hazretinden yüz sürem her dem gubarı payına vir zerre rahşa ya resulallah ziyayı nurı zatın mahv ider zulmeti haşri bu ibret rusiyaha kıl şefaat ya resulallah nazımı mumaileyh mehmed ibret efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup bir müddet mahrusai mezbure mahkemesinde edayı hizmeti kitabet eylediktensonra tariki tedrise duhul ile bin iki yüz otuz tarihlerinde canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde iki yüz otuz altı tarihinde dahi şehri bağdad'a tahriki kademi azimet ve o esnada şehri mezkurda seccadenişini irşad olan kutbü'larifin şeyh mehmed halid efedi hazretleri caniblerinden ahzı desti inabet eyleyüp bir müddet ikametden sonra yine mahrusai mezbureye avdet ve mürur katibliği hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eylemekteiken bin iki yüz altmış bir senesi şehri ramazanında azimi tekyegahı darı ahiret olmuştur. hevayı perçemi sevda mıdır nedir bilmem hayali halı süveyda mıdır nedir bilmem çıkan bu ahı şererpaşı nayı sinemden mı suzı dilara mıdır nedir bilmem hayali dide vü dilde girişmesaz o mehin nihan mı aşıka peyda mıdır nedir bilmem tuluı mihri meserret mi yoksa sakinin elinde sağeri sahba mıdır nedir bilmem kemini fitne midir sayd kılup uşşaka şikenci zülfi mutarra mıdır nedir bilmem sualı busı lebi lalin eylesem irfan cevabı vadei ferda mıdır nedir bilmem nazımı müşarünileyh irfan beg defterdar mektupçusu halil efendi merhumun necli necibi olup bin iki yüz kırk iki tarihinde mektubii defteri odasına müdavemete mübaşeretle kırk dokuz tarihinde vodin valisi maiyetinde bulunduğu halde silki hacegana ilhak olunup fenni inşada olan malumat u mahareti iktizasınca elli üç tarihinde defterdarlık tabirinin maliye nezaretine kalbiyle nizamatı maliyenin tecdidi hengamda mektubii maliye odasına mümeyyizi sani ve müteakıben mümeyyizi evvel olarak elli yedi tarihinde ibtidaları rütbei salise ve badehu rütbei saniye sınfı sanisine dokuz sene müddet serhalifelik mesnedinde imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış beş senesi rütbei saniye mümayiziyle maliye mektupçuluğu memuriyeti behiyyesine ve muahharen evamiri maliye müdürlügü memuriyetine ve iki yüz altmış altı senesi saniyen mektubii maliye mesnedi refiine noktarizi kadr u kemal buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem uhdesine rütbei ula sınfı sanisi tevcih u ita buyrulmuştur. müşarünileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup her vecihle eşarı renginter ve münşeatı gayet makbul ve muteberdir. ebruya yar çini girihgir virmesin zinhar desti düşmene şemşir virmesin billah kendi hüsnüne hayran olur meded ayine desti dilbere tasvir virmesin sırbeste razı aşkı olur faş kimseler ol çeşmi meste ruhsatı takrir virmesin bir gün ider zuhurı tebaşir subhı kam dil desti aha nalei şebgir virmesin takdire sernihade ol izzet ki guşişin bihude taba zahmeti tedbir virmesin nazımı müşarünileyh kaimmakam ali izzet paşa damad mehmed paşa merhumun mahdumu olup bin yüz otuz yedi tarihinde mektubi defteri memuriyetine revnakefza ve bir müddetden sonra defterdarlık mesnedine zinetbahşa buyrulup bin yüz kırk dört tarihinde kaimmakamlık memuriyeti inzimamiyle uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih birkaç mah mürurunda mazul ve bin yüz kırk beş tarihlerinde bağdad canibine sevk olunan orduyı hümayuna memuren canibi merkuma menkul olup bin yüz kırk yedi tarihinde iran seraskerligi uhdesinde bulunduğu halde havalii merkumede kurbgahı cenabı rabbi izzet'e mevsul olmuştur. müşarünileyh ashabı dirayet ve erbabı hüner u marifetden olup haylice eşarı güzidesi vardır. derdi aşk aşıkı kemterde de dilberde de var gör ki suziş dili mücmerde de anberde de var dilberin lazım olan cazibe vü işvesidir kameti rast sanevberde deararda da var hüsn olur gah neşataver vü gah hunriz abı seyr eyle ki cevherde de hançerde de var o mehin halı da ruhsarı gibi rahşandır nab u fer mihri münevverde de ahterde de var destşuyı niamı her dü cihanız yohsa bize neş'ei mey ahmerde de kevserde de var tac şahana vü şahan dahi taca seza kabiliyeti acep serde de efserde de var dili aşık dili zahid gibi geç gel olmaz gör ki ayine sikender'de de berberde de var nevzemin söylesin izzet yine bu hamei ter yohsa nazmı kühen ezberde de defterde de var nazımı müşarünileyh begligçi izzet beg begli arif beg merhumun necli mecibi olup bin iki yüz sekiz tarihinde hacelik rütbesine nail ve o esnada mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olduktan sonra müddeti kalile zarfında amedi odasına naklı memuriyetle iki yüz yirmi iki senesi orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde bebligcik mesnedi refiine revnakefza ve iki yüz yirmi üç senesi murahhası salis ünvanı ve ruznamçei evvel payesi ihsaniyle mesalihi musalahaya memureneflak ve boğdan canibine sevk u isra kılınüp ifayı hizmeti memuriyetle dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz yirmi dört senesi hilalinde hakkında isnad olunan bazı gune kelimatı nabecaya mebni üsküdar'da kadıköyü nam mahallede kazaya rıza kaziyyesini guya olduğu halde azimi darı beka ve mülazımı bargahı rahmeti huda olmuştur. müşarünileyh dirayetkar ve her vecihle müstakimü'letvar bir miri alitebar olup ulumı arabiyeyi osmaniye hafızı kütübü ati'tterceme nusret efendi'den ve fünunı farisiyeyi dahi hace neş'et efendi merhumdan tahsil eyleyüp türki ve farisi haylice eşarı güzide tanzimine müvaffak olmuştur. matbu bir kıta divanı eşarı vardır. ah ey büti biganeeda mahremin olsam ahvalimi hep söyler idim hemdemin olsam sanma kapılırdım güli hurşide felekde düşsem çemeni vuslatına şebnemin olsam hall eyler idim meselei cevheri ferdi öpsem lebini vakıfı sırrı femin olsam gülşende ne aynımda idi destei sünbül ger destzeni kaküli hamenderhamın olsam billur gibi gerdenine sabır idemezdim sarkındılık eylerdim eger perçemin olsam sinemde bakup zahmıma rahm eylemedin hiç bir kere tabibim demedin merhemin olsam hep hatırı izzet'de varır sakin olurdum alemde senin ey bütı işve gamın olsam nazımı mumaileyh izzet efendi yenişehiri fenar ismiyle meşhur olan şehri cesimde şaşaapervazı bezmi vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra şehri mezkur müftülügü hizmeti uhdesine bi'ttevcih hizmeti mezkurede bulunduğu halde imrarı eyyam u şuhur itmekte iken sinnini ömrü haddi erbaine reside olmaksızın bin iki yüz otuz yedi sali hilalinde ruhı revanı kurbgahı cenabı rabbi izzet'e rihlet eylemiştir. mumaileyh ülfetmeşreb bir şairi alineseb olup divanı eşarı medh u senaya şayan u ensebdir. nazm: üftadei hubanı yenişehir fenarız aldık fitili mum gibi şimdi yanarız matlaı garrası beyne'zzürefa meşhur u zibaterdir. müreccahdır künuzı dehre dilde mayei ihlas kabayı ziver olmaz hemseri pirayei ihlas olur dad u sitadı mektebi kalayı maksudu bu benderde o kim amal ider sermayei ihlas kabulı indiras itmez nikabkarii düşmenle esası müstakimi kasrı gerdunpayei ihlas acep mi müşfik olsa aşıkı zar u dilfikare mürebbidir o mahdumı güzine dayei ihlas masun eyler dili tabı temuzı mekri adadan sezadır izzet olsun ziveri sermayei ihlas nazımı mumaileyh ahmed izzet beg mahrusai egriboz'dakademnihadei sahai vücud olup bir müddet salifü'tterceme sami ebubekir paşa merhumun hazinedarlık ve kethüdalık hizmetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp paşayı müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala ol vaktin tabiratı üzre babı alide vaki kethüda kalemi hulefası sınfına ve bir müddetden sonra darbhanei amire ketebesi silkine dahil olarak bir aralık rütbei haceganiyi bi'lihraz sadrı esbak müteveffa reşid paşa'nın buselik nam mahalle azimetinde divan kitabeti hizmetine memuriyeti vukuuna mebni buselik tarafına azimetinde ve bir müddet ikametle dersaadet'e avdet ve biraz vakt mürurunda ki bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde mahalli mezkura azimet eyleyüp yenişehiri fenar civarında vaki serince nam mahallde eceli mevuduyla irtihalı darı ahiret eylemiştir. şair izzet beg bekaya gitdi hay mısraı vefatına tarihi muaccemdir. mumaileyh sanayii şiriyyeyi bervefki dilhah tahsil eylemiş olması cihetiyle dakayıki şire ve nükatı nazma bervechi kemal aşina bir şairi bimisl u bihemta olduğu erbabı maarif indinde müsellem olduğundan başka kendisinin zadei tabı olmak üzre bir kıta divanı dahi vardır. muhtel olalı şehri püraşubı muhabbet düşdü semeni kalei merğubı muhabbet menguşı mücevher gibidir darda mansur hoşdur bize nezzarei maslubı muhabbet maksud kolaylıkla azizim ele girmez çeşm itdi feda yusuf'a yakubı muhabbet tophanei ukbada olur illeti malum her hasta ider davii eyyubi muhabbet kurtulmadı zenciri sitemden daha mecnun hak düşmanımı itmeye mayubı muhabbet izzet kuluna namesidir hazreti aşkın elden ele gezmez mi bu mektubı muhabbet nazımı müşarünileyh keçecizade mehmed izzet efendi bin iki yüzde sudurı asrı hamidi'den salih efendi'nin sulbünden dersaadet'de zinetefzayı alemi vücud olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz sekiz senesi galata mevleviyyetine nail olduktan sonra tenzili ikbalı haleti ile keşan'a menfiyen gidüp bir sene ikametle avdet iderek memduhı mahmudü'lhisal olan hakanı cennetmekanın mazharı hüsnı kadr u enisi olmakla kesbi imtiyaz ve iki yüz kırk bir senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve kırk iki senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payelerini ihraz eylemiş iken iki yüz kırk beş senesi meydanda olan rusya seferinin devamını isteyen cenkçilere karşı sulhçu olduğundan gamz u nifak ashabı şikak ile şehri sivas'a nefy u icla olunup senei merkume hilalinde azimi darı beka olmuştur. vefatına şeyhülislamı sabık arif hikmet begefendi'nin eseri hameleri olan tarihi garradır: izzet şaire de kıydı cihan müşarünileyh akranı nadir bir şairi mahir olup biri baharefkar ve digeri hazanasar namiyle iki kıta divanı belagatünvanı ve mihnetkeşan ve gülşeni aşk isminde dahi iki kıta asarı mucizbeyanı vardır. kıta asumanı vücudı haydar'da pürziya neyyireyndir hüsnün neşri envarı ali zehra'ya maşrıkın oldu izzet ol kamerin nazımı mumaileyh izzet efendi salifü'tterceme hazinei hassa nazırı ziver efendi'nin biraderi pakizegevheri olup defterhanei amire kalemine müddeti medide müdavemet iderek bi'lahire hacelik rütbesine nailiyetle bekam olduktan sonra odun emaneti hizmedinde müsdahdem olduğu halde; vasılı cennet ide izzet efendi'yi vedud tarihi adedince bin iki yüz altmış iki senesi irtihalı darı ahiret eylemiştir. balada muharrer olan kıtasından başka asarına destres olunamamıştır. tarih izzeta ezberleyüp tarihi tamın söyledim mushafı ruyı zeki'de hat pedid oldu bu sal nazımı mumaileyh hafız izzet efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema bir müddet evkafı hümayun nazırı esbak şevki efendi'nin imamet hizmetinde bulunup muahharen nezareti merkuma dahilinde vaki muhasebe odasına biraz vakt müdavemet ve badehu mülhikat zimmeti odasına naklı memuriyet eylemiş iken bin iki yüz altmış sekiz salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şir ile söhreti yoktur. gönül bir bosnevi boşnakpeçenin oldu hayranı rehi aşkında itdi bu dili şuride puyanı ham idüp kametim hamyazei çilei ebrusu dili mecruhumu sadpare kıldı tiri müjganı ne çekdi dil lisaniyle idince ülfet ol şuhun veli sevdayı aşkından yine çekmedi dameni silah belde bıçak elde gelecek pürgazab bezme dili biçareyi lerzan idüp kıldı hirasani delikanlıdır izzet kan ider belki hazer eyle çalış rıfk ile sayd eylemege ol vahşi ceylanı nazımı mumaileyh mehmed izzet beg filibe kazası vücuhundan küçük hüseyin beg'in veledi sahibhiredi olup kırk yaşından sonra tahsili uluma hahiş iderek filibe müftüsü mehmed raşid efendi'nin meclisi dersine hazır olduğu halde beş sene zarfında mezuniyet şerefine nail ve baitibarı haric tariki tedrise dahil olduktan sonra bin iki yüz altmış iki senesi rumeli canibine şerefvuku olan seyahatı meali menkabeti cenabı şehryari esnasında fizanlık nam mahallde huzurı lamii'nnurı hazreti tacdaride uhdesine bosna kazası mevleviyyeti tevcih u ihsan buyrulup naili me'mul olmuş ve işbu tezkirei acizanemezin tabından makdem darı bekaya rihlet itmiştir. takvimi vekayi nüshalaranda bazı tarihleri mestur u mukayeddir. natı şerif aya şahenşehi iklimi sübhan eseri isra veya fermanı revayı hatı ulyayı uma mı hidivvi enbiya sahibi serir kurbı evadna habibi hazreti mevla şefii ruzı vaveyla münevver eylemişti alemi lahutu envarın şu demler kim bu alemler idi nabud u napeyda hitabı rahmetenlilalemine eyledi mazhar huda zatı şerifin ey resulı muhatabpira bütün bay u geda siyyan olan divanı kibriya usatı ümmete sensin penah u melcei me'va şefiü'lmüznibinsin bir siyehru bendeyim ben de beni aludedaman itdi çirki masiyet cifa gariki bahrı isyanım hariki narı tuğyanım vücuhiyle perişanım zelil u mücrim u rusva şefaat eyle havlı ruzı rustahizden kurtar beni ziri livayü'lhamda kıl lutfun ile isra eli bağlı esiri duzah itme ya resulallah ne denlü mücrim ise ümmetindir izzeti şeyda nazımı müşarünileyh ahmed izzet paşa erzincanlı elhac osman paşa merhumun girid valisi bulunduğu hengamda ki bin iki yüz yirmi dokuz tarihinde girid ceziresinde vaki resmo nam kasabada sulbı müşarünileyhden kademnihadei sahai vücud olup muahharen müşarünileyhin vefatı vukuuyla dersaadet'e muvasalat ve dört sene müddet ikametle erzincan kazasına azimet eyleyüp iki yüz kırk iki senesi kazayı mezbur voyvodalığına nasb u azlinden sonra iki yüz elli bir senesi hilalinde erzurum eyaleti dahilinde bulunan asakiri redife binbaşılığı hizmetiyle silki askeriye dahil ve bir sene mürurunda miralaylık rütbesine nail olarak iki yüz elli altı senesi çıldır kazası kaimmakamlığına memur ve bir sene müddet kaimmakamlıkı mezkurda güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra iki yüz elli yedi senesi livai muzaffer lafzı tarih olduğu vecihle uhdesine livalık rütbei muteberesi bi'ttevcih anadolu orduyı hümayunu erkan meclisi azası silkine bi'lilhak iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e bi'lmuvasala o aralık uhdesine feriklik rütbesi bi'ttevcih muahharen teşkil olunmuş olan ırak orduyı hümayununa memuriyeti bi'licra bağdad canibine sevk u isra kılınmış iken iki yüz altmış beş senesi hilalinde barütbei samiyei vezaret hakkari eyaletine ve iki yüz altmış altı senesi eyaleti merkumeden bi'linfisal dersaadet'e muvasalla altmış yedi senesinde şamı şerif eyaletine ve iki yüz altmış sekiz senesinde ciddei muazzam'a revnakefza olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem eyaleti merkumeden münfasilen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. müşarünileyh dirayeti kamile ashabından olup bir mikdar eşarı dahi vardır. cümle müjganıma dürri teri tanzim ideyim nakdi aşkım diyerek yarime teslim ideyim cevr u eltafı ile mümtezicahval oldum nuhus u sad ile veli nüshai takvim ideyim gücenüp yar bu mazmum ile ağyara didi lutf u ihsanımı uşşakıma tamim ideyim eyledi şahı hüsün hatile hep cevre yasağ resmi ümidi vefayı dile terkim ideyim silki gevher gibi tahmis ile balater ide izzeta nazmını nazmavere takdim ideyim nazımı mumaileyh osman izzet efendi salifü'ttercehmed raşid efendi merhumun sulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz yirmi altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mevrusı pederi olan tabiatı şiriyyesi ikdizasınca mektebi ilm u marifete say u gayret ve ati'tterceme iffet efendi merhumdan fununı farisiyeyi ve mahrusai mezbure uleması sınfından ali rıza efendi'den dahi ulumı arabiyeyi tahsil u tekmile bezl u say u mukadderet eyleyüp iki yüz elli bir senesi baibtidayı hariç bir kıta burusa müderrisligi rüusı hümayununa dahi nail olmuş ise de ile'lan hakkaklık sanatiyle me'luf olarak ihtilası vakt eyledikçe bazı ashabı istidada taallümi fünunı farisiye ve tefhimi ulumı saire eylemekte bulunmuştur. müşarunileyhin divan olacak mikdar eşarı olduğundan başka bin iki yüz yetmiş senesinden bin dört yüz senesi gayetine kadar müddetde çehrenümayı alemi şühud olacak etfalı islama ism u lakab tayin olunacak suretde ve ol ism u mahlas ile müsemma olacak etfalin tarihi veladeti beyan eyleyecek heyetde birtakım ism ile mahlası cami bir kıta mecmuai latife tanzimine dahi muvaffak olmuştur. mecmuai mezkureden nümune olmak üzere bin iki yüz yetmiş bir senesi ibtidasından bin üç yüz senesi nihayetine kadar müddetle tevellüd idecek etfala ism u mahlas olacak suretde altmış aded esami vü mahlas teberrüken zirde tahrir u işaret kılınmıştır ki balalarında olan hatdan müstefad olacağı vecihle her biri birer seneye tarihdir. mustafa beliğ, ömer kazım, ebubekir latif, abdulgani nedim, abdulgani sehil, abdulhadi mazhar, ebubekir beliğ, halil rabıt, hüseyin mazhar, ahmet mazhar, halil sakıb, salih mazhar, yakub nizameddin, abdulhamid served, ibrahim mazlum, ishak servet, yusuf hurşid, abdurrahim fazıl, abdulsalif latif, abdulgani sübhi, süleyman nizameddin, halil pertev, abdullatif beliğ, abdullatif sami, abdulgani ali, osman hayret, abdulkerim sabit, ishak zati, mehmed zarif, abdulgani vesim, abdulgani vesayi, abdulgani hakkı, abdurrahman ferruh, ömer fahreddin, selim mazhar, abdulgani ahsen, abdulgani ihsan, abdullah mazhar, abdulgani enis, halil hayret, abdulkerim fazıl, abdulgani nesib, idris mazlum, ibrahim galib, abdulmuin mazlum, yakub servet, abdulgani ürfi, ahmed muhtar, muhammed ragıb, abdulgani hüsnü, abdurrahman fahri, osman halit, süleyman servet, numan nizameddin, ismail nizameddin, abdulgani salim, hafız ömer, yakub zati, ibrahim nazif, ali zarif mumaileyhin işbu tertibi esamide vaki olan himmeti şayanı teşekkür bir keyfiyetdir. besmeleyle kıldım ahvali beyana ibtida hamdı bihad halıkı kevn u mekana biriya ola ruhı şahı kevneyne nice yüz bin salat cevheri zatiyle zinet buldu cümle masiva alına ashabına her demde olsun tardiye her biri oldu semayı şere necmi ihtida besmeleyle hamd idüp kıldım salat u tardiye eyledim kur'anile isri resul'e iktida izzeta dibace şeklinde bu bihemta matlai serlevhai eşarım olduysa seza nazımı mumaileyh izzet efendi mevalii izamdan ati'tterceme abdulaziz efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk bir senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli bir senesi tariki tedrise duhul ile bir müddet babı fetvayı niyabetde hidematı şeriyyede bi'listihdam fenni inşada olan miknet u kudreti icab u iktizası üzere muaharen anadolu sadaretine ve haric kitabetinde dahi bir vakt imrarı subh u şam eyledikten sonra iki yüz altmış sekiz senesi validi mumaileyhin mevleviyyetle şamı şerife azimetinde beytü'lmal kassamlığı memuriyetine memur u tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında batum canibinde bulunan orduyı hümayun kadılığı memuriyetiyle mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. nigahı merhamet itmez misin ey kaddı mevzunum perişandır seri zülfün gibi hali digergunum gidelden ey mehi suzefgene sen mülketi dilden ne gözler yaşları döktürdü bilsen talii dunum bırakmam kaydı zülfün elden efzun olsa da cevrin sana ezcan u dil aşüfte vü hayran u meftunum dolaşdı maveraü'nnehir'den nil murad üzre şatı hecrine duş oldu nihayet çeşmi ceyhunum nice danaları lal eyledi hayretle ey izzet kümeyti tabıma peyrev olaldan kilki gülgunum nazımı mumaileyh hüseyin izzet efendi rumeli'de kain karaferye nam kasabada bin iki yüz kırk beş tarihinde panihadei sahai vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbetle ile'lan medinei silivri'de kitabet hizmetiyle istihdam olunmakta bulunmuştur. nükuşı rengi rudan sanii bir nur göstermiş taayyün mazharında sanma ayni dur göstermiş tecellii ayanı runümadır cemi vahdetde kelime zatı mutlak guyiya kim tur göstermiş teni puşidei can eylemiş çün hullei zinur ne sırdır sunı hak ol hahişi mestur göstermiş merayayı ayana münakis ol mahru amma uyunı geçnigaha bir şebi deycur göstermiş idüp deşti güdarı kakül ü zülfi siyeh rupuş misali leşkeri kafir acep tabur göstermiş nice ayinei asarda manzurı vecih üzre huda abdülmecid han'ı şehi mansur göstermiş o şeh kim hat keşide eylemiştir safhai hüsne yeniden hükmi aşka azmiya menşur göstermiş nazımı mumaileyh şeyh azmi efendi gelibolu mevlevihanesi şeyhi izzet efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz kırk bir senesi pederi mumaileyhin vukuı vefatiyle dergahı mezkur müşeyyihi uhdesine tevcih kılınmıştır. fünunı farisiyede bir mikdar behresi olmak hasebiyle bazı dervişana talim u tefhimi müşkilatı mesnevi eylemekte bulunmuştur. natı şerif vücudun pertevi nurı hudadır ya resulallah cemalin mihri rahşanı hudadır ya resulallah füruğı talatından iktibası nur içün her dem derinde mihr ile meh cebhesadır ya resulallah zehi bedrü'ddüca kim şulei mihri cebininden dili zulmetsera pertevrübadır ya resulallah vücudı rahmeti mahfın zuhura gelmeden maksad usatı ümmete haktan atadır ya resulallah nice bimarı dilanı yek nefeste zinde eylersin makalin abı hızrı canfezadır ya resulallah kalemcünbanı nat olmak ne haddi abdi naçizin senin meddahı hüsnün kibriyadır ya resulallah hezarasa kalemi şahı benan fikrim üzere nevalar itse vasfınla becadır ya resulallah günahkarım siyehruyum eger ki ruzı mahşerde şefi olmaz isen halim fenadır ya resulallah meded ol destgir u çaresazı azmii zarın garib u haksar u binevadır ya resulallah nazımı mumaileyh mehmed azmi efendi elhac mehmed cinnet efendi nam bir zatın sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli altı senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı silkine bi'lilhak iki yüz altmış üç senesi lede'limtihan maliye hazinesinde vaki anadolu müsarefat muhasebesine müdavemete mübaderet ve iki yüz altmış sekiz senesi tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden kuşadalı elhac ibrahim efendi merhumun halifelerinden ve meclisi maarif azasından ruscuklu ali fethi efendi'den ahdı niyabet eylemiştir. zadeganı ebyatını cami mecmuagune bir eseri matbuu ve bir mikdar eşar ı masnuu vardır. kıta her nazarbazı felekten sakla mihri sineni pek sakın senin havadisden hüma ayineni saderuyanın idüp fikri hatın ey tıflı dil fikri şamı şenbeden tar eyleme azineni nazımı manzumei hünermendi vakanüvis süleyman izzi efendi baltacılar kethüdası halil ağa nam bir zatın ferzendi ercümendi olup divanı hümayun kaleminden neş'etle fenni inşada nümayan olan mahareti iktizasınca bir müddet vekayinüvislik hizmetinde ve muahharen teşrifatii divanı hümayun memuriyetinde bir müddet ibrazı sıdk u istikamet eyleyüp bin yüz altmış sekiz tarihinde memuriyeti mezkur da uhdesinde olduğu halde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh maarifpira bir şairi nüktever olup tarih u divanı müsellem u meşhur ve bazı asarı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. tarihi güzide oldu şahı dadver dördüncü sultan mustafa mülki kurbı hakta sultan mustafa kıldı makam mevlidiyle ayişe sultan cihanı kıldı şen vezaret aldı baba mahv idüp seyfiyle rus'u nazımı manzumei hünermendi numan izzi efendi kastamonu ahalisinden olup dersaadet'e bi'lmuvasala salifü'tterceme süruri efendi merhumdan bir mikdar tahsili ilm u marifet eyledikten sonra ki bin iki yüz yirmi beş sali hilalinde medinei izmir'e azimet eylemek üzere dersaadet'den hareketle şaban içinde gitdi mülki bekaya izzi tarihi mantukunca esnayı rahda fücaeten irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin balada keşidei silki sütur olan çend aded tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. nazm payei kadrini derk itmege sarih olamaz kılsa sellem eger endişe bu nüh eyvanı nati paki şehi kevneyne ne mümkün ki aziz viresin hamei idrakin ile payanı nazımı mumaileyh şeyh abdulaziz efendi bağdad mevlevihanesi postnişini yahya efendi merhumun mahdumu olup bir müddet bazı memalik u buldandan seyr u seyahat ve bir vakt dahi dersaadet'de ikamet eyledikten sonra asitanı cenabı molla hünkar'da çilekeşi hizmet olarak muahharen bağdad'da pederleri müteveffayı mumaileyhden müntakil hankahı mezkure meşihatine nail ve bin yüz elli tarihinde kurbgahı cenabı mabuda azim u vasıl olmuştur. tarih salikanı halvetiyye mürşidi şeyhü'şşüyuh yani kim şeyh hikmeti kabrinde rahatlar bula geldi bir tarih aziza tabıma fevti içün caygahı hikmeti mevla kasurı adn ola nazımı mumaileyh abdulaziz efendi burusevi abdulhadi efendizade salifü'tterceme emir efendi merhumun mahdumu olup bin yüz elli beş tarihinde baitibarı haric tariki tedrise dahil ve bin yüz yetmiş beş sali hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada keşidei silki sütur olan tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. kıta yekcamı vazgun ile çarh u siyehkar mest u harabı gaflet ider ehli devleti itdin o yare gerçi hekimane intisab likin bir özge derde düşürdün tebabeti nazımı mecmuai hünermendi seretbayı şehryari abdulaziz efendi salifü'tterceme müverrih suphi efendi merhumun mahdumu olup hasbe'listidad fenni tebabetde tahsili miknet u maharet eyleyerek bir aralık etbayı şehryari sınfına dahil ve bin yüz yetmiş bir tarihinde bir kita müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra yüz seksen dokuz tarihinde riyaseti tıbbiyeye mevsul ve bir sene mürurunda riyaseti mezkureden mazul olarak yüz doksan yedi salinde metruk üsküdar mevleviyyetine makrun ve müddeti örfiyyesin bade'ttekmil cezirei istanköy'e nefy u tağrib kılınması runümun olmağla cezirei mezbureye azimet eyleyüp senei mezbure hilalinde şifahanei darı ukbaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh ashabı ilm u maarifden olup ahkamı felekiyyata dair müneccim alişah harezmi'nin eşcarü'lesmar nam kitabiyle mehmed şerif bikri'nin bürhanü'lkifaye isminde olan kitabı farisiyesine türkçe tercemeleri ve ahlaka müteallik bir risalei mutebereleriyle mürettep bir kıta divanı fesahatbeyanları olduğu mütalaagüzarı acizi olmuştur. ne zaman fikri lebi hatırı nakama düşer sanki bir dane kiras sağarı gülfama düşer daima fikri sürur eyleyen ehli amal şivei cevri felekle bütün alama düşer pek suhuletle eger matlaba el irmez ise o zaman desti emel dameni ibrama düşer düşürür bir gün olur lağzişi payı ikbal fikri rıfat ile ol kim hevesi kama düşer gördügüm şevki hisab itsem aziz alemde yılda bir iki olursa o da bayrama düşer nazımı mumaileyh abdulaziz efendi dersaadet'de bin iki yüz on altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz beş tarihinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile beş sene mürurunda mesleki niyabete rağbet ve ol vecihle on mah müddet nazilli nam kasabada ve yirmi mah mikdarı cisri erkene tabir olunan mahallde ve otuz mah müddet medinei manisa'da ve altı mah mikdarı medinei ısparta'da ve otuz dört mah müddet medinei tırnovi'de ve yirmi iki mah mikdarı tekfurdağı'nda ve on mah müddet uzuncaabad hasköyü nam memleketde ve otuz mah mikdarı medinei kütahya'da ve otuz iki mah müddet medinei kayseriye'de ve on altı mah mikdarı saniyen medinei manisa'da ikametle bervechi hakkaniyet icrayı ahkamı şeriat eyledikten sonra iki yüz altmış iki senesi beytü'lmal kassamlığı memuriyetine revnaktırazı fazl u kemal buyrulup iki yüz altmış üç senesi izmir mevleviyyeti payesini ihraz ile naili mukaddemei amal ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri şabanında şamı şerif mevleviyyetine revnakbahşı kemal olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem manisa kazası niyabetine memuren mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemalden olup devhatü'lmeşayih nam eseri muteberesi tanzimiyle müvaffak olduğundan başka haylice eşarı belagatşiarı dahi vardır. gazeli natamam aşıkın kadrini bilmez dilrübalardan meded kulları halini anmaz padişahlardan meded her biri mihri cihanara gibi hercayidir zerrei naçize bakmaz mehlikalardan meded her yüreksiz ol kaşı yayı çeker pehlusuna ok gibi amma kaçarlar mübtelalardan meded ey azizi hecr ile ölmekten özge çare yok derdi aşka hergiz umma bivefalardan meded nazımı mumaileyh şeyh azizi efendi ibtida tarikatı aliyyei bektaşiyyeye süluk ile muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye nakl eyleyüp gelibolu mevlevihanesi şeyhi kadri efendi merhumun zanuyı iradetine sernihadei tazim ve bir müddet bazı memalik u buldanda seyr u seyahatla sakin ve mukim olduktan sonra rumeli'de kain kasabai vodin'de vaki hankahı mevleviye meşihatine nailiyetle bin yüz kırk tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şarkı aşkınla şeha yandığımı idemem izhar ey kanı kerem cud u seha madeni dildar her meyde birer buse meze virmege ikrar ey kanı kerem cud u seha madeni dildar sahba lebini sunmağile yare doyulmaz pek vahşidir ünsiyeti güç caha soyulmaz havf eyleme esrarımız ağyara duyulmaz ey kanı kerem cud u seha madeni dildar lahur şalı muyı miyana kuşanırsın üftadına cevr itmege daim uzanırsın mahbubı dilaramı görünce gücenirsin ey kanı kerem cud u seha madeni dildar sen söyle demişsingüzel geçti zamanım dünyaya degişmem seni ben kaşı kemanım uşşakını sen itme fida ruhı revanım ey kanı kerem cud u seha madeni dildar nazımı mumaileyh muhammed uşşaki efendi uşşak kazası ahalisinden olup bin yüz doksan tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala ulumı aliyeyi palabıyık hace merhumdan tahsil iderek bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olmuş iken iki yüz elli yedi senesi darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh tarikatı bektaşiyye mensubatından olmak hasebiyle eşarından buyı tasavvuf istişmam olunur. tarih hemcivarı ahmed ide vasıkı hayy u kadim nazımı mumaileyh muhammed ismet efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye dahi süluk eyleyüp bin yüz altmış sali hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şahidi merhumun lugatnamesine bir kıta şerhi ve bir aded tarih ile bir aded risalesi olduğu tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mestur u mukayyeddir. nahlı meşrebe nice meyva olur alem bu ya zevke bak yokdan neler peyda olur alem bu ya görme ahker kimseyi yek beyzei naçizden refte refte mürgi bihemta olur alem bu ya yakma bu deryayı mihnet içre bir dil keştisin badbanı aşka bir ihda olur alem bu ya gamzei sertiz yine dil bağlamakdan aşıkan derd alır derman bulur şeyda olur alem bu ya suzı ah u medd ahımdır bu gün ey mehlika ahkeri dilden şererefza olur alem bu ya çek tekapu aleminde bu firakı serteser bir temennayı visal ima olur alem bu ya gamgüsar olsam ne mani zerdei hicran ile keymiyayı behçeti me'va olur alem bu ya alemefruz bir güzel can u ciğer mevcud iken zahidin derdi nüketkeşta olur alem bu ya gel revan ol ya gibi cuyı iradetle müdam menzilin mevla bilir ala olur alem bu ya gam yeme ağyar içün zerre gönülden istima çünki her firavn'a bir musa olur alem bu ya nazımı mumaileyh ismet efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz bir tarihlerinde mısrı kahire tarafına azimet ve yirmi sene mikdarı hidematı mısriyye'de istihdam olunduktansanrı dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle canibi anadolu'ya azimet ve bazı mütesellimin ve voyvadaların kitabetle maiyetlerinde bir zaman meks u ikamet eyleyüp muahharen kastamonu defterdarı ve badehu sivas defterdarı maiyetlerinde dahi bir vakt hizmeti kitabetde bulunduktan sonra musul valisi müteveffa incebayrakdaroğlu mehmed paşa'nın divan kitabetine memur ve o suretle dahi bir müddet güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra paşayı müşarünileyhin vefatında dersaadet'e avdet ve bir vakt mürurunda hazinei celilei maliye tarafından tahrirat kitabeti hizmetiyle canibi anadolu'ya azimet ve bir kaç sene zarfında hizmeti mezkureden müfarakatına mebni trablusgarb canibine revan ve ol havalide dahi bir zaman puyan olarak iki yüz altmış yedi tarihlerinde deri aliye'ye bi'lmuvasala paşakapısı kurbunda bir bab mektupçu dükkanı güşadiyle guşegiri aram olmuştur. mumaileyhin neşr u nazma dair haylice güftarı ve kendüye mahsus etvarı vardır. gönülde şulei cansuz u dudı ah var serde yine oldum duçar aşk ateşiyle bir gamı serde hayali lali şirininle ey sakiyi gülçehre ne kanlar nuş ider erbabı işret bezmi sağarda gamınla bana dünya duzah oldu ey kıyametkadd giribanın nola derdest idersem ruzı mahşerde begim uşşaka vaz geç naz u nohut eylemekten kim seni rencidehatır itmesinler tarzı aherde bu nayistanı alem içre ismet görmedik asla senin izharı hamende olan lezzatı şekerde nazımı mumailyeh ismail ismet efendi kemalpaşa mahallesi imamı ali efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz elli sekiz senesi maliye hazinesinde esham muhasebesi dahilinde vaki maden kalemi ketebesi silkine bi'lilhak kalemi mezbura müdavemetle bir mikdar tahsili kitabet eyledikten sonra iki yüz altmış yedi senesi trabzon eyaleti tahrirat kitabeti hizmetine memuren mahalli merkuma azimet eylemiştir. mumaileyhin haylice eşarı vardır. zuhurı hat ile ruyı arakrizi hacaletdir bulutdan nem kapar ruhsarı yar ateştabiattir metaı vuslata harç itmeyüp böyle geh u bigah nukudı eşki bihude nisar itmek sefahatdir cemali yare düzdide nigahın bezmi işretde aman ey gamze ifşa eyleclis emanetdir saçup lü'lüi nazmı hame hergiz sahnı irfanı göherpaşı maarif olması hayli semahatdir tecahül kıl bu eyyam hüneri düşmende akilsen sakın izharı ilm itme ata gayet cehaletdir nazımı müşarünileyh şeyhülislam mehmed ataullah efendi şeyhülislamı esbak esad efendizade mehmed şerif efendi merhumun sulbünden bin yüz yetmiş üç senesi şehri cemaziye'levvelinde zinetefzayı kehvarei vücud olup yüz seksen beş senesi hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve yüz doksan yedi senesi şehri muharreminde galata mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz dört senesi şehri rebiü'levvelinde edirne mevleviyyeti payesini ihraz ve iki yüz altı senesi mekkei mükerrevleviyyetine mazhariyetle azmı canibi hicaz eyleyüp bade'lavde iki yüz sekiz senesi şehri şevvalinde kazayı darü'lhilafetü'laliye ilavesiyle hizmeti müstevcibü'lmefharetnikabına memur ve iki yüz on üç senesi şehri şabanında anadolu ve iki yüz on beş senesi şehri mezkurunda rumeli sadaretleri payei muteberelerini haiz olarak iki yüz on dokuz senesi şehri şabanında rumeli sadaretiuhdesine bi'ttevcih vayedarı şadi vü hubur buyrulup iki yüz yirmi bir senesi şehri recebinde labisi libası fetva ve iki yüz yirmi iki senesi şehri cemaziye'levvelinde makamı valayı meşihatden müfarakat ve ertesi günü samiyen cahı valayı mezkura mukarenetle kamreva buyrulmuş ise de iki yüz yirmi üç senesi şehri cemaziye'levvelinde makamı valayı fetvadan mazulen bebek nam mahallde vaki sahilhanesinde ibadatı cenabı rabbi kadir ile meşgul iken akçakaranlık nam kasabaya sevk u isra ve iki sene mürurunda arpalığı olan medinei güzelhisar kendüye cay u me'va kılınüp bin iki yüz yirmi altı senesi şehri ramazanı mağfiretnişanında azimi darı me'va olmuştur. medinei mezburede vaki camii atik sahasında medfundur. müşarünileyh ilm u fazlı zahir bir fazılı sahibmüessir olup haşiye ve fununı saireye dair müteaddit risale ve mürettep bir kıta divançei renginmakale ile ceridei halde ibkayı nam eylemiştir. kerem u lutf u ata itdi bana hazreti şeyh feyzbahşayı hayat oldu dile şerbeti şeyh ben esir olmuş idim nefs u heva destinden kim halas itdi beni tantanai himmeti şeyh okunur hutbei namide minaberde veli şanı kutbiyet ile buldu şeref şevketi şeyh işte gavsiyet u ferdiyetine oldu delil arab u rum u acem'de çalınır nevbeti şeyh istigase iderek dirsen eger sadeddin irer imdada ki bu mucizei kudreti şeyh evliya içre beni şeybe deyü yad oldu cümlesin itdi tefevvuk hele ferdiyyeti şeyh bendei efkar u naçiz ata kemterinin sayeban oldu serinde ilimi nusreti şeyh nazımı mumaileyh çırçırlı ata efendi aksaray mektebi muallimi sibyan müteveffa abdullah efendi'nin sulbünden bin yüz altmış dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divanı hümayun kalemine devam ve bir müddet dahi taşralarda bazı voyvodegan u mütesellimin beşli zevatın kitabet hizmetlerinde bulunarak imrarı şuhur u avam eyledikten sonra bin yüz doksan sekiz tarihinden tarikatı aliyyei sadiyyeye dehaletle dersaadet'de çırçır nam mahallde kain hanesinde peygulegüzini ibadet iken bu yıl allah deyü göçti ata aşk ile lahuta tarihi natık olduğuvecihle iki yüz otuz senesi hilalinde ruhı şerifi alemi lahuta azim ve cesedi latifi mahalli kilis camii hatırasında rahmeti hakk'a mülazım olmuştur. mumaileyhaşkı ilahiye mazhar bir zatı ferhundeseyr olup mübtelayı yarı aşk tarihi veladeti ve adedi lafzaı celal tarihi müddeti hayatı vaki olmuştur. mürettep divanı eşarı vardır. her dil olmaz cilvegahı şahidi esrarı feyz degme bir gonceye düşmez jalei asarı feyz aşık olmazsa çahı zindan ifetdihi mukim yusufasa olamaz şayestei bazarı feyz itme iskender gibi abı hayatı cüstcu neş'ebahşı cavidandır sagarı sersarı feyz suzeni tevbihi mürşid zahmdar eylerse de rabt ider çakı dili elbet şuaı taze feyz sen heman seylab kıl eşki nedametle ata bağı alemde virir nahlı hulusun barı feyz nazımı müşarünileyh ata beg sudurı izamdan halil mehmed paşazade müteveffa arif beg'in mahdumu mısrı kahire kadısı salifü'tterceme raşid beg merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi dört senesi hilalande kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz dokuz senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz elli dokuz senesi sofya mevleviyyetine ve iki yüz altmış iki senesi kahirei mezbure mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz altmış dört senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payesini haiz ve muahharen meclisi maarifi umumiyye azası sınfına ilhak olunarak iki yüz altmış altı senesi anadolu sadareti payei refiasını ihraz ile beyne'lemasil mütemayiz olmuşken iki yüz altmış sekiz senesi şehri muharreminde ruhı revanı gülzarı cinana revan olmuştur. müşarünileyh ahlakı hasene ile mevsuf ve kemali insaniyetle maruf bir şairi maarifme'luf olup nazm u neşrinin kemali belagat ve fesahati müstağnii tahriri hurufdur. suzişi dilde karar eyledi narı gurbet goncei hatıra kar eyledi harı gurbet gurbetin derdi dili zarımı zar eyler iken iki başdan bana cevr itmede barı gurbet serseri gezmede biçare gönül avare beni candan geçiren zar u nizarı gurbet eyleme gamla tevaggul gider elden gamzen hoşça geçsin gönül o barı diyarı gurbet hiç yok çare ata vasla sabırdan gayri gider elbette gönülden şu gubarı gurbet nazımı müşarünileyh ahmed ata beg enderunı hümayundan mahrec müteveffa tayyar efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup sarayı hümayunda bir müddet hidematı seniyyede istihdam olunduktan sonra darı şurayı askeriyenin hini bidayetinde hizmeti kitabetle darı şurayı mezkura birkaç sene müdavemet ve iki yüz elli altı senesi hacelik rütbesine nailiyetle girid valisi esbak mustafa paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde cezirei mezburede bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış senesi şurayı mezburda vaki hizmeti kadimine bi'lmüracaa iki yüz altmış bir senesinde barütbei salise adana malmüdürlügüne ve iki sene mürurunda kendisine rütbei saniye ita ve o esnada halebi şehba eyaleti malmüdürlügüne memuriyeti icra kılınüp iki yüz altmış beş senesi dersaadet orduyı hümayunu muhasebeciligine memur u tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin hitamından sonra uhdesine rütbei ula sınfı ula bi'ttevcih rumeli orduyı hümayunu müşteşarlığı memuriyeti behiyyesine revnakefza olmuş ve muahharen memuriyeti mezkureden münfasilen dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh fenni tebabete aşina bir miri maarifpiradır. gazeli rengintirazı dehandır söyle ey aşıkı şuride nedir bunca hicab yok mu sende dahi nezarei ruhsar mehtab nice aşık denilir böyle revişlerle sana yanarak olmalısın ateşi aşka kebab yoksa bilmez misin adabı niyazı sen de okumadın mı acep tarzı muhabbetde kitab hele havf eyleyegör varken iraden elde böyle endişei ham ile yanup olma harab gice gündüz benim endişeiata bilirim çekmedesin duzahı aşkda azab nazımı mumaileyh ata efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup bir mikdarulumı arabiye vü farisiye tahsil eyledikten sonra bin iki yüz elli dokuz senesi maliye hazinesi dahilinde bulunan esham muhasebesine müdavemete mübaşeretle iki yüz altmış beş senesi muhasebei mezkureye mülhak tatbik odasına naklı memuriyet eylemiştir. bir mikdar eşarı vardır. filki kudret şakk olup nakşı hilal olmuş sana levhden nur ayeti inmiş cemal olmuş sana mezc olup tarı şebi yelda ile rengi şafak birisi kakül biri ruhsarı al olmuş sana bilmezem ki kangı mezhebdensin ey aşubı can besmeleyle bismili aşık helal olmuş sana intisabı dergehindir maksadı ins u melek çün esas aferiniş imtisal olmuş sana galiba yağmalamış saman u sabrın bir peri bildigim iffet degilsin başka hal olmuş sana nazımı mumaileyh mehmed iffet efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile o esnada mahrusai mezburede ikametsazı irşad olan meşayihi izamdan selimiye dergahı şeyhi ali behçet efendi merhumdan ahzı inabet eyleyüp bazı hahişgeranı ilm u kemala talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eylemekte olduğu halde imrarı vakt u saat itmekte iken bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde işbu tekyegahı fenadan nüzhetserayı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyh zahir ve batını mamur bir şairi maarifmevfur olup eşarı aşıkane ve üstadane vaki olmuştur. hatta müretteb bir kıta divanı matbuu vardır. hezl u mizaha bazı mertebe meyl u rağbeti olmak hasebiyle salifü'tterceme şeyh zati efendi'nin hakkında ale'ttarikü'ltayife işbu beyti latifi nazm u inşad eylemiştir: nazm şeyh emini müslüman olsun direm meşreb bu ya ben zemini asuman olsun direm meşreb bu ya beyti mezkur kemali kinaye vü mübalağayı şamil olarak sihri helal nevinden ve sehli mümteni cinsinden olduğu varestei beyan u işaratdır. matlaı güzide çü nokta mahvı vücud eyledim dehan diyerek misali muyı nazarım miyan miyan diyerek nazımı manzumei hünermendi mustafa iffeti efedi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin yüz otuz dokuz salinde darı bekaya menkul olmuştur. devri hatı dilberde ruhun anını seyr it bir içre mehin pertevi rahşanını seyr it üftadesine hamle içün ol şehi hüsnün safbeste olan leşkeri müjganını seyr it peymanei serşar o mehin meclisi meyde öptü lebini gözgöre tuğyanını seyr it itdi meyi mahbuba teneffür dimiş ağyar kat kat bana itdikleri bühtanını seyr it dur olma afifa sırı muini hatadır devri hatı dilberde ruhun anını seyr it nazımı mumaileyh salih afif efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup silki kazaya süluk ile babı fetvayı penahide edayı hizmeti kitabet ve muahharen sudurı izamdan imamı evvel şehryari sabık zeynelabidin efendi'nin mektupçuluk hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat itdikten sonra babı seraskeride vaki terceme odasında kitabet hizmetinde istihdam olunmakta iken bin iki yüz elli dokuz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. kıta sultanı aşkı münzelidir dil medinesi halvetserayı sinedir anın hazinesi hahişgeranı mekkei irfana müjde kim yerdir nükudı şevkile kalbim definesi nazımı manzumei hünermendi çelebi seyyid ali efendi çelebiyanı alimekandan olup nice müddet türbei fülki mertebei cenabı mevlana'da mesnevii şerifi ifadei latifi ile güzarendei eyyam u avam olduktan sonra bin yüz doksan tarihinde azimi darı cinan olmuştur. gice yaran ile geh hançerin andık geh ebrusun biraz söyleşdik ol mahın orasından burasından itdi bizi tiri gamı hicrana nişane bilsen acaba neyledik ol kaşı kemana nazımı şöhretefza mir süleyman anka memleketi şiraz'da aşiyansazı alemi vücud olup bir aralık asitanei saadetaşiyane tarafına sevki cenahı muvasalat eyleyerek bir müddet lanegiri aram u ikamet ve her vecihle sahibi nam u şöhret olmuş iken bin iki yüz yirmi beş tarihinden sonra kuşça olan canına kuhı kafı ademde me'va ve kendisini hemnamı olan anka gibi uyunı insandan nabedid u napeyda eylemiştir. beyzai tabı olmak üzre ikiaded beyti pesendidesi teberrüken keşidei ceridei acizi kılınmıştır. natı şerif resul hakka ki kevneynin şehidir risalet burcunun mihr u mahıdır nebiler cümle makbulı huda'dır senin zatın hak'ın manzargehidir ledünni ilmine alem olupdur hakikat sırrı vahdet agehidir şefi olan kıyametde bize ol amelden üstümüz zira tehidir yeter izzet bu avni der deminde habibi hazretin hakı rehidir nazımı mumaileyh şeyh avni efendi eyyub efendi zaviyesi şeyhi salifü'tterceme eşrefzade şeref efendi merhumun sulbünden mahrusai burusa'da bin yüz yirmi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir aralık mazharı tacı hilafet ve bin yüz kırk altı tarihinde pederi mumaileyhin rahatlarında zaviyei mezkurede naili meşihat olmuş iken yüz elli sali hilalinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyhin eşarı şeyhane vaki olmuştur. gazeli natamam tiri müjen takınca kemana birer birer amacı canı aldı nişane birer birer dur olsa iltifatı nigahın fütadeden elbet gelir kapına emana birer birer piçide hale çünkü girihgiri kakülün arar tararsa cünhamı şane birer birer maksat üsulı aşk ise kanunı sinede mızrabı ahı urarak cana birer birer nazımı manzumei hünermendi yağcızade mehmed avni efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye salik ve bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde libası hayatı müstearı tarik olmuştur. mumaileyhin eşarı aşıkane vaki olmuştur. oldu rühsarına taklid ile gül har ile hor göz diker didene nergis ola bu kar ile kor tiğine berki tecelliyle su virmiş ol mah turı hakimde yanar meşalei nar ile nur sevki ülfetle beni tebzedei hecr itdi canıma işte o ateşleri bu kar ile kor ram idüp kabzaya aldı o kaşı yayı gönül gerçi ya hakk diyerek eyledi çok zar ile zur rahı tahkike girüp kafilei aşka uyup zahidi har mineti barı gamı yar ileyor piç u tab u hat u gisu ile yatdım bu gice alemi habda üşüdü başıma mar ile mur dil heva vü hevese uydu cihana geldi itdi ayni vatanımdan beni bu dar ile dur nazımı mumaileyh hasan ayni efendi medinei ayıntab'da bin yüz yetmiş tarihinde tabendei alemi şühud olup iki yüz beş tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil olmuş ise de muahharen tariki mezbura ademi rağbet ve mikdarı vafi maaşa nailiyetle ihtiyarı tekaüdi eyleyüp iki yüz kırk yedi senesi bazı ketebeye talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eylemek üzere hacelik ünvaniyle babı aliye memur ve tayin olunup nazm: ayni'ye virdi padişah lütfen nişanı iftihar tarihi rotası mealince iki yüz altmış yedi senesi lağv olunmuş olan nişanlardan bir kıta salise nişanı gevherefşanı talike giribanı mefhareti tezyin kılınmış iken ayni'ye ömrü gelmedi lemhi basar kadar tarihi adedince bin iki yüz elli dört senesi şehri saferinde darı bekaya nakl u sefer eylemiştir. tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensubiyeti münasebetiyle naşı mağfiretnakşı galata mevlevihanesi hatırasında süpürdei hak olmuştur. mumaileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup bir kıta divanı ve nazmı cevahir isminde bir aded lugatnamei sahibü'lbeyanı vardır. harfi'lgayın her babda bir derde düşer derbederi aşk haşa ki kedersiz geçile rehgüzeri aşk geh nefy u geh ısbata düşer hulkı dehanın bibehredir ol meselede behreveri aşk mahmurunu hüşyar ider camı muhabbet sahibi haberi hayret olur nice aşık nüh kubbei eflakı yıkar zor ile amma kırmaz yine zencirini divane seri aşk kim kadir ilac eylemege hükmi kaderdir tarihi imiş galibi zarın eseri aşk nazımı müşarünileyh şeyh mehmed esad galib efendi ketebeden mustafa reşid efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz yetmiş bir senesi zinetefzayı alemi vücud olup divanı hümayun kalemine bir müddetcik müdavemetle muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile konya'ya azimet eyleyüp çilekeşi hizmeti tarikat olmuş iken hizmeti memuresi residei hitam olmaksızın validi mumaileyh tarafından vaki olan eşara mebni dersaadet'e avdetle yenikapı mevlevihanesi'nde tekmili hizmet eyledikten sonra galata mevlevihanesi'nde nice müddet postnişini irşad ve cümle indinde makbul bir mürşidi kerametmutad olduğu halde canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dil mısraını guya buyurarak iki yüz on üç senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh fazl u kemali zahir bir şeyhi kerametmüessir olup nazmı suhanda olan kudret u mikneti divanı belagatünvaniyle sair eseri kalemi olan güftarı fesahatdisarından bedihi vü celidir. ol şuhı güzelgerden bensiz hulkunda da hüsnünde de guya ki dehensiz ruhsarına ol sebzei hat virdi letafet yok revnakı bağın eger olursa çemensiz tiz gelse devamı olamaz devleti dehrin yok lezzeti vaslın olacak hecr u muhansız fasl oldu bahar sayfile hem kühneyi hüda dil istemedi azmı rehi gülşeni sensiz galib çalışır pir u arifan olayım dir debi şuara şöyleki turmazdı suhansız nazımı müşarünileyh sadrı esbak seyyid mehmed said galib paşa mektubii sadrı ali odası serhalifesi müteveffa ahmed efendi'nin sulbünden bin yüz yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir müddet odai mezbura devam iderek silki haceganiye duhul ile bekam buyrulup iki yüz on senesi evailinde odai mezkur serhalifeligi memuriyetine ve iki sene zarfında memuriyeti mezbureden vukuı infisaliyle metruk cebeciler kitabetine ve bir müddetcik sonra amedii divanı hümayun memuriyetine menkul ve beş sene tamamında muahedat tanzimiçün paris canibine mevsul bade tamamü'lsulh dersaadet'e avdetinde hilafı me'mul büyük tezkirecilik hizmetine mevsul olarak üç sene müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra ki iki yüz yirmi bir senesi makamı riyasete ve bir sene mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyitine ve iki yüz yirmi iki senesi saniyen makamı riyasete ve iki yüz yirmi altı senesi sadareti uzma kethüdalığına ve iki yüz yirmi dokuz senesi salisen makamı riyasete revnaktırazı izaz buyrulup üç buçuk mah mürurunda riyaseti mezkureden azl ile makarrı nefyi rüesa olan kütahya'ya nakl eyleyüp müddeti kalile zarfında rütbei samiyei vüzeratı bi'lihraz bolu ve viranşehir sancaklarına ve beş altı mah mürurunda sivas sancağına ve iki sene müddetde niğde ve yenişehir sancaklarına ve badehu ankara ve kangırı sancaklarına ve bir müddetten sonra tekrar bolu ve kastamonu sancaklarına sayeendaz olmuş iken. mısdakınca az müddetde bazı münafeseye mebni refi vezaretiyle medinei konya'ya azimet ve bir vakt ikamet eyledikten sonra vezareti bi'libka bozok ve kayseriye sancaklarına ve altı yedi mah zarfında hudavendigar ve kocaeli sancaklarıyla bahrı siyah boğazı muhafızlığına olan memuriyetini bir mah mürur eyledikte yani iki yüz otuz dokuz senesi rabiü'lahirinde makamı valayı sadarete ikad ve dokuz mah tamamında makamı sadaretden azl ile iptida gelibolu'ya ve birkaç mah mürurunda manisa'ya nefy u ibad olunup münefasına kable'lvürud saniyen vezareti ibka ve şark seraskerligi inzimamiyle erzurum eyaletine sayebahşı itila buyrulduğu halde üç sene mikdarı eyaleti merkumede icrayı hükümdari eyledikten sonra iki yüz kırk dört senesi hilalinde salisen rütbei vezaret uhdesinden sarf u tahvil olunarak balıkesir nam kasabaya nefy u tesbil olunup kasabai mezbureye vüsulunu müteakiben azimi kurbgahı cenabı rabbi celil olmuştur. müşarünileyh fenni kitabet ve inşada nadirü'lakran ve süratı kalem ve irası hüsnı makalde müşarünileyh bi'lbenan bir veziri alişan olup eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. daima bir kays bir leyla olur alem bu ya bir güle bin bülbülı şeyda olur alem bu ya iltifat it herkese itme hakaretle nigah vakt olur kim rütbesi ala olur alem bu ya leylei hecr u firaka kıl tahammul çekme gam doğmadan gün bak neler peyda olur alem bu ya asr u yesri kıl tefekkür ruz u şeb zevkinde ol gündüz olur leylei zülma olur alem bu ya bir kuluna rabbim eyler ise tevffikin refik maliki dünya vü mafiha olur alem bu ya gerçi biberg u semerdir nahlı ümidim veli giderek pürberg u müstesna olur alem bu ya sikkesi altına galib kim girüp olursa kul mahremi esrarı mevlana olur alem bu ya nazımı mumaileyh abdulhalim galib paşa dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup maliye mektupçusu odasından neş'etle kapudanı derya tahir paşa merhumun mukaddema mühürdarlık ve muahharen divan kitabeti hizmetine memur ve bir müddet dahi marmara voyvodalığı'nda güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra sadrı esbak izzet paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle beritü'şşam canibine azimet ve bir vakt ikametle dersaadet'e avdetinde bir müddet postahane kitabetinden ve badehu postahane nazırı sabık hüseyin beg'in mühürdarlık hizmetinde bi'listihdam sabıkan mabeyni hümayun başmemuru hamid paşa'nın kitabet hizmetine nakl ile bir kaç mah zarfında uhdesine salise rütbesi bi'ttevcih viranşehir kaimmakamlığına ve biraz vakt mürurunda ankara defterdarlığına memur ve iki yüz altmış beş senesi kaimmakamlıkla batum nam mahale azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi hilalinde tırnova kaimmakamlığına memuriyeti bi'licra uhdesine mirümeralık ve iki yüz altmış dokuz senesi evahirinde miri miranlık rütbei refiası tevcih u ita buyrulmuştur. mumaileyhin eşarı adisinden başka etrakı biidraki taklid suretinde haylice eşarı letafetdisarı vardır. alemi devr itse de zahid cihan peymayı aşk meskeni kalbi muhabbetdir yine me'vayı aşk niş u zehre bayı ayş u nuş olur her katresi bezmi zevke muttasıldır var ise minayı aşk böyle hamuş olma ey gül goncei rana gibi ta besubh efgan eyler bülbülı şeydayı aşk şivei reftarını seyr eyleyen hayran olur kametindir ey peri sırr u çemenarayı aşk sırrı ruyun fehm ider mi galiba her geçnazar noktai hali siyehde gizlidir manayı aşk nazımı mumaileyh mustafa galib beg çıldır sancağı kaimmakamı ismail paşa'nın sulbünden leskofça kasabasında bin iki yüz altmış üç senesi pederi mumaileyh ile beraber dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış altı senesi mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış sekiz senesi bosna valisi veli paşa'nın divan kitabeti hizmeti ile mahalli mezkura azimet ve biraz müddet mürurunda eyaleti bosna'da vaki banyoluka kazası kaimmakamlığına mevsul ve iki yüz altmış dokuz senesi kaimmakamlıkı mezkurdan mazulen dersaadet'de bi'lvüsul işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında orduyı hümayunı bahriye kitabetine memuren kırım canibine badı benekşayı azimet olmuştur. bir mikdar eşar u güftarı vardır. şikeste nahlı kadem kameti dildarı gördükçe olur sadpare cismi gamzei hunharı gördükçe seri kuyunda cana ağlarım gördükçe ağyarı figan itmez mi bülbül devri gülde harı gördükçe dilim handan olur ol lali şekerbara bakdıkça gözüm giryan olur ol didei güdarı gördükçe bulur ten taze bir can vuslatın tekrarını görsem kararım mahv olur hecrinde istikrarı gördükçe tutar dünyayı ahım şevki lali tabnakından nihali avdı galib nice yanmaz narı gördükçe nazımı mumaileyh ismail galib beg hamid sancağı kaimmakamı sabık surre emini hacı mustafa ağazade izzet beg'in sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli dokuz salinde mektubii sadrı ali hulefası sınfına ilhak olunmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce hacelik rütbei refiasına nail olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. tarı zülfün dili avareye zencir itdim ahseni vechile divaneye tedbir itdim gör yanar namei aşkımda sakın surh sanma kilki müjganı hunalud ile tastir itdim gerçi kim seyri cemalinden ırağ itdi beni defteri aşkına namım hele tahrir itdim şebi firkatda hayali beni tenha komadı subh olunca ana ahvalimi tefsir itdim serfiraz olsa garibi nola aşk içre bu gün hizmetinde o şehin kendimi çün pir itdim nazımı müşarünileyh çelebi esseyid ebubekir garibi efendi salifü'tterceme çelebi elhac arif efendi merhumun mahdumu olup müşarünileyhin vefatından sonra ki bin yüz elli dokuz tarihinde asitanei cenabı mevlana'da serirarayı irşad olmuş ve bin yüz doksan dokuz tarihinde azmı kurbgahı cenabı rabbi ibad olmuştur. nazm hamd ola irdi sitanbul'dan bu dem merdi huday payei tedrisle oldu zatı paki rehnumay rindei danişveran hoş yerlerinde ehli fazl imtihan içün heman rumeli'de şöhretnumay ilm ile kenzi edeb aslı şerif valaneseb lutf ile tullaba hep itdi sualatı becay şevkile tutii gülzar hod niyazi mahlası bezmi kurada güherbar bülbülı gülşenseray en geride vakti teşrifin sorarsın ey gulam asumandan indi ali tarihi mergubı nay nazımı mumaileyh gulam efendi eregri nam mahallde mütevellid olup tariki şazeliye süluk eyleyerek mahalli mezkurda zaviyedar olduğu halde ile'lan neşri ulumı aliye eylemektebulunduğu mervidir. güftarı kelamı mevzun kabilindendir. harfi'lfe feryadımız ol yare de ağyare de kalmaz ahı dili bülbül güle de hare de kalmaz tiği nigehin kim dokuna bir dili zara sadpare de olmazsa o yekpare de kalmaz evrakı kitabı emelim itdi perişan cemiyyeti dil çarhı sitemkara da kalmaz zülfünden anın oldu nice mürgi dil azad ol damda kebki dili avare de kalmaz elbet de gelir yoluna itdikleri faiz hunı dilimiz gamzei hunhara da kalmaz nazımı mumaileyh abdurrahim faiz efendi esadzade müteveffa said efendi'nin mahdumu olup bin yüz altı tarihinde tariki tedrise dahil ve tekmili devri medaris ile galata kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra bin yüz otuz sekiz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mevsul ve o suretle mısır hükumetine menkul olarak senei merkuma şehri cemaziye'levvelinde kahirei mezburede hakim bulunduğu halde fücaeten darı bekaya azim olmuştur. mumaileyh idarei bahs u kelama kadir bir şairi mahir olup hattı talikde yekta ve nazirepervazlıkta bihemta olduğundan başka satrançbazlıkda şahane ve ihtiraı mensubede ferzane olduğu varestei kayd u sütur ve salim efendi tezkiresi'nde birkaç aded gazeli bibedeli mukayyed u mesturdur. kuyı vasla hattı canan per u balimdir benim daldan dala konan mürgi hayalimdir benim öyle zib itmiş ki hüsnün hat ile ol mumiyan kıl kadar yok aybı varsa kil u kalimdir benim dağdarı harı cevri olsam ol şuhun nola bağı dilde kad keşide gülnihalimdir benim maha teşbih eyledim ol mihri hüsnü didi kim duşı nazımda kamer bir köhne misaldir benim aşıkı mümtazın ol şekerlebe sordum dedi faiki tutizeban şirinedalımdır benim nazımı mumaileyh ömer faik efendi mukaddema mühürdarlık hizmetiyle bazı vüzera kapu kethüdaları maiyetlerinde bir müddet istihdam olunup muahharen uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih bazı menasıbı divaniyeye nail olduktan sonra bi'lahire ol vaktin tabiratı üzere şıkkı salise defterdarlığı memuriyetine bi'lvüsul faiki akran u emasil olmuş iken bin yüz kırk beş salinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh tarikatı aliyyei nakşiye muhibbanından olup bir mikdar eşarı vardır. mukbilin cahına mı malına mı tan idelim müdbirin karına mı haline mi tan idelim olmadı mes'elei müşkilimiz şerh ile hal hacenin kilına mı kalına mı tan idelim o bütün ateşi ruhsarı beni yandırdı vechinin eline mi nalına mı tan idelim gam ile geçmededir vaktimiz eyvah eyvah felegin mahına mı saline mi tan idelim hazreti miri suhanpervere olmaz tanzir faik'in tabına mı kalına mı tan idelim nazımı mumaileyh süleyman faik efendi sakız muhassılı müteveffa hafız ali ağa'nın sulbünden cezirei sakız'da bin yüz doksan sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani tufuliyetinde pederi mumaileyhin istishabiyle dersaadet'e bi'lvürud sinni farkı temyizi nik u bede mürur olduğu avanda mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve müddeti kalile zarfında hacelik rütbesine nail olduktan sonra mukadem ve muahher bir kaç defa memuriyeti mahsusa ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz yirmi altı senesi orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde sergi muhasebesi nezaretine ve iki yüz yirmi dört senesi mezkur mektubi odası serhalifeligine ve iki yüz yirmi dokuz ve otuz iki ve sekiz seneleri iki defa esham muhasebeciligine mevsul ve muahharen metruk kalyonlar kitabetine menkul olduktan sonra iki yüz kırk bir senesi mektubii sadrı ali memuriyetine ve bir müddet mürurunda mevali mühasebeciligine ve iki yüz kırk beş salinde haremeyn muhasebeciligine iki sene tamamında ruznamçei evvel mansıbına ve iki yüz elli senesi ceride nezaretine revnakefza olmuş iken iki yüz elli üç senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh fenni inşaya aşina bir katibi hoşeda olup sefinetü'rrüesa nam eseri latife bir mikdar zeyli ve bir mikdar eşarı vardır. ilahi gülsitanı vahdetin bülbülleri busitanı marifet sünbülleri cümlesi bağı hakikat gülleri halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur sıdkile sen de yürü var bende ol asitanı pire serefgende ol sen de bul sen de ara var sen de ol halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur aşkdan zatında var ise eser almak istersen muhabbetten haber talib isen çalma bundan gayri der halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur dergehi şaban efendi er yeri zatı paki evliyanın serveri feyzi toldurdu anın bahr u beri halvetiler vakıfı irfan olur her ibiri mülki dile sultan olur can içinde cana vuslat isteyen aşkile faik gibi daim yanan gelsin işte pir işte asitan halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur nazımı mumaileyh mehmed faik efendi salifü'tterceme şeyh mustafa safi efendi merhumun sulbünden bin yüz otuz dokuz tarihinde medinei bolu'da panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tahkiki müşkilatı maneviye itmekte iken bin iki yüz altmış bir senesi hilalinde azimi darı cinan olmuştur. ider bir lahzada şahı gedaya hu zamandır bu gedaya bahş ider tahtı süleyman'ı cihandır bu gel ey tıflı müeddeb kırma bica şişei kalbi kabulı iltiyam u cebri müşkil bir ziyandır bu görüp sinemdeki dağı cünunu sanma bihude şehenşahı muhabbetden virilmiş bir nişandır bu cihanın germ u serd u nik u bed ahvaline sabr it maarifperveranı asra darı imtihandır bu sözün kes yohsa kat eyler zebanın hameveş tiğ nazire söylemek haddin mi faik çok tabandır bu nazımı mumaileyh süleyman faik beg mahrusai bağdad'da bin iki yüz otuz senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup belgırad muhafızı hakkı paşazade izzet paşa'nın feriklikle bağdad'da bulunduğu avanda bir müddet kitabet hizmetinde bi'listihdam iki yüz elli yedi senesi müşarünileyh ile beraber dersaadet'e muvasalat ve muahharen hacelik rütbesine nailiyetle müddeti medide müşarünileyhin divan kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra iki yüz altmış dört senesi teşkil olunmuş olan ırak orduyı hümayunu meclisi kitabetine ve muahharen bağdad eyaleti nüfus kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. ol peri madam vazı dilnevaz eyler bana her ne rütbe çarh cevr eylerse az eyler bana ben o mecruhı hadengi gazayım ey bihaber kim tabibi ruzgar arzı niyaz eyler bana mürgi bikaydım benimçün gayriden yok ihtiraz her ne eylerse o çeşmi şehbaz eyler bana kabeyi kuyı dilarayı sual itdikçe ben zahidi kemrah tarifi hicaz eyler bana faika bilmem bu istiğna nedir kim badezin çar ebrulandı ol afet ne naz eyler bana nazımı mumaileyh salih faik beg manastır hanedanından olup unfuvani şebabetinde bin iki yüz yetmiş altı senesi hilalinde dersaadet'e bi'lmuvasala altmış yedi salinde kendisine rikabı hümayun kapıcıbaşlığı rütbesi bi'lita altmış sekiz senesi evahirinde harput eyaletinde vaki siverek kaimmakamlığına memur ve muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan buuden dersaadet'e menkul olmuştur. nazımı mumaileyh abdulkerim faik efendi bağdadiyyü'lasl olup bi'lahire canibi iran'a azimet ve müzehhiblik sanatını tahsile say u gayretle muahharen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh sanatı mezkurede mahareti şahir bir şair olup eşarı farisiyesine kemali itinası olmak mülabesesiyle bir kıta farisi nigahı tezkirei acizanemize tahririni ilhah eylemesi üzerine balada muhharer gazeli sebti ceride kılınmıştır. hep bozuldu nefhai sazı nevayı merhamet hayli demdir guşuma gelmez sadayı merhamet bilmezem bu hilkatı alemde mi insaf yok olmadım mı yohsa ben hergiz sezayı merhamet bu ne haletdir cila bulmaz uyunı şairan haksar olsa cihanda tutiyayı merhamet istikametden düşüp burc u hisarı kalmamış kalbi aşıklar gibi olmuş binayı merhamet müttali oldum ki fatih defteri afakta lafzı bimana gibi kalmış semayı merhamet nazımı mumaileyh fatih efendi şirvaniyyü'lasl olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen divanı hümayun kalemi şakirdanı silkine dahil ve bi'lahire hacelik rütbesine nail olduktan sonra mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bin iki yüz eli senesi hilalinde kahirei mezburede darı bekaya rihlet eylemiştir. fatiha oku efendi fatih'e tarihini kıbrısizade ismail hakkı efendi inşad itmiştir. gönül meyl eyledi şimdi yine bir taze canana melahat mülkünün sultanıdır ol çeşmi mestane açılır nazile ruyunda güller hande itdikçe olur bülbül gibi üftadeler hep mest u hayrane zelihayı zamandan bir nişan kalmış bu alemde anınçün eylerem canım fida ol cana dermane perişan zülfünü gördüm görelden pek perişanım dağıldı akl u fikrim başladım feryad u efgane yanup mecnunveş sevdayı aşka şimdicik fatih cemali şemi yare olmada biçare pervane nazımı mumailyeh fatih efendi mevaliden ahmed zihni efendi'nin sulbünden edirne eyaletinde vaki bikarhisarı nam mahallede bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mahrusai edirne'de bir mikdar fünunı arabiye ve farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz altmış altı salinde dersaadet'e bi'lvüsul mektubii maliye hulefası sınfına duhul eylemiştir. natı şerif ey tabı eltafı keremi kenzi hakikat ey sahibi mirac u kerem ayeti rahmet pervanei dil bir gice yansa nola ansız nurı ruhunun şemine ey şemsi nübüvvet keşf ile yüzünden okuyam ayeti ruyun ey mecmaı esrarı huda hacei hikmet almışsa da perde yüzümün karesi çak it kurtar şebi zulmetden aya nurı hidayet ümidi visalinle gönül yanmada her gah fahir ne yapar nusretin itmezse inayet nazımı mumailyeh elhac halid fahir efendi eşrafı kuzatdan çavuşzade müteveffa hasan efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi bir tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz beş senesi rüus kalemine çırağ olunarak iki sene mürurunda tobhanei amire nezaretinde vaki ruznamçe odasına müdavemete mübaşeret ve o esnada selimiye dergahı'na postnişini irşad olan burusevi behçet efendi merhumun asitanı feyzaşiyanına dehaletle hizmetlerine muvazabet üzre iken müşarünileyhin irtihali vukuuyla iki yüz kırk tarihinde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e avdetinde yine odaı mezbura müdavemete mübaderet eyleyüp ilmi inşada olan malumatı icabınca iki yüz elli dört senesi odai mezbur başkitabetine ve iki yüz elli altı senesi kitabeti mezburenin lağviyle dikimhanei amire ruznamçeciligi memuriyetine ve birkaç mah zarfında elbisehanei amire nezaretine ve badehu mektubii maliye odasına nakl ile muahharen nizamiye hazinesinde vaki tahrirat odası başkitabeti memuriyeti bi'licra iki yüz altmış dört senesi kendisine rütbei saniye tevcih u ita buyrulmuştur. mumaileyhin şir ile şöhreti yoktur. o şuhun arızı huygerdesi durmaz her an ağlar hatı nev geldiginden zannım oldur hüsn u an ağlar nice tabaver olsun didei gamnakı uşşakı hirası gamzesinden belki lafzı elaman ağlar şikenci zülfü kim üftadegana zehri kand eyler o bir dahhak marıdır ki andan ejderan ağlar derunı laleyi hali siyahın çak çak eyler güli handanı ruhsarın görünce bülbülan ağlar acep noldu yine bu fazılı pürmihnet u zara bu eyyamı sürurefzada böyle ne yaman ağlar nazımı mumaileyh hüseyin fazıl beg akka kalasına muzafe sogd nam beldede kademnihadei sahai vücud olup bin yüz seksen tarihinde vadii tuğyana puyan olan ceddi tahir ömer nam şakinin idamında mir mumaileyhi kapudanı derya müteveffa gazi hasan paşa bi'listishab her barı şevketkararı mülukaneye isal ve enderunı hümayuna çırağ ile naili amal eyleyüp devri abdulhamid hanı gazi'de enderunı hümayuna ihrac ve zamanı selim hanı salis'te kendisine rodos tevliyeti erzan veuhdesine hacelik rütbei muteberesi ihsan buyrularak bir müddet halep defterdarlığı ve muavini hümayun emaneti misillü hizmetlerde istihdam olunduktan sonra hakkında bazı gune şikayet vukuuna mebni iki yüz on dört tarihlerinde cezirei rodos'a nefy ile izac olunup bu esnada salifü'tterceme reisü'lküttab ratıb efendi'nin sureti idamı ayinei fezada cilvenüma olduktan mumaileyh kemaliyle havfa tabi olup o münasebetle illeti ummaya mübtela olarak muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala yedi sene müddet sahibfirraşı illet olduğuhalde tarih; göçdü fazıl beg gice ahbabı nalan eyledi tarihi mantukunca iki yüz yirmibeş tarihinde ruhı revanı azimi riyazı cennet ve didei giryanı civarı hazreti halid'de vaki kızılmescid nam mahallede kain kabristanda muntazırı rahmeti cenabı rabbi ehadiyet olmuştur. müşarünileyh ashabı fazl u kemaldan olup bir kıta mürettep divanı belagatünvanı ile hubanname ve zennanname isminde iki aded eseri renginbeyanı vardır. tarih şehenşahı cihanban hazreti abdulmecid hanı huda tahtı hilafetde kıla devlet ile mevcud ola dihimi şevketde burucı sabite manend yaza levh u kalem günden güne evkatını mahmud yazılsın günbegün nusret tevarihi didi fazıl ide abdulmecid han'a bu nevsali said mabud nazımı mumaileyh muhammed fazıl paşa ebu'lbekai kufi sülalesinden ve eşrafı kuzatdan ahmed şerif efendi merhumun hafidi sofya kadısı esbak müteveffa mustafa nureddin efendi'nin sulbünden saraybosna'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili ilm u kemala say u gayretle bin iki yüz otuz dokuz senesi bir kıta edirne müderrisligi rüusı hümayununa nail ve iki yüz kırk iki senesi saraybosna nikabeti kaimmakamlığına memuren mümtazı emasil olduktan sonra iki yüz kırk dokuz senesi mevleviyyetle belgırad kazasına hakim ve badehu kazayı bosna'ya mütesselim nasb u tayin buyrulup iki yüz elli senesi salise rütbesi ve iki yüz elli üç senesi livalık rütbei refiası uhdesine bi'ttevcih mütesellim bulunduğu halde kazayı mezkurda ve mahalli sairede bervefki dilhah emri askeriye ve mehammı seniyyei saireyi hüsnı idare ile bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh tabı latif bir fazılı zarif olup kendisinin bir mikdar tevarihi güzidesi vardır. gazeli zevi'lkafiyeteyn sanmasın zülfi siyahın ey gönül tumar mar eylemiş her tarını hak kuy içün dildar dar iki ebru kıblesiydi secdegahı aşıkan hattı geldi ol bütün simdi olur naçar çar meyvei vaslin gehi izhar ider ol nevnihal runümude olmuyor alemde bak her bar bar sen terahhum itmedin ey gül figan u ahıma nalei bülbül içün olmuş bütün gülzar zar zehri merdümkeşden ümidi şifa itme abes olsa mümkün mü fuada sana hiç ağyar yar nazımı müşarünileyh mehmed fuad efendi salifü'tterceme keçecizade izzet efendi merhumun nazm; budur izzet'e çarbağ ola şad fuad u reşad u murad u sedad beytinde tadad eylediği dört nefer evladı valanejadının birincisi olup bin iki yüz otuz tarihinde zinetefzayı mehdi vücud olarak pederi sağlığında tariki tedrise duhul ile ulumı arabiye ve farisiyeyi bi'ttahsil mümtazı akran u emasil olduğu halde mektebi tıbbiyei şahanede dahi bir mikdar tahsili fünunı edebiye vü hikemiye ile bir aralık asker tebabeti hizmetiyle trablusgarb'a gidüp geldikten sonra tebdili tarik iderek hacelik rütbei refiasını bi'lihraz terceme odası hulefası sınfına ilhak olunup odai mezbura mütercimi evvel olduğu halde sefaret serkitabeti hizmetiyle londra'ya azimet ve üç seneden sonra avdetle bir iki sene mürurunda sefaretle ispanya ve portekiz devletleri nezdine azimet idüp bade'lavde iki yüz altmış senesi divanı hümayun tercümanlığı memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış üç senesi barütbei ula amedii divanı hümayun mesnedi refiine nail olup iki yüz altmış beş senesi hilalinde memuriyeti mahsusa ile eflak ve boğdan canibine azimet, iki yüz altmış altı senesinde oradan doğru büyükelçilik ünvaniyle petersburg'a memuren gidüp ifayı hizmeti sefaret eyledigi halde orada iken barütbei bala sadareti uzma müsteşarlığı makamı aliyesine ve iki yüz altmış sekiz senesi evahiri şehri şevvalinde hariciye nezareti celilesine revnakbahşı atıfet buyrulup iki yüz altmış dokuz senesi şehri cemaziye'lulasında hini tahriri tezkiremizde devam iden rusya muharebesinin mebdeatı olmak üzre rusya elçisi mançikof'un nazareti hariciye makamına vuku bulan muamelei dürüştkarisi üzerine vaki olan istifası ile nezareti merkumeden münfasil olup sahilhanesinde aramsazı ikamet iken muahharen ayanos ve turhala taraflarına hücum iden eşkiyayı yunaniye'nin def u tardı memuriyetiyle ol taraflara azimet ve altı mah zarfında hüsnı muvaffakiyetle tekmili memuriyet iderek dersaadet'e avdet eyleyüp işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında iki yüz yetmiş bir senesi evaili şehri muharreminde devleti aliyede müceddeden teşkil olunmuş olan meclisi tanzimat azası silkine ilhak buyrulmuştur. mumaileyh dirayetkar ve her vecihle akran u emsaline tefevvuku derkar bir zatı alitebar olup meclisi maarifi umumiyye azasından salifü'tterceme ahmed vahdet efendi ile müştereken kavaidi osmaniye isminde bir kıta kitabeti fevaidnisabı ve bir mikdar eşarı belagatmeabı vardır. benim ol mebdei efyazı vücud benim ol menşei esrarı şühud banadır cümle hitabeti ilah benim ol hamii misak u uhud hele gez gönlümü başdan başa bak gör ki ekvanı dile var mı hudud fatihi memleketi gaybım ben baş keser seyfime adayı unud bildigin aynı ali işte benim fethi suret sana gösterdi vedud nazımı mumaileyh ali fethi efendi mahrusai ruscuk'da bin iki yüz on dokuz tarihinde panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye eylemek üzre mahrusai edirne'ye azimet ve müddeti medide ikametle iki yüz otuz dokuz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet neşri ulumı aliye ile imrarı vakt u saat ve iki yüz kırk beş senesi hilalinde mahrusai ruscuk'a avdet eyleyüp iki yüz elli bir senesi deri aliye'ye bi'lmuvasala tariki tedrise duhul ile birkaç sene müddet neşri ulumı aliye ile güzarendei subh u şam olduktan sonra iki yüz elli beş senesi hilalinde ihdas olunmuş olan mektebi maarifi adliye şakirdanı haceligine memur ve tayin kılınmış ise de iki yüz altmış üç senesi hilalinde bazı esbaba mebni memuriyeti mezkuresini terk iderek cennetmekan ebulfeth sultan mahmud hanı gazi hazretlerinin inşagerdeleri olan camii şerifde tefsiri şerif mütemmimiyle me'luf olduğu halde iki yüz altmış altı sali evahirinde meclisi maarifi yevmiye azası sınfına ilhak buyrulmuştur. mumaileyh vatanı asliyesi canibinde osman begzade dinmekle şöhretşiar olup kendisinin sahibi ilm u kemal olduğuna delil olmak üzre hayrü'lhüsni fi şerhi istişarü'lmutemen isnimde yedi cüzü şamil bir kıta kitabı rengini hilyei saadet tercemesine dair hilyei sultan namında bir kıta eseri dilnişini ve ehadisi şerife tercemesine mütealik sermayei necat isminde bir risalei masnuu, belagatı ilmi aruz namında bir kıta tercemei matbuu ve haylice eşar ı letafetdisarı vardır. nazm doğdu ol sultanı kevneyn nura gark oldu cihan basdı evci lamekana mahve vardı hanman zulmetabadı ademden çıkmaz idi kainat ger vücudun olmasaydı ey şefii ins u can sad hezaran taslıya ruhı şerifine senin fahrii biçareden ey mefhari pir u cüvan nazımı mumaileyh elhac mehmed fahreddin efendi mahrusai burusa'da bin yüz yirmi yedi tarihinde salifü'tterceme eşrefzade şeref efendi'nin sulbünden kademnihadei sahai vücud olup bin yüz kırk altı tarihinde labisi hırkai hilafet ve yüz elli beş tarihinde eyyub efendi zaviyesi ve yüz altmış bir tarihinde emir sultan zaviyesi meşihatine revnakdihi kadr u mezellet olmuş iken bin yüz yetmiş altı sali hilalinde matunen hankahı ukbaya azm u rihlet eylemiştir. mülki aşka ey gönül şah ol ki sultanlık budur talibi dünya olup kalma peşimanlık budur her ne var ademde var ademde bul her varı sen olma ademden cüda alemde şaytanlık budur sırrı hakka mahrem ol geç katreden deryayı bul ahseni takvimini bil işte insanlık budur salma filki çeşmini bahrı amiki kesrete düşme emvacı belayaya perişanlık budur zühd u takvanın hakı bilmekde yokdur medhali mescidi irfana gel fahri müselmanlık budur nazımı mumaileyh şeyh ahmed fahreddin efendi rumeli'de vaki şarköyü nam kasabada panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden salifü'tterceme şeyh zati efendi merhumdan telebbüsi sevbi hilafet ve muahharen dersaadet'e hicret eyleyüp bin iki yüz on dört salinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. kasımpaşa civarında vaki ali efendi tekyesi hatırasında medfundur. mumaileyhin divançe olacak mikdar eşarı vardır. bezme rana aşkile pürcamı enverdir ruhun gösterir ahvalini uşşaka manzardır ruhun hüsn ü anın çaldı gönlü aşinayı çeşm idüp kıldı suz encam çün suzana mazhardır ruhun nice hayret nice nükhet nadiye gelsen zuhur çün kelamın dilfirib hem derdi ahmerdir ruhun zulmeti ayandan imha eyleyüp envarı hat pek mücella görünür gayet münevverdir ruhun gülşeni tabımdan olur arzı gülbuveş sena her nazar fahri'ye bir dürlü ziyadadır ruhun nazımı mumaileyh hacı fahri efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup evkafı hümayun hazinesinde vaki gedikler odasına bir müddet müdavemetle muahharen hazinei merkuma tahrirat odasına naklı memuriyet eyleyüp bir aralık kendisine hacelik rütbesi bi'lita odai mezbur mümeyyizligi hizmetine memuriyeti runüma olmuştur. göçersin kusı rihlet urulur bir gün bu menzilden otağın padişahım laleveş sahrada kurdun tut vücud ikliminin ferda ki olmuşsun süleymanı adem deryasına o saltanat mihrin düşürdün tut muradınca bu alem mürgzarından şikar olup şeha bazuyı devletden nice şehbaz uçurdun tut getirir bezmi kesretden ayağı her kişi ahir firaki bir el aldın aleme vahdet duyurdun tut nazımı mumaileyh firaki dede dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup evaili halinde güruhı mekruhı mülğadan iken muahharen çirkabei mezelletden abı nedametle tathiri kalb eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye bi'lintisab bin yüz eli beş tarihinde işbu alemi faniden gerduntab olarak ruhı pürfütuhu dersaadet'de molla gürani türbesinde muntazırı rahmeti cenabı rabbi vehhab olmuştur. mumaileyhin her ne kadar selaseti tabı eşarından malum ise de balada muharrer olan gazelinin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. ruhı cananı görmek daima fikr u hayalimdir semender teg yanar ateşde olmak hasbihalimdir duyarlar ricat eylermiş giden dünyayı faniden bana ricat günü cananıma ruzı visalimdir müsinn ruyı koyup da bütei dil içre zevb itdim o iksiri gamı tarh eyledim zer oldu malımdır egerçi burcı akrebde olanda mah çok bedre ve likin zülfü içre yar ruyu niki falimdir bana nasih didi terki cünun u kesbi akl eyle veli divanelik bilmez benim akl u kemalimdir hızır abı hayat içdi fena dünyada bakidir beni hayy eyleyen lali lebi canan zülalimdir bakan camı cihanbine görür alemleri daim benim camı cihanbinim bu mir'atı cemalimdir nazımı manzumei hünermendi ferecullah efendi memaliki iraniye'de vaki şehri tebrizi anberhizde buyaveri meşammı vücud olup bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra tebriz hükümdarı şehzade melik kasım mirza'nın kitapçılık hizmetinde bulunarak bir müddet istihdam olunup muahharen ticaret tarikiyle dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz altmış sekiz tarihinde rahilebendi darı ahiret olmuştur. yuşa hazretleri civarında medfundur. mumaileyh lisanı türkiye vü fıranseviyeye aşina bir şairi rengineda olup kendisinin haylice eşarı vardır. tarih cami oldu daiyane kamet idince menar nazmıı manzumei hünermendi ismail ferruh efendi kırımiyyü'lasl olup ashabı servet u saman iken bir aralık emlak u akarı kazazedei ruzgar olmuş olduğundan dersaadet'e bi'lmuvasala ulumı aliye ve fünunı sairede mahareti kamilesi olmak hasebiyle uhdesine rütbei hacegani bi'ttevcih kesbi tahrir eylemiş ve bin iki yüz elli altı senesi hilalinde mübarek adem idi göçdü ferruh tarihi müf'dınca azimi darı beka olmuştur. mumaileyh ulumı şitada yedi tulası hüveyda bir fazılı bihemta olup lugatı türkiye ile bir kıta tefs'ri şerifi ve salifü'tterceme süleyman hanifi efendi merhumun asarından olan mesnevi tercemesine sabi olmak üzre bir cild tercemei sıhhatredifi ve haylice eşarı latifi olduğu meşhur u mütevatir ise de eşarını ketm u izae eylemiş olduğundan sair asarına destres olunamayup balada muharrer tarih mısraının tahririyle iktifa olundu. muahharen şerefharab u minaresi beraber türab olmuş olan büyükdere nam mahallde vaki camii şerifenin sakfiyle sair muhtacı tamir olan mahallerini termim u tamir ve minaresini müceddeden binavü inşa iderek bir mikdar musakkafat ilavesiyle vakfı camii mezkuru ihya vü teksir eylemiş olduğu tezkiretü'lcevami'de mukayyed u mesturdur. gerçi ehli zevk ile rindanemeşrebdir kadeh pek içilmez zahide biganemeşrebdir kadeh cem idüp cümle müridi badeyi dergahına halkada devran ider şeyhanemeşrebdir kadeh cuş ider gahi müselsel bir kızıl zencir ile elde zabt olmaz olur divanemeşrebdir kadeh meclisi meyde olur sultanı aşıkın hemdemi tahtı fağfura çıkar şahanemeşrebdir kadeh herkesin ferdi ider izharı mahfi meşrebin bilmedik mahiyetin aya ne meşrebdir kadeh nazımı mumaileyh elhac ferdi efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eylediktensonra aydın eyaletinde vaki kasaba nam mahallin müftülügü hizmetine memur ve tayin kılnüp mahalli mezkurda tevattun eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup haylice eşarı regini vardır. kuhı gurbetde olan dilde şetaret olmaz neş'ei aşksız insanda letafet olmaz şerbeti aşkile sirab ola gör dünyada ki hararet bulunan dilde halavet olmaz nası teftin ide gör ehli basiretden ise halkı tahmik gibi dünyada hamakat olmaz dil müderris iken ol medresei aşkında mevsili sahnı cünun olmaya rahat olmaz ey ferid hasreti dildar u hayali yaran var iken çeşm u dilimde o taravet olmaz nazımı mumaileyh mehmed bahaeddin ferid efendi şeyhülislamı esbak aşir efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz on üç tarihinde tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi halebi şehba mevleviyyetine ve iki yüz kırk bir senesi mısrı kahire mevleviyyetine ve iki yüz kırk dokuz senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi hilalinde darı bekaya nakl olmuştur. müntehabı ruyuna dikkatle çeşmim kan olur şamı vaslin her sehergeh guşei mihman olur her nedem mamur olur bünyadı kasrı beytin tişei cevrinle bu eyvanı dil büryan olur bir humapervaza düşdü hecr ile cismi nizar üstühanı mürgzarım hasılı püryan olur tab u suzı hasreti canana takat kalmadı şöyle kim hunabı didem bir yemi umman olur hambeham gisuların dökmüş izarı pakine tarı her zülfü ferida kabili çevgan olur nazımı mumaileyh ibrahim ferid beg haceganı divanı hümayundan ismail efendi nam bir zatın mahdumu olup bin iki yüz üç tarihinde sarayı hümayunı mülukaneye dahil ve hasbe'lkabiliye hazinei hümayun ketebesi sınfına dahil ile cennetmekan hudavendigar sabık sultan mahmud hanı sani hazretlerinin zamanı saltanatlarında merhume ve mağfurünleha mihr u mahı sultanı mağfiretnişan hazretlerinin üsküdar'da kain ihyagerdeleri olan camii cedidin tevliyeti hizmetine nail olduktan sonra iki yüz elli sekiz senesi sarayı hümayun emaneti hizmeti müstelzimü'lmefhareti uhdesine bi'lihale canibi hicaz'a azimet etmek üzre deri aliye'den hareketle şamı şerife muvasalat ve orada ikameti hengamda gülzarı cinana nakl u rihleteylemiştir. fikr idüp bahtı siyahım katı yandım bu gice cevri dildar ile canımdan usandım bu gice şol kadar hecrin ile akdı gözümden hunab başdan ayağa degin kanıyorum bu gice hab içinde görüp ol mahı olunca bidar şevki hüsnü ile etrafım arandım bu gice harc itdimse nola simi sirişkim yoluna sen gibi bir mehi namihri kazandım bu gice şöyle mest itdi beni camı meyi mihneti aşk bilmedim yarimi biganeyi sandım bu gice şebi firkat uzadı derdi muhabbet gibi ah gah habide olup gah uyandım bu gice ah u zarıma yakup kıldı terahhum bana yar ey feride hele ben andan utandım bu gice şairei mumaileyha feride hanım kastamonu eyaletinden hamami raşid efendi'nin kerimesi ve ketebeden raif efendi'nin halilesi olup işbu tezkirei acizanemizin tabından mukaddemce dersaadet'e hicret eylemiştir. balada muharrer olan gazeli bihalel yedi sekiz sene makdem bedri sipihri hüsn ü an olduğu avanda keşidei silki sütur eyledigi eşarındandır. olmada diller rübude gamzei cadusuna deşti hüsnün sayd olurlar şirler ahusuna rengi buda zülfi canana müşabih olmasa kim bakar gülzarı dehrin sünbül ü şebusuna sad hezaran natına meftun bir nigah şuhuna bin dili harutbeste her hamı gisusuna çilei sahtın çeker her dem keman ebruların aferin erbabı aşkın kuvveti bazusuna cismi hak it ol sehikaddin yolunda fıtnat nail olmaksa muradın devleti pa busuna şairei mumaileyha fıtnat hanım meşayihi izamı mağfiretittisamdan ismail efendizade esad efendi merhumun duhteri sudahteri ve şerif efendi merhumun haheri aligüheri ve sudurı izamdan müteveffa derviş efendi'nin hemseri nezaketperveri olup eba enced kendisine mevrus olan fetaneti asliyye ve tabiatı şiriyye icad u iktizası üzre arayişi haclegehi ilm u kemal ve ol vecihle arzı cemali şiri bimisal iderek güzarendei ruz u leyal iken bin yüz doksan dört sali hilalinde ruhı şerifi azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. mumaileyhanın zadei tabı nazikanesi olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatünvanı vardır. tarih sadrı fetvaya yine esad efendizade barekallah hüner u izzetile basdı kadem nazımı manzumei hünermendi mehmed fikri efendi müderrisinden olup devri medarisi mutadeyi tekmil itmeksizin bin iki yüz yirmi dört sali hilalinde naklı beka eylemiştir. mumaileyhin balada mestur olan tarihinden başka eşarına ve tercemei ahvaline zaferyab olunamamıştır. ümidi busei lalinle cana ıydı adhada bıçağı gamzene kurban olur bu canı üftade ger ikbal eylemezsen camei rengi nevicada ne reng istersin ilbası fiteni ıyde amade bahariye nihalı kadd ki giydikçe akı sade sanır zülfün gören sünbül biter servi temennada senin hüsni hudadadın gören mir'atı alemde ne yüzle baksın aya bir dahi tasviri behzada nigahı iltifat ile kerem kıl paymal itme sana üftadedir bunca zaman fennii şeydada nazımı mumaileyh fenni beg hotin muhafızı esbak ahmed izzet paşa'nın mahdumu olup validi müşarünileyhin vefatından sonra sarayı hümayuna çırağ olunarak bi'lahire hazinei hümayun ketebesi sınfına dahil ve cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında serkitabeti memuriyetine nail olmuş iken bin iki yüz yirmi üç senesi şehryarı müşarünileyhin vukuı halinde hakkında eceli kaza çehrenüma ve o yüzden azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh erbabı tabiat ve ashabı marifetden olup eşarı selis u nefis vaki olmuştur. gazeli natamam biz ki insanız beni ademleriz degme kesler bilir kim kimseleriz sırrımızdır nefhai ruhu'lkudus eşrefü'lmahluk hem ekremleriz hay u huy u güftguyı dehrden fariğiz azadeyiz edhemleriz sanma fenni yüz cihanda yalınız biz dahi nice fünunalamlarız nazımı mumaileyh mehmed teymur fenni efendi salifü'tterceme edhem pertev efendi'nin pederi olup bin iki yüz kırk dört tarihinde maskati re'sleri olan şehri erzurum'dan medinei trabzon'a nakl u hicretle bir müddet gümüşhane emanetinde ve badehu lazistan ve karahisarı şarki kazaları müstemleklerinde ve muahharen canik kazası muhasallığında imrarı evkat itdikten sonra medinei trabzon'da ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp iki yüz altmış bir senesi hilalinde alemi fenadan darı ukbaya rihleteylemiştir. nazm kimedir şivesi dehrin bu istiğnası kime ya kime naz u edası kuru gavgası kime kahr u lutfu alimallah bize hep yeksandır sitem u cevr u cefası keremi nası kime ne felekmeşreb olup alemi ulvide ne hak pest u alası cihanın zir u belası kime bu gün alemde safayab olalım bir lahza taabı tişe çeküp hem gamı ferdası kime uçurup mürgi dili alemi fevzi geçtim laneberduşı cihanım gamı dünyası kime nazımı mumaileyh fevzi paşa sadrı esbak derviş paşa merhumun akribasından olup müşarünileyhin maiyetinde müddeti medide istihdam olunduktan sonra uhdesine rütbei mirmirani bi'ttevcih bekam olmuş ve bin iki yüz otuz sekiz tarihlerinde makarrı memuriyeti olan maraş canibinde darı bekaya rihlet eylemiştir. tabiatı hezl u mizaha mail olduğundan ekser eşarı hezlgunedir. mürği dilimi dama düşürdüm yine kendim püsküllü beladır sırı meh zülfi kemendim hercayi niçün eyledin ağyar ile ülfet sen yarı vefadarını terk itdin efendim ateşkedei aşkda gör mahvı vücudum aksi nigehi afete guya ki sipendim ey dili nağam pişrevi tul u diraz it raksan ola ta şevke gelüp servi bülendim fevzi suhanım tutii mucizdeme layık takdime seza bu gazeli şahpesendim nazımı mumaileyh mehmed fevzi efendi kırkağaç nam mahallde çehrenümayı alemi vücud olup bir aralık dersaadet'e muvasalat ve yedisekiz sene müddet mektebi harbiye'de ikametle bir mikdar tahsili fenn u marifet eyledikten sonra vatanı asliyesi canibine avdet eylemiştir. gazeli natamam ruhsarı alın üzre hatın demide göster çeşmi gazalin ey şuh sünbül çeride göster ruyuna yarin ey dil kıl ol kadar nezzare zahmı müjeyle cismin sen dide dide göster tahrik ise muradın o nevnihalı nazı badı baharı ahın herdem varanda göster nazımı munzumei hünermendi abdurrahman fehmi efendi şehriyyü'lasl olup usulı kadime üzre şeyhülislam nezaretinde vaki teftiş kitabeti hizmetinde bulunarak bir müddet güzarendei avan u avam olduktan sonra bin yüz otuz sekiz salinde tariki alemi nasut ve azimi bezmgahı lahut olmuştur. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mevcud u mukayyeddir. itabamiz edalarla o şuh naz itse de fehmi olur hembezmi uşşakın niyazı adet itseydin nazımı mumaileyh çukacızade ibrahim fehmi efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bin yüz elli bir tarihinde haric itibariyle tariki tedrise dahil ve devri medaris itmekte iken bin yüz seksen dokuz tarihinde darı ukbaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülememiştir. hayalin ruşenasazı dü çeşmi intizarımdır o mürgi vahşi guya bestei damı şikarımdır ko itsün iltizamı naz u istiğna o mehi bikr hevayı zülf ü ruyu matlabı leyl u neharımdır o servin sayei lutfundan olmaz hatırım azad misali lale dağı aşkı dilde bergüzarımdır niçün tiri nigahı meyli semti gayr ider bilmem fezayı sinede rengin nihali itibarımdır o şuhun aşıkane vasfı hüsnı dilrübasında tarh eylemek fehmi medarı iştiharımdır nazımı müşarünileyh mustafa mazlum fehmi beg osman efendi merhumun sulbünden cezirei girid'de vaki kandiye'de zinetefzayı kehvarei vücud olup heşt sale bir tıflı şirin makale olduğu halde bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde valideleri hanımın istishabiyle dersaadet'e bi'lmuvasala sinleri temyizi surh u sevad ve tefriki noksan u ziyad derecesine reside oldukda tahsili hüner u maarifde sarfı vusu mukadderetle iki yüz kırk bir tarihinde harir nazırı ömer lütfü efendi merhuma damad ve iki yüz elli iki senesi afyon müdürlügüne ve iki yüz elli üç senesi tophanei amire nezaretine nakl ile mesrurü'lfuad olduktan sonra iki yüz elli beş senesi tersanei amire müsteşarlığı memuriyetine revnakefza ve on mah mürurunda memuriyeti mezkureden infisali runüma olmakla meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak bir sene zarfında bamemuriyeti mahsusa yani firari ahmed paşa'nın ibtidayı cülusı mealimenusı hümayunda bi'listishab iskenderiye'ye götürdüğü runümayı hümayunu celb eylemek memuriyeti hayriyesiyle canibi mısır'a azimet ve hüsnı muvaffakatiyetle ifayı memuriyet eyleyüp dersaadet'e avdetinde masraf nezaretine ve bir seneden ziyadece müddet mürurunda nezareti mezkureden müfarakatla saniyen meclisi valayı mezkur azası sınfına ilhak olunarak iki sene mürurunda dava nezareti celilesine revnakbahşı izz u rıfat ve iki yüz altmış iki senesi uhdesine rütei bala bi'ttevcih naili atıfet u übbehet buyrulup iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde nezareti merkumeden vukuı infisaliyle iki yüz altmış dokuz senesi ticaret nazırı sabık namık paşa'nın memuriyeti mahsusa ile londra canibine azimetinde vekaleti ticaret nezareti celilesine revnakbahşa ve muahharen nazırı müşarünileyhin dersaadet'e avdeti münasebetiyle vekaleti mezkure aksamın intiha olmuş olmasıyla iş bu tezkireiacizanemizin esnayı tabında ki iki yüz yetmiş senesi şehri şevvalinde serasker müsteşarlığı makamı aliyesine sayeefgeni kadr u mezellet buyrulmuştur. müşarünileyh sipihri akl u dirayetin mihri cihanarası ve evci kemal u marifetin mahı ziyabahşası olup hayliden hayli eşarı belagatşiarı ve münşeatı fesahatdisarı olduğu müstağnii tahrir u eşardır. el virdimmahbubı zamanım dimiş oldum aldırmadı hiç şuhı cihanım dimiş oldum aldı yürüdü meclisi rindanda seyr it bir lahza eyleş nazlı cüvanım dimiş oldum pek itti şikest riştei aşkı dili zarım incinme aman ince miyanım dimiş oldum geç geç diyerek eyledi tekdiri mükerrer hembezm olalım bu gice canım dimiş oldum peyrev olamaz böyle tarhına fehmi mecliste fakat nükteveranım dimiş oldum nazımı mumaileyh mehmed fehmi efendi medinei trabzon'da bin iki yüz otuz dokuz senesi panihadei sahai vücud olup anadolu kazası sınfına duhul ile iki yüz altmış senesi dersaadet'e muvasalat ve muahharen memleketi canibine avdet eylemiştir. hattı sebzi gülruhan rengin olur ayineden tutii nezzare revnakçin olur ayineden hande itse cevheri eşkim görüp olma cebin dürri dendan huşei pervin olur ayineden düşmeni ruşenzamirandır sipihri tireru gerçi zengi şerm idüp pürkin olur ayineden cuşişi eşke sükunet virdi şevki arızın cilvei simab pürtemkin olur ayineden sürmei bahtım degil çeşmin sebeb hamuş deyü sırrı hayret her nefes telkin olur ayineden görmesinler sinei pürafeti siminberan dilberi nahvetnigeh hodbin olur ayineden camı meydir saltanat ihsan iden iskender'e rindi bezmi bade cemayin olur ayineden nevzemin açdı fehima tişei ferhad külük safveti cuyı hüner şirin olur ayineden nazımı mumaileyh hace süleyman fehim efendi dersaadet'de bin iki yüz üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema divanı hümayun kalemi dahilinde vaki umurı mühimme odasına bir müddet müdavemet ve muahharen darbhanei amire tarafına naklı memuriyet eyleyüp bi'lahire memuriyetden sora müddeti medide ol vaktin tabiratı üzere voyvodalık ve mütesellimlik misillü hidematda bi'listihdam muahharen dersaadet'e avdet birle karagümrügü civarında kain hanesinde peygulegüzini istirahat olduğuhalde bazı hahişgeranı nükat u kemala tefhimi fünunı farisiye eylemekteiken iki yüz altmış iki senesi şehri rebiü'levvelinin on beşinci günü mısraı müfadınca azimi darü'sselam olmuştur. vefatına kıbrısizade ismail hakkı efendi'nin inşad eyledigi tarihdir: nale kılsın ins u can gitdi süleyman fehim mumaileyh suhanperver bir üstadı sahibhüner olup devletşah tezkiresi'ne terceme olarak sefinetü'şşuara isminde bir tezkiresi ve gazeliyatı saib'in bazı müntehib gazellerine otuz cüzü şamil bir kıta şerhi, müretteb ve matbu bir aded divançesi vardır. nazm doğruluk olmasaydı rahı sevab eylemezdi süluk ulu'lelbab lik tenha tarik olduğu çün nadiratdan olur iyab u zihab rahı hakka revan olan adem mekri iblisden olur bitab bak hicaz'da neler çeker hüccac barı ekdar dürlü dürlü itab lik nezdi huda'da bakidir hak yolunda kazansan ecr u sevab rastguluk degil mi böyle fehim sinede eyleyen harab u yebab hak yolunda ayırmasın mevla ne kadar halk iderse itsin itab nazımı mumaileyh ibrahim fehim beg cezirei girid'de vaki hanya nam memleketde bin iki yüz yirmi sekiz salinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk sekiz salinde mısrı kahire'ye azimetle bazı umurı mühimmei mısriyye'de bir müddet istihdam olunduktan sonra iki yüz altmış yedi tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala yakve kazası müdürlügüne memuren mahalli mezkura azimet ve bir sene mürurunda dersaadet'e avdet eyleyüp mısır valisi merhum mehmed ali paşazade meclisi vala azasından muhammed ali paşa'nın kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde saniye rütbesini bi'lihraz muahharen canibi mısır'a azimet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı güzidesi vardır. kıta ol kadar cismim nizar olmuş ki olsam pişrev ey kemanebru hedef zihgirdir sensiz bana baht eger devri revan itse makamı evcde dest gerdenbestei zencirdir sensiz bana nazımı manzumei hünermendi ibrahim feyzi efendi şehrüyyü'lasl olup eyyub ensari hazreteleri türbei şerifesi semtinde vaki koca mustafa paşa cami i şerifi imameti hizmetinde imrarı vakt u saat itmekte iken bin yüz otuz altı salinde tariki camii hayat ve tekbirzeni musallayı memat olmuştur. tercemei ahvali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede muharrerdir. kemalin bulmuş ol nevres nihalim pek görülmemiş femi uşşaka layık meyvei cismi asıllanmış turunc u sibi bostanın çürütmüşler kıyas itme o bir nevbadei terdir heman cür'etce allanmış hataver sanma ey dil sen izarın ol melekzarın kitabı hüsnü bir bir hamei kudretle tellenmiş veziri kıtaguya cismi bir abadi kağıddır fakat şeklinde her hali zer u ziverle hallanmış o servi kametin salındığın ayb itme ey aşık hevayı aşkla me'luf olalıdan başı yıllanmış cihanda gerçi hüsnünde yegane çok güzel amma habibim ravzai cennet'de rıdvana bedellenmiş izalı çeşmini vasf itmegiçün ben o dildarın bu nazm u şirim ey feyzi yine hoşça gazellenmiş nazımı mumaileyh seyyid feyzi efendi burusa vaizlerinden müteveffa hasan efendi'nin mahdumu olup aftabı feyzi ilahiden istifazei nurı şuur eyleyerek evkat u ezmanı tanzimi eşar ve terkimi asar ile güzar eylemekteiken bin yüz seksen beş sali hilalinde azimi darü'lkarar olmuştur. gazeli mukaffa behuruf kametin servi sehi cana ruhundur mim u ha zülfün amber lalin ama hemçü sin u kef u ra hastai bitabı aşkın oldum ey isi nefes sendedir derdi dilin çünki devası lam u ba düşse guristanı uşşaka rehi canan eger mürdeler ihya ider çün ayn u ya vü sin u ya meclisi yaranı teşrif ile bir şeb sevdigim hep müheyya çeng u nay u mim u ya vü dal u fa ruhunu şad eyledi sadii merhumun hele nazm idüp bu penç beyiti fa vü ya vü dat u ya nazımı mumaileyh mehmed emin feyzi salifü'tterceme veliyüddinrüşdü efendi'nin sulbünden medinei ayaş'da bin iki yüz yirmi iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk tarihinde pederi mumaileyh ile beraber dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık kitabet hizmetiyle canibi anadolu'da vaki bazı bilad u memaliki seyr u seyahat ve ezcümle iki yüz elli bir tarihinde vakanüvis esad efendi merhumun iran canibine sefaretle azimeti hengamında pederi mumaileyhin maiyetinde bulunduğu halde canibi iran'a azimet ve iki yüz elli iki tarihinde dersaadet'e avdet eyleyüp vüzera kapu kethüdalarından müteveffa palabıyık mehmed beg yanında bir müddet edayı hizmeti kitabet ve muahharen mir mumaileyhin vukuı vefatiyle bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra iki yüz elli yedi senesi darı şurayı askeri başkitabetine nasb ile bir sene zarfında rabia rütbesini bi'lihraz iki yüz altmış bir senesi serasker bolan süleyman paşa'nın divan kitabeti hizmetine naklı memuriyetle o esnada kendisine salise rütbesi bi'lita muahharen paşayı müşarünileyhin makamı seraskeriden infisaliyle sadrı esbak hüsrev paşa'nın saniyen seraskerlik memuriyeti celilesine nakilleri hengamda iki sene mikdarı müşarünileyhin divan kitabeti hizmetinde bulunup iki yüz altmış dört senesi müşarünileyh süleyman paşa'nın ticareti nezaretbehiyyesine memuriyetinde yine müşarünileyhin divan kitabeti hizmetine bi'lnakl senei mezbure hilalinde mısır valisi nasb olunmuş olan abbas paşa'nın mektupçuluk hizmetine memuren mısrı kahire canibine azimet ve yedisekiz mah zarfındaavdet eyleyüp iki yüz altmış altı senesi kendisine rütbei saniye bi'lita tersanei amire mektupçuluğuna memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından birkaç mah makdem bahriye meclisi başkitabetine tahvili memuriyet eylemiştir. mumaileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir şairi pesendideüslub olup nazm u inşası latif u merğubdur. bu demde gönül vaslına layıkdır efendim ağyarda yok şimdi aralıkdır efendim busı lebe ruhsat mı verir çeşmile gamzen mest olsa biri birisi ayıkdır efendim gördümgözüm nuru nice dilberi amma hüsn ü revişin cümleye faikdir efendim bak ateşi ruyunda olan anberi hale ben gibi o da odlara yanıkdır efendim berdar ise maksudun eger feyzii zarı mansurı dilim zülfüne layıkdır efendim nazımı mumaileyh halil feyzi efendi medinei edirne'de bin iki yüz sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup iki yüz kırk sekiz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih balık emaneti ve badehu tersanei amire dahilinde vaki sürgü emaneti hizmetlerine bi'listihdam memuren bir müddet dahi karantina hizmetiyle trabzon ve izmir ve trablusgarb caniblerinde güzarendei şuhur u avam olduktan sonra iki yüz altmış yedi senesi kalai sultaniye karantinası hizmetine memur u tayin kılınmıştır. canda hiç telhii hicranile lezzet mi kodun zehri gamla dehen dilde halavet mi kodun yanılup aşıka da lutf itzalim noldun itmedin zümrei ağyara inayet mi kodun çeşmi celladına can virmege ol şuhun hiç hele bir sen de rakiba bize nevbet mi kodun her gelen oldu peşiman yine döndü gitdi ey felek halkı bu kaşanede rahat mı kodun feyziya boşla bu rüsvalığı uslan gayri aşkile itmedik alemde melamet mi kodun nazımı mumaileyh mustafa feyzi efendi konya sancagı dahilinde vaki içel kazası karasından limas nam karyede bin iki yüz kırk iki senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz altmış üç senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet darü'lmuallimin nam dershanede taallümi hüner u marifet itdikten sonra altmış sekiz senesi hilalinde süleymaniye camii şerifi nezdinde vaki mektebi edebiye şakirdanı haceligi hizmetine memur ve tayin kılınmıştır. gülistanı muhabbetde benim bir gül izarım var anınçün her seher bülbül gibi efgan u zarım var senin ol tiği gamzenle hemişe ey meleksima gönülde lalezarasa nice bin dağdarım var firakı ruyı alin bendeni zar u zebun itdi ve likin nazeninim şevki aşkınla vakarım var yetişdir ey tabibi can u dil gel merhemi vaslin ki her dem hasretinden dilde derdi bişumarım var gönülasa ben ey feyzi garib u miskin olmuşken ne ala zülfi dilberde benim şimdi kararım var nazımı mumaileyh mehmed ali feyzi efendi dersaadet'de bin iki yüz elli iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki senesi enderunı hümayun igvatı sınfına ilhak olunmuş ve hala tahsili maarif eylemekte bulunmuştur. harfi'lkaf surei ve'lleyl yazup safhai ruhsara hat eyledi mecnun yine çok aşıkı avare hat münakis bahtı siyah u dudı ahımdır benim sanma miratı ruhı berrakı kıldı kara hat hattı reyhani ile ferman virdi şahı hüsn murveş ol yüzden üşedi lalı sekri yare hat ruzı ruşen didei aşıklara tarikdir perdei beşerin olmuş rü'yeti didare hat her vecihden hoş gelir taba kabuli doğrusu zinetefzayı cemali yardir hemvare hat nazımı mumaileyh muhammed kabuli efendi tahvil kalemi ketebesinden emin kabuli efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz yedi senesi zinetefzayı kehvarei vücud olup iki yüz elli üç senesi divanı hümayun kalemi ketebesi silkine ve iki yüz elli beş senesi mektebi maarif şakirdanı sınfına bi'lilhak iki yüz elli altı senesi terceme odasına nakl ile iki yüz elli yedi senesi barütbei hacegani odai mezkur sınfı sani hulefası idadına dahil olduktan sonra iki yüz altmış bir senesi purusya sefareti başkitabetine memuren berlin canibine azimet ve ol tarafda bulunduğu hengamda rabia rütbesini bi'lihraz iki sene mürurunda dersaadet'e avdet eyleyüp bamemuriyeti kalai sultaniye ve trabzon ve tuna sevahilinde ve burusa'da bir müddet geşt u güzar eyedikten sonra uhdesine rütbei salise bi'ttevcih iki yüz altmış beş senesi ingiltere sefareti serkitabeti memuriyetiyle londra'ya azimet ve bir sene mürurunda kendiye rütbei saniye sınfı sanisi bi'lita iki sene müddet kitabeti mezkure ve bir sene mikdarı dahi maslahatgüzarlık ile mahalli mezburda ikamet ve dersaadet'e muvasalatındaki iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde cerbeze vü malumatı iktizasınca rütbei saniye mütemayiz ve fevkalade orta elçiligi ünvanı ile atina sefaretine tayin buyrulup mahalli mezkura azimet ve altı mah zarfında uhdesine hariciye kitabeti memuriyeti bi'ttevcih dersaadet'e muvasalatla iki yüz yetmiş senesi meselei hazıradan tevellayı memaliki mahrusaya gelmiş olan ingiltere ve fransa devleti fahimeleri asakirinin tehiyyei levazımatı zımnında gelibolu'da teşkil olunan komisyona memuren beş mah mikdarı gelibolu ile edirne'de ifayı hizmet eyleyüp hitamı memuriyetiyle dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz yetmiş bir senesi şehri rebiü'levvelinde kitabeti mezkure memuriyetinden infisali runüma olmuştur. mumaileyh kethüdazade salifü'tterceme arif efendi merhumdan tahsili ilm u hüner itmiş ve nazmen ve neşren akranına tefevvuk eyleyüp haylice eşarı güzide tanzimine dahi müvaffak olmuştur. o şuhun pertevi ruhsarı keyvanı çalar çarpar sevadı şulei lali bedehşanı çalar çarpar hayali ceyşi müjganından olmaz burcı dil hali harami gözleri çok kişveri canı çalar çarpar nigahı şahbazı takı ebrudan sürüldükçe degil anka hümayı şahı hubanı çalar çarpar sikenderveş meger suyı lebinde hali hindular zülamı hatın içre abı hayvanı çalar çarpar sakın dil verme kudsi gamzei mekkarei yare o cadu sahraü'lcinnidir insanı çalar çarpar nazımı mumaileyh arec hace kudsi efendi cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrı ulemasından olup neşri ulumı aliye iderek imrarı subh u mesa eylemekteiken bin iki yüz on dokuz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. vefatına süruri efendi merhumuninşad eyledigi tarihdir; hace kudsi'ye cinanı ide kuddusi mekan mumaileyhin biraz eşarı vardır. ilahigune gelin ey yaran rüfekacasına olalım ihvan sülehacasına giyelim tacı olalım zacı dün ü gün naci fukaracasına girelim raha varalım şaha irelim caha nukabacasına alalım himmet bulalım vuslat kılalım uzlet nücebacasına yanalım her an olalım hayran kılalım seyran gurebacasına koyalım gayri tuyalım seyri diyelim şiri şuaracasına alalım cebli salalım neyli çalalım tablı ümeracasına bolalım teslim alalım tenim kılalım talim ulemacasına yiyelim kandı koyalım fendi diyelim pendi hutebacasına geçelim yemler içelim cemler saçalım demler şühedacasına açalım meydan saçalım mercan uçalım her an zurefacasına verelim biz can görelim canan sürelim devran şürefacasına bulalım bürhan olalım lokman kılalım derman hükemacasına gele kardaşlar bana haldaşlar dökelim yaşlar züafacasına eyle kuddusi hak ile ünsü ko kamu tası ukalacasına nazımı mumaileyh şeyh kuddusi efendi canibi anadolu'da kain nigde kazasında vaki bor nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei kadriyyeye süluk ile müddeti medide rumeli ve anadolu caniblerinde seyr u seyahat ve badehu canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve on yedi sene müddet ol arazii mukaddesede mücavereten iskan ve ikamet eyledikten sonra tekrar kasabai mezbureye avdet eyleyüp zaviyei mahsusasında guşegiri inziva olduğu halde bin iki yüz altmış beş senesi şehri cemaziye'lahiresinde kurbgahı cenabı kuddus'a nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh meşayihi mutasavıffadan bir şeyhi sahibhimmet olup ekser eşarı şeyhane ve galib güftarı tasavuffane vaki olmuştur. bir kıta mufassal divanı dahi vardır. tesdis şiraz u horasani degil ankaraviyüz ne surhı sırız ne suveriz biz aleviyüz bizler hafi mezheb u sünniseneviyüz sır vermeyerek ser viririz ahde kaviyüz haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz isni aşer amma ki imam ali cenabdır iran'da makam yerleri vala mehtabdır iklimi vilayatda kamu şahı şebabdır bu taze beyan ukde akayidde kitabdır haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz candan severiz cümleten ashabı güzindir ashabı mübeşşer hepisi anla berindir lanetkeşi avanı yezid ol ki laindir bu beytle sini seri süruh bini mübindir haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz tağuta zeni bahrı fikir olma bu razda ala ile edna dime ol nazm u niyazda ol ehli tarik gezme dila şeyb u firazda bu beyti hümayunu neva eyle hicaz'da haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz galip nice keşf eyledin ol razı nihandır ta beynehümada olan ol ukdei candır ol habli metin esbi dili besteinandır davayı karari ki hemen cayı beyandır haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz nazımı mumaileyh karari efendi ankaraviyyü'lasl olup tariki kazaya rızadade ve ol suretle dersaadet'de imrarı subh u mesada iken bin iki yüz kırk üç tarihinde azimi darü'lkarar olmuştur. vefatına karari kalmadı gitdi cihandan tarihini mevaliden salifü'tterceme kıbrısizade ismail hakkı efendi inşad eylemiştir. harfi'lkef tarih lemapaş oldu dile bir rütbe envarı neşat kim dırahşan oldu cezm itdi saadet ahteri cuşı feyz ile cihana geldi şöyle inkişaf kim tecessüm itdi manayı sürurun peykeri künhünü tahkik içün bu haleti pürbehçetin dil iderken vadii endişede cevlangeri geldi bir şahsı beşuş u pürşitab u huyfeşan eyledi bir böyle mısrala beşaretgusteri silki nazm itmez vefa kaşifdir evsafına eyle tanzim duasıyla edayı çakeri defteri aklamı hakanide ta kim sebt ola masraf u iradı sultanı adaletperveri mesnedi valada asarı füzunı devleti şanı pürnevle olan tumarı dehrin ziveri nazımı müşarünileyh reisü'lkuttab mehmed emin kaşif efendi beyne'lkibar şatırzade emin kethüda dinmekle şöhretşiar olan kaşif efendi'dir ki mektubii sadrı ali odasından neş'etle iptida odai mezbur serhalifeligine ve badehu sadareti uzma mektupçuluğuna ve bin yüz yetmiş bir tarihinde makamı riyaseti küttaba ve bir aralık vukuı azliyle yüz yetmiş üç senesi evahirinde saniyen riyaseti mezkure mesnedi valasına ve yüz yetmiş beş senesi şehri saferinde sadareti uzma kethüdalığı makamı celilesine ve bade'linfisal defterdarlık caygahı valasına ve bir müddetden sonra defterhanei amire emanetine memuren naili makasıd u amal buyrulup muahharen saniyen sadaret kethüdalığı makamı alisine revnakdihi izz u ikbal buyrulmuş iken bin yüz seksen bir senesi şehri cemaziye'lahirinde azimi kurbgahı cenabı rabbi muteal olmuştur. müşarünileyh nazm u inşada kadr u mahareti zahir ve hüveyda bir şairi maarifaşina ise de balada muharrer tarihinden maada eşarına destres olunamamıştır. rübai fikri seri zülüfünile perişan olmam her ateşi ruhsar ile suzan olmam olsam da eger gariki bahrı ekdar minnetkeş u destpesti nadan olmam nazımı manzumei hünermendi mehmed kazım efendi eyyub ensari hazretleri ismine mensub olan karyede kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile bin yüz otuz dokuz senesi hilalinde irtihali darı beka eylemiştir. mumaileyh cevdeti hatt ile şöhretşiar bir şairi pakgüftar olup salim efendi tezkiresi'nde bazı asarı mestur u mukayyeddir. natı şerif mualla dergehin arş asitandır ya resulallah mutafı ins u can u kudsiyandır ya resulallah görenler ravzai cennetmisalin duzaha girmez usatı ümmete darü'lamandır ya resulallah sen ol şahenşehi levlakmesnedsin ki bin musa asa berkef kapında pasibandır ya resulallah gubarı haki payin kuhlı çeşmi alem olmuştur bana her nakşı payin sürmedandır ya resulallah ruhun verdi tecelli nükheti gülşenserayı dil muanber kakülün reyhanı candır ya resulallah nazir olmaz o hattı müşkfam u hüsni dilsuza seraser surei nurı duhandır ya resulallah ne haddim medhin itmek olacak illa vassafın muradım halimi arz u beyandır ya resulallah perişan ruzigarım hane berduşum siyehruyum gönül aşuftei zülfi tabandır ya resulallah olupdur hem felekler bari isyanımla vezn olsa muhakkak cürm u isyanım girandır ya resulallah bulunmaz hadd u gayet rütbei adadı cürmümde hezar emsali necmi asumandır ya resulallah gariki lüccei eşki nedameti tehidestim makalim elaman u elamandır ya resulallah heman sermayem elde hubbı zat u ehli beytindir ümidim iltifatı hanedandır ya resulallah ne hacet rütbei aşk u vedadim eylemek tarif sözümden suzişi kalbim ayandır ya resulallah fakirim müstemendim acizim kazım gibi her dem işim feryad u efkarım figandır ya resulallah hemişe kuyı cennetbuyuna cuyı tahiyyatım misali cuşişi eşkim revandır ya resulallah nazımı mumaileyh musa kazım beg koniçeli müteveffa hüseyin beg'in sulbünden mezkur koniçe kasabasında bin iki yüz otuz yedi senesi kademnihadei sahai vücud olup pederi mumaileyhin istishabiyle dersaadet'e bi'lmuvasala sinni tefriki siyah u sevad derecesine reside oldukda divanı hümayun kalemine ve bir müddet mürurunda kalemi mezbura mülhak mühimme odasına müdavemetle bi'lahire maliye mektupçusu odasına dahi bir müddet devam eyledikten sonra kitabet hizmetiyle asakiri hassai şahane silkine dahil ve birkaç sene zarfında liva kitabeti hizmetine nail olarak işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında alay eminligi memuriyetine nakl ile mümtazı akran u emasil olmuştur. mumaileyh her nevde şir inşadına muktedir bir şairi mahir olup nazmı kasayidde sahibi yedi tula ve ol fende akran u emsaline tefavvuk u rüchaniyeti zahir u hüveyda olduğundan başka mersiyegulukda kemalı mahareti ve divan olacak mikdar eşarı müstelzimü'lbelagatı vardır. şahı velayet efendimiz'in haklarında keşidei silki sütur eylemiş olduğu kıtaatdan bir kıtası teberrüken tercemei hali zeyline tahrir u ilave kılınmıştır. cuş idüp badı muhabbet ile deryayı ezel oldu bir cevheri şehdane dü reng üzre celi didi sarrafı hüviyyet görüp ol renglerin birine nurı muhammed birine nurı ali işbu kıtai latife mümasil daha pekçok eseri renginteri olduğu bireyb u riyadır. sinanı gamzei canana girmiş sine ayine bu suretle müşabih aşıkı gamgini ayine görüp ayinei ruhsarı zibası hicabından büründü başına bir perdei peşmine ayine bakup ayineye çini cebini eylemiş ayin kalır hayretde ol ayine her ayine ayine abes ayinei şeffafa bakma ey meleksima görür mü ruberu gelse biri birine ayine nola mir'atı dil kazım çerağı bezmi yar olsa yakışmaz mı acep ol bezmi cemayine ayine nazımı mumaileyh hüseyin kazım efendi dırama kazasına tabi sari şaban nahiyesinde vaki ulucak nam karyede bin iki yüz otuz tarihlerinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk yedi senesi dersaadet'e bi'lmuvasala kadıçeşmesi civarında vaki medreselerden birinde hücregüzini ikamet olarak ulumı arabiyeyi kavalalı yusuf efendi'den fünunı farisiyeyi dahi salifü'tterceme hace fehim efendi merhumdan tahsil ile iki yüz altmış iki senesi bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra mısır valisi esbak ibrahim paşa merhumun mahdumu mustafa beg'in kethüdalık hizmetinde bulunarak birkaç defa canibi mısır'a azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh nükteperdaz bir şairi mümtaz olup kedisinin bir mikdar eşarı hayalamiz ve güftarı hayretengizi vardır. aferinler yine koz bekçisine seyr idenler didiler cümle beli pehlevan böyle gerekdir hakka şimdi meydanın odur bibedeli tutuşan kimdir anınla acaba birinin var ise gelmiş eceli berki hatif gibi taban göricek ateşi zarb ile yandı fareli kamilin oldu hoşayinde yine pehlevanane bu ziba gazeli nazımı mumaileyh kamil beg salifü'tterceme şairi mahir fazıl beg merhumun biraderi kemalaveri olup büyük pederleri tahir ömer nam şakinin vefatından sonra deri barı şevketkararı mülukaneye muvasalatla enderunı hümayunda vaki haceyi seferliye çırag buyrulup şemi amalı fanusı ikbalda şulepaşı kemal olmamış iken bin iki yüz bir senesi hilalinde mizbanı kaza fitilei hayatın mikrazı memat ile büride iderek ruhı revanı darı cinana reside olmuştur. şahı hubana naz ider gönlüm gahi arzı niyaz ider gönlüm ateşi firkatile yandıkça mevsimi dide yaz ider gönlüm damenaludei münahidir tövbeden ihtiraz ider gönlüm kabei matlaba irer bir gün arzuyı hicaz ider gönlüm cüstcuda hakikat alemini geşti deşti mecaz ider gönlüm semti yari tasavvur itdikçe tayyı dur u diraz ider gönlüm sırrına kamil olmadık agah sanma kim keşfi raz ider gönlüm nazımı mumaileyh yusuf kamil paşa gümrükçü osman paşa merhumun biraderzadesi ve siğarsal ve evaili halinde niamperverde vü terbiyetgerdesi olup devr u ikamet eyledigi eyalet u memleket ve dersaadet'de dairelerine müdavim ulemai benamdan tahsili ilm u marifet ve iktisabı sanatı kitabet eylemesi sırasında biraz vakt divanı hümayun kalemine müdavemet ve bin iki yüz kırk dokuz sali evailinde canibi mısrı zatü'lihrama azimet eyleyerek hazinei mısriyye kitabetinde müstahdem ve yedisekiz mah mürurunda mısır valisi merhum mehmed ali paşa'nın maiyeti kitabeti hizmetiyle mübtehic u hıram olunmasını mütevaliyen rütbei kaimmakamiden bida ile beş sene zarfında miri liva ve beyne'likfa namdar ve kamreva olup iki yüz altmış senesi evasıtında babı ikbalı erbabı amal olan deri barı şevketmedara irsal olunmağın rütbei refiai miri mirani ihraz ile münşerihü'lfevaid ve mısır'a avdetinde valii alihimmete damad oldukda beş sene sonra tebeddülatı valat ve vukuı vefat hengamelerinde hasbe'lkader aksayı benadiri saidiyeden olan bendi rasivanda üç ay kadar kaşanenişini vahdet ve badehu vasılı asitanei saadet olarak ezminei pirede rumeli beglerbeyi payesiyle ahkamı adliye ve maarifi umumiyye meclisleri azalığına memur u şadan ve çok geçmeden rütbei samiyei vezaret ihsan ve altmış sekiz senesi ticaret nezareti celilesiyle kalayı kadr u haysiyeti nigahi itibara şayan buyrulup muahharen fethi paşa'nın menasıbı memuriyeti aliyeleriyle nasblarının beşinci ayında nezareti müşarünileyhadan münfasilen yine meclisi vala azası sınfına dahil olmuş ve iki yüz yetmiş senesi evahirinde saniyen ticaret nezaretine ve bir mah mürurunda meclisi vala riyasetine revnakdihi şan u übbehet buyrulmuştur. müşarünileyh mahirü'lirfan bir müşiri alişan olup mütalaai kütüb u tevarih u ebyatda şöhreti kamilesi ve münavelei akdahı şiri saziye killeti rağbetiyle beraber tedkiki nükatı ebyat u mutayebatda mahareti şamilesi menkuldur. başladır medh u senaya halkı zişan kakülün söyledir bülbül misali çok suhandan kakülün şöhretin afaka çıkdı bilmeyen var mı seni meclisi uşşak içre oldu destan kakülün itmesin tayibi alem bu dili aşüfteyi bilmez itdi kendimi bana o fettan kakülün ukde olmuş kalbi aşıka anın her turrası bend ider bir mu yine bin merdümiden kakülün daima kamil kulun söyler sehavetbahşını hatemi tayy gibi oldu sahibihsan kakülün nazımı mumaileyh ahmed kamil efendi salifü'tterceme silivrili ismail hakkı efendi'nin biraderi gühteri olup pederleri ahıshalı osman efendi'den bir mikdar ulumı arabiye ve hace kerimi efendi'den bir bend fünunı farisiye tahsil iderek mükaddema rumeli canibine şerefvuku olan seyahati meali menkabeti cenabı şehriyari esnasında bir kıta müderrislik rüusi hümayununa nail olmuştur. tekyei yahya efendi'nin mübarek şeyhi kim hazreti nuri efendi dilmünevver çün sirac nice eyyamdan mükaddem zatı alisireti olmuş idi bazı suri arız ile namizac kurbı sarıyir'de tebdili heva vü ab içün kıldı iskan çend ruz ol piri sahibibtihac hamdullah hazreti irfan bedidi müjdebad himmeti piran ile buldu müdavat u ilac müddeti endekte baeltafı sanii kerim o mahallin halkı ile itdi ala imtizac böyle ranayı feride akibet lazım müdam kim vire hakka vücudu mesleki zikre revac kamila beher duayı sıhhatı tabı heman daima dergahı feyyazı kerim'e destin aç nazımı mumaileyh cerrah kamil efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz beş tarihinde panihadei sahai vücud olup bir müddet mektebi tıbbiyei şahanede tahsili maarifde bulunduktan sonra salifü'tterceme cerrahbaşı şakir efendi'nin yanında müddeti medide hizmet ve bir mikdar tahsili sanat eyleyüp muahharen bir bab çırağ dükkanı güşadiyle imrarı evkat itmekte iken işbu tezkireiacizanemizin tabından makdem orduyı hümayun canibine izam kılınmıştır. gazeli masnu olma sihamı desti kazadan emin aman aşikare gelmededir derkemin keman lali lebinde zahir olup nev demide hat didim huceste badı nigin zemini zaman başınçün itme vadei teşrifine düruğ ey cevrpişe oldu düruğa yemin yaman eksik degil rakibi cudarı semaniye olsun gerekse dilber dürı semini saman şirin muvaşşah eyle sanayile kamiya ister edayı taze ve hem nevzemin zaman nazımı mumaileyh mehmed kami efendi mahrusai edirne'de kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz iki tarihinde tariki tedrise duhul ve bin yüz on altı tarihinde şehri bağdad'a kadı ve badehu fetva emaneti ve yüz yirmi dört tarihinde galata mevleviyyetine ve bir müddetden sonra evkafı hümayun müfettişliği memuriyetine ve yüz otuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine vüsul ile bin yüz otuz altı tarihinde mekkei mükerreme payei celilesini bi'lihraz rumelihisarı'nda kain sahilhanesinde aramsazı itizaz olmuş iken senei mezbure hilalinde dayini ecel kendisine mütekaz olmağla irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup salavatı mesudi nam kitaba bir kıta terceme ve ilmi fıkha dair riyazü'lkasımin isminde bir aded risalei mutebere telif ve tertibine müvaffak olduğundan başka müretteb bir kıta divanı belagatünvanı ve salim efendi tezkiresi'nde haylice eseri renginbeyanı vardır. sageri binti'lineb hicranının mahrumuyuz arzuyı vuslatının çıkmaz hayali devriyi olmuşuz sengi kazanın bir nişangahı ayan ta lekedharı felek müşkülünün makduruyuz dutmadı devran bizimle kaldı hayret mahşere sahai nakam içinde dillerin meksuruyuz kurbı vuslat bulmadık düşdük hevayı firkata kendi kadrin bilmeyen bir nahalef mecburuyuz kılmaz iken şahlara kıldık aduya serfüru kamiya ikbal ile guya cihan meşhuruyuz nazımı mumaileyh şaban kami efedi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup bir müddet mısrı kahire'de ikametden sonra vatanı asliyesine ricatla tarikatı aliyyei kadriyyeye olan mensubiyeti münasebetiyle mütasarrıf olduğu haneyi zaviye şekline bi'lifrağ ile'lan icrayı ayini dervişane ile melufdur. gubarı ravzanın kuhlı ciladır ya resulallah gözümde hakı kuyun tutiyadır ya resulallah cebinin surei ve'şşems sinen matlaı ve'lfecr saçın ve'lleyl u yüzün ve'dduhadır ya resulallah şebi miracda nalı şerifin nakş almış çarh biri meh birisi mihri semadır ya resulallah şemimi çini zülfün şemmesidir mişk ile anber anınçün mişke teşbihi hatadır ya resulallah ne yüzle varayım yüz virmez isen babı rahmana yüzümde rusiyehlik runümadır ya resulallah gubarım ruzigar atmazsa semti ravzai pake demi mahşerde de işim hevadır ya resulallah o denli mücrimim zerre sevabım varsa defterde ya sehvi katiban ya iftiradır ya resulallah egerçi dameni lataknatu derdestdir amma yine her halde ümidim sanadır ya resulallah o denli lutfuna ümidvarım havf olup madum zebana her gelen harfı recadır ya resulallah derunum zikr u fikri hazrete biganedir gerçi nice bihude fikre aşinadır ya resulallah rehi mescidde sist u natüvan üftan u hizandır tariki fıskda pek tizpadır ya resulallah eger ruzı cezada sahib olmazsan degil cennet cehennem de bana nefretnümadır ya resulallah şefaat suçluya dirler meseldir söylenir daim kulun kani de bir mücrim gedadır ya resulallah nazımı mumaileyh ebubekir kani efendi cennetmekan sultan abdulhamid han hazretleri asrı şuarasından olup divanı hümayun kaleminden neş'etle hasbe'listitaa rütbei haceganiyi bi'lihraz bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunarak beyne'lemasil tahsili nam u şöhret eyledikten sonra guşegiri inziva olduğu halde tekmili nakdinei enfası hayat eyleyüp bin iki yüz altı tarihinde vefat eylemiştir. reisü'lmüverrihin süruri efendii danişkarinin vefatı mumaileyhe inşad eyledigi tarihi rengindir; her sözü madeni cevher idi gitdi kani mumaileyh şir u inşada yegane bir şairi bibahane olup nazm u neşri şairane ve münşiyane olduğu erbabı maarif indinde malum ve müsellemdir. bir kıta müretteb divanı belagatünvanı ve birkaç cüzü müştemil hezlgune bir eseri letafetbeyanı dahi vardır. latife; mütercim mumaileyh evaili halinde ayyaşin güruhundan olduğu halde kitabet hizmetiyle erzurum canibinde bulunduğu hengamda meclisi ülfetine alufte olan ashabı suhandan erzurumlu hakkı nam ehli zimete bir gün esnayı işretde latife tarikiyle kabulı islamiyeti teklif eylediginde o esnada medinei erzurum'da salahı hal ile maruf ve keşf u keramet ile mevsuf olan salifü'tterceme sahibi marifetname şeyh ibrahim hakkı efendi dahi berhayat olarak zemmii mersum cevabında; islamiyeti kabul eyledigim halde şeyh hakkı efendi ayarda bir müslüman olabilirmiyim didiginde şairi mumaileyh; anın kabına irmek derecei imkanda degildir didigi anda zemmii mersum; öyle müselman olmayup da senin gibi müselman olacak olur isem benim terki din eyledigim neye yarar diyerek mumaileyhi cevabdan aciz eyledigi menkuldur. ancak mumaileyhin her nekadar mukaddema bazı evkat u ezmanı o suretde güzeran itmiş ise de muahharen kendisi tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile tasfiyei kalb itmiş ve cemi mekkare vü isyanını şayanı avf u mağfiret eylemiştir. o nevreste nihalin şahı tuba kaddı dilcusu şemimi bağı cennet sinei safı semenbusu o mular kim dökülmüş ziri fesden arızı paka hayatefzayı alemdir nesimi çini gisusu füsunı ilmin feramuş etdirir harut u marut iki sehharedir uşşaka yarin çeşm u ebrusu nigahı dehşetinden lerze düşdü rebi meskuna anınçün naferizan oldu çinin hüsnı hevası o şehbazı hümapervazı dil sayd itmek isterdi maarif saydgahında olaydı zurı bazusu görünce gerdeninde kumruveş tavkı siyeh famı çözüldü zümrei erbabı aşkın bendi zanusu kerimi'nin ne derdi bidevaya düşdügün bilse tutardı cümlesi mazurı devranın suhangusu nazımı mumaileyh süleyman kerimi efendi lefke nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz yirmi dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala zihneli abdurrahman efendi merhumun halkai dersine hazır olarak tekmili nüsahı ilmiyye ve her fende mümkün mertebe tahsili meleke eyledikten sonra fatih sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki medaristen birinde hücregüzini ikamet olduğu halde bazı ashabı istidada taallümi fünunı farisiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh kelamı latif iradına kadir ve her nevde söz söylemege muktedir bir şair olup şirde kendiye mahsus etvarı ve hayliden hayli eşaru güftarı vardır. tarih zehi necli mükerremzadei izzet efendi kim idüp teşrihi lihye virdi şadi ta azirimde müveccihdir yazarsa kıl kalemveş hame tarihin yazılsın ahseni hat safhai vechi azizimde nazımı manzumai hünermendi şeyh seyyid kemal efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tariki aliyyei halvetiyyeye süluk ile meşayihi izamdan olduğu halde hanesinde ikametle evkatgüzar iken tekmil kıldı devrin seyyid kemal efendi tarihi natık olduğu üzere bin iki yüz otuz dört salinde kurbgahı cenabı mennana müteveccih olmuştur. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup ilmi kefde dahi mahareti olduğu rivayet kılınmıştır. kerimezadesi salifü'ttercevalii izamdan abdulaziz efendi'nin lihye irsaline dair balada muharrer olan tarihi inşad eylemiş olduğu bazı tarafdan icbar olunmuş olmakla teberrüken tezkirei aciziye sebt u kayd olmuştur. nurı aynım tiz giçüp ömrı şitabanım gibi bir dem aram itmeden bu çeşmi giryanım gibi korkarım kaldın gönül sevdayı zülfi yarda gördügüm yokdur seni habı perişanım gibi rahneyab olmaz yine dilde binayı aşkı yar perdei sinem de çak olsa giribanım gibi kaçma ruhum böyle ihsan ile gel aguşuma sine dirler namına bir sadra geç canım gibi cüstcuyı yarda cular dahi şimdi mühmal subesu olmuş revan eşki firavanım gibi nazımı müşarünileyh mekatibi umumiyye nazırı sabık seyyid ahmed kemal efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde zinetefzayı alemi şühud olup iki yüz kırk bir senesi defterdar mektupçusu odası hulefası sınfına bi'lilhak merkuzı gencinei tabı nazikanesi olan cevahiri maarifin iktizası üzre iki yüz kırk altı senesi ceride muhasebesi başkitabetine nakl eyleyüp iki yüz elli senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi ve iki yüz elli bir senesi rabia rütbei refiası bi'ttevcih o esnada sefaretle iran canibine izam kılınmış olan vakanüvis esad efendi merhumun namına olmak üzere cem u te'lif eyledigi müntahabatı şehname nam kitab ile bazı kasaidi farisiyesi müşarünileyhin teveccühatını istihsale vesile olarak serkitabetine memuren canibi iran'a azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetlerinde ol vaktin tabiratı üzere mülkiye nazırı bulunan pertev paşa merhum zatı alisini mektubii vekaletpenahi odasına nakl itdirüp o esnada dersaadet'e gelmiş olan şehzadegan u suğrayı iraniye'nin istintak u mukalemelerinde azimet ve iki sene müddetde tekmili mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdetindeki iki yüz elli altı senesi bi'listihkak odai mezbur mümeyyizligine memuriyetinden sonra bazı mevaddı mühimme tasviyesiçün mısır canibine azimet ve hüsnı hitamı memuriyetle deri aliye'ye müvalasatında mektubii sadrı ali muavinligi memuriyetine revnakefza buyrularak iki yüz elli dokuz salinde uhdesine rütbei salise ve bir müddet mururunda rütbei saniye bi'ttevcih memuriyeti müstakile ile cizre canibine azimet ve ifayı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp müşarünileyh esad efendi merhumun iki yüz altmış iki senesi mekatibi umumiyye nezaretine memuriyetleri hengamda muavin ünvaniyle maiyeti müşarünileyhe memuriyeti icra ve iki yüz altmış dört senesi nezareti merkume müdürlügü memuriyetine zinetefza ve senei merkuma şehri şabanında rütbei ulayı haiz olduğu halde mezkur mekatibi umumiyye nezaretine nazarbahşı kemal u zeka buyrulup dirayeti kamile ve her fende malumatı şamilesi olduğu misillü avrupa canibinde bulunan mekatib u maarif mahallerini dahi görüp usulı nizamlarına kesbi ıttıla eylemek üzere bairadei seniyyei hazreti şahane canibi mezkura izam kılınmış olmağın ekser düveli ecnebiyyenin makarrı saltanat u memaliki meşhurelerini geşt u güzar ile dersaadet'e avdetinden üç sene mürurunda mahdumı maarifmelzumları salifü'tterceme ziya beg merhumun tercemei halinde beyan olunduğu vecihle nezareti merkumeden vaki olan istidası üzerine işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında zatı pesendidesıfatı alisi berlin sefareti seniyyesi memuriyetine revnakbahşa buyrulmuştur. müşarünileyh muhterii mezamin bir şairi seheraferin olup ulumı arabiye ve fünunı farisiyede malumat u mahareti berkemal ve şir u inşada binazir u bimisal bulunduğu misillü fransa lisanına dahi aşina olduğuvarestei kayd u imladır. müşarünileyhin eseri hamei mucizrakamı olmak üzere müntahabatı şehname isminde bir kıta risalei rengini ve kavaidi farisiyeye müteallik nice nice resaili güzide ve eşarı belagatşiarı pesendidesi vardır. yine bezmi safada bir çerağı dilsitan yandı atıldı üstüne sad şavkile pervanegan yandı semenderveş düşüp suzı derunı aşıkan yandı füruğı hüsnüne bir şuhı rakkasın cihan yandı tutuşdu serteser iklimi cismi natüvan yandı dila gördün mü böyle dilberi tannaz ı nazamuz nedir ol tabişi hüsn u nedir ol cilvei dilduz serapa nur virirdim olmasaydı bazı manisuz güneş doğdu sakın zann itme kim bir berki samansuz sipihri nazdan samsun'a düşdü hanuman yandı yanarken şevkile kanunı dil manendei külhan iderken tabı ruhsarı serapa meclisi gülşen o şuhu bezmi vaslında acep germiyyeti dilden bu şiri ateşini bilbedahe tarh iderken ben fitil oldu elimde hamei mucizbeyan yadı füruğı hüsnü gerçi mihr amma kendi mahı nev şuaı şur ile seyyareler olmuş ana peyrev sakın bu narı mey yanar mı sorma kemali sev yakup yandırmasaydı tabı ruyı alemi pertev dimezdi ehli dil bihude ol şuha cihan yandı nazımı mumaileyh ali kemali efendi salifü'tterceme erzurumi teymur fenni efendi'nin sulbüden medinei erzurum'da bin iki yüz otuz dört senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk altı senesi medinei trabzon'a nakl u hicretle bazı vali paşaların mektupçuluk hizmetlerinde bulunarak bir müddet istihdam olunup muahharen kapudanı derya halil rifat paşa'nın kitabet hizmetinde bulunduğu halde dersaadet'e muvasalat ve bir müddetcik hariciye mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra yine müşarünileyhin divan kitabeti hizmetine ve bi'lahire kethüdalık memuriyetine nakl u ricat eylemiştir. mumaileyhin fenni inşada şöhreti şayiası vardır. olma ferhad ey dil ol şuhun lebi şirinine dağ dayanmaz tişei teklifi cevr ayinine sahili rahat görülmez bir heva altındayız hak selamet vire düşdük bahrı aşk enginine kimse bilmez ben kimin dilhastai hicranıyım nabzı dil gelmez tabibin ısbıı tahminine gah zülfün eledim geh ruhların bus eyledim nail oldum mülki hüsnün çin'ine maçin'ine geçmede eyyamı perhiz u riyazetle müdam bu tabiat zahidi döndürdü isa dinine mesti nahvetsinzalim düşmeni insafısın bakmadın bir kez lebib'in hatırı gamginine nazımı mumaileyh lebib efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup salifü'tterceme hami efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ile ama olduğuhalde yirmi sene müddet şehri mezkurda seccadepirayı fetva olmuş ve iki yüz altmış tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. dil mürgü damı aşka düşüp zara uğradım gisu ucundan ukdei düşvara uğradım yad eyle kays'ı deşt u beyabana düşdün ah ferhad gibi aşkile kuhsara uğradım çarpıldı dil görüp o perizadı akibet evvel nazarda çeşmi füsunkara uğradım bir kere vadi vasl ile tatyib itmedin canana bais oldu bu azara uğradım derdi ruhunla servi kadin fikrime alup vakti baharveş yine gülzara uğradım uğrar deyü suale lebib oldu hastadil bu intizar ile acep efkara ugradım nazımı mumaileyh vasıfzade abdullah lebib efendi ati'tterceme reisülküttab vasıf efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz on üç senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz kırk üç senesi kudsı şerif kazası mevleviyyetine ve bir müddet mürurunda burusa kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi mevleviyyetle mekkei mükerremeye azimet ve hitamı müddeti örfiyye itmeksizin taif nam mahallde irtihallı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. gelse beytü'lhazanı aşkdihi seyranıma ah eyler insaf benim çakı giribanıma ah sebzi berg ile gelir semti riyazı gamdan müjdei hatla bu şeb bezmi şebistanıma ah neyleyem perde olur dudı siyahı bahtım meşalefzuna niyaz olsa da sultanıma ah dağı pürdağ ise de ayni basiret görünür çeşm u guşı heves olsa nola her yanıma ah bana ol çeşmi siyahmest haber virdi lebib yar olurmuş nazarım nergisi mestaneme ah nazımı müşarünileyh muhammed lebib efendi tophanei amire rüznamçecisi metevaffa mustafa efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz üç senesi kademnihadei sahai vücud olup mezkur rüznamçe odasına bir müddet müdavemetle pederi mumaileyhin vefatında salifü'lbeyan rüznamçecilik hizmetine bi'lnakl on üç sene müddet hizmeti mezkurede bulunarak muahharen vukuı infisaliyle müddeti medide hanesinde ikamet ve bi'lahire uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih memuriyeti müstakile ile birkaç defa rumeli canibine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetinden sonra bir aralık cizye imametine ve badehu tersanei amire müdürlügüne memur ve iki sene mürurunda müdürlüki mezkurdan mehcur olmuş ve biraz vakt mürurunda harir nezareti hable'lmetin idaresine rabt olunmuş ise de memuriyeti mezkureyi tarpudı nezzareye alır almaz oradan dahi serriştei memuriyeti münkatı olarak hanesinde ikamet üzere olduğu halde muahharen babı aliden tesis u teşkil olunmuş olan darı şura azası ve badehu ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak o esnada tahaffuzhane nezaretine mevsul ve müddeti kalile zarfında halebi şehba defterdarlığına menkul olup mahalli merkuma azimet ve iki sene müddetde mazulen dersaadet'e avdet ve birkaç mah mürurunda defterdarlık ile rumeli canibine azimet ve üç sene hitamında mezkur defterdarlıkdan infisaliyle deri aliye'ye muvasalat eyleyüp barütbei ula meclisi vala azası sınfına dahil ve iki yüz altmış beş senesi hilalinde meclisi muhasebei maliye riyasetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem riyaseti mezkureden münfasilen meclisi vala azası sınfına ilhak olunmuştur. müşarünileyh sür'atı taba mazhar bir şairi kesirü'leser olup eşarı şairane ve üstadane vaki olmuştur. vaslı kaydı vasla manidir kerem kani dede vasıl olur hakk'a ol kim masivayı terk ide nazımı manzumei hünermendi şeyh mehmed lütfü efendi bayram çelebi evladı kiramından manisa mevlevihanesi şeyhi ali nakşi efendi merhumun mahdumu olup mumaileyhin vefatından sonra dergahı mezkur meşihatine nail ve bin yüz elli tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada muharrer beytinden başka şiri manzurı acizi olmamıştır. ey gönül tigi nigahından o yarin feryad canımı itdi helak cismi nizarım berbad nigehi pürfetanı şur u şirev arbedehiz tiri müjganına şayeste ne itsem isnad aldı ceyşi sitemi ta ki harimi canı kalmadı kişveri gönlümde hiç asude bilad mülketi candan eser kalmadı gönlüm evini yıkamazsın evi şayestedir olsun bağdad nice asayiş olur lütfü'ye her an söyle idesin ey mehi tabende çekem cevr u inad nazımı mumaileyh hafız halil lütfü beg tırnova kazası hanedanından olup bin iki yüz elli beş tarihinde dersaadet'e muvasalat ve beş sene mikdarı ikametden sonra memleketi canibine avdet eyleyüp kıldı hafız beg bu yıl gülzarı firdevsi mekan tarihi menkut u mantıkına iki yüz altmış bir senesi üşri muharreminde işbu matemgahı fenadan nüzhetserayı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh tarikatı aliyyei sadiye mensubatından olup haylice kelamı mevzun inşadına müvaffak olmuştur. hatı anberfeşanın manii buyı izar olmaz müsellemdir bu dava kim hututa itibar olmaz cefayı çarhile olmaz mükedder hatırı aşık ruhı mir'atı tabı saftinetde gubar olmaz niyazı vaslı mümkün mü o mehruhsarı gördükde hücumı şevkden güftara tab u iktidar olmaz görüp ruhsarı pürtabında ol haki cihansuzun acep kimdir gamı aşkınla cana dağdar olmaz şikesti tişei cevr u cefayı yar olmuştur nihali maksadın min badı lütfü meyvedar olmaz nazımı mumaileyh lütfü efendi diyarbekir müftüsü müteveffa ali efendi'nin veledi sulbü olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye ile muahharen bir müddet diyarbekir eyaleti nüfus nezareti hizmetinde istihdam olunup neşri ulumı aliye ile imrarı subh u şam itmekte iken bin iki yüz altmış üç senesi azimi darü'sselam olmuştur. amudı subhı ihlasa dilim bir özge çadırdır muhabbet deştine varmış derunum pek bahadırdır mühimmatı ümurumdandır icra eylemek emrin buyur ey şehlevendim emrine uşşak mebadirdir safı müjganını tertibi dil almak için yohsa o fitnehiz u hunrizi cefakarım ne gaddardır emeli gavgay itmişse huzurum ceyşini tefrik yine cemi cünudı hatıra mevlam kadirdir hulasa hazreti fehmi beg'in remzi mürüvvetde nazir u heminanı lütfüya bişübhe nadirdir nazımı mumaileyh ahmed lütfü efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye say u gayret ve müddeti kalile zarfında beyne'lulema kesbi şöhret eyleyüp bin iki yüz elli iki senesi bir kıta dersaadet müderrisligi rüusı hümayununa nail ve bir sene mürurunda ki salifü'tterceme vakanüvis esad efendi merhumun takvimhanei amire nezaretinde bulunduğu hengamda takvimhanei mezkure mukabeleciligi hizmetine bi'lnakl iki yüz elli yedi senesi tarikini tebdil iderek uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olmuş ve birkaç sene odai mezkura devam eyledikten sonra iki yüz altmış bir senesi imarı mülki memuriyetiyle rumeli canibine azimet ve dersaadet'e avdetinde kendisine rütbei salise bi'lita zabtiye meclisi kitabetine memuriyeti icra kılınmış ise de iki yüz altmış üç senesi takvimi vekayiin bazı mertebe tecdidi nizamatı sırada takvimhanei mezkureye tahvili memuriyet eyleyüp muahharen anadolu müfettişi maiyetinde bulunarak kitabet hizmetiyle anadolu canibine azimet ve iki seneden mütecaviz ikametden sonra dersaadet'e muvasalatla ile'lan takvimhanei mezkure tahrirat başkitabetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh tabı latif bir zatı şerif olup kendisinin bir mikdar eşarı güzide ve çendaded tercemei pesendidesi vardır. bir lebi mül aşıka dildar dirsen işte sen hayret almış gönlünü naçar dirsen işte sen hambeham zülfi siyah alemde çeşmi fitneger var mıdır böyle peri mekkar dirsen işte sen narı hasret sinesin suz u kebab itmiş hele kimdir ol dilhasta vü bimar dirsen işte sen cevr idüp üftadesin dürlü cefaya uğradan bimürüvvet dilrüba her bar dirsen işte sen zar u zari guşei tenhada ah eyler müdam iki çeşmi eşkile cuybar dirsen işte sen naz ile aguş ider aheste gonca destesin rengi gül hemsinesi gülzar dirsen işte sen ta seher bin derd ile bülbül gibi feryad ider hecre karşı subha dek dilzar dirsen işte sen sormaz asla hatırı mecruhu zalim bir nefes kalbi taş ya ahını pürkar dirsen işte sen lütfü söyle tekyei gamlarda firkat camesin var mı giymiş hırkai efkar dirsen işte sen nazımı mumaileyh ömer lütfü efendi medinei adana'da bin iki yüz otuz üç senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup bi'lahire vücuhı belde sınfına dahil olmuş ve muahharen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. vilayeti canibinde musa balizade dinmekle arifdir. gazeller gül gül olmuş gülbüni eşarı mecmua nihali gül varaklar şiri gül gülzarı mecmua tesellibahş olur erbabı aşka genci mihnetde olur her dem enisi aşıkı gamharı mecmua dimem mecmua ol evraka kim çıkmaz meal andan odur mecmua kim zevki ola derkarı mecmua lisanı halime keyfiyeti aşkı beyan eyler anınçün itmez elden levhiya her barı mecmua nazımı mumaileyh levhi efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup harici itibar ile tariki tedrise dahil ve muahharen mahrusai mezburede vaki hasan paşa medresesi müderrisligine nail olmuş ve bin yüz altmış beş sali hilalinde darı bekaya irtihal eylemiştir. devadır hakı kuyun hastegana ya resulallah şifa bahş itdi nutkun cism u cana ya resulallah kevakib saymadan isyanımın mikdarı müşkildir eger afv itmesen sıgmaz cihana ya resulallah buyurdun ümmetim isyan ider ahirzaman olsa meseldir afv olur hali zamana ya resulallah huzura varmağa barı günahdan yok mecalim ah şebabetde dönüp kaddim kemana ya resulallah bu kara yüzle duzahdan dahi şerm eylerim allah degil leyla kulun layık cinana ya resulallah şairei mumaileyha leyla hanım sudurı izamdan moralızade hamid efendi merhumun duhteri pakizesi olup akribasından salifü'tterceme keçecizade izzet efendi merhumdan bir mikdar tahsili hüner u marifet eylemiş ve evaili halinde bir hafta mikdarı arayişnümayı haclegehi izdivac olmuş ise de zenn u şuher beyninde keşide olan bisata ihtilatı deride ve o sırada merbut olan riştei inbisatı beride eyleyip guşegiri tecerrüd olduğu halde evkat u ezmanını mütalaai eşar ve tanzimi güftar ile imrar u güzar eylemekte iken bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde darü'sselama hıram eylemiştir. vefatına burusa kadısı sabık kıbrısizade hakki efendi'nin nazm u inşad eyledigi tarihdir. aldı leyla'yı telef itdi ecel mecnun'u mumaileyhanın mürettep bir kıta divanı matbuu vardır. harfi'lmim ukdebendi hatırı azadegandır perçemin baisi dilbestegii bidilandır perçemin bestedir her tarı müjganında bir nurı siyah halegerdi mahitabı hüsn ü andır perçemin zeyn olur zülfi arusuyla şebistanı bahar deste deste tuhfei sünbülsitandır perçemin mürgı dil serpençei şehbazı çeşminde zebun çinden gelmiş kemendi ahuvandır perçemin vasfı zülfünde gönüller bağlı diller bestedir şairane baisi ıkdı'llisandır perçemin saye salmış ebruvanınla siyeh müjganına kabza almış maliki tir u kemandır perçemin ben de aldandım siyeh rengi füsunı gamzene mahir'e serriştei sihr u beyandır perçemin nazımı mumaileyh numan mahir beg egriboz kazası hanedanından olup mukaddema tariki tedrise duhul ile bin iki yüz otuz sekiz senesi dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp iki yüz otuz dokuz senesi tarikatı bi'ttebdil hacelik rütbesine nail mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olduktan sonra iki yüz kırk yedi senesi amedi odasına nakl ile iki yüz elli iki senesi hariciye kitabetine ve bir müddet mürurunda takvimi vekayihane nezaretine ve iki yüz elli beş senesi amedii divanı hümayun memuriyetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei ula evkafı hümayun nezaretine revnakefza olmuş ve muahharen nezareti merkumeden münfasilen hanesinde ikamat üzre iken iki yüz elli dokuz senesi hilalinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup müretep divanı eşariyle bir kıta münşeatı vardır. gözden o nurı basıram oldu nihan bu şeb mahı felek gözümde degil elaman bu şeb gelsin deyü o nahlı emel bağı vuslata payı niyaza oldu sirişkim revan bu şeb ol şemi hüsne suzişini ey gönül aman yakıl yıkıl gelirsen eger yanbeyan bu şeb şebreng turranın açılüp bahsi şurişi ey meh müselsel oldu bize dasitan bu şeb gördü hezar bülbülü suzişden ah ider pervane oldu mahir ile hemzeban bu şeb nazımı mumaileyh mehmed mahir beg salifü'tterceme pertev paşa merhumun biraderzadesi olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve bir müddet mürurunda mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak bir müddet umurı mehammı seniyyede istihdam olunduktan sonra fenni inşada olan mahareti iktizasınca amedi odasına memur ve tayin buyrulup barütbei saniye kadarı terfi kılınmış iken bi'lahire illet u reme duçar ve bir müddet azurdei ruzgarı ziverkar olduktan sonra nihalı vücudı sarsarı ecele mukabil ve o suretle bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde riyazı cinana mütemayil olmuştur. mumaileyhin ömrü gibi şiri dahi kalildir. kıta korkudur vaiz beni yarın kıyametdir deyü yardan ayrıldım bu gün kopdu kıyamet başıma öldügümden sonra bir devlet bilirdim mahiya yar işigi taşını dikse alamet başıma nazımı mumaileyh mahi efendi kangırı nam kasabada talatnümayı alemi vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarife hasr u sarf ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp kasabai mezkurede neşri ulumı aliye eylemekte iken bin iki yüz on tarihinde mahı hayatı münhasifi memat olmuştur. alem ol azra izarın sakiya mestanesi zühre bezminde o şemi zahirin pervanesi nazımı manzumei hünermendi ali meseli efendi ishakzade mehmed zuhuri efendi'nin mahdumu olup rumeli kuzatı silkine dahil ve bin yüz seksen dokuz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. makamı avnı hakd'an dem urur nazikedadır ney tehidil sanma zahid ta ezelden bir hevadır ney asayı piri aşkı hemçü tuba desti mutribde dü çeşmi münkirane sureta bir ejdehadır ney nal eylemiştir bütei aşkı ilahide kolak tutmaz nice bir kil u kala pürsafadır ney heman bir nalei dilsuzu vardır zadı rihlet de rehi teslimi aşka rehberi babı fenadır ney müsaffadır derunu mecdiya jengi riya tutmaz anınçün herdem ülfetgiri yaranı safadır ney nazımı mumaileyh manavzade mustafa mecdi efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup yüz on altı tarihinde haric itibariyle katar müderrisine dahil ve devri medaris eyleyerek hudavendigar medresesi müderrisliğine nail olmuş iken bin yüz elli bir sali hilalinde darı bakaya müntakil olmuştur. bir lebi lal u güli ruhsara ben kıldım heves bülbülı şeyda olup gülzara ben kıldım heves lane tutmuş kafı istiğnada simürgi gönül ol sebebden hubru hünkara ben kıldım heves hali hindular mıdır bilmem arakrizin midir ben ben olmuş ol cemali yare ben kıldım heves hayli demdir guşei hasretde kalmışdır muhib lutfuna şayeste kıl didare ben kıldım heves nazımı mumaileyh mustafa muhib efendi şehri diyarbekir'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde panihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra bin iki yüz elli yedi tarihinde dersaadet'e muvasalat eylemiştir. gazeli rengintirazı dehanı dilber şuledar oldu felek şemai didarımdan eylerim dehri çerağ ateşi ruhsarımdan şevkime yanmağa mum oldu seraser dünya alemi ruşen idersem nola envarımdan öyle şemim ki cihan şevkime oldu fitil yanmadan fark idemez nurumu hiç narımdan mescidi aşkda kandili tecellii zaman şuleyab olmada şevkaveri etvarımdan mumcu bir afetin ağzından alındı bu mahrema şule vire dillere güftarımdan nazımı mumaileyh mahrem dede mahrusai edirne'de kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bir müddet memaliki mahrusada geşt u güzar eyledikten sonra medinei izmir'de muahharen aram u karar eylemiştir. tiği müjenin halkda bin yarası vardır yüzlerle anın ben gibi avaresi vardır mecnun gibi bu leylii gamda beni ağyar kaçdı göricek var ise yüz karası vardır ey küştii dil dalmasana bahrı gumuma çatmaklığın ol dilbere bir çaresi vardır hali göricek ruyuna itdim nazar amma sayd oldu gönül didei sehharesi vardır muhsin seni elbetde şehid eyler o kafir madem ki anın gamzei hunharesi vardır. nazımı mumaileyh muhammed muhsin efendi vodin valisi esbak müteveffa aga hüseyin paşa'nın hazine katibi ati'tterceme salih vehbi efendi merhumun sulbünden dersaadet'de şehremini nam mahallede bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde çehrenümayı alemi vücud olup iki yüz elli beş senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı silkine ilhaken o esnada mektebi maarifi adliyeye nakl ile mikdarı kafi ulumı arabiye vü farisiye tahsil eyledikten sonra maliye mektupçusu odası hulefası sınfına bi'lilhak ilmi kitabet ve fenni inşada kesbi meleke iderek iki yüz altmış senesi üsküb eyaleti tahrirat kitabetine ve iki yüz altmış dört senesi islimye mal başkitabetine ve iki yüz altmış yedi senesi hamid sancağı malmüdürlügüne memur ve tayin kılınup mahalli mezkureye azimet ve bir müddet hidematı seniyyede bi'listihdam iki yüz altmış dokuz senesi barütbei rabia sınfı hacegana duhul ile naili me'mul olmuş ve iki yüz yetmiş bir senesi evailinde bilistifa memuriyeti mezkureden münfasilen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh tabı latif bir zatı şerif olup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. dili nalanımı inletti seher nalanın nedir ey bülbüli şuride ne bu efganın kızılın urdu yüzüne meye yek reng oldu ruhı gülgun ile saki lebi ol cananın götür ey badı saba bağa peyamın o mehin şebi hecrini münevver idelim devranın mey u mahbub ile gülşende heman şad olalım yeter oldu gamını çekmiyelim dünyanın meye meyl eylemesin mahvi neye meyl itsün ki komaz zerre kadarca kederin insanın nazımı mumaileyh mahvi efendi rumeli'de vaki hayrabolu nam kasabada tevellüd eyleyüp bir mikdar ulumı aliye tahsil eyledikten sonra tarikatı aleyyii halvetiyyeye süluk ile bin yüz elli tarihinde rahı huda'da mahvı vücud eylemiştir. mürettep divanı olduğu bazı asarda mütalaagüzarı acizi olmuştur. dilavaz mahfi genc ol ko seni virane sansınlar meseldir bu ki dirler akil ol divane sansınlar mukimi mescid ol batında dayim hakkı zikr eyle nağam erbabı zahir menzilin meyhane sansınlar tevella vü teberra aleminden içtinab eyle varıp sen aşina ol hakka ko bigane sansınlar vücudun derdi aşk ile fena mülkünde mahv it kim beka esrarına vakıf olan merdane sansınlar var esbabı kemala mahviya arz eyle eşarın garez ehli kelamın ko senin efsane sansınlar nazımı mumaileyh hasan mahvi efendi memaliki iraniye dahilinde vaki makarrı urefa ve mecmaı zürefa olan tebriz nam şehri şöhretengizde bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup nakdinei enfas u evkatını tahsili destmayei hüner u marifete harc u sarf ile ekser fünun u maarifde bir mikdar kesbi malumat eyledikten sonra bazı biladı iraniyeyi geşt u güzar iderek ala'ttarikü'sseyahe iki yüz altmış üç tarihlerinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp hattı talikde olan behresi mülabesesiyle ile'lan tahriri kütübi nefise ve mütalaai eşarı selise eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh ashabı mahviyetden bir zatı sencidetabiat olup kendisinin türki ve farisi bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam görünen berk degil şulei ahım görünür şebi firkatda o şule ile rahım görünür bu karanlık ki zuhur eyledi sanman gicedir kaplayıp alemi dünyayı günahım görünür ay olur ki göremem ol mehi tabanımı ben lik ağyara gice gündüz o mahım görünür leylei gamda tasbir idegör mahzuli akibet bir gün olur lutfı ilahım görünür nazımı mumaileyh ismail mahzuli efendi rumeli'de vaki lofca nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup muahharen medinei filibe'ye hicret ve bir müddet tahsili uluma say u gayretle bi'lahire medinei mezburede bir bab dükkançe güşad eyleyüp mücellidlik sanatiyle şirazebendi sahayifi şuhur u avam olmuştur. razı aşkı söyleme alem hevadan nem kapar pek dakik olmuş cihanasa begim dirhem kapar labile taliki vakt eyler visali bezmini lik hasta aşıkın nakdini pek muhkem kapar şahidi gül olmağa ol goncei naz getiren gülsitanı bezmgehde busei gülfam kapar dilrübalar iltifat itmez muhibbi sadıka ol metaı bibahadır anı hep alem kapar muhlisa terki mecaz it rütbei tahkika er kim bilirsin pirine mahrem olan mahrem kapar nazımı mumaileyh halil muhlis beg mora hanedanından koca halil begzade müteveffa abdi beg'in veledi sahibhıredi olup hanedanı zadegandan olduğu haysiyetle dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olduktan sonra bin yüz yetmiş tarihinde iritihalı darı beka eylemiştir. balada muharrer olan gazeli pürhalel vaki olmuştur. hisabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim kitabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim bu bezmi gamda bulunmaz suale ehli hired cevabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cehimi hecrine düşdüm o maliki hasenin gadabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim urur mu guşunu herbir tehidilanı cihan hitabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim degil verasına zühhad mutekif vakıf hicabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim uluvvı himmeti uşşaka feyz ider ihsan cenabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim neler çeker güzelim firkatinle muhlisi zar itabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim nazımı müşarünileyh sirozlu yusuf muhlis paşa siroz ayanı müteveffa ismail beg'in mahdumu olup bir müddet medinei siroz'da mütesellimlik eyledikten sonra bin iki yüz otuz üç senesi memuren yanya canibinde bulunduğu halde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih egriboz muhafızlığına ve badehu saruhan eyaletine ve iki yüz otuz sekiz senesi haleb eyaletine sayebahşı izz u itila ve bir aralık kütahya'ya nefy u icla ve müddeti kalile zarfında karaburun ve iğneadası muhafızlığı inzimamiyle menteşe ve karahisarı sahib sancakları kendiye tevcih u ita buyrulup bi'lahire infisali cihetiyle dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametden sonra iki yüz elli bir senesi belgırad muhafızlığına ve iki yüz elli altı senesi tekrar saruhan eyaletine ve müteakıben rumeli eyaletine sayeendazı atifet olmuş ve iki yüz elli sekiz senesi eyaleti merkumeden infisali vuku bulmuş olmağla medinei siroz'a azimet eyleyüp iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azmı riyazı cennet eylemiştir. mütevefayı müşarünileyh mısrı belagatın şairi sahibşöhreti olup asarı tabı sencidesi seraser güzide ve muteber vaki olmuştur. derdi aşkın merdi sahib zur şeklin gösterir ki hulagu gahice timur şeklin gösterir yanmağa mecbur iden bilmem nedir pervaneyi var ise nar ehli aşka nur şeklin gösterir serde ateş dilde dud u eşki yem dü dide çarh cismi aşık sureta vapur şeklin gösterir böyle dirler mülki mahviyetde resmi devleti kim süleymancah olursa mur şeklin gösterir herkese halince vardır bir tecelligahı aşk bisütun ferhad'a göre tur şeklin gösterir gayreti erbabı aşka aferin sad aferin dayima mahzun iken sürur şeklin gösterir benzer erbabı riyanın hali ol kaşaneye iç yüzü viran dışı mamur şeklin gösterir neş'ei zatı mıdır çeşminde cananın acep her nigehde aşıka mahmur şeklin gösterir bir periruhsara çarpıldık ki muhlis elaman sureta insan amma hur şeklin gösterir nazımı müşarünileyh muhammed esad muhlis paşa ayaş kazası müftüsü müteveffa hasan efendi'nin mahdumu olup bir aralık kazayı mezkur voyvodalığı uhdesine bi'lihale silahşorluk payesini ve bin iki yüz yirmi bir senesi dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesini ihraz eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle emiri ahurı sani hizmeti uhdesinde oldugu halde müteveffa mahmud paşa'nın muhalefatı tahrir u tasviyesine memuren dırama canibine azimet ve bir sene zarfında hitamı memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamda ki iki yüz otuz dokuz senesi hilalinde barütbei vezaret edirne eyaleti uhdesine bi'ttevcih beş sene müddet ikametden sonra eyaleti merkumeden mazulen mahrusai burusa'ya menkul olmuş ise de müddeti kalile zarfında konya eyaletine ve biraz müddet mürurunda erzurum eyaletine yedi sene tamamında vukui infisaliyle dersaadet'e muvasalat eyleyüp o esnada babı maliyede müceddeden teşkil olunmuş olan darı şura azası sınfına bi'lilhak iki yüz elli beş senesi bahrı sefid muhafızlıgına ve dörtbeş mah mürurunda sivas eyaletine ve badehu haleb eyaletine ve biraz vakt mürurunda sayda eyaletine ve üç sene edirne'de bi'linfisal bervechi ikamet mahrusai burusa'ya azimetle yirmi gün mürurunda saniyen erzurum eyaletine ve bir sene tamamında ikinci defa olmak üzere sivas eyaletine ve birkaç mah zarfında musul eyaletine ve iki yüz altmış üç senesi kürdistan eyaletine revnakefza olmuş iken iki yüz altmış yedi senesi hilalinde merkezi eyalet olan şehri amid'de azimi darı beka olmuştur. müşarünileyh dirayeti müsellem bir müşiri sütudeşiyem olup umurı memuresinde hüsni muvaffakiyetle devletde sayt u şöhret kazanmış ve bir kıta divançei eşariyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. verdi nazım kalbi nalanım hezarındır senin aşıkı hasretkeşi nazın izarındır senin tazelersin nevbenev zatı kadimin yohsa kim aşıka cevr etmek ey meh eski karındır senin bülbüle taklidi terk it hisse al pervaneden vuslatı dildara mani ah u zarındır senin bellidir ey mumiyanım nasiyen izhar ider merhamet şefkat mürüvvet hep şiarındır senin subha şeklin gösteren destinde muhlis ol mehin eşki çeşmi lü'lüı lala nisarındır senin nazımı mumaileyh ali muhlis beg dergahı ali kapıcıbaşlarından mustafa paşazade müteveffa ömer tahir beg sulbünden bin iki yüz yirmi yedi tarihnde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddetcik enderunı hümayuna ve badehu divanı hümayun kalemine mülazemet ve müdavemetle muahharen seraskeri esbak mustafa nuri paşa'nın dairesine kesbi tereddüd iderek bir müddet hazine kitabetinde ve birçok vakt dahi hazinedarlık hizmetinde bi'listihdam bi'lahire sınfı hacegana duhul ile naili meram olduktan sonra iki yüz altmış tarihlerinde dairei müşarünileyhden müfarakat ve bir müddet hanesinde ikametle kendisine rütbei saniye ita ve o esnada niş defterdarlığına memuriyeti icra buyrulup mahalli mezkura azimet ve iki yüz altmış beş senesi infisali vukuuna mebni dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz altmış altı senesi hilalinde konya defterdarlıgı idaresine bi'lihale iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. ne sakisi bu bezmin ne meyi gülfamı kalmışdır mey aşmamane ancak bir humaralamı kalmışdır. ne rütbe itibarı var cihanda şimei adlin gidüp nuşirevan alemde bir hoş namı kalmışdır ne denli leşkeri hat hanı hüsnün itse de yağma leb u çeşmin gibi bir sukkerin bademi kalmışdır o mahbubı ümidi almadım aguşı teshire meger vaktinde tezkar olmadık esma mı kalmışdır heyulayı visale muhlisa virmek için suret bu levhi hatıra nakş olmadık hülya mı kalmışdır nazımı mumaileyh muhlis efendi menşeen erbabı kemalat ve mevridi ashabı malumat olan şehri ayıntab'da hanedanı şehri mezkurdan hasırcızade müteveffa mustafa efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz bir tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilm u maarife hasr u sarf ile fenni inşa ve resmi imlada sahibi şöhret olduktan sonra menbaı feyzi bipayan olan şehri sitanbul'a muvasalat ve evkatı hümayun hazinesi dahilinde vaki tahrirat odasına bir müddet müdavemet ve iki yüz altmış dokuz senesi kitabet hizmetiyle haleb canibine azimet eylemiştir. mumaileyh nazm u neşre kadir bir şair olup bir mikdar eşarı vardır görüp zann eyleme cana şahabı asumandır bu göğe çıkmış şerarı dudı ahı aşıkandır bu acep mi kaysveş sahrai nevridvahşet oldumsa cihanda aşıkı divane dirler nam u şandır bu niçün sık sık kırarsın kalbimi manendi baziçe usandırdın beni ey tıflı nazım her zamandır bu baharı hüsnünü baranı eşkim itdi perverde zamanıyla benim göz dikdigim bir nevcüvandır bu cenabı muhlis'e midhat degil maksud peyrevlik kemali aczimi tefhim içün bir tercemandır bu nazımı mumaileyh ahmed midhat efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divan kalemine müdavemetle mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına ilhak olunarak mukaddema sayda defterdarı müteveffa faik efendi'nin maiyetinde bir müddet hizmeti kitabetle bi'listihdam muahharen selanik valisi müteveffa sami paşa'nın divan kitabeti hizmetinde dahi bir müddet güzarendei subh u şam olduktan sonra bin iki yüz altmış altı senesi meclisi vala mazbata odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet mürurunda odai mezbur mümeyyizligi hizmetine nail olmuş iki yüz altmış yedi senesi barütbei saniye odai mezbur serhalifeligi memuriyetine ve iki yüz altmış dokuz senesi memuriyeti mezkurenin lağviyle barütbei ula meclisi vala ikinci kitabetine revnakefza buyrulmuştur. mumaileyhin fenni inşada şöhreti şayiası vardır. senindir cümleten mülki hidayet ya resulallah beni rahı sevaba kıl delalet ya resulallah huda'nın arşı alası türabı zılli payından şebi israda kesb itdi şerafet ya resulallah benim cürmüm nihayet tutmaz inkara mecalim yok senin de lutfuna yok hadd u gayet ya resulallah beni leylii dünya aldatup mecnunsıfat oldum cünunumdan kerem kıl vir ifakat ya resulallah muradı derdmendin cümleten ahvali malumun anı takrir u tahrire ne hacet ya resulallah nazımı mumaileyh şeyh elhac muhammed murad efendi tarikatı aliyyei nakşiyye meşayihinden abdulhalim efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz üç senesi şehri muharreminde panihadei sahai vücud olup tekmili hıfzı kur'anı azimü'şşan iderek ulumı aliyede dahi müşarünbi'lbenan olduğu halde dersaadet'de çarşanbabazarı nam mevkide vaki murad molla dergahı meşihatine nail ve selatini izam hazeratı camii şerifesi meşayihi zümresine dahi dahil ve bi'lahire sultan ahmed han hazretleri camii şerifi şeyhliği hizmetine vasıl olmuş iken iki yüz altmış dört senesi şehri şabanide fücaeten darı ukbaya müntakil olmuştur. dergahı mezkur civarında kain ihyagerdesi olan darü'lmesnevi havlusunda medfundur. mumaileyh muhibbi ali aba bir şeyhi sahibenfa olup fununı farisiyede olan malumatı iktizasınca mukaddema dergahı mezkurda ve muahharen darü'lmesneviyü'lmezburda bazı erbabı istidada mesneviyi şerif takrir ile güzarendei eyyam u leyal olduğu halde haylice asarı güzide tanzimine muvaffak olmuştur ki esamisi ile zirde tahrir u işaret olmuştur. hülasatü'şşüyuh isminde şerhi mesnevii şerif, mahazer isminde şerhi pendnamei şeyh attar, şerhi tuhfei şahidi, şerhi kavayidi farisiye ve bir kıta müretteb divanı türkiye ki mecmuu beş adetdir. mumaileyhin mürurı ezmine ile keşf u keramatı dahi nakl olunmak me'mul u muhtemeldir. müstezat vechinde görüp bir güli zibayı muhabbet bülbül gibi dil itdi temennayı muhabbet ey gözleri afet zar olup elbet ol bezmi ezel lezzetidir bezmi cihanda halk birbirine itdigi sevdayı muhabbet şimdiki zamanda eskidir o ülfet mahbub temaşası bir esrarı hükümdür kim mest ider uşşakı tecellayı muhabbet hakdan bu keremdir hal ehline devlet tarife gelir mi gönül ahvali kalemle meydanı erenlerde ko davayı muhabbetyorulma elemle yokdur bu ne sohbet nakşındaki nakkaşı bilüp arifi hak ol tahkiki muradi budur ol cayı muhabbet sen var yüzü ak ol pirden ola himmet nazımı mumaileyh şeyh muradi efendi dersaadet'de bin iki yüz on beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bi'lahire sumaku nam mahale hicret ve mahalli mezkur meşayihinden şeyh abdurrahman efendi'den ahzı desti inabet eyleyüp iki yüz elli beş salinde labisi libası hilafet olduktan sonra yine dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh hezarfen bir zatı pakdamen olup haylice asar u güftarı olduğundan başka kendi hattiyle ayine üzerine yazılmış birçok kıtaat u ebyatı dahi vardır. öyle bir şehbazı aşkım ki şikarım dildedir öyle simürgüm ki kafı iftiharım dildedir bir hümayım ki mekanım lamekan şehrindedir bir hezarım ki nigarım gülizarım dildedir bir gedayım sureta amma ki şahı alemim fatihi iklimi aşkım kar u barım dildedir bana mevrusı pederdir haydarı kerrar'dan kahiri ceyşi aduyum zülfikarım dildedir vuslatı dildar içün ağyara minnet eylemem ilticayı nasa yok hacet ki yarim dildedir nükheti nüzhetine gülzarı dehri neylerim mürgi lahutum safayı mürgzarım dildedir öyle müştakım ki müştakı huda dirler bana bendei naçizim amma şehryarim dildedir nazımı mumaileyh şeyh mustafa müştak efendi canibi anadolu'da vaki bitlis nam mahallde çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei kadriyyeye süluk ile bi'lahire dersaadet'e muvasalat eyleyüp eyyub ensari hazretleri ismine mensub olan karyei latife dahilinde vaki selami efendi hankahı meşihatine naileyetle bir müddet hankahı mezkurda ikamet eylediktensonra bin iki yüz kırk yedi tarihlerinde memleketi canibine avdet eyleyüp müddeti kalile zarfında şaribi şehdi şehadet ve ol suretle azimi halvetserayı cennet olmuştur. mumaileyh mezinnei kiramdan olup bir kıta divanı benamı vardır. natı şerif tabı pakim ki kumaşı marifet dükkanıdır feyzi bipayanı hak gevherlerinin kanıdır neşri envarı füyuzatı ilahi itmede alemi kevnin mahı hemneyyiri rahşanıdır cümle halk üftadesi olmuş zelihalar gibi guyiya hubanı asrın yusufı kenanıdır feyzinin her katresi bir dürri nabı marifet sanki nisanı kemalin ebri pürbaranıdır gevheri nayabveş manzumesi bi'lintihab şairanı alemin serlevhai divanıdır davai rüçhan idüp mahz itmesin mi herkese şahı kevneynin mediha kuyı dürefşanıdır padişahı mülki din fahrı nebiyy ü mürselin rahmetenlilalemin zatı şerif ünvanıdır öyle sultanı rüsul kim zatı paki emcedi kainatın baisi mevzuı çar erkanıdır andan istimdad iden zann itme ancak mücriman asfiya vü etkiya yekser mededcuyanıdır serverasından meded olmazsa ferda ümmete yad olmuşdan kimin der uhdei imkanıdır bahusus bu abdi aciz kemterin meşhuri kim daima fikri cezayı kesreti isyanıdır nazımı mumaileyh ahmed meşhuri efendi mahrusai selanik'te kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet bazı mütesellimin ve voyvodaganın kitabet hizmetlerinde bulunduğu halde memaliki mahrusada vaki bazı mahallerde geşt u güzar iderek avangüzar olduktan sonra mahrusaı mezburede bir kıta çiftçilik tedarikiyle seyr u seyahatdan feragat ve bi'lahire bir kıta müderrislik rüusı hümayununa dahi nailiyetle selanik'te bazı çelebilere talimi fünunı farisiye eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh mahrusaı mezburenin şairi meşhuru ve bir katibi maarifmevfurudur. gün yüzün sevdası itdi bikararı intizar subha dek oldum bu şeb encümşumarı intizar ahı servim eşki çeşmim intifabahş olmadı oldu gitdikçe füzunter dilde tarı intizar lal olur gerçi makamı sabrda sengi siyeh hun ider amma derunu harharı intizar halı maziden kıyas it neş'e mütekabili zevkine degmez bu alemde humarı intizar kıl teenni hırs ile itges gibi şitab ankebudasa da olma vakfı tarı intizar aynı alam olduğun amalin aslın fehm iden kalbini teşviş ile itmez medarı intizar bimi hecr ümidi vasl eyler tekabül daima böyledir amedşudı leyl u nehar intizar olmak istersen muammer hatırı azad ile çekme her bir kam içün herbar barı intizar nazımı müşarünileyh muhammed muammer paşa kaimmakamı şuhur salifü'tterceme reşid paşayı mağfurun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi salinde cilvegeri ayinei zuhur olup unfuvani tüfuliyetde ki iki yüz otuz yedi tarihinde enderunı hümayuna çırağ buyrularak hasbe'listidad tahsili maarifi biadad ile iki yüz kırk yedi tarihinde binbaşılık rütbesiyle asakiri müntazamai şahane silkine dahil ve derkar olan dirayet u liyakatı iktizasınca birkaç sene mürurunda miralaylık ve sırasiyle livalık rütbelerine nail olduktan sonra ikiyüz altmış üç senesi uhdesine feriklik rütbei refiası bi'ttevcih anadolu orduyı hümayununa reisi erkan ve o aralık bir müddet dahi orduyı mezkur kaimmakamlığıyla sahibünvan buyrulup senei mezbure şehri zi'lhiccesinde darı şurayı askeri azası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış dokuz senesi reisü'rrüesa mesnedi refiine revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyh nazm u inşada kudret u mikneti nümayan bir şairi nüktedan olup cerbeze ve dirayeti teslimgerdei erbabı ilm u irfandır. sanman figanı bülbüli şeyda baharadır uşşaka biedebligini itizaradır sevdim o şuhı dilberi tannaz ı gizlice aşkı deruna sığmadı hayf aşikaredir manendi lale dağı dili itdim aşikar zira ki rağbeti o gülün lalezaradır gülzarı dehre eylemezem çeşmi iltifat meylim hezar şevkile ol gülizaradır düşdüm hayali zülf ile tuli emellere fikrim heman o hal u hatı müşkbaradır yadı lebinle meclisi hasretkeşanda meylim hemişe badei şiringüvaradır izzet muin ile seri fıskiyede bu gün macerayı hame bu gazeli abdaradır nazımı mumaileyh muin efendi medinei manastır'da suretnümayı alemi vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire hacelik rütbei refiasını bi'lihraz odai mezburda farisi mütercimligi hizmetine nail olduktan sonra bin iki yüz otuz altı tarihinde azimi darü'nnaim olmuştur. vefatına talib efendi merhumun zadei tabı olan tarihdir; muini pürhüner gitti naime muin ile naim lafızlarında tevavukı harf vakiolması hüsni tefaül nevindendir. mumaileyh ati'tterceme hace neş'et efendi merhumun şakirdanından olup tabiatı şiriyye ashabından bulunmuş ise de balada muharrer olan gazeli müşterekden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. sadayı razı aşkı maveradan tuydu yemliha işitdi megselina lal u hamuş oldu meslina müsavi gerdişi tesbihe devri sagarımız nuş meger bezmi deyirnuş halkai tevhid idi guya şarabı layezalin mesti şazzı şazzı nuş oldu ayağın kesmedi ol kehfi rindi aramdan kata hele kalmış idi camı cürca anı kıtmir de nuş eyleyüp boş kalmadı zira olup peygulegiri inziva ol tekyei aşkda çıkardım çileyi meftuniya ashabı kehfasa nazımı mumaileyh meftuni efendi sivas kazası eyaletinden olup fenni kitabetde bir mikdar behresi olmak mülabesesiyle dersaadet'e muvasalat eyleyüp kitabet hizmetiyle canibi ihtisaba müdavemet eylemekte bulunmuştur. kıta busı lalin virdi cana neşvei diger bana şimdi rengi bihudedir gerdişi sager bana sünbül u gülden gelir yüz vechile zülf ü ruhun ey baharı arzui hoşbuy u hem hoşter bana nazımı manzumei hünermendi şeyh abdulkerim müfid efendi burusa'da panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile labisi sevbi hilafet olduktan sonra bin yüz otuz dokuz senesi tariki hacda rahilebendi darı ahiret olmuştur. kıta bak saata bir dakika fevt eyleyüp oynatmada rakkası derunum her gah miftahı inabetle kur işlet sen de dil saatini besavtı allah allah nazımı manzumei hünermendi ismail müfid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik birkaç mahalin mevleviyyetine nail olduktan sonra tarikatı aliyyi nakşibendiyyeden olan hilafeti mülabesesiyle seccadepirayı zühd u takva olduğu halde bin iki yüz on yedi senesi hilalinde azimi halvetsarayi darı me'va olmuştur. vefatına süruri efendi merhumun inşad eyledigi tarihi muaccemdir. nazm; eylesin yezdan müfid'i rahmetinden müstefid mumaileyhin tarikatı mezkureye dair birkaç aded resaili mutberesi vardır. derkefi takbil idüp vaiz riya sermayesin bedri hüsni dilberane hale eyler ayesin sayeendazı letafetdir kenarı cuyda servi nazım hissemendi lutf ider hem sayesin goncalar etfalı gülşende sipihre famkeşa şiri şebnemden olur her gice feyzi dayesin cevheri zatı gerek yok ihtişama itibar feyzi gevher neylesin sim u zerin piranesin bir gün eyler kasrı ali takı ikbala suud sellemi haysiyetin efzun idenler payesin lutfı tevfiki huda'dan feyz alup mekkizade hamesi üstada arz eyler kemine dayesin nazımı müşarünileyh şeyhülislam muhammed mekki efendi mekkei mükerreme kadısı müteveffa halil efendi'nin sulbünden mekkei mükerremede bin yüz yirmi altı tarinide kademnihadei sahai vücud olup pederi mumaileyhin vukuı vefatına mebni unfuvani şebabetinde bi'lvasıta dersaadet'e vüsul ve yüz kırk yedi tarihinde tariki tedrise duhul ile yüz yetmiş dokuz tarihinde selanik mevleviyyetine ve yüz seksen beş tarihinde şamı şerif mevleviyyetine ve yüz doksan salinde medinei münevvere mevleviyyetine nail olduktan sonra ki yüz doksan sekiz senesi şehri ramazanında darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve iki yüz elli iki senesi şehri rebiü'lahirinde anadolu sadareti celilesine zinetbahşa ve senei mezbure hilalinde dürr mekki efendi kıblei müstakiyan oldu tarihi menkut u mantukunca revnakdihi mesnedi fetva buyrulup üçdört mah mürurunda makamı meşihatdan müfarakat ve iki yüz beş senesi şehri recebinde saniyen mesnedi mezkura mükarenet birle iki yüz altı senesi şehri zilkaidesinde mansıbı fetvadan münfasil ve iki yüz on iki sali hilalinde işbu darı gururdan füshatsarayı sürura müntakil olmuştur. şeyhülislam bahayi efendi türbesinde medfundur. müşarünileyh bir fazılı yegane ve bir alimi bibahane olup müretteb bir kıta divanı belagat ünvanından başka evaili beyzaviye bir haşiyei bibedel ve kasidei bürde'ye türkçe bir şerhi müvassal u mübahisi hamd u şükre mütealik bir risale ve yine mübahise dair diger bir risale ve usulı fıkhiyeye dair bir risale ve tevzihden mükaddematı erbaa üzre müretteb bir risale ve hususı ahiri mübeyyen bir risale ki beş aded resailin tezyif u te'lifine muvaffak olmuştur. veledi emcedi mustafa asım efendi dahi müddeti medide seccadenişini mabedi fetva olup iki yüz altmış üç senesi şehri zi'lhiccesinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. üftadei damı seri zenciri cefayız biz zülfi siyehkara kul olmaga sezayız ger şahı seriri dar olursa nola canan gammı çekeriz biz dahi goyende gedayız itmeklik için haki rehin dideye sürme her şam u seher talibi teşrifi sabayız bir pula satarsa bizi agyaraacep mi ol afeti gülçehreye çok badı hevayız eylerse nevayi nola eşarımı tahsin biz silsilei ali kırım mengli girayız nazımı müşarünileyh mengli giray han sultan, pederi valagüherleri elhac selim giray han merhumun cezirei rodos'da peygulegüzini ikamet oldukları avanda zinetefzayı kehvarei vücud olup pederleri müşarünileyhin hengamı hükumetlerinde bir müddet canibi kırım'da seraskerlik memuriyetinde bulunarak imrar u vakt eyleyüp biraderleri gazi giray han zamanında ol tarafın tabiratı üzere nureddinlik rütbei muteberesi bi'lihraz serefraz u mümtaz ve diger biraderleri kaplan giray han zamanında dahi kalgaylık mansıbıyla karini şöhret u itizaz olduktan sonra biraderlerinin mesnedhaniden müfarakatları esnada silivri civarında vaki kadıköyü nam mahale nakl u hicret ve bir müddet ikametle bin yüz otuz yedi senesi hilalinde kırım hanlığı mesnedi celiline revnakbahşı kadr u rıfat buyrulup bin yüz kırk üç senesi mesnedhaniden müfarakat ve cezirei rodos'da bir müddet ikametden sonra ki bin yüz elli tarihinde saniyen tırazendei mesnedhani ve mazharı ihsanı şahenşahı cihanbani olmuş iken bin yüz elli iki senesi şehri ramazanı mağfiretnişanın dokuzuncu günü azimi sarayı cavidani eyleyüp naşı magfiretnakışları bahçesaray nam mahallde vaki han camii hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. müşarünileyh akil u kamil bir hakimi sahibfezail olup haylice eşarı pesendide nazm u inşad eylediktenbaşka canibi kırım'da karasu nam kasabada bir kıta camii rana ve bir hankahı dilara ve tatarbikarı nam mevkide çend aded odayı şamil medrese ve dersaadet'de tophane semtinde bir bab gülşenihane inşadı bünyada dahi muvaffak olmuştur. ümidi meyve itmekdir nihalı serviden lafark kerem me'mul olunmak şimdi bu asrın kibarından beyti diger mahv olmayınca çirki siva kalb olur mu saf safvet gelir mi bu suya ta kim durulmaya beyti diger akar bir kanlı sudur hecri yar ile gözün yaşı kızıl ırmağdır guya ciger dağındadır başı nazımı manzumei hünermendi ibrahim münib efendi reisü'lküttabı esbak recai efendi merhumun mahdumu ve salifü'tterceme müteveffa cevdet efendi'nin validi olup bir müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle rütbei haceganiyi bi'lihraz tezkirecilik memuriyetine mevsul olmuş ve sinnini ömrü henüz haddi sülüsüne reside olmamış iken bin iki yüz yirmi tarihlerinde darı bekaya menkul olmuştur. o miri mülkibaha eyleyince azm u sefer izin sürüp hele gördüm ki gitmiş izmir'e tarih yazdı kilki münib bir tarih cayı üftaniye şerif oldı nazımı müşarünileyh hace münib efendi bin yüz seksen iki tarihinde maskati re'si olan medinei ayıntab'dan dersaadet'e bi'lmuvasala yüz seksen dokuz salinde tariki tedrise duhul ile bir müddet sarayı hümayun haceliginde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra iki yüz dokuz senesi izmir mevleviyyetine bi'lvüsul iki yüz on dört senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve iki yüz on sekiz senesi darü'lhifatü'laliye hükumeti ve iki yüz yirmi iki senesi anadolu sadareti payei muteberesini bi'lihraz beyne'lemasil serefraz u mümtaz olmuş iken bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde menfası olan aydın güzelhisar'ında irtihalı darı beka eyleyüp mahalli mezkurda kain camii atik sahasında müntazırı rahmeti cenabı rabbi şefik olmuştur. müşarünileyh alemi ulema bir fazılı bihemta olup siyeri kebir nam kitabı nefise tercemesi ve devhatü'lmeşayihe bir mikdar zeyli olduğundan başka bir mikdar eşarı dahi vardır. garibe; nazımı müşarünileyh salifü'tterceme şeyhülislamı esbak şerif efendizade ataullah efendi merhumun üstadı olmak mülabesesiyle birbirleriyle ihtilat ve ülfetleri derecei kemalda olduğu misillü bi'lahire nazımı müşarünileyhin dahi aydın güzelhisar'ında vukuı vefatiyle merkadlarının birbirine karibi tesadüf eylemesi tevafukı acib nevinden olmağla tercemei hali zeyline işaret olunmuştur. itse acep mi aşıkına bihisab naz ol şahı hüsne itmededir intisab naz nazımı manzumei hünermendi ahmed bahaeddin münir efendi şehriyyü'lasl olup galatasaray şakirdanı zümresine çırağ ve muahharen bir mikdar nanpare ihsaniyle şirindimağ buyrulup orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibine azimet ve isakçı nam mahallde bin yüz seksen üç salinde darı bekaya rihleteylemiştir. balada mezkur beytinden başka asarı görülememiştir. füruğı mihr mir'atı dile jengardır sensiz hariri pertevi meh duşı cana bardır sensiz midadı noktai merdümden olmaz pabirun hergiz nigeh çeşmimde hemçün noktai pergardır sensiz nola halhalı sakı arş olursa halkai mevci felek eşki firavanımla tufanzardır sensiz degil hamuş olursa cayı hayret her gören namem elimde hamei mil sürmei güftardır sensiz eger ayinei şavk olsa herbir zerrei alem bana aksim dahi hemsureti ağyardır sensiz kemend u hiddet ile şulei cevvalei şemi ibadethanei endişeme zünnardır sensiz geçer hurşid geçse şem ile fikri münifa'dan güzergahı hayali şöyle teng u tardır sensiz nazımı mumaileyh mustafa münif efendi medinei antakya'da kademnihadei sahai vücud olup bin yüz otuz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve o esnada sefaretle canibi iran'a izam kılınmış olan sahibi tarih müteveffa raşid efendi'nin refakatinde bulunduğu halde iran tarafına azimet eyleyüp hitamı mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamında defterdar atıf efendi merhuma kesbi tereddüd eyleyerek rütbei haceganiyi bi'lihraz beyne'lemasil serefraz u mümtaz buyrulup ibtida kethüdayı sadareti uzma kitabetine ve badehu metruk küçük ruznamçecilik hizmetine ve muahharen iki defa maliye tezkireciligine memuren haizi kadr u haysiyet olduktan sonra hanesinde peygulegüzini istirahat olmuş iken defterdar müşarünileyhin vukuı vefatı kendüye kemali rütbe tesir itmekle nazm; kalmazsa eger guşei dame elimizde elden ne gelir çakı giriban elimizde beyti guya olduğu halde bin yüz elli altı tarihinde azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh fazl u kemal ashabından olup bir kıta divanı belagatünvanı ve bazı eseri mucizbeyanı vardır. sanma ancak dili biberg u neva yangındır ateşi aşka bütün ehli heva yangındır çak çak eylerisem nola kabayı sabrı çünki bir şuhı cefakara aba yangındır bir yalın yüzlü çömez afeti var medresede ben degil suhte güruhu hep ana yangındır şebi firkatda çıkan şulei dudı ahım seyr idenler didiler kim ne fena yangındır nola ger buhte vü pürsuz ise eşarı münif çünki ey şuhı dilfüruz sana yangındır nazımı mumaileyh mehmed tahir münif efendi ati'tterceme nafi efendi'nin sulbünden medinei ayıntab'da bin iki yüz kırk dört salinde kademnihadei sahai vücud olup hengamı tüfuliyet ve unfuvani şebabiyetinde familyasıyla beraber mısrı kahire canibine rahilebendi hicret ve müddeti medide aguşı ümmi dünyada şirharı hüsnı terbiyet olarak menasıbı mevkiiye hasebiyle ulumı arabiye'den hisseyab ve bahusus füsehayı iraniye'den olup o esnada kahirei mezburede bulunan mirza senglah nam zatdan dahi şivei zebanı farisi istikmal ile vasılı derecei nisab olduktan sonra ki iki yüz altmış dokuz senesi hilalinde dersaadet'e vasıl ve kendisinin fransa lisanında dahi mahareti kamilesi ve lisanı mezbur üzre terceme yolunda oldukça behresi olmak mülabesesiyle terceme odası hulefası sınfına dahil olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. tariki mevlevide mazharı esrarı ins oldum ayıtsam sırrı mevlanadır ey munis behamdullah nazımı mumaileyh munis dede mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup kırk beş tarihinde defini ziri türab olmuştur. mumaileyhin balada mestur beytinden gayri şiri gayri manzurdur. atınca naveki sertizi müjgan doğrudan doğru o kaşı yan çevirdi cana peykan doğrudan doğru geçen egrikapudan doğru geçdik sevrkadlarla hilafım yok behakkı kaddi canan doğrudan doğru rakiba egri bügrü semti cananı dolaşmakda adem semtine gitmek sana şayan doğrudan doğru dü ta olsa seza reşkiyle arar sahnı gülşende sehi kadem olunca geh hiraman doğrudan doğru niçün uşşaka doğru egri egri nim nigah itdin ne cürm itmişse söyle itme nihan doğrudan doğru saladır şairanı nüktesencana bu vadide rehi tanzire çıksın işte meydan doğrudan doğru recai vü şefik u izzet'e peyrev olup mihri rehi nazma bu yolda oldu puyan doğrudan doğru nazımı mumaileyh mihri efendi medinei izmir'de çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı mevleviyyeye duhul ile bin iki yüz elli beş tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala muahharen üsküdar'da vaki hassa meclisi ketebesi silkine ilhak olunmuştur. mumaileyhin neyzenlik fenninde mahareti vardır. harfi'nnun kasidei natamam şehenşahı kadirden hazreti abdulmecid hanı huda mazhar buyurdu her hususda şahı deveranı hudavend muazam kutbı alemi gavsı ayni dem medarı rahatı berrin u bahreyn fatihi sani nice şehzadeganla alemi ihya idüp mevla iki şehzadesin birden hıtan'a oldu ilanı uzatma naila tul u dıraz elfazı kasr eyle duaya başla kim buldu kaside hadd u payanı kemalı pir idüp allah seni tahtı hilafetde cihan durdukça tur eyle hitan şehzadegananı nazımı mumaileyh abbas nail paşa bozok kazası hanedanından ve cebbarzade süleyman beg'in evladından olup sigarı sininde kendisine dergahı ali kapıcıbaşılık rütbesi bi'lita muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala bir müddet bazı hidematı seniyyede istihdam olunduktan sonra ıstablı amire müdürlügü payesini haiz olduğu halde surrei hümayun emaneti celilesiyle canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdetinde mabeyni hümayun tarfı eşrefinde bir müddet kapıcılar kethüdalığı hizmetinde bi'listihdam bin iki yüz altmış iki senesi barütbei miri mirani balıkesir kazası kaimmakamlığına nail ve bir sene mürurunda kaimmakamlıkı mezkurdan münfasilen dersaadet'e muvasalat ve iki yüz altmış dört senesi mütasarrıflık ile sivas'a azimet eyleyüp bir müddet ikametle iki yüz altmış beş senesi mütassarıflıkı mezkurdan mazulen deri aliye'ye menkul olmuştur. şir ile şöhreti şayiası yoktur. münceli subhı ezel tarfı binaguşunda muhtafi şamı ebed zülfı siyehpuşunda yok o hasiyeti dem nutkı mesiha'da bile ki var ol ruhı revanın lebi hamuşunda tavkı gisuda görüp gerdenini reşk ile mah halkabendi gam olur halei aguşunda ehli dil sayine tehi meyi kam olsa dahi neş'ei feyzi safa var dili pürcuşunda yarsiz nuş olunan camı cem'in nailiya ne tolusunda safa var ve ne de boşunda nazımı mumaileyh salih naili efendi medinei manastır'da bin iki yüz otuz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup tahsiliulumı aliye eylemek üzre iki yüz elli dokuz salinde dersaadet'e muvasalatla mehmed paşa medresesi'nde hücregüzini ikamet olmuştur. mumaileyhin ilmi hatda behresi ve haylice eşarı vardır. gazeli natamam nedimi vasl iken biganei birağbet oldum ben baid oldum nazardan mübtelayı firkat oldum ben o şuhun mazharı lutfu iken nabi nice eyyam yüzünü görmeye şimdi diriğa hasret oldum ben nazımı mumaileyh halil nabi çelebi tekfurdağı ahalisinden ve kahveci esnafından olup bin yüz kırk beş tarihinde berşi mevti nuş eyleyüp sermest u medhuş olmuştur. bir kıta divanı eşarı vardır. rehi canan hayli demdir ey dil intizarımdır te'essüf itmem ol ahuyı vahşi çün şikarımdır tahayyül eylemem ruz u şebi dildarı gördükçe anın zülfi siyahiyle ruhu leyl u neharımdır kadin bin naz ile cana büyütdüm ravzai dilde su virdim abı çeşmimle nihalı itibarımdır hezaran suzişi hasretle her dem her zaman her şeb beni bülbül gibi nalan iden ol nevizarımdır bu nazmı paki tanzim eylemek haddim degil amma tarh itme naci neyleyem pek eski karımdır nazımı mumaileyh hulusi naci beg südurı izamdan imamı evvel şehryari zeynelabidin efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz kırk iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema tariki tedrise duhul ile muahharen tarikini bi'ltebdil barütbei hacegani mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde salise rütbei muteberesine nail olmuştur. mumaileyhin bir takım eşar u güftarı vardır. kendisi hulusi mahlasiyle mütearifdir. bir zaman ben mahremi her razın oldum bilmeden bir zaman pamalı esbi nazın oldum bilmeden bir zaman vadi visal itdin tegaful eyledin bir zaman şayestei incazın oldum bilmeden bir dem oldu sen de cevri yar ile kan ağladın ben o demlerde senin demsazın oldum bilmeden sen de zannım ben gibi bihuşsun ey andelib bir zaman gülşende hemavazın oldum bilmeden aklım aldın dün gice meclisde sen bir nağmede mutriba pek mübtelayı sazın oldum bilmeden nakdı can sarfın taahhüd eyledim yolunda ben cümlei uşşakdan mümtazın oldum bilmeden başımı kuy eyledim çevganı desti nazına naşidasa sevdigim sırbazın oldum bilmeden nazımı mumaileyh ibrahim naşid beg salifü'tterceme ratıb ahmed paşa merhumun sulbünden cezirei mora'da bin yüz altmış iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala enderunı hümayuna çırag olunup bi'lahire bir müddet mabeyncilik memuriyetinde istihdam olunduktansonra yüz seksen yedi salinde uhdesine dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesi bi'ttevcih iki yüz üç senesi cennetmekan emine sultan merhumun kethüdalığı hizmetine memur buyrulmuş iken iki yüz altı senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh nüktedan bir şairi ateşzeban olup bir zadei tabı olarak bir kıta divanı belagatünvanı vardır. gönlüm bu günki bir sanemin aşinasıdır sevdayı zülfü başa görünmez belasıdır itmez firarı nalei cansuzdan bu dem meftunı mesti dideeda mürebasıdır ayinedarı mihri ruhı tabdarıdır bu çeşmi ter ki hakı rehi tutiyasidır itmez mi tigi reşki dunum çeşmi zarımı her meclisin o mah ki tabişfezasıdır naşid nedir bu derde giriftar iden seni ol afetin o kameti tubaedasıdır nazımı mumaileyh safvet naşid efendi yenişehiri fenar ismiyle şöhretşiar olan şehri cesimde bin iki yüz kırk üç senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup ile'lan kitabet hizmetiyle şehri mezkurda istihdam olunmakta bulunmuştur. gönül bakup ruhı canana mest olup kalmış misali ayine bidest u pa olup kalmış geçer mi dil hevesi hali ziri zülfünden sevadı çinde ahterperest olup kalmış ümidi lali dilara tehi bu talia nik serimde bade gibi neş'epüşt olup kalmış dıriği camı ümidim yedi teemmülde hezarı sengi elemden şikest olup kalmış tefekküri sitemi dilber ile dili nasır hemişe guşei hayretneş'et olup kalmış nazımı mumaileyh nasır abdulbaki efendi yenikapı mevlevihanesi şeyhi ebubekir efendi merhumun mahdumu olup milas müftüsüzade halil efendi merhumdan ulumı arabiye ve maarifi saireyi tahsil eyledikten sonra biraderi valagüherleri ati'tterceme şeyh nutki ali efendi'nin dergahı mezburda meşihatı esnasında hankahı mezburun neyzenbaşılık hizmetine nail ve bin iki yüz on tokuz salinde şeyh mumaileyhin irtihali vukuuyla hankahı mezkur meşihatine vasıl olarak mümtazı akran u emasil olmuş ve iki yüz otuz altı senesi irtihali darı beka eylemiştir. mahdumı maarif melzumları şeyh osman selahaddin efendi ile'lan dergahı mezkurda postnişini irşad olduğu halde bazı dürefşanı müstaiddana ifazai feyzi biadad eylemektedir. mütercim mumaileyhin bir kıta divanı belagatünvanı olduğundan başka meşayihi mevleviyeden trablusi musa şafi efendi'nin te'lifgerdesi olan taribi şahidi nam kitaba bir kıta şerhi ve menakıbü'larifin nam kitaba bir aded tercemesi vardır. fenni musikide olan maharet u malumatı icab u iktizası üzre makamatı musikiden isfehan ve hicaz ve ucve nihavend ve bunların emsali on bir aded terkibi ihtiraı edvarı musikiye zeyl u ilave ile bir nota dahi icad u ibda eylemiştir. acem ve buselik ve isfehan makamlarında iki aded ayini tavile bir nev bestei berceste terkib u tertib eylemiştir ki her mukabele günleri mezkur ayinler hankahı mevleviyyede kıra'at ve icra olunmaktadır. hulasa mumaileyh ilmi ve amelide fenni musikinin müşarünbi'lbenanıdır ve ol ilmin üstadı bimisl u akranı olup hakkında farabii sani dinmek elyak u erzanidir. gönül yapmak düşerken şanına şirin dehenlikden nedir maksudun ey tutisıfat bu dil şikendlikden sefidi vech mahvı vücud itmekiledir ey dil siyehru olma halasa sakın davayı benlikden temaşayı hatı nevhiz hoş buyile cananın hayalistanı dil bir kıta düşdür feslegenlikten tolanınca hevayı şemmi ruhsarile ol serve olur eyyamı vuslat bir numune yasemenlikden kenarı çeşmi terde hasreti ruyunla ey gülruh hası müjganı aşık fark olur mu bu dikenlikden eger bir zevki şirin olmasaydı hasılı ferhad dönerdi telhii mihnet görünce kuhkenlikden gülistanı maarifde seriri hameme nazım acep mi gıbtares olsa hezarı zar çimenlikden nazımı mumaileyh nazım efendi şehriyyü'lasl olup divanı hümayun kaleminden neş'etle mukaddema bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde taşralarda bir müddet geşt u güzar eylediktensonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp kalemi mezbura mülhak mühimme odasına ve badehu ticarethane mektupçusu odasına ve bi'lahire meclisi vala mazbata odasına bir müddet müdavemetle muahharen ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak bin iki yüz altmış altı senesi uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih burusa meclisi riyasetine ve birkaç mah mürurunda bosna meclisi riyasetine nail olmuş ve iki yüz altmış sekiz senesi bosna defterdarlığı dahi zamimei memurini kılınmış iken iki yüz altmış dokuz senesi şehri rebiülahiresinde memuriyeti mezkurdan infisalini müteakıben irtihalı darı beka eylemiştir. kendisinin fenni inşada haylice malumatı olup şir ile şöhreti yoktur. natı şerif cemalin ziverefzayı cinandır ya resulallah hayalin pertevefruzı cinandır ya resulallah vücudun hilkatı hestiy u nistiye sebeb ancak vürudun rahmeti her dü cihandır ya resulallah zebanın bülbülı hoşlehçei gülzarı vahdetdir dehanın dürri bağı lamekandır ya resulallah düri yek danei dendanı cüra camı mey lalin dili uşşaka canı cavidandır ya resulallah degişmem zerrei mihri cebinin şemsi eflaka seri muyunda sad hurşid nihandır ya resulallah açılmış bağı cennet'de ruhun gülgoncei ziba nihalı kametinde gülfidandır ya resulallah deri dergahının kemter gubarı cevherin kuhlı cilasazı dü çeşmi huriyandır ya resulallah felekfersa deri devletmeabı türbei ravzan makamı kıblegahı ins u candır ya resulallah peri namusı ekber sengise sahnı hariminde süruşanı sema carubkeşandır ya resulallah yek engüşti işaretle dü şak itdin mehi bedri bu icazın müşarünbi'lbenandır ya resulallah sen ol sultanı zinetbahşı evrengi risaletsin ki ömrün tacı berser nurfeşandır ya resulallah sen ol mülki melahat şahısın kim hazreti yusuf derinde bendei bihüsn ü andır ya resulallah sen ol memduhı mevlasın ki evsafı cemilinde suhansencanı alem bizebandır ya resulallah acep noldu sebeb bilmem o mehruyı peripeyker nihandır dideden hayli zamandır ya resulallah günahkarım siyehruyum rezili has u ammım ben benim halim cihana dasitandır ya resullalah demi tabişnümayı mihri mahşer sayei lutfun seri ehli günaha sayebandır ya resulallah usatı ümmetin tabaver olmaz narı nirana hususan çakerin kim natüvandır ya resulallah sefine cism u dil derya reisi akl u huy ruzgar ana nefsim güşade badbandır ya resulallah o rütbe kaddimi barı güneh hamgeşte itdi kim güman eyler gören yaran kemandır ya resulallah beni ruzı cezada sen şefaatla kayır yohsa kasem billah halim pek yamandır ya resulallah nesimi iltifatınla açıldı laleler güller derunum sahnı guya gülsitandır ya resulallah zehi gülzarı ranayı hakikat kim dili zara o gülşende hezarı nathandır ya resulallah bana düzdi havadisden ne gam dünya vü ukbada nigahı dilnevazın pasibandır ya resullah gülistanı dilimde destei gül goncei natım deri dildara naçiz armağandır ya resulallah nemedpuş nazımı dervişi dilriş iltifatınla suhan mülkünde şahı cemnişandır ya resulallah nazımı mumaileyh hüseyin nazım efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dört senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mektebi maarifi adliye şakirdanı zümresine ilhak olunarak nakdinei ömrünü iktisabı cevahiri maarife harc u sarf ile iki yüz altmış üç senesi usulı imtihaniyeleri bi'licra mektubii maliye odasına memuriyeti runüma iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden kuşadalı elhac ibrahim efendi merhumun hulefasından ve encümeni daniş azasından salifü'tterceme ali fethi efendi'den ahzı desti inabetle saliki rahı huda olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. hüsnü mahlasiyle mütefarifdir. mümkün olsaydı eger tağyiri kilki kudreti nesh iderdim levhi alemden kitabı hasreti camı lalin nuş iden bezmi visali yarda bir dahi çekmez cihanda hiç humarı firkati mahrular ey felekmeşreb sipihri hüsnde iktibas itmekte hurşidi ruhundan zineti yok temaşayı ruhı renginine tabı nigah tutii kalbe virir mir'atı hüsnün hayreti peyrev oldun nazıma tabı hümayı raşid'e sayesinde kam alırsın ger olursa himmeti nazımı mumaileyh mehmed nazım efendi şehri ayıntab'ın vücuhzadelerinden ve ashabı istidadından olup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce dersaadet'e muvasalatla rumeli'de vaki zafermakrunı cenabı şehenşahi canibine azimet eylemiştir. mumaileyh sanayii şiriyyeye vakıf bir zatı arifdir. girince guşei çeşmi hayale danei hali süveydayı dilimde dağdan yer kalmadı hali şikest eyledi kadri haleyi namı felek üzre takındıkça o simin sakına zerrini halhalı huda göstermesin tali teveccüh itse edbara hezar efsun ile bend eylesin ram olmaz ikbali dili suzanımı pervaneden sor şemden sorma bilir hal ehlinin ahvalini elbetde hemhali cihanda hahişin nakamlık olsun heman nafi seriri kamuranide dilersen izz u iclali nazımı mumaileyh nafi efendi ayıntab ulemasından arap tahir efendi nam zatın mahdumu olup sinni mertebei temyizi sevad u beyaza vasıl oldukda nazmı celili kıraatı seba üzre hıfz ile ulumı arabiye ve lugatı farisiyeyi tahsil ve kavaidi şir u inşayı tekmil eyleyerek naili nisabı kafi ve hüsnı ülfet u muaşeretle dahi akran u emsali beyninde haizi imtiyazı vafi olduğu halde birçok müddet medinei ayıntab'da neşri ulumı aliye eyledikten sonra ki bin iki yüz elli tarihinde canibi mısır'a azimet ve müteveffa ibrahim paşa'nın mahdumlarına fünunı farisiyeyi talime himmetle on beş sene müddet kahirei mezburede ikamet eyleyüp iki yüz altmış altı tarihlerinde medinei mezbureye avdetini az vakt mürurunda darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin gazeliyyatı nefise ve kasayidi seliseden mürekkeb ve müretteb bir kıta divanı vardır. olaldan dudı ahımla şafak me'nusı gülgundur ki aksi şulei rengin ile fanusı gülgundur degil balayı nahlı verdi terde goncei mişkin ruhı alındaki ey goncefam gülbusı gülgundur gönülden çıktı ol hunin ama düşmana has gördün demi hasretle hala çeşmi pürefsunı gülgundur hayali lalile reng almış ol gonce dehanından bedehşandan gelen ateş gibi casusı gülgundur gidermez reng utabı tabı nafi perdei efkar hele yakutı ahmer olsa da mekpusı gülgundur nazımı müşarünileyh mehmed nafi efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema divanı hümayun kalemine ve badehu kalemi mezbura mülhak mühimme odasına bir müddet müdavemetle amedi odasına naklı memuriyet eyleyerek birkaç sene mürurunda beglikçii divanı hümayun kisedarlığı hizmetine ve badehu begligçiligi mezkur memuriyetine badehu rütbei ulayı bi'lihraz babı seraskeri müsteşarlığına ve bir müddet mürurunda tersanei amire müsteşarlığına ve bir müddet cahı dava nezareti celilesine revnakbahşı itila buyrulup nezareti mezkureden infisalini müteakıben sefiri evvel ünvaniyle paris canibine azimet ve iki sene müddet ikametle dersaadet'e avdet ve bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra yine sefaret memuriyetiyle viyana canibine azimet ve bir sene tamamında dersaadet'e avdetle bin iki yüz altmış dört senesi meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak müddeti kalile zarfında saniyen babı seraskeri müsteşarlığına zinetbahşa buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında memuriyeti mezkureden münfasilen meclisi vala azası sınfına dahil olmuş ve birkaç mah mürurunda barütbei bala tersanei amire müsteşarlıgına revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyhin şir ile ademi tevagulu cihetiyle eşarı nadir u nayabeddir. o meh ağyar ile tenhaca kerem ülfet itmiştir anınçün surhı ruh ezharı rengi haclet itmiştir müzab oldukca mey inbiki lali ateşfeminde lebi bigaleyi tebhaledarı haşyet itmiştir ne rütbe itse de merdümleri terğibi ünsiyet sirişti çeşmi ahusuyla meyli vahşet itmiştir şikest oldukça can u dil temasili olur mezdad o meh nehci teşennünde acep cemiyyet itmiştir idüp sergeşte ashabı ukulü gerdişi gerdun nice ruşendili lafzide payı gaflet itmiştir hakiki seyr idenler danehayı inkilabatı dakayıkbini çeşmin asiyayı ibret itmiştir minayı nisbeti şeyhülenama tevseni nafi rehi nareftei hikmetde azma cür'et itmiştir nazımı mumaileyh abdülnafi efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup mukaddema tariki tedrise dahil ve muahharen tarikini tebdil eyleyerek hacelik rütbei refiasına nail olduktan sonra bir müddet medinei mezbure mal müdürlügü hizmetinde istihdam eyleyerek iki yüz altmış yedi senesi halebi şehba meclisi riyasetine ve iki yüz altmış dokuz senesi saniyen sınfı evvel mütemayizi rütbei muteberesini bi'lihraz harput defterdarlığına nailiyetle beyne'lemasil mümtaz olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında defterdarlıkı mezkur memuriyetinde infisali vuku bulmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. mürabba can u gönlüm müjei seyfine kurban olsun şemi ruyunla gönül hanesi viran olsun kasrı sinem nazarendazına şayan olsun cenneti hüsnüne dil bülbüli nalan olsun ruz u şeb ah iderem gonca ruhun şevki ile yanarım güftei nazendefemin aşkı ile neş'eyab oldu gönül lali lebin zevki ile bezmi dilde lebi lalin şekerefşan olsun olduğum mürgi şebaviz saçı sünbülüne gülşen oldu bu gönül savtı dili bülbüline gülü teşbih idemem lali lebin gülgüline gülgüli lali lebin nali'ye peyman olsun nazımı mumaileyh numan nali efendi kalkandelen nam mahallde panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala cennetmekan sultan mehmed han hazretleri camii şerifi civarında vaki medarisden bezmdihi hücregüzini ikamet olduğu halde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp muahharen tariki tedrise dahil ve ol suretle mümtazı akran u emasil olmuş ve neşri ulumı aliye ile imrarı evkat eylemekte bulunmuştur. gülşende hezar nağmei demsaz ile mahzuz mutrib tarab u sazı hoşagaz ile mahzuz bihude komaz kimseyi tesliyeti hatır muhtacı kerem vadei incaz ile mahzuz piçide olur dameni gayret kemerinde erbabı neberd şöhreti mümtaz ile mahzuz vadii tekapuya nigah eylemez ol kim ihsanı hudavendiyi enbaz ile mahzuz namık heme hal sıdk u ubudiyeti daim sultanı selatini serefraz ile mahzuz nazımı müşarünileyh ali namık paşa cezirei mora'da vaki inebolu nam mahallde bin yüz doksan iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık hacelik rütbesini ihraz eyleyüp iki yüz otuz beş tarihlerinde rumeli valisi müteveffa hurşid paşa kethüdalık hizmetiyle yanya'ya azimet ve müddeti kalile zarfında barütbei vezaret inebolu kalası muhafızlığına memuriyeti bi'licra mahalli merkuma azimet ve birçok sene ikametden sonra medinei izmir'e nakl u hicretle iki yüz kırk bir senesi inebahtı eyaleti uhdesine bi'lihale iki yüz kırk dört senesi ikiüç mah müddet filibe'de menfiyyen ikamet eylediktensonra bosna'ya ve iki yüz kırk yedi senesi vodin'e ve altı mah mürurunda işkodra ve ohri ve ilbissan sancaklarına vali olmuş ve iki yüz kırk dokuz senesi vukuı infisaliyle selanik'e azimet ve iki sene müddet ikametle dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz elli iki senesi darı bekaya rihleteylemiştir. hastai lali lebin timara itmez iltifat mesti aşkın hanei humara itmez iltifat gah olur kays eylemez ruhsarı leyla'ya nigah desti peymayı cünun gülzara itmez iltifat düşmez elbet kaydı dehre rızkına kani olan bak hümalar damı çinedara itmez iltifat degme bir büt nakşı ile her dil olmaz çak çak şanei zülfi suret divara itmez iltifat gerçi kim taltif ider her aşıka dirler o şuh neyleyem nayabı mihnetkara itmez iltifat nazımı mumaileyh şeref nayab efendi tahvil kaleminden neş'etle amedii divanı hümayun odası hülefası sınfına ilhak olunup bir aralık uhdesine bazı vüzeranın kapu kethüdalıkları hizmeti bi'lihale muahharen guşegiri uzlet olduğu halde bin iki yüz kırk sekiz tarihinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin mahlası gibi eşarı dahi kalil u nayabdır. mübtelası olduğum dilber bilir bilmezlenir sergüzeşti mihri ol ezber bilir bilmezlenir pay busuyla şerefyab olduğundan zevk ider nüktelerle ol peripeyker bilir bilmezlenir kendi çok cevr itdiginde gayri ol nahlı safa tanı ağyarı dahi ekser bilir bilmezlenir yalınız çeşmim degil sahba vü saki camı lal leblerin rengi meyi ahmer bilir bilmezlenir anlamazsın nağmei zevki meyi sen zahida mest iken nayi anı anlar bilir bilmezlenir nazımı mumaileyh şeyh osman nayi efendi dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye süluk ile fenni musikide derkar olan malumatı iktizasınca hayli dem galata mevlevihanesi neyzenbaşlığı hizmetinde müsdahdem olunduktan sonra bin yüz dokuz tarihinde dergahı mezkur meşihatine revnakdihi irşad olmuş iken bin yüz kırk iki tarihinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. neyzenlik fenninde mahareti olmak mulabesesiyle nayi mahlası kendüye mucibi şöhret olmuştur. tarih suzı gamla yakar erbabı dili bu devran döndü tennura bakup cümlesi bu ahvale yani şeyhi galata hazreti galib dede kim şir u inşada ne mümkün gele vasfı kale can atup gitdi behişte dönerek ruhu anın çıka rıdvanı kudumu içün istikbale mermere sikke kazar bendei mevlanalar rağbet itsün mi bu dünyadaki cah u mala diyelim çare yok ey merdi huda eyvallah zeni dünya hele şayeste degil ikbale didi tarihini bu demde fikilki nebil göçdü galib dede yahu deyüp ehli kemale nazımı mumaileyh muhammed nebil beg meşayihi izamdan aşir efendi merhumun hafidi ve vakanüvisi esbak ati'tterceme nuri beg merhumunmahdumı reşidi olup bin iki yüz on senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz yirmi altı senesi havassı refia mevleviyyetine ve iki yüz otuz dört senesi mısrı kahire mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz otuz altı senesi zabt itmek üzere medinei münevvere mevleviyyetine namzed olmuş iken canibi hicaz'a kable'lazime kahirei mezburede bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde kafilebendi rahı ahiret olmuştur. mumaileyhin bir kıta divançei eşarı vardır. kumaşı marifet endazelendi gönül mecmuası şirazelendi olup aşufte bir ateşmizaca muhabbet ateşi piyazelendi idüp bir mehle tecdidi muhabbet yine derdi atikim tazelendi zifaf itdikde damadı hayalim arusı bikri fikrim gazellendi perişanhatır olmuşken necati gönül mecmuası şirazelendi nazımı mumaileyh şeyh elhac ibrahim necati efendi metruk babı defteride vaki maliye kalemi serhalifesi müteveffa ahmed efendi'nin mahdumu olup evaili halinde bir müddetcik kalemi mezbura müdavemet eyledikten sonra tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye salik ve muahharen bahariye nam mevkii ferahfezada vaki merhume ve magfirünleh şah sultan hazretlerinin ihyagerdeleri olan hankahın meşihatine malik olarak mukaddem ve muahher iki defa canibi hicaz'a azimet ve edayı haccı şerif ile dersaadet'e avdet eyleyüp ile'lan hankahı mezkurda seccadepirayı meşihatdir. mumaileyh sahibi ilm u kemal bir mürşidi ehli hal olup bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam yarin görünce ahuyı çeşmi remidesin nergis çemende hayret ile açdı didesin bir küşte eylemek seni şayed murad ider çarhın tevazu anlama kaddı hamidesin görmekle lali nabını seyr eyle zahidi tagyiri meşreb eyledi bozdu akidesin dilden gubarı gussayı ref eyler ey necib gör safhai ruhunda hatı nev demidesin nazımı mumaileyh suyolcuzade mehmed necib efendi eyyub ensari hazretleri ismine mensup olan karyei latifede kademnihadei sahai vücud olup mısrı kahire kuzatı silkine duhul ile haremeyn müfettişi maiyetinde hizmeti kitabetde istihdam olunmakta iken bin yüz yetmiş bir tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin hattı sülüsde mahareti olmak mülabesesiyle esamii hattatini şamil devhatü'lküttab isminde bir kitabı rengini ve haylice eşarı metini vardır. yedi beyzayı tecelliden olur ferr mehtab mehi nevle ider engüştünü enver mehtab dökdü çil akçelerin şulei cevvala degil makdemi yara nisar eyledi dirler mehtab çahı nahşeb'de bulup yusufı zerrinresini delvi teşrif ile tebşirini eyler mehtab gice mihrin sakızın aldı ağız miski deyu deheni dilbere teşbih ile çekinir mehtab felegin hasılı nevbadesi yek sünbüledir ne çeker re'si hilalini çü hançer mehtab peyrev meslegi sen hazreti nureddin'in nola destinde necib olsa musahhar mehtab nazımı mumailyeh şeyh necib efendi cezirei mora'da vaki medinei tırapoliçe'de çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei halvetiyyeye süluk ile tarikatı mezkure meşayihinden ve medinei mezbure hanedan u vücuhundan olduğu halde imrarı subh u şam eylemekte iken bin iki yüz otuz altı senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin haylice eşarı rengin ve güftarı dilnişini vardır. abdali tekyegahı gamın köhnesaliyiz çilekeşanı mihnet u aşk ehli haliyiz ebruların hayali ham itdiyse kaddimiz biz şimdi asumanı kemalin hilaliyiz gisuyı müşkbarın içün hun olur gönül sünbülsitanı aşk u muhabbet gazaliyiz hat çıktı refiçün bizi zülfünden ol şuhun biz mülki hüsnünün sebebi kil u kaliyiz rencişpeziri zerdi humar olalı necib hamyazekarı neş'ei camı visaliyiz nazımı mumaileyh mustafa necib efendi şehriyyü'lasl olup mektubii sadrı ali odasına bir müddet müdavemetle odai mezbur serhalifeligine ve bi'lahire ibham mukattaacılığına ve bir müddet mürurunda metruk başmuhasebe haceligine ve badehu ruznamçei evvel haceligine nail olmuş ve bin iki yüz kırk yedi senesi hanesinde mazulen ikamet üzre iken darı bekaya irtihal eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. baisi fikr u hayali arifandır perçemin mültecayı dudı ahı aşıkandır perçemin şahısın iklimi hüsnün kimse itmez kil u kal neyyirasa şuledir cevherfeşandır perçemin mülki fesden çıkdı celbi dil içün her canibe leşkeri safbestei ecsad u candır perçemin danedir hali ruhun hem damdır zülfi hamın mürgı şehbali hayale aşiyandır perçemin merdümi çeşmi necibi zarinin hasretgehi ferşi semmurı siyah olmuş mekandır perçemin nazımı mumaileyh nuh necib beg masarifat muhasebecisi raşid beg'in biraderi maarifperveri olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen kalemi mezbur mühimme nüvisanı sınfına ilhak olunup umurı mehamı seniyyede istihdam olunmakta iken bin iki yüz elli iki senesi matunen azimi darüsselam olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı letafetdisarı vardır. kimsenin sermayei aramı garet olmasın kimseler avarei deşti melamet olmasın bir seramed dilrüba gördüm didin gülzarda gördügün ey badı subh ol servkamet olmasın kase kase zehri gam nuş eyledim aşkın içün desti cevrinden neler çekdim şikayet olmasın gam yime bir gün irersin vaslıma dirsin bana mevudı vaslın sakın ruzı kıyamet olmasın ol kadar amadedir çakı giriban itmede çeşmi şuhundan nahifi'ye işaret olmasın nazımı mumaileyh süleyman nahifi efendi şehriyyü'lasl olup bir müddet umurı mehamı seniyyede bi'listihdam bin yüz tarihlerinde diyarı acem'e sefaretle azimet itmiş olan müteveffa mehmed paşa maiyetinde bulunduğu halde canibi merkuma yüz otuz tarihinde dahi engerus elçisi ibrahim ağa maiyetiyle mahalli mezkura sevk u izam olunup bin yüz elli bir salinde darı bekaya hiram eylemiştir. topkapı haricinde maltepe nam mevkide vaki kabristanda medfundur. sengi mezarında işbu tarihi nefisi mukayyeddir. bu süleyman nahifi ruhuna elfatiha. mumaileyh bir şairi yegane olup güftarı aşıkane ve eşarı gayet üstadane vaki olmuştur. natı cenabı peygamberiyi şamil hilyetü'lenvar isminde bir eseri güzini ve mevlidi saadetmevrudı hazreti risaletpenahiyi şamil bir manzumei rengini ve mesnevii şerife manzum ve matbu bir aded tercemei sıhhatkarini olduğundan başka salim efendi tezkiresi'nde mukayyed bazı asarı dilnişini dahi vardır. tahammül mülkünü yıkdın hülagu han mısın kafir aman dünyayı yakdın ateşi suzan mısın kafir kızoğlan nazı nazın şehlevend avazi avazın belasın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kafir ne mani gösterir duşundaki ol ateşin atlas ki ya'ni şulei cansuzı hüsnı an mısın kafir nedir bu gizli gizli ahlar çakı giribanlar acep bir şuha sen de aşıkı nalan mısın kafir sana kimisi hanım der kimi canan deyu söyler nesin sen ben de bilmem can mısın canan mısın kafir şarabı ateşinin rengi ruyun şulelendirmiş bu haletle çerağı meclisi mestan mısın kafir niçün sık sık bakarsın böyle mir'atı mücellaya meger sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir nedimi zarı bir kafir esir itmiş işitmişdim sen ol celladı din ol düşmeni iman mısın kafir nazımı mumaileyh ahmed nedim efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen mahmud paşa camii şerifi havalisinde kain mahkemede bir müddet icrayı emri hükumet eyeledikten sonda bin yüz kırk üç tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh kemal u fazlı nümayan bir şairi ateşzeban olup metaneti tabına yadigarı ruzgar olan divanı belagatünvanı bir bürhanı kavi ve bir hücceti metini manevidir. salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı letafetşiarı mestur u mukayyeddir. şuaı şarkı vaslı yar pürşur oldu gitdikçe o şuhun hüsnı alemsuzu meşhur oldu gitdikçe felekde sinesin mecmuai hakkake dönderdi o mahın defteri dağında mestur oldu gitdikçe kırıldı şişeveş sengi gamıyla kalbi üftade heman kasrı dili ağyar mamur oldu gitdikçe ne hikmet pertevi lutfun diriğ itmez iken evvel o mihr u hüsni alemtaba mağrur oldu gitdikçe humarı keyfi vuslat çekmezem dirdi nedim amma şarabı şivei aşkınla mahmur oldu gitdikçe nazımı mumaileyh mahmud nedim beg serbevvabini dergahı aliden genç halil ağa nam bir zatın mahdumu olup evaili halinde sarayı hümayuna çırag ve bir müddetden sonra duhan gümrügü emaneti uhdesine bi'ttevcih mestur u şirindimağ buyrulup bazı vüzeranın kapu kethüdalıkları hizmeti dahi uhdesinde bulunduğu halde muahharen tabiratı kadime üzre kasapbaşılık memuriyetine nail ve ol vechile mümtazı akran u emasil olmuş iken bin iki yüz elli üç tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. matlaı garra tefekkür itmeli de bu cihana bir gelişi gidermeli kederi bakmalı safaya kişi nazımı divanı serbülendi mahmud nedim begefendi bağdad valisi esbak necib paşa merhumun necli necibi olup mektubii vekaletpenahi odasından neş'etle seraskeri esbak said paşa'nın iptidaki seraskerlikleri hengamda divan kitabetlerinde ve muahharen sadareti uzma muavinligi memuriyetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra fenni inşada olan malumat u mahareti icab u iktizası üzre amedi odasına memuriyeti icra ve bin iki yüz altmış üç senesi uhdei istihaline rütbei ula bi'ttevcih mektubii sadrı ali memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış beş senesi evasıtında bi'lvekale ve iki yüz altmış altı senesi şehri muharreminde bi'lisale amedii divanı hümayun mesnedi refiine ve bir müddet sonra begligçii divanı hümayun memuriyeti behiyyesine ve iki yüz yetmiş senesi rütbei balayı bi'lihraz sadareti uzma müşteşarlığı ve çend mah mürurunda hariciye nezareti celilesi müsteşarlığı makamı alisine revnakefza buyrulmuş ve muahharen memuriyeti müstakile ile varna canibine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh dirayetkar ve müstakimü'letvar bir şairi alitebar olup bir mikdar eşarı belagatşiarı vardır. nümunei tabı maarifnebi valaları olmak üzre balada muharrer matla gazellerinin sebt u tahririyle iktifa olundu. ey gülizar nalişi dili bülbülanedir güftarı ehli aşk hemin aşıkanedir evcaşinadır ehli muhabbet o rütbede mürgi şikestebal dili arş aşiyanedir dil aşina olalı o kaşı kemanile sinem hadengi deri belaya nişanedir huşenki aklı itdi şikest zurı gamzesi hakka o tavr u işveye ki kahramanedir kanunı dilde puhte bu güftarı ateşin nüzhet beyanı suzı deruna bahanedir nazımı mumaileyh bakırcılar kethüdası osman nüzhet efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup erbabi hirfet ve ashabı sanatdan olduğu halde tahsili ilm u marifete say u gayretle bir mikdar tahsili maarif eylemiş ve muahharen tarikatı aliyyei nakşibendiyyeden dahi hisseyabı feyz u bereket olmuş iken bin iki yüz yirmi tarihinde işbu mihnetserayı fenadan nüzhetfezayı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. iden israfı nakdı eşki cana işte çeşmimdir bifei merdümi lakaydı dünya işte çeşmimdir ümidi vasl u bimi firkatı rahatgüzarınla olan bidarı subhı haşre dek ta işte çeşmimdir hayalin eyleyüp seyrangah hatırım temlik iki fevvarei hun itdi inşa işte çeşmimdir görülmüş mü ki olsun saika barandan sakın iden eşkiyle berki ahım itfa işte çeşmimdir dırahtı erguvan müjganı hunin cuyi eşk üzre hıyaban resmini itmekte icra işte çeşmimdir o kafir beççenin tennurdili pürtabı aşkiken kılan tufanı nuh'u remz dayima işte çeşmimdir olup bir lalezara dağı gamla sinei zarım iden ol lalezarı nüzhet ibka işte çeşmimdir nazımı mumaileyh mehmed nüzhet efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dört senesi kademnihadei sahai vücud olup mektebi harbiyede bir mikdar tahsili fünun eyledikten sonra iki yüz altmış bir senesi maliye mektupçusu hulefası sınfına bi'lilhak muahharen kitabet hizmetiyle rumeli canibine azimet eylemiştir. bir mikdar eşarı nüzhetfezası vardır. degil heman yüzüne canı natüvan aşık sana felekde melek yirde ins u can aşık ne gülşenin gülüsün kangı burcun ahterisin ne mihirsin sana bin canile cihan aşık pür itdi velvelei tabı hüsnün afakı zemin cemaline hayran u asuman aşık çemende hiçe satıldı metaı goncelerin olaldan ey güli ter sana bülbülan aşık şu rütbe eyledi aşkın vücuduma süryan tenimde oldu benim her bir üstühan aşık saba varır isen ol nahlı işveye söyle sana selamlar eyler cihan cihan aşık nesibi zarı suçun afv idüp kabul eyle bulunmaz ey güli ter böyle her zaman aşık nazımı mumaileyh ikiyapraklızade mehmed nesib efendi dersaadet'de bin yüz elli üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde haleb valisi bekir paşa'ya mühürdarlık ünvaniyle bir müddet hizmet eyleyüp muahharen mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına bi'lilhak bir vakt odaı mezbura müdavemet itdikten sonra rütbei haceganiyi bi'lihraz odaı mezbur serhalifeligine ve birkaç mah mürurunda sadaret mektupçuluğu vekaletine ve badehu küçük tezkirecilik vekaletine nail ve bi'lahire terki memuriyetle peygulegüzini uzlet olduğu halde yedisekiz sene müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra tekrar bazı menasıbı divaniyeye nailiyetle bekam ve iki yüz iki tarihinde rikabı hümayunda şıkkı evvel mektupçuluğu ve maliye tezkireciligi vekaletlerine memuren naili meram buyrulup yarısına tamamında vekaleti mezkureden münfasil ve iki yüz dört senesi hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi zana olup bir kıta matbu divanı vardır. tahmisi mutarraf merhaba ey hazreti sahibkıranı manevi şevketin mezdad ola ey kahramanı uhrevi satvetinle kişveri aşka götürdün pertevi kıldın adayı tariki heybetinle münzevi nazımı manzumei silki leali mesnevi mesnevi amma ki her beyti cihanı marifet menbaı ilmi ledün mucizbeyanı marifet defteri zibası feyzi lamekanı marifet katresi deryayı şevki rayganı marifet zerresiyle aftabının beraber pertevi hüsrevi endişe kim aşkı hüsam aldın ele eline nasuta virmekde kudumü velvele zülfikarı manevisiyle cihana galgala geldi temyiz eyledi virdi safa ehli dile oldu tigi batını dünyaya bürhanı kavi ilmi vahdetde sebükdaşı imamı evliya bazı evci lamekan hünkarı bezmi asfiya mesnevi'den ahz ider esrarı cümle etkıya hacesi ilmi hakikatda resuli kibriya hikmeti maanide şakirdi hakim gaznevi haki payi şeyh attarım ki oldu himmeti buldu feyziyle derunum bağı rağı zineti ney mi virdi kalbime bilmem rübab mı rikkati himmeti olsun ziyade oldu yadı sohbeti tabıma üstadı dersi müşkilatı mesnevi nefiyi mucizbeyanım bendei monlayı rum rahı aşkında nesiba eyleyüp terki rüsum dinleyüp ezcan u dil avazei nay u kudum hamdullah bendesine keşf olur herbir ulum ne hakimi izzi neviyim ne miri dehlevi nazımı mumaileyh hüseyin nesib efendi tarikatı muhammediyye nam kitabın şarihi olan hadimi efendi merhumun ahfadından karaman müftüsü elhac hasib efendi merhumun sulbünden karaman kasabasında bin iki yüz otuz dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup sinnleri tefriki noksan u ziyad derecesine reside oldukda tahsili ilm u kemale say u ihtimam ile fenni kitabet ve ilmi inşada olan malumat u mahareti iktizasınca hacelik rütbei refiasını bi'lihraz bidayeti tanzimatı hayriyye'de karaman kazası müdürlügü hizmetine memuren bekam ve bir müddet hizmeti mezkurede bulunduğu halde güzarendei subh u şam olduktan sonra dergahı felekiktinahı hazreti mevlana'da mesnedgüzini hilafet olan mehmed said efendii maarifpesendin mumaileyh hacı hasib efendi ile derecei nihayede ülfet u muhabbetleri olmak cihetiyle iki yüz altmış beş tarihinde mütercimi mumailyeh müşarünileyhe damad olması münasebetiyle medinei konya'ya nakl u hicret eyleyüp muahharen müşarünileyh iltiması ve kendisinin liyakat u istihkakı muktezası üzre salise rütbesine nail ve ol vecihle konya meclisi azası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh ashabı fetanet ve nezaketden olup işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında inşadı nazm u eşarsarfı himmetle ibtida silki nazma keşide eylemiş olduğu altı bendi cami tahmisi nefisi teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. tiri nigehin eyledi öz canıma te'sir cana bu kemankeşlik ile pir olasın pir şol hançeri gamzen idi dilden geçen amma çekdi yine ebruyı siyeh sineme şimşir sevda ile divaneligim gördü benim yar kıldı o siyeh kakülünü boynuma zencir ben yusufı sani desem olmaz mı sana kim çün eylediler dilberi bu hüsnile tabir lutfundan eger olsa nesiba'ya da rahmet binden birisin eyleye ahvalini tabir şairei mumaileyha tevfike nesibe hanım cidde valisi şerif paşazade salifü'tterceme said beg'in kerimesi olup bin iki yüz altmış senesi darı bekayarihlet eylemiştir. nazm çarhın hemişe tavrı geçendamdır bana devr eylemekte aksine eyyamdır bana ol lali yar u dilberi şirinime bedel hep kuhsarı firkat u alamdır bana nazımı manzumei napesendi salih nesim efendi sudurı izamdan imamı şehryari kırımi ahmed kamili efendi merhumun veledi sulbü olup tariki tedrise duhul ile galata mevleviyyetine muahharen burusa mevleviyyetine nail ve bin iki yüz elli sekiz senesi darı bekaya müntakil olmuştur. ey ahı serd bir eserin yok mudur senin ey eşki germ bir hünerin yok mudur senin oldu harabı seyli sirişki hanmanı dil ey dilnişini büt haberin yok mudur senin nurı sevadı dide misin gerden üzre sen ey hal hiç gayri yerin yok mudur senin bir şemme yok mu perçemi pürçinden saba iklimi çin'e bir seferin yok mudur senin şehbazı saydgahı meram olmamak acep neş'et himemle bal u perin yok mudur senin nazımı mumaileyh hace süleyman neş'et efendi medinei edirne'de salifü'tterceme refi efendi'nin sulbünden hudaya iki alemde aziz eyle süleyman'ı tarihini natık olduğu vecihle bin yüz kırk sekiz senesi hilalinde zinetefzayı alemi vücud olup unfuvani tüfuliyetinde dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili maarifi külliye eylediktensonra tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile burusevi şeyh emin efenedi merhumdan ahzı yedi inabet eyleyüp dersaadet'de molla gürani nam mahallde kain konağında ikametle züemadan bulunduğu halde bazı heveskarana fünunı farisiye talimi birtakım mesnevi hamiline müşkilatı kitabeti mesnevi tefhimi ile güzarendei ruzı leyal iken iki yüz yirmi iki salinde azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. vefatına süruri efendi'nin söyledigi tarihdir. neş'et efendi göçdü cinan ola menzili. müşarünileyh ulumı aliye ve fünunı farisiye vü sairede naziri nayab bir hacei maarifmeab olup kendisinin bir kıta divanı belagatünvanı ile tufanı marifet isminde bir eseri mucizbeyanı vardır. humarı badeden meynuşa sor kim bak neler çekmiş biraz sürmüşse zevkin bir zaman da derdi ser çekmiş reha olsa nola ebnayı gerdun zahmı gerdundan ki yokdur darı dünyada cefasın ben kadar çekmiş perişanii ağyara sebeb olmağiçün aşık enin u nale vü efgan ile ahı seher çekmiş kızıllık asumanda sanma te'siri şafakdandır şerarı dudı ahımdır ki ta eflaka ser çekmiş tecahülden tegafülden gelüp ol mesti nevsazım dimiş ki var mıdır neş'et gibi benden zarar çekmiş nazımı mumaileyh neş'et efendi konya valisi işkodralı mustafa paşa'nın mektupçuluk hizmetinde müstahdem arabgiri ziver efendi'nin sulbünden bin iki yüz elli iki salinde kademnihadei sahai vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbet ve bir mikdar tahsili fenni kitabet eylemiş olmasıyla ile'lan valii müşarünileyhin kitabet hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylemektedir. mumaileyhin bir mikdar eşaru güftarı vardır. kadrin bilirse taatı neyler günah iden teshir ider meramını vaktinde ah iden beyti diger pir isen kılma habeş cariyesin istifraş seferi bahrı siyah itme kasımdan sonra nazımı manzumei hünermendi hace nusret efendi cennetmekan sultan osman hanı salis hazretleri ismine mensub olan camii şerifin havlusunda vaki kütüphanenin hafızı ketebelerinden olduğu halde bazı heveskarana talimi fünunı farisiye eyleyerek güzarendei avam u şühur iken bin iki yüz sekiz senesi hilalinde azimi darı sürur olmuştur. vefatına süruri efendi merhumun inşad itmiş olduğu tarihdir; nusret efendi eyledi azmı beka meded mumaileyhin fenni tıb ve ilmi havassa dair bir risalesi ve gazeliyyatı saib'e bir mikdar şerhi renginmakalesi vardır. eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuştur. cefa vü cevri terk itmek nedir ol cilveger bilmez çocukdur şimdilik tayib olunmaz hayr u şer bilmez sebakhanii lutf u rahmde bibehredir amma cefa vü naza geldikde o mehparem neler bilmez nedir hali dilim tiri nigahı hunfeşanından heman ol meh kemanebruların her dem çeker bilmez dilim tabaveri suz u güdazı bütei gamken ayarı kadrimi hala benim ol simber bilmez nedendir vadii biganegide kalmış ol canan tariki aşinayiden meger bir rehgüzar bilmez begim kesbi kemal it sen de gel cehl ile mevsuf ol ki dehri sifleperver kıymeti ehli hüner bilmez kümeyti kilki nusret nevzemini şiri dürride tariki peyreviyi bilse de pek ol kadar bilmez nazımı mumaileyh mehmed nusret beg kürdistan eyaleti esbak esad paşa merhumun medinei erzurum'da şark seraskeri bulundukları hengamda ki bin iki yüz kırk dokuz senesi hilalinde medinei mezburede sulbi müşarünileyhden zinetefzayı alemi şühud olup dersaadet'de sultan bayezidi veli hazretleri türbei şerifesi kurbunda vaki mektebi rüşdiyede perverişfaytei fenn u kemal olduktan sonra mümtazı akran u emasil olduğu halde iki yüz altmış yedi salinde mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mir mumaileyhin nusret mahlasına mazhariyeti şol vecihle mir'atı kaderden cilveger olmuştur ki pederi paşayı müşarünileyh tarihi merkumada erzurum valisi ünvaniyle şark seraskeri bulunup o esnada birtakım elhi tuğyanı bi'listishab erzurum havalisinde sureti garatgiride gerdentab olan kapıkıran nam şahsı bednihadın mefsedetvakasının def u refiyle kendisinin ahz u girift olunması hususuna iradei seniyyei şehryari celadetrizi sünuh olmuş ve merkumun ele getirilmesi harici hayyizi imkan bulunmuş iken hasankalası nam mahallde mir mumaileyhin veladeti beşaretiyle beraber şakii merkumun ele geçmiş olduğu haberi meserreteseri residei guşı müşarünileyh oldukda mir mumaileyhi mahlası mezkur ile meşhur eyledikleri rivayet olunmuş olmağla tercemei haline zeyl uilave kılınmıştır. ziyares oldu yine taba afitabı ferec münevver itdi şebi tarı derdi tabı ferec hemişe sahai dilden gumumun ardınca gece nesim gibi esbi pürşitabı ferec gamında şadii digerle eylemiş ülfet ider mi aşıkı gamhar irtikabı ferec ümidi busei vad ile eglenir aşık rakamı zühatın olmuş ider hisabı ferec zevali alemi derk eyliyen dil agahlar ne dilşikestei gamdır ne zevkyabı ferec yeter bu mevize tehdidi rinde ey vaiz kitabhanede yok mu acep kitabı ferec unutdurur gamı sad saleyi derunundan iderse hame eger nasfet intihabı ferec nazımı mumaileyh mustafa nasfet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup sarayı hümayunı mülukaneye çırağ ve bi'lahire hazinei hümayun ketebesi sınfına ilhakla şirindimağ buyrulup cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında haftanii şehryari memuriyetine mevsul olmuş iken bin iki yüz yirmi üç salinde şehryarı müşarünileyh hazretleri hakkında zühur iden halin vukuu esnasında maktul ve o suretle darı bekaya menkul olmuştur. dil harabı çeşmi mestinken bu dünyalar senin guşei gamzende ihyayı mesihalar senin hakı berser asitanında olurlar lanegir izz u istiğna ile maruf ankalar senin handei gülriz ki lebbestedir gül gonceler lal olur güftarına tutii guyalar senin cünbüşi ebrusuna vabestedir sırrı hayat suretarayı nigahındır heyulalar senin öyle jengaludedir olmaz pezir ey akus tabı didar gele mir'atı mücellalar senin gülşeni amal sersebzi talebdir subesu payına rizan olur verdi temennalar senin hıyrelendi pertevi hüsnı nazarsuzun ile didei huffaşveş çeşmi temaşalar senin nasfeti aşüfteye bir hemzeni aram olan hep hevayı kakülündendir bu sevdalar senin nazımı mumaileyh ahmed rıza nasfet efendi bin iki yüz yedi senesi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup iktisabı hüner u marifete say u gayretle gerek ulumı arabiye ve gerek fünunı farisiyede hayliden hayli tahsili miknet u kudret eylemiş ise de işgali ahere mebni aklamı şahaneden birine müdavemet idemeyüp mukaddema bazı ebniyei miriyede bir müddet istihdam olunmuş ve muahharen kendisine müstafi maaş tahsis u ihsan buyrulmuş olmasıyla ihtiyarı guşei tekaüdi eyleyüp niamü'lenis kitabı nefisi müedasınca asarı selefi mütalaa ile imrarı ezman u avan eylemektebulunmuş. mumaileyh rıza mahlasiyle söhretşiar bir şairi hoşgüftar olup bir mikdar eşarı vardır. kıta görelden tabı ruyun mihri enver dağı berdildir tuyaldan buyı zülfün avd u anber dağı berdildir hayal u arzuyı hal u ruhsarınla sahrada derunı lale herdem hemçü ahker dağı berdildir nazımı mumaileyh ali nutki dede bosna'da sikkepuşı hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye bi'lintisab bin yüz kırk tarihinde işbu alemi nasutdan gerdentab olarak süpürdei ziri türab olmuştur. mumaileyhin balada mestur kıtasından başka nutku manzurı çakeri olmamıştır. ah eyle gönül ateşi aşkiyle zamandır her dem işimiz firkatı yar ile yamandır bilmem ne zaman dil ola vaslınla müşerref zira ki firakınla derunum yanağandır elden koma sabrı ki cihanda neler olmaz elbetde niyaz ehline çok naz olağandır ayb eylemeniz subha degin nale vü zarın yalvarmak içün yare o bir başka zebandır nutki görebilsin ne virirsin bana yari zira görünürse bana yar sana nihandır nazımı mumaileyh nutki ali dede efendi yenikapı mevlevihanesi şeyhi ebubekir efendi merhumun ferzendi ercümendi olup şeyh mumaileyhin vefatından sonra halefi müftehirü'lselefleri olmuş ve bin iki yüz on dokuz tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin nutkı şerifleri tahsingerdei ashabı maarifdir. sine gül ser gül kadem gül hatırı bimar gül dağı hasretle egil cismimde var beyaz gül gülruhanı şehri istanbul açamaz hatırım hasretinle hardır didemde her bihar gül bülbüli goyende olmaz mı güli tasvirler ruyı alında açıldıkça hezar ezhar gül şermile açmaz giribanın hezara görmesin ruyı alin ateşi aşkım benim zinhar gül pek sovuk kılup müderris gibi nazmi'nin sözü ger dilersen hilmiya bu nutka bir mikdar gül nazımı mumaileyh nazmi efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup muahharen tariki terdise dahil olmuştur. paymalı esbi nazın olmağa dil hak olur her safı müjganı çeşmi hasretim haşak olur kimde sevdayı seri zülfün olursa ukdesi dameni sabr u şekibi şaneveş sad çak olur genci gamda hasteganın itse ahı suznak şulesi ateşfiruzı harmeni eflak olur ey güli nevreste sensiz çeşmi firkatbinime guşei kaşane zindan gülşen ateşnak olur ey kemanebru nazif biçareye cevr eyleme binevadır tiri ahı elhazer çolak olur nazımı müşarünileyh mustafa nazif efendi şehriyyü'lasl olup enderunı hümayunda bir müddet hidematı seniyyede bi'listihdam muahharen başmabeyncilik memuriyetinde dahi bir zaman güzarendei eyyam olduktan sonra tersanei amire emanetine nakl ile bi'lahire surrei hümayun emaneti celilesi memuriyetiyle canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdeti hengamda ol vaktin tabiratı üzre şehreminligi memuriyeti uhdesine bi'lihale biraz vakt mürurunda keraste nezaretiyle izmid'e azimet eyleyüp ah göçdü nazif efendi ah tarihi müfadınca bin iki yüz kırk senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. zuhurı hattın ey meh muhtasar manzumedir şimdi peyam u vaslin anda nüktei mektumedir şimdi kenarı arızında hali şebu yek kıyas itdim heyuladan mürekkep nüshai mevhumedir şimdi garezi nefyi miyan isbatı hüsn ü andır yohsa dehanı bahsi bir keyfiyeti madumedir şimdi havalii harimi sinei cananadır kasdim hücumı leşkeri endişe arzı rum'adır şimdi bu bazarı maarifdir nazifa laf almazlar haridaranı nazmın rağbeti malumadır şimdi nazımı mumaileyh ahmed nazif beg şehriyyü'lasl olup bin iki yüz kırk tarihlerinden sonra cahı mısrı kahire tarafına azimetle silki askeriye dahil ve bi'lahire miralaylık rütbesine nail olduktan sonra iki yüz elli sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin güzeran iden şuaranın bazı eşarını cami müntehabatı nazif isminde bir eseri matbuu vardır. itme istiğna ile gel tireşeb aramımı aç hicabı sinei billuru subh it şamımı sergüzeştin kays tayy itdirdi aşkın badezin dasitanhanı muhabbet ezber itsin namımı busı ruhsarın teraşı hattına talik ile vakfı hengamı sabah eyle husulı kamımı setri asarı muhabbet eylesem de sinede keşf ider ahım o mehruhsara şevki tamımı hasreti laliyle nuşı mey ümid itsem nazif sakii gam eşki çeşmimle pür eyler camımı nazımı mumaileyh süleyman nazif efendi kitabeti maarifnisabdan vecdi efendi merhumun mahdumu olup bir müddet diyarbekir mahkemesinde başkatib olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde dahi bir vakt bi'listihdam bin iki yüz altmış tarihlerinde azimi darü'sselam olmuştur. naili gerden u siminberinim yok haberin ben senin bendei fermanberinim yok haberin güzel amma bu temayul arada kaçmana ya aşıkı sadıkı ranaterinim yok haberin cevheri nazm ayag altına hayfa gidiyor vasfı hüsnünde suhanperverinim yok haberin seveni sevmeyeni sen büti nazikbedeni anı benden ara sor defterinim yok haberin sinei safına bakdıkça nazifa der imiş naili gerdeni siminberinim yok haberin nazımı müşarünileyh hazine kethüdası muhammed nazif efendi şeriyyü'lasl olup enderunı hümayunı mülukaneye çırağ buyrularak bir müddet hırkai saadet serhademeliği hizmeti müstevcibü'lmefharetine nail ve bin iki yüz altmış beş senesi evasıtı şehri rebiü'levvelinde rütbei ula sınfı sanisiyle hazinei hümayun kethüdalığına memuren mümtazı akran u emasil olmuş iken senei merkuma şehri cemaziye'lahiresinde sovukçeşme civarında vuku bulan harikde alay köşkü nam kasrı hümayuna muvasalatını müteakıben azimi kasrı cinan olmuştur. müşarünileyhin şivelice bir mikdar eşarı vardır. tecelli eyleyüp ol demde kim didar göstermiş hatın tekşif idüp bürhan içün envar göstermiş zehi nakkaşı kudret eyleyüp ruhı revan tasvir nesimi feyzi kırba şivei reftar göstermiş dili hun küştei uşşakı mir'at eyleyüp anda ruhu tabı nazardan sureti azar göstermiş virüp cemi süveydayı dile şeklin perişani çıkarmış halkı başdan turrai tarrar göstermiş acep mi serbezanuyı tahayyür itse insanı bu nazm içre nazif bir neşvei esrar göstermiş nazımı müşarünileyh şeyhülislam hasan nazif efendi medinei yenişehir'de ulemayı zevi'lihtiramdan mühadis elhac halil efendi merhumun sulbünden bin iki yüz dokuz tarihinde kühnesarayı vücuda ruşenabahşı vürud olup müddeti sinnleri temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed derecelerine reside oldukda nakdinei himmet ve sermayei vus u kudretini tahsiliulumı aliye ve istikmalı maarifi cüziye vü külliyeye hasr u sarf iderek yeganei ilm u marifet ve dürdanei bahrı fazilet olduğuhalde iki yüz kırk altı senesi canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve edayı farizai haccı şerif ile vatanı aslisi canibineavdet idüp muahharen dört defa kabetü'luşşak olan asitanı feyznişanı cenabı monla hünkar'a dahi ruhsudei hülusı teviyyet ve tekmili hizmeti tarikat ile sikkepuşı hilafet olduktan sonra medinei mezburede vaki küstümsuyu kenarında haceratı müteaddideyi şamil müceddeden bir bab mevlevihanei dilkeş bina vü inşa ve on iki sene müddet dervişanı hücrenişinana talimi rusumı tarikat ve tefhimi rumuzı hakikat eyleyerek imrarı subh u mesa eylayüp işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem zatı sütudesımatı baişareti aliyye dersaadet'e muvasalatla beşiktaş karyesinde vaki mevlevihane'de postnişini irşad u keramet olmuştur. zatı hak terkibi veladetine mısra: zatı hakka irdiler ehli dilan mısraı menkutu meşihatla tarih vaki olmuştur. müşarünileyh vakıfı esrarı ehlullah bir mürşidi agah olup kendisinin bir mikdar eşarı belagatşiarı olduğundan başka mevlana celaleddini rumi hazretlerinin sülalei tahire ve silsilei bahirelerini mübeyyin üç sınıf üzre levha şeklinde masnu u matbu bir eseri hayretnisarı ile hayratı müberratından olarak nehri mezkur üzerine mebni bir cisri üstüvarı dahi vardır. nat ya resulallah ravzan huldı cennet'dir senin nutkı canbahşın seraser hayr u hikmetdir senin hamdullah biz dahi bir asi ümmetlerdeniz ümmetin olmak da çünkim ulu nimetdir senin mihr u meh fermanberdir ey şehi levlak sana mahı iki şakk iden şol bir işarettir senin cümle nurundan yaradıldı ne varsa kainat bas olunduğun beşer izharı kudretdir senin barı isyaniyle cihanın nazifi derdmend aciz u biçare muhtacı şefaatdir senin nazımı mumaileyh ahmed nazif efendi sahhaflar şeyhizade salifü'tterceme vakanüvis esad efendi merhumun biraderi başmüsevvid müteveffa mustafa efendi'nin veledi ercümendi olup bin iki yüz kırk altı senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz elli yedi senesi kudsı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış yedi senesi şamı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış sekez senesi itmamı müddet itmek üzere mekkei mükerreme hükumetine nail olmuştur. mumaileyh bir şairi fazıl olup divançe olacak mikdar eşarı olduğundan fazla on iki aded terceme ve şerh u mevadı saireye dair asarı vardır ki esamisi ile zirde tahrir u beyan olunmuştur. mensur olarak riyazü'nnukaba, kapudanı derya hakkında, sefinetü'lvüzera, tercemei nisabü'lihtisab, tercemei nuhbetü'zzikr, tercemei telhisü'lmeani, tercemei risalei kevakibi, tercemei talimü'lmütealim, tercemei tabakatı şurtubi, türkçe şerhi kasidei lamiye, lugatı kafiye manzum olarak; seragazı hıcaz, surnamei meserretallame. ne hacet vasfı dildarı beyana inceden ince niçün arz eyleyem hali beyana inceden ince bu bağı bivefada bergi gülden bahs ider bülbül zamiri gülse efğanı miyana inceden ince güzel sevmek murad eylerse bir uşşak mukaddemen çeker kendüye etrafı nihana inceden ince cihanda her biri mezakını zevk eylemiş gördüm hele ahdır kemali yane yane inceden ince hakikat bezmine vasıl olan merdi suhandanın o dildara heveskari bahane inceden ince takılsa zenciri zülfi dilarama dili uşşak ona kamın buna kamı nişane inceden ince nazifa babı kesretden feragat ile vahdet kıl o vadinin hümavarı ziyana inceden ince nazımı mumaileyh mehmed nazif efendi karamaniyyü'lasl olup hadim nam mahallde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bin iki yüz kırk bir senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve ol vecihle sınfı müderrisine dahil olmuştur. mumaileyhin kelamı mevzun kabilinden olarak bir kıta divanı matbuu vardır. nazimasa nola garralanırsam hüsnı tabımla begendirdim neşati gibi bir üstada eşarı nazımı mumaileyh yahya nazim efendi malumı şeyhi düşab olan şeyh neşati efendi merhumun şakirdanı sahibirfanından olup mahrusai edirne'de bin yüz otuz dokuz tarihinde azimi darü'nnaim olmuştur. mumaileyh her ne kadar ashabı nazm u suhandan ise de işbu balada keşidei silki sütur olan beytinden başka eşarına nazaryab olunamamıştır. tarih bahrı emvacı kerem hazreti sultan mahmud lutfuna nisbet ile katre degildir derya eyledi hazreti hakk ol şehi alibahta böyle bir dürri giranmaye veziri ita kanı feyzi güher ol asafı vala himemin ahdı adlinde suyun buldu umurı dünya fatih'in türbei pürnuruna ol kanı kerem tarafeyninde iki çeşmei nev kıldı bina ruhı mağfurı ebu'lfethe çü mürgi kudsu bu iki çeşme cenaheyn ola uçmağa seza hak bu kim mevkiini buldu bu hayrı cari nail icra ide banisini hayy u dana evvel abın içüp andan didi nimet tarih mukassem aynı ata çeşmei ahmed paşa nazımı müşarünileyh nimet efendi dersaadet'de bin yüz on iki tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz kırk üç tarihinde tariki tedrise duhul ile bir aralık silki müderrisinden ihrac ve o suretle kendisi bir müddet izac olunduktan sonra tekrar tariki mezkura dahil ve bazı hidematı şeriyyede bi'listihdam hususiyle haremeyn müfettişligi hizmetine dahi nail olarak yüz altmış sekiz tarihinde galata mevleviyyetine ve badehu mısrı kahire mevleviyyetine ve biraz vakt mürurunda mekkei mükerrevleviyyetine nailiyetle vasılı sermenzili meram ve bi'lahire darü'lhilafetü'laliye kadılığı payesini ihraz eyleyerek bekam olmuş ve yüz seksen üç tarihinde salifü'tterceme abdullah efendi'nin vefatında orduyı hümayun kadılığı memuriyetine revnaktirazı izaz kılınmış iken bin yüz seksen altı salinde medinei şumnu'da nimeti hayatdan dilsir ve zayfı mihmanhanei cenabı rabbi kadir olmuştur. müşarünileyh nessacı karhanei maaniyi alemin bir şairi mucizbeyanı olup haylice eşarı güzidesi ve dersaadet'de çeşme ve mahalli sairede birçok tevarihi pesendidesi vardır. atbazarı nam mahallde vaki çeşmede muharrer nazm; abı hayvan dolu dizgin girdi atbazarı'na mısraı bercestesi müşarünileyhin eseri kalemi olduğu mervidir. hatta çeşmei mezburun bin iki yüz altmış dokuz senesi tamir u inşasında yazdırılan tevarihin ebyatı arasında mısraı mezkur dahi muharrer u mesturdur. gazeli natamam meylim ne gülistana ve ne verdi aledir kuyı behişti yarda seyri cemaledir derhab seyr iden ruyı huygerdesin seher dir katre katre verdi ter üstünde jaledir layık kısasa revzenei didei rakib zira harimi kasrı cemale havaledir bir hoş nezaket ile naim al ayağını meyli bu çarhı hayla gerek mekr u aledir nazımı mumaileyh mehmed naim efendi dersaadet'de kasımpaşa nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup muahharen mahrusai burusa'ya nakl u hicret ve bir müddet kazzazlık sanatiyle imrarı vakt u saat eyledikten sonra mahrusai mezbure mahkemesi ketebesi silkine dahil ve bin yüz altmış altı sali hilalinde darı naime müntakil olmuştur. kıta matlaı mihri müniri hüsn ü andır ruhların maşrıkı şemsi tecelliveş ayandır ruhların iki mehdir guyiya deryayı nura aks ider anda kallaşı tahayyür ahterandır ruhların nazımı manzumei napesendi naim efendi cezirei mora'da vaki arhos kasabası eyaletinden olup tariki tedrise duhul ile bir müddet tırapoliçe kazası niyabetinde bulunduğu halde imrarı vakt eyledikten sonra dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp bin yüz yetmiş tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. yine bir buse kopardım kadı şimşadımdan yire degmez ayağım raks iderek şadımdan bu kadar aşıkına lutf u mürüvvet çok şey hiç ümid itmez iken gamzesi celladımdan bana keşf oldu bütün nüktei şir u inşa geçdi hep manii mevhum benim yadımdan ögredir ilmi ledün istese tabım hızr'a kutblar gavsı hak oldu benim irşadımdan ders okutdukça ana hayr dua eyle naim feyz buldum nefesi hamdiyi üstadımdan nazımı mumaileyh ahmed naim efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup nakdinei evkatını tahsili maarife sarf ile adana mütesellimi bulunanların kitabet hizmetinde bulunarak taayyüş itmekte iken bin iki yüz kırk yedi tarihinde medinei mezbura hazine katibi bulunan yusuf efendi nam şahsı bazı sebebe mebni hicv eylemiş olduğundan merkumun iğvad u ifsadiyle adana mütesellimi hasan paşaoğlu hacı ali beg nam kimesne kendisini idam ve ol vecihle darü'sselam'a izam eylemiştir. kaküli şebrengini itdikçe ol meh piç u ham aşıkı mehcur yine gelmek gerek bin derd u gam haline ben danei damı dili şeyda didim vechi ahsenle bize yüz virmedi ol goncefam gülşeni dil o gülün cayı kararıdır heman bülbülasa nice efğan itmiyem her subhdem nüktesencide bulunmaz peyrevi nefi bu gün reşk ider eşarına baki olursa muhteşem nazımı mumaileyh nefi efendi erzurum eyaletinden olup muahharen şamı şerife azimetle vali konağında kitabet hizmetinde bi'listihdam güzarendei subh u şamdır. resul mahlasiyle mütearifdir. tarihi cevher şair anın cem idüp asarını bi'limtihan yapdı bir mecmuai rana nazifi hoşnüvis birbirine nakl ile ehad u işarat u mat heşt tarih oldu nakşı işte bu beyti selis ne nefis oldu nazif ahmed beg'in mecmuası oldu nev mecmuası ahmed nazif'in pek nefis nazımı mumaileyh şeyh nakşi efendi mahrusai edirne'de nakşbendi alemi vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bin iki yüz kırk tarihlerinde mısrı kahire'ye azimet ve bir müddet ikametle iki yüz elli dört senesi hilalinde kahirei mezbure mevlevihanesi meşihatine revnaksazı irşad olmuştur. görmem hevesi tulı emeli hiç serimde yok rişteye hayfa ki güzergeh güherinde geldikçe dü ebruyı siyehtabına cünbüş peykanı hadenki müjen oynar cigerimde hayretzedeyim şöyle ki kursı meh u hurşid ayniyle bir ayineye benzer nazarımda seyyarei talide midir şivei nasaz te'sir mi yok bilmezem ahı seherimde bir dağ da sen ur mehi dili zarıma nevres gel tesliyet itme beni vakti kederimde nazımı mumaileyh abdurrezzak nevres efendi kerkükiyyü'lasl olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve bi'lahire mevalii devriye sınfına dahil olmuş iken bin yüz yetmiş beş senesi şehri şevalinde zebandirazlık töhmetiyle dersaadet'den medinei burusa'ya nefy u tağrib olunup mahalli mezbura muvasalatını birkaç gün mürur ider itmez zuhurı eceli nagah ile azimi kurbgahı cenabı ilah olmuştur. mumaileyhilm u kemali zahir bir şairi mahir olup vadii şirde zatına mahsus tavr u edası ve zadei tabı olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatefzası vardır. müteyakkız eger olmazsa dili akilimiz korkaram ahiri derdi ser olur hasılımız özleriz kabei ikbala vüsulu amma bir alay fazl u hüner rehzenidir hailimiz geçdi hadden elemi minneti o cananın akibet havf iderim gayret olur katilimiz bize mümkün degil izharı tarab alemde ki demadem hedefi tiri cefadır dilimiz gerçi ahmak gibiyiz sureti zahirde ve lik hikmetamuzı felatundur en cahilimiz kalmadı kudretimiz rahı talebde meşime nidelim dameni ikbala erişmez elimiz dost sandıklarımız çıkdı bütün bigane ah nevres ki bin oldu bir iken müşkilimiz nazımı mumaileyh nevres efendi bağdad valisi esbak müteveffa ali rıza paşa'nın atikasından olup dairei müşarünileyhde perverişyaftei ilm u kemal olarak bir müddet kitabet hizmetinde istihdam olunup müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddetcik hariciye tahriratı odasına müdavemetle muahharen canibi bağdad'a azimet eylemiştir. mumaileyhin eşarı farisiyesi türkçe olan nazm u guftarına galibdir. bu şeb hülyayı zülüfünle dili bipiç u tab itdim görünce ta beseher subh cemalin terki hab itdim anup ruhsarı alin döndü çeşmim tası pürhuna bezimde huni eşkimden dolu nuşı şarab itdim yüz üzre maili hali ruhun sad yüz kadar varmış bir anber sübha ile ben de bu yüzden hisab itdim miyanın aldım aguşı hayale hayli eglendim ne ağyara haber virdim ne sana bir azab itdim değildir arızı ali ibadın şevki gönlümde ezel bezminde ben nevres o baba intisab itdim nazımı mumaileyh muhammed nevres beg derviş paşazade mehmed beg'in sulbünden kasabai beşiktaş'ta bin iki yüz kırk bir sali ferruhfalinde kehvarei zibi alemi şühud olup istidadı maderzadı iktizasınca tahsili ilm u kemala say u gayretle iki yüz elli tarihlerinde enderunı hümayuna çırağ olmuş ve iki yüz altmış beş senesi hacei hassa tabir olunan mahalle nakl iderek mesrur u şirindimağ buyrulmuştur. mumaileyh ulumı arabiyeden behrever bir şairi nevreside eser olup fünunı farisiyede dahi emsal u hemsalinden kamil u balaterdir. nazm gülgunedanı arızı yar oldu gonce lik kızdı kızardı gonce ki yüzler kızartmadı yüzler ağardıram dir iken sayebahş olup sünbül açıldı zülfüne yüzler ağartmadı nazımı manzumei hünermendi tumanzade nevres efendi cezirei mora'da vaki inabolu nam hısnı hasinde çehrenümayı alemi vücud olup bin yüz seksen iki tarihinde cezirei mezbure rüayası tarafından şaribi şehdabei şehadet olmuştur. nükheti zülfün dilara şemm iden şeydalanır gam mı mecnun olsa alem kakülün leylalanır nazımı manzumei hünermendi nuri baba efendi medinei ankara'da defini hakı ıtrnak olan hacı bayramı veli hazretleri sülalesinden şeyh halil efendi merhumun mahdumu olup ecdadı kerametmutadından olan müşarünileyh hacı bayramı veli hazretleri tariki feyzrefikine meyl u süluk ile şeyh u mürebbisi bulunan çerkes mustafa efendi merhumdan libası hilafeti badehu telebbüsi melamiyyundan olduğu halde güzarendei şühur u avam iken iki yüz iki senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin şuhmeşreb alineseb latifegu bir zatı pakhu olduğu ve bir kıta mürettep divanı mevcud idügi bazı tarafdan rivayet olunmuş ise de balada muharrer olan beytinden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. cuyı vaslından içen bir katre su kevser u tesnimi itmez arzu başım üstünde çevirse asiya ben yine ağyara itmem serfüru buse vad itdi rakibe nisbeten baisi devlet olur gahi adu hüsnüne hat virmemiş asla halel dikkat itdim muyı yare mubemu zülfünü şemm itmege kıldı heves nuri'ye bir başka sevda oldu bu nazımı mumaileyh vakanüvis halil nuri beg abdullah naili paşazade müteveffa şakir beg'in ferzendi ercümendi olup mesleki küttaba süluk ile tezkirecilik ve ruznamçecilik ve amedçilik misillü bazı memuriyetlerde bulunduğu halde bir müddet imrarı subh u şam eyledikten sonra vakanüvislik hizmetine memur ve ol vecihle güzarendei eyyam u şuhur iken bin iki yüz on üç salinde azimi darı sürur olmuştur. vefatına müverrih sühuri efendi merhum işbu tarihi natıkı inşad eylemiştir. mir nuri medfenin hak mehbitü'lenvar ide mumaileyh şir u inşada üstadı yegane bir şairi bibahane olup kendisinin bir kıta divanı belagatünvanı ve bir aded tarihi letafetbeyanı vardır. gazeli natamam dilimde dağı aşkın dilbera tamgayı izzetdir serimde kakülün sevdası cana kaydı rıfatdır nigeh gülruya serzanuya gerden zülfı hoşbuya dehen kandı lebi dildara çok demdir ki hasretdir hevayı istivayı kametinle kavs olup kaddim sirişkim katrı mai gözlerim şakulı hayretdir nigahı ragıba'nın raşida kalayı nuri'ye sipihri tılsıma suzefgeni reşkin melaletdir nazımı mumaileyh nuri paşa bin yüz yetmiş üç tarihinde medinei ayıntab'da tabendei çeşmi vücud olup mecbul olduğu rüşd ü zeka iktizasınca yirmi yaşına kadar ekser ulum u fünunu bervechi kemal istihsal ve saytı fazilet ve hüner u marifeti mesamii sigar u kibara isal eyleyerek etvar u mişvarı nezdi devletde makbul olmuş olması cihetiyle barütbei miri mirani ayıntab mutasarrıflığı uhdesine tevcih ve devletce kadr u meziyyeti terfi u tenevir kılınmış iken mütercimi kamus asım efendi merhumun tarihinde müfassalen beyan ve tasrih olunduğu üzre ayıntab civarında bulunan vulatı mütasarrıfin taraflarından kendüye dürlü dürlü efk u iftira ve tarafı zişerefi saltanatı seniyyeye bihilaf vuku bulan inhaya binaen hakkında sadır olan fermanı kaza cereyan iktizasınca yirmi sekiz yaşında idam olunup ol suretle darı bekaya hiram eylemiştir. mumaileyhin dersaadet ve memaliki mahrusai şahanede ziverzebanı hanendegan olmuş nice nice dilkeş ve musanna şarkıları olduğundan başka bir kıta divanı dahi vardır. ah eyleşdigi gül dildare bir ben bir gönül şaneveş olmakdadır sad pare bir ben bir gönül intizarı vuslatı dilber ile şebtaseher kalmışız bitakat u biçare bir ben bir gönül devr ider vadii aşkı yine merkezde mukim bu revişle benzedi pürkare bir ben bir gönül gördü nazmı raşidi çün bülbülasa başladı gülşeni tanzirde güftara bir ben bir gönül bir güli rana içün gülşenserayı dehrde nuriya uydu hezarı zara bir ben bir gönül nazımı mumaileyh mustafa nuri efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz altmış bir senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olarak canibi hicaz'a azimet ve hitamı müddeti hükumetle dersaadet'e avdetinde esnayı rahda vaki kasir nam mahallde darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. bir kıta divançesi vardır. tarihi tam tibei tayyibeden oldu havarici matrud tarihi tam vahidi asr emini defter oldu tarihi tam atıldı ruhı helvayi dede top gibi hayata tarihi muaccem hu didi kaygusuz oldu azimi darı cihan nazımı manzumei hünermendi elhac muhammed nuri efendi dersaadet'te fatih sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki ismi şeriflerine mensub camii şerif cenbinde defini hakı ıtrnak olan emir buhari hazretleri evladı inasından metruk başmuhasebe kaleminin serhalifesi ve tarikatı aliyyei mevleviyyenin serfiraz u güzidesi müteveffa mehmed tayyib efendi'nin ferzendi hıredmendi olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle tarikatı aliyyei mezkure dervişan u muhibbanı silkine dahil ve zamanı meserretiktiranı cenabı selim hanı salis'te aksaray'da karagülhane civarında vaki zevayayı nakşiyyeden olanlar tekyesi ismiyle maruf olan dergahın meşihatı cihetine nail olmuş ise de muahharen cehti mezkuru ahere kasrı yed eylemiştir. bir mikdar tevarihi güzidesi vardır. pek nadimem ifşayı melal eyledigimden ol gonceyi diltengi makal eyledigimden terdir gözüm ümid ile hala ki sirişkim paşidei damanı visal eyledigimden halis diyerek gördü seza sikkeye canan nakdı dilimi aşkile kal eyledigimden celb itmege mahbubu yeter nüshai şirim her beytini bir sihri helal eyledigimden rahm eyledi hunı dilime nuri o fettan hasretle gözüm yaşını al eyledigimden nazımı mumaileyh osman nuri paşa diyarbekirli şeyhzade müteveffa ibrahim paşa'nın mahdumu olup mukaddema canibi bağdad'a azimet ve bir çok vakt ikametle bağdad valisi esbak ali rıza paşa merhumun ceht u iltimasiyle uhdesine rütbei miri mirani bi'ttevcih müteveffayı müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış dört senesi urfa sancağı ve iki yüz altmış altı senesi kars sancağı ve badehu muş kazası ve muahharen mardin sancağı kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyhin divançe olacak mikdar eşarı vardır. gülzarı vasla zibi güli encümün diken deşti firaka lale vü sünbül çemen diken sökdü kabayı gülşeni idrisi ruzgar eglenmez oldu halei adnı söken diken olur hazizi duzaha hammaletü'lhatab şehrahı paki yari huday'a degen diken ağyarı yara gecnigeh itmiş dü çeşmine tiri nigahı olsun iki dağzeni diken ey mah oldu nurii bimar hecrine her şeb nükuşı pisteri habı vatan diken nazımı mumaileyh osaman nuri efendi esham muhasebisi ketebesinden mehmed emin efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup sehm kalemine bir müddet müdavemetle muahharen tarikatı aliyyei üveysiyyeye süluk iderek iki yüz altmış bir salinde bazaristanda vaki mübayaa kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh muhibbi ali aba bir şairi şiraşina olup muahharen mürebbisi tarafından kendisine şemsi mahlası verilmiş olduğundan mahlası mezkur ile dahi bazı eşarı vardır. tarih hazreti abdulmecid han'ın ulüvvi himmeti itdi müstağrak cihanı bahusus surı hıtan vasf olunmaz surı nevdir hem dahi mümkün degil böyle bir surı hümayun görmedi çeşmi cihan hamdullah kıldı ihya sünneti peygamberi surı nev olsun hümayun şahı devrana heman bendesi nuri didi sad şevkile tarihini barekallah oldu ziba sünneti şehzadegan nazımı mumaileyh abdulkerim nuri efendi medinei ısparta'da bin iki yüz yirmi dört senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye eylemek arzusuyla iki yüz kırk üç senesi dersaadet'e bi'lmuvasala aksaray'da horhor nam mevkide vaki medresede hücregüzini ikamet olduğu halde bir mikdar tahsili ulumı arabiye eyledikten sonra bir müddet şeyhülislamı esbak kadızade tahir efendi'nin kethüdalık hizmetinde ve badehu üç sene müddet dahi sultan bayezid hanı veli hazretleri camii şerifi efkafı kaimmakamlığı hizmetinde bi'listihdam muahharen tariki tedrise dahil ve beşiktaş kazası niyabeti hizmetine nail olmuştur. haylice eşar u güftarı vardır. lebleri gonce misali ruhları güldür bana dahi ol servi revanın saçı sünbüldür bana gahice ol meh bize şarkı okur bin naz ile gülsitanı alem içre sanki bülbüldür bana aldı gönlüm bir peri ki ben de bilmem n'olduğum gayri sabr itmek bu cevre çok tahammüldür bana bağlamışdır sihri zülfüyle o rütbe gönlümü eylemez zencir bana kar bendi kaküldür bana nuriya badearak nuş itmezem şimden geru öyle bil ki sevdigimin lebleri müldür bana nazımı mumaileyh osman nuri efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup pedermande olan dükkanında mürekkepçilik sanatiyle meşgul olduğu halde tahsili maarife dahi say u gayret eyleyüp tabiatı şiriyyesi iktizasınca mukaddema nazmı güftar ile bir müddet tevagul eylemiş ise de muahharen terki gailei eşar eylemiştir. cularla kuhsarda çağlardı kuhken zannetme kendi kendine ağlardı kuhken şirinin acı sözlerini eyledikçe yad zenciri eşke dağları bağlardı kuhken bazarı derdi aşkda her barı karını nakdinei sirişkle sağlardı kuhken dağlarca yar içün elemi var iken yine narı elemle gönlünü dağlardı kuhken kuhi belada ben dahi giryan idim nihad zan itme kendi kendine ağlardı kuhken nazımı mumaileyh nihad beg şerif paşazade salifü'tterceme said siret beg merhumun sulbünden bin iki yüz on dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine devam muahharen mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bir vakt hizmeti kitabetde istihdam ile bi'lahire ihtiyarı tekaüdi eyleyerek kahirei mezburede guşegiri istirahat ve bir vakt mürurunda mekkei mükerremeye azimetle bir kaç sene müddet peygulegüzini mücaveret olduktan sonra kahirei mezbureye avdet ve bir müddet ikamet ile iki yüz altmış senesi dersaadet'e muvasalat eyleyüp saniye rütbesine nail ve ziraat meclisi azası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh bezlegu bir şairi handerev olup divançe olacak kadar eşarı ve hezlgune bir mikdar güftarı vardır. tahzir: siğar u kibardan kendisiyle ülfet u ihtilat itmiş ve belki kazaen bir mahallde kendüye aşinalık eylemiş olanlardan bir nev hicv u zemmine veyahut bir suretle şeameti kademine uğramamış ferdi aferide kalmamışdır. binaenaleyh tesmea bi'lmuaydiyyi hayrün min en terahu kelamı zamimei tercemei hali melametencamı kılınmıştır. perişan eyleyen aklımı zülfi mişknabındır hücumi leşkeri hattınla dil bir rahneyabındır hayatı sermedii hızra reşk itmez dili teşnem şehidi gamzei dilduzı çeşmi mesti habındır dahili halkai uşşak olalı bu dili naçar sarayı nazı cevrinde serim sengi rikabındır çekildi safhai ruhsarına hattı siyeh ey şah var ise aşıkı bidillere kati cevabındır niyazi lutfile bir dem de şadan ile gül yohsa humulı cevr gibi payan u zulmı bihisabındır nazımı mumaileyh hasan niyazi dede medinei konya'da sikkepuşı hankahı vücud olup mevlevizade olması cihetiyle tarikatı aliyyei mevleviyyeye süluk iderek bi'lahire dersaadet'e hicret ve yenikapı mevlevihanesi'nde tekmili lazımai hizmet eyleyüp dergahı mezkurda hücrenişini uzlet olduğu halde bin iki yüz sekiz tarihinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. talatı dildara hayli intizar itdim bu şeb subha dek fikri visali ihtiyar itdim bu şeb macerayı hecri tafsil eyleyüp cananıma bahsi aşkı aded üzre ihtisar itdim bu şeb subha dek suz u güdazı hali anberbu ile dildeki nakşı nihanı aşikar itdim bu şeb nalesenci derdi verdi arızı dilber olup gülşeni imkanda teşviki hezar itdim bu şeb eyleyüp ben de niyazi fehmi eşarı selis meyli tanziri fehimi ruzigar itdim bu şeb nazımı mumaileyh mehmed niyazi efendi karahisarı şarki nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz kırk sekiz senesi dersaadet'e bi'lvüsul vükelayı fahhamı saltanatı seniyyeden serasker müsteşarı sabık mazlum beg'in kitabet hizmetinde bulunduğu esnada himmeti müşarünileyh ile iki yüz altmış bir senesi hacelik rütbesine nail ve iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde canibi mısır'a müntakil olmuştur. müstakarr olmaz dili uşşakda her yar yar müstakildir yarim amma gah olur ağyar yar ey gönül kamı cihan ister isen matlabres ol haki payi yara azm it durma çok yalvar var pek de kurbiyyet tedarik eyleme canın yakar ateşi meşrebyadında daima oynar nar hatırı ağyarı abad itmeden eyle hazer incidirmiş darını tamir iden mimarı mar bağı tabında niyazi nazm ile itme figan badı sarsarveş harab eyler imiş gülzarı zar nazımı mumaileyh mehmed niyazi efendi karahisarı sahib nam kasabada mütevellid olup ibtida sivrihisar'da ve muahharen medinei konya'da bir müddet tahsili ulumı aliyede bulunup tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra ki bin iki yüz altmış üç senesi hilalinde dersaadet'e muvasalat eylemiştir. nigahı iltifatı aşina bilmezmiş ögretdim eline tiğ virdim merhaba bilmezmiş ögretdim olup divane vü üftade bir şuhı sitemkara seri şurideme sengi cefa bilmezmiş ögretdim o rütbe lageri aşkım ki bir demde hayalasa delil oldum rehi yari ziya bilmezmiş ögretdim yeniden dağlarile eyledim sertakadem mecruh dili sadpareye şimdi deva bilmezmiş ögretdim düşüp mestane zülfi müşgbarın eylerim teşmir dili sergeşteye buyı safa bilmezmiş ögretdim olup rumalı iksiri gubarı dergehi hünkar hele biçare neyyir kimiya bilmezmiş ögretdim nazımı mumaileyh abdulhalim neyyir dede dersaadet'de tabendei alemi şühud olup tarikati aliyyei mevleviyyeye intisab ile galata mevlevihanesi postnişini irşadı şeyh galip dede merhumun ziri terbiyesinde bulunduğu halde tekmili hizmet ve müteveffayı müşarünileyhin vefatından sonra seyr u seyahat tarikiyle rumeli canibine azimet eylayüp yenişehiri fenar'da kain hankahı mevleviyyede hücrenişini ikamet iken bin iki yüz on beş senesi hilalinde şemi ömrü badı hazanı mevt ile mürde, vücudı nadirü'lmevcudu ziri hakı siyehde pejmürde olmuştur. hengamı visal akibet ağyara da kalmaz encama irer mevsimi gül hara da kalmaz bir şuhun olur ol dahi dermandei aşkı itdikleri ol şuhı sitemkara da kalmaz çok kuhkeni aşkın irişdi sıra karı kuhsarı bela da dili biçare de kalmaz ağyarın ider hanei ümidini ruşen bir gice o meh aşıkı avaza da kalmaz bir gün tükenir nalei bülbül dahi neyli encama irer mevsimi gül hara da kalmaz nazımı müşarünileyh ahmed neyli efendi istanbul kadısı sabık müteveffa mirzazade mehmed efendi'nin sulbünden bin seksen dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz dokuz tarihinde tariki tedrise duhul ile bermuktezayı resmi mutade nice nice medarisi müessisede rahlezibi ifade olarak yüz yirmi dokuz tarihinde izmir kazası mevleviyyetine nail ve yüz otuz dokuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine ve yüz kırk dört tarihinde mekkei mükerrevleviyyetine vasıl ve yüz kırk dokuz tarihinde anadolu sadareti behiyyesine nailiyetle sudurı izam silkine dahil olduktan sonra yüz elli dört tarihinde mukaddem yüz altmış tarihinde muahher olmak üzere mükerreren rumeli sadareti celilesine revnakbahşı fazl u kemal buyrulmuş iken müddeti muayyinesini tekmil itmeksizin bazı mertebe münharifülmizac olmuş olduğundan kendisine mudavat u ilac eylemek kasdiyle makamı sadaretden istifa ve yirmi gün mürurunda ki bin yüz elli bir senesi şehri rebiü'lahiresinde azmı gülgeşti me'va eylemiştir. vefatına şeyhülislam asım efendi merhum işbu tarihi garrayı tarh u inşad eylemiştir. mirzazade ahmed neyli sahnı firdevsi eyledi mesken mütercimi müşarünileyh alemi ulema azamı eshiya bir fazılı bihemta olup ulumı arabiyeye dair haylice tasnifat u te'lifatı ve nice nice kütübi nefiseye haşiyei selisü'lifadatı ve kütübi fıkhiyyeye müteallik altmış aded hayratı amimetü'lberekatı olduğundan fazla bir kıta divanı belagatünvanı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı eşarı letafetbeyanı vardır. harfi'lvav sen oldun mebdei mecmuı alem ya resulallah ki sensin baisi icadı alem ya resulallah recayı mağfiretle yüz sürüp geldim bu dergaha siyehru vasıkı aşuftehalim ya resulallah nazımı mumaileyh ibrahim vasık efendi salifü'tterceme egrikapulu rasim efendi'nin biraderi olup ilmi hatla me'luf ve yatağan camii imamı dinmekle maruf olduğu halde bir müddet imrarı evkat eyledikten sonra bin yüz altmış sekiz salinde canibi hicaz'a azimet ve avdetinde esnayı rahda kain antakya nam memleketde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh ahlakı hasene ve etvarı müstahsene ashabından olup tuhfetü'lhattatin nam tezkirede dahi tercemei hali ve bazı eşarı renginmeali mestur u mukayyeddir. garibe: sadrı esbak şehid ali paşa merhumun egrikapı dahilinde kain ihyagerdesi olan çınarlı çeşscidi şerifin bina vü inşasına medar ve mübaşeret olduğu esnada müşarünileyh nemçe devleti hükumeti dahilinde vaki varadin muharebesine memuriyeti vukuuyla mahalli mezkura azimet edecekleri akşam mescidi mezkur civarında defini hakı ıtrnak olan ebuzer gıfari hazretlerini alemi menamda bi'lmüşahade kendilere türbe inşa ettirilmesini müşarünileyhe ima buyurmalarıyla bin yüz yirmi sekiz salinde türbei şerifi mezkurun emri inşası rehini hitam olarak nazm: bu kabri eyledi ihya şehid ali paşa tarihini mütercim mumaileyhe alemi manada tanzim eyleyüp senei merkume şehri şabanı muazzamında müşarünileyhin şehiden vukuı irtihali yani kendisinin şehadetinden makdem tarihi mezkurun sünuh eylemesi ahvali garibe ve tesadüfi acibe nevinden olması takribiyle vakai muharrere mumaileyhin tercemei haline zeyl uilave olundu. dal itdi beni kaşı kemanım dimiş oldum nal itti teni muyı miyanım dimiş oldum dar itti benim başıma dünyayı o demde cevr itme bana hokka dehanım dimiş oldum meclisde boyun egdi sükut eyledi dilber bir kere salın servi revanım dimiş oldum kasd eylemege hazır imiş canıma hayfa sevdim seni ey ruhı revanım dimiş oldum yarin bana vacid bilirim cevri nedendir avf it suçumu gayricanım dimiş oldum nazımı mumaileyh ahmed vacid efendi ceylanlı elhac mustafa paşa'nın silahdarı müteveffa elhac mehmed ağa'nın sulbünden dersaadet'te bin iki yüz kırk bir senesi kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz elli dört senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı ve iki yüz elli beş senesi mektebi maarifi adliye mülazımanı sınfına bi'lilhak üç dört sene müddet mektebi mezbura devam eyleyerek bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra tekrar kalemi mezbura ricat ve bir müddet dahi kalemi mezbura mülhak mühimme odasına müdavemetle iki yüz altmış dört senesi bi'listihkak hacelik rütbei refiasına nail ve senei merkuma hilalinde meclisi maarifi umumiyye ketebesi sınfına dahil olmuştur. mumaileyh müstakimü'letvar bir şairi pesendidegüftar olup kendisinin bir mikdar eşar u tarihi vardır. canibi eflak'da vaki yerköyü nam memleketi iki yüz yetmiş sali zaferiştimalinde asakiri nusretmüessiri şahane harb u darb ile rusyalı'dan zabt u teshir eylediklerine dair mumaileyhin rakamzedi kalemi olan nazm yerköyüyü bed aduvvdan aldı himmetle cüyuş mısraı tarihi teberrüken tercemei hali zeyline sebt u tahrir olundu. kıta ruz u şeb çekdigim meşakkatlar gayra oldu neticebahşı meram nahlı irfanı gars iden ben idim sahai dehrde nice eyyam vakti geldikde bar virdikde kıldı ağyarı hayf şirinkam nazımı divanı serbülendi reisülküttab ahmed vasıf efendi bağdadiyyü'lasl olup mukaddema van ve kars ve haleb caniblerinde birçok zaman ikametle tahsili hüner u marifet eyleyüp muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala bazı küberanın kitabet hizmetlerinde bulunarak rütbei haceganiyi bi'lihraz amedi odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet odai mezbura müdavemetden sonra mevkufat kalemi haceligine ve badehu küçük ruznamçe hizmetine ve bir aralık metruk kalyonlar kitabetine ve bir vaktten sonra anadolu muhasebeciligine ve bin iki yüz elli tarihinde metruk başmuhasebeciligine ve birkaç defa dahi tekrar anadolu muhasebeciligine nail olmuş ise de ol vakte göre menasıbı mezkure çendan idarei hale medar olmadığından ekser evkatı fakr u faka ile heba ve kendisi vakanüvislikle varakgerdeni sahayifi subh u mesa olmakda bulunup o esnada bazı ashabı garazın ifsad u iğvasına mebni midilli ceziresine nefy u icla ve mahalli mezbura kable'lazime avf u itlakı karini müsaadei şehenşahı keremferma buyrulmuş olduğundan tekrar salifü'lbeyan anadolu muhasebeciligine ve müddeti kalile zarfında saniyen metruk başmuhasebe haceligine ve bir sene tekmilinde büyük ruznamçe mansıbına nailiyetle bekam ve bir müddet mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyetine revnaktırazı ihtişam buyrulduktan sonra bade'linfisal tekrar ruznamçei kebir mansıbında bir müddetcik istihdam olunup iki yüz yirmi senesi evasıtında makamı valayı riyasete kuud ve bir buçuk sene mikdarı emri riyaseti idareye bezli mechud eyleyüp iki yüz yirmi bir senesi evahirinde sui mide illetine duçar ve ol suretle umurı memuresini idareye adimü'liktidar olmuş olmasıyla riyaseti mezkureden mazul ve sinnini ömrü haddı sebine mevsul olduğu halde ruhı paki azimi darı cinan olup civarı hazreti halid'de vaki valide sultan mektebi haziresinde muntazırı rahmeti cenabı mennan olmuştur. müşarünileyh ifadesi hub bir aded tarihi merğub tanzimine muvaffak olmuştur. eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuş olduğundan hiç bir ve diger eserine destres olunamayup vakanüvislik memuriyetinden infisalinde silki nazma keşide eyledigi işbu kıtai latifi teberrüken tezkirei aciziye sebt u tahrir olunmuştur. mürgı dil sayd olıcak mertebe ahmak degil halkaı zülfi siyahı o mehin fak degil bu nasıl bus idiş ey sufii harircüste o büti goncefamın gerdeni kaymak degil ne kırarsın ikide birde benim hatırımı gönlüm ey tıflı ziyankar oyuncak degil seyr idüp raks u hiramın nice azmaz sufi gören ey meh seni oynar bile azmak degil dasitanım niçin ısgadan iba eylersin kıssai aşkdır avazei laklak degil zineti cana degil hüsni edadır matlub meyvedir lazım olan nahlda yaprak degil gönlün olursa da olmazsa da vasla sağ ol vasıfın sana rica itmesi mutlak degil nazımı mumaileyh enderuni vasıf osman beg bostancıbaşı müteveffa arnabud halil paşa'nın akribasından olup müddeti medide enderunı hümayunda hidematı seniyyede bi'listihdam muahharen müstevfa nanpare tayiniyle çırağ u bekam buyrulup hanesinde guşegiri ikamet iken bin iki yüz kırk tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin matbu bir kıta divanı eşarı vardır. rehi aşka gidenler başına derdi bela almış bu yolda ser virenler yarini bad u heva almış delinmiş göz göz olmuş tiri müjganıyla ten guya açılmış hanei deycura revzen ruşena almış dökülmüş ruyuna gisuları baş gösterüp her su gidilmez şehri hüsne şimdi anı ejdeha almış olur mu bikri neş'e hiç zaili bezmi alemde demiyle piri meyden duhterin pek çok dua almış dimiş nabzım tutup dil hastasına ol tabibi naz saçağım geçmiş amma vasıfım berdi cefa almış nazımı mumaileyh mehmed vasıf efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup fenni kitabetde bazı mertebe behresi olmak mülabesesiyle burusa muaccelat nezareti dahilinde hizmeti kitabetde istihdam ile güzarendei şuhur u avamdır. zebanı hamei vakıf güherfeşanlık ider bu gune bir gazeli abdar ünledikçe nazımı mumaileyh mehmed vakıf efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile güzarendei eyyam u şuhur iken bin yüz otuz yedi tarihinde cisri fenadan semti bekaya mürur eylemiştir. balada muharrer olan beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. gülşensarayı tabına gülçinkam olur hep gülbüni muhabbeti vakıf diken dürüst nazımı mumaileyh seyyid yahya vakıf efendi şairi mahir abdurrahim efendi merhumun veledi sahibhıredi olup tariki tedrise duhul ile bir müddet kassamı askeri hizmetinde bi'listihdam tekmili devri medaris eyleyüp halebi şehba mevleviyyetine mazhar ve muahharen darü'lhilafetü'laliye hükumeti dahi kendüye mukadder olduktan sonra nazarı lafzi tarihinde ki bin yüz elli salinde darı bekaya azm u sefer eylemiştir. mumaileyh dakayıkı şire vakıf bir şairi sahibmaarif olup terceme vü asarı salim efendi tezkiresi'nde dahi mestur u mezkurdur. kemalin feyz almış cahile arz eyleme vecdi sana sonra kadir'de arzı ruyı infial eyler nazımı mumaileyh ahmed vecdi ağa cezirei mora'da kain gerdus nam serhad beytinde bir imamı benamın necli asili olup bir müddet müezzinlik hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyledikten sonra terki memleket eyleyüp dersaadet'e muvasalat ve kitabet tarafına meyl u rağbetle şehid ali paşa ve damad ibrahim paşa merhumlara kesbi münasebet u hususiyet iderek bir aralık serbevvabini dergahı ali igvatı silkine dahil olmuş ise de medarı feyz olacak mertebe bir mansıb u memuriyete nail olamayüp piraneser bin iki yüz kırk bir tarihinde medinei izmir'de darı bekaya azm u sefer eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı bulunmamışdır. nazımı manzumei hünermendi hace vecdi efendi memaliki hint'te vaki binkala nam mahallin kibarzadelerinden olup tariki mal u cah ve saliki rahı ilah olarak bir müddet memleketi şiraz'da ikamet eyledikten sonra medinei konya'ya muvasalat ve calisi mesnedi meşihatı mevleviyye ati'tterceme çelebi mehmed said efendi'ye talimi hakaiki mesneviyye ve tefhimi dekayiki maneviye eyleyerek bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk altı senesi irtihalı darı ahiret eylemiştir. naşı mağfiretnakşı asıtanı cenabı pir 'de vaki niyazpenceresi kurbunda medfundur. balada muharrer farisi beytinden başka eşarına destres olunamamıştır. görmedik sultan ahmed hanı gazi gibi biz şiri düşmengir bir merdi dilir u kahraman eyledi bir niçe destur hizberanı sireti hizmeti mihri vekaletle müşarün bi'lbenan itmedim tafdili keyfiyetle teksiri sevad cümlenin bir vefki icmal eyledim halin beyan iktiza itdim hadaik isrine çün gönl u gök rehnümalık itdi bana taibi tazezeban yani damengiri oldum bu kasirü'ddenk ile cümle noksanı ola manzurı inde'lmünşiyan ismi tahrir olunan cümle zevatı ekremin her biri olsun ilahi dahili darü'lcinan nazımı manzumei hünermendi dilaver ağazade ömer vahid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup defterhane kaleminden neş'etle cennetmekan sultan ahmed hanı salis hazretleri asrında sınfı haceganiye dahil ve devri menasıbı divaniye iderek teşrifatçılık hizmetine nail olduktan sonra bir müddetcik dahi metruk başmuhasebe mansıbında bulunup müsinn u ihtiyar olduğu cihetle ihtiyarı guşei uzlet ve tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ve dehaletle imrarı vakt u saat eylemekte iken salifü'tterceme mehmed ragıb paşa merhumun makamı sadarete revnakefza oldukları sali meyaminfalda ibtida vaki olan tevcihatda efendii mumaileyh dahi usulı kadime üzre atiyyei mutadesini ahz eylemek zımnında babı ali'ye azimet itmiş ve sadrı müşarünileyhin kendisi ile muarefei kadimesi ve ikisinin bir kalemden neş'et eylemiş bulunması münasebetiyle kendisini hafice arz odasına davet u ilbas hilatı riyasetle huzurı sadrı azamiden defteri tevcihat elinde olduğu halde huruc ve hususı tevcihata mahsus olan odaya vüluc ile bade hitamü'lmemuriye isabeti ayna duçar ve kırk elli gün mürur itmeksizin hululı ecel mevudiyle azimi darü'lkarar olmuştur. müşarünileyh inşası müsellem bir katibi mucizrakam olup kendisinin osmanzade taib efendi merhumun hadikatü'lvüzera nam eseri latifine bir mikdar zeyli vardır. balada muharrer olan ebyatından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. yarin visale rağbeti olmuş çifaide harfı reca zebanım ile aşina degil keşfi raz itmez salabetkar olan kable'l fena yanmadıkça avd sırrı buyın itmez aşikar iltizam eyleyenin mazbatı keyfince gerek arakaşame sakız badekeşana erdik bu degirmeni fenanın elemi devri aman danei aklımı un itdi elekden eledi nazımı maarifpira reisü'lküttab mehmed emin vahid paşa kilis nam memleketde kademnihadei sahai vücud olup tufuliyeti esnasında validesiyle beraber dersaadet'e dahil u güzer eyleyüp unfuvani şebabetinde atiki babı defteride vaki maliye kalemine bir müddet müdavemetle sultan selim hanı salis hazretlerinin zamanı saltanatlarında zecriyye başkitabetine ve badehu zecriyye muhasallığı memuriyetine ve bin iki yüz yirmi bir senesi mevkufat mansıbına ve o esnada memuriyeti mehsusa ile paris canibine azimet ve avdetinde ki iki yüz yirmi dört senesi evasıtında defterhanei amire emanetine ve bir mah mürur itmeksizin rikabı hümayun dahilinde olmak üzere makamı riyaseti küttaba mukarenet ve üç mah mürurunda riyazeti merkumeden müfarakatla menfiyyen medinei kütahya'ya azimet ve bir buçuk sene müddet ikametden sonra avf u itlakı vukuuna mebni tekrar dersaadet'e bi'lmuvasala tophanei amire nezaretine ve iki yüz yirmi yedi senesi tersanei amire emanetine mevsul olup senesini itmam ile mazul olduğu halde iki yüz yirmi dokuz senesi muhalefat memuriyetiyle tekke kazasına izam ve o aralık uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih tekke ve hamid sancaklarına ve birkaç sene mürurunda cezirei girid'te kain hanya muhafızlığına memuren hükümranı izz u ihtişam buyrulmuş ise de bermuktezayı şivei kadr on üç sene zarfında haiz olduğu rütbei vezaret üç defa uhdesinden sarf u tahvil olunarak her birinde bir mahale nefy u icla vukuı tali hasebiyle tekrar vezareti kendiye terk u ibka buyrulup defai ulasında mezkur hanya muhaffızlığından cezirei sakız'a ve defai seniyyesinde cezirei merkume muhafızlığından karahisarı sahib nam mahale ve iki yüz kırk iki senesi defai salisesinde halebi şehba eyaletinden mahrusai burusa'ya nefy u tağrib ile iki yüz kırk üç senesi evahirinde bahrı sefid boğazında kalai sultaniye mukabilinde vaki eski istanbulluk tabir olunan mahallin emri muhafazasına ve bir kaç mah zarfında bosna eyaletine memur ve tayin buyrulmuş iken eyaleti merkume canibine azimiyeti mümeyyezkerdei cenabı rabbi ehadiyet olup iki yüz kırk dört senesi evailinde mahalli mezkurda işbu mihirgahı masivadan füshatserayı bekaya azmı rihlet eylemiştir. müşarünileyh vahidü'lasr dinmege şayan bir veziri alişan olup eseri kalemi mucizrakamı olmak üzre remyi kavsa dair minhacı remmat isminde bir aded risalei muteberesi ve asarı hayretdisarından olarak medinei kütahya'da bir bab kütüphanei muhtasaresi vardır. balada muharrer ebyatından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. müşarünileyhin kilisli olması cihetiyle hasb u nesebcehakkında bazı gune zikri gayrı caiz sözler tefevvüh ve istinad olunmuş olduğundan şehriyyü'lasl olduğunu ilan eylemek gareziyle nazm: ferzendi sitanbulum ferzendi sitanbul mısraını bir çok zaman evradı zeban eylemiş olduğu zeyli sefinetü'rrüesa'da mestur u mukayyeddir. şebi yeldayı zülfün tarını bildim teemmülle hayal u zılle benzetdim mehi ruyun tahayyülle hayalin danesiyle mürgi dilzarı seherlerde düşürdün mahı ruyum damı zülfe hali fülfülle o çeşmi fitne pürzarın beni meftunı aşk itdi ne yapsam neylesem bilmem acep bu hali müşkille kimi gördük safa ile cihana geldi de gitti elemdir karı alem anı def it cam ile mülle vahid erbabı sabrı telhii gam zevkyab eyler meseldir bu kuruk helva olur sabr u tahammülle nazımı mumaileyh ahmed vahid efendi sayda eyaletinde vaki biladı beşare nam mahallde panihadei sahai vücud olup bir aralık dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle bin iki yüz kırk yedi tarihlerinde mısrı kahire'ye azimet ve bir sene müddet hizmeti kitabetde istihdam olunduktan sonra dersaadet'e avdet ve bir müddetcik canibi ihtisabda kitabet hizmetiyle bi'listihdam muahharen anadolu canibine azimet eyleyüp bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde imrarı subh u şam eylemektedir. mumaileyhin bir nebze tabiatı şiri var ise de sirkatı şir töhmetiyle müttehem olduğu bazı şuara beyninde müsellemdir. bahanecuyı vuslat olduğum yare duyurmuşlar nifak itmişler ana manevi himmet buyurmuşlar bu rütbe bivefalık eylemezdi ol kerempişem seni sevmez deyu tağlit ider bazı kudurmuşlar çekilmez gerçi hemyazei aşkı ol kaşı yayın ne çare sehmendazı kader bu kevne kurmuşlar dayanmaz ol kadar mızrabı naz u cevre sultanım derunum sazı nasazın kulağın pekçe burmuşlar nevalı vuslatı barı mecaza kalmadı hahiş bihamdillah dili neşemi hakikle doyurmuşlar bilenler genci baraver olur badı heva her dem bu divanı süleymani'de bilmezler duyurmuşlar seri adaya meydanı seri kuyun iderdim teng semendi badı payı himmeti vahyi'yiyormuşlar nazımı mumaileyh hace vahyi efendi sevahili tuna'da kain ibrail nam kasabada panihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve o esnada malumı sigar u kibar olan tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihi izamından burusevi şeyh emin efendi merhumdan ahzı desti inabet eyleyüp bir müddet salifü'tterceme hace neş'et efendi merhumun dairei feyzi bahirelerine müdavemet eyledikten sonra çatladıkapı civarında vaki hanesinde bazı ashabı istidada talimi fünunı farisiye ve tefhimi dakayıki mesneviye iderek imraı subh u şam itmekte iken bin iki yüz otuz üç tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. naşı mağrifetnakşı topkapı haricinde kain kabristanda vaki hace neş'et efendi suffasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyhin fazl u kemali müstağnii tarif u beyandır. müsellem mülki alemi sürur mekkardır kakül güruhı ehli derde hakim u serdardır kakül dü sad satrı sevad amma muharrer kilki mularla ki levhi saderuda surei esrardır kakül degil illa müsavver resmi dudı ah dillerde seri her mahruda gör ki hala vardır kakül dü serverdir ki ol melek sevadı dehre malikdir ki her dem hemkülahı turraı tarrardır kakül vesimasa sıla ehli kelamı asra her dürlü ki davada güvahı adilim derkardır kakül nazımı mumaileyh ahmed vesim efendi kuzatdan müderriszade müteveffa mektubi muhammed salim efendi'nin sulbünden dersaadet'te beşiktaş nam mahallede bin iki yüz yirmi tarihinde kademnihadei kehvarei vücud olup pederi mumaileyh ile beraber bir çok vakt anadolu taraflarında seyr u seyahat ve aram u ikamet eyledikten sonra iki yüz otuz iki senesi babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine müdavemete mübaderet eyleyüp iki yüz kırk üç senesi asakiri mansura tabur kitabetine ve bir sene mürurunda canibi ihtisabda kitabet hizmetine ve iki yüz kırk altı senesi babı seraskeri ruznamçe odasına ve iki yüz elli üç senesi elbise anbarı kitabetine ve iki sene mürurunda masarifat hazinesine ve iki yüz elli dokuz senesi dikimhane ruznamçeligine ve bir sene sonra nizamiye hazinesi ruznamçe odası dahilinde vaki rumeli orduyı hümayunu mukayyedi ula hizmetine nakl ile sınfı hacegana dahil ve muahharen rumeli orduyı hümayunu ruznamçeciligi hizmetine nail olmuştur. mumaileyh mukaddema kethüdazade arif efendi ve muahharen hace fehim efendi merhumlardan bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyleyüp haylice eşarı güzide tanzimine muvaffak olmuştur. kıta bilindi sırrı lali harfi düşnamın vürudundan o şuhun oldu sabtı nüktei nabudu budundan biz ol sevdageri berçide kalayı diliz vassaf metaı hahişin asudeyiz hüsran u sudundan nazımı mumaileyh şeyhülislam vassaf abdullah efendi akhisar nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bin yüz on bir tarihinde tariki tedrise duhul ve bir müddet mürurunda selanik kazası mevleviyyetine ve yüz kırk tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine nail olduktan sonra akaide dair bazı mesail u müşkilatı hall u tefhim eylemek üzre canibi iran'a azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamda anadolu sadaretine ve yüz altmış iki tarihinde rumeli sadaretine ve üç sene mürurunda saniyen sadareti merkumeye ve yüz altmış sekiz salinde makamı valayı meşihata revnakbahşı fazl u kemal buyrulup sekiz mah mürurunda vukuı infisaliyle mirgünoğlu nam mahallde vaki sahilhanesinde ikametle güzarendei ruz u leyal olmuş iken bin yüz yetmiş dört senesi şehri zilkaidesinde sinnini ömrü mahı kamileyi mütecavizen azimi kurbgahı rabbi bizevali olmuştur. müşarünileyh ırkı tahir bir alimi mütebahhir olup kendisinin bin beş yüz aded beyti şamil behçetname isminde bir manzumei muteberesi ve hattı talikte kemaliyle behresi olduğu ve abdi ve vassaf mahlaslariyle haylice eşarı bulunduğu reisü'lküttab vasıf efendi tarihinde mestur u mukayyeddir. cihanda ademe ibkayı nam itmek saadetdir anın esbabı amma hüsnı hizmetle saadetdir eger dirsen su getirenle destiyi kıran birdir yine ehli vukuf indinde tefriki ne devletdir nazımı manzumei hünermendi suyolcuzade mehmed salih vasfi efendi suyolcular kethüdası esbak elhac hasan ağa merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi iki senesi şehri rebiü'levvelinin on beşinci günü kevseraşamı aynı vücud olup sinnleri tefriki surh u sevad derecesine reside oldukda nakdinei evkatını tahsili cevahiri maarife hasr u sarf ile taksimi ezelde kendüye ihsan olunmuş olan hüsni sada münasebetiyle iki yüz otuz beş tarihinde salifü'tterceme halet efendi merhumun dairesinde bir sene müddet müezzinlik hizmetinde bi'listihdam iki yüz otuz altı salinde sarayı hümayunı mülukaneye çırağ olunarak bekam u şadan ve on sene müddet mürurunda müsahabeti cenabı şehenşahi hizmeti müstelzimü'lmefharetiyle dahi mazharı eltafı bipayan olduktan sonra uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih islimye kazası kaimmakamlığına memuriyeti icra ve bir sene mürurunda kaimakamlıkı mezkurdan infisali runüma olmuş ise de altı mah mürurunda kazayı mezkurda vaki çuka fabrikai hümayunu nezareti inzimamiyle saniyen kaimmakamlıkı mezkur uhdesine ihale büyrulup on üç mah mürurunda bi'linfisal dersaadet'e muvasalatla iki yüz altmış dokuz senesi hilalinde fabrikai mezkur bervechi iltizam uhdesine ihale kılınarak ile'lan karyei beşiktaş'ta vaki hanesinde terennümsazı ikamet olduğu halde daavatı hayriyetayatı cenabı mülukaneye müdavemet eylemektebulunmuştur. mumaileyh mutribhanei kemalin farabii meşhurı sani dinmekle şayan bir musikişinası hoşelhan olduğundan başka fenni musikide olan malumatı tammesinin semeresi olmak üzre kavaidi şiriyyede dahi indi olarak geregi gibi kesbi miknet eyleyüp bir kaç aded kıtai latif inşadına dahi himmet eylemiştir. ne cevraşina ne düşmeni bidinden feryad heman ol çeşmi mesti dilberi hodbinden feryad abesdir sanma gülbangı eninim sahai tende gönül eyler hirası gamzei huninden feryad degil radkeş sadası sakinanı alemi ulvi iderler çarhı gerdunı cefa ilinden feryad seriri hame zann itme yazarken vakai halim kalem eyler elimde talii pürkineden feryad hezarkeş nağmesin ahenge nisbet eyleme vasfi ider derdi firakı goncei parineden feryad nazımı mumaileyh rüstem vasfi efendi medinei sofya'da meşhur u mütearif olan isfendiyar beg'in sülalesinden olup sigarı sinninde mahrusai vodin'e hicret ve bin iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e muvasalatla ebulfeth sultan mehmed hanı gazi camii şerifi civarında vaki kıbrıslı abdullah efendi medresesinde hücregüzini ikamet olduğuhalde tahsili ulumı arabiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh talebei ulumun sahibşuuru ve sahai fünunun rüstemi pürzuru olup bir mikdar eşar u güftarı vardır. mümkün mü bendi zülfi siyehtabdan halas kabil mi mürgi cana o kullabdan halas dil görse tabı arızını çak çak olur kettan olur mu pençei mehtabdan halas kim buldu cevri gerdişi eflakdan halas kabil midir keşakeşi girdabdan halas insanı zurı mürg ider pest akibet asfur olur mu pençei ikabdan halas vehbii zarı lutfunla eyle ya allah cevri adu vü minneti ahbabdan halas nazımı mumaileyh seyyid hüseyin vehbi efendi şehriyyü'lasl olup bin iki yüz yirmi üç tarihinde tariki tedrise duhul ve bi'lahire halebi şehba mevleviyyetine nail olduktan sonra canibi hicaz'a azim u rahi ve ifayı farizai hac ile mazharı füyuzatı ilahi olarak deri aliye'ye avdet eyleyüp bin yüz kırk dokuz salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. dersaadet'de cerrahpaşa camii şerifi civarında vaki canbaziye nam mescidi şerif hatırasında medfundur. vefatına suyolcuzade salifü'tterceme necib efendi merhumun inşad eyledigi tarihdir. nazm: ah vehbii hünerpişe cihandan gitdi mumaileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup bir kıta surnamei meserretallamesi ve müretteb divanı eşarı olduğundan başka babı hümayun pişgahında vaki çeşmesarı dilcuda haylice ebyatı abdarı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı letafetdisarı mestur u mukayyeddir. kalei vuslatı biz gizlice aldık satdık bu bazarlıkda rakiba seni pek aldatdık çü mülkü sürmüşidin ateşe davet idicek o peri duymadı ardında ne iş kaynatdık kapudanzade yemi firkata boğmuştu bizi zevreki vaslına bir hamle de kıçdan çatdık pisteri vuslata yatmam deyu eylerdi inad bu gice yar ile çok arbede itdik yatdık fikr idüp suzeni elmas gibi müjganın subha dek habgehi gamda huzara baktık didi bir yıldızı yüksek güzele düşkündür talii aşkı müneccimbaşıyla yoklattık soyu pek sert idi ol şuhı turunçsitanın hele soyunca varıp ohşayarak yumşattık ziri nafende olan gizli şikafın zevkin açmadık kimseye ancak kaleme çatlattık gelemez kızdı keduyı meyi itdikde şikest zahidin biz dahi başında kabak patlattık deri meyhaneyi şuha kapamak isterimiş ayağı deng alarak gizli kapağı atdık virdi sahba çıkarup piri mugan çaşni helal boş bulunduk inanup kafire vardık tatdık sarp iken vadii sabit bir eyü dizgin idüp vehbiya anda dahi atımızı oynattık nazımı mumaileyh sünbülzade vehbi efendi medine i maraş'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tariki kazaya duhul ile bazen kendi mansıbıyla ve bazen niyabet suretiyle rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve ol vecihle edayı hizmet i şeriat eylemekteiken cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında tebdili tarik eyleyüp sınfı haceganiye bi'lilhak sefaret hizmetine memuren iran canibine azimet ve itmamı memuriyetle dersaadet'e avdetinden sonra külli şeyin yercii illa aslihi müeddasınca tekrar tariki kazaya ricat ile bazı medayin u kasabatda icrayı ahkamı şeriat iderek imrarı evkat itmekte iken bermuktezayı havadisi kevniyye bir maraza duçar olmuş olduğundan beş sene müddet dersaadet'de kain hanesinde esiri ferraşı illet olup bin iki yüz on dört tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. gameksar u enisi müteveffa süruri efendi vefatına işbu tarihi selisini tarh u inşad eylemiştir. nazm: cennet olsun ruhuna vehbi efendi'nin mekan mumaileyh sünbülzade ünvaniyle arif bir şairi zarif olup asarı adidesinden olmak üzre nabi efendi hayriyesine naziregune lütfiye isminde bir eseri güzidesi ve şevkengiz isminde bir aded hikayetnamei pesendidesi ve lugatı farisiyeye dair tuhfe isminde bir kitabı renginhitabı ve lugatı arabiyeye müteallik nuhbe isminde diger bir kitabı müstetabı olduğundan fazla arabi ve farısi ve türki olarak müretteb ve matbu bir kıta divanı belagatünvanı vardır ki cem olduğu maani vü mezamini müstağnii tarif u temyizdir. gazeli musannaı besanatı müsavii aded bu suret ıttıradı babı asl u fere dairdir muhabbetle meveddet ey dilara manide birdir nihanı noktai nun olsa sırrı hey'eti eşya mebadii nazardan remzi bünyana mebadirdir serirarayı arş olsa bu fer kürsiyi evaız yine ehli riya ziri çomağı rindi zacirdir kerem temliki mahlul kaldı mergi bermekilerle berat eyler kederde başkalem maktuı çakerdir bu tire talii bedbahta zeyfi sim ise bais gınayı tesliyetbahş eyleyen safı zemayirdir dila lutfı edaniden tama ümmidini kaldır bu mevsimde gider desti atayayı ekabirdir eger tardı gama zorı meyi gülfam ile şimdi hünerkaranı alem itiyad itmezse nadirdir şifa virse acep mi sadrı bezme işvei kanun bu bir tavrı tarabza kubbei minaya dayirdir gazelguluk lugaz şeklinde örf olduysa ey vehbi şiarı kaydı derdi halline memurı şairdir nazımı mumaileyh vehbi efendi hersek eyaleti dahilinde kain istivlice nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup tariki kazaya duhul ile niyabet suretinde bazı bilad u kasabatda müddeti medide hükumet eyledikten sonra bin iki yüz on altı tarihlerinde eyaleti merkumede vaki travnik nam kasabada irtihalı darı beka eylemiştir. bir mikdar eşarı vardır. latife; mumaileyhin bazı eşarı salifü'tterceme sünbülzade vehbi efendi'ye azv olunarak kendisine irae olundukda mütercimi mumaileyhin yek çeşmligine işaret ve kendüye isnad olunan anın zadei tabı olduğuna alamet olmak üzre o makule gazelin makta beytinde vaki vehbi lafzında olan ha'nın bir gözüne cüz'i mürekkeb vazıyla mumaileyhin kendi gibi mahlası dahi görleyüp tefriki zat eyledigi bazı zürefayı asrdan samiaresi acizi olmuştur. gazeli natamam biz andelibiz istemeyiz yüce haneyi gülşende cana hoş tutarız aşiyaneyi yokdur nevayı saza bizim ihtiyacımız her dem bu bağda guş ideriz hoş teraneyi vehbi kenarı defter u divana kayd idüp hıfz it güzelce bu gazeli aşıkaneyi nazımı mumaileyh salih vehbi efendi şehriyyü'lasl olup kitabet tarafına meyl u rağbetle muahharen vodin valisi müteveffa ağa hüseyin paşa'nın hazine kitabeti hizmetinde bulunduğu halde rumeli canibine azimet eyleyüp bin iki yüz kırk dört tarihinde misivri civarında vaki ihleli nam karyede darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin fenni musikide ve hususiyetle neyzenlik ilminde kemali mahareti olup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. harfi'lhe ateşfikeni ruhun ufukı asmana dek hattın zuhuru fitnei ahirzamana dek hugerde olsa halveti germabede teng mevcefgeni letafet olup camekana dek ey bade kimse bilmedi billahi hürmetin düştü ayağa devleti islamiyane dek seyr eyle keşfi babı keramet nice olur var asitanı hazreti piri mugana dek hatif kümeyti hame taliki'linandır bu sehli mümteni revişi şairane dek nazımı mumaileyh hasan hatif efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz on bir tarihinde haric itibariyle sınfı müderrisine dahil ve ol vaktin usulü vechile yüz kırk tarihinde gence kazası mevleviyyetine ve badehu revan kazası mansıbına nail olduktan sonra iki yüz kırk altı tarihinde kayseriye kazasına yüz elli bir tarihinde şehri bağdad'a kadı olarak yüz elli yedi tarihinde medinei tokad'da hakim iken dayini ecel kendüye mutekazi olup senei mezbure hilalinde medinei mezburede emri şerifi irciiye razı olmuştur. mumaileyh meşahiri şuaradan olup bir kıta müretteb divanı ile ibkayı nam eylemiştir. dil giriftarı kemendi halkai gisusudur ahuvanı çin esiri gamzei cadusudur haller iyarı hüsnün fitnei cadusudur gamzeler çeşmi siyahı işvenin casusudur saye salmış şehperi cibrili manii hayal baği hüsnün sanma nevhat sünbül ü şivesidir encümengahı felekde şulei tevhidi şevk meyi pürsitan hayalin narai ya husudur pek tulek nevrestedir düşmez kemendi ülfete hatifa deşti hayalin nazenin ahusudur nazımı mumaileyh ali hatif efendi şehriyyü'lasl olup mücellidlik sanatına olan mahareti iktizasınca cennetmekan sultan abdulmecid han hazretleri asrında mücellidbaşılık hizmetinde bir müddet istihdam olunup muahharen bazı mütalaaya binaen tulumbacılar cemaati merkume silkinde bulunduğu halde hace neş'et efendi merhumdan bir mikdar tahsili hüner u marifet eyledikten sonra bin iki yüz yirmi üç tarihinde nezdi şahenşahide müsahiblik hizmetine nail ve iki yüz otuz bir senesi başmusahiblik memuriyetine nakl ile mümtazı akran u emasil olmuş iken iki yüz otuz dokuz salinde irtihalı dari beka eylemiştir. nazm: pir idi hatif efendi eyledi adnı makam tarihini ehibbasından müteveffa hace fehim efendi nazm u inşad eyleyüp ifayı lazımai hubb u vedad eylemiştir. mumaileyh kendüye mahsus olan vadide haylice muhayyel kelimat nazm u inşad itmiş ise de ekserisi müşevveş u galat ve bazısının imlaları dahi yanlış ve sakıtdır. hane berduşı cihan kim didiler işte biziz özge bikaydı zaman kim didiler işte biziz herkesin kendine mahsus merakı vardır akil u pir u cüvan kim didiler işte biziz öyle mestim ki ayak vaktimi bilmem hala ezeli badekeşan kim didiler işte biziz birtakım derdkeşi meykedei aşk içre hadimi piri mugan kim didiler işte biziz seri kuyunda o mahın dolaşıp sergerden eyleyen ah u figan kim didiler işte biziz aşikar oldu bize bud u nebudı alem vakıfı sırrı nihan kim didiler işte biziz yok mudur ehli maarif edebiyat anlar şairi tiri zeban kim didiler işte biziz her vakit aleme bir gune haberler dağılır hatifi müjderesan kim didiler işte biziz dergehi hazreti mollaya dayandım ya hu aşıkı mevleviyan kim didiler işte biziz nazımı mumaileyh sahhaf mehmed hatif efendi manisa sancağında teymurcu kazası dahilinde kain kulağuzlar karyesi ahalisinden olup bin iki yüz otuz iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala şeyh ebu vefa medresesinde ikametle bir mikdar tahsili ulumı arabiye ve fününu farisiye eyledikten sonra nazm: felegin gerdişi biinsafı hatif'i itdi ayak sahhafı beyti müfadınca bir müddet zenbilberduş olduğu halde kitapfüruşluk eyleyüp muahharen sahhaf çarşısında bir bab dükkançe güşad ile me'lufı ahz u ita iken iki yüz altmış iki senesi şehri saferinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh hoşsohbet bir şairi paktinet olup tahriri hatdan bibehre iken bazı tevarihı mutebere tarh u inşadına muvaffak olmuştur. eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. balada muharrer olan gazelinin bazı kafiyeleri sakat vaki olmuştur. şöyle ki; derdkeşan, piri mugan, mevleviyan lafızlarının ahirlerinde olan an lafzı kaidei farisiye üzre ceme alamet olup redif hükmünde olacağından lafzı mezkur hazf olunduğu anda redife kafiye olamayacakları tebeyyün eyler. bu siyak üzre türkçe olan muzari kelimelerinin dahi ale'lulum birbirine kafiye kılınmaları gayri sahihdir. gider kelimesinin geçer kelimesine, içer kelimesinin keser kelimesine, kaçar kelimesinin tutar kelimesine kafiye kılınması misillü zira işbu fili muzari kelimelerinin lisanı fariside ahirleri harfi dal ve lisanı türki'de harfı ra olması muktezayı kavaidden olduğundan ahirlerinde olan müzaraat harfı redif hükmünde tutulup makabllerinde bulunan harfı harfı reviyy itibar eylemek lazım gelir. işbu harfı reviynin dahi gerek farisi gerek türki kelimelerde kelimenin emri hazırına müracaatla zahire çıkacağı emri bedihidir. gider kelimesinin emri muhatabı git, geçer kelimesinin geç, içer kelimesinin iç, kaçar kelimesinin kaç, tutar kelimesinin tut kelimesidir. ki bunların bir birine kafiye olamayacağı müstağnii tarif u beyandır. bu suretde gider kelimesine ider kelimesi, içer kelimesine biçer kelimesi, kaçar kelimesine açar kelimesi, keser kelimesine eser kelimesini kafiye eylemek lazım gelir ki gaflet olunmaya. bu şeb bezmi aduda gerçi kim ol mehlika kaldı hele derd u gamı hicranide tenha bana kaldı çıkardı arzuyı merhemi behbudu hatırdan dimağı zahmımızda lezzeti tiği cefa kaldı o şehnazın gice agazei taksimi lutfundan sımahı can u dilde bir acayip hoş sada kaldı şaraba nakdi aklı olmaz oldular harabatın ne bazarında germiyyet ne bir beg u şira kaldı bu nazmı hadiya bir nüktedan vasfiyle itmam it yazıkdır natamam ol nuhsai medh u sena kaldı nazımı mumaileyh abdulhadi efendi mahrusai burusa'da vaki hisar camii şeyhi müteveffa abdulbaki efendi merhumun mahdumu olup haric itibariyle tariki tedrise dahil ve bin yüz on altı tarihinde tire kazası hükumetine nail olarak yüz on dokuz tarihinde trablusşam kazasına ve yüz yirmi üç tarihinde beldei kayseriye'ye kadı ve hakim ve badehu hükumetle medinei manisa ve şehri diyarbekir'e rahi ve azim olduktan sonra mahmiyyei üsküdar'da seccadenişini şeri enver olduğu halde bir müddet imrari şam u seher eyleyüp bin iki yüz kırk üç senesi canibi hicazı mağfirettıraza azimetle senei mezbure hilalinde beyne'lharameyn naklı niyazı cennet eylemiştir. mumaileyhin eşarı şairane ve üstadane vaki olmuştur. şarab u nab u hiddetden içüp hayran olan gelsin hakikat cenneti kudsa bu gün sekran olan gelsin bihamdillah hakikatle fena buldu fena bezmi beka bezminde sohbetle hemin sekran olan gelsin irişdi katremiz bahre görünmez sahil u karı vücudu katresin bahra konup umman olan gelsin ledünni ilmidir daim okunan mektebi dilde alup ders hacei dilden sözü kıran olan gelsin hak'ın zat u sıfatiyle görüp bir zerreyi kaim merayayı zuhur içre özü seyran olan gelsin geçüp cümle meratibden nümudarı olup kevnin devirden neşr ile haşri görüp devran olan gelsin erenler sohbetin herdem hakikat isteyen canlar geçüp hep cümle varından bıkup kurban olan gelsin kamu arazı cevherde görüp zatı sıfatımı gelüp terkibe haşimle bu gün bürhan olan gelsin nazımı müşarünileyh üsküdari şeyh muhammed haşim efendi medinei üsküdar'da zinetefzayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei celvetiye meşayihi izamından bandırmalı eşşeyh yusuf efendi merhumdan labisi libası hilafet ve muahharen medinei üsküdar'da inadiye nam mahallde vaki ismine mensub olan dergahı latifde calisi mesnedi meşihat olarak tesliyetbahşı sigar u kibar olduğu halde imrarı leyl u nehar itmekte iken bin yüz doksan yedi salinde ruhı pürfütuhları azimi suyı eflak olup cesedi şerifleri dergahı mezkurede defini hakı ıtrnak olmuştur. ila rahmeti rabbi'lkerim terkibi irtihallerine tarihdir. müşarünileyh keşf u kerameti zahir bir mürşidi renginmüessir olup eşarı kerametşiarları tasavvufane ve şeyhane vaki olmuştur. bir kıta müretteb divanı fesahatbeyanları dahi vardır. tercii bend camı yara mübtela meclise mahremdir şarab fahr idüp gerduna eyler başı üstünde müsab aşıkan canın virir canan o bezmi işrete sen eger saki olup bağda olursa mahitab bir kadehle şöyle sermest eyledin saki beni danei hardal kadar gelmez gözüme nüh kıbab cürasın içeydi zahid terk iderdi varını bezmi nuşanuşide nağme iderdi çün rübab cürasın görseydi ger iskenderi sahibkıran abı hayvanı virirlerse iderdi reddi bab ben de bilmem sen mi mest itdin beni ya bade mi zerrece gelmez gözüme mahitab u aftab sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni ah geldi hatıra yine o lütfi nevbahar haymesin kurmuşdu bağa naz ile ol şivekar meclis ol meclis idi kim kaydı alem yoğidi devr iderdi badeyi bizzat lutf ile o yar gam nedir gussa nedir hicran nedir bilmezidim hatıra geldikçe oldum şimdi böyle zar zar ayrı gayri yoğ idi cümle beraber bir idi cümleye didarını arz eyler idi ol nigar gerçi kalmadı o demler lik kaldı şevkimiz aşk dirler adına kalbime düştü bir şerar ateşe yandı derunum şevki ruhsarı güle bir kadeh meyle yetiş imdadıma ey şehsüvar sakiya allah içün mazhun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni düşdüm işte haki payına aman u elaman bu humar u derd u serden va figan u va figan şöyle düşdüm zillete yeksan oldum hakile bir ayağ ile elem al kalmadı tab u tüvan kıssai hecrini yazsam uzanır zülfün gibi söylesem alem yanar manendi kalbi aşıkan kalbi beytü'lhüzüne gelse hayalin gül gibi firkatin tecdid ider virmez visalinden nişan bir tarafdan derd u gam bir yaneden cevr u sitem bir tarafdan hecri dilsuz bir tarafdan zahmı can canıma kar eyledi tak oldu takat mehveşa asitanı şevketinden başka yok darü'laman sayika allah için mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni şöyle tursun derd u gam toldur heman peymaneyi cennetasa pürneşat eyle bu dem meyhaneyi terk idüp firdevsi huriler tavafa geldiler mü'min u kafir unutdu kabe vü büthaneyi hüsnünü görünce adem terkin itdi cennet'in reşk ider zülfün görünce cümle alem şaneyi ab u hakiyle hevası canfeza meyhanenin terk ider aşık görünce bağ u rağ u haneyi hırkanı seccadeni imanını rehinşarab eylemezsen zahida bulman rehi cananeyi lali nuşun lik kafidir alamam kevseri haki payından ayırma bu dili divaneyi sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni pek şikestehatırım başın içün ey mehlika virmesen peymaneyi can u tenim olur heba cümle varım ile canım nezri didar eyledim din u imanım dahi olsun sana ey meh fida niceler sirabı lutfun oldu ben kaldım fakat guşei hicranda dilteşne mahrumı safa namı kalmış camı iskender deyualemde lik sinei billuridir ayinei alemnüma reşk iderken hüsni bihemtana yusuf dilbera layıkı şanın mıdır bezminde olsun bineva sayika allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni sen kerimsin sen rahimsin gayra hacet eylemem yok yoğa mihnet iderse ben hamakat eylemem mimi kesret mahvolunca bir olur ahmed ahed ben vücudum var deyu bihude şirket eylemem sen anasır perdesin giyüp göründün aşıka bütperest olup cihanda hiç kesret eylemem abid u mabudu bir bilsem de bilmem aynı şirk kendimi mü'min sanup böyle denaet eylemem hasılı gören görünen cümle sensin cümlesin bu makamı aşka vardım hiç hiyanet eylemem nurı zatsın mazharı zatı sıfatsın nevres ilticam ancak sanadır gayra minnet eylemem sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni yanmadan yakılmadan böyle harab u natüvan ol harimi hassa mahrem olmadır maksad heman sensiz almam habbeye hur u behişt u kevseri sen olunca bana külhan da olur darü'lcinan gülleri bu gülşenin hep har görünür gözüme teng olur hep başıma sensiz bu alem bilmeden pare pare itseler de sonra ihrak itseler kuvveti aşkınla tuymaz zerrece can u revan sakiya feyzi ilahi zatı pakindir senin ol şarabın cürasın itme diriğ ey canı can lutfun ümidi ile geldi kapına zar zar eyleme red hemdemi ey padişahı kün fekan sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni nazımı müşarünileyh çilpi esseyyid muhammed said hemdem efendi nazm; nazımı silki ile'lmesnevi revnakefzayı kitabı manevi pişvayı evliya vü etkiya rehnümayı asfiya vü eshiya mevlana celaleddini rumi hazretleri'in evladı kiramından ve medinei konya'da kain dergahı feyziktinahı mevleviyyenin meşayihi izamından çilpi elhac muhammed efendi merhumun sulbünden medinei mezburede bin iki yüz yirmi iki sali hilalinde piranebahşı kehvarei vücud olup iki yüz senesi pederi büzürgvarları müşarünileyh azimi simahanei beka olmazdan üç gün makdem dergahı mezkurda hücregüzin olan dervişanı mevleviyye ile sair huzuru lazım gelen sertarik ve sertabbah ve türbedar dede efendileri meclisi feyzenisine davet ve baişareti maneviye mütercimi müşarünileyhe tefvizi emri meşihat itdikten sonda memuriyetlerini mutazammın bir kıta tavsiyename tahrir u imla ve dükkandan birine tevdien deri barı şevketkararı mülukaneye irsal u isra eyleyüp hudavendigarı sabık cennetmekan gazi sultan mahmud hanı sani hazretlerinin asrında bervechi muharrer meşihatlerini cebini balası hattı hümayunı mesadetmakrunı cenabı şehenşahi ile muanven u müzeyyen bir kıta beratı şerifi alişan tasdir u ita buyrulmuş ise de kendilerinin o esnada hadisü'ssin bulunmaları cihetiyle bir mürebbii suriye mülaki olmaları iktiza eylediğinden validi mesacidleri merhum müşarünileyhin amileri olup kendilerden makdem dergahı mezkurda postnişini irsal olan çilpi ebubekir efendi merhumun halifei maneviyeleri sertarik hasan emir dede efendi merhumdan adabı tariki ve sair hakayiki reşadetrefiki taallüm u tahsil itmekte iken mumaileyhin iki yüz otuz beş tarihinde halvetsarayı bekaya rihletleri vukuuna binaen müteveffayı mumaileyhin halifei maneviyesi teslimatı dede efendi'den iki yüz kırk tarihinde tamamii seyr u süluk ile cemi i dakayık u hakayıkı tariki averdei desti tekmil eyledikten sonraulumı farisiye ve rumuzatı maneviyei saireyi dahi nazımı divanı serbülendi zanii hakani vü hacendi salifü'tterceme hindi hace vecdi efendi merhumdan iki yüz kırk altı salinde ahzı tahsil ile mümtazı akran u emasil olmuş ve ile'lan dergahı şerifi mezkurda sübhecünbanı irşad oldukları halde muhibbanı mevleviyyeye taallümi dersi mesnevi ve tefhimi sırrı manevi eylemektebulunmuştur. etalellahu taala ümrehu ve zaafe ecrehu müşarünileyh kamil u arif ve esrarı tarike hakiki vecihle aşina vü vakıf bir mürşidi müstecmiü'lmaarif olup ilm u irfanı derecei kemala reside vü eşarı fesahatbeyanı cümle indde makbul u pesendidedir. ilmi fariside sahibi yedi tula oldukları bedihi ve hüveyda olmak mülabesesiyle balada muharrer bir aded farisi gazeli bibedelleri dahi teberrüken ve teyemmünen tercemei halleri zeyline zemm u ilave kılınmıştır. harfi'lye gazeli müsanna ve sanatı kalbi lafıza ey ruyu verdi handei gülzarı zibeda adabı nazı mevhibe olmak gerek sana eksik olur mu sihi firakında barı derd derya ki derdi hecrine kes bulmadı deva od yakdı cangahına uşşakın ey diriğ gayri vedadı hubda yokdur dila beka ikbali dun u bahtı deni taliim yaman namem uttarid ekse yanar encümi sema emsem lebini aynıma gelmez şarabı huld dil hasta şübhe var mı bulur dilbera şifa ifşa ider mi sırrı dehanın bilen hazin ney zar iderse zarını eyler mi runüma aman aman çarha inanmakda var mı sud duşı felekde gördü mü kes halima vefa efvaha düşdü gerdişi navengin ey felek gel fariğ ol ki gayri gamın oldu hem kafa ufkı merama mihri emel varsa ankarib bireybdir husule gelir kamı aşina inşa olurdu bin ol şuhı baferah harfi visali gelse firak üzre cabeca aç barı cevri hecr günü kim çeker müdam madam ki aşıkane ola derd u gam reva urmaz mı ah o hubı cigergaha dağı zehr rehzennigahı tiği zeni eyler iddia adayı gerçi redd idemez ol melekreviş şuride kanı aynına almaz o dilrüba ebri leimi zulmü yakar ahı suznak kanunı gamda bir nefesim eylemem heba ebhem olaydı razı derun gibi ukdede hud hud olur mu name ile azimi saba ebsem ruhunda naklı safa vardır ademe hemdem olaydı bari bu şeb bezmde dila elde bulundu gayretiirfan olur revay yaver bize degildir emel şöhret u riya nazımı mumaileyh yaver efendi medinei trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine müdamevet itdikten sonra bazı vüzeranın divan kitabeti memuriyeti ve bazı mahallin tahrirat ketabeti hizmetiyle müddeti medide imrarı vakt u saat eyliyerek rütbei haceganiyi bi'lihraz muahharen tahrirat kitabeti hizmetiyle yanya canibine azimet eyleyüp mahalli mezkurda caygiri ikamet olmuştur. haylice eşar u güftarı vardır. nazm germ u serdin bize çekdirmek içün çarhı leim bivakit oldu azimetgehimiz rahı kırım cümle yaran safalarda ola biz bunda çekelim sünneteyi çün bu imiş emri hakim tuna'ya saldı felek keştii amalimizi ne bilir halimizi perverişi naz u naim şebi tariki gam u mevci yemi hecr u elem sergüzeştim nice tarif ile olsun tefhim çekmedir çaresi çün bahatı takdiri ezel danemiz böyle perakende olunmuş taksim ola kim lafzı ile hayr ide hak encamın her umurum yedi tefvizine kıldım teslim atılup taşra lebi bahrı vatandan ahir çok göründü sadefi şumnu'ya birdir yetim nazımı mumaileyh yetimi efendi şumnu hanedanından ve züema zümresinden olup ilmi kitabetde bazı mertebe ile ve fenni inşada şöylece medhali olmak hasebiyle birçok müddet özi kalası muhafızının kitabet hizmetinde ve bir vakt dahi kırım hanları maiyetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra bin yüz altmış altı salinde irtihali darı ahiret eyleyüp şumnu'da vaki çavuşzade camii hatırasında gunudei bisteri rahmet olmuştur. bir kıta divanı eşarı vardır. mübtelayı mihneti dildar ider aşk adamı gah olur mansurveş berdar ider aşk adamı takılan zencirine yokdur hulasa çare hiç akibet suzan olarak nar ider aşk adamı dünya vü ukba görünmez çeşmine asla anın şöyle bil ey müddei hünkar ider aşk adamı perdei namus u arı mahv ider her leması sıdkile pürrü'yeti didar ider aşk adamı aşka bend ol sen de yahya koyma elden camı mey bir gün ava vakıfı esrar ider aşk adamı nazımı mumaileyh yahya efendi karahisar nam kasabada vaki mevlevihanenin postnişini irşadı çelebiyanı kiramdan şeyh osman efendi merhumun nevbadei dırahtı ömrü ve gülgoncei gülzarı fahrı olup bir nevnihali bağı irfan iken bin yüz seksen bir tarihinde mütemayili bağı cinan olmuştur. mumaileyhin nümunei nihali tabı hayliden hayli rengin u şirin vaki olmuştur. dil itdi vürudı mehi tabanı terakkub bülbül gibi ol goncei handanı terakkub oldum o kamertalata hasret ile saim iftar için itdim lebi cananı terakkub geçdi ramazan vasıl olup ıydı saide mücrimler ider rahmeti yezdanı terakkub ben muntazır oldum rehi dildara bu bahtım itdirdi bana hecr ile ahzanı terakkub eyvah yaman oldu bu gün hali yesari el'an ider ol şemsi dırahşanı terakkub nazımı mumaileyh mehmed esad yesari efendi dersaadet'de bin iki yüz on üç senesi şehri şevvalinde kademnihadei sahai vücud olup tesbihcilik sanatiyle meluf olduğu halde bazı ashabı maarifden bir mikdar tahsili ilm u kemal eyledikten sonra kırkçeşme nam mahallde bir bab dükkançe güşadiyle bazı ashabı istidada taallümi ulumı farisiye ve tefhimi fünunı saire eylemekte bulunmuştur. mumaileyh şeyh ahmed rufai hazretleri tarikatine mensub bir zatı pesendideuslub olup divançe olacak mikdar eşarı vardır. rubai nazımı manzumei hünermendi katip süleyman yümni efendi şehrizur eyaletinde vaki süleymaniye nam mahallde bin iki yüz on yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilmi kitabet ve iktisabı hüner u marifete hasr u sarf ile ilmi kitabetde olan behresi icabınca müddeti medide havalii merkumede kitabet hizmetinde istihdam olunmuş ve muahharen bir müddet dahi memaliki iraniye'de geşt u güzar ile güzarendei subh u şam olduktan sonra iki yüz altmış dört senesi süleymaniye kaimmakamı sabık ahmed paşa ile dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyhin hattı talikde mahareti ve fenni inşada dahi lisanları üzre kemali kudreti olduğu ve haylice ebyatı latifesiyle mikdarı vafi rübaiyatı farisiyesi bulunduğu mervidir. iller iller subha dek ben intizarın çekmişim canımı mecruh idüp ben tiri darın çekmişim bilge cananın yolu düşse deyu hicranile taşını ben bineva her rehgüzarın çekmişim aşkdan bin tan bin dürlü melamet görmüşüm gel bir insaf it nasıl barın bu kardın çekmişim il bana tan ile eyler hande amma neyleyem ben heva teg yükselüp amma gubarın çekmişim konarım bir kuş gibi her dala kim gönlüm vardır halkdan uzlet tutubem itibarın çekmişim gezmişim mecnun gibi viran u abadani ben gör melamet lafını ben her diyarın çekmişim hiç kes sormaz ki yusuf nola ahvalin senin şem gibi subha dek naçar narın çekmişim nazımı mumaileyh yusuf efendi memaliki iraniye'de vaki tebriz ahalisinden olup tariki nimeti ilahiyeye süluk ile hey'eti dervişane ve kisveti fakiranede bulunduğu halde bir müddet memaliki mezkurede geşt u güzar eyledikten sonra canibi hicaz'a azimet ve bin iki yüz altmış beş sali hilalinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp ilmi hatda behresi olmak mülabesesiyle tahriri ketebe ile taayyüş eylemekte bulunmuştur. kendisinin muhlis mahlasiyle dahi farisi ve türki haylice eşar u güftarı vardır. temmet nevresideganı maarifden olup hariciye mektubu odası hulefası müsteiddanından hamid sancağı kaimmakamı esbak izzet begzade fütüvvetlü numan nazif beg işbu tezkirei acizanemizin tabına dair eseri tabı nazikanesi olan tarihi garradır. nazm urefayı bendegandan birisi muvaffak oldu sırasiyle itdi tertib bu kitabı dilpesendi şuarayı asra ihnet eger arz iderse tarih eseri fatin efendi beüslub cihan begendi sene rakımü'lhuruf fatini hıtame'lufun işbu tezkirei naçizin tabına dair sebti sahifei imla eyledigi tarihi nabecadır. nazm virir mütalaası tabı şairana safa acep mi bu eseri nev gezerse elden ele hurufı cevher ile şükr idüp didim tarih fatin tezkiresi pek güzel basıldı hele sene sayei maarifvayei hazreti şehenşahide istihkam alayları lotoğrafya destgahında bin iki yüz yetmiş bir senesi tab u temsil olunmuştur. hatimetü'leşar ön söz giriş fatin davud'un hayatı ve edebi şahsiyeti eserleri sonuç kaynakça dizin takriz tezkirei hatimetü'leşar harfı elif temmet senesi olayları acz izhar ederek zaifane sulh istemekten zarar damad zade sö zünü dinlememekten zarar padişah'ın acem seferi içün üsküdar'a geç mesi ibrahim paşa'nın etvarı kötülüğe müsaadeden zarar sa'dabad üsküdarlı feyzullah efendi zalimin akıbeti harab oldağu ve mazluma muhtaç olduğu zülali haşan efendi fitne zuhuru hakk sözünü redden zarar şehirlinin vezirden ve ricaunden nefretlerinden zarar kaba kulak ibrahim paşa sada katin semeresi zorbaların kahr olduğu zorba tarafma meyi ve yardim etmekten zarar kaba kulak ibrahim paşa ranıazandn zorba zuhuru cebeciye itibar olunduğu kayın ahıned ağa canım hoca acem ahvali devletin zaafını düşmana izhar etmekten devlete zarar. senesi olayları garip fitne ve fitnenin def'i sadakatin faidesi ve kaba kulak paşa'nın azli sırrın açıklanmasından zarar insanm kazdığı ku yuya düşmesi darü'ssa'ade ağası beşir ağa akrabanın hiyaneti valide cami'inde mevlud okunması topal osman paşa ve acem seferi bağdad valisi ahmed paşa'nın gazası hamalı oğlu ahmed paşa sulh sohbeti ile düşmanın devleti iğiali rüşvete ve zulme sevk etmekten zarar zamane hüddamın hali kahbe avratı osman paşa'nın denize atması kadcmi şerifin eyyüb türbesi'ne konulması padişaha tahakkümane edadan zarar damad zade abülhayr ahmed efendi'nin şeyhülislam ohnası nemçe'den ve moskov'dan cülus tebriki acem meselesi nin görüşülmesi sadarete gelen veziri istikbal topal osman paşa'nın ahvali avampesend harekatın vezirlere ve sultanlara la zım olduğu istiklal verilen vezire ifrat ve tefridden kaçınması lazım olduğu yahya paşa: valide sultan'dan vezire at gelmesi istiklal kürkü vezir divanı'nın akşama kadar olması. senesi olaylarıı tophane'ye su geldiği hocazade ve bolavizade'nin nefy olun maları bursa'dan ma'zul olana anadolu sadrı verilmesi ca nım hoca ve kesik para yasağı acem şahı. senesi olayları metni kitaba zeylimizin evveli topal osman paşa'nın azli acem seferi şanlı askerkeş paşa'nın serasker olması na dir şah'ın inhizamı gece sarayburnu'ndan top atıldığı yalıköşkü'nde padişah'ın tebriki müjdeciye ataya bağdad muhasarası gazi hutbesi ordu kadısına ikram ebülhayr efendi'nin azli kumbaracılar nizamı. senesi olayları ikinci tezkirecinin vezir kethüdası olması mısır'ın cizye kağı dı icadı izzet ali paşa altımermer'de ali paşa cami'inin yapılması aydın muhassılı abdullah paşa'nın katli. senesi olayları hekimbaşı zade ali paşa'nın azli sarayı hümayun'da topkapı binasının genişletilmesi acem cengi ve köprülüzade abdul lah paşa'nın şehadeti seraskerin eksik tedbiri paşa öldür me sanatı seksen yedi günde vezir azli şeyhülislamın, fetva sına imza yerine mühür koyması moskov seferinin zuhuru kırını hanı'nın dağıstan'a gitmesi sulh görüşmeleri ile acem'in osmanlı devleti'ni iğfali azak kal'asmı düşmanın alması moskov'un hilesine ingiliz'in yardımı. senesi olayları sancağı şerifin moskov seferine götürülmesi sultan. ahv ı m ü n ir k t epe med'in ölümü acem elçisinin istanbul'da sulh görüşmeleri nedenile devleti iğfali safavi devleti'nin zuhuru ve inkırazı; afganm zuhuru ve inkırazı; nadir şah'm zuhuru acem şahı'mn şöhret kazanmak içün osmanlılar ile nakzı ahd etmesi isim değiştirme şehzadelere lazım olan iş padişahın ziyade iyiliğinden zarar acem şahı memleketleri afgan'ın zuhuru ceng hırsı is fahan'ın vasfı fasid tedbir iyi tedbir reşid adamı devlet yanından ayırmanın zararı harb hilesi askerin çok luğundan zarar nasihat padişahın seferden hazz etmeme sinden zarar şehzadenin padişahı kati edüp, yerine cülus etme si sui tedbir münafık sözü ile padişahın vezire özür etme si askerkeş serasker'i azilden zarar kızıl bulutun şerre ala met olduğu müneccime şerif sa'at tayin ettirmekten faide olmadığı sui karinlere padişah teslim olarak, devlet mizacımn sakin oldu ğu fazla kıtlık padişahın yarar adamına i'tibar etmemek ten zarar sadık hizmetkarın kadrini bilmemekten padişaha zarar mir mahmud'ın şah olup isfahan tahtına cülus etmesi şer'e ta'zimde kusur etmenin, saltanatın zevaline sebep olması şah fikrile mecnun olduğu eşref şah'ın cülusu afgan'm osmanlılar ile muharebesi tahmasb şah'm zuhuru nadir ali nadir ali'nin itimadü'ddevle olması tahmasb şahm zevali ve na dir ali'nin şah olması osmanlıların za'ifane sulhunun devamlı ol madığı şeyhülislamın elçiye ziyafeti moskov seferi moskov'ın kırıma zararı ordunun babadağı'nda kışlaması nakzi ahd eden kafirin balyosu canım hoca sulh sohbeti ile devletin gafleti ve küffann iğfali nemçe'nin hilesi. senesi olayları nemçe kafirlerin iğfalini hakikat zannetmekten zarar özü kal'asına küffann istilası küffann sözüne itimad edüp, ihtiyat etmeyen adamın hali halisa osman efendi'nin katli ihtiyatın faidesi bosnalı'nın bahadarlığı ve kdm taifesinin merdane muharebesi akılh kadının faidesi harb işlerinde tedbir seraskerin azim nusrete nail olması banaluka'nın fethi ya ralılara ikramdan faide ve bahadulara mansıb verilmesi siyaseti layıka gayyur kadının vasıfları ivaz mehmed paşa gayreti hakk ve kuvveti cenabı mutlak nam ve san sahibi paşa'nın serasker olmasının faidesi ragıb efendi nemçe islami selabeti terk etmenin zararı adakal'ası esir şem 'dn lzd esüleym an ee n d i tarihi lerin bahası moskov'un gizli maddesi ve küffarm gururu ye ğen mehmed paşa'nın sadnazam olması rakofcı oğlu padişahlarm sancağı şerifi teşyi etmesi küffann iğfaline rağbet edil memesi tedbirli kimselerin hizmetleri. senesi olayları sarıbey oğlu harb hilesinin faidesi osmanlı askeri perişan olmuşiken tedbir sayesinde toplanması askerin acele ga nimetle meşgul olmasmdan zarar askerin memduhunun serasker olmasmdan faide tedbirli ordu kadısı olmanın faidesi tuz paşa ada kal'ası kelimei tevhid'in faidesi kafir hafiyyesinin hilesi rü'esanm basiretinin faidesi adakal'anm fethi moskov abdi paşa zade ali paşa yolda ulufe verilmesi istanbul'da, nemçe elçisi ile sulh görüşmeleri ol ması ve neticesiz kalması sarıbey oğlu dini zaif olan kim selerin sözleri içindeki sırrı açıklamaktan zarar yeğen meh med paşa'nın azli ve ivaz mehmed paşa'nın tayini malikanelerden cebelü alınması. senesi olayları sefere bostancılarm gitmesi isveç anadolu levendleri sarıbey oğlu'nun katli iran'a giden elçi ve efendiler orduda mevlud meclisi akdi prusya keferesi nem çe ile hisarcık savaşında olan büyük fütuhat cesaretin faidesi ve küffann sulh diyerek aldatmasma i'timad etmemenin faidesi cengde sebat etmenin faidesi şeci' ve gazi tuz paşa'mn katli imdadm faidesi hekimbaşı zade ali paşa nem çe sulhu belgrad'ın zabtı yolda ulufe verildiği zeval vaktinden önce bayram namazı kılınması kışın şiddeti. paşakapısı yangını istanbul'da yeni hamam yapılması. senesi olayları nemçe'ye elçi gitmesi moskov'a elçi gitmesi italya keferesi ayasofya kütüphanesi'nin binası fransa fitne padişahın gümrükçü ziyafetine gitmesi ivaz paşa'nın azli ravzai mutahhara'ya gönderilen avize moskov elçisi nin çektiri ile ziyafete gelmesi fransız ve nemçe elçilerine ziyafet nemçe çasarı ile moskov çariçesinin ölümü ve nemçe memleket lerinin tafsili elçi canibi ali efendi'nin nemçeye gitmesi selabeti islamiye kadılara salabet lazım olduğu vezirin v m ü nir k t epe hünkara ziyafeti kapdan süleyman paşa'mn ölümü küffar ile müsalahaya tavassutda tehlike olduğu nadir şah ve acem' den dokuz fil gelmesi acem elçisinin üsküdar'dan gelirken yapı lan şenlik. senesi olayları beşincf mezheb kavgası moskov yahya paşa nemçe'ye ziyafet elçi ziyafetine kazaskerlerin dahi davet olun ması acem elçisinin istanbul'a gelmesi beş mezheb kav gası nazif efendi ve münif efendi. acem'e elçi gönderilmesi moskov elçisine ziyafet yirmisekiz zade mehmed sa'id efendi'nin fransa elçisi olup gitmesi moskov'un hilesi moskov'a ziyafet. senesi olayları münif efendi'nin acem'den gelmesi salabeti islamiye'ye ule manın temessükü hekimbaşı zade ali paşa'nın sadaret mührünü alması atıf mustafa efendi'nin ölümü ayasofya imareti binası. senesi olayları canibi ali efendi'nin ölümü mehmed emin ağa'nın ölü mü istanbul'da acem şahı nasb olunması yahya paşa seyyid haşan paşa'nın sadrıazam olması defterdar kapısı'nın yeniden tamiri. senesi olayları mısır beyi osman bey'in ahvali hamalı zade ahmed pa şa nadir şah'm musul'a gelmesi auah'ın inayeti sefer esnasında suuı sohbetinden zarar çeteci abdullah paşa ve yeğen mehmed paşa niderlanda yani felemenk ragıb paşa'nın evsafı hind elçisi. senesi olayları nemçe devletinin taksimi fransa ile nemçe ve ingiltere ara sında, osmanlı devleti'nin barış yapması şeyhülislam seyyid mus tafa efendi'nin ölümü tersane mahzeni'nin yanması hamalızade ahmed paşa tophane karhanesinin yemlenmesi mısır iskenderiye şeddi kumkapı'da kalyon zayi' olduğu kıbrıs muhassıuığınm eyalet olması tatar askerinin istanbul'a gelüp anadolu'ya geçmesi acem hanlarının osmanlı devletine iltica şem'dn iza d e süleyman ee n d i tarih i ıX etmesi acem şahı'nın lezkilerie cengi yeğen paşa'nın cengi ve ölümü acem'in iğfali dağıstan ve kumuk. senesi olayları acem'in sulha rağbeti nazif efendi'nin acem elçisi olma sı mısır askeri acem sulhukesriyeli ahmed paşa'mn acem'e elçi olması rumelihisarı cami'i binası mülhid kızlar ağası hacı beşir ağa'nın ölümü ulema evladının sefahatinden zarar pirizade mehmed sahib efendi'nin az li behçet efendi şadı merk mahkeme basanm katı olunduğu beykoz çeşmesi ve tokat bahçesinin tamiri tiryaki mehmed paşa'nın mührü alması latife alaimi semaviyeden minare külahmm yanması genç ali adındaki şaki le vendin katli abaza paşa müfrit ihtişamdan zarar padişahın ulemasından geçmediği şehsuvarzade ve muhsin za de ocaklının serhadde fitnesi nadir şah'm hakiki sul hu hüei nemçe acem'den gelen hediyeler osmanh devleti'nden acem'e giden hediyeler kırım haaı'nın istan bul'a gelmesi. senesi olayları: tatar hanı tatar han'ın istanbul'dan gittiği ve koca musta fa paşa şeyhi'nin ölümü t sabr etmenin tesiri acem'e osmanlı devleti'nden elçi gitmesi padişahın imzası suihdan sonra osmanlı devleti'ne iltica edenlerin felaketi beşiktaş sarayı'na mermer direkli köşk yapılması tiryaki vezirin azli ocak bezirganı adındaki yahudinin katü nemçe ahvalinin tafsili müebbed sulh acem şahı nadir şah'ın helaki devlet adamlarına sui kasddan şahlara zarar mısır beylerbeyinin kat li mısır ümerasının kesik başlarının babı hümayun'a konulma sı bağdad valisi ahmed paşa'nın ölümü. senesi olayları zübeyde sultan'ın nikahı numan paşa nemçe tafsihnemçe'ye elçi gittiği bıçakçılar imamı abdullah efen di hanım sultanların nikahını rumeli kazaskerlerinin yapma sı tersane çekdirisinin malta'ya esir olması acem elçi si bağdad fitnesi hanım sultan'ın zifaf alayı ce zayir hediyesi beşiktaş sarayı'na, deniz üzerine köşkler yapılma sı istanbul'da fitne esad efendi'nin müfti olması Xm ü nirak tepe ay ve güneş tutulması mısır'da fitne şiddetli yağmurlar dolmabahçe'ye köşkler yapılması acem de li haşan paşa'nın ölümü. senesi olayları istanbul'da kışm şiddeti sahte ferman yerden altun çıkması nemçe pirizade efendi'nin ölümü ikin imamların şehzade hocası olması nemçe'den gelen hediye ler es'ad efendi buhari hatmi ka'be örtüsünün yenilenmesi reis mustafa efendi cezayir hediyele ri nemçe ahvali. senesi olayları basra valisinin isyanı üzerine tayin olunan asker tophane su yuna bend bina olunduğu divitdar mehmed paşa ay ve güneş tutulması ağakapısı yangını hind'e giden elçimi zin dönüşü hind padişahmdan gelen hediyeler kazabadizade çarşı yangını şeyhülislam'm ilim yerine paraya na zar etmesinden zarar düsturı ameli ulema eskiodalar'da hünkar'a şerbet verilmesi kanunu ağakapısı'nda hünkar'a şer bet verilmesi kanunu. senesi olayları zulmi ağreb tersane zindanından esirlerin kaçması akdarma isveç kıralı ve memleketlerinin isimleri cebehane kapısı tamiri kısteyn mevacibi atbazarı ve yeniçeri kışlalarında yangın tiryaki mehmed paşa'nın ölümü azim sel büyük ta'un iran ahvali şeyhülislam ak mahmud zade'nin ölümü kasım ayından önce kar yağması ve ağaçla rın helaki şiddetli rüzgarlar ve gemilerin helaki kış gün lerinin, yaz günleri gibi olması. senesi olaylarıı haccı ekber harici mezhebe girenlerin kati olunduğu mekke şerifi küçüksu köşkü'nün yapılması kandilli bahçe'nin kasaba olması gedik paşa yangını ba'isi katli kızlar ağası ve divitdar mehmed paşa ve yeniçeri ağası. yangın içün kundak koyma devlet me'muriyetlerinin hali adamlarmın kötülüğünden efendisine zarar haddini tecavüzden ve adamlarına yüz vermekten zarar üsküdar mollası'nın basma mahkeme şem'dan ızad e süleyman ee n d i tarihi Xı nin yıkılıp helak olması edirne zelzelesi me'muriyet tev cihleri. senesi olayları vak'anüvis hakim efendi kapdan mehmed paşa bostancıbaşı'nın padişaha üsküdar'da mandıra ziyafeti büyük miri ahur'm padişaha mirahur köşkü'nde ziyafeti galata fethi ve kurşunlu mahzen cami'i hazreti halid'in şehadeti es'ad efendi'nin ölümü defterdar halimi efendidolmabahçe'de pa dişaha vezir ziyafetisadrı sabık divitdar mehmed paşa'nın ölümü. senesi olayları üçanbarlı binasında askı asıldığı hortumlu yangın tulumbaları icadı matbah emini halil efendi'nin ölümü üçanbarh büyük miri ahur ziyafeti padişahdan vezire at geldiği bezzazistana hırsız girdiği padişah'ın gümrükçü bahçesi'ne gitmesi ve istanbul'da büyük zelzele reisü'lkurra yu suf efendizade'nin ölümü. senesi olayları şeyh muradzade'nin vasfı peygamber'in validi fın dıklı yangını ve sultan mahmud han'ın ölümü düsturı amel valide sultan nakli cülusiyye denizin donması hekimbaşızade ali paşa'nın üçüncü defa sadrıazam olması padi şahtan vezire at geldiği ve vak'anüvis süleyman efendi'nin ölümü gümrükçü ishak ağa'nın vasfı kapdan mehmed paşa'nın az li yahudilerin seyyid kati ettiği veli kethüda gümrükçü ishak veli kethüda ve nücum ehlinin nekbeti defterdarın vezir olması ve bıyıklı ali paşa damad zade feyzullah efendi büyük yangın yeniçeri ağası'nın bayramda vezire ziyafet vermesi ve vezirin hünkara ziyafet vermesi bıyıklı ali paşa. büyük yangın. metne ait notlar indeks X ıım ü n irak tepe ö n s ö z onsekizinci yüzyıl kaynaklan üzerinde yaptığımız çalışmalar sırasın da, yani takriben bundansene önce, fındıkitlı şem'dani zade süleyman efendi'nin mür'i'ttevarih adlı eseri dahi dikkatimizi çekmiş ve bu kitab üze rinde durmuştuk. daha sonraki çalışmalarımız sırasında ise, bir tarafdan ese rin mahiyetini incelerken, diğer tarafdan da mevcut nüshalarını tesbit etme ye başladık ve nihayet hazreti adem'den kanuni sultan süleyman devrine kadar olan baş kısmının basılmış bulunduğunu bildiğimiz bu eserin, bilhas sa senesinden sonraki olaylar hakkında, vak'anüvislerimize na zaran değişik bir tarzda bilgi verdiğini gördük. süleyman efendi, subhi ta rihi'nden, izzi tarihi'nden istifade etmiş ve hakim tarihi'nden faydalanmış bulunmasına rağmen, X yüzyıl olaylarını kendine has bir tarzda ve daha ziyade sosyal yönden inceleyen bir tarihçimiz olması hasebile alaka mızı çekmişdi. bu nedenle, kısmen kendisinin yaşadığı ve kısmen babasının gördüğü olayları dahi içine alan bir devreyi, yani 'dan eserin sonuna, senesine kadar geçen vuku'atı ele alarak yayınlamayı uygun bulduk. nitekim kendisi dahi kitabının ilk tertibine bu tarihden başlamış bulunuyordu. biz bu kısmı üç fasikül halinde neşre hazırladık. birinci fasikiüü tamamen mahmud devrine ait olup, bu padişahın cülusu ve ölümü arasındaki vak'aları ihtiva etmektedir. geri kalan kısım ise, iki fasikül halinde yayına hazırlanmıştır. bizim için çok güç olmasına rağmen, eserin ilmi hüviyetini kaybetmemesi bakımından, metni sadeleştirmeden aynen vermeyi tercih et tik. ancak, tarafımızdan hazırlanan içindekiler kısmında, metne ait başlıkla rın ifadeleri, bazen sadeleştirilmek ve kısaltılmak suretile alınmıştır. eserde, iki türlü konu başlığı bulunmaktadır. bunlardan birincisi metin içinde ve senelik olayların anlatılmasına başlamadan evvel gelmekte; diğeri ise, sahife kenarlarına ve alakalı yerler geldikçe, kırmızı mürekkep ile kayd olunmakta dır. biz bunlardan, sahife kenarlarında mevcut başlıkları tercih ederek, ki tabın başındaki fihrist kısmına onları aldık. esas metin dahilinde bulunan hicri tarihlerin yanına ve köşeli parentez içine, miladileri hesablanarak tarafımızdan ilave edilmiştir. okunmasında tereddüd ettiğimiz kelimelerin ve bilhassa has isimlerin yanma, ayrıca pa rantez içinde, eski harflerle yazılış şekli konulmuştur. arabca ibarelerde de, bazen metni aynen tercih etmiş bulunuyoruz. bunlardan maada metne esas tuttuğumuz bayezid devlet kütüphanesindeki yazmanınvarak numaraları, ve b olarak, köşeli parantez içinde gösterilmiştir. diğer nüshalardan topkapı sarayı müzesi, hazine kitaplığındaki nüshaharflerile; fatih millet kütüphanesi ali emiri kitaplığındaki nüsha da harflerile kısaltılmış olarak işaretlenmiştir. esere, ayrıca bibliyografya konulmıyarak, mukaddeme içün faydalan dığımız kitablar, bu kısmın altında, notlarda gösterilmiştir. esas aldığımız üç nüshayı karşılaştırmak suretile bulduğumuz farklara ait vecivarın da olan notlar ise, yayınladığımız tarih metninin sonuna ilave edilmiştir. bu çalışmada, bayezid devlet kütüphanesindeki nüsha esas alındığından, daima diğer iki nüshadaki değişiklikler gösterilmiştir. nihayet bu eserden faydalanmayı kolaylaştırmak amacile, neşrini hazırladığımız kitabın sonuna, analitik bir indeks ilave olunmuştur. eserin isminin okunuş şeklinde ve arabca ile farsca bazı ibarelerin çö zümlenmesinde bana yardımcı olan nihad çetin ve tah sin yazıcı ile asistan ramazan şeşen'e; daktilo ve karşılaştırma işlerin de geniş ölçüde faydası dokunan asistan yusuf halaçoğlu ile ilhan şahin'e ve dizgi ile baskı işlerinde büyük bir gayret ve titizlik gösteren edebiyat fa kültesi matbaası personeline ayrıca teşekkür ederim. haziranprof. münir aktepe bakırköyistanbul Xıv yazar ile tarihi ve yazma nüshaları hakkında bilgi mür'i'ttevarih adlı eserin yazarı olan şem'dani zade süleyman efendi'nin hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahib değiliz. ancak onun kendi ese rinde, şahsına ve babasına dair vermiş olduğu bilgilerden ve millet kütübhanesi, ali emiri efendi kitablai'i, tarih kısmı nr. 'de bulunan yaz ma mür'i'ttevarih nüshasının baş tarafına, bilahire yazılmış kısa bir hal ter cümesinden, kimliği hakkında ma'lumatımız oluyor. bunlardan ma'ada mehmed süreyya bey'in sicilli osmani'şi ile bursalı mehmed tahir bey'in, ostnanlı müellifleri'ndc dahi, süleyman efendi'ye dair bilgiler vardır. fakat mevcut bu ma'lumat süleyman efendi'nin hayatı hakkında pek fazla bir şey vermemektedir. bu itibarla, bahis konusu eserlere ve mevcut bilgilere müs teniden diyebiliriz ki, süleyman efendi aslen tokat tüccarlarından şem'dancı hacı mehmed ağa'nın oğludur babası sonradan istanbul'a gelmiş ve bu şehirde yerleşmiştir. patrona halil isyanı sırasında ise, bir kaç arkadaşı ile birlikde, serdengeçdi kıyafetine girerek, istanbul gümrüğünü talan etmek isteyen zorbalara mani' olmuştur. bizzat süleyman efendi'nin kaydına gö re, babası hacı mehmed ağa. serdengeçdi hey'etine girüp, bir kaç hemcıvarmı alemdar ve haseki suretine vaz' edüp, gümrük önünde cevelan ederiken bir kaç bayrak zorba gelüp, gümrüğe tesaddi edecek olduklarında, baka yoldaşlar biz sizlerden evvel geldik, lakin fukaranın ve tüccarın gözü yaşları ile ahlarını mülahaza edüp, meta'lanna el uzatmaya cesaret edeme dik; sizlere dahi layık görmem, işimiz rast gelmez deyü levendane cevab ile. zorbaları def etmiş ve gümrükden bunlanfi mal çalmalarını önlemiş ti. bu sebeple, mezkur vak'a sırasında gümrükçü olan yeğen mehmed ağa millet kütübhanesi, ali emiri efendi kitablığı, tarih kısmı, nr. 'de bulunan yazma mür'i'ttevarih'in, fihrist içün hazırlanmış sahifelerinin başına sonradan yazılan hal tercümesi kısmı ve mehmed süreyya, sicüli osmani, is tanbul, ue bak. mür'i'ttevarih, bayezld devlet kitablıfı nüs hası, nr. vrk. mür'i'ttevarih, bayezid devlet kitablıfı, nr. vrk. a, şem'dani zade fındıklı'lı süleyman efendi'nin hayatı daha sonra, yanişaban tarihinde sadnazam yeğen mehmed paşa olunca, süleyman efendi'nin babasını çağırtmış ve kendisine ikramda bulunmuştur. görülüyor ki, şem'dancı hacı mehmed ağa artık istanbul'a yerleşmiş ve bu devrin ricali arasında mühim bir mevki' sahibi olmuştur. ayni zaman da, oğlu süleyman efendi, fmdıklı'h olduğunu söylediğine nazaran, mezkur aile, bu semtin sakinleri arasında yer almıştır. süleyman efendi'nin kaç tarihinde fındıkh'da doğduğunu bilemiyoruz. ancak, ilk öğrenimini müteakib medreseye devam ettiği ve ilmiye mesleğini tercih eylediği içün kadı olduğu malumumuzdur. ekim. l tarihin de topkapılı salih zade mehmed emin efendi'nin yerine istanbul kadılığı na getirilen damad zade mehmed murad efendi zamanında ise, istanbul balkapanı naibliğine atandığım biliyoruz. hicri senesinde de. tuna üzerindeki ismail kasabasının kadısı idi. bu itibarla, istanbul'a davet edilen kırım hanı selim giray han'ın, gidiş ve dönüşünde, tuna nehrini ge çerken kendisine refakat etti ve ikram etme imkanını sağladı. bir ara, bey pazarı ve pravişte kazaları kadılıklarında dahi bulundu. hicri senesinde hükumeti şer'iye ile ankara kadısı oldu. senesinde, to kat niyabetine me'mur edildiği içün, sinob'dan geçerken abaza mehmed paşa ile sinob'da görüştü ve ayni sene içinde tokat kazasına geldi. rumeli kazaskerlerinden murad molla'nın beytü'lmal katibiyken, efendisinin sür güne gönderilmesi üzerine, kendisi de akdeniz adalarından birine sürül dü. nihayet mür'i'ttevarih'mikinci tertibini tamamladığı esnada, yani rebi'ülevvel tarihinde musile derecesile ve muvak katen fayyum kadısı olarak mısır'da vazife gördü. ahmed tevhid, şem'dani zade fmdıklı'lı süleyman efendi, mür'i'ttevarih adlı basma eserin önsözü, notmür'i'ttevarih, berlin, nr. vrk. bve bayezid devlet kitablıfı. nr. vrk. lb; topkapı sarayı hazine ktb. nr. vrk. fındıklı'h süleyman efendi ali emiri efendi ktb. tarih kısmı, nr. de bulunan ve tertibi değişik olan diğer bir mür'i'ttevarih yazmasının baş kısmında ise şöyle demektedir. ve ba'dehu bu abdi fakır yani islambol kısmeti askeri mahke mesi katiblerinden fındıklı'lı süleyman bn. elhac mehmed elmed'üv beşem'dani zade bu kitabı müstetab yani takvımü'tievar. h'ı mütalaa ve bu ifade bize gösteriyor ki, süleyman efendi istanbul kassam katibliği dahi yapmış ve kassam katibi iken, nr. lı mür'i'ttevarih tertibini vü cuda getirmiştir. bilahire buna geniş ölçüde ilaveler yaparak, halen üzerin de çalışdığımız bayezid ve ona benzeyen diğer bütün nüshalara esas olan mür'i'ttevarih tertibini hazırlamıştır. süleyman efendi resmen vak'anüvislik yapmamıştır; fakat tarihe çok meraklı olduğu içün, kendi ifadesile on üç seneden berü gecegündüz sa'yi cemil ile cem' ve te'lif. ettiği mür'i'ttevarih adlı kitabını hazırlayarak, hicri yılı sonlarında, abdülhamid'e ithaf eylemişti. süleyman efendi, adı geçen eserinin ikinci terti bi dibaçesinde, bu hususa dair şunları yazmaktadır: süleyman efendi, nihayet senesinde vefat etti ve cenazesi eyyüb'e götürülerek, feshane karşısındaki balçık dergahı haziresine defn olundu ı mür'i'ttevarih'in mahiyeti mür'i'ttevarih, katib çelebi veya hacı halife namı ile meşhur olan türk yazarı abdullah oğlu mustafa'yaait, takvimü'ttevarih adlı eserin, bursalı mehmed tahir, osmanh müellifleri, istanbul. orhan şaik gökyay, katib çelebi, ankara, süleyman efendi tarafından genişletilerek ve hicri yılına kadar tezyil olunarak, vücuda getirilmiş bir tarih kitabıdır. katib çelebi, takvimü'ttevarih'im senesinde yazmaya başlamıştır. bu eser dün yanın kuruluşundan, yani hazreti adem'den başlar ve hicri senesine kadar gelen olayları, kronolojik bir sıra dahilinde kısaca anlatır. bu itibarla çok muhtasar bir tarzda kaleme alınmıştır. katib çelebi'nin takvimü'ıtevarih'i, evvela buhari zaviyesi şeyhi mehmed efendi tarafından hicri senesine kadar, daha sonra da basmacı diye meşhur olan ibrahim müteferrika tarafından, hicri yılına kadar tezyil edilmiş ve aynı sene içinde müteferrika matbaası'nda da basılmıştır. ali sü'avi tarafından hicri senesine kadar zeyillendirilmiş ve bazı haşiyeler yapılmış bir takvimü'ttevarih nüshası ise, süleymaniye kütübhanesi, bağdadlı vehbi efendi kitapları, nr. 'da bulunmaktadır. fmdıklı'lı süleyman efendi, katib çelebi'nin bu eserini ve ona yapılan zeyilleri ele alarak, takvimü'ttevarih'c başından itibaren, şerhler, ilaveler yapmak suretile' hicri senesine kadar gelmiştir. hicri ile seneleri arasındaki vuku'atı ise, yine aynı sistem dahilinde, ay ve sene sırasına göre işleyerek, yeni bir zeyl eser vücuda getirmiştir; yani mür'i'ttevarih'i yazmıştır. aynı zamanda bunu yapabilmek içün, yukarıda da söylediğimiz gibi, kendisikitap üzerinde on üç yıl gece ve gündüz çahşmıştır. şem'dani zade süleyman efendi, hicri senesinden sonraki olaylar içün, geniş ölçüde, vak'anüvis mehmed subhi ve süleyman izzi efendilerin vekayinamelerinden dahi istifade ettiğini kayd etmektedir. ancak bu vekayinamelerin ihtiva ettikleri devirlerden sonra gelen zamanlara ait hadiseler içün elde mevcut bir kaynak bulunmadığından, müellif, bu kısımları da bizzat kendinin araştırarak yazdığını söylemektedir. bilhassa aşağıya, tarihinin dibaçesinden ve son kısmından aldığımız bazı parçalar, bu XX m ünir ak tepe tayyib gökbilgin, katib çelebi'nin kronolojilc e s e r. tauvimü'ttevarih , ankara. tayyib gökbilgin, ynı eser, tayyib gökbilgin, bu eseri sonradan ali sü'avi'nin'den, yılma kadar zeyillendirdiğini ve hicrisenesinde de paris'de yayınlamaya teşebbüs eylediğini, fakat, ancaksahifelik bir kısmını bastırabildiğini kaydediyor. bak. dı geçen eser. bak. mür'i'ttevarih'm, ahmed tevhid bey tarafından, yılmda, istanbul'da bastırılan birinci kısmına. flususu açıklamaya kafidir. bizce, süleyman efendi'nin eserinin orijinal kı sımları da buralarıdır. süleyman efendi, tarihinin dibaçesinde şöyle diyor. bu fenni celile sarfı evkat ve ekser kütübi tevarihe mülakat et tim. sultanülmüverrihin elhac halife merhumun müeuefi olan takvimü'ttevarih'mevvelinde menşei tevarihi ve zeylinde cedvelleri. olup derunu alatarikü'lfihris hübutı adem aleyhi'sselamdan tarihi hicreti nebeviyye aleyhi efdalü'ttahiyyenin bin altmış beş siline gelince vakı'atı işaret ve alt mış beşden, yüz kırk altı senesine gelince emir buhari şeyhi ile basmacı ibrahim efendi zeyl ve tab' etmişler. bu abdi fakır fayyum kadısı fındıklı'lı süleyman bn. şem'dani zade. dahi onlara zeyl olmak kasdı ile ilamaşaalah tezyil ederken bu tarihi takvimin faidesi tevarihde rasih olan zevata has olmağla ta'mim için şerhine şuru' olunup, mahaui ibret ve melhuzı menfa'at olan havadisat tafsili icmali vechi üzre tebyin olundu ki bir vakı'a zuhurunda aya buna şebih ve nazir selefde kaç madde hadis olmuş ve ne güne def' veya tahsiline ilaç olunmuş denildikde, vakti yesirde mütala'a ve hatm olunmak kaabil olup. ve ila. şem'dani zade, bahis konusu tarihinde, senesi vuku'atma başlarken dahi şunları yazmaktadır: sene: çünki metni kitab olan hacı halife'nin asarı kalemi takvimü'ttevarihsalinde hacı hahfe, merhum oldukda emir buhari şeyhi zeyl ederek, tarihine gelince zeyl etmişidi. oldahi merhum ol dukda basmacı ibrahim efendi dahi bir senelik vekayi'i zeyl edüp, kitab tab' olunmağla tamam olmuşidi. lakin bu abdi hakir onlara zeyl olmak murad edüp, işbusenesindensali evahirinde vaki' cülusı hümayunı sultan abdülhamid han hazretlerine varınca vaki' olan havadisi dehrden ıttıla'i fakiranem olan vekayi'i metnen ve şerhen, icmalen ve tafsilen tastire mübaderet olunmuştur. bu metnin son paragrafmdan anlaşıldığı üzre süleyman efendi, ese rini evvelasenesi sonu olayları ile bitirmek istemiştir. ancak sonradan, abdülhamid devri vekayi'ini dahi kaleme almayı uygun şem'dan izad e süleyman ee n d i tar ih i X X ı mür'i'ttevarih, bayezld devlet ktb. nr. topkapı sarayı müzesi kütübhanesl hazine ktb. nr. berlin, staatsbibllothek, ms. quart, dibacelerl. bulmuştur. onun bu hususla alakalı olarak da, eserinde şunları yazdığını görmekteyiz. gerçi bu mür'i'ttevarih'i cem' ve terkibe on üç sene gece ve gün düz sa'y ile dört yüz cildden ziyade kütübi tevarihi tedarik ve nadirü'nnüsha olan kitablan teftiş ve tefahhus ve husule bezli makdur olunup halifetü'ıislam şehinşahı enam hazretlerinin cülusu saiası ile dibacesinde namı kerimanelerine hutbe inşa ve takallüdi seyfi sa'adet buyurdukları makalei şerifile hatm olunmak kasdı ile müsveddeleri tebyize ağaz kılınmışidi. la kin esnayi tebyizde sulh zuhur edüb, aba ve ecdadı izamınm feth edüb memaliki islamiyana ilhak ettikleri memleketten kati vafir ber vechi meşruh karındaşları sultan mustafa han merhumun asrında küffar istüasma mübtela olmuşiken bu daveri mansurü'lliva hazretlerinin hulus ve safveti derunlarmdan ve kevkebi kahirane ve şevketi alemgiranelerinden naşi memalik'i mezkurei küffar biecma'ihim teslim ve müsalemeye ragıb olmağla te'abı kalil ile memaliki kesire memaliki islamiyeye munzam olıcak, bu pa dişahın daveri gitiküşa olduğunu dahi hamei sühanperdaz ve demdemesaz ve guşe giri peygQlei icazımda terkime hahiş olmağla, metnen ve şerhen enva' hevesle işbu seksen sekiz şalinde gerek beldei kostantiniyye ve ge rek orduyı hümayunda vukuyafte olan havadisi zeyle şüru' olundu. mür'i'ttevarih'mson kısmında ise şu kayıd mevcuttur;. bu abdi katibü'lhuruf şol mertebe pesend ve tahsin kıldım ki, on üç seneden berü gece gündüz sa'yi cemil ile cem' ve te'lif ittiğim işbu mür'i'ttevarih'imi namı hümayununa mensub kıldığım gibi hitamını işbu hayrat ve hasenat ile tekmil eyledim. hübutı ebü'lbeşer aleyhü'sselamdan, hicreti menlehü'lizz ve'şşerefe gelincesene ve hicretden işbu seneye gelincesene ki, cem'ansene eder. hicretinsaline gelincesenelik havadisi takvimü'ttevarih' şerh edüp ve elli altı se nelik havadisi metnen ve şerhen tahrir eyledim ve bu elli altı seneden yirmi seneliğini subhi efendi ve izzi süleyman efendi alatariki'ttafsil mücelled tevarih kılmışlar. lakin 'den işbu doksan bir saline gelince yirmi altı sene içün ne icmalen ve ne tafsilen. kimesne tevarih imla etmemekle, bu yirmi altı seneye de tafsilen ve icmalen ve metnen ve şerhen muvaffak ol dum. XXıı m ü n ir k t e p fi mür'i'ttevarih, topkapı sarayı, hazine kitaplıfı, nr. vrk. mür'i'ttevarih'in dibacesinden ve hatimesinden aldığımız bu örnekler, miir'i'ttevarih'm ikinci tertibine, yani süleyman efendi'nin fayyum kadısı iken tamamladığı şekle aittir. fakat şem'dani zade, mür'i'ttevarihi'm ilk def'a islambol kısmeti askeri mahkemesi katibi bulunuyorken yazmayı tecrübe etmişti. fatih, millet kütüphanesi, ali emiri, tarih kısmı, nr. 'de mevcud olan bu tek nüsha ise, senesinden başlamakta ve tarihme kadar gelen olayları içine almaktadır. mezkur nüshanın l b varağında da, müellif eserinin mahiyeti hakkında bize şunları yazmaktadır; bu abdi fakir yani islambol kısmeti askeri mahkemesi katiblerinden fındıklıh süleyman bn. elhac mehmed elmed'üv beşem'danizade bu kitabı müstetab yani takvimü'ttevarih'i mütala'a ve çok şübhei hal et mekle şevk hasıl oldu ki, hübutdan senei hicriyenintarihine gelince merhum katib çelebi tasnif ve takdim edüp, 'den. senesine gelin ce emir buhari şeyhi mehmed şeyhi efendi zeyl edüp, senesinden senesine gehnce bir senelik dahi basmacı ibrahim efendi zeyl edüp, alatariki'licmal sinini maziye derununda zuhur eden vekayi'i beyan buyurmağla, esamii şerifleri lisanı ümmeti muhammedi aleyhü'sselam mezkur ve naili fatiha olmalarile bu abdi aciz dahi senei mezbure yanimuharrem'inden bed' edüp, hallakı mazi ve müstakbel cellecelaluhu hazret lerinin müyesser ettiği vakta değin alatariki'l ihtisar, senebesene tesvid murad ederim. lakin ibtidai alosman'dantarihine gelince ali merhum ve na'ima çelebi ve raşid efendi ve çelebi zade efendi ale'ttafsil tedvin buyurdukları kütübi tevarihin ekseri basma olmağla teksir olunmuş olup, ilmi icmalisi takvim tarihinden hasıl olup, ilmi tafsilisi iktiza ettiğinde zikr olunan kütübi mufassalata müracaat olunur. lakin, senesinden berü zuhura gelen vekayi'i vak'anüvis efendiler gerçi ale'ttafsil imla buyu rup tedvin ederler. amma tab' olunmamağla nadir olduğu halde kalup, kudreti olan vasıl olur, olmayan mahrum olur ki, mufassalatdan müstağni ve kaidei takvimden evsa', tatvil ve taksirden ihtiraz ederek inşa eyledim. ve cedveli selatini i'zam ve cedveli vüzera ve cedveli meşayihi islam ve cedveli sudurı rumeli ve cedveli sudurı anadblu ve cedveli kuzatı is lambol ve cedveli ağayi yeniçeriyan dahi başka başka, işbu zeylin haşiyesine tastir olundu. şem'dani zade, burada açık şekilde görüldüğü veçhile, eserine evvela hicri yılından başlamış ve bunun sebebini de izah etmiştir. fakat daha sonra, takvimü'ttevarih'i ele alarak, başdan sona haşiyelendirmiş, yukarıda dahi yazdığımız üzre,'dan sonrasını da kendi te'üf etmiştir. böylece, bugün mür'itevarih adı ile meşhur olan ve başlangıçtan itibaren kanuni sultan süleyman devrine kadar olan kısmı basılan, yazma eser meydana çıkmıştır. fındıklı'lı süleyman efendi'nin bilahire düzenlediği yeni tertib mür'i'ttevarih'de. mevcud, senesinden sonraki olayları mehmed subhi ve sü leyman izzi efendilerin vekayinameleri ile karşılaştıracak olursak, arada yine mühim farkların bulunduğunu görürüz. çünki, her şeyden önce şem'dani zade süleyman efendi vak'anüvis değildir. devletin vekayi'ini kayd eden resmi bir me'mur olmadığı içün de, vak'anüvislerin eserlerine kayd edemedikleri bazı özel mes'eleleri, mür'i'ttevarih'm t almak imkanını bul muştur. diğer tarafdan, babası hacı mehmed ağa, kendi söylediğine göre, hiç değilse 'dan itibaren, devlet işlerine ve devlet adamlarına yakın bir in sandır. bu nedenle, bir çok mes'elelerin gizli kalmış taraflarını dahi, bu va sıta ile öğrenmek fırsatını bulmuştur. ayrıca bazı hususları, bizzat devrin vüzerasından dinlemiştir. mesela sadrıazam seyyid haşan paşa'dan naklen verdiği üsküdar mahkemesile alakalı bir malumat çok ilgi çekicidir. bu itibarla, bilhassa Xv. yüz yıl olaylarını, vekayi'namelerden değişik bir şekilde kaleme almıştır diyebiliriz. böylece, mür'i'ttevarih, devrin vekayi'nameleri yanında, özel mahi yeti bulunan, önemli ve ayni zamanda, yazma nüshası oldukça ender bir eser olarak ortaya çıkmış oluyor. nitekim cevdet paşa dahi onu, kendi ta rihini yazarken, ve cildleri içün kaynak olarak kullanmıştır. bu hu sus dahi, şem'dam zade tarihi'nin önemini ve özel bir mahiyeti bulunduğu nu göstermeye kaii delildir diyebiliriz. bu nedenle biz de önemli bulduğumuz bu eserin Xv. yüz yıla ait kısmını, yani henüz her hangi bir şekilde basılmamış olan ve takvimü'ttevarih ile zeyilleri dışında kalan, bilfi'u şem'dani zade tarafından yazılan kısmını, mahmud'un cülus yılı olansenesinden itibaren ele alarak, yayınlamayı osmanlı ve türkiye tarihi ile uğraşan bilim adamları içün faideli gördüğümüzden neşre karar verdik. şem'dani zade fındıklı'lı süleyman efendi'nin eseri olan mür'i'ttevarih'in, yaptığımız araştırmalar sonunda, yurd içinde ve yurd dışında olmak üzere, muhtelif yazma nüshaları bulunduğunu tesbit ettik. bunlardan yurd içinde mevcud kütübhanelerde bizim görebildiğimiz yazmaları ise sırasile şunlardır:. mür'i'ttevarih'in, istanbul, bayezid devlet kitablığı, nr. de kayıdh bulunan nüshası, tam olarakvaraktır ve eb'adıxolup, her sahifesindesatır mevcuttur. yazısı ta'lik, kağıdı ise, açık sarı renkde ve aharlıdır. l bveavarakları, altın yaldız çerçevelidir. baş kıs mında hafif altın yaldız ile süslenmiş, yeşil ve mavi renkli bir tacı vardır. cildi, kahverengi meşin, kenarları altın yaldız zencirekli, ortası şemseli ve miklablıdır. l varağında: kaydını ihtiva eden bir mühür mevcuttur. ayrıca beyzi şekilde altm yaldız süslemeli bir çerçeve içinde de şunlar yazılıdır. bu iki kayıd, eserin en son, yani b varağında dahi görülmektedir. bunlardan maada, kütübhanei umumii osmani diye bir başka mühür var dır ki, bu mühür de eserin bir çok varaklarına basılmıştır. bahis konusu mür'i'ttevarih nüshasının baş kısmı ise şöyle başlamaktadır: ifadesile hitam buluyor. esas metin b varağında sona ermektedir. fakat bunu müteakıb cedveli selatini ali osman, cedveli vüzerayi azamun, cedveli meşayihi islam başlıklarını taşıyan beş varaklık, üç cedvel vardır ki, bu cedvellerde ilk osmanlı padişahlarından, hicri senesine kadar gelen padişahların doğumu, cülus ve ölüm seneleri ile padişahhk müddetleri; veziri azamlarm ve şeyhülislamlarm da tayin ta rihleri ile hizmet süreleri gösterilmektedir: bahis mevzu'u olan nüshanm sonunda istinsah tarihi ve müstensihi yazılı değildir. bu itibarla istinsah senesi ve kimin tarafmdan kaleme alındığı hakkında kesin bir şey bilemiyoruz. sadece l varağmda, sultan abdülmecid'in validesi bezmi alem valide sultan'ın vakfına dair kayıdların bu lunması, bu eserin nereden geldiği ve devri hakkında, bize azçok bir fikir vermektedir. ayni zamanda, gördüğümüz diğer nüshalar arasında, en doğru ve tam olarak yazılan metin dahi budur. neşre hazırladığımız metinin al tında, nüsha farklarını gösteren notlara dikkat edildiği taktirde, bu husus açıkça ortaya çıkar. bu nedenle, yayma hazırladığımız metne esas aldığı mız nüsha notlarda, harflerile gösterilen bu bayezid devlet kitablığındaki nüsha olmuştur. istanbul, topkapı sarayı müzesi kütübhanesi, hazine kitabhğı nr. 'de bulunan ve çalışmalarımızda harfleri ile gösterilen, yaz ma dahi, mür'i'ttevarih'm tam bir nüshasıdır vevarak halindedir. her sahifesindesatır mevcuttur. eb'adıxolup, aharh ince kağıd üzerine ta'lik ile yazılmıştır. başlık müzehheb ve sahife kenarları ku'mızı, ince çizgi cedvellidir. konu başları, yine kırmızı ile sahife kenarla rına yazılmıştır. cildi kahverengi meşin ve miklablıdır. bu nüshanın da müstensihi ve istinsah tarihi belli değildir. ancak bir çok imla hatalarından ve bilhassa satır atlamalarından anlaşılacağı üzre, müellif hattı olmadığı dahi muhakkaktır. bu nüsha, her halde, bir başka nüshadan ve belki de bayezid devlet kitabhğında ki nüshadan, oldukça acemi bir katip tarafın dan istinsah edilmiş olmahdır. baş tarafında, ilk iki sahifede bazı yerlerin üzeri sonradan çizilerek düzeltilmiştir. baş kısmı, diğer bütün nüshalarda görüldüğü gibi: şeklinde başlıyor ve aynen, bayezid devlet kütübhanesinde mevcut nüsha tarzmda hitam buluyor. bu nüshanm dahi sonunda, padişahlara, vezir lere ve şeyhülislamlara aid kronolojik cedveller vardır. istanbul'da bulunan, tam nüshalardan ikincisi bu olduğu içün, bir kısım atlamalara ve imla hatalarına rağmen, çalışmalarımıza esas aldığımız bayezid devlet kütübhanesindeki nüsha ile başdan sona kadar karşılaştırmayı ve aradaki farkları da notlarda, metin sonunda göstermeyi tercih ettik. istanbul, fatih millet kutübhanesi, ali emiri efendi, tarih kısmı'nda kayıdlı bulunan mür'i'ttevarih, bu eserin noksan olan bir nüshasıdır. nitekim, bu cilde fihrist yapılmak üzere çizilmiş ve sonradan, yazmanın başına ilave olunmuş boş bir kısmın üzerinde mevcud kaydı, bize bu cildin, eserin son kısmı olduğunu açık olarak göstermektedir. bu itibarla, bahis konusu yazma mür'i'ttevarih: sene. harik derüsküdar ve derbabı hatab ve deravratpazarı ve dercerrahpaşa ve derkurşunlu mahzen ve derkullei heft ve der lutfi paşa ve avratpazarı mükerreren ve zelzelei hafiyye ve viladeti şeh zade sultan seyfeddin. olayları ile senesinden başla makta, ayni zamanda diğer nüshalarda olduğu gibi, a! ji. aa j ıvıo. iu'i' c j l. isai' şeklinde sonuçlanmaktadır. XXv m ünir ak tepe ot sahifeden müteşekkil bulunan bu nüshanın, eb'adıxolup, her sahifesindesatır vardır. yazı şekli adi nesihtir. cildi ta'mir gör müş, bakır kırmızı meşin ve miklablıdır. sahife kenarları kırmızı mürekkeb ile çizilmiş, ince çerçevelidir. keza baş kısmında, yine kırmızı mürekkeb ile tersim olunmuş, çok basit bir tac bulunmaktadır. eser, san renkde, aharlı kağıd üzerine yazılmış ve sahife kenarlarına, kırmızı mürekkeb ile konu baş lıkları konulmuştur. bu cildin fihristini yapmak üzere hazırlanmış ve karelere ayrılarak, sonradan esas kitaba ilave olunmuşsahifelik boş bir kısmın başında, yani birinci sahifesinde ise müellifin muhtasaran tercümei hali başlığını ta şıyan, bir sahifelik bir bilgi vardır. burada ayni zamanda iki de mühür mev cuttur. yuvarlak şekilde olan bu mühürlerden birincisinde esseyyid mehmed ibrahim; ikincisinde de allahute'ala hazretlerinin rizası içün vakf eyledim. diyarbekirli ali emiri ifadeleri yazılı bulunmaktadır. ayrı ca bosnalı aziz kaydını taşıyan, dikdörtgen şeklinde bir mühür daha vardır ki, bu mühür eserin bir çok sahifelerine basılmıştır. mür'i'ttevarih'in, bahis konusu edilen bu nüshası, halen ali emiri efendi kütübhanesinde bulunduğuna göre diyebiliriz ki, mezkur eser, evvela seyyid mehmed ibrahim ve bosnalı aziz efendilerin malı olmuş; sonradan ali emiri efendi tarafından satın alınmıştır. istinsah tarihi ve müstensihi olmadığı içün, ne zaman ve kimin tarafından yazıldığını bilemiyoruz. ancak, bayezid devlet kitablığında bulunan nüshaya nazaran, bazı yerlerinde satır atlamaları bulunduğunu ve bir çok kısımlarında da imla hataları ve bilhas sa nokta eksikleri olduğunu tesbit etmiş ve bunları da, üzerinde çalıştığımız metnin notlar kısmında, nüsha farkı olarak göstermiş bulunuyoruz. diğer tarafdan, bizim üzerinde çalıştığımız son kısmı ihtiva eden, ayni zamanda, mezkur eserin, istanbul'da bulabildiğimiz üç nüshasından birini teşkil eden bu nüsha olduğu içün, metnin tamamını, bayezid devlet kitabhğındaki nüsha ile karşılaştırdık ve nüsha farklarını da işaretile notlar kısmında gösterdik. istanbul, fatih millet kütübhanesi, ali emiri efendi, tarih kıs mı, nr. 'de kayıdlı bulunan yazma ise, şem'dani zade fındıklı'lı süley man efendi'nin mür'i'ttevarihi'ne. ait bir başka tertibdir. çünki bu nüsha, mür'i'ttevarih'in diğer nüshalarından tamamen ayrıdır. süleyman efendi, bunu daha evvel, yani istanbul kassam katibliği sırasında, takribenseneleri arasında hazırlamıştır ve senesi olaylarile baş layıp, senesine kadar geldiği halde, tamamıvaraktır. mese la, diğer nüshalardan farklı olarak, senesi vuku'atı bir sahife, seneleri olayları dahi yarımşar sahife içinde anlatıl mıştır. sahife kenarlarına ise, ilaveler yapılmıştır. daha sonraki seneler içün de, umumiyetle bir senelik hadiselere, bir veya iki varak ayrılmıştır, yani bayezid devlet ve topkapı hazine ile emiri, nr. lu nüshalara na zaran çok özettir. bu nüshaya, evvela müzehheb bir taç ve sahife kenarlarında altın yal dız çerçeve dahilinde muntazam şekilde başlanılmış, fakat bilahire bir çok çıkmalarla, sahife kenarlarına ilaveler yapılmıştı?. bu ilaveler bilhassa başdan ilkvarak ile sondan varaklar arasında çok fazladır. buna rağ men, emiri efendi'de bulunan nüshasında, hemen hemen, aynı devrin olayları, varak dahilinde anlatılmıştır. bu husus dahi bize, mezkur nüshasının ne kadar kısa ve özet olduğu hakkında bir fikir vermeye kafidir. diğer tarafdan bu nüshanın eb'adıxolup, her sahifesindesatır bulunmaktadır. ancak sondan beş varağın satır sayısı değişem 'dn iza d e süleyman ee n d i tarih i XXıX siktir. yazı nev'i ince ta'ıik kırması ve cildi ebru kağıddan yapılmıştır. ese rin l varağında mevcut, elfakir abdülhak reisü'letibbai sultanı, elkadıi askeri rumeli sabıka. fi ca. sene kaydı, bize bu nüshanın ki me ait olduğunu ve 'den önce yazılmış bulunduğunu göstermektedir. bu yazmayı daha sonra ise ali emiri efendi'nin elde etmiş olduğunu, muh telif sahifelerdeki vakıf mühürlerinden anlıyoruz. mezkur eserin baş kısmı şöyle başlamaktadır; XXX mm ünir ak tepe lyl c j cllııilüi tij Jif. y ti!. aji j s v x al. m oj. i v vc ı jjxl is iüa o zJi. j sonu ise: ijv Jjl Jil l. ll ifadesile hitam bulmaktadır. bazı sahifelerin kenarlarında da, müellifin ya zısı ile tashih ve ilaveler bulunduğu kayıdlıdır. ali emiri efendi kitabhğında olan bu nüsha, diğerlerinden tamamen ayrı, farklı ve çok kısa olduğu için, karşılaştırmalarda, üzerinde durulma mış, sadece, eserin evsafı tesbit olunmakla yetinilmiştir. bu nüsha, ankara, türk tarih kurumu kitabhğında, nr. da bulunmaktadır ve keçeci zade mehmed fuad paşa'nın torunu şurayı devlet maliye dairesi azalarından reşad fuad beyefendi'ninkütübhanesinde olan yazma mür'i'ttevarih'dn, ferid sağlam bey tarafından istinsah olunarak, türk tarih kurumu kitablığma hediye edilmiştir. bu nüshayı, ya milli. itim bakanlığı, tarihcoğrafya yazm alar kataloğu, fasikül ı, istanbul. mehmed süreyya, sicüli osmant, istanbul, ıv. ni reşad fuad bey nüshasını, istanbul kütübhanelerinde araştırmamıza rağmen bulamadık. ancak, tarih kurumundaki bahis konusu nüshanın, muharrem tarihinden başlayup, hicri senesine kadar gelen olayları ihtiva etmesi vesahife olması hususuna dikkat olunursa, bu nüshanın, mür'i'ttevarih'm son kısmma ait eksik bir nüsha olduğu, anlaşılır; ayni zamanda, fatih millet kütübhanesi, ali emiri, tarih kısmı nr. 'de bulunan mür'i'ttevarih ile büyük bir benzerlik için de bulunduğu görülür. mezkur d nüshası ile bu e nüshası karşılaştı rıldığında, senesi olaylarmın ayni şekilde başlayup devam ettiği müşahede edilir. bu bakımdan, d nüshası, tarih kurumundaki e nüshasına esas olan reşad fuad bey nüshasına dahi esas olmuştur diyebi liriz. ancak, d nüshasının sonu karışık olduğu halde, e nüshasına cedveller ilave olmuştur, yani sonu muntazam şekil ve tertibdedir. ancak eksik olması itibarile e nüshası üzerinde dahi durulmamıştır. yurd dışındaki nüshalar: yapılan araştırmalar sonunda, mür'i'ttevarih'm yurd dışında dahi üç nüshasına tesadüf edilmiştir ve bunlar aşağıya isimlerim yazdığımız kütübhanelerde bulunmaktadır. berlin, staatsbibhothek, ms. quart. berlin, staatsbibhothek, ms. Wien, nationale bibliothek nr. mür'i'ttevarih'in, berlin, staatsbibliothek ms. quart 'de bulunan nüshası, ikinci dünya savaşı esnasında, korunmak gayesile, tübingen devlet kitablığı'na nakledilmiş bulunuyordu. bu sebeple, yılında berlin'e yaptığımız müracaat üzerine, bize, tübingen'den, bahis konusu yaz ma mür'i'ttevarih'mbaş ve son kısmına ait dokuz sahifenin mikrofilmini gönderdiler. bundan dolayı biz de, evvela bize gönderilen bu parçalar ile istanbul'da bulunan nüshalar üzerinde çalışmalaf, karşılaştırmalar yaptık. bu hususta, ettore rossi, elenco dei m anoscritti turchi della biblioteca vaticana, vatican; ch. rieu, catalogue of the turkish manuscripts in turkish museum,; pertsch, berlin türkçe yazm alar kataloğu, berlin ; blochet, catalogue des manuscrits turcs, bibliotheque national, pa ris, gibi kataloklar üe franz babinger'in die geschicmsschreiber der osmanen und ihre erke, leipzlg, adlı eserinden istifade edilmiştir. bak. şem jdanizade süleyman ee n d i tarih i XXXı haziran 'de ayni konu etrafında daha geniş bilgi alabilmek ve mümkünse, nr. lu mür'i'ttevarih nüshasmm tam mikrofilmini elde edebilmek maksadile, ikinci def'a tübingen'e müracaat ettik. fakat bu def'a, bahis konusu yazmanm tekrar berlin'e gönderildiğini öğrendik. bunun üze rine mezkur yazma içün aynı hususları berlin devlet kitablığı'ndan yeniden taleb ettik. ancak henüz berlin'de arapça ve farsça yazma kitablar tanzim olunup yersizlik dolayısiletürkçe yazmalar, el'an depo vaziyetinde bulun duğundan, mikrofilm isteğimizin yerine getirilemiyeceği yolunda, yı lında cevap aldık, işte bu nedenle, biz de, nr. lu yazma mür'i'ttevarih hakkında, ilk elde ettiğimiz bilgi ve filmlerle iktifa etmek zorunda kaldık. bize verilen ma'lumata nazaran, nr. lu nüshanın başında ve lba varakları içinde, osmanlı padişahları ve osmanh sadrıazamlan ile şeyhü lislamları hakkında, bayezid devlet ve topkapı hazine nüshalarının so nunda gördüğümüz üzere, kronolojik bir liste bulunmaktadır. eserin esas metin kısmı ise, b varağından başlamakta ve varağında hitam bulmaktadu; yani mür'i'ttevarih'm tam bir nüshasıdır. b ve a varakları altın yaldız çerçeveu olup, bunlardan b varağı müzehheb tadıdır. diğer sahifeer, kırmızı ile çizilmiş ince çizgi çerçevelidir. her sahifedesatır vardır. müstensihi ve istinsah tarihi yoktur. baş kısmı, aynen bayezid devlet ve topkapı hazine nüshaları gibi, aşağıdaki şekilde başlamaktadır. keza ayni varakda, ifadesi, ve ifa desi, tarzında yazılmıştu; yani, bayezid nüshasına nazaran, noktalar yalnış yerlere konulmuş veya şeddeler iki nokta gibi okunmuş, bazen de arada kelimeler atlanmıştır. bunun gibi daha bir çok imla hatalarının bulunması keyfiyeti ise, bizde, nr. lu mezkur nüshanın sonradan ve acemi bir hattat tarafından yazıldığı kanaatini uyandırmıştır. bunlardan maada, bahis konusu nüshanın a varağında. durak paşa zade'nin isim yeri boş bırakılmış, buna mukabil, bayezid nüshasında bu boş yere, sonra dan bir başka imla ile said ismi yazılmıştır bak. vrk. yine aynı varakda her ne güne ifadesi, eksik olarak, nr. lu nüshada her gü ne şeklini almıştır. keza, bayezid nüshasında sadrıazam hazretleri her hizmetde bulunmağla her şeye ilmi yakinisi olduğu gibi. cümlesi, nr. lu berlin nüshasında her sile şeklinde yazılmıştır bak. vrk. ayrıca, boğdan voyvodası ligor 'un adı, bayezid nüshasında kötü bir imla ile yazıldığı içün, okunamıyarak, nr. lu nüshada befor şeklinde kayd olunmuştur bak. vrk. ; yine aynı yerde, menkabet , nr. lu nüshada menkıb sügur kelimesi nüfur ve lakin kelimesi de şeklinde yazılmıştır bak. vrk. . işte bütün bu ve buna benzer daha bir çok imla yanlışı örnek leri, bahis konusunr. lu berlin nüshasının imla hataları ile dolu oldu ğunu ve bu nedenle de, karşılaştırmalarda ele almaya lüzum bulunmadığını bize göstermiştir. berhn, staatsbibliothek, ms. numarada kayıdlı bulu nan yazma mür'i'ttevarih dahi, ikinci dünya savaşı sırasında, marburg şehrinde bulunan Westdeutsche bibliothek'e nakledilmişti. bu nedenle, yılında, berlin'e yaptığımız müracaat üzerine, bize, marburg'dan, bahis ko nusu yazma mür'i'ttevarih hakkında bilgi ile baş ve son kısmındansahifelik bir filim geldi. şem 'd an izad e süleyman e p e n d i tar ih i XXX yılında, aynı eser hakkında, marburg'dan tekrar tafsilatlı bilgi is tediğimizde, bu def'a mezkur yazmamavarak olduğu, türkçe yazmaların flemming tarafından, yeniden tasnif edildiği ve fakat bunların yer sizlik dolayısile depo halinde bulunduğu gerekçesile, eserin tamamına ait bir mikro filimi, ancak bilahire gönderebilecekleri yolunda, berlin'den, staatsbibliothek'den yeni bir cevab geldi. bu itibarla, yaptığımız çalışmalarda, eli mizde mevcut malumat ile yetinmek zorunda kaldık. yazma mür'i'ttevarih ile alakalı olarak, bize gönderilen mikro filimin baş kısmı. diye bir kaydı ihtiva ediyor. şeklinde başlamakta ve bilahire senesi olayları, yani köprülü mehmed paşa'nın çanakkale boğazı seferi anlatılmaktadır. ayni sahifenin altında, küçük ve beyzi şekilde, preussischer bibliothek yazılı bir mühür vardır. eserin baş tarafı noksan olduğundan, mukaddime ve tac gibi kısımlar yoktur. sahife kenarları dahi çerçevesizdir. ancak, konu baş lıkları vardır. yazısı gayet okunaklı nesih olup, diğer nüsha gibi imla hataları çoktur. her sahifesindesatır mevcutdur. eserin sonu, diğer yazmalar gibi. burada görüldüğü üzere, bahis konusu nüsha nın dahi istinsah tarihi belli değildir. yalnız, diğer nüshalardan farkh olarak, bu nüshanın müstensihinin ahmed rasim isminde bir katip olduğu kayıdlıdır. diğer taraftan, bayezid devlet kitablığındaki mür'i'ttevarih nüshası ile bahis. lu nüshaya ait ve elimizde mevcud fotokopi sahifelerini karşılaştırdığımız zaman, her iki yazmanın da metin itibarile ayni ol duğunu görüyoruz. berlin nüshası gibi, çeşidli imla yanlışları ve noksanlıklar çoktur. mesela, bayezid devlet kitablığı nüshasında durak paşa zade said bey yazılı olan bir yer diğer varafdan, yine bayezid devlet nüshasında her ne güne ifadesi, bu nüshada dahi her güne; şair menasıbdan ba'zısı tebdil ve ba'zısı ibka olundu cümlesi, bu nüshada sair menasıbdan ba'zısı ibka olundu şeklinde noksandır. ayrıca menkabet kelimesi, menkib; sügür kelimesi, nüfur revan, revani; lakin arzında yazıl mıştır. yani bu imla hatalarına bakılırsa, iki berlin nüshasında, hemen he men aynı yanlışların tekerrür ettiği veya biribirilerinden, yanlışlarıle beraber kopya edildiği anlaşılır. bundan dolayı, mezkur nüshayı dahi, diğer nüshalarla karşılaştırmaktan sarfı nazar ettik. berlin'de bulunan bu iki yazmanın tamamı elimize geçmediği içün, üze rinde daha fazla çalışma yapamadık. bulunan ve vefatı zeyneb sultan dermuharrem ve azli ilah, sene şeklinde başlayan yazma ise, mür'i'ttevarih adlı eserin çok eksik bir nüshasıdır. küçük kay narca barışına takaddüm eden olaylardan, senesi ortalarına ka dar gelen vuku'atı ihtiva eder. bu itibarla, fmdıklı'lı süleyman efendi'ye ait bahis konusu yazma, mür'i'ttevarih'm ancak son dört senelik kısmıdır diyebiliriz. diğer tarafdan bu yazma. eb'adında vesahife olup, her sahifesindesatır vardır. yusuf isimli bir katip tarafından istinsah edilmiş; yazısı nesih ve kağıdı koyu sarı renktedir. sahife kenarlan kırmızı mürekkeb ile çizilmiş ve başlıklar dahi kırmızı ile yazılmıştır. bu nüsha, görüldüğü veçhile, çok eksik bulunduğundan, karşılaştır malara esas alınmamıştır. netice olarak diyebiliriz ki, yukarıda zikrettiğimiz nedenler dolayısile, bayezid devlet kitablığı ve topkapı sarayı müzesi ha zine kitablığı ile millet kütübhanesi, ali emiri efendi kitablığında mevcud üç nüsha üzerinde durulmuş ve bayezid nüshası esas alınarak, diğer iki nüs ha bununla karşılaştırılmış ve aradaki farklar, not halinde, metnin sonunda gösterilmiştir. nehzeti padişah ve vüzera ve ricali devlet beüsküdar ve nasbı hıyam besahrai üsküdar, fi. muharrem ve kaimmakam şudeni ka pudan mustafa paşa ve vürudı haberi istilai kızılbaş bekirmanşahan ve hemedan der muharrem ve tebriz der saf er ve zuhurı fitne der istan bul, fi. rebi'ülevvel ve harik der tophane ve der kasımpaşa ve der balıkbazarı der istanbul ve der mahmudpaşa ve der narlıkapı ve vürudı haberi muhasarai revan ve inhizamı kızılbaş ve dcveti kaplan giray ez buruşa beistanbul ve haniyeti o ve kati şudeni rü'esai zorbaha ve hüsni tedbir der sarayı hümayun der cemaziyü'levvel. tecemmuı ba'zı zorbaha der meydanı lahm der ramazan ve ihracı sancağı şerif ve maktulii işan bemübaşereti veziri azam kabakulak ibrahim paşa ve vürudı elçiyi tahmasb şah beistanbul der zi'lka'd. izharı acz ederek za'ifane sulha talebden zarar: kırk iki sali evahirinde tahrir ettiğimiz vech üzre ibrahim paşa tahmasb'dan gelen elçi ile sulha nizam verüp habere muntazır oldular. vaktaki haber gelicek vakit geçdi, ortalıkda güft u gu çoalup bu kadar ehli islamı ibrahim paşa kızılbaş yedine verdi deyü aracif çoğaldığından ve acem'den gelecek haber' te'hir edicek acam'ın derununda mel'anet olduğu fehm olu nup vezir za'ifane suuıa talib olduğuna peşiman oldu. lakin ne fa'ide bu sulh sohbetile seraskerler yanmda asker kahnadı ve tahmasb bu vezirin vekarmm sahte olduğunu iz'an etti; ya'ni elçilere, hastane'ye vardıkda mü cevher kuşaklu içoğlanlan ile ve incilü mushaf kiseleri ve sa'atler ve döşe me göstermekle eslafda görülmemiş ünvan ve ihtişam nedir? bu defa elçiforma miz vardıkda dokuz seneden berü aldıkları memleketleri birden verüp sulha talib olmakla izharı aczini beyan nedir? dedi. vezir cemi' harekatı salifesine nadim olup heman kızılbaş memalikimize halidir deyü yöriiyiip hasaret etmeden takviyet verilmek labüd deyü muharrem'in sekizinde kapdan kaymak paşa'yı istanbul kaymakamı nasb ve bi'zzat padişah iran seferine gitmek üzre tuğlar üsküdar'a geçirilüp muharrem'in on sekizinde azim alay tertib olunup, cümle ocaklar ve rical ü nisa üsküdar iskelesinden ta sahra da mansub otağı hümayun'a varınca gece yansından berü halk izdiham üzre muntazır olmağla vezir sarayı hümayun'a gelüp her şey hazır ve vakti hareket geldi, sa'adetle buyurun deyü padişaha bildirdikde padişah üsküdar'a geçmekden istikrah ve feshi azimet buyurup bir kaç sa'at tereddüd ve nihayetinde fariğ oldum deyü kat'i cevab verdikde, vezirin dört ta rafı deniz olup bu hali pürmelali yeniçeri ağası'na bildirdikde, anın dahi aklı başından gidüp, böyle galebeliği dağıtmak kabil değil bir hadise zuhuruna sebep olur deyü bildirdikde damadzade hayrhah kelamım ıskerhen gidecek oldu. lakin sefer ga etmemekden zarar. padişah'ın içün yevmi müşaverede damadacem seferi içün üsküdar'a geçdiği: zade ebü'lhayr ahmed efendi gi bi ba'zı hayrhahanı devletin bu vakitde bi'zzat padişahın sefere gitmesini münasib görmediklerini yad edüp, bi'zzarure sancağı şerifi alup üsküdar'a geçti ve tertib olunan alayı azim ile üsküdar iskelesinden otağ'a teşrif buyurdu. amma padişah'm bu tered düdü şayi' olmağla halk sırren ve alenen veziri zemm ve kazf ettiklerinden vezir nice edeceğini bilemez oldu; ya'ni kah padişah sefere gitsün, kah burusa'da meks etsün kah üsküdar'da tevakkuf etsün ben gideyim; lakin şita gelmekle ben dahi haleb'de ya tokat'da kışlayım' ve zahire tedarik olun madan niçün hareket ettim deyü yine nadim olup, zahire ve mühimmat te dariki içün ben dahi üsküdar'da kalup, serasker irsal edelim dedi. lakin askeri ve rü'esa seferi sahih zannile malı olan harç etti; olmayan düyuna mübtela oldu. bugün yarın diyerek gurrei rebi'de kalkarız dediler, yine olmadı; yine bugün yarın diyerek, akibi mevlud'da denilmek le alem elem ve hayretde idi. ezin canib sulh temessükünü astane'den şah'a götüren şahısdan kağıdı tahmasb kulu nadir ali han ahz edüp, he nüz kağıd şah'a vasıl olmadan, kirmanşahan ve hemedan kal'alarm, kı zılbaş yürüyüp alüp, derununda olan müslimini esir ve mallarını ganimet edüp, tebriz'e gelecek oldukda, muhafız olan kara mustafa paşa sadnazamdan gelen mektuba binaen gece firar ve bedeli sulh olmak üzre tebriz'i da hi verdiğin tebriz'de olan müslümanlara acem haber gönderdikde, gerçi cem ü ntrak tepe behane ve mühimmat ve zahire ve askeri mükemmel ve feth olunca nice bin nüfus telef olmuş bir kal'a iken, bilaceng kızılbaş'a teslim olundukda, kızılbaş gelüp, askeri makülesin salıverüp nisa ve sıbyanını esir etmiş sadası istanbul'a şayi' oldukda bedhahlar, tebriz'den çıkanlar bizim ibrahim paşa ile da'vamız var diyerek, istanbul'a geliyorlar deyü muvahhiş eracifi pey da ettiler. ve ibrahim paşa'nın alibrahim paşa'mn etvarı: tın sarf edüp, tatyibi enam kasd ettiği etvarınm münkeratdan oldu ğunu ta'dad edüp, bu vezir miras yedi meşrebdir; gece ve gündüz zevk ve sürür icad eder ve kendünün ve müta'allikatmm safasına kana'at etmeyüp, halkı aldatacak şey lazımdır deyü idlerde atmeydanı ve sultanmehmed ve bayezid avluları ve yenibahçe ve yedikule ve bayrampaşa ve eyyüb ve kasımpaşa ve tophane ve sa'dabad ve dolmabahçe ve bebek ve gök su ve çubuklu ve beykoz ve üsküdar'da harmanlık nam mahallerde dolabar ve beşikler ve atlıkaraca ve samüsa'adei jıskdan zarar: imcaklar kurdurup, rical ve nisa mahlut ve kadıncıklar salıncağa binüp iner iken şahbaz yiğidler kadınları kucağına alup, salıncağa koyup, çıkarup kadınların salmcakda uçkurlan meydanda hoş sada ile şarkılar çağırt tığında nakısatü'lakl nisvan ta'ifesi ma'il olup, kimi zevcinden izin, kimi izinsiz izni amdır diyerek, seyrana gidüp ve cebren seyr akçası alup, olmaz ise talak taleb eder; mahkemelerde olan na'ibler zenana müsa'ade ile me'mur gibiler olmağla zevçleri tahcil edecek kelamlar ile karı karılığı ile seni iste meyecek, sen erliğin ile anı istermisin diyerek, tenfir etmekle, alakası olanlar deyusluğu kabulden gayrı çare olmamağla tatlik avratların yedinde gibi olup, ehli ırz diyecek her mahallede beş hatun kalmadı ve bu vezirin ule maya ve sulehaya ve ukalaya ve bahadırlara ve şeci'lere rağbeti yoktur; zira anlar bu misüllü etvara riza vermezler ve süfehaya rağbet etmekle süfeha, sulehaya adam demeyüp, istihza eder oldu ve padişahımız bu vezire gehnce on beş sene emri ma'ruf ve nehi ani'lmünker ile meşgul iken bu vezir pa dişaha dahi müsamaha ve müsa'ade ettirdi ve vezir yalılarda oturup fiske ile avratların yaşmağına fındık altını atmağla, avratlara bir güne yüz dahi verdi ve bir lale soğanını bin beşyüz kuruşa çıkardı ve lale çırağanları ve helva sohbetleri sebebine süfeha ve mudhikler ve serhoş ve sazende ve hanende makuleleri zillu'llahı fi'ıalem ve ba'isi nizamı alem olan afif ve nazif padişahımıza musahib oldular ve fukaranın hakkı taşrada icra' olunmamağla taşra ayanmdan gelüp fukara şikayet ve ihzarını taleb ettiklerinde ayamn elbette da'irei vezirden birine ta'alluku vardır; müddeiyi kayd ü bend şem;'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ile ahz ve mahallinde da'vası göriile deyü hasmı olan zalime irsal etmekle mazlumun da'vası lağv olduğundan başka hasmı diler ise azad eder, diler ise telef eder ve nemçe sulhunda müşavere olundukda ulema ve erkanı dev let tamişvar ve belgrad küffarda kalup sulh olmak münasib değildir dedik lerinde asker ita'atden çıkmış limaslahatin sulh olalım askere gereği gibini zam verdikden sonra düşmandan ahzı intikam edelüm deyü sulh oldu. ba'dehu askere nizam vermek şöyle dursun baki kalan nizamı dahi bozup nevicad ayin ve oyunlara ve küffardan ve kızılbaş'dan utanmadan ziyade ünvan ve haşmete mübaderet etti. halkın nizamında olan ezvacmı ve ta'am ve libaslarını başdan çıkardı ve yine zevk ve huzurumuza mani' olmasun deyü nice bin müslüman şehid olarak ve nice bin kise sarf olunarak feth olunan memleketleri kızılbaş'a verüp sulh talebettiğinden kızılbaşar devletin za'fma hami etmekle kuvvetlenüp hücum etti ve sulh olunur mü lahazası ile yeni feth olunmuş vilayetlere takviyet vermediğinden revafız gelüp cümlesini bilaceng ve bilazahmet ahz ettiğinden ma'ada nisa ve sıbyanı müslimini dahi esir etti ve sa'dabad: sa'dabad'ı abadan etmekle bina' olunan köşklerde olan i'lanı fısku fücura ruhsat verdi; hatta sa'dabad'ı bina' ederiken kereste ve ahcar nakli ne'meşgul olan payzenleri, yahudi avratlarına havale ve icrai mel'anet ettiklerini temaşa ettiğiçün çok zaman cuhud karılarına yahmı yaparsın, kazıkmı kakarsın, kuyumu kazarsın payzen çelebi deyü takılırlar idi ve cümle umur vezirin yedinde olup ulemadan ve ocakludan ve tarafı saltanatdan ta'arruz olunmadığından, da'iresine müntesib olanlar manii mu'ti bu da'iredir deyü sa'ir nasa hakaret ile nazar ederleridi. kendü müta'allıkları şöyle dursun müta'allıkmın müta'allıkları dahi laübali hareket ve sefihane hare ketle ukaladan meskenetlu adamları istihza ederleridi. hatta on iki sene sonra sadrıazam olan esseyyid haşan paşa'dan m enkul: ben devri ibrahim paşa'da üsküdar çorbacısı olduğumda, havassı mukarribinden sadrı rum feyzullah efendi'nin bir tazesi avüsküdari feyzullah e fendi: rat evine gireriken üsküdar'lı tecemmü' edüp, gulamı mezburu ahz ve darb ve şetm sadedinde olduklarında' cem'iyyeti def ve gulamı tahlis kasdile ellerinden alup, halkı teskin içün gulama biraz azar edüp, kollukda tevkif ettim ve kimin oğlanı olduğunu bilmedim. halk dağıldıktan sonra, oğlan karşıma gelüp, bak çorbacı, o herifleri niçün sopa ile döğmeyüp, bana azar ettin; hoşimdi deyüp, gittikten sonra bir dostumuz gelüp, başının ' varup, başıma gelen felaketi naki ve anın ta'limi ile arzı hal verüp, büka' ederek, elaman, meded müfti efendi merhamet edüp, telhisci'sini vezire gönderüp, üsküdar çorbacısı'nı incitmesünler deyü yeniçeri ağası'na tenbih olunması rica olunur deyü sipariş eyledi; vakta ki, telhisi paşakapısı'na vardıkta feyzullah efendi paşa'nın yanından çıkrmş, rast gelüp olmaya ki, bize müta'allık husus içün gelesin dedikde, telhisi arifane savuşdurup, risaletini tekmil ve çorbacı'ya emniyyet tahsil ettikden sonra civanı merkumun bir refikini bulup, ikiyüz kuruşluk bir şal ile gönlünü ele alup, banşdıkta, ta'limi civan ile iki tabla ala balık ve dört tabla şükufe ve dört tabla meyve ve bir tabla kaymak ve bir tabla yoğurt ile feyzullah efendi'ye varup, civanın delaleti ile damenini takbil ile giribanımı tahlis etmişidim. barii ta'ala gayyurdur. feyzalimin akıbeti harab olduğu. zullah efendi'yi on iki seneden bezalimin mazluma muhtaç olduğu: rü nefide za'if ve beni sadrı ali ile taltif buyurup, ıtlakı içün feyzul lah efendi şimdi bana arzı hal edüp, hali perişanını ve ihtiyacını beyan et miş. üsküdar çorbacısı ben olduğumu bilmem bilür mi? lakin bana layık olan afv edüp, ıtlak ettirmektir deyüp maltepe yahsına götürdüm deyü hamd ve şükr etmiştir. sa'ir mazlumini ve mağdurini var kıyas eyle ve sa'ir mukarribinin evza'ını dahi hisab eyle, bahusus ibrahim paşa'nın hemşehrisi başkapı kethüdası kara mustafa ve uzun abdullah mu'temed casusları olmağla', bir kimesnenin, bir kimesneye gayzi olsa, mezburlara varup, arzı rüşvetle takdirini rica etse, hemen kara mustafa ol kimesnenin yanına va rup, şunu kaldurun deyüp, muhzır ağa'ya gönderür, ister ise bir iftiralu soh bet ile i'dam eder; diler ise nefyettirür'; kimesnede niçün demeğe mecal ol maz ve padişahın bu vezire müsa'adesinden ve ekseri tebdil paşakapısı'na varup sohbetine temayülünden erbabı zeka meshurdur deyü cezm etmişleridi. bu padişahın' bu rütbe i'tibanndan bir ahed hilafında olamayup, hakkı söyler dostu kalmadı. istidracın hali ma'lum. ekber şehzade olan sultan süleyman, şevketlu peder, bu vezirin hyafı şer' edaları ve cümle umurı' devleti kendü da'iresine mahsur etmesi, hem kendüsüne, hem şev ketlu padişahıma, hem bize, hem devleti aliyye'ye yazık eder; zira padişahlara ve vezirlerine layık olan esbabı şeca'at ve alatı mehabet olup, gayyurlara ve yiğidlere ve ashabı me'arifden paktıynet ulemaya rağbettir; yoksa bunlar terk olunup lehv ü hava ile meşgul olmak ne demektir? dediği lağv olduğundan, paşa'nın karinleri ve müsahibleri semti müdaheneye zahib olup, her kelamını ve her etvarmı tahsin ederek, müeyyed minindillah zanşem 'd an izad e süleyman ee n d i takihi nı ile her umurunu isabet addezülali haşan e fendi: deridi. vaktaki istanbul kadılığın dan vakitsiz azl olunan zülali ha şan efendi devletin bu haline bakup, halkın vezirden nefretini gö rüp, sırren ve alenen zemm ve fasi olunduğun işidüp, bu vezir ile ricali gü le oynaya bu devleün izmihilaline sebep olurlar deyü söylediği, vezirinsem'ini kar' edicek, lisanını kat' ve zuhurı jitne: te'dib içün zülali çekmece kurbünde çiftliğine nefyolundukda bu mu kaddemedir beni bunda komazlar başımın tedarikini görmek lazım deyüp, ha'in arnavud cibilleti asliyesi üzre, hemşehrisi olup yeniçerilerde on yedinci'nin cema'atm yoldaşı ve kalyonlarda patorona'nın neferi olmağla patorna halil dedikleri habisi ve müderrisinden deli ibrahim nam zelili mahfi çağırup, akdi meşvereti fitne edüp jiih juil cüJl nassı şerifinden gafil ve i r i hadisi şerifinden atıl olup, ku ru yanınca nice yaş yanar demeyüp, nice bin nüfusun katline ve nice bin ırzın hetkine ve ibadullahm malının yağma ve telefine ba'is olmağla, tevarihde ismi meş'um ve rnüstekreh olacak karı nasavaba mübaşeret etmekle mesfur patorna kendi gibi on altıla'in ile rebi'ülevvelin beşinci hamiş günü duha vakti sultan bayezid'in kaşıkçılarkapısı'nda şer' ile da'vamız vardırdiyerek, bir bayrak çıkarup, müslüman olan dükkanları kapayup yanımıza gelsin, nidası ile bazaristan'avarup, bir kapısından girüp babı aherden çıktıkda, fesada meyli olanlar, eşkıyaya mülhak ola rak divanyolu'na çıkup şahrahdan meydanı lahm'e varınca kesret bulmuşlaridi; varup cebren meydan kapısın açtırıp duhul ettikleri gibi, bir bö lüğünü birinci bölüğün kazanını ihraca irsal ve bir bölük eşrar ile kendisi ağakapısı'na gelüp, mahbusları ıtlak ve kendülere ilhak ettiler. meğer bu gece yeniçeri ağası üsküdar ordusundan kapıya gelmişimiş. müdafa'a etmeyüp firar edicek, zorbalar yüz bulup karhaneli'yi dahi kendülere mülhak kdup, bir bölük la'in cebehane'ye varup, andan çarşıya gelüp, bitbazarı ile sipahçarşısı'nı yağma etmekle, bisilahları silahlandırup, kaput ve şalvar ve kılıç ve kalkan ve zırh ve piştov ve tüfenk ve harbe ve palyoş ve gaddara ve yatağan ve şal ve palaska ve vezne j sahibi olup, sarrachane'ye git tiler. çünki hüdusı fitneden bir kaç gün mukaddem müfti'ye ve ayasofya şsyhi'ne ve ortacami'e bıraktıkları tezkirelerde mahmudü'lfi'al padişah lazımdır deyü yazmışlar. bu esnahakk kelamı redden zarar: da herkesde havf ü hiras zahir ve hayran ve sergerdan iken ba'zı m ü n irak tepe fiayrhahdevlet mehmed kethüda'ya varup. efendim halkın ağzı yanlış, or talık zevksiz, alametler kabih, bir hadise zuhur etmeden halkın üsanını kat'edecek bir işe mübaşeret buyurun dediklerinde, iğzab olup, ünf ile şetm ederek, bu misillü kelam lisana alınır mı? ve hatıra getirilir mi? ve bu ihti mal varmı ki? cümle ricali devlet ve ocaklımız çırağımız ve her mahallede ve her köşede casuslarımız variken başkaldırmaya kimin canı var deyii i'tab ile hetki ırz ettiği içün ukala sükut ve yar ü ağyar zevallerine muntazır ol duğundan çarşılı iğmaz edüp, kolunuza kuvvet dediler; yoksa esnaf, dük kan kepengi şöyle dursun, tükrüğe boğarlardı. lakin vezirin lu'bu lehvden usanmadığından halk usanmıştı. bir ahed defi ile takayyüd etmediğinden, mesfurlar sarrachane'yi kapadup meydan'a vardılar ve bir bölüğü tersane'ye geçüp, zindanda ve çekdirilerde olan mücrimleri tahlis ve kendülere refik ettiler. meğer istanbul kayma kamı olan kaymak paşa bu gece seheri çengelköyü'nde bağı ferah tesmi ye ettiği beylerbeyi yalısı'na gitmiş, bu haber vasıl olıcak zorbalar korku su şöyle dursun, padişah ve vezir korkusu dahi kendüyü isti'ab etti. hemen istanbul'a geçüp, uzunçarşı'da dükkanları açın deyü zor etti. mümkin olmıyacak, üsküdar'a geçüp, vezire bildirdikde, vezir salıpazarı yalısı'na gelüp, ulema ve ocaklıyı cem'edüp müşavere ettikde, padişahın sarayı hümayun'a nakli tasvib olunmağla gece padişah sancağı şerifi alup, sarav'a teşrif buyurdukda cümle ulema ve meşayih ve müderrisin ve erkanı devlet, hacegan ve ağavat geçe tebdiii kıyafet saray'a cem' olup, gece sa'at sekizde hırkai şerif odası önünde meşveret olundukta, zülali efendi çiftliğinde menfidir, eşkıyaya karışmasın deyü saray'a getirüldü ve ertesi vezirin ted biri ile sancağı şerif çıkarılup ortakapı üzerine nasb olundu. aşçı ve hel vacı ve bostancı'dan' serdengeçdi tahrir ve cebehane'den esliha i'ta ve münadiler ile şehirli saray meydanı'nda sancak altına da'vet olundu. gerçi mukaddem tarihlerde böyle sancak çıkıcak müslüman olan sil gibi revan olarak, fi'lhal meydan malamal olur idi. lakin bu def'a halk bizar olmuş; ekserinin oğlu ve kızı azmış ve şehirlinin vezirden ve ricalinden i'lanı ısku fücur sebebine nefret nefretlerinden zarar; etmiş. ibadullahda deruni adavet peyda olmuş ve bunlara kemali rağbet ettiği içün padişaha olan halkın muhabbeti sihnmiş, cümle nas bunların zevallerini isterimiş ve acem'e ve afgan'a olan hasaretden ve anlara hasaret edelim deriken hazineleri telef, bahusus bin hazine değer anadolu' yu harab ve şeref ettikden sonra acem seferi safamıza mani' oluyor deyü bunca meşakkatle maük olunan yerleri birden vermeğe razı oldular. la şem 'd an ızad e süleyman ee n d i tar ih i kin açıkdan verilmez, kızılbaş gelüp sureta hücum ile almak lazım deyüp, kal'alarda olan müslimini habir dahi etmemekle vilayetler gittikden sonra ve top ve cebehaneyi kızılbaş aldıkdan sonra, ümmeti muhammed'in evlad ü iyalmin esir olmasım tecviz ettikleri içün nas deruni bunlardan nefret et mekle, saray'a gelmediler ve akalli kalil gelenler dahi vakti asirde dağıldıkda haseki ağa ile meramlarına müsa'ade olunur, cem'iyyetlerini dağıt sınlar deyü hattı hümayun zorbalara irsal olundukda, biz padişahımızdan hoşnuduz, devlete hiyanet edenleri, defter mucebince hayyen isteriz de diklerini haseki ağa gelüp vezire takrir ettikde, var padişaha dahi inha eyle demekle, padişaha dahi takrir ettikde, akşam olmağla sancağı şerif kaldırılup mahalline naki olundu ve paşalar arzağaları odalarında, ulema bos tancılar odalarında beytutet ve ertesi sebt günü sofada müşavere olunacakiken müfti efendi, seheri zülali efendi ile ayasofya şeyhi ispirizade'yi alup sa'ir ulemanın yanına gelüp, ben bu kadar zaman fetva vermişiken, eşkıya veziri ve ahbabını ve beni hayyen taleb etmişler; benim aksakalım kana boyanmak layıkmı deyü büka' ettikde, cümle ulema bizler cümlemiz helak olmayınca sana zarar ettürmeyüz dediklerinde, heman müf ti efendi cevaba muktedir olup, eşkıya'nın meramı yazdıkları tezkirelerden ma'lum ki, mahmudü'lfi'al padişah isterler nafile zahmetin ma'nası yok; sabah olsun padişahı hal' edüp, rahat olalım deyüp, şafi'i vakti namazı eda' ve umumen revan odası haricine geldiklerinde müfti efendi'nin bu kela mından cümle ulema, bahusus damadzade ahmed efendi mütehayyirler oldular ki, bu abdullah efendi burusa'dan azl olundukda vezirln himmeti ile cümlemize tercih olunup, sadrı fetvaya su'ud' ve on üç sene mesnedi fetvada mes'ud ve ni'meti padişahi hakkında meşdudiken bu küfranı ni'mete kavlen cesaretini ta'yib ettiler. bu hal şöyle dursun belki padişahın kıyamına bir ilaç bulunur idi. bunun bu hareketi erbabı şu'uru bişu'ur edüp, hali padişaha sebeb oldu. meğer mukaddem bir kaç def'a padişahı tenha buldukça ben gerçi vezirin çırağıyım, lakin vezir tadını azıttı ve zevk arariken, eski zevkleri kaçırdı. eğer vezir def' olunmaz ise cenabı sahibi salta nata dahi sirayet eder deyü bildirdikde, isga olunmadığmdan başka padişah bu kelamları vezire naki ettikde, vezir cümle işler yolundadır; bu fikirler fasid ve hayal ve muhaldir; esbabı zahir ile takayyüdümüzden havf ve hırasa müta'allik bir şey olmadığından ma'ada mukarribimiz olan erbabı ma'arifden dahi delaili nücumiyye muktezasınca hitamı zamanımız uzak tır deyü kendi aldandığı gibi padişahı zişanı dahi iğfal etti ve müfti'nin ken di aleyhinde olduğuna vakıf olup, müfti'yi tekdir iktiza etti; amma söz ve sav olup, külli kabayihim meydana çıkar deyü sükut ve ta'ziri bi'lkerem g mü n i r k t e p e tarikma gidüp, müfti'ye evvelkiden ziyade ikram ve tatyib ve tahbib etmişimiş. şimdi padişah bu ga'ile neden zuhuf etti dedikde padişahım ben seni iykaz ettim; lakin sen beni dinlemediğinden ma'ada, beni ibrahim paş.ı ya söyleyüp bana adavet ettirdin ve beni kazib ve ibrahim paşa'yı sadık addeyledin' deyüp kalbinde olan kederi izhar eyledi; yine layık olan padişaha kendüyü feda iken kendüyü sıyanet edüp padişahı feda eyledi. ezin canib revan odası önünde böyle mütehayyir aram olunuriken vezir gelüp ben şimdi ölümeri oldum, ancak padişahımızı halasa çare lazım deyüp, müfti efendi'ye padişahımız seni ve kapdan kaymak paşa'yı ve vezir kethüdası'nı azl edüp, nefy etti deyüp üçünü birden hasekilere teslim ve habs ettiler ve mirzazade efendi huzurı hümayuna getirilüp şeyhülislamlık verildikde kabul etmedikçe ibram olunup, kabul ettirildi. ba'dehu cümleyi padişah hu zuruna getirüp, eşkıyadan gelen defterde vezir ve müfti ve kapdan paşa ve sadrı rum feyzullah efendi ve vezir kethüdası ve başkapı kethüdası ve sa'ir vüzera. ve ba'zı ulema ile ba'zı rical dahi tahrir olunduğun gösterüp ge len kağıdın cevabı içün eşkıyaya selanik'den ma'zul imadzade'yi padişah irsal ederiken nihani veziri dahi feda edeceğini beyan ve cümlenin mu'tekidi olan yenicami' şeyhi seyyid mehmed' efendi'yi refik edüp ir sal olundu. gerçi eşkıya dahi hadden füzun cem'iyyet peyda etti. lakin huruc ale'ssultan töhmetinden ehli ırz olanların kimi hanesinde', kimi ahibbası hanesinde ihtifa edüp, ocakludan dahi bir ihtiyar ve bir çorbacı içleri ne karışmayup, içlerinde dahi bir müdebbirleri olmamağla nizamsız serserileriken çorbacılıkdan menkuben sarraçlık işleyen'mehmed'i bulup ye niçeri ağası ettiler ve yeniçeri efendiliği'nden müteka'id süleyman efendi' yi bulup, reisü'lküttab ve urlu çavuşu sekbanbaşı ve beytü'lmalci deli mustafa'yı kul kethüdası ve sahn müderrisi deli ibrahim'i istanbul kadısı edüp, üsküdar'a geçdiler ve orduda olan çadırları kaldırup, meydanı lahm'e nakletmekle meydanı yeniçeri ordusuna müşabih ettiler ve cumartesi günü bölük bölük zorbalar, rical ve kibar hanelerine gidüp yağma, hatta müfti abdullah efendi'nin dahi malını yağma ettiler vemehmed kethüda'nın ma lı cümle zorbayı iğna etmişiken dükkanlar açup talan ettikden sonra bir bölüğü gümrüğü yağmaya geldiklerinde bu abdi pür laksir'in pederi şem'darii zade elhac mehmed tokat bezirganlanndan olup, mesfurların güm rüğe desti draz edeceklerini te'akkül ve kendü serdengeçdi hey'etine girüp, bir kaç hemcivarını alemdar ve haseki suretine vaz'edüp, gümrükönü'nde cevelan ederiken bir kaç bayrak zorba gelüp, gümrük'e tasaddi edecek ol duklarında, bakayoldaşlar biz sizlerden evvel geldik, lakin fukaranın ve işem 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h i tüccarın gözü yaşlan ile ahlarını mülahaza edüp, meta'larma el uzatmaya ce saret edemedik, sizlere dahi layık görmem, işimiz rast gelmez deyü levendi ne cevab ile def' ve bir habbe zayi' olmamasına sebeb olmuş; hatta gümrük çü olan yeğen mehmed ağa ihtifa'daiken vakıf olup, sekiz sene sonra sadrıazam oldukda, pederi getirdüp, enva' ikram ettikde, hacı mehmed ağa ben seni ne zamandan berü severim, bilirmisin deyüp, bu maddeyi yad, me taı müsliminin selametine ve resmi gümrüğün zayi' olmamasına illet ol duğunu ve sadakatla cesaretini takrir etmiş. ve'lhasıl sebt günü eşkıya altunu fes ve kuruşu etek ile pay etmişler; hatta mehmed kethüda'nın hanesi etrafında' olan sokaklardan ertesi gün gelen geçen, kırk elli kiselik nukud devşirmiştir; yağma edenler den düşüp, uğur değildir deyü almamışlar ve yevmi mezburda kapı tashih ve serdengeçdi tahrir ederleriken' imadzade meydan'a vardıkda padişahımız her teklifinizi kabul etti; hatta ibrahim paşa'yı dahi feda edecektir. ancak ulemadan bir ferdin katline mesağı şer' yoktur. nihayet onların cezası nefy olunmaktır buyrulduğun ifade ve nasihat ettikde, razıyuz, ancak taleb ettiğimiz eşhası hayyen bize teslim ve mansıb ettiğimiz kimesnelere mansıb beratlarını i'ta ve içerüde olan zülali efendi'yi anadolu kazaskeri edüp, bize irsal buyursunlar ricasile imadzade'yi ve reis nasb' ettikleri süleyman ile bile sarayı hümayun'a irca' etmelerile, mezburan gelüp bu haberleri ve zülali bizim içün nefy olundu dediklerin bil dirdiklerinde, padişah hazz edüp, vafir altun verüp imadzade'yi nakibü'leşraf nasb eyledi ve madam ki ita'atden huruc olunmıya bir ahad mü'aheze olunmaz deyü ahd ü yemini havi tahrir olunan hücceti saray'da olan cümle ulema imza etmekle, mezbur süleyman efendi alup meydan'a götürdü. ak şam oldu, ya'ni pazar gecesi kızlar ağası gelüp ibrahim paşa'dan mührü al dı. ba'dehu ibrahim paşa ve mehmed kethüda ve kaymak paşa kapıarası'na habs olundu. ba'de'lışa alayköşkü tahtına zorbalar cem' olmuş deyü padişah'a haber verdiklerinde üçü birden boğulup cesedleri alayköşkü'nden ilka olunacak oldukda sokaklarda bir ferd yok, meğer kelamı merkum müfsid icadıimiş; telaş ile hakikat hale ittila' hasıl olunmadan boğulmuş bulundu; peşiman olundu, çare yok. ertesi öküz arabaları ile cesedler meydana isal olundukda mehmed kethüda'yı meydankapısı'na vaz' edüp, üç taşı bir yere getürsek, kah memşa olur, kah ocak olur demeğin cezasını buldunmu dediler ve kaymak paşa'yı horhorçeşmesi'ne bırağup, kah lale, kah oğlan çırağanı, kah avrat çırağanı etmeğin cezasını buldunmu de diler. amma ibrahim paşa'nın cesedini bilirleriken, tecahül edüp. kürkçü manol'u boğup cüssesini' bize irsal etmişler, biz ibrahim paşa'yı isterüz de m ü n te, ak tepe yü ibrahim paşa'mn meytini beygir kuyruğuna bağlayup, geri babı hümayun'a gönderdiklerinden dimağlarının fesadı bilinüp müftii ma'zul abdul lah efendi bozcaada'ya irsal olunup,'mühri hümayun silahdarlık'dan damad paşalık ile çıkan mehmed paşa'ya verilüp, hemen padişah şeyhülis lam olan mirzazade ile damadzade ve sadreyn efendileri yanma davet edüp, eşkıyanm beni istemediği ma'lum oldu; bana da gailei saltanatdan giran geldi; hatta üsküdar'da iken sultan mahmud'ı iclas murad etmişidim. mu kadder bu güneimiş. lakin bana ve evladıma zarar etmiyeceklerine, eşkıya beni inandırsınlar deyü ayasofya şeyhi'ni irsal edecek oldukda, zülali'yi refik taleb etmekle, zülali'ye anadolu sadareti ihsan olunup, irsal olundukda, anlara lazım olan padişahm tac ve taht matlubu değil; lakin bu kadar zaman imamü'lmüslimin olmuş zatı şerif hayatda oldukça hal' münasib değil, her ne kadar istemez ise biz anı isteriz, dini devlete muzır olan mukarribler mündefi' oldu demeyüp, muradınız hasıl oldu. padişah salta natdan kendisi fariğ oldu deyüp, zararları dokunmıyacağına yemin ettirüp, geldiklerinde, bari padişahımızın istifasından cümlesi mahzun oldu yollu ba'zı kelam lazımiken, pek memnun oldular deyicek, rebi'ülahir'in on doku zuncu isneyn gecesi sa'at üç buçukda padişah mabeynkapısı'na ku'ud ve sultan mahmud'ı getirdüp alnından takbil ettikde, ol da hi emmi büzürkvarı sultan ahmed hazretlerinin desti sa'adetini bus edicek, işaretlerine binaen, şehzadeleri dahi sultan mahmud'm destini takbil ve bi'at ettiklerinde, padişahı sabık şehzadeleri dahi sultan mahmud'ın destini bus ve bi'at ettiklerinde padişahı sabık evladları ile mekanlarına gittiler ve padişahı lahikhırkai şerifi ziyaret edüp, tahtına cülus ettikde hüddamı enderun ve saray'da bulunan ulema ve vüzera ve rical gelüp bi'at ve damenbus ettiklerinde seri sa'adetine sorguçlu destan giyin di ve harem'e gidüp, seheri yine çıkup salatı subhı hırkai şerif odası'nda eda' ve küçükimam olan pirizade mehmed sahib efendi ilim ve fazlına bina'en imamı evvel nasb ettikden sonra taşrada olan rical ve rü'esai eşkıya dahi da'vetle saraymeydanı'na geldiklerinde saray'da lağım varmış de yü zorbalar illet ettiklerinde valide cami'i şeyim emir efendi varup izalei şübhe etmekle silahlı adamlarile gelüp bi'at ettiklerinde cümleye emniyyet gelüp, ulema ve rical hane ve meydaniler meydana gitti. zılli bari, kutbü'larz tarihi cülus vaki' oldu ve ibrahim paşa eyyamında ihdas olunan bid'atler ve malikaneler ile sa'ir mezalim ref'olundu ve defterdar izzet ali bey, iffet ve istikametine bina'en azl olunmayup ibka olundu ve haremeyn müfettişi olup, vezirin ta'allukatından olan ekşiaş zağem 'dan izad e süleyman ee n d i tr ih i h de veli efendi'ye haleb kazası verilmişidi, ref' olunup ahere tevcih olunmağla veli efendi şe'ameti müdahaneye uğradı ve eşkıya mabeynlerinde kul kethüdası nasb ettikleri deli mustafa'ya iğzab olup, meydanda parala dılar ve yerine bir haseki'yi dahi kul kethüdası nasb ettiler ve cülusun beşenci cuma günü padişah kılıç kuşanmak için azim alay ile edimekap'ısı yolu ile türbei hazreti halid radiyaallahuanh'a varup şemşiri fahri alem sallallahu ta'ala aleyhi ve sellem'i meyanına bend edüp avdetle yine edimekapısı yolundan istanbul'a dahil olup, ebü'lfeth rahmetullahualeyh cami'inde cum'ayı eda edüp saray'a teşrif buyurdu; hatta serdengeçdiler' alaya atlanmak murad ettikleri içün vezir bisatı ile atlar donadub göndermişidi. mesfur serdengeçdiler, onar nefer hasekileri ellerinde hıştı padişahı muhafaza suretinde, alaym sağ ve solunda güzer etmişleridi; kerem me'mul ederiz demelerile serdengeçdilere hil'at ilbas olundu ve cülus gecesi eşkıya tarafından ayasofya şeyhi gelüp saltanatdan ferağınıza hazz ettiler deyü sul tan ahmed han hazretlerine kelamı baridi tekellüm eden ispirizade ahı serdi sultani'ye uğrayup, haftasına varmadan vefat ettikden sonra nesli dahi münkariz oldu. yerine köse süleyman efendi ayasofya şeyhi olup, arabzade sultanahmed cami'ine, yenibahçelizade efendi süleymaniye'ye ve amasyalı ali efendi sultan bayezid'e, hızırzade haşan efendi sul tan mehmed'e ve himmetzade abdüssamed efendi selim'e' ve esseyyid mehmed efendi eyyüb'e ve kıbrısi efendi validecami'ine silsile ile şeyh oldular ve başkapı kethüdası kara mustafa ile refiki abdi'yi eşkiya bulup katı ettiler ve ba'dehu teva'ifi askeriyyeye cülusiyye verildi. hatta meydanı lahm'de zorbaların tashih ettikleri cedid esamelere dahi bir olkadar cülusiyye verilmişiken, üç bin müteseyyide sandalcı arab nakib olup, gümrük'den onar akçe vazife ta'yin ettirdiğine kana'at etmeyüp, anla ra dahi cülusiyyeden bahşiş aldırdı ve vak'anm on üçüncü gününe gelin ce, bezestan ve etrafında olan dekakin eşkiya havfinden açılmayup eşki ya dahi amellerinin cezasını bulmak havfinden dağılmaz idi. eğer cem'iyyeti dağıtup, bir dahi şer'e ve kanuna muhalif hareket etmezseniz güzeşte cera'iminiz afv olundu deyü, hüccet ve hatt zorbalara gönderilüp. şeyhülislam da hi tekeffül etmekle, meydan'dan çadırlar bozulup ortalarına yerleşdiler ve akıllıca olanları eline giren mal ile sılasına sefer etti ve bazaristan açıldı ve rum'dan ma'zul feyzullah efendi ve büyük imam arabzade abdurrahman efendi ve müverrih raşid efendi mehmed kethüda'ya ve ibrahim paşa'ya kemali ittisalleri olduğu içün halk kendülerinden nefret etmekle her biri ittisali mikdarı devletden teb'id olunup, birer cezireye nefy olundu ve on iki seneden berü reis olup, umurı seferiyye ve hazeriyyeye vakıf olan mü n i r k t e p e üçanbarlı deyü ma'ruf olan mehmed efendi cülusda azl olunup, defteremini nasb olunmuşidi. lakin ibrahim paşa vaktinde olan safalara reis olmağla lisanı nasa düşmüşidi. bir kaç şakı gelüp vezire nefyettirdüklerini muslu beşe haber alup, ben' anın hanesini yağma etmişidim; anların haddimidir ki, benim hanesini yağma ettiğim adamı nefyettirmek deyü vezire gelüp, anlara rağ men ıtlak ettirdi ki, henüz bozca ada'ya vasıl olmamışimiş, halas oldu; huluslu adam imiş ki, düşmanlar biribirilerine mu'anz olup, bilame'mul ıtlak olundu ve cülusun on beşinci günü zorbalar talebi ile cedid ve atik esamelere iki kist ulufe verildi. gerçi bu ulufeye ve cülusiyyeye kati çok akçe telef oldu; lakin ibrahim paşa'dan nakden çıkan iki bin beş kise ve mehmed kethüda'dan yirmi üç bin üç yüz on kise ve kaymak paşa'dan üç yüz altmış beş kise, vezir etba'ile ba'dehu kati olunacak eşkıya muhallefatlarından bin üç yüz yirmi yedi kise ve babı hümayun'da bey' olunan eşya ile emlak sümününden bin on üç kise ki, cem'an yirmi dokuz bin beş yüz otuz kise defterdar eline girüp cülusiyyeye ve ulufeye ve sa'ire sarf olunmuştur. meblağı mezkurdan ma'ada içhazine'ye dahi cevahir ve nüküd alındı ve eşkıyanın altunu fes dolusu ve beyaz akçeyi damen damen iktisam ettikleri dahi miriye kabz olunandan ziyade olmağla açgözlü eşkıyayı iğna etmiştir. bak maktüllerin devletine ve iddiharına. gerçi zahir ibrahim paşa'dan çıkan, meh med kethüda'ya nisbet akalli kalil, lakin ibrahim paşa'nın ahzı, mehmed kethüda'ya nisbet üç kattır. amma mehmed kethüda imsak edüp, ibrahim paşa bezi ve israf ettiğindendir ve bu ibrahim paşa'nın vezaretle sadırda meksine ba'is sehasıdır ve hilm ile afv sahibi olup, ba'zı kere tah minden artık lütuf ve ihsan etmiştir ve istanbul'da ve taşrada hayratı çok tur. istidracları müsa'adeli olmağla ma'denler sabıkından on kat ziyade zuhur etmişdir. lakin vüzeraya lazım olan nizamı alemi yalnız germe kasr etmeyüp bir elinde altun ve bir elinde kılıç ve başında kitab olmaktır. canibi merhameti tercih ederek siyaset merfu' oldu; ya'ni mizacınca olanlar mu'azzez ve mükerrem olup, hilafında olanlar mahrum olmağla, herkes hila fında olmaktan hazer edüp, kerem ümniyesils meşrebince harekete sa'y eder oldular. gerçi kütübi fıkhiyyede' siyasetin başka babı ve faslı yok tur. lakin bila garez vela ivaz nizamı alem içün bir şehir halkının sülüsünü katı etmekden asim olmayup me'cur olunur. ulu'lemr olanlar bu dakikadan gafil olup, kan dökmekden kaçındığın eşkıya bilmekle alem fesada vararak bu fitne zuhur etti. bir dahi mansıbı vezaretin mümted olmasından ya'ni on üç seneden berü bila azl vezaret ederiken padişah'dan varid olan hatlarda hakkta'ala seni benden ve beni senden ayırmasın deyü tahrir olunduğundan, ş e m 'dn ı zd bs ü l e y mnee n d itr ı h ı bu vezir içün azl yoktur deyü mansıb talebinde olanlar ve talibi mansıbların müta'allikatları azm ve cezm edüp, bir veçhile bu vezire azl yok ve mansıblarda devran eden ancak vezirin müta'allikatı olrnağla mansıb taliblerine ye'si külli gelüp, vezirin zevaline ilaç kaydında olurlaridi; hiç olmaz ise halka nefret verir kelam ilka' etmekle fitne zuhur etti. eğer selefde ebü'lfeth'in veziri mahmud paşa ve sultan süleyman'ın veziri makbul ibrahim paşa on beşer sene vezaretleri mütemadi oldu denilir ise, anlar da akıbetin de maktuldür. eğer tavil mehmed paşa ile köprülüzade ahmed paşa dahi on beşer sene ila vefat sadrıazamlık makammda ka'im oldular denilir ise, tavil'in eyyamı sadaretinde üç padişah tebdil olmağla alem tecdid oldu ve köprülüzade bir yerde mukim olmayup, ömrü seferlerde fütuhat ile geçüp rakid durmadığından idi. zira külli şey'in hayatına sebeb olan su dahi rakid dursa ta'affün eder. bu sebebden fitne zuhur etti; yahud bu acem seferini ukala tecviz etmedikleri içün açmamak gerekidi. çünki açdı, binefsihi ya kendi, ya padişah eslaf padişahları gibi bizzat sefere gidüp, canibi iran'a nizam vermek gerekidi. atalardan kalma sözdür, akçeyi kazanmak asan, hıfzı müşkil dedikleri gibi, ahz olunan büldanı hıfz edemeyüp düşman istila' ettikde, müslümanların telef olması ya'ni feth olunca telef olan müsliminin akraba ve ta'allukatına istilada helak olan müslimini müslimanın akraba ve ta'allukatı karışup kimi oğlum ve kimi babam ve kimi karındaşım ve kimi emmim ve da yım deyü feryad edüp zayi' olmalarına vezir sebeb oldu dediklerinde bed hahlar fursat bulup, bu seferi vezir halkı kırdırmak içün açdı dedik leri haliyü'zzihn avamı nasm sem'ine girdiğindendir; yahud acem seferi zuhurunda moskov keferesi sulhı müebbedi fesh lazım olur, zira bizim şehzade tahmasb ile ahdimiz vardır. şemahi ve şirvan ve giylan ve cemi' sahili bahri hazer benim olacak dedikde, ibrahim paşa moskov sulhu bo zulmasın, zevk ve rahatımıza mani' olur deyüp, ehli sünnet ve'lcema'atdan olup ali osman namına hutbe kıra'et etmekle, ali osman'a iltica etmiş şemahi ve şirvan ehalilerinin ekser diyarlarını' moskov'a verdiklerinde şirvanı'ler, aman bizimali osman'a ilticamız acem'den reha içün iken, bizi moskov gibi kafire verüp cami'lerimizi hedm ettirmek olmaz; geçdik bize sahib olmanız lazım değil, biz moskov ile muharebe ederiz dediklerinde, ib rahim paşa moskov incinmesün deyü zikr olunan yerleri verün deyü ibram ve üzerlerine azim asker ile serasker ta'yin ettikde şirvani'ler, yalnız moskov'a cevab vermek bu anacek kabil olmuşidi. lakin şimdi ali osman ile mos kov'a birden cevab mümkin değil dedirüp, kırım hanı gibihanları olan elhac davud han, dindar olduğu içün azl ve mevtinecek rodos'a nefy ve m ünir ak tepe mülayemetle ma'ruf olan sürhay'ı han nasb edüp, hahnahah moskov'ın matlubu olan yerleri küffara verdiklerinin şe'ameti yollarına geldi. gerçi bu vak'a zuhurunda def'i asan idi. bu isaet sebebine basiretleri bağlanup, ahkemü'lhakimin olan gayur allah celleşanuhu tedbirlerini mu'attal eyledi. vakı'ada ibrahim paşa'nın zevk ve sürura mani olmasm deyü, ibtida moskov ile müebbeden sulh olayım deyü selabeti dini feramuş edüp envaı züll ve hüsranı irtikab etmesi, ba'dehu bu maddede şirvani'leri tahkir ve moskov'm takviyetine ba'is olması, ba'dehu tatar'ın burnu kınlsun deyü moskov'a yüz verüp, tatar'ın za'fına sebeb olması, kendinin akıbetini böyle ettikden sonra, kırk dokuz salinde ve seksen üçsenesinde, moskov'ın galebesine ve devleti aliyye'nin şan ve şev ketinin inkisarına badi oldu jc. haremeyn muhasebecisi osman efendi, valide sultan kethüdası oldu ve vak'ada vezir ket hüdası olan niğdeli ali ağa, piri vakur olup, serdengeçdilere mudara et mediğinden eşkıya talebile azl olundu ve canım hoca bahadır adam olmağla. devlet hastane'ye getürmeye bahanecu iken, eşkıya canım hoca getirülüp kapdan paşa nasb olunsun demelerile, hasal elmatlub denilüp, ıtlak olunup, hastane'ye geldikde, kapdan paşa nasb olundu. ve sultan mustafai sani asrında üsküdar validesi hatibi salih efendi, hoş sada olmağla hünkarimamı olup anadolu payesini ihraz edüp, devri ahmed hani'de pa yesi haleb rütbesine tenzil olunduktan sonra mekke kadısı ba'dehu yolu ile istanbul kadısı, ba'dehu anadolu kazaskeri, ba'dehu rumeli payesi verilmişidi. işbu tarihde vefat etti ve eşkıya kendülere melce olmak da'iyyesile bursa'da menfi olan kaplan giray han'ın'tekrar han olmasını taleb etmelerile getirülüp han nasb olundu. bu esnada patoma arnavud ha lil hemşehrilerine ikram diyerek hayatda olan adamların, timar ve ze'ametlerin ve tevliyet ve mukata'alarm çalup tevcih ettirdiklerinden başka, bir kasab yazıcısı kefereyi boğdan voyvodası ettirmek ve ba'zı ricale seni azl ettirirüz deyü tahvif ile mallarım almak ve ma'zullerden rüşvet alup ibram ile mansıb ettirmek ve ocak'dan merdud çarşıda pişmiş kahve satan muslu beşe'yi ibtida' yeniçeri ağası'na kethüda edüp, 'sakal salalı kırk gün olma mış habisi getirüp kul kethüdası ettirüp, istanbul kadısı nasb ettikleri deli ibrahim'e kırkdokuz cema'atın kışlasını mahkeme ittihaz ettilerve deli ibrahim'in cariyesi bu esnada vazı hami ettikde, cümle kibara, ta valide sultan'a varınca şerbet göndermek gibi edebsizliğe cesaret ettiklerinde. padi şah ve vezir iğmaz ettiğinden cümle umura müdahale ederek, devlete istua ettiklerin padişah görüp deflerine niyyet buyururidi. lakin vezir taşra umurunu bilmez, henüz içeriden çıkma olduğundan eşkıyadan havf edüp ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h ı mahzur beyan ederidi. amma vafir zamandan berü darü'ssa'ade ağası olan hacı beşir ağa ukaladan olmağla, ukalayı bulup, rağbet eder olmağla eşkıyanm i'damının uhdesinden gekabakulak ibrahim paşa: lür adam tecessüsünde olup, sabıka mısır valisi sadrı esbak mehnied paşa'nın çok zaman kethüdası olup, mısır beylerinin isyan edenlerini ve çerkeş mehmed bey'i baba oğul olarak, ba'dehu cesareti fir'avn gibi he rifleri izale eden kabakulak ibrahim ağa, çerkeş'in malını kabza gelen yirmisekiz çelebi ve efendi ile devlete biner kise akçe irsal ettikde meblağı mezbur hastane'ye gelicek, ibrahim paşa kabz, fakat yüz ellişer kisesini hazinei hümayun'a teslim etmiş. padişah niçün mısır' dan akçe az geldi dedikçe, efendim kabakulak dedikleri herif kabz etmiş, ihzar olunsun, geldikde kabakulak'ı dahi i'dam etmekle küuiyyetlü mala malik olduğun bilüridi. bu takrib cümle malınıdahi almak kasd etmişidi. ve'lhasıl ihzarma giden mübaşir semerei sadakat: mısır'dan ibrahim ağa'yı alup sefine ile izmir'e ve izmir'den mihalıc'a geldiklerinde, istanbul'da fitne zuhur etti haberi vasıl olıcak, hanesini siyanet içün mübaşir hastane'ye gidüp, ibrahim ağa sadakatına bina'en firar etmeyüp kaviyyü'lkalb hastane'ye gelüp hanesinde ihtifa' etti. eğer ibrahim paşa bir kaç gün sadrında sağ kalsa kendüyü i'dam edeceğine vakıf oldukda, hüda'nın hikmetine ta'accüb ve yüzünü yerlere sürüp hamd ve şükür ederiken kızlar ağası'nın mütecessisleri kabakulak'ın hhastane'ye geldiğin duyup, eşkıya i'damma mısır'da çok san'at icra' etmiş bahadır adamdır, me'mul ki bu karın dahi uhdesinden gele deyü ta'rif ettiklerinde. kızlar ağası kabakulak'ı mahfi getirdüp bu ga'ilenin define çare nedir deyü istintak ettikde, mümkündür, lakin nabzı aleme aşina bir kaç sahibi şu'ur adama muhtaçdır dedikde, uhdesinden geleceği kelamından fehm olunmağla, paşakapısı'na varup gelmeğe vesile olmak içün hünkar kapıcılar kethüdası nasb ettiklerinde, gelüp vezir ile ba'dehu tatar han ile sohbet, ba'dehu ehli tevarihden defterdar izzet ali bey'i ve vezir kethüdası mustafa bey'i dahi mahrem edüp eşkıya ref'ine bir kaç tarik buldular. lakin ocaklu'suna izale ettirmekde rahat mülahaza olunmağla erbabını tefahhus ederiken patoma'nın ortası çorbacı'sı olup, sadakatinden naşi ihtifa' eden pehlivan halil ağa'nın bu eşkıyanm izalesi bana sipariş olunsa ben uhdesinden geliridim dediği vezir kethüdası tarafından haber almdıkda, kabakulak mesrur olup, bu esnada vezir valide sultan'a cariyeler almakda olmağla halil ağa'yı esirci kıyafetinde bir kaç cariye ile ve münir ak tepe zir getirdiip, tenha cariyeye bakmak suretinde halil ağa ile sohbet ettiğine vezirin etba'ı dahi vakıf olamadı. mu'temed yoldaşlarımdan biraz adam kola almak için beş bin altun taleb etmekle vezir teslim etti. oldahi odabaşısı deli haşan ve ömer efendi ve sa'ir mu'temed ve emin ve pehlivan ve bahadır otuz yit tedarik eyledi ve eşkıya kahrını ibtida' ağakapısı'nda edecek oldular; ba'dehu mülahaza zımnında paşakapısı'nı münasib gördüler. bu esnada nefyiden canım hoca gelüp, kapdan oldukda, eşkıyaya sahib olmak suretinde kopduğundan, eşkıya rizasında idi. kabakulak, canım hoca'yı dahi mahrem edicek, eşkıyayı saray'a götürmeyi boynuna aldı ve emirü'lhac'lık sohbetile rumeli'den muhsinzade abdullah paşa'yı dahi hastane'ye getirdüler ve bu eyyamda patorna üç tuğ talebinde olmağla, acem hususu müşaveresi sadedi ile tatar han ve vezir ve ulema ve canım hoca elhac mehmed paşa ve hafız ahmed paşa' ve muhsinzade ab dullah paşa ve ocaklar ağaları ve zabitleri ve eşkıyanın re'isleri paşakapısı'nda müşavereye cem' ve biraz mükaleme olunur iken tatar han bu ma kule emri azim bir kerre mükaleme ile olmaz herkes kendü kendüye müla haza etsün bir dahi cem' olunsun deyü meclisi dağıttı ve eşkıyanın şübhesi za'il oldu. ba'dehu zülali efendi yalnız tatar han'a gelüp vezir ve şey hülislam ve kızlar ağası azl olunup, taşradan beylerbeyi mustafa paşa mühre gelince, hafız ahmed paşa kaymakam olmasını meydan ağaları niyaz ederler, zira bunlardan emniyyetleri yok; eğer müsa'ade olunmaz ise fitne zuhur eder, sizdahi bunların azline sa'y edin dedikde, han hazır cevablık edüp patorna buraya gelsün, meramı eyüce söyleşelüm demekle, pa torna dahi geldi. rey ettiğiniz hususlar cümle münasib, lakin padişahın si ze i'timadı var; her ricanıza müsa'ade ederiken cem'iyyet peyda edüp namı nızı zorba etmek layık değil, elbette bugünlerde müşavere içün cem'iyyet olunacak, ben cem'iyyeti mezkuru huzurı hümayuna kaldırırım, siz dahi bi'lmüşafehe padişah'a söylersiz, ben de sizi tasdik ederim deyü iskat ve tekrar fitne hüdusundan men'etti. ba'dehu han, kabakulak'ı çağırup ya rınki gün müşavere deyü cem' olunup eşrann ihlakine acele olunsun de mekle, cümade'lula'nın on dördüncü sebt günü paşakapısı'nda müşavereye cümle erkanı devlet, ta mekke ma'zullerine varınca ulema dahi da'vet olundukda, pehlivan halil ağa te darik ettiği otuz iki dilaveri paşakapısı'nda çinilioda'ya gece vaz' ertesi erbabı müşavere cem' olzorbalar kahrolunduğu: dukda, patorna matlubu olan ru meli valiliğini irad ettikde, vezir kürk giydirecek oldukda, senin kürkünü giymem deyü izharı gayz edicek, forma ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h ı han hiilasai müşavere padişah huzurunda hatm olunup, fatiha kıra'et olun sun ve siz dahi kürkü huzurı hümayunda kabul eyleyin deyicek, cümlesi tasvib edüp, babı hümayun'dan sarayı hümayun'a duhul ettiler ve pehlivan ağa, dilaverlerile birer ikişer, soğukçeşme kapısı'ndan sofabekçisi odası'na isal ve şair eshabı müşavere saray'da arslanhane ta'bir olunur odaya cem' oldukda, padişah, harem'den sofa'ya çıkup han ile müfti'yi yanma getirdikde, vezir, pehlivan ağa'ya işaret, oldahi kafadarlarile gafleten odaya girüp mütecahilane. yeniçeri ağası dedikleri herif kimdir de yicek, patorna kıyam edüp, palasını çeküp hücum edeyim deriken. pehli van ağa sarılup, yere yıkup kati ederiken, yeniçeri ağası ve muslu sıçrayıcak hazır olan dilaverler üşüp üçünü kati ederleriken, odada olan ulemanın bu işden asla haberi olmamağla hayret ve haşyetle pencerelere gizlendiler. ve'lhasıl iaşeler odadan kaldırılup, cümle huzzar huzurı hümayuna varup, tebriki gaza ettiklerinde, cümlesini ku'ud ettirdikde, zorba serdengeçdilerinden on kişi arzkapısı haricinde tevkif olunmuşidi. heman arzkapısı ile ortakapı kapanmağla bunlara buyurun hil'at giymeye diyerek, arzkapısı'ndan içeri alınup, hil'atlar ilbas olundukda, mezkur dilaverler ile ba'zı bahadır içağaları gelüp, serdengeçdileri kati ettikden sonra, babı hümayun dahi sedd olundukda, babı hümayun ile ortakapı mabeyninde kalan zorbalar ve alemdarlar ve hasekiler'den akılhlan, üzerinden alat ve libasını atup seyirci güruhuna karışdı. kıyafetile kalan ahmakları yetmiş ki şi bulunup, ahz ve bostancıbaşı habsinde kati olundukda, enderun'da' kati olunan, rü'esalannın on sekiz laşesi, babı hümayun'dan dışarı, çeşme önüne ilka olunup, der'akab bir kıt'a hattı hümayun bezastan'a' ve bir kıt'a sarrachane'ye ve bir kıt'a yeniodalar'a irsal olunup, benim ocaklu kullarım mu'temedimdir, içinizde yaramazı komayup, kanun üzre yeniçeri ağası'na ita'at edesiz, sizi allahüte'ala'ya emanet eyledim, deyü tahrir olundu ve muhsinzade abdullah paşa yeniçeri ağası ve pehlivan ağa kul kethüdası ve canım hoca kapdan paşa ve sa'ir erbabı manasıba ibka hil'atlan ilbas o l u n u p' vk 'ada sadrı, anadolu olan zülali ile istanbul kadısı olan deli ibrahim, bostancılar'a kaldırılup i'dam olundu ve salim efendi sadrı anadolu' ve nuhzade bekir efendi istanbul kadısı nasb olundu ve miri alem derviş mehmed ağa'yı zorbalar' çavuşbaşı ettirmişidi'; eşkıyaya casusluk ettiği zorba tarafım meyi ve i'anet etbilinüp, oldahi bostancıbaşı habmekden zarar. sinde i'dam olundu; hatta bu gune'paşakapısı'ndan sarayı hü mayun'a gidilüriken, derviş ağa'nın ademisi, patorna'ya bir kağıd vermiş. m ünir ak tepe patorna katlinde cebinde bulunmuş ki, sakı'nup saray'a gelmeyesin, iş yanlıştır, deyü yazılmış ve derviş ağa imzasile idi. amma eceli gelmiş, kağıda nazar etmeden saray'a gitmiş; bundan sonra dahi bulunan zorbala rın kimi zindanda ve kimi boğazkesen'de ve kimi seddü'lbahr ve sakız'da ve ba'zısı nefy olundukları mahallerde' bir iki bin şahıs itiaf olundu. mezbur kabakulak ibrahim ağa, kabakulak ibrahim paşa: köprülüzade şehid' mustafa paşa'nın iççuhadarı, ba'dehu hacegan'dan piyademukabelecisi iken şeca'atine bina'en şehid ali paşa iki tuğ vermişdi. ba'dehu ref' ettirüp, sadrı esbak nu'man paşa'ya kethüda olup, bos na'da yararlıklar vücuda getirdi. ba'dehu nu'man paşa fevtinde mısır va lisi, yine sadrı esbak mehmed paşa'ya devlet tarafından kethüda nasb olu nup, iklimi mısır'ı firavn gibi muhtel eden çerkeş mehmed bey gibi ha bisi, hakimane tertib ile kahr ettiği pesendidei avam ve havass olmuşidi. bu fitne hüdusu akabinde hızır gibi islambol'a erişüp, bervechi meşruh i'damı eşkıyaya muvaffak olduğu için üç tuğ ile haleb verildikde sadrıazam mezburu kendüye rakib addedüp acele üsküdar'a geçirmeye sa'yi ettiğinde dev letin hayırhahları padişah'a gerçi sadrıazam sadık kulundur, lakin öm rü saray'da geçmekle böyle vaktin' veziri değildir; böyle vakitde kaba kulak gibi vezir lazım demeleri ile receb'in on üçünde pa dişahsoğukçeşme'ye biniş edüp, veziri rikaba getirttikde, kabakulak ibrahim paşa'yı dahi içerü götürmüşleridi; silahdar ağa yedile vezirden mühür almup, ibrahim paşa'ya verilmekle, solak ve peykler ile alayköşkü tahtından güzer edüp, paşakapısı'na gittiğini padişah seyran eyledi ve veziri ma'zul acele haleb'e irsal olundu; ya'ni hayırsan işine hayır gelsin ba şına sırrı zahir olup, ibrahim paşa'ya tahmin ettiği aynile başına geldi. çün eşkıyanm rü'esası i'dam olunmağla ma'dası firar ve ihtifa etmekle, ehli fesad mündefi' olup alem rahat ettiği içün padişah mazmununa riayeten arnavud ve laz makulesmin cümlesini izale etmedi; lakin ayağında pabucu olmayan habisler, firavan mala malik olup, dimağ larında bu lezzet bakı olmağla tekrar kibar hanelerini ve umumen ulema ve tüccar menzillerin ve bezazistanile dükkanların dahi yağmaya bahanecu olup, maktul ağalarımızın kanını ramazan'da zorba zuhuru: da'va ederiz diyerek, ramazan'm on sekizinci pazar gecesi , huruc edeceklerini veziri pür tedbir sezinüp leylei merkümede ye niçeri ağası ile kul kethüdası'nı ve cebecibaşı'yı paşakapısı'na getirdüp. şem'd an izad e süleyman ee n d i tar ih i başka başka, bu gece tabesabah kol dolaşmak emr etti. lakin ramazan ge cesi olmağla, birer mikdar uyku kesdirmeye hanelerinde yatmışlariken, şebi ma'huddasa'at yedi buçukda, hamamlardan ve dükkanlardan ikiyüz mikdarı arnavud süleymaniyeavlusu'na cem' ve ağakaprsı'na hücum ettikle rinde, karhaneli hemşehrileri olmak takribi ile men'etmeyüp, i'anet edüp. ağa uykudan kalktıkda koluna bir kurşun rast gelmeğle, ağa ard kapıdan firar ettikde, eşkıya hazinesini yağma ettikden sonra, cebehane'ye varup, zor ile iki kazan ihraç edüp, sipahçarşısı'na ve bitbazarı'na ve vez neciler dükkanlarını kırup malzemelerini ahz ettikden sonra meydanı lahm'e varup orta kazanların çıkarırlariken sadalarından ulema ve rical bidar ve vakti fecirde davetci gelmeğle, cümle ulema ve rical sarayı hümayun'a geldiklerinde, vezir cebecsbeci'ye i'tibar olunduğu: hane'ye varup eğer cebeciler sabit olur ise, padişah'ın hass kullan olurlar diyerek, cebeci'yi koluna aldı ve saray'a gelüp eşkıyanın meramı istihbar olunsun deyü erbabı devlet ma'kul gördüklerinde, heman sadrıazam bastı mekal edüp, ibrahim paşa vak'asında, ibrahim paşa'nın nahemvar ifrat ve tefrit hareketlerine ve eşkıyanın bu sebebden ma'kül ve meşru' cevablarma binaen sü'al ve cevab iktiza etmişdi. lillahi'ıhamd şimdi nok ta konacak yolsuz hareket yoğiken bu fitnenin aslı yağmaya alışdıklarıdır, sü'al ve cevab ile vakit geçirmenin ma'nası yoktur; hemen sancak ile kendi etba'ı ve bostancı ve baltacı ve cebeci neferatmı yanma alup, kuşluk vakti saray'dan hareket ve müslüman olan sancağı şerifaltına gelsün deyü ni da ettiklerinde şehirli eline giren alet ile sancak altına seyl gibi cem' oldular. sancak okcularbaşı'na vardıkda yüz elli neferlibir bayrak şaki karşı gelüp, muharebeye tasaddi ve sancağı hazreti resuli ekrem sallallahuta'ala aleyhi ve sellem'e kurşun atkaym ahmedğ: dıklan gibi zu'amadan kayın ahmed ağa ve vezirin hüddammdan'bir kaç şeci' dalkılıç olup, bir kaç tane şakinin başlarını kesdiklerin de ma'dası firar edicek, doğru yoldan meydankapısı'na varıldıkta mümana'at sadedinde olan eşrara kayın ahmed ağa ve deli ömer ağa ve iskemleci mustafa ağa selli seyf edüp, yürüyüp meydan'a duhul ettiklerinde, şair müslümanlar dahi dahu olıcak, meydan'da olan eşkıya firar ve meydan'da kalanlar başlarından cüda kılınup sokaklarda dahi ele girenlerden elli neferi hakeyeksan ve kanları yollara rizan ettiler ve huzurı hümayuna kelle gö türenlere kabza kabza altun ve odabaşılar'a ve zabitlere berhurdar olun deyü hattı hümayun kıra'et olundukdan sonra vezir. yeniçeri ağası ve ce m ünirk tepe becibaşı ile huzurı hümayuna müsup olduklarında kürkler giyüp, hayır du'ai padişahiye mazhar oldular. hak budur ki, bu kabakulak ibrahim paşa, kuyucu murad paşa ile tabamyassı mehmed paşa'ya kahrı eşkıyada salis olmuştur. zira bu iki def'ada, defi mefasidinde sühulet semtine muvaffak olmuştur ve vak'ai ulada çorbacılık'dan kul kethüdası olan pehlivan halil ağa' akibi fitnede devleti muhafaza ve hiraset içün müteyak kız olmak lazimesinden iken vak'ai saniyede fit'ne bidar oldukda kendü na'im olduğu içüa azl olunup yerine sansuncubaşı ismail ağa oldu. kezalik yeniçeri ağası'nı vezir agah etmişiken, şehri hıfz şöyle dursun, ağakapısı'nı dahi hıfz edemediği içün oldahi azl olunup, yerine iran'da ağa olup. adana valisi olan şahin mehmed paşa nasb olundu ve köprülüzade nu'man paşa'nın oğlu ve kethüdayi bevvabini şehriyari olan ahmed bey'e üç tuğ ile kubbe vezareti ve nişancılık verildi ve şeyhülislam olan mirzazade şeyh mehmed efendi istifası ile şevval 'de azl olunup, üsküdar'da müteka'id kılunup, paşmakcızade esseyyid ab dullah efendi nasb olundu ve kapcanım h oca: dan paşa olan canım hoca mora fethinde şeca'ati malakelam olup bu vak'ada dahi ikinci defa kapdan nasb olundukda, eşkıyaya tarafgirlik vadisinde, eşkıyayı saray'a götürüp izmihlallerine ba'is olmuşiken', aslı trablus'lu olduğundan sefele perest olup, şanı vezareti kayırmıyor ve kahvehaneler' bahattı hümayun menmu' iken müceddeden bila izn tersane'ye kahve bina ettiği içün ve fransız'a seferimvar deyü iki yüz nefer hempa peyda ettiği içün yalıköşkü'ne da'vet ile geldikde, bostancıbaşı san dalı ile fenerbahçesi'ne ve andan çekdiri ile girid'e irsal olundu ve istan bul kadısı olan mektubi abdurrahman efendi, vezirden izinsiz tama'mdan ba'zı şey'e narh verdiği içün müttehem olup azl olundu ve imamı evveli sultanı olmağla bursa'dan ma'zul pirizade mehmed sahib efendi nasb olundu ve ibrahim paşa gününde ahvalicem: gelen acem elçileri riza kulu han ve mehemmed han müsalahaya karar verüp, temessükleşmiş iken, cevabı şahlarından gelmediğinden iran seferi içün orduyı hümayun üsküdar'a geçdi. belki ordunun üsküdar'a geçdiğini şah istima' edüp, sulha razı ola, mülahazası ile ibrahim paşa imrarı vakt ederiken vak'a zuhur etti ve ba'de'lcülus yine elçiler meks olu nup, habere muntazır olunmuşidi. yedi ay dahi mürur etti, yine haber gelmediğinden başka, yedimizde kalan revan kal'asına dahi acem'in istila ettiği haberi alınmağla el şem 'd an izad e süleyman ee n d i tarih i çilerin devleti iğfal ettikleri ma'lum olup, hemen elçilermardin kal'asına irsal ve habs olundu ve şah'dan tebriki cülus deyü gelen veli kulu nam el çi dahi hastane'ye uğradılmadan bozcaada'ya kal'abend kıhndı. gerek acem ve gerek moskov, devletin maksadı zevkimize mani' olmasun içün sulha talib olunduğun bilüp, sulh sohbeti devletin zatını düşmana izhar ve ile iğfal ettiklerinden ma'ada, tebdüşmana müsa'ade ve ikram etriki cülus diyerek, dahi devleti mekle düşmanı mahcub edüp kıtecrübe içün elçi irsal etmeye ve yamı sulha sebep olur deyü zanrevan'ı gelüp almaya cesaret eylenolmaktan devlete zararı azim: di. zira düşman dünyayı alıriken, iğfal içün elçigeldiği zahiriken, elçi geldi, hasılı matlub deyü devleti acem'in ef'alinden iğmaz ve gelen elçiye iltifat ve kelamına i'tibar ettiklerinden iğfal sevdasile devletin humkunu ve za'fını ya'ni devletin müdebbirlerinin za'fı akıllarını ve rezaletini fehm edüp cesaret ederler oldular. harıkı kebir der galata ve der kadirgalimam ve der tersane, hanei emini tersane ve der kasımpaşa ve vürudı haberi jethi kirmanşahan bedesti ahmed paşa valiyi' bağdad ve vefatı arabzade şeyhi camii sultan ahmed ve inhizamı tahmasb der kurbi hemedan ve firani oest ve fethi hemedan bedesti ahmed paşa ve vürudı haberi fethi tebriz bedesti ali paşa ve azli defterdar ali paşa ve tevcihi eyaleti kütahya ba o ve defterdarii reisi sabık mehmed efendi: dağıstan vilayeti ehli sünnet olup hakimleri olan sürhay'a tahmasb tarafından gelen elçinin başın kesüp, gence muhafazasına asker ir sal ettiği için revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa'nın i'lamı ile sürhay'm otuz bin askerine yüz elli kise hardık irsal olundu ve safer 'in ahirinde cebeciler'in befitnei garibe ve defi fitne: şinci ortasının karakullukcu'su süleyman, haseki hamamı'ndan geçerken odunlukda cebeci kürt mehmed ve yeniçeri çalık gibi on beş ki şi müşavere ederleriken süleyman'ı dahi yanlarına çağırup bu akşam vakti gurubda hurucumuz var dediler ve karakullukcu'nun mülaim kelamına firifte olup, keşfi sır ederek mahmudpaşa avlusu'na gelüp, bir kaç refikle rin anda bırakup, divanyolu'nda terzi lazm dükkanına vardıklarında se kiz kişi dahi bulup, terziyi yedikule debbağlarına gönderüp, gurub vakti mahmudpaşa avlusu'na gelsünler deyü sipariş ve terzinin dikdiği on dokuz m ü n trak tepe bayrağı koyunlanna ihfa ettikden sonra, karakullukcu süleyman'ı cebehane'de olan refiklerine irsal ettiler. süleyman bu müfsidler sebebine azız olacağını iz'an edüp, onların siparişini terk eyleyüp mavaka'a kendi çorbacısı'na takrir edicek, çorbacı dahi keyfiyeti cebecibaşı'ya haber verdikde, cebecibaşı heman karakullukcu'nun yanına bir kaç tebdil kimesne ter fik edüp, kendi doğru vezire ve yeniçeriağası'na varup, agah etmekle, yeniçeriağası bir azim kol ile vakti gurubda mahmudpaşa avlusu'na gelüp serseri gezen on sekiz laz ve arnavud bulup, koyunlarmı aradıklarında on dokuz bayrak bulunup, ahz ve leylei mezburede cezaları tahkik olundu' ve karakuuukcu doksan akçe yevfa'idei sadakat; azli kaba kulak miye ile takaüd kıhndı ve rebi'ü'lpaşa: evvel'in altıncı günü sadrıazam olan kabakulak ibrahim paşa rikaba varup, kızlar ağası'nın azl ve nefy olunmasına padişahı irza ve gece saray açığına çekdiriyi ihzar ve seheri yalıya gideceğim deyü çavuşbaşı ve reis ve tezkirecilere tenbih etmekle, merkümun seheri paşakapısı'na geldiklerinde. paşa ale'ssabah sarayı hümayun'a vardıkda, revanköşkü'nde meks olunup, mühri şerif kendüden istirdad olundu ve ma lına taarruz olunmaksızın ihzar ettiği çekdiriye süvar olunup, ağriboz mu hafazasına irsal olundu; ya'ni kendi kazdığı kuyuya kendi düşdü. meğer seheri hünkar tarafından yeniçeri ağası ve defterdar ve cebecibaşı ve şeyhülislam saray'a getirilmişimiş; vezir def olucak. yeniçeri ağası şahin mehmed paşa kaymakam nasb olunup kul kethüdası ismail ağa, ye niçeri ağası ve zağarcı abdülbaki ağa kul kethüdası oldu. veziri ma'zul, kaviyü'rre'y ve reşid bir zat olup, keşfi sırdan zarar. bir fi'ili husule getirmeden söyle mek adeti değil ve azıcık gönlü ka rardığı adama afv bilmeyüp intikam alır olmağla ekser ricali devleti tek dir ettiğinden, kibardan enmiyet merfu' oldu ve asla narha bakmazidi ve anifen zikr olunan mahmud paşa kişi kazdığı kuyuya düşmek r maddesinde sühuletle def' olunmuşiken kal'a kapıların kuşluk vaktinedek açdırmayup, izharı telaş ettiğinde, bu maddeden haberi olmayanlar dahi habir oldu ve devletin eşkıyadan havfi varimiş denildi ve ekser eyyamda kol dolaşup halkı tazyik ederdi ve on beşer müseuah çu hadar ile ve nevbetle zü'ama ve vezir ağaları gece paşakapısı'na getirdüp, kendüyü bekletmek ile def' etmek kasd etti ki, ba'zı kibarı bu bahane ile def' ederidi. lakin kendi def' olmağla bu gaile def' olup rical ve kibara emşem 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i niyet hasıl oldu. amma azlinin sebebinin hakikatmı' bu abdi fakır bu maddeyi, işbu mür'i'ttevarih'ımıze. tesvid ederiken mir kapdanlardan' şamhzade nam kapdan yanımıza gelmişidi; ben miişarünileyh ibrahim paşa ile ba'de'lazi ağriboz'da görüşüp sohbet ettiğimde be nim azlimin esbabmı irad etmişler; darü'ssa'ade ağası elhac beşir lakin hakikati, çünki hini cülusda. darü'ssa'ade ağası elhac beşir ağa bizi bulup, bizimle defi eşrar etmeye ba'is olduğu içün saray'da istiklal kesb ettiğine kana'at etmeyüp, sahibi mühr umuruna dahi istila eder oldukda, padişahın rikabına varup, efendim ben mısır'da çok zaman eğlendim, siyah araplar'da bir akıllı gör medim ki, şimdi vekaleti saltanatı aliyye'yi kızlar ağası'nın aklı üzre idare ve onun idaresile hareket edeyim ve etmediğim suretde bana münfa'il olıcak ve infi'al edicek, beni kazaya liğradacak, ben dahi bu vesvese ile her işi hazm ve ihtiyat kaydında olacağım, bu sebepden umurı devlet alamayeliku idare olunmayup müşevveş olacak dememle, ağa'nın azline padişah karar verüp, çekdiri hazırla ve seher! saray'a gelüp ağa'yı teb'id eyle, buyurmağla paşakapısı'na gelüp, hufyeten çekdiriyiihzar ettim ve bu sırra bir ferd mahrem olmadı. keşfi sırdan zarar, hiyaneti akancak kayın pederim olup, ciğalaraba: zade kethüdası olan mehmed ağa'yı vezirkethüdası etmişidim; ben de beşaşet görücek, efendimin süruru var, bizde hissedar olsak diyerek, du'aar ettiğinde, çünki kaympederim ve hasseten çırağım, ancak onun hüzn ve süruru benimledir zannı ile sırrı keşf eyledim; meğer hainimiş. benim sad rıma gelmeye vesile addedüp, bu sırrı bir varakaya tahrir ve bir sa'atm zarfına yazıp imamı olan sarmısakcızade ile ba'de'lmağrib ağa'ya gönder miş; ağa dahi sa'atm bivakt gelmesinde iş var deyüp, zarfını açup nazar ettikde, esrara vakıf olıcak, valide sultan'a firavan hedaya ile varup, mad deyi beyan ve hüzn ve büka' ile istirham ettikde, valide merhamet edüp, gece padişaha varup niyaz ettikde. padişah mahzur beyan etti. lakin va lide bir rütbe iltizam edinmiş ki, nihayetinde, ey oğul sana validelik hakkmı helal etmem deyicek. padişah gerçi bizim üzerimize paşa'nın hakkı ve hu kuku çok; lakin hakkı valide cümleden çok deyüp, ağayı sadrında ibka etmiş. lakin vezir bu hususa münfa'il olur, infi'alini defe çare nedir deyü valide'den istifsar ettikde, paşayı def'den özke çare olmaz demekle hazırla dığım çekdiri ile bizi buraya irsal ettiler ve sarmısakcızade'yi hünkar imamı ettiler ve işbu rebi'ü'levvel kıra'eti mevlud valide cami'inde 'de, kıra'eti mevlud kaolduğu: rruaı kadim, lakin bu mevlud padişahm ibtida mevludu olmağla, teberrükea bağçekapısı'nda vaki' büyük validesi gülnuş sultan'm cami'in de kıra'et ettirdi ve mühri hümayun bir seneden berü rumeli'de zorba ahzma ihtimam ile şöhret bulan arec osman paşa davet ile geldikde mühr i'ta olundu ve geçen sene desti revafıza giriftar olan kirmanşahan ve hemedan fethine padişahı devran sultan mahmud han hazretleri bağdad valisi ahmed paşa'yı serasker etmişidi. lakin kirbağdad valisi ahmed paşa'mn manşahan kurbüne tahmasb kırk gazası: bin leşker ile geldikde, ahmed paşa gayret edüp, yirmi bin asker ile varup dokuz sa'at cengde galib oldu ve kızılbaş'm şahı olan tahmasb'ı beş yüz ati ile kaçırdı ve maktul yirmi beş 'bin kızılbaş laşesi içinde üç han ile leşkernüvisi dahi maktul bulundu ve iki yüz zenberek ile otuz top ve dört havan ve cümle devab ve mevaşi ve çerke ve çadu: ve mühimmat ile ordusu zabt olundu. çünki bu cengden mukaddemce kirmanşahan feth olunmuştu. şimdi hemedan'a varup bilaceng zabt olundu ve akibinde padişah'dan ahmed paşa'ya aferin hamalı oğlu ahmed paşa: hattı ile sorguç ve hil'at gitti ve ket hüdası hamavizade'ye üç tuğ ihsan olundu ki, hamalı oğlu ahmed paşa deyü şöhretşi'ar oldu. ba'dehu yedişer bin adam ile üç bölük asker diyarı acem'e akına irsal olunmağla isfahan'a karib varmca iran'ı viran edüp, mal ve esir doyum oldular ve şahı merkumdan sulh ricasile ahsulh sohbeti ile düşmamn devleti med paşa'ya adam geldikde, deviğfali: leti aliyye'ye ifade edicek istan bul'da paşakapısı'nda müşaverede sulh münasib görülüp bu sulh acem'in iğfali olduğundan gaflet olunup ah med paşa'ya ruhsat verildi ve yeniçeri ağalığından kaymakam, sonra, kapdan olan şahin mehmed paşa azl olunup, murabıt hüseyin kapdan, kapdanpaşa oldu ve yirmi serüşvete ve zulme sevk etmekden neden berü donanma tercümanı zarar: olan kostantin düşmanı dost olup, küffara casusluk ettiğinden başka. kapdan paşaları itma' ve havassı hüddamını akçe va'di ile mukarrib edinüp, mefasid ilka ve mal alup zulm etmek tarafmı ira'e ve irşad ettikde, paşalular kiseme girene bakalım, alem ne güne olur ise olsun diyerek, şahin paşa'yı zulme sevk ettikleri içün paşa azl ve tercüman kati olundu. çünki maktul ibrahim paşa vezir olalı siyaset merfu' ve televvün ve rehaveti hükkam sebebine fermanlar tenfiz olmadığından rical ve nisanın irtikab etmedikleri biedeblik yanlarına kaldığından ma'ada mükerrem ve mutayyeb olarak vukuı mücazat havfi derunlanndan ref'olup avratlar onar, yirmişer değirmi yemeni yi başlarına mücevveze gibi bağlayup ince dülbend yaşmakdan çehreleri fark olunmak ve bellerine dek ferace yakalar ve sıkma şehvetengiz kıyafet ile sokağa çıkmak ile müslimini izlal ettiklerinde, emri bi'lma'ruf ve nehi ani'lmünker olunmaz idi. osman paşa vezir oldukda, ba'de'lyevm hey'eti mezbureye yasak ettikde, ibrahim kahbe avratı osman paşa deryaya paşa vakti gibi fermanın hükmü üç gündür zannı ile üç beş gün sonra ke'levvel meydana çıkan şeytan eminesi kızı nam kahbei ruz ahz ve aşikare gündüz bahçekapısı kurbünde, sirkeiskelesi'nde boğulup, alamela'innas deryaya atup, bir kaç fahişeyi dahi buldurup izale etmekle avratların birunları şöyle dursun, derunlarını dahi islah eyledi ve fahri kademi şerif eyyüb türbesi'ne alem sallallahualeyhi ve sellem vaz'olunduğu: hazretlerinin kademi şe rifi eseri olan haceri mu'teber hazinei hümayun'da olup, ziyaretine muktedir olanlar müftehir ve taşrada olanlar mahrumlariken teksiri salat ve celbi da'vatı ümmete vesile zikıymeti sengin olan sengi elmasreng ve yakut rengi mezarı ziyaretgah olmağla, bu dergaha varanlar bir taş ile iki kuş vurmuş olurlar oldu ve şeyhülislam olan paşmakcızade abdullah efendi müşaverelerde' huzurı hümayuna dahil oldukça kelamı müluka i'tiraz ve tahakkümane edasından, güya ben zülali ile yaranlık ederidim, ibrahim paşa'yı def' diyerek sultan ahmed han'ın hal'ine ve senin cülusuna ruhsat damad zade ebülhayr ahmed vermişidik, yollu edası içün on ayefendi'nin şeyhülislam olduğu: da azl olunup, mesnedi sadrı valayi fetva hayrhahı devletü din ve hanedanı kadim ebülhayr ve'lhasene ahmed efendi hazretlerine erzani görülmeğle müşarünileyh hazretleri şeyhülislam ve sellemehü'sselam oldu ve bu esnada nemçe balyosu elçinemçeen ve moskov'dan tebriki lik ile ve moskov mahsus elçi ile cülus: hedaya irsal edüp, tebriki cülus ettiler ve van seraskeri olan hekimbaşı zade ali paşa tebriz manendi urumi kal'asm altmış beş gün muhasara ve eman ile feth eyledi. ba'dehu tebriz'e vardıkda ta'ifei acam, mukavemetden me'yus olup, bilaceng teslim etmelerile tebriz'in dahi fethi haberi geldi ve bağdad valisi dahi müşavereicem: huveyze memleketini ekrad yedile feth eyledi. bundan sonra yine acem'den sulh talebinde olduklarm bağdadvalisi tahrir etmekle, tekrar paşakapısı'nda, ba'dehu huzurı hümayunda müşavere, ba'dehu inciliköşk'de dahi akdi meclisi müşavere olundukda, cem'olan sudurı ulema ve istanbul ma'zulleri ve sadrıazam ve kapdan paşa ve nişancı paşa ve defterdar paşa ve yeniçeri ağası ku'ud ve ocaklar ağaları ve kethüdaları ve reis efendi ve sair hacegan ve ricali devlet ka'imleriken gelen ka'imeyi reis efendi, mektubi halisa osman efendi'ye verüp, kıra'et olundukda, padişah kelama ağaz edüp, ahmed paşa'ya mukaddem verdiğimiz ruhsatda tebriz yoğidi; belki hini mükalemede feth olunmuş olmağla, tebriz'i acam'a vermiş, rizam yoktur, buyurdukda cümle sükut, ancak müfti'ünnas olan ebülhayr hazretleri lisana gelüp, hala defteremini olan reisi sabık üçanbarh mehmed efendi'ye hitab edüp, sen asıldabu işlerin içindesin, söyle deyicek, ezilüp büzülmeye başladıkta, firdevsi efendi bilasü'al ce vaba tasaddi edüp, çünki mukaddem seraskere ruhsat verildi, şimdi akdi kabul olunmak lazımdır dedikde, yine sahibi, fetva hazretleri mukabele edüp, behey bekir efendi sen benden beter ma'tuh olmuşsun, şevketlu efendimizin kelamını fehm etmedin, abes söylersin dedikde, sadrıazam arec osman paşa ocakluya hitab edüp, münasibini söyleyin deyicek, perişan cevab etmelerinden şifayı sadr hasıl olmadığından padişah adayi di ne tebriz gibi memleketi vermem, iççuhadar'ım vukuf tahsili içün irsal olundu, geldikde yine sohbet olunur buyurdukda müftii enam hazretleri, padişahım cümle kal'alar senin ve cümlemiz fermanberdarız, niçün vücuduna zahmet verirsün, şer'an düşmana bir şibr yer verilmek caiz değil, meğer rahatı ibad içün re'ayaya merhamet oluna; böyle değilmi efendiler dedikde, ulema tasdik ettiler habere intizar' içün meşvereti uhraya te'hir olundu ve mehterzade ali efendi darü'ssa'ade ağası yazıcısı oldu. vaktaki ramazanı şerifin on beşinde adeti kadime üzre ulema ve erkanı devlet sarayı hümayun'a varup, hırkai şerif ziyaretile müşerref olduklarından' sonra silahdar ağa gelüp, osman paşa'dan mührü almağla, paşa yalıköşkü'nden sandal ile kadıköyü'ne irsal olundukda mesnednişini fetva olan damadzade ahmed efendi'nin tasvibi ile iran tarafına vukufı tammı olan revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa mühre gelince, defterdar izzet ali paşa kaymakam mühre gelen veziri istikbal: nasb olunmuşidi. şevval 'de ali paşa üsküdar sarayı'na geldikde şeyhülislam ve sadreyn ve erbabı divan istikbal ve ba'de'lziyafe şemsipaşa sarayı'ndan vezir kayığına şeyhülislam ile bile binüp, sarayburnu'ndan huzurı hümayuna müsul olundukda paşa'ya mühür i'ta olu nup, solak ve peykler ile paşakapısı'na, arzodası'na gelüp sadreyne ve paşalara kürk libasından sonra divanhane'de müctemi' olan erbabı menasıb ve yeniçeri ağası'na dahi hil'at libası içün vezir divanhane'ye nüzul edecek iken. yeniçeri ağası ismail ağa'yı arzodası'na da'vet ve ona dahi üç tuğ ihsan ile bir kürk ilbas edüp, divanhane'ye nüzul ve şaire hiratlar libas eyledi. veziri ma'zul osman paşa hazretleri ulu'lemr demeye şayeste ve ahkamını tenfize kadir ve semti siyaseti bilir zatı ali olmağla hini sadaretinde bir ekmekçi ve bir kaahvali'reç osman paşa: sab salb eyledi; ta azline değin bir dirhem noksan naa işletmedi' ve bulunmadı. zira ibtida bir furunda bir ekmek noksan buldukda, furunun gedik sahibi kimdir deyü sü'al ettikde, tezgahdan oğlan, furun sahibi benim deyicek, doğru söyle ben salb edeceğim, sende tezgahtar kıyafeti var dedik çe, gulam benim deyü musırr olıcak, ip buyurdukda cellad oğlanın gerdenine ipi takar iken furun sahibi ben değilim filandır deyü figan ve büka' et ti. mukaddem doğru söylemek gerekidin deyüp, salb etti. bu halet cümle sini vahşet ve dehşete bıraktı; hatta azl olup yerine ali paşa vezir oldukda, kol ile eyyüb'e varınca yirmi iki ekmekçi ve bakkal ve kasab salb eyledi. faide etmeyüp narhın nizamı muhtel oldu ve osman paşa kılıcbalığma vakiyesi dört paraya narh verdikde, balıkçılar elvermez zarar ederiz dedikle mü n i r k t b p e rinde, hayvanlan sayd etmeyin deyü cevab ile iskat edüp, dört paradan zi yadeye bey' ettürmedi ve soğan buavampesend harekat vüzeraya ve lunmaz olıcak muhtekirlere sü'al selatine lazım olduğu: ettikde, sarmısakcı sufileri yoktur deyü inkar ettiler. amma vezir yemişiskelesi'iide bir iki mahzen soğan olduğun haber alup, kol ile mahzen ler kurbüne gelüp, eshabma soğan var ise çıkarup ibadullaha bey' eyleyin deyü emr ettikde, kaşki olaydı demelerine, mahzenleri temhir ettirüp, kiremidlerini ref'edüp, kovalar ile deryadan mahzenler üzerine su dökdürüp geçdi. bu haleti gören muktekirlerde can kalmadı ve alem bu vezirin bu misillu avampesend harekatına mail olup mehafil ve mecalisde mertubü'llisan olmalarile kesbi istiklal ettiği içün ricali devlet bizi istiskal eder deyü havfe tabi' oldu; hatta müşarü'nileyhi sevk ettikden sonra, beş gün mukaddem mühr i'ta olacağını kızlar ağası müjderesan irsal edüp, mühre gelmesine isti'cal etmek gibi hizmet istiklal verilen vezire ifrat ve tefetmişiken, bu osman paşa, şehid ridden ihtiraz lazım olduğu: ali paşayordamına gitti. zira pa dişahım, emminiz hüdavendigarı sabık sultan ahmed han hazretleri, ali paşa'ya istiklal verdi. ali paşa semti i'tidali bulamayup ifrat etmekle kendü kendüsünü ve orduyı hümayun'ı telef etti. ba'dehu ibrahim paşa'ya istiklal verdi; oldahi semti i'tidali aramayup tefrit etmekle kendüyü telef ve devleti şeref ve padişahı hedef et ti deyü ta'rif etmekle. sultan mahmud han hazretleri vüzerasına istiklal vermekden hazer ederdi. lakin vezirlerde istiklal olmasauyunı nasdan me habeti gider; vezirin mehabeti olmıyacak, padişahın dahi mehabeti gider; böyle olucak, istiklali i'tidal üzre verür oldu; ya'ni umurı cüz'iyyat ve hususı mutavassıtatda' vezir müstakil olup, mevaddı külliyatda kızlar ağa sı şerik kılındı. ağa'nın şirketini istiskal edem veziri padişah istiskal eder idi ve bir sene mukaddem kel ahmed ağa başbakı kulu iken kaba kulak vezir oldukda çavuşbaşı edüp, osman paşa vezir oldukda vezir kethüdası etmişidi. ali paşa vezir yahya paşa: olup, üsküdar'a yemekliğe geldikde taşrada kethüdası ve emekdan yahya ağa'yı vezir kethüdası etmekle, ahmed ağa azl olundu. lakin iki ay sonra, yahya ağa büyük miri ahur olıcak, ağanın ibramı ile yine kel ş e m 'dn i zd esü l e y mnee n d itr i h i ahmed ağa vezir kethüdası oldu valide sultan'dan vezire at geldiği: ve defterdar izzet ali paşa anado lu valisi olup, defter emini mehmed efendi defterdar oldu ve valide sultan vezire bir mükemmel at ile bir samur kürk irsal ettikde vezir merdivenden istikbal etti ve ali paşa mührü aldığmm ellinci günü, vezir istiklal kürkü: salı divanmda iken, kapaniçe ta'bir olunur kürkü padişah ilbas et tikde, libası merküm istiklal kürkü olmağla cümle ehli divan divanhanei hümayun'da tebrik içün damenbus ettiler. bu vezir erbabı mesalihin maslahatına ihtimam ettiği içün, vezir divam'mn sabahdan akşama kesreti erbabı mesalihden paşadeğin mümted olm ası: kapısı'nda divan sabahdan asre dek mümted oluridi. sene: vefatı sahibi haza ezzeyl şeyh mehmed efendi bn. eşşeyh haşan. elfeyzi efendi şeyhi zaviyei emirbuhari der harici babı edirne der istanbul ve vefatı defterdar mehmed efendi, becayişi canib ali efendi ve vefatı defteremini esseyyid firdevsi mehmed efendi ve vefatı şeh zade sultan süleyman bn. sultan ahmed han der receb aralik ve harik der langa ve der havaliyi sultan bayezid ve der ayakapı ve vefatı ismet rtisab fatma sultan bnt. ahmed han der zi'lka'de ve vefatı şehzade sultan seyfüddin ve sultan haşan bn. sultan mustafa tophane ve fındıklı kasabaları havası hoş, istanbul'a karib, kıble ye müteveccih mekanı sa'id olup, abı leziz kılletinden gayri ayıbı yokidi. hüdavendigarı sabık sultöphane'ye su geldiği: tan ahmed han hazreüerinin tophane'ye dört saat mesafede olan bahçeköy nam mahalde abı leziz buldurup ve icrasma mübaşeretle yolla rını kazdırup maksemine esas vaz' etmişidi. atşana rahmen padişahı zaman sultan mahmud han maı merkümu cereyan ettirmek kasd ettikde, tak sim yerinden menba'ı dört zira' mürtefi' bulundu. lakin bu mikdar irtifa' ile dört sa'at mesafeden su cereyan etmez deyü mühendisler it tifak ettikde, sunazın bölükbaşı'danelhac mustafa ukaladan olup, büyükdere önünde olan derya ile fındıklı denizini mizana vurdukda beş zira' fark buldu; ya'ni fındıklı yalısından büyükdere sahili suyu beş zira' mürtefi' bulup, arzen bulduğu dört zira' ile bahren bulduğu beş zlra' ki, cem'an dokuz zira' olucak, suyun icrasına taahhüd eyledi ve bervechi meşruh bimuhaba su cari oldu ve makseme geldikde tophane meydanına, adimü'lmisi hoş tarh sekiz musluklu çeşmeyi padişahı enamsultan mahmud han bina ve tekmil ve azabkapısı'na valide sultan'ın bina ettiği kebireçeşm e ile abdest muslukları ve sebil ve sadnazamm kabataş nam mahalde bina eylediğiiki luleli çeşme ve kızlar ağası'nın fındıklı'da yahyaçelebi mahallesine ve köprülüzade tevkı'i ahmed paşa'nın yine fındıkh'da kazancıbaşı mahallesine ve yeniçeri ağası'nın beyoğlu'nda tepebaşı nam mahalle bina eylediği aynalıçeşme ve defterdar ali paşa'nın, kasımpaşa'da selkapısı'na ve sadrı anadolu. efendi'nin yine kasım paşa'da, karanlık mescid kurbüne ve silahdar ya'kub ağa'nın yine kasım paşa'da yahyakethüda mahallesine ve vezir kethüdası yahya ağa'nın galata'da kürkcükapısı'na ve valide kethüdası'nın tophane'de, tomtom mahallesine ve kel ahmed ağa'nın beyoğlu'nda ağa mahallesine ve reis ismail efendi'nin, kurşunlu mahzen'e ve defterdar mehmed efendi'nin kulekapısı'na ve şair ricalin şair mahallere bina eyledikleri cem'an kırk aded çeşmeye su koyuverilmek için beşiktaş sahilhanesi'nden padişah alayı azim ile vezirin ziyafeti içün bina olunan maksem'e teşrif buyurdukda, valide sultan ile haremi hümayun dahi makseme geliriken padişah, valide koçusu'nu ' istikbal ve ol hayratı cariyeyi validesine ihda edüp, maksem'den mübarek yedile ibtida çeşmelere su saldıkda du'alar olundu ki, ahiri sal tanatına varınca çeşmelerin adedi seksene baliğ oldu ve fındıklı bahanesile galata ve kasımpaşa ve dolmabahçe ve beşiktaş ihya olundu ve ba'de'lziyafe vezire kürk ve emini bina soğancıbaşı ağa'ya hil'at ilbas olundu. zikr olunan çeşmelerden başka yalnız maksem ile su yollarına bin dört yüz altmış üç kise akçe sarf olundu. gerçi bed'i han ahmed'lndir. lakin nazar, hatimeye olmağla. sultan mahmud'ın hayratı oldu. lakin ceza amel cinsinden olmağla han mahmud'm dahi istanbul'da sandal bezazistanıkurbünde bina eylediği iki minareli cami' ve imaret evahiri saltana tında tekmil olup hemen tathiri kalmışiken, mahmud han fevt, karın daşı calisi seriri saltanat oldukda, henüz namaz kılınmıyan mescid em lak hükmündedir deyüp, kendi namile benam edüp, nurı osmani tesmiye eyledi ki, hala osmaniye deyü mühocazade ve bolavizade'nin semmadır ve bu esnada nikabetnefileri: den'ma'zul bolevizade ile bihaya istanbul, kazasından ma'zul hocazade italei lisanlarına binaen arpalıklarına nefy olundular ve defter şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i dar olan üçanbarlı mehmed efendi fevt olup, yerine tersanecanibi ali efendi defterdar oldu ve nev'izade mehmed salih efendi izmir ve çelebizade asım ismail efendi yenişehir kadısı oldular ve hüdavendigarı sabık sultan ahmed han'ın ekber şehzadesi sultan süleyman çiçek illetinden vefat ettikde, bir gayyur ve akil şehzade olduğu içiin alem matem eyledi ve başbakı kulu olan ivaz mehmed ağa çavuşbaşı oldu ve mora muhassılı abdi paşa zade silahşor ali bey'e hizmeti meşkuresine binaen iki tuğ verildi ve ibrahim paşa mübursa'dan ma'zule anadolu sadrı hürdarı abdi efendi küçüktezkiverildiği; reci oldu ve şeyhülislamı mu'tekidenam olan damadzade ebülhayr ahmed efendi hazretlerinin bursa'dan ma'zul olan sulbi mahdumı alikadri feyzullah efendi'ye birden anadolu payesi verildi ve edirne payesile selanik'den ma'zul es'ad efendi fazılı binazir ve pürme'arif olmak hasebile medine kazası payesiihsan olundu ve ibrahim paşa halilesi eshabı hayratdan fatma sultan bnt. ahmed han merhume oldu ve canım hoca üçüncü def'a kapdan paşa canım hoca; kesik para yasağı: oldu ve eyadii nasda devran eden kesik ve züyuf para yasağ olup, islambol'dan taşra ve taşradan içerü girüp çıkmamak içün üsküdar ve tophane ve beşiktaş ve galata ve kasımpaşa ve eyyüb'e sarraflar ta'yin olunup, dirhemi on üç akçeye alınup sağ akçe verildi ve iran şahı olan tahmasb'ın i'timadü'ddevle şahı acem: ya'ni veziri nadir ali tahmasb kuh han bağdad havalisine gelüp, gafleten deme nam mahalli basdığm bağdad valisi ahmed paşa tahrir' etmeğin, paşakapısı'nda müşavere olunup, seksen' nefer ile bağdad va lisi serasker nasb olunup beş bin kise akçe irsal olundu. kezalik revan muhafızı ibrahim paşa dahi seksen bin nefer ile serasker nasb olunup beş bin kise' irsal olundu ve kars beylerbeyisi toz mehmed paşa'ya' ve gence muhafızı ali paşa'ya dahi hazine ve asker irsal olundu ve bundan akdem bağdad valisi tavassutu ile acem şahı'na sulh temessükleri tahrir ve sulhu tebşir içün safi kulı han devlete irsal ve temessükü tahmasb'm i'timadü'ddevle ya'ni veziri tahmasb kulı han duydukda alenen şahma sebbü la'n edüp, kağıdları getireni ahz ve habs ve heman ilgar ile isfahan'a varup', rebi'ü'levvel 'de tahmasb'ı hal' ve habs ve kırk günlük abbas nam şehzadesini iclas ve kendü şah vekiliyim deyü tahta ku'ud ve tahmasb şahı horasan'a irsal ve korucubaşı'sı ile sair erkanı devletini habs ve mallanai ahz ve ehli sünnetden olacağım deyü kızılbaş' lara gayret verüp askerini iki böldü. bir bölüğünü kerkük'e ve bir bölü ğünü erdebil'e irsal ve kerkük'i gafleten basdıkda ahalisi sabr ü sebat gös termekle me'yusen kızılbaşlar ric'at edüp, bağdad kurbünde seyrantepesi'ne varup gafleten nüzul ettiklerinde bağdad'ınkarakolda olan bir kaç paşası şehid ve ikisi esir oldukdan sonra kızılbaşlar gelüpbağdad'ı muha sara eyledi. çünki metni kitab olan hacı halife'nin asarı kalemi takvimü'ttevarih bin altmış beş salinde hacı halife merhum oldukda emirbuhari şeyhi zeyl ederek, bin yüz kırk beş metni kitaba zeylimizin evveli: tarihine gelince zeyl etmişidi. dahi merhum oldukda basmacı ib rahim efendi dahi bir senelik vekayi'i zeyl edüp, kitab tab' olunmağla ta mam olmuşidi. lakin bu abdi hakiranlara zeyl olmak murad edüp, iş bu bin yüz kırk altı senesinden yüz seksen yedi sali evahirinde vaki cülusı hümayunı sultan abdülhamid han hazretlerine varınca vaki' olan havadisi dehrden ittilaı fakiranem olan vekayi' metnen ve şerhen, icmalen ve tafsilen tastire mübaderet olunmuştur; vebi'llahi'lmuvaffak külli makasıd. metn: girifteni riyalei hümayun beyedi malta ez ' iskenderiye, muharebei sadrı sabık'rec osman paşa der kurbi bağdad ve firarii tahmasb kulı han ez o ve muharebei sariiyei osman paşa ve şahadeti o der bağdad ve teshir gerdeni karabağı süleyman kapdan korsanı cuhud yarvaki der bahri sefid. çünki azli'rec osman p aşa: sadrıazamlıkdan azl olan arec os man paşa azligünü kadıköyü'ne irsal olunup, ba'dehu erzurum valisi nasb olunmağla varup arzı rum'ı zabt etmişidi. tahmasb kulı han'ın gelüp bağdad'ı muhasara ettiği devletin ma'lumu gidukda, müşarünileyh acem seferi: osmanpaşa seksen bin nefer ile musul canibi seraskeri nasb olundu. lakin sinini maziyede yine seksener bin adam ile serasker olanlar kırkar bin cem' etmeye bir senede muvaffak olamamışlariken, osman paşa'nın seraskerliği şayi' olıcak, üç şanlı askerkeş paşa'mn serasker ayda yüz yetmiş beş bin adam baolmasından fa'id. şına cem' olup, aşa'irden gelenler ile iki yüz bin leşkeri az vakitde teforma ş e m 'dn i zd i is ü l e y mnee n d itr i h i cavüz bu külliyetli asker ile nusaybinsahrasına, andan on üç gün de kerkük'e vardıkda on beş binsüvari ile memiş paşa ve selim paşa ve ibrahim paşa ve rişvanzade mehmed paşa'yı ilerü çarhaya ta'yin etti ve nadir ali küffar tertibi üzre seknadir şah inhizamı: sen bin revafızı on aded tabur ederek geldikde, osman paşa da hi erişüp dokuz saat ceng olundukda, kırk bin kızılbaş kati olunup. nadir ali mecruh olmağla firar edüp, münhezim olduğu haberi vakti işa'da hastane'ye gelicek, gece sarayburgece sarayburnu'tıdan top atılnu'ndan ve tophane ve tersane'd ığ. den top şenliği olunmağla izharı sürür ve fütuhat olunup, ibadullah handan kılındı ve ertesi hünkar yalıköşkü'neinüp, top şenliği ettirdikden sonra mevcud vüzera ve sudurı ülema damenbusı şehriyari ile tebriki gaza ettiklerinde kürkler ilbas yalıköşkü'nde padişaha tebriki olundu; hatta serasker osman pagaza olunduğu: şa'nın kebir oğlu ahmed bey, kapıcıbaşı idi; anı dahi getirüp huzurı faizü'nnurı sultanide samur kürk ilbas olundu ve ka'ime getiren tatar'a kıbeli padişahiden bir kaç kabza altun ile senevi beş kise hasıl olur bir ze'amet inayet' ve canibi sadmüjde resanata ya: nazamiden iki bin altun ile bir hil'at ve bir çelenk i'ta olunup, üç gün top şenliği kılındı. çünki yedi aydan berü bağdad muhasara olmağla kahtu gala'ya ehalisi mübtela olmuşlariken, bu osman paşa kudümü üe cümle reha ve halas bulduklarında, muhasarai bağdad: çıkup varoşda olan kızılbaşları kati ve mallarını yağma ve cümle top ve mühimmatlarını ahz u kabz ettikleri haberi dahi geldikde, tekrar top şenliği olunup, serasker'e yedi bin altun ile mücevher çelenk mücevher kı lıç ve kürk ve yanında olan memiş paşa ile selim paşa'ya üçer tuğ in'am olunmağla muharebede cengaver olanlara i'tibarı padişahi olduğu i'lan olundu. kezalik bağdad valisi ahmed paşa yedi ay muhasara müzayakasma sabr ü sebat gösterdiği içün mücevher sorguç ve şemşir ve kürk ile sa'ir zabitanma hil'atlar ve teşrifat irsalile tatyib kılındı ve nadir ali'yi ta'kibe, beş bin gazi ile timur paşa irsal olunup, iran'ı viran ederek tebriz'i hamlei ulada feth eyledi. lakin tebriz bir şom kal'a olup, elde m ü n tr k t e p e ve avuçda durmayup, kah bize, kah gazi hutbesi: düşmana geçdiği içün hedmine fer man olundu ve padişahı vakt olan sultan mahmud han'm nammı hatibler hutbede lafzı gazi ile vasıflamak dahi ferman olundu ve serasker osman paşa yanmda olup, ordukadıhğı eden rumeli kuzatmdan abduuah ordu kadısı'na ikram: efendi'ye, seraskere ikramen mevleviyetle bağdad kazası ihsan olundu. çünki anadolu'dan ma'zul ishak efendi istanbul kadısı oldukda, harcı i'lam ve harcı hüccet ve narh umurundan bir para almamağla nas beyninde iffet ile mevsuf olup, bu gün şeyhülislam olur, yarın olur denildiğinden naşi, bir sene mukaddem hala sadrı fetva olan ebülhayr ahmed efendi, kü tahya arpalığına nefyetmişidi azli ebülhayr: lakin bir ay mukaddem karihai hümayundan itlak olunup, geldikde sadrı rum payesi verilmişidi. şimdi ebülhayr sadrı fetvadan tenzil olu nup, büyükdere'de mekse me'mur olıcak, yerine mümaileyh ishak efendi oldu. ma'zuli müşarünileyh, hakkguy ve hayrhahı devlet bir piri binazir olmağla şehinşahı cihan sultan mahmud han ile babaoğul olup, madam ki sen sağ, ben sağım, sana azl yoktur deyüahdü peyman vaki' olup, azlini mucib bir halet yokidi. ancak ishak efendi'nin ta'nma sabr edemeyüp, nefy etmekde muvaffak olamadı; zira ishak efendi semti riyayı zi yade bilüp, avampesend hareketle memduhı avam olmuşidi. nefy olıcak, ishak efendi gibi afif zat devletimize elvermedi, falan ve filan deyü söz çoğalmağla lisanı nası kat' içün nefyden itlak ve sadrı rum payesi, ba'dehu müfti nasb olunacak damadzade azl olundu ve bursa'dan ma'zul mestcizade abduuah efendi islambop payesi ilekezalik bursa'dan ma'zul neyli ahmed efendi, fazileti kamilesine binaen anadolu payesi ile tekrim kılındı ve silahdarı şehriyari ya'nizamı humbaracıyan: kub ağa üç tuğla çıkdı ve bu vakte gelince, üç yüz tımarlı kumbaracı olup, henüz san'atlarmda meharetleri olmamağın', teksiri nefer içün ve bilmeyenlere dahi ta'lim içün yevmi on sekizer akçe ulufe ile bosna'dan üç yüz nefer üstad kumbaracı getirilüp, cümlesi bir ocak vaz' olunup, üskü dar'da ayazma sarayı'ndabina olunan karhaneye müstevfa ta'yinat ile iskan olımdular. şe im 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ziyareti padişah mezarı yuşara ve ihdası kağıdı cizye der mısır ve nuzuli dü kalyon der yekruz der tersane. iki kalyon birden indi kuş gibi sui yenvne tarihini subhi efendi demiştir. tekmıli binai canüi cedidi sadnazam ali paşa der altımermer d der islambo? der şa'ban ve vefatı müftii sabık mirzazade der şevval , harık der dahili babı kapant dakik ve suküt şudeni yeniçeri ağası ve cebecibaşı ez yek dam ve helak şudeni cebecibaşı ba'de zaman ez an cerahet ve maktulii muhassılı aydın abdullah paşa der erzurum bemübaşereti yahya paşa: vezir kethüdası kel ahmed ağa'ya üç tuğ ile cidde mansıbı verildikde, yerine küçüktezkireci halisa tezkirei sanı vezir kethüdası olosman efendi vezir kethüdası olduğu: du; ya'ni tezkirei sani, evvele belki reis ve defterdar'a aklı ev veldir deyü tercih olundu ve ayasofya şeyhi köse süleyman efendi hedi yesini ahz ettiği kimesnelerin işin görmek kasdı ile devri ebvab edüp, bir tarikin kibarını şefa'at ile bizar etayasofya şeyhi'nin yeri hakk oluntiğinden ma'ada kürside cenabı duğu: şehriyari'ye ve vükelasına harf endazlık ile kesbi şana sa'y edüp, sebebi ihtilal olduğu içün yeri hakk ve nefy olunup yerine sultanahmed şeyhi yenibahçeli zade çelebi efendi uruç eyledi ve bu vakta gelince mı sır'ın cizyesi sa'ir mukata'at gibi ilmısır'ın cizye kağıdı icadı. tizam olunuriken mısır'ın mütegallibeleri seksen kiseye iltizam edüp kat kat fa'izini beynlerinde taksim ederlerimiş. padişah istifsar edüp sa'ir biladı islamiye gibi evrak verilüp, aladan kırk sekiz dirhem fızza, vasatdan yirmi dört, ednadan on iki dirhem alınmak üzre kırk bin evrak kağıdı tertib olunup, irsal olundu ki, üç bin kiseden ziyade hasıl olur ve padişah bu esnada kayıkla karadeniz boğazı kavağı'na çıkup hazreti yuşa' mezarını ba'de'lziyaret çekdiri ile avdet buyurdu ve on seneden berü cebecibaşı olan abdullah ağa, vak'ada tama'a düşüp ismi var, cismi yok vafir esame ulufesin alup, telefi hazine ettiği içün iki tuğla ihrac olunup, boğazhisarı'na vardığında kati olundu ve üsküdar'da tarikı halvetiye'den aziz mahmud efendi şeyhi iken katar şeyhliğine rağbet edüp, valide cami'i şeyhi olan ya'kub efendi meşihati terk edüp, hanesini halvethane edindi ve iki sene mukaddem defterdarlık'dan üç tuğ ile çıkup kars canibiseraskeri olan izzet ali paşa vefat eyledi. mertzzet ali paşa: humı mezbur ma'rifetde ehli ka leme ve gayretde vüzeraya ve sehada hateme racih bir zatı mükerrem idi; hatta defterdarlığı aleminde ahibbasmdan biri ramazan'a karib, hardık edeyim diyerek, üç yüz kuruş hizmet almacak bir kağıd peyda edüp, ihtiyacım ima edicek, mühürdarma bu adama bin altun ver deyü emretti. mühürdar dahi yanımda akçe yok ve acele işim var, yarın gel vereyim deyüp, mühürdar gitti; arzı hal eden ahmed ağa dahi gideriken izzet efendi taşra çıkup gördükde, aldın mı? deyü sü'al ettikde, almadım deyicek, kendi' yanından bin altun verüp mesrur eyledi. ertesi gün mühürdar dahi bin altunı veririken, dünkü gün efendi kerem eyledi dedi. lakin mühür dar, bana emrine binaen, ben vermeye muhtacım, sonra kendüsüne sü'al ederim; ba'dehu geri alırım deyüp, verdikden sonra efendisine ifade ettikde, kısmeti iki bin altunimiş; verilen geri almmaz demiş. rahmetullahu aleyh. paşayı mağfurun hini fevtinde büyük miri ahur ve damadı sadnazam olan yahya ağa hizmetle, yanında kars'da bulunmağla tuğ ları mezbur yahya ağa'ya i'ta binai camii ali paşa der altıolundu ve sadnazam ali paşa, mermer: mühri hümayunu aldıkda, binasınamübaşeret eylediği altımermer'de vaki' musanna' ve hoş bina camii şerif tekmil olunmağla, şa'ban 'm ibtida cum'ası salata beda' olunmak içün padişah berren cami'e varup, ba'de edai salat sahibü'lhayrata kürk ilbas buyurup, bahren kayıkla avdet buyurdu ve idi fıtrin dördüncü günü, bahariyeyalısı'nda vezir padişaha ziyafet eyledi ve vak'ada maktul ibrahim paşa'nın oğlu mehmed paşa, üç tuğ ile bursa mutasarnfiidi; lakin ümmi sıbyan illetine mübtela olmağla terehhumen altı bin kuruş senevi hass ile vüzera mütekaidlerine mülhak oldu ve aydın muhassıh üç tuğlu abdullah paşa nice zamandan berü aydm ilini eki edüp, fiesaret ve şeca'at ile şöhre tine binaen iran seraskeri köprülüzade abdullah paşa'nın ma'iyetine iki bin nefer süvari asker ile erişmek ferman olundukda, seferiye namile re'aya ve berayadan zulmen bihisab mal alup, ayak sürüyerek beşyüz mikdarı atlı ile ceng vakti geçdikden sonra arzı rum'a vardıkda, serasker tara fından, niçün geç geldin deyü sü'al olundukda, bu seferin aslı yok, murad asker kırdırmaktır ve memleketleri revafıza vermektir demekle, orduda olan askere dahi perişanlık verdiği içün erzurum valisi yahya paşa'ya mezşe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i bur aydın valisinin katli içün ferman sadır oldukda, yahya paşa, yeni ve zir olmuş olup, bu şeca'atlii herifin katli muhassılı aydın abdullah katline güne olur deyü tefekkür paşae; ve fırsata müterakkıbiken, iğfal içün dostluk arz ettiğinden derunı kal'ada ikamet içün yahya paşa'dan bir konak taleb edicek, yahya paşa mesrur olup, kendü ayağı ue dame giriftar oldu dedi. vak ta ki bir konağa iskan olundukdan sonra, birgün abdullah paşa, canım cirid istedi; lakin olduğumuz hanenin tahammülü yok; içağaları'nı alup geldim diyerek yahya paşa sarayı'na geldi. lakin gelüriken bir doru küheylan ata süvar oluriken, at yanaşmayup ve paşakapısı'na gireriken paşa'nın başından kavuğu suküt ettiğinden etba'ı teşa'üm etmişleridi. paşa paşa'nın yanına gelince, etba'ını, etba'ınasınıfı sınıfına taksim edüp, yahya paşa abdest bahanesile kalktıkda, ta'limi üzre sekbanbaşı abdullah paşa'nın yanına girer, otur dedikde, ben oturacak değilim, padişah senin muhasebeni görmek içün kal'abendliğine ferman etmiş, kalk deyüp kaldırdıkda, çünki etba'ı taksim olunmuş olmağla haberleri yok. abdullah paşa'yı yalnız ata süvar ettiklerinde etrafmı serdengeçdi ağaları ihata edüp, dizdarodası'na götürdüklerinde, kapıcıbaşı ve sekbanbaşı yanına girüp, sekbanbaşı bir barid türk olmağla. paşa abdestal deyicek, heman paşahançer ile sekbanbaşı'yı kati ve bir adamını cerh ve kapıcıbaşı'nın dahi şatır'ını mecruh edüp, ellerinden halas olup, avluya nüzul ettikde, kal'a bedenlerinden taş atarak sersem olundukda, serdengeçdi ağalarından kurban ağa vurup kati eyledikde, seri maktu'ı ile beşyüz kiselik fındık altunu ve sa'ir eşyası hastane'ye irsal olundu. am ma maktuli merküm şeci' ve delir vezir olmağla. devlete elzembir zatidi. ancak, kızlar ağası elhac beşir ağa, şeca'atlü adamın yaşaması nı zarar addetmişidi. bu sebebden katline istima' edenler hayfa dediler. binai kasrha ve hamam ebağçe der topkapı der sarayı hümayun der istanbul bedesti yazıcı ali efendi ve şahadeti köprulüzade abdul lah paşa der cengi kızılbaş der kurbi revan ve maktulıi timur paşa bacürmi jirar ez cengi abdullah paşa ve sebep kerdeni inhizamı nakzı ahdkerdeni moskov ve zuhurı seferi moskov der ahiri senei in. mahı safer'in yirmi ikinci salı günü büyük dim ü n ir k t e p e van'dao herkes mekanına gittikden azli sadnazam hekimbaşı zade sonra, iran müşaveresi deyü tekrar ali paşa: vezir ve müfti ve ulema ve ocaklu saray'a getirildikde vezir ali paşa'dan mühür almup çekdiri ile midilli'ye irsal olundukdan sonra kandiya mansıbı in'am olundu ve bağdad muhafızı ismail paşa, bağdad'dan hastane'ye gelince çavuşbaşı ivaz mehmed ağa'ya üç tuğ ile kaymakamlık ihsan olundu ve ismail paşa seksen günde gelüp mührü aldıkda, ivaz paşa vidin'e ve vidin'de olan köprülüzade ahmed paşa hastane'ye nişancılı ğa 'getirildi ve padişahı asrın sasarayı hümayun'da topkapı biray'da topkapı nam mahallin nası tevsi' olunduğu: ebniyyesine ilave içün müceddeden bina buyurduğu nev tarh ka sırlar ve fevkani hamam ile bahçe tekmil oldu. geçen sene havadisinde tas tır olunduğu vech üzere kızılbaş acem cengi ve şehadeti köprülügazi ve arec osman paşa'yı bağzade abdullah p aşa: dad'da şehid ettikden sonra revan seraskeri olan köprülüzade ab dullah paşa'nın dahi kirpi. jr nam mahalde üzerine gelüp, ceng olunuriken, çarhacı nasb ettiği timur tedbiri nakısı serasker: paşadahi vafir kızılbaş kırmışiken sui karın kelamile bu gece timur'ı çarhadan çıkarup körçavuş'ı çarhacı nasb edüp, ertesi umumen as ker ile abdullah paşa kalktıkda', tahmasb kuh han ile bir sa'at ceng olundukda timur üç tuğlu olup, azl olunduğuna gayzen kendüyü bir bayı raçekicek, sa'ir atlu levendatı dahi bakup ceng etmeyüp, dönmelerile asker bozuldu ve serasker abdullah paşa şehid oldu ve başını kızılbaşlar alup, şahlanna götürdü ve cümle orduyı islam ile top ve mühimmatı dahi zabt eyledi. sui karin sebebine abdullah paşa çarhacı olan üç tuğlu ti mur paşa'ya cümle levendat ram olup, ceng ederleriken hata edüp çarha dan çıkarmağla, levend ceng ederiken iğzab olup yüz çevirmekle kendünün şahadetine ve ordunun inhizamına sebep oldu ba'dehu abdullah paşa yerine bağdad valisi ahmed paşa revan seraskeri oldukda, asılda timur'a gazabı varimiş, katlini i'lam etmekpaşa katline san'a. le, iki tuğlu mahmud paşa ile hü seyin paşa'nın seferde taksiratları zuhur etmiş, te'dib içün mezburanı kahren istihdam edesin deyü timur pa se m 'dn izd esü le y mnee n d i tr th t şa'ya ferman varid oldukda, timur'un katli içün dahi mezbur paşalara gizli ferman varmış. mezburan dahi isti'fave ricai afv ile yirmi kadar adamlarile timur paşa'ya vardıklarmda, el ve etek ve ayak öpmek suretinde yanma varup gafilen hücum, timur'ı kurşun ile vurup seri maktu'mı hastane'ye gönderdiler. gerçi katlinde düradur san'at ettiler; lakin devleti aliyye'de merd, bahadn ve düşmana mukavemete kadir er komadılar. bu vaktahücacm metrukatmı beytü'lmal zabt etmekle, varis leri yedine hisse girmezidi. ba'de'lyevm varislerine teslim oluna deyü emr olunmağla padişah ecre nail oldu ve sultan bayezid ve sa'ir mahallerde yağlık ve uçkur ve makrama yazıcıları kırkdan ziyade dükkan olup, bu san'atı tasannu' eden süfeha biperva fahişei zenan ile icrai mel'anet et tiklerini islambop' kadısı ilmi ahmed efendi i'lam etmekle dükkanları kapanup men' olundular ve ismail seksen yedi günde vezirz li: paşa mühre geleli seksen yedi gün oldukda, receb'in on ikisinde , surra çıkmak adet iken, bu sene receb'in dokuzunda ihraç olunmak için vezir ve müfti sarayı hümayun'a vardıklarmda revanodası'nda tevkif olunup, yalnız müfti efendi huzurı hümayuna götürülüp, silahdar ağa gelüp, vezirden mührü alup, padişaha verdikde, mezbur silahdar mehmed ağa'ya üç tuğ ihsan olunup, kaymakamlık inayet olundu. on altı gün mürurunda kaymakam ile müftirikaba da'vet olunup var dıklarında, kaymakam paşa'ya mühri hümayun dahi in'am olunmağla, ve kaleti kendü kendüye olduğu ma'lum olup. solak ve peyk'ler ile paşakapısı'na geldi ve şeyhülislam şeyhülislam fetvasına imza yerine dürri efendi'nin illeti olup, imzatemhir ettiğ. ya kudreti olmamağla, şifa' bulun ca imza yerine temhire izin verildi ve bu esnada moskov keferesi nakzı ahde bahanecu olup, acem'in hima yesi bizimüzerimize lazım deyüp, düveli islam ve nasara beyninde serbestileri mer'i olan leh hüduduna zuhurı seferi moskov: kıraliçe dedikleri la'ine seksen bin kafir ile hilafı ahd leh hüduduna glrüp, serbestilerini kesre sa'i edüp, ukrayna ve podolya memleketlerini zabt ve hüdudı islamiye'ye karib mahallerine moskov'dan zabit ta'yin etti ve azak kal'ası'na sekiz saat olan çerkeskirman kapalarmı ta'mir ve don suyuna sefine icra' ve devlete müntesib olup, ali osman hutbesini kıra'et ile ittiba' eden müsliminden dağistanlı'nın altmış bin koyununu gasb etti ve irana. sahı olan nadir ali sah ile mükatebe ve bitamamiha mem leketi gürcistan ali osman zabtında kalmak üzre mukaddema moskov ile olan sulhı salahda meşrut ve ahidnamesinde mezkuriken moskov bu defa hilafı ahd ü peyman gürcistan'm ba'zı mahalline ta'arruz ve tarafmdan zabt ettiği yerlere zabit ta'yin etti ve kuban'da sakin olan nogay ta'ifesinden yirmi müslümanı kati ve esir eyledi ve devleti aliyye'ye tabi' olan barabaş kazağı'nı kendüye celb edüp, mahalli merkuma kal'a binasına mü başeret misiilu enva' desise ve hıyanet ettiklerini, devleti aliyye'nin ma'lumu olmuşiken, devletin acem ile muharebesi olduğu için tesamüh ve iğmaz olununken acem seferi içün tatar hanı, devleti şirvan tarafma gitmeye ferman buyurmağla, yerine kalgay'ı kırım'da bırakıp, kı rım ham azim asker ile dağistan'a kırım hanı'nın dağistan'a gittiğp: gideriken nehri kuban'a vardıkda, kalmuk kabilesi ita'at etti. an dan dokuz sa'at nehri k uy, andan yedi saat nehri b e lh kena rına vardıkda, kabartay beyleri dahi gelüp, mütaba'at eyledi. andan beş saat nehri bahşan , andan iki saat nehri balcik , andan altı saat nehri çerek, andan iki saat deli evren ı andan bir saat nehri türk ubur olunup, kal'ai tatatub ' ki, fi'lasi kürsii memaliki cengiziyandır, hala çerakise'den küçük kabartay kabilesi sakin oluridi; han vardıkda, han'a ta bi' olup, han yanına imdad içün asker verdi. andan dört saat nehri kerçin, andan dokuz saat sevic kurbüne vardıkda, ta'ifei çe çen gelüp bi'at eyledi. andan dört saat nehri ezgün , andan dört saat nehri bas , andan dört buçuk saat nehri gümüş, andan beş saat kumuk yanına vardıklarında, kumuk dahi gelüp mütava'at eyledi. andan iki buçuk saat nehri yeman , andan üç saat aktaş nam mahalle varıldıkda, ehli islamdan andri kabilesi meskeni olmağla anlar dahi gelüp teba'iyyet edüp, imdad içün han yanına asker kat tılar. andan üç saat nehri kavik'e varıldıkda, meskeni şemhal'dir, anda olan kaynak ta'ifesi hakimi ahmed han zade mehmed han gelüp, han'ı istikbal ettikde, tarafı devletden olcaniblerin azl ve nas bi tatar han'a havale olunduğuna bina'en merküm mehmed han'a iki tuğ verdi. andan sürhay han zade mehmed bey'in vatanma vardıkda, çöküse m 'dn izd esü ley mnee n d t tr ih t nü jolan ahmed han gelüp, istikbal edicek bu ahmed han'a dahi üç tuğ verdi. andan timurkapı nam derbende vardıkda akkuşa üleması ve köyücü ta'ifesi üleması dahi gelüp, istik ballerinde ali osman'a ila'atlerin inha eylediler. ezin canib bağdad valisi ahmed paşa bağdad'dan ' ma'zusohbeti sulh ile acem'in devleti len erzurum'a seraskerlik ile geliğfali: dikde, acem şahı yine sulhu hiyaz etmekle, ahmed paşa mükalemeye murahhas, müsalaha mukarrer olduğu içün tatar han hüdudı acem'e girmeyüp, heman timurkapı'dan hastane'ye da'vet olundu. amma bu esnada ya'ni tatar han, kuım'dan timurkapı'ya gidüp, kurım'a bıraktığı kalgay sultan vefat edüp, kırım hali kalıcak, hilekar moskov kafiri, hilebaz acem şahı ile altı madde üzerine müsalaha olup, osmanlı ile tatarı, gürcistan ve acemistan ve moskov hüdudlarından, belki bi'lcümle ortalıkdan ref' ve mahv olunmadıkça, bir tarafdan acem ve bir tarafdan mos kov muharebe edüp, cengden fariğ olmamak üzre mu'ahede edüp, sureti ahidnameyi dorluk hatmanı bir takrib alup, tatar han'a isal eyledik de, moskov'ın ve revafızm karına, gerek han ve gerek devlet va kıf oldu ve devletin acem seferi içün moskov'a müsamaha ettiğini, moskov, devletin acz ü za'fına hami edüp, devletin üç koldan acem ile muharebesi olduğunuve kırım'ın han'dan azağı küffar aldığı: ve kalgay'dan hali olduğunu ni'met ve fırsat ve ganimet addedüp zilka'de 'de, ale'lgafle doksan bin kafir ile gelüp, azak kal'ası'nı muhasara ettikde, sulh ve salaha bina'en kal'ada cebehane ve mühimmat ve muhafız kalil olduğunu azakh, han'a arz edüp, yüz bin kefereden mürekkeb taburunun dahi kırım üzerine geldiğin tatar han haber alup, hastane'ye gelmeden fariğ olup, canibi kırım'a gideriken' devlet haber aldıkda, moskov balyosu'na sü'al edicek, moskov kıralı devletin dostudur, bu dahi tatar'ın mel'anetidir deyü balyos tecahiilane devleti iğfal güne cevab verdikde, ıngiltere moskov'utı hilesine ingiliz'in ve niderlanda balyoslarından dahi i'anesi: sü'al olundukda bundan akdem, moskov, lehvilayetine duhul ettikde, sizlerden sü'al ettiğimizde, sizler moskov ve nemçe, devleti aliyye'ye ve memaliki islamiye'ye sui kasd etmiyeceklerine, bizler kefil deyü ta'ahhüd etmişidiniz; şimdi azak muhasara olunmuş, henüz bir haber dahi vermediniz denildikde, moskov'da olan ingiliz elçisinden şimdi kağıd gel di, bakdık, dostlukdan gayrı bir şey yok. size gelen haber iftira' olmak gerek dediler. lakin müdebbiranı devlet, bu balyoslarm bu lağviyatma bakmayup, mahsur olan müslümanlara imdad lazımdeyü, fetva mucibince ibtida' paşakapısı'nda, ba'dehu huzurı hümayunda, umummüşaveresinde, padişah, astane'de kalup, vezir babadağı'na acele gide ve azak imdadına acele kapdan paşa olan canım hoca donanma ile gide deyü, fatiha kıra'et olundu, ve iran seferleri hazine'yi viran etmişiken, lillahilhamd, bir buçuk ayda kemalile levazımı seferiye görülüp, trabzon valisi yahya paşa, özü muhafazasına irsal olunup. tuna köprüsü inşasına soğancıbaşı' ta'yin olundu ve moskov'dan vezir'e gelen mektubda, ehli islam nakzi ahdseğer müsalaha muradınız ise bir mürahhas irsal oluna, eğer değil ise, kapıkethüdamızı gönderesüz deyü yazmış; cevabında, hangisine rağ bet ederisen' devlet dahi rağbet eder deyü tahrir olundu ve mukaddema suihda ingiltere ile niderlanda tavassutı ile suuı olunduğuna bina'en şimdi zuhur eden moskov keyfiyeti sadrıazam mektubu ile bildirildi. vefatı hüdavendigarı sabık sultan ahmed hanı salis rahmetullahualeyh, der saf er ve defnküned der türbei camii valide sultan der istanbul ve istilai küffarı moskov bekal'ai azak ve istilai taburı moskov becezirei kırım ve ric'ateş ba'de ez tahrıb an diyar ve vürudı elçiyi şahı acem nadir şah ve mükalemei mürahhasan der islambol ve akdi sulhküned ve tavassut ve iğfal kerdeni keferei nemçe bamüsalahai moskov. hotin solkol ağalığı'ndan miri miran olan kolçak ilyas paşa'dan şeca'at ve yararlık müşahede olunmağla, üç tuğ ile hotin muhafızı nasb olundu ve bu esnada, yüz bin kefereden mürekkeb moskov taburu urkapısı haricinde zuhur edicek, çarhacısı ile tatar han ceng ettiği haberi devlete gelmeğin, orduyı hümayun'm bir ayak evvel astane'den çıkması lazım gelmeğin. nişancı paşa olan köprülüzade ahmed paşa kaymakam nasb olunup, muharrem'in yirmi üçünde , sahibii devletin tuğ ları davud paşa'ya çıkup, on günsancağı şerifin moskov seferine de dahi ordualayı ve cümle gittiği: ocaklar ve sancağı şerif ile sadrıazam silahdar mehmed paşa davudpaşa'ya çıktı ve beş günde yolu ile ocaklar ilerü gidüp, safer'in altıncı se m 'dn izd esü ley mnee n d ı tr ih t günü sancağı şerif davud paşa'dan hareket ve safer'in on ikinci günü edirne'ye vefatı sultan ahmedi salis: vasıl oldu. yevmi mezburda, hüdavendigarı sabık sultan ahmed han hazretleri vedai alemi fani etmekle, kafesden ruhı pür fütuhu, nezdi hüdayi müta'ale pervaz eyledi ve cenazesi istanbul'da, bağçekapısı'nda vaki' büyük validesi türbesinde defn olunmağla eb ve cedd ve amam ve ümmehat eh ve ihvanına hemcivar oldu. rahmetullahu aleyh hazretleri, bin seksen dört senesinde hacıoğlu pazarcığı kasa basında dünyaya gelüp, yüz on beşsalinde, edirne'de calisi seriri saltanat olup, yirmi yedi sene on bir ay hadimü'lharemeyni'lmuhteremeyn ve şahı cihan olmuşidi. kırk üçtarihinde uzlet ihtiyar buyurup, al tı seneye karib kuşei inzivada maliki yevmü'ddin celleşanuhu' canibine iyyake na'büdü hand olarak, işbu kırk dokuz safer'inde , cıvarı hakka ııhlet eyledi ki, ömıi şerifialtmış yediyi tecavüz etmişdi. kabri ravzai ridvan olup, mekanı firdevs olsun ki, zamanı hilafetinde halk kaht ü gala' yüzin görmedi. pirincin kilesi yetmiş ve seksen akçeye, lahmin vakiyesi dört paraya, hatabm çekisi on iki paraya, pekmezin vakiyesi dört akçeye, yüz dirhem ekmek bir akçeye, mum on altı akçeye ve kıs alahaza. hini azlinde evladlarından şehzade sultan süleyman ile fat ma sultan'ın vefatları acısını çeküp, afvi taksirat ve refi derecat celb eyledi. çünki bundan akdemce şahı iran ile müsalaha hitam bulmağla askere insırafa izin verilmişdi. şimdi moskov seferi zuhur edicek, avdet eden asker anadolu'dan kefe'ye geçmek ferman olundu ve azak kal'asında mu hasara olan müslimin, doksan altı gün doksan bin kafirin muhasarasma ta hammül edüp, bir yerden imdad gelmeyüp ve gelmek ihtimali de olmadığın dan, eman ile kal'ayı teslim eylediler ve on yedi seneden berü viran olan iran memleketi, kah acam eline, kah mir üveys tarafına, kah ali os man yedine, ba'dehu tahmasb'a, ba'dehu yine osmanlu'ya, badehu tahmasbkulı han dedikleri nadir şah'a geçüp, bir elde durmadığından nafile asker ve hazine telefineba'is olmakdan gayri bir şey'i müfid olmadığı içün nadir şah'ın niyazma müsa'ade ve müsalaha olunup, ba'zı şurut ve kuyud müzakeresi içün abdülbaki acem elçisinin astane'de sulh mühan nam elçisi murahhasen astakalemesi diyerek iğfal ettiği: ne'ye geldikde, ahvali iran'a ve keyfiyatı seferi iran'a vukufu olan reis ismail efendi ve beylikçi tavukcubaşı mustafa efendi ve iran ordularında defterdar ve reis olup, muhasara ve kıtallerde bulunmağla umurı hafiye ve celiyeye vakıf olan cizye muhasebecisi ragıp efendi, sancağı şerif ile moskov seferine gitmişleridi; yerlerine kaymakam bırakıp, hastane'ye getirildiklerinde, gelen acem elçisi ile mükalemeye ağaz ettiler. bu ma halde tafsil iktiza etmekle, zuhurı devleti safaviye'den inkırazlarına devletı savajıye tun zuhuru ve ve afgan'ın zuhur ve inkırazlarına kirazı ve afganın zuhuru ve ınkı, ve nadir şah ın zuhuruna ve bu razı ve nadir şahın zuhuru. musalahaya gelince, alı osman ile vukü' bulan keyfiyata müta'allık ahvali tahririne mübaderet olunduki nazırin bir nazarada, cümlesine ilmi icmali hasıl ede ve ibret ahz eyliye. devleti safaviye'nin ibtida iran'da zuhunı dokuz yüz altışa linde, şah ismail bn. şeyh safiyüddin ishak, iran'da devleti farsi'ye münkariz olmuşidi. bu tarihde, bu şeyhzade ismail şah olup devleti safaviye zuhur eyledi ve devleti safaviye'nin iştiharına ve kıyamına ve bekasına sebep olur müşaht acem'in kesbi şöhret içün lahazası ile devleti osmaniye ile ali osman ile nakzı ahd ettiği: mukabele ve muhasama kasd ettikde, devleti osmaniye'de dahi nevbeti saltanat bu tarihde yavuz sultan selim gibi bir gayur padişaha gelmişidi. sultan selim asrı vekayi'i tahrir olunduğumahalde tafsil olundu ğu üzre bu şah ismail'in sultan selim ile ettiği muharebede, münhezim ve perişan oldukdan sonra, çok geçmeden kendü dahi gumum ve ar ile helak oldukda, yerine oğlu tahmasb calis oldu. oldahi fevt oldukda, yerine oğlu ismail, ba'dehu hüdabende, ba'dehu abbas, ba'dehu safi, ba'dehu büyük abbas ki, kırk beş sene şahı iran olup, ali osman ile nice muharebe ve bağdad'ı hile ile almışidi. bin kırk bir tarihinde helak oldukda'nebiresi şah safi oldukda. sultan muradı rabi' hazretleri varup bağdad'ı yedinden nez' etmişidi. safi dahi fevt oliukda, sagir oğlu abbas şah oldu. oldahi fevt oldukda yerine tebdili isim: mirza safi şah oldu. bu takiy eyyamı saltanatında bir hevlnak rüyoı görüp namını tebdil etmekle kazayı tahvil ederim zannile ismini süleyman eyledi. vaki'de rü'yamn mazarratı kendüye zuhur etmeyüp oğlu şah hüseyin'de zuhur eyledi. bu şah safi, bed cibiuetve mezmumü'lahlak ve acul ve gadub ve birahm ve hodbin ve haşin olmağla, zevcesi sul şb m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih t tandan üç oğlu oldu. bir gün edna cürm ile kati edicek, ortanca oğlu ba basının bu halini görüp, havfe teba'iyyetle ihtifa ettikde, babası enva' nedamet ile inandırup, şehzadeyi kuşei hifadan çıkarttı'lakin şehzade gelüp, babasını' tecrübe ettikde, eski tabi'atda görücek, yine firar etti ve validesi dahi havfe tabi' olup, kendüyü bamdan atup, helak ohcak, şah şematetinasa uğradı. asgar şehzadesi hüseyin'e mahabbet eyledi. bu şehzade hüseyin kasirü'lkame ve nazarda şehzadelere lazım olan kr: hor, lakin zeki ve sahibi firaset ve ilmü ma'rifete sa'i olmağla ricali devletin memduhu olmuşidi. şahın ahir zevcesinden dahi mirza abbas namoğlu varidi. onun ulum ve ma'arife rağbeti olmayup, padişahlara lazım olan semti şeca'ati bilmektir diyerek, silahşor ve cesur ve harb ü darb ta'limi ile nadan kalmışidi. şah süleyman fevtinde, erkanı devleti şehzadeleri yad edüp, eğer abbas'ı şah etsek, huzur ve rahatı terk eder, zevk ve safamız gidüp, meşakkatı sefer ve ta'b r muhavereye mübtela olu ruz. lakin şehzade hüseyin hilm ile muttasıftırdeyü, hüseyin'i ihtiyar edüp şah ettiklerinde, oldahi farizai cihadı terk ve talebi huzur ve rahat ile safada olup, karındaşı abbas'ı padişahın ziyade hilminden zarar: habs eyledi ve nice müddet salah ve takva ile edna menhiyata' meyi etmeyüp, zühdü takvada ve hilm ile ittisafda oldu. lakin padişahla rın halim olması muzırdır. vükelayi devleti padişahın talebi huzur ve hilmine mağrur olup, fısku fücura cesaret ve şahi, şahların şanmdandır. etraf düşmanları safada bilmek lazımdır diyerek, ibtida musikiye sonra lehv ü la'ba sonra ayşü işrete dahi mübtela ettiler ve rical dahi zevkü safa şuglile müstağrak olup, husama karını ve mühimmatı seferiye efkarını feramuş ettiler ve şahı bidar ve ikaz eder bir mukarin bulunmadı. bu ali safaviye, zikri mürur memaliki şahıcem: ettiği üzre, on bir nefer şahan olup, memaliki iran ve irakı acem ve huzistan ve luristan ve sicistan ve zabilstan ve dağistan ve gürcistan ve faris ve kirman ve mekran' ve mazenderan ve giylan ve revan ve şirvan ve horasan ve kandehar mecmu'ı on altı padişahlık ' memleketleri iki yüz yirmi sekiz sene zabt ve tasarruf ettiler; ya'ni her bir mülukun yerini bir hanlık addedüp, ocaklık vechi üzre maktu' olunmağla, hanlar azp'ü nasbdan emin olduklarından' ve şahlann kavi düşmanı ol mayup, ekseriya cengleri kendü re'ayalan makülesi ile olmağla, mühimmatı seferiye ve techizi askerde tekasül ve şürbi hamr içün nehi ani'lmünker farz şerifi ile dahi takayyüd etmediklerinden, ehli işret kesret ' buldu ğundan, emrii nebileri gereği gibi icra olmaz oldu; hatta bu şah hüseyin ibtida cülusunda hamre ziyade yasak ettikde ekser ricali devleti serhoş olmağla, yasağı defe bir dürlü çare bulamayup, valide sultan'ı itma' ettiler ve ocaklu ve rical bu hususiçin şah'a garezederler, fesad hasıl olur, yollu ihafe üe nakısai aklı ihafe ve itma' ettiklerinde valide yasağı men'de ve padişahı hamre tergibde sa'yi mevfuretti; müfid olmıyacak, temarüz edüp tabiblere hile' ta'lim etti; ya'ni bu dai mühlikeye hamrden gayri ça re yoktur dedirtdi ve heman iki kadeh nuş edicek, güya şifa bulup, oğluna müşfikane nushedüp, ebaü ecdadın mesleğidir, birer ikişer piyale nuş eyle demekle, meşk ederek defi gam mertebesine varıcak temşiyeti umur dan fariğ olup, padişahlar vükela ve ricale ' itibardan maksud ancak ken di zevk ve safada olup, her umuru bir ricale sipariş etmektir deyüp, hanen de ve sazendeler ile sürura meşgul oldu. çün zimamı devlet rical ye'dine girdi, rical muradma erdi, gadir mağdur, zalim mazlum, hakk batıl aranmayups celbi mal ve zevk u safasmda oldular. padişah ayyaş olsa zarar olmaz, esseyf ve'lihsan tev'eman kelamından gaflet etmeyüp, ümera vü kelasını beyne'lhavf ve'rricada bırakmak gerek. amma buhüseyin şah kanı sevmez, kerim ve halim ve selim olduğundan zalimler şahdan havf etmez ve sen çok ahp'ben noksan aldım deyü rical beynine şikak düşdü ve mazlumlar halini şah'a arzdan fa'ide olmıyacak, şah'm zevalini temenni ederler iken, gayur olan allah celzuhurıfgan: le ve alabunlara afganı taslit buyurdu; ya'ni fi'lasi timurkapı semtinde sakin olup, iran'a akın etmekle ta'ayyüş ederlerdi. timurlenk zuhurunda iraniler bunlardan şikayet ettiği içün, bunları timurkapı'ya yüz konak ba'id olan kandehar'a ki, hind ile iran beyninde vaki' sahraya iskan etmişidi. bunlar ermeniler ile hind tahrisi ceng: müslümanlan ile ünsiyyet ederek, müslüman oldular. lakin kar ve kesbleri garetden olmağla, cengleri mazbut ve zabitieri ceng murad ettiği gi bi cümlesi ta'limli olmağla, olsaat cem' olup, saflarını nizanüayup heman cenge mübaşeret ederler ve zabitleri askerden ilerü durur, taceng kızışınca, ba'dehu askerin ardına geçüp, düşmandan yüz çevirtmez, eğer dö nen olur ise bilaaman katleder. bu kati indlerinde hederdir; hatta birinin sağ kolu mecruh olsa, sol kolu ile ceng eder. zira şehid olanları zabiüeri ikram ile defn eder. eğer ardından vurulup helak olmuşlar ise, meydanda kalır; bu takrib firardan terhib ederler. lakin tatar gibilerdir, kal'a muhasarası' ve metrise girmek bilmezler ve zabitlerine muti'lerdir; hatta ticaret veya ta'am eder bulunsa, zabitinden haber gelicek, ta'am ve ticareti terk ederler ve askerileri her ne kadar muhtaç olsa, bir ahadin ve bir ra'iyenin bir akçelik şey'ine ta'arruz etmezler ve seferde, hanlarma varmca tavada kavrulmuş buğ daya kana'at eder. amma paklik vasjı isfahan: bilmezler' ve ehli perde değillerdir. paytahtı iran olan isfahan, irakı acem vasatmda yetmiş derece tülde ve kandehar tarafı şarkide, yüzderece tüldedir. ısfahan'dan kandehar'a karvan konağı doksandır ve acem şahı ile bundan akdem husumet eden gürcü beyiyorgi han esir olundukda, kandehar'a habs olunmuşidi. ba'dehu afv olunup, kafiri merküm kandehar'a muhafız ve zabit ta'yin olundukda müslimler bihuzur olduklarmı yorgi görüp afgan'ın maldar ve akıllısı mirüveys olup, kati olun masını kasd eyledi. lakin kandehar'da katli mümkin değil, ikram suretinde isfahan'a gönderüp, sui hallerini beyan ile katiini tahrir eyledi. lakin şah abbas vaktinden berü diyarı acem'in nüküdu ahir ülkeye gitmesün deyü et'ime ve elbiselerini kendi diyarlarından hasıl olana hasr olunup' hacca dahi akçe telef olmasun içün hacca meşhed ziyaretini be del etmişleridi. mezbur mirüveys ka'be'ye varup, enva' tuhaf ile ısfahan'a gelüp, acem'in ricali devletine ihda ettikde, memduh olarak, şah'a dahi takarrüb ettikde, şah mirüveys'in aklü rüşdünü pesend edüp, meş veretlereidhal eder oldu. bu estedbiri fasid: nada, moskov'dan elçi geliyor ha beri geldikde, elçinin gelmeden ha li tecessüs olundukda, ermeniyü'ıasl ve acem ra'iyesinden iken, françe ve nemçe diyarlarındacevelan ve moskov'da karar edüp, aklu tedbir ile niknam hasıl ettiğine bina'en, diyarı iran'ın ahvaline vuküfu vardır deyü, moskov elçi nasb edüp irsal oluntedbiri hasen: muş denildi. lakin bu esnalarda' kitablanmızm hükmü, devleti eramine zuhur edecek deyü iran'da şüyu' bulmağla, elçi dahi ermeniler'den peyda olıcak, vaktı ma'hud geldi deyü imza olunmağla, ricali acem, şah huzurlarmda müşavere ettiklerinde, bu elçi bizim ra'iyemizden iken gelüp şah yanında oturmak ardır; bahusus ermeniler'de elçi içün sahibi huruc sohbeti var; gelmesi münasib değildür deyü ittifak ettiklerinden sonra, mir mü n i r k t e p e üveys'i intak eylediler; oldahi benim aklımın muktezası elçiyi ric'at et tirmek münasib değil; zira moskov'a ar olur, aslı yokdan azim sefere ve muharebeye badi olur ve bu esnada mesfur gürcü beyiyorgi'nin karında şı moskov'a isü'ane içün firar etmiş; oldahi moskov'ı iğva ve tahrik edüp, moskov ile gürcü bir olur ve ra'iyeniz olan ermeniler dahi anlara ittiba' eder; bir büyük fesad hasıl olur. amma elçi gelse, yedinizde olur; ik tiza eder ise habs olunur, dahi iktiza eder ise mesmumen ihlak' olunur. zira bir sene mukaddem şirvan'da bir müfsid zuhur ettikde, nice ha zine sarf olunup, enva' zahmete mübtela olundu dedikde, mirüveys cüm leden akal ve re'yi hasen deyü tahsin olunup, hayırhah deyü addolundu. vaktaki mirüveys müsa'ade buldu, gürci beyi gibi kafiri', kandehar'a vali nasb edüp, müslümanları tahkir ettikden sonra, zamirinde olan intikamı sabıkı icraya takviyet veriniz eğer bendeniz mani' olmasam afgan'ı kendüye bend eder ve gürcü ile kavi edüp, iki tarafdan devleti safaviye'ye hasaret eder; benim mani' olduğumu kafir fehm edüp, beni i'dam ettürmek içün defedüp, tarafınıza irsal etti deyicek, mirüveys afgan'a emir nasb olunup karidehar'a irsal reşid adamı devlet yanından münolundu. bu acem'e ferzend derler, fek etmekden zarar: amma bu hususda gayetle hama kat ettiler. mahaza tecrübe ettiler ki, mirüveys cümlesinden reşid ve akal, bunun gibi adam devlete lazım, bir dakikayanlarından infikaki caiz değil iken, böyle akıllı herifi bir vi layete vah nasb ettiğimizde bu herif bu akılla bir fesad izhar ederise kim cevab verir demeyüp, iki türlü hata ettiler ve fırsat bulur isen, yorgi'yi i'dam eyle deyü mahfi yedine kağıd dahi verdiler. veyorgi han'a bu mirüveys'e dostluk ve ikram eyle deyütavsiyename yazdılar. vakta ki, mirüveys kabilesine vardı, cümlesi evvelkiden ziyade rağbet ettiklerinde, afganileri evvelkiden ziyade kabzai tasarrufa aldı'hemandem bir kabileyi tahrik ve kandehar valisi olanyorgi'ye isyan ettirdi ve sureti zahirde mirüveys'inyorgi han'a dostluğu olmağla, filan kabile isyan etti deyü, yorgi' ye bildirdikde, yorgi gayret edüp, mevcud olan askerini isyan edenler üze rine irsap' ve ertesi seheri kendü dahi binüp, mirüveysi bile alup gitmek içün mirüveys meskenine varıriken mirüveys haber alup, haslü'lmatlub deyü asker tedarik veyorgi'nin selamına muntazır kıldı. vakta ki, yorgi kendüye ta'zim zannı ile aralarma girdikde ortaya alup, cümle etba'ı ileyorgi han'ı helak ettirdi ki, kandehar'ayorgi han'ın haberini götürecek bir ferd kalmadı veyorgi'nin akşamdan ilerü irsal ettiği askeri dahi ta'kib forma ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ettirüp, cümlesini kati ve esir ettikden sonra, beyne'lişa'in mirüveys üç bin adamla kandehar'a dühul ve zabitanı kal'ayı kati birle kal'ayı zabt eyledikde müşavereye ağavan ihtiyarlannı cem' ve ma'külü sü'al ettikde, ihtiyarlar şimdi biz aceme isyan ettük, amma bizler acem'e nisbet cüz'i kavimiz. bari hind padişahma iltica edelüm dediklerinde, mirüveys, silahı tedbiri ele alup, elem çekmeyin iu iti ayeti kerimesini kıra'et edüp, hatırmızı kavi tutun; zira ben onları gördüm ve akıllarmı tecrübe ettim. onlarm ricali devleti ahmaktır ve tedbirde biribirlerine zıd ve her biri kendi intifa'ı ve safası kaydında olup, esbabı se fer ve nizamı asker ve intizamı memleket ve tesviyei ra'iyete sarfı zihn edebilür kalmamıştır. eğer üzerimize gelirler ise kuvvet kalb ile muhavere ve muhabere ederiz. inşaaliah' galib oluruz. eğer za'if olursak hind'e iltica ederiz. lakin himmetimizi ali edüp, aldığımız malı gana'im ile kandehar'ın iradı olan dört vakiye altun, muhtaçlarımızı iğna' eder dedikde, ta'ifei ağa van cümleten gelüp, mirüveys'e bi'at ettiklerinden sonra, mirüveys semti hileye sülük eder. acem şahı'nın i'timadü'ddevle ya'ni vezirine, benim inayetlu efendim, biz kandehar'a vasıl oldukda, ağavaniler ittifak ile yergi han'ı helak ve hile ile kandehar'ı zabt ve zor ile beni kendülere hakim nasb ettiler. bu dahi şah'ın bahtmdandır ki aher kimesneyi hakim edinscler müşkil olur idi. amma ben kulları vaktini bulup sühuletle yine kal'ayı şah'a teslime sa'y ederim. lakin acele iktiza etmez. eğer devleti şahide olan hodbinlerin kelamı ile asker cem' edüp ağavan üzerine varalım derlerse, afgan ölüm eri olmuştur; uzakdan gelen asker bir işe yaramaz; zira ağavan, gelen askerde galebesuretini müşahede eder ise, hind padişahına müraca'at ederler, dahi fena olur; eğer galib olurlar ise, bir dahi zabt olunmaz, dahi fena olur. münasib olanihmaldir. ben bundaiken elem çekmiyesiz deyü mektubuna bina'en, acemler bir eyyam ihmal ettiler; sonra işin ha kikatinitefhim ettiler ve moskov'dan gelen elçi sühuletle def' olunup, müşavere ettiler ve mirüveys'in kati ettiği gürcü yorgi bey'in karındaşı husrev, hala gürcü beyidir, karındaş kanını almak içün, serasker nasb olu nup, gürci'den ve acem'den azim asker ile bin yüz yirmi dörtsalinde azim asker ile kandehar'a irsal eylediklerini mirüveys istima' edicek, i'mali fikr edüp, heman ekinleri hilei harbiye: biçdirüp, kal'aya doldurdu ve ge lecek askerin yolu üzerinde olan ot ve alef makülesini ihrak ettirdi ve atlu askerini derbendlere vaz' edüp, pi yade ile kendi kal'a muhafazasına kaldı ve gereği gibi kal'anın cebehane ve zahiresini cem' eyledi. vaktaki askerin kesretinden zarar; askerin kasım'a karib, gelüp kandehar'ı zahiresi kılletinden fesad hasıl olmuhasara ettiklerinde, mirüveys, m ak: kızılbaş'ın kesretini görüp, memnun oldu. zira alef ve zahire bulamayup, tiz bitab olurlar dedi. fi'lvaki' bir kaç günde olanca zahi releri tamam olup, kendüleri ve hayvanlar aç kalmağla hayretde, kahtdan bimecal olduklarında, askerden fitne peyda olup, seraskcrleri'olan husrev'e hücum ve muhasaradan fariğ olup ric'at ettiler. lakin yollarda alef ol madığından, cem'iyet ile gitmek mümkün olmamağla bölük bölük, perişan avdet ettiklerinde, mirüveys, tok ve tüvana' asker ile çıkup, husrev han'a irişüp kati eyledi. ertesi gün ahir bölüğe irişüp anları dahi temam helak etti. halas olan akall ü kalil idi. bunlardan alınan' ganimetden dahi mirüveys'e hazine ve gma gelmekle kuvvet bulup, mirüveys'in vefatına varınca yedi sene, her sene acem'den üzerine gelen askere galib olup, ganimet aldı ve mirüveys'in ömrü nihayete erüp, marazı mevt zuhur ettikde, yi ne gayret ve hamiyyeti' bırakmanasihat: yup, kavmine vasiyyet edüp, umurunuzu cenabı hakka tefviz edüp, himmetinizi ali edin ve ittifakdan münfekk olmayın; zira acem devletini fak ve şikakdan müşrifi inhidamdır. anların kesret ve haşmetin den size vahşet gelmesün deyüp, vefat ettikde, yerine karındaşı emir ab dullah cülus edüp, şahı kandehar padişahın seferden hazz etmemesinoldu. lakin bi'ttab' seferi sevmeden' zarar: yüp rahat ve huzur taleb ederidi ve şahı acem ile sulh olmak sevdasmda olıcak, ağavan'ın ukalası eğer acam bunun seferden hazzetmediğini bilerek sulh olurlar ise, bizler revafız yedine giriftar oluruz deyüp, mirüveys'in oğlu mirmahmud, gerçi on sekiz yaşında, lakin şeci' olmağla ba hadırlık me'mulü ile mirmahmud'ı tahrik ettiler. oldahi fırsat düşürüp, emmisi şah abdullah'ı kılıç ile kati şehzade padişahı kati edüp', yeedicek, cümle ağavaniyan gelüp rine cülus ettiğ. mirmahmud'a bi'at eylediler. am ma acem bu vakı'ayı haber alup, fırsat addederek, külliyetlü asker ile safi kulu nam han'ı serasker nasb ettiklerinde kabul etmeyüp benden evvel irsal olunan seraskerler üzer ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i lerine nazır nasb olunmağla, felah bulmadılar dedikde istiklal verüp, na zın def' ettiler. ricali devletin kulubı bir değil deyü yine kabul etmiyecek, merkum safi kulu han'ın on yedi yaşında oğlunu serasker ettiklerinde, bi'zzarure babası bile gidiip, bargiranıkabul eyleyüp, on altı bin leşker ile kandehar'a karib oJdukda, mirmahmud'ın askeri pusudan çıkup, ibtida seraskeri civanı, sonra babasını kati edüp, mühimmat ve emval ve eşyaların almağla, mirmahmud kuvvet buldu. ertesi sene lutfi han'ıelli bin asker ile yine afgan üzerine irsal üzreiken, maskat imamı cezirei bahreyn'i' zabt etmiş haberi gelmekle, hazırlanmış askeri basra kurbünde bahreyn seferine irsal ettiler. lakin portukal keferesi sefine vermemekle bir iş göremediklerinden başka afgan ta rafı hali kalmağla mirmahmud gelüp kirmanşahan'ı aldı. lakin lutfi han geldikde kirman'ıafgan yedinden istirdad eyledi. amma devleti safaviye'ninricali müttefik olsui tedbir: mayup, akılsız olduklarından bu lutfi han, bu def'a mansur oldu. eğer bir dahi mansur olur ise, şah külliyen ona muhabbet eder deyü hased edüp, mezbur lutfi han'ı ve lutfi han'ın akrabası olan i'timadü'ddevle haklarında sahte mektub ile münafık sözü ile padişah vezire iftira'lar edüp, şaha tenfir ettirüp, özür edüp sonra: azl ettirdiklerinden sonra gözlerine mil keşide ettirdiler. bu gece şah fikr ü iztırab ile nadim ve peşiman olup, mücerrebü'ıetvar hizmetkarları ma acele ettim, iftira' olmak tarafı galib olmağla, bir ali divan edüp, mü nafıklar ile i'timadü'ddevle'yi huzurı hümayununda mürafa'a etti. i'timadü'ddevle'nin sadakati zahir olup, münafıklann nifakı ve hasedi iyan olıcak, şah, benim devletimde bir sadık adamım varimiş, oldahi böyle ol du. ben hainler elinde kalmışım, devletim zevale varacağında şübhem kal madı deyü hayflar ile ahvah eyledi. lakin çifa'ide, bari mukarrib hainle rin hakkından geleyim dedi. amma hainler biribirine kilid olmuş; görüp onların dahi tertibi cezaların edememekle, güya düşmanları elinde kaldı ve lutfi han, askerkeş olmağla askerkeş seraskeri azilden zarar: asker ana ita'at ederdi. gayri ser asker nasb olumcak, asker mütehayyir' olup, bize sahib çıkar gazi seraskere böyle gadr ettiler. bu devletin muradı düşmana galib olmak değil, belki asker kırdırmak deyüp, serasker olana ita'at etmeyüp, yollarda mürur ve ubur ettikleri yerleri m ü n ır k t e p e yakup, yıkup perişan gittiler. halbuki askerin bu zulmüne ve bu perişaalığını ricali devlet haber alup, hazz eylediler. zira askermüctemi' olsa, ta'yinat ve ulufe isterleridi. hazineye menfe'at oldu deyü safa ettiler. amma askerin ve serasker'in böyle rencidei hatır olup, ricali devletin dahi bu haletden safa kesb ettiğini mirmahmud haber alup, bu acem devletinin ricaline olmuşolacak, fırsatdır deyüp yürüdü ve lezkiler dahi haber alup, gaza eden serasker'i şah kati etmiş; şimdiden sonra serasker olanlar ih mal eder deyüp, diyarı acem'e akm edüp, nice yerleri garet ettiler ve şamahi ile şirvan'ı zabt edüp, derununda olan acemler'i kati ettiler. işbu yüz otuz dört şalinde, tebriz'de azim zelzele olup, seksen bin insan helak oldu ve isfahan üzerinden bir kızıl bulutun alameti şerr olduğu: kızıl bulut eksik olmadığından mü neccimler bu alamet isfahan'da kan dökülmeye delalet eder dediler. fi'lvaki' mirmahmud yürüyüp, kirman şehrini gelüp tekrar zabt etti ve eyyamı şitada, paytahtı iran olan isfahan yirmi beş konak mesafe olmağla, mirmahmud kirman'da mülahaza edüp, isfahanlu'dan birime'mul etmez, bu şitada isfahan kurbüne dek vanıp, çapul edüp, çalupçarpup avdet 'etsek gana'imi kesire ele getirüridik di yerek, sebükbarı tatar misillu hareket ve ılgar ile kurbi isfahan'a geldik lerini şah ve ricali devlet istima' edicek cümleye dehşet hasıl olup, acele asker tedariki kaydına düşdüler ve askeri kısmı dahi vehme tabi' olup, ya zılmayınca, akakçe kara gün içindir deyüp, meydana hazine döküp, on gün de vafir asker tahrir ettiler ve isfahan'dan dört sa'at taşra, altmış bin leşker ile i'timadü'ddevle'yi ve sair hanlarını azim alay ile ve ünvan ve haşmetle çıkardılar ve tiz elden bu rütbe tedariklerine gurur ettiler ve ağavan'ın ku dümüne muntazır oldular ve yirmi beş konak mesafeden ilgar ile tedariksiz gelen askerde tabu tüvan kalmayup ve askerisinin ekseri devşirmedir; diri diri mirmahmud'ı esir edüp, şah'a götürürüz dediler ve iki günsonra afganiler, acem ordusuna karşı bir sa'at mesafeye geldiklerinde, acemler'in ba'zısı metrise girelim ve veralanna asker ta'yin edelüm dedi. ba'zı ahmakları bu misillu hazanlar içün metrise girmek nanıusdur, devletimize seza de ğildir, açıkdan hücum edelüm, anmüneccime şerif sa'at tctyın ettirar bize nisbet kalil veyorgundur. mekden fa'ide olmadığı: heman müneccimler bir şerif sa'at ta'yin etsün demelerile, müneccim ler, ertesi pazar günü kable'zzuhru şeref deyü istihraç ettiklerine bina'en, sa'ati merküme dahile oldukda, kullar ağası, ya'ni yeniçeri ağası mirza rüstem kolundan ibtida hamle, ba'dehu ali merdan han ve şair hanlar. se m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr th i ba'dehu mirzalar kol kol hücum ve ahyanen toplar atılup müla'abe misillu ceng olununken ağavaniler şiraz cisrini zabta geldiklerinde. acemler hücum edicek, ağavanlar firar etti ve bir kaç gün aram edüp, yine zabta gel diklerinde cisri füc'aten gelüp cisri zabt ' ettiler. lakin acemler, toplar ile yine ağavanlar'ı geri redd ettiklerinde, ağavanlar cengemübaşeretlerine nadim olup, sulha talib oldular. amma acem'in huveyza han'ı sünni müslüman olmağla, hufyeten mirmahmud'a, isfahan'a zafer bulmanm tarikini ifade ettikde, ağavanlar taze hayat buldular ve bu hal üzere iki ay bila ceng tevakkuf ettiklerinde. acemler taşradan imdad getirürüz deyü, güya ağavaniler'i iğfal ediyoruz zannmda oldular. amma ağavanlar zahire cem'i içün etrafa çete etmekde, çünki bu iki ay zarfmda dahi acem'e imdad zuhur etmediğinden muztarib olup, sulhu acem dahi münasib gördü. he men ağavaniler bu hali göricek, hallerine ıttila' hasıl etmekle, bir seher ale'lgafle abı sabad'dan geçüp, isfahan'ı dört tarafdan rauhasara ettiler. bundan sonra acem'in sekiz biti asker ile zahire ve imdadı gelicek, afganlar' ile cengde, afganlar galib olup, zad ve zahirelerini zabt etmekle dahi ziyade kuvvet buldular ve isfahanlu bu hali istima' edicek, her şeyden me'yus olup, katı ümid ettiler. çare ümidile bir gece şehzade tahmasb'ı se kiz yüz atlı ile ısfahan'dan füc'aten çıkamp ağavanlar arasından geçüp mey dana çıkdılar ve kazvin'e gelüp, otuz bin adam peyda etti. heman isfahan'a varup imdad etmek lazım iken, nakıs tedbir edüp, gereği gibi mühimmat ve zahire tedarik edüp, sonra gidelüm, eğer isfahan'ı ağavan zabt etti ise dahi, ağavan çıkup gidenken varup ta'kib ederiz; kendüleri kahr edüp, al dıklarını bıraktırırız fikri fasidi ue te'hir ettiler ve isfahan'm muhasarası mümted olıcak, isfahanlu şahımız tedbirsiz olmağla işleri bu rütbeye getürdi. şimdiden sonramı tedbir edecek, bu muhaldir deyü gulüvv edüp, şehzadesi mirza süleyman'ı kaymakamı saltanat deyü cülus ettirdiler. oldahi, iktizasına göre, kimine kahr, kimine lutf mu'amelesin edüp, sa'y ederiken, mukarribler, aybımız meydana çısui karinlere padişah teslim olakar, cümlemiz telef oluruz deyüp, rak mizacı devletin sakin olduğu: bu şehzade zalimdir, şah hüseyin gibi devletlu babasıiken gö züne mil çekecek imiş sohbetini çıkarmağla, yine halk gulüvv edüp, mirza süleyman'ı dahi hal' edüp, diğer şehzade mirza safi'yi cülus ettirdiklerinde, oldahi on gün sa'yi cemil etti. lakin mizaçı devletin sakim olup, bir türlü salahı kabil olmadığın görüp, saltanatdan fariğ olıcak, yine şah hüse yin'i tahtacülus ettirdiler. şehzade tahmasb ise zikri mürur ettiği üzere . sui karin şevki ile imdad hususunda ihmal ettiğindea ma'ada azim şen likler ile düğün edüp tezevvüç eyledi; hatta zifaf gecesiağavan isfahan'a zafer buldu. zira imdada giden şehzadenii safa ve tezevvüç kaydmda oldu ğun duyup, me'yus olduklarmdan katı nazar, kahtdan biçare olup, güruh güruh taşraya firar ederleridi ifratı kahtj ve firar edenlere ağavan mani' olmazidi. muhasaranm imtidadı yedi aya baliğ olup, istilai kahtdan mahsurlara' perişanlık arız olmağla, sağır ve kebir devlethane ta'bir olunan şahsarayı'na cem' olup, feryad ve figan ile bizim halimiz niye müncer olur deyü, ah ve eninlerine şah taham mül edemeyüp, yanlarına gelüp, kullarım maksudunuz nedir dedikde, bu kahtdan nice bin insan ve nice bin hayvan telef oldu; henüz şahı mızın cemalini gördüğümüz yok; acaba bizim halimizden agah mıdır? işişden geçdi, heman bizimle bile isfahan'dan çıkup, ağavan'a hücum ederüz; böyle açlıkdan kırılmakdan, ada şemşirile şehid olmak evladır deyü ağlaşdılar. şah def' kaydında oldu, olmıyacak, hüveyza hanı'nı bunlara serdar nasb edüp, defi meclis etmekle, asker hüveyza hanı'na vardılar. oldahi, tahmasb azim asker ile imdadımıza geliyor deyü, sahte mektup ile def' eyledi. ertesi yine asker gulüvv ettiklerinde, bu gün nahsdır deyü avk edicek, bu dahi agavan'a mu'in deyüp, yine şahsarayı'na teveccüh ettiklerin de, saray kapıları bend olundu. asker feryad ederek saray'ı taşladıklarında, şah'ın hüddamı silahlanup, toplar ile vafir adam helak edicek, halk şah'dan dahi ziyade nefret edüp, bölük bölük ısfahan'dan firar ettiler ve kalanlar şah'm matbahma hücum edüp eki ettiler. ba'dehu şah'ın hadim ağaların dan hadim ahmed ağa, gayretlü ve şeca'atlü olmağla, civarı isfahan'a za hire gelmiş, varup alalım deyü hüveyza hanı ile söyleşüp, isfahan'dan çıkdılar ve ahmed ağa gereği gibi ceng ederek, başında olan askeri helak ' oldu. hüveyza hanı asla i'anet etmedi. yalnız kalıp, firar ederek, şah'a geldikde, niçün hüveyza hanı'ndan başka geldin deyü itab olmacak, şah'm hiç aklı olmadığını görüp, şah'ım hüveyza hanı senin düşmanındır, imdadıma gelmedi. lakin sen dostunu ve düşmanıaı bilmiyorsun, senin aya ğına, bu akıl ile ağavanlar ip takar padişahın yarar adamına i'tibar etdeyü, kendü kendüyi zehr ile hememekden zarar: lak ettikde, halk dahi ziyade meyus oldu. çün muhasara üç ay oldu, kahtdan at ve katır ve kedi ve kelb eki ettiler. oldahi tamam oldukda altı kasab tedarik edüp, insan lahmi verdiler. kimi meyt, kimi hayy idi ve ağaç kabuğunun vakiyesi üç tümene bey' olundu. köhne papuçları eki ettuer. gün yüzü görmeyen hanzade hanımlar, cümle cevahirirı başlarma alup, sokaklarda bir günlük ekmeğe' tebdilesa'y ettiler; kimesne rağbet et medi. can çekerek, inleyerek vefat ettiler ve kalanlar, za'afdan mevtaları defn edemediler. kıtalde helak olan yirmi binve kahtdan helak olan iki yüz bine baliğ oldu. vaktaki şah'ın dahi zerre kadar ta'amı kalmıyacak, şah gafletden bidar olup, alemin ne çektiğini bilüp, libası mülukaneyi çıkarup, matem libasların geyüp, etba'ı ile veda'laşdı ve sokağa piyade çıkup laşeleri gördü ve sağ kalanlara, ey muhabbetim ile mihnete giriftar olanlar, binai devletimizi elimiz ile viran ettik; sadık hizmetkarın kadrini bilmenail olduğumuz ni'metin şükrünü mekden' padişaha zarar: ve sadık kullarımızın kadrini bil medik, saz ve söze ve ricalimizin şikak ve nifakına bakup bu hale geldik; düşmanlar ayağı altında kaldık ve sui tedbir sebebine malımız ve salmahalli i'tibardır: tanatımız yadlar eline girdi. naşayeste fi'ilimiz içün tac ve tahtı mızı bari ta'ala bize layık görmedi deyüşehri gezüp, sokaklara elveda' ve'lfirak deyü çağırdı. çün akşam oldu, sabah ohcak şah bir kaç adamını mirmahmud'a gönderüp, kızını dahi pak libaslar ile mirmahmud'ın ayağına gönderdikde, kabul mirmahmud'ın şah olup isfahan edüp, şah'ı da'vet eyledi ve şah tahtına cülus ettiği: hüseyin dahi adeti iran üzre alay la mirmahmud'ın ordusuna gelir ken ricali afgan istikbal ve mir dahi bir kaç hatve istikbal ettikde, şah hü seyin atdaninüp, selam verüp, mir'i kucaklayup, alnından ve gözünden takbil edüp, koynundan bir sorguç çıkarup, kendi elile mirmahmud'ın ba şına takup. ayeti kerimesini kıra'et edüp tac ü tahtı iran'ı takdiri ezel benden alup sana layık gördü deyü bi'at, ibtida' şah bi'at edüp, ikisi birden ku'ud edicek, cümle ricali acem ve hanlar ve ricali afgan gelüp, mirmahmud'dan bi'at etmekle, şah mahmud oldu. bir cuma günü idi. isfahan kapıları mahmud şah tarafından zabt olunup, isfahan suukları laşeden ve gayriden tathir olundu ve pazar günü azim alay ile şah mahmud isfahan şehrine gelüriken kızılbaşlardan bir ferd alaya ve seyrine çıkmasın deyü tenbih eyledi ve isfahan'da müsafiren sakin olan ingiltere ve niderlanda balyosları yolda istikbal eylediler. devlethane ta'bir olunan şahsarayı'na mahmud şah gelüp nüzul ettik de, şahı sabık'ın enderun ağaları ve hadim ağalan dahigelüp, bi'at edüp hizmetine kıyam ettiklerinde, şah hüseyin'in i'timadü'ddevlesini ve mü n i r k t e p e ricalini kemafi'levvel mansıblarmda ibka eyledi ve acele zahire getirdüp, şehri evvelki aizamına vaz' ettikde, firar edenler dahi gelüp, isfahan şen lendi ve şahı sabıka hıyanet edenşer'e ta'zimde kusur etmekzeleri kati eyledi ve müstakim kadılar vali saltanata sebep olduğu: nasb edüp, lhkakı hakka ihtimam edicek, acemler zevali devletin se bebi şeri şerifi hor görüp, rüşvetle ve şefa'at ile ahkam sebebine zulm ol duğunu şimdi idrak eylediler ve şahı mahlu'm hazine ve cevahirini zabt ve ricali acem'in maldarlanndan vafir mal dahi tahsil eyledi. bir ay mürurunda tahmasb kazvin'den asker ile isfahan kurbüne geldikde, tahmasb münhezim olup, tebriz'e firar eyledi ve mahmud şah kazvin'i dahi zabt eyledi. sene bin yüz otuz beş hulul ettikde, kazvinh, mah mud şah'a ibtida' sureti ita'atde gelenaskere ikram edüp, her birini müsafir etmişleridi. bir hafta sonra, hıyanet edüp, gece müsafirlerini kati ettiklerinde ağavanlar'dan az kimesne halas oldu. bu haber şah mahmud'a vasıl olıcak, kızılbaşlar'a müdara ve ikram fa'ide etmeyüp, hasedi kalbi adüvv lutf ile za'il olmaz deyüp, yine acemler'e sureti iltifatda ziyafet edüp, acem'in kibarından üç bin kızılbaşı ziyafetde kati ve enderun'da olan hanzade iki yüz nefer civan ağaları dahi kati eyledi ve ceng ü harbe ka dir yirmi beş bin rafızi dahi ahz olunup, kati olunmağla isfahan tathir olundu ve emvali azime derhazine kılındı ve esvakda geçen ağavan'a acemler kıyam ve ta'zim etmek ferman olundu ve mütemekkinini iran yedi rütbe kılınup, rütbei ulada ağavaniyan, sanide dergüziniyan, salisde ermeniyan, rabi'de hindiyan ve mintaniyan, hamisde ateşperestan, sadisde yahudiyan sabi'de rafiziyan ohnağla, kızılbaşlar cümleden ahkar add olundu ve dergüzinli müslim ve sünni musul sükkanından olup, şah abbas vaktinde iran'a naki olunmuşlar olmağla, mirmahmud dahi sünni olduğu içün indinde dergüzinli'ler mu'teber olup, yüz bin dergüzinli'yi kurbünde bulunmaları içün isfahan'a naki eyledi ve isfahan vasi' belde olup, ehalisi telef olmağla yalnız dergüzinli ile memlu olmayup, hali menazil kaldığı içün kandehar'dan dahi kırk bin ağavaniyan getirüp naki eyledi. lakin ağavan'da ulufe adetolmamağla bu askerlere, taraf taraf irsal olunup, garetle iğtina ettirürleridi ve ağavan'dan'emanuuah han bir cesur ve bahtı küşade han olmağla, teveccüh ettiği taraflarda mu zaffer olup, mirmahmud'ı dahi şeca'ata tergibve kendü yedile ahz ettiği malı ganimetin nısfını kendü ve nısfı ahirini mahmud şah'a vermek üzere mu'ahede etmişleridi. sonra mahmud şah tama'a düşmekle, emanuuah han gücenüp heman başına bir şah sorgucu takınup', isfahan'dan taşra çıkdıkşe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i da mir i'ğmaz etmişidi. iki gün sonra ceri asker ile mahmud şah ilgar edüp, emanuuah'a erişüp tatyib güne çevirüp, isfahaa'a getürdiikde, göz habsine kodu. ba'dehu mahmud şah, giylan semtine seferine gidiip, şita sebebine üç ay zahmetle abes yere askerini telef edüp ha'iben isfahan'a geldikde askeri kendüden yüz çevirdi. emanullah han maddesinden ve as kerinin nefretinden mu'azzeb ve etşah jikriile mecnun olduğu: raf düşmanları halime vakıf olur ise, halim nice olur deyü fikrden ve işleri aksine gittiğinden vesvesesi cünuna mübeddel oldu; hatta halvet vesile ile şeyh türbesi'ne girdi; yine kemali akla na'il olamadı ve bir gün şah hüseyin'in cemi' evlad ve akrabası olup, kendü habsinde olan yüz beş ne fer kimesneyi elleri bağlı karşısına getirdüp, bir başdan celladlar kati eylediğini sa'iri görüp, feryad ettiklerinde, şah hüseyin dahi mahbesde duyup, ma'sum şehzadelerime kıyma deyü aman diyerek yüzünü yerlere sürdükde, çok inad etti. hele sonra bağışladı. lakin zehreleri çak olmuş, iki gün sonra şehzadeler dahi helak oldu. bu sebebden kendinin cünunu da hi ziyade olup, yanına gelene darb ve şetm ettiğini mukarribleri görüp, nef sine zarar eder mülahazası ile odaya kapayup ilaç ettiler. lakin batnında peyda olan veca'dan kendü omuzlarını koparıp mecruh etti ve bu cerahetlerden, bed rayiha peyda oldu ve buesnada tahmasb üzerine irsal ettiği askerin dahi münhezimen geldiklerini istima' edicek, keder keder üzerine olduğundan rü'esai afganiyan mütehayyir oldu ve bir müddet dahi sabr olunsa. acemler ferce bulup dört tarafdan bizi i'dam eder deyüp, heman mirmahmud'ın emmisi olup bundan akdem kati ettiği mirabdullah'ın oğlu eşref sultan'ı, mahmud şah cülusı eşref şh: habs etmişidi, ricali devlet varup zindandan mireşref'i çıkarup, tah ta iclas etmek içün taht kurbüne vasıl olduklarında, ta babamı kati eden şah mahmud dedikleri mecnun kısas olunmadıkça cülus etmem dediğine bina'en, rical varup, mirmahmud'ın başmı 'kesüp getirdiler. eşref han dahi tahta cülus edüp eşref şah oldu ve cümle hüddamını dahi katli am eyledi ve adalet ile mülayemet etti ve halkın dahihaddini tecavüze ruhsat vermedi ve şah hüseyin'in ayağına varup teselli eylemekle, acam'ın hatırını hoş eyledi ve bakire kızına tezevvüc etmekle, ağavan've acam'ın memduhu olıcak, ben tahtı isfahan'a maafgan'ın ali osman ile muhareilk oldum, isfahan'a tabi' olan yerbesi: lerden ali osman aldığını gerü veriip, keffi yed eylesün ve illa ceng gm ü n tr k t b p e ederim demekle, bağdad seraskeri ahmed paşa'ya asker ve hazine irsal olundu. gelüp ahmed paşa ile cengde galib olup, kirmanşahan ve hemedan'ı zabt ettikden sonra, sulha tazuhurı tahmasb şh: lib olmağla z ik r i. senesinde, mürur ettiği üzere hastane'ye afgan elçisi gelüp akdi sulh olundu. bu esnalarda mezbur şehzade tahmasb hayran ve sergerdan olup, hangi niyyete şüru' etti ise cümlesinden me'yus ve münhezim olarak, kendü kendüye bu kara çare olmayacağmı iz'an ve terki gurur edüp, horasan canibi aşiretinden fetih ali han nam emiri türkman'dan isü'ane ' ettikde, kendü aşiretinden başka afşar ve bayat ve çemişkezek aşiretlerini dahi şehzade tahmasb'm hizmeti imdadma ta'yin eyledikde, tahmasb kuvvet bulup, bundan akdem rüstem neslinden me lik mahmud sistani, şah hüseyin here ü mercinde horasan'ı hali bulup is tila' etmişidi. ibtida' tahmasb varup mehk mahmud ile ceng ve melik mahmud'ı i'dam ve horasan'ı teshir eyledikde dahi ziyade kuvvet buldu. lakin ekser tedbirde müdebbiri afşar ta'nadirl. ifesinden rüşd ve sedad ile meşhur olan nadir ali, tahmasb'a eşikağası ya'ni kapıcılar kethüdası olmuşidi. müdebbir bu idi. bu cengde sadıkane hizmeti ve sa'ibi tedbiri vücuda gelmeğle şehzade kendüye zi yade i'tibar ve rağbet edicek, nadir ali dahi ihlasını beyan zımnında, ka'idei acam üzre, tahmasb kuh han lakabı ' ile telakkub edüp, is tiklal iktisab edicek, şehzadenin kuvvetine ve mülki mevrusuna malik olan mezkur fetih ali han'ın bizler minneti altında kaldık, minnetden ha lasa çare i'damdır deyüp, iyiliğekemlik nammı ve bu hıyaneti irtikab edüp, fetih ali han'ı i'dam etmekle. nadir ali dahi ziyade istiklal kesb edüp, isfahan teshirine mübaşeret ve üç def'a afganiyan'dan eşref şah ile ceng ettikde her birinde galib ve isfahan kurbünde eşref şah'ı tar u mar edüp, isfahan'ı zabt eyleyüp, nadir ali'nin i'timadü'ddevle şehzade tahmasb, tahmasb şah olduğu: ohcak. müdebbiri merküm nadir ali'yi i'timadü'ddevle ya'ni sadrıazam nasb eyledikde, yine anm re'y ve ira'esile şahlığına takviyet içün ali osman ile musalaha talebile ibrahim paşa'ya elçi irsal eyledikde, ibrahim paşa, zevkimize mani' oluyor deyü defi gailei seferi münasib görüp, tah masb şah'a mülki mevrusunu ya'nikirmanşahan ile hemedan'ı verüp, ma'ada alınan yerler devleti aliyye'de kalmak üzere musalaha ve elçi ile temessükleşüp, temessük tahmasb'a varup, sulha kıyam verilüriken i'tiğe m 'dn lzd esü ley mnee n d i tr ıh ı madü'ddevlesi mesfur nadir kendülüğünden ferahan' ve yezdicerd şehirlerini ali osman yedinden ahz eylediği devleti osmaniye'nin ma'lumu ohcak, seraskerlere muhafazai bilad içün ihtimam fermanları gitti. lakin hemedan ve tebriz'i dahi, tahmasb gelüp zabt ettikden sonra, horasan ile kandehar beyninde ferah ve herat kal'alarm afgan yedinden nez' ve afganiyan'dan iran'ı tathir niyyetile tebriz'den isfahan'a teveccüh edüp, güya tahmasb şah'ı tahtı isfahan'a iclas kaydmdaiken, tahmasb revan'a gelüp, revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa ile cengde mağlup olup, firar, ba'dehu hemedan sahrasında bağdad valisi ahmed paşa ile cengde dahi münhezim olıcak, ahmed paşa'ya niyaznamesi gelüp, sulha talib olmağla, nehri araş haddı fasılzikri mürur ettiği üzere gence ve tiflis ve revan ve şirvan ali osman'da tebriz ve hemedan ve kirmanşahanacem'de kalmak üzere kırk üç tarihinde nizam ve rilmekle, bu nizam ibrahim paşa'nın ve sultan ahmed han'ın vak'asına ba'is olmuşidi. halbuki, acem şahı olan tahmasb şah'ın dahi idbarına sebep oldu; ya'ni tahmasb'ın i'timadü'ddevlesi nadir ali şahlığı sayda tuzak kurup, fırsata müterakkıbiken, tahmasb'zevali şah tahmasb: nadir ali'm bu sulhunu haber alup, razı olnin nadir şah olduğu: mayup, şah tahmasb'ı takbih ve ta'yib ederek hal' ve kırk günlük tahmasb'ın sagir oğlu abbas 'ı güya iclasve tahmasb'ı horasan'da gülat kal'asına habs ve şah'ın mevcud askeri ile mühimmatını zabt ve bağdad'ı rafizüer'e alıvermek da'iyesile rafiziler'in gönlünü cezb ederek, gelüp bağdad'ı muhasara ve arec osman paşa ile cengde münhezimen firar edüp, mütehayyiren hemedan'a vardıkda bu rezaleti def' edüp, kendi şahlığına karar verilmesine ilaç, yine ali osman'dan olur deyüp, ali osman'ın iran seferlerinden usanup sulha talib olduklarmı ni'met bilüp, matlubunun husulüne ve ali osman'ın iğfaline mübaşeret etmişiken tekrar osman paşa ile cengde osman paşa şehid olıcak, galibane musalaha sevdası ile devleti aliyye'den ordu na'ibi olup, esir olan abdülkerim efendi'yi yanına getirdüp, var bi'zzat padişah'a söyle, bir ferdesöyleme deyü yeminler verüp, musalaha olacağını bildirüp, gönderdi ve sadnazam olan hekimbaşı zade ali paşa'ya mektubunda benim ceddim mukaddema cengiz hurucunda rum'a gelen ali osman'ın ceddi ertuğrul'ın karındaşı olup, babaları süleyman şah suya gark oldukda benim ceddim iran'a gitınişidi. bu takrib selatini osmaniye ile usubeti nesebiye cihetinden karabeüm vardır. münasib olan suihdur deyü tahriratı ali paşa'ya geldikde maşat ile cevabnamesiıi ali paşa tahrir edüp, irsal ettikde, bu kağıd iran seraskeri abdullah paşa'nın yedine girdikde, münasib gömıeyüp kağıdı gerü göndermekle, kağıdı mezkur ali paşa'nın sadaretden infisaline sebeb oidu ve mezbur abdullah paşa kendü re'yi ile revan kurbünde mezbur nadir ali ile cengde şehid olıcak, nadir ali gelüp gence muhafızı olan genç ali paşa'yı dahi gence'den ihraç edüp, gence'yi zabt ettikden sonra, tekrar sulha taleb izhar etmekle, bu keyfiyet, tarafı devletden bağdad valisi ahmed paşa'ya havale güne işaret olundu ve ahmed paşa, erzurum'a geldikde. nadir ali hazinedarı mirza muhammed'i ahmed paşa'ya sulh sohbeti içün irsal edüp, kendi kars'dan tiflis tarafına gitti ve canibi dev letden genç ah paşa, elçi nasb olunup, iktizasına göre sulha nizam ver deyü açık hattı hümayun irsal olundu ki, negune karar veririsen, kağıdı merküma tahrir eyle deyü buyruldu. genç ali paşa dahi kırk sekiz senesi zi'lka'de'sinde , tiflis kurbünde, mirza muhammed ile müza kerede, sultan muradı rabi' hüdudı ile murahhas oldum, ya'ni alman yer leri cümleten vermek üzre murahhasım dedikde, benim de matlubum budur; lakin bir kaç madde taleb ederim. evvela biz ehli sünnetden olmağla, benim tarafımdan dahi, hüccacı iran ile emirü'lhaccım gide; sani yen bizim mezhebimiz olan ca'feri mezheb, mezhebi hamis olup, bu mezheb içün dahi ka'be'de bir rükn bina oluna; salisen benim tarafım dan bir şahbender astane'de ve ali osman'ın şahbenderi isfahan'da da'ima sakin ola; rabi'an esaratahliye olunup dilerler ise vatanlarına gideler deyicek, murahhas olan merkum genç ali paşa, ben ancak hudud kat'ına me'murum bu maddelere cevab veremem dedikde, nadir ali ce vabında münasib olan. devlete tarafımdan abdülbaki han gidüp temşiyet versün deyüp, abdülbaki han'ı elçi ve sadrı memalik dedikleri mirza kasım'ı ve horasan müderrislerinden kendi imamı ve reisü'lulema ali ekberi terfik edüp, kırk dokuz şevval'inde , sahrai mugan'dan hastane'ye irsal eyledikden sonra, bi'lcümle iran'ın vücuhı ayanını ve küberasmı sahrai mugan'a cem' edüp, gerek afgan'ın ve gerek ali osman'ın iran'dan aldıkları yerleri, ben bi'lcümle istirdad eyledim; lakin bana fütur geldi, ben ba'de'lyevm kendi askerim ile horasan'a gidüp, uzlet ihtiyar ederim; size bir adam lazım, yine münasib olan şah tahmasb mı, yoksa gayrisimidir, birsuret verin dedikde, cümlesi, biz senden gayrisin istemeyüz dediler. hele bir kaç gün fikr edün deyü meydan verüp, yine cem'iyyet et tikde: bu iran'ın ihtilali, şah hüseyin'in istirahat taleb edüp kasırhim metle füturundan zuhur etti; fimaba'd biz ol silsileye mütaba'at etmeyüp seni isterüz dediler. çünki böyledir. ba'deezin eshabı güzine men etmeyip, ehli sünnet ile ittihadı mezheb edüp, mezhebi şi'iden rücu' ve ca'feri mezhebe' diihul edüp, evladı şah hüseyin'i yad etmemeye ahd ü yemin edüp, imzalarmız ile hüccet verürseniz yine bu hamli sakili taham mül ederim dedikde, cümlesi hüccet tahrir ve temhir edüp verdiler. vaktaki elçi abdülbaki han hastane'ye geldi ve zikri mürurettiği üzere, or dudan hastane'ye getürilenreis ismail efendi ve tavukcübaşı musta fa efendi ve ragıb efendi ile mükalemeye bed' ettiklerinde, zuhurı ali osman'dan berü böyle mezheb bahsi ile musalaha sureti tevarihde görül müş değil; bu hususda ulemaya ihtiyaç olmağla sadrı anadolu'dan mün'azil imamı evveli sultani pirizade mehmed sahib efendi ile hala sadrı anadolu neyli ahmed efendi ve anadolu payesi verilen mestcizade ab dullah efendi ve istanbul'dan münfasıl ilmi ahmed efendi ve istanbul pa yesi verilen fetvaemini abdullah efendi ve genç ali paşa ve reis ismail efendi ve tavukçubaşı ve ragıb efendi, istanbul'da bahçekapısı'nda muhsinzade sarayı'nda elçi ile bir kaç def'a mükaleme ve uleması ile mübahase ve münazaradan sonra emirü'lhac iran'dan gitsün, amma şam' dan gitmeyüp, lahsa'dan ve necef'den gitsün, eğer şam'dan gitmeye muhtac olunur ise emirü'lhac lafzı olmayup, gayri lafz olsun ve iki devletin birer adamı, ahirin paytahtmda miri alem payesile ku'ud etsün ve esirler tahliye olunsun kaldıki mezhebi ca'feri'nin hamis olmasında, mahzur beyan olımup oldahi kendü mezhebleridir, bize zararı yok deyü riza verilüp, böylece müsalaha itmam olundukda, devletin bu rütbe müsa'adesine ve za'ifen mükalemesine kana'at etmeyüp, bu maddelerin böylece dev letin kabul ettiğini cemi' memaliki ali osman'ın za'ifane sulhunun osmaniye müftileri ve kadılan ve kazib olup bekası olmadığı: müderrisleri dahi kabul ve imza etmedikçe, ben sözü kat' ede mem deyüp, bir kaç def'a dahi meclis ve mükaleme ve münakaşa olunup, nihayetinde devlet' tarafından bir elçi ile ulemadan iki efendi ta'yin edüp, benimle bile gitsün, bu işler iran'da nizam bulsun deyü inad edicek, müşa vere tertib olunup, ibtida' paşakapısı'nda cem'iyyet ve şah'dan gelen kağı dı kıra'et matlubu olan maddelere vechi meşruh üzere nizam verildiği takrir olundukda, cümle huzzar kabul ve fatiha kıra'et olundukdan sonra el çi han yine teklifi malayutaka ağaz edüp, elbetde ta'yin olunacak elçi el bette üç tuğulu olsun dedikde, bu devletde ka'ide da'ima elçi beylerbeyi payesile olmaktır deyü vücuh beyan olunduğu müfid olmıyacak, naçar bü yük miri ahur kara mehmed paşa zade mehmed bey'e üç tuğ verilüp elçi nasb olundu. ba'dehu bileşince gidecek efendiler, şeyhülislam olmaz ise, kazaskerlerden iki efendi olsun deyü, dahi çok ibram eyledi. lakin imkanı olmamağla sabık fetvaemini abdullahefendi'ye ana dolu payesi ve diğer fetvaemini halil efendi'ye edirne payesi veriliip, ta'yin olunmağla, emri müsalaha tekmil olıcak, sahibi devlet seferde bulunmağla reis efendi vekaleten elçiye trrnakçı'yalısı'nda ve kaymakam paşa sa'dabad'da ve şeyhülislam şeyhülislam'm elçiye ziyafeti: hanesinde ve genç ali paşa üskü dar'da ziyafet edüp, şeyhülislam'dan ma'adası elçiye kürkler ve sa'atler ve mükemmel aüar ihda ettiler ve sulhname almak içün elçi mollalar ile divanı hümayun'a varup, huzurı hümayun'a dahil oluriken, elçiye seraser nimten ve mollalara bolyenlü samur kürkler ve sa'irine hil'atlar ilbas ve name teslim olunup, müstevfa hardık verilüp mollalara nefis kitablar ve elçiye hattı ala mushafı şerif i'ta olundu. ehli tevarihe ma'lum, bu dini mübinin bahusus bu devleti aliyye'nin hassasındandır. her ne vakit za'ifane sulhirtikab olunsa, irtikab olunduğu kalır, temel tutmaz', sulh kazib olur. bu def'a mükalemede bulunan zatlara söz olmaz. tevarihşinas olduklarında dahi iştibah yok. çünki on beş seıieden berü, yalnız acem'e sefer olununken, ekseriya galib da hi olununken hazine ve re'aya telef oldu ve bin zahmetle alınan yerler eli mizden gitti ve bir kaç defadır bu acizane sulhun bu devletde mümnadir ali'nin istidracı kavi ve tedkün olmadığı ve salabetin faydası: biri kamil olmağla, inhizam tarafı mızda vaki' oluyor ve askerdeni zam kalmadı, şimdidengerü sefer olunsa mukavemet me'mupdeğiliken, şimdi moskov seferi dahi zuhur etti. hazine'de müzayaka var; bu derde sulhdai ala i'laç olmaz deyü, sulhunnizamına sa'y ve kızılbaş'ın bervechi meşruh malafutak tekliflerini kabul ve rezaleti irtikab ettiler. inşaallah sinini atiyede şerh olunur. asla bu rezaleti irtikabın' ve olunan masarifin ve çekilen zahmetlerin fa'idesi olmadı; bu devletin zuhuru salabeti islamiye iledirher ne vakit salabetle hareliet olunur ise, muzaffer olu nur ve her ne zaman aczü rehavetle hareket olunsa mağlub olımur ve her ne zaman acizane sulh mün'akid olunsa, sulh tamam olmaz, sulh kazib olur, gaflet olunmaya ve bu esnada moskov keferesinin yüzbin fecereden mürekkeb taburu, urkapı'sma geldikde, moskov seferi: tatar taburdan çıkanları esir et mekle, küffan taburdan çıkartma yız i'tikadı ile tatar han asker tedariki içün kırım'a gittikde, küfşe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih l far ur'ı hali bulup, urkapı'smdan kırım adasına dühul ettikde, urkal'ası muhafazasında olanlar'bila ceng, moskov'ın kırım'a hasareti: kal'ayı aman ile küffara teslim ey lediklerinde, küffar amanma durmayup, mallarını ahz ve cümlesini esir eyledi ve yirmi bin kefere, 'kılburun'a gelüp, ma'adası adanın tul ve arzına cevelan ederek, kırım'ı viran eyledi; hatta paytahtı kırım olan bağçesaray'ı dahi ihrak eyledi ve akmescid tarafından ur taşrasına çıkup, diyarına gittikde akibinden ta tar ayrılmayup sahrayı tih'denseksen sa'at mesafeye dek, bulduklarını esir ettiler ve zahirelerini kesmekle cu'dan yevmiye beşer ve altışar yüz ka fir helak ve telef oluridi. bu vakta gelince hanlar kırım'ı hiraset ederleriken hala han olan kaplan giray huşunet ile mirzaları'tenfir ve ihtilal ve isyanlanna sebeb olmağla, kırım'm harabma ba'is olduğu içün azl olunup, kalgay olan fe tih giray' han nasb olundu ve da'vet ile orduya geldi ve umurı saltanata istüa' eden vezir kethüdası osman kethüda'nın maksadı' kışlamak ol mağla, orduda müşavere olundukda, osman kethüda'nın mizacına mümaşaten erbabı müşavere bizler, can ve başa ve yağmura ve yaşa bakmayup, kışlarız dedikleri padişaha telhis ordunun babadağı'nda kışladığı: olundukda, ruhsatı hümayun vürud edicek, han kırım'a, vezir babadağı'na, bölükatı erba'a kefe'ye, topcuve arabacı isakcı'ya ye niçeri ve cebeci'nin birer mikdan babadağı'na, ma'adası kili ve ismail'e ve ibrail'e ve boşnaklar ile levendat, boğdan'da kışlamak tertib olunup, kasım'ın yedisinde vezir babadağı'na meştaya geldi. kanunı kadime nakzı ahd eden keferenin balyos'u nakzi ahd eden kafirin balyosu: ordu ile gidüp, serhadde vardıkda diyarı nekbetine gitmeye' icazet verilmekidi; lakin, serhadde vanimayup, kışlada kalındığından, eyyamı şitada diyar' gitmeye izin verildi ve küffar kırım'a hasaret ettiği içün donanmayi hümayun, karadeniz'de bir münasib mahalde kışlamak ferman olunmuşidi. canım hoca, kapdan paşa, asker dağılır, hali tekneler ile kışlamak gayr münasib deyü, canım h oca: tersane'ye geldiği içün azl olunup, ali kapdan, kapdan paşa nasb olundu ve moskov'ın nakzi ahdini beyan içün vezirden nemçe'ye den mektubun cevabmda, adavetden ve muharebeden sulh evladır; kıbeli vuku'ü'lmuharebe, devlet'in musalaha muradı olur ise, biz tavassut ede lim ve istanbul'da kapıkethüdamıza elçi payesile ruhsat irsal olunmuştur; murad buyrulur ise i'tibar oluna deyü mejctubu geldikde, moskov tarafından yedinde sulhu kabul temessükü lazım ve esas sulh, kadimi hüdud üzre ol malıdır, ma'lumun olsun, zira moskov mütelevvin'kafirdir, mabeynde olanı mahcub eder deyü vezirdenhastane'ye kagıd gelicek, elçinin ordu ya gitmesi iazım olmağla, nemçe elçisi irsal olunup, vezir ile sohbet ettikde, moskov bağteten azak kal'ası'na müstevli olduğu içün mıkdarın bil dirmek lazımidi. lakin siz tavassut etmişsiz, hatırınız içün suoı olalım moskov aldığı yerleri bırakıp, kadim hudud üzre sulh olunmak esasdır; ta çasar'dan böyle temessük olmayınca, sulha bed' olunmaz deyüvezirane cevab vermişiken, cümleumurı devlet yedinde olan vezir kethüdası halisa osman efendi bu devleti aliyye'nin zuhuru salabeti dini mübin ile olup, bu vakta gelince görülen işler saJabet ile vücuda geldiği, tevarihden ma'lumu olmamağla, ga'ilei seferin def'i sulh ile olur ve sulh ruyi dil ile olur mülahazası ile iradı acz ve fütur güne, biz askerimizin kesretine mağrur olmayup, barita'ala kerem eder ise, moskov'dan intikam alırız ve sizler moskov'a imdad ederseniz, etme demeyüz zira biz sizinle nakzı ahd etmeyüz; siz ederseniz, etmemenizi rica ederüz. hududumuza girseniz dahi muharebe etmeyüz. eğer muharebe ederse niz, naçar mütevekkil olup, ceng sulh sohbeti ile devleti gafleti ve ederiz. çünki tavassut etmişsiz. küffann iğfali: devletin sanına layık sulh etmenizi rica ederiz deyü, hasmın cür'etineyol göstermek ve kocunduğu şeyleri bildirmek gibi tekellüm ettikde, elçi biz sizin böyle dostluk edeceğinizi bilmedik; temşiyeti sulha dikkat et medik. çünki sizler azak'dan geçnemçe'nin h ilesi: miyorsuz'. moskovda aldığım aldıkdır, vermem der. iki emrin beyninde bir münasib şey bulunsun deyüp iğfal ve edna şey' içün çasar'a tahrir edeyim deyü bir kaç def'a ta'vik ile mükalemeyi bahara te'hiricaiz ki, iğfal ola deyüp, berren ve bahren azim sefer tedariki devlet'den taleb olundu ve işbu şitada sular dondukda, kırım han'ı çapula gidüp, elli gün de yakup, yıkup iğtinam ve ihlak ettiğinden başka, yüz bin esir ve dört yüz bin hayvan çıkarup, sene evvelinde olan kırım hasaretinin intikamını aldı ve tavassut içün ingiltere ve felemenk elçileri dahi astane'den orduya gel di ve nemçe'den yine mektub gelüp, bizim. devletle dostluğumuz kavi ve izzetini taleb ederim; ancak hangimiz cenge mübaşeret ederse ikimiz bir den etmek üzere moskov ile ahdimiz olduğuna bina'en, ana dahi imdad edeforma şe m 'dn izd esü ley mne p e n d i tr ih l rüz. eğer devlet gücenir ise, musalaha münasibdir; heman mükalemeyi; mübaşeret olunsun deyü yazmakla, reis mustafa efendi ve büyük ruznamçeci mehmed bey ve mektubi ragıb efendi ve silahdar katibi sa'id efendi mürahhas ta'yin olunup, bin nefer etba'ları ve sekiz yüz tüfenkçi ve dört yeniçeri ortası ve tercümanı ile mahı nisan'da mahalli mükalemeye irsal olundu ve ordu babadağı'ndan isakçı'ya varup, akdi musalaha ha berine muntazır oldu. amma mahalli mükaleme boğdan sınırmda sordikaiken, nemçe elçisi leh sınırına tahvipeylediği haberi geldikde, or dudan izin ve müsa'ade olunmağla lehsınırına vardıklarmda, nemçe el çisi, benim çasar'a yazdığım ikinci mektubuncevabı gelmişidi. gece ben mütala'a ederiken mumda yandı, tekrar suretini taleb eyledim; suret gelsün deyü, otuz gün dahi imrarı vakt etmekle haziran dahil oldu. istilai moskov bekal'ai özü ve kılburun ve tmkzi ahdkerdeni nemçe ve istilai nemçe bekal'ai nişra ve zuhurı taburı nemçe der kurbi kal'ai vidin ve taburı diğer der hüdudı eflak ve münhezimşudeni nemçe der her mahal ve katli kethüdayi sadrı azami halisa osman efen di der isakcı ve defterdarı sabık halil efendi der edirne ve maktulii şeştat hezar küffar der banaluka bedesti sadrı sabıkli paşa ve tahlısi kal'ai niş bedesti hafız ahmed paşa köprulüzade ve avdeti mürahhasanı devleti aliyye ez niemrava be orduyı hümayun ve hareketi orduyı hümayun ez kartal ve vusuleş beastane ve irsali rakofcızade becanibi vidin ve hareketi sadrı azamyeğen mehmed paşa beorduyı hümayun ezstane: çünki senei sabık evahirinde nemçe'nin musalahaya tavassutu iğfal içün belki kendinin dahi demağı fesadını icra' içün olduğu ef'al ve akvaunden ukalaya müberhen iken n em çe: cümleden akal geçinen osmanzade sulhu tahkik belki tekmil oldu, canibine zahib olup, sefer tedarikinde ihmal ve mühimmat erişdirmekde müsamaha üzre gafletini bender muhafızı muhsin zade abdullah paşa bilüp, bu üslub ile ya'ni küffara izharı tevazu' ve tezellül müfid olmayup, sulh olacak dahi olsalar bu küffarın iğfalini haklkata hamiden acizane hareketi gaflet ve fırsat zarar: addedüp hiyanet edeceğini iz'an et mekle, vezir kethüdası'na, bender'de asker ve zahire ve top kalildir, gerçi mükalemeye mübaderet olun muş; ancak esnayi mükalemede muharebe olduğu vardır. acele top ve cebehane ve asker irsal edesiz deyü yazdığı mektub geldikde, halisa efendi iğzab olup, bu kelamları cünuna hami edüp, biz de oltarafa varmak üzreyüz; havfi galib ise biraz cesaret etsün deyü mizahyolundan, gelen ada mı boş gönderdi ve akıbinde özü muhafızı yahya paşa'dan, moskov hu duduna irsal ettiğim casuslar gelüp, yüz bin kefereden mürekkeb tabur. özü muhasarası kasdı ile kodak nam mahalle gelmiş ve musalahanın aslı yok, iğfaldir deyü haber getirdüler; eğer muhasaraya gelür ise, kal'a askerden tehidir; acele asker irsal edesiz deyü mektub geldikde, yine halisa iğzab olup, paşa sevdaya uğramış, tatar müfsidlerinin sözü ile kendüye zahmet vermesün, heman müsalaha tekmil olmuşdur, cümlemiz avdet üzereyüz; adamını boş gönderüp orduya gelen asker, sair sefer senelerinden ziyade ya'ni altı aydan berü orduya gelince nice fukaraya zulm olunmuş, zahmet çekilmiş iken, yüz bin mikdan askeri tashihettirmeyüp, üç günde perişan eyledikde, vezir kethüdası'nın istiklaline bina'en vezir dahi karışmaz ve harekatına bakup, hayran olur. küffarm harekatı bizi iğfal edüp, fücc'eten muharebe iktiza etmek gerek, acaba halisa, mahfi vakıf olduğu şeymi var' deyü fikr ederidi. ba'dehu vidin muhafızı ivaz paşa'dan dahi, nemçe'nin sulha tavassutu iğfal olduğundan gafil olmayub, vidin ve niş askerden te hidir, niş'e bir yarar vezir ile asker, vidin'e kezalik asker irsal edin; nem çe'nin dahi gafilennakzı ahd edeceği aşikardır deyü mektub geldikde, halisa efendi yine iğzab olup, nemçe'nin nakzi ahd etmeyeceğine ben kefilim. paşa safasmda olsun, malı miriyi itlafdansıyanet etsünler deyü çuhadar'ını tehi gönderdi. ba'özü kavası'mküffarm istila's. dehu yüz seksen bin moskov özü kal'asmı, bir sudan bir suya muha sara edüp, doksan aded havan ile humbara atmaya mübaşeret ettikde. özü kal'asını muhafazaya otuz bin adam lazımiken, henüz üç bin adam yok; bu esnada muhsin zade, vezir kethüdası'nın haune bakup, bender'den üç bin o adam göndermişidi. mecmu'ı altı bin adam oldu; amma mecmu'ı şaranpolar muhafazasına kifayet etmeziken, yahya paşa gayret edüp, üç gün içerüden yürüyüşler ettirüp, otuz bin küffar kati edüp, kellelerin den on aded püşte peyda olunmuşidi. lakin humbaradan kal'ada harik zuhur ettikde, kılleti insandan itfası kabil olmayup, bi'lcümle ebniyyesi muhterik olduktan sonra, ıç kal'aya dahi sirayet edüp, külliyen muhterik olduk ta, yedi aded kulede cebehane ve barut varidi. cümlesi birden ateş alup, kıyamet kopmak halatı zuhur ve berheva olup, nüzul eden taşlardan çok müsliman şehid olup, zuhur eden şedid rüz şbm 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih l gardan küffar toplarının ve kal'a toplarının dumanı ve sahranın toprağı cüm le kal'aya dolup, güya leylei zalma olup aftab nabedid oldu. herkes, gözgözü görmez ve gözlerinin acısından göz kapağını kaldırmaya mecali yok; bu zahmetlerden hararet dahi müstevli olup, su kaydında olduklarında, küf far suları dahikesmiş olmağla, her şey'e sabr ü tahammül olundu. lakin susuzluk naçar edicek, aman dileyüp, kal'ayı küffara teslim ettiler. vaktaki, küffar kal'aya duhul edüp, kelleden püşteleri görücek, gayreti cahiliyesi galeyan edüp, tekrar cenge mübaşeret ettikde, mevcud olan gaziler ölümeri olup, hararetle varkuvvetin bazuya getürdiler ve canların dişlerine alup, küffarın nısfından ziyadesin krhçdan geçirdiler. küffar dahi nakzı aman ettiğine peşiman oldu. nihayet, paşa'nın bin nefer etba'mdan yetmiş nefer kalmışidi. paşa ile esirolduküffann kavline i'timad edüp ihtiar. ma'adası kerbela vak'ası gibi yat etmeyen adamın hali: susuz şehid oldular. moskov'm feldmaraşai'ipaşa'ya ikramı tam eyledi. ezin canib özü'nün muhasara olun duğu haberi halisa'ya geldikde, ricale i'tibar etmeyen devletlu cümlesinden çarecu' oldukda, mukaddem bizi redd edüp, bildiğine nice gitti ise yine öyle etsün demeyüp' tuna'dan uburu münasib gördüler; kartal'a geçdier. amma vezir kethüdası sulh tekmil oldu i'tikadı ile yollara zahire te darik etmemiş; bu ecilden bir hatve ilerü ve gerü gidilmedi ve şimdiden sonra, zahire tedariki dahi kabil olmamağla herkes mütehayyir oldu ve aracif ile ekazib yayıldı ve ekabir, kethüda işleri bu rütbeye getürünce, bildi ğine nice gitti ise, yine bildiği gibi etsün dedilerve nemçe bu özü ha beri akibinde, nemçe'nin on beş taburu, on beş mahalden zuhur edüp, yir mi bin nemçe ile bir taburu niş kal'asına geldikde. niş vezirden ve asker den tehi olmağla, bila ceng zabt edüp, otuz bin kafir' ile diğer taburu vidin üzerine geleceğini, vidin muhafızı ivaz mehmed paşa orduya bildirdikde, ordu ricali deryayı hayrete müstağrak olup, vezir ve kethüdasıs kah kartal'da ikamete, kah bender'e, kah gerüye gitmeye niyyet edüp, nice edeceklerini şaşırup, bir tarafa bir adam ta'yin edemediklerini rical görüp, ricalin ukalası hemen kalkup, kethüda'ya asla rağbet etmeyüp, doğru ve zire varup, olan oldu, bari vidin himayet olunsun demelerile, üç tuğlu memiş paşa'yı vidin'in imdadına ve iki tuğlu tuz mehmed paşa'yı niğbolu'ya ta'yin ettirdiler. lakin orduda irsal olunacak asker kalmamağla, paşalar ta'yin olundukları semtlerden nefiri am askeritedarik ve imdad etmeleri ferman olundu. şimdi vezir kethüdası niye uğradığını bildi; ya'ni nemçe elçisine i'timad edüp, nemçe ile moskov'm damma griftar ol du ve sulhii zamirinden tahkik edüp, askeri dağıtmak ve yollara zahire vaz' etmeyüp, serhadlere sıyaneti hrazine diyerek, takviyet vermeyüp, abes yere imrarı vakt ettikde, kendüyii ikaz eden paşalara dahi sevdaya uğ ramışlar deyii ademi rağbet ettiği haberi padişaha vasıl oldukda. büyük miri ahur ahmed ağa'yı, rebii halisa osman ejendi'nin katli: ahir' ağustos 'de orduya irsal buyurdu. oldahi, bir ahed va kıf olmaksızın orduda yeniçeri ağası abdullah ağa'ya varup, ağa'yı yanı na alup, doğru vezir çadırına vardıklarında, ibtida' ağa'ya, üç tuğ hattını çıkarup, kürkünü libas ettikden sonra, vezirden mühri hümayunu alup, bender'den muhsinzade gelince. ağa paşa'yı kaymakam nasb etti ve veziri ma'zulü ağriboz muhafazasına irsal etti ve ba'de'lmağrib osman kethüda'nın başını kesüp hastane'ye irsal , maktuli mezbur akl u kiyasetine bina'en intihab olunup, küçük tezkireci'likden birden bire vezir kethüdası nasb olunmuşidi. küffarın hilelerini bervechi meşruh deia'ili haliye ve mekaliyelerden tefehhümedemediği ta'accüb olunur bir haletdir. bahusus yirmibeş sene mukaddem baltacı vezirin kethüdası osman efendi, moskov'un kelamına firifte olmağla maktul olduğunu bilüriken, al danmak kendü mevtini taleb etmektir. ertesi gün genç ali paşa'yı, miri ahur alup bender'e götürdü ve mührü bender'de muhsinzade'ye teslim et tikde, abdullah paşa mührü alup, ilgar ile orduya gelüp, ahmed ağa'yı hastane'ye irsal eyledi. ahmed ağa dahi edirne'ye geldikde defterdarhk'dan azl olan halil efendi'nin başın kesüp, islambol'a geldikde, huzurı hümayunda' müşavereye ricali devlet ve ulema cem' oldukda, padişahı zaman sultan mahmud han hazretleri kaymakam köprülüzade ahmed paşa'ya, seni sofya canibi seraskeri ettim; inşaallah varup niş'i feth eyle deyüp, kaymakam kethüdası olan gümrükçü yeğen'mehmed ağa'yı, üç tuğ verüp, kaymakam nasb ettim buyurdu. ahmed paşa dahi acele çıkup gitti. amma yüz elli bin kefereden mürekkeb beş tabur, bosna'da, gradişka ve puzin ve çetin ve ustrovnica ve izvarnik. amma ali paşa, mutabassır vezir olmağla, gelen küffarm re'isinden niçün geldiniz deyü sual ettikde, memleketimizi muhafaza içün dedi. ya düşmanınız yokiken bu rütbe asker masrafına ne hacet denildikde, aslını bilmem, bize tenbih böyledir. petro günü geldikde görürsüz deyü gazubane cevab vericek, ali paşa hemen hüd'ayı fehm edüp, bosna'da vaki' otuz iki' kazanın kadıların ve müfti ve meşayih ve ayan ve işerlerin yanma cem' edüp, müşaverede, galiba küffarm kasdı nakzi ahddir, bizlere de muhafazai bilad diyerek, amade olup, küffar hangi tarafdan hareket eder ise, herkes mahallinden üzerine vara deyü kavi ü karar ettiler. vaktaki petro günü de dikleri, haziran'ın yirmi dokuzuncu günüdür, bu salde rebi'ü'levvel'in on birinde vaki' oldu; yevmi mezburda izvarnikde olan tabur beşniçe palankamızı bağteten basup ihrak ve derununda olan müslimini katı ve esir sahrasına kurup, etrafı yamna da'vet ve otuz iki kazanın kuzatı ve guzatı geldikbosnalı'nın bahadırlığı; ta'ifei nisde küffar ustrovnicai atik kal'asıvanın merdane muharebesi: nı dahi muhasara etti ve derunun da olan ricali şeci'an fütur ve haş yet getirmeyüp cenge ikdam ettiklerinde, sim tenlü nisvan dahi merdane hey'et, potur ve kalpak ve gümüşlü übas ve kılıç ve tüfenk ile cünbüş ve ceng ettiklerinde, koca hatunlar sakalık ve aşçılık ve ebe hatunlar cerrahlık ve sıbyan top tanesi taşımak ile hizmet ederleriken, muhasara on beş güne vardıkda. paşa tarafından altı bin adam imdad geldiğini küffar haber alup, karşularma varup, muharebeye tasaddi ettikde, beş sa'atde münhezim ve ekseri kati ve esir olundukta, ceneralleri ile kapudanları dahiesir alındı ve top ve cebehanesi zabt olunup, ordusunu asker ganimet eyledi ve kal'a bu takrib halas oldu. amma gradişka'da olan küffar dahi banaluka muhasarasına geliyormuş, haberi kal'aya vürud ve sekiz bin kafirilerü beş sa'at mesafeye geldikde, bahadırlar kal'fa'idei kadiik il: adan çıkup, basmak münasib de diklerinde, ba'zı bilgiçler, henüz kafirin bizimle muharebeye tasaddisi yoğiken ceng olunmaz; münasib olan kal'ayı muhafazadır dedikleri gibi, belde kadısı bosnavi ali efendi, alim bi'lmes'ele ve umurdide adem olmağla, küffar toprağımıza girdi, hamle et mesine hacet yok; cihad farz oldu deyü gayret vermekle, nısfü'ııeylden son mm ü n ir k t e p e ra kal'adan sekiz yüz şeci' er çıkup, küffarm halini tecessüs eden casuslar gelüp, sekiz bin kafir üç bölük olup, bin neferi incekarakol namile ilerü ve nısıf sa'at gerüde iki bin kafirden ortakarakol ve nısıf sa'at dahi gerüde beş bin kafirden büyük karakol tedbiri umurı h arbiyye: deyü, çarhacısı geliyor deyicek, küffarm topdan gelmediğini umurı harbiyyeyevakıf olanlar ni'met bilüp, ilacı hemen sülüsi ahiri leylde şe hirden huruc ve seheriincekarakol'a tesadüf ve bağteten aduya şirane hamlelerine küffar takat getiremeyüp, ekseri tu'mei şemşir ve bakisi idbar edüp, ortakarakol'a mülhak olıcak, gaziyan erişüp, fırkai saniyeyl dahi şaşırtup, anları dahi dağıttıklarında, anlar dahi firar ve büyük çarhaya mülasık olduklarında, cündi islam yine erişüp, anlara dahi'göz açdırmayup, bozup perişan ettiklerinde, firar edenleri deyü ta'kib ve ekserini kati, bakisi yüzbin kefereden mürekkeb olan tabura can attıklarında, gaziyan bu mikdar ile iktifa ve hayvanlaryoruldu deyü it'abdan sıyanet edüp, küffarm de nebal j l j nam başları ve iki kapdanları esir ve ceneralleri kati olunup, kal'aya girdiklerini paşa'ya i'lam ettiklerinde, banaluka imdadma paşa bi'zzat azimet etti. lakin paşa hiylei harbiyyede kamil bir zatı ali olmağla mahfi bir kapudanı ilerü bin ademle irsal ve banaluka'ya karib dağ içinde pinhan olup, sallar hazırlamak tenbih eyledi ve bu esnada yirmi bin kafir puzin kal'asın ve yirmi bin kafir çetinkafasın ve sek sen bin kafir banaluka'yı muhasara ettiği ma'lum oldukda, deryayı gam temevvüc etti. lakin vemetin miislüman olan müdebbir ziri gayyur mütevekkilinden olup, seraskerin küffarın çokluğundan dergahı kadi'lhacata münacat ve havf etmeyüp mu'clzei peygambenas ile ülfet ve ukala ile meşveret re tevessül ve hilei harbiyyeyi ve gönül birliği tahsil eyledikde, i'mal etmekle nusreti azime na'il herkes oldu olacak, gitti vilayet elolduğu: den, kaçmakdan gayri çare yok dediklerinde asla paşa infi'al et meyüp, mu'cizei ahmediye'ye tevessül ederüz benim havfim yoktur, sizde havf etmeyin deyüp, banaluka'ya gelen büyük tabur üzerine gideriken ahz ettiği dillerden, doğru yola küffar sedd ve hendekler çeküp, tabyeler ve la ğımlar hazırlamışdır deyü haber alup, mukaddem dağ içinde sal inşa'sına adamlar irsal etmişiken, casushavfinden yine akdi meclisi meşveret edüp, yolları küffar sedd eylemiş ne guna hareket edelüm deyü alenen' müşavere ettikde, ricali askerden mahremi' olanlara, ta'limi üzre, biz doğ şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih ru yoldan ayrılmayız deyü ittifak ettiler ve şahrah ile banaluka'ya üç sa'at karib varıldıkda, mukaddem tedarik olunan yola gece inhiraf ve sallan indirüp nehri ubur ve bağteten sahraya nüzul, yeminde' elviyei erbe'a zü'aması ve askeri ve yesarda kapdanlar, vasatda paşa ve kadı efendiler etba'lan ile ve nice meşayih ve huteba' hasbi gelmişleridi; lv tilavetine meşgul oldular. ba'dehu paşa tertib olunan sufufun önüne varup, pirlere baba şabblara oğullar akranlara, kardeşler, bende sizin gibi hakkta'ala'nın bir abdi aciziyim; din uğuruna kurban olurum. lakin sabr ü sebat lazımdır; felah sabırdadır deyü, halk şehidliğe can vermeye acele eder mertebesi, halkın kalblerini terkik eyleyüp, makamına durdukda, düşman ehli islam şu tarafdan gelecek deyü, yirmi günden berü sarfı kudret ile sıyanet ettiği tarika muntazır iken, askeri sahrada görücek, ba'de'tta'accüb suyun iki tarafında olan leşkeri küffar bir olup, toplarına nizam ile muntazır olduklarında. paşa atdan inüp, yüzünü yerlere sürüp, yarabb, beni hacil etme deyü tazarru' ve büka'dansonra yine süvar olup, kılıcını çıkarup, ibtida' düşmana karşı, ba'dehu sağa ve sola sallayup, küffann he zimetine işaret ve tefe'ül eyleyüp, fütühatı banaluka: heman gülbank çeküp, tekbir ede rek, hareket ve ateşine bakmayup, dalkılıç askeri hamle ettürdikde, hamlei evvepdört leşken ile' üç cenerali kati olımup, niceleri nehre dökülüp, livası menkus olıcak, asker celsei hafife ettikde top ve tüfenk gürültüsü ve kılıç ve mızrak şakurdisı gelmişidi. yine hamle edüp, küffarı allakbullak ederek, yine iki sa'at cengden sonra, celsei ceng ve teneffüs edüp, tekrar iki sa'at sevk ve havahiş ile hücum ve teneffüs ederek, beş növbetde, guruba vasıl oldukda, küffar necatdan naümid olup, nehri karşı can atacak olduklarında', serdarları köp rüyü kat' edüp, metanet ve firardan sıyanet kasd etmişimiş; cündi islam tuyurı ebabil gibi küffarı sürdükde, küffar canını'karşı atmak ümidi ile canını su içinden cehennem'e attı. ancak ikiyüz kafir necat buldu. bir gün de böyle bir gazayı ekber hasıl oldu. elhamdülillahita'ala. on iki top ve üç havan ve iki bin üç yüz çadır ve on beş bin varil barut ve layuhsa tüfenk ve kılıç ve layu'add şiş ve balyos ve harbe ve gülle ve bum bara ve koyun ve sığır ve beygir ve eşya ile guzatı müslimin deryayı ganayime daldı ve seheri bir köprü bina' olunup, kaviyyü'lcenan şeci'an karşı geçüp, karşıdan firar eden küffarı ta'kib ve nicesin kati ve esir ettiler. gayri ibareleri kalmayup, yüzü üzre düşüp, aman osmanlu, allah'ı bilürseniz ve peygamber'i severseniz bize merhamet edin deyü figan ettiklerinde, gaziler, elafvi zekatü'zzafer ve aman diyene kılıç olmaz deyü vafirini azad ettiler; ertesi divan olunup, altmış bin küffar laşesi ta'dad olunduğu'bilinüp, tebriki gaza ve tehniyeti fütuhat içün mevcud olan kuzat ve ümera ve ayan, paşa'nın dest ü damanm takbil ettiklerinde, paşa cümlesine gazanız mübarek olsun diyerek, hallerine münasib hil'atlar ve atiyye ve çelenkler ve tahsinler ile hatırlarını şad ve memnun eyledi. gerçi şüheda gasi olunmaz ve tekfin olunmaz; lakin namazı kılındığı içün cümlesini bulup namazlarını kıldıklarında, ekserinin namazına paşa hazır olmağla, şühedaya ikram ve şefa'atlerine tevessül eyledi ve bu haleti müşahede eden gaziyan, kaşki bizlerde rütbei şehadeti ihraz edeydik deyü temenni eylediler ve mecruhlarına paşa merhemi merhamet edüp, pak bir saraya cümlesini vaz' ve i'laç ve atiyye ve ikram ile hatırlarm cebr mecruhine ikramdan fa'ide ve baeyledi ve ertesi yine divan edüp, hadırlara menasıb ve atiyye ite iktevcihi manasıb eyledi; ya'ni baramdan fa'id. naluka kadısı ulakaribi iken sitte mansıbı ve mütesellime iki tuğ ve karafere kadısı gelüp cengde bulunmuşidi; mansıbına namlı' ka zası ilhak olımdu ve habib zade abdullah efendi'nin rütbesi üç rütbe terfi' olundu ve sa'ir bahadırlara alaybeyliği ve ze'ametler i'tasına arz eyledi ve arzı devlete geldikde cümlesi tevcih olundu ve bosna kadısına haleb rütbe si ihsan olundu ve mansıbı iki sene medd olundu. ezin canibpuzin ve çetin kal'alan, banaluka muhasara olunduğu gün muhasara olundu. ha ber'paşa'ya vasıl oldukda, sabr ü sebat tavsiye buyurmuşidi. mahsur olan muvahhidin küffarın ateşine on beş gün tahammül etmişleridi. bu bana luka nusreti zuhurunu küffar haber aldıkda, firar kaydındaiken puzin'e imdad içün ostroviça nam mahalle' müctemi' olan müslümanlar dahi ba naluka nusretini istima' ve küffarın firarmı göricek, kal'a dilaverlerini dahi çıkarup küffarı ta'kib ve ekserini kati ve top ve mühimmatmı ve eşya ve eşkallerini ahz ettiler ve puzin'e altı saat mesafe' olan çetin kal'asmı muhasaraya ikdam eden küffar dahi firar ederiken, ta'klb olunup ekserikati ve esir olunup, guzat muğtenem oldular haberi vezire vasıl oldukda, vila yet keydi adadan masun ve pak oldu deyü hemde meşgul olarak, bosnasaray'ma gelüp cedid kal'a bina' eyledi. meğer niş kal'asma istila' eden nemçe çasarı damadı, niş'e zafer buldukda, bir bölük askerini bosna serhaddinde yenipazar'a irsal ettiğini', yenipazar kal'ası ahalileri muka vemet mümkin değil deyü kal'ayı tahliye etmişlerimiş. bilamani' küffar gelüp, zabt eyledi. şem 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i amnıa bosna'nın rumeli'ne geçecek ma'ber olmağla, bosna'nın ka pısı mesabesinde olduğundan, paşa müte'ellim olup, ta'yin eylediği asker gideriken, mezkur kal'ayı tahliye edenleri, matlublarıolan mahalle isal içün yüz otuz kafir götürür irniş, rast gelmeğle askerimiz mezburlan ahz ve paşa huzuruna getirdüklerinde, nemçelü'nün karşısında, kal'ayı teslim eden na'ib mustafa efendi ile zasiyaseti layıka: bitlerini ve kapudanını bilaaman kati ve nemçelü'yü müsafirdir deyü ellerine birer altun verüp yol verdi. paşayi müşarünileyh, durbin ve akıbetendiş olup, vaktı sefer şöyle dursun hazerde dahi tazyii evkatı reva görmeyüp, ruzşeb guzatı ganimet ile iğna ve düşmanı tazyik sem tine i'mali akl ü fikre kana'at etkadıi gayurun evsafı: meyüp, kuzatm kargüzar ve sahibi rey ü tedbir olanlarını intihab ve bunlar muhtelif kazalarda devran ve cevlan etmekle muhtelifü'ttıba' vilayetlülerileülfet ve her birinden hisse ahz etmiş mücerreb adamlardır deyü i'tikad ve tecrübe ettikde, anlar zannı gibi zuhur ettiği içün ekseriya anlar ile müşavere ederidi. anların sevkiile eyyamı şitada boş kalma mak içün karadağ keferesine asker gönderüp, te'dib ve islah eyledi ve niş'e istila' eden mağrur kafir, vidin kal'asın dahi almak kasdi ile dokuz bin ahenpuş irsal eyledi. vaktaki vidin'e altı sa'at karib vardıklarında, vidin muhafızı ivaz mehmed paşa duyup, ivaz mehmed paşa: kethüdası hüseyin ağa ile kapısıhalkı'nı ve serhadd yiğidlerini irsal eyledi; meğer bu anda, banaluka inhizamı haberi küffara vasıl olmağla, küffara perişanlık gelmişimiş; altı sa'at cengde, altı bin kefere kati ve ma'adası firar ve toplarını tuna'ya atup, bir mikdar eşyasını ihrak etmiş; ertesi hayme ve hargahları zabt olundu gayreti hakk ve kuvveti cenabı şüheda ta'dad olundukda, fakat mutlak: yüz şehid bulunmağla kuvveti kahirei cenabı feyyazı mutlak celleşanuhu hazretlerine hamd ü sena olundu. ve köprülüzade ahmed' paşa, sofya'ya vasıl oldukda, rumeli askerin den istima' edenlerden dirlikli ve dirliksiz varup, başına cem' oldukda, başağası ile vidinli ali ağa'yı ilerü nam ve san sahibi paşa'nın sergönderdikde, mezburan varup, muasker olmasından fa'id. sapaşa palankası'nı hali bulup, evasıtı cümade'lahire paşa gelüp vasıl oldukların küffar görücek, küffar bilaceng aman bayrakların dikiip, cümle alatı ile kal'ayı teslim eyledi. bu ne güne lutfu keremi barii müte'aldir ki, gafilen on beş köşe denhücum ettikde, devletde asla haber ve tedarik yoğiken, bu güne cevab verildiğinden başka, küffar kahr ü tedmir olundu. bu esnada nemçe tavassutu ile moskov sulhuna giden'murahhaslarımızdan, murahhası salis ragıb efendi istintak içün orragıb e fendi: duya getirildikde, biz nemçe elçisi ile ordudan çıkup, mahalli mükalemeye varınca, vakit geçirmek içün nemçe enva' hiyle icra've mahalli mükalemeye varıldıkda, moskov mürahhasları gelecek deyü bir kaç ay ta'vik ederiken, moskov özü'ye ve nemçe niş'e istila etmiş haberini aldığı mızda, küffar mürahhaslarma, bu mükalemeden ne fa'ide, farz edelim sulh olunmuş sizinle, sulha ne rağbet, zira nemçe ile yirmi sekiz seneye mukad dem sulh olunmuşiken, dört buçuk sene mukaddem nakzi ahd ettiniz ve nakzi ahdi dahi habersiz ettiniz. lb bunlar şöyle dursun, bizi moskov ile müsalaha edeyim deyü, tavassut güne iğfal esnasmda böyle nakzı ahd eden kiralın sulhuna ve kelamına rağbet olunur mu? ve bu karı hangi millet ve hangi müluk irtikab eder ve hangi kitabda ve hangi şeri'atda gör dünüz deyü hitab ve itab ettiğimizde, cevaba kadir olamayup, sükut ettiler. lakin biar elçi, aldığımız niş nemçe: kal'ası ile bosna'dan aldığımız kal'alar bizde kalmak üzere sulh olur sanız, moskov ile dahi sulhunuza nizam verelüm dedikde biz böyle şey'e murahhas değilüz deyü def' ettiklerini takrir ettikde, ordudan ragıb efendi'nin bu takriri beaynihi padişah'a tahrir olundu ve bu esnadas eflak'dan karayiova; 'da tecemmu' eden nemçe'yi, vidin valisi ivaz paşa haber alup, kethüdasını irsal edüp, karajıiova şehrini muhasara ettik de, bir hamlede küffar firar etmekle, ta'kib edüp, mecmu' piyadesile ekser süvarisini kahr ve esir edüp, guzat ganimet ile geldiler. mükalemeden gelen ragıb efendi, gerçi mükalemede, küffara hitab ve itab ettik; lakin kat'i cevabdan ihtiraz ettik ki, iki kıral bağteten şimdilik bu mikdar zarar etmiş; eğer mükalemeyi fesh etsek dahi ziyade zarar zuhur eder ise bizlere azvolunur, mülahazamız varidi. lakin bosna ve niş ve eflak fütuhatını istima' edicek, su'rr şerifi zahir oldu deyü, hezar ve sad şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t hezar hamd ve şükr eyledi. her vaterki salabeti islamiyeden zarar: kitde salabeti islamiyesi olmayanlar, böyle küffarın galebesinde acz ü taksir ve ihtimalat ile izharı za'af ve acizane hareket edüp, böyle bir ali devleti ve dini islamı rezil ve zelil ederler. ancak, böyleler iflah olmayttp, felaketden felakete uğrar; çok geçmez bir din gayreti güder sahibi tedbir, gayur bir e r'zuhur eder; salabeti dini izhar ettikde dahi, himmetsiz' ve gayretsizler, bu herif delidir, bir fesadı azime ba'is olur deyii, şeci'anm şeca'atlerine fütur getürür. eğer zikr olunan merdi gayur fütur getirmeyüp gayretsizlerin hakkmdan gelür ise, her halde gaüb ve muzaffer olageldiği tevarihde mesturdur. cenabı hayyi kayyum celleşanuhu gayretsiz müttehimleri devlete kurbden beri edüpdin sahibi gayur zevatı daima karini devlet eyliye. nasrı azimi mezkur haberi sultan mahmud han hazret lerine vasıl oldukda, ba'de'lhamd ve'şşükr vidin valisinin hattı hümayun ile hatırmı tatyib ettikden sonra bir mücevher şemşir ve vidin seraskeruği kürkü ile teşrif buyurup, elli bin kuruş ve bin çelenk ve yirmi hil'at irsal buyurdu. ivaz paşa'ya iltifatı padişahi vasıl oldukda, ta'zim ve tekrim ile istik bal edüp, fethi islam nam kal'a ile küffarın tuna vasatına acibü'rresm bina' eylediği adakal'ası'nın fethi niyyeti ile hareket ve memiş paşa'yı ilerüye irsal etmişidi. küffar haber adakal'a s. alup, fethi islam'dan beş sa'af' bir derbende tahassun ve seddi rah olmak içün şaranpolar ve hendekler icad etti. lakin'ehli islam ayağı tozu ile varup, galib olduklarında, küffar mimhezimen firar edicek, gaziler varup irşova kasabasın dahi zabt edüp, iki kalyonunu ahz ve toplarını aldıktan sonra, kalyonları ihrak eylediler. lakin şita hülul et mekle, adakal'ası'nın muhasarasınıevvel bahara te'hir eyledi ve mansuren vidin'e avdet eyledi. vuku' bulan bu fütuhatda alınan ganimet ve esire, hadd ü hisab yoktur; hatta ala bahai esara: kenizek ve gulam beşer kuruşa ve kazak makulesi ikişer kuruşa bey' olundu. eyyamı şitada otuz altı kafir bir sal ile tuna'da bir adaya çıktıklarını bir gazi yiğid görüp, soyunup ağzında kılıç yüzerek, yanlarına vardıkda, karşı koymak hatırına gelmeyüp, kendülerini teslim etmelerile, bir yi ğid, otuz altı kafiri ardına takup getürdü ve bir ciğerdar bahadır dahi, sekiz kefereyi esir edüp, doğru paşa otağı'na götürüp, bahşiş ve çelenk alup, gideriken, ivaz paşa'nın kahvecibaşı'sına, aman karındaş yoruldum; bana bir kahve ver, şu esirlerden beğendiğin al dedikde, kahveci kahve verüp, yiğidim, layık olan biz sana ikram etmektir; haşa şikarını almak ne mümkün dedikde, yiğidin sözü sözdür deyü mezbur yiğid, esirin birini bir fincan kahveye verdi ki, cengsiz vakitde üç yüz kuruş kıymeti varidi. beyzai is lami kesre kasd eden kafirleri hakk subhanehu ve ta'ala hazretleri bu hallere giriftar eyledi. mükalemede kalan murahhasların orduya ric'atlerine ferman olunup, geldiklerinde takmaddei hajii moskov ve gururı rirlerinin hülasası, moskov özü'yü küffar: alınca mükalemeye murahhassı gelmeyüpözü'yü aldıkda geldi. lakin nemçe'nin vakti mu'ayyende bir kaç tarafdan hücum edecekimiş, an dan habere intizar ile mükalemeye bed' etmediler. vaktaki bosna'da inhizamlan haberi zuhur edicek, mükalemeye mübaşeret ettiler. çünki bu vaktacek kafirler kibr ü gurur ile acem seferi sebebine, hani osmanlı'da as ker, hani hazine, hani tedbir, hani nizam; hakaretle mu'amele ederleriken bu haberi fevznusret ma'lumumuz olucak, cevaba kudretyab olup, sizde hiç tarih bilür yokmu ki, muhac çenginde iki yüz bin kafiri otlukcu ve harbende ve aşçı oğlanları makülesi ile eğri fatihi bozup, yüz on küşte peyda etti ki, her bir küştesi, onar bin kafir laşesinden idi; hala' eseri mevcuddur deyü ilzam ederek, müfarakat edüp geldik dediler. bu sene dahi şita hulul etmekle, evvel bahara ziyade tedarik içün ordu hastane'ye gitmek lazım gelmeğin, kartal'dan isakcı'ya ubur ve edirne'ye mevacib verilüp, şa'ban'ın selhinde davudpaşa'ya gelüriken, padişah sancağı şerifi istikbal ve eyyüb'den kayık ile sarayı hümayun'a dahil oldukda, serdarı ekrem dahi istikbale gelen vüzera ve ulema ve erkanı devlet ile azim alay ile islambora'duhul ve divanyolu ile sarayı hümayuna varup, sancağı şe rifi padişah'ın yedine teslim edüp, babı sa'adet'de istirahat ve kaymakam yeğen paşa ile sohbet ederiken siyeğen mehmed paşa'mn mühürlahdar ağa gelüp, sadrıazam muhaldığı: sinzade abdullah paşa'dan müh rü aldıve yeğen paşa'yı huzurı hümayuna götürdükde, mühri hümayunu padişah, yeğen mehmed paşa'ya verdi. taşrada, nas sadrıazam çıkacak deyü temaşaya intizar üzreiken, sadaret takımı ve solak ve peykler ile yeğen paşa'nın çıkdığın görüp, hay ran oldular. veziri sabık ihzar olan çekdiri ile selanik'e irsal olundu ve nemçe'ye tabi' macar ta'ifesi nemçe'den dugir olup, ke'levvel ali lakin düşman hastane'ye bilamani' karib olmağla, tedariki azimeye muhtac olduğundan, ba'de'lmüşavere nevruz'dan mukaddem asker davudpaşa sahrası'na gelmek, anadolu'nun sağ ve orta koluna diyarbekir valisi abdi paşa zade ali paşa ve sol kola miri ahurı sani sürücü ta'yin olundu ve rumili'nin sağ koluna vezir kethüdası şerif halil efendi sü rücü oldukda, çavuşbaşı ahmed ağa vezir kethüdası olmuşidi. zilka'de 'de merkum yekçeşm ahmed ağa, üç tuğ ile kaymakam oldu ve yedekçi mehmed ağa vezir kethüdası oldu ve sabıka mekke kadısı fazıl es'ad efendi, anadolu payesi ile ordukadısı oldu ve zi'lka'de'nin yirmi yedisinde , vezir tuğları davudpaşa'ya çıkmağla, ertesi ordualayı, dahi ertesi yeniçeri ocağı ve iki gün sonra cebeci ve topçu ve arabacı padişah'm sancağı şerifi teşyi' eyocakları alayları ile çıkdı; dahi erlediği: tesi sancağı şerif ile sadnazam topkapı'dan çıkup, on iki gün davudpaşa'da meksden sonra, kalkdığı gün padişah gelüp, yemeklik mahalline değin sancağı şerifi teşyi' buyurdu ve zi'lhicce'nin yirmi dördün de vezir edirne'ye vardı. çünki nemçe ve ingiltere ve fe lemenk dahi bundan akdem moskov sulhuna tavassut diyerek, devleti aliyye'yi iğfal ettikleri içün sadnazam küffarın iğfaline rağbet olunmayeğen paşa, mesfuruna asla iltifat maktan fa'id. etmeyüp, yine tavassut sevdasmda olduklarına i'tibar etmeyüp, eğer sulha siz tavassut ederseniz kabul olunur deyü françe'ye mektub irsal etmişidi. tavassut içün edirne'ye françe elçisi geldikde, yüz on tarihinde olan sulha nemçe razı olur ise, mabeyne gir ve illa olmaz deyü cemü n i r k t e p e vab ettikde, nemçe tarafından pozrofca sulhuna ruhsatım var dır; eğer musalaha murad ise, cengi te'hir edin deyicek, françe'nin dahi muradı iğfal ve cümle küffarın yekmüdebbiranın himmetsizleri: dil olduğu ma'lum oldu. ba'zılar mümkin olduğu mertebe ile sulh evladır, zira, cümle kefere yekdilimiş; acem seferleri takribi ile devlet'de hazine ve asker kalmadı; bir büyük fesad çıkmasun dediklerinde, yeğen paşa asla havf ve heras etmeyüp, mu'cizei ahmediye aleyhi efdalü'ttahiye'ye tevessül birle, salabeti terk etmedi ve anadolu payesi ile istanbul'dan ma'zul ilmi ahmed efendi ve abdürrahman efendi ve nakibi sabık hocazade ömer efendi arpalıklarına nefy olundu. d vuküı nusret ez canibi seraskeri vidin ve hezimeti nemçe ve fethi kal'ai semendire bahud'ai garibei harbiyye ve fethi mehadiye der def'ai saniye be desti serasker ivaz paşa ve muhasarai adai kebir beorduyı hümayun ve tertib şudeni esbabı yürüyüş ve hücum ve istiman kerdeni ada ve teslimi kal'ai o ra ve avdeti orduyı hümayun ez sahrai feihü'lislam ve vusuleş be astane ve makhur şudeni taburı çariçei moskov der nehri turla ve amedeni mektub ez başvekili nemçeberayi istid'ayi musalaha ve helak şudeni sefayini düşman ez desti gaziyanı donanmayhümayun der deryayı azak ve halas şudeni kal'ai özü ve kılburun ez desti ada ve vuküı mükaleme beelçiyi françe der astane ve tebdili sadnazam yeğen mehmed paşa ve nasbı ivaz mehmed paşa ve ihracı ordu besahrai davudpaşa ve vuküı alay. padişah'm nemçe ve moskov'a, iki kola birden seferi olduğunu, cibilletinde habaset merkuz olan aydın mütegallibelerinden sarıbey oğlu nam şaki fırsat addedüp tuğyan etmeksarıbey oğ lu: le, miri ahurı evvel ahmed ağa'ya üç tuğ ile aydm muhassıllığı verilüp, sarıbey oğlu'nun i'damı sipariş olundu ve sadnazam edirne'de on beş gün meks ve muharrem'in sekizinde hareket ve yir misinde sofya'ya ve safer'in on ikisinde niş'e var dı ve yirmi gün meksden sonra cümle ricali ordu tasvibi ile belgrad muha sarasına azimet olunmuşiken vidin muhafızı ivaz paşa adakal'ası'nı muhasara etmiş ve orduyı hümayun gelüp muhasaraya ikdam etmeye muhtac olduğun bildirmekle tekrar müşaverede ivaz paşa'nın re'yi ma'kül görül mekle rebi'ülevvel'in onbeşinde , niş'den hareket edüp. şem 'dn ızd esü ley mnee n d i tr lh i nehri timuk'a varıldıkda, yüz bin kefere mehadiye boğazı'nda olan memiş paşa ve murtaza paşa ve tuz paşa'nın üzerine vardığmı ivaz paşa haber alup, ada muhasarasından fariğ olup, ılgar ile gelüp yevni'i mezburda erişdi ve şebeş kurbünde taburun üzerine varup ceng ettikde, galib olmağla, küffar top've çarhı feleğin bırağup dağa firar ederiken, ekseri kati ve esir olunup top ve cebehane ve çadırları zabt ve ordu sunu asker iğtinam eyledi. bu zafere na'u oldukdan sonra ivaz paşa avdet edüp, yine adakal'asm muhasara eyledi ve ordu dahi ada'ya varıriken yeniçeri ağası abdullah paşa vefat etmekle, yerine kul kethüdası deli ha şan ağa olundu ve vidinli ali ağa nam serdengeçdi ağası, dört yüz adamla semendre taraflarını tecesfa'idei hilei harb: süse irsal olunmuşidi; merküm ali ağa hilei harbe arif merdi de lir olmağla, ale'lgafle semendire kal'asına varup, kal'a ceneralini acele ka pıya çağırup işbu kal'ayı muhasaraya otuz bin asker geliyor, biz karakoluz, sonra size necat vermezler, heman kal'ayı bize teslim edüp giderseniz, nam bizim olmak içün sizi azad ederüz; tiz cevab ver, olmaz ise gelecek askere haber verelüm dedikde, küffar havfe tabi' olup, kal'ayı cebehane ve top ve mühimmat ve zahiresi ile bırağup çıkdıkda, küffara yol verüp, bu feth ile orduya geldi. elharbı hud'a' sırrı zahir oldu. zira kal'ai merku tin ve sa'bdır; hatta ebü'lfeth sultan mehemmed sekiz yüz altmış üçtarihinde, bi'zzat yer götürmez asker ile sefer edüp, kırk gün muhasara ile fethine nail olmuştur. böyle zahmetle feth olunan karanın, böyle zah metsiz feth olunması fali hasene addolundu. lakin zikri mürur eden me hadiye çenginden aldıkları ganayiaskerimiz perişan olmuşiken tedbir me hırvat ve arnavud makülesi ile cem' olmak: kana'at etmeyüp, sa'ir askerinin eşyasına gece ta'arruz ettiklerinde, asker küffar basdı zannı ile asker dağılacak, ivaz paşa perişan asker ile muhasaradan fa'ide olmaz deyü ada muhasarasım terk edüp, fethü'lislam'a geldiğin vezirhaber alup, acele fethü'lislam'a gelüp, muhasa radan feragat töhmetile ivaz paşa'yı seraskerlikden azl edüp, yerine genç ali paşa'yı nasb eyledi. amma küffar askerin bilamucib böyle perişan olmasını hileye hamletmiş; sonra vakıf olduklarında tekrar mehadiye'ye gelüp, firar eden askeriniz gelmez, heman sizler telef olmadan kal'ayı bize tes lim edin dediklerinde kal'alu, orduyı hümayun fethü'lislam'a gelmiş, eğer altı güne değin imdad olunmaz ise kal'ayı verirsüz deyü kavi ettiler. fi'lvaki' imdad gelmemeğle kal'ayı küffara verdiler. bundan sonra küffar biri birine, osmanlı bir kerre perişan olucak, bir dahi nizam bulmaz deyü izharı siirur ile irşova taraflarmda aceb vegurur ile temaşada gezerleriken çarhacı olan tuz paşa ile murtaza paşa gelüp kendü mat rislerinde küffan görücek, gayrete gelüp irşova'ya hücum ettiler. gerçi küffar mehadiye kal'asmdan toplar ile boğazdan geçen guzatı tazyik ederidi'; lakin müslümanlar asla sallamayub geçüp küffara sataşdıklarmda, küffar firar etmekle ta'kib edüp, ekserini kati ile intikam aldıklarmdan sonra ali paşa ile mehadiye kal'asma açıkdan hücum etmekle, küffar kal'ayı aman ile tekrar teslim etmişiken, nizamaskerin acele ganimete meşgul olsız askerinyağmaya meşgüliyemasından zarar: tini, küffar görüp ateş saçarak dağ dan nüzul edüp cenge mübaşeret ettikde, küffarm kesretinden askerimiz firar ettiklerinde, serasker genç ali paşa ile vezir kethüdası nasihat ettiler; amma müfid olmayup asker doğ ru irşova'ya vardıklarmda, naçar ali paşa ve vezir kethüdası dahi irşova' ya geldi. lakin asker kılleti zahireden ve seraskerden izinsiz yağmaya tevaggul töhmeti ile asker ah paşa'dan mü'ahaze havfinden ivaz paşa'nın yanma varup, serasker hakkında dillerine geleni söyleyüp, hilafı vaki' isnadlarından askerin muradı tuna'dan fethü'lıslam canibine geçmek ol duğunu ivaz paşa fehm edüp, asaskerin memduhunun serasker olker geçürmemek içün yalılardan masından fa'id. kayıkları def' ve askere zahire ve latif kelamlar ile avkını sadrıazama bildirdikde, vezir pür telaş olıcak, heman ordu kadısı es'ad efendi ve reis mustafa efendi teselli güne, bu bize bir tenbihi hakk'dır, akibinde sürür hasıldır; ancak asker ivaz paşa'dan hoşnud, yine ivaz paşa serasker olsa, asker emin olup, dağılmazlar demeleri ile sadnazam, ivaz paşa'yı çağırup, ba'de'likram yine serasker nasb edicek, bu rütbe asker yüze çıktı, uhdesinden gelemem deyü def' ve müdebbir ordu kadısı olmaktan inad ettikde, es'ad efendi, eğer siz fa'ide: kabulden imtina' ederseniz, ben ça tal destar ile serasker olup karşu geçerim deyü ibram ile hahnahah kabul ettirdi. lakin, yeniçeri ağası ile bütün ocak, benimle karşu geçmek iktiza eder dedikde, bir tarihde oca ğın sancağı şerif'den ayrıldığı ve köprüsüz tuna'yı geçdiği yok denildikde, es'ad efendi, muradımız iş görmektir, kanuna bakılmaz demekle, yeforma: niçeri ağası haşan ağa gayrete gelüp, zabitlerine gerçi bizim geçmemiz se lefin hilafmadır; ancak din ü devlete hizmet edelüm deyü cümlesini irza edüp, kayıklar ile iki günde ocak tuz pşa: geçdi ve tuz paşa çarhacı olup, mehadiye'ye vardıkda küffar mu kavemet edemeyüp, bilaceng üçüncü def'a kal'ayı teslim etmekle bu havali tathir olundu ve yeniçeri ocağı ile ivaz paşa suyun bu canibinde ve fethü'lislam tarafmda, umumen ora da kal'a s. du ile sadnazam ve diyarbekir valisi abdi paşa zade ali paşa saniyen ada kal'ası'nı muhasara ve orduşeyhi abdülhalim efendi sancağı şerif obasında her gece yetmiş bin kelimei tevhid ve top ve bumbara ile tazyik olundu. lakin fa'idei kelimei tevh id: kal'ai merküme musanna' on iki tabyalu ve her tabya biribirine nazır bir hisarı naşenide olmağla, asla durub te'sir etmezidi ve esnai muharebede toz paşa ile murtaza paşa süvari asker ile akına ta'yin olunmağla, tamışvar'a bir sa'at karib varınca, yirmi gün diyarı küffanyakup, yıkup çapul ederek avdetde şebeş ve logoş na kal'alan dahi tahrib ve buldukları küffarı i'dam edüp, ganimeti azime ile orduya geldiler. mukaddema kal'ai mezbureyi ivaz paşa kırk beş gün muhasara etmişiken, bir kaç gün mehadiye ürküntüsünde terk olunmuşidi. sonra umumen bervechi meşruh yeniçeri ordusu ile ivaz paşa tuna'nın karşı ya kasından ve orduyı hümayun beri yaka yirmi dört gün sa'yi bişumar ile muhasara olundukda, kal'aya zarar isabet etmiyecek, yürüyüşe muhtaç deyü on beş bin dalkılıç tahrir ve merdivenler ihzar ve donanma sefineleri iki tarafa getürülüp, yürüyüş olunacağını küffar idrak edüp, başaşağı bay rak ile ivaz paşa tarafına kapudanları gelüp, ikramen verilür ise kal'ayı tes lim edeceklerini ifade ettiği gün rehin alınup, on madde ki, küffar kal'adan çıkariken tranpeta çalarak çıkup, tüfenklerine yirmi dörder atım barut verilüp, muhasaradan berü alman esirler dahi gerü verilüp, kayıklar ile semti selamete geçürülmek, kavi ve karar verildikde, tamışvar tarafına sulhu beyan içün bir ulak gitmek htlei hafiyyei küffar: rica eyledi. meğer ulak hey'etinde, başvekilin akrabasından bir ceneral mehadiye cengindenkal'aya kapanmışimiş, anı ulak kıyafetinde bu takrib halas edüp, tekrar cenge kıyam edecekimiş. ulak gitti zannı ile kal'a küffarı tekrar cenge miibaşeret ettikde, hirede ma'lum olup, ulakları habs edüp, eğer yarınki gün kal'a teslim fa'idei basireti rü'esa: olunmaz ise sizi kati edüp, yürüyüş olunur deyü ulaklara tefhim olundukda, hileleri kargir olmadığmı bilüp, naçar ertesi cuma günü kal'ayı teslime minnet etmekle, topları zabta topçular ve kapıları zabta yeniçeriler ve cebehaneyi zabta cebeciler gifethi kavaid: düp, burclarmda ezanı muham medi verilüp, simden kal'a miftahlarını küffar getürdükde kabz olundu. ertesi ceneral gelüp vezire buluşdukda, kakım kürk ve sırr katibine' hil'at ve baş cenerale bir at ve etba'ına bahşiş i'ta olunup, ertesi pazar günü salimen küffar hududlarına isal olundu ve yevmi mezburda, sadrıazam erkanı dev let ile kal'a temaşasına varup, enva' hamdü şükr eyledi. bu hususda ibret alınacak kar çoktur. osmanlı askeri daima böyle nizamsız ve edna bahane ile perişanolur; lakin ivaz paşa gibi askere zahir ve melce' ve askerin mu'temedi orduda vezir bulunup, es'ad efendi gibi ordukadısı dahi bulunmağla paşaların bürudetini def' ve tevfikü gayret verüp ve ulakları irsalde te'enni etmekle küffarın hilesine vakıf olmak tedbirler labüddür. iyazen bi'llah. ba'zı cenglerde zikr olunan tedbirlerden biri na kıs olmağla, maüub fevt olduğundan ma'ada, inhizam zuhur eder ve bir kerre askerimiz münhezim olıcak, askerin gözü korkmağla sonra vaki' olan cenglerde asker bilaceng firar ettiği şöyle dursun, ertesi sene, belki dahi er tesi senelerde dahi semti nusrete yapışamayup, küffara mağluben sulh ile netice verür. gelelim sadede. bu m o sk o. ada fethi esnasmda moskov'a esir olan yahya paşa'dan gelen mektubda, moskov sulha talibdir ve bizi mürahhas ister deyü tahrir etmiş; la kin esirden mürahhas olmak ka'ide olmamağla, feaşka mürahhassı orduya gelürise sulh sohbeti olunur deyü, veziri gayur cevab tahrir etmişidi. tekrar mektub geldikde françe elçisine muradımızı sipariş edüp, bir mü rahhas ceneralimiz irsal olunmuştur; hangi mekanı mükalemeye ta'yin edüp, mürahhas irsal buyurup, mükaleme olunsun ve özü ve kılburun kal'alarım hey'eti asliyesi üzre teslim ederüz ve azak tahrib olunup hali kalmak üzre esas bağlanmak deyü yazmış; cevabı mahallinde tahrir olunur. safa sun daki, adakafasını aman ile teslim eden kafirin, çıkariken tranpeta çalarak çıkayım deyü, on şartdan birini şart etmesi; zeyd ile amr kavga ederiken. şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih t zeyd enva' cürub ve şütum ile amr'm her azasınadarb ederiken, amr, zeyd'e karnağrısı deyüp, amr ba'de'lhalas aşinalan' yanına geldikde utanup, arlanmayup, zeyd bana cürub ve şütum ile darb etti ise bende ana karnağrısı dedim, deyü iftihar ettiğine benzer. nemçe generalinin fikr ü aklı bundan ma'lum olur. bu senei mübarekede tuz paşa yüzünden vüciada gelen yararlığa bina'en, üç tuğ verilüp, ivaz paşa ma'iyyetine ta'yin olundu ve sadrıazam cumade'lula'nın on birinde avdet edüp, gittiği yoldan ya'ni vidin semtinden sekiz günde niş'e geldikde, padişah ta rafından kapıcılar kethüdası gelüp, tebriki gaza içün vezire bir mücevher çelenk ve kürk, sa'ir vüzeraya kezalik ve zabitan ve erkanı devlete hil'atlar ve gazilere çelenkler getürmekle tevzi' olundu ve küffar taburu belgrad kar şısında zemin yakasında a bdi paşa zadeli paşa: olmağla, abdi paşa zade ali paşa'ya ada yürüyüşü içün ihzar olu nan dalkılıçlar ve sa'ir askerden ta'yin olunup, belgrad semtine irsal olundu. dahi bir merdi cesur olmağla, niş'den kalkup hisarcık'a vardıkda, ağırlığı bırağup, sebükbar belgrad'a ilgar vekal'aya bir sa'at, halil paşa meterisine vüsul bulup, varoşa hüeum edüp, nisa' ve sıbyanını esir ve kiliselerini ihrak ve sava kenarında olan büyük tabur ile altı sa'at ceng ederiken, akşam olmağla, mansuren niş'e avdet eyledi ve bender canibine moskov taburu geleceğini, bender seraskeri nu'man paşa haber alup. tur la kenarına varup, küffarı beri geçürmediğinden ma'ada, bucak sultam'm karşu geçirüp, küffarı iki tarafdan tazyik etmekle, naçar küffar geri gittikde nu'man paşa bender'e geldi. lakin sadrıazam gayretlu ve şeca'atlu müşir olmağla' hemanpaşa'nın kesretlü asker ile ilerü varup küffarı kaçırmışiken, varup özü kal'asını almadan gelmesine iğzab olup, tekrar özü'yü almasına ferman etmekle, nu'man paşa kalkup özü'ye takarrüb' edicek, küffar özü ile kılburun kafalanm hedm edüp, diyarına gitti. amma nu'man paşa özü'ye gideriken zahire ve asker kılletini beyan içün orduya mahzer irsal etmiş bulu nup, küffarın firarma vakıfmahzeri gerü almağaulaklar gönderdi. la kin erişemeyüp, mahzer vezirin eline girmekle, kendü kendüsün hacil etti ğine peşiman olup, ikaba müstehak olmağla, vezareti ref' olunup, sakız'a nefy olundu ve azak deryasında olan moskov donanması bizim donanma mızı görücek, teknelerini ihrak edüp firar eyledi ve moskov bu sene yine kırım'a duhul içün gelüp. ur kafasını iğfal ederek kal'ayı küffar almışidi; mingli giray han geleceğini küffar duyup, kal'ayı viran edüp, firar ettikde, mü n i r k t e p e ta'kib olunup, on yedi taburdan fakat biri halas oldu ve sadnazam niş'den hareket ve iki konağı bir ederek hastane'ye gelmesi içün hünkar silahdarı da'vete gelmekle, vezir acele ediryolda ulufe verild iğ. ne'ye gelüp, bir kist ulufe verüp, yolda sipaha sergi ederek, edirne' den yedi günde davudpaşa'ya gelüriken padişah sancağı şerifi istikbal buyurup, saray'a avdet buyurduğu gece vezir davudpaşa'da kalup, ertesi alayla saray'a teşrif ve sancağıpadişah'm yedine teslim edüp, paşakapısı'na geldi ve nemçe çasarı'nın damadı ile moskov'ın baş cenerali müsalaha içün gelüp, azak hedm olunsa tatar'dan emin olamaz deyii françe el çisine yazmışlar. ordukadısı es'ad efendi ve reis mustafa efendi ve mektubi ragıb efendi, dolmabağçe'de mehmed emin yalısı'nda altı meclisi mükaleme ettiler; nizam bulmanemçe elçisi ile astane'de sulh mümağla tekrar françe elçisi vezir'kalemesi olunup, netice bulmadığı: den moskov ve nemçe kırallarma mektub alup irsal eyledi ve leh kırah devletin dostuna dost düşmanına düşman olup elli bin asker ile hotin'de devletin imdadına geliyoruz deyü kağıdı geldi. kezalik isveç kıralı devletin dostudur; baltık deryasından, nemçe diyarlarından, daniska'ya on bin adam ile hasaret edecektir. amma şimdi isveç'e akçe lazım, üç bin kise karz verin deyü leh'den kağıd gelicek, çünki lehlü devleti cumhurdur; cümle voyvodaları ileayanından imzaları ile temessük gelür ise akçe verülür deyü devletden cevab verilsarıbey oğlu: di ve aydın'da peyda olan sanbey oğlu'nun şekaveti müzdad olup, honas kal'ası nam sa'b hısna tahassün etmiş kahrına me'mur olan yekçeşm ahmed paşa'nın yanma hamavizade ahmed paşa dahi ta'yin olunup, honas kal'asm muhasara ve tazyik etmişleriken bir gece eşkıya çıkup. ser asker ordusunu basmağla, ordu ve paşalar ve asker perişan olmağla, eşkıya orduyu cümle edevatı ile zabt edüp, sarıbeyoğlu kuvvet buldu ve nemçe herseklerinden prusya kırah, leh içinden namesi ile kırım'a adam gönderüp, iki senedir nemçe'ye bizimdad vermedik, ali osman'a imdad edecegüz akçemiz ile memleketi osmaniye'den devabb iştirasına ruhsat taleb ederüz demekle, izin veza'afı din, ashabının k e la m. rildi. bu esnada tatar han asta ne'ye gelmişidi. bu moskov ile nemçe sulhunu ana dahi bildürmek lazım deyüp, küffar ile bu gü ne sulh sohbetine ne dersiz denildikde, han cevabında, küffar ile ba'zen şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t mağluben'sulh olunuyor; şimdi galibane sulh pek ma'kul, gelecek seneye kalsa galib ve mağlub kim olacağmı ancak auahu te'ala bilür, mevhumdur; kaldı ki, küffar azak'ı aldı; azak bize ku: k sa'at uzak ve moskov hududuna sekiz sa'attır. küffar her vakit hareket ettikçe, bu'dı mesafe hasebile imdad erişmeyüp, istila ediyor; tahrib olunsa güzel olur. eğer tahribe mos kov inad eder ise, moskov'ın yedinde kalsun ne mani. eğer azak deryasma küffar donanma çıkarur denür ise, azak'm bizde olup olmaması müsavidir; yine donanmasını çıkarur. hemen yenikal'aya ihtimam olunsun; azak'a olacak masraf telefdir. ve'lhasıl azak, gerek hedm olunsun, gerek moskov elinde kalsın, sulh enfa'dır dedi. bu mahalde, bu abdi fakir'in ya'ni şarihi takvimü'ttevarih'mnaveki kilki hanı merkümun boğazına batsun. bu kelamı zerre mikdarı imanı olan söylemez ve imanı olmayup zerre kadar aklı olan yine söylemez. zira ebü'lfeth merhum şükrullahı mesa'iye, istanbul'! feth ettikde, istanbul'a kilid lazımdır deyü, mülahaza ve müşavere edüp, ta azak'a varmca nice bin zahmet ile fethine sa'y edüp, ma lik olduktan sonra azak kal'asmı bina etti. fi'lvaki' olvakıtdan berü küffar azak ile oyalanınca', müstevli ol sa dahi askeri islam erişüp, her def'ada küffar makhur olup, azak'dan berüye zarar isabetine kadir olamazidi. cümlesi şöyle dursun, çünki azak'ın vücudu ile ademi beraber; belki nafile masraf imiş! niçün düşman onun harabını taleb ediyor, elbetde düşmana nef' ve devlete zarar olmasa bu rütbe musırr olmazidi deyüp, küffarm melhuzu olan fa'idesini bundan idrak edüp, red lazımidi. bu da şöyle dursun, fi'lhakika bekası muzır olsa dahi düşman taleb ettiği içün ibka lazımdır. maheza devlete bundan zararlu şey olamaz. ancak zararı fi'lhal olmayup, bir müddet sonra olacak, hak bu ki, seksen üçtarihinde, moskov'ın hareketinde zararı müşahede olundu ki, azak olmadığından, kırım hail olamayup, küffarm verasmdan havfi olmamağla, dolu dizgin. tatarı perişan edüp, kamçı suyunacek geldi. lakin bu misiuü acizane sulhu ve selabeti islamiyeyi terki, ibrahim paşa vezir oldukda icad edüp, nemçe'ye belgrad'ı verdiğinden başka, on yedi bin kise akçe hazineden verdi ve acem ile ve afgan ile dahi bu güne aci zane sulh olup, aldığı yerleri verdi ve moskov ile mü'ebbed sulh diyerek, hazineden mikdarı nama'lum meblağ verdiğinden başka, hazeri sefere tercih içün şirvan'ı müslümanlar elinden alup, moskov'a verüp sulh oldu. bu mingli giray dahi ibrahim paşa'dan kalma olmağla, bu za'ifane kelamı te kellüm eyledi; yoksa bu kelamı osmanlu'dan ve tatar'dan tekellüm eder m ü n tr k t e p e olfnadı. galiba sadnazam olan yederununda musammem olan sırrı ğen mehmed paşa, sahibi gayret ijşadan zarar: ve salabet olmağla, bu kelamdan gücendiğini, devletin müdebbirleri istima' edüp, bu vezir pişmiş aşa soğuk su katıyor dediklerini haber alup, hoşimdi ordu çıkdıkda, kızlar ağası'nın hakkından gelirüm dedi ğini dahi kızlar ağası duyup, idi azli vezir yeğen paşa ve nasbı fıtrm ikinci günü adeti kadime tvaz m ehmed pşa: üzre vezir ve şeyhülislam gülhane'ye vardda, vezirden mühür alınup, balıkhane'ye inzal ve hazır olan çekdiriye süvar olundu ve kapdan süleyman paşa dahi meclisde hazıridi ve yeniçeri ağası ve sipah ve si lahtar ağalan ve defterdar ve reis efendiler ve cebeci ve topcubaşılar da hi gelmişidi. cümlesine padişah hitab buyurup, inşaallahüta'ala düşmanı dine bu sene seferim var. mührü vidin seraskeri ivaz elhac mehmed paşa'ya verdim ve aydın muhassılı elhac' ahmed paşa'yı kaymakam nasb ettim ve ahmed paşa gelince, kapdan süleyman paşa kaymakam ve kaleti etsün ve sizler dahi mansıblarınızda müstakıllersiz deyü, hil'atlar ilbas buyurup, göreyim sizi dedi. hak budur ki, tamam mülukane kelam ve mülukü'lkelamdır. bir kaç seneden malikanelerden cebelü tahsili: berü malikane ashabmdan cebelü tahsil olunuridi. bu sene yine tah sil olımdu ve anadolu'nun ortakolu'nu sürmeğe halid paşa ile miri ahur vekili şehsüvarzade mustafa bey ve solkolu, bahri siyah'dan, sefa'in ile kefe ve akkirman'a geçürmeye kapıcüar kethüdası payesi ile mahmud bey ve anadolu'nun sağkolu'na yine kapıcılar kethüdası payesi ile süleyman bey, sarıbey oğlu üzerine sürmeye ta'yin olundular. ve zi'lhicce'nin on altısında , aydın'dan ahmed paşa hastane'ye gelüp. kay makam oldu ve ertesi orduyı hümayun alay ile davudpaşa'ya çıkdıkda, vekaleten sancağı şerifi alup, davudpaşa'ya vardıkda, yevmi mezburda yeniçeri ocağı dahi, ertesi cebeci ve topçu ve arabacı ocakları davudpaşa'dan kalkdı. hareketi orduyı hümayun ez sahrai davudpaşa, amedeni namei kıralı isveç ve amedeni seri maktuı sanbey oğlu, müşavere berayi ha reket der otağı serdarı ekrem, mukabele şudeni ehli islam baküffarı li'am ve hezimeti düşmeni din n em çe der hisarcık, ez nısfı şeb ta bese m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i g gurubı şems ve firar kerdeni düşman bederunı şebi ali ve hareketi or du ezo ve muhasara kerdeni kal'ai belgrad ve katli toz mehm ed paşa seraskeri vidin ve vürudı valii bosna sadrı sabıkli paşa beorduyı hümayun, amedeni elçiyi françe bemüsalahai düşman, am edeni mektub ez canibi cenerali kal'ai belgrad berayi ricai sulh, ihrak kerdeni küffar kalyonhayi huveyş' ve vukuı akdi müsalaha ve teslim kerdeni küffar kal'ai belgradra der cumade'lahire ve mükaleme bamurahhassı m oskov ve akdi musalaha bam oskov ve hareketi orduyı zafer makrun ez belgrad ve vusuleş besahrai n iş ve tevzii çelenk ve vusuli orduyı hümayun beastane ve vefatı hanı kırımmingli g i ray ve nasbı selim giray ve tertibi ziyafet beelçiyi françe der tersane ve mübadelei tasdiknamei nemçe ba'de ez mürur yek m ah ve mübadelei tasdiknamei m oskov der tersane, der ziyafeti kapudan paşa ve vuküı edai salatı idı fıtr der kabli'vakti zeval ve karık kerreten ba'de uhra der sarayı cedidi sadrı azami. gurrei muharrem 'de, sancağı şerif ile kaymakam paşa, davudpaşa'ya çıkdıkda, padişah varup sancağı şerifi teşyi' ve av det buyurup, kaymakam paşa rahi olup, edirne kurbünde, solakçeşmesi'ne vardıkda, sadrıazam ivaz mehmed paşa gelüp, sancağı şerifi istikbal ve kabz edüp, leylei merkomede anda aram, ertesi alay ile edirne içinden geçüp, saraymeydanı'na mansub otağa nüzul eyledi. çünki mü hürden azl olan yeğen paşa, adakal'asm feth edüp, mansuren gelmişiken azli, yevmi id'de vaki' olmağla, nas id yerine matem eyledi. lakin padişahı dilagah, bu vezir şehid ali paşa vadisinde, atıf efendi gibi defterdar'ı azl ve mamelekini müsadere ve nefy ve nu'man paşa ve selim paşa ve hüseyin paşa'nın tuğlarmı ref' etmekle, cümle ehli manasıb ve ricali havfe tabi' eyleyüp, darü'ssa'ade ağası gibi hayırhahı devleti teb'ide fırsatcu olduğu, ma'lumı hümayun olup, bu gurur ve gadr ile inkisara maz har oldu. şehid gibi felakete uğrayup, devleti dahi felakete uğratır; şimdi küffar sulha talib'olmağla, galibane sulh olunmak ni'meti azimiken paşayı müşarü'nileyh razı olmayup, budin ve varadin ve tamışvar gibi teklifler eylediği içün azl olunup, ivaz paşa sözden çıkmaz deyü mühre nail olmağla, ta'miri kulub diyerek vezaretleri ref' olunan paşalara tuğları ibka ve atıf efendi'yi defterdar nasb edüp, edirne'de, yirmi beş günde, acem ve moskov ve nemçe taraflarının askerine ve zahiresine nizam verüp, safer'in üçünde , edirne'den hareket, altı günde filibe'ye ve sekiz günde sofya'ya vardı. çünki kaymakam ahmed ggm ü n ir k t e p e paşa, edirne'de sancağı şerifi sahibi devlete teslim ve avdet edüp, hastane'ye gelmişidi. acele üç bin bossefere bostancı gittiği. tahcı tedarik ve sefineler ile bender'e irsal eyledi ve anadolu'dan fevk'alme'mul orduya asker irsal eyledi ve hünkar kapıcılar kethüdası bender seraskeri ma'iyyetine, kezalik kapıcılar kethüdası payesile bir silahşor vidin seraskeri yanma, nazır yollu irsal olundu ve ısveclü'nün zamanı sabıkda miriye deyni olmağla, şimdi sefer takribile levazımdandır deyü, deyne takas on bin harbeli tüfenk hastane'ye, kalyon ile irsal etmeğin bu esnada vüsul bulmağla, kabz olundu ve moskov'a telaş vermek içün isveclü, moskov'm ardından hareket edeceğini beyan eyledi ve astane'den, karadan kırım'a kalyoncu askeri isveç irsal olundu. bu esnada paşalar seanadolu l even da tı: fere gidüp, anadolu hali kalmağla, levendat eşkıyası zuhur etmekle i'damlan içün kasabat ve büldan zabitlerine evamirirsal olundu ve aydm'da iki seneden berü peyda olan sarıbey oğlu, çünki geçen sene honas nam mahalde ahmed paşa ile kasanbey oğlu ktli: zıkci hüseyin paşa'yı bozup ordu yu zabt etmekle, kat kat kuvvet bulmuşdu. lakin bu def'a üzerine hamavizade ahmed paşa serasker ta'yin olunup vardıkda, şakıyi merküm münhezimen firar ettikde, alaşehir'lü ömer ağa erişüp, başın kesüp devlete irsal eyledi. böyle vakitde zuhur eden eşkıya küffardan berterdir. şakavetden başka askeri islamm kimini izlal edüp, yanma aldığından gayri, asker bulunup üzerine ta'yin olunmağla, kılleti askere badi ve küffarın galebe ve kuvvetineba'is olurlar; sefersiz vakitde şakavet edenlerden bunların din ü devlete zararı yüz katdır. seri maktu'ı gelmeğle, ga'ilei merkume iran'a giden elçi ve e fendiler: mündefi' oldu. ve iran'a giden el çi mustafa paşa ile d abdul lah efendi ve halil efendi avdet ile bolu'ya geldiklerinde meks olunmuşiaridi. paşa'ya iznikmid verilüpefendiler hastane'ye götürüldü ve orduyı hümayun sofya'daiken orduda akdi meclisi m ev lü. rebi'ülevvel dahil ol mağla, orduda akdi meclisi mevludi şerif olunup, şeker ve şerbet tevzi' olundu. şe m 'dn ızd esü le y mnee n d i tr ih i g ç bu anacek orduda mevlud kıra'eti vaki' olmamışdı. ordu şeyhi abdülhalim efeadi ta'rif ve va'z ve du'a ve senalar eyledi ve sadrı ana dolu übeyduuah efendi vefat etmekle damadzade feyzuuah efendi sadrı anadolu ile bekam oldu ve nemprusya k eferesi: çe herseklerinden prusya kıralı, nemçe'ye muhalefet edüp, iki se ne nemçe'ye imdad vermeyüp, devlete dostluk da'iyesinde olup, sa'ir kıralar gibi, tüccar gelüp gitmek içün astane'de balyos'ı oturmağa olan ricası, hediyesi ahnup ruhsat verildi ve ordu sofya'da kırk gün meksden sonra, dört günde niş'e varılup müşavere olundukda, herkes gönlüne geleni söyle sin denilüp neticei müşavere, belgrad'a teveccüh olmağla, herkese yirmişer günlük umum zahiresi tevcih olunemçe ile hisarcık çenginde vaki' nup, niş'den morava'ya varıldıkolan fütuhatı azime. da, abdi paşa zade ali paşa çarhacı nasb olundu ve ordu morava'dan semendire'ye vardıkta, belgrad hendeğinde olan küffar taburu mağrurane çıkup, hisarcık'a gelüp, yedi kıt'a kalyonu tuna'da karşısına dizdiği haberi vezire vasıl oldukda, müşavere olınacak, ba'zı rical semti sulha sa'y, hatta vezir tereddüd edüp, fa'idei cesaret ve küffarın sulh disulh münasib değil, diyeyim dedik' yerek iğfaline i'timad etmemekdende, reis efendi gibi ba'zı rical, fa'id. yedlerinde olan hattı şerifi çıkarup, padişahımızın muradı ve emri morava'dan katı hudud ile suihdur ve yeğen paşa muhalefet ettiği içün azl olunup, sizi sulh içün mühre layık gördü dediklerini yeniçeri ağası'na bildirdikde, heman yeniçeri ağası tecahülane, küffarın berü gelmekden meramı, askeri islamdan mukaddem hisarcık bataklığını zabt edüp, askeri mizin müruruna mümana'atdır; şimdi hareket olunup, küffardan mukad dem bataklığı zabta acele edelüm dimekle, mahı mezburun on dördünde, rumeli askeri ile çarhacı ali paşa ile memiş paşa ilerü irsal olunup, ba'de'lasr atlu yeniçerilere vidinli zabur j j j ali ağa başbuğ nasb olu nup, çarhacı ta'yin olundu. vaktı gurubda solkol'a sansuncu ve nısıf sa'at mürurunda sağkol içün zağarcı ve nısıf sa'at mürurunda yeniçeri çrdusu ağırhğı buağup umumen gitti ve ışa vakti topçu ve cebeci ve gece sa'at altıda dahi sadrıazam ağırlığı gerü bırağup, umumen askeri islam ve sancağı şerif ile hareket eyledi. çünki çarhacı hisarcık'a vardıkda, habu rahati terk ve kol kol karakollar ta'yin edüp, vasatı sahra'da, her kola neza ret içün meks edüp, ahz ettiği dillerden küffarm gece basacağmı fehm edüp. m ü n ır k t e p e serdar ekreme tahrir etmekle, iş bu çarşanba gicesi bervechi meşruh as ker hareket etmişidi. ilerü gidenler varup bataklığı zabt ve bir tarafdaa as ker gelmekde veyorgua' varan asker, kfini çadır kurup, kimi meteris kazmakda ve kimi uykuda b iken, kırk bin ahenpuş süvari ve kırk bin piyadetoplar ile çarhı feleklerin önüne alup, ale'lgafle üç koldan hücum ederiken, karavulumuzu top cengde sebatdan fa'id. ve tüfenk ile tazyik ve gerü püskürtmüşiken, yeniçeri guzatı muztarib olmayup, sabit durup, gelen top danelerine göğüs verüp, gece karanlı ğında cenge mübaşeret ve tüfenk ve kılıç ile küffara sataşup, delirane ceng ederek, sabah oldukda, çarhacı ali paşa ve yanında olan arnavud deli haşan paşa ve tahir paşa ve rumeli eyaleti dilaverleri ve anadolu kah ramanları ve sivas beylerbeyisi ve çeteci abdullah paşa ve süleyman bölükbaşı ve haşim bölükbaşı ve delioğlan misillü şeci'ler, cenge girişdiler. naçar küffar bir fitilden ateş verüp, taburuna tecemmu' edüp, çarhı feleklerine girdiklerinde, şafi'i vakti yeniçeri ağası erişüp, ayağı tozu ile oldahi cenge mübaşeret etmekle, on iki bin demirli küffar helak olıcak, küffar ardında olan sa'b dağa ve mişezar ve bağlar derununa meterislerine firar ettikde, veziri azam semendire'den gece kalkup geliriken, hisarcık'a iki saat mahalle geldikde, dil ve kelle ile gaziler yürüyüp istikbal et tiklerinde, me'mullerinden ziyade en'am alırlaridi. vezir hisarcıkboğazı açığına geldikte küffarm altmış pare topçeker beş kıt'a kalyonu, danei top ile boğazdan geçmeye mani' olmak kasdı ile, yağmur gibi gülle yağdırdı. amma askeri islam bimuhaba ğeçdi; hatta sancağı şerif ile sadrıazam ubur ederiken güneş tulü' etti ve şecv ve gz. müşarü'nileyh ali paşa ve atlu as keri ve levendat ve içağası nam cengcular, çarhı feleğe iki mızrak tülü karib varup, küffar taburundan ateşler saçdığına asla iltifat etmeyüp yürüdüler; hatta selanik alaybeyisi mustafa bey, bir mızrağa dört adet demirli kafir sancub helak etti. halbuki, mahı temmuz'm evsatı olmağla gayethararetden atşan oldukları na dahi bakmayup, ba'zı gaziler bir iki sa'at ceng edüp, bitab olmağla gelüp bir iki lüle dühan içüp, yine varup cenge meşgul oluridi. müşarü'nileyh ali paşa, askeri tahris içün hazinesinde olan yüz kise akçeyi bahşiş verüp, akçe kalmayıcak, memhur tezkire veriridi ve bir tarafdan sadrıazam ve bir tarafdan defterdar ve bir tarafdan ruznamçeci ve bir tarafdan mevküfatcı yg, jj. tarafdan muhasebeci, askerden dil ve kelle getürenlere bahşiş şem 'dn ızd esü ley mnee n d i tr lh l verüp, askere kesel getürmediler. gecenin yedinci sa'atinden guruba dek, on yedi sa'at ceng mütemadi olup feysal bulmadı; hatta ordukadısı ve defterdar ve reis efendi, safayı gazayı temaşa ederek, kendülere cünbüş gelüp, ellerine birer bayrak alup, hüddamları ile varup küffar ile birer'mikdar muharebe edüp avdet ederleridi. vaktı asrda küffara yirmi bin nefer imdad gelmişiken, askerimiz fütur getirmeyüp, metanet ederek akşam oldukda cenge aram verildi. amma ümmeti muhammed tiz sabah olsa da yine küffar ile cengetsek deyü rica edüp, küffar gece şebi yelda gibi tavil olsa deyü temenni ederdi ve derunı leylde küffar firar edüp, belgrad'a iki sa'at mahalle çekilmiş'guzat sabah oldukda vakıf olup, ta'kib ve kati ederek, kurbe vardılar. lakin nizamsız ceng gayri münasibdir deyü ali paşa askeri çevirdi. lakin küffar anda dahi duramayup tuna'yı karşı geçdi ve kalyonları dahi belgrad'a firar etti. ba'de'lmuharebe mevta ta'dad olundukda, üç yüz şehid ve bin nefer mecruh hisab olunup, küffardan piyade ve süvari ve demirü ve derrürsiz kırk iki bin laşe bulundukta, kudreti bahirei kadiri kayyum hazretlerine ta'accüb ile hezar ve sad hezar hamdü şükr ve minnet olunup, belgrad varoşuna hücum olundu. meğer küffar, tabutuna mağruren belgrad gibi kal'aya top bile vaz' etmemişimiş. ayak tozı ile askeri islam yürümüş olsa, olgün feth ederlerimiş. lakin, küffar hileye sülük edüp, kal'ayı teslim etmek üzere sulh talebi ile rehini geldikde, vezir tamışvar ile varadin kafalarım, belgrad ile bile isterim deriken, üç günde küffar kendüye metanet ve toplarına nizam verüp, top atmağa başladıkda, vezir küffarm iğfal ettiğini idrak edüp, belgrad'ı muhasaraya şüru' eyledi ve vidin seraskeri toz paşa orduya gelüriken, hisarcık'dan münhezimen firar eden küffar tabutuna rast gelüp, cenge mübaşeret ettikde. tuna karşısunda orduyı hümayun'dan seyran ettiler; tuna'yı bahane edüp imdad etmediler. toz paşa, bu hali görüp, işbaşa düşdü deyüp, yanında olan murtaza paşa'yı çarhacı etti. oldahi küffara evvelemirde galib olup, küffarm kanını sel gibi akıdup, topların çivilemişidi. lakin toz paşa ordu dan imdad olunmadığına iğzab olup, cenge ikdam etmemekle, küffar çarha askerini ortaya alup, guzat şehid olarak semti selamete çıkdıkda, sadrıazam toz paşa'nın infi'aline tuna kapudanı ma'rifeti ile kayık içinde kati edüp, yerine memiş paşa'yı serasker nasb eyledi. bu cenge ge lince, toz paşa'nın her veçhile bahadırlığı nümayan ve kati olduğu içün askerimizden ala ve edna matem tedbir etti dediler ve muhasaranın günü, bosna valisi sadrı sabık ali paşa imdada gelüriken askere muhasaradan fütur gelüp, cengi terk suretleri zahir olmuşiken, güya taze can gelür gibi olup, iki sa'at karib geldikde, sadrıazam istikbal, hatta maşiyen mülakat etti; ya'ni hukükı hekimbaşı zadeli pşa: kadimeye ri'ayet etti; ya'ni müşarü'nileyh hekimbaşı zade ali paşa sadrıazam iken bu ivaz paşa, çavuşbaşı'sıidi; müra'at etti. ba'dehu atbaşı beraber küffarın önünden azim alay ile güzar ettiklerinde, askeri islama kuvvet ve küffara za'f geldi. vakta ki, muhasaranın elli birinci cümade'lula'nın sekizinci günü baş ceneralden mektub gelüp, devlete, ademi mukavemetimizi kirala yazup sulh taleb eyledik deyü yazmış. lakin i'tibar olunmayup, sava canibinden dahi muhasaraya ikdam olundu. bu esnada hisarcık gazasının padişah tarafından teşrifatı gelüp, sadrıazama mücevher kılıç ile kürk, sa'ir vüzeraya kürkler geldi ve vezir ibtida' muhasaradan berü gayret edüp, meterisler ardından ayrılmayup, küttaba dahi etba' ile gece meteris beklemek ferman eyledi ve küffarın kalyonları donanmamızı ubura mani' olmuşidi. amma donanmamız bimuhaba gelüp ubur etmekle, küffar kalyonları içün bir iş kalmadı ve açıkdan kalyonlara yürüyüş olunacağını küffar haber alup, ba'de'lışa kalyonları biribirine bağlayup, cebehanelerine ateş vermekle havaya attı ve gark ettive içinde olan keferenin kenara çıkmüsalahai nemçe: dığın guzat görüp, ekserini helak ettiler ve sulha tavassut eden françe elçisi, astane'den orduya geldikde, kal'adan ikinci ceneral ile sırkatibi dahi çıkup, ordukadısı ve reis mustafa efendi ve mektubi ragıb efendi mükalemeye mübaşeret ve müsalemeye nizam yerilür gibi olmağla, muharebeye feysal verildi ve belgrad kal'asma sonradan on iki bin kise sarf edüp, istihkam vermişidi. muhdes olan binasını hedm edüp, hey'eti aslıyesi üzere teslim ve adakafası' hey'eti mecmu'a ve müzafatı ile tefviz ve eflakı cedid ya'ni karayiova ve pabelgrad zabt olunduğu: sr oçdnbelgrad'a varınca, bir tarafdan sava ve bir tarafdan tuna sırp memleketlerile teslim etmek üzre cümade'lşe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i ula'nın yirmi birinde , sulhu itmam etmekle, mürahhaslar ile françe elçisine kürkler ilbas olunup, kal'ayı kabza abdi paşa zade ta'yin olunmağla varup dahil oldukda kal'a cenerali istikbali paşa do nanmış at çekdi ve yeniçeri ortaları gelüp kapıları zabt eyledi ve yirmi,üç madde üzerine, yirmi yedi seneye sulh olundu ki, tuna'da ve sava'da değir menler ve balık saydı müşterek ola ve acem tüccarı, ali osman diyarmdan nemçe'ye geçe ve devlete yüzde beş gümrük vere deyü şurut akd olundu. ba'dehu moskov sulha talib olmağla, azak kal'ası hedm olunup, hali kala ve sulhi mü'ebbed ola ve kuban'da tarafı devletden ve azak semtinde tarafı moskov'dan birer kal'a binası ca'iz ola ve tayganta'mir olunmaya ve kabartalar üiki devlet beyninde kala ve rus'm tüccar sefinesi ola; amma moskov'm sefinesi olmaya ve çariçe'ye imparator ünvanı tah rir oluna deü, on yedi madde üzre sulh olunup, kürkler ilbas olundukdaa sonra orduyı hümayun hareyolda ulufe verild iğ. ket edüp, sekiz günde niş'e, ba'de hu edirne'ye gelüp, bir kist ulufe verüp, silivri'ye gelince vezir sipah'a sergi edüp, ulufelerin verdi ve siliv ri'de sancağı şerif sandukdan çıkarılup sırığına tahmil olundu ve mahı mezburun yirmi beşinde , davudpaşa'ya karib gelindikde, padi şah gelüp, ba'de'listikbal avdet buyurdukda, sadnazam, ordu ricali ve astane'den gelen müstakbilin ile alayı azim ile topkapı'dan hastane'ye dühul ve sarayı hümayun'a vüsul buldukda, bu sadrıazamm yüzünden vücuda gelen fütuhata hürmeten, eslafmdan ziyade ikram kasd olunup, ortakapı'da dabbesinden nüzul ettirilmeyüp, arzkapısı'na varınca rakiben girmeye ruhsat verildi. sancağı şerifi yeden beyed vekiii mutlak padişah'a teslim edüp yine alay ile paşakapısı'na geldikdes kaymakam ahmed paşa nişancı nasb olundu ve kırım hanı mingli giray vefat etmekle. selim giray han nasb olundu ve ramazan gurresi kable'zzeval salatı ıd k ılın d ığ. , her diyarda ve islambol'da çarşanba gününden olmağla, otuzuncu hamis günü herkes saimiken lofca kadısından gurrei ramazan salı gününden olmak üzre, edirne'ye gelen hücceti, edirne kadısı kabul edüp, hastane'ye irsal etmiş. yevmi mezburda, a akti işrakdan sonra veziregelüp, şeyhülislama ifade ve istanbul kadısı'na havale ve hükm olununca' vakti zeval takarrüb etmişidi. toplar atdup, sübutı id i'lan olunup, derhal padişah alay ile sultanahmed cami'ine varup, kable' zeval salat idin edası sahih olmağla, salatıidi eda ve akibinde vaktı zuhr dühul etmekle salatı zuhru dahi eda edüp, saray'a teşrif buyurdukda mu'ayede makamında tahtına ku'ud ve resmi mu'ayede icra olundu. gerçi herkes vakıf olup, iftar eyledi. lakin ba'zı cevami'de hatib bulunmayup ba'zı mahalde gec duyulmağla, zeval vakti duhul etmekle mezbur cum'ada şedid kar yağmaya başlayup peyapey üç ay yağdı ve nemçe hududu kat'ma mevküfati mehmed efendi ve sipahkatibi yirmisekiz çelebizade sa'id efendi irsal olunup, sabık mevküfati merami efendi ile kethüda katibi hatti efendi dahi moskov hududu kat'ma irsal olundu ve sadnazama ta'zim kasdi ile maktul ibrahim paşa'nın, paşakapısı ittihaz edüp, ba'de'lkati terk olunan saray, sadnazama paşakapısı tah paşakapısı sis kılındı idi. zi'lka'de ahirinde , harem ağaları odası'ndan, salı gecesi harik zuhur etmekle, sarayı mezkurun haremi muhterik oldu. garabet bundaki, haftasında ya'ni ertesi salı gecesi, yine ateş zuhur edüp. hariciye ve divanhanesi dahi eseri bina kalmayınca, muhterik olmağla, vezir eski paşabinai yeni hamam der istanbu. kapısı'na naki eyledi ve arsai muhterikayı. padişah yenihamam tes miye olunan musanna' ve müluki hamamı bina' ve bakisine menazil ihdas olunup, mahalle kılmdı ve idi edhanın dördüncü günü , ve zir bahariye yahsı'nda padişah'a ziyafet eyledi. tekmili binai kitabhane der ittisali camii ayasofyai kebir ve vaz' şudeni padişahı islam sultan mahmud han çar hezaran kütübi nefise ve zuhurı eşkıya der cam ii sultan bayezid ve intifai na'irei fesadeş başemşir ve zuhurı jitnei kazibe ve ba'is şudeni azli sadnazamve nasbı yekçeşmahm ed paşa ve irsal şudeni avizehayi mürassa'a ez canibi şehriyar bem erkadi münevverei hazreti seyyidi enam aleyhi efdalü'sselam ve vürudı elçiyi nemçe beastane ve tertibi ziyafeti sadrıazami beelçiyi mesfur der sa'dabad ve amedeni haberi çasarı nemçe ve çariçei m oskov ve zuhurı harik der sultan bayezid ve amedeni el çiyi iran hacı han beastane bafilha. gurrei muharrem 'de, ali paşa beylerbeyilik payesi şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr lh l ile nemçe'ye elçi ta'yin olunmağla namei hümayunu padişah'm yedinden kabz edüp, müzeyyen alay ile n em çe'yeelçi gittiği: nemçe canibine gitti ve bir ay sonra eminipaşa dahi müretteb alay ve yedi kalkanlı yedek ve üç yüz içağası ile ve mükemmel delü ve gönüllü ile moskov'aelçi olup m oskov'a elçi gittiği: gitti ve hala italya , devlet ile sulh oldu ve sa'ir düvel gibi ticarete izin içün astane'de italyd 'keferesi: balyosu oturmaya ruhsat verildi ve bu esnada padişahı hayırhah, ayasofya cami'ine, kitabhane bina' edüp, derununa dört bin cild nefis kitab ile hazreti osman ayasofya kütübhanesi b in ası: cc hazretlerinin mushafı şerifi ve hazreti ali c hazretleri nin kezalik kendü hattı ile mushafı şerif ve hattı yakut ve hattı ibn şeyh ve hattı hafız osman ile mesahifi şerife vaz' buyurup, buharı kıra'etine on nefer muhaddis ta'yin buyurdu ki, ayda bir kerre zikr olunan kitabhane'nin, ayasofya derununda kapısı kurbüne tunç kafesli şebikede buhari hatmi oluna deyü şart ve vakf eyledi; hatta ibtida' hatmi içün padişah, ayasofya'mn tesbihcilerkapısı'ndan teşrif buyurup, kitabhane'de beş sa'at meksde, şeyhü'lkurra' yusuf efendizade hazretlerinin tefsiri şerif'tak ririni ve muhaddis ibn hüma'nın te'vili ehadis eylediğini istima' ve müceddeden ta'yin buyurdukları va'izin nushunu kabul buyurup avdet eyledi. françe devleti kadimden ali osman ile f rançe: dost olup, bu nemçe ve moskov sulhlerine tavassut ile dostluğunu isbat ettiğinden, ba'zı ricasına müsa'adei mürüvvet olduğu içün, tecdidi sulh niyazında olmağla, astane'de reis efendi murahhas olup, françe elçisi ile mükaleme edüp, mizacına mutabık bir kaç şurut zamm ettirdi. zahir françe sulha tavassut ile dostluk etti, hakikatde, eğer galebe bizde olmayaidi, sözüm geçmedi deyüp, seyranımıza nazır oluridi. lillahi'lhamd, galebe tarafı devlet'de bulundu. nemçe'den, ayak basılsa budin'e değin rizası ile alınmak kabilidi ve sadrı sabık yeğen paşa'nın mülahazası buidi. lakin ricali devletin maksudu, sefer sıkletini, safaya mani' olur deyü def' etmek olmağla, fransız'a rağbet ettiler. oldahi devletin salabet ve galebesini mahv edüp, belgrad kal'asını vazı kadimine tenzil edince hedm etmek şemidanızade süleyman efendi tr ih l , y retile sulha nizam verüp, nemçe'ye i'aneti azime eyledi. lakin varakı mühri vefayı kim okur, kim dinler. bu devleti osmaniye'de mukarribi padişah olanlar tama'larma bina'en böyle gaflet ettikleri çoktur. çünki idi fıtırdan berü kar ve kış şedid olmağla ve seferler temadisinden astane'de kaht vaki' olıcak, hail ü akd sahiblerinin tekasülüne hami olunarak peyda olan aracifden fitne: münşe'ab rebi'ül'evvel'in on birin ahad günü bir kaç şaki zuhur ve sipahbazarı'na hücum ve yağma ettikden sonra, bitbazan'na, andan kazancılar'a andan meydanı lahm arzusu ile dük kanları kapatarak rastgeldikleri kimesneleri kendülere ilhak edüp, tereddüd ve muhalefet edenleri kati etmekle, derunı şehirde sadayı hay ve huy ile sultan bayezid avlusu'na çıktıklarında, kaçan kaçana ve dükkanını kapa yan kapayana'; meğer bu gün sadrıazam ivaz paşa sa'dabad'da ve pa dişah beykoz'da, gümrükçü ziyafadişah'mgümrükçü ziyafetine fetinde binişe gitmişlerimiş. bu gittiği: keyfiyyet zuhur ettikde, nişancı ahmed paşa ve yeniçeri ağası esseyyid haşan paşa, haber alup gelürleriken, sultan bayezid kuuuğu'nda' çorbacı olan haşan ağa, sopa kapup neferatı ile dükkancılara, eğer be nim ile bir'olursanız, ben bu eşkıyanm hakkından gelirim deyüp, eşkıyaya hücum edüp, şakilerin bayrakdarmı kati ve sa'irine girişdiklerinde, eşkıya perişan oluriken müşarü'nileyhüma ahmed paşa ve yeniçeri ağası dahi erişüp, ekserini kati etmekle, defi fitne eylediler. padişah dahi gümrükcü'nün ziyafetini ekledüp, ba'de'lasr, bahayikörfezi'nde mehmed emin ağa'nın yalısına gelmişidi. bu haber varid olduğu anda kayığa süvar olup, saray'a teşrif ettiği gibi, ferman buyurduklan' üzere, vezir ve ağa, kolkol dolaşıp, eşkıya ile müttefik olan arnavudlan haber alup, hamamlardan ve şübhelü olan mahallerden basub i'dam ettiler ve ertesi salı günü, divanı hümayun'a, erbabı divandan gayri ocaklar ağaları ve zabitler dahi getirdülüp, hizmetleri mukabili hil'atlar ilbas olunup, ba'se'lyevm ehli suuk böyle fitne zuhurunda zabite bakmayup, kepenk sırıklarile kahr etmeleri ne ve dükkan kapar olur ise, kati olunacaklarını beyan eder, hattı hüma yun irsal eyledi. ve on seneden berü taşradan gelmişlerivilayetlerine git mek üzere mahalleler teftiş olunup, bazısı vilayetlerine irsal olundu ve zik ri mürur eden çorbacı haşan ağa ikramenmuhzir nasb olunup' neferatına yetmiş ve seksenakçe ulufe ihsan olundu. ba'dehu bir müslim, bir yahudiden hakkını taleb ve ibram ettikde, yahudi, müslime zorba deyü ferforma: yad edicek, yeniçeri ağası olhavalideimiş, salmaçuhadan, ahz sadedindeiken müslim firar etmekle, akibinden bir kaç adam seğirtdikde, bire vurun sadası zuhur edüp, ehli suuk ferman mucibince mercançarşısı'nda kepenk sırıkları ile biçareyi helak edüp, şamata kesildi. lakin bu maddeyi veziresultan bayezid maddesi gibi deyü ta'rif ettiklerinde, aslına ermeden, padişah'a telhis eta zli ivaz pşa: miş; ba'dehu ağa tarafmdan, bervech'i meşruh, hakikatı halin ka'imesi padişah'a vasıl oldukda infi'al edüp, vekili mutlakım olan zat kizb ile muttasıf olmak ne demek dedi ve ertesi gün vezir, yenibahçe'de kanburoğlu bahçesi'ne binişe gidüp. nişancı paşa'yı dahi da'vet ile getirdüp, vakti asra değin sohbet ederleriken, sahibi devlet acele sarayı hümayun'a taleb olunmağla, gittikden sonra nişancı ahmed paşa'yı dahi sa ray'a götürdüler. biribiri ardınca saray'a vardıklarında silahdar ağa va sıtası ile sadrıazam ivaz mehmed' paşa'dan mühr almup. nişancı yekçeşm ahmed paşa'ya i'ta olundu ve ivaz paşa kapıarası'na kaldırılup, bir kaç sa'at mürurunda cidde mansıbı tevcih ve çekdiri ile irsal olundukda, ni yazına bina'en cidde afv olunup hanya verildi ve on sekiz seneden berü cidde ve habeş valisi olan elhac ebubekir paşa da'vet ile bu esnada üs küdar'a gelmeğle, sadnazam tarafından üsküdar'da ziyafet ve umumen erbabı divan ile istikbal olunup, hastane'ye götürüldü ve mukaddemce kendüye tezviç olunan safiye sultan ravzai mutahhara'ya irsal olunan bnt.mustafa han'a zifaf oluna v iz. du ve padişahı dilagah bir altun tahta üzerine bir kebir elmas ve et rafına andan cücüksekiz elmas, anın etrafına on dört yakut, anın etrafma yine otuz yedi elmas taşdan bir avizei latife icad ve takdiri bahasından cevheriler aciz ve tacirler kıymetinden kasır bir levhai bibedel, ravzai mutahharai hayrü'ıenam' dergahına ya digar edüp, cami' sahibi sultan ahmed ve karındaşı sultan muradı rabi' hazretlerinin avizelerine salis kıldı ve nemçe'den büyük elçi belgrad'a gelüp, bizim elçi belgrad'a varnuşidi, mübadele, ya'nı bizim elçi nemçe mem leketine ve nemçe elçisi ali osman diyarma gelüp, davudpaşa'ya geldikde, yemeklik olunup cümade'lula ttemmuzağustosJ'da, çavuşbaşı ağa, alay ile alup, beyoğlu nam mahalm oskov elçisi'nin çekdiri ile ziyade tahliye kılman konağına götürfete geld iğ. dü. ba'dehu ulufe' divanında, na mesini padişah'a teslim eyledi. m ü n i r k t e p e ba'dehu vezir sa'dabad'da elçiye ziyafet ettikde elçi, yeniköy'den çekdiri ile hasköy'e geldikde, deftedaryedi çiftesi ile sa'dabad'da mansub ve pehlivan güleşleri ve çengi ve rakkas ve enva' et'ime ve cins meyve ve şükufe ile bastı zevk ve sürurdan sonra mükemmel at ve çuha samur kürk elçiye ilbas olunup, yedi çifte fransız elçisine ve n em çeye ziyakayık ile elçi yeniköy'e irsal olunj e. du. ba'dehu bahariyeyalısı'nda vezir fransız elçisine kezalik ziyafet eyledi. ba'dehu yeniçeri ağası tımakçıyalısı'nda gümüş müştalı aş çılar ve nevcivan tosun karakullukcular ve çorbacılar hizmetlerile nem çe elçisine ziyafet edüp, elçiye ve beyzadelerine boyamalar ihda eyledi. ba' dehu vezir kethüdası çırağanyalısı'nda kezalik nemçe'ye ziyafet eyledi. bir hafta mürurunda defterdar efendi bahayi körfezi'nde kezalik zi yafet eyledi. ba'dehu reis efendi, rumelihisarı'nda, hacegan kafesi destar ile mıakamı hizmetde oldukları halde, kezalik nemçe'ye ziyafet eyledi. ba'dehu sadrıazam beş hafta, haftada bir gün çırağanyahsı'nda ingiliz balyosuna, ba'dehu venedik balyosuna, ba'dehu niderlanda balyosuna, ba'dehu isveç balyosuna, ba'dehu italya elçisine, bervechi meşruh izharı zevk ve sürür ile ziyafetler nemçe çasarı ve m oskov çariçesi eyledi ve bu esnada nemçe çasarı mürd oldukları'm em leketi nemile moskov çariçesi mürd oldukçe ta fsili: ları haberi geldi, amma nemçe diyarı peç ve çeh ve bavariya ve prandeburk ve anodber ve kolonya ve saksonya misiuü yedi hükümet olup, her biri bir hersek zabtında olup, cümlesine çasar hakim olmağla, şair mileli ııasara manendi çasar halik oldukda veledi zükurundan gayri inasakal maz; zükur münkariz oldukda, yedi hersekden biri cümlenin ihtiyari ile çaelçimiz canibili efendi'nin sar oluridi. marü'zzikr tersanenemçe'ye vard ığ. canibi ali efendi, beylerbeyilik ve elçilik ile peç'e dört sa'at karib mahalle varup, ertesi gün peç'e du s e m; dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i hul içiin hazırlanup, dört sa'at mesafeye şerirler koyulup' rical ve nisvan temaşaya gelüp, muntazır olduklarında, elçi paşa dahi alayını nizamlayup yürüyecek vakitde, tercümanlar gelüp, ka'idei devletimiz ve merasimimiz, peç'e birsa'at karib yarselabeti islam iye: dığırmzda yemeklik çadırları ku rulmuştur; nüzul edersiz, başvekil sizi istikbale gelür, siz kıyam edersiz ve bile süvar oldukda, siz solda ve başvekil sağda, peç'e dahil olursuz ve ta'yin olunan saraya nazil olduğu nuzda, başvckil size veda' ettikde, merdivenecek teşyi' edersiz deyü ta'lim eylediklerindeelçi paşa, müslüman ve kaviyü'rrey ehli ma'arifden bir zat olmağla, bizim şeri'atımızbu tekliflere elvermez deyicek, tercümanlar, eğer böyle etmezseniz azimet fesh olup. padişah ile çasar beynine adavet ilka etmiş olursuz, sizin bu huşunetinize padişah razı olmaz, zahmet çekersiz dediklerinde, padişahımızın' rizası, allahüta'ala'nın rizasının hi lafına değildir deyü cevab verüp, a alayı bozup feshi azimet etmeğle, seyirciler dağılmağla bir sovuk halet zuhur etti ve günden güne, hizmetde olan tercümanlar ve beyzadeler, elçinin hizmetinden feragat ederek, el çi yalnız kaldı ve bundan sonra günden güne ta'yinatı kat' ederek, fakat sımat kalıcak, etbaı habisleri paşayı fasla başlayup, bu darı harbdir, ol dukça mudara lazımdır. çünki böyle huşunet edecekidin niçün böyle hiz meti kabul eyledin, hem kendüye, hem bize rahne eyledin ve bu güne rezalete giriftar oldun, bu muameleye takat gelmez diyerek, on beş gün mürur ettikde. paşa iki tercüman çağırup, biz ali osman devletinden mürseli resuliken bu hakarete cesaret eylediniz; devleti aliyye'ye yazup keyfinizce bir elçi getirdün dedikde, elçi'müte'essir olmuş, belki etvarı sabıkına nadim olmuştur deyü teklifatı sabıkayı tekrar eylediklerinde. paşa, ke'levvel redd edüp, aziz olan şeri'atımızı ben hakir edemem dedi. çünki böyledir; padişahına sen yaz, biz irsal edelüm deyü tercümanlar karar verdiklerinde, gerek kendüsü, gerek etba'ı, kemali infi'al ile hayran' ve sergerdan olup, ne zaman hastane'ye adam gidüp gelecek derleriken, ertesi gece baş tercümanlan ile makbul ceneralleri ve beyzadeleri, sonra başvekili gelüp, paşa'nın damenini takbil, hadden ziyade ta'am ye hedaya getirdüklerinde, etbaı habisleri görüp, ta'accüb ettiler. meğer leylei merkumede çasar mürd olmuş; veledi zükuru olmamağla kanunları üzre hersekler biribirile muhavere ve muharebe ve han gisi galib gelür ise, çasar olacak ve çasar oldukda mürdi mesfurun vüke lasını ve etba'ını i'dam ve tahkir edicek, başlarına geleceği bilüp, çare mülahazası ile elçiye gelüp, tazallüm ve ikram edüp, ertesi azim alay ile paşa'yı peç'e götürüp, haliki mesfurun hamile kızmı kıraliçe nasb ettik lerini, elçi paşa, ali osman padişahı tarafmdan, vekaletine binaen kıraliçeliğini tasvib ve kabul edüp, acele hastane'ye ahvali bildirüp, çasariçe ünvanı ile namei hümayun getürtdikde, hareket eden hersekler sakin oldu. zira şimdi iz bu da'vada olsak, ali osman ile dahi düşman oluruz; hem nemçe devletine nizam vermek, hem ali osman ile husumet etmek müşkil olur deyü, tasaddi ettikleri da'vadan fariğ oldular. kıssadan hisse, ali paşa'nın salabeti diniyeye teşebbüsü böyle netice verdi. bir adam dini is lami böyle aziz tutar ise böyle azız olur ve anın yüzünden ehli islam dahi aziz olur. lakin böyle karı fazpu hüner ile tevarihşinas ve dindar ve gayretlu olan zat becerebilür. bu elçi' ali efendi, dine ve devlete bu misillü hizmet ettiğinden ba.şka, kendü aziz olduğundan ma'ada, eslaf elçilerinden' otuz kat ziyade mükerrem olup, male malik oldu. bu tafsilimizden herkes isti'dadına göre hisseyab olur. bu kadılara salabet lazım o ldu ğu: salabet ve gayreti diniye, yalnız elçilere değil, belki vüzeraya ve serdarı ekremlere ve kadılara dahi vacibdir. ayan ve ummal zalemesine, in tifa' mülahazası ile mağlup olmaz. zaleme dahi zulme cesaret edemez, et se dahi hakkından gelür; hakkta'ala böyle kadıya mu'in olur. lakin kadı fazl' u hüner ve tevarih' ehlinden olmak labüddür ve ulu'lemre, kazalan böyle zatlara tevcih etmek labüddür. lakin kadıi cahil, ben, mansıbınaakçe kazanmağa geldim; ayana muhalefet etsem mahsul telef olur deyüp mutava'at eder. vezirin hünkara ziyafeti: zira cühela bu salabeti diniye şi vesinin farkına varamaz ve idi fıt rin yedinci günü , padişah vezirin, paşakapısı'nda ziya fetine teşrif içün saray'ın soğukçeşme kapısı'ndan huruc buyurdukda, ve zir kethüdası ve defterdar ve reis ve çavuşbaşı, terzilerkarhanesi önün de, zeminbus ve istikbal edüp, önünce maşiyen, arzı halci köşesine gel, diklerinde, ağapaşa istikbal edüp, zeminbus eyledikde. çavuşlar alkış al dı ve paşakapısı'nın dışkapısmdas sadrıazam istikbal ve zeminbus ettikde, kezalik çavuşlar alkış alup, binek taşına 'gelindikde, tezkireciler ve sa'ir ehli mansıb, safbestei selam olmağla, selam nisar buyurup pa dişah merkebinden nüzul buyurucak, kezalik alkış alınup, vezir sağ ve silahdar ağa sol bağallarına gırüp balayı saray'a ku'ud ettirdiklerinde saz ve söz ile lu'bebazlar ve enva' meyve ve şükufe temaşa kılınup, ba'de'lasr şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih i ta'amdan sonra padişah'a ve etba'ma eava' tuhaf hedaya, vezir arz edicek, serasere kaplu' kürk ile tatyib olundu. ba'dehu padişah avdet ettikde, müstakbilin istikbal ettiklerimahal de teşyi' ettiler. tekrar nemçe elçisine sadnazam, çırağanyalısı'nda ziyafet etti ve zi'lka'de'de , kapdan gazi süley man paşa vefat etmekle, elçi mus tafa paşa kapdan oldu. nemçe ve moskov musalahaları hemen nizam bul sun içün padişah'a bildirmeden ba'zı kuyudat zamm ettikleri içün elçilerin inadma sebep oldular deyü, baştercüman iskerletoğlu alexandre kati olu nup, reisü'lküttab mustafa efendi kastamonı'ya nefy olunup, mektubi ragıb efendi reisü'lküttab oldukda, küffar ile müsalahaya tavassutda padişah'm feshi sulh edeceğini temuhatara o lduğu: yakkun edüp, bir seneden berü et tikleri barid tekliflerden fariğ olup, sulha nizam verdiler. bu küffar ilemüsalahaya tavassut muhataradır. ibtida'smda hemen matlablan mezkur olandır zannettirüp, gunagun şu'beer teklif ederler. eğer defi ga'ile denerek bir ikisine müsa'ade olunur ise on iki dahi ederler, teselsül bulur, inad ve huşunetleri müzdad olup ar etmezler; meramlarma sa'y edenleri tekzib ve müttehem ederler. reis mustafa efendi gibi akali nas ve hünermendi bikıyas iken bu husus içün kazaya uğradı. galibane sulh olunmuşiken, küffar bu rütbe ce fa etti. lyazenbi'uah mağlubane sulh olunmak lazım gelse, bu küffarm tahkir ve terzilve cefasına takat gelmez. bu karda ve bu hizmeteme'mur olan ziyade fikri sa'ib sahibi bir merdi gayur gerek ki şanı devleti sıyanet edebile ve işbu elli üç senesi zi'ıhicce'sinde hudud temessükü almup verildi ve bu esnadir şah; cem 'den dokuz fil gelna'da iran şahı nadir ali şah'dan d iğ i; te'kidi sulh içün diyerek, mücevherat ve binazir akmişe ve on aded fil ile ve üç bin nefer kızılbaş ile hacı han namelçisi devlete gelür oldukda, gerçi selefde bu rütbe asker ile elçi geldiği yok, lakin iktizay i vaktü hale göre çavuşbaşı derviş mehmed ağa mihmandar ta'yin olunup, bağdad'dan elçiyi alup, gelüriken, yol üzerindeolan paşalar ve ağalar devleti aliyye'nin kuvvet ve kudretini, elçiye alay gösterüp, ziyafet ederek, izhar ederleridi; hatta bağdad valisi on bin' nefer kapısı halkı ile izharı ihtişam ve elçiye mükemmel at ve hedayayı kesire i'ta eyledi. bu üslub üzere elçi fenerbağçesi'nde ziyafete götürüldükde. şerif halil efeadi, sadrıazamırı siparişi üzre istikbal ettikde, el çinin sağ canibinde yürümek kasd ettikde, elçi iğzab'olup, razı olmıyacak, halil efendi, heminan gelmekden fariğ' olup, tarikı ahardan yemekliğe geldi. vaktaki ziyafet sofrası ferş olundu, elçi gazabmı izhar edüp, yoğun dan gayri t'am yemedi. etba'ı dahi aç kaldı. ba'dehu filler mavunalar üze rine bina' olunan sallara ikişer ikişer vaz' olunup, su görünmemek için etrafına tahtaperde çekilmişidi. beşiktaş'a geçirilüp, istanbul haricinde, çırpıcıçayırı'na naki olundu. ba'de acem elçisi üsküdar'dan gelüriken hu elçi han ve ma'iyetinde olan iki olan şenlik: nefer han ve bir sene mukaddem gelüp üsküdar'da meks üzre olan oğuz ali han iki çekdiriye süvar kılmup, gelüriken, tpphane'den üç yüz pare top atılup, kurşunlumahzen ve tersane'den kezalik toplar atılup, eyyüb iskelesine vardıkda, çavuşbaşı ağa, alayla çıkarup, gümrükcüçiftliği'ne götürdü. am edeni seri m aktu'n vezir gençli paşa; am edeni elçiyi m oskov beastane ve m e'm uriyyeti münif efendi becanibi iran ve m e'muriyyeti yirmisekiz çelebizade m ehmed said efendi barütbei m iri rriirarii becanibi françe ve icra' kerdeni kalyonha bederya ez terşanei ami re; m e'zun şudeni reisi sabık mustafa efendi ve defterdarı sabıktıf mustafa efendi behaccı şerif ve harikı kebir der kurbi ayasofya der ramazan ve ziyafeti ağayi yeniçeriyan der sadisi şevval , der babı ağa' becanibi sadrı dzam çünki senei sabıka ahirinde acem elçisi gelmişidi; gümrükçüçiftliği'nde yirmi gün istirahatdan sonra, elçi han paşakapısı'na geldikde, erbabı divan, divan libaslarile kapıda selam aldıklarından sonra, elçi han vezirin sağına, sa'ir hanlar soluna ku'ud edüp, tatlı ve kahveden sonra, ve zire çubuk, hanlara nargile verilüp, kürkler ilbas olunacak oldukda, hacı han vezirden kürk giymeyi, irtikab etmeyü kabul etmiyecek, etba'ına hil'atlar ilbas olunup's mahalline m ezhebi hamis kavgası: irsal olımdu. bu defa şah'm elçi ba'sinden maksudu, beşinci mezhebi'tasdik; lakin mukaddema mezheb kavgasında astane'den ulema ir sal olunup, mesağı şer' olmadığı i'tizar olundukda, şah'dan name gelmeyüp, sükut ikrar suretinde kalmışidi. bu def'a yine tasdiki mezheb hususuna ibramından sui kasdı fehm olunup', anadolu'da olan paşalar imdadı seferiye tahsil edüp, kapıları nizamına mukayyed olmak emr olunup, zahire mübaya'a ve cem'ine mübaşeret olundu ve elçi paşakapısı'na geldi ğinin beşinci sah günü divanı hümayun'a geliriken, ortakapı'dan divanhane'ye varınca, yekpare elmas ve yakut ile murassa' rahtlu ve bisatlu ve kalkanlu ve hotoslu ve incu kesmelü yirmi at ve yirmi beygir dizilüp, üst yanma peykler ve solaklar, anın üst yanına zu'ama ve sağ tarafa keçelü on bin yeniçeri ve elli süpürgeli çorbacı, anın üst yanma bölükatı erba'a ve sipah ve silahdarlu ve arzkapısı haricinde yeniçeri ağası ve altmış aded seraser kürklü sim asalu kapıcıbaşı ve kubbealtı'nda sadrıazam ve kapdan paşave sa'ir erbabı divan hazır ve muntazırlariken, elçi ortakapı'dan girüp, tamam yeniçeri mukabelesine geldikde, ale'lgafle yeni çeri keçelerile çorbaya seğirtdikde, havfnak olup tevakkuf ettikde çavuşbaşı ağa latuhaf' demekle yürümeğe' başladı. lakin elçinin arkasında' fakat zağrası samur dibaya kaplu nimten ve başında bir zira' külah üzerine sırmalu yeşu destara sorguç takınmış, guya isabeti ayndan mev la'ya sığınmış kıyafetle divanhane'ye dühulünde' sadrıazam divitdarodası'ndan girüp, elçide vezaret payesi olmağla, nişancı mevki'ine iclas olu nup mertabanilere mevzu, altmış nevi' ta'am ferş olundukda elçi ile oğuz han vezir sofrasına ve iki han, kapdan paşa sofrasında tenavül ettikden sonra, vüzera arzodası'na girüp, elçi ve ma'iyyetinde mezkur üç han da hi girüp, huzurı padişahiye vardıklarında şah'dan tebliğ edeceği kelamı tebliğ etmeyeruhsat verildikde, mehabeti padişahiden, şahım, şahım laf zından gayri tekellüme muktedir'olamayup, habt olmağla ric'at edüp, ortakapı'ya geldikde, zihamdan çıkamayup, yeniçeri çıkınca, bir sa'at meks edüp, ba'dehu ihsan olunan ata süvar olup, darbhane önüne geldikde, kezalik zihamdan dışkapı'yı çıkamayup dururiken, sadrıazam debdebesi ile önünden geçüp, sonra elçi dahi çım o sk o. kup hanesine gitti. bu esnada moskov elçisi dahi gelmişidi; gelüp ve zire buluşdu. ba'dehu acem elçisi tekrar huzurı hümayuna dahil olup, na me teslim olundu ve dört seneden berü moskov'a esir olan yahya paşa, ba'de'lsulh halas oldukda, astayahya pşa: ne'ye gelicek, tuğları ibka ve bur sa sancağı verilmişidi; nişancı nasb olundu; ba'dehu mısır mansıbı verildi. ba'dehu divanı hümayun'da françe elçisine namesi teslim olundu ve ertesi hafta kezalik divanı hümayun' da nemçe elçisine namesi teslim olundu. ba'dehu vezir çırağanyahsı'nda imnemçe elçisine tekrar ziyafet eylenemçeye ba'dehu vezir sa'dabad'da padişah'a ziyafet ettikde cedveli sim ta'bir olunur sa'dabad havuzuna nazır otak'a padişah gelüriken, yalıköşkü'nden kayığa binicek, tophane ve tersane'den ve ruyı deryada ihzar olunan, sefainden kati çok top atıldı ve padişah miri ahurköşkü'nden çıkup, rakib oldukda sa'dabad'a varınca, yeniçeri ve cebeci ve topçu kıyamen hünkarı selamladılar. otak'a teşriflerinde, nişana top ve humbara ve tüfenk atılup cirid ve samsun ve elçi ziyafetine kazaskerler dahi pehlivan güleşleri temaşa olunup, da'vet olunduğu: çengi ve canbaz ve sazu söz safaları olundukda, yahya paşa ve kapdan paşa ve sadrı rum'dan d münfasıl pirizade mehmed sahib efendi dahi ziyafete med'uvven hazır olmuşidi; hatta ba'de'lasr dolu yağdı ve bir hafta sonra, yine sa'dabad'da vezir acem elçisine berminvali muharrer ziyafet eyledikde, cümle sudurı ulema dahi ziyafete da'vet olunmağla geldiler ve vezirotakı mücevher tüfenkler ve tirkeşlerve ağır döşeme ile tezyin olunup, çadır direklerine elmaslı kılıçlar avize kılmup el maslı ağır piştovlar dahi yasdık acem elçisinin dört bin nefer ile üzerine vaz' olunmuşidi. elçi dört hastane'ye geld iğ. bin haşaratı ile ta'yin olunan otağına geldikden sonra, vezir miriahurköşkü'nde kayığından çıkup, süvar oldukda, süpürgeli çorbacılar rikabında ve muhzir ağa neferatı, kaplan'postları ile ve mecmu' ehli di van ünvanları ile ve pişinde mücevher yedekler çekilüp, mükellef dört yüz tçağası dahi süvaren verasmda ve yeniçeri ve cebeci piyade, vakta ki sadrıazam otağına nüzul buyurdukta cümle vüzera ve ulema ve erkanı devlet damenbus ettikden sonra, cündiler cirid ve mızrak ile harb oyu nunu icra ve top ve humbara ve tüfenk nişanları ve altmış aded hoş manzariçağası, müşa'şa' elmas kuşak ve mücevher hançer ve diba kaftanlar ile makamı hizmetde ve sim ve altun sahantar ve fağfur tabaklarve mertabani tabaklar ile elvan ta'amlar ve ala saz ve söz ve çengi ve aheng hitamı'nda, elçiye müzeyyen atlar, ma'ada hanlara kürkler ilbası ile ikram olundu. ba'dehu bahariyeyalısı'nda, kapdan paşa iran elçisine ziyafet ettik de, müşarü'nileyhüma mehmed sahib efendi ve es'ad efendi ve anadolu' dan ma'zul neyli ahmed efendi ve iran'dan gelen abdullah efendive halil efendi ve reis ragıb efendi dahi ziyafete geldiler ve tersane ricali ve şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i bir kaç bin şallı ve poşulu kalyoncu şahbazları makamı hizmetde oldu. el çi ulema ile bir yere geldiklerinde, billahi'lhamd, cümlemiz ehli islamdan ve bir peygamberin ümmeti olmağla, uhuvvet ve sevişmek lazım diyerek bir kağıd çıkarup, şah'ın muradı tasdikı mezhebi hamisdir deyicek, mesağı şer' yok deyü i'tizar olurunuşiken, yine bu israr münasib mi? devletimiz her umuru şer'e tatbik eder denildikde, elçi biz dahi şer'den ayrılmayuz deyüp, diğer sohbet ettiler. ba'dehu davudpaşa'da çadırlar ile yeniçeri ağası esseyyid haşan paşa acem elçisine ziyafet ettikde, gümüş çaprastlu civan karakullukcular ve sim muştalu tosun aşçılar makamı hizmetde ve surı istanbul'dan, davudpaşa'ya varınca iki keçelü yeniçeriler makamı selam da oldular. her dürlü aheng ve canbaz ve zorbaz ve hokkabaz ve perendebaz ve şişebaz icrai san'at ettilerve ba'de'lziyafe elçiye hediyeler verildi' amma acem şahı'nın lezki nizamı sadası ile şemahi havalisinde cem'iyyet ettiği içün olcanibe, ihtiyaten asker lazım olmağla, nişancı yah ya paşa mısır'a ve mısır valisi ali paşa, seraskerlik içün kütahya tevcih olundu. çünki hacı han'ın getürdiği nameden şifai sadr hasıl olmadı ve elçinin tasdikı mezheb olmadıkça. beş mezheb kavgası: ben cevab veremem demekle, ulemanm beyan eylediği i'zarı şer'iye, bi'lmüşafehe şah'a takrir olunmak lazım olmağla. maliye tezkirecisi olup, her ilimde mehareti olan sadakat ve istikamet sahibi münif mus tafa efendi nameber ünvanı ile şah'a irsal olunup, şah'ın lezki seferi namı ile yer götürmez asker ile hududı islamiyede meksinden, mafi'zzamirini ahz etmek sipariş olunup' vezirden ve şeyhülislamdan dahi mektublar üe nazif mustafa efendi, nazif efendi ve münif efendi, münif efendi'ye terfik olundu ve acem e elçi irsal olunduğu: name almak içün elçi han huzurı hümayuna dahil oldukda serasere kaplı nimten kürk ' ilbas olunup, elli bin kuruş yol harçlığı verilüp, yamnda olanlara dahi, rütbelerine göre akçe verildi ve bir kaç gün mürurunda el çi paşa, kapısına veda'a geldikde biz bu mertebe tekellüf ile gelmişiken bir işe temşiyet vermeden gittiğimizbize ayıbdır; mümkin ise bir dahi görüş sek demekle, tekrar vezir bahariyeyalısı'nda ziyafet edüp, vaktı asracek enva' tarab ve ihtişam olundukda, teklifimikabul etmekle, beni şah in dinde mahcub etmeyindeyüp, tasdikı mezheb teklifinden rücu' etme mekle meclis yine bir şey'i müntic olmadı. ba'dehu üsküdar'a geçirilüp, fenerbağçesi'ndeziyafet olunup, mu'azzezen diyarma 'irsal olundu. bu şah, hind seferinden avdetinde, isfahan'a uğramayup, lezki nizamı deyü hududa gelmesinden dimağında fesad olduğu fehm olunup, beşiktaşsarayı'nda huzurı hümayunda müşaverede bender seraskeri nu'man paşa'nın anadolu valiliği ile hudud muhafazası seraskeri olması münasib görül dü. vakta ki, münif efendi, şah'a şirvan'da mülaki oldukda, kabuli mezhebi hamile musırr olup, eğer kabul olunmaz ise memaliki islamiye'ye hücum edeceğinin şübhesi yoktur deyü, mektup geldikde, terakkilü ve miri levendi tahririne mübaşeret olunup, moskov elçisine z iyfe. otuz bin asker, serasker yamnairsal olundu. bu acem elçisi astane'deiken, moskov elçisi gelmekle, vezir acem elçisine ziyafetinin haftasında, sa'dabad'da moskov elçisine dahi, enva' ihtişam ile ziyafet etti ve françe tavassutu ile nemçe ve moskov sulhu vücuda gelmekle, françe'nin dahi sulhu tecdid olunup, bir yirmisekiz zadem ehmed said kaç niyazma müsa'ade olunmağla. efendi françe elçisi olup gittiği: yirmisekiz çelebi zade mehmed said efendi nemçe hududunu kat' edüp, bu eyyamda gelmişidi. mukaddema merküm said efendi pederi ile françe'ye gidüp ve müstakilen kendü isveç'e elçi gitmekle latin lisanmı tahsil etmişidi. münasib görülüp, said efendi elçi nasb olunup, françe'ye irsal olundu ve moskov ile sulh hilei m o sk o. olundukda tarafeynden esirler acele tahlisolunmak şart kılmmışidi. devletde olan esirler irsal olundu. lakin hilekar moskov esirleri koyuvermeyüp elçinin astane'de birermükalemesi vardır, hastane'ye vardıkda nizam versün deyü haberi geldi ve elçisi geldikde izharı huşunet ve temşiyeti maslahata su'ubet gösterüp, otuz seneden berü memaliki islamiye'de, islamı kabul etmiş ve belki azad olup iyal ve evlad sahibi olmuşları dahi vermedikçe, islam esirlerini vermem ve azak kal'ası'nı hedm etmem deyü malayutak teklif ettikde, es'ad efendi ve ragıb efendi iizam kay dında oldukda, moskov, acem'in hareketini duyup, osmanlı her teklifimizi kabul eder deyü bir kaç meclisi mükalemede mülayemet etmiyecek, moskov'a giden elçimiz emnipaşa'ya, bu tarafa gelen elçi ile iş görülmek mümkin değil, sen mürahhas olup, kıral ile nizam veresin deyü tahrir olun dukda, kıral hazz edüp emni paşa ile d mükalemeye şüru' ettiklerin astane'de olan elçiistima' edüp, inadından feragat ve bir def'a reis efendi ile mükalemede, hemen kuraliçeye, imparatorluk ünvanı tahrir olun sun, sa'ir hususlar olur deyüp yevmi mezburda, tarafeyn riza ve tekmüi ş e m 'dn ı zd esü l e y mnee n d ıtr ıh ı i o sulh olundu. ba'dehu moskov elm oskov'a ziyafet. çişine yeniçeri ağası ve kapdan paşa ve vezir kethüdası ve defterdar ve reis efendi, başka başka ziyafet edüp, mükemmel at ile hedayalarm verdiler. bu esnada vezir çırağanyalısı'na biniş ile gittikde, fraııçe elçisi, mahfi sohbetim var deyü gelüp, nemçe çasan bilaveledi zükur fevt olmağla, memleketi ihtilaldedir. françe kıralı, nemçe memleketine sefer ede cek, vaktı fırsatdır, nemçe memleketine hücum edin dedikde, veziri akil, henüz sizin tavassutunuz ile sulh olunup, ahdname verilmişiken bilamucib nakzı ahdi devlet irtikab etmez deyü cevab verdi. subhi tarihi'nde tafsil eder. biz, ihtisar üzre bir garibetahrir edelim. kancabaş kapdanı haşan kapdan, elli senesidonanma ile akkirman'dan, kırım'a varup, kasım'dan otuz dört gün mukaddem avdetde, fırtınaya tesadüf ile sünne boğazı ağzında iki buçuk mil çevirür yılan adasına varınca, iki adam gark ve yuvalanmaktan anbarda altı adam vefat edüp, baki yirmi beş kişi adaya çıkdık. lakin me'kulatımız tamam olıcak, yılan ve ayı balığı eki ederidik. kar ve yağmurdan sığınacak bir yer olmamağla, çekilen azab, bihisab. yedi ay da vefat edenlerimizi dahi eki ederek dört kişi kaldık. nihayetinde bir ge mi görüp, ateş işaretüe gelüp bizi aldı. lakin ta'am ekline bizde kudret kalmamış. elleri ile ağzımızı açup tedriç ile çorba vererek, aklımız başımıza geldikde bizi sünne boğazı'na çıkardı deyü naki eyledi. amedeni münif efendi ve vuküı müşavere der sadnazam ve zuhurı seferi iran ve azli sadnazam yeksemahm ed paşa ve nasbı sadrı sabık ali paşa ve tekmili binai imareti ayasofyai kebir ve vefatıtıf mustafa efendi defterdarı sabık. acem'den münif mustafa efendi gelüp, maddei hamse ile mezhebi hamisekabul olunmadıkça sulh kabil olmaz deyü şah'dan name getürdikde erbabı devlet paşakapısı'na acemden münif efendi geld iğ. cem' olup, müşavere olundukta şah'dan gelen name kıra'et olu nup, ulemaya ne dersiz denildikde, şer'imizde tasdikı mezhebe cevaz yok tur, eğer şah memaliki islamiye'salabeti islamiye'ye ulemanın teye ta'arruz ederise, müdafa'ası vam essükü: cib ve kıtal farzdır deyü fetva ver diler. ba'zı kütehbinler otuz sene den berü acem seferi diyarı islamiye ile hazinei amire'yi harabasebeb oldu ve dört seneden berü nemçe ve mokov seferleri; kezalik şimdi yine acem'e sefer lazım gelür ise, hal nice olur; zaruretde her şey mübah olur. bir mezheb tasdiki içün sahibi huruc ve cihangirlik sevdasmda olup, timurlenk gibi bir beladır ve teklifi sebildir; her ne ise, vucudu cihandan kal kınca kelamıtasdik olunmağla, defi bela etmek münasibdir demişleridi. lakin ulemai din, bu dini mübin ve bu devleti aliyye'nin zuhuru ve be kası, her işi şer'etatbik ve salabetle olup, rehavetden ve izharı aczden beri olmağladır deyüp, metanet ettiler. gerçi zikri ati bundan sonra sefer açılup, iki def'a ser askerlerimiz münhezim olmağla hasaret vaki' oldu. lakin dahi sonra şahı mesfur helak ve nesli münkariz olduğundan başka, memleketi iran, tava'ifi mülukdan harab ve yebab olmağla ettikleri zor teklifincezasını buldular. zikr olunan müşaverede, anadolu valisi sadrı sabık hekim başı zade ali paşa'nın serasker olmasını tasvib ettikleri, padişaha telhis olundukda. padişah kabul edüp. büyük miri ahur olan, boyunueğri ab dullah ağa, zahirde, seraskerlik kürkü ile irsal olundu. bir kaç gün sonra, sadrıazam rikaba da'vet olunup geldikde, mühür nez' olunup, balıkhane'ye tenzil ve kapdan mustafa paşa kaymakam nasb olundu. meğer abdullah ağa, seraskerlik kürkü götürdükde, mühüre da' vet hattını mahfi götürmüşimiş. altı gün sonra, kütahya'dan ali paşa üs küdar'a geldikde, erkanı devlet ishekimbaşı zadeli paşa'nın tikbal ve yemeklik olunup, şeyhümührü aldığı ve mühre getirilmelislam ile bile huzurı hümayuna sinde olan san'at. vardıkda, mühürü ikinci def'a ahz edüp, solak ve peyk ile kapı'ya gelüp, umum hipatmı ilbas eyledi ve hünkar kapıcılar kethüdası mehmed ağa'ya üç tuğ ihsan olundu ve rebi'ülahir 'de pir mus tafa efendi'ye dahi üç tuğ verilüp, yerine ikinci def'yedekçi mehmed ağa vezir kethüdası oldu ve cumade'lula gurıtsinde , sadrı anadolu, iran'dan gelen abdullah efendi azl olunup, yerine bolevizade esseyyid mehmed emin efendi oldu ve mahı mezburun rabi'inde , defterdar yusuf efendi azl olunup yerine atıf mustafa efendi olmuşidi; yedi gün mürurunda veatıf mustafa efendi v e fa tı: fat etti. merhumı mezburun is tanbul'da vefa kurbünde inşa' et tiği kitabhane, mahallinde bir eseri cemil olmağla, talebei ulum yevmen şem.dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i feyevmen müatefi' bih olmaktadır ayasofya imareti bina's. ve mahı mezburun yirmi üçünde , ayasofya cami'i gi bi ma'bedi kadimin medresesi imaretden beriiken, hatırı padişahiye sünuh edüp, imaretin imaretine mübaşeret buyurmuşidi. zi'lhicce evailinde tekmil olmağla hayrı kesire na'il oldular ve canibi ali efendi, atıf efendi yerine defterdar oldu. ve şevval'in rabi'inde , sadrı rum neyli ahmed efendi azl olunup, esseyyid zeynelabidin efendi nasb olundu ve sadis ışrinde , istanbul kadısı lütfullah efendi dahi azl olunup, abdurrahim efendi nasb olundu. vefatı sadrı rumzeynelabidin efendi ve nasbı tm am ı evveli sul tanı pirizade m ehmed sahib efendi ve vefatı defterdar canibili efen di ve defterdariyi sa'dullah efendi ve vefatı m ehmed emin ağa ez küberai d evleti aliyye ve vefatı emmei padişah hadice sultan ve binai babı defterdar der sarayı yerebatan. muharrem'in üçünde , sadrı rum zeynelabidin efen di fevt olmağla, ımamı evveli sultani pirizade mehmed sahib efendi nasb olundu ve safer'de , canibi vefatı canibili e fen d. ali efendi vefatetmekle yerine gümüşhane ve darbhane emini sa'dullah efendi defterdar oldu'hak budur ki, merhumı mezbur canibı ali efendi, nemçe'ye elçilik ile gittikde, bu dini müstakime ta'zim edüp, kendü hakareti cefasını irtikap etmekle, akibinde kiralın helaki ile mu'azzam olmuştur. ila yevmi'lkıyam rahmet ile yad olacak bir zatı mükerremdir i. ujıj ve yedekçi mehmed ağa'ya üç tuğ verilmek le, şerif halil efendi vezir ketvefatı m ehmed eminğ: hüdası oldu ve abdi ağa çavuşbaşı oldu ve mehmed emin ağa, paşalar kapı kethüdası ve mukata'at mültezimi olmağla emvali kesireye malik ve çırağı çok ve sadakata ma'il, memduh, ricali devletden bir zatidi. vefat eyleyüp. sadık ağa ve hüsea stane'decemşahı nasb olunyin ağa naman iki veledi keyani duğu: terk eyledi ve şah hüseyin şehzadelerinden şah safi, sakız adasın da bu anacek mihmanidi. nadir şah'ın nakzı ahdine bina'en hastane'ye getirilüp, şahlık tacı olmak üzre selimi destar ve sorguç i'ta ve ilbas olunup, alay ile hududı iran'a irsal olundu ve çümade'lula'da , kapdan mustafa paşa azl yahya paşa: olunup, taşrada zabt etmek üzre, yahya paşa kapdan nasb olunmağla, tersane emini mürteza efendi, yahya paşa gelince, vekalete meşgül olmuşidi. yahya paşa mısır'dan gelüp kapdan olup, donanmayı zabt ve boğaza geldikde azl ve yerine osman paşa zade ahmed paşa kapdan olmağla zi'lka'de 'de hastane'ye gelüp, menkuhası ayşe sultan'a zifaf eyledi ve sadrı anadolu bolevızade mehmed emin efendi ma'zul ohnağla, hocazade efendi nasb olundu ve şa'ban'm dördünde , sadnazam olan ali paesseyyid haşan paşa'nın sadrışa azl olunup, yerine yeniçeri ağaazam olduğu: sı esseyyid haşan paşa sadnazam oldu ve subhizade efendi tezkirei sani olup, çavuşbaşı abdi ağaarpaemaneti' oldu vearpaemini ali ağa çavuşbaşı oldu ve şevval'in üçünde , istanbul kadısı abdurrahim efendi azl olunup, yerine şeyhülislam abdullah efendi kethüdası ahmed efendi oldu' ve teşrifati akif efendi idi fıtr mu'ayedesinde, cebecibaşı'yı yeniçeri ağası'na takdim hatasını etmekle azl olu nup, beylikçi na'ili abdullah efendi, hem beylikçi ve hem teşrifati nasb olundu ve mahı mezburun on yetekmili babı defterdar müceddedişinde , padişahm d e. çatalçeşme'de, atmeydanı kurbünde, müceddeden bina' eylediği defterdar kapısı tekmil olup, derununa kalemler ve katibler naki olundukda ketebe koysa sezadır buna sultan mahmud mısra'ını ha efendi söyledikde. padişah pesend edüp, kapısı üzerine tahrir ettirdi ve zi'lka'de'nin dördünde , defterdar sa'dullah efendi nişancı olup, tevki'i yusuf efendi üçüncü def'a defterdar oldu. tevcihi seraskeri hecanibi kars besadrı sabık yekçeşm ahm ed paşa ve me'muriyyeti ortahayi yeniçeriyari ve cebeciyan ve topcıyan becanibi kars ve ihsanı vezaret bereisü'lküttab ragıb m ehmed efen di beeyaleti mısır ve selefi o elhac mustafa efendi defa i saniye reisü'lküttab şud ve vefat şud seraskeri diyarıbekirbdi paşa zade ş e m pn lzd esü ley mnee n d i tr ih i m gazıli paşa ve vürudı şah tahmasb kulu han becanibi kars ve vukuı muharebatı adide dii mah baseraskeri kars sadrı sabıkhm ed paşa der kars ve münhezimen ric'at şuden' i şahı kızılbaşan ve galib şudeni ehli sünnet ve ameden name resen i hind beastanei sa'adet ve ric'at vey bemiivafakatı sefiri devleti aliyye salim m ehmed efendi ve tevcihi seraskerii canibi kars besadrı esbakı zışan yeğen m ehmed paşa beisufai selefi mısır emirü'lhaccı olan osman bey'in mısır'da hasidleri peyda olmağla, mısır'ı ihtilale verdiklerinde mısır beyi osman bey'in ah va li: muharebeye tasaddi etse galebe ta savvur olunuridi. lakin nüfusı kesire telefine ba'is olacağın fikr edüp, mukadder ise vaktile gelürim diyerek mamelekini terk ettikde, emvalini kabza devletden' mehmed said efendi irsal olundu ve kars canibi serashamalızadehm ed pşa: keri hamavizadev ahmed paşa'nın hastalığı mümted olmağla, azl olunup sadrı sabık yekçeşm ahmed paşa nasb olundu ve geçen sene acem şezadelerinden şah safi taç ve sorguç ile semti diyarı iran'a irsal olunmuşidi. lezki ta'ifesi ve kürdistan ümera'sma şehzadei mezburun i'anesinde olmaları'tenbih olundu ve nadir şah kah izharı dosti, kah düşmeni ederek, elli dörtsaline gelince imrarı vakt ve sali merkumda, lez ki ta'ifesine hasm olup, bir buçuk sene anlarahücum ettikde, lezki ehli sünnetden olmak berekatı ile her hücumunda hakkta'ala nadir şah'ı makhur eyledikde, nadir şah devleti aliyye'den havfinden, dostluk müraselatmı, devlete irsal ederiken hudud başında bu kızılbaşlar'ın cem'iyyetine bina'en devleti aliyye ihtiyat edüp, erzurum ve van ve diyanbekir ve bağdad'ı seraskerler ile muhafazadan hali olmadı. vaktaki elli altıse nesinde, bağteten kızılbaşlar, kernadir şah'm musul'a geld iğ. kük ve musul üzerine gelüp kırk sekiz gün muhasara etti, amma avni barı ile me'yusen geri gitti ve cümade'lahire'nin on dördünde , şahı mesfur arpa çayı nı mürur ve kars'a iki sa'at fi le dağı'nın zirvesine nasbı hiyam, ba'dehu künbed karyesine gelüp, toprak kal'a bina' edüp nehri mecrasından ahir mahalle icra ile kars'ı susuzluğa griftar ettikde, tarafeynden cenge mübaşeret ve tamam bir ay ceng olundu. lakin galib ve mağlup inayeti hk. ma'lum olmadı. nihayetinde on iki tabur ile gelüp sekiz sa'at cengde iki han'ı ile bin yediyüz sürhi ser helak oldukda ehli sünnetden fakat iki paşa ile seksen şehid bulundu esnayi seferde sulh sohbetinden ve ceng tamamında, sulh talebine za ra. adamları geldikde, red ve tard olundukça sulh ricasında olup, or du defterdar; olan kesriyeli ahmed efendi ile ordu ağası camus haşan ağa ve mürteza paşa irsal olunup, bir kaç def'a ordudan orduya varup gel diler. gayetinde kesriyeli'yi ordusundan doğru hastane'ye irsal eyledi. la kin asker bu keyfiyyeti duyup, acem ile devletin alemi bir, biz nafile kırıl mak reva değil deyüp, perişan oldular. bu hal padişah'ın ma'lumu olıcak, ahmed efendi'yi hastane'ye getirtmeyüp, samsun kal'ası'na habs ettirdi. amma perişan olan asker, cem' ol maz, orduda asker kalil kaldı ve bu fursatı acem fevt etmeyüp, üzerimize' yürüdükde, serasker kal'aya girüp, hendek ve şaranpo ile metanet verüp, bir kaç kerre hücumunu def' ve bir gün tulu'dan guruba değin ceng olundu. ve mu'cizei fahri alem ü ilebariyi müta'al, diyarı nekbetine yıkılup gitti ve bu cenglerde iki tuğlu çeteci abdullah paşa'nın bahadırlığı büruz etmekle üç tuğ ihsan olundu ve altı sene mukaddem mühürden münfasıl olan yeğen mehmed paşa ba'de'lazi bosna ve aydın valisi olmuşidi, şimdi kars canibi' seraskeri nasb olunmağla eyaleti kütahya verildi. oldahi kütahya'ya gelüp anadolu'yu teftiş ederek, tokat'dan erzurum'a vardıkda. yedekçi mehmed paşa sürücü ta'yin olundu. nadir şah'm', ben mezhebi şi'adan adul ve ca'feri mezhebi kabul edüp, ehli sünnet ve'lcema'atten oldum. siz dahi tasdik edin deyü teklif eylediği mezheb, ba'zı kütübi mu'teberei kelamiyyedeta'biri ile musarrah olmağm, redd olunup, ca'feri mezhebin butlanı ile hükm olunmuşiken, sureti dostide enva' i'tizar ederek, zu'munca mezhebi batılı tervic edüp, hetki ırzı ehli sünnet ve şeri şerife mugayir melahiye ruhsat ve muzırrü'nnas ve sa'i bi'lfesad olmağla izalesi lazım olduğu içün diyarıbekir va lisi çeteci abdullah paşa'ya on iki bin süvari asker ile erdilan han'ı olup, hastane'ye iltica' eden ahmed han, memleketi acam'ı hoş bilür deyü ma'iyform. şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i yetine verilüp, bağdad valisi ahmed paşa'ya, bağdad askeri verildi ve musul valisi abdülcelil zade hüseyin paşa ekrad ve aşayir askeri ile çeteci nasb olundu ve niderlanda ya'ni niderland'a ya'ni felemenk: felemenk elçisine, namei hüma yun paşakapısı'nda teslim oluna cak oldukda, sadrıazam mühri hümayunu koynundan çıkarup, ba'de'ttakbil reis efendi alup, nanıei hümayunun balmumusunu temhir edüp, sadrıazama verdikdev sadrıazam nameyi yedine alup, ba'de'ttakbil, el çiye teslim edüp, elçiye ruhsat verragıb paşa'mn evsa fı: di ve fi'lasi istanbul'da tevellüd edüp, pederi ma'lum olmamağla, ba'zı' huluslu kimseler merhamet ve terbiyye edüp, defterhane'ye şakird ettikde, ragıb telakkub edindiktensonra fenni kitabetde liyakat ve fetanetine bina'en ve ulum u ma'arifi sa'y ile kesbine i'tibaren iran seferle rinde seraskerler yanmda ve bağdad'da reis ve defterdar olarak tahsili ma'arif ve celbi şan etmekle, istanbul'a getirilüp. maliye tezkirecisi, ba'dehu cizye muhasebecisi olup, kırk dokuztarihinde, acem elçisile mükalemede adab üzre münazara etmekle sadrıazam mektubcusu olup, marü'zzikr, nemçe ve moskov mükalemesi diyerek, reisü'lküttab olup, yedi sekiz elçiye sühuletle cevab ve namelerine nizam vermekle tamam reis'lik ettiği içün şanmı terfi' lazım olmağla, üç tuğ ile mısır mansıbı ina yet olundu. mehmed ragıb paşa oldu ve selefi olup, nefy olan tavukcubaşı mustafa efendi, ikinci def'a reisü'lküttab oldu ve yevmi mezburda vezir kethüdası şerif halil efenhind e lç is. di'ye dahi üç tuğ verilüp, kethüdalıkda ibka olundu ve iran seferi zuhur edeli, hind elçisi geldiği yokidi. bu def'a hind padişahının elçisi esseyyid atauuah, hind'den basra'ya ve basra'dan bağdad'a ve bağdad'dan üsküdar'a geldikde meliki'lmüslimin mehmed şah ile meliki mecus'dan getürdiği nameleri teslim ve nadir şah'ın hind'e varup, ma'mureleri tahrib ve mallarını ahz etmekle hazinelere malik olup, ekser biladımızı kendüye mülk edindi. biz hind tarafından, sizler anadolu tarafından, or taya alalım deyü niyaz etmekle, ma'kol görülüp, bu vech üzere nizam içün maliye tezkirecisi salim efendi hind'e elçi ta'yin olunup, gelen ataullah'a terfikan irsal olunup. nadir şah'a infi'al vermek kasd olundu ve idi fıtırda yeniçeri ağası, ağakapısı'nda vezire ve vezir, paşakapısı'nda hünkar'a ziyafet eyledi. m ü n tr k t e p e sene. vefatı şeyhülislam esseyyid mustafa efendi ba'de ez nüh sali fet va daden zuhurı ateş ez derunı mahzeni sürb der tersane ve muhterik şudcemmühimmat ve azl ü nefy şudeni emini tersane m ollacıkzade ali bey ve canib salih efendi ve vefatı hamalızade ahm ed paşa ba'de ez refi mansıb ve tuğhayi o, besebebi zulm i fukarai o ve vefatı seraskeri canibi kars yeğen m ehmed paşa der kurbi revan ve perişariiyi orduyı islam ve serasker şudeni sadrı sabık yekçeşm ahm ed paşa der defai saniye ve tevcihi seraskeri becanibi kars besadrı sabıkli paşa valiyi haleb ve eyaleti haleb beseraskeri sabık elhac ahm ed paşa ve ihsanı vezaret beayaleti kıbrıs, bem iri ahurı evveli şehriyarib dullah bey. nemçe devleti sabıkda yedi, hala dokuz herseklik yer olup, bu dokuz hükümete çasar ta'bir olunan imnemçe devleti'nin taksim. parator hakim olmağla, ya'ni çasarlık ile imparatorluğu cami' ol duğu içlin sa'ir düveli nasara kıralhğı gibi evladı inasa intikal etmeyüp an cak zekere naki eder. eğer zükur münkariz olur ise dokuz hersekden bi ri cümlenin ihtiyarı ile çasar oluridi. geçen sene halik olan çasarm tahtma kızı hilafı ade, canibi ali paşa'nın i'anesile calis oldukda, nemçe mem leketinin muhtel olduğunu fransız fırsat bilüp, hareket ve ba'zı kal'a ve arazilerin alup, imparatorluğu dahi almaya sa'y ettikde ingiliz bu dokuz hersekden biri olmağla, nemçe devletine sahib olup fransız'ın imparator olmasına razı olmayup, ingiliz, fransız ile feshi sulh ve cenge mübaşeret ve avrupa ülkesinde olan müluki nasaradan ba'zısı nemçe'ye ve ba'zısı fransız'a sahib olmağla, düveli nasara biribirine muhtelif olup, beş sene den berü, berren ve bahren muharebe ve pür ihtilal olduğundan, tüccarı efrenc sefa'ini hastane'ye gelmemeğle astane'de çuha ve sa'ir metaı frengi kalil ve gümrüğe noksan terettüb fransız ile n em çe ve ingiliz'in ettiğinden, ali osman padişahı, beynlerini devleti aliyye sulh etbeynlerini islah murad etmekle, satiğ. hibi devlet esseyyid haşan paşa gah bigah tersane'ye biniş ile vanıp, françe ve venedik balyoslarını ve isveç ve nemçe ve moskov kapıkethüdalarmı ve ingiltere ve felemenk elçi vekillerini ve sicilya elçisini ve sa'irinden ikişer üçer tersane'ye getirdüp şevketlu ali osman padişahının islaha tavassut buyuracağını iş'ar ve kırallarına vezir mektubu ile işrab ey şe m 'dn izd esüleyvıan e p e n d i tr ih l h ledi ve yeniçeri ağası olan yazıcızade ibrahim ağa'ya üç tuğ ile erzu rum verilüp, kul kethüdası divefatı şeyhü'lislam esseyyid bacı ibrahim ağa yeniçeri ağası mustafa e fendi: oldu ve kırk sekiz salinden berü on sene şeyhülislam olan esseyyid mustafa efendi illeti felcden merhum olmağla yerine pirizade mehmed sahib efendi şeyhülislam oldu ve imamı sanii sul tani sarmısakcı zade mustafa efendi imamı evvel olup, ızmiri hüseyin efendi sani nasb olundu. tersane mahzeni muhterik o ld. ve tersane'de mahzeni sürb ta'bir olunan enva' mühimmat mah zeni derunundan ateş zuhur edüp, bitemamiha muhterik oldukda, tersane emini olan mouacıkzade ali bey ve canib salih efendi ve mahzeni merküm katibleri nefy olundu ve yerine tiryaki mehmed efendi tersane emini oldu ve evvelkinden ala mahzeni mezkuru bina' ve derununu evvelkiden ziyade mühimmat ile imla eyledi ve hamalızade ahm ed pşa: rakka valisi olan hamalızade ahmed paşa, mezalim ile cemi mal ve malı mezkur ile başına on bin mikdan haşarat cem' edüp rakka'ya vardıkda, rakkalu zulmünden havflerinden tecemmu' edüp'şehre komayup, devlete arz ve mahzer ile valii ahir taleb etmeleri ile piri mustafa paşa rakka valisi nasb olunup, ahmed paşa'nın tuğları ref' olunup, rodos'a nefy hattı ile büyük miri ahur vardıkda, zahiren ita'at, lakin başından haşaratı dağıtmayup haleb semtine güzar ve levendat, paşa'nın ta'limi ile ha reket edüp, biz paşamızı vermeyüz deyü mübaşiri paralamaya hücum et tiklerinde, paşa muslih olup def eyledi. bu keyfiyyet padişaha i'lam oluıidukda padişah inkisar eyledi ve tophane karhanesi tecd id. akibinde paşa hastalanup vefat eyledi. ba'zılar paşa'nın hastalığın da, miri ahur tabibe zehir içürtdü deyü rivayet ederler. her ne gü ne ise, dahiyei azime sühuletle sedd i iskenderiyei m ıs ır: mündefi' oldu ve tophane'ye resmilatif bir kebir top karha nesi bina' olundu ve bu hususda topcubaşı kara mustafa ağa'nın hezarfenliği ma'lum oldu ve tophane meydanı elli zira' mıkdar deryaya ka zıklar ile çekilüp doldurulup tevsi' olundu ve mısır valisi ragıb paşa tah riri ile iskenderiye ile reşid beyninde olan bahri malçik bahri sefid tarafında olan sedd rahnedar kumkapı'da kalyon zayi' olduğu: olmağla, bir kaç karye zayi' olmuşidi; sıyaneten merkum hezarfen mustafa ağa irsal olundu' ve mısır'ın bezirgan kalyonlarından, arab ömer kapdanın atbaşlu kalyonu mısır yükü ile geliriken, gece kumkapı ile çatladıkapı beynine ' vaktı i'şada sığa oturdup, halasına çare olmıyacak, hamulesi ihraç olundu. lakin pirinç ve kahve tuzlu su ile ıslanmış, kurudulup kahvenin vakiyesi yirmi paraya, pirincin kilesi on, ketenin yakiyesi dört paraya bey' olundu. çünki padişah kalyonun halasına ihtimam buyurmuşidi. mü yesser olmıyacak, kapdana tersakıbrıs muhassıllığı eyalet o lduğu: ne'den bir kalyon ihsan buyurup, hüznünü sürura mübeddel kıldı ve kıbrıs ceziresi yüz otuztarihinden berü muhassıllık olup, sadnazamlara has ta'yin olunmuşidi. amma muhassıllar zulmü ile harab olduğu ma'lum olmağla, büyük miri ahur eğriboyun abdullah paşa'ya üç tuğ ile kıbrıs eyaleti ihsan olundu. sadrıazamlara kıbrıs mukabih azez ve rüşvan ve kilis'denikiyüz tatar askeri hastane'yegelüp anakırk kise hass gösterildi ve acem dolu'ya geçd iğ. seferi içün beş bin tatar ile kasım giray sultan, büyükdere'ye geldikde, beykoz'a geçirilüp. sultan astane'dedefteremini'ne bir kaç gün misafir kılınup, bahariyeyalısı'nda vezir kethüdası ziyafet edüp, kürk geydirüp donanmış at ve harçlık ve bir kaç adamına hil'at ilbas edüp sefere irsal olundu. bir kaç gün mürurunda, nureddin sultan dahi beş bin nefer tatar ile geldikde sultaniye sahrası'nda, vezir ziyafet ettikde, kapdan paşa ve sadrı rum'dan münfasıl, sabık ordu kadısı es'ad efen di hazıridi. sultan'a tirkeş ve kürk ve zikıymet tüfenk ve harçlık ve iki yüz kırk sekiz adamma hil'at ilbas acemhanlarının devlete iltica etedüp, kars canibine irsal eyledi ve t iğ. bu esnada iranhakimlerinden mekri hanı mehmed kulu han ve biraderi imam kulu han ve tebriz hakimi kasım han ve hoy hanı olan mürteza kulu han ve dinli aşireti ile ve mehmed ali bey giresunlu aşireti ile s e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ve sa'iri dahi şah'ın cefasından acem şahı'nın lezki ile cen g. rugerdan olanlar istimana geldiler. bundan sonra şah lezki ile bir kaç def'a muharebe ve her birinde mağlup oldu; hatta bir def'asmda, şah'm ba şından sorgucu düşdü ve yedeklerini lezki zabt eyledi. çünki yeğen mehmed paşa mahalli mu'arekeye kayeğen paşa cengi ve v e fa tı: rib vardı, haberi hastane'ye geldikde cevami'de sıbyan du'aya me'mur oldu ve müşarii'nileyh yeğen paşa receb 'de, binihaye as ker ue revan kurbünde vaki' sahraya varup aram etti. meğer düşman mahalli karibde metrislerin almış, müheyyaimiş. askeri islam bila metris yürüyüp vaktı duhadan akşama değin ceng edüp, süvarisini bozup kaçırdıktan sonra ertesi gün dahi ceng ederek düşmanm topu altına girilmişidi. beşinci gün düşman hücum ettikde cenge kıyam olu nup düşmanda za'fı külli sırrı zahir olup, cum'a ve sebt günlerinde yürü yüşe karar verildi. amma serasker gayetle hasta olmağla levendat ve delü misilluler seraskerin hastalığın ni'met bilüp, cibilletlerinde merkuz olan hiyanete bahanecuiken, yem ve yiyecek niza'ma şüru' ve bu vakitde ser asker paşa merhum olıcak bu ceng seraskerin değip, belki padişahındır, biz altı aylık ulufemizi aldık, padişahm çengine kıyam lazım demeyüp, on dört günden berü askeri islam galibleriken süvari müfsidleri yüz çevirüp, avdet ettiklerinde lailaç orduyı hümayun geri çekilüp, kars'a geldi. la kin inhizama ve ihtilale ba'is olan eşkıyayı levendat fırka fırka olup, ana dolu'yu tahribe ağaz ettiler. bu ecilden eşkıyayı mesfurunu ahz içün ana dolu'nun üç koluna ferman olunup, gelen eşkıya kelleleri sa'ire ibret kılmdı ve mümaileyh yeğen paşa yerine sadrı sabık yekçeşm ahmed paşa ser asker nasb olundu ve sürücü nasb olunan yedekçi mehmed paşa dahi, bu esnada vefat etti. bu inhizamdan iğfalic e. sonra şahı hilekar semti hüd'aya sülük edüp, ba'de'lyevm ibram ey lediğim tasdikı mezheb ve binai rükün da'vasmdan rücu' eyledim ve hilafı şer' ve kanun hareketden fariğ oldum ve devleti aliyye mezhebine ve kanununa iktida' ettim, deyü serasker ahmed paşa'ya ve bağdad valisi ahmed paşa'ya gelen tahriratı gelüp, ancak tahriratının birinde bağdad ve basra ve meşhed ve azerbaycan ile bunlara tabi' olan yerleri ve kürdistan'ıtaleb ederim deyü yazmağla, biribirine uymaz kağıdlarından güya devletin za'af ve kuvvetin tecrübe eyledi. zira devri sultan ah med hanide, maktul ibrahim paşa acem seferi mütemadi oldu; zevk ve rahata mani' oldu; ne güne olur ise olsun, şu delik kapansun deyü sulha talib olup, acamm cümle meramma müsa'ade ettikçe, la'ini sürhi serler ehli sünnetin za'fına hami edüp teklifi artırdılar. zamandan berü ağızlarma lezzet girüp, şimdi yine çene ve yere metalibini tahsile sa'y et tiğini devleti aliyye müşavere edüp, senei atiyeye külliyetlü sefer tedarikine mübaşeret ve ahmed paşa'ya serdağistan ve k u m u. askerlik ibka olundu ve dağistan ehalisinden kars muharebesine imdada gelen ahmed han, tarafı devletden cenktay hanl ığın da ibka olunup, has pulad han, ebenanceddin kumuk şamhali ya'ni ha nı olmağla, şamhalliğinde ibka olundu ve ibtidai şitada, kars seraskerliği, sadrı esbak hekimbaşı zade ali paşa'ya, anadolu valiliği ile ihsan olunup, selefi ahmed paşa'ya haleb mansıbı ihsan olundu ve bu esnada nadir şah'dan devlete fetih ali bey elçi olup, dört ayda bağdad'dan üs küdar'a geldikde istikbal ve yemeklik olunup, sandal ile istanbul'a getirilüp kürk ilbas olundu. ruhsudeni sefiri iran bepayei seriri ala ve teslimi namei hod ve vukuı müşavere dersarayı asafi berayi ahvali iran ve irsali elçiyi şah ve elçiyi d evlet beiran banamei sulhu salah ve vefatı sadrı rum arabzade abdurrahman efendi ve tevcihi cahı valayı defterv beh çet efendi ve vefatı ağayi darü'ssa'ade elhac beşir ağa ve katli mülhid bosnavi ibrahim efendi ve binai mahzeni çöp der tersane ve ta'miri kasrı tokat ezhadayıkı sultanı ve ta'miri çeşmei beykoz ve azli sadrıazam haşan paşa ve ihsanı mühri hümayun bavezareti ulya bekethüdayi sadrı azam i elhac m ehmed paşa ve tefvizi kethüdayi sadrı ali besa'id m ehmed efendi ve ihsanı vezaret besilahdarı şehriyarı mus tafa bey bn. baltacı m ehmed paşa ve vuküı ziyafeti hümayun der sarayı asafi ve ihsanı vezaret beeyaleti sivas beruznamçei evvel kesrıyeli elhachm ed efendi berayi sefareti canibi iran ve ihsanı vezaret bakapudanii derya bemiri ahurı evvel şahsuvarzade mustafa bey, amedeni nazif mustafa eferuii ezdiyarı acembasulh ve amedeni hanı kırımselim giray beastanei sa'adet bada'veti şehriyarı: çünki senei sabık evahirinde iran'dan gelen elçi tahrir olunmuşidi. işbu senei mübareke evvelindedivanı hümayun'da getürdiği nameyi şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih i u teslim etmekle, tercüme olundukacemin sulha rağbeti: da bu vaktacek, ca'feri mezhe bini tasdika ve ka'be'ye bir rükn binasmda asla zarar yoğiken ulemayi rum tecviz etmeyüp, azar beyan etmelerile, muharebe vukü'una sebep olup, yeğen paşa ile bu kadar nüfus ziya'ma ba'is oldular; yine ibram etsek azarlarını yine tekrar edüp, sefki dima'a badiolacakları aşikar olmağla, da'vayi mezkurdan fariğ oldum. hüccacı iran, hangi mezhebi taleb ederse anınla hacc etsün ahir kaime mizdeolan matlubumuza müsa'de olunsa, ittihadı din vesilesi ile kıyametedekdostluk baki oluridi deyü yazmağla lsb, ahir kaimesi dahi tercüme olundukda şah ismail'den berü, mezhebi şi'a iran'da şayi' ve sebb ü la'n zahir olmuşiken, ben calisi tahtı şahi olduğumda ashabı güzine mahabbet edüp, hilafında olanları tahzir ve ca'feri mezhebe dühullerine ibram ederek, mezhebi hakka sevk ve ittihadı mezheb mucebince alosman dahi mezhebi ca'feriyi kabul edüp, anın içün dahi ka'be'de bir rükün bina' etseler, şi'ileri külliyen ref'e'sebep olunur deyü cezm etmişidim. siz ler ise, mezhebimizi kabul etmemekle, şi'ilere meydan verdiniz ve bizim şi'ilere ibramımız bima'na olduğu içün biz dahi vücudumuza sıklet vermekden fariğ olduk. ancak şi'ilerin, şi'iyetde kalup, bizim keselimize ba'is olmak günahı sizin gerdenize oldu. lakin memleketi azarbaycan'm payi tahtı olan tebriz bizdedir. ana tabi' olan kazaları, ya'ni arapgir ve eğin'e varınca olan yerleri, yahud canibi irak'dan bağdad ve basra'yı ' bize verin. bundan akdem, zikr olunan iki tarafı birden taleb etmişidik; müsa'ade etmediniz, bari bu kerre iki tarafın birini verüp, dostluğa hediye edüp, suuı olalım deyü ricamız ibram üzre değildir, ricadır ve iran'dan şi'ayı ref' eylediğim gibi, ca'feri mezhebi dahi def' eyledim ve mezahibi erba'adan hangisini ihtiyar ederseniz kabul edin deyü tahyir eyledim deyü yazdıkları içün cem'iyyeti müşavere olundukda, ulama, ittifakan acem'e bir karış yer şer'an ve aklen verilmez; lakin bu tahriratdan şah'ın maksadı sulhdür; müsa'ade olunmaz ise dahi suihdur; ancak galibane sulh olmak içün teklifi tahfif etti; rica' me'mul eder; heman tarafı devletden bir elçi gidüp, zami rini fehm eyle enseb olur deyü rey ettikleri padişah'a telhis olundukda üiixc oljl. deyü, hat geldikden sonra divanı hümayun'da elçiye cevabnamesi ve bir kürk ile otuz beş kise harçlık verilüp, tarafı devletden ve hacegandan nazif nazif efendi'nincemelçisi gittimustafa efendi dahi aceme elçi gj; nasb olunup, huzurı hümayuna götürülüp, üsanen dahi tavsiye buyrulup, üsküdar'a geçirildi. nazif efendi bir gün ileni ve ertesi gün acem elçisi gitti ve serhadde vardıklarında, bir yere gelüp, gittiler. lakin devleti aliyye kemali hazm ve ihtiyatı elden bırakmayup, sinini sevabık nüsiuü seraskerler yanma müsmısırsk e r. tevfi ve mevfur asker ta'yin eyledi. ancak adeti kadime üzre mısır' dan sefere gelecek üç bin neferin afvini, iki yüz kise bedel verüp, mısır valisi ragıb paşa rica ettikde, makisi aleyh olmamak şartı ile bu senelik müsa'ade olundu. vaktaki nazif acem sulhu: efendi ile fetih ali türkman şah'a vardıklarında, fi'lhakika şah'ın maksudu sulhimiş. sultan muradı rabi' hüdudu üzre katı hüdud edüp, sulh olundukta, bağdad valisi ahmed paşa'dan dahi, şah sulh temessükü taleb etmekle, ahmed paşa dahi, temessükü temhir eyledi' ve nazif efendi on günde, yedi meclisi mükalemede müsalahaya' nizam verüp, bağdad'da temessükler mübadele kesriyeli ahm ed paşa'nıncem 'e olundu; haberi hastane'ye geldikde elçi olduğu: top şenliği olundu ve acem'den büyük elçi gelecek olmağla, devletden dahi büyük elçi gitmek lazım olduğu içün, hala ruznamçei evvel ve sabıkda şah ile mu'arefe ve ülfeti olan kesriyeli ahmed efendi'ye üç tuğ ile sivas verilüp, eslaf elçilerinden ziyade asker ile gidecek oldukda, hacegandan mustafa bey ordudefterdarı ve müderrisinden nu'man efen di ordukadısı ve şu'aradan kırımı rahmi efendi vak'anüvis olup' ve bir kapıcıbaşı kethüda nasb olundu ve ma'iyyetine bir, iki tuğ lu paşa ile on' za'im ve yüz humbaracı ta'yin olundu ve sabıkda elçilere etba'ı cefa ve darü'lharbde edepsizlik etmekle, elçimizi mahcub ettikleri tevarihden ma'lum olmağla, erbabı timar'm güzidelerinden dört yüz ne fer yiğid içağası tedarik olundu ki, sa'ire muvafakat etmeyeler deyü; gerçi selef elçilerine, ordukadısı ve ordudefterdarı ta'yin olunduğu yoğidi. an cak bu def'a külliyetlü asker ile elçi gittiğinden ve tekellüfe muhtac olundu. ve şeyhülislam olan hayatizade efendi gayetle ihtişama ma'il ve da'iresi gayri mazbut olup etba'ı naseza hareketle, sudurı ulemaya kibr ü gurur ile tekdir ettiklerinden, ulema beyninde kil ü kal oldukda, gerçi cemi' ulema sadrı fetvanm emrine ramlardır. ancak padişahlar, ulemasının tekdir olduğunu tecviz etmez; da'ima şeyhülislamlar ile ulemanın hüsni ülfet lerini tefahhus ederler. bu ecilden hayatizade asılda seretibba' olmağla, padişahın nabzına aşina olmağla, padişahm mahbubuidi. şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i lakin ulemasının kederine riza vermeyüp feda eyledi; hatta yedi ayda azl edüp, dört def'a sadrı rum'dan infisal eden piri piirnur ak mahmudzade esseyyid zeynelabidin efendi'yi şeyhülislam nasb eyledi. müşarü'nileyh hayatizade şeyhülislam oldukda, kethüdası olan mehmed said efen di, seretibba' nasb olunup, bir kaç ayda mekke payesini ve istanbul kazası rütbesini ihraz etmişidi. ancak efendisi diuenüp, azl olunduğu mehmed said efendi'ye dahi sirayet etmekle azl olunup, yerine müneccimbaşı ve bursa kadısı olan ahmed efendi seretibba' olup, müneccimi sani halil efendi sermüneccimin nasb olımrumeli hisarı cami'i b in ası: du ve abdullah efendi, münec cimi sani olduve rumeli hisarı haricinde ateş zuhur edüp, harici suru muhterik ettikde banii hisar ebü'lfeth sultan mehemmed han'ın askerinden ve ricalullahdan hacı kemaleddin'in cami'i dahi muhterik olmağla mu'ammeri bilad sultan mahmud han hazretleri camii merkümu tevsi' ve fevkani kargir bina' buyurup' itmammda teşrif buyurup, edai cum'a ettikde cevamii selatine ilhak buyurdu ve dört gün mukaddem mekke kazasıtevcih olunan şerifzade ali molla füc'aten vefat etmekle, mısır'dan ma'zul olup, bir sene sonra kendüye mek ke mansıbmı 'tahmin eden feyzullah mollazade ı ile mekke kadısı oldu ve bu esnada dahili babı balat'da bir seyyid ba'de'lmağrib tenha mürur ederiken, helak kasdı ile cuhudlar darbı şedid ile mecruh ederiken halas olup keyfiyyeti vezire bildirdik de, vezir cema'at başılarm ahz ve istintak ederiken intakı hakk olup, üç yahudinin sa'y bi'lfesad olduklarına şahadet edicek, siyaseten üçü birden olhavaliye berdar olunduve bosnavi ibrahim efendi nam kadı, m ü lh id: elfazı şeni'a tekellüm etmekle, cünununa hami olunarak nefy olunmuşidi. elfazı küfre da'ir on aded türki ve otuz aded latin lisanmca mektublan ahz olundukda imzalan habibullahı hazreti serveri ve muhammed nebiyullah ve tarafı hakdan zuhur eden hakk resulullah bendei muzaffer da'ima yazılup, derunlarmda dahi, ben' kırk üçtarihinde göklerden allah tarafından nüzul ve bosnavi ibrahim nam beyzade'ye hulul ve ol suretegirdim. dini isa hakdır, allahüçdür, deyü tahrir olunmağla, hastane'ye getirilüp, inkar ve tövbesine binaen afv olundu. lakin sonra yine kağıdları ahz olundukda, babı hümayun'da kati olundu ve kars seraskeri olan ali paşa, kütahya'dan azim asker ile hareket etti. ancak kıyamı sulh u salah me'mulü ile sivas'da tevakkuf edüp, elçinin cevabına intizar ferkızlar ağası elhac beşir ağaman olundu ve otuz seneden beril fe v t. ale'ttevali darü'ssa'ade ağası olan elhac beşir ağa vefat et mekle, kabri'hazreti ebi eyyubı ensari kapısı kurbiinde türbeye defn olundu ve abı leziz bulunup başı ucunda, fisebili'llah sebil bina' olundu. merhum kızlar ağası süleyman ağa vaktinde, bu elhac beşir ağa, hazinedar ağa bulunup, süleyman ağa ile bile kıbrıs'a, ba'dehu mısır'a nefy olundukdan sonra medinei münevvere'de şeyhü'lharem olmuşidi. damad ali paşa şehid oldukda, yirmi dokuztarihinde istanbul'agelüp, darü'ssa'ade ağası olup, hüdavendigarı sabık sultan ahmed han'a güzel hizmet eyledi. lakin sadnazam ibrahim paşa vaktinde, pek ilerü atıl madı. lakin aklu rüşd ve hayrhah olmak üzre şöhreti varidi. sultan mahmud han cülusunda, ba'zı kelimatı vakı'a mutabık ve tedbiri isabet etmekle. padişah emri cüz'i ve küllide kendüye müraca'at etmekle zimamı devlet, kabzai tasarrufuna girüp, paşakapısı kurbünde bir cami' ve bir medrese ve bir kitabhane ve bir nakşbendi tekkesi ve iki çeşme ve bir sebil ve bir mekteb ve nişancı mahallesinde, kezalik bir medrese binası gibi hayrata mu vaffak olmuş bir piri sadsal idi. rahmetuuahualeyh. elbetde hail ü akd erbabının gördüğü işlerin ba'zısı güzel vaki' olur ise, ba'zısı kerih olur. la kin acem seferlerinde beş mezheb kavgasında reisü'lküttab olan ragıb efendi, j mezhebi hakk dörtdürjlakin padişahımızın hükmü cari plan kazalarda kadılar, padişah hanefiü'lmezheb olmak hasebile dört mezhebden olanların da'vasını dahi hanefi ictihadı üzre hükm ederler; ca'feri mez hebi dahi tasdik olunsa yine memleketi osmaniye'de hanefi mezhebi cari olur; bu tasdik lafzi murad bir şeydir. bunun içün otuz seneden berü ana dolu harab ve nice yüz bin nüfusı müvahhidin telef ve hazine tehi ve rahat merfu' olduğundan başka devletin nemçe ve moskov gibi düşmanı zuhur etti ve şimdi yine acemancak mezheb kavgası içün sefer açdı. kuru bir kelam içün böyle zaruretde şer'in müsa'adgsi vardır ve zararı amdan zararı hass evladır dedikde, bir dahi bukelamı lisana alma, madama ben hayatda iken mezahibi erba'aya mezhebi batılı hamis ettirmem deyü sa'y edüp ve hulusuna bina'en kıbeli mevte acem ile mezhebsiz sulh müyesser oldu zannı galib. merhum mebrur ve mağfurdur ve başı ucunda su çıkup hazreti halid gibi teşeffuolunacak zata carr olarak medfun olması şahiddir. rahmetullahu aleyh. bu tafsilimiz ibret içündür. devleti aliyye'nin hail ü akd erbabı da'ima salabeti dini terk edüp rahatı taleb etmemek gerek. şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih l bir kerre hasmm meramma, sühuletle def' olunsun deyü müsa'ade olunur ise, devletin mehabeti gider, sonra devlete yazık olur, pek sakmacak işdir. merhumı mezkur elhac ulema evladının sefahatinden zabeşir ağa'nın yerine hazinedar rr: ağa olan beşir ağa darü'ssaade ağası olup, musahibandan bilal ağa hazinedar oldu ve şeyhülislam olan pirizade mehmed sahib efendi, alim ve fazılı binazir, amma oğlu osman molla'yı ıslambop kadısı edüp azl etmişidi. gerçi osman molla pirizade m ehmed sahib ejendi'nin efendi dahi okur yazar ve ma'rifetazu: iü; lakin miras yedi meşreb, günagun sefahetleri şayi' olmağla, ba bası azl ve ikisi birden ka'be'ye irsal olundu ve halkın lisanı kat' olundu ve hayatizade şeyhülislam oldu işgüzar adama ikram olunduğu: ve tersane emini olan tiryaki mehmed efendi, tersane'de muhterik mahzeni evvelkiden ala bina' ve mühimmat ile imla' edüp ve bundan akdem nemçe hududu kat'ına gidüp, uhdesinden geldiği içün ikramen ve zir kethüdası nasb olundu ve defbehçet e fen d. terdar yusuf efendi tersane emini olup, on üç seneden berü defterdar mektubcusu olan acemkılıcı zade behçet mehmed efendi defter dar oldu ve karındaşı ibrahim sarim efendi mektubcu oldu ve mehterbaşı'lıkdan cebecibaşı olan abdullah ağa azl olunup, hünkar kapıcılar kethüdası salih ağa cebecibaşı olşadı m e rk: du ve çuhadarı şehriyari kapıcıbaşılık ve sipah ağalığı ile çıkup, şadı merke uğrayup üç günde vefat eyledi ve şam defterdarı'şam kullarını, koluna alup, mahkeme basmahkeme basanın kati olunduğu: dığı ma'lumı devlet oldukda baferman şam valisi başmı kesdi ve tersane'de mahzeni sürb, ala bina' olunup çöpmahzeni dahi mahzun olmasın deyü, resmi ma'hud üzre b eykoz çeşmesi ve tokat ta'm ir. oldahi müceddeden bina' olundu ve beykoz'da vaki' tokat nam mahap fi'lasi sultan süleyman binası ma'mureiken, mürurı zaman ile harab olmuşidi. emri şehriyari ile sadrıazam haşan paşa müceddeden, hoş tarh ile bina' eyledikdetemaşasma biniş tarikası ile padişah teşrif bu yurdu ve beykoz çeşmesi'nin dahi ta'miri gümrükçü ishak ağa'ya emr olunmağla kargir ve müferrih bina' ile mahalli merkümu ihya eyledi ve sadnazam haşan paşa sarayı hümayun'da salıdivanı'nı edüp, paşakapısı'na geldikde tekrar da'vet ile sarayı hümayun'a götürülüp, silahdar ağa vasıtası ile mühr ahz olunup vezir tiryakı mejmed paşa'mn mühürkethüdası olan tiryaki elhac darlığ. mehmed efendi dahi içeri çağrılup, mühri şerif i'ta olunmağla, so lak ve peykler ile paşakapısı'na gelüp umum hil'atı ilbas eyledi ve haşan paşa balıkhane'ye, ertesi çekdiri ile rodos'a nefy olundu ve sebebi az henüz yeniçeri eşbahları vadisinde ltife: olup, narha ihtimam etmediği içün çokdan azl olunacakidi. amma sultan bayezid'in vezneciler kapısı'na hini sadaretinde çeşme ve mekteb ve sebil binasına şuru' edüp, evkafına müsakkafat olmak içün kurbünde bir han bina' etmek murad eyledi. lakin sultan mahmud han, müceddeden han binası şöyle dursun, ta'mirini dahi ekid ve şedid hattı şerif ile nehi buyurmuşidi. icazet içün rikabda. efendim mekteb ve çeşme yapmak pek sevab dedikleri içün binasına mübaşeret ettim; lakin vazife içün bir han bina'smı münasib gördüler; bina' edecek olduğumda, padişahımızın ya sağı var dediler; allahı seversen ash varmı dedikde. padişah hande edüp, gerçek yasağımız vardır; amma sana izin deyü buyurdukda, zemin bus edüp, kapıdan taşra çıkup, derakab içerü girdi ve tekrar zemin bus edüp, bana han yapmaya izin verdin amma, tamam olunca azl etmezmisin dedikde, tekrar hande edüp, azl etmem buyurmuşidi. ana bina'en azli bu vakta te'hir olundu. gerçi hanın ba'zı kusuru varidi, ancak bina'sı tekmil oldukda azl olundu. hala haşan paşa hanı de yü benamdır. lakin hanı merkümu padişah alup kendi vakfına ilhak bu yurdu. paşayı merküm laübali meşreb ümmi adam olmağla ekseri kelamı galatidi; hatta galatat haşan paşa a la'imi semaviyeden minare küdeyü meşhurdur ve id gecesi lahı yan d ığ. sultan bayezid cami'i minaresi alaimi semaviyeden tutuşup kü lahı tamam yandı ve şevval'in dördünde , galata'da, sandıkcılar'da ve balat'da harikı kebir vakf oldu ve müverrih izzi süleyman efendi küçük evkaf hocası oldu ve şevval'in on ikisinde vezir paşakapısı'nda hünkar'a ziyafet eyledi ve kars seraskeri olan ali paşa kütahya'dan kalkıp sivas'a gideriken. yeğen paşa bozgununa ba'is şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr lh i olan levendat eşkıyasmm reisleri gençli nam levendi şakinin olan gene ali ve küçük oğlan katli ve tedbiri hakimane: mustafa'nın katillerine hatt varid olmuşidi, gelüp ali paşa'ya kapılı oldular. lakin başlarındalevendat kesir olmağla sivas'a varınca mes'furlara paşa mudara ve ikram etti. amma sivas'a varıldıkda, elha'ini ha'if mazmununca' şakiler ordudan hariç konup ihtiraz üzre durdular ve bu sırrı', ıççuhadar'ı olup, bahadır vemu'temedi olmağla mahremi olan abaza mehmed'e, paşa açdıka baza paşa: da, benim anlar ile ülfetim var, hat ta ba'zen ma'ensaydı tuyura gideriz, fırsatını' düşürüp inşaallah' işlerini görürüm deyüp, bir gün mu'temedi olan bahadırlardan on bir kimesneyi bu kaziyyeye agah edüp, sayd bahanesi ile şakilerin çadırlan kurbünden geçeriken mesfuran abaza' yı çadırlarına da'vet ettiklerinde ben şimdi sayda gideceğim, avdetde gelürüm deyicek, bizde giderüz deyüp, on kişi yanma gelürleriken, abaza kendü adamlarınagöreyim sizi, cümlemiz çırağ oluruz deyü gayret verür. vakta ki, mesfurlaryanına gelüp, çadırlarından irağ olduklarında heman aba za, gafilen gene ali'ye kılıç darb edüp, atından yıkdıkda refikleri refiklerine girüp, cümlesini kati ve kellelerini paşa'ya getürdüklerinde, eğer levendat kendü hallerinde olurlar ise günahları afv olunur deyü paşa nida ettir mekle cümlesi ta'iben orduya mülhak olduklarında, ikişer ve üçer bayrak sa'ir paşalara, bunları ali paşa tevzi' edüp, ga'ilei azıme böyle sühuletle def' olunduğu padişaha i'lam olundukda mesrur olup, abaza'yı suahşorı şehriyari edüp, yanında olan yiğitleri dahi paşa meramlarına na'il eyledi. bu abaza mehmed ağa. sene sonra tuğyan eden çapanoğlu'nun üzerine ta'yin olunmağla varup kati edüp, bin kisedenyade malini devlete göndermeğle maktulün iki tuğu' kendüye ihsan olunmuşidi; ta seksen üçsenesi moskov seferinde, hotin kurbünde gazası meşhud oldukda, kendüye üç tuğ i'ta olundu. lakin seksen beş salinde moskov kefe'ye istila' ettikde, mezbur yenikal'a muhafazasma ta'yin olundukda, keyfiyyeti harbe arif olmağla, kal'aya girsem esir olup devleti bednam edeceğim deyüp girmedi ve üç gün sonra, moskov kefe ve kırım'ı ve yenikal'ayı aldıkda abaza mehmed paşa, bir sefineye süvar olup sinob'a çıkmış ve bubdi rakim ü'lhuruf dahi tokat niyabetine piyade kayıklar ile gideriken sinob'a vardığımızda da'vet edüp, beş gün mihman edindikde, bu gene ali maddesinilisanen, bervechi muharrer takrir eyledi. bir salih ve gazi veziridi. hasudlarıfursat bulup, sureti is m ü n ır k t e p e yanda yenikal'aya girmedi deyü padişaha gamz etmelerile' seksen beş cumade'lulasmda , canik muhassılı elhac ali bey mübaşeretile kati olunup, zümrei şüihtişamı mufritden zarar; e tba'ın hedaya ilhak olundu. rahmetullagayri m azbut olmasından zarar. hu aleyh ve şeyhülislam olan hayatizade efendi, gayet ihtişama ma'il olup, da'iresi mazbut olmadığmdan her biri bir işe karışup, naseza ha reket ve kibrü gurur ile sudurı ulemayı tekdir ettiklerinden, kıyl ü kale ba'is oldukda, gerçi hayatizade kurbi sultan ateşi suzan olduğu. efendi seretibba' olmağla, padişapadişah ulemasmdan geçm ediği: hm nabzına aşina olduğu içün, padişah'm muhibbiidi. lakin padi şahlar ulemasınm tekdir olduğunu istemedikleri ecilden, yedi ayda feda edüp, azl ettikde, kethüdası olup, kendü yerine seretibba' oldukdan sonra, mekke ve istanbul payelerini ihraz eden mehmed said efendi'ye, efendi sinin dillendiği sirayet etmekle, hekimbaşılık'dan oldahi azl ve yerine müneccimbaşı olup. bursa kadısı olan ahmed efendi seretibba' oldu. ve sani halil efendi, sermüneccimin ve abdullah efendi sani oldu ve sulh tamam olmağla serasker ali paşa kütahya'ya avdet ve veli paşa anado lu'da eşkıya teftişine me'mur oldukda, bihisab zulm ederek kayseriye'ye geldikde mesane illetinden vefat etşehsuvarzade: muhsinzade ve zati ve karacıklı şahsuvarzade denin za d esi: mustafa bey büyük miri ahur olmuşidi. üç tuğ ile kapdanlık ihsan olundukda başbakı kulu durak bey miri ahur oldu ve sadrı esbak muhsinzade abdullah paşa adana'ya' menfiidi; afv olunup, bender muhafızı oldukda oğlu ve üç tuğlu mehmed paşa'ya mar'aş eyaleti verildi ve niş kal'ası neferatı ulufe vakti ocaklı'nın serhadde fitn esi: geçdi bahanesi ile. yeniçeri ağası ve cebeci ve topcubaşılannı zin dana vaz' edüp, telef edecekleri ma'lum oldukda, yahya paşa, belgrad'dan ma'zulen rumeli mansıbına geliriken, tarafı devletden niş nizamı fermanı hufyeten kendüye vasıl olmağla, niş'e gelüp mübdii fesaddan ba'zısını ahz ve kati ve ba'zısmı habs ve nefy edüp nizam verdi ve zi'lka'de de, diyarı acem'den nazif efendi geldikde, hizmeti makbul olmağ la, huzurı hümayunda samur kürk sulhı sahihi n adir şah. iktisa eyledi. ba'dehu vezir erbabı müşavereyi paşakapısı'na ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i cem' ve sulhnameleri kıra'et ve sufiye zamanında peyda olan rafz ve'lhadi, nadir şah bi'lkülliyye terk ve ehli sünnet mezhebine duhul et mekle, meşhed'in ziyaretine mani' olunmıya deyü akdi sulh ettiğini nazif efendi on ayda varup gelüp takrir eylediği pesend olunup bu nadir şah sinini vafireden berii bu mezheb da'vasmdaiken terki husumet edüp, uhuvvet etmesi hatıra geliir ma'na değilidi. ilhamı rabbani ve inayeti bari deyü hamd ü sena akibinde ayasofya şeyhi'nin ba'de'ddu'a fatiha ile meclise hatime verildiği padişaha telhigioot olundukda memnun olup, hilei n em çe: izharı sürür buyurdu ve bu ey yamda nemçe kıralmdan name geldikde, filan ve filan diyarlarmın' kiralıyım, hatta kudüsi şerif kiralı yım deyü yazdığım vezir görüp, bu ne guna kelamdır ve bundan murad ne dir deyü kağıdı elçisine redd edicek, maksudu ve hilesi kargir ' olmıyacak nameyi gerü gönderüp, tebdil ettirüp, müceddeden gelen kağıdı sehv olmuş diyerek, enva' i'tizar ile teslim eyacem den gelen h e dy: ledi. çünki acem'den' hacı han elçilik ile geldikde, dokuz fil ile yüz kise kıymetlü, yüz yirmi sekiz kıt'a elmas ve on aded la'al ve otuz iki zümrüd taşlı bir ciga ve seksen yedi kise kıymetli fülad tığlı elmas ve yakut ve zümrüd ile müzeyyen bir cündehir ya'ni hançer ve yüz yirmi kise kıymetli bir kılıç ve elli dört kise kıymetli diğer elmas yüzük ve yüz yirmi kise kıymetli diğer elmas yüzük ve beş kise kıymetli bir sarı yakut yü zük ve sekiz kise kıymetli' diğer sarı yakut yüzük ve altı buçuk kise kıy metli iki kıt'a mai yakut yüzük ve altmış sekiz kise kıymetli iki kıt'a la'ap yüzük ve bir kise kıymeth yakadir yazümış bir zümrüd yüzük ve iki' kise kıymetli mücevher kutu ve sekiz buçuk kise kıymetli enva akmişe ki, cem'an'beş yüz yetmiş üç kisebizden acem e giden hediye. lik hediyesi gelmişidi. elbetde bu def'a dahi gelecek elçisi ile bu misillü hediyesi gelür; şimdi bizden gidecek kesriyeli elçi ahmed paşa ile irsal olunacak hedaya tertib ve paşakapısı'nda, arzodası'nda müfti ye sadreyn ve defterdar ve kuyumcubaşı ve bazaristankethüdası ve ehli hibre gelüp kıymet takdir olunan eşya: altmış kise kıymetli yüz altmış elmas ve bir kebir zümrüd taşlu bir sorguç ve yüz yirmi kisetuti burunu bir kılıç ve altmış kise kıymetli, otuz' altı elmas ve sekiz yüz on sagir elmas ile al tı aded düğmelü ve altun çaprastlu incu püsküllü, beyaz istanbul dibasınia kaplu bir sırt samur kürk ve on iki kise kıymetli bir mücevher kutu ve altı kise kıymetli bir mücevher zarf ve yirmi altı kise kıymetli üç aded koyun sa'ati ve dört kise kıymetli iki gözlük ve on bir kise kıymetli on aded dürbin ve on kise kıymetli bir çekmece' ve üç kise kıymetli dört tüfenk ve otuz kise kıymetli bir tüfenk ve yirmi beş kise kıymetli bir çift piştov ve dört kise kıymetli bir at sorgucu ve yüz kırk kise kıymetli bir kemeri mücevher rahti ve yedi kise kıymetli bir rişme ve on iki kise kıymetli bir gaddara ve üç kise kıymetli bir rikab ve sekiz kise kıymetli bir eğer ve yirmi kise kıy metli bir zinpuş ve iki kise kıymetli bir yapuk ve üç yüz elli kuruşluk bir dizgin ve beş kise kıymetli on tob diba ve beş kise kıymetli on donluk üstüfe ve bir buçuk kise kıymetli on donluk venedik dibası ve iki buçuk kise kıymetli on donluk dimi diba ve iki buçuk kise kıymetli taraklu diba ve bir buçuk kise kıymetli on donluk şükufeli diba ve iki buçuk kise kıymetli on donluk telçekmeve altı yüz kuruş kıymetli elvan şalı ve sof ve altı yüz kuruşluk' sof ve yediyüz kuruşluk mevceli' sof ve bin sekiz yüz kuruşluk kadife yasdık ve altı kise kıymetli yirmi şam kesmesi ve bir kisekıymetli on aded sakızkari seccade ve bir kise kıymetli on aded uşak seccade ve sekiz buçuk kise kıymetli kırk tane samur ve dört buçuk kise kıymetli üç postu çuha ve beş buçuk kise kıymetli üç postu saye çuha ve doksan re's at ki, cem'an sekiz yüz altmış kiselik hekırım hanı'mn hastane'ye geldiğidiye oldu ve bu esnada kırım nin tafasıW: hanı selim giray, hastane'ye gelüriken davud paşa sarayı'nda ye meklik içün alaya, vüzera ve defterdar ve hacegan ve kapıcıbaşılar ve zü'ama ve sipah ve silahdar ocakları ve yeniçeri ve cebeci ve topçu ve arabacı ağalan ve neferleri geceden harici sur'da amade ve sadrıazam da hi seheri çıkup, varup salatı subhı davudpaşa'da eda' edüp, han geliriken, vezir kethüdası ile çavuşbaşı istikbal ve saray'ın harici babında, vezir at üzerinde istikbal ve nüzul ve ba'de'tta'am tarafı sadnazamiden al çuhaya kaplu samur kürk arz olundukda telebbüs eyleyüp, yine vezirden, ağır ke mer rahtlu ata han süvar olup, sol canibinde sadrıazam heminan alay ile davudpaşa'dan surı istanbul'a gelince iki geçelü safbeste olan ocakluya arzı selam ederek, kal'aya dahil olup, aheste divanyolu ile paşakapısı'na gelinüp istirahat olundukda han hazretleri ile bile gelen mes'ud giray sultanve kazaskerine ve hazinedarbaşısı ile şirin beylerine samur kürkler ve etba'ından gediklülerinden on dört kişiye tilkiboğazı ve sincab ilbas olu nup tekrar vezir kethüdası yedile yeşil çuha samur kürk han hazretlerine verildikden sonra umumen ricali devlet ve vezirin takımı ile han, bağçefonna: şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih l kapısı'nda mehmed kethüda sarayı'na isal olunup, üçüncü gün yine han, paşa kapısı'na götürülüp, vezir ile ma'en sarayı hümayun'da, huzurı padişahiye varup takbili kuşei daman ettiklerinde ihrama ku'uda ikisine bile ruhsat verilüp, hoş geldiniz deyü ba'zı sohbeti mülukane ve darü'ssa'ade ağası yedile ibtida' han'a, sonra vezir'e serasere kaplu bir sa mur kürk ilbas, ba'dehu padişah belinden hançeri çıkarup, vezir yedile han'm miyanma bend ve yine darü'ssa'ade ağası yedile bir mücevher sa'at ve iki kise dolu altun in'am olunup taşra çıkdıklarında revanodası'nda, tatlı ve kahve ve on iki kise kıymetli bir mücevher kutu verilüp, ihzar olu nan mükemmel ata ortakapı'da süvar olup, yine vezir ile paşakapısı'na geldiklerinde, vezir kapıya girüp, han vezir takımile konağına gitti ve iki gün sonra vezir han ziyaretine vardı. ertesi müfti efendi, dahi ertesi sadreyn varup ziyaret ettiler; dahi er tesi ulemadan ve ricalden me'zun olanlar ziyaret eyledi. sene. mürurı sefiri iran elhac ahm ed paşa beüsküdar ve nüzuli kalyon ber bahri ez tersaneve irtihali kutbü'larifm eşşeyh esseyyid' nureddin şeyhi hanikahı koca mustafa paşa. tarihi vefa. emri hali oldu neyliye kendüye. tarihi v e fa. göçdü tevhid ile nureddin kutbı vasılin. tarihi d iğ er: savtı i 'la ile tezkir eyle tarihin'onecib, göçdü mülki adne nureddin kutbü'larifin. tarihi d iğ er: sa'ida söyledim lahuta sırr oldukda tarihin, cihanın kutbu nureddin efen di binişan oldu. ve binai kasrı hümayunı meyaminmümun der sarayı beşiktaş ber bistu dü sutun ıcad şudeni padişahı simtaht der yalıköşkü ve maktulii nadir şah şahı'iran der came hab bedesti ümerai o der menzili kocan der kurbi m eşhed beorduyı o, der cumade'lahire ve vürudı serhayi maktu'ai ümerai m ısır bedesti valii m ısır ragıb paşa ve vefatı şeyhülislamı sabık h ayatizade m ehmed emin efendi der şam ve te'kidi yasağı hamr ve vefatı valii bağdad ahm ed paşa ve ihsanı vezaret bekethüdai asafi yeğenli ağa ve miri miran zaralızade m ehmed paşa der s iva. çünki senei sabık avahirinde hastane'ye geldiği tahrir olunmuşidi. hastane'ye geldiğinin on üçüncü günü tatar h an: vezir paşakapısı'nda han hazret lerine ziyafet ve bir gün bir gece kesbi safa edüp, hitammda bir samur kürk ve bir mücevher bıçak ve bin zeri mahbub ve etba'ma altın' sa'atler ve çuha ve surralar verildi ve üç gün sonra tatar hanı şeyhülislam ziyaretine vardı. dahi ertesi tersane'de kapdan paşa han hazretlerine ziyafet'eyledi. dahi ertesi kezalik yeni çeri ağası ziyafet eyledi'tuhaf ve hedaya verildi. ba'dehu vezir ket hüdası, ba'dehu defterdar, ba'dehu darbhane emini sadık ağa'dan ziya fet bedeli bin kuruş ile birer mükemmel at verdiler. dahi ertesi han, vezirisakin olduğu konağa da'vet edüp, nısfü'lleyle dek safa ve sohbet ettikden sonra vezir paşakapısı'na geldi ve beş gün sonra, han paşakapısı'na getirilüp, ba'de'zzuhr vezir ile heminan sarayı hümayun'a ve huzurı hümayuna müsul olduklarında, tarafı padişahiden bir samur kalpak ve iki sorguç ve kırmızı kadife kapaniçe ta'bir olunur sırma çaprastlu kürk ilbas olunup, bir mücevher kılıç ve bir murassa' tirkeş ve bir sandık ile altmış kise akçei'ta olunup, yanında olanlara dahi ataya ve hil'atlar ve sultan ile kazaskerine dışarıda beyaz tilki kürk ilbas olundu ve bu han hazretleri ne ikramda ziyade kasd olunmağla, tersane'de bu eyyamda kalyon inecek oldukda adet üzre padişah ve vezir ve şeyhülislam geldiklerinde hanı mü şarünileyh dahi da'vet olunup vezir ile temaşa eyledi ve nüzuli kalyon dan sonra kıbeli padişahiden sadrıazam ve şeyhülislam'a ve kapdan paşa'ya kürkler ilbas olundukta han hazretlerine dahi ilbas olundu. ve'lhasıl han astane'de kırk döxt gün meksden sonra, icazet verilüp, istikba linde tastır olunduğu vech üzre davudpaşa'da yemeklik ve teşyi' içün ziya fet olundukta savbı padişahiden kapıcılar kethüdası yediyle iki bin altın tatar han'ın astane'den gittiği. vezir kethüdası yedile bir savefatı koca mustafa paşa şeymur kürk ve bir mükemmel at he: diye olundu. ve rahi ol dukta vezir dahi davudpaşa'dan süvar olup, han hazretlerini bir mikdar teşyi' edüp, avdet ve veda' eyledi ve kocamustafapaşa şeyhi kutbü'larifin esseyyid eşşeyh nureddin efendi hazretleri vedai alemi fani etmekle tahtı revanı tabuta süvar olup, sultan mehmed cami'i müsallasma geldikde, cümle ulema ve ricali devlet, hatta sadrıazam ve şeyhülislam efendi salatı cenazesine hazır olup, yine kocamustafabaşa tekkesi kurbünde vaki' medfeni ebrar olan meşhede defn olundu ve yerine kebir oğlu kutbüddin efendi hazretleri ku'ud etti. kutbüddin dahi hali şebabmdan berü izharı keramata cür'et eder merdi bermuraddır' hatta te'siri sabr: hali şebabında horhor nam çeş meden su talebinde oldukda bir at sakkası kovasını doldururimiş. mani' oldun deyü sakka şabbı mümaileyhe şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih t bir sille vurdukta müşarünileyh sükut edüp, tahriki femm dahi etmez; akibinde at sakkaya bir çifte vurup sakkanın helak olduğunu görüp, pederi merhuma nakl ettikde, niçün bir a cem 'e devletden elçi gittiği: kerre tazallüm' yahud ah etme din; zira sabr u inkisar hasmı böyle helak eder; amma ah dahi bu te'siri kat' ederidi deyü irşad buyurdu ve acem'den gelen elçi nazif efendi' anadolu muhasebeciliği ile ikram olundu ve tekrar büyük elçi nasb olunan kesriyeli ahmed paşa huzurı hü mayuna varup, yedi padişahiden nameyi kabz edüp, müzeyyen alay ile alayköşkü tahtmdan üsküdar'a im zayi padişahp: güzar edüp, haleb yolundan bağdad'a gitti. verilen namede olan imzayi padişahi: ju jj ji: ju luıl; üli' jualıı ıjl ju. c s ıjlJaJuJı jj. imzayi diğer; j lj Jl j t jaJı jlil. ju. jllcJlm tJrl jlijuall im zayi sadnazam;. jJf j iljc d iğer: i imzayi şeyhülislam; a ll olul ; lduui; JJ. u j j nakşi m ühri nadir şah:, ja ' şah hüseyin safavi'yi' zikri sebk ettiği üzere afgan, isfahan'da muhasara ettikde oğlu mirza safi nam şehzadesi devleti aliyye'ye iltica' etmişidi. kaidei devletden, devlete iltica' edenleri redd etmeyüp ikram etmek ohnağla müstevfi ta'yinat ile kah astane, kah sa'ir biladda tatyib olunuriken yüz ellibeştarihinde hekimbaşı zade ali paşa sadaretinde hastane'ye getirilüp, şahhk' ünvanı ile ve debdebe ve darat ile erzurum havalisine' irsal olunmuşidi. lakin nadir şah ile emri müsalaha itmam olundukda, şehzadei mezbur sulha infi'al edüp, nahemvar harekete mübaderet etmekle. nadir şah'm hatırı içün samsun kal'asına a kibi suihda devlete iltica edenlevaz' olundu. acem hanlarmdan rin fe laketi: kezalik devlete iltica' eden mirza sam dahi sulha' infi'alinden firar ederiken tokat havausinde ahz ve sinop kal'asma ba'de'lvaz' ikisi'birden rodos ceziresine nefy olundu ve yirmisekiz çelebizade sa'id efendi vezir kethüdası olmuşidi. vezir ile ünsiyyet edemediğinden azl ve defteremini nasb olunup, yerine çavuşbaşı abdi ağa kethüda bey oldu ve şehid mühürdarı mustafa beşiktaş sarayı'na mermer direkli ağa dahi çavuşbaşı nasb olundu köşkün bina olunduğu: ve haremeyn muhasebecisi'ali efendi mübaşeretile yirmi iki sü tün üzerine mebni beşiktaş sarayı'na derya üzerine bir mısır hazinesi sarf gdüpi'Jbir kargir köşk inşası residei hitam buldu. hakk budur ki, padi şah sahilseraları ve kasırları buna nisbet kasır ve bakusurdur ve yalıköşkü dahi ta'mir olunup simden müceddeden bir tahtı hüsrevani rihte kıhnup 'vaz' olunmuştur ki, on dört bin dirhem simi hahsdendir', kezalik hırkai şerife odası'na bir taht ile bir sim sandık inşa' olundu ki, yetmiş sekiz bin dirhem simi azli tiryaki vezir. halisdendir ve bir seneden berü sadrıazam' olan tiryaki elhac mehmed paşa şa'ban'm on yedisinde beşiktaş sarayı'na rikaba da'vet ile şeyhülislam es'ad efendi ilebile vardıklarında vezir suffada tevkif olunup, mühür istirdat ve bostancıbaşı sandalı ile balıkhane'ye irsal olundu. meğer on iki gün mukaddem aydın muhassüı eğriboyun' abdullah paşa' hufyeten hattı şerif ile mühre da'vet olundukda tebdil olup, mübaşir olan haseki ile menzile süvar ve mudanya'ya gelüp, bir ka yık ile fenerbağçesi'ne geldiklerini darü'ssa'ade ağası'na büdirdüklerinde akşam zalammda getirdilüp, beşiktaş'da canibi sarayı'na iskan olunmuşimiş. sabah olup, şimdi mühür istirdad olundukda, abdullah paşa huzurı hümayuna getirilüp, mühür teslim olunduktan sonra, şeyhülislam üe yalıköşkü'ne andan sarayı hümayun'a dahil olup, rikabmda solak ve peykler ile babı hümayun'dan huruç edüp, paşakapısı'na vasıl oldukda umum hil'atini ilbas edüp, selefini çekdiri ile rodos'a nefy eyledi. ma'zuli merküm kable'ssadaret me'mur olduğu her hususda muvaffak oluriken sadra nail ol dukda gazub olup, herkesi tekdir ettiğinden başka beygire gazab edüp, kü rek deyicek beygirin küreği değirmendir deyü değirmene koşturmak gibi elsinei nasda'gazabı şayi' olmuşidi. gazab sui hulkdan olmağla tiz azli ne ba'is oldu. mezbur elhac mehmed paşa ivaz' odabaşı nam kimesnenin islambol'datevellüd etmiş oğlu olup, yüz kırk dokuz ta rihinde ağakapısı yazıcılığmdan' başyazıcı oldukda' padişah huzu runa götürüp, orduya vardıkda, göreyim seni ulufeyi zayi' etme ve zald esameleri bulup ulufesini verme deyü tenbihlerine bina'en orduya vardıkda ulufeden hazineye bin iki yüz kise sa'yi miri eyledi. amma ocak bezirgaş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i m olan david yahudi iğzab oldu. zira bu ziyadeniu bir kaç yüz kisesi kendüye aid olacakimiş; hemen mezburu yazıcılıkdan' çıkardup, suhmzır nam rezil mahal ağalığma'irsal olunuriken vezir kethüdası osman ket hüda duyup va'di padişahı muktezasınca bu adama ikranı olunacak iken böyle ba'id mahalle sürmek ne demek deyüp, kalafatını alup süvari mükabeleciliği ile manszb ve kafesi destar geydirüp haceganı divaniye'den eyle di. giderek tersane emini ve vezir kethüdası oldukda, yine yahudi sarraflık'hizmetinde oluridi. ocak bezirganı nam yahudinin aralıkda, çıfıd filan zaman sen bakü. na ettiğin gadri bililrmisin, ahdim olsun vezir olurisem seni kati ede yim dedikçe, heman sen vezir ol da beni kati eyle, amma ben tiryakide ve zir görmedim deyü zımnen istihza etmiş. feyyazda neci yok isti'dadı sebe bine, huzurı hümayuna varup mührü aldıkda bu vak'ayı padişaha söyleyüp sa'ir ocakluya ettiği hakareti dahi tafsil ve gayreti islamiyeyi tahrik edüp, büyük miri ahur'u katline me'mur ettirdi ve mührü alup şeyhülis lam ile bile kapı'ya gelüp arzodası'nda sohbet ederleriken, bezirgan paşa'nın emektar ve sarrafı olmak takribi ile maceradan gafil ve oda kapısi taşrasından şeyhülislam'm gitmesine muntazır ki, varup tebriki vezaret ile damenbus ide, henüz şeyhülislam gitmeden miri ahur şahsuvarzade gelüp, mesfur david'i kapı dibinde görücek, bir sille vurup, bostancıbaşı habsine götürdü ve akşam vakti boğulup deryaya ilka olundu. hakk budur ki, temam siyaset edüp, sa'ir ta'ifei yahuddan ve rum keferelerinden, bahusus ermeni müşriklerinden olan istanbul sarraflarmdan muhtac olan kibar ve sigara cefa ve tahkir ve müslümanlann irtidadma ba'is olanları tahvif ve gayret eyledi. emekdanm deyü hazm etmeyüp gayreti diniyeyi icra ile ecri cezil kesb eyledi. garabet bunda ki, mühür den azlinden sonra valilik ile bağdad'a vardıkda maktulün akrabasından moşa nam yahud'dahi bağdad ocaklısını kabzasına alup, cümlesini kendüye muhtaç etmişimiş; vardıkda anı dahi salb eylemek gibi dini mübine hiz met eyledi. ancak hini sadaretinde es'ad efendi gibi hayırhahı devlet sadrı rum bulunup ilm ü fazlı bahiriken i'lamım yırtmak ile beynlerinde bürudet hasıla olmuşidi. cedid vezirin azli müvahhiş ve bürudetten fesad hasıl olacağı münfehim olmağla bica es'ad efendi azl olundu. lakin padişahı dilagah hayırhahı devletin tenkil olunmasına riza göstermeyüp, barıştırmak içün es'ad efendi'yi şeyhülislam nasb buyurdu. lakin vezirin sadrı rum'luğunu hazm etmediği adamı habersiz şeyhülislam nasb etmekden vezire infi'al hasd olduğı devletin ma'lumu olucak, elbetde ve m ü n ır k t e p e kili mutlakın infi'ali bir bed netice verür cfenilüp, mühri şerif nez' olundu. ve marü'zzikr nemçe çasarı tafsili ahvali nemçe: karlovişv yüz eui üçsalinde bila veledi zükur halik oldukda, kızı maria terezia macar ve çek kraliçesi olup, imparatorluk içün olzamandan berii hersekler mabeyninde niza' mevcudidi. şimdi impara torluğu kıraüçenin zevci ve toşkana yani dükası olan françesko'da karar etmekle, kapıkethümü'ebbed sulh: dasına elçilik rütbesile name gönderüp, te'kidi sulh ricası ile mü'ebbed sulh olunmak rica etmiş. lakin mü'ebbed sulh ' meşru' olmamağla, mümted suüı deyü name tahriri ile tatyib olundu ve françesko dahi alikorna'ya esir olmuş müslümanlardan yüz sekiz müslime birer al çuka nimten ve dörder kuruş hardık verüp, bahren hastane'ye irsal et miş; geldikte paşakapısı'na ba'dehu sarayı hümayun'a götürü lüp manzurı hümayun olduklarında üç kise in'amı hümayun ve iki kise sadrıazamdan ve iki kise darü'shelaki şahıcemnadir şh: sa'ade ağası'ndan ve iki kise vezir kethüdası'ndan i'ta olunmağla mecmu'u dokuz kise, mecmu'una taksim olundu ve nadir şah hind'de iken karındaşı ibrahim, dağıstanlı ile cengde helak olduğuna bina'en nadir şah hind'den geldikde karındaşının intikamı kasdı ile dağıstanlı yani lezkiler ile cengde birkaç kerre mağlub olup, ali osman ile dahi ceng ederiken taf sili mürur ettiği üzre sulh olduktan sonra kızılbaşlar'a rağbet etmeyüp, afganiyan ve özbek'den asakiri vaerkanı devlete sui kasddan şahfire cem' edüp, ricali devletinilara za ra. i'dama bahanecu olduğunu erkanı devleti iz'an etmekle erkanı devletindenrevan hanı ita'atinden huruc edicek üzerine askeri azim irsal edüp, revan'ı muhasara' esnasında yine erkanı devletinden gen ce hanı dahi isyan ve tiflis hanı ita'atdan çıkup, tebriz hanı dahi tuğyan etti. haberleri kendüye vürud ettikde anların daii üzerlerine leşker tedariki kaydında oldukda, kah hind gibi diyarı ba'ide, kah ali osman gibi kuv vetli devlete, kah lezki'ye yirmi seneden berü devri da'im seferlerden nas aciz olup, osmanlı ile suuıa ferahlanup, şimdiden sonra istirahat ümidindeleriken kendünün sui kasdından münşe'ab valilerinin tuğyanını def içün dahi esfarı adide peyda olduğundan' canlarından bizar olup ve ga'ileleri bertaraf ettikde, bizi dahi telef eder deyü mukarribanı ve vüzerası ve vü se m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı kelası havfe tabi' ve zevaline müterakkibleriken içlerinden şah'ın tophane nazın emir han ve kürd mehmed ve hüseyin han dahi isyan ve birer mahalle tahassün ve kıtale' amade olduklarında şahın karındaşı maktuli mezbur ibrahim'in oğlu ali kulu han dahi karib mahallerde otuz bin asker ile isyan ettikde şahın devletinde ihtilaf zuhur ve hercümerc süratleri mümayan olıcak, ve şahın mu'temedlerinden ve ordusunun nıukarriblerinden keşekci koca bey ve cezayirbaşı sahh bey fırsattır deyüp, nadir şah telef olunur ise mezbur ali kulu han şah olmak üzere mahfi mu'ahede ve karar ve şahın i'damına fırsatcu oldular. vaktaki şah kendüye isyan edenlerin kahırlan içün ordusu ile meşhed'den kalkup, cıvarında kocan nam menzile varup, oğulları nasrullah mirza ve riza kulu mirza ve imam kulu mirza ve oğlunun oğlu şahruh mirza'yı haremi ile külat gecesi keşekcibaşı ve cezayirbeyi mu'tad üzere şahın çadırını muhafaza suretinde ihata ve şah firaşında yatariken kattali mürrnihad kızılbaşlardan on sürhseri şah haymesine idhan idhal eylediklerinde girüp mecruh edüp başını kesdiler ve sorgucu ile cümle mücevheratını namzed olan mezkur ali kulu han'a irsal eylediklerinde afganiyan firar ve kızılbaşlar hazine ve cebehanesini zabt ve ali kulu han'a isal edüp, mollabaşı'smı ve mu'abbiriolan nazar ah han'ı kaçırup, baki şah haremini dahi mühürdarı ile gönderdiler. amma iran'ın her canibinde ihtilal zuhur edüp, hanlar biribirlerie' mukatele edüp, tava'ifi müluk oldu. bundan mukaddemce devletden elçilik ile giden kesriyeli v ahmed paşa hemedan'a varup, henüz şaha buluşmadan bu kavga çıkıcak, eşkıya kesriyeli hemedan'dan çıktıkda yağ ma edelim deyü bekledikleri elçinin ma'lumu olmağla, dışara çıkamaziken şehri hemedan'da dahi ihtilal peyda olucak, durmaya mecal kalmayup hemen gönülbirhği ile çıkup, bin zahmet ile bağdad'a selamet gel di ve götürdüğü hediyeyi geri getürdü ve bakalum şah kim olur ise hediye ona verilür dedi. lakin belli bir şah peyda olunmamağla hediyye ba'de'zzaman hastane'ye irsal olundu. garabet bunda ki, bu hediyye devleti osmani ye'de kaldığından gayri şahın elçisinin bağdad'a getürdüğü tahtı tavus ve ib rişim tınabil hayme dahi bağda'da meks olunmuşidi. sene sonra, sultan mustafa asrında hastane'ye götürüldü. ibret alınacak iştir. dev letin hediyyesi devletde kaldığından ma'ada acem'in hediyesi devlete gelmek ve'sselam. bu nadir şah kırk iki tarihinde şahlık ünvanını kesb edüp, iş bu altmışsahnde helak oldu. mm ü n ir k t e p e müddeti saltanatı on sekiz senedir. devleti nadiriye'nin dahi müd deti bu icadar. zira zuhuru içendi ile olduğu gibi inkırazı kendi iledir. bu nadir şah, tafsili tarihinde şerh olunduğu'üzere türkmen ta'ifesinden akali nas zuhur edüp tedric ile tedbir ile şahı cihan olup, iran devleti'nin sahih leri olan ali safaviye la'b ü lehve ma'il olup sefere hazeri tercih ederek, gaf letle devletlerini ra'iyyelerinden afgan münkariz kılup, şahlan ile şehzade lerini ve ocaklısı ile ulemasını ve erkanı devletini esir etmişiken, bu nadir ali tedbir ile şah olup, şah olan afganiyan'ı müzmahil eyledi. saniyen, ali osman'ın ta'arruz eylediği yerleri nez' eyledi. salisen, hind'i berbad edüp, cihangirlik sevdasında olmuşidi ve hazinesini şu rütbe ta'mir etti ki malamal ettikden sonra fazlasından bağdad'a karib hazreti ah meşhedi şerifine bir cami' bina edüp, kubbesinin kurşununu altundan edüp, iki minaresini esasından balasına varınca altun kapladı ve cami'in kapısının üst eşi ği hizasında dairenmedar, kurşun mahalline varmca altun kaplayup ', derunı cami'i altundan kıymetli ziynetle duvarlarını tezyin eylemek gibi izharı şevket ve azemet bir padişahm muktedir olamadığı kan fi'ile getir miştir. akıbetinde ricali devletini bizar etmekle ni'met perverleri ehnde, came habında maktulen telef olmuşmısır beylerbeyi'nin ktli: tur. ve mısır'da katamışluyüas ta'ifesinin reisi ibrahim bey mı sır'a istila edüp, devletin hazinesi ile haremeyni muhteremeyn'in galahni ve sa'ir iradı mısriyye'yi ekleylediğini mısır valisi ragıb paşa hufyeten devlete tahrir edüp, devletden katillerine hattı şerif getirtdikden sonra fursatcu olup, mezbura müdara ve iğfal edüp, paşa kendi tarafında olan üme ra ile ittifak ettikden sonra katamışlu'dan divan'a gelen emirü'lhac hahi bey ve defterdar dimyati ali bey ve pulad ömer bey ve hazine beyi ço lak mehmed bey ki, mukaddema osman bey vak'asında erbaşıidi, osman bey firarmdan berü alamayeşa' mısır'ı fesad ile tasarruf ederleridi. vakta ki, mu'tad üzere mesfurun divan'a geldiklerinde paşa mu'inleri olan beyler ile mesfuruna hücum ettikde hahi bey ile ömer bey kati olunup. defterdar ile çolak mecruhen firar eylediler. lakin ta'cib olunup anlar dahi kati olunduğu andapaşa heman garb ocağı'nı zabt ve paşa'ya tabi' olan beyler, yeniçeri ocağı'nı zabt ettikden sonra katamışlu'dan divan'a gelmeyenler ibrahim bey ve küçük ömer bey ve süleyman bey ve haşan bey cümlesi eşkıya cem'edüp, ibrahim bey sarayı'na tecemmu' ve toplar vaz'ı ile tahassun ettiler. amma paşa koluna aldığı ocaklu ile beyleri üzer lerine irsal edüp, yedi ocakdan müceddeden üç bin adam tahrir ve bahşiş leri verilüp, ibrahim bey'in konağını muhasara ettiklerinde, zikr olan dört şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i nefer şaki beyler firar etmekle fitümerai m ısır'ın seri m aktu'lane teskin oldu ve maktuuerin re'si babı hümayuna vaz' olundumaktu'ı, dört beyin kellesi astane'ğu: ye geldikde babı hümayun'a vaz' olundu. ve fetvadan ma'zul hayatizade efendi şam'da vefat eyledi ve şevval'in dokuzunda menasıb tevcihatı oldu ve hamre ve meyhanelere yasağ oldu ve teşrifatüik ile beylikçilik mansıbmı cem' eden naili abdullah efendi reis oldu ve dört seneden beril reis olan tavukçubaşı mustafa efendi azl olundu. lakin ma'zulin hakkmda kıyl ü kal olmağla, damadı olup maliye tezkirecisi olan ebubekir efendi ile edirne'ye nefy olunup iki ay mürurunda ıt lak olundu; ya'ni mümaileyh akil ve reşid ve kamil ve sadık ve fazıl olmağ la padişahm mahabbet ettiğini hüssadhazm etmeyüp, avam lisanına aracif koydurmuşlaridi. padişah tasbağdad valisi ahm ed paşa v e fa tı: hih edüp, ıtlak olundu ve zi'lka'de 'da bağdad valisi ah med paşa vefat eyledi. devleti osmaniye'nin azam vüzerasından idi. da'ire ve tedbir ve etba'ı ve şeca'ati kesir böyle bir vezir yüz yüda bir ancak zuhur eder. rahmetullahualeyh. hatta arslan kati ettiği meşhurdur; ya'ni bir gün sayda gideriken şu semtde arslan var denildikde havf etmeyüp, üç adam ile ol semte sürdükde, arslan gelüp atının sağrısından çeküp koyverdikde, at başı üstüne düşünce, paşa inüp arslanı'kucakladıkda refikleri arslanı hışt ile vurduklarında, arslan kollarını gevşedicek, hemen belinden han çeri çeküp arslanm karnmı yarup helak etmiştir'nadir şah ile muhavere ve muharebesi kerrat ile zuhur ettiği, mevkı'inde tahrir olunmuştur. nihayet hasmı olan nadir şah'ın helakini ba'de'lmüşahede darü'sselama rihlet eyledi. yerine diyarıbekir valisi sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa bağdad valisi olup i, kezalik sadrı esbak haşan paşa diyarıbekir valisi oldu. kezalik sadrı esbak yekçeşm' mehmed paşa içil mansıbı ile bekam ol du. kezalik sadrı esbak tiryaki mehmed paşa hanya muhafızı oldu ve iki tuğlu zaralızade mehmed paşa'ya üç tuğ ile sivas verildi. a kdi nikahı zübeyde sultan bnt. hm ed han basüleyman paşa ve zifafı ve elçi şudeni hattı efendi bediyarı nemçe. ve vefatı imamı mahallei bıçakçı der istanbul abdullah efendi ez mazmnai kiram ve imamı evveli sultani sarmısakçızade mustafa efendi. esir şudeni çekdi riyi mustafa bey ez ümerai tersanei amire bagadri üserai o ve amedeni elçiyi şahıcem li kulu şah ve fitnei bağdad ve vefatı m irzazade n eyli ahm ed efendi sadrı rumı sabık ve amedeni hedaya ezcezayir ve ta'mıri sarayı beşiktaş ez sahilsarayı hümayun ve vali şudeni sü leyman paşa bebağdad ve fitnei ekrad der istanbul der bazarı kehle ve vefatı şeyhülislamı sabık akm ahm ud zade esseyyid zeynelabidin ve inkisafı küllii şems der temmuz der receb ve inhisafı kam er der şa'ban ve fitnei m ısır baragıb paşa ve kadii kostantiniyyeşudeni ismail asimefendi ve vefatı sadrı sabık esseyyid haşan paşa der diyarıbekir. muharrem'in beşinde hüdavendigarı sabık sultaa ah med han'ın bakire kerimelerinden zübeyde sultan'ın izdivaç vakti gelmeğle, emmisi olup, şehinşahı alem a kdi nikahı zübeyde s u ltan: olan sultan mahmud han haz retleri edirne bostancıbaşılığı'ndan üç tuğa na'il olan süleyman paşa'ya muradı hümayunları ta'alluk et mekle, vezir kethüdası yusuf ağa sağdıç olup, tabla tabla meyveler ve şükufeler ve yirmi nahi ve şeker bağçeleri ve gümüş nahi piyade vezir ağaları ile ve sim tebsilerde mücevherat ve akmişe ve altı bin kuruş kiseleri d alay ile götürüp darü'ssa'ade ağası'na teslim ve mahalline isal olunup, yine yevmi mezburda tarafeynden vekil üe müftii enam akdini kah eyledi. lakin süleyman paşa nu'man pşa: anadolu valisi bulunup kable'zzifaf vefat etmekle, iş bu sene ahi rinde hünkar kapıcılar kethüdası nu'man bey'e selanik mansıbı ile üç tuğ verilüp, tekrar bakirei mahlule ana akd ve sabıkı misiuu nişan ve nüküd geldi ve ayasofya kurbünde vaki' sultansarayı sultanı müşarü'nileyhaya inayet buyrulmağla beytü'zzifaf kınemçe ta fsili: imdi. ve zikri bir kaç kerre sebk ettiği üzre nemçe çarı altıncı karloviş bilaveled üftadei haki tengnayi megaki kubur oldukda, nemçe devletinin dokuz aded hersekleri ittifakı ile maritere nam kızını mülki mevrusları olmak üzere macar memleketine çasariçe, lakin roma imparatorluğu maddesinde her biri müşettetü'lkavi olup ba'zı hersek'e fransız dahi i'anet ve ba'zısına ingiliz imdad etmekle fran sız ile ingiliz beynine adavet ve ceng ve harb vukü' buldu. lakin çasariçe'nin zevci ve toşkana memleketinin dükası olan françesko zevcesi talebi ile ve ali osman'm i'anesile imparator oldukda ali osşe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i ı maa ile sulhun ber karar olması içün balyosuna orta elçilik payesi gönderüp, imparator ünvanı ile taleb eynemçe'ye elçi gittiği: lediği name verilmişidi. bu def'a kendü şanı içün devleti aliyye'den elçi ba's olunmak rica etmekle, mevkufati hattı mustafa efendi nişancılık payesi ile irsal olundu ve tamam senesinde yine hastane'ye gelüp şöyle tak rir ettiki, astane'den elli iki günde belgrad'a vardığımda, nazarta bekletmeyüp tuna ortasından istikbale gelenler bizi alup, muhac'a vardıkda üç ayaklı kaz gördüm. andan istonibelgrad'a, andan yanık'a, andan peç'e iki sa'at karib mahalle varıldıkta, beş gün meks ve belgrad'dan' kırk yedinci günü azim alay ile peç'e dahil olduk ve iç kal'adan geçüp varoşuna nüzul et tik ve bir kaç gün sonra, başvekü'e götürdüklerinde, başvekil bizi görücek iskemlesinden kıyam ve bir kaç hatve ilerü geldi ve etba'ımızdan odaya üerü dahil olanlara ben selam verdim ve bir iskemleye bizi ku'ud ettirüp, tatlı ve kahveden sonra hanemize geldik ve bir kaç gün sonra çasar'dan gelen altı beygirli hantoya süvarolup, on nefer etba'ımla çasar odasına girüp, üç mahalde namei hümayunu takıbil ve çasar ka'imen durduğu suffa kenarı na varup, nameyi sunduğumda, çasar eli ile alup ta'zim ettikde, ben geri gelüp, kethüdamda olan bir sorguç ve mücevher hediyyei hümayunu alup suffai mezkure kenarına vaz' ettim. ba'dehu ziyafeti eki edüp haneme geldim. ertesi gün çasariçe'ye vardığımda kezalik mezkur odada kıyamen mülakat ettim. yüz altmış gün ikametden sonra veda'a vardığımda götürdüğüm sor guç çasarm başında ve meç meyanmda olup, çasariçe'nin giydiği, götürdü ğüm kumaşlardan olmağla makbullerine geçdiğini iş'ar ettiler. ba'dehu çam sefinelerile otuz altı günde bıçakçılar imamı abdullah efenbelgrad'a, andan ruscuk'a, andan di. karadeniz'den hastane'ye geldim dedi. ve istanbul'da neş'et eden ulemadan ve sulehadan ve mazinnei keraınetden bıçakçılar imamı ab dullah efendi hazretlerinin vücudu ibadı müslimine mahzı rahmet idi. seksen altı yaşında fermanı irci'iye imtisal ettiği gün şedid şita ve karbuzdan suuklara kimesne çıkamaz iken, bir cem'iyyeti uzma ve cema'atı kübra ile aynalıkavak mezaristanma naki ve defn olundu ve yahya pa şa halilesi saliha sultan bnt. ahhanım sultan akdini sadrı rumlar med han'ın kızı fatime hanıme tü g. sultan yahya paşa biraderi ibrahim'e, sadrı rum neyli ahm ü n ir k t e p e med efendi hutbesile akdi nikah olundu ve hekimbaşılık'dan ma'zul mehmed sa'id efendi yine seretibba nasb olundu ve nasırı bahri tesmiye olu nan kalyon tersane'de inşa ve deryaya inzal olundu. böyle yazdı harita ya tarihin izzi bendeniz nasırı bahri gibi gevher nüma derya deniz; ve imamı evveli sultanı sarmısakcızade mustafa efendi, izmir'den ma'zulen vefat etmekle sani hüseyin efendi evvel olup, şehzade cami'i imamı ve darü'ssa'ade ağası hocası ve kurraı kamil esseyyid elhac ' mehmed efendi sani olup, evvela sarayı hümayun'da, saniyen huzurı sadrıazamide kürkler giydi ve eflak voyvodası iskerletoğlu ligor boğdan'a ve boğdan voyvodası olan kostantin eftersane çekdirisi m alta'yaesir ollak'a voyvoda olmağla mübadele du ğu: bi'lmünasib vaki' oldu ve rodos mutasarrıfı mustafa bey bn. sü leyman paşa çekdirisi ile sadrı sabık tiryaki elhac mehmed paşa'ya ve rilen ıçil mansıbına gitmek içün megri limanına bırakup, avdetle liman ağ zına geldiği gece, sefinede olan şaki arabi vardiyan başı nasb etmişimiş. bitab herkes habdaiken mesfur arab kendü ile hemzeban olan beş neferin kayıdlarmı ref' ve silahlanup ibtida miri merkümun etba'ını diri diri deryaya ilka ve kamara kapısını mirin üzerine bend, ba'dehu sa'ir üseranın dahi paranka bendlerini kırup, sefineyi zabt edüp, bir baş malta'ya varup taba'iyyet eyledi. sene sonra halas olduğu senesile tah rir olunur ve sadrı esbak hekimbaşı zade ali paşa bosna'dan tırhala'ya ve tırhala'da olan kezalik sadrı esbak muhsin zade abdullah paşa bos na'ya ve yahya paşa rumeli'ye vali oldular ve bundan akdem zikri sebk eden nadir şah fevtinde birader acem elç is. zadesi ali kulu han irs ile şahı acem olup, budefa şahlığını beyan içün name ile elçisi kirmanşahan hanı mehmed abdülkerim han elçilik ile bağdad'a geldikde meks olunmuşidi. sonra mihmandar irsal olu nup, bu defa kadıköyüne geldikde matbahemini mollacıkzade ma'rifeti ile ziyafet, iki gün sonra üsküdar'dan iki çekdiri ile hastane'ye geçirilüp, alay ile şehremini'nde baruthane sarayı'na isal olundu. dört ay sonra tarafı miriden yetmiş kise hardık fitnei b ağdad: ve at ve kürk verilüp, ziyafetler olunup, matlubu üzere name veri lüp, yine çekdiri ile üsküdar'a geçirildi ve bağdad'da ahmed paşa etba'ı vali olmak zu'mile tahriki fitne edüp, yeniçeri ve sa'ir askeri ulufe behanesi ile vah olan sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa üzerine gulüvv ve ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h i ceng ettiklerinde vafir adam helak olucak, israr olunsa kıtali azime ba'is olunacağı fehm olunmağla, paşa dicle kenarına çıkup, istifasını tahrir et mekle azl ve içil mansıbı verildı' ve içil'de olan sadrı sabık tiryaki mehmed paşa'ya musul ve musul'da olan d abdülcelil zade hüseyin paşa basra'ya ve basra valisi kesriyeli ahmed paşa bağdad'a vali nasb olundu. iki ay sonra merhum bağdad valisi ahmed paşa kethüdasına iki tuğla adanamansıbı verilmişti. amed ü reft eden elçilere ziyafetden bağdad esnafma cem' olan yüz kise deyn ile ahmed paşa'nın deyni olan bin sekiz yüz kise akçeyi eda şartı ile talib olduğuna bina'en süleyman paşa'ya üç tuğ ile basra eyaleti verilüp, selefi olan abdülcelil zade'ye ada na verilüp, mübadele bi'lmansıboldu' ve vafir zamandan berü kıb rıs sadrıazamlar hassı iken bundan hanım sultan zifafıla y. sene mukaddem vaülere verilür olmuşidi. şimdi yine sadrıazamlara hass kılındı. zikri bu sene evailinde sebk eden hanım sultan bnt. saliha sultan zifafı içün saliha sultan sarayı'nda çarşamba gün ziyafet olunup, perşenbe gün ale'sseher ibtida kılavuz çavuş önünde piyade iki nefer kapıkethüdası ile ba'dehu vezir ağalan ve divaıi çavuşları ve selatin katibleri ve haremeyn kalemleri hulefası ve kisedarları ve hare meyn evkafı mütevellileri ve zu'ema, ba'dehu haremeyn hocalan ve mü fettişi ve sağdıç ve bir kaç yüz dalfes tersaneli ve teşrifati ve miri ahurı sani ve harem başağası, arus arabası ve mehterhane ve cevari arabaları alayköşkü altından güzer edüp, darı zifafa varıldıkda hil'atlar ve kürkler ve surralar ve askılar verildi. ve iki defa sadrı rumeli olan mirzazade neyli ahmed efendi alemü'lulema ve sahibi te'lif bir zatı aliyü'lkadr olup, sinni yetmişden tecavüz edüp, haleti nezi'e vardıkda, şi'ir ve inşa'da dahi yedi tulası olduğuna bina'en gönlümü aldın ilahi beni de al bari koyma gurbette gönülsüz bu teni bimarı du'ası kabul olmağla, üsküdar'a defn olundukda. çelebi zade ismail asim efendi; mirza zade ahmed neylisahnı firdevs'i eylehedayayı cezayir: di mesken tarihini demiştir. ve bu esnada cezayir dayısı fevt olup ye rine dayı olandan dilara elli re's gılmanı efrenci esir ile bir zikıymet el mas yüzük ve enva' mercan teşbih ve enva' ihram ve cezayirkari tüfenkler ve piştovlar ve kemerler ve mukaddem şallar ve kaplan postlar ve hayyen arslanlar ve kaplanlar ve tavaşiler ve beş kafes mürgı beyza tuhafların getirüp padişaha arz ettikden sonra, kibar ve ricale dahi hedaya verdiler ve m ü n tr k t e p e malta'dan korsan corci, vafir zamandan berü bahri sefid'e hasaret edüp, ele girmezidi. işbu sali ferhunde falde ıstanköylü ibrahim kapdan değirmenlik'de basub hayyen ahz edüp, derzincir hastane'ye getirdükde, kapdane nam kalyonun sine salb olundu. padişahı zamanm tabı şerifi beşiktaş'm ab u hava ve nezaretinden mahzuz olnağla, çehil sütün binasmdan sonra işbu sal derununda şehr emini yusuf efendi ma'rifeti ile beşiktaş sarayı'na derya üzerine arabiskelesi'nde vaki' cami' köşkler b insı: tevsi' ve bina olundu ve deryaya karib köşkler ve suffalar ve odalar ve divanhaneler ile bir da'irei latife bünyad olundu. selim giray rihletgirayi ahiret olmağla kalgaylıkdan münfasıl arslan giray han kırım'a nasb olundu ve anfen seretibba olan mehmed sa'id efendi'ye anadolu b ve izmir'den ma'zul esseyyid abdullah molla efendi'ye medine payesi akıbinde istanbul payesi vefitne der istanbu. rildi. ve şehri receb 'de çarşı bekçileri kürdlerden ve üsküdar bağları kürdlerinden vafir ekrad silahlanup çarşı'dan zuhur ve dükkanları kapatırlariken kol ve kolluk üzerlerine vardıkda, muhalefet et mekle zabt olunmadıkları haberi sadrıazam abdullah paşa'ya vasıl oldukda, heman etba'ı ile erişdi. lakin bitpazarı kolluğu ve sultan bayezid ve parmakkapı kollukları ile çarşı salması ve dükkancılar kepenk sırıkları ile defi fitne ettiklerini görüp, gelüp ' beşiktaş sarayı'nda padişaha ifade ettikde, sofa kaplı samur kürk ile bir mücevher hançer i'ta buyrulup, yeni çeri ağası'na dahi kürk ile hançer ve üç kolluğa yüz ellişer altun ve salmaya elli altun ve ehli suuka iki yüz elli kuruş ihsan olunup, istanbul'dan ve üs küdar'dan kürdler nefy olundu ve şeyhülislam olan akmahmud zade efendi'nin sinni mi'eyi tecavüz edüp, es'ad efendi'nin m üfti o ldu ğu: hail ü akdde şürekaya muhtaç ol mağla azl olunup ve rum'dan münfasıl 'es'ad efendi'yi padişah biniş tariksı ile defterdarburnu yalısı'nda olmağla getirdüp, hil'atı beyzayı ilbas buyurdu ve sadrıazam'a dahi serasere kaplı samur ilbas olunup, bile paşakapısı'na geldiklerinde yeşil şala kaplı samur dahi vezirden bohça ile sadrı fetvaya ihda kılındı. sahibü'lfetva mehmed es'ad sa'dü'ssu'ud elfazı tarih vaki' oldu ve selefi istinye yalısı'nda sakin olmak emr olundu. ekrad eşkıyası kahrından sonra yeniçeri ağası'nın etba'ı bicürüm kimesneleri ihafe ve celbi mal eyle dikleri içün azl ve bursa'ya nefy olunup, kul kethüdası haşan ağa yeniçeşe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı ri ağası ve zağarcı diğer haşan a y tutulduğu ve güneş tutulduğu: ağa kul kethüdası ve elhac ahmed ağa zağarcı ve darbune zade nu'man ağa sansuncu ve receb'in yirmi dokuzuncu hamiş günü mahı temmuz'da aftabı alemtabm sülüsanından ziyadesi münkesif olup, şaban'ın on dörfitne der mısır baragıb paşa: düncü gecesi nısfı kamer münhasif oldu ve üç sene den berü mısır valisi ragıb mehmed paşa geçen sene hüsni tedbir ile mı sır'a istila eden miranı kahr edüp ümenasını ibka etmişidi. lakin mısır beylerinde vefa olmaz. şeyhü'lbeled olan hüseyin bey ve defterdar abaza mehmed bey ve şarkiye hakimi halil bey ve anbaremini sabık os man bey ve diğer osman bey eslafı içün süfehayi mısır'ı cem' ve paşadan buyruldu taleb eylediklerinde bir türlü vermeyüp, nasihat ettikçe müfid ol madığından başka ocaklar çavuşları paşanın seccadesini kıvırıp, önüne dü şüp, garb kapısı'na gelüp tevkif edüp, ihafeler ile yine buyruldu taleb ey lediklerinde'verm iyecek harb u darba tasaddi ve etba'mdan bir kaçını şehid ederek mahalli ma'huda tenzil edüp, eşyasmı yağma ve haklarında buyruldu taleb eyledikleri beylerin dahi hanelerini garet ve ceng ederek ak şam oldukda, ragıb paşa tarafında olan beyler firar ve hanümanları berbad olduğu devlete arz olundukda haklarından gelinmek vakti ahare tevkif olunup, vilayet ve tevliyeti'mısır mora valisi ali paşa'ya ihsan olundu. lakin isti'fa etmekle içil'de olan sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa'ya verilüp, içil köseç ali paşa'ya verildi ve ragıb paşa nişancılık de salim dururiken sel kaldırup bir mil ba'id bir bahçe dolmabahçe'ye köşkler b in ası: içine götürüp bırakdı ve şehiremini mübaşereti ile dolmabahçe ba yırına köşk ve çeşme bina olunup, avratlar bayıldım tesmiye etmişleridi. idin ikinci gülhane günü mevkıi merkum gülhane i'tibar olunup sad rıazam ile sadrı fetva gelüp edayi hizmet ve seyrü temaşa ettuer ve marü'jzzikr acem şahı olan ali şah'a c e. m karmdaşı ibrahim mirza ile bu esnada muharebesi zuhur ettikde ibrahim galib olup, ali şah'ı hayyen ahz edüp, gözlerine mil çekmekle ib rahim, şah oldum zannedenken, şah hüseyin evladmdan kocan ve hora san ve şair mahallerden leşker cem' edüp meşhed'de şahlığa kılıç kuşanmış haberi gelmeğle, hiç birinde istiklal kalmadı. ve zi'lka'de 'de asım efendi istanbul kadısı olup, kapdan şahsuvarzade akdeniz'den bir korsan teknesi alup getirdi. ve bağdad'da tahrik ile yine ihtilal zuhur et mekle, idi adhada bağdad, sadrı sabık tiryaki mehmed paşa'ya tevcih olunup, kesriyeu ahmed paşa'ya anadolu'ya doğru gelesin, mansıb seni is tikbal eder deyü ferman olundu ve yahya paşa aydm'dan musul'a naki olunup, aydın ragıb paşa'ya tevdeli haşan paşa v e fa tı: cih olundu ve sadrı sabık haşan paşa karahisarı şarki'de iskefsir de tevellüd edüp, kırk altı şalinde kul kethüdalığı ile iran seferine ve elli salinde nemçe seferinde yeniçeri ağası ve elli iki 'de üç tuğ ile yine yeniçeri ağası ve elli altı 'da mühre nail olup, elli dokuz 'da azl ve rodos ve içil'de deveran ederiken, diyarıbekir verilüp, diyarıbekir'de ömrü tamam ve mansıbı hitam bulmağla, musul tevcih olunan yahya paşa diyarıbekir'e ve yeniçeri ağalığın dan muhreç ibrahim paşa mar'aş'dan musul'a ve kesriyeh ahmed paşa'ya mar'aş verildi. vazı esası camii şerif der kurbi bezzistanı cedid der istanbul bemübaşereti padişahı zaman sultan m ahmud han der ahiri mahı m u harrem. ve tevcıhi kazai medinei münevvere beivaz paşa zade ibrahim beyefendi ve şiddet şita der istanbul der r ebi'ülevvel dercemrei salise ve vefatı kesriyeu ahm ed paşa ve pirizade afehmed sahib efendi şeyhü'lislamı sabık ve azli şeyhü'lislam e s'ad efendi ve vali şudeni sü leyman paşa bebağdad ve defterdariyi m emiş efendi ve ma'zul şudeni behçet efendi. ve harik der menzili şeyhü'lislam m ehmed s aid efendi bn. kara halil efendi der babı bağçe der istanbul. vazı hatmi buhariyi şerif der camii sultan m ehm ed, bemübaşereti sultan mahmud han ve tecdidi puşidei ravzai mutahhara. ve vefatı reisü'lküttab mustafa efendi, amedeni hedaya ez cezayir. şe m a n ızd esü ley mnee n d i tr lh i ı muharrem'de nusretniima nam kalyon tersane'de inşa ve inzal olundu ve muharrem'in yirmi sekizinde istanbul'da bazaristanı cedidile mahmud paşa cami'i beynine padişahı devran mahmud han bir mu'aua camii şerif biinyadma esas vaz' buyurdu. ve vezir, kethüdası yusuf efendi fevt olmağla, ikinci defa abdi ağa kethüdayi asafi oldu ve basra'da rafıziyü'lmezheb müşfik aşireti isyan etmişidi. basra valisi olan süleyman paşa gereği gibi tedmir eyledi. hala habeş eya leti ilhakı ile ve mekkei mükerreme şeyhü'lharemliği inzimam ile cidde mansıbı, mutasarrıfı osman paşa'ya ibka kılındı ve bursa'dan münfasıl ivaz paşa zade ibrahim beyefendi şiddeti şita der tstanbul. medinei münevvere kadısı oldu ve rebi'ülevvel 'de cemrei saliseye gelince eyyamı şita sayf gibi güzer etmişidi. yevmi mezburda bir zira' kar yağıp şedid rüzgardan birkaç yüz eşcar münteha, bahusus minare misal serviler devrilüp, üsküdar'da iki minare teme linden münhedim oldu ve istanbul'sahte ferm an: da vafir minaratın külahı sakıt ol du. ve ekrad ümerasından ibrahim bey hastane'ye gelüp bir şey'e nail olamamakla, sultan mehmed avlu su yazıcılarından ömer efendi sahte ferman ve tuğra ve vezir mektubu ile babasancağını tevcih oldahi üsküdar'dan otuz etba'ı ile ve paşa ünvanile gideriken, balıkesri'ye vardıkda duyulup, keyfiyeti hastane'ye tahrir olunacak, ahzına ferman gitti. lakin ferman varınca ibrahim bey izmir'e gitmiş, ahz ve izmir kal'ası'na bend ve sahte kağıdları deri devlete geldikde tahrir eden ömer efendi ahz ve kati olunup, ibrahim bey dahi izmir' de kati olunup, başı hastane'ye geyerden altun ç ık mk: tiriilüp ibret olundu ve tiryaki mehmed paşa musul'da iken bir mahalde, ibrik içinde hulefayi abbasiyye sikkesi ile üç bin üç yüz dinar bulundukta, beş bin dirhem altun vezn olunup, hastane'ye getirülüp miriye zabt olundu ve hala roma impan em çe: ratoru ve toşkana dükası ile geçen sene olan sulhnamede cezayir ve tunus ve trablus dahi nemçe sefayinine ta'arruz ettirilmemek şart kılınmağla dukadan gelen ' iki adama tarafı devletden adamlar terfik kılınup, ocaklar'a irsal olunup, mükaleme ve müsaleha oldular ve muhsinzade ab dullah paşa bosna'da vefat etmekle, eğriboz muhafızı elhac ebubekir paşa'ya bosna verildi. ve bağdad'vefatı pirizade e fen d. dan ma'zulen kesriyeli ahmed paşa mar'aş'a gelinken vefat eyle di. ve sabıka şeyhülislam pirizade mehmed sahib efendi işbu receb'de , merhum oldu; ya'ni evaili halinde çorbacı piri ağa'nın oğlu olup, ayasofya şeyhi fazıl süleyman efendi'den ta'allümi ilm edüp, mirzazade efendi'ye hizmet, ba'dehu şeyhülislam esseyyid feyzullah efendi'ye kitabcı, ba'dehu daltaban vezire imam ve bin yüz on üçdemüderris ve yirmi yedide, şeyhühslam müfettişi ve otuz üç de ilmi ahmed efendi imamı saniler şehzade hocası olyerine haremeyn müfettişi ve kırkmk: da imamı saniyi sul tani ve mu'allimi şehzadegan ve kırk ikide mekke payesi ile bursa olup, kırk üçde imamı evvel ve anadolu payesi ile istanbul kadısı ve kırk altıda bi'lfi'il anadolu ve kırk dokuzda rumeli payesi ve ellidebi'lfi'il rumeli ve elh altıdatekerrür'ye elli sekizde şeyhülislam ve eui dokuzdaazl, ba'dehu darı karara rihlet etmekle, seksen beş yaşında üsküdar'a defn olundu. her ilimde mahir bir zatnemçe'den gelen hedaya: idi. rahmetullahualeyh. bu es nada nemçe'den padişaha hedaya gelüp teslim olundu ki, bunlardır; on iki nevi' pişer ve çalar ve haftada bir kurulur altunlu musanna' bir kebir sa'at ve mücevher basma bir altun sa'at ve ayaklı kebir sim şem'dan ve üçer kollu saglr şem'dan' ve bir kebir sim sini ve kahve ibriği ve şeker kutusu ve on iki sim kaşık ve sim kahve askısı ve bir sim saksı ve on iki fağfur fincan ve müşebbek al tun zarf ve sim bir kebir kase ve çay ibriği ve çay kutusu ve yinealtı sim kaşık ve yine iki sim şem'dan ve altı fanus üzeri sırmalı istüfe puşide ' ve üç takım istüfe mak'ad ve yasdık ve döşeme ve altı ayaklı ke bir sim sini ve altı sahan ma' kapak ve defaten iki kebir şem'dan ve iki sagir şem'dan ve iki kebir sim buhurdan ve gülabdan ve defa bir kebir sini ve bir kebir tabak ve ' on iki kaşık ve sekiz tabak ve çay ibrik ve on iki fağfur fincan ve kırk altı zira' istüfe ve eui zira' diba ve sim pervazlı ke bir endam aynası ve dokuz sim şükufedan ve tekrar zevcesinden evaniyi simden ma'ada bir mücevher hançer ve bir mücevher dürbin ve altun kutu ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ve bir kebir ve kebir altun sini ve altun şeker kutusu ve altı mü cevher zarf ve altı fincan ve frenk pesend ağu kesme ve asma altun sa'at ve mücevher laciverd taşdan ibrik ve altun leğen ve mücevher bir yeşim kutu ve mücevher billur kutu ve mücevher buhurdan ve altun gülabdan ve dört top istüfe ve sa'irden. ve şaban'da es'ad efendi azl ve üsküdar'a nefy, sonra sinob'a nefy olundu. bu es'ad efendi her ilimde meharetine bina'en sadrı fetvaya istihkakı mümayan es'ad efend'o. olduğundan başka behçetü'llügat cem'inemuvaffak olması evla bi'ttarik ve ordu kadılığında ve geldikden sonra dini mübine ve devleti aliyye'ye eylediği hizmet fazlaiken ve meşihatı islamiye temam erbabmı bulmuşiken, bir piştahta ? sa'atına malik olmuş, piştahta res minde, üzeri bahçe şeklinde ve vasatında ya'ni bahçe içinde bir mevlevi ten nure ile devran ederidi. padişaha medh olunduğun haber alup, yevmi mezburda sa'ati padişaha hediyye götürmüşidi. hikmet ki, mevlevi bir mikdar devran edüp, durucak. efendi, mevlevinin devranı tamam oldu buyurdu. bu nükteden bir nesne tefehhüm olunmayup, hakikati beyan zannolündu. meğer padişahı nüktedan es'ad efendi'ye azlini işrab etmiş. dışara çıktıkda, üsküdar'a irsal olunmağla nükte ibraz olundu. bir nükte kaçmamak içün feda olundu. lakin maksudu bir zaman istirahat etsün yiaeo be nimdir zu'munda idi. lakin gözden irağ olanı ağyar gönülden irağ eder, üsküdar'dan sinob'a yolladılar. yerine kara halil efendi zade mehmed sa'id efendi oldu. ve defterdar behçet efendi, ali konak binasını tekmil ettikde, hüssad malı miriyi itlaf ediyor diyerek azl ve nefy ettirüp zimmet halifesi memiş efendi defterdar oldu. şeyhülislam kara halil efen di zade mehmed sa'id efendi'nin bahçekapısı'nda vaki' sakin olduğu ko naktan ateş zuhur ve hem civarlarına zararı isabet etmeksizin muntafi oldu. amma eşyadan ve kütübden ve tuhafdan bir şey halas olmadı. lakin ittisalinde olan mehmed kethüda hanesini padişah ihsan buyurup, etrafdan hedayayı firavan gelmekle mükafat ve kazai mafat oldu. çünki şehrlyarı azimü'şşan mahmud han hazretleri on sene mukaddem ayasofya gami'inde buhariyi şerif hatmi asarı cemile ve celilesini vaz' buyurmuşidi. şimdi ebü'lfeth cami'inde dahi bina buyurduklarıkütübhane'de beher yevm yirmişer akçe ile on nefer karii buhar, ayda bir hatmi buhari etmek üzere ta'yin ve ibtida hatmi içün buhari hatmi. bi'zzat padişah camii merkumda hatm içün bina olunan şebikeye teşrif ve salatı zuhru ba'de'leda hatm ve da'vat ve va'izler istima' olundukdan sonra, kürkler ve hifatlar ravzai mutahhara puşidesi tecdidi: ilbas olundu. ve vafir sininden berii puşidei ravzai mutahhara tecdid olunmamışidi. padişahı dilagah yüz yirmi zira' atlas üzerine yedi bin miskal sıfma astane'de işledüp bir müsellesü'şşekil levhanın vasatına yedi yüz elli iki kırat bir kebir zümrüd ve yine yedi yüz altmış sekiz kırat diğer zümrüd ve kezalik yedi yüz eui iki kırat diğer zümrüd taşlaretrafına yüz altı elmastaş ve üç yüz elli iki dürri yetimden on üç püskül ve uclarma birer habbe zümrüd ile teryin ve kisvei hazreti fatime dahi tecdid olunup, mescidi nebevi üıl terbi'an üç bin seksen bir zira' seksen sekiz aded kaliçe ile mihrabın tarafeynine vaz' içün iki kebir altun şem'dan irsal buyurup, atik kisvei şeyhü'lharem, adet üzre, ba'de'lkabz alatarikı hediye şehinşahı devrana isal eyledikde bir parçası teberrüken mezarı hazreti ebi eyyuba avize kılınmak sa'adetlerine na'ii olmak nasib oldu. ve iki ay mukaddem yirmisekiz çelebi zade mehmed sa'id efendi ikinci defa vezir kethüdası olmuşidi. bilasebep azl ve kıblelizade etba'ından esseyyid abdi ağa kethüdayi asafi oldu ve bosnavi elhac mehmed ağa çavuşbaşı r eis mustafa efendi: oldu ve reisü'lküttab mustafa efendi'nin aslı kastamonu'dan olup, hastane'ye geldikde, tavukcubaşı'ya damad olup, kesbi me'arif ederiken, kayjnatası fevtinde tavukcubaşı ve yüz kırk üç şalinde silki hacegana münselik ve talakatı lisanına bina'en cülusda, haberi cülusu isal içün nemçe'ye sefaretle gidüp, gelüp kırk beşde piyade mukabelecisi, ba'dehu beylikçi ve kırkdokuzda, babadağı'na moskov seferine gitmişidi. nadir şah'dan hastane'ye gelen elçi ile mükaleme içün reis ismail efendi ile hastane'ye gelüp, mükalemede cümleden ziyade rüşd ve sedad ile muhatabası ma'lumı devlet olmağla babadağı'na vardıkların da ismail efendi azl olunup yerine reisü'lküttab, oldukda rusya ile dahi mükalemeye mürahhas ve elli iki 'de nemçe ve moskov sulhlarma nizam ve elli üç 'de azl ve kastamonu'ya nefy ve mezunen hacca gidüp geldikte, elli altı 'da defter emini ve elli yedi 'de yerine reis olan ragıb efendi üç tuğla ihraç olundukta, ikinci def'a reis olup, altmış 'da azl ve edirne'ye nefy ve üç ayda itlak ve ruznamçeci olup, işbu altmış iki vefat et mekle eyyüb'e defn olundu. fuhşiyattan müctenib, sekineti vekar ve tevazu' ve enva' ma'arif saş e. dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i hibi, farisiye ve arabiyesi mükemmel, hazır cevab, hayrata ma'il idi. rahmetullahualeyh. ve anfen zikri mürur edea abdi ağa vezir kethüdası olmuşidi. üç tuğla ihraç olunup, tersane emini olan ibrahim paşa divitdarı mehmed emin beyefendi bn. aşcızade mehmed paşa vezir kethüdası ve bozokluzade hüseyin bey tersane emini oldu. lakin bir kaç günde istifa etmekle yerine hacegandan gümüşhane emini abdullah efendi oldu. geçen sene havadisinde tahrir h edayayı c ezayir: olunduğu gibi bu sene dahi ceza yir'den yüz re's efrenci esir ile su: ma döşemeler ve tavaşilerve ihramlar ve tüfenkler ve mercanlar ve arslanlar ve kaplanlar, kezalik tunus'dan dahi bu misüllü hedaya padişaha ve ricali devlete gelüp vasıl oldukta, tersane'den mühimmat ve birer kalyon in'amı padişahi oldu. ve büyük miri ahur durak mehmed bey bn. ibrahim bey ez ümerai derya, üç tuğla karaman valisi olup, miri ahurı sani olanabdurrahman paşa zade nemçe ahvali: mustafa bey, miri ahurı evvel ol du. on seneden berü işbu tevarihimizin bir kaç mahallinde zikri sebk ettiği üzre roma imparatorluğu kavga sı içün umumen frengistan biribirine düşüp, yüz elli üç salinde, françe kıralı on beşinci lüviz nemçe çasarı altıncı karloş ile münafese, gittikçe mukatele ve avrupa'da olan kırallar iki fırka olup, berren ve bahren ceng, çünki nemçe bila sebep osmanlu ile nakzi ahd edüp neticesinde belgrad gibi kal'ayı bedeli sulh verüp, tahlisi can ettikde, ak ranına rüsvay olduğu ar vücuduna te'sir ve bilaveledi zükur helak oldukda mülki mevrusu olan avusturya memalikine tabi' macar ve çek kırallığı ve ülkatı sa'ire haliğin vasiyyeti üzere kızı maria terezia'ya intikal et mekle, zabt ederiken emmizadeleri kızların biri, bavariya ve biri sakson ya herseklerinin zevceleri bulunmağla, macar mülkünden irsen hissemend olmak da'vası ile bavariya herseği françe'ye iltica ve françe azim leşker ile imdad etmekle peç kurbüne varmca diyarı nemçe'yi berbad eyledi. ve saksonya herseği dahi hareket ve bir mikdar bedeli sulh alup, razı oldu. ancak nemçe herseklerinden prusya herseği vakit fırsattır, herbir hareket edene nemçe rica ederek, matlubunu verüp sulh oluyor diyerek, füc'eten zuhur ve nemçe'den elli aded kal'a ahz edüp sulh olmuş. lakin françe mesfur bavariya herseğini diyarı nemçe'ye çasar namı ile yedinci karlos deyüp, frankufurt şehrinde cülus ettirüp, roma imparatoru nasb etmiş. amma ömrü tamamimiş; halik olmağla yine mesfure maria terezia'da çasarlık karar ve zevci olan toşkana dükası franm ü n ir k t e p e cesko roma imparatoru olup, devleti aliyye ile tecdidi sulh ettikde, françe ve ispanya kıralları yekdil ve nemçe ve ingiltere ile husumet ve berren ve bahren nice müddet cidal ve françe nemçe'den bir kaç kal'a zabt ettik de nemçelu ile felemenk kadimi dost olmağla françe, felemenk ile dahi adaletpeyda edicek, moskov dahi felemenk ve ingiltere'ye otuz bin leşker ile imdad etti. haberini françe bilince aldığı yerlere kana'at edüp, felemenk kıralmm oğlu don filyoş nam kıral zadeye italya Ji; ülkesinden parma ve piyacini l Jve gustala nam üç eya leti dukalık namile nemçe'den alıverüp, iş bu ahir senede müsalaha oldular. tevcihi eyaleti bağdad besüleyman paşa ve binai bend der menbaı abı tophane. zli sadrıazam abdullah paşa ve nasbı d ivitdar m ehmed emin paşa ve hüsujı kamer der muharrem ve küsufı külliyi şem s der samin ve'lışrtn min muharrem ve azli ağayi yeniçeriyan haşan ağa ve nasbı kelleci mustafa ağa der defa i saniye; zuhurı harik ez babı a yazmve muhterik şudeni babı ağayi yeniçeriyan ve imtidadı ateş yek ruzu şeb der safer. am edeni elçiyi hind bahedayayızm eelhac yusuf ağa; vefatı hacei alem ve fazıl ve meşhur kazabadi elhac mehmed efendi. ihtirakı çarşuyı istanbul der r ebi'ülahir ve azli ağayi y e niçeriyan kelleci mustafağa ve azli şeyhülislam kara halil efendi zade m ehmed sa'id efendi ve nasbı esseyyid murtaza efendi. ve icadı şer bet der ağakapısı der güzeri padişah der babı ağa. sabıka bağdad valisi ahmed paşa merhumun' kethüdası olup, bağ dad valilerine rahat vermediği içün üç tuğ ile tatyib olunan süleyman paşa gerçi bu takrib bağdad'dan çıktı. lakin matlubu bağdad olmağla yine tahriki fitne ettikde va'di va'id ile basra mansıbı ihsan olunmuşidi. amma bir kaç ay mukaddem hala bağdad valisi olan sadrı sabık tiryaki meh med paşa ile dahi asılsız adavet basra valisi isyan ettikde ta'yin olupeyda edüp, bir kaç bin aüı ile basnan'sk er: ra hari; inde cevelan ettikde, bağdad'ı basacak sohbeti şayi' olduğu nu mehmed paşa, devlete tahrir ettikde tarafı devletden süleyman paşa'ya nush ve pendnameler irsal ve sivas valisi zaralızade mehmed paşa ser asker ve haleb ve rakka ve diyarıbekir ve musul valileri ve ekrad beyleri ve aşayir mardin voyvodası ile ve mar'aş valisi cümle ashabı timar ve zü'ama ile serasker maiyyetine ta'yin olundukda, süleyman paşa aklını başına çevirüp, hileye sülük üe ben devlete ita'atdeyim, ruhsat verilir ise şe m 'dn izd esü ley mne p e n d i tr ih i hastane'ye varup ahvalimi beyan ve hizmeti padişahide olayım güne arzı hal geldikde haklkatı hale vakıf olmak içün miri ahurı sani lrsal olunmuşidi. bunun mehmed paşa ile kavgası ancak bağdad içün ve mehmed paşa'nın tahriri üzre seraskerler filan gitse hazine ve nüfus itlaf olunacak, süleyman paşa bağdad valisi olsa rahat olunur ve süleyman paşa rahat du rur deyü haber getürüp, süleyman paşa'dan gördüğü ikramın hakkını yeri ne getürdükde erbabı devlet vaki'de süleyman paşa'ya bağdad verumese zor ile alır, sonra halifelik olan bağdad elden gider, müşkil olur deyü ihafe edüp, mustafa bey'in hizmetini meşkur etmelerile, padişah mustafa bey'i büyük miri ahur nasb etmişidi. iş bu muharremlarahk'de bağ dad süleyman paşa'ya tevcih oluntophane suyuna bend bina olundu ve tophane suyu, çeşmeler tekdu ğu: sır olunup yüz adede baliğ olmağla kifayet etmediği içün büyükdere üzerinde, menba'ına bir dağdan bir dağa bend çekilüp gecesi, kameri münirin sülüs mikdan münhasif oldu. kezalik muharrem'in yirmi sekizinci hamis günü tuluı şemsden üç sa'at on dakika mürurunda aftabı burcı cedide on iki ısbı'dan mm ü n ir k t e p e on bir ısbı'ı münkesif olup, beş sa'atde temameıı münkeşif ' oldu. veşehid ali paşa mehterbaşısı giridi mustafa ağa çavuşbaşı'lıktan. azl ve gümiilcine'ye nefy olunup, valide kethüdası merhum osman efendi'nin damadı ve zülfikar efendi zade osman paşa hafidi uzun elhac ibrahim bey çavuşbaşı oldu ve yeniçeri ağası haşan ağa azl ve manisa'ya nefy olunup, sabıka ağalıkdan gelibolu'ya menağakapısı hrik. fi kelleci mustafa ağa getirilüp, ikinci def'a yeniçeri ağası oldu ve safer'de ayazma kapısı dahilinden zuhur eden ateş vakti işa'dan vakti asre değin on dokuz sa'at mümted olup, ta vefa'ya ve süleymaniye bimarhanesi'ne varınca nice kebir saraylar ve menazil ve dekakin ile ağakapısı'nı ihrak eyledi. bundan akdem elli yedisalinde hind pa dişahı ebülfeth nasırüddin muhammed şah'dan seyyid ataullah nam elçi name ve hedaya ile geldikde tarafı hind'e giden elçimiz g e ld. devletden dahi maliye tezkirecisi salim mehmed efendi sefir ba's olunup, ataullah ile bile hind'e irsal olunmuşidi. lakin hind'e varmaksı zın salim efendi vefat ettikde, istanbul'da yağlıkçı olup, ticaretle elçi ma'iyyetile giden elhac yusuf, salim hind padişahından gelen hedaya: efendi'nin yerine nameyi alup, sefareti icra ve nameyi teslim eyledikde, hind padişahı ali osman padişahına bir kıt'a binazir mücevher sor guç ve bir mücevher hançer ve şahingeri nam on bir aded destar ve on beş aded çaline zeri destar ve dokuz top gücerati alaca ve iki top kalayi karçob ve dokuz taka sade putadari ve dokuz taka sencer haniyi sefid ve on dört taka evrengi şahi ve beş taka resan ve on bir beyaz ağabani ve on dört top beyaz bafta behburuç ve iki basma şal ve dokuz top sade şal ve yedi taka düybe zeriki, cem'an iki yüz otuz bir par ça esvab ve on dokuz to lçıtrı güli şebbuy ve yirmi tolça ıtrı ve yirmi altı tolça ıtrı ve yirmi sekiz tolça ıtrı ve yirmi altı tolça ıtrı her tolçası üç buçuk dirhemdir; her biri musanna' kutu ve sandıklara mevzu'en merkum elhac yusuf'a teslim ve devleti aliyye'ye irsal etmişler. işkazabadizade. bu rebi'ülahir 'de hüccac ile gelüp devlete teslim' eyledi. ve sabıka mekke kadısı kazabadizade elhac ahmed efendi dok san yaşmdavefat etti ki, evaili halinde amidiyusuf efendi'den ve turhalhzade osman efendi'den ve zorluzade haşan efendi'den tahsili ilm edüp, yüz on beş tarihinde hastane'ye gelüp, tedris ederiken ebezade'den müderris olup, kırk altı 'da selanik ve elli üç 'de mısır, elli sekiz 'de basra kadısı' olup, işbu altmış üç rebi'ülahiri 'nde darı bekaya nhlet eyledi. fazlu kemaline tesvid tarihine gelince yirmi altı senede mesil gelmedi. hacei alem idi. hala zemane ulemasının ekserinin bi'lisale ve bi'lvasıta hocasıiken vefatı tarihinin vak'anüvisi izzi süleyman efendi fazılı merküm içün ehli tarika dahi ederidi deyü dahi edüp, meyti gassali ehli tarik senki musallada refikı ehli tarik misüuü tahkirane eda ile imla eder. ulumı zahireye bu mertebe malik olan zatın dahli tarika intisab da'va eden ler tariki ile değil deyü ikaz tarikası ile olmak gerek; gerçi izzi gibi zatın da hi kelamı tezyif olunmaz, hacei aleme ta'arruzu medhuldür. ve rebi'ülahir'in yirmi ikinci gece' sa'at beşde, istanbul'da mercan'dan ateş zuhur edüp, muntafi çarşı hrik. olduktan sonra bitpazarı'ndan' hallaç dükkanından tekrar ateş zu hur ve salih ağa konağına andan kargir bitbazarı'na ve abacüar veyor gancılar ve yağlıkçılar ve haffaflar ya'ni külliyen çarşı ile bir kaç bin kiselik eşyayı kül ve kömür ettikden sonra, parmakkapısı'ndançıkup tatlıkuyu'ya varınca on iki sa'at muhterik oldu. lakin baferman cümle dükkanlar miriden bina olunup, bahası sonra ashabından tahsil olundu. ve yeniçeri ağası kelleci mustafa ağa ağa ol duğu gece, ağakapısı yanalı ihrakı kebirler eksik olmadığı içün iki ayda azl olunup yine geubolu'ya nefy olundu ve kul kethüdası esseyyid ahmed ağa yeniçeri ağası ve nu'man ağa kul kethüdası ve çelebi mehmed ağa zağarcı ve postalcızade osman şeyhü'lislamın ehli ilme rağbet etağa sansuncu ve bektaşzade meyiip paraya nazar etmesinden zamehmed ağa muhzir oldu ve curr: made'lahire 'de şeyhülis lam kara halil efendi zade mehm ü n iraktepe med sa'id efendi, gerçi alim ve fazıl, lakin adetden ziyade mülazemet verüp fazla vus'ıya bakmayup paraya nazır olduğu içün azl olunup selanik kadısı' olan kebir oğlu abdurrahim molla ile bile burusa'ya nefy olunup, sadrı anadolu'dan münfasıl, zühdü takva ile ma'ruf olup, rumeli payesi'ni iktisab eden esseyyid düsturı ameli ulema: murtaza efendi nasb olundukda sadır olan hattı hümayunda. sen ki, veziri azam ve vekili mutlakımsın masadak, ayeti kerimei Ja Ji JJlj j'jJı ısy. olan ulemai alamın elyevm mer'i olan tarikatı resmiyelerinin fi'lasi vazı tertibi ehli ilm naehilden tefrik ve talebei ulumu mevaddı fünuna hüsni teşvik ve tahrişe mebni iken, ahdi karibde ba'zen kesreti şüfe'a ve tezahümi rica zuhuru meşayihi islam du'acılanmm ademi i'tinalannı mucib ve bu halet dahi talibi med rese olanların ibtidai duhullerinde tenkih ve temyiz olunmamalarını müstevcib olduğu cihetden ukdei nizamı muhtel ve müşevveş olduğu semi hü mayunuma lahik olmağın, medarı iftiharı dini mübin olan böyle bir tarikı mergübun pezirayi ihtilali bir türlü ca'iz olmadığından ba'de'lyevm namüstahaka medrese ve mülazemet verilmeyüpuıj' ıuiJl mantukuna ri'ayet ve bu hattı şerifim düsturü'lamel tutula. hakk budur ki, devamı devlet bu hattı hümayunun mazmunı ile olur ve kuzat dahi ehl olsa, ya'ni ehli ilimden umurı hariciye ashabı olsa, dünyada kuttaı tarik ve zalim ve mazlum kalmazidi. bu bab fikri dakika muhtacdır. lakin hamei sühanperdaz demdemesaz makalei tul ü dırazdan ihti raz ue kuşegiri peygulei i'caz olmuştur. üçüncü def'a vezir kethüdası olan sa'id efendi defateyni evveleteyn misüllü müddeti kalilede', ya'ni kırk elli günde azl olunup, mısır'a me'muren gideriken gehbolu'da tevkif olunmuşidi; getirilüp nişancı nasb olundu ve seretibba mehmed sa'id efendi, sadareti anadolu'dan münfasıl kılındıkta mahmud efendi zade abdürrahim efendi lahik oldu ve defterdar memiş efendi ve zir kethüdası ve vezir kethüdası uzun beytersane emini ve tersane emini behçet mehmed efendi defterdar oldu ve kara bekir zade os man efendi istanbul'dan azl olunup, mahmud efendi zade yahya efendi nasb olunmuşidi. cerh ve ta'dili ifrat ve tefrit olup nizama halel getireceği zahir olmağla on günde azl olunup, ikinci def'a mehmed salih efendi nasb olundu. ve dört seneden berü kapdan olan şahsuvarzade mustafa paşa donanma ile bahri sefid'e revane olmuşiken kapdanlık elhac ebubekir paşa'ya tevcih ve bulunduğu mahalde donanmayı kabza' me'mur kılınup se m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t selefi hanya'ya ta'yin olundu. lakin derakab adana vüayetine tahvil kı lındı ve iki ay mukaddem defterdar olan behçet efendi iki tuğ ile alaiye mansıbına ihracolundukda tersaeskiodalar'da hünkar'a şerbet vene emini rakım efendi defterdar rilmek kanunu: oldu. cennetmekan gazi sultan süleyman han istanbul'da şehzade cami'ini bina ederiken ekseriya gelüp, nişimenlikde eğleniip, seyran bü yürünken, bir gün su taleb buyurdukta, eskiodalar'da altmışbir cema'at odabaşısı fağfur kase ile şerbet getirüp, vekil harcı darü'ssa'ade ağası'na verdiklerinde, hazz olunmağla her geçdikce at üzerinesunulmak'kanun buyurduklarını' şehriyarı ağa kapısında hünkara şerbet vezaman ve şehinşahı cihan sultan rilmek kanunu: mahmud han hazretleri dahi muhterik olan ağa kapısı'nı bina ve tekmil buyurup ocaklının kesbi mübahatlarını kasd buyurup, ağa kapısı önünden güzeri hümayun vaki' oldukça kul kethüdası şerbet tutup, andan ağa alup padişaha suna ve diğer maşrabayı sansuncu tutup, zağarcıbaşı alup darü'ssa'ade ağası'na suna ve sadnazamlar geçdikçe. kethüda yeri tutup. kul kethüdası arz eylemek kanun buyruldu. a zli ağayi yeniçeriyan ve nasbı n u'man ağa've fitne der saraybosna; azli bostancıbaşı terzi hüseyinğa ve nasbı elhac halil ağa ve firarı üserayi zindanı' tersanei amire ve ta'miri kışlayı cebeciyan der istanbul der kurbi ayasofya ve zuhurı harık ez karaman ve muhterik şudeni kıztaşı ve yeniodalar ve sarıgez ve m eydanı lahm ve orta ca mi' ve binai ortaha' ez hazinei amire ve vefatı sadrı esbak' tir yakı m ehmed paşa der resm o ve kesreti baran der istanbul ve vefatı şa'ir rahm i efendi ve ta'unı kesir ve vebai kebir der in sal der istanbul ve vefatı m üftii sabık akm ahm ud zade esseyyid zeynelabidin efendi ve nüzuli berf der ruzı kasım der istanbul. darü'ssa'ade ağası yazıcısı olan abdullah efendi mevküfatilik ile lhrac olunup yerine baş halife osman efendi oldu ve belgrad kal'ası ta'mirine sabık topcubaşı hezarfen kara mustafa ağa ta'yin olundu. ve rakka valisi olan pir mustafa paşa fevt olmağın terekesini kabza me'mur olan ivaz paşa zade silahşor halu bey bin kise nüküd ve eşya kabz edüp, miriye isal eyledi. ve ragıb paşa rakka valisi oldu. ve yeniçeri ağası esseyyid ahm ü n ir k t e p e med ağa ki, deli emir ağalık ile meşhurdur, üç tuğ ve sayda eyaleti ile ihrac olunup, kul kethüdası olan darbune ' zade esseyyid nu'man ağa yeniçeri ağası ve çelebi mehmed ağa kul kethüdası ve postalcızade za ğarcı ve baki ağa zade mustafa ağa sansuncu ve mahmud ağa muhzir oldu. defterdar memiş efendi iki ayda vezir kethüdası uzun bey'i azl ettirüp kethüda olmuşidi. oldahi talibi mühr deyü şayi' olduğu içün iki ay da azl ve bozcaada'ya nefy olunup, şehir emini nazif efendi kethüda bey oldu ve behçet efendi yerine defterdar olan belgradi ahmed efendi dahi dört ayda azl olunup ruznamçei evvel kisedarı olan mustafa efendi defterdar oldu ve miri alem kadı halil ağa evladı etrakden olup, hastane'ye geldikde baltacı, sonra kapıcıbaşılık ile çırağ olmuşidi. yüz ontarihinde çavuşbaşı olup bu vakta gelince on sekiz kerre sipah ve silahdar ağası olarak, işbu derunı salde vefat eyledi. kadı lakabı cehlinden kinayedir. bosnasaray'ı ayanı abdurrahman efendi'nin harici medinei saray ayanı olan derviş kapdan ile muhasaması zuhur etmekle tarafeyn as ker cem' ve ceng ü cidal ettikleri, serhadde olduğu ecilden devlete azim dağ dağa olmuşidi. abdi paşa varup beynlerinislah ve cürümlerinin afvine hattı hümayun getirdüp, tarafeyni emin ve mesrur eyledi ve durak meh med paşa karaman valiliğinden kapdan paşa olduğu esnada müslim nam bölükbaşı'sını kayseriye tarafına zulmi ağreb: irsal etmişimiş; paşa kapdanlığa gidicek, bölükbaşı kapısız gibi olup, kayseriye'de nam karyeyi basub ahalisi dağda bir ine firar ettiklerini haber alup, mağra ağzma otluk yakmağla dumandan doksan sekiz nefer rical ve nisa helak ettiği devletin ma'lumu olıcak, ahz ve konya kal'ası'na habs ve kati olunmağla siyaset olundu. çünki durak paşa kapdan oldukda, selefi elhac ebubekir paşa'ya ciddev tevcih olundukda, asılda cidde'de çok meks edüp, pirliği hasebile liyakati olma dığı içün cidde cidden ba'id olmağla taka'üd ihtiyar eylediği ecilden, altı bin kuruş ile müteka'id kılınup, zevcesi safiye sultan sarayı'nda istirahat eyledi ve sadrı esbak esseyyid mehmed paşa'ya cidde tevcih olundu ve dört seneden berü bostancıbaşı olan elhac hüseyin ağa surraemini olup. haseki ağa olan elhac halil ağa tersane zindanından esirler firan: bostancı başı olup, kozbekçi başı mehmed ağa haseki ağa 'oldu ve tersane zindanının etrafı bir kaç kat duvar olup, derunbirununda' pasbanlar kesir iken, bir gün yirmi altı nefer payzen' esir meğer bir kaç aydan berü zindanın bir mahallinden zemini hafr edüp çıkardıkları toprağı şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı tedric ile tışara naki ederek, beş zira' zeminden esası altına geçüp, şahraha ferce peyda ve leylei merkumede a k drm: prankadan reha bulanlar' firar eyledikde, akiblerine ve tecessügei ta'yin olunup, birer ikişer ahz olundukça yine zindana vaz' olundu ve bu sali ferhundefal havadisindendir. sakız kapdanlarından emeksiz mehmed nam firkate kapdanı korsan tefahhus ederiken küffarm kavalir ta'bir ettiği iki tuğ payelü beyzadesine atina açığında rast gelicek, kafir bir hali yere başdan kara firar ve ormana ihtifa ettiklerinde otuz bir otrak firkatesini ahz ve neferatmdan yirmi beş nefer kafir ahz ve küffarm yedine esir olmuş sekiz nefer müslümanı dahi halas etti. ba'dehu ipsara ceziresinde moskov nam korsan şaytiyesini şikest ve kendülerinin firarını haber alup, varup on bir nefer kafir ile dokuz top dahi andan alup, başaşağı bayrak ile isveç kıralı ve esmai memalikv. akdarmayı hastane'ye getirdi ve devlet'in ni'metkerdesi isvec kıra lı frederikoş nam kıral halik olmağla yerine calis olan adolf nam şahıs kıral olduğunu devlete inha içün namesinde biz ki, adolf frederikoş bilutfillahita'ala isveç ve got ve vandal ta'ifelerinin kıralı ve norvekya ve storici ve ustormariya ve dunmarsiyawjlc'j diyarlarının irs ile dukası ve oldemburg' ve desemburg'un ve ana tabi' yerlerin kontu ve hükümdarı deyü mane yazup elçisi ile hastane'ye geldikde, sadnazam kağıdhane'ye biniş edüp, elçiyi getirdüpi najnei merkümeyi ahz eycebehane kapısı ta'm ir. ledi. çünki padişahımız sultan mahmud han ağakapısı'nı ve tophane'yi ta'mir etmişidi. bu defa cebehane kapısı'nı ve kışlasını dahi ta'mir ve tecdid etmekle şanı cebeciyan terfi' olundu ve yeniçeri ağası nu'man ağa azl olunup, kul kethüdalığından muhrec elhac haşan ağa getirilüp yeniçeri ağası nasb olunkısteyn m evacib. du ve dört bin üç yüz on yedi kise kısteyn mevacibi verildi ve şa'bani yirjui altısında vaktı fecr'de karaman ekmekçi furunundan ateş zuhur ettikde, şidharikıtbazan ve kışlahayi deti rüzgardan atpazarı ve kızyeniçeriyan: taşı ve yeniodalar'dan bölük ve cema'at ve sekban yüz altmış iki orta kışlası muhterik oldu ki, cem'an yeniçeri kışlası yüz bir cema'at ve altmış bir bölük otuz dört sekban ile yüz doksan altı olup, yirmi üçü eskiodalar'da 'ma'ada yüz yetmiş üçü yeniodalar'dadır. on biri selamet olup, yüz altmış iki kışla muhterik oldu ve meydanı lahm ve orta cami' cümlesi on sekiz sa'at ateşi füruzan oldu. bu yeniodalar bir def'a bin yüz beşsalinde muhterik oldukta ta'mir olunmuşidi. bu defa'so her bir bölük kışlasına bin dokuz yüz altmış altışar buçuk ve iki şer bin yüzer kuruş cema'atlere ve ikişer biner kuruş sekbanlara verilüp, her biri müceddeden kışlalarbina eyledi. ba'zı kışlanın orta malı olmağla, orta malmdan dahi akçe zamm edüp, mükellef ve muhalla bina eyledi. ba'zı orta oldu ki otuz kise akçe zamm edüp, kışlayı altun hail ile tezyin eyledi ve bu binalar içün hisabı mezbur üzre mecmu'una hazinei hümayun'dan ihraç olunan altı yüz seksen dokuz kiseyi, ulufe kiseleri gibi yeniçeri alay ile saraydan alup götürdüler. meblağı mezbur kışlalar ta'mirine kifayet etmeyüp ve orta akçesi olmamağla za'if ortaların istidane ettikleri ma'lumı padişahi olmağla düyunları defterdar ma'rifetile hisab olundukda zuhur eden ikiyüz altmış bir kise deynleri altmış beşsali ahirinde vefatı tiryaki m ehmed pşa: hazinei amire'den eda olunmağla, dokuz yüz elli kiseye in'amı hü mayun baliğ oldu. ve marü'zzikr sadrı esbak tiryaki elhac mehmed paşa bağdad'dan azl olundukda tevcih olunan cidde mansıbına i'tibar etme dikleri içün resmo'ya nefy olunmuşidi. ömrü tamam olmağla vefat etti. halbuki, kable'lmevt astane'de olan hanesi dahimuhterik olmuşidi. ga rabet şunda ki, harikden halas olan eşyasını bir sefine ile kendüye' irsal olundukda, sefine dahi bu esnada gark olmağla ruhu derecei i'laya em laki desti nara, eşyası derunı deryaya ve cahı adaya gidüp, mal ve can ve cah hebai mensur oldu ve bu seliz im: sal havadisindendir ki. ağustosun dördünde ra'd ü berk ile kesreti baran tamam on sa'at mütemadi olup, istanbul suukları seldeni hendekler olup, köhne binalar ve duvarl hedm ve kasım paşa'da vaki' dereye sel sığmayup, yüksek kaldırımından dahi bir kulaç mürtefi' olmağla, yüz altmış beş adet menzil ile altı aded furun ve altmış dükkan külliyen kal' oldu ve bu yağmurun suyu tuzlu idi ve tersane katibi erinden hoştab' tatar rahmi efendi dahi vefat ettikde rahmi çapdı firdevse kelamı tarih vaki' olmuştur. ve bu salde ta'unı kebir: vaki' olan muvahhişatdan biri de ta'unı kebir ve vebai müfrittir ki, ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i çok analar ağlayup, çok haneler kapandı. mesela bir hanede zeyd fevt oldukda, amr varis olmuşidi. akabinde amr dahi fevt olup, bekr varis oldu. oldahi fevt olmağla beşt varis oldu. dürrizade musahvali ira. tafa efendi sadrı rum idi. bir mal on kerre tahrir olunup taksim olunmağla, on kerre resmi kısmet alındı. ve bu esnada gerek bağdad ve gerek erzurum valilerinden gelen tahriratın hülasası nadir şah irtihalinden berü ali kulu han ile şahruh mirza ve sam mirza ve ibrahim mirza emsali sekiz aded han şahlık da'vası ile cülus edüp, başa çıkaramadıklarından her biri ahare galebe ederek, iran'ı tamam viran ve ahalisini perişan ve kendüleri calibi husran ve telef olarak, hala ihtilal bir rütbeye vardı ki, dört adama sözü geçer kimesne kalmadığmdan cesim saltanat muhtel ve mü şevveş olmuştur. bir serasker ta'yin olunsa asan veçhile cümlesi kabzai tasarrufa gi rer deyü suallerine cevabda anların irtikab ettiği rafz u ilhad ile te kellümettikleri elfazın bir harfine bu musibetleri ceza olamaz ve böyle mağdubı halikı cihan olan diyara talib ve zabit olmaktan felah bulmaz' mülahazası ile mukaddema' olan ahdü misakımıza binaen nakzı ahdden tehaşi olunup, onların digervefatı şeyhülislamkmahmudgun halleri errahmü'rrahimine' zd. havale olunmuştur deyü tahrir olundu ve sabıka şeyhülislam akmahmudzade esseyyid zeynelabidin efendi bin yüz kırk şa linden berü dört def'a sadrı rum ve dört def'a nakibü'leşraf olarak elli dokuz şevval 'inde müfti ve yirmi bir ay sellemehü'sselam fetva verdikden sonra azl ile kanlıcak'da yalısında uzlet etmişidi. sinni seksen beş sali tekmil eylediği halde merhum olmağla, eyyüb'e defn olundu ve hüsni hatime lafzı tarih vaki' olmağla hüsni hatimesine delalet eyledi. ve yüz sene mukaddem bin altmış dörtsalinde kasım'm beşinci gü nü kar yağdığı tevarihde mesturdur. lakin işbu bin yüz altmış dört salinde, kasım'dan beş gün mukaddem ve kasım'dan mukaddem kar yağdığı, zi'lhicce'nin on üçünde helaki eşcar: şiddeti rüzgar ile berki azim nüzul etmekle münteha dırahtlan kö künden sernigun eyledi. sarayı hümayun'da ve sa'ir hadayıkda olan salhurde servilerden binden ziyade ve sa'ir eşcar henüz yaprakların ıskat et meden kar basmağla takat getiremeyüp, kiminin dal ve budağı münkesir ve m ü n ır k t e p e kimi temelden ve kökünden telef olduğundan başka, kar damlarda ziyade tecemmu' ettiğinden köhne bamlar riyahı şedid, helaki sefa'i. ve binalar münhedim oldu ve mürtefi' cevami' kurşunlarmı riyahı şe did berheva eyledi. ve hasıl olan fırtmadan kara deniz'de ikiyüz ve yal nız iznikmid körfezinde eyyam ı şita, eyyamı sayf gibi olkırk sefine telef olmağla bu fırtmadu ğu: ya ağaç kıran tesmiye olundu. ba'dehu hava küşade olmağla baharadek köhne bahar olarak imrarı vakt olundu ve bu esnada simavkasa basında deli ahmed vadiyi isyanauruc ve subaşıyı basup kati etmek gibi şakavete cesaret ve beş on bölükbaşı sahibi olduğu ihbar olunmağla, anadolu valisi yahya paşa katline me'mur olup etrafını ihata ve muharebe ettiklerinde, vafir paşalu kati edüp, firar ettikde ta'kib olunup, kati olun mağla seri maktu'ı hastane'ye getirildi ve kapdan durak akdeniz'den hastane'ye geldikde üç kıt'a akdarma getirdi. binayi kasırha der küçüksu der haliçi kostantiniyye ve icar şudeni araziyi kandlllibağçe ve binayı sahilsarayan der mahalli mer kum der haliçi kostantiniyye ve harikı gedikpaşa ve harik der kurbi sultanselim ve harık der kurbi sultanbayezid ve harik der kurbi koska ve azli sadrıazam divitdar m ehmed emin paşa ve nasbı m iri ahurı ev vel mustafa paşa basebebi harık ve azliğayi yeniçeriyan kezalik basebebi harik ve azli ağayi darü'ssa'ade beşir ağa ve katli o der k ızkule'si ve katli hazinedarı o süleyman der tahtı kasrı alay ve zelzele der ramazan. adeti kadime haccü'lekber senelerinde kisvei beytden babı şerif perdesi, şerif tarafından padişaha haccı ek b er: gelmek kaidev olmağla bu se ne yine'haccü'lekber vaki olmağlaperdei babı beyti şerif hastane'ye geldi. ağa yazıcılığın dan muhrec namdar mehterzade ah efendi devri manasıb ederek defter emini olmuşidi. bu esnada fevf harici mezheb peyda eden kati olmağla vezir kethüdalığı'ndan olunduğu: muhrec memiş efendi defter emini oldu ve malatya semtinde elhaslı aşireti ekradından kalenderoğlu riyazet vadisinde dall ve mudili olup forma: ı ş e m 'dn i zd esü l e y mnee n d itr i h iii humekaya iki vakit namaz bağışlamak gibi mezheb peyda etmekle başma bir kaç bin adam cem' ettiği devletin ma'lumu oldukta mar'aş valisine ferman olunmağla etrafmı ihata edicek, kabilesi isti'fa ve istiğfar edüp, şeyhi mudili ile karmdaşı ve ekber aveşerifi m ekke: nesinden elli üç nefer kati ve ru'usı maktu'aları hastane'ye geldi ve şerifi mekke şerif mes'ud vefat ettikde, eşrafı mekke ittifakı ile biraderi şerifi müsaid, bahtı nıüsaid ile küçüksu köşkü b in ası: şrafete sa'id oldu ve boğaziçi'nde küçüksu nam mahallbir müm taz mahall iken hali kalmışidi. sadrıazam divitdar mehmed paşa padişaha layık kusurı bikusur binası ile ihya ve sekiz yüz zira' bir divanhane ve havuzlar ve fıskiyeler inşa ve hoşnigar bisat bast edüp, padişaha ziyafet etmekle hizmeti makbuleye muvaffak oldu. bu mevkife muvafık elliden ziyade şu'aradan kasayid sunulmuşidi. lakin rumelihisan dizdarı rasih'in tarihi racih oldu. b eyt: çün ihyası olup sultan mahmud hanı cemcahın küçüksu bir büyük nüzhetgahı safa olduiki mısra' iki tarihdir ve hadayıkı sultaniye'den kandilkandilli bağçe'nin kasaba olduğu: libağçe mevkı'i hoş bir saray iken terk olunmağla eseri bina cabeca kalmışidi. arazisi evkafı hümayuna ilhak ve talibine mikdarı kifaye icar olunmağla, müte'addid yalılar ve hamam ve dekakin ile bir kasaba ihya olundu ve şa'ban'm dördünde ', sadrı rum dürrizade mus tafa efendi ve sadrı anadolu karabekir zade ahmed efendi ve istanbul kadısı osman kethüdazade ismail efendi, üçü birden bir günde tekmili müddet ile azl olunup, iran kazaskeri abdullah efendi sadrı rum ve merküm ismail efendi anadolu payesi ile kostantiniyye kadısı idi, sadrj ana dolu ve ivaz paşa zade ibrahim gedik paşa h arik. beyefendi istanbul kadısı oldu ve şa'ban'da kabli asırda gedikpaşa'dan harik zuhur edüp, kumkapı'ya varınca ihrak ettikden sonra harici sur'a geçüp, sevahili dahi yakdı ki, yirmi sa'at mümted oldu. bir kaç gün mürurunda sultanselim'de, ba'dehu sultanbayezid'de, ba'dehu koska'da kebir harikler zuhur etmekle, her gün ve her gece üç beş kerre, filan yerde harik zuhur etmiş sadası ile nas oltarafa hücum aslı yok, ba'dehu biris tajafa dahi, halk sokak sokak dolaşıp, vesvesesi ile uykuya hasret m ü n tr k t e p e oldular ve kundak sohbeti şayi' olba'isi katli k ızlar ağası ve d ivitmağla kıyl ü kal ve sakimi fal lidar m ehmed paşa ve yeniçeri sanı nasda zuhur etmekle, sadna ğs. azam mehmed paşa dahi kısteyn mevacibi ihrac olunmağla paşakapısı'nda sergide ulufe tevzi' ederiken, şa'ban'm on dokuzunda , hünkar kapıcılar kethüdası burgosi mehmed ağa sergi başında vezire gelüp, mühri hümayunu hemen halk içinde ahz edüp, gittikde veziri ma'zul sergiyi defterdar'a sipariş ve iki çuhadar ile soğukçeşme kapısı'ndan sarayı hümayun'a dahil ve balıkhane'ye inzal olundukta vekaleti kübra mührü hala miri ahurı evvel olan mustafa bey bn. abdurrahman paşa'ya beşiktaş sahilhane'sinde teslim ve sadrıazamhil'ati olan kamaniçe nam kürkü ilbas ve kayık ile yalıköşkü'ne irsal olun dukta hazır olan hünkar takımı solak ve peykler ile babı hümayun'dan çıkıp, paşakapısı'na geldikde, kanun üzre arzodası'nda sadreyne ve sa'irine kürkler ilbas edüp, divanhane'ye inüp, erbabı menasıba ve yeniçeri ağası'na hil'atlar iksa edüp, selefi olan mehmed paşa'yı çekdiri ile girid ceziresinde resmo'ya irsal eyledikde vafir eşyası ile harçlığını padişah in'am eyledi ve mehmed emin ağazade sadık ağa miri ahurı evvel oldu. çünki esnayi harikde süleymaniye kurbünde vezirin sarayı dahi muhterik oluriken, yeniçeri ağası'na vezir ateş zuhur ettikde, ihmal ve tekasül ettiğin den, sagir hariklar kebir oluyor ve harik kebir oldukta dahi itfasma sa'i et memekle istanbul ateşlere yanıyor dedikde, benim elimden bu kadar gelir deyü ünf ile vezire cevab verdiği şayi' olup; vezirin azlini kızlarağası murad etmiş, hünkara azl ettiremediğinden vezire şey'in' vermek veaz line bahane olmak içün kundak bırakılmak sipariş ettiği için yeniçeri ağa sı etrafı kundak ile yakıp ateş zuhur ettikde itfasma müsamaha etti ve kasden vezirin sarayını dahi yakdırdı ve yanariken vezire ünf ile cevab ver di deyü nasın lisanına yeniçeri ağası düşmekle, vezir azlinin ikinci günü yeniçeri ağası macar haşan ağa dahi azp paşakapısı'na getirilüp. ket hüda bey'in yanında tevkif olunup kul kethüdası sarı mustafa ağa geldikde yeniçeri ağası nasb ve selefinin etba'ı ile ağakapısı'na vardıkta başçavuş'u irsal etmekle, başçavuş paşakapısı'na gelüp, vezir kethüdası odasından ma'zul ağayı alup, bir sagir sefine ile linini ceziresine isal eyledi. garabet bundaki. ağa azlinden sonra hariklar ve kundak sohbeti mündefi' olmağla, hakkında söylenen kelamlar tasdik olur gibi oldu ve zorluzade elhac mehmed ağa kul kethüdası, diğer iğcizade elhacmehşe m 'dn ızd esü ley mne p e n d i tr ih i med ağa zağarcı ve diğer gürcü harık içün kundak: elhac mehmed ağa sansuncu ve mahmud ağa turnacı ve ibrahim ağa muhzir oldu. gah bigah bu istanbul'da bu kundak amelizuhur ettikde, mücerrebler bu devletde müteneffis'i müstakil bulunan zat köndüye şerik peyda olucak, hünkara def'ine müte'allik şeyler sevk eder, kargir olmadıkda' yeniçeri ağası'na kundak sipariş eder, sık sık hariklar zuhurunda bunun hikmeti nedir deyü padişah istifsar ettikde, padişahım halk veziri istemiyor demek içün derler; eğer yeniçeri ağası dindar ise i'raz eder, değil ise ben vezir olurum me'mulü ile ibadullahıateşlere yakar; macariyü'lasl pelidi anid gibi bidin gibiler irtikab eder. bu bir günahtır ki, ebedü'labad cehennem'de yanup kalmak içün cehennem halkolundu, demeğe sezadır. zira beş on ev yansın niyyetile ateş ederler, rüzgarına mü sadife etmekle beş on bin ev yanar nicelerin hem hanesi yanar, hem küçük yaşından berü hasılı ömrü olan mameleki yanar, elleri böğründe kalır bir evde sahibinden başka sa'irinin dahi asaleten ve emaneten mal ve eşyası yanar ve nice bin hayvanat yanar; ba'zen nice nüfusı insan yanar ve itfasma sa'i edenler de gah ölür; çok kimesne mecruh olur ve ba'zısı he lak olur ve ümmeti muhammed'in itfaya çektiği zahmet ve komşuların esvab naklinde olan mazarrat ve ziyan ve rahatsızlık velillahi'lmüşteki gerçi yeniçeri ağası azli ile hariklar basıldı. lakin vezirden herkes hoşnudidi. bu güne azlinden cümlesi münfa'il oldu ve azlini murad eden kızlar ağası olup, azline çare bulmıyacak, ma car'a mühür va'di ile bu karı nahemvarı irtikab ettirüp, ibadullahı nara yakdı deyü, sözler zuhur etti. çünki bu kızlarağası beşir ağa on beş sene hazinedar olup, hacı beşir ağa fevtinden berü altı sene darü'ssa'ade ağa sı oldukta rizayi padişahide kıyam eder. lakin süleyman nam kakavanı hazinedar ve arnavud mehmed ağa nam biimanı kethüda ve köstendilli haşan efendi nam sahibi samanı müsahib edüpsemti celbi mali izah ettiklerinde, kendü aferinler ederek melcei nas olup, şefii mücbir oiupivezir'den ve müftı'den ve yeniçeri ocağı'ndan ve sa'irinden mat lubu olan husus bila te'hir vücuda geldiğinden, her mansıbın üçer beşer talibi, tahammülünden ziyade meblağ arz ettikde, zaten ve zamanen liyakat ve istihkaka nazar etmeksizin ziyade veren tercih olunup, muradına'erişdirirdi, ve iltizam edindiği hususu ibtida' reca' şeklinde, olmaz ise ibram, ol maz ise hünkara hatt keşide ettirecek, her kimden recamend olsa bilate'hir icabet eder; zira etmese hattı şerif ile olur; hemen ağa'yı mu'ber et tiğimiz yanımıza kalır denilmekle, bir mansıb ricalinde istiklal kalmayup cümlesi ağa'nın hail ü akdini te'kid içün mansıblarmda ku'ud eder; her kimin işi olsa ağa tai'afmdan vücuda getirmekle sa'i eder; mesela hususı merkumu vezir beşyüz kuruş ile husule getirse, makbul değil; bin kuruş ile vücuda gelir ise gelsün, ağa tarafmdan vücuda gelsün; zira ben mak sadıma na'il olduktan sonra bir talibi zuhur eder, ağa tarafmdan benim elimden alır '; vezirin verdiği işe yaramaz dedirmişidi. cümle erkanı dev lete hakim olduğuna kana'at etmeyüp, sadnazamlara dahi tahakküm ve be nim çırağımsın edasını iş'ar ve sahibi mühr olanlar azl ve nasbi ağa'nın ye dinde olduğunu görüp ve selefine muğber oldukda, azl ettirüp, kendinin takarrübü ve rizagerdesi olduğu içün mühre nail olduğunu bilüp, bi'zzarure ehn ve eteğin takbil ve merhametin reca' eder olmuşlaridi ve çarşanba gün leri ağa divan ettikde, vekili mutlak divanından kalabalık ve edna merte be ta'alluk ile herkesin' divanına varmayı ni'met bilüp, ma'zul ve mansub rical ziyaretine vardığından ma'ada, kazaskerler dahi iki üçer haftada birer kerre varmağla teşerrüf ederleridi. bu devleti osmaniye'nin azam manasıbı vekili mutlakı sadrı, ba'dehu sadrı fetva olup, kadimden devletin menasıbının ahvali. berü halkın gözü böyle alışup, hila fından nas nefret eder. enderun biruna ve birun enderuna karışmaz ve sadrıazam olan her nekadar ağa'nm i'anesile sadra gelmiş olsa, yine nasm nazarı sadırda olanadır. yoksa onu sadra getirende değildir. hilafı ihtilale, belki fitneye ba'isdir. ilacı sadrm hükmünü vermektir. vezir olan mahkum olup, sadrın hükmünü veremiyecek, canından bizar olur ve vezirin aczini görenler ağa'ya adaveti kalbi ha sıla etmişleridi. lakin ağa kendi alup, süleyman'a ve arnavud mehmed'e aldırıp cem' ettiği malı ve tuhafı, her gün padişaha arz etmekle. ağa pa dişahın mahbubu olmuşidi. bu sebepden hayrhah olanlar, padişaha ifadeye muktedir değilidi. ukala fitneden havf edüp, sühuletle ağa'nın zevaline du'a ederleridi. gerçi kendüde aleti recüliyyet olmadığından fısku fücuru ' ma'lum olmaz. lakin isneyn ve etba'ımn fışkından efendisine zahamisde sa'im deyü şöhreti vardı. amma ne fa'ide, ehassı etba'ının fısku fücuru ya'ni süleyman ve mehmed'in müstesna cariyeler ve enva' zikıymetle donanmış ve her ma'rifet areste olunmuş müte'addid hediye gelen cevariye kana'at etmeyüp, şi keste zeban rum kızları ile zinası ve nevcivan abdi memlukler ile ettiği fışkı kifayet etmeyüp, dilrüba oğlanlar aradup, getirüp i'lanmdan dahi tehaşi etmeyüp, envaı fıskile meşhur olmuşlaridi. çünki ağa salih ol şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i sa fasıklara muhabbet etmez deyü ağa'ya bunlar dahi nasm deruai adavetine vesile olmuşidi. ehassı etba' böyle cesaret ettiğinden, ağa çuhadarları ve baltacılar dahi fısk u fücuru haddini tecavüzden ve etba'ma yüz safa ve zevk add etmişleridi. ve vermekten zarar: devlet'de kapıcıbaşı ve silahşor ve za'im ve vezir çuhadarı hizmet lerine, ağa çuhadarları gidüp, vezir çuhadarıbir kise hizmet almak adet olan hizmetden altmış kiseye kana'at etmezleridi. sa'ir kimesne şöyle dur sun, üç tuğluları sallamayup vüzeraya za'im nazarı ile eda ederleridi. zikri sebk ettiği üzre mustafa paşa mührü alıcak, gerçi ben hassaten ağa'nın çırağı oldum; amma şanı vezaret eslafımdan zi yade tevazu' ve tezellüle mani' eslafım gibi olsam azl ve tenkil ' ve fitne ihtimali var; lyazı billah padişahın ağa'ya mahabbeti var deyü, bu hüc cetleri kiniesne padişaha ifade edemez. fitne zuhur eder ise, padişaha ve devlete mazarrat olur, fitne olmasa dahi bu mertebe rüşvet ile karhanei devletin nizamı muhtel olur. bu hariklar bahanesi ile ve sadnazamın azli ile peyda olan aracif şüyu' ve semi padişahiyelahik olmasına çare bul du. fi'lvaki' padişah istima' edicek, tebdili hey'et iffeti tam ile şöhret şi'ar olan şeyhülislam esseyyid murtaza efendi'ye varup, ağa'nın halinden istifsar ettikde, sui halini işidiyoruz; hal ve şanını tefahhus buyurun demekle. padişah ağa'nın ahvalini teftiş ederiken hikmeti hüda rehin olduğu vakit erişmiş; istidracları tamam olmuş. çünki ağa'nın saltanata istilası ve şirketi şu mertebeye varmışidi ki, mektubu fermanı padişahinin, belki hattı hümayunun hilafına cari ve etba'ından bir taze oğlan asılsız bir hiz met ile taşraya otuz hüddam ile gidüp, yetmiş seksen kise alup, yollarda vevardığı yerlerde vüzeraya ve zu'afaya ettikleri nahemvar evza'ın ev safı gayri kabil olmağla, alem zevallerine muntazır iken, çerkeş rahtvan haşan nam gulam konya canibine üsküdar mollası'mn başına mahhizmete gideriken, üsküdar menkeme yıkilup, helak olduğu: zilhanesi'ne varup, beygir taleb et tikde, menzilci beygirler cem'i içün te'hire muhtaç olduğunu ifade edicek, tehevvür ederek, üsküdar kadısına gelüp elbetde şimdi beygir isterim deyü ibram ettikçe, biraz sabreyle oğlum tedarik oluyor dedikde, bak efendi deyü belindeki gümüş kamçıyı gösterüp, lisanına gelen haltıyatı tekellümüne tahammül edemeyüp, gelüp huzurı şeyhülislamide kavuğunu yere vurdukda, şeyhülislam pu: Jljj ile teselu edüp, ric'at ve üsküdar mahkemesine gelüp, sakit oldu. halik biçün leylei merkumede mollayı mümaileyhin beytutet ettiği oda cevfi leylde münhedim olup, kadıyi pir helak olduğu ertesi şayi' olucak ba'zılar, ağa mahkemenin esasma cıva isneyn günü idi; biniş tarikası ile efterdarburnu nam mevzii dilküşaya teşrii buyurduğu an da, bostancıbaşı ağa'yı çağırup yedine bir hattı şerif 'verüp, lisanen tenbih ile silahdar ağa'yı terfik etmekle anlar dahi kızlar ağası'na füc'eten gelüp, cebrice kaldırup, bostancıbaşı sandalı ile kızkulesi'ne götürüp habs etti ve hazinedar süleyman'a dahi ta'yin olunan hasekiler gelüp, beşiktaş'da bina ettiği saraymda bulup, bostancılar mahbesi olan furuna ba'de'ıvaz' kethüdası mehmed efendi ve diğer kethüdası hattat ve musahibi haşan efendi gibi etba'ını dahi kezalik' furuna vaz' ve hünkar hazinedarı olan diğer ibşir'ağa'yı darü'ssa'ade ağası nasb ve ma'zulün mısır'a nefyi içün varid olan hattı hümayun mantukunca sadrıazam bir çekdiri ihzar ve ağa'nın zıddı kamili ve mağduru olan kapıcıbaşı serezli mehmed ağa'yı mübaşir ta'yin eylemekle mehmed ağa kuleye varup karar eyledi. lakin ağa'nın bahtı siyahından rüzgar şiddetlenüp, çekdiri kuleye varmak kabil olmadı ve ba'de'lmağrib baltacılar kethüdası hattı şerifi vezire getirdikde, vezir çavuşlar katibi yediyle hattı kapıcıbaşı'ya, kızkulesi'ne isal edicek, kapıcıbaşı, kızlar ağası'nı kati ve seri maktu'unu babı hümayun'a gece vaz' eyledi. çünki salı gecesi olup, divan olmağla, divandan avdetde, ehli divan ibretle temaşa edüp, kibar ve sıgar handan oldu ve ha'ini din ü devlet tarih vaki' oldu. gerçi padişah ağa'yı hukükı sabıkaya binaen nefy ile iktifa edecekidi. lakin vezir, ağa'nın padişaha ne güne ta'alluku olduğun bilüp, hayatda kalır ise yine gelir ve benim hayatımı kat' eder deyüp, ba'de'lasr eğer ağa'nın başı bu sabah babıhümayun'da görülmez ise. kul çorbayı kapmaz deyü telhis ettiğine bina'en katle hattı hümayun sadır olmuş ve akibi divanda padişah alayköşkü'ne gelüp, mesfuri süleyman'ı furundan soğukçeşme kapısı'na çıkardup tiğı cellad ile cezası tertib olunduğuna, köşk'den nazır oldukta divan'dan avdet edenler dahi görüp mesrur oldu ve mezbur süleyman'a karabet' iddi'ası ile fisk u fücura müte'allik umurda bezli vücud eden sarraf agob'm dahi re'si küfrü vücudundan cüda kılmup, kafiri maktulün beşiktaş ve südiüce ve istanbul ve üsküdar'da vaki' bina ettiği' sarayları ve cümle nükud ve eşyası defterdar efendi ma'rifetile temhir ve furunda mahbuslar intak olunarak, vezirhanı ve validehanı ve sarraflarda emanet malları ve cevari ve gılmanse m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th iları ve binden mütecaviz ala atları ve musanna' rahtları ahz olunup, destii rüşveti arnavud mehmed ve köstendilli haşan ki', istanbul cizyedarı ve başbakı kulu olmuşidi; leylei kadir'in ertesi babı humayun'da kati olundu ve rahtvan çerkeş haşan üsküdar kadısma, bak kamçıya demekle, ağa çuhadarı'yım demeyi iş'ar kasd ettikde. kadı bak kamçıya demek, seni kamçı ile darb ederim dedi zannetmişidi. ve yevmi mezburda süvar olup gitmişidi. ağa katlinde akibine mübaşir ta'yin olunmuşidi. bor kasabasmda ahz olunup, kayd ile delibaşı mustafa ağa hayyen hastane'ye getirdikde, üsküdar mahkemesi kurbünde kati olundu. arab ismail nam çuhadarın dahi konya müftüsü'ne hakaret ile darb ettiği ma'lum olmağla baferman konya valisi sinek mustafa paşa konya'da kati eyledi ve ikinci çuhadar gürcü mustafa magosa kal'asma ba'de'lvaz' kati olundu ve ağa'nın mukarriblerinden. galata kazasından ma'zul kehalbaşı müstakimzade efendi ve saray tabiblerinden bosnavi mustafa efendi kıbrıs'a nefy olundu ve silahşor cerrahbaşızade mustafa bey furundan'ba'de'lahz nefy olundu ve silahşor arapgirli ali ağa nam pir maskatı re'sine nefy olundu ve ağa'nın meşk hocası mumcuzade meh med efendi mağnisa tevliyetile çırağı olmuşiibizzat tevliyeti zabta irsal olundu ve hocası olup, imamı saniyi sultani olan konevi esseyyid meh med efendi, muvakkaten mağnisa kazası ile izmir'de mekse irsal olundu ve vezaretden teka'üd eden ebubekir paşa istanköy'e ve keleş nam ağa si lahşoru şam'a ve silahşor pepe beşir nam kimesne diyarıbekir'e ve çuha dar gürcü süleyman biladı mısır'a ve solak ali bağdad'a ve etba'mdan ata efendi sakız'a ve üsküdar'lı çuhadar limni'ye ve kozbekçi u nh man kıbrıs'a ve çuhadar ahmed haleb'e ve çuhadar benli ali ve ismail lazkıya'ya ve kayıkçı keleş magosa'ya ve kapıçuhadan ebrim'e ve mercimek nam mudhik limni'ye ve harem kethüdası avrat adası'na nefy olunmağla canmdan bizar olup, hudusı fitneye muntazır olan ukala indinde mesfurların' def'i ile kıyl ü kal mündefi' oldu. bu divane lerden hasıl olan mal yirmi sekiz bin kiseye baliğ oldu. mameleki zahirde padişaha arz ederiken bu rütbe mal ve eşya iddihar etmek, ne hayali batıl ve ne tuli emel olduğu bilinmedi. bir alay ahmak süfeha kurenasının müdahenesine ve istidraclarına mağrur olup, asla kendümüze gelelim, lisanı nasa düşdük, ilmi yaman, beymi yaman, il yamandu: demeyüp, padişahın te veccühünü baki zannettiler. azıcık akılları olsa istidracımızın akıbeti ne güne olur deyü fikr ile fuhşiyatdan ictinab ve tama'dan perhiz ve yedlerinde olan ile kana'at ve vüzera her ne kadar çırağı ise dahi yine ameli kadim üz re haddinde kalup, tecavüz etmemekidi. zira bu felekde hangi kavm haddini tecavüz etti ise, akıbeti böyle ol du. hatta' abdi memluklerinden ahmed nam taze gulamm emirü'lhac gadezade' es'ad paşa'nın yedinde sehnı nam kanndaşı olduğunu haber alup ağa'sma selim'in mahbubiyetde kemalini vasf ve getirilmesini rica et mekle baltacı ocağı'ndan şam alaybeyliği ile çırağı olan hüseyin ağa'ya her kaç akçece olur ise paşa'dan selim'i iştira edüp irsal edesün deyü tah rir olunan ağa mektubu şam'da hüseyin' ağa'ya vasıl oldukta, hüseyin ağa mektubu paşa'ya gösterdikde, paşa gulama üç kat libas ve üç yüz ku ruş harçlık ve berat verüp, ağa'ya hediye olmak üzre irsal etmişidi. üç dört ay mürurunda padişah tahtü'rrevanına tüvana katır lazım deyü bir ağa mektubu ile selim'i kırk baratalu etba' ile şam paşasımezbur es'ad paşa'ya irsal etmekle, gerrü ferr ile paşa'ya vardıkta merkum alaybeyi'den menkül, selim geliyor haber geldikde 'paşa bana hitab edüp şimdi bizim gulamımız olup, ağa'ya hediye irsal ettiğimiz oğlan bir kaç katır talebi ile bize gelürimiş, ne güne mu'amele edeyim deyü te'essüfane sü'al ettikde, fe lekde böyle şeyler çok vaki' olur, size layık olan ecnebi ağa çuhadan gi bi ri'ayet buyurun' dememleazim alay ile istikbal ettirüp, bile ta'am ederiken lokmasını selim'in önüne koyup kırk kise katır baha devlete ve al tışar kiselik iki bohça, biri ağa'ya biri süleyman'a ve otuz kise hizmet selim'e verüp, ikram ile avdet ettirdi. selim hastane'ye geldikde hünkara ma'cun içün hecin devesi beyni lazım deyü seretibba' haber vermekle, tekrar se lim deve beyni getirmek bahanesile yine selim paşa'sma elli baratalu hüddam ile hizmete irsal olundukta, paşa gayretinden la'anasi gulamımızı böyle gerr ü ferr ile bize kerraren ve merraren irsal etmek ne demek' ve bizi böyle masrafa mübtela etmek nedir deyü kendüyü helak ederidi. ve'lhasıl yine elü altmış kise hizmet in'amı ile i'ade eyledi. amma selim şam'dan istanbura gelir iseantakya'da bir ayan define çıkarmış de yü kağıd getirmekle malı mezburu tahsil hizmetile tekrar antakya'ya vardıkda mahzı bühtan olduğu zahir oldu. lakin seksen kise hizmet ahz edüp iftira olduğunu gelüp ifade eyledi. ba'dehu selim rumeli'de ziştovi voyvo dası olup, elli altmış etba' ile gidüp zu'afanın za'finı iz'afı muza'af ederek mali kesireye malik olmuşidi. ağa katlinde malı miriye ahz olundukta hemen ' yetmiş aded ala kürkü çıktı ve selim kayd ü bend ile edirne'ye getirilüp, sekiz ay hapisden sonra hacc vakti geldikde padişahı kadrdan gulamı mezburu paşa'sına hediye deyü sakkabaşı ile irsal eyledi. lakin ayıntab'a vardıkda zorba hüseyin gulamı merkumu yolda alup, sayda'dan mı sır'a isal eyledi. el'an mısır'da sefilen eceli mev'uduna muntazırdır. sa'ir şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i etba' ve ağyarı buna kıyas oluna deyü mikyas olarak bu madde tafsil olundu ve'sselam. ve ramazan'ın on sekizinci ve teınmuz'm on dokuzuncu ahed gecesi beyne'lişaeyn zelzele vaki' oldu. edirne zelzelesi: gerçi istanbul'da zararkalil amma edirne ile hafsa'da kesir ve zararı azim vaki olup. sultan selim cami'i ile dört cami'den ma'ada cevami'in minaratı münhedim ve cevanıi' ve kargir binalar rahnedar ve sa'ir binalar inhidammdan nüfusı kesire zayi' ve mecruh oldu ve diyarıbekir'den ma'zul tatar esseyyid mehmed riza efendi nakibü'leşraf oldu ve şevval'in dokuzunda tevcihatı vakı'a olup, kethüdayi sadrı azami nazif mus tafa ağa ve reis' na'ili abdullah efendi ve çavuşbaşı bosnavi meh med ağa ve tezkirei evvel abdullah'efendi ve sani nu'man efendi ve mektubi hamid hamza efendi ve beylikçi avni efendi ve kethüda katibi derviş ali efendi ve defterdarı şıkkı evvel halimi mustafa efendi ve sani göynüklü ahmed efendi ve salis üsküdari salih efendi ve tersane emini izzet paşa damadı mustafa efendi ve şehir emini elhac mehmed efendi ve darbhane emini abdullah efendi ve matbah emini mehmed emin ağa zade hüseyin ağa ve başbakı kulu abdi ağa ve maliye tezkirecisi subhi zade abdullah efendi ve mevküfati vak'anüvis izzi süleyman efendi ve cizye başbakı kulu yusuf ağa ve miri alem abdülbakı ağa ve cebecibaşı abdullah ağa ve topcubaşı mustafa ağa ve arabacıbaşı fazıl ib rahim ağa ibka ve mukarrer olup, aydın valisi abdullah paşa zade latif bey sipah ve kapıcıbaşı haşan ağa silahdar ağası ve memiş efendi tevkı'i ve yeğen mehmed efendi defter emini ve behçet efendi ruznamçei evvel ve hatti mustafa efendi muhasebei evvel ve elmas paşa zade mus tafa bey muhasebei anadolu ve koca bekir efendi yeniçeri katibi ve defterdarı sabık belgradi ahmed efendi mukabelei süvari ve rakım efendi emini şa'ir ve esbak matbah emini halil efendi cizye muhasebecisi yeniçeri ağası ağakapısı'nda sadnazam'a ziyafet eyledi ve iki tuğ ile haleb valisi olan sarı kethüda deyü şehir abdurrahman paşa cesaret ve şeca'at ile ma'ruf adam idi, vefat eyledi ve hazinei enderunı hümayun kethüdası halil bey üç tuğ ve tırhala mansıbı ile çırağ oldu ve büyük ayşe sultan bn. essultan mustafa hanı sani bundan ak dem vefat etmişidi, mahlul olan zeyrek'de vaki' maktul şeyhülislam esseyyid feyzullah efendi sarayı, büyük ayşe sultan mahlulünden demirkapı'da sakine küçük ayşe sultan bn. ahmed han'a ihsan olundu ve bostancıbaşı halil ağa kapıcıbaşı'lık ile ihrac olunmağla, haseki ağa olan hüseyin ağa serbostaniyan olup, odabaşı mehmed ağa, haseki ağa ve ikinci baltacı vezir odabaşısı oldu. müverrih ızzi efendi'nin bu mahalde, yani altmış beş sene gayetinde, cildi sanisi gayet buldu. kadı şudeni beizm ir fazılı binazir akkirm ani m ehmed efendi ve tevcihi vezaret bekapdanı derya m ehmed paşa bn. süleyman paşa ve binai cami' der kurşunlumahzen der ziri zemin der galata ve ziyafeti sadrıazam bepadişahı mu'azzam der dolmabahçe der şevval ve temaşakerdeni becanbaz ber resen ve vefatı sadrı sabık divitdar mehmed paşa der diyarı mısır. vak'anüvis'iz z isüleyman efendi iki cild vekayi'ini tevarihe zeyl ettikde. h akimefendi vak'anüvis olup, henüz zabt ettiği havadisi tebyiz ve m abeyni def tine vaz' etmeksizin neşa uhraya azimolmağın bin sa'yile müsveddatı olan evrakı perişana malik olup, biribirine ba'de'lrabt işbu m ür'i'ttevarih'imizin tertibi üzre hülasai me'ali ahz ve kütüb ve sebt olunmağla işbu bin yüz altmış altı 'sali ihtidasından ibtida' kılındı. muhsinzade mehmed paşa hotin vak'anüvis nasb olundu ve ümerai derkapdan m ehmed pşa: yadan kapudan gazi süleyman paşa'nın mahdumu mehmed bey tersane kethüdası olmuşidi. akıllı ve uslu, kamil ve mütevazi' ve umurı tersane'ye arif olmağla, iki ay mukaddem, iki tuğ ile derya kapudanı nasb olunduktan sonra hüsni süluki meşhudı padişahi olmağm işbu cumade'lahire 'de üç tuğ ihsabostancıbaşı'mn padişaha üskünı ile derya kapudanlığı ibka olundar'da mandıra ziyafeti. du ve bir hafta mürurunda donanmayi hümayunu alıp, bahri sefid'e rahi oldu ve bu esnayi baharda, üsküdar'da ibrahim ağa çayırı'nda vaki' miri mandıra çemensafai sahra olduğu ecilden, bostancıbaşı tertibi ziyafet etmek ile padişahı alempenah teşrif ve akşama dek ahenk ile temaşa kılındı ve atlar çayırda iken büyük m iri ahur padişaha miri büyük miri ahur ağa miri ahur ahur köşkünde ziyajetl. köşkünde padişaha ziyafet eyledi ve hitamında ihzar ettiği hedayasını arz eyledi ve fatihi galata mesleme, hazreti halid ile geldikde, yahud dahi mukaddem gelgalata fethi ve kurşunlu mahzen diğinde, kurşunlu mahzen ta'bir cami'i b in ası: olunan mahalli kargir cami bina etmişidi. ba'dehu mahzen ittihaz olunup, bu anacek kalmışidl; ya'ni galata lafzı hakikatda galatdır. gallesude lafzından galatdır ve sude, lafzı yunanidir, sağmal ye ri demektir. kostantin, cümle koyun ve keçilerini ab u hava ve kiyahı hoş ve aladır deyü mahalli merkümu gallesude etmiştir. hicretin kırk yedi tarihinde hazreti mu'aviye cc tarafından ikiyüz kadırga sefinesi ile iki yüz bin ehli islam leşkeri geşehadeti hazreti hlid: lüp, galata'yı muhasara ve beher sene bir kadırga yükü altun cizye ye müsalaha olup, şam'a gittiler ve def'ai saniyede abdullah bn. abbs ve halid bn. zeyd elli bin ashab ve tabi'in ile elli kadırga' ya süvar olup, yedikule'ye yanaşup, altı ay kostantiniyye'yi muhasara ve yüriiyüşde serasker hazreti halid, zenberek isabetinden şehid oldu; yahud ishalden vefat etti. ba'dehu yerine serasker olan, küffan haraca kesüb gitti. ba'dehu elli ikisalinde süleyman bn. abdülmeliki emevi tarafından karındaşı oğlu seksen yedi bin leşker ile galata'yı bir ay mu hasara ve nehb ü garet edüp, yine şam'a gitti ve yüz tarihinde, yüz bin asker ile alakavlin, ömer bn. abdülaziz, karadeniz boğazı'ndan ubur ve galata kal'ası'n bilaeman feth ve kurşunlu mahzen'i ve arab cami'ini cami' olmak üzere müceddeden, ikisini bina edüp, derunı kostantiniyye'den, eğrikapı ve edirnekapısı dahili ile sultanselim dağı ve zey rek başını ve harici kostantiniyye'den, unkapam'ndan eyyüb'a varınca cümle ehli islam zabtında olmak üzre, küffar ile. sulh ve derunı kostantaniyye'de gül cami'ini bina ve sirkeci tekkesi'nin' mahallini mahkeme ittihaz ve senevi ellişer'bin altun haracdan üç seneliğini alıp gittiler ve ba'dehu galata küffar cami'ini mahzen ittihaz etmişleridi. ilahaza elan mahzen olup bir kalın arabi minaresi dahi mevcut alametiken, kimesne cami' etmeye kadir ve muvaffak olamamış kalmışidi. meşayihi nakşbendiye'nin azamlarından esseyyid eşşeyh muhammed muradi hazretleri şam'dan hastane'ye geldikde, doğru kurşunlu mahzen'i ve havalisinde olup nama'lum olan şühedayı ziyaret ve kendüye olan işareti ruhani mucibince padişahı islama mülakat ettikde, işareti mezkureyi padişaha işaret etmekle elli beş zira' tul ve kırk dört zira' arzı olan mahzeni merkumu tahtani mu'alla cami' olmak üzre ihya ve ta'mir, haz reti osman tevsi' ve cidar ve amudunu münakkaş ahcardan ve sakafmı saç ağacından et mekle, ziynetine ihtimam buyurduğu gibi camii merkumun ziynetine ih timam olundu ve ittisalinde vakigalata gümrüğü duvarında ziyaretgah olan merkadleri, camii merkumun garb tarafına alup, derunı cami'de ziyaretgah kılınması şeyhi müşarü'nileyhin tasvibi ile mezar kılındı. marü'zzikr gül ve arab cami'i ile bu kurşunlu mahzen cami'lerinin arab binası olduğu meşhur ve mütevatirdir. ancak derunı kostantiniyye'de, ayakapısı dahilinde gül cami'inin vaktı mezburda ehli islam cami'i olduğunu bilür nadirdir. lakin ehli tavarihe ma'lum olduğundan'başka, kıblesi arab cami'i gibi doğru ve rast olduğundan, keferi kilise binası olmadığı zahirdir. gerçi fethi hakani'den sonra sultan selimi sani ta'mir edüp evkaf ta'yin etmiştir. lakin müstecabü'lda'vet bir makamdır ve sadnazam mus tafa paşa tarikai nakşbendiye'nin cemi' ef'al ü akval ve harekat ve sekenatları ulemayi zahirin ve fukahayi bahirin tasdik ve i'tiraf edüp dahle medhal bulunmıyacak vech üzre sülükleri olduğunu müşahede etmekle mahabbet edüp, havassı refi'a kazasmda ve istanbul haricinde otakçılar nam mahalle bir cami' ve on altı hüces'ad efendi vefatı: reli bir nakşbendi zaviyesi bina eyledi ve müftii sabık ve lügatı lehçe sahibi es'ad efendi gelibolu'dan incir karyesine götürülmüşidi, vefat eyledi. rahmetullahualeyh. ellitarihinden berü ordu kadısı olup, müsalaha ve mükalemelerde din ü devlete hizmet ve rütbei sadreyni ve mertebei sadrı fetvayı ihraz etmiş, ilıni tirü keman ve ilmi tüfenk ve müla'abei huyul ve fenni şi'ir ve defterdar halımı efendi. dolmamusiki ve ulumı arabi'ye ve farbağçe'de padişaha vezir ziyafeti. si'ye arif bir zatı bibedel idi. çünvefatı sadrı sabık divitdar mehki ruznamçe kısedarı halimi med pşa: efendi defterdar olduktan sonra azl olunmuşidi. iki tuğ ile sayda mansıbı verilip ihraç olundu ve şevval 'de vezir dolmabağçe'de padişaha ziyafet ettikde, canbaz gibi neşatbahş müla'abe ve saz ve temaşasıkılındı ve vafir sininden berü büyük tezkireci olup, istika met ilemevsuf olan abdi efendi reisü'lküttab oldu ve sadrı sabık di vitdar mehmed paşa mısır'a vali olup, vasıl oldukta henüz zabt etmeden darı ahrete intikal eyledi. nüzuli üçanbarlı nam kalyon beruyi derya der tersanei amire ve tekmili binai kitabhane der sarayı galata ve zelzele der islam bol ve münhedim şudeni ba'zı emakin der z i'lka'de ve zuhurı harık der şebi zelzele der beşiktaş ez sahilsarayi yusuf efendizade reisii'lkurrai cihan ve vefatı o ve vefatı emini matbahı esbak ve meş kur pir' halil efendi. tersane'de iki seneden beri inşasına mübaşeret olunan üç anbarlı kal yonun tekmili karib olmağla, padiüçanbarlı binasında askı asıldığı: şahdan bohça ile takalar ve dibalar gelüp, kalyona avizekılın dıkta, vezirden gelen bohçanın takaları dahi avize kılındı. ba'dehu kapdan paşa ve yeniçeri ağası ve defterdar ve çavuşbaşı ve cebecibaşı tersane emini ve ricali tersanenin hortumlu yangın tulumbaları icadahi ağır askıları avize kılındı ve bu esnada bostancılar tulumbacı sı mehmed ağa hezarfenlik edüp, hariklerde çeşme bulunmayıcak, susuz tulumbalar mu'attal kalırdı. kuyu dan su çıkarmaya hortum sarkıtup, iyi cerreder' ya'ni tulumbayı tahrik ettikde bir hortum ile kuyudan tulumbanın havzuna su çıkanr, aher' hor tum ile havzdan matlub olan mahalle su erişdirür. hakk budur ki, pesende seza kar etmiştir. aferin ve meşhur vefatı matbah emini halil efendi: halil efendi baltacı iken şehid ali paşa himmeti ile arpa emini olup, devri ibrahim paşa'da matbah emini ve mercii enam olup, kırk üç vak'asında maskatı re'si olan kayseriye'ye nefy ve elli beş 'de ha şan paşa sadaretinde, hukukı kadimesine binaen ıtlak ve büyük ruznamçe hacesi idi. ışbu sale gelince devri üçanbarlı: manasıbı hacegan edüp, sinni mi'eyi mütecaviz olduğu halde ve fat eyledi. anfen zikri mürur eden üçanbarlı kalyon ki, altmış bir buçuk zira' ya'ni tul ve yirmi iki buçuk zira altgüvertesinin arzıdır, iki buçuk senede tekmil ve recebi şerifde nüzul ettirildikde mi'marı olan salih halifeoğlu büyük miri ahur ziyafeti: müderrisini kirama ilhak olunmağla dilşad kılındı ve sefinei merkumeye nüvidi fütuh tesmiye olundu ve geçen sene tahrir olunduğu üzere büyük miri ahur mehmed emin ağazade sadık ağa atlar çayırda iken miri ahur köşkü'nde padişaha ziyafet eyledi ve tophane'de on iki kıt'a top dökümüne padişah tophane'ye teşrif eyledi ve idi fıtrin ikinci gü nü büyük miri ahur yedile padipadişahdan vezire at g e ld iğ. şah bir mükemmel at sadrıazama irsal buyurdukta, hademei babı asafi harici babdan ve sahibi devlet binek taşından istikbal ve dizginini takbil ve rakib olup, bir mikdar cevelan ettikde, çavuşan alkış ettikden sonrais nüzul ve arzodası'na ku'ud edüp miri ahur ağa'ya samur kürk ve kise ile altun atiyye ettikde hademei bab tebrik için dameni sadrı azamiyi alameratibihim takbil eylediler ve senei sabık misillü şevval'in on birinci günü dolmabahçe'de vezir ziyafetine padişah şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı teşrif buyurup, enva' seyran, babezazistan'a sank g ird iğ. husus canbaz temaşası kılındı ve islamborda mi'mar sinan mahallesinden bir şaki bezazistan kurbünde. sarıkçılar kurbünde bir kargir dükkanın kubbesini gece sah gecesi, sa'at üç buçukda istanbul'da zelzele olup, ebü'lfeth cami'i ile sultan bayezid cami'i kubbeleri ve ba'zı cevami' minareleri ve ba'zı kargir binalar hedm oldu ve leylei merkümede, hini zelzelede reisü'l vefatı reisü'lkurra' yusuf efenkurra' ve alemü'ıulema yusuf dizade: efendizade efendi'nin beşiktaş'da kırk pencereli ta'bir olunur yalı sından harık zuhur edüp, muhterik oldukta, cümle kitablan ile ömür sarf edüp nüshası nayab te'lifatı süzan olduğu gamı mühlike ile bir ay mürurunda vefat eyledi. imadü'ddin idi. on sekiz senede 'buhariyi şerifi yirmi cild şerhe muvaffak olup, nüshasını padişaha verdikde, bin altın ile bir kat libası fahire ve samur kürk, ba'dehu ağabahçesi'ne, fazılı müşarü'nileyh huzurı hümayuna da hil oldukta altı bin kuruş dahi inayet olundu. çorlulu vezir vaktinden beri saray hocası idi. ömrü seksen ikiyi'tamam ettikde, alayı illiyine azim oldu. tüveffa allametü'zzamantarih vaki' oldu ki, tamam vasfı halidir. istanbul ve anadolu ve rumeli kurra'ları şakirdi olmağla cümle huffaz bi'lisale ve bi'lvasıta şakirdi olmuştur; hatta mekkei mükerreme huffazı ve kurra'sı dahi teberrüken fazılı mümaileyhden telemmüz etmişlerdir. vürudı şeyh muradzade esseyyid m ehmed elma'ruf ez kibarı nakşbendiye beistanhul ez şam ve vefatı padişahı islam sultan mahmud han der istanbul der saf er ve cülusı biradereş sul tan osman han ve harJk der fındıklı ve müncemid şudeni haliçi kağıdhane ve haliçi galata ez şiddeti şita ve azli sadrı azam mustafa paşa ve kaymakam şudeni yeniçeri ağası mustafa ağa ve amedeni sadrı esbakli paşa bemühr ve nezi mühr ezo der çihi ruz ve sadrı azam şu deni n aili abdullah paşa becayi o ve harıki kebir der limanı kadırga der şevval ve harıkı kebir ez'hoca paşa tabe babı asafi ve babı defterdar' ve ocakı mehteran ve çarşuyı mahmud paşa ve babı bağçe der z i'lhicce ve tarih in harik dhrakı azim ve vefatı kethüdayi sadrı azam i nazif efendi ve müverrihi hoşnüvis teşrifati izzi sü leyman efendi ve defterdar behçet efendi ve defterdariyi halimi efendi. geçen sene havadisinde zikri mürur eden eşşeyh muradzade mehemmed elmuradi hazretleri vasfı şeyh m uradzade: hacca varup hastane'ye geldiğinde tarafı padişahiden ve etraf dan avatıf ile mükrim kılındı. mümaileyh, mekke'den avdetde medinei münevvere'ye vusulünde validi fahri validi fahri aem'; alem abdullah'ın kabri nama'lum idi. kendi müşa hede edüp, bir menzil iştira ve kazdırdıkta başında beyaz imavcud ve vücudu asla mütegayyir olmamış, fevtinden berü bin iki yüz on sekiz sene mürur etmişiken veçhesine şeyb dahi tari olmamış; hini fevtinde fahri alem aleyhü'ssalat ve'sselam alakavlin on aylık idi, yahud batnı ümmde idi. bu ameli hayr mufındıklı harikı ve vefatı sultan vaffak olucak sanduka ve kisvei mahmud hn: bina ve kanadil avize etmekle ihya eylemek sırrına mazhar oldu ve safer 'de ümerai der'adan mandaloğlu yalısı muhterik oldu ve padişahı zaman sultan mahmud han bir kaç haftadan berü mizaçsız ve gayetle za'if iken saferin yirmi sekizinci cum'a günü yine gayret edüp, demirkapı'da vakj' ağa cami'ine çıkup, ba'de'lcum'a demirkapı'dan, sarayı hümayun'a dahil oldukda dabbesinden sükut eder gibi olucak, akrebi hüddam kucaklarına aldıklarında teslimi ruh eylediğini müşahede ettiklerinde enva' hüzn ve elem ile rahat döşeğine isal eylediler. ve lieb er karındaşı sultan osman han'ı tahtı sa'adete iclas ettiklerinde erbabı hail ü akd gelüp bi'at ettiklerinde toplar atılıp, dellaller nida etmekle cülusı osman han i'lan olundukda sultan gazi ta rih vaki' oldu. merhumı mebrur bin yüz sekiztarihinde dünyaya gelüp, otuz forma: şem 'dn lzd esü ley mnee n d i tr ih l beş yaşında, kırk üç şalindecülus etmişidi. yirmi beş sene saltanat ile altmış yaşında mürgı revanı hümayunu, hüma gibi i'layi illiyyin ca nibine pervaz eyledi. bahtı ali padişahidi. gayur ve sadık vezirlere mu vaffak olmağla izharı husumet eden nemçe ve moskov ve acem ile sanbeyoğlu gibi dört düşmana birden cevab verüp galib oldu ve zamanı mu'tedil geçdi; ya'ni ifrat halka yüz verilüp, ibrahim paşa zamanı gibi fısk u fücur i'lan olunmadı ve ifrat tazyik olunmayup eyyamı münasibede canbaz temaşası ve leyaliyi mütenasibede fişenk seyranı ettirilmek ile nas beyne'lhavf ve'lrecada olurlaridi. ancak dünyaya evladı gelmediğinden safayı evladdan ve evlad zuhurunda olacak şehrayin safasından mahrumidi; hatta marazı mevtinde iki şeyden kam alamadım; biri evlad ve biri mehtabda der yada kayıkla gezmektendir dedüsturım e. miş. akvamı erba'ai devlet olan saray halkı, vekili mutlak kapısı, ulema, yeniçeri ocağı bu cümlenin şanma layık ri'ayet ve bir tara fa istiklal vermeyüp, i'tidale getirmişidi. ba'zen kızlar ağaları galib gö ründü; oldahi haddini tecavüz ettivalide sultan nk li: ği ma'lum oldukta feda olundu. ve cülusun altıncı günü sultan osman han'ın validei mükerremesini, haremeyn hocaları ve mütevellileri ve ya zıcı ve darü'ssa'ade ağası ve teberdaran ve valide kethüdası sarayı atik'den peykler ve solaklar, tahtü'rrevan etrafında yürüdüğü halde valide haz retleri kolluklara altun vererek sarayı cedid'e geldikde, padişah istikbal ve destini bus ve du'asını celb eyledi. ba'zı nadanlar, valide sultan cümlenin validesi ve mahremidir; bilahicab kafesleri açup bahşı selam ederek, mürur eder deyü tevatür ettiler. maheza ümmü'lmü'minat ezvacı mutahharatdır. peygamber aleyhü'ssalat ve'sselamın fevtinden sonra ezvacı mutahharatını ümmeti alamaz, mahremdir mes'elesinden galat etmişler. tacü'ımesturat ve fahrü'lmuhadderat olduğu halde ka fes içinde geçdi ve yedinci hamiş günü padişahı müşarü'nileyh alayı azim ile karadan ebü'lfeth türbesini ziyaret edüp, edirnekapısı'ndan ebi eyyübi ansari ile bir kürk dolab halifesi'ne ve hüddamlarma hil'at ilbas ve atiyyeler i'ta eyledi ve cülusun on ikinci günü cülusiyye bahşişi ulufe resminde iki bin iki yüz kırk iki kisei divani ihraç olunup, tevzi' olundu ve mükata'atdan birer aylık cülusiye ve malikane ve zi'amet ve timardan resmi cülusiyye alınmak mu'tad iken, afv olundu ve tebriknameler ile kapıcıbaşı ziştovili ali ağa leh'e ve izzet ali paşa mühürdarı derviş efendi moskov'a ve halil efendi derya d onduğu: nemçe'ye' irsal olunup, kethüdayi bevvabini şehriyari kırım hanı'na ve silahşor ismail ağa mekke şerifine irsal olundu ve erba'in'de şiddeti şitadan derya dondu ya'ni hasköy ile eyyüb beyni, kurşunlu mahzen'e gelince müncemid oldu. deniz altmış sekizde dondu buzdan bende niz geçdim jj eJjsl, mısra'ını vak'anüvis hakim efendi merhum tarih düşürmüştür. ve müştehi libaslar ile hatunlar sokakta gezmekten men'olundu; lakin bir hafta sürmedi ve veliyünni'amım damadzade mehmed murad efendi edirne kadısı oldu ve kızılhisarlı ca'fer bey kendi perkendesi ile üç kıt'a korsan sefinesine tesadüf edüp, biri gark ve biri firar ve birini ahz edüp, hastane'ye getirdikde. padişah yalıköşkü'nde temaşa edüp, aldığı sefineyi kendüye ihsan ve salyanesine senevi altı kise zamm ve surra ve hil'at ilbas buyurdu ve nazif mustafa efendi, eva'ili halinde on sene mikdarı boğdan voyvodası katibi, ba'dehu, zikri mahallinde mürur ettiği üzre iki def'a iran'a elçilik ile gidüp, muvaffak oldukda, ikrama şayeste olmağla devri menasıb ettirilerek, vezir kethüdası olmuşidi. ba'de'lazi şimdi vefat etti ve şeyhülislamı sabık kara halil efendizade sa'id efendi bursa'da menfiyen vefat etti ve cümade'lula'nın dördün de mustafa pahekimbaşızadeli paşa'nın üçünşa'dan mühr almup, midilli'ye irsal derdimd e fasadnazamolduğu: ve yeniçeri ağası mustafa ağa otuz dört gün kaymakam paşa olup, trabzon'dan hekimbaşızade ali paşa gelüp, üçüncü def'a mühre na'il oldu ve bir kaç gün mürurunda mükemmel at ile padişah vezirin hatırm sü'al buyurmağla tatyib bupadişah'dan vezire at geldiği; veyurdu'da tevarihe sebt olunup, rahmet ile yad olmağına vesile kılındı. rahmetullahu aleyh. hoş nüvis ve ashabı ma'arifden vücudu devlete lazım adam dimeğe şayesteidi. asarı kalemi ile kuru namı kaldı. ve vasfı gümrükçü ishakğa. gümrükçü ishak ağa'ya sahibi devlet mukaddem tarih ile kirlen miş olmağla hisabı rü'yet içün başbakıkulu mahbesine vaz' olunup. hase ki mustafa ağa gümrükçü oldu. gerçi vezirin ishak ağa'ya kem niyyeti yoktu. lakin gümrük'den bu vakta gelince, senede beşaltı yüz kise intifa'mdan biruna bahşmdan ma'ada enderun celeblerini yaldızlamış bu takrib, hünkara takarrüb etmiş ola zli kapdan m ehmed paşa: mağla yakayı sonra sıyırdı ve kapdan paşa olan fındıklılı süleyman paşa zade mehmed paşa azl olunup, yerine kapudanei hümayun kapdanı karabağlı süleyman kapdan kapdan paşa oldu ve vezir kethüdası terzi hüseyin ağa azl olunup, sahibi yahudilerin seyyid kati e ttiğ. devletin taşrada kethüdası olan ve li kethüda gelüp devlet kethüdası oldu ve harici babı balat'da bir yahudi kasabı bir seyyidi kati ettiği içün dört aded rüfekası ile kasab kati olundu ve padişahı cedid sultan os man hazretleri eyyamı sayf vürudunda cennetmekan karındaşı hüdavendigarı sabık sultan mahmud han'a taklid, beşiktaş ve beylerbeyi sahilsaraylanna göç eyledi ve şa'ban'ın veli k e th ü da: yedisinde , sahibi devlet olan ali paşa'dan elli üç günde mühri şerif istirdad olunup, magzuben kızkulesi'ne vaz' olunmuşidi. irtesi oldukda çekdiri ile kıbrıs'a irsal olundu ve azline ba'is kethüdası olan veli kethüda bir kaç gün habs ve malı ahz olunup, resmo'ya nefy olundu. veziri müşarü'nileyhin marü'zzikr üç def'a sadnazam olup, rumeli ve anadolu ve bosna ve arabistan ve iran ahvaline vukuf tahsil edüp, her bi rinde yüz aklığına muvaffak olmuşiken, elli üç günde azli, dokuz kıralm casusu ve yedi rüşvetleri olup, zahirde kendüden olmak üzere herkesin ve mukarribini mülukün haddinden hariç atiyye ile kulubunu cezb ile mahcub etmiş ve urukı devlete hulul gümrükçü ishak. etmiş gümrükçü ishak'ı tard kaydında oldukta, mukarribin ise mezburun esrarı devleti kırallara keşf edüp, mal ahz edüp, devleti iğfal et mekle, devletden tardı vacib olduğu hacetleri değil, belki kendülere menm ü n ir k t e p e fa'atlü olduğu içün indleriıde andan veli kethüda ve nekbeti ehli nüa'ıa adam olmaz. bu hususdan,. sadnazama gayz edüp fırsatcu idiler. veli kethüda'mn, münec cimlik iddiası ile biperva hareketini istiskal ederek kibarı devletin vezir den nefretini. padişaha bildirüp, veziri azl ettirdiler. veziri müşarü'nileyh çok kemal ehli ile görüşüp, çok seyahat etmiş iken, bu defa asla ehli tevarih ile görüşmemiş gibi veli kethüda'nın bir kaç maddede nücumdan istihracı isabet etmekle, bu def'a sadaretin imtidadmm haber vermesine i'timad edüp, terki ihtiyat ile laübali hareket edüp, müneccime i'tibar ve kavli ile amel eden vüzeranm ekserinin maktul olduğundan gaflet etti. du'acısı kesir'olmağla, kızkulesi'nden ve ka tilden halas oldu. veli kethüda bir divane ki, bir arabi kaside inşa etmiş, kethüdayi devlet oldukta, istanbul'da benim kasidemi şerhe kadir adam yoktur deyü şam'dan giylanizade esseyyid abdurrahman efendi'yi menzil ile getirdüp, kasidesini şerhe mübaşeret etmişidi. tekmili nasib ol madı ve defterdar na'ili abdullah efendi sadrıazam oldu ve hün kar silahdarı bıyıkh ali ağa üç defterdar vezir olduğu ve bıyıklı tuğ ve nişancılık ile çırağ oldu ve ali pşa: şaban'm yirmi yedisinde iran kazaskeri deyü şöhretdar olan vessaf abdullah efendi pir olup, da'iresi mazbut olmayup hiz metinde olan süfeha efendileri sadra geldikte sefahetlerini terk veyaketm lazım iken dahi ziyade i'lanı fısk damadzade feyzullah e fen d. ve ahzı rüşvete derkar oldukları içün efendileri def' olunup yerine nehhabve vehhab olmayup, uslu ve mu'tedil olduğu içün damadzade feyzullah efendi şeyhülislam oldu. damadzade feyzullah efendi elfazı fetvasına tarih denildi ve eyyamı sayf olmağla i gecesi istanbul ve gala ta ve üsküdar suuklarında mum donanması olup, herkes biribirine nisbet mum ve kanadil ile dükkanlarını ve harikı kebir: kaldırımları tezyin edüp, mübalağa israfa cesaret etmişleridi. ertesi gece kadırga limanı'ndan harik zuhur edüp, köprülütürbesi'ne varınca yir mi sa'at yandı ve yasak oldu ve şevval'in on ikisinde yeniçeri ağası yeniçeri ağası idde vezire ziyafet ağakapısı'nda vezire ziyafet etettiği ve vezirin hünkara ziyafet ve altı gün mürurunda vezir e ttiğ. dahi sa'dabad'da padişaha ziyafet eyledi ve her ocakdan neferatı'kesire desti nişanma kurşun atıp na'il ihsanı padişahı oldular. ve nemçe elçisi, paşakapısı'na geldikde tatk ve kahve ve güli ab ve buhur verildi ve iffet efendi bağdad kadısı oldu ve zi'lka'de'de defterdar behçet efendi vefat bıyıklıli paşa. harikı kebir etmekle, halimi efendi ikinci def'a defterdar oldu ve yine zi'lka'de'de na'ili abdullah paşa'dan doksan dokuz günde mühri hümayun ahz olunup, sakız'a nefy olundukda nişancı bıyıklı ali paşa na'ili mühri hümayun ol du ve zi'lhicce'nin yirmi ikinci gece hocapaşa'dan zuhur eden harik bahçekapısı'na ve kapıdan dışarı çıkup, yeşilklremidli cami'i ihrak eyle di ve bir koldan paşakapısı'nı ve defterdarkapısı'nı ve çadır mehterhanesi'ni ve çarşı'da çuhacılar hanı'nı ve bi'lküuiye mahmudpaşa çarşısı'nı cümle ihrak eyledikde' padişah terahhumen soğukçeşme kapısı'nı açup, zu'afanın eşyasmı ağa bahçesi'ne naki eyledi ve mahmud paşa ca mi'i derununa selamet zannile eşya naki olunmuş, ateş sirayet etmekle eşya ve camii şerif muhterik oldukda padişahın ağladığını görenler cümle büka eyledi. tamam otuz altı sa'at yandı. ihrakız i m kelimesi tarih vaki' oldu ve kadırga limam'nda vaki' esma sultan sa rayı, paşa kapısı ittihaz olundu ve kapıcılar kethüdası arabgirli ibrahim ağa bursa'ya nefy olunmağla. terzi hüseyin ağa kapıcılar kethüdası oldu. kapdanı derya ve istanbul kaymakamı olur, isyanında öldürülür. bizde kadın umumi bir nazar kadın bizim için ne olmalı idi kadınl bu kelime erkek için ne muhterem, ne munis, ne dost bir kelime olmalıydı. beşeriyetin mukadderatı mevcudiyeti erkek ile kadını, ezelden, o kadar samimi ve hayati rabıtalarla birleştirmiş iken bu iki mahlükun nasıl oluyor da, asırlar ve devirler arasından daima beraber geçtikleri halde, biribirinin en vefakar refiki olamadığına taaccüb olunur . nevin devamı için ister istemez muvakkat bir ihtilatta bulunan bu iki vücut ne için daimi bir muhabbet ve teavün , daimi bir hüsni itilaf , bir ahengi bahtiyarane içinde yaşamasın, niçin hayattan bir mertebei müsavat dahilinde müstefit olmasınl erkek aileyi, kadını terk ve ihmal ediyor bizde erkek ile kadın arasındaki münasebet cemiyatı beşeriyenin gayei maksadı olan emniyet, beka ve saadet hayatı vücuda getirmekten pek uzaktır. bunu anlamak için çarşılarda, caddelerde, sokaklarda bir gezmek, kahvahanelere, kıraathanelere, gazino ve kulüplere, tiyatrolara girmek, buralarda hüküm süren hayata bakmak küfidir: erkekleri her tarafta, bu umumi içtimagahlara dolmuş, atıl atıl evkatgüzar görürsünüz. boğucu bir duman içinde, şayanı nefret dekorlar arasında, müstekreh çehrelerin, mülevves kıyafetlerin, müteaffin ağızların havayi nöpakini teneffüs ederek, bu çirkinliklere alışa alışa her türlü zevki nefaset ve hüsni tabiattan mahrum kalarak, erkek, kahve hayatına inhimak gösteriyor. her gün, her akşam hasılı her fırsat buldukça fareler deliklerine sokulduğu gibierkekler kahvehaneye, kıraathaneye, meyhaneye koşuyor. arasıra sokakta görülebilen bir tytı nisvi hakir ve mütevazı ise sakit ve nameşhud olarak: işvekür veya hiç olmazsa az çok cazip ise erkeğin şehvet dolu bir nazarını, mabub bir teheyyücünü ve çok defa tasallutkar bir cüreti kelamiyesini celb eder geçer. amakı hilkattan kopup dünyaya geldiğimiz kadını, üsarei hayati ile beslendiğimiz kadını, en masum devrei hayatımızda, oyunlarımızda refakatiyle kesbi ünsiyet etmiş olduğumuz kadını, başka hayatlar vüsuda getirmek üzere mutantan vaadlerle kendi hayatımıza teşik ettiğimiz kadını, hasılı validemizi, hemşiremizi, refikamızı, çevcemizi ne kadar gafilane terk ve ihmal ediyoruz. erkekler kadınlara karşı cidden öyle bir mişvarı biimtizaç ve biahenk ihtiyar etmişlerdir ki nevin devamı başka surette kabil olsa tamamiyle kadınsız yaşamak isteyecekleri fikri hasıl olabilir. erkek en samimi musahabetlerini varsaen ciddi düşüncelerini, tasavvurlarını, tertiplerini yine erkeklere saklıyor. kahvelerde köğıt oynamak, akşam çakıntısına gitmek, politikadan bahsetmek, mesirelerde kaba bir hovardalık etmek, ölem yapmak: işte erkeklerimizin aradığı zevklerl akşam yemekleri ve aile histiyatı erkeğin uyku zamanından gayrı ev içinde kadınla birlikte geçirdiği saatler hangileridir? pek cüzi istisnaat haricinde hemen umumiyetle erkekler ancak akşam yemeklerinde aileleriyle beraber bulunurlar. hatta bunlarda da çok defa intizamsızlık görülür. akşam yemekleril bari bu yegöne aile içtimaları epeyi bir zaman imtidat etse , sofra başında konuşulup görüşülse, aile efradı arasında bir samimiyet, hakiki bir dostluk münasebeti hüküm sürsel heyhat, dünyada en süratle taam eden millet hiç şüphe yok ki biziz. adeta atıştırırız. ramazan akşamları ezanı yirmi dakika geçe kahvehanelere bir nazarı teftiş gezdiriniz. her tarafı hınca hınç bulursunuz. bu manidar hadise gösteriyor ki bizde aile muhabbeti, kadın dostluğu, kadın refakati hiç neşv ü nema bulmamış hissiyattandır. nazarımızda valide lakırdısı dinlenmez, gevezeliği çekilmez bir kocakarı, hemşire siparişleriyle can sıkan bir hoppa, bir müziç, zevce ise ücretsiz istifraş edilen bir ahmak, aylıksız istihdam olunan bir süt nine, bir aşçıl işte bizde aile rabıtalarını temin eden hissiyat, aşağı yukarı, mahdut istisnalarıyla bu merkezdedir. bizde kadın erkeği nasıl alakadar eder bir erkek diğer birine tevdikör bir tavırla mon şer, şimdi gelirken, tam muhallebicinin önünde iki kadına rastgeldim. fakat ne kadın, ne kadınl hele bir öfetl söylediği veyahut tafrafuruş damarı tutarsa ah canına yandığım kalem olmasaydı şu anda ben allahın ne bahtiyar bir kulu olurduml tarzında bir cümle de ilave ettiği, her gün yüzlerce vakidir. işte erkeklerin kadınlara karşı hissiyatı. erkeklerin kadınlar ahvaliyle iştigalil kadın erkeklerin zihnine, kalbine, konuşmalarına girmek için az çok güzel, az çok şık, az çok işvekar olmalıdır. bu evsafı haiz olanlar da erkeği ancak bir şehvaniyetbehimiye, hararetsiz bir aşkı muvakkat, atisiz bir münasebeti mayube istihsal ve akdf noktai nazarından alakadar eder. bu ahval haricinde kadın şefkatiyle, ihtimamkarlığıyle, valideliğiyle, hemşireliğiyle, zevceliğiyle bir hiçtir. süs ve düzgünün manası bu vaziyeti içtimaiye ve alökaı hissiyenin icab ettirdiği netaicten biri, kadınlarımızın şiddetle süs ve düzgüne inhimakidir . her şaşaayı teravetten mahrum bir çehre basit ve mütavazi bir kiyafetle sokağa çıkan bir endam ölemı rical için madum gibi telakki edildiği için her tayfı nisvi, biçare dimağının umum hemcinslerinin biraraya gelmiş dimağlarının bütün kuvvetiyle süslenmeye çalışmaktadır. tezeyyün ve tecemmül, zerafet ve işvekar sireti nisviyenin bu evsafı fıtriyesi acaba nasıl bir manayı haizdir? gafil erkekler hiç olmazsa kadınların bu son delili mütehassısanesini anlamaya çalışsalar. çünkü bunun manası çok büyüktür. kadın bu derece metrukiyete cemiyet ve muvaneseti ricalden bu derece matrudiyetine rağmen her türlü maniayı kırarak refiki ezelisi olan erkeği teshirden vazgeçmiyor. ona arzu ettiği ltif hayali temamiyle maderane bir sevki tabiiyle vücuda getirmeye çalışıyor. z z süslenme kadının hakiki bir fedakarlığıdır kadının erkek için bu didinmesi maddi menfaatını hatta çok defa hürriyet ve emniyetini haleldar ediyor. başka sözlerle süs, düzgün, kadınların hakiki bir fedakarlığıdır. hiç şüphe yok ki tezeyyün ve tecemmüle, zerafet ve işvekarlığa en çok itina edenler en ziyade müşkülat ile evlenenlerdir. çünkü erkekler kadınlarının bu temayülatını hiç bir hakları olmadığı halde iffetsizliğe atfederler. süsün, düzgününün, işvebazlığın mucibatı hakikiyesini anlamaktan pek uzak, kadınlara taarruza kadar cüret gösterirler. fakat acaba çarşaf yırtmakla lianen taarruz ve hakarette bulunmakla müdafaai misviyenin bu zavallı silahları ellerinden düşürülebilir mi? ah, ne zaman ciddi bir surette bu vaziyeti içtimaiyenin vahametini düşüneceğiz ve heyeti içtimaiyemizi her gün biraz hayattan, insanlıktan, hürriyet ve istiklalden uzaklaştıran miskince ve gafilce itiyatları terke karar vereceğiz? ne zaman validemiz, hemşiremiz, zevcemiz, refikamız, muhibbemiz kadının hakiki oğlu, hakiki kardeşi, hakiki refiki, hakiki dostu olacağız? ne zaman elele vererek şu binayı içtimaiyenin ittifakı cehdü meram ile takviye ve tecdidine çalışacağız? kadının metrukiyeti kadının ömrü nasıl geçiyor kadınlarımızın bir günlerini nasıl geçirdiklerini hiç düşündünüz mü? sonra o yektarz ve yekrenk hayatın haftalarla, aylarla, senelerle temadi etmesini, ömürlerin biçare yuvarlanıp gitmesini, bundaki fecaatı hiç teemmüle lüzum gördünüz mü? kadın, bizde ister saraylarda yaşamış olsun, ister mütevazi bir meskenin aguşunda doğup büyümüş olsun kendini daimi bir sükut, daimi bir metrukiyet, bir arkadaşsızlıkla muhat hisseder. yalnızlık, müthiş bir yalnızlıkl kalplerine ruhlarına bir eş yokl o zavallı ruhı hazin kendi kendine meteellim olmaya mahküm. o hassas kalp bir şeriki tahassüsattan mahrum. ne kadar genç kızlar, ne kadar genç kadınlar kalplerinden taşan keder tufanını sıcak gözyaşları halinde dökmek için valide lerinin göğsünden başka bir sineyi himayekir bulamıyor fakat bu müşfik sığınağı kaybetmemiş olanlar bahtiyardır. çünkü ancak valideler, o aynı zehirle hayatının en nüşin demlerini tesmim etmiş , aynı tenha faciaları yaşamış valideler o katrelerin manasını anlar. o sebepsiz gibi görünen, çok defa hirçınlik namıyla yadedilen feveranı beköları ancak valideler bir iştiraki samimi ile teselliye muktedir olur. okumuş kadın daha bedbahttır genç kız, genç kadın ne kadar okumuş, ne kadar mükemmel tahsil ve terbiye görmüş ise o kadar bedbahttır. çünkü o derecehtiyacatı ruhiyesini duyar, tahassüsatı kalbiyesini tahlil eder. içtimai vazifelerine vakıf ve riayetkör olur. hukukunu da o nisbette iyi tanır, onlara riayet ettirmek ister. fakat ne yapsın? isyan mı etsin? lakin isyandan ne çıkar? kalbini, ruhunu teshir etmek istediği erkek bununla ıökayıtlıktan, bigünelikten ayrılacak mı? ona bir iştirakı hissiyat ile daha ziyade yaklaşacak mı? iki ruh arasında vefakar bir aşinalık husule gelecek mi? zevc ile üşık arasındaki fark ya biçare metruk mahluk, bedbaht, eşsiz ruh ne yapsın, nasıl yaşasın? bu metrukiyete bu yalnızlığa nasıl tahammül etsin? bir irtikabı günah ile mi? fakat iki vücudu dilfirib muanakalarla birleştiren o hissi bihararet kalpleri ruhları daha ziyade ayırmıyor mu? hatta denilebilir ki kadının mebdei bedbahtiyesi ilk muanakadır . erkeğin fıtratında bilmem nasıl bir tohumı vahşet vardır ki onu yüksek bir insibabı ruhiden, bütün mesudiyeti memuleyi bahşedecek, iştiraki samimiden menediyor oh, buna kanaaat getirmelidir ki aşık da zevçten daha yüksek bir fıtratı haiz değildir. kadın evin içinde bir heykeli hüzün ve elem halinde kadın akibet mütevekkil, gözyaşlarının menbaı kurumuş, mücessem bir heykeli hüzün ve elem halinde hareket eder, bütün ihtiyacı muhabbet ve rikkatını hamaratlığın ufak tefekleriyle işgale çalışır. en büyük tesellisi çocuk olur. o bikes kalbi müncemitte metrukiyetin yığdığı buzlar altında daima amadei feveran bir bürkönı tahassüs yanmaktadır. fakat ruhı mader basit değildir, onda bütün mehri validiyetin işrakine rağmenbikesliğinin tekmil acılıklarıyla, eşsizliğinin zehirleriyle mesmum ve meftur bir benlik, asıl ruhiyeti nisviyet mevcuttur. o heykeli elem, evet hareket ediyor, gidip geliyor, dikiş dikiyor, mutfağa iniyor, evini tanzim ediyor, çocuklarıyla meşgul oluyor, varsa kaynana, görümce, anne, hemşire ile de meşgul oluyor, komşu kadınlar, tanıdıklarla da meşgul oluyor, fakat tekmil bu meşguliyetler, tekmil bu münasebetle. ruhi değil, kalbi değil, mihaniki. itiyadi. adeta cismanidir. hatta evlat muhabbeti, hatta mektep refikalarından en samimisi ile senelerden beri teşekkül etmiş rabıtaı kalbiye, kadın kalbini o ummanı rikkatı muhabbeti dolduramaz. ona lazım olan erkek kalbiyle hakiki birleşmek, hakiki kaynaşmaktır heyhatl en büyük ihtiyacı ruhinin mukarıbı insafını ciğerlerinde duya duya, kan kusa kusa, fenayab olmaya mahkumdurl kadının devrei tevekkül ve feragatı arabanın içinda veya sokakta bazan ciddi, vakur, levendane bir endama malik, cehresi beyaz zambakların solmaya başladıkları zamanki rengi almış, iri siyah gözleri, büyük matemlerin ferdasında görünen mahfiyeti, dalgınlığı, derinliği peyda etmiş bir tayfı nisvi görürsünüz. size, geçenlere, hiçbir şeye en cüzi bir nazarı dikkat atfetmez. işte o kadın ruhunun eşsizliğini, metrukiyetinin fecaatını, yalnızlığının bedbahtlığını duymuştur. boş ömrünün tekmil çilesini doldurmuş, zehirlerini tatmıştır, devrei tevekkül ve feragata girmiştir kimbilir bu günkü ruhı meftur, beş on sene mukaddem nasıl bir tufanı hissiyat içinde hür cevelan idi. kimbilir nasıl bir hülyayı aşkı muhabbet içinde amali şebabını büyütmüş, oyalamıştırl genç kiz iken yalnızlığını anlayamazdı, her vakit müşfik bir tarzda küşade duran ağuşı maderde kendini bikes addedemezdi. baba ve kardeşlerin lökaytlığı ona birkaç sene sonra kalbinin ruhunun iata edileceği biganeliği hissattiremezdi. fakat şimdi. bütün o tatlı rüyalar, haşin, biaman bir sabahı maddiyetin sadmesiyle dağıldıl kadının zevcini hırpalamak muvafikı insaf mıdır? rastgeldiğimiz tuyufı nisviye arasında hararetli gözleri tebessümnök çehreleri pür hayat mevcudiyetleri ile bizi cezbedenler de pek çoktur. işte bunlar beş yaş daha büyük ablalarının istikbaline mahküm bihaberlerdir sizden arkadaşlık, muhabbet, aşk arıyorlar. iştiraki samimi ve zuhi arıyorlar, hiafbüki sizin damarlşrınızıda ancak bir galeyanı şehevi mevcuttur. kanun delasumu bir kerre. ağuşlara atılacak gafilenin envacı sefaperverine karıştı rul, ummanı muhabbetin, garip bir kanunı kesafet iktizasından imiş gibi, biribiriyle hafif bir temastan başka hiçbir iştiraki kalmadığı görülecektir. o umulan kaynaşma bütün muanakalara, bütün cebri ve cismani kucaklaşmalara rağmen hasıl olmayacaktır. düşün, vicdanını söylet, ey erkek, ey benim iökayt kardeşiml bu şimdi bahar sabahı kadar saf ve muattar, bir kelebek kadar endişesiz, mahmur ve rengin, saadet rüyalarıyla sermest mahlükun hayatıyla oynamak reva mıdır? ruhunu hırpalamak muvafik: insaf mıdır? bir iydi milli günü böyle bir gün bizi düşündürmelidir ondört nisan, on temmuz gibi milli bayram günlerinde sokaklarda faaliyet, sabahtan beri çocukların gürültüleriyle başlar. bir an evvel önce tenceresini ocaktan indirmeye gayret eden, sabırsızlanan çocuklarına iyi kötü bir yemek yedirmeye eli değen anneler, ablalar, büyükanneler, o ebediyen çocuk ruhunda kalmaya mahküm bırakılmış bedbaht refikalar da, az sonra sokaklara dökülür. kafile kafile mahalle aralarından meydanlara, sarayburnuna, caddelere, köprüye doğrulurlar. karşıya geçenler, beyoğluna çıkanlar, ta hürriyeti ebediye tepesine kadar uzananlar pek çoktur. işte böyle bir gün, osmanlıları güldürecek değil, derin derin düşündürecek bir gündür. evlerin içi sokağa çıkmış denilebilir. tekmil sefaleti içtimaiyemiz, işte böyle bir günde gözlere çarpacak derecede meydana çıkar. bütün içtimai yara en acıklı, en kanlı, en müteaffin manzarasıyla sargılarından açılır. görmek isteyenlere görülür. bu ceriha bizden müdavat bekler. biz himmetimizi esirgersek, onun da vehameti bizim canımıza, hayat ve mevcudiyeti milliyemize kasd edebilir. işte böyle günlerin manzarası: erkekleri biraz harekete, hareketi islahiyeye sevk etmeliydil heyhatl senede birkaç defa tekerrür eden bu meşheri içtimai günleri hayata, kuvvete, sağlam düşünceye delalet eden cek mukarreratı içtimaiyeye değil, en küçük bir gazete mütal asına bile mahal vermeden gelip geçiyor. sokakta bir aile aile sefaletimizi, içtimai düşüklüğümüzü an lamak için geliniz de sokakta bir kafilei nisvanı takip edelim: genç, nahif bir valide, kucağında dört, beş aylık yavrusu, gözlerini kapamış uyuyor. bu valide taşıdığı latif yükten bahtiyar, atiye karşı lökayt, kimbilir yanında ablası, otuz ile otuzbeş arasında, bünyesinin kaviliğiyle, hassasiyetin ezikliklerine galebe çal mış, hal genç, hala güzel çehresinden henüz o daimi durgunluğun, mükedderiyetin gerginliği redayı bimeğli kalkmamış, gözlerinden. halaveti tevekkül, manayı fedaköri okunurdört beş yaşına girmiş olduğu halde henüz bacaklarına kuvvet gelemeyen en küçük çocuğu, oniki yaşlarında tahmin olunabilen büyük oğlu ile, o yaşta henüz çarşafa girmeyen bir kızı ihtimal bir komşu kızı, ihtimal bir beslemearasında hırpalanıyor. bu kız zavallı sıska çocuğu büyük sarsıntılarla göğsüne kadar kaldırıp taşımak istiyor, ağabeyi olduğu anlaşılan uzunca boylu, havanın soğuğuna rağmen geçen seneden ka lma, yıkanmış, açık renk esvabını giymiş oğlan ise, hasta kardeşini onun kollarından kapıyor. arkasına omuzları üstüne ata bindirir gibi bindirmeye çalışıyor ben götüreceğim ısrarıyla, kimseye vermeye rıza göstermiyor. zavallı sıska çocuk ise ne bir tebessüm, ne bir ağlama göstermeye muktedir değil. yanyana giden diğer iki kadın, anakız, mutlaka kaynana, görümce, tazeleri levendane bir endama malik, krep de şin çarşafı çok dar olmamakla beraber, inceliği sabebiyle dolgunluklarını meydana koyuyor, peçe de hepsinden ince, çehre müteyakkız, bununla beraber müt evazi ve biişve. kaynana pudralı, başka bir zamanın daha az hassas kadını. en önde ise diğer bir sınıfa, aşağı bir tabakaya mensup üç kız, aşçı kadının, çamaşırcının, komşu arabacının kızları, kivrımları belde fena büzülmüş bolca birer çarşafa bürünmüş üç haşarı. ortadaki uzunca boylusu onaltı yaşlarında göründüğü halde diğer ikisi ancak onüçlerinde var yok. biribirinin koluna girmişler. kafilenin keşşaflığını, pisdarlığını ifa ediyorlar. yazma yemeniler altında, ayva gibi sarı, müdevveriyet ve beyziyeti tenazurdan öri zayıf çehreler farkolunuyor. maamafih birinin, en küçüğünün yüzüne kalın bir tabaka beyazlık, bir tabaka alhk, kaşlarına da rastik sürülmüş. çarşaflar bolluklarıyla beraber bu biçare vücudların sefil bünyelerini, sayılabilecek kadar çıkık kemiklerini, nehafetten doğrulamayan bellerini meydana koyuyor. bunların her üçünün inas rüştiyelerinden birine devam ettikleri de hatıra getirilsin. bir şahsı daha ilave etmeme müsaade ediniz ki kafile tamam olsun. onbir yaşlarında, oldukça zarif giyinmiş, kibar tavırlı bir küçük kız. büyükhanımın yanından ayrılmıyor, ecnebi mekteplerden birine devam ediyor. erkeklerin sokaklarda tecavüzatı kafile bu heyetiyle yürüyüşüne devam ediyor. divanyolundan cağaloğluna babıaliye suhuletle geçebildi. bahçekapısında yol daralmıştı. erkekler ellerinden geldiği kadar bu günün resmiyetinden istifadeye çıkan biçare kadınları tazyike çalışıyorlar, onlara küstahane harf endazliklardan çekinmiyorlardı. ötede kısık bir kadın sesinin allahtan bul dediğini işittim. baldırı çıplağın biri sen de benden bul mukabelesinde bulundu. inkisarda bulunan bedbaht kadın, düzgünlü, rastıklı bir biçareydi, fakat onun da ruhu her insanın ruhu gibi değil midir? o kalabalıkta takip ettiğim kafile, üç haşarının sayesinde ilerleyebiliyordu. onlar, hiç bir surette birbirinin kolunu bırakmıyor, erkekleri cesurene itiyorlar, çekilmeye mecbur ediyorlar. mukavemet gördükçe gülüşüyorlar, yılışıyorlardı. vakıa arkadan gelenlere yol açmak gibi bir hizmette bulunuyorlardı, lakin namuslarını da mühlik surette muhataraya vaz ediyorlardı. hele ara sıra bazı saatçı, tuhafiyeci dükkanlarının önünde durmaları esnasında peçesini kaldıran ykayt kaynananın pudralı, az hisli çehresi, bedendiş ve şeheyi erkeklerde iyi bir fikir bırakmıyordu. hatta haşarı pişdarlarm bir hücumuna uğrayan üç mektepli, savletten kurtulduktan sonra arkalarına bakıp gülüşen bedbahtlar hakkında pek insafa gelmez bir hüküm verdiler, hay kaltaklar, hay dediler. kadınların tiflane merakı ve lükaydane hareketleri köprünün geniş bir noktasında durdular. o anda tayyare müziç bir pervane gürültüsü ile iri bir kartal kuş halinde başları üzerinden geçiyordu. peçeler açıldı, bakıldı, konuşuldu. köprünün üzerinde bu kabil kümeler, daha kibarları, daha aşağıları çoğaldı. erkekler tayyareden ziyade, güzel, nim ciddi, nim bihaber çehrelere bakıyordu, kulaklara kah kaba fakat samimi, kah hoş fakat yalan. sözler fısıklamaya gayret ediyorlardı. tayyare geçti, peçeler indi, kafileler tekrar yola düzüldü. tünelden beyoğlunun büyük caddesinden ta hürriyeti ebediyeye kadar hep böyle gidildi. sıska çocuk büyük oğlanın omuzlarından beslemenin göğsüne nöbetle geçiyordu. taksim kışlasının karşısında bu biçareye defi hacet ettirmek icab etmişti. bütün kafilenin yardımıyla o iş de oldu. arkada netaici mayubesi bırakılarak ilerlendi. harbiyeye yakın bir mahalde genç valideyorulmuştu. kuytu bir yer bularak, bir eşiğin üstüne oturdu. diğerleri bir nevi nöbetçilik ederken, ağlamaya başlayan çocuğa meme verdi. büyükler de köşe başındaki simitleri iştaha ile kemiriyorlardı. kaynana sigarasını tellendirdi. küçük çarşaflı, ecnebi mektebinin şakirdi kizi, sikilmiş görünüyordu. hiç birşey yemedi. polisin muaveneti avdette köprüden bir araba pazarlık ettiler. akşam ezanı okunmuştu. araba eski, geniş bir viktoryaydı. fakat sığışmak kabil değildi. nihayet, irili ufakı oniki şahıs arabanın içine bindiler. divanyolunda, sıhhiyenin karşısında, eski viktoryanın iki ön tekerleği fırladı. atlar durdu. hanımlar çünkü buna büyük hanımlar binmiştiçığlıklarla arabadan indiler, diğer araba da yetişmişti. o da durdu. iki polis atılane yanaştı. biri hanımları süzüyor, diğer arabacıya vesayada bulunuyordu. aşağıdan kargaşalığı görüp yanaşan diğer iki polisle iki şandarma tebessümle kadınlara bakıyorlardı. hatta biri muttasıl bıyıklarını kıvırıyordu. diğer polislere hitaben, güya zarifane bir harfendazlık yapma hevesiyle, ne o arabayı mı kırdınız diyordu. nihayet diğerleri de indi. arabacılara para vermek istemiyorlardı. polislerin müdahelesiyle muslihane bir tesviyeden sonra kafile yine piyade, sıska çocuk, büyük kardeşinin omuzlarında gedikpaşa istikametini tuttu. bir tablo: istanbulda iydi milli bu kafilelerin adedini, yüz misli, bin misli çoğaltınız. muhtelif mahallelerden, istanbulun en ücra kenarlarından akın akın köprüye, beyoğluna, hürriyeti ebediyeye yollandırınız. o alaca bulacalı manzara ile tekmil caddeleri doldurunuz. erkekleri de avanak, arsız, düşünce siz, şehvetperest bir tavrı reftar ile dolaştırınız. açgözlü bir tavir ile kadınlara baktırırız. işte istanbulda bir iydi milli günü. busefaleti içtimaiyenin sebebi hep erkektir sefaleti içtimaiyel kadının metrukiyeti, kadından el çekmek, kadını ücretsiz bir süt nine, bir hademe, bir müstefreşe derecesine indirmek, kadını utanılacak, mucibi ör sayılacak bir leke addetmek, hasılı kadını mevkii içtimaisi olan refikalıktan, validelikten, hemşirelikten ayırmak, ona karşı bigane olmak: işte bu hakikaten mucibi ör sefal ti içtimaiyeyi intaç etmiştir. kadın cehl ü gaflet içinde kaldı, terbiyeden mahrum kaldı, haysiyeti beşeriyeyi layıkıyla telakki etmekten nasipsiz kaldı. fakat kimin hatasıyla? ancak erkeklerini ve erkekler hal bu büyük hatayı, büyük içtimai nakiseyi görmüyorlar, hala sefaleti içtimaiyemizin asıl sebebleri kendileri olduğunu anlamıyorlar. hala bu mühlik yaranın tedavisine himmet etmek lüzumunu akillarına bile getirmiyorlarl ah ben ne diyorum? erkekler sefaleti içtimaiyemize çaresöz olmağa çalışmak şöyle dursun haysiyet ve ciddiyetini, vekar ve namusunu muhafaza edebilmiş ailelerin bir küşei nezahette yetişebilen muhitlerin de hasmı şerefi görünüyorlar, kadın: ne kadar mümkünse o kadar alçaltmaya uğraşıyorlar ve farzı muhal, bir günde bütün namuslu kadınları suhuletle mukavemetsiztelvise yol bulsalar, bu cinayeti yapmaktan çekinmeyeceklerdir. bu haleti ruhiyenin manası nedir? bunu düşünen var mıdır? hava ve ziya ihtiyacı alelade günlerde nerede ve nasıl yaşıyoruz? bu azim halkın alelade günlerde nerede yaşadığı, nasıl vakit geçirdiği sizi düşündürmez mi? acaba yalnız bayram günlerinde mi güneşe, açık havaya, harekete ihtiyacımız var? diğer günlerde kadınlarımız, çocuklarımız, kendilerimiz, evler dahilinde, dam altında, kapalı ve fasid bir hava teneffüs ederek, hiç kımıldamayarak, veya pek az hareket ederek geçirdiğimiz hayat bizde nasıl bir sıhhat bırakıyor? bütün zevilhayat güneşten, havadan, tabiatın bu iki hazinei ihsanından mümkün olduğu kadar istifadeye çalışıyor. biz insan olduğumuz, zekamizla bütün ölemi hayatın balasını işgal ettiğimiz halde, nasıl oluyor da kendimiz için, evlatlarımız için, kadınlarımız için, ziya ile havanın, bu iki menbaı hayatın lüzumunu hissetmiyoruz? acaba ruhlarımızda hüküm süren ataletin, sıhhatımızde görülen zaafın, kadınlarımızın sıhhatı umumiyesinde meşhud olan tedenninin en büyük sebeblerinden biri, bu mütemadi kapalı hayat değil midir? ziyanın, temiz havanın hayattaki ehemmiyetini anlamak için bir ölim olmaya ihtiyaç yoktur. toprağa muhtaç olmayarak yaşayan nebatat vardır. fakat havasız, ziyasiz yaşayan hiç birşey yoktur. buna bir de hareket ihtiyacı sıhhisini ilave ediniz. derhal bir şehrin umumi ve daimi gezinti mahallerine ihtiyacı tezahür eder. istanbulun büyük kısmı kadınlarımızın zindanıdır bugün istanbul, bizim için, bahusus istanbul cihatinde, cihangir, kasımpaşa ve sairede oturanlar için bir şehir değil, bir zindandır. bazı kenar mahallenin ahalisi akşam üzerleri gezecek, hava alacak, bir kıra maliktir, halbuki asıl şehir sekenesinin kısmı azamı, bahusus zavallı kadınlar, çocuklar neşv ü nemaya gayrı müsait mahii ömür bir hayat sürmeye mahküm bulunuyor. resmi vefiyat istatistiklerinde görülen verem kurbanları bizi ne zaman ikaz edecek? hani umumi bahçeler, parklar, gezinti mahalleri? hiç olmazsa payitahtın iki üç mahallinde bulunsa. halk oralarda nefes almaya gitmeye alışsa, ziyanın, havanın, hareketin hayatf kıymeti artık takdir olunsal fakat korkarım ki tenezzüh mahalleri teksir de edilse bilfarz sarayburnu güzel bir mesire haline ifrağolunsa, onlardan insanlar gibi istifade edemeyeceğiz. çünkü gözümüzün önünde mesireler ve buralarda cereyan eden hayat vardır mesire bütün netaici meşusirede görülür kadına tahsis ettiğimiz vaziyeti içtimaiyenin bütün netaici meşumesini görmeye en muvaufik yer bu mesirelerdir. burada erkeğin, osmanlı erkeğinin kadından ne istediği, ne beklediği, kadının da ne bahasına ve ne surette olursa olsunrefiki ezelisi erkeği kazanmak için ne derekelere inmeye razı olduğu bariz alametlerle müşahede olunur. mesireler istanbulda ve büyük şehirlerimizde hüküm süren ahlakf ve içtimaf en kanlı yaralarını meydana koydukları için ne kadar tetkik ve müşahede altına alınsalar, onların vermek istedikleri derslerden istifade edebilenler için fazla sayılamaz. kadıköy çayırlarında bir bahar akşamı mesirelerimizden en böriz evsafı mümeyyizeyi haiz zannettiğim kadıköy çayırlarına nisan ve mayısin bir cuma veya pazar günü alafranga saat altıya doğru sadece bir müdekkik sıfatıyla gidenler ne görürler? uşdili çayırının dere boyunca giden cihetinde boyasız. eski bir tahta parmaklık ile dere arasında kalmış iki mahalli mefruz, bunlardan biri erkeklere diğeri kadınlara tahsis olunmuştur. kadınlar burada kimi kötü iskemlelere, kimi yere oturmuş oldukları halde. küçük zümreler, meşherler teşkil etmektedirler. aralarında pek az konuşuyorlar. parmaklığın dışarısında aşağı yukarı gezir mekte olan erkeklere bakıyorlar. sigaralarını, en gençleri bile pervasız içiyorlar. karşıda tablasını, sehpasını koyup ahzı mevki etmiş satıcıdan, küçük kızlara veya erkek çocuklara aldırılan fıstıkları, simitleri, kavrulmuş fındtkları, kğıt helvoyı veya buna mümasil mekulatı yemek. meşgul olurlar. ötede kerih sesiyle oğlan yaylı, kız yaylı diye haykıran, destancıdan alınmış varakaları da tek tük okuvanlar görülür. artık tekmil çayır dolmaya başlar. çayıın şurasına burasına çekilen başta kadın zümreleri arasında, erkekler güya aralarında konuşarak, fakat hakikatte kadınlara lakırd: atarak gezinirler. kadınların bir kısmı çayırın en kenar tarafında oturmaktadır. büyücek bir kısmı ise erkeklerin en kalabalık bulunduğu yerlerde onlara çatarak, tecavüzlerine tebessüm ederek piyasa ederler. erkekli kaqınlı bir ailenin beraber oturması memnu burada erkekle gezmeye çıkmış bir kadına tesadüf etmek enderdir. hele erkekli kadınlı bir ailenin bir masanın etrafına iskemle koyup beraber oturmaları zabıtaca memnudur. kıyafetler, tuvaletler kıyafetler muhteliftir, rengarenk çarşaflar, yeldirmeler, maşlahlar, bazıları peçelerini dereye müteveccih oldukları zaman bile kaldırmıyor. fakat ekseriyet hafif bir şemsiye mdirmesiyle saygısız bir nazarın nüfuzı küstahanesine karşı yüzünü müdafaa etmekle iktifa ediyor veya hiç birşeye üzum görmüyor. tuvaletler ekseriya mutenadır. endamların, vücutların bütün cazibeleri sanatı telebbüs ve tecemmülün dekayikine büyük bir vukuf ve maharetle en yüksek kıymetleri iktisap ettirilmişdir. düzgün, çok istimal olunmakla beraber, mahalle aralarında görülen zevksizliklere az tesadüf edilmektedir. bilakis, rengin tabii solgunluğuna sürme ile uzaktan pek yaraşan münasip bir ben ile, ne kadar mümkün ise o kadar büyük bir cazibiyet vermesini pek iyi bilenler nadir değildir. erkeklerin tuvaletleri ekseriyetle hazır elbise mağazalarından tedarik olunabilenlerdir. fakat her iki cins efradında hakim olan his, öşikör bir barizliğe matuftur. pekiyi görülüyaor ki, her iki taraf buraya güzel bir yüz, güzel bir vücut, cazip bir şekil ve renk görmek, ihtimal muvakkat bir refiki münasip bulmak için gelmiştir. erkek kadın münasebeti burada cereyan eden münasebetin yüzde sekseni belki de daha fazlası nazaridir. buna daha çok müstekreh bir harfendazlık karışmaktadır. bu garip hareket, bize mahsus bir flörttür. dere bağındaki incesaz takımının gazelleri, şarkıları erkek ve kadın gruplarının önden geçmelerine sebep olmaktadır. kurbağalı çayır ise başka bir manzara irae etmektedir. derenin öbür tarafı sırf kadınlara mahsustur. polis en ziyade buraya erkeklerin, hatta aileleriyle gelmek isteyen gayrımüslim erkeklerin bile girmemesine taassub gösterir. öbür tarafta ise mahlutiyetin en koyusu, polislerin beyaz eldivenlerle gezinmesine rağmenhüküm sürmektedir. fakat mehtap geceleri kuşdili ve yoğurtçu çayırlarında ahlakın en dün manzaraları karşısında bulunulur. adeta tekmil bir halk, küçük yaşta her türlü zemayimi kazanmış bir sürü çocuklara benzer. gruplar en ziyade bu çayırın kenar cihetlerinde istekdikleri işaretleri teati edebilmektedirler. grubı şemsten sonra kalabalık seyrekleşir. kadın zümreleri ayrılırlar. mesirelere gelenler: her sınıftan, her tabakadan mesirelere gelen kadınlar hangi tabakaya hangi sınıfa mensuptur? her tabakaya, her sınıfal en namuslu ailelerden, hanımvalidelerden, genç kızlardan, erkeklerin damı iğfaline kendini az çok kaptır di muş biçarelerden, en müptezel sefilelere kadar her tabakadan, her smıftan birkaç yüz kadın buraya gelir. işte size bir küçükler zümresi ki on ile ondört yaşlarında yeldirmeh: altr kızdan müfekkeptir. bunların en büyüğü bile bir çocuktan ibarettir. fakat şimdiden kendilerine bir kadın süsü verirler. gözleri sürmeli, kaşları hafif rastıklı, yüzleri de az çok pudralı ve düzgünlüdür. pür cevelan yürüyüşlerine devamla beraber, erkeklere garip bakışlarını fark edebilirsiniz. her hallerinden bize bakmıyorsunuz öyle mi? aht yakında görüşürüz meali sezilmiyor mu? maamafih erkeklerden bunlara da ıakayt kalamayan bir kısım vardır. işte şu mektepli. bu yaramazlar güruhuna laf atıyor. en büyük genç kız, dudak büzerek, gözlerini açarak utanmaz, hitabını maharetle sarfetti. teşekkül etmemiş göğsü oynadı, minyatür çehresine kan hücum etti. işte diğer bir zümre: çehresinin müessiriyetinden, eyvah o felaket başımdan geçti esefi okunan, peçesi kaldırılmış, onsekiz, yirmi yaşlarında, kısa boylu bir taze. yanında, bunun fevkinde kalan, güzel endamlı, levent birisi var ki, gözlerinin meserettnök lemaatından bir devrei saadet geçirmekte olduğuna suhuletle kanaat getirilebilir. ikisi yalnız gitse hiç bir sui zanna sebebiyet vermeyecekler, fakat bakınız yanlarındaki üçüncü refikaları, henüz onyedisinde var yok peçesini bir kaldırıp indirmesiyle erkeklere karşı dakikada bir yüzünü gösterip kapamasıyla, münasebetli münasebetsiz gülmesiyle çehresinin saf ve bihaber mealine rağmen, her üçünün nasıl bir mektep şakirtleri olduklarına maatteessüf şahadet etmektedir. hele karşıdan gelen şuh reftarlara, yine bu hoppanın kandilli temennalarla aşinalık etmesi, diğer ikisinin de buna sıkıldıklarını gizlemekle beraber asarı ihtiram ile izharı muarefeye mecbur olması en acemilere bile, zavallıların pek emin bir vaziyeti içtimaiyeye girmiş olduklarını anlatır. fakat daha ziyade tahammül edemezsiniz. her tarafta görülen bu fecaatengiz manzaraya ve artık behimi şehvetlerine tabi kalan erkekler güruhunun muzafferane parlayan çehrelerine, müstekreh handelerle yayılan ağızlarına nefretle bakarak, yürür gidersiniz. tarihte kadın harem müsessesesi islüm icadı değildir kadınr kapamak harem müessesei içtimaiyesi ne osmanlıların ne de umumiyetle müslümanların icadıdır. bu bir safhaı içtimaiye icabatındandır ki, pek çok kavimler bundan geçmiştir, ancak birkaç asırdan beri ruyı arzda ehli islamdan başka hiçbir kavim ve millette bu itiyat kalmamış bulunduğu için haremin bir islam müessesesi olduğu fikri yanlış olarak tahassül ediyor. übüvviyetümmühiyet safhai içtimaiyeleri kadını kapamak patriyarkaübüvviyet denilen safhaı içtimaiyenin tezahüratındandır. patriyarka safhaı içtimaiyesi erkeğin heyeti içtimaiye dahilinde temamiyle tegallüp ve tahakküm ettiği devredir. kadınların hiç bir zaman erkeklere tagalilüp ve tahakküm etmemiş, bir hükümeti nisvanteşkil eylememiş oldukları müsbettir. fakat beşeriyetin ilk asırlarında kadınların mevkii içtimaiyesi pek ehemmiyetliydi. bekayı nesil, namadud asırlar zarfında kadınların iktiham, müşkilat ve mezahim edebilmesiyle muhafaza olunmuştur. bunun neticesi olarak sosyolofinin tanıdığı sefahatı içtimaiyenin birincisinde kadının ehemmiyeti içtimaiyesi pek yüksektir. bu safhada heyeti içtimaiyenin riyaseti yine erkeklerdeydi. fakat bu hakimiyet ve riyaset peder cihetinden değil, valide cihetinden intikal etmekteydi. kadınlar kocalarıyla beraber kendi aileleri dahilinde kalıyor ve kardeşlerinin veya valide cihetinden diğer akrabanın tahtı idaresinde bulunuyordu. dayının mevkii ailevisi pek büyüktü. evlatlar babaların değil, validelerin neslinden sayılırdı. erkeğin mirası zevceye zevcenin mirası ise evlatlarına veya kardeşlerine intikal ederdi. matriyarka ümmühiyet denilen bu safhai içtimaiyede kadınların hukuku çok defa erkeklerin hukukuyla müsavat derecesindeydi, denilebilir. mesela valdenin intikamı babanın intikamı gibi alınırdı. bütün mesaili iktisadiyede kadının reyi sorulurdu. hasılı matriyarka safhaı içtimaiyesinde, hakiki veya hayali bir kadın, umum kavmin veya kabilenin ceddi sayılırdı. merasimi diniyeye ekseriye kadınlar riyaset ederdi. miras da valide cihetinde olan taallukata intikal ederdi. safhai übüvviyyenin netaici mantıkiye ve tabiiyesi bu safhaı ümmühiyeden, matriyarkadan safhaı übüvviyeye patriyarkaya teakub zaman ve asırlar ile geçildi. bu safhaı içtimaiyenin mebdei olarak kızı kendi ailesi haricindeki bir erkeğe nişanlayıp tezviç etmek itiyadı vardır. kız veren kabile veya aile, damadın aile veya kabilesinden tazminat alırdı ki kadının tezellüli içtimaisi bu noktadan başlar. çünkü patriyu: kanın icap ettirdiği yeni mantık dahilinde teşekkül ve inkişaf eden heyeti içtimaiyede kadın, satın alınmış bir meta halinde indi. kadının mirastan mahrumiyeti, kız çocuklarının terki veya katli, zevcenin bir meta gibi, zevci müteveffanın kardeşlerine veya. başka zevceden kalma oğluna intikal etmesi, erkeğin müteaddit karılar alması, kadının evde hapis ve meşakkatli hizmetlerde istihdam edilmesi hasılı, bir cariye makamında bulundurulması, patriyarka übüvviyet denilen safhaı içtimaiyenin tabii neticesiydi. suhuletle düşünülebilir ki bir kavim veya kabile, bir safhai içtimaiyeden diğerine ancak asırların müruruyla ve bati bir tedriciyetle geçebilir, bu suretle ekseriya iki hatta üç safhaı içtimaiyenin itiyadat ve müessesatı, aynı zamanda aynı kavim ve millet indinde meri olur. safhaı übüvviyye edvarı tarihiyede en uzun süren safhadır. asarının kalkması pek bati olmuştur. hatt en medeni milletterde bile ösürının bazı derecatı h mevcuttur. patriyarka safhariçtimaiyesinde kalmış akvamı kadimeden kadına en ziyade hukuk bahşeden, mevkii içtimaiyesini yüksek tutan muısırlılar ve keldanilerdir. akvamı müteahhireden ise ancak ırkımız türkmenler, kırgızlar kadına aile dahilinde gayet öli ve heman erkese müsavi bir mevki vermişlerdir. romalılar ve yunanlılar gibi hindavrupai milletlerin tarihi sosyolofi noktaı nazarından patriyarka denilen safhaı içtimaiyeden asla ayrılmamışlardır. kadında ayırdıkları mevkii içtimaiye ise pek süfli idi. taaddüdi zevcütun menşei gaston richard taaddüdi zevcatın menşeini tetkik ederken diyor ki: muharebeler kabileler arasında intikam ve kan davaları yüzünden mütehaddis mücadelelerden ibaret olduğu müddetçe, gerek erkekler ve gerek kadınlar bu mücadelelerden müteessir olurlar. ırlandanın kurun: vus ta bidayetindeki hali buna şahittir. o zaman kadımların hizmetleri o kadar kıymettardır ki galipler mağlupların kı zlarını va kadınlarını öldürmezler. yunanlıların truva şehrini zaptettikten sonra yaptıkları gibi, onları beraber götürerek istifraş, yahut zevciyete kabul eylerler. veyahut kendi zevcelerinin tahtı hükmünde olmak üzere onları hizmetçi gibi kullanırlar. şüphesiz esaretin mebdi de budur. işte bu suretle iki cins arasında husule gelen muvazenesizliğe ancak taaddüdi zevcit ile çare bulunur. o zaman zenginlerin haremleri, fakirlerin de zevceleri, bazan cariyeleri olur. yunanlıilarda ve hep kan davalarının husumetleri içinde yaşayan herhangi bir diğer kavimde bu hayatı mücadelat, kadınların mütemadiyön bir kabileden öbür kabileye esir olarak gitmelerini mucip oluyordu. bu sıfatla gerek istifraşın, gerek çariyeliğin ölüme müreccah bir hali tezellül olmak üzere fteessüs etüiğini anlıyoruz. tabii olarak bir kadın için fakir, kaba, adi bir askerin eline düşmekten ise bir zenginin eline düşmesi daha ehvendir. binaenaleyh bir esire ve bir cariyeden başka bir şey olmayan kadın, bu şerait dahilinde poligami tarikiyle bir zenginin haremine girmeyi, bir fakirin kulübesinde çalışmaya tercih ederdi. kız çocuklarının atılması şimdi diğer bir mülahazaya geçebiliriz. kadın ve kızlarının bir gün düşmanın eline esir düşeceğini düşünmekten hali kalamayan bir kavmin nazarında kız çocuklarının hiç kıymeti yoktur. o şerait dahilinde kız çocukları zenginler tarafından bile beslenmek istenilmez ve kadınlar o heyeti içtimaiye dahilinde hiç bir haktan müstefit olmazlar. gloçın müellefatı atika tetkikatına müstenit beyanına nazaran yunanlılarda her çocuk doğduktan sonra ailece bir nevi muayeneye tabi tutulurdu ve alelekser kız çocukları atılmaya mahküm edilirdi. pozipid diyor ki: erkek çocuk en fakir ebeveyn tarafından bile beslenir. halbuki kız çocuk zenginler tarafından bile atılır. diğer bir müellif de kızların o safhaı içtimaiyede müziç bir yük olduğunu ve hiç bir mevkii mahsusu olmadığını söyler. tevellüdünde atılması mümkün iken merhameten alıkonulan bir mahlükta ne izzeti nefs kalabilir. eskl yuhanda haremgöühlargyneceeler işte safhaı dibüvyiyetin bütün icabatı haşinesi eski yunanlılarınkahramanlar devrinde müşahede olunmaktadır: taaddüdi zevcat, haremgahlar, kiz çocuüklarını atmak. gitgide taaddüdi zevcat ve haremgüh gynecee müessesesi itiyadatı rasiha sırasına geçerek temamiyle yerleşmiş ve yunanlıların kömilen ölemi siyasetten çekilmeleri zamanına kadar temadi etmiştir. rus kadınlarında fata denilen peçenin lağvı bizansın tesiratı altında kalan ruslarda ise bu itiyadat büyük petro zamanına kadar devam etmiştir. büyük petronun suni olarak ilgasına çalıştığı kadınların yüzündeki fata denilen peçeyi kaldırdığı ve avrupa adatı dairesinde salonlar küşad ettiği ve kadınları iradeyle bu salonlara getirttiği meşhurdur. diğer milletlere gelince akvamı kadimeden en saf ahlaka malik olan israilliler bile poligamiyi kamilen men etmemişlerdir. iskandinavlarda hatta cermenlerde taaddüdi zevcatın hüküm sürdüğü de hakikattır. kızların mirasdan mahrumiyeti, eski romalılar, barbarlar kızların mirastan mahrumiyeti ise umum patriyarka safhasını geçiren akvamda müşahede olunmuştur. romzılarda uzun asırlar, kızlar mirastan mahrum bırakılmıştır. sonraları itikadat değiştikten sonra kendilerine bir hissei miras ifraz olunmuşsa da kadim katon zamanında irticai bir hareketle kadınlar vasiyet tarikiyle bile naili miras olmağa gayrı layık addolunmuştur. çiçeron zamanına kadar ise kadınlar erkeklerin vasiyeti altında kalmışlardır. avrupanın o zaman barbar denilen akvamına gelince, meşhur salik kanunu kadınları arazi mülkiyetinden mahrum bırakıyordu. bu muhtelif izahat patriyarka safhaı içtimaiyesinden geçen akvamın köffesinde kadının nasıl dün bir mevki işgal ettiğini, hep erkeklerin tahtı tagallüp ve tahakkümünde kalmış olduğunu lüzumü kadar göstermektedir. bu risalenin daha fazla izahata tahammülü olmadığından tarihte kadın namıyla diğer bir risalede bütün safahatı içtimaiyede ve muhtelif akvam nezdinde kadının işgal ettiği mevki daha ziyade izaha çalışılacaktır. şimdi ise kendi kadınlarımızın bugünkü mevkii içtimaiyesini izah için kariyi zuhurı islam devrindeki arabistanın safhaı içtimaiyesine zamanı cahiliyete nakl ve sevk etmek lüzumunu görüyorum. arabistanda zaman, cahiliyette kadınlar fahri kainat muhammed haşin bir übüvviyetin teessüs etmiş bulunduğu bir safhaı içtimaiyede doğmuştur: şimali arabistan hicazla necd iki asırdan beri cenuptan hicret eden kabaili kahtaniyenin tahtı istilasında kendini müdafaa ile uğraşıyordu. kabileler arasında daima mücadeleler, mukateleler, kan davaları hüküm sürüyordu. bu halin kadınlar için neticeleri pek meşum idi. kızların aglebi ihtimal büyük bir kısım kabaildeasla miras almadıklarını, surei nisanın yedinci ve sekizinci yetlerinin tefs irinde görüyoruz. zevce, yine aglebi ihtimal büyük bir kısım kabaildezevci müteveffanın metaı gibi telakki edildiğinden, miras alması şöyle dursun, bir malı mevrus gibi vereseye intikal ederdi ve şayet müteveffanın başka bir zevceden bir oğlu var idiyse kadın bunun tarafından iştifraş edilirdi. hasılı dul kadının nefsine hakkı tasarrufu yoktu. muharebatı daime sebebiyle araplar nezdinde tıpkı eski yunanlılarda olduğu gibi gayrı mahdut zevceler almak, cariyeleri istifraş etmek, cariyelere fuhuş icra ettirmek ve bundan tahassül eden paradan intifa eylemek gibi itiyadat teessüs etmişti. kız çocukları gerek cemaat için bir yük telakki edildiğinden ve gerek müstakbel bir sefaleti muhakkakadan kurtarılması iktiza eden bir mahlük addolunduğundan bir çok kabileler nezdinde yeni doğan kızlar diri diri gömülürlerdi. valideler, sütnineler kadar bile evlatları indinde haizi itibar değildi. ve zevcelerin kocalarından hiç bir hürmet ve riayet talebine selahiyetleri yoktu. maamafih peçe yoktu. şüphesiz zenginler kadınlarını hususi çadırlarda bulunduruyorlar, hususi mahfeler derünunda seyahat ettiriyorlardı. fakat bu itinalar bir nevi imtiyaz gibi zengin ve hür kadınlara mahsustu. yoksa nisvanın ekseriyeti azimesini, cariyeler, hademeler, esireler ve fıkara zevceleri teşkil ettiğinden, bu gibi ihtimama nail olamazlardı. islümiyet kadının mevkii içtimaisini ild etmiştir fahri kainat umum arabistan dahilinde kan ve kabile rabıtalarını ehemmiyetten kamilen ıskat ederek umum kabaili islam gayesi altında ceme muvaffak olduğu gibi muharebat ve mukatelatı dahiliye hitam bulmuştur. bu icazkar inkilap bütün icabatı mantikiyesiyle kaffei muamelata teşmil edildiğinden bir esareti sefile içerisinde yaşamakta olan kadınların mevkii içtimaisi, öyetler ve hadislerle ila edilmiştir. kız çocuklarının diri diri gömülmesi şediden men edildi. kızların erkeğe nisbeten nısıf hisse mirasa nail olması emrolundu. kadınların bir meta gibi veresei zevce intikali lağvedildi. dul kadının nefsine hakkı tasarrufu tahtı temine alındı. zevcatın adedi gayrı mahdudiyetten dörte tenzil edildikten başka tek zevce ile ittifa ve zevce hakkında en büyük adl ü şefkat icrası tavsiye olundu. zevciine mütekabilen aynı hukuk bahşolunduktan başka zevceye de zevcin mirasından büyük bir hisse ifrazolundu. talak ise ancak adl ü şefkat dairesinde, her iki taraf için imkan tahtında bırakıldı. hele validelere ihtiram islamiyette mükafatı uzma olan cennete sebebi nailiyet gösterildi. bu hukuk ile kadınlar yüksek bir mevkii içtimaiye çıkmış, bir hürriyet ve mevcudiyeti ferdaniye iktisab etmiş bulunuyordu. vakıa pek çok vekayi kadınlara karşı bazı nesahii mühimmei ahlakiyenin tevcihini mucip olmuştu. fakat bu nesahih kadınların hiç bir hak ve hürriyetini tenkis ve tadil cihetine matuf değildi. ahlakı safiyenin muhafazası, istirahatı aileviyenin temini noktaı nazarından pek ali olan bu nasihatlara mümasil mevaiz erkeklere de bezledilmiştir. zamanı cahiliyette hüküm süren şedaid ve muharebat kadınlardan adeta her hissi iffeti nezetmiş gibiydi. o derecede ki muta denilen tarzı izdivaç o devirde bir fuhşı aleniden başka bir şey değildi. pek çok kabilede zinanın ahlöki çirkinliği adeta meçhuldu. ve yukarda söylendiği gibi cariyeleri mahza intifa için hatta cebren ve kerhen fuhşiyata sevketmek en kudretli ve muteber insanlar için bile mayup değildi. işte bu derekei içtimaiyede bulunan bir halkın erkek ve kadınlarının ahlakın en ulvi esasatına alıştırmak için elbette nesaih ve mevaiza ihtiyaç vardı. ve şürii azam o kadar büyük bir hikmet ve fetanet dairesinde idarei zaman etti ki dini islamı kamilen kabul ve tatbik ettirebildi. ve kadının hukuk: beşeriye, içtimaiye ve irsiyesini ihlal etmeden ahlkı umumiyeyi islah ve tasfiyeye muvaffak oldu. itiyadatı mahalliyenin tesiri islümiyet süratle, bir asır zarfında çinden ispanyaya, adenden anadolu ve bahrı hazere kadar yayıldı. burada ikamet eden akvam tehalükle islamiyete giriyor ve bil itiraz kadının hukukunu tanıyordu. fakat itiyadat hemen tebeddül edemezdi. bunun için kadın bütün akvamı islamiyede hukukı irsiyaye, mihri sadaka nail olmakla beraber erkeğe tebaiyetten, erkeğin vesayetinde kalmaktan pek az kurtuldu. kadın ilim ile tıpkı erkekler gibimemur olduğundan, çok defalar aile muhitlerinin müsaadesiyle tahsili ulüm etti. yine aile ve kavim muhitlerinin tesiriyle çok mahalde ticaretle iştigal edebildi. fakat hiç bir zaman islamiyetin tesiriyle itiyadatı mahalliye kamilen zail olmadı. bilakis iran ve bizans itiyadatı buralarda hüküm süren haremgöllar ve tarzı tesettürler islamiyete geçebildi. ve mürurı zamanla o derece kuvvet kesbetti ki kava idi esasiyei islamiyeden oldukları zehabı hasıl oldu. bunun yegöne sebebi, islamiyetin gayet seri olarak bu patriyarkal itiyadatı haiz akvama intikal eylemesi ve bu akvamın gayet uzun bir devrei tarihiye zarfında islamiyetle müterafik olarak bu itiyadatı muhafaza etmeleri ve etmekte berdevam olmalarıdır. bizde meselei nisaiyenin muhtelif cihetleri nasıl bir haleti ruhiye ile meseleyi tetkik etmeliyiz şimdi meseleyi en umumi, en hayati, en ehemmiyetli cihetlerden tetkik ve ihata etmeye, avakıbı mukadderesini görmeye çalışabiliriz. kadının vaziyeti hazırası umum heyetı içtimaiyemizin menafii maddiye ve maneviyesi. ihtiyacatı ruhiye ve kalbiye, nihayet bizzat kadının hukuku noktaı nazarından tetkik ve mülahaza edilmeye muhtaçtır. bu noktaı nazarı derpiş etmeden, biz erkekler kendimize farazi olarak bir haleti ruhiye ve akliye tayin etmeliyiz. heyeti içtimaiyemizin ilaı istikbalini bütün ruh ve kalbimizle arzu ettiğimizi ve temini için hiç bir vazifeyi ifadan çekinmeyeceğimizi, bu uğurda ne kadar muhkem olsa boşluklarını anlayacağımız itiyadatımızdan. ne kadar muazzez olsa butlanlarına kani olacağımız itikadatımızdan vazgeçebileceğimizi, hasılı hür, dürendiş, mukadderatini anlamağa ve idare etmeye muktedir bir millet gibi hareket edeceğimizi farzediyorum. çünkü bizde böyle bir istidadı manevi bulunmayacak olursa, koca bir istikbali milli uğruna en süfli, en müstekreh itiyadadımızın en ufağını bile terk ve fedaya imkan olmaz. validelik vazifeyi içtimaiyesi kadının heyeti içtimaiyede, tekmil safahatı medeniyede en muktedir, en esaslı vazifesi valideliktir. fakat validelik her heyeti içtimaiyede, her safhayı medeniyede başka başka suretlerle ifa edilir. kabail arasında muhasematın devam ettiği bir devrede bir valide evladına her an kabilesi veya ailesi için kanını feda edebilmek istidadı ruhisini verebilirse, valideliğini hakkıyla ifa etmiş oluyordu. cemiyet ise çocuğun terbiyei maddiyesini vücuda getirirdi. meselei iktisadiyeye gelince: o da esirlerin, cariyelerin, kadınların muhasalayı mesaisiyle hallolunuyordu. safhaı içtimaiyenin tebeddülüne ihtiyacı kati var fakat bugün öyle bir asırda, öyle bir devreyi medeniyede bulunuyoruz ki beynelmilel şeraiti hayatiye, bütün basitliklerini kaybetmiştir. bugün yaşamak için hür bir milet olarak temini beka için, pek muğlak ve mudil bir mücadelei iktisadiyeye girişmemize ihtiyacı kati vardır. biz acaba asırlardan beri değişmeyen bir hali içtimaiyenin bütün köhnelikleriyle, peimürdelikleriyle, tıflane halleriyle kendimize beynelmilel bir mevcudiyet temin edebilecek miyiz? biz çocuk kalmış, zamanın yüküne gayrı mütehammil bir milletiz nafiz bir nazarla her halimize dikkat ettiğimiz takdirde omuzuna takattan fazla bir yük tahmil edilmek istenilen, yorgun, bitap bir çocuğa benzemiyor muyuz? çünkü diğer kavimler, milletler tabif edvarı hayatiyelerini yaşayarak geçtikleri ve bu suretle muhayyer bir neşv ü nema ösarını ibraz ettikleri halde, biz sıska, cılız, tenemmi tabiiyeden mahrum bir çocuk gibi kaldık. ve devrei haziriyeyi medeniyenin havayı harı, hayatı cüşacüşu bizi boğacak derecede sıkıyor evet başka milletler büyürken, kuvvetlenirken, hayat ile uğraşırken, biz nahif ve alil bir çocuk kaldık. ve bugün bir tezgahı meçhulden, bir tariki meçhul takib ederek gelmiş hayret efza oyuncaklarla möli bir tuhafiye mağazasının camekanlarına gözatmış bulunuyoruz. bu oyuncaklar ne kadar cazipl bunlardan bir miktar elde etmek için babalarımızdan kalma ne varsa, maddi ve manevi, hepsini veriyoruz, veriyoruz. ve o hain oyuncaklar mütemadiyen değişiyor. cazibiyetleri tezayüt ederek değişiyor. biz de yenilerini elde etmek için zayiat ve hasaratımıza bakmadan vermekte devam ediyoruz. toprağımızı, kanımızı, hürriyetimizi, ruhumuzu veriyoruz. ve böyle devam ederse pek yakın bir gün gelecek ki: bizden sathı arzda vaktiyle şöyle bir kavim de varmış cümlesinden başka nişan kalmayacak. kadını bu vaziyette bırakamayız büyük bif meram ile zavallı ruhu tıflanemizde kalabilen bakiyeyi meram ile, bakayı müstakbelimizi temine girişecek olursak kadını bugünkü vaziyeti içtimaiyede bırakamayız. en bariz eseri meramımız onun vaziyeti içtimaiyesini değiştirmekle görülebilecektir. biz safhayı hazırayı medeniyenin müşkülatını iktiham edecek bir seviyeye yükselebilmek için heyeti içtimaiyemizin yarısı olan kadınları metruk ve mühmel bırakamayız. o mühim kuvvet, hatta bizimkinden daha ehemmiyetli olan kuvvet muattal bırakılırsa, emin olalım ki temeddüne matuf bütün mesaimiz boşa gidecektir. kadının valide, zevce, hemşire, refika ve muhibbe sıfatlarıyla daima erkeğin nısıf mevcudiyetini temsil ettiğini anlamalıyız. biz mesela anglosaksonlar gibi bir heyeti içtimaiye, bir devrei medeniye vücuda getirmek arzusunda bulunuyorsak, bilmeliyiz ki, kendimiz anglosakson erkeklerine ne kadar benzeyebilirsek, kadınlarımız da anglosakson kadınlarına benzemelidir. amerika kadınları heyeti içtimaiyeleri dahilinde ne vezaif ifa ediyorsa, hangi hukuktan müstefit oluyorsa, bizim kadınlarımız da aynıyla o vezaifi ifa edebilmeli, o hukukdan müstefit olabilmeli ki mahsuli terbiyeleri olan çocuklar, müstakbel cemiyetin banileri, anglosakson çocukları gibi hazırlanmış bir ruh ile ve vücutla sahayı cidal ve cihada çıkabilsin. kadın geçen bahislerde tasvirine çalıştığım hali metrukiyet ve ihmal içinde bırakıldıkça elbette şimdikinden farklı vezaif ve hidamatı içtimaiye ifa edemez. bu vaziyeti içtimaiye onda hiç bir şevki kalbi, bir savleti zindegani, hiç bir iktidarı ruhi bırakmıyor. o mütemadi bir mahrumiyet içinde kavrulmuş bir ruhı gürkesel gibidir. bu haliyle yaşamak için zayıf bir şuayı şemsin ihtiyacıyla sararmış bir nebata benzer. ondan nasıl pür hayat ve muattar çiçekler, meyvalar beklenebilir? kadının en büyük ihtiyacı bu kıymettar çiçeğin hayatına hizmet edecek şuanın güneşi, bizim kalbimiz, bizim ruhumuzdur. o rengin ve müşgin çiçekler açmak, leziz ve nafi semereler yetiştirmek için ancak harareti ruhiyemizin teshinine ve kalbimizin samimiyetine muhtaçtır. ya bizim aynı samimiyete, aynı muhabbete ihtiyacımız yok mudur? çocuklarda görülen bir haleti ruhiye iktizasından olarak, sahte bir şecaatfuruşluk ile acizlerimizi setr gayretimize rağmen, kendi kendimize halk ettiğimiz bu müziç tarzı hayatın en tahammül fersa hüsranı ruh eşsizliği, kalp refiksizliği olduğunu, mevcudiyetimizin en derin noktalarında hissetmiyor muyuzl. peçe meselesi bizde meselei nisaiye, peçe meselesi değildir. peçenin istimali erkeklerden ziyade, kadınların asırlanmış bir itiyadınitikada benzer bir hissin verdiği ihtirazı mütereddidaneleri kuvvetiyle hülü muhafaza edilmektedir. yeldirme ve başörtüyle sokağa çıkan bir kadın, istanbulda heman kabuli ammeyle çarşaflı, peçeli, yaşmaklı bir kadın kadar mesture addolunmaktadır. yaşmak, ferace nasıl kadınlar tarafından çarşaf ve peçeye tebdil edilmiş ise çarşaf, peçe de her türlü itirazata rağmen başörtü ve yeldirmeye tahavvül etmektedir. ve kadınlar bu mücadelelerinde çoktan erkeklerin mukavemetini yenmiş bulunuyorlar. yalnız az yukarda söylediğim gibi, yine kadınlardan bazı muhteriz olanların tereddüdü bakidir. ihtimal peçeyi tanınmamak duçarı taarruz olmamak, daha güzel görünmek hususlarında ifa ettiği gayrı kabili inkar hizmetlere mükafatan az çok uzun bir zaman daha muhafaza ederler, fakat erkek kadının hakiki refakatını kabul ettiği anda, onu bir cariye veya esire gibi hapsetmek baisi ar ve hicab birşey gibi saklamak tedbiri kendiliğinden ehemmiyetten sökit olur. erkek bizzat karısının, hemşiresinin, refikasının, nigehbanı olduktan sonra peçeye ne lüzum kalırl r esas mesele kadına sağlam bir vaziyeti içtimaiye vermektir esas mesele kadına sağlam bir vaziyeti içtimaiye vermek, onu erkeğin dairei talim ve terbiyesine, hakiki refakat ve samimiye tine ithal etmek, erkeğin ihtiram ve muhabbetine mazhar eylemektir. biz diğer milletlerin takip ettikleri tariki temeddün ve terakkide kadınlara nasıl muamele ettiklerine, aile vahdeti içtimaiyesini kuvvetlendirmek için nasıl çarelere tevessül ettiklerine bakmadık. hayatı iktisadiyede olduğu gibi hayatı aileviyede dahi ruh ve faaliyetten şevk ve setaretten mahrum kaldık. bari maksudu asli gibi gösterilen safiyeti ahlakiye muhafaza olunabildi mi? heyhatl mugayırı tabiat aşk bu hususta yukarıda tasvir ettiğim mesireler hayatını bir delil gösterebildiğim gibi, aşkın bizde iktisab ettiği eşkalin tetkini pek faideli görürüm. fatihten beri inkişaf eden şiiri osmanide bilahicap tasvir olunan mugayırı tabiat aşk sukutı ahlikinin en bahir bir şahididir. öyle divanlara rast gelinir ki içinde, kadın hakkında tek bir mısraın mevcut olmadığı maal iftahar şairleri tarafından itiraf olunmuştur. bu mayub aşkın mahiyeti tamamiyle anlaşılmak için o edvarı medidenin mahsulı edebiyatı olan bu gazellerden birkaçı okunmalıdır: görülür ki ruhı şuara, zamanların bütün nezaket ve mahiyeti ruhunu temsil eden şairlerin ruhu ancak müstekreh bir ihtirası şehvani ile meftur olmaktaydı. bu gazeller, bu edebiyatl bizde safiyeti ahlakiyeyi muhafaza iddiasında bulunan bu millette hiç bir galeyan ve isyan vücuda getirmedi. çünkü milletin ekseriyeti azimesi o karanlık ahlök girdaplarında püyan bulunuyordu. edebiyatımızda bu hali süfli pek yakın zamana kadar devam etti. fuhşı tabif, aşkı tabiiyi azalttı yeniçerilikten ve nihayet tanzimatı hayriyeden sonra aşkımızın istikameti tebeddül etmeye başladı. fuhuş, fakat hiç degilse fuhşı tabii, bir sahayı intişar bularak hemnevilik erkekler arasındaazalmaya başladı. mütefessih bir cerihai içtimaiyemiz diğer kanlı bir yaramızin açılmasıyla kapanmaya yüz tutabildil eyvah bizlere ki, şifamızı mühlik zehirlerden bekliyoruz. kadınlarımızın mücahedesi o zamandan itibaren kadınlarımız sevki tabiiye benzeyen bir hareketle meydanı mücahedeye atılmıştır. o zamandan beri refiki ezelilerini, daima kendilerinden uzaklaşan erkeği tekrar kazanmak için meyusane bir müca uy ayı anna deleye girişmiştir. ihtimal ilk defa olarak kadınlarımızın gözünü açan beyoğlu sefihleri olmuştur. bu sefileler erkekleri çekmek için ne yapıyorlardı, nasıl giyiniyorlardı, ne şarkılar okuyorlardı, ne çalgılar çalıyorlardı? işte namuslu kadınların ilk endişeleri bunlar oldu. onları taklit ettiler. şüphesiz muvaffakiyetleri azdı, bahusus ki heyeti içtimaiye arasında bu yüzden duçar oldukları taarruzat, tahammülgüzar işkenceler, azaplar halini almıştı. fakat bu mücadeleyi tabiiyenin mazlum kahramanları yeise düşmedi, devam etti ve hala ediyor mücadelakür kadın, şayanı tevkir bir mücadele ey hodgim, gafil, biinsaf kardeşim erkekl senin bir tebessümün, bir iltifatın için mücamelekörlığakurtizanlığa tenezzül eden kadını tebcil et, çünkü o bu hareketiyle ezeli kavanini tabiyeye tebaiyet ederek mevcudiyeti kavmiyemizi vartaı helökden kurtarmaya çabalıyor! o senin tahkir ve istihzana değil, samimiyetle kollarını açarak tevkir ve istikbaline müstahaktır artik sen de hakikatı görecek, basireti ruhiyeni gaflet uykusrndan uyandır da, şu içtimai yaramızı kapatacak muhabbet ve samimiyetini, kadından, sana kavuşmak için çamura batmaktan çekinmeyen ezeli refikandan esirgemel kadına hukukı sarihiyesi veriliyor mu? ikide bir kadın islamiyette en vasi hukuka maliktir deniliyor ve bu hukuku avrupa kadınlarının bile iktisab edememiş oldukları iddia olunuyor. hakikatan mebhasında gösterildiği üzere islamiyet kadınların seviyeyi içtimaiyesini, neven ayrı kalmakla beraber, hukuken erkeğin seviyei içtimaiyesine kadar yükseltmiş, musavatı hukukiyeye müstenit mükemmel bir hayatı içtimaiyenin esasatını kurmuş idi. bu esasattan tahassül eden ruhı musavatperveri takib eden asırlarda layıkıyla takdir olunsaydı, elbetteki erkekle kadın arasındaki o mahüf ayrılık tahassüs etmez, bizde de şu korkunç mevti içtimai ösörı başlamazdı. neçare ki bir kavmin lüzumı mahsusa müstenid bir şeriat ve kanun ile islahı ahlüki ve içtimaisi, bahusus muhammed ve hulefai evvelin gibi büyüklerin nezareti sayesinde mümkün olur. lakin şarkta garba mümted bir sahayı vasia üzerindeki yüzlerce milyon halkın itiyadadı rasihası hiç bir şeriat ve kanun ile sureti mütesaviye de, şu güne kadar değişmek kabil olmamıştır. insanların terakkisi, daima kendi ihtiyaçlarını hissetmeleriyle ve o ihtiyaçlara göre hareket etmeleriyle mümkün olmuştur. ve bu surette hareket ettikleri zaman şerayi ve edyanın ahkam: i feriyesini bilatereddüt değiştirmişlerdir. hakikatan biz de düniyeti içtimaiyetimizi yıkıyla müdrik olsaydık, bunun ıslahına teşebbüs edebilseydik ve bu ıslaha kadının vaziyeti içtimaiyesini tebdil ile başlamak lüzumunu hissetseydik, bu ıslahatı icradan çekinmeyecektik. çünkü artık bizce müsellem bir hakikattır ki, on veya yirmi asır mukaddem bir heyeti içtimaiyenin muamelatına muvafik olan bir hal ve hüküm bugün muvafık olamazdı. bu kaideyi tatbik ettiğimiz ahval ise az değildir. kadına gelince, aşikördır ki, biz kendimiz bu hususta hiçbir ıslaha lüzum görmediğimizden, islamiyetin gayet vasi müsaedatına rağmen hiç bir hareketi ıslahiye göstermedik. bilakis kadın mevzuı bahs olunca islamiyetin kadına bahşettiği hukuku kemali fahr ve gurur ile saymakla iktifa ediyoruz. evet, islamiyet kadına hukukı aliye bahşetmiştir. fakat biz o hukuku kadının eline veriyor muyuz? kadın hisseyi mirasa maliktir, nemanın idaresi de rüşt ve büluğdan sonra tamamiyle kendisine aittir. halbuki vaziyeti hazırai içtimaiyesiyle kadın, malını idareye, nukudunu nemalandırmaya, icrayi ticarete muktedir oluyor mu? o halde kadın emvalinin idaresi ne suretle cereyan ediyor? erkekler vasıtasıyla, erkeklerin vesayeti altındal demek ki şeriat kadını reşit ve baliğ addediyor ama, bizim bizanstan, irandan aldığımız musirrane muhafaza etti ğimiz, kudsiyetini iddiaya kadar vardığımız müessesatı içtimaiye, onu vesayete mahküm bulunduruyor. dinimizde kadın kendi nefsine tasarrufa muktedirdir. izdivaç için ancak kendi rızası muteber olmak lazım gelir. hatta bu maksatla kendini erkeğe arz vq takdime bile mezundur. bu hak islamiyette, şeriatta mevcuttur. fakat tatbikata gelince bizde izdivaç nasıl cereyan ediyor. en hürriyetperveranesi, bir fotografyayı veya ondan başka birşey olmayan sokaktan geçen bir hayali göstermekle. buna meşru bir rıza tahsili denilebilir mi? kadın tahsili ulüm ile tıpkı erkek gibi memurdur. fakat nerede ve nasıl tahsili ilm edecek? payitahtta bile kaç mektebimiz vardır ve ne öğretiliyor ki? netice biz artık lisanı riayı keserek, ortaya dini mani göstermemeliyiz. biz artık kadına hukuk: kamilesini itaya ve kendisini o hukuktan bilfill istifade edebilecek bir duruma getirmeye gayret etmeliyiz. işte o zaman, o hür kadınlarla, o muktedir ve zihayat refikalarla teşkil edeceğimiz heyeti içtimaiye, kuvayı zindeganiye malik bir heyeti içtimaiye olur. yoksa mevti içtimaimiz, inkirazı millimiz, zevali istiklal ve hürriyetimiz pek gecikemez. takibi icab eden hattı hareket bunda takibi icab eden hareket muayyendir. kadının şeref ve haysiyetine ve namusuna riayetkör olmak. kahvehane hayatını terk ile kadının metrukiyet ve ihmaline nihayet vermek, kadının refikliğini ve mürebbiliğini löyıkıyla deruhte etmek, kız mekteplerini teksir ve islah eylemek, bu mekteplerde bir kıymeti iktisadiye istihsaline müsait meşagili beytiye derslerini tenvi ve tanzim etmek, sıhhi tenezzüh mahalleri, ahlaki tiyatrolar vücuda getirerek, buralara kadınlarımızla beraber gitmek beşeri bir aile sıfatıyla bir masanın etrafında toplanmak ve bütün bu ıslahata ruh ve kalbimizin en samimi kuvvetlerini vakf ve tahsis etmek. tunca kortantamer'in özellikle ilgilendiği ve öğrencilerini de yönlendirmeye çalıştığı bir sahadır. vefatının ardından geçen beş yılda ve genel olarak yapılanlara baktığımızda adı geçen sahanın neredeyse bakir denilecek kadar boş olduğunu söyleyebiliriz. ahmet cevdet paşa'nın belagatı osmanisi dışında hala metni bilim dünyasının istifadesine sunulmuş ikinci bir belagat eserinin bulunmaması, bu boşluğun derecesini göstermeye kafidir zannediyoruz. bizim bu çalışma çerçevesinde maksadımız belagatın bilinen tarihi seyrini tekrar etmek olmadığından belagat ilminin sistematize oluşu süresince emeği geçen pek çok ismi de zikretmekten özellikle kaçınacağız. amacımız, türk edebiyatında belagata dair çok kısaca bilgi verdikten sonra, başlıkta ismi geçen ahmed hamdi efendi ve eseri hakkında bulabildiğimiz ve elde ettiğimiz bilgileri ana hatlarıyla sunmak ve ardından eserin transkripsiyonlu metnini vermektir. belagatı lisanı osmani'nin metnini transkribe etmek için elimizde bulunanramazan ekim tarihli matbaai amire baskısını kullandık. eserde gördüğümüz imlaya hemen tamamıyla uyduğumuzu ifade etmeliyiz. bilhassaişaretlerindeki tutarsızlıklar atabey kılıç bulunmasına rağmen fazla müdahale etmemek düşüncesiyle bu işaretleri olduğu gibi kullandık. birkaç noktada gördüğümüz mürettip hatasını daişareti içerisine alarak düzeltme yoluna gittik. asıl eserdeki sayfa numaralarını ise örneğinde olduğu gibi gösterme yoluna gittik. dileğimiz, ahmed hamdi'nin bu eseri yanısıra, zamanında başka isimlerce kaleme alınmış diğer belagat kitaplarının da metninin yeni harflerle yayımlanmasıdır. böylece, bilim dünyası da sadece ismi geçen, kendisine ulaşmanın neredeyse mümkün olmadığını düşündüğümüz önemli belagat eserlerine daha kolay bir şekilde ulaşmış olacak ve bunlardan hareketle türkçe belagatta, anlatım ve ifade tarzında, mukayeseye dayalı önemli yeni çalışmaların ortaya çıkması için üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır. temennimiz klasik kültür dairesinde verilmiş en eski eserlerden başlayarak yakın zamana kadar telif edilmiş bütün belagat kitaplarının öncelikle metinlerinin çıkartılması, ardından da bunlar üzerinde gereken çalışmaların bir an önce yapılmasıdır. bu küçük çalışma ile maksadımız, belagat ilmine dair bir eserin daha, yeni harflerle ilim aleminin istifadesine sunulmasıdır. yapılabilecek çeşitli incelemelerden de şimdilik kaydıyla uzak durduk. elde metin bulunduktan sonra yeni çalışmaların bunların üzerine bina edilmesi söz konusu olacağından, yeni metinlerle ayrıca mukayeseli incelemelerin de yapılması mümkün olacaktır. kezban paksoy ve türk dili okutmanı zehra gümüş'e teşekkür borçlu olduğumu ifade etmeliyim. atabey kılıç kayseri mayıs belaatı lisanı osman giriş genellikle batı edebiyatlarındaki rhetorique kelimesi ile karşılanması adet haline gelmiş olan belagat ilmi, islami kültürde sözün fasih olmakla beraber hal, makam ve zamana uygun olarak kullanılmasını sağlamaya çalışır. bilindiği üzere türk edebiyatında belagat kitabı denilince ilk akla gelen eser,'de vefat etmiş olan ismail ankaravi'nin miftahu'lbelaga ve misbahu'lfesaha'sıdır. halbukiyılında vefat eden üsküplü mehmed bin mehmed altıparmak'ın şerhi telhisi miftahı ankaravi'nin eserinden önce yazılmıştır. edebiyatımızda bu eserlerin yanında, başta şerh, haşiye türünden olmak üzere pek çok belagat kitabının bulunduğunu da ayrıca zikredelim. bu tür türkçe eserlerin varlığına rağmen osmanlı medreselerinde belagat hep sekkaki'nin miftahu'lulum'u, kazvini'nin telhisü'lmiftah'ı ve hulusi kılıçtahsin yazıcıkazım yetiş, belagat, türkiye diyanet vakfı islam ansiklopedisi, istanbul, bu küçük giriş içinde verilen bilgilerin önemli bir kısmı kırşehir başlıklı tebliğden alınmıştır. eser hakkında daha geniş bilgi için atabey kılıç, üskübi'nin şerhi telhis'i, , ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir; ayrıca aynı yazar, altıparmak mehmed efendi'nin şerhi telhisi miftah'ında şerh metodu, kayseri ve yöresi kültür, sanat ve edebiyat bilgi şöleni, , kayseri. yekta saraç, osmanlı döneminde belagat çalışmaları, Journal of turkish studies, volume ı, atabey kılıç taftazani'nin mutavvel ve muhtasaru'lmutavvel'i gibi arapça asıllarından okutulmuştur. tanzimat'ın ilanından sonra batılı usullere uygun yeni okulların açılması, bunların ders programlarına da belagat derslerinin konulması ile yeterince arapça bilmeyen öğrencilere türkçe belagat kitapları yazılması ihtiyacı hasıl olmuştur. mizanü'ledeb, mugni'lküttab, mi'yaru'lkelam, fenni bedi', teshilü'laruz ve'lkavafi ve'lbedayi' gibi çeşitli kişilerce yazılmış bu ilk dönem belagat kitaplarının çoğu daha ziyade edebi bilgiler verir türden eserlerdir. daha da önemlisi bu eserlerin verdikleri örnekler, daha önce arapça yazılmış olan belagat kitaplarından alınma arapça, farsça ve bir kısmı türkçe örneklerdir. süleyman paşa'nın mebani'linşa adlı eseri ile işin içine fransızca rhetorique kitapları ve örnekleri de girer. neyse ki bu çabaların ardından her şeyi ile türkçe hazırlanmış belagat kitapları yazma gayreti kendisini gösterir. genel ve yanlış kanaat bu dönemde yazılmış ilk türkçe örnekli klasik belagat kitabının ahmed cevdet paşa'nın ilk baskısı 'de yapılan belagatı osmaniyye'sinin olduğudur. halbuki klasik manada belagatı tam kadro halinde, yani fesahat, meani, beyan ve bedi' olmak üzere dört ana başlık altında inceleyip bütün örneklerini türkçe veren ilk eser, ramazan ekim 'da matbaai amire'de basılan ahmed hamdi'nin belagatı lisanı osmani'sidir. ahmed hamdi de tıpkı halefi ahmed cevdet paşa gibi klasik belagat geleneğine dahildir. asıl maksadımız ahmed hamdi ve eseri hakkında ana hatlarıyla bilgi vermek olduğundan, ahmed cevdet paşa ve eserinden sonraki gelişmelere, isim ve eserlere temas etmeyi kaynaklarda, yeterli bilgi bulunduğu için gereksiz görüyoruz. belaatı lisanı osman ahmed hamdi'nin hayatı hayatı hakkında sadece osmanlı müellifleri'nde verilen kısa bilgilerle yetinmek zorunda kaldığımız ahmed hamdi efendi, şirvanlıdır. istanbul'a geldikten sonra tahsilini tamamlamış ve çeşitli devlet dairelerinde memuriyette bulunduktan sonra encümeni teftiş ve mu'ayene reisliğine getirilmiştir. bursalı mehmed tahir, ahmed hamdi efendi'nin eserlerindentanesini sayar: tercümei maamatı arr, hindistan seyaatnamesi, uli fıh,'ulaatü'lferai, maaletü'lurefa fmesaili'lukema, ilmi ar ve'lavaf, türkçe mutaar manı, avaidi seylemiyye, corafyayı kebr, uli corafya, uverü'lkevakib, medali inşa, neayiü'şşeban. yine aynı kaynağa göre ahmed hamdiyani yılında istanbul'da vefat etmiş ve eyüp kabristanına defnedilmiştir. bursalı mehmed tahir efendi, üç dilde de inşa ve nazma muktedir olduğunu belirttiği ahmed hamdi'nin molla cami'nin na'tı nebevisine yaptığı farsça tahmisinden bir kıt'ayı örnek olarak vermektedir. hakkında yeterli bilgimiz olmasa da müellifin, verdiği eserleri ile son dönem edebiyatımız için önemli bir şahsiyet olduğu da aşikardır. belagatı lisanı osmani ramazan ekim 'da matbaai amire'de basılan belagatı lisanı osmani'nin ön kapağında gördüğümüz şu ibareler, ahmed cevdet paşa'nın, eserin bursalı mehmed tahir, osmanlı müellifleri, haz. cemal kurnazmustafa tatcı, bizim büro, ankara. . atabey kılıç basılmasında olduğu kadar, ahmed hamdi'nin hayatı üzerinde de etkisi olduğunu göstermektedir: unvanı fal u beraati ıai edebiyyatı tezyn ve mücelledatı müellefatı kütübanei aabı ilm ü kemalatı tesn itmiş ve biaın mesnedi neareti mearifi ummiyyeye revnaefza olan vezri arisotedbr ve mearifpra devletlü cevdet paşa aretlerini asarı luf u inayetleri olma üzere bundan adem uhdei acizaneme iale buyurmuş olduları ilmi belaat aceligi münasebetiyle misalleri türkçe olara dikte uli üzre ounan dersler bir yere cem olunduda bir risale heyeti kesb itmegile neareti müşarun ileyha arafından belaatı lisanı osman namıyla ab u neşrine arar virilmişdir. anlaşıldığı üzere belagatı lisanı osmani cevdet paşa'nın önemli katkılarıyla örnekleri türkçe olmak kaydı ve dikte usuliyle kaleme alınmıştır. muhteva kısmında verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere belagatı lisanı osmani, eski usul klasik belagat kitaplarının planına sahip görünmektedir. ancak, mesela mehmed altıparmak'ın şerh ettiği telhis ile mukayese edecek olursak, ahmed hamdi'nin belagatı lisanı osmani'si meani ve beyan bölümlerinde büyük ölçüde benzerlik arz ederken, özellikle son bölümde yani bedi faslında bir hayli farklıdır. telhis'te tıbak, irsad, tevriye, tenasüb, aks gibiedebi sanat yer alırken, ahmed hamdi'nin eserinde sanatlar hem manevi ve lafzi olarak taksim edilmiştir hem de sayıca çok fazladır. belagatı lisanı osmani'yi halefi belagatı osmaniyye ile de plan bakımından mukayese edecek olursak giriş ve ilk iki bölümde büyük amed amd, belaatı lisanı osman, matbaai amire, belaatı lisanı osman ölçüde benzerlik bulunduğunu, fakat yine bedi kısmında ciddi ayrılıklar olduğunu söyleyebiliriz. ahmed hamdi'de 'si manevi 'i lafzi olmak üzereedebi sanat yer alırken bu sayı ahmed cevdet paşa'da 'i manevi 'si lafzi olmak üzere toplam 'dur. yine bu iki eser arasındaki en önemli farklardan birisi ahmed hamdi'de ve diğer belagat kitaplarında görmediğimiz san'atı tarih kısmının ahmed cevdet paşa'nın belagatı osmaniyyesinde bulunmasıdır. ayrıca ahmed hamdi'nin eserinde verilen örnekler ahmed cevdet paşa'nın eserine göre daha az ve kısadır. belagatı lisanı osmani'ni muhtevası ahmed hamdi'ye göre belagat, kelamın fesahatıyla beraber muktezayı hale mutabakatıdır. müellife göre kelimeler önce fasih ve selis olmaları şartıyla terkibi basit veya hakiki ve terkibi muhayyel olmak üzere iki şekilde biraraya getirilerek meram ifade edilebilir. birinci yolla ifadeyi öğretme işini ilmi meani, ikinci yolla ifadeyi öğretme işini de ilmi beyan üstlenmiştir. ona göre kelam fasih olmakla birlikte muktezayı hale ve makama da muvafık bulunmalıdır; fesahatla alakası olmayan bir kelam muktezayı hale muvafık kullanılmış olsa da belagata dahil olamaz. belagatı lisanı osmani'nin muhtevasına baktığımızda klasik belagat kitaplarında gördüğümüz tasnifle karşılaşmaktayız. bu da onun geleneksel gelişim çizgisine dahil olduğunu göstermektedir. eserde belagat ilmine girmeden önce fesahatın zikredildiğini görürüz. buna göre fesahat belagatı lisanı osmani'de kelimenin feaatı, mesela atabey kılıç, üskübi'nin şerhi telhis'i. atabey kılıç kelamı feaatı ve mütekellimi feaatı olmak üzere üç ana başlık altında incelenmektedir. kelimenin feaatı tenafüri urfdan ve arabetden ve mualefeti ıyasdan ber olmasıdır. tenafür, esasen hangi kelimede olursa olsun edebiyat zevkine sahip olanların zevklerine zarar getiren bir hal ise de çoğunlukla mahrecleri bir ya da birbirine yakın olan bazı harflerin telaffuz esnasında bir diğerine geçerken ortaya çıkan ses çirkinliğidir. örnek olarak fehahet, khha ve şişirerek kelimeleri verilebilir. arabet istimali ayrı mens ve vaş olan elfadır. yani kullanıdığında insana aşina gelmeyen artık yabancılaşmış kelimedir. mesela allah lafzı için çalapve kasırga için kabun denilmesi garabete örnektir. mualefeti ıyas lafı lisanın aidei arfiyye ve naviyyesine mualif bulunmasıdır. yani kullanılan kelimenin yapım ve çekim kaidesine aykırı olmasıdır, tuaflı ve masharalık yerine tuhaflik ve masharalik kelimelerini kullanmak gibi. kelamın feaatı ise kelimelerinin muilli feaat olan mearden salim olmaıla beraber afı telfden ve tenafüri kelimat ve tadden ve kesreti tekrardan ve tetabuı iafatdan ber olmasıdır. yani kelimelerin fesahata halel getiren tenafür, garabet ve muhalefeti kıyastan salim olmakla beraber za'fı te'lif, tenafüri kelimat, ta'kid, kesreti tekrar ve tetabuıizafattan uzak olmasıdır. afı telf kelamı oluşturan unsurların gramer kuralları ile, dili belagatlı kullanan kişilerin ifade tarzlarına aykırı olmasıdır. seni gördükde ol derece memnn oluyorum belagatı lisanı osmani, belaatı lisanı osman yerine ol derece seni gördükde memnn oluyorumdemek ve buna benzer yerlerde cümle unsurlarını takdim ve te'hir etmek za'fı te'life sebep olur. tenafüri kelimat kelimelerin telaffuz esnasında güçlük çıkarmasıdır. teaurı aaratı aran ve gülgeşti heştbehişt ve aryelüler uradan aryebearye firara arar virdiler örnekleri verilebilir. ahmed hamdi'ye göre tenafürden murad, kendi lisanımızda bulunan kelimeler içindir. batılı lisanlarında bulunan tenafür bu sınıflandırmaya dahil değildir. çünkü, bizim lisanımızda bulunan onlara, onların lisanlarında bulunanlar da bize mütenafir görünebilir. tad ise lafzi ve manevi olmak üzere iki kısımdır. tadi laf kelimelerin manayı murad üzere delaleti ahir ve vaı olmamadır ki bu da namı kelamda vaı alel cihetiyle aıl olur afı telf oldıı gibi ve kea maamı terde tadm ve maamı tadmde ter veyaud maalli ikrde af ve maalli iharda ımar ve emsali esbabdan naş tertbi elfa ihnde olan tertbi meanye munabı olmaz. açıklamasından anlaşıldığı üzere kastedilen mananın açık ve net olmamasıdır. bu da özellikle şiirde sonra söylenmesi gerekenin önce, önce söylenmesi gerekenin sonra söylenmesiyle ya da kelimenin zikredilmesi gerekirken kaldırılması ve belirtilmesi gerekirken gizlenmesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı cümlenin sıralanışından zihinde mananın sıralanışına dair uygunluk olmaması halidir. tadi manev ise kelamın manayı murad üzere delaletinin ademi uhrı kelamın manayı evvelinden murad mütekellim olan manayı sanye intialde alel vaı oldıı içün olur bu alelde manayı mada dall arnelerin atabey kılıç afasıyla beraber vesaii kesreye mutac olan levazımı bade rad olunmasından neşet ider kesreti tekrar ibarede lüzmsuz bir lafı tekrar itmekdir bir ükümdarın ali pek fenadır çünki kendüsi ükm ü idare ider gibi göründigi bi'lcümle kesanın esri olup anlar içün yapılmış gibi bütün can u teni anlara mar ve fikr ü ihni anların kaffei itiyacatının tedarüküne memrdur ummen bütün milletin ademi olmaıla anların meramlarınca areket itmesi ve anları pederane ıla u terbiye eylemesi ve anları mubil ü mesd ılması üzerine lazımdır ibaresindeki anlar lafının tekrarı buna örnek olarak verilebilir. tetabuı iafat dörtten fazla kelimenin birbirine bağlanmasıyla ortaya çıkan bir kusurdur. ful'nin adatü'ssuadasındaki ebkarı encüm tabı nearei meaibi avatni aremserayı nübüvvet getüremeyüp perdei icaba girdi ibaresinde altı kelime fesahata halel getirecek şekilde birbirine bağlanmıştır. mütekellimin feaatı ise elfaı faa ve tabratı selse ile mütekellimi madını ifadeye mutedir ılur melekedir tarifinden anlaşılacağı üzere, fasih lafızlar ve selis ibareler ile, konuşan kişinin maksadını ifade etmesini sağlayan bir melekedir. fesahatın tarif ve tasnifinden sonra ahmed hamdi, belagat bahsine girer ve kelamın belaatı başlığı altında feaatıyla beraber oldıı alde kelamı al ve maama muabı ılmasını bildirir fendir tarifini verir. mütekellimde belaat ise insanı kelamı bel telfine yan kelamı al ve maama muabı rad itmege mutedir ılur melekedir belagatı lisanı osmani bu giriş bölümünden, daha doğrusu fesahat kısmından sonra meani, beyan, bedi belaatı lisanı osman olmak üzere üç mebhasa ayrılmıştır. her mebhas da kendi içinde fasıl ya da bablara bölünmüştür. mebasi evvel ilmi mean beyanındadır. ilmi mean elfaı türkiyyeyi muteayı ale muabı ılan alatdan bas ider fenn olmaıla kelamın erkanı selasesi olan isnadı aber ve müsnedün ileyh ve müsnedün ve levaıatı kelamiyyeden mefalün avalini ve cümlei inşaiyyenin asam u avalini ve cümeli mevle vü meflenin ve cümlelere lazım gelen ınab u caz ve müsavatın avalini mütekeffil oldıından yedi falı mutev bulunmuşdur. ifadelerinden de anlaşılacağı üzere ilmi meanifasıl halinde düşünülmüştür: fasıl falı evvel isnadı 'abernin avali beyanı, fasıl falı an müsnedün ileyhin avali beyanı, fasıl falı alis müsnedün avali beyanı, fasıl falı rabi mütealliatı fil ve mütemmimatı cümle beyanındadır, fasıl falı amis cümlei inşaiyye beyanındadır, fasıl falı sadis val ve fal beyanındadır ve fasıl ise falı sabi caz ve ınab ve müsavat beyanı başlığı altında tertip edilmiştir. ikinci mebhas mebasi an ilmi beyan beyanındadır şeklinde başlar ve beyan ilmi tavri meram ve beyanı efkarda kelamı müzeyyen ve rengn ılma içün bize mecaz ve istiare ve teşbh ve kinaye arlarını bildirecek fen ilmi beyandır. şeklinde tarif edilir. mebhas, falı evvel asamı teşbhi beyan ider, falı an aat ve mecaz beyanı, falı alis kinaye beyanı şeklinde üç bölüme ayrılır. burada verilen bilgiler büyük ölçüde amed amd'nin belaatı lisanı osman'si başlıklı tebliğimizden alınmadır. atabey kılıç mebası alis fenni beddir başlığı altında iki alt başlık görürüz. falı evvel vüchı tasni kelamdan muassenatı maneviyye beyanındadır alt başlığı ise anatı ıba, anatı teabül, anatı müraatı nar, anatı müşakele, anatı müzavece, tecahülü'larif, anatı tevriye , anatı aks, anatı rüc, anatı tecrd, anatı tevch , anatı leff ü neşr, anatı cem, anatı tefr, anatı tasm, cemi maa'ttefr, cemi maa'ttasm, cemi maa'ttefr ve'ttasm, mübalaai mable, tefsri cel, tefsri af, edebi aleb üsni taallu, anatı üsni tall, anatı tefr, tekdü'lmed bima yüşebbihü'em , tekdü'em bima yüşebbihü'lmed maddelerine ayrılmıştır. babı an muassenatı lafiyye beyanındadır. burada, cinas , anatı alb, terdd anatı, reddü'lacz ale'adr, irsali mesel, telm, anatı itibas, sira, fıra, sec, anatı muvazene, lüzmı malayelzem, itiraı kelam ablet'ttemam, anatı tensu'ıfat ve siyaatü'ladad sanatları konu edilir. sonuç olarak, ahmed hamdi'nin belagatı lisanı osmani'si hem örneklerinin türkçe verilmesi hem de tanzimat sonrasında yazılmış olan ilk ve tam belagat kitabı olması bakımından dikkat çeken bir eserdir. belaatı lisanı osman metin atabey kılıç belaatı lisanı osman unvanı fal u beraati ıai edebiyyatı tezyn ve mücelledatı müellefatı kütübanei aabı ilm ü kemalatı tesn itmiş ve biaın mesnedi neareti mearifi ummiyyeye revnaefza vezri arisotedbr ve mearifpra devletlü cevdet paşa aretlerini asarı luf u inayetleri olma üzere bundan adem uhdei acizaneme iale buyurmuş olduları ilmi belaat aceligi münasebetiyle misalleri türkçe olara dikte uli üzre ounan dersler bir yere cem olunduda bir risale heyeti kesb itmegile neareti müşarun ileyha arafından belaatı lisanı osman namıyla ab u neşrine arar virilmişdir anaayı meclisi mearif amed amd bismillahi'rramanı'rram belaatı lisanı osman ifade ve inşayı kelamda kelimelerin reti tertb ü terkbi meani madeden ibaret olan taavvuratı müteselsilenin teval ve tetabuuna tabi oldıından beyanı efkar ve fayı meramda rad olunan kelimat fa ve sels olmaıla beraber ya taavvuratın revişi abiyyesi üzere getürilür yan kelamı terkb ü tetmm iden kelimelerden muteayı şvei ifade ikri cab idenler ikr ve terki cab idenler terk ve cümleler daı al ve maam itia itdigi heyetle ibraz olunur ki ibarenin reti mekre üzere terkine ve a dinür bize bu yolda inşa ve ifadeyi atabey kılıç ögretmege tekeffül iderveyaud beyanı efkar ve ifadei meramda kelimat taavvuratın revişi abiyyesi üzere ve terkbi bas ile eda olunmayup belki ibare ziyade mab ve keskin ve ziyade müzeyyen ü rengn ılınma içün teşbh ü istiare ve mecaz u kinaye arıyla rad olunur ki bizi bu arzı muayyel üzere kelam inşasına mutedir itmege mütekeffil ilm bu iki fen belaatı mercii a ve mevfun aleyhi aliyyesidir çünki mercii belaat iki şeyden ibaret olup biri terkbi kelama bad olan ara ve manayı muradı al ve maama münasib rad itmemek aalarından itirazdır zra bir kelam her ne adar fa de olsa maama münasib olmaduda abai ve aıyyatdan add olunur mesela bir aşra memrı maalli memriyyetineni vürdunda rad idecegi nuunda ehali uranın avalai abiliyyetlerine ımayaca ifadei faanede bulunması ne derece abaii kelamiyyeden add olunursa bir cemiyyeti ilmiyye aasına köylilerle muaaba idercesine radı nu u kelam itmek ol derece abaii kelamiyyeden madd olmaıla ailine badi taie vü teşn ve mcibi an u tab olur ve dgeri kelamı fain ayrı faden temyzidir mesela selaset ve feaatdan behresi olmayan bir kelam muteayı alemuabı rad olunmuş ise de yine bel add olunmaz zra belaat kelamın feaatıyla beraber muteayı ale muabaatıdır mercii belaat olan bu iki emrden fai ayrı faden temyz itmekde sair baı fünnun daı medalleri var ise de yan feaatın tarfinde me atiyyü'lbeyan arabeti elfaı bilmek içün luat ve tadi laf ve mualefeti ıyası ve afı telfi bilmek içün arf ve nav ve tenafüri anlama içün iss ü vicdan daı ilmi mezbrun mercileri ise de lakin belaatın muavvimi al ve cüzi asi olan ifadei belaatı lisanı osman meram ve tediyei manayı muradda kendüsiyle aadan itiraz olunmaa vasıa olan ilm ilmi meandir ve tadi manevden yan kinayatda manayı badden intial keyfiyyetinden itirazı bildirecek ilm ilmi beyandır dimek oldı ki her ne adar belaat ilmi mean ve beyanın ayrı ulma daı raci ü mevf olur ise de mercii al ve muavvimi asi yalınız bu iki ilmi add itmişlerdir bundan onra ulemayı belaat tevabii belaatı bilmek içün bir ilmi aara mutac olara bunun içün de ilmi bedi va itmişlerdir ki ilmi mekr belaatdan onra vüchı tasni kelamı bildirir fendir zra kelamı bel feaatdan ve muteayı ale muabaatdan onra kelama üsn ü revna ras iden anayii lafiyye vü maneviyyeyi daı müştemil olur ise derecatı belaatdan bir mertebei alü'lali iraz itmiş olacaı gibi anayii mekreden birinin birleşdirilmesiyiçün kelama afı telf arı olsa kelama üsn ü revna virmesi degil belki bi'laks belaat ve feaatını ilal idecegi biştibahdır dinilen şey kelam kendüsiyiçün iaa ve telf olunan ara ve masdı beyan ve ifade itmesi itibarıyla elfaın ıfatı oldıından bununla lafı müfred tavf olunamayup belki telf ve isnadı mutev olan kelam ve hem kelamın müellifi olan mütekellim tavf olunur feemma feaatla kelime ve kelam ve mütekellimden her biri tavf olunur mesela şu kelime fadir ve bu kelam fadir ve bu adem fadir dinildigi gibi şu kelam beldir ve bu adem beldir dinilür de bu kelime beldir dinilmez kelimenin feaatı tenafüri urfdanve arabetden ve mualefeti ıyasdan ber olmasıdır atabey kılıç dinilen şey anı kelimede olursa olsun evyabı edeb olanların meaına muavvel bir keyfiyyet ise de ekseriya marecleri mütteid veya birbirine yaın olan baıurfatın yekdgere telafsinden evı samia bir nev teneffüri ras itmesi münker degildir mesela feaat muabili olan ve ve kelimelerinde tenafür bulundıını inkara mecal yodur istimali ayrı mens ve vaş olan elfadır mesela eski türkçede allahu teala aretlerine ve aıraya dinilür diyü tekellüm ve inşada ullanma muilli feaatdır lafı lisanın aidei arfiyye ve naviyyesine mualif bulunmasıdır mesela türkçenin aidei arfiyyesinde arekei sale bulunan bir lafın madarı lafına münteh olması aide iken o misillü kelimeye lafı ile madar yapma ve arekeleri arekei affe olan lafların madarı mek lafına münteh olması aideden iken ma lafına münteh ılma gibi mesela ve yerine tuaflik ve masaralik dimek mualifi ıyasdır kelamın feaatı kelimelerinin muilli feaat olan mearden salim olmaıla beraber afı telfden ve tenafüri kelimat ve tadden ve kesreti tekrardan ve tetabuı iafatdan ber olmasıdır eczai kelam annı nav ve büleayı ehli lisanın şvei ifadelerine muayir olmasıdır bu da baan kelamı üdebada sec ü cinas gibi anat yapma içün manayı elfa ve terkbe tabi ılara ibarenin sebkini bozma ile ve aadı nas kelamlarında şvei ifadeye ademi istidaddan aıl olur mesela bir fil veya aberin aydını kendi yanında ityan itmeyüp müteallıı yanında ityan belaatı lisanı osman itmek gibi yerinde dimek ve emsali yerlerde tadm ü ter itmek gibi tenafüri kelimat daı kelimelerin lisana sal gelmesidir misali ve ve gibi tenafürden murad bizim lisanımızda olan tenafürdür yosa ecneb lisanlarının ekseri kelimatı bize ve bizimki anlara mütenafir görinür tad iki ısmdır biri tadi laf dgeri tadi manevdir tadi laf kelimelerin manayı murad üzere delaleti ahir ve vaı olmamadır ki bu da namı kelamda vaı alel cihetiyle aıl olur afı telf oldıı gibi ve kea maamı terde tadm ve maamı tadmde ter veyaud maalliikrde af ve maalli iharda ımar ve emsali esbabdan naş tertbi elfa ihnde olan tertbi meanye munabı olmaz misali dzaa girmez siteminden yanan abili cennet degil ehli aab gibi ki bu beytde kesreti mafat tade bad olmuşdur tadri bir kimse bu dünyada siteminle szan olsa bir daha airetde aabı cami görmez zra o kimse malmiyyeti cihetiyle abili cennet oldııçün müsteaı aab olmaz dimekdir afı telf ile tadi laf meyanında umm u minvechin vardır ki baı maddede birleşürler ve baısında iftira iderler bu tadi laf terakbi mensre vü manmede ço vaı olur mensrdan misali gibi tad baan bir dereceye vaıl olur ki kelamdan hiçbir atabey kılıç şey anlaşılmaz baı kimsenin dimesi gibi veaır ol bezmi mükafata eya mesti urrranei sengi siyeh penbei mnadandırbeytinde oldıı gibi tadi manev de kelamın manayı murad üzere delaletinin ademi uhrı kelamın manayı evvelinden murad mütekellim olan manayı sanye intialde alel vaı oldıı içün olur bu alelde manayı mada dall arnelerin afasıyla beraber vesaii kesreye mutac olan levazımı bade rad olunmasındanneşet ider mesela firatin ister gönül valın idince arz çünki devr eyler murad aksine çeri pürsitem müncemid olsun diyü abı sirişkim ddede merdümi çeşmim döker seylabı eşkim dembedem namında incimadı sirişkden sürrı albe intial arnenin afası ve veaiin vücdı cihetiyle ayet ubetlüdür kesreti tekrar ibarede lüzmsuz bir lafı tekrar itmekdir misali ibaresinde anlar lafının tekrarı gibi ki bu mana başa bir sels ibare ile eda olunsa anlar lafı bu adar tekerrür itmez tetabuı iafat nihayeti dörtden ziyade elfaın birbirine iafesidir misali ful mermun adatü'ssuadada getüremeyüp perdei icaba girdi ibaresinde altı kelimenin birbirine iafeti gibi mütekellimin feaatı elfaı faa ve tabratı selse ile mütekellimi madını ifadeye mutedir ılur melekedir kelamın belaatı feaatıyla beraber oldıı alde kelamı al ve maama muabı ılmasını bildirir fendir mütekellimde belaat insanı kelamı bel telfine yan kelamı al ve maama muabı rad itmege mutedir ılur melekedir kelamın maall ü maamı mütefavit ve her bir söz mütelayimiyle mütenasibdür mesela erkanı levaıatı kelamiyyeden her bir kelime içün obetinde bulunan kelimei ura ile beraber bir maam vardır ki o kelimeye alı manada müşarik olan dger kelime ile bulunduda maamı mezbre münasib olmaz ve kealik her kelimenin af u terki maamı ikri maamına ve cümlei müekkedenin maamı cümlei ayrı müekkede maamına ve cümlei ibariyye maamı cümlei inşaiyye maamına ve cümlei mevle maamı cümlei mefle maamına ve ınab maamı caz veya müsavat maamına ve alimile muaaba maamı cahil ile muaaba maamına mübain ve ayrı münasibdir bu cihetle bel olan kimsenin maamı kelamı bilmesi lazımdır inde'lbülea bir kelamın üsni abl ve uvvet ü metanetde irtifaı şan u feameti muteayı al ve itibarı münasibe muabaat ve muvafaatı ile oldıı gibi kelamın iniaı şan u celaletidaı itibarı münasibe ademi inıba ve ayrı muvafaatı asebiyledir ve kelamın belaatınca iki arafı vardır biri yuarı arafıdır ki müntehayı belaat olan derecei icazdır ve dgeri aşaı arafıdır ki kelam o dereceden biraz daha tenezzül iderse sözlükden çıup avatı atabey kılıç ayvanat idadına dail olur bu iki araf beyninde birbirinden mütefavit bir ço derecat olup gerek feaatı ilal idecek esbabdan mubaadeti ve gerekse tefavüti maamatıla itibarı münasibe riayeti cihetiyle baısı baısından ala ve asen olur ilmi mean elfaı türkiyyeyi muteayı ale muabı ılan alatdan bas ider fenn olmaıla kelamın erkanı selasesi olan isnadı aber ve müsnedün ileyh ve müsnedün ve levaıatı kelamiyyeden mefalin avalini ve cümlei inşaiyyenin asam u avalini ve cümeli mevle vü meflenin ve cümlelere lazım gelen ınab u caz ve müsavatın avalini mütekeffil oldıından yedi falı mutev bulunmuşdur kelam isnadıla muttaıf şol iki kelimeye dirler ki söylendigi vatde muaab başa bir şeye muntaır olmayup anların manasından istifadesi tam olaisnad muaaba faide aıl olup kelamı aara muntaır olunmayaca retde kelimelerden birinin dgerine nisbet olunmasına dirler bir şeyin vu veya ademi vuını ifade eyledikde nisbeti sübtiyye veya selbiyyesi arice muabı olan veya olmayan kelama cümlei aberiyye ve kelamı ibar dirler vua misal ademi vua misal gibi evvelkinde istanbul deniz kenarında bulunmasının vuını iddiadan ibaret olan nisbeti sübtiyye ve ikincide soalarının intiamının ademi vuını iddiadan ibaret olan nisbeti selbiyye arice ve vaıa muabı olur ise aili adı ve olmaz ise kaibdir belaatı lisanı osman amma cümlei inşaiyye arice muabı veya ayrı muabı nisbeti olmayan kelama dirler ki anca o nisbet kelamı mekrun nefsiyle aıl olur arice ademi nisbeti cihetiyle bu kelam ıd u kibe mutemel olmaz mesela cümlei inşaiyyeden emrde ve nehyde diyerek kelamlar evvelkisiyle bir kimseden adaat ve ikincisiyle görüşmemek aleb olunduda o kelamın arice nisbeti olmadııyçün ıd u kibe itimali olmaz bir şeyi birisine aber viren kimsenin ibarından araı ya muaabaükmi ifade vü ilam olur mesela bir kimse didikde o kimsenin bu kelamdan araı o misillü servete farın rücaniyyetinden ibaret olan ükmi muaaba ilam u ifade olmuş olur veyaud ükme olan ilmini ifade vü ilam olur mesela bir kimse birisine diyü aber virdikde muaabın uyumadıına malmatı oldıını kendüsine ilam u ifade olmuş olur ki evvelkine ikincisine dinür aabı belaat baı kerre muaab faidei abere alim olup lakin ilmi mcibince amel itmedigiçün cahil menziline tenzl iderek ükmi ana ifade ider mesela eanı cumayı işidüp namaza gitmeyen kimseye ean oundı dimesi gibi bir münş veya mütekellim ifade idecegi kelamı lüzmundan ziyade uzatmamalıdır mesela bir kimse bir aberi muaaba ifade idecegi zaman eger vu ve ademi vuunda tereddüd ve şübhe olunmayaca madde ise o cümleyi tekdsizce rad itmelidir mesela vua misal ademi vua misal gibi ki bu kelamlar bedhiyyatdan oldııiçün vu ve ademi vuunda şübhe ve tereddüd olunmayacaından bu cümleleri ifadede tekd itia itmez ve egervu ve ademi vuunda şübhe ve tereddüd olunaca madde ise muaabdan tereddüdi izale itmegiçün kelamı tekd ile taviye itmek müstasen olur edatı tekd ki ve ve ve ve ve ve emsali laflardır bunların biriyle taviyesi lazım gelür tekdi müstasen olan kelamın misali şübhesiz allahu teala adil ve müntaimdir. elbette malmun intiamını alimden alacadır burada her ne adar allahu teala aretlerinin ıfatı adli ve müntaimligi cabınca alimden malmun intiamını alacaı cayı şübhe ve inkar degilse de lakin keyfiyyeti intiam vati merhnuna mevf oldıından fi'lcümle tereddüdi samini mcib olacaı cihetle bu misillü kelamları tekd ile rad itmek müstasen olur eger vu veya ademi vuı inkar olunaca madde ise bi'lcab tekdile rad itmek lazımdır misali gibi bu kelam ahiri alde abl olunmayaca bir madde oldııyçün bi'lcab edatı tekd ile rad olunmuşdur bu male kelamı ibarnin evvelkine tabr iderler ki bu üslb üzere rad olunan kelama muteayı ale muabı dinür lakin esbabı addeden naş bülea kelamı ahiri muteayı ale mualif daı irac iderler nitekim bir kimse bedhiyyatdan bir maddeyi inadıla inkar eyledikde asbü'linkar muteayı al tekdile radı lazım iken ilafı ahir olara tekdsiz rad olundıı gibi baı kerre ayrı münker olan muaabda emarei inkar görünmekle münker maamına tenzl iderek kelamı tekdile rad iderler misali dnde mübalatı olmayan kimseye dinilmesi gibi belaatı lisanı osman kelamın rüknünden olan isnad ya aatı aliyye veya mecazı al olur aatı aliyye kelamda filin faili asine isnad olunmasına dirler misali gibi burada iya vü imate inbat fillerinin faili asi allahu teala haretleridir ki ana isnad olundılar mecazı al filin faili asinin ayrısına yan sebeb ve zaman ve mekana ve emsali mütealliatına isnad olunmasına dirler sebebe isnadın misali burada inbatın bahara isnadı faili asinin ayrı olan sebebe isnadıdır ve mekanıla sebebe isnadın misali gibi mecazı alde arnei lafiyye veya adiyye veya aliyyeden birinin vücdılazımdır arnei lafiyyeye misali sabıda kelamından onra dinilmesi gibi ki kelamın ibtidasında cenabı a'ın muallibi avali ümem oldıını beyandan onra urfı leyal vü eyyamın ali fena ve mülaiyyi adem eyler dinilmesinde isnadı mecaz oldıı tebeyyün ider arnei adiyyeye misal kelamı gibi ki yalınız umandan olan bir kimsenin asakiri bşümarı münhezim itmesi adeta mual oldııyçün manayı fil olan münhezim lafının isnadı faili asinin ayrıya oldıı ahir olur zra münhezim iden umandanın kendisi olmayup belki askeridir ve kea ve daı filin sebebe isnadı ablinden atabey kılıç olup arnesi arnei adiyyedir zra aatde alayı ve camii yapan amele olup alada padişah ve bina da o kimse sebeb oldıı içün anlara isnad olunmuşdur arnei aliyyeye misal dinildikde bu daı filin sebebe isnadı ablinden olup arnesi arnei aliyyedir zra muabbet ar olmaıla ar olan muabbet fili anınla aim olmaz müsnedün ileyh kelamın rükni olmaıla ikri ehemm ü mültezim oldııyçün müsnedin maablinde ikr olundıı gibi kelamın aşviyyatını azaldup metanet ve selaset virmek mülaaasından ve sair esbabdan naş terk daı olunur esbabı mekreden biri tekrar ve abesden itiraz mülaaasıyla sual arnesine itimaden terkidir nitekim bu şeyin kendü aatinden veya al ü manasından sual olunduda sualde vaı kelamın müsnedün ileyhi cevabda lafen terk olunara yalınız müsned rad olunur mesela diyü sual olunduda cevabında muarref olan ses lafı tekrar olunmayara yalınız tarfden ibaret olan dinildigi gibi ve kea veyaud ve veyaud sualinin cevabında yalınız veya ve veya dinür işte bu mülaaaya mebn biraç cümleden ibaret olan bir ibarenin cümlei lasının ibtidasında vaı olan müsnedün ileyh ile iktifa olunup her ne adar cümlei müteaddime ile cümlei taliye bir aım mütemmimat ve levaıatı kelamiyye aralarına girerekbirbirinden uza bulunsalar bile kelamın belaatı lisanı osman metanetine alel ras itmemegiçün cümlei taliyenin ibtidasına müsnedün ileyh getürilmeyüp af ale'lmüsned veya aber bade'laber aidesi üzere rad olunur misali ibaresi iki cümleden ibaret olup bunun ibtidasında müsnedün ileyh olan feayı alemi ruya ikr olundııçün cümlei taliyede ikr olunmayup müsnede af olunara getürülmüşdür ve kealik ibaresi de biraç cümleden ibaret olmaıla ibtidasında gelen müsnedün ileyh ile iktifa olunmuşdur esbabı mekreden ikincisi müsnedün ileyhin şanına itina ve uluvvi kabına ma içün terk olunur mesela bir valnin urcuna muntaır olanlara terbiyelü bir at müsnedün ileyh olan val paşa lafını tam ve tefm içün ikr itmeyerek yalınız dimesi gibi işte bu sebebden naş rütbei aliyye aabından bir ata yazılan tarratda rad olunan fillerin faillerinden ibaret olan müsnedün ileyh tamen terk olunara efali mekre mechl alarla getürilür mesela dinilecegi maalde dinilmesi gibi ve kealik mektb u arayiin unvanında mektb yazılan ademin ismi ikr olunmayara mesela dinilecek maalde dinmesi gibi ve ziyade tam lazım geldükde isim atabey kılıç ve elab ikr olunmayara dinilmesi gibi ve mektbun üzerinde daı isim yazılmayup mesela yazılması üdebayı küttab beyninde meriyyü'licra avaidi tamiyyedendir ve kealik bir kimse sevdigi bir ademi sena eyledükde ismini ikr itmeyerek yalınız dimesi gibi esbabı mekreden üçüncisi müsnedün ileyhin ikri kerh add olundııyçün terk olunur misali diyü sual iden kimsenin cevabında atiller lafı kerh add olunara ikr olunmayup dinilmesi gibi ve kealik bir kimsenin sevmedigi bir ademin ismi ikr olunaca olur ise müsnedün ileyh maamında olan ismi ikr olunmayara dinilmesi gibi ve kealik bir dn rütbeli adem bir büyük ademe mektb yazdıda filleri nefsine isnad itmeyerek mechl asıyla getürmesi daı bu mülaaaya mebndir misali ve yine bir şeyin ademi ikri feaat ve şenaati cihetiyle mütekellimin lisanı üzere icrası uyamayacaı veyaud samia mcibi tevauş u ucret olacaı dereceye bulını işar içün olur mesela bir beliyyei ameye mübtela olan kimseden sual ile dinildikde cevabında dinür dördüncisi cabı alinde inkarı olay olmaıçün terk olunur mesela sevmedigi bir ademe ma ile şeyan lafı ikr olunmayara dinilmesi ve dinilmesi gibi ve kealik büyük memrlardan biri maliyye belaatı lisanı osman aznesine aarı küll itmiş oldıını bilen kimse orusundan o şaı ikre ta itmeyerek dimesi gibi müsnedün ileyh kelamın cüzi alsi ve ükmün maddei esasiyyesiolmaıla kelamda ikri ehemm umrdan ise de lakin bu ehemmiyyetden maada ikrinde baı itibarat daı mülaaa olunur şöyle ki aidei sabıa mcibince ikri tekrar gibi görilen maallerde yine tam ü tefm içün müsnedün ileyh levaıatı ile beraber ikr olunur misali diyü sual iden kimsenin cevabında tam ü tefm eclinden müsnedün ileyh levaıatıyla beraber tekrar olunara ınabı kelam aidesi üzere dimek gibi ki veyaud müsnedün ileyh tar ü tevhn içün ikr ü rad olunur misali derdest olunan eşıya mücazat olundılar mı diyü sual iden kimseye cevaben dinilmesi gibi müsnedün ileyhin kelamda ikri muvafıı muteayı al ve maam oldudan onra mridi kelam tekellüm veya iab u ıybetden birini itia itdigiyçün amr olara rad olunur misali işte burada biz ve siz ve anlar cümlesi müsnedün ileyhlerdir ki asbü'lmaam amr olara rad olundı ve yine müsnedün ileyh şaen ihni samide aır oldııyçün alemiyyetle getürilür misali veyaud alem medi müşir laab olacaından tam ü tevr içün müsnedün ileyh laabıla rad olunur misali gibi veya emmi müşir laab olacaından tar içün laabıla rad olunur misali gibi ve yine müsnedün ileyhin şanına tam içün şerefli bir şeye iafe iderek rad olunur misali gibi veya tar içün muaar bir şeye iafe olunara rad olunur misali gibi ve kea tam içün müsnedün ileyh tavf olundıı gibi tar içün daı muaar bir şey ile tavf olunur evvelkine misal ibaresi gibi ki burada şey müsnedün ileyh olup medimize şayan lafıyla tavf olundı ikinciye misal ibaresidir ki burada şehevatı nefsaniyye müsnedün ileyh olup tar içün illeti rıla tavf olunmuşdur ve kealik tam ü tari ma iden iafe vü tavfe misali dger gibi ve yine müsnedün ileyhin mefhm u medllini tarr içün tekd ile getürilür misali gibi veya mecaz tevehhüm olunmasun diyü tekdile getürilür misali gibi ki misali evvelde kendi ve misali sande kaffeten lafları tekddirler ve yine müsnedün ileyhin muttaıf oldıı evafdan ılanın ayrı olan al ve şanına muaabın malmatı olmadııyçün müsnedün ileyh mevl olara rad olunur belaatı lisanı osman edatı mevl türkçede ve veyaud ve lafları ise de lakin şvei ifadeyi ta içün mevl bu laflarla ikr olunmayup belki bunları ma iden bir lafıla ikr olunur misali ibaresinin tadri şol bir kimseler ki bizi med iderler dimekdir veyaudbi'at müsnedün ileyhe terettüb idecek aberin ayr u şer ve sürr u kederden ne olursa olsun arının bina vü sübtuna ma içün müsnedün ileyh mevl getürilür ayra misal gibi şerre misal gibi sürra misal gibi kedere misal ol ki her saat gülerdi çeşmi giryanım görüp alar oldı alime bram cananım görüp beytinde oldıı gibi ve kealik misal olara gibi ve bunlar hep kelamın evveli aırı neye müncerr ü münteh olacaını ma ider nüktei maneviyyei belaatdandır feemma beyne'lüdeba meriyyü'licra olan aideden olara mekatib ü mearife dair olan mevad tarrinde ve kealik nafiaya dair madde tarrinde atabey kılıç ve meakime dair mevad yazıldıda yazılması bu nükteden degildir daı bu üslbda ise de lakin o anayii maneviyye ve muassenatı bediyyedendir mekr irad bir fıra veya beytde arfi rev ne idügi malm oldıı bilindikde evvelinde acze delalet idecek bir nesne rad olunmasına dirler nam olara misali ol müstani ismi celalim ki defaten feti kelama udretimi müstean virür gibi burada müstan müsteana delalet ider ve kealik daı bu üslbda olup o da kelamın evvelinde delaleti lafiyye veya maneviyye ile aırına delalet ider bir şey radına dirler ki bunun delaleti lafiyye ile delalet ider ısmı irada yaın olup mesela vaanın evı mülaatı eibba iledir bmülaat eibba vaanı neyleyeyim gibi burada kelamın evvelinde gelen vaan lafı aırında gelen vaan lafına delalet iderdelaleti maneviyye ile delalet idenin misali dil anearab oldı yııldı türab oldı her canibi bab oldı vrane miyim bilmem gibi burada daı evvel beytde anearab aırında vraneye delaleti maneviyye ile delalet ider ve bu teshme mümasil reddü'lacz ale'adr anatı daı nüktei mezbrenin ayrı olup bunun teshmden farı reddü'laczde anca teaddüm iden lafın kendüsi veyaud andan taarruf olunan lafın iadesi caiz olur teshmde caiz olmaz ki ana üsni ibtida ve üsni mala daı dirler bu da kitab veya mektbun evvelinde manayı belaatı lisanı osman madı ma iden ifade vü tabratı belaneye dirler bunun evveli aırını ma iden her bir ibarei belaya şümli oldıından anca aidei mezbreye bu ism virilebilür ve baı kerre müsnedün ileyhin mevl getürilmesi müsnedün ileyhe terettüb idecek ayr ve şerrin sübtını ma ile beraber müsnedün ileyhin ayrının şanına tame daı işaret ider misali gibi veyaud tari ab oldııçün mevl getürilür misali gibi veyaud müsnedün ileyhin mevl olara rad olunması muaaba aasını tenbh içün olur misali gibi veyaud müsnedün ileyhin mevl olara rad olunması iam u tefm içün olur misali gibi ve yine itibaratı addeden naş müsnedün ileyh ismi işaret olara rad olunur ezcümle tam içün rad olunur misali veya tar içün ismi işaretle rad olunur misali gibi müsnedün ileyh kelam u cümlenin rükni alsi ve cüzi evveli ve müsnedün daı müsnedün ileyhe isnad olunan keyfiyyeti beyana ma olmasıyla anun feri ve cüzi sansi add olunur bununla beraber müsnedün ileyhin müsned üzerine tadminde baı itibarat daı mülaaa olunur bu itibaratın en başlucası müsnedün ileyhin kelamda ikri ehemm olmasıdır lakin asbü'lcab ter de olunur misali gibi ki burada sec içün nam ter atabey kılıç olunmuşdurbaı kerre müsnedün ileyh efradını küllen veya baan iata itmekiçün süveri külliyye veya cüziyye ile rad olunur bu da mcibei külliyyede lafı ve salibei külliyyede ve amliyyei cüziyyede ve şariyyei külliyyede lafı ve şarıyyei cüziyyede vati muayyendir mesela lafı gibi mcibei külliyyei amliyyei müsevvereye misal gibi ve mcibei cüziyyei amliyyei müsevvereye misal gibi salibei külliyei amliyyei müsevvereye misal lakin arfi selb lafının birinden cüz olur ise mcibei madle dinür misali ve gibi salibei cüziyyei amliyyei müsevvereye misal gibi mcibei külliyei şarıyyei lüzmiyyeye misal salibei külliyei şarıyyei müsevverei lüzmiyyeye misal ve şarıyyei tefaıyyei müsevvereye misal ve şarıyyei müsevverei cüziyyeye misal gibive yine müsnedün ileyhi itiar arıyla tafl içün kendüsine bir şeyi dger af olunur şöyle ki müsnedün ileyh müteaddid olduda vavla birbirine af olunara ityan olunur misali veyaud ükmi müsnedün ileyhle bir aarın beyninde terdd içün yan müsnedün ileyh eadı umrdan biri oldıı ecilden terdd içün afıla rad olunur misali veya teşkki sami murad olunur ise af ile rad olunur misali müsnedün ileyhin işbu avali meşrasının küllsi kelamı muteayı ale muvafı rad itmekden add olunur lakin kelamı muteayı ale mualif rad itmek ablinden olara baı kerre müsnedün ileyh mumer getürilecek iken muher olara rad olunur misali orutma içün neferata abileri diyecek iken ıılaı ulemai belaatda kelamı bu yolda rad itmege dinür iltifat kelamda bir üslbdan dger üslba intial itmege dirler bu ise kelamda tefennün aıl itmek ve samini tenş u a itmek içün istimal olunur bu da biraç ısmdır biri tekellümden aibe rücdur ki misali seb itdi ikinci aibden iaba ve dgeri iabdan aibe rücdur aibden iaba rücun misali misali dger ve manm olara misali emni vayi ilah muammedi arab fürı çeşmi düalem ulaai mevcd nebiyyi münteaba şahı haşimneseba eya şefi günehpşeganı yevmi uld gibi iabdan aibe rüca misal ve nam olara misal eya şefi ümem örümi abl eyle sözümde var ise afv it aayı namadd atabey kılıç gel ey gönül idelim dergehi ilahde cebni illeti hemçni briyayı sücd niyazmend olalım giryecş u nalekünan ki celsi mafirete smi eşk oldı nüd beatı paki resl ü beçaryarı güzn benrı naıyeprayı areti mamd ve yine kelamı ahiri muteayı ale mualif irac itmek ablinden olara muaabın ilafı muradı olan kelamıla mükaleme itmekdir mesela birisi bir kimseye tehdd maamında didikde muaab cevabında dimesi gibi ve kea muaabın teraub itmedigi kelamıla mükaleme itmek daı bu abldendir mesela bir kimse ısset ü denaetden diyü aline münasib olan böyle bir kelamı söyledikde muaab cevabında ve kealik bir kimse şecaatini beyan maadıyla mübahat iderek didikde cevabında muaabı arf ve yine kelamı ahiri muteayı ale mualif irac itmenin cümlesindendir ki sailin sualine muvafı cevab ia itmeyüp belki aline muvafı cevab virmekle kelamı üslbı akm üzere rad itmek mesela belaatı lisanı osman mizacında araret olan asta bal yimek içün ekme istan itdikde cevabında dimesi gibi ve kealik olı babasından eglenmek ve vatini ev u sürr ile geçürmek içün diyü sual eyledikde cevabında dimesi gibi ve yine kelamı ahiri muteayı ale mualif rad itmek ablindendir kelamı alb arıyla söylemek misali gibi şimdi bu misallerde muteayı al olan parmaı yüzüge geçürdüm ve uyı ata gösterdim dimek idi ve yine alb ablindendir ki dinilmesi gibi esbabı addeden naş kelamın rükni olan müsned daı ikr olunur ezcümle terkine arne var iken mutena ve mutadun biha almama veya abaveti samia ma içün terk olunmaz da ikr olunur mesela diyü sual iden kimsenin cevabında yalınız dimek kaf iken bununla kifayet itmeyüp dimek gibi bu mülaaaya mebn baı üdeba avlince müsnedün atabey kılıç ileyh teaddüd itdikde bunlardan biri müfred ve dgeri cem olursa ol zaman müsnedün ileyhler bir müsnedle iktifa itmeyüp ayruca ayruca ikr olınmalıdırlar misali lakin ekseri üdeba evvelki müsnedi terk idüp aırdaki müsnedün ikriyle iktifa olunma ibareye selaset baş ider dirler ve yine tehdd ve tevb ve teraum ve tar içünikr olunur tehdde misal diyü sual iden kimsenin cevabında yalınız dimek kaf iken muaabı tehdd içün dögmek lafını getürerek dimek gibi tevba misal diyü iab olunduda muaablar daı diyü istifham idince dimek kaf iken tevb içün müsnedi tekrar ikr iderek dinilmesi gibi terauma misal diyü sual olunduda cevabındabu dimek kaf iken mütekellimin merametini celb itmek içün dinilmesi gibi tar ve terba misal diyen kimsenin cevabında dimek kaf iken tar ve terb içün dinilmesi gibi ve kealik bunlar gibi nice nice itibaratdan naş kelamda müsned rad olundıı gibi sair bir aım itibaratdan naş müsned kelamda terk olunur diyü sual olunduda yalınız dinmesi gibi işte bu mülaaaya mebn bir ibarede müsnedün ileyh müteaddid ve müsned bir olursa müsnedin bunların en aırında getürülmesiyle tekrardan urtarara ibareye metanet virür misali gibi ve kealik ayı maam ve itiarı kelam eclinden daı terk olunur mesela bir iskelede vapur beklemekde olan cemaatden biri uzadan vapurı gördükde diyecek iken dimesi gibi lakin ekseriya acele maamında kelamın rüknleri olan müsned ve müsnedün ileyh maaaf olunup yalınız müsnedün müteallıatından birinin radıyla itiar olunur mesela acele ile mektebe veya çarşya veya vapura giden ademden diye sual olunduda dimeyüp müsned ve müsnedün ileyhden ibaret olan gidiyorum lafını terk idüp yalınız müsnedün mefli olan ya veya diyerek bu kelimelerden birine itiar itmesi gibi işte bu cihetle baı maddede cümle af olunara maalline bir arf bile va olunur mesela arfi tad olan ve laflarında ve teessüfima iden laflarında ve meserreti ma iden ve sande ve salisde ve rabide ve arfi nida daı cümlesinin maallini utmış oldıı alde şvei lisanımızda o daı rad olunmayara nida olunur ezminei selasede biriyle itiar üzere müsnedi tayd murad olunur ise müsned fil olara getürilür misali diyecek maalde itiarla dimek gibi ve illa ism olara getürilür misali gibi ve yine fil olan müsnedi mefl ve atabey kılıç al ve emsali müteallıatı ile tayd itmek aberin ükmünde olan faideyi taviye içün olur misali dimek gibi ki burada ükm mektebe gelmekdir ki taviye yan devamı ilam içün al ve meflün ileyh ve meflün fh ve ıfatla tayd olundı aldı ki fil olan müsnedi bir aım itibaratdan naş şar ile daı rad iderler türkçe şarı ifadeider iki edat olup biri ve dgeri laflarıdır ki evvelki zamanı istibalde ikincisi zamanı made şarı ifade ider evvelkinde vu şara gerek cezm olsun gerek cezm olmasun müsavdir şarın vuuna cezm oldıı alde misali gibi ve şarın vuuna cezm olmadıı alde misali gibi ikincisine misal gibi baı kerre edatı tefeül ve iharı rabet içün daı gelür tefeüle misal gibi ve iharı rabete misal gibi baı kerre tar içün gelür bu tar kinayenin ayrı nüktei kelamiyye olup kelamın mefhm u işareti cihetiyle bir şeye delaletine dirler mütekellim bununla bir şey ar ider ki madı o şey olmayup şeyi aar olur imdi şar basinde tari misali şöyledir ki bir şa bir kimseye sebb ü şetm eylese o kimse maamı tehddde dimesi gibi ben bir belayı mübremçerım ki ezaa gelse bela belaya olur kendi mübtela belaatı lisanı osman ve bu tarin bir nevi daı şarla olmaz misali dinilecek maalde dinmesi gibi ol 'udavendi kerme nice şükr eylemeyem ki anın cümle cihan maharı isanıdır işbu tarin faidesi mütekellimin muaabları mcibi izdiyadı aab u tehevvürleri olmama içün techl itmemek veya baıla nisbetde tari terk itmekdir bu arin muaablara mütekellimin kelamının able ianesi vardır ki bu aynı naat dimekdir kelamdan bu neva mütekellim inaf idüp kendi nefsini muaab menziline tenzl eyledigi içün tabr olundıı gibi aı bervechi tedrc ian ve teslme tarb eyledigi içün daı dinür bu üslbı tar leaifi esalbden olup uranı kermde ve eşar u muaverede ço vaı olmuşdur ve yine tarin misallerindendir ki mesela bir kibardan açıdanbir şey istemeyüp de faa diyerek para istemek ve baı itibaratdan naş müsned müsnedün ileyh üzerine tadm olunur ezcümle tefeül içün tadm olunur misali sad oldı mülaatın ile sali nevn znet buldı beayı atınıla sinn beytinde oldıı gibi burada sad oldı lafı müsned olup tefeül içün kelamın ibtidasında getürilmişdir ve illa aı kelam sali nevn mülaatınıla sad oldı dimek idi ve hakea baı kerre ismi mahara aid olan müsned amrinde canibi vezin aksamaktadır. atabey kılıç manayı canibi lafa terc iderek müsned mütekellim veyaud iab asıyla rad olunur misali gibi ki burada bendeniz lafı her ne adar ahirde aib ise de lakin manada mütekellim oldııçün canibi manayı canibi lafa talb iderek mütekellim asıyla iderim dimesi gibi işbu talb babı vasi olup bir ço maallerde icra olunur mesela bir manada müşterek müekker ve müennesi yalınız ıfatı ükr üzere getürmek daı talbdendir misali ve ve ve ve gibi bu talbin aidesi müekkeri müennese ve affi sal üzerinetalb iderek müekker veya aff olan lafı tesniye itmekdir af olmaya ki sabıdan bu ana degin ikr itdigimiz gerek tadm ve ter ve gerekse ikr ve terk maddeleri müsnedün ileyh müsnede ma olmayup filin mefllerinde ve meflün mülaatında muaf ve muafun ileyhde daı itibar olunur cümlenin eczai aliyyesi olan müsned ve müsnedün ileyh ve isnaddan maada mefl ve al ve arf gibi bir aım mütealliat ve mütemmimatı daı vardır bunlardan mefllerin avalinde taarrufatı kesre müşahade olundıından burada basimiz anların avaline ma olacadır arabde meflün bihi arle ve urfı carre ile olan mefllerin ferden ferda avalinden bas olunmaıçün mülabis olduları melf veya muadder arfi cerlerin ismleri ile birbirinden tefr iderek türkçede anları altı ısma tasm ideriz meselameflün bihmeflün fhmeflün leh meflün anhmeflün ileyhmeflün maahdır ki arabde belaatı lisanı osman muaabet manasını ifade iden banın medli olan meflün bihi ayrı ar dimekdir mesela ibaresinde lafı meflün anh lafı meflün bih lafı meflün ileyh lafı meflün leh lafı meflün fh lafı meflün maahdır imdi bu mefllerden meflün bih mefli ar ve sairleri mefli ayrı ar maamında bulunduları içün ibarede mefali saireye mehma emken tadm itmek muteayı ahiri ale muvafıdır nitekim işbu ibaresinde ölümini lafı esarete tadm olunması lazımeden oldıı gibi gibi ad kelamda daı meflün bih meflün ileyhe tadm olunur lakin baı itibaratdan naş meflün ileyh meflün bihe teaddüm ider ezcümle kelamda meflün ileyhin ikrinin meflün bihin ikrinden ziyade ehemmiyyetinden veyaud ımarı able'ikr gibi baı mardan naş meflün ileyh meflün bihe teaddüm ider mesela ibaresinde meflün bih olan abaati lafı bçare ademe lafına tadm olunur ise ımarı able'ikr lazım gelür ve eger bir ibarede dul ve urc filleri gibi fili müteadd ile fili lazım bulunup dul fili urc filinden evvel mefl olursa urc filine meflün anh itia itmez misali gibi ki tadri kelam bu limana bir ço gemi girer ve bu limandan birço gemi çıar olup lakin meflün anh olan limandan lafı atabey kılıç asbü'laide rad olunmaz ve kealik ibaresinde oldıı gibi ve baan arnei aliyyeye itimaden ikisinin daı meflleri rad olunmaz mesela bir oaya çoça girüp çıan ademe oada bulunan ademin dimesi gibi ki tadri kelam oaya ne ço girüp ve oadan ne ço çııyorsın dimekdir iki yirde fili müteadd fili lazım maamında ullanılır yan fili müteadd meflün bih istemez biri mula fil mefli maa taallu iden fili adan kinaye ılındıda olur misali ibaresinde oldıı gibi ki burada mefli ma o atın muassenatı olup mulaa görici ve işidici filleri buna müteallı olan ruyet ve sima filinden kinaye ılınmışdır ikinci yalınız mütekellimin araı fili faile mücerred isbat veyaud failden mücerred nefy olur ise o zaman fili müteadd lazım menziline tenzl olunara mefli terk olunur misali gibi ki burada alim fili müteadd olmaıla beraber mütekellimin araı yalınız aat ilmi faile isbat oldııyçün meflün bih terk olunmuşdur lakin meflden umm yaud u ad olundıı vatde meflün bih mulaa ikr olunma lazımdır umm ad olundıı vatde meflün bihin ikrine misal gibi u ad olundıı vatde ikrine misal gibi yaud araı mütekellim filin mücerred mefle taalluını anlatmadan ibaret olduda daı meflün bih ikr olunur belaatı lisanı osman mesela mütekellimin araı amrun marbiyyetini muaaba bildirmek oldıı vatde dimesi gibi ve kea fili müteaddnin mefle tealluı ad olundıı vatde her ne adar mefli ahirde gelmez ise deyine arain asebiyle tadr olunur mesela sualde vaı mefl bir manayı ummı ifade iden laf olur ise cevabda daı lafı am ve illa lafı a tadr olunur lafı am tadr olunmasına misal diyü sual iden kimseye cevab olara veya dimesi gibi ve diyü sual iden kimseye cevab olara veya dinmesi gibi imdi burada veya dimekdir ki avadis ve adem lafı amdır sual arnesiyle tadr olunur ve lafı a tadr olundıını misal diyü sual iden ademe cevab olara veya dinmesi gibi ki burada sual arnesiyle lafı a olan msa tadr olunması cab ider ve kealik meflün bih ibhamdan onra beyanı geldigi içün af olunur fili meşiyyetde oldıı gibi misali evvelki misalde ouma ikinci misalde yazma lafı maf olup tadri kelam oumasını istese idim ourdum ve yazmaı emr itdim o yazdı dimekdir veya mücerred itiar içün af olunur misali gibi türkçe şvei ifadesinde meflün fil ve fail üzere tadmi şayi ise de lakinfail ile meflden anısının ikri ehemm ise anı dgerine tadm iderler failin tadmine misal ve meflün ileyhin tadmine misal gibi aldı ki gerek müsnedün ileyh ile müsned meyanında ve gerekse müteallıatı fil meyanelerinde car olan tadm atabey kılıç veya ter esbabı adden naş olup ezcümle arreti şir veya sec ve afiye içün olur misali gibi burada aı kelam girban ve damen rüsvalı eliyle çak oldı dimek idi lakin vezn ve afiye içün bu yolda getürildi veya selaseti ibare eclinden tadm olunur nitekim ekseriya arfı müteallıına ve mefli filine ve ali 'lale ve muafun ileyhi muafa ve faili filine tadm şvei ifademizdendir misali gibi burada alemde lafı arf ve ahdine lafı mefl ise ve kimse lafı almamışdır filinin failidir ve muafun ileyhin muafa tadmine misal gibi burada al muaf ve ükmdar muafun ileyhdir bu tadm maddesibaan tai ifade ider misali bir adem uzadan görinen biraç kimsenin içinde meflün tadmiyle dir ise yalınız anı anımış sairlerini anımamış dimek olur dir ise sairlerini de anımaa menaf degildir bu misillü yirlerde tadm ta ifade eyledigiçün eger ter olunur ise tai ifade itmemegile mana teayyür ider ve baan tadm ve ter ııradı ifadeyi ilal ider baı kerre ecza ve levaıatı kelam ar ile ifade olunur ki bu da a veya ayrı a olur ki bunlar da iki ısmdır biri ıfatı mevfa ve dgeri mevfı ıfata ar itmekdir ar edatı türkçede ve ve laflarıdır ıfatı mevfa arın misali ve mevfı ıfata asr itmenin misali ve gibi imdi bu ar ıfatı mevfda mesela o kimse dünyada belaatı lisanı osman bulunan ademlerden yalınızca o işe kaf ise arı a olur ve eger yalınız bir memleketin ahalsinden kaf ise ar ayrı a yan arı örf olur ikinci misal de buna ıyas oluna aldı ki mulaa ar ya ifrad olur ya alb olur mesela eger muaab kitabetde zeyd ve amr ve 'alid ve bekr müşterek oldıını itiad itdikde mütekellim dir ise arı ifrad olur ve eger muaab mevfı iki müteabil olan ıfatlardan biriyle muttaıf ann ider ise anın annını redd maamında rad itdigi ar arı alb olur misali muaab zeydi aim ann itdikde anın annını redd maamında dimesi gibi bu arın ekseri mevaıı tar mevııdır mesela mütekellim diyanetinde laubal olan ademler yanında didikde o ademlere tar itmiş olur ve baan mübalaa içün de istimal olunur misali gibi kelamın bir ısmı olan inşanın tarfi sabıda güeran eyledi inşanın iki ısmı vardır biri dgeri dir inşaı aleb bir şeyin aricde ulini veyaud terkini vücben mücerred emr ve alebe delalet iden cümledir mesela emr ve nehy fillerinde oldıı gibi emri aıra misal ve nehyi aıra misal ve emri aibe misal ve nehyi aibe misal gibi imdi ve cümlesinde muaabdan ve okusın ve oynamasun cümlelerinde aibden ouma ve yazma ve oynamama beyhde geçmemek aleb olunur işbu ıyaı emr ve nehyde alebi fil veya terki fil istila arıyla büyükden atabey kılıç küçüge vaı olur ise emr dinildigi gibi arandan arana olur ise iltimas ve rica ve eger küçükden büyüge olur ise dua ve niyaz ıla olunur iltimasa misal ve niyazun misali ve işbu rica ve niyazda teellül ve tevau şardır baı kerre emr ibaa içün yan işleyüp işlememesi müsavat içün gelür misali gibi ve baan tedb içün gelür yemek yerken dimek gibi ve baan tar içün de gelür misali gibi gibi ve baan ihanetiçün gelür misali gibi ve baan tacz içün de gelür misali ben bundan iyü yazarım diyen ademe dimek gibi üçüncisi temenndir işbu temennnin türkçe edatı ve kelimeleridir temenn olunan şey de mümkinü'lul olması şar oldıından mual olan şey daı temenn olunabilür mesela bir itiyar kimsenin dimesi gibi al bu ki itiyarların genç olması mualdir mümkinü'lule misal burada alanı fet olunması mümknü'luldür temennnin mümkinü'lul ısmından temenn olunan şeyin vuunda intiar ve ama olunur ise temenn tereccye münalib olur mesela alanın fet olunmasına muntaır olanlar didikde bu kelam tereccye yan inşaı ayrı alebye münalib olur çünki tereccyi müştemil belaatı lisanı osman olan kelam inşaı ayrı alebdir dördüncisi tendmdir tendm bir kimseye bir iş yapmama içün nedamet virmege dirler bunun türkçede edatı ve kelimeleridir ki edatı mekreden evvelki maye dail olduda tendmi ve ikinci muarie dail olduda terbi ifade iderevvelkine misal ibaresidir ki muaab mütenaı olmadıiçün anı mütekellim tendm idiyor ikinciye misal gibi burada mütekellim muaabı ders oumaa terb idiyor baılar tendm temennden tevellüd itdigiçün bunı temennden başaca bir ısm add itmeyüp temennye idal itmişlerdir. inşai alebni beşincisi istifhamdır ad olunan eşyadan ihnde uli malb olan şeye dirler bunu türkçede edatı hemze maamında olan mı lafıdır misali gibi evi'lulü atından sualde kelimesidir misali gibi mulaa alden sualde kelimesidir misali ve gibi ve ayrı evi'lulü alinden sualde kelimesidir misali gibi gerek evi'lulü ve gerek evi'lulü ayrısını tayn içün sualde lafıdır misali ve tayni aded ü midardan sualde ve lafıdır misali ve ve mekandan sualde kelimesidir misali gibive zemandan sualde ve ve kelimeleridir misali gibi istifham baı kerre tarr ve baı kerre inkar içün gelür evvelkisine ikincisine atabey kılıç dinür evvelkisine misal ikincisine misal gibi baı kerre istifham tar içün gelür misali ve baan tevb içün gelür ve baan itira içün de gelür misali gibi ve baan istihza içün de gelür misali gibi ve baan edatı istifhamı inkar ile beraber teksr içün gelür gibi yan her şey yapar ve kea taaccüb içün gelür misali dimekdir edatı mekreni baısı şar u cezada daı istimal olunur mesela ve ve gibi ve gibi ve gibi ve bu ne adaredatı teksr içün de gelür misali gibi ve kea ve daı hep o manadadır lafı baan istibad içün gelür mesela bir kimseye denildikde cevabında o kimseni demesi gibi ve mesela bir suale layııyla cevab vemeyen ademe denmesi gibi ve kelimesi daı istiba içün gelür misali gibi inşai alebni altıncısı ardır lakin bu ar istifhamdan tevellüd itdigiçün baı ulemayı belaat bunı istifhama idal iderek başaca ısm add itmemişlerdir bunu manası rıfıla bir şey aleb itmekdir misali gibi inşai alebni yedincisi belaatı lisanı osman bunu manası çıırma yan nida olunan atı münad arafına ibal ü teveccühünü aleb etmekdir nida türkçe daima arfi nida getirilmeyerek istimal olunur mesela bir adem birini çıırdıda arfi nida olan ve ve ni terkiyle dir lakin baı itibaratdan naş ve arfleri getürilür ezcümle tam ü tefm içün getürilür misali gibi ve baan tar ü tekdr içün daı getürilür gibi veya tenbh ü a içün getürilür gibi baı kerre ai nida manayı alsi olan aleb ü ibal manasını ayrı yan tar u ira içün istimal olunur mesela bir şaı malm kendüsine ulm iden şadan iharı şekva ve taallum eyledikde muaab anı bessi şekvaya terb içün dimesi gibi inşai ayrı aleb fili med ve fili emm ve fili taaccüb ve efali muarebe ve efali ud ve asem ve tereccyi müştemil olan kelam ve cümlelerdir fili mede misal gibi fili emme misal gibi fili taaccübü misali gibi efali muarebeni misali gibi ve efali udu misalleri ve ve ve emsali filler gibi asemi müştemil olan kelamımisali tereccyi müştemil olan kelamın misali gibi muaddemce beyan olunan müsbet filinden muaddem ab bir mefl muadder oldıı gibi aleb ve uda dair olan cümlei inşaiyyelerden muaddem bir dger cümle daı tadr olunur mesela emrde ve nehyde bir kimseye dinmesi yan dimekdir ve kealik reti istifhamiyyede olara rad olunan cümlelerin maablinde daima ab bir cümle muadder olur mesela dinildikde bilmek isterim veyaud size orarım cümlesi muadder olur ve kealik urfı temsli av cümleler daima bir cümlei laıa vücduna delalet eylerler misali dinildikde tadri dimek gibidir bu misillü ibareler biri melfe dgeri mafe olara iki cümleden mürekkeb olmuş gibidir ve hakea sabıda ikr olundıı üzere biraç cümle veya biraç kelam bir yere geldikde ya birbirine maf olur ki buna veyaud dinür ya birbirine maf olmaz ki buna veyaud dinür bir cümleyi dger bir cümleye afın şarı iki maf beyninde ciheti camia bulunmasıdır misali gibi imdi burada ciheti camia kitabetle şir beyninde münasebeti telfdir zra kitabet kelamı mensr ve şir kelamı manmı telf itmekdir ve gibi ve buradaki fıarat beyninde münasebete gelince cümlelerin evvelinde esma adedler nar nare vaı oldıı gibi bilmek ile idinmek belaatı lisanı osman ve çalışma ve azanma beyninde münasebet talidir iki şey meyanında ciheti camia ya al veya vehm veya ayal olur ciheti camiai aliyye iki şey beyninde taavvurda ittiad olmasıyla olur yan camii alden murad bir emrdir ki emri mekr sebebiyle al iki cümlenin uvvei müfekkirede ictimaını itia ider mesela misali sabıda kitabet ve şir ıfatı telfde müşterek olduları içün al bunları beraberce uvvei müfekkirede cem ider veyaud ciheti camianın al olması iki cümlenin taavvurlarından bir taavvurda bulunması içün beynlerinde temasül olmaıla yan arafeynin uvvei müfekkirede ictimaına sebeb olaca aysiyyetde arafeyne irtibaı bulunmaıla olurmesela adaat ve muabbetde birbirine mütemasil olan biraç kimseyi birbirine af itmek gibi misali gibi veyaud ciheti camiai aliyye iki şey beyninde teayüf bulunmaıla olur misali gibi ciheti camiai vehmiyye iki şeyin taavvurı beyninde şibhi temasül bulunmaıla olur yan vehm bu iki şeyin ictimaını her ne adar ictimaa bir sebebi a yo ise de sebeb var gibi retde taavvur ider lakin al bunların birbirine mübayin oldularını bilür misali burada vehm envarı maneviyyei adaleti şemsin ve amerin iyasına mümasil add iderek üçünci bir şey ıyas ider ve yine ciheti camiai vehmiyye iki şeyin beyninde teadd olmaıla olur zra iki ıdd olan şeyi vehm beraber idrak ider mesela gibi veyaud iki şeyin taavvurları beyninde şibhi teadd olmaıla olur mesela gibi zra teadd ara atabey kılıç beyninde olur yer gök ise malei cevherden oldıından anca bunların beyninde şibhi tead bulunabilür ciheti camiai ayaliyye ikişeyin taavvurları beyninde nevama muarenet bulunmaıla olur yan bu muarenet vasıasıyla ayal iki şeyin uvvei müfekkirede ictimaını itia ider bu daı örf ve adete men oldııçün birço şeylerin beyninde bulunabildiginden aabı belaatı val ve fal babında ciheti camiai ayaliyyeye ayet ço itinaları vardır misali dinildikde bunlar ouyup ve yazanın edevatı oldularından taavvurları birbirine muarin olmaıla beynlerinde ciheti camiai ayaliyye bulundıından birbirine af olunmuşdur bu ise bunların beyninde hiçbir münasebeti aliyye ve vehmiyye yodur aldı ki iki cümle beyninde bir vechle ciheti camia bulunmaz ise mefl olara arfi aıfasız getürilür mesela cümlei inşaiyye ile cümlei ibariyyeden misali gibi lakin iki cümle beyninde ciheti camia bulunmadıı alde birbirine af olunur ise aabı belaat tayb iderler mesela gibi ki bu af caiz degildir imdi cümlei mevle ve mefleden terekküb iden kelamın sebkine sebki mürekkeb dirler misali baı kerre bir çeşit, bir suretle belaatı lisanı osman beynlerinde ciheti camia olan cümle meyanında arfi aıfa birini fili af veya sair efali rabıa utar ve baan kelama şearet ve istilaliyyeti tamme virilmek içün cümleler tadad idilürcesine mefl olara rad olunur misali gibi işbu cümeli mütevaliye gibi beynlerinde ciheti camia bulunan berceste lafların daı selaset içün arfi aıfasız ullanılması şvei ifade ükmüne girmişdir gerek cazıla ınab ve gerek müsavat cümlesi umrı nisbiyyeden oldularından bunların mahiyyetlerini tabr mümkin olmayup anca örfe iale olunur şöyle ki enarı ehli örfde yan büleada madını ifade iden mütekellim veya katib kelamı mada müsav lafıla ifade ve rad ider ise müsavat ve eger mad üzerine zaid olan elfaıla rad ider ise ve eger madundan naı olan elfaıla rad ider ise dinür ınab iki ısmdır biri veya asen ve dgeri veya abdir ınabı mabl kelamda fala olan laf veya fıra manayı maddan ziyade bir faidei müstaseneyi mcib olandır kelamda fala olan laf veya fıra bir faideyi müfd olmayup belki mücerred aşv ve tavli mris olur müsavata misal dimek gibi caz iki ısmdır biri dür ki rad olunan kelam manayı madı ifadeye kaf olmayup belki noanı cihetiyle muilli mad olur ve dgeri dür ki ifadei meramda allü'llaf ve kesrü'lmana ibare ve fıra rad itmekdir ki kelamı bülea ekseriya mciz ve mutaar retde atabey kılıç rad olunur bu da iki ısmdır ki biri elfaı mesrde meani kesre ve mefleyi mutaammın olmaıla olur ki misali gibi ki manayı kesri av bu bir mcez kelamdır ve kea bir kimsenin aında dürlü dürlü fuşiyyat ile tefevvüh iden ademe o kimse dimesi gibive dgeri caz bi'lafdır ki maf üzerine kelamın delaleti eclinden bir lafı müfred veya bir cümle af olunur bu da iki ısmdır biri müfredatın afı ve dgeri cümlelerin afıdır müfredin afı ıılaımızda baan mevfun afıyla olur mesela ve dinildikde bunların alı olup mevfları olan umr lafı mafdur ve kea muaf daı af olunur gibi burada ehali maalle dimekdir kelamda fil veya fail ve mefl ve sair mütealliatı filin afı daı buna misal olabilür anayii bediyyeden anatı caz bi'laf vetresinde bir bedai lafe olup bu da kelamın aırında nari ityan olunan lafı evvelinden ve evvelinde nari ityan olunmuş olan lafı sanden af itmege dirler misali gibi ki burada kelamın cüzi evvelinde cüzi sansinde olan lafı ve cüzi sansinde cüzi evvelinde olan lafı muadderdir veyaud iki cümle ikr olunara her birinde aırda ikr olunanın ıddını af eylemekdir ki buna afı muabil daı dirler misal gibi burada kelamın evveli ya luf ile muamele itmeyüp anca fenalıı midarınca muabele it ve aırı ya luf ile muamele it de muabele itme tadrindedir misali dger burada daı tadri kelam bir müsteid umandar malb olursa afv olunur ayrı müsteid bir umandar baın virirse afv olunmaz dimek gibidir cümelelerin afı kelam ya suali muaddereye cevab olunduda olur ki buna istnaf dinür veyaud cümlei sebebiyye veya müsebbebeden birinin arne vasıasıyla afıyla ve kea ımarı ala şerati'ttefsr ile olur baı kerre kelamdan cümlei vaidede bulunur baı kerre cümeli müteaddidede bulunur cümlei vaide yalınız bir veya iki laf ziyadesiyle olur misali burada her ne adar anca görmek göz ile ve utma el ile olur ise de mad o işin vuunı iam ve tekd ve manayı madı izdiyad taavvuruyla ihni samide tarrdir ki bu da faidei müstasenedirafı tefsrde daı bu misillü bir faide mel olursa müstasen olmayup aşv olur veyaud cümlei duaiyye gibi bir cümlenin ziyadesiyle olur misali diyü sual olunduda cevab olara o kimse bu sene on yaşına baıyor dimesi gibi imdi burada allah efendimizinkini de irişdirsün cümlesi tenşi sami ve tezyni kelam içün duaiyye olara rad olunmuşdur bu da faidei müstasenedir ta bade'ttamm aidesi üzre aı meziyyet ve falına işaret içün amdan ora aı ikri daı bu ınabı mabledendür misali revnaı nevbahara aş olsun zneti lalezara aş olsun atabey kılıç burada zneti lalezara meziyyet ve falına işaret içün amm olan revnaı nevbahardan onra rad olunmuşdur ve kealik tarr veya tekd veya tekdr içün lafı sabıı tekrr itmek ınabı mabledendir tarre misal ey dil ey dil niye bu rütbede püramsın sen gerçi vrane isen genci mualsamsın sen ve tekde misal düşünce çahı ümmde ean ean diyerek kemendi zülfe arıldım resen resen diyerek gibi tekdre misal ey felek ey felek ey alim ü addar felek nice ıydın ki düşe ake o dürri yekta gibi bu tekrr elfaın mean üzerine mükerreren delaletine dirler bundan murad ya tefm olur gibi veya istiaf olur gibi veya tenvh ve tehvl olur ve gibi veya inkar veya tevb veya istibad ve emsali aralara müstenid olur inkara misal tevba misal gibi istibada misal efendimiz zenginsiniz dinildikde dinilerek istibad oldıı gibi bu tekrr tekdden ebladır çünki tekd lafın maablinde mekr manayı aılın tarr ve taviyesiçün rad olunmasıdır ki tekrr ile beyninde far ahirdir çünki tekrrde tarr ve taviye daı vardırtekrr de iki ısmdır biri laf ve manada ve dgeri yalınız manada bulunur laf ve manada tekrrin misali emsilei sabıada oldıı gibi belaatı lisanı osman yalınız manen tekrre misal gibi ve gibi bu tekrr baan müfd olup kelamı tekd ve mabihi'lifadenin mutaammın oldıı emri teşbh içün istimal olunur ki o da bir şeyin mübalaa ile medi veya emmi veyaud sair bir maadın ulüne delalet ımnında rad olunur baı kerre ayrı müfd olup kelamı ınabı aba ila ider nitekim şuarayı fransa'dan nam şairin mamnunda olan şirinde amriyle tacı lafının manen tekrrini üdebayı fransa tab itmişlerdir lafen ve manen tekrri müfdin misali emsilei sabıda oldıı gibi lafen olmayup manen tekrrin müfd oldıına misal burada yalınız uda baş arısı manasına olmaıla ser lafı ve kealik yalınız ala ıırabı dern manasına olmaıla dern lafı manen mükerrer ise de lakin müfddir çünki uda ve alalafları sühleti fehmi mana içün tecrd olunara ser ve dern kelimeleri ihar olunabilür amma baılar bunı da tekrri ayrı müfdden add itdiler baı kerre ınabı mabl manen reteyni mutelifeteyni cami olmaiçün veyaud nefsi samide falı temekkün ü tearrür içün veyaud o manaya delalet iden uveri ilmiyyede şearet ve mükemmeliyyet bulunsun içün arıyla da olur ki buna da dinür bu da kelamın ehemmiyyetini ham ve şanını tefm ü iam içün ibtida ifhamda ayrı kaf cümleler ile kelama beda olunara muaaran bir aım vaıü'lmana cümlelerle aı meram olunmaa dirler daı bu vetrede olup bu da kelamın nefsi samide tesri atabey kılıç ziyade olmaıçün ibtida reti icmalde eda olunara badeh taflatına girişmege dirler bu nikatı maneviyyelerin misali eyi biz de elimizden geldigi adar muafaaya çalışma ve anı yedi tasalluı adadan urtarma içündür yan bir vaan ki her bir aşı ıymetşinasanı indinde bir cevherkana muadil ve füyatı abiyyesicümlemizin saadet ü refahına kafildir bir vaan ki yüz binde birini beyan idebilecegimiz meziyyat u medayii aiz olur ve düşmenimizin mamaı naarı olara daima esbabı istlasını tefekkür ü tedarükdengirü urmadıı görilür artı o vaanın vüs ve itidar derecesinde muafaası ıdmetinden çekinilür mi gibi aldı ki maalli neşa ve inbisaı maam ınabı kelam ve ayyıı maam maalli caz ve itiarı meramdır tavri meram ve beyanı efkarda kelamı müzeyyen ve rengn ılma içün bize mecaz ve istiare ve teşbh ve kinaye arlarını bildirecek fen ilmi beyandır ilmi mean avaidi üzere tertb olunan kelamın terkbine dinildigi gibi bu ilmi beyan avaidi üzere tertb olunan kelamın terkbine dinür ulemayı belaat fenni mekrı şu vechile tarf itmişlerdir ki mütekellim veya münş madı olan bir manayı baısı baısından o manaya delaletde ziyade vaı olan terkb ile rada mutedir ılur meleke yaud avaidi külliyedir mesela bir atın sa oldıını bu fenni bilmek vasıasıyla biraç mutelif ar ve üslbda rad itmek mümkindir şöyle ki ve ve ve ve kealikbir kimsenin şecaat ve besaletini daı arı adde ile beyan itmek mümkindir mesela veya veyaud ve hakea tarfi ilmi beyanda güeran iden delalet iki ısm olup biri muabaatla manasının tamamına dall olan ve dgeri ısmlarını av olan dir bu delaleti aliyyeye delaleti taammun ve iltizam ile lafının üzne ve lafının teessüfe ve didigimizde eger sami yana ve gül ne dimek oldıına ve terkbi kelam keyfiyetine aşina ise yanaın güle müşabih oldıını fehm ider ve bu manayı terkbi mekrdan ziyade vaı veya eva olara delaletimuabııyye ile ifade ve eda idecek dger bir kelam bulunamaz ve kealik yana yirine yüz veya dger bir müradif laf daı onulursa yine delalet samiin fehmine tabi olur eger sami o lafın bu manaya vaına alim ise evvelki gibi bunı da anlar eger alim degilse anlamaz nerede aldı ki birbirinden ziyade vaı ola dimek oldı ki manayı vaidi vu veya evaiyyeti içün uruı mutelife ile rad anca delalatı aliyye ile aıl olur mesela delaleti aliyye ısmından delaleti iltizamiyyede atabey kılıç meratibi lüzmun itilafı cihetiyle vu ve evaiyyetin bulunması şu vechiledir ki lazımdan melzma intialde baısı baısından melzma areb ve lüzm cihetinden eva olan levazımı müteaddide bulunması caiz oldıından manayı melzmun levazımı mekreye meva olup vu veya evaiyyet delaletde mutelif olan elfaıla tediyesi mümkin olur nitekim sabıdaki emsilemizden ahir olur manayı mavaun lehin lazımı murad olunan lafdan manayı mavaun lehinin murad olunmasına mani bir arne bulunur ise bulunmaz ise dir bu cihetle mecazda yalınız manayı lazım murad olunup kinayede hem lazım ve hem melzm murad olunabilür mecazdan bir ısmı teşbh üzerine mübten olandir ki müşebbehün bih ikr olunup müşebbeh veya müşebbeh ikr olunup müşebbehün bih murad olunara istiare olur bu cihetle ilmi beyanın ve ve den bas ider bir fenn oldıı ahir oldıından fenni mekr üç fala bina ılındı teşbh bir şeyin dger bir şeyle bir manada müşareketine delalet itmesine dirler ki ol delalet istiarei taiyye ve istiarei bi'lkinaye ve tecrd arıyla olmaya mesela dinildikdezeydin arslan ile manayı şecaatde ve urbı emsalden oldıı üzere dinildikde kör ile manayı amada ve aır ile aamiyyetde ve opal ile gezmemek manalarında iştirak maddur yosa aatde arslan ve kör ve opal olma mad degildir teşbhin dört rükni vardır biri dir mesela belaatı lisanı osman dinildikde bekir aa müşebbeh arslan müşebbehün bih ve gibi edatı teşbh ve şecaat vechi şebehdirmüşebbeh ve müşebbehün bih ikisi de ya iss olur veya ikisi de al olur veya biri iss dgeri al olur is beş nevdür biri yan ellemekdir bu cihetle ilmi beyanda iss dinildikde mesmat ve mübaarat ve meşmmat ve müevveat ve melmsat murad olunur al bunların biriyle idrak olunamayup yalınız al ile idrak olunan manalardır mesela ve emsali şeyler gibi mesela müşebbeh ve müşebbehün bih iss oldıına misal mübaaratdan yanaı güle ve mesmatdan avtı afi sinek vızıldısına ve meşmmatdan nükheti anber ousuna ve müevveatdan uyı şerbete ve melmsatdan yumuşa bir şeyi pamua ve emsali teşbh itmek gibi müşebbehün bih iss ve müşebbeh al oldıına misal olara ve dinildikde ölüm urta ve ibal şahide teşbh idilmiş olur müşebbeh iss olup müşebbehün bih al olması mesela ve emsali şeyleri teşbh gibi teşbhde edatı teşbh ikr olunursa olunmaz ise olur teşbh mübalaa içün istimal olunur bu teşbhin mübalaa cihetiyleen uvvetlisi vechi şebeh ile edatı teşbhin ve belki müşebbehin bile ikr olunmayanlarıdır ki ana dirler mesela bekir şecaatde arslan gibidir dinildikde o adar mübalaa olmaz ki bu gün amamda bir arslan gördüm dimekde olur atabey kılıç erkanı teşbhden vechi şebeh ta veya tayl cihetiyle arafeynin iştiraki ad olunan manadır ki vechi şebehin arafeyne iştirakinin ad olunması şardır zra didigimizde bekir aa ile esedin vücd ve cismiyyet ve ayvaniyyet ve emsali manada iştiraki var ise de lakin anca adımız şecaatde iştirakidir mulaa vechi şebeh dört ısmdır biri dir vechi şebehi iss massatda olur mesela vechi şebehi al aab ve ilm ve ilm ve ekavet ve abavet ve sair keyfiyyatı nefsaniyyede ve pakdamenlikde ve hidayetde ve cüret ve cebanetde bir kimseyi bir kimseye teşbh gibi ve faideden ar olan şeyi ademe teşbh gibi mesela dinildikde vechi şebehi al olur vechi şebehi ayal ilm müdrekatı avassı ahirenin mazeni oldıiçün anıla idrak olunan şey issye ve vehmin issi ahiri ile böyle bir münasebeti olmadııçün anınla idrak olunan şey alye idal olunur ve kealik vicdan ile derk olunan şey daı müdrekatı aliyyedendir 'ayalin müdrekatıyla vehmin müdrekatı beyninde far şöyledir ki uvvei müteayyile müdrekatını issi müşterek belaatı lisanı osman vasıasıyla avassı ahire ile idrak eyledigi umrdan terkb ider uvvei vehmiyye müdrekatını kendisi yodan idas ider ki bunların ikisinin daı aricde vücdı yodur vechi şebeh at ve vaf olma itibarıyla ikidir biri vechi şebeh müşebbehün bihin aatine dail olmaıla at olur mesela dinildigi gibi veyaud aatine dail olmaz da ıfat olur ıfat olduda ya ıfatı aiyye olur ya ıfatı iafiyye olur ıfatı aiyye olduda ya iss olur mare'ikr keyfiyyatı cismaniyye gibi veya al olur sabıdaki keyfiyyatı nefsaniyye gibi ıfatı iafiyye müşebbeh ile müşebbehün bih beyninde cereyan iden bir manadır mesela delli vuda şemsi tabana teşbh gibi bu teşbhimizde şems ile dell izalei icab ıfatında müşterek olurlar ve izalei icab ıfatı ikisi beyninde deveran ider vechi şebeh efrad ve teadd ve terekkübi itibarıyla yedi ısmdır biri vaidi aiyyi iss vaidi aiyyi alvaidi itibar yan mürekkebi iss mürekkebi almüteaddidi issmüteaddidi al müteaddid ve mutelif yan baı eczası iss ve baısı al olandır ve bir de teşbh ya tayli şairane ve ulviyyeti fikr arıyla vaı olur ki bunun edatı ekseriya ve ıyas ve şekl ve ve ve emsali umuralı laflar olur misal urşdi enver aamet ve salanatla ifaatı cevahirefşan olara ufun müntehasına gelince atılmış pamu şeklinde erafı maribi olaşan ufa ufa buluların aıl itdikleri nra ar olmış renkler ne avsi uzada ne müranı hindde görülmek itimali vardır bir arafı ayet açı benefşe ve bir arafı ayet oyu alev renge ar olmuş veyaud bir ciheti ateşn alden başlayaraabaa abaa penbe ve urunc renklerin ır elli derece oyuluundan açılıa ve bir atabey kılıç açılıdan oyulua intial iderek nihayet anarya arısında arar virmiş veyaud dünyada ne adar parla renk varsa açılıda oyuluda abil olduları derecatın hiç biri aricde almama üzere ummunı cem itmiş bin dürlü mülevven bululara daada renklerini bir leafetden bir bedaya tavl iderek aheste aheste afaı seyr itmege başlarlar bir retde ki yalınız denizde degil alarda bile şekliyle levniyle askerleri müşahede olunur bu askerler ise daima bir birine iniaf iderek aliba badı şimal ile badı cenbun ıffet ü ıletince olan tefavüti daı hevada abaat ve abaatda bi'ab aynelige istidad aıl eylediginden saı madan evci hevaya adar daima taayyürde daima televvünde bir nr alemi aıl olur ki tavrine degil taavvuruna bile imkan yodur veyaud ad bir teşbh arıyla olur bunun da edatı lafıdır mesela gibi baı kerre vechi şebeh iki ıdd olan şeyden alınup onra teml ve istihza içün tenasüb menziline tenzl olunur misali ora ademe arslan ve bale atem ve cahile alim dimek gibi teşbh daı arafeynin efrad ve terekkübi ve teadd itibarıyla ouz ısmdır biri müfredi mulaı müfredi mulaa teşbhdir mesela teşbh gibi burada vechi şebeh daı vaidi aiyyi issdir ve ıfatı aiyyedir ikinci müfredi muayyedi müfredi muayyede teşbhdir mesela sayında bir faideye destres olamayan kimse aında dimek gibi ki burada sayı müfred bi'lifade aydıyla muayyed oldıı gibi yazma daı müfred olup buz üstüne olmaıla muayyeddir ve kea vechi şebeh de müfredi aldir ve bir meyveyi dger bir meyveye ayyibi rayia ve ulvi aamda teşbh gibi ki belaatı lisanı osman burada vechi şebeh müteaddid ve iss ve ıfatı aiyyedir ve bir kimseyi iddeti naar ve kemali aerde araya teşbh gibi ki burada arafeyn müfred ve vechi şebeh müteaddidi aldir ve bir insanı üsni alat ve uluvvı şanda şemse teşbh gibi ki burada arafeyn müfred ve vechi şebeh müteaddid ve mutelifdir yan üsni alat iss ve uluvvı şan aldir ve kealik gibi burada arafeyn müfredi muayyed vechi şebeh beyalı ve yuvarlalıve arü'lacm rüyet olunmada olan retlerin l ü arında ve midarı mada olan heyetinden ibaretdir misali dger üçünci müfredi mulaı müfredi muayyede teşbhdir misali ye teşbh gibi burada vechi şebeh mürekkebi iss ve erafı müfreddir dördünci müfredi muayyedi müfredi mulaa teşbhdir misali eli ditreyen ademin elinde kain müdevver atabey kılıç ayneyi şemse teşbh gibi burada daı vechi şebeh mürekkebi ayaldir beşinci mürekkebi mürekkebe teşbhdir bu da ya mürekkebi iss olur veya mürekkebi al olur mürekkebi issnin misali gibi burada şeyi mulem erafında ecramı müstele ve müteferria ve mütenasibetü'lmidarın süundan aıl olan heyeti mürekkebe birbirine teşbh olunmuşdur mürekkebi alnin misali dimek gibi burada zamet çekdigi alde kesrü'lfaide olan bir şeyin intifaından marm olmada eczai arafeyn birbirine teşbh olunmuşdur altıncı müfredi muayyedi mürekkebe teşbhdir misali gibi burada yalınız şaayı çiçeklerinin meyelanından aıl olan heyet biraç şeyden terekküb iden heyete teşbh olunmuşdur vechi şebeh daı ayaldir yedinci müfredi muayyedi mürekkebe teşbhdir misali müfredi muayyedin mürekkebe ve müfredi mulaa ve muayyede teşbhine misal hevayı cenbnin güer itdigi ular o adar afvet o adar leafet kesb ider ki zemne bir berra ayne ferş idilmiş dinilebilür poyraz güergahı olan yirlerin baı kerre ötesine berisine lodos ounur yollar açar ki her biri servi smnden far olunmaz lodos uraı olan maallerin baı vat ötesinden berisinden poyraz geçer ve şekiller aıl ider ki havada beraber baharı paralanara denize dökülmüş ıyas idiliyor burada vechi şebeh yine ayaldir sekizinci arafeynin ikisi de müteaddid olandır bu da iki ısmdır biri arafları müteaddid olup faa müşebbehler ibtidadan birbirine af veya cem arıyla getürilerek badeh müşebbehün bihler ırasıyla getürilür ki ana dirler misali misali dger gibi burada vechi şebeh müteaddiddir ikinci arafları müteaddid faa müşebbehler ayru ayru müşebbehün bihlerle rad olunur ki ana dirler misali gibi burada vechi şebeh müteaddidi issdir misali dger atabey kılıç berrak havalı giceleri vardır ki mehtabı güneşden far olunmaz bayaı envarı şemsin iyasını görünmez ale getürür aff sisli görenler vardır ki ayın on dördünci gicesini andırır adeta güneşin aksi servi smn aıl ider ouzuncı arafların biri müfred ve dgeri müteaddid olandır buna da eger arafı evveli müteaddid olur ise dirler misali gibi eger arafı sansi müteaddid olur ise ana dirler misali gibi burada vechi şebeh issdir teşbhde vechi şebeh ikr olunmaz ise eger ikr olunur ise dinür mesela dinilür ise dinilürse olur teşbhi mufaalın kelamı manmdan misali seri m far yodur beynimizde zülfi dilberle siyehbatız perşanrzgarı aneberdşuz gibi burada vechi şebeh müteaddid ve mekrdur bu teşbhi mufaalda baan vechi şebeh maamında vechi şebehi müstelzim olan şey ikr olunur misali gibi ki kelamı bel ile şeker beyninde vechi şebeh atlulu olmayup lazım olan meyli abdir mütekellimin teşbhden araı ya nefsi müşebbehe aid olan şey beyan olur yan müşebbehin bir emri mümkinü'lvu oldıını beyan olur misali burada müşebbehi miske teşbh idüp ve kendüsinin nasdan oldıınamisk demi azaldan baı oldıını dell getürerek belaatı lisanı osman imkanın vechini göstermişdir veyaud müşebbehin alini beyan ve anı ıfatda oldıını ayan içün olur misali dinildikde kehrbarın arılı ıfatında limon ile ciheti müşareketini beyan dimek olur veyaud ıfatının ziyade ve noaniyyetinde midarını beyan olur misali gibi veyaud müşebbehin alini nefsi samide tarr olur mesela bir ademin sayından faide aıl olmadıını nefsi samide tarr içün dimek gibi çünki fikrin massat ile ülfeti malat ile ülfetinden ziyade oldıından malatdan olan ademi faideyi massatdan olan buz üstüne yazı yazmaa teşbh ile nefsi samide tarr idiyor bu dört teşbh de müşebbehün bih müşebbehden etemm olmasını itia ider lakin baı kerre müşebbehe aid olan mütekellimin araı samiin naar u ayalinde müşebbehin tezyni olur bu da vechi şebeh iss ve müsellem bir emr olmasını itia ider misali gibi burada istiameti müsellem olan serve ad ve revna u umreti müsellem olan lale uda tezyn içün teşbh idilmişdir veyaud ayali samide müşebbehi tab ve tenfr olur misali bir düşkün kimseye dinmesi gibi veyaud teşbhden ara riati taayyülden naş istiraf ve isticab olur misali burada saı af üzere olan kibriyyete menekşelerin müşabehet göstermeleri ayet acb bir şeydir misali dger veya teşbhden mütekellimin araı müşebbehün bihe aid olur yan mübalaa müşebbehün bih arafından olur bu da iki ısmdır bir ısmı vechi şebehde müşebbehün bih müşebbehden etemm oldıını ham olur ki buna dirler teşbhi malb ise vechi şebehde naı olan şeyin ekmeliyyetini iddia ile müşebbehün bih ılmadır misali ikinci ısm müşebbehün bihin ehemmiyyetini beyan olur mesela arnı aç bir kimsenin yüzini işra ve istidarede bedri münre nar olan yufa etmegine teşbh itmek gibi bu teşbhe dirler ve baan teşbh iki şey birbirlerinden etemmiyyet ve noaniyyet itibar olunmasızın mücerred birbirine müşabeheti beyandan ibaret olur misali teşbhi marrü'ikr araı mütekellim itibarıyla ve ısmlarına münasım olur şöyle ki teşbhde araı teşbhi ifadeye vaf olan ısm dür bu da araı mütekellim ali müşebbehi beyan oldıı retde müşebbehün bihin vechi şebehle ziyade marf ve müştehir şey olmasıdır veyaud araı mütekellim naıı kamile ila oldıı vatde müşebbehün bihin vechi şebehde etemm olmasıdır veyaud araı mütekellim müşebbehin imkanını yan vuı mümkin olan bir emr olmasını beyan oldıı retde müşebbehün bihin inde'lmuaab vechi teşbhde ükmi müsellem ve marf olmasıdır bunun ilafında olara ifade araı teşbhde aır olan teşbhdir teşbhi mücmel iki ısmdır biri teşbhi ahirdir ki cümle kimse içün fehm ü idraki mümkin olur emsilei sabıada mürr iden teşbh gibi ve dgeri teşbhi afdir ki anı anca ava fehm ider mesela fal u şerefde birbirine rücaniyyeti olmayan bir cemaati alai müfarraaya teşbh gibi ve kealik bir aım rıfai muvafıayı namı cevza veya erbaai mütenasibetü'leczaya teşbh de bunun gibidir teşbhi ahir baı esbab vasıasıyla afye mülaolur misali dinildikde üsnün şemse teşbhi ahir olup lakin vech baya iledir aydı bu ahir olan teşbhi af ılmışdır misali dger evvelki teşbhde şemsin ademi ayası vasıasıyla cemali mabbe ile teşabüh itmesi teşbhi teşbhi afye ila itdigi gibi ikincide daı ebrin istiyası teşbhi af ılmışdır misali dger ve dgeri ve kea bu ısmı sanye dirler ve yine teşbhi mücmel arafeynin tavfi itibarıyla üç ısmdır biri arafeynden hiç birinin evafı ikr olmayandır emsilei sabıada oldıı misillü ve dgeri müşebbehün bihin vafı ikr olunandır misali gibi misali dger üçünci arafeynin vafı ikr olandır misali işbu aat ve mecaz baan al olurlar ki misalleri evaili kitabda mürr eyledi burada luavdir bir laf manayı mavaun lehinde istimal olunur ise ve manayı mavaun lehin ayrında istimal olunur ise dır aatin tarfine daı dail olur yan menl ile menlün ileyh beyninde münasebet olmadıı alde bir manadan manayı aara nal olunan laf da dail olur zra ikinci nal vaı cedd mesabesindedir daı dail olur yan menl ile menlün ileyh beyninde bir münasebet arnesiyle mavaun lehin ayrında istimal olunan laf gibi bu menl biraç ısmdır biri menli ııladir ki esmai ulm gibi dgeri menli örfdir gibi ve biri daı menli şerdir erkanı maa ile olan duaya alat dimek gibi mecaz iki ısmdır birisi ve dgeri dir mecazı müfred va olundıı mananın ayrında manayı mevını iradeye mani olan arnenin vücdıyla beraber vechi a üzere istimal olunan kelimedir mecazı mürekkeb mübalaa içün teşbh ve temsl arıyla manayı alsine teşbh olunan manada müstamel lafdır nitekim misali yaında gelecekdirmecazda nevi muteber olan bir alaai muaaanın bulunması lazımdır ki ala ile kinayeden far u temyz oluna eger bu alaai muaaaya manayı mecaz ile manayı a beyninde müşabehetin ayrı olur ise dinür mesela dinmesi gibi ve illa istiaredir bu retle istiare atabey kılıç manayı aliyyesine teşbh olunan manada alaai müşabehetle müstamel laf olmuş olur ki eger alaai müşabehet olmaz ise mecaz olur alaayı lede'listira ulemayı belaat yigirmi beş adede ibla itmişler ise de biz burada türkçede istimal olunan mecazın alaalarıyla iktifa eyledik bunlardan birincisi sebebin ismini müsebbibe ıla itmekdir mesela dimek gibimüsebbibin ismini sebebe ıla itmekdir dimek gibiküllün ismini cüze ıla itmekdir enmileye parma ve mekke medneye icaz dimek gibicüzün ismini külle ıla mesela birrü'şşama sriyye dimek gibimelzmun ismi lazıma ılak itmekdir diyecek maalde dimek gibi çünki söylemege delalet lazım gelürlazımın ismi melzma ılak itmekdir diyecek yirde dimek gibi müşabihlerden birinin ismini aaraıladır mesela gibimulaın ismi muayyede ıla itmekdir misali ammın ismi aa ılakdır diyüp de namaz ılmadıını murad itmek gibimücavirnden birinin ismini dgerine ıla itmekdir olu aıyor dimek gibiatde olaca şeyin ismini şimdiki alde bulunan şeye ılakdır ki buna alaai istibaliyyet dirler üzüm uyına şarab dinmesi gibialaai ma yan geçmişde olan şeyin ismini şimdiki şeye ıla itmek mesela ve dimek gibimaallin ismini ale ıladır çeşme aıyor dinmesi gibi ve dimek gibialin ismini maalle ıla itmekdir misali seyr maalline gitdim diyecek yerde seyre belaatı lisanı osman gitdim dimek gibişeyin aletinin ismini o şeye ıla itmekdir luata lisan dimek gibibir ıddın ismini dger bir ıdda ıla itmekdir istihza veya teml ile ora ademe arslan ve cahile alim ve bale sa dinmesi gibi ve'laıl iki şey meyanında nevama lazımiyyet ve melzmiyyet olur ise mecazen aadühümanın ismini aara ıla caiz olur istiare luatda ariyet yan egreti bir şey almaa dirler ariyet alınan şeyde alan ile virenin arasında behemeal alaa ve münasebet olacaından istiarede daı müstearun minh ile müstearun leh beyninde alaa ve münasebet şardır istiare ekseriya mütekellimin fili olan müşebbehün bihin ismini müşebbehde edatı teşbh mumer olunara istimal itmege dirler istiare yapan kimseye müstar ve manayı müşebbehün bih müstearun minh ve manayı müşebbeh müstearun leh ve lafı müşebbehün bihe müstear dirler ki bu cihetle erkanı istiare üçdür müstearun minh ve müstearun leh ve müsteardır mesela arslan lafı ariyet olara müşebbehün bihden yan ayvanı malmdan müşebbeh içün yan recüli şüca içün aleb olunmuş libas menzilesinde olmaıla ana istiare dinür kesret üzere türkçede istimali cereyan iden istiare dört ısmdır biri dır ki müşebbehün bihden ibaret olan müstearun minh ikr olunup arnei mania delaletiyle müşebbehden ibaret olan müstearun leh murad oluna misali dimek gibi ammam arnesiyle arslan recüli şücaa istiare olunmuşdur bu istiarei muarraa da üç dürlü istimal olunur biri dgeri üçüncisi arıyla istimal olunur istiarei muarraada gerek müstearun minh ve gerek müstearun i leyhe atabey kılıç mülayim bir şey bulunmaz ise dirler mesela ammamda bir arslan gördüm dinür ise istiarei muarraai mulaa olur ve bu gün müsella bir arslan gördüm dinülür ise olur veyaud bu gün keskin ırnalı bir arslan gördüm dinülür ise olur çünki evvelkinde istiare müstearun lehin veya müstearun minhin mülayimine muarin olmadıı gibi ikincide müstearun lehin mülayimine üçüncide müstearun minhin mülayimine muarindir ikincisi istiarei mekniyyedir istiarei mekniyyeyi baılar muarraanın aksi olara müşebbehi ikr ve müşebbehün bihi murad itmekdir didiler ve baılar istiarei mekniyye nefsi mütekellimde mumer olan teşbhe delalet itmek üzere müşebbehün bihin avaından birinin müşebbehe muareneti şarıyla bir şeyin şeyi aara nefsde teşbhden onra yalınız müşebbehin ikrine dirler mesela dinildikde nefsi mütekellimde ibali neval ü nabe teşbh olunara nevalin mülayimi olan dilsr bu teşbhe delalet içün ibale muarin ılınmışdır ki buna dirler ki daima mekniyye ile beraber olur dördüncisi dir ki biraım mevaddan terekkübitmiş bir heyeti aar bir heyete teşbh arıyla istiare yapılur misali dinmesi gibi ki kimseye uyurmasızın iş yapan ademe dinilür burada aman altından u yüritme alinden alınan heyet gizlice iş yapma heyetine teşbh olunmuşdur buna de dirler ki bu misillü bir mecazı mürekkebin istimali şayi olur ise urbı emsal olur belaatı lisanı osman kinaye lafın manayı asinin iradesine arnei mania olmasızın lazımını eda itmege dirler mesela bir ademe seasını murad iderek dinildikde aatde apusının açı olması da murad olunabilür lakin mecazda manayı ayi murad itmekden arnei mania bulundııyçün manayı mecaz ile beraber manayı asi murad olunamaz bu kinaye üç ısmdır biri kinaye ile mevf murad olunandır misali maalli ased diyüp de albi murad itmek gibi bundan manayı vaid murad olundıı cihetle dinür lakin biraç manayı av ıfatlar ile bir mevf murad olunur ise ana dirler mesela orı boylu ırnaı enlü ayvan diyüp de insan murad itmek gibi ikinci kendüsiyle ıfat murad olunandır ki bunda ıfat malbeye intiali tefekkür ve vasıasız olur ise ana arnei vaıalı kinaye dirler misali dinildikde tefekkür ve vasıasız o kimsenin boyunun uzun olmasına ihn intial eyler ve eger vasıasız olup bir midar tefekkürden onra ihn manayı malba intial ider ise arnei afiyye ve kinaye olur misali diyerek o ademin ebleh olması murad olunduda bu kelamdan eblehe intial biraz fikrile aıl olabilür veyaud ıfatı malbeye vasıa ile intial olur ki buna dinür misali diyerek seavetini murad itmek gibi ki ibtida ihn apu açılıından o kimsenin onaına gelüp gidenlerin kesretine ve andan kesreti iamı aama ve andan seasına intial ider kinayenin üçünci ısmı nisbet murad olunandır mesela diyerek o kimseyi alaa nisbet itmek gibi kelamda kinaye ya medi ya emmi işar içün veyaud abi mel atabey kılıç göstermekiçün istimal olunur mede misal emme misal ve abi mel göstermege misal azle afv dinilmek yol itmege dinmek gibi terkbi kelam ve tavri meram içün üç nev aa vardır biri nefsi terkbin ifadesi cihetiyle olan aasıdır ki bu aa kelamın muteayı al ve itibara münasebet riayetiyle aıl olur ve dgeri terkbin manaya delaleti cihetinden olan aasıdır ki o da münş veya mütekellim murad itdigi manayı o manaya delaletde vaı ve belki evaı terkbile rad itmege mutedir olmaıla aıl olur bu iki aayı ilmi mean ile ilmi beyan müştemil oldıı malm oldı üçüncisi insicam ve intisaı kelamda sema mülayim ve oş gelecek ve üsni tertbe leafet virecek tenasübi kelimat ve tecavübi fıarat aasıdır ki o da anayii maneviyye vü lafiyyeyi mutev fenni bedi bilmek ile aıl olur işte avaı terakbi bülea bunlardan ibaretdir fenni mekrun tarfi sabıda güeran itdigi üzere kelamın muteayı ale muabaatından ve vuı delaletine riayetden onra vüchı tasni kelamı bildirir fendir münşeatı türkiyyede beyne'lüdeba meriyyü'licra olan muassenatı maneviyyeden biri dır bu da kelamı mensr veya şirde fi'lcümle müteabiln olan kelimeleri cemine dirler mesela ve ve emsali müteabiln gibi bu cümle ile beraber anatı ıba iki ısmdır biri ve dgeri dir ıbaı mcib hep kelimatı mevrde elfaı mcibe olmaıla olur misal bezm ü rezmi verdi ar u afv u ışmı nr u nar emn ü bmi tat u dar u mihr ü kni far u ar gibi ki bu beytde rad olunan müteabilanı cümlesi elfaı mcibedir ıbaı cab ve selb müteabilan müsbet ve menf kelimelerle eda olunur misali ve gibi daı ıba nevinden olup bu da iki manayı mütevafın veyaud daha ziyade meanyi mütevafıayı radıla badeh bu manalara muabil olan mean ale'ttertb ityan olunmasıdır bu mean muabelede ya ikişer veya üçer veya dörder olurlar ikişer manaları birbirleriyle teabülüne misal dilde afayı ışı dde amula pürnem bir evde ıyş u şad bir evde yes ü matem gibi burada ıyş ile şad ikr olunup ora muabilleri bulunan yes ile matem rad idilmişdir muassenatı maneviyyeden biri de dir bu daı bir birine münasib ve muarin olan bir aım umrı bir yire cem itmege dirler bu anata ve ve ve de dinür mesela bir beytde veya bir fırada ılıç ve mızra ve ançer ve siper gibi muarebede istimal olunan şeyleri ve kea yazu aımından alem ve oa ve alemtıraş ve maa ve mıra gibi şeyleri cem itmek gibi ve meclise dair şarab ve mesti umar ve camı cem itmek de bu anatdandır mesela atabey kılıç çeken şarabı neşaı cihanda bir kerre 'umarı camı felek sernign olunca çeker anatı daı marrü'ikr anatı müraatı nar mülaatından olup bu da ibtidasına münasib lafıla kelamı atm itmekdir miali biz görmeyiz 'udayı vel ol görür bizi atı ecelli çünki laf ü abrdir burada biz görmeyiz 'udayı fırasına lafi ve ol görür bizi fırasına abri münasebeti inkar olunamaz ve yine anatı müraatı nari mülaatından biri de anatıdır bu da iki emri beynini miyanelerinde ayrı mad olup dger manada münasebeti olan laf münasebetiyle cem itmege dirler misali meşrebi padşahımı bilürem mihri yodur o mahımı bilürem gibi burada mihr lafı her ne adar muabbet manasına ise de lakin güneş manasına da geldigi içün mah lafı ile tenasübi ham ider misali dger mestane o mehryı görüp ayıla yazdım naş oldı elif addi dile bayıla yazdım gibi burada mestane ve ayılma ve bayılma ve mehr ve ay ve naş ve yazma ve elif ve ba lafları beyninde hamı tenasüb af degildir ınaatı maneviyyeden olan ve teshm sabıda ilmi mean mebasinde bi'lmünasebe mürr eyledi muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da vuı lafıla veyaud vuı tadr ile belaatı lisanı osman bir şeyi şeyi aar obetinde vaı oldıından içün o şey obetde vaı oldıı şeyi aarı lafıyla ikr olunmaa dirler lafan obeti ayrda vaı olana misal tar u pdı terki tarı pdı hestdir anı şali dervş ounmaz beldei keşmrde gibi ki burada tar u pdşala ma olup şalı obetinde yan yanında getürildigiçün hest urfı tar u pd lafıyla ikr olunmuşdur ve şvei lisanımızda bu şeyi baa virmelisin dinildikde cevabında saa aya viririm dinilmek gibi ve yine misal olara dinilebilür ki tadren obeti ayrda olana misal bir yemek pişüren ademe dinilmesi gibi burada her ne adar pişürmek lafı lafan teaddüm itmemiş ise de lakin o kimse yemek pişürmekde bulundıından tadren pişürmek lafı mekr ükmünde utılara ikinci pişürmek aa müşakele söylenmişdir muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da iki mana beyninde izdivac ve ictima itdirilmesidir şöyle ki şar u cezadan her birisi üzerine terettüb itdirilen manayı aar üzerine daı terettüb itdirilmekde şarla cezadan vaı maniyeyni izdivac u ictima itdirilmesidir misali burada şar u cezada olan maniyeyn atabey kılıç beynini yan men ü nehy ile ammazı nifaını ilayı sem itibarına lecaceti muabbet ve lecaceti hicr terettüb itdirmesiyle izdivac itdirmişdir muassenatı maneviyyeden biri de anatıdır bu da malm bir nükte içün malmı ayrı malm mesaına sev itmekdir bu nüktede ya olur misali ey aki kerbela nedür ol sebz cameler eyyamı matemi bu mıdır resm ü adeti gibi veyaud medde mübalaa içün tedellüh ü tedehhüş olur misali aceb aksi ruu mı eylemiş rşen bu şeb çerı şerarı sneden yanmış mı yosa ırmeni encüm gibi bu medde mübalaa içün tedellühe misaldir veyaud emde mübalaa içün taayyür ü tedellüh olur misali aceba bu mübarizlerimiz biraım acezei nisvan veyaud bir niçe am u nadan olan emredler midir gibi muassenatı maneviyyeden biri de dir bua ve ve daı dirler bu tevriye arb ve bad iki manası olan bir lafı ıla idüp arnei afiyyeye itimaden manayı badi murad olunmadır bu da iki ısmdır biri dir ki ne manayı arbe ve ne de manayı bade mülayim olan şeyle ictima itmez misali ordum nigarı didiler abab semti vefada orı yoldadır beytinde vaı vefa ve orı yol tevriyeleri gibi ki burada manayı arb nigarı vefa semtinde ve cadde belaatı lisanı osman üzerinde anesi bulundıını ifadeden ve bad aşıına vefalu ve ehli ır u edebden olduını beyandan ibaretdir murad da baddir ve dgeri dır ki manayı arbe mülayim olan bir nesne ile ikr olunur misali her taze nali gülşeni pri sefd iden berdi acz mevsimini oca arıdır burada acz ve pr münasebetiyle her ne adar ocaarı manayı arb ise de lakin ar murad olunmuşdur ki mülayimi de sefddir ve yine mulaa tevriye iki ısmdır biri dirmaablinde bulunan bir lafıla tehyie ılınur misali dehanı nameperdaz eyledükde itdim istifsar orarsa o maamı bselikdir didi ol dildar gibi burada nameperdaz lafı bselik tevriyesini tehyie ılmışdır ve dgeri dir ki manayı badin levazımından biri anda ikr olunur bürdet ol derece tü dise yire düşmez çi sd meykedede ayma ister ehli afa burada manayı arb süd aymaıdır ki anı mülayimi süd lafıdır manayı badi ızala aymadır murad seroşlu araretiyle ehli afa buz üzerinde ayma isterler dimekdir manayı badi mülayimi de bürdetdir muassenatı maneviyyeden biri de dir aks kelamda bir cüz olup anı cüzi aar üzerine tadm iderek badeh bu cüzi tadm ve öbür cüzi ter eylemekdir misali kibarı kelamı kelamı kibarıdır bniab u baniab arı cemal eylerdi yar geh hilali bedr geh bedri hilal eylerdi yar atabey kılıç dger muassenatı maneviyyeden biri de dur rüc bir nükteden naş na u ibal arıyla kelamı sabıa avdet ve müracaatdır misal gş it göül beyanı miyan eylerim saa yo belki riştei dili can söylerim saa gibi muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da ıfat olan bir emrden yine ol ıfatda emri mezbra mümasil emri aar intizaına dirler bu da o ıfatıemri mezbrda mübalaa içün rad olunur bu daı iab ve ayrı iab ikiye münasımdır iabye misal ey çeşmi giryez eseri yo mıdır seni teş içindeyim aberi yo mıdır seni ayrı iabye misal nergis ol unarsız aynı arardır çeşmime camı mey dildarsız nı cigerdir çeşmime daı muassenatı maneviyyeden olup bua daı dirler bu da kelamı bir vechile rad itmekdir ki med ya emden vecheyni mutelefeyn üzere mutemel ola misali amr isminde olan yekçeşm bir ayya aında nam şairi arabiyyü'libare söylemiş oldıı beyti bu tercemesi gibi amr dikdi bendeizçün bir aba kaş ki gözleri olaydı seva burada beşşar amru dikdigi abadan memnn olara dua mı idiyor yosa memnn olmayup da inkisar mı idiyor ikisini de itimali vardır muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da icmal veya tafl üzere evvela müteaddidi ikr idüp badeh müteaddidi aadından her birisiçün olan belaatı lisanı osman nesneyi samii ircaına itimaden min ayri tayn ikr itmekdir bu leff ü neşr iki ısmdır biri müretteb ve dgeri leff ü neşri ayrı mürettebdir mürettebe misal fikri ryu dilde tabı szı zülfü snede nardır külanda gya mardır gencnede gibi ayrı mürettebe misal tercemei telema'da kain ibarei rengni gibi muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da müteaddidi beynini bir ükmde cem itmege dirler misali gül ateş gülbin ateş gülşen ateş cybar ateş semender ıynetanı aşa besdir lalezar ateş muassenatı maneviyyeden biri de dir bu da iki ıfatı miyanını ibtida cem itmedin tefr arıyla rad itmege dirler misali nice teşbh olunsun eruvana ryı gülgnu anı üsni sebükrev rengi amma daim bnu dger nice teşbh idelim addi nihali yara yoıken vechi şebeh taze nihali çemeni o bulur kisvei sebzn varala revna yar ider kesbi leafet çıarup preheni muassenatı maneviyyeden biri de dir bu tasmanatı ibtida iki şey ikr idüp ora her atabey kılıç birisiçün olan ıfatı kendüsine iafe ve tayn itmege dirler misali ruuyla arı u gssı dilberi yekser biri gül ü biri kafr u ol biri anber gibi bu anatı tasmde gelen ıfatlara birer merci lazımdır mesela biri ve ol biri lafları gibi eger merci tayn olunmaz ise tasm idadından çıup leff ü neşr idadına dail olur muassenatı mekreden biri dir ki iki nesneyi bir manaya başa başa ıfatlarla idal itmege dirler misali vechi paki nara bezer şuleefrz olmada dil de bezer nara amma germ ü pürsz olmada biri de anatıdır bu da iki şeyi evvela mıraı evvelde veyaud fırai lada bir ükmde cem idüp badeh ikinci mıra veya fırada tasm itmege dirler misali bir gelür evaşnayı aşa luf u ahrı yar birini dost arz eyler birin ayarı ar biri de cemi maa'ttefr ve'ttasm anatıdır bu da iki nesneyi ibtida cem ve ora tefr idüp andan ora beherine birer ıfat rad ile tasm itmekdir misali lebi yara ai nab didim muteri oldılar bütün yaran didiler sengparei yemen ol bu ise girdi çeşmei ayvan imdi mıraı evvelde lebi yar ile ai nab ve afa cem olup mıraı san ükmiyle ora yekdgerinden tefr olunmuş mıraı salis ve rabiile de anları ıfatı belaatı lisanı osman mümeyyezeleri beyan u eda olunara iki cihete tasm olunmuşdur muassenatı maneviyyeden biri de mübalaai mable anatıdır mübalaa iddia arıyla bir şeyi vafını şiddet veya afını addi müstebid veya müstele ibla itmege dirler bu anata mübalaai mable dinmesi mübalaai merddeden itiraz içündür anatı mezbre tebl ve ira ve uluvva tasm olunmuşdur şöyle ki iddia olunan şey eger alen ve adeten mümkin olur ise tebldir misal benim ol nadiresenc güheri tazeuhr köhne mamna degil genci ayalim mazen ve eger müddea alen mümkin olup adeten mual olur ise iradır misal feti 'ayber olalı eylememişdir kimse zr u baz ile bir böyle iarı tesr eger ne alen ve ne adeten mümkin olmaz ise uluvdur bu da biraç ısma tasm olur biri beaı taayyülden nevama üsnimutaammın olduı içün dir misal 'amem ol mucizırazı adhezaran pşedir kim nar olmaz ana illa kelmi ejderi ve dgeri daı hezl ü alaa vuunda rad olunduundan dır yan maamı hezlde istimali tecvz olunmuşdur misali işbu esmezdi deizde aanalı ara yiller bir çifte arab mavnasına yelken olaydım beytinde olduı gibi ve biri de dir bu ısm merdddur ki ibarede küfr ü iladı mutaammın atabey kılıç oldıından nezdi üdebada tefevvühi degil istimaı bile müstehcen ve müstekrehdir bu uluvvı müstehcen derece derecedir baı ab ve baı abe ve baı eşnadır abe misal benim ol naımı endşe ki simsarı aa idemez ıymeti ıdı düri namım tadr muassenatı maneviyyeden biri de anatıdır ki iki veya ziyade nesneyi şirde af ve mücmel olara ikr idüp ora tafl itmege dirler misal ya ala yaud vire yaud aça ya bend ide ta cihan urduça alsun şahide bu yadigar aldıı olsun velayet virdigi olsun aa baladıı payı düşmen açdıı olsun iar beytinde olduu gibi muassenatı maneviyyeni biri de tefsri afdir bu da iki veya ziyade nesneyi ibtida şirde getürüp ora anlara baı münasib ıfatlar rad itmekle afce tefsr itmege dirler misal çeşmi ebr vü amze eylerler şrı ava vü fitne alemde muassenatı maneviyyeni biri de ve dinilen anatı mabledir misal farıla far idince peyamber ümmeti de olur muibbi far afa eyle daderi şeref ureba asteanesine midir muassenatı maneviyyeden olup bu da şirde şair teazzül ve teşebbübden veya nesrde maladan bir şvei laf ile mada şür itmege dirler ki bua belaatı lisanı osman daı dirler bu da kelamda üsni iltiyam bulunması lazım gelmesinden neşet ider çünki sami maladan mada intial olunaca zemanda kelamda mülayemet ve üsni revna issi itdikde neşaını tark itmekle mabadını ıaya ialei semi diat eyler bu üsni ibtida ve üsni taallu ve üsni intihanı tezyni kelamda medali küllsi vardır muassenatı maneviyyeni biri de dir bu da bir vaf içün bir itibarı laf ve ayrı a ile o vafa bir illeti münasibe iddia olunmadır bu da dört ısmdır zra kendisiçün illeti münasibe iddia olunaca ıfat ya illeti beyanı ad olunan ıfatı sabite olur veya isbatı murad olunan ıfatı ayrı sabite olur ve ıfat sabit olup illetini vafı murad olundıı vatde ya o vaf içün asbü'lade illeti ahire aırlanmaz veyaud illeti mekreni ayrı bir illeti ahire bulunur ve ayrı sabit olup isbatı murad olunan daı ya mümkin olur yaud ayrı mümkin olur misali evvel bara nice teşbh ideyim eyledigim dem ayretle seabı görürüm giryekünandır beytinde seabdan maarı nüzli bir ıfatı sabitedir ki anı içün asbü'lade illet aırlanmaz al bu ki şair memdını cd u seavetde bara teşbh itdigiçün seab ayretinden girye ider yan maar nazil olur dimek ister işte nüzli maara seabı ayreti üsni tall idilmişdir misali dger perşan ehli alem ah u efan itdigimdendir perşan oldıım alı perşan itdigimdendir dger demadem aks alur miratı alem ahrı lufudan anıçün geh küdret ahir eyler geh afa peyda atabey kılıç ıfatı sabitede mekr olan illetden ayrı illeti ahire oldıına misal tezaümden ıyanetdir taaddüd rahcyan aatde degildir mutelif ara vü mehebler burada ara ve mehebi taaddüd ve itilafı nevi beşer içün bir ıfatı sabite olup itilafı mekrda ul ü idrakatı beşeriyyeni derecat u tefavüti illeti ahiredir al bu ki rahcyan tezaümden ıyanet içün ara ve mehebi taaddüdi aa bir üsni tall idilmişdir isbatı murad olunan ıfatı ayrı sabiteni imkanına misal esaetkarii ammaz oldı bende müstasen gözüm merdümleri urtuldı avfı arı eşkimden gibi burada ammazı esaetini istisan emri mümkin ise de lakin beyne'nnas müstasen olmadıı cihetle nasa mualefet iderek merdümi çeşmini arı eşkinden ala olmasıyıçün üsni tall itmişdir isbatı murad olunan ıfatı sabiteni mümkin olmamasına misal olmayaydı ıdmeti adında cevza servera kimse görmezdi belinde burcı cevzanı kemer burada cevzanı ıdmeti memda niyyeti ıfatı ayrı mümkine olup cevzanı üzerinde bulunan ıdı nıaıla ıfatı mekreni isbatı ad olunmuşdur işbu itibarı dgerile üsni talli ısmı evveline daı misal olabilür şekk üzre bina olunan kelam daı anayii maneviyyeden add olunara bu üsni talle ila olunmuşdur misali h ider rzgar alar ebr anki hicranı yara itmez abr beytinde oldıı gibi belaatı lisanı osman muassenatı maneviyyeni biri de anatı tefrdir bu da bir emri iki müteallıından birisi içün bir ükm isbat olundudan ora o ükm tefr vü tabi ma idecegi vech üzre müteallı aarı içün isbat olunmadır misali dili sevdazedeye nükheti zülfü şaf remedi çeşme şifa virmege vechi kaf gibi muassenatı maneviyyeni biri de tekdü'lmed bima yüşebbihü'em anatı olup bu da memdı emmi işar iden üslb üzre med eylemekdir ki bua daı dirler anı asen ü efali bir şeyden nefy olunan ıfatı emden o şey içün olan bir ıfatı medi ıfatı emde dulini far ile istisna olunmasıdır misali itdim imrarı naar esbabı üsni dilbere bir uursuz dür faa addi müşabih arara gibi misali dger o mahı eyledim sencdei mzanı diat kim dehanı tengine söz ısa yo üsnünde noanı gibi muassenatı maneviyyeni biri de tekdü'em bima yüşebbihü'lmed anatıdır bu da iki ısmdır biri bir şeyden menf olan ıfatımedden ıfatı medde dulini tadr ile o şey içün olan bir ıfatı emmi istisnadır misali gibi ikinci bir şey içün bir ıfatı em isbat olunup ıfatı em aarı veliyy eyledigi edatı istisna ile tab olunmasıdır misali gibi ve kealik kelamı daı bu anatdandır atabey kılıç muassenatı lafiyyeden biri anatıdır bu da iki laf beyninde müşabehet olmasıdır bu cinas biraç ısmdır biri dır bu da enva ve adadı urfda ve urfu heyeti tertbinde muvafı ve müsav bulunan iki kelimeye dirler ki bu kelimelerden her biri başa başa manada buluna bu cinası tam ya iki ism beyninde olur ki aa dinür misali gibi veya bir ism ile bir fil miyanında olur ki dinür misali gibi ve eger bu iki laflardan mürekkeb olur ise cinası mürekkeb dinür misali sulanı mülki aver yan o mihri aam tabende olmaz idi ta bende olmayaydı dger cahile cah ile rifat mi gelür alemde alemefrazı mea olmaz ise dinür müteşabihi misali emsilei sabıa olup mefru misali daı ışıla dernı dil yanar tennr olur pertevi mihri ruula serteser ten nr olur bu cinası mürekkebi bir nevi daı dur ki lafı mürekkeb kelimei müstaılle olmayup belki bir kelimeni cüzi ile dger cüzünde bulunan kelimeden terekküb ider refv lüatde yamalama manasına oldııçün kanı kelimeni cüzi ile kelime mücavereten yamalanmışdır misali gibi eger mütecaniseyn birbirini veliyy iderse dinür misali ve belaatı lisanı osman gibi bua cinası mükerrer ve daı dirler bu tecnsi tamdan bir nevi daha vardır ki mütecaniseyn maksü'lurf veya maksü'lkelimeteyn olara gelür misali maksü'lurf şöyle dönmüş o büti tebzedei işmata şeyden haftada bir sıtmaya nevbet gelmez eger lafeyni mütecaniseyn yalıız heyeti urfda mutelif olup nev ü aded ve tertbde müttefi olurlar ise dinür gibi bu cinası muarrefi bir ısmda enva u adadı urfda müttefi olup yalıız areke ve süknda mutelif olur misali gibi eger lafeyni mütecaniseyn adadı urfda daı mutelif olurlar ise dinür bu da ya evvelinde olan lafı itilafıyla olur gibi veya vasada bir arf ziyadesiyle olur gibi veya itilaf aırda bir arfi ziyadesiyle olur bua dinür mialibeyt dil gşenişni amm u can zar u belakeş ben ayretile muarib ü mutarrı alem gibi veya itilaf bir arfden ziyade ile olur bu da evvelinde olur ise dinür misali itdi teni nizarımı feryad u nale nal aldım o rütbe afıla yo irtiale al eger lafeyni mütecaniseynde ziyade olan arfler aırda olur ise dinür misali gibi eger lafeyni mütecaniseyn envaı urfda daı mutelif olup bunu şarı da itilaf bir arfden ziyade olmamadır bu mutelif olan arfleri marecleri müttefi olur ise dinür gerek mutelif arfler evvelde olsun gibi ve gerekse vasada olsun gibi ve gerekse aırda olsun gibi eger marecleri atabey kılıç müttefi veya mütearib olmazsa dirler ve ve gibi cinası a iki veya ziyade lafları reti kitabetde birbirine müşabehetine dirler ve ve gibi eger mütecaniseyn tertbi urfu baısında mutelif olurlar ise bua dirler ve gibi anatı alb daı mülaatı cinasdan olara anayii lafiyyedendir bu da her iki lafı nev ü aded ve heyeti urfda mütteid ve yalıız tertbde mutelif bulunmalarına dirler eger bu alb temamı urfu inikasıyla olursa dinür misali ve ve ve gibi eger inikas ve tebeddül baı urfda olursa aa albi ba dirler ile kelimesi gibi ve eger bu tecanüsi alb bulunan kelime biri evveli beytde veya evveli mırada ve dgeri kealik aırı veya mırada olursa aa dirler misali ibalie itimad ılma kim albi anı da labeadır gibi misali dger mr gibi emrie ılmış iaat ehli rm ram oldı nitekim msaya ey şeh siri mar gibi baı kamilen aşaıdan yuarı ounan dinilen ibare ve mıralar da bulunur misali gibi ve yine cinasa iki şey laı olur biri lafeyni iştia cihetiyle mücanis olandır bunları müştaun minhleri mütteid olur bua dirler misali narastdır sipihr mümaşat iderse de af olmaz iddiayı müafat iderse de belaatı lisanı osman ikinci şibhi iştia cihetiyle mücanis olandır bu da lafeynden birinde olan urfu cümlesi veya eksersi dgerinde daı bulunur faa cinası iştiada oldıı gibi bunları müştaun minhleri mütteid olmaz gibi anayii lafiyyeden biri de terdd anatıdır bu da laf ve manaca müttefi iki kelimeni biri birine af u redd olunmasıdır misali gerçi canandan dili şeyda içün kam isterem orsa canan bilmezem kamı dili şeyda nedir daı anayii lafiyyeden olup bu da ya kelamı mensr veya kelamı manmda olur kelamı mensrda laf ve manada müttefi lafeyni mükerrereynden veyaud lafen müşabih olan kelimeteyni mütecaniseynden veyaud iştia veya şibhi iştia cihetiyle mütecaniseyne müla add olunan kelimeteynden birini evvel fırada ve dgerini aır fırada ve manmda biri anı mıra olursa olsunevvel mırada ve dgeri aır mırada veyaud biri mıraı evveli aşvinde veya aırında getürülmege dirler lafeyni mükerreri mıraı evveli aırıyla mıraı sanni evvelinde veya mıraı sanni aırıyla beyti sanni evvelinde oldıına misal ey vücdı kamili esrarı ikmet madarı madarı atı olan eşya ıfatı maharı maharı her ikmeti sensin ilaairihi irsali mesel daı muassenatı lafıyyeden olup bu da şirde ve fırai kelamiyyede mesel radına dirler zamanı gelmeyecek her işi uli mual umrı vatine merhn kelamı pek meşhr atabey kılıç gibi telm daı anayii lafiyyeden olup bu da ikri sebat itmeyen meşhr bir ıaya veyaud şir veya bir meseli saire işaret itmege dirler misali ateri malaa afaı felekden omaz günde bi şey ourur leylei ublayı adem gibi bu beytde meseli meşhruna işaret ü ma olunmuşdur daı ayat u eadsden oldıını bildirmeyerek bunlardan biriyle kelamı tenvr itmege dirler misali bbeadır bu menzil ey abab fe'tteullahe ya uli'lelbab gibi daı anayii lafiyyeden olup bu da sairni kelam veya şirini başa zemnde ifadeye dirler sira iki nevdir biri ahirdir ki sairni kelamını küllsini veya baısını namı kelam tayr olunmasızın almaa dirler bua ve dinür ki memmdur ve eger namı tayriyle veya baı laf aıyla olursa ve dirler bu male sira baan mesrı mihenden ziyade meziyyeti av oldııçün mabl olur ve illa bu daı memmdur ve dger nevi ayrı ahirdirki bu da beş ısm olup bunları küllsi tecvz olunmuşdurevveli manasıyla sanni manası teşabüh idendirevveli manası sanni maallini ayrına nal olandırsanni manası evvelden ekmel olandırsanni manası evveli naı olandır ey aklı selim sahipleri! allah'tan korkun. maide. belaatı lisanı osman evveli manasınıbaısı alunup ziyade tasn içün sanye ilave ılınandır bir birini tab iden faılalı ibare veya cümleye dinür fıra ile cümle miyanında nesebi erbaadan umm ve u min vech olmuş olur mesela kelamı mütevaliyeye fıra da dinür cümle de dinür mütevaliye olmayan kelama cümle dinülüp fıra dinilemedigi gibi terkbi iaf ve tavf gibi terakübi naıayı av olup mütevaliyen faılalı gelen ibareye fıra dinür cümle dinilemez muassenatı lafiyyeden biri de dir sec kelamı mensrda iki fıranı aırlarını arfi vaid üzre gelmesine dirler secden mad teauı kelamda itidal aıl itmekdir ki abat daı aa meyl ider lakin bu itidal secde yalıız vufu arfi vaid üzre tevafuı fevaıl ile de aıl olamayup belki istimaında alavet ve ifadesinde leet bulunan biraım elfaı tesc ile idinilür ve nefsde muavver bir manayı elfaı müseccaaya iaa murad olunup da aa şeyi aar iafe veya ten olmasızın tekellüfsüzce rad u ityan olunabilirse o kelamda üsn ü şearet ve bi'laks sec aırasıyıçün tezyn veya teni elfa u manaya alışara tekellüf itiyar olunursa kelamı mezbrda ub u hücnet aıl oldıı gibi afı telfe daı sebeb virilmiş olur seci rabı kelamda dali ami oldıından burada şerai ü asamı beyan olunması lazım gelür seci yedi şarı vardırelfaı müfredeni selaset ü abetitertb ü terkbi abı selme mabl görünmek içün rekaketden ve itiyarı tekellüfden selametimean elfaa tabi olmayup her aldeelfaı meanye tebaiyyetiher fıranı dger fırada olan meanye ademi atabey kılıç delaletifevaılı müsecceanı mümkin oldıı mertebe az arfden terekkübile fıranı berceste bulundurulmasıaırı fırada medarı müsecca olara getürilen kelime kesreti istimal ile herkes beyninde mütedavil olanlardan olmayup aabı fal ve erbabı abı selm miyanında müstamel kelimatdan olmasırevabıı kelamiyye ükmini giymiş biraım efal ile edevatı maamı secde ol adar rad u istimal olunmamasıdır işte bu şarlarla beraber sec üç ısma münasımdırseci müvazdir ki iki fıranı cem veya ekser kelimeleri vezinde ve adedi urfda ve arfi revde muvafaat itmesidir ki bua seci muraa daı dinür misali arifi rumzı daayı vaıfı künzı aayı gibi seci mütevazindir ki her iki fıranı aırı kelimelerini veznde ve afiyede tevafuudur misal bi'lcümle aabı ul mütevaryi gşei uml oldılar ve resi muaffifni bazar ve serayli kemfürşanı dilazar gibi seci muarrafdır ki her iki fıranı yalıız arfi revde muvafaat itmesidir misali gibi ki evvelkinde fıralarda bulunan kelimeler vezinde ve adedi urfda birbirine muvafı ve müsavdir ve ikincisinde yalıız faıla kelimeleri ve üçüncisinde yalıız arfi revler birbirine müsavdir ve yine sec ciheti aarla üç ısma münasım olurfaılaları mütesaviye olup birini dgeri üzre ziyade bulunmaması misal gibifırai sanni fırai lada itidali tecavüz itmeyecek derecede fırai lanı avl ve sanni ar bulunmaması lakin fırai la avl olup da fırai belaatı lisanı osman saniye aa illet veya ıfat veya anı tefsr olara getürilür ise seci mezbr müstezad gibi oldıından müstasendir misal lakin eger fıra iki veya üç kelimeden ibaret ve fırai saniye on adedden ziyade kelimeyi av bulunur ise seci mezbr müstehcen ayılur misal gibi anayii lafiyyeden biri de olup bu da kelamımensrda fevaıl bulunan elfaı ve şiri mıraeyninde aır kelimelerini bilaafiye birbirine müsav olmasıdır misali namdan ale'lu ki ilhamı varidatı nut derna aşıla oldı şerefperi vürd ve nesrden misali ve adisatı kevniyyeni esbabı uds u inbiası tamamıyla bilinmek ilmi ilahye madur kelamında oldıı gibi ki şiri mekrda nutla vürd ve kelamı mezbrda intihası kelimesiyle inibası kelimesi müvazindirler daı anayii lafiyyeden olup bu da şiri arfi revnde ve nesri fevaılı fıaratında vaı arfden evvel secde lazım olmayan bir şeyi ityanıdır bua ve ve ve daı dirler bu da her ne adar secden madd ise de bunda arfi revleri maablinde vaı arfleri bir cinsden olması lazımdır bu cihetle secden eadır çünki secde bu müsavata lüzm yodur misali gibi ki burada arfi rev olan arfleri atabey kılıç ittifaından ora maablinde bulunan taları gelmesi lüzmı malayelzemdir seci kelama şearet ve üsni revna ras itdigi inkar olunamaz ise de ekseri küttab ve müellifni bua apılara kelamı manaca olan uvvet ü revnaını bunu urına feda itdikleri görülmekdedir bu da muassenatı bediyyeni belaatdan add olundıı zamanı evveli baıyyesidir atta şimdiki alde ekseri üdebanı bile müterasil ve secden ar ibareleri belaatını müstelzim olan ibaratı afiyyesi enarı celiyyelerinde nihan alara secsiz sade ve ad görinür al bu ki belaatça kelamı itibaratına baılmaludur atta eblaı küll olan lisanı nübüvveti atemiyyeden pek ço müterasili mekatb ve ubei bela udr itmişdir mesela işbu ibaresi ad ve secden ar bir ibare olup bu mana bundan daha bel bir retle rad olunabilür ise de lakin bunda daı itibaratı lafiyyeden olara sistemlerde kainecramı ıarı müstenreni itibası envarıla intiamı arekatı ecramı kebrei münreni intiamına merb olmaıla hendese delaletiyle bu cürmi kebri arılup merkezinden oynamasından ecramı ıarı istiaına üsni cereyanı alelper olmasına ıyasen ibarei mekrede bir mülkde serveti uiyye ile serveti ummiyye birbiriyle mütenasib ve mütelazim oldıı gösterilmişdir belaatı lisanı osman muassenatı bediyyeni eşrefinden madd olan daı anayii lafiyyeden olup bu da her iki fıradan birinde bulunan elfaı cümlesini veya eksersini öbüründe bulunan elfaı cümlesine veya eksersine vezn ve afiyede tevaufuna dirler misali namdan ey nigehbanı mealdi niamı devlet ve'y nesasazı eami mehamı millet gibi ve nesrden misali bua gah ekvanı kaffei meşhdatına ve bu şarahı imkanı ammei mevcdatına afı nigahı diat idilse gibi itiraı kelam able'ttemam daı muassenatı lafiyyeden olup bu da kelamı arasına tamam olmazdan evvel cümlei muteria dail olmaa dirler misali tündbadı hicranıla şikeste oldıgibi ki burada biikmetillahi teala cümlei muteriadır bu kelamı arasına dail oldı anayii lafiyyeden biri de dır bu da bir şey içün ıfatı adde isbat itmege dirler misali gibi anayii lafiyyeden biri de dır bu da biraım esmai müfredeyi tadad itdikden ora cümlesini veyaud baısını tavf itmege dirler misali ilmi inşanı vafında inşa lisanı devlet ve tercemanı himmet ve beşr ü neri millet ve sefri sühletmesri cemaat ve miftaı atabey kılıç babı medeniyyetdir lisanı devletdir ki aabı politianı teayi efkarına vasıadır tercemanı himmetdir ki aabı alli adi avannine esas u icrasına vasıadır beşr ü nerdir ki veayii maiyyelerle baı ehalyi tebşre ve baısını endaza vasıadır sefri sühletsemrdir ki bunu vasıasıyla dünyanı bu başında bulunan adem öbüri başında bulunan ademle olayca muabere ider miftaı babı medeniyyetdir ki ehalyi mütemeddineni yüzine ebvabı mearif bunu vasıasıyla açılmışdır biminneti teala işbu belaatı lisanı osman padişahı mearifperver şevketlü sulan efendimizi zamanı salanatı umalarında mekatibde tedrs olunma içün ab olunara şerefi intişar buldı temmet framaani'lmübarek sene işbu kitabı bu defa birinci abı oldıından baı yalışları var ise de noa ve urf gibi bilinür aaları tainden arfı naarla mean ilal idecek görilen yalışları taiyleni abında onılamayan baı mesaili ilavesine ibtidar olunur yigirminci afeni yigirminci saırından ora gibi ikinci ve üçünciye misal fülan adem muarebede virildi gibi belaatı lisanı osman altmış ikinci afeni ouzuncı saır nihayetinde ve kealik ve nükteleri ecilden bir laf veya cümleni ziyadesi daı ınabı mabledendir bu tekmle daı dinür bu da ilafı madı hamdan aınma içün kelamda bir fala ilave ılınmaa dirler misali gibi kelamda bir nüktei lafe eclinden fala söz rad itmege dirler misali gibi altmış birinci afeni on altıncı saırını vasaında cümeli müteaddidede ınab anifü'ikr a bade'libhamı av cümlelerde ittisaı mecali müedd olma mülaaasıyla bulunur ve yine afei mekru on dördünci sarı nihayetinde istnafa misal gibi cümlei sebebiyyeni afına misal derslerine çalışmalarına diat itdigimiz efendiler maşaallah güzel imtian virdiler gibi yan çalışdılar da güzel imtian virdiler dimekdir müsebbibi afına misal ımar ala şerati'ttefsrde afa misal gibi tadri içerü giri içerü dimekdir ve kealik şar u ceza cümlelerinden birini afıyla olur mesela cezanı afına misal gibi yan hiç urulma dimekdir şarı afına misal bu eser acizane bendeizidir tadri eger bilmek istersen dimekdir atabey kılıç evvela ahrı kitabda kain iarımızda revnaefza lafıla pür olan lafı ilave olunması belaatı lisanı osman belagat kaynakçası ahmet cevdet paşa, belagatı osmaniyye, , akçağ, ankara. amed amd, belaatı lisanı osman, matbaai amire, istanbul. akbulut, sakine, edebiyat, ali canip yöntem,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. akgün, yüksel, manastırlı mehmed rıfat'ın mecamiü'ledeb adlı eserinden ilmi bedi, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. aksoy, mustafa, molla lütfi'nin risalei mevlana lütfisi,, ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir. akyürek, özlem, izmirli ismail hakkı esrarı belagat , , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. benli, sami, osmanlı devletinin kuruluşundan fatih devri sonuna kadar geçen dönemde arapça belagate dair eser yazan osmanlı türk alimleri, , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, istanbul. benli, sami, yusuf elkirmasti hayatı ve ettebyin fi'lmeani ve'lbeyan, , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, istanbul. bilgegil, kaya, edebiyat bilgi ve teorileri , ikinci baskı, enderun kitabevi, istanbul. birinci, necat, menemenlizade mehmed tahir'in edebiyat bilgileri: osmanlı edebiyatı, edebiyat üzerine incelemeler, istanbul. atabey kılıç bolelli, nusreddin, belagat beyanme'anibedi' ilimleri, arap edebiyatı, üçüncü baskı, marmara üniversitesi ilahiyat fakültesi vakfı yayınları, istanbul. bursalı mehmed tahir: osmanlı müellifleri, haz. cemal kurnaz ve mustafa tatcı, bizim büro, ankara. canpolat, hülya, edebiyat, ali canip yöntem,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. cin, mehmet, mehmet rifat'ın mecamiü'ledebinden ilmi beyan kısmının transkripsiyonu, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. çabuk, ibrahim, malumatı edebiyye: fuat köprülü, şahabeddin süleyman, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. çuhadar, leyla, miralay süleyman bey, mebaniü'linşa: cildi sani, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. dağlar, abdülkadir, klasik türk edebiyatı şerh geleneği ve hacı ibrahim efendi'nin şerhi belagat'ınadair, turkish studies, ınternational periodical fort he languages, literature and historyof turkish or turkic, volume, spring, www. turkishstudies. net, doğan, betül, manastırlı mehmed rıfat'ın mecamiü'ledeb usuli kitabet ve hitabet usuli tenkid,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. dündar, seyhan, belagatı lisanı osmani ahmed hamdi,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. eraslan, kemal, eski bir belağat kitabı, milli türkoloji kongresi, şubat, , istanbul. erünsal, ismail, mu'idi'nin miftahu'tteşbih'i, osmanlı araştırmaları, sayı: , istanbul. http: www. turkishstudies. net belaatı lisanı osman görgün, tahsin, dilbilim, dil felsefesi ve belagat üzerine, edebiyat ilmi ve problemleri sempozyumu, eylül , , ankara, güler, ayşegül, mizanü'lbelaga, abdurrahman süreyya,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. hacımüftüoğlu, nasrullah, belagat ekolleri ve anadolu belagat çalışmaları, atatürk üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, sayı. hacımüftüoğlu, nasrullah, kelamcılar ile islam felsefecilerinin belagat ve i'caz ilimlerinin gelişmesindeki rolü, atatürk üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, sayı. hacımüftüoğlu, nasrullah, belagat ilminin gelişmesine müessir olan kaynaklar, atatürk üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, sayı. hacımüftüoğlu, nasrullah, ahmet cevdet paşa'nın belagatı osmaniyyesi ve yankıları, ahmet cevdet paşa vefatının. yılına armağan, haziran, tdv yayınları, ankara. hacımüftüoğlu, nasrullah, teshilü'lbelağa , izmir. hacımüftüoğlu, nasrullah, osmanlıda belagat, osmanlı, sayı: hacımüftüoğlu, nasrullah, kur'an'ın belagatı ve i'cazı üzerine, erzurum. hacımüftüoğlu, nasrullah, i'caz ve belagat deyimleri, ekev yayınevi, erzurum. karazehir, fatih, mehmet celal, osmanlı edebiyatı numuneleri, , erciyes üniversitesi fenedebiyat fakültesi, kayseri. atabey kılıç kılıç, atabey, üskübi'nin şerhi telhis'i, , ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir. kılıç, atabey, amed amd'nin belaatı lisanı osman'si, kırşehir kültür araştırmaları bilgi şöleni, kırşehir ekim. kılıç, atabey, altıparmak mehmed efendi'nin şerhi telhisi miftah'ında şerh metodu, kayseri ve yöresi kültür, sanat ve edebiyat bilgi şöleni, kayseri nisan. kılıç, atabey, tunca kortantamer'in şerh ve belagata dair dikkatleri, klasik türk edebiyatı sempozyumu tunca kortantamer hatırasına, mayıs kayseri. kılıç, hulusi, belagat, dia, v, istanbul. koç, ali, miralay süleyman efendi'nin mebaniü'linşası: transkripsiyon, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. kovancı, selma, ahmet cevdet paşa'nın belagatı osmaniyyesi, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. mercan, ilyas, mizanü'ledeb, diyarbakırlı said paşa,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. mermer, ahmet, belagat çerçevesinde metin incelemesi, edebiyat ilmi ve problemleri sempozyumu, eylül,, ankara, muallim naci, edebiyat terimleri, ıstılahatı edebiyye,, risale, istanbul. okatan, halil ibrahim, sururi'nin bahrü'lma'arif'i inceleme ve mukadditni, ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir. belaatı lisanı osman onur, esra, mecami'ü'ledeb'in usuli fesahat kısmı, klasik türk edebiyatı sempozyumu tunca kortantamer hatırasına, mayıskayseri. öz, özden, ali ekrem edebiyat nazariyeleri, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. özcan, cihangir, mehmet celal, osmanlı edebiyatı numuneleri, , erciyes üniversitesi fenedebiyat fakültesi, kayseri. öztürk, furkan, ahmed reşid nazariyyatı edebiyye transkripsiyon, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. özuysal, esin, manastırlı mehmed rıfat'ın mecamiü'ledebi ahvali tahrir, , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. paksoy, kezban, ibradılı mehmed şükrinin ilmi belagat'ı, uluslararası türklük bilgisi sempozyumu, nisan , erzurum. palaoğlu, nilüfer, elhac ibrahim şerhi belagat , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. saraç, yekta, klasik edebiyat bilgisi belagat, bilimevi, istanbul. saraç, yekta, türk edebiyatında belagat ile ilgili yazılan ilk türkçe eserlerin değerlendirilmesi, kayseri ve yöresi kültür, sanat ve edebiyat bilgi şöleni, kayseri nisan bildiriler, ı, kayseri, saraç, yekta, osmanlı döneminde belagat çalışmaları, Journal of turkish studies, volume ı. sivri, burhan, mehmet celal, osmanlı edebiyatı numuneleri , , erciyes üniversitesi fenedebiyat fakültesi, kayseri. atabey kılıç sönmez, sabahat, edebiyat, ali canip yöntem,, ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. şafak, yakup, süruri'nin bahru'lmaarif'i ve bu eserdeki teşbih ve mecaz unsurları, selçuk üniversitesi türkiyat araştırmaları dergisi, sayı:, konya. şafak, yakup, süruri'nin bahru'lmaarif'i ve enisü'luşşak ile mukayesesi, , atatürk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, erzurum. tanyıldız, ahmet, belagate ilk adım: kelimenin fesahati, klasik türk edebiyatı sempozyumu tunca kortantamer hatırasına, mayıskayseri. ulus, hasan fehmi, şemseddin enniksari ve şerhu'lizah'ı, , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, istanbul. uslu, özlem, malumatı edebiyye, cilt: köprülüzade mehmet fuat, şehabettin süleyman: der saadetkanaat matbaası , , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. uysal, selçuk, mehmed abbas'ın keşfü'lferaidi,, ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir. ülken, fatih, şeyh ismail ankaravi'nin miftahu'lbelaga ve misbahü'lfesaha'sı, , ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, izmir. yazıcı, hüseyin, hızır muhammed elamasi ve elifaza fi şerh ünbubu elbelaga, , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, istanbul. yetiş, kazım, cevdet paşa'nın belagatı osmaniyyesi ve uyandırdığı akisler, kubbealtı akademi mecmuası, yıl:, sayı:, ocak; yıl:, sayı:, nisan; yıl:, sayı:, ocak ; yetiş, kazım, edebiyat nazariyesi sahasında batıya açılan ilk kitap: mebani'linşa, mehmet kaplan'a armağan, dergah, belaatı lisanı osman istanbul; yetiş, kazım, belagat, rhetorique ve edebiyat nazariyesi sahasında türkçe neşredilmiş kitapların açıklamalı bibliyografyası, tdaybelleten, ankara, yetiş, kazım, namık kemal'e göre belagat meselesi, ölümünün. yılında namık kemal sempozyumu, kültür bakanlığımilli kütüphane, aralıkankara; yetiş, kazım, tanzimat sonrası belagat ve retorique kitaplarımıza fransız retorique kitaplarının tesirleri, türk dünyası araştırmaları, sayı:, ekim; yetiş, kazım, yenileşme devri türk edebiyatında milli rhetorique meselesi, tdaybelleten, ankara. yetiş, kazım, edebiyat nazariyesi kitaplarında namık kemal'in eserlerinin örnek olarak değerlendirilişi, doğumunun yüz ellinci yılında namık kemal, akm yayınları, ankara; yetiş, kazım, talimi edebiyat'ın retorik ve edebiyat nazariyatı sahasında getirdiği yenilikler, akm, ankara. yetiş, kazım, şiir ve retorik, hece, sayı:, mayıshazirantemmuz; yetiş, kazım, belagattan retoriğe, kitabevi, istanbul. yetiş, kazım, belagat kitaplarında fuzuli'nin örnek olarak değerlendirilişi, belagattan retoriğe, kitabevi, istanbul, yetiş, kazım, halit ziya uşaklıgil'in bilinmeyen bir eseri, belagattan retoriğe, kitabevi, istanbul, yıldız, ayşe, ahmed reşid nazariyyatı edebiyye transkripsiyon, , ege üniversitesi atabey kılıç edebiyat fakültesi, izmir. yıldız, ayşe, bazı belagat kitaplarına göre secinin tanım ve tasnifi üzerine düşünceler, klasik türk edebiyatı sempozyumu tunca kortantamer hatırasına, mayıskayseri. yıldız, musa, bir dilci olarak ali kuşçu ve risale fi'listi'are'si, kültür bakanlığı yayınları, ankara. yılmaz, gülay, manastırlı mehmet rıf'at'ın mecamiü'ledebi ilmi meani , , ege üniversitesi edebiyat fakültesi, izmir. belaatı lisanı osman dizin a abdü'lamd 'an, ahmed cevdet paşa ahmed hamdi , ahmed hamdi efendi, al, aliyye, alaai istibaliyyet, alaai ma, altıparmak mehmed efendi, ankaravi, ariso, ar, b belaat belagatı lisanı osmani, belagatı osmaniyye, beraatü'listihlal, bursalı mehmed tahir, c camii al, cemi maa'ttasm, cemi maa'ttefr, cemi maa'ttefr ve'ttasm anatı, cesni sual, cevdet paşa, ciheti camia, ciheti camiai ayaliyye, ciheti camiai vehmiyye, cinas, cinası a, cinası laı, cinası muarref, cinası muari, cinası mükerrer, cinası müredded, cinası mürekkeb, cinası mürekkebi mefr, cinası mürekkebi müşabih, cinası müstevf, cinası müzdevic, cinası müeyyel, cinası naı, cinası rüf, cinası tam, cinası tammı mümasil, corafyayı kebr, cümlei aberiyye, cümlei inşaiyye, atabey kılıç cümlei mefle, cümlei mevle, d delaleti ayrı vaiyye, delaleti lafiyye, delaleti maneviyye, delaleti vaiyye, e edebi aleb, efali muarebe, efali ud, f faidei aber, feaat fenni bedi', fıra, fili med, fili taaccüb, fili emm, ful, g arabet ayrı iab, ayrı ahir, girzgah, uluvv, uluvvı müstasen, uluvvı müstehcen, h adatü'ssuada, aat aatı aliyye, asen, hindistan seyaatnamesi, iss, iab,'ulaatü'lferai, üsni ibtida, üsni mala, üsni taallu, ı ınab, ınabı ab, ınabı mabl, ınabı mabn, ınabı mümil, i ibtidaiyye, cazı mabl, cazı mual, ifrad, iare, ira, ira, hamı tenasüb, ihanet, itibak, a, ilmi ar ve'lavaf, ilmi belaat, ilmi beyan ilmi mean, belaatı lisanı osman iltifat, iltimas, iltizam, inat, inkar, inkariyye, inşaı ayrı aleb, inşaı aleb, intial, irad, irsali mesel, ismail ankaravi, isnadı 'aber, istanbul, istiare istiarei mekniyye, istiarei muarraa, istiarei muarraai mulaa, istiarei muarraai mücerrede, istiarei muarraai müraşşaa, istiarei tayliyye, istiarei temsliyye, istibad, istiba, istidrac, istidrak, istifham, istifhamı inkar, istifhamı tarr, istihza istnaf, isirdad, istirad, itilaf, itira, itiraı kelam able'ttemam, ittiadı iştia, a bade'libham, iharı malb, k ab albi küll, albi ba, arnei aliyye, arnei vaıalı kinaye, asem, arı ifrad, arı alb, avaidi seylemiyye, kazvini, kelamı ibar, kelamın belaatı, kelamın feaatı, kelimenin feaatı kesreti tekrar, kinaye kinayei bade, kinayei müfrede, kinayei mürekkebe, l lazımı faidei aber, leff ü neşri ayrı müretteb, atabey kılıç lüzmı malayelzem, m maaletü'lurefa fmesaili'lukema, malbı mücenna, maksı müstev, mebani'linşa, mecaz, mecazı al, mecazı müfred, mecazı mürekkeb, mecazı mürsel, medali inşa, mehmed altıparmak, menl, menli ııla, menli örf, menli şer, mes, miftahu'lbelaga ve misbahu'lfesaha, miftahu'lulum, mi'yaru'lkelam, mizanü'ledeb, molla cami, mcibei cüziyyei amliyyei müsevvere, mcibei külliyyei amliyyei müsevvere, mcibei külliyei şarıyyei lüzmiyye, mcibei madle, mugni'lküttab, muhtasaru'lmutavvel, mualefeti ıyas, mutemelü'ıddeyn, mutavvel, mulaa mübalaai mable, mücerrede, münif, müraşşaa, müretteb, mürtecil, müstear, müstearun leh, müstearun minh, mütekellimde belaat, mütekellimin feaatı n neayiü'şşeban, nes, nida, o osmanlı müellifleri, r reddü'lacz ale'adr, rhetorique, rica, s salibei cüziyyei amliyyei müsevvere, belaatı lisanı osman salibei külliyei amliyyei müsevvere, salibei külliyei şarıyyei müsevverei lüzmiyye, anatı aks, anatı cem, anatı üsni tall, anatı ham, anatı itibas, anatı alb, anatı leff ü neşr, anatı muvazene, anatı müraatı nar, anatı müşakele, anatı müzavece, anatı rüc, anatı tasm, anatı tecrd, anatı tefr, anatı tefr, anatı teabül, anatı telf, anatı temsl, anatı tensu'ıfat, anatı ter, anatı tevch anatı tevriye, anatı ıba, sebki mefl, sebki mevl, sebki mürekkeb, sec seci muraa, seci muarraf, seci mütevazin, seci müvaz, sekkaki, sira, siyaatü'ladad, uverü'lkevakib, süleyman paşa, ş şarıyyei müsevverei cüziyye, şarıyyei tefaıyyei müsevvere, şerhi telhisi miftah, şibhi iştia, t tacz, talb, tar tar, tafl bade'licmal, taftazani, tad, tadi laf tadi manev, tarr, alebiyye, tar, tamn, tebl, tecahülü'larif, tecnsi alb, atabey kılıç tecnsi muarraf, tecnsi mükerrer, tedehhüş, tedellüh, tedb, tefsr bade'libham, tefsri cel, tefsri af, tekdr, tekd, tekrr, teksr, telhis telhisü'lmiftah, telm, temenn, tenafür, tenafüri urf, tenafüri kelimat, tenasüb, tenbh, tendm, tekdü'lmed bima yüşebbihü'em, tekdü'em bima yüşebbihü'lmed, tercümei maamatı arr, terdd terecc, terb, terkbi bas, terkbi muayyel, teshilü'laruz ve'lkavafi ve'lbedayi', teshm, teşabühi eraf, teşbh, teşbhi bel, teşbhi cem, teşbhi af, teşbhi malb, teşbhi mefr, teşbhi melff, teşbhi merdd, teşbhi meşr, teşbhi mufaal, teşbhi mücmel, teşbhi müekked, teşbhi mürsel, teşbhi tesviye, teşbhi ahir, teşdd, tetabuı iafat, tevb, tevf, tevriyei muraşşaa, tevriyei mübeyyene, tevriyei mücerrede, tevriyei müteheyyie, ıbaı cab ve selb, ıbaı mcib, türkçe mutaar manı, u belaatı lisanı osman uli corafya, uli fıh, ü üsküplü mehmed bin mehmed altıparmak, v vaf, vechi şebeh, vechi şebehi al, vechi şebehi ayal, vechi şebehi iss, z afı telf, at, yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve ida dide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in hi mayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfın da iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye neza reti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşruti yet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, za hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. hüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harman cı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. yaşamı yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ı stanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ayna 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, kimdir? söyle. man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neş retti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya mil letvekili olarak katıldı. hüseyin rahmi gürpınar tanzimat, serveti fünun, meşruti yet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. efendi'nin yüzünde derhal bir güven sizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzen lenmiştir. hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplu mun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanı mefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, ec zacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhab bet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namus suzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, hüseyin rah mi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesidir. kemal bek'in bil lur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır . koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü bo yunca hiç evlenmez. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce ga zete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihin den epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. hüseyin rahmi seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi ada vapurunda afe rin hayrullah ahlak humması allah gön lüne göre versin annemin ölümü asansör balta ile doğuran böyle doğurur benim babam kimdir? bir açın ruznamesinden birkaç yaprak bir genç kızın avazei sikayeti bir hafiyenin itirafatı bir muamma bir oburun mücadelei nefsiyesi bir seyahatı acibe bugün ne yiyeceğiz? büyük ana büyük bir ibret dersi büyük bir nedamet büyük günah çocu ğumun babası çocuklara yasak ecir ve sabır er kişi niyetine erkeğe galebe reçetesi eşeklerin dilinden anlayan bir mütehas sıs eşkıya oyunu eti senin kemiği benim falaka fırkacı galip ve mağlup vaziyeti garip kaldığımız günlerde gönül ticareti gugular hangisi daha zevkli? hattı istiva hayvanat mitingi heybeliada merkeplerinin grevi horoza ses talimi ihtiyar muharrir iki külhani arasında iki loğusa imrenilecek bir intihar istanbul'da bir frenk istanbul'un esa reti günlerinden bir hatıra kadını müdafaanın cezası kadının erkeğe galabesi kadınlar mebusu kadınlar vaizi kanlı romanlar: ben deli miyim? billur kalp bir muadelei sev da cadı can pazarı cehennemlik deli filozof dirilen iskelet dünyanın mihveri para mı kadın mı? efsuncu baba eşkıya inin de evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu? gönül bir yelde ğirmenidir sevda öğütür gulyabani hakka sığındık hayattan sayfalar iffet insanlar maymun muydu? kaderin cilvesi kesik baş kokotlar mektebi kuyruklu yıldız altında bir izdivaç met res tesadüf mezarından kalkan şehit muhabbet tılsımı müreb biye namuslu kokotlar nimetşinas ölüler yaşıyor mu? sevda peşinde şeytan işi şık şıpsevdi son arzu toraman tutuşmuş gönüller utanmaz adam. eserleri eldiven katil puse kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında kedi yüzünden kedim nasıl öldü? kılıbık kıpti düğünü kırço kiralık vücut kocası için deli divane kocasını boşayan hürmüz hanım kumru ile büyük hanımın mükamelesi lakırdı beynimizde leke li humma şüphesi melek sanmıştım şeytanı menekşe kalfa'nın müdafaanamesi meyhanede hanımlar mırnav. mırnav misafir mutallaka mübareğin kuyruğu müslüman mahallesinde bu iş olur mu? namusla açlık meselesi nasıl dolandırıcı ol dum? nergis hanım'la fehmi bey nurker ha nım'dan mektup ölü diri getirir refia hanım'ın köftesi sahte doktor samatya tramvayında topa yirmi kala sigarayı nasıl terk ettim? sirkeci lokantalarında iftar sokakta sonbahar göçleri sıllıkla züppe sehirde bir seka vet tehlike karşısında keçi fil oluyor tensikatı beytiye ters konuşma tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir tosun tövbeler tövbesi tü nelden ilk çıkış türkan hanım'dan mektup uçurumun kenarın da üç misal varda ispanyol geliyor! yanık dolma yankesiciler yankesiciler kulübü yeni diyojen zarafet ile tekir zavallı halime zavallı katil zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor bakkal bodasa ki'den hüseyin rahmi bey'e mektup balık pazarı bir maymunun intiharı boykotajın telakkii değeri dağların şenliği döşekten bir sada gökten köpek mi yağıyor? halkın saflığı hanımların ökçesi beylerin öfkesi hayat ve ölüm heybeli yangını horoz ailesi sinirli hanımın mektubu iğ neli fıçı ilk orucum insan çekiştiren eski vaizler kanatsız uçak yelkensiz gemi kanımızı emenler karıncalarla savaştayım pis bir vak'a taharet meraklısı üfürükçülü ğüm yazarlar nasıl ölür? hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizimeyhanede hanımlarnamusla açlık meselesika çeviri hikayeler: arsızlık eden cezasını bulur baba kornil'in mühim bir sırrı bir sehvi rü'yet bir zeki rehnüma garip bir mektup hali zamanı olmayan adam hasta çocuk iki öksüz ke dilenmek illeti kim iki bin dolar kazanmak ister? münzevi rahip ne boş hayal imiş rahibin merkebi sadakat şeytanın karısı zavallı cambaz. emile gaboriau'dannumaralı cüzdan, bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Ju les arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gaze tecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım. oyunlar: gülbahar hanım hazan bülbülü kadın er kekleşince tokuşan kafalar iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor şekaveti edebiyat. buseiki hödüğün seyahatitünelden ilk çıkışgönül ticaretimelek sanmıştım şeytanıeti senin kemiği benim. emine gürsoy naskaliromanında olaylar, eserin kahramanların dan naki'nin ağzından nakledilmektedir. naki, zengin bir ailenin el üstünde tutularak büyütülmüş oğludur. bedia'yı, ev lendikleri gece aralarında geçen tartışmalar sonucu babasının evine gönderir. ancak bedia bu evliliği babasının zoruyla yapmıştır. aslında fatin adlı bir genci sevmektedir ve ailesi buna karşı çıkmıştır. bedia evlendikten sonra da fatin'le ilişkisine devam eder. naki bu gerçeği daha sonra anlar. karısının fatin'e yazdığı mektupları ve fatin'in fotoğrafı nı bulup da karısını sorguya çekince bedia bir bunalım geçirir. bu bunalım neticesi çocuğunu düşürür, ağır hastalanır. bu olaylar so nucunda naki ile ayrılırlar. bedia babasının evine döner, iyileşir ve fatin'le evlenir. hüseyin rahmi gürpınar'ınromanı ilk olarak ikdam gazetesinde tefrika edildikten sonra ayrıca maarif ne zareti celilesinin ruhsatıyla ikdam matbaasında 'dakitap olarak basılmıştır. roman, 'da yeni harflerle istanbul hilmi kitabevi tarafından yayımlanmıştır. yeni harfli baskıda yer yer sadeleştirmeler bulunmaktadır. kitabevi tarafından bir sevda denklemi adıyla yayımlanmıştır. elinizdeki yayın, romanın ilk baskısına uygun şe kilde sadeleştirilmeden hazırlanmıştır. mevsim kanunusani. dışarıda öyle bir bora ile kar yağıyor ki badı mütehevvirin şiddeti biamanı önüne düşen berfpareler heti sükutlarını şaşırmış bir nüzuli serseriyane ile kasırga harma nı içinde dönüp duruyor. rüzgarın sokaklardan, damlardan süpürüp beyaz bir duman gibi havaya kaldırdığı karlar yukarıdan inenlerle çarpışıyor. berfin semadan mı zemine, yoksa zeminden mi semaya yağdığı fark olunamıyor. bir elimde kahve, ötekinde si gara, pencereleri sarsan boranın tiz perdelerden muhayyirü'lukul bir seyri seri ile çıkardığı gam'ları keskin ıslıkları dinleyerek bu şiddeti sermaya karşı kızıl pırıltılarından, latif çıtırtılarından teselli bekler gibi ateşe bakıyorum, baktıkça kürkün içine büzülü yorum. rüzgar, sarsıp geçtiği yerlerin her birinden başka nevi me hip sedalar çıkartıyor. ağaçlar hemen serbe taam: yemek kanunusani: ocak badı mütehevvir: hiddetlenen rüzgar berfpare: kar parçası nüzuli serseriyane: serserice iniş ber kar muhayyirü'lukul: akla hayret veren seyri seri: süratle şiddeti serma: soğuğun şiddetimehip: korkunç böyle bir leylei şita ateş başında teşkili dairei musahabe için ne güzel bir zemini safadır. bu gibi kış gecelerinde çocuklu ğumu tahattur ederim. eski evimizin orta katında kuytu büyük bir oda vardı. ortaya mevzu tepeleme dolu sarı mangalın etrafına biz kız oğlan, beş altı çocuk, annele rimiz, teyzelerimiz, halalarımızla dizilirdik. komşu hanımlar da misafir gelirdi. bir perinin üç kızı varmış zemininde masallara girişilirdi. safveti tıflanemle kadar dikkatle, derece mahzuz olurdum ki şimdi en ciddi eserlerde bu lezzeti bulamıyorum. sohbeti ifadatına bizi ikna için yeminler ede ede en dehşetli gulyabani', çarşamba karısı' fıkrala rını hikaye ederdi. mısır, bostan zamanı tarladaki kulübelerinde mahsulatı beklerken bir gece mehtapta gulyabaninin biri kulübe kapısına kadar gelip de içeride süpürge bulunduğu için tılsım dan havfen duhule cesaret edemeyerek hiddetinden nasıl dişlerini gıcırdata gıcırdata pürgazap çekilip gittiğini hikaye ettiği esnada ben dehşetimden büzüle büzüle yanımdaki kadına mümkün olduğu sekenei esvakımız olan köpeklerin, sefil mahlukların ara sıra derinden, karlar altından boğuk boğuk avavei şikayetleri işi tiliyor. yirmi otuz saniye fasıla ile zayıf, kısık bir hav hav. işte artık donuyoruz mealinde bir enin, rüzgarın ıslıkları içinde boğulup işitilmez oluyor. derya pürcuşuhuruş sanki bil mukabele köpüre köpüre rüzgar ile cidale atılıyor. penbe hanım'ın, azayı vakayii bütün gullerden, devlerden müteşekkil olan müthiş hikayelerindeki eşhası mahufenin tav sifi heybet kametleri için iki ölçüsü vardı. bunlardan birincisi köy camiinin minaresi, ikincisi de kuyu başındaki kavak ağacıydı. olanca talakat ve kudreti mübalağakaranesiyle ellerini tavana doğru kaldırıp ziyneti hikayatı olan gullerin boyunu bu iki ölçüye nispet ederek işte onlar köy minaresiyle kavak ağacının tepesin den bakarlardı derdi. sonra gulyabaniyi takip eden dev, cadı hikayele rinde dehşetim büsbütün müzdad olur, yanımdaki hanımla etekle rimizin düğümlü olduğunu unutur, kadın kalkınca tabii beni ete ğimden sürüklerdi. beni gulyabaniler çekiyor zannederek avazım çıktığı kadar haykırırdım. tuhaf, acıklı veya ga rabetamiz masallarla leyali tufulanemi malamal huzuz eden komşu hanımların da çoğu tebdili alem eylediler. sağ kalanların da kimi öksürükten kimi romatizmadan muztarip. hemen hepsi senelerin barı maluliyyeti altında zebun, hanelerinden dışarı çı kamıyorlar. böyle rüzgar inler, ortalık titrerken bende, gak' dedikçe bir koyun, gık' dedikçe bir tulum su isteyen zümrüdüan azayı vakayi: olayın bölümleribarı maluliyet: hastalık yükü müzdad: artmışeşhası mahufe: korkunç şahıslar müzdad: artmış azayı vakayi: olayın bölümleri gul: cin eşhası mahufe: korkunç şahıslar tavsifi heybet kamet: boy ve heybetin tavsifi talakat: dil açıklığı kudreti mübalağakarane: abartma gücü garabetamiz: garip leyali tufulane: çocukluk geceleri malamal: bütünüyle, baştan başa tebdili alem: alem değiştirme barı maluliyet: hastalık yükümalamal: bütünüyle, baştan başagarabetamiz: garip bu arzumu neyle teskin edeyim? romanlardan ziyade seya hatnameleri severim. masalı masal diye dinlersem de romanı masal diye okumak da istemem. bir hikayenüvisin tertibi vakayiinde buyı kizb istişmamı nazarımda eserin kıymetini kesreder. ro man veya hikaye kelimesi yalan' ile müteradif gibidir. fakat nam altında okuduğum şeylere biraz zihnim yatmalı. romanın esası tertibi muhayyel olsun zararı yok. lakin heyeti mecmuayı teşkil eden ebvabın her biri hayatı ruzmerremizden alınmış birer safhai hakikat olmalı. muaşakalar ve bütün ihtirasatı beşeriyye vukuı hakikisi şeklinde musavver bulunmalı. pek yabis, pek maddi musavverattan da hoşlanmam. muharrir ilmen, fennen ihatai külliyyeye malik, istidat ve kuvveti kalemiyyece adeta bir harikai zaman olmalı ki bu şeraiti haiz fuhuli üdeba ka kuşunun hikayesini dinlemek hevesi tufulanesi uyandı. fakat artık buna imkan yoktu. kadınlardan hiçbiri gelip de beni eğlen direbilecek halde değildi. kütüphanemi karıştırarak kış gecesinde dehşetten tüylerimi ürpertecek heyecanengiz vaka yi ve garaibi hakikiyye ile memlu bir seyahatname bulmak sevdasına düştüm. mutedil mıntıkalardan bahis bir seyahatname istemiyordum. ya şimalin buzdan mağaralarından, müncemit eb harından, aylarla devam eden leyali acibesinden, fecirlerinden, hemrengi berf canavarlarından, billuri buz kulübelerinde oturan sekenesinden fusuli zemherir açarak okuyanı titretecek veyahut ki afrika'nın duzehden nişan veren harareti şemsi altında ağaç ları çadır kadar yaprak açan ormanlarından birbirini yiyen vahşile rinden, müthiş yılan, fil, arslanlarından bahsederek insanı terletecek bir eser arıyordum. evet. ya titretecek veya terletecek bir şey. bilmem neden gece işte böyle ifrat, tefrite düşmüştüm. herhangi bir şey, biraz temini rağbet ederse derhal onun sah tesi çıkar. bir hükumetin nim resmiyetini haiz büyük seyahatle re dair neşredilen asarın mazharı rağbeti kariin olması birtakım muharrirleri bu vadide icalei kaleme sevk etmiş, romandan ve avrupa'da bile mahduttur. fransızca asarda bunların soğuk mu kallitlerini mütalaadan lezzet alamam, boğulurum. bir zamanlar louis Jacolliot gibi bazı muharrirlerin eserleri ne ne kadar aldandım. fakat iltizamı garabetle seyahatnamele rini masal şeklinde yazmış olduğuna teessüf ederim. mısır'a dair yazdığı zendostluk hurafelerine ancak avrupalıları inandırabilir. vahşetabad enhar sevahilinde hep gözlerinden nişanlayıp öl dürdüğü timsahlar eski şövalye hikayelerine reşkaver olacak bir tarzı eblehfiribanede tasvir edilmiştir. bazı avrupa muharririni birkaç kütüphane dolaşmaktan gayrı şeddi rahl külfetine lüzum görmeksizin diğer seyahatname ve atlaslara bilmüracaat bir malumdan on meçhulü istihraç ta rikiyle hiçbir keşşafa vusuli müyesser olmayan biladı gayrı malumeden insanı engüştberleb hayret edecek surette bahset mişlerdir. görmediği yeri yazmak yahut görüp de tasviri hakikat her kaleme müyesser olamayacak müşkilatı bedihiyyesine mebni işi roman vadisine dökmek nevinden birkaç seyahatname numunesi de bizde görüldü. evanı tufuliyyetindeki hissiyyatı masumane ve safiyyenin içinde bir iki saat yaşamak için masal dinlemek istiyorsun ama na file. demler geçmiş ola. şimdi bin masal dinlesen eyyamı mesudenin beş dakikasını iade kabil olamaz. yalnız fiilen çocuk luk etmiş olursun. manen eski hazzın binde birini bulamazsın. seyahatname mütalaasından da vazgeç. onlarda da bir hakika te on yalan ilave edilmiştir. zihnin, gözlerin, diğer bir muharririn meşgufı düruğu olacağına, sen kendin etraflı dallı budaklı bir ya lan uydur, kuvvei hayaliyyen nispetinde onu tezyin eyle, kisvei hakikatine sok. telle, pulla, bütün ekini pükünü macunı tezhib ile ört. da tefrika tefrika neşretsin. haydi düşünme. düşünme. sinemdeki medad sehlü'lcereyan, çevik bir kalemle akdi vifak, inanı ıtlak ederse meydana gelecek hikayeye başkaları değil, sen bile aldanır, yazarken gah ağlar gah gülersin. yazıhanemin çemeni meşammı üzerine lambanın abajurundan yağan ziya altında parıldayan hokka ile silginin dikenleri arasına sokulmuş kalemlere baktım. bunlar beni işbaşına, yazıya davet ediyorlardı. hele hokka ağzını açmış, sanki bir tavrı tazarru ile diyordu ki: ah hokkabaz hokka seni! beni yalana sen alıştırdın! haydi bu defa da sözünü dinleyelim. fakat tavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarmaevanı tufuliyyet: çocukluk zamanııtlak: salıverme eyyamı mesude: mesut günlertavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarmaevanı tufuliyyet: çocukluk zamanıeyyamı mesude: mesut günlermeşgufı düruğ: yalan düşkünükuvvei hayaliyye: hayal gücükisvei hakikat: hakikat kılığımacunı tezhib: yaldızlama macunumedad: kalemsehlü'lcereyan: akması kolayakdi vifak: aynı düşüncede olma, uyuşma, anlaşmainan: dizginlerıtlak: salıvermekazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancı kazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancıinan: dizginler sen, kalem, ben bu üç refiki samimi birbirimizi gücendirmeden, aldatmadan yine bu işi nasıl başa çıkaracağız? ama nasıl yalan, tıpkı sahihe, hakikiye benzeyecek. derhal münekkitler başlar: burada muharrir amma da zırvalamış ha! böyle kubbesi mutabık gelmeyen yalan oku yacak olduktan sonra muhayyelatı aziz efendi ne güne duruyor? sırf ahvali ruhiyyeye dair bir roman yazsanız bu ne kadar çekilmez tafsilat? hemen hiç bir şey. bir kadın entarisinin en görünmez buruşukluklarına ka dar teksiri sevda ediliyor. bir insanın her sabah her akşam nasıl kalktığı, yattığı tarif olunuyor. ruh sıkıcı bir hikaye. serzeniş lerine uğrarsınız. vaka biraz karışık, heyecanlı olsa zaman mü ceddidini şebabın şu: yeni masalı okuyor musunuz? hakikaten gülünç! zavallı romancı, memleketimizde Xavier de montepenlere hayrü'lhalef olmak istiyor. hikayesi sade vukuat. birkaç sürpriz tertip etmedikçe masalını ne yolda tezyin edebilecek? berefiki samimi: samimi arkadaşmünekkit: eleştirmenahvali ruhiyye: ruhi halleransiyen rejim teksiri sevda etmek: melankoliyi çoğaltmakhayrü'lhale hayırlı evlatmüceddidini şebab: yenilikçi gençlerperverde olmak: yetiştirilmekzamanı terakki: ilerleme zamanıcevelangah: dolaşma yeri dışarıda bütün zevi'lervahın iliklerini donduran sermanın kalemime sirayetinden korka korka bati bir hareketle kalktım. ya zıhanemin önüne oturdum. bendeniz evde yokken namı acizaneme gelen mektupların vazına mahsus ufak bir tepsi vardır. yazıhane nin üzerinde durur. bazı akşam bu tepside bir iki mektup, tezkere bulunur. akşam baktım, birkaç zarf var. taşradan iki mektup. muhteviyatları beyanı meveddet ve selam senadan ibaret. biri mazruf, diğeri açık iki carte de visite gördüm. pek sevdiğim bir arkadaşım. defterimin zahrında kurşun kalemle muharrer şu: beş defaki ziyaretimin cümlesinde evde bulunamadığına bir türlü inanamıyo rum. seni bir yerde yakalarsam öfkemi çıkaracağım. müdafaanı hazırla. sözleriyle bana çıkışıyor. bu ziyaretlerinizin beşinde de evde bulunamadığıma doğrusu ben de inanamıyorum. alafrangada olduğu gibi bizim kabul günlerimiz yoktur. sizin gibi misafirlerin de saati ziyaretleri pek muayyen değildir. terbiyesiz lik addolunur. her sabah evden bana sorarlar: bugün sizi görmeye gelenlere ne de ğenmeyenler elbette daha iyisini tahrire muktedir zevat olacaktır ki böylelerinin teksirini görmek bütün terakkiperestanla beraber bu naçizi de memnun eder. bu da züppe, genç ihvanımın birinden. beni yarın akşam beyoğlu'nda bir haneye davet ediyor. orada afif, hesna bir kız varmış. beynlerinde mukaddemei mua şaka gibi bir şeyler başlamış. haydi oradan zevzek dedim, kartı kağıt sepetine attım. fil dişinden tıraşide bir ince safhayı andırır, beyaz damarlı, ütülenmiş gibi düzgün bir zarf. üzerini okudum. hakkımda kadar işitilmedik elkap, derece fevka'ttasavvur tabiratı tazimiyye kullanıl mış ki bunların binde birine kendimi müstahak göremediğimden kelimeler hep birer acı istihza gibi gözüme battı. bunu da bir haydi oradan zevzek sözüyle açmadan elimden fır latmak istedim. fakat zarfın bir köşesinde kabartma olarak fransız ca harfleriyle onların altında bir de hususidir. meraka düştüm, zarfı açmadan bu inisiyallerin delalet edebileceği isimleri düşünmeye başladım. mehmet nuri, mahmut necati, münir nail ve daha bunlara müşabih mim, nun harfleriyle ibtidar eder bir hayli isim buldum. fakat bu isimlerde tanıdığım hiçbir zat aklıma gelmedi. zamk ile ya pıştırılan kapağın tamam re's zaviyesine girift bir imza atılmış. bu dostum da galiba hep böyle parola günlerine tesadüf etmiş olmalı. şık zarfı örselemeden açmak için kağıt bıçağıyla usul usul kestim, mektubu çıkardım. vavların tekneleri keskin keskin çıkarılmış. elifler, lamlar cetvel ile çekilmiş gibi biraz mailen yek diğerine muvazi. helerin gözleri adeta insana gazubane bakı yor zannolunacak birer heybette. hattın eşkali umumiyyesinden işlek bir yazı olduğu ve katibinin müddeti medide hüsni hatt talim etmiş bulunduğu anlaşılıyor. sureti tersimi hattan bence asıl mahsus olan ciheti mühimme, suturun büyük bir hale can veya tesirin tahtı tesirinde yazılmış olmasıydı. sanki katip hiddetlenmiş de öfkesini bir med veya kafin keşidesinden çıkarmış. bazı hurufı mukattaanın ölçüleri kadar keskin çıkarılmış ki onları öyle resmeyleyebilmek için mutlak kalemin bir sürati serir ile ko şup geçtiğine hükümde insan asla tereddüt etmez. külliyen meçhulüm olan bir zatın böyle hususi kaydıyla mektup gönderişi, istiğrabımı mu cip oldu. bana her kelimesi bir hiddet ve şiddeti mücesseme gibi gö rünen bu mektup mahalle kahvesinde hal hatır sorar gibi bitekellüf merhaba hüseyin rahmi! muhatıbı gaibimucip olmak: sebep olmakmuvazi: benzerhüsni hatt: hat sanatıgazubane: öfkeli bir şekildeistiğrap: şaşmamüddeti medide: uzun müddetsutur: satırlarciheti mühimme: önemli tarafcevelan etmek: dolaşmakistiğrap: şaşmamucip olmak: sebep olmakmuvazi: benzergazubane: öfkeli bir şekildemüddeti medide: uzun müddethüsni hatt: hat sanatısureti tersimi hatt: hat çizme tarzıciheti mühimme: önemli tarafsutur: satırlartahtı tesir: tesiri altındazemini ebyaz: beyaz zemincevelan etmek: dolaşmakhurufı mukattaa: bitişik olmayan harflerhiddet ve şiddeti mücesseme: cisimleşmiş şiddet ve hiddetbitekellü teklifsizsureti tersimi hatt: hat çizme tarzı hurufı mukattaa: bitişik olmayan harfler zemini ebyaz: beyaz zemin me karşı bir merhaba, daha doğrusu bir akşamlar hayır olsun da ben savurdum. zarfın üzerindeki ne rütbe ten ne kudreten halime münasip düşmeyecek manasız tekellüfat nedir? alt tarafı kıraate devam ettim. bu naki efendi yahut bey ne tuhaf zatmış. zarfı okurken hiddetleneceğime, sonra da mütehayyir kalacağı ma bervechi pişin katiyen nasıl hükmetmiş? hüsni hattan baş ka biraz da falcılığı var galiba? fakat dediği aynen vaki olmadı mı? doğrusunu söyleyeyim. naki bey'in bu hükmündeki isabeti çekemedim. kendimi adeta bir hud'ai fikriyyeye tutulmuş, al datılmış gibi gördüm. evvela hiddet, sonra istigrap etmiş bulun duğuma nadim oldum. daha şu ilk satırlarda nevumma galip çıktı, ben mağlup kaldım. zarfın üzerini okurken öfkelendiğinize şimdi de istğrap buyurduğunuza katiyen eminim. mütecessisane devamla: ben kendi kendime: naki bey kafi. kafi. zekavetinizi takdir ettim. efkarı adiye ashabından olmadığınızı anladım. artık bu hakikati ispat için ne kendiniziyorunuz ne de beni. maksadınız şu mektup üze rine nazarı dikkatimi celbetmekse işte bu hasıl oldu. bu yolda aldığınız mektupları bir dikkati sathiyye ile oku duğunuz ihtimaline mebni arizai kemteranemi bu tehlikeden kurtarmak için şu ilk desiseye cüret ettim ki ileride takdir buyu racağınızdan emin olduğum hizmeti naçizanemin bu küstahlığımı size muaf göstereceğinde iştibahım yoktur. fakat müsaade, merhamet bu yurunuz. evet, bir şeyden, öyle bir şeyden ki onu tarif için hiçbir li sanda bu şeye alem olacak bir isim, bir kelime bulunamaz zanne derim. bu şey olsa olsa her lisanda her şeye medlul olup da yine hiçbir şeyi ifade etmeyen şey' kelimesinin müphemiyet manasıyla tavsif olunabilir. bu şey kelimatının tehacümü içinde boğulacağım. bu şeyi bir manaya raştığım şey, hiddetiniz değil, arizam üzerine nazarı dikkatinizdir. yine kendi kendime: ariza: dilekçezekavet: zekaefkarı adiye: alelade fikirlerdikkati sathiyye: yüzeysel dikkatmebni: binaen, dayanarakarizai kemterane: acizane dilekçedesise: hileiştibah: şüphealem: işaretmedlul: semboltehacüm: hücumalem: işaret işte bahis buraya intikal etti mi beynim volkana dönüyor. de heni hezeyan ve hameyi biiktidarımdan saçılan kelimeler havaya dağıldı yahut kağıt üzerinde birer suret buldu mu aynen bir menfezi ateşfeşanın bade'ssuud yere dökülen mevadı feveraniyyesi gibi kül kesiliyor. kalbimdeki merkezi narinin şiddetinden haber verecek kuvvetini kaybediyor. ateşi derunumu ifham edecek bir kelime bulamıyorum. uğradığım felaketi, seren camı size hikaye edeyim diye bakınız dünyanın çar kuşesinde yani avrupa, asya, afrika, amerika'da kimsenin başından böyle bir sergüzeşt geçmiş midir? onu da zikrediniz, dünyanın penç kuşesinde olur, kıtaatı hamseden bir şey eksik kalmazdı. takrip ile ona katiü'lmüfad bir kelime bulmalıyım. bu tarif olunamaz şey' nedir, bilir misiniz? zevceme olan muhabbetim. çok şey ki çok şey. kendi kendime: kendi kendime: bütün kainatın icadı vakayide yekta hikayenüvisanı bir araya toplansa buna benzer bir vaka tasni edemezler. tabiat işte bazen böyle bütün muhayyelatı beşeriyyeyi renksiz bırakacak hakayık gösteriyor. elim ayağım titriyor. bunu tahriren hikaye edemeyeceğim. kalemler bunu tasvirden acizdir. yine yüzde elli kuvvetini kaybetmek üzere şifahen belki anlatabilirim. zaman hiç olmazsa kelimatın ağ zımdan şiddeti sudurunu, bir dakikada kaç renge girdiğimi, ne ağlanacak, gülünecek haller kesbettiğimi, bütün etvarı elime ve mudhikemi reyü'layn görür, kalemin biganegi tasvirinde mutazallil kalacak bazı hakayıkı biraz gözden kaçırmamış olur sunuz. bu vakanın roman şeklinde tasvirini zevcemden intikam almak için arzu ediyorum. fakat kader benim ona karşı elimi ayağımı bir müddet bağlı bulundurdu. vakayı size bir defa hikaye edeyim. tabii beğenip beğenmemek, tahrir ve ademi tahrir hususatında yine rey sizindir. bu teklifim lütfen ka bul buyurulursa leylei musahabemizi yarın geceye tertip edelim. bu mektubun hitamı kıraatinde bir defa daha çok şey de dim. naki bey'in ufkı beyanı mart havası gibi gah düzeliyor gah bozuluyor. söz zevcesine intikal edince bütün boralar işte orada ko puyor. zaman ifadei teellümatı için şey şeylerden başka söy leyecek söz bulamıyor. bunların hepsi ala ama insan tavsifi mu habbeti emrinde söz bulamadığı zevcesinin bir romancıya ibreten li'ssairin hikayesini mi yazdırır? haydi işte size birçok şey daha! sakın naki bey aklı üzerine gah gelir gah gider takımdan olmasın? bu ihtimale mebni kendilerini kabul hususunda biraz dü şünmeliyim. vakayı bana hikaye edeceği gecenin sabahı seyahate çıkacağını, kendi için artık istanbul'da aram kabil olmadığını söy lüyor. mektubu birkaç defa daha okudum. düşün düm taşındım. nihayet naki bey'i yarın gece haneme kabule karar müsamere tehiyyatınızın şunlardan ibaret olmasını rica ederim: biri sizin, biri bendeniz için sobanın önüne karşı karşıya iki koltuk. bunların arasına büyükçe bir sigara iskemlesi. birinci nevinden laakal yüz gramlık bir kutu kalıp sigarası. sıkça sıkça kahve. az kaldı unutuyordum. bir koca sürahi limonata. çünkü vakayı anlatırken çayır çayır yüreğim yanar. işte bu kadar te nezzülen vereceğiniz cevabı tahririyi almak üzere yarın saat dörtte ağa bendeniz haneyi alinize gelecektir. hitamı kıraat: okumanın sonu bazı akşam meddaha, karagöze gidiyor, biser bün yaveler dinliyordum. hikaye cılk çıkarsa da bahtıma. her halde biçarenin teessüri fevka'ladesi anlaşılıyor. bir dilhastayı birkaç sözle teselli edebilirsem da bir hareketi insaniyye sayılmaz mı? bakalım şu zavallının zevcesin den şikayeti, kendini terki diyara mecbur eden teellümatı neymiş? bu kadar müteessir görünen bir adamın ifadatında tetkike şayan bazı ahval bulunmamak kabil değildir. oturacağımız yerleri de naki bey'in tensibine göre tertip ettim. nihayet ikiye doğru kar yığınları üzerinde tekerleklerinin sadayı devri boğula boğula bir araba geldi. bizim kapının önünde durdu. kapı açıldı. onu müteakiben mer divenden ayak sedaları işitildi. ben tanımadığım bu acip misa firimi istikbal için sofaya çıkarak merdivenden birkaç ayak indim. mir'den yahut ayar bir terzinin makasından çıkmış samur kaplı bir paltoya bürünmüş endamı narin, reftarı nazik, vechinde asi lane bir melahat lemean eden ve sinni yirmi altıdan yukarı bu kararım üzerine yarın akşam teşrifatlarına intizarımı müşir muhtasar bir tezkere yazdım. sabah saat dörtte gele cek uşağa teslim edilmek üzere lazım gelen adama verdim. anda mektuptaki istihracatımın birçoğu yanlış olduğunu anladım. ben onun açık buğday solgun siması üzerine kalemkarı hilkatin bütün nazikii sun'ıyla resmettiği ince kaş larını, bir bitabi mahmuriyet içinde bayılan uzun siyah kirpiklerle muhat elaya bakar latif gözlerini, kansız ince dudaklarının üze rini tezyin eden uçları yukarı kıvrık hafif bıyıklarını, gözleriyle ya naklarının huddevi arasındaki alaimi tab fütur olan mavimtırak haleleri tetkik ederken da olanca dikkatiyle beni haddei nazardan geçiriyordu. yanıma takarrüp edince mukaddemei halecana delalet eder birkaç sık nefes ve biraz tutuklukla sağ elinden kürklü güderi açık soğani renkli eldivenini çıkarıp bana desti meveddetini uzatarak dedi ki: elimi size hem arzı meveddet için hem de şu birkaç basa mağı çıkmaya yardım etmeniz ricasıyla uzatıyorum. elimi bırakmayarak: suud: yukarı çıkma meveddetiniz bir şeref olduğu gibi suudunuza muavenetim de bendeniz için ayrıca bir bahtiyarlık demektir. kalemkarı hilkat: yaratıcıarzı meveddet: sevgiyi belli etmenazikii sun. yaratmanın nazikliği ben gülerek: muhat: çevrelenmişmukaddemei halecan: çarpıntı başlaması arabaya binerken donuyordum. vücu dum işte böyle nöbet nöbet gah buz gah ateş kesiliyor. rica ederim her halde şimdi ateşten uzak oturalım. bir saate kalmaz yine üşü meye başlarım. kanepenin bir ucuna oturduk. elimi bırakarak gözlerini kapadı, arkasına yaslandı. yorgunluk, kesiklik ima eder bir işmizaz ile başını bir tarafa eğdi, kollarını iki yanına salıverdi, anladım ki mi safirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var, ben de bir müddet sükut et tim. nihayet dedi ki: işte beyim, üşümeye başladım. haydi, sobanın yanında hazır lanmış yerimize gidelim. eldivenlikleriyle beraber bir sandalyenin üzerine attı. yine elimden tutarak: aynı hal bendenizde de vaki oldu. kalın kalemli, keskin ya zınızdan sizi müthiş bir adam gibi tasavvur etmiştim. bakınız ne kadar aldanmışım! mizanü'lhara rete bakınız, on sekizden yukarı değil. onu öyle sizi korkutmak için mahsus kalın kalemle keskin keskin yazdım. bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım. zannım ne kadar yanlış çıktı! sonra: mizanü'lhararet: termometre gülerek: bendeniz büyük aileden ziservet bir zatın yegane oğluyum. beni nasıl naz naim içinde büyüteceklerini bilememişler. zamanı tufuliyyetimden beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. hilkatim son derecede has ve asabidir. emri tedris terbiyeme arzum dahilinde itina gösteril di. bir ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. dışarıdan bora, şangır şungur çerçeveleri sarsıyordu. naki bey hem nakledeceği hikayenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden tevahhuş ediyor gibi hafif bir lerzişle dedi ki: misafir, meyusane, başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı: tevahhuş etmek: ürkmek oh! bu yerimiz ne kadar iyi. artık sergüzeştimi dinle meye hazırsınız, değil mi? hem de mütehalikane bir dikkatle hazırım. ziservet: zenginvalideyn: anne babalerziş: titremeyevmi veladet: doğum günüperverde olmak: yetiştirilmekdevri şebab: gençlik çağıtevahhuş etmek: ürkmeklerziş: titrememütehalikane: istekliziservet: zenginyevmi veladet: doğum günüvalideyn: anne babanaz naim içinde: ilgi ve bolluk içindezamanı tufuliyyet: çocukluk zamanıemri tedris terbiye: eğitim ve öğretim işinaziş: nazperverde olmak: yetiştirilmekdevri şebab: gençlik çağıibtidayı şebab: gençliğin başlangıcılezaizi canfeza: cana can katan lezzetlermenazırı gunagun: türlü türlü görünüşleribtidayı şebab: gençliğin başlangıcınaziş: nazmenazırı gunagun: türlü türlü görünüşlerzamanı tufuliyyet: çocukluk zamanı gence en az tahsil ile en büyük sözler söylemek tariki havarıkını açan meslek, şairlik değil midir? ben de mestii şebabın verdiği neşvei istiğrakla bahrı nazm şi're kendimi kapıp salıverdim. her kulaç atışımda bütün sevahil gulgulei nazmdan ihtizaz eyliyor, her mevce iltima ile sihri beyanımdan bir kelimeyi tefsir ediyor zannederdim. bazen bitab uzanır, bulutlara, semalara, güneşle re fırlattığım kelimelerin kainattaki inikası zemzematını dinler evet. işte nesim bir teranemi okuyor, işte hezar bir nazmımı besteliyor, işte berki ateş ebyatımdan bir misal gösteriyor. işte ra'd sanihatım gibi gürlüyor. derdim. zannederdim ki gül, ben onu öyle vasfettiğim için güzeldir cuybarlar enini eşarıma refakatı nalekari için çağlıyor bütün baharlar, hazanlar birer neşidemi istirham için gelip geçiyor. dünyada bir mısraıma visalini arz etmeyecek bir kız tasavneşide: şiirmestii şebab: gençlik sarhoşluğutariki havarık: harikalar yoluenini eşar: şiirlerin inlemesira'. gök gürültüsüebyat: beyitlercuybar: ırmakiltima: parıldamarefakatı nalekari: inleme arkadaşlığıgaramkarane: arzulusevahil: sahillersanihat: zihne doğan şeylertariki havarık: harikalar yolumestii şebab: gençlik sarhoşluğuneşvei istiğrak: kendinden geçerce bir neşebahrı nazm şi'. nazım ve şiir denizigaramkarane: arzuluhülyaamuz: hülyalısevahil: sahillergulgulei nazm: nazım gürültüsüihtizaz eylemek: titremekmevce: dalgailtima: parıldamainikası zemzemat: nağmelerin yankılanmasınesim: hafif esen hoş rüzgarhezar: bülbülberki ateş: ateşin pırıltısıebyat: beyitlerra'. gök gürültüsüsanihat: zihne doğan şeylercuybar: ırmakenini eşar: şiirlerin inlemesirefakatı nalekari: inleme arkadaşlığıneşide: şiirberki ateş: ateşin pırıltısıhülyaamuz: hülyalımevce: dalgabahrı nazm şi'. nazım ve şiir denizi vur etmezdim. alemi böyle meshurı eşarım, her sözümü miftahı mudilat kıyas ile talihin ruyı nikbetinden bihaberane vadii muaşakaya giriştim. ramı herhahişim olan kızların bu mec lubiyetleri şairliğimden ziyade servetime matuf olduğunu bir zaman anlayamadım. beş günde birinden bıkar, savleti sevdama aguşı kabulünü açacak bir diğerini arardım. kendi kendime derdim ki: tatiri meşamma bir çiçek kifayet edeydi, cenabı ha lik gül var iken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. cümlesi de birer türlü sanihapiradır. bir müddet bütün savleti şebabımla bu na zariye arkasından koştum. ah zamanlar hayata hayal, hayale ha kikat nazarıyla bakardım. sevdayı iğfalime düşen nazeninlerden kiminin hıramı dilfiribi, ötekinin nigahı mahmuru, berikinin gisuyı zertarı, diğerinin aşüftegii güftarı birer müddet beni oyalardı. sonra acı acı hissettim ki hep bu zanlarım batıl, hep bu saadetler birer rüyayı atılmış. meğer fahriye guluğuma en ziyade aldanan zavallı yine benmişim. deryayı sefahatin böyle enginlerinde biaram bocaladığı mı gören valideynim bir sengi kazaya tesadüfümden havfenbeni evlendirdiler. bir ikincisi geldi, onu da gönderdim. fakat güzel kafalarında zekadan eser, malumatı beşeriyye namına nebze yoktu. kendileri ne bir leylei mukmirede ruhumun sehabı münevvere içinde tayeranını musavver bir şiirimi okuduğum zaman bunu adeta bir lugazı mustalah zannederek gülüşe gülüşe: ah bildik. bildik. karganın bilmecesini yapmışsınız. çünkü kuşların içinde gece uçan kargadan başkasını bilmiyoruz. derlerdi. hayali şairanemin fezaşikaf pervazı leylisini karga zanneyleyen bu kadınlarla benim için idamei zevciyyet mümkün müdür? bir güzel ağızdan eb lehfiribane söz işitmek, bir düğünde tarabı aheng yerine matem etmek kadar ruhumu sıkar. ben zevcelerime bu nakisai hilkatleri ne bakıp ağlarken onlar bu giryemi cazibei hüsnlerine atfede rek sevinirlerdi. zaten ilk iki zevcem beni puyan olduğum muaşakai bazarda dosttan bir hatve alıkoyamamış idiler. hariçteki hayatı sefiha nem hemen yine evvelkinin aynı gibiydi. bu coşkunluğum peder, maderimi büyük endişelere düşürdü. bir genç için devamı maddi manevi vahim bir sukut demek olan bu halin izalesine kati bir çare bulmak yolunu gece gündüz düşünmeye başladılar. edilen nasihat ler, tehditler bir para etmiyordu. nihayet beni üçüncü defa evlendir meye karar verdiler. fakat bu defa bulacakları kızın hüsni bibaha sıyla biraz okur yazar, lisanaşina ve hatta şair olması tezevvüç için şeraiti esasiyye ittihaz edildi. leylei zifafımda üçüncü zev cem bedia'nın beyaz bürümcükten telli duvağını berdesti bikaydi ile açtım. fakat ne yalan söyleyeyim? kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir rikkat hissettim. gönlümdeki ömri sevdaperverin kim bilir ne kadar kısa olacaktır? müştehiyatım seninle de pek çabuk iş kendi kendime diyordum ki: muaşakai bazar: muaşaka pazarı hüsni bibaha: paha biçilmez güzellikmahzuniyeti ulviye: ulvi mahzuniyetpuyan olmak. dalmaktezevvüç: evlenmemüştehiyat: iştah, istekhayatı sefihane: sefihane hayatzu'. zan, boş inançperii emel: arzulanan periömri sevdaperver: sevdaperver ömür, sevdanın ömrüşeraiti esasiye: esas şartlarberdesti bikaydi: kayıtsız bir el inhimaki sefahet: sefahate düşmleylei zifa zifaf gecesi meyli hevaperesti: istek ve heveslerine uyma meyli baa gelecek. sonra rayihasına bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük huzuzatımız bir ebediyyeti saadet zannolunacak ka dar canfirib olsun. senden evvelki zevcelerimde irat ettiğim nutkı igfale işte başlıyorum. bir şairin firaşı sevdasına gireceğini anla da bu muvakkat saadet için sevin. duvağınızı açtığım anda karşımda bütün simaları, bütün eb harı, ezharı, baharları, tekmil ulviyatıyla bigeran bir alemi şi'r çıktı. yazdığım ve yazacağım ulviyyatı eşarım, mübhematı efkarım, düşüne düşüne bulamadıklarım, semavatı sünuhanede yetişemediklerim sanki çehrei latifinizde menkuş! sevda denilen medluli mevhumun bir kadın şeklinde tecessüsünü işte görüyorum! ey pericemal, kımıldamayınız. şu ipeklerin, telle rin, elmasların içinde sizi bir sanemi hakiki gibi doya doya temaşa edeyim. mahzunane gözlerini bana dikti, emrime tebaan bir müddet kı mıldamadı. bir istiğrakı sevda ile yirmi dakika kadar bu şiir levha sını temaşa ettim. sonra dedim ki: gelinin karşısında gözlerimi süzüp bir vazı taabbüdkarane alarak cehren dedim ki: firaşı sevda: sevda döşeğicehren: yüksek sesle vazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir halmenkuş: nakşolunmuşişbaa gelmek. doymakalemi şiir:şiir alemiçehrei lati latif çehrebigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksız mübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktalarısemavatı sünuhane: akıl semaları perestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınmaişbaa gelmek. doymakfiraşı sevda: sevda döşeğivazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir halcehren: yüksek seslebigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksızalemi şiir:şiir alemiperestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınmaulviyyatı eşar: ulvi şiirlermübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktalarısemavatı sünuhane: akıl semalarıçehrei lati latif çehremenkuş: nakşolunmuş benim bu muğfilane sözlerim üzerine gelinin semayı hüs nünden kevakib dökülüyor yahut seri müzeyyenindeki pır lantalar tane tane yüzünden akıyor gibi çeşmanı kebudundan eşkpareler yuvarlanmaya başladı. hakikati anladı mı? ruhum bir riştei manevi ile ona merbutmuş gibi zabtı dumua muk tedir olamadım. ağlaya ağlaya elmasrizelerin sureti nüzulüne bir müddet hayretle baktım. nihayet dedim ki: bu kadar yetişir. şimdi kımıldayınız. söyleyiniz. artık bu sanemi hüsnde nefhi ruh mucizesini gördüm. bu gü listanı şi'rin bülbüllerini dinleyeyim. fakat güzelim, böyle bir leylei mesudeyi gözyaşlarıylani çin ıslatıyorsunuz? mü teessirane dedim ki: acı, müstehziyane tebessümle yüzüme baktı. bu nazarıyla, hayır! bütün niçin mukaddes örtüyü eşkalud ediyorsunuz? ateşi mu habbetim kataratı dumuunuzu kurutmaya kafi değil midir? temevvücatı hevai si insanın en rakik asabına kadar tesir eden muhteriz, nazik fakat muğberane bir sedayla dedi ki: şimdi buna cevap! ben orada dermakamı zınk dedim dur dum. eski zevcelerim üzerine olan bu ibham hem zarifane hem muhak sözlerimle sizi bizar ediyorsam susayım! fakat sebebinizi bana iki kelimeyle merhameten izah buyurunuz. dedim. sizi kuklaya benzetmek için insan, hüsni maaliden mahrum bir hayvan olmalı. böyle bir söz ağzımdan çıkmadı. ni çin iftira ediyorsunuz? bu hayretime bir nevi halecan, raşei hiddete benzer bir şeyler de inzimam etti: nasıl olacak? kımıldama, dur', ikinci haydi kımılda, söyle' hi taplarıyla vuku bulmadı mı? anladım ki. nasıl kukla? ben mütehalikane: anladım ki siz bu köşede cariyenizden evvel telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız! bu sözde ilk zevcelerinizi kukla misali idare etmiş ol duğunuzu biliyorum. fakat benim öyle onlar gibi huyutı harekatı nı elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de şu saatten itibaren biliniz. asıl kanıma do kunan cihet, bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle asla sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu. biraz utanacak, sıkıla caktı. ben onun naşüküfte şerminden sermesti huzuz olacak, sehabı emel içinde müstetir bir bikri sevda keşfine uğraşarak hülyaperver perestişkarane kelimatla onu tekellüme davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım. bu dik, haşin sözler bütün hayalatı zifafımı kalbimle beraber kırdı geçirdi. vukuı hali muhakeme etmek istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyor dum. derunumu evvela derin bir hiddet, sonra sebebini pek tefsir edemeyeceğim elim bir rikkat istila etti. badii emrde gelinin ter biyesizliğine hükmettim. sonra bu hükmüm kuv vetini kaybetti. ben tahkire, bu mü cazata müstahakım. zavallı kızcağız kendinden evvel yine bu köşeye elmaslara müstağrak iki gelinin gelip gittiğini biliyor. yekdiğerimizin hafayayı kalbiyyesini keşfe uğraşır gibi bu muhterizane teatii enzarımız esnasında gelini ilk muame lei baridesinden nedamet gösterir bir halde gördüm, öyle hisset tim. bu pürşaşaa levhayı tazal lumu gönlüm, gözlerim kamaşarak temaşa ettim. bir gaşyi sev daya düşer gibi oldum. kalben, bu kadar hırçın olmasan galiba ben seni seveceğim. meğer sevmişim, dakikadan itibaren bedbaht bir sevdazede olmuş, ne müthiş bir uçurumun kenarında dolaştığımdan haberim yokmuş. fakat hala bundan da üç dört gün de arzumu alırım zannediyor, bir muhabbeti şedide ile gönlümün ona merbut kalacağına kat'an ihtimal vermiyordum, böyle bir şey hatır ve hayalimden geçmiyordu. zevcem değil mi? zevceye fartı muhabbet dünyada en arzu olunur bir saadet üçüncü olarak mevkii işgal eden, biraz akıbetbin olursa eserei mağlubiyyetinden kendini alamamakta mazurdur. hakikati bilmeden bigayrı hak beni itham et meyiniz. rumuzla anlatmak istedikleriniz hakkında kader bana rahm etmedi. her maznunu söyletirler, sonra leh veya aleyhinde hüküm verilir. fakat bu gece kölenizi öyle elim ifadat ızdırabına düşürmemek için bu muhakememi atiye ta alluk ediniz. huzurı vicdanınızda tebriye edeceğime şüphem yoktur. artık talihimin bana ruyı tebessüm gösterdiğine siz bir delili celi değil misiniz? hayır delil değil, işte siz tebessümün kendisiniz. talii nasaziden döndükten sonra sizin semahati lutf rahmda ondan geri kalacağınıza ihtimal veremem. ah güzel gözleriniz. dedim. bir savleti mafevka'lgaram ile bir elimle belinden, diğeriyle ellerinden yakaladım. müspet men fi elektrikle mehmul, müheyyayı iştial iki cisim gibi vücutları mızın bu temasından nazardan nazara berkendaz olan şerareler ikimizi de haddine payan tasavvur olunamaz bir lerzişi huzuz içinde bıraktı. her şeyde kendimi haklı görür, her hatvei harekatımı gururı nefse tebaan atarken bilmem bu meselede ne oldu? rakik kalpli geline bütün maasii maziyyemi affettirmek için hemen gayriiradi denecek bir halde kalktım, yanına gittim. ayaklarının önünde cebhe berzemini tazarru olarak: cebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmekhatvei harekat: hareket adımları, tavırlarımaznun: zan altında bulunanberkendaz: parlayıcımaasii maziyye: maziye ait günahlarlerzişi huzuz: hazdan titremetebriye etmek: temize çıkmak, aklanmakmüheyyayı iştial: parlamaya hazırdelili celi: açık deliltalii nasazi: kötü talihtaalluk etmek. bırakmaksemahati lutf rahm: lütuf ve merhamet cömertliğisavleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırmaruyı tebessüm: güler yüzbigayrı hak: haksız yerehatvei harekat: hareket adımları, tavırlarımaasii maziyye: maziye ait günahlarcebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmbigayrı hak: haksız yeremaznun: zan altında bulunantaalluk etmek. bırakmaktebriye etmek: temize çıkmak, aklanmakruyı tebessüm: güler yüzdelili celi: açık deliltalii nasazi: kötü talihsemahati lutf rahm: lütuf ve merhamet cömertliğisavleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırmamüheyyayı iştial: parlamaya hazırberkendaz: parlayıcılerzişi huzuz: hazdan titreme bayılmak değil, fartı telezzüzden canım çekiliyor gibi bir hal geldi. bütün vücudundan kabarıp inen sinesinden gülbüni bahar gibi intişar eden hevayı muattara karışan takatşiken sıcak ne fesi birkaç saniye teneffüs ettim. bedia, nazik vücudundan me mul edilmez bir kuvvetle birdenbire silkindi, kollarımın arasından kurtuldu. gazubane bir suret aldı. hışımla bana bakarak: bu ikinci tahkir tesiri harareti şehvetle gevşemiş asabım, bütün suhuneti kalbim üzerine buzlar yağar gibi beni mün tehayı telezzüzden gaibei ıztıraba düşürdü. havva'dan hiçbirine karşı bu tezellül ihtibar etmemiş, yine ömrümde hiçbir kadın ağzından bu yolda hakarete uğramamış tım. vehleten bir rüyayı saadetten uyanır gibi kendimi toplamaya uğraşarak birkaç hatve açıldım. manidar nazarlarla gelini tepe den tırnağa süzerek: beni bırakınız beyefendi. sizin sıkça sıkça oyuncak kırar yaramaz bir çocuk olduğunuzu biliyorum. fakat dikkat ediniz, bu defa elinize geçen oyuncak polattandır. onu kırayım derken mu hakkak bir tarafınızı incitirsiniz. kendinizi oyuncaklığa layık gör mediğiniz karşınızdaki erkek, size eğlence olmak tenezzülünden müstağnidir. vücudunuz bir zevcin nevazişine tahammül edemehatve: adımhevayı muattar: muattar havanevaziş: okşamagülbüni bahar: bahardaki gül fidanıihtibar: tecrübe etmegaibei ıztırab: ıztırap boşluğufartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz almafartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz almagülbüni bahar: bahardaki gül fidanıhevayı muattar: muattar havatakatşiken: takat kesen, tahammül edilmezvehleten: birdenbiretesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesirisuhuneti kalb: kalp sıcaklığımüntehayı telezzüz: zevkin son noktasıgaibei ıztırab: ıztırap boşluğuihtibar: tecrübe etmehatve: adımnevaziş: okşamatakatşiken: takat kesen, tahammül edilmezvehleten: birdenbiretesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesiri üstüme iyilik sağlık! bu zavallıyı ilk geceden mi kovuyorsunuz? beyefendi, aklını başına topla. bir kere şu karşındaki kızın yü züne bak. artık bu söz, beynine birkaç okkalık taş fırlatmış gibi yenge hanım üzerinde bir şiddeti tesir gösterdi. beşaşeti derhal mübeddili dehşet olarak gözleri büyüdü. evvela ne diyeceğini bilemeye rek birkaç aa. savurduktan sonra biraz kendini toplayıp: bu son tahkire karşı artık olanca izzetinefis, bütün gururı re cülanem isyan etti. bu terbiyesizi daha ziyade söyletmeye lüzum görmeyerek neye uğradığımı bilmez bir halde zile bastım. kendi sini dışarı çıkarınız. hakikati biraz geç anladınız ama her halde zekavetinizi tebrik ederim. gelin, aynı tavrı mağrurane ile: beyefendi, malumı alinizdir ki tezevvüç emrinde ekseriyetle kızların reyi sorulmaz. bunu velileri tensip eyler, onlar da ıztırari kabul ederler. yecek kadar nazikse bunu evvelden düşünüp tezevvüçten ihtiraz etmeliydiniz. pembe, rakik dudaklarını kıvırarak: demek ki bu hacleyi teşrifiniz ıztırari vuku buldu? bu sureti şedidede mukabelei hakarete galiba muntazır olmayan gelin hanımın çehresi fartı infialden gül pembesi bir renk aldı. kendini himayeten yenge ka dının sarf ettiği sözleri nefsi mağruranesine karşı aynı hakaret telakki ederek gelin yerinden kemali taazzumla serpilip kalktı. timsali unf gururu tecsime uğraşır mahir bir aktris gibi pırlantalı başını havaya kaldırarak refik, bülent bir tavır aldı. bu son sadayı tahkirin ihtizazatı hiç kulaklarımdan zail olmaz. yengeye hitaben dedi ki: yenge hanım. yenge hanım! ağzından çıkan sözleri kulakların işitsin. ben büyük bir hiddet, yenge kadın tarif olunmaz bir hayret için de iken gelin latifü'lcereyan bir ırmak haline girmiş kehkeşan gibi pırıl pırıl mütemevvici envar bir hıramı samansuz ile akıp yürüdü. hatavatı tahkir ile çiğneyip geçtiği haclei felake timin kapısı önünde durdu. bir edayı muzafferane ile bana amik, manidar bir nazar fırlattı. meğer bu bakışıyla, böylesini bir daha bulamazsın. da ana baba evladı. elin kızına yazık değil mi? oturun barışın. aman allah'ım bunun neresini beğenmedin? yenge hanım a aların en büyüklerini asıl işte burada ko pardı. kalbine açtığım cerihayı sevdayı şimdi sen bir iğne deliği kadar bile hissetmiyorsun. ne mertebe hunalud bir hale getireceğim. onun çareyi iltiyamını mümkün değil bulamayacaksın. demek istermiş. nazarı ami kin bu manayı müdhişini zaman değil, pek sonra anladım. fil hakika gönlüme öyle bir cerihayı iltiyamnapezir açtı ki onu her gün bir iğne ile kurcalayarak kapanmasını menetmedeki ma haretine hayrette kaldım. nakili sergüzeşt naki bey'in bu noktada rengine hafif bir humret geldiğini bilmüşahede, isterseniz bir limonata takdim edeyim. serencamın daha limonata içilecek yerlerine gelmedim. göreceksiniz ki oralarda aman allah, yanıyorum! hikayesine devamla: beyefendi, şimdi ne yapacağız? bana nigahı manidarı atfından sonra gelin öyle pürşaşaa bir azametle oda kapısından çıktı. yenge kadın bana, ben yenge kadına mütehayyirane bakışakaldık. beş on dakika sonra hayretten biraz kendimizi toplayınca yenge kadın sordu ki: bu kızı şu saatte bir arabaya koyup pederinin hanesine gönder mekten başka bir yapacağımız yoktur. durun bakalım, kızın fikrini, derdini anlayalım. benden hoşlanmamış. çağırmaya lüzum kalmadan esnada validem alı al, moru mor bir halde odadan içeri girdi. bitabii fütur ile bir kanepenin üze rine yığıldı. nihayet bana hitaben dedi ki: git de marifetini gör. daha ilk geceden bu hakaretler reva mıdır? pederine, bana acımadınsa bari gelinin duvağına hürmet edeydin. bunu da öteki bıraktığın kızlar gibi mi zannettin? bu şöyle böyle bir adamın kızı değil ki. onlar bizden kibar. kızlarını dışarı vermiyorlardı. elinden uçanlaistiğrap: şaşkınlık sus beyim sus. ah şimdiki kızlar. gideyim validenizi çağı rayım da işi bir müzakere ediniz. fakat şey. siz bu kızı sevdiniz mi? belki bir başkasını seviyor. pederini odasında hafakanlar boğuyor. kızı dışarıda halde görünce ben de öldüm öldüm de dirildim. dünyada ka dın kalmasa yine böylesine tenezzül etmem. öteki zevcelerim bundan güzeldi. sen pekala bilirsin. nasıl olacak? ahı mahı ne olacakmış? haydi, sen validemi gön der. zavallılar başka takacak isim bulamamışlar mı? lakırtı söylerken yarı beline kadar kızarıyor. bazı lakırtılarını ben bile anlayamıyorum. öyle ya, benim kadar aylık emeğim, bunca masraf berha va olsun. beyefendi hoşlanmadı diye ilk gecesinde kızı arabaya koyup babasının evi ne gönderiverelim öyle mi? naki, burasını iyi bil. bundan sonra karı diye damlara çıksan büyük sözüme tövbesenin için görücü gezmem. artık el kızlarının baş larını nara yakmam, allah'tan korkarım. da senin başına kusmadı ya? bir araba getirin, ba bamın evine gideceğim. bu gece beni burada alıkorsanız kendimi kuyuya atarım. fransızlar hünerli olanlara böyle derler. birinci derecede artist' olduğunu zaten görünce anladım. işte hep bu halleri artist'liğinden ileri geliyor. niçin inat ediyorsun naki? sana arsız değil diyorum. naki, doğru söyle, kıza ne yaptın? az buz hakaret görmekle duvağı başında bir gelin bu sözü söylemez. türkçe, fransızca okuma yazma. nakış, di kiş, biçme kesme. piyano, keman, her türlüsü. berhava olmak: boşa gitmek halt etmişsin hayırsız! ben öyle ilk geceden babasının evine kız göndermem. kız bizim sözümüzü dinlemiyor. gel, yalvar yakar, ne yaparsan yap, bu gece kendisini alıkoy. yarın ben alemin, bahusus kız anasının yüzüne nasıl bakacağım? bize itaat etmezsen ana nı babanı yok bil. başka lam cim yok. bu akşam mutlak bizim sözümüz olacak, mutlak, mutlak, mutlak! sözü nüzde ısrar ederseniz siz de beni yok biliniz. kıza kadar acıyor sanız bari ben kendimi kuyuya atayım da mesele kapansın. başka sevdiği bulunan bir kızı ben zevceliğe kabul edemem. böyle bir meselei mühimmede ana baba ısrarı para etmez. tek sözüm olsun diye elin bakir kızı na iftira atmaya utanmıyor musun? benden hoşlanmadığını alenen itiraf ediyor. işte işte burada yenge hanım da işitti. bir nazarı iştibahla beni süzerek: validem hiddetle gözlerini açarak şimdiye kadar kendisinden hiç görmediğim bir unf şiddetle: valideciğim, siz şimdi onu gönderin, işi sonra size anlatırım. eğer beni haksız bulursanız temin edeceğiniz mücazata razıyım. bir tehevvüri meyusane ile yerimden fırlayarak: hiçbir şey yapmadan bu rezalet çıkmaz. hele hele doğru söy le. müteaddit lambalarla beraber salonun ortasındaki büyük avi zeyi de yakmışlardı. gittim, ortada ihzar edilen sandalyelerden bi rine oturdum. deminden beri selsebili kehkeşan gibi önümden akıp giden ge lin, bu defa şahabı safiye bürünmüş burcı afitab manzarasıyla kapıdan göründü. duvağını sol tarafına atmış, elinde ipek dantel mendil. avizeden dökülen baranı ziyaya karşı her hareketiyle bin lema isar ederek yürüdü. reftarı dırahşanı hepimizin gözle bu teklifim kabul edildi. büyük salonda pederim, validem, bü tün efradımızdan mürekkep adeta divan kuruldu. ortaya, biri müd dei, diğeri müddeaaleyhin kuuduna mahsus iki sandalye vazedildi. kübera düğünlerinde zifaf gecesi kızın validesi vesair taallukatın dan kimsenin güveyi evinde kalması adet olmadığından gece ora da gelin hanım mensubiyetinden ihtiyar bir dadı kalfa ile bir çeyiz halayığı, bir de tuvaletçisi sıfatıyla bulunan bir matmazelden başka kimse yoktu. bir kız çergeden gelse ilk gecede yine bu sözü söylemez. yenge hanımı şahit tutma, inanmam. kızın mensup olduğu familyanın kişizadeliğini, namusunu, terbiyesini bilmiyor musun? cümlenizin huzurunda ben kendisinden sorarım. ondan sonra ita edeceğiniz hükme razıyım. bu maayibiyle kızı kabul et. hıramı latifine ben değil, oradaki bütün kadınlar bile hayran oldu. aheste aheste, salına salına geldi, yanımda otu racağı sandalyenin önünde durdu. tarzı nazikesini ifhamdan aciz olduğum ihtiramkarane derin bir temenna ile huzzarı selamladı. yemin ederim ki temennayı öyle, fransızların sa natı sahnece mabihiliftiharı olan meşhur sarah bernhardt bile edemez. mesele de karışık değil, pek vazıhtır. yanımdaki menkuhem bu izdivacı kendi rızasıyla değil, pederinin icbarıyla, ıztırarıyla kabul etmiş. bendenizden de hoşlanmamış. icbarı ibtidaiye bir icbarı sani ilave etmedense kendilerini ha nei pederlerine iade eylemek elbette hayırlı olur zanneder, lutf merhameti pederanenizden bunu istirham eylerim. böyle yüz yüze iftira denaetini kabul edecek hilkatte değilim. kendilerinden so runuz, cevap versinler. hanım kızımız aleyhinde bazı müfteriyata cüretle bu gece kendisini hücrei zifaftan tardetmiş olduğunuz, vukuı hal ve validenizin ifadesiyle sabit oluyor. sen nasıl oğlumsan da kızımdır. sonra da hanım kızımı din lerim. bu mahkemenin riyasatını deruhte eden pederim bana hi taben: denaet: alçaklıkicbar: zorlamahuzzar: hazır bulunanlaricbarı sani: ikinci zorlamatardetmek: kovmakhıramı lati latif tavırmabihiliftihar: kendisiyle övünülenicbarı ibtidai: ilk zorlamamüfteriyat: iftiralarriyasat: reislikderuhte etmek. üzerine almakvukuı hal: gerçekleşen durum bu ifadem üzerine salonun içinde allah esirgesin, bu nasıl şey? gelin, hıçkırıklarını men için dantelalı mendilini gözlerine götürdü. bu giryesi bir nevi, itirafı cürm demekti. pederim, gelinin teskini girye ve teessür etme sini bir müddet bekledi. zevcem hanım, mendili yüzünden çekti, zayıf bir seda ile söze ibtidar etti. fakat rica ederim, müdafaasına can ku lağıyla dikkat buyurunuz. bilmem ki bu sözleri hangi avukat mektebinde tahsil etmiş. müdafaaya işte şöyle girişti: huzurı alinizde ağlamak küstahlığında bulunduğumdan do layı evvelbeevvel mürüvveti afvınızı temenni eyler, eğer bu bir kabahat ise onu şu kataratı sirişkimin masumiyetine bağışla manızı istirham ederim. hatta ben de. bedia sözün de devamla: suali valanıza cevabı şafi verebilmek için biraz mukad dematı ahvale ircayı nazar mecburiyetinde bulunuyorum. zannederim ki bu bapta cariyenizden dirigi müsaade buyurmaz sınız. salondaki kadınlar, ne diyor, ne diyor, anlayabiliyor musu nuz? bu pek ga rip bir sual, değil mi efendim? mahdumunuz bir sözüyle dairei karabetinizden tardolunan elemdidelerin ahvalinden bahis artık nabecadır. onlar beyefendinin nazarı iştihayı meşammı hevesatını oyalamak için halk olunmuş birer çiçektiler. biçarele rin manzarasından bıkıldı, revayihine doyuldu. artık beyefendinin gönlünde onların zehr bergini vayedarı füyuz edecek nami yei sevda kalmadı. onların harareti şemsleri demek olan beyin sühuneti rağbetin bir kızın en mühim vukuatı hayatiyyesinden olan şu leylei zifafımda zevcem beyefendiyle muvaceheten böyle maznun san dalyesine şebih bir mevkie ikat edilişim, şu zayıf sedamla semi te rahhumunuza isal edeceğim müdafaamın derecei ehemmiyetini ihtar ile bu cariyenizi titretiyor. binaenaleyh maruzatımın bu ehem miyetle mütenasip bir sureti telakki görmesi lazım geleceği müs tağnii beyanidir. mahdum beyefendinin ithamı üzerine teliyle duvağıyla huzurunuza ihzar eylemiş olduğunuz şu gelinin sadayı tazallumu, bu gece üç kadın hukukunu müdafaa ile vazifedardır. kadınların ikisi biraz evvel derununda tardedildiğim hücrei zifafı libası arus ve saffeti bikrleriyle tezyin ederek nihayetü'lemr ta lak felaketine uğrayan eski gelinlerinizdir. bedia: zehr berg: çiçek ve yaprak şitayı muhabbet: muhabbet kışı bedia her cümleyi evzaı mahsusa ile bittakyid sedasına gah hazin gah haşin, gah medid gah kısa bir ahengi ifade vererek bu deklamasyon dersini öğrendiği mektebin mucizei tedrisine bizi hayrette bırakıyordu. hücumı mutazallimanesi yekdiğerini takip eden dalgalar gibi afakı efkariye doğru ittisai temevvüc ettikçe çehresi ateş kesiliyor, gözlerinin yaşı kuruyor, fırlattığı müs tehzi nazarlarla artık eşki teessür nüzulünü muhataplarının gözle rinde arıyordu. sözlerin en amansız meshuru ben oluyordum. netice yi beklemeden bu kızı susturalım mı? lakin ben mağlubiy yeti muhakkakamızı bilmekle beraber yine nihayete kadar din lemek istiyordum. benim için bu muzikanın güftesi müthiş fakat nağmesi pek latifti. hakikatte değil, yalnız beyin gönlünde kurumuş oldukları için siz bu saksıları kapıdan dışarıya silkiverdiniz. gelin odasının tezyinatı içine benim için sakladığınız akıbet de bu değil midir? bedia: evzaı mahsusa: hususi şekilittisai temevvüc: geniş geniş dalgalanma zemistanı felaket: felaket kışıdeklamasyon declamation. nutuk, hitabet, söz söyleme sanat sizin için badı şimdi abes görünen iki gelin birer mazlumı mazi fakat benim için birer ayinei istikbaldir. neticei malu meye kadar şu konak içinde geçireceğim acı ve ızdıraplı hayatımı ayinelerde dehşetle temaşa edebiliyorum. arabanın ön tekerleği nereye giderse art tekerleği de oraya gideceği meseli malumı zara fetinizdir. onlar sizin için gubaraludı nisyandır. fakat müsaade buyurunuz, şu telli duvağımla bu gubarı nisyanı sileyim. ayineleri şimdiye kadar bikayıt duran enzarınıza karşı tutayım, hep birden temaşa edelim. müdafaanın haddi marufu tecavüz eden bu noktasında pede rim şehadet parmağını ağzına götürür. bu gelin kıyafetindeki avu kata sükut işareti verdi. birinci gelininiz, beyefendinin derdi iştiyakıyla bittever rüm vefat etmiştir. matrut bir ge linin vefatını konuşmaya ne mecburiyetiniz var? bu hal, kabızı ervaha ait bir meseledir. ben artık hikayenin ahirinde limonata içilecek zamanı hulul etmişti zannıyla elimi sürahiye uzatarak naki bey'in yüzüne bak tım. muhatabım bana dalgın dal gın elini sallayarak daha oralara çok vakit olduğunu anlattı. doğru su ben dayanamadım. bu bedbaht kadının sureti feciai mevtini dilim döndüğü kadar tasvir edeceğim. bedia acı bir tebessümle: aman efendi hazretleri, pek yufka yürekliymişsiniz. mabadı ifadatımı dinlemek istemiyor, buna da fartı teessür rengi veriyorsunuz. bu teessürünüz ciddi olaydı mahdumunuzun emri tedibini tutunur, yine yola kurban edilmek için bir üçüncü kız buldurup aguşı hodkamanesine atı vermezdiniz. affedersiniz efendi hazretleri! maksat münazara ise tekdi re hakkınız yoktur. ben size kavanini adliyye gavamızından bahsetmiyorum. hukukun bu arz ettiğim ciheti sadesini herkes bi lir. bundan bahsedenlere cümleten avukat denmek lazım geleydi dünyada her ferdin nama nispeti icap ederdi. bu keyfiyet, bende nizin felaketi hayatıma taalluk ediyor. sizin için bir kızı kapı dışarı atıvermek kafi. her mesuliyeti de onunla beraber üzerinizden atmış oluyorsunuz. bahis, hakikati bile bile oğlu nuza niçin varmış olduğum meselesine gelince bundan da muhtacı izah bir iki noktai mühimme vardır. pederim benim emri ted ris terbiyeme itina etti. fakat bundaki fikri mahsusu neydi? falan efendinin kızı ne güzel pederim artık dayanamadı. ince noktalar gelin misin, avukat mısın nesin? gayei maksadın nedir onu söyle. oğlumun terk ettiği iki kadının tercümeihallerine varıncaya kadar tahkik etmiş, her şeyi öğrenmişsin de ona niye var dın? bedia, sesinin perdesini yükselterek mağrurane, noktai mühimme: fikirlerin aydınlanması okuyup yazıyor! bana kudreti tefekkür verecek şeyler tedris talim ettirdi. fakat düşündüklerimi mevkii icraya koydurmamak örfüyle. ben her şeyi bileyim, yine onların dairei muzayyıkı muhakemeleri haricine çıkmayayım. ben tezvice razı değildim. beni cebren bu raya gönderdiler. onlar nasıl inatlarında musır oldularsa ben de öyle maksadımı icraya yani geldiğim gece buradan kendimi kov durmaya ahdettim. bu işte namusa, haysiyete dokunur bir şey yok tur. yalnız peder rızasıyla olan düğün böyle olur. yarına eşyanızı göndeririz. fakat bu hareketinizin aleyhinizde ne kadar sui zünun ve kılükali celbedeceğini de düşününüz. artık sizin için tekrar kocaya varmak bitmiş demektir. pederim öfkesinden morardı fakat zabtı hiddete uğraşarak sor du ki: beğenmeyen oğluna almasın. zaten bendeniz bakir kalmak fikrindeyim. musır: ısrarcıkılükal: dedikodu talebiniz bundan ibaret mi? evet efendim. suizünun: suizanlar, kötü düşüncelerdairei muzayyıkı muhakeme: baskıcı düşünce dairesimevkii icra: icra mevkii susunuz yetişir. bedia'yı gece mensubini diğer üç kadınla bir arabaya ko yup pederinin konağına galdır gıldır gönderdiler. ailemiz efradı nın cümlesine fevkalade bir şaşkınlık geldi. henüz hepimizin ku laklarında tanini zail olmayan sözlerin bir kızın ağzından sıhhati suduruna bir türlü inanamıyorduk. gece haclei felaketimde tek başıma kaldım. yaldızlı sütunlar arasında lanei bimurg gibi boş duran çiçekler müzeyyen gelin kanepesine baktım. bu gördü ğüm acip rüya neydi? be dia'yı bu suretle harekete sevk eden sebebi hakiki acaba nedir? hakikaten ilk zevcelerimin hatıralarından tevehhüşle mi bu tarikı halası ihtiyar etti? başımı ellerimin arasına aldım, bir tefekküri medide daldım. kızın her sözünün sem'imdeki aksini arayarak her vaz' tavrını, bütün işmizazlarını nazarı hayalimde tekrar ihyaya uğraşarak beni hakikati matlubeye isal edebilecek bir serrişte arıyordum. ara sıra süzük bakışları ne kadar manidar dı? fakat bu zimeal nazarlardan niçin ben bir mana çıkaramıyo rum? zifaf odasından çıkarken fırlattığı nazarları adeta hem kaçı yor hem davul çalıyor gibiydi. yok. yok, onlar alelade gazubane bakışlardı. fakat ben ne için bu nazarların ta cangahıma kadar sureti nüfuzunu elan hisseder gibi oluyorum? yoksa bazılarında eseri caliyet var mıydı? gözler parladığı zaman hezar elvan yanardöner kumaşlara benziyordu. onların her şulei elvanından birer mana çıkarabilmek kabil midir? gerçeklik belirtisi runda artık hükmi istinafı kabul etmez bir müdafaada bulundu. hem sureti ifade ile ifhamı meram etti ki bir daha buraya gelin sıfatıyla avdetine ihtimal bırakmadı. demek evvelce mürettep bir planı varmış, ona tatbiki hareket etti. kimseyle teeh hül etmemek fikrinde olduğunu da anlattı. kendini hali tecerrüde mahkum edecek bir kız mı bunda bir sır var. bildiğim bir sözü tahatturla birdenbire dimağımı bir ziyayı hakikat tenvir etti. te lehhüfle elimi dizime vurdum. eyvah, bu gece ne çocukça, daha doğrusu ne mecnunane harekette bulunmuşum. dedim. bunda anlaşılmayacak ne var? valideyni her ne sebepleyse kızlarını bu delikanlıya vermeyi müna sip görmemişler. işi örtbas etmek için aralık tarafımızdan vuku bulan talebi canibi minnet bilerek cebren kızı bize göndermişler. kız gayet hırçın, şımarık bir şey, evde her türlü rezalete meydan okuyarak velilerinden bu suretle intikam aldı. anası babası cid den müstahakkı intikam bile olsalar bu işte benim ne kabahatim var? talihe bakınız. ah ben bu gece çok yanlış hareket etmişim. kız bana ne derece mütecavizane hakaretler ederse etsin ben bunla rın hiçbirine hiddet göstermemeliydim. hakikat madden konağın içinde bu aleniyeti bulmamalıydı. pe der ve maderim işten haberdar olmamalıydılar. zaman ben ona benim gibi bir zevce karşı daha ilk gecede böyle planlı komedya oynamayı gösterirdim. lakin iş bütün bütün derecei istihaleye gelmedi ya? ben telin duvağın haracını ondan almazsam insanlıktan istifa ederim. dur bakalım, bedia hanımefendi. ben de bir komedya planı tertip edeyim de eğer oyunun ikinci perdesi, oynadığınız birinci perdeden daha par lak olmazsa sen de beni zevceliğe seza görme. şimdi bir plan, hükmi istina yeniden başlamailanihaye: sonuna kadarhali tecerrüd: tecerrüt hali, her şeyden uzak olmaderecei istihale: imkansızlık derecesimüstahakkı intikam: intikamı hak etmi mükemmel bir plan. bilmem ki tiyatro muharrirleri planlarını nasıl tertip ederler? azayı vakayı işittiğin hilkatte icat edebilir, bütün vukuatı dilha hane, bittevkif kalemin ucuna takar, sürükler götürürsün. fakat alemi hakikatte keyfiyet bu kadar sade mi? vukuat senin değil, sen vukuatın içine tabisin. hanımefendi bize oyununu oynadı gitti. aramızda bu kadar mesafe var. komedya mukabelesi pek kolay olmayacak. ne ise. revişi vukuata bakıp ilk fırsatlardan istifade etmekten başka çare yok. saniyen, zevce hanımefendinin rübudei sevdası olduğu delikan lıyı keşfetmek. işte burada mesele fevkalade ehemmiyet kesbe diyor. herifi keşfe muvaffak olursam zevcemle olan macerayı muaşakalarını uzaktan itidali demle temaşaya nasıl tahammül edebileceğim? beyin karısı, falan beyi seviyormuş, namı ailesini bir metaı rezalet gibi pazarı sevdaya çıkarmış pamal ediyor da herif karıyı niçin boşamıyor? galiba şiddetle kadında gönlü varmış. kabilinden aleyhimde hep bu güft gular olacak! key fiyet evvela namusı ailemize, sonra da pederimin kulağına intikal edecek. bizim plan sarpa saracak. gece payanı bulunmaz bir ummanı tefekkür içinde döne dolaşa bitap kaldım. perestei muhabbetten hali müzeyyen döşek, tüllü atlaslar, bürümcüklütasnii vakayi: vakaları uydurmaazayı vaka: olayın kişileridilhahane: gönlün isteğine görebittevki alıkoyarakgüft gu: dedikoduazayı vaka: olayın kişileridilhahane: gönlün isteğine görebittevki alıkoyarakrevişi vukaat: olayın gidişirübudei sevdası olmak: sevdasına tutulmakitidali dem: soğukkanlılıkmetaı rezalet: ayıplı malpamal etmek: ayaklar altına almakgüft gu: dedikoduummanı tefekkür: derin düşüncepamal etmek: ayaklar altına almakrevişi vukaat: olayın gidişi salkım salkım ipek kordonlu, püsküllü cibinliğiyle bir takım zifaf gibi karşıma çıktı. uyuyor mu yum, uyanık mıyım? gözlerimin önünde dolaşan şeyler hayalet midir, hakikat midir fark edemiyordum ki. gözlerimi kapasam da kapamasam da bedia, libası arusuyla pırıl pırıl karşıma geliyor. yalnız gelse ala! koltuğunda bir de delikanlı var. bütün durbini dikkatim işte ona matuf. rakibim olacak bu herifi görür gibi oluyorum. fakat fal açan kıptiyelerin gaipten ih barları gibi esmer mi desem, sarışın mı desem? endamca çehrece nasıl? bu müphem rüyetler içinde bir müddetyorulduktan sonra rakibim nazarı hayalimde aynen ay nalı bakıcının derunı miratta müşahedei eşhas eşyayı gaibe eylemesi kabilindenbir şekli muayyene girer gibi oldu. kısa boylu, tombalakça, sarı az bıyıklı. açık mavi gözlü, şık kıyafetli, civelek bozması bir şey. bu gece benim yerime bedia'ya kim bilir, alemde neler olmazgüveyi giren herifi bu eşkalde tasavvur ettim. lanei zifafımdan pervaz eden kumru, bu yarı dilpe sendine mülaki olmak için beni haclei hüsranda avare bıraktı. ne kadar tebide, def'e uğraşsam bu iki hayaleti müzice nin şebekei ayniyyemde tahayyülen teressümden kendimi kurtaramıyorum. huzurı hayalimi yalnız vücutlarıyla değil, evzaı harekatlarıyla da ihlal ediyorlar. tek durmuyorlar ki. rakibi muhayyelim olan herif müstehziyane bir tebessümle bedia'nınlibası arus: gelinliktek: uslupervaz etmek: uçmakderunı mirat: aynanın içimüşahedei eşhas eşyayı gaibe eylemek: yitmiş kişileri ve eşyaları göster meklanei zifa zifaf yuvasışebekei ayniyye: göz ağıhayaleti müzice: rahatsız eden hayalettebid: uzaklaştırma, kovmayarı dilpesend: gönül bağlayan yar, aşık işte böyle iki hayal bir de ben, gah alemi mana gah maddede boğuşa boğuşa sabahı ettik. bu rüyaları hüsni tabir edecek bir muabbir bilmiyorum ki ona müracaat edeyim. gece gıyaben karşımda isbatı vücud eden rakibi bedhahımı acaba gündüz nere de bulabileceğim? remilci hocalara mı müracaat edeyim? yoksa eyüp'teki niyet kuyusuna mı gide yim? sen ne kaybedersen et hiç korkma. aynada derhal bulur. kaybolan eşya kimlerin desti sirkatine geçmiş, nerelere saklamışsa sana noktası noktasına haber verir. fakat sen git artık oralarda mal ara! bir habbe bulabilirsen aşk olsun! sonra tekrar müracaat et. dediğiniz yerlerde bir şey bulamadım de. buna alacağın birinci cevap, fal açtıranın tediyei saniyyesini taleptir. sermaye nedir, kar ve zarar neden ibaret? la yalemü'lgaybe illallah ücret toka edildi mi aynayı eline alır. huh diye bir kere huhlar. karşısındaki biraz ahmakçaysa bu da fazla söz, çünkü akıllı ların oralarda ne işi var? nevi gaybı senden anlar. badehu ustalıkla yine sana haberi fi'lgayb sure tinde satar. mesela naki ismini verdin değil mi: naki'nin perisi kolundan anlat bakalım, macerayı zifafın nasıl oldu? bedia, pederimin huzurunda eşki teessürünü sildiği dan tela mendili bu defa meni kahkaha için ağzına götürerek: oradaki müdafaamı işiteydin beni alkışlamadan avuçların şişerdi. kıştan pıştan anlamıyor. muabbir: yorumlayantediyei saniyye: ikinci ödemehüsni tabir etmek: yorumlamakla yalemü'lgaybe illallah: gaybı allah'tan başkası bilemez. ak şamki gördüğüm kulunç nüshası gibi erkekli, dişili hayali müzaifi anlatsam uymaz. kız hakkında peyda olan şüphelerimi açsam bu hiç hesabıma gelmez. saatte kızı tatlik için beni icbara kalkarlar. planımı yürütebilmek için mehmaemken va lideynimin nazarlarını bedia'nın lehine celbetmek lazım. valideme işi açsam bedia'nın aşıkını taharri yolunda bütün ba kıcılara çok para kazandırırım ama ayna içinde, kuyu dibinde bu lacağımız aşığı benim rüyada gördüğümden pek farklı olmaz. onu ben şimdi sizi gördüğüm gibi görmeli, çalyaka etmeliyim. gün öğleye yakın pederin odasına davet olundum. zavallıyı pek meyus, validemi de kederinden hasta buldum. bu yeislerini bana da sirayet ettirmemek için ikisi de cebri bir beşaşet izharına uğraşıyorlardı. peder beni görünce zoraki bir tebessümle: gel, dağda isen gel, bayırda isen gel, derede isen gel, denizde isen gel. kelimatıyla perini davet eder. kahvesiz şerbetsiz kuru bir davet. bunun bir de ziyafetlisi vardır ki müddeabin mevhumeyi doyurmak her kesenin harcı değildir. siz dağ bayır dolaşmadığınız halde perinizin ne kadar tenezzüh meraklısı olduğuna şaşarsınız. bu bakıcılarda her şey mevhum ve müphemdir. mangır dedin mi yalnız muay yen, madeni ve yuvarlak olmalı, ele avuca dokunmalı. rahatı kalble uyudum. hatta zatıalinizin dün geceki bora' vasfıyla yad ettiğiniz vakada bora denecek bir fevkaladelik görmedim. hepi mize geçmiş olsun. dün gece bundan başka acip rüya görmedin ya? doğru doğru, bu işte büyü var. dün geceki gelinin dediği gibi, eski karılarından birincisi vefat etmiş. fakat ikincisi daha ölmemiş. tekrar sana varmak için hoca hoca dolaşıyormuş. ben de diyorum. bunlar akla sığacak işler değil. tevekkeli değil. efendi, odasının kapısına da bir tavşan başı astırayım. yedi dük kan süprüntüsü, güneş doğmadan alınmış güvercin tersi, çörek otu, senin asalet ve terbiyenden muntazır olan şey, ilk geceden ge line bu yolda muamele etmen miydi? haysiyeti aile mizi muhil bir harekete cüretten sıkılmadın mı? kendine işittirecek mertebede bir seda ile: pek güzel değil ama ne ise! bunu duydu, ifrit kesildi. ben de, ihtimal. cevabını verdim. nihayet canım sıkıldı. oda kapısından dışarı kovuverdim. nazlı, kıymetli büyütülmüş. bu hakarete tahammül edemedi. keyfiyet gördü ğünüz neticeye kadar vardı. vallahi efendim, bu hareketim hemen gayriihtiyari denecek bir surette vuku buldu. neye uğradığımı anlayamadım. bana büyü mü yapıyorlar? ne yapıyorlar bilmem ki. sus, sana kim büyü yapacak? haydi buna eski karıların yaptı diyelim. validem elini alnına götürüp düşünerek dedi ki: tecavüzatı lisaniyye: tecavüzkar sözler pederim istiğrapla: o kahpenin hepimiz hakkındaki tecavüzatı lisaniyyesi semi bikayd ile dinlenecek herzelerden miydi? beş yüz dükkan süprüntüsü toplatıp da yaksan, tenzifat arabalarını buhurdan haline koysan yine bu oğlan akıllanmaz. anladın mı sade fikirli hanımcığım? kabahat onda değil, bizde. kızın dün geceki sözleri beni şimdi müteessir ediyor. hiçbir kabahat tayin etmeden bir karıdan bıkıp boşuyor. biz tefekküratı lazımede bulunmadan hemen bir ikincisini getiriyoruz. kimine alık diyor, kimine okuma sı yazması olmadığı kusurunu buluyor. akıllısı, okuryazarı da işte sana böyle yapar. kızın söylediği sözlere hepimiz müstahakız. ithamdan hiçbiri yabana atılacak lakırtı değil. yine çok bahtiyar mış kız ki ilk gecede cümlemizi hayrette bırakacak bir cüretle bu konaktan çıktı gitti. anasına babasına kabahat bizim efendi oğlumuzdadır. bigayrı hakkın onu sakın tekdir etmeyiniz. bu haberle beraber buradaki eşyasıyla nikahını da yollayayım. kız da halas olsun, biz de kurtulalım. beyefendi canı nerede isterse orada evlensin. ağzı süt kokan bir kızdan dün gece gördüğüm hakareti muhikka artık bana bir dersi ibret oldu. bir daha bu haneye gelin namıyla bir kız getirmeye tövbeler olsun. pederimin ilk sükunet ve beşaşeti caliyyesinin mübeddeli hiddet olduğuna ben meyus değil, bilakis memnun oluyordum. bedia üzerindeki nazarı gayzı biraz tadil, tahfif edebildim demekti. bu mukaddemei muvaffakiy üzerlik, kelisa buhurdanından artmış günlük daha bilmem neler. bu tertibi bizim kalfaların hocası molla hanım bilir. ona hazırlata yım da naki'nin çamaşırlarını tütsüleyeyim. pederim hiddetle: kelisa: kilisenazarı gayz: öfke, kızgınlıkbeşaşeti caliyye: sahte gülümsememübeddeli hiddet: hiddete dönmüştefekküratı lazıme: gerektiği gibi düşünmehakareti muhikka: muhik hakaretbigayrıhakkın: haksız yere pederimin ayaklarına kapandım. yine istirhamımı reddetti, pe derin bu inadından validemin dilgir olduğunu gözlerinden anlıyo rum. bendeki arzuyu görünce tekrar konağa getirilmesine çoktan razı olmuştu. biçare kıza dün gece reva gördüğüm muameleye nedamet et tim. bu hakarete karşı tarziyei lazıme vererek af talep etmek ar zusundayım. hayır efendim hayır. ben sizi temin ederim ki onun ne pla nı var ne bir şeyi. odadan kovulduğunu azametine yediremedi. hubbı nefsini tatyip için yalanı uydurdu. hubbı nefsini tatyip için yalan uyduran gelin de işimize gel mez. fakat bazı acip sözler de sarf etti. ben buraya gelmezden evvel bu planı tertip ettim. hav salam böyle derin manalı sözleri hazmedemez. binaenaleyh kız buraya artık gelemez. biz davet etsek de yine avdet etmeyeceği anlaşılıyor. ben öyle planlı gelin istemem. bir vazı mahzunane alarak pederime dedim ki: ya siz deminden sözlerini haklı bulmuyor muydunuz? kız bir daha bu eve gelip de yüzü müze bakamaz. pederim: pederin de validenin de hallerini bilirim. bazı delice arzula rıma ara sıra mümanaat etmek isterler fakat mücadelemiz uzun sürmez, ekseriyetle ben galebe ederim. ah bir parça benzim kaçsa. az buçuk ağlayabilsem. yeni vefat eden bü yük validemin yevmi defnini olanca ananesiyle nazarı teessürüm önüne getirdim. dünyada insanı giryebazı telehhüf edecek kadar ahvali fecia var, onlardan birini arıyor, bulamıyordum. mesela üç yetimle aç kalan bir valide, lokomotif altında ezilmiş bir alil, beş katlı bir binanın üstünden düşüp vefat eden bir dülger cesedinin artık zahirsiz ekmeksiz kalan ailei ke derdidesi meyanına hini naklinde kopan feryat. bunların hiçbiri gözlerimi sulandırmıyordu. feci romanlarının en meşhurlarını, en müessir tiyatro facialarını birer birer gözlerimin önünden geçirdim. daveti dümu için böyle tahatturi fecayie uğraştıkça bana ağlama değil, bilakis gül me geliyor, derunumdan kahkahalar kaynıyordu. nihayet bedia ile rakibi muhayyelimin dün gece bana karşı destbedesti garam ola rak oynadıkları pandomimayı derhatır ettim. zaman kalbimden fıkır fıkır bir buharı hiddet galeyana başladı. serapa ateş kesildim, yine gözlerimde yaştan eser yoktu. setri hile için mendili yüzüme yapıştırarak odadan dışarı fırladım. sonra uğradığım akıbeti vahimede evvelden böyle bin davetle isar edemediğim gözyaşlarını her guna esbabı te selli dindiremez oldu. eşki ye'simi valideynime göstermemek ister de muvaffak olamazdım. böyle yapma öhö, öhölerle odadan fırlayışım tesiri matlu bu hasıl etti. onu hemen sofadamümanaat: menetme, engel olmagiryebazı telehhü telehhüfle ağlatmatesiri matlub: matlup tesiridaveti dümu: gözyaşını davettahatturi fecayi: faciaları hatırlama hanımefendi bayılıyor gibiydi. ah, of' diye kalktı, bir iki yudum su içti. evvela mırıl mırıl bir şeyler konuştular, anlayama dım. bir şeye merak sararsa ne kadar düşkünlük gösterir bilirsiniz ya? ama sonra çabuk bıkar. elin bir kahpe kızı için evlattan olacak değilim ya? kızı getirelim, ondan da arzusunu alsın. fakat işin içinde bir sır var, anlayamıyorum ki, bu nedir başımıza gelenler? pederiniz: işin içinde sır mır yok, hepsi çapkınlık. sözleriyle haykırdı. başka bir şey işite medim. bir hafta ko nağın içinde geline, düğüne dair aleni söz olmadı. herkes fısıl fısıl konuşuyordu. artık kızın eşyası, bedeli nikahı gönderilmek lakır tıları duyulmaz oldu. fakat hafta nihayetinde kızın pederi tarafından pederime talebi talakı havi bir tezkere geldi. kızı tatlik için beni epey tazyik ettiler. bir müddet ne yapacağını bilmez bir hali teşevvüşte kalan pederim, nihayeti emr kız tarafına, oğlum kerimenizi bırakmıyor. eğer tatliki mukteza ortada esbabı mucibei şeriyye varsa faslı dava emrinde meşihata müracaat edilmesi lazım geleceği mea linde bir tezkerei cevabiyye gönderdi. orasını bertafsili hikaye pek uzun. netice efendim, biz davayı kazandık, kız tarafı artık sesi kesti. beş on dakika sonra seyyare odama geldi. neticei istimaını şu suretle anlattı: hali teşevvüş: karışıklıkesbabı mucibei şeriyye: şer'i sebeplerneticei istima: dinleme neticesitalebi talak: boşanma talebi makamı meşihat: meşihat makamıdavayı talaka: boşanma davas bu patırtıların üzerinden altı ay geçti. fakat evinde, ben evimde. zevç zevce birbirimizin yüzünü gördüğümüz yok. ben onu bazı gece aşıkı delikanlı ile kol kola rüyamda görüyorum. müziç pandomima rahat nevmimi ihlalde berdevam. bu rakibi muhayyelimi keşif için başvurduğum tariki taharri kalmadı. bu nun vücudunu ispata medar olacak küçük bir emareciğe bile destres olamadım. hep neticei tahkikatım kızın bir iffeti mücesseme olduğuna çıkıyordu. tahsili mükemmel, tarz ve tavrı serbest. so kağa pek süslü, biraz da açık çıkıyor. beyoğlu mağazalarında adeta bir erkek tavrı serbestisiyle dolaşıyor. hatta arkasında fahri takım ağaları gibi dolaşan züppe, şık güruhu da eksik değil. fakat bunlardan hiçbirine nazarı tenezzül atfettiğini gören yok. gözde monokl, elde baston, bonjurun yakasında rayihani sar, küçük bir deste ezhar. tek gözlüğüyle aynalarda kendini yeganei cemal gören. renk Japonya hardalı, çehre ada kartalı, biraz yana çarpık fesi, misali sos anglez etrafına keskin keskin harfi endaz olarak yan cebindeki çin ipeği mendili gözlerine gö türmek için müsadifi nazarı olan, kadın çehrelerinde vesilei te essür arayan şıkların taarruzı sevdalarına uğrayan nisvanın umu men sözlerden iffetlerine şeyn terettüp etmek lazım geleydi, bu şevki nazardan masuniyyeti ismete imkan kalmazdı. bu gezintilerinden, bu serbesti harekatından dolayı gönlüm onu bilmem neden itham etmedi. ben aleyhinde kati bir emare arı yor, hakikaten bir sevgilisi varsa onu keşfetmek istiyordum. bazen sokakta bedia'ya tesadüf ederdim. yaya gidiyorsa derhal şemsiye benden tarafa iner, arabada ise perde çekilir, bir mağazada bulunuyorsa dışarı fırlar. bu şiddeti tevahhuş ne oluyor? bu telaşşeyn: leke, kusurterettüp: icap etme, gerekmemonokl: kaş kemerinin altına sıkıştırılarak kullanılan tek gözlük cammüsadifi nazar: nazarına müsadif olma tesadüfen görmetariki taharri: arama, araştırmaezhar: çiçeklerşiddeti tevahhuş: ürkekliğin fazlaca olmasıiffeti mücesseme: namus sahibirayihanisar: koku saçanlarını bana iraei nefretten ziyade başka esbaba atfettim. ekseriya ondan ka çınmakyorgunluğuna kalkışmaz. buyorgunluklar, bu telaşlar ihti yar edilince işte bir ehemmiyeti mahsusa var demektir. fakat bu ehemmiyet nevini tayin acaba mümkün müdür? bu sebebi ehem miyetin tayiniyle iş anlaşılabilecek. keşfedebildiğim esbap şunlar dı: birincisi: beni gördüğü zaman bikayıt bulunması, tekrar beyti zevcine duhul rızasına takarrüp suretinde telakki edilebilir. aşı ğına karşı verdiği vaadi zifaf gecesi hanei pederine avdetle pek mü kemmelen ifa etti. fakat kurduğu planın mabadı kendi memulü gibi zuhur etmedi. benimle iftirak üzere yaşadıktan sonra bunda da kadar beis yok. elbette bir gün inadımdan bıkar, tatlik ederim. yevmi tatlike intizaren aşıkıyla olan münasebette devam ederler. binaenaleyh bana tesadüf ettiği zaman bikayıt durması, hanei zevce avdetine bir emare addolu nabilirse aşıkı olan herif bundan kuşkulanır. besbelli sevgilisini iştibaha düşürmekten ihtirazen bu telaşları gösteriyor. bu sebebi saniyyenin hakikate mukareneti bence zayıf fakat bir ihtimal suretinde tasavvuruna da bir maniayı ka tiyye yok. kadın gönlü bu. pek anlaşılmaz bir lugazı hilkat demektir. onların yana yakıla ne ibrazı asarı muhabbet ediş lerine pek aldanmamalı. safiullahı cennetten çıkaran bir mahluk onun ahfadını baştan çıkarmakta güçlük mü çeker? onun vazifei hilkati zaten budur. onların iraei muhabbetlerine pek kapılmama lı. izharı nefretlerine de hemen inanıvermemeli. bazen sevmez, sever görünürler. bazen de severler, sevmez görünürler. rüziraei nefret: nefret göstermemukarenet: yakınlıkribkai nikah: nikah bağtakarrüp: yaklaşmamaniayı katiyye: kat'i engelibrazasarı muhabbet: muhabbet gösterme bedia'nın bana karşı ne muhabbet ne nefret hissetmemesi de muhtemelattandır. bu avarızın esbabını ta yin etmeli. zifaf gecesi bana hakaret etti. ben de bu hakareti ne şiddetle mukabelede bulundum. memulü boşa çıkınca bundan fevka'lcidd müteessir ve dilgir oldu. benden ahzı intikam fik rine düştü. beni birkaç kere daha kendini davete garı sevdalarının istikameti vezanı öyle nukatı menafie tabidir ki bu emri mühimmi tetkikte pusulayı şaşıran gönüller için sahili selamete vusul müşkül olur. sevdayı nisvanın bu şumul garabetine mebni bedia'nın bana gösterdiği şiddet ve nefrete bilatetkik inan mamalı. belki beni sevdi. belki bu muhabbetini izhar için tasav vur ettiği mahazir bu sevdasını nefret şeklinde göstermeye kendini mecbur ediyor. belki benim tasavvur ettiğim aşıkı muhayyel, na zarı hayalimden başka bir yerde vücudu olmayan bir şahsı mev humdur. belki bedia zevciyetimi kabul ederse beni şiddetle sev meye gönlünü müsteit buldu da benim kendinden evvel iki kadın bırakmış olduğumu istikbali sevdası için bir falı hayr addetmeye rek bir felaketi müebbedeye bedel bu tariki halasa atılmayı daha akilane bir hareket addeyledi. hep bunlar doğru ise demek bedia beni seviyor. binaenaleyh bana tesadüfü zamanlarındaki telaşları tesiratı ciddiyyeden mütevellit olabilir. acaba hakikatı hal, bu esbabı muhtemeleden hangisine temas ediyor? eğer miratı tefa lük, esrarı kulub cilvegahı olaydı eşyayı gaibeye bedel senden mesruk gönüllerin yine ashabına ihtimali iadesi çareleri sorulurdu. zaman meknuzatı kalbiyye mütecessisleri defaini sim zer müteharrilerinden ziyade zuhur ederdi. kendi esrarı kalbiyyemi anlayamadıktan sonra hemen birkaç saat yüzünü gördüğüm bir kadının keşfi razına uğraşışım gülünç değil miydi? bu suali gönlüme karşı pek çok defa irat ettim. se viyorum desem gönlümde öyle bir şiddeti arzu yok. sevmiyo ruma karar versem niçin zihnim hemen layenkatı onunla meşgul oluyor? bedia ile kendi aramda bir rakibi muhayyel tasavvur ettikçe niçin kıskançlığa ben zer bir hissi şedid beni sarsıyor? bir insan sevmediği kimseyi de kıskanabilir mi? hay hay, iyi biliyorum ki bir müddet münasebette mecbur etmek için öyle müstağni görünerek tahrisi sevdama uğ raşıyor, bana karşı ne kadar müteneffir görünüyorsa da nispette şiddeti meylimi cezbedebileceğini ümit ediyor. bu esbabın bir dördüncüsü de bulunabilir ki da her türlü muhakematı zir zeber edecek nefret bir nefreti şedideden ileri gelme olur. tahrisi sevda: sevdanın artmasımiratı tefalük: fal aynasıtahavvül etmek: dönmeklayenkatı: kesintisiz, süreklieseri infial: infial eseri, belirtisimiftahı hall tefsir: çözüm ve açıklama anahtarıdefaini sim zer: altın, gümüş defineler ben yine eski hevaperestliği ele aldım. vur patlasın alemlerine daldım. buna şiddetle ih tiyaç hissediyorum. fakat garaipten olarak simaca bedia'ya benzer kadınlar arıyorum. biraz rengi, gözü, kaşı ona andırır bir alüfteye tesadüf ettim mi fevka'lhad mahzuz oluyorum. bir müddet de böyle mürur etti. fakat gide gide gönlüm bedia'nın müşabihleriy le değil, kendiyle mülaki olmak arzusuna düştü. bir hevesi sade şeklinde nema bulan bu şeceri iştiyak zihnimde çok sürmeden dal budak, şah berg salıverdi. rüyalarımda kızın payı afvına ka panarak istirhamlar etmek, sonra halecanla ağlaya ağlaya uyanmak gibi kendi nefsime karşı bile itirafından sıkılacak haller peyda ettim. bu derekei sevdaya düşmeme sebep de sehlü'lhusul muaşakalardan artık gına peyda edişim oldu. sonradan anladım ki esnalarda ben bedia'yı bir vüsati mana ile sevmiyormuşum. lakin kendini odadan kovduğum sırada dışarı çıkarken bana fırlattığı ateşin nazar gönlüme küçük bir kı vılcım düşürmüş. bundan pek çabuk müstaidi iştial olduğumu anlayamamışım. bu nevi kıvılcımlar şeh rayin esnasında sanaiyi nariyyeden havaya saçılan şule pareleri gibi gönlüme yüzlerle iner, çok sürmez yine sönerdi. bunu da öyle zannettim. belki. mahzuz olmak: zevk duymakşeceri iştiyak: iştiyak, özlem ağacşehrayin: şenlik bedia'nın üzerine beni evlendirmeye kalktılar. validem on dan güzelini bulacağına söz verdi. bedia'ya karşı ukdei muhabbet varken diğer bir kadını sevemeyeceğimi, binaenaleyh gelen kıza da yazık olacağını biliyordum. nazarı iştiyakım bedia'ya, hep istihkamı aşka ma tuftu. onun fethiyle şimdiye kadar tezevvuk etmediğim lezaizi sevda bulacağım gibi geliyordu. artık bende bir emeli hayat şekli alan bu hedefe vusuldeki müşkülat büyüdükçe bu arzu da gönlüm de nispette iştidat ediyordu. günden güne rengime arız olan solgunluk, zucreti kalbiyyemden mütevellit her hal hareketteki asarı infial, şiddet ve hiddet, hayat tan bizarlık gibi ahvali fevka'ladem peder ve maderimin nazarı dikkatini celbetti. bu müddet zarfında rakibi muhayye limin keşfine dair vaki olan takibatımdan elan bunun vücuduna de lalet edecek bir emare elde edemedim. aylardan beri takibatı nevmidane sonunda nişanei muvaffakiyyet göreme yerek bir sıkleti hüsran içinde ezilen gönlüm tabiatla hemahengi küşayiş olmak istedi. rebiin libası taravetine bürünen eşcardan kudümi titrekane serilen çemenzarlardan bilmem gönlüm hissemendi inkişaf ola cak, biraz tesellii hayat bulacak mıydı? aguşı nesimde kızışan çiçekleri görmek, sanihapira birkaç kadın çehresi seyretmek iste dim. artık benatı havva'ya meclubiyetim belki hep bunların nevi bedia'ya mensubiyetlerinden dolayıydı. bir cuma günü arabamırebi: baharzucreti kalbiyye: kalp sıkıntısısanihapira: düşünceyi süsleyenahvali fevka'lade: olağanüstü hallerhemahengi küşayiş olmak: beraber açılmakhissemendi inkişaf olmak: açılma hissesini almak, açılmakiştidat etmek: şiddetlenmekistihkamı aşk: aşk istihkamıtezevvuk etmek: zevk almak hazırlattım. tasviri letafeti şuaramızın pek çoğunuyormuş, ihtimal ki yazanlardan ziyade okuyanları bıktırmış olan sadabad, günü bana şöhreti şairanesi hilafında bir manzara arz etti. bir kenarı dere, tarafı digeri çemenler üzerine sayeendaz küçük bir ormancık olan iç kağıthane sahasında bir zenciri devr teşkil eden araba katarına dahil olduk. dön efendim dön. bir devri tam icrasından sonra başlayan manzara ilk devrin aynı. atlı karacaya binen çocuklar gibi birinci tahassüsi devrin akşama kadar teceddüdünden usanmazsan durma dön. fakat orada dönen şey yalnız arabalar değil, nazardan nazara dönen dolabı iştiyaktır ki bu asiyabı rüzgara iliştirecek metaı sevdan varsa biaram dönmenin hikmeti lez zetine zaman vakıf olursun! derenin öbür sahilindeki kasır bahçesinin manzarai dilküşa sı perdedarı gubar. zaten hadikayı kasrdaki füyuzı nami yei bahara bakan yok. bülent, sık eşcarın mutarrayı bahar evrakı arasından süzülen şuaatı şemsin initaf ettiği yer yer çemenler üzerindeki cünbüşi tezhibiyle gölgede kalan aksamın koyu derin yeşillikleri içinde bu hırmeni dad sited içinde ne bülbül nağmesi arayan bir kulak ne de letafet bezeyen bahara menfaat bir göz var. başlar, göz ler, sözler, bütün gönüller hep gerdune katarıyla dönüyor. daha neler dönüyor neler. kesreti izdiham: izdihamın kesreti, çokluğuatlı karaca: atlı karıncaşuaatı şems: güneşin ışıklarıgerdune: arabadolabı iştiyak: iştiyak dolabıbiaram: durmadanasiyabı rüzgar: rüzgar değirmenifüyuzı namiyei bahar: baharın nemadar feyzihadikayı kasr: kasrın bahçesihırmeni dad sited: alışveriş harmanımanzarayı dilküşa: gönül açan manzara mutarrayı bahar: bahar kokankesreti izdiham: izdihamın kesreti, çokluğuatlı karaca: atlı karıncadolabı iştiyak: iştiyak dolabıasiyabı rüzgar: rüzgar değirmenibiaram: durmadanhırmeni dad sited: alışveriş harmanıgerdune: arabamanzarayı dilküşa: gönül açan manzarahadikayı kasr: kasrın bahçesifüyuzı namiyei bahar: baharın nemadar feyzimutarrayı bahar: bahar kokanşuaatı şems: güneşin ışıkları işte bakınız dikkat! canlı fotoğraf başlıyor. orta halli bir kira arabası derununda bir çift pembeli. düğün zerdesi renginde lepiskaya boyanmış saçları yaşmaktan kıvır kıvır dışarı fırlamış. yaşmaklar sanki birer setrei hülya. tebellür etmiş pudra zann olunacak kadar ince. hututı simalar kalemkarı hilkatin tersimi üzere bırakılmamış. hanımların yedi itinasıyla tashih görmüş. yüzlerine güya mala ile kağıthane yoğurdu sıvanmış. kaşlar biraz daha uzatılmış. sarı saçlarla bir tezatı levn teşkil eden siyah gözler. kuyruklu tahriller çekilmiş. yanaklarda boyama birer gül oturuyor. bu tuvalete kağıthane tozunun rengi diger vermesinden ihtirazen camlar sımsıkı kapalı. gönül, rüyalar görmek, ruh, mugaşşii letafeti tabiiyye olmak, nazar, hülyaamiz, hafi güzellikler arayabilmek için oraya bazarı muaşaka kurulmayan günlerden birinde gelmeli. böyle eyyamı izdihamda seyrolunacak şeyler elvahı tabiiyye değil, bazı arabaların çerçeveleri içinde bu teşhirgaha çıkan zihayat levhadır. bu suni güllerin arkasından bir köhne fayton içinde bir sıraya üç kişi. galiba arifanede hesap doğru gelmek için araba üç mecidiyeye tutulmuş. hovardalık bu. beyler paranın gittiğinde değil. hissei masrafta tesavi olunca arabanın itibarsız karşı tarafına kim oturacak? bir sıraya kucak kucağa oturmakla bu meselei müşkile halledilmiş. fakat üçü de şerefi zatisini muhafaza etmiş. fakat onu da söyleyeyim ki ortaya oturan, karşıya kuudu lazım gelen fazlai hamule demektir. arkalarında mayer, stein mağazalarından çeke bozuştura her bedene uydurulan birer kostüm. bu fayton kelimesi lisanımızda yanlış istimal ediliyor. bizim fayton namı verdiğimiz arabalara frenkler victoria derler. victoria ise faytondan büsbütün başka bir şekildedir. bu farkı merak edenler, larousse diction naire'de vehicule kelimesine müracaat buyursunlar. her iki arabanın da resmini orada görürler. körüğü çarpılmış bir fayton, içinde kışlık frize siyah paltolu, biri bıyıklı diğeri sakallı iki zat. karşılarında esnaf kıyafetli biri si. üçü de mükemmel çakmış. ağızları çarpılmış, gözler küçül müş. bu deveranı bikarar içinde arabalar mı dönüyor, kafalar mı? farkında değiller. şeşi beş görüyorlar. hepsinde de sızmaya beş dakika kalmış. etrafa bak, ah ne güzel olur bu kağıthane alemi? bir hissi meveddetle yerlere kadar eğilerek yayık yayık mestane te laffuzla: hayvanları düşüne düşüne yürüyen eski bir kupa. lahuraki çarşaflı biri yaşlıca, diğeri taze iki mahalle karı sı. ikisinde de düzgünler, rastıklar yolunda. bu melahat müşhi rinde hüsnlerine numara takdir lazım gelse. ya üç alırlar ya iki. mümkün değil üssi mizan dolduramazlar. tepetaklak döner ler. lakin bir de kendilerine sorun, kağıthane'de onlardan güzel kimse var mı? gözler fıldır fıldır etraftan bir cüst cuyı iltifat. hiç aldıran yok. kalıplı fesler, sarı iskarpinler. bacak arasında bastonlar. beylerde de gözler tahrilli fakat sürme ile de ğil, kağıthane tozuyla. ortadaki genç zat pembelilerin arabasını gösterip göğsünü yumrukluyor. berikiler gülüşüyorlar. araba nın hayvanlarından birinin art ayağı aksadığından müşterilerden biri farkında değil. onlar, yırtık paltolu arabacılarına, katardan çıkma. durma dolaş. para verdik eğleneceğiz. diyorlar. arkadan yine öyle bir araba derununda dört kadın, ortalarında başı tüylü kız çocuğu. pencerelerden harici görebilmek için bir birini itiyorlar. tam eğleneceğimiz sırada anzorot bitti. daha benim kafam rakıya doymadı ki. yakınlarda meyhane yok mu? burada böyleüssi mizan: not ortalamasıhissi meveddet: sevinç hissicüst cuyı iltifat: iltifat arama haydi işine keleş sen de! sen kendi arabandaki gacalara bak. karşıki gözlüklü beyle işmar gırla gidiyor. ben gaca taşı mam. işte böyle namusumla efendi taşırım. parasıyla değil mi? eğleniyorlar. sarı koşumları güneşe karşı iltimalar saçan iki mehip yağız ka tanaya merbut paris araba fabrikalarının birinden yeni çıkmış mü kellef pırıl pırıl bir kupa, elmastıraş kitabeli duble camlar arasından bu tuhaflığa üç ağızdan birden kahkaha koparıldığı sırada ka tarın devri, izdihamdan bir müddet sektedar olarak arabalar durur. tabii bu sarhoşların arabası da vehleten meks eder. bu tevak kufı nagehaniden bunlarda kafa kafaya bir karambol vuku bulur. zaman hepsinde körüğe doğru bir sarsıntı husule gelir. içlerinden biri arabacıya pürhiddet: elmasım! biz de bittik. şişeyi göndersem dol durur musun? payton mu, yok sa sarhoş dolmuşu mu? müşterilerin horluyorlar, arabadan düşecek ler. bunların yanlarından geçen diğer bir arabanın arabacısı sar hoşların arabacısına hitaben: ayık mı dolaşacağız. günahtır be katananın namusu bozulur. içkisiz seyir mi olur? sarhoşların arabacısı öfke ile: geçmişine kantarlıyı attırma bana! duracağın vakit haber ver. elindeki tehi şişeyi yanlarından geçen bir kadın arabasına bilirae: katana: iri bir cins atbi'lirae: göstererekmeks: durmapayton: faytontehi: boş lacivert çuha üzerine sarı iri düğmeli elbiseleri, konçlarının yukarı kısımları beyaz toz rengi çizmeleri, beyaz eldivenlikleri, ta ranmış saçları, kalıplı fesleriyle mevkii mahsuslarında heykel gibi oturan ispirin kolları çaprazvari kavuşturulmuş bıyıksız yamağın müheyyayı isyan, hayvanların ejdervari boyun kırışlarına ehem miyet vermeyerek muhafazayı temkin edişleri derunı gerdunede ki iki sanemzibanın vazı vakuraneleriyle bir ahengi latif teşkil ediyor. arabanın penceresine elini atmış kirli başörtülü palaspuş murdar bir dilenci kızının çıplak ayaklarını tekerleklere çiğnetme den bihavf yerden toz kabarta kabarta başörtüsü yelpir yelpir uça uça koşarak: resim gibi görünen açık tirşe feraceli iki hanım. düzgün pudra istimalinde ifrata varılmamış. kaşlara kirpiklere biraz kalem do kundurulmuş, yanaklara, dudaklara gülgune sürülmüş fakat belli belirsiz. hep bu telvinat letafeti tabiiyye derecesini aşmamış. kararında yapılmış. simin gerdanlar, top çeneler, küçücük ağızlar, çekme burunlar, süzük bakışlı latif ela gözler, kumral ince kaşlar, yine renkte gür saçlar toz gibi ince yaşmağın altında letafeti diger kesbetmiş. bir tenasübi nazarrüba almış. hanımefendiler, allah sizi sevgili nazik beylerinize bağışla sın. dert verip derman aratmasın. güler gül yüzceğizlerinizi soldurmasın. dilenci kızının başına hangi arabadan geldiği malum olmayan bir kırbaç iner. araba sırası darlaşır. laşek artık çiğnenece ğini anlayan dilenci, deminden beri ettiği duaları hep geri alarak: elin kırılsın. başcağızım biber gibi yandı. biri kır, diğeri doru kısrakta iki fesli jokey. doru hayvanın süvarisi boylu boslu, mevzun endamlı, yakışıklı bir delikanlı, koyu renkli fesi, yakası kapalı, beli kendinden kemerli siyah kazmir ve vestonu, çizgili şeker rengi kadife pantolonu, beyaz parlak mah muzlu açık tütün rengi çizmeleri endamı diliranesine hakikaten halavetbahş oluyor. fakat kır hayvandaki süvari öyle değil. da gençliğin cılız, ufak tefek, kara kuru bir cücemsi bir şekilde. beyefendi, simaca olan bu kasvetli çirkinliğinin galiba farkın da değil. belki de üzerindeki elbise ile hayvanın mükemmelliğine igtiraren çehre düşkünlüğüne ehemmiyet vermeyerek kadın arabalarına sırıtmaktan geri durmuyor. bazı kadın arabalarından hele şu at üzerindeki şebeleye bakın! bu iki beyin enzarı sevdaları öndeki tirşelilere matuf. bir kira landosu derununda, siyah atlaslar giymiş iki be yoğlu nazenini. avuç avuç sürülen düzgünler, allıklar, sürmeler, çehrelerindekiyorgunluğu, her gece bir erkeğin aguşı ücretindeki demgüzarlıktan mütevellit taabı hayatı setredememiş. şapkalarındaki siyah tüylerin irtifaı hemen yarım arşın var. kendilerine kibarca bir vazı istiğna vermeye uğraşıyorlar. fakat muktezayı kesbleri her müşteriye mizacgirane sahte iltifat iraesine alışmış bu sokak işportası çiçeklerinin her hallerinden bir adilik akıyor. alın tarafı enli, çeneye doğru darlaşan telatin matra resmindeki esmer çehresine kasvetli bir manzara veren, baykuş gözünü andıran, hadakaları büyük müdevver siyah çeşmanı sanki arkasındaki jokey elbisesiyle altındaki mükemmel takımlı cins hayvanın talihsizlikle rine ağlıyor. geçinmeli de nasıl olursa olsun. galata'daki hanı sattı, buna yedirdi değil mi! ulan karı çukurbostan'a benzer. öyle birkaç han molozuyla doyar mı? bugün moruktan bir sekizlik, kocakarıdan birkaç dekarya sızdırın caya kadar imanım, ben de sızıyordum. bu akşam nereye düşece ğiz? benim anika artık güllüm yutmuyor. veresiye dostluğu kesti. istersen sen ispermeçet gibi yan artık. mangiz olmadıktan sonra. bak alevinden cigara yakan olur mu? boğuntuya biterim mustafa kardeşim. ön arabadaki yeşillilere dikiz geldin mi? ya radan yaratmış işte. ah samur kaşlım, ela da gözlüm, ben senin için ağlarım. tam takım delikanlı değil miyim? gönül bu. iskete kuşuna benzer. korkma sen. bizim dala da konan bulunur. ay nalı karılara bakmak, insanın gönlünü midye gibi açıyor be. iki sürücü, beygirine binmiş, bir kanarya sarısı, diğeri mor at las mintanlı bir çift külhanbeyi. sarı mintanlısı, morlu arkada şına hitaben: haydi oradan avalim sustu? ulan arabada ki fantazyayı görmedin mi? enayileri tanırım. onun biri bizim hisarlı beyin kapatma sıdır. misk sokağında oturur. bey kazanır bu yer, bu kazanır bey yer. ayıp mı? ah anam ba bam. kısrakları gördün mü dadaş? haydi yanlarına gidelim de dikkat geçelim. sahi be. gerdan kırışa, adım atışa bak. senin altında ek mekçi beygirine benzemiyor. beygir işte böyle olmalı. kız gibi. frenk seyyahları. fötr şapkala rı, şayak kostümleri, yan taraflarında boyundan geçme dürbünleri, mevkii ihtirama ikat edilmiş kırmızı bakır renkli erkek simalı ka rılarıyla faytonlara dörder dörder binmişler. arabacıların yanında birer yahudi tercüman. en yakın şeylere çifte dürbünle bakan. bütün ahval, adet ve menazırı şarkiyyemizi nazarı garabetle duru kısrak da, üzerindeki bey de aynalı. birbirini açmış. kır kısraktakini gördün mü? ayastafonoz kopoyuna benziyor. hayvanın namusuna yazık değil mi? fakat güzelin kadrini biliriz. kır hayvandaki kopoyu gördün mü? haydi yosmam buna sen bir racon kes. böyle şeylere tutulurum. suratına bakmıyor da yeşillilere hampalanıyor. vay kibar tavcıları be! para lafını nereden işittiniz ulan. mi rasyediyiz işte. bugün katane'ye şan verdik. elindeki sübeğe üfle bakalım. ne hava çıkacak? bir fasıl yirmi para. işinize gelirse. sonra çıngar istemem. ulan ne kirli kara surat anan sabahları suratını yalamaz mı senin? kaça alırım çalımını. eskiden altmışlık pakete mumdu. bir aval ya kalamış yoluyor. deminden otuz paralık fıstık ikram ettim. vay geçmişinin canına. fıstık yemem. ben de avuçlan sura tına fırlattım. bizim otuzluk yerlere saçıldı. kimin umurunda! namustur bu. mangize kıyarım da cakamı bozmam. çifte naranın refakat düm dümüyle nihaventten gezinen zur nacı: esnada oradan geçen bir kadın arabasına: beyler keriz edelim mi? frenklerin etrafını bir alay satıcı, çalgıcı, dilenci sarmış. arabalarını orada burada durdurarak gah değneğin ucuna sarılmış naneli macundan birer parça tadarak lezzeti hakkında birbirine beyanı fikr ediyorlar gah şam keleri denilen ufak pidelerden birer lokma ısırarak yüzlerini ekşitiyorlar. bu tesadüfi nagehaniden bedia biraz şaşaladı. fakat hilaf mu tadı olarak gün nasılsa yüzünden bana karşı büyük bir tevahhuş eseri yoktu. bilakis şaşkınlıktan mütevellit hafif bir tebessüm bile vardı. nikoli, emrimi harfiyen icra etti. on dakika sonra arabalarımız hemen borda bordaya, zevç zevce biz de göz göze geldik. devvar araba katarını seyir ile meşgulken önümden bir çift beyaz beygirli ne eski ne yeni bir kupa geçti. beyaz hayvanları, ihtiyar aspiri görünce beni bir halecan aldı. hırçın zevcem günü yakası mavi ipek işlemeli açık samani gron bir ferace giymiş, göğsünün sol tarafına küçük bir de met tabii menekşe takmış, feracesi renginde bir hotoz üzerine alın saçlarının yarısı meydanda gayet şık bir yaşmak, karşısına kendi yaşında bir halayık almış. beni görmedi. karşı ta raftan lafendazlık eden birtakım züppenin enzarı taarruzundan kurtulmak için beyaz güderi eldivenli elini cihetteki pencereye uzattı, perdeyi yarıya kadar çekti, geçti, gitti. arabacıma bedia'nın arabasını irae ile: tevahhuş: ürkme, korkma ah benim ehli perde karıcığım! yaşmağını bu kadar açık yap masan böyle perde çekmek zahmetlerine lüzum kalmaz ya! bedia'nın şaşırmadan mı, telaş tan mı her neden ise ufak tebessümü nazarı sevdam önünde bir ufak ümit açmışken tekrar tesadüfü men için kağıthane'den firar edişi yine semayı tefekküratımı sehabı muzlime ile kararttı. evvela ruyı tebessüm göstermek, sonra firar etmek. bu ne demek olacak? yoksa gösterdiği şey bir işmizazı münfailaneydi de ben telaşla tebessüm gibi mi gördüm? bir anda göz göze geldik. yine bir anda iki araba birer semti muhalifeye hareketle birbirinden ayrıldı. bizim nikoli tembihli ya. ben şim di ikinci tesadüfe intizaren bu defa bedia'ya karşı ne yolda vazı müsterhimane almak lazım geleceğini tayin ciheti mühimmesini düşünüyorum. bazı arabalardaki kadınlara ilanı aşk için ağlar gibi bir işmizazla beyanı suzişi derun eden beyler gibi ben de mendilimi çıkararak kuru yaşlar isalesine karar verdim. arabam bir devir icrasıyla yine deminki noktai telakiye geldi. fakat oraya gelen yalnız bizim araba oldu. melul melul, bakına bakına iki üç devir daha ettik. bedia'dan eser yok. arabasıyla ortadan sır olmuş. nikoli'ye sordum. da görmedi ğini söyledi. hemen hiçbir cihetini bırakmadık. bedia'yı koydunsa bul. eşyasından hiçbirini yerinden kımıldattırmamış olduğum ge lin odasına girdim. zifaf gecesi, hayır zifaf mı ya, firar gecesi be dia'nın revnakı cemali, libası arusuyla bir iki saat tezyin etmiş bulunduğu kanepeye oturdum. belki saçlarının tevazı müsterhimane: yalvarırcasınasehabı muzlime: karanlık bulutlarsemayı tefekkürat: düşünme göğünoktai telaki: karşılaşma, buluşma noktabeyanı suzişi derun: içten gelen duyguların beyanıişmizazı münfailane: gücenmiş yüz ekşitme linden, manidar nazarlarından, bütün maddiyat ve maneviyatından oralara bazı rizeyi esrar saçılmıştır vehmiyle kudumünü bastığı, el leri dokunduğu, libasını süründüğü yerleri birer birer haddei nazar dan geçiriyorum. fakat meydanda benim gönlümden başka onun eseri vezanına delalet edecek kırılmış bir şey yok. bütün eşya yerli yerinde. yalnız gönlüm, yalnız işte biçare hurd olmuş. halılarla müşafeheye uğraştım. kanepelerden esrar sordum. kadimde varken sonradan yok gibi olmuş bir şeyi bazı asar delai liyle ihyaen tasvire uğraşan ressamlar gibi bedia'yı teliyle puluyla gözlerimin önüne getirdim. bu levhaya bü tün elvanı lazımesini verdim. sonra pişi tahayyülatımda bedia gezindi, söylendi fakat birdenbire bu levhayı muhayyilemde bir karaltı, bir şahsı sani gölgesi peyda oldu. levha, karşımda simsiyah kesildi. işte bu şahsı sani, rakibi muhayyelimdi. gözlerimi yumdum. yüzüstü yere kapandım. zalamı tefekküratımın amakı içine gömülmek, orada bütün hülyalarımı olanca kuvayı müfekkiremi boğmak istedim. ben bu gölgeden artık kaçmak arzu ediyor, onu teşhisten adeta ür küyor, korkuyordum. fakat müfekkiremden tebide uğraştıkça bana bütün bütün yaklaşıyordu. nihayet bilıztırar bu muzlim zemini tahayyülatım içine elimi saldırarak bu gölgenin yaka sından kavramaya atıldım. lakin neticeyi savletimde dehenim tenevvür eder gibi oldu. ellerimi telehhüfle başıma götürdüm. kendi kendime: hurd olmak: parçalanmak, kırılmaktebid: uzaklaşmamuzlim: karanlık meçhulpişi tahayyülat: hayallerin önükuvayı müfekkire: düşünme güçlerineticei savlet: saldırının sonuzemini tahayyülat: düşüncelerin zemini zalamı tefekkürat: düşüncelerin karanlığı mesele pek sade. bunu deminden beri niçin düşünemedim? kız beni gör dü. nakabili setr bazı ahval delaletiyle sevgilisini keşfedebilmek liğim ihtimaline mebni, onu da beni de kağıthane'de terk ile firar etmeyi hesabına daha muvafık buldu. yine ahmaklık ettim. bu hamakat, bu belahetimin neticei zararı ihtimal ki artık tamamıyla kabili tazmin değildi. bedia'yı görünce hemen arabamla karşı sına çıkarak kendimi göstermeli miydim? bir tarafa ihtifa ile her halini tetkik etmeli, arkasından kimlerin dolaştığını bittarassut gün orada bulunduğuna hiç şüphe olmayan rakibimi keşfeylemeliy dim. hem bu defa tebdilen bir kira arabasıyla gider, bir tarafa gizlenirim. bakalım bu sefer bedia gelir mi? gelse de evvelki haftadan bitteyakkuz sevgilisini bana tanıtmak tedabirine tevessül ile gelir. herif her kimse elbette beni tanır. bu tanıyışı fiiliyat tedbirlerini teshil eder. ben onu tanımıyorum. zevcemi elimden alan bedhahla ihtimal bazen yüz yüze geliyorum da bana bakan, üstüme sürtünerek geçen, biraz ötede belki halime kahkahalarla gülen herifin işte rakip, işte hain olduğunu fark edemiyorum. ne müşkül hal? vücudumdaki kanım sanki buhara münkalip olmuş da terkibinde mevadı mayia dan ne varsa mesammatımdan dışarı defetmek istiyormuş gibi ter içinde daha tabiri amiyaneyle kan ter içinde kaldım. hikayenin bu noktasında naki bey'in harareti hayli arttı. yine dayanamadım. limonata teklif ettim. bana gözlerini açtı: birader acelen ne? korkma şişeyi bitiririz. daha bunlar bir şey de ah işte, bedia'nın bugünkü firarındaki sırrın anahtarlarını yine yakaladım. dedim. bedia'nın gönlünü hokkabaz yuvarlağı gibi ondan çalıp kendime nakletmenin imkanı var mı? bu el çabukluğunu yapabilecek mi yim? yapamazsam mesele bütün bütün tahammülfersa bir renk almış olur. rakibimi keşfettim, ala. iki kere iki dört eder gibi bir vuzuhla bu bedahet nazarımda taayyün etti, zaman keyfi yeti aleniyete varacak, onlar karşımda sevişecekler. ben uzaktan seyirci kalacağım. zevce, diğer bir erkekle al sevda ver sevda. zevç uzaktan öyle mevkufı temaşa! tahayyülü bile zihnime fena lık getiriyor. ben bu muaşakanın şekli hakikide cilvenüma oluşu na nasıl takat getireceğim? gel derde girme. bu belayı mübrim den kaç. kızı terk ediver. hah! bizim bahçedeki buzlar bu gece beyin ateşini teskine acaba kifayet etmez mi? bedia hanım'la rakip beyin mercimekleri külhanı mu habbette kızıştıkça biz bu akşam tebridi hunı hiddet için buz istimaline mi mecbur olacağız? fakat henüz çaresi mefkut. bu riştei taharriyi bir kere parmağıma doladıktan sonra ne tarafa uzanırsa yana tevcihi azm etmekten başka halli müşkil için sade bir yol var mı? yarın kağıthane'ye, öbür gün veliefendi'ye, sonra kadıkö yü'ne, adalar'a, boğaziçi'ne. lüzumı azimet nereye görünürse cihete gitmeli. münasebetimiz yalnız bir nikahtan ibaret olan zevcemin muğfilini aramalı. kadın benden müteneffir. ben ona dildade. arada anka misal bir rakibi mevhum. tebridi hunı hiddet: hiddeti soğutmatahammülfersa: dayanılmazmuadelei sevda: aşk denklemi naki bey devamla: belayı mübrim: ibram eden, zorlayan bela taayyün etmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak tatlik ile esastan kesilmiş oluyor. fakat şeytan bırakıyor mu? yine in sanı dürtüyor. yahut hiç bize dokunmuyor da neticesi fena zu hur eden efali üzerimize almaya sıkılarak hep ona mal ediyoruz. böyle birçok hususat var ki şeytan bize karşı müfteri davası açacak olsa hak kazanır zannederim. iblis mudilli alem olmakla bera ber romancıların muinidir. bir kız, rehi hemvarı iffetten inhiraf edecek. bir erkek, bunları alay alay iğfal eyleyecek. sirkatler, katiller vuku bulacak. sureti güzeranı hayat türlü renk alacak. size sermaye çıkacak. evet, sıkılmayınız! size sermaye tedarik edenler, şeytanla halita olanlardır. yoksa bütün insanlar, ahlakiyyunun teminatına muvafık doğaydılar hükkamdan tut hapishane gardiyanına kadar sınıf sınıf mesalik erbabı bilmem şimdi neyle taayyüş ederlerdi? bazı kötüler vardır ki onların efali rediesi iyilere sermayei taayyüş belki de fahr olur. hissiyatın beyne'lbeşer mertebesini ala eden kubhiyattır. başımı belalara sokan şey, bedia'ya olan mukaddemeyi mu habbetim oldu. eğer muhabbetin de şeytanisi, gayrişeytanisi varsa benimkinin şıkkı evvelden olduğuna şüphe yok. haydi yine ka bahati şeytana atfedelim. zevcemi tarassut için önümdeki cumaya kağıthane'ye gitmeye karar verdim. bir eski kira arabasının köşe sine çekilip kendimi ona göstermeksizin tecessüsi ahval edeceğim. bir köhne araba buldum. arabacım ihtiyar, bu nak bir herif. makaslar ber bat, hayvanlar miskin, döşeme murdar. denizde başıma geldi amakubhiyat: çirkinlikmuin: yardımcıefali redie: kötü işlermudilli alem: alemin yanıltıcısısermayei taayyüş: yaşam sermayesimıkrası tatlik: boşanma makasıinhira ayrılmarehi hemvarı iffet: iffet, namus yolusureti güzeranı hayat: hayatın geçiş sureti, şekli hiç böyle kara fırtınasına uğramamıştım. eyüp tarikiyle mezarlıklar içinden çok şükür salimen sadabad'a vasıl, araba piyasasını uzak tan seyredebilecek bir mevkide bir ağaca şamandırabend olduk. hep onlar sicimle tamir edildi. yol esnasında galiba kağıthane'ye selameti vusulü müz için her türbenin önünde fatihahan olan arabacım mevkii mahsusundan ağır ağır indi: beyefendi işte kağıthane! arabacım başını tamirattan kaldırmıyor, ben de pişi tedkikimde dolam dolam dolanan zenciri gerduneden gözlerimi ayırmıyorum. bedia'nın arabasını uzaktan görsem tanırım fakat ona benzer meydanda bir şey yok. bir saat öyle vakit geçirdik. bizim za vallı ihtiyar tamirden usanmadı. arada bana: beyefendi! kol kayışını da tamir ettim, allah'ın izniyle dönüş te rahat gideceğiz. gibi bir şey söylüyordu. ben de yarım kulakla dinlediğim bu sadedilane cümlelere bazen kuru bir tebessümle, ba zen de oh oh. ne ala. gibi kısa cümlelerle cevap veriyordum. benim tuttuğum hile yolunu bedia'nın tutmuş olması ihtimalini düşünüyordum. da bugün yüzüne kalın bir peçe örtüp çarşaflanarak bir kira arabasına binmişse ben kendi sini nereden tanıyacağım? elde çarşaf gibi bir vasıtai tesettür ol duktan sonra bir kadın için ketmi hüviyyet elbette erkeğinkinden kolaydır. işte bu ihtimalin zihnime vürudu canımı sıktı. ben böyle kokmuş kira arabalarında bin türlü ızdırap içinde didegüşayı te cessüs iken belki yine pandomima karşımda oynuyor da haberim olmuyor. ne elim hal? ben bu teellümatta iken arabacı bir aralık pencerenin önüne geldi. mükedderane bana sicim bitmeyey di argacı da güzelce bağlayacaktım. onun ıstılahınca argaç' koşumun neresidir bilmem ki. cümlei istiğrabiyye: garip cümleruyı beşaşet: güler yüz aman deme beyim! artık gözüm sevgili zevcemden başka hiç bir şey görmez oldu. ara kayışı değil, hayvanların dörder bacağı birden kopsa yine iştirakı teessüre vaktim yoktu. bedia yine ken di arabasında. fakat bugün tuvalet başka, bu hafta koyu şarabi atlas ferace giymiş. ellerinde renkte eldivenlikler. karşısında yine halayık. onu bana satsalar hakikate vukuf için bütün servetimi feda eder alırdım. bedia içinde kemali vakur temkin ile oturuyor, gülmüyor, lakırtı etmiyor. etrafa baktığı bile fark olunmuyor. bedia'nın kupasını bilairae piyasa katarına girmesini fakat daima kupaya karşı gelecek bir sırada bulunması nı tembih ile emrimi güzelce icra ettiği surette bahşişi bol vereceği mi anlattım. argacın da gün istima linden pek ümit kesilmeyecek bir halde bulunduğunu anlattı. esnada bedia'nın arabası karşıdan koptu. ben sevinçle hah işte, nihayet koptu! arabacı şaşırarak: haydi baba haydi. ben sana şimdi argacı sormuyorum. bedia'nın kupasını göstererek: ta işte karının karşı sırasında dolanacağız değil mi? evet. arabacının gözleri kayışlarda, benimkiler de bedia'nın kupa sında. dön efendim dönmez misin! arabadan arabaya atılan saç maların ufak tefek serpintileri bize de geliyordu. perdelerin kapalı olması bazı zenperestanı yaveguyanın merakını celbettiğinden içinde beni kadın zannıyla harfendazlık ediyorlar arabanın eski liği, mechuliyyeti melahatim manii iltifatları olamıyordu. fakat bizim boşboğaz ihtiyar, erkek müşterisine söz atılmaktaki garabeti tecavüze bir türlü tahammül edemeyerek: kapalı perdeye söz atanlar, bedia gibi bir perestei cemale ne yapmazlar? etraftan yağan adi kelimata, rezilane cümlelere zaval lı zevcem sıkılıyor, kaşlarını çatmakla mukabele ediyor. rakibim nerede? bedia'nın bu temkini iffetperveranesi sevgilisine karşı hoş görünmek, ondan gayrı kim sede gözü olmadığını ispat etmek için midir? zevcemin durgunlu ğu, dalgınlığı bence müziç bir sıkleti derundan başka bir şeyle kabili tefsir değildi. bazen bir tavrı mefturane ile başını ara banın arkasına dayıyor. eldivenlik içindeki güzel ellerini uğuş de karbana karışmak yolunu tuttuk. pudrasını tazeleyen hanımlar gibi arabanın perdelerini indirdim. perdeler delik deşik olduğundan kafes arkasında oturur gibi içeriden dışarısı pekala görünüyordu. arabacım sanattaki mahareti nispetinde bir göz hesabıyla uzaktan katarda gireceğimiz sırayı bittayin küheylanlara dah' dedi. neyi ne gerek ki kapalı perdeye laf atarsın. gibi falso sözlerle foya yı meydana çıkarıyor. hemen hiçbir şey keşfedemedim. kalbimde birdenbire yine bedia'ya görünmek arzusu peyda oldu. yine dolu dizgin kaçacak mı? meyus çehresinde ne gibi alaimi hissiyyat peyda olacak? gönlümde bir arzu uyandı mı artık hiçbir muhake mei makule onu icradan beni menedemez. her zarara işte bu zayıf hilkatimden dolayı uğrarım. bir şey aklıma geldi mi onu yapmalı yım. turuyor, baktığını belli etmez bir ihtiyatla etrafını tecessüs ediyor. acaba sevgilisi gelmedi mi? bu elemi derununu onun intizarı şedidi mi tevlit ediyor? bedia'ya yakın geçen bütün erkek arabalarını tetkik ettim. yalnız, muntazamca bir kira arabasının köşesine çekilmiş gözlüklü bir bey evvela biraz iştibahımı celbetti. da arabası içinde melul, mahzun dolaşıyor, bedia'ya karşı geçtikçe dalgın dalgın bakıyor. fakat bu dalgın nazarı bedia'nın arabasına münhasır değil. ekser defa diğer arabalara da initaf ediyor. mahzun nazarlı bu gözlüklü gencin ka ğıthane'deki mevcudiyetinden bedia'nın haberi yok gibi. ona hiç ehemmiyet vermiyor. bir tesadüfi nazar kabilinden bile tara fa bakmıyor. canı sıkılırsa argacı tamir ile vakit geçirerek orada beni beklemesini arabacıya bittenbih piyasa mahallindeki ağaçlığa doğru yürüdüm. arabaları yakından görecek bir mevki intihabıyla kahveciden bir iskemle istedim. maksadı takibimi anlar havfıyla kendisine eski arabamla gö rünmeyi münasip bulmadım. perdeyi sıyırıp camı indirerek babalı ğın yırtık paltosundan çektim. kirli bir tepsi derununda bir bardak bulanık su, katran rengin de bir fincan kahve getirildi. be dia'nın arabası bulunan sıranın geçidi başladı. bir, iki, üç, arkadan dördüncü araba onunki. yüreğimde peyda olan halecan, alimal lah, bastona müstenit başımı saat rakkası gibi sarsıyordu. rengim ne hale girdi artık onu bilmiyorum. araba ağır bir hareketle geldi geldi, tam bana karşı hiza aldı. bedia gözlerini boşluğa dikmiş, öyle dalgın duruyor. hemen hanımını dürttü. zevcemin bir raşei atiye ile vücudu lerzedar oldu. sanki bütün mev cudiyyeti maddiyye ve maneviyyem gözlerdeki cazibei sahire ye takıldı kaldı. bu giryei teessür vehleten nasıl geldi? katreler yanaklarımı yakmasaydı ihtimal ağladığımın da farkında olmayacaktım. araba ilerledi. fakat tesirine hayrette kaldığım bir mıknatıs nazarımı arabayla sürüklü yor. makamını seyreden muhtazırlar gibi gözlerim oraya dikilmiş duruyor. derken arabanın penceresinden dışarı bir baş uzandı. bedia bana bakıyor. onun da halecandan çehresi gülgun olmuş. ah gözlerime inanamayacağım geliyor. evet onun da. onun da çeşmanı semafamından iki eşkpare ruhsarını yaka yaka yuvar landı, yaşmağını ıslattı. eğer öyleyse bu rüyayı saadeti uzat. heyhat rüya. rüya. alemi bidaride görülen rüyalardan. hayvanlar dörtnala koşuyor. süratle dönmekten tekerleklerin kuturları görünmez oluyor. bedia kaçıyor. evamili ruhum arabasıyla sehabı gubar içinde uçuyor. beni böyraşei atiye: sonradan gelen titremecazibei sahire: büyülü tesiralemi bidari: uyanıklıknim bihuşi: yarı baygınlık, sersemlikçeşmanı semafam: mavi gözler le giryan bırakıp nereye gidiyorsun? rehgüzarı firarı na yatayım, bari vücudumu çiğneyerek git. şikayetiyle feryat et mek istedim. bu yolda ismaı teellümmüvki müsait değil. cebimden elime kaç para geçtiyse kahve tepsisine fırlattım, koş maya başladım. o, yokuşu yarıladı bile. bir müddet alık alık dağa doğru baktım. benim için durmak zamanı değildi. ama argacı bozuk, miskin hayvanlarla bedia'yı takip ka bil midir? nihayet arabacının yanına gittim. başka darü'lamanım yok ki. ihtiyar beni görünce meyusane: cevelan: dolaşma marika hanım'ın şarkısı gibi, gözlerim dağda öyle bir müd det daha oralarda mecnunane cevelan ettim. gözüme boş bir ara ba ilişti. araba da hayvanları da zararsız: darü'laman: sığınılacak yer şakaya latifeye vaktim yok kuzum, işim acele de onun için veriyorum. argaçtan hayır yoksa senin de bana lüzumun yok. sözüyle babalığa bahşiş ücretini tediye edip oradan savuştum. böyle müte essir bir zamanımda argaç derdi dinlemedense yayan yürümeyi her halde hayırlı addettim. arabacı, kemali azametle: yapayım derken bütün bütün bozdum. bu argaçtan hayır yok. dedi. senin müşterin varsa bak benim de iki adet liram var. hangi arabacı giderse ona vereceğim. ismaı teellüm: teellümü dinletme müşterim var. herif beni sarhoş zannıyla: ben de: arabaya atladım. herif müşterilerinden kaçmak için hayvanları kamçıladı. hay vanlar soluk soluğa yokuşu çıktılar. orada otuz kırk araba vadiye karşı ahzı mevki etmişler, aşağıda başlayan sev da pandomimasının mabadı pencereden pencereye burada itmam ediliyor. kim bilir bu işaret komedyasının fusuli leylesi nere de oynanacak? bu muaşaka sahnesinin dekoru pek mükemmel. akşam takarrüp etmiş, üzerlerine kabusı muhabbet gibi hafif bir sis çökmüş. sanki bir hissi hiras ile birbirinin zıllı himayesine sokulmuş görünen tilale karşı nazar hülyayı emel kadar vasi bir ufuk içinde devrediyor. şarka bakınız, şişli kabristanında yatan ashabı yesarın vereseleri tarafından müteveffaların tezkir namelerinden ziyade, bıraktıkları zer simi tebcilen inşa ettirilen mermer mozolelerin ebyaziyyeti safiyesi ve kilisenin kubbesi çapkınlar iki saattir karı kuyruğunda dolaşıyorlar. bıçkın şeyler. sonra belaya girmek ihtimali var ama. iki liraya gelen belanın başımın üstünde yeri var. bu yurun beyim buyurun. arabacı şöyle gözlerini çayırlığa dikti. kendini bekleten müşterilerine ağız dolusu bir küfür salıverdikten sonra: verese: mirasçılar benim arabanın öyle argacı margacı yoktur. evvelki arabacı nız ya akay' olmalı ya da muhacir. sizden işitiyorum. nasıl şeydir bilmiyorum ama benim yaya kalmama işte ar gaç sebep oldu. zıllı himaye: himayenin gölgesiebyaziyyeti safiye: saf beyazlıkashabı yesar: zenginler nasıl argaç? biraz şimale dönünüz, büyükdere'ye giden şosenin sıra ağaçları nı tepeleri yaprak açmış birer parmaklık gibi görürsünüz. daha şimale bir pergarı nazar çeviriniz, yekdiğerinin zuhurundan na zarendazı teessür ola ola akşamın sisleri içinde ale'dderecat boğulmaya hazırlanan şevahıkı gönlünüze bir hissi tenhai, bir hü zün ve haşyet ilka eder. azıcık illeti şairiyyeniz varsa kalabalık içinde kalbiniz vahdetgüzini melal olur. artık sem'iniz elsi nei beşeriyyeden hiçbirinin teessüratı hakikiyyeyi ifadeden aciz kelimat hayidesi işitmek istemez. aşiyanına geç kalmış bir kuşun nağmei isticali gibi razı tabiattan naleler ararsınız. setrei zala ma boyun eğmiş silsilelerin menazırı sakitanesi sizi daha ile rilere götürür. afakşikaflık gibi bir arzuyı tufulaneye düşer. daha ötelerini daha ötelerini görmek, vuhuş tuyurun izlerini takip ile müşafehelerini dinlemek istersiniz. akşamın esrarı hazini serpilmiş hep bu tepeler, ufuklardan his seçini teessür ola ola cenuba teveccüh edersiniz. istanbul mukaddesi merkezi vatanımız hululi şebki takarrüble setrei habını yavaş yavaş üzerine çekerek cemaline aşık olan tarihin barulardan bin terane ile mahmurı nevm başını boğaz'ın methaline vermiş. hemyazei naz görünüyor. döşeği marmara, nigehbanı çamlıca olan bu maşukai cihanın kabarmış sinesi üzerinde nazarı meftunane edirnekapısı'ndan sultan selim, süleymaniye, beyazıt, pergarı nazar: nazar pergelimahmurı nevm: uykudan mahmurmenazırı sakitane: sakitane manzaralaarzuyı tufulane: çocukça arzu ale'dderecat: derece derece, yavaş yavaş mukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezihisseçini teessür: teessür hissesi almavahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilmenazarendazı teessür: teessürle bakmaale'dderecat: derece derece, yavaş yavaşvahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilmemenazırı sakitane: sakitane manzaralararzuyı tufulane: çocukça arzuvuhuş tuyur: yabani hayvanlar ve kuşlarhisseçini teessür: teessür hissesi almamukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezihululi şebki takarrüb: yaklaşan gecemahmurı nevm: uykudan mahmur tepedeki sevda komedyası içinde maşukasını kaçırmış bir şaşkın aktör tavrıyla etrafıma bakındım. göz göze, kaş kaşa dad sited yolunda. dağa, bayıra bakan kim? kabil olsa bilakis iki araba halkı tek arabaya do lacak. gönüller hep fikri takarrüble suzan. herkesin maşukası kendinin olsun. fakat be nimki nerede? galiba hayvanlara hiç soluk aldırmadan firar etmiş. gözyaşları neydi? bahusus benim bu geceki halim ne olacak? iki damla gözyaşı bütün muhakematımı zir zeber, olan ca akıl ve fikrimi tarumar etti. akşam yine meyusen haneme avdet ettim. hep böyle meyusen azimeti avdet. fakat bu defaki meyusiyetim tatlı. bedia iki katrei eşkiyle pişi sevdama öyle bülendeyvan bir takı ümid rekzetti ki bundan sürurı muzaffera nem nasıl olacağını tayin edemeyerek etrafında biaram dönüyorum. sabavetimizde avazei lu'bumuzla çınlattığımız sokaklar, ziri sükufunda doğduğumuz haneler, bize karargahı ebediyyet olacak mezarlıklar sanki hep, uzemayı ecdadınızı sinesinde saklayan, evladı müstakbelenize esbabı maişet hazırlayan bu peri sizin validenizdir. ayasofya cevamii şerifesini birer ziyaretle dolaşıyor. tufuliye timizden beri kandilleriyle ramazanlarımızı tebşir, bayramlarımızı tebrik eden minarelerin rüyeti insanda ne kadar hissiyyatı sami miyye uyandırıyor! eblehane muhakematımla zavallı zevcemin ne kadar günahına girmişim! hem bu itha matımda ne kadar ileri vardım? zi faf gecesi bir iki nazına tahammül edemeyerek kendisini hakaretle odadan kovdum. sonra tekmil muhakematı onun aleyhine, kendi lehime yürüttüm. meğer kızcağızın kağıthane'deki hüznüne, sıkleti derununa sebep benmişim. muhterizane nazarlarla aradığı benmişim. düşündü ğü benmişim. hep benmişim. meğerse ben ne adi herifmişim. taharrii meyusanesi bir diğeri için olaydı, gözyaşlarını bana gösterir miydi? en sonra ağlaya ağ laya niçin kaçtı? bana evvelki tesadüflerinde izhar ettiği mütelaşi yane nefret neydi? ne olacak hep beni sevmekten ileri gelme asarı infial. beni şiddetle seviyor fakat vicdanen layıkı muhabbet bulmuyor. bir gün ye'si sevdasına galebe edemeyerek hakika ti bilaihtiyar anlatıvermekten korkuyor. ben sevilecek adam mıyım! bu yaşta iki karı bırakmış. üçüncüsünü ilk gecede kov muş ahlaksız bir çapkın. ah bedia! seni bir kere ele geçirsem ayaklarını gözyaşlarımla ıslata ıslata bütün günahlarımı affettiririm. yarım gecelik feyzi vaslınla sen beni tedip, bütün sui ahvalimden tecrit ettin. artık bana dünyada senden başka vasıtai huzuz kalmadı. böyle ismen değil, hakikaten zevç zevce olarak yaşasak bütün alemdeki zevçlere bir numunei sadakat, bir timsali muhabbet gösterecek bir koca olurum. zalamı kesifiyle mecruh gönülleri kabir gibi sıkan, ezen üzen gecelerde sen de benim için gözyaşı döktün mü? döktün döktün. nüzulünü gördüğüm eşkparelerin leyali iştiyaktan süzülüp gel diğini hissettim. benim için. seni türlü şenaatle itham eden bir hodbin için ağladın öyle mi? ah melek bedia. leyali sabıkamda beni teellümatıyla öldüren rakibi muhay yeli faciası gece işte böyle hiç intizar etmediğim bir zemin nevitaharrii meyusane: meyusane aramaleyali sabıka: geçmiş geceler ne girdi. fakat biz neticeye bakalım. gelecek cuma hiç şüphem yok, bedia kağıthane'ye yine gelecek. ben onu görmeye nasıl can atıyorsam aynı hissi iştiyakla da mütehassis. artık bu hakikati anladım. lakin bu defa kaçırırsam kaçmamazlık etmesin. bir tezkere yazarım. firardan feragati istirhamımı dinle mezse benim hayvanlarım onunkilerden kuvvetsiz değildir. arkası na takılır, birlikte konağına kadar giderim. ama beni tanıyanlar naki bey, kağıthane'de zevcesine alenen kur ediyor diyeceklermiş. desinler. kendilerine alenen kur edilen diğer kadınlar yok mu? hem bu sevdaperdazlığı onlara kocaları değil, yabancı erkekler ediyor. onun telatumı biaramına tutulanların hiçbir aletle tayini cihet ede bilmeleri mümkün değil gibidir. bu biçareler artık cereyanı rüzgar kendilerini hangi sahili selamet veya girdabı muhataraya sevk ederse oraya düşer, ya halas ya mahvolurlar. yahut hiç tu tamıyor. bedia'nın semavi gözlerinden sureti nüzulünü gördüğüm dümuun benim için olduğuna pek çabuk hükmediver mişken bu halin kalbimde tevlit ettiği fartı sürurun temadii leyl üçüncü haftaki kararım işte buydu. asıl bu cumayı iple çekme ye başladım. sürati vürudu arzu edilen eyyama ip takmak tabiri lisanımızda teessüs etmiş terkibattan olmayaydı ben cumaya ha lat, belki ondan daha kuvvetli tünel kayışı falan gibi nadiren kopar kuvvetli bir şey takacaktım. sonra bir sadayı tasdik ile evet evet! bedia'nın cuma bir nazarı muhterizaneyle birini aradığı bence bir hakikati bahi reydi. bunu keşif için mükemmel falcılık lazım ki günlerdeki buhranı hissiyyatım bu kehanete müsait değil. halime gülmeyiniz. gecelerde iskambil falı açmaktan da hali kalmadım. kendimi ispati'nin bacağı, be dia'yı orya'nın kızı farz ediyordum. orya birlisi yani zevce min gönlü daima yabancı bir erkeğe karip düşüyor. bedia'ya yakın zuhur ediyor. bu yolda falla ra katan inanmam. fakat niyetimin böyle ekseriyetle mugayiri arzum bir sureti makusede zuhuru beni ne kadar iğzap ediyor? hele bir gece rakibi muhayyelim olduğundan şüphe ettiğim kara maça bacağını so baya atıp yakmakla da kanaat edemeyerek daima ona karip düştüğü için orya birlisini, bedia'nın gönlünü parça parça ettim. ayakları mın altında çiğnedim. bende fizyolojik bir aksü'lamel hasıl oldu. gözyaşlarının benim için olduğu hakkındaki delaili sabıkam gide gide kuvvetlerini kaybetmeye, onların yerine yine müthiş şüpheler kaim olmaya başladı. sakın bedia: birkaç haftadır bu herif niçin rehgüzarımı gözlüyor? cuma kağıthane'ye gideceğim. bu emelime mu vaffak olamaz da yine kaçırırsam hanesine kadar takip edeceğim. mini mini bir zarfa koydum, taktığım haytai intizarı koparmadan asıla asıla cumayı getirdim. kala balık başlamış. aca ba bu hafta gelmeyecek mi? bu ademi vürudu ihtimali zaten ha lecandan çırpınan kalbimi büsbütün sadrımdan ayrılıp uçacak gibi bir hale getiriyordu. saat sekizi geçti. tahammül olunmaz bir elemi intizarla arabaya sığamaz oldum. arabacım nikoli ile beynimizde şu muhavere geçti: sizi seviyorum. hayatım nakabili inkisar bir riştei ateş ile bu muhabbete muallak kaldı. ya bu zenciri nar, beni size isal edecek ya bir kabre düşürecektir. muhakkak bu ikiden biri vaki olacak. bu teklifim evvela istirhamen vuku bulur, kabul edilmezse sonra emir, daha sonra cebir suretini alacaktır. bütün hayatımı sizi takibe has redeceğim. hanei pederinize değil, müntehayı kainata pervazı firar etseniz kanatlanamazsam kollarımla uçar, yine dameni istiğ nanızdan tutarım. aşkın marazı cinnetten bir fasıl olduğunu kütübi aidesinde görmemişseniz hareketimle size bu emirde bir misal irae eyler bu cehlinizi izale ederim. arabasına atmak için kısa fakat şedit ve katiü'lmüfad bir tezkere yazdım. nakikütübi aide: ait olduğu kitaplarnakabili inkisar: kırılması kabil olmayan dil hirasan, dide giryan. dedim, alt tarafı düşünüyorum, dalmışım. ama nasıl hani ya bazen insanın meşguliyyeti zih niyye tesiriyle bakar da görmez, işitir de anlamaz, bir zamanı olur, işte öyle bir halde iken vehleten bir sürati fevka'lade ile arabam hareket etti. bu müsademe ile dalgınlığım zayil oldu. derhal elimi ceketin yan cebine attım. bedia'nın arabasıyla pencere pencereye geldik, hemen zarfı kucağına fırlattım. sevinç ten deli gibi: uzaktan hayvanları beyaz bir araba gördükçe halecanım artı yor. işte o, işte o diyorum. takarrüp edince yabancı bir araba olduğu anlaşılıyordu. serde illeti şai riyyet yok mu? nazmettiğim iki mısraın mabadını bulmaya uğra şarak: hini hacette: icabındarehgüzar: yolunda şişli tarikiyle gelen arabalara hini hacette karşı çıkabilmek için yokuşun altında muvafık bir mevki intihap et. dediğim arabanın yokuştan indiğini görürsen bizim arabayı onun penceresine yanaştıracak surette üzerine sür. sonra araba nereye giderse bir adım arkasını bırakma. anladın mı? rehgüzarında bu üftaden esiri intizar ben iki hafta evvel kaçırdığımız arabayı biliyorsun ya? medfenim olsun bu yer gelmezse bezme nazlı yar zihnen bunları düşünüyor, gözümü de öndeki arabadan ayır mamaya uğraşıyordum. dış kağıthane'ye çıktık. ahırları, çeş meyi geçtik. hala firar, hala takip, hala sürat. köşkü de geri tarafta bıraktık, gidiyoruz gidiyo ruz. arizamı okuyacak vakit oldu da geçti bile. yol tenhalaştı. anladım ki bedia kordonu çekti. araba sağdan bravo nikoli! galiba onun arabacısı da tembihliymiş. müsademeye benzeyen bu takarrüp ten herif huylandı. bizim nikoli'ye birkaç rumca küfürle beraber dizginleri salıverdi. piyasayı yar dık geçtik. bedia'nın arabacısı dönüp dönüp bizim nikoli'ye sövüyordu. nikoli de aynı mukabe lei nezakette kusur etmeyerek bizim hayvanların burunlarını öteki arabanın arka penceresinden bir karış ayırmıyordu. kendi kendime: halecandan inkıtaı teneffüse uğrar gibi bir şeyler oluyorum. tehdida tımı hiçe mi sayacak? rakibi muhayyelim oralarda mı? yok. yok, bu cesareti gösteremez. benim için henüz mevhum olan şahıs her kim olursa olsun zevcemle arama hakim sıfatıy la giremez. kan olur. ikimizden birinin cesedi biruhu gün mutlak yere serilir. namı ailelerimiz alemin lisanı istihzasına düşer. maverayı cihana gitsen bugün elimden kurtulamazsın be dia. seni böyle takip edeceğim. dedim. arabalarımız toz, zihnim bir hevayı inbisat içinde yine uçuyorduk. ben bu cümlei ara biyyenin mealini tefsire, bununla bana anlatmak istediği maksadı intikale uğraştıkça her tarafımı ihata eden hevayı meserreti ciğer lerim cezb defden aciz kalıyor, sevinçten boğulur gibi oluyordum. zevcemdeki bu tagayyüri hissiyyat anlaşılacak şey değil. bu an meserrette artık bu ciheti muhakeme edemem. neticesinde bir dubara çıkmasın? gün elimden kurtulmak için tertip edilmiş bir saniaya uğramayayım? of ben ne vicdansız adamım. zavallı zevcem, samimiyyeti hissiyyatını müfessir elime bir senet verdi de ben hala aleyhinde şüpheden, tereddütten, suizandan kendimi alamıyorum. geri bir çark etti. bizimki de aynı manevrayı icrada iken bedia'nın ispiri bizim nikoli'ye rumca bir şey söyledi. beyaz kele bek gibi bir kağıt bedia'nın eldivenlikli elinden uçtu. bütün vücudumu en büyük titreme asıl şimdi aldı, desti raşenakimle kağıdı açtım. avuç kadar bir va rakpare. üzerinde kurşun kalemle şu sözler muharrer: piyasayı geçtik. köyü de arkamızda bıraktık. bedia arabasından başını uzattı, bana hitaben: sizden firarım gözyaşlarımı göstermemek içindi. mademki ge çen hafta bu kayda riayet etmedim, mademki istirhamınız emir, em riniz cebirdir. halde, el emrü fevka'ledeb. beyim! zevcenizhevayı inbisat: ferahlık havası bir hayli daha gittik. yeşil yaprak lı dallarını uzatmış ziri sakında mefruş pürtaravet çemenzara sebzeyn sayeler yağdıran bir şemsiye gibi duruyor. bir şitayı vel veleengiz geçirdikten sonra bahar ile taze bir devri inkişafa gi ren gönüllerimizin teatii esrarı için kaliçesi zümrüdi, sakfı yeşil bu ilticagahı sevdayı münasip gördüm. gidiyoruz. gönlüm bir türlü bedia'nın bu muamelesindeki ciddiyete inanmak istemiyor. acaba beni aldatıp dönüverecek mi havfıyla arabamın pence resinden her dakika öteki arabayı tarassuttan kendimi alamıyorum. estağfurullah, emrim değil, teklifim ilk ricada kabul buyurul duğu için şekli istirhamını muhafaza etmiştir. binaenaleyh tazar ruum sizinle görüşmektir. cendere yolu üzerinde tenha bir mevkie kadar gidelim. arabadan indim. elinde pliyan' denilen açılır kapanır küçük bir iskemle ile halayık da çıktı. kızın elinden iskemleyi alarak: işte asıl zifafı kulubümüz orada vuku bulacaktı. bu ağaca yüz elli metrelik mesafede arabaları durduttum. zevcem gü lerek: öyle ise arabanız öne düşsün. mevkii münasibi siz tayin buyurunuz. emriniz! fartı halecandan ben söyleyecek bir söz bulamıyordum. simasına arız olan pembelikten, gözlerinin bakışından, bazen adımlarını şaşırır gibi yürümesinden onun da aynı hali teessürde olduğunu anlıyordum. yalnız dillerimiz söylemiyor fakat esnayı meşyimizdeki her tavır ve hareketimiz yekdiğerimize lisanın if hamdan aciz olduğu razı derunumuzu, dakayıkı hissiyyemizi daha vuzuhla anlatıyordu. elimdeki iskemleyi zevcem isterse arkasını ağaca dayayabilecek bir noktaya koydum: zevcem gün yakası beyaz işlemeli açık eflatun bir ferace giy miş, şemsiye beyaz, eldivenlikler beyaz, elbise beyaz, iskarpinler beyaz. başında hotoz yok. sırma ile ipekten mahluk zannolunan saçlarını son moda kuaförüne refikaten alnından bir iklili zerrin gibi kapatarak bu kabarıklığı tezyit ede ede hemen enseye indirmiş, tatlı bir çıkıntı ile biraz yukarıya toplayıp iliştirmiş. şekilde ki derbederlikle intizam beyninde bu tezeyyün. sanki bir desti perii mevhum bir şane ile orasına burasına dokunup kabartmış. sonra da yaşmak, gümrah sarı saçların, güzel simanın güya en zardan muhafazası için üzerlerine varmış yokmuş denecek hafif bir pare çekmiş fakat şeffafiyetiyle perdei mahremiyyete almak istedi ği çehreye nükteaşub bir letafeti diger vermiş. bedia keten etekliğini çayırların üzerinde sürükleye sürükleye, beyaz ipek dantela şemsiyesinin uzun sapına dayana dayana, barış maya hazırlanan bir kadının mültefitane somurtkanlıklarıyla bana sitemli nazarlar fırlatarak yürüyordu. halayık bana bir mahcubiyyeti istiğrabkarane ile bakarak biraz kızardı. arabacılara birbiriyle barışmaları şartıyla orada durmalarını bittenbih biz mevkii müntehabımı za doğru yürümeye başladık. emir sizindir. mevkii müntehab: seçilen yermahcubiyyeti istiğrabkarane: garip bir mahcubiyetesnayı meşy: yürüyüş esnası nezaketten ari, tehdidamiz bir mektubun üzerine aramızda güne kadar hüküm süren adaveti bertaraf ederek bu gelişiyle bedia hem beni ihya hem de aleyhindeki suizannımın külliyen bie sas olduğunu ispat etti. zevcem nazarımda artık katiyyen tebriye bedia çok yol yürümüş de kesilmiş gibi bir işmizaz, na zarfirib bir kırıtma ile iskemlesine oturdu. ben de karşısına yer leştim. aylardan beri gece rüyamı, gündüz nazarı hülyamı işgal eden bu perestei ruhuma şiddeti meftunanesi tarif olunmaz bir nazarı iştiyakla bakıyor, gözleri mi bir saniye yüzünden ayırmak istemiyordum. talihim onu bana kısmet etmek gibi böyle bir lütufta bulunmuş, ben bu semahati kaderime karşı ne azim küfran ile mukabele etmişim. bu lutfı naşinaslığım yalnız kaderime karşı mı vaki oldu? karşımda du ran meleği ne ağıza alınmaz rezail ile itham ettim. daha yarım saat evvel zihnen rakibi muhayyelimle düello ediyor, onu bir taraftan zuhur ediverecek havfıyla lerzan oluyordum. hiç öyle bir şahsın vücudu olaydı, bedia, kağıthane'nin kalabalığı içinden ayrılıp benimle buralara kadar gelir miydi? onun nazarı takibinden kur tulması kabil olabilir miydi? hayırsız, vicdansız addettiği benim gibi bir zevcin emri hodseranesine tabiyet için kendisini onun na zarı muhabbetinden iskat edecek böyle bir harekete elbette cüret etmezdi. beni düşünmeyiniz. ben şöyle karşınıza çayırlığa oturu rum. yere oturmamda hiç beis yok. zaten nereye bastığımı, ne rede bulunduğumu bilmiyorum ki! yok. yok. buna katan lüzum yok. keşke arabanın döşemesini getirteydik. buyurunuz dedim. ya siz? güzel yüzüne mütehassırane bakarken ithamatım aklıma geliyor, kendi kendime utanıyor, bu suizanlarımdan şimdiye kadar kendine bir şey sezdirmemiş olduğumu düşünerek biraz bununla müteselli oluyordum. lacivert ha dikaları içinde hülyayı sevdama vasi ufuklar keşfettiğim semavi gözlerini çayırın bir noktasına dikerek dalgın dalgın dedi ki: beyefendi! bugün böyle görüşeceğimizi rüyada görsem hay rayormazdım. heyhat! emrinize ademi itaate kendimde kuvvet bulamadım. bu yevmi mülakat benim için hayata, hem eski bildiğim kasvetli hayata değil, lezaizine doyamayaca ğım bir alemi safaya ikinci geliş gibi oldu. of, anlatamıyorum di lim dolaşıyor. eski hayatım hayat değilmiş, ben kendimi bugün doğdum zannediyorum. hissiyatımızdaki mübayeneti kadime hala berdevam mı? bu ruzı mesudu siz niçin hayırlı addetmiyor sunuz? geçen hafta gözlerinizden nüzulünü gördüğüm gözyaşları kimin içindi? bunların esbabı seyelanını keşifte acaba aldandım mı? müthiş bir hakikate kesbi vukufla bundan sonraki hayatımı zehirlenmiş görmedense bu aldanış benim için pek tatlıdır. bedia'nın bu ilk sözlerinden, içinde bulunduğum rüyayı saa detin bidarı menhusunu keşfeder gibi olarak bir lerzişi nevmid ile: beyim! bu sevginize sebep de tafsilatını artık kale almak istemediğim leylei zifafımızdan beri geçen eyyam oldu. gece siz beni sevmemiş yahut ilk tesadüf edilen bir kadın ne ka darcık bir nazarı rağbetle telakki edilebilirse işte öyle bir gözle görmüştünüz. fakat tabiatınızı tamamıyla an kaşlarını çattı. muhteriz bir seda ile dedi ki: bidarı menhus: menhus uyanıklıkmübayeneti kadime: eski ayrılık ladım. sizin amali sevdaperveranenizi her gün tecdit edecek karşınız da bir istihkamı aşk lazım. gönlünüz hakikatten pek çabuk usanı yor. aşkın lezaizi sizin için daima mevhumiyettedir. hakikatle karşı karşıya gelince onun çehresine müddeti medide bakmaktan usanıyor, gide gide bu rüye te tahammül bile getiremiyorsunuz. ayrıldığımız gece ben nazarı nızda belki zerre kadar haizi ehemmiyet olmayan bir kadındım. isyanlarıma biraz hiddet ettiniz. bu hiddetinizi yenmek için diğer kadınlarla teskini arzuya giriştiniz. cüzi bir zamanda onlardan da birer birer bıktınız. karşınızda fetholunmamış yalnız bir kale kaldı. sonra bütün muhacemei hissiyyat hülya nız tarafa döndü. bu hastalığınızı muhabbet zanne diyorsunuz. bu ideal de şekli hakikate girince nazarınızda şimdiki şaşaasını kaybedecek, sonra sonra ötekiler gibi rüyetine tahammül getirilmez müziç bir suret alacaktır. bugün lezaizine doyulmaz bir alemi safaya doğmuş olduğunuzu söylüyorsunuz. buna inanırım, doğrudur. bu yevmi mülakat, hayatınız içindeki en mesut günle rinizden biridir. fakat siz de şuna inanınız ki bu lezzet, bu sefa, bu saadet devam etmeyecektir. pek cüzi bir zaman sonra gönlünüz di ğer bir idealin, meshurun mehasini olacak. sonra zavallı ben. kırılmış, yıkılmış diğer oyuncaklarınızın yanına atılacağım. ilk geceden bu hakikati keşfettiğim için. alt tarafını itmama atılarak dedim ki: şüphe yok. sözü kesti. emelinizde de muvaffak oldunuz. sehlü'lhusul: elde edilmesi kolay şu saatte şüphe olmayan bir şey varsa da benim size olan mu habbetimdir. siz şimdi aşkın sureti umumiyye tabirime müsaade buyurunuz. belki de adiyesinden bahsettiniz. hemen herkes için aşk denilen şey böyle başlar böyle biter. bu nazariyenin bazı müs tesnaları da olabilir, sizin bu şiddetli nazarı muhakeme ve tedkiki niz önünde amali desise edilemeyeceğini işte görüyorum. hasta kalbimi mahir bir cerrahın neşteri ameliyatına açar gibi size şekli hakikisiyle göstereceğim. fakat tedavisinde siz de diriği lutf et meyeceksiniz. evet bedia hanımefendi. ne mertebe canım acısa bağırmayacağım, şikayet etmeyeceğim. neşteri tedavinizi yüre ğimin en derin ecvafına kadar sokunuz. oralarda müterakim müf sidi hayat, hunı marazı akıtınız. bu ameliyatınız ne kadar sürerse sürsün tahammül edeceğim. of demeyeceğim. yalnız sizden bir ricam var, beni öldürmeyiniz. bu gönül tababetindeki bütün haza katinizi gösteriniz. siz olmasanız hayatın nazarımda ehemmiyeti yok. her şeyi itiraf ediyorum. bu marazdan valideynim beni kurtarmaya uğraştılar. muvaffa kiyyeti halas kabil olmadı. hem de nasıl sevmek. ateşi muhabbetim her günün müruruyla birkaç misli tezayüt ediyor. bedia amik bir nazarı tefekkürle gözlerini dağlara ufukla ra doğru dikti. artık cevap vermiyor, beni endişeye düşürecek bir çatkınlıkla düşünüyordu. bir cevap ala mayınca tahammül edemedim. nerede bulunduğumuzu unutarak beyaz eldivenlikli ellerinden yakaladım. gözyaşlarımı feracesine serperek: nasıl bir uçurumun kenarında bulunduğumu söyledim. bu mezarı aşka beni bir tepme ile atıp da geçivermezsiniz değil mi? duvağımı açtığınız gece siz firaşı meserretinize mahkum üçüncü bir kız karşısında bulunuyordunuz. bense ömrümde ilk defa olarak henüz tanımadığım bir erkeğe yüzü açık görünüyordum. sizi görünce gönlümde öyle bir mukaddimei muhabbet galeyana başladı ki birkaç gün beraber yaşasak ve bütün bütün esiri sevdanız olup kalacağımı anladım. evet gönlümde size karşı işte kadar büyük bir istidadı irtibat hissettim. lisanınız beni iğfale uğraşıyor fakat gözleriniz muvakkat bir arzuyla parlıyor, sözlerinizin samimi olmadığını anlatıyordu. ben zaman kendimi iki tehlike arasında gördüm. birinci tehlike, tahtı zevciyyetiniz de kalıp kısa bir müddet geçireceğim mesudane ömürden sonra bir kuşei nisyana atılmak, bıkılmak, müteakiben de bir iftirakı ebe diye uğramaktı. seven bir kadın için sevilmemek kadar dünyada bedbahtlık olur mu? bu felaketten kurtulmak ancak bir tedbir ile kabildi. da bir yolunu bulup hanenize bir daha avdet edemeyecek surette kendimi oradan kovdurmaktı. avdetimi derecei istihaleye getirecek bir gürültü ile konağınızdan bir kere çıktıktan sonra ya gönlüm sizi sevmekte devam ederse? za man halim ne olacaktı? fakat bu ikinci tehlikeyi birincisine nispe bir habbesi uğruna bütün hunı hayatı isara hazır olduğum bu elmaspareler kimin için dökülüyor. bunların sebebi nüzulü ne dir? onu söyle, saadet yahut felaketi hayatım biliniz bu bir sözle taayyün eder. ondan da hazin hazin kataratı teessür seyelana başladı. gözlerimi gözlerine dikerek sordum ki: istidadı irtibat: bağlanma eğilimikataratı teessür: üzüntü damlaları bedia irat ettiğim suale diğer bir noktadan cevap vererek: peki beyefendi peki. meyus olmayınız, sizi kurtarmak için kendimi feda edeceğim. buna mukabil de sizden hiçbir fedakarlık talep etmeyeceğim. maksadınızı anlayamadım. bilmeye bilmeye hissiyyatı muztaribane alamı mütehassiranemizde bu müşahebet hasıl olmuş. bu hakikat işte birimiz beyanı teellüm ederken diğerinin suzişi derununu takrir eder gibi meydana koyduğu mutabakatı hissiyye ile sabit oluyor. fakat beyim bu müşabeheti tamme içinde yine aramızda büyük bir fark vardır. müsaade buyurunuz onu teşrih ede yim. sizin bana olan muhabbetiniz muvakkat, benimki ise müeb bettir. sizi unutabileceğime zaman yüzde elli ihtimal veriyordum. meğer aldanıyormuşum. ilk eyyamı iftirakım kadar me yusane değildi. nasıl oldu bilemiyordum, anlayamıyordum, müc rim ihtirakını ehemmiyetsiz zanneylediğim kıvılcım kalbimdeki narı şiddetini gittikçe tevsi etti. sizi unutabilirim vehmiyle ihtiyar ettiğim bu ikinci suret büsbütün harabıma sebep oldu. gide gide hale geldim ki gözümde bütün cihan sizden ibaret oldu kaldı. artık hiçbir şeyi göremez, daima sizi düşünür oldum. size hasrı tefek kür ede ede hayatım adeta medit bir rüya halini aldı. bu rüyada kendimi de bilmiyor, yalnız sizinle uğraşıyordum. ah bedia, artık yetişir. yetişir. tıpkı benim halim. tıpkı benim çektiklerim. benim uğradığım teellümatı güya bir mües siri manevi, aynı aynına, noktası noktasına sana da çektirmiş. bu teşabühi hissiyyata şaştım. böyle sokak ortası demek olan çayırlıklarda, ağaç altlarında iki yabancı gibi söyleşip ağlaşmayalım. haydi evimize gidelim. bedia katiyyet beyan eder bir işaretle la kırtımı kesti. yine kendisi devam ederek: burada ikimizin gözyaşı birbirine karıştı. sevinçten mecnuna dönerek dedim ki: müşabeheti tamme: tam benzerlikhasrı tefekkür: düşünce hasretme, düşünmeteşabühi hissiyyat: hissiyat benzerliği bugünkü niyetiniz beni müebbeden sevmektir. fakat niyet ile fiiliyat arasındaki mesafenin ne kadar sabü'lmürur uzun bir yol olduğunu bilirsiniz. la kin bunların cümlesini fiile getirmeye muvaffak olabilir miyiz? aşk hususunda kalben mariz bulunduğunuzu hatta marazın muhtacı ameliyyat olduğunu deminden anlattınız. mahir bir cerrah arıyor sunuz. bu ameliyatı mahiyyeti icraya bende kabiliyet var zan nediyorsunuz. ben sizin cerrahı kalbiniz olamam. kendi hissiyatına mağlup bir kadın, bu ameliyatı bir diğeri üzerinde nasıl icra edebilir? böyle bir ameliyata el uzatacak bir kimsenin evvela kendi kalbi kuvvetli olmalı. bin nefs metaneti fevka'lade sahibi bulunmalı. bakınız bende me tanetten eser var mı? bu hafta da safdilane bütün esrarı derunumu meydana döktüm. bu itirafım nazarı muhabbetinizdeki kıy meti biraz tenzil etti değil mi? deminden yani bu itirafımdan evvel beni daha ziyade seviyordunuz. bir er keğe, seni ziyade seviyorum, demek bir kadın için zorla kendi ken dini onun nazarı sevdasından düşürmektir. bu bapta tecrübem yok fakat romanlarda böyle okudum. bu cidali muhabbetteki en müessir silah, kalp teki ateşin alevini lüzumundan fazla hasmına göstermemektir. her ha kikati olduğu gibi söylüyorum. düştüğüm bu girivi sevdanın ne tarafına gitsem bir mahreci halas yok. sizden ayrı yaşasam iş tiyakınıza tahammül edemeyeceğim. birleşsek aşkın tarif ettiğim nazariyyei umumiyyesi ahkamınca bir müddet sonra usanılmış bir kadın olacağım. alamı tahassürünüz içinde yaşamaktansa mazlumı sevdanız olmayı tercih ettim. magirivi sevda: sevda çığlıklarısabü'lmürur: geçilmesi, aşılması güç olanmahreci halas: çıkış noktası, kurtuluş demki bast ettiğim nazariye umumi gibidir, mademki siz de en sevdiği kadından üç dört ayda bıkan erkeklerdensiniz, mademki gönlünüzü bu vefayı biganegi hilkatten çevirmek, müebbeden kendime hasretmek kabil değildir. halde, of. halde kendimi sizden bir iftirakı ebedi mahkum etmek lazım gelir. anlıyorum ki bu iftirak benim için yanınızda bulunup da mazlumı aşkınız ol mak ızdırabatından daha müessir, daha müthiş olacak, beni daha çabuk öldürecek. artık zevç zevce olarak birlikte yaşayalım, ben den usanıncaya kadar beraber geçireceğimiz ömri mesudane velev ki pek kısa olsun, işte saadet bana müddeti hayatımca kafidir. artık onun yadı huzuzuyla yaşar, uğrayacağım ıztırabatı hırmanı lezaizin tahatturuyla tahfife uğraşırım. sizden yalnız bir istirhamım var. kamı sevdanızı aldıktan sonra benden usandığınız, artık nazarınızda iştişmamında buyı lezzet bulunmaz pejmürde bir çiçek halini aldığım zaman eski zevceleriniz gibi bittatlik beni ha nenizden tardetmeyiniz. evinizde yanınızda kalayım. arzu ettiğiniz kadını seviniz. ağzımdan bir kelimei muaheze. bir sadayı şikayet. bir sitemi mazlumane çıkmayacaktır. siz kamyab olunuz. velev nefsimce mucibi eza olsun, velev huzuzunuzu benden başkalarında arayınız. sizin zevki hayatınızı uzaktan seyretmeyi de kendim için bir nevi bahtiyarlık addetmeye uğraşacağım. sözün burasında naki bey'in çehresi ateş kesildi. başını iki eli arasına aldı. seyelanı dümuundan ıs lanmış çehresini mendiliyle silerek: vefayı biganegi: vefasızlıkkelimei muaheze: tenkit edici söz limonatayı verdim. bardağı iade ettiği esnadaki bakışından korktum. ayağa kalktı: birader, iki yudum limonata lütfediniz, boğulacağım. dedi. demek biz zevç zevce ilk geceden yekdiğerimizi sevmişiz. gelin, bana kendini dirhem dirhem satmak istemiş. haki katte kendisini bir paraya almak istememişim. gelin bunun farkına varmış, istiğnasını hakaret derecesine vardırmış. ben de hakarete mukabeleden geri durmamışım. sureti acibede müfarakatımız dan sonra her ikimizin hayali yekdiğerimizin kalbinde canrüba birer şekil almış. nihayet alev saçağı sarmış. benim gönlümde o, onun gönlünde ben. artık bütün dünya nazarımızda mefkut halini almış. cihan bize görünmez olmuş. artık gururı nefs falan bir tarafa kalmış. gözyaşlarımızla birbirimize hakikati anlatmışız. görünüşte hakikatı hal bundan ibaret. gün bedia ile mazinin bu acı eyyamından badema bahsetmemeye karar ver dik. kayınpeder kayınva bir parça hava. bir parça hava. nefes alamıyor gibiyim. mırıltılarıyla biraz gezindi. bedia'nın sözlerinde bu derece mu cibi teessür olacak bir şey göremediğim için bir nazarı istiğrabla naki bey'e bakıyordum. sureti nazarımdan sebebi istiğrabımı anlayarak: beyim! kulubı beşeriyyeyi teşhiste ne derece keskin bir na zarı tedkike malik olsanız bu noktada sanatınız para etmez. ro mancılık, zevcemin şu ifadatı zımnından çıkacak hakayıkı müd hişeyi keşiften acizdir. zevcemin bu sözlerine şimdi dikkat ediniz, sonra göreceğiniz ahval ile bunları mukayese buyurunuz. sonra hikayem üç gecede bitmez. üç gün sonra bedia'yı bize getirdim. gelinlerini fevkalade bir ruyı beşaşet, izzet ikramla kabul ettiler. zevcemle altı ay kadar derece bahtiyarane bir ömür geçir dim ki hayattan aldığım lezzetin işte bu altı aydan ibaret olduğunu iddia edebilirim. meğer bediasız geçen diğer sinini ömrüm ha yat değilmiş. meğer mesudane yaşamak için insana ruhı istinas bir refika lazımmış. bedia, nazarımda refika da değil, adeta ruhı nefsani hükmünü aldı. kendini altı yedi saat görmesem saati ta hassürün her biri bana birer mahı iştiyak kadar medit gelirdi. bir yerde duramaz, haneme koşardım. ayak sesimi duyunca hemen beni beşuş, mültefit bir çehre ile merdivenlerden istikbal eder, koltuğuma girer, odaya götürür. leta fetine doyamadığım ruhnevaz tebessümleriyle ekseriya ilk sözü şöyle olur: mahzun olma beyim, kanaryana dokunmadım. şimdi tüneği üzerinde pinekleyip oturuyor. galiba yarın sabah bize okuyacağı bey. bir kabahat, büyük küstahlık ettim. beni affedecek mi siniz? evvela af vadet ben de cürmümü söyleyim. olabilir ya! bey, sevdiğiniz sofadaki kanaryayı bugün ok şarken mesela elimden kaçırıvermiş olsam sonra da kedi kapsa, bu kabahat sayılmaz mı? acaba senin hangi hareketin nazarımda kabahatten madut olabilir? sayılmaz. böyle bir kaza vuku bulmuş olsa küçük sarı mahlukun kedi pençesinde sureti helakine dair bu gece birlikte bir mersiye nazmederiz. müşaaremiz, bir erkeği fartı huzuzdan çıldırtacak latifeler le hitam bulur. gün okuduğu fransızca romanlardan benim için intihap ettiği sahifelerin kıraatine nöbet gelir. muharririn tasvire uğraştığı hissiyyatı rakikayı sedasıyla noktası noktasına canlandı rarak okur, beni teheyyüç içinde bırakır. hep bu parçalar mazlumiy yeti nisvana ait akşamdan intihap edilmiştir. zevcesine ihanet eden kocaların ahvali riyakaranelerini, karılarını bir habı iğfal içinde bulundurmak için akşam sabah söyledikleri yalanları okurken benzi sararır, ihtizazı sadası artar. baygın baygın yüzüme bakarak: nasıl, beğendin mi? senin de söylemek istediklerin bunlar değil miydi? bir doktor ikimizin de nabzını muayene etse kalplerimizin hemahengi daraban olduğunu anlar. bir rubı saniye ne ileri ne geri. bütün ihtizazatı vücudum yedi kudretle senin arzuların üzerine ayar edilmiş zihayat bir saat gibi son saniyesine kadar böyle işleyecektir. düşündüklerini işte bunun için derhal hissediyorum. ah bu erkekler. ah bu erkekler. serzenişiyle beni yukarıdan aşağıya kadar süzer. diğer erkeklerin mayubiyyeti hıya netleri tamamıyla bana raci imiş gibi karşısında suçluya döner, va'di afv istediği kabahati nedir bilir misiniz? yarım bıraktı ğım birkaç şiiri itmam etmiş. ilave ettiği mısralar benimkilerden parlak. birlikte onları okuruz. yazdığım mısralardan yazacaklarımdaki fikirlerime bilintikal nazmettiği hissiyyatı rakikaya hayrette kalırım. sonra boynuma sarılarak sorar: bestelerin notasını tertip ediyor. kanaryadan ziyade sevdiğin bir şeye dokundum. oof. kadar yüreğin oynamasın. işte. der, önüme bir deste kağıt getirir. hissiyyatı rakika: ince hislerbilintikal: naklederek neye? fırtına mukaddematı, bedia'da bir iç sıkıntısıyla runüma oldu. eve gelirim, kendini daima mah zun, meyus, mütefekkir bulurum. kendine bir sual irat edilmeyince söz söylemez, en uzun suallere en kısa cevaplar verir, hemen bahsi kapatmak ister, iltifat edilse hakaret telakki eder, hakkında edilen her muameleyi sui tefsire yol arar, söylediğim sözlerden hilafı maksad bin türlü mana çıkarır. ne yapsam kendine fena gelir. yaranmak için ihtiyar ettiğim fedakarlıkların hiçbiri gözüne görün mez. ros sini, schubert, Wagner, verdi, gounod, offenbach, massenet gibi eski yeni avrupa esatizei musikiyyesinin en müheyyici ruh havalarını kendi taganniyyatı samianevazıyla karıştırarak çalar, zaman ben şairlikten çıkar, serapa sünuhat kesilirim. kendi mi beyne'ssema ve'larz perran bulurum, ebkarı efkar, vezinler, kafiyeler nevin tabirler gümrahı tecelliyat gibi her tarafımdan ya ğar. sonra yavaş yavaş hava değişti. ufkı imtizacımızda ufak tefek sahibi tekeddür peyda olmaya başladı. böyle beni biraz üzer, sonra piyanonun başına geçer. bu ithamatına karşı nevi ricali müdafaaya kalkışmak hiç uymaz. derhal: taganniyyatı samianevaz: kendi tegannisiylerunüma olmak: baş göstermek, ortaya çıkmak müheyyici ruh: ruhu heyecana getiren of, bu ahlaksız muharrirler! para kazanmak için her yaveyi rengi hakikate sokmak isteyen bu herzegular. bakınız bakınız cemiyyeti medeniyye içinde vücudu olmayan ne saadetler tasvir ediyorlar? birkaç para derceyb etmek maksadıyla mevhumata vü cut vermeye uğraşırlar. haki kat acı, yalan tatlıdır. herkesin ağzına birer parmak bal çalmak, pa ralarını inek gibi sağmak. işte bütün marifeti edebiyye, onlarca sırrı tahrir bundan ibaret. tasvir olunan şu karı kocayı, bu aşık maşuku bir kere oku yunuz. birbirini hiç aldatmamışlar. bir kere olsun gücendirmemişler. herifin hariçte gönlüne vasıtai telezzüz arayacak kadar ya aklı yokmuş ya parası. orasını müellif bey pek söze katmıyor. sonra kadın teverrümen vefat etmiş. hiç böyle sefasından teverrüm edeni de görmedim. en gülünç yeri de işte şurası: zevceyi sadıkası lahdi güzini istirahat olduktan sonra bu nalegah hayatta eşsiz kumru gibi tek kalan zevç aylarla ağlamış! aman ne tatsız ya lanlar! tezevvüci saniyeden bu yılgın lığı herifin ilk karısından fartı memnuniyyete mi artık neye delalet eder orasını bilemem? taşı bana tenkih edecek bir imam bulursanız ev lenirim. mezar taşının bir insana akdine cesaret edecek bir imam bulunmamış. birkaç zaman sonra bu zevci fir katzede sizler baki yürümüş, götürmüşler merhumenin yanına yatırmışlar. bir hokkanın içine ağlamış ağlamış gözyaşı biriktirmiş, kaç dirhem ağlamış ona dair sarahat yok. hamei gamginini bu eşki teessüre batırmış, tenkih: nikahlamamüşahedatı nikbinane: iyimser görüşlerteverrümen: verem olarakhamei gamgin: gamla dolu kalem zevci firkatzede: ayrı düşmüş zevç fartı saadetten teverrüm eden zevce ile onu ağlaya ağlaya takipte çok teehhür etmeyen zevcin, bu iki firkatzedenin vefatları hakkında feci bir tarih nazmetmiş. manalı manalı yüzüme bakarak: böyle mezara kadar devam eden muhabbetler de iyi değildir. benden mahlul kalacak muhabbetinizi diğer bir kadının gönlüne defnediniz. bu hanelerden birine müteveffiye zevcelerinizin adedi makabirini, diğerine de onların muhallefatı sevdalarıyla yeniden yeni zaferyabı muhabbetleri olacağınız bahtiyaran nisvanın isimlerini kayıt buyurunuz. gönül ticaretiyle meşgul bulunduğunuz için ticarethanei kalbinizin me dhulat medfuatını bilmeniz faydadan hali değildir. vakıa bu usuli ticaretin muhabbete tatbiki şairane olmazsa da siz bu hususı mü himmi fanileştirmiş olursunuz. sevgili beyim! ben de böyle lezzeti muhabbetimizle fartı safadan teverrüm ettiğim zaman makberi garibanemde cariyeni zi yalnız bırakmamak için vuku bulacak takibi müstacelenizden sonra hakkımızda gözyaşıyla bir tarihi vefatkeşide kilki nazm edecek elbette budala bir şair bulunur değil mi? bu serzenişler saatlerle sürer, gün için sarf edilecek başka zehirli söz bulamayınca bu sitemlerin tecdidi sünuhatı için piya nonun önüne geçer: size bir ölü havası çalayım. iyi dinleyiniz. işte napole on'un cenaze marşı. onun kişverküşalıktaki şöhreti hemen zatıa linizin fethi kulubı nisvandaki sıytınıza takarrüp etmişti. sonra asabi bir kahkaha koparır, bu kahkahalar hayli devam eder gözlerini yüzüme dikerek! ara sıra bu acip marazına itidal gelir, zaman özürler serdeder, benden aflar diler. müthiş hallere bana olan şiddeti muhabbeti sevkiyle düştüğünü söyler. ehassı emeli beni üzmemek oldu ğu halde ne gibi bir tesiri şedidle kendi kendine buyuramayarak ihtiyarı haricinde bu taşkınlıklara cüret ettiğine kendi de mütehay yir bulunduğunu, beni rahatsız etmemeye niyet ettikçe bu tasmimi hilafına gönlünde peyda olan galeyana ne mana vereceğini bir türlü bilemediğini anlatır. hep bu ifadatı içinde eski zevcelerime dair za rifane ihamlar vardır. onların uğradıkları akıbeti vahime göz önün de durdukça benden bir saadeti müstakbele beklemekten nevmid kaldığını, işte bundan dolayı asabilik hallerine giriftar olduğunu üstü kapalı sitemlerle ifham eder, kendini mazlum, beni zalim gös terir. nazik parmakları aheste aheste perdelerin üzerinde seyreder ken hazin sedasıyla taganniye başlar. bulunduğumuz odanın havası ihtizazatı rikkat içinde kalır. döner yüzüme bakar, çeşmanından meleklere reşkaverii letafet olacak bir masumiyetle katre katre sirişk döküldüğünü görürüm. piyanonun refakati nalişiyle çıkan bu nagamatı hazinane birdenbire yükselir, gürler. acı feryatla ra tahavvül eder. nihayet piyanonun perdeleri üzerine birkaç yum ruk indirir, kendi de nim bihuş bir halde bir tarafa serpilir, adeta sayıklamaya başlar. bu çılgınlıkların sebebini ben değil doktorlar bile anlayamadı lar. esas illet ne olduğunu ben sonra anladım ama bu anlayışım bana pek pahalı oturdu. hakikati maraza neticei vukufumda aynen hastalıkla ben de malul oldum. artık zaman ihama, zarafete lüzum görmez, alçaklığımı açıktan açığa yüzüme vurur. biraz hırçınlığı azaldı. bir buçuk ay kadar böyle gezdi, yürüdü. ev velki elemi asabi eskisinden birkaç misli fazla bir şiddetle baş gös terdi. eski densizliklerine bu defa bir de şakika' yarım baş ağrısı inzimam etti. zevceniz hanımefendinin bu illeti asabiyyeden az vakitte kurtulmasını arzu ediyorsanız odalarınızı ayırmalısınız. her gün araba hazırlanır, bedia pederinin evinden getirdiği halayığını karşısına alır, çifteha vuzlar, fener, kurbağalıdere, kuşdili, haydarpaşa, çamlıca demez gezer. akşamüstü ya köşke avdet eder yahut istanbul'da pederinin konağında kalır. nasıl etti? bir gün bunlar bana dediler ki: beyim yine baş ağrım tuttu, pek muzdaribim. ne müziç ağrı, tarif edemem ki! hiç gürültü istemiyor, müsaade et de şöyle kendi kendime bir yere çekileyim. bazen kırk sekiz saat dışarı çıkmaz, yemek yemez, yanına kim seyi hatta beni bile kabul etmez. bu ızdıraba tım nefesle, ilaçla geçmez. bana tenhalık, sükun, istirahatı kalbiy ye lazım. ciddiyetinden şüphe etmek katan aklıma gelmeyen bu baş ağ rısını tedavi için getirmediğim hekim, okutmadığım hoca kalmadı. nihayet bir gün bana şu cevabı verdi: vabeste: bağlıtahaffüfi maraz: hastalığı hafifletme işte size koca konak, istediğiniz köşesinde tenhaca, sessizce oturabilirsiniz. arzu ettiğiniz vakit alemi vahdetinize çekiliyor, günlerle kapalı oturuyorsunuz. sizin istirahatinizi, huzurı kalbini zi kim ihlal ediyor? odalarımız ayrıldı, siz emretmedikçe yanınıza gelemiyorum. bu haksızlığı, bu merhametsizliği bir diğeri söylese vicdanının şediden tekzip etmesi lazım gelen bu iftiraları sana yakıştıramam. seninle barıştığımız günden beri sui nazarla bir yabancı kadının yüzüne baktımsa kahrolayım. yanıma gelmeye ne ihtiyacınız var? sokakta bin kadın görü yor, eğleniyorsunuz. onların en fenası elbette size bedia'dan, bu hasta, meyus, bedbaht zevcenizden iyi gözükür. seninle birleşmezden evvelki harekatımdan beni nasıl mesul tutabilirsin? benim mazim birkaç erkeğin şevaibi sev dasıyla lekelenmiş bulunsaydı siz bugün beni mazur görür müy dünüz? benim yanıma gelmemek zaten sizin canınıza minnet. maziden vazgeçtim, zevciyetimizin halinden, istikbalinden emin değilim. geliyorum, kabul etmiyor kovuyorsun. bedia bu kadar in safsızlığa vicdanın nasıl kail oluyor? mukaddemleri başka. öyle ise tecennünde benim bu kadar teehhür ettiğime şaşı nız. sen kadınsın bediacığım, bugün öyle bir şeyden zerre kadar şüpheye düşsem mutlak şiddeti ye'simden tecennün ederim. tecennün: cinnet geçirme ya mukaddemleri? bu hiddet üzerine be dia'nın baş ağrısı tutar, bir hafta yüzünü bana göstermez. ne vali demin görücü gittiğinin ne de beyoğlu'ndaki metresimin aslı var. zevcemi çıldırasıya seviyo rum. onun bu hırçınlıkları tezayüt ettikçe benim muhabbetim de artıyor. ne hikmet bilmem ki dünya güzelleri bana arzı visal etse ler kabule gönlümde inhimak yok. gönlüm tamamıyla bedia'nın meshuru. muhabbetine doyamadım, kana kana bir kam alamadım ki. güya zevç ve zevceyiz. tarif kabul etmez bedia günahtır. delaili celiye dedi ğin şeyler bu mevhumat mıdır? gönlümün fermanferması sen sin. eğer orada senden başka bir kadın gölgesi varsa erkeklerin en denisi olayım. yetişir efendim yetişir. hakikaten deni olmasan böyle sahte teminata kalkışacağına itirafı cürm edersin. sende mertlik nere de? geçen gün valideniz dadı kalfayı beraber alıp mahremane fı sıltılarla nereye gittiler? sebebi makul değil. esbabı muknia, delaili celiye, emaratı katiyye var. seni bu ademi emniyyete sevk edecek ortada bir sebebi makul var mı? rica ederim bunlardan birini olsun söyle de denaetime ben de kani olayım. fermanferma: buyuran peki onu bir tarafa bırakalım. ya beyoğlu'ndaki metresiniz? biçarelere bu kadar büyük iftirada bulunma. bilmem. bir ev içinde yaşadığım zev cemin iştiyakıyla cayır cayır yanıyorum. nazarı iltifatını, bir küçük nevazişini dileniyorum. yarım saatçik kabuli mazharı olduğum geceler fartı meserretten dünyalar benim oluyor. kıskançlıktan mütevellit şedaidi hissiyyata düştükçe bana dünyada ağza alın maz hakaretler ettikçe hep bunları hakkımdaki fartı muhabbetine delaili kaviyye addederek seviniyorum. lütfen beni odasına kabul eder, karşı karşıya gelir gelmez bir itabı şedidle: ilahi naki, bu iki gözün birden çıksın mi? niçin olacak, sen kör olasıca gözlerinle bugün güzel kadınlara bakmışsın. onlar çıkarsa sonra ben seni nasıl görebilirim? gel bakalım buraya gel. gözlerini aç da gözlerimin içine bak. onlar da çıksın ben de gebereyim. gözlerimi mümkün olduğu kadar açar, bedia'nın gözlerine di kerim. ağlaya ağlaya bağırarak: gözlerim demek sen demeksin iki gözüm, onlara inkisar etme.şedaidi hissiyyat: hissiyat şiddetieseri inikas: yansıma, bırakılan izler la havle. neden anladın? vallahi. delaili kaviyye: kuvvetli deliller niçin canım? mahzunane: göremez ol. zevcemi bir muhabbeti müfrite ile seviyorum. tahammülden başka çare var mı? bahusus hep bu densizlikleri bana olan şiddeti muhabbetinden mütevellit infialatı asarı değil mi? her şeyin ifratı muzırdır. zevcemin bu derece teshiri kalbine mu vaffakiyetimden dolayı kendi kendimi tebrik ediyor, her hakaretin zımnında kendimce samimi bir iltifat bulup çıkarıyorum. bu tahammül olunmaz muamelatı muhakkiraneyi aylarla çektim. yavaş yavaş zevcemin hırçınlıkları diğer bir devrei itidale girdi. daha doğrusu bir üslubı nevin zarafete dö küldü. artık bu sefer kalbimi ince iğnelerle kurcalıyor, tahkir etmek nevi değiş ti. ama arada bir, beni dilsiri huzuz ettiği nevazişlerden, iltifatlardan eser kalmadı. evvelleri ayda mayısta bir kerecik olsun merhameten kabuli leyliye mazhar olurdum. bu defa onlar bitti. bana karşı buzdan bir heykel gibi soğuk bulunuyor, külliyen kayıtsız fütursuz görünmek istiyor. onu da pek yapamıyor, arada bir ağzından yine bir acı sitem kaçırarak infialini, teessüri hafisini belli ediyor. güzel kadınların hadikalarımda eseri inikaslarını bulmuş olmasından, işte bu cinayeti mevhu memden dolayı aleyhimde verilen hükmi ceza iki hafta kendisini bana göstermemek olur. canım sıkıldıkça on, on beş günde bir defa arkadaşlara kalıp sigarası, mevsimine göre dondurma, çay ikram etmek için kaleme uğrarım. bir gün kalemde oturuyorum. odacı yanıma geldi, kulağıma: yemin etme. yemin etme, defol karşımdan. beni arayan kadınların cümlesi bülbül gibi şakır takımından dı. baktım, koridorda uzunca boylu siyah çarşaf, gayet kalın siyah peçeli bir kadın duruyor. biçare kadın besbelli beni çağırtmak için odacıya müracaattan kadar sı kılmış, utanmış ki terden çarşafının baş tarafı, yüzünün peçesi sır sıklam ıslanmış. beni görünce fartı hicabından kekeleyerek: böyle kadınların kalemime kadar gelip beni aramaları ne be nim ne de odacı için yeni bir vaka değildi. fakat bedia ile barış tıktan sonra hiçbir kadınla alışverişim kalmamış olduğundan eski aşinalarımdan birinin yine tecdidi derdi sevda eylemek fikriyle geldiğine zahip oldum. yüzümü ekşiterek odacıya: benim şimdi kadın madın görmeye vaktim yok. haydi git, işi var' de. nazire hanıme fendi. affedersiniz tanıyamadım. aklıma hiç isimde bir hanım gelmiyor efem. dışarıda bir kadın var, biraz sizi görmek istiyor. bizim küçük hanımefendi zatıalinizi görmek merakındadır efem. odacı gitti, iki dakika sonra yine gelerek: nazire hanımefendi. nasıl kadın bu? cariyeniz diş ehiltisi, saçı uzun aklı kısa. lakırtısının kusu runa bakılmaz. emir haddim değilim efem. sizin küçük hanımefendi kim? kulağıma doğru eğilerek gayet mahremane bir seda ile: gücenmeyiniz dadı kalfa, bendeniz ne fotin bey'i tanıyorum ne de iskarbin efendi'yi. hele isimde bir zatın haremi ne nev ayakkabı olması lazım geleceğini tayinde bütün bütün mütehayyi rim. dadı kalfa ifadei meramdaki bu aczinden dolayı kadar sıkıl dı ki yüzünden akan terler çarşafın omuz kısmına doğru süzülmeye başladı. başına yumruk vurarak: a bilemedi mi? fotin bey'in haremleri. beni vehleten bir hiddet aldı. fotin bey'in karısı ne hak ile zevceme düşman oluyor? galoş hanım'ı görüp zevceme olan sebebi husumetini anlamak isteyerek sordum ki: affedersiniz efem. bunlar ayakkabı değil. karı koca. sizin küçükhanım, bizim bedia'nın niçin düşmanı oluyor? potin bey'in karısı mutlak galoş hanım olmak lazım gelecek. sebebini söylemeye cariyeniz için izin yok efem. onu nazi re hanımefendi size anlatacaklardır. peki buyurun, siz gidiniz ben de peşinize takılayım. ah, anlatamadı ki. durunuz efem. zatıalinizin zevcesinin ismi bedia hanımefendi değil mi? burada, aşağıki sokakım içinde. şimdi görüşmek istiyorlar efem. nazire hanımefendi benimle nerede ve ne zaman görüşmek istiyor? sizin nazi re hanımefendi benim zevcemin bildiği midir? baktım duvarın ya nında siyah çarşaflı, kısa boylu, tombalakça bir hanım bize intizaren duruyor. hututı simasını seçebil mek kabil değil. ayağındaki glase iskarpinlerden, ellerindeki yazlık kurşuni ipek eldivenliklerden, enli siyah ipek dantela sayvanlı şık şemsiyesinden, etekleri ankloş, beli endamına yapışık çarşafının son moda biçiminden, hasılı bütün eşkali hariciyyesinden hanımın genç olduğu anlaşılıyor. temenna ile bir selam verdim. nihayet ömründe ilk defa temenna eden bir çocuk gibi şaşkınca, acemice bir temenna ile mukabele etti. hanımda hiç söz yok. galiba ilk cümleyi bulmak için peçenin altında yut kunuyor, şiddetle cebri nefs ediyor. kim bilir saniyeye kadar zihninden kaç defa tekrar ettiği, günlerle ezberlediği kelimei iftita hiyyeyi bir türlü bulamıyordu. hicaptan, halecandan hanımın te kellüme ademi iktidarını anlayarak teshili ifadesi için söze ben başlayıp dedim ki: dadı kalfa yürüdü, ben de takibe başladım. yürürken biçare dadının ayakları dolaşmasından, bana hitabı esnasında zaten çetre fil olan lisanı büsbütün anlaşılmaz bir rekaket peyda etmişti. kıya fetindeki intizam ve mesturiyetinden namuskar, terbiyeli bir aileye mensup, yabancı erkeklerle görüşmeye alışmamış bir kadın olduğu anlaşılıyordu. kendi kendime: nazire hanımefendi zatıaliniz misiniz? bu sualime anlaşılır anlaşılmaz titrek bir evet ile cevap verdi. ben yine devamla: fartı teessüründen tıkanır gibi bir seda ile kalfaya hitaben: zevcem bedia hanım'ı tanıyor musunuz? nazire hanım dadısına havale ettiği vekaleti ifadenin böyle çapraşık bir vadiye döküldüğünü görünce olanca cesaretini topla yıp ağlaya ağlaya: hiç öyle şey olur mu? bu iş büyük bir sırdır efem. bunu bir küçük hanım bilir, bir ben bilir, bir de size bildirilecektir. yabancı erkeğin duyması olmaz. dadıcığım, hem tanımak hem de tanımamak nasıl olur? birbi riyle tanışırlar görüşürler mi! efendim, bunlar birbirisinin düşmanı. uzaktan uzağa birbirini tanırlar fakat görüşmezler. dadı kalfa ifaya davet olunduğu vekaleti ifadeye biraz müte reddidane girişerek: hemide de tanırlar hemide de tanımazlar. orasını söylemek ayıpsa beni buraya niçin çağırdınız? dadı sen anlat. dadı kalfa, iki eliyle peçeli yüzünü büsbütün kapayarak: o halde bu maddeyi bana anlatmak için erkek bir vekil tayin ediniz. ayıptır mayıptır ama bu iş size anlatılacaktır efem! cariyeniz diş ehiltisi, böyle lakırtı bir erkeğe nasıl anlatılır ay efem. zevcenize nasıl düşman olmam beyefendi. işte orasını söylemek ayıptır efem. öyleyse anlatınız. birbirine niçin düşman oluyorlar? nazire: ben: nazire hanım'ın ağzından çıkacak tek sözün pişi hayatıma açacağı hufrei muzlime ve amikayı girdabad felaketi bir his sikablelvuku bütün asabıma tebliğ eder gibi oldu. titremeye başla dım. lerzişle: merhamet ediniz hanımefendi, merhamet. bendeniz asabi bir adamım. zevcemi de çok severim. ona taalluk eden bir sırrı hemen anlamak isterim. hanım çabuk söyleyiniz. saniye beklemeye tahammülüm kalmadı, dedim. cariyeniz namuslu aileden bir kadınım. zevcim var, pederim var. size bu müracaatı mız duyulursa biz mahvoluruz. bu sırrı kimseye faş etmeyeceğini ze söz veriyor musunuz? nazire, peçesini ıslatan gözyaşlarıyla: zevceniz bedia hanımefendi üç kişinin felaketine sebep oluyor. bunlardan birincisi siz. ikincisi ben, üçüncüsü de ah nasıl söyleyeyim? sebebi büyüktür, mühimdir, onu size anlatsam dağlar taşlar bana hak verir. affedersiniz beyefendi, anlatacağım şey böyle sokak ortasında söylenemez. buyurun anlatın. hufrei mazleme ve amika: karanlık ve derin çukur anlatacağım, zaten bunu size kendi lisanımla anlatmaya ahdettim, yemin ettim. halimi görmüyor musunuz beyefendi? siz de bana merhamet ediniz. beni sokak ortalarında bayıltmak mı istiyorsunuz? mümkün değil burada anlatamam. tenha, biz bize kalacağımız bir mahal tayin ediniz. biz dadımla her türlü tehlikeyi göze aldırıp oraya geliriz. başka suretle mümkün değil. hem şimdi burada çok durmaya da vaktimiz yok. ailelerinden çekinen bazı kadınlarla hafi muaşakalarda bulun duğum zamanlar görüşmek için bunları ekseriyetle cuma ve paza rın gayrı günlerde florya'ya götürdüm. orası bu gibi mülakatlar için pek elverişlidir. bazı gelen geçen olsa bile yanınızdaki kadınları ailenizden zanne derler. hemen dedim ki: tanımadığım bir kadını ondan ziyade söyletmek için sokak ortasında cebir istimaline imkan yok ki suretle hareket edeyim. yarın birleşmek için tenha bir mahal düşünmeye başladım. esas maddeyi, mukaddimei keyfiyyeti iki kelimecikle olsun anlatması için nazire hanım'a çok rica ettim. ne kadar uzak olursa tanınmak teh likesinden kadar kurtulmuş oluruz. bir bildiğe tesadüf etmekten ben sizden ziyade korkarım. bu teklifime karşı küçük hanımdan evvel dadı kalfa söze atı larak: florna'ya mı efem? havuzumun kenarı değil mi? hani ağaçların altında. florya'ya gidelim. benim gibi muhayyilesi vasi bir adam, nazire'nin sözleri üzerine neler düşünmez? zevcem üç kişinin felaketine sebep oluyormuş. bu felaketzedegandan birincisi benmişim, ikincisi nazire'ymiş, üçüncüsünün ismi sokak ortasında söylenemezmiş. bizimle felakette müşterek olan bu şahsı salis kim acaba? yok artık, bunun vücuduna imkan tasavvur edemem. bedia'nın hanei zevciyye te girdiği günden beri hiçbir erkekle münasebette bulunmadığına eminim. biçare hasta, beni kıskanmaktan başka bir şey düşünme ye vakti bile yok. fotin yahut fatin bey'in zevcesi benimle müş terekü'lfelaket olduğunu biliddia bu işe bir sır süsünü veriyor. acayip, çok acayip bir iş. keyfiyet doğrudan doğruya zevceme, dolayısıyla benim felaketime taalluk ettikten sonra bu sırrın ifşa edilmesinden nazi re niçin kadar korkuyor? yarın saat üçten sonra sirkeci'den küçükçekmece'ye hareket edecek trene binmeye karar verdik. garda ben onlara tesadüf eder sem kendilerini hiç tanımamış gibi bulunacağım. fakat küçükçek mece'ye vusulümüzde ailemden imişler gibi serbestçe yanlarına gidebileceğim. bakırköyü'ndeki ha sene hanım'a gideceğiz diye evden izin alırız. beyefendiyle flor ya'ya gideriz. sonra vakit olursa biraz da bakırköyü'ne hasene hanım'a uğrarız. nazire hanım biraz düşündükten sonra dadısından daha cesa retli görünerek: biliddia: iddiayla fotin bey bu işi duymaz mı? dadı kalfa: nazire: aman karıcığım biraz beni dinle. bugün bana nazire hanım isminde genç bir kadın geldi. zihnim altüst oldu. gidip ne olduğu nu anlayacağım. nazire hanım'a namusum üzerine verdiğim va'di mektumi yette böyle ilk geceden hulf etmeyi şanı merdanegime muvafık bulmadım. saat ikide erenköyü'nden istanbul'a geçtim. oralarda beş aşağı beş yukarı geziniyordum. yarım saat sonra önde nazire hanım, arkada dadı kalfa yine siyah çarşafları, yüzlerinde kalın pe çeleriyle söktüler. nazire hanım süratle yürüyor, dadı kalfa kolun da yünlü bir omuz atkısı, elinde ufak bir çanta ile hanıma yetişmek için hayli telaş ediyordu. refikam yine yarım baş ağrısından ilanı ıztırab ederek odasına kapanmış. kendi kendime düşündüm, düşündüm. bir aralık gidip bedia'nın oda kapısını vurarak: uzatmayayım. onlar beni, ben onları tanımaz gibi görünerek vagonlara girdik. küçükçekmece'ye hini vusulümüzde ben hemen kendi kompartımanımdan atladım. onlar vagondan çıkar çıkmaz nazire hanım'ın zevci tavrıyla yanlarına koşarak dadının elinden atkı ile çantayı aldım. birkaç hatvede bir nazire hanım: aman beyefendi, yüreğime inecek. şimdi bizi biri görüp ta nırsa. cümlesini titrek bir sada ile tekrar ediyor, dadı kalfa da: kadifeli arabamınkinden ver nidasıyla haykırıyordu. birinci mevki birer bilet aldılar. dadı kalfa biletçiye: florya mevkiine geldik. akarsuyun arka cihetinde enzarı ağyardan nim mestur denecek bir ağaç altı intihap ettik. zaten saatte orada bizden, mevkiin kahve garsonlarından başka kimse yoktu. na zire ile dadısı benim yanımda kahve içmeği adabı nisvaniyyete muhalif görerek reddettiler. yekdiğerimize yabancı bulunduğumu zu belli etmemek için kahve ısmarlamanın bir emri zaruri olduğu nu bir lisanı münasible kendilerine anlattık. sonra dedim ki: bu sözlerime cevap olmak üzere nazire hanım bir vazı mü telehhifane ile yüzünü öbür tarafa döndü. mendilini peçesinin al tına soktu, hazin hazin hıçkırıklarla ağlamaya başladı. bu bedbaht kadının yüzünü görmüyordum. fakat gözyaşlarındaki samimiyeti, ye'si amiki, her katreye sebebi nüzul olan teessüri şedidi bir kuvvei maneviyye bana ihsas eder gibi oluyor. sanki kalbim den bir seda: ey nazire hanımefendi, bir hayli muhatarayı göze aldırarak buralara kadar hem kendiniziyordunuz hem de beni. dadı kalfa ile biz sizi ayıltırız. zevceme olan sebebi husumetiniz nedir bakalım? evvela onu anlatınız. işte şu karşında ağlayan kadın, senden de bedia'dan da talih sizdir. biçarenin mümkün olduğu kadar tehvini felaketine uğraş, diyordu. nazire'nin bu giryei hazinini bir müddet dinledik. nihayet dadı dedi ki: ben demedim miydi size? fotin bey bunu böyle duyarsa sizi boşamasına hakkı yok mudur efem? bir müddet sonra yine aynı sadayı müteessirane ile benim zevcim. sizin zev ceniz. cümlei acibesini tekrar etti. vehleten zihnime arız olan teşevvüşi azim tesiriyle bu sözlerden maksadı asliye, hakikate intikal edemedim. sertçe bir seda ile dedim ki: kalfanın bu ihtarı üzerine nazire teskini bükaya gayret ede rek yüzü diğer cihete müteveccih bulunduğu halde kesik kesik dedi ki: nazire'nin samimiyyeti giryesi biraz evvel mülhemi vicda nım olmuşken bu söze karşı hemen dimdik ayağa kalkarak haykır dım ki: derdini söylemeyen çare bulamaz. buraya ağlamaya mı gel dik? anlatalım, işimizi bitirip gidelim. kim olacak efendim. zevceniz bedia hanımefendi'yle zev cim fatin beyefendi. nazire yeisten mütevellit bir cüreti hicabberendazane ile yüzünü bana çevirerek: sizin zevciniz benim zevcem olamaz efendim. bu manasız bir söz. beyefendi, benim zevcim. sizin zevceniz. bir ikinci sayha da ben salıvererek: dadı kalfa her tarafı titrer bir halecanla: birbirini sevenler kimler? nazire, şiddeti büka içinde adeta bir sayha koparırcasına saçma söylüyorsunuz dadı kalfa. evet. kızmayınız efem. işte sır budur efem. efendim niçin anlamıyorsunuz? birbirini seviyorlar. sayha: bağırma hayır hanımefendi, iftira ediyorsunuz. bedia dünyada benden başka erkek sevecek hilkatte bir kadın değildir. kocanız fatin bey size övünmek için zevceme iftira etmek namertliğini irtikap ile bel ki böyle bir yalan uydurmuştur. delil isterim delil. nazire'nin irae edeceği delailin beni iknaa, ilzama kifayeti hu susunda emniyetini gösterir bir seda ile söylediği bu sözleri beyni min içinde bir yıldırım tırakasıyla patladı. gözlerimin önünde şim şekler çakmaya, alevler yağmaya başladı. kadar vakittir taharrii muztaribanesiyle geceleri bihab kaldığım rakibi muhayyelimin zevcemle olan delaili muaşakası şimdi siyah çantadan çıkacaktı. nazi re, mülayimane bir seda ile: bu fevka'lmemul hiddetime karşı nazire şaşırarak ağlama yı kesti. peçesini yarıya kadar üzerinden ref etmiş olduğu kıpkır mızı çehresiyle bana dik dik bakarak elini dadısının elinde duran çantaya doğru uzatıp: delil mi istiyorsunuz? biçare kadın, havfından raşe ler içinde kalarak: beyefendi kendinize geliniz. naki beyefendi, rica ederim aklınızı başınıza toplayınız, bundan sonra siz benim dert ortağım olacaksınız. bütün ümitlerim siz nazire müsterhimane: fevka'lmemul: umulandan çokmecnunı mütehevvir: hiddetten mecnuna dönme pek güzel. telaş etmeden şimdi beni dinleyiniz. bu işe dair olan tahkikatımı size bir bir söyleyeyim. zevcim fatin bey beni almazdan ve hareminiz bedia hanım size varmazdan evvel ikisi birbiriyle sevişirlermiş. fatin bey, bedia'yı almak için çok uğraş mış. sonra bedia'yı size vermişler, teskini ye's için fatin bey de beni almış. zevceniz size gelin gittiği akşam, öteki bana güveyi girmiş yani zifaflarımız aynı ge cede vuku bulmuş. bu vukuatın içinde birtakım esrar var ki onlara tamamıyla vakıf değilim. mektupları getirip götüren de hani zevcenizin peyker isminde bir halayığı yok mu? beraber getirdiği bir bürosu var. onun en alt katında silme pervaz gibi duran yeri, meğerse bir gizli gözmüş. odada yalnız kaldığı zamanlar gizli gözü çekip içinden birtakım mektuplar çıkararak ağlaya ağla ya okuduğunu birkaç defa gözetleyip gördüm. bendenizin okuyup yazmam yoktur. bu mektupların bedia hanım'dan geldiğini tahkik ettim. kocamı pek ziyade sevdiğim için kıskançlık saikasıyla arka sına gözcü tayin ettim. peyker'in evvela sizin konaktan çıkıp bedia hanım'ın pederinin konağına uğrayarak orada çarşaf değiştirdikten sonra ta fatin bey'in kalemine kadar gittiğini, kendisiyle görüştü ğünü haber aldım. bu muaşakayı keşfettiğimi bilmiyor. ben bu mektupları gizli gözden çaldım. daha hiçbirini kimseye okutmadım. besbelli kocamı elimden almak istiyor. beni fatin'den ayırırsa gideceğim teskini teessüre uğraşarak sordum ki: de. fakat siz böyle bir erkeğe yakışmayacak telaşlara, gürültülere kalkarsanız benim halim ne olur? endişe etmeyiniz. nazire, entarisinin cebinden küçücük bir anahtar çıkararak çantayı açtı. bana şeklen murabbaa karip birkaç zarf uzattı. zevcemin kullandığı mektup kağıtlarındandı. mektupları elime alınca hafifçe beyaz leylak hülasası istişmam ettim. evet, bedia'nın dolaplarını, sandıklarını, çekme celerini tatir ettiği en sevdiği bir koku. artık yazıyı tetkike lüzum yoktu. zarfların eşkali, kağıdın nevi, leylak rayihasını mektupla rın zevcemin desti tahririnden çıktığına bende zerre kadar şüphe bırakmadı. ekser leyali ezvakımda sinesi üzerinden koklaya kok laya doyamadığım bu leylak rayihası dakikada gönlümde kadar şiddetli hissiyat, takatberendazane hatırat uyandırdı ki mektupların esnayı kıraatinde nazire hanım'dan evvel benim bayılaca ğıma hükümde tereddüt etmedim. bütün metanetimi toplayarak dimağımda peyda olan ilk şiddeti şimdi bir uyuşukluk takip etti. bana hitap edilen sözleri yarı anlar yarı anlamaz bir hale gel dim. zevceme olan şiddeti muhabbetime mi yanayım? namus meselesini mi düşüne yim? felaketen nazire ile hemen aynı halde, aynı derecei teellüm de gibiydik. zavallı kadına teminatı lazımeye müsaraatle: mektupları şimdi size birer birer okutacağım. biz de dinleye ceğiz. bunların sevişmelerine mani olmak için ne yapmak lazımsa yolda hareket etmeye karar verelim. mektupları okuduktan sonra yine bana iade edeceğinize namusunuz üzerine söz veriyor musu nuz? bu sırrı faş etmemenizi de tekrar rica ederim. dadı kalfa: takatberendazane: takat kırarcasına zarfları açtım. mektupların, hayır. muhabbetnamelerin tarihlerine bir bir göz gezdirdim. cümlesi bedia ile olan zifafımızdan sonra yazılmış. zevcem bütün bu muhabbetnamelerin zirlerine bilahavf ve'lihtiraz imzasını gayet okunaklı surette atmış. bu cüreti de sevgilisi fatin bey'e olan derecei emniyyet itimadına bir miyarı celi demektir. tarih itibarıyla en kadim olanı elime alarak fartı te essürden vücudumla beraber titreyen sedamla: hemşire hanım, dadı kalfa dinleyiniz. zevcemin diğer bir er keğe yazdığı bu muhabbetnamelerin birincisini size harfiyen işte okuyacağım. nazire'nin pembe yumuk yumuk top siması, siyah kehribar gibi kara, parlak çekme gözleri, ufacık ağzı burnu, hasılı sevimli müdevver çehresi mey dana çıktı. böyle bir güzel kadını bırakıp da benimkiyle uğraştığı için kalben fatin bey'e lanetler okumaya başladım. dadı kalfanın kart çehresinde de oldukça bir sevimlilik vardı. hanıma derecei sadakatı sureti nazarından, vechinde peyda olan bütün hututı te ellümatından vazıhan anlaşılıyordu. zavallı dadı, dikkatli dinle yebilmek için sol kulağını ağarmış saçları arasından bütün bütün çarşaftan dışarı çıkardı. of diye haykırsam. ah' feryadıyla çak çak, aman' figanıyla tebah olsam yine size ismaı suziş edemeyeceğim. dünyada sizi sev mekten gayrı bir cürmü olmayan bir kadına bu kadar zulüm gü nahtır fatin. cevrin bu derecesi ne şerefi ademiyyete, ne de şanı recüliyyete yaraşır. beş tahassürnameme cevap vermediniz. naki bey bu noktada yerinden kalktı. bin lanetle dahili zifafı olacağım herifin hanesinden yine gece avdet edece ğime dair vaki olan peymanıma mertçe itimat gösterebilecek kadar sizde metaneti kalbiyye yokmuş. bu vaadimi ehemmiyyeti lazıme siyle takdir edemeyerek beni ahdimde kazip zannıyla siz de yine gece kendi hahişinizle bir kadına güveyi girmek gibi bir muamelei nareva ile kudsiyyeti muhabbetimi tahkirden geçmediniz. te ehhülünüzü bir hafta sonra duydum. naki ile olan felaketi zifafım gecesinde bu ikinci felaketten haberdar olabileydim fedakarlığıma, samimiyyeti aşkıma karşı gösterdiğiniz bu küfrana mukabeleten ben de alemin lisanı tan teşniini üzerime celbederek işitilmedik bir cüretle ilk geceden darı zifafı çiğneyip çıkmazdım. mademki aşkınız beni bu cürete sevk etti, şimdi siz de benim size olan şiddeti muhabbetime hürmeten istirhamatıma tevfik harekete mecbursunuz. hayır fatin. ben peder maderimin tekdiratı altında ta hassürünüzün teellümatı içinde bütün ekdarımla yalnız başıma inleyip ağlayıp dururken siz öbür tarafta velev ki menkuhanız ol sun diğer bir kadınla hemaguşı ezvak olamazsınız. bunu vicdanı bilmem ki pederime aleyhinizde ne söylemişler? tarafınızdan bana dair vuku bulan talebi şiddetle reddetti. sizin isminizi bile yanında kimseye andırmıyordu. pederimin gönlünü yapmak için muktedir olabildiğim tekmil vesaiti, desaisi istimal etmekteyken allah kah retsin izdivacıma naki isminde karı celladı talip zuhur etti. talibin asaletine, servetine tamaen peder hiç reyimi sormaksızın nikahı kıydırıverdi. size bunları ayrıldığımız son günü mirgün korusunda ağlayarak anlatmadım mıydı? benim için bir darü'l azab olan naki'nin hanesine nasıl gireceksem oradan yine öyle bakir çıkaca ğımı, ilk geceden kendimi kovdurmaya uğraşacağımı söylemedim miydi? siz de teehhül etmeyip beni bekleyeceğinize kasemle söz vermiştiniz. ben ahdimde vefa gösterdim. ah fatin ah. ekdar: kederler, acılarmuamelei nareva: reva olmayan muamele, davranışdarü'l azab: azap kapısılisanı tan teşni: ayıplama, ta'n etme aman beyefendi! beni kocamdan ayırmak istiyor galiba. cariyeniz, kulunuz olayım. bana günahtır. ben fatinsiz bir gün bile yaşayamam. kocamı bu karının elinden kurta rınız, ne olursa sizden olur. muhacir midillisi kıyafetli karıyı nereden buldunuz? mümkün değil sizi onunla yaşat mayacağım. bu son cümlenin hitamı kıraatinde nazire bir baranı büka ile ayaklarıma kapanarak: bu saf vicdanlı kadınlara ne söyleyeceğimi şaşırdım. yine kı raatime devamla: o menhus karıyla sizi aynı firaşı safada yekdil, yekvücut bildikçe, bu levhai basiresuz her gece rüyalarımda cehennem manzaraları icat ettikçe şiddeti aşkımın bir sevdayı intikama ta havvülünden korkunuz sevgilim. bir aciz kadınım. fakat saikım muhabbetiniz oldukça her şeyi göze aldırmaktan çekinmem, yaşar sam sizinle yaşayacağım. ölürsem yine birlikte öleceğim. menfu runuz oluşuma sebep boynumdaki ribkai nikah değil midir? onu dadı kalfa bir istiğrabı eblehane ile yüzüme bakarak hayır dadı hayır. beni midilliye benzetiyor. mutlaka kocam dan ayıracağını yazıyor. dadı kalfa kıpkırmızı kesilerek: hay utanmaz kaltak. hiç sizin gibi koskoca hanım midil li olur muymuş? ağlama hanım ağlama. bu onu boşamadıktan sonra. onu fotin bey'e nasıl varabilir? zevciyeniz muhacir midillisine mi binmek istiyor efem? nazire: ferraşı safa: sefa döşeğiribkai nikah: nikah ilmiği siz öyle, ben böyle yaşayamayız. ben ihtiyarım haricinde bu nikah belasına uğradım, siz ise kendi arzunuzla diğer bir kadına rabtı hayat eylediniz. kim kimin nazarında küçülecek, mayup ka lacak? fatin bu hatanızı, bu günahınızı, bu hakaretinizi ancak karıyı terk etmekle affettirebilirsiniz. ben kalben menkuheniz oldukça öteki nikahı surinin hükmü yoktur. damarlarımda deveran eden seyyalei aşkınız rabıtai nikahı kesr için bana memulünüzden ziyade kuvvetbahş olacağından emin olunuz. fakat sevgilim siz nazirei kasire'den bir an evvel katı rabıtai zevciyyet ediniz ki ben de sizin olmak, naki'den kurtulmak için kuvvet ve cesareti matlubiyyeyi daha çabuk iktisap etmiş olayım. zevcem ya benden boşanacak yahut kendi boynunu parçala yacakmış. karımı seviyorum ama bu inkisarınıza amin' demekten başka çare göremiyorum. onun boynusunu kurtlara kuşlara parçalasın inşaah. kimin boynusunu parçalıyor efem? lakin kariben görürsünüz, ya boynumu parçala rım ya rabıtai felaketi. dadı kalfa: katı rabıtai zevciyyet: karı koca bağını kesmek, ayrılmak beyhude telaşlarla ağlamayınız hemşire hanım. henüz naza rımızda fatin bey'in bir günahı, bir kabahati tebeyyün etmedi. bakalım ne yolda mukabele edecek? diğer mektupların kıraatinden her şey vazıhan anlaşılacak zannederim. kim kime teselli verecek? han gimiz daha ziyade muhtacı teselliyyet idik? en büyük felaketze de ben kendimi görüyordum. fakat erkek olduğum için za'fı akl hisçe elbette benden ziyade acınacak bir halde olan nazire'nin tahfifi ye'sine uğraşmayı kendime bir vazife bilerek dedim ki: bu mektubun hitamı kıraatinde yeisten, hiddetten kesbettiğim hal, kabili tarif değildi. ağlayamıyor fakat müthiş bir elemi asabi ile titriyordum. nazire'nin eşki teellümünü kurutmaya mendiller kifayet etmiyordu. dadı kalfa, layıkıyla anlayamadığı meali mektubdan bitte essür gözlerinden inen yaşların bir kısmını mendiliyle silerek, kısmı digerini de diliyle dudaklarının üzerinden toplayarak yüzü nü buruştura buruştura: zevceniz benim hanıma kısarak mı diyor efem? onun edep siz dilini bütün eşeklerin arıları soksun soksun, ekmicilerimin so munları gibi şişirsin. allah'ımdan dilerim. kepazelerinin maska ralarının kepazesi. sokaklarımın süpürgesi. benim adım nazirei kasire öyle mi? ah ne çokbilmiş, kepaze karınız varmış. beni kocamın gözünden düşürmek için bakınız ne sözler bulup yazıyor. ah dostlar içime öyle ilham olunuyor. bu karı mutlak beni kocamdan boşatacaktır. zaten fatin'in bana karşı olan muamelesini, tutumunu beğenemiyorum. aman naki beyefendi, ne olursa sizden olur. tazallumlarıyla tıkana tıkana ağlıyordu. biçare kadın: tebeyyün: ortaya çıkma bedia'nın hattı destiyle muharrer dört beş mektup daha oku dum. zevcem hep bunlarda fatin'e olan şiddeti aşkından, alamı biintihasından, nevmidane gözyaşlarından bahsediyor. herifi zevcesini tatlike son derece bir şiddetle teşvik ediyor. bütün belagati iknaiyyesiyle sevgilisini gah tehdit gah tatyibe uğraşıyor. mektuplarına cevap alamadığından dolayı cangüdaz feryatlar, şika yetler ediyor. bu teessürnamelerin çoğunu geçerek yalnız hikaye mizin tavzihi vukuatına medar olacak birkaçını okuyacağım. duvağınızın setredemediği bir rezaleti bana varmakla kapa tırım zannediyorsanız bu zehabınız hatadır. senelerden beri beni mecnuna çeviren şiddeti aşkınızın teskinini artık vaslı pejmürdecevabı mücmel: acele cevapteellümname: elem mektubutürrehatı ithamiyye: saçma suçlamalar altı teellümnameme bir cevabı mücmel olarak gönderdi ğin tek mektubu öyle bir lisanı teşni ve şiddetle yazmaya acaba vicdanın nasıl razı oldu? gösterdiğim teessüraı muhabbet hep caliymiş. naki'nin hanesinden ilk gece deki avdetim sevki aşkınla değil, kimseye karşı itiraf olunamaz bir maabei nisvaniyetimden dolayı vuku bulmuş. ben oradan adeta yüz karasıyla kovulmuşum! namussuz. sus yetişir. hiç vücudu olmayan bu sözü nereden çıkardın? bütün alem aleyhimde bu yol da şehadet etse hep onlara karşı çıkacak sadayı müdafaayı ben senden beklerdim. vicdansız. sen ise kimsenin aklına gelmeyen bir cinayetle beni ithamda birinci olmaktan çekinmiyorsun. hük mündeki bu denaeti anladığın gün emin ol ki nedametin pek büyük olacaktır. bunu böyle eşna rezaletle itham ettikten sonra bak neler yazıyorsun! rica ederim kaleminden çıkan süturı hezeyana bir göz gezdir de hissi hicabdan zerrece nasibin varsa utan, yerlere geç. işte aleyhimdeki türrehatı ithamiyen: tavzihi vukuat: olayları açığa kavuşturmakalamı biintiha: sonu gelmeyen elemlermaabei nisvaniyyet: kadınca kusur işte diğer bir mektup: hain fatin! bu maasi ve maayibinizin nasıl olup da gönlümdeki narı muhabbetinizi henüz itfa edeme diğine mütehayyirim. sizden teneffüre uğraştıkça yüreğim büsbütün ateş alıyor. biçare kadının fartı aşkından, bana olan samimiyyeti muhabbetinden şüphem yoktur. kalbi beşer. bu nasıl muammayı muğlak bilmem ki? nazire'nin binde bir kadın da bulunmayan hasaili nisvaniyyesi kendini bana sevdiremiyor. daha ne istiyorum? anlayamadığım işte burası. mesele sırf ilmi ahvali ruha ait. gönlümü zapteden timsaliniz oraya diğer bir kadın hayali yanaştırmıyor. sizi seviyorum bedia. galiba ölün ceye kadar da seveceğim. fakat fakat. doğrusunu söyleyeyim mi? bütün gözyaşlarıma, istirhamatı elemiyyeye merhamet etmeksizin naki'nin hanesine gidişiniz, bu şüphemi bir hakikati bahire haline getirdi. ondan müfarakatınızdan sonra vuku bulacak izdivacımızda kendinizi bana bir dul kadın olarak satıp bu hudanız sayesinde ayıp mazinizi setretmiş olmak, bana bir salahiyyeti muaheze bırakmamak iste diniz. ye'si sevdanızla öleceğimi bile bile sizden kaçacağım. artık bir yerde beni göremezsiniz. tezevvücünüzle manen ölmedense maddeten ve fatı kendimce bahtiyarlık addederim. elveda. öyleyse fatin, geber. beni itham ettiğin rezailden kariben nazarında tebriye etmek bence mümkündür. ben hanei zevcimden aleyhimde tevehhüm ettiğin aybı nisvaniyyetimden dolayı kovul muşum? oraya yakında muzafferen duhul eder, zevcimle yaşamaya başlarsam bu denaetkarane şüphenin biesas olduğunu ispat etmiş olurum ya? bu hakikat nazarında sabit olunca zamankalbi beşer: insan kalbiitfa: söndürmehakikati bahire: apaçık gerçekhuda: aldatma, hileilmi ahvali ruh: ruh bilimisalahiyyeti muaheze: kınama yetkisihasaili nisvaniyye: kadınlık hasletleri dadı kalfa, esasına intikal edemediği şu neticeye gülmek mi, ağlamak mı lazım geleceğini tayinde mütehayyir kaldığını ima eder bir çehre ile: oh ya rabbi şükür! ama neme lazım. fatin beni sevmiyormuş. sevemiyormuş. anlaşılan hala gönlü zevcenizdeymiş. biribirine bozuşmuşlar mı efem? ah küçük hanım, gözlerimiz aydınlar olsun. elbette efem. bunu böyle olacağına bellidir. kötü karıların mumları yatsıma kadar yanar. onu fotin bey anla madı mı? nazire, yeisle sürurun memzuciyetinden mütehassıl gözyaş ları dökerek ellerini çırpa çırpa: hakkınız var. onun orasını öyle. ikisinin de boyunlarım altında kalsın. zevceniz olsun, onun gibi karıya iyi denmek layık olur mu efem? elveda alçak fatin. allah naki'yi bana, bodur karıyı da sana mübarek etsin. dadı, ağzını topla. kötü karı dediğin henüz zevcemdir. dadı, kocama inkisar etme! dadı şaşırarak: bedia ben hiddetle: işte size bir efem' ki elifinden mimine kadar haklı. dadı doğ ru söylüyor. bu çetrefil beyanındaki efkarı salime güzel bir lisanla ifade edilse nazire ile benim için üssü'lhareket ittihazına seza parlak bir düsturı felsefe şekline girer. fakat ikimizin de beynine ateş yağıyor. dadı değil hükemayı zamanın belagati iknaiyyede en icazkarları karşımıza çıksa bizce sözlerinin bir tesiri olmayacak bir haldeyiz. ben bedia'yı bırakınca çıldırırım zanneyliyorum. aylarca arayıp da keşfedemediğim rakibi muhayyelim işte ar tık çakı perdei hafa etti. nazire'nin fatin'i, dadı kalfanın fotin'i, benim de adüvvi ekberim olan bu zata artık rakibi muhayyel' namı hayalisini vermemeli. badema işin içinde ne hayal kaldı ne hayalat. fatin beyefendi boylu boyunca meydana çıktı. bugün evini, kalemini tahkik ederek yarın kozumu pay etmek üzere ken disiyle görüşebilirim. zev cemi vücudu olmadık bir leke ile itham ediyor. hem bunu insafane isnadında, rezilane iftirasında pek ileri varıyor. alemin zevcesinin nakısai iffeti ondan mı soruluyormuş? ama ne düşünüyorum? mesele pek mühim, pek nazik, pek vahimdi. fatin'le bedia'nın hıyaneti bahireleri gözümüzün önün de dururken kocasını müdafaaya, ben karımı masum görmeye uğraşıyorduk. allah iki kötü dünyaya gelmiş. birisini buna karı olmuş, ötekisini ona koca olmuş. onlar ikisi de sizi istemiyor işte. beni böyle karısı olsa boşarım. onun gibi kocası olsa kovarım. siz ne için bunlara ağlıyor efem? nihayet muhakki rane bir mektup almış. ithama, iftiraya tahammül edememiş, bu isnadı şenianeden fatin nazarında tebriye etmek için benimle barışmayı göze aldırmış. bu tahkir neticesi olarak zevcem bize av det etmiş. bir hayli müddet düşündükten sonra nazire'ye dedim ki: hemşire hanım, durunuz, hiçbir hükmümüzde acele etmeye lim. fatin'le bedia'nın ne bozuştuklarına sevinelim ne de barıştıklarına ağlayalım. bakınız elimde daha okunmadık birkaç mektup var. bü tün metanetinizi toplayarak dinleyiniz. revişi hale bakılırsa ne kocadan sana ne de karıdan bana hayır var. haydi bir amin de benden. fakat zevcemin son zamanların daki hırçınlıklarını gözümün önüne getiriyorum da bu mektupların sonundan hayır umamıyorum. fatin bey'in şu yakın zamanlardaki size karşı olan muamelatı da elbette sizce malumdur ya? bütün çiftelilik, bütün kabahat zevcemde. nazire'nin yine gözleri sulanarak: dadı kalfa sallana sallana gayet yürekten: amin efem amin! beni korkutuyorsunuz. inşallah mektupların sonu hayırlı çı kar. nazire: artık bana ettiklerini sormayınız beyefendi. ben tahta, bur gu. her gün beni yiyor, oyuyor. ben onun nazarında artık tu kaka oldum. bana eza ettikçe benim ona olan muhabbetim katmerleniyor, kaymak bağlıyor. zevcemle işte aynen benim halim de böyle. siz tu kaka ol muşsunuz, ben bedia'nın nazarında kakanın kakası oldum. onlar bize bu eziyetleri ettikçe hainlere karşı bizim muhabbetlerimizni çin kaymak bağlıyor? ben anlayamadım. ah dadıcığım. hikmeti beyanına sen beni yavaş yavaş hay ran ediyorsun. nazire'ye hitaben bakınız dadı mahiyyeti muhab betimizi nasıl teşrih ediyor? bakınız çünkü. bu fotin bey'inde pek kadar güzellik yoktur. para dersen bizim küçük ha nım onu cebine koymazsa kendisinde hiç bulunmaz efem. kendine parasını olsa onu çoktan küçük hanımı boşaması niyetlisidir. fakat işte bu para meselesine. hikmetini ilahidir efem. fakat onun kay maklanmasının sebebini sizin gönülleriniz arsızdır. hicranı tutmaz efem. aman beyefendi, siz dadıma bakmayınız. öyle aldığını bul duğunu söyler. dadı büsbütün bir tavrı hakimane alarak: dadı kalfa gözlerini açarak: hikmeti ilahi. bilmem ki. nazire: aşk ne müthiş bir marazdır! hakkımda vaki olan hakareti şenianızı affetmez, bugün şu mektubu size yazmazdım. bunlara uzun müddet cevap vermemeye azmetmişken ihtiyarımdan daha şedit bir kuvvei mües sire, bu ahdi kalbimi nakza parmaklarımı icbar ediyor. size şu satırları yazdırıyor. bir müddet daha icbarı muhabbetime galebe ye uğraşarak sizi cevapsız bırakacaktım. fakat son mektubunuzda ki kararı mahv fikriniz beni tedhiş etti. cevap almazsanız intihar edeceğinizi yazıyorsunuz. karımın derdinden fatin bey kendini öldürecek miş. diğer mektubu açtım. artık kadınlara karşı itidali dem göster mek istiyorum. lakin halecanım son derecede. kıraate şürudan evvel dairei hasbihalimiz daha daraldı. başlarımız birbirine daha yaklaştı. bu defa nazire ile dadı büsbütün can kulağıyla dinlemeye hazırlandılar. okuyacağım mektubun tarihi evvelkilerden yedi ay kadar muahhardı: kocam ne edecekmiş? anlayamıyorum. intihar nedir beyefendi? nazire: nazire: nazire: vefasız! ben: ah alnımın kara yazıları! ah fidan boylu kocacığım beni bırakıp da el kadınlarının derdinden kara top raklara mı gireceksin? yetişmeyesice karınız kocama büyü yapıyor. naki bey misin nesin karını zaptet! yoksa yarın evinize gelir, saçını başını yolarım. seni sevmeyen herife fidan boylu kocacığım diye ağlamaya utanmıyor musun? kendini öldürmese zaten yarın gidip ben geberteceğim. dadıcığım, kocam kendini öldürecekmiş. onlar barıştılar. namus uz, süpürge, yelloz karını. inanma kızım. inanma. onu öyle söyler. korkutmak için söyler. hiç fotin bey'i kendisini öldürür mü? onu, seni üzer üzer öldürür de yine kendisini öldürmez. sefasını bakar. tabiatınızı bilirim. dai ma kavliniz kalbinizin tercümanıdır. derununuzda ne varsa lisanı nız da odur. durun, telaş etmeyin. şu mektubun alt tarafını okuyalım, ki min ölüp kimin kalacağı zaman belli olur. dadı kalfa mütehayyirane: nazire: ben hiddetle: nazire: ben: tevehhüm: vehmetme gibi bana yazmaktan kendinizi menedemediniz. tabiatınıza yaki nen mücerrebim bulunmasaydı beni derekei esfeli nisvaniyyete indiren sui hükmünüzü bugün hiçbir mazeret bana affettiremez di. böyle bir fi'li mecnunane emsali adim denecek harekattan değilken, hiç ye'si sevda ile insan nefsine kıyar mı? fakat bugün öyle demiyorum. bugün ye'si muhabbet insana ölümü te menni ettirir diyorum. bir aşık, intihardan dem vurursa bu fiile derdimret edeceğine inanıyorum. ben de şu saatte aşkın serhadi ye'sinde dolaşıyorum. kendimi bu amakı halasa bırakıvermek için hufrelere nazarı iştiyakla baktığım saatler çok oluyor. yalnız adema bada seninle destbedest, lebberlebi huzuz olarak atılmak istiyo rum. ah zaman, işte zaman zalamı mevt benim için bir bahtı sermedi olur. ben ağlarken ayıplıyordunuz. sizi sevmeyen bir kadın için ah of demeye utan mıyor musunuz beyefendi? ben dövüne dövüne feryat ederek: amakı halas: kurtuluş derinlikleri dur, acele etme hanım. bedia yalnız ölmüyor. kocanızla el ele, dudak dudağa öleceklermiş. yanıyorum. hakikaten li monata içilecek nokta. hemen bardağı takdim ettim. fakat bu ateşi öyle bir iki bardak şekerli limonlu suyun teskin edebileceğine hiç ihtimal vermiyordum. yine başladı: bu telaşiyelere lüzum yoktur efem. kör olasılar ikisi de öl mez. hay kepaze karı. hay ne musibet herifmiş onu. dünyada işitilmedi şeyler efem. keyiflerinin kahyası mısın? naki bey, hikayesinin bu fıkrai müessiresinde mosmor kesi lerek: artık huzurundan zebani görmüş gibi bizar olduğum naki'den kaçmak için baş ağrısı bahanesiyle tenha odalara kapandığım za manlar bu fikri intihar benim zihnimi de taraç etmekten bir an hali kalmıyor. dadı kalfa büyük sedasıyla bağırarak: ilahi karının elleri dudakları kopsun. kendi öleceği varsa gebersin, kocamı niçin beraber sürükleyecekmiş bakayım? ithamınızdan sonra iradesine, ihtiyarına gayri malik bir ifrit kesilmiştim. naki'nin hanesine avdet etmek. size mülaki ol mak için büyüğünü küçüğünü tahkir ile çıktığım bir aile nezdine yine sizin icbarı muhakkiranenizle tekrar girmek. bir mezarda beni ithamınızdan dolayı düçar olduğumuz felaketi azime öyle kalemle, sözle kabili tarif değildir. neticei hatanızı bugün sizden ziyade ben çekiyorum. bu feciai hayatımı size anlatayım. beni onun aguşı canfersasına nasıl dü şürdünüzse yine öyle kurtarın allah aşkına. dinleyiniz, her şeyi size olduğu gibi anlatacağım. nazire: icbarı muhakkirane: aşağılarcasına zorlama gerek aleyhimde vaki olan ithamınız, gerek ona karşı verdiğim cevap, yekdiğerimize karşı ilanı husumetle katı rabıta demekti. bana tesadüften havfen bütün mesirelerden çekilişinizi kendime karşı nefreti ciddiyyenize değil, muhabbeti şedidenize bir delil adde diyordum. sevmez görünmekte ne kadar iltizamı ihtiyat etseniz benim gibi razbina bir kadına karşı mümkün değil, tamamıyla ketmi esrarı derun edemezsiniz. muhabbetteki istidadı fıtriyye niz sizi daima gönlünüzle, aşkınızla cidale sevk ediyor. her savleti şedidenizde birer parça mağlup olduğunuzu pek fark edemezsiniz. nihayet bütün bu beyhude kahramanlıklarınız aczi külliye müncer oluverince artık terki silahı cidal ile sevdiğinizin payı istirhamı önüne bitap düşüyorsunuz. sizin için böyle bir saati mağlubiyyetin vüruduna intizardaydım. bu mücadelede sizi son derece zayıf dü şürmeye karar verdim. diri diri bu makberi azaba, gönlüm meşhunı sevdanız iken firaşı digere nasıl girecektim? naki'ye bir haber gön dererek beni tekrar hanei zevciyyetine kabulünü istirham etsem bu zelilane müracaata karşı sui kabul görmek yahut hiç kabul edil memek tehlikesine maruz kalacaktım. böyle bir nikbete uğramamak için pek mahirane desaisle naki'yi iğfal etmek, ona kendimi şiddet le sevdirmek lazım geliyordu. zevcim, bana göstereceği meyli şe didle bilmeye bilmeye nazarınızdaki mevkii itibarımı ila edecek, beni size sevdirmeye vasıta olacaktı. sizi aradığımrazbina: gizleri, sırları göreniltizamı ihtiyat: ihtiyatlı davranmaketmi esrarı derun: içteki sırları saklamaila: yüceltmeterki silahı cidal: silahı bırakmakudreti hudakarane: hilekarlık kudreti artık hükmi şenianenizin biesas olduğunu anladınız. bu yüz den müsterih oldunuz değil mi? halde bu faciai sevdamızda oy nattığımız eşhastan naki'nin rolü hitam buldu demektir. kendine tevdi ettiğimiz aşık rolünden zavallı pek mahzuz görünüyor. fakat ken disine artık perde kapandı. tiyatro sahnelerindeki muaşakalar bir kaç saatten ziyade sürmez iken, bir istisnayı fevka'lade ile seninki aylarla devam etti. böyle oyunlardaki muhabbetlerin ciddiyetine kail olarak onu gönlünde idameye uğraşmak budalalıktır. zavallı naki! lakin hakikat zannettiğimiz bu altı ay naki'yi bir ihtiyali sevda içinde yaşattım. tamamıy la onun huzuzatı muhabbetine vakfı vücud ettim. fakat sizin için tasavvur ettiğim saati mağlubiyyet teehhür ettikçe bende bir ye'si tahammülfersa baş gösterdi. size dair olan muhakematı sabı kamda aldandığıma hükmederek yekdiğerini nakıs tevehhümatla lisanı ızdırab geceleri geçirmekte iken nedametinizi, nevmidinizi, alamı iftirakınızı musavver ilk istimannamenizi aldım. bu fer yadnameleriniz sekizi buluncaya kadar cevap vermemeye cebri nefs ettim. nihayet son mektubunuzdaki kararı intiharınızı gö rünce artık sükuta mecalim kalmadı. sizi akıl ve şuur dairesine irca, hem de beni düşürdüğünüz belahaneyı zevciyyetten halasım emrinde birlikte bir çarei seri taharri etmemiz için bu mektubu yazıyorum. biçare, bütün hülyayı şebabıyla beni seviyordu. sizi tahatturla, biraz da zavallıyı düşüreceğim girivei sevdanın neticei miratini, bu yüzden düçar olacağı bedbahtiyi tefekkür ederek bir gün kağıthane'de iki damla gözyaşı döktüm. bu dümuı teessüratımı ona gösterdim. olanca talakatı iğfa limi sarf ettim. bu hal aynen uyanık bulunan bir adama, bütün meşhudatın rüyadır. bu hakikati kendisine bir zarafeti mudhikeperdazane ile ifham etsek bizim oyun addettiğimiz bu izdivacı hakiki telakkide ısrar ederek kendini sevmeyen ve sevebilmek ihtimali olmayan bir kadını boşamamaktaki inadını belki derecei belahatine bizi güldürecek bir mertebeye vardırır. biraz sabret. ben bu mudhi keye daha gülünç bir netice tezyil edeceğim. bu son perde iniverin ce naki, ihtiyarıyla çıkmadığı sahnei mudhike haricinde kendini baygın bulacak, neye uğradığını anlamayacak. açıktan açığa, ben seni sevemedim, sevemeyeceğim. beni terk et. desem hakkımda ki muhabbeti manii tatlik olduğunu bildirerek boşamamakta ısrar edecek. onun iyisi ben kendini sever görünerek bu muhabbeti kazibemi müziç kıskançlıklar, dayanılmaz hırçınlıklarla taham mülgüdaz bir dereceye vardırarak herifi evvela canından, sonra kendimden bıktırıp temini muvaffakiyyet etmektir. zannederim ki zevcim, benim aşıkım bulunduğundan bir müddet iştibaha düştü. benim le barıştıktan sonra onu aguşı iğfalimde öyle muhaddir kelimat, öyle afyonlu ninnilerle uyuttum ki eski şüphelerinden bugün ken dinde bir zerre kalmadığına katiyen eminim. zevcenizi sizden şid detle kıskanıyorum. fakat ihtiyata riayet için mudhikemizin hitamı na kadar onu tatlik emrinde artık sizi icbar etmeyeceğim. naki beni boşamadıkça siz de onu terk etmeyiniz. zevcenizin alık bir kadın olduğunu biliyorum ama lüzumuna göre kadınların öyle budalalarından bile havf etmelidir. nazire, sizi birtarzı talakat: düzgün şekilmuhaddir: uyuşturanmudhike: komedi, güldürümuhabbeti kazibe: yalancı muhabbetmütebassırane: basiretle, iyice düşünerek bazı bıçak yaraları vardır ki onu cerhte kadar büyük veca hissolunmaz da yaranın tedavisine uğraşıldığı esnada mecruh ız tırabatı cansuz içinde kalır. asabım da hasıl olan buhran hemen hayatımı iptal derecei şedidesine var mıştı. nazire, dadı kalfa, giryebar gözlerini mertebei teellümleri nakabili tarif birer çehre ile bana diktiler. okuduğum mektubun fıkratı rezilanesini tefsirden artık haya ediyor, sözleri tekrardan adeta ürküyor gibiydik. ni hayet ben gayriiradi bir kahkaha salıverdim. bu kahkaha ile fatin'i, bedia'yı tahkir etmiş mi oluyordum? nazire korkmuş olmalı ki dadısına beyefendiye bir parça su ver. fakat boğazımdan gönderdiğiniz mektupları naki'nin konağına cihaz olarak beraber getirdiğim pelüş kanepenin yayları arasında gizli göze sak lıyorum. siz de benden gelen mektupları muhafazada zerrece müsa maha göstermeyiniz. badema bir lüzumı kati olmadıkça irsalinden de mücanebet tavsiye ederim. birkaç aya kadar rabıtai nikahtan kurtularak hanei pederime avdet edeceğime emin olunuz. baki metanet, ihtiyat, ümit üzere bulunmanızın istirhamı. mücanebet: sakınma muhabbeti müfrite ile seviyormuş. saiki muhabbet olan kadınlar dan ben korkarım. havva'nın alıkları dahiye, en miskinleri kaplan kesilir. zevcenize bir şey sezdirme meye fevkalade itina ile beraber harekatını tarassuttan bir an hali kalmayınız. zevcei müstakbelen bedia dadı kalfa ağlaya titreye çantayı açtı. küçük bir şişe lokman ruhu çıkardı, fatin'in bu hıyanetini keşfettikten sonra nazire'ye ara sıra böyle bayılmak illeti arız olmuş bulunduğundan nereye gitseler dadı limon, lokman ruhu gibi şeyleri ihtiyaten yanlarından eksik etmezmiş. yarım bardak suya birkaç damla damlatarak ağzına döktü. ellerini, kollarını ovuşturmaya başladı. biçare kadın biraz gözlerini açtı, ağzından ilk çıkan kelime fatin ismi oldu. bu ismi bir tehlili muhabbet gibi beş altı defa tekrar etti. nazire nazarı meyusanesini bana tevcih ederek: fatin'in cezbei aşkıyla yerde yatan bedbaht kadına baktım. sağ şakağından kurtulan bir turrei siyah, parlak zarif bir kuş kana dı gibi izarı latifinin kısmı ulyasını setretmiş. nazire hali bihuşi ve perişanisiyle önümüzde ressamlara müessir bir mevzu olacak bir levha teşkil etmişti. dudakla rında seri ihtizazlar peyda oldu, gözleri süzüldü. hazin bir ah. eniniyle hasıra uzandı, bayılıverdi. ben, rufai dervişi gibi bulundu ğum noktada donakaldım. dadıda el titrer, ayak titrer. gözlerin den sel gibi yaş akar. nazire tam baygın, biz yarım baygın. kim kimi ayıltacak? siz de benim gibi gülünüz. hiç böyle şeye teessüf edilir mi? ben akşam köşke gidince bedia'yı bırakırım, hanım da fatin'den boşanır selamete ereriz. fatin beni terk ederse yaşamayacağıma inanınız. bir ikinci kahkaha daha kopararak dedim ki: ben: mesele namus meselesidir hanımefendi. benim için aşk ve muhabbet ikinci derecede kalır. fa tin bey sizin her türlü hasail mehasini nisvaniyyenizi tadat et mekle beraber sizi sevmediğini, sevemeyeceğini söylüyor. ondan bir hayır memul etmeyiz. ona olan muhabbetiniz müzmin, elim bir illet şeklini alırsa ölmek daimi hali ızdırabda yaşamaktan ha yırlıdır. iltiyami bir ameliyyatı mühimmeye lüzum gösteren il letler böyledir. ben de bedia'yı aynı mu habbeti şedide ile seviyorum. onu bir diğerinin aguşı sevdasına atmak suretiyle kendisinden ayrılmak benim için kolay mı olacak zannediyorsunuz? bizden müteneffir iki deniden her lahza bir nazarı nevaziş, bir merhameti iltifat dilene dilene, sevilmekte bin zilletle ısrar göstere göstere onlarla cebren yaşamaya uğraşmaktan ulvi gönüller bir lezzeti hakika duyamaz. geliniz, bu derekei esa fili muhabbete düşmeyelim. nazire'ye çok nasihat verdim. fatin diyor, fa mektupları şimdi siz okudunuz. siz bedia'yı bırakırsanız fa tin de beni boşayacakmış. bu akşam köşke gidince menhusu bırakacağınızı söylüyorsunuz. bu hareketiniz doğrudan doğruya bir hançerle beni öldürmek gibidir. bedia'yı terk etmeyiniz. derekei esafili muhabbet: muhabbetin en aşağı seviyesihasail mehasini nisvaniyye: kadınlık hasletlerideni: alçak neden dolayı? nazire: ben: bu elemdideyi ikinci defa bayıltmaktan artık ihtirazen vadiyi nasayihten çekildim. biraz hava almak, eğer dimağımda kuvvet kaldıysa biraz düşünmek fikriyle oradan kalktım. kırları dolaşmaya çıktım, bereket versin bulunduğumuz mevki gazinodan görünmü yordu. garsonun biri gazinonun kapısı yanındaki tahta kanepeye yatmış uyuyor, diğeri de içeride bardak tabak temiz liyordu. gezindim, gezindim, denizler, ağaçlar, kırlar kasvetengiz menazır içinde nazarı nevmidanem önünde devrediyordu. başım mı dönüyor, kainat mı? akşam haneme avdet edince zevcemin yüzüne nasıl bakaca ğım? yüz yüze gelirsek nasıl ketmi teessür, zabtı hiddet edebi leceğim? demek asabi hastalıklar, mütehevvirane kıskançlıklar, yarım baş ağrıları, bütün temaruz, beni kendinden usandırmak, canımdan bizar etmek için hep birer saniaymış. bu karıdan, ba husus aşığı olan melun heriften intikamımı nasıl alayım? zev cemi tatlik etmekle mi? zaman ekmeklerine yağ sürmüş olurum. boşamasam bir zevç karısının esrarı hayatına böyle bir sureti bahirede vakıf olur da onunla nasıl idamei zevciyyet edebilir? ondan ayrılmayı düşündükçe sanki kalbimin inşikakıyla derunuma sıcak sıcak kanlar sızdığını hisseder gibi oluyorum. aman ya rabbi, şu hal korkunç bir rüya olsa da bir göz açımıyla uyanıversem, beyni mi, her tarafımı ihata eden şu hakayıkı müdhişe vehleten tebdili tin işitiyor, ağzından başka bir söz çıkmıyordu. zavallı kadın, bir ummanı felaket içinde var kuvvetiyle bir tahta parçasına sarılan bir kazazede gibi yalnız fatin'i medarı hayat, yegane vasıtai ümid addetmiş, onun haricindeki diğer esbabı huzuz, bütün cihan, naza rında mefkut halini almıştı. hemşire hanım, şimdi size ne yolda bir vaatte bulunsam ya landır. ne yapacağımı ben de bilmiyorum. zevcemi bırakacağım desem de inanmayınız, bırakmayacağım desem de. bundan sonra ikimiz de vukuata tabi olacağız zannederim. benden böyle bir vaat almak istirhamında bulunurken siz de bana karşı biraz merhametli davra nınız. benim zevçlik mevkiimi, haysiyyeti recülanemi, namusumu nazarı insafa alınız. bu akşam zevcemle yüz yüze gelince sizin şu alamınızı düşünerek hazmı nefs etmeye gayret göstereceğime söz veriyorum. bu söz ebediyen zevcemi bırakmayacağımı tazam mun eder bir vaat değildir. ben zevcemi bırakmadığım halde de fatin bey sizi tatlik edebilir. siz fartı ye'sle buralarını muhakeme edemiyorsunuz. yalnız iki rezilin aleyhimizde kurdukları dolabı ihtiyalin devrini sektedar edecek bazı tedabir ittihaz edebiliriz. fakat neticei hal her vechile bana vahim görünüyor. böyle düşünüp bastığım yeri bilmeyerek gezinirken kulağıma, naki bey, naki bey nidasıyla bir ses geldi. dadı kalfa ellerini sallayarak beni çağırıyor. kadınların yanına avdet et tim. kara vapuruma binip gidelim. şu halirhameten zevcenizi terk etmek fikrinden vazgeç tiniz ya? nazire, benim bihuşiye karip bir halde yüzüme bakarak: mahiyyet manzara ediverse. bir ferdayı bidari bunların izalei dehşetlerine erişemiyor. dadı: ben: nazire'ye yine ismaı hakikat edemedim. ellerime ayakla rıma kapandı. sözleri hep ipe sapa gelmez kadın lakırtıları. en büyük ricası hep zevcenizi bırakma yınız. ben de bir fırsat düşürebilirsem bedia'nın pelüş kanepesindeki gizli gözü açmaya uğraşarak hafiyyen oradaki mektupları okuyaca ğım. bu mektuplarda meşhudumuz olacak ahvale nazaran tedabiri lazıme ittihaz edeceğiz. ne ben bedia'ya ne nazire zevcine bu macerayı muaşakaları hakkındaki ıttılaımızdan şimdilik bir şey sezdirmemeye gayet itina edeceğiz. bir lüzumı kati olmadıkça na zire benimle görüşmeye gelmeyecek. nazire'nin hanesiyle fatin'in mahalli memuriyyetini de haber aldım. mektupları yine çantaya bilvaz küçükçekmece mevkiine indik. kara vapurumun düdüğüsü öttü ayol. şimdi küçük hanım bir daha bayılırsa karanlıklarda dağlarımın başına kalırız. fotin bey'i hanımı boşamasını hakkısı olur efem. sözlerini tek rar ediyordu. nazire her gün büronun gizli gözünü araştırarak bedia'dan fatin'e yeni bir mektup geldiğini, eski mektuplara koyacağı işa reti mahsusadan anlayabilirse bu şukkai muahhareyi bir vakti münasibinde dadıyla bana gönderecek, ben bade'lkırae yine iade edeceğim. dadı kalfa arada bir: şukkai muahhare: sonraki tezkere beynimizdeki en son mukarreratımız işte şunlardı: tedabiri lazıme: gereken tedbirbeyn: arabade'lkırae: okuduktan sonra hiddetinize mağlup olup da zevcenizi tatlike kalkışmayınız. ben de kadıköy vapurları iskelesine çıkmak üzere bir sandala atladım. kendi kendine yürür bir cismi ca mid, bir cenaze gibiydim. bu gibi ıztırabatı maneviyyenin ilk nö betini, ilk şiddetini çekmiş olanlar bilir. altı yedi saat evvel ben bahtiyar bir adamdım. zevcem, anam, babam, beni bu dünyaya rabt edecek her şeyim vardı. niçin sağ iken ölü gibi oldum. niçin hayatın neşesi bir anda nazarımda sönüver di? bütün eşyayı onun muaveneti tenviriyle parlak görürmüşüm. bedia'ya olan bu şiddeti muhabbetim, bu şulei sevdam gönlümde söndü mü? ha yır sönmedi. eskisinden ziyade ateşgir oldu, alevlendi, işte ateş vücudumu yakıyor. halim tıpkı hayatından katı ümid etmiş bir hastaya benziyordu. sevilir fakat ondan insan nevmid kalınca ne yapar? lakin ne kadar ümitsiz, ye isalud bir muhabbetle sever. artık onunla idamei irtibat etmek imkanı kalmamış, her saatin müruruyla ondan tebaüdünü, iftirakını hissettikçe ne hallere girer? zaman vefasız bir şeye karşı olan bu sevdayı irtibat, bu muhabbeti nevmidane en müthiş, en muzlim bir felaket şeklini alır. işte aynen ben böyle bir hasta. bedia bu sadmei müdhişenin tesiratını artık vücudum yavaş ya vaş hissediyordu. hafif bir nö bet başladı. hayat, bütün menazırı cihan, nazarımda bir kasveti mücesseme kesildi. nazire yanımdan ge çerken yavaşça: sadmei müdhişe: müthiş sarsıntıkatı ümid ümit kesmekyeisalud: yeise bulaşmış, kederlimuhabbeti nevmidane: ümitsiz sevgikasveti mücesseme: canlı bir kasvet, karanlıkmünkesirü'lemel: hayal kırıklığımenazırı cihan: cihan manzaraları kendimi nasıl aldatayım? adam sen de! bir evveli baharın yetiştirdiği kadar asarı süruru, kadar esbabı huzuzu, gözlere sefa, zihinlere küşayiş bahşeden kadar müzey yinatı tabiiyyeyi hazan yapraklarıyla, çiçekleriyle, kelebekleriyle pamali istihkar ediyor. bu kaideyi, bu hakikati her şeye teşmil ediniz. seneden seneye sevdiklerimizden bi rinin gaybubeti ebediyyesine ağlıyor, sevenlerimiz varsa bir gün de bize ağlayacaklar. hangi şeyde vefa, nerede beka var ki mu habbette olsun? bu gırarei gaflet niçin gözlerimizi, her hissimizi örtmüş? bugünkü bedia otuz kırk sene sonra elbette yüzüne bakılmaz bir acuze olacak. zaman bu gözyaşlarımı tahattur ettikçe ben kendi kendime gülece ğim. bu düsturı hikmeti şimdiden mevkii fi'le koysam, beyhude bu kadar meyus olmasam, bu kadar yanıp ağlamasam olmaz mı? bedia'yı, mavi gözleri, sarı saçları, levendane kameti hıramı latifiyle gözlerimin önüne getirdim. şeran, kanunen be nim olan bu zehrei letafetin bir rüzgarı hıyanetle fatin'e doğ ru eğildiğini, onun meşammı hevesine kendi kendini arz ettiğini düşündüm. zararı yok. her şeyi fani olsun. isterse bütün mükevvenatın iki günlük yine nazarımda hayat gibidir. kendine olan şiddeti meftuniyyetime, arzuyı irtibatıma rağmen benden kaçıyordu. hakikatte kaçmadı bile. ben tevehhümatı sevda içinde bedia namına gönlümde bir hayali idameye uğraşıyordum. da umurumda değil. illa bedia, fatin'in olma sın. benim olsun. benim olsun. sinni heremine kadar ben ona perestiş edeyim. bütün hayatımca gönlüm bu perestei hüsne müteveccih kalsın. ah yine fakat izzeti vicdanım isyan ederek niçin bende ona karşı bir nefret uyandırmı yor? bu müthiş noktada ben nazire'ye nasihat verir ken bu nasayihle kendim niçin amil olamıyorum? beni sevmeyen bir kadına karşı ulüvvi nefsimi niçin çiğniyorum? bu sefaleti muhabbete niçin düşüyorum? gönlü, gözü, sevdası, emeli diğer bir erkekte olan bir kadını zevce sıfatıy la yanımda alıkoyacak mıyım? lüzumuna göre bana göstereceği muvakkat sahte nevazişlere nasıl tahammül edeceğim? keyfiyetin daha müthiş ciheti var. bir çocuğum olursa bunun üzerinde fa tin'den ziyade hakkı übüvvet iddia edebilecek miyim? keyfiyet artık limonata ile teskini ye's hararet edecek de receyi geçmişti. bardağı karşımdaki bedbaht delikanlıya takdime cesaret edemedim. artık boynu başını çekemiyormuş zannolunacak bir telehhüfi bitabane ile naki bir tarafa çarpıldı, gözlerini kapadı. dudı siyahı sev dası gibi çehresini istila eden dumanların içinde zavallının bu vazı hazinanesini bir müddet seyrettim. sanki böyle birazyorgun luk alarak yine başladı: vapur, kadıköyü iskelesi'ne yanaştı. beynime bir of işte yanıyorum. yarab bana akıl ve şuur inayet eyle. ya beni öldür ya bu kadından tenfir et. hakkı übüvvet: babalık hakkıulüvvi nefs: izzetinefisperestei hüsn: güzellik perisitelehhüfi bitabane ile: bitkince bir üzüntü haliyldudı siyahı sevda: sevdanın siyah dumanı validem durup durup nasıl oldun? va lidemin bütün bu sual ve telaşlarına cevaben iyiyim fakat yalnız sizden bir ricam var. beni birkaç saat yalnız bırakınız. zavallı kadın peki yavrum peki. nevazişiyle odada kim varsa hepsini topladı, dışarı çıktı. duracak otu racak halim, kuvvetim kalmamıştı. validemin titrek endişeli bir sadayı şefkatle başucumda: evladım, naki'ne oldun? köşkün içinde bir telaştır gi diyor. gözlerimi açmadığımı görün ce validem ağlaya ağlaya: merak etmeyiniz bir şeyi yok. sabah yine gelirim vaadiyle gitti. kimbilir ne kadar mesafeden doktor geldi. bir hane içinde bulunduğumuz zevcem henüz oda kapısından bile gözükmedi. yüzünü görsem belki büsbütün fena olurum. karyolama girdim. nabzımı, göğsümü, her tarafımı uzun dikkatli bir muayeneden sonra: naki, öyle durma. galiba biraz rahatsızsın. ah yine kendimi kaybetsem de düşün mesem. düşünmesem, uyusam, ilanihaye uyusam. ben böyle gamımla cenkleşirken. çıt sedasıyla odamın kapısı açıldı. gözü mün kuyruğuyla baktım, zevcem. evet geliyor. beyaz muslinler giymiş. yarı bedenine kadar küşade göğsünün, dirseklerine kadar açık kollarının etrafı kat kat dantelalar içinde. saçlarını ensesi ne yarı toplamış yarı salıvermiş. altında şakikaya alamet mahut beyaz çatkı. dahili zifaf olmuş bir kadın olduğuna doksan şahit lazım. bakirelere reşki masumiyyet olacak bir letafet, bir edayı melekane ile hafif hafif ayaklarının ucuna basarak yürüyordu. ben kasten gözlerimi kapadım. derin derin bir göğüs geçirdikten sonra eğildi, alnımdan medide bir buse aldı. zevcemin dudakları sathı cebhemde titrerken duydu ğum lezzeti, yine anda hissettiğim merareti tarif edemem. mü htez, nazik bir seda ile yavaşça vah zavallı nakiciğim, ateş gibi yanıyorsun. dedi. bütün metanetimi toplayarak evet. hanımcığım, yanıyorum. cevabını verdim. köşkün içinde bir gürültü işittim. küçük beyefendi has ta dediler. kendi derdimi unuttum, işte sana geldim. onun ya gaybubeti ya hastalığı zamanında anla şılıyor. zati yarım akıllıyım. beni bütün bütün deli edeceksin. bir iskemle çekti. beyaz yumuşak fakat heyhat beyaz leylak rayihası neşreden elleriyle yüzümü nevazişlere gark ederek: meraret: acılıksathı cebhe: alın yüzeyimedide: uzunreşki masumiyyet: masumiyeti kıskandırma naki! derhal nazire'yi, bedbaht kadının yeisini, ona verdiğim vaadi ihtiyatı tahattur et tim. biihti yar deheni nevmidanemden kaçan bu evet', şu macerayı felaketi tamir kabul etmez bir hale getirdi mi? pek ileri varmış olduğum dan havfen işi bütün bütün aleniyete dökmemek için sustum. be dia amakı kalbiyyemi tarassut etmek istiyor gibi istizahı acible bana gözlerini dikerek: bu sözleri telaffuzum esnasında yüzüne kim bilir ne kadar bir şiddeti nazarla bakmışım ki zevcemin çehresi sapsarı kesildi. teşekkür ederim bedia. beni bu kadar sevdiğini bilmiyor dum. devamı neva zişin için hemen hemen ömrümün medit bir hastalıkla döşekte geç mesini arzu ediyorum. hali sıhhatimde yüzünü gör düğüm var mı? kaç aydır ufacık bir nevazişine nail olabiliyor mu yum? ardı arası kesilmez bir şakika. bir sinir hastalığı. artık dayanamadım. ellerimle göğsümün düğmelerini yeisten çatır çatır kopararak kalktım. hummadan kurumuş dudaklarımla: seni ben mi hasta ettim? bedia, artık yetişir. beni sevdiğine inansam. şu sözlerinin bir kelimesine benim için itimat kabil olsa emin ol ki şu saatte ne ateşim kalır ne hastalığım. ah nankör çocuk. dertlere ben kimin yüzünden uğradım? ben senden acaba bir dakika ayrılmak istiyor muyum? odalarımızı etibbanın tavsiyesi üzerine ayırmadık mı? senin için malul olmak değil, mezara girsem yine kıymetimi bilmeyecek, yine muhabbetimi inkar edeceksin. o nasıl söz, çılgın! bedia'nın hakkım da gösterdiği bu sahte şefkati, bu kazib muhabbeti ateşimi, yeisimi büsbütün tezyit ediyordu. başı ucumda ibrazı teessüre, beni şid detle sever gibi görünmeye uğraşan bu kadın, hastalığıma kim bilir kalben ne kadar memnun olmuştu. doktor keyifsizliğine ne isim verdi? tifo yahut dehşette bir ma raz teşhis etti. of, bu riyayı muhabbet. insan, benibeşerin menafii hususiyyedeki bu denaetperestliğini görünce doğduğuna, insan olduğuna nadim oluyor. fatin'e yazdığı mektuplarında amali zelilanesini, hissiyatını, denaeti vicdanını okuyup gördüğüm halde hemen hemen bu geceki hudai muhalesatına, ifadatı kazibesine inanacağım. hep bu riyakarlıklarını hakiki, samimi zannede ceğim gelir. hummayı vücuduma karışan muhabbetle nefret, ateşle bürudet beyninde tarif olunmaz bir hissi şedid, bende sabra mukavemete tahammül bırakmıyordu. bütün esrarı kelimatı muhakkirane ile yüzüne püskürerek ifşa etmek. bu hilei sevda sına inanmadığımı bildirmek. zevcemi odadan kovmak. fakathissi şedid: şiddetli his üzerinde şiddetli nöbet var. onun tesiri hararetiyle galiba ne söylediğini bilmiyorsun. dedi. zayıf, baygınlık haliyle: hummayı vücud: vücut titremesibürudet: soğukluk öyle ise geçer. cenabıhak senden ziyade bana acır da inşal lah sabaha bir şeyin kalmaz. soğuk algınlığı. hastasın sevgilim, zararı yok. fakat ne oldun? amik bir teessüri şefkate benzer bir nazarla bakarak: heyhat! bir edayı makhuriyyetle mahcubane odadan çıkarken yine eteklerine sarılarak salıvermemek istiyordum. evet, arzu ediyordum ki zevcem itirafı cürm etsin. cinayetinde nedamet getir sin. fatin'den nefret ettiğini, dünyada yalnız beni sevdiğini ağla ya ağlaya söylesin. benden af, merhamet dilesin. of, ne hayali muhal! bu temennii hamım vücut bulsa. zevcem bu tahayyülüm vechiyle tebdili fikr hayat etse. ben artık onun sözlerine inan malı mıyım? onun muhabbeti digerle mütezelzil gönlünde benim için bir kuşei iltica kaldı mı? bedia'ya aldanmayı bile artık bahti yarlık sanıyorum. ah aldanabilsem. fakat benim için muhabbeti mütekabile muhal. saadeti sevda muhal. hepsi muhal. derunumdan bir şey beni tazyik ediyor. cinayeti bahir olan şu zevcenin ağzını ara. seni sevmediğini lisanıyla itiraf ettir. belki zaman muhabbetin nefrete münkalip olur. ya bütün bütün çıldırır, yanar, ölürsün ya teskini ye's edecek bir iki kelime işitirsin. bu son yeisimin sevki nevmidanesiyle dedim ki: zevcesinin bir hıyanetini duymuş. biçare çocuk, zihnini oy natır gibi oldu. zevcem haklı söylüyordu. namusa riayette gösterdiği bu şiddet zahirde ken di işine yarayacağı için ben bu haklı sözü gayrı muhakkak görmek istiyordum. demek ki bedia'nın bana karşı olan hıyanetini ispat her kaidenin bir şazı olur naki. yine umumiyet benim iddia ettiğim gibidir. nisvaniyetin yüz karası olan öyle karıları allah kahretsin. elin böyle kepaze bir kadını için bu derece hastalanmaya ne mana var? kadın kısmına böyle bir yüz verilirse iki gün sonra astarını da is ter. böyle bir hıyanetin ilk affı, ikincisine, üçüncüsüne ilanihaye müsaade vermek demektir. ben böyle bir hare kette bulunsam da beni affetsen en evvel yüzüne tüküren yine ben olurum. muhabbeti namusuna tercih eden erkeklere hiç acımam. daha doğrusu aldanmak da yok bile bile.şaz: kural dışı, müstesna insafsızlık ediyorsun bedia. zevç ilk hıyaneti hoş görüp af federse. zevce bundan bitteessür uslu oturursa olmaz mı? sen daima kadınları müdafaa eder, onları mazlum gösterir, er kekleri batırırdın da. ya zevç karısını şiddetle seviyorsa? bilmem ki. gönül bu. bedia gönül. her zaman insan, gönlünün değil bazen de gönül, sahibinin amiri olur. lakin zevcemi terk edebilmek cesaretini kendimde bulamıyorsam bile bile aldan mayıp da ne yapardım? haydi inkara mecal bırakmayacak surette şenaatini yüzüne vurayım. ya benden daha cesaretli çıkıp da cür münü bilitiraf, evet söylediklerin hep doğrudur. benim mukabeleten göstereceğim muamele ne olacak? bu ke lime bana pek dehşetli görünüyor. ben bırakayım, gitsin fatin'e varsın. bana oynadıkları komedyanın kendi dilhahları gibi bir ne tice almasını ben budalaca teshil etmiş olacağım. bu cihetten sarfı nazar, bedia'yı seviyorum. bütün bu denaetlerine rağmen onun için çıldırıyorum. zevcemin riyayı muhabbeti, sahte nevazişleri nasıl oldu da beni öldürmedi hayretteyim! fatin ile tertip ettikleri komedyanın temini muvaffakiyyetini, tacili neti cesi için bana karşı ibzal ettiği kelimatı muğfilane, görünüşte tatlı, samimi fakat hakikatten en müessir zehirleri iksiri şifa gibi bırakan sözlerin tesiratı mühlikesine bu zayıf vücudum nasıl mukavemet etti? bir ifakati tedriciyye ile iyi oldum. zevcei müstakbelin imzasını atarak sevgilisine yazdı ğı rezaletnameleri okuduğumu, bütün şenaeti sevdalarına vukuf peyda ettiğimi, hastalığım teessüri şedid neticesi olduğunu anla mış olaydı riyada, sahtekarlıkta, denaeti iğfalde kadar ileri varır mıydı? bilmem ne yapar, nasıl hareket eder, yine hangi tariki hudayı ihtiyar eylerdi? belki yine vechi hareketi beni iğfal yolu olurdu. saatle ri gelince ilaçlarımı vermek vazifesiyle meşgul oldu. fakat derdi aşka ilaç ne tesir eder? emri beraks olunca en evvel yüzüme tüküren kendisi olacakmış. işin içinde bir de nazire meselesi var. keyfiyetin hangi cihetini nazarı imana alarak bir sureti fasl tesviye bulmalı? kendimi mi kurtarayım, nazire'yi mi? biçare kadın, bedbahtide benden aşağı mı? bedia'ya olan aşkımı, muhab beti mecnunanemi şöyle bir tarafa bırakırsam kendisini tatlik veya ademi tatlikte serbestim. nazire böyle bir hürriyyeti harekete malik değil. fatin kendisini bırakırsa ağlaya ağlaya zevcinden ayrı düşecek. kimbilir iddiayı nevmidanesine bakılırsa bu iftirakla belki ilelebet bedbahtlığa mahkum kalacak. keyifsizliğim esnasın da zevcemin sahte muhabbet ibrazından mütehassıl teessüratımla cehennem ateşleri içinde yandım. zevcem yine odasına kapandı. ne dolaplar kuruyor? ağlamaktan gayrı bir karım olmuyor. bir asabiyyeti müd hişe, manevi bir azap beni ifna ediyor, yakıyor. bedia'nın peyker ismindeki halayığı mektup getirip götürmekte devam ediyor mu? bu hizmeti vesatetinden onu bile menedecek bir çare bulamıyo rum. peyker'i sokağa çıkarken görsem. nereye gidiyorsun de sem. beni aldatmak için fırlatacağı yalana tahammül edemeyece ğim. zaman iş gönlümü, aşkımı, halimi biliyorum. bedia, fatin'e vardıktan sonra bu muhabbetim külliyen iştidat edecek, artık alemi imkanda diğer bir kadına rabtı kalb edemeyeceğim. belki bu muhakemem, bu zannım yanlıştır. fakat bana öyle geliyor, bedia'yı unutamaya cağım zannediyorum. fatin'i gidip göreyim. görüp de kendisiyle ne yolda faslı dava edeyim? zevcemin maşukuna böyle bir söz söylenir mi? herif bana sen evvela karını zapt et de, öyle göz yaşlarıyla mülemma bana muhabbetnameler göndermesin. evvela bu ciheti mühimmeyi yoluna koy, sonra bana ihtarat lazımsa da bulun. oda ma kimseyi kabul etmeyerek, tek başıma otura otura zihnime vehn tari olmaya başladı. vücuttan, kuvvetten düşüyorum. böyle zaa fım tezayüt ettikçe bir aczi külli içinde kalıyorum. bedia ile fatin beynindeki muhabbetnameler teati olunmuş ise dadı kalfanın kalemime gelip beni aramış olması ihtimalini düşün düm. florya macerasından ve onun neticesi olan keyifsizliğim üze rinden on beş gün kadar geçmişti. bir kere kaleme gideyim, baka yım, bir haber var mı, dadı beni aramış mı dedim. fatin'le zevcem arasında cereyan eden ahvali hem öğrenmek istiyor hem de artık derecei sıklete tahammülden aciz kaldığım felaketime felaketi diger inzimamından korkarak bu macerayı sorup araştırmaktan ih tizaz ediyordum. naki bey, beyaz ipek mendildeki mektuplardan yine birini çe kerek işte diye okumaya başladı: sizi üç gündür siyah çarşaflı, çetrefil lisanlı kadın arıyor. evet, yine mühim bir haberi felaket olmalı ki dadı böyle beni sıkı sıkıya üç gündür arayıp durmuş. bir saat geçti geçmedi, odacı kalem kapısından bana dadının geldiğini işaret etti. zavallı dadı yine kan terler içinde, beni görünce: odacı beni görünce: bu dördüncüsü defasıdır sizi arıyorum efem. zevciyenizden fotin bey'e mektup vardır. bunu okuyunuz da içerisinde ne oldu ğunu bana anlatınız. merakısından çatlıyoruz efem. sözleriyle elime bir zarf uzattı. titreye titreye aldım. zevcim hasta landı, nöbeti esnasında bana irat ettiği sualler, açtığı mebahis ga yet istiğrabımı mucip oldu. ne suretle? pek iyi an layamadım. fakat yine kendisini kazip nevazişlerim, tatlı dillerimle iğfale muvaffak olduğumu kaviyen zannediyorum. bu maharetim den dolayı cidden tebrike müstahakım. velev sahte olsun, sevilme yen bir adama karşı iraei ruyı sevda insana ne kadar giran geliyor? bir aktris mümaresesiyle yine bu defa naki'yi balini iğfal üzerinde uyuttum. gösterdiğim muamelei dilfiribaneye al danmış olaydı mutlak sabredemez, hakikate vukufunu bir cihetten belli eder anlatırdı. birkaç gece oynadığım sahte sevdazede rolü bana kadaryorgunluk verdi ki üç dört akşam daha devam edeydi patla, işte artık seni sevmiyorum. haddi gayeye gelen tahammülüme pek emniyetim kalma dığı için naki biraz iyileşir iyileşmez of diye büyük bir nefes alarak yine odama kapandım, kanepenin üzerine kendimi attım. saatlerle güldüm. herkes beni içeride sinirden, baş ağrısından muztarip zan nediyor. tiyatrolarda vazı sahne edilen oyunlar böyle hanelerde aileler beyninde geçen hakiki maceralardan muktebes değil midir? halde ötekiler taklit, berikiler asıldır. hikayenüvisanla tiyatro müelliflerinin he men daima zemini tahrirlerini teşkile hizmet edenler üç şahıstır: karı, koca, bir de aşık. bizim oyunumuzda da bu üç şahıs tamam değil mi? naki en müdhik bir komedyaya sermayei belahet olacak hilkatte bir zevç. sen de aşık. sonra bu aşık, zevç olacak. netice kocam için biraz feci olacak ama bununla komedyamızın esas neşesi bozulmaz. büyük muharrirlerin sermayei tezyifleri belaheti beşeriyye değil midir? hemnevinin ahvali müdhikesine gülmekte gizli gözyaşları bu kadar zevzeklik yetişir, biraz da bu oyunun ciddi kısmın dan bahsedeyim. yine benimle görüşmek istiyorsun. şu esnada bu ihtiyatsızlık? yine orada, hafagahı sevda mızda. neyse, bu sefer de seni meyus etmek istemem. fakat böyle sıkça sıkça görüşmemiz oyunumuzu müdhikeye değil, mehlekeye çevirecek. bu alamı tahassürü kısa kesmenin en eslem tariki hedefi hareketimiz olan neticeyi bir an evvel ele almak değil midir? maddei mühimmeden bahsedeceksin. bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek ka bil mi? bu hafta salı günü geli rim. allah aşkına ihtiyattan, metanetten ayrılma. baki devamı muhabbet. mektup mu bitti, ben mi bittim farkında değilim. kaç zaman dır beni öldüren asabiyeti, içinde bulunduğum hali muztaribaneyi düşününüz. bir de şu rezaletnameyi kıraatten sonra yeisimin vara cağı dereceyi tasavvur buyurunuz. alnımdan tereşşuh eden terler den, benzimin sararmasından, serapa vücudumu istila eden raşeden, muhteviyyatı namenin yine pek dokunaklı, zehrengiz olduğuna intikalde güçlük çekmeyen dadı kalfa: vardır. doğ rusu naki için ağlayamam. hakikate vakıf olunca kendi haline yine kendi ağlasın. bizim hesabımıza isalesi lazım gelen eşki telehhüfü döksün. işin bu ciheti elimesi de var. dadıya cevap vermezden evvel mektubun zihnimi yakıp sızlatan şu yine nerede görüşeceğiz? yine orada. hafagahı sevdada mı? orası, hafagahı sevda. nere si? aman ya rabbi, çıldırmamak için dimağıma metaneti lazıme yine ne kepazelikleri yazmışlar efem? bedian ver. sonra. benim için muammayı müdhiş, onlar için derdesti fasl tesviye bir meselei mühimme olan beni ne için görmek istediğini biliyorum. maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etme gözüm, bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. demek dehşeti madde yalnız mektuplaşmaktan da ibaret değilmiş. bir hafagahı sevdada buluşuyorlar, görüşüyorlar. evet. evet. sevişiyorlarmış. za vallı ben. biçare nazire. artık biz istediğimiz kadar bu hain lerin manii muaşakaları olmaya çalışalım. onların dudı sevdası bir ahengi ittihadla yek bacadan çıkıyor. biz bu ateşi enfası ah figanlarımızla söndürmeye uğraşıyoruz. bu beyhude gay reti itfaiyyemizle kendimiz tutuşuyor, mahvoluyoruz, haberimiz yok. zevce namına böyle bir afetle yaşamadansa ondan ayrılmak, bade'liftirak hayat kabil olamadığı takdirde hiç yaşamamak elbette evladır. yok artık, yok. nazire'nin kadınca fikirlerine, nevmidane sevdasındaki beyhude ısrarlarına iştirakı hareket zil letinden kendimi kurtarmalıyım. bu akşam köşke gidince zevcemi bırakırım. meselenin en sade sureti halli bundan başka olamaz. mademki artık na zire ile iştirakı hareketten ayrılıyordum, halde mütebassırane davranmak icap ediyordu. bu düşüncebni dadıdan ketmi ahvale lüzum görerek sahte bir beşaşetle dedim ki: bu mektupta kadar kepazelik yok. zevcem, sizin fatin bey'e bazı nasihatler vermiş. nazire hanımefen di'ye böyle söyleyiniz. kaç zamandır beni alevlen diren keşmekeşlerden, tereddütlerden artık kendimi kurtulmuş gibi görerek gönlümde acayip bir inbisat hissediyordum. fakat deru numda bu inbisatın setredemediği bir korku, bir endişe, tarif olun maz bir hal, bir tereddüt vardı ki vapurdan çıkıp arabaya binince menazırı muhitenin tebeddülü tesiriyle aynen saf, berrak lacivert bir semayı istila eden kesif, mağmum bulutlar gibi efkarı muzli me derece derece inbisatı kalbimi örttü, boğdu. yine karanlıklar, endişeler içinde kaldı. neye ka rar verdimdi? bu kararım üzerinden haftalar, aylar geçmiş gibi biraz evvelki tefekküratım şimdi bana dumanlı görünüyordu. yoksa ettim miydi? artık zevcemin yüzünü göremeyecek miyim? vehleten yine bir ateş her tarafımı sardı. bedia ile iftirakımız vukua gelmiş gibi bir galat hisse düşe rek hicranı asabi içinde kaldım. henüz onu terk etmediğime kendi kendimi iknaa delail aramaya başladım. evet, henüz terk etmemiş tim. fakat böyle bir kararı, böyle fikri müdhişi aklıma getirmiş olduğuma nedamet ettim. hemen bedia'yı görmek, ayaklarına ka panmak, fatin'i terk ile beni sevmesi için istirham etmek arzusu, ihtiyacı, ıztırarı vehleten öyle şiddetle bütün kuvamı teshir etti ki ben de hemen daireden çıktım. köşke gidip kararımı fiile ge tireceğim. gün de günlerden pazartesi. mektubun tarihine ve dadı kalfanın dört gün bir sıraya beni aradığına bakılırsa bedia ile fatin beyninde yevmi mülakat tayin edilen salının gelip geçtiği yani hafagahı sevdada birleşmiş oldukları anlaşılıyor. allah'ın inayeti ne büyük tür. belki bunlar birbirisine soğuşurlar da ötekilere ısınmaklık hasıl olur değil mi efem? dadı, inşallah maşallah kelimatı ümidbahşasıyla mektubu aldı. keyfiyet işte buyurduğunuz gibi görünüyor. fatin'in derdi iftirakıyla cali şakikalar geçirdiği yatak odası na girdim. hereke kumaşından koyu al ipek perdelerin arkasındaki kanatları kaplı panjurların aralıklarından giren hafif, mütereddit bir ziya içinde loşlukta kalan eşyaya bir göz gezdirdim. oymalı ceviz karyolanın beyaz bürümcükten cibinliği indirilmiş. yataklığın baş tarafındaki komodinin üzerindeki fransızca üç roman. birini al dım baktım. gustave flaubert'in madam bovary namındaki hika yesi. mevzuu bilir. madam bo vary, zevcine hıyanet eder. madam, yeisinden intihar eyler. müntehi renin sadakatı zevciyyeden inhiraf etmiş olduğuna sonradan vakıf olursa da sevgili zevcesinin zıyaı ebediyyesine gözyaşı dökmekten kendini menedemez. bir sabah müteveffiyenin aşıklarından birine tesadüf eder, birlikte bira içmeye giderler. esnayı musahabelerin de mösyö bovary, herife zevcemi sevmiş olmanızdan dolayı köşke girdiğim vakit saat dokuzu bulmuştu. derhal zevcemin dairesine koştum. kendisini görmek arzusuyla çıldırdığım es nada bedia'nın bu tesadüfi gaybubeti beni külliyen bir hali elime düşürdü. zevcemin kimseden izin istihsaline lüzum görmeksizin sokağa çıkmak hürriyetine malik olduğunu biliyordum. ona bu ser bestiyyeti hareketi ben vermiştim. fakat günkü gaybubeti bana başka türlü tesir etti. hafagahı sevdasına mı? dakikadan dakikaya teellüm kadar arttı ki, kendini tatlik için verdiğim kararı güya zevcem duymuş da bir daha avdet etmemek üzere köşkten çıkmış gitmiş gibi bir endişei acibe duydum. hayvanları sür. diye arabacıya bağırdım. paul bourget'in creulle enigme yani muam mayı müellim unvanlı eseri. mevzuan hakikaten bu ötekilerden müellim. bu romanda bir zevcenin zevcini aldatması bir şey de ğil! bu cihet adeta bir meseleyi adiyye, bir adeti hayat hükmünde gösteriliyor. bu hikayedeki genç madam sue, kırk beş yaşındaki zevcine karşı olacak hatırai sadakatını kalbinden külliyen sildikten sonra daha kaç babayiğidi kündeden atıyor. aşkta tecrübesiz hü ber isminde bir genç, olanca sevdayı şebabıyla madam sue'nün giriftei hüsn anı oluyor. hıyaneti zevcle aludevicdan bir kadın da iffet aramak en büyük eseri belahet iken, hüber, maşukasının zevcine karşı olan bu sadakatsizliğini kadının müddeti hayatınca bir hatayı yeganesi zannediyor. sonra bu aşık budala hüber, madam sue'ün diğer bir aşıkla hembezm oldu ğunu haber alıyor. hem de nasıl bir herifle. hüsnen hüber'den dun, sinnen daha yaşlı bir zen perestle. elde güzel, genç bir aşık var iken kadın kalbinin tecdidi zevki sevda için çirkin ve daha yaşlı bir erkeğe meyletmesindeki sırrı hilkati anlaşılmıyor. fakat bu gibi hususatta bir aşıkı nevmid için halası nefs kolay mıdır? lakin nihayet mağlubı muhabbeti oluyor. madam sue'yü ayıbıyla, bu hatasıyla, aleyhinizde hiçbir husumetim yoktur. nasıl, mevzu şık değil mi? bedia, fatin'in derdi aşkıyla intihar ederse. biz zevç ile aşık, bir meyhanede karşı karşıya telhkamane teatii ikdah eylediğimiz demi matemde ben de galiba zevcemi sevmiş olduğundan dolayı fatin aleyhinde izharı buğz nefret etmeyerek onu kendime bir dert ortağı addiyle birlikte ağlayacağım. bu eserde de madam rolan diğer bir erkek ten kazandığı ikinci oğlu Jan'ı zevci mösyö rolan'a sulbi evladı olmak üzere yutturmuştur. kadının kaselisi muhabbeti olan aşıklarından biri de hüber oluyor. hıyaneti tebeyyün eden bir kadı na karşı za'fı hisse düşerek erkeklerin bu gibi şeydadil nisvandan soğuyamamaları, nefret edememeleri meselesi de müellim değil mi? kadın böyle aşıklarla güleşirken öte tarafta mösyö sue zavallı zevç ne yapar? bu hika ye içinde zevç kadar ehemmiyetten ari addolunuyor ki muhar rir ondan hemen hiç bahsetmiyor. sedef işlemeli bir çerçeve derununda komodinin müstenit ol duğu duvara resmim talik edilmiş. teehhülüm esnasında aldırdığım bir fotoğrafım. ben beşuş bir çehre ile duvara yapışmış öyle du ruyorum. bir de şimdiki yeisimi, mahzun, mağmum simamı düşündüm. eski bahtiyarlığıma gıpta ettim. saadeti maziyyemden artık bir saatinin iadesi kabil olamayacağını tefekkürle ağladım. sedefli çerçeve nin camı, dikkat ettim, birkaç yerinden çatlamış. bu hal istiğrabımı mucip oldu. duvarda asılı çerçevenin camı kendi kendine çatlamaz ya? bu tesir ne olabilir? zevcem geceleri oda kapısını sürmeleyip karşıki ufacık zarif yazıhanesinin önün de fatin'e mektup yazarken, resmimin oradan kendine bakışına tahammül edemeyerek mutlak çerçeveyi yumruklamış olduğuna hükmettim. odanın bir köşesinde küçük bir masa üzerinde parıldayan çay takımına baktım. onun solunda duran kanepe, koyu lacivert ze min üzerine beyaz dallı pelüş kaplı, bedia'nın hazinei evrakı olan kanepe vehleten bir mıknatıs şiddetiyle nazarımı celbetti. hemen oda kapısını sürmeleyip kanepeyi tetkike başladım. arka cihetini muayeneyekaselisi muhabbet: muhabbet dalkavuğutetebbuı amik: derin alaka, ilgi giriştim. arkalık ile oturulacak kısmın zuhurundaki hat fasıldan bir parmak aşağıda kumaşı tahtaya rabt etmek için bir sıraya irice düğme şeklinde sarı başlı çiviler mıhlanmış. bu çivileri birer birer yokladım. bunun üzeri ne şiddetle bastım. on santim kadar umkunda mustatilü'lşekl ince uzun bir göz dışarı fırladı. bir intizamı mahsusla deste deste yerleştirilmiş mektuplar nazarı dehşetime çarptı. fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri cümleten mevcuttu. tüle sarılı kalınca bir kağıt gördüm. bir fotoğraf. bunun üzerinde hiçbir yazı, imza falan yoktu fakat fatin'in resmi olduğuna hiç şüphem kalmadı. resim abdullah biraderlere aldırılmış, yarım vücut bir kabine. alt üst dişlerim birbirine çarpmaya başladı. bir hummayı halecan içinde resmi tetkik ettim. uzun çeneli, iri kemikli sert bir sima. bir çift gür, kalın, çatık kaş altında çukurda kalmış ufarak, koyu siyah gözler hemen gazubane denecek bir nazarla insana ba kıyor. orta cesamette incerek dudaklı bir ağız üzerinde uçları kıvrık, dolgun bıyıklar. dar, uzun bir alnın zirvesini setreden sık saç lar alabros kesilmiş. çehrenin heyeti mecmuunda benim hük mümce yırtıcı hayvanlara benzer dürüşti, rüyeti insanı sıkan bir şekli hodbini var. herif adeta çirkin. rekabetiy le kaç zamandır beni ateşlere yaktığın böyle bir menhus çehreye ibtilan için miydi? paul bourget'in hakkı var, hakkı var. sizi iyi tetkik etmiş. güzel kocalara veya amanlara tercih edilen çirkin aşıklar bu tercihi acibden dolayı memnun olsunlar. eğer nisvanın bu noktadaki zaafları hayvaniyyeti reculiyyeye meclubiyetten ileri geliyorsa kadınlarca müreccah addolunan bu sıfatı makbuleyi haizumk: derinlikdürüşti: kabalık, sertlikmustatilü'lşekl: dikdörtgen şeklindemutmahı nazarı sevda: sevdayı çekme, katlanma kendi kendime: beni mahveden zevcem değil, kendi za'fı hissimdi. hıyaneti aşikar bir zevce karşısında bulunuyor, yine bir şeye karar veremiyordum. hepsi önümde, hepsi elimde. bunları her kime, hangi mahkemeye irae etsem davayı kazanırım. fakat bu rezaletnameler kime gösterilir? vakit akşama takrip ediyordu. zevcem köşke avdet etmezden evvel oradan çekilmek lü zumunu düşündüm. yine desteleri vaziyyeti asliyyeleri üzere ter tip ederek gözü kapadım. evet, bu cebanetim, zevcemin cinayetinden eşna bir hareket ti. zevcemi fatin'le bir arada tutsam ihtimal yine sabredecektim. nefsime karşı bu hakikati itiraf ede yim, bedia'nın söylediği gibi ben yüzüne tükürülecek bir kocay dım. hazmetmeye uğraştığım bu rezalet diğer bir cihetten meydana çıksa bedia hakikati itiraf etse ihtimal yine zaman zevceme sen tahtı zevciyyetimde kal da sevdayı nameşruunda bildiğin gibi devam et. kaç kilometre mesafe katettim bilmiyorum, deli gibi geziniyordum. galibayor gunluktan bitap kalarak bir yere düşmek, kendimi kaybetmek is tiyordum. pederim beni taama bekliyormuş. yemek içmek gibi hayatın en sizden daha çirkinleri bulunabilir. fakat bu noktada niçin yalnız kadınları itham ediyorum? genç, hesna, latif, nazik zevceleri üze rine yahni yanaklı, koca dudaklı, elleri, tabanları çatlak hizmetçi kadınları tercih eden erkekler yok mu? bana uzun uzadıya aşı çubuklarından bahsetti. bağın şimalindeki tarlayı ge lecek sene kirizma ettireceğini anlattı. kendi kendime: bu pe derim ne bahtiyar adam? başka endişesi yok. bu sözlerden ka dar sıkıldım ki taamın hitamını beklemeksizin odama çekildim. her şeyden muazzep oluyor, ne yapacağımı bilmiyordum. kitaplarımı karıştırdım. bu söz benim için bir kavli sadık değildi. belki de hakkında tan eyledim. serairi kalbiyyesine vukufumu bana itiraf ettirmek mi istiyor? demek rezaili sevdasını bana söy letecek, sonra yüzüme tükürerek çıkıp gidecek. tahammüldeki hamakatimi yüzüme vuracak. hepsi bitti bu mu kaldı? ben her şeyi hazım ile sabrederken niçin beni çakı tahammüle davet ediyor? bildiğimi bil memekte ısrardan başka çare var mı? bu itiraftan sonra mabadi keyfiyyet ne renk kesbedecek? demek ben ne kadar ketum, ne kadar hazım hücrei ıztırabımda ben böyle dönerken dolaşırken, çırpınır ken zevcem beşuş bir çehre ile içeri girdi. hemen iki elimden sım sıkı yakaladı. gözlerini gözlerime dikerek dedi ki: naki! bir insanın gözlerine bakarak razı derununu keşfetmek fennindeki derecei vukufunu anlamak istiyorum. yüzüme dikkat le bakıp derunumdakini keşfedebilirsen bu kiyasetini tebriken sana büyük bir mükafat ita edeceğim. kirizma: toprağı kazarak altını üstüne getirmetan eylemek: yermekserairi kalbiyye: kalbin sırları of. ne mi görüyorum? mavi hadekalarda beni müstağ rakı alam eden bir ummanı hıyanet. yine bir oyun, bir dubara ! hüceci hıyanetini kanepenin gizli gözünde gördüm. bana bir de bunla rın asarı mahufesini gözlerinde göstermeye uğraşma. diye hay kırmak istedim. ga leyanı derunumu son bir tahammül ile teskine uğraşarak yavaşça: sana böyle bir kehanetim olduğundan bahsettiğimi hiç tahattur edemiyorum. bir insanın yüzüne bakarak razı derununu keşfetmek fennine vukufum değil, böyle bir fennin vücudundan bile haberim yoktur. meyusiyyeti mutadesi hilafına gösterdiği bu şetarete hayrette kalıyordum. yine iz harı gaflet edeyim. bütün metanetimi toplayarak: neden olacak? beni sevmiş olsan bir lahzai nazarımdan bin mana çıkarırdın. ah mak bir herifim. evet, işte beni sevmediğinin bir delili! hiçbir şey göremiyorum. allah aşkına gözlerimin içine bak. ne görüyorsun? bir ahmağı en ziyade sevindirecek muamele kendisine isnadı zeka etmektir. bir ahma ğa akıllısın demek kadar celbi teveccüh için bir tarikı sühulet olamaz. bu medhinizle kendi irfanına kail olur da mesulünüzü ademi isafı zekasına muvafık göremez. elim den çekti, yan yana kanepeye oturduk. gözlerini süze süze bana bittevcih: iki aydan beridir yüzünü bile nadiren görüyorum. bu rezalet ne demektir? ayaklarımın altında halı, başımın üstünde tavan fırıl fırıl dönüyor zannediyordum. cüretin, melanetin bu derecesini artık ne zihnim ne havsalam alıyordu. dadı kalfanın getirdiği son mektuptaki maddei mühimme kaydı aklı ma geldi. hafagahı sev danın esrarı müdhişesi artık yavaş yavaş meydana çıkıyordu. kadar alama tahammül, bu kadar şenaate iğmazı ayn ettikten sonra hayatını hayatıma rabt edecek sana bir müjde vereceğim. merbut fakat müjdem merbutiyyeti kadimeyi külliyen tak viye edecektir. hayatımız zaten merbut değil mi ki bunun için bir müjdei irtibata lüzum olsun? anda zihnim kadar karıştı ki: maksadını anlar gibi oldum. halecan içinde kalarak: bu müjden nedir bakalım? tahminime göre bir aylık. o, o, halde. demek hamilsiniz? olup olmayaca ğımı sormuyorlardı. dünyaya gelince, büyüyünce bana peder diyecek, ben ona evlat diyeceğim. pederim, validem onu torun diye okşayacaklar, seve cekler. felaketimi bu gayei dehşete getirinceye kadar niçin sabret tim? artık zemin ve zamanı mevkii müdhişemi unuttum: bedia'nın yarın sabah eşyalarını toplayıp evine gitmesi benim hiç hesabıma gelmiyordu. bu meseleyi temizlemek ancak bu ka merhameten bana bir yudum su veriniz. bulabilirseniz bir bardak zehir veriniz. daha makbule geçer. ben böyle müthiş bir şüphe altında yaşayamam. mümkün değil burada oturamam. bu denaet. şu saatten tezi yok. eyvah. alçak. anladım. benden, çocuğundan şüphe ediyorsun. feryadı ve bir seli dümu ile kanepenin üzerine kapandı. nihayet bayılır gibi haller gösterdi. bimecal kesik bir seda ile: seli dümu: gözyaşı seli beni şiddetle sevdiğinizi iddia ediyorsunuz da rabıtamıza uk dei diger ilave edecek, muhabbetimize zihayat bir delil olacak bu mahsuli izdivacımızı tebşirime karşı olamaz' demeye sıkılmıyor musunuz? maksadı asliyi tecahülden gelerek: bedia bir tarzı istihkarla döndü. beni yukarı dan aşağıya süzerek sordu: hayır hanım, beni çıldırtma. ben tarihi hamle itiraz ediyo rum. mademki bu kadar sabrettim, macera bu derecei mülevvese gel di. beni nasıl iğfale uğraşıyorsa ben de ona karşı ancak huda, yalan ile temini galebe edebileceğimi anladım. derhal tebdili lisan ederek dedim ki: karnımdaki çocuktan şüphe ediyorsun. sus. nasıl lakırtı? anlayamıyorum. sevincimden deli gibi oldum, öyle söyledim. tarihi hamle itiraz ettiğim, bana böyle bir saadet bahşetmekte şimdiye kadar ge ciktiğin içindir. böyle bir şüpheye düşmen beni öldürmekten daha mahuf bir hal değil midir? nasıl çıldırmam. hain. bir kadın için bundan büyük fela et mi olur? amik bir tereddüt, acip bir tecessüsle yüzüme bakarak: her şey çıkar. utanmaz. bilmem sevgilim, ya senin aklından zorun var ya benim! ben, ağzından çıkan sözlere mukabele ediyorum. bu söz tüyle rime ürperti veriyor. senin gibi bir iffeti mücessemeye karşı öyle bir tefevvühde bulunmak denaetini bana isnada gönlün nasıl razı oluyor? tarihi hamle tiraz ediyorum. böyle müthiş bir şüpheye düşsem evvela seni, sonra kendimi öldürürüm. ertesi sabah köşkün içine bedia'nın havadisi hamli, bu müj dei sürur yayıldı. sevincinden artık validemin etekleri havada uçuyor. yanağıma bir buse kondurarak naki, yakında torunumu da işte böyle öpeceğim. rab bi çok şükür. sevinçten bir yerlerde duramıyorum. bu mide bozacak yalancı dolmayı da takımıyla işte böyle yut tuk. zevcem beni kandırdığından dolayı memnun. ben ağzımdan kaçırdığım ihtiyatsız sözlerin tamirine muvaffakiyetim cihetiyle mesrur, hakikaten facia renginde bir komedya ki oyuncuların ma haretlerini alkışlamamak kabil değil. ne müşfik bir babasın. daha bir aylık ceninin istikbali şimdi den düşünülür mü? bir aylık olduğunu da iyi bilmiyorum ya naki. haydi bunu beraber hesaplayalım. ben daha ziyade zannediyo rum. dur bakalım, daha anasının karnında bir aylık şeye bu kadar sevinilir mi? artık bu münasebetsiz bahsi kapat. şimdi çocuğumuzun is tikbalini düşünelim. validem bükama dikkat ederek: o halde bir buçuk aylık demek. saffetime itimat edecek kadar tabiatımın vakıfı değil misin? belki de ziyade. neye ağlıyorsun tosunum? bilirim delisin. fakat benim de zırdeli olduğumu unutma. sevinçten. pederin yanına girdim. gel bakalım beybaba kelimatı talti fiyyesiyle kabul olundum. pede rimin hakkımda iltifat olarak sarf ettiği bu tabirde zavallı adamın sureti sarfındaki saffete rağmen öyle bir merareti mana, tezyifi işte limonata içilecek bir sıra. fakat mateessüf sürahide bir şey kalmamıştı. boş olduğunu gör dük. limonatadan dereler aksa bu ateşi söndürmeye kifayet edemeyeceğini anladım. bu defa yalnız naki değil, ben de yanıyor, ben de bağırmak istiyordum. misafirim bütün ateşi talakatiyle en ince asabıma kadar beni teshir etmişti. başını salla dıkça ben de sallıyor, titredikçe ben de titriyor, hasılı adeta man yetizma olmuştum. naki biraz dinlendi. yine başladı: pederim beni ne yapacak? hiç şüphe yok, kariben dünyaya ge lecek hafit veya hafidesinden, işte bu müjdei saadetten mütevellit sürurunu tebşir edecek. bedia'ya olan muhabbetim nefretle memzuç bir alev halini aldı. derunumu yakıyordu. artık kundak takımını hazırlamalıdan başladı. mekte be gönderdi okuttu. rütbe sini paşalığa kadar terfi etti. ah ben orada ne hallere giriyor, gün fatin'i bularak gebertmek hevesi intikamına galebe edemeyecek şiddetler peyda ediyordum. meserretini taşırdıkça taşırdı. galiba yine bedia'nın karnını okşamaya gi diyordu. hepimiz böyle anamızın karnında birer aylık değil miydik? bak nasıl doğ duk? biraz sonra odama küçük halayık geldi: pederiniz sizi çağırıyor. sarhoş gibi sendeleye sendeleye odadan dışarı fırladım. mademki kaderim benimle olan acı istihzasını bu dereceye vardırıyor, ben de ona tasahhurla mukabele ederim. bir pırlanta ma şallah ısmarladım. beni fuzuli baba' etmekteki gayretini tebcilen, doğurduğu günü bunu bedia'nın alnına asacaktım. maşallah zev ceme, maşallah çocuğa. bahusus, maşallah bana. cümlemizi cenabıhak sui nazardan sıyanet buyursun. bu tebcilden, bu teb rikten, bu emirde, mebrurda asıl mesbukü'lhimmet olan gayreti ağlaya ağlaya pederimin ayaklarına kapanarak babacığım, doğacak tıflı menhusun evvela neslimize nispetini temin edelim. taham mülümün böyle bir sabırşiken derecei gayeye geldiğinden haberi olmayan pederim, sızlayan kalbime kızgın bir mil sokar gibi bana ufak bir çıkın uzatarak: pederim bana babalığın şerefinden, zevkinden uzun uzadıya bahsetti. o, übüvveti hakikiyyedeki bu şerefi, lezzeti büyüttükçe nazarımda fuzuli babalıktaki zillet, hacalet bir nisbeti makuse ile büyüyordu. bu makhuriyet, nefsime münhasır kalmıyor, ben onu büyükbabalık, büyükanalık sıfatlarıyla pederime, valideme de teş mil ediyordum. ne dehşet. al şu yüz lirayı! bu para ile bir hediye al, tarafımdan gelinime takdim et. hediyeyi intihap cihetini senin hissi tabiatına bırakıyo rum. hayat sigortası kumpanyalarını dolaş da nizamnamelerinden bana birer nüsha getir. pederim dedi ki: aman ya rabbi! sen bana sabır ihsan eyle. ne yapacaksınız? fatin beyefendi hazretlerine bir hissei musibe düşmediğine teessüf ettim. onun hissei mükafatı hepimizinkinden büyük olmak lazım gelirdi. bazen mükafat, müstahakkın gayrıya düşer. benim ka dar müddettir gösterdiğim canfersa sabır ve tahammülün mükafatı min gayrı istihkak çocuk olduktan sonra, bedia'nın birkaç pırlanta ile taltifi. fatin bey'in mükafattan külliyen mahrumiyeti muvafıkı nısfet değildir, değil mi? of. istihzayı nasibin benim kadar miratına uğrayanlar az bulunur zannederim. valideynimin bu sevinçleri keyfiyyeti müellimesi de ayrıca beni şediden müteessir edecek bir meselei fecia hükmünü aldı. zevcem sokağa çıksa da kanepenin gizli gözüne giren yeni bir mek tup varsa bunu okuyarak şu çocuk, bu hamli bi'lheva keyfiyetine dair malumatı katiyye alsam merakıyla dört beş gün bekledim. be dia evden bir tarafa gitmedi. odacı ya sordum: dün geldi, sizi aradı, bugün için yine geleceğini söy ledi. anlaşılan yine yeni bir mektup var ki dadı beni arıyor, dedim. fakat bu defa zavallı kadın büyük bir telaş içindeydi. hemen sordum: sebebisine bizim haberimiz yoktur efem. kör olasıca fotin evden gitti. onu bu aralık çok azgınlısı vardır. küçük hanım ba yıldı. fotin bey'e rica olundu. merakısı işte buraya kadar çıktı. hayır bende bir haber yok. fotin bey'le nazire hanım kavga ettiler. bu defaki haberisi fenadır efem. niçin? bedia'nın karnı sivrildikçe şetareti ailemiz de bü yüyordu. pederim sigorta nizamnamelerini tetkik, validem gelinin batnı mahmulünü okşamakla demgüzar olmaktalar iken kuyumcu da beri yandan pırlanta maşallahı yetiştirmeye uğraşıyordu. vakit geçirmek için her nev esbabı teselliden mahrum kalan yalnız ben dim. bu haml meselesinin beynime verdiği sıkleti teellüm, son de receyi buldu. vara yoğa hiddet eder, iltifat tarikiyle bile artık hiçbir söz kaldıramaz oldum. hasta mıyım sağ mıyım, deli miyim akıllı mıyım cidden fark edemez oldum. hastaysam ar tık ölümü, deliysem hiçbir teessür duymayacak mefkudiyeti tam mei hissiyyat derecesini temenni ediyordum. bir saatine tahammül olunmaz bir hayatı duzahı da istanbul'da geçiriyordum. zevcemden bir fırsat bulup da kanepenin gö zünü muayene edemedim. dadı kalfa yine ara sıra kaleme geliyor fakat artık bana mektup getiremiyor, benden malumat ahzine uğ raşıyordu. göç esnasında zevcem kanepe şeklindeki hazinei evrakını bilitina halılara sararak kendi uşağının dikkati mütemadiyesine dadı, söylerim söylerim mırıltılarıyla gitti. demek ki keyfi yet sarpa sarmış. ya bedia da mektupları mahut gözden kaldırdıy sa? dadı, kulağıma eğilerek yavaşça: evasıt: ortalar mektupları küçük hanımın okuttuğunu anlamış da mı kaldır mış acaba? küçük hanım aradı bu lamadı. nasılsa bir gün bedia, pederinin hanesine gideceğini bilbeyan erkenden sokağa çıktı. ben bu fırsatı ganimetten bilerek kanepe nin bulunduğu yatak odasına can attım. gözü açtım. baktım bütün mektup desteleri, fatin'in fotoğrafisi hep yer li yerinde. bittetkik anladım ki gözü ilk açışımdan beri yedi sekiz mektup daha teati olunmuş, bunlardan fatin'den gelenlerle zevce min ona yazdıklarının müsveddeleri hep mevcut. bunları birer birer okudum. bana oynadıkları bu rezilane komedyanın nazarımda gayri mekşuf bir noktası kalmadı. hafagahı sevda namını verdik leri mahalli telakilerini de öğrendim. karagümrük'tesoka ğı'nda zenci şirin kadın'ın hanesi. şirin kadın, fatin'in azatlı dadısıymış. mahalleliye bedia'yı na zire olmak üzere tanıtmışlar. zevcem arabayla çarşı kapısına kadar gelirmiş. nikoliyi arabasıyla nuruosmaniye camii'nin havalisinde bırakır, kendisi halayığıyla çarşının bir kapısından girip ötekinden çıkarak bir kira arabasına bilrükub soluğu karagümrük'te alır mış. beni fuzuli baba' eden bu mülakatların tafsilatını okudukça başımın içinde beynim fıkır fı kır kaynıyor gibi beni bir ateşi ye's istila etti. bu rezaletnamelerin cümlesini geçerek yalnız çocuğun sulbi fatin'e nisbeti sahihasını müspet olan mektubu okuyayım. birbirimizin daire sine ara sıra misafir gidiyoruz. müthiş şakika, bedia'ya azıcık aman verirse bir iki saat konuşabiliyoruz. hasılı muayene için bana vakit kalmamıştı. naki bey elindeki evrak meyanında mektubu seçerek kıra ate başladı. t lli t b öldü bii at ibi benim için, bir kadın için bu öyle bir mayubiyettir ki seninle ba de'ttezevvüc şiddeti sevdana itidal geldiği zaman beni teşnide en ileri varacak ihtimal ki sen olacaksın. bugünkü faili müştereğin sonra bir muahiz kesileceğinden korkuyorum. bir boranın hasarı, sükunı husuletten sonra belli oluyor. onun sevki şedaidiyle sarsılıyor, gittiğimiz yolu bilemiyoruz. müntehayı muzlim, müdhiş görüyorum. sevdanızın bana verdiği cüretle hamlimin sureti izharı hakkındaki kararımızı harfiyen icra ettim. fakat ilk hatveyi attıktan sonra ricata imkan var mı? burada hatardan beni geçire bilecek desti muavenet tesliyyeti bir an nazarından dur tutma. hamlimi tebşir ettiğim zaman zevcim bir behti azime içinde kaldı. bu şüphesinden dolayı kendine isnadı denaetle yaygaralar kopardım. sonra mütevekkilane her şeyi kabul etti. gözlerinde bu iki hükmü de müeyyit gördüğüm asarı acibe beni öldürdü, öldürüyor. biz kendi lümde hıfzettiğim inanı zapta girmez, serkeş sevdanın semerei bimasumu artık vücudumu şişiriyor. ben böyle hıyanetle mahmul bir vücutla zevç, kayınpeder ve validemin huzurlarından gezinerek bu nişanei redaetime karşı onlardan gafilane nevazişi takdire uğ radıkça ölüp ölüp de diriliyorum. her fiilin sudurunu dimağın teşekkülatı hulkiyyesine atıf ile faille rini pek mesul tutmamak isteyen hükemanın sözlerini ben şimdi red dediyorum. zevcem, beyanı nedametle başladığı mektubu işte böyle reza letle bitirmiş. cüretine nazar değmesin, maşallah. şu basırasuz satırları kıraatten mütehassıl teellüm bundan da ibaret kalmadı. bedia'nın mektubuna sevgilisi fatin bey'in bir cevabı, mutavvel bir teselliyetnamesi var. fakat artık bunu iptidasından intihasına kadar size okumaya kendimde tahammüli kuvvet göremiyorum. bedia'nın gösterdiği nedametlere, endişelere adeta gülü yor. kendinin züğürtlüğünden bahisle veledi sulbisinin naki nanamı bünüvvet: oğulluk adı kendimizi nasıl aldatacağız? son noktai hudamıza kadar husuli muvaffakiyyetle ondan ayrılarak sana zevce olduğumu farz etsek bile, sicili nüfusta naki'nin namı bünüvvetine kaydolacak ço cuk, fatinzade, sahte isimle yaşadıkça bu rezaletimizi her lah za onun cephesinde okuyarak müteellim olmayacak mıyız? fakat diğer suretle harekete imkan var mıdır? zatü'zzevc bir kadın, doğuracağı çocuğun namı digere nispetini nasıl ilan edebilir? fatin, artık başım dönüyor yazamayacağım.şerefi übüvvet: babalık şerefizatü'zzevc: kocalı kadın cenin karnımda büyüdükçe vahameti müşkilat da beraber tezayüt ediyor. bütün bu beliyyatı taliime karşı yegane medarı te selliyetim muhabbetindir. naki'yi sevmiyorum. seni, beni bu hatrelere düşüren hükmi kaza, naki'ye de fuzuli şerefi übüvvet tevcih etti. bunları artık senden bekliyorum. fatin, beni mektupsuz bırakma, ölü rüm. lohusalığımda cebhei ismetime taalluk edilmek için bir pırlanta maşallah ısmarladılar. pırlantalar alnımda parladıkça, her gö ren, yüzüme karşı cümlei takdiriyyeyi tekrar edecek. maşallah. maşallah. artık yetişir. bedian zevcemin mektubundaki bütün ifadatı müteellimane ve son cümlelerindeki bihicabane beyanatı içinde beni en ziyade meyus eden sözler, naki'yi sevmiyorum, sevemiyorum. bu hakikati saatte öğ renmiyorum. fakat sevilmediğime her defa vu kufumda hissettiğim ızdırap, bilmem neden evvelkilerden daha şe dit oluyordu. kendimi sevdirmek için bir çare var mı? yok. her rezaletine karşı gösterdiğim tahammül, çektiğim alam la zevcemin hakkımdaki bu nefretini tazif etmiş oluyordum. yine fikri intihari dimağımı sardı. benim için yegane deva. çarei halas bu. fakat bir defa buna bir katiyyeti azm ile karar vermeli. iki saat sonra fikrimden zelilane nükul etmemeliyim. bu kararı müdhişi katiyet haline koymak için ne yapmalı? oradaki evrakı, ceninin sulbi sahihe nispetini müspet hüccetleri oradan alıp çekil meli. bu hıyanetini inkar kabul etmez surette gece zevcemin yüzüne vurmalı. bedia ile vuku bulacak mücavebei müdhişeden sonra keyfiyetin kesbedeceği renge nazaran hareket etmeli. beni iğ fal yoluna giderse aldanmamalı. fakat artık bu kadar bedahete karşı iğfale imkan var mı? mektuplar hep hattı destiyle muharrer. bade'liftirak teskini ye's edebi lirsem ne ala. edemezsem hayatıma hatime çekmeli. vesselam. bu azmimden nükul ihtimalini mahvetmek için bütün evrakı ve fatin'in resmini gözden çıkardım. gözü kapayarak kanepeyi yine vaziyyeti asliyyesine getirdim. oradan çıktım, kendi odama girdim. fakat zihnimde peyda olan teşevvüş beni deliden beter bir hale getirdi. ben hummayı dehşet içinde beş aşağı beş yukarıya mına nispetinden çocuk için bir bedbahti değil, bilakis büyük bir saadet tasavvur ediyor. veraseten çocuğun ileride edeceği kar ve nefi azimden bahseyliyor. tesliyet namına daha kadar neşeaver efkarı zelilane serdediyor ki onları burada size tekrardan istihya ederim. bedia'nın fatin'e bile söylemekten korktuğu kati fakat müthiş çare acaba nedir? kalben zevcem rakabei nikahtan istihlası nefs emrinde muztar kaldığı anı nevmidanesinde bu yolda hareket eylediğime iyi mi ettim, fena mı? artık ne ettimse ettim. cenabıhak encamını hayreyleye. ezan oldu. be dia'nın halinde hiçbir tebeddül, teessür eseri görmedim. pederinin hanesine gidip geldiği esnada kendine hava çarpmış. yine şakikası tutmuş. fakat oldukça şen bulunuyor, söylüyor, gülüyordu. zevcemin şakikai müzicesine rağmen gösterdiği bu şetaretten anladım ki henüz kanepenin gözünü muayene etmemiş. ben de mümkün mertebe ketmi teessüre gayret ettim, taamdan sonra odama çekildim. mektupları ariz ve amik mütalaaya koyuldum. bakınız zevcem bir mektubunda ne diyor: rukbei nikah: nikah halkası fatin! zevcim üzerindeki şiddeti tazibimi arttırdıkça onun bana olan muhabbeti büyüyor. bu herifin gönlünü eziyet gördük çe semiren hayvanlara benzetiyorum. böyle dışı insan, içi hayvan, kocamdan başka bir mahluk görmedim. tatlikimi icap ettirecek ah valde ben ifrata vardıkça bana dört el ile sarılıyor. boşamazsa ne yapacağız? bunun bir kestirme yolu var ama bu son çareyi sana bile söylemekten korkuyorum. kati fakat müthiş bir çare. ne ol duğunu anladın ya? planımızın husuli muvaffakiyyetinden nevmit kaldıkça işte böyle fena şeyler düşünüyorum. bunu kendi makinem ile almıştım. bedia'nın resmi or taya, kendiminkiyle fatin'inki iki tarafa gelmek üzere üçünü yazı hanemin müstenit olduğu duvara talik ettim. kalın kamış kalemle uzanarak ' levhası yazdım. bunu da üç fo toğrafın üzerine astım. böyle bir inayette bulunmuş olsa daha isabet etmiş, beni kendi eliyle atmış olduğu cehennem ızdırabından yine kendisi kurtarmış olur. fakat bedia'nın husuli maksadı için cüretini böyle bir fikri cinayete kadar vardırmış ol ması. bu korkunç sözü ateşten bir burgu gibi beynimi oymaya başladı. zevcemi güzelliği, letafetiyle gözlerimin önüne getir dim. suretiyle siretini, zahiriyle batınını düşündüm, güzelliğin setrettiği bu çirkinlik bana dehşet verdi. böyle menhus bir karının desti cenabetiyle ölmeyi şanı reculiyyetime veremedim. gözlerimi yu mup bu işi kısa kesmek lazımdı. onun elemi iftirakıyla ölürsem böyle zelil bir mahluktan soğuyamamak hulkiyyeti hasisemden dolayı bu mevt benim için bir cezayı seza olsun. diğer bir mektupta da şu cümleleri okudum: bu muadele üzerine kendi kendime uzun uzadıya düşündüm. yalnız şedit bir arzuyı in tikam bende sabra mahal bırakmıyor. durunuz, komedyanızın ne ticesini ben bu gece size oynayıvereyim. dedim. bu ko medya dekorunu güzelce tenvir için bir sıraya dört adet büyük fatin. ben bu komedyamıza ' namını veriyorum. naki ile beynimdeki ahvali muhab bet aynen seninle nazire beyninde de cari. mesela: desek muadele kurul muş oluyor. hadlerin nakil tarafıyla olacak sureti halli sonraya bırakıyorum. bedia hanımefendi'ye söyle, lütfen biraz buraya teşrif bu yursunlar. bir çeyrek, yirmi dakika mürurundan sonra zevcem uzun bir penuvar içinde levendane hıramıyla odaya girdi. hemen kapıyı kilitleyip anahtarı üzerinden aldım. bedia, bir sıraya yanan lambaları, duvardaki siyah örtüyü görünce vehleten hiçbir şey anlayamayarak şaşırdı. bana va lihane bir nazar fırlatarak: lamba vazettim. sahne tertibatını bu suretle itmamdan sonra aktrisi meydanı luba davet etmek üzere zile bastım. düşmemek için kanepeye tutundu, ikimizde de bet beniz ölüye dönmüştü. bir müddet sonra zevcem ne dediğini bilmez bir istiğrabı mahufla yumruklarını sıkarak, dişlerini gacırdatarak: meydanı lub: oyun meydanıpenuvar: sabahlık bazı oyunların perdeleri böyle siyah olmak icap eder. dehşet' denilen şey bütün menazırı mahufesiyle tecessüm etmiş de önüne çıkmış gibi bedia'nın gözleri büyüdü. bir iki hatve geriye çekilerek parmağıyla fatin'in resmini göstererek bilirae haykırdı: gebe kadına böyle siyah perdeli oyunlar gösterilir mi? bana acımıyorsan bari karnımdaki çocuğuna merhamet et. tiyatro perdesi hanımcığım. bu siyah örtü nedir? bu muadelei sevda' oyununun birinci aktörü nazire hanım'ın kocası, sizin aşı ayaklarımı seylgiryeseyl ıslatarak öpüyordu. evet, iki miz de acınacak birer haldeydik. ben ona olan iptilam, da fatin için çektiği sevdası yüzünden ikimiz de alçalmış hissen, ahlaken derekei zillete düşmüştük. aldatmakta, ben aldanmakta devam edersek vahameti mesele büyüyecekti. her hal bedia, korkunç bir nazarla kurdeleleri bağlı mektup desteleri ne baktı. güldü, güldü, gül dü. tecennün ediyor zanneyledim. sonra bu kahkahaları boğuk boğuk bir ağlama takip etti, daha sonra sesi kesildi. bir müddet bihuş gibi bir halde yattı. göstereceği son harekata intizaren ben kendisini tamamıyla haline terk ettim. benim de dizlerimde ayak ta duracak derman kalmamıştı. kapıyı kilitli bulunca geri döndü. artık yüzü me bakamıyordu. bir mahcubiyyeti elime ile bir müddet elleriyle yüzünü kapadı, yine hüngür hüngür isarı dümua başladı. ayakta duramıyor, sallanıyordu. nihayet: seylgiryeseyl: gözyaşları içinde kınız fatin bey'i bilemediniz mi? resmine dikkat ediniz, tanırsı nız. semerei muhabbeti vücudunuzu şişiren fatin bey. semerei muhabbet mi? hayır. iftira ediyorlar. beni öldür! fatin'e nispetini müspet ken di hattı destinizle muharrer hüccetler yazıhanenin üzerinde duruyor. ben seni öldürmem. ya şamamak istiyorsan mevtini benden değil, ondan temenni et. ter tip ettiğiniz komedyanın neticesinde ölmek var mıydı? olsa bile bana aitti. bir hançer darbesi. bir revolver kurşunu bana bu itabınızdan daha tatlı geleceğine şüphe etmeyiniz. maddeten öldürmeyecek seniz manen beni ifnada bu kadar ileri varmayınız. zerre kadar merhametiniz varsa kapıyı açınız. beni odama salı veriniz. yok hanımefendi. size olan muhabbeti şedidemi suistimal de bu kadar ileri varmayınız. benim için artık bir imkanı saadet varsa da sizden ayrılmaktadır. zevce addetmiş olsam tepelemem, belki de öldürmem iktiza eder. gözyaşlarımı zapt edemeyerek dedim ki: yaşamak için affınıza muhtacım naki. bir kabusı sakilden uyanıyor gibiyim. zevcem, bir enini medidle dedi ki: zevcem baygın bir halde yarı anlaşılır bir seda ile: haydi sizi geberteyim. ya batnınızdaki veledi gayrimeşruu, masumu birlikte öldürmeye ne hakkım var? oda kapısını açtım: bu nedameti acaba samimi miydi? zevcemi affetmek için kal bimde galeyana başlayan arzuya galebe edemeyecek bir hale gel dim. teellümümün kesbettiği şiddete nispeten çıldırmak pek ehven kalırdı. bu sualleri kendi kendime yüz defa tekrar ettim. bu esilei nevmida neme verilecek cevapları artık ne kendim verebiliyordum ne be dia. bunların ecvibei lazımeleri bir belagati muknia ile mektuplarda yazıhanemin üzerinde deste deste duran muhabbetna melerde muharrerdi, her satırı benim gibi sevdazede, mahkumı if tirak bir kocayı çıldırtmaya kafi olan mektupları tekrar birer birer okudum. nazire'nin ismi geçtikce bu bedbaht kadın için yüreğim sızlıyordu. sabaha karşı döşeğime girdim. uyumuş muyum, bayılmış mıyım bilemiyorum. gözlerimi açtığım zaman ortalığı aydınlık, giryei ye'sim den yastık örtümü sırsıklam ıslanmış buldum. leylei felaketimi takip eden bu ferda bana daha müthiş göründü. be dia'yı bittatlik pederinin hanesine gönderecektim. katiyyeti kara rımda iltizam ettiğim şiddete rağmen kalbimde bir arzu, bir emel uyanmıştı ki onu kendi kendime itiraftan bile sıkılıyordum. bedia gelse, yine ayaklarıma kapansa ciddiyyeti nedametine beni ikna edecek bir tazarruyla ademi tatlikini istirham etse. of. şiddeti sevda, deva kabul etmez emrazın en müthişiymiş. bu macera üze rine bedia ile vuku bulacak ikinci mülakatımda pek büyük bir teh likeye maruz kalacağım. talebi afv ve merhamet istirhamıyla bir daha ayaklarıma kapansa istimanına karşı gelemeyeceğim. evet, bu zaafı hissediyorum. kadına karşı bedia, samimiyyeti şedideye benzer bir tehalükle iki ayağıma sarıldı. asabi de raguşundan kurtaramadım. bana müteessirane ve müsterhimane bir nazarı veda atfederek çıktı gitti. altı gözü de dolu olduğunu bade'lmua yene yazıhanemin üzerine koydum. peder ve valideme de hitaben ufacık bir vedaname yazdım. zihnen kadar muzdariptim ki bade'lintihar bile cesedi biruhumun bu alamı müdhişeden halasına ihtimal veremiyordum. revolveri elime alacağım esnada odamın kapısı şiddetle güm güm vuruldu. validemin: kullandığı tozun kokusu baş ucunda duruyor yavrum. ko nağın içinde sabahtan beri kıyamet kopuyor. getirmediğimiz ne ebe kaldı ne hekim! onun için bu zamana kadar sabrettim. bu ne uykusu yavrum. gelini min kaybettiği demi görsen şaşarsın. torunum oğlanmış. doğaymış tosun gibi olacakmış. hemen revolveri saklayarak kapıyı açtım. validem mosmor bir çehre ile karşıma çıkarak ağlaya ağlaya: derhal dışarıya fırladım. dağınık sarı saçları arasında kalmış bal mumu gibi bir çehre ile zevcemdem: kan karının ettiği deliliği biliyor musun? kendi kendime: ilaç istimaliyle çocuğu düşürmüş. kendi de ümitsiz bir halde baygın yatıyor. bedia'yı halde görünce aleyhindeki bütün şiddeti husumetim zail olur gibi bir rikkati elimeye düştüm. bitabane bir meyusiyyeti amikayla yüzüme dikti. kendi siyle tezevvüç ettim edeli bedia'nın bana atfettiği enzarında hisset tiğim ilk samimiyet işte buydu. birbirimizi hem seviyor, yine yekdiğerimizden korkuyor gibiydik. benden yine af talep etmek istiyor fakat buna cesaret edemiyordu. ben de kendimde af kelime sini telaffuza kuvvet bulamıyordum. kapıyı kapayıp yanına otur mamı eliyle işaret etti. kuvvetsiz bir seda ile sordu: niçin öleceksiniz? allah daha çok vakit ömür versin. vefatı nıza teellümle ağlayacak dostlarınız bulunduğunu unutuyor musu nuz? beni affettiği nizi bir daha tekrar ediniz. ağzınızdan kelimeyi bir daha işite yim. kendimden nefret ediyorum. karnımdaki semerei cinayetimle ölmek için. ıskatı cenine cüret ettim fakat henüz ölemedim. baygınlık geçirir gibi süzgün bir çehre ile bedia tekrar: meyusiyyeti amika: derin bir meyusiyetıskatı cenin: çocuğu düşürme sizi seviyorum. ettim. belki. sizden af talep edişim vicdanımı ezen bir azabı müdhişi biraz tahfif etmek içindir. tebdili tıynet ettiğime ben kendim ihtimal veremiyorum ki sizi buna iknaa çalışayım. ben her halde yine eski kadınım. bu afvı ulüvvi cenabanenize ancak şu doğru sözlerimle istihkak gösterebilirim. fakat bu muhabbetimin sizi mesut edebile ceğine kani değilim. aramızda bu müthiş hatırat berdevam oldukça benimle bahtiyar olamazsınız. nazarında gördüğüm ilk samimiyeti derece derece kaybediyordum. fakat halsizliğine, hastalığına merhameten üzmemek için eminim. bu ceva bım üzerine yine başını zorlukla yataktan kaldırarak: alt tarafını söyleyemedi kesildi, ağlamak için gözlerini kır pıştırdı. amik bir manayı nedametle yine bir müddet gözlerini bana dikti. dayana mayarak sordum: ben size layık bir karı değilim. artık bu defa sizi aldatmadığı ma eminsiniz ya? ulüvvi cenabınızı tebrik ederim. siz beni affettiniz ama ben kendi kendimi affetmeyeceğim. kendi cezamı kendim tertip. bir hevayı inşirahı teneffüs etmeye uğraşır gibi garip bir sevinçle başını kaldırarak: ufak bir baygınlık daha geldi, bitabane gözlerini kapadı. on dakikalık bir müddetten sonra yine biraz kendini toplayarak dedi ki: hevayı inşirahı teneffüs: nefes açıcı havafakrü'ddem: kansızlık kendiniz için tertip edeceğiniz ceza nedir? sizden ayrılmak. şu nedametin gönlümde size karşı büyük bir muhabbet uyan dırdığına inanmak istemiyorsunuz. sizi fuzuli babalıktan kurtarmak için iskatı cenine cüretle hayatımı tehlikeye koydum. bir fedakar lığım, bir delili muhabbet değil midir? bu yattığım döşekten he nüz sağ kalkacağım malum değil. hayatımın demi ahiri olmak muhtemel bulunan bu saati bedbahtanemde cenabıhakk'ın namına bilkasem söylüyorum ki sizi seviyorum. cinayetimden nadimim fakat eşnaı cinayattan olan bu hareketim, badema zevce sıfatıy la yanınızda kalmama manidir. artık yüzünüze bakmaya cesaretim kalmadı. sizi bu kadar müddet aldattıktan sonra şimdi bir de me lanetimi affettirerek idamei zevciyyet zilletine katlandırmak iste mem. bu sözüne tevfiki hareket et mezsem bir müddet sonra yine revolverin imdadı istihlasına mü racaat ıztırarına düşmem muhtemeldi. bir seyli dümu ile zevceme sarıldım. ruyı zerdine kataratı teessürümü akıtarak bir busei veda kondurdum. raşenak kollarıyla da bana sarılarak içini çeke çeke yüzümden öptü. doğru se lamlığa çıkarak birçok erkek muvacehesinde zevcemi tatlik ettim. yalnız tatyibi hatırla benden ayrılmak istiyor. bu iftirakı kendi hakkında bir ceza suretinde göstererek bununla beni teselliye uğraşıyor. beni öp, ben de seni deraguş edeyim. hemen dışarıya çık, iki erkeğin yanında beni tatlik et. haydi metanet. bu sözlerine mukabil çehremde peyda olan asarı teellüm istiğrabdan zihnimden geçenleri anlayarak dedi ki: yastığı üzerinden başını biraz daha kaldırıp alnını bana uzata rak: badema: bundan sonrabilkasem: yeminle hikayenin bu neticei müellimeye iktiranı esnasında artık sabah da olmuş, perdelerden nüfuz eden hafif, hazin bir aydınlık, lambaların ziyasıyla rekabete başlamıştı. zavallı naki, bir müddet başını önüne eğdikten sonra sergüzeşti fecinin taabı canfersasın dan mütevellit bir baygınlık içinde son kelimeleri icmale uğraşa rak yavaş yavaş dedi ki: bedia, pederinin hanesinde ifakat buldu. bundan üç gün ev vel fatin'le akitleri icra edildi. felaketi talaka uğrayan nazire bir hayatı matem geçiriyor. zevcemi unutamıyorum. ce rihama hiç ümit etmediğim bir çarei iltiyam taharrisi için bugün vapura binip uzun bir seyahate çıkacağım. aradığım bu devayı, seyahat edeceğim ebharın sutuhı laciverdisinden ziyade amakı muzlimesinde bulacağım zannediyorum. bütün konak halkı bu tatlikimi bedia'nın ıskatı cenine cüre tinden bitteessür husule gelen hiddetime hamlettiler. gün konak tan firar ettim. bedia on beş gün kadar keyifsiz yatmış, sonra biraz iyileşince pederinin hanesine göndermişler. ben konağa mutalla kam oradan çıktıktan sonra avdet ettim. naki hemen kürklü paltosuyla fesini giyerek bir mecnunı mü tehevvir süratiyle odadan dışarı fırladı gitti. zavallı çocuk niçin ko şuyor, nereye gidiyordu? bir muadelei sevda yayın yönetmeni emine gürsoy naskali hazırlayan zuhal kültüral gürpınar, hüseyin rahmi hüseyin rahmi gürpınar; yayın yönetmeni: emine gürsoy naskali; hazırlayan: zuhal kültüralankara: türk dil kurumu. cm ısbn türk romanı türk edebiyatı, roman naskali, emine gürsoy yay. yön. kültüral, zuhal . türk dil kurumu yayınları yayın yönetmeni emine gürsoy naskali hazırlayan zuhal kültüral ankara, atatürk kültür, dil ve tarih yüksek kurumu türk dil kurumu yayınları: yayın yönetmeni: emine gürsoy naskali hazırlayan: zuhal kültüral metin denetimi: tdk sevde gürel sayfa ve kapak tasarımı: tdk mehmet güven birinci baskı: ankara, ocak ısbn: dağıtım: türk dil kurumu atatürk bulvarı no. kavaklıdereankara telefon: belgegeçer: genel ağ: http: tdk. gov. tr sayılı yasa'ya göre eserin bütün yayın, çeviri ve alıntı hakları türk dil kurumuna aittir. içindekiler sunuş giriş sunuş hüseyin rahmi gürpınar yaşamı hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. hünkar yaveri mehmet sait paşa'nın oğludur. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve idadide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in himayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfında iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye nezareti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşrutiyet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. ibrahim hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, zahüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harmancı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neşretti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya milletvekili olarak katıldı. ömrünün son yıllarını, 'te heybeliada'da yaptırdığı evde geçirdi. 'te yaşama veda etti. heybeliada'daki abbas paşa mezarlığı'na defnedildi. hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzenlenmiştir. yazarlığı hüseyin rahmi gürpınar; tanzimat, serveti fünun, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ıstanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ilk romanı şık'ı 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: kimsin sen çocuğum? şık yazarı hüseyin rahmi. korktuğuma uğradım. efendi'nin yüzünde derhal bir güvensizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. bu roman usta işi. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. bu gerçek görünüyor. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, o kimdir? söyle. koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: ağlama. ağlama, inandım. dedi. böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü boyunca hiç evlenmez. ilk romanın bu kadar büyük bir ün kazanmasına hüseyin rahmi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesidir. romanlarındaki karakterler ve konular hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplumun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanımefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, eczacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhabbet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namussuzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, şık romanının ikinci baskısınıngirişinden alıntıdır. . kemal bek'in billur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: türk toplumunun geleneklerine tezat teşkil ettiği için gülünç durumlara düşen, alafranga, züppe ve dejenere tiplere yer veren eserler: şık, mürebbiye, metres, şıpsevdi, tutuşmuş gönüller, gönül bir değirmendir sevda öğütür, dirilen iskelet, kaderin cilvesi, can pazarı. himayeden mahrum, zavallı, aciz kimseleri, sorunlarını ve düştükleri kötü durumları ele alan eserler: iffet, nimetşinas, hakka sığındık, billur kalp. batıl şeylere inanan ve birtakım fantastik unsurların etkisinde kalan tipleri konu edinen eserler: kuyruklu yıldız altında bir izdivaç, gulyabani, cadı, efsuncu baba, muhabbet tılsımı, mezarından kalkan şehit, şeytan işi. karı koca geçimsizliklerini ve bunların zeminini hazırlayan çeşitli faktörleri işleyen eserler: mutallaka. kadının veya erkeğin isteğine aykırı olarak yapılan evlilikleri ve bunların olumsuz neticelerini konu alan eserler: muadelei sevda, tesadüf, sevda peşinde, son arzu. yaşlı erkeklerle evlendirilen genç kızların fizyolojik ve ruhsal çırpınmalarını, ev içindeki veya dışındaki kendi yaşıtları delikanlılarla gayrimeşru münasebetlerini, türlü maceralarını ve neticede tam anlamıyla ahlaki düşüşlerini sergileyen eserler: toraman, cehennemlik, dünyanın mihveri kadın mı, para mı?, namuslu kokotlar. toplumu temelinden sarsan sosyal meselelerin en mühimlerinden birini teşkil eden fuhşu, realist ölçüler içerisinde gözler önüne seren eserler: hayattan sayfalar, kokotlar mektebi. bk. önder göçgün: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür ve turizm bakanlığı yayınları no. , kültür eserleri dizisi no.. felsefeyi hareket noktası kabul ederek dünya ve ahiretle ilgili çeşitli hadiselerle uğraşan filozof tavırlı kimseleri, onların fikir ve ruh yapılarını, anlayışlarını, davranış özelliklerini, eğilimlerini ve ideallerini ele alan eserler: deli filozof, insanlar önce maymun muydu? ruhsal bakımdan hasta tipleri ve onların toplum içerisindeki son derece olumsuz, zararlı hareketlerini, bir psikolog titizliğiyle tahlil ve tenkit eden eserler: ben deli miyim?, utanmaz adam. ilerlemiş yaşlarına rağmen, hala olgunlaşmamış ve kendilerini sadece cinsel içgüdülerine teslim etmiş tipleri, yer yer hicvederek ele alan eserler: evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?. tehditle para sızdırmak amacıyla kaçırılan insanları ve onlara türlü eziyetler çektiren eşkıyayı konu alan eserler: eşkıya ininde. baştan sona polisiye bir nitelik taşıyan, gerilimi yüksek eserler: kesik baş. ruhçuluk ve bu nedenle ruhçuluğa inanan kimselerin geçirdikleri sarsıntıları konu alan eserler: ölüler yaşıyor mu?. çeşitli psikolojik zikzaklar çizerek çareyi canlarına kıymakta bulan ve neticede intihar manyasına tutulan zavallıları ve onların bu hallerini tasvire yönelik eserler: ölüm bir kurtuluş mudur? hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce gazete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihinden epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. sonrasında roman ve hikayelerinin sadeleştirilmiş baskıları yapılmıştır. hüseyin rahmi; seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. eserleri romanlar: ben deli miyim?; billur kalp;; cadı; can pazarı; cehennemlik; deli filozof; dirilen iskelet; dünyanın mihveri para mı kadın mı?; efsuncu baba; eşkıya ininde; evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?; gönül bir yeldeğirmenidir sevda öğütür; gulyabani; hakka sığındık; hayattan sayfalar; iffet; insanlar maymun muydu?; kaderin cilvesi; kesik baş; kokotlar mektebi; kuyruklu yıldız altında bir izdivaç; metres; tesadüf; mezarından kalkan şehit; muhabbet tılsımı; mürebbiye; namuslu kokotlar; nimetşinas; ölüler yaşıyor mu?; ölüm bir kurtuluş mudur?; sevda peşinde; şeytan işi; şık; şıpsevdi; son arzu;; toraman; tutuşmuş gönüller; utanmaz adam. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi; ada vapurunda; aferin hayrullah ; ahlak humması; allah gönlüne göre versin; annemin ölümü; asansör; balta ile doğuran böyle doğurur; benim babam kimdir?; bir açın ruznamesinden birkaç yaprak ; bir genç kızın avazei şikayeti; bir hafiyenin itirafatı; bir muamma; bir oburun mücadelei nefsiyesi; bir seyahatı acibe ; bugün ne yiyeceğiz?; büyük ana; büyük bir ibret dersi; büyük bir nedamet ; büyük günah; çocuğumun babası; çocuklara yasak; ecir ve sabır; er kişi niyetine; erkeğe galebe reçetesi; eşeklerin dilinden anlayan bir mütehassıs ; eşkıya oyunu; eti senin kemiği benim; falaka; fırkacı ; galip ve mağlup vaziyeti ; garip kaldığımız günlerde; gönül ticareti; gugular; hangisi daha zevkli?; hattı istiva ; hayvanat mitingi; heybeliada merkeplerinin grevi; horoza ses talimi ; ihtiyar muharrir ; iki külhani arasında; iki loğusa; imrenilecek bir intihar ; istanbul'da bir frenk; istanbul'un esareti günlerinden bir hatıra ; kadını müdafaanın cezası ; kadının erkeğe galabesi; kadınlar mebusu; kadınlar vaizi; kanlı eldiven; katil puse ; kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında ; kedi yüzünden; kedim nasıl öldü?; kılıbık; kıpti düğünü; kırço; kiralık vücut; kocası için deli divane; kocasını boşayan hürmüz hanım; kumru ile büyükhanımın mükamelesi; lakırdı beynimizde ; lekeli humma şüphesi ; melek sanmıştım şeytanı; menekşe kalfa'nın müdafaanamesi; meyhanede hanımlar ; mırnav. mırnav; misafir; mutallaka ; mübareğin kuyruğu; müslüman mahallesinde bu iş olur mu?; namusla açlık meselesi; nasıl dolandırıcı oldum?; nasıl öldürdüler?; nergis hanım'la fehmi bey; nurker hanım'dan mektup; ölü diri getirir; refia hanım'ın köftesi; sahte doktor; samatya tramvayında topa yirmi kala; sigarayı nasıl terk ettim? ; sirkeci lokantalarında iftar; sokakta; sonbahar göçleri; şıllıkla züppe; şehirde bir şekavet; tehlike karşısında keçi fil oluyor; tensikatı beytiye ; ters konuşma; tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir; tosun; tövbeler tövbesi; tünelden ilk çıkış; türkan hanım'dan mektup; uçurumun kenarında; üç misal; varda ispanyol geliyor!; yanık dolma; yankesiciler ; yankesiciler kulübü; yeni diyojen; zarafet ile tekir; zavallı halime; zavallı katil; zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor; bakkal bodasaki'den hüseyin rahmi bey'e mektup; balık pazarı; bir maymunun intiharı; boykotajın telakkii değeri; dağların şenliği; döşekten bir sada ; gökten köpek mi yağıyor?; halkın saflığı; hanımların ökçesi beylerin öfkesi; hayat ve ölüm; heybeli yangını; horoz ailesi sinirli hanımın mektubu; iğneli fıçı; ilk orucum; insan çekiştiren eski vaizler; kanatsız uçak yelkensiz gemi; kanımızı emenler; karıncalarla savaştayım; pis bir vak'a; taharet meraklısı ; üfürükçülüğüm; yazarlar nasıl ölür?; yeni bir gazetenin çukur düşünceleri. hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizi; meyhanede hanımlar; namusla açlık meselesi; ka til buse; iki hödüğün seyahati; tünelden ilk çıkış ; gönül ticareti; melek sanmıştım şeytanı; eti senin kemiği benim. oyunlar: gülbahar hanım ; hazan bülbülü; kadın erkekleşince; tokuşan kafalar; iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor; şekaveti edebiyat. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gazetecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım , gazetecilikte son yazılarım. çeviri romanlar: emile gaboriau'dannumaralı cüzdan , bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Jules arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. çeviri hikayeler: arsızlık eden cezasını bulur; baba kornil'in mühim bir sırrı; bir sehvi rü'yet; bir zeki rehnüma; garip bir mektup; hali zamanı olmayan adam; hasta çocuk; iki öksüz; kedilenmek illeti; kim iki bin dolar kazanmak ister?; münzevi rahip ; ne boş hayal imiş; rahibin merkebi ; sadakat; şeytanın karısı; zavallı cambaz. kaynaklar adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında ı, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında ı, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri karşısında, yeditepe: , s, adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri karşısında, yeditepe: , s, adil, fikret: hüseyin rahmi, yeni istanbul: mart. adil, fikret: türk edebiyatının büyük kaybı, tanin: mart. ahmed midhat: muhaberei aleniyye, tercümanı hakikat:, no. , rebiü'lahir. akagün, oya: hüseyin rahmi gürpınar'ın dört romanında dejenere tipler: erzurum, atatürk üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı lisans tezi. akbal, oktay: hüseyin rahmi gürpınar, yeditepe: ağustos, no.. akbal, oktay: konumuz edebiyat: istanbul, varlık yayınevi, s, akgün, adnan: osmanlı arşiv belgelerine göre edebiyatçılarımızın resmi hal tercümeleri hüseyin rahmi bey, yedi iklim: şubat, s. aktaş, şeri hüseyin rahmi gürpınar, büyük türk klasikleri:, ötüken neşriyat, c, akyüz, kenan: modern türk edebiyatının ana çizgileri: istanbul, inkılap kitabevi. alangu, tahir: hüseyin rahmi'nin romancılığı, değirmen: nisan, y, s. alangu, tahir: hüseyin rahmi, ataç: ekim, c, s, alangu, tahir: shakespeare ile hüseyin rahmi, cumhuriyet: haziran. alangu, tahir:ünlü türk eseri: milliyet yayınları, c, alçiçek, esin: hüseyin rahmi gürpınar'ın hikayeciliği: izmir, ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. ali rau hüseyin rahmi ne bıraktı?, tanin: mart. alpaslan, gonca gökalp: XıX. yüzyıl yazılı anlatılarında sözlü kültür etkileri: ankara, kültür bakanlığı yayınları. alptekin, turan: ölümünün. yılında hüseyin rahmi gürpınar'dan bugüne yansıyanlar, hürriyet gösteri: mart, s, alver, köksal: züppeliğin sosyolojisi: türk romanında züppe tipler örneği, hece: mayıshazirantemmuz, s, arpad, burhan: hüseyin rahmi'nin romanları, türk dili:, c, s , atay, falih rıfkı: hüseyin rahmi'nin ölümü, ulus: mart. ateş, ömer; yusuf çotuksöken, popüler edebiyat ve hüseyin rahmi, temalarousse tematik ansiklopedi: istanbul, milliyet yayınları, baltacıoğlu, ismail hakkı: hüseyin rahmi ve insanoğlu, yeni adam: ağustos, no.. banarlı, nihat sami: resimli türk edebiyatı tarihi: istanbul, c ı, milli eğitim basımevi, başgöz, ilhan: hüseyin rahmi gürpınar'ın hayatı, ülkü: mart, yeni seri. baybars, sudi: hüseyin rahmi'nin yarattığı tipler: istanbul, türkiyat enstitüsü kitaplığı, no.. bek, kemal: hüseyin rahmi ve boş inançlar, hürriyet gösteri: şubat , s, beki, aki utanmaz adam' nasıl unutulur arkadaş?, hürriyet: haziran. berkes, mediha: hüseyin rahmi romanlarında kadın tipleri, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, türk tarih kurumu basımevi, berkes, mediha: hüseyin rahmi'nin romanlarında aile ve kadın, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, berkes, niyazi: hüseyin rahmi'nin sosyal görüşleri, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, boratav, pertev naili: hüseyin rahmi'nin romancılığı, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi, yeni adam: mart, no.. bozok, hüsamettin: gerçekler uğruna savaşan bir er, yeditepe: mart, no.. bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi gürpınar, yeditepe: mart. bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi'nin romanlarında köy ve köylü, yeditepe: ağustos, s, coşkun, nusret safa: hüseyin rahmi'nin ölümü, son posta: mart. çamlıbel, faruk nafiz: hüseyin rahmi'yi kaybettik, yedigün: mart , no.. çapanoğlu, münir süleyman: büyük romancı hüseyin rahmi, haber akşam postası. mart. çevik, dilek: mürebbiyelik ve türk romanında mürebbiye tipleri: konya , selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. dimdik, pelin: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadınerkek ilişkisi: istanbul, istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yeni türk edebiyatı bilim dalı doktora tezi. dölek, sulhi: hüseyin rahmi'de mizah ve toplumsal eleştiri, güldiken: güz, s. dumanoğlu, halil: hüseyin rahmi gürpınar, kovan: mayıs, s. duran, eli hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadın: istanbul , marmara üniversitesi türkiyat araştırmaları enstitüsü yeni türk edebiyatı bilim dalı yüksek lisans tezi. emeksiz, pelin dimdik: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kahramanlarının ve anlatıcı olarak yazarın evlilik hakkındaki görüşlerinden hareketle türkosmanlı toplumunda evlilik anlayışı, eurasian academy of sciences social sciences Journal:, emeksiz, pelin dimdik: kadınlar dünyası ekseninde türkosmanlı toplumunda kadının konumu, eurasian academy of sciences social sciences Journal:, enginün, inci: hüseyin rahmi ve özel eğitim, araştırmalar ve belgeler: istanbul, dergah yayınları. eren, abdurrahman adil, hüseyin rahmi gürpınar, tan: kasım. erişenler, satı: hüseyin rahmi gürpınar ve halk, türk dili:, y , s, erişenler, satı: hüseyin rahmi'yi okurken, dost: ocak, yeni dizi, c, s. erişenler, satı: mürebbiye, türk dili: ekim, c Xvı, s. erişenler, satı: nimetşinas, türk dili: temmuz, c Xv, s. ertaylan, ismail hikmet: türk edebiyatı tarihi: baku, c ı, hisse, azer neşriyat. ertem, sadri: halkın san'atkarı hüseyin rahmi, kurun: mayıs. es, hikmet feridun: bizdeki roman kahramanları, akşam: eylül. es, hikmet feridun: tanımadığımız meşhurlar: bilmediğimiz hüseyin rahmi, akşam:, aralık. esatoğlu, hakkı selahaddin: hüseyin rahmi ve gerçekçi edebiyat, edebiyat postası: haziran, y esen, nüket: hüseyin rahmi gürpınar'ın iki romanında anlatım teknikleri, kuram kitap: mayıs, esen, nüket: türk romanında aile kurumu: istanbul, boğaziçi üniversitesi matbaası. fahri, edebiyat bahisleri: hüseyin rahmi, milliyet: haziran. felek, burhan: kalem aleminin kaybettiği büyük kıymet: üstat hüseyin rahmi, cumhuriyet: mart. fethi naci: yıldaroman:, oğlak yayınları, fırça: üstad hüseyin rahmi, karikatür:şubat. gariper, cafer: yenileşmenin başlangıcı ve öncüleri, yeni türk edebiyatı el kitabı: ankara, ed. ramazan korkmaz, grafiker yayıncılık, gerçek, selim nüzhet: hüseyin rahmi ve eserleri, istanbul: nisan , s gezgin, hakkı süha: edebi portreler hüseyin rahmi, yeni mecmua: temmuz, s, gezgin, hakkı süha: hüseyin rahmi de gitti, vakit: mart. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında çocuklar, türk dili:, s, göçgün, önder: ölümünün otuzuncu yıldönümünde hüseyin rahmi, hisar: mart, c, s, göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar: hayatı, edebi kişiliği ve eserleri, eserlerinden seçmeler, hikayeleri, tiyatroları, tenkidleri, mektupları, makaleleri, röportajları, hakkında yazılanlar, bibliyografya: ankara , kültür bakanlığı yayınları. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür ve turizm bakanlığı yayınları. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür bakanlığı yayınları. gökman, muzaffer: hüseyin rahmi gürpınar açıklamalı bibliyografya: istanbul, milli eğitim bakanlığı yayınları. gövsa, ibrahim alaaddin: hüseyin rahmi, meşhur adamlar ansiklopedisi:, güler, cemal nadir: türk mizah san'atı bir ustasını kaybetti, amcabey: mart, c, s. güngör, selahaddin: hüseyin rahmi'nin yarım asırlık dostu kitabçı hilmi anlatıyor, son telgra mart. günyol, vedat: hüseyin rahmi gürpınar'a göre hayat, yücel: temmuz , c Xvıı, y, s. günyol, vedat: hüseyin rahmi gürpınar'a göre san'atkarın cemiyet içindeki yeri ve rolü, yücel: şubat, c, s. gürpınar, hüseyin rahmi: gazetecilikte son yazılarım: istanbul, özgür yayınları. güvemli, zahir: hüseyin rahmi gürpınar, vakit: mart. güzelce, ılgaz: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadın tipleri ve kadın eğitimi unsuru: izmir, dokuz eylül üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. harmancı, abdullah: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. hayri, alp: üstadın ölümünden evvelki günlere ve ölümü gününe ait hatıralar, cumhuriyet: mart. hızarcı, suat: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, sanatı, eserleri: istanbul , varlık yayınları. hızarcı, suat: hüseyin rahmi bey, kim: ağustos, no.. hızarcı, suat: hüseyin rahmi gürpınar'ın eserlerini oyunlaştırma yarıştırması, dost: mayıs, yeni dizi, c, s hızarcı, suat: hüseyin rahmi'den seçmeler, sosyal adalet: ağustos , no.. ildeş, özgür: hüseyin rahmi gürpınar'ın 'a kadar olan romanlarında yapı, tema, anlatım: ankara, gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. ileri, selim: türk öykücülüğünün genel çizgileri, türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: temmuz, s,; baskı: eylül. imset, hulusi ismet: hüseyin rahmi, son posta: mart. inci, handan: tip yaratma tekniği olarak hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında argo, türk kültüründe argo: hollanda, ed. emine gürsoynaskali, gülden sağol, türkistan ve azerbaycan araştırma merkezi yayınları,; baskı: istanbul, kakitap. inci, handan, türk edebiyatı'nın kedili öyküleri, kitaplık: temmuzağustos, s. inci, handan: türk romanının ilk yüz yılında anlatım tekniği ve kurgu, kitaplık: ekim, s. insel, avni: hüseyin rahmi'ye dair, serveti fünun: ekim, y, c, s kabaklı, ahmet: hüseyin rahmi ve halide edip, tercüman: mart. kabaklı, ahmet: türk edebiyatı:, türk edebiyatı yayınları, c, baskı, kaplan, mehmet: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında asli tipler, türk edebiyatı üzerine araştırmalar. ıstanbul, dergah yayınları, kaplan, mehmet: hüseyin rahmi'nin üslubu ve hayat görüşü, edebiyatımızın içinden:, dergah yayınları, kaplan, mehmet: edebiyatımızın içinden:, dergah yayınları. kaplan, mehmet: hikaye tahlilleri:, baskı, dergah yayınları. kaplan, mehmet: türk edebiyatı üzerine araştırmalar., dergah yayınları. kaplan, mehmet: türk edebiyatı üzerine araştırmalar., dergah yayınları. kaplan, mehmet: inci enginün ve birol emil, türk edebiyatı üzerine araştırmalar:, dergah yayınları, baskı. kaplan, mehmet; inci enginün; birol emil, yeni türk edebiyatı antolojisi., marmara üniversitesi yayınları, baskı. karaalioğlu, seyit kemal: resimli motifli türk edebiyatı tarihi: cumhuriyet edebiyatı:, inkılap kitabevi yayınları, karatay, namdar rahmi: hüseyin rahmi gürpınar'ın yaşayan tarafı, ulus: nisan, no.. karay, refik halid: dünki istanbul hayatının en büyük tarihçisi: hüseyin rahmi, tan: nisan. kaygana, mehmet: hüseyin rahmi gürpınar'ın yılları arasında yazdığı romanlarında yapı tema ve anlatım: ankara, gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. kerman, zeynep: hüseyin rahmi ve halid ziya'da mürebbiye meselesi, türk dili ve edebiyatı dergisi:, c, kerman, zeynep: şık romanı, türk dili ve edebiyatı araştırmaları dergisi ı, harun tolasa özel sayısı: izmir, kocatürk, vasfi mahir, türk edebiyatı tarihi: ankara, edebiyat yayınevi. zeynep dengi, hüseyin rahmi gürpınar'ın fikir cephesi, ülkü: mart, yeni seri. koşar, emel: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında batıl inançlar: , piyaart yayıncılık. kutlu, şemsettin: başlangıçtan günümüze kadar türk romanları:, türkiye yayınevi. kutlu, şemsettin: serveti fünun edebiyatı:, toker yayınları. kuyruklu yıldız altında bir ev:, adalar vakfı yayınları. lekesiz, ömer: yeni türk edebiyatı'nda öykü:, kaknüs yayınları. levend, agah sırrı: ölümünün. yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, türk dili: haziran, c, s. levend, agah sırrı, hüseyin rahmi gürpınar: ankara, türk dil kurumu yayınları. levend, agah sırrı, türk edebiyati tarihi., türk tarih kurumu yayınları, mecdi, tevfik: cadı mes'elesine dair recm: dersaadet, matbaai hayriye ve şürekası. miyasoğlu, mustafa: roman düşüncesi ve türk romanı:, ötüken neşriyat, moran, berna: alafranga züppeden alafranga haine, birikim: mayıs , c, s, moran, berna: hüseyin rahmi gürpınar'da sosyalizm ve haydutluk, birikim: haziran, c, s, moran, berna: hüseyin rahmi gürpınar'ın yüksek felsefesi, şıpsevdi, türk romanına eleştirel bir bakış:, c ı, moran, berna: türk romanında fantastiğin serüveni, hürriyet gösteri: mayıs, s, moran, berna: türk romanına eleştirel bir bakış:, iletişim yayınları, baskı. moran, berna: türk romanına eleştirel bir bakış., iletişim yayınları. morkaya, burhan cahit: hüseyin rahmi türk romancılığında mekteb kurmuş bir üstaddı, son posta: mart. mutluay, rau konuları ve kişileriyle hüseyin rahmi gürpınar, papirüs:, s. mutluay, rau öyküleriyle hüseyin rahmi, türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: temmuz, s; baskı: eylül. mutluay, rau bende yaşayanlar:, iş bankası yayınları. naci, fethi: yıldaroman:, oğlak yayınları, naci, fethi: türkiye'de roman ve toplumsal değişme:, gerçek yayınları. naci, fikret: celal nuri beyefendi'ye, edebiyatı umumiye: teşrini evvel, mecmua no.. naci, fikret: hüseyin rahmi bey ve roman, yeni fikir: eylül, no.. naci, fikret: hüseyin rahmi bey'in asarı, yeni fikir: kanunı evvel , no.. naci, fikret: tutuşmuş gönüller, yeni fikir: kanunı evvel, no.. nihat, mustafa: türkçe'de roman, hakkında bir deneme:, remzi kitabevi. nüzhet, sadri: münasebetiyle fethi meyyit' isyan:, matbaai hayriye ve şürekası. okay, orhan: batılılaşma devri türk edebiyatı:, dergah yayınları. oksal, sedat: roman san'atı ve hüseyin rahmi, tanin: nisan. oktay, ahmet: cumhuriyet dönemi edebiyatı: ankara, osman nihad: hüseyin rahmi'nin arkasından, ankara postası: mart. osman sabahaddin: günü geçen bir dava, yarım ay: mart, no.. ozansoy, halid fahri: hüseyin rahmi'yi düşünürken, son posta: mart. ozansoy, halid fahri: ölümünün. yılında hüseyin rahmi gürpınar, tercüman: mart, no.. ozansoy, halit fahri: hüseyin rahmi gürpınar'a ait enteresan hatıralarım, tercüman: mayıs. önertoy, olcay: doğumunun. yılında hüseyin rahmi gürpınar'ın romancılığı, türk dili: ağustos, no., önertoy, olcay: oyun yazarı hüseyin rahmi gürpınar, türkoloji dergisi:, c, s, örik, nahid sırrı: hüseyin rahmi gürpınar, ulus: mart. özbalcı, mustafa: hüseyin rahmi gürpınar'ın bazı romanlarında ferdi ve sosyal tenkit, ondokuz mayıs üniversitesi eğitim fakültesi dergisi: samsun, s özcan, celal: ölümünün. yılında hüseyin rahmi, varlık:, y, s. özerdim, sami nabi: doğumunun yüzüncü yılında hüseyin rahmi gürpınar, türk dili: ekim, no.. özmen, kemal: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında fransız kişiler, fde yazın ve dilbilim dergisi: ankara, no., özön, mustafa nihad: hüseyin rahmi bibliyografyası, ulus: nisan , no.. özön, mustafa nihat: hüseyin rahmi gürpınar'dan seçilmiş parçalar ve eserleri hakkında mütalaalar, hilmi kitabevi. özön, mustafa nihat: son asır türk edebiyatı tarihi:, maarif matbaası. öztürk, halil nimetullah: hüseyin rahmi mütefekkir, vakit: mart. özyalçıner, adnan: çağdaş bir yazar: hüseyin rahmi gürpınar, güldiken:, güz, s. parla, Jale: babalar ve oğullar tanzimat romanının epistemolojik temelleri:, iletişim yayınları, baskı. polat, nazım: hüseyin rahmi'nin cadı' romanı hakkında münakaşalar, türk dünyası araştırmaları: aralık. safa, peyami: türk romanının büyük kaybı: hüseyin rahmi gürpınar, tasviri efkar: mart. sağlam, nuri: ben deli miyim? romanında ahlaka aykırı neşriyat yaptığı gerekçesiyle hüseyin rahmi gürpınar'ın yargılanması, iü edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi: istanbul, no. XXXıı,, mecdi sadrettin: büyük romancımız hüseyin rahmi bey'de iki saat, yeni kitap: temmuz, s seraslan, halim: cariyelik ve türk romanında bazı cariye tipleri: konya, selçuk üniversitesi vakfı yayınları. server, iskit: hüseyin rahmi gürpınar, aylık ansiklopedi:, s, c v, sevengil, ahmet refik: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, hatıraları, eserleri hakkında mütalaalar:, hilmi kitabevi. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi bey hayatı ve eserleri, darülbedayi mecmuası:, no.. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi bey ve kahramanları, yedigün: mayıs, no.. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, hatıraları, eserleri, münakaşaları, mektupları:, hilmi kitabevi. sevinçli, efdal: hüseyin rahmi gürpınar, yaşamı, sanatçı kişiliği:, arba yayınları., ismail habip: edebi yeniliğimiz., maarif vekaleti devlet matbaası., ismail habip: tanzimattan beri ı, edebiyat tarihi:, remzi kitabevi, seyda, mehmet: doğumunun. yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, forum: ankara, s, sınar, alev: hüseyin rahmi gürpınar'ın eserlerinde adet ve gelenekler, türkiye günlüğü:, s, kudret, cevdet: hüseyin rahmi gürpınar: ankara, baskı, varlık yayınları. kudret, cevdet: türk edebiyatında hikaye ve roman ı kudret, cevdet: türk edebiyatında hikaye ve roman ı tanzimat'tan meşrutiyet'e kadar:, varlık yayınevi. su, hüseyin: öykümüzün hikayesi: ankara, hece yayınları. suphi rıza: hüseyin rahmi, bilgi alemi: kanunı evvel. süha, hakkı: hüseyin rahmi'ye Jübile, kurun: mayıs. süha, hakkı: hüseyin rahmi, yeni mecmua: temmuz, no.. süner, necip: hüseyin rahmi için, yeni adam: mayıs, no.. şen, semra: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki folklor unsurları: erzurum, atatürk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. şen, semra: hüseyin rahmi gürpınar'ın şık, tesadüf, şıpsevdi, metres adlı eserlerinde halk edebiyatı unsurları: erzurum, atatürk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. talu, ercüment ekrem: hüseyin rahmi gürpınar, yeni sabah: mart. taner, haldun: ölümünün yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, yeni istanbul: mart. tanJu, sadun: hüseyin rahmi bey ve biz, ulus: ağustos. tanJu, sadun: kızgınlığı müthişti, ulus: ağustos. tanpınar, ahmet hamdi: romana ve romancıya dair notlar, ulus: nisan, no.. tanpınar, ahmet hamdi: türk edebiyatında cereyanlar, yeni türkiye: , nebioğlu basımevi, tanpınar, ahmet hamdi: edebiyat üzerine makaleler:, haz. zeynep kerman, baskı, dergah yayınları. tanpınar, ahmet hamdi: on dokuzuncu asır türk edebiyatı tarihi:, bürhaneddin matbaası. tanrıkulu, abdullah: hüseyin rahmi gürpınar:, toker yayınları. tansel, fevziye abdullah: gürpınar, hüseyin rahmi, türk ansiklopedisi, ankara, c, tansel, fevziye abdullah: hüseyin rahmi'nin halkçılığı, kubbealtı akademi mecmuası: ekim, c, s, tansel, fevziye abdullah: gürpınar, hüseyin rahmi: ankara, edebiyat yayınevi. tansel, feyziye abdullah: hüseyin rahmi gürpınar, islam ansiklopedisi:, milli eğitim bakanlığı, c, tanyol, cahit: hüseyin rahmi'nin kahramanları, değirmen: nisan , s, tatarlı, ibrahim; rıza mollo hüseyin rahmi'den fakir baykurt'a marksist açıdan türk romanı:, habora kitabevi., nizameddin nazi hüseyin rahmi, son telgra mart. theodor, menzel: hüseyin rahmi, the encyclopaedia of ıslam:, c, s. tilki, bahriye: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında çocuk: istanbul , marmara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. timur, taner: osmanlıtürk romanında tarih, toplum ve kimlik:, afa yayınları, toker, şevket: şıpsevdi romanı, ege üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı araştırmaları dergisi: izmir, s, toker, şevket: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında alafranga tipler: izmir, ege üniversitesi basımevi. toplu iğne hamdullah suphi tanrıöver. vur abalıya, davul: nisan, no.. türk dili roman özel sayısı: ankara, s, türk dil kurumu yayınları. türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: ankara, s, türk dil kurumu yayınları; baskı. ulunay, ref'i cevad: hüseyin rahmi gürpınar, tan: mayıs. ulunay, ref'i cevad: kalemin matemi, tan: mart. ulunay, ref'i cevad: kaybettiğimiz büyük romancı hüseyin rahmi'nin şahsiyeti ve eserleri, tan: mart. vanu: hüseyin rahmi, akşam: mart. yalçın, alemdar: siyasal ve sosyal değişmeler açısından cumhuriyet devri türk romanı: ankara, akçağ yayınları. yardımcı, ilhami: hüseyin rahmi'nin hususiyetleri: hemşiresinin kızı safder hanım anlatıyor, çınaraltı: mart, no.. yardımcı, ilhami: rahmetli büyük üstad hüseyin rahmi gürpınar, çınaraltı: eylül, no.. yavuz, hilmi: roman kavramı ve türk romanı:, bilgi yayınevi. yazar, mehmet behçet: hüseyin rahmi gürpınar, yedigün: ağustos , no.. yazgıç, kamil: hüseyin rahmi, vakit: mart. yesari, mamut: büyük kaybımız, ileri: mart. yeşilyurt, evrim: hüseyin rahmi gürpınar hayatı ve eserleri: ankara , yeryüzü yayınevi. yılmaz, durali: cadı, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi:, dergah yayınları, c, yılmaz, durali: roman kavramı ve türk romanının doğuşu: ankara, akçağ yayınları. yılmaz, durali: romanımız ve insanımız:, nakışlar yayınevi. yücebaş, hilmi: bütün cepheleriyle hüseyin rahmi gürpınar:, inkılap ve aka kitabevleri. yücel, hasan ali: edebiyat tarihimizden. ankara, türkiye iş bankası kültür yayınları. yüzüncü, esat feyzi: hüseyin rahmi, son telgra mart. zeka, semih: hüseyin rahmi gürpınar'ın roman ve hikayelerinde mizah: , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. zümrütkal, şerif şenol: hüseyin rahmi gürpınar'ın hikayeleri üzerine bir inceleme: istanbul, mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. emine gürsoy naskali giriş hüseyin rahmi gürpınar'ınromanı ilk olarak ikdam gazetesinde tefrika edildikten sonra ayrıca maarif nezareti celilesinin ruhsatıyla ikdam matbaasında 'da kitap olarak basılmıştır. roman, 'da yeni harflerle istanbul hilmi kitabevi tarafından yayımlanmıştır. yeni harfli baskıda yer yer sadeleştirmeler bulunmaktadır. 'de roman tamamen sadeleştirilerek özgür kitabevi tarafından bir sevda denklemi adıyla yayımlanmıştır. elinizdeki yayın, romanın ilk baskısına uygun şekilde sadeleştirilmeden hazırlanmıştır. romanında olaylar, eserin kahramanlarından naki'nin ağzından nakledilmektedir. naki, zengin bir ailenin el üstünde tutularak büyütülmüş oğludur. üçüncü karısı bedia'yı, evlendikleri gece aralarında geçen tartışmalar sonucu babasının evine gönderir. sonra da pişman olarak peşine düşer ve barışırlar. ancak bedia bu evliliği babasının zoruyla yapmıştır. aslında fatin adlı bir genci sevmektedir ve ailesi buna karşı çıkmıştır. bedia evlendikten sonra da fatin'le ilişkisine devam eder. naki bu gerçeği daha sonra anlar. karısının fatin'e yazdığı mektupları ve fatin'in fotoğrafını bulup da karısını sorguya çekince bedia bir bunalım geçirir. bu bunalım neticesi çocuğunu düşürür, ağır hastalanır. bu olaylar sonucunda naki ile ayrılırlar. bedia babasının evine döner, iyileşir ve fatin'le evlenir. zuhal kültüral mukaddime gece saat bir buçuk var. akşam taamından henüz kalktım. mevsim kanunusani. dışarıda öyle bir bora ile kar yağıyor ki badı mütehevvirin şiddeti biamanı önüne düşen berfpareler ciheti sükutlarını şaşırmış bir nüzuli serseriyane ile kasırga harmanı içinde dönüp duruyor. rüzgarın sokaklardan, damlardan süpürüp beyaz bir duman gibi havaya kaldırdığı karlar yukarıdan inenlerle çarpışıyor. berfin semadan mı zemine, yoksa zeminden mi semaya yağdığı fark olunamıyor. koltuğu sobanın yanına çektim. bir elimde kahve, ötekinde sigara, pencereleri sarsan boranın tiz perdelerden muhayyirü'lukul bir seyri seri ile çıkardığı gam'ları o keskin ıslıkları dinleyerek bu şiddeti sermaya karşı kızıl pırıltılarından, latif çıtırtılarından teselli bekler gibi ateşe bakıyorum, baktıkça kürkün içine büzülüyorum. rüzgar, sarsıp geçtiği yerlerin her birinden başka nevi mehip sedalar çıkartıyor. camlar şangırdıyor. ağaçlar hemen serbe taam: yemek kanunusani: ocak badı mütehevvir: hiddetlenen rüzgar berfpare: kar parçası nüzuli serseriyane: serserice iniş ber kar muhayyirü'lukul: akla hayret veren seyri seri: süratle şiddeti serma: soğuğun şiddeti mehip: korkunç zemini halecan olarak inliyor. derya pürcuşuhuruş sanki bilmukabele köpüre köpüre rüzgar ile cidale atılıyor. sekenei esvakımız olan köpeklerin, o sefil mahlukların ara sıra derinden, karlar altından boğuk boğuk avavei şikayetleri işitiliyor. yirmi otuz saniye fasıla ile zayıf, kısık bir hav hav. işte artık donuyoruz mealinde bir enin, rüzgarın ıslıkları içinde boğulup işitilmez oluyor. böyle bir leylei şita ateş başında teşkili dairei musahabe için ne güzel bir zemini safadır. bu gibi kış gecelerinde çocukluğumu tahattur ederim. ama ne kadar tatlı bilseniz?. eski evimizin orta katında kuytu büyük bir oda vardı. ortaya mevzu tepeleme dolu sarı mangalın etrafına biz kız oğlan, beş altı çocuk, annelerimiz, teyzelerimiz, halalarımızla dizilirdik. komşu hanımlar da misafir gelirdi. bir perinin üç kızı varmış zemininde masallara girişilirdi. o safveti tıflanemle o kadar dikkatle, o derece mahzuz olurdum ki şimdi en ciddi eserlerde bu lezzeti bulamıyorum. bir köylü penbe hanım vardı. sohbeti ifadatına bizi ikna için yeminler ede ede en dehşetli gulyabani', çarşamba karısı' fıkralarını o hikaye ederdi. mısır, bostan zamanı tarladaki kulübelerinde mahsulatı beklerken bir gece mehtapta gulyabaninin biri kulübe kapısına kadar gelip de içeride süpürge bulunduğu için o tılsımdan havfen duhule cesaret edemeyerek hiddetinden nasıl dişlerini gıcırdata gıcırdata pürgazap çekilip gittiğini hikaye ettiği esnada ben dehşetimden büzüle büzüle yanımdaki kadına mümkün olduğu serbezemini halecan: titremeyle başını yere eğerek pürcuşuhuruş: çoşku dolu cidal: kavga sekenei esvak: sokak sakinleri avavei şikayet: şikayet havlamaları enin: inleme leylei şita: kış gecesi teşkili dairei musahabe: sohbet dairesi oluşturma tahattur etmek: hatırlamak safveti tıflane: çocukça saflık mahzuz olmak: hoşlanmak havfen: korkarak kadar sokulmakla da kanaat edemez, eteğimi onun eteğine sımsıkı düğümlerdim. sonra o gulyabaniyi takip eden dev, cadı hikayelerinde dehşetim büsbütün müzdad olur, yanımdaki hanımla eteklerimizin düğümlü olduğunu unutur, o kadın kalkınca tabii beni eteğimden sürüklerdi. beni gulyabaniler çekiyor zannederek avazım çıktığı kadar haykırırdım. penbe hanım'ın, azayı vakayii bütün gullerden, devlerden müteşekkil olan o müthiş hikayelerindeki eşhası mahufenin tavsifi heybet ü kametleri için iki ölçüsü vardı. bunlardan birincisi köy camiinin minaresi, ikincisi de kuyu başındaki kavak ağacıydı. olanca talakat ve kudreti mübalağakaranesiyle ellerini tavana doğru kaldırıp ziyneti hikayatı olan gullerin boyunu bu iki ölçüye nispet ederek işte onlar köy minaresiyle o kavak ağacının tepesinden bakarlardı derdi. biz de karşısında tiril tiril titrerdik. zavallı penbe hanım çoktan vefat etti. tuhaf, acıklı veya garabetamiz masallarla leyali tufulanemi malamal huzuz eden komşu hanımların da çoğu tebdili alem eylediler. sağ kalanların da kimi öksürükten kimi romatizmadan muztarip. hemen hepsi senelerin barı maluliyyeti altında zebun, hanelerinden dışarı çıkamıyorlar. şimdi onlardan biri gelse de bu gece bana bir masal söylese diye düşündüm. böyle rüzgar inler, ortalık titrerken bende, gak' dedikçe bir koyun, gık' dedikçe bir tulum su isteyen zümrüdüan müzdad: artmış azayı vakayi: olayın bölümleri gul: cin eşhası mahufe: korkunç şahıslar tavsifi heybet ü kamet: boy ve heybetin tavsifi talakat: dil açıklığı kudreti mübalağakarane: abartma gücü garabetamiz: garip leyali tufulane: çocukluk geceleri malamal: bütünüyle, baştan başa tebdili alem: alem değiştirme barı maluliyet: hastalık yükü ka kuşunun hikayesini dinlemek hevesi tufulanesi uyandı. fakat artık buna imkan yoktu. o kadınlardan hiçbiri gelip de beni eğlendirebilecek halde değildi. bu arzumu neyle teskin edeyim? romanlardan ziyade seyahatnameleri severim. çünkü bunlar ötekilerden ziyade nev'en şayanı vüsuktur. masalı masal diye dinlersem de romanı masal diye okumak da istemem. bir hikayenüvisin tertibi vakayiinde buyı kizb istişmamı nazarımda eserin kıymetini kesreder. roman veya hikaye kelimesi yalan' ile müteradif gibidir. fakat o nam altında okuduğum şeylere biraz zihnim yatmalı. işte bu böyle olur. demeliyim. romanın esası tertibi muhayyel olsun zararı yok. lakin heyeti mecmuayı teşkil eden ebvabın her biri hayatı ruzmerremizden alınmış birer safhai hakikat olmalı. muaşakalar ve bütün ihtirasatı beşeriyye vukuı hakikisi şeklinde musavver bulunmalı. pek yabis, pek maddi musavverattan da hoşlanmam. o gibi eserleri yalnız bir şartla severek okurum. muharrir ilmen, fennen ihatai külliyyeye malik, istidat ve kuvveti kalemiyyece adeta bir harikai zaman olmalı ki bu şeraiti haiz fuhuli üdeba hevesi tufulane: çocukça heves nev'en: çeşit bakımından şayanı vüsuk: güvenilir hikayenüvis: hikayeci tertibi vakayi: olayların tertibi buyı kizb: yalan kokusu istişmam: sezme kesretmek: azaltmak müteradi eşanlamlı heyeti mecmua: umumi görünüş ebvap: bölümler hayatı ruzmerre: günlük hayat ihtirasatı beşeriyye: beşeri ihtiraslar vukuı hakiki: gerçek olay musavver: tasarlanmış yabis: kuru ihatai külliyye: umumi bilgi şerait: şartlar fuhuli üdeba: ediplerin en üstün olanları avrupa'da bile mahduttur. fransızca asarda bunların soğuk mukallitlerini mütalaadan lezzet alamam, boğulurum. naçar, artık masaldan vazgeçtim. kütüphanemi karıştırarak o kış gecesinde dehşetten tüylerimi ürpertecek heyecanengiz vakayi ve garaibi hakikiyye ile memlu bir seyahatname bulmak sevdasına düştüm. mutedil mıntıkalardan bahis bir seyahatname istemiyordum. ya şimalin buzdan mağaralarından, müncemit ebharından, aylarla devam eden leyali acibesinden, fecirlerinden, hemrengi berf canavarlarından, billuri buz kulübelerinde oturan sekenesinden fusuli zemherir açarak okuyanı titretecek veyahut ki afrika'nın duzehden nişan veren harareti şemsi altında ağaçları çadır kadar yaprak açan ormanlarından birbirini yiyen vahşilerinden, müthiş yılan, fil, arslanlarından bahsederek insanı terletecek bir eser arıyordum. evet. ya titretecek veya terletecek bir şey. bilmem neden o gece işte böyle ifrat, tefrite düşmüştüm. herhangi bir şey, biraz temini rağbet ederse derhal onun sahtesi çıkar. bir hükumetin nim resmiyetini haiz büyük seyahatlere dair neşredilen asarın mazharı rağbeti kariin olması birtakım muharrirleri bu vadide icalei kaleme sevk etmiş, romandan ve asar: eserler mukallit: taklitçi mütalaa: okumak heyecanengiz: heyecan verici garaibi hakikiyye: tuhaf olaylar memlu: dolu müncemit: donmuş ebhar: denizler leyali acibe: acayip geceler hemrengi ber karla aynı renkte sekene: sakinler fusuli zemherir: zemherir fasılları, karakışlar duzeh: cehennem harareti şems: güneşin sıcaklığı nim: yarı mazharı rağbeti kariin: rağbete mazhar olma, rağbet görme icalei kalem: kalem oynatma hatta masaldan farkı olmayan bu yolda layuadd eser tahrir edilmiştir. bazı avrupa muharririni birkaç kütüphane dolaşmaktan gayrı şeddi rahl külfetine lüzum görmeksizin diğer seyahatname ve atlaslara bilmüracaat bir malumdan on meçhulü istihraç tarikiyle hiçbir keşşafa vusuli müyesser olmayan biladı gayrı malumeden insanı engüştberleb hayret edecek surette bahsetmişlerdir. bir zamanlar louis Jacolliot gibi bazı muharrirlerin eserlerine ne kadar aldandım. Jacolliot hiç seyahate çıkmamış mıdır? inat etmem, belki çıkmıştır. fakat iltizamı garabetle seyahatnamelerini masal şeklinde yazmış olduğuna teessüf ederim. mısır'a dair yazdığı zendostluk hurafelerine ancak avrupalıları inandırabilir. vahşetabad enhar sevahilinde hep gözlerinden nişanlayıp öldürdüğü timsahlar eski şövalye hikayelerine reşkaver olacak bir tarzı eblehfiribanede tasvir edilmiştir. görmediği yeri yazmak yahut görüp de tasviri hakikat her kaleme müyesser olamayacak müşkilatı bedihiyyesine mebni işi roman vadisine dökmek nevinden birkaç seyahatname numunesi de bizde görüldü. layuadd: pek çok tahrir etmek: yazmak şeddi rahl: yola çıkma bilmüracaat: müracaat ederek istihraç: çıkarmak tarikiyle: yoluyla keşşa keşfeden vusuli müyesser: kolaylıkla ulaşma biladı gayrı malume: bilinmeyen beldeler engüştberleb: parmağı ağzında iltizamı garabetle: garipliği tercih ederek zendostluk: zamparalık vahşetabad: korku veren, ıssız enhar: nehirler sevahil: sahiller reşkaver: kıskançlık uyandıran, kıskandıran tarzı eblehfiribane: budalaca bir tarz müşkilatı bedihiyye: belli güçlükler yazıhanemin çemeni meşammı üzerine lambanın abajurundan yağan ziya altında parıldayan hokka ile silginin dikenleri arasına sokulmuş kalemlere baktım. bunlar beni işbaşına, yazıya davet ediyorlardı. hele hokka ağzını açmış, sanki bir tavrı tazarru ile diyordu ki: evanı tufuliyyetindeki hissiyyatı masumane ve safiyyenin içinde bir iki saat yaşamak için masal dinlemek istiyorsun ama nafile. o demler geçmiş ola. şimdi bin masal dinlesen o eyyamı mesudenin beş dakikasını iade kabil olamaz. yalnız fiilen çocukluk etmiş olursun. manen o eski hazzın binde birini bulamazsın. seyahatname mütalaasından da vazgeç. onlarda da bir hakikate on yalan ilave edilmiştir. zihnin, gözlerin, diğer bir muharririn meşgufı düruğu olacağına, sen kendin etraflı dallı budaklı bir yalan uydur, kuvvei hayaliyyen nispetinde onu tezyin eyle, kisvei hakikatine sok. telle, pulla, bütün ekini pükünü macunı tezhib ile ört. bu yaldızlı iksir şişesini ikdam müdürüne takdim et. o da tefrika tefrika neşretsin. haydi düşünme. düşünme. sinemdeki medad; sehlü'lcereyan, çevik bir kalemle akdi vifak, inanı ıtlak ederse meydana gelecek hikayeye başkaları değil, sen bile aldanır, yazarken gah ağlar gah gülersin. ah hokkabaz hokka seni! ne kadar kazibi muknisin? beni yalana sen alıştırdın! haydi bu defa da sözünü dinleyelim. fakat tavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarma evanı tufuliyyet: çocukluk zamanı eyyamı mesude: mesut günler meşgufı düruğ: yalan düşkünü kuvvei hayaliyye: hayal gücü kisvei hakikat: hakikat kılığı macunı tezhib: yaldızlama macunu medad: kalem sehlü'lcereyan: akması kolay akdi vifak: aynı düşüncede olma, uyuşma, anlaşma inan: dizginler ıtlak: salıverme kazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancı sen, kalem, ben; bu üç refiki samimi birbirimizi gücendirmeden, aldatmadan yine bu işi nasıl başa çıkaracağız? üç, dört yüz sayfa yalan yazmak kolay mıdır? ama nasıl yalan, tıpkı sahihe, hakikiye benzeyecek. hele bir cümlede, bir satırda işin ekini belli et. derhal münekkitler başlar: burada muharrir amma da zırvalamış ha! hiç öyle iş mi olur? böyle kubbesi mutabık gelmeyen yalan okuyacak olduktan sonra muhayyelatı aziz efendi ne güne duruyor? onu mütalaa ederdik ay efendim! sırf ahvali ruhiyyeye dair bir roman yazsanız bu ne kadar çekilmez tafsilat? mevzu namına hikayede ne var?. hemen hiçbir şey. bir kadın entarisinin en görünmez buruşukluklarına kadar teksiri sevda ediliyor. bir insanın her sabah her akşam nasıl kalktığı, yattığı tarif olunuyor. ruh sıkıcı bir hikaye. serzenişlerine uğrarsınız. vaka biraz karışık, heyecanlı olsa o zaman müceddidini şebabın şu: yeni masalı okuyor musunuz? hakikaten gülünç! şu zamanı terakkide roman namına yazılır hezeyan değil. zavallı romancı, memleketimizde Xavier de montepenlere hayrü'lhalef olmak istiyor. dimağı o yolda perverde olmuş. ansiyen rejimden ayrılamaz ki. sanattan haberi yok. hikayesi sade vukuat. birkaç sürpriz tertip etmedikçe masalını ne yolda tezyin edebilecek? itirazatına hedef olursunuz. işte ben bu itirazata rağmen harzarı tenkidde daima fikrime mutavassıt cevelangah açarak yürüyeceğim, yazacağım. be refiki samimi: samimi arkadaş münekkit: eleştirmen ahvali ruhiyye: ruhi haller teksiri sevda etmek: melankoliyi çoğaltmak müceddidini şebab: yenilikçi gençler zamanı terakki: ilerleme zamanı hayrü'lhale hayırlı evlat perverde olmak: yetiştirilmek ansiyen rejim harzarı tenkid: tenkit dikenliği cevelangah: dolaşma yeri ğenmeyenler elbette daha iyisini tahrire muktedir zevat olacaktır ki böylelerinin teksirini görmek bütün terakkiperestanla beraber bu naçizi de memnun eder. dışarıda bütün zevi'lervahın iliklerini donduran sermanın kalemime sirayetinden korka korka bati bir hareketle kalktım. yazıhanemin önüne oturdum. bendeniz evde yokken namı acizaneme gelen mektupların vazına mahsus ufak bir tepsi vardır. yazıhanenin üzerinde durur. bazı akşam bu tepside bir iki mektup, tezkere bulunur. bazen de bir şey bulunmaz. o akşam baktım, birkaç zarf var. bunları karıştırdım. taşradan iki mektup. muhteviyatları beyanı meveddet ve selam ü senadan ibaret. biri mazruf, diğeri açık iki carte de visite gördüm. evvela açığı okurum. pek sevdiğim bir arkadaşım. beş defa haneme gelmiş. beni aramış, bulamamış. defterimin zahrında kurşun kalemle muharrer şu: beş defaki ziyaretimin cümlesinde evde bulunamadığına bir türlü inanamıyorum. buna adeta ademi kabul manası veriyorum. seni bir yerde yakalarsam öfkemi çıkaracağım. müdafaanı hazırla. sözleriyle bana çıkışıyor. vah zavallı dostum! bu ziyaretlerinizin beşinde de evde bulunamadığıma doğrusu ben de inanamıyorum. alafrangada olduğu gibi bizim kabul günlerimiz yoktur. sizin gibi misafirlerin de saati ziyaretleri pek muayyen değildir. insan hanesinde hasbe'lmeşguliyyet zairi kabul edemeyeceğini bildirse bu yolda beyanı mazeret, inkıtaı muhadenete sebebiyet verir. terbiyesizlik addolunur. onun iyisi sizi gücendirmemek için aldatmaktır. her sabah evden bana sorarlar: bugün sizi görmeye gelenlere ne de zevi'lervah: canlılar bati: yavaş vaz. konulma muhteviyat: konular mazru zarf içine konulmuş zahr: arka muharrer: yazılı ademi kabul: kabul etmeme hasbe'l meşguliyyet: meşguliyet sebebiyle zair: ziyaretçi inkıtaı muhadenet: dostluğun bitmesi necek? eğer meşgulsem yoktur denecek. parolasını veririm. bu dostum da galiba hep böyle parola günlerine tesadüf etmiş olmalı. mazruf kartı açtım. bu da züppe, genç ihvanımın birinden. beni yarın akşam beyoğlu'nda bir haneye davet ediyor. orada afif, hesna bir kız varmış. beynlerinde mukaddemei muaşaka gibi bir şeyler başlamış. o afif kızı bana bilirae fikrimi soracakmış. haydi oradan zevzek dedim, kartı kağıt sepetine attım. baktım tepside bir zarf daha var. fil dişinden tıraşide bir ince safhayı andırır, beyaz damarlı, ütülenmiş gibi düzgün bir zarf. üzerini okudum. hatta tanıyamadım. hakkımda o kadar işitilmedik elkap, o derece fevka'ttasavvur tabiratı tazimiyye kullanılmış ki bunların binde birine kendimi müstahak göremediğimden o kelimeler hep birer acı istihza gibi gözüme battı. canım sıkıldı. bunu da bir haydi oradan zevzek sözüyle açmadan elimden fırlatmak istedim. fakat zarfın bir köşesinde kabartma olarak fransızca harfleriyle onların altında bir de hususidir. işaretini gördüm. meraka düştüm, zarfı açmadan bu inisiyallerin delalet edebileceği isimleri düşünmeye başladım. mehmet nuri, mahmut necati, münir nail ve daha bunlara müşabih mim, nun harfleriyle ibtidar eder bir hayli isim buldum. fakat bu isimlerde tanıdığım hiçbir zat aklıma gelmedi. zarfın yüzünü çevirdim. zamk ile yapıştırılan kapağın tamam re's zaviyesine girift bir imza atılmış. ihvan: samimi arkadaşlar afi iffetli hesna: güzel beyn: ara mukaddemei muaşaka: aşk ilişkisi bilirae: göstererek tıraşide: yontulmuş elkap: lakaplar fevka'ttasavvur: tasavvur dışı tabiratı tazimiyye: saygı tabirleri inisiyal initial. bir ismin ilk harfi müşabih: benzer ibtidar: başlama re'. baş zaviye: köşe epey uğraştım. bunun naki olduğunu hele okuyabildim. naki kim? müsemmasını tanımadığım bir isim. külliyen meçhulüm olan bir zatın böyle hususi kaydıyla mektup gönderişi, istiğrabımı mucip oldu. o şık zarfı örselemeden açmak için kağıt bıçağıyla usul usul kestim, mektubu çıkardım. satırlar tokça bir kalemle yazılmış. mimlerin bacakları gayet uzun. vavların tekneleri keskin keskin çıkarılmış. elifler, lamlar cetvel ile çekilmiş gibi biraz mailen yekdiğerine muvazi. helerin gözleri adeta insana gazubane bakıyor zannolunacak birer heybette. hattın eşkali umumiyyesinden işlek bir yazı olduğu ve katibinin müddeti medide hüsni hatt talim etmiş bulunduğu anlaşılıyor. sureti tersimi hattan bence asıl mahsus olan ciheti mühimme, o suturun büyük bir halecan veya tesirin tahtı tesirinde yazılmış olmasıydı. sanki katip hiddetlenmiş de öfkesini bir med veya kafin keşidesinden çıkarmış. kalem ateş püskürerek o zemini ebyazda cevelan etmiş. bazı hurufı mukattaanın ölçüleri o kadar keskin çıkarılmış ki onları öyle resmeyleyebilmek için mutlak kalemin bir sürati serir ile koşup geçtiğine hükümde insan asla tereddüt etmez. bana her kelimesi bir hiddet ve şiddeti mücesseme gibi görünen bu mektup mahalle kahvesinde hal hatır sorar gibi bitekellüf merhaba hüseyin rahmi! hitabıyla başlıyordu. muhatıbı gaibi istiğrap: şaşma mucip olmak: sebep olmak muvazi: benzer gazubane: öfkeli bir şekilde müddeti medide: uzun müddet hüsni hatt: hat sanatı sureti tersimi hatt: hat çizme tarzı ciheti mühimme: önemli taraf sutur: satırlar tahtı tesir: tesiri altında zemini ebyaz: beyaz zemin cevelan etmek: dolaşmak hurufı mukattaa: bitişik olmayan harfler hiddet ve şiddeti mücesseme: cisimleşmiş şiddet ve hiddet bitekellü teklifsiz me karşı bir merhaba, daha doğrusu bir akşamlar hayır olsun da ben savurdum. fakat taaccüp ettim. zarfın üzerindeki ne rütbeten ne kudreten halime münasip düşmeyecek o manasız tekellüfat nedir? bu başlangıçtaki kabalık ne oluyor? alt tarafı kıraate devam ettim. işte şöyle idi: ne hiddetiniz mübeddeli hayret mi oldu? zarfın üzerini okurken öfkelendiğinize şimdi de istğrap buyurduğunuza katiyen eminim. ben kendi kendime: ooo. ooo. bu naki efendi yahut bey ne tuhaf zatmış. zarfı okurken hiddetleneceğime, sonra da mütehayyir kalacağıma bervechi pişin katiyen nasıl hükmetmiş? hüsni hattan başka biraz da falcılığı var galiba?. fakat dediği aynen vaki olmadı mı? doğrusunu söyleyeyim. naki bey'in bu hükmündeki isabeti çekemedim. kendimi adeta bir hud'ai fikriyyeye tutulmuş, aldatılmış gibi gördüm. evvela hiddet, sonra istigrap etmiş bulunduğuma nadim oldum. lakin artık çare var mıydı? istediği gibi oldu. daha şu ilk satırlarda nevumma o galip çıktı, ben mağlup kaldım. mütecessisane devamla: ilk hükmümün böyle isabeti katiyyesini aramızda bir galibiyet mağlubiyet suretinde bittelakki bundan dolayı bir ikinci hiddete daha kapılmamanızı istirham ederim. çünkü bendenizin celbe uğ muhatıbı gaib: meçhul muhatap mübeddeli hayret: hayrete dönme istiğrap: şaşma mütehayyir: şaşmış bervechi pişin: peşin olarak hud'ai fikriyye: fikir hilesi nadim olmak: pişman olmak nevumma: bir derece, bazı mertebe mütecessisane: meraklı bir şekilde bittelakki: telakki ederek raştığım şey, hiddetiniz değil, arizam üzerine nazarı dikkatinizdir. yine kendi kendime: naki bey kafi. kafi. zekavetinizi takdir ettim. efkarı adiye ashabından olmadığınızı anladım. artık bu hakikati ispat için ne kendiniziyorunuz ne de beni. maksadınız şu mektup üzerine nazarı dikkatimi celbetmekse işte bu hasıl oldu. şimdi bu satırları gözlerimi dört açarak okuyorum: bu yolda aldığınız mektupları bir dikkati sathiyye ile okuduğunuz ihtimaline mebni arizai kemteranemi bu tehlikeden kurtarmak için şu ilk desiseye cüret ettim ki ileride takdir buyuracağınızdan emin olduğum hizmeti naçizanemin bu küstahlığımı size muaf göstereceğinde iştibahım yoktur. size bir şeyden bahsedeceğim. fakat müsaade, merhamet buyurunuz. evet, bir şeyden, öyle bir şeyden ki onu tarif için hiçbir lisanda bu şeye alem olacak bir isim, bir kelime bulunamaz zannederim. bu şey olsa olsa her lisanda her şeye medlul olup da yine hiçbir şeyi ifade etmeyen şey' kelimesinin müphemiyet manasıyla tavsif olunabilir. kendi kendime: çok şey! aman birader aman? bu şey kelimatının tehacümü içinde boğulacağım. bu şeylere bir şey demeliyim! bu şeyi bir manaya ariza: dilekçe zekavet: zeka efkarı adiye: alelade fikirler dikkati sathiyye: yüzeysel dikkat mebni: binaen, dayanarak arizai kemterane: acizane dilekçe desise: hile iştibah: şüphe alem: işaret medlul: sembol tehacüm: hücum takrip ile ona katiü'lmüfad bir kelime bulmalıyım. bu tarif olunamaz şey' nedir, bilir misiniz? zevceme olan muhabbetim. kendi kendime: çok şey ki çok şey. işte bahis buraya intikal etti mi beynim volkana dönüyor. deheni hezeyan ve hameyi biiktidarımdan saçılan kelimeler havaya dağıldı yahut kağıt üzerinde birer suret buldu mu aynen bir menfezi ateşfeşanın bade'ssuud yere dökülen mevadı feveraniyyesi gibi kül kesiliyor. kalbimdeki merkezi narinin şiddetinden haber verecek kuvvetini kaybediyor. ateşi derunumu ifham edecek bir kelime bulamıyorum. uğradığım felaketi, serencamı size hikaye edeyim diye bakınız dünyanın çar kuşesinde yani avrupa, asya, afrika, amerika'da kimsenin başından böyle bir sergüzeşt geçmiş midir? kendi kendime: avusturalya'yı unuttuğunuza hayret ettim. onu da zikrediniz, dünyanın penç kuşesinde olur, kıtaatı hamseden bir şey eksik kalmazdı. takrip: yaklaştırma katiü'lmüfad: anlamı kesin deheni hezeyan: saçmalayan ağız hameyi biiktidar: güçsüz kalem menfezi ateşfeşan: ateş saçan delik bade'ssuud: yükseldikten sonra mevadı feveraniyye: fışkıran maddeler merkezi nari: ateş merkezi ateşi derun: içteki ateş ifham etmek: anlatmak serencam: akıbet çar: dört penç: beş kıtaatı hamse: beş kıta bütün kainatın icadı vakayide yekta hikayenüvisanı bir araya toplansa buna benzer bir vaka tasni edemezler. tabiat işte bazen böyle bütün muhayyelatı beşeriyyeyi renksiz bırakacak hakayık gösteriyor. fakat nasıl anlatacağım? elim ayağım titriyor. hayır? bunu tahriren hikaye edemeyeceğim. kalemler bunu tasvirden acizdir. yine yüzde elli kuvvetini kaybetmek üzere şifahen belki anlatabilirim. o zaman hiç olmazsa kelimatın ağzımdan şiddeti sudurunu, bir dakikada kaç renge girdiğimi, ne ağlanacak, gülünecek haller kesbettiğimi, bütün etvarı elime ve mudhikemi reyü'layn görür, kalemin biganegi tasvirinde mutazallil kalacak bazı hakayıkı biraz gözden kaçırmamış olursunuz. bu vakanın roman şeklinde tasvirini zevcemden intikam almak için arzu ediyorum. o bana çektirmediğini bırakmadı. fakat kader benim ona karşı elimi ayağımı bir müddet bağlı bulundurdu. vakayı size bir defa hikaye edeyim. tabii beğenip beğenmemek, tahrir ve ademi tahrir hususatında yine rey sizindir. bu teklifim lütfen kabul buyurulursa leylei musahabemizi yarın geceye tertip edelim. çünkü bendeniz için artık istanbul'da aram kabil olamayacağın icadı vakayi: olaylar yaratma hikayenüvisan: hikayeciler tasni etmek: tasarlamak muhayyelatı beşeriyye: insana ait hayaller hakayık: gerçekler tahriren: yazarak şifahen: sözle şiddeti sudur: çıkma şiddeti etvarı elime ve mudhike: gülünecek ve ağlanacak tavırlar reyü'layn: kendi gözüyle, bizzat biganegi: yabancılık mutazallil: gölgede tahrir ve ademi tahrir: yazma ve yazmama leylei musahabe: sohbet gecesi aram: durma; rahat, huzur dan bu müsameremizin müsadif sabahı olacak günde uzaklara seyahat için kendimi vapura atacağım. müsamere tehiyyatınızın şunlardan ibaret olmasını rica ederim: biri sizin, biri bendeniz için sobanın önüne karşı karşıya iki koltuk. bunların arasına büyükçe bir sigara iskemlesi. birinci nevinden laakal yüz gramlık bir kutu kalıp sigarası. sıkça sıkça kahve. az kaldı unutuyordum. bir koca sürahi limonata. çünkü vakayı anlatırken çayır çayır yüreğim yanar. işte bu kadar tenezzülen vereceğiniz cevabı tahririyi almak üzere yarın saat dörtte ağa bendeniz haneyi alinize gelecektir. baki arzı ihtiram. imza: naki bu mektubun hitamı kıraatinde bir defa daha çok şey dedim. naki bey'in ufkı beyanı mart havası gibi gah düzeliyor gah bozuluyor. söz zevcesine intikal edince bütün boralar işte orada kopuyor. o zaman ifadei teellümatı için şey şeylerden başka söyleyecek söz bulamıyor. bunların hepsi ala ama insan tavsifi muhabbeti emrinde söz bulamadığı zevcesinin bir romancıya ibreten li'ssairin hikayesini mi yazdırır? haydi işte size birçok şey daha! sakın naki bey aklı üzerine gah gelir gah gider takımdan olmasın? bu ihtimale mebni kendilerini kabul hususunda biraz düşünmeliyim. vakayı bana hikaye edeceği gecenin sabahı seyahate çıkacağını, kendi için artık istanbul'da aram kabil olmadığını söylüyor. kadın elan kendi nikahında mıdır, değil midir? mektubu birkaç defa daha okudum. ilk şüphelerimi halledemedikten başka yeniden yeniye merak verecek bir hayli nokta daha buldum. düşündüm taşındım. nihayet naki bey'i yarın gece haneme kabule karar müsamere: gece sohbeti müsadi rastlayan, tesadüf eden tehiyya: hazırlıklar laakal: en azından çayır çayır: cayır cayır hitamı kıraat: okumanın sonu ifadei teellümat: üzüntü ifadesi tavsifi muhabbet: muhabbet tavsifi ibreten li'ssairin: başkalarına ibret, ders olsun diye elan: hala, şu anda verdim. insana saldırır güruhtan bile olsa ben onu her türlü ihtiyata riayetle kabul ettikten sonra kendi hanemde bana ne yapabilir? bazı akşam meddaha, karagöze gidiyor, biser ü bün yaveler dinliyordum. bir gece de naki bey'i dinlersem ne olur? hikaye cılk çıkarsa o da bahtıma. her halde biçarenin teessüri fevka'ladesi anlaşılıyor. bir dilhastayı birkaç sözle teselli edebilirsem o da bir hareketi insaniyye sayılmaz mı? bakalım şu zavallının zevcesinden şikayeti, kendini terki diyara mecbur eden teellümatı neymiş? bu kadar müteessir görünen bir adamın ifadatında tetkike şayan bazı ahval bulunmamak kabil değildir. bu kararım üzerine yarın akşam teşrifatlarına intizarımı müşir muhtasar bir tezkere yazdım. zarfladım. sabah saat dörtte gelecek uşağa teslim edilmek üzere lazım gelen adama verdim. ertesi akşam limonataları falan hep hazırlattım. oturacağımız yerleri de naki bey'in tensibine göre tertip ettim. artık bekliyorum. saat bir, bir buçuk oldu. nihayet ikiye doğru kar yığınları üzerinde tekerleklerinin sadayı devri boğula boğula bir araba geldi. bizim kapının önünde durdu. azıcık sonra çıngırdak şakırdadı. kapı açıldı. evin methalinde bir gezinme oldu. onu müteakiben merdivenden ayak sedaları işitildi. ben tanımadığım bu acip misafirimi istikbal için sofaya çıkarak merdivenden birkaç ayak indim. mir'den yahut o ayar bir terzinin makasından çıkmış samur kaplı bir paltoya bürünmüş endamı narin, reftarı nazik, vechinde asilane bir melahat lemean eden ve sinni yirmi altıdan yukarı biser ü bün: başı sonu olmayan; saçma sapan yave: boş lakırtı dilhasta: gönlü yaralı müşir: bildiren muhtasar: kısa sadayı devr: dönme sesi methal: giriş acip: acayip reftar: yürüyüş melahat: güzellik lemean eden: parlayan sin: yaş tahmin edilemeyen genç bir zatın hafif bir tebessümle yukarı çıktığını gördüm. o anda mektuptaki istihracatımın birçoğu yanlış olduğunu anladım. ben onun açık buğday solgun siması üzerine kalemkarı hilkatin bütün nazikii sun'ıyla resmettiği ince kaşlarını, bir bitabi mahmuriyet içinde bayılan uzun siyah kirpiklerle muhat elaya bakar latif gözlerini, kansız ince dudaklarının üzerini tezyin eden uçları yukarı kıvrık hafif bıyıklarını, gözleriyle yanaklarının huddevi arasındaki alaimi tab u fütur olan mavimtırak haleleri tetkik ederken o da olanca dikkatiyle beni haddei nazardan geçiriyordu. yanıma takarrüp edince mukaddemei halecana delalet eder birkaç sık nefes ve biraz tutuklukla sağ elinden kürklü güderi açık soğani renkli eldivenini çıkarıp bana desti meveddetini uzatarak dedi ki: elimi size hem arzı meveddet için hem de şu birkaç basamağı çıkmaya yardım etmeniz ricasıyla uzatıyorum. ben gülerek: meveddetiniz bir şeref olduğu gibi suudunuza muavenetim de bendeniz için ayrıca bir bahtiyarlık demektir. o da güldü. el ele odaya girdik. elinde hafifçe hararet vardı. elimi bırakmayarak: oda pek sıcak. istihracat: çıkarımlar kalemkarı hilkat: yaratıcı nazikii sun. yaratmanın nazikliği muhat: çevrelenmiş alaimi tab u fütur: güç ve zayıflık alametleri haddei nazardan geçirmek: dikkatle bakarak süzmek takarrüp etmek: yaklaşmak mukaddemei halecan: çarpıntı başlaması desti meveddet: sevgi eli arzı meveddet: sevgiyi belli etme suud: yukarı çıkma muavenet: yardım dışarıdan teşrif ettiğinizde size oda sıcak geldi. mizanü'lhararete bakınız, on sekizden yukarı değil. arabaya binerken donuyordum. şimdi de yanıyorum. vücudum işte böyle nöbet nöbet gah buz gah ateş kesiliyor. rica ederim her halde şimdi ateşten uzak oturalım. bir saate kalmaz yine üşümeye başlarım. paltosunu çıkardı. eldivenlikleriyle beraber bir sandalyenin üzerine attı. yine elimden tutarak: işte bakınız şu kanepe sobaya uzak, oraya oturalım. dedi. kanepenin bir ucuna oturduk. elimi bırakarak gözlerini kapadı, arkasına yaslandı. yorgunluk, kesiklik ima eder bir işmizaz ile başını bir tarafa eğdi, kollarını iki yanına salıverdi, anladım ki misafirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var, ben de bir müddet sükut ettim. sonra gözlerini açtı. ilk defa yabancı bir eve giren bir adamda husuli tabii olan bir tecessüsle odanın kıyısına bucağına göz gezdirdi. nihayet dedi ki: sizi iri yarı, pos bıyıklı bir adam zannediyordum. zannım ne kadar yanlış çıktı! aynı hal bendenizde de vaki oldu. o kalın kalemli, keskin yazınızdan sizi müthiş bir adam gibi tasavvur etmiştim. bakınız ne kadar aldanmışım! gülerek: onu öyle sizi korkutmak için mahsus kalın kalemle keskin keskin yazdım. bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım. yarım saat kadar böyle havai görüştük. sonra: işte beyim, üşümeye başladım. haydi, sobanın yanında hazırlanmış yerimize gidelim. dedi. karşı karşıya koltuklara oturduk. mizanü'lhararet: termometre işmizaz: yüzünü buruşturma husuli tabii: olağan tecessüs: merak ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. dışarıdan bora, şangır şungur çerçeveleri sarsıyordu. naki bey hem nakledeceği hikayenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden tevahhuş ediyor gibi hafif bir lerzişle dedi ki: oh! oh! bu yerimiz ne kadar iyi. artık sergüzeştimi dinlemeye hazırsınız, değil mi? hazırım. hem de mütehalikane bir dikkatle hazırım. misafir, meyusane, başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı: bendeniz büyük aileden ziservet bir zatın yegane oğluyum. yevmi veladetim valideynim için en mesut bir gün olmuş. beni nasıl naz u naim içinde büyüteceklerini bilememişler. zamanı tufuliyyetimden beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur; vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. hilkatim son derecede has ve asabidir. emri tedris ü terbiyeme arzum dahilinde itina gösterildi. istediğimi öğrenir, istemediğimi reddederdim. şundan bundan birer parça tahsil ettim. işte böyle bir nazişle perverde oldum. devri şebaba girdim. ibtidayı şebabın o nevbaharı hayatın lezaizi canfezası menazırı gunagunu beni çılgına çevirdi. bir tevahhuş etmek: ürkmek lerziş: titreme mütehalikane: istekli ziservet: zengin yevmi veladet: doğum günü valideyn: anne baba naz u naim içinde: ilgi ve bolluk içinde zamanı tufuliyyet: çocukluk zamanı emri tedris ü terbiye: eğitim ve öğretim işi naziş: naz perverde olmak: yetiştirilmek devri şebab: gençlik çağı ibtidayı şebab: gençliğin başlangıcı lezaizi canfeza: cana can katan lezzetler menazırı gunagun: türlü türlü görünüşler gence en az tahsil ile en büyük sözler söylemek tariki havarıkını açan meslek, şairlik değil midir? ben de mestii şebabın verdiği o neşvei istiğrakla bahrı nazm u şi're kendimi kapıp salıverdim. ah bu garamkarane seyahatim ne hülyaamuz idi. her kulaç atışımda bütün sevahil gulgulei nazmdan ihtizaz eyliyor, her mevce iltima ile sihri beyanımdan bir kelimeyi tefsir ediyor zannederdim. bazen bitab uzanır, bulutlara, semalara, güneşlere fırlattığım kelimelerin kainattaki inikası zemzematını dinler; evet. işte nesim bir teranemi okuyor, işte hezar bir nazmımı besteliyor, işte berki ateş ebyatımdan bir misal gösteriyor. işte ra'd sanihatım gibi gürlüyor. derdim. zannederdim ki gül, ben onu öyle vasfettiğim için güzeldir; cuybarlar enini eşarıma refakatı nalekari için çağlıyor; bütün baharlar, hazanlar birer neşidemi istirham için gelip geçiyor. dünyada bir mısraıma visalini arz etmeyecek bir kız tasav tariki havarık: harikalar yolu mestii şebab: gençlik sarhoşluğu neşvei istiğrak: kendinden geçerce bir neşe bahrı nazm u şi'. nazım ve şiir denizi garamkarane: arzulu hülyaamuz: hülyalı sevahil: sahiller gulgulei nazm: nazım gürültüsü ihtizaz eylemek: titremek mevce: dalga iltima: parıldama inikası zemzemat: nağmelerin yankılanması nesim: hafif esen hoş rüzgar hezar: bülbül berki ateş: ateşin pırıltısı ebyat: beyitler ra'. gök gürültüsü sanihat: zihne doğan şeyler cuybar: ırmak enini eşar: şiirlerin inlemesi refakatı nalekari: inleme arkadaşlığı neşide: şiir vur etmezdim. alemi böyle meshurı eşarım, her sözümü miftahı mudilat kıyas ile talihin ruyı nikbetinden bihaberane vadii muaşakaya giriştim. ramı herhahişim olan kızların bu meclubiyetleri şairliğimden ziyade servetime matuf olduğunu bir zaman anlayamadım. beş günde birinden bıkar, savleti sevdama aguşı kabulünü açacak bir diğerini arardım. kendi kendime derdim ki: tatiri meşamma bir çiçek kifayet edeydi, cenabı halik gül var iken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. hepsinin de rayihayı ruhnüvazı başkadır. insanı kimi mest kimi pürşevk eyler, kimi güldürür kimi düşündürür. cümlesi de birer türlü sanihapiradır. bir müddet bütün savleti şebabımla bu nazariye arkasından koştum. ah o zamanlar hayata hayal, hayale hakikat nazarıyla bakardım. sevdayı iğfalime düşen nazeninlerden kiminin hıramı dilfiribi, ötekinin nigahı mahmuru, berikinin gisuyı zertarı, diğerinin aşüftegii güftarı birer müddet beni oyalardı. hep bu ezharı sevdayı birer koklar geçerdim. heyhat! sonra anladım. sonra acı acı hissettim ki hep bu zanlarım batıl, hep bu saadetler birer rüyayı atılmış. meğer fahriyeguluğuma en ziyade aldanan zavallı yine benmişim. meshurı eşar: şiirlerin tutkunu miftahı mudilat: zor işlerin anahtarı ruyı nikbet: uğursuz yüz vadii muaşaka: aşk vadisi ramı herhahiş: her isteğe itaat eden meclubiyet: tutkunluk matu yönelmiş savleti sevda: sevda hücumu tatiri meşamm: koku alma rayihayı ruhnüvaz: ruhu okşayan koku sanihapira: zihni süsleyen savleti şebab: gençlik hücumu sevdayı igfal: aldatıcı sevda hıramı dilfirib: salına salına yürüyüş nigahı mahmur: mahmur bakış gisuyı zertar: sırma saç aşüftegii güftar: sözün işvesi ezharı sevda: sevda çiçekleri rüyayı atıl: boş rüya deryayı sefahatin böyle enginlerinde biaram bocaladığımı gören valideynim bir sengi kazaya tesadüfümden havfenbeni evlendirdiler. birincisiyle geçinemedim. bir ikincisi geldi, onu da gönderdim. ilk iki zevcem melahat ve tenasüpte tıraşidei desti kudret birer heykeli cemaldiler. fakat o güzel kafalarında zekadan eser, malumatı beşeriyye namına nebze yoktu. kendilerine bir leylei mukmirede ruhumun sehabı münevvere içinde tayeranını musavver bir şiirimi okuduğum zaman bunu adeta bir lugazı mustalah zannederek gülüşe gülüşe: ah bildik. bildik. karganın bilmecesini yapmışsınız. çünkü kuşların içinde gece uçan kargadan başkasını bilmiyoruz. derlerdi. hayali şairanemin fezaşikaf pervazı leylisini karga zanneyleyen bu kadınlarla benim için idamei zevciyyet mümkün müdür? melahatin mütemmimi zekavettir. bir güzel ağızdan eblehfiribane söz işitmek, bir düğünde tarabı aheng yerine matem etmek kadar ruhumu sıkar. ben zevcelerime bu nakisai hilkatlerine bakıp ağlarken onlar bu giryemi cazibei hüsnlerine atfederek sevinirlerdi. deryayı sefahat: eğlence deryası biaram: durmadan sengi kaza: kaza taşı havfen: korkarak melahat: güzellik tenasüp: yakışma tıraşidei desti kudret: kudret eli ile yaratılmış leylei mukmire: mehtaplı gece sehabı münevvere: parlak bulutlar tayeran: uçuş lugazı mustalah: bilmece fezaşika fezayı yaran pervazı leyli: gece uçuşu mütemmim: tamamlayan eblehfiribane: budalaca nakisai hilkat: yaradılış noksanlığı cazibei hüsn: güzelliğin cazibesi zaten ilk iki zevcem beni puyan olduğum muaşakai bazarda dosttan bir hatve alıkoyamamış idiler. hariçteki hayatı sefihanem hemen yine evvelkinin aynı gibiydi. bu coşkunluğum peder, maderimi büyük endişelere düşürdü. bir genç için devamı maddi manevi vahim bir sukut demek olan bu halin izalesine kati bir çare bulmak yolunu gece gündüz düşünmeye başladılar. edilen nasihatler, tehditler bir para etmiyordu. nihayet beni üçüncü defa evlendirmeye karar verdiler. fakat bu defa bulacakları kızın hüsni bibahasıyla biraz okur yazar, lisanaşina ve hatta şair olması tezevvüç için şeraiti esasiyye ittihaz edildi. öyle bir kız beni oyalar, aldatır, inhimaki sefahetten meyli hevaperestiden çevirir zu'muna düştüler. aylarla aradılar, nihayet bu perii emeli buldular. düğün dernek kıyametler koptu. leylei zifafımda üçüncü zevcem bedia'nın beyaz bürümcükten telli duvağını berdesti bikaydi ile açtım. bu da güzeldi. çehresinde müessir bir mahzuniyyeti ulviyye vardı. fakat ne yalan söyleyeyim? ikinci zevcem bundan daha güzeldi. kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir rikkat hissettim. kendi kendime diyordum ki: ey güzel çiçek! gönlümdeki ömri sevdaperverin kim bilir ne kadar kısa olacaktır? müştehiyatım seninle de pek çabuk iş puyan olmak. dalmak muaşakai bazar: muaşaka pazarı hayatı sefihane: sefihane hayat hüsni bibaha: paha biçilmez güzellik tezevvüç: evlenme şeraiti esasiye: esas şartlar inhimaki sefahet: sefahate düşme meyli hevaperesti: istek ve heveslerine uyma meyli zu'. zan, boş inanç perii emel: arzulanan peri leylei zifa zifaf gecesi berdesti bikaydi: kayıtsız bir el mahzuniyeti ulviye: ulvi mahzuniyet ömri sevdaperver: sevdaperver ömür, sevdanın ömrü müştehiyat: iştah, istek baa gelecek. sonra rayihasına bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük huzuzatımız bir ebediyyeti saadet zannolunacak kadar canfirib olsun. senden evvelki zevcelerimde irat ettiğim nutkı igfale işte başlıyorum. bir şairin firaşı sevdasına gireceğini anla da bu muvakkat saadet için sevin. gelinin karşısında gözlerimi süzüp bir vazı taabbüdkarane alarak cehren dedim ki: duvağınızı açtığım anda karşımda bütün simaları, bütün ebharı, ezharı, baharları, tekmil ulviyatıyla bigeran bir alemi şi'r çıktı. ömrümde ilk defa bir kadına karşı bir perestişi hakiki hissettim. yazdığım ve yazacağım ulviyyatı eşarım, mübhematı efkarım, düşüne düşüne bulamadıklarım, semavatı sünuhanede yetişemediklerim sanki çehrei latifinizde menkuş!!! sevda denilen o medluli mevhumun bir kadın şeklinde tecessüsünü işte görüyorum! ey pericemal, kımıldamayınız. şu ipeklerin, tellerin, elmasların içinde sizi bir sanemi hakiki gibi doya doya temaşa edeyim. mahzunane gözlerini bana dikti, emrime tebaan bir müddet kımıldamadı. bir istiğrakı sevda ile yirmi dakika kadar bu şiir levhasını temaşa ettim. sonra dedim ki: işbaa gelmek. doymak firaşı sevda: sevda döşeği vazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir hal cehren: yüksek sesle bigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksız alemi şiir:şiir alemi perestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınma ulviyyatı eşar: ulvi şiirler mübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktaları semavatı sünuhane: akıl semaları çehrei lati latif çehre menkuş: nakşolunmuş bu kadar yetişir. şimdi kımıldayınız. söyleyiniz. artık bu sanemi hüsnde nefhi ruh mucizesini gördüm. bu gülistanı şi'rin bülbüllerini dinleyeyim. benim bu muğfilane sözlerim üzerine gelinin semayı hüsnünden kevakib dökülüyor yahut seri müzeyyenindeki pırlantalar tane tane yüzünden akıyor gibi çeşmanı kebudundan eşkpareler yuvarlanmaya başladı. evet, ağlıyordu. fakat niçin? sözlerimden beni bir adi muğfil gibi mi telakki etti? hakikati anladı mı? şaşırdım. vicdansızlığıma biraz da nadim oldum. ruhum bir riştei manevi ile ona merbutmuş gibi zabtı dumua muktedir olamadım. ağlaya ağlaya o elmasrizelerin sureti nüzulüne bir müddet hayretle baktım. nihayet dedim ki: fakat güzelim, böyle bir leylei mesudeyi gözyaşlarıyla niçin ıslatıyorsunuz? yoksa bu mesudiyette müşterek değil miyiz? cevap vermedi, duvağının ucunu kaldırdı. gözlerini sildi. müteessirane dedim ki: niçin o mukaddes örtüyü eşkalud ediyorsunuz? ateşi muhabbetim kataratı dumuunuzu kurutmaya kafi değil midir? acı, müstehziyane tebessümle yüzüme baktı. bu nazarıyla, hayır! kafi değildir! demek istediğini vazıhan anlattı. bütün sanemi hüsn: güzellik sanemi nefhi ruh: ruh verme muğfilane: aldatıcı semayı hüsn: güzellik seması kevakip: yıldızlar seri müzeyyen: süslü baş çeşmanı kebud: mavi gözler eşkpareler: gözyaşları muğfil: aldatan, yalancı riştei manevi: manevi bağ zabtı dumu: gözyaşlarını zapt etme sureti nüzul: iniş, dökülüş şekli leylei mesude: mesut gece eşkalud: gözyaşlarına bulaşmış kataratı dumu: gözyaşları vazıhan: açıkça bütün mütehayyir kaldım. bu hayretime bir nevi halecan, raşei hiddete benzer bir şeyler de inzimam etti: sözlerimle sizi bizar ediyorsam susayım! fakat sebebinizi bana iki kelimeyle merhameten izah buyurunuz. dedim. mukavves ince kaşlarını yukarı kaldırdı. temevvücatı hevaisi insanın en rakik asabına kadar tesir eden muhteriz, nazik fakat muğberane bir sedayla dedi ki: beyefendi, hiç kukla lakırtı söyler mi? nasıl kukla? nasıl olacak?. işte telli pullu karşınızda duruyor. haşa! sizi kuklaya benzetmek için insan, hüsni maaliden mahrum bir hayvan olmalı. böyle bir söz ağzımdan çıkmadı. niçin iftira ediyorsunuz? bu teşbihiniz sarahaten değil, zımnen vaki oldu. rica ederim, nasıl? ilk emriniz kımıldama, dur', ikinci haydi kımılda, söyle' hitaplarıyla vuku bulmadı mı? işte bundan hissettim. anladım ki. sustu. ben mütehalikane: ey. anladım ki. sonra? anladım ki siz bu köşede cariyenizden evvel telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız! şimdi buna cevap! ben orada dermakamı zınk dedim durdum. ben onu şairliğiftun edeyim derken kadın beni lal etti. eski zevcelerim üzerine olan bu ibham hem zarifane hem muhak raşei hiddet: hiddetten titreme inzimam etmek. katılmak temevvücatı hevai: arzu dalgalanmaları muhteriz: titrek muğberane: gururlu bir şekilde hüsni maali: yüksek hisler sarahaten: açıkça zımnen: dolayısıyla, üstü kapalı olarak mütehalikane: büyük bir çabuklukla, aceleyle kiraneydi. bu sözde ilk zevcelerinizi kukla misali idare etmiş olduğunuzu biliyorum. fakat benim öyle onlar gibi huyutı harekatını elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de şu saatten itibaren biliniz. mealinde dehşetli bir ima vardı. asıl kanıma dokunan cihet, bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle asla sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu. o şimdi duvağı başında bir gelindi. biraz utanacak, sıkılacaktı. ben onun naşüküfte şerminden sermesti huzuz olacak, sehabı emel içinde müstetir bir bikri sevda keşfine uğraşarak hülyaperver perestişkarane kelimatla onu tekellüme davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım. bu dik, haşin sözler bütün hayalatı zifafımı kalbimle beraber kırdı geçirdi. ben, o duvağın altından ne bekliyordum, talihime ne çıktı? bilacevab meyusane ben de bir köşeye çekildim. vukuı hali muhakeme etmek istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyordum. derunumu evvela derin bir hiddet, sonra sebebini pek tefsir edemeyeceğim elim bir rikkat istila etti. badii emrde gelinin terbiyesizliğine hükmettim. bilmem neden? sonra bu hükmüm kuvvetini kaybetti. kendi kendime: evet evet! ben tahkire, bu mücazata müstahakım. zavallı kızcağız kendinden evvel yine bu köşeye elmaslara müstağrak iki gelinin gelip gittiğini biliyor. huyutı harekat: hareket ipleri naşüküfte: açılmamış şerm: mahcupluk sermesti huzuz: zevk sarhoşluğu sehabı emel: emel bulutu müstetir: setredilmiş, saklı hülyaperver: hülyalı perestişkarane: taparcasına tekellüm: konuşma bilacevab: cevap vermeme vukuı hal: durum, vaziyet badii emir: ilk önce, evvela mücazat: karşılık, ceza çektirme müstahak: hak eden, hak etmiş olan müstağrak: gark olmuş üçüncü olarak o mevkii işgal eden, biraz akıbetbin olursa eserei mağlubiyyetinden kendini alamamakta mazurdur. işte öyle karşıdan karşıya bir müddet ben bir medhuşı meyusiyet, o bir istiğnayı mahzuniyet içinde birbirimize bakıştık durduk. yekdiğerimizin hafayayı kalbiyyesini keşfe uğraşır gibi bu muhterizane teatii enzarımız esnasında gelini ilk muamelei baridesinden nedamet gösterir bir halde gördüm, öyle hissettim. imalei nigahından, hafif hafif hareketlerinden, göğüs geçirir gibi teneffüslerinden, bütün o mahzuniyyeti mutazallimanesinden öyle rakik manalar tayeran ediyordu ki bu zihayat muammayı şi'rin her nüktesi elmasların parıltılarını şevahit gibi bilikame kendini haklı, beni haksız çıkarıyordu. bu pürşaşaa levhayı tazallumu gönlüm, gözlerim kamaşarak temaşa ettim. bir gaşyi sevdaya düşer gibi oldum. kalben, bu kadar hırçın olmasan galiba ben seni seveceğim. dedim. meğer sevmişim, o dakikadan itibaren bedbaht bir sevdazede olmuş, ne müthiş bir uçurumun kenarında dolaştığımdan haberim yokmuş. fakat hala bundan da üç dört günde arzumu alırım zannediyor, bir muhabbeti şedide ile gönlümün ona merbut kalacağına kat'an ihtimal vermiyordum, böyle bir şey hatır ve hayalimden geçmiyordu. geçse bile ne olur? zevcem değil mi? zevceye fartı muhabbet dünyada en arzu olunur bir saadet akıbetbin: geleceği gören eserei mağlubiyyet: yenilginin sonucu medhuşı meyusiyyet: ümitsizlikten dehşete düşme istiğnayı mahzuniyyet: mahzunluk içinde olma, çekinme hafayayı kalbiyye: kalp sırları muhterizane: ihtiraz edercesine, çekinerek teatii enzar: birbirine bakma muamelei baride: soğuk davranış imalei nigah: göz çevirme mahzuniyyeti mutazallimane: şikayet dolu mahzunluk tayeran etmek. uçmak zihayat: hayat sahibi, canlı bilikame: meydana koymasıyla levhayı tazallum: tazallum levhası gaşyi sevda: sevda mesti olma, sevdadan kendinden geçme fartı muhabbet: aşırı sevgi değil midir? her şeyde kendimi haklı görür, her hatvei harekatımı gururı nefse tebaan atarken bilmem bu meselede ne oldu? o rakik kalpli geline bütün maasii maziyyemi affettirmek için hemen gayriiradi denecek bir halde kalktım, yanına gittim. ayaklarının önünde cebhe berzemini tazarru olarak: meleğim! hakikati bilmeden bigayrı hak beni itham etmeyiniz. rumuzla anlatmak istedikleriniz hakkında kader bana rahm etmedi. her maznunu söyletirler, sonra leh veya aleyhinde hüküm verilir. kanunı adalet böyledir. fakat bu gece kölenizi öyle elim ifadat ızdırabına düşürmemek için bu muhakememi atiye taalluk ediniz. huzurı vicdanınızda tebriye edeceğime şüphem yoktur. artık talihimin bana ruyı tebessüm gösterdiğine siz bir delili celi değil misiniz? hayır delil değil, işte siz o tebessümün kendisiniz. talii nasaziden döndükten sonra sizin semahati lutf u rahmda ondan geri kalacağınıza ihtimal veremem. ah o güzel gözleriniz. dedim. bir savleti mafevka'lgaram ile bir elimle belinden, diğeriyle ellerinden yakaladım. müspet menfi elektrikle mehmul, müheyyayı iştial iki cisim gibi vücutlarımızın bu temasından nazardan nazara berkendaz olan şerareler ikimizi de haddine payan tasavvur olunamaz bir lerzişi huzuz içinde bıraktı. gelinin çeşmanı süzüldü, bana da bayılmak. hayır. hatvei harekat: hareket adımları, tavırları maasii maziyye: maziye ait günahlar cebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmek bigayrı hak: haksız yere maznun: zan altında bulunan taalluk etmek. bırakmak tebriye etmek: temize çıkmak, aklanmak ruyı tebessüm: güler yüz delili celi: açık delil talii nasazi: kötü talih semahati lutf u rahm: lütuf ve merhamet cömertliği savleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırma müheyyayı iştial: parlamaya hazır berkendaz: parlayıcı lerzişi huzuz: hazdan titreme bayılmak değil, fartı telezzüzden canım çekiliyor gibi bir hal geldi. bütün vücudundan kabarıp inen sinesinden gülbüni bahar gibi intişar eden hevayı muattara karışan takatşiken sıcak nefesi birkaç saniye teneffüs ettim. bedia, o nazik vücudundan memul edilmez bir kuvvetle birdenbire silkindi, kollarımın arasından kurtuldu. o baygın nigahı vehleten değişti. gazubane bir suret aldı. hışımla bana bakarak: beni bırakınız beyefendi. sizin sıkça sıkça oyuncak kırar yaramaz bir çocuk olduğunuzu biliyorum. fakat dikkat ediniz, bu defa elinize geçen oyuncak polattandır. onu kırayım derken muhakkak bir tarafınızı incitirsiniz. sonra size yazık olur. dedi. bu ikinci tahkir; tesiri harareti şehvetle gevşemiş asabım, bütün suhuneti kalbim üzerine buzlar yağar gibi beni o müntehayı telezzüzden gaibei ıztıraba düşürdü. şimdiye kadar benatı havva'dan hiçbirine karşı bu tezellül ihtibar etmemiş, yine ömrümde hiçbir kadın ağzından bu yolda hakarete uğramamıştım. vehleten bir rüyayı saadetten uyanır gibi kendimi toplamaya uğraşarak birkaç hatve açıldım. manidar nazarlarla gelini tepeden tırnağa süzerek: affedersiniz hanımefendi! kendinizi oyuncaklığa layık görmediğiniz karşınızdaki erkek, size eğlence olmak tenezzülünden müstağnidir. vücudunuz bir zevcin nevazişine tahammül edeme fartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz alma gülbüni bahar: bahardaki gül fidanı hevayı muattar: muattar hava takatşiken: takat kesen, tahammül edilmez vehleten: birdenbire tesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesiri suhuneti kalb: kalp sıcaklığı müntehayı telezzüz: zevkin son noktası gaibei ıztırab: ıztırap boşluğu ihtibar: tecrübe etme hatve: adım nevaziş: okşama yecek kadar nazikse bunu evvelden düşünüp tezevvüçten ihtiraz etmeliydiniz. gelin, aynı tavrı mağrurane ile: beyefendi, malumı alinizdir ki tezevvüç emrinde ekseriyetle kızların reyi sorulmaz. bunu velileri tensip eyler, onlar da ıztırari kabul ederler. demek ki bu hacleyi teşrifiniz ıztırari vuku buldu? pembe, rakik dudaklarını kıvırarak: hakikati biraz geç anladınız ama her halde zekavetinizi tebrik ederim. bu son tahkire karşı artık olanca izzetinefis, bütün gururı recülanem isyan etti. bu terbiyesizi daha ziyade söyletmeye lüzum görmeyerek neye uğradığımı bilmez bir halde zile bastım. işlemeli başörtüsü, koyu nefti ipekli entarisi ve beşuş bir çehre ile içeri giren yenge kadına elimle gelini göstererek: hanımın içine sıkıntı bastı. biraz hava almak istiyor. kendisini dışarı çıkarınız. valideme de söyleyin buraya gelsin. dedim. bu söz, beynine birkaç okkalık taş fırlatmış gibi yenge hanım üzerinde bir şiddeti tesir gösterdi. beşaşeti derhal mübeddili dehşet olarak gözleri büyüdü. evvela ne diyeceğini bilemeyerek birkaç aaa. savurduktan sonra biraz kendini toplayıp: üstüme iyilik sağlık! o nasıl lakırtı öyle?. ötekileri birer ikişer sene sonra savmıştınız. bu zavallıyı ilk geceden mi kovuyorsunuz? ben ne gelini dışarı çıkarırım ne de validenizi çağırırım. beyefendi, aklını başına topla. bir kere şu karşındaki kızın yüzüne bak. kıyamadan bu hakareti biçareye nasıl ediyorsun? artık tezevvüç: evlenme ihtiraz etmek: çekinmek, kaçınmak ıztırari: zorla, mecburen hacle: gelin odası, gerdek rakik: ince gururı recülane: erkeklik gururu beşaşet: güler yüz mübeddili dehşet: dehşete tebeddül etme, dönme böylesini bir daha bulamazsın. o da ana baba evladı. elin kızına yazık değil mi? öyle şey olmaz. oturun barışın. aman allah'ım bunun neresini beğenmedin? dedi. elleriyle yüzünü kapadı. bu sureti şedidede mukabelei hakarete galiba muntazır olmayan gelin hanımın çehresi fartı infialden gül pembesi bir renk aldı. kendini himayeten yenge kadının sarf ettiği sözleri nefsi mağruranesine karşı aynı hakaret telakki ederek gelin yerinden kemali taazzumla serpilip kalktı. timsali unf u gururu tecsime uğraşır mahir bir aktris gibi pırlantalı başını havaya kaldırarak refik, bülent bir tavır aldı. bu son sadayı tahkirin ihtizazatı hiç kulaklarımdan zail olmaz. yengeye hitaben dedi ki: yenge hanım. yenge hanım! ağzından çıkan sözleri kulakların işitsin. beyefendi beni değil, ben beyefendiyi beğenmedim. dışarı çıkmak için ayaklarım senin muavenetine muhtaç değildir. beyin validesini çağırın da dertleşsinler. yenge hanım aaların en büyüklerini asıl işte burada kopardı. ben büyük bir hiddet, yenge kadın tarif olunmaz bir hayret içinde iken gelin latifü'lcereyan bir ırmak haline girmiş kehkeşan gibi pırıl pırıl mütemevvici envar bir hıramı samansuz ile akıp yürüdü. hatavatı tahkir ile çiğneyip geçtiği o haclei felaketimin kapısı önünde durdu. başını çevirdi. bir edayı muzafferane ile bana amik, manidar bir nazar fırlattı. meğer bu bakışıyla, sureti şedide: şedit surette, şiddetli mukabelei hakaret: hakarete karşılık muntazır: bekleyen fartı infial: aşırı hiddet nefsi mağrurane: gururlu nefis kemali taazzum: azamet sadayı tahkir: hakaret sadası latifü'lcereyan: akışı güzel mütemevvici envar: nurlarla dalgalı hıramı samansuz: huzur bozan salınış hatavatı tahkir: tahkir adımları amik: derin kalbine açtığım cerihayı sevdayı şimdi sen bir iğne deliği kadar bile hissetmiyorsun. bak onu ben nasıl tavsi edeceğim? ne mertebe hunalud bir hale getireceğim. onun çareyi iltiyamını mümkün değil bulamayacaksın. demek istermiş. o nazarı amikin bu manayı müdhişini o zaman değil, pek sonra anladım. filhakika gönlüme öyle bir cerihayı iltiyamnapezir açtı ki onu her gün bir iğne ile kurcalayarak kapanmasını menetmedeki maharetine hayrette kaldım. işte o yara işliyor. hala işliyor.nakili sergüzeşt naki bey'in bu noktada rengine hafif bir humret geldiğini bilmüşahede, isterseniz bir limonata takdim edeyim. dedim. hayır birader, hayır! serencamın daha limonata içilecek yerlerine gelmedim. göreceksiniz ki oralarda aman allah, yanıyorum!' diye bağıracağım. cevabını verdi. hikayesine devamla: bana o nigahı manidarı atfından sonra gelin öyle pürşaşaa bir azametle oda kapısından çıktı. yenge kadın bana, ben yenge kadına mütehayyirane bakışakaldık. beş on dakika sonra o hayretten biraz kendimizi toplayınca yenge kadın sordu ki: beyefendi, şimdi ne yapacağız? bu kızı şu saatte bir arabaya koyup pederinin hanesine göndermekten başka bir yapacağımız yoktur. hiç alelacele öyle şey olur mu? durun bakalım, kızın fikrini, derdini anlayalım. artık bunun anlaşılmayan bir ciheti kaldı mı? işte hepsini açık söylüyor. benden hoşlanmamış. ama siz hoşlanılmayacak bir delikanlı mısınız? cerihayı sevda: sevda yarası hunalud: kana bulaşmış nazarı amik: derin bakış filhakika: hakikaten, gerçekten cerihayı iltiyamnapezir: iyileşmesi mümkün olmayan yara humret: kızıllık bilmüşahede: görerek tabiat bu ya! hoşlanmayabilir. zorla güzellik olur mu? belki bir başkasını seviyor. belki o sevdiği benden çok güzeldir. çünkü buna başka mana veremiyorum. sus beyim sus. ah şimdiki kızlar. gideyim validenizi çağırayım da işi bir müzakere ediniz. fakat şey. siz bu kızı sevdiniz mi? benden hoşlanmayan bir kızın nesini seveyim? dünyada kadın kalmasa yine böylesine tenezzül etmem. öteki zevcelerim bundan güzeldi. sen pekala bilirsin. bilirim bilirim. işte onların ahı çıkıyor zannederim. şimdi benim tandırname dinlemeye vaktim yok. ahı mahı ne olacakmış? bu gece defederiz biter gider. haydi, sen validemi gönder. çağırmaya lüzum kalmadan o esnada validem alı al, moru mor bir halde odadan içeri girdi. bitabii fütur ile bir kanepenin üzerine yığıldı. bir müddet o bize baktı, biz ona baktık. nihayet bana hitaben dedi ki: bu ne demek olacak oğlum böyle? pederini odasında hafakanlar boğuyor. kızı dışarıda o halde görünce ben de öldüm öldüm de dirildim. nasıl halde? nasıl olacak? iki gözünün yaşı yağmur gibi akıyor. yenge ile mütehayyirane birbirimize bakıştık. istiğrabımı bir türlü yenemeyerek sordum ki: o kız ağlıyor mu dışarıda? git de marifetini gör. daha ilk geceden bu hakaretler reva mıdır? pederine, bana acımadınsa bari gelinin duvağına hürmet edeydin. bunu da öteki bıraktığın kızlar gibi mi zannettin? bu şöyle böyle bir adamın kızı değil ki. onlar bizden kibar. kızlarını dışarı vermiyorlardı. bin türlü rica minnetle aldık. elinden uçanla bitabii fütur: usanma, bezginlikyorgunluğu mütehayyirane: hayretle, şaşkınlıkla istiğrap: şaşkınlık kaçan kurtulmuyor. türkçe, fransızca okuma yazma. nakış, dikiş, biçme kesme. piyano, keman, her türlüsü. birinci derecede artist' olduğunu zaten görünce anladım. halt etmişsin. niçin olsun arsız'? lakırtı söylerken yarı beline kadar kızarıyor. gayet irfanca lügatli sözler söylüyor. bazı lakırtılarını ben bile anlayamıyorum. işte hep bu halleri artist'liğinden ileri geliyor. niçin inat ediyorsun naki? sana arsız değil diyorum. valideciğim, ben arsız' demiyorum, artist' diyorum. fransızlar hünerli olanlara böyle derler. fransızlar hünerlilere arpis' mi derler? o zavallılar başka takacak isim bulamamışlar mı? aman, ne derlerse desinler. şimdi bana o lazım değil. aranızda ne geçti? onu anlat bakalım. uzun uzadıya sözüm yok. şu anda o kızı bir arabaya koyup babasının evine göndermeli. anlıyor musun validem? şu anda. öyle ya, benim o kadar aylık emeğim, bunca masraf berhava olsun. alemin dedikodusunu da düşünmeyelim. beyefendi hoşlanmadı diye ilk gecesinde kızı arabaya koyup babasının evine gönderiverelim öyle mi? naki, burasını iyi bil. bundan sonra karı diye damlara çıksan büyük sözüme tövbesenin için görücü gezmem. işte bu evlenmen son evlenmendir. artık el kızlarının başlarını nara yakmam, allah'tan korkarım. şimdi bir arabaya koyup gönderin sözleriyle bört bört böbürlenme öyle. o da senin başına kusmadı ya? zaten kız yalvarsan durmuyor. bir araba getirin, babamın evine gideceğim. bu gece beni burada alıkorsanız kendimi kuyuya atarım. diyor. işte pekala mademki o da öyle arzu ediyormuş, kendini kuyuya atmasına meydan vermemek için gönderin gitsin. naki, doğru söyle, kıza ne yaptın? az buz hakaret görmekle duvağı başında bir gelin bu sözü söylemez. hiçbir şey yapmadım. berhava olmak: boşa gitmek hiçbir şey yapmadan bu rezalet çıkmaz. hele hele doğru söyle. valideciğim, siz şimdi onu gönderin, işi sonra size anlatırım. eğer beni haksız bulursanız temin edeceğiniz mücazata razıyım. validem hiddetle gözlerini açarak şimdiye kadar kendisinden hiç görmediğim bir unf u şiddetle: halt etmişsin hayırsız! ben öyle ilk geceden babasının evine kız göndermem. hep senin sözün değil, bu defa da benimki olacak. bu işi nasıl berbat ettinse gel yine kendin öyle temizle. kız bizim sözümüzü dinlemiyor. gel, yalvar yakar, ne yaparsan yap, bu gece kendisini alıkoy. yarın ben alemin, bahusus kız anasının yüzüne nasıl bakacağım? işte ayak diriyorum, mutlak bu iş böyle dediğim gibi olacak. inadından dönmezsen şimdi buraya pederin de gelecek, ona ne cevap vereceksin? zavallı adamın yüreğine mi indireceksin? pederin bu emri verdi, beni sana gönderdi. bize itaat etmezsen ananı babanı yok bil. başka lam cim yok. bu akşam mutlak bizim sözümüz olacak, mutlak, mutlak, mutlak! inatçı kafan işitiyor mu? bir tehevvüri meyusane ile yerimden fırlayarak: bu emriniz bence kabili icra değildir. ihtimali yok. sözünüzde ısrar ederseniz siz de beni yok biliniz. kıza o kadar acıyorsanız bari ben kendimi kuyuya atayım da mesele kapansın. başka sevdiği bulunan bir kızı ben zevceliğe kabul edemem. böyle bir meselei mühimmede ana baba ısrarı para etmez. bu son sözlerime karşı validemin ağzı açık kaldı. bir nazarı iştibahla beni süzerek: allahtan kork hayasız! tek sözüm olsun diye elin bakir kızına iftira atmaya utanmıyor musun? iftira atmıyorum. yanınızda söyleyeyim. hep işitiniz. benden hoşlanmadığını alenen itiraf ediyor. işte işte burada yenge hanım da işitti. bahusus: özellikle tehevvüri meyusane: ümitsiz bir öfke kabili icra: icrası mümkün nazarı iştibah: şüpheli bakış bir kız çergeden gelse ilk gecede yine bu sözü söylemez. yenge hanımı şahit tutma, inanmam. şu odadaki kanepeler, sandalyeler bütün eşya lisana gelip şehadet etse yine inanmam. kızın mensup olduğu familyanın kişizadeliğini, namusunu, terbiyesini bilmiyor musun? hiç onların kızından öyle şey memul müdür? efendim, halep oradaysa arşın burada. şimdi pederim, sen, bütün ailemiz efradı, kızın yanına gideriz. cümlenizin huzurunda ben kendisinden sorarım. vereceği cevabı hep işitirsiniz. ondan sonra ita edeceğiniz hükme razıyım. bu maayibiyle kızı kabul et. derseniz ederim. artık buna bir diyeceğiniz kaldı mı? bu teklifim kabul edildi. büyük salonda pederim, validem, bütün efradımızdan mürekkep adeta divan kuruldu. ortaya, biri müddei, diğeri müddeaaleyhin kuuduna mahsus iki sandalye vazedildi. kübera düğünlerinde zifaf gecesi kızın validesi vesair taallukatından kimsenin güveyi evinde kalması adet olmadığından o gece orada gelin hanım mensubiyetinden ihtiyar bir dadı kalfa ile bir çeyiz halayığı, bir de tuvaletçisi sıfatıyla bulunan bir matmazelden başka kimse yoktu. müteaddit lambalarla beraber salonun ortasındaki büyük avizeyi de yakmışlardı. gittim, ortada ihzar edilen sandalyelerden birine oturdum. gelini celp için haber gönderildi. bilaistigna geldi. deminden beri selsebili kehkeşan gibi önümden akıp giden o gelin, bu defa şahabı safiye bürünmüş burcı afitab manzarasıyla kapıdan göründü. duvağını sol tarafına atmış, elinde ipek dantel mendil. avizeden dökülen baranı ziyaya karşı her hareketiyle bin lema isar ederek yürüdü. o reftarı dırahşanı hepimizin gözle çerge: çingene çadırı maayip: ayıplanmış bilaistiğna: nazlanmadan selsebili kehkeşan: kehkeşan selsebili şahabı safi: saflık kıvılcımı burcı afitab: güneş baranı ziya: ışık demeti reftarı dırahşan: salına salına yürüyüş rini kamaştırdı. hıramı latifine ben değil, oradaki bütün kadınlar bile hayran oldu. aheste aheste, salına salına geldi, yanımda oturacağı sandalyenin önünde durdu. tarzı nazikesini ifhamdan aciz olduğum ihtiramkarane derin bir temenna ile huzzarı selamladı. yerine oturdu. yemin ederim ki o temennayı öyle, fransızların sanatı sahnece mabihiliftiharı olan meşhur sarah bernhardt bile edemez. bu mahkemenin riyasatını deruhte eden pederim bana hitaben: oğlum! hanım kızımız aleyhinde bazı müfteriyata cüretle bu gece kendisini hücrei zifaftan tardetmiş olduğunuz, vukuı hal ve validenizin ifadesiyle sabit oluyor. sen nasıl oğlumsan o da kızımdır. hakikatin bütünü için bu gece ikinizi de söyleteceğim. evvela sen macerayı hikaye et bakalım. sonra da hanım kızımı dinlerim. ben: efendim, sözlerimde zerre kadar iftira yok. mesele de karışık değil, pek vazıhtır. birkaç cümle ile arzı hakikat edebilirim. yanımdaki menkuhem bu izdivacı kendi rızasıyla değil, pederinin icbarıyla, ıztırarıyla kabul etmiş. bendenizden de hoşlanmamış. icbarı ibtidaiye bir icbarı sani ilave etmedense kendilerini hanei pederlerine iade eylemek elbette hayırlı olur zanneder, lutf u merhameti pederanenizden bunu istirham eylerim. böyle yüz yüze iftira denaetini kabul edecek hilkatte değilim. kendilerinden sorunuz, cevap versinler. hıramı lati latif tavır huzzar: hazır bulunanlar mabihiliftihar: kendisiyle övünülen riyasat: reislik deruhte etmek. üzerine almak müfteriyat: iftiralar tardetmek: kovmak vukuı hal: gerçekleşen durum icbar: zorlama icbarı ibtidai: ilk zorlama icbarı sani: ikinci zorlama denaet: alçaklık bu ifadem üzerine salonun içinde allah esirgesin, bu nasıl şey? nevinden bir fısıltıdır başladı. gelin, hıçkırıklarını men için dantelalı mendilini gözlerine götürdü. bu giryesi bir nevi, itirafı cürm demekti. pederim, gelinin teskini girye ve teessür etmesini bir müddet bekledi. nihayet bu isnada karşı cevabınız nedir? sualini irat etti. zevcem hanım, mendili yüzünden çekti, zayıf bir seda ile söze ibtidar etti. fakat rica ederim, müdafaasına can kulağıyla dikkat buyurunuz. aynen hatırımdadır. bilmem ki bu sözleri hangi avukat mektebinde tahsil etmiş. müdafaaya işte şöyle girişti: huzurı alinizde ağlamak küstahlığında bulunduğumdan dolayı evvelbeevvel mürüvveti afvınızı temenni eyler, eğer bu bir kabahat ise onu şu kataratı sirişkimin masumiyetine bağışlamanızı istirham ederim. şu mukaddemei makal pederimin nazarı dikkatini fal taşı gibi açtı. çünkü o, ömründe bir kadın ağzından böyle adabı iftitahiyye ile muntazam söz işitmemişti. hatta ben de. bedia sözünde devamla: suali valanıza cevabı şafi verebilmek için biraz mukaddematı ahvale ircayı nazar mecburiyetinde bulunuyorum. zannederim ki bu bapta cariyenizden dirigi müsaade buyurmazsınız. salondaki kadınlar, ne diyor, ne diyor, anlayabiliyor musunuz? istifhamlarıyla yekdiğerlerinden istifsarı keyfiyyet fısıltısına giriştiler. itirafı cürm: suçu itiraf teskini girye ve teessür: üzüntüyü yatıştırma ibtidar etmek: hemen başlamak evvelbeevvel: evvela mürüvveti afv: af temenni etme kataratı sirişk: gözyaşı seli mukaddemei makal: söz başlangıcı adabı iftitahiye: açılış adabı mukaddematı ahval: olayların başlangıcı ircayı nazar: bakışı rücu ettirme, bakma dirigi müsaade: müsaadeyi esirgeme istifsarı keyfiyet: durumu sorma bedia: bir kızın en mühim vukuatı hayatiyyesinden olan şu leylei zifafımda zevcem beyefendiyle muvaceheten böyle maznun sandalyesine şebih bir mevkie ikat edilişim, şu zayıf sedamla semi terahhumunuza isal edeceğim müdafaamın derecei ehemmiyetini ihtar ile bu cariyenizi titretiyor. binaenaleyh maruzatımın bu ehemmiyetle mütenasip bir sureti telakki görmesi lazım geleceği müstağnii beyanidir. mahdum beyefendinin ithamı üzerine teliyle duvağıyla huzurunuza ihzar eylemiş olduğunuz şu gelinin sadayı tazallumu, bu gece üç kadın hukukunu müdafaa ile vazifedardır. o kadınların ikisi biraz evvel derununda tardedildiğim hücrei zifafı libası arus ve saffeti bikrleriyle tezyin ederek nihayetü'lemr talak felaketine uğrayan eski gelinlerinizdir. üçüncüsü de bu felakete namzet olan bu cariyeleri. efendi hazretleri, evvelki bu iki gelininiz ne oldu? bu pek garip bir sual, değil mi efendim? mahdumunuz bir sözüyle dairei karabetinizden tardolunan o elemdidelerin ahvalinden bahis artık nabecadır. onlar beyefendinin nazarı iştihayı meşammı hevesatını oyalamak için halk olunmuş birer çiçektiler. biçarelerin manzarasından bıkıldı, revayihine doyuldu. artık beyefendinin gönlünde onların zehr ü bergini vayedarı füyuz edecek namiyei sevda kalmadı. her taraflarını bir şitayı muhabbet bürüdü. onların harareti şemsleri demek olan beyin sühuneti rağbetin semi terahhum: merhamet kulağı müstağnii beyani: beyandan müstağni olma nihayetü'lemr: sonunda dairei karabet: yan, nezd elemdide: elem çekmiş nabeca: yersiz nazarı iştihayı meşammı hevesat: iştiha nazarları, hevesleri zehr ü berg: çiçek ve yaprak vayedarı füyuz etmek: bereketlendirmek şitayı muhabbet: muhabbet kışı harareti şems: güneş harareti den mahrumen afakı muzlim o zemistanı felaket içinde kim bilir ne acınacak saatler geçirdiler. hakikatte değil, yalnız beyin gönlünde kurumuş oldukları için siz bu saksıları kapıdan dışarıya silkiverdiniz. gelin odasının tezyinatı içine benim için sakladığınız akıbet de bu değil midir? bedia her cümleyi evzaı mahsusa ile bittakyid sedasına gah hazin gah haşin, gah medid gah kısa bir ahengi ifade vererek bu deklamasyon dersini öğrendiği mektebin mucizei tedrisine bizi hayrette bırakıyordu. hücumı mutazallimanesi yekdiğerini takip eden dalgalar gibi afakı efkariye doğru ittisai temevvüc ettikçe çehresi ateş kesiliyor, gözlerinin yaşı kuruyor, fırlattığı müstehzi nazarlarla artık eşki teessür nüzulünü muhataplarının gözlerinde arıyordu. şu mukaddemattan neticei müdafaanın alacağı rengi dehşeti bitteferrüs mukabele için bazı zayıf noktalar yakalamak, dehşetimden bunların ecvibei lazımelerini tehiyye etmek fikrine düştüm. fakat ne mümkün? o sözlerin en amansız meshuru ben oluyordum. pederim bütün bütün şaşırdı. bana ne dersin? neticeyi beklemeden bu kızı susturalım mı? pek ileri varıyor. manasını işrap eder istizahkarane nazarlar fırlatıyordu. lakin ben mağlubiyyeti muhakkakamızı bilmekle beraber yine nihayete kadar dinlemek istiyordum. benim için bu muzikanın güftesi müthiş fakat nağmesi pek latifti. bedia: sühuneti rağbet: ilgi sıcaklığı zemistanı felaket: felaket kışı evzaı mahsusa: hususi şekil bi'ttakyid: kaideye, kuralar bağlı olarak deklamasyon declamation. nutuk, hitabet, söz söyleme sanatı hücumı mutazallimane: sızlanırcasına hücum ittisai temevvüc: geniş geniş dalgalanma bitteferrüs: sezerek ecvibei lazıme: lazım gelen cevaplar tehiyye etmek: hazırlamak sizin için badı şimdi abes görünen o iki gelin birer mazlumı mazi fakat benim için birer ayinei istikbaldir. neticei malumeye kadar şu konak içinde geçireceğim acı ve ızdıraplı hayatımı o ayinelerde dehşetle temaşa edebiliyorum. arabanın ön tekerleği nereye giderse art tekerleği de oraya gideceği meseli malumı zarafetinizdir. bu ayinelerde artık siz bir şey görmek istemezsiniz. onlar sizin için gubaraludı nisyandır. fakat müsaade buyurunuz, şu telli duvağımla bu gubarı nisyanı sileyim. o ayineleri şimdiye kadar bikayıt duran enzarınıza karşı tutayım, hep birden temaşa edelim. birinci gelininiz, beyefendinin derdi iştiyakıyla bitteverrüm vefat etmiştir. lakin sizin haberiniz yoktur. matrut bir gelinin vefatını konuşmaya ne mecburiyetiniz var? bu hal, kabızı ervaha ait bir meseledir.ben artık hikayenin ahirinde limonata içilecek zamanı hulul etmişti zannıyla elimi sürahiye uzatarak naki bey'in yüzüne baktım. ikbal yok mu efendim? dedim. muhatabım bana dalgın dalgın elini sallayarak daha oralara çok vakit olduğunu anlattı. doğrusu ben dayanamadım. bir bardak içtim. bu bedbaht kadının sureti feciai mevtini dilim döndüğü kadar tasvir edeceğim. müdafaanın haddi marufu tecavüz eden bu noktasında pederim şehadet parmağını ağzına götürür. bu gelin kıyafetindeki o avukata sükut işareti verdi. bedia acı bir tebessümle: mazlumı mazi: geçmişin mazlumu ayinei istikbal: geleceğin aynası ayine: ayna gubaraludı nisyan: nisyan tozuna bulaşmış derdi iştiyak: hasret derdi, özlem bitteverrüm: veremden dolayı kabızı ervah: azrail sureti feciai mevt: feci surette ölüm aman efendi hazretleri, pek yufka yürekliymişsiniz. mabadı ifadatımı dinlemek istemiyor, buna da fartı teessür rengi veriyorsunuz. bu rikkati kalbiyyeniz inanılamaz. bu teessürünüz ciddi olaydı mahdumunuzun emri tedibini tutunur, yine o yola kurban edilmek için bir üçüncü kız buldurup aguşı hodkamanesine atıvermezdiniz. pederim artık dayanamadı. bağırarak: gelin misin, avukat mısın nesin? sus artık! gayei maksadın nedir onu söyle. oğlumun terk ettiği iki kadının tercümeihallerine varıncaya kadar tahkik etmiş, her şeyi öğrenmişsin de ona niye vardın? bedia, sesinin perdesini yükselterek mağrurane, affedersiniz efendi hazretleri! maksat münazara ise tekdire hakkınız yoktur. ifadei hakikate muktedir her natıkaperdaz avukat mı addolunur? ben size kavanini adliyye gavamızından bahsetmiyorum. hukukun bu arz ettiğim ciheti sadesini herkes bilir. bundan bahsedenlere cümleten avukat denmek lazım geleydi dünyada her ferdin o nama nispeti icap ederdi. bu keyfiyet, bendenizin felaketi hayatıma taalluk ediyor. sizin için bir kızı kapı dışarı atıvermek kafi. her mesuliyeti de onunla beraber üzerinizden atmış oluyorsunuz. cariyeniz için maslahat öyle değildir. ifadatımı sonuna kadar dinlemeye mecbursunuz. bahis, hakikati bile bile oğlunuza niçin varmış olduğum meselesine gelince bundan da muhtacı izah bir iki noktai mühimme vardır. pederim benim emri tedris ü terbiyeme itina etti. tenviri efkarıma uğraştı. fakat bundaki fikri mahsusu neydi? ne olacak? falan efendinin kızı ne güzel mabadı ifadat: ifadelerin mabadı fartı teessür: fazla teessür aguşı hodkamane: bencil kucak natıkaperdaz: konuşan kavanini adliye: adli kanunlar gavamız: ince noktalar muhtacı izah: açıklamaya muhtaç noktai mühimme: önemli nokta tenviri efkar: fikirlerin aydınlanması okuyup yazıyor! ne mükemmel söz söylüyor!' desinlerden başka maksadı yoktu. bana kudreti tefekkür verecek şeyler tedris ü talim ettirdi. fakat düşündüklerimi mevkii icraya koydurmamak örfüyle. ben her şeyi bileyim, yine onların dairei muzayyıkı muhakemeleri haricine çıkmayayım. işte bu iddiamın en vahim bir misali mahdumunuza tezvicim hususunda görüldü. ben tezvice razı değildim. rızamın tahsiline lüzum görmediler. beni cebren buraya gönderdiler. onlar nasıl inatlarında musır oldularsa ben de öyle maksadımı icraya yani geldiğim gece buradan kendimi kovdurmaya ahdettim. bu işte namusa, haysiyete dokunur bir şey yoktur. ben ne size gelinlik ne de mahdumunuza zevcelik edebilirim. beni bu gece evime gönderiniz. yalnız peder rızasıyla olan düğün böyle olur. işte bu vaka pederime de size de bir ders olsun. pederim öfkesinden morardı fakat zabtı hiddete uğraşarak sordu ki: talebiniz bundan ibaret mi? evet efendim. öyleyse şimdi sizi dadınızla, halayığınızla, matmazelinizle bir arabaya koyup pederinizin konağına götürsünler. yarına eşyanızı göndeririz. fakat bu hareketinizin aleyhinizde ne kadar sui zünun ve kılükali celbedeceğini de düşününüz. artık sizin için tekrar kocaya varmak bitmiş demektir. beğenmeyen oğluna almasın. zaten bendeniz bakir kalmak fikrindeyim. pederim: susunuz yetişir. kudreti tefekkür: düşünce gücü mevkii icra: icra mevkii dairei muzayyıkı muhakeme: baskıcı düşünce dairesi musır: ısrarcı suizünun: suizanlar, kötü düşünceler kılükal: dedikodu bedia'yı o gece mensubini diğer üç kadınla bir arabaya koyup pederinin konağına galdır gıldır gönderdiler. ailemiz efradının cümlesine fevkalade bir şaşkınlık geldi. henüz hepimizin kulaklarında tanini zail olmayan o sözlerin bir kızın ağzından sıhhati suduruna bir türlü inanamıyorduk. o gece haclei felaketimde tek başıma kaldım. yaldızlı sütunlar arasında lanei bimurg gibi boş duran çiçekler müzeyyen gelin kanepesine baktım. bu gördüğüm acip rüya neydi?. bir kızdan bu cüret memul edilir mi? bedia'yı bu suretle harekete sevk eden sebebi hakiki acaba nedir? hakikaten ilk zevcelerimin hatıralarından tevehhüşle mi bu tarikı halası ihtiyar etti? başımı ellerimin arasına aldım, bir tefekküri medide daldım. kızın her sözünün sem'imdeki aksini arayarak her vaz' u tavrını, bütün işmizazlarını nazarı hayalimde tekrar ihyaya uğraşarak beni hakikati matlubeye isal edebilecek bir serrişte arıyordum. ara sıra süzük bakışları ne kadar manidardı? fakat bu zimeal nazarlardan niçin ben bir mana çıkaramıyorum? zifaf odasından çıkarken fırlattığı nazarları adeta hem kaçıyor hem davul çalıyor gibiydi. yok. yok, onlar alelade gazubane bakışlardı. onlarda bana karşı bir zerrei nevaziş yoktu. fakat ben ne için bu nazarların ta cangahıma kadar sureti nüfuzunu elan hisseder gibi oluyorum? kızın hep bu harekatı ciddi miydi? yoksa bazılarında eseri caliyet var mıydı? o gözler parladığı zaman hezar elvan yanardöner kumaşlara benziyordu. onların her şulei elvanından birer mana çıkarabilmek kabil midir? pederimin huzu mensubin: bağı olanlar sıhhati sudur: ortaya çıkma gerçeği haclei felaket: felaket haclesi, zifaf odası lanei bimurg: kuşsuz yuva tarikı halas: kurtuluş yolu tefekküri medid: uzun bir tefekkür, düşünme işmizaz: can sıkıcı tavır hakikati matlube: ulaşılmak istenen gerçek serrişte: ipucu zimeal: anlamlı zerrei nevaziş: gönül alan bir davranış eseri caliyet: gerçeklik belirtisi runda artık hükmi istinafı kabul etmez bir müdafaada bulundu. buraya gelmeden böyle ahdettim. işte ahdime tevfik hareket ediyorum. dedi. hem o sureti ifade ile ifhamı meram etti ki bir daha buraya gelin sıfatıyla avdetine ihtimal bırakmadı. demek evvelce mürettep bir planı varmış, ona tatbiki hareket etti. kimseyle teehhül etmemek fikrinde olduğunu da anlattı. kendini hali tecerrüde mahkum edecek bir kız mı bunda bir sır var. bildiğim bir sözü tahatturla birdenbire dimağımı bir ziyayı hakikat tenvir etti. telehhüfle elimi dizime vurdum. eyvah, bu gece ne çocukça, daha doğrusu ne mecnunane harekette bulunmuşum. dedim. bunda anlaşılmayacak ne var? bu kız mutlak diğer bir delikanlıyı seviyor. valideyni her ne sebepleyse kızlarını bu delikanlıya vermeyi münasip görmemişler. işi örtbas etmek için o aralık tarafımızdan vuku bulan talebi canibi minnet bilerek cebren kızı bize göndermişler. kız gayet hırçın, şımarık bir şey, evde her türlü rezalete meydan okuyarak velilerinden bu suretle intikam aldı. anası babası cidden müstahakkı intikam bile olsalar bu işte benim ne kabahatim var? talihe bakınız. ah ben bu gece çok yanlış hareket etmişim. kız bana ne derece mütecavizane hakaretler ederse etsin ben bunların hiçbirine hiddet göstermemeliydim. hakikat madden konağın içinde bu aleniyeti bulmamalıydı. peder ve maderim işten haberdar olmamalıydılar. o zaman ben ona benim gibi bir zevce karşı daha ilk gecede böyle planlı komedya oynamayı gösterirdim. lakin iş bütün bütün derecei istihaleye gelmedi ya? daha kızı tatlik etmedim. şu anda tahtı nikahımda bulunuyor, ilanihaye boşamam vesselam. ben o telin duvağın haracını ondan almazsam insanlıktan istifa ederim. dur bakalım, bedia hanımefendi. ben de bir komedya planı tertip edeyim de eğer oyunun ikinci perdesi, oynadığınız birinci perdeden daha parlak olmazsa sen de beni zevceliğe seza görme. şimdi bir plan, hükmi istina yeniden başlama hali tecerrüd: tecerrüt hali, her şeyden uzak olma müstahakkı intikam: intikamı hak etmiş derecei istihale: imkansızlık derecesi ilanihaye: sonuna kadar mükemmel bir plan. bilmem ki tiyatro muharrirleri planlarını nasıl tertip ederler? mürettep bir plana göre tasnii vakayi kolay. azayı vakayı işittiğin hilkatte icat edebilir, bütün vukuatı dilhahane, bittevkif kalemin ucuna takar, sürükler götürürsün. fakat alemi hakikatte keyfiyet bu kadar sade mi? vukuat senin değil, sen vukuatın içine tabisin. hanımefendi bize oyununu oynadı gitti. şimdi efendim nerede, ben nerede? aramızda bu kadar mesafe var. komedya mukabelesi pek kolay olmayacak. ne ise. revişi vukuata bakıp ilk fırsatlardan istifade etmekten başka çare yok. planımın zemini şunlar olmalı: evvela, bedia'yı ıtlak etmemek. saniyen, zevce hanımefendinin rübudei sevdası olduğu delikanlıyı keşfetmek. işte burada mesele fevkalade ehemmiyet kesbediyor. o herifi keşfe muvaffak olursam zevcemle olan macerayı muaşakalarını uzaktan itidali demle temaşaya nasıl tahammül edebileceğim? beyin karısı, falan beyi seviyormuş, namı ailesini bir metaı rezalet gibi pazarı sevdaya çıkarmış pamal ediyor da herif karıyı niçin boşamıyor? galiba şiddetle kadında gönlü varmış. kabilinden aleyhimde hep bu güft ü gular olacak! keyfiyet evvela namusı ailemize, sonra da pederimin kulağına intikal edecek. bizim plan sarpa saracak. o gece payanı bulunmaz bir ummanı tefekkür içinde döne dolaşa bitap kaldım. sabaha karşı yatak odama çekildim. perestei muhabbetten hali o müzeyyen döşek, o tüllü atlaslar, bürümcüklü tasnii vakayi: vakaları uydurma azayı vaka: olayın kişileri dilhahane: gönlün isteğine göre bittevki alıkoyarak revişi vukaat: olayın gidişi rübudei sevdası olmak: sevdasına tutulmak itidali dem: soğukkanlılık metaı rezalet: ayıplı mal pamal etmek: ayaklar altına almak güft ü gu: dedikodu ummanı tefekkür: derin düşünce salkım salkım ipek kordonlu, püsküllü cibinliğiyle bir takım zifaf gibi karşıma çıktı. gözlerimi yumdum, içine atladım. uyuyor muyum, uyanık mıyım? gözlerimin önünde dolaşan şeyler hayalet midir, hakikat midir fark edemiyordum ki. gözlerimi kapasam da kapamasam da bedia, libası arusuyla pırıl pırıl karşıma geliyor. yalnız gelse ala! koltuğunda bir de delikanlı var. bütün durbini dikkatim işte ona matuf. rakibim olacak bu herifi görür gibi oluyorum. fakat fal açan kıptiyelerin gaipten ihbarları gibi esmer mi desem, sarışın mı desem? endamca çehrece nasıl? buralarını pek seçemiyorum. bu müphem rüyetler içinde bir müddetyorulduktan sonra rakibim nazarı hayalimde aynen aynalı bakıcının derunı miratta müşahedei eşhas u eşyayı gaibe eylemesi kabilindenbir şekli muayyene girer gibi oldu. kısa boylu, tombalakça, sarı az bıyıklı. açık mavi gözlü, şık kıyafetli, civelek bozması bir şey. bu gece benim yerime bedia'ya kim bilir, alemde neler olmazgüveyi giren herifi bu eşkalde tasavvur ettim. lanei zifafımdan pervaz eden kumru, bu yarı dilpesendine mülaki olmak için beni haclei hüsranda avare bıraktı. diyordum. ne kadar tebide, def'e uğraşsam bu iki hayaleti müzicenin şebekei ayniyyemde tahayyülen teressümden kendimi kurtaramıyorum. huzurı hayalimi yalnız vücutlarıyla değil, evzaı harekatlarıyla da ihlal ediyorlar. tek durmuyorlar ki. rakibi muhayyelim olan herif müstehziyane bir tebessümle bedia'nın libası arus: gelinlik derunı mirat: aynanın içi müşahedei eşhas u eşyayı gaibe eylemek: yitmiş kişileri ve eşyaları göstermek lanei zifa zifaf yuvası pervaz etmek: uçmak yarı dilpesend: gönül bağlayan yar, aşık mülaki olmak: kavuşmak tebid: uzaklaştırma, kovma hayaleti müzice: rahatsız eden hayalet şebekei ayniyye: göz ağı tek: uslu kolundan anlat bakalım, macerayı zifafın nasıl oldu? tavrıyla çekiyor. bedia, pederimin huzurunda eşki teessürünü sildiği dantela mendili bu defa meni kahkaha için ağzına götürerek: oradaki müdafaamı işiteydin beni alkışlamadan avuçların şişerdi. cevabını veriyor, sonra bu hüsni muvaffakiyyetlerini tebriken yekdiğerlerini deraguş ediyorlar. bu çekilir manzara mıdır? kış! ya şeytan kış! şeytan hariçte değil ki beynimin içinde! kıştan pıştan anlamıyor. işte böyle iki hayal bir de ben, gah alemi mana gah maddede boğuşa boğuşa sabahı ettik. bu rüyaları hüsni tabir edecek bir muabbir bilmiyorum ki ona müracaat edeyim. gece gıyaben karşımda isbatı vücud eden rakibi bedhahımı acaba gündüz nerede bulabileceğim?. kıptiyelere mi fal açtırayım? remilci hocalara mı müracaat edeyim?. yoksa eyüp'teki niyet kuyusuna mı gideyim? aynalı bakıcı sağ mı? o pek iyiydi. sen ne kaybedersen et hiç korkma. o aynada derhal bulur. kaybolan eşya kimlerin desti sirkatine geçmiş, nerelere saklamışsa sana noktası noktasına haber verir. fakat sen git artık oralarda mal ara! bir habbe bulabilirsen aşk olsun! sonra tekrar müracaat et. dediğiniz yerlerde bir şey bulamadım de. buna alacağın birinci cevap, fal açtıranın tediyei saniyyesini taleptir. çünkü nezir tasfiye olunmadan fal açılmaz. beyoğlu mağazaları gibi fiyat maktu, hile yok. sermaye nedir, kar ve zarar neden ibaret? onu bakıcı da bilmez. la yalemü'lgaybe illallah ücret toka edildi mi aynayı eline alır. huh diye bir kere huhlar. sathı mücellayı mirat bulanır, adın nedir? sualini irat eder. karşısındaki biraz ahmakçaysa kaybedilmiş eşyayı da sorar. nevi gaybı senden anlar. badehu ustalıkla yine sana haberi fi'lgayb suretinde satar. mesela naki ismini verdin değil mi: naki'nin perisi hüsni tabir etmek: yorumlamak muabbir: yorumlayan tediyei saniyye: ikinci ödeme la yalemü'lgaybe illallah: gaybı allah'tan başkası bilemez. sathı mücellayı mirat: aynanın parlak sathı haberi fi'lgayb: gaipten haber gel, dağda isen gel, bayırda isen gel, derede isen gel, denizde isen gel. kelimatıyla perini davet eder. kahvesiz şerbetsiz kuru bir davet. bunun bir de ziyafetlisi vardır ki o müddeabin mevhumeyi doyurmak her kesenin harcı değildir. siz dağ bayır dolaşmadığınız halde perinizin ne kadar tenezzüh meraklısı olduğuna şaşarsınız. nihayet aynada panorama başlar. galiba periniz lütfen teşrif eder. onu aynada yalnız bakıcı görür, siz göremezsiniz. bu bakıcılarda her şey mevhum ve müphemdir. mangır dedin mi yalnız o muayyen, madeni ve yuvarlak olmalı, ele avuca dokunmalı. valideme işi açsam bedia'nın aşıkını taharri yolunda bütün bakıcılara çok para kazandırırım ama ayna içinde, kuyu dibinde bulacağımız aşığı benim rüyada gördüğümden pek farklı olmaz. onu ben şimdi sizi gördüğüm gibi görmeli, çalyaka etmeliyim. o gün öğleye yakın pederin odasına davet olundum. zavallıyı pek meyus, validemi de kederinden hasta buldum. bu yeislerini bana da sirayet ettirmemek için ikisi de cebri bir beşaşet izharına uğraşıyorlardı. peder beni görünce zoraki bir tebessümle: sen gel bakalım küçük bey. neydi o akşamki bora?. hepimize geçmiş olsun. dün gece bundan başka acip rüya görmedin ya?. plan ahkamına müracaat benim için işte burada başlıyordu. akşamki gördüğüm kulunç nüshası gibi erkekli, dişili hayali müzaifi anlatsam uymaz. kız hakkında peyda olan şüphelerimi açsam bu hiç hesabıma gelmez. o saatte kızı tatlik için beni icbara kalkarlar. ben onu öyle kolayca bırakır mıyım? idarei maslahat için zihnen müstahzır hiçbir cevabı makul de yok. işin enini boyunu hesaba henüz vakit olmadı. planımı yürütebilmek için mehmaemken valideynimin nazarlarını bedia'nın lehine celbetmek lazım. işte bu vadiye bir girizgah bulmak üzere pederimin sualine cevap olarak dedim ki: hayır efendim, dün gece hiçbir acip rüya görmedim. rahatı kalble uyudum. hatta zatıalinizin dün geceki bora' vasfıyla yad ettiğiniz vakada bora denecek bir fevkaladelik görmedim. mehmaemken: mümkün olduğu kadar, olabildiği kadar pederim istiğrapla: o kahpenin hepimiz hakkındaki tecavüzatı lisaniyyesi semi bikayd ile dinlenecek herzelerden miydi? kabahat onda değil. asıl tedbirsizlik kulunuzda oldu. nasıl? duvağını açtığım zaman yüzüne baktım. kendine işittirecek mertebede bir seda ile: pek güzel değil ama ne ise!' dedim. bunu duydu, ifrit kesildi. mutallakalarım hakkında serzenişlere girişti. onlara yaptığınızı bana da mı yapmak fikrindesiniz?' dedi. ben de, ihtimal. cevabını verdim. o söyledi, ben söyledim. nihayet canım sıkıldı. oda kapısından dışarı kovuverdim. nazlı, kıymetli büyütülmüş. bu hakarete tahammül edemedi. keyfiyet o gördüğünüz neticeye kadar vardı. artık kendini zapta muktedir olamadı. ettiğim muameleye göre bir dereceye kadar mazurdur, zannederim. senin asalet ve terbiyenden muntazır olan şey, ilk geceden geline bu yolda muamele etmen miydi? öyle ise kız eski zevcelerin hakkındaki muhakemesinde pek haksız değilmiş. haysiyeti ailemizi muhil bir harekete cüretten sıkılmadın mı? vallahi efendim, bu hareketim hemen gayriihtiyari denecek bir surette vuku buldu. neye uğradığımı anlayamadım. bana büyü mü yapıyorlar? ne yapıyorlar bilmem ki. sus, sana kim büyü yapacak?. haydi buna eski karıların yaptı diyelim. ya onlara kim yapmıştı? onları niçin bıraktın? validem elini alnına götürüp düşünerek dedi ki: doğru doğru, bu işte büyü var. dün geceki gelinin dediği gibi, eski karılarından birincisi vefat etmiş. fakat ikincisi daha ölmemiş. tekrar sana varmak için hoca hoca dolaşıyormuş. ben de diyorum. bunlar akla sığacak işler değil. tevekkeli değil. efendi, odasının kapısına da bir tavşan başı astırayım. yedi dükkan süprüntüsü, güneş doğmadan alınmış güvercin tersi, çörek otu, tecavüzatı lisaniyye: tecavüzkar sözler semi bikayd ile: kayıtsız bir kulakla muhil: halel getiren üzerlik, kelisa buhurdanından artmış günlük daha bilmem neler. bu tertibi bizim kalfaların hocası molla hanım bilir. ona hazırlatayım da naki'nin çamaşırlarını tütsüleyeyim. pederim hiddetle: beş yüz dükkan süprüntüsü toplatıp da yaksan, tenzifat arabalarını buhurdan haline koysan yine bu oğlan akıllanmaz. anladın mı sade fikirli hanımcığım?. kabahat onda değil, bizde. kızın dün geceki sözleri beni şimdi müteessir ediyor. çünkü hepsini doğru, cümlesini haklı buluyorum. hiçbir kabahat tayin etmeden bir karıdan bıkıp boşuyor. biz tefekküratı lazımede bulunmadan hemen bir ikincisini getiriyoruz. kimine alık diyor, kimine okuması yazması olmadığı kusurunu buluyor. akıllısı, okuryazarı da işte sana böyle yapar. kızın söylediği sözlere hepimiz müstahakız. o ithamdan hiçbiri yabana atılacak lakırtı değil. yine çok bahtiyarmış o kız ki ilk gecede cümlemizi hayrette bırakacak bir cüretle bu konaktan çıktı gitti. kurtuldu. anasına babasına kabahat bizim efendi oğlumuzdadır. kerimenizin hiçbir hatası yoktur. bigayrıhakkın onu sakın tekdir etmeyiniz. diye haber göndereyim. bu haberle beraber buradaki eşyasıyla nikahını da yollayayım. o kız da halas olsun, biz de kurtulalım. beyefendi canı nerede isterse orada evlensin. ağzı süt kokan bir kızdan dün gece gördüğüm hakareti muhikka artık bana bir dersi ibret oldu. bir daha bu haneye gelin namıyla bir kız getirmeye tövbeler olsun. pederimin ilk sükunet ve beşaşeti caliyyesinin mübeddeli hiddet olduğuna ben meyus değil, bilakis memnun oluyordum. çünkü kendimi haksız göstererek bedia üzerindeki nazarı gayzı biraz tadil, tahfif edebildim demekti. bu mukaddemei muvaffakiy kelisa: kilise tefekküratı lazıme: gerektiği gibi düşünme bigayrıhakkın: haksız yere hakareti muhikka: muhik hakaret beşaşeti caliyye: sahte gülümseme mübeddeli hiddet: hiddete dönmüş nazarı gayz: öfke, kızgınlık yet ise planımın mabadını oldukça sehlü'licra bir hale getiriyordu. bir vazı mahzunane alarak pederime dedim ki: biçare kıza dün gece reva gördüğüm muameleye nedamet ettim. bu hakarete karşı tarziyei lazıme vererek af talep etmek arzusundayım. rica ederim eşyasıyla nikahını göndermeyiniz. çünkü ıtlak etmek niyetinde değilim. pederim: ister tatlik et ister etme. o kız bir daha bu eve gelip de yüzümüze bakamaz. ya siz deminden sözlerini haklı bulmuyor muydunuz?. evet. aleyhimizdeki ithamatında tamamıyla haklıdır. fakat bazı acip sözler de sarf etti. ben buraya gelmezden evvel bu planı tertip ettim. tertibatımda muvaffak oldum. işte gidiyorum, ben ne size gelinlik ne de mahdumunuza zevcelik edebilirim. dedi. havsalam böyle derin manalı sözleri hazmedemez. binaenaleyh o kız buraya artık gelemez. biz davet etsek de yine avdet etmeyeceği anlaşılıyor. çünkü planı muktezası bu avdetine manidir. ben öyle planlı gelin istemem. hayır efendim hayır. ben sizi temin ederim ki onun ne planı var ne bir şeyi. odadan kovulduğunu azametine yediremedi. hubbı nefsini tatyip için o yalanı uydurdu. hubbı nefsini tatyip için yalan uyduran gelin de işimize gelmez. pederimin ayaklarına kapandım. yine istirhamımı reddetti, pederin bu inadından validemin dilgir olduğunu gözlerinden anlıyorum. bendeki arzuyu görünce tekrar konağa getirilmesine o çoktan razı olmuştu. mabad: son, arka, devam sehlü'licra: kolaylıkla icra olunabilecek vazı mahzunane: mahzun tavır tarziyei lazıme: gereken özür hubbı nefs: haysiyet tatyip: hoş etme pederin de validenin hallerini bilirim. bazı delice arzularıma ara sıra mümanaat etmek isterler fakat mücadelemiz uzun sürmez, ekseriyetle ben galebe ederim. ah bir parça benzim kaçsa. az buçuk ağlayabilsem. o zaman galebem muhakkaktır. kendimi biraz sıktım, gözümden yaş gelmedi. yeni vefat eden büyük validemin yevmi defnini olanca ananesiyle nazarı teessürüm önüne getirdim. hayır, ağlayamadım. dünyada insanı giryebazı telehhüf edecek o kadar ahvali fecia var, onlardan birini arıyor, bulamıyordum. mesela üç yetimle aç kalan bir valide, lokomotif altında ezilmiş bir alil, beş katlı bir binanın üstünden düşüp vefat eden bir dülger cesedinin artık zahirsiz ekmeksiz kalan ailei kederdidesi meyanına hini naklinde kopan feryat. bunların hiçbiri gözlerimi sulandırmıyordu. feci romanlarının en meşhurlarını, en müessir tiyatro facialarını birer birer gözlerimin önünden geçirdim. hayır. hayır. hayır. ağlayamıyordum. daveti dümu için böyle tahatturi fecayie uğraştıkça bana ağlama değil, bilakis gülme geliyor, derunumdan kahkahalar kaynıyordu. nihayet bedia ile rakibi muhayyelimin dün gece bana karşı destbedesti garam olarak oynadıkları pandomimayı derhatır ettim. o zaman kalbimden fıkır fıkır bir buharı hiddet galeyana başladı. serapa ateş kesildim, yine gözlerimde yaştan eser yoktu. fakat artık kimin umurunda? öhö. öhö! diye sahte bir büka kopardım. setri hile için mendili yüzüme yapıştırarak odadan dışarı fırladım. ah birader ah! sonra uğradığım akıbeti vahimede evvelden böyle bin davetle isar edemediğim gözyaşlarını her guna esbabı teselli dindiremez oldu. eşki ye'simi valideynime göstermemek ister de muvaffak olamazdım. böyle yapma öhö, öhölerle odadan fırlayışım tesiri matlubu hasıl etti. pederim şaşırdı. valide galiba baygınlıklar geçirdi. seyyare isminde bir küçük halayığımız vardır. onu hemen sofada mümanaat: menetme, engel olma giryebazı telehhü telehhüfle ağlatma daveti dümu: gözyaşını davet tahatturi fecayi: faciaları hatırlama tesiri matlub: matlup tesiri yakalayıp pederimin kapısına gönderdim. içeride geçen muhavereyi dinleyerek bana aynen haber vermesini emrettim. beş on dakika sonra seyyare odama geldi. neticei istimaını şu suretle anlattı: hanımefendi bayılıyor gibiydi. ah, of' diye kalktı, bir iki yudum su içti. evvela mırıl mırıl bir şeyler konuştular, anlayamadım. sonra efendi: ne haliniz varsa görün! artık ben karışmam!' diye bağırdı. hanımefendi de oğlanın kızda adeta gönlü var. bir şeye merak sararsa ne kadar düşkünlük gösterir bilirsiniz ya? ama sonra çabuk bıkar. elin bir kahpe kızı için evlattan olacak değilim ya?. içlidir, kurdukça fena olur. kızı getirelim, ondan da arzusunu alsın. fakat işin içinde bir sır var, anlayamıyorum ki, bu nedir başımıza gelenler?' dedi. pederiniz: işin içinde sır mır yok, hepsi çapkınlık. sözleriyle haykırdı. işte bu kadar. başka bir şey işitemedim. bu hal benim için nısfı muvaffakiyyet demekti. bir hafta konağın içinde geline, düğüne dair aleni söz olmadı. herkes fısıl fısıl konuşuyordu. artık kızın eşyası, bedeli nikahı gönderilmek lakırtıları duyulmaz oldu. benim istediğim de işte buydu. fakat hafta nihayetinde kızın pederi tarafından pederime talebi talakı havi bir tezkere geldi. konağın içinde tekrar bir gürültüdür koptu. kızı tatlik için beni epey tazyik ettiler. öhö öhöler yine imdada yetişti. bir müddet ne yapacağını bilmez bir hali teşevvüşte kalan pederim, nihayeti emr kız tarafına, oğlum kerimenizi bırakmıyor. eğer tatliki mukteza ortada esbabı mucibei şeriyye varsa faslı dava emrinde meşihata müracaat edilmesi lazım geleceği mealinde bir tezkerei cevabiyye gönderdi. iş büyüdü, kız tarafından davayı talaka ile makamı meşihate müracaat edildi. orasını bertafsili hikaye pek uzun. netice efendim, biz davayı kazandık, kız tarafı artık sesi kesti. neticei istima: dinleme neticesi talebi talak: boşanma talebi hali teşevvüş: karışıklık esbabı mucibei şeriyye: şer'i sebepler davayı talaka: boşanma davası makamı meşihat: meşihat makamı bu patırtıların üzerinden altı ay geçti. fakat o evinde, ben evimde. zevç zevce birbirimizin yüzünü gördüğümüz yok. ben onu bazı gece aşıkı delikanlı ile kol kola rüyamda görüyorum. o müziç pandomima rahat nevmimi ihlalde berdevam. bu rakibi muhayyelimi keşif için başvurduğum tariki taharri kalmadı. bunun vücudunu ispata medar olacak küçük bir emareciğe bile destres olamadım. hep neticei tahkikatım kızın bir iffeti mücesseme olduğuna çıkıyordu. tahsili mükemmel, tarz ve tavrı serbest. sokağa pek süslü, biraz da açık çıkıyor. beyoğlu mağazalarında adeta bir erkek tavrı serbestisiyle dolaşıyor. hatta arkasında fahri takım ağaları gibi dolaşan züppe, şık güruhu da eksik değil. fakat bunlardan hiçbirine nazarı tenezzül atfettiğini gören yok. gözde monokl, elde baston, bonjurun yakasında rayihanisar, küçük bir deste ezhar. o tek gözlüğüyle aynalarda kendini yeganei cemal gören. renk Japonya hardalı, çehre ada kartalı, biraz yana çarpık fesi, misali sos anglez etrafına keskin keskin harfi endaz olarak yan cebindeki çin ipeği mendili gözlerine götürmek için müsadifi nazarı olan, kadın çehrelerinde vesilei teessür arayan şıkların taarruzı sevdalarına uğrayan nisvanın umumen o sözlerden iffetlerine şeyn terettüp etmek lazım geleydi, bu şevki nazardan masuniyyeti ismete imkan kalmazdı. bu gezintilerinden, bu serbesti harekatından dolayı gönlüm onu bilmem neden itham etmedi. ben aleyhinde kati bir emare arıyor, hakikaten bir sevgilisi varsa onu keşfetmek istiyordum. bazen sokakta bedia'ya tesadüf ederdim. yaya gidiyorsa derhal şemsiye benden tarafa iner, arabada ise perde çekilir, bir mağazada bulunuyorsa dışarı fırlar. bu şiddeti tevahhuş ne oluyor?. bu telaş tariki taharri: arama, araştırma iffeti mücesseme: namus sahibi monokl: kaş kemerinin altına sıkıştırılarak kullanılan tek gözlük camı rayihanisar: koku saçan ezhar: çiçekler müsadifi nazar: nazarına müsadif olma; tesadüfen görme şeyn: leke, kusur terettüp: icap etme, gerekme şiddeti tevahhuş: ürkekliğin fazlaca olması larını bana iraei nefretten ziyade başka esbaba atfettim. insan sevmediği şeye karşı daima bikayıt bulunur. ekseriya ondan kaçınmakyorgunluğuna kalkışmaz. buyorgunluklar, bu telaşlar ihtiyar edilince işte bir ehemmiyeti mahsusa var demektir. fakat bu ehemmiyet nevini tayin acaba mümkün müdür? bu sebebi ehemmiyetin tayiniyle iş anlaşılabilecek. keşfedebildiğim esbap şunlardı: birincisi: beni gördüğü zaman bikayıt bulunması, tekrar beyti zevcine duhul rızasına takarrüp suretinde telakki edilebilir. aşığına karşı verdiği vaadi zifaf gecesi hanei pederine avdetle pek mükemmelen ifa etti. fakat kurduğu planın mabadı kendi memulü gibi zuhur etmedi. ribkai nikahtan yakasını kurtaramadı. benimle iftirak üzere yaşadıktan sonra bunda da o kadar beis yok. elbette bir gün inadımdan bıkar, tatlik ederim. yevmi tatlike intizaren aşıkıyla olan münasebette devam ederler. binaenaleyh bana tesadüf ettiği zaman bikayıt durması, hanei zevce avdetine bir emare addolunabilirse aşıkı olan herif bundan kuşkulanır. besbelli sevgilisini iştibaha düşürmekten ihtirazen bu telaşları gösteriyor. işte birinci sebep bu olabilir. ikincisi: bu sebebi saniyyenin hakikate mukareneti bence zayıf fakat bir ihtimal suretinde tasavvuruna da bir maniayı katiyye yok. kadın gönlü bu. pek anlaşılmaz bir lugazı hilkat demektir. onların yana yakıla ne ibrazı asarı muhabbet edişlerine pek aldanmamalı. safiullahı cennetten çıkaran bir mahluk onun ahfadını baştan çıkarmakta güçlük mü çeker? onun vazifei hilkati zaten budur. onların iraei muhabbetlerine pek kapılmamalı. izharı nefretlerine de hemen inanıvermemeli. bazen sevmez, sever görünürler. bazen de severler, sevmez görünürler. rüz iraei nefret: nefret gösterme takarrüp: yaklaşma ribkai nikah: nikah bağı mukarenet: yakınlık maniayı katiyye: kat'i engel ibrazasarı muhabbet: muhabbet gösterme garı sevdalarının istikameti vezanı öyle nukatı menafie tabidir ki bu emri mühimmi tetkikte pusulayı şaşıran gönüller için sahili selamete vusul müşkül olur. sevdayı nisvanın bu şumul garabetine mebni bedia'nın bana gösterdiği şiddet ve nefrete bilatetkik inanmamalı. belki beni sevdi. belki bu muhabbetini izhar için tasavvur ettiği mahazir bu sevdasını nefret şeklinde göstermeye kendini mecbur ediyor. belki benim tasavvur ettiğim o aşıkı muhayyel, nazarı hayalimden başka bir yerde vücudu olmayan bir şahsı mevhumdur. belki bedia zevciyetimi kabul ederse beni şiddetle sevmeye gönlünü müsteit buldu da benim kendinden evvel iki kadın bırakmış olduğumu istikbali sevdası için bir falı hayr addetmeyerek bir felaketi müebbedeye bedel bu tariki halasa atılmayı daha akilane bir hareket addeyledi. hep bunlar doğru ise demek bedia beni seviyor. binaenaleyh bana tesadüfü zamanlarındaki telaşları tesiratı ciddiyyeden mütevellit olabilir. ikinci sebep de bu olabilir. şimdi gelelim üçüncüye: bedia'nın bana karşı ne muhabbet ne nefret hissetmemesi de muhtemelattandır. öyle ise o telaşları, o teessür emaratını atfedecek bazı nukat, bazı ahvali arıza bulmalı. bu avarızın esbabını tayin etmeli. zifaf gecesi o bana hakaret etti. ben de bu hakaretine şiddetle mukabelede bulundum. ihtimal ki kendisi güzelliğine, zarafetine, zekavetine, malumatına güvenerek mukabeleten duçarı hakaret olacağını memul etmedi. memulü boşa çıkınca bundan fevka'lcidd müteessir ve dilgir oldu. benden ahzı intikam fikrine düştü. şiddeti infialini bütün ailemizi tahkirle çıkardı. şimdi buna da kanaat etmeyerek tekrar hanei zevce avdetle bize başka oyunlar oynamak istiyor. beni birkaç kere daha kendini davete istikameti vezan: esiş istikameti, yönü bilatetkik: tetkiksiz, tetkik etmeden duçarı hakaret: hakarete uğrama fevka'lcidd: ciddi olarak, gerçekten ahzı intikam: intikam alma şiddeti infial: infialin şiddeti mecbur etmek için öyle müstağni görünerek tahrisi sevdama uğraşıyor, bana karşı ne kadar müteneffir görünüyorsa da o nispette şiddeti meylimi cezbedebileceğini ümit ediyor. üçüncü sebep de bu olamaz mı? bu esbabın bir dördüncüsü de bulunabilir ki o da her türlü muhakematı zir ü zeber edecek nefret bir nefreti şedideden ileri gelme olur. acaba hakikatı hal, bu esbabı muhtemeleden hangisine temas ediyor? aynalı bakıcı, yine işim sana mı kaldı? eğer miratı tefalük, esrarı kulub cilvegahı olaydı eşyayı gaibeye bedel senden mesruk gönüllerin yine ashabına ihtimali iadesi çareleri sorulurdu. o zaman meknuzatı kalbiyye mütecessisleri defaini sim ü zer müteharrilerinden ziyade zuhur ederdi. işte bunlar hep kadın gönlü, kadın muhabbeti bilmeceleri ki miftahı hall ü tefsirlerini bulmak için gecelerle uykusuz kaldım. zorum neydi? işte bir müşkül muamma da bu. ben bedia'yı seviyor muydum? bilmem? kendi esrarı kalbiyyemi anlayamadıktan sonra hemen birkaç saat yüzünü gördüğüm bir kadının keşfi razına uğraşışım gülünç değil miydi? evet bu hal evvela gülünçtü, sonra melodram oldu. şimdi trajediye tahavvül etti. ben onu seviyor muydum? bu suali gönlüme karşı pek çok defa irat ettim. suali irat ediyor fakat cevabını bulamıyordum. seviyorum desem gönlümde öyle bir şiddeti arzu yok. sevmiyoruma karar versem niçin zihnim hemen layenkatı onunla meşgul oluyor? bu hal bir eseri infial de olabilir mi? bedia ile kendi aramda bir rakibi muhayyel tasavvur ettikçe niçin kıskançlığa benzer bir hissi şedid beni sarsıyor? bir insan sevmediği kimseyi de kıskanabilir mi? hay hay, iyi biliyorum ki bir müddet münasebette tahrisi sevda: sevdanın artması miratı tefalük: fal aynası meknuzatı kalbiyye: gönül hazineleri defaini sim ü zer: altın, gümüş defineleri miftahı hall ü tefsir: çözüm ve açıklama anahtarı tahavvül etmek: dönmek layenkatı: kesintisiz, sürekli eseri infial: infial eseri, belirtisi bulunup da pek sevmediğim bir iki kadını kıskandığım vaki oldu. bu da o kabilden mi? belki. o zaman işte böyle keşmekeşi tefekkürat içinde kaldım. sonradan anladım ki o esnalarda ben bedia'yı bir vüsati mana ile sevmiyormuşum. lakin kendini odadan kovduğum sırada dışarı çıkarken bana fırlattığı ateşin nazar gönlüme küçük bir kıvılcım düşürmüş. bundan pek çabuk müstaidi iştial olduğumu anlayamamışım. ya nasıl anlayabileyim? bu nevi kıvılcımlar şehrayin esnasında sanaiyi nariyyeden havaya saçılan şule pareleri gibi gönlüme yüzlerle iner, çok sürmez yine sönerdi. bunu da öyle zannettim. ben yine eski hevaperestliği ele aldım. vur patlasın alemlerine daldım. çünkü gönlümü eğlendirmek istiyorum. buna şiddetle ihtiyaç hissediyorum. fakat garaipten olarak simaca bedia'ya benzer kadınlar arıyorum. biraz rengi, gözü, kaşı ona andırır bir alüfteye tesadüf ettim mi fevka'lhad mahzuz oluyorum. bir müddet de böyle mürur etti. fakat gide gide gönlüm bedia'nın müşabihleriyle değil, kendiyle mülaki olmak arzusuna düştü. bir hevesi sade şeklinde nema bulan bu şeceri iştiyak zihnimde çok sürmeden dal budak, şah u berg salıverdi. rüyalarımda kızın payı afvına kapanarak istirhamlar etmek, sonra halecanla ağlaya ağlaya uyanmak gibi kendi nefsime karşı bile itirafından sıkılacak haller peyda ettim. bu derekei sevdaya düşmeme sebep de sehlü'lhusul muaşakalardan artık gına peyda edişim oldu. üç beş altınla gönülleri iştira daha doğrusu istikra edilen kadınların lubı sevdalarından keşmekeşi tefekkürat: düşünce keşmekeşi vüsati mana: mana derinliği müstaidi iştial: iştiale meyilli, sevdaya meyilli şehrayin: şenlik fevka'lhad: son derece mahzuz olmak: zevk duymak şeceri iştiyak: iştiyak, özlem ağacı sehlü'lhusul: ulaşılması kolay iştira: satın alma istikra: kiralama lubı sevda: sevda oyunu usanç, nefret geldi. artık bunların hiçbiriyle eğlenemez oldum. günden güne rengime arız olan solgunluk, zucreti kalbiyyemden mütevellit her hal ü hareketteki asarı infial, şiddet ve hiddet, hayattan bizarlık gibi ahvali fevka'ladem peder ve maderimin nazarı dikkatini celbetti. bedia'nın üzerine beni evlendirmeye kalktılar. validem ondan güzelini bulacağına söz verdi. bu teklifi kabul etmedim. çünkü kalbimde bedia'ya karşı o ukdei muhabbet varken diğer bir kadını sevemeyeceğimi, binaenaleyh o gelen kıza da yazık olacağını biliyordum. nazarı iştiyakım bedia'ya, hep o istihkamı aşka matuftu. onun fethiyle şimdiye kadar tezevvuk etmediğim lezaizi sevda bulacağım gibi geliyordu. artık bende bir emeli hayat şekli alan bu hedefe vusuldeki müşkülat büyüdükçe bu arzu da gönlümde o nispette iştidat ediyordu. aradan dokuz ay geçti. bu müddet zarfında rakibi muhayyelimin keşfine dair vaki olan takibatımdan elan bunun vücuduna delalet edecek bir emare elde edemedim. mevsim bahardı. aylardan beri takibatı nevmidane sonunda nişanei muvaffakiyyet göremeyerek bir sıkleti hüsran içinde ezilen gönlüm tabiatla hemahengi küşayiş olmak istedi. rebiin libası taravetine bürünen eşcardan kudümi titrekane serilen çemenzarlardan bilmem gönlüm hissemendi inkişaf olacak, biraz tesellii hayat bulacak mıydı? aguşı nesimde kızışan çiçekleri görmek, sanihapira birkaç kadın çehresi seyretmek istedim. artık benatı havva'ya meclubiyetim belki hep bunların nevi bedia'ya mensubiyetlerinden dolayıydı. bir cuma günü arabamı zucreti kalbiyye: kalp sıkıntısı ahvali fevka'lade: olağanüstü haller istihkamı aşk: aşk istihkamı tezevvuk etmek: zevk almak iştidat etmek: şiddetlenmek hemahengi küşayiş olmak: beraber açılmak rebi: bahar hissemendi inkişaf olmak: açılma hissesini almak, açılmak sanihapira: düşünceyi süsleyen hazırlattım. kağıthane'ye gittim. tasviri letafeti şuaramızın pek çoğunuyormuş, ihtimal ki yazanlardan ziyade okuyanları bıktırmış olan sadabad, o günü bana şöhreti şairanesi hilafında bir manzara arz etti. kesreti izdiham orasını bambaşka bir hale koymuştu. yokuştan inince arabam bir toz bulutu içine girdi. bir kenarı dere, tarafı digeri çemenler üzerine sayeendaz küçük bir ormancık olan iç kağıthane sahasında bir zenciri devr teşkil eden araba katarına dahil olduk. dön efendim dön. bir devri tam icrasından sonra başlayan manzara ilk devrin aynı. atlı karacaya binen çocuklar gibi birinci tahassüsi devrin akşama kadar teceddüdünden usanmazsan durma dön. fakat orada dönen şey yalnız arabalar değil, nazardan nazara dönen dolabı iştiyaktır ki bu asiyabı rüzgara iliştirecek metaı sevdan varsa o biaram dönmenin hikmeti lezzetine o zaman vakıf olursun! bu hırmeni dad u sited içinde ne bülbül nağmesi arayan bir kulak ne de letafet bezeyen bahara menfaat bir göz var. başlar, gözler, sözler, bütün gönüller hep gerdune katarıyla dönüyor. daha neler dönüyor neler. derenin öbür sahilindeki kasır bahçesinin manzarai dilküşası perdedarı gubar. zaten hadikayı kasrdaki füyuzı namiyei bahara bakan yok. o bülent, sık eşcarın mutarrayı bahar evrakı arasından süzülen şuaatı şemsin initaf ettiği yer yer çemenler üzerindeki cünbüşi tezhibiyle gölgede kalan aksamın koyu derin yeşillikleri içinde kesreti izdiham: izdihamın kesreti, çokluğu atlı karaca: atlı karınca dolabı iştiyak: iştiyak dolabı asiyabı rüzgar: rüzgar değirmeni biaram: durmadan hırmeni dad u sited: alışveriş harmanı gerdune: araba manzarayı dilküşa: gönül açan manzara hadikayı kasr: kasrın bahçesi füyuzı namiyei bahar: baharın nemadar feyzi mutarrayı bahar: bahar kokan şuaatı şems: güneşin ışıkları gönül, rüyalar görmek, ruh, mugaşşii letafeti tabiiyye olmak, nazar, hülyaamiz, hafi güzellikler arayabilmek için oraya bazarı muaşaka kurulmayan günlerden birinde gelmeli. böyle eyyamı izdihamda seyrolunacak şeyler elvahı tabiiyye değil, bazı arabaların çerçeveleri içinde bu teşhirgaha çıkan zihayat levhadır. işte bakınız dikkat! canlı fotoğraf başlıyor. orta halli bir kira arabası derununda bir çift pembeli. düğün zerdesi renginde lepiskaya boyanmış saçları yaşmaktan kıvır kıvır dışarı fırlamış. yaşmaklar sanki birer setrei hülya. tebellür etmiş pudra zannolunacak kadar ince. hututı simalar kalemkarı hilkatin tersimi üzere bırakılmamış. hanımların yedi itinasıyla tashih görmüş. yüzlerine güya mala ile kağıthane yoğurdu sıvanmış. kaşlar biraz daha uzatılmış. o sarı saçlarla bir tezatı levn teşkil eden siyah gözler. kuyruklu tahriller çekilmiş. yanaklarda boyama birer gül oturuyor. bu tuvalete kağıthane tozunun rengi diger vermesinden ihtirazen camlar sımsıkı kapalı. bu suni güllerin arkasından bir köhne fayton içinde bir sıraya üç kişi. galiba arifanede hesap doğru gelmek için araba üç mecidiyeye tutulmuş. hovardalık bu. beyler paranın gittiğinde değil. hissei masrafta tesavi olunca arabanın itibarsız karşı tarafına kim oturacak?. bir sıraya kucak kucağa oturmakla bu meselei müşkile halledilmiş. fakat üçü de şerefi zatisini muhafaza etmiş. fakat onu da söyleyeyim ki ortaya oturan, karşıya kuudu lazım gelen fazlai hamule demektir. arkalarında mayer, stein mağazalarından çeke bozuştura her bedene uydurulan birer kostüm. o boyun mugaşşii letafeti tabiiyye olmak: tabiatın güzelliğiyle gaşyolmak zihayat: canlı hututı sima: simanın hatları tezatı levn: renk tezatı bu fayton kelimesi lisanımızda yanlış istimal ediliyor. bizim fayton namı verdiğimiz arabalara frenkler victoria derler. victoria ise faytondan büsbütün başka bir şekildedir. faytonun körüğü yoktur. bu farkı merak edenler, larousse dictionnaire'de vehicule kelimesine müracaat buyursunlar. her iki arabanın da resmini orada görürler. fazlai hamule: yük fazlası lar için biçilmediği vazı biganelerinden anlaşılan birer yakalık, rengamiz boyun bağları. kalıplı fesler, sarı iskarpinler. bacak arasında bastonlar. beylerde de gözler tahrilli fakat sürme ile değil, kağıthane tozuyla. ortadaki genç zat pembelilerin arabasını gösterip göğsünü yumrukluyor. berikiler gülüşüyorlar. arabanın hayvanlarından birinin art ayağı aksadığından müşterilerden biri farkında değil. onlar, yırtık paltolu arabacılarına, katardan çıkma. durma dolaş. para verdik eğleneceğiz. diyorlar. hayvanları düşüne düşüne yürüyen eski bir kupa. içinde kahverengi lahuraki çarşaflı biri yaşlıca, diğeri taze iki mahalle karısı. ikisinde de düzgünler, rastıklar yolunda. bu melahat müşhirinde hüsnlerine numara takdir lazım gelse. ya üç alırlar ya iki. mümkün değil üssi mizan dolduramazlar. tepetaklak dönerler. lakin bir de kendilerine sorun, kağıthane'de onlardan güzel kimse var mı? gözler fıldır fıldır etraftan bir cüst u cuyı iltifat. hiç aldıran yok. arkadan yine öyle bir araba derununda dört kadın, ortalarında başı tüylü kız çocuğu. pencerelerden harici görebilmek için birbirini itiyorlar. körüğü çarpılmış bir fayton, içinde kışlık frize siyah paltolu, biri bıyıklı diğeri sakallı iki zat. karşılarında esnaf kıyafetli birisi. üçü de mükemmel çakmış. ağızları çarpılmış, gözler küçülmüş. bu deveranı bikarar içinde arabalar mı dönüyor, kafalar mı? farkında değiller. şeşi beş görüyorlar. hepsinde de sızmaya beş dakika kalmış. etrafa bak, ah ne güzel olur bu kağıthane alemi? karşılarındaki esnaf kıyafetli herif boş rakı şişesini gösteriyor. bir hissi meveddetle yerlere kadar eğilerek yayık yayık mestane telaffuzla: tam eğleneceğimiz sırada anzorot bitti. daha benim kafam rakıya doymadı ki. yakınlarda meyhane yok mu? burada böyle üssi mizan: not ortalaması cüst u cuyı iltifat: iltifat arama hissi meveddet: sevinç hissi ayık mı dolaşacağız. günahtır be katananın namusu bozulur. içkisiz seyir mi olur? elindeki tehi şişeyi yanlarından geçen bir kadın arabasına bilirae: elmasım! bu rakı bitti. biz de bittik. şişeyi göndersem doldurur musun? bu tuhaflığa üç ağızdan birden kahkaha koparıldığı sırada katarın devri, izdihamdan bir müddet sektedar olarak arabalar durur. tabii bu sarhoşların arabası da vehleten meks eder. bu tevakkufı nagehaniden bunlarda kafa kafaya bir karambol vuku bulur. bu küçük tevakkuftan sonra araba yine yürür. o zaman hepsinde körüğe doğru bir sarsıntı husule gelir. içlerinden biri arabacıya pürhiddet: geçmişine kantarlıyı attırma bana! duracağın vakit haber ver. bunların yanlarından geçen diğer bir arabanın arabacısı sarhoşların arabacısına hitaben: zeyrekli be! bugün matiz mi taşıyorsun! payton mu, yoksa sarhoş dolmuşu mu? müşterilerin horluyorlar, arabadan düşecekler. sarhoşların arabacısı öfke ile: haydi işine keleş sen de! sen kendi arabandaki gacalara bak. karşıki gözlüklü beyle işmar gırla gidiyor. ben gaca taşımam. işte böyle namusumla efendi taşırım. parasıyla değil mi? eğleniyorlar. sarı koşumları güneşe karşı iltimalar saçan iki mehip yağız katanaya merbut paris araba fabrikalarının birinden yeni çıkmış mükellef pırıl pırıl bir kupa, elmastıraş kitabeli duble camlar arasından katana: iri bir cins at tehi: boş bi'lirae: göstererek meks: durma tevakkufı nagehani: birdenbire durma payton: fayton resim gibi görünen açık tirşe feraceli iki hanım. düzgün pudra istimalinde ifrata varılmamış. kaşlara kirpiklere biraz kalem dokundurulmuş, yanaklara, dudaklara gülgune sürülmüş fakat belli belirsiz. hep bu telvinat letafeti tabiiyye derecesini aşmamış. kararında yapılmış. simin gerdanlar, top çeneler, küçücük ağızlar, çekme burunlar, süzük bakışlı latif ela gözler, kumral ince kaşlar, yine o renkte gür saçlar toz gibi ince yaşmağın altında letafeti diger kesbetmiş. bir tenasübi nazarrüba almış. lacivert çuha üzerine sarı iri düğmeli elbiseleri, konçlarının yukarı kısımları beyaz toz rengi çizmeleri, beyaz eldivenlikleri, taranmış saçları, kalıplı fesleriyle mevkii mahsuslarında heykel gibi oturan ispirin kolları çaprazvari kavuşturulmuş bıyıksız yamağın müheyyayı isyan, hayvanların ejdervari boyun kırışlarına ehemmiyet vermeyerek muhafazayı temkin edişleri derunı gerdunedeki o iki sanemzibanın vazı vakuraneleriyle bir ahengi latif teşkil ediyor. arabanın penceresine elini atmış kirli başörtülü palaspuş murdar bir dilenci kızının çıplak ayaklarını tekerleklere çiğnetmeden bihavf yerden toz kabarta kabarta başörtüsü yelpir yelpir uça uça koşarak: hanımefendiler, allah sizi sevgili nazik beylerinize bağışlasın. dert verip derman aratmasın. güler gül yüzceğizlerinizi soldurmasın. yolunda usandırıcı istirhamlarıyla sırıtışı o tantana ile garip bir tezat husule getiriyor. dilenci kızının başına hangi arabadan geldiği malum olmayan bir kırbaç iner. araba sırası darlaşır. laşek artık çiğneneceğini anlayan dilenci, deminden beri ettiği duaları hep geri alarak: elin kırılsın. başcağızım biber gibi yandı. inşallah siz de benim gibi dilenirsiniz. feryatlarıyla kaçacak bir yol bulup oradan savuşur. tenasübi nazarrüba: göz alan bir tenasüp müheyyaı isyan: isyana hazır, isyan eder şekilde bihav korkusuzca laşek: şüphesiz biri kır, diğeri doru kısrakta iki fesli jokey. doru hayvanın süvarisi boylu boslu, mevzun endamlı, yakışıklı bir delikanlı, koyu renkli fesi, yakası kapalı, beli kendinden kemerli siyah kazmir ve vestonu, çizgili şeker rengi kadife pantolonu, beyaz parlak mahmuzlu açık tütün rengi çizmeleri endamı diliranesine hakikaten halavetbahş oluyor. fakat kır hayvandaki süvari öyle değil. o da gençliğin cılız, ufak tefek, kara kuru bir cücemsi bir şekilde. alın tarafı enli, çeneye doğru darlaşan telatin matra resmindeki esmer çehresine kasvetli bir manzara veren, baykuş gözünü andıran, hadakaları büyük müdevver siyah çeşmanı sanki arkasındaki jokey elbisesiyle altındaki mükemmel takımlı cins hayvanın talihsizliklerine ağlıyor. beyefendi, simaca olan bu kasvetli çirkinliğinin galiba farkında değil. belki de üzerindeki elbise ile hayvanın mükemmelliğine igtiraren çehre düşkünlüğüne ehemmiyet vermeyerek kadın arabalarına sırıtmaktan geri durmuyor. bazı kadın arabalarından hele şu at üzerindeki şebeleye bakın! istihzalarına hedef oluyor. bu iki beyin enzarı sevdaları öndeki tirşelilere matuf. bir kira landosu derununda, siyah atlaslar giymiş iki beyoğlu nazenini. avuç avuç sürülen düzgünler, allıklar, sürmeler, çehrelerindekiyorgunluğu, her gece bir erkeğin aguşı ücretindeki demgüzarlıktan mütevellit o taabı hayatı setredememiş. şapkalarındaki siyah tüylerin irtifaı hemen yarım arşın var. kendilerine kibarca bir vazı istiğna vermeye uğraşıyorlar. fakat muktezayı kesbleri her müşteriye mizacgirane sahte iltifat iraesine alışmış bu sokak işportası çiçeklerinin her hallerinden bir adilik akıyor. endami dilirane: yiğit vücut şebele: şebek lando: bir çeşit binek arabası taabı hayat: hayatyorgunluğu vazı istiğna: istiğna vaziyeti muktezayı kesb: kazançları muktezası iki sürücü, beygirine binmiş, bir kanarya sarısı, diğeri mor atlas mintanlı bir çift külhanbeyi. sarı mintanlısı, morlu arkadaşına hitaben: ulan nuri! landodaki aftoslara dikiz ettin mi? ah anam babam. o enayileri tanırım. onun biri bizim hisarlı beyin kapatmasıdır. misk sokağında oturur. bey kazanır bu yer, bu kazanır bey yer. ayıp mı? işi yola koymuşlar. ne var sanki? bir şey dediğim yok be kardeşim! geçinmeli de nasıl olursa olsun. o galata'daki hanı sattı, buna yedirdi değil mi! ulan o karı çukurbostan'a benzer. öyle birkaç han molozuyla doyar mı? bende de birkaç han olsa da yedirsem. yok işte. allah vermemiş. bugün moruktan bir sekizlik, kocakarıdan birkaç dekarya sızdırıncaya kadar imanım, ben de sızıyordum. bu akşam nereye düşeceğiz? beygirlerden aşağı mı? benim anika artık güllüm yutmuyor. veresiye dostluğu kesti. istersen sen ispermeçet gibi yan artık. mangiz olmadıktan sonra. bak alevinden cigara yakan olur mu? yok mu bir hımbıl zanpara? peşini avlayalım? boğuntuya biterim mustafa kardeşim. ön arabadaki yeşillilere dikiz geldin mi? yaradan yaratmış işte. ah samur kaşlım, ela da gözlüm, ben senin için ağlarım. haydi oradan avalim sustu? aç başını bakalım? ulan arabadaki fantazyayı görmedin mi? onlar bizi açar mı? enayi pulakiliğinin lüzumu yok! tam takım delikanlı değil miyim? bizi seven olmayacak mı? nem eksik? gönül bu. iskete kuşuna benzer. korkma sen. bizim dala da konan bulunur. aynalı karılara bakmak, insanın gönlünü midye gibi açıyor be. kısrakları gördün mü dadaş? sahi be. gerdan kırışa, adım atışa bak. senin altında ekmekçi beygirine benzemiyor. beygir işte böyle olmalı. kız gibi. haydi yanlarına gidelim de dikkat geçelim. düldülü parmakla ulan, onlara başka türlü yetişebilir miyiz? mintan: yakasız, uzun kollu bir çeşit erkek gömleği duru kısrak da, üzerindeki bey de aynalı. birbirini açmış. kır kısraktakini gördün mü? ayastafonoz kopoyuna benziyor. hayvanın namusuna yazık değil mi? o esnada oradan geçen bir kadın arabasına: ah canımın içi mavilim! ipsiziz. işte böyle seyyahınız. fakat güzelin kadrini biliriz. kır hayvandaki kopoyu gördün mü? benim atım çirkin ama kendim o kopoydan güzel değil miyim? dengi dengine binse neyse! haydi yosmam buna sen bir racon kes. böyle şeylere tutulurum. suratına bakmıyor da yeşillilere hampalanıyor. yoldaş be! senin odabaşılı aftosu gördün mü? ipekli ferace giymiş de şimdi bize kafa tutuyor. kaça alırım çalımını. eskiden altmışlık pakete mumdu. şimdi piyasası fırlamış. bir aval yakalamış yoluyor. deminden otuz paralık fıstık ikram ettim. vay geçmişinin canına. fıstık yemem. dedi. ben de avuçlan suratına fırlattım. bizim otuzluk yerlere saçıldı. kimin umurunda! hovardalıkta paranın gittiğine bakılır mı? namustur bu. mangize kıyarım da cakamı bozmam. çifte naranın refakat düm dümüyle nihaventten gezinen zurnacı: beyler keriz edelim mi? vay kibar tavcıları be! burada hiç mangiz lafı etmemeli mi? nasıl duydun çingeneleri? para lafını nereden işittiniz ulan. mirasyediyiz işte. bugün katane'ye şan verdik. elindeki sübeğe üfle bakalım. ne hava çıkacak? imanım aman' şarkısı var mı sizde? bir fasıl yirmi para. işinize gelirse. sonra çıngar istemem. ulan o ne kirli kara surat anan sabahları suratını yalamaz mı senin? iki fayton dolusu turist yani frenk seyyahları. fötr şapkaları, şayak kostümleri, yan taraflarında boyundan geçme dürbünleri, mevkii ihtirama ikat edilmiş kırmızı bakır renkli erkek simalı karılarıyla faytonlara dörder dörder binmişler. arabacıların yanında birer yahudi tercüman. en yakın şeylere çifte dürbünle bakan. bütün ahval, adet ve menazırı şarkiyyemizi nazarı garabetle görmeye uğraşarak en basit hakayıktan bin manayı acibe istihraç eden bu frenklerin etrafını bir alay satıcı, çalgıcı, dilenci sarmış. arabalarını orada burada durdurarak gah değneğin ucuna sarılmış naneli macundan birer parça tadarak lezzeti hakkında birbirine beyanı fikr ediyorlar gah şam keleri denilen ufak pidelerden birer lokma ısırarak yüzlerini ekşitiyorlar. o devvar araba katarını seyir ile meşgulken önümden bir çift beyaz beygirli ne eski ne yeni bir kupa geçti. o beyaz hayvanları, ihtiyar aspiri görünce beni bir halecan aldı. çünkü arabayı tanıdım. bedia'nındı. hırçın zevcem o günü yakası mavi ipek işlemeli açık samani gron bir ferace giymiş, göğsünün sol tarafına küçük bir demet tabii menekşe takmış, feracesi renginde bir hotoz üzerine alın saçlarının yarısı meydanda gayet şık bir yaşmak, karşısına kendi yaşında bir halayık almış. arabada kemali azametle gidiyor. beni görmedi. yoksa bilmem gördü de görmezlikten mi geldi? karşı taraftan lafendazlık eden birtakım züppenin enzarı taarruzundan kurtulmak için beyaz güderi eldivenli elini o cihetteki pencereye uzattı, perdeyi yarıya kadar çekti, geçti, gitti. içimden: ah benim ehli perde karıcığım! yaşmağını bu kadar açık yapmasan böyle perde çekmek zahmetlerine lüzum kalmaz ya! dedim. arabacıma bedia'nın arabasını irae ile: şu arabayı karşılamak üzere dön ve mümkün olduğu kadar ona yakın geç. emrini verdim. ve bizim kurnaz nikoli güldü. çünkü araba kimin olduğunu o da biliyordu. nikoli, emrimi harfiyen icra etti. on dakika sonra arabalarımız hemen borda bordaya, zevç zevce biz de göz göze geldik. bu tesadüfi nagehaniden bedia biraz şaşaladı. fakat hilaf mutadı olarak o gün nasılsa yüzünden bana karşı büyük bir tevahhuş eseri yoktu. bilakis o şaşkınlıktan mütevellit hafif bir tebessüm bile vardı. öyle perde çekmek falan gibi hareketi müteneffiraneye kalkışmadı. enzarı taarruz: sataşan bakışlar tevahhuş: ürkme, korkma hareketi müteneffirane: nefret edercesine davranma zevcemin nefretine galiba biraz itidal gelmiş dedim. bir anda göz göze geldik. yine bir anda iki araba birer semti muhalifeye hareketle birbirinden ayrıldı. bizim nikoli tembihli ya. ben şimdi ikinci tesadüfe intizaren bu defa bedia'ya karşı ne yolda vazı müsterhimane almak lazım geleceğini tayin ciheti mühimmesini düşünüyorum. bazı arabalardaki kadınlara ilanı aşk için ağlar gibi bir işmizazla beyanı suzişi derun eden beyler gibi ben de mendilimi çıkararak kuru yaşlar isalesine karar verdim. arabam bir devir icrasıyla yine deminki noktai telakiye geldi. fakat oraya gelen yalnız bizim araba oldu. bedia'nınki meydanda yoktu. melul melul, bakına bakına iki üç devir daha ettik. bedia'dan eser yok. arabasıyla ortadan sır olmuş. nikoli'ye sordum. o da görmediğini söyledi. kağıthane'nin içini dışını hep dolaştık. hemen hiçbir cihetini bırakmadık. bedia'yı koydunsa bul. meyusen haneme avdet ettim. bedia'nın şaşırmadan mı, telaştan mı her neden ise o ufak tebessümü nazarı sevdam önünde bir ufak ümit açmışken tekrar tesadüfü men için kağıthane'den firar edişi yine semayı tefekküratımı sehabı muzlime ile kararttı. evvela ruyı tebessüm göstermek, sonra firar etmek. bu ne demek olacak? yoksa o gösterdiği şey bir işmizazı münfailaneydi de ben telaşla tebessüm gibi mi gördüm? işte yine size koca bir bahrı tereddüd ki ne tarafına yüzseniz bir sahili hülya bile bulmak ihtimali yok. eşyasından hiçbirini yerinden kımıldattırmamış olduğum gelin odasına girdim. zifaf gecesi, hayır zifaf mı ya, firar gecesi bedia'nın revnakı cemali, libası arusuyla bir iki saat tezyin etmiş bulunduğu kanepeye oturdum. düşünüyorum. belki saçlarının te vazı müsterhimane: yalvarırcasına beyanı suzişi derun: içten gelen duyguların beyanı noktai telaki: karşılaşma, buluşma noktası semayı tefekkürat: düşünme göğü sehabı muzlime: karanlık bulutlar işmizazı münfailane: gücenmiş yüz ekşitme linden, manidar nazarlarından, bütün maddiyat ve maneviyatından oralara bazı rizeyi esrar saçılmıştır vehmiyle kudumünü bastığı, elleri dokunduğu, libasını süründüğü yerleri birer birer haddei nazardan geçiriyorum. heyhat! o gelin değil, güya bir rüzgarı sehermiş. oralardan bir fırtına ile gelmiş geçmiş. fakat meydanda benim gönlümden başka onun eseri vezanına delalet edecek kırılmış bir şey yok. bütün eşya yerli yerinde. yalnız gönlüm, yalnız işte o biçare hurd olmuş. halılarla müşafeheye uğraştım. kanepelerden esrar sordum. kadimde varken sonradan yok gibi olmuş bir şeyi bazı asar delailiyle ihyaen tasvire uğraşan ressamlar gibi bedia'yı teliyle puluyla gözlerimin önüne getirdim. bir levha teşkil ettim. bu levhaya bütün elvanı lazımesini verdim. sonra pişi tahayyülatımda bedia gezindi, söylendi fakat birdenbire bu levhayı muhayyilemde bir karaltı, bir şahsı sani gölgesi peyda oldu. zevcemi elinden tuttu. çekti götürdü. o levha, karşımda simsiyah kesildi. işte bu şahsı sani, rakibi muhayyelimdi. gözlerimi yumdum. yüzüstü yere kapandım. zalamı tefekküratımın amakı içine gömülmek, orada bütün hülyalarımı olanca kuvayı müfekkiremi boğmak istedim. ben bu gölgeden artık kaçmak arzu ediyor, onu teşhisten adeta ürküyor, korkuyordum. fakat müfekkiremden tebide uğraştıkça o bana bütün bütün yaklaşıyordu. nihayet bilıztırar bu muzlim zemini tahayyülatım içine elimi saldırarak bu gölgenin yakasından kavramaya atıldım. elime birisi geçmedi. lakin neticeyi savletimde dehenim tenevvür eder gibi oldu. ellerimi telehhüfle başıma götürdüm. kendi kendime: hurd olmak: parçalanmak, kırılmak pişi tahayyülat: hayallerin önü zalamı tefekkürat: düşüncelerin karanlığı kuvayı müfekkire: düşünme güçleri tebid: uzaklaşma muzlim: karanlık; meçhul zemini tahayyülat: düşüncelerin zemini neticei savlet: saldırının sonu ah işte, bedia'nın bugünkü firarındaki sırrın anahtarlarını yine yakaladım. dedim. mesele pek sade. bunu deminden beri niçin düşünemedim? bugün bedia'nın sevgilisi mutlak kağıthane'deymiş. kız beni gördü. nakabili setr bazı ahval delaletiyle sevgilisini keşfedebilmekliğim ihtimaline mebni, onu da beni de kağıthane'de terk ile firar etmeyi hesabına daha muvafık buldu. yine ahmaklık ettim. bu hamakat, bu belahetimin neticei zararı ihtimal ki artık tamamıyla kabili tazmin değildi. bedia'yı görünce hemen arabamla karşısına çıkarak kendimi göstermeli miydim? bir tarafa ihtifa ile her halini tetkik etmeli, arkasından kimlerin dolaştığını bittarassut o gün orada bulunduğuna hiç şüphe olmayan rakibimi keşfeylemeliydim. bu fırsatı kaçırdım. acaba bir ikincisini ele geçirebilir miyim? gelecek hafta yine kağıthane'ye giderim. hem bu defa tebdilen bir kira arabasıyla gider, bir tarafa gizlenirim. bakalım bu sefer bedia gelir mi? gelse de evvelki haftadan bitteyakkuz sevgilisini bana tanıtmak tedabirine tevessül ile gelir. o herif her kimse elbette beni tanır. bu tanıyışı fiiliyat tedbirlerini teshil eder. ben onu tanımıyorum. zevcemi elimden alan o bedhahla ihtimal bazen yüz yüze geliyorum da bana bakan, üstüme sürtünerek geçen, biraz ötede belki halime kahkahalarla gülen herifin işte o rakip, işte o hain olduğunu fark edemiyorum. ne müşkül hal? bunları düşündükçe müfekkirem ateş kesildi. vücudumdaki kanım sanki buhara münkalip olmuş da terkibinde mevadı mayiadan ne varsa mesammatımdan dışarı defetmek istiyormuş gibi ter içinde daha tabiri amiyaneyle kan ter içinde kaldım.hikayenin bu noktasında naki bey'in harareti hayli arttı. yine dayanamadım. limonata teklif ettim. bana gözlerini açtı: birader acelen ne? korkma o şişeyi bitiririz. daha bunlar bir şey de muvafık: uygun kabili tazmin: zararı giderilebilir ihtifa: gizlenme bittarassut: tarassutla, gözleyerek bitteyakkuz: uyanıklıkla mesammat: gözenekler ğil. şimdiden limonataya başlarsak sonra neyle teskini hararet edelim? yutmak için kutbı şimalinin buzlarını mı arayalım? dedi. ben de kendi kendime: acayip kutbı şimaliye gitmeye ne hacet? bizim bahçedeki buzlar bu gece beyin ateşini teskine acaba kifayet etmez mi? bedia hanım'la rakip beyin mercimekleri külhanı muhabbette kızıştıkça biz bu akşam tebridi hunı hiddet için buz istimaline mi mecbur olacağız? mülahazasında bulundum. naki bey devamla: işte mesele meydanda. fakat henüz çaresi mefkut. bu riştei taharriyi bir kere parmağıma doladıktan sonra o ne tarafa uzanırsa o yana tevcihi azm etmekten başka halli müşkil için sade bir yol var mı? yarın kağıthane'ye, öbür gün veliefendi'ye, sonra kadıköyü'ne, adalar'a, boğaziçi'ne. lüzumı azimet nereye görünürse o cihete gitmeli. münasebetimiz yalnız bir nikahtan ibaret olan zevcemin muğfilini aramalı. kadın benden müteneffir. ben ona dildade. arada anka misal bir rakibi mevhum. işte size iki malum, bir meçhullü. haydi rakibimi keşfettim, bu meçhulü buldum. sonra ne olacak? bedia'nın gönlünü hokkabaz yuvarlağı gibi ondan çalıp kendime nakletmenin imkanı var mı? bu el çabukluğunu yapabilecek miyim? yapamazsam mesele bütün bütün tahammülfersa bir renk almış olur. rakibimi keşfettim, ala. iki kere iki dört eder gibi bir vuzuhla bu bedahet nazarımda taayyün etti, o zaman keyfiyeti aleniyete varacak, onlar karşımda sevişecekler. ben uzaktan seyirci kalacağım. zevce, diğer bir erkekle al sevda ver sevda. zevç uzaktan öyle mevkufı temaşa! tahayyülü bile zihnime fenalık getiriyor. ben bu muaşakanın şekli hakikide cilvenüma oluşuna nasıl takat getireceğim? gel derde girme. bu belayı mübrimden kaç. kızı terk ediver. hah! işte burada mesele mıkrası tebridi hunı hiddet: hiddeti soğutma muadelei sevda: aşk denklemi tahammülfersa: dayanılmaz taayyün etmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak belayı mübrim: ibram eden, zorlayan bela tatlik ile esastan kesilmiş oluyor. fakat şeytan bırakıyor mu? eli görünmüyor, ayağı görünmüyor, nasıl oluyor bilmem? yine insanı dürtüyor. yahut o hiç bize dokunmuyor da neticesi fena zuhur eden efali üzerimize almaya sıkılarak hep ona mal ediyoruz. böyle birçok hususat var ki şeytan bize karşı müfteri davası açacak olsa hak kazanır zannederim. iblis mudilli alem olmakla beraber romancıların muinidir. çünkü bizim gibileri ona uymasa siz yazacak şeyi nerede bulacaksınız? bir kız, rehi hemvarı iffetten inhiraf edecek. bir erkek, bunları alay alay iğfal eyleyecek. sirkatler, katiller vuku bulacak. sureti güzeranı hayat türlü renk alacak. size sermaye çıkacak. evet, sıkılmayınız! size sermaye tedarik edenler, şeytanla halita olanlardır. yoksa bütün insanlar, ahlakiyyunun teminatına muvafık doğaydılar hükkamdan tut hapishane gardiyanına kadar sınıf sınıf mesalik erbabı bilmem şimdi neyle taayyüş ederlerdi? bazı kötüler vardır ki onların efali rediesi iyilere sermayei taayyüş belki de fahr olur. hissiyatın beyne'lbeşer mertebesini ala eden kubhiyattır. başımı belalara sokan şey, bedia'ya olan mukaddemeyi muhabbetim oldu. eğer muhabbetin de şeytanisi, gayrişeytanisi varsa benimkinin şıkkı evvelden olduğuna şüphe yok. haydi yine kabahati şeytana atfedelim. zevcemi tarassut için önümdeki cumaya kağıthane'ye gitmeye karar verdim. bir eski kira arabasının köşesine çekilip kendimi ona göstermeksizin tecessüsi ahval edeceğim. cumayı su kovası gibi iple çektim. o yevmi mübarek geldi. bir köhne araba buldum. bir tarafına büzüldüm. arabacım ihtiyar, bunak bir herif. nasılsa kağıthane'nin yolunu biliyor. makaslar berbat, hayvanlar miskin, döşeme murdar. denizde başıma geldi ama mıkrası tatlik: boşanma makası mudilli alem: alemin yanıltıcısı muin: yardımcı rehi hemvarı iffet: iffet, namus yolu inhira ayrılma sureti güzeranı hayat: hayatın geçiş sureti, şekli efali redie: kötü işler sermayei taayyüş: yaşam sermayesi kubhiyat: çirkinlik hiç böyle kara fırtınasına uğramamıştım. çalkana çalkana başımı arabanın cidarından ötekine çarpa çarpa eyüp tarikiyle mezarlıklar içinden çok şükür salimen sadabad'a vasıl, araba piyasasını uzaktan seyredebilecek bir mevkide bir ağaca şamandırabend olduk. yolda birkaç defa hayvanların koşumları koptu. hep onlar sicimle tamir edildi. yol esnasında galiba kağıthane'ye selameti vusulümüz için her türbenin önünde fatihahan olan arabacım mevkii mahsusundan ağır ağır indi: beyefendi işte kağıthane! cümlei istiğrabiyyesiyle oraya vusulümüze benden ziyade kendi şaştığını bir ruyı beşaşetle anlattıktan sonra bir deste sicimle yine koşumların bakıyyei tamiratına girişti. arabacım başını tamirattan kaldırmıyor, ben de pişi tedkikimde dolam dolam dolanan zenciri gerduneden gözlerimi ayırmıyorum. bedia'nın arabasını uzaktan görsem tanırım fakat ona benzer meydanda bir şey yok. bir saat öyle vakit geçirdik. ben arabalara bakmaktanyoruldum. bizim zavallı ihtiyar tamirden usanmadı. arada bana: beyefendi! kol kayışını da tamir ettim, allah'ın izniyle dönüşte rahat gideceğiz. gibi bir şey söylüyordu. ben de yarım kulakla dinlediğim bu sadedilane cümlelere bazen kuru bir tebessümle, bazen de oh oh. ne ala. gibi kısa cümlelerle cevap veriyordum. çünkü zihnim meşguldü. benim tuttuğum hile yolunu bedia'nın tutmuş olması ihtimalini düşünüyordum. o da bugün yüzüne kalın bir peçe örtüp çarşaflanarak bir kira arabasına binmişse ben kendisini nereden tanıyacağım? elde çarşaf gibi bir vasıtai tesettür olduktan sonra bir kadın için ketmi hüviyyet elbette erkeğinkinden kolaydır. işte bu ihtimalin zihnime vürudu canımı sıktı. ben böyle kokmuş kira arabalarında bin türlü ızdırap içinde didegüşayı tecessüs iken belki yine o pandomima karşımda oynuyor da haberim olmuyor. ne elim hal? ben bu teellümatta iken arabacı bir aralık pencerenin önüne geldi. zavallı o da meyustu. mükedderane bana sicim bitmeyeydi argacı da güzelce bağlayacaktım. dedi. onun ıstılahınca argaç' koşumun neresidir bilmem ki. cümlei istiğrabiyye: garip cümle ruyı beşaşet: güler yüz o esnada bedia'nın arabası karşıdan koptu. ben sevinçle hah işte, nihayet koptu! feryadıyla deli gibi haykırdım. arabacı şaşırarak: aman deme beyim! ara kayışı mı koptu? diye pürtelaş koşumların yanına koştu. artık gözüm sevgili zevcemden başka hiçbir şey görmez oldu. ara kayışı değil, hayvanların dörder bacağı birden kopsa yine iştirakı teessüre vaktim yoktu. bedia yine kendi arabasında. fakat bugün tuvalet başka, bu hafta koyu şarabi atlas ferace giymiş. ellerinde o renkte eldivenlikler. karşısında yine o halayık. bu cariye, hanımın vakıfı esrarı, mahremi herrazı olmalı. onu bana satsalar hakikate vukuf için bütün servetimi feda eder alırdım. araba birkaç devir icra etti. bedia içinde kemali vakur u temkin ile oturuyor, gülmüyor, lakırtı etmiyor. etrafa baktığı bile fark olunmuyor. zihnen meşgul, biraz da meyus gibi görünüyor. böyle karşıdan karşıya tetkikten bir şey anlayamadım. arabacıyı çağırdım. bedia'nın kupasını bilairae piyasa katarına girmesini fakat daima o kupaya karşı gelecek bir sırada bulunmasını tembih ile emrimi güzelce icra ettiği surette bahşişi bol vereceğimi anlattım. ihtiyar bu emirlerimi dinlemezden evvel ara kayışının kopmamış olduğunu bana tebşir ile güldü. argacın da o gün istimalinden pek ümit kesilmeyecek bir halde bulunduğunu anlattı. haydi baba haydi. ben sana şimdi argacı sormuyorum. dedim. ihtiyar bana eliyle bedia'nın kupasını göstererek: ta işte o karının karşı sırasında dolanacağız değil mi? evet. bu yaştan sonra bana ayıptır ama sen gençsin zararı yok. ihtiyar bana karşı tevbihgune bir ihtarda bulunduktan sonra yerine çıktı, argaç kopup da katar ortasında kalarak diğer arabalara çiğnenmek ihtimalini hiç hatırımıza getirmeden topal eşekle biz iştirakı teessür: teessüre iştirak, katılma tevbihgune: azarlar gibi de karbana karışmak yolunu tuttuk. pudrasını tazeleyen hanımlar gibi arabanın perdelerini indirdim. perdeler delik deşik olduğundan kafes arkasında oturur gibi içeriden dışarısı pekala görünüyordu. arabacım o sanattaki mahareti nispetinde bir göz hesabıyla uzaktan katarda gireceğimiz sırayı bittayin küheylanlara dah' dedi. çok şükür hele argaç kopmadan biz de devrana dahil olduk. arabacının gözleri kayışlarda, benimkiler de bedia'nın kupasında. dön efendim dönmez misin! arabadan arabaya atılan saçmaların ufak tefek serpintileri bize de geliyordu. perdelerin kapalı olması bazı zenperestanı yaveguyanın merakını celbettiğinden içinde beni kadın zannıyla harfendazlık ediyorlar; arabanın eskiliği, mechuliyyeti melahatim manii iltifatları olamıyordu. fakat bizim boşboğaz ihtiyar, erkek müşterisine söz atılmaktaki garabeti tecavüze bir türlü tahammül edemeyerek: haydi ağam, haydi efendim işine. içerideki erkektir. neyine gerek ki kapalı perdeye laf atarsın. gibi falso sözlerle foyayı meydana çıkarıyor. ihticaptaki maksadımı mümteniü'lhusul bir hale getiriyordu. kapalı perdeye söz atanlar, bedia gibi bir perestei cemale ne yapmazlar? etraftan yağan o adi kelimata, rezilane cümlelere zavallı zevcem sıkılıyor, kaşlarını çatmakla mukabele ediyor. rakibim nerede? acaba o da oralarda dolaşıyor mu? bedia'nın bu temkini iffetperveranesi sevgilisine karşı hoş görünmek, ondan gayrı kimsede gözü olmadığını ispat etmek için midir? zevcemin durgunluğu, dalgınlığı bence müziç bir sıkleti derundan başka bir şeyle kabili tefsir değildi. bazen bir tavrı mefturane ile başını arabanın arkasına dayıyor. eldivenlik içindeki güzel ellerini uğuş karban: kervan bittayin: tayin ile zenperestanı yaveguyan: boş konuşan zamparalar harfendazlık: laf atma, sözlü sataşma ihticap: saklanma mümteniü'lhusul: güç gerçekleşir sıkleti derun: iç sıkıntısı tavrı mefturane: bezgin bir tavırla, bezginlikle turuyor, baktığını belli etmez bir ihtiyatla etrafını tecessüs ediyor. hafi, muhterizane nazarlarla birini arıyor. kimi? acaba sevgilisi gelmedi mi? bu elemi derununu onun intizarı şedidi mi tevlit ediyor? önden, arkadan giden, bedia'ya yakın geçen bütün erkek arabalarını tetkik ettim. işte sevgilisi budur diye bir emarei hafife ile bile hükmedilecek bir erkek çehresine tesadüf edemedim. yalnız, muntazamca bir kira arabasının köşesine çekilmiş gözlüklü bir bey evvela biraz iştibahımı celbetti. o da arabası içinde melul, mahzun dolaşıyor, bedia'ya karşı geçtikçe dalgın dalgın bakıyor. fakat bu dalgın nazarı bedia'nın arabasına münhasır değil. ekser defa diğer arabalara da initaf ediyor. mahzun nazarlı bu gözlüklü gencin kağıthane'deki mevcudiyetinden bedia'nın haberi yok gibi. o ona hiç ehemmiyet vermiyor. bir tesadüfi nazar kabilinden bile o tarafa bakmıyor. bu tecessüsüm bir buçuk saatten ziyade sürdü. hemen hiçbir şey keşfedemedim. kalbimde birdenbire yine bedia'ya görünmek arzusu peyda oldu. bakayım beni görünce ne yapacak? yine doludizgin kaçacak mı? o meyus çehresinde ne gibi alaimi hissiyyat peyda olacak? gönlümde bir arzu uyandı mı artık hiçbir muhakemei makule onu icradan beni menedemez. her zarara işte bu zayıf hilkatimden dolayı uğrarım. bir şey aklıma geldi mi onu yapmalıyım. maksadı takibimi anlar havfıyla kendisine o eski arabamla görünmeyi münasip bulmadım. perdeyi sıyırıp camı indirerek babalığın yırtık paltosundan çektim. artık piyasadan çıkmasını anlattım. katardan ayrıldık. tenha bir yerde durduk. arabadan indim. canı sıkılırsa argacı tamir ile vakit geçirerek orada beni beklemesini arabacıya bittenbih piyasa mahallindeki ağaçlığa doğru yürüdüm. arabaları yakından görecek bir mevki intihabıyla kahveciden bir iskemle istedim. içmeyeceğimi bile bile bir de kahve ısmarladım. intizarı şedid: şiddetli intizar, bekleyiş alaimi hissiyyat: hissiyat belirtisi bittenbih: tembihle kirli bir tepsi derununda bir bardak bulanık su, katran renginde bir fincan kahve getirildi. önüme vazedildi. boynumu büktüm. bastonuma dayandım. gözlerim arabalarda, öyle oturuyorum. bedia'nın arabası bulunan sıranın geçidi başladı. bir, iki, üç, arkadan dördüncü araba onunki. yüreğimde peyda olan halecan, alimallah, bastona müstenit başımı saat rakkası gibi sarsıyordu. rengim ne hale girdi artık onu bilmiyorum. araba ağır bir hareketle geldi geldi, tam bana karşı hiza aldı. bedia gözlerini boşluğa dikmiş, öyle dalgın duruyor. beni evvela kendisi değil, halayık gördü. hemen hanımını dürttü. zevcemin bir raşei atiye ile vücudu lerzedar oldu. telaşla soluna baktı, sağına baktı, nihayet göz göze geldik. nazarındaki o tesiri sihramiz nedir bilmem ki? sanki bütün mevcudiyyeti maddiyye ve maneviyyem o gözlerdeki cazibei sahireye takıldı kaldı. arabanın arkasından süzülüp gidiyor zannettim. yanaklarımın üzerine iki damla sıcak yaş yuvarlandı. bu giryei teessür vehleten nasıl geldi? anlayamadım. o katreler yanaklarımı yakmasaydı ihtimal ağladığımın da farkında olmayacaktım. nim bihuşiye karip bir hal kesbettim. araba ilerledi. fakat tesirine hayrette kaldığım bir mıknatıs nazarımı arabayla sürüklüyor. makamını seyreden muhtazırlar gibi gözlerim oraya dikilmiş duruyor. derken arabanın penceresinden dışarı bir baş uzandı. bedia bana bakıyor. onun da halecandan çehresi gülgun olmuş. ah gözlerime inanamayacağım geliyor. evet onun da. onun da çeşmanı semafamından iki eşkpare ruhsarını yaka yaka yuvarlandı, yaşmağını ıslattı. aman ya rabbi! rüya mı görüyorum? eğer öyleyse bu rüyayı saadeti uzat. heyhat rüya. rüya. alemi bidaride görülen rüyalardan. çünkü ispirin kordonu çekildi. araba derhal katardan çıktı. hayvanlar dörtnala koşuyor. süratle dönmekten tekerleklerin kuturları görünmez oluyor. bedia kaçıyor. evamili ruhum arabasıyla sehabı gubar içinde uçuyor. beni böy raşei atiye: sonradan gelen titreme cazibei sahire: büyülü tesir nim bihuşi: yarı baygınlık, sersemlik çeşmanı semafam: mavi gözler alemi bidari: uyanıklık le giryan bırakıp nereye gidiyorsun? azıcık dur. rehgüzarı firarına yatayım, bari vücudumu çiğneyerek git. şikayetiyle feryat etmek istedim. bu yolda ismaı teellümmüvki müsait değil. cebimden elime kaç para geçtiyse kahve tepsisine fırlattım, koşmaya başladım. nereye? o mıknatısı aşkın beni cezbettiği cihete. fakat arabaya yetişmek mümkün mü? o, yokuşu yarıladı bile. bir müddet alık alık dağa doğru baktım. benim için durmak zamanı değildi. ama argacı bozuk, o miskin hayvanlarla bedia'yı takip kabil midir? bifikr, bikarar biraz öyle dolaştım. nihayet arabacının yanına gittim. nereye gideyim? başka darü'lamanım yok ki. ihtiyar beni görünce meyusane: yapayım derken bütün bütün bozdum. bu argaçtan hayır yok. dedi. ben de: argaçtan hayır yoksa senin de bana lüzumun yok. sözüyle babalığa bahşiş ücretini tediye edip oradan savuştum. böyle müteessir bir zamanımda argaç derdi dinlemedense yayan yürümeyi her halde hayırlı addettim. marika hanım'ın şarkısı gibi, gözlerim dağda öyle bir müddet daha oralarda mecnunane cevelan ettim. gözüme boş bir araba ilişti. araba da hayvanları da zararsız: arabacı, beni şişli tarikiyle istanbul'a kaça götürürsün? sualiyle herife yaklaştım. arabacı, kemali azametle: müşterim var. dedi, başını çevirdi. senin müşterin varsa bak benim de iki adet liram var. hangi arabacı giderse ona vereceğim. herif beni sarhoş zannıyla: benden başka şakalaşacak adam bulamadın mı? şakaya latifeye vaktim yok kuzum, işim acele de onun için veriyorum. ismaı teellüm: teellümü dinletme darü'laman: sığınılacak yer cevelan: dolaşma arabacı şöyle gözlerini çayırlığa dikti. bir düşündü. kendini bekleten müşterilerine ağız dolusu bir küfür salıverdikten sonra: çapkınlar iki saattir karı kuyruğunda dolaşıyorlar. şu tarafa cehennem oldular. bıçkın şeyler. sonra belaya girmek ihtimali var ama. iki liraya gelen belanın başımın üstünde yeri var. buyurun beyim buyurun. evvela onu sorayım. argacın bozuk mu? nasıl argaç? nasıl şeydir bilmiyorum ama benim yaya kalmama işte o argaç sebep oldu. benim arabanın öyle argacı margacı yoktur. evvelki arabacınız ya akay' olmalı ya da muhacir. argaç nedir bilmiyordum. sizden işitiyorum. arabaya atladım. herif müşterilerinden kaçmak için hayvanları kamçıladı. bu sürati hareket benim işime daha iyi geliyordu. hayvanlar soluk soluğa yokuşu çıktılar. tepeye geldik. orada otuz kırk araba vadiye karşı ahzı mevki etmişler, aşağıda başlayan sevda pandomimasının mabadı pencereden pencereye burada itmam ediliyor. kim bilir bu işaret komedyasının fusuli leylesi nerede oynanacak? bu muaşaka sahnesinin dekoru pek mükemmel. akşam takarrüp etmiş, üzerlerine kabusı muhabbet gibi hafif bir sis çökmüş. sanki bir hissi hiras ile birbirinin zıllı himayesine sokulmuş görünen tilale karşı nazar hülyayı emel kadar vasi bir ufuk içinde devrediyor. şarka bakınız, şişli kabristanında yatan ashabı yesarın vereseleri tarafından müteveffaların tezkirnamelerinden ziyade, bıraktıkları zer ü simi tebcilen inşa ettirilen mermer mozolelerin ebyaziyyeti safiyesi ve kilisenin kubbesi ahzı mevki: mevki alma, durma fusuli leyle: gece faslı hissi hiras: korku hissi zıllı himaye: himayenin gölgesi ashabı yesar: zenginler verese: mirasçılar ebyaziyyeti safiye: saf beyazlık üzerinde inikası şemsten mütehassıl parıltıların maverasında eteklerini suya salıvermiş çamlıca'nın güneşten aldığı son selamlarla mülevven tüllere bürünmüş zirvesi size bir ihtişamı şam gösterir. biraz şimale dönünüz, büyükdere'ye giden şosenin sıra ağaçlarını tepeleri yaprak açmış birer parmaklık gibi görürsünüz. daha şimale bir pergarı nazar çeviriniz, yekdiğerinin zuhurundan nazarendazı teessür ola ola akşamın sisleri içinde ale'dderecat boğulmaya hazırlanan şevahıkı gönlünüze bir hissi tenhai, bir hüzün ve haşyet ilka eder. azıcık illeti şairiyyeniz varsa o kalabalık içinde kalbiniz vahdetgüzini melal olur. artık sem'iniz elsinei beşeriyyeden hiçbirinin teessüratı hakikiyyeyi ifadeden aciz kelimat hayidesi işitmek istemez. aşiyanına geç kalmış bir kuşun nağmei isticali gibi razı tabiattan naleler ararsınız. setrei zalama boyun eğmiş o silsilelerin menazırı sakitanesi sizi daha ilerilere götürür. afakşikaflık gibi bir arzuyı tufulaneye düşer. daha ötelerini daha ötelerini görmek, vuhuş u tuyurun izlerini takip ile müşafehelerini dinlemek istersiniz. akşamın esrarı hazini serpilmiş hep bu tepeler, ufuklardan hisseçini teessür ola ola cenuba teveccüh edersiniz. istanbul o mukaddesi merkezi vatanımız hululi şebki takarrüble setrei habını yavaş yavaş üzerine çekerek cemaline aşık olan tarihin barulardan bin terane ile mahmurı nevm başını boğaz'ın methaline vermiş. hemyazei naz görünüyor. döşeği marmara, nigehbanı çamlıca olan bu maşukai cihanın kabarmış sinesi üzerinde nazarı meftunane edirnekapısı'ndan sultan selim, süleymaniye, beyazıt, pergarı nazar: nazar pergeli nazarendazı teessür: teessürle bakma ale'dderecat: derece derece, yavaş yavaş vahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilme menazırı sakitane: sakitane manzaralar arzuyı tufulane: çocukça arzu vuhuş u tuyur: yabani hayvanlar ve kuşlar hisseçini teessür: teessür hissesi alma mukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezi hululi şebki takarrüb: yaklaşan gece mahmurı nevm: uykudan mahmur ayasofya cevamii şerifesini birer ziyaretle dolaşıyor. tufuliyetimizden beri kandilleriyle ramazanlarımızı tebşir, bayramlarımızı tebrik eden o minarelerin rüyeti insanda ne kadar hissiyyatı samimiyye uyandırıyor! sabavetimizde avazei lu'bumuzla çınlattığımız o sokaklar, ziri sükufunda doğduğumuz o haneler, bize karargahı ebediyyet olacak o mezarlıklar sanki hep, uzemayı ecdadınızı sinesinde saklayan, evladı müstakbelenize esbabı maişet hazırlayan bu peri sizin validenizdir. onu seviniz. mealini birer lisanı sükutla anlatırlar. o tepedeki sevda komedyası içinde maşukasını kaçırmış bir şaşkın aktör tavrıyla etrafıma bakındım. göz göze, kaş kaşa dad u sited yolunda. dağa, bayıra bakan kim? iştiyakı vahşet, arzuyı vahdet nerede? kabil olsa bilakis iki araba halkı tek arabaya dolacak. gönüller hep fikri takarrüble suzan. infiradı şairaneyi aklına getiren yok. herkesin maşukası kendinin olsun. fakat benimki nerede? bedia ne oldu? araba ile oraları döndüm dolaştım. zevcem kaçmış. galiba hayvanlara hiç soluk aldırmadan firar etmiş. o gözyaşları neydi? bu isticali tebaüd ne oluyor? bahusus benim bu geceki halim ne olacak? o iki damla gözyaşı bütün muhakematımı zir ü zeber, olanca akıl ve fikrimi tarumar etti. o akşam yine meyusen haneme avdet ettim. hep böyle meyusen azimeti avdet. fakat bu defaki meyusiyetim tatlı. bedia o iki katrei eşkiyle pişi sevdama öyle bülendeyvan bir takı ümid rekzetti ki bundan sürurı muzafferanem nasıl olacağını tayin edemeyerek etrafında biaram dönüyorum. eblehane muhakematımla zavallı zevcemin ne kadar günahına girmişim! biçareyi bir aşıka ramişgeri ile itham ettim. hem bu ithamatımda ne kadar ileri vardım? şüphelerimi müeyyit bir emarecik sabavet: çocukluk ziri süku sakıfların altı, çatıların altı uzemayı ecdad: büyük ecdad, atalar esbabı maişet: maişet sebebi infiradı şairane: şairane yalnızlık isticali tebaüd: uzaklaşma bulamadığım halde her şeyi gözümle görmüş gibi zihnen dallandırdım, budaklandırdım. bütün hayalatıma hakikat şekli verdim. zifaf gecesi bir iki nazına tahammül edemeyerek kendisini hakaretle odadan kovdum. sonra tekmil muhakematı onun aleyhine, kendi lehime yürüttüm. kadınlığını, nazikii hissini hiç hesaba katmadım. işte kaç zamandır çektiğim alam bu haksızlığımın mücazatıdır. meğer kızcağızın kağıthane'deki hüznüne, o sıkleti derununa sebep benmişim. muhterizane nazarlarla aradığı benmişim. düşündüğü benmişim. hep benmişim. meğerse ben ne adi herifmişim. o taharrii meyusanesi bir diğeri için olaydı, gözyaşlarını bana gösterir miydi? fakat benden niçin kaçıyordu? en sonra ağlaya ağlaya niçin kaçtı? bana evvelki tesadüflerinde izhar ettiği mütelaşiyane nefret neydi? ne olacak hep beni sevmekten ileri gelme asarı infial. beni şiddetle seviyor fakat vicdanen layıkı muhabbet bulmuyor. bir gün ye'si sevdasına galebe edemeyerek hakikati bilaihtiyar anlatıvermekten korkuyor. işte bu esbaba mebni beni görünce kaçmağı bir çarei necat addediyor. ben sevilecek adam mıyım! bu yaşta iki karı bırakmış. üçüncüsünü ilk gecede kovmuş ahlaksız bir çapkın. ah bedia! ah bedia! seni bir kere ele geçirsem ayaklarını gözyaşlarımla ıslata ıslata bütün günahlarımı affettiririm. yarım gecelik feyzi vaslınla sen beni tedip, bütün sui ahvalimden tecrit ettin. artık bana dünyada senden başka vasıtai huzuz kalmadı. böyle ismen değil, hakikaten zevç zevce olarak yaşasak bütün alemdeki zevçlere bir numunei sadakat, bir timsali muhabbet gösterecek bir koca olurum. zalamı kesifiyle mecruh gönülleri kabir gibi sıkan, ezen üzen gecelerde sen de benim için gözyaşı döktün mü? döktün döktün. nüzulünü gördüğüm eşkparelerin o leyali iştiyaktan süzülüp geldiğini hissettim. benim için. seni türlü şenaatle itham eden bir hodbin için ağladın öyle mi? ah melek bedia. leyali sabıkamda beni teellümatıyla öldüren rakibi muhayyeli faciası o gece işte böyle hiç intizar etmediğim bir zemin nevi taharrii meyusane: meyusane arama sui ahval: kötü davranışlar leyali sabıka: geçmiş geceler ne girdi. fakat biz neticeye bakalım. gelecek cuma hiç şüphem yok, bedia kağıthane'ye yine gelecek. ben onu görmeye nasıl can atıyorsam aynı hissi iştiyakla o da mütehassis. artık bu hakikati anladım. beni bir kere görüp yine kaçacak. bu da malum. lakin bu defa kaçırırsam kaçmamazlık etmesin. bir tezkere yazarım. ilk tesadüfümde arabasına atarım. firardan feragati istirhamımı dinlemezse benim hayvanlarım onunkilerden kuvvetsiz değildir. arkasına takılır, birlikte konağına kadar giderim. bakalım ne olur? ama beni tanıyanlar naki bey, kağıthane'de zevcesine alenen kur ediyor diyeceklermiş. desinler. kendilerine alenen kur edilen diğer kadınlar yok mu? hem bu sevdaperdazlığı onlara kocaları değil, yabancı erkekler ediyor. bu daha ayıp değil mi? üçüncü haftaki kararım işte buydu. asıl bu cumayı iple çekmeye başladım. sürati vürudu arzu edilen eyyama ip takmak tabiri lisanımızda teessüs etmiş terkibattan olmayaydı ben o cumaya halat, belki ondan daha kuvvetli tünel kayışı falan gibi nadiren kopar kuvvetli bir şey takacaktım. felaketi sevda; mevvaç, müthiş bir deryaya benzer. onun telatumı biaramına tutulanların hiçbir aletle tayini cihet edebilmeleri mümkün değil gibidir. bu biçareler artık cereyanı rüzgar kendilerini hangi sahili selamet veya girdabı muhataraya sevk ederse oraya düşer, ya halas ya mahvolurlar. ekseriyetle böyledir. bilmem neden akıl o zaman pek zor dümen tutuyor. yahut hiç tutamıyor. şiddeti intizar ile ben o cumayı sıkı sıkıya resenbend ettiğimin üçüncü dördüncü gecesi fikir ve muhakematıma garip bir tebeddül arız oldu. bedia'nın semavi gözlerinden sureti nüzulünü gördüğüm dümuun benim için olduğuna pek çabuk hükmedivermişken bu halin kalbimde tevlit ettiği fartı sürurun temadii leyl sürati vürud: geliş sürati telatumı biaram: durmadan dalgalanma girdabı muhatara: muhatara girdabı resenbend: bağlama fartı sürur: çok sevinme ü neharisiyle hissiyatım ziyade işbaa geldi. bende fizyolojik bir aksü'lamel hasıl oldu. şimdi hissen geriye, noktai makuseye döndüm. o gözyaşlarının benim için olduğu hakkındaki delaili sabıkam gide gide kuvvetlerini kaybetmeye, onların yerine yine müthiş şüpheler kaim olmaya başladı. sakın bedia: birkaç haftadır bu herif niçin rehgüzarımı gözlüyor? infialiyle teneffüründen ağlamış ve bu nefretini bana irae kastıyla başını arabadan çıkarmış olmasın? evvela tereddüt nidalarıyla acaba acaba! dedim. sonra bir sadayı tasdik ile evet evet! lerde karar kıldım. bedia'nın o cuma bir nazarı muhterizaneyle birini aradığı bence bir hakikati bahireydi. bu aradığı ben miydim? başkası mıydı? bunu keşif için mükemmel falcılık lazım ki o günlerdeki buhranı hissiyyatım bu kehanete müsait değil. halime gülmeyiniz. o gecelerde iskambil falı açmaktan da hali kalmadım. kendimi ispati'nin bacağı, bedia'yı orya'nın kızı farz ediyordum. orya birlisi yani zevcemin gönlü daima yabancı bir erkeğe karip düşüyor. ispatinin birlisi yani benim, bir köklü, üç kanatlı, yonca şeklindeki gönlüm. bedia'ya yakın zuhur ediyor. bu yolda fallara katan inanmam. fakat niyetimin böyle ekseriyetle mugayiri arzum bir sureti makusede zuhuru beni ne kadar iğzap ediyor? hiddetimden birkaç deste iskambil paraladım. hele bir gece rakibi muhayyelim olduğundan şüphe ettiğim kara maça bacağını sobaya atıp yakmakla da kanaat edemeyerek daima ona karip düştüğü için orya birlisini, bedia'nın gönlünü parça parça ettim. ayaklarımın altında çiğnedim. her ne olursa olsun kararımı bozmamaya azmettim. o cuma kağıthane'ye gideceğim. bedia ile görüşeceğim. bu emelime muvaffak olamaz da yine kaçırırsam hanesine kadar takip edeceğim. temadii leyli nehari: gece gündüz devam etme aksü'lamel: tepki noktai makuse: makus nokta delaili sabıka: eski deliller hakikati bahire: apaçık gerçek sureti makuse: makus şekil arabasına atmak için kısa fakat şedit ve katiü'lmüfad bir tezkere yazdım. işte sureti: hanım! sizi seviyorum. hayatım nakabili inkisar bir riştei ateş ile bu muhabbete muallak kaldı. ya bu zenciri nar, beni size isal edecek ya bir kabre düşürecektir. muhakkak bu ikiden biri vaki olacak. şerin bana verdiği hukukı zevciyyete, evet bu salahiyyeti mukaddeseye bilistinad bugün size iki lakırtı söylemek isterim. bu teklifim evvela istirhamen vuku bulur, kabul edilmezse sonra emir, daha sonra cebir suretini alacaktır. bütün hayatımı sizi takibe hasredeceğim. hanei pederinize değil, müntehayı kainata pervazı firar etseniz kanatlanamazsam kollarımla uçar, yine dameni istiğnanızdan tutarım. aşkın marazı cinnetten bir fasıl olduğunu kütübi aidesinde görmemişseniz hareketimle size bu emirde bir misal irae eyler bu cehlinizi izale ederim. naki bunu küçücük bir kağıda yazdım. mini mini bir zarfa koydum, taktığım haytai intizarı koparmadan asıla asıla cumayı getirdim. kendi arabama bindim. dörtnala kağıthane dedim, gittim. kalabalık başlamış. arabalar piyasa ediyor. bedia meydanda yok. acaba bu hafta gelmeyecek mi? bu ademi vürudu ihtimali zaten halecandan çırpınan kalbimi büsbütün sadrımdan ayrılıp uçacak gibi bir hale getiriyordu. bir araba ile iç, dış kağıthane'ye mekik dokuyoruz. saat sekizi geçti. tahammül olunmaz bir elemi intizarla arabaya sığamaz oldum. arabacım nikoli ile beynimizde şu muhavere geçti: katiü'lmüfad: kati ifadeli nakabili inkisar: kırılması kabil olmayan riştei ateş: ateşten bağ müntehayı kainat: kainatın öbür ucu dameni istiğna: istiğna eteği kütübi aide: ait olduğu kitaplar haytai intizar: intizar ipliği ademi vürud: yokluk ihtimali, gelmeme elemi intizar: beklemenin kederi ben iki hafta evvel kaçırdığımız arabayı biliyorsun ya? biliyorum. şişli tarikiyle gelen arabalara hini hacette karşı çıkabilmek için yokuşun altında muvafık bir mevki intihap et. orada dur. o dediğim arabanın yokuştan indiğini görürsen bizim arabayı onun penceresine yanaştıracak surette üzerine sür. sonra o araba nereye giderse bir adım arkasını bırakma. anladın mı? baş üstüne. nikoli, dediğim gibi bir noktada durdu. ben de rehgüzarında bu üftaden esiri intizar medfenim olsun bu yer gelmezse bezme nazlı yar güftesini irticalen bittanzim mırıldanmaya başladım. uzaktan hayvanları beyaz bir araba gördükçe halecanım artıyor. işte o, işte o diyorum. takarrüp edince yabancı bir araba olduğu anlaşılıyordu. intizardan gözlerimyoruldu. serde illeti şairiyyet yok mu? nazmettiğim iki mısraın mabadını bulmaya uğraşarak: dil hirasan, dide giryan. dedim, alt tarafı düşünüyorum, dalmışım. ama nasıl hani ya bazen insanın meşguliyyeti zihniyye tesiriyle bakar da görmez, işitir de anlamaz, bir zamanı olur, işte öyle bir halde iken vehleten bir sürati fevka'lade ile arabam hareket etti. başımı arkaya çarptım. bu müsademe ile dalgınlığım zayil oldu. anladım, bir şey var. bedia ya geçti ya geçiyor. derhal elimi ceketin yan cebine attım. mektubu çıkardım. ne yanda? demeye kalmadı, sıyırtma bir suretle sol taraftan bedia'nın arabasıyla pencere pencereye geldik, hemen zarfı kucağına fırlattım. sevinçten deli gibi: hini hacette: icabında rehgüzar: yolunda esiri intizar: bekleyişin esiri bravo nikoli! nikoli bravo! diye haykırdım. galiba onun arabacısı da tembihliymiş. müsademeye benzeyen bu takarrüpten herif huylandı. bizim nikoli'ye birkaç rumca küfürle beraber dizginleri salıverdi. bir iki kırbaç şaklattı. önde o, arkada avcı, tozu dumana katarak iki araba biz kağıthane'ye bir girdik. piyasayı yardık geçtik. dış kağıthane'nin yolunu tuttuk. bedia'nın arabacısı dönüp dönüp bizim nikoli'ye sövüyordu. nikoli de aynı mukabelei nezakette kusur etmeyerek bizim hayvanların burunlarını öteki arabanın arka penceresinden bir karış ayırmıyordu. kendi kendime: maverayı cihana gitsen bugün elimden kurtulamazsın bedia. seni böyle takip edeceğim. dedim. halecandan inkıtaı teneffüse uğrar gibi bir şeyler oluyorum. çünkü attığım namei şedidü'lmealin o anda desti mütalaada olduğunu biliyorum. ba'dü'lkırae neye karar verecek? tehdidatımı hiçe mi sayacak? ne yapacak? rakibi muhayyelim oralarda mı? oralardaysa faslı mesele hususunu ona mı havale edecek? yok. yok, bu cesareti gösteremez. benim için henüz mevhum olan o şahıs her kim olursa olsun zevcemle arama hakim sıfatıyla giremez. kan olur. ikimizden birinin cesedi biruhu o gün mutlak yere serilir. kağıthane halkına en büyük seyir biz oluruz. rezalet ayyuka çıkar. namı ailelerimiz alemin lisanı istihzasına düşer. zihnen bunları düşünüyor, gözümü de öndeki arabadan ayırmamaya uğraşıyordum. dış kağıthane'ye çıktık. ahırları, çeşmeyi geçtik. dağ eteğindeki yoldan gidiyoruz. hala o firar, hala o takip, hala sürat. köşkü de geri tarafta bıraktık, gidiyoruz gidiyoruz. arizamı okuyacak vakit oldu da geçti bile. yol tenhalaştı. ihtiyar ispir bir sallandı, kulağını pencereye doğru eğdi. anladım ki bedia kordonu çekti. arabacısına bir emir veriyor. araba sağdan tembih: tenbih, uyarı, ikaz maverayı cihan: dünyanın öbür ucu inkıtaı teneffüs: nefes darlığı namei şedidü'lmeal: şiddet ifade eden mektup badü'lkırae: okuduktan sonra lisanı istihza: istihzalı konuşma geri bir çark etti. bizimki de aynı manevrayı icrada iken bedia'nın ispiri bizim nikoli'ye rumca bir şey söyledi. bizim araba durdu. öteki hemen bir arşın bir mesafeyle yanımızdan geçti. beyaz kelebek gibi bir kağıt bedia'nın eldivenlikli elinden uçtu. önüme düştü. nikoli yine takibe başladı. bütün vücudumu en büyük titreme asıl şimdi aldı, desti raşenakimle kağıdı açtım. avuç kadar bir varakpare. üzerinde kurşun kalemle şu sözler muharrer: beyim! sizden firarım gözyaşlarımı göstermemek içindi. mademki geçen hafta bu kayda riayet etmedim, mademki istirhamınız emir, emriniz cebirdir. o halde, el emrü fevka'ledeb. zevceniz bedia arabalarımız toz, zihnim bir hevayı inbisat içinde yine uçuyorduk. el emrü fevka'ledeb' ne demektir? ben bu cümlei arabiyyenin mealini tefsire, bununla bana anlatmak istediği maksadı intikale uğraştıkça her tarafımı ihata eden hevayı meserreti ciğerlerim cezb ü defden aciz kalıyor, sevinçten boğulur gibi oluyordum. demek ben kendisine ne emredersem onu yapacak! zevcemdeki bu tagayyüri hissiyyat anlaşılacak şey değil. bu an meserrette artık bu ciheti muhakeme edemem. ona vakit yok. şimdi ben ne emredeyim? sakın bu mutavaat da sahte olmasın? neticesinde bir dubara çıkmasın? o gün elimden kurtulmak için tertip edilmiş bir saniaya uğramayayım? of ben ne vicdansız adamım. zavallı zevcem, samimiyyeti hissiyyatını müfessir elime bir senet verdi de ben hala aleyhinde şüpheden, tereddütten, suizandan kendimi alamıyorum. piyasayı geçtik. köyü de arkamızda bıraktık. ileriye gidiyor, yürüyoruz. etrafımız tenhalaştı. bedia arabasından başını uzattı, bana hitaben: desti raşenak: titreyen el hevayı inbisat: ferahlık havası tagayyüri hissiyyat: hissiyat değişikliği emriniz! dedi. ben: estağfurullah, emrim değil, teklifim ilk ricada kabul buyurulduğu için şekli istirhamını muhafaza etmiştir. binaenaleyh tazarruum sizinle görüşmektir. cendere yolu üzerinde tenha bir mevkie kadar gidelim. öyle ise arabanız öne düşsün. o mevkii münasibi siz tayin buyurunuz. nikoli'ye sür! dedim. biz öne çıktık. gidiyoruz. gönlüm bir türlü bedia'nın bu muamelesindeki ciddiyete inanmak istemiyor. acaba beni aldatıp dönüverecek mi havfıyla arabamın penceresinden her dakika öteki arabayı tarassuttan kendimi alamıyorum. bir hayli daha gittik. bu son şüphemden de nedamet ettim. çünkü öbür araba bizimkini takipten bir hatve inhiraf etmiyordu. uzakta yol üzerinde büyük bir çınar ağacı gördüm. yeşil yapraklı dallarını uzatmış ziri sakında mefruş pürtaravet çemenzara sebzeyn sayeler yağdıran bir şemsiye gibi duruyor. bir şitayı velveleengiz geçirdikten sonra o bahar ile taze bir devri inkişafa giren gönüllerimizin teatii esrarı için kaliçesi zümrüdi, sakfı yeşil bu ilticagahı sevdayı münasip gördüm. işte asıl zifafı kulubümüz orada vuku bulacaktı. bu ağaca yüz elli metrelik mesafede arabaları durduttum. arabadan indim. bedia da sıçradı, indi. elinde pliyan' denilen açılır kapanır küçük bir iskemle ile halayık da çıktı. kızın elinden iskemleyi alarak: iskemlenizi taşıyacak bir köleniz var iken kalfayı beyhudeyormayınız. müsaadenizle o arabada otursun. dedim. zevcem gülerek: hatve: adım ziri sak: gövdenin altı şitayı velveleengiz: velveleler koparan, fırtınalı kış teatii esrar: sır alıp verme emir sizindir. halayık bana bir mahcubiyyeti istiğrabkarane ile bakarak biraz kızardı. tekrar arabaya girdi. arabacılara birbiriyle barışmaları şartıyla orada durmalarını bittenbih biz mevkii müntehabımıza doğru yürümeye başladık. zevcem o gün yakası beyaz işlemeli açık eflatun bir ferace giymiş, şemsiye beyaz, eldivenlikler beyaz, elbise beyaz, iskarpinler beyaz. başında hotoz yok. sırma ile ipekten mahluk zannolunan saçlarını son moda kuaförüne refikaten alnından bir iklili zerrin gibi kapatarak bu kabarıklığı tezyit ede ede hemen enseye indirmiş, tatlı bir çıkıntı ile biraz yukarıya toplayıp iliştirmiş. o şekildeki derbederlikle intizam beyninde bu tezeyyün. sanki bir desti perii mevhum bir şane ile orasına burasına dokunup kabartmış. sonra da yaşmak, o gümrah sarı saçların, o güzel simanın güya enzardan muhafazası için üzerlerine varmış yokmuş denecek hafif bir pare çekmiş fakat şeffafiyetiyle perdei mahremiyyete almak istediği o çehreye nükteaşub bir letafeti diger vermiş. bedia keten etekliğini çayırların üzerinde sürükleye sürükleye, beyaz ipek dantela şemsiyesinin uzun sapına dayana dayana, barışmaya hazırlanan bir kadının mültefitane somurtkanlıklarıyla bana sitemli nazarlar fırlatarak yürüyordu. fartı halecandan ben söyleyecek bir söz bulamıyordum. simasına arız olan pembelikten, gözlerinin bakışından, bazen adımlarını şaşırır gibi yürümesinden onun da aynı hali teessürde olduğunu anlıyordum. yalnız dillerimiz söylemiyor fakat esnayı meşyimizdeki her tavır ve hareketimiz yekdiğerimize lisanın ifhamdan aciz olduğu razı derunumuzu, dakayıkı hissiyyemizi daha vuzuhla anlatıyordu. işte böyle bilatekellüm yürüye yürüye bir sükutı manidarla ağacın altına geldik. elimdeki iskemleyi zevcem isterse arkasını ağaca dayayabilecek bir noktaya koydum: mahcubiyyeti istiğrabkarane: garip bir mahcubiyet mevkii müntehab: seçilen yer şane: tarak esnayı meşy: yürüyüş esnası bilatekellüm: konuşmaksızın buyurunuz dedim. ya siz? sualini ibraz etti. beni düşünmeyiniz. ben şöyle karşınıza çayırlığa otururum. yere oturmamda hiç beis yok. zaten nereye bastığımı, nerede bulunduğumu bilmiyorum ki! keşke arabanın döşemesini getirteydik. yok. yok. buna katan lüzum yok. bedia çok yol yürümüş de kesilmiş gibi bir işmizaz, nazarfirib bir kırıtma ile iskemlesine oturdu. ben de karşısına yerleştim. bir müddet birbirimize bakındık. aylardan beri gece rüyamı, gündüz nazarı hülyamı işgal eden bu perestei ruhuma şiddeti meftunanesi tarif olunmaz bir nazarı iştiyakla bakıyor, gözlerimi bir saniye yüzünden ayırmak istemiyordum. talihim onu bana kısmet etmek gibi böyle bir lütufta bulunmuş, ben bu semahati kaderime karşı ne azim küfran ile mukabele etmişim. bu lutfı naşinaslığım yalnız kaderime karşı mı vaki oldu? karşımda duran meleği ne ağıza alınmaz rezail ile itham ettim. daha yarım saat evvel zihnen rakibi muhayyelimle düello ediyor, onu bir taraftan zuhur ediverecek havfıyla lerzan oluyordum. hiç öyle bir şahsın vücudu olaydı, bedia, kağıthane'nin o kalabalığı içinden ayrılıp benimle buralara kadar gelir miydi? onun nazarı takibinden kurtulması kabil olabilir miydi? hayırsız, vicdansız addettiği benim gibi bir zevcin emri hodseranesine tabiyet için kendisini onun nazarı muhabbetinden iskat edecek böyle bir harekete elbette cüret etmezdi. nezaketten ari, tehdidamiz bir mektubun üzerine aramızda o güne kadar hüküm süren adaveti bertaraf ederek bu gelişiyle bedia hem beni ihya hem de aleyhindeki suizannımın külliyen biesas olduğunu ispat etti. zevcem nazarımda artık katiyyen tebriye işmizaz: titreme perestei ruh: ruhun taptığı şiddeti meftunane: meftunluk şiddeti lutfı naşinaslık: lütuf bilmemezlik adavet: düşmanlık etmişti. o güzel yüzüne mütehassırane bakarken ithamatım aklıma geliyor, kendi kendime utanıyor, bu suizanlarımdan şimdiye kadar kendine bir şey sezdirmemiş olduğumu düşünerek biraz bununla müteselli oluyordum. en evvel söze zevcem başladı. o lacivert hadikaları içinde hülyayı sevdama vasi ufuklar keşfettiğim semavi gözlerini çayırın bir noktasına dikerek dalgın dalgın dedi ki: beyefendi! bugün böyle görüşeceğimizi rüyada görsem hayrayormazdım. heyhat! yine de hayrayormuyorum ya! emrinize ademi itaate kendimde kuvvet bulamadım. işte böyle oldu. bedia'nın bu ilk sözlerinden, içinde bulunduğum o rüyayı saadetin bidarı menhusunu keşfeder gibi olarak bir lerzişi nevmid ile: hala mı bu sitemler? bu yevmi mülakat benim için hayata, hem o eski bildiğim kasvetli hayata değil, lezaizine doyamayacağım bir alemi safaya ikinci geliş gibi oldu. of, anlatamıyorum dilim dolaşıyor. eski hayatım hayat değilmiş, ben kendimi bugün doğdum zannediyorum. hissiyatımızdaki mübayeneti kadime hala berdevam mı? bu ruzı mesudu siz niçin hayırlı addetmiyorsunuz? geçen hafta gözlerinizden nüzulünü gördüğüm gözyaşları kimin içindi? bunların esbabı seyelanını keşifte acaba aldandım mı? eğer aldanmış isem rica ederim bırakınız aldanayım. ilelebet böyle aldanmış kalayım. müthiş bir hakikate kesbi vukufla bundan sonraki hayatımı zehirlenmiş görmedense bu aldanış benim için pek tatlıdır. kaşlarını çattı. düşündü. muhteriz bir seda ile dedi ki: beyim! muhakematınız bütün hata! ihtimal ki şimdi cariyenizi biraz seviyorsunuz. bu sevginize sebep de tafsilatını artık kale almak istemediğim leylei zifafımızdan beri geçen eyyam oldu. o gece siz beni sevmemiş yahut ilk tesadüf edilen bir kadın ne kadarcık bir nazarı rağbetle telakki edilebilirse işte öyle bir gözle görmüştünüz. sizi pek az gördüm. fakat tabiatınızı tamamıyla an bidarı menhus: menhus uyanıklık lerzişi nevmid: ümitsiz titreyiş mübayeneti kadime: eski ayrılık ladım. siz sehlü'lhusul muhabbetlerden çabuk usanıyorsunuz. sizin amali sevdaperveranenizi her gün tecdit edecek karşınızda bir istihkamı aşk lazım. gönlünüz hakikatten pek çabuk usanıyor. her zaman güleşecek bir ideal arıyorsunuz. aşkın lezaizi sizin için daima mevhumiyettedir. hakikatle karşı karşıya gelince onun çehresine müddeti medide bakmaktan usanıyor, gide gide bu rüyete tahammül bile getiremiyorsunuz. ayrıldığımız gece ben nazarınızda belki zerre kadar haizi ehemmiyet olmayan bir kadındım. o isyanlarıma biraz hiddet ettiniz. bu hiddetinizi yenmek için diğer kadınlarla teskini arzuya giriştiniz. cüzi bir zamanda onlardan da birer birer bıktınız. karşınızda fetholunmamış yalnız bir kale kaldı. işte o bendim. sonra bütün muhacemei hissiyyat u hülyanız o tarafa döndü. müşkülata tesadüf ettikçe iştiyakınız büyüdü. yavaş yavaş tefekküratı sevdanızda ben bir ideal halini aldım. işte şimdi bundan dolayı hastasınız. bu hastalığınızı muhabbet zannediyorsunuz. bu ideal de şekli hakikate girince nazarınızda şimdiki şaşaasını kaybedecek, sonra sonra ötekiler gibi rüyetine tahammül getirilmez müziç bir suret alacaktır. bugün lezaizine doyulmaz bir alemi safaya doğmuş olduğunuzu söylüyorsunuz. buna inanırım, doğrudur. bu yevmi mülakat, hayatınız içindeki en mesut günlerinizden biridir. fakat siz de şuna inanınız ki bu lezzet, bu sefa, bu saadet devam etmeyecektir. pek cüzi bir zaman sonra gönlünüz diğer bir idealin, meshurun mehasini olacak. sonra zavallı ben. kırılmış, yıkılmış diğer oyuncaklarınızın yanına atılacağım. ilk geceden bu hakikati keşfettiğim için. sözü kesti. alt tarafını itmama atılarak dedim ki: keşfettiğiniz için elimden o suretle halası münasip gördünüz. emelinizde de muvaffak oldunuz. şüphe yok. sehlü'lhusul: elde edilmesi kolay amali sevdaperverane: sevdaperverane emeller muhacemei hissiyat ve hülya: hissiyat ve hülya hücumları itmam: tamamlama şu saatte şüphe olmayan bir şey varsa o da benim size olan muhabbetimdir. türlü endişe içinde bunu siz de itiraf ediyorsunuz. siz şimdi aşkın sureti umumiyye tabirime müsaade buyurunuz. belki de adiyesinden bahsettiniz. evet doğrudur. hemen herkes için aşk denilen şey böyle başlar böyle biter. bu nazariyenin bazı müstesnaları da olabilir, sizin bu şiddetli nazarı muhakeme ve tedkikiniz önünde amali desise edilemeyeceğini işte görüyorum. hasta kalbimi mahir bir cerrahın neşteri ameliyatına açar gibi size şekli hakikisiyle göstereceğim. fakat tedavisinde siz de diriği lutf etmeyeceksiniz. evet bedia hanımefendi. ne mertebe canım acısa bağırmayacağım, şikayet etmeyeceğim. neşteri tedavinizi yüreğimin en derin ecvafına kadar sokunuz. oralarda müterakim müfsidi hayat, hunı marazı akıtınız. bu ameliyatınız ne kadar sürerse sürsün tahammül edeceğim. of demeyeceğim. yalnız sizden bir ricam var, beni öldürmeyiniz. bu gönül tababetindeki bütün hazakatinizi gösteriniz. siz olmasanız hayatın nazarımda ehemmiyeti yok. hayatı isteyişim onu ancak sizinle geçirmek içindir. işte size bu safveti tıflane ile esrarı kalbiyyemi söylüyorum. her şeyi itiraf ediyorum. hakkımdaki muhakematınız bütün doğru. işte ben öyleyim. dediğiniz gibiyim. bu marazdan valideynim beni kurtarmaya uğraştılar. ben kendi kendimi de tedaviye gayret ettim. muvaffakiyyeti halas kabil olmadı. bir kadını üç aydan ziyade sevemezdim. fakat bakınız kaç ay oldu sizi seviyorum. hem de nasıl sevmek. ateşi muhabbetim her günün müruruyla birkaç misli tezayüt ediyor. bu şiddetin saniyeden saniyeye izdiyadını hissediyorum. bedia amik bir nazarı tefekkürle gözlerini dağlara ufuklara doğru dikti. artık cevap vermiyor, beni endişeye düşürecek bir çatkınlıkla düşünüyordu. birkaç dakika bekledim. bir cevap alamayınca tahammül edemedim. nerede bulunduğumuzu unutarak beyaz eldivenlikli ellerinden yakaladım. gözyaşlarımı feracesine serperek: nasıl bir uçurumun kenarında bulunduğumu söyledim. bu mezarı aşka beni bir tepme ile atıp da geçivermezsiniz değil mi? amali desise: hile diriği lut lütuf esirgeme onun da halecanı arttı. ondan da hazin hazin kataratı teessür seyelana başladı. gözlerimi gözlerine dikerek sordum ki: bir habbesi uğruna bütün hunı hayatı isara hazır olduğum bu elmaspareler kimin için dökülüyor. bunların sebebi nüzulü nedir? onu söyle, saadet yahut felaketi hayatım biliniz bu bir sözle taayyün eder. bedia irat ettiğim suale diğer bir noktadan cevap vererek: peki beyefendi peki. meyus olmayınız, sizi kurtarmak için kendimi feda edeceğim. siz halas olacaksınız, ben mahvolacağım. buna mukabil de sizden hiçbir fedakarlık talep etmeyeceğim. maksadınızı anlayamadım. durunuz izah edeyim. duvağımı açtığınız gece siz firaşı meserretinize mahkum üçüncü bir kız karşısında bulunuyordunuz. bense ömrümde ilk defa olarak henüz tanımadığım bir erkeğe yüzü açık görünüyordum. sizi görünce gönlümde öyle bir mukaddimei muhabbet galeyana başladı ki birkaç gün beraber yaşasak ve bütün bütün esiri sevdanız olup kalacağımı anladım. evet gönlümde size karşı işte o kadar büyük bir istidadı irtibat hissettim. lisanınız beni iğfale uğraşıyor fakat gözleriniz muvakkat bir arzuyla parlıyor, sözlerinizin samimi olmadığını anlatıyordu. ben o zaman kendimi iki tehlike arasında gördüm. birinci tehlike, tahtı zevciyyetinizde kalıp kısa bir müddet geçireceğim mesudane ömürden sonra bir kuşei nisyana atılmak, bıkılmak, müteakiben de bir iftirakı ebediye uğramaktı. seven bir kadın için sevilmemek kadar dünyada bedbahtlık olur mu? bu felaketten kurtulmak ancak bir tedbir ile kabildi. o da bir yolunu bulup hanenize bir daha avdet edemeyecek surette kendimi oradan kovdurmaktı. ikinci tehlike de işte kendini burada gösteriyordu. avdetimi derecei istihaleye getirecek bir gürültü ile konağınızdan bir kere çıktıktan sonra ya gönlüm sizi sevmekte devam ederse? ya sevdama meram anlatamazsam? o zaman halim ne olacaktı? fakat bu ikinci tehlikeyi birincisine nispe kataratı teessür: üzüntü damlaları istidadı irtibat: bağlanma eğilimi derecei istihale: istihale derecesi, imkansızlık derecesi ten hafif buldum. sizi unutabileceğime o zaman yüzde elli ihtimal veriyordum. işte bu hatamı anlayamayarak ikinci tehlikeyi tercih ettim. meğer aldanıyormuşum. ilk eyyamı iftirakım o kadar meyusane değildi. nasıl oldu bilemiyordum, anlayamıyordum, mücrim ihtirakını ehemmiyetsiz zanneylediğim o kıvılcım kalbimdeki narı şiddetini gittikçe tevsi etti. sizi unutabilirim vehmiyle ihtiyar ettiğim bu ikinci suret büsbütün harabıma sebep oldu. gide gide o hale geldim ki gözümde bütün cihan sizden ibaret oldu kaldı. artık hiçbir şeyi göremez, daima sizi düşünür oldum. size hasrı tefekkür ede ede hayatım adeta medit bir rüya halini aldı. bu rüyada kendimi de bilmiyor, yalnız sizinle uğraşıyordum. ah bedia, artık yetişir. yetişir. tıpkı benim halim. tıpkı benim çektiklerim. benim uğradığım teellümatı güya bir müessiri manevi, aynı aynına, noktası noktasına sana da çektirmiş. bu teşabühi hissiyyata şaştım. burada ikimizin gözyaşı birbirine karıştı. sevinçten mecnuna dönerek dedim ki: böyle sokak ortası demek olan çayırlıklarda, ağaç altlarında iki yabancı gibi söyleşip ağlaşmayalım. haydi evimize gidelim. dur beyim dur, daha bitirmedim. bilmeye bilmeye hissiyyatı muztaribane alamı mütehassiranemizde bu müşahebet hasıl olmuş. bu hakikat işte birimiz beyanı teellüm ederken diğerinin suzişi derununu takrir eder gibi meydana koyduğu mutabakatı hissiyye ile sabit oluyor. fakat beyim bu müşabeheti tamme içinde yine aramızda büyük bir fark vardır. müsaade buyurunuz onu teşrih edeyim. sizin bana olan muhabbetiniz muvakkat, benimki ise müebbettir. beynimizdeki fark bu. pek küçük. pek büyük değil mi? ben de söze atıldım. bedia katiyyet beyan eder bir işaretle lakırtımı kesti. yine kendisi devam ederek: hasrı tefekkür: düşünce hasretme, düşünme teşabühi hissiyyat: hissiyat benzerliği müşabeheti tamme: tam benzerlik bugünkü niyetiniz beni müebbeden sevmektir. onu biliyorum. fakat niyet ile fiiliyat arasındaki mesafenin ne kadar sabü'lmürur uzun bir yol olduğunu bilirsiniz. ne güzel şeylere niyet ederiz. lakin bunların cümlesini fiile getirmeye muvaffak olabilir miyiz? aşk hususunda kalben mariz bulunduğunuzu hatta o marazın muhtacı ameliyyat olduğunu deminden anlattınız. mahir bir cerrah arıyorsunuz. bu ameliyatı mahiyyeti icraya bende kabiliyet var zannediyorsunuz. aldanıyorsunuz beyim aldanıyorsunuz. ben sizin cerrahı kalbiniz olamam. kendi hissiyatına mağlup bir kadın, bu ameliyatı bir diğeri üzerinde nasıl icra edebilir? böyle bir ameliyata el uzatacak bir kimsenin evvela kendi kalbi kuvvetli olmalı. binnefs metaneti fevka'lade sahibi bulunmalı. bakınız bende o metanetten eser var mı? geçen hafta size gözyaşlarımı gösterdim. bu hafta da safdilane bütün esrarı derunumu meydana döktüm. üzerinizdeki teessür ve nüfuzı sevdamı tezyit için bugün burada sizi bir çocuk gibi saatlerle ağlatmalı, kendi muhabbetimden size katiyen bahsetmemeliydim. bu itirafım nazarı muhabbetinizdeki kıymeti biraz tenzil etti değil mi? deminden yani bu itirafımdan evvel beni daha ziyade seviyordunuz. çekinmeyiniz, söyleyiniz. bir erkeğe, seni ziyade seviyorum, demek bir kadın için zorla kendi kendini onun nazarı sevdasından düşürmektir. bu bapta tecrübem yok fakat romanlarda böyle okudum. iki muaşık nevumma aynı derde müptela iki hasım demektir. çünkü daima yekdiğerine karşı temini galebeye uğraşırlar. bu cidali muhabbetteki en müessir silah, kalpteki ateşin alevini lüzumundan fazla hasmına göstermemektir. işte görüyorsunuz ki ben sizin mazlum bir sevdazedenizim. her hakikati olduğu gibi söylüyorum. düştüğüm bu girivi sevdanın ne tarafına gitsem bir mahreci halas yok. sizden ayrı yaşasam iştiyakınıza tahammül edemeyeceğim. birleşsek aşkın tarif ettiğim nazariyyei umumiyyesi ahkamınca bir müddet sonra usanılmış bir kadın olacağım. bu iki ciheti de düşündüm. alamı tahassürünüz içinde yaşamaktansa mazlumı sevdanız olmayı tercih ettim. ma sabü'lmürur: geçilmesi, aşılması güç olan girivi sevda: sevda çığlıkları mahreci halas: çıkış noktası, kurtuluş demki bast ettiğim nazariye umumi gibidir, mademki siz de en sevdiği kadından üç dört ayda bıkan erkeklerdensiniz, mademki gönlünüzü bu vefayı biganegi hilkatten çevirmek, müebbeden kendime hasretmek kabil değildir. o halde, of. o halde kendimi sizden bir iftirakı ebedi mahkum etmek lazım gelir. anlıyorum ki bu iftirak benim için yanınızda bulunup da mazlumı aşkınız olmak ızdırabatından daha müessir, daha müthiş olacak, beni daha çabuk öldürecek. artık zevç zevce olarak birlikte yaşayalım, benden usanıncaya kadar beraber geçireceğimiz ömri mesudane velev ki pek kısa olsun, işte o saadet bana müddeti hayatımca kafidir. artık onun yadı huzuzuyla yaşar, uğrayacağım ıztırabatı hırmanı o lezaizin tahatturuyla tahfife uğraşırım. beyim! sizden yalnız bir istirhamım var. kamı sevdanızı aldıktan sonra benden usandığınız, artık nazarınızda iştişmamında buyı lezzet bulunmaz pejmürde bir çiçek halini aldığım zaman eski zevceleriniz gibi bittatlik beni hanenizden tardetmeyiniz. evinizde yanınızda kalayım. isterseniz bir hemşire vazifesiyle yine karınız olayım. üstüme evleniniz. istediğiniz yerde kalınız. arzu ettiğiniz kadını seviniz. ağzımdan bir kelimei muaheze. bir sadayı şikayet. bir sitemi mazlumane çıkmayacaktır. her cefaya tahammül edeceğim. siz kamyab olunuz. ben mazlum kalayım. velev nefsimce mucibi eza olsun, velev huzuzunuzu benden başkalarında arayınız. sizin zevki hayatınızı uzaktan seyretmeyi de kendim için bir nevi bahtiyarlık addetmeye uğraşacağım.sözün burasında naki bey'in çehresi ateş kesildi. başını iki eli arasına aldı. şedit hafakanlarla bütün vücudu sarsıla sarsıla ağlıyordu. bir müddet sonra başını kaldırdı. seyelanı dümuundan ıslanmış çehresini mendiliyle silerek: birader, iki yudum limonata lütfediniz, boğulacağım. dedi. limonatayı verdim. ağır ağır üç dört yudum içti. bardağı iade ettiği esnadaki bakışından korktum. ayağa kalktı: vefayı biganegi: vefasızlık kelimei muaheze: tenkit edici söz bir parça hava. bir parça hava. nefes alamıyor gibiyim. mırıltılarıyla biraz gezindi. bedia'nın o sözlerinde bu derece mucibi teessür olacak bir şey göremediğim için bir nazarı istiğrabla naki bey'e bakıyordum. sureti nazarımdan sebebi istiğrabımı anlayarak: beyim! kulubı beşeriyyeyi teşhiste ne derece keskin bir nazarı tedkike malik olsanız bu noktada sanatınız para etmez. romancılık, zevcemin şu ifadatı zımnından çıkacak hakayıkı müdhişeyi keşiften acizdir. insan aldatmak için bu derece istidadı fıtri ile doğmuş bir kadın tasavvur edemezsiniz. zevcemin bu sözlerine şimdi dikkat ediniz, sonra göreceğiniz ahval ile bunları mukayese buyurunuz. ne demek istediğimi o zaman anlarsınız. naki bey yine koltuğa oturarak hikayesine başladı. şu ahvale nazaran insan ne yolda muhakemede bulunur, şöyle düşünür değil mi: demek biz zevç zevce ilk geceden yekdiğerimizi sevmişiz. fakat bunun farkında olamamışız. ikimizde de fevkalade bir gururı nefs varmış. gelin, bana kendini dirhem dirhem satmak istemiş. ben yalnız cali pozlarla onu avutmaya uğraşmışım. hakikatte kendisini bir paraya almak istememişim. gelin bunun farkına varmış, istiğnasını hakaret derecesine vardırmış. ben de o hakarete mukabeleden geri durmamışım. o sureti acibede müfarakatımızdan sonra her ikimizin hayali yekdiğerimizin kalbinde canrüba birer şekil almış. günler geçtikçe bu sevda, bu iştiyakımız büyümüş. nihayet alev saçağı sarmış. benim gönlümde o, onun gönlünde ben. artık bütün dünya nazarımızda mefkut halini almış. cihan bize görünmez olmuş. şiddetine tahammül olunmaz bir ateşi tahassür içindeyken yekdiğerimize tesadüf etmişiz. artık gururı nefs falan bir tarafa kalmış. gözyaşlarımızla birbirimize hakikati anlatmışız. görünüşte hakikatı hal bundan ibaret. o gün bedia ile mazinin bu acı eyyamından badema bahsetmemeye karar verdik. o gece ben zevcemin hanesine gittim. kayınpeder kayınva nazarı istiğrab: şaşkın, garip bakış istidadı fıtri: yaradılıştan kabiliyet badema: bundan sonra lidemle nasıl barıştığımızı artık burada bertafsil anlatamayacağım. sonra hikayem üç gecede bitmez. üç gün sonra bedia'yı bize getirdim. peder ve validem, onlar da maziyi unuttular. gelinlerini fevkalade bir ruyı beşaşet, izzet ü ikramla kabul ettiler. iki aile beyninde peyda olan fartı meveddet her türlü tahminin fevkindeydi. zevcemle altı ay kadar o derece bahtiyarane bir ömür geçirdim ki hayattan aldığım lezzetin işte bu altı aydan ibaret olduğunu iddia edebilirim. meğer bediasız geçen diğer sinini ömrüm hayat değilmiş. meğer mesudane yaşamak için insana ruhı istinas bir refika lazımmış. bedia, nazarımda refika da değil, adeta ruhı nefsani hükmünü aldı. kendini altı yedi saat görmesem o saati tahassürün her biri bana birer mahı iştiyak kadar medit gelirdi. bir yerde duramaz, haneme koşardım. ayak sesimi duyunca hemen beni beşuş, mültefit bir çehre ile merdivenlerden istikbal eder, koltuğuma girer, odaya götürür. letafetine doyamadığım o ruhnevaz tebessümleriyle ekseriya ilk sözü şöyle olur: bey. bir kabahat, büyük küstahlık ettim. beni affedecek misiniz? haydi çabuk söyle çabuk. evvela af vadet ben de cürmümü söyleyim. ah güzelim, bu lüzumsuz vaadi niçin istiyorsun? acaba senin hangi hareketin nazarımda kabahatten madut olabilir? olabilir ya! bey, sevdiğiniz sofadaki o kanaryayı bugün okşarken mesela elimden kaçırıvermiş olsam sonra da kedi kapsa, bu kabahat sayılmaz mı? sayılmaz. böyle bir kaza vuku bulmuş olsa o küçük sarı mahlukun kedi pençesinde sureti helakine dair bu gece birlikte bir mersiye nazmederiz. işte teessürümüz bundan ibaret olur. mahzun olma beyim, kanaryana dokunmadım. o şimdi tüneği üzerinde pinekleyip oturuyor. galiba yarın sabah bize okuyacağı ruyı beşaşet: güler yüzlülük, güler yüz gösterme fartı meveddet: sevginin fazlalığı sinini ömr: ömrün yılları bestelerin notasını tertip ediyor. kanaryadan ziyade sevdiğin bir şeye dokundum. neye? oof. o kadar yüreğin oynamasın. işte. der, önüme bir deste kağıt getirir. va'di afv istediği kabahati nedir bilir misiniz? yarım bıraktığım birkaç şiiri itmam etmiş. ilave ettiği mısralar benimkilerden parlak. birlikte onları okuruz. yazdığım mısralardan yazacaklarımdaki fikirlerime bilintikal nazmettiği hissiyyatı rakikaya hayrette kalırım. sonra boynuma sarılarak sorar: nasıl, beğendin mi? senin de söylemek istediklerin bunlar değil miydi? beyciğim, emin olun! bir doktor ikimizin de nabzını muayene etse kalplerimizin hemahengi daraban olduğunu anlar. bir rubı saniye ne ileri ne geri. bütün ihtizazatı vücudum yedi kudretle senin arzuların üzerine ayar edilmiş zihayat bir saat gibi son saniyesine kadar böyle işleyecektir. düşündüklerini işte bunun için derhal hissediyorum. müşaaremiz, bir erkeği fartı huzuzdan çıldırtacak latifelerle hitam bulur. o gün okuduğu fransızca romanlardan benim için intihap ettiği sahifelerin kıraatine nöbet gelir. muharririn tasvire uğraştığı hissiyyatı rakikayı sedasıyla noktası noktasına canlandırarak okur, beni teheyyüç içinde bırakır. hep bu parçalar mazlumiyyeti nisvana ait akşamdan intihap edilmiştir. zevcesine ihanet eden kocaların ahvali riyakaranelerini, karılarını bir habı iğfal içinde bulundurmak için akşam sabah söyledikleri yalanları okurken benzi sararır, ihtizazı sadası artar. baygın baygın yüzüme bakarak: ah bu erkekler. ah bu erkekler. serzenişiyle beni yukarıdan aşağıya kadar süzer. diğer erkeklerin mayubiyyeti hıyanetleri tamamıyla bana raci imiş gibi karşısında suçluya döner, bilintikal: naklederek hissiyyatı rakika: ince hisler müşaare: karşılıklı şiir söyleme mayubiyyeti hıyanet: hıyanetin ayıbı mahcup olur, titrerim. bu ithamatına karşı nevi ricali müdafaaya kalkışmak hiç uymaz. derhal: mensup olduğun nevi elbette müdafaa edersin. çünkü sen de onlardan birisin. tekdiri hazırdır. böyle beni biraz üzer, sonra piyanonun başına geçer. sizi üzdüm. durunuz, biraz da eğlendireyim. latifesiyle rossini, schubert, Wagner, verdi, gounod, offenbach, massenet gibi eski yeni avrupa esatizei musikiyyesinin en müheyyici ruh havalarını kendi taganniyyatı samianevazıyla karıştırarak çalar, o zaman ben şairlikten çıkar, serapa sünuhat kesilirim. kendimi beyne'ssema ve'larz perran bulurum, ebkarı efkar, vezinler, kafiyeler nevin tabirler gümrahı tecelliyat gibi her tarafımdan yağar. bu saadeti hayatım altı ay kadar devam etti. sonra yavaş yavaş hava değişti. ufkı imtizacımızda ufak tefek sahibi tekeddür peyda olmaya başladı. fırtına mukaddematı, bedia'da bir iç sıkıntısıyla runüma oldu. artık eski neşesi kalmadı. eve gelirim, kendini daima mahzun, meyus, mütefekkir bulurum. kendine bir sual irat edilmeyince söz söylemez, en uzun suallere en kısa cevaplar verir, hemen bahsi kapatmak ister, iltifat edilse hakaret telakki eder, hakkında edilen her muameleyi sui tefsire yol arar, söylediğim sözlerden hilafı maksad bin türlü mana çıkarır. ne yapsam kendine fena gelir. yaranmak için ihtiyar ettiğim fedakarlıkların hiçbiri gözüne görünmez. hasılı o şen, o şatır, o nazik zevce bambaşka bir kadın oldu. en sevdiği kitaplar artık bir tarafa atıldı. iç sıkıntısına bir deva bulmak ümidiyle bazen bunlardan birini ele alır, çatkın müthiş bir çehre ile birkaç sahifesine göz gezdirir, hangi eser olursa olsun beğenmez, yumruklarını sıkarak muharririne tan eder: esatizei musikiyye: musiki üstatları müheyyici ruh: ruhu heyecana getiren taganniyyatı samianevaz: kendi tegannisiyle beyne'ssema ve'larz: yerle gök arasında runüma olmak: baş göstermek, ortaya çıkmak tan: yerme, kınama of, bu ahlaksız muharrirler! para kazanmak için her yaveyi rengi hakikate sokmak isteyen bu herzegular. bakınız bakınız cemiyyeti medeniyye içinde vücudu olmayan ne saadetler tasvir ediyorlar? birkaç para derceyb etmek maksadıyla mevhumata vücut vermeye uğraşırlar. ya doğruyu yazsalar kimse okumaz. hakikat acı, yalan tatlıdır. herkesin ağzına birer parmak bal çalmak, paralarını inek gibi sağmak. işte bütün marifeti edebiyye, onlarca sırrı tahrir bundan ibaret. bak şu eblehfirib muharrire! insanlara dair olan müşahedatı nikbinanesini haddi hakikatten ne kadar aşırıyor. tasvir olunan şu karı kocayı, bu aşık maşuku bir kere okuyunuz. on sene birlikte muammer olmuşlar. birbirini hiç aldatmamışlar. bir kere olsun gücendirmemişler. herifin hariçte gönlüne vasıtai telezzüz arayacak kadar ya aklı yokmuş ya parası. orasını müellif bey pek söze katmıyor. sonra kadın teverrümen vefat etmiş. hiç böyle sefasından teverrüm edeni de görmedim. öyle ahmak bir kocaya malik olduktan sonra niçin vefat edersinbudala karı! en gülünç yeri de işte şurası: zevceyi sadıkası lahdi güzini istirahat olduktan sonra bu nalegah hayatta eşsiz kumru gibi tek kalan zevç aylarla ağlamış! aman ne tatsız yalanlar! ikinci teehhülden iba etmiş. tezevvüci saniyeden bu yılgınlığı herifin ilk karısından fartı memnuniyyete mi artık neye delalet eder orasını bilemem? ömrün böyle ah of ile geçiyor, sana yazık değil mi, evlensene. diyenlere zevcei merhumesinin mezarını işaret ederek o taşı bana tenkih edecek bir imam bulursanız evlenirim. cevabını verirmiş. mezar taşının bir insana akdine cesaret edecek bir imam bulunmamış. birkaç zaman sonra bu zevci firkatzede sizler baki yürümüş, götürmüşler merhumenin yanına yatırmışlar. şairin biri kalemini keskince yontmuş. bir hokkanın içine ağlamış ağlamış gözyaşı biriktirmiş, kaç dirhem ağlamış ona dair sarahat yok. hamei gamginini bu eşki teessüre batırmış, müşahedatı nikbinane: iyimser görüşler teverrümen: verem olarak tenkih: nikahlama zevci firkatzede: ayrı düşmüş zevç hamei gamgin: gamla dolu kalem fartı saadetten teverrüm eden zevce ile onu ağlaya ağlaya takipte çok teehhür etmeyen zevcin, bu iki firkatzedenin vefatları hakkında feci bir tarih nazmetmiş. şair elbette o gözyaşları içine biraz da mürekkep karıştırmış olmalı ki bu dümuı ye's tebahhur ettikten sonra hattat celi hatta almak, taşçı sathı hareye hakketmek için birkaç söz bulabilmişler. istihzalarıyla elinden kitabı odanın bir köşesine fırlatır. manalı manalı yüzüme bakarak: sevgili beyim! ben de böyle lezzeti muhabbetimizle fartı safadan teverrüm ettiğim zaman makberi garibanemde cariyenizi yalnız bırakmamak için vuku bulacak takibi müstacelenizden sonra hakkımızda gözyaşıyla bir tarihi vefatkeşide kilki nazm edecek elbette budala bir şair bulunur değil mi? sonra asabi bir kahkaha koparır, bu kahkahalar hayli devam eder gözlerini yüzüme dikerek! böyle mezara kadar devam eden muhabbetler de iyi değildir. vefatımdan sonra beni takipte siz o kadar acele etmeyiniz. benden mahlul kalacak muhabbetinizi diğer bir kadının gönlüne defnediniz. sonra iki haneli bir istatistik cetveli tutunuz. bu hanelerden birine müteveffiye zevcelerinizin adedi makabirini, diğerine de onların muhallefatı sevdalarıyla yeniden yeni zaferyabı muhabbetleri olacağınız bahtiyaran nisvanın isimlerini kayıt buyurunuz. gönül ticaretiyle meşgul bulunduğunuz için ticarethanei kalbinizin medhulat medfuatını bilmeniz faydadan hali değildir. vakıa bu usuli ticaretin muhabbete tatbiki şairane olmazsa da siz bu hususı mühimmi fanileştirmiş olursunuz. bu serzenişler saatlerle sürer, o gün için sarf edilecek başka zehirli söz bulamayınca bu sitemlerin tecdidi sünuhatı için piyanonun önüne geçer: size bir ölü havası çalayım. iyi dinleyiniz. işte napoleon'un cenaze marşı. onun kişverküşalıktaki şöhreti hemen zatıalinizin fethi kulubı nisvandaki sıytınıza takarrüp etmişti. dümuı ye'. yeis gözyaşı tarihi vefatkeşide: vefat tarihi yazma tecdidi sünuhat: akla gelenlerin tecdidi nazik parmakları aheste aheste perdelerin üzerinde seyrederken hazin sedasıyla taganniye başlar. bulunduğumuz odanın havası ihtizazatı rikkat içinde kalır. döner yüzüme bakar, çeşmanından meleklere reşkaverii letafet olacak bir masumiyetle katre katre sirişk döküldüğünü görürüm. piyanonun refakati nalişiyle çıkan bu nagamatı hazinane birdenbire yükselir. gürler. acı feryatlara tahavvül eder. nihayet piyanonun perdeleri üzerine birkaç yumruk indirir, kendi de nim bihuş bir halde bir tarafa serpilir, adeta sayıklamaya başlar. bu çılgınlıkların sebebini ben değil doktorlar bile anlayamadılar. kimi histeri kimi nemfomani dedi. esas illet ne olduğunu ben sonra anladım ama bu anlayışım bana pek pahalı oturdu. hakikati maraza neticei vukufumda aynen o hastalıkla ben de malul oldum. ne kadar müthiş bir illet olduğunu binnefs çekerek anladım. ara sıra bu acip marazına itidal gelir, o zaman özürler serdeder, benden aflar diler. o müthiş hallere bana olan şiddeti muhabbeti sevkiyle düştüğünü söyler. ehassı emeli beni üzmemek olduğu halde ne gibi bir tesiri şedidle kendi kendine buyuramayarak ihtiyarı haricinde bu taşkınlıklara cüret ettiğine kendi de mütehayyir bulunduğunu, beni rahatsız etmemeye niyet ettikçe bu tasmimi hilafına gönlünde peyda olan galeyana ne mana vereceğini bir türlü bilemediğini anlatır. hep bu ifadatı içinde eski zevcelerime dair zarifane ihamlar vardır. onların uğradıkları akıbeti vahime göz önünde durdukça benden bir saadeti müstakbele beklemekten nevmid kaldığını, işte bundan dolayı o asabilik hallerine giriftar olduğunu üstü kapalı sitemlerle ifham eder, kendini mazlum, beni zalim gösterir. birkaç gün geçer, çılgınlığı yine artar. artık o zaman ihama, zarafete lüzum görmez, alçaklığımı açıktan açığa yüzüme vurur. ihtizazatı rikkat: rikkat ihtizazları reşkaverii letafet: güzellikte gıpta edilme ehassı emel: başlıca istek bedia'nın tedavisine iki üç doktor tayin ettik. ne yaptı? nasıl etti? bilmiyorum. doktorların damarlarına girdi. bir gün bunlar bana dediler ki: zevceniz hanımefendinin bu illeti asabiyyeden az vakitte kurtulmasını arzu ediyorsanız odalarınızı ayırmalısınız. istirahate ziyade ihtiyacı vardır. sakın hiçbir arzusuna muhalefet etmeyiniz. istediği gibi hareket etsin, gezsin, yürüsün, eğlensin. o sene erenköyü'nde oturuyoruz. her gün araba hazırlanır, bedia pederinin evinden getirdiği halayığını karşısına alır, çiftehavuzlar, fener, kurbağalıdere, kuşdili, haydarpaşa, çamlıca demez gezer. bazı gün araba vapuruyla üsküdar'dan istanbul'a bile geçer. galiba şişlileri falan döner dolaşır. akşamüstü ya köşke avdet eder yahut istanbul'da pederinin konağında kalır. bu gezintilerden sıhhaten hayli istifade etti. biraz hırçınlığı azaldı. o gezdikçe ben memnun oluyorum. çünkü benim rahatım onun tahaffüfi marazına vabeste. bir buçuk ay kadar böyle gezdi, yürüdü. sonra yine hava değişti. tenezzühten vazgeçti. evvelki elemi asabi eskisinden birkaç misli fazla bir şiddetle baş gösterdi. eski densizliklerine bu defa bir de şakika' yarım baş ağrısı inzimam etti. iki üç günde bir: beyim yine baş ağrım tuttu, pek muzdaribim. ne müziç ağrı, tarif edemem ki! hiç gürültü istemiyor, müsaade et de şöyle kendi kendime bir yere çekileyim. istiğnalarıyla bir odaya kapanır. bazen kırk sekiz saat dışarı çıkmaz, yemek yemez, yanına kimseyi hatta beni bile kabul etmez. kapıyı sürmeler oturur. ciddiyetinden şüphe etmek katan aklıma gelmeyen bu baş ağrısını tedavi için getirmediğim hekim, okutmadığım hoca kalmadı. nihayet bir gün bana şu cevabı verdi: beni tedavi için artık hekim, hoca getirmeyiniz. bu ızdırabatım nefesle, ilaçla geçmez. bana tenhalık, sükun, istirahatı kalbiyye lazım. tahaffüfi maraz: hastalığı hafifletme vabeste: bağlı işte size koca konak, istediğiniz köşesinde tenhaca, sessizce oturabilirsiniz. arzu ettiğiniz vakit alemi vahdetinize çekiliyor, günlerle kapalı oturuyorsunuz. sizin istirahatinizi, huzurı kalbinizi kim ihlal ediyor? odalarımız ayrıldı, siz emretmedikçe yanınıza gelemiyorum. benim yanıma gelmemek zaten sizin canınıza minnet. geliyorum, kabul etmiyor kovuyorsun. bedia bu kadar insafsızlığa vicdanın nasıl kail oluyor? yanıma gelmeye ne ihtiyacınız var? sokakta bin kadın görüyor, eğleniyorsunuz. onların en fenası elbette size bedia'dan, bu hasta, meyus, bedbaht zevcenizden iyi gözükür. bu haksızlığı, bu merhametsizliği bir diğeri söylese vicdanının şediden tekzip etmesi lazım gelen bu iftiraları sana yakıştıramam. seninle barıştığımız günden beri sui nazarla bir yabancı kadının yüzüne baktımsa kahrolayım. ya mukaddemleri? mukaddemleri başka. nasıl başka? seninle birleşmezden evvelki harekatımdan beni nasıl mesul tutabilirsin? niçin tutmayayım? benim mazim birkaç erkeğin şevaibi sevdasıyla lekelenmiş bulunsaydı siz bugün beni mazur görür müydünüz? sen kadınsın bediacığım, bugün öyle bir şeyden zerre kadar şüpheye düşsem mutlak şiddeti ye'simden tecennün ederim. öyle ise tecennünde benim bu kadar teehhür ettiğime şaşınız. maziden bahsetmemeyi kararlaştırmamış mıydık? maziden vazgeçtim, zevciyetimizin halinden, istikbalinden emin değilim. ona ne buyuracaksınız? şevaibi sevda: sevda kusurları, ayıpları tecennün: cinnet geçirme seni bu ademi emniyyete sevk edecek ortada bir sebebi makul var mı? sebebi makul değil. esbabı muknia, delaili celiye, emaratı katiyye var. rica ederim bunlardan birini olsun söyle de denaetime ben de kani olayım. geçen gün valideniz dadı kalfayı beraber alıp mahremane fısıltılarla nereye gittiler? bilmem. pekala bilirsiniz. sizin için görücü gezmeye gittiler. haşa! biçarelere bu kadar büyük iftirada bulunma. peki onu bir tarafa bırakalım. ya beyoğlu'ndaki metresiniz? bedia günahtır. niçin bana acımıyorsun? delaili celiye dediğin şeyler bu mevhumat mıdır? gönlümün fermanferması sensin. eğer orada senden başka bir kadın gölgesi varsa erkeklerin en denisi olayım. yetişir efendim yetişir. hakikaten deni olmasan böyle sahte teminata kalkışacağına itirafı cürm edersin. sende o mertlik nerede? çık dışarıya. işte böyle hakaretle odadan kovulurum. bu hiddet üzerine bedia'nın baş ağrısı tutar, bir hafta yüzünü bana göstermez. ne validemin görücü gittiğinin ne de beyoğlu'ndaki metresimin aslı var. hep bunlar kendi vehminden ibaret. zevcemi çıldırasıya seviyorum. onun bu hırçınlıkları tezayüt ettikçe benim muhabbetim de artıyor. ne hikmet bilmem ki dünya güzelleri bana arzı visal etseler kabule gönlümde inhimak yok. gönlüm tamamıyla bedia'nın meshuru. muhabbetine doyamadım, kana kana bir kam alamadım ki. güya zevç ve zevceyiz. güya bir evdeyiz. tarif kabul etmez esbabı muknia: geçerli sebep delaili celiye: geçerli deliller fermanferma: buyuran deni: alçak inhimak: düşkünlük bir şiddetle bedia'nın mütehassiriyim. bir ev içinde yaşadığım zevcemin iştiyakıyla cayır cayır yanıyorum. nazarı iltifatını, bir küçük nevazişini dileniyorum. yarım saatçik kabuli mazharı olduğum geceler fartı meserretten dünyalar benim oluyor. o kıskançlıktan mütevellit şedaidi hissiyyata düştükçe bana dünyada ağza alınmaz hakaretler ettikçe hep bunları hakkımdaki fartı muhabbetine delaili kaviyye addederek seviniyorum. bazı akşam sokaktan gelirim. lütfen beni odasına kabul eder, karşı karşıya gelir gelmez bir itabı şedidle: gel bakalım buraya gel. gözlerini aç da gözlerimin içine bak. gözlerimi mümkün olduğu kadar açar, bedia'nın gözlerine dikerim. ağlaya ağlaya bağırarak: ilahi naki, bu iki gözün birden çıksın e mi? mahzunane: karıcığım, gözlerim sana ne fenalık etti? onlar çıkarsa sonra ben seni nasıl görebilirim? göremez ol. gözlerim demek sen demeksin iki gözüm, onlara inkisar etme. onlar da çıksın ben de gebereyim. niçin canım? niçin olacak, sen o kör olasıca gözlerinle bugün güzel kadınlara bakmışsın. la havle. neden anladın? çünkü göz bebeklerinde o kahbelerin hala eseri inikasları duruyor. ah, bu ne kadar haksız bir itham? vallahi. şedaidi hissiyyat: hissiyat şiddeti delaili kaviyye: kuvvetli deliller eseri inikas: yansıma, bırakılan izler yemin etme. yemin etme, defol karşımdan. yine karşısından çekilirim. güzel kadınların hadikalarımda eseri inikaslarını bulmuş olmasından, işte bu cinayeti mevhumemden dolayı aleyhimde verilen hükmi ceza iki hafta kendisini bana göstermemek olur. bu tahammül olunmaz muamelatı muhakkiraneyi aylarla çektim. yavaş yavaş zevcemin hırçınlıkları diğer bir devrei itidale girdi. hakaretler azaldı. daha doğrusu bir üslubı nevin zarafete döküldü. yine tahkir ediliyorum fakat evvelki gibi başa kakma değil. oldukça nazikane ihamlarla tekdirlere, tazyiklere uğruyorum. artık bu sefer kalbimi ince iğnelerle kurcalıyor, tahkir etmek nevi değişti. iş zarafete döküldü. ama arada bir, beni dilsiri huzuz ettiği nevazişlerden, iltifatlardan eser kalmadı. evvelleri ayda mayısta bir kerecik olsun merhameten kabuli leyliye mazhar olurdum. bu defa onlar bitti. bana karşı buzdan bir heykel gibi soğuk bulunuyor, külliyen kayıtsız fütursuz görünmek istiyor. onu da pek yapamıyor, arada bir ağzından yine bir acı sitem kaçırarak infialini, teessüri hafisini belli ediyor. zevcemi bir muhabbeti müfrite ile seviyorum. tahammülden başka çare var mı? bahusus hep bu densizlikleri bana olan şiddeti muhabbetinden mütevellit infialatı asarı değil mi? her şeyin ifratı muzırdır. işte aşk ve muhabbetin de öyle fakat ben hala bunda bir mazarrat görmüyorum. zevcemin bu derece teshiri kalbine muvaffakiyetimden dolayı kendi kendimi tebrik ediyor, her hakaretin zımnında kendimce samimi bir iltifat bulup çıkarıyorum. aklamı resmiyyeden birine devam ederim. canım sıkıldıkça on, on beş günde bir defa arkadaşlara kalıp sigarası, mevsimine göre dondurma, çay ikram etmek için kaleme uğrarım. bir gün kalemde oturuyorum. odacı yanıma geldi, kulağıma: muamelatı muhakkirane: tahkir edercesine davranma dilsiri huzuz: hazza doymuş teessüri hafi: gizli teessür dışarıda bir kadın var, biraz sizi görmek istiyor. dedi. böyle kadınların kalemime kadar gelip beni aramaları ne benim ne de odacı için yeni bir vaka değildi. fakat bedia ile barıştıktan sonra hiçbir kadınla alışverişim kalmamış olduğundan eski aşinalarımdan birinin yine tecdidi derdi sevda eylemek fikriyle geldiğine zahip oldum. yüzümü ekşiterek odacıya: benim şimdi kadın madın görmeye vaktim yok. haydi git, işi var' de, sav. emrini verdim. odacı gitti, iki dakika sonra yine gelerek: efendim, pek rica ediyor, adeta ağlıyor. nasıl kadın bu? siyah çarşaflı, yüzü sımsıkı kapalı, lisanı çetrefil bir kadın. beni arayan kadınların cümlesi bülbül gibi şakır takımındandı. bu çetrefili nereden çıktı? dedim. kadını görmeyi merak ettim. odadan dışarı çıktım. baktım, koridorda uzunca boylu siyah çarşaf, gayet kalın siyah peçeli bir kadın duruyor. yanına gittim. biçare kadın besbelli beni çağırtmak için odacıya müracaattan o kadar sıkılmış, utanmış ki terden çarşafının baş tarafı, yüzünün peçesi sırsıklam ıslanmış. beni görünce fartı hicabından kekeleyerek: zatıaliyenizin ismisi naki bey değil mi efem? evet, kulunuzun ismisi naki bey efem. bir emriniz mi var? cariyeniz diş ehiltisi, saçı uzun aklı kısa. lakırtısının kusuruna bakılmaz. emir haddim değilim efem. kulağıma doğru eğilerek gayet mahremane bir seda ile: bizim küçük hanımefendi zatıalinizi görmek merakındadır efem. sizin küçük hanımefendi kim? nazire hanımefendi. nazire hanımefendi! nazire hanımefendi. nazire hanımefendi. affedersiniz tanıyamadım. aklıma hiç o isimde bir hanım gelmiyor efem. tecdidi derdi sevda: sevda derdini yenileme a bilemedi mi? cariyeniz onun dadısı değil mi? fotin bey'in haremleri. gücenmeyiniz dadı kalfa, bendeniz ne fotin bey'i tanıyorum ne de iskarbin efendi'yi. hele o isimde bir zatın haremi ne nev ayakkabı olması lazım geleceğini tayinde bütün bütün mütehayyirim. affedersiniz efem. bunlar ayakkabı değil. karı koca. öyleyse potin bey'in karısı mutlak galoş hanım olmak lazım gelecek. dadı kalfa ifadei meramdaki bu aczinden dolayı o kadar sıkıldı ki yüzünden akan terler çarşafın omuz kısmına doğru süzülmeye başladı. başına yumruk vurarak: ah, anlatamadı ki. durunuz efem. zatıalinizin zevcesinin ismi bedia hanımefendi değil mi? evet, zevcemin ismi bedia hanım'dır. sizin nazire hanımefendi benim zevcemin bildiği midir? hemide de bildik, hemide de bilmedik. ikisi birbirinin düşmanı. sizin küçükhanım, bizim bedia'nın niçin düşmanı oluyor? a hiç olmaz mı efem! acayip! sebebi? sebebini söylemeye cariyeniz için izin yok efem. onu nazire hanımefendi size anlatacaklardır. beni vehleten bir hiddet aldı. fotin bey'in karısı ne hak ile zevceme düşman oluyor? şu galoş hanım'ı görüp zevceme olan sebebi husumetini anlamak isteyerek sordum ki: nazire hanımefendi benimle nerede ve ne zaman görüşmek istiyor? burada, aşağıki sokakım içinde. şimdi görüşmek istiyorlar efem. ben giderim siz peşime takılınız. peki buyurun, siz gidiniz ben de peşinize takılayım. dadı kalfa yürüdü, ben de takibe başladım. yürürken biçare dadının ayakları dolaşmasından, bana hitabı esnasında zaten çetrefil olan lisanı büsbütün anlaşılmaz bir rekaket peyda etmişti. kıyafetindeki intizam ve mesturiyetinden namuskar, terbiyeli bir aileye mensup, yabancı erkeklerle görüşmeye alışmamış bir kadın olduğu anlaşılıyordu. kendi kendime: hayırdır inşallah, bu da ne demek olacak? dur bakalım? tefekküratıyla yürüyorum. daireden çıktık. bir tenha sokağa saptım. baktım duvarın yanında siyah çarşaflı, kısa boylu, tombalakça bir hanım bize intizaren duruyor. yüzü pek sık bir peçe ile mestur. hututı simasını seçebilmek kabil değil. ayağındaki glase iskarpinlerden, ellerindeki yazlık kurşuni ipek eldivenliklerden, enli siyah ipek dantela sayvanlı şık şemsiyesinden, etekleri ankloş, beli endamına yapışık çarşafının son moda biçiminden, hasılı bütün eşkali hariciyyesinden hanımın genç olduğu anlaşılıyor. yanına yaklaştık. temenna ile bir selam verdim. selamımı almakta birkaç saniye tereddüt gösterdi. nihayet ömründe ilk defa temenna eden bir çocuk gibi şaşkınca, acemice bir temenna ile mukabele etti. bir dakika kadar bekledim. hanımda hiç söz yok. galiba ilk cümleyi bulmak için peçenin altında yutkunuyor, şiddetle cebri nefs ediyor. kim bilir o saniyeye kadar zihninden kaç defa tekrar ettiği, günlerle ezberlediği kelimei iftitahiyyeyi bir türlü bulamıyordu. hicaptan, halecandan hanımın tekellüme ademi iktidarını anlayarak teshili ifadesi için söze ben başlayıp dedim ki: nazire hanımefendi zatıaliniz misiniz? bu sualime anlaşılır anlaşılmaz titrek bir evet ile cevap verdi. ben yine devamla: zevcem bedia hanım'ı tanıyor musunuz? fartı teessüründen tıkanır gibi bir seda ile kalfaya hitaben: cebri nefs: nefisle mücadele kelimei iftitahiyye: başlangıç kelimesi ademi iktidar: kuvvet yokluğu, güçsüzlük boğazıma bir şeyler tıkanıyor, söyleyemeyeceğim. dadı sen anlat. dadı kalfa ifaya davet olunduğu vekaleti ifadeye biraz mütereddidane girişerek: hemide de tanırlar hemide de tanımazlar. ben: dadıcığım, hem tanımak hem de tanımamak nasıl olur? birbiriyle tanışırlar görüşürler mi! işte burasını anlatınız. efendim, bunlar birbirisinin düşmanı. uzaktan uzağa birbirini tanırlar fakat görüşmezler. birbirine niçin düşman oluyorlar? işte orasını söylemek ayıptır efem. orasını söylemek ayıpsa beni buraya niçin çağırdınız? ayıptır mayıptır ama bu iş size anlatılacaktır efem! öyleyse anlatınız. dadı kalfa, iki eliyle peçeli yüzünü büsbütün kapayarak: cariyeniz diş ehiltisi, böyle lakırtı bir erkeğe nasıl anlatılır ay efem. o halde bu maddeyi bana anlatmak için erkek bir vekil tayin ediniz. hiç öyle şey olur mu? bu iş büyük bir sırdır efem. bunu bir küçük hanım bilir, bir ben bilir, bir de size bildirilecektir. yabancı erkeğin duyması olmaz. nazire hanım dadısına havale ettiği vekaleti ifadenin böyle çapraşık bir vadiye döküldüğünü görünce olanca cesaretini toplayıp ağlaya ağlaya: zevcenize nasıl düşman olmambeyefendi. ben: efendim sebebi? nazire: sebebi büyüktür, mühimdir, onu size anlatsam dağlar taşlar bana hak verir. ben: buyurun anlatın. anlatacağım, zaten bunu size kendi lisanımla anlatmaya ahdettim, yemin ettim. çabuk söyleyiniz hanımefendi, meraktan çatlayacağım. fakat beyefendi, namusunuza sığınırım. cariyeniz namuslu aileden bir kadınım. zevcim var, pederim var. size bu müracaatımız duyulursa biz mahvoluruz. bu sırrı kimseye faş etmeyeceğinize söz veriyor musunuz? veriyorum. namusunuz üzerine yemin eder misiniz? ederim. zevceniz bedia hanımefendi üç kişinin felaketine sebep oluyor. bunlardan birincisi siz. ikincisi ben, üçüncüsü de ah nasıl söyleyeyim? nazire hanım'ın ağzından çıkacak o tek sözün pişi hayatıma açacağı hufrei muzlime ve amikayı o girdabad felaketi bir hissikablelvuku bütün asabıma tebliğ eder gibi oldu. titremeye başladım. biçare kadın o da ağlıyordu. o lerzişle: hanım çabuk söyleyiniz. saniye beklemeye tahammülüm kalmadı. dedim. nazire, peçesini ıslatan gözyaşlarıyla: affedersiniz beyefendi, anlatacağım şey böyle sokak ortasında söylenemez. esnayı ifadede belki şuraya düşer bayılıveririm. merhamet ediniz hanımefendi, merhamet. bendeniz asabi bir adamım. zevcemi de çok severim. ona taalluk eden bir sırrı hemen anlamak isterim. pişi hayat: gelecekteki hayat hufrei mazleme ve amika: karanlık ve derin çukur halimi görmüyor musunuz beyefendi? siz de bana merhamet ediniz. beni sokak ortalarında bayıltmak mı istiyorsunuz? mümkün değil burada anlatamam. hem bir iki söz ile bitmez ki. tenha, biz bize kalacağımız bir mahal tayin ediniz. biz dadımla her türlü tehlikeyi göze aldırıp oraya geliriz. başka suretle mümkün değil. hem şimdi burada çok durmaya da vaktimiz yok. esas maddeyi, mukaddimei keyfiyyeti iki kelimecikle olsun anlatması için nazire hanım'a çok rica ettim. üzerime varmayınız bayılırımdan başka o mühim sırra dair ağzından bir söz alamadım. tanımadığım bir kadını ondan ziyade söyletmek için sokak ortasında cebir istimaline imkan yok ki o suretle hareket edeyim. arzusuna itbağı harekete mecbur oldum. yarın birleşmek için tenha bir mahal düşünmeye başladım. ailelerinden çekinen bazı kadınlarla hafi muaşakalarda bulunduğum zamanlar görüşmek için bunları ekseriyetle cuma ve pazarın gayrı günlerde florya'ya götürdüm. orası bu gibi mülakatlar için pek elverişlidir. eyyamı adiyyede orada çok kimse bulunmaz. kırlar vasidir. beğendiğin ağacın altına otur, istediğin kadar konuş. bazı gelen geçen olsa bile yanınızdaki kadınları ailenizden zannederler. vehleten aklıma işte orası geldi. hemen dedim ki: florya'ya gidelim. yarın salıdır, orada kimse bulunmaz. bu teklifime karşı küçük hanımdan evvel dadı kalfa söze atılarak: florna'ya mı efem? orası pek uzak. havuzumun kenarı değil mi? hani ağaçların altında. ben: uzak olması daha iyi ya? ne kadar uzak olursa tanınmak tehlikesinden o kadar kurtulmuş oluruz. bir bildiğe tesadüf etmekten ben sizden ziyade korkarım. çünkü zevcem duyarsa işim bitti demektir. mukaddimei keyfiyyet: işin başlangıcı itbağı hareket: istenilen hareket nazire hanım biraz düşündükten sonra dadısından daha cesaretli görünerek: olur beyefendi olur. dadı kalfa: fotin bey bu işi duymaz mı? nazire: fatin bey nereden duyacak dadıcığım? bakırköyü'ndeki hasene hanım'a gideceğiz diye evden izin alırız. beyefendiyle florya'ya gideriz. sonra vakit olursa biraz da bakırköyü'ne hasene hanım'a uğrarız. yarın saat üçten sonra sirkeci'den küçükçekmece'ye hareket edecek trene binmeye karar verdik. garda ben onlara tesadüf edersem kendilerini hiç tanımamış gibi bulunacağım. fakat küçükçekmece'ye vusulümüzde ailemden imişler gibi serbestçe yanlarına gidebileceğim. bu karar üzerine birbirimizden ayrıldık. şimdi beni sardı mı bir merak? benim gibi muhayyilesi vasi bir adam, nazire'nin o sözleri üzerine neler düşünmez? zevcem üç kişinin felaketine sebep oluyormuş. bu felaketzedegandan birincisi benmişim, ikincisi nazire'ymiş, üçüncüsünün ismi sokak ortasında söylenemezmiş. bizimle felakette müşterek olan bu şahsı salis kim acaba? rakibi muhayyelim mi? yok artık, bunun vücuduna imkan tasavvur edemem. öyle bir zatın vücudu olaydı şimdiye kadar elbette bir cihetten baş gösterirdi. bedia'nın hanei zevciyyete girdiği günden beri hiçbir erkekle münasebette bulunmadığına eminim. biçare hasta, beni kıskanmaktan başka bir şey düşünmeye vakti bile yok. fotin yahut fatin bey'in zevcesi benimle müşterekü'lfelaket olduğunu biliddia bu işe bir sır süsünü veriyor. mektumiyet keyfiyeti namusuma tevdi ediyor. acayip, çok acayip bir iş. keyfiyet doğrudan doğruya zevceme, dolayısıyla benim felaketime taalluk ettikten sonra bu sırrın ifşa edilmesinden nazire niçin o kadar korkuyor? ifşayı mesele edilirse bundan tevellüt edecek vahamet bize nispetle nazire için daha büyük mü olacak? biliddia: iddiayla işte böyle türlü garaibi tefekkürat içinde o akşam haneme avdet ettim. refikam yine yarım baş ağrısından ilanı ıztırab ederek odasına kapanmış. hücrei uzletime çekildim. kendi kendime düşündüm, düşündüm. bir aralık gidip bedia'nın oda kapısını vurarak: aman karıcığım biraz beni dinle. bugün bana nazire hanım isminde genç bir kadın geldi. şöyle şöyle söyledi. zihnim altüst oldu. aleyhinde kurulmuş bir sania, bir iftira var. gidip ne olduğunu anlayacağım. demeyi kurdum, sonra yine aklımı başıma toplayarak nazire hanım'a namusum üzerine verdiğim va'di mektumiyette böyle ilk geceden hulf etmeyi şanı merdanegime muvafık bulmadım. türlü endişe içinde sabahı ettim. saat ikide erenköyü'nden istanbul'a geçtim. soluğu doğru sirkeci garı'nda aldım. oralarda beş aşağı beş yukarı geziniyordum. yarım saat sonra önde nazire hanım, arkada dadı kalfa yine siyah çarşafları, yüzlerinde kalın peçeleriyle söktüler. nazire hanım süratle yürüyor, dadı kalfa kolunda yünlü bir omuz atkısı, elinde ufak bir çanta ile hanıma yetişmek için hayli telaş ediyordu. trenin vakti hareketi de yakınmış. birinci mevki birer bilet aldılar. dadı kalfa biletçiye: kadifeli arabamınkinden ver nidasıyla haykırıyordu. uzatmayayım. onlar beni, ben onları tanımaz gibi görünerek vagonlara girdik. küçükçekmece'ye hini vusulümüzde ben hemen kendi kompartımanımdan atladım. onlar vagondan çıkar çıkmaz nazire hanım'ın zevci tavrıyla yanlarına koşarak dadının elinden atkı ile çantayı aldım. önlerine düştüm. florya'ya kadar yürüdük. birkaç hatvede bir nazire hanım: aman beyefendi, yüreğime inecek. şimdi bizi biri görüp tanırsa. cümlesini titrek bir sada ile tekrar ediyor, dadı kalfa da: vaadi mektumiyet: susma vaadi kompartıman: yolcu trenlerinin birbirinden ayrılmış kısımlarından her biri ben demedim miydi size? fotin bey bunu böyle duyarsa sizi boşamasına hakkı yok mudur efem? kabilinden sözlerle zavallı nazire'nin havf u endişesini tezyit ediyordu. florya mevkiine geldik. akarsuyun arka cihetinde enzarı ağyardan nim mestur denecek bir ağaç altı intihap ettik. zaten o saatte orada bizden, mevkiin kahve garsonlarından başka kimse yoktu. bir hasırla bir şişe su getirdim. birer kahve ısmarladım. nazire ile dadısı benim yanımda kahve içmeği adabı nisvaniyyete muhalif görerek reddettiler. yekdiğerimize yabancı bulunduğumuzu belli etmemek için kahve ısmarlamanın bir emri zaruri olduğunu bir lisanı münasible kendilerine anlattık. sonra dedim ki: ey nazire hanımefendi, bir hayli muhatarayı göze aldırarak buralara kadar hem kendiniziyordunuz hem de beni. şimdi burada ayılsanız bayılsanız da beis yok. çünkü hemen biz bize gibiyiz. dadı kalfa ile biz sizi ayıltırız. zevceme olan sebebi husumetiniz nedir bakalım? evvela onu anlatınız. bu sözlerime cevap olmak üzere nazire hanım bir vazı mütelehhifane ile yüzünü öbür tarafa döndü. mendilini peçesinin altına soktu, hazin hazin hıçkırıklarla ağlamaya başladı. bu bedbaht kadının yüzünü görmüyordum. fakat o gözyaşlarındaki samimiyeti, ye'si amiki, her katreye sebebi nüzul olan teessüri şedidi bir kuvvei maneviyye bana ihsas eder gibi oluyor. sanki kalbimden bir seda: işte şu karşında ağlayan kadın, senden de bedia'dan da talihsizdir. ona merhamet et. biçarenin mümkün olduğu kadar tehvini felaketine uğraş. diyordu. nazire'nin bu giryei hazinini bir müddet dinledik. nihayet dadı dedi ki: enzarı ağyar: başkalarının bakışı nimmestur: yarı örtülü adabı nisvaniyet: kadınlık adabı vazı mütehellifane: hüzünlü bir şekilde ye'si amik: derin üzüntü sebebi nüzul: inme sebebi teessüri şedid: şiddetli teessür tehvini felaket: felaketi hafifletme derdini söylemeyen çare bulamaz. buraya ağlamaya mı geldik? anlatalım, işimizi bitirip gidelim. kalfanın bu ihtarı üzerine nazire teskini bükaya gayret ederek yüzü diğer cihete müteveccih bulunduğu halde kesik kesik dedi ki: beyefendi, benim zevcim. sizin zevceniz. alt tarafını itmama yine gözyaşları mani oldu. bir müddet sonra yine aynı sadayı müteessirane ile benim zevcim. sizin zevceniz. cümlei acibesini tekrar etti. vehleten zihnime arız olan teşevvüşi azim tesiriyle bu sözlerden maksadı asliye, hakikate intikal edemedim. sertçe bir seda ile dedim ki: sizin zevciniz benim zevcem olamaz efendim. bu manasız bir söz. dadı kalfa her tarafı titrer bir halecanla: evet. evet. kızmayınız efem. işte sır budur efem. ben hayretle: saçma söylüyorsunuz dadı kalfa. nazire, şiddeti büka içinde adeta bir sayha koparırcasına: efendim niçin anlamıyorsunuz? birbirini seviyorlar. bir ikinci sayha da ben salıvererek: birbirini sevenler kimler? nazire yeisten mütevellit bir cüreti hicabberendazane ile yüzünü bana çevirerek: kim olacak efendim. zevceniz bedia hanımefendi'yle zevcim fatin beyefendi. nazire'nin samimiyyeti giryesi biraz evvel mülhemi vicdanım olmuşken bu söze karşı hemen dimdik ayağa kalkarak haykırdım ki: teskini büka: ağlamayı durdurma, yatıştırma teşevvüşi: büyük karışıklık sayha: bağırma cüreti hicabberendazane: hicap gideren bir cüret hayır hanımefendi, iftira ediyorsunuz. bedia dünyada benden başka erkek sevecek hilkatte bir kadın değildir. kocanız fatin bey size övünmek için zevceme iftira etmek namertliğini irtikap ile belki böyle bir yalan uydurmuştur. iddianızı berahin ile ispat etmelisiniz. hani ya deliliniz? iftira kolaydır fakat ispat güçtür. delil isterim delil. bu fevka'lmemul hiddetime karşı nazire şaşırarak ağlamayı kesti. peçesini yarıya kadar üzerinden ref etmiş olduğu kıpkırmızı çehresiyle bana dik dik bakarak elini dadısının elinde duran çantaya doğru uzatıp: delil mi istiyorsunuz? işte şu çantanın içinde sizi iknaa kafi delil vardır. telaş buyurmayınız. dedi. nazire'nin irae edeceği delailin beni iknaa, ilzama kifayeti hususunda emniyetini gösterir bir seda ile söylediği bu sözleri beynimin içinde bir yıldırım tırakasıyla patladı. gözlerimin önünde şimşekler çakmaya, alevler yağmaya başladı. o kadar vakittir taharrii muztaribanesiyle geceleri bihab kaldığım rakibi muhayyelimin zevcemle olan delaili muaşakası şimdi o siyah çantadan çıkacaktı. bir mecnunı mütehevvir kesilmiştim. hemen çantaya saldırdım. nazire'nin bir işareti seriası üzerine dadı kalfa çantayı çekti. nazire, mülayimane bir seda ile: beyefendi kendinize geliniz. hiddetin şiddetin lüzumu yok. şimdi her şeyi görüp her hakikati öğreneceksiniz. dadı kalfanın üzerine saldırdım. biçare kadın, havfından raşeler içinde kalarak: bu adam çıldırdı me? beni boğacak me? tazallümleriyle yaygaralara başladı. nazire müsterhimane: naki beyefendi, rica ederim aklınızı başınıza toplayınız, bundan sonra siz benim dert ortağım olacaksınız. bütün ümitlerim siz fevka'lmemul: umulandan çok taharrii muztaribane: muztaribane araştırmalar mecnunı mütehevvir: hiddetten mecnuna dönme de. fakat siz böyle bir erkeğe yakışmayacak telaşlara, gürültülere kalkarsanız benim halim ne olur? teskini teessüre uğraşarak sordum ki: çantanın içinde ne var? zevceniz hanımefendinin kocama yazdığı muhabbetnameler. elbette sevgili bedia'nızın yazısını tanırsınız. tanırım. yüz nev yazı içinden onunkini tefrik edebilirim. pek güzel. telaş etmeden şimdi beni dinleyiniz. bu işe dair olan tahkikatımı size bir bir söyleyeyim. zevcim fatin bey beni almazdan ve hareminiz bedia hanım size varmazdan evvel ikisi birbiriyle sevişirlermiş. fatin bey, bedia'yı almak için çok uğraşmış. nasılsa muvaffak olamamış. sonra bedia'yı size vermişler, teskini ye's için fatin bey de beni almış. zevceniz size gelin gittiği akşam, öteki bana güveyi girmiş yani zifaflarımız aynı gecede vuku bulmuş. bu vukuatın içinde birtakım esrar var ki onlara tamamıyla vakıf değilim. bedia ile fatin bey elan mektuplaşıyorlar. mektupları getirip götüren de hani zevcenizin peyker isminde bir halayığı yok mu? işte odur. fatin bey bizde iç güveyisidir. beraber getirdiği bir bürosu var. onun en alt katında silme pervaz gibi duran yeri, meğerse bir gizli gözmüş. odada yalnız kaldığı zamanlar o gizli gözü çekip içinden birtakım mektuplar çıkararak ağlaya ağlaya okuduğunu birkaç defa gözetleyip gördüm. bendenizin okuyup yazmam yoktur. bu mektupların bedia hanım'dan geldiğini tahkik ettim. kocamı pek ziyade sevdiğim için kıskançlık saikasıyla arkasına gözcü tayin ettim. peyker'in evvela sizin konaktan çıkıp bedia hanım'ın pederinin konağına uğrayarak orada çarşaf değiştirdikten sonra ta fatin bey'in kalemine kadar gittiğini, kendisiyle görüştüğünü haber aldım. henüz zevcimin bir şeyden haberi yoktur. bu muaşakayı keşfettiğimi bilmiyor. ben bu mektupları o gizli gözden çaldım. akşam götürüp yine yerlerine koyacağım. daha hiçbirini kimseye okutmadım. beyefendi, işte size getirdim. içlerinde ne yazılı olduğunu ben de bilmiyorum. ben kocamı çıldırasıya severim. bu hal ayıptır. ne suretle olursa olsun karınızı zapt ediniz. besbelli kocamı elimden almak istiyor. beni fatin'den ayırırsa gideceğim yer ya mezar ya tımarhanedir. bu sırrı faş etmemenizi de tekrar rica ederim. çünkü kocam duyarsa mutlaka beni bırakır. dadı kalfa: evet efem, bu işin gizlenmesini gayretiniz çok lazımdır. nazire: mektupları şimdi size birer birer okutacağım. biz de dinleyeceğiz. bunların sevişmelerine mani olmak için ne yapmak lazımsa o yolda hareket etmeye karar verelim. mektupları okuduktan sonra yine bana iade edeceğinize namusunuz üzerine söz veriyor musunuz? dimağımda peyda olan o ilk şiddeti şimdi bir uyuşukluk takip etti. bana hitap edilen sözleri yarı anlar yarı anlamaz bir hale geldim. gözlerimin önüne açılan uçurum pek büyüktü. zevceme olan şiddeti muhabbetime mi yanayım? namus meselesini mi düşüneyim? felaketen nazire ile hemen aynı halde, aynı derecei teellümde gibiydik. zavallı kadına teminatı lazımeye müsaraatle: evet, mektupları okuduktan sonra yine size iade ederim. endişe etmeyiniz. dedim. nazire, entarisinin cebinden küçücük bir anahtar çıkararak çantayı açtı. bana şeklen murabbaa karip birkaç zarf uzattı. zarfları tanıdım. zevcemin kullandığı mektup kağıtlarındandı. mektupları elime alınca hafifçe beyaz leylak hülasası istişmam ettim. evet, bedia'nın dolaplarını, sandıklarını, çekmecelerini tatir ettiği en sevdiği bir koku. artık yazıyı tetkike lüzum yoktu. zarfların eşkali, kağıdın nevi, leylak rayihasını o mektupların zevcemin desti tahririnden çıktığına bende zerre kadar şüphe bırakmadı. ekser leyali ezvakımda sinesi üzerinden koklaya koklaya doyamadığım bu leylak rayihası o dakikada gönlümde o kadar şiddetli hissiyat, takatberendazane hatırat uyandırdı ki mektupların esnayı kıraatinde nazire hanım'dan evvel benim bayılacağıma hükümde tereddüt etmedim. bütün metanetimi toplayarak derecei teellüm: elem derecesi hülasa: öz istişmam: koku alma takatberendazane: takat kırarcasına zarfları açtım. mektupların, hayır. muhabbetnamelerin tarihlerine bir bir göz gezdirdim. cümlesi bedia ile olan zifafımızdan sonra yazılmış. zevcem bütün bu muhabbetnamelerin zirlerine bilahavf ve'lihtiraz imzasını gayet okunaklı surette atmış. bu cüreti de sevgilisi fatin bey'e olan derecei emniyyet ü itimadına bir miyarı celi demektir. tarih itibarıyla en kadim olanı elime alarak fartı teessürden vücudumla beraber titreyen sedamla: hemşire hanım, dadı kalfa dinleyiniz. zevcemin diğer bir erkeğe yazdığı bu muhabbetnamelerin birincisini size harfiyen işte okuyacağım. dedim. ikisi de endişei tesettürü, hicabı sıkılmayı bertaraf ederek peçelerini tamamıyla açtılar. nazire'nin pembe yumuk yumuk top siması, siyah kehribar gibi kara, parlak çekme gözleri, ufacık ağzı burnu, hasılı sevimli müdevver çehresi meydana çıktı. böyle bir güzel kadını bırakıp da benimkiyle uğraştığı için kalben fatin bey'e lanetler okumaya başladım. dadı kalfanın kart çehresinde de oldukça bir sevimlilik vardı. hanıma derecei sadakatı sureti nazarından, vechinde peyda olan bütün hututı teellümatından vazıhan anlaşılıyordu. zavallı dadı, dikkatli dinleyebilmek için sol kulağını ağarmış saçları arasından bütün bütün çarşaftan dışarı çıkardı.naki bey bu noktada yerinden kalktı. sandalye üzerinde duran kürklü paltosunun cebinden beyaz ipekli mendile sarılı bir deste kağıt çıkararak içinden birini bilaintihab cehren kıraate başladı. of fatin! of! lisanımızda beyanı teellüm için nida kelimatı ne kadar az! of diye haykırsam. ah' feryadıyla çak çak, aman' figanıyla tebah olsam yine size ismaı suziş edemeyeceğim. dünyada sizi sevmekten gayrı bir cürmü olmayan bir kadına bu kadar zulüm günahtır fatin. cevrin bu derecesi ne şerefi ademiyyete, ne de şanı recüliyyete yaraşır. beş tahassürname cevap vermediniz. bilahavf ve'lihtiraz: korkup çekinmeksizin hututı teellümat: elemli hatlar, çizgiler bilaintihab: seçerek ismaı suziş: özlemden yanmayı hissettirme tahassürname: hasret mektubu bilmem ki pederime aleyhinizde ne söylemişler? tarafınızdan bana dair vuku bulan talebi şiddetle reddetti. sizin isminizi bile yanında kimseye andırmıyordu. pederimin gönlünü yapmak için muktedir olabildiğim tekmil vesaiti, desaisi istimal etmekteyken allah kahretsin izdivacıma naki isminde karı celladı talip zuhur etti. talibin asaletine, servetine tamaen peder hiç reyimi sormaksızın nikahı kıydırıverdi. size bunları ayrıldığımız son günü mirgün korusunda ağlayarak anlatmadım mıydı? benim için bir darü'l azab olan naki'nin hanesine nasıl gireceksem oradan yine öyle bakir çıkacağımı, ilk geceden kendimi kovdurmaya uğraşacağımı söylemedim miydi? ben bu suretle harekete ahdettim. siz de teehhül etmeyip beni bekleyeceğinize kasemle söz vermiştiniz. ben ahdimde vefa gösterdim. siz sözünüzde niçin durmadınız? ah fatin ah. bana olan muhabbetiniz gibi yüreğiniz de zayıfmış. bin lanetle dahili zifafı olacağım herifin hanesinden yine o gece avdet edeceğime dair vaki olan peymanıma mertçe itimat gösterebilecek kadar sizde metaneti kalbiyye yokmuş. bu vaadimi ehemmiyyeti lazımesiyle takdir edemeyerek beni ahdimde kazip zannıyla siz de yine o gece kendi hahişinizle bir kadına güveyi girmek gibi bir muamelei nareva ile kudsiyyeti muhabbetimi tahkirden geçmediniz. teehhülünüzü bir hafta sonra duydum. naki ile olan felaketi zifafım gecesinde bu ikinci felaketten haberdar olabileydim fedakarlığıma, samimiyyeti aşkıma karşı gösterdiğiniz bu küfrana mukabeleten ben de alemin lisanı tan u teşniini üzerime celbederek işitilmedik bir cüretle ilk geceden darı zifafı çiğneyip çıkmazdım. mademki aşkınız beni bu cürete sevk etti, şimdi siz de benim size olan şiddeti muhabbetime hürmeten istirhamatıma tevfik harekete mecbursunuz. hayır fatin. hayır. ben peder maderimin tekdiratı altında tahassürünüzün teellümatı içinde bütün ekdarımla yalnız başıma inleyip ağlayıp dururken siz öbür tarafta velev ki menkuhanız olsun diğer bir kadınla hemaguşı ezvak olamazsınız. bunu vicdanı darü'l azab: azap kapısı muamelei nareva: reva olmayan muamele, davranış lisanı tan u teşni: ayıplama, ta'n etme ekdar: kederler, acılar beşer değil, kulubi siba bile tecviz etmez. o muhacir midillisi kıyafetli karıyı nereden buldunuz? mümkün değil sizi onunla yaşatmayacağım. bu son cümlenin hitamı kıraatinde nazire bir baranı büka ile ayaklarıma kapanarak: aman beyefendi! beni kocamdan ayırmak istiyor galiba. cariyeniz, kulunuz olayım. bana günahtır. vallahi ölürüm. ben fatinsiz bir gün bile yaşayamam. kocamı bu karının elinden kurtarınız, ne olursa sizden olur. dadı kalfa bir istiğrabı eblehane ile yüzüme bakarak: ne yazmış anlayamadı! zevciyeniz muhacir midillisine mi binmek istiyor efem? nazire: hayır dadı hayır. beni midilliye benzetiyor. mutlaka kocamdan ayıracağını yazıyor. dadı kalfa kıpkırmızı kesilerek: hay utanmaz kaltak. hiç sizin gibi koskoca hanım midilli olur muymuş? sizi boşatıp da fotin bey'e kendisi mi varacak? onun kocası yok mu? işte arslanım gibi. ağlama hanım ağlama. bu onu boşamadıktan sonra. onu fotin bey'e nasıl varabilir? bu saf vicdanlı kadınlara ne söyleyeceğimi şaşırdım. yine kıraatime devamla: o menhus karıyla sizi aynı firaşı safada yekdil, yekvücut bildikçe, bu levhai basiresuz her gece rüyalarımda cehennem manzaraları icat ettikçe şiddeti aşkımın bir sevdayı intikama tahavvülünden korkunuz sevgilim. bir aciz kadınım. fakat saikım muhabbetiniz oldukça her şeyi göze aldırmaktan çekinmem, yaşarsam sizinle yaşayacağım. ölürsem yine birlikte öleceğim. menfurunuz oluşuma sebep boynumdaki ribkai nikah değil midir? onu kulubi siba: canavarların kalbi ferraşı safa: sefa döşeği levhai basiresuz: gönlü yakan levha, manzara ribkai nikah: nikah ilmiği pederim geçirdi. lakin kariben görürsünüz, ya boynumu parçalarım ya o rabıtai felaketi. dadı kalfa: kimin boynusunu parçalıyor efem? ben: zevcem ya benden boşanacak yahut kendi boynunu parçalayacakmış. dadı: onun boynusunu kurtlara kuşlara parçalasın inşaah. ben: karımı seviyorum ama bu inkisarınıza amin' demekten başka çare göremiyorum. siz öyle, ben böyle yaşayamayız. ben ihtiyarım haricinde bu nikah belasına uğradım, siz ise kendi arzunuzla diğer bir kadına rabtı hayat eylediniz. kim kimin nazarında küçülecek, mayup kalacak? ikimizden hangimiz muhti ise en evvel onun bir tarziyei muhabbet olarak tashihi hareketle diğerinden istirhamı afv etmesi lazım gelir. o muhti işte sizsiniz. fatin bu hatanızı, bu günahınızı, bu hakaretinizi ancak o karıyı terk etmekle affettirebilirsiniz. ben kalben menkuheniz oldukça öteki nikahı surinin hükmü yoktur. damarlarımda deveran eden seyyalei aşkınız o rabıtai nikahı kesr için bana memulünüzden ziyade kuvvetbahş olacağından emin olunuz. kariben bu hakikatı nazarınızda ispat edeceğim. fakat. fakat sevgilim siz o nazirei kasire'den bir an evvel katı rabıtai zevciyyet ediniz ki ben de sizin olmak, naki'den kurtulmak için kuvvet ve cesareti matlubiyyeyi daha çabuk iktisap etmiş olayım. bu mektubuma sürati mümkine ile cevap isterim fatin. dildadei bedbahtınız bedia muhti: hata yapan nikahı suri: yapmacık, sahte nikah nazirei kasire: kısa nazire katı rabıtai zevciyyet: karı koca bağını kesmek, ayrılmak bu mektubun hitamı kıraatinde yeisten, hiddetten kesbettiğim hal, kabili tarif değildi. ağlayamıyor fakat müthiş bir elemi asabi ile titriyordum. nazire'nin eşki teellümünü kurutmaya mendiller kifayet etmiyordu. biçare kadın: benim adım nazirei kasire öyle mi? ah ne çokbilmiş, kepaze karınız varmış. beni kocamın gözünden düşürmek için bakınız ne sözler bulup yazıyor. ahdostlar içime öyle ilham olunuyor. bu karı mutlak beni kocamdan boşatacaktır. zaten fatin'in bana karşı olan muamelesini, tutumunu beğenemiyorum. aman naki beyefendi, ne olursa sizden olur. tazallumlarıyla tıkana tıkana ağlıyordu. dadı kalfa, layıkıyla anlayamadığı meali mektubdan bitteessür gözlerinden inen yaşların bir kısmını mendiliyle silerek, kısmı digerini de diliyle dudaklarının üzerinden toplayarak yüzünü buruştura buruştura: zevceniz benim hanıma kısarak mı diyor efem? onun edepsiz dilini bütün eşeklerin arıları soksun soksun, ekmicilerimin somunları gibi şişirsin. allah'ımdan dilerim. kepazelerinin maskaralarının kepazesi. sokaklarımın süpürgesi. kim kime teselli verecek? nazire bana mı, ben ona mı? hangimiz daha ziyade muhtacı teselliyyet idik? en büyük felaketzede ben kendimi görüyordum. fakat erkek olduğum için za'fı akl u hisçe elbette benden ziyade acınacak bir halde olan nazire'nin tahfifi ye'sine uğraşmayı kendime bir vazife bilerek dedim ki: beyhude telaşlarla ağlamayınız hemşire hanım. henüz nazarımızda fatin bey'in bir günahı, bir kabahati tebeyyün etmedi. zevcem onu azdırmaya uğraşıyor. bakalım o ne yolda mukabele edecek? diğer mektupların kıraatinden her şey vazıhan anlaşılacak zannederim. bitteessür: teessürle kısarak: boyu kısa tebeyyün: ortaya çıkma bedia'nın hattı destiyle muharrer dört beş mektup daha okudum. zevcem hep bunlarda fatin'e olan şiddeti aşkından, alamı biintihasından, nevmidane gözyaşlarından bahsediyor. herifi zevcesini tatlike son derece bir şiddetle teşvik ediyor. bütün belagati iknaiyyesiyle sevgilisini gah tehdit gah tatyibe uğraşıyor. mektuplarına cevap alamadığından dolayı cangüdaz feryatlar, şikayetler ediyor. bu teessürnamelerin çoğunu geçerek yalnız hikayemizin tavzihi vukuatına medar olacak birkaçını okuyacağım. işte diğer bir mektup: hain fatin! altı teellümnameme bir cevabı mücmel olarak gönderdiğin o tek mektubu öyle bir lisanı teşni ve şiddetle yazmaya acaba vicdanın nasıl razı oldu? ben seni sevmiyormuşum! gösterdiğim teessüraı muhabbet hep caliymiş. naki'nin hanesinden ilk gecedeki avdetim sevki aşkınla değil, kimseye karşı itiraf olunamaz bir maabei nisvaniyetimden dolayı vuku bulmuş. ben oradan adeta yüz karasıyla kovulmuşum! namussuz. sus yetişir. hiç vücudu olmayan bu sözü nereden çıkardın? bütün alem aleyhimde bu yolda şehadet etse hep onlara karşı çıkacak sadayı müdafaayı ben senden beklerdim. vicdansız. sen ise kimsenin aklına gelmeyen bir cinayetle beni ithamda birinci olmaktan çekinmiyorsun. hükmündeki bu denaeti anladığın gün emin ol ki nedametin pek büyük olacaktır. bunu böyle eşna rezaletle itham ettikten sonra bak neler yazıyorsun! rica ederim kaleminden çıkan süturı hezeyana bir göz gezdir de hissi hicabdan zerrece nasibin varsa utan, yerlere geç. işte aleyhimdeki türrehatı ithamiyen: duvağınızın setredemediği bir rezaleti bana varmakla kapatırım zannediyorsanız bu zehabınız hatadır. senelerden beri beni mecnuna çeviren şiddeti aşkınızın teskinini artık vaslı pejmürde alamı biintiha: sonu gelmeyen elemler tavzihi vukuat: olayları açığa kavuşturmak teellümname: elem mektubu cevabı mücmel: acele cevap maabei nisvaniyyet: kadınca kusur türrehatı ithamiyye: saçma suçlamalar nize bedel mezarı intiharda arayacağım. bu maasi ve maayibinizin nasıl olup da gönlümdeki narı muhabbetinizi henüz itfa edemediğine mütehayyirim. sizden teneffüre uğraştıkça yüreğim büsbütün ateş alıyor. bu ateşi teskine bir deva bulurum zannıyla evlendim. evet, itiraf ederim, zevcemi mümkün değil sevemiyorum. biçare kadının fartı aşkından, bana olan samimiyyeti muhabbetinden şüphem yoktur. kendisi çirkin de değildir. kalbi beşer. bu nasıl muammayı muğlak bilmem ki? nazire'nin binde bir kadında bulunmayan hasaili nisvaniyyesi kendini bana sevdiremiyor. daha ne istiyorum? anlayamadığım işte burası. mesele sırf ilmi ahvali ruha ait. gönlümü zapteden timsaliniz oraya diğer bir kadın hayali yanaştırmıyor. sizi seviyorum bedia. galiba ölünceye kadar da seveceğim. fakat fakat. doğrusunu söyleyeyim mi? aşkınızdan evvelce şüphelenmiştim. bütün gözyaşlarıma, o istirhamatı elemiyyeye merhamet etmeksizin naki'nin hanesine gidişiniz, bu şüphemi bir hakikati bahire haline getirdi. ondan müfarakatınızdan sonra vuku bulacak izdivacımızda kendinizi bana bir dul kadın olarak satıp bu hudanız sayesinde ayıp mazinizi setretmiş olmak, bana bir salahiyyeti muaheze bırakmamak istediniz. işte ben bu hileye aldanmadım ve aldanmayacağım. ye'si sevdanızla öleceğimi bile bile sizden kaçacağım. artık bir yerde beni göremezsiniz. tezevvücünüzle manen ölmedense maddeten vefatı kendimce bahtiyarlık addederim. elveda. öyleyse fatin, geber. beni itham ettiğin rezailden kariben nazarında tebriye etmek bence mümkündür. ben hanei zevcimden aleyhimde tevehhüm ettiğin aybı nisvaniyyetimden dolayı kovulmuşum? pekala! oraya yakında muzafferen duhul eder, zevcimle yaşamaya başlarsam bu denaetkarane şüphenin biesas olduğunu ispat etmiş olurum ya? bu hakikat nazarında sabit olunca o zaman itfa: söndürme kalbi beşer: insan kalbi hasaili nisvaniyye: kadınlık hasletleri ilmi ahvali ruh: ruh bilimi hakikati bahire: apaçık gerçek huda: aldatma, hile salahiyyeti muaheze: kınama yetkisi benden değil, vicdanından biraz sıkılmış olsan bu bence kafidir. elveda alçak fatin. allah naki'yi bana, o bodur karıyı da sana mübarek etsin. naki bey'in zevcesi bedia nazire, yeisle sürurun memzuciyetinden mütehassıl gözyaşları dökerek ellerini çırpa çırpa: oh ya rabbi şükür! bozuştular değil mi? ama neme lazım. fatin beni sevmiyormuş. sevemiyormuş. anlaşılan hala gönlü zevcenizdeymiş. dadı kalfa, esasına intikal edemediği şu neticeye gülmek mi, ağlamak mı lazım geleceğini tayinde mütehayyir kaldığını ima eder bir çehre ile: biribirine bozuşmuşlar mı efem? ah küçük hanım, gözlerimiz aydınlar olsun. elbette efem. bunu böyle olacağına bellidir. kötü karıların mumları yatsıma kadar yanar. onu fotin bey anlamadı mı? ben hiddetle: dadı, ağzını topla. kötü karı dediğin henüz zevcemdir. dadı şaşırarak: zevceniz olsun, onun gibi karıya iyi denmek layık olur mu efem? ben: ona olmaz da fatin bey gibi kocaya mı iyi demek layık olur? dadı: hakkınız var. onun orasını öyle. ikisinin de boyunlarım altında kalsın. nazire: dadı, kocama inkisar etme! dadı: memzuciyet: birbirine karışma iki kötü dünyaya gelmiş. birisini buna karı olmuş, ötekisini ona koca olmuş. onlar ikisi de sizi istemiyor işte. beni böyle karısı olsa boşarım. onun gibi kocası olsa kovarım. siz ne için bunlara ağlıyor efem? işte size bir efem' ki elifinden mimine kadar haklı. dadı doğru söylüyor. bu çetrefil beyanındaki efkarı salime güzel bir lisanla ifade edilse nazire ile benim için üssü'lhareket ittihazına seza parlak bir düsturı felsefe şekline girer. fakat ikimizin de beynine ateş yağıyor. dadı değilhükemayı zamanın belagati iknaiyyede en icazkarları karşımıza çıksa bizce sözlerinin bir tesiri olmayacak bir haldeyiz. nazire fatin'den ayrılınca öleceğine hükmediyor. ben bedia'yı bırakınca çıldırırım zanneyliyorum. aylarca arayıp da keşfedemediğim rakibi muhayyelim işte artık çakı perdei hafa etti. nazire'nin fatin'i, dadı kalfanın fotin'i, benim de adüvvi ekberim olan bu zata artık rakibi muhayyel' namı hayalisini vermemeli. badema işin içinde ne hayal kaldı ne hayalat. fatin beyefendi boylu boyunca meydana çıktı. bugün evini, kalemini tahkik ederek yarın kozumu pay etmek üzere kendisiyle görüşebilirim. bu herif ne garip hilkatte bir adammış? zevcemi vücudu olmadık bir leke ile itham ediyor. hem bunu insafane isnadında, rezilane iftirasında pek ileri varıyor. alemin zevcesinin nakısai iffeti ondan mı soruluyormuş? ben kendisine gösteririm. elimde mektuplar öyle kaldı, daldım. düşünüyorum. ama ne düşünüyorum? onu bilemiyorum. nazire de gözlerini kırlara dikti. daldı kaldı. dadı kalfa endişenak bir çehre ile ikimizi seyrediyordu. artık ağlamaya fasıla verdik. mesele pek mühim, pek nazik, pek vahimdi. fatin'le bedia'nın hıyaneti bahireleri gözümüzün önünde dururken o kocasını müdafaaya, ben karımı masum görmeye uğraşıyorduk. hangisi daha kabahatli? fatin mi, bedia mı? allah üssü'lhareket: harekete esas olan çakı perdei hafa etmek: sır perdesini yırtmak adüvvi ekber: en büyük düşman için söylemek lazım gelirse fatin'in pek o kadar suçu yok. bütün çiftelilik, bütün kabahat zevcemde. herifi aylarla azdırmaya, zevcesini tatlik ettirmeye uğraşmış. yüz bulamamış, mektuplarına cevap alamamış. nihayet muhakkirane bir mektup almış. o ithama, o iftiraya tahammül edememiş, bu isnadı şenianeden fatin nazarında tebriye etmek için benimle barışmayı göze aldırmış. bu tahkir neticesi olarak zevcem bize avdet etmiş. bir hayli müddet düşündükten sonra nazire'ye dedim ki: hemşire hanım, durunuz, hiçbir hükmümüzde acele etmeyelim. fatin'le bedia'nın ne bozuştuklarına sevinelim ne de barıştıklarına ağlayalım. bakınız elimde daha okunmadık birkaç mektup var. onları da okuyayım. bakalım mesele ne renk kesbetmiş? bütün metanetinizi toplayarak dinleyiniz. icap ettikçe bana da teselli veriniz. revişi hale bakılırsa ne o kocadan sana ne de o karıdan bana hayır var. nazire'nin yine gözleri sulanarak: öyle demeyiniz beyefendi, kocamdan ayrılırsam yaşayamam, ölürüm. bunu muhakkak biliniz. ölürseniz ne yapayım? size bir allah rahmet eylesin' demekten gayrı bir iyilik elimden gelmez. beni korkutuyorsunuz. inşallah mektupların sonu hayırlı çıkar. dadı kalfa sallana sallana gayet yürekten: amin efem amin! ben: haydi bir amin de benden. fakat zevcemin son zamanlarındaki hırçınlıklarını gözümün önüne getiriyorum da bu mektupların sonundan hayır umamıyorum. fatin bey'in şu yakın zamanlardaki size karşı olan muamelatı da elbette sizce malumdur ya? nazire: isnadı şeniane: yakışıksız yaraştırma artık bana ettiklerini sormayınız beyefendi. ben tahta, o burgu. her gün beni yiyor, oyuyor. ben onun nazarında artık tu kaka oldum. ne yapsam kabahat oluyor. o bana eza ettikçe benim ona olan muhabbetim katmerleniyor, kaymak bağlıyor. ben: zevcemle işte aynen benim halim de böyle. siz tu kaka olmuşsunuz, ben bedia'nın nazarında kakanın kakası oldum. onlar bize bu eziyetleri ettikçe o hainlere karşı bizim muhabbetlerimiz niçin kaymak bağlıyor? siz bunun hikmetini anlayabildiniz mi? ben anlayamadım. nazire: hikmeti ilahi. bilmem ki. dadı kalfa gözlerini açarak: hikmetini ilahidir efem. orasına söz olmaz. onun kaymaklanmasının sebebini sizin gönülleriniz arsızdır. hicranı tutmaz efem. ben: ah dadıcığım. hikmeti beyanına sen beni yavaş yavaş hayran ediyorsun. bakınız dadı mahiyyeti muhabbetimizi nasıl teşrih ediyor? dadı büsbütün bir tavrı hakimane alarak: hiç ben onu teşrif etmez mi efem? bakınız çünkü. bu fotin bey'inde pek o kadar güzellik yoktur. para dersen bizim küçük hanım onu cebine koymazsa kendisinde hiç bulunmaz efem. kendine parasını olsa onu çoktan küçük hanımı boşaması niyetlisidir. işte bu para meselesine. ben: demek fatin bey hem çirkin hem züğürttür öyle mi? nazire: aman beyefendi, siz dadıma bakmayınız. o öyle aldığını bulduğunu söyler. şu mektupları okuyunuz da meraktan kurtulayım. diğer mektubu açtım. artık kadınlara karşı itidali dem göstermek istiyorum. lakin halecanım son derecede. kıraate şürudan evvel dairei hasbihalimiz daha daraldı. başlarımız birbirine daha yaklaştı. bu defa nazire ile dadı büsbütün can kulağıyla dinlemeye hazırlandılar. okuyacağım mektubun tarihi evvelkilerden yedi ay kadar muahhardı: vefasız! aşk ne müthiş bir marazdır! istila ettiği gönüllerde ne iradei cüziye bırakır ne ihtiyar ne de kudreti muhakeme. insan sarsara tutulmuş zayıf bir fidan gibi onun şedit sarsıntılarına boyun eğmekte muztar kalır. böyle olmasaydı fatin! hakkımda vaki olan o hakareti şenianızı affetmez, bugün şu mektubu size yazmazdım. bir ayda sekiz feryadnamenizi aldım. bunlara uzun müddet cevap vermemeye azmetmişken ihtiyarımdan daha şedit bir kuvvei müessire, bu ahdi kalbimi nakza parmaklarımı icbar ediyor. size şu satırları yazdırıyor. bir müddet daha icbarı muhabbetime galebeye uğraşarak sizi cevapsız bırakacaktım. fakat son mektubunuzdaki kararı mahv fikriniz beni tedhiş etti. cevap almazsanız intihar edeceğinizi yazıyorsunuz. nazire: kocam ne edecekmiş? anlayamıyorum. ben: intihar edecekmiş. nazire: intihar nedir beyefendi? ben: ne olacak? karımın derdinden fatin bey kendini öldürecekmiş. nazire: muahhar: sonra hakareti şenia: şeni hakaret kuvvei müessire: müessir kuvvet nakz: bozma ah alnımın kara yazıları! ah fidan boylu kocacığım beni bırakıp da el kadınlarının derdinden kara topraklara mı gireceksin? dostlar, bakınız kaç cana birden olacak? o yetişmeyesice karınız kocama büyü yapıyor. naki bey misin nesin karını zaptet! yoksa yarın evinize gelir, saçını başını yolarım. ben hiddetle: seni sevmeyen herife fidan boylu kocacığım diye ağlamaya utanmıyor musun? öyle alçağın yaşı yerlerde sayılsın. o kendini öldürmese zaten yarın gidip ben geberteceğim. nazire: onu öldüreceğine ilk önce karını gebert beyefendi. o namussuz, o süpürge, o yelloz karını. dadı kalfa mütehayyirane: barıştılar mı efem? ben: onlar barıştılar. şimdi biz bozuşacağız galiba. nazire: dadıcığım, kocam kendini öldürecekmiş. dadı: inanma kızım. inanma. onu öyle söyler. korkutmak için söyler. hiç fotin bey'i kendisini öldürür mü? onu, seni üzer üzer öldürür de yine kendisini öldürmez. sefasını bakar. ben: durun, telaş etmeyin. şu mektubun alt tarafını okuyalım, kimin ölüp kimin kalacağı o zaman belli olur. tabiatınızı bilirim. lüzumundan fazla doğru sözlüsünüz. daima kavliniz kalbinizin tercümanıdır. derununuzda ne varsa lisanınız da odur. işte bu tabiatı rastguyaneniz saikasıyladır ki her ne sebeple ise aleyhimde tevehhüm ettiğiniz o ithamı düşündüğünüz tabiatı rastguyane: doğru sözlü tabiat, huy tevehhüm: vehmetme gibi bana yazmaktan kendinizi menedemediniz. tabiatınıza yakinen mücerrebim bulunmasaydı beni derekei esfeli nisvaniyyete indiren o sui hükmünüzü bugün hiçbir mazeret bana affettiremezdi. şiddeti muhabbet sevkiyle intihardan bahsedenlere ben evvelden gülerdim. böyle bir fi'li mecnunane emsali adim denecek harekattan değilken, hiç ye'si sevda ile insan nefsine kıyar mı? buna cüret edenlerin saikı aşk değil cinnet olmalı. derdim. fakat bugün öyle demiyorum. bugün ye'si muhabbet insana ölümü temenni ettirir diyorum. bir aşık, intihardan dem vurursa bu fiile cüret edeceğine inanıyorum. böyle sözlere artık gülmüyor, ağlıyorum. çünkü sevgilim, çünkü. ben de şu saatte aşkın serhadi ye'sinde dolaşıyorum. avdet müstahil, ilerisi uçurum. kendimi bu amakı halasa bırakıvermek için o hufrelere nazarı iştiyakla baktığım saatler çok oluyor. ölümden korkmuyorum fatin! yalnız o ademabada seninle destbedest, lebberlebi huzuz olarak atılmak istiyorum. ah o zaman, işte o zaman o zalamı mevt benim için bir bahtı sermedi olur. ben dövüne dövüne feryat ederek: ah eyvah! nazire: ne oluyorsunuz beyefendi? ben: karım kendini öldürmek istiyor. nazire: ben ağlarken ayıplıyordunuz. sizi sevmeyen bir kadın için ah of demeye utanmıyor musunuz beyefendi? ben: mücerrep: tecrübe olunmuş derekei esfeli nisvaniyyet: kadınlığın en aşağı derekesi adim: yok, bulunmayan müstahil: imkansız amakı halas: kurtuluş derinlikleri dur, acele etme hanım. bedia yalnız ölmüyor. kocanızla el ele, dudak dudağa öleceklermiş. nazire: ilahi o karının elleri dudakları kopsun. kendi öleceği varsa gebersin, kocamı niçin beraber sürükleyecekmiş bakayım? ben: keyiflerinin kahyası mısın? işte öyle öleceklermiş. dadı kalfa büyük sedasıyla bağırarak: bu telaşiyelere lüzum yoktur efem. o kör olasılar ikisi de ölmez. hay kepaze karı. hay ne musibet herifmiş onu. dünyada işitilmedi şeyler efem. artık huzurundan zebani görmüş gibi bizar olduğum naki'den kaçmak için baş ağrısı bahanesiyle tenha odalara kapandığım zamanlar bu fikri intihar benim zihnimi de taraç etmekten bir an hali kalmıyor.naki bey, hikayesinin bu fıkrai müessiresinde mosmor kesilerek: yanıyorum. limonata birader! diye haykırdı. hakikaten limonata içilecek nokta. hemen bardağı takdim ettim. fakat bu ateşi öyle bir iki bardak şekerli limonlu suyun teskin edebileceğine hiç ihtimal vermiyordum. yine başladı beni ithamınızdan dolayı düçar olduğumuz felaketi azime öyle kalemle, sözle kabili tarif değildir. neticei hatanızı bugün sizden ziyade ben çekiyorum. zevcimle nasıl barıştım? bu feciai hayatımı size anlatayım. beni onun aguşı canfersasına nasıl düşürdünüzse yine öyle kurtarın allah aşkına. dinleyiniz, her şeyi size olduğu gibi anlatacağım. o ithamınızdan sonra iradesine, ihtiyarına gayri malik bir ifrit kesilmiştim. naki'nin hanesine avdet etmek. size mülaki olmak için büyüğünü küçüğünü tahkir ile çıktığım bir aile nezdine yine sizin icbarı muhakkiranenizle tekrar girmek. bir mezarda taraç: yağma icbarı muhakkirane: aşağılarcasına zorlama ihtiyarı ikamet etmek kadar bana müşkül göründü. diri diri bu makberi azaba, gönlüm meşhunı sevdanız iken firaşı digere nasıl girecektim? işte bu keyfiyet hem müellim hem nazik bir meseleydi. ilk hareketi şedidemden, nedametimi müşir naki'ye bir haber göndererek beni tekrar hanei zevciyyetine kabulünü istirham etsem bu zelilane müracaata karşı sui kabul görmek yahut hiç kabul edilmemek tehlikesine maruz kalacaktım. böyle bir nikbete uğramamak için pek mahirane desaisle naki'yi iğfal etmek, ona kendimi şiddetle sevdirmek lazım geliyordu. zevcim, bana göstereceği meyli şedidle bilmeye bilmeye nazarınızdaki mevkii itibarımı ila edecek, beni size sevdirmeye vasıta olacaktı. gerek aleyhimde vaki olan ithamınız, gerek ona karşı verdiğim cevap, yekdiğerimize karşı ilanı husumetle katı rabıta demekti. artık benden kaçıyordunuz. sizi hiçbir yerde göremiyordum. bana tesadüften havfen bütün mesirelerden çekilişinizi kendime karşı nefreti ciddiyyenize değil, muhabbeti şedidenize bir delil addediyordum. sevmez görünmekte ne kadar iltizamı ihtiyat etseniz benim gibi razbina bir kadına karşı mümkün değil, tamamıyla ketmi esrarı derun edemezsiniz. muhabbetteki istidadı fıtriyyeniz sizi daima gönlünüzle, aşkınızla cidale sevk ediyor. her savleti şedidenizde birer parça mağlup olduğunuzu pek fark edemezsiniz. nihayet bütün bu beyhude kahramanlıklarınız aczi külliye müncer oluverince artık terki silahı cidal ile sevdiğinizin payı istirhamı önüne bitap düşüyorsunuz. sizin için böyle bir saati mağlubiyyetin vüruduna intizardaydım. bu mücadelede sizi son derece zayıf düşürmeye karar verdim. size karşı istimal edeceğim silahı galebem, zevcim naki bey'di. bütün kudreti hudakaranemle bu silaha sarılmak lazım geldi. talih beni onun değil, onu benim ayağıma getirdi. sizi aradığım ila: yüceltme iltizamı ihtiyat: ihtiyatlı davranma razbina: gizleri, sırları gören ketmi esrarı derun: içteki sırları saklama terki silahı cidal: silahı bırakma kudreti hudakarane: hilekarlık kudreti yerlerde ona tesadüf ettim. o biçare, bütün hülyayı şebabıyla beni seviyordu. sizi tahatturla, biraz da o zavallıyı düşüreceğim girivei sevdanın neticei miratini, bu yüzden düçar olacağı bedbahtiyi tefekkür ederek bir gün kağıthane'de iki damla gözyaşı döktüm. bu dümuı teessüratımı ona gösterdim. o safdil, bu yaşlara aldandı. ertesi hafta tenha bir ağaç altında görüştük. olanca talakatı iğfalimi sarf ettim. barıştık, her şey oldu bitti. altı ay naki'yi bir ihtiyali sevda içinde yaşattım. tamamıyla onun huzuzatı muhabbetine vakfı vücud ettim. fakat sizin için tasavvur ettiğim saati mağlubiyyet teehhür ettikçe bende bir ye'si tahammülfersa baş gösterdi. size dair olan muhakematı sabıkamda aldandığıma hükmederek yekdiğerini nakıs tevehhümatla lisanı ızdırab geceleri geçirmekte iken nedametinizi, nevmidinizi, alamı iftirakınızı musavver ilk istimannamenizi aldım. bu feryadnameleriniz sekizi buluncaya kadar cevap vermemeye cebri nefs ettim. nihayet son mektubunuzdaki kararı intiharınızı görünce artık sükuta mecalim kalmadı. sizi akıl ve şuur dairesine irca, hem de beni düşürdüğünüz belahaneyı zevciyyetten halasım emrinde birlikte bir çarei seri taharri etmemiz için bu mektubu yazıyorum. artık o hükmi şenianenizin biesas olduğunu anladınız. bu yüzden müsterih oldunuz değil mi? o halde bu faciai sevdamızda oynattığımız eşhastan naki'nin rolü hitam buldu demektir. şimdi biz bize kalmak için piyesten bu aktörü nasıl çıkaralım? kendine tevdi ettiğimiz aşık rolünden o zavallı pek mahzuz görünüyor. fakat kendisine artık perde kapandı. tiyatro sahnelerindeki muaşakalar birkaç saatten ziyade sürmez iken, bir istisnayı fevka'lade ile seninki aylarla devam etti. böyle oyunlardaki muhabbetlerin ciddiyetine kail olarak onu gönlünde idameye uğraşmak budalalıktır. zavallı naki! demek zamanı artık hulul etti. lakin hakikat zannettiğimiz bu girivei sevda: sevdanın çıkmazı ihtiyali sevda: sevda oyunu ye'si tahammülfersa: dayanılmaz üzüntü istimanname: aman dileyen mektup izdivacın kendi için bir facia, bizim için bir mudhikeden başka bir şey olmadığını o biçareye nasıl bir tarzı talakatla anlatmalı? bu hal aynen uyanık bulunan bir adama, bütün meşhudatın rüyadır. hakayıkı mahsusene sakın inanma. demek kabilinden olmaz mı? bu hakikati kendisine bir zarafeti mudhikeperdazane ile ifham etsek bizim oyun addettiğimiz bu izdivacı o hakiki telakkide ısrar ederek kendini sevmeyen ve sevebilmek ihtimali olmayan bir kadını boşamamaktaki inadını belki derecei belahatine bizi güldürecek bir mertebeye vardırır. sevgili fatin. biraz sabret. ben bu mudhikeye daha gülünç bir netice tezyil edeceğim. bu son perde iniverince naki, ihtiyarıyla çıkmadığı sahnei mudhike haricinde kendini baygın bulacak, neye uğradığını anlamayacak. açıktan açığa, ben seni sevemedim, sevemeyeceğim. beni terk et. desem hakkımdaki muhabbeti manii tatlik olduğunu bildirerek boşamamakta ısrar edecek. onun iyisi ben kendini sever görünerek bu muhabbeti kazibemi müziç kıskançlıklar, dayanılmaz hırçınlıklarla tahammülgüdaz bir dereceye vardırarak herifi evvela canından, sonra kendimden bıktırıp temini muvaffakiyyet etmektir. fatin! ikimiz için de gayet mütebassırane hareket lazım. zannederim ki zevcim, benim aşıkım bulunduğundan bir müddet iştibaha düştü. bu muaşakanın izini keşif için hayli uğraştı. benimle barıştıktan sonra onu aguşı iğfalimde öyle muhaddir kelimat, öyle afyonlu ninnilerle uyuttum ki o eski şüphelerinden bugün kendinde bir zerre kalmadığına katiyen eminim. zevcenizi sizden şiddetle kıskanıyorum. fakat ihtiyata riayet için mudhikemizin hitamına kadar onu tatlik emrinde artık sizi icbar etmeyeceğim. naki beni boşamadıkça siz de onu terk etmeyiniz. çünkü foyamızı meydana çıkaracak o pürüzden bir serrişte ele vermiş olmaktan korkuyorum. zevcenizin alık bir kadın olduğunu biliyorum ama lüzumuna göre kadınların öyle budalalarından bile havf etmelidir. nazire, sizi bir mudhike: komedi, güldürü tarzı talakat: düzgün şekil muhabbeti kazibe: yalancı muhabbet mütebassırane: basiretle, iyice düşünerek muhaddir: uyuşturan muhabbeti müfrite ile seviyormuş. saiki muhabbet olan kadınlardan ben korkarım. işin içine aşk girince benatı havva'nın alıkları dahiye, en miskinleri kaplan kesilir. zevcenize bir şey sezdirmemeye fevkalade itina ile beraber harekatını tarassuttan bir an hali kalmayınız. gönderdiğiniz mektupları naki'nin konağına cihaz olarak beraber getirdiğim pelüş kanepenin yayları arasında gizli göze saklıyorum. siz de benden gelen mektupları muhafazada zerrece müsamaha göstermeyiniz. badema bir lüzumı kati olmadıkça irsalinden de mücanebet tavsiye ederim. birkaç aya kadar rabıtai nikahtan kurtularak hanei pederime avdet edeceğime emin olunuz. baki metanet, ihtiyat, ümit üzere bulunmanızın istirhamı. zevcei müstakbelen bedia bazı bıçak yaraları vardır ki onu cerhte o kadar büyük veca hissolunmaz da yaranın tedavisine uğraşıldığı esnada mecruh ıztırabatı cansuz içinde kalır. ona benzer bir hal kesbettim. asabımda hasıl olan buhran hemen hayatımı iptal derecei şedidesine varmıştı. nazire, dadı kalfa, giryebar gözlerini mertebei teellümleri nakabili tarif birer çehre ile bana diktiler. okuduğum mektubun fıkratı rezilanesini tefsirden artık haya ediyor, o sözleri tekrardan adeta ürküyor gibiydik. bir müddet öyle birbirimize bakıştık. nihayet ben gayriiradi bir kahkaha salıverdim. bu kahkaha ile fatin'i, bedia'yı tahkir etmiş mi oluyordum? yoksa çıldırıyor muydum? çehremde peyda olan takallusatı müdhişeden nazire korkmuş olmalı ki dadısına beyefendiye bir parça su ver. üzerine fenalık geliyor. dedi. üzerime arız olan halden haberim yoktu desem yalan söylemiş olmam. dadı bardağı uzattı, bir iki yudum içtim. fakat boğazımdan cihaz: çeyiz mücanebet: sakınma mertebei teellüm: elem derecesi nakabili tari tarifi kabil olmayan, tarif olunamaz takallusatı müdhişe: müthiş kasılmalar nasıl gitti hissetmedim. bir ikinci kahkaha daha kopararak dedim ki: alık karılar, ne ağlıyorsunuz? siz de benim gibi gülünüz. hiç böyle şeye teessüf edilir mi? ben akşam köşke gidince bedia'yı bırakırım, hanım da fatin'den boşanır selamete ereriz. bu sözüme karşı nazire'nin pembe çehresi sarardı. dudaklarında seri ihtizazlar peyda oldu, gözleri süzüldü. hazin bir ah. eniniyle hasıra uzandı, bayılıverdi. ben, rufai dervişi gibi bulunduğum noktada donakaldım. dadıda el titrer, ayak titrer. gözlerinden sel gibi yaş akar. nazire tam baygın, biz yarım baygın. kim kimi ayıltacak? fatin'in cezbei aşkıyla yerde yatan o bedbaht kadına baktım. sağ şakağından kurtulan bir turrei siyah, parlak zarif bir kuş kanadı gibi izarı latifinin kısmı ulyasını setretmiş. çeşmanı nemnak, dişleri birbirine kenetlenmiş, yumrukları sımsıkı kapalı. nazire o hali bihuşi ve perişanisiyle önümüzde ressamlara müessir bir mevzu olacak bir levha teşkil etmişti. dadı kalfa ağlaya titreye çantayı açtı. küçük bir şişe lokman ruhu çıkardı, fatin'in bu hıyanetini keşfettikten sonra nazire'ye ara sıra böyle bayılmak illeti arız olmuş bulunduğundan nereye gitseler dadı limon, lokman ruhu gibi şeyleri ihtiyaten yanlarından eksik etmezmiş. şişeyi hanıma biraz koklattı. yarım bardak suya birkaç damla damlatarak ağzına döktü. ellerini, kollarını ovuşturmaya başladı. biçare kadın biraz gözlerini açtı, ağzından ilk çıkan kelime fatin ismi oldu. bu ismi bir tehlili muhabbet gibi beş altı defa tekrar etti. biraz daha kendini topladıkça dadı, hanımını kaldırdı. arkasını ağaca istinat ettirerek oturttu. nazire nazarı meyusanesini bana tevcih ederek: şu halimi görüyorsunuz ya beyefendi! fatin beni terk ederse yaşamayacağıma inanınız. ben: hali bihuşi ve perişani: kendinden geçmiş ve perişan hal nazarı meyusane: meyusane bakış tevcih: çevirme, döndürme inanıyorum. nazire: o halde hayat mematım biraz da sizin elinizde gibidir. ben: neden dolayı? nazire: mektupları şimdi siz okudunuz. siz bedia'yı bırakırsanız fatin de beni boşayacakmış. bu akşam köşke gidince o menhusu bırakacağınızı söylüyorsunuz. bu hareketiniz doğrudan doğruya bir hançerle beni öldürmek gibidir. insaniyetinize, merhametinize sığınırım beyefendi. bedia'yı terk etmeyiniz. ben: mesele namus meselesidir hanımefendi. benim için aşk ve muhabbet ikinci derecede kalır. sizin için de böyle olmalıdır. fatin bey sizin her türlü hasail ü mehasini nisvaniyyenizi tadat etmekle beraber sizi sevmediğini, sevemeyeceğini söylüyor. ondan bir hayır memul etmeyiz. ona olan muhabbetiniz müzmin, elim bir illet şeklini alırsa ölmek o daimi hali ızdırabda yaşamaktan hayırlıdır. iltiyami bir ameliyyatı mühimmeye lüzum gösteren illetler böyledir. ihtimali şifa yüzde bir iki olsa bile o mühlik derdi son edvarına kadar uzun uzadıya çekmektense alamı kısa kesmek daha akilane bir hareket olur zannederim. ben de bedia'yı aynı muhabbeti şedide ile seviyorum. onu bir diğerinin aguşı sevdasına atmak suretiyle kendisinden ayrılmak benim için kolay mı olacak zannediyorsunuz? bizden müteneffir iki deniden her lahza bir nazarı nevaziş, bir merhameti iltifat dilene dilene, sevilmekte bin zilletle ısrar göstere göstere onlarla cebren yaşamaya uğraşmaktan ulvi gönüller bir lezzeti hakika duyamaz. geliniz, bu derekei esafili muhabbete düşmeyelim. zemininde nazire'ye çok nasihat verdim. fakat söz dinletebilmek kabil olmadı. fatin diyor, fa hasail ü mehasini nisvaniyye: kadınlık hasletleri deni: alçak derekei esafili muhabbet: muhabbetin en aşağı seviyesi tin işitiyor, ağzından başka bir söz çıkmıyordu. zavallı kadın, bir ummanı felaket içinde var kuvvetiyle bir tahta parçasına sarılan bir kazazede gibi yalnız fatin'i medarı hayat, yegane vasıtai ümid addetmiş, onun haricindeki diğer esbabı huzuz, bütün cihan, nazarında mefkut halini almıştı. bu elemdideyi ikinci defa bayıltmaktan artık ihtirazen vadiyi nasayihten çekildim. biraz hava almak, eğer dimağımda o kuvvet kaldıysa biraz düşünmek fikriyle oradan kalktım. kırları dolaşmaya çıktım, bereket versin bulunduğumuz mevki gazinodan görünmüyordu. biraz yürüdüm. garsonun biri gazinonun kapısı yanındaki tahta kanepeye yatmış uyuyor, diğeri de içeride bardak tabak temizliyordu. gezindim, gezindim, denizler, ağaçlar, kırlar kasvetengiz menazır içinde nazarı nevmidanem önünde devrediyordu. başım mı dönüyor, kainat mı? fark edemiyordum. akşam haneme avdet edince zevcemin yüzüne nasıl bakacağım? yüz yüze gelirsek nasıl ketmi teessür, zabtı hiddet edebileceğim? demek o asabi hastalıklar, o mütehevvirane kıskançlıklar, o yarım baş ağrıları, bütün temaruz, beni kendinden usandırmak, canımdan bizar etmek için hep birer saniaymış. bu karıdan, bahusus aşığı olan o melun heriften intikamımı nasıl alayım? zevcemi tatlik etmekle mi? hayır! o zaman ekmeklerine yağ sürmüş olurum. boşamasam bir zevç karısının esrarı hayatına böyle bir sureti bahirede vakıf olur da onunla nasıl idamei zevciyyet edebilir? meselenin en müthiş ciheti: bedia'yı seviyorum. ondan ayrılmayı düşündükçe sanki kalbimin inşikakıyla derunuma sıcak sıcak kanlar sızdığını hisseder gibi oluyorum. aman ya rabbi, şu hal korkunç bir rüya olsa da bir göz açımıyla uyanıversem, beynimi, her tarafımı ihata eden şu hakayıkı müdhişe vehleten tebdili vadiyi nasayih: nasihat vadisi ketmi teessür: teessürü gizleme temaruz: hasta olmadığı halde hasta gibi gösterme sania: kandırma, tuzak sureti bahire: açık suret mahiyyet ü manzara ediverse. bir ferdayı bidari bunların izalei dehşetlerine erişemiyor. böyle düşünüp bastığım yeri bilmeyerek gezinirken kulağıma, naki bey, naki bey nidasıyla bir ses geldi. döndüm baktım. dadı kalfa ellerini sallayarak beni çağırıyor. kadınların yanına avdet ettim. dadı: artık bu kadar gecikmesine bizim için tehlikelidir efem. kara vapuruma binip gidelim. nazire, benim bihuşiye karip bir halde yüzüme bakarak: şu halirhameten zevcenizi terk etmek fikrinden vazgeçtiniz ya? ben: hemşire hanım, şimdi size ne yolda bir vaatte bulunsam yalandır. çünkü şu anda aklıma, zihnime, kendime malik değilim. ne yapacağımı ben de bilmiyorum. zevcemi bırakacağım desem de inanmayınız, bırakmayacağım desem de. bundan sonra ikimiz de vukuata tabi olacağız zannederim. benden böyle bir vaat almak istirhamında bulunurken siz de bana karşı biraz merhametli davranınız. benim zevçlik mevkiimi, haysiyyeti recülanemi, namusumu nazarı insafa alınız. bu akşam zevcemle yüz yüze gelince sizin şu alamınızı düşünerek hazmı nefs etmeye gayret göstereceğime söz veriyorum. bu söz ebediyen zevcemi bırakmayacağımı tazammun eder bir vaat değildir. ben zevcemi bırakmadığım halde de fatin bey sizi tatlik edebilir. siz fartı ye'sle buralarını muhakeme edemiyorsunuz. yalnız o iki rezilin aleyhimizde kurdukları dolabı ihtiyalin devrini sektedar edecek bazı tedabir ittihaz edebiliriz. ihtiyatı elden bırakmayız. fakat neticei hal her vechile bana vahim görünüyor. tebdili mahiyyet ü manzara: nitelik ve şekil değiştirme ferdayı bidari: uyanıklık ertesi nazire'ye yine ismaı hakikat edemedim. ellerime ayaklarıma kapandı. ağladı söyledi, söyledi ağladı. sözleri hep ipe sapa gelmez kadın lakırtıları. en büyük ricası hep zevcenizi bırakmayınız. cümlesi oluyor. işte bu noktadan başka meselenin sağını solunu düşünmüyordu. dadı kalfa arada bir: kara vapurumun düdüğüsü öttü ayol. şimdi küçük hanım bir daha bayılırsa karanlıklarda dağlarımın başına kalırız. işte o zaman fotin bey'i hanımı boşamasını hakkısı olur efem. sözlerini tekrar ediyordu. beynimizdeki en son mukarreratımız işte şunlardı: nazire her gün büronun o gizli gözünü araştırarak bedia'dan fatin'e yeni bir mektup geldiğini, eski mektuplara koyacağı işareti mahsusadan anlayabilirse bu şukkai muahhareyi bir vakti münasibinde dadıyla bana gönderecek, ben bade'lkırae yine iade edeceğim. ben de bir fırsat düşürebilirsem bedia'nın pelüş kanepesindeki gizli gözü açmaya uğraşarak hafiyyen oradaki mektupları okuyacağım. bu mektuplarda meşhudumuz olacak ahvale nazaran tedabiri lazıme ittihaz edeceğiz. ne ben bedia'ya ne nazire zevcine bu macerayı muaşakaları hakkındaki ıttılaımızdan şimdilik bir şey sezdirmemeye gayet itina edeceğiz. bir lüzumı kati olmadıkça nazire benimle görüşmeye gelmeyecek. nazire'nin hanesiyle fatin'in mahalli memuriyyetini de haber aldım. mektupları yine çantaya bilvaz küçükçekmece mevkiine indik. yirmi dakika sonra hareket eden trene bindik. ismaı hakikat: hakikati anlatma beyn: ara şukkai muahhare: sonraki tezkere bade'lkırae: okuduktan sonra tedabiri lazıme: gereken tedbir bilvaz: koyarak bu sadmei müdhişenin tesiratını artık vücudum yavaş yavaş hissediyordu. her tarafıma bir kesiklik arız oldu. hafif bir nöbet başladı. hayat, bütün menazırı cihan, nazarımda bir kasveti mücesseme kesildi. sirkeci'ye vasıl olduk. nazire yanımdan geçerken yavaşça: hiddetinize mağlup olup da zevcenizi tatlike kalkışmayınız. ricasını bir daha tekrarla yürüdü. onlar bir arabaya bindiler. ben de kadıköy vapurları iskelesine çıkmak üzere bir sandala atladım. iskeleye çıktım. vapura girdim. kendi kendine yürür bir cismi camid, bir cenaze gibiydim. vapurun hareketinden sonra nöbetim arttı. başım, bütün vücudum çayır çayır yanıyordu. üst mevkie çıktım. kendimi rüzgara verdim. bu gibi ıztırabatı maneviyyenin ilk nöbetini, ilk şiddetini çekmiş olanlar bilir. altı yedi saat evvel ben bahtiyar bir adamdım. zevcem, anam, babam, beni bu dünyaya rabt edecek her şeyim vardı. şimdi bütün onlar nazarımda niçin yok gibi oldular? neden böyle münkesirü'lemel kaldım. niçin sağ iken ölü gibi oldum. niçin hayatın neşesi bir anda nazarımda sönüverdi? sanki bedia'nın sevdası kalbimde bir nur imiş. bütün eşyayı onun muaveneti tenviriyle parlak görürmüşüm. bedia'ya olan bu şiddeti muhabbetim, bu şulei sevdam gönlümde söndü mü? hayır sönmedi. eskisinden ziyade ateşgir oldu, alevlendi, işte o ateş vücudumu yakıyor. halim tıpkı hayatından katı ümid etmiş bir hastaya benziyordu. hayat sevilmez mi? sevilir fakat ondan insan nevmid kalınca ne yapar? yine sever. lakin ne kadar ümitsiz, yeisalud bir muhabbetle sever. artık onunla idamei irtibat etmek imkanı kalmamış, her saatin müruruyla ondan tebaüdünü, iftirakını hissettikçe ne hallere girer? o zaman vefasız bir şeye karşı olan bu sevdayı irtibat, bu muhabbeti nevmidane en müthiş, en muzlim bir felaket şeklini alır. işte aynen ben böyle bir hasta. bedia sadmei müdhişe: müthiş sarsıntı menazırı cihan: cihan manzaraları kasveti mücesseme: canlı bir kasvet, karanlık münkesirü'lemel: hayal kırıklığı katı ümid ümit kesmek yeisalud: yeise bulaşmış, kederli muhabbeti nevmidane: ümitsiz sevgi yine nazarımda hayat gibidir. kendine olan şiddeti meftuniyyetime, arzuyı irtibatıma rağmen o benden kaçıyordu. hakikatte kaçmadı bile. ben tevehhümatı sevda içinde bedia namına gönlümde bir hayali idameye uğraşıyordum. kendimi nasıl aldatayım? ne yolda teselli bulayım? insan hayatın ıztırarları, ümitsizlikleri, tevil kabul etmez müthiş hakikatleri içinde zebun, nalan, çaresiz kaldığı demlerde dünyayı, ömrü anlayacak kadar tetebbuu, kuvvei muhakemesi varsa her şeyi nazarı istihkar ile görmeye çare arayan bir feylesof kesilir. adam sen de! bu cihanın, bu ömrün neye tahammülü var? kime vefası olmuş? rengi fena ile pürzib ü şaşaa görünen şeylere niçin aldanmalı? bir evveli baharın yetiştirdiği o kadar asarı süruru, o kadar esbabı huzuzu, gözlere sefa, zihinlere küşayiş bahşeden o kadar müzeyyinatı tabiiyyeyi hazan yapraklarıyla, çiçekleriyle, kelebekleriyle pamali istihkar ediyor. bu kaideyi, bu hakikati her şeye teşmil ediniz. bütün öyle değil mi? seneden seneye sevdiklerimizden birinin gaybubeti ebediyyesine ağlıyor, sevenlerimiz varsa bir gün de bize ağlayacaklar. hangi şeyde vefa, nerede beka var ki muhabbette olsun? bu hakayıkı bile bile niçin aldanıyoruz? bu gırarei gaflet niçin gözlerimizi, her hissimizi örtmüş? bugünkü bedia otuz kırk sene sonra elbette yüzüne bakılmaz bir acuze olacak. o zaman bu gözyaşlarımı tahattur ettikçe ben kendi kendime güleceğim. ne kadar cahil, ne kadar gafilmişim diyeceğim. bu düsturı hikmeti şimdiden mevkii fi'le koysam, beyhude bu kadar meyus olmasam, bu kadar yanıp ağlamasam olmaz mı? bedia'yı, o mavi gözleri, o sarı saçları, o levendane kameti o hıramı latifiyle gözlerimin önüne getirdim. şeran, kanunen benim olan bu zehrei letafetin bir rüzgarı hıyanetle fatin'e doğru eğildiğini, onun meşammı hevesine kendi kendini arz ettiğini düşündüm. zihnimde nazarımda ne felsefe kaldı ne alem. zararı yok. her şeyi fani olsun. isterse bütün mükevvenatın iki günlük tevehhümatı sevda: sevda tevehhümleri nazarı istihkar: hor gören bakış gırarei gaflet: gaflet çuvalı zehrei letafet: letafet çiçeği ömrü kalsın. o da umurumda değil. illa bedia, fatin'in olmasın. benim olsun. benim olsun. sinni heremine kadar ben ona perestiş edeyim. bütün hayatımca gönlüm bu perestei hüsne müteveccih kalsın. fakat o beni istemiyor. ah yine fakat izzeti vicdanım isyan ederek niçin bende ona karşı bir nefret uyandırmıyor? o beni sevmiyor, ben onu neden bu kadar şiddetle seviyorum? lezzeti muhabbet tekabüli sevdada değil midir? işte bizde o muvazene bozulmuş. bu müthiş noktada ben nazire'ye nasihat verirken bu nasayihle kendim niçin amil olamıyorum? beni sevmeyen bir kadına karşı ulüvvi nefsimi niçin çiğniyorum? bu sefaleti muhabbete niçin düşüyorum? neye bu kadar alçalıyorum? gönlü, gözü, sevdası, emeli diğer bir erkekte olan bir kadını zevce sıfatıyla yanımda alıkoyacak mıyım? lüzumuna göre bana göstereceği muvakkat sahte nevazişlere nasıl tahammül edeceğim? keyfiyetin daha müthiş ciheti var. bir çocuğum olursa bunun üzerinde fatin'den ziyade hakkı übüvvet iddia edebilecek miyim? of işte yanıyorum. yarab bana akıl ve şuur inayet eyle. ya beni öldür ya bu kadından tenfir et.keyfiyet artık limonata ile teskini ye's ü hararet edecek dereceyi geçmişti. bardağı karşımdaki bedbaht delikanlıya takdime cesaret edemedim. ikimiz o kadar çok sigara içmiştik ki odanın içini istila eden duman, lambaları adeta husufa uğratmıştı. artık boynu başını çekemiyormuş zannolunacak bir telehhüfi bitabane ile naki bir tarafa çarpıldı, gözlerini kapadı. dudı siyahı sevdası gibi çehresini istila eden o dumanların içinde zavallının bu vazı hazinanesini bir müddet seyrettim. sanki böyle birazyorgunluk alarak yine başladı vapur, kadıköyü iskelesi'ne yanaştı. kendimi arabaya attım. ezana yakın köşke vasıl oldum. nöbetim iştidat etti. beynime bir sinni herem: ihtiyarlık çağı perestei hüsn: güzellik perisi ulüvvi nefs: izzetinefis hakkı übüvvet: babalık hakkı telehhüfi bitabane ile: bitkince bir üzüntü haliyle dudı siyahı sevda: sevdanın siyah dumanı uğultu arız oldu. odama çıktım. pek fena hastaydım. duracak oturacak halim, kuvvetim kalmamıştı. kanepenin üstüne uzanıverdim. dalmışım, kendimi kaybetmişim. gece olmuş, lambalar yanmış. validem, pederim başucuma gelmiş. validemin titrek endişeli bir sadayı şefkatle başucumda: evladım, naki'ne oldun? hasta mısın yavrum? diye mırıldandığını işittim. gözlerimi açtım. köşkün içinde bir telaştır gidiyor. doktorlara haber gönderilmiş. gözlerimi açmadığımı görünce validem ağlaya ağlaya: naki, öyle durma. aklımı mı alacaksın çocuğum? galiba biraz rahatsızsın. haydi üstünü soyalım, döşeğe yat. dedi. validemin, iki halayığın muavenetiyle soyundum. karyolama girdim. doktor geldi. nabzımı, göğsümü, her tarafımı uzun dikkatli bir muayeneden sonra: merak etmeyiniz bir şeyi yok. biraz soğuk almış. tesellileriyle bir reçete tertip etti. zahrına sureti istimalini yazdı. sabah yine gelirim vaadiyle gitti. kimbilir ne kadar mesafeden doktor geldi. ifayı vazife etti gitti. bir hane içinde bulunduğumuz zevcem henüz oda kapısından bile gözükmedi. gelmediği isabet. yüzünü görsem belki büsbütün fena olurum. hafakana uğrar, boğulurum. validem durup durup nasıl oldun? ne istersin? suallerini irat ediyor, başımı bırakıp elimi, elimi bırakıp ayağımı tutuyordu. validemin bütün bu sual ve telaşlarına cevaben iyiyim fakat yalnız sizden bir ricam var. kalabalık, gürültü istemiyorum. beni birkaç saat yalnız bırakınız. istirhamında bulundum. zavallı kadın peki yavrum peki. nevazişiyle odada kim varsa hepsini topladı, dışarı çıktı. yalnız kaldıktan sonra onları savdığıma pişman oldum. çünkü beynimi ezen o yeisalud, o muzlim fikirler, nazarı kuvvetim önünde titreyen lambanın ziyası içinde sanki mahafeti leyliyyeye bürünerek ölümlere, mezarlara ait elvan, eşkal alıyor; o sükunı garibane güya insanın alamı derununu birkaç misli büyütüyor; in zahr: arka sureti istimal: kullanılış şekli mahafeti leyliyye: gece korkuları san yeisle pek yalnız kalıyor. ah yine kendimi kaybetsem de düşünmesem. düşünmesem, uyusam, ilanihaye uyusam. ben böyle gamımla cenkleşirken. çıt sedasıyla odamın kapısı açıldı. gözümün kuyruğuyla baktım, zevcem. evet o geliyor. beyaz muslinler giymiş. yarı bedenine kadar küşade göğsünün, dirseklerine kadar açık kollarının etrafı kat kat dantelalar içinde. saçlarını ensesine yarı toplamış yarı salıvermiş. altında şakikaya alamet o mahut beyaz çatkı. dahili zifaf olmuş bir kadın olduğuna doksan şahit lazım. bakirelere reşki masumiyyet olacak bir letafet, bir edayı melekane ile hafif hafif ayaklarının ucuna basarak yürüyordu. ben kasten gözlerimi kapadım. ağı ağır geldi, başucumda durdu. derin derin bir göğüs geçirdikten sonra eğildi, alnımdan medide bir buse aldı. zevcemin dudakları sathı cebhemde titrerken duyduğum lezzeti, yine o anda hissettiğim merareti tarif edemem. mühtez, nazik bir seda ile yavaşça vah zavallı nakiciğim, ateş gibi yanıyorsun. dedi. bilaihtiyar gözlerimi açtım. bütün metanetimi toplayarak evet. hanımcığım, yanıyorum. cevabını verdim. bir iskemle çekti. baş ucuma oturdu. beyaz yumuşak fakat heyhat beyaz leylak rayihası neşreden elleriyle yüzümü nevazişlere gark ederek: naki! böyle sen hasta, ben hasta halimiz ne olacak? ah, bilmem! yine bu gece ağrıdan başım çatlıyordu. köşkün içinde bir gürültü işittim. odamdan çıktım. sordum. küçük beyefendi hasta dediler. aklım başımdan gitti. kendi derdimi unuttum, işte sana geldim. insanın sevdiği hakkındaki şiddeti muhabbeti adi vakitte pek belli olmuyor. onun ya gaybubeti ya hastalığı zamanında anlaşılıyor. beyim seni ne kadar seviyormuşum. şu andaki halecanımı bilsen? kalk, öyle yatma. zati yarım akıllıyım. beni bütün bütün deli edeceksin. reşki masumiyyet: masumiyeti kıskandırma medide: uzun sathı cebhe: alın yüzeyi meraret: acılık teşekkür ederim bedia. beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum. şu hastalığım izharı muhabbetine vesile olduğu için böyle ateşler içinde yattığıma memnun olacağım geliyor. devamı nevazişin için hemen hemen ömrümün medit bir hastalıkla döşekte geçmesini arzu ediyorum. o nasıl söz, çılgın! nasıl olacak? dosdoğru bir söz. hali sıhhatimde yüzünü gördüğüm var mı? kaç aydır ufacık bir nevazişine nail olabiliyor muyum? ardı arası kesilmez bir şakika. bir sinir hastalığı. ah nankör çocuk. o dertlere ben kimin yüzünden uğradım? seni kıskanmak belasından değil mi? ben senden acaba bir dakika ayrılmak istiyor muyum? odalarımızı etibbanın tavsiyesi üzerine ayırmadık mı? senin için malul olmak değil, mezara girsem yine kıymetimi bilmeyecek, yine muhabbetimi inkar edeceksin. artık dayanamadım. ellerimle göğsümün düğmelerini yeisten çatır çatır kopararak kalktım. düşünmek için oturdum. hummadan kurumuş dudaklarımla: bedia, artık yetişir. beni sevdiğine inansam. şu sözlerinin bir kelimesine benim için itimat kabil olsa emin ol ki şu saatte ne ateşim kalır ne hastalığım. bu sözleri telaffuzum esnasında yüzüne kim bilir ne kadar bir şiddeti nazarla bakmışım ki zevcemin çehresi sapsarı kesildi. seni ben mi hasta ettim? dedi. o esnada, evet cevabı ağzımdan çıkıverdi. derhal nazire'yi, o bedbaht kadının yeisini, ona verdiğim vaadi ihtiyatı tahattur ettim. o biçare de acaba şimdi nasıl saati alam geçiriyordu? biihtiyar deheni nevmidanemden kaçan bu evet', şu macerayı felaketi tamir kabul etmez bir hale getirdi mi? pek ileri varmış olduğumdan havfen işi bütün bütün aleniyete dökmemek için sustum. bedia amakı kalbiyyemi tarassut etmek istiyor gibi istizahı acible bana gözlerini dikerek: izharı muhabbet: sevgi gösterme istizahı acib: acayip bir sorgulama üzerinde şiddetli nöbet var. onun tesiri hararetiyle galiba ne söylediğini bilmiyorsun. dedi. kuvvetim bütün bütün kesildi. gözlerim karardı. kendimi tekrar döşeğe attım. bitap uzandım. o zayıf, o baygınlık haliyle: affedersin bedia, ateşten ne söylediğimi bilmiyorum. dedim. amik bir teessüri şefkate benzer bir nazarla bakarak: hastasın sevgilim, zararı yok. ne söylesen gücenmem. fakat ne oldun? soğuk mu aldın? doktor keyifsizliğine ne isim verdi? soğuk algınlığı. öyle ise geçer. cenabıhak senden ziyade bana acır da inşallah sabaha bir şeyin kalmaz. beynimizde beş altı dakika sükunetle geçti. bedia'nın hakkımda gösterdiği bu sahte şefkati, bu kazib muhabbeti; ateşimi, yeisimi büsbütün tezyit ediyordu. başı ucumda ibrazı teessüre, beni şiddetle sever gibi görünmeye uğraşan bu kadın, hastalığıma kim bilir kalben ne kadar memnun olmuştu. doktor keyifsizliğine ne isim verdi? mealinde vaki olan sualine, tifo yahut o dehşette bir maraz teşhis etti. cevabını vereydim hiç şüphe yok ki memnuniyetine payan olmayacaktı. ölümümü şiddetle arzu ederken hastalığımdan bu derece endişenak görünmek. of, bu riyayı muhabbet. insan, benibeşerin menafii hususiyyedeki bu denaetperestliğini görünce doğduğuna, insan olduğuna nadim oluyor. işte karşımda kadın şeklinde bir riyayı mücessem ki fatin'e yazdığı mektuplarında amali zelilanesini, hissiyatını, denaeti vicdanını okuyup gördüğüm halde hemen hemen bu geceki hudai muhalesatına, ifadatı kazibesine inanacağım. hep bu riyakarlıklarını hakiki, samimi zannedeceğim gelir. hummayı vücuduma karışan muhabbetle nefret, ateşle bürudet beyninde tarif olunmaz bir hissi şedid, bende sabra mukavemete tahammül bırakmıyordu. bütün esrarı kelimatı muhakkirane ile yüzüne püskürerek ifşa etmek. bu hilei sevdasına inanmadığımı bildirmek. zevcemi odadan kovmak. fakat hummayı vücud: vücut titremesi bürudet: soğukluk hissi şedid: şiddetli his heyhat! o bir edayı makhuriyyetle mahcubane odadan çıkarken yine eteklerine sarılarak salıvermemek istiyordum. evet, arzu ediyordum ki zevcem itirafı cürm etsin. cinayetinde nedamet getirsin. fatin'den nefret ettiğini, dünyada yalnız beni sevdiğini ağlaya ağlaya söylesin. benden af, merhamet dilesin. of, ne hayali muhal! bu temennii hamım vücut bulsa. zevcem bu tahayyülüm vechiyle tebdili fikr ü hayat etse. ben artık onun sözlerine inanmalı mıyım? onun muhabbeti digerle mütezelzil gönlünde benim için bir kuşei iltica kaldı mı? bedia'ya aldanmayı bile artık bahtiyarlık sanıyorum. ah aldanabilsem. fakat benim için muhabbeti mütekabile muhal. saadeti sevda muhal. hepsi muhal. derunumdan bir şey beni tazyik ediyor. cinayeti bahir olan şu zevcenin ağzını ara. seni sevmediğini lisanıyla itiraf ettir. belki o zaman muhabbetin nefrete münkalip olur. ya bütün bütün çıldırır, yanar, ölürsün ya teskini ye's edecek bir iki kelime işitirsin. diyordu. bu son yeisimin sevki nevmidanesiyle dedim ki: bediacığım. efendim beyim! bedian sana kurban olsun. bu hastalığımın sebebi nedir biliyor musun güzelim? hayır iki gözüm! kalem refiklerimden biri vardı. ay ne oldu, vefat mı etti? allah size ömür versin. keşke vefat edeydi. bir felakete mi uğradı? evet. felaketlerin en müthişine. maazallah. bu zavallı delikanlı, zevcesini çok severdi. ey? zevcesinin bir hıyanetini duymuş. biçare çocuk, zihnini oynatır gibi oldu. onu o hali ye'ste gördüm. pek müteessir oldum. nisvaniyetin yüz karası olan öyle karıları allah kahretsin. elin böyle kepaze bir kadını için bu derece hastalanmaya ne mana var?. cevap versene? sen daima kadınları müdafaa eder, onları mazlum gösterir, erkekleri batırırdın da. her kaidenin bir şazı olur naki. yine umumiyet benim iddia ettiğim gibidir. kocalarına hıyanet eden kadınlara ne mücazat etmelidir? tatlikten başka ne yapılabilir? bilmem ki. ya zevç karısını şiddetle seviyorsa? bırakamazsa? hıyaneti tebeyyün eden bir kadın nasıl sevilir anlayamam? gönül bu. bedia gönül. her zaman insan, gönlünün değil; bazen de gönül, sahibinin amiri olur. muhabbeti namusuna tercih eden erkeklere hiç acımam. öyleleri aldansınlar dursunlar. daha doğrusu aldanmak da yok bile bile. insafsızlık ediyorsun bedia. zevç ilk hıyaneti hoş görüp affederse. zevce bundan bitteessür uslu oturursa olmaz mı? naki, bu akşam sen sayıklıyorsun galiba? bunlar nasıl söz? kadın kısmına böyle bir yüz verilirse iki gün sonra astarını da ister. böyle bir hıyanetin ilk affı, ikincisine, üçüncüsüne ilanihaye müsaade vermek demektir. allah göstermesin. ben böyle bir harekette bulunsam da beni affetsen en evvel yüzüne tüküren yine ben olurum. yorganı yüzüme çektim. yetişir diye haykırdım. zevcem haklı söylüyordu. namusa riayette gösterdiği bu şiddet zahirde kendi işine yarayacağı için ben bu haklı sözü gayrı muhakkak görmek istiyordum. demek ki bedia'nın bana karşı olan hıyanetini ispat şaz: kural dışı, müstesna etsem kendisini katiyyen tatlikim icap ediyormuş. emri beraks olunca en evvel yüzüme tüküren kendisi olacakmış. o gece zevcem sabaha kadar baş ucumdan ayrılmadı. saatleri gelince ilaçlarımı vermek vazifesiyle meşgul oldu. fakat derdi aşka ilaç ne tesir eder? lokman ne yapar?. keyifsizliğim bu hafta devam etti. zevcemin riyayı muhabbeti, o sahte nevazişleri nasıl oldu da beni öldürmedi hayretteyim! fatin ile tertip ettikleri komedyanın temini muvaffakiyyetini, tacili neticesi için bana karşı ibzal ettiği kelimatı muğfilane, görünüşte tatlı, samimi fakat hakikatten en müessir zehirleri iksiri şifa gibi bırakan o sözlerin tesiratı mühlikesine bu zayıf vücudum nasıl mukavemet etti? bilemem. ölmedim. çıldırmadım. bir ifakati tedriciyye ile iyi oldum. zevcei müstakbelin imzasını atarak sevgilisine yazdığı o rezaletnameleri okuduğumu, bütün şenaeti sevdalarına vukuf peyda ettiğimi, hastalığım o teessüri şedid neticesi olduğunu anlamış olaydı riyada, sahtekarlıkta, denaeti iğfalde o kadar ileri varır mıydı? o zaman acaba ne lisan kullanırdı? ihtimal ki o gece bana görünmekten sıkılırdı. bilmem ne yapar, nasıl hareket eder, yine hangi tariki hudayı ihtiyar eylerdi? belki yine vechi hareketi beni iğfal yolu olurdu. artık bu bedahete karşı ben aldanır mıydım? lakin zevcemi terk edebilmek cesaretini kendimde bulamıyorsam bile bile aldanmayıp da ne yapardım? haydi inkara mecal bırakmayacak surette şenaatini yüzüne vurayım. ya o benden daha cesaretli çıkıp da cürmünü bilitiraf, evet söylediklerin hep doğrudur. fatin'i seviyorum. gönlüm onda oldukça sana zevcelik edemem. deyiverirse? benim mukabeleten göstereceğim muamele ne olacak? tatlik mi? bu kelime bana pek dehşetli görünüyor. ben bırakayım, o gitsin fatin'e varsın. bana oynadıkları komedyanın kendi dilhahları gibi bir netice almasını ben budalaca teshil etmiş olacağım. bu cihetten sarfı nazar, bedia'yı seviyorum. bütün bu denaetlerine rağmen onun için çıldırıyorum. gönlümü, aşkımı, halimi biliyorum. bedia, fatin'e vardıktan sonra bu muhabbetim külliyen iştidat edecek, artık alemi imkanda diğer bir kadına rabtı kalb edemeyeceğim. belki bu muhakemem, bu zannım yanlıştır. fakat bana öyle geliyor, bedia'yı unutamayacağım zannediyorum. fatin'i gidip göreyim. görüp de kendisiyle ne yolda faslı dava edeyim? zevcem seni şiddetle seviyormuş. fakat sen onu sevme mi diyeyim? zevcemin maşukuna böyle bir söz söylenir mi? herif bana sen evvela karını zapt et de, öyle gözyaşlarıyla mülemma bana muhabbetnameler göndermesin. evvela bu ciheti mühimmeyi yoluna koy, sonra bana ihtarat lazımsa da bulun. derse, bu sözlere muhatap olan bir zevç için ya ölmek ya öldürmek veya tatlikten başka yapacak bir şey kalır mı? işin içinde bir de nazire meselesi var. keyfiyetin hangi cihetini nazarı imana alarak bir sureti fasl u tesviye bulmalı? kendimi mi kurtarayım, nazire'yi mi? o biçare kadın, bedbahtide benden aşağı mı? değil. ona daha yazık. bedia'ya olan aşkımı, muhabbeti mecnunanemi şöyle bir tarafa bırakırsam kendisini tatlik veya ademi tatlikte serbestim. nazire böyle bir hürriyyeti harekete malik değil. fatin kendisini bırakırsa ağlaya ağlaya zevcinden ayrı düşecek. kimbilir iddiayı nevmidanesine bakılırsa bu iftirakla belki ilelebet bedbahtlığa mahkum kalacak. keyifsizliğim esnasında zevcemin sahte muhabbet ibrazından mütehassıl teessüratımla cehennem ateşleri içinde yandım. şimdi manevi bir hastalığa benzeyen bu ifakatim deminde o nöbetlerden daha müthiş bir merareti hayata, bir ıztırabı canfersaya düştüm. zevcem yine odasına kapandı. bu mahbusiyyeti ihtiyarisinde acaba ne düşünüyor? ne dolaplar kuruyor? ben de odama kapandım. ağlamaktan gayrı bir karım olmuyor. bir şeye karar veremiyorum. bir asabiyyeti müdhişe, manevi bir azap beni ifna ediyor, yakıyor. bedia'nın o peyker ismindeki halayığı mektup getirip götürmekte devam ediyor mu? bu hizmeti vesatetinden onu bile menedecek bir çare bulamıyorum. peyker'i sokağa çıkarken görsem. nereye gidiyorsun desem. beni aldatmak için fırlatacağı yalana tahammül edemeyeceğim. üstünü arayacağım, belki bir mektup bulacağım. o zaman iş nazarı imana almak: dikkatle göz önüne almak meydana çıkacak. rezalet aleniyete vuracak. sonra ne yapacağım? işte orasını bilemiyorum. işte buna bir karar veremiyorum. odama kimseyi kabul etmeyerek, tek başıma otura otura zihnime vehn tari olmaya başladı. her gün dehşeti halim artıyor. vücuttan, kuvvetten düşüyorum. eklden şürbden kesiliyorum. böyle zaafım tezayüt ettikçe bir aczi külli içinde kalıyorum. bedia ile fatin beynindeki muhabbetnameler teati olunmuş ise dadı kalfanın kalemime gelip beni aramış olması ihtimalini düşündüm. florya macerasından ve onun neticesi olan keyifsizliğim üzerinden on beş gün kadar geçmişti. bir kere kaleme gideyim, bakayım, bir haber var mı, dadı beni aramış mı dedim. fatin'le zevcem arasında cereyan eden ahvali hem öğrenmek istiyor hem de artık derecei sıklete tahammülden aciz kaldığım felaketime felaketi diger inzimamından korkarak bu macerayı sorup araştırmaktan ihtizaz ediyordum. türlü korkular, tereddütler içinde kaleme gittim. odacı beni görünce: sizi üç gündür o siyah çarşaflı, çetrefil lisanlı kadın arıyor. bugün yine gelecek. dedi. gelince bana haber ver. tembihiyle intizara başladım. evet, yine mühim bir haberi felaket olmalı ki dadı böyle beni sıkı sıkıya üç gündür arayıp durmuş. bir saat geçti geçmedi, odacı kalem kapısından bana dadının geldiğini işaret etti. dışarı çıktım. zavallı dadı yine kan terler içinde, beni görünce: bu dördüncüsü defasıdır sizi arıyorum efem. zevciyenizden fotin bey'e mektup vardır. bunu okuyunuz da içerisinde ne olduğunu bana anlatınız. ben de hanımısına anlatacak. merakısından çatlıyoruz efem. sözleriyle elime bir zarf uzattı. titreye titreye aldım. fatin! vehn: zayıflık tari olmak: birdenbire ortaya çıkmak eklden şürbden kesilmek: yemeden içmeden kesilmek ahvalin kesbettiği vahamet, kabili tarif değildir. zevcim hastalandı, nöbeti esnasında bana irat ettiği sualler, açtığı mebahis gayet istiğrabımı mucip oldu. galiba bir şüpheye düşmüş. nasıl? ne suretle? hakikate vukuf peyda etmiş mi, edememiş mi? pek iyi anlayamadım. fakat yine kendisini kazip nevazişlerim, tatlı dillerimle iğfale muvaffak olduğumu kaviyen zannediyorum. bu maharetimden dolayı cidden tebrike müstahakım. velev sahte olsun, sevilmeyen bir adama karşı iraei ruyı sevda insana ne kadar giran geliyor? neyse? bir aktris mümaresesiyle yine bu defa naki'yi balini iğfal üzerinde uyuttum. gösterdiğim muamelei dilfiribaneye aldanmış olaydı mutlak sabredemez, hakikate vukufunu bir cihetten belli eder anlatırdı. içinde bulunduğum alemi zevciyyeti bir tiyatro sahnesine tahvilde uzun müddet devamın daii tehlike olduğunu anlıyorum. birkaç gece oynadığım sahte sevdazede rolü bana o kadaryorgunluk verdi ki üç dört akşam daha devam edeydi patla, işte artık seni sevmiyorum. gösterdiğim muamelat hep yalandır!' diye haykırmaktan hiçbir endişei istikbal beni menedemeyecekti zannediyorum. haddi gayeye gelen tahammülüme pek emniyetim kalmadığı için naki biraz iyileşir iyileşmez of diye büyük bir nefes alarak yine odama kapandım, kanepenin üzerine kendimi attım. saatlerle güldüm. herkes beni içeride sinirden, baş ağrısından muztarip zannediyor. geçirdiğim şey hayat değil ki, cidden komedya! tiyatrolarda vazı sahne edilen oyunlar böyle hanelerde aileler beyninde geçen hakiki maceralardan muktebes değil midir? o halde ötekiler taklit, berikiler asıldır. hikayenüvisanla tiyatro müelliflerinin hemen daima zemini tahrirlerini teşkile hizmet edenler üç şahıstır: karı, koca, bir de aşık. bizim oyunumuzda da bu üç şahıs tamam değil mi? işte ben karı, naki en müdhik bir komedyaya sermayei belahet olacak hilkatte bir zevç. sen de aşık. sonra bu aşık, zevç olacak. öteki biçare, hüsranı sevdada kalacak. netice kocam için biraz feci olacak ama bununla komedyamızın esas neşesi bozulmaz. çünkü bazı müdhikenin künhü tetkik edilse ağlayacak şeylere tesadüf olunur, ekseriyetle güldüğümüz şeyler kendi budalalıklarımızdır. büyük muharrirlerin sermayei tezyifleri belaheti beşeriyye değil midir? hemnevinin ahvali müdhikesine gülmekte gizli gözyaşları vardır. fakat ben artık felsefede bu kadar taammükü sevmem. doğrusu naki için ağlayamam. hakikate vakıf olunca o kendi haline yine kendi ağlasın. gözlerimize yazık değil mi? bizim hesabımıza isalesi lazım gelen eşki telehhüfü o döksün. bu kadar zevzeklik yetişir, biraz da bu oyunun ciddi kısmından bahsedeyim. yine benimle görüşmek istiyorsun. şu esnada bu ihtiyatsızlık? nerede görüşeceğiz? yine orada, o hafagahı sevdamızda. neyse, bu sefer de seni meyus etmek istemem. fakat böyle sıkça sıkça görüşmemiz oyunumuzu müdhikeye değil, mehlekeye çevirecek. iştiyakıma ademi tahammülden mütevellit feryatlarında pek ileri varmamanı tavsiye ederim. bu alamı tahassürü kısa kesmenin en eslem tariki hedefi hareketimiz olan neticeyi bir an evvel ele almak değil midir? öyle ise sevgilim, bu çocukluklardan vazgeç, aşkına, gönlüne, hevesi vaslına karşı gelmeye gayret et. beni ne için görmek istediğini biliyorum. o maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etmegözüm. bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek kabil mi? onun bir yolu var. işte öyle olacak. bu hafta salı günü gelirim. orada birleşiriz. allah aşkına ihtiyattan, metanetten ayrılma. baki devamı muhabbet. bedian mektup mu bitti, ben mi bittim farkında değilim. kaç zamandır beni öldüren asabiyeti, içinde bulunduğum hali muztaribaneyi düşününüz. bir de şu rezaletnameyi kıraatten sonra yeisimin varacağı dereceyi tasavvur buyurunuz. alnımdan tereşşuh eden terlerden, benzimin sararmasından, serapa vücudumu istila eden raşeden, muhteviyyatı namenin yine pek dokunaklı, zehrengiz olduğuna intikalde güçlük çekmeyen dadı kalfa: yine ne kepazelikleri yazmışlar efem? sualinde bulundu. işin bu ciheti elimesi de var. şimdi kadına ne cevap vereyim? dadıya cevap vermezden evvel mektubun zihnimi yakıp sızlatan şu yine nerede görüşeceğiz? yine orada. o hafagahı sevdada mı? cümlelerine göz gezdirdim. orası, o hafagahı sevda. neresi? aman ya rabbi, çıldırmamak için dimağıma metaneti lazıme ver. sonra. benim için muammayı müdhiş, onlar için derdesti fasl u tesviye bir meselei mühimme olan beni ne için görmek istediğini biliyorum. o maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etmegözüm, bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek kabil mi? cümleyi esrarengizi tekmil asabımı kızgın demirlerle dağlar gibi beni şedit bir meraka düşürdü. o maddei mühimme nedir? ne olabilir? bunlar ne kadar sui tefsire elverişli sözler! demek dehşeti madde yalnız mektuplaşmaktan da ibaret değilmiş. bir hafagahı sevdada buluşuyorlar, görüşüyorlar. evet. evet. sevişiyorlarmış. zavallı ben. biçare nazire. artık biz istediğimiz kadar bu hainlerin manii muaşakaları olmaya çalışalım. onların dudı sevdası bir ahengi ittihadla yek bacadan çıkıyor. biz bu ateşi enfası ah u figanlarımızla söndürmeye uğraşıyoruz. bu beyhude gayreti itfaiyyemizle kendimiz tutuşuyor, mahvoluyoruz, haberimiz yok. zevce namına böyle bir afetle yaşamadansa ondan ayrılmak, bade'liftirak hayat kabil olamadığı takdirde hiç yaşamamak elbette evladır. yok artık, yok. nazire'nin kadınca fikirlerine, o nevmidane sevdasındaki beyhude ısrarlarına iştirakı hareket zilletinden kendimi kurtarmalıyım. bu akşam köşke gidince zevcemi bırakırım. iftirakına tahammül edemezsem ölür giderim. meselenin en sade sureti halli bundan başka olamaz. işte o anda zihnen verdiğim karar buydu. mademki artık nazire ile iştirakı hareketten ayrılıyordum, o halde mütebassırane davranmak icap ediyordu. bu düşüncebni dadıdan ketmi ahvale lüzum görerek sahte bir beşaşetle dedim ki: bu mektupta o kadar kepazelik yok. zevcem, sizin fatin bey'e bazı nasihatler vermiş. öte beri sözler yazmış. nazire hanımefendi'ye böyle söyleyiniz. derdesti fasl u tesviye: düzeltilmesi uygun, dürüst ahengi ittihad: bir aheng enfası ah u figan: kederli nefesler bade'liftirak: ayrıldıktan sonra ketmi ahval: ahvali ketmetme, saklama bu iki delilere akıllandılar mı acep? allah'ın inayeti ne büyüktür. belki bunlar birbirisine soğuşurlar da ötekilere ısınmaklık hasıl olur değil mi efem? evet efem. keyfiyet işte buyurduğunuz gibi görünüyor. dadı, inşallah maşallah kelimatı ümidbahşasıyla mektubu aldı. sevine sevine gitti. ben de hemen daireden çıktım. köşke gidip kararımı fiile getireceğim. o gün de günlerden pazartesi. mektubun tarihine ve dadı kalfanın dört gün bir sıraya beni aradığına bakılırsa bedia ile fatin beyninde yevmi mülakat tayin edilen salının gelip geçtiği yani o hafagahı sevdada birleşmiş oldukları anlaşılıyor. evet, kararımı pek beğeniyorum. kaç zamandır beni alevlendiren keşmekeşlerden, tereddütlerden artık kendimi kurtulmuş gibi görerek gönlümde acayip bir inbisat hissediyordum. fakat derunumda bu inbisatın setredemediği bir korku, bir endişe, tarif olunmaz bir hal, bir tereddüt vardı ki vapurdan çıkıp arabaya binince menazırı muhitenin tebeddülü tesiriyle aynen saf, berrak lacivert bir semayı istila eden kesif, mağmum bulutlar gibi efkarı muzlime derece derece o inbisatı kalbimi örttü, boğdu. yine karanlıklar, endişeler içinde kaldı. baygınlığa şebih bir hal arız oldu. neye karar verdimdi? köşke gidince ne yapacaktım? bu kararım üzerinden haftalar, aylar geçmiş gibi biraz evvelki tefekküratım şimdi bana dumanlı görünüyordu. evet, bedia'yı tatlik edecektim. yoksa ettim miydi? ben ondan ayrıldım mı? ayrılıyor muyum? artık zevcemin yüzünü göremeyecek miyim? vehleten yine bir ateş her tarafımı sardı. bedia ile iftirakımız vukua gelmiş gibi bir galat hisse düşerek hicranı asabi içinde kaldım. henüz onu terk etmediğime kendi kendimi iknaa delail aramaya başladım. evet, henüz terk etmemiştim. fakat böyle bir kararı, böyle fikri müdhişi aklıma getirmiş olduğuma nedamet ettim. hemen bedia'yı görmek, ayaklarına kapanmak, fatin'i terk ile beni sevmesi için istirham etmek arzusu, ihtiyacı, ıztırarı vehleten öyle şiddetle bütün kuvamı teshir etti ki kelimatı ümidbahşa: ümit veren kelimeler yevmi mülakat: mülakat günü arabanın penceresinden başımı çıkararak hayvanları sür. diye arabacıya bağırdım. insanı hayatla memat arasında bocalandıran böyle mühim kararlar, anı itasında fiile getirilebilirse getirilebilir, yoksa o ilk şiddet, o demi buhran geçti mi tasmim edilen şeyin icrası için icraattaki o kuvveti ibtidaiyye kalmıyor. köşke girdiğim vakit saat dokuzu bulmuştu. derhal zevcemin dairesine koştum. kimseyi bulamadım. nerede olduğunu sordum. sokağa çıktı dediler. kendisini görmek arzusuyla çıldırdığım o esnada bedia'nın bu tesadüfi gaybubeti beni külliyen bir hali elime düşürdü. zevcemin kimseden izin istihsaline lüzum görmeksizin sokağa çıkmak hürriyetine malik olduğunu biliyordum. ona bu serbestiyyeti hareketi ben vermiştim. fakat o günkü gaybubeti bana başka türlü tesir etti. acaba nereye gitmişti? o hafagahı sevdasına mı? dakikadan dakikaya teellüm o kadar arttı ki, kendini tatlik için verdiğim kararı güya zevcem duymuş da bir daha avdet etmemek üzere köşkten çıkmış gitmiş gibi bir endişei acibe duydum. fatin'in derdi iftirakıyla cali şakikalar geçirdiği yatak odasına girdim. hereke kumaşından koyu al ipek perdelerin arkasındaki kanatları kaplı panjurların aralıklarından giren hafif, mütereddit bir ziya içinde loşlukta kalan eşyaya bir göz gezdirdim. oymalı ceviz karyolanın beyaz bürümcükten cibinliği indirilmiş. yataklığın baş tarafındaki komodinin üzerindeki fransızca üç roman. birini aldım baktım. gustave flaubert'in madam bovary namındaki hikayesi. mevzuu bilir. halimize oldukça tevafuk ediyor. madam bovary, zevcine hıyanet eder. fakat aşıklarından kendi de vefa görmez. bir müddet sonra kadını terk ederler. madam, yeisinden intihar eyler. biçare mösyö bovary, zevcesinin vefatına ağlar. müntehirenin sadakatı zevciyyeden inhiraf etmiş olduğuna sonradan vakıf olursa da sevgili zevcesinin zıyaı ebediyyesine gözyaşı dökmekten kendini menedemez. bir sabah müteveffiyenin aşıklarından birine tesadüf eder, birlikte bira içmeye giderler. esnayı musahabelerinde mösyö bovary, herife zevcemi sevmiş olmanızdan dolayı anı ita: verildiği an kuvveti ibtidaiyye: başlangıçtaki güç, kuvvet esnayı musahabe: sohbet esnası aleyhinizde hiçbir husumetim yoktur. nasıl, mevzu şık değil mi? bedia, fatin'in derdi aşkıyla intihar ederse. biz zevç ile aşık, bir meyhanede karşı karşıya telhkamane teatii ikdah eylediğimiz demi matemde ben de galiba zevcemi sevmiş olduğundan dolayı fatin aleyhinde izharı buğz u nefret etmeyerek onu kendime bir dert ortağı addiyle birlikte ağlayacağım. ikinci kitap, guy de maupassant'ın pierre ile Jean hikayesi. bunu da okumuştum. bu eserde de madam rolan diğer bir erkekten kazandığı ikinci oğlu Jan'ı zevci mösyö rolan'a sulbi evladı olmak üzere yutturmuştur. üçüncü roman, paul bourget'in creulle enigme yani muammayı müellim unvanlı eseri. mevzuan hakikaten bu ötekilerden müellim. bu romanda bir zevcenin zevcini aldatması bir şey değil! bu cihet adeta bir meseleyi adiyye, bir adeti hayat hükmünde gösteriliyor. bu hikayedeki genç madam sue, kırk beş yaşındaki zevcine karşı olacak hatırai sadakatını kalbinden külliyen sildikten sonra daha kaç babayiğidi kündeden atıyor. aşkta tecrübesiz hüber isminde bir genç, olanca sevdayı şebabıyla madam sue'nün giriftei hüsn ü anı oluyor. hıyaneti zevcle aludevicdan bir kadında iffet aramak en büyük eseri belahet iken, hüber, maşukasının zevcine karşı olan bu sadakatsizliğini kadının müddeti hayatınca bir hatayı yeganesi zannediyor. bir müddet sevişiyorlar. sonra bu aşık budala hüber, madam sue'ün diğer bir aşıkla hembezm olduğunu haber alıyor. kadının bu iffetsizliğine şaşıyor. hem de nasıl bir herifle. hüsnen hüber'den dun, sinnen daha yaşlı bir zenperestle. elde güzel, genç bir aşık var iken kadın kalbinin tecdidi zevki sevda için çirkin ve daha yaşlı bir erkeğe meyletmesindeki sırrı hilkati anlaşılmıyor. işte muammayı müellim buradan çıkıyor. o zaman hüber'in kalbindeki bütün izzeti nefsi isyan ediyor. kadını terk etmek istiyor, bir müddet yanına uğramıyor. fakat bu gibi hususatta bir aşıkı nevmid için halası nefs kolay mıdır? üç gün gitmiyor, beş gün gitmiyor? lakin nihayet mağlubı muhabbeti oluyor. gidiyor. evet gidiyor. madam sue'yü ayıbıyla, bu hatasıyla, sulbi: öz dun: aşağı bu rezaletiyle kabul ediyor. kadının kaselisi muhabbeti olan aşıklarından biri de hüber oluyor. hıyaneti tebeyyün eden bir kadına karşı za'fı hisse düşerek erkeklerin bu gibi şeydadil nisvandan soğuyamamaları, nefret edememeleri meselesi de müellim değil mi? işte ikinci muammayı müellim de bu. kadın böyle aşıklarla güleşirken öte tarafta mösyö sue o zavallı zevç ne yapar? bu hikaye içinde o zevç o kadar ehemmiyetten ari addolunuyor ki muharrir ondan hemen hiç bahsetmiyor. onun için kaleminiyormuyor. bedia'nın şakikadan muztariben yattığı gecelerde balini firaşı üzerinde bulunduğu, kim bilir ne kadar bir tetebbuı amik ile mütalaa ettiği kitaplar işte bunlar. sedef işlemeli bir çerçeve derununda komodinin müstenit olduğu duvara resmim talik edilmiş. teehhülüm esnasında aldırdığım bir fotoğrafım. ben beşuş bir çehre ile duvara yapışmış öyle duruyorum. resimdeki beşaşetime, mağrurane nazarıma baktım. bir de şimdiki yeisimi, mahzun, mağmum simamı düşündüm. eski bahtiyarlığıma gıpta ettim. saadeti maziyyemden artık bir saatinin iadesi kabil olamayacağını tefekkürle ağladım. o sedefli çerçevenin camı, dikkat ettim, birkaç yerinden çatlamış. bu hal istiğrabımı mucip oldu. duvarda asılı çerçevenin camı kendi kendine çatlamaz ya? bu inkisara elbette bir tesiri harici sebep olmuştur. bu tesir ne olabilir? çokyorulmaksızın bunu da keşfettim. zevcem geceleri oda kapısını sürmeleyip karşıki ufacık zarif yazıhanesinin önünde fatin'e mektup yazarken, resmimin oradan kendine bakışına tahammül edemeyerek mutlak çerçeveyi yumruklamış olduğuna hükmettim. odanın bir köşesinde küçük bir masa üzerinde parıldayan çay takımına baktım. onun solunda duran kanepe, koyu lacivert zemin üzerine beyaz dallı pelüş kaplı, bedia'nın hazinei evrakı olan kanepe vehleten bir mıknatıs şiddetiyle nazarımı celbetti. hemen oda kapısını sürmeleyip kanepeyi tetkike başladım. ön ve iki yan tarafında gizli gözün vücuduna delalet edecek bir alamet, bir işaret göremedim. kanepeyi ortaya çektim. arka cihetini muayeneye kaselisi muhabbet: muhabbet dalkavuğu tetebbuı amik: derin alaka, ilgi giriştim. arkalık ile oturulacak kısmın zuhurundaki hat fasıldan bir parmak aşağıda kumaşı tahtaya rabt etmek için bir sıraya irice düğme şeklinde sarı başlı çiviler mıhlanmış. bu çivileri birer birer yokladım. tamam vasatta bulunanı biraz oynadı. bunun üzerine şiddetle bastım. on santim kadar umkunda mustatilü'lşekl ince uzun bir göz dışarı fırladı. bir intizamı mahsusla deste deste yerleştirilmiş mektuplar nazarı dehşetime çarptı. bağları çözdüm. mektuplara birer birer baktım. fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri cümleten mevcuttu. tüle sarılı kalınca bir kağıt gördüm. tülü açtım. bir fotoğraf. bunun üzerinde hiçbir yazı, imza falan yoktu fakat fatin'in resmi olduğuna hiç şüphem kalmadı. resim abdullah biraderlere aldırılmış, yarım vücut bir kabine. alt üst dişlerim birbirine çarpmaya başladı. bir hummayı halecan içinde resmi tetkik ettim. uzun çeneli, iri kemikli sert bir sima. bir çift gür, kalın, çatık kaş altında çukurda kalmış ufarak, koyu siyah gözler hemen gazubane denecek bir nazarla insana bakıyor. orta cesamette incerek dudaklı bir ağız üzerinde uçları kıvrık, dolgun bıyıklar. dar, uzun bir alnın zirvesini setreden sık saçlar alabros kesilmiş. o çehrenin heyeti mecmuunda benim hükmümce yırtıcı hayvanlara benzer dürüşti, rüyeti insanı sıkan bir şekli hodbini var. herif adeta çirkin. kendi kendime: iki gözü çıkasıca bedia! şu sevimsiz, şu kaba, sert çehrede matmahı nazarı sevdan olacak acaba ne buldun? rekabetiyle kaç zamandır beni ateşlere yaktığın böyle bir menhus çehreye ibtilan için miydi? paul bourget'in hakkı var, hakkı var. o sizi iyi tetkik etmiş. güzel kocalara veya amanlara tercih edilen çirkin aşıklar bu tercihi acibden dolayı memnun olsunlar. eğer nisvanın bu noktadaki zaafları hayvaniyyeti reculiyyeye meclubiyetten ileri geliyorsa kadınlarca müreccah addolunan bu sıfatı makbuleyi haiz umk: derinlik mustatilü'lşekl: dikdörtgen şeklinde dürüşti: kabalık, sertlik şekli hodbini: hodbinlik hali mutmahı nazarı sevda: sevdayı çekme, katlanma sizden daha çirkinleri bulunabilir. fakat bu noktada niçin yalnız kadınları itham ediyorum? genç, hesna, latif, nazik zevceleri üzerine yahni yanaklı, koca dudaklı, elleri, tabanları çatlak hizmetçi kadınları tercih eden erkekler yok mu? beni mahveden zevcem değil, kendi za'fı hissimdi. hıyaneti aşikar bir zevce karşısında bulunuyor, yine bir şeye karar veremiyordum. işte mektuplar, işte fotoğraf, işte zevcemin bütün delaili hıyaneti. hepsi önümde, hepsi elimde. bunları her kime, hangi mahkemeye irae etsem davayı kazanırım. fakat bu rezaletnameler kime gösterilir? böyle karıyı elan nasıl tutuyorsun? itabıyla yüzüme tükürmezler mi? mektuplardan bazılarını birer parça okudum. beyhude zahmet. hep zaten bildiğim şeyler. vakit akşama takrip ediyordu. zevcem köşke avdet etmezden evvel oradan çekilmek lüzumunu düşündüm. yine desteleri vaziyyeti asliyyeleri üzere tertip ederek gözü kapadım. kanepeyi yerine çektim. odadan çıktım. evet, bu cebanetim, zevcemin cinayetinden eşna bir hareketti. ben her türlü iğfale, hıyanete müstahak bir kocaydım. zevcemi fatin'le bir arada tutsam ihtimal yine sabredecektim. ilk hıyanete sabır, ikincisini, üçüncüsünü hazım için insana bir nevi alışkanlık getiriyor. evet, saklayamam. nefsime karşı bu hakikati itiraf edeyim, bedia'nın söylediği gibi ben yüzüne tükürülecek bir kocaydım. hazmetmeye uğraştığım bu rezalet diğer bir cihetten meydana çıksa bedia hakikati itiraf etse ihtimal yine o zaman zevceme sen tahtı zevciyyetimde kal da sevdayı nameşruunda bildiğin gibi devam et. ben hepsine iğmazı ayn ederim. diyecektim. bağı dolaştım. deniz kenarına indim. bir yerde duramıyordum. kırlara çıktım. gözümün alabildiği yerlere gittim. kaç kilometre mesafe katettim bilmiyorum, deli gibi geziniyordum. galibayorgunluktan bitap kalarak bir yere düşmek, kendimi kaybetmek istiyordum. gece saat birde köşke avdet ettim. pederim beni taama bekliyormuş. sofraya davet olundum. yemek içmek gibi hayatın en cebanet: korkaklık eşna: en aşağı sevdayı nameşru: meşru olmayan sevda iğmazı ayn: göz yumma zaruri ihtiyacatı artık benim içinyorgunluk verici, angarya sırasına geçmiş şeylerden olmuştu. çünkü zorla yiyor, hiçbirinin lezzetini duymuyordum. pederle karşı karşıya sofraya oturduk. bana uzun uzadıya aşı çubuklarından bahsetti. bağın şimalindeki tarlayı gelecek sene kirizma ettireceğini anlattı. kendi kendime: bu pederim ne bahtiyar adam? şu düşündüğü şeylere bak. ne ala! başka endişesi yok. ah ben de böyle olsam. dedim. bu sözlerden o kadar sıkıldım ki taamın hitamını beklemeksizin odama çekildim. her şeyden muazzep oluyor, ne yapacağımı bilmiyordum. kitaplarımı karıştırdım. mütalaa her melali defedermiş. bu söz benim için bir kavli sadık değildi. bunu söyleyeni cerh ettim. belki de hakkında tan eyledim. benim melalimi mütalaa defetmiyor. iki satırın kıraatine tahammül getiremiyordum. hücrei ıztırabımda ben böyle dönerken dolaşırken, çırpınırken zevcem beşuş bir çehre ile içeri girdi. hemen iki elimden sımsıkı yakaladı. gözlerini gözlerime dikerek dedi ki: naki! bir insanın gözlerine bakarak razı derununu keşfetmek fennindeki derecei vukufunu anlamak istiyorum. yüzüme dikkatle bakıp derunumdakini keşfedebilirsen bu kiyasetini tebriken sana büyük bir mükafat ita edeceğim. gözlerine bakıp razı derununu keşfetmek mi? bu nasıl söz? bedia benimle eğleniyor mu? serairi kalbiyyesine vukufumu bana itiraf ettirmek mi istiyor? demek rezaili sevdasını bana söyletecek, sonra yüzüme tükürerek çıkıp gidecek. tahammüldeki hamakatimi yüzüme vuracak. hepsi bitti bu mu kaldı? ben her şeyi hazım ile sabrederken niçin beni çakı tahammüle davet ediyor? bu cüret, insafsızlığın artık gayesi değil midir? bildiğimi bilmemekte ısrardan başka çare var mı? itirafı hıyanet edecekse kendisi doğrudan doğruya etsin. bu itiraftan sonra mabadi keyfiyyet ne renk kesbedecek? demek ben ne kadar ketum, ne kadar hazım kirizma: toprağı kazarak altını üstüne getirme tan eylemek: yermek serairi kalbiyye: kalbin sırları olsam nafile. beni zorla söyletecekler. haydi bakalım. yine izharı gaflet edeyim. bütün metanetimi toplayarak: sana böyle bir kehanetim olduğundan bahsettiğimi hiç tahattur edemiyorum. bir insanın yüzüne bakarak razı derununu keşfetmek fennine vukufum değil, böyle bir fennin vücudundan bile haberim yoktur. vadettiğin mükafatı kazanamayacağıma teessüf ediyorum. zevcem medit bir kahkaha salıverdi. meyusiyyeti mutadesi hilafına gösterdiği bu şetarete hayrette kalıyordum. iddiasında ısrarla yine dedi ki: allah aşkına gözlerimin içine bak. bakıyorum. ne görüyorsun? of. ne mi görüyorum? o mavi hadekalarda beni müstağrakı alam eden bir ummanı hıyanet. yine bir oyun, bir dubara gölgesi görüyorum. dikkatle bakmaktan korkuyorum. hüceci hıyanetini kanepenin gizli gözünde gördüm. bana bir de bunların asarı mahufesini gözlerinde göstermeye uğraşma. diye haykırmak istedim. fakat yine cebanetim manii feryadım oldu. galeyanı derunumu son bir tahammül ile teskine uğraşarak yavaşça: hiçbir şey göremiyorum. evet, işte beni sevmediğinin bir delili! neden? neden olacak? beni sevmiş olsan bir lahzai nazarımdan bin mana çıkarırdın. ben öyle bir nazardan bin mana çıkaracak koca değilim. ahmak bir herifim. ahmak mısın? istediğin vakit iblise dersi şeytaniyyet verirsin. izharı gaflet: gaflette bulunma müstağrakı alam: elemlere boğulma hüceci hıyanet: hıyanet delilleri deruni diyordum ki: ah melun karı? bir ahmağı en ziyade sevindirecek muamele kendisine isnadı zeka etmektir. bir ahmağa akıllısın demek kadar celbi teveccüh için bir tarikı sühulet olamaz. bu medhinizle o kendi irfanına kail olur da mesulünüzü ademi isafı zekasına muvafık göremez. naili maksat olursunuz. bedia buralarını bildiğinden, iblise dersi şeytanet verirsin. cümlesiyle kendisi iblisten daha mahirane bana koltuk veriyordu. elimden çekti, yan yana kanepeye oturduk. gözlerini süze süze bana bittevcih: hayatını hayatıma rabt edecek sana bir müjde vereceğim. hayatımız zaten merbut değil mi ki bunun için bir müjdei irtibata lüzum olsun? merbut fakat müjdem o merbutiyyeti kadimeyi külliyen takviye edecektir. maksadını anlar gibi oldum. halecan içinde kalarak: bu müjden nedir bakalım? sekiz ay sonra sana bir mini mini bir varis takdim edeceğim. o, o, o halde. demek hamilsiniz? kaç aylık? tahminime göre bir aylık. o anda zihnim o kadar karıştı ki: iki aydan beridir yüzünü bile nadiren görüyorum. bu rezalet ne demektir? feryadıyla avazım çıktığı kadar bağıracağım geldi. nazarımda lambalar söndü. oda karardı. ayaklarımın altında halı, başımın üstünde tavan fırıl fırıl dönüyor zannediyordum. cüretin, melanetin bu derecesini artık ne zihnim ne havsalam alıyordu. dadı kalfanın getirdiği son mektuptaki maddei mühimme kaydı aklıma geldi. o mühim madde işte bu olmalı dedim. o hafagahı sevdanın esrarı müdhişesi artık yavaş yavaş meydana çıkıyordu. o kadar alama tahammül, bu kadar şenaate iğmazı ayn ettikten sonra celbi teveccüh: ilgi çekme bir de fatin'in çocuğuna fuzuli baba mı olacağım? olup olmayacağımı sormuyorlardı. işte çocuğu bana müjdelerle takdim ediyorlardı. evet, şeran, kanunen o ceninin müsebbibi vücudu bendim. dünyaya gelince, büyüyünce o bana peder diyecek, ben ona evlat diyeceğim. pederim, validem onu torun diye okşayacaklar, sevecekler. felaketimi bu gayei dehşete getirinceye kadar niçin sabrettim? artık zemin ve zamanı o mevkii müdhişemi unuttum: hanım bu olamaz! avazıyla haykırdım. bedia bir tarzı istihkarla döndü. yüzüme baktı. beni yukarıdan aşağıya süzerek sordu: olamayan nedir? şu aralık hamil kalmanız. maksadı asliyi tecahülden gelerek: beni şiddetle sevdiğinizi iddia ediyorsunuz da rabıtamıza ukdei diger ilave edecek, muhabbetimize zihayat bir delil olacak bu mahsuli izdivacımızı tebşirime karşı olamaz' demeye sıkılmıyor musunuz? yoksa bir evlat büyütecek servetten mahrum musunuz? hayır hanım, beni çıldırtma. ben tarihi hamle itiraz ediyorum. eyvah. alçak. anladım. benden, çocuğundan şüphe ediyorsun. feryadı ve bir seli dümu ile kanepenin üzerine kapandı. bir müddet dövündü çırpındı. nihayet bayılır gibi haller gösterdi. bimecal kesik bir seda ile: merhameten bana bir yudum su veriniz. bulabilirseniz bir bardak zehir veriniz. daha makbule geçer. ben böyle müthiş bir şüphe altında yaşayamam. badema yüzünüze zevç diye bakamam. yarın sabah eşyalarımı toplayayım, babamın evine gideyim. mümkün değil burada oturamam. ah ne denaet. naki! bu denaet. şu saatten tezi yok. beni bırakınız. bedia'nın yarın sabah eşyalarını toplayıp evine gitmesi benim hiç hesabıma gelmiyordu. bu meseleyi temizlemek ancak bu ka müsebbibi vücud: vücut bulma sebebi seli dümu: gözyaşı seli nepedeki gizli gözde duran evrakla kabil olabileceğini düşündüm. mademki bu kadar sabrettim, macera bu derecei mülevvese geldi. biraz daha metanet göstermek icap ediyordu. o beni nasıl iğfale uğraşıyorsa ben de ona karşı ancak huda, yalan ile temini galebe edebileceğimi anladım. derhal tebdili lisan ederek dedim ki: bedia, çıldırıyor musun? ne oluyorsun? anlayamıyorum. nasıl çıldırmam. hain. bir kadın için bundan büyük felaket mi olur? nasıl felaket? karnımdaki çocuktan şüphe ediyorsun. sus. o nasıl lakırtı? şimdi ağzını tokatlarım. amik bir tereddüt, acip bir tecessüsle yüzüme bakarak: ya sen şimdi şu aralık hamil kalman olamaz. tarihi hamle itiraz ediyorum. demedin mi? dedim. bundan ne çıkar? her şey çıkar. utanmaz. sevincimden deli gibi oldum, öyle söyledim. tarihi hamle itiraz ettiğim, bana böyle bir saadet bahşetmekte şimdiye kadar geciktiğin içindir. haydi tevil et bakalım. tevile lüzum yok. böyle müthiş bir şüpheye düşsem evvela seni, sonra kendimi öldürürüm. öldür, öldür. zaten ölmedik nerem kaldı? böyle bir şüpheye düşmen beni öldürmekten daha mahuf bir hal değil midir? bedia rica ederim. bu şüphe lakırtısını kaldır. bu söz tüylerime ürperti veriyor. senin gibi bir iffeti mücessemeye karşı öyle bir tefevvühde bulunmak denaetini bana isnada gönlün nasıl razı oluyor? bilmem sevgilim, ya senin aklından zorun var ya benim! ben, ağzından çıkan sözlere mukabele ediyorum. derecei mülevves: karışık hal amik: derin saffetime itimat edecek kadar tabiatımın vakıfı değil misin? bilirim delisin. fakat benim de zırdeli olduğumu unutma. artık bu münasebetsiz bahsi kapat. şimdi çocuğumuzun istikbalini düşünelim. ne müşfik bir babasın. daha bir aylık ceninin istikbali şimdiden düşünülür mü? bir aylık olduğunu da iyi bilmiyorum ya naki. haydi bunu beraber hesaplayalım. ben daha ziyade zannediyorum. hani ya hastalığından evvel aklına geliyor mu? evet evet, tahattur ediyorum. o halde bir buçuk aylık demek. belki de ziyade. bu mide bozacak yalancı dolmayı da takımıyla işte böyle yuttuk. zevcem beni kandırdığından dolayı memnun. ben ağzımdan kaçırdığım ihtiyatsız sözlerin tamirine muvaffakiyetim cihetiyle mesrur, hakikaten facia renginde bir komedya ki oyuncuların maharetlerini alkışlamamak kabil değil. ertesi sabah köşkün içine bedia'nın havadisi hamli, bu müjdei sürur yayıldı. sevincinden artık validemin etekleri havada uçuyor. biçare kadın koşa koşa doğru bana geldi. yanağıma bir buse kondurarak naki, yakında torunumu da işte böyle öpeceğim. ölmeden allah bunu bana gösterecek değil mi? çok şükür ya rabbi çok şükür. sevinçten bir yerlerde duramıyorum. çılgınlığımı affet yavrum. gidip bedia'nın, gelinciğimin karnını okşuyorum. torunum, yavrumun yavrusu onun içinde değil mi? gözlerim doldu. validem bükama dikkat ederek: neye ağlıyorsun tosunum? sevinçten. ah bilirim, sabahleyin benim de gözlerimden yaş geldi. valideciğim, bu kadar sevinmek iyi değildir. dur bakalım, daha anasının karnında bir aylık şeye bu kadar sevinilir mi? sus, şimdi ağzını yırtarım. öyle fena şeyiyorma. hepimiz böyle anamızın karnında birer aylık değil miydik? bak nasıl doğduk? nasıl büyüdük? sonra validem karşıma geçti oturdu. artık kundak takımını hazırlamalıdan başladı. torununu büyüttü. midilliler aldı. mektebe gönderdi okuttu. parlak şeritli bir zabit yaptı. evlendirdi. rütbesini paşalığa kadar terfi etti. ah ben orada ne hallere giriyor, o gün fatin'i bularak gebertmek hevesi intikamına galebe edemeyecek şiddetler peyda ediyordum. validem coştu. meserretini taşırdıkça taşırdı. nihayet kalktı. galiba yine bedia'nın karnını okşamaya gidiyordu. biraz sonra odama küçük halayık geldi: pederiniz sizi çağırıyor. dedi. pederim beni ne yapacak? hiç şüphe yok, kariben dünyaya gelecek hafit veya hafidesinden, işte bu müjdei saadetten mütevellit sürurunu tebşir edecek. o anda bir teessüri acibe düştüm. bedia'ya olan muhabbetim nefretle memzuç bir alev halini aldı. derunumu yakıyordu. ölmek bu mezellete tahammülden hayırlı olduğuna artık kanaat ettim. intikam! intikam! diye bu kelimelerin yüreğime verdiği bir şiddeti mana ile boğula boğula haykırdım.işte limonata içilecek bir sıra. fakat mateessüf sürahide bir şey kalmamıştı. ikimizin de gözü şişeye dikildi. boş olduğunu gördük. naki asıl alevi şimdi alıyordu. limonatadan dereler aksa bu ateşi söndürmeye kifayet edemeyeceğini anladım. bu defa yalnız naki değil, ben de yanıyor, ben de bağırmak istiyordum. misafirim bütün ateşi talakatiyle en ince asabıma kadar beni teshir etmişti. olanca dikkatle onun dudaklarına asılmış gibiydim. o başını salladıkça ben de sallıyor, o titredikçe ben de titriyor, hasılı adeta manyetizma olmuştum. limonata yerine ikişer yudum su içtik. naki biraz dinlendi. yine başladı pederin yanına girdim. gel bakalım beybaba kelimatı taltifiyyesiyle kabul olundum. evet, artık beybaba oluyordum. pederimin hakkımda iltifat olarak sarf ettiği bu tabirde o zavallı adamın sureti sarfındaki saffete rağmen öyle bir merareti mana, tezyifi amik hissettim ki yer yarılsa beni yutsaydı o kadar ızdırap duymazdım. pederim bana babalığın şerefinden, zevkinden uzun uzadıya bahsetti. o, übüvveti hakikiyyedeki bu şerefi, lezzeti büyüttükçe nazarımda fuzuli babalıktaki zillet, hacalet bir nisbeti makuse ile büyüyordu. bu makhuriyet, nefsime münhasır kalmıyor, ben onu büyükbabalık, büyükanalık sıfatlarıyla pederime, valideme de teşmil ediyordum. ne dehşet. pederim dedi ki: hayat sigortası kumpanyalarını dolaş da nizamnamelerinden bana birer nüsha getir. ne yapacaksınız? doğacak çocuğa ayca bir servet temin etmek niyetindeyim. aman ya rabbi! sen bana sabır ihsan eyle. ağlaya ağlaya pederimin ayaklarına kapanarak babacığım, doğacak tıflı menhusun evvela neslimize nispetini temin edelim. servet ciheti sonraya kalsın. diye bağıracağım geldi. tahammülümün böyle bir sabırşiken derecei gayeye geldiğinden haberi olmayan pederim, sızlayan kalbime kızgın bir mil sokar gibi bana ufak bir çıkın uzatarak: al şu yüz lirayı! bu para ile bir hediye al, tarafımdan gelinime takdim et. hediyeyi intihap cihetini senin hissi tabiatına bırakıyorum. of. bedia'ya gebelik mükafatı. çıkını aldım. sarhoş gibi sendeleye sendeleye odadan dışarı fırladım. şimdi ben bu yüz lira ile zevceme ne hediye intihap edeyim? mademki kaderim benimle olan acı istihzasını bu dereceye vardırıyor, ben de ona tasahhurla mukabele ederim. doğru kuyumcumuza gittim. bir pırlanta maşallah ısmarladım. beni fuzuli baba' etmekteki gayretini tebcilen, doğurduğu günü bunu bedia'nın alnına asacaktım. maşallah zevceme, maşallah çocuğa. bahusus, maşallah bana. cümlemizi cenabıhak sui nazardan sıyanet buyursun. bu tebcilden, bu tebrikten, bu emirde, mebrurda asıl mesbukü'lhimmet olan gayreti hakikiyye sahibi fatin beyefendi hazretlerine bir hissei musibe düşmediğine teessüf ettim. onun hissei mükafatı hepimizinkinden büyük olmak lazım gelirdi. dünyanın hali aciptir. bazen mükafat, müstahakkın gayrıya düşer. işte bu da o kabilden. benim o kadar müddettir gösterdiğim canfersa sabır ve tahammülün mükafatı min gayrı istihkak o çocuk olduktan sonra, bedia'nın birkaç pırlanta ile taltifi. fatin bey'in mükafattan külliyen mahrumiyeti muvafıkı nısfet değildir, değil mi? of. istihzayı nasibin benim kadar miratına uğrayanlar az bulunur zannederim. valideynimin bu sevinçleri keyfiyyeti müellimesi de ayrıca beni şediden müteessir edecek bir meselei fecia hükmünü aldı. zevcem sokağa çıksa da kanepenin gizli gözüne giren yeni bir mektup varsa bunu okuyarak şu çocuk, bu hamli bi'lheva keyfiyetine dair malumatı katiyye alsam merakıyla dört beş gün bekledim. bedia evden bir tarafa gitmedi. belki dadıdan bir haber vardır ümidiyle kaleme gittim. odacıya sordum: dün geldi, sizi aradı, bugün için yine geleceğini söyledi. dedi. anlaşılan yine yeni bir mektup var ki dadı beni arıyor, dedim. allah razı olsun. kalfa beni çok bekletmedi geldi. fakat bu defa zavallı kadın büyük bir telaş içindeydi. hemen sordum: dadıcığım ne haber? bu defaki haberisi fenadır efem. ne oldu? işlerisini bütün bütümüne karıştı. fotin bey'le nazire hanım kavga ettiler. niçin? sebebisine bizim haberimiz yoktur efem. o kör olasıca fotin evden gitti. onu bu aralık çok azgınlısı vardır. küçük hanım bayıldı. sonra orta yerlerime adamlar koyduk. fotin bey'e rica olundu. yine getirildi efem. sizden bir haberisi var mıdır? merakısı işte buraya kadar çıktı. hayır bende bir haber yok. yeni mektup gelmedi mi? min gayrı istihkak: hak etmeden dadı, kulağıma eğilerek yavaşça: mektuplar eski yerlerinde yoktur efem. küçük hanım aradı bulamadı. fotin bey'ini kaldırmış. mektupları küçük hanımın okuttuğunu anlamış da mı kaldırmış acaba? işte orasını belli değildir efem. eğer iş duyulmamış ise küçük hanıma söyle, aman gayret etsin. hiçbir şeyi sezdirmesin. sonra onun da benim de halimiz fena olur. dadı, söylerim söylerim mırıltılarıyla gitti. demek ki keyfiyet sarpa sarmış. ya bedia da mektupları mahut gözden kaldırdıysa? acaba ipliklerinin pazara çıktığından kuşkulandılar mı? mevsim teşrinievvel evasıtını buldu. istanbul'daki konağımıza indik. bedia'nın karnı sivrildikçe şetareti ailemiz de büyüyordu. pederim sigorta nizamnamelerini tetkik, validem gelinin batnı mahmulünü okşamakla demgüzar olmaktalar iken kuyumcu da beri yandan pırlanta maşallahı yetiştirmeye uğraşıyordu. vakit geçirmek için her nev esbabı teselliden mahrum kalan yalnız bendim. bu haml meselesinin beynime verdiği sıkleti teellüm, son dereceyi buldu. asabiliğim arttı. vara yoğa hiddet eder, iltifat tarikiyle bile artık hiçbir söz kaldıramaz oldum. hasta mıyım sağ mıyım, deli miyim akıllı mıyım cidden fark edemez oldum. hastaysam artık ölümü, deliysem hiçbir teessür duymayacak mefkudiyeti tammei hissiyyat derecesini temenni ediyordum. bir saatine tahammül olunmaz bir hayatı duzahı da istanbul'da geçiriyordum. istanbul'a göç edeli iki ay oldu. zevcemden bir fırsat bulup da kanepenin gözünü muayene edemedim. dadı kalfa yine ara sıra kaleme geliyor fakat artık o bana mektup getiremiyor, benden malumat ahzine uğraşıyordu. göç esnasında zevcem kanepe şeklindeki o hazinei evrakını bilitina halılara sararak kendi uşağının dikkati mütemadiyesine teşrinievvel: ekim evasıt: ortalar tevdi etmişti. göç konağa etmeden bedia indi. hasılı muayene için bana vakit kalmamıştı. istanbul'da zevcemle odalarımız yine ayrı. birbirimizin dairesine ara sıra misafir gidiyoruz. o müthiş şakika, bedia'ya azıcık aman verirse bir iki saat konuşabiliyoruz. nasılsa bir gün bedia, pederinin hanesine gideceğini bilbeyan erkenden sokağa çıktı. ben bu fırsatı ganimetten bilerek kanepenin bulunduğu yatak odasına can attım. kapıyı sürmeledim. gözü açtım. baktım bütün mektup desteleri, fatin'in fotoğrafisi hep yerli yerinde. bittetkik anladım ki gözü ilk açışımdan beri yedi sekiz mektup daha teati olunmuş, bunlardan fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri hep mevcut. bunları birer birer okudum. bana oynadıkları bu rezilane komedyanın nazarımda gayri mekşuf bir noktası kalmadı. hafagahı sevda namını verdikleri mahalli telakilerini de öğrendim. karagümrük'tesokağı'nda zenci şirin kadın'ın hanesi. şirin kadın, fatin'in azatlı dadısıymış. fatin'le zevcem oraya karı koca tavrıyla giderlermiş. hakikati yalnız şirin kadın biliyormuş. mahalleliye bedia'yı nazire olmak üzere tanıtmışlar. zevcem arabayla çarşı kapısına kadar gelirmiş. nikoliyi arabasıyla nuruosmaniye camii'nin havalisinde bırakır, kendisi halayığıyla çarşının bir kapısından girip ötekinden çıkarak bir kira arabasına bilrükub soluğu karagümrük'te alırmış. fatin de tabii orada bulunurmuş. beni fuzuli baba' eden bu mülakatların tafsilatını okudukça başımın içinde beynim fıkır fıkır kaynıyor gibi beni bir ateşi ye's istila etti. bu rezaletnamelerin cümlesini geçerek yalnız çocuğun sulbi fatin'e nisbeti sahihasını müspet olan mektubu okuyayım. fatinciğim! maddi manevi muavenetine muhtaç olduğum gün işte vürut etti. bana teselli ver. ya artık beni öldür. bir cinayeti hayat gibi gön mahalli telaki: buluşma yeri bilrükub: binerek lümde hıfzettiğim inanı zapta girmez, o serkeş sevdanın semerei bimasumu artık vücudumu şişiriyor. ben böyle hıyanetle mahmul bir vücutla zevç, kayınpeder ve validemin huzurlarından gezinerek bu nişanei redaetime karşı onlardan gafilane nevazişi takdire uğradıkça ölüp ölüp de diriliyorum. of, ne çirkin komedya değil mi? her fiilin sudurunu dimağın teşekkülatı hulkiyyesine atıf ile faillerini pek mesul tutmamak isteyen hükemanın sözlerini ben şimdi reddediyorum. pek ileri vardık. isteseydik biraz daha itidal gösterebilir, bugün vicdanlarımıza karşı bu kadar mahcup, mayup kalmazdık. benim için, bir kadın için bu öyle bir mayubiyettir ki seninle bade'ttezevvüc şiddeti sevdana itidal geldiği zaman beni teşnide en ileri varacak ihtimal ki sen olacaksın. bugünkü faili müştereğin sonra bir muahiz kesileceğinden korkuyorum. bir boranın hasarı, sükunı husuletten sonra belli oluyor. bugün başımızdan bir hevayı serdi sevda esiyor. onun sevki şedaidiyle sarsılıyor, gittiğimiz yolu bilemiyoruz. şimdi öyle hissediyorum ki hedefi hatavatımız bir gülistanı saadete çıkmayacaktır. müntehayı muzlim, müdhiş görüyorum. sevdanızın bana verdiği cüretle hamlimin sureti izharı hakkındaki kararımızı harfiyen icra ettim. şimdi bir tariki nahemvar üzerinde ilerlemekten korkuyorum, titriyorum. fakat ilk hatveyi attıktan sonra ricata imkan var mı? burada hatardan beni geçirebilecek desti muavenet ü tesliyyeti bir an nazarından dur tutma. çünkü etrafımı ihata eden uçurumların amakı, bende mecali meşy bırakmıyor. bak nasıl oldu fatin? hamlimi tebşir ettiğim zaman zevcim bir behti azime içinde kaldı. haykırarak tarihi hamle itiraz etti. bu şüphesinden dolayı kendine isnadı denaetle yaygaralar kopardım. bütün bütün şaşırdı. kanaati vicdaniyyesi nedir, bilemem. sonra mütevekkilane her şeyi kabul etti. aldandı mı, aldanmadı mı? gözlerinde bu iki hükmü de müeyyit gördüğüm asarı acibe beni öldürdü, öldürüyor. haydi naki'yi aldanmış farz edelim. biz kendi bade'ttezevvüc: evlenmeden önce hedefi hatavat: gidilecek yol desti muavenet: yardım eli behti azime: büyük şaşkınlık kendimizi nasıl aldatacağız? son noktai hudamıza kadar husuli muvaffakiyyetle ondan ayrılarak sana zevce olduğumu farz etsek bile, sicili nüfusta naki'nin namı bünüvvetine kaydolacak o çocuk, o fatinzade, o sahte isimle yaşadıkça bu rezaletimizi her lahza onun cephesinde okuyarak müteellim olmayacak mıyız? fakat diğer suretle harekete imkan var mıdır? zatü'zzevc bir kadın, doğuracağı çocuğun namı digere nispetini nasıl ilan edebilir? fatin, artık başım dönüyor yazamayacağım. o cenin karnımda büyüdükçe vahameti müşkilat da beraber tezayüt ediyor. bütün bu beliyyatı taliime karşı yegane medarı teselliyetim muhabbetindir. şu hareketimizi takbih, seni de kendimi de taayyüp ediyorum. fakat seni sevdiğime nadim değilim. naki'yi sevmiyorum. sevmeyeceğim. ne yapayım? seni, beni bu hatrelere düşüren hükmi kaza, naki'ye de fuzuli şerefi übüvvet tevcih etti. kendimi teselli için daha başka sözler arıyor, bulamıyorum. bunları artık senden bekliyorum. fatin, beni mektupsuz bırakma, ölürüm. şu ızdırabnameme seni güldürecek bir şey ilave edeyim mi? lohusalığımda cebhei ismetime taalluk edilmek için bir pırlanta maşallah ısmarladılar. o pırlantalar alnımda parladıkça, her gören, yüzüme karşı o cümlei takdiriyyeyi tekrar edecek. maşallah. maşallah. artık yetişir. bedian zevcem, beyanı nedametle başladığı mektubu işte böyle rezaletle bitirmiş. cüretine nazar değmesin, maşallah. şu basırasuz satırları kıraatten mütehassıl teellüm bundan da ibaret kalmadı. bedia'nın mektubuna sevgilisi fatin bey'in bir cevabı, mutavvel bir teselliyetnamesi var. fakat artık bunu iptidasından intihasına kadar size okumaya kendimde tahammüli kuvvet göremiyorum. çünkü melun herif, bu mektubundaki rezaleti tesliyyetini ayyuka çıkarmış. bedia'nın gösterdiği nedametlere, endişelere adeta gülüyor. kendinin züğürtlüğünden bahisle veledi sulbisinin naki na namı bünüvvet: oğulluk adı zatü'zzevc: kocalı kadın şerefi übüvvet: babalık şerefi mına nispetinden o çocuk için bir bedbahti değil, bilakis büyük bir saadet tasavvur ediyor. veraseten çocuğun ileride edeceği kar ve nefi azimden bahseyliyor. tesliyet namına daha o kadar neşeaver efkarı zelilane serdediyor ki onları burada size tekrardan istihya ederim. zevcemin mektubundaki bütün ifadatı müteellimane ve son cümlelerindeki bihicabane beyanatı içinde beni en ziyade meyus eden sözler, naki'yi sevmiyorum, sevemiyorum. kelimatıyla hakkımda izhar eylediği nefret olmuştu. bu hakikati o saatte öğrenmiyorum. çoktan biliyorum. fakat sevilmediğime her defa vukufumda hissettiğim ızdırap, bilmem neden evvelkilerden daha şedit oluyordu. sevmiyormuş, sevemiyormuş. kendimi sevdirmek için bir çare var mı? yok. her rezaletine karşı gösterdiğim tahammül, çektiğim alamla zevcemin hakkımdaki bu nefretini tazif etmiş oluyordum. yine fikri intihari dimağımı sardı. benim için yegane deva. çarei halas bu. fakat bir defa buna bir katiyyeti azm ile karar vermeli. iki saat sonra fikrimden zelilane nükul etmemeliyim. bu kararı müdhişi katiyet haline koymak için ne yapmalı? oradaki evrakı, ceninin sulbi sahihe nispetini müspet hüccetleri oradan alıp çekilmeli. bu hıyanetini inkar kabul etmez surette o gece zevcemin yüzüne vurmalı. bedia ile vuku bulacak mücavebei müdhişeden sonra keyfiyetin kesbedeceği renge nazaran hareket etmeli. beni iğfal yoluna giderse aldanmamalı. fakat artık bu kadar bedahete karşı iğfale imkan var mı? itirafı hıyanetine de lüzum yok. mektuplar hep hattı destiyle muharrer. bunları ben yazmadım. diyemez ya? şedit bir muamelei muhakkirane ile ayıbını yüzüne çarparak ertesi günü babasının evine göndermeli. bade'liftirak teskini ye's edebilirsem ne ala. edemezsem hayatıma hatime çekmeli. vesselam. bu azmimden nükul ihtimalini mahvetmek için bütün evrakı ve fatin'in resmini gözden çıkardım. gözü kapayarak kanepeyi yine vaziyyeti asliyyesine getirdim. oradan çıktım, kendi odama girdim. fakat zihnimde peyda olan teşevvüş beni deliden beter bir hale getirdi. ben hummayı dehşet içinde beş aşağı beş yukarıya gezinirken zevcem köşke avdet etti. odasına girdi. şimdi gizli gözü muayene ederse iş meydana çıkacak. çünkü orada bir şey bulamayacak. bu yolda hareket eylediğime iyi mi ettim, fena mı? artık ne ettimse ettim. iş işten geçti, cenabıhak encamını hayreyleye. ezan oldu. saat yarıma geldi. zevcem tarafından hiç ses seda yok. o akşam kadın, erkek ailece bir sofraya oturduk. taam ettik. bedia'nın halinde hiçbir tebeddül, teessür eseri görmedim. pederinin hanesine gidip geldiği esnada kendine hava çarpmış. yine şakikası tutmuş. başında çatkı vardı. fakat oldukça şen bulunuyor, söylüyor, gülüyordu. zevcemin o şakikai müzicesine rağmen gösterdiği bu şetaretten anladım ki henüz kanepenin gözünü muayene etmemiş. mektupların, fotoğrafın yerlerinde yeller estiğinden haberi yok. ben de mümkün mertebe ketmi teessüre gayret ettim, taamdan sonra odama çekildim. kapıyı kilitledim. mektupları ariz ve amik mütalaaya koyuldum. öyle satırlara, öyle kelimata tesadüf ettim ki insanın kalbi polattan olsa bunların husule getirdiği renci halecanla erir. bakınız zevcem bir mektubunda ne diyor: fatin! zevcim üzerindeki şiddeti tazibimi arttırdıkça onun bana olan muhabbeti büyüyor. bu herifin gönlünü eziyet gördükçe semiren hayvanlara benzetiyorum. böyle dışı insan, içi hayvan, kocamdan başka bir mahluk görmedim. tatlikimi icap ettirecek ahvalde ben ifrata vardıkça o bana dört el ile sarılıyor. boşamazsa ne yapacağız? bunun bir kestirme yolu var ama bu son çareyi sana bile söylemekten korkuyorum. kati fakat müthiş bir çare. ne olduğunu anladın ya? planımızın husuli muvaffakiyyetinden nevmit kaldıkça işte böyle fena şeyler düşünüyorum. bedia'nın fatin'e bile söylemekten korktuğu kati fakat müthiş çare acaba nedir? ne olacak? kalben zevcem rakabei nikahtan istihlası nefs emrinde muztar kaldığı o anı nevmidanesinde rukbei nikah: nikah halkası istihlası nefs: kurtulma beni tesmim yolunu düşünüyor. böyle bir inayette bulunmuş olsa daha isabet etmiş, beni kendi eliyle atmış olduğu cehennem ızdırabından yine kendisi kurtarmış olur. fakat bedia'nın husuli maksadı için cüretini böyle bir fikri cinayete kadar vardırmış olması. bu korkunç sözü ateşten bir burgu gibi beynimi oymaya başladı. zevcemi o güzelliği, o letafetiyle gözlerimin önüne getirdim. suretiyle siretini, zahiriyle batınını düşündüm, o güzelliğin setrettiği bu çirkinlik bana dehşet verdi. ilk defa olarak kendisinden ikrah eder, iğrenir gibi oldum. böyle menhus bir karının desti cenabetiyle ölmeyi şanı reculiyyetime veremedim. gözlerimi yumup bu işi kısa kesmek lazımdı. onun elemi iftirakıyla ölürsem böyle zelil bir mahluktan soğuyamamak hulkiyyeti hasisemden dolayı bu mevt benim için bir cezayı seza olsun. dedim. diğer bir mektupta da şu cümleleri okudum: fatin. ben bu komedyamıza ' namını veriyorum. niçin bilmiyorsun? naki ile beynimdeki ahvali muhabbet aynen seninle nazire beyninde de cari. mesela: desek muadele kurulmuş oluyor. hadlerin nakil tarafıyla olacak sureti halli sonraya bırakıyorum. bu muadele üzerine kendi kendime uzun uzadıya düşündüm. fakat artık gözlerimden yaş gelmiyor. yalnız şedit bir arzuyı intikam bende sabra mahal bırakmıyor. durunuz, komedyanızın neticesini ben bu gece size oynayıvereyim. dedim. dolabımın içinde bedia'nın bir fotoğrafı vardı. bunu kendi makinem ile almıştım. o fotoğrafı çıkardım. bedia'nın resmi ortaya, kendiminkiyle fatin'inki iki tarafa gelmek üzere üçünü yazıhanemin müstenit olduğu duvara talik ettim. kalın kamış kalemle uzanarak ' levhası yazdım. bunu da o üç fotoğrafın üzerine astım. hepsini siyah bir canfes örtüyle setrettim. mektupları deste deste yazıhanemin üzerine dizdim. bu komedya dekorunu güzelce tenvir için bir sıraya dört adet büyük tesmim: zehirleme hulkiyyeti hasise: bayağı huy, alçak tabiat lamba vazettim. sahne tertibatını bu suretle itmamdan sonra aktrisi meydanı luba davet etmek üzere zile bastım. içeri giren halayığa: bedia hanımefendi'ye söyle, lütfen biraz buraya teşrif buyursunlar. emrini verdim. her tarafım zangır zangır titriyordu. iktisabı metanet için birbiri üzerine üç dört konyak içtim. bir çeyrek, yirmi dakika mürurundan sonra zevcem uzun bir penuvar içinde levendane hıramıyla odaya girdi. hemen kapıyı kilitleyip anahtarı üzerinden aldım. bedia, bir sıraya yanan lambaları, duvardaki siyah örtüyü görünce vehleten hiçbir şey anlayamayarak şaşırdı. bana valihane bir nazar fırlatarak: bu siyah örtü nedir? beni korkutma allah aşkına! tiyatro perdesi hanımcığım. gebe kadına böyle siyah perdeli oyunlar gösterilir mi? bana acımıyorsan bari karnımdaki çocuğuna merhamet et. bazı oyunların perdeleri böyle siyah olmak icap eder. cevabıyla hemen fotoğrafların üzerinden örtüyü çektim. dehşet' denilen şey bütün menazırı mahufesiyle tecessüm etmiş de önüne çıkmış gibi bedia'nın gözleri büyüdü. saçları ürperdi. bir iki hatve geriye çekilerek parmağıyla fatin'in resmini göstererek bilirae haykırdı: o sağ tarafımdaki herif kim? karnınızdaki çocuğun pederi fatin beyefendi! bu cevabı mahufa karşı ileri öne bir sendeledi. düşmemek için kanepeye tutundu, ikimizde de bet beniz ölüye dönmüştü. çeşmhanelerinden fırlamış gözlerimizle birbirimize bakıyorduk. bir müddet sonra zevcem ne dediğini bilmez bir istiğrabı mahufla yumruklarını sıkarak, dişlerini gacırdatarak: nasıl çocuk? nasıl fatin bey? çocuk karnınızda. fatin bey de gönlünüzde. bu muadelei sevda' oyununun birinci aktörü nazire hanım'ın kocası, sizin aşı meydanı lub: oyun meydanı penuvar: sabahlık kınız fatin bey'i bilemediniz mi? resmine dikkat ediniz, tanırsınız. semerei muhabbeti vücudunuzu şişiren fatin bey. semerei muhabbet mi? öyle ya! hayır. iftira ediyorlar. iftira eden yok. çocuğun sulbi fatin'e nispetini müspet kendi hattı destinizle muharrer hüccetler yazıhanenin üzerinde duruyor. görmüyor musunuz? bedia, korkunç bir nazarla kurdeleleri bağlı mektup destelerine baktı. bir kahkaha salıvererek yere yıkıldı. güldü, güldü, güldü. tecennün ediyor zanneyledim. sonra bu kahkahaları boğuk boğuk bir ağlama takip etti, daha sonra sesi kesildi. bir müddet bihuş gibi bir halde yattı. göstereceği son harekata intizaren ben kendisini tamamıyla haline terk ettim. benim de dizlerimde ayakta duracak derman kalmamıştı. duvara bilistinat öyle bekliyordum. yattığı yerden birdenbire ayağa kalktı, oda kapısına koştu. kapıyı kilitli bulunca geri döndü. odanın ortasına kadar geldi. artık yüzüme bakamıyordu. bir mahcubiyyeti elime ile bir müddet elleriyle yüzünü kapadı, yine hüngür hüngür isarı dümua başladı. ayakta duramıyor, sallanıyordu. nihayet: beni öldür! nidayı telehhüfüyle geldi, ayaklarıma kapandı. işte şimdi ölür müsün, öldürür müsün? ayaklarımı seylgiryeseyl ıslatarak öpüyordu. şeran bana, kalben diğer bir erkeğe merbut olan bu deni mahlukun, dalaleti sevdasıyla irtikabı cinayete müheyya bu şerir kadının o hali perişanisine, teessüratı ciddiyye içinde göstermeye uğraştığı nedameti caliyyesine baktım. acı acı düşünerek güldüm. evet, ikimiz de acınacak birer haldeydik. ben ona olan iptilam, o da fatin için çektiği sevdası yüzünden ikimiz de alçalmış; hissen, ahlaken o derekei zillete düşmüştük. işi bu neticei müellimeye getirmekte benim de hemen zevcem kadar dahlim olmuştu. o aldatmakta, ben aldanmakta devam edersek vahameti mesele büyüyecekti. her hal seylgiryeseyl: gözyaşları içinde de macerayı kısa kesmek lazımdı. gözyaşlarımı zapt edemeyerek dedim ki: hanım kalk. nefret ettiğin bir adamın ayaklarını öpme. ben seni öldürmem. seni öldürse öldürse fatin'in sevdası öldürür. yaşamamak istiyorsan mevtini benden değil, ondan temenni et. tertip ettiğiniz komedyanın neticesinde ölmek var mıydı? olsa bile o bana aitti. belki de elan öyledir. oyununuzu güzel oynadınız. işte yarın sizi babanızın evine göndereceğim; layıkı muhabbet olmayan sizin gibi bir kadını sevmekten gayrı bir kabahatim olmadığını biliyorsunuz. bu günahım için artık bu kadar ceza kafidir. zevcem, bir enini medidle dedi ki: yaşamak için affınıza muhtacım naki. bir kabusı sakilden uyanıyor gibiyim. sevdiğim fatin değil, meğer sizmişsiniz. yok hanımefendi. size olan muhabbeti şedidemi suistimalde bu kadar ileri varmayınız. benim için artık bir imkanı saadet varsa o da sizden ayrılmaktadır. bana çektirdiğiniz yetişir. şu saatte sizi bir el kadını olmak üzere telakki ediyorum. zevce addetmiş olsam tepelemem, belki de öldürmem iktiza eder. işte ben de onu rica ediyorum. öldürünüz diyorum. itidalimi muhafaza edemeyerek haykırdım: haydi sizi geberteyim. ya batnınızdaki veledi gayrimeşruu, o masumu birlikte öldürmeye ne hakkım var? zevcem baygın bir halde yarı anlaşılır bir seda ile: bir hançer darbesi. bir revolver kurşunu bana bu itabınızdan daha tatlı geleceğine şüphe etmeyiniz. maddeten öldürmeyecekseniz manen beni ifnada bu kadar ileri varmayınız. işte ben tıyneten iğrenç, menhus bir mahlukum. artık yüzünüze bakamıyorum. zerre kadar merhametiniz varsa kapıyı açınız. beni odama salıveriniz. oda kapısını açtım: buyurunuz dedim. enini medid: inleme bedia, samimiyyeti şedideye benzer bir tehalükle iki ayağıma sarıldı. titreye titreye öptü. ayaklarımı çekmek istedim. asabi deraguşundan kurtaramadım. sarhoş gibi sallana sallana yerden kalktı. bana müteessirane ve müsterhimane bir nazarı veda atfederek çıktı gitti. bu nedameti acaba samimi miydi? zevcemi affetmek için kalbimde galeyana başlayan arzuya galebe edemeyecek bir hale geldim. oda kapımı tekrar kilitledim. teellümümün kesbettiği şiddete nispeten çıldırmak pek ehven kalırdı. evet, nedameti ciddi miydi? ciddi bile olsa artık aramızda imkanı ünsiyyet kalmış mıydı? bu sualleri kendi kendime yüz defa tekrar ettim. bu esilei nevmidaneme verilecek cevapları artık ne kendim verebiliyordum ne bedia. bunların ecvibei lazımeleri bir belagati muknia ile o mektuplarda yazıhanemin üzerinde deste deste duran muhabbetnamelerde muharrerdi, her satırı benim gibi sevdazede, mahkumı iftirak bir kocayı çıldırtmaya kafi olan o mektupları tekrar birer birer okudum. hayır. hayır. imkanı itilaf kabil değildi. nazire'nin ismi geçtikce bu bedbaht kadın için yüreğim sızlıyordu. sabaha karşı döşeğime girdim. uyumuş muyum, bayılmış mıyım bilemiyorum. gözlerimi açtığım zaman ortalığı aydınlık, giryei ye'simden yastık örtümü sırsıklam ıslanmış buldum. o leylei felaketimi takip eden bu ferda bana daha müthiş göründü. çünkü o günü bedia'yı bittatlik pederinin hanesine gönderecektim. katiyyeti kararımda iltizam ettiğim şiddete rağmen kalbimde bir arzu, bir emel uyanmıştı ki onu kendi kendime itiraftan bile sıkılıyordum. bedia gelse, yine ayaklarıma kapansa ciddiyyeti nedametine beni ikna edecek bir tazarruyla ademi tatlikini istirham etse. of. şiddeti sevda, deva kabul etmez emrazın en müthişiymiş. bu macera üzerine bedia ile vuku bulacak ikinci mülakatımda pek büyük bir tehlikeye maruz kalacağım. talebi afv ve merhamet istirhamıyla bir daha ayaklarıma kapansa istimanına karşı gelemeyeceğim. evet, bu zaafı hissediyorum. fakat benim kararım neydi? o kadına karşı esilei nevmidane: ümitsiz sorular ecvibei lazıme: gerekli cevaplar belagati muknia: ikna edici sözler son mağlubiyetimi hissedince onun sahte nevazişlerine bedel bir revolver kurşunuyla beynimi bu marazı aşktan kurtarmak. şu saate kadar gösterdiğim cebanet yetişir. revolverimi çıkardım. altı gözü de dolu olduğunu bade'lmuayene yazıhanemin üzerine koydum. peder ve valideme de hitaben ufacık bir vedaname yazdım. intiharımdan dolayı kimseyi rahatsız ve bu iftirakı ebediye taammüden cüret etmiş olduğum için beni teşni etmemelerini istirham eyledim. müfekkirem yanıyordu. zihnen o kadar muzdariptim ki bade'lintihar bile cesedi biruhumun bu alamı müdhişeden halasına ihtimal veremiyordum. revolveri elime alacağım esnada odamın kapısı şiddetle güm güm vuruldu. validemin: naki, kapıyı aç, karın ölüyor. feryadıyla bağırdığını işittim. kendi kendime: ha, demek bedia benden evvel davranmış. dedim. hemen revolveri saklayarak kapıyı açtım. validem mosmor bir çehre ile karşıma çıkarak ağlaya ağlaya: karının ettiği deliliği biliyor musun? ne yapmış? ilaç istimaliyle çocuğu düşürmüş. kendi de ümitsiz bir halde baygın yatıyor. ilaç istimal ettiğini ne biliyorsunuz? kullandığı tozun kokusu baş ucunda duruyoryavrum. konağın içinde sabahtan beri kıyamet kopuyor. getirmediğimiz ne ebe kaldı ne hekim! sana haber vermememizi kendisi rica etti. onun için bu zamana kadar sabrettim. bu ne uykusu yavrum. gelinimin kaybettiği demi görsen şaşarsın. torunum oğlanmış. üç dört aylık var. leğende kan içinde yüzüyor. doğaymış tosun gibi olacakmış. katil karı, evladına nasıl kıydı bilmem ki? derhal dışarıya fırladım. bedia'nın odasına koştum. dağınık sarı saçları arasında kalmış bal mumu gibi bir çehre ile zevcem dem: kan baygın döşeğinde yatıyordu. bedia'yı o halde görünce aleyhindeki bütün şiddeti husumetim zail olur gibi bir rikkati elimeye düştüm. yavaşça elinden tuttum. gözlerini açtı. bitabane bir meyusiyyeti amikayla yüzüme dikti. bir müddet birbirimize bakıştık. kendisiyle tezevvüç ettim edeli bedia'nın bana atfettiği enzarında hissettiğim ilk samimiyet işte buydu. ikimizin de halimizde tarif olunmaz bir haşyet, elim bir tereddüt vardı. birbirimizi hem seviyor, yine yekdiğerimizden korkuyor gibiydik. o benden yine af talep etmek istiyor fakat buna cesaret edemiyordu. ben de kendimde af kelimesini telaffuza kuvvet bulamıyordum. kapıyı kapayıp yanına oturmamı eliyle işaret etti. sözüne itaatle yanına oturdum. kuvvetsiz bir seda ile sordu: beni affettiniz mi? ettim. sizi seviyorum. işte yalnız bu sözünü tasdik edemeyerek müteessirane önüme baktım. baygınlık geçirir gibi süzgün bir çehre ile bedia tekrar: artık siz beni sevmiyorsunuz değil mi? belki. haklısınız. ben sevilecek bir mahluk değilim. kendimden nefret ediyorum. karnımdaki semerei cinayetimle ölmek için. ıskatı cenine cüret ettim fakat henüz ölemedim. niçin öleceksiniz? allah daha çok vakit ömür versin. vefatınıza teellümle ağlayacak dostlarınız bulunduğunu unutuyor musunuz? onlara yazık değil mi? şimdi sizden başka kimseyi düşünmüyorum. beni affettiğinizi bir daha tekrar ediniz. ağzınızdan o kelimeyi bir daha işiteyim. affettim. meyusiyyeti amika: derin bir meyusiyet ıskatı cenin: çocuğu düşürme bir hevayı inşirahı teneffüs etmeye uğraşır gibi garip bir sevinçle başını kaldırarak: ulüvvi cenabınızı tebrik ederim. siz beni affettiniz ama ben kendi kendimi affetmeyeceğim. kendi cezamı kendim tertip. alt tarafını söyleyemedi kesildi, ağlamak için gözlerini kırpıştırdı. fakat fakrü'ddem tesiriyle yaş gelmiyordu. amik bir manayı nedametle yine bir müddet gözlerini bana dikti. dayanamayarak sordum: kendiniz için tertip edeceğiniz ceza nedir? sizden ayrılmak. bunu nefsinizce bir ceza mı addediyorsunuz? evet, en müthiş bir ceza. çünkü sizi seviyorum. peki, dediğiniz gibi olsun. ufak bir baygınlık daha geldi, bitabane gözlerini kapadı. on dakikalık bir müddetten sonra yine biraz kendini toplayarak dedi ki: ben size layık bir karı değilim. artık bu defa sizi aldatmadığıma eminsiniz ya? doğrusu kalben pek emin değildim. nazarında gördüğüm ilk samimiyeti derece derece kaybediyordum. fakat o halsizliğine, hastalığına merhameten üzmemek için eminim. dedim. bu cevabım üzerine yine başını zorlukla yataktan kaldırarak: sizden af talep edişim vicdanımı ezen bir azabı müdhişi biraz tahfif etmek içindir. yoksa sizinle yaşamak fikriyle değildir. tebdili tıynet ettiğime ben kendim ihtimal veremiyorum ki sizi buna iknaa çalışayım. ben her halde yine o eski kadınım. bu afvı ulüvvi cenabanenize ancak şu doğru sözlerimle istihkak gösterebilirim. şu saatte sizi seviyorum. fakat bu muhabbetimin sizi mesut edebileceğine kani değilim. artık sizi aldatmak istemiyorum. aramızda bu müthiş hatırat berdevam oldukça benimle bahtiyar olamazsınız. hevayı inşirahı teneffüs: nefes açıcı hava fakrü'ddem: kansızlık bu sözlerinden anladım ki beni elan sevmiyor. yalnız tatyibi hatırla benden ayrılmak istiyor. bu iftirakı kendi hakkında bir ceza suretinde göstererek bununla beni teselliye uğraşıyor. bu sözlerine mukabil çehremde peyda olan asarı teellüm ü istiğrabdan zihnimden geçenleri anlayarak dedi ki: şu nedametin gönlümde size karşı büyük bir muhabbet uyandırdığına inanmak istemiyorsunuz. sizi fuzuli babalıktan kurtarmak için iskatı cenine cüretle hayatımı tehlikeye koydum. bir fedakarlığım, bir delili muhabbet değil midir? bu yattığım döşekten henüz sağ kalkacağım malum değil. hayatımın demi ahiri olmak muhtemel bulunan bu saati bedbahtanemde cenabıhakk'ın namına bilkasem söylüyorum ki sizi seviyorum. cinayetimden nadimim fakat eşnaı cinayattan olan bu hareketim, badema zevce sıfatıyla yanınızda kalmama manidir. artık yüzünüze bakmaya cesaretim kalmadı. sizi bu kadar müddet aldattıktan sonra şimdi bir de melanetimi affettirerek idamei zevciyyet zilletine katlandırmak istemem. ben müstahakkı cezayım. bu cezam da tatliktir. işte bunu talep ediyorum. yastığı üzerinden başını biraz daha kaldırıp alnını bana uzatarak: naki, senden bir busei veda istirham ediyorum. beni öp, ben de seni deraguş edeyim. hemen dışarıya çık, iki erkeğin yanında beni tatlik et. ölmeden bu cezamı göreyim. haydi metanet. evet, bedia haklı söylüyordu. bu sözüne tevfiki hareket etmezsem bir müddet sonra yine revolverin imdadı istihlasına müracaat ıztırarına düşmem muhtemeldi. bir seyli dümu ile zevceme sarıldım. ruyı zerdine kataratı teessürümü akıtarak bir busei veda kondurdum. raşenak kollarıyla o da bana sarılarak içini çeke çeke yüzümden öptü. deli gibi odadan dışarıya fırladım. doğru selamlığa çıkarak birçok erkek muvacehesinde zevcemi tatlik ettim. bilkasem: yeminle badema: bundan sonra hikayenin bu neticei müellimeye iktiranı esnasında artık sabah da olmuş, perdelerden nüfuz eden hafif, hazin bir aydınlık, lambaların ziyasıyla rekabete başlamıştı. zavallı naki, bir müddet başını önüne eğdikten sonra sergüzeşti fecinin taabı canfersasından mütevellit bir baygınlık içinde son kelimeleri icmale uğraşarak yavaş yavaş dedi ki bütün konak halkı bu tatlikimi bedia'nın ıskatı cenine cüretinden bitteessür husule gelen hiddetime hamlettiler. o gün konaktan firar ettim. bedia on beş gün kadar keyifsiz yatmış, sonra biraz iyileşince pederinin hanesine göndermişler. ben konağa mutallakam oradan çıktıktan sonra avdet ettim.naki yine sustu. düşündü düşündü. kirpikleri üzerine dizilmiş kataratı ye's arasından bana mahzunane bakarak derecei teellümünü tarif edemeyeceğim bir sadayı hazinle bedia, pederinin hanesinde ifakat buldu. bundan üç gün evvel fatin'le akitleri icra edildi. felaketi talaka uğrayan nazire bir hayatı matem geçiriyor. ben de işte çıldırmak üzereyim. zevcemi unutamıyorum. bu sarsarı aşk beni uzaklara sevk ediyor. cerihama hiç ümit etmediğim bir çarei iltiyam taharrisi için bugün vapura binip uzun bir seyahate çıkacağım. aradığım bu devayı, seyahat edeceğim ebharın sutuhı laciverdisinden ziyade amakı muzlimesinde bulacağım zannediyorum. naki hemen kürklü paltosuyla fesini giyerek bir mecnunı mütehevvir süratiyle odadan dışarı fırladı gitti. zavallı çocuk niçin koşuyor, nereye gidiyordu? denizlerin zulmeti amakına mı? son iktiran: yaklaşma taabı canfersa: can tüketenyorgunluk mutallaka: boşanan kadın sarsarı aşk: aşk rüzgarı amakı muzlime: karanlık derinlikler hakikatkitabeviyayınlarıno: cevab veremed dyaülkulub harputluishakefendi hazırlayan hüseynhilmiışık elliüçüncü bask hakikatkitabevi darüşşefekacad. no:: fatihstanbul tel: fax: http: www. hakikatkitabevi. com. tr email: bilgihakikatkitabevi. com. tr temmuz çndekler sahife no: önsöz. birinci basknn mukaddemesi. diyaülkulub . ncil denilen dört kitab hakknda incelemeler. matta ncili. markos ncili. luka ncili. yuhanna ncili. dört ncil arasnda görülen tenakuz ve ihtilaflar. risaleler hakknda bir inceleme. gadaülmülahazat kitabna cevab. kur'an kerim ve bugünkü nciller. teslisin batll. teslisin batllnn, isa aleyhisselamn sözleri ile isbat. papazlarn slamiyyetdeki ibadetlere hücumlar ve bunlara cevablar. bir papazn iftiralarna cevab. allahü teala vardır ve birdir. lm bahsi. kudret bahsi. isa aleyhisselam insan idi, ona taplmaz. isa aleyhisselam peygamberdir, ona taplmaz. dört ncil hakknda. yehudilik, tevrat ve talmud. talmud. muhammed ma'sum faruki hazretlerinin mektublar. bu kitabn birçok yerinde yehudilerin ve hristiyanlarn ellerinde bulunan din kitablarnn bozuk olduu yazldbunlara ve bunlarn yolunda olanlara inanmamal, dini ve iman ehli sünnet alimlerinin kitablarndan örenmelidir. hristiyanlarn birbirlerine ve yehudilere ve müslimanlara yapdklar zulm ve tüyler ürperten iflkenceleri anlamak için. derdimve sonraki sahifeleri v ahifeyi okuyunuz! bask: hlas gazetecilik fi. merkez mah. ekim cad. hlas plaza no: a yenibosnastanbul tel. ısbn: önsöz allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan peygamberimiz muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline ve ona eshab olmakla şereflenenlerin hepsine, bizlerden selamlar ve hayrlı düalar olsun! allahü teala, ilk insan ve ilk peygamber olan adem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir peygamber vasıtası ile, insanlara dinler göndermişdir. bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahiretde de sonsuz se'adete kavuşmaları yolunu bildirmişdir. kendileri ile yeni bir din gönderilen peygamberlere denir. resullerin büyüklerine peygamberler denir. bunlar, adem, nuh, ibrahim, musa, isa ve muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır. şimdi, dünyada semavi kitabı olan üç din vardır: , , . musa aleyhisselama tevrat, isa aleyhisselama incil kitabı indirilmiş idi. museviler, musa aleyhisselamın; hıristiyanlar isa aleyhisselamın getirdiği dine tabi' olduklarını söylerler. kur'anı kerim, en son peygamber olan, peygamberimiz muhammed aleyhisselama gönderilmişdir. kur'anı kerim, bütün ilahi kitabların hükmlerini nesh etmiş, ya'ni yürürlükden kaldırmış ve bu hükmleri kendisinde toplamışdır. bugün, bütün insanların kur'anı kerime tabi' olmaları lazımdır. şimdi, hiçbir memleketde, hakiki tevrat ve incil yokdur. bu kitablar sonradan tahrif edilmiş, ya'ni insanlar tarafından değişdirilmişdir. adem aleyhisselamdan, son peygamber muhammed aleyhisselama kadar bütün peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. yehudiler, musa aleyhisselama inanıp, isa ve muhammed aleyhimesselama inanmazlar. hıristiyanlar, isa aleyhisselama da inanıp, muhammed aleyhisselama inanmazlar. müslimanlar ise, bütün peygamberlere inanırlar. peygamberlerin diğer insanlardan ayrılan ba'zı üstün sıfatları olduğunu bilirler. isa aleyhisselamın hak dini, az zeman sonra düşmanları tarafından sinsice değişdirildi. bolüs adındaki bir yehudi, isa aleyhisselama inandığını söyliyerek ve iseviliği yaymağa çalışıyor görünerek, allahü tealanın indirdiği incili yok etdi. daha sonra, iseviliğe teslis fikri sokuldu. babaoğulruhülkuds diye, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir iman sistemi te'sis edildi . hakiki incil gayb olduğu için, sonradan ba'zı kimseler, inciller yazdılar. senesinde toplanan iznik ruhban meclisi, mevcud olan ellidört incilden elli adedini ibtal etdi. geriye dört incil kaldı. bunlar, matta, markos, luka, yuhannanın yazdıkları incillerdir. bolüsün yalanları ve eflatunun ortaya atdığı teslis fikri, bu incillerde de yer aldı. barnabas adındaki bir havari, isa aleyhisselamdan işitdiklerini ve gördüklerini, doğru olarak yazdı ise de, bu barnabas incili yok edildi. büyük kostantin, putperest iken, de hıristiyanlığı kabul etmişdi. de, iznikde, papazı toplayıp, bütün incillerin birleşdirilerek, bir incil yazılmasını emr etmiş ise de, papazlar, dört incil bırakmışdı. bunlara eski putperestlikden de birçok şey sokulmuşdu. noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul etmiş, hıristiyanlık resmi bir din olmuşdu. istanbul piskoposu atnas, teslis tarafdarı idi. aryüs ismindeki bir papaz, dört incilin yanlış olduğunu, allahü tealanın bir olduğunu, isa aleyhisselamın, onun oğlu değil, kulu ve peygamberi olduğunu söyledi ise de, dinlemediler. hatta aforoz etdiler. aryüs tevhidi neşr etdi ise de, çok yaşamadı. yıllarca, atnas ve aryüs tarafdarları, birbirleri ile mücadele etdiler. sonradan birçok meclisler toplanarak, mevcud dört incilde, yeni yeni değişiklikler yapıldı. senesinde, şark kilisesi, roma kilisesinden ayrıldı. roma kilisesine bağlı olan hıristiyanlara , şark kilisesine bağlı olanlara denildi. sonra, alman papazı luther martin, italyadaki papa onuncu leona başkaldırdı. senesinde protestanlığı kurdu. bu papaz, islam dinine karşı da, çirkin hücumlarda bulundu. luther martin ve calvin, incilleri daha da değişdirdiler. böylece, akl ve hakikat dışında, bir din meydana geldi. endülüs müslimanlarının avrupalılara tutdukları ışık ile, avrupada bir rönesans hareketi başlamışdı. müslimanlardan akli ilmleri öğrenen avrupalı gençler, akl ve mantık dışı olan hıristiyanlığa karşı isyan etdiler. hıristiyanlığa karşı yapılmış olan hücumlar, islamiyyete karşı yapılamadı. çünki islam dini, teblig edildiği günden beri, bütün temizliği ve safiyyeti ile durmakdadır. içinde akla, mantığa ve ilme ters düşecek hiçbir fikr ve bilgi yokdur. kur'anı kerim indirildiğinden beri, bir noktası bile değişdirilmeden, aynen muhafaza edilmişdir. başda ingilizler olmak üzere, avrupalılar, hıristiyanlık akidesini yaymak ve başka milletleri hıristiyanlaşdırmak için, misyoner teşkilatları kurdular. iktisadi bakımdan, dünyanın en kuvvetli teşkilatı haline gelen, kilise ve misyoner teşkilatları, akl almaz bir fe'aliyyetin içerisine girdiler. hıristiyanlığı, islam memleketlerinde yayabilmek için, korkunç bir islam düşmanlığı başlatdılar. islam memleketlerinin her yerine hıristiyanlığı medh eden, binlerce kitab, mecmu'a ve casuslar göndermeğe başladılar. bugün de, güzel memleketimizde, durmadan, hıristiyanlığı anlatan kitab, mecmu'a ve broşürler dağıtılmakda, posta ile yurt dışından adreslere gönderilmekdedir. böylece, saf zihnleri bulandırmağa, imanları bozmağa çalışmakdadırlar. islam alimleri, islam dinine zıd ne kadar görüş, fikr, felsefi düşünce ve akideler var ise, hepsine cevablar vermişlerdir. bu arada bozulan iseviliğin yanlışlıklarını da, açığa çıkarmışlardır. tahrif edilen ve hükmleri yürürlükden kaldırılan semavi kitablara uymanın caiz olmadığını bildirmişlerdir. dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, ahiretde de sonsuz se'adete kavuşmak için, müsliman olmanın lazım olduğunu açıklamışlardır. papazlar, islam alimlerinin kitablarına cevab verememişlerdir. islam alimlerinin, batıl dinleri red için yazdığı kitablar pek çokdur. bunlar arasında, hıristiyanlara cevab veren, arabi ve türkçe , , türkçe , arabi ve türkçe , arabi , türkçe ve , farisi , arabi ve arabi ve fransızca kitabları meşhurdur. bunlardan harputlu ishak efendinin hazırladığı u, bilhassa protestan papazlarının islamiyyete karşı yazmış oldukları haksız yazılarına ve iftira'larına cevabdır. birinci baskısı senesinde istanbulda yapılmış olan bu kitabı, senesinde, sadeleşdirerek değerli okuyucularımızın istifadesine sunduk. her hangi bir kitabdan öğrendiğimiz bir bilgiyi ve başka bir kitabdan araya koyduğumuz ilaveyi köşeli paranteziçine yazdık. kitabın muhtelif yerlerinde görüleceği gibi, papazlar kendilerine sorulan suallere cevab verememişlerdir. bunun için, kitabımıza ismini vermeği uygun bulduk. bugün ellerde bulunan de mevcud ilm, akl ve ahlak dışı yazılar meydandadır. buna karşılık islam alimlerinin akla, ilme, fenne ve medeniyyete ışık tutan yazıları da dünya kütübhanelerini doldurmakdadır. bu hakikati görmemek, bilmemek, günümüz insanı için özr olamaz. şimdi, muhammed aleyhisselamın getirdiği islam dininden başka din arayanlar, ahiretde sonsuz azabdan kurtulamıyacaklardır. kitabımızda, ayeti kerimelerin ma'nalarını yazarken, denilmekdedir. demek, demekdir. çünki, ayeti kerimelerin ma'nalarını, yalnız resulullah sallallahü aleyhi ve sellem anlamış ve eshabına bildirmişdir. tefsir alimleri, bu hadisi şerifleri, münafıkların, mülhidlerin ve zındıkların uydurdukları hadislerden ayırmışlar, bulamaharputlu ishak efendi, de vefat etdi. kabri, fatih cami'i şerifi haziresindedir. dıkları hadisi şerifler için, tefsir ilmine uyarak, ayeti kerimelere kendileri ma'na vermişlerdir. arabca bilen, fekat tefsir ilminden haberi olmayan din cahillerinin anladıklarına denilmez. bunun için, hadisi şerifde, buyuruldu. allahü teala hepimizin, dünya ve ahiretin efendisi muhammed aleyhisselama tabi' olmamızı nasib eylesin! misyonerlerin ve bilhassa bunlar arasında denilen sapıkların yanlış düşünce ve propagandalarına aldanmakdan muhafaza buyursun! amin. bugün, bütün dünyadaki müslimanlar, üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak, arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki bunların müslimanlara müşrik dedikleri ve kitablarımızda yazılıdır. müslimanlara kafir diyene, peygamberimiz la'net etmişdir. herhangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan cehenneme gidecekdir. her mü'min nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan, küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman ve kalbini tasfiye için, ya'ni nefsden, şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için, okumalıdır. ahkamı islamiyyeye uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmayanın, açık kadınlara ve avret mahalli açık olanlara bakanların ve haram yiyip içenlerin, ahkamı islamiyyeye uymadıkları anlaşılır. bunların düaları kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. birinci baskının mukaddemesi hamd ve sena, vacibül vücud allahü tealaya layık ve ancak ona mahsusdur. kainatdaki bütün nizam, güzellikler, onun kudretinin eserlerinden, görülebilen birer ışıkdır. onun sonsuz ilmi, kudreti, muhtelif kabiliyyetlerine göre, eşyada ortaya çıkmakdadır. bütün mevcudat, onun ilm ve kudret deryasından bir damladır. o birdir, şeriki, yokdur. o, sameddir, ya'ni bütün mahlukatın kendisine sığınacağı zatdır. baba, oğul olmakdan münezzehdir, beridir. haşr suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen, allahü tealanın ilahlıkda şeriki, ortağı yokdur. mülkü hiç de yok olmayan bir melikdir. noksanlık olan her şeyden münezzehdir. ayblardan ve kudretsizlikden uzakdır. mü'minleri sonsuz azabdan emin kılmışdır. herşey üzerine hakim ve hafızdır. hükmünde galibdir. insanlar birşey yapmak isteyince, o da irade ederse, isterse o şeyi yaratır. halık yalnız odur. ondan başka kimse, hiçbir şey yaratamaz. ondan başka kimseye halık denilemez. insanların dünyada ve ahiretde rahat ve huzur içinde yaşamalarını, sonsuz se'adete kavuşmalarını sağlayan, kurtuluş yolunu göstermiş ve bu yolda yaşamalarını emr etmişdir. azamet ve kibriya ancak ona mahsusdur. allahü teala müşriklerin şirklerinden ve iftiralarından münezzehdir buyurulmuşdur. salat ve selam, şanı yüce olan, ahir zeman peygamberi, allahü tealanın resulü muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem cennet bağçesi olan kabri şeriflerine, aşk ile sunulsun. zira, o server sallallahü aleyhi ve sellem, alemi, cehalet karanlıklarından kurtarıp, tevhidi ve imanı te'sis için, kur'anı kerim ile gönderilmişdir. ali imran suresi altmışdördüncü ayetinde mealen, ey habibim! sen ehli kitab olan yehudi ve hıristiyanlara söyle! semavi kitablarda ve resullerde ihtilaf olmayıp, bizimle sizin aramızda beraber olan kelimeye geliniz ki, bu kelime: allahü tealadan başkasına ibadet etmeyiz ve hiçbir şeyi allahü tealaya şerik, ortak koşmayızdır buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu ilahi nidanın hakikatına uymakla emr olunmuşdur. selam ve düalar, onun sallallahü aleyhi ve sellem alinin ve eshabının mubarek kalblerine hediyyemiz olsun! onlar, allahü tealanın razı olduğu, se'adet ve kurtuluş yolunu gösteren birer hidayet yıldızlarıdır. herbiri, dini islamın yayılması için, mallarını ve canlarını feda etmişlerdir. hak sözünü dünyanın her yerine götürerek teblig etmişlerdir. akl sahibi olan herkesin açıkça gördüğü gibi, kainata ibret nazarı ile bakıldığında, kainatdaki bütün işlerin ve hallerin bir nizam içinde, değişmeyen kanunlara bağlı olduğu görülür. o kanunları koyan ve aynı şeklde hıfz eden bir halıkın , ya'ni vacibül vücud olan, allahü tealanın lazım olduğu, aklı selim sahibi olanlarca hemen anlaşılır. işte cenabı hak, bu mebdei evvel ve keyfiyyeti, nasıl olduğu akl ile anlaşılamıyan, ezeli ve ebedi olan, mutlak yaratıcıdır. o, bütün kemalatı ve üstünlükleri kendisinde toplamışdır. ehaddir, ya'ni zatında, fi'llerinde ve sıfatlarında birdir. benzeri yokdur. allahü teala birdir, ezelidir, ebedidir ve kadimdir. her dürlü değişmekden uzakdır. ondan başka her şey, bu varlık aleminde, zeman geçmesi ile eskiyerek bozulur ve değişmelere uğrar. allahü teala ise, her dürlü değişiklikden beridir, uzakdır. o, hiç değişmez. bir, bir daha, iki eder sözü zemanla hiç değişmiyeceği gibi, asrlar ve zemanın geçmesi de, allahü tealanın birliğini, ilmini ve kudretini değişdirmez. akl gibi bir ni'met verilmek ile, diğer mahluklar içinden seçilmiş olan insan, yeryüzünde yaratıldığından beri, allahü tealanın var olduğunu anlamakdadır. bu hakikat, her din ve mezhebde, değişik bir şekl ile açıklanarak, ortaya konmuşdur. fekat, insanların aklları değişik, anlama kabiliyyetleri farklı olduğundan, herkes yaratıcıyı aradığında, onu kendi tabiatına, meşrebine, ilm ve idrakına uygun bir tarzda tesavvur etmişdir. onu kendi anlayışına ve meşrebine göre ta'rif etmişdir. çünki insan, aklının aczi ve noksanlığı sebebi ile anlamadığını, bilmediğini, bildikleri gibi sanmışdır. hakikati bulduk diyenlerin çoğu, mecusilik, putperestlik gibi şerrin, batıl şeylerin tam içine dalmışlar, bu sebeb ile şirk ve dalalete düşmüşlerdir. insan, kendi noksan aklı ile, mutlak yaratıcıyı anlıyamıyacağından, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, her asrda, her kavme peygamberler göndermişdir. böylece, işin hakikatini, doğrusunu insanlara öğretmişdir. sa'idlerden olanlar, iman ederek kurtuldular, dünya ve ahiret se'adetine kavuşdular. bedbaht, tali'siz olanlar ise, i'tiraz ve inkar ederek, hüzn ve hüsranda kaldılar. her peygamberin, yaşadığı asr, bulunduğu yer ve gönderildiği kavmin halleri, adetleri, başka başkadır. her peygamber, allahü tealanın varlığını ve birliğini insanlara öğretirken; insanların dünya ve ahiret se'adetlerine vesile olacak ba'zı ahkam ve ibadetleri de beyan etdi. tarihcilere göre, miladdan takriben binaltıyüzelli sene önce, allahü teala, musa aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. musa aleyhisselam, kendinden önce gönderilen adem, nuh, idris, ibrahim, ishak ve ya'kub aleyhimüsselam gibi peygamberlerin, kendi zemanlarında, kendi kavmlerine öğretdikleri, allahü tealanın varlığı ve birliği akidesini ve iman edilecek diğer şeyleri, beni israil kavmine öğretdi. farz olan ibadetleri ve muamelata aid hükmleri de, heryere yayarak, beni israili şirkden sakındırmağa çalışdı. musa aleyhisselamdan sonra, beni israil çeşidli bela ve karışıklıklara uğradı. çünki, musa aleyhisselamın öğretmiş olduğu, iman esaslarını terk ederek, dalalete düşdüler. bunun üzerine allahü teala, isa aleyhisselamı, peygamber olarak, beni israile gönderdi. isa aleyhisselam, allahü tealanın varlığı ve birliği demek olan, tevhidi ve diğer iman esaslarını yayıp, öğreterek, doğru yoldan ayrılanların hidayetine çalışdı ve musa aleyhisselamın dinini kuvvetlendirdi. isa aleyhisselamdan sonra, ona tabi' olanlar, daha önce beni israilin doğru yoldan ayrıldıkları gibi, isa aleyhisselamın bildirdiği doğru imandan ayrıldılar. daha sonra, günbegün incil denilen kitablar ve hıristiyanlığa aid risaleler yazdılar. değişik yerlerde çeşidli ruhban cemiyyetleri teşekkül ederek, birbirlerine temamen zıd kararlar aldılar. böylece birbirinden temamen farklı yetmişiki fırka ortaya çıkdı. bunlar, tevhid esasını ve isa aleyhisselamın dinini temamen terk etdiler. çoğu putperest ve kafir oldu. bunun üzerine allahü teala, sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselamı, ahir zeman peygamberi olarak, yer yüzüne gönderdi. musa aleyhisselamın teblig etdiği dinin emrlerinin çoğu zahiri amellere ve isa aleyhisselamın emrlerinin çoğu da, kalb bilgilerine aid idi. bunların her ikisini de, kendinde toplayan, en kamil, en son ve en mükemmel din olmak üzere, allahü teala, islamiyyeti ve bu dine mahsus olan kitabı i muhammed aleyhisselama indirdi. allahü teala şanı yüce peygamberimize, melek vasıtası ile, vahy göndererek, bütün insanlara, musa aleyhisselamın dininin emr etdiği zahiri amellerden ve isa aleyhisselamın dininin emr etdiği batıni edeblerden asra ve zemana uygun olanları içine alan ve bunlara zahiri ve batıni pek çok hakikatleri ekleyen en mükemmel islam dinini bildirdi. iman, ya'ni allahü tealanın birliği akidesi, bütün semavi dinlerde başka başka olmayıp, hepsi, tevhid esası üzerine kurulmuşdur. dinlerin aralarındaki fark, sadece ibadet bilgilerindedir. isa aleyhisselam göğe çıkarıldıkdan seksen sene geçinceye kadar, allahü tealanın varlığı ve birliği akidesinde, asla bir ihtilaf ve çekişme olmamışdır. bütün havariler ve onlara tabi' olanlar ve tebei tabi'leri, incilde açıkca bildirilmiş olan allahü tealanın birliği akidesi üzere yaşamış ve öylece de vefat etmişlerdir. ibtida yazılan üç incilin hiçbirinde , ya'ni hıristiyanlardaki baba, oğul, ruhül kuds, üçlü inancına dair tek bir harf dahi yokdu. sonra yuhannaya nisbet edilen dördüncü incil, yunanca olarak ortaya çıkdı. bu incilde, yunan felsefecilerinden eflatunun fikri olan üç ihtiva eden ibareler görüldü. o zeman, iskenderiyye mekteblerinde, yunan felesoflarının ravakıyyun ve işrakıyyun felsefeleri ve sözleri üzerine münazara ve mücadele devam ediyordu. ravakıyyun stoicism. miladdan üç asr önce atinada yunan felesofu zenon tarafından kurulan bir felsefe mesleğidir. işrakıyyun: pisagor tarafından kurulan felsefe mesleğidir. bu iki felsefe hakkında ileride bilgi verilecekdir. eflatun tarafdarı kimseler, yuhanna incilinin revac bulmasını istediler. ancak o zemana kadar, isa aleyhisselamın dininde haşa diye bir söz işitilmediğinden, isa aleyhisselamın dinine inananlar, bunu kabul etmeyip, şiddet ile red etdiler. böylece, isa aleyhisselamın dinine inananlar, iki kısma ayrıldı. aralarında pek çok münazara ve muharebeler oldu. miladı enesinde birinci kostantin zemanında, iznikde toplanan ruhban cem'iyyeti, isa aleyhisselamın dininin esası olan tevhidi terk etdiler. eflatun tarafdarı olan büyük kostantinin baskısı ile üç uknum fikrini, ya'ni baba, oğul, ruhülkuds akidesini kabul etdiler. o günden sonra, teslis akidesi her tarafa yayılmaya başladı. isa aleyhisselamın dinine inanan hakiki mü'minler, dağılarak perişan oldular. böylece, eflatunun felsefesi meydana çıkıp, isa aleyhisselamın dini terk olundu. bu dine inanan hakiki mü'minler ise, gizlendiler. bu şeklde tevhid dininin yerine, teslis akidesi geçip, gitdikçe kuvvetlendi ve allahü tealanın bir olduğuna iman eden nasaradan, şurada burada kalanları da, teslis akidesine sahib kiliseler tarafından aforoz edilip, katl edilerek, imha edildiler. az zeman sonra, bunlardan hiç kimse kalmadı. senesinde istanbul patriki mihael kirolarius, merkezi romada olan garb kilisesinin, tehammülü mümkin olmıyan baskılarına daha fazla dayanamıyarak, isyan etdi. romadaki papanın, isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğunu inkar etdi. papazların halkdan ayrı yaşamaları gibi, ba'zı asli mes'elelerde roma kilisesine muhalefet etdi. konsey ismini verdikleri ruhban meclislerinin her birinde, i'tikad esasları birbirinden temamen farklı kararlar verdiler. aldıkları bu kararlara muhalif olanlardan ayrıldılar. böylece yetmişiki fırka hasıl oldu. buna rağmen, roma kilisesi, eski bildiğinden şaşmayıp, önceki yoluna devam etdi. o asrlarda avrupada yaşayan hükümdarlar, bu hususdaki hadiselerden, olaylardan temamen habersiz ve cahil idiler. emrleri altında bulunan, koyun sürüsü gibi milletleri istedikleri şeklde soyuyor ve çeşid çeşid zulmler yapıyorlardı. hükümdarlar, bu soygunculuk ve zulme kimsenin karşı çıkmaması için, papazların cahil halk üzerindeki nüfuzlarını, kendi menfe'atleri istikametinde kullanıyorlardı. sanki papazların emrleri altına girmiş idiler. papazlar, hükümdarların cahilliğini, za'fiyyetlerini ve düşüncelerini pekiyi bildiklerinden, onların hükümranlık kuvvetlerini kendi menfe'atlerine hizmetde kullandılar. zahirde avrupanın hakimi, hükümdarlar görünüyorsa da, avrupanın müstakil ve yegane hakimi papazlar oldular. hatta hıristiyanlığın ilk zemanlarında, papaların arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi, italyan hükümdarlarının tasdikine bağlı idi. daha sonra papaların nüfuzları öyle bir dereceye ulaşdı ki, istediklerini imperatör yapıp, istemediklerini azl etdiler. o zemanki cahil halk ise, hiçbir şey bilmediklerinden, hem hükümetlerinin zulm ve eziyyetleri altında, hem de papazların hırs ve tama'ları arasında ezildiler. her çeşid eziyyet ve cefaya katlandılar. bu hallerine diye susarak, sabr etdiler. böylece, avrupa kıt'ası başdan başa cehalet karanlığı ve teassub içinde harab ve viran oldu. bu sırada islam memleketleri, hıristiyan avrupanın tam tersi bir idare altında idi. arabistan, ırak, iran, mısr, türkistan; emevi ve abbasi halifelerinin idaresiyle her cihetden, maddi ve ma'nevi terakkiler yapmış idi. müslimanlar ispanyayı, endülüs emevi sultanlarının emri altında, en güzel şeklde i'mar etmiş, medeniyyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı. ilm, san'at, ticaret ve ziraata ve güzel ahlaka çok ehemmiyyet verilmişdi. ispanya daha önce, gotlar elinde vahşi bir belde iken, müslimanların idaresine geçdikden sonra, sanki cennet bağçeleri gibi olmuşdu. avrupalı ilm adamları ve sanayi'ciler, islamın hakkını hiçbir vakt ödeyemezler. bunlar, ilelebed müslimanlara teşekkür etmelidirler. çünki, avrupaya ilm, güzel ahlak kıvılcımı, ilk def'a, endülüs müslimanlarından sıçramışdır. kurunı vüsta dediğimiz, ortaçağda, endülüsde ortaya çıkan islam medeniyyeti, endülüsün dışına taşarak, avrupaya yayıldı. endülüsdeki medeniyyeti gören kabiliyyetli ba'zı avrupalılar ortaya çıkdı. islam alimlerinin kitablarını, avrupa lisanlarına terceme etdiler. bunların, terceme ve te'lif ederek, neşr etdikleri kitablar sayesinde, avrupa halkı cehalet uykusundan uyanmağa başladı. nihayet senesinde, almanyada martin luther ortaya çıkıp, hıristiyanlığın müceddidi, yenileyicisi olmak istedi. luther, roma kilisesinin akla uymıyan bir çok esaslarına karşı çıkdı. martin luther, alman papazıdır. hıristiyanlığın bir kısmı olan, protestanlığı kurdu. papaya bağlı olan hıristiyanlara katolik denir. de tevellüd, de öldü. çok kitab yazdı. papaya düşman olduğu gibi, azılı bir islam düşmanı idi. katoliklerle protestanlar da birbirlerine düşmandırlar. ondan sonra kalvin ortaya çıkdı. lutherin i'tirazlarını tasdik etmekle beraber, ba'zı mes'elelerde ona muhalefet etdi. luther ve kalvin roma kilisesinin ibadet ve iman şekllerini red etdiler. papanın, petrusun vekili ve isa aleyhisselamın halifesi olduğunu inkar etdiler. luther ve kalvinin peşinden gidenler diye ismlendirildi. roma kilisesi, daha önce şark kilisesinin kendisinden ayrılması ile tebe'asının üçde birini gayb etdiği gibi, protestanlığın ortaya çıkması ile de, üçde birini daha gayb etdi. bu hal, papaların akllarını başlarından aldı. zemanlarındaki katolik kralların askeri kuvvetlerini kullanıp, protestanları kılınçdan geçirerek zafere ulaşmak gibi, çok kötü bir tedbire başvurdular. fekat hiçbir zeman, zor ile, imanı ve vicdanı değişdirmek mümkin olmadığından, bu tedbir aksine te'sir etdi. protestanlığın ingiltere ve amerikada da yayılmasına sebeb oldu. bunun üzerine, roma kilisesi, diğer din mensublarını ve vahşi kavmleri hıristiyanlaşdırarak, nüfuzunu artdırmak sevdasına düşdü. dünyanın her tarafında hususi katolik mektebleri kurdu. katolik dinini duyurmak ve yaymak için ismini verdikleri çok müte'assıb papazlar yetişdirdi. bunları bölük bölük amerika, Japonya, çin, habeşistan ve diğer islam memleketlerine gönderdi. misyonerler, gitdikleri yerlerde sadece ba'zı cahilleri çeşidli va'dler ve menfe'atlerle aldatabildiler. cahil kavmlerde, anayı kızının, oğulu babasının aleyhine tahrik ederek birbirlerine düşman etdiler. bulundukları memleketlerde, çeşidli karışıklık ve ihtilaller çıkardılar. daha sonra, hükumetler ve halk, misyonerlerin fitne ve fesadından bıkıp, usanarak, bulundukları her memleketden sürüp çıkardılar. ba'zı memleketlerde ise, daha şiddetli cezalar verilerek, i'dam edildiler. bu misyonerler, hıristiyanlığı yaymak behanesi ile, insanlığa o kadar zarar vermişlerdir ki, bütün dünyanın hıristiyanlıkdan nefret etmesine sebeb oldular. hele roma kilisesinin, hıristiyan katolik te'assubu ve mal hırsı ile, bir misli daha görülmemiş, vahşiyane tedbirleri ve insanlığın yaratıldığı günden beri işitilmemiş işkenceleri, mesela sen bartelmi gecesi ve engizisyon katliamları hakkında yazılmış tarih kitablarını okuyan insanın, tüyleri ürperir. katolik kilisesinin, katolikliği yaymak için misyonerler yetişdirerek fe'aliyyete geçmesi üzerine, protestanlar da, buna karşı boş durmadılar. çeşidli yerlerde, cem'iyyetler kurarak, çok büyük sermayeler topladılar. dünyanın her yerine protestanlığı anlatan kitablar, casuslar ve misyonerler gönderdiler. daha sonra neşr olunan masraf defterlerinde bildirildiğine göre, senesinde kurulan ingiliz ismindeki protestanlık cem'iyyeti, incili ikiyüzdört lisana terceme etdirdi. bu cem'iyyet vasıtası ile, senesinin sonuna kadar, basılan ve dağıtılan hıristiyanlık kitablarının adedi, hemen hemenmilyona vardı. yine bu cem'iyyet, protestanlığı yaymak için, senesinde ikiyüzbeş bin üçyüz onüçingiliz altını sarf etmişdi ki, bugünkü para ile senesinde bir ingiliz altını. türk lirası kıymetinde ikenmilyarmilyon türk lirası tutmakdadır. bu cem'iyyet, ingiliz müstemlekeler nezaretinin idaresi altında, bugün dahi fe'aliyyetde olup, dünyanın birçok yerlerinde revirler, hastahaneler, konferans salonları, kütübhaneler, mektebler, hatta sinema salonları gibi eğlence yerleri, spor tesisleri kurmakda, buralara devam edenleri prostestanlığa teşvik için fevkal'ade gayret sarf etmekdedir. katolikler de, aynı suretde çalışmakdadır. bunlar, aynı zemanda, fakir memleketlerdeki gençlere iş bulmakda, ehaliye yiyecek yardımı yapmakda ve böylece onları hıristiyanlığa teşvik etmekdedirler. böylesine fe'aliyyet göstermelerine rağmen, avrupalılar eskisi gibi kör olmayıp gözlerini çokdan açmışlar, bu misyonerlerin ve casusların nasıl bir başbelası, yalancı, fitneci kimseler olduklarını def'alarca tecribe ederek öğrenmişlerdir. bunun için, misyonerlerin avrupalılar arasında i'tibarları yokdur. misyonerler, neşr ederek bedava dağıtdıkları kitabları, avrupada kendi milletlerine dağıtmayıp, diğer memleketlere göndermekdedirler. kendileri, bulundukları devletin kanunlarına tabi' olmadıkça, bir diğer avrupa memleketine asla sokulmuyor, hele kendi dinlerini yaymağa cesaret edemiyorlardı. böyle bir hareket görüldüğü anda, devletin polis kuvvetleri vasıtası ile memleketden sürülüp, hudud dışı edilmekde idiler. bu misyonerler gitdikleri her avrupa memleketinde, horlanıp, hakir görülerek aşağılanmışlardır. misyonerler , osmanlı devletinin, islamiyyetin dışındaki diğer dinlere tanımış olduğu serbestlikden istifade etmesini çok iyi bildiler. kırk elli seneden beri, osmanlı devletinin himayesinde olan memleketlere sızdılar. değişik yerlerde, mektebler kurup, guya insanlığa hizmet için, halkın çocuklarını bedava okutuyoruz diyerek, ba'zı cahilleri aldatdılar. her memleketde cahiller, dinlerinin emrlerini ve vazifelerini layıkı ile bilmedikleri için, bilhassa protestanlık teşkilatının maddi sermayesi çok büyük olduğundan, protestanlığı kabul edenlere aylık ve yıllık maaşlar bağladılar. bununla da kalmayıp, elçilik ve konsolosluklar vasıtası ile, protestan olanlara, çeşidli devlet kademelerinde, vazifeler almalarına da yardım etdiler. anadolu ve rumelideki osmanlı tebe'asından, ba'zı saf hıristiyanları iğfal edip, kendilerine bağlamağa muvaffak oldular. fekat bunları altınla, parayla aldatıp kendilerine bağladıklarından arzu etdikleri derecede istifade edemediler. elhamdülillah ki, şöhretli ve tanınmış bir müslimanı dahi iğfal etmeğe muvaffak olamamışlardır. misyonerler, müslimanları aldatmak için senesinde istanbulda basdırdıkları türkçe incilin sonunda ibaresini yazmışlardır. bu yazı ile güya, ba'zı müslimanları aldatmağa muvaffak olduklarını açıklamışlardır. o tarihlerde birkaç yüz altın karşılığı, incili terceme eden kimseyi biz biliyoruz. fekat protestanlığı kabul etdiği meçhuldür. ayrıca, ali beğ namında bu işe ehl, tanınmış bir kimse bulunmadığından, sahte bir ism olması ihtimali de hiç uzak değildir. çünki tanınmış bir kimse olsa, herkesin tanıdığı lakabı ile yazılması icab ederdi. türabi efendiye gelince, mısrda oturan ve bir protestan kızı ile evli olan bu kimsenin, onlara böyle bir hizmetde bulunması şaşılacak birşey değildir. fekat kendisinin, hiçbir vakt protestan ayinlerini beğenip, takdir etdiği görülmemişdir. bil'aks, onların her dürlü çirkinliklerini ortaya koyduğundan, din değişdirdiğine inanılamaz. öyle bile olsa, türabi efendi, herkesin tanıdığı bir kimse olmayıp, mısr idaresi tarafından çocukluğunda ingiltereye gönderilmiş ve orada papaz mektebinde yabancı dil öğrenmişdir. bu ise, demekdir. hiç bir hıristiyan; islamiyyeti bilen, islam terbiyesi görmüş, islamiyyetin hakikatına vakıf olarak, kelimei tevhidin ruhani lezzetini almış, güzel kokusunu his etmiş, akllı bir müslimanın protestanlığı kabul etdiğini gösteremez. şayed gösterirse, para, himaye ve mevki' gibi şeylerden birisi sebebi ile olup olmadığını araşdırmak icab eder. allahü tealanın ortağı ve benzeri yokdur. onu bunlardan tenzih ederim diyen bir kimseye, fikrini kabul etdirip, inandırmak pekgüç, hatta mümkin olmıyan bir şeydir. iman esaslarını bilen bir müsliman, felsefe ile çok meşgul olunca, felsefecilerin yoluna meyl etmesi belki mümkindir. fekat, hıristiyan olması asla mümkin değildir. bu sebeb ile, islam dininin gerçek koruyucusu allahü teala olduğundan, misyonerlerin sinsi ve zararlı fe'aliyyetlerinde, müslimanlar için korkulacak hiçbir tehlüke yokdur. hatta böyle bir tehlükenin hatıra gelmesi bile bizce bir nev'i tenezzülden ibaretdir. fekat, memleketimize gelen papazlar, ingiliz müstemlekeler nezareti tarafından kendilerine verilen vazife icabı, haşa islam dininin, batıl ve hıristiyanlığın ise üstünlüğü hususunda ba'zı kitablar yazıp, ücretsiz olarak dağıtmağa başladılar. bir takım yalan ve hileler ile, batılı hak gibi göstermeğe çalışmakdadırlar. misyonerlerin bu yalan ve iftiralarına cevab vermek, ilm sahibi olan müslimanlara farzı kifayedir. bunların asl maksadları, dini islamı karışdırarak, her zeman ve her memleketde yapdıkları gibi; zevc ile zevce, evlad ve akraba arasına düşmanlık tohumları atmakdır. matta incilinin onuncu babının otuzdört ve otuz beşinci ayetlerinde haşa isa aleyhisselamın, yeryüzüne selamet getirmeğe geldim sanmayın, ben selamet değil, kılıç getirmeğe geldim. çünki ben, adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim. ve kendi ev halkı, adamın düşmanları olacakdır diye emr etdiği yazılıdır. misyoner papazlar, buna uyarak, cahilleri aldatıp, devlet aleyhine tahrik ederek, kışkırtdılar. asl maksadları, bu yolla islam dinini ve onun hamisi olan osmanlı devletinin varlığını, tehlükeye düşürmek idi. osmanlı devletinin merhamet ve himayesi altında, gayet rahat bir hayat süren hıristiyan tebe'a arasına, bu yolla, nifak ve düşmanlık tohumlarını atdılar. eshabı kiramdan, zemanımıza kadar, her islam devleti, emri altında bulunan diğer din mensublarının asla din işlerine karışmamış, bunları hiçbir zeman dinlerinden dolayı incitmemişlerdi. bilhassa osmanlı devleti, altıyüz seneden beri, emri altında bulunan gayri müslimlerin din işlerine hiçbir suretde karışmamakla beraber, ibadetlerini yapmalarına da, her dürlü yardım ve kolaylığı da sağlamışdır. bu yardımın ve adaletin yapılmasını islamiyyet emr etmekdedir. peygamberimizin bu hususdaki emrleri, islam kitablarında, mesela kitabında yazılıdır. bunun için, hiçbir din mensubuna akidesinden dolayı tahkir edilip, tecavüz edilemiyeceği, osmanlı devletinin teminatı altında idi. hem bir insanın evinde müsafir olacaksın, hem de onun iman etdiği mukaddes şeyleri ayak altına alıp, kötüleyeceksin. böyle bir şey, dünyanın hiçbir yerinde görülmemişdir. burada mühim olan husus, islam düşmanlarının, yıkıcı sözleri, yazıları, kitabları ve ile islamiyyete yapdıkları iftiralardır. bu yalan ve iftiralara herkesin dikkatini çekmek, ve kendilerinin doğru gibi yapdıkları neşriyyatın ne gibi çürük esaslara bağlı olduğunu bütün aleme göstermekdir. bilhassa ismi ile neşr etdiğim türkçe kitabda, misyonerlerin islamiyyete yapdıkları hücumlara, gayet güzel cevab verilmişdir. bu kitabımda, hıristiyanlıkla ilgili bir çok husus etraflıca anlatılmış, birçok sualler de ortaya konmuşdur. hal böyle iken, hıristiyan papazlar ne bu soruları, ne de hindistanın büyük alimlerinden rahmetullah efendinin arabi olarak yazmış olduğu ve daha sonra türkçeye terceme edilen ismli mükemmel kitabını hiç görmemiş gibi, yeniden bir takım yalan ve uydurma kitab ve risaleler neşr etmekdedirler. eski iftiralarını bu kitablarında da aynen tekrar etmekdedirler. ve da kendilerine tevcih etdiğimiz suallerin birine dahi cevab vermekden aciz kalmışlardır. farisi kitabının üçyüzdoksanıncı sahifesinde diyor ki: protestan papazı fander, hıristiyanlar arasında çok meşhur idi. protestan misyoner teşkilatı, seçdikleri papazlar ile fanderi hindistana gönderdi. hıristiyanlığı yaymak için çalışacaklardı. senesinin rebi'ulahır ayında ve recebin onbirinci günü, bu misyoner hey'eti, alimler ve seçilmiş zatlar arasında, delhinin büyük islam alimi rahmetullah efendi ile münazara yapdılar. uzun münakaşalar neticesinde, fander ve yardımcıları cevab veremez hale geldiler. dört sene sonra, ingiliz hükumeti hindistanı işgal edince rahmetullah efendi, mekkei mükerremeye hicret eyledi. senesinde, bu misyoner hey'eti istanbula gelerek, hıristiyanlık propagandasına başladı. sadrı azam hayrüddin paşa, rahmetullah efendiyi istanbula da'vet etdi. misyonerler, karşılarında rahmetullah efendiyi görünce, çok korkdular. suallere cevab veremiyerek, firar etmekden başka çare bulamadılar. paşa, bu büyük islam alimine çok ihsanda bulundu. hıristiyanları nasıl red ve perişan etdiğini yazmasını rica etdi. bu da, recebin onaltıncı gününden zilhicce sonuna kadar, arabi kitabını yazdı ve mekkeye gitdi. hayrüddin paşa, bunu türkçeye terceme etdirip, ikisini de basdırdı. avrupa dillerine de terceme ve tab' ve her memlekete neşr edildi. ingiliz gazeteleri, yazdılar. bütün müslimanların halifesi olan sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahü aleyh, ramezan ayında tekrar da'vet edip, serayında çok hurmet ve ikram yapdı. rahmetullah efendi ramezan ayında mekkei mükerremede vefat eyledi. allahü tealanın yardımı ile, şimdi yazmağa başladığımız bu türkçe kitaba cevab veremedi ismini verdik. fekat, şurası iyice bilinmelidir ki, bu kitabı yazmakdan maksadımız, sadece protestan misyonerlerin, islam dini aleyhinde neşr etdikleri kitab ve broşürlere cevab vermek, onlara mukabele etmek vazifesini yerine getirmekdir. dinlerini ve rahatlarını korumak isteyen hıristiyan hemşehrilerimiz de, bu misyonerlerden rahatsız ve zararlarını def' etmek hususunda bizim ile aynı fikrdedirler. harputlu ishak efendi la ilahe illallah, elmelikül hakkul mübin, muhammedün resulullah, sadikul va'dil emin. cevab veremedi hayrüddin paşa, da vefat etdi. diyaülkulub allahü teala vardır, birdir. allahü tealanın sıfatı sübutiyyesi sekizdir. bunlardan birincisi, sıfatıdır. protestan rahibleri, istanbulda islamiyyetin aleyhine neşr etdikleri risalelerden birinde:hıristiyanlığın fazilet ve üstünlüğü, günlük hayat ve dünya hakimiyyetine yakışacak te'sirleri ile insanlar arasında çok sür'atli bir şeklde yayılmasından anlaşılmakdadır. allahü teala hıristiyanlığı, diğer dinlerden üstün, hakiki bir din olarak dünyaya göndermişdir. yehudilerin mahv olması, üzerlerine büyük belaların gelmesi ve yehudi milletinin dağılıp bozulmasının sebebi, hıristiyanlığı inkar etdikleri için, allah tarafından kendilerine verilen açık bir cezadır. islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh olup, hükmü kalkmışdır denilirse, acaba islamiyyetdeki hayat kuvvetinin, yaşama şeklinin, insanların kalblerini kendi tarafına çekme kuvvetinin, hıristiyanlıkdaki bu kuvvetden daha üstün olduğu ortaya çıkmış mıdır? yahud, islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlar üzerine, yehudilerde olduğu gibi, müdhiş belalar gelmiş midir? hıristiyanlık üçyüz sene kadar devlet gücü olmadan yayılmışdır. islamiyyet ise, hicretden sonra, din olma şeklinden çıkıp devlet gücüne sahip oldu. bunun için, islamiyyet ile hıristiyanlığın insanların kalblerine olan ruhani ve ma'nevi te'sirlerinin hakiki nisbetini tesbit etmek, güç bir işdir. fekat, isa aleyhisselam üç sene insanları dine da'vet etmişdir. bu zeman içinde kendisine pek çok kimse tabi' oldu. bunların içinden oniki havariyi seçdi. başka bir zemanda incil müjdeleyicileri ismi ile, yetmiş kişi daha seçdi. bunları, insanlara doğru yolu göstermeleri için gönderdi. daha sonra, yüzyirmi kişiyi de, bir yerde toplamışdır. havarilerin bildirdiklerine göre, isa aleyhisselamın öldürülmesine kadar kırk gün içinde kendisine inananhıristiyanı da dine da'vet için gönderdiği pavlosun mektublarında açıkca yazılıdır demekdedirler. istanbulda neşr etdikleri bu risale şöyle devam ediyor: arab tarihcilerden ibni ishak, vakıdi, taberi, ibni sa'd ve diğerlerine göre, muhammede sallallahü aleyhi ve sellem ilk iman edenler, kendi hanımı hazreti hadice, evladlığı ve kölesi zeyd bin harise, amcasının oğlu ali bin ebi talib, vefakar dostu ve mağara arkadaşı ebu bekri sıddik ile bunun ihsanlarına kavuşmuş birkaç köleden ibaretdir. hazreti ömerin islamiyyeti kabul etdiği tarihe kadar, ya'ni bi'setin altıncı senesine kadar, müsliman olanlar elli kişidir. bir rivayetde kırk veya kırkbeş erkek ile on veya onbir kadından ibaretdir. yine mekkeli müşriklerin eziyyet ve düşmanlıkları sebebi ile, bi'setin onuncu senesinde, ikinci def'a habeşistana hicret eden müslimanların sayısı yüzbir kişiye, ya'nierkek vekadına ulaşmışdı. vakıdi, kitabında, hicretden ondokuz ay sonra vuku' bulan, bedr gazasında bulunan muhacirlerin sayısının seksenüç kişi olduğunu bildirmekdedir. buna göre, hicrete kadar geçen onüç senede muhammede sallallahü aleyhi ve sellem inananların sayısı ancak yüze ulaşabilmişdir. hicret esnasında tabi' olanlar ise yetmişüç erkek ve iki kadından ibaret olduğu yine tarihlerde yazılıdır. bu kıyaslamadan sonra, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan hangisinin kalblere te'sirinin daha fazla olduğu ortaya çıkar. çünki, herhangi bir zorlama ve kuvvet olmaksızın, isa aleyhisselam ile muhammede sallallahü aleyhi ve sellem, sadece teblig etmek sureti ile iman edenlerin sayısı birbirine mukayese edildiğinde; muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem onüç senelik da'vetinin neticesi, kendisine yüzseksen kişi inanmışdır. isaya aleyhisselam ise, üç senede beşyüzden çok kimse inanmışdır. bundan sonra, hıristiyanlığın ve islamiyyetin yayılma şekli değişmişdir. bu değişikliğin sebebi ise, sadece kullanılan vasıta ve sebeblerdendir. bunların başında ise, muhammed aleyhisselamın ümmetinin muharibliği gelmekdedir. harblerde galib olup, terakki ederek, birden bire yayılmışlardır. yoksa islamiyyet, hıristiyanlık gibi, insanların kalblerine olan kuvvetli te'siri sebebi ile yayılmamışdır. ilk hıristiyanlar ise, perslerin eza ve cefalarına üçyüz sene tehammül etdiler. çeşidli mani'lerle karşılaşdıkları halde, o kadar çabuk yayıldılar ki, miladın. derdimsenesinde, birinci kostantin hıristiyanlığı kabul etdiği zeman, hıristiyanların sayısı birkaç milyona ulaşmışdı. müslimanlara mağlub olan milletler, zahirde islamiyyeti kabule pek zorlanmazlardı. fekat, hayli tahriklerle milli örf ve adetlerinibni ishak, de bağdadda vefat etdi. ibni sa'd muhammed basride vefat etdi. muhammed vakıdi de vefat etdi. den mahrum edildiler. çeşidli düşmanlıklara ma'ruz kalmalarından başka, kendi dini ayinlerini yerine getirmelerine sebeb olan şeyler de yasaklanmışdı. çaresiz kalarak bu zorluklara ve tazyiklere katlandılar. bu, kendilerini ma'nevi olarak islamiyyetin kabulüne zorlamak idi. mesela, ömerülfaruk radıyallahü anh zemanında dört binden çok kilisenin yıkıldığı bildirilmişdir. binlerce, cahil, dünyaya düşkün, hamisiz kimselerin, o zemanki karışıklıklar arasında mal ve mevki' sahibi olmak için islamiyyeti kabul etmelerine hayret edilmez. islamiyyetin bu şeklde yayılması, iskender gibi ba'zı cihangirlerin ortaya çıkmasına benzer. müslimanların yapdığı büyük fethler, kur'anı kerimin allah tarafından gönderilen bir kitab olduğunu göstermez. hatta müslimanların bunca fethleri ve çalışmaları, emrleri altında bulunan hıristiyanlara pek hoş gelmemişdir. halbuki hıristiyanların da'veti perslere daha çok te'sir etmişdi. zira, bugün avrupada, küçük bile olsa bir putperest cem'iyyeti bulunamaz. müsliman ülkelerde ise, pek çok hıristiyan bulunmakdadır. yehudiler, hıristiyanlığı red etdikleri için, allahü tealanın gadabına uğradılar. vatanlarından çıkarılarak, dünya üzerinde, her yerden koğulan, kötü bir kavm oldular. acaba hıristiyanlar da, islamiyyeti red etdikleri için, yehudilerden daha fazla veya onlar kadar olsun bir musibet ve belaya uğramışlar mıdır? bugün yer yüzündemilyon kadar müsliman bulunduğu halde, hıristiyanların sayısımilyonu aşmışdır. allah tarafından gönderilen hak din, adaleti ve insafı emr eder. kamil bir iman ve ibadet sebebi ile allahü tealaya yaklaşma se'adetini bahş eder. bu din, kendisine inanan bir kavmi en yüksek derecelere ulaşdırıp, maddi ve ma'nevi huzur içinde olmalarına sebeb olur. bu hususlar şübhesizdir. eğer islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh edilip, hükmü kalkmış olsaydı, islam memleketlerinin servet ve se'adet ile diğer memleketlerden üstün olması icab ederdi. halbuki islamiyyetin doğduğu yer arabistan olup, burası muhammed sallallahü aleyhi sellem zemanında müslimanların emri altına girmişdi. müslimanlar daha sonra, ilk halifeler zemanında da, dünyanın zengin pek çok milletlerini emrleri altına almışlar, onlara hükm etmişlerdi. fekat, ne çare ki, az vaktde hasıl olan o zenginlik, az zemanda yok oldu. bugün bile, arablar fakirlik içerisindedirler. müsliman beldelerin çoğu harab, arazileri ziraatdan mahrumdur. buralarda yaşayan müslimanlar servet, medeniyyet ve i'mardan uzakdır. ilmde ve san'atda avrupaya muhtac olmuşlardır. hatta bir mühendis lazım olsa, avrupadan getirtirler. denizcilik ve askerlik bilgilerini öğrenmek için gençlerinin tahsil ve terbiyeleri, hıristiyan mu'allimlerine bırakılır. müsliman askerlerin harblerde kullandıkları silahlar, alimlerin ve katiblerin üzerine yazı yazdıkları kağıdlar, en büyük ve en küçüğünün giydiği elbiseler ve kullandıkları eşyanın çoğu hıristiyan memleketlerinde i'mal edilmişdir. hiç kimse oralardan getirtilmiş olduğunu inkar edebilir mi? müsliman askerlerin kullandıkları silahlar dahi, avrupadan getirtilir. avrupa ise, hıristiyanlık sayesinde nüfus, terbiye, devlet ve servetce terakki etmiş, ilerlemişdir. mükemmel hastahaneler, muntazam mektebler ve fakirhaneler inşa etmişlerdir. şimdi, diğer memleketlere de hastahaneler kurarak, mu'allimler ve kitablar göndererek hıristiyanlığı yaymağa çalışıyorlar. müslimanlar ise putperestleri ve hıristiyanları, islamiyyete da'vet için gayret ve hamiyyet etmiyor, milyonlarca kur'anı kerim tercemeleri dağıtmıyor, alimler ve da'vetciler göndermiyorlar. eğer islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh edilmiş, hükmü ortadan kalkmış olsaydı, hal hiç böyle olurmuydu. cevab: hıristiyan misyonerlerinin dağıtdıkları bu risalelerde, öne sürülen fikrler, hülasa edildiğinde; hıristiyanlığın islam dininden daha faziletli, doğru ve nesh edilmemiş olması, şu birkaç delile bağlanmışdır: hıristiyanlığın sür'at ile yayılması, yehudiler üzerine gelen büyük belaların hıristiyanlar üzerine gelmemiş olması, islamiyyetin kılıç ile, ya'ni harb ile, hıristiyanlığın ise, nasihat, güzellik ve insanlara merhamet ile yayılması, hıristiyanların nüfusca müslimanlardan çok olması, hıristiyan devletlerin güçlü olması, hıristiyanların sanayi', zenginlik ve memleketlerinin i'marında müslimanlardan ileri olması ve iyilik yapmağa çalışıp, buna çok ihtimam göstermeleri ve avrupada putperestlerin bulunmayıp, müsliman devletlerin her yerinde hıristiyan ve yehudilerin bulunmasıdır. birinci delilleri olan hıristiyanlığın sür'at ile yayılması sözlerine karşılık, hıristiyan tarihcilerinden, kur'anı kerim mütercimi papaz salenin beyanları kafidir. george sale, da öldü. ingiliz müşteşrikidir. de kur'anı kerimi ingilizceye terceme etdi. eserinin önsözünde, islamiyyet hakkında uzun ma'lumat verdi. avrupa dillerinde ilk kur'anı kerim tercemesi budur. senesinde basılan bu nde diyor ki: hicretden evvel, medinei münevverede, kendisinden müsliman çıkmayan hiçbir hane kalmamışdı. ya'ni medinede her eve islamiyyet girmişdi. eğer bir kimse islamiyyet diğer memleketlere ancak kılıç kuvveti ile yayıldı diye bir iddiada bulunursa; bu, kuru bir suçlama ve cehaletdir. çünki, islamiyyeti kabul eden pek çok belde vardır ki, kılıcın ismini dahi işitmemişlerdir. kalblere te'sir eden, gayet beliğ olan kur'anı kerimi işitmekle müsliman olmuşlardır. islamiyyetin kılıç zoru ile yayılmadığının misalleri pek çokdur. mesela: ebu zeri gıfari; kardeşi üneys ve mübarek anneleri ümmü zer radıyallahü anhüm ilk islama girenlerdendir. daha sonra, ebu zeri gıfarinin da'veti ile, beni gıfar kabilesinin yarısı müsliman oldu. bi'setin onuncu senesinde mekkeden habeşistana hicret eden eshabı kiram radıyallahü anhüm, 'ü erkek ve 'i kadın olmak üzere, kişidir. bunların dışında, pek çok sahabe de, mekkei mükerremede kalmışdır. bu zemanda necran hıristiyanlarından yirmi kişi de müsliman olmuşdu. dımadı ezdi, bi'setin onuncu yılından önce iman etmişdir. tufeyl ibni amr radıyallahü anh de, hicretden önce annesi, babası ve bütün kabilesi ile beraber müsliman olmuşdu. medinei münevverede, beni sehl kabilesi, mus'ab bin umeyrin radıyallahü anh nasihatleri bereketi ile, hicretden önce müsliman olmakla şereflenmişlerdir. medinei münevverede amr bin sabitden gayrisi, hicretden önce iman etmişlerdi. sadece amr radıyallahü anh uhud gazasından sonra iman etdi. necd ve yemen taraflarındaki köylerde oturan bedeviler dahi müsliman oldu. hicretden sonra, bureydetüleslemi radıyallahü anh yetmiş kişi ile beraber gelip müsliman oldu. habeş padişahı olan necaşi de, hicretden önce imana geldi. habeş padişahlarına necaşi denir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanındaki necaşinin adı eshame idi. hıristiyan iken müsliman oldu. yine ebu hind, temim ve na'im akrabalarıyla beraber ve diğer dört zat da, resulullahı tasdik etdiklerini bildiren hediyyeler gönderip, müsliman oldular. bedr gazası olmadan önce, allahü tealanın sevgilisi, resulullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem şefkatli, merhametli va'z ve nasihatleri ve bütün arab belagatcılarının kabul etdikleri, herkesi acz ve hayretde bırakan, kur'anı kerimi dinleyerek, müsliman olanların sayısı medine ve çevresinde birkaç bine ulaşmışdı. hazreti isanın da'vet zemanı müddetince, kendisine tabi' olanlar ise; incilin hesabına göre, ikiyüz iki kişiden ibaretdir. hıristiyanların inancına göre hazreti isanın i'dam edilmesinden sonra zuhur eden harikulade şeyleri görerek, isa aleyhisselamın dinine girmekle şereflenenler ancak beşyüze ulaşabilmişdi. haşa isa aleyhisselam ne öldürüldü, ne çarmıha gerildi. allahü teala onu diri olarak göğe çıkardı. hicretin sekizinci senesinde, mekkei mükerremeyi feth eden islam askerinin oniki bin kişi olduğu ve hicretin dokuzuncu senesinde, tebük gazasına medineden otuzbinden ziyade müslimanın iştirak etdiği ve hicretin onuncu senesinde yüzbinden ziyade müsliman ile veda haccı yapıldığı da yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ahirete teşrif etmeden önce, ona iman etmekle şereflenen eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in sayısının, yüzyirmidörtbine ulaşdığı, bütün kitablarda yazılıdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ahirete teşrifinden sonra, müseylemetülkezzab vak'ası meydana geldi. birinci halife ebu bekri sıddik radıyallahü anh müseylemetülkezzab üzerine.den fazla islam askeri gönderdi. bu gazada yetmişden ziyade hafızı kur'an şehidlik mertebesine ulaşmışdı. medineye birkaç konaklık bir mesafeye. askeri gönderen bir halifenin emri altında, ne kadar erkek ve kadın müslimanın bulunması icab eder? hıristiyanlık mı, yoksa islamiyyet mi daha çok ve çabuk yayılmışdır. akl sahibi olanlar, bunu mukayese etmelidir! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından üçdört sene sonra, ikinci halife ömerülfaruk radıyallahü anh, kırk bin kişilik bir islam ordusu göndererek, hindistana kadar bütün iranı, konyaya kadar anadoluyu, suriye, filistin ve mısrı feth etdi. buralarda yaşayan halkın çoğu, islam dinindeki adaleti, güzel ahlakı görerek, müsliman olmakla şereflendi. eski batıl dinleri, ya'ni hıristiyanlık ve yehudilik ve mecusilik üzere kalanlar pek azdı. böylece, on sene gibi, pek az bir zeman zarfında, islam memleketlerinde yaşıyan müslimanların sayısının, yirmiotuz milyona ulaşdığını, tarihciler sözbirliği ile bildirmekdedir. halbuki, hıristiyan misyonerlerinin ortaya atdıkları iddi'aya göre, isa aleyhisselamdan üçyüz sene sonra, birinci konstantin hıristiyanlığı kabul etdi. onun yardımı ve zorlaması ile hıristiyanların nüfusu ancak altı milyona ulaşabildi. on senede müslimanların sayısının yirmiotuz milyona ulaşması ile, üçyüz senede hıristiyanların sayısının altı milyona ulaşması karşılaşdırıldığında, aralarındaki nisbetden, hangi dinin daha çabuk yayıldığı ortaya çıkmakdadır. islamiyyetin yayılmasının sadece kılıç, harb yoluyla olduğu iddi'aları da aslsızdır. şöyle ki; ömerülfaruk radıyallahü anh feth etdiği yerlerde bulunan kimseleri, islamiyyeti kabul etmek ile hıristiyan kalarak cizye denilen vergiyi vermek arasında serbest bırakırdı. onlar da, istedikleri yolu seçerlerdi. verdikleri cizkısası enbiya müellifi ahmed cevdet paşa de vefat etdi. yenin en yükseği, asrımızın parası ile mukayese edildiğinde, kuruşdan ibaret idi ki, zengin olanlar için, bu kadar az bir vergiyi vermekde, dinlerini terk etdirecek hiçbir zorlama yokdur. cizye verenlerin, malları ve namusları ve ibadetlerini yapmak hürriyyetleri, müslimanların mal ve namusları gibi olup, herkese müsavi olarak, adalet ile muamele edilirdi. senede bir kerre birkaç kuruş cizye vermek de, dinlerini, mallarını, canlarını ve haklarını korumanın karşılığı olup, bunu ödememek için, baba ve dedelerinin dinini terk edecek, birkaç şahıs bulunabilir mi? kitabında diyor ki: hindistanın meclisinin reisi ve meşhur kitabının yazarı, tarih profesörü şibli nu'mani de ölmüşdür. bunun urdu dilindeki kitabını serdar esedullah hanın annesi ve afganistan padişahı nadir şahın kızkardeşi farisiye terceme etmiş, nadir şahın emri ile de lahor şehrinde basdırılmışdır. yüzsekseninci sahifesinde diyor ki: rum kayseri herakliyusün büyük ordularını perişan eden islam askerlerinin başkumandanı ebu ubeyde bin cerrah, zafer kazandığı her şehrde adamlarını bağırtarak, rumlara halife ömerin radıyallahü anh emrlerini bildirirdi. suriyedeki humus şehrini alınca da, ey rumlar! allahın yardımı ile ve halifemiz ömerin emrine uyarak, bu şehri de aldık. hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmıyacakdır. islamiyyetin adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecekdir. dışardan gelen düşmana karşı, müslimanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslimanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kerre cizye vermenizi istiyoruz. size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı allahü teala emr etmekdedir dedi. cizye mikdarı, fakirlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüzaltmış gram gümüş veya bu değerde mal, yahud tahıldır. kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyarlardan ve din adamlarından cizye alınmaz. humus rumları, cizyelerini seve seve getirip, beytülmal emini habib bin müslime teslim etdiler. rum imperatörü herakliyusun bütün memleketinden asker toplıyarak, büyük bir haçlı ordusu ile antakyaya hücuma hazırlandığı haber alınınca, humus şehrindeki askerin de yermükdeki kuvvetlere katılmasına karar verildi. ebu ubeyde radıyallahü anh, şehrde me'murlar baherakliyus de öldü. ğırtıp, ey hıristiyanlar! size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermişdim. buna karşılık, sizden cizye almışdım. şimdi ise, halifeden aldığım emr üzerine, herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. size verdiğim sözde duramıyacağım. bunun için, hepiniz beytülmala vermiş olduğunuz cizyelerinizi geri alınız! ismleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır dedi. suriye şehrlerinin çoğunda da böyle oldu. hıristiyanlar, müslimanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri rum imperatörlarından çekdikleri zulmlerden, işkencelerden kurtuldukları için bayram yapdılar. sevinçlerinden ağladılar. çoğu seve seve müsliman oldu. kendi arzuları ile rum ordularına karşı, islam askerine casusluk yapdılar. ebu ubeyde radıyallahü anh böylece, herakliyus ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı. büyük yermük zaferinde, bu rum casuslarının çok faidesi oldu. islam devletlerinin kurulması ve yayılması, asla saldırmakla, öldürmekle olmadı. bu devletleri ayakda tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, iman, adalet, doğruluk ve fedakarlık kudreti idi. ruslar yüz seneden beri istila etdikleri kazan, özbekistan, kırım, dağıstan ve türkistanda bulunan müslimanların küçük çocuklarından, en ihtiyarlarına kadar her şahs için senede birer altın almışlardır. ayrıca askerlik yapmak, mekteblerde türkçe konuşturmayıp, zorla rusca öğretmek gibi çeşidli işkence ve zorlamalara rağmen, bu kadar senedir rusyadaki müslimanlardan kaç kişi hıristiyan olmuşdur. hatta, kırım harbi sonunda yapılan sulh neticesinde; osmanlı topraklarında kalan hıristiyanların rusyaya, rusyadaki müslimanların da osmanlı devletine hicret etmesine izn verildi. böylece, rusya tarafından iki milyondan fazla müsliman, osmanlı devletine hicret etdi. halbuki ruslar, kendi taraflarına hicret edecek olan hıristiyanların her birineruble yol masrafı verdikleri halde, osmanlı devletinde rahat ve huzur içinde yaşamaya alışmış olan hıristiyanlar, rusyanın bu va'dine inanmadı ve islamiyyetin kendilerine verdiği hak ve hürriyyetleri bırakıp oraya gitmedi. hazreti ömer radıyallahü anh, kilise yıkdırdı demek ise, tarihi bütün hakikatlere karşı açıkca iftiradır. hıristiyan tarihcilerinin bildirdiklerine göre; ömer radıyallahü anh kudüsü feth etdiği zeman, hıristiyanlar, diyerek hazreti ömere teklifde bulundular. ömer radıyallahü anh bu teklifi şiddet ile red etdi. ilk namazı kilise dışında kıldı. çok zemandan beri, çöplük olmuş olan heykeli mukaddes denilen mahalli , temizleyip, buraya büyük ve güzel bir cami' yapdırdı. müslimanların, hıristiyanlara ve yehudilere yapmakla mükellef oldukları muamele şekli, bizzat resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bütün müslimanlara hitaben yazdırdığı şu mektubda açıkca bildirilmişdir. bu mektubun aslı feridun beğin kitabı birinci cild, otuzuncu sahifesinde yazılıdır. mektubun tercemesi şöyledir:bu yazı abdüllah oğlu muhammedin sallallahü teala aleyhi ve sellem bütün hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmışdır. şöyle ki, cenabı hak, kendisini rahmet olarak gönderdiğini müjdelemiş, insanları allahü tealanın azabı ile korkutmuş, insanlar üzerindeki emaneti muhafaza edici yapmışdır. işte bu muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, bu yazıyı, müsliman olmıyan bütün kimselere verdiği ahdi, sözü tevsik için kaleme aldırdı. her kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun, cenabı hakka karşı isyan, onun dini ile istihza etmiş sayılır ve cenabı hakkın la'netine layık olur. eğer hıristiyan bir rahip veya bir seyyah bir dağda, bir derede veya çöllük bir yerde veya bir yeşillikde veya alçak yerlerde veya kum içinde ibadet için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle beraber, onlardan her dürlü teklifleri kaldırdım. onlar, benim himayem altındadır. ben onları, başka hıristiyanlarla yapdığımız ahdler mucibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden afv etdim. cizye, harac vermesinler veya kalbleri razı olduğu kadar versinler. onlara cebr etmeyin, zor kullanmayın. onların dini reislerini makamlarından indirmeyin. onları, ibadet etdikleri yerden çıkartmayın. bunlardan seyahat edenlere mani' olmayın. bunların manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın. bunların kiliselerinden mal alınıp, müsliman mescidleri için kullanılmasın. her kim buna riayet etmezse, allahın ve resulünün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur. ticaret yapmayan ve ancak ibadet ile meşgul olan kimselerden, her nerede olurlarsa olsunlar, ve gibi vergileri almayın. denizde ve karada, şarkda ve garbda, onların borçlarını ben saklarım. onlar benim himayem altındadır. ben onlara verdim. dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların ekinlerinden harac almayın. ekinlerinden beytülmal için hisse çıkartmayın. çünki, bunların zira'ati, sırf nafakalarını te'min etmek için ahmed feridun beğ de vefat etdi. eyyübdedir. yapılmakda olup, kar için değildir. cihad için adam lazım olursa, onlara baş vurmayın. cizye almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa bulunsun, yılda oniki dirhemden daha fazla vergi almayın. onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz. kendileriyle bir müzakere yapmak icab ederse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecekdir. onları daima merhamet ve şefkat kanadları altında himaye ediniz! nerede olursa olsun, bir müsliman erkekle evli olan hıristiyan kadınlara, fena mu'amele etmeyiniz! onların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibadet etmelerine mani' olmayınız! her kim ki, allahü tealanın bu emrine ita'at etmez ve bunun zıddına hareket ederse, cenabı hakkın ve peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem emrlerine isyan etmiş sayılacakdır. bunlara kilise ta'mirlerinde yardımcı olunacakdır. bu ahdname kıyamet gününe kadar devam edecek, dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse, bunun aksine bir hareketde bulunmayacakdır. bu ahdname hicretin onuncu senesi, muharrem ayının üçüncü günü, medinede mescidi se'adetde aliye radıyallahü teala anh yazdırılmışdır. altındaki imzalar: muhammed bin abdüllah resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem. ebu bekr bin ebikuhafe, ömer bin hattab, osman bin affan, ali bin ebi talib, ebu hüreyre, abdüllah bin mes'ud, abbas bin abdülmuttalib, fadl bin abbas, zübeyr bin avvam, talha bin ubeydüllah, sa'd bin mu'az, sa'd bin ubade, sabit bin kays, zeyd bin sabit, haris bin sabit, abdüllah bin ömer, ammar bin yasir radıyallahü teala anhüm ecma'in. şimdi de, ömerin radıyallahü anh ilya ehalisine verdiği ın tercemesini aşağıda yazıyoruz. hıristiyanlar, ilyas aleyhisselama ilya derler. kudüs şehrine de ilya diyorlar.işbu mektub, müslimanların emiri abdüllah ömerin radıyallahü teala anh ilya ehalisine verdiği eman mektubudur ki, onların varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ve diğer bütün milletler için yazılmışdır. şöyle ki: müslimanlar, onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, kiliselerin herhangi bir yerini tahrib etmeyecek, mallarından bir habbe bile almayacak, dinlerini ve ibadet tarzlarını değişdirmeleri ve islam dinine girmeleri için kendilerine karşı hiç bir zor kullanılmayacak. hiçbir müslimandan en ufak bir zarar bile görmeyecekler. eğer kendiliklerinden memleketden çıkıp gitmek isterlerse, varacakları yere kadar canları, malları ve ırzları üzerine eman verilecekdir. eğer burada kalmak isterlerse, temamen te'minat altında olacaklar. yalnız ilya ehalisinin verdiği cizyeyi vereceklerdir. eğer ilya halkından ba'zıları, rum halkı ile birlikde, aile ve malları ile beraber çıkıp gitmek isterlerse ve kiliselerini ve ibadet yerlerini boşaltırlarsa, kiliseleri ve varacakları yere kadar, canları, yol masrafları ve malları üzerine eman verilecekdir. yerli olmayanlar, ister burada otursunlar, isterlerse gitsinler, ekin biçme zemanına kadar, onlardan hiçbir vergi alınmayacakdır. allahü azimüşşanın ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem emrleri ve bütün islam halifelerinin ve umum müslimanların verdiği sözler, işbu mektubda yazılı olduğu gibidir. imzalar: müslimanların halifesi ömer bin hattab. şahidler: halid bin velid, abdürrahman bin avf, amr ibnil'as, mu'aviye bin ebi süfyan. ömer radıyallahü anh, kudüs muhasarasına bizzat kendisi teşrif etdi. hıristiyanlar cizye vermeyi kabul ederek, müslimanların himayesi altına girdiler. böylece, kendi devletleri olan bizansın, ağır vergi ve işkencelerinden, eziyyet ve cefalarından ve zulmlerinden kurtuldular. çok kısa bir zemanda, düşman zan etdikleri müslimanlardaki, adalet ve merhameti açıkca gördüler. islamiyyetin, iyilik ve güzelliği emr eden, insanları, dünya ve ahiret se'adetine kavuşduran bir din olduğunu anladılar. en küçük bir zorlama ve korkutma olmaksızın bölük bölük, mahalle mahalle islamiyyeti kabul etdiler. diğer memleketlerde müsliman olanların halini siz kıyas ediniz. on sene gibi bir zeman zarfında, islamiyyetin her yere yayılarak, müslimanların sayısının milyonlara ulaşması, asla zorla ve kılıç korkusu ile olmamışdır. bil'aks islamiyyetde bulunan adalet, insan haklarına saygı ve kur'anı kerimin en büyük mu'cize olarak, allahü teala tarafından indirilmesi, bütün semavi kitablar üzerine efdaliyyet ve üstünlüğü gibi sebebler ile olmuşdur. taberi tarihinin üçüncü cild, altmışyedinci sahifesinde: ömerin radıyallahü anh hilafeti zemanında, eshabı kiramdan müsenna bin harise radıyallahü anh, islam ordusu başkumandanı olarak, iran üzerine gönderildi. büveyd denilen yerde iran askeri ile harb edeceği zeman, islam ordusu sayıca az, silahca za'if idi. çünki, daha önceki harblerde, çok islam askeri şehid olmuş idi. iran ordusu çok kalabalık olup, fillerle gelmişlerdi. müsenna radıyallahü anh o civarda oturan hıristiyanlara gidip, kendisine yardım etmelerini istedi. onlar, severek yardım etmeyi kabul etdiler. hatta, onların içinde hamus isminde bir delikanlı iran askerinin kumandanını bana gösteriniz dedi. acem kumandanı mihranı gösterdikleri zeman, ona hücum edip, bir ok atdı. ok, mihranın karnından girip sırtından çıkdı ve cansız yere düşdü. iran ordusu dağıldı demekdedir. buradan da anlaşıldığı gibi, o asrda yaşayan hıristiyanlar, müslimanlardan asla düşmanlık ve cebr görmediklerinden, hiçbir zeman müslimanlardan nefret etmemişlerdir. nefret şöyle dursun, bil'aks müslimanlardan memnun olmuşlardır. aylık bir ücret ve ta'yin edilen bir para olmaksızın müslimanlara yardım etmişler, bu uğurda canlarını vermişlerdir. hatta, çok def'a hıristiyanlar, müslimanlarla birleşerek, kendi dindaşları olan hıristiyanlara karşı harb etmişlerdir. osmanlı devleti ile bizans imperatorluğu arasında muhammed taberi de bağdadda vefat etdi. meydana gelen pek çok muharebelerde de, bu hal çok vuku' bulmuşdur. tarihi tedkik edenler, bunu iyi bilirler. hıristiyanlığın, islamiyyetden üstünlüğünü iddi'a eden protestanların ortaya koydukları delillerden biri de, yapdılar. bu sebeb ile, yehudiler üzerine müdhiş belalar geldi. zelil ve hakir olup, millet olma se'adetinden mahrum kaldılar. islamiyyetin zuhurundan sonra, müslimanlara saldıran hıristiyanlar üzerine böyle büyük belalar gelmedi iddi'asıdır. ileri sürdükleri bu delilleri de, temamen vaki' olan hakikatlerin hilafınadır, tersinedir. çünki, yehudilerin belaya uğramaları, sadece iseviliğin zuhurundan sonra olmamışdır. de ve tarih kitablarında bildirildiği gibi, isa aleyhisselamın bi'setinden önce de, yehudiler günbegün çeşidli belalara uğramışlardır. yusüf aleyhisselam zemanından, musa aleyhisselam zemanına kadar mısrdaki putperest kıbtilerin elinde esir kaldılar. onların çeşid çeşid hakaretlerini çekdikden sonra, musa aleyhisselam bunları, kıbtilerin elinden kurtardı. davüd ve süleyman aleyhimesselam zemanından sonra, yine dürlü dürlü belalar ve karışıklıklara duçar olarak perişan oldular. bu cümleden olarak, asuri hükümdarlarından ikinci buhtunnasar kudüsi şerifi zabt etdi. büyük katliam yapdı. binlerce yehudiyi öldürdü. hayatda kalan yehudileri ve beni israile gönderilmiş peygamberlerden ba'zılarını esir alarak babile götürdü. hatta, o karışıklıklar sırasında, bütün tevrat nüshaları parçalanmış, bir dane bile kalmamışdı. asurilerin zulmleri altında, yehudilerin ne gibi belalara uğradıkları ve makkabi isyanları sırasında, ne kadar yehudi katl edildiği herkesin ma'lumudur. makkabi: suriyedeki selefkiler devletinin kralı antiokhos ıv. epiphanos, yehudileri putperest yapmak siyasetine karşı isyan eden, yehudi kumandandır. antiokhosun ordusunu yenerek kudüsü ele geçirdi ise de, daha sonra, tekrar gayb etdi. fekat yehudilerin dinlerinde serbest olmaları hürriyyetini elde etdi. bu harbler sırasında, çok yehudi kılıçdan geçirildi. nihayet miladdansene evvel meşhur romalı pompeus, filistini zabt edip, emri altına almışdır. yehudiler üzerine gelen bu belaların hepsi peygamberleri inkar etdikleri ve çoğunu öldürdükleri için idi. bu belaların, hazreti isanın bi'setinden önce olduğu tarihlerde açıkca yazılıdır. isa aleyhisselamın göğe yükseltilmesinden yetmiş sene sonra, roma imperatoru titusun, kudüse girince, kudüsü yakarak bütün yehudileri katl etmesine bir sebeb aranırsa, tarihlere mürace'at edilsin. yehudilerin dünyada hakir ve zelil olmaları, isa aleyhisselamdan sonra umumi olmayıp, ba'zı mahallerde olmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, medinei münevvere ile şam arasında yer alan, hayber kal'ası gibi bir takım yerlerin hükümdarları, ka'b bin eşref, merhab ve isma'il gibi yehudiler idi. ne zeman ki, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü resulullah efendimize düşmanlık ve ihanet etdiler, o zeman gadabı ilahiye uğradılar. bekara suresinin altmış birinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede buyurulduğu gibi, perişan oldular. bir daha devlet kurmaları mümkin olmadı. allahü teala, yeni bir din gönderdiği zeman, batıl dinlere inanan kimseler üzerine büyük belaların gelmesi lazım mıdır? lazım gelseydi, beni israil musa aleyhisselamın dini üzere yaşadıkları birkaç bin sene içerisinde, kendilerinden pek za'if ve sayıları çok olan mecusiler üzerine peşpeşe belalar gelerek mahvü perişan olmaları lazım gelirdi. halbuki çin, hindistan, türkistan ve amerika ehalisi, eski halleri üzerine kalmışlardır. protestanların, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat için ortaya koydukları diğer bir delil ise; hıristiyanların nüfusunun çok olmasıdır. bu sözleri de kuvvetli bir delil değildir. her ne kadar, avrupada neşr edilen istatistiklerde, hıristiyan nüfusu çok gösteriliyor ise de, bunlar birbirlerini tutmamakdadır. hıristiyanların sayısı hususunda istatistikler arasında milyonlarca fark vardır. çünki, o zeman asya ve afrikanın çok yerlerinde yaşayan insanların hangi dine mensub olduğu, temamı ile tahkik edilip ortaya konulmamışdı. istatistik yapan kimseler, buralarda bulunan nüfusu, yaşadıkları yerlerin büyüklüğü nisbetinde tahmin ile yazmışlardı. hatta, mısrlı seyyid rüfaanın terceme etdiği ve mısrda basılan coğrafya kitabında, yeryüzünde yaşayan insanların temamının nüfusu dokuzyüz milyon tahmin olunup, yarısı mecusi ve diğer yarısının yarısı putperest, kalan yarısının ise müsliman, hıristiyan ve yehudi olduğunu ve ehli kitabın üçde birinin müsliman, üçde birinin yehudi, üçde birinin de hıristiyan olduğunu yazmakdadır. bu da, tahmini bir hesab olduğundan, delil olarak kabul edilemez. bir diğer husus da, hıristiyanların çokluğunu kabul etsek bile, sayılarının çok olması, hıristiyanlığın doğru olduğunu göstermez. çünki, bir dine mensub olanların çok olması, o dinin doğruluğuna delil kabul edilirse, putperestliğin ve mecusiliğin hak, doğru din olmaları icab ederdi. çünki, bugün yeryüzünde hıristiyanlardan daha fazla, putperest ve mecusi vardır. isa aleyhisselamın semaya urucundan sonra, üçyüz sene içerisinde putperestler ve yehudiler, def'alarca nasranilere umumi katliamlar yapdılar. ellerinde bulunan kitabları ve risaleleri, yırtarak ve yakarak yok etdiler. emrleri altında bulunan isevilere, her geçen gün hakaretlerini artdırarak zulm etdiler. hıristiyanların ortaya koydukları bu delile göre, ya'ni hıristiyanların sayısının çok olmasına göre, hıristiyanlığın batıl, putperestliğin ise hak, doğru olması icab ederdi. protestanların, hıristiyanlık islamiyyetden üstündür diyerek, ortaya atdıkları bir diğer delil ise, hıristiyanların fen ve teknikde müslimanlardan daha ileride olmasıdır. bu mes'elenin de, dikkatlice incelenmesi lazımdır. çünki, avrupanın ilmde, teknikde ve sanayı'de ilerlemeğe başlaması, son üçyüz seneden beri olmuşdur. senesine gelinceye kadar, avrupalılar vahşet, cehalet, pislik içerisinde olup, nasıl bir hayat yaşadıkları gayet açık bilinmekdedir. hıristiyanlar bu halde iken o asrlarda asya, ırak, hicaz, mısr ve endülüs de yaşayan müslimanlar, o zemana göre ilm, teknik ve sanayı'de zirveye ulaşmışlardı. hatta, bugün avrupada mer'iyyetde olan medeni kanunların kaynakları, endülüs ve mısr kütübhanelerindeki islam alimlerinin kitablarıdır. papalık yapmış ikinci sylvestrenin dahi, endülüs üniversitelerinde müsliman profesörlerden ilm tahsil etdiği tarihlerde yazılıdır. avrupalıların kullanmakda oldukları romen rakamları da, bütün fen ilmlerinin esası olan matematik işlemlerini yapmağa müsaid değildi. müsliman mekteblerinde okurken, arabi rakamlar ile bu işlerin kolay yapıldığını öğrenince, bu rakamları kendileri de, kullanmağa başladılar. bu hal, fende ilerleme sebeblerinden biri oldu. bütün bunlar bilinince, dinin ilm ve fennin ilerlemesine ne gibi te'sirleri olduğu anlaşılır ki, bundan hıristiyanlardan önce müslimanlar istifade ederler. çünki, bugün ellerdeki dört incilin hiç birisinde devletler hukuku, san'at, ticaret, zira'at gibi medeniyyet vasıtalarını emr eden bir cümle dahi yokdur. hatta, şiddet ile men' edilmişdir. buna mukabil islamiyyet, ilm, san'at, ticaret, zira'at ve adaleti emr etmişdir. bütün islam devletleri, bu esaslarla idare olunduğundan, medeniyyet ancak islam memleketlerinde olduğu gibi, dünyanın en ma'mur beldeleri de islam memleketleri olmuşdur. hıristiyanlar, islam memleketlerindeki bu zenginliğe kavuşmak istemiş, bunun için dalgalar halinde, haçlı seferleri tertib etmişlerdir. haçlı seferlerinin asl gayesi hıristiyanlığı yaymakla beraber, islam memleketlerinin zenginliğini yağma etmek idi. fekat, asrımızda müslimanların ve hıristiyanların halleri, dinlerinin emrinin tersine bir şeklde zuhur etmişdir. buna bir sebeb aranırsa; bu, gerek müslimanların, gerekse hıristiyanların dinlerinin emrlerini yerine getirmemeleridir. ya'ni dinlerinin icablarını yapmamakdır. hatta, avrupalı feylesoflardan birisi, neşr etdiği bir risalede şöyle demekdedir: islam dininin hak bir din olup, hıristiyanlığın ise, hak din olmaması; dünyada yapdıkları eserler ile sabitdir. çünki müslimanlar, dinlerinin emrlerini yapmakda, ya'ni islamiyyete uymakda kusur etdikce, za'ifliyerek ilmde ve fende geri kaldılar. hıristiyanlar ise, dinlerini ne kadar terk etmiş, hıristiyanlıkdan ne kadar uzaklaşmışlar ise, o kadar kuvvetlenip, ilmde ve fende ileri gitmişlerdir. son zemanlarda hıristiyan devletlerin ta'kib etdikleri yol, kitabları olan incilin emr etdiği yolun tam tersidir. bu herkesce ma'lumdur. protestanların, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat için getirdikleri delillerden biri de, avrupada putperest bulunmayıp, islam memleketlerinde, islamiyyetin hakim olduğu beldelerde ise, yehudi ve hıristiyanların bulunmasıdır. bu hali, hıristiyanlığın insanlara te'sir etme kuvvetine haml etmekdedirler. ortaya atdıkları bu iddi'a, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat etmekden çok, islamiyyetin akllara durgunluk veren adaletini isbat etmekdedir. çünki bir kimse, hangi dine bağlı bulunursa bulunsun, islam memleketlerinin her tarafında aynı haklara sahib olup, adalet karşısında müsliman ile müsavi idi. gayri müslimler, islam devletinin himayesinde gayet rahat idiler. onların ne dinine karışılıyor, ne de ibadet etmelerine mani' olunuyordu. istedikleri san'at ve ticaret ile serbestce uğraşıyorlardı. fekat, avrupanın pek çok yerlerinde, protestanlar şöyle dursun, hıristiyanların diğer fırkalarına tabi' olanlardan hiç birinin, bir diğerinin hakim olduğu yerde can ve mal emniyyeti yokdu. rahatca ikamet etmesi mümkin değildi. ermeniler ve rumlar islam memleketlerinin her yerinde ikamet etdikleri halde, avrupa memleketlerinden hiç birini vatan edinmemişlerdir. yunanistan ve diğer akdeniz adaları gibi, rumların bulunduğu yerlerde; ermeni, katolik ve protestanlardan beşon aile bulunmaz. fransa, italya, ispanya vs. gibi katolik olan yerlerde protestan papazların; mekteb, kilise, manastır inşa etmeleri asla mümkin değildir. memleketin mezhebi olan katoliklik aleyhine, açıkca kitab neşr edemezler. yine, halkı protestan ve rum olan yerlerde de, katolik papazların durumu böyledir. islam memleketlerinin hiçbir yerinde, sent bartelmi ve engizisyon mezalimleri gibi bir şey, vuku'a gelmemişdir. hiç bir tarihde islam milletleri tarafından, haçlı seferleri gibi, kanlı ve dehşetli bir hadise vuku' bulmamışdır. haçlı seferlerinin her birinde, müsliman, protestan ve yehudilerden, hatta katoliklerin kendilerine düşman oldukları akrabalarından, yüz binlerce ma'sumun kanı dökülmüş, akllara gelmiyecek vahşiyane katliamlar yapılmışdır. haçlı seferlerinin devam etdiği ikiyüz elli senelik zeman içinde, avrupa harab oldu. diye nasihatda bulunan isanın aleyhisselam kendi memleketinde, onun namına müteassıb haçlıların cür'et etdikleri vahşiliklerin, engizisyonların tafsilatı anlatılamaz. haçlı seferleri müddetince, avrupa ve asyada milyonlarca insanın haksız yere kanlarının nasıl akıtıldığı ve bunca memleketin nasıl insafsızca viran edildiği tarihlerde yazılıdır. hala, eflak, boğdan ve odesada çaresiz yehudilerin neler çekdikleri, ingilizlerin ve hıristiyanların, rusların hakim oldukları memleketlerde bulunan müslimanların ne hallerde yaşadıklarını, ne sıkıntı ve işkencelere ma'ruz kaldıklarını herkes bilmekdedir. bir de, bugün islam memleketlerinde rahat, refah, servet, hürriyyet ve huzur içinde yaşayan hıristiyanlara bakınız. sonra, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan, hangisinin, emrleri altında bulunanların, adaletin himayesinde ve rahat olduklarını ve hangisinin insanlık ve medeniyyete hizmet edebileceğine allah için hükm ediniz., hıristiyanlığın islamiyyetden üstünlüğünü isbat için delil getirmek de, çok şaşılacak ve pek abes bir işdir. kurunı vüstaya kadar, avrupa hıristiyanlığa tam bağlı olup, ellerindeki incillere tabi' oldukları için, halleri harab ve perişandı. delil olarak ortaya koydukları, ilm ve sanayı'de terakki etmek, hastahaneler ve mektebler yapmak gibi, medeniyyet vasıtalarından hiç birisi mevcud olmadığı gibi, romalılardan kalanlar bile mahv olmuş, hatta eserleri bile kalmamışdı. avrupalılar, incillerde ve bilhassa luka incilinin onikinci babında bildirildiği gibi, san'at, ticaret ve ziraata hiç ehemmiyyet vermeyip, havada uçan kuşlar gibi bulduklarını yiyip, buldukları yerde oturduklarından, avrupa kıt'ası başdan başa zulmet, cehalet, vahşet ve teassub içerisinde kalmışdı. hastahane, mekteb, fakirhane gibi şeylerin varlığından dahi habersiz idiler. kur'anı kerim ise, dünya işlerine fazlasıyla ehemmiyyet vermiş, ilmi, san'atı, ticareti, zira'ati emr etmiş ve tehlükelerden sakındırmışdır. zümer suresinin dokuzuncu ayetinde mealen, bilen ile bilmeyen, hiç bir olur mu? bilen elbette kıymetlidir buyurulmuşdur. nisa suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, ey iman edenler, birbirinizin mallarını aranızda batıl yollarla yimeyiniz. ya'ni islamiyyetin haram kıldığı, faiz, kumar, hırsızlık ve gasb gibi batıl yollarla yimeyiniz. ancak birbirinizden razı ve hoşnud olarak, ticaret ile ola ve bekara suresinin ikiyüzyetmiş beşinci ayetinde mealen, ve nisa suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen, allahü tealaya ibadet ediniz. ona hiçbir şeyi şerik, ortak koşmayınız. annenize ve babanıza , akrabaya , yetimlere , fakirlere , akrabanız olan komşularınıza , bina komşularınıza , dost ve arkadaşlarınıza , yolcu ve misafirlerinize , köle ve cariyenize iyilik ediniz buyurulmuşdur. böyle, nice ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ile allahü teala ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ilm, san'at ve ticareti emr etmekdedir. ayrıca, anne ve babaya, akrabaya, yetimlere, acizlere, kimsesizlere, komşulara, yolculara ve kölelere iyilik ve ihsanda bulunmayı, onların haklarını gözetmeği ve hükumete, kanunlara karşı gelmemeği de emr buyurmakdadırlar. bugünkü avrupalıların dedeleri medeniyyet vasıtası olan bu şeylerden habersiz iken, islam memleketlerinin her tarafında muntazam mektebler, medreseler, fakir ve miskinler için bakım evleri, aşhaneler, hanlar, hamamlar ve daha nice hayr ve iyilik müesseseleri kurulmuşdu. müslimanlar, ayrıca bu hayr müesseselerinin devamı ve giderlerinin karşılanması için, hususi yardım teşkilatı olan kurmuşlardı. islam memleketlerinin her yerinde san'at pek meşhur idi. avrupalılar, çalar saat nedir bilmezlerken, müslimanların halifesi harunürreşid tarafından fransa kralı şarlmana çalar saat hediyye edilmişdi. papa ikinci sylvestre, endülüsde islam mekteblerinde ilm tahsil etmiş ve rakkaslı saati müslimanlardan öğrenmişdir. ispanya krallarından şanso, yakalanmış olduğu istissylvestre de öldü. ka hastalığı için endülüsdeki müsliman tabiblere mürace'at etmiş ve kısa zemanda sıhhatine kavuşmuşdur. kur'anı kerimde, fakirlere, miskinlere, yolculara yardım etmekden çeşidli ayeti kerimelerde tekrar tekrar bahs edilmişdir. böylece fakirlere ve yolculara ve za'iflere yardım etmek, müslimanlar arasında adet olmuş, müslimanların mühim bir vazifesi haline gelmişdir. ikiüç hanelik bir islam köyünde dahi, bir misafir gelince, asla aç ve açıkda kalmamışdır. hatta islamiyyetin hakim olduğu yerlerde, müslimanlarla beraber yaşamaları sebebi ile, gayrı müslim vatandaşlar arasında da, bu güzel adet yerleşdi. halbuki avrupada, son zemanlarda çok zenginlerin bulunmasına, hastahaneler ve fakirhaneler yapılmış olmasına rağmen, bir hayli insan, hala açlıkdan ölmekdedir. ingiltere ve almanyada fakirler yiyecek bulmakda çekdikleri sıkıntıdan usanarak, herbirinden üçyüzdörtyüz bin fakir, amerika ve hindistan ve diğer ba'zı memleketlere hicret etmişlerdir. gazetesinde, fransada, milyon kişinin tam bir sefalet içinde yaşadığı, bunların, milyonunun adresinin dahi ma'lum olmadığı ve sokaklarda yatdıkları bildirilmekdedir. aynı gazetede, bildirildiğine göre, fransada altmış yaşının üzerindemilyon ihtiyar vardır. bunlardan iki buçuk milyonunun ma'lum bir meskeni yokdur. bunların akıbetleri sürünmek ve yalnızlıkdır. bu ihtiyarlardan, kadınların 'si, erkeklerin 'ü intihar etmekdedir. intihar edenlerin sayısı, beşyüzbindir. fransada, böyle garib, sefil kimselere yardım için kurulmuş olan, atd'nin başkanı, rahib Joseph Wresinski, bugün fransada, mühim ihtiyaclarını karşılayamıyacak kadar düşkün, milyon insan var. bunlara imdad edecek hiç bir kaynak da yokdur. insan haklarından hergün bahs eden avrupa, sadece iktisadi ve askeri mes'elelere değil, birkaç seneye kadar çok büyük rakamlara ulaşacak olan sefalete çare aramalıdır. fransızları bu sefaletden kurtarmak için milli, umumi bir fealiyyet lazımdır diyor. papaz da, bu hakikati i'tiraf etmekdedir. eğer ilm, teknik, sanayı' ve medeniyyet, bir dinin doğruluğuna delil olsa, bu delil de, hıristiyanlıkdan çok islamiyyet için kuvvetli bir sened olur. bir milletin zenginliği de, inandığı dinin doğruluğunu isbata kafi delillerden olamaz. çünki protestanların, hıristiyanlığa inanmadıkları için, çeşidli belalara uğradıklarını iddia etdikleri yehudilerden rothschild , dünyanın en zenginidir. hala ingiliz milletvekillerinden olan lord israili de yehudi olduğu halde dünyanın en zenginleri arasındadır. bugün, avrupa altın borsalarının, yehudilerin ellerine geçeceği şimdiden açıkca görülmekdedir. hıristiyanların bu iddialarına göre, yehudilerin dini, isa aleyhisselamın dininden efdal olmakdadır. buna göre, avrupanın çok yerlerinde ve rusyanın her yerinde, san'at, ticaret ve servetden habersiz fakir, ne kadar hıristiyan var ise, bunların inançları da batıl olmakdadır. hıristiyanların bu sözlerine göre, herhangi bir dinin doğruluğu, sadece o dine inananların servet ve zenginliğine bağlı olması lazım gelir ki, bu hal hıristiyanların islamiyyete karşı yapdıkları i'tirazı kuvvetlendirmez . avrupa mekteblerine gelince, bunlar iki kısmdır: birisi papazların, diğeri ise halkın, hükumetin idare ve kontrolü altındadır. papazların idaresinde olan mekteblerde, sadece hıristiyanlık akideleri öğretilmekdedir. bunun için, millet meclislerinde, bu mekteblerin papazların elinden alınması için konuşmalar yapılmakdadır. yakın bir gelecekde hıristiyan çocuklarının terbiyesi papazların idaresinden çıkarılıp, bu mekteblerin de, halkın ve hükumetin idaresine verileceği anlaşılmakdadır. avrupa hükumetlerinin ve halkın idare ve kontrolünde olan mekteblerin hiçbirinde, dine aid bir şey öğretilmeyip, onlarda sadece fen ve matematik bilgileri öğretilmekdedir. bunun için, böyle olan mekteblerden me'zun olan avrupalı gençlerin pek çoğu, hıristiyanlığın aleyhindedirler. bu mekteblerden me'zun olanlar, her gün çoğalmakda ve dernekler kurup, gazete ve mecmu'alar neşr etmekdedirler. bu gazete ve mecmu'alarında, hıristiyanlığın batıllığını dünyaya i'lan etmeğe çalışmakdadırlar. hıristiyanlığın, hak din olduğunu isbata çalışan bu papazın, vesika olarak ortaya koyduğu delillerden olan, avrupadaki bu mekteblerin bir gün gelecek, hıristiyanlığın yıkılmasına sebeb olacağında şübhe yokdur. müslimanlar arasında, ilme her şeyden çok ehemmiyyet veren, ilmi her şeyin üstünde tutan bir idarenin yokluğundan dolayı yıkılan, yok olan ba'zı hükumetler olmuşdur. bundan başka, bugün islam memleketlerinde mevcud olan sayısız mekteb ve medrese ve bunlara bağlı vakf ve imaretlere insaf ile nazar etmelidir. sadece istanbulda bulunan medreselerin, vakflarının vakfnameleri incelendiğinde; ilm tahsil eden talebenin oturacağı kilimlerine varıncaya kadar, aylık maaşlarını ve her medresenin müderris, kapıcı ve diğer hizmetlilerinin alacakları maaşlarını, bu vakfların üzerine aldıkları görülür. acaba, avrupa mekteblerinin herhangi birinde böyle bir teşvik, böyle bir kolaylık var mıdır? bugünkü mekteb ve medreselerin niçin eski parlaklığı ve intizamı kalmamışdır denilirse, bunun sebebleri içerisinde dinle ilgili birşey bulunamaz. iyilik ve hayr için kurulan vakfların, ehl olmıyan din cahili, münafık mason kimselerin emrlerine geçdiğinden beri, güzel bir idareye mazhar olamadıklarını üzülerek görüyoruz. bununla beraber, medreselerde yetişen talebeler, avrupalı talebeler gibi, yalnız fen ve matematik dersleri görmeyip, ayrıca ilmi kelam, ilmi fıkh, ilmi tefsir gibi din ilmlerini de tahsil ederler. bunun için, bu talebeler arasında, avrupada olduğu gibi, din düşmanı kimseler bulunmaz. çünki, fen ilmlerinin ilerlemesi, islam dininin emrlerinin doğruluğunu anlamağa, daha açık bir şeklde hizmet eder. ya'ni bir kimse, fen bilgilerini ne kadar çok tahsil ederse, imanı o kadar çok kuvvetli bir müsliman olur. fekat hıristiyanlıkda hal bunun tam aksinedir. bir kimse, hıristiyan akidesinin temeli olan , ya'ni , sözünü, hiç incelemeden kabul edecek kadar ahmak ve cahil olmadıkca, tam bir hıristiyan olamaz. protestan papazın kurulduğu halde, müslimanlar, putperestleri ve hıristiyanları islamiyyete da'vet için, niçin gayret göstermiyorlar. kur'anı kerim tercemeleri dağıtmıyorlar ve islama da'vet için çeşidli yerlere alimler göndermiyorlar sualine gelince, yukarıda zikr etdiğimiz gibi, bu mühim dini hizmetin yerine getirilmesi, müslimanların vazifesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, bu vazifeye çok ehemmiyyet verilmiş, bu hale, asrlar boyunca devam edilmişdir. islamiyyetin çok kısa bir zemanda yeryüzünün hemen hemen yarısına yayılması, adalete, güzel ahlaka ve ilme, fenne verdiği ehemmiyyet sebebi ile olmuşdur. daha sonra, bid'at ehli, sapık kimseler devlet işlerinde söz sahibi olunca, islamiyyetin en mühim emri olan emri ma'ruf, ya'ni iyiliği emr etmek vazifesi gevşedi. islamiyyeti dünyaya yaymak gayreti kalmadı. islamiyyetin bu gizli düşmanları, bunca zeman içerisinde islamiyyet pek çok memlekete yayılmışdır. bundan sonra, aklı olan, gözü gören, se'adet, kurtuluş isteyen, kendi arasın bulsun. islamiyyet güneş gibi meydandadır diyerek, sonraları, insanları islama da'vet işine ehemmiyyet verilmedi. bir tüccarın halis bir pırlantası olsa, onu dükkan dükkan gezdirip, müşteri aramasına lüzum yokdur. fekat mal çürük olur ise, onu elden çıkarmak için, kapı kapı dolaşdırıp bu çok güzel bir maldır, alınız, bir daha ele geçmez gibi cahilleri aldatacak yalanlar söylemesi icab eder şeklinde çürük mantıklar ileri sürdüler. bunlara şunu hatırlatırız ki, pırlanta için müşteri aramağa elbet lüzum yokdur. fekat, pırlantayı müşteriye arz etmek, tanıtmak lazımdır. müşteri pırlantayı tanıyınca, şübhesiz talib olur. teşhir edilmeyen, tanıtılmayan pırlanta ise talib bulamaz. bu protestan papazına son söz olarak şunu da bildiririz ki, bir dinin, bir mezhebin kitablarını iyice incelemek lazımdır. yoksa, sırf inadından veya sadece bildiği kadarıyla doğru zan etdiği fikrler ile, bir din, bir mezheb asla tenkid edilemez. islam dininde iman esaslarını bildiren ve bunları koruyan ve şübheleri gideren diye hususi bir ilm vardır. islamiyyetin parlak olduğu ve birçok yerlere yayıldığı zemanlarda, kelam ilminin derin alimleri vardı. bu alimler, islam dinine yapılan i'tirazların ve meydana gelen şübhelerin giderilmesi için, pekçok kıymetli kitablar yazdılar. bu kitabları her memlekete yaydılar. nakli delillerden, ya'ni ayeti kerime, hadisi şerif ve din büyüklerinin sözlerinden başka, akli delilleri de kullanmak sureti ile islamiyyetin doğruluğunu, hakikatini isbat etdiler. yalnız yehudi ve hıristiyanlara değil, eski yunan felsefesini taklid edenlere ve bid'at sahibi, sapık, türedi din adamlarına da cevab verdiler. çünki, islam dininde, allahü teala aklı selimin kabul etmediği bir şeyi kullarına emr etmez. fekat, allahü tealanın emrlerinin hikmetlerini, faidelerini anlamak için, aklı selim sahibi olmak lazımdır. kendilerini akllı, felsefeci, fen adamı olarak tanıtan cahillerin, ahmakların kendi hislerine, nefslerine uygun olarak yapdıkları konuşmaların, hakikat ile, ilm ile, fen ile ilgileri yokdur. aklı selim sahibleri, bunların bozuk sözlerine, yazılarına kıymet vermez. kendileri gibi bir kaç ahmağı aldatmakdan başka te'sirleri olmaz. islamiyyetde aklın ermediği çok şey vardır. fekat akla aykırı hiç bir şey yokdur. aklın çeşidleri ve tefsiri, arapça kitabında ve türkçe kitabında uzun anlatılmışdır. islam dini hakkında, akla uygun bilgiler söylemek için, kelam ilminde meşhur olan imamı rabbani hazretlerinin kitabını ve ve gibi kitabları iyi okumak ve iyi anlamak lazımdır. hıristiyanların, ikna edici deliller yerine, veya veya gibi sözleri konuşmak ile, hiç bir mes'ele isbat edilmez. kelam ilmini bilmiyenin, islam bilgilerinin doğruluklarını, akl sahibi, hıristiyanlara anlatması güç olur. bunu daha sonra anlatacağız. incil denilen dört kitab hakkında incelemeler protestan papaz, neşr etdiği bir risalede şöyle demekdedir: incillerin tarihinden habersiz olan müslimanlar, hıristiyanların ellerinde olan incillerin aslının olmadığını, hıristiyanların incilde muhammed aleyhisselamın peygamberliği hakkında varid olan, ba'zı incil ayetlerini gizlemek için, incili tahrif etdiklerini, değişdirdiklerini iddia ederler. buna şu cevab verilir: imamı buhari, şah veliyullahı dehlevi, fahreddini razi ve hindistan alimlerinden seyyid ahmed ve diğer alimler, bugün kullanılan incillerin hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem zemanından evvel kullanılan incil nüshalarının aynı olup, tahrif edilmemiş olduğunu beyan etmişlerdir. bugün avrupanın ba'zı meşhur kütübhanelerinde bulunan çok eski incil nüshaları da, bu sözümüzü tasdik ederler. bundan dolayı, eğer müslimanların ellerinde bulunan incillerde ve o incillerin asrı se'adetden evvel muhtelif lisanlara yapılan tercemelerinde, incilin tahrif iddialarını kuvvetlendirecek bir delil varsa, hepsini müslimanların ortaya koymalarını isteriz. biz müslimanlar, onların bu da'vetlerini memnuniyyet ile kabul edip, istedikleri delilleri birer birer ortaya koyacağız. bilindiği gibi, hıristiyanlık akidesinin esası olan , ve ismiyle iki kısma ayrılır: ismindeki kısmı, semavi kitab olan tevratdan alındığı bildirilen parçalar ile, ba'zı beni israil peygamberlerine isnad edilen hikayelerden meydana gelmişdir. ise, incil denilen dört kitab ile, ba'zı havarilerin ve pavlosun etraflarındaki yerlere gönderdikleri iddia edilen ba'zı mektublardan, risalelerden ibaretdir. ahdi atik kitablarının tahrif edildiği, hıristiyanlar tarafından da, tasdik edilmişdir. bu hususda geniş ma'lumat almak isteyenler, rahmetullah efendinin rahmetullahi aleyh arabi kitabına ve bunun türkçe tercemesi olan kitabına mürace'at edebilirler. biz burada, ahdi atik ile ilgili geniş ma'lumat vermiyeceğiz. yehudiler, nasranilere eziyyet ve işkenceyi artdırdılar. bu zulmleri, cinayetleri yetişmiyormuş gibi, isa aleyhisselama ve annesi hazreti meryeme çok kötü iftiralarda bulundular. hatta, o yüce peygambere veledi zina, mubarek annesine fahişe kadın diyecek kadar işi azıtdılar. iseviler, allahü tealanın gönderdiği tevrat kitabında böyle çirkin, iğrenç iftiraların bulunmadığını isbat etmek için, tevratı latinceye terceme etdiler. yehudi dininin iç yüzü ve yehudilerin, müslimanlara ve hıristiyanlara karşı yapdıkları iftiraları ve düşmanlıkları, kitabımızın sonunda, başlığı altında uzun bildirilmişdir. protestan tarihcilerinden strauss alman tarihcisidir. de öldü. , , gibi, eserler neşr etdi. şöyle demekdedir: hıristiyanlığın ilk yayıldığı zemanlarda, hıristiyanlar, yehudiler tarafından çeşidli zemanlarda değişdirilmiş olan ahdi atiki yunancaya terceme etdiler. bu terceme o zeman, beni israilin ellerindeki israiliyyat kitablarına uymuyor diye yehudiler, buna karşı çıkdılar. hıristiyanlar, yehudileri susduracak cevablar bulmak için, ahdi atikin bu yunanca tercemesine yeniden ilaveler yapdılar. mesela, isa aleyhisselamın babaları diyerek, ba'zı ismler zebura sokuldu. isa aleyhisselamın cehennemlere girmesi kısmı ermiya kitabına yerleşdirildi. yehudiler bu tahrifleri görüp, bunlar bizim kitablarımızda yokdur diye feryad etdikce, papazlar ey allahdan korkmaz hilekarlar! siz kütübi mukaddeseyi tahrif etmeğe cesaret ediyorsunuz diye yehudilere saldırdılar. daha sonra, hıristiyanlarla yehudiler arasındaki bu çekişme ilerledi. hıristiyan papazlardan bir kısmı da şübhe ve tereddüde düşdü. böylece hıristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. bu ihtilaflar, aralarında büyük harblerin yapılmasına sebeb oldu. isa aleyhisselamdan üçyüz yirmibeş sene sonra, bizans imperatoru büyük konstantinin emri ile üçyüz ondokuz papaz, iznikde bir meclisde toplandılar. her birinde pek çok şübheler ve zıdlıklar bulunan nüshaları hakkında meşveret ve tahkik ile işe başladılar. bu meclisde hazreti isanın uluhiyyetine inananlar galib geldi. israiliyyat kitablarından terceme etdikleri kısmları da karışdırarak i yeni bir şekle sokdular. kabul etdikleri bu nüshanın dışındaki diğer nüshaların şübheli olduklarına karar verdiler. cirumun, bu nüshaya yazdığı mukaddemede bu husus bildirilmekdedir. cirum, ıng. Jerome saint, arablar buna ırunimus demekdedirler. istanbulda üç sene kaldı. de romaya gitdi. papanın sekreteri oldu. kitabı mukaddesi latinceye terceme etdi. eylüldeyortusu yapılır. yapdığı terceme kilisenin resmi metni olmuşdur.senesinde laodicea ismli bir meclis daha toplandı. bu meclis, ahdi atik kitablarını kabul etdikden sonra, iznik meclisinde red edilen ile havarilere isnad edilen altı risalenin sıhhat ve doğruluğunu kabul etdi. bunlar, , , , , dir. bu kitab ve risalelerin doğruluğunu her yere i'lan etdiler. vesenelerinde toplanan her iki meclisde de kabul edilmeyip, şübheli kaldı. bundan sonra, senesinde kartacada yüzyirmialtı kişiden müteşekkil bir meclis daha toplandı. bu meclis, daha önceki iki meclisin şübheli, uydurma gözü ile bakıp, red etdikleri kitablardan, birkaç danesinin daha doğruluğunu kabul etdi. bunlar, , , , , dır. kartaca meclisinde bu kitabların kabulünden sonra, şübheli denilmiş olan kitablar, bütün hıristiyanlarca makbul oldu. bu hal, binikiyüz sene kadar böylece kaldı. protestanlığın ortaya çıkması ile , , , , , hakkında büyük tereddüdler meydana geldi. protestanlar, daha önceki hıristiyanların kabul etdikleri bu kitabların doğru olmadığını ve red edilmelerinin vacib olduğunu söylediler. in de ba'zı bablarını red etdiler. ba'zı bablarını kabul etdiler. bu red ve inkarlarını çeşidli deliller ile isbat etdiler. bunlardan birisi, bu kitabların aslının ibrani ve kildani lisanları ile olduğu ve şimdi bu lisanlarda mevcud böyle bir kitabın olmamasıdır. tarihci papaz olan vivisbius, kitabının dördüncü cildinin yirmiikinci babında yukarıda zikr etdiğimiz bu kitabların bilhassa nin tahrif edilmiş olduğunu yazmışdır. protestanlar, binikiyüz seneden beri, bütün hıristiyanların kutsal ruh ile ilham olunmuş zan etdiklerini ve verdikleri kararları, hıristiyanlığın esası kabul etdikleri , ya'ni eski ruhban meclislerinin yanlış ve batıl şeyler üzere icma' ve ittifak etmiş olduklarını kabul ve i'tiraf etdiler. böyle olmakla beraber, yine o meclislerin akl ve kabulden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabul etdiler. böylece, birbirine zıd esaslar üzerine kurulmuş, misli görülmemiş bir yola girdiler. aslı, esası böyle şek ve şübhelerle örtülmüş olan bir din, nasıl olur da, akl sahibi milyonlarca hıristiyan tarafından, kalbleri kendisine bağlıyan, kurtuluş ve se'adet vesilesi olarak kabul edilebilir? bu hali görenler diyerek hayretden parmaklarını ısırırlar. hıristiyanlar, gerek , gerekse kitablarından iman esaslarını tesbit etmekdedirler. bu kitablar şübhe ve tereddüdlerden uzak değildir. hiç birisinin, aslı sahih bir sened ile zemanımıza kadar geldiği isbat edilmiş değildir. ya'ni isa aleyhisselamdan, adil kimselerce zemanımıza kadar ulaşdırılmış değildir. bilindiği gibi, bir kitabın doğruluğunun ve semaviliğinin, ya'ni allahü teala tarafından gönderilmiş olmasının kabulü, diye bildirilmesine bağlıdır. aklı selim sahibi olanlara, sağlam delillerle bu husus isbat edilmedikçe, o kitab hakkında şübhe ve tereddüdler yok olmaz. çünki, sadece kendisine ilham geldiği zan edilen şahıslara isnad edilen bir kitab, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu isbata kafi değildir. ayrıca bir veya birkaç hıristiyan fırkasının teassub ve gayret ile, mücerred olarak doğruluğunu iddiaları da, bu kitabların sıhhatini isbata kafi değildir. hıristiyan papazların lerinin sıhhatini, geçmiş peygamberlerden veya havarilerden birine isnaddan başka ortaya koyacakları bir delilleri yokdur. bu iddiaları, i'tikad esaslarını beyan eden ve doğruluğunda kalblerden şübheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir. hiç bir akl sahibi, kendisini dünyada rahata ve huzura, ahiretde de, azabdan kurtaracak ve sonsuz se'adete kavuşduracak dini, za'if esaslar üzerine kurarak, emin ve rahat olamaz. halbuki, ahdi atikin içindeki kitabların bir çoğunu ve ahdi cedid kitablarından, hazreti isa ve hazreti meryemden ve o asrlardan bahs eden yetmişi mütecaviz, hatta ba'zıları bugün mevcud olan kitabları hıristiyanlar inkar edip, bunlar uydurulmuş yalanlardır, demekdedirler. kitabında bu hususda geniş bilgi vardır. hıristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifak ile bildiriyorlar ki, matta incili ibranice idi. hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile, sonradan bu asl nüshayı gayb etdiler. bugün mevcud olan matta incili, ibranice asl nüshanın tercemesidir. bu tercemeyi yapan kimsenin kim olduğu da belli değildir. zemanımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini hıristiyan papazların ileri gelenlerinden olan cirum da i'tiraf etmekdedir. katolik thomas Ward, cirum yazdığı bir makalesinde, eski hıristiyan alimlerinden ba'zıları markos incilinin son babının ve ba'zıları luka incilinin yirmiikinci babının ba'zı ayetlerinde ve ba'zıları yine luka incilinin ilk iki babının doğruluğunda şübheye düşdüler. hıristiyanların marsiyon fırkasının ellerinde bulunan incil nüshalarında bu iki bab yokdur demekdedir. nortin senesinde bostonda basılan kitabının yetmişinci sahifesinde, markos incili hakkında şöyle diyor: metinde bir şek ve şübhe alameti göstermeyip, şerhinde bu ayetlerin incile sonradan sokulduğunu söyliyen ve bunun delillerini sıralayan nortin, hayretini bildirerek, şöyle demekdedir: kitabları istinsah eden katiblerin adetlerini incelediğimiz zeman, onların metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmakdan ziyade, metinlere kendi fikrlerini sokmaya çalışdıklarını görürüz. bu husus bilinince, incildeki ibarelerin niçin şübheli olduğu anlaşılır.norton andreWs: amerikan incil bilgini ve muallimidir. da doğdu. eylülde öldü. senesinde harvarddan mezun oldu. ilahiyyat üzerinde çalışdıkdan sonra, bowdoin kolejinde, yılında ders verdi. yılında harvarda matematik muallimi olarak döndü. yılında üniversitenin incil tefsircisi oldu. dansenesine kadar edebiyyat profesörünün yardımcılığını yapdı. teslisi red eden ve tevhid akidesini savunan mezhebinin kuvvetli müdafi'lerindendir. calvenizmi ve theodere parker tarafından temsil edilen naturalist teolojiyi şiddet ile red etdi. yılında kitabını yazarak neşr etdi. . yuhannaya nisbet edilen incilde de sağlam bir rivayet senedi yokdur. markos incili gibi, tahkike muhtac, mübhem, hatta birbirine zıd ibareleri vardır. mesela: birincisi: bu incilde, yuhannanın gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dair açık bir delil yokdur. bir şeyin aksi isbat edilmedikce, eski halinin doğruluğuna hükm edilir. ikincisi: yuhannanın yirmibirinci babın yirmidördüncü ayetinde yazan ve doğruluğuna şehadet eden şakird budur, . biz onun şehadetinin doğru olduğunu biliriz denilmekdedir. görülüyor ki, bu sözü yuhanna hakkında, yuhanna incilini yazan katib söylemişdir. bu ayetde yuhannaya gaib zamiri olan katib kendisini mütekellim, sıgası ile diye yazmışdır. bundan anlaşıldığı gibi, yuhanna incilini yazan yuhannanın kendisi olmayıp, bir başkasıdır. kendisi, yuhannanın şehadetinin doğru olduğunda ma'lumatı olduğunu iddia etmişdir. bunlardan anlaşılan; bu incili yazan adam yuhannanın ba'zı mektublarını ele geçirip, ba'zı ibareleri çıkarmış, ba'zı şeyler de ilave ederek, bu kitabı yazmışdır. üçüncüsü: miladi ikinci asrda, yuhanna incili üzerine ihtilafların ve inkarların meydana çıkdığı zeman, yuhannanın talebelerinden polycarpenin talebesi ırianus arb. iyryanus, hayatda idi. niçin inkarcılara cevab verip nakl etdiği, rivayet etdiği, incili tashih edip, sahihliğinin delillerini ortaya koymamışdır. eğer rivayet etdiği doğru olsaydı feryad eder, derdi. eğer bu hususun doğruluğu polycarpe ile talebesi iriyüs arasında geçmemişdir denilirse, bu söz hakikatden çok uzakdır. iriyüs pek çok lüzumsuz mes'eleleri durmadan, üstadından sorarak öğrenirken, sualini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkin midir? eğer unutdu denilirse, bu daha uzak bir ihtimaldir. zira iriyüs, üstadının yolunu, adetlerini çok iyi bilmesi ve duyduğu şeyleri layıkıyle hıfz etmesi ile bilinmekdedir. yosibis senesinde neşr edilen tarihinde, beşinci cild, yirminci babı, ikiyüzondokuzuncu sahifesinde iriyüsün, yuhanna incilinin rivayet edildiği lisanlar hakkında olan sözünü, şöyle nakl etmişdir: ben allahü tealanın fadlı ile şu sözleri işitdim ve bunları ezberledim. her hangi birşey üzerine yazmadım. eskiden beri adetim budur. böylece ezberlediğim şeyleri daima tilavet eder, okurum. buradan anlaşılıyor ki, ikinci asrda dahi, incili inkar edenler olmuş ve onlara karşı cevab verilerek, doğruluğu isbat edilememişdir. hıristiyan alimlerinden selsus , miladın ikinci asrında diye feryad etmişdir. manikeist fırkasının ileri gelen alimlerinden fastus da miladi dördüncü asrda: inciller üzerinde tahrif yapılmışdır. bu doğrudur. ahdi cedidi ne isa aleyhisselam, ne de havarileri te'lif etmemişdir. bil'aks hali meçhul kimseler te'lif etmişdir. insanların i'tibarını kazanmak için de, havarilere ve onların arkadaşlarına nisbet etmişlerdir. birçok yanlışlıklar ve tenakuzlar bulunan kitablar te'lif ederek hıristiyanları incitmişlerdir demekdedir. dördüncüsü: katolik herald, senesinde neşr edilen kitabının yedinci cild, ikiyüz ellinci sahifesinde, estadlen ismli müellifden rivayet ile, bu yuhanna incilini iskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şübhesi olmadığını bildirmişdir. beşincisi: bretşnayder, yuhanna incilinin temamı ve yuhannanın mektublarının hepsinin yuhannaya aid olmayıp, ikinci asrda meçhul bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmişdir. dır. incili tenkid eden kitab yazmışdır. altıncısı: kirdinius, yuhanna incili yirmi bab idi. sonradan efsus kilisesi yirmibirinci babı ilave etmişdir demişdir. yedincisi: bu yuhanna incilini ve yuhannanın bütün yazdıklarını miladın ikinci asrında vecin fırkasında olanlar inkar etdiler. sekizincisi: yuhanna incilinin, sekizinci babının başında olan onbir ayetini bütün hıristiyan ilm adamları red etmişdir. Japonca tercemesinde de yokdur. dokuzuncusu: dört incil, te'lif edilirken, senedsiz pek çok batıl rivayetler içerisine karışdırılmışdır. bu rivayetlerle dahi, eldeki dört incilin sıhhatine, doğruluğuna dair getirebilecekleri bir senedleri yokdur. senesinde, thomas hartwell, neşr etdiği tefsirinin dördüncü cild, ikinci babında şöyle diyor: incillerin te'lif zemanları hakkında bizlere ulaşan nakl ve haberler temamen noksan ve neticesizdir. incillerin sıhhati hususunda bizlere hiç bir yardımları yokdur. hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, batıl rivayetleri tasdik ve kabul ederek, durmadan yazdılar. daha sonra gelenler de, onlara hurmeten, yazdıklarını nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifak ile kabul etdiler. işte bu yalan yanlış rivayetlere, bir katibden diğer katibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakl edilerek zemanımıza kadar geldi. üzerinden asrlar geçdikden sonra, incilleri batıl rivayetlerden temizlemek çok zor olmuşdur. yine aynı cildde diyor ki, incili evvel, ya'ni matta incili miladın otuzyedi, otuzsekiz, kırkbir, kırkyedi, altmışbir, altmışiki, altmışüç, altmışdört veya altmışbeş senelerinde, incili sani, ya'ni markos incili miladın ellialtıncı senesinde veya daha sonra altmışbeşinci senesine kadar herhangi bir senede te'lif olunmuşdur. galib olan rivayete göre, altmış veya altmış üçde te'lif olunmuşdur. incili salis, ya'ni luka incili miladın elliüç, altmışüç veya altmışdört senesinde, yuhanna incili ise, altmışsekiz, altmışdokuz, yetmiş veya doksan sekiz senesinde yazılmışdır. ibranilere mektub ve petrusun ikinci risalesinin ve yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerinin, risalei ya'kubun ve risalei yehudanın ve müşahedatı yuhannanın ba'zı kısmlarının, havarilerden rivayet edildiği hususunda hiçbir sened ve vesika yokdur. bunların, senesine kadar sıhhatları şübheli idi. ba'zı kısmları ise, bu ana kadar, hıristiyan din alimlerine göre yanlış ve red edilmiş idi. hatta süryani lisanına yapılan tercemelerinde bu kısmlar yokdur. arab kiliselerinin hepsi, petrusun ikinci risalesini, yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerini, risalei yehuda ve müşahedatı yuhannanın sıhhatını kabul etmediler. süryani kiliseleri de, aynı şeklde, başlangıcından bugüne kadar, bunları inkar etmişlerdir. incil araştırmacısı horn, tefsirinde, ikinci cild, ikiyüzaltı ve ikiyüz yedinci sahifelerinde diyor ki: demek ki, süryani tercemeyi yapan mütercim, bu zikr etdiğimiz kısmların doğru ve şer'i bir hükm için sened olamıyacağını anlamış ve terceme ederken farkına varabildiği bu yerleri terceme etmemişdir. katolik Ward, senesinde neşr etdiği kitabının otuzyedinci sahifesinde, protestanların ileri gelenlerinden rogersin, den çıkarmışlardır dediğini bildirmekdedir. protestan papazlarından daktris de, yosniysin zemanına kadar, her kitabın doğruluğunun kabul edilemediğini bildirerek, risalei ya'kub, risalei yehuda, petrusun risalei saniyesi ve yuhannanın risalei saniye ve salisesi, havarilerin toplayıp yazdıkları şeyler olmadığında ısrar etmişdir. ayrıca, demişdir. hıristiyan incil tefsircilerinden nathaniellardner, tefsirinin dördüncü cild, yüzyetmişbeşinci sahifesinde st. cyril ve onun asrında olan orşilim, ya'ni kudüs kilisesi, müşahedati yuhanna kitabının doğruluğunu kabul etmemişdir dediğini bildirdikden sonra, demişdir. üçyüzyirmiüçüncü sahifesinde de: müşahedati yuhanna, eski incillerin süryaniceye yapılan tercemelerinde yokdur. ne st. ıbar , ne de ya'kub ismli müellifler tarafından bunun üzerine şerh yazılmamışdır. vibidius da, petrusun ikinci risalesini, yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerini ve müşahedati yuhannayı ve yehuda risalesini, kendi kitab fihristine almamışdır. bu hususda süryanilerin görüşleri de budur diyerek, etraflı ma'lumat vermişdir. katolik herald de, kitabının yedinci cild ikiyüz altıncı sahifesinde diyor ki: kitabının doğruluğunu kabul etmezler. rabwald de, kuvvetli deliller ile isbat ederek diyor ki, . eusebius, tarihinin yedinci cild, yirmibeşinci babında Webvnisichinden nakl ederek, eski papazlar, yuhannanın müşahedatını kitabı mukaddesden çıkarıp red etmeğe çalışdıklarını anlatırken diyor ki: bu kitabı müşahedat, başdan sona kadar ma'nasızdır. onu, havarilerden olan yuhannaya nisbet etmek de çok yanlışdır. cahillik ve hakikati görmemekdir. onu yazan kimse, ne havari, ne mesihi ve ne de salih bir kimse değildir. belki bu müşahedatı cerinthus isminde bir romalı yazdı. yuhannaya nisbet edilerek yuhanna yazdı denildi. diye yazmakdadır. daha sonra, kendisi şöyle demekdedir: fekat, bu kitabı, ya'ni yuhannanın müşahedatını, kitabı mukaddesden çıkarmağa gücüm yetmez. zira binlerce hıristiyan kardeşimiz bu yuhannaya ta'zim ederler. ben, bu kitabı yazan kimsenin, kendisine ilham geldiğini tasdik ederim. fekat, havarilerden ya'kubun kardeşi ve zebedinin oğlu olan ve yuhanna incilini yazan havari yuhanna olduğunu pek kolay kabul edemem. sözlerinden ve hallerinden anlaşılan havari olmamasıdır. kitabı müşahedatı yazan kimse, kitabı amal ya'ni resullerin işleri kitabında zikr edilen yuhanna da değildir. çünki, işaya memleketine gelmemişdir. halbuki bu incili yazan işaya ehalisinden bir diğer yuhannadır ki, her ikisine de yuhanna ismi verilmişdir. yine yuhanna incili ve risaleler ile müşahedatın ibare ve mefhumlarından anlaşılıyor ki, yuhanna incilinin ve risalelerin müellifi olan yuhanna, müşahedat kitabının musannifi değildir. çünki incilin ve risalenin ibaresi, yunancada güzel ve düzgün bir şekldedir. içinde galat, yanlış lafzlar yokdur. fekat, müşahedat kitabının ibaresi böyle olmayıp, yunan lehcesine muhalif, bilinmeyen, alışılmamış bir üslub üzerine yazılmışdır. havari olan yuhanna, incilinde ve risalelerinde ismini açıkca söylemeyip, kendinden mütekellim veya gaib sigaları ile bahs eder. kendini uzun uzun anlatmaksızın maksada başlar. müşahedatı yazan şahs ise, böyle olmayıp, başka bir üslub ta'kib etmekdedir. yine yuhannanın müşahedatının ya'ni vahy risalesinin, birinci babının birinci ayeti, yesu' mesihin i'lanı ki, allahü teala, onu mesihe verdi. yakında olması muhakkak olan şeyleri kullarına göstermesi için, vahyi kendisine verdi. ve onu, kendi kulu yuhanna vasıtası ile gönderdi. ve dokuzuncu ayeti, ve yine yirmiikinci babın sekizinci ayeti, tarzında olup, bu ayetlerde, havarilerin ta'kib etdikleri üsulün hilafına olarak, ismini açıkca söylemişdir. eğer eski adetlerinin tersine, kavmine kendini bildirmek için, burada ismini açıkca söyledi denilirse, ona şöylece cevab verilir: maksadı sadece bu ise, kendisine mahsus olan lakabı ve sıfatı yazmalıydı. mesela, gibi ta'birleri kullanmalıydı. kendi şahsına mahsus vasfını söylemekden sakınıp, kendisini diğer insanlardan ayırmıyarak, kardeşiniz ve hadiseleri görüp işiten ta'birlerini kullanmışdır. burada maksadımız, akl sahibleri ile alay etmek değildir. belki iki şahsın ifadeleri ve yazıları arasında bulunan açık farkı ortaya koymakdır. demekdedir. vivisbiusun sözü burada temam oldu. yine eusebius tarihinde, üçüncü cildin, üçüncü babında, petrusun birinci risalesi doğrudur. fekat ikinci risalesi, kitabı mukaddesden olamaz. ancak, pavlosun ondört risalesi, ya'ni mektubları kıraet olunur, okunur. fekat ba'zıları ibranilere mektub kısmını, kitabı mukaddesden çıkardı. demekdedir. yine yosibis, aynı kitabının yirmibeşinci babında, risalei ya'kub, risalei yehuda ve petrusun ikinci risalesi ve yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerinde ihtilaf edilip, hakiki müelliflerinin meçhul olduğunu beyan etmekdedir. yosibis, yine aynı tarihinin altıncı cild, yirmibeşinci babında: ismli bir kimse yazmışdır. ba'zıları, lukanın onu terceme etdiğini söylemişlerdir demekdedir. ilk hıristiyan teologlarından ıreneus fr. irene, ing. ırenaeus vesenesi ricalinden polinius vesenesinde yaşıyan pontius ismli müellifler, risalei ibraniyyeyi temamen inkar etmişlerdir. miladitarihi ricalinden kartacalı st. tertullian diyor ki: senesi ricalinden cilimens romanus da, demişdir. senesinde yaşayan kartacalı st. cyprian de, bu risaleyi hiç zikr etmemişdir. süryani kilisesi de, bu ana kadar petrusun risalei saniyyesini ya'ni ikinci mektubunu, yuhannanın risalei saniye ve salisesinin ya'ni ikinci ve üçüncü mektublarının sıhhatini kacevab veremedi bul etmemişlerdir. hıristiyanların ileri gelenlerinden scholasticus diyor ki: senesinde basılan bible tarihinde diyor ki: üskuflarından onbeşinci üskuf olan, yehudanındır demişdir. bible, incil demekdir. üsku incil okuyucularının üst derecesinde olan hıristiyan din adamlarına denir. yuhanna incilini şerh eden eski müelliflerden aircin, mezkur şerhinin beşinci cildinde, olmayıp, ba'zı kiliselere yazdığı risaleleri de, üçdört satırdan ibaretdir. demişdir. origenes bu sözüne göre, pavlosa aid olduğu söylenilen risalelerin hiçbirisi, onun te'lifi olmayıp, başkalarının te'lifi olduğu halde, ona nisbet edildiği anlaşılmakdadır. pavlosun, galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babında, onbirinci ayetden i'tibaren onaltıya kadar şu cümleler yazılıdır: fekat petrus antakyaya geldiği, azarlanmayı hak etdiği zeman, ben onunla yüzyüze geldim. kabahatli idi. çünki ya'kub tarafından ba'zı kimseler gelmeden evvel, bir takım insanlarla beraber yemek yiyordu. fekat onlar geldikleri zeman hitanlı olanlardan korkarak çekildi ve ayrıldı. diğer yehudiler de, petrus ile beraber geri çekildi, riya yapdılar. o derece ki, barnabas bile onların riyasına kapıldı. fekat ben incilin hakikatına göre doğru yürümediklerini görünce, hepsinin önünde petrusa dedim ki, sen yehudi iken, yehudi gibi değil, diğer milletler gibi yaşıyorsun! niçin diğer milletleri yehudiler gibi yapmağa zorluyorsun? o milletlerden olan günahkarlar değil, zaten yehudi olan bizler, insanın şeri'at amelleri vasıtası ile değil, ancak isa mesihe iman etmekle salih olacağını bildiğimizden, biz de mesih isaya iman etdik. ancak şeri'at işlerinden değil, mesihe iman etmekle salih sayılalım. çünki hiçbir insan, şeri'at amellerini yapmakla salih olamaz. bu cümlelerin baş tarafı son tarafının temamen zıddı olduğundan, ikisinden birisinin sonradan ilave edildiği anlaşılmakdadır. çünki pavlos mektubunun baş tarafında petrusu antakyada nasıl azarladığını yazdığı halde, ona atf etdiği kabahat, putperest diğer milletler ile beraber yehudi adetlerinin hilafına yemek yimesi idi. hatta onu azarladığında, sen yehudi olduğun halde, putperestler gibi dininin emrlerine ehemmiyyet vermezsen, onları hangi yüzle, hangi salahiyyet ile yehudi şeri'atine da'vet ediyorsun, demişdi. fekat ondan sonra, pavlos hemen mevzu' değişdirip, şeri'atin emrlerinin lüzumsuzluğundan bahs etmeğe başlar. üçüncü babında amelin, ibadetin lüzumsuzluğu hususunda pek çok söz söyledikden sonra, kendisi musa aleyhisselamın şeri'atine temamen uyduğunu ifade eder. nitekim, resullerin amali kitabının yirmibirinci babında, onyedinci ayetden i'tibaren şöyle yazılıdır: pavlos yeruşalime gelip, şakirdanı ile ya'kubun yanına girince, bütün ihtiyarlar hazır idiler. ve pavlosa hitaben, kardeş iman etmiş yehudilerden kaç bin kimse olduğunu görüyorsun. bunların hepsi şeri'atin ya'ni musa aleyhisselamın şeri'atinin gayretini çekerler. senin hakkında da, taifelerin arasında bulunan bütün yehudilere çocuklarını sünnet etmemelerini, adetlerine uymamalarını, hazreti musanın yolundan ayrılmalarını öğretiyorsun diye haber aldılar. şimdi ne olacak? zira senin geldiğini işitirler. şimdi bu bizim sana söylediğimizi yap, bizde nezr edilmiş olan dört kimse var, bunları alıp onlar ile beraber kendini temizleyip, başlarını tıraş etsinler diye onlar için masraf et, senin hakkında işitdikleri şeylerin aslı olmadığını sen kendin de şeri'ate uyarak göster ki, senin şeri'atin emr etdiği gibi hareket etdiğini hepsi anlasınlar. iman etmiş milletlere ise, putlara kurban olunandan ve kandan ve boğazı sıkılarak boğulmuşdan ve zinadan kendilerini korumalarına karar vererek yazdık, dediler. o zeman pavlos, bu adamları alıp, ertesi gün onlarla beraber kendisini tathir etdi ve onlardan her biri için kurban takdim olununcaya kadar, taharet günlerinin bitdiğini i'lan ederek ma'bede girdi. işte görülüyor ki pavlos, şeri'at ile beden temiz olmaz. mesih bizim için mel'un olmakla beraber, bizi şeri'atin emrlerinden kurtardı, deyip dururken, kendisi ya'kubun ve ihtiyarların nasihatı ile amel ederek, şeri'ate uymak suretiyle temizlenir ve ma'bede girer. pavlosun bu risalesindeki ayetler bize hıristiyanlığın esrarından bir kaç ince mes'eleyi anlatıyor: birincisi: pavlosun dediği, mesihe iman eden yehudiler arasında yayıldı. bu da yehudilerin, musa aleyhisselamın şeri'atinden ayrılmamak üzere, isa aleyhisselama iman etdiklerinden, musa aleyhisselamın şeri'atinin değişdirilmesine razı olmadıklarıdır. ikincisi: o sırada şeri'atin devam edip etmemesi, pek lüzumlu görülmemişdir. isa aleyhisselamın havarisinden olan zat, diyerek asl maksadının, her dürlü yollara başvurarak, halkı kendi dinlerinde toplamak olduğu anlaşılıyor. sadece halkı toplamak için, isa aleyhisselamın havarisinden olan bir zatın pavlosa böyle bir teklifde bulunmak cesaretini göstermesi, hıristiyanlığın nasıl temeller üzerine kurulmuş olduğunu göstermekdedir. üçüncüsü: miladın ikinci asrı ortalarında hierapolis piskoposu olan meşhur st. papias, kitabında hazreti isanın sözleri ve fi'llerine dair yalnız iki kısa mecmu'anın mevcud olduğunu zikr etmişdir. bunlardan birisi, havarilerden petrusun tercümanı olan markosa aid bir mecmu'a, diğeri de, ibranice ba'zı emrleri ve ahkamı toplıyan mattanın mecmu'asıdır. st. papias, markosa aid olan mecmu'anın, gayet kısa, noksan ve zeman sıralamasına göre yazılmamış olup, ba'zı hikaye ve nakllerden ibaret olduğunu beyan etmişdir. bundan anlaşılan şudur: ikinci asr ortasında matta ile markosun birer kısa mecmu'aları mevcud olup, st. papias onları görmüş, vasfları ile beraber yazmış ve birbirinden farklarını da beyan etmişdir. bugün ellerde mevcud olan matta ve markos incilleri ise, sanki birbirinden istinsah edilmiş, yazılmış gibi, birisi diğerine benzer ve tafsilatlıdır. st. papiasın gördüğü nüshaların bunlar olmadığı veya sonradan bu nüshalara ilaveler yapılarak, genişletilmiş oldukları açıkdır. luka ve yuhanna incillerine gelince; st. papias bunlardan hiç bahs etmemişdir. haliyle st. papias, hierapolisde olduğu veya yuhannanın talebeleri ile karşılaşıp, onlardan ma'lumat aldığı halde, yuhanna inciline dair tek bir harf dahi söylememişdir. bu hal ise, yuhanna incilinin o tarihden sonra yazılmış olduğunu isbat eder. matta incili matta incilinin dokuzuncu babının, dokuzuncu ayetinde şöyle yazılıdır: şimdi, iyice dikkat ediniz, bu cümleleri yazan mattanın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka matta gibi söylemişdir. eğer, bu incili yazan mattanın kendisi olsa idi hadiseyi ben gümrük yerinde oturur iken, isa aleyhisselam oradan geçiyordu. beni gördü ve bana tabi' ol, ardımca gel dedi. ben de, kalkıp ona tabi' oldum, ardınca gitdim şeklinde zikr etmesi icab ederdi. matta incilinde, isa aleyhisselamın ağzından söylenilen her makale, o kadar uzundur ki, bunların her birini, bir meclisde ve bir def'ada söylemek mümkin değildir. yine bu hususda onuncu babındaki, havarilere verdiği nasihatler ve ta'limat, beşinci, altıncı ve yedinci bablarında devamlı söylediği sözler ve yirmiüçüncü babında ferisilere hitaben yapdığı azarlamalar ve sekizinci babında devamlı getirdiği misaller, şübhesiz birer meclisde vaki' olan şeyler değildir. bunun delili de bu sözler ve getirdiği misallerin, diğer incillerde değişik pek çok meclise taksim edilmesidir. buradan anlaşılıyor ki, bu incilin müellifi isa aleyhisselamın devamlı arkadaşı olan gümrükcü matta değildir. matta incilinde zikr edilen, isa aleyhisselamın; körleri, baras ve cin çarpmış fakirleri iyi etmesi ve mu'cize olarak pek çok fakirlere yemek yidirmesi hep ikişer mahalde beyan edilmişdir. halbuki markos ve luka incillerinde bu vak'alar yalnız birer mahalde zikr edilmişlerdir. bundan anlaşılıyor ki, mattaya nisbet edilen incilin müellifi, bu kitabı yazarken, iki mehaza mürace'at edip, bir vak'ayı ikisinde de, görmüşdür. ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zan ederek kitabına yazmışdır. matta incilinin onuncu babının beşinci ayetinde, hazreti isanın, resullere ya'ni havarilere, putperest milletleri gitmemelerini ve samiriyyelilerin şehrlerine girmemelerini tenbih etdiği yazılıdır. daha sonra ise, kendisi putperest yüzbaşının hizmetcisine ve ken'anlı bir kadının kızına şifa' verdiği bildirilmekdedir. yedinci babın altıncı ayetinde, vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın dediği halde, yirmisekizinci babının ondokuzuncu ayetinde ise, siz gidip bütün milletleri şakird edinin. onları baba, oğul ve ruhülkuds adına vaftiz edin demekdedir. onuncu babının beşinci ayetinde, diye emr edildiği halde, yirmidördüncü babın ondördüncü ayetinde ise, demekdedir. bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar bu incilde tekrarlanmışdır. bu ilaveler, matta incilinde tahrif yapıldığını hiç şübhe bırakmıyacak şeklde isbat etmekdedir. ba'zı mühim hadiseler, diğer incillerde mevcud olduğu halde, matta incilinde yokdur. mesela, isa aleyhisselam tarafından yetmiş şakirdin seçilmesi, melei havariyyunda urucu, bayram yapmak için iki kerre yeruşalime gelmesi ve lazarusun mezardan kalkması fıkraları bu incilde yokdur. bunun için matta incilinin havarilerden mattaya isnadı ya'ni mattadan rivayet edildiği şübhelidir. markos incili markosun havarilerden olmadığında, bütün tarihciler ittifak halindedir. belki havarilerden petrusun tercümanıdır. paypas diyor ki: markos, petrusun tercümanı idi. markos, isa aleyhisselamın sözlerini ve fi'llerini mümkin mertebe, doğrudur diyerek ezberden yazdı. fekat, isa aleyhisselamın sözlerini ve fi'llerini intizamlı, düzgün bir şeklde yazmadı. çünki kendisi ne hazreti isadan işitdi, ne de onun yanında bulundu. dediğim gibi, markos yalnız petrusun arkadaşlarından idi. petrus ile konuşduğu şeyleri ve isa aleyhisselamın sözlerini içerisine alan bir kitab olsun diye tertibli ve düzgün söylemeyip, icab etdiği vakt ve meclise göre söyledi. bunun için, eğer markos kitabında ba'zı hususları üstadı petrusdan öğrenmiş gibi yazarsa onu ayblamamalıdır. çünki markos işitdiği şeyleri unutmayarak, değişdirmeyerek yazmaya lüzum görmemişdi. markos inciline eski hıristiyan alimler, her gün şerhler yazdılar. bunlardan iren diyor ki: . iskenderiyyeli kalman diyor ki: petrus daha romada va'z verirken, petrusun talebeleri, markosa rica etdiler. o da, incilini yazdı. petrus, kitabın yazıldığını işitdi. fekat yazıpyazmaması için birşey demedi. tarihci ousb diyor ki: petrus bu hali işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. kiliselerde onun okunmasını tenbih etdi. halbuki markosun incili, petrusunın risalelerinden ziyade, matta incilinin taklididir, ya'ni ona benzetilmişdir. buna göre, st. papiasın markos yazdı dediği kitab elde bulunan ikinci incilden başkadır. markos incilinin altıncı babının onyedinci ayetinde, fekat, hirodes kardeşi filipusun zevcesi hirodia ile evlenmişdi. bunun için yahyayı tutdurup, zindana habs etdi. çünki yahya hirodese, kardeş hanımı ile evlenmek caiz değildir, derdi demekdedir. bu temamen yanlışdır. çünki osebius tarihinde, onsekizinci kitabın beşinci babında, hirodianın zevcinin ismi filupus olmayıp, hirius olduğu açıkca bildirilmekdedir. bu hata, matta incilinde de vardır. hatta senelerinde basılan arabca tercemenin mütercimleri bu ayeti tahrif ederek, matta ve lukanın ibarelerinde olan filipus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki terceme nüshalarında mevcuddur. yine markos incilinin ikinci babında, dedi ki, davüdun kendisi ve yanında olanlar aç ve muhtac olduğu zeman, baş kahin abiatarın günlerinde allahın evine nasıl girdiğini ve kahinlerden başkasının yimesi caiz olmıyan huzur ekmeğini yidiğini ve kendisi ile beraber olanlara da verdiğini okumadınız mı? ma'nalarında olan yirmibeşinci ve yirmialtıncı ayetlerindeki iki cümle yanlışdır, hatalıdır. çünki: birincisi, o zeman hazreti davüd yalnız idi. yanında kimse yokdu. ikincisi ise, o günlerde baş kahinlerin reisi abiatar olmayıp, belki onun babası abimelek idi. azalarına kahin denir. vaizlerine yazıcı derler. luka incili lukanın, havarilerden olmadığı muhakkakdır. luka incilinin başında diyor ki: hepsini dikkat ile araşdırıp, tahkik ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmağı uygun gördüm. bu ibareden birkaç ma'na anlaşılıyor: birincisi: müellifin kendi zemanında daha bir çok kimseler incil yazdıkları sırada, luka da bu incili yazmışdır. ikincisi: havarilerin kendi elleri ile yazdıkları hiçbir incil bulunmadığını, luka işaret etmekdedir. zira cümlesi ile incil yazanları, gözleri ile görenlerden tefrik etmiş, ayırmışdır. üçüncüsü: kendisi için havarilerden birinin şakirdi, talebesiyim demez. çünki o asrda havarilerden birine isnad edilen pek çok te'lifler, yazılar, risaleler bulunduğundan öyle bir senedin, ya'ni havarilerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için, başkalarının i'timadına sebeb teşkil edeceğini ümmid etmemişdir. belki her hususu kendisi tahkik ederek, esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermişdir. dikkat edilecek bir husus şudur: bugün ellerde mevcud olan incillerin her yeni baskısında, i'tiraz edilen ibareleri, münasib bir kelime ile değişdirerek tahrif etmek, protestan papazların adetleri olduğu gibi, mearif nezaretinintarihli venumaralı ruhsatı ile ingiliz ve amerikan bible şirketlerinin, senesinde istanbulda basdırdıkları türkçe incil nüshasında dahi bu ibareyi başka şekle sokmuşlardır. ibaresi yerine, ibaresi konularak, ma'nayı maksadlarına göre değişdirmişlerdir. fekat, fransızca nüshalarda ve almanyada basılan almanca nüshalarda bu ibare, bizim yukarıda terceme etdiğimiz gibidir. luka incilinin üçüncü babının yirmiyedinci ayetinde, isa aleyhisselama nisbet edilen neseb bildirilirken, demekdedir. burada üç hata vardır: birincisi: ahdi atikin, birinci tarihler kısmının üçüncü babının ondokuzuncu ayetinde, zerubabelin çocukları açıkca bildirilmişdir. orada risa ismi ile bir kimse yokdur. bu şekldeki yazısı mattanın yazdığı şeklin de tersidir. ikincisi: zerubabel, fedayanın oğludur. şelteil oğlu değildir. şelteilin kardeşinin oğludur. üçüncüsü: şelteil yuhannanın oğludur. yoksa niri oğlu değildir. matta da böyle yazmışdır. yine luka incilinin üçüncü babının otuzaltıncı ayetinde, diye yazılıdır ki, bu da yanlışdır. zira salih, arfahşadın torunu değil, oğludur. böyle olduğu birinci tarihlerin birinci babında ve tekvinin onbirinci babında bildirilmişdir. lukanın ikinci babının başında, o günlerde bütün dünyanın tahriri nüfusu yapılsın diye kayser augustus tarafından ferman çıkdı. kirinius suriye valisi iken, yapılan ilk tahrir bu idi. diye bildirilen birinci ve ikinci ayetleri de yanlışdır. zira romalılar, bütün dünyaya hiç bir zeman hakim olamamışlardır ki, bütün dünyanın tahriri nüfusuna ferman çıksın. hatta protestan papazları adetleri üzere bu soruyu geçişdirmek için, senesinde istanbulda basdırdıkları ahdi cedid nüshasında bu ibareyi tahrif edip, şeklinde yazdılar. fekat, senesinde ingiltere cem'iyyetinin parisde basdırdığı türkçe nüshada bu ibare ve o günlerde vaki' oldu ki, kayser augustus tarafından bütün dünyayı tahrir etmeğe ferman çıkdı. yusüf dahi tahrir olunmak için hamile olan nişanlısı meryem ile beyti lahm denilen davüdun şehrine çıkdı. suretinde yazılıdır. bundan sonra yazılan tahrir maddesi incelenmeğe başlayınca; ne lukaya muasır olan eski yunan tarihcilerinden bir kimse, ne de lukadan biraz önce geçen tarihciler bu tahriri nüfusa dair bir söz söylememişlerdir. kirinius ise, isa aleyhisselamın doğumundan onbeş sene sonra, suriyeye vali olduğundan, tahriri nüfus işi şübheli, vuku' bulmuş ise de, kirinius zemanında olamayacağı açıkca ortadadır. yuhanna incili yuhanna inciline gelince; bilindiği gibi, yuhannaya nisbet edilen dördüncü incilin ortaya çıkmasına kadar; isa aleyhisselamın dini esasen musa aleyhisselamın şeri'atinden ayrılmayıp, tevhid esasına dayanıyordu. çünki, üç uknum ya'ni teslisden ilk def'a bahs eden, isa aleyhisselama inananlar arasına teslis akidesini sokup, onları isanın aleyhisselam dininden ayıran yuhanna incilidir. bu sebeb ile, yuhanna incilinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gayet mühimdir. yuhanna incili hakkında, eski hıristiyan din adamlarının eserlerinde bulunan çeşidli sözler, yukarıda bildirilmişdi. bu kitab, havarilerden zebedi oğlu yuhannaya aid değildir. ikinci asrdan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmışdır. bu hususu, asrımız tarihcilerinden avrupalı müsteşrikler çeşidli delillerle isbat etmişlerdir. birinci delil: yuhanna incilinin başında, sözleri yazılıdır. bu sözler ilmi kelamın ince mes'elelerinden olup, diğer incillerin hiç birinde yokdur. eğer bu sözler isa aleyhisselamdan işitilmiş olsaydı, diğer incillerde de bulunurdu. bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, havarilerden yuhanna olmayıp, roma ve iskenderiyye mekteblerinde eflatunun üç uknum felsefesini okumuş bir kimsedir. nitekim şimdi beyan olunacakdır. ikinci delil: yuhanna incilinin sekizinci babında, birinci ayetden onbirinci ayete kadar olan, zina eden kadın hakkındaki yazılarını bütün hıristiyan kiliseleri kabul etmeyip, red ederler ve bu yazılar incilden değildir demekdedirler. bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, eline geçirdiği bir çok incillerden toplayıp, gözüne ilişen birçok şeyleri de ayrıca kitabına koymuş veya kendinden sonra bir başkası bu ayetleri ilave etmişdir. birinci hale göre, müellif, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmıyarak bir mecmu'a yazmışdır. yazdığı bu mecmu'a da kabule şa'yan olmıyan şeylerdir. ikinci hale göre, bu incilin tahrif edilmiş olduğunu i'tiraf etmek lazım gelir. iki hale göre de, aslı şübheli ve inanılmağa layık değildir. üçüncü delil: diğer incillerde getirilen ba'zı misallerin ve ahvalin ve mu'cizelerin, bu incilde bulunmayıp, diğerlerinde bulunmıyan bir çok şeylerin de, bu incilde bulunmasıdır. isa aleyhisselamın lazarusu diriltmesi, suları şeraba çevirmesi ve çarmıhda iken sevdiği şakirdi ile annesini birbirlerine emanet etmesi gibi şeyler, sadece yuhanna incilinde bulunup, diğer incillerde yokdur. nitekim bu hususda ileride geniş bilgi vereceğiz. dördüncü delil: eski hıristiyanlardan ne paypas, ne de Justen bu incili gördüklerine dair herhangi birşey bahs etmemişlerdir. hususen Justen de, yuhanna incilini yazanın yuhanna olmadığını tasdik etdiği halde, bu incil hakkında bir şey söylemez. beşinci delil: diğer üç incilde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile, yuhanna incilinin anlatış tarzı, temamen birbirlerine zıddır. mesela, diğer üç incilde isa aleyhisselam halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, ferisilerin riyakar hallerine i'tiraz eder. kalbin tasfiyesini ya'ni temizlenmesini, allahü tealaya yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlakı emr eder ve musa aleyhisselamın şeri'atine zıd olan temayüllerden nehy eder. halka öğretdiği şeyler ve nasihatleri gayet açık ve tabii ve herkesin anlıyabileceği şekldedir. bu üç incil, her ne kadar ba'zı haberlerde birbirine zıd ve muhalif iseler de, müttefik oldukları hususlarda, hepsinin bir kaynakdan çıkdığı anlaşılmakdadır. fekat, yuhanna incili böyle olmayıp, gerek ifade şekli, gerekse, isa aleyhisselamın ahlak ve davranışları hususunda, bambaşka bir yol ta'kib eder. bu incilde hazreti isa; yunan felsefesini bilen, gayet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği halde, onun sözleri allah korkusu ve güzel ahlaklı olmak gibi hususlarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahs etmekdedir. bunu da, insanlar arasında bilinen şekli, ya'ni mesihin konuşma tarzı olan kelime ve ta'birlerle söylemez. iskenderiyye mekteblerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. bu sözleri, diğer üç incilde gayet açık ve sade olduğu halde, bu incilde kapalıdır. mühim ve çok def'a iki ma'naya gelen ve hususi bir şeklde düzülmüş, muntazam tekrarlar ile doludur. yuhannada kullanılan üslup, kalbleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. eğer bu incil, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun havarilerden birinin te'lifi olduğuna kimse inanmazdı. fekat, asrlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariblikleri hıristiyanlar göremezler. altıncı delil: bu incilde görülen hatalar daha çokdur. mesela, yuhanna incilinin birinci bab, ellibirinci ayeti, şeklindedir. halbuki isa aleyhisselamın bu sözü, erden suyundan vaftiz olundukdan ve ruhulkudsün inmesinden sonra vaki' olup, ondan sonra semanın açıldığını ve meleklerin isa aleyhisselam üzerine indiğini ve çıkdığını hiçbir kimse görmemişdir. bu incilin üçüncü babının onüçüncü ayetinde ise, hiç kimse, semaya, göğe çıkmamışdır. ancak, semadan inen ya'ni semada olan, insanoğlu çıkmışdır demekdedir. bu ayet; birkaç cihetden yanlışdır: birincisi: ya'ni kelimesi ile tefsir edilen kısm, sonradan ilave edilmişdir. böylece ayet tahrif olunmuşdur. çünki ayetin baş tarafının ma'nası, demek iken, incilin müellifi veya istinsah edenlerden biri, bundan maksadın insanoğlu ya'ni isa aleyhisselam olduğunu açıklamak için, açıklayıcı bir ibare koymuşdur. bu ibareye dikkatlice bakılınca, ilave olduğu hemen görülmekdedir. zira ayetin baş tarafını, açıklayıcı bu ibareden ayırdığımız zeman, meleklerden başka, insanlardan kimse semaya yükselmemişdir doğru ma'nası anlaşılır. fekat, açıklayıcı ibareye göre, denilirse, hazreti isa, semadan inmeyip, hazreti meryeme ruhülkuds vasıtası ile ilka edildiği inkar edilmiş olur. bundan başka, isa aleyhisselam sözünü söylerken yeryüzünde olup, semada bulunmadığını inkar etmek gerekir. ayrıca, sözü ile sözünü, bir anda isa aleyhisselamın söylemesi mümkin değildir. ikincisi: ayetin birinci kısmı da yanlışdır. çünki tekvinin beşinci babının yirmidördüncü ayetinde ve ikinci meliklerin ikinci babının onikinci ayetinde ahnuh ve ilya aleyhimesselam da semaya yükselmişlerdir, denilmekdedir. bu ayetin tahrif edilmiş olduğunda, hiç şübhe edilemez. birdir allah yeri gökü yaratan, ağaçları donatan, çiçekleri açdıran, bir allahdır, bir allah! allah her yerde hazır, ne yaparsan o görür. ne söylersen işitir. vardır, birdir, büyükdür. biz allahı severiz. her emrini dinleriz. beş vakt namaz kılar, ona isyan etmeyiz. bizlere akl verdi. doğru yolu gösterdi. dini islama uymayan, ateşde yanar dedi. kur'ana iman eden, peygamberi izleyen, dünyada mes'ud olur, cehennemden kurtulur. mü'min iyi huyludur. herkes ondan memnundur. kimseye zulm eylemez. kendi de huzurludur. yarab! afv eyle beni. ve anamı babamı. kafirlerin şerrinden koru müslimanları! dört incil arasında görülen tenakuz ve ihtilaflar mevcud incillerde görülen yanlışlıklar, tenakuzlar ve tahrifler, hesab edilemiyecek kadar çokdur. bunlardan bir çoğu kitabında anlatılmışdır. ayrıca, alman müsteşriklerinden Joiser, david, miel, kepler, matse, bred schneider, griesbach, hug, lesinag, herder, strauss, hauss, tobian, thyl, carl butter ve daha nice araştırmacının yazdıkları ve hala da yazıp da neşr etmekde oldukları kitablarda bu hususda tafsilatlı bilgi çokdur. biz burada onlardan ba'zılarını zikr etmekle iktifa edeceğiz. isanın sallallahü ala nebiyyina ve aleyhi ve sellem nesebi hakkında, matta ve luka incilleri arasındaki ihtilaf büyükdür. matta incilinde, isa aleyhisselamın babaları olarak yazılı ismler şunlardır: . luka incilinin üçüncü babının yirmiüçüncü ve sonraki ayetlerinde ise: olarak yazılıdır. mattaya göre, isa aleyhisselamın babası denilen yusüf, ya'kubun oğludur. lukaya göre ise, helinin oğludur. matta, hazreti isaya yakın bir kimsedir. luka da petrusun talebelerindendir. bunlar, kendilerine yakın olan bir zatı, inceleyecek, araştıracak kimselerdendirler. böyle olduğu halde, isa aleyhisselamın dedesi dedikleri kimseyi tahkik edib doğrusunu yazamazlar ise, yazdıkları diğer rivayetlerin doğruluğuna, nasıl itimad edilir, bunlara kim inanır? mattaya göre, davüd aleyhisselamın oğlu süleyman aleyhisselamdır. lukaya göre, davüd aleyhisselamın oğlu süleyman aleyhisselam değil, natandır. matta, şaltoil, yekniya oğludur, diyor. luka ise neyri oğludur, diyor. mattada, zerubabelin oğlunun adı abihud, lukada ise, risa'dır. şuna da çok hayret edilir ki, ahbarı eyyamın sıfrı ulanın ya'ni birinci tarihlerin üçüncü babının ondokuzuncu ayetinde, zerubabelin oğullarının ismleri; meşullam ve hananye olarak yazılıdır. içlerinde abihud ve risa yokdur. mattanın birinci babının onyedinci ayetine göre, ibrahim aleyhisselamdan yusüfü neccara kadar isa aleyhisselama atfedilen dedelerin sayısı kırkiki batındır. halbuki yukarıda yazılı ismler sayıldığı zeman, yalnız kırk kişi vardır. lukanın beyanına göre ise, bu adet ellibeş kişiye ulaşır. hıristiyan alimleri, incillerin ilk ortaya çıkmasından zemanımıza kadar, bu hususda şaşkınlık içinde kaldılar. ba'zıları hiçbir aklı selimin kabul edemiyeceği za'if deliller ile te'vil etdiler. bundan dolayı eckharn, keyser, haysee, gabott, Wither, fursen ve başkaları gibi araştırmacılar, diyerek, bu hakikati i'tiraf etmişlerdir. doğru olan da budur. zira her mevzu'da ihtilaf ve yanlışlıklar olduğu gibi burada da mevcuddur. isa aleyhisselam babasız dünyaya gelmişdir. fekat yehudiler, ona veledi zina diye iftiralarında ısrar ederlerken, hıristiyanların baba tarafından kendisine bir neseb isbat etmeleri ve isa aleyhisselamın, babası olmıyan yusüfü, onun babası kabul etmeleri de, pek şaşılacak bir gaflet ve tenakuzdur. kur'anı kerimde, isa aleyhisselam için, varid olan ayeti kerimelerde, ta'biri kullanılır. kur'anı kerimde isa aleyhisselamın babasının olmadığı açıkça bildirilmişdir. mattanın birinci babının yirmiiki ve yirmiüçüncü ayetlerinde: imdi bunların hepsi vaki' oldu ki, peygamber vasıtası ile söylenen rabbin kelamı itmam oluna, yerine gele. çünki rabbin dedi ki: işte, bakire kız hamile olup, bir oğulu olacak ve ona, allah bizimledir, ma'nasına olan amanuel ismi verilecek denilmekdedir. hıristiyan papazlara göre, peygamberden maksad, işaya aleyhisselamdır. buna da, işaya kitabının yedinci babının ondördüncü ayeti, bunun için rab kendisi size bir alamet verecekdir. alamet budur: bakire kız hamile olup, bir oğulu olacak. amanuel ismi ile çağırılacakdır ma'nasında olan ayetini delil getirirler. rahmetullah efendi kitabında bu konuyu gayet geniş açıklamışdır. buyuruyor ki: bu istidlal üç sebebden yanlışdır: birincisi: incili terceme edenlerle, işaya kitabını terceme edenin kelimesi ile terceme etdiği kelimesidir ki, kelimesinin müennesidir. yehudi alimlerine göre, bu kelimenin ma'nası genç kadın demekdir. bakire olsun olmasın, bu lafzı evlenmiş genç kadın ma'nasına olarak sıfrülemsal'in otuzuncu babında da kullanılmışdır, derler. işaya kitabının ikola, thedüsyen ve semiks ismli kimseler tarafından yunancaya yapılan üç adet tercemesinde bu lafz olarak açıklanmışdır. bu tercemeler, hıristiyan papazlarına göre, çok eski olup, birincisinin, ikincisinin, üçüncüsününsenelerinde terceme edildiği rivayet edilmişdir. bu tercemelerin hepsi, bilhassa thedüsyen tercemesi eski hıristiyanlara göre çok mu'teberdir. böyle olunca, yehudi alimleri ile bu üç mütercimin tefsirlerinin beyanlarına göre, mattanın sözünün yanlışlığı meydandadır. protestan papazlarınca meşhur ve mu'teber olan fery, ibrani lugatını anlatdığı kitabında, bu lafzın ya'ni kelimesinin, ma'nasına geldiğini beyan etmişdir. bu açıklamaya göre; bu lafz bu iki ma'na arasında müşterekdir, demekdedirler. ancak ehli lisan ya'ni yehudiler, papazların bu tefsirine karşı; birinci olarak; mattanın sözünün doğru olmadığını, ikinci olarak; yehudi tefsirlerinin eski tercemelerine muhalif olarak, bu lafzı hassaten ya'ni bakire kadın ma'nasına atf etmek için delil lazım olduğunu beyan etmişlerdir. kitabını yazan papaz, ismindeki kitabında bu kelimenin ma'nası, mutlaka azradır, demesi de yanlışdır, hatadır. bunun reddi için, yukarıda, zikr etdiğimiz iki delil kafidir. ikinci olarak: mattanın birinci babının, yirminci ayetinde diyor ki, rabbin meleği, rü'yada ona görünüp, ey yusüf, meryemi zevceliğe kabul etmeğe korkma! zira onun ruhul kudsden bir oğlu olacak, ona isa ismini koy, dedi. yirmidördüncü ve yirmibeşinci ayetlerinde ise, demekdedir. lukanın birinci babında ise, cebrail aleyhisselamı ya'ni meleği görenin bizzat hazreti meryem olduğu bildirilmekdedir. bu babın otuzbirinci ayetinde meleğin hazreti meryeme, dediği bildirilmekdedir. mattada meleğin yusüfe rü'yada, lukada ise meleğin hazreti meryeme bizzat göründüğü yazılıdır. ayrıca, matta incilinin birinci babının yirmi üçüncü ayetinde, diye yazılıdır. bu, kitabı işayanın yedinci babının ondördüncü ayetidir. bu da yanlışdır. çünki isa aleyhisselam kendi isminin emanuel olduğunu hiç söylememişdir. üçüncü olarak: isa aleyhisselamın bu söz ile, ya'ni emanuel diye ismlendirilmesine aşağıdaki kıssa da mani'dir. şöyle ki: aram padişahı rasin ve israil padişahı fakah orduları ile birlikde yehuza padişahı olan ahaz bin yusan ile harb etmek için kudüse geldiklerinde: ahaz bunların ittifakından çok korkdu. cenabı hak, ahaza teselli vermek için, işaya aleyhisselama vahy etdi. o da, ey ahaz korkma. bunlar seni yenemezler. yakında bunların saltanatları yıkılıp, yok olacakdır diye ahaza müjde verdi. buna alamet olmak üzere diyerek rasin ile fakahın mülklerinin yok olacağını beyan etdi. fakahın mülkünün harab olması bu haberden tam yirmibir sene sonra oldu. o halde bu çocuk fakahın mülkünün harab olmasından önce doğmuş olmalıdır. halbuki hazreti isanın dünyaya gelişleri, fakahın ülkesinin yok olmasından yediyüz yirmibir sene sonra olmuşdur. bunun üzerine bu haberin doğruluğunda ehli kitab ihtilaf etmişdir. ba'zı hıristiyan papazlar ve tarih doktoru bens george benson, ar: bilsen, işaya aleyhisselamın genç bir kadın demesi ile kendi zevcesini kasd ederek, hadiseyi ona göre anlatmış olduğunu beyan etmişlerdir. bu, kabule layık ve akla en uygun olanıdır. matta incilinin ikinci babında yusüfü neccarın, hirodesin korkusundan hazreti meryemi ve isa aleyhisselamı alarak, mısra gitdiği bildirilmekdedir. yine ikinci babının onbeşinci ayeti ise, hirodesin ölümüne kadar orada kaldı. ta ki, peygamber vasıtası ile söylenilen oğlumu mısrdan çağırdım diye rabbin sözü yerine gelsin şeklindedir. burada peygamberden murad hazreti yuşa'dır. mattayı yazan incil sahibi, burada ahdi atikin yuşa' kitabının onbirinci babından birinci ayete işaret etmişdir. bu da yanlışdır. çünki, bu ayetin isa aleyhisselam ile bir münasebeti yokdur. ayetin aslı yılında basılan arabi tercemesinde yazılı olduğu gibi, dir. bu ayet, hazreti musa zemanında beni israile, allahü tealanın ihsanını gösterir. matta incilini yazan, ahdi atikin bu ayetini tahrif ederek, cem' sigası olan çocukları kelimesi yerine, oğul kelimesini getirmiş ve gaib zamiri yerine mütekellim zamiri kullanmışdır. buna uyarak tarihinde neşr edilen arabi nüshanın mütercimi tahrifde bulunmuşdur. fekat, bu ayetden sonraki ayetler okunacak olursa, bu tahrifin sebebi ortaya çıkar. çünki bunu ta'kib eden yuşa' kitabının onbirinci babının ikinci ayeti, onlar çağırıldıkca yüz çevirirler. bu'ale kurbanlar kesdiler ma'nasında olduğundan, bu ahval hazreti isanın hakkında doğru olamaz. kaldı ki, isa aleyhisselam zemanında bulunan yehudiler için dahi doğru olmadığı gibi, isa aleyhisselamın doğumundan beşyüz sene evvel mevcud olan yehudiler hakkında bile doğru olamaz. çünki, tarihlerde açıkça yazıldığına göre, yehudiler, isa aleyhisselamın miladından, ya'ni doğumundan beşyüzotuz altı sene evvel, ya'ni babil esaretinden kurtuldukdan sonra, putlara tapmakdan tevbe etdiler ve putlardan yüz çevirdiler. daha sonra putların semtine bile uğramadıkları sabitdir. matta incilinin ikinci babının ondokuzuncu ayeti ve devamında, hirodesin vefatından sonra rabbin meleği mısrda yusüfe rü'yada görünüp, kalk, annesi ile çocuğunu alıp, israil diyarına git dedi. o dahi ikisi ile birlikde, gelip celile semtine gitdi ve nasıralı ismi verileceğine dair, peygamberlerin sözü yerine gelsin diye, nasıra denilen kasabaya gelip, orada oturdu demekdedir. bu da yanlışdır. peygamberlerin kitablarının hiç birinde, böyle bir söz yokdur. yehudiler bu sözü yalan ve iftira diyerek inkar ederler. hatta yehudiler, nasıra şöyle dursun, celile ilçesinden bile bir peygamber çıkmadı inancındadırlar. yuhannanın yedinci babının elliikinci ayetinde de açıkça bildirilmişdir ki, sin? ara ve bak ki, galileden hiç peygamber çıkmamışdır şeklindedir. yuhannanın bu ayeti, mattanın, yukarıda zikr etdiğimiz ayetini tekzib etmekdedir. protestan papazların bu hususda daha ziyade malumatları var ise, beyan etmelidirler. mattanın dördüncü babının başında yazılı olduğu gibi; şeytan, isa aleyhisselamı imtihan etmek ister. ruh tarafından çöle götürülür. kırk gün kırk gece oruc tutdukdan sonra acıkır. daha sonra şeytan isa aleyhisselamı mukaddes şehre götürüp, ma'bedin kubbesi üzerine çıkarır. eğer allahın oğlu isen, kendini aşağıya at! o meleklerine emr edecek, seni elleri üzerinde taşıyacaklardır dedi. isa, şeytana dedi. sonra bir dağ başına götürüp, dedi. isa şeytana, def ol, karşımdan çekil. yalnız rabbe secde edilir, yalnız ona ibadet edilir dedi. markosun birinci babının onikinci ve daha sonraki ayetlerinde, ruh, isayı çöle sevk etdi ve şeytan tarafından imtihan olunarak kırk gün çölde kaldı. vahşi hayvanlarla beraber idi. melekler de ona hizmet ediyorlardı demekdedir. burada, şeytanın imtihan şekli ve kırk gün kırk gece oruc tutduğuna dair bir söz yokdur. mattanın yirmialtıncı babının altıncı ve yedinci ayetlerinde, isa, beytanyada cüzzamlı sem'unun evinde bulunup, sofrada oturur iken, bir kadın, beyaz mermer bir kap içinde, pek kıymetli, bir yağ ile geldi. onun başı üzerine dökdü demekdedir. markosun ondördüncü babının üçüncü ayetinde, isa, beytanyada cüzzamlı sem'unun evinde oturur iken, bir kadın beyaz mermer bir kabda çok pahalı halis nardin yağı ile geldi. kabı kırıp, onun başı üzerine dökdü demekdedir. luka incilinin yedinci babının otuzaltı ve daha sonraki ayetlerinde yazıldığına göre, ferisilerden biri, beraber yemek yimek için isaya rica etdi. o da ferisinin evine girdi ve sofraya oturdu. o şehrde bulunan günahkar bir kadın ferisinin evinde hazreti isanın sofrada oturduğunu haber alınca, ak mermer bir kab içinde kıymetli bir yağ getirdi ve ayaklarının yanında, arkasında durup, ağlıyarak ayaklarını göz yaşı ile ıslatmağa başladı. kendi saçıyla silerek ayaklarını öpüp, yağı ayaklarına sürdü. isa bunun üzerine onun günahlarını afv etdi demekdedir. yuhanna incilinin onikinci babında ise, bu keyfiyyet şöyle yazılıdır: isa, fısıhdan altı gün evvel beytanyaya geldi. isanın aleyhisselam ölülerden kaldırdığı lazarus orada idi. orada isaya ziyafet verdiler. lazarusun kız kardeşi meryem bir litre, çok kıymetli halis nardin yağı alıp, isanın ayaklarına sürdü. daha sonra saçı ile ayaklarını sildi. yuhannanın birinci babının ondokuz, yirmi ve yirmibirinci ayetlerinde diyor ki, yehudiler, yahyaya sen kimsin diye kendisine sormak için kahinlerle haber gönderdikleri zeman, yahya, ben mesih değilim dedi. öyle ise sen kimsin, ilya mısın? dediklerinde, yahya, ilya ben değilim dedi. matta incilinin onbirinci babının ondördüncü ayetinde ise, isa aleyhisselam, yahya için halka hitaben: dedi. yine mattanın onyedinci babının on, onbir, oniki ve onüçüncü ayetlerinde, hazreti isaya şakirdleri sorup dediler: öyle ise, niçin, yazıcılar: önce ilya gelmelidir diyorlar? isa aleyhisselam cevabında onlara: evet, ilya gecevab veremedi lip, her şeyi yeniden tanzim eder. fekat, ben size derim ki: ilya zaten gelmişdir. fekat onu tanımadılar. ona, her istediklerini yapdılar. aynı şeklde böylece insanoğlu da onlardan elem çekecekdir. şakirdler, isanın bu sözü kendilerine vaftizci yahya için söylediğini, o zeman anladılar demekdedir. işte şu son ibareden anlaşılan, yahya va'd edilen, beklenilen ilyadır. yuhanna ve matta incillerine göre, yahya aleyhisselam ile isa aleyhisselamın sözleri birbirine zıd olmakdadır. çünki, yuhanna incilinde, yahya aleyhisselam kendisinin ilya olmadığını bildirmişdir. yehudilerin, isa aleyhisselamı kabul etmeme sebeblerinden biri de ondan önce ilyanın gelmesini beklemeleridir. buradaki zıdlık güneş gibi meydandadır. luka incilinin birinci babında zekeriyya aleyhisselama hazreti yahyayı müjdeleyen melek, yahyanın vasflarını beyan ederken, onyedinci ayetinde, demişdir. bu ayet yukarda bildirdiğimiz matta ayetlerine muhalifdir. çünki, yahyanın kendisinin hem ilya olması, hem de ilyanın hikmet ve fazileti ile muttasıf olması mümkin değildir. lukanın dördüncü babının yirmidört, yirmibeş ve yirmialtıncı ayetlerinde, isa dedi ki: gerçekden size derim ki, ilyanın günlerinde sema üç yıl altı ay kapanıp, bütün yeryüzünde büyük kıtlık olduğu zeman, israilde çok dul kadın vardı. fekat ilya onlardan hiç birine gönderilmedi. yalnız sayda diyarında, sarepdayada bir dul kadına gönderildi demekdedir. bu ahval yahya aleyhisselam zemanında olmadığından, matta rivayetine muhalifliği, zıdlığı ortadadır. çünki, matta incilinde yahya aleyhisselamın isa aleyhisselam ile aynı zemanda yaşadığı ve onun ilya olduğu bildirilmekdedir. halbuki luka incilinde bildirilen semanın üç yıl altı ay kapalı kalması, isa aleyhisselam ve ilya diye bildirilen vaftizci yahya zemanında olmamışdır. lukanın dokuzuncu babının elliüç ve ellidördüncü ayetlerinde, gelirken, samiriyyeliler isayı kabul etmediler. şakirdlerinden ya'kub ile yuhanna bunu görünce isaya hitab ederek, yarab, ister misin gökden ateş insin ve onları helak etsin diye emr edelim dediler demekdedir. buradan da anlaşılıyor ki, isa aleyhisselamın havarileri dahi, ilyanın kendilerinden daha önce yaşadığını ve yahyanın, ilya olmadığını biliyorlar idi. bu da mattanın rivayetine zıddır. matta incilinin yirmibirinci babının birinci, ikinci ve üçüncü ayetlerinde, isa aleyhisselamın oradaki bir köye, iki şakirdini göndererek, bağlı bir merkeb ile yanında olan sıpasını getirmelerini emr etdiği yazılıdır. diğer inciller, merkebi söylemeyip, sadece bir sıpa getirmesini emr etdiğini yazmakdadırlar. markosun birinci babının altıncı ayetinde: yahyanın, çekirge ve yaban balı yidiğini yazmakdadır. matta ise, onbirinci babının onsekizinci ayetinde, yahyanın yimediğini ve içmediğini yazmakdadır. mattanın üçüncü babının ondört ve onbeşinci ayetlerinde diyor ki, isa, celileden erdene, yahyanın yanına, vaftiz olunmak için gelince, yahya: ben senin tarafından vaftiz olunmağa muhtacım. sen bana mı geliyorsun? diyerek, isayı men etdi. fekat, isa ona cevab verip: bırak şimdi. çünki, her salahı böylece yerine getirmek, bize lazımdır dedi. o zeman yahya onu bırakdı. sonra isa, yahyadan vaftiz olunarak sudan çıkdı. ve ona semavat açıldı. allahın ruhunun güvercin gibi inip üzerine geldiğini gördü. ve sevgili oğlum işte budur. ondan razıyım, sesi işitildi demekdedir. yine mattanın onbirinci babının ikinci ve üçüncü ayetlerinde: , o gelecek olan zat sen misin, yoksa başkasını mı bekliyelim? dedi demekdedir. yahya aleyhisselam zindandan çıkmayıp, orada katl edildi. yahyanın aleyhisselam, isa aleyhisselamı vaftiz etmesi zindana girmesinden önce olmuşdu. mattaya göre yahya aleyhisselam, isa aleyhisselamı vaftizden önce biliyordu. demişdi. fekat onbirinci babda ise, yahya aleyhisselam zindanda iken, isa aleyhisselamın mesih olduğunu bilmezdi diyerek, bildirilmekdedir. halbuki yahya aleyhisselam bu zindandan çıkamayıp, hirodes tarafından şehid edildi. matta bunu, ondördüncü babda kendisi de zikr etmekdedir. buna göre, üçüncü babdaki ayetler ile onbirinci babdaki bu hususdaki ayetler birbirini yalanlamakdadır. yuhanna incilinde ise bu bahs, temamen başka bir şeklde anlatılmışdır. birinci babın otuzikinci ve otuzüçüncü ayetlerinde, yahya şehadet edip dedi ki: ben ruhun semadan, güvercin gibi indiğini gördüm. ruh onun, üzerinde kaldı. ben onu bilmezdim. fekat, su ile başkalarını vaftiz etmek için beni gönderirken bana dedi: ruh kimin üzerine inip kaldığını görürsen, ruhülkuds ile vaftiz eden odur demekdedir. bu rivayete göre yahya, isa aleyhisselamı önceden bilmiyordu. ruh indiği zeman bildi. bu rivayet, yukarda bildirdiğimiz, mattanın birinci babının onüç, ondört ve onbeşinci ayetlerine zıddır. yuhanna incilinin beşinci babının otuzbirinci ayetinde, isa aleyhisselam der ki: . üçüncü babının onbirinci ayetinde yine, isa aleyhisselam der ki: bu iki cümle arasında tenakuz muhakkakdır. matta incilinin onuncu babının yirmiyedinci ayetinde, demekdedir. lukanın onikinci babının üçüncü ayetinde ise: karanlıkda söylediğiniz herşey, aydınlıkda işitilir. gizli olarak kulağa söylediğiniz şeyler damlar üzerinde i'lan edilir demekdedir. görülüyor ki, söz tek bir kaynakdan alınmış, fekat sonradan tahrif edilmiş, değişdirilmişdir. matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmibir ve daha sonraki ayetlerinde: hazreti isa, havarilerle yemek yirken, onlara hitaben, sizden biri beni ele verecekdir dedi. onlar da çok üzülüp, her biri ona: ey efendimiz, o kimse ben miyim? demeğe başladı. hazreti isa onlara; benim ile beraber elini sahana batıran beni ele verecekdir, dedi. onu ele veren yehuda; ey muallim ben miyim dedi. hazreti isa ona: söylediğin gibidir dedi. yuhanna incilinin onüçüncü babının yirmibir ve daha sonraki ayetlerinde ise diyor ki, hazreti isa sofrada şakirdlerine bu sözleri söyledikden sonra, ruhu çok sıkıldı: doğrusu size derim ki, sizden biriniz beni ele verecekdir, dedi. şakirdler, kimin hakkında söylediğinde şübhe ederek birbirlerine bakıyorlardı. içlerinden petrus, mesihin en çok sevdiği talebesine, o adamın kim olduğunu isadan sorması için işaret etdi. o da sordu. hazreti isa cevabında: lokmayı batırıp kendisine vereceğim kim ise, odur dedi. ve lokmayı batırdıkdan sonra yehudaya verdi. bu iki rivayet arasındaki fark ortadadır. mattanın yirmialtıncı babında, yehudilerin, hazreti isayı nasıl yakalayıp habs etdiklerini anlatırken, kırksekizinci ayetinden i'tibaren diyor ki, yehuda, isayı yakalamak için me'mur olanlara: ben kimi öpersem onu tutun diye işaret vermişdi. hemen isanın yanına gelip; selam sana ey muallim diyerek onu öpdü. isa da ona, arkadaş niçin geldin dedi. o zeman me'murlar yaklaşıp tutdular. yuhannanın onsekizinci babının üçüncü ve daha sonraki ayetlerinde ise diyor ki: bağçeye geldiler. isa da, başına gelecek bütün şeyleri bilerek çıkıp, onlara; kimi arıyorsunuz, dedi. nasıralı isayı diyerek, cevab vermeleri ile isa onlara; benim dedi. onu ele veren yehuda da onlarla beraber duruyordu. isanın bu cevabından, onlar gerileyip yere düşdüler. tekrar isa onlara: kimi arıyorsunuz diye sordu. onlar: nasıralı isayı dediler. hazreti isa cevab verip, ben olduğumu size söyledim. şimdi beni arıyorsanız, bunları salıverin gitsinler, dedi. bu iki rivayet arasındaki ihtilaf ortadır. petrusun, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etmesi hususunda, incillerin arasında pek çok ihtilaflar vardır. matta incilinin yirmialtıncı babının, altmışdokuz ve daha sonraki ayetlerinde diyor ki: gelip: sen de celileli isa ile beraber idin dedi. fekat o herkesin önünde inkar edip, senin söylediğin kimseyi ben bilmem dedi. avlu kapısına çıkınca, bir başka hizmetci kız onu görüp, orada bulunanlara: bu nasıralı isa ile beraber idi, dedi. o da, ben o adamı bilmem diye yemin ederek, tekrar inkar etdi. biraz sonra orada duranlar gelip, petrusa: gerçek sen de onlardansın. çünki söyleyişin de seni bildiriyor dediler. o zeman petrus la'net ve yemin ederek başlayıp; ben o adamı bilmiyorum dedi. o anda horoz ötdü. petrus da isanın: horoz ötmeden önce üç kerre beni inkar edeceksin dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. markos incilinin ondördüncü babının altmışaltı ve yetmişikinci ayetleri arasında ise, petrus aşağıda, avluda iken başkahinin cariyelerinden biri gelip, petrusu ısınırken gördü ve ona bakıp: sen de nasıralı isa ile beraber idin dedi. fekat o inkar edip, senin söylediğini ben bilmiyorum ve anlamam dedi ve hariçdeki dehlize çıkdı ve horoz ötdü. cariye ise, yine onu gördü ve orada duranlara: bu da onlardandır demeğe başladı. fekat, o yine inkar etdi. biraz sonra tekrar orada duranlar petrusa: gerçekden sen onlardansın. zira sen celilelisin dediler. o ise, la'netle, dediğiniz adamı tanımıyorum diye yemin etmeğe başladı ve horoz ikinci def'a ötdü. petrus, isanın horoz ötmeden evvel üç kerre beni inkar edeceksin dediğini hatırladı ve ağlamağa başladı demekdedir. luka incilinin, yirmiikinci babının ellibeşinci ayeti ve devamında diyor ki: avlunun ortasında ateş yakıp oturdukları zeman, petrus da aralarında idi. bir cariye onu ateş yanında görünce, ona dikkat ile bakıp, bu da onunla beraber idi dedi. fekat o, inkar edip, ey kadın, ben onu tanımam dedi. biraz sonra başka birisi onu görüp, sen de onlardansın dedi. fekat petrus: ey adam, değilim dedi. bir saat kadar sonra bir başkası: gerçekden bu adam onunla beraber idi. zira celilelidir diye ısrar etdi. fekat petrus: ey adam, senin söylediğini bilmem. henüz söz söylemekde iken horoz ötdü ve rab dönüp petrusa bakdı. petrus, rabbin kendisine, bugün horoz ötmeden önce sen beni üç kerre inkar edeceksin dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. yuhanna incilinin onsekizinci babının yirmibeşinci ve daha sonraki ayetlerinde ise, petrus orada durup ısınırken, ona hitaben: sen de onun şakirdlerinden değilmisin? dediler. o inkar edip; değilim dedi. petrusun kulağını kesmiş olduğu adamın akrabalarından ve başkahinin hizmetcilerinden biri: ben seni bahçede onunla beraber görmedim mi? dedi. petrus yine inkar etdi ve hemen horoz ötdü demekdedir. bu dört çeşid rivayetde ne gibi ihtilaflar olduğu akl sahiblerine açıkdır. luka incilinin yirmiikinci babının otuzaltıncı ayetinde, hazreti isa yakalanacağı gün, havarilere hitaben: dedi. otuzsekizinci ayetinde, havariler hazreti isaya işte burada iki kılıç var dediler. isa da onlara: kifayet eder dedi. kırkdokuz, elli, ellibir ve elliikinci ayetlerinde, onun etrafında olanlar vaki' olacakları görünce: yarab kılıçla vuralım mı? dediler. hatta onlardan biri başkahinin hizmetcisine vurup sağ kulağını kesdi. isa cevab verip: bırakın bu kadar yetişir dedi ve onun kulağına dokunup şifa verdi demekdedir. halbuki diğer üç incilde kılıç satın almak ve sonra hizmetcinin kesilen kulağına şifa vermek gibi kısmlar yokdur. matta incilinin yirmialtıncı babının ellibirinci ve daha sonraki ayetlerinde, o esnada isa ile beraber olanlardan, şakirdlerden birisi kılıcını çekdi ve başkahinin hizmetcisine vurup kulağını düşürdü. o zeman isa ona dedi ki: kılıcını yerine koy. çünki kılıç çekenler, kılıç ile helak olur. yoksa ben babama rica etsem, şimdi bana oniki alaydan ziyade melekler göndermesi mümkin değil mi zan edersiniz. fekat böyle olması gerekdir diye yazılanlar, o vakt nasıl yerine gelirdi? demekdedir. halbuki diğer incillerde, bu ma'nevi askerlerden, meleklerden hiç birşey yokdur. matta, markos, luka incillerinde, isa aleyhisselam çarmıha gerilmek için götürülürken, karinalı şem'un isminde bir kimseye haçı taşıtdılar. matta, bab yirmiyedi, ayet otuziki, markos, bab onbeş, ayet yirmibir. luka bab, yirmiüç, ayet yirmialtı. yuhanna ise, ondokuzuncu babın, onyedinci ayetinde, hazreti isanın kendi haçını yüklenerek kendinin taşıdığını yazmakdadır. matta ve markosun yazdıklarına göre, isa aleyhisselamla beraber asılan mücrimlerden iki kişi ona söverler idi. luka incilinde ise; demekdedir. isa aleyhisselamın kıyamı hakkında dört incilde yazılanlar da birbirine zıddır. bunların birer birer anlatılması, okuyanları yoracağından, herbir incilin tenakuz olan ayetlerini, ibret alacak kimselerin görmesi için hülasa olarak yazalım: matta incilinin yirmiyedinci babının elliyedinci ve daha sonraki ayetleri: isanın çarmıh üzerinde vefatı gününün akşamı arimetalı, isanın talebelerinden yusüf adlı zengin bir adam geldi ve pilatusa gidip, isanın cesedini istedi. o zeman pilatus, verilsin diye emr etdi. yusüf cesedi alıp, onu temiz bir keten bezine sarıp, kayada oydurmuş olduğu kendi mezarına koyup, mezarın kapısına büyük bir taş yuvarlayıp gitdi. mecdelli meryem ile diğer meryem orada bulunup, mezarın karşısında oturuyorlardı. ertesi gün, cumartesi günü başkahinler ile ferisiler, pilatusun yanına toplandılar. pilatusa, isa için: o sağlığında üçgün sonra kıyam ederim, kalkarım demişdi. şimdi üç güne kadar mezarının hıfz edilmesini emr et ki, şakirdleri geceleyin gelip, onu çalarak, halka: o ölülerden kıyam etdi demesinler. sonraki sapıklık, evvelkinden fena olur, dediler. pilatus da onlara: sizin muhafızlarınız vardır. gidin bildiğiniz gibi sağlam hıfz edin dedi. onlar da gidip taşı mühürliyerek, muhafızlar ta'yin ederek hıfz etdiler ve sebtin sonunda haftanın birinci günü tan yeri ağarırken, mecdelli meryem ile diğer meryem, kabri görmeğe geldiler. çok şiddetli bir zelzele oldu. zira rabbin bir meleği gökden indi ve taşı kapıdan yuvarlayarak üzerine oturdu. ondan korkularından muhafızlar titreşip ölü gibi oldular. melek kadınlara hitaben: siz korkmayın. zira haça gerilmiş isayı aradığınızı biliyorum. o burada değildir. zira söylediği gibi kıyam etdi. gelin yatdığı yere bakın ve çabuk gidip şakirdlerine haber verin. o sizden evvel celileye gidiyor. onu orada göreceksiniz. işte ben size söyledim, dedi. onlar da hemen akabinde korkarak ve büyük bir sevinçle kabrden çıkıp şakirdlere haber vermeğe koşdular. fekat yolda isa onlara karşı çıkıp: selam size dedi. onlar da, yanına gelip ayaklarına kapanıp secde etdiler. o zeman isa onlara: korkmayın. gidip, kardeşlerime haber verin. celileye gitsinler. beni orada görecekler, dedi. bekçilerden ba'zıları şehre gelip, vaki' olan şeyleri başkahinlere anlatdılar. onlar da, ihtiyarlarla toplanıp müşavere etdikden sonra, bekçilere çok para verdiler ve onlara dediler ki: biz uyurken onun şakirdleri geceleyin onu çaldılar deyiniz. bekçiler paraları alıp, kendilerine öğretildiği gibi yapdılar ve bu söz ta bugüne kadar yehudiler arasında yayılmışdır. fekat onbir şakird isanın onlara haber verdiği dağa vardılar ve gördükleri zeman ona secde etdiler. fekat ba'zıları şübhe etdiler. isa yanlarına geldi ve gökde ve yerde bütün hakimiyyet bana verildi. şimdi siz gidip bütün milletleri baba, oğul ve ruhülkudsün ismine vaftiz ediniz ve yapdığım vasiyyetlerime uymağı onlara öğretiniz dedi şeklindedir. markos incilinin onbeşinci babının, kırkiki ve daha sonraki ayetlerinde ve onaltıncı babında ise: isanın haça gerildiği cum'a günü henüz akşam olmamışdı. yehudilerin meclis azasından i'tibarlı bir kimse olan ve kendisi allahın melekutunu bekliyen arimetalı yusüf isminde bir zat geldi ve cesaret ile pilatusa giderek, isanın cesedini istedi. o da müsaade etdi. yusüf de, isayı indirip keten bezine sardı. onu kayada oyulmuş kabre koydu ve kabrin kapısına bir taş yuvarladı. mecdelli meryem ve ya'kubun annesi meryem de, onun konulduğu yeri görüyorlardı. sebt günü geçince, mecdelli meryem ve ya'kubun annesi meryem ile salome gelip, ona sürmek için buhur satın almışlardı. haftanın ilk günü güneş doğarken mezara gelip, birbirlerine mezarın kapısından taşı kim yuvarlıyacak derlerdi. fekat taşı yuvarlanmış gördüler. mezara girince beyaz, uzun elbise giymiş bir genci sağ tarafda oturuyor gördüler. pek korkdular. o da onlara: korkmayın! siz çarmıha gerilmiş olan nasıralı isayı arıyorsunuz. o kıyam etdi. burada değildir. işte onu koydukları yer. fekat siz gidin, onun şakirdlerine ve petrusa söyleyin: o sizden önce celileye gider. size dediği gibi onu orada göreceksiniz dedi. onlar da kabrden çıkıp kaçdılar. kendilerini titreme ve hayret almışdı. kimseye bir şey söylemediler, çünki korkuyorlardı. isa haftanın ilk gününde sabah erkenden kıyam etdiği zeman ilk önce kendisinden yedi cin çıkarmış olduğu mecdelli meryeme göründü. o da gidip, daha önce onunla beraber bulunmuş ve hala ağlayıp matem tutmakda olanlara haber verdi. onlar isanın dirildiğine inanmadılar. sonra bir köye giderlerken onların ikisine başka şeklde göründü. onlar da gidip diğerlerine haber verdiler. bunlara da inanmadılar. sonra sofrada oturan onbir kişiye göründü. imansızlıkla katılaşmış kalbleri ve kendisinin kıyam etmiş olduğunu görenler, inanmadıkları için onlara: bütün dünyaya gidin, her mahluka va'z ediniz ve iman edip vaftiz olunanın halas olacağını müjdeleyiniz dedi. rab onlara böyle söyledikden sonra göke kaldırıldı ve allahın sağına oturdu demekdedir. luka incilinin yirmiüçüncü babının ellinci ve daha sonraki ayetleri ve yirmidördüncü babında ise: ve işte meclis azasından, yehudilerin arimeta şehrinden olan, yusüf isminde salih ve sadık ve allahın melekutunu bekliyen iyi bir adam vardı. bu zat onların meşveretlerine ve işlerine razı olmamışdı. pilatusa gidip isanın cesedini istedi. onu indirip bir keten bezine sardı. kayada oyulmuş ve içine hiçbir kimse konulmamış bir kabre koydu. o gün cum'a idi. celileden onunla beraber gelmiş kadınlar da, onun arkasından gitdiler. mezara vardılar ve cesedin mezara nasıl konulduğunu gördüler ve dönüp buhurlar ve kıymetli hoş kokulu yağlar hazırlayıp, emr mucibince, sebt günü istirahat etdiler. fekat haftanın ilk gününde, seher vakti mezara gelip, hazırladıkları buhurları da getirdiler. yanlarında başka kimseler daha vardı. taşı yuvarlanmış buldular ve içeri girdiklerinde isanın cesedini bulamadılar. onlar bundan dolayı şaşkın iken, nurani elbiseler ile iki adam yanlarında durdu. onlar da korkularından yüzlerini yere eğmiş oldukları halde adamlar onlara: o burada değildir. kıyam etmişdir. celilede iken kendisinin sizlere söylediği şeyleri hatırlayın dediler. bunlar mezardan dönüp bütün bu şeyleri onbirlere ve başkalarına anlatdılar. bunları resullere söyleyenler mecdelli meryem, yoanna ve ya'kubun anası meryem ve onlarla beraber olan diğer kadınlar idi ve onların sözlerine inanmadılar. fekat petrus kalkıp kabre koşdu ve eğilip, kefenini boş görerek şaşırıp evine gitdi. onlardan ikisi o gün orişilimden altmış ok atımı mesafede olan emmaus denilen bir köye gidiyorlardı. olan bütün bu işleri konuşuyorlardı. ve vaki' oldu ki, onlar konuşurlarken ve birbirlerine sorarlarken, isa bizzat kendisi yaklaşıp onlar ile beraber yürüdü. fekat onların gözleri tutulup onu tanıyamadılar. isa onlarla yürürken, üzülerek birbirinizle konuşduğunuz sözler nedir? dedi. onlardan kleopas ismli birisi cevab verdi: orişilimde misafir olup, bu günlerde olanları duymayan yalnız sen misin? onlara: hangi şeyler? dedi. onlar kendisine: allahın ve bütün halkın sözde ve fi'lde kudretli bir peygamberi olan nasıralı isaya dair şeyleri. onu nasıl çarmıha gerdiler. bizler ise, israili kurtaracak odur zan ediyorduk ve bunlar olalı bugün üçgün oluyor. bizden ba'zı kadınlar seher vakti mezara gidip onun cesedini bulamamakla beraber meleklerin gelip: isa diridir diye söylediklerini haber vererek bizi şaşkına çevirdiler. bizlerden ba'zıları da mezara gidip kadınların söyledikleri gibi buldular. fekat kendisini göremediler, dediler. ve isa onlara: ey aklsızlar, peygamberlerin bütün söylediklerine kalbleri geç inananlar! mesihin bunları çekip kendi izzetine girmesi vacib değilmiydi? dedi. o zeman, musa ile bütün peygamberlerden başlıyarak, bütün kitablarda kendinin hakkında yazılmış olanları onlara açıkladı. varacakları köye yaklaşdıklarında kendisi daha uzak yere gidecekmiş gibi yapdı. onu zorladılar: bizimle beraber kal, zira akşam yakın, zaten gün bitmek üzeredir, dediler. onlarla beraber kalmak için içeri girdi. onlarla beraber sofraya oturduğunda, ekmeği alıp bereket düasını okudukdan sonra, ekmeği parçalayarak onlara verdi. ve onların gözleri açıldı, onu tanıdılar. kendisi onlara görülmez oldu. birbirleriyle konuşarak: yolda o bizimle konuşurken ve kitabları bize tefsir ederken, kalbimiz içimizde yanmaz mıydı? dediler. ve hemen orşilime döndüler. onbirleri ve onlarla beraber olanları toplanmış buldular ve: rab gerçekden kıyam etmişdir ve sem'una göründü diyorlardı. onlar da yolculukda vaki' olanları ve ekmeği parçalamasını, onu tanıdıklarını anlatdılar. şimdi onlar bunları söylerken, isa bizzat kendisi ortada durup onlara selam verdi. onlar ise şaşırarak bir ruh gördüklerini zan etdiler. o da onlara: niçin ızdırab çekersiniz ve kalblerinizde niçin şübhe var? ellerim ile ayaklarıma bakın, ben bizzat kendimim. bana ellerinizi sürün, bende et ve kemik var, ruhda ise yokdur dedi. bunu söyleyip onlara kendi el ve ayaklarını gösterdi. onlar da sevinçlerinden henüz inanamayıp hayretde iken: burada yiyecek bir şeyiniz var mı? dedi. kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. alıp onların yanında yidi: onları beyti unya karşısına kadar çıkardı. ellerini kaldırıp onları mubarek kıldı ve o esnada ayrılıp göğe kaldırıldı demekdedir. yuhanna incilinin ondokuzuncu babının, otuzbirinci ve daha sonraki ayetlerinde ve bablarında ise: cesedlerin kaldırılması için pilatusa yalvardılar. o vakt askerler gelip, ikisinin bacaklarını kesdiler. fekat isanın öldüğünü görünce bacaklarını kesmediler. fekat askerlerden biri onun böğrüne bir mızrak sokup, akabinde kan ile su çıkdı. bundan sonra arimetalı olup, yehudilerden korkduğundan kendisini gizliyen isanın şakirdi yusüf; isanın cesedini kaldırdı. önceleri isaya geceleyin gelen nikodimos da gelip, yüz litre kadar karışık mürrı safi denilen hoş kokulu bir zamk ve ud ağacı getirdi. onu yehudilerin adeti üzere buhurlıyarak kefenlere sardılar. çarmıha gerildiği yerde bir bağçe olup, bağçede henüz kimsenin konmadığı bir kabr var idi. yehudilerin hazırlık günü olduğu için isayı oraya koydular. çünki kabr yakındı. bab. haftanın ilk gününde daha karanlık iken, sabahleyin mecdelli meryem kabre geldi, taşı kabrden kaldırılmış gördü. hemen koşup sem'un petrus ve isanın sevdiği şakirde geldi ve onlara: rabbi kabrden kaldırmışlar ve onu nereye koymuşlar bilmiyoruz dedi. petrus ile o şakird çıkıp kabre doğru gitdiler. ikisi de beraberce koşdular. fekat diğer şakird petrusdan evvel, kabre geldi ve içeri bakdı. kefenleri yere konmuş gördü ise de, içeriye girmedi. arkasından petrus gelip kabrin içine girdi. kefenleri yere bırakılmış, isanın başında olan başörtüsü de kefenlerle beraber bırakılmamış, ayrıca bir yerde sarılmış gördü. o zeman diğer şakird de girip, gördü ve inandı. zira isa ölülerden kıyam etmesi lazımdır yazısını henüz bilmiyorlardı. sonra bu şakirdler evlerine gitdiler. fekat meryem kabrin yanında durup ağlıyordu. kabrin içine eğilip bakdığında; isanın cesedinin yatdığı yerde, biri başında diğeri ayağında, beyazlar giyinmiş iki meleği oturuyor gördü. onlar kendisine: ey kadın niçin ağlıyorsun? dediler. o da onlara: çünki rabbimi kaldırmışlar ve onu nereye koyduklarını bilmediğim için ağlıyorum dedi. bunu söyledikden sonra arkasına dönünce, isayı duruyor gördü ve isa olduğunu bilmiyordu. isa ona: ey kadın niçin ağlıyorsun? kimi arıyorsun? dedi. o da onu bahçıvan zan edip, ona: ey efendi, eğer sen onu götürdün ise nereye koyduğunu bana söyle. ben de kaldırıp götüreyim dedi. isa ona: ey meryem! dedi. o da dönüp, ey muallim dedi. isa ona: bana dokunma; çünki ben daha babamın yanına çıkmadım. fekat kardeşlerime git ve onlara söyle. benim babam ve sizin babanız, benim allahım ve sizin allahınızın yanına çıkıyorum dedi. mecdelli meryem, şakirdlere gelip, rabbi gördüm şunları söyledi diye haber verdi. o gün haftanın ilk günü, akşam olunca yehudilerin korkusundan şakirdlerin toplandıkları yerin kapıları kapalı bulunduğu halde isa gelip, ortada durup selam verdi. kendinin ellerini ve böğrünü gösterdi. şakirdleri ise rabbi görmekle sevindiler. isa onlara tekrar selam verdi: baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum, dedi. bunları söyledikden sonra, üzerlerine üfürüp: işte, ruhülkudsü alın. her kimin günahlarını afv ederseniz onlar afv olunur. ve kimin günahlarını alıkoyarsanız , onlar alıkonur, dedi. fekat onikilerden biri olan toma, isa geldiği zeman onlarla beraber değildi. şakirdler ona: biz rabbi gördük dediler. onlara cevaben: eğer ben ellerindeki çivilerin yerini görmezsem ve çivilerin yerine parmağımı koymazsan böğrüne de elimi koymazsan inanmam dedi. sekiz gün sonra şakirdler yine aynı yerde bulunuyorlardı. toma da onlarla beraber idi. kapılar kapalı iken isa gelip, ortada durup selam verdi. ondan sonra tomaya: parmağını buraya koyup, ellerime bak ve elini böğrüme sok. imansız olma, imanlı ol dedi. daha sonra: petrus ile şakirdlerden ba'zıları taberiyye gölünde balık tutmak için kayığa bindiler. o gece birşey tutamadılar. sabah olunca isa deniz kenarında duruyordu. fekat şakirdleri onun isa olduğunu bilmiyorlardı. isa onlara: çocuklar, bir yiyeceğiniz var mı? dedi. ona: hayır cevabını verdiler. o da onlara: ağı kayığın sağ tarafına atın, bulursunuz dedi. ağı bırakdıklarında, balıkların çokluğundan artık ağı çekemiyorlardı. o vakt isanın sevdiği şakird, petrusa: bu rabdir dedi. petrus da bunu işitince soyunmuş iken giyinip, denize atladı. diğer şakirdler balık ağını çekerek kayık ile kenara geldiler. karaya çıkdıkları zeman orada kömür ateşi ve üstünde konulmuş balık ve ekmek gördüler. isa onlara: şimdi tutduğunuz balıklardan getirin dedi. petrus kayığa binip yüzelliüç büyük balıkla dolu ağı karaya çekdi ve bu kadar çok olduğu halde ağ yırtılmadı demekdedir. bunlar, dört değişik rivayetdir. birbirlerinden çok farklıdır. hıristiyanlık inancının üzerine bina edildiği temel olan bu dört incil, bu şeklde çeşidli ihtilaflar ile doludur. az bir dikkat ile, bir rivayetin diğer rivayete zıd olduğu fark ediliyor. bundan başka birinin nakl etdiği bir madde, diğerlerinde bulunmuyor. incillerdeki tenakuzlar ve ihtilaflar yalnız isa aleyhisselamın kıyamı hakkında olmayıp, diğer bütün hususlarda da hal böyledir. ittifakla bildirdikleri pek az şey vardır. mesela, isa aleyhisselamın, veladet şekli, hirodesin çocukları öldürtmesi, doğudan kahinlerin gelmesi, isa aleyhisselamın çocukluğunda mısra gitmesi, nasıralıların isa aleyhisselamı red etmeleri, yüzbaşının hasta hizmetcisini iyi etmesi, hakimin vefat eden kızını diriltmesi, talebelerine kılıç satın almalarını tenbih etmesi, çeşidli nasihatleri ve misalleri, isa aleyhisselamın çarmıhda iken, ey allahım; ey allahım! beni niçin terk etdin, diye çağırması, haçını taşıması, kabrinde muhafız, bekçi beklemesi, emvat arasından kalkıp şakirdlerine çeşidli suretlerde görünmesi gibi pek çok şeyler, ba'zılarında var, ba'zılarında yokdur. yuhannaya aid olan dördüncü incil, diğer üç incilin şekl ve tarzında olmayıp, diğerlerinden temamen farklı bir yol ta'kib eder. ikinci babında anlatılan isa aleyhisselamın bir ziyafetde annesini tahkir ederek suları şeraba çevirmesi, dördüncü babında; kuyu başında bir kadınla konuşması, beşinci babında beyti hüda havuzu yanında otuzsekiz yıldan beri yatan bir hastayı iyi etmesi, altıncı babında, mesihin kendi eti ve kanı üzerinde yehudilerle yapdığı münakaşa , sekizinci babında, zina eden kadını muhakemesi ve mesihin aslı ve nesebi hususunda yehudilerle yapdığı konuşmalar, dokuzuncu babında, bir körün tükrüğü ile yapdığı çamuru gözlerine sürerek gözlerini açıp siloam havuzuna yıkanmağa gönderdiği ve onun üzerine ferisilerin çeşidli teşebbüsleri ve isa aleyhisselam ile çekişmeleri, onuncu babında, yehudilerin isa aleyhisselamı taşlamağa başlamaları ve onlarla geçen, uluhiyyeti hususundaki konuşmalar, onbirinci babında, luazeri diriltmesi, onikinci babında, isa aleyhisselamın ayaklarının yağ ile yıkanması, ondördüncü babında, filupus ve yehuda ile konuşmaları, onyedinci babında, isa aleyhisselamın garib bir şeklde münacatı , ondokuzuncu babında, çarmıha gerildiğinde göğsüne takılan yaftanın ibranice, latince ve yunanca yazılmış olması ve haçının yanında kendi annesi meryem ile annesinin kız kardeşi , eklaviya nın zevcesi meryem ve mecdelli meryem dururlarken, isa annesini sevdiği şakirdin yanında görünce, yirmialtıncı ve yirmiyedinci ayetlerinde annesine: ey kadın, işte oğlun. sonra şakirdine döndü: işte annen demesi, çarmıhda iken böğrüne mızrak sokulması, çarmıhın bağçeye dikilmiş olması, isa aleyhisselamın kabrden kalkıp mecdelli meryeme: demesi ve üç kerre şakirdlerine başka başka yerlerde görünmesi gibi daha pek çok hususlar, matta, markos ve luka incillerinden hiç birinde yokdur. matta, markos ve luka incillerinde bulunan pek çok misaller, yuhanna incilinde yokdur. ki, hıristiyan dininin esas inançlarından biridir. üç incilde vardır. fekat yuhannada yokdur. işai rabbani, akşam yemeği demekdir. matta incilinin yirmialtıncı babının yirmialtıncı ayetinde, markosun ondördüncü babının yirmiikinci ayeti ve devamında ve lukanın yirmiikinci babının ondokuzuncu ayetinde anlatılan, dediği için, kiliselerde papazların bir ekmek üzerine düa okuyunca, bu ekmeğin isa aleyhisselamın eti olacağı, ekmeği parçalara ayırınca isa aleyhisselamın kurban edilmiş olacağı ve bir tasdaki şeraba okuyunca, bunun isa aleyhisselamın kanı olacağı ve ekmek parçalarını alıp şeraba batırarak yiyenlerin, tanrı ile birleşmiş olacakları inancıdır. bu husus, kitabımızın dokuzuncu maddesinde izah edilmişdir. petrusun isa aleyhisselama doğru, su üzerinde yürümesi, balığın ağzında akça, para bulunması, pilatusun hanımının rü'yası, isa aleyhisselamın kıyamında bütün azizlerin mezarlarından kalkması, isa aleyhisselamın kabri başına muhafızların konulması ve diğer ba'zı hususlar, sadece matta incilinde bulunup, diğer incillerde yokdur. dört incilin birçok mes'elelerde bir diğerine zıd ve muhalif olmasından başka, her incilin içinde de birbirinden ayrı ve birbirini nakz eden nice mes'eleler de vardır. buna misal olarak: matta incilinde isa aleyhisselam oniki havariyi ilk def'a, dine da'vet için vazifelendirip gönderdiğinde, putperest taifelerin ve samiriyyelilerin şehrlerine gitmekden ve onlarla buluşmakdan men' etdi. dağdaki va'zında da, şakirdlerine, mukaddes şeyleri köpeklere vermekden ve incilerini hınzırlara atmakdan men' etdi. yine aynı matta incilinde, bu emrin tam tersi emr edilmekde, sekizinci ve yirmibirinci bablarında, yehudilerin yerine putperestlerin dine da'vet edilmesini istemekde ve yehudilerin imansızlıklarından da şikayet edilmekdedir. yirmidördüncü babın ondördüncü ayet ile diğer yerlerinde incil yeryüzünde bulunan kavmlerin, milletlerin hepsine ulaşdırılmadıkca, teblig edilmedikce, dünyanın sonunun gelmiyeceği i'lan edilmekdedir. yirmisekizinci babında ve başka yerde yalnız bir tek vaftiz ile, hiçbir fark gözetmeksizin başkalarını nasraniliğe kabul etmek için havarilere tenbih edilmekdedir. sekizinci babda isa aleyhisselamın yanına gelen yüzbaşı ile ilgili ayetler ile, onbeşinci babın yirmiikinci ayet ve devamında anlatılan bir kadının hikayesi arasında da ayrılık vardır. zira sekizinci babda anlatılan yüzbaşı putperest olduğu halde, isa aleyhisselam onun hasta olan hizmetcisine yardım eder. fekat onbeşinci babda anlatılan kenanlı kadın putperest olmadığı halde, önce isa aleyhisselam onu açıkdan red eder. sonradan kadın yalvarınca, hususi bir lutf şeklinde ona yardım eder. yuhannanın yedinci babının başında bildirildiğine göre: bayramı yakın idi. kardeşleri ona hitaben: buradan çıkıp yehudiyeye git ki, şakirdlerin dahi yapdığın işleri görsünler. zira kendisini açıkca tanıtmak isteyen kimse, işini gizlice yapmaz. eğer bu şeyleri sen yapıyorsan kendini dünyaya göster, dediler. çünki kardeşleri dahi, ona iman etmiyorlardı. isa onlara cevaben: benim vaktim daha gelmedi. fekat sizin vaktiniz daima hazırdır. dünya sizden nefret etmez. fekat benden nefret eder. çünki, diye ben onlara şehadet ederim. siz bu bayrama gidin. ben bu bayrama daha gitmem, çıkmam dedi. fekat kardeşleri çıkdıkdan sonra, kendisi de, o vakt açıkca değil, fekat gizlice imiş gibi bayrama gitdi demekdedir. eğer yuhanna incili muharref değildir denirse: isa aleyhisselama yapdığı bu yalancılık isnadı nasıl te'vil edilir. çünki, isa aleyhisselamın bayrama gitmem dediği halde, sonra da gizlice gitdiğini haber vermekdedir ki, bu yalancılıkdır. haşa isa aleyhisselamda böyle bir hal bulunamaz. matta, yehudanın intihar etmesi kıssasını, incilinin yirmiyedinci babının üçüncü ve daha sonraki ayetlerinde: o zeman isayı haber veren yehuda, katle hükm olunduğunu görünce pişman olup, almış olduğu otuz gümüşü başkahinlere ve ihtiyarlara geri getirip: ben suçsuz bir kimseyi ele vermekle günah işledim dedi. fekat onlar: bundan bize ne? onu sen düşün dediler. yehuda gümüşleri ma'bedin içine atıp gitdi ve varıp kendisini asdı. başkahinler gümüşleri alıp: bunu ma'bedin hazinesine koymak caiz değildir. çünki kan behasıdır dediler. müşavere etdikden sonra, yabancılara mezarlık olmak üzere onunla çömlekçinin tarlasını satın aldılar. bunun için bu tarlaya, bugüne kadar kan tarlası denildi demekdedir. luka ise, petrusdan nakl ederek resullerin işleri kitabının birinci babının, onsekizinci ayetinde: ücreti ile bir tarla edindi. başaşağı düşüp ortadan çatladı. bütün barsakları döküldü. bunu bütün orşilimde oturanlar bilir. hatta, o tarlaya onların lisanında akeldama, ya'ni kan tarlası denilir demekdedir. bu iki rivayet, iki şeklde birbirine uymamakdadır: birincisi: mattanın rivayetine göre, yehuda pişman olup, aldığı gümüşleri geri vermiş ve kahinler onunla bir tarla satın almışlardır. lukanın rivayetine göre ise, o gümüş ile kendisi bir tarla sahibi olmuşdur. ikincisi: mattanın rivayetine göre, yehuda kendini asmış, intihar etmişdir. lukanın rivayetine göre ise, başaşağı düşmüş ve karnı parçalanmışdır. yuhannanın birinci mektubunun ikinci babının, ikinci ayetinde: demekdedir. buradan anlaşılıyor ki, günah işlemekden ma'sum olan, yalnız isa aleyhisselamdır ve bütün alemin günahlarına keffaretdir. halbuki, sifrül emsalin yirmibirinci babının onsekizinci ayeti: kötü adam, salih adamın fidyesidir. münafık, hain adam da doğruların şeklindedir. buradan anlaşılıyor ki, fasık, günah işleyen, işlemiyenin, münafık olan da doğruların yerine feda edilecekdir. ibranilere mektubun yedinci babının onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerinde, ve sekizinci babının yedinci ayetinde, geçmiş peygamberlerin şeri'atları za'if, faidesiz ve mükemmel olmadığından, isa aleyhisselamın gelmesi ile hükmü kalmayıp ibtal edilmiş oldukları bildirilmişdir. halbuki, matta incilinin beşinci babı, onyedinci ayetinde isa aleyhisselam, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, fekat onları temamlamağa geldim demekdedir. matta incilinin onaltıncı babının, onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerinde, petrus için isa aleyhisselam: sen petrussun ve ben kilisemi bu kaya üzerinde bina edeceğim. cehennem kapıları onun üzerine galib olmıyacakdır. hem sana, göklerin melekutunun anahtarlarını vereceğim. yeryüzünde bağlıyacağın her şey, göklerde de bağlanmış olur ve yeryüzünde çözeceğin her şey, göklerde de çözülmüş olur dediği halde; yine aynı babda yirmibirinci ayetden i'tibaren diyor ki: öldürüleceğini ve üçüncü gün kıyam edeceğini, şakirdlerine o zeman göstermeğe başladı. ve petrus, isayı bir kenara alıp; yarab, bu senden uzak olsun, bu sana asla olmasın diye azarlamağa başladı. fekat isa dönüp petrusa: geri çekil ey şeytan, ben senden bizarım, usanmışım. zira sen, allah için olan maksadı his etmezsin. ancak insanlar için olan şeyleri his edersin, düşünürsün dedi. ve yine matta incilinin yirmialtıncı babının otuzdördüncü ayetinde, petrus için isa aleyhisselamın, , diye haber verdiği ve petrusun da yeminler ile inkar etmiyeceğini bildirdiği haber verilmekdedir. petrusun, bu sözünü unutup üç kerre, hem de yemin ile ve la'net ile isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdiği mattanın yirmialtıncı babının altmışdokuz ile yetmişbeşinci ayetleri arasında bildirilmekdedir. buna göre, matta incilinin. babında, isa aleyhisselam, petrusu medh etmekde ve onun afv etdiklerini allahü tealanın afv edeceğini bildirmekdedir. yirminci babında ise, şeytansın diyerek huzurundan kovmakda, yirmialtıncı babında ise, kendisini inkar edeceğini bildirmekdedir. hıristiyanlar, isa aleyhisselama tanrı diye inanmakdadırlar. tanrının hiç böyle hata etmesi düşünülebilir mi? işte bu petrusdur ki, hali hazırda romada oturan ve aleme sultan olmak iddiasında bulunan papalar, onun vekili oldukları ve yeryüzünü istedikleri gibi evirip çevirecekleri ve hiç günahsız oldukları iddi'asındadırlar. ba'zı insanlar da papaya böylece inanarak, cennete gitmek sevdasındadırlar. yine matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmialtıncı ayetinde ve luka incilinin yirmiikinci babının ondokuz ve yirminci ayetlerinde ve markosun ondördüncü babında anlatılan işai rabbani kıssası birbiriyle karşılaşdırılırsa görülür ki, birisi yatsıdan önce, birisi yatsıdan sonra olduğunu ve bu üç incil de, sofrada şerab bulunduğunu zikr ederler. yuhanna incilinin altıncı babında, bu vak'anın zuhura geldiğini ve bunun sadece ekmek olduğunu nakl etmekle beraber, şerabdan asla bahs etmez. halbuki, hıristiyanlığın i'tikad ve ibadet esaslarından biri de yimek ve bundaki ekmeğin isa aleyhisselamın eti ve şerabın da, kanı olduğuna inanmakdır. yuhannanın bu gibi i'tikad esaslarındaki dikkat ve ihtimamı, diğerlerinden daha fazla olduğu halde, şerabı zikr etmemesi, bu i'tikadlarının da, bir hurafe olduğunu açıkca göstermekdedir. imamı rabbani hazretleri kitabının cil ektubunda buyuruyor ki: sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. cevab veremedi risaleler hakkında bir inceleme hıristiyanlar, isa aleyhisselamı tanrı kabul etdikleri gibi, havarileri ve pavlosu da, resul, peygamber kabul etmekdedirler. onların yazdıkları risaleleri, mektubları da, vahy ile bildirilmiş ilahi kitablar, risaleler kabul etmekdedirler. bunun için bu risaleler in ahdi cedid kısmında dört incilden hemen sonra yer alır. dört incilin temamlayıcısı olan ve dört incilin ekleri denilen bu risalelere nazar edilirse, gerek birbirleri ile, gerekse inciller ile pek çok tenakuz ve ihtilafları vardır. bunlar, tek tek anlatılacak olsa, kitabı mukaddesin temamından daha büyük cildler yazılması icab ederdi. bunlara ba'zı misaller verelim: pavlosun iman ediş şeklindeki ihtilaflar için rahmetullah efendi kitabında buyuruyor ki: pavlosun nasıl iman etdiği hakkında resullerin işlerinin dokuzuncu, yirmiikinci ve yirmiüçüncü bablarında pekçok ihtilaflar vardır. ben bunları ismli kitabımda on vech üzere beyan etdim. fekat, bu kitabımda, bunlardan üçünü zikr etmekle iktifa edeceğim: resullerin işlerinin dokuzuncu babının yedinci ayetinde: onunla beraber yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular. sesi işitiyorlar. fekat kimseyi görmüyorlardı demekdedirler. yirmiikinci babının dokuzuncu ayetinde ise: benimle beraber olanlar gerçi nuru gördüler. fekat bana söz söyliyenin sesini işitmediler demekdedir. yirmialtıncı babda ise sesin işitilip işitilmediği hususu hiç bir şey söylenmiyerek kapalı geçilmişdir. bu üç ifade arasındaki tenakuz meydandadır. aynı kitabın dokuzuncu babının altıncı ayetinde, demekdedir. yirmiikinci babın onuncu ayetinde, demekdedir. yirmialtıncı babının onaltı, onyedi ve onsekizinci ayetlerinde ise: kalk ve ayakda dur. çünki hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şahid ta'yin etmek için sana göründüm. seni, kendilerine göndereceğim kavmden ve milletlerden kurtaracağım. ta ki, onların gözlerini açıp kendilerini karanlıkdan nura ve şeytanın tasallutundan allaha döndüresin ve bana iman etmeğe ve günahların bağışlanmasına ve mukaddesler arasında nasibe nail olsunlar diye yazılıdır. bunlardan şu neticeye varılır: dokuzuncu ve yirmiikinci babındaki ayetlerden, onun yapacakları, şehre vardıkdan sonra, kendisine beyan edileceği söylenmiş iken, yirmialtıncı babdaki ayetlere göre, sesi işitdiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmişdir. yirmialtıncı babın ondördüncü ayetinde: demekdedir. halbuki, dokuzuncu babın yedinci ayetine göre, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. yirmiikinci babında ise, susmak, nutku tutulmak diye bir şeyden bahs edilmemişdir. yine da buyuruluyor ki: resullerin amali risalesinin diğer bablarında olan ihtilaflar bunlardan daha fenadır. pavlosun, korintoslulara yazdığı birinci mektubun onuncu babının birinci ve sonraki ayetlerinde, ecdadımız bulutun altında idiler. denizden geçdiler. bulutda ve denizde musa tarafından vaftiz oldular. siz onların ba'zıları gibi putperest olmayasınız ve zina etmeyiniz. nitekim onlardan ba'zıları zina edip bir günde yirmiüç bini birden öldü demekdedir. ahdi atikde adedler kitabının yirmibeşinci babının birinci ve sonraki ayetlerinde israil oğulları zina etmeğe başladı. cenabı hak ta'un hastalığını musallat eyledi. ta'undan ölen yirmidört bin kişi idi denilmekdedir. ölenlerin mikdarı arasındakadar bir fark göründüğünden, ikisinden birisi elbette yanlışdır. yine resullerin işlerinin yedinci babının ondördüncü ayetinde: da'vet etdi, çağırdı demekdedir. bu ibarede yusüf aleyhisselamın mısrda olan iki oğlu ile kendisi, bu yetmişbeş kişiye dahil değildir. zikr edilen aded, sadece ya'kub aleyhisselamın aşiretinin sayısını bildirmekdedir. halbuki tekvinin kırkaltıncı babının yirmiyedinci ayetinde ise, demekdedir. resullerin amali kitabının ibaresinin yanlış olduğu meydandadır. işte hıristiyanlık akidesinin temel kitabı olan dört incilin ve risalelerin hali budur. yukarıda zikr etdiğimiz gibi, gerek bu incillerde, gerekse de ve de bulunan ihtilaflar yalnız bunlardan ibaret değildir. bunlardaki ihtilafların herbiri anlatılsa, cildler tutacağından ve bunların bir kısmı, ve kitablarında bildirilmiş olduğundan, burada daha fazla bilgi vermedik. bu hususda daha fazla bilgi almak isteyenlere, protestan ilm adamlarından gislerin senesinde ta'b edilen ismli kitabına ve selirmacirinsenesinde ta'b edilen adlı eserine, sypherinsenesinde ta'b edilen ismindeki kitabına ve muasırlarındanyor adlı müsteşrikin ismindeki kitabına ve şuazer adlı müsteşrikinsenesinde neşr edilen adlı eserine ve mu'asırlarından gustav ichtelin isa aleyhisselamın hallerine dair yazdığı kitaba ve stauruz ve diğer yazdığı eserlere mürace'at etmelerini tavsiye ederiz. müslimanların kendisine sarıldıkları, kur'anı kerim ise, allahü tealanın, mealindeki hicr suresinin dokuzuncu ayetinin ma'nai şerifi mucibince, hicreti nebeviyyeden zemanımıza kadar, ya'ni binikiyüzdoksanüçsenedir çeşidli milletlere mensub müslimanların ellerinde bulunduğu halde, bir noktası dahi fazla veya eksik olmıyarak, allahü tealanın ilahi hıfzı ile mahfuz olduğu, herkes tarafından tasdik edilmişdir. hal böyle iken, beşon altın ücret ile vazifeli olarak, islam memleketlerine gelip, , sağlam temeller üzerine oturtularak, zemanımıza kadar aynı doğruluk ve sağlamlığı ile bizlere ulaşan islamiyyeti mukayese ederek, doğrulukdan, hak din olmakdan nasib almak hülyasına düşmüş olan bir kaç papazın iddi'alarına hayret etmekden başka ne denilebilir. bunların teşebbüsleri, dedikleri gibi, hakkı, doğruyu ortaya koymak olsa idi, islam kitablarını layıkı ile mütalea etmediklerinden, bir noktaya kadar ma'zur görülebilirlerdi. fekat, işin aslı böyle olmayıp, çeşidli safsatalar ve hileler ile cahilleri aldatmak ve islamiyyetden ayırmakdır. islam alimlerinin yazdıkları kitablara ve kendilerine sordukları suallere cevab veremeyip, sanki o kitabları görmemiş gibi, evvelki cehalet ile münasebetsiz bir şeklde islamiyyete saldırmakdadırlar. yalan ve iftiralarla dolu gizli gizli risaleler, kitablar te'lif etmekde ve el altından neşr etmekdedirler. kitabına cevab bir papazın neşr etdiği kitabının ikinci babının üçüncü faslında diyor ki: bu fasl, hıristiyanlığın israil oğulları arasında yayıldığı gibi, muhammed aleyhisselamın dini de hıristiyanlık üfkundan ortaya çıkacak iken, arabistan putperestleri arasında zuhur etmesi şeklindeki garib mes'elenin açıklanmasına dairdir. bütün alemler allahü tealanın mülkü olup, kendi mülkünde dilediğini yapıcı olduğunda asla şübhemiz yokdur. ilahi fi'llerinin hepsi hikmetli birer sebeb ile olmakdadır. rabbani hikmetinin bir gereği olmak üzere, hazreti mesihin ruhani ve dini mükemmil olmasına bir hazırlık olmak üzere, önce musa aleyhisselamın şeri'atini gönderdi. musa aleyhisselam, beklenen yerde, bulundukları zemanda ortaya çıkmasının ve kendi kilisesinin ya'ni cema'atinin binasını buna kabiliyyet kazanmış olan esas üzerine koymasının, sübhani hikmete uygun olması, az bir mülahaza ile anlaşılabilir. bunun gibi, eğer hıristiyanlığın kaldırılması, nesh edilmesi allahü tealanın muradı olsaydı, hem kıyas gereği, hem de maslahat icabı onun yerine dikilecek kamil ağacın, hıristiyanlık kökünden, ya'ni yeni bir din kabulüne hazır bulunan yerden ortaya çıkması gerekirdi. ama, islamiyyeti bina ve te'sis eden zat, ne bir hıristiyan memleketinde doğmuş, ne de israil oğulları arasında zuhur etmişdir. bil'aks tarihlerin açıkca belirtdikleri gibi, ka'bei muazzamayı üçyüze yakın putlarla dolduran cahil arablar arasından çıkmışdır. arab tarihlerinden haberdar olan, vukuf sahibi kimselerin bildiği gibi, hazreti muhammed aleyhissalatü vesselam nübüvvetini bildirdiği, ya'ni dinini i'lana başladığı vakt, mekke halkı, adı geçen dini kabule hazır değildi. tam bir zıdlıkla onun sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğine i'tiraz ve tebligatına muhalefet ve zatına hakaret ederlerdi ki, eğer ona ebu talib ve onun hanedanının kuvveti yardımcı olmasaydı ve sonradan mekke halkı arasında meydana gelen akrabalık rekabeti ve gayretinin, onun maksadına ulaşması için meydana getirdiği fırsat onun kabiliyyetine eklenmeseydi, mezkur din, henüz tomurcuk halinde iken, muhaliflerin taarruzlarından zedelenir ve perişan olur giderdi. mezkur yeni dini, ya'ni islamiyyeti kuvvetlendirmek için, buna cismani sebebleri ve dünyevi vesileleri serbestçe kullanmak; islam dininin hıristiyan dini kadar ruhani olmadığına ve onun zuhuru için arabistanın hazır bulunmadığına kuvvetli bir delildir. islamiyyet, ruhani bir din, arabistan da, onu kabule hazır olmuş olsaydı, cismani sebeblere ve dünyevi vesilelere asla ihtiyaç duyulmaksızın, o da hıristiyanlığın yayılması gibi halim ve selim olarak yayılırdı. putperest ve cahillerin, hidayete gelmeleri için, en mükemmel ve en üstün dinin bir def'ada gönderilmesi mümkin iken, niçin merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, islamı, altıyüz sene evvel hıristiyanlığın ve ikibin sene evvel museviliğin yerine koymadı, ya'ni onlardan önce göndermedi. bunca zeman te'hirine sebeb ne idi? müslimanlar, kendi dinlerinin hak ve allahü teala tarafından gönderilmiş olup olmamasını, bu delilimiz vasıtası ile anlıyabilirler demekdedir. gadaülmülahazatın bu yazısı hülasa edilirse, üç iddi'ayı içine almakdadır: birincisi: isa aleyhisselamın dininin ya'ni hıristiyanlığın fazilet ve üstünlüğünün sebebi; onu kabul etmeğe müsaid, şeri'at terbiyesi görmüş israil oğulları arasında zuhur etmesi ve muhammedin sallallahü teala aleyhi ve sellem dininin ya'ni islamiyyetin ise, şeri'at terbiyesi görmemiş ve onu kabul etmeğe müsaid olmıyan putperestler arasında zuhur etmesidir. ikincisi: hıristiyanlık yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı halde, islamiyyetin sertlik, kuvvet ve dünyevi sebeblerle yayılmasıdır. üçüncüsü: allahü tealanın peygamber göndermesi mümkin ve kendisi de merhametlilerin en merhametlisi olduğu halde, üstün olan bir dini, ya'ni islamiyyeti, diğerlerinden evvel göndermemesinin, onun adaletine uygun olmamasıdır. gada, kışlık ta'am demekdir. birinci iddiaları: cevab: bu iddi'alarına çok çeşidli şekllerde cevab vermek mümkindir. israil oğulları, isa aleyhisselamın teblig etdiği ilahi ahkamı, kabul etmeğe müsaid olmakla beraber, şeri'at terbiyesi de görmüşlerdi. böyle olduğu halde, isa aleyhisselama ömrü boyunca, sekseniki kişi icabet etmiş, inanmışdı. halbuki muhammed aleyhisselam, hiçbir dini kabul etmeğe müsaid olmıyan ve hiçbir şeri'at ve din terbiyesi görmemiş arap putperestlerini, babalarının ve dedelerinin dinine temamen zıd, nefslerinin arzularına, lezzetlerine büsbütün muhalif olan bir dine, ya'ni islamiyyete da'vet etdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem peygamberliğini i'lan etmesinden, vefatına kadar yüzyirmidört binden ziyade sahabe, onun da'vetini kabul ederek, seve seve iman etmişlerdi. fazilet ve üstünlüğün hıristiyanlıkda mı, yoksa islamiyyetde mi olduğunu, bu yazımızı okuyan akl sahiblerinin insafına bırakıyoruz. ebu talibin elinden geldiği kadar peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem himaye etmeğe, korumağa çalışdığı doğrudur. fekat bu, islamiyyetin yayılmasına ve yükselmesine, zan edildiği gibi, üzerinde durulacak şeklde, bir himaye ve yardım değildir. bu himaye, onun sallallahü aleyhi ve sellem dinine inandığı için değildi. akrabası olduğundan, yalnız öldürülmemesi ve eziyyet yapılmaması içindi. çünki, ebu talib de, iman etmemişlerden idi. bu sırada eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan ba'zıları müşriklerin eziyyetlerine dayanamıyarak habeşistana hicret etmişlerdi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramla aleyhimürrıdvan beraber, her dürlü görüşmelerden men'edilmiş olarak üç yıl boyunca mekkede mahsur kaldılar. allahü teala da, iki def'a peygamberimize, akrabalarını, yakınlarını toplıyarak, dine da'vet etmesini emr etdi. şu'ara suresinin ikiyüzondördüncü ayetinde mealen, buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu ayeti kerimedeki emr mucibince, akrabalarını müsliman olmağa da'vet etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem akrabalarını toplayınca, allahü tealaya iman ve itaat ederek, kendinizi onun azabından kurtarınız. yoksa bana olan akrabalığınız size faide vermez buyurdu. hiç birisi iman etmedi. hatta amcası ebu leheb ve zevcesi olan odun taşıyıcı, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem eza ve cefada o kadar aşırı gitdiler ki, kureyşin ileri gelenleri ile birlikde ebu talibe şikayete gidip; resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem himaye etmekden vaz geçmesini teklif etdiler. bunun üzerine ebu talib, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem çağırarak, dini islama da'vet işinden vaz geçmesi için, nasihatlarda bulundu. bu ve bunun gibi, yüzlerce delil ile sabitdir ki, ebu talibin himayesi , islamiyyetin kureyş kavmi tarafından kabulüne sebeb olmamışdır. muhammed aleyhisselam, kendisini kabule müsaid olmıyan bir kavm arasında zuhur etmiş ve onlara peygamber olarak gönderilmişdir. halbuki isa aleyhisselam, kendilerini kurtaracak bir peygamber bekleyen, israil oğulları arasında zuhur etmiş, ortaya çıkmışdır. isa aleyhisselam da, diğer peygamberler aleyhimüsselam gibi, yehudilerden çok zahmet ve sıkıntı çekdi. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düşmanları, o server hayatda iken, helak oldular, kendi mubarek zati nübüvvetleri ise, medinei münevverede aişenin radıyallahü teala anha evinde, yatağında darı fenadan darı bekaya teşrif etdi. bugün ellerde bulunan dört incil kitabında, dini kabule müsaid, şeri'at terbiyesi görmüş bir kavmden olan petrus ve diğer havarilerin, isa aleyhisselam yakalandığı zeman, kendi başlarının derdine düşdükleri ve hemen isa aleyhisselamın yanından kaçdıkları, hatta o gece, isa aleyhisselamın en yakın havarisi olan petrusun, horoz ötmeden önce, yemin ve la'netler ederek, isa aleyhisselamı tanımadığını söyliyerek, inkar etdiği yazılıdır. din kabulüne müsaid olmıyan putperest bir kavm içinde iken, islamiyyeti kabul eden ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek sohbetleri ile şereflenen, eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, hicret esnasında resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mağarada arkadaşı oldu. resulullaha bir zarar gelir korkusu ile mağaradaki yılan yuvalarını hırkasını parçalayarak kapatdı. son deliğe parça yetişmediği için, bunu da ayağı ile kapatdı. yılan ayağını ısırdı. ne ayağını çekdi, ne de bir ses çıkardı. gözünden akan yaş, resulullahın mubarek yüzüne damlayınca, resulullah uyandı ve mu'cize olarak mubarek tükrüğünü ebu bekrin radıyallahü anh ayağına sürdü, yarası iyi oldu. bütün malını islamiyyet için harcadı. daha sonra, arablardan irtidad edenlerle cihad edip, bunları imana getirdi. ömer radıyallahü anh ise, ilk iman etdiği gün, eshabı kiramın önüne düşüp, mekkede müşriklerin işkence ve eziyyetlerine rağmen, korkmadan müslimanlığını i'lan etdi. bütün halifeliği müddetince, büyük fethler yapıldı. islamiyyet her yere yayıldı. adaletde ise, ona benzer hiçbir kumandan ve hiçbir adil kimse ortaya çıkmadı. bunlar tarihlerde yazılıdır. osmanı zinnureyn radıyallahü anh mekkenin en zenginlerinden idi. ne kadar serveti varsa hepsini islamiyyeti kuvvetlendirmek için sarf etdi. burada sadece tebük gazasında verdiklerini zikr edelim: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mescidde eshabı kiramı tebük gazası için yardımda bulunmaya teşvik etdi. osman radıyallahü anh ayağa kalkıp: ya resulallah! allah yolunda sırt çulları ve semerleri ile birlikde yüz deve vermeyi üzerime aldım buyurdu. resulullah tekrar teşvikde bulundu. osman radıyallahü anh tekrar ayağa kalkdı ve ya resulallah! allah yolunda sırt çulları ve semerleri ile birlikde yüz deve daha vermeyi üzerime aldım buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem minberden inerken: buyurdu. eshabı kiramı tekrar teşvik etdi. osman radıyallahü anh: ya resulallah! allah rızası için, sırt çulları ile birlikde yüz deve daha vermeyi üzerime aldım buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. bunun üzerine osman radıyallahü anh bin altın getirerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kucağına dökdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ey allahım! ben osmandan razıyım. sende razı ol diye düa etdi. osman radıyallahü anh tebük ordusunun yarısını techiz etdi. . osmanı zinnureyn radıyallahü anh, bu orduya, takımları ile birlikde, dokuzyüz elli deve, elli at vermiş ve bunların süvarilerinin techizatını karşıladığı gibi, onbin dinar veya yediyüz rukye altın daha göndermişdir. ali radıyallahü anh ise, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicret etdiği gece, onun yatağına yatıp, kendini onun için feda etmişdi. nice muharebelerde lakabının hakkını verdi. diğer eshabı güzinin radıyallahü anhüm ecma'in her biri, canlarını ve mallarını, resulullah efendimizin emri ile hiç çekinmeden feda etdiler. islamiyyetin hıristiyanlıkdan fazilet ve üstünlüğü ve bu iki dine inanan, bu iki peygamberi görenler arasındaki fark, güneş gibi meydandadır. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, israil oğulları arasında zuhur etmeyip, isma'il aleyhisselamın evladından olan arabların arasından zuhur etmesinde de, nice faideler, fazilet ve üstünlük vardır. birincisi: allahü teala, hazreti hacere bir melek gönderip: diye müjdeledi. işte allahü tealanın bu va'dine binaen, muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem, isma'il aleyhisselam neslinden gelmişdir. allahü teala, hazreti sarenin neslinden, pek çok peygamber göndermişken, isma'il aleyhisselamın neslinden sadece muhammed aleyhisselamı göndermişdir. böylece, allahü tealaali darekutni, de, bağdadda vefat etdi. nın va'di yerine gelmişdir. bundan peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem fazilet ve üstünlüğü anlaşılmaz mı? ın müellifi olan papaz, bu müjdeyi başka ma'naya çekerek, te'vil etmek istemekde ve arab beğlerini hacere müjdelemekdir demekdedir. gayret ve himmet sahibi bir hıristiyana: senin evladın zengin beğler olacak. fekat mecusi, putperest olacaklar denilirse, o kimse bu müjde ile mesrur olur, sevinir mi? . haşa, cenabı hakkın hazreti hacere teselli verecek yerde, senden müşrik evlad gelecek diye müjde vermesi aynen bunun gibidir. bir diğer husus da şudur: müjde ibaresinde diye bir söz yokdur. fekat, isma'il aleyhisselamın neslinin büyük bir ümmet olacağı ve beni israilin üzerine galib olacağı açıklanmışdır. islamiyyetin zuhurundan önce müşrik arablar tarafından beni israili kahr edecek bir büyük vak'a olmadığı ve yehudileri zelil eden bu vak'anın ancak islam dini olduğu gayet açıkdır. ikincisi: beni israil peygamberleri, isa aleyhisselama gelinceye kadar tevrat ve zeburun ahkamını öğrenir ve öğretirlerdi. eğer muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem beni israilden zuhur etmiş olsaydı; kur'anı kerimi ve bütün ahkamı ilahiyyeyi, beni israil alimlerinden öğrendi diyerek iftira edileceğinde, asla şek ve şübhe edilmezdi. peygamberlerin en üstünü olan resulullah efendimiz kavmi içinde, bir zeman dahi olsa, gayb olmamış ve bir kimseden bir harf dahi öğrenmiyerek, mübarek eline de kalem almamışdır ve mekkei mükerreme şehrinde, yehudi ve hıristiyan da yokdur. hal böyle iken, papazlar ve diğer kitablarında; peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ticaret için şama teşriflerinde bahira ismli rahibden veya hıristiyanların ileri gelenlerinden ilm öğrendiğini i'lan etmişlerdir. halbuki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, amcası ebu talib ile şama gitdiklerinde oniki yaşında idi. bu hususu bütün siyer alimleri ittifak ile bildirmişlerdir. rahib bahira ile mülakatı, görüşmesi de ancak birkaç saatden ibaret idi. bahira; peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem dikkat ile bakdıkdan sonra, onun ahir zeman peygamberi olacağını anlamışdı. sonra ebu talibe: dedi. ebu talib, rahibin bu işareti üzerine, onun sözüne uymuş ve ticaret için götürmüş olduğu malları busra ve civarında satarak, mekkei mükerremeye dönmüşdü. peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem ilm öğretdi denilen rahib; bu kadar ilmi peygamberimize öğreteceğine, kendi peygamberlik iddi'asında bulunamaz mı idi? bundan başka, muallim denilen bahira, peygamberimizde sallallahü aleyhi ve sellem ortaya çıkan ve nihayetsiz olan bu ilmleri acaba hangi kaynakdan almış, hangi menba'dan öğrenmiş idi. çünki, allahü tealanın resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği ilmler, incili ve tevratı şamil oldukdan başka, onlarda olmıyan birçok ilmleri de bildirmişdi. zira, kur'anı kerim, altıbinden ziyade ayet olarak, pek çok hükmleri ve ma'rifetleri içine almakdadır. bundan başka, resulullahın mubarek lisanından beyan olunan ilm ve ma'rifetler; sünnet, vacib, müstehab, mendub, nehy, mekruh ve diğer haberlere dair, yediyüzbin hadisi şerif sahih senedler ile hadis alimlerince zabt ve rivayet edilerek, ortaya konulmuşdur. imamı nesai rahmetullahi aleyh bunu te'kid ederek: yediyüz ellibin hadisi şerif toplamışdım. fekat, ellibin hadisin senedinde za'iflik olduğundan, terk etdim. yediyüz binini hıfz etdim buyurmuşdur. yehudilerin ve hıristiyanların allah kelamı dedikleri, ellerindeki tevrat ve incillerde, kıssalardan başka emr, nehy ve sair dini ahkama müteallik olan ayetlerin temamı bir yere toplanılsa, yediyüze ulaşmaz. bu hususu, bahsinde tafsilatlı olarak anlatacağız. muhammed aleyhisselam, acaba hıristiyan rahiblerin hangisinden, hangi çeşid ilmi öğrenmişdir? küçük bir havuzdan okyanusun meydana gelmesi mümkin midir? bundan anlaşılıyor ki; kavmi içerisinde, bir rahib yokken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu iftiraya uğradığı halde, israil oğulları içerisinde gönderilmiş olsaydı, kimbilir daha nice iftiralara uğrardı. işte bunun için, vacibülvücud olan allahü teala, sevgilisini bu gibi iftiralardan koruyarak, israil oğulları arasından göndermedi. üçüncüsü: eski tarihleri ele alıp, henüz mevcud olan milletlerin adetlerini, hallerini ve fi'llerini dikkatlice incelediğimizde, bedevilik halinde iken bile, arabların vatanseverlik ve milliyetcilikle beraber, misafirperverlik ve yoksullara yardım etmek gibi, güzel hasletlerde, şecaat, kahramanlık, taharet, ırk, neseb, cömertlik, kerem, edeb ve hürriyyetine düşkünlükde üstün, yüksek evsafa, adetlere sahib oldukları görülür. bunlarda ve akllılıkda, fesahat ve belagatda, arablara benzer bir kavm var mıdır? israil oğullarının ne gibi kötü ahlak sahibi oldukları, başdan sona kadar tevratda da yazılıdır. onların, kavmlerin en kötüsü olduklanesai ahmed, de ramlehde vefat etdi. rı da meydandadır. mahlukların en faziletlisi, en üstünü olan fahri kainat efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabilelerin en üstünü olan arablardan gelmesi mi, yoksa beni israilden gelmesi mi evla olur? beni israil, peygamberlere tabi' olup, musa aleyhisselamın şeri'ati ile amel etdikleri müddetce, allahü tealanın lutflarına mazhar olmuş ve diğer kavmlerden daha üstün olmuşlardı. fekat, sonradan peygamberlere aleyhimüsselam ihanet etmeleri ve bunlardan çoğunu öldürmeleri sebebi ile insanların en rezili, en alçakları olmak derecesine düşdüler. bu husus, hıristiyanlarca da bilinmekdedir. isa aleyhisselamın beddüası ile de hakir, zelil ve alçaklık üzere yaşayıp, hakaretden ilelebed kurtulamıyacaklardır. şimdi diye i'tiraz etmek ne kadar şaşılacak bir tenakuzdur. haşr suresi, ikinci ayetinde, mealen: ey akl sahibleri! bilmediklerinizi, size bildirilmiş olanlardan anlayınız buyurulmuşdur. dördüncüsü: isa aleyhisselam, çeşidli mu'cizelerle beni israil gibi bir kavm içerisinde, peygamber olarak gönderildiğinden, mubarek sözleri arasında, o zeman kullanılması adet olan, birkaç mecazi sözlerini te'vil edemeyip, sonra gelen papazlar, teslis gibi, hiç bir aklı selimin asla kabul etmeyeceği, eski hindlilerin ve eflatunun felsefesinde bulunan üç ilaha inanmak gibi bir i'tikadı kabul etdiler. halbuki resulullah efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem teblig etdiği, müteşabih olan ayeti kerime ve hadisi şerifler ve diğer tebligatı; tefsir ve hadis kitablarında uzun olarak anlatıldığı gibi, nice hikmetli ince ma'na ve hakikatleri şamil olduğu da bildirilmişdir. bunların adedi isa aleyhisselamın tebligatından çok fazladır. eğer peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, beni israilden gönderilmiş olsaydı; allahü tealanın üluhiyyetini temamen inkar ederek, diyeceklerine hiç şübhe olunabilir mi idi? ikinci iddiaları: da ortaya atılan ikinci iddia, dır. cevab: bu iddiaları da, diğerleri gibi yanlışdır, aslsızdır. şöyle ki: birincisi: incilin beyanı ve isa aleyhisselamın ikrarı ile sabitdir ki, nasranilik, musevilikden başka bir din olmayıp, onun mükemmili idi. ancak, onda farzı yokdu. nasranilikde cihadın bulunmaması, onun üstünlüğünü değil, noksanlığını gösteren bir delildir. eğer cismani sebebler ile yayılan bir dinin hak, doğru olmaması zan edilirse, bu hepsinden önce hıristiyanlığın batıllığını i'tiraf etmek olur. ikincisi: eğer bir dinin yayılmasının sebebi, cismani sebeblerle olması, o dinin batıllığına delil getirilecek olursa, hıristiyanlığın yayılması için başvurulan sebeblere bir nazar etmek icab eder. mesela, isa aleyhisselamın, insanları dine da'veti esnasında muhaliflerinin, düşmanlarının suikastlerinden korkarak gizlenmesi, mu'cizesinin gizlenmesini tavsiye etmesi, kendisinin mesih olduğunu kimseye söylememeleri için havarilere tenbihde bulunması, kimin kılıcı yok ise elbisesini bile satıp bir kılıç satın alsın diye şakirdlerine tenbihi, putperest olan romalılara itaat etdiğine bir alamet olarak vergi vermeleri için emr etmesi ve isa aleyhisselamdan sonra hıristiyan fırkaları arasındaki ihtilaf yüzünden nice harblerin meydana gelmesi ve milyonlarca insanın öldürülmesi ve papaların sebeb olduğu avrupada zuhura gelen ihtilaller, çarpışmalar, tampliye ve sen bartelmi vak'alarında ve engizisyon mahkemelerinde, hıristiyanlar tarafından milyonlarca ma'sum kimsenin katl edilmesi, amerika kıt'asında ve sonradan keşf olunan diğer adalarda, misyonerlerin çıkardığı fitnelerde, milyonlarca insanın kılınçdan geçirilmesi gibi hadiseler, tarihlerden okunup anlaşılınca, hıristiyanlığın cismani sebeblere ya'ni kuvvet, zor, sertlik ve dünyevi menfe'atlere baş vurmaksızın, yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı, nasıl iddia edilebilir? dan senesine kadarsene sekiz dalga halinde devam eden haçlı seferlerinde yapılan zulmler, yapılan katliamlar ve vahşetler anlatılmakla bitmez. haçlı orduları, geçdikleri her yeri, hatta kendi dindaşları bizanslıların başşehri olan istanbulu bile yakıp yıkdılar. haçlı seferleri hakkındaciltlik bir eser yazan hıristiyan michaud diyor ki: senesinde haçlılar kudüse girmeğe muvaffak oldular. şehre girince, müsliman ve yehudi. kişiyi boğazladılar. cami'lere sığınan müsliman kadınları ve çocukları bile, hiç acımadan öldürdüler. sokaklarda sel gibi kan akdı. ölüler yüzünden yollar tıkandı. haçlılar o kadar vahşileşmişlerdi ki, daha almanyada ren nehri sahilinde iken orada rastladıkları yehudileri boğazlamışlardı. bunları kendilerinden olan hıristiyan tarihciler yazıyor. hıristiyanlar de endülüs emevi devletini mahv edip, kurtubaya girince, önce kurtuba cami'ine saldırdılar. bu güzel haşmetli binaya atlarıyla girdiler. cami'e sığınan müslimanları merhametsizce boğazladılar. o kadar ki, cami'in kapılarından kan akmağa başladı. yehudileri de aynı şeklde katl etdiler. vahşi ispanyollar, bütün müsliman ve yehudileri kılıç tehdidi ile zorla hıristiyan yapdılar. ellerinden kaçabilenler osmanlı devletine iltica etdiler. bugün türkiyede bulunan yehudiler, bunların torunlarıdır. ispanya kralı ferdinand, ispanyadaki bütün müslimanları ve yehudileri imha edince: diye iftihar etmişdi. işte yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı iddia edilen hıristiyanlık ve yumuşak ve tatlı olduklarını söyliyen hıristiyanların vahşetleri! hıristiyan fırkalarının birbirlerine yapdıkları zulm de bundan aşağı değildir. hele bu kitabını yazan papazın, şeri'at terbiyesi görmüş diye medh etdiği yehudilere, hıristiyanların yapdıkları zulmler de, herkesin ma'lumudur. papaz doktor kith in ingilizce olarak te'lif edip, papaz merikin farsçaya terceme etdiği ve evenburgda de ismi ile basılan kitabının yirmiyedinci sahifesinde diyor ki: yirmisekizinci sahifesinde ise: ispanyada yehudiler üç şartdan birini kabul etmeğe zorlandılar: hıristiyanlığı kabul edecekler. hıristiyanlığı kabul etmiyenler, habs edilecekler. bu ikisini kabul etmeyenler memleketden, bulundukları yerden kovulacaklar. bu muamelenin benzeri fransada da yapıldı. böylece yehudiler diyar diyar dolaşdılar. gitdikleri bütün hıristiyan memleketlerinden hep kovuldular. o zeman onlar için, avrupada olduğu gibi, asyada da, emin oldukları bir belde yokdu. yirmidokuzuncu sahifesinde ise: katolikler, yehudileri kafir kabul etdikleri için, zulm etdiler. katoliklerin en ileri gelen papazları toplanarak ba'zı kararlar aldılar: bir hıristiyan, bir yehudiyi korursa hata etmişdir. o kişi endülüs islam devleti da teşekkül ve de nihayet buldu. aforoz edilir. ya'ni hıristiyanlıkdan çıkarılır. hıristiyan devletlerin hiç birisinde yehudilere bir vazife tevdi edilmez. hiç kimse yehudiler ile yemek yiyemez ve ortaklık yapamaz. yehudilerden doğacak çocuklar hıristiyanlar tarafından yetişdirilir. bu maddenin ağırlığı ortadadır denilmekdedir. otuz ikinci sahifesinde: portekizliler, yehudileri yakaladıkları zeman ateşe atıp yakıyorlardı. bu işi yapdıkları zeman, bayram günü gibi kadınları ve erkekleri toplanıp seviniyorlardı. kadınları ise, sevinçlerinden zıplayıp sıçrıyarak oynuyorlardı denilmekdedir. papazların yazdığı kitabında ise: miladın. senesinde, roma imperatoru gratienus, kumandanları ile meşveret etdikden sonra; memleketinde bulunan bütün yehudilerin hıristiyan olmasını, hıristiyanlığı kabul etmiyenlerin ise, katl edilmesini emr etdi demekdedir. bunları yazanlar hıristiyanların ileri gelen papazlarıdır. katoliklerin protestanlara, protestanların da katoliklere yapdığı zulm ve işkence yukarıda anlatılanlardan az değildir. beyrutda senesinde arabca olarak neşr edilen ve onüç risaleden müteşekkil kitabın on üçüncü risalesinin onbeş ve onaltıncı sahifelerinde diyor ki: roma kilisesi, protestanlara karşı pek çok zulm, eziyyet ve katliamlar yapmışdır. bunu isbat eden şahidler de bu avrupa memleketlerindedir. avrupada, kütübi mukaddeseyi imanda ve amelde kendilerine rehber edinmiş ve isa aleyhisselama inanıp da, papaya inanmıyanlardan. den ziyade insan, diri diri ateşe atılarak yakılmışdır. aynı şeklde binlercesi, ya kılıçdan geçirilerek, ya da hapislerde veya işkencelerle veya kemikleri oynak yerlerinden ayrılarak veya kerpetenlerle dişleri ve tırnakları sökülerek çeşidli şekllerde yok edilmişlerdir. fransada sadece marirsü lemavus bayram gününde otuz bin kimse öldürülmüşdür. katoliklerin protestanlara yapdığı zulme sen bartelmi katliamı ve anlatması çok uzun süren nice katliamlar şahiddir. sen bartelmi katliamında altmış bin protestan öldürülmüşdür. katolik papazlar bunları bir iftihar vesilesi olarak yazıyor ve neşr ediyorlar. fransa krallığına de oturan dördüncü henri, protestan katliamını durdurdu. bundan hoşlanmıyan muteassıb katolikler, dördüncü henriyi öldürtdüler. de zulmler ve katliamlar yeniden başladı. ölümden kurtulmak için ellibin aile memleketlerini bırakıp kaçdılar. protestanların katoliklere yapdıkları da, katoliklerin protestanlara yapdığından az değildir. katolik papazlarından ingiliz tamisin ingilizceden urducaya terceme etdiği ve ismi ile senesinde tab' edilen ve hindistanda pek çok dağıtılan kitabın kırkbir ve kırkikinci sahifelerinde: protestanlar ilk öncemanastır, mekteb, kilise ve hastahaneyi katolik sahiblerinin ellerinden zor ile alarak kıymetsiz bir para ile satdılar. aldıkları parayı aralarında taksim etdiler. buralarda oturan binlerce aç ve çıplak fakiri de sokaklara atdılar demekdedir. kırkbeşinci sahifesinde ise: protestanların kin ve düşmanlıkları aynı şeklde mezarlarda yatan ölülere dahi ulaşdı. ölülerin cesedlerine işkence ederek kefenlerini soydular demekdedir. ve sahifelerinde ise: kütübhaneler de, katoliklerden gasb olunan mallar içerisinde gayb oldu. ciyl birl bu kütübhaneleri, üzülerek şu sözlerle anlatmışdır: protestanlar buldukları kitabları yağma etdiler. o kitabları yakarak yemek pişirdiler ve onlarla şamdanlarını ve ayakkabılarını temizlediler. ba'zı kitabları da, attarlara ve sabunculara satdılar. bunların çoğunu deniz ötesinde bulunan mücellidlere verdiler. bunlar yüz veya elli kitab değildi. bil'aks gemiler dolusuydu. yabancı milletleri bile hayretde bırakan bir şeklde, bunları yok etdiler. ben, bir tacirin, her biri yirmi rupyeye iki kütübhaneyi satın aldığını biliyorum! bu mezalimden sonra, kiliselerin hazinelerini soyup, oraları çıplak duvardan ibaret bırakdılar. kendilerini doğru bir iş yapıyor zan etdiler demekdedir. ellikinci ve daha sonraki sahifelerinde diyor ki: şimdi protestanların katolikler hakkında zemanımıza kadar yapdıkları zulmlerden bahs edelim: protestanlar, ingilterede adalet ve merhametden ve ahlakdan uzak, katoliklere zulm için, yüzlerce kanun çıkartdılar. bunlardan bir kaçını yazalım: bir katolik, anne ve babasının malına varis olamaz. onsekiz yaşını geçen hiçbir katolik erazi satın alamaz. ancak protestanlığı kabul ederse alabilir. hiç bir katolik iş yeri açamaz. hiç bir katolik muallimlik yapamaz. kim buna muhalefet ederse, müebbed habs olunur. katolik olanlar, vergileri iki kat olarak öderler. herhangi bir katolik papaz, ayin yapdırırsasterlin ceza öder. papaz olmıyan bir katolik bu işi yaparsa, sterlin ceza öder ve bir sene habs olunur. bir katolik oğlunu ingiltere dışına okumaya gönderirse, kendisi ve oğlu öldürülür. malları ve hayvanları ellerinden alınır. hiç bir katoliğe devlet işlerinde vazife verilmez. herhangi bir katolik, pazar günü veya bayramlarda protestanların kilisesinde hazır olmazsa, bulunmazsa, her ay kendisindensterlin ceza alınır ve toplumdan kovulur. bir katolik londradan beş mil uzağa giderse, sterlin ceza öder. altmışbirden altmışaltıya kadar olan sahifelerde ise şöyle diyor: kraliçe elizabethin emri ile, katolik rahibi ve din adamlarından çoğu, gemilerle götürülüp, denize atıldılar. sonra, elizabethin askerleri katolikleri, protestan yapmak için irlandaya geldi. askerler katolik kiliselerini yakdılar. nerede bir katolik papazı bulurlarsa, hemen öldürüyorlardı. semruk kal'asında bulunan askerleri de öldürdüler. şehrleri yakdılar. ekinleri ve hayvanları tahrib etdiler. fekat, katolik olmıyanlara iyi davrandılar. sonra parlamento, senesinde, birçok şehrlere, katoliklerin bütün mallarını ve erazilerini ellerinden almaları için adamlar gönderdi. katoliklere yapılan bu zulmler kral ceymis zemanına kadar devam etdi. onun zemanında, bu zulmler biraz hafifletildi. fekat protestanlar, ona kızdılar. senesinde, bin protestan krala dilekçe verip, önce olduğu gibi parlamentoda katoliklere zulm yapılması ile alakalı kanunların değişdirilmemesini, aynen kalmasını istediler. fekat, kral onların bu teklifini kabul etmedi. bunun üzerine, yüzbin protestan londrada toplanarak katolik kiliselerini yakdılar. katoliklerin bulunduğu semtleri yıkdılar. öyle ki, otuzaltı yerde yangın çıkardılar. bu fitne, altı gün devam etdi. sonra kralsenesinde, başka bir kanun çıkardı. katoliklere halen mevcud olan hakları verdi. yetmişüç ve yetmişdördüncü sahifelerde şöyle demekdedir: irlandada kont ras colin vak'asını duymamışsınızdır. onun irlandada yapdıkları doğrudur ve aslı vardır. protestanlar her sene ikiyüz ellibin rubye ve birçok yerlerin kirasını toplıyarak, bu paralarla fakir ve yoksul katoliklerin çocuklarını satın alıyor, ana ve babalarını tanımamaları için, onları başka yerlerde yaşıyan protestanlar arasına gönderiyorlardı. bunlar büyüyünce, memleketlerine tekrar geri gönderiliyor, ana ve babalarını ve kardeşlerini tanımadıkları için, erkek ve kızkardeşleri ile, hatta ana ve babaları ile evlendikleri de oluyordu.hıristiyanların müslimanlara yapdıkları zulmlerin, işkencelerin en vahşisi, en canavarcası, ingilizler tarafından hindistanda yapılmışdır. aşağıdaki yazı, hindistandaki islam alimlerinin büyükcevab veremedi lerinden allame muhammed fadlı hak hayrabadi çeştinin , ya'ni kitabından ve mevlana gulam mihr alinin buna yapdığı haşiyesinin hind baskısından terceme edildi. bu kitab, de, muhammed fadlüllah isminde yazılıdır. ingilizler, ilk olarak, senesinde, hindistanda kalküte şehrinde, ticarethaneler açmak için ekber şahdan izn aldılar. şahı alem zemanında kalkütede erazi satın aldılar. bunları muhafaza için asker getirdiler. da sultan ferruh şir şahı tedavi etdikleri için, bütün hindistanda, bu hak kendilerine verildi. şahı alemi sani zemanında delhiye girerek, idareye hakim oldular. zulme başladılar. hindistandaki vehhabiler, de, sünni, hanefi ve sfi olan sultan ikinci behadır şaha, bid'at ehli, hatta kafir dediler. bunların ve hindu kafirlerinin ve hain vezir ahsenullah hanın yardımı ile, ingiliz askeri delhi şehrine girdi. evleri, dükkanları basıp, malları, paraları yağma etdiler. kadınları, çocukları dahi kılınçdan geçirdiler. içecek su bile bulunmaz oldu. hümayun şahın delhideki türbesine sığınmış olan çok yaşlı şahı, çoluk çocukları ile, elleri bağlı olarak, kal'a tarafına götürdüler. patrik hudson, yolda şahın üç oğlunu soydurup, don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehid etdi. kanlarından içdi. cesedlerini kal'a kapısına asdırdı. birgün sonra, başlarını ingiliz kumandanı henri bernarda götürdü. sonra, başları suda kaynatıp, şaha ve zevcesine çorba olarak gönderdi. çok aç olduklarından, hemen ağızlarına koydular. fekat çiğneyemediler, yutamadılar. ne eti olduğunu bilmedikleri halde, çıkarıp toprağa bırakdılar. hudson haini, niçin yimediniz? çok güzel çorbadır. oğullarınızın etinden yapdırdım dedi. sonra, sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını rangon şehrine nefy ve habs etdiler. sultan da zindanda vefat etdi. delhide üçbin müslimanı kurşunlıyarak, yirmiyedibin kişiyi de keserek şehid etdiler. ancak gece kaçanlar kurtulabildi. hıristiyanlar, diğer şehrlerde ve köylerde de, sayısız müsliman öldürdüler. tarihi san'at eserlerini yıkdılar. eşi bulunmıyan, kıymet biçilemiyen zinet eşyalarını gemilere doldurup londraya götürdüler. allame fadlı hak de andaman adasında, zindanda ingilizler tarafından şehid edildi. . derdimve sonraki sahifelerini okuyunuz! senesinde ruslar, efganistanı işgal ederek, islam san'at eserlerini tahrib ve müslimanları şehid etmeğe başlayınca, evvela büyük alim ve veli ibrahim müceddidiyi, yüzyirmibir talebesi ve zevce ve kızları ile kurşunlayıp şehid etdiler. bu vahşetin, alçak hücumun sebebi de ingilizler oldu. çünki, senesinde, rus ordularını mağlub ederek, moskovaya girmek üzere olan alman devlet reisi hitler, radyoda, ingiliz ve amerikaya haykırarak, mağlubiyyeti kabul ediyorum. size teslim olacağım. bana müsaade ve fırsat veriniz. rusya ile harbe devam edeyim. rus ordusunu perişan edeyim. komünist felaketini dünyadan kaldırayım dedi. ingiliz başvekili çorçil, bu teklifi red etdi. ruslara yardıma devam ederek, ruslar gelmeden berline girmediler. rusların dünyaya bela olmasını sağladılar. ingilizlerin muhtelif tarihlerde, dünyanın muhtelif yerlerinde ve bilhassa hindistanda müslimanlara ve islam dinine karşı yapdıkları hıyanetleri ve cinayetleri daha fazla anlamak istiyenlere senesinde beyrutda basılmış olan esseyyid muhammed habib ubeydi beğin kitabını okumalarını tavsiye ederiz. amerikalı hukuk ve siyaset adamlarından bryan William Jennings, kitabları, konferansları veilearasında abd kongresi temsilciler meclisinde azalık yapması ile meşhurdur. arasında abd hariciyye vekili idi. de öldü. kitabında, ingilizlerin islam düşmanlığını, zulmlerini uzun yazmakdadır. abdürreşid ibrahim efendi, da istanbulda basılan türkçe kitabının ikinci cildinde, yazısının bir yerinde diyor ki: hilafeti islamiyyenin bir an evvel kaldırılması, ingilizlerin birinci düşünceleridir. kırım muharebesine sebeb olmaları ve burada türklere yardım etmeleri, hilafeti mahv etmek için bir hile idi. paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymakdadır. her zeman türklerin başına gelen felaketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep ingilizlerden gelmişdir. ingiliz siyasetinin temeli, islamiyyeti yok etmekdir. bu siyasetin sebebi, islamiyyetden korkmalarıdır. müslimanları aldatmak için, satılmış vicdanları kullanmakdadırlar. bunları islam alimi, kahraman olarak tanıtırlar. sözümüzün hulasası, islamiyyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir. abdürreşid ibrahim efendi de Japonyada vefat etdi. hıristiyanların yapdığı zulmlerden burada, sadece bir kısmını zikr etdik. işte, şeri'at ve din terbiyesi görmüş, isa aleyhisselamın sözüne iman etdiklerini söyliyen hıristiyanların, zulm ve vahşetinden bir kısmı. biz kitabının sahibi olan papazın bu zulmleri, vahşetleri bilmiyecek kadar cahil olduğunu zan etmiyoruz. müslimanların bu tarihi hadiselerden haberleri yokdur zannı ile, iddiasını kuvvetlendirmek için kendisini cahil gibi göstermekdedir. üçüncüsü: eğer yalnız cismani sebebler ya'ni kuvvet, zor ve sertlik, bir dinin yayılmasına kafi olsaydı; bunca çarpışmalar, zulm ve katliamlardan sonra, bütün dünyanın hıristiyan olması ve yeryüzünde yehudilerden hiçbir kimsenin kalmaması lazım gelirdi. dördüncüsü: islamiyyetin emr etdiği cihadı fisebilillah, kılıç zoru ile alemi müsliman olmağa cebr etmek değildir. cihad, kelimei tevhidi bütün cihana yaymak ve duyurmak, allahü tealanın hak dininin, diğer dinler üzerine olan üstünlük ve faziletini ortaya koymakdır. bu cihad, evvela teblig ve nasihat şeklinde yapılır. ya'ni islamiyyetin hak din olduğu, bütün se'adetleri, adaleti, hürriyyeti ve insan haklarını emr etdiği bildirilir. bunu kabul eden gayrı müslimlere vatandaşlık hakkı verilir. müslimanların malik oldukları bütün hürriyyetlere nail olurlar. bu da'veti kabul etmeyip, inad eden hükumetlerle, zalim diktatörlerle harb edilir. harbde mağlub oldukları zeman, evvelce yapılmış olan da'vet tekrar edilir. ya'ni islamiyyeti kabul etmeleri istenir. kabul ederlerse, onlar da aynen diğer müslimanlar gibi, hür olurlar. kabul etmezlerse cizye denilen vergiyi vermeleri teklif edilir. cizye vermeği kabul edenlere denir. bunlara dinlerini değişdirmeleri için herhangi bir zorlama yapılmaz. kendi dinlerinin icablarını yapmaları için, onlara her dürlü müsaade verildiği gibi, malları, canları, ırzları, namusları, müslimanların malı, canı, ırzı ve namusu gibi, devletce muhafaza edilir. bütün hak ve hukukda, müsliman ve müsliman olmıyan adalet önünde müsavi tutulur. üçüncü iddiaları: papazların ortaya atdıkları üçüncü iddia: dır. cevab: papazların bu iddialarına da çeşidli şekllerde cevab verilir: bunlardan biri, biz inanıyoruz ki, allahü teala sonsuz kudret sahibidir. yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi ile bir karıncayı, yaratması, ona göre müsavidir. haşa, şeriki olması gibi, mümkin olmıyan şeyden başka, allahü tealanın yaratamıyacağı hiçbir şey yokdur. eğer iddia etdikleri gibi, hazırlık olmaksızın peygamber göndermek imkansız olsa, bu da resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerine ilaveten bir diğer mu'cize olur. çünki, yeni bir dini kabule hazır ve kurtarıcı bir peygamber bekleyen israil oğullarından, isa aleyhisselama, göke çıkarılıncaya kadar iman edenler, sekseniki kişi olmuşdur. herhangi bir din terbiyesi, şeri'at terbiyesi görmemiş ve yeni bir dini kabule müsaid olmıyan arabların içerisinden gelen, fahri kainat aleyhi efdalüttehiyyat efendimizin vefatından önce, o arablardan yüzyirmidört binden ziyade kimseyi imana kavuşdurması, mümkin olmıyanı, mümkin yapmakdır, bir mu'cizedir. hele, demeleri hiç bir aklın kabul edeceği şey değildir. çünki, hıristiyanların i'tikadı , dolayı, bütün insanlar, hatta bütün peygamberler günah kirine bulaşmış olduklarından, allahü teala sevgili oğlunun kanını dökerek, onları afv ve mağfiret etmek içindi şeklindedir. biz onlara soruyoruz: isa aleyhisselam, hıristiyanların inancına göre allahü tealanın oğlu ve belki aynısı iken, adem aleyhisselamdan hemen sonra gönderilseydi; bu kadar peygamber ve bunca ma'sum insanlar cehenneme girmemiş olsalardı, daha evla olmazmıydı? hususen meliklerin, sultanların teşrifinde, saltanatı en büyük olan geriden gelir. insanların adetlerine göre de büyük hutbelerde en mühim olan kısm en son zikr edilir. bu her hususda böyledir. mesela mahir san'atkarlar işlerinin kabasını, o işde çalışan çıraklarına kabaca yapdırdıkdan sonra, en mühim ve nazik olan yerlerini sonunda kendileri yaparak işi temamlarlar. böyle olması tabi'idir. hakimi mutlak olan allahü teala da peygamberlerin en üstünü ve en efdali olan seyyidilmürselini sallallahü aleyhi ve sellem en son olarak gönderip, kendi dinini kuvvetlendirmesi ve hiç noksansız olması, ilahi hikmetine daha uygun olacağı açıkdır. yine kitabının ikinci babının dördüncü faslında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cize sahibi olup olmaması bahsinde diyor ki: isa ve musa aleyhimesselam kendilerinin allah tarafından gönderilmiş resullerden olduklarını halka isbat etmek için çeşidli mu'cizeler göstermişlerdir. çünki, böyle yalancı ile doğruyu birbirinden ayıran bir imtihan mihengi olmasaydı; pek çok riyakar ve insafsız yalancı, peygamberlik iddiasında bulunmağa cesaret ederdi. allahü tealanın, kime kelamını verip vermediğini, kimi peygamber olarak seçip seçmediğini, birbirinden ayırmağa bir vasıta da bulunamazdı. binaenaleyh, eğer muhammed aleyhisselamın peygamberlik iddiasını bu mi'yara, bu mihenge sürterek muayene edersen; musa ve isa aleyhimesselamın iddiaları gibi sabit ve isbat edilmiş olamıyacağı ortaya çıkar! tarihciler ve siyer alimlerinin şehadetlerine güvenerek, muhammed aleyhisselamın, risaletini isbat için bir çok mu'cizeler göstermiş olduğunu farz etsek bile, ikna olmayız. zira onların kendi peygamberlerine isnad etdikleri hayret edilecek şeyler ve garib hadiseleri isa mesihin ve diğer peygamberlerin mu'cizeleri ile mukayese etdiğimizde, ortaya çıkan ihtilaf ve birbirlerine benzemeleri yönünden, mezkur garib hadiselerin allah tarafından olduklarına inanmak ve kabul etmek pek zordur. mesela, muhammed aleyhisselamın emri ile bir ağacın yerinden hareket ederek onun tarafına doğru yürümesi ve ortasından bir ses çıkarak: diye peygamberliğine şehadet etmesini ve hayvanların ve dağların, taşların ve bir hurma salkımının bile yukarda zikr etdiğimiz gibi şehadet etmelerini ve her giydiği elbise ister uzun, ister kısa olsun boyuna uygun olmasını işitdiğimizde şübhe etmememiz mümkin midir? çünki bu gibi şeyler, hayal olan şeylere benzemekdedir. bütün geçmiş peygamberlerin ortaya koydukları delil ve alametlere temamen zıd ve onlardan uzak olduğu açıkdır. sözün kısası, bu papaz uzun yazısının sonunda, diğer peygamberlerin mu'cizeleri olduğu halde, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizesi yokdur demek istemekdedir. cevab: bilinmelidir ki, papazların şimdiye kadar, bütün hıristiyanları islamiyyetin aleyhinde iğfal edip aldatdıkları sebeblerden, yapdıkları iftiralardan birisi de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizeler izhar etmemiş, göstermemiş olmasıdır. bu yalanlarına ikna edici cevablar ve kitablarında kat'i deliller ile beyan edilmişdir. her bir suallerine çeşidli cevablar verilmişdir. bu papazlar, bu kitabları hiç görmemiş ve kendilerine verilen cevabları hiç işitmemiş gibi görünüyorlar. daha doğrusu, kendilerine verilen cevabları ve getirilen delilleri çürütecek sağlam bir vesikaları olmadığından, haberdar değilmiş ve bilmiyormuş gibi görünerek, , , kitablarında ve müslimanlara karşı neşr etdikleri yalan ve iftiralarla dolu diğer kitablarda, önceki i'tirazlarını ve yalanlarını aynen tekrar etmekdedirler. bu kitablarda, evvelce yazmış olduklarının, ismlerini değişdirerek, cahilleri aldatmak, i'tikadlarını bozmak gibi kötü bir niyyete sahibdirler. ancak biz yukarıda zikr etdiğimiz ve kitablarında, misyonerlere verilen cevablardan bir kısmını, kısaca buraya yazmağı muvafık gördük: bütün peygamberler aleyhimüsselam me'mur oldukları nübüvvetlerinin doğruluğuna şahid olmak üzere; gönderildikleri kavmlerin kıymet verdikleri ve kabul etdikleri işlerden, insan kudretinin üstünde, adet dışı olan ba'zı harikulade işler, ya'ni insanların bir mislini yapmakdan aciz oldukları işleri mu'cize olarak ortaya koymuşlardır. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem zuhur eden mu'cizelerin, üçbinden çok olduğu siyer kitablarında yazılıdır. kur'anı kerim ve hadisi şeriflerde beyan edilmiş olan ve gören ve işitenlerin rivayet ederek, neslden nesle ulaşan ve bize kadar gelen, pek çok mu'cizelerin mevcudiyyeti her dürlü şübheden uzakdır. bu mu'cizelerden ba'zılarını iki nev' üzerine beyan edelim: birinci nev. bu kısm, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem geçmiş ve gelecek ahvale dair sadır olan mu'cizeler hakkındadır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatdı. ahdi atik ve ahdi cedid kitablarını bir kimseden okumadan ve öğrenmeden, binlerce sene önce yok olmuş, eserleri bile kalmamış geçmiş ümmetlerin hallerinden haber verdi. nitekim kitabının beşinci babı, birinci faslı, dördüncü kısmında diyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, nuh aleyhisselamın kıssasını anlatdı. bu mu'cizeye kur'anı kerim işaret etmekdedir. hud suresinin kırkdokuzuncu ayetinde mealen, biz onu sana vahy ederiz. bundan önce, onu ne sen, ne de kavmin bilmezdiniz buyurulmuşdur. fekat, kur'anı kerim ile geçmiş kitablar arasında görülen ba'zı ayrılıklar kitabının beşinci babının ikinci faslında anlatılmışdır. kur'anı kerimde, geçmiş kavmlerin bilinmeyen haberleri çokdur. aynı kitabın, beşinci babının, birinci faslının, üçüncü kısmında, kur'anı kerimde bildirilen haberlerden yirmiiki adedi beyan edilmişdir. bunlardan ba'zıları: bekara suresinin ikiyüzondördüncü ayetinde mealen, mü'minler! siz hemen cennete gireceğinizi mi zan ediyorsunuz? sizden önce geçen, allah dostlarına gelen çaresizlik gibi bir şey size gelmedi. onlara şiddetli fakirlik, hastalık, açlık ve bela göndermişdim. kendilerine gelen belalardan o kadar muzdarib oldular ki, peygamber ve ona iman edenler, allahü tealanın yardımı ne zeman olacak derlerdi. dikkat ediniz, uyanık olunuz ki, allahü tealanın yardımı yakındır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimedeki nusrat, yardım va'di umumi olup, müslimanlara va'd edilmekdedir. bu va'd hemen zuhur etdi. islamiyyet evvela arabistana, sonra bütün dünyaya yayıldı. bedr gazasından önce, allahü teala, eshabı kirama zaferi müjdeledi ve kamer suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyurdu. aynen buyurulduğu gibi, bedr gazasında kureyş kavmi hezimete uğrayıp helak oldu. allahü teala, rum suresinin bir, iki, üç ve dördüncü ayetlerinde mealen: en yakın olan bir yerde mağlub oldu. mağlubiyyetden sonra, üç yıl ile dokuz yıl arasında burada hasmları galib olacaklardır. yenmek ve yenilmek önde ve sonda allahü tealanın emrindedir. rumların iranlılara galib olduğu günde mü'minler sevineceklerdir buyurdu. bu ayeti kerimelerin tefsirinde, müfessirlerin ve siyer alimlerinin ittifakla bildirdikleri husus şudur: rumların mağlubiyyetden sonra acemlere, ya'ni iranlılara galib olacaklarının haber verilmesidir. bu aynen vuku' buldu. hatta, bu ayeti kerime nazil olduğu zeman, kureyş kafirlerinin ileri gelenlerinden ubeyy bin halef inkar etdi. ebu bekr radıyallahü anh ile yapdığı konuşmada; ona dil uzatarak onların galib geleceğini inkarında ısrar etdi. bunun üzerine üç sene kadar beklemek ve taraflardan kimin dediği çıkmazsa, diğerine onbeş dişi deve vermek üzere mukavele yapdılar. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gelerek, bu mukaveleyi arz etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ayeti kerimede geçen kelimesinin üçden dokuza kadar olan sayılara şamil olduğunu beyan buyurdu ve ebu bekre radıyallahü anh, ona gidip, hem müddeti, hem de deve adedini artdırmasını emr etdi. bunun üzerine, ebu bekr radıyallahü anh, yapdıkları mukaveleyi yenileyerek, müddeti dokuz seneye ve deve adedini yüze çıkardı. hicretin altıncı senesinde hudeybiyede iken, rumların iran üzerine galebe etdiği haberi kendilerine ulaşdı. fekat ubeyy bin halef, uhud gazasında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yerden alarak ona atdığı bir harbe ile katl edilmiş olduğundan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh onun varislerinden zikr edilen yüz deveyi aldı. hadisi şerifler ile bildirilen, gaybe aid haberler ve mu'cizati nebeviyye de, sayılamıyacak kadar çokdur. bunlara bir kaç misal verelim: islama da'vetin başlangıcında, müşriklerin eziyyetlerinden dolayı, eshabı kiramın bir kısmı habeşistana hicret etmişlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkei mükerremede kalan eshabı kiramla beraber, üç sene her dürlü görüşme, alışveriş yapma, müslimanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün ictimai muamelelerden men' olundular. kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, ka'bei muazzamaya asmışlardı. her şeye kadir olan allahü teala denilen bir çeşid kurdu o vesikaya musallat etdi. yazılı bulunan ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yidi bitirdi. allahü teala bu hali cibrili emin vasıtası ile peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem bildirdi. peygamberimiz de sallallahü aleyhi ve sellem bu hali, amcası ebu talibe anlatdı. ertesi gün, ebu talib, müşriklerin ileri gelenlerine giderek; muhammedin rabbi ona şöyle haber vermiş. eğer söylediği doğru ise, bu hali kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani' olmayınız. eğer söylediği doğru değilse, ben de onu artık himaye etmiyeceğim dedi. kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul etdiler. herkes toplanarak ka'beye geldiler. ahdnameyi ka'beden indirerek açdılar ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi ibaresinden başka, bütün yazıların yinilmiş olduğunu gördüler. tenbih: yazarlardı. peygamber efendimiz sallallahü teala aleyhi ve muhammed kandihari de vefat etdi. sellem de islamiyyetin ilk senelerinde mektublarının başında, kureyşin adetine uyarak yazdırırdı. ayeti nazil olunca, mektublarının başına yazdırdı. daha sonra, rahman kelimesi bulunan ayeti kerime nazil olunca, yazdırdı. daha sonra, neml suresinde nazil olunca da, bunu yazdırmağa başladı. nitekim dıhyei kelebi radıyallahü anh ile rum kayseri herakliyusa gönderdiği mektuba ile başladı. kafire dahi yazılan mektuba besmele ile başlamak sünnetdir. hudeybiye sulhunda hazreti aliye yazmasını emr etdi. kureyşin vekili olan süheyl: biz rahmanirrahim diye bir şey bilmiyoruz. bismikellahümme yaz dedi. görülüyor ki, allahü teala, adem aleyhisselamdan beri bütün peygamberlere kendi ismini olarak bildirmiş, bu ismi kafir olanlar dahi kullanmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu ve buyurduğu gibi vakı' oldu. ve rum hazinelerini paylaşırlar ve acem kızları onlara hizmet eder buyurarak, iranın ve bizansın feth olunacağını da haber verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. hepsi cehenneme gidecek. ancak bir danesi kurtulacakdır ve yok edilir ve rumlardan nice nesller hükm sürerler. her birisi helak oldukca, sonraki asrdakiler, ya'ni bir diğer nesl onun yerine geçer buyurdu. bütün bunların hepsi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği gibi meydana geldi. şark ve garb dürülerek, kendisine gösterildi. müşahede etdiği yerlere kadar, ümmetinin malik olacağını ve dininin yayılacağını haber verdi. aynen haber verdiği gibi islamiyyet şarka ve garba yayıldı. buyurdu. buyurduğu gibi ömerin radıyallahü anh hilafeti son buluncaya kadar ümmeti muhammed emniyyet üzere yaşadı. daha sonra fitneler zuhur etmeğe başladı. yine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, isa aleyhisselamın gökden ineceğini, mehdinin aleyhirrahme zuhur edeceğini, deccalın ortaya çıkacağını haber verdi. osmanı zinnureynin radıyallahü anh kur'anı kerim okurken şehid edileceğini, alinin radıyallahü anh mubarek başından, ibni mülcemin kılıcı ile yaralanarak şehid olacağını haber verdi. hatta, ali radıyallahü anh ibni mülcemi gördükce; mubarek başını gösterir. buyururdu. ibni mülcem bundan allahü tealaya sığınır, madem ki, böyle alçak, kötü bir işin zuhuru peygamberimiz tarafından haber verilmişdir. ey ali, sen beni öldür. bu kötü işe alet olup da, kıyamete kadar la'nete düçar olmıyayım diye rica ederdi. ali radıyallahü anh katlden önce ceza olamaz. vuku' buldukdan sonra, kısas olursun cevabını verirdi. bunlar da temamı ile vaki' oldu. hendek gazasında ammar bin yasire radıyallahü anh buyurmuşlardı. daha sonra, mu'aviye radıyallahü anh safında bulunan kimseler tarafından sıffinde şehid edildi. bera bin malik radıyallahü anh için, saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, allahü teala onları doğrulamak için, o şeyi yaratır. bunlardan birisi bera bin malikdir buyurmuşdur. ahvaz muharebesinde islam askeri, tüster kal'asını altı ay muhasara edip, seksen gün kal'a kapısında harb etdiler. iki tarafdan da çok kimse öldü. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında resulullahın bu sözü bilindiğinden, bera bin malikin radıyallahü anh huzuruna toplandılar. kal'anın fethi için yemin etmesini rica etdiler. bunun üzerine bera bin malik radıyallahü anh hem kal'anın fethi, hem de kendisinin şehidlik mertebesine ulaşması için yemin etdi. o gün kendisi şehidlik mertebesine kavuşdu. o gece de, kal'anın fethi ile, ehli islam, allahü tealanın nusratına ve zafere ulaşdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün ümmi hiramın radıyallahü anha evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. diye sordu. resulullah, buyurdu. ümmi hiram, ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. resulullah, ya rabbi! bunu da onlardan eyle! buyurdu. bu da resulullahın buyurduğu gibi vaki' oldu. hazreti mu'aviye zemanında, ümmi hiram zevci ile gemilere binip, kıbrısa cihad etmeğe gitdi. orada atdan düşüp şehid oldu radıyallahü anhüma. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek kızı fatıma radıyallahü anha için: buyurdu. kendisinin ahirete teşrifinden altı ay sonra fatıma validemiz de radıyallahü anha ahirete teşrif etdi. ebu zeri gıfariye radıyallahü anh yalnız ve tenha bir yerde vefat edeceğini haber verdi. aynen öyle oldu. rebze denilen yerde yalnız başına vefat buyurdu. yanında sadece kızı ve hanımı vardı. vefatından biraz sonra, abdüllah ibni mes'ud ve diğer ba'zı zatlar geldiler. cenazesinin gasl, techiz ve tekfin işlerini yapdılar radıyallahü anhüm ecma'in. eshabı kiramdan süraka bin malike radıyallahü anh buyurmuşdur. yıllar sonra, ömer radıyallahü anhın hilafeti zemanında feth edilen iranın ganimetleri, medinei münevvereye geldi. ganimetlerin içerisinde kisranın kürkü ve bilezikleri vardı. ganimetlerin taksiminde, ömer radıyallahü anh, kisranın bileziklerini sürakaya radıyallahü anh verdi. süraka bilezikleri koluna takdı. geniş olduğu için ta dirseğine çıkdı. seneler önce resulullahın buyurduğunu hatırladı ve ağladı. ikinci nev. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem, fi'len meydana gelen mu'cizeler çokdur. bu mu'cizeleri burada saymağa kitabın hacmi kafi olmadığından ba'zılarını zikr edelim: mu'cizesidir ki, mubarek cesedi ile beraber, ya'ni ruh ve bedeni ile birlikde ve uyanık iken olmuşdur. bu mu'cizeye kureyş kafirleri inanmadılar. ba'zı imanı za'if müslimanlar da, aklları ermediğinden, şübhe fitnesine düşüp, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çeşidli sualler sorup, cevablarını aldıkdan sonra tasdik etdiler. kafirlerin suallerini ve bunların cevablarını öğrenmek isteyenler kitabına mürace'at edebilirler. mi'rac sadece ruh ile olsa, onu inkar edecek bir sebeb olmazdı. çünki, ruh uykuda bir anda şarka ve garba gider. bir kimsenin rü'yada gördüğü şeylerin aynısı vaki' olsa, evet olabilir denilir ve inkar edilemez. mi'rac hem ruh, hem de beden ile olmuşdur. allahü teala dilediğini çok sür'atli hareket etdirmeğe kadirdir. bunun için mi'raca inanan akllı kimselere ve nakl edenlere herhangi bir şey söylenemez. evet mi'rac, adet olan işlerin hilafınadır. fekat mu'cizelerin hepsi de adetin hilafıdır. bu adet dışı mu'cizenin imkanını ve vukuunu, felsefecilerin ileri gelenlerinden ibni sina akli deliller ile kitabında isbat etmişdir. şübhe eden oraya mürace'at edebilir. iman edilecek şeyleri, felsefe kitablarından deibni sina hüseyn de hemedanda vefat etdi. ğil, ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenmelidir. bir diğer husus ise, bedenin göğe çıkması, ehli kitab olanlar arasında da imkansız, ya'ni olamıyacak bir iş değildir. çünki, ehnuh, ilya ile elyesa' aleyhimüsselamın bedenen göğe çıkdıkları, hıristiyanların ellerinde mevcud deki tekvinin beşinci babının yirmidördüncü ayetinde ve ikinci meliklerin, ikinci babının birinci ayetinde yazılıdır. markos incilinin onaltıncı babının ondokuzuncu ayetinde ise: demekdedir. pavlosun, korintoslulara yazdığı ikinci mektubun onikinci babının ikinci ayetinde: mesih denilen adam, bedende mi veya bedenden haricde mi, bilmem, onu allah bilir. üçüncü göke çıkarılan bir adam olarak biliyorum demekdedir. isa aleyhisselamın da mi'raca çıkarıldığı görülüyor. kur'anı kerimde bildirilmiş olan , ayın yarılması mu'cizesidir. bu hususda, inkar edenlerin, ya'ni hıristiyan papazların i'tirazları ve müslimanların onlara vermiş oldukları cevablar, ve kitablarında uzun yazılıdır. mu'cizesidir. bedr gazasında, eshabı kiram aleyhimürrıdvan müşriklerin dörtde biri kadardı. harb şiddetlenip, müşrikler hücumlarını artdırdıkları zeman, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çardak altında mubarek başını secdeye koyup: ey yüce rabbim! eğer bu bir avuç müslimanı zafere ulaşdırmazsan, yeryüzünde seni tevhid edecek bir kimse kalmaz diye zafer ve nusrat için düa etdi. daha sonra, bir müddet sükut buyurdu. hemen mubarek gözlerinde sevinç alametleri belirip, yanında bulunan, mağara arkadaşı ebu bekri sıddika radıyallahü anh zafer ve allahü tealanın yardımı ile müjdelendiğini haber verdi. çardakdan çıkarak harb meydanına teşrif etdiklerinde, yerden bir avuç kum alıp, müşrik askerlerinin üzerine doğru atdı. kum tanelerinin her biri, düşman askerlerinin gözüne bir bela ve hezimet şimşeği gibi gelerek, zahiri bir sebeb olmaksızın derhal perişan oldular. enfal suresinin onyedinci ayeti kerimesi bu mu'cize hakkında nazil oldu. bu ayeti kerimede mealen: buyuruldu. bu ayeti kerime, tanıyan tanımıyan, yerli yabancı bütün dillerde tilavet edildi, okundu. müşriklerden, diye bir şey söylemek teşebbüsünde bulunan bir kimse olmadığı gibi, haşa belki de sihr olduğunu zan etmişlerdir. çeşidli yerlerde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizesidir. o mubarek sudan içerek, bir kaç yüz sahabi susuzluklarını giderdiler. hudeybiye günü ise, hazır bulunup da, bu mubarek sudan içen eshabı kiram, bin kişiden ziyade idi. ayrıca mataralarını da doldurmuş idiler. bu mu'cize, medine çarşısında, buvat gazasında, tebük gazasında ve daha pek çok yerlerde görülmüşdür. hatta, hudeybiyede su, mubarek parmaklarından musluklardan akar gibi akdı. susuz olanlar içdikden sonra, hayvanlara dahi yetişmişdir. bunlar, çok sağlam rivayetlerle, mu'temed siyer alimleri tarafından ittifak ile bildirilmişdir. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir hanım ile zevcine bir ölçek arpa verdi. misafirleri ve çocukları ile uzun zeman ondan yidiler, tükenmedi. bir def'a da, bir parça arpa ekmeği ve oğlakdan bin kişiye yemek yidirdi ve yemek hiç eksilmedi. bir def'asında da, bir parça ekmekden yüzseksen kişi yidi, ekmek yine de artdı. bir def'a da, bir parça ekmek ve pişmiş bir kuzu ile, yüzotuz kişiyi doyurdu. kalanını da deveye yükleyerek götürdüler. bir kaç hurma ile, bir habeşiyi doyurdu. bu mu'cize, def'alarca vaki' oldu. bir kab yemek ile, yanında bulunanları, ev halkını ve bütün akrabalarını doyurdu., paraları çoğaltma mu'cizesidir. selmanı farisi radıyallahü anh bir yehudinin kölesi idi. islamiyyet ile şereflenince, sahibi olan yehudi ile, kölelikden kurtulması için, üçyüz hurma fidanı dikmesi, onların meyve vermesi vedirhem altın vermek üzere anlaşdılar. takdir edilen üçyüz hurma fidanın çukurlarını açmakda eshabı kiram aleyhimürrıdvan, selmana radıyallahü anh yardım etdiler. çukurlar açılınca, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem teşrif etdi ve fidanları mubarek elleri ile dikdi. bunların hepsi bir sene zarfında kemale gelip, o sene meyve verdiler. bir tane hurmayı ömerülfaruk radıyallahü anh dikmiş idi. o fidan meyve vermedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elleri ile onu tekrar dikdi, hemen o da meyve verdi. bir gazada ganimet alınan yumurta kadar altını selmana radıyallahü anh verdi. selmanı farisi radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. o altını mubarek ellerine alıp, tekrar geri verdi ve: buyurdu. sahibi dartdı, tam geldi ve selmanı farisi de radıyallahü anh hür müslimanlar arasına girdi. mu'cizesidir. ebu hüreyre radıyallahü anh buyuruyor ki: bir gazada aç kalmışdık. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. evet ya resulallah! torbamda bir mikdar hurma var, dedim. buyurdu. getirdim. mubarek elini torbama sokdu ve bir avuç hurma alarak, yere serdiği mendil üzerine koydu ve bereket için düa buyurdu. orada bulunan eshabı kiram aleyhimürrıdvan gelip, ondan yidiler ve doydular. sonunda bana: ya eba hüreyre! sen de bu mendildeki hurmadan bir avuç al ve azık torbasına koy! buyurdu. bir avuç aldım ve torbama koydum. torbamda bu hurmalar hiç bitmedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hayatında ve daha sonra, ebu bekr, ömer ve osman radıyallahü anhüm hilafetleri zemanlarında hem yidim, hem de ikram etdim. yine bitmedi. ne zeman ki, osmanı zinnureyn radıyallahü anh halife iken, şehid edildi, azık torbam çalındı. peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem bunun gibi pek çok mu'cizeler zuhur etmişdir. diğer peygamberler için de, buna benzer mu'cizeler kitablarda zikr edilmişdir. bu mu'cizelerden ba'zıları, elyesa' aleyhisselamdan da zuhur etdiği in ikinci melikler kısmının dördüncü babında yazılıdır. böyle bir mu'cize, isa aleyhisselam için de vaki' olup, bir kaç parça ekmek ve balık ile dörtbeşbin kişiye yemek yidirdiği bütün incillerde yazılıdır. matta bab ondört, ayet onbeş ve devamı. markos bab altı, ayet otuzbeş ve devamı. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisinden mu'cize isteyen bir arabiye cevab olarak, yolun kenarında bulunan bir ağacı çağırdı. ağaç köklerini toplayıp, sürüyerek resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve peygamberliğine şehadet etdikden sonra, yerine geri gitdi. bir def'a da, bir hurma ağacı peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini tasdik etmiş, sonra tekrar eski yerine dönmüş idi.medinei münevverede, mescidi nebevi içinde dikili bir hurma kütüğü vardı. bu kütüğe hannane denirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hutbeleri ona dayanarak okurdu. minber yapılınca hannanenin yanına gitmedi. bu hurma kütüğü resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ayrılığından inlemeğe başladı. ya'ni kütükden ağlama sesi geliyordu. bütün cema'at işitdi. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yeni minberden inip hannaneye sarıldı, sesi kesildi. buyurdu. ka'bei muazzama içindeki putlar mubarek parmağının işareti ile yüzüstü düşmüşlerdi. ka'benin içine dikilmiş üçyüzaltmış put vardı. mekkei mükerreme feth edilip, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, haremi şerife girince, mubarek elinde olan hurma dalı ile her birine işaret buyurup, isra suresinde mealindeki seksensekizinci ayeti kerimesini okudukda, putlar yüz üstü düşdüler. mu'cizeleridir. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir gün bir arabi geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu islama da'vet etdi. arabi, bir müsliman komşusunun çok sevdiği bir kızının vefat etmiş olduğunu, eğer onu diriltirse iman edeceğini bildirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem. buyurdu. kabre kadar beraberce gitdiler. kabre varınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kızı ismi ile çağırdı. kabrden sesi işitilerek, kız kabrden çıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona: diye sordu. kız cevabında, hayır, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! allaha yemin ederim ki, ben burada, annemin ve babamın evindekinden daha rahatım ve müslimanın ahireti, dünyasından daha hayrlıdır, geri dönmem dedi ve kabre girerek eski haline döndü. cabir bin abdüllah radıyallahü teala anh bir koyun pişirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiram aleyhimürrıdvan ile beraber yidiler. buyurdu. kemikleri toplayıp, mubarek ellerini üstüne koyup düa etdi. allahü teala koyunu diriltdi. koyun kuyruğunu sallıyarak gitdi. , kadi iyadın , imamı süyutinin ve mevlana abdürrahman cami'in kitablarında geniş anlatılmışdır rahmetullahi aleyhim ecma'in. uhud gazasında ebu katadenin radıyallahü anh bir gözü çımolla cami, de hiratda vefat etdi. kıp yanağı üzerine düşdü. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem getirdiler. mubarek eli ile gözünü yerine koyup, ya rabbi! gözünü güzel eyle! dedi. bu gözü, diğerinden güzel oldu. ondan daha kuvvetli görürdü. ebu katadenin torunlarından biri halife ömer bin abdülazizin yanına gelmişdi. sen kimsin dedi. bir okuyarak, resulullahın mubarek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zatın torunu olduğunu bildirdi. halife bu beytleri işitince, kendisine ziyade ikramda ve ihsanda bulundu. bir gün iki gözü ama bir kimse gelip: dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona: kusursuz bir abdest al! sonra ya rabbi! sana yalvarıyorum. sevgili peygamberin muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. ey çok sevdiğim peygamberim muhammed aleyhisselam! seni vesile ederek, rabbime yalvarıyorum. senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. ya rabbi! bu yüce peygamberi bana şefaatcı eyle! onun hürmetine düamı kabul et düasını okumasını söyledi. o zat abdest alıp gözlerinin açılması için böyle düa etdi. hemen gözleri açıldı. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir avuç toprağa üfleyip, onu bir yaraya sürdükleri zeman yara iyileşir veya verdiği birşeyi içen veya yiyen hasta, şifa bulurdu. bunun misalleri pek çokdur. gözleri iyice görmez olmuş ve beyazlaşmış bir ihtiyarın gözlerine, mubarek nefesleri ile üfleyince, derhal şifa bulup, o ihtiyar kendi elbisesini diker oldu. iyas bin seleme diyor ki, hayber gazasında, resulullah beni gönderip, aliyi radıyallahü anh istedi. alinin radıyallahü anh gözleri ağrıyordu. elinden tutup, güçlükle getirdim. mubarek tükrüğünü, parmakları ile alinin radıyallahü anh gözlerine sürdü. sancağı eline verip, hayber kapısında döğüşmeğe gönderdi. çok zemandır açılamıyan kapıyı hazreti ali, yerinden sökerek, eshabı kiram kal'aya girdiler. ali radıyallahü anh, ömrü boyunca, bir daha göz ağrısı çekmedi. kendisine, dilsiz ve mecnun olan bir çocuk getirdiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem abdest aldıkdan sonra, geride bırakdığı sudan içirdiler. derhal şifa bulup, konuşmağa başladı ve akllı oldu. muhammed bin hatib diyor ki, küçük idim. üstüme kaynar su cevab veremedi döküldü. vücudum yandı. babam resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem götürdü. mubarek elleri ile tükrüğünü yanan yerlere sürdü ve düa buyurdu. hemen yanıklar iyi oldu. şurahbililcu'fi'nin radıyallahü anh avucunun içinde bir şişlik vardı. bu hal, onun kılıç ve hayvanların yularını tutmasına mani' oluyordu. bu halini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem arz etdi. resulullah mubarek eli ile avucunu ovuşdurdu. elini kaldırdığı zeman, o şişlikden hiçbir eser kalmamışdı. enes bin malikden radıyallahü anh rivayet edildi. buyurdu ki: annem resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem: ya resulallah! enes senin hizmetcindir. ona düa buyur, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! bunun malını ve çocuklarını çok eyle. ömrünü uzun eyle. günahlarını afv eyle! diye düa buyurdu. zeman geçdikçe, malları, mülkleri çoğaldı. ağaçları, bağları her sene meyve verdi. yüzden ziyade çocuğu oldu. yüzon sene yaşadı. ömrünün sonunda, ya rabbi! habibinin benim için yapdığı düalardan üçünü kabul etdin, ihsan etdin! dördüncüsü olan günahlarımın afv edilmesi acaba nasıl olacak deyince, dördüncüsünü de kabul etdim. hatırını hoş tut! sesini işitdi. acem padişahı hüsrev pervize, iman etmesi için mektub gönderdi. alçak hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. resul aleyhisselam bunu işitince, çok üzüldü ve ya rabbi! benim mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala! buyurdu. resulullah hayatda iken, hüsrevi oğlu şireveyh hançerle parçaladı. ömer radıyallahü teala anh halife iken, acem memleketinin hepsini müslimanlar feth edip, hüsrevin nesli de mülkü de, kalmadı. buyurmuşdur. eğer kitabını yazan papaz, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem daha çocuk iken, kendisinde görülen ve sahih nakllerle bildirilmemiş olan, ba'zı fevkalade haller için böyle söylüyorsa, belki sükut olunabilir. çünki mu'cizenin şartlarından biri de, bir peygamber, peygamber olduğunu söyledikden sonra hasıl olmasıdır. isa aleyhisselamın beşikde konuşması, kuru ağaçdan taze hurma isteyince, eline hurma gelmesi, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çocuk iken, göğsünün yarılıp, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, mubarek başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların kendisine selam vermeleri gibi, peygamber olduğu bildirilmeden önce hasıl olan harikalar, mu'cize değildi. keramet idiler. bunlara ya'ni başlangıçlar denir. peygamberliği kuvvetlendirmek içindirler. bu kerametlerin evliyada da hasıl olmaları caizdir. peygamberler, peygamberlikleri kendilerine bildirilmeden önce de, evliya derecesinden aşağıda değildirler. kerametleri görülür. mu'cize, peygamber olduğunu bildirdikden az zeman sonra hasıl olur. mesela, bir ay sonra şöyle olur deyince, hasıl olduğu zeman mu'cize olur. fekat, hasıl olmadan önce, onun peygamber olduğuna inanmak lazım olmaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderildiği bildirildikden sonra, binlerce mu'cize göstermişdir. bu çeşid mu'cizelerden olan, mubarek parmaklarından suların akması, mesciddeki hurma kütüğünün inlemesi, işareti ile putların yere düşmesi, körleri iyi etmesi, pek çok hastalıkları iyi etmesi gibi mu'cizeler bir kaç bin sahabinin huzurunda vuku' bulmuş, tevatür ile ya'ni neslden nesle rivayet edilerek, her yere yayılmış, her yerde duyulmuş, doğruluğu mutlak olarak kabul edilmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu mu'cizeleri, tevatürün en yüksek derecesine ulaşmışdır. insanlarının hepsinin aynı şeklde söyledikleri ve kat'i ilm hasıl eden haberlere denir. mesela, ali bin ebi talibin radıyallahü anh şecaatı, kahramanlığı ve hatemi tainin cömertliği tevatür ile şuyu' ve şöhret bulduğundan, bunları inkara kimsenin gücü yetmez. fekat hıristiyanlık, matta, markos, luka ve yuhannanın tek başlarına nakl etdikleri haberi ehad üzerine bina kılınmışdır. kendileri ve yaşadıkları zemanları hakkındaki verdikleri bilgiler, zanlarla ve şübhelerle dolu olup, birbirlerini nakz eden yerleri çokdur. eğer islamiyyetdeki sekiz ana ilmden biri olan hadis ilminde mütehassıs olan muhaddislerin, ya'ni hadis alimlerinin, hadisi şerif rivayetinde, hadisin kabul edilmesi için, ilminde ortaya koydukları ve her bir hadisde aradıkları şartlarla, dört incil bir gözden geçirilse, bunlardan hiç biri, ilmi bir vesika olmak derecesine ulaşamaz. müslimanların, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadislerini rivayet ederlerken aradıkları şartlar çok incedir. mevcud incillerde rivayet sağlamlığı diye bir şey olmadığından, hadisi şeriflerdeki rivayet sağlamlığı ile mukayese edilemez. hıristiyan papazlar da, bu hakikati aynen kabul edip, ba'zen ilaveler yapmak, ba'zen çıkarmak veya yanlış yazmak şekllerinde incilin değişdirildiğini isbat eden pek çok kitablar neşr etmişlerdir. işin aslı incelenirse, isa aleyhisselamdan zuhur eden, anadan doğma körlerin gözlerini açması, baras denilen cild hastalıklarını iyi etmesi ve ölüleri diriltmesi gibi mu'cizeler, kur'anı kerim ile tasdik edilmiş olmasa, bunların vuku'unun isbatına, hiçbir hıristiyan kendinde güç bulamazdı. papazlar, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerini inkar ederken: meali şerifi, şu yerden bize bir pınar akıtmadıkça, biz sana iman etmeyiz. yahud senin hurma ve üzüm bağçen olup ortasından nehrler akıtasın dediler olan, isra suresinin doksan ve doksanbirinci ayetlerini delil olarak getirirler. papazların getirdikleri bu delil, kendi maksadlarını çürütdüğü halde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, mu'cize göstermediğini isbat ediyoruz diyorlar. bu ise asla, insafa ve adalete yakışan bir şey değildir. halbuki delil getirdikleri, zikr etdiğimiz ayeti kerimelerde müşrikler, çeşidli mu'cizeler, bilhassa kur'anı kerim karşısında aciz ve çaresiz kaldıklarından, ne yapacaklarını şaşırıp, daha çeşidli mu'cizeler istediklerini göstermekdedir. bu ise, papazların sözünü kuvvetlendirmekden ziyade, yalancılıklarını ortaya koymakdadır. ne garibdir ki, dört incilin sonundaki mektubları yazan müellifleri, ne de yazılış tarihleri sağlam ve doğru bir şeklde bilinmediği halde ve hıristiyanların ellerindeki incillerde yazılı olan rivayetlerin gariblikleri ve birbirine zıdlıkları apaçık meydanda iken, bunların her bir ayetini iman ve i'tikad esası kabul ederler. fekat, kur'anı kerimin binikiyüz senedir tek bir harfine dahi tahrif lekesi bulaşmamış iken ve hadisi şeriflerin sahih olanları ve mevdu', za'if ve uydurma olanları hususi kaideler ile, sağlam senedler ile birbirinden ayrılarak beyan edilmiş iken ve islam dinindeki rivayetlerin herbiri, nice sağlam deliller ile isbat edilmiş olduğu halde, bunlara iman edenlere i'tiraz etmekdedirler. kitabını okumalarını tavsiye ederiz. kur'anı kerim ve bugünkü inciller protestanlar, incillerin emr ve tebliglerinin, musa aleyhisselamın dininin emr ve tebliglerinden daha üstün olduğunu, kendi görüşlerine göre isbat etmeğe çalışıyorlar. daha sonra, kur'anı kerimin emrlerinin de, incillerin emr ve tebliglerinden daha üstün olup olmadığını incelemeğe başlıyarak diyorlar ki: ortaya konulan delillerin sağlamlık ve kuvveti nisbetindedir. bütün akl sahibleri günlük işlerini, bu kaidelere uydurarak düzeltmişlerdir. mesela, bir üstad eskilerine nazaran, daha kuvvetli ve mermiyi daha uzağa ulaşdıran yeni bir tüfek keşf etdiğini iddia etse, harb silahlarını temamlaması icab eden bir devlet, onu tecribe etmeksizin kabul etmez. islamiyyetin, hıristiyanlıkdan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası da, aynen buna benzemekdedir. bu konuda islamiyyet bir imtihana tabi tutulmadan, bir terazide tartılmadan, islamiyyetin körü körüne kabulünde acele etmek, akl karı bir iş ve hikmetin icab etdirdiği bir şey değildir. bunun için, kur'anı kerimin emrlerinin incilin bildirdiklerinden efdal ve üstün olup olmadığını inceden inceye araşdırmak ve doğru bir şeklde tecribe etmek icab eder. eğer hakikatde kur'anı kerimin, zan edildiği gibi, büyüklüğü ortaya çıkarsa; hiç düşünmeden incili terk etmek ve kur'anı kerime yapışmak lazım olur. cevab: bu sözleri yazan kimsenin, bunları, bağlı bulunduğu protestan misyoner teşkilatı tarafından vazifeli olarak, kaleme almayıp da, sadece doğruyu ortaya koymak maksadı ile yazdığını bilsek, bu yazısının sonundaki insaflı sözlerinden dolayı kendisine teşekkür ederdik. fekat herkesin ma'lumu olduğu ve kendisinin de i'tiraf etdiği gibi protestan misyoner cem'iyyetinden, ma'işetini te'min etmek maksadı ile yapdığı bir işe riya karışdırmamasını hatırlatırız. bununla beraber, ortaya koyduğu ölçü, doğru bir söz olduğundan, biz de memnuniyyet ile kabul ederiz. ancak karşılaşdırılması aşağıda anlatılacak olan delillere işaret etmek üzere, kur'anı kerimde ve incilde bulunan ba'zı ayetlerin birbiriyle karşılaşdırılması ve mukayesesi icab eder. dört incilin içerisindeki kıssaları ve sözleri bir tarafa bırakırsak, hakiki incilde güzel ahlak, dünya işleri , kalb ve ahiret bilgilerine aid bildirilenler, şunlardan ibaretdir:dünyadan temamen yüz çevirip, fakirliğe ve yoksulluğa razı olmak ve kanaat etmek. allahü tealayı bütün kalbi ile canından ve arzularından daha çok sevmek. komşuyu kendisi gibi sevmek ve onun üzüntülerini teselli etmek. mazlumlara merhamet etmek. çocukları sevmek. kalbden kötü düşünceleri çıkarmak. birbirine dargın iki mü'minin arasını düzeltmek. din yolunda eziyyet çekmeğe sabr etmek. adam öldürmemek. hırsızlık yapmamak. kızmamak. kötü söz söylememek. söğmemek. kendinin küçük kusurlarını da görüp, başkalarının büyük kusurlarını görmemek, onları ayblamamak. nasihat etdikce, insanlar tarafından taşlanmağa katlanmak. allahü tealanın emrlerini bozmamak, değişdirmemek, din kardeşini incitmemek, ya'ni kalbini kırmamak, zina etmemek, şehvet ile kadınlara bakmamak, sebebsiz kadın boşamamak, yemin etmemek, kötülüğe karşı durmak, bir yanağa vurulunca diğerini de çevirmek, kaftanını isteyene kaputunu da vermek, beddüa edene hayr düa etmek, hasılı her kötülük edene iyilik etmek, sadaka, oruc ve düada riyadan sakınmak ve düa etdiği vakt çok uzatmamak, para toplayıp kalbini ona bağlamamak, rızk ve elbise için üzülmemek. hak tealadan sıdk ile ne istenirse verir. allahü tealanın emrine itaat eden cennete gider. incillerde şu nasihatlara da rastlanır: insanlara dinin emrlerini teblig ederken para almayın. bir eve girdiğiniz zeman selam verin. bir yerde sizleri kabul etmezlerse orada durmayın. bir emri söylerken, söyliyen siz değil, allahü tealadır. ahkamı teblig ederken kimseden korkmayın, kimseyi muhakeme etmeyin ve ceza ta'yin etmeyin. her suçu afv ederek alçak gönüllü olun. ben insanların arasını sulh etmeğe geldim, nifak ve kılıç getirmedim, ayrılık ve harb çıkarmağa gelmedim. anasını ve babasını benden çok seven benden değildir. iyi amellere ahiretde iyilik verilir, kötü amellere ceza, azab olunur. allahü tealaya itaat eden benim kardeşimdir. işitdiği doğru sözü kabul edene, ahiretde mükafat ve kabul etmiyene azab olunur. anaya ve babaya ikram edin. ağızdan söylediği söz ile insan necs, pis olmaz. fekat ağzından çıkan kötü sözleri yapan, mesela katl, zina, yalan yere şahidlik gibi şeyleri yapan insan pis olur. sizden vergi istenildiği zeman verin, muhalefetde bulunmayın. tevazu' eden, allahü teala indinde büyük olur. kibrlenen küçülür. malınızdan sadaka verin, allahü teala indinde bulursunuz, malını birikdiren, saklıyan zenginlerin cennete girmesi zordur. biz hizmet olunmak için gelmedik, hizmet etmek için geldik. incillerde, emrler, nehyler, güzel ahlak ve kötü ahlaka aid ahkamın temamı bu yazılan mes'elelerden ibaretdir. kur'anı kerim, allahü teala tarafından gönderilmiş semavi kitabların en efdali ve en üstünü olup, hakiki incilde bulunan bütün ahkamı da en mükemmel şeklde içerisine almışdır. eğer incilde mevcud emr, nehy, muamelat ve ahlak ile ilgili hükmlerin temamını kur'anı kerimle karşılaşdırmak istersek, kur'anı kerimdeki ahkamdan az mikdarını zikr etmek ve tefsir etmek lazım gelir. biz burada misal olmak üzere bir mikdarını zikr edeceğiz: matta incilinde: ne mutlu ruhda fakir olanlara! zira, göklerin melekutü onlarındır demekdedir. matta, bab beş, ayet üç. burada, dünyaya kıymet vermiyenlere müjde verilmekde ve dünyanın kıymetsizliği bildirilmekdedir. kur'anı kerimde ise, bu husus en güzel ve en geniş olarak herkesin anlıyabileceği bir şeklde anlatılmışdır: hadid suresinin yirminci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. en'am suresinin otuzikinci ayetinde mealen: dünya hayatı, oyun ve faidesiz şeylerdir. allahü tealadan korkanlar için ahiret hayatı elbette hayrlıdır. böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? buyurulmuşdur. kehf suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen: mal ve çocuklar, dünya hayatının süsleridir. sonsuz kalıcı olan iyi işlerin sevabları, rabbinin yanında daha hayrlıdır buyurulmuşdur. mü'min suresinin otuzdokuz ve kırkıncı ayetlerinde mealen: ey insanlar! bu dünya hayatı, çabuk biten bir hayat ve faidelenmeden ibaretdir. ahiret ise, devamlı olarak kalınacak, durulacak yerdir. bir günah işleyen kimse, ancak onun misli ile cezalandırılır. erkek ve kadınlardan her kim de, mü'min olarak salih amel, ya'ni iyi bir amel işlese, o kimseler cennete girerler ve orada hesabsız rızklar ile mükafatlandırılırlar buyurulmuşdur. şura suresinin onikinci ayetinde mealen: anahtarları allahü tealanındır. rızkı dilediğine az, dilediğine çok verir. çünki o her şeyde kullarına neyin hayrlı olduğunu en iyi bilendir buyurulmuşdur. şura suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen: mal ve dünyadan size verilen şey, yalnız hayatda bulunduğunuz müddetce, onunla geçinmekdir. iman edip, rablerine tevekkül edenler için, ahiretde allahü tealanın indinde, dünya ni'metlerinden hayrlı ve daimi çok sevab vardır buyurulmuşdur. kur'anı kerimde dünyayı zem eden bu ayetler gibi nice ayeti kerimelerden başka, peygamberimiz muhammed aleyhisselamın da pek çok hadisi şerifleri vardır. yukarıda bildirdiğimiz ayeti kerimelerde ve aşağıda bildireceğimiz hadisi şeriflerde yazılı olan dünya kelimesi ve edna kelimesi, zararlı, çok kötü şeyler demekdir. ya'ni kur'anı kerim ve hadisi şerifler, zararlı ve kötü şeyleri yasak etmekdedir. zararlı ve kötü şeyleri ancak aklı selim sahibi olan kimseler tanır. aklı tam olmıyanlar ve hele az olanlar, zararlı, kötü şeyleri, faideli ve iyi şeylerden ayıramaz. bunları birbiri ile karışdırır. allahü teala ve onun peygamberi sallallahü teala aleyhi ve sellem, çok merhametli oldukları için, insanlara çok acıdıkları için, yasak etdikleri dünyanın, ya'ni zararlı ve kötü şeylerin neler olduklarını ayrıca, açık olarak da bildirmişlerdir. şu halde dünya demek, allahü tealanın haram etdiği ve peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mekruh dediği şeyler demekdir. görülüyor ki, allahü tealanın haram etmediği, hatta emr etdiği dünya işleri, zararlı olan, kötü olan dünya değildir. böylece, ne kadar çok olursa olsun çalışıp kazanmak, fen, tıb, hesab, hendese, mi'marlık ve harb vasıtalarını öğrenmek, yapmak, kısaca insanlara rahat, huzur ve se'adet sağlıyan her medeni vasıtaları yapmak ve kazanmak, dünyalık değildir. bunların hepsini, allahü tealanın gösterdiği şekllerde, yollarda ve şartlarda yapmak ve kullanmak ibadet olur. allahü teala böyle müslimanlardan razı olur. bunlara ahiretde sonsuz ni'metler, se'adetler ihsan eder. bu hadisi şeriflerden birkaçını bildirelim: abdüllah ibni ömerin radıyallahü anh rivayet etmiş olduğu hadisi şerifde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyalık az bir şey verilse, allahü tealanın katındaki derecesinden bir mikdar eksiltilir buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: buyurdu. ebu hüreyrenin radıyallahü anh rivayet etdiği hadisi şerifde: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! muhammedin ailesinin rızkını kendilerine kafi gelecek mikdar kadar gönder diye düa buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu.. ya'ni gönlünden çıkarmışdır.dünya sizin için yaratıldı. siz de ahiret için yaratıldınız! ahiretde ise, cennetden ve cehennem ateşinden başka yer yokdur. sizlerin fakir olacağınızı düşünmüyor, bunun için üzülmüyorum. sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi, dünyanın elinize bol bol geçerek, allahü tealaya asi ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum.dünyaya düşkün olma ki, allahü teala seni sevsin. insanların malına göz dikme ki, insanlar seni sevsin!dünya hayatı, geçilecek bir köprü gibidir. bu köprüyü tezyin etmekle uğraşmayın. hemen geçip gidin! dünyaya gönül bağlamanın kötülenmesi ve ahiret için daha çok çalışılması hususunda varid olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerle beraber, islam dininde, ilm, fen, teknik, mi'marlık, san'at ve ticareti emr eden, bunlar için çalışmağı teşvik eden nice emrler, ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. çünki, medeni bir cem'iyyetin, bir milletin kurtuluşu ve se'adeti fakirlik ile olamaz. bil'aks, hayr ve iyilik müesseseleri, imarethaneler, mektebler, medreseler, aşevleri, hastahaneler yapmak, acizlere, fakirlere ve kimsesizlere yardım etmek , hep mal ve servet ile olur. mal ve servet ise, çalışmak ve ticaret ile kazanılır. nitekim kur'anı kerimde, nisa suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen şöyle buyurulmakdadır: ey iman edenler! mallarınızı batıl yollarla yimeyiniz. ancak birbirinizden razı ve hoşnud olarak ola. bekara suresinin ikiyüzyetmiş beşinci ayetinde mealen: ise haram kılmışdır buyurulmuşdur. ali imran suresinin ondördüncü ve onbeşinci ayetlerinde de mealen: ve ekinden yana olan nefsin arzularına muhabbet, insanlar için tezyin olundu . bunlar ise, dünya hayatının geçici menfeatleridir ve insanın en son gideceği yer, allahü tealanın indindedir. ey resulüm, mü'minlere de ki: bu dünya zinetlerinden daha hayrlısını size haber vereyim mi? o dünya zinetlerinden hazer edenler için rableri katında, ağaçları altında ırmaklar akan cennetler vardır. bunlar, orada devamlı kalacaklardır. orada her aybdan uzak, tertemiz zevceler ve en büyük ni'met olan allahü tealanın rızası vardır. allahü teala kullarının hallerini ve yapdıklarını hakkı ile görücüdür buyurulmuşdur. nebe' suresinin onbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. araf suresinin onuncu ayetinde ise mealen: vasıtaları hazırladık. size verilen ni'metlere az şükr ediyorsunuz buyurulmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, insanın yidiklerinin en hayrlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yidiğidir. allahü tealanın peygamberi davüd aleyhisselam elinin emeği ile kazanıp yirdi. ve yine, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir sabah, eshabı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkanına doğru geçdi. ba'zıları, erkenden dünyalık kazanmağa gideceğine, buraya gelip, birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, öyle söylemeyiniz! eğer kimseye muhtac olmamak ve ana, baba, çolukçocuğunu da muhtac etmemek için gidiyorsa, her adımı ibadetdir. eğer, herkese öğünmek, keyf sürmek niyyetinde ise, şeytanla beraberdir buyurdu. diğer bir hadisi şerifde, buyurdu. ve ve ticaret yapınız! rızkın onda dokuzu ticaretdedir ve yine hadisi şeriflerde buyuruldu ki, ve ve en iyi ticaret, bezzazlıkdır, kumaş satmakdır. en iyi san'at terzilikdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem san'atı, ticareti emr ve teşvik etmiş, nice ayeti kerime ve hadisi şerifler ticaretde haram ve halal olan şeyleri ve her birinin sebeblerini, bütün tafsilatı ile beyan buyurmuşdur. incilde ise, ticaret yapmağa, dünya için çalışmağa asla izn verilmeyip, bil'aks her neye sahib iseniz, neyiniz varsa satarak sadaka veriniz diye emr edilmişdir. matta incilinde, ne mutlu mahzun, üzüntülü olanlara! zira onlar teselli olunacakdır demekdedir. kur'anı kerimde ise, bir bela isabet eden, mahzun olan ve sabr edenler için verilecek sevabları bildiren birçok ayeti kerimeler nazil olmuşdur. mesela: bekara suresinin yüzellibeş, yüzellialtı ve yüzelliyedinci ayeti kerimelerinde mealen: korku ile, açlık ile ve mal noksanlığı ile can noksanlığı ile ve meyvelerinizin veya meyve gibi olan evladlarınızın noksanlığı ile imtihan ederim. ey habibim, sabr edenlere müjdele. onlar o kimselerdir ki, kendilerine bir musibet isabet etdiği zeman, kalbden teslimiyyet ve rıza göstererek: biz allahü tealanın kulu ve mahlukuyuz ve ona döneceğiz, derler. o teslimiyyet gösterip rablerine sığınanlar üzerine, rablerinden mağfiret, rahmet vardır ve işte onlar hidayete ermiş olanlardır buyurulmuşdur. yine mattanın incilinde: olanlara. zira onlar ebedi mirasa kavuşacaklardır denilmişdir. kur'anı kerimde, ali imran suresinin yüzotuzdördüncü ayetinde mealen: öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını afv ederler. allahü teala ihsan edenleri sever buyurulmuşdur. ve kırküçüncü ayetinde mealen, buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzellidokuzuncu ayetinde mealen: yanında bulunanlara yumuşaklık ve tatlılıkla muamele etmen, allahü tealanın sana bir kerem ve rahmetidir. eğer kötü ahlaklı olup, sert davransaydın etrafındakiler dağılırlardı buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz düalarında, ya rabbi! beni ilm ile zengin kıl, hilm ile süsle, takva ile ikram eyle ve afiyet ile güzelleşdir buyururlardı. yine matta incilinde, denilmişdir. kur'anı kerimde, tevbe suresinin yüzyirmisekizinci ayetinde mealen: ey insanlar! size içinizden bir peygamber geldi ki, sizin günah işlemenizden ve çirkin hareketlerinizden o incinir. size çok düşkündür. mü'minlere çok merhametlidir, onlara hayr diler buyurulmuşdur.resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala refikdir. yumuşaklığı sever. sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiç bir kimseye vermediğini yumuşak davranan mü'mine ihsan eder. hadisi şeriflerde: ve ve cehenneme girmesi haram olan ve cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. dikkat ediniz! bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mü'min kimsedir buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde: kızdığı zeman istediğini yapabilecek bir mü'min kimse, kızmazsa, allahü teala kıyamet günü, onu herkesin arasında çağırır. cennetde istediğin hurinin yanına git der ve diğer bir hadisi şerifde: buyurulmuşdur. bir kimse, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem nasihat isteyince: buyurdu. birkaç kerre aynı şeklde sorunca, hepsine de buyurdu. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan birbirlerini çok sevdiklerini, lutf ve merhametlerini, kur'anı kerim beyan buyurmuşdur. feth suresinin son ayetinde mealen: muhammed sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın resulüdür. onunla beraber bulunanlar kafirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine ise çok merhametli dirler buyurulmuşdur. bir hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. matta incilinde, ne mutlu temiz kalblilere. onlar allahü tealayı göreceklerdir denilmişdir. kur'anı kerimde birçok ayeti kerimeler ve peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem pek çok hadisi şerifleri güzel ahlakı ve temiz kalbli olmağı emr etmekdedir. islamiyyetde kalb temizliğine büyük ehemmiyyet verilmişdir. kur'anı kerimde, şu'ara suresinin seksensekizinci ve doksanıncı ayetlerinde mealen: kıyamet günü, ne mal, ne de evlad, hiç kimseye faide vermez. ancak allahü tealaya temiz ve selim bir kalb ile gelenler müstesna. buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dikkat ediniz. haber veriyorum! insanın bedeninde bir et parçası vardır. bu iyi olursa, bütün uzvlar iyi olur. bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur. bu et parçası kalbdir buyurdu. bu et parçası, kalb denilen, görülemiyen ve his organları ile anlaşılamıyan, gönül denilen bir cevherin yuvasıdır. bu et parçasının temiz olması demek, gönlün temiz olması demekdir. bu et parçasına da, mecazen kalb denilmişdir. matta incilinde, ne mutlu sulh yapan, insanların arasını düzeltenlere. onlar allahın sevgili kulları diye çağırılacakdır denilmekdedir. kur'anı kerimde, hucurat suresinin onuncu ayetinde mealen: bütün mü'minler ancak kardeşdirler. aralarında ihtilaf olduğu zeman, kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve allahü tealadan korkunuz ki, merhamet olunasınız buyurulmuşdur. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen: onların gizli işlerinde hayr yokdur. ancak; sadaka vermeyi veya bir iyilik yapmayı veya insanlar arasında olan adaveti ıslah etmeyi emr eden mü'min kimse müstesnadır. her kim bu işleri allahü tealanın rızasını arayarak yaparsa, biz ahiretde ona büyük mükafat vereceğiz buyurulmuşdur. şura suresinin kırkıncı ayetinde mealen: kötülüğün cezası misli kadar azabdır, kötülükdür. kim kötülüğü afv eder ve düzeltirse, onun mükafatı allahü tealaya aiddir buyurulmuşdur. matta incilinde, ne mutlu salah için cefa olunanlara, melekut onlarındır. benim için size düşmanlık ve cefa edip, yalan söyliyerek size karşı fena, kötü sözler söyledikleri zeman ne mutlu sizlere. sevinin ve mesrur olun. zira semavatda ecriniz, mükafatınız çokdur. her şeyden evvel müşrikler, peygamberlere aleyhimüsselam böyle eza ve cefa etdiler denilmekdedir. sabrın çeşidleri ve her birinin mükafatı hususunda kur'anı kerimde nazil olmuş birçok ayeti kerimeler vardır. bekara suresinin yüzyetmişyedinci ayetinde mealen: yüzünüzü doğu ve batı taraflarına çevirmeniz hayr ve taat değildir. hayr ve taat, allahü tealaya ve ahirete ve meleklere ve allahü tealanın indirdiği kitablara ve peygamberlere iman etmekdir. ve allahü tealanın muhabbet ile malını; fakir akrabasına, fakir yetimlere ve muhtaçlara, yolda kalmışlara, , isteyen fakirlere ve mükateb kölelere ve esirlere vermekdir. ve namazları dosdoğru kılmak ve zekatını vermek, sözleşmelerinde ahdine vefa etmek , fakirlikde, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihadda sabr etmekdir. ve bu vasıfları taşıyanlara uymakda sadık olmakdır. işte onlar, takva sahibi olan müslimanlardır buyurulmuşdur. ali imran suresinin ikiyüzüncü ayetinde ise mealen: ey iman edenler! sabr ediniz. düşmanlarınızla olan cihadda üstün gelmek için, sabr yarışı yapın. sınır boylarında kafirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve allahü tealadan korkun ki, felaha eresiniz buyurulmuşdur. nahl suresinin doksanaltıncı ayetinde mealen: allahü teala, yapdıkları amelin karşılığı olan sevabdan daha fazla ve daha güzel olarak elbette verir buyurulmuşdur. zümer suresinin onuncu ayetinde mealen: hesabsız mükafatlara kavuşurlar buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzelliüçüncü ayetinde mealen: ey iman edenler! sabr ve salat ile allahü tealadan yardım isteyiniz. muhakkak allahü teala sabr eden mü'minlerle beraberdir buyurulmuşdur. ra'd suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: onlar, şu kimselerdir ki, rablerinin rızasını kazanmak için sabr ederler. namazlarını dosdoğru kılarlar. kendilerine verdiğimiz rızkdan gizli ve aşikar infak eder, verirler. kendilerine kötülük yapanlara, iyilik ederler. o mü'minler için ahiret se'adeti ve rahat vardır buyurulmuşdur. allahü teala hadisi kudside: ey adem oğulları! bir kimse benim kazama razı olmaz ve benim tarafımdan gelen belalara sabr etmez, verdiğim ni'metlerime şükr etmez, ihsan etdiğim dünya ni'metlerine kanaat etmezse, başka bir rab arasın. ey adem oğlu! bir kimse benim belama sabr ederse, benden razı olmuş olur, ya'ni rububiyyetimi tasdik etmiş olur buyurdu. matta incilinde adalet hususunda, denilmekdedir. adalet hususunda da, kur'anı kerimde pek çok ayeti kerime vardır.adalet, lugatda, bir şeyi yerli yerine koymak demekdir. adaletin iki ta'rifi vardır: birincisi, adalet, bir amirin, bir hakimin memleketi idare için koyduğu kanun, kaide, çizdiği hudud içinde hareket etmekdir. zulm ise, bu kanunun, bu hududun, bu dairenin dışına çıkmakdır adaletin asl ta'rifi: demekdir. zulm de, başkasının malına, mülküne tecavüzdür. alemleri yaratan allahü teala, hakimler hakimi, her şeyin asl sahibi ve tek halıkı dır. allahü teala mutlak adalet sahibidir. çünki, her işi kendi mülkünde yapmakdadır. onun için, insanlara gönderdiği en son ve en kamil dininde tam bir adalet vardır. bu adaletin dışında ise zulm vardır. kur'anı kerim sadece adaleti emr etmekle kalmamış, adaletin zıddı olan zulmü haram kılmışdır. bu hususda bir çok ayeti kerimeler vardır. hatta, kişinin kendi nefsine zulm etmesi dahi haram kılınmışdır. nisa suresinin ellisekizinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. nahl suresinin doksanıncı ayetinde mealen: akrabaya vermenizi emr ediyor. fuhşdan , münkerden ve zulm yapmakdan da nehy ediyor buyurulmuşdur.ihsan etmek demek, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ta'rifi ile allahü tealaya onu görüyormuş gibi ibadet etmekdir. sen onu görmüyor isen de, o seni görüyor demekdir. ihsan, önce haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmakla olur. maide suresinin sekizinci ayetinde mealen: ey mü'minler! allah için amellerinizde ve sözlerinizde hakkı ayakda tutan hakimler olun ve adalet ile şahidlik eden kimseler olun. düşmanlarınıza olan buğzunuz, kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin size vebal yüklemesin. ya'ni düşmanlarınıza bile adalet ile davranınız. dost ve düşmanınıza adalet yapınız ki, bu takvaya çok yakındır. allahü tealadan korkun. çünki allahü teala, sizin amellerinizden haberdardır buyurulmuşdur. adil olmayıp, zulm edenler hakkında, insan suresinin otuzbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu adalet ve zulm bahsi, kur'anı kerimde, incildeki gibi kısa değildir. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde geniş şeklde izah buyurulduğundan, temamı anlatılacak olsa, büyük bir kitab olur. matta incilinin beşinci babının yirmibirinci ayetinden yirmiyedinci ayetine kadar olan kısmında anlatılanlar: den ibaretdir. bunların hepsini, fazlası ile nisa suresinin otuzaltıncı ayeti kerimesi içerisine almakdadır. bu ayeti kerimede mealen: allahü tealaya ibadet ediniz. ona hiçbir şeyi şerik koşmayınız. annenize ve babanıza , akrabaya , yetimlere , fakirlere , akrabanız olan komşularınıza , komşularınıza , dost ve arkadaşlarınıza , yolcu ve misafirlerinize , köle ve cariyelerinize iyilik ediniz. muhakkak allahü teala, ihsanda bulunmayıp da, kibrlenen ve öğünenleri sevmez buyurulmuşdur. fussilet suresinin otuzdördüncü ayetinde mealen: müsavi değildir. sen kötülüğü, en güzel şeklde def' et. ya'ni gadabını sabr ile, kötülüğü afv ile def' et. eğer sen bunu yaparsan o zeman bakarsın ki, düşmanın yakın dost gibi olur buyurulmuşdur. mümtehine suresinin sekizinci ayetinde mealen: allahü teala, din hususunda sizinle dövüşmiyen ve sizi bulunduğunuz yerlerden çıkarmıyan kimselere iyilik ve ihsan etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi nehy etmez. muhakkak ki, allahü teala adalet ve ihsan eden mü'minleri sever buyurulmuşdur. ubade bin samit radıyallahü anh buyurdu: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kirama aleyhimürrıdvan, buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan dediklerinde: muamele et. sana zulm edeni, afv et. seni ziyaret etmiyeni de ziyaret et buyurdu. ebu hüreyre radıyallahü teala anh rivayetinde buyuruyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kirama aleyhimürrıdvan: öğreteyim mi? içinizden onunla amel edecek ve öğrenecek kimdir? diye sordu. ebu hüreyre radıyallahü anh, deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onun elinden tutarak: şeylerden sakın, insanların en abidi, en çok ibadet edeni olursun. allahü tealanın sana verdiği şeye razı ol, insanların en zengini olursun. komşuna ihsan ve yardımda bulun, kamil bir mü'min olursun. kendi nefsin için neyi seversen, herkes için de onu sev, müsliman olursun buyurdu. matta incilinde, gibi, şehvet ile kadına bakmanın da zina olduğu bildirilmişdir. kur'anı kerim, zinayı kesin olarak haram kıldığı gibi, zinaya sebeb olacak herşeyi de yasaklamışdır. mesela, şehvet ile yabancı kadınlara bakmağı ve kadınların da yabancı erkeklere bakmalarını haram kılmışdır. ayrıca, yabancı bir kadınla halveti ya'ni yalnız başına kapalı bir yerde beraber kalmağı, yabancı kadınların seslerini dinlemeği ve zaruretsiz laübali bir şeklde konuşmayı da, haram kılmışdır. bu hususdaki allahü tealanın emrlerini ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem cevab veremedi hadisi şeriflerini burada zikr etmeğe kitabımızın hacmi müsaid değildir. ancak bir kaç misal yazacağız. isra suresinin otuz ikinci ayetinde mealen: zinaya yaklaşmayın. çünki o zina, çok çirkin bir amel olup, gayet kötü bir yoldur buyurulmuşdur. allahü tealadan başkasına ibadet etmezler, allahü tealanın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler, zina etmezler buyurulmuşdur. şuna da dikkat etmek lazımdır ki, musa aleyhisselamın şeri'atinde, denilerek, zina yapmak açıkca yasak edilmişdir. isa aleyhisselamın şeri'atinde ise, zina yapmak yasak edilmekle beraber, şehvet gözü ile bakmak da, zinadan sayılmışdır. dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan islamiyyetde ise; her ikisini de en geniş şeklde içerisine alarak, zinaya yaklaşmakdan nehy edilmişdir. çünki yaklaşmakdan sakındırılınca, haliyle zina fi'linden ve bakmakdan da sakındırılmış oluyor. diğer bir ayeti kerime ise, zinadan sakınanları, zinadan kaçanları müjdelemek hususundadır. bu ayeti kerime, ahzab suresinin otuzbeşinci ayeti olup, incilin beşon ayetini kendisinde toplamışdır. bu ayeti kerimede mealen: boyun eğen erkekler ve kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabr eden erkekler ve sabr eden kadınlar, allahdan korkan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruc tutan erkekler ve oruc tutan kadınlar, ırzlarını zinadan koruyan erkekler ve kadınlar ve allahü tealayı çok zikr eden erkekler ve kadınlar için allahü teala mağfiret ve büyük bir mükafat hazırladı buyurulmuşdur.nur suresi, otuzuncu ayetinde mealen: ey resulüm sallallahü aleyhi ve sellem! mü'minlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! imanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekden korusunlar buyurulmuşdur. yabancı kadınlara şehvet ile bakmanın zina gibi haram olması hususunda, ve hadisi şerifleri yetişir. buyurdu. akabe bin amir radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. ömerül faruk radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. büreyde radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye: ya ali! bir kadını görürsen yüzünü ondan ayır. ona tekrar bakma! ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: buyurdu. zinaya had cezası verilmesi kur'anı kerimde açıkca bildirilmişdir. zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. allahü tealaya ve ahiret gününe inanıyorsanız, bunlara allahü tealanın emrlerini yerine getirmek hususunda, merhamet etmeyiniz buyurulmuşdur. dört şahid ile isbat edilmiş veya yapanların bizzat kendilerinin dört kerre i'tirafları ile anlaşılan zina fi'linde, bu çirkin işi yapan evli olan müsliman erkek ve kadının cezası ise; bir meydanda ölünceye kadar taşlanmakdır. buna denir. bu ceza, bu çirkin işi yaymanın cezasıdır. bu ceza fuhşa mani' olmak içindir. bu ceza milleti ve devleti tehdid etmenin cezasıdır. zina öyle bir felaketdir ki, milletleri ve devletleri yıkar, yok eder. çünki, namussuz bir erkeğin zevcesi olmak zararı, ayrıca bu zevcenin iffeti bozulmak zararı, bu yüzden zevcin zararı, zevcin münasebetde bulunduğu kadının zevci varsa onun zararı, zevcenin münasebet kuracağı erkeğin zevcesi varsa onun zararı, bu işlerde yok edilen çocukların zararı ve ayrıca tehlükeye atılan sıhhatler de düşünülürse, islamiyyetde zina yapanlara verilen ceza hiç de çok ve insafsız görülemez. çünki, gayri meşru buluşmalardaki frengi, belsoğukluğu afetleri illeti bütün dünyayı tehdid etmekdedir. hıristiyanların allahın oğlu dedikleri isa aleyhisselam, zinayı yasak etdiği, nehy etdiği halde, bugün dünyada zinanın en çok yayıldığı yerler hep hıristiyan memleketleridir. marttarihli gazetesinde diyor ki, amerikada, ba'zı katolik kilise mensubları ve rahibler arasında aıds hastalığı vak'aları görüldü. ve gazeteleri, en az oniki papazın aıds hastalığından öldüklerini açıkladılar. aıds, ilk olarakde görülen öldürücü ve bulaşıcı korkunç bir hastalıkdır. lut kavminin habis fi'lini yapanlarda ve fahişe kadınlarda hasıl olmakda, başkalarına da sür'at ile bulaşmakda olduğu anlaşılmışdır. papazlar arasında bu hastalığın yayılması, bunların namussuz ve hayasız işlere alışmış olduklarını açıkca gösteriyor. şimdi avrupada ve amerikada, bu hastalığa yakalanmamak için birçok erkeğin, kadınların ve kızların, kiliselere gitmekden ve günah çıkartmakdan vazgeçdikleri bildirilmekdedir. bu öldürücü, bulaşıcı korkunç felaketin, müsliman memleketlerde, müslimanlar arasında hiç görülmemiş olması, hak ile batılı ayıran kuvvetli vesikalardan biridir. avrupalıların, amerikalıların ahlaksız, hayasız adetlerine ilericilik, moda gibi ismler takarak, müsliman yavrularını aldatmağa çalışan, şehvet, menfe'at düşkünlerine aldanmamalıdır. bugün devlet bütçelerinden milyarlarca lira harcıyarak yapılan aıds tedavisi araşdırmaları neticesiz kalmakdadır. amerikada ve ingilterede zina o kadar yayılmışdır ki, üniversitelerde okuyan talebeler için, üniversite içinde doğum kilinikleri açılması istenilmekdedir. aıds insanlık aleminin, öyle bir korkulu rü'yası olmuşdur ki, hıristiyan avrupadan seyahata çıkan turistler, aıds'li olmadıklarına dair rapor alıp, öyle çıkmakdadırlar. allahü tealanın hikmetinin büyüklüğüne bakınız ki, en fena ve en tehlükeli hastalıkları, islamiyyetin dışındaki hareketlere musallat kılmışdır. bu gayri meşru işlerde gayb olan çocukları, doğmayan çocuklar sanmamalıdır. bunlar öldürülen, canlarına kıyılan çocuklardır. islamiyyetin emri burada çok incedir. zinaya karşı, evlileri ederek öldürmek emri, bundan hasıl olacak çocuğun soysuz bir piç bırakılarak, insanlıkdaki şerefi yok edilmiş olduğu için konulmuş bir cezadır. zinaya sebeb olan ve zinaya yol açan şeyleri yapmakdan men' eden birkaç hadisi şerifi daha burada zikr edelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, yabancı kadına şehvet ile bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra cehenneme atılacakdır. yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, cehenneme sokulacakdır. yabancı kadın ile, lüzumsuz yere şehvet ile konuşanlar, her kelimesi için bin sene cehennemde kalacakdır buyurdu. buyurdu. her hususda olduğu gibi, bu hususda da en güzel ve en doğru hükmü beyan eden islamiyyet olmuşdur. müjdeler olsun islam alimlerinin kitablarını okuyanlara ve o din büyüklerine tabi' olanlara. tenbih: ellerde dolaşan incillerde, tevratın ahkamının temamı nesh ve ibtal olunup, yalnız zinanın haramlığı kalmışdı. incilde zina edenlere bir had, bir ceza beyan edilmediğinden, bu zina yasağı da hıristiyanlar arasında hükmü kaldırılmış olarak kabul edildiği, avrupalıların halini bilenlerin ma'lumudur. çünki, şehvet nazarı ile bakmanın aynen zina olduğunu, isa aleyhisselam beyan etmiş iken, hıristiyanlar, kadınlarını örtmemişler, başkalarının şehvet ile bakması için açık bırakmışlardır. halbuki, haram işlemeğe sebeb olan şeyleri yapmak da haramdır. kadınların, açık ve süslü ve kokulu olarak yabancı erkeklere görünmeleri, erkeklerin bunlara, şehvet ile bakmalarına sebeb olmakdadır. o halde, bugün ellerde dolaşan inciller, hıristiyan kadınlarının örtünmelerini emr etmekdedir. bunun içindir ki, bütün kiliselerde, manastırlarda vazifeli olan kızlar, rahibeler, müsliman kadınları gibi örtünmekdedirler. fekat, şimdi papazlar, kadınların yabancı erkeklerle oturup kalkmak şöyle dursun, balolarda, istediği gençlerle, kucak kucağa dans etmelerine dahi müsaade etmişlerdir. bunun için, isa aleyhisselamın sözüne göre, her bir hıristiyana zani ve zaniye denilmesi doğru olur. fekat bunlar cahil halkdır, cahil hıristiyanlardır. bunlara nasihat te'sir etmiyor. hıristiyan din adamları, papazlar, kadınların bu hallerinden hoşnud değildirler denirse; kiliselerde toplanan erkek ve kadınların, dürlü dürlü süs eşyaları ile birbirlerine, ibadet ismi altında, yapdıkları cilveler ve hareketlere niçin mani' olmıyorlar? bilhassa günah çıkarılacağı zeman, genç papazlar ile genç kadınlar, yüz göz açık, diz dize, baş başa, tenhada oturup, işledikleri günahları anlatmaları ve papazların dinlemesi ve kiliselerden çıkılırken genç oğlanların, genç kadınlara okunmuş su takdim etmesi gibi hallere bakılırsa, değil cahil, avam hıristiyanlar, hiç bir papaz bile, göz zinasından kurtulamaz. bu açıklamadan anlaşılıyor ki, bütün ilahi kitablarda, haram olan birçok şeyleri papazlar sonradan te'vil ederek, halal saydıkları gibi, zinayı da bu şeklde hiç şübhesiz halal saydılar. fekat, islamiyyetde kadının eli ve yüzünden başka yerlerini yabancı erkeklere göstermeleri ve onlarla yalnız bulunmaları haramdır. kadınlardan allahü tealanın emrlerine uyanlar, dünyada allahü tealanın ilahi hıfzında kalacaklar. ahiretde de, cenneti alada sayısız ni'metlere kavuşacaklardır. böylece müsliman kadınlar, dünyada huzur ve rahat, ahiretde de, ni'metler içerisindedirler. avrupalı kadınlar gibi, şehvetperest erkeklerin hırs ve tama'larına hedef olarak rezil olmazlar.islamiyyetin kadına verdiği kıymeti, hiçbir din, hiçbir inanç, hiçbir nizam, hiçbir fikr vermemişdir. islamiyyet, kadını baş tacı etmiş, onu gerçek bir anne ve her evin sultanı olmak makamına oturtmuşdur. medeni olduklarını iddia eden avrupalılar; kadınlarını fabrikalarda, işyerlerinde, atelyelerde ve mağazalarda çalışdırmakda ve kadının gerçek vazifelerini yapmasına fırsat vermemekdedir. islamiyyetde, kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak mecburiyyetinde değildir. evli ise erkeği, evli değilse, babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp, onun her ihtiyacını karşılamağa mecburdur. kendine bakacak hiç kimsesi bulunmıyan kadına, devletin denilen hazinesi bakmağa me'murdur ve onun her ihtiyacını te'min etmeğe mecburdur. islamiyyetde geçim yükü, erkek ve kadın arasında paylaşdırılmamışdır. bir erkek, zevcesini tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmağa zorlayamaz. eğer, kadın isterse ve erkek de izn verirse, kadın, kadınlar için iş bulunan yerlerde, erkekler arasına karışmadan çalışabilir. fekat, kadının kazancı kendisinindir. kocası, ondan zorla hiçbir şey alamaz. onu, kendi ihtiyaclarını dahi satın almasına zorlıyamaz. ev işlerini yapmaya da zorlıyamaz. kadın ev işini kocasına bir hediyye, bir lutf olarak yapar. bunlar, müsliman hanımların sahib olduğu birer faziletdir. onlardaki şerefli bir sıfatdır. şimdi, komünist memleketlerinde, kadın da, erkeklerle birlikde, boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalışdırılıyor. hür dünya dedikleri hıristiyan memleketlerinde, denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticaretde, erkekler gibi çalışıyor; sıkıntı, üzüntü ile yaşıyorlar. çoğunun, evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma da'vaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmekdedir. kadınlar, islam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen müsliman olur ve islamiyyetin her memlekete yayılması için çalışırlar. islamiyyetin kadınlara pekçok haklar tanıması ve onları erkekler elinde bir köle veya oyuncak olmakdan koruması, allahü tealanın kadınlara büyük kıymet verdiğini gösterir. bütün bu anlatılanlardan sonra, insaf sahibi, akllı kimseler, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan hangisinin ilahi kitablara ve insanlık edeblerine, icablarına uygun olduğunu allah için söylesinler. incilde, kim kadınını boşarsa, ona boş kağıdını versin denilmişdir. fekat ben size derim ki, her kim zinadan başka bir sebeble boşarsa, onu zaniye eder. ve her kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder denilmekdedir. hıristiyanların islamiyyetdeki talak, ya'ni kadın boşamaya yapdıkları i'tirazları ve bunların cevablarını bahsinde mufassal olarak anlatacağız. fekat, bütün hıristiyanlara burada birkaç, sual tevcih edeceğiz: madem ki, daha önce zikr etdiğimiz matta incilinin beşinci babının yirmisekizinci ayetine göre, şehvet nazarı ile bakmak aynen zina etmek olduğu, isa aleyhisselam tarafından bildirilmişdir. zina sebebi olunca kadını boşamak ise, yine mattanın beşinci babının otuzikinci ayetine göre lazım olmakdadır. şimdi hıristiyanlar arasında yabancı kadın ve erkeğin birbiri ile görüşmemesi gibi bir şey olmadığından, her hıristiyan kadının, istediği genç erkekle ve her hıristiyan erkeğin de, istediği kadınla açıkca veya gizlice görüşmesi adet olduğu halde, hıristiyanlar zina günahından acaba nasıl kurtulabilmekdedirler? avrupa tarihlerinde yazıldığına göre, avrupada birçok hükümdarın hanımlarında zina fi'li bulunmadığı halde, hükümdarlar hanımlarını boşamışlar . papalık makamının hududsuz yetkilerine sahib bulunan papazlar, hükümdarların o kadınları boşamasına nasıl müsaade etmişlerdir? bugün avrupa kanunlarında talak bahsi yazılı ve mer'iyyetde olup, zinadan başka, aşırı, şiddetli geçimsizlik ve gadab, hatta kadın ve erkeğin rızaları ile boşanmayı icab etdiren sebebler olduğu halde, birbirlerinden boşanamamakdadırlar. eğer zevc, yeni sevdiği kadını evinde bulundursa, zevcin zevcesini boşayabilme salahiyyeti ve zevc ve zevcenin rızaları ile olan ayrılıkda dahi, zevc ve zevce üç sene geçdikden sonra, bir başka kimse ile evlenebilirler. zina töhmeti ile olan ayrılıkda ise, en az on ay geçdikden sonra bir başkası ile evlenebilmesi mümkindir. bunlar avrupa kanunlarının ba'zı hükmleridir. öyle ise, burada sözü nerede kalmışdır? incilde, rabbe ödeyeceksiniz denildiğini işitdiniz. fekat ben size derim ki, hiç yemin etmeyiniz. ne gök üzerine, çünki o, allahın tahtıdır. ne yer üzerine, çünki o, allahın ayaklarının basamağıdır. ne kudüs üzerine, çünki o, büyük meleğin şehridir. ve diyerek yemin etmeyeceksin. çünki sen, saçın bir kılını ak veya kara yapmağa kadir değilsin. ancak sözünüz evet evet, hayır hayır olsun. zira bunlardan çok olan şerdendir denilmekdedir. matta incilinin bu ayetlerinden anlaşılan, asla yemin etmemek, kat'i bir emrdir. halbuki, cem'iyyet içinde muamelat sebeblerinin en büyüklerinden olan böyle bir emniyyet vesilesinin, büsbütün yok edilmesi akla ve hikmete uygun bir şey olamıyacağından, bunun da, incilde yapılan tahriflerden biri olduğu zan olunur. musa aleyhisselamın dininde olduğu gibi, islamiyyetde de, yemin vardır. islamiyyetde yemin üç dürlüdür: yemini gamus: geçmişdeki birşey için, bilerek yalan yere yemin etmekdir. büyük günahlardandır. böyle yeminlere keffaret lazım olmaz. yemini lağv: boş yere bir işi yapdığı zannı ile, yanlış yemin etmekdir. daha sonra yapmadığı ortaya çıkınca, hiç hükmüne girer. yemini mün'akıde: ilerde yapacağım veya yapmıyacağım diye yemin etmekdir. bir kimse yarın şu işi yapacağım diye va'dde bulunup diyerek yemin etse, daha sonra sebat etmeyip, o işi yapmasa ya'ni yalancı olup, keffaret vermesi lazım olur. bu kısm yemine keffaret verilmesi hususunda kur'anı kerimde açık beyanlar vardır. maide suresinin seksendokuzuncu ayetinde mealen: . fekat akd etdiğiniz yeminlerde muaheze eder. onun keffareti, çoluk çocuğunuza yidirdiğinizin orta hali ile on fakiri doyurmakdır veya çoluk çocuğunuza giydirdiğinizin orta haliyle birer elbiseyi, on fakire giydirmekdir veya bir köle azad etmekdir. bu üçünden birini yapmaya gücü yetmiyenin, üç gün müte'akıben oruc tutmasıdır. işte bunlar sizlerin yeminlerinize keffaretdir. lisanlarınızı yemininizi bozmakdan hıfz ediniz buyurulmuşdur. allahü tealanın isminden başka, yer, gök ve başın için ve evladın için diyerek, yemin etmek ise, çeşidli hadisi şerifler ile men' edildiğinden, şer'an caiz değildir. matta incilinde yazıldığına göre, isa aleyhisselam tevratda olan kısas ayetini nakl etdikden sonra, beşinci babının otuzdokuz ve devamındaki ayetlerde, fekat ben size derim ki; kötülüğe karşı koymayın ve sağ yanağınıza kim vurursa, ona sol yanağınızı da çevirin. eğer birisi gömleğini almak isterse, ona kaputunu, abanı da ver. ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git. senden dileyene, isteyene ver. düşmanlarınızı sevin ve size beddüa edenlere hayr düa edin. herkese selam verin denilmekde ve başkalarına kötülük yapan, zulm eden kimselerin afv edilmesi bildirilmekdedir. kısas, ya'ni suçluyu cezalandırmak temamen inkar olunmakdadır. kısas mes'elesi, ilahi kitablarda meşru' olduğu gibi, kur'anı kerimde de, emr edilmişdir. maide suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzyetmişdokuzuncu ayetinde mealen: ey akl sahibleri! sizin için kısasda hayat vardır buyurulmuşdur. fekat öldürülen kimsenin varislerinin ve yaralanan veya bir azası kesilen kimsenin, kısas yapılmasını istemeyip, afv etmelerinin efdal ve pek hayrlı olması hakkında ayeti kerimeler ve hadisi şerifler varid olmuşdur. ancak, incilin kısası temamen afv etmesi, tahrif edildiğine, kuvvetli bir delildir. çünki, her dinde ve her kanunda kısas vardı. hatta, hıristiyan memleketlerinde dahi kısas yapıldı. eğer hıristiyanlar, bu incilin sıhhatini, doğruluğunu kabul etmiş olsalardı, kısas yapmazlardı.bir yanağına vurana diğer yanağını da çevir. gömleğini isteyene kaputunu da ver. her gidelim diyen ile beraber git emrleri de aynen kısas mes'elesi gibi tahrifatdan olmalıdırlar. çünki, böyle bir şeri'at ile dünyada hiç bir kavm, hiç bir cem'iyyet hayatiyyetini, varlığını devam etdiremez. bunun en açık delili de, avrupalıların, hıristiyanlığın bu esaslarına hiç i'tibar etmemeleridir.avrupada maddi refah, ilm ve teknik, hep hıristiyanlığı terk etmek sebebi ile zuhur etmişdir. bu terakkilerin sebebi, avrupadaki reformlar olmuşdur. bu reformları yapanlar, endülüsde ya'ni ispanyada islam medreselerinde ilm tahsil eden avrupalılardır. bunlar her dürlü terakkiye mani' olan hıristiyanlığa karşı cebhe almışlar, hıristiyanlığın terakkiye mani' olduğunu akl ve ilm ile isbat etmişlerdir. hıristiyanlığı red eden, terakkiye mani' olduğunu isbat eden kitablar yazmışlardır. islamiyyeti bilmeyen ba'zı cahiller, avrupalıların yazdığı bu kitabları okuyup, islamiyyeti de böyle sanmışlar. her dürlü ilerlemeği, terakkiyi, ilmi emr eden islamiyyetde de, reform yapmak fikrine kapılmışlardır. kendileri islamiyyetin ışıklı yolundan sapmış, başkalarını da sapdırmışlardır. böylece, cahilliklerini ve ahmaklıklarını ortaya koymuşlardır. daha önce bildirdiğimiz gibi, müslimanlar islamiyyete yapışıp, bağlandığı müddetce, hıristiyanlar ise, hıristiyanlığı terk edip, uzaklaşdığı müddetce, terakki etmişlerdir. matta incilinde, diye emr eder. kur'anı kerim ise, sadaka ve ihsanda bulunmayı teşvik eder. bütün malını sadaka ver diye, emr etmez. bütün malını sadaka verip, başkalarına muhtaç ve zelil olmakdan men' eder. nitekim, isra suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen: . hallerine göre fakirlere ve yolculara haklarını ver. israf edip, malını lüzumsuz yere dağıtma ve yirmidokuzuncu ayetinde mealen: ve elini temamen açma ki, kötülenirsin ve başkalarına muhtac olursun buyurulmuşdur. matta incilinin altıncı babının üçüncü ve dördüncü ayetlerinde, fekat sadaka verdiğin zeman, sol elin, sağ elinin ne yapdığını bilmesin! gizli şeyleri gören baban, sana ödeyecekdir demekdedir. riyadan sakınmak için, sadakanın gizli verilmesi uygun ise de, başkalarını teşvik için, riya maksadı olmaksızın aşikare, açıkca vermekde de bir beis yokdur. bundan dolayı kur'anı kerimde sadakanın aşikare, açıkca verilmesi de nehy olunmamışdır. fekat, gizli vermenin daha efdal olduğu da ayeti kerimede bildirilmekdedir. bekara suresinin ikiyüz yetmişbirinci ayetinde mealen: sadakaları aşikare verirseniz ne güzeldir. eğer gizlerseniz ve onları fakirlere verirseniz bu sizin hakkınızda daha hayrlıdır ve günahlarınıza keffaretdir. allahü teala sizin yapdıklarınızdan haberdardır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede açıkca verilmesi bildirilen sadaka, farz olan zekatdır. farz olan zekatı açıkca vermek riya olmaz, daha sevab olur. tetavvu' olan sadakayı ise gizlice vermek efdaldir. gizli verilen nafile sadakanın, açıkdan verilen nafile sadakadan yetmiş kat daha sevab olduğu hadisi şerif ile bildirilmişdir. allahü tealanın razı olduğu yolda verilen maldan hasıl olacak ecr ve mükafat hakkında, bekara suresinin ikiyüzaltmışbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. sadakanın, kişinin en sevdiği maldan olması lazımdır. bu hususda, ali imran suresinin doksanikinci ayetinde mealen, nail olamazsınız, kavuşamazsınız buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüz yetmişüç ve ikiyüz yetmişdördüncü ayetlerinde mealen: vaktleri olmayan fakirler içindir. onlar, dilenmekden çekindikleri için, cahiller onları zengin zan ederler. ey resulüm, sen onları simalarından tanırsın. onlar iffetlerinden dolayı insanları rahatsız edip sadaka istemezler. malınızdan, bunlara infak ederseniz, muhakkak allahü teala verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir. şu kimseler ki, gece ve gündüz gizli ve aşikar mallarını infak ederler. onların ecrleri, rablerinin indinde dir. onlara korku ve hüzn yokdur buyurulmuşdur. ebu bekri sıddik radıyallahü anh bin altın aşikare, bin altın gizli, bin altın gece, bin altın gündüz sadaka verdi. bunun üzerine bu ayeti kerimenin nazil olduğu bildirilmişdir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, yedi kısm kimse vardır ki, allahü tealanın ihsan etdiği gölgeden başka gölge bulunmadığı kıyamet gününde, allahü teala onları arşın gölgesinde gölgelendirir. onlardan birisi, sadaka verdiği zeman sağ elinin verdiğini, sol eli dahi bilmeyen kimsedir. bu hadisi şerifden sadakayı aşikare, açıkca vermenin temamen nehy edildiği anlaşılmamalıdır. ba'zı yerler vardır ki, halis niyyet ile, kendini riyadan koruyarak ve başkalarını teşvik için hayrın, iyilik ve sadakanın, aşikare olması daha efdaldir. hadisi şerifde, buyurulmuşdur. bu hadisi şerife göre, sadakayı aşikare vermek, iyiliği açıkca yapmak iki kat sevab olur. birisi, vermiş olduğu sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. böyle, halis niyyet ile, iyilik ve sadakayı izhar, aklen ve şer'an gizlemekden elbette daha güzeldir. bugün mevcud olan incillerde, sadakayı gizli vermek açıkca emr ediliyor ise de, hıristiyanların çoğu, burada da, incile uymamakda, sadakayı aşikare vermekdedir. hatta nefslerini kırmak için hayr sever ba'zı kimseler ve ba'zı süslenmiş madamların, sadaka toplamak için arabaları ile sokaklarda dolaşmaları, avrupanın eski modalarındandır. matta incilinin altıncı babında düa ederken riya yapmamak lazım olduğu yazılıdır. riya, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. kısaca, gösteriş demekdir. kalb hastalıklarındandır. kötü bir huydur. ahiret amellerini yaparak, ahiret yolunda olduğunu göstererek, dünya arzularına kavuşmak demekdir. allahü teala, kur'anı kerimde ve resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinde, islam alimleri de kitablarında, riyanın kötülüğünü bildirmişlerdir. ma'un suresinin dört, beş ve altıncı ayetlerinde mealen: buyurulmuşdur. kehf suresinin yüzonuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimeye göre, riya ile, ya'ni gösteriş için ibadet etmek, şirk hükmündedir. çünki, riya, gösteriş yapan, ibadetinde, ma'buda bir başkasını ortak koşmakdadır. bu ma'nayı te'yid ederek, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kirama, , yakalanmanızdır buyurdu. eshabı kiram: ya resulallah! küçük şirk nedir? diye sordular. buyurdu.diğer bir hadisi şerifde, dünyada riya ile ibadet edene, kıyamet günü, ey kötü insan! bugün sana sevab yokdur. dünyada kimler için ibadet etdin ise, karşılıklarını onlardan iste, denir buyurdu. riyanın zıddı, ihlasdır. ihlas, dünya faidelerini düşünmeyip, ibadetlerini yalnız allah rızası için yapmakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, allahü teala buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. başkasını bana şerik eden, sevablarını ondan istesin. ibadetlerinizi ihlas ile yapınız! allahü teala, ihlas ile yapılan amelleri kabul eder. muaz bin cebeli radıyallahü anh yemene vali olarak gönderirken, ibadetlerini ihlas ile yap! ihlas ile yapılan az amel kıyamet günü sana yetişir buyurdu. başka bir hadisi şerifde, ibadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun. bunlar hidayet yıldızlarıdır. fitnelerin karanlıklarını yok ederler buyurdu. matta incilinde, düa ederken, putperestlerin yapdığı gibi, lüzumsuz yere tekrarlar yapmayın. zira onlar, çok söyledikleri için, kabul edileceğini zan ederler. siz ondan istemeden önce o, ihtiyaçlarınızı bilir. siz şöyle düa edin: ey göklerde olan babamız, ismin mukaddes olsun. melekutün gelsin. gökde olduğu gibi, yerde de senin iraden olsun. her günkü ekmeğimizi bize bugün de ver ve biz suçlu olanları bağışladığımız gibi, bizim suçlarımızı bağışla. bizi iğvaya götürme. bizi şerirden kurtar. melekut ve kudret ve izzet, ebediyyen senindir. amin denilmekdedir. denilerek, allahü tealaya acizlik isnad ediliyor. denilerek, haşa allahü teala minnet altında bırakılmışdır. biz yapdığımız gibi sen de yapmağa, haşa mecbursun denilmekdedir. yine burada sadece ekmek istenmekdedir. halbuki, allahü tealadan bütün ni'metleri istenmeliydi. incilde bundan başka bir düa yokdur. bunun için hıristiyanlar, hergün bu duayı okumakla me'murdurlar. müslimanların her günkü düası, fatihai şerifedir ki, beş vakt namazın, her rek'atinde okunur. böylece, hergün en az, kırk kerre okunur. fatihai şerife suresinin meali şerifi şudur:bismillahirrahmanirrahim: rahman ve rahim olan allahü tealanın ismi şerifini okuyarak başlıyorum. hamd ve senanın en üstünü, bütün alemleri yaratan, allahü tealaya mahsusdur. allahü teala, dünyada ve ahıretde kullarına çok merhamet edicidir. kıyamet gününün maliki yalnız odur. biz, ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz. bizi doğru yolda bulundur. bizi kendilerine ni'met verdiğin kimselerin yolunda bulundur. senin gadabına uğrayanların ve sapıkların yolunda bulundurma! ya rabbi. amin: kabul buyur allahım! bundan başka, kur'anı kerimde yüzlerce düa vardır ki, her biri ve ma'naları tefsir kitablarında uzun yazılıdır. matta incilinde, düa etdiğin zeman, iç odana gir ve kapıyı kapayarak gizli olan babana düa et! gizlide gören baban, sana aşikare ödeyecekdir. semavatda olan babanız, kendisinden isteyenlere, pek çok ihsanlar verecekdir denilmekdedir. kur'anı kerimde, allahü tealaya düa edenlere verilecek ecrleri ve düa etmek lazım olduğunu ve yapılan düaların kabul edileceğini bildiren pek çok ayeti kerimeler vardır. mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzseksenaltıncı ayetinde mealen: , kullarım sana benden sorarlarsa, ben yakınım. bana düa etdikleri zeman düalarına icabet ederim . benden icabet istesinler ve bana iman etsinler buyurulmuşdur. matta incilinde, eğer siz insanların suçlarını bağışlar iseniz, gökde babanız da sizi bağışlar. fekat siz insanların suçlarını bağışlamazsanız, babanız da, sizin suçlarınızı bağışlamaz denilmekdedir. kur'anı kerimde, nur suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: afv etsinler, intikamdan vazgeçsinler. dikkat ediniz! allahü tealanın sizi magfiret etmesini sevmezmisiniz? allahü teala magfiret ve rahmet edicidir buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzotuzdördüncü ayetinde mealen: o kimselerdir ki, bollukda ve darlıkda, çoklukda ve azlıkda infak ederler. gadablarını yok ederler, kusurlarını afv ederler, allahü teala ihsan edenleri sever buyurulmuşdur. müslimanlar hep bu ayeti kerimeler ile amel etmişlerdir. buna bir misal yazalım. resulullahın mubarek torunu hüseyn bin ali radıyallahü anh misafirleri ile sofrada oturmuşlardı. kölesi bir kab sıcak yemek ile gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hüseynin radıyallahü anh, mubarek başına dökdü. kölesini terbiye için yüzüne sert bakınca, kölesi, bu ayeti kerimenin kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh, gadabımı terk etdim, buyurdu. bunun üzerine köle, kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh afv etdim buyurdu. bunun üzerine köle, kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh, seni kölelikden azad etdim, istediğin yere gidebilirsin, buyurdu. beled suresinin onyedinci ve onsekizinci ayetlerinde mealen: bundan sonra mü'minlerden olup, birbirlerine sabr ve merhamet tavsiye ederler. işte bunlar, eshabı yemindendirler, ya'ni cennet ehlindendirler buyurulmuşdur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurmuşdur. matta incilinde, oruc tutduğunuz zeman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. zira onlar oruc tutduklarını insanlar görsünler diye suratlarını asarlar. doğrusu size derim ki, onlar mükafatlarını almışlardır. fekat sen oruc tutduğun zeman başına yağ sürüp, yüzünü yıka. ta ki, insanlara değil, gizlide olan babana oruc tutduğunu gösteresin denilmekdedir. isa aleyhisselam sadece allah rızası için oruc tutulmasını emr etmiş ve riyadan nehy buyurmuşdur. islamiyyetde riyanın kötülüğü ve riyadan sakındırmak için varid olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerden ba'zılarını yukarıda bildirdiğimizden, burada tekrar etmemize lüzum yokdur. dikkat edilecek husus şudur ki, incilin bu ayetlerinde, oruc tutmak, açıkca emr edildiği halde, isa aleyhisselamdan çok sene sonra, onun yüzünü görmeyen ve onun eshabına nice ihanetler yapdığını hıristiyanların dahi i'tiraf etdikleri pavlos, sonradan incildeki diğer ahkamı değişdirdiği gibi, bu orucu da değişdirmişdir. matta incilinde, mal toplayıp, kalbinizi bağlamayın. ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz diye keder çekmeyin. hakka tevekkül ve i'timad ediniz denilmekdedir. ve kuşların yaşayışları ve kır zambaklarının tabii kisveleri gibi ba'zı misaller verilmekdedir. kur'anı kerimde dünyaya rağbet etmemek hususunda varid olan, ba'zı ayeti kerimeleri ve peygamberimizin hadisi şeriflerini yukarıda zikr etmişdik. tevekkül ile ilgili ayeti kerimeler de pek çokdur. burada bir kaçını zikr etmekle iktifa edelim. talak suresinin ikinci ve üçüncü ayetlerinde mealen: bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızk verir. her kim, allahü tealaya tevekkül ederse, allahü teala ona kafidir buyurulmuşdur.tevekkül ile ilgili ayeti kerimelerin tefsirlerinin temamı bir araya getirilse, incilin temamından çok olur. maide suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzellidokuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ibrahim suresinin onbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, ümmetimden bir kısmını, bana gösterdiler. dağları, sahraları doldurmuşlardı. böyle çok olduklarına şaşdım ve sevindim. sevindin mi dediler, evet dedim. bunlardan ancak yetmişbin adedi hesabsız cennete girer dediler. bunlar hangileridir diye sordum. işlerine sihr, büyü, dağlamak ve fal karışdırmayanlar ve allahü tealadan başkasına, tevekkül ve i'timad etmeyenlerdir buyuruldu. dinliyenler arasında ukaşe radıyallahü anh, ayağa kalkıp, ya resulallah! düa buyur da, onlardan olayım deyince, ya rabbi! bunu onlardan eyle! buyurdu. başka biri daha ayağa kalkıp, aynı duayı isteyince, buyurdu. bir hadisi şerifde, allahü tealaya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. kuşlar, sabah mi'deleri boş, aç gider. akşam mi'deleri dolmuş, doymuş olarak döner buyurdu. bir hadisi şerifde, bir kimse, allahü tealaya sığınırsa, allahü teala, onun her işine yetişir. hiç ummadığı yerden, ona rızk verir. her kim, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır buyurdu. islamiyyetde tevekkül, çalışmayıp her şeyi allahü tealadan beklemek değildir. allahü tealanın adeti şöyledir ki, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. sebebleri o yaratdığı gibi, onların te'sir ederek, işin meydana gelmesini de, o yaratmakdadır. islamiyyet, herşeyin sebebini araşdırmamızı ve bu sebebe yapışmamızı emr etmekdedir. her şeyin ma'lum olan, meşhur olan, sebebine yapışmamız ve bu sebebin te'sirini halk etmesi için, allahü tealaya düa etmemiz, yalvarmamız lazımdır. sebebe yapışmadan işin yapılmasını allahdan beklemek, allahü tealaya karşı gelmek, onun adetini bozmağa kalkışmak olur. tevekkülün ma'nası ve çeşidleri hakkında kitabında geniş ma'lumat vardır. matta incilinde, demekdedir. kur'anı kerimde hucurat suresinin onikinci ayetinde mealen: ey iman edenler, zannın çoğundan sakınınız. çünki zannın ba'zısı günahdır. araşdırmayınız ve birbirinizi gıybet etmeyiniz . sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yimeği sever mi? ikrah edersiniz . allahü tealadan korkunuz. muhakkak ki, allahü teala tevbe edenlerin, tevbesini kabul eder ve çok merhametlidir buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur. başka bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. buyurmuşdur. islamiyyetde gibet şiddet ile yasak edilmişdir. ateşin odunu yakıp yok etdiği gibi, gibet de hasenatı yok eder. hadisi şerifde, kıyamet günü, bir kimsenin sevab defteri açılır. ya rabbi! dünyada iken şu ibadetleri yapmışdım. sahifede bunlar yazılı değil, der. onlar defterinden silindi, gibet etdiklerinin defterlerine yazıldı denir ve kıyamet günü bir kimsenin hasenat defteri açılır. yapmamış olduğu ibadetleri orada görür. bunlar, seni gibet edenlerin sevablarıdır, denir buyuruldu. gibetden men' eden ve gibete mani' olmağı bildiren pek çok hadisi şerifler vardır. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, ve buyurdu. matta incilinde, dar kapıdan girin, zira helake götüren kapı geniş ve yol enlidir. ve ondan girenler çokdur. fekat hayata götüren kapı dar ve yol ensizdir. onu bulanlar ise azdır denilmekdedir. kur'anı kerimde, ali imran suresinin ondördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. güzel olan şeye rağbet etmek tabii olması hasebiyle bu geniş bir yoldur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur. hasılı, cennet yolu dar ve meşakkatli, cehennem yolu, geniş ve zinetlidir. matta incilinde isa aleyhisselamın bana: yarab, yarab diyen her adam göklerin melekutuna giremez. ancak göklerde olan babamın muradını yapan girer. o gün çok kimseler bana: yarab, yarab, biz senin ismin ile peygamberlik etmedik mi? ve senin ismin ile cinleri çıkarmadık mı? ve senin ismin ile çok mu'cizeler yapmadık mı? diyecekler. ve o zeman ben onlara: ben sizi hiç tanımadım, benim yanımdan gidin. ey zulm ediciler! diyeceğim dediği yazılıdır. burada zikr edilen melekut protestan papazların anladığı gibi, kilise idaresi olmayıp, bil'aks kıyamet günü görülecek ve o esnada zuhur edecek olan, allahü tealanın adalet ve intikamıdır. incilin bu ayetleri gibi kur'anı kerimde pek çok ayeti kerimeler vardır. bekara suresinin ikiyüzellibeşinci ayetinde mealen: göklerde ve yerde olanların hepsi, allahü tealanın mülküdür. allahü tealanın izni olmadıkca, mahşerde şefa'at edip başkasını kim kurtarabilir? buyurulmuşdur. diye tefsir olunmuşdur. müddessir suresinin kırksekizinci ayeti kerimesi, demekdir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, mubarek kızı seyyidetünnisa fatımaya radıyallahü anha, buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem kıyamet günü şefa'atı uzmanın sahibidir. insanlar mahşer yerinde sıra ile adem, nuh, ibrahim, musa ve en son isaya aleyhimüsselam şefa'at etmeleri için gelecekler. isa aleyhisse–cevab veremedi lam da, hıristiyanların kendisini allahü tealaya ortak koşduklarını, onun için allahü tealadan utandığını bildirerek, hatemülenbiya olan muhammed aleyhisselama gönderecek ve resulullah, alemlere rahmet olduğu için, bütün insanlara, mahşer azabının kaldırılması için şefa'at edecek ve bu şefa'ati de kabul olunacak, mahşer azabı hepsinden kaldırılacakdır. hadisi şeriflerde: ve ve ve buyurdu. d ahifede şefa'at uzun bildirilmekdedir. şefa'at hususunda, müslimanların i'tikadı budur. fekat hıristiyanlar, isa aleyhisselamın göğe kaldırılmasından sonra, babanın sağ tarafına oturtulup, bütün ilahi kuvvetleri eline aldığı ve kıyametde hakimi mutlakın hazreti isa olacağı inancındadırlar. matta bab yirmisekiz, ayet ondokuz. markos bab onaltı, ayet ondokuz ve diğer inciller. bu i'tikadın incil ayetlerine açıkça mugayir olduğuna dikkat etmezler. isa aleyhisselam, incilde havarilere hitaben allahü tealanın emrlerine itaat etmiyenlere benden faide olmaz. bana yalvarıp çağıranlara ben imdad edemem derken, hıristiyanlar, hazreti isa kendini bizim için feda etdi. biz cehennemden kurtulduk şeklinde fasid bir zanna sahibdirler. yine isa aleyhisselam, diye tenbih etmiş iken, protestan misyonerleri senelik binlerce lira ücret alarak hıristiyanlığı yaymağa çalışdıkları ve diğer hıristiyan fırkalarındaki papazların da belli bir ta'rife üzerinden, her günahı, belli bir ücret karşılığı afv hatta ba'zı hıristiyanların kendi mülkü olan arazilerini, boş arsalarını, günahlarının afv edilmesine karşılık parça parça papazlara vermeleri ve bu ticaret sebebi ile binlerce papazın, asrlardan beri refah ve zenginlik içinde yaşamaları, akllara hayret verecek hallerdendir. burada şaşılacak husus şudur ki, fen ve teknikde ve akllılıkda dünya milletlerine üstünlük iddiasında bulunan avrupalıların üçde biri, hala bu fasid inanca sahibdirler. kur'anı kerimde, araf suresinin yüzseksenaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. matta incilinde yazıldığına göre, isa aleyhisselam şakirdlerine yapdığı vasiyyet sırasında, bir eve girdiğinizde selam verin. o kimse ona layık ise, selamınız onun üzerine gelsin. fekat ona layık değilse, selamınız size dönsün ve kim sizi kabul etmez ise ve sözlerinizi dinlemez ise, o evden veya o şehrden çıkıp, ayaklarınızın tozunu silkin demekdedir. kur'anı kerim ve hadisi şeriflerde, selam vermek, kapı çalmak, bir eve girmek adabına aid pek çok hükmler vardır. nur suresinin yirmiyedinci ve yirmisekizinci ayetlerinde mealen: ey iman edenler. kendi evinizden başka kimselerin evlerine, o evin sahibinden izn almadan ve selam vermeden girmeyin. bu sizin için daha hayrlıdır . bunları düşünürseniz, hikmetini anlarsınız. eğer evlerde bir kimse bulamazsanız veya size izn verilmezse içeri girmeyiniz. eğer geri dönün derlerse, geri dönünüz. bu sizin için daha güzeldir. allahü teala yapdıklarınızın hepsini bilir buyurulmuşdur. matta incilinin onuncu babında, insanları iseviliğe da'vet için gönderilen şakirdlerin, dini teblig ederken eza ve cefa görecekleri beyan edilmiş ve bir şehrde cefa görürlerse, bir başka şehre kaçmaları ve allahü tealadan başka hiç kimseden korkmamaları tavsiye edilmiş ve söyliyenin onlar olmayıp, allahü tealanın ruhu olduğu ve öldürülürlerse, öldürülecek olanın fani cesed olup, ruha taarruz edemiyecekleri de zikr edilmişdir. kur'anı kerimde ahzab suresinin otuzdokuzuncu ayetinde mealen: insanlara teblig ederler. ancak allahü tealadan korkarlar ve allahü tealadan başka bir kimseden korkmazlar. allahü teala, bunların amellerinin hesabını görmeğe kafidir buyurulmuşdur. enfal suresinin onyedinci ayetinde mealen: ya muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem! sen atmadın. fekat hakikatde, allahü teala atdı buyurulmuşdur. meali şerifi, siz allah yolunda öldürülenlere, ölüler demeyiniz. hakikatde onlar diridirler, fekat siz onları anlamazsınız olan, bekara suresinin yüzellidördüncü ayeti kerimesi, şehidlerin cesedlerinin ölüp, ruhlarının hayatda olduklarını bildirmekdedir. matta incilinin onuncu babının kırkıncı ayetinde isa aleyhisselam şakirdlerine: demekdedir. bu ayetde, isa aleyhisselam, kendisinin allahü teala tarafından gönderilmiş olduğunu ve ona itaat edenin allahü tealaya itaat etdiğini tasdik eder. bu hususda kur'anı kerimde resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem itaatın allahü tealaya itaat olduğu bildirilmekdedir. nisa suresinin sekseninci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. matta incilinin onikinci babının kırkaltıncı ayeti ve devamında, isa halka henüz söylemekde iken, annesi ve kardeşleri onunla söyleşmek isteyerek dışarda durdular. ve biri isaya dedi ki, işte, annen ve kardeşlerin seninle söyleşmek için dışarda duruyorlar. isa cevab verip, kendisine söyleyene dedi ki, benim anam kimdir? ve kardeşlerim kimlerdir? ve elini şakirdlerine doğru uzatıp: işte benim anam ve kardeşlerim. çünki, her kim semavatda olan pederimin iradesine uygun iş yapar ise, biraderim ve kardeşim ve validem odur dedi demekdedir. halbuki allahü teala, kur'anı kerimde anneye ve babaya hurmeti emr etmekdedir. isra suresinin yirmiüç ve yirmidördüncü ayetlerinde mealen: annene ve babana ihsanda bulun. onlara üf deme onlara nazik, ince güzel söz söyle. onlar için gayet merhametli olarak tezellül ve tevazu' kanadını indir. ve yarab bunlar beni çocuk iken nasıl terbiye etdiler ise, sen de onlara rahmet eyle diye düa et! buyurulmuşdur. yuhanna incilinin ikinci babının başında, kana şehrindeki düğün ziyafetinde, isa aleyhisselamın annesi de beraber bulunur. yemek esnasında, ve şerab eksilince, isanın annesi ona, şerabları yok dedi. isa ona: kadın seninle benim aramda ne alaka var diye şiddetli bir şeklde cevab vermişdir. bu kadın, o hazreti meryemdir ki, bir kaç yüz sene sonra isa aleyhisselamın mı? yoksa allahın mı? annesidir diye, konsül denilen ruhban cem'iyyetlerinde mevzu' edilip, nihayet allahın annesi olmasına karar verilmişdir. bugün, hala, katoliklerin akidelerinde uluhiyyet derecesinde olarak, hazreti meryeme de ibadet olunur. papazların i'tikadları, bu derece birbirine zıd esaslar üzerine kurulmuşdur. yukarıdaki yazıları görünce ve öğrenince, müslimanlar, allahü tealaya ne kadar şükr etseler ve kendilerine verilen islam ni'metine ne kadar çok sevinseler, yine azdır. matta incilinin onüçüncü babının, üçüncü ayeti ve devamında isa aleyhisselam, çeşidli misaller getirerek, allahü tealanın emrlerini işiten kimseleri dört kısma ayırmış, her birini ekilen bir tohuma benzetmişdir. bundan sonra diyor ki, işte ekinci tohum ekmeğe çıkdı ve ekerken tohumların ba'zıları yol kenarına düşdü ve kuşlar gelip onları yidiler ve ba'zıları toprağı çok olmıyan kayalıklar üzerine düşdü ve hemen sürdü. çünki, toprağın derinliği yokdu. güneş doğunca yandı ve kökü olmadığı için kurudu. tohumların bir kısmı da, dikenler üzerine düşdü, dikenler çıkıp, onları boğdular. ba'zıları da iyi toprak üzerine düşdü. ba'zısı yüz, ba'zısı altmış, ba'zısı otuz kat semere verdiler. kulakları olan işitsinler. burada birincisi, ya'ni yol kenarına atılan tohumlar, kelami ilahiyi işitip onu inkar eden, ona inanmıyan kimselere benzetilmişdir. ikincisi, ya'ni taşlık yere ekilen ve kök salmıyan tohumlar, kelamı ilahiyi işitip, onu kabul eden ve bir müddet sonra inkar eden mürtedlere benzetilmişdir. üçüncüsü, ya'ni dikenler arasına atılan tohumlar, kelamı ilahiyi işiten, kabulünden sonra, dünyaya dalan ve mal kazanmak sevdasına düşerek, ibadet etmiyenlerdir. dördüncüsü, ya'ni iyi toprağa ekilen ve katkat meyve veren tohumlar ise, kelamı ilahiyi işiten, anlayan ve icabı üzere hareket edenlerdir. dini islamda bu vasf, bu sıfat sahiblerinin birincisine, kafirler, ikincisine, mürtedler ve münafıklar, üçüncüsüne fasıklar , dördüncüsüne ise, mütteki ve salih mü'minler ismi verilmiş ve bu ta'birler kullanılmışdır. denir. allahü tealanın rızasını, sevgisini kazanmış olana denir. allahü tealanın rızasını kazanmış, başkalarını da allahü tealanın rızasına kavuşdurmağa çalışana denir. kur'anı kerimde, bu dört sınıf kimsenin her biri hakkında, va'd ve vaidi, ya'ni mükafat ve ceza verileceğini bildiren pek çok ayeti kerime vardır. bunların toplanmasına ve zikr edilmesine bu kitabımızın hacmi müsaid değildir. ancak burada her biri ile ilgili bir ayeti kerimenin mealini zikr etmekle iktifa edeceğiz. kafirler hakkında bekara suresinin altıncı ve yedinci ayetlerinde mealen: kafirleri azab ile korkutman veya korkutmaman müsavidir. onlar iman etmezler. allahü teala onların kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mührlemişdir, perde çekmişdir. onlar için, büyük bir azab vardır buyurulmuşdur. münafıklar hakkında, bekara suresinin sekizinci ayetinde mealen: insanlardan ba'zıları, biz allahü tealaya ve kıyamet gününe inandık derler. halbuki onlar, iman etmiş değillerdir buyurulmuşdur. kur'anı kerimde münafıklar hakkında, bizzat münafıklardan bahseden otuziki uzun ayet vardır. ayrıca nifakdan, münafıklıkdan bahs eden ayetler de çokdur. günahkarlar hakkında zümer suresinin elliüçüncü ayetinde mealen: ey resulüm! söyle: ey benim günahda nefsleri üzerine israf eden kullarım. allahü tealanın rahmetinden ümmid kesmeyin! allahü teala bütün günahları magfiret eder. muhakkak ki, allahü teala gafurdur, ya'ni çok magfiret edicidir. rahimdir, ya'ni çok merhametlidir buyurulmuşdur. bu ayeti kerime, mekkenin fethinden sonra nazil oldu. müşriklerden pek çoğu korku içerisinde idiler. kendilerine nasıl bir muamele yapılacağını bilmiyorlardı. çünki bunlar, pek çok mü'mine işkence etmişler, pek çok mü'mini de, şehid etmişlerdi. bu müşrikler, iman etdikden sonra, kendilerine en küçük bir ceza dahi verilmemişdir. eshabı kiramdan olma şerefine kavuşmuşlardır. hatta, resulullahın en çok sevdiği amcası hamzayı radıyallahü anh şehid etmiş olan vahşi radıyallahü anh bile, afv edilmiş ve eshabı kiramdan olmuşdur radıyallahü anhüm ecma'in. mütteki mü'minler hakkında, bekara suresinin dördüncü ayetinde mealen: ve ahirete hiç şübhesiz inanırlar. bu kimseler, allahü tealadan olan hidayet ve doğru yol üzeredirler ve bunlar azabdan, ıkabdan felah buluculardır buyurulmuşdur. yine matta incilinin onüçüncü babında, isa aleyhisselam, ba'zı misallerle şeytanın vesvesesi ve ekdiği fesad tohumları sebebi ile fasıkların düşdüğü halleri anlatır. bunların, kıyamet günü kötü amelleri sebebi ile cezalandırılıp, cehennemde yanacaklarını beyan eder. kur'anı kerimde, şeytanın bu işleri ve insanları aldatmak için yapdıkları ve onun hilelerine aldanmamak lazım olduğunu bildiren pek çok ayeti kerime vardır. fatır suresinin altıncı ayetinde mealen: hakikaten şeytan size düşmandır. siz de onu düşman edininiz. çünki o, kendine tabi' olanları, cehennem ehlinden olmağa çağırıyor buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüzsekizinci ayetinde mealen: tabi' olmayın buyurulmuşdur.bekara suresinin yüzaltmışsekizinci ve yüzaltmışdokuzuncu ayetlerinde mealen: şeytanın izine, yoluna tabi' olmayın. muhakkak ki, o size apaçık bir düşmandır. şeytan size ancak fahşayı emr eder buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüz altmışsekizinci ayetinde mealen: fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emr eder buyurulmuşdur. nisa suresinin altmışıncı ayetinde mealen: hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister buyurulmuşdur. yasin suresinin altmışıncı ayetinde mealen: şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye size nasihat vermedim mi? ey adem oğulları! buyurulmuşdur. maide suresinin doksanbirinci ayetinde mealen: şeytan, şerab ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. sizi, allahü tealayı zikr etmekden ve namazdan alıkoymak ister. siz bunlardan hala sakınmaz mısınız? buyurulmuşdur. zuhruf suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. kur'anı kerimde şeytandan bahs eden ve onun kötülüğünü anlatan seksenden ziyade ayeti kerime vardır. burada şeytan ile ilgili, birkaç hadisi şerifi de zikr edelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, melekden gelen ilham, islamiyyete uygun olur. şeytandan gelen vesvese, islamiyyetden ayrılmağa sebeb olur ve şeytan kalbe vesvese verir. allahü tealanın ismi söylenince kaçar. söylenmezse vesveselerine devam eder ve allahü tealanın rahmeti cema'at üzerinedir. şeytan, müslimanların cema'atine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir ve sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. parça parça olmakdan sakınınız. cema'at halinde birleşiniz. mescidlere koşunuz buyurdu. allahü teala, iblise, resulullaha giderek, soracağı bütün suallere doğru cevab vermesini emr etdi. iblis yaşlı bir ihtiyar şeklinde, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna geldi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, , dedi. resulullah, buyurdu. iblis, , dedi. resulullah, buyurdu. iblis, dedi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, buyurdu. iblis, , hemen gazablanıp, gazabını yenemiyen kimseler benim dostum, sevdiğim kimselerdir cevabını verdi. çok hadisi şerifler vardır. arzu edenler, hadisi şerif kitablarına mürace'at etsinler. matta incilinin onsekizinci babında, isa aleyhisselam, şakirdlerini kibrlenmekden men' eder ve tevazu' sahibi olmalarını emr eder. isra suresinin otuzyedinci ve otuzsekizinci ayetlerinde mealen: yürüme! çünki sen arzı yaramazsın ve uzunluk gösterip dağlarla beraber olamazsın. bunların hepsi rabbin indinde mekruhdur, çirkindir buyurulmuşdur. kıyametde cem' ve haşr eder buyurulmuşdur. araf suresinin kırksekizinci ayetinde mealen: çokluğu ve kibriniz sizi allahü tealanın azabından men' etmedi derler buyurulmuşdur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz buyuruyor ki, ve allahü teala buyuruyor ki, kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsusdur. bu ikisinde bana ortak olanı cehenneme atarım, hiç acımam ve kıyamet günü, dünyadaki kibr sahibleri küçük karınca gibi zelil ve hakir olarak kabrden çıkarılacakdır. karınca gibi, fekat insan şeklinde olacaklardır. herkes bunları hakir göreceklerdir. cehennemin en derin ve azabı en şiddetli olan, bolis çukuruna sokulacakdır. diğer bir hadisi şerifde, önceki ümmetlerde, kibr sahibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. gayreti ilahiyyeye dokunarak, yer bunu yutdu buyurulmuşdur.tevazu', kibrin aksidir. tevazu' kendini başkaları ile bir görmekdir. başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemekdir. tevazu' insan için çok iyi bir huydur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyuruyor ki, allah için tevazu' edeni, allahü teala yükseltir. kim de kibrlenirse, allahü teala onu rezil eder. ve buyuruldu. matta incilinin ondokuzuncu babının onsekiz ve ondokuzuncu ayetlerinde, denilmekdedir. kur'anı kerimde, hac suresinin otuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. furkan suresinin yetmişikinci ayetinde mealen: yalan ve batıl şeylerine uğrasalar, onlardan yüz çevirir ve pis işlerine bulaşmadan kerimane geçerler buyurulmuşdur. allahü teala böyle mü'minleri, sabrları sebebi ile cennetin en yüksek derecelerine kavuşduracakdır. anne ve baba haklarına ve komşu hakkına dair olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerden ba'zılarını yukarıda zikr etdik. matta incilinin yirminci babının yirmialtıncı ayetinde isa aleyhisselamın, dediği bildirilmekdedir. kur'anı kerimde, hucurat suresinin onüçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. buyuruldu. diğer bir hadisi şerifde, buyurdu. matta incilinin yirmiikinci babının yirmibirinci ayetinde, isa aleyhisselamdan kaysere vergi vermek hususu sorulduğu zeman, dediği yazılıdır. kur'anı kerimde nisa suresinin ellidokuzuncu ayetinde mealen: itaat ediniz buyurulmuşdur. ancak, buradaki ülülemre itaat, mutlak bir itaat olmayıp, hadisi şerifi ile kaydlanmışdır. maide suresinin yüzbeşinci ayetinde mealen: ey iman edenler! nefslerinizin muhafaza ve ıslahı , sizin üzerinizedir. ya'ni üzerinize bir borçdur. siz gücünüz yetdiği kadar iyiliği emr ve kötülükden men' ile doğru yolu gösterdikden sonra, yolunu şaşırmış kimsenin dalaleti , size zarar vermez buyurulmuşdur. çünki islamiyyetde emri ma'ruf ya'ni iyiliği emr ve nehyi münker ya'ni kötülükden men' etmek farzdır. nitekim ali imran suresinin yüzdördüncü ayetinde mealen: sizin içinizden, insanları hayra, ya'ni kur'anı kerime ve resulullahın sünnetine uymağa da'vet eden ve ma'rufu emr eden ve münkerden , ya'ni kur'anı kerime ve resulullahın sünnetine muhalefetden nehy eden bir cema'at bulunsun. onlar, felah buluculardır buyurulmuşdur.peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, birbirinize müslimanlığı öğretiniz. emri ma'rufu bırakır iseniz , allahü teala, en kötünüzü başınıza musallat eder ve düalarınızı kabul etmez. yine buyurdu ki, bütün ibadetlere verilen sevab, allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. cihadın sevabı da, emri ma'ruf ve nehyi anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir. nu'man bin beşirden rivayet edilen hadisi şerifde, allahü tealanın emrleri ile amel eden ve etmeyen ve allahü tealanın emrlerini yapmakda gevşek davrananların hali, bir gemiye binmiş şu insanlara benzer ki, onlar gemi üzerinde kur'a atdılar. bir kısmının kur'ası, geminin aşağı kısmına, ambar mahalline, bir kısmının da, güverte kısmına düşdüler. geminin alt kısmında bulunanlar sudan istifade etmek istedikleri zeman, yukarı buradakilerin üzerinden geçerek, eziyyet veriyorlardı. bunlar, biz kendimiz için ambarda bir delik açarak, oradan ihtiyacımız olan suyu alır, üzerimizde bulunanları rahatsız etmezdik dediler. bunlardan birisi bir balta alarak geminin ambarını delmeğe başladı. yukarıdakiler hemen koşup geldiler, sana ne oluyor dediler. o da, siz bizim yüzümüzden eziyyet çekiyorsunuz. bize de muhakkak su lazımdır dedi. yukarıda bulunanlar, aşağıdakilere gemiyi delmeleri için müsaade ederlerse, hepsi helak olurlar. eğer ellerini tutup gemiyi deldirmezlerse, hepsi necat bulur, kurtulurlar buyurulmuşdur. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, her salih müslimanın ve devletin; kötü, fena kimselerin kötülüklerine mani' olmaları lazımdır. mani' olmazlar ise, o kötülerle beraber, iyiler de helak olurlar. bunun için, emri ma'ruf ve nehyi münker, ehl olan bütün müslimanların vazifesidir. diğer bir hadisi şerifde, buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde, , allahü teala, azabını hepsine umumi kılar buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde, siz elbette iyiliği emr, kötülükden de nehy etmelisiniz. emri ma'ruf ve nehyi münkeri terk ederseniz, allahü teala en kötülerinizi, hayrlılarınızın üzerine musallat eder. o zeman hayrlılarınız düa ederlerse, düaları kabul olunmaz buyurulmuşdur. buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen: insanlar içinden seçilmiş hayrlı bir ümmetsiniz. iyiliği emr edersiniz ve kötülükden nehy edersiniz ve allahü tealanın birliğine iman edersiniz. eğer ehli kitab iman etselerdi, onlar için hayrlı olurdu. ve yüzondördüncü ayetinde mealen: emr ederler ve münkerden nehy ederler. hayrat yapmakda yarışırlar. işte onlar salihlerdendirler buyurulmuşdur. emri ma'ruf yapmamanın büyük günah olduğu .sahifede yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem günah işleyeni eliniz ile men' ediniz. buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mani' olunuz. bunu da yapamaz iseniz kalbiniz ile beğenmeyiniz! bu ise, imanın en aşağısıdır buyurdu. emri ma'ruf ve nehyi münker ile ilgili pek çok ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. okuyup öğrenmek arzu edenler, tefsir ve hadisi şerif kitablarına ve islam alimlerinin eserlerine mürace'at edebilirler. matta incilinin yirmiikinci babının otuzbeş, otuzaltı ve otuzyedinci ayetlerinde, ey muallim, şeri'atde en büyük emr hangisidir? diye isaya sorulduğu zeman, isa ona, allahın olan rabbini, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin denilmekdedir. kur'anı kerimde maide suresinin ellidördüncü ayetinde de mealen: allahü tealayı sever. allahü teala da onları sever buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzaltmışbeşinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. hadisi kudside allahü teala, ey adem oğlu! beni sevmek istersen dünya sevgisini kalbinden çıkar. çünki benim muhabbetim ile, dünya sevgisini bir kalbde ebediyyen cem' etmem. ey adem oğlu! benim sevgimle beraber dünya sevgisini nasıl istersin! öyle ise, benim sevgimi ve rızamı, dünyayı terk etmekde ara. ey adem oğlu! her işini benim emrlerime uygun olarak yap, ben de, senin kalbine muhabbetimi doldururum buyurmuşdur. matta incilinin yirmidördüncü babında isa aleyhisselam, kıyamet ahvalini anlatırken, yirmidokuzuncu ayet ve devamında, güneş kararacak, ay ışığını vermiyecek, yıldızlar gökden düşecekler ve göklerin kuvvetleri sarsılacak. ondan sonra insan oğlunun alameti gökde görünecek. o zeman yeryüzünün bütün kabileleri feryadü figana düşecekler. göklerin bulutları üzerinde kudret ve büyük bir izzet ile insan oğlunun geldiğini göreceklerdir. o da surun büyük sesi ile meleklerini göndererek ve melekler göklerin bir ucundan öteki ucuna kadar, onun seçdiklerini dört rüzgardan toplayacaklardır. bunların hepsi vaki' olmayınca, kıyamet kopmaz. fekat, o gün ve saati babadan başka kimse bilmez; göklerin melekleri bile bilmez demekdedir. kur'anı kerimde kıyamet hallerine dair olan ayeti kerimelerin tefsirleri toplanırsa; dört incilin temamından daha büyük bir kitab olur. bunlara bir kaç misal yazalım: tekvir suresinin birinci ve ikinci ayetlerinde mealen: buyurulmuşdur. inşikak suresinin bir, iki, üç, dört ve beşinci ayetlerinde mealen: atıp boşaldığı ve yeryüzü dümdüz olduğu zeman buyurulmuşdur. naziat suresinin sekizinci ve dokuzuncu ayetlerinde mealen: o günde, kalbler korkudan ızdırab içindedir. gözleri korkudan zillet içindedir buyurulmuşdur. yasin suresinin ellibirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. zilzal suresinin altı, yedi ve sekizinci ayetlerinde mealen: o gün, insanlar amellerinin karşılığını görmek için, fırka fırka hesab yerine giderler. kim zerre mikdarı kadar hayr işlemiş ise, onu görür. kim de zerre mikdarı bir kötülük işlemiş ise, onun cezasını görecekdir buyurulmuşdur. mü'min ve kafir herkes kıyametde, dünyada yapmış olduklarını görür. ehli sünnet olan mü'minin, dünyada iken tevbe etmiş olduğu günahları, afv olunup, hayrlarına, sevab verilir. kafirlerin ve bid'at sahibi olanların, ya'ni i'tikadı bozuk olan mü'minlerin hayrları red olunup, şerleri için de ceza görürler. en büyük ve ebedi cezaları, ıkabları, küfrden dolayı olur. kafirler cehennemde ebediyyen kalacaklardır. ahzab suresinin altmışüçüncü ayetinde mealen: ey resulüm! kafirler senden kıyametin ne zeman kopacağını sorarlar. sen de ki, onu ancak allahü teala bilir. umulur ki yakındır buyurulmuşdur. kur'anı kerimde, güzel ahlak sahibi olanlara, kalbi kötü huylardan temizleyenlere, ameli salih işleyenlere verilecek mükafat ve günah işleyenlere verilecek cezalar, hukuk, muamelat, cennetin ve cehennemin vasfları, kıyamet halleri, allahü tealanın zatı, sıfatları ve ismleri hakkında pek çok ayeti kerimeler vardır. bunlar kısmlara ayrılıp, tefsir edilse, her biri mevcud incillerin bir kaç mislinden fazla birer kitab olur. kur'anı kerim ile, bugünkü incillerin karşılaşdırılması, okyanus ile bir küçük havuzdaki tegayyür etmiş suyun mukayesesi gibidir. hakikatde bu karşılaşdırma, küçük bağçesinde, kırk elli dane, dalları kırık, yaprakları dökülmüş ağacı bulunan bir kimse ile, bahçesinde bir kaç bin meyveli ağacı olan kimsenin haline benzer. büyük bağçede, küçük bağçedeki kırk elli ağaç, dalları sağlam ve meyveli olarak bulunduğu gibi, dalları kuvvetli ve yemyeşil binlerle ağaç da bulunur. küçük bağçenin sahibi, kendi bağçesinin bir kaç çeşid meyvesi ile gururlanıp, diğer büyük bağçeden haberi olmadığından veya onun bir mahallini görmüş ise de, hasedinden dolayı, elbette, benim bağçemde olan güzel meyveler senin bağçende yokdur. benim bağçem seninkinden daha ma'mur ve faidelidir. sen buna inanmalısın, herkes de buna inanmalı diye iddia eder. cahilce, ahmakca söylenen böyle bir iddiaya karşı ne yapılır? insanlık icabı, o kimseye, o işin hakikatini, aslını bilmediği için acımalı ve onun bağçesinin ve diğerinin halini kendisine göstermelidir. bunun üzerine yine inad edip, iddiasında ısrar ederse gülüp geçmelidir. hıristiyanlar da böyledir. ba'zıları, papazlar tarafından aldatılmış olduğundan ve islamiyyet hakkında hiç ma'lumatları olmadığından islamiyyeti kabul etmiyorlar. islamiyyet hakkında, doğru ma'lumat sahibi olanlar, seve seve hemen müsliman oluyorlar. ba'zıları da, kuru inad ve teassublarından islamiyyeti kabul etmiyor ve müslimanlık yayılırsa, hıristiyanlık yıkılır, yok olur korkusu ile, islam düşmanlığı yapıyorlar. bunlar, doğru yoldan ayrılmışlar, başkalarını da ayırmakdadırlar. ey, insan adını taşıyan varlık, kendine gel, uyan gafletden artık! se'adet yolunu görmezsen nadan, niye vermiş sana bu aklı yezdan? niçin geldin fani cihana, böyle! yalnız yimek içmek mi, söyle? bilirsin, bir ruh da vardır insanda, psikoloji olayları meydanda. muhakkak, dünyaya gelen ölüyor. o zeman ruhlar aceb n'oluyor? ileriyi görmek, elbet insanlık. bunu sağlar sanma hıristiyanlık. islamı kötüler onlar daima. incilde böyle mi söyledi isa? islamı bilmiyorum dersin, nasıl münevverlik iddia edersin? gençlik geçdi, sanki tatlı bir rü'ya. bütün ömür de, bir saatdır güya. islamı tahkir ediyorsun bugün. anlamadan verilir mi hiç hüküm? din dersine lüzum yokmuş lisede, böyle mi söyleniyor kilisede? biraz müslimanlığı da et merak. din büyüklerinin sözüne bir bak. okusan anlarsın, sen de, o zeman, ne diyor muhammed aleyhisselam. diyor ki, her şeyi yaratan birdir. isa da, anası da, aciz kuldur. kur'anı kerim, kelamı rahmandır. ayetleri, alemlere ihsandır. ilm, fen, cümle fezail kaynağı. ona uy, dilersen felah bulmağı. hergün okuyorsun, gazete, kitab. bunları kim yazmış, iyice bir bak! çoğunu dinsizler düzmüş gizlice. islama iftira saçıyor, nice. kur'ana, mantıkla çatamıyanlar, alçakça yalanlar uyduruyorlar. doğru din kitabı okuyan insan, hakikati anlar, olur, müsliman! teslis ve batıllığı protestanlar, kur'anı kerim ile bugünkü incilleri mukayese için beş bahs seçmişlerdir. birinci bahsde, kur'anı kerimde, üç uknumun ya'ni den meydana gelen üç tanrı inancının bulunmamasını, kur'anı kerimin noksanlığına nisbet etmişlerdir. teslis inancının daha önceki ilahi kitablarda rumuz, işaret ile bildirilmiş olduğunu iddia ederler. kendilerinin neşr etdiği ba'zı kitablarda, bu büyük mes'elenin tevratda mübhem, şübheli olduğunu i'tiraf etdikden sonra, isbat için, yalnız yuhanna incilinden ve amali rusül ve havarilerin mektublarından başka bir delil ortaya koymağa da, muktedir olamazlar. delil olarak ileri sürdükleri kitab ve risalelerin, asl ve esasları sağlam olmadığından, asla kıymetleri yokdur. teslis mes'elesini izah için, önce üzerinde ba'zı incelemelerin beyan edilmesi lazımdır. yukarıda biraz bahs etdiğimiz gibi, bu işai rabbani, hıristiyanların din esaslarından, ya'ni akide esaslarındandır. çünki, hıristiyanların akidelerine göre, isa aleyhisselam, her biri hakiki ilah olan üç ilahdan biri olduğundan, hıristiyanlar onun etini yiyip, kanını içerek güya onunla birleşirlermiş. işlemiş oldukları günahlar bu şeklde, allahın oğlunu kurban ederek afv olunurmuş. ya'ni mayalı veya mayasız bir parça ekmek ile bir mikdar şeraba papaz okuduğu zeman, ekmek aynıyla isa aleyhisselamın eti, şerab da kanı olurmuş.böyle olduğu, matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmialtıncı ayeti ve devamında, markos incilinin ondördüncü babının, yirmiikinci ayeti ve devamında, luka incilinin yirmiikinci babının, ondokuzuncu ayeti ve devamında yazılıdır diyorlar. halbuki, bu incillerde, isa aleyhisselam hayatda iken icra edilmiş olan, bir vak'a bildirilmekdedir. benden sonra, siz de, her zeman böyle beni kurban ederek, günahları afv etdiriniz diye bir emr, hiç bir incilde yazılı değildir. luka incilinin, yirmiikinci babının ondokuzuncu ayetinde, diye yazılı ise de, bunu günah afvı ve iman esası haline getiriniz diye yazılı değildir. hıristiyanlar, kilisede ekmek ve şerabı aralarında paylaşarak, yirler ve içerler. böylece isa aleyhisselam kurban edilmiş ve yinilip içilmiş oluyormuş. bu mes'elede, ya'ni ekmek ve şerabın et ve kana dönüşmesi ve böylece isa aleyhisselamın kurban edilmiş olmasında, hıristiyan kiliseleri arasında muhtelif te'viller vardır. ba'zılarının i'tikadına göre, yeryüzünde bir kaç bin papaz aynı anda ellerindeki ekmekleri okuyarak, mukaddes hale getirdiklerinde, her bir papazın meydana getirdikleri birer isa, ya birbirlerinden başkadırlar, yahud birbirlerinin aynıdırlar. birbirlerinden başka olmaları, hıristiyanların i'tikadına göre batıldır. aynı olması da, işin aslına, eşyanın hakikatına uygun değildir. çünki her birinin maddesi, diğerinin maddesinden ayrıdır, başkadır. bir cismin, aynı anda, değişik mekanlarda bulunamıyacağı da, açıkca bilinen şeylerdendir. bunun için, okuyup mukaddes olan ekmekler, tek bir mesih olamazlar. bu dahi, hıristiyanların i'tikadına göre batıldır. çünki onlar, tek isanın varlığına inanmakdadırlar. bir papaz, ekmeği üç parçaya ayırıp, her birini birer şahsa verdiği zeman, ekmeğin tehavvülünden meydana gelen mesih, ya parça parça olur veya her bir parça tam bir mesih olur. birincisine göre, ilah parçalanmış olur. ilahın parçalanabileceğine inanmak, hiçbir dine uygun bir inanış değildir. ikincisine göre, ekmek, bir mesih haline dönmüşdü. ekmek taksim edilince müteaddid mesihler nereden çıkmakdadır? hıristiyanların inançlarına göre, isa aleyhisselam insanları kurtarmak için, bir kurban olarak aleme geldi ve kendini feda etdi. şimdi, papazların kiliselerde yapdıkları işai rabbani kurbanı, vakti ile yehudilerin salib üzerinde yapdıkları kurbanın aynı olursa, isa aleyhisselam hayatda iken, havarilere ekmeği yidirmesi ve şerabı içirmesi ile icra edilen, ilk işai rabbani, insanların günahlardan kurtulmalarına kafi olurdu. isa aleyhisselamın sonradan yehudiler tarafından ağaçdan salib üzerinde haça gerilmek sureti ile kurban edilmesine ve dünyanın her yerinde papazların ayinleri yapmalarına lüzum kalmazdı. insanların günahlarının afv olunması için, hazreti isanın kendini bir def'a kurban etdiği, bunun bir def'a zuhur etdiği ibranilere mektubun dokuzuncu babının sonunda yazılıdır. ya'ni, ismli kitabının, kısmında diyor ki:isa aleyhisselamın teblig etdiği nasranilik ile, göğe yükseltilmesinden sonra te'sis edilen ve çeşidli kiliselerin inandığı hıristiyanlık, birbirinden çok farklıdır. isa aleyhisselam allahü tealanın emrlerini, ümmetine teblig eden ve onlara va'z ve nasihat eden ve insan olan bir peygamber idi. ümmetinden, tevbe etmelerini ve eski, bozuk, kötü adet ve alışkanlıklarından vazgeçmelerini istemişdi. isa aleyhisselam yeni bir dinin kurucusu değildi. musa aleyhisselamın şeri'atinin yenileyicisi idi. isevi dini, va'z ve nasihat idi. bu dinde ve gibi, ayinler yok idi. o, günahlara keffaret olarak ve çarmıha gerilerek kurban edilmeğe gelmemişdi. isa aleyhisselamın, göğe yükseltilmesinden hemen sonra, kendisine iman eden ve yakın arkadaşları olan havariler, kendilerine resuller ismini verdiler. havariler, hiç şübhesiz isa aleyhisselamın yolunda olan, tek allaha inanan ve isa aleyhisselamı onun elçisi kabul eden kimselerdi. havariler, her işde, isa aleyhisselamın kendilerine emr etdiği gibi, musa aleyhisselamın şeri'atına göre amel etdiler. filistin ve civarında, büyük yehudi cema'atleri oturmakda idi. fekat, kudüsde oturan yehudiler, dünya yehudilerine göre çok azdı. iskenderiyye şehri büyük bir kültür merkezi idi. burada birçok dini ve felsefi görüşler öğretilmekde idi. yehudilerin parçalanmaları ve bozulmaları, yunan felsefesi ve mevcud putperest cema'atlerin te'siri ile olmuşdu. bu putperest cema'atlerin her biri, kurtarıcı tanrılar edinmişlerdi. isa aleyhisselam, peygamberlik vazifesini yapmağa başladığı zeman, yehudilerden ba'zıları, onu beklenilen mesih kabul etdiler. ancak, onun sözlerini ve kendisini, yunan felsefesi ve putperest cema'atlerin fikrleri ışığında, tefsire tabi' tutdular. böylece, isa aleyhisselamın –cevab veremedi hakiki dini, değişdirilmeğe başlandı. isa aleyhisselamın yolunu öğretmek yerine, onun şahsını yüceltme teşebbüsleri, bu değişikliğin ilk işaretleri idi. hıristiyan din adamlarının ileri gelenlerinden morton scott enslin bu hususda, kitabının ikinci kısm, yüzyetmişikinci sahifesinde diyor ki:isanın aleyhisselam şahsiyeti ile uğraşma, kim olduğunu araşdırma ve her şeyi onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zeman söylemediği şeyleri ve kendisinin teblig etdiği, allahü tealanın kullarından istediği şeyleri ve tevbeye çağırdığı hususunu unutdurdu. böylece, ümmetine teblig etdiği ahkamın öğrenilmesi ve itaat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması lazım olan bir kimse haline geldi. bu temayül, isa aleyhisselamın kelimesi ile izah edilmesine ve neticede, tanrılaşdırılmasına sebeb oldu. çünki, iskenderiyyeli yehudi felsefeci philo, bu hususda felsefi görüşler ileri sürmüşdü. kısmında philodan bahs edeceğiz. bu zemandaki kilise babalarının, isa aleyhisselam hakkındaki yazıları, uygunsuzluklar, saçmalıklar ile doludur. kilise babalarının bu yazılarında, isa aleyhisselamın ehemmiyyetle üzerinde durduğu tek allah inancı ile, kendisine izafe edilen allahlık iddiasını uzlaşdırma gayreti içinde oldukları görülür. dağılmış bir halde bulunan yehudiler ve bunların yehudi olmıyan komşuları arasında, isa aleyhisselamın bildirdiği iman esasları ile alakası olmıyan, yeni bir din ortaya çıkdı. bu mevzu'da morton scott enslin aynı kitabının ikinci kısm, yüzseksenyedinci sahifesinde diyor ki, isevilik, yehudilerin yaşadıkları yer olan filistinden, putperest milletlerin memleketlerine yayıldı. bu yayılma birçok değişmelere sebeb oldu. iseviler, musa aleyhisselamın şeri'atinden uzaklaşdılar. isa aleyhisselamın teblig etdiği din bilgilerini, putperestlerin kabul edebilecekleri hale getirdiler. böylece tutarsız, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir din meydana geldi. roma imperatorluğunda birkaç çeşid putperest cema'at vardı. bu cema'atler, i'tikad i'tibarı ile, birbirinden çok farklı idi. fekat, şu dört husus hepsinde müşterek idi: hepsi, kurtarıcı bir tanrıya inanıyor ve onun ölümünü, insanların günahları için keffaret ve ona inananlar için kurtuluş kabul ediyorlardı. hepsinde, o dine girmek için, bir giriş ayini vardı. bu ayinle, o dine kabul edilen kimsenin, kötülüklerden temizlenmiş olduğuna inanılıyordu. hepsinde, tanrı ile ma'nevi olarak birleşmek, bütünleşmek inancı vardı. bu bütünleşme, sembolik olarak o din mensubları tarafından, tanrının etini yimek ve kanını içmek şeklinde icra edilirdi. hepsinde cennet inancı olup, onu isterlerdi. orada rahat edeceklerinden emin idiler.da, kelimesinde diyor ki: ve denilen, kurban ayinleri yapılırdı. thusiai, her zeman gündüz olur ve tercihen sabahleyin yapılırdı. kurban edilen hayvanların belli kısmları, biftek olarak denilen taş üzerinde yakılırdı. hayvanın geri kalan kısmları, yüksek bir taşın etrafında toplanmış olan kimseler tarafından yinilirdi. ayin, müzik ve dans ile sona ererdi. sphagia denilen kurban ayini ise, gece yapılırdı. bu ayinde etin yakılması için kullanılan taşa denilirdi. yunanca olan bu ayin ismleri latincede sadece kelimesi ile ifade edildi. kurbanların yakıldığı taş olan ve etrafında toplanılarak kurbanın yinildiği taş olan kelimeleri için kelimesi kullanılırdı. hıristiyanlık dininde icra edilen kurban ayininde, ekmek ve şerabın konulduğu ve etrafında cema'atın toplandığı taşa da, denilir. bu ayinde de, müzik bulunur. mukaddes olan ekmek, kırılınca, kurban icra edilmiş, ekmek, şeraba batırılıp yinilince de, tanrı ile ma'nevi olarak birleşilmiş olunurmuş. yunanlılardaki ve ayinleri ile, hıristiyanlıkdaki işai rabbani ayini arasında benzerlik açıkca görülmekdedir. isa aleyhisselamın, kurtarıcı tanrı olarak kabulü, çarmıha gerildi denilmesi, kurban olarak telakki edilmesi, yukarıda zikr etdiğimiz, yunan putperest cema'atlerinin, hıristiyanlığa etkilerinin bir sonucu olduğu muhakkakdır. hıristiyanlarda ve denilen iki önemli ayin vardır. vaftiz, hıristiyanlığa kabul ayinidir. kişi bununla, doğuşdan gelen günahdan temizlenmiş kabul edilir. ikinci ayin olan işai rabbani, veya veya denir ki, demekdir. morton scott enslin, bu ayinle hıristiyanlığın, romalılar zemanındaki putperest fırkalardan birisi haline geldiğini i'tiraf ederek, aynı kitabının ikinci kısmının yüzdoksanıncı sahifesinde diyor ki, lord raglan, ismli kitabında, roma imperatorluğu zemanındaki dini cema'atlerin ayinlerini beyan etmekde ve bu ayinleri, şimdiki hıristiyan ayinlerinin aslı olarak görmekdedir. raglan diyor ki:tarih öncesi devirlerde, genç bir adamı, kutsal kurban olarak seçmek ve onu bir sene boyunca imtiyazlı kişi kabul ederek her arzusunu yerine getirmek ve sene sonunda belli bir ayin tertib ederek, o kimseyi kurban edib, etini yimek, kanını içmek adeti, dinden haberleri olmıyan ba'zı kavmlerde var idi. kurban edilen kimsenin, etinden ve kanından tarlalara da serpilir, böylece toprağın bereketli olacağına inanılırdı. kurbanlık seçilen kimsenin, kendi kavminin dini lideri ile anlaşarak, yerine başka birisinin kurban edilmesi de olurdu. başka bir kimse kurban edildikden sonra, asl kurban edilmesi lazım olan kişi, tekrar bir sene boyunca, yine imtiyazlı ve kutsal oluyor ve her arzusu yerine getiriliyordu. senenin sonunda yerine, yine başka bir kimse kurban ediliyordu. böylece, devamlı olarak kutsal sayılan ve her arzusu yerine getirilen imtiyazlı kişiler zuhur etdi. bu ilk devamlı kutsal kişiler, kavmleri tarafından veya olarak telakki edilir oldular. bu kutsal kişilerin insanlıklarının, ya'ni bedenlerinin ayrı bir şahsiyyet, ilahlıklarının ayrı bir şahsiyet olduğu kabul edilirdi. ilahın, tanrının bu kimselere hulul etmiş, vücudlarına girip yerleşmiş olduğu, bu kavmlerce kabul edilirdi. bir müddet sonra, kavmleri, kutsal kabul etdikleri bu kimseleri, tanrı veya tanrının oğlu diyerek tapınmağa başladılar. önce ayin vardır, sonra bu ayini izah için mitolojik hikayeler uydurulmuşdur. hayali tanrıların ölmesi veya dirilmesi ile kendilerinin kurtulacağı zan olunurdu. kurtarıcı tanrıya inanan kavmlerin ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleşdiğine, bütünleşdiğine inandıkları, sembolik et yime ve içki içme ayinleridir. kurtarıcı tanrı inancı, bir müddet sonra güneş tanrısı inancı ile birleşdirildi. herbir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. kış başlangıcı ise, Julian takvimine görearalıkdır. hıristiyanlar da, isa aleyhisselamı kurtarıcı bir tanrı yaparak, bu tarihde doğduğunu kabul etdiler ve bu geceyi ve olarak her sene kutlamağa başladılar. edward carpenter, çeşidli kurtarıcı tanrı hikayeleri, mesela, yunanlıların u, romalıların i, perslerin ı, mısrlıların leri, kuzey samiilerin ı, asur ve babillilerin u ile, hıristiyanların isa aleyhisselamın hayat hikayesi diye inandıkları şeyler arasındaki benzerliklere dikkati çekmekdedir. şöyle ki: hepsi, noel ya'niaralık veya buna yakın bir günde doğmuşdur. hepsi, bakire annelerden doğmuşdur. hepsi, bir mağara veya yeraltında bir mahzende doğmuşdur. hepsi, insanlar için meşakkatlere katlanmışlardır. hepsi, nurlandırıcı, iyileşdirici, kurtarıcı ve şefaat edici gibi ismler almışlardır. hepsi, karanlık güçler tarafından mağlub edilmişlerdir. hepsi, cehenneme yahud arz küresinin diğer tarafına inmişlerdir. hepsi, yeniden dirilmiş ve insanların cennete girmelerine öncülük etmişlerdir. hepsi, insanlar ile irtibat kuran azizler seçmişler ve vaftiz ayini ile cema'at kabul eden, dinler te'sis etmişlerdir. hepsi, kurban yemekleri yinilerek anılmışlardır. lord raglanın sözü burada temam oldu. newyork üniversitesinde tarih profesörü olan, Waelance ferguson diyor ki, hıristiyanlarınyortuları, putperestyortuları ile, aynı tarihlere rastlar. mesela, noel tarihi, iran ve romada güneş tanrısı mithrasın doğum tarihi idi. ayrıca bu tarih çok eskiden beri putperest dünyasında önemli biryortu günü idi. mitoloji kahramanları üzerinde çalışmalarını , ismli kitabında toplıyan lord raglan, hikayelerde gördüğü hadiselerimadde halinde sıralamış ve hangi mitoloji kahramanının hayat hikayesinde bunlardan kaç tanesinin geçdiğini tesbit etmişdir. bu maddelerden onbeş danesinin, isa aleyhisselamı anlatan, bu günkü hıristiyanlıkda bulunduğunu da, maddeler halinde bildirmişdir. bunlar da, hıristiyanlığın kaynağının putperestlik olduğunu bize göstermekdedir. bahsinde bunlara ba'zı misaller vereceğiz. meşhur felsefeci ve tarihci Winwood reade diyor ki, hıristiyan alemi putperest alemine hakim olunca, putperest alemi de, hıristiyanlığı bozdu. oziris ve apollo masalları, isa aleyhisselama atf edildi. yehudilerin inandıkları ve isa aleyhisselamın teblig etdiği, tevhidin ya'ni tek allaha iman yerini, mısrlıların ihdas etdikleri ve eflatun tarafından felsefeye sokulan, teslis ya'ni üç tanrı inancı aldı. bana iyi demeyin, iyi bir danedir. o da allahdır diyen bir zatın kendisi bizzat allah yerine konuldu veya birin üçde biri denildi. pakistandaki peşaver üniversitesi müderrisinin kitabından terceme temam oldu. değildir. isa aleyhisselamın ismi arkasına sığınmış, putperestliğin karışdırıldığı, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir dindir. hıristiyanlıkdaki, vaftiz ve işai rabbani gibi ayinlerin, isevilikde bulunmayıp, sonradan putperestlikden alınarak iseviliğe karışdırıldığını ve isa aleyhisselam bir insan ve peygamber iken sonradan tanrılaşdırıldığını, pek çok hıristiyan din adamı, profesörler, ilm ve fen adamları açıkça yazmakdadırlar. papazlar, bu yazılara ve islam alimlerinin kendilerine tevcih etdikleri sorulara cevab vermek yerine, bu kitabları toplatdırıp yok etmek yolunu seçmekde ve eskisinden daha fazla, yalan, yanlış ve mantıksız yazılarla dolu, yeni kitablar ve risaleler yazmakda ve dağıtmakdadırlar. bu da bize gösteriyor ki. v üzyılda hıristiyanlık temamen iflas etmiş, boş ve batıl olduğu iyice anlaşılmışdır. ilk def'a olarak, iki cezvit papazı, çinlileri hıristiyan yapmak için, kanton şehrine gelmişdi. senesinde papazların teşkil etdiği bir misyoner cem'iyyetidir. kanton valisinden hıristiyan dini hakkında va'z vermek için müsaade istediler. vali bunlara ehemmiyyet vermedi ise de, cezvitler onu hergün gelip rahatsız etdiklerinden, nihayet, izn almağa mecburum. kendisine haber vereceğim dedi ve mes'eleyi çin fagfuruna bildirdi. gelen cevabda, bunları bana gönder. ne istediklerini anlıyayım denilmekde olduğundan, cezvitleri, çinin merkezi olan pekine yolladı. bu mes'eleden haber almış olan budist rahibler, fena halde telaşa düşdüler. ve bu adamlar, hıristiyanlık adı altında zuhur eden yeni bir dini, milletimize telkin etmeğe çalışıyorlar. bunlar, kudsi budayı tanımıyorlar, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. lütfen onları buradan kovun! diye fagfura yalvardılar. fagfur, evvela ne söylediklerini bir anlıyalım. ondan sonra, bu hususda karar veririz dedi. memleketin, sayılı devlet ve din adamlarından müteşekkil, bir meclis tertib etdi. cezvitleri bu meclise da'vet ederek: dedi. bunun üzerine, cezvitler şöyle bir ifadede bulundular: semayı ve arzı yaratan allah birdir. fekat, aynı zemanda üçdür. allahın biricik oğlu ve ruhulkuds de birer allahdır. işbu allah, adem ve havvayı yaratıp cennete koydu. onlara her dürlü ni'meti verdi. yalnız bir ağaçdan yimemelerini emr etdi. her nasılsa şeytan, havvayı aldatdı. havva da ademi yanıltarak, allahın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yidiler. bunun üzerine cenabı hak, onları cennetden çıkardı ve dünyaya gönderdi. burada, onların çocukları ve torunları zuhur etdi. fekat bütün bunlar, büyük babalarının işlediği günah ile kirlenmişlerdir. hepsi günahkardır. bu hal, tamsene devam etdi. nihayet cenabı hak, insanlara acıdı ve onların günahını afv etdirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekden ve bu biricik oğlunu, günah keffareti için, kurban etmekden başka çare bulamadı. işte, bizim inandığımız peygamber, allahın oğlu olan isadır. arabistanın garbında filistin denilen bir nahiye ve orada kudüs denilen bir şehr vardır. kudüsde, celile denilen bir yer, celilenin de, nasıra isminde bir köyü vardır. işte bu köyde bundan bin sene önce meryem isminde bir kız bulunuyordu. bu kız, amcasının oğlu olan yusüfi neccar ile nişanlanmış ise de, henüz bakire idi. bir gün, tenha bir yerde bulunurken, ruhülkuds gelip, ona allahın oğlunu ilka etdi . ya'ni, kız bakire iken hamile oldu. beyti lahmde, bir ahır içinde çocuğu oldu. allahın oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. şarkda bulunan rahibler, onun doğduğunu, gökde birdenbire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyyelerle onu aramağa çıkdılar ve nihayet bu ahırda buldular. ona secde etdiler. isa denilen allahın oğlu, yaşına kadar allahın melekutu üzerine va'z etdi. ben allahın oğluyum. bana inanın, sizi kurtarmağa geldim dedi ve ölüleri diriltmek, amaları tekrar basir yapmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla onbin kişiyi doyurmak, suyu şerab yapmak, kışın meyve vermediği için, bir incir ağacını bir işaret ile kurutmak gibi, daha birçok mu'cizeler gösterdiyse de, çok az insan ona iman etdi . nihayet hain yehudiler, onu romalılara şikayet etdiler ve onun haça gerilmesine sebeb oldular. lakin, isa, haçda öldükden üç gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. bundan sonra semaya çıkıp, babasının sağ tarafına oturdu. babası da dünyanın bütün işlerini ona terk etdi. ve kendisi geri çekildi. işte, bizim va'z edeceğimiz dinin esası budur. buna inananlar, öteki dünyada cennete, inanmıyanlar ise, cehenneme gideceklerdir dediler. bu sözleri dinleyen çin fagfuru, papazlara ben sizden ba'zı şeyleri sual edeceğim. bunlara cevab verin dedi ve şöyle sormağa başladı: ilk sualim şudur: siz, allah, hem bir, hem de üçdür diyorsunuz. bu, iki iki daha beş eder gibi, ma'nasız bir lafdır. bu işin aslını bana izah edin! papazlar cevab veremedi. bu, allahın bir sırrıdır. insanların aklı buna ermez dediler. fagfur, ikinci sualim şudur: yeri, göğü ve bütün alemi yaratan çok kudretli allah, kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işden haberi bile olmayan bütün sülalesini nasıl günahkar sayar? bunların afvı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekden başka çare bulamaz? bu, onun büyüklüğüne yakışır mı? buna ne dersiniz? dedi. papazlar yine cevab veremedi. dediler. fagfur, üçüncü sualim de şudur: isa, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş, ağaç vermeyince onu kurutmuş. mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamıyacağı bir şeydir. böyle olduğu halde, isanın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulm değil midir? bir peygamber, zalim olur mu? dedi. papazlar, buna da cevab veremedi. bu işler ma'nevi işlerdir. allahın sırlarıdır. insanların aklları buna ermez dediler. bunun üzerine, çin fagfuru, ben size izn ve müsaade veriyorum. gidiniz, çinin istediğiniz yerinde va'z veriniz diye onlara müsaade etdi. onlar, fagfurun huzurundan çıkdıkdan sonra, meclisde bulunanlara dönüp, ben çinde böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zan etmiyorum. onun için bu adamların, bu hurafeleri va'z etmelerinde, hiçbir mahzur görmedim. ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavmler bulunduğunu görerek, kendi dinlerinin kıymetini daha iyi anlıyacaklardır dedi. papazların, suallerin hepsine cevab veremediklerini hatırlatmak için, bu kitabımıza ismini koyduk. teslisin batıllığının isa aleyhisselamın sözleri ile isbatı incillerde, teslis i'tikadının batıllığını isbat eden pekçok ayetler vardır. inancının nereden geldiği hakkında kısaca ma'lumat vermek faideli olacakdır. adem aleyhisselamdan beri gelen bütün ilahi dinler, tek halık ve malik olan bir yaratıcıya inanmağı emr etmişdir. bütün bu dinlerde bu yaratıcının ismi dır. teslise, ya'ni üç tanrıya inanmanın doğru bir şey olmadığını, aklı selim sahibi olan herkes anlar. havarilerden olan barnabasın yazmış olduğu incilde de, allahü tealanın bir olduğu bildirilmişdir. barnabas incili, türkçe olarak dade istanbulda basdırılmışdır. inciller, yunancaya ve latinceye terceme edilirken, o zemana kadar yüzlerce tanrısı olan putperest romalılar, tek tanrıyı az görerek, onu çoğaltmak istediler. bunu, ilk def'a, yuhanna inciline sokdular. zaten, aslı kaybolmuş olan incili, iyice tahrif etdiler. bu fikr, roma imperatoru büyük kostantinin üçyüz yirmibeş senesinde topladığı konsilde ya'ni ruhban meclisinde zorla kabul etdirildi. bunun sebebi de, yunanlıların eflatun felsefesine bağlı olmaları idi. eflatunun felsefesinin aslı üçe dayanır. eflatun herşeyi üçe böler. mesela, edeb üç his kuvvetine dayanır: ahlak, akl ve tabiat. tabiat da nebat, hayvan ve insan olarak üçe ayrılır. eflatun esasda dünyayı yaratan kudretin tek olduğunu düşünmekle beraber, onun iki yardımcısının daha olabileceğini ileri sürmüşdü. bu da, teslis fikrinin doğmasına sebeb oldu. teslis inancı, ilk def'a yuhanna incilinde görüldüğü halde, yuhanna incilinin içinde, allahü tealanın bir olduğunu isbat eden ayetler vardır. bunlardan ba'zılarını aşağıda zikr edeceğiz. yuhanna incilinin onyedinci babının üçüncü ayetinde isa aleyhisselam, , hakiki bir allah olan seni ve senin gönderdiğin isa mesihi bilmelerinden ibaretdir demekdedir. bu ayetde allahü tealanın hakiki, ebedi hayat sahibi olduğu ve isa aleyhisselamın, allahü teala tarafından gönderilmiş bir resul olduğu, açıkca bildirilmişdir. bu ayete göre yuhanna incili, ebedi hayat ya'ni ahiret hayatına iman etmeği, ya'ni allahü tealanın varlığı ve birliği ile peygamberlere imanı emr edince, bunun aksi olan teslis inancının, ebediyyen kabulü mümkin olmıyan bir hata olduğunu tenbih eder. yuhannanın bu ayetinde, isa aleyhisselamın bir haberci, bir peygamber olduğu bildirilmişdir. sonradan bunun tersini düşünmek ve buna inanmak açık bir sapıklık olup, ebedi hayatı, ahiretdeki sonsuz se'adeti yok etmekdir. yuhanna incilinin onyedinci babının başında, isa aleyhisselam çarmıhda iken yapdığı düada şöyle demekdedir: . isa aleyhisselam burada, tek ma'budun, tek ibadete layık olanın, allahü teala ve kendisinin de onun kulu ve resulü olduğunu bildirmekdedir. allahü tealayı, bir olan rab, kendisini de peygamber olarak kabul edip, iman edilmedikce ebedi hayatın, cennet hayatının olamıyacağını haber vermekdedir. isa aleyhisselamın ve diğer bütün peygamberlerin aleyhimüsselam haber verdikleri şey de zaten budur. ya'ni allahü tealanın varlığına ve birliğine iman ve onun peygamberini tasdik etmekdir. işte bu ebedi olan ahiret hayatı inancı, tam ve doğru olarak, ancak islamiyyetde vardır. çünki hıristiyanlar, teslis uçurumuna düşdüklerinden, yehudiler, isa aleyhisselamın peygamberliğine inanmadıklarından , putperestler , bütün peygamberleri inkar etdiklerinden, onlar için hakiki se'adet hayatı, ya'ni cennet hayatı olamaz. bunlar, allahü tealayı ve onun peygamberlerini inkarlarının, iftiralarının ve düşmanlıklarının cezası olarak, ebediyyen cehennemde kalacaklardır. azab dolu, elim bir cehennem hayatı yaşayacaklardır. markos incilinin onikinci babının yirmidokuzuncu ayeti ve devamında, isa aleyhisselama emrlerin en mühim ve birincisinin hangisi olduğunu soran bir yehudi alimine, isa aleyhisselam, dinle ey israili: allahımız rab, bir olan rabdır. ve allahın olan rabbi, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle ve bütün kuvvetinle seveceksin. ikincisi, komşunu kendin gibi seveceksin. bundan daha büyük başka bir emr yokdur. yehudi ona, çok iyi ey muallim! hakikat üzere dedin ki, allah birdir. ondan başkası yokdur ve onu bütün kalbinle, bütün fikrinle, bütün kuvvetinle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek, bütün yapılan ibadetlerden ve kurbanlardan üstündür dedi. isa da onun akllıca cevab verdiğini gördüğü vakt kendisine, sen allahın melekutundan uzak değilsin dedi, demekdedir. matta incilinin yirmiikinci babının otuzaltı, otuzyedi ve otuzsekizinci ayetlerinde, isa aleyhisselama, ey muallim! şeri'atde en büyük emr hangisidir? diye sorulunca, isa ona dedi: allahın olan rabbi bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin. büyük ve birinci emr budur demekdedir. kırkıncı ayetinde ise, bütün şeri'at ve peygamberlerin bu emre bağlı olduğu bildirilmekdedir. matta ve markos incillerinde allahın bir olduğu açıkca yazılıdır ve baba kelimesi rab ve sahib ve hakim demekdir. insanın babası demek değildir.incile mülhak olan ve incilden kabul edilen mektublarda da, allahü tealanın bir olduğunu bildiren ibareler vardır. pavlosun galatyalılara mektubunun üçüncü babının yirminci ayetinde, demekdedir. pavlosun efeslilere mektubunun dördüncü babının dört, beş ve altıncı ayetlerinde, beden bir ve ruh bir, rab bir, iman birdir. cümlenin üzerinde ve cümle ile ve cümlede cümlenin allahı ve babası birdir demekdedir. birinci timoteosanın birinci babının onyedinci ayetinde, demekdedir. ikinci babın üçüncü, dördüncü ve beşinci ayetlerinde, iyi ve makbuldür. o istiyor ki, bütün insanlar kurtulsunlar ve hakikat bilgisine gelsinler. çünki allah birdir ve allah ile insanlar arasında bir beyancı vardır demekdedir. yehudanın mektubunun yirmibeşinci ayetinde, demekdedir. tevratda, bütün semavi kitablarda, açıkca bildirilen ilk emr ve vasıyyet tevhiddir. ya'ni allahü tealanın varlığına ve bir olduğuna inanmakdır. eğer, ilk ve en mühim emr teslis olsaydı, adem aleyhisselam ve ondan sonra gelen bütün peygamberler aleyhimüsselam bunu açıkca beyan ederlerdi. o peygamberlerden hiç biri böyle bir şey bildirmedi. teslis fikrinin, hakikatde mevcud olmadığı, sonradan meydana çıkdığı, buradan da anlaşılmakdadır. fikrini kesinlikle ortadan kaldırmışdır. isa aleyhisselam burada, bir olan allahü tealaya imanı, onu her şeyden çok sevmeyi açıkca emr etmekdedir. pavlos da, mektublarında, çeşidli vesileler ile, allahü tealanın bir olduğunu yazmışdır. eğer hıristiyanların inandıkları gibi, isa aleyhisselam da allah olsaydı, birinci emr olarak kendisini sevmek lazım olduğunu ve allahın üç olduğunu söylerdi. tevratda da, allahü tealanın bir olduğunu bildiren, pekçok yerler vardır. kitabı istisnanın dördüncü babının, otuzdokuzuncu ayetinde demekdedir. altıncı babının dördüncü ve beşinci ayetlerinde ise, demekdedir. otuzikinci babının otuzdokuzuncu ayetinde de, şimdi görün ki, ben, ben oyum ve nezdimde ilah yokdur. ben öldürürüm ve ben diriltirim demekdedir. kitabı eş'iya nın kırkıncı babının yirmibeşinci ve yirmialtıncı ayetlerinde, beni kime benzeteceksiniz ki, ben ona müsavi olayım? kuddus diyor. gözlerinizi yukarı kaldırın ve görün. bunları kim yaratdı demekdedir. kırküçüncü babın onuncu ve devamındaki ayetlerinde, rab diyor: siz şahidlerim ve seçdiğim kulumsunuz, ta ki, bilip bana inanasınız ve benim o olduğumu anlıyasınız. benden önce allah olmadı ve benden sonra olmayacak. ben, ben rabbim ve benden başka kurtarıcı yokdur. rab diyor, ben allahım demekdedir. kırkbeşinci babın beşinci ayetinde, rab benim ve başkası yokdur. benden başka allah yokdur demekdedir. malakinin ikinci babının onuncu ayetinde, hepimizin babası bir değil mi? bizi bir allah yaratmadı mı? demekdedir. yine kitabı eş'iyanın kırkbeşinci babının onsekizinci ayetinde, demekdedir. yirmibir ve yirmiikinci ayetlerinde ise, ben rab değilmiyim? ve benden başka allah yokdur. benden başka hak allah ve kurtarıcı yokdur. ey yeryüzünde olanlar, hepiniz bana dönünüz ve kurtulun. çünki, allah benim ve başkası yokdur demekdedir. kırkaltıncı babın dokuzuncu ayetinde ise, allah benim, başkası yokdur. ben allahım ve benim gibisi yokdur demekdedir.in eski ahd kısmına da inanan hıristiyanlar, bu ayetler karşısında acaba ne yaparlar. çünki, bu ayetler, her nasıl olursa olsun, ister oğul denilsin, ister ruhülkuds denilsin, bir olan dan başka bir ilaha inanmayı red etmişdir. allahın bir olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını kat'i olarak bildirmişdir. hıristiyanlar teslise, üç tanrıya inanarak bu ayetleri inkar ediyorlar. markos incilinin onüçüncü babının otuzikinci ayetinde, isa aleyhisselam, demekdedir. ancak, babanın bildiğini, bildirmekdedir. matta incilinin yirminci babının, yirminci ayeti ve devamında, bir kadın isa aleyhisselama gelip, melekutunda bu iki oğlumun biri senin sağında, biri solunda oturmalarını emreyle dedi. isa aleyhisselam cevabında: sağımda ve solumda oturmağı ihsan etmek benim elimde değildir. fekat babam tarafından kimler için hazırlanmış ise, onlara verilecekdir dedi demekdedir.markos incilinde bildirildiği gibi, isa aleyhisselam, kıyametin ne zeman kopacağını kendisinin bilmediğini, ancak allahü tealanın bildiğini haber vermişdir. bunu herkese bildirmekden çekinmemişdir. allahın oğlu veya allah olduğuna inanılan kimse, bunu bilmez mi? ba'zı hıristiyanlar, bunu çeşidli şekllerde te'vil etmeğe çalışmışlar ise de, yapdıkları te'villeri kendileri de beğenmemişlerdir. mevcud incillerdeki ve eski ahddeki, zikr etdiğimiz ayetler, teslis akidesinin batıllığını haykırmakdadır. çünki bu ayetler, ilm ve kudreti, isa aleyhisselamın kendisinden kaldırarak, allahü tealaya tahsis etmekdedir. matta incilinin ondokuzuncu babının onaltı ve onyedinci ayetlerinde, biri isaya gelip dedi: ey kerim olan muallim! ebedi hayata kavuşmam için ne iyilik yapayım? isa ona dedi: niçin bana kerim diyorsun? bir olan allahdan başka kerim yokdur demekdedir. bu ayet teslisi kökünden yok eder.de aynen yazılıdır. birleşmiş kitabı mukaddes cem'iyyetlerininbaskılı inde bu onyedinci ayeti isa ona dedi: iyilik için neden bana soruyorsun? iyi olan biri vardır olarak yazmakdadır. görülüyor ki, sözü değişdirilmişdir. allahın bir olduğu sözü kaldırılmışdır. böylece, kitabı mukaddesin her asrda yapılan değişdirilmelerine, bir yenisi daha katılmışdır. matta incilinin yirmiyedinci babının kırkaltıncı ve ellinci ayetlerinde, isa aleyhisselamın çarmıh üstünde iken yüksek sesle, diye bağırdığı, luka incilinin yirmiüçüncü babının kırkaltıncı ayetinde de, isa aleyhisselamın yüksek sesle, diye nida etdiği yazılıdır. bu ayetler, isa aleyhisselamın uluhiyyet sahibi olmadığını, şeksiz ve şübhesiz açıkca bildirmekdedir.eğer isa aleyhisselam, aynen rab olsaydı, hiç kimseden yardım istemezdi. senin ellerine ruhumu teslim ediyorum demezdi. hiç ilah ölür mü? hiç ilah başkalarından yardım ister mi? kederlenir, üzülür mü? allahın ebedi, beka sahibi ve diri ve ölümsüz olması ve kimseye muhtac olmaması lazımdır. bunun böyle olduğu, ahdi atikde de açıkca yazılıdır. kitabı eş'iya nın kırkıncı babının yirmiyedi ve yirmisekizinci ayetlerinde, ey israil, bilmedin mi? işitmedin mi? dünyanın uçlarını yaratan allah, za'iflemez veyorulmaz. onun hikmetinin derinliğine erişilmez demekdedir. kırkdördüncü babının altıncı ayetinde, demekdedir. kitabı ermiya nın onuncu babının onuncu, onbirinci ve onikinci ayetlerinde, melikdir. gadabından dünya titrer ve gadabına milletler dayanamaz. gökleri ve yeri halk etmiyen ilahlar, yerin ve göklerin altında mahv olacakdır. rab, yeri kuvveti ile yaratdı. dünyayı hikmeti ile te'sis etdi. gökleri, ilmi ile yaydı demekdedir. ahdi atikin bu ayetlerinden de anlaşılacağı gibi, allahü teala birdir, sonsuz kuvvet sahibidir. hıristiyanların i'tikadına göre, isa aleyhisselam asılırken kendisine sığındığı ve yardımını istediği bir allahdır. hıristiyanlar, tanrı kabul etdikleri isa aleyhisselamın öldüğüne inanmakla kalmazlar. aynı zemanda, öldükden sonra, insanların günahlarına keffaret olarak cehenneme gireceğine inanırlar. isa aleyhisselamın cehenneme gireceğine, petrusun birinci mektubunun üçüncü babının onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerini delil getirirler. rahmetullah efendi rahmetullahi aleyh kitabında, hıristiyanların bu i'tikadlarını ve bu hususdaki papazların yazılarını ve cevablarını bildirirken diyor ki: meşhur papaz martiros bir toplantıda, isa hiç şübhesiz bizler için insanlığı kabul etmişdir. bunun için, insanlara gelen ve gelecek olan bütün derd ve belalara katlanması lazım idi. nitekim hepsine katlandı. onun için, cehenneme de girdi ve azab olundu. cehennemden çıkarken, kendisinden önce cehenneme girmiş bulunanların hepsini de beraber çıkardı demişdir. bu hususda hıristiyan fırkaları arasında i'tikad farklılıkları vardır. böyle inandıkları bir zatı, her yerde, her an, hazır ve nazır, herşeye hakim ve malik bir allah kabul etmekdedirler. yuhanna incilinin yirminci babının ondördüncü ve sonraki ayetlerinde, isa mecdelli meryeme göründü. ve ona, bana dokunma! çünki ben daha babamın yanına çıkmadım. fekat kardeşlerime git ve onlara söyle: benim babama ve sizin babanıza, benim allahıma ve sizin allahınıza çıkıyorum dedi demekdedir. bu ayetlerden anlaşılıyor ki, isa aleyhisselamın kendine oğul ve allahü tealaya, baba ta'birini kullanması yalnız kendisi için değildir. konuşduğu şivenin, lisanın bir hususiyyeti olarak kullanılan, mecazi bir ta'birdir. bu sözün, zahiri ma'nasına göre, isa aleyhisselam, allahü tealaya oğul olmakda ise de, aynı ayetlerde, diyerek, allahü tealayı ma'bud, ilah tanımakdadır. ayrıca, kendisi ile havarileri bir saymış, ortak yapmışdır. dedikden sonra, bu sözünden maksad, benim allahım ve sizin allahınız demek olduğunu, tek bir allahın kulları olduklarını söylemişdir. böylece kullukda havariler, isa aleyhisselama ortak olmuşlardır. isa aleyhisselam, allahü teala için, demesinden, ilah olarak kabul edilirse, dediği için de, havarileri ona ortak birer ilah kabul etmek lazım gelir. isa aleyhisselam hayatda iken, havarilerden hiçbiri onu bir ilah, bir allah olarak kabul etmemiş, allahın oğlu dememişdir. bu vasf hıristiyanlara göre, öldükden ve göğe çıkarılmasından çok sonra kendisine verilmişdir. bunlar da gösteriyor ki, isa aleyhisselam, allah değildir. ibnullah, ya'ni allahın oğlu da değildir. ancak, abdüllahdır. ya'ni allahın kuludur. yuhannanın ondördüncü babının yirmisekizinci ayetinde, isa aleyhisselamın, dediği yazılıdır. isa aleyhisselam, allahü tealanın, kendisinden büyük olduğunu söylemekdedir. hıristiyanların, isa aleyhisselama, allahdır demeleri, açıkça görülen bir hakikati inkar etmek olur.incil ibraniceden yunanca ve latinceye terceme edilirken, çok yanlış ve anlamadan terceme edilmişdir. böyle olduğu teslis inancında da, hemen görülür. çünki, ibranicede kelimesi, yalnız bir insanın kendi babası değil, aynı zemanda, ma'nasına da gelmekdedir. bunun için, kur'anı kerimde, ibrahim aleyhisselamın amcası olan azere, denilmekdedir. çünki, asl babası, taruh ölmüşdü. amcası azerin yanında yetişmiş ve o zemanki adete uyarak, ona baba demişdi. ibrahim aleyhisselamın babasının taruh olduğu, incilin ahdi atik kısmında da yazılıdır. türkçede de, bunun gibi, olgun, yardım sever, konuşduğu dinlenir kimselere deriz. bunun gibi kelimesi de, ibranicede çok kerreler, bir şahsın rütbece veya yaşca kendisinden daha küçük olan, fekat kendisine son derece sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı, tasvir etmek için kullanılmakdadır. daha önce zikr etdiğimiz gibi, matta incilinin beşinci babının dokuzuncu ayetinde, ne mutlu sulh edicilere! zira onlara allahın oğlu denilecekdir demekdedir. görülüyor ki, burada kelimesi ma'nasına gelmekdedir. hiçbir hıristiyan, incildeki bu ve bunun gibi daha pekçok ayeti delil getirerek, bu ifadelerin kullanıldığı kimseleri uluhiyyet derecesine çıkarmamışdır. o halde hakiki incilde , mubarek bir mevcud, ya'ni allahü teala, kelimesi de, onun sevgili kulu olarak beyan edilmişdir. aklları ancak bu günlerde başlarına gelen hıristiyanların büyük kısmı, hepimiz allahın kulu, çocuğuyuz. allah hepimizin rabbi, babasıdır. incildeki ve kelimelerini böyle anlamak lazımdır demekdedirler. ibranice olan asl incil nüshası, terceme edilirken, daha birçok kelimenin de gibi, yanlış terceme edildiği isbat edilmişdir. nitekim bununla ilgili ba'zı tafsilat daha sonra gelecekdir. yuhanna incilinin ondördüncü babının yirmidördüncü ayetinde, isa aleyhisselamın, işitdiğiniz sözler benim değildir. fekat beni gönderen babanındır. ve onuncu ayetinde dediği bildirilmekdedir. ikinci babının yirmiikinci ayetinde, demekdedir. üçüncü babının yirmialtıncı ayetinde ise, demekdedir. dördüncü babının otuzuncu ayetinde, demekdedir. bu ayetlerde, isa aleyhisselamın peygamberliği ve allahü tealanın vahy etmesi ile konuşmuş olduğu, açıkca bildirilmekdedir. matta incilinin yirmiüçüncü babının sekiz, dokuz ve onuncu ayetlerinde, isa aleyhisselamın, fekat siz rabbi diye çağırılmayı istemeyiniz. zira sizin mualliminiz birdir. ya'ni mesihdir. cümleniz kardeşlersiniz. yeryüzünde kimseyi babamız diye çağırmayın. zira babanız birdir. o dahi göklerdedir. ne de efendi diye çağrılın, çünki efendiniz birdir, mesihdir dediği bildirilmekdedir. bu ayetlerde de, kelimesinin mecazi ma'na ile kullanılmış olduğu ve isa aleyhisselamın mertebesinin, üluhiyyet makamı olmayıp, bir muallim ve bir terbiyeci ve ıslah edici, ya'ni bir peygamber olduğu bildirilmekdedir. matta incilinin yirmialtıncı babının otuzaltıncı ayetinde ve devamında, o zeman isa onlarla beraber cetsemane denilen bir yere gelerek, petrus ile zebedinin iki oğlunu yanına aldı ve şakirdlerine: ben şuraya gidip düa edinceye kadar, siz burada oturun, dedi. kendisi çok sıkılmağa ve kederlenmeğe başladı. o zeman onlara, canım ölüm derecesinde çok kederlidir, mahzundur. burada durup benimle uyanık olun dedi. biraz ileri gidip yere kapanıp: ey baba! eğer mümkin ise bu kaseyi benden al. senin istediğin gibi olsun, diye düa etdi. isa şakirdlerin yanına geldi. onları uykuda buldu. petrusa dönerek nasihat etdi. ikinci kerre gidip, ey baba, eğer ben, o kasedekini içmeden almak mümkin değil ise, senin iraden olsun, diye düa etdi. tekrar şakirdlerin yanına geldi. onları yine uykuda buldu. tekrar uzaklaşıp, aynı sözleri söyliyerek üçüncü def'a aynı duayı yapdı demekdedir. hıristiyanların, isa aleyhisselama iftira ederek, onu üluhiyyet derecesine yükseltmelerine cevab olarak, incillerde başka hiçbir delil olmasa bile, yukarıdaki isa aleyhisselamın kendisinin bir kul, babanın da, bir olan allahü teala olduğu anlaşılan bu sözleri kafidir. isa aleyhisselam, hıristiyanların zan etdikleri gibi, allahın biricik oğlu olup, insanlığı kurtarmak için gelmiş olsaydı, ölüm korkusu ile muzdarip ve mahzun olur mu idi? yerlere kapanıp kaseyi benden al diye yalvarır, düa eder mi idi? demekdedir. bunu hıristiyanlar da bildikleri halde gibi mantıksız bir i'tikada düşmüşlerdir. hıristiyanlar, teslis ya'ni üç tanrı inancını incillerde gördükleri , kelimelerinden çıkarmışlar ve misli görülmemiş batıl bir i'tikad ortaya koymuşlardır. isa aleyhisselam, kendisi için demeyip, pekçok yerlerde ta'bir etmişdir. eğer hakikaten ibnullah olsay–cevab veremedi dı, ibnülinsan demezdi. çünki, bir kimseye ismi sorulunca kendi ismini söyler, başka bir ism söylemez. hıristiyanlar, bu teslis akidesine, yuhanna incilindeki, ma'nası şübheli ba'zı ibarelerden dolayı düşmüşlerdir. halbuki, yuhannaya nisbet edilen incil, diğer incillerden çok sonra ve yunanistanda yazılmış olduğu, herkesin ma'lumudur. yuhanna incilinin içinde uydurma pekçok sözler vardır. hatta, kitabının müellifi rahmetullah efendi, kitabının önsözünde, yuhanna incilinin mecazi sözlerle dolu olduğunu, te'vilsiz anlaşılacak yerlerinin de, az olduğunu bildirmişdir. zaten mevcud incillerde, isa aleyhisselamın sözlerinin çoğu teşbihler ve misaller ile bir muamma gibi kapalı ve mücmel olarak yazılıdır. talebelerinin dahi, tefsir edilmedikce, izah edilmedikce, kolayca anlıyamadıkları sözlerdir. hatta, markos incilinin onbeşinci babının otuzdokuzuncu ayetinde, demekdedir. luka incilinin, yirmiüçüncü babının kırkyedinci ayetinde, dediği yazılıdır. lukanın bu sözü, markosdaki kelamından maksadın, demek olduğunu göstermekdedir. matta incilinin beşinci babının dokuzuncu ayetinde, isa aleyhisselamın, ne mutlu sulh edicilere! çünki, onlar allahın oğulları diye çağırılacaklardır ve kırkdördüncü ve kırkbeşinci ayetlerinde, size eza edenlere düa edin. ta ki, siz semavatda olan babanızın oğulları olasınız dediği yazılıdır. , allahü teala için de, kelimesini kullanmışdır. bu kelimelerin mecazi olduğu meydandadır. bunun gibi, kitabı mukaddesde kötü ve günahkar olan insanlar için, iblisin oğlu, şeytanın oğlu kelimeleri kullanılmışdır. yuhanna incili sekizinci babının otuzdokuzuncu ve sonraki ayetlerinde diyor ki, yehudiler isaya, bizim pederimiz ibrahimdir dediler. isa onlara, ibrahimin evladı olsaydınız onun yapdıklarını yapardınız. fekat beni, ya'ni allahdan işitdiği hakikati size söylemiş olan adamı, şimdi öldürmeğe çalışıyorsunuz. ibrahim bunu yapmadı. siz babanızın işlerini yapıyorsunuz. ona; biz zinadan doğmadık. bizim bir babamız var. o da allahdır dediler. isa onlara, eğer allah sizin babanız olsaydı, beni severdiniz. çünki ben, allahdan çıkıp geldim. ben kendiliğimden gelmedim. fekat beni o gönderdi. söylediğimi niçin anlamıyorsunuz? çünki benim sözümü dinleyemezsiniz. siz babanız şeytandan, iblisdensiniz ve babanızın isteklerini yapmak istiyorsunuz, dedi. burada yehudilerin, biz zinadan doğmadık, babamız vardır. o da allahdır demelerinden maksadları, babamız allahdır, demek değildir. maksadları, isa aleyhisselamın babasız olmasına i'tiraz etmekle beraber, kendilerinin ibrahim aleyhisselamın neslinden olduklarını bildirmekdir. madem ki yuhanna incili, hıristiyanların i'tikadlarına göre, mevsukdur. biz de onu şahid olarak getiririz . yuhannanın bu ayetlerine, ya'ni yehudiler kendilerine allahın oğlu dedikleri ve isa aleyhisselam da onları red ederek, şeytanın çocukları dediğine bakılınca, bu ta'birlerin mecaz olduğu hemen ortaya çıkar. yuhannanın birinci mektubunun üçüncü babının dokuzuncu ayetinde, , onuncu ayetinde ise, ve beşinci babının başında, isa mesihdir, diye iman ederler. o da allahdan doğmuşdur ve tevlid edeni seven her adam, ondan doğmuş olanı sever. ne zeman allahı sever ve onun emrlerini yaparsak, bununla allahın çocuklarını sevdiğimizi biliriz demekdedir. romalılara mektubun sekizinci babının, ondördüncü ayetinde, hepsi allahın oğullarıdır demekdedir. pavlosun filipelilere yazdığı mektubun ikinci babının ondördüncü ve onbeşinci ayetlerinde, her şeyi söylemeden ve çekinmeden yapın. ta ki hayat sözünü sıkı tutarak, dünyada nurlar olarak, aralarında göründüğünüz eğri ve sapık neslin ortasından kusursuz ve saf allahın lekesiz çocukları olasınız demekdedir.nın kırküçüncü babının altıncı ve yedinci ayetlerinde, demekdedir. kitabı mukaddesin bu ayetlerindeki allahın oğlu, allahın oğulları, çocukları lafzları mecazi olup, hakiki ma'na verilerek, allahü tealaya denilemez. hıristiyanlar da, bu ayetlerdeki, kelimesini, mecazi olan, ma'nasına alıp, bu kimselerin hiç birisine, üluhiyyet nisbet etmemişlerdir. bütün hıristiyanlar burada, allahü tealanın yegane hakim olduğunu kabul etmişler. fekat sıra isa aleyhisselama gelince, doğru yoldan ayrılmışlardır. incilde geçen kelimelerini, yanlış anlıyanlar olduğu gibi, kelimelerini de yanlış anlıyanlar olmuşdur. nitekim luka incilinin üçüncü babının yirmiüçüncü ayeti ve devamında, isa aleyhisselamın nesebi, babaları zikr edilirken, mesih yusüfün oğlu denir ve yusüfün babaları zikr edilir ve nihayet şit oğlu ve şit adem oğlu, adem de allah oğlu demekdedir. adem aleyhisselam, hakiki ma'na üzere allahü tealanın oğlu değildir. luka, adem aleyhisselam, anasız ve babasız yaratıldığı için, onu allahü tealaya, isa aleyhisselam da, yalnız babasız tevellüd etdiği için, onu da, yusüfü neccara nisbet etmişdir. olarak doğduğu için, ilah, rab kabul ediyorlar. böyle olduğu halde, yusüfü neccarı da kendisine baba olarak nisbet ediyorlar. isa aleyhisselam, sadece babasız doğdu. halbuki, adem aleyhisselam hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. buna göre, hıristiyanların adem aleyhisselamı, isa aleyhisselamdan daha büyük bir ilah kabul etmeleri lazım gelir. hıristiyanlardan adem aleyhisselama ilah diyen hiç çıkmamışdır. ta'biri, in ahdi atik kısmında da vardır. mesela, sifri hurucün dördüncü babının yirmiikinci ve yirmiüçüncü ayetlerinde, benim ilk oğlumdur. oğlumu bırak ki, bana ibadet etsin demekdedir. kitabı ermiyanın otuzbirinci babının dokuzuncu ayetinde, demekdedir. eğer buralarda oğul kelimesi, üluhiyyeti icab etdirseydi, israil ve efrayim, isa aleyhisselamdan çok önce ilah olurlardı. ayrıca bunlar için, ilk evlad, ta'biri kullanılmışdır ki, sonra gelen evladdan daha önce, ilahlık mertebesine yükselmeleri icab ederdi. sifri samueli saninin samuelin yedinci babının ondördüncü ayetinde, davüd aleyhisselam için, demekdedir. kitabı istisnanın ondördüncü babının ilk ayeti, ve otuzikinci babın ondokuzuncu ayeti, ve rab gördü ve onlardan ikrah etdi. çünki oğulları ile kızları onu öfkelendirdiler ve kitabı eş'iyanın birinci babının ikinci ayeti, ey gökler, dinleyin ve ey yer, kulak verin! çünki rab söyledi: oğullar besledim ve büyütdüm ve bana asi oldular ve otuzuncu babın ilk ayeti, ve altmış dördüncü babının yedinci ayeti, ve şimdi yarab! sen babamızsın. biz balçığız ve sen çömlekçimizsin ve hepimiz senin elinin işiyiz ve kitabı yuşa'ın ikinci babının birinci ayetinde, olan allahın oğullarısınız, denilecek denilmekdedir. buralarda denilmiş ve başkaları için de bu ta'bir kullanılmışdır. eğer ta'biri ile, hakikaten allahü tealanın oğlu ma'nası kasd edilse, ya'ni mecaz olmaz ise, israil oğulları ve israil , efrayim, süleyman ve diğer beni israil peygamberlerinin aleyhimüsselam ve adem aleyhisselamın, ilah olmaları lazım gelirdi. fekat yehudiler, kendi lisanları ibraniceyi iyi bildiklerinden, bu allahın oğlu, ilk oğlu, oğulları, kızları gibi ta'birlerin mecaz olduğunu gayet iyi anladılar ve bir hataya düşmediler. fekat havarilerden sonra, inciller ve isa aleyhisselamın va'zları, nasihatları, sahife sahife, şunun bunun elinde kalıp, başka lisanlara terceme edildi. terceme edenler ise, cahil ve ibrani lisanının inceliklerinden ve üslubundan habersiz olduklarından, metinde her ne gördülerse, anlamadan terceme etdiler. sonradan bu tercemeleri görenler, tercemelerdeki lafzları hakiki ma'nalarından başka bir ma'naya kullanmağa cesaret edemediler. işte, boş iddialar, yanlış ve batıl görüşler, akl ve hakikatden temamen uzak, garib i'tikadlar, hep buradan ortaya çıkmışdır. isa aleyhisselamdan yüz sene kadar sonra, her memleketde değişik bir i'tikad, değişik bir fırka ve her fırkanın elinde değişik bir incil ortaya çıkdı. bu fırkalardan müte'assıb kimseler, kendi fırkalarının revaç bulup yayılması ve diğer fırkaların batıllığını isbat için, el yazısı ile olan nüshalardan incil yazarlarken, kendi maksadlarına uygun ba'zı kelimeleri sokuşdurdular. incil nüshaları, öyle bir hale geldi ve hıristiyanlar arasında o kadar ihtilaflar ortaya çıkdı ki, sadece iznikde toplanan ruhban meclisinde, birbirine uymıyan elli aded, hıristiyanların okudukları incilin iptal edilmesine karar verildi. bundan anlaşılıyor ki, mevcud olan dört incilin hiçbirisi, istidlal, ya'ni delil getirilmek için sened olamaz. fekat, hıristiyanların inancı, bu dört incil üzerine kurulmuş olduğundan, onları ikna' etmek için, biz de bunlardan delil getiririz. hıristiyanların teslisi isbat için, in denilen, tevrat kısmında gösterebilecekleri hiçbir delilleri yokdur . en kuvvetli delilleri, incillerin en şübheli ve en karışığı olan, yuhanna incili ile, diğer incillerin teferruatındaki birkaç mübhem sözden ibaretdir. mesela: yuhanna incilinin sekizinci babının yirmiüçüncü ayetindeki, isa aleyhisselamın, siz bu dünyadansınız. ben bu dünyadan değilim demesinden, üluhiyyet ma'nası çıkarmakdadırlar. üluhiyyeti, isa aleyhisselama yakışdırabilmek için de, gökden indi ve tecessüm etdi, ya'ni cism peyda etdi, şeklinde izah etmekdedirler. halbuki, bu ayetin ma'nası, demekdir. bu sözden ilahlık ma'nası çıkarılamaz. ayrıca, incillerde, bu ayeti nakz eden, ayetler vardır. yuhanna incilinin onbeşinci babının ondokuzuncu ayetinde, sizler bu dünyadan değilsiniz. ancak ben sizi dünyadan seçdim, onyedinci babının onaltıncı ve onsekizinci ayetlerinde, ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değildirler. sen beni dünyaya gönderdiğin gibi, ben de onları dünyaya gönderdim denilmişdir ki, hıristiyanların isa aleyhisselamın ilah olduğunu isbat için delil getirdikleri yuhannanın sekizinci babındaki, sözünün aksidir. bu ayetlerde, isa aleyhisselam, kendisi ile talebelerini eşit tutmuşdur. ta'biri de, dünyayı isteyerek, ona meyl etmek ma'nasındadır. böyle ıstılah ve ta'birler her lisanda kullanılır. hatta lisanımız olan türkçede de oğlum, baba, arslanım gibi mecazi ma'naya kullanılan ta'bir ve kelimeler vardır. arapçada , , ve ta'birleri mevcuddur. bunların ma'naları, vaktin oğlu, vaktin babası, zemanın oğulları, yolun oğulları demekdir. vaktin ve yolun oğlu olamaz. bunlar hep mecazdır. hıristiyanların, teslisi isbat için bildirdikleri delillerden biri de, yuhanna incilinin onuncu babının otuzuncu ayetidir. bu ayetde, isa aleyhisselamın, dediği bildirilmekdedir. bu ibareden de, üluhiyyet ve ayniyyet ma'nası çıkarılamaz. zira, isa aleyhisselamın bu sözü söylediğini farz etsek, söylediği zeman nefs sahibi bir insan olduğundan, allah ile birleşmesi mümteni'dir, mümkin değildir. yuhannanın bu ayetini, isa aleyhisselamın üluhiyyetini isbat için delil olarak getiren hıristiyanlar, bu ayetin devamını da okumalıdırlar. otuz ve devamındaki ayetler, ben ve baba biriz. yehudiler onu taşlamak için yine yerden taş kaldırdılar. isa onlara cevab verdi: size babadan bir çok iyi işler gösterdim. bu işlerden hangisi için beni taşlıyorsunuz? yehudiler ona cevab verip: seni iyi işden dolayı değil, fekat küfrden dolayı ve sen insan iken, kendini allah etdiğinden dolayı taşlıyoruz dediler. isa onlara, ben dedim, siz ilahlarsınız diye şeri'atınızda yazılı değil mi? kendilerine allah sözü gelenlere ilahlar dendiği halde, allahın oğluyum dediğim için, siz babanın takdis edip, dünyaya gönderdiği zata mı küfr ediyorsun diyorsunuz? eğer babamın işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyiniz. fekat yapdığım halde, siz bana iman etmezseniz bile, işlere iman ediniz ki, babanın bende ve benim babada olduğumu bilip anlıyasınız diye cevab verdi. yine onu tutmağa çalışdılar. isa da onların elinden çıkdı, kurtuldu şeklindedir. isa aleyhisselamın bizatihi kendisini ve mu'cizelerini görenler, ilah olduğunu söylemediler. hatta, bu mecaz sözünden dolayı, onu öldürmeğe kalkdılar. hıristiyanların, ezeli ve ebedi bir yaratıcı ilah olarak kabul etdikleri isa aleyhisselam, yehudilerden kaçmakdadır. nasıl halıkdır ki, yaratdığı mahluklarından kaçmakdadır. burada diğer bir husus da, isa aleyhisselamın, sözünü isbat hususunda zikr etdiği, diye şeri'atınızda yazılı değil mi? şeklindeki otuzdördüncü ayetidir. elimizde mevcud incilin dip notunda bu ayetin ahdi atikdeki zeburun seksenikinci babının altıncı ayeti olduğu bildirilmekdedir. mezmurlardaki bu ayetin devamı ise, şeklindedir. bu ayetin zahiri ma'nasına ve isa aleyhisselamın da bildirdiğine göre, isa aleyhisselamdan başka diye bildirilen kimseler de ilah olmakdadırlar. acaba hıristiyanlardan hiçbir kimse onları, kabul etmişler midir? sözünü isa aleyhisselamın üluhiyyetine delil getiren hıristiyanlar, bunun devamında bildirilen ilahları kabul etmemekle, günahkar ve asi olmuş, ilah olarak tanıdıkları isa aleyhisselamın sözünü kabul etmemişlerdir. ilah hiç yalan söyler mi? hıristiyanlara, bunu niçin kabul etmediklerini sorarsanız, efendim bu söz mecazdır. allah birdir. sizler ilahlarsınız sözü hakiki ma'naya alınamaz derler. isa aleyhisselamın, sözü de mecaz değil midir? deseniz, efendi isanın üluhiyyeti vardır. bu hıristiyanlığın esas doktrinidir cevabını verirler. hıristiyanlar, yuhanna incilindeki bu sözleri, mesih isa, insanı kamil olduğu gibi, aynı şeklde kamil bir ilahdır şeklinde de, te'vil ederler. halbuki insanlık sıfatlarının kendisinden ayrılmaması sebebi ile insan ile ilah arasında hakiki bir birleşme düşünülemez. bir diğer husus da, isa aleyhisselam bu ta'biri sadece kendisi için kullanmayıp, havariler için de kullanmışdır. yuhanna incilinin onyedinci babının yirmibirinci ayetinde, ey baba, sen bendesin ve ben de sendeyim. onlar da bizde olsunlar, yirmiikinci ayetinde, , yirmiüçüncü ayetinde ise, ben onlardayım. sen de bendesin. böylece bir olmakla temamlanmış olsunlar ve beni senin gönderdiğini ve beni sevdiğin gibi, onları dahi sevdiğini dünya anlasın denilmekdedir. işte bu ayetlerde bildirilen kelimesi, dinin emrlerine sıkı bir şeklde itaat ve amali saliha ile amel etmek olduğundan, bundan üluhiyyete aid bir şey hatıra getirilemez. hıristiyanların, teslis için getirdikleri delillerden biri de, yuhanna incilinin ondördüncü babının sekizinci ayeti ve devamında anlatılan şu fıkradır: filipus ona: yarab, babayı bize göster, bize bu kifayet eder dedi. isa ona dedi: bu kadar zeman sizinle beraberim de, sen beni bilmedin mi ey filipus? beni görmüş olan babayı görmüş olur iken, sen nasıl onu göster diyebiliyorsun. bu delilleri de iki şeklde yanlışdır, batıldır. birincisi: dünyada, ilahı görmenin mümkin olmadığı, hıristiyanlar tarafından da, kabul edilmekdedir. hatta, kitabının mukaddemesinde, bu ma'rifet, bilmek olarak te'vil edilir. mesihi bilmek, cismiyyetini bilmek değildir. buna göre, hıristiyanlar, ma'nasındadır dediler. bu te'vil, teslise inanan hıristiyanlara göre, vacibdir. halbuki, böyle te'vil de yanlışdır, batıldır. çünki, te'vilin, akli delillere ve kat'i nasslara muhalif olmaması lazımdır. bu te'vil ise, akli delillere muhalifdir. çünki, daha önce zikr etdiğimiz gibi, isa aleyhisselam, havarileri kendisine eşit tutmakdadır. tarihcilerin ma'lumu olduğu gibi, üç uknum, ya'ni teslis, yeni birşey olmayıp, müteaddid ilahlara tapınan kavmlerin inançlarından alınmış bir fikrdir. ilahların çokluğu, cahil halkın nazar ve dikkatlerini çekecek bir şeklde çoğalınca, müşriklerin ileri gelenleri, onları aralarında makamlarına göre bir tertibe koyup, içlerinden ba'zılarını asl, diğer küçüklerini de fer' kısmlarına ayırdılar. bu taksimin tahkikıni aralarında gizli bir sır olarak kabul etdiler. zerdüşt, putların arasından ve isminde iki uknum ta'yin etdi. yezdan iyilik tanrısı, ehremen ise, kötülük tanrısı veya yezdanın nur, aydınlık, ehremenin de zulmet, karanlık olması gibi, misli görülmemiş batıl bir i'tikad ortaya koydu. hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden mazher canı canan, ondördüncü mektubunda buyuruyor ki, brahma dini, semavi bir din idi. sonradan bozuldu. üç uknum ta'biri ilk def'a bunlardan işitildi.buna din yerine, felsefe, fikr demek daha doğrudur. isa aleyhisselamın miladından yediyüz sene evvel semavi bir dinin değişdirilmesi ile kurulduğu anlaşılmakdadır. bu tahrifi yapan brahmadır. brahma mukaddes kelam demekdir. hıristiyanlıkda da, isa aleyhisselam için bu ta'bir kullanılmışdır. hıristiyan papazlarına, isa aleyhisselamın üluhiyyeti sorulunca, bunu isbat için ilk delilleri, yuhanna incilinin birinci babındaki ba'zı ayetlerdir ki, ve ve kelam beden olup, inayet ve hakikat ile dolu olarak aramızda sakin oldu. biz de onun izzetini, babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük , şeklindedir. tıpkı brahmanizmdeki gibi. brahmanizm fikrine tabi' olanlar, isminde asl olan bir ilaha inanırlar. i'tikadlarına göre, bu, en kamil ve daimüssükut bir ilah olup, her şeyin aslıdır. fekat bu ilah, diğer iki ilah vasıtası ile işlerini yapar. bunlardan birisi , diğeri de dır. bunlar, üç nev' zuhurdan ibaret olarak, bir ilahdır derler. brahmanlara göre, , bütün herşeyi ve dünyayı yaratandır. bütün yaratma işlerini o yapar, alameti güneşdir. vişnu akldır. herşeyi koruyan, ya'ni koruyucu bir ilahdır. içinde bulunan zemana hükm eder. alameti sudur. siva ise, hayat ve ölüm tanrısıdır. içinde bulunulan zemana ve istikbale hükm eder. adalet ve intikam bunun işidir. alameti ise, ateşdir. brahmanlar, tanrıları vişnunun semada yaşadığına inanırlar. diğer tanrılar, vişnuya yeryüzünde bir takım şeytanların türediğini, yeryüzünün asayiş ve intizamını bozduklarını ve bunların cezalandırılması için, yeryüzünde, insan şeklinde doğması lazım olduğunu söylerler. vişnu, bu teklifi kabul eder ve yeryüzünü kötülüklerden ve şeytanlardan temizlemek için muharibler sınıfından, bakire bir kızdan bir ya'ni muharib olarak doğar. kız, bunu önceden rü'yasında görür. krishna altmışdört günde, bütün ilmleri öğrenir. çobanlık yapar. pekçok yerler dolaşır. dolaşdığı yerlerde, harikulade şeyler yapar ve onu gören brahmalar tarafından ilahlığı kabul edilir. insan şeklinde yeryüzüne inmiş bir ilahdır. brahmanizme inananlar tarafından, krishna ile ilgili daha pekçok efsaneler anlatılır. canı canan, de delhide şehid edildi. budistler de, budayı ilah olarak kabul ediyorlar. budistlere göre, buda insan olarak doğmadan önce, semada yaşıyordu. yeryüzünde inecek bir yer aradı ve nihayet sudhodana ailesinin bir ferdi olarak doğmaya karar verdi. annesi oruclu olarak serayın damında uyurken, rü'yasında, etrafına nurlar saçarak gökden bir beyaz filin yere indiğini ve sağ böğründen karnına girdiğini hayret ile görür. budanın doğmasına yakın birçok alametler de görünür. annesi bulunduğu şehri terk eder ve bir ağacın altında, ilah olan oğlu yeryüzüne gelir. budistlerin inancı, akl ve mantığın asla kabul edemiyeceği şeylerle doludur. brahmanların ve budistlerin inançları ile hıristiyanların teslis inancı ism farkları hariç, birbirine benzer. ilahların yeryüzünde bakire bir kıza nüfuz etmeleri ve doğmaları ve insanların onları ilah olarak kabul etmeleri arasında, insanı hayretde bırakan bir benzerlik vardır. bunlardan birkaçını zikr edelim: hıristiyanlara göre, isa aleyhisselam ölmüş ve öldükden üç gün sonra dirilmişdir. krishna da öldükden sonra dirilerek göğe yükselmişdir. isa aleyhisselam mezarından, buda ise tabutundan kalkmışdır. isa aleyhisselam öldürüleceğini önceden söylemiş, zindanlardaki, ya'ni cehennemlerdeki ruhları kurtarmış ve mezardan kalkınca, allahın sağına oturmuşdur. buda da, dünyadan çekileceğini ve nirvanaya gideceğini haber vermişdir. isa aleyhisselam göğe çıkınca, bütün alemin işlerini eline alarak hükm etmeğe başlamışdır. buda da, göklerin sultanlığını kurmuş ve aleme hükm etmeğe başlamışdır. incillerde, isa aleyhisselamın babalarını ilk melik dedikleri davüd aleyhisselama kadar, ittifakla zikr ederler. budanın da neslinin ilk melik olan makavamata dayandığı zikr olunur. teslis ve tenasüh, ya'ni ölen bir kimsenin ruhunun başka bir kimseye geçeceği i'tikadı hind dinlerinde olduğu gibi, eski mısr dinlerinde de vardır. mısrlıların inandıkları tanrılardan en büyüğü, dır. alameti güneşdir. bu alemi iradesi ve kelamı ile yaratmışdır. amonranın yardımcısı olan ikinci tanrıları dir. oziris, yeryüzüne inmiş, çeşidli acılar çekmiş ve öldürülmüşdür. üçüncü tanrıları olan sayesinde tekrar dirilmiş ve göğe yükselmişdir. böylece oziris, ölüler ilahı olmuşdur. ayrıca, eski mısrda melikler, ya'ni lar, amonranın oğlu olarak kabul edilmişlerdir. eski mısrlılar ölen bir kimsenin oziris tarafından hesaba çekileceğine de inanırlardı. batıda üç uknum fikrini ilk def'a ortaya atan filozof time dir. miladdan beşyüz sene kadar evvel, lokres şehrinde yaşıyan time, pisagorun talebelerindendir. bu üç uknum fikrini hocasından öğrenmişdir. miladdan öncesenesinde sisam adasında doğdu. senesinde metaponteda öldüğü rivayet edilmekdedir. doğum ve ölüm tarihlerinde çeşidli ihtilaflar vardır. genç yaşında italyanın kroton şehrine gelmişdir. buradan çeşidli seyahatlar yapmış, mısr ve ortadoğuda, uzun zeman kalmışdır. mısrda kaldığı zeman içerisinde, eski mısr dini ve inançları hakkında geniş ma'lumat sahibi olmuşdur. üçlü tanrı inancı ve tenasüh fikrini mısrlılardan öğrenmiş ve bunları kabul etmişdir. mısrda öğrendiği şeylerden birisi de, hendese idi. bugün, pisagor nazariyyesi diye bilinen geometri faraziyyesi de, tecribi olarak, o zeman mısrda bilinmekde idi. mısra babilden gelmişlerdi. o zeman babilde ilmi nücum , matematik ve müneccimlik san'atı çok ileri idi. bunları, büyük peygamber olan idris aleyhisselamdan öğrenmişlerdi. pisagor, babile de giderek, bunları iyice öğrendi. tekrar kroton şehrine döndü ve bir mekteb açdı. kendi ismi ile anılan yeni bir yol, hatta yeni bir fırka kurdu. kendisine inananlar tarafından çok efsaneler uydurulmuş; peygamber, hatta ilah olduğu iddia edilmişdir. pisagor, varlığın aslının ya'ni sayı olduğunu söyledi. ona kadar olan sayıları, mukaddes kabul etdi. bilhassa bir, iki ve üç sayılarını; üç asl kabul etdi. pisagorcular, bir sayısının alemin değişmez ve ebedi kaynağı ve ilk uknum, ya'ni en büyük tanrı olduğunu, iki sayısının dişiliği ve dünyanın bundan meydana geldiğini ve ikinci uknum olduğunu, üç sayısının ise, alemdeki ebedi üçlüğü gösterdiğini ve üçüncü uknum olduğunu iddia ederler. dünyanın ve alemin aslının, bu üç uknum olduğunu söylerler. mesela, alemin esası derler. bunun gibi olarak, üç alemden meydana geldiğini söylerler. pisagorculara göre, herşey üçden mürekkeb olduğu gibi, yaratma da, bu üçlükden ortaya çıkar. bunlar yaratıcı irade, yıldız akımı ve her an biraz daha kemale eren alem imiş. pisagorun sayıları hususunda ve diğer felsefi görüşleri hakkında gompertzin kitabında geniş bilgi vardır. pisagora göre, ilk uknum, ya'ni her dilediğini yapabilecek olan tanrı, akl ile anlaşılamaz. ruhu ebedi kabul eden ve ölen bir kimsenin ruhunun bir hayvana geçebileceğine inanan pisagorcular, hayvan eti yimezler. pisagorun ileri gelen talebesi olan time de, hocasının yolunu ta'kib etmişdir. time, kitabında, vardır ki, ilk kelime ve ilk uknum odur. kendisi madde değildir, ruhanidir ve akl ile anlaşılamaz. ikinci mertebe, maddei gayri muntazımedir. telaffuz olunan ikinci kelime ve ikinci uknumdur. bundan sonra gelen üçüncü mertebe, ibn ya'ni ma'na alemidir ki, üçüncü uknumdur. bütün kainat bu üç sınıfdan ibaretdir. ibn, ya'ni oğul pek güzel bir tanrı yapmak istedi ve mahluk olan bir tanrı yapdı demekdedir. bu söz karışık ve anlaşılamaz bir halde eflatuna geldi. timenin, eflatunun hocalarından biri olduğu da bildirilmekdedir. çünki, eflatun, büyük üstadı sokrat ile timenin bir meclisde bulunduğunu bildirmekdedir. timenin, , ve isminde üç eseri olup, bunlardan ikisi gayb olmuşdur. gayb olmıyan kitabı ise, kendisinden sonra gelen filozofları çok meşgul etmişdir. çünki, bu kitabın ilk altı kısmından çıkarılan fikr ile eflatunun, time konuşmasında anlatdığı fikr arasında pek bir fark yokdur. eflatun, timeden gelen bu fikri başka bir şekle sokdu. eflatun üç esas ilah olduğunu iddi'a etdi. birincisi, babadır. en yüce ve yaratıcı ve diğer iki ilahın babasıdır. birinci uknumdur. ikincisi, asl, görünür olan tanrıdır ki, görünmez olan babanın veziridir. kelime, ve idrak demekdir. üçüncüsü de, kainat alemidir, dedi. eflatuna göre, eşyanın, varlıkların hakikati, ma'nalar dır. eflatunun, idea diye bahs etdiği şey, mahiyyet, fikr, ayanı sabite demekdir. eflatunda idea, eşyanın ve varlıkların değişmeyen, sabit ve ebedi olan hakikatıdır. eflatun, alemi ikiye ayırır: birisi, görünen hisler alemi. diğeri ise, hakiki alem, ya'ni idealar alemidir. hakiki, ya'ni idealar alemi, ebedi olduğu halde, hisler alemi durmadan değişir. idealar, sadece aklımızda, hayalimizle kaim olmayıp, cismsiz olarak kendilerine mahsus bir kıyam ve hayatları vardır. eflatun her hakikati, ya'ni ideayı daha yüksek hakikatlere irca eder, bağlar. böylece bütün hakikatler, idealar, mutlak e irca olunur. bu yüce idealardan meydana gelen bir dır ki, tanrının kendisidir. diğer yüce idealar, hakikatler ona tabi'dir. aşağı olan idealar dir ki, şeytanın kendisidir. diğer aşağı, kötü idealar ona tabi'dir. kabul etdiği ve hayr, iyilik diyerek aynen tanrı kabul etdiği şeyin, hareket ve hayat sahibi ve alemin babası olduğunu söylemişdir. bu birinci uknumdur. baba tanrı, ya'ni yüce idealar birliği, maddeye nizam veren, fekat maddeden temamen farklı bir ruh yaratmışdır ki, bu babanın oğludur. bu ruh, yaratanla yaratılan arasında aracı olan bir varlıkdır. ikinci uknumdur. eflatun, ikinci uknum kabul etdiği ruh hakkındaki görüşlerini ve pisagor, time ve diğer bütün eski yunan felesofları da, ortaya atdıkları fikrleri, hep adem ve şit aleyhimesselamın kitablarından ve bu kitabları bilen din alimlerinden öğrenmiş, bunları, kendi noksan bilgileri ve kısa aklları ile izah etmişler, değişdirmişlerdir. eflatun, menon konuşmasında, ruhun ölümsüz olduğunu ve birçok def'alar yeryüzüne geldiğini ve görünen ve görünmiyen alemindeki herşeyi görmüş olduğunu söylemekdedir. phaidros konuşmasında ruhu da üç kısma ayırır: birincisi; idealara yönelmiş olan akldır. ikinci ve üçüncüsü ise; istek, his kısmıdır. bunlardan biri akla uyarak hayra, iyiliğe ya'ni tanrıya, diğeri ise kötü, maddi isteklere götürür. cesed ya'ni beden bir zindan olup, ruh önceden mücerred idealar alemine konuldukdan sonra, bu zindana atılmışdır. hikmetin vazifesi ya'ni ahlakdan maksad, tanrı ile münasebetde bulunabilmek için, ruhu beden zindanına bağlıyan zincirlerden kurtarmakdır. sokrat, se'adet yolunun yalnız fazilet ve kemalat kazanmak olduğunu söylemişdir. eflatun ise, se'adetin kemali aynen faziletde vardır. fazilet ve kemal, ruhun sıhhati, kurtuluşu ve ahengidir. se'adete kavuşmak için, menfe'at düşüncesi ve ahiretde mükafatlara kavuşmak arzusu olmaksızın, sadece fazilet kazanmak için çalışmak yetişir demekdedir. felsefesine tabi' olanlara göre, yalnız iyilik, fazilet ve yalnız kötülük fıskdır, günahdır. sıhhat, hastalık, zenginlik ve fakirlik, hatta hayat ve ölüm ne iyidir; ne de kötüdürler. onları iyi etmek insanın kendi elindedir. insanın, allahü tealanın takdirine ya'ni kadere inanarak kendi iradesini allahü tealanın iradesine tabi' eylemesi lazımdır. insanlık bir sürüye benzer. onun çobanı, aklı umumi ya'ni dur ki, yaratıcı tabi'at kuvvetidir. bütün insanlar kardeşdirler. onların müşterek babaları , ya'ni dır. zoz, kainatın ya'ni bütün alemin ruhudur. kadimdir, birdir. diğer ilahlar onun cüzleri, ya'ni parçalarıdır. denir. bu felsefeye denir. felsefesine tabi' olanlar, sulh ve merhameti çok tavsiye ederler. hatta, bir kimse, bir başkasına ihsanda bulunurken duyduğu lezzet, başkasının kendisine ihsanda bulunurken duyduğu lezzetden, tatdan çokdur, derler. denir ki, pisagor ve yeni eflatuncuların yoludur. yeni eflatunculuğu kuran plotinosdur ki, hareket noktası eflatunun idealar nazariyyesidir. mevcud incillerde isa aleyhisselama nisbet edilen sözü, işrakıyyun felsefesinin esas prensibinin aynıdır. revakıyyun ve işrakıyyun felsefecilerinin, din kitablarından ve din alimlerinden öğrendikleri şeyleri, kendi fikrleri ve buluşları gibi bildirdikleri, buradan da anlaşılmakdadır. büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, böyle olduğunu ve kitablarında uzun bildirmekdedir. eflatunun kurmuş olduğu felsefe mektebi, fikrleriyle beraber yedi, sekiz asr yaşadı. bu felsefe mektebinin görüşleri italyanın dışına çıkmış, bilhassa miladın üçüncü asrında iskenderiyye mektebinde en büyük te'sirini yapmışdı. eflatunun diğer felsefi görüşleri ile beraber, üç uknum fikri de, iskenderiyye mekteblerine geçmiş ve isa aleyhisselamın zuhuru sırasında bu mekteblerde okutulmakda idi. hatta, o zemanlarda yehudi alimlerinden olup, iskenderiyyede meşhur olan philo dahi, bu teslis, üç uknum fikrini, musa aleyhisselamın dininin inanç esasları içinde bulmak istemişdir. bu istekle, tevratda bildirilen dünyanın altı günde yaratılmış olduğu doğrudur. çünki, üç sayısı altının yarısıdır. iki sayısı da, altının üçde biridir. bu adet hem erkek, hem dişidir. tanrı, akl ile izdivac edip, akldan sevdiği oğlunu meydana getirmişdir ki, bu dünyadır demişdir. philo meleklere, kelimei ilahiyye dediği gibi, dünyaya da kelimei ilahiyye demişdir. bu da, eflatunun felsefesindendir. daha sonra yeni eflatunculuk adını alarak devam eden eflatun felsefesi, en büyük darbeyi nasraniliğe, iseviliğe vurdu. yeni eflatunculuğun en kuvvetli olduğu zeman, miladın üçüncü asrıdır ki, hıristiyanlığın roma devletinin dini olduğu zemandır. bu felsefeye inananlar, allahü tealanın varlığına, birliğine ve isa aleyhisselamın peygamberliğine inanmak olan tevhid dinini, tahrif etdiler. daha sonra, bu dine putperestlik de sokuldu. miladın dördüncü asrında yaşayan saint augustin, eflatunu hıristiyanlaşdırmağa çalışır. augustinin, gazali de tusda vefat etdi. teslisi isbat için yazdığı kitabında ve diğer kitablarındaki, tanrı, ruh ve kainat hakkındaki düşünceleri, eflatun felsefesinin aynıdır. eflatunun sözünü, teslisi isbat için delil getirir ve der. eflatun ve talebelerinin gerçek tanrıyı idrak etdiklerini söyler. eflatunun idealar felsefesinden hareket ederek, kelamın yaratıcı olduğunu ve kelamın isa aleyhisselam olduğunu savunur. hıristiyanlar arasında kendisine kıymet verilen ve hıristiyan azizlerinden kabul edilen augustin, hıristiyanlıkdaki teslis, hayr ve şer inançlarının aynen eflatunun felsefesinde bulunduğunu, i'tiraf etmekdedir. hatta teslisi isbat için eflatunun görüşlerini delil olarak zikr etmekdedir. miladdansene önce ölen bir kimsenin fikrlerinin, hıristiyanlık inançları ile aynı olmasına hıristiyanlar acaba nasıl cevab verirler. bu hal, eflatunun, isa aleyhisselam zemanında yaşadığını göstermekdedir ki, doğrusu da budur. büyük islam alimi imamı rabbani ahmed farukinin rahmetullahi aleyh kitabının. mektubunda da böyle olduğu bildirilmekdedir. miladın sekizinci asrında kilise azizlerinden saint thomas da, eflatunun talebesi aristonun felsefesini esas alarak, hıristiyanlık inançlarını, bilhassa teslisi isbata çalışır. bu kitabımızda, eflatun ve aristo felsefesinin gerçek müdafii olan, kilise azizlerinin temamını zikr etmemiz mümkin değildir. ancak okuyanlara gerçek bir fikr vermesi bakımından bir hususu zikr etmek faideli olacakdır: bütün ortaçağ boyunca ve avrupada rönesansın gerçekleşmesinden sonra dahi, eflatun ve aristonun felsefesine karşı çıkmanın, kabul etmemenin, hatta küçük bir i'tirazın cezası, kilisenin engizisyon mahkemeleri kararı ile ölümdü. bugün, teslise inanan hıristiyanlar, acaba bunu nasıl izah ederler? eflatun felsefesi , revakıyyun felsefesi , işrakıyyun felsefesi ve diğer yunan felsefe mekteblerinin hıristiyanlık inançlarının te'sis ve teşekkülünde büyük etkisi olduğu muhakkakdır. bu husus, edwin hatchin ismli kitabında delilleri ile uzun anlatılmakda ve isbat edilmekdedir. yukarıda zikr edilen ifadelerden anlaşılıyor ki, kalbin kötü huylardan temizlenmesi, güzel ahlak sahibi olarak se'adete kavuşimamı rabbani de serhendde vefat etdi. mak, kadere razı olmak, tevekkül üzere bulunmak, insanları allahın oğulları, çocukları kabul edip, allahü tealayı hepsinin müşterek babası kabul etmek, yalnız incillerin haber verdiği şeyler değildir. incillerden yüzlerce sene önce, yunan felesofları arasında mevzu' olup, konuşulan şeylerdir. teslise aid sözlerin, eski ilahi dinlerde ve hakiki incillerde bulunmayıp, eski yunan felesofları tarafından uydurulmuş olduğu ve hıristiyanlığın yunanistana ve iskenderiyyeye yayılmasından sonra yazılan bütün incillere, sonradan ilave edildiği muhakkakdır. isa aleyhisselam, musa aleyhisselamın dininin yaşandığı bir yerde doğdu. semaya çıkarılıncaya kadar, musa aleyhisselamın şeri'ati üzere hareket etdi. beni israile verilen emrleri, onlarla beraber yerine getirdi. sinagoglarda va'z verir. tevratın ahkamını teblig ederdi. musa aleyhisselamın dininden ayrılanlara, musa aleyhisselamın dinini ve o dinin edeblerini öğretirdi. o dine sıkı sıkı yapışan beni israile de, kıymet verirdi. yehudiler gibi, yahya aleyhisselam tarafından nehrinde vaftiz olundu. erden, ya'ni ürdün nehri, filistinde bir nehrdir. km. uzunluğundadır. doğduğu zeman sünnet olundu. kendisi kimseyi vaftiz etmedi. oruc tutdu. domuz eti yimedi. allah bana hulul etdi. ben allahın ezeli ve ebedi oğluyum. benim şahsım iki tabi'atdan ya'ni kamil bir insanoğlu ve allah oğlu, ya'ni ilahlıkdan mürekkebdir demedi. ruhülkuds, babamın ve benim müşterek emrimizle iş yapar. üç mukaddese ya'ni baba, oğul, ruhülkudse iman ediniz demedi. dedi. bütün tarih kitabları, isa aleyhisselamın hayatında ve havarilerin zemanlarında, teslise dair nasara arasında bir fikr olmadığı hususunda müttefikdir. üç uknum sözü, hıristiyanlar arasında miladi ikinci asr sonlarında ortaya çıkdı. bu fikr, isa aleyhisselamın teblig etdiği dinin temamen hilafına, zıddına olduğundan, üç uknuma inananlar, bir müddet bu inanclarını nasranilerden gizlediler. fekat gizli bir şeklde yaymağa çalışmakdan da, geri durmadılar. bu sıralarda teslis inancına sahib olanlar, i'tikadlarının ve tutdukları yolun revaç bulması için, yuhanna incilini ve sonradan yazılıp havarilere atf edilen mektublar ile pavlosdan nakl edilen mektubları neşr etdiler, yaydılar. bundan sonra, nasara arasında ihtilaflar meydana geldi. pekçok münakaşa ve mücadelelerin meydana çıkmasına sebeb oldu. allahü tealanın birliğine, vahdete inanan nasara ile teslise inananlar içerisinde yazı yazabilen, eli kalem tutan kimseler, kendi i'tikadlarının revac bulması ve diğer tarafa galib olmak için, günbegün inciller ve havarilere nisbet edilen sayısız risaleler, mektublar yazdılar. nihayet miladi üçyüz yıllarında bu ihtilaflar iyice büyüyerek, hıristiyanlar iki büyük fırkaya ayrıldılar. bir kısm hıristiyanlar, isa aleyhisselamın hiçbir fark olmadan aynen allah olduğunu iddia ediyorlardı. bunların reisi istanbul piskoposu atnasius idi. diğer kısm hıristiyanlar ise, isa aleyhisselamın mahlukların en üstünü ve allah tarafından gönderilmiş bir peygamber ve allahın kulu olduğu inancında idiler. bunların reisi de, aryüs ismindeki rahib ile izmit piskoposu ushiyus idi. bundan önce antakya patriki yunüs şemmas da, allahü tealanın bir olduğunu i'lan etmişdi. çok kimseler doğru yola gelmişdi. fekat sonradan, teslise inanan ba'zı papazlar, teslise tapınmağa başladılar ve bunu yaymağa uğraşdılar. böylece, teslise inananlar da çoğaldı. teslise inananlar ile, isa aleyhisselamın allahın kulu ve peygamberi olduğuna inananlar arasındaki münakaşalar, bütün milletin efkarını karışdırdı. devlet işleri de, sıhhatli bir şeklde yapılamaz hale geldi. bunun üzerine, imperator büyük kostantin, bu karışıklıklara kat'i bir son verilmesi için, iznikde üçyüzyirmibeş tarihinde, büyük bir ruhban cem'iyyeti topladı. bu meclisde, hıristiyan din adamlarının ileri gelenleri bulundu. birçok konuşmalardan sonra, atnas tarafdarları galib geldi. üçyüzondokuz papazın ittifakı ile, isa aleyhisselamın allahın biricik oğlu olduğu, allahın sulbünden geldiği, allahdan allah, nurdan nur, allahı hakikinin, allahı hakikisi olduğu ve ruhülkuds ya'ni aziz ruhunda allah olduğuna iman etmek esasları, kabul edildi. bu iznik konsilinin ahvalini bildiren tarihinin sekizinci kitabının yirmiüçüncü faslında ve tarihinin birinci cildinde, aryüs tarafdarları ile atnas tarafdarlarının konuşmaları devam ederken, meclis azasından karizamet ve mizuniyus isminde iki piskopos vefat etmişlerdi. meclis sonunda, yazılan kararnamenin imzası sırasında, dirilip mezarlarından kalkdılar ve imza atdıkdan sonra tekrar vefat etdiler demekdedir. kalem ucu ile yazarak, ölüleri diriltmenin kolay olduğu asrlarda, kilise tarihcileri gibi emin ve i'timadlı olacak kimseler bile, hamiyyet ile böyle bir yalanı söylemekden kendilerini alamamışlardır. nasrani dini gibi, sahih bir dini, güya revac bulmasına sebeb olur zannı ile, bu gibi garib şeylerle doldurup, çeşidli maskaralıkların etrafında dönüp durmuşlardır.iznik meclisi sonunda, iskenderiyye patriki aleksandrus ve atnasın gayretleriyle aryüsün kafir olduğu i'lan edildi ve la'net –cevab veremedi edildi. aryüs miladınsenesinde iskenderiyyede doğdu. la'net edildikden sonra birkaç sene yalnız yaşamışdır. daha sonra, kendi mezhebinin tarafdarı olan izmit piskoposu ushiyusun tavassutu ve imperator kostantinin baskısı ile kilise tarafından afv edilmişdir. kostantin de, aryüsün mezhebini kabul ederek, kendisini istanbula da'vet etmişdir. patrik aleksandrusun şiddetli muhalefetine rağmen, teslise inananlara galip gelmek üzere iken, miladıntarihinde şiddetli bir ağrıdan ansızın vefat etmişdir. vefatından sonra da, mezhebi bir hayli yayılmışdı. mezhebini kostantinin oğlu kostans ile halefleri resmen kabul ve himaye etmişlerdi. atnas st. athanese ise, miladıntarihinde iskenderiyyede doğmuşdur. de iznik konsilinde teslis için ileri sürdüğü düşünceleri ile şöhret buldu. da iskenderiyye patriği oldu. aryüs mezhebine ve isa aleyhisselamın insan ve peygamber olduğuna şiddet ile karşı çıkdı. de sur şehrindeki ruhban meclisinde, aryüs tarafdarlarınca patriklikden azl edildi. dört sene sonra, roma meclisince yeniden patrik yapıldı. de iskenderiyyede öldü. aryüs mezhebi aleyhine kitablar yazdı. mayısın ikisindeyortusu yapılır. iznikdeki ruhban meclisinin zabtlarında bildirildiğine göre, o asrda her tarafda bir çok inciller bulunup, bunların doğru ve yanlış olanı fark olunamıyordu. bu incillerden elli dört muhtelif incil nüshası hakkında, bu meclisde çeşidli münazaralar yapıldı. bu meclisde bulunan papazlar, incilleri okudukları zeman ellidört incil nüshasından, elli adedinin aslları olmadığını anlayıp red etdiler. dört nüshanın doğru, diğerlerinin batıl olduğuna, karar verildi. o zemandan beribu dört incilden başkasına i'tibar olunmadı ve ele geçen nüshalar yok edildi. bu meclisde, iki binden ziyade ruhban bulunup, bunların çoğu, aryüs gibi, allahü tealanın bir ve isa aleyhisselamın onun kulu ve resulü olduğuna inandıkları halde; atnas, istanbul piskoposu olduğundan, piskopos rütbesinde olanların çoğu atnas tarafını tutdular. din gibi en büyük ehemmiyyeti olan bir işin, incelenmesi ve doğru olanın beyan edilmesi hususunda bile, papazların, makam ve mevki' korkusu sebebi ile, aryüs ve tarafdarları mağlub oldu. bunun üzerine, aryüs kiliseden kovuldu. daha sonra, atnas patriklikden uzaklaşdırılıp, aryüs istanbula da'vet edildi. fekat yukarıda da zikr etdiğimiz gibi, istanbula gelmeden öldü. büyük kostantin, aryüs mezhebini kabul etmişdi. miladın. nci senesinde, kostantinin ölümünden sonra, atnas tarafdarları ile aryüs tarafdarları arasında büyük çarpışmalar meydana geldi. bu karışıklıklarda aryüs tarafdarları galib geldi. uzun müddet aryüsün mezhebi her yere hakim oldu. fekat daha sonra, yine atnas tarafdarları hakimiyyeti ele geçirdiler. aryüs mezhebine tabi' olanları çeşidli eziyyet ve işkenceler ile perişan etdiler.ın bildirdiğine göre, imperator teodosius, aryüs mezhebini temamen yasak etdi. bu mezhebe tabi' olanların öldürülmesini emr etdi. iznik meclisinde, her ne kadar teslis esası te'sis edilip kabul edilmiş ise de, ün ne olduğu şübheli bırakılmış idi. ruhülkudse de, bir ma'na verilmesi lazım idi. miladınsenesinde istanbulda toplanan meclisde buna da karar verildi. iznik meclisinde alınan kararlara ruhülkuds de, sevilecek bir allahdır. oğlun emrini yapar. oğul ile beraber ona da ibadet olunur esası ilave edildi. daha sonra, roma kilisesi, ruhülkudsün, babanın emrini yapdığını ileri sürüp, ruhülkuds, baba ve oğulun emrlerini yapar inancını te'sis etdi. bu karar, ilk def'a miladınncı senesinde ispanya papazları, senesinde de, lyon şehrinde toplanan ruhban meclisi tarafından tasdik edildi. ruhülkudsün mevkı'i, bu şeklde ta'yin edildikden sonra, sıra hazreti meryeme geldi. onun da, hakikaten allahın annesi olduğuna ve isa aleyhisselamda, ilahlık ve insanlık gibi iki tabiat ve bir şahıs bulunduğuna, senesinde efesus de toplanan ruhban meclisinde karar verildi. o cem'iyyetde bulunan, istanbul piskoposu nestorius, hazreti meryeme denilmesini istediği için, buna lakabını vererek, hakaret etdiler.nestorius, suriyeli bir papazdır. tehodosius tarafından de istanbul patriki yapıldı. aryüs tarafdarlarına çok zulm etdi. bunların toplandıkları binaları, içindekilerle beraber yakdırdı. o zeman, hazreti meryem için kullanılan, ta'birine karşı çıkdı. antakyadan anastasius ismindeki, i'timad etdiği bir rahib getirterek, istanbulda her yerde konuşdurdu. anastasius, kimse meryeme allahın anası demesin. çünki, meryem insandı ve allahın bir insandan doğması imkansızdır diyordu. bu konuşmalar, muhalifi olan papaz kyrillos ve tarafdarlarını kızdırdı. karışıklıklar artdı. kyrillos, nestorius ve tarafdarlarının konuşmalarını papa celestine bildirdi. papa, nestoriusun nüfuzunun artmasını kıskandığından ve hazreti meryem hakkında, kendi fikrinin sorulmamasına kızdığından, da bir ruhani meclis topladı. bu meclisde, hazreti meryem için ta'birini savunan bir karar çıkardı ve nestoriusu aforoz etmekle tehdid etdi. bu hal, karışıklıkları daha da artdırdı. bunun üzerinede, meşhur papazları içine alan, efes meclisi toplandı. papaz kyrillos ve arkadaşları, theotoekos kilisesinde, nestoriusdan fikrlerini açıklamasını istedi. daha sonrapiskoposun kararı ile nestorius ve akideleri aforoz edilerek la'net olundu. nestorius, çeşidli yerlere sürgün edildi. en son olarak, yukarı mısrda büyük vaha denilen çöllük bir yerdede öldü. nestoriusun ileri sürdüğü üç fikr vardı. bunlar: isa aleyhisselamın, biri cismleşen kelam, ya'ni ilah ve biri insan olmak üzere iki ayrı kişiliği vardır. bu iki hususiyyet, cismani olarak birleşmez. birleşme ma'nevidir. hazreti meryem, tanrının değil, insan olan isanın annesidir. nestoriusun kurmuş olduğu hıristiyan fırkasına denildi. bugün, ekseriyyet ile suriyede bulunurlar. protestanların ve diğer hıristiyanların, ya'ni gönderildiğini iddia etdikleri bir dinin, i'tikadlarını, en mühim esaslarını, birkaç yüz papaz bir araya gelip, tesbit edebiliyor. ortaya atılan bir fikri, bir görüşü de, dinin esası olarak kabul edebiliyor veya red edebiliyorlar. dinlerini, kendi aklları ile tahrif, tebdil edebiliyorlar. böylece hıristiyanlık, hiçbir aklı selimin kabul edemiyeceği bir din haline gelmişdir. avrupalı pek çok ilm ve fen adamı da, bu sebebden hıristiyanlığı terk etmekde, pek çoğu islamiyyet ile şereflenmekdedir. bu karışıklıklardan sonra, resmlere ve heykellere, putlara tapınmanın caiz olup olmadığı mes'elesi ortaya çıkdı. çünki, musa aleyhisselamın dininde resm ve heykellere ibadet yasak edilmişdi. bunun için, iseviliğin ilk ortaya çıkdığı sıralarda da, bütün havariler ve onlara tabi' olan şakirdleri, resm ve heykellere ibadetden sakınmışlardı. buraların ehalisi önceden putperest olduklarından, putlara ve resmlere ibadete meyilli idiler. için putlar, heykeller yapıyorlardı. aralarında en meşhur ve en ileri olan san'at da, put yapmak, ya'ni heykeltraşcılık idi. hıristiyanlık bu avrupa memleketlerinde yayıldığı sırada, ba'zı papazlar, isa aleyhisselamın annesi hazreti meryem diye yapılan resmlere hurmet ve ta'zim edilmesine müsaade etdiler. diğer hıristiyan cema'atler bunu, dinin esasına uygun görmiyerek münakaşa ve mücadeleye başladılar. bu karışıklık miladın nci senesine kadar devam etdi. nihayet senesinde iznikde toplanan ruhban meclisinde resmlere ve putlara ibadet etmeğe karar verdiler. resmlere ve putlara tapınılmasını ve hurmet etmeği uygun görmiyenler ise, bu karara uymadılar. münakaşalar ve mücadeleler miladın senesine kadar devam etdi. o sene, imperator mikhael ve annesinin emri ile, istanbulda bir ruhban meclisi daha toplandı. bu meclisde de, putlara, heykellere ve resmlere ibadetin, hıristiyanlığın iman esaslarından olduğuna karar verildi. resmlere ve putlara, ya'ni heykellere tapınmağa muhalif olanlar kafir i'lan edildi. senesinde, şark kilisesi, roma kilisesinden ayrılıp, roma katolik kilisesinden başka olarak bir hıristiyan fırkası te'sis edildi. şark kilisesi, birçok esaslarda, roma kilisesine muhalefet etdi. mesela, şark hıristiyanları, papanın ruhani makamını ya'ni papanın, isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğunu, ruhülkudsün baba ve oğulun emrlerini yapdığını ve ahiretde i'rad makamını inkar ederler. denilen ayini mayalı ekmekle yaparlar. papazların evlenmelerine müsaade ederler. papalar, şark hıristiyanlarının kendilerinden ayrılarak, nefret etmelerinden ibret almaları ve gafletden uyanmaları lazım gelirken, gurur ve kibr sebebi ile, ibret alamadılar. hatta, papaların gurur ve kibrleri, kardinallerin gaflet ve dikkatsizlikleri gitdikçe artdı. senesinde protestanlık ortaya çıkdı. roma katolik kilisesi, böylece tekrar bölünmüş oldu. binbeşyüzon senesinde, papa olan Julius eski adete uyarak, almanya halkının günahlarını afv etme, günah çıkarmak vazifesini dominik papazlarına verdi. augustine papazları ise, dominik papazlarının tercih edilmesinden müteessir oldular. luther isminde bir katolik papazı, kendilerine rehber ve lider kabul etdiler. martin luther almandır. de doğdu ve da eislebende öldü. luther, papanın günah afv ets'elesini inkar etdi. bununla beraber, doksanbeş madde halinde tekliflerini, ya'ni protestanlığın esaslarını ortaya atdı. almanya hükümdarlarından birçokları luthere tabi' oldular. lutherin ortaya çıkardığı protestanlıkda, incillerden başka bir şeye i'tibar olunmaz. papa kabul edilmez. dünyayı temamen terk ederek manastırlara kapanmak, papazların evlenmemeleri ve günah çıkarmak gibi şeyler yokdur. lutherden bir müddet sonra calvin ortaya çıkarak, protestanlığa ba'zı ilaveler yapdı. başlı başına yeni bir hıristiyan fırkası te'sis etdi. Jean calvin, fransızdır. da doğdu. de cenevrede öldü. calvinin kurduğu fırkaya denir. bu fırkada zahiri ibadet yokdur. papalık, piskoposluk, papazlık gibi mertebeler de yokdur. işai rabbani kurbanında, ekmeğin aynen isa aleyhisselamın vücudu, eti olduğuna inanmazlar. geçmiş hıristiyan azizlerine tapınmağa müsaade ederler. insandan, iradei cüz'iyyeyi temamen kaldırırlar. cennetlik veya cehennemlik olmasının, ezeli takdirlerden olduğu inancındadırlar. daha sonra, luther ve calvinin kurmuş olduğu fırkalar da, müteaddid kısmlara bölündüler. bugün almanya ve ingilterede, protestan isminde, en az beşyüz kadar hıristiyan fırkası bulunur. bu tarihi tafsilatdan anlaşılıyor ki, bugün hıristiyanların i'tikad esasları olan teslis ya'ni üç uknum mes'elesinin ortaya çıkması ve ibadetleri batına, kalbe mahsus kılıp, incilin zahiri emrleri ile ibadet edilmemesi gibi şeyler, incillerden alınmış doğru, sahih emrler değildir. çeşidli şübheler ve değişik maksadlar ile, sonradan ortaya konulmuş ve ruhban meclislerinde, papazlar tarafından te'sis edilmiş şeylerdir. kurbanı, papanın isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğu ve geçmiş hıristiyan azizlerinin ya'ni havarilerin mukaddes olmaları, çeşidli perhizler veyortular, hazreti meryem için, kucağında isa ile beraber meryem ana diye uydurulan resmler, resmlere ve putlara ibadet, papazların günah afv etmeleri ve cennetden yer satmaları gibi, hıristiyanlığın esas mes'elelerinde, katolikler ile protestanlar arasında büyük akide farkları meydana geldi. bu ihtilaflar öyle bir dereceye ulaşdı ki, her biri diğerine göre cehennem ehlidir. fekat ba'zı papazlara göre, madem ki her iki tarafın, ya'ni protestanların ve katoliklerin her birinin ortaya atdığı sözü ruhülkudsün ilhamı iledir. iki taraf da, bu iddialarında sadıkdırlar. üç uknum hakkında, hıristiyanlığın başlangıcından ikiyüzelli sene geçdikden sonra başlıyan ve zemanımıza kadar devam eden, çeşidli kiliseler arasındaki ihtilafların haddi hesabı yokdur. böyle olmakla beraber, tanrının ismleriyle üç uknumdan ibaret bir cevher olduğunda bütün hıristiyan fırkaları ittifaklıdır. fekat, bu üç cevherin tabiatleri, birleşmeleri ve birbirlerine uymaları hususunda, her biri farklı i'tikada sahibdirler. ba'zılarına göre, üç uknumdan maksad, her biri, ayrı ayrı şahslar olmayıp, asl olan bir zatın sıfatlarıdır. ba'zılarına göre, ilm uknumu dır. mesihin cesedi ile birleşmişdir ki, bu tam bir birleşmedir. suyun şerab ile birleşmesi gibidir. melekaiyye fırkasına göre, güneşin kristal camda parlaması gibidir. nesturiyye fırkasına göre ise, tanrı et ve kana dönüşerek mesih olmuşdur. ya'kubiyye fırkasına göre ise, tanrının insanda görünmesi, meydana çıkmasıdır. bu görünme, meleğin beşer suretinde görünmesi gibidir. ba'zı fırkalara göre ise, nefsin beden ile birleşmesi gibi, tanrı insan ile birleşmişdir. böylece, aklın ve mantığın asla kabul edemiyeceği birçok şeyler, isa aleyhisselamın dinine sokuldu. bu akidelerin batıllığı, müslimanların kelam alimleri ve akl sahibleri tarafından isbat edilmişdir. tafsilatını ve tahkikını isteyenler, bu alimlerin kitablarına mürace'at edebilirler. fekat protestanlar, kelam ilminde kendilerine verilen cevablara ve yapılan i'tirazlara karşı, demekden başka, bir cevab verememişlerdir. bu cevabın, akl sahiblerinin nazarında kıymetinin ne olacağı ise, ortadadır. hal böyle iken, protestanların ileri gelenleri, teslis inancının kur'anı kerimde olmaması, kur'anı kerimin doğru, hak bir kitab olmadığına delildir demişlerdir. bu, esrarkeş bir kimsenin kuyumcu dükkanına gidip, esrar, afyon sorup, bu dükkanda öyle uyuşturucu şeyler bulunmaz, mücevherler ve kıymetli eşya bulunur diye cevab verilmesi üzerine, öyle ise, sen de tüccar değilsin demesine benzer. protestanların bu sözlerinin de, diğerleri gibi, hiç kıymeti yokdur. hıristiyan misyonerler tarafından, bu teslis fikrinin sistemli bir şeklde, müslimanlar arasında yayılmağa çalışıldığı görülmekdedir. ne acıdır ki, ba'zı cahil müslimanların bunlara aldandıkları, çocuklarını korkuturken veya başka zemanlarda, allah baba, allah dede dedikleri ve allahü teala sanki gökde imiş gibi, elleri ile semayı gösterdikleri esefle görülmekdedir. allahü tealaya, baba, dede demenin hiç caiz olmadığını, kur'anı kerimde ihlas suresi açıkca bildirmekdedir. kasıdlı olarak, böyle söylemek küfrdür. allahü teala doğmamışdır, doğurulmamışdır. baba, oğul ve dede olmakdan ve mekandan münezzehdir. allahü teala, gökde değildir ki, onun ismi söylenirken el ile gökler gösterilsin. allahü teala, her an her yerde hazır ve nazırdır. herşeye hakim ve malikdir. isa aleyhisselamın, göğe çıkıp, allahın sağına oturduğu ve allahü tealanın gökde olduğu akidesi hıristiyanlığa sonradan sokulmuşdur. biz müslimanlar, her hususda olduğu gibi, burada da çok dikkatli davranmalıyız. imanı zedeleyen, hatta imanı gideren sözlerden ve işlerden sakınmalıyız. çocuklarımıza ve yakınlarımıza, imanı ve küfrü, ya'ni küfr olan sözleri, küfr olan fi'lleri öğretmeli ve bunlardan sakındırmalıyız. hıristiyanlık propagandası olan, televizyonları ve filmleri seyr etdirmemeli ve böyle kitabları okutdurmamalıyız. kıymetli imanımıza bir leke gelir korkusu ile, tir tir titremeliyiz. ecdadımızın, canlarını ve kanlarını feda ederek bizlere emanet etdikleri aziz dinimizi, doğru olarak, sevgili yavrularımıza öğretmeliyiz. bu vatana ve bu dine sahib çıkacak, icabında uğrunda hiç çekinmeden canlarını feda edecek imanlı gençler yetişdirmeli, dinimizi ve vatanımızı bunlara emanet etmeliyiz. teslis bahsini bitirmeden önce, hıristiyanların en büyük azizlerinden kabul edilen pavlos hakkında bilgi verelim. çünki, isa aleyhisselamın dinini, yehudilikden ayıran ve onu, yunan ve putperestlik karışımı bir din haline getiren en önemli kişi, pavlos st. paul, paulus, bolis idi. Wells, ismli kitabının yüzyirmidokuzuncu ve yüzotuzuncu sahifelerinde diyor ki, hıristiyanlığı te'sis edenlerin başında, pavlos gelir. bu adam, ne isa aleyhisselamı görmüş, ne de sözlerini dinlemişdi. asl ismi saul idi. sonra hıristiyan oldu ve ismini paul olarak değişdirdi. zemanın dini cereyanları ile, son derece yakından ilgilenirdi. yehudilik, mithraism ve iskenderiyyedeki din ve felsefe akımları hakkında son derece ma'lumat sahibi idi. bunlardaki birçok felsefi, dini ifade ve i'tikadları hıristiyanlığa sokmuşdur. göklerin melekutu denilen, allahü tealanın razı olduğu cennet yolu olan, isa aleyhisselamın yolunu ve onun dinini, yaymak için gayret ediyor görünmüşdür. o, isa aleyhisselamı, yehudilere gönderileceği söz verilmiş, mesih olarak kabul etmiyordu. onu aynı zemanda, ölümü insanların kurtuluşu için keffaret olan, bir kurban olarak kabul ediyordu. putperestlikde, insanlığın kurtulması için kurbanların öldürülmesi lazım olduğu inancı gibi. pavlos, korkunç bir isevi düşmanı olup, etrafına topladığı serserilerle, kudüsde nasranilerin evlerini basıyor, yakaladıkları erkekleri ve kadınları sürükliyerek zindanlara haps ediyorlardı. yehudi hahamlarından, şam ve civarındaki şehrlerdeki nasranilerin yakalanarak, kudüse gönderilmesi için mektub yazmalarını istiyordu. hahamlar, kendisine, bu salahiyyeti verdiklerini bildiren mektublar verdiler. yehudiler, bütün işkence ve eziyyetlerine, hatta öldürmelerine rağmen, nasraniliğin yayılmasını önliyemiyorlardı. luka, amali rusülün dokuzuncu babında, bildirilmekdedir. pavlos ondan sonra, nasraniliği kabul etdiğini i'lan etdi. saul olan ismini pavlos olarak değişdirdi. koyu bir nasrani göründü ve daha önce, pekçok işkence ve zulmlerle yok edemediği nasraniliği içerden bozarak, tahrif etmek fırsatına kavuşdu. gitdiği yerlerde, isa aleyhisselamın yehudiler dışındaki milletleri irşad, ya'ni nasraniliğe da'vet için kendisini vazifelendirdiğini söyledi. daha pek çok yalanlarla, nasranileri kendisine bağladı. yehudilerden başka milletlerin havarisi, ya'ni resulü kabul edildi. kendisine bağlanan nasranilerin akidelerini ve ibadetlerini bozmağa başladı. o zemana kadar havariler ve diğer nasraniler, musa aleyhisselamın şeri'atına uyuyor, onunla amel ediyorlardı. pavlos, isa aleyhisselamın çarmıhda öldürülmesi ile musa aleyhisselamın şeri'atının nesh olunduğunu, hükmü kalmadığını iddia etdi. bundan sonra, bütün milletlerin, tanrının oğlu isaya inanarak kurtulabileceklerini i'lan etdi. isa aleyhisselam için, ba'zan tanrının oğlu olduğunu, ba'zan da, peygamber olduğunu söyledi. isa aleyhisselamın havarilerinin en önde geleni olan petrusa, muhalefet etdi. isa aleyhisselamın devamlı yanında bulunan petrus; nasraniliğin museviliğin hükmünü kaldırmadığını, bil'aks onu kemale erdirdiğini söylüyordu. matta incilinin beşinci babının onyedinci ayetinde zikr edilen isa aleyhisselamın, sözünü de ayrıca delil getiriyordu. pavlos, nasranilere bütün yiyecek ve içecekleri halal saymış, sünnet olmak gibi pek çok ibadeti de temamen terk etdirmişdi. bu husus, ahdi cedidde açıkca yazılıdır. galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babının yedinci ayetinde pavlos, diyor. demek ki, isa aleyhisselam dünyada iken, yanında bulunan petrusa sünnet olunmağı bildiriyor. incilin hükmünün bu olduğunu söylüyor ve petrus bununla amel ediyor. bunu nasraniliği kabul eden herkese teblig ediyor. pavlos da, petrusa böyle bildirildiğini tasdik ediyor. fekat, isa aleyhisselamın dünyadan ayrılmasından sonra bunu değişdiriyor. isa aleyhisselamı hiç görmemiş, pavlos isminde bir kimse ortaya çıkıyor ve isa aleyhisselamı gören kimsenin, isa aleyhisselam böyle emr etdi dediği sözünü red ediyor. isa aleyhisselamın ilk halifesi olan petrusun yanında, havarilerden ya'kub ve yuhannanın da bulunduğunu, onların da sünnet olmayı isa aleyhisselamdan işitdiklerini mektubunda bildiriyor. isa aleyhisselam göğe yükseldikden sonra kendisine göründüğünü ve sünnet olmamağı emr etdiğini iddia ediyor. bu sözü daha sonra, bütün hıristiyanlar tarafından dinin emri kabul ediliyor. isa aleyhisselamı bizzat gören ve onunla beraber bulunan havarilerin ittifak ile bildirdikleri sözleri red ediliyor. isa aleyhisselamı hiç görmiyen tek bir kimsenin, rü'yada veya uyanık iken bana böyle bildirildi, ilham edildi, dediği sözü kabul edilip, dinin emri olarak tatbik ediliyor. isa aleyhisselamdan ilham ile nakl edilen şu hıristiyanlığın sağlamlığına bakınız! morton scoth enslin, pavlos akidesinin, isa aleyhisselamın yolundan, temamen farklı olduğunu kabul ederek, kitabının ikinci kısm, yüzseksenikinci sahifesinde şöyle demekdedir:pavlosun te'sis etdiği hıristiyanlık ile, isa aleyhisselamın dini ya'ni isevilik arasında büyük bir fark olduğu, kesinlikle anlaşılmışdır. sonradan, pavlos ve incili yanlış anlatan arkadaşları, şiddetle tenkid edilmiştir. hareketi, aslında demekdi. birçok yaşlı isevi yehudi, bu fikri kabul etmiş, pavlosa karşı çıkmış, fekat bunun fazla bir te'siri olmamışdır. eğer, isa aleyhisselam dünyadan ayrıldıkdan ellidört sene sonra, korint şehrindeki bir kilisede neler yapıldığını görmüş olsa idi, derdi. eğer, pavlosun isevilikde yapdığı değişiklikler olmasa idi, hıristiyanlık da olmıyacakdı. pavlos hıristiyanlığı sahte bir i'tikad , isa aleyhisselamı da kurtarıcı tanrı yaparak, yehudiler ile hıristiyanların arasında ihtilaf çıkarmakla kalmamış, musa aleyhisselamın şeri'atını da i'lan etmişdir. bu ise incillerde yazılı olan şeri'atin bir harfi bile değişdirilemez hükmüne temamen zıddır. pavlosun ortaya koyduğu hıristiyanlık, çeşidli memleketlere dağılmış yehudi cema'atları ve yehudi olmıyan diğer putperest milletler tarafından kabul edildi. çünki pavlos, hıristiyanlığı putperestliğe iyice yaklaşdırmışdı. kudüsdeki mescidi aksanın yıkılması ve buradaki hakiki isevilerin diğer yehudilerle beraber miladın. senesinde, kudüsden kovulmaları, isevilik için, bir daha kendini toparlıyamadığı bir darbe olmuşdur. burada zikre şayan bir husus da, pavlosun daima havarilerin birçoğu ile geçinemediği, onlarla münakaşa etdiğidir. pavlos, bütün hıristiyanların en büyük hıristiyan azizi dedikleri, petrusa karşı çıkmışdır. bunu galatyalılara yazdığı mektubun, ikinci babının onbirinci ayetinde açıkca kendisi de bildirmişdir. onüçüncü ayetinde ise, barnabası riyakarlara aldanmakla suçlamışdır. halbuki barnabas, havariler arasında en çok sevdiği kimse idi. amali rusülün onbeşinci babının sonunda bildirildiğine göre, barnabas yuhannayı da yanlarına alıp, diğer şehrlerdeki nasranileri ziyarete gitmeği teklif etmiş, pavlos buna karşı çıkmışdır. barnabas ile pavlos arasında şiddetli münakaşa olmuş ve pavlos, barnabası da terk etmişdir. pavlosun hayatı, sözleri iyice incelenirse, daima havarileri kötüleme, onlara karşı çıkma ve onları gözden düşürme gayretleri açıkca görülür. pek çok hıristiyan papaz, pavlosu hıristiyanlığın tek kurucusu kabul etmişdir. çünki bu papazların iddialarına göre, isa aleyhisselam ve havarileri iman ve ibadet bakımından yehudiliğe, ya'ni musa aleyhisselamın şeri'atine bağlı kalmışlardır. pavlos buna karşı çıkmış, yehudilik ile hıristiyanlığı temamen birbirinden ayırmış, yehudilikdeki bütün ibadetleri terk etdirmiş, böylece isa aleyhisselamın ve havarilerin bildirdikleri dinin hilafına bir din ortaya çıkmışdır. bu din, havari petrusun, teblig etmeğe çalışdığı nasraniliğin dışında, pavlosun fikrleri doğrultusunda teşekkül eden bir din oldu. bu bildirdiklerimize iftira diyen papazlar, pavlosu, hıristiyan i kabul etmekdedirler. hatta, pavlosun yazdığı mektublar in kısmının sonunda, kudsi kitabın bir kısmını teşkil eder. lukanın yazmış olduğu kısmı, pavlosun hal tercemesidir. ayrıca pavlosun yazdığı mektublar da düşünülürse, da pavlosa ayrılan yerin, dört incile ayrılan yerden az olmadığı görülür. pavlosun bu mektublarında bildirdiği şeylerin çoğu, hıristiyanlığın iman esaslarını teşkil etmişdir. mesela, günah, ruh ve beden için ölüm, adem aleyhisselamın yasak olan meyveden yimesi ile başladı. adem aleyhisselamın neslinden gelen bütün insanlar, bu günah pisliğine bulaşmış olarak dünyaya geldiler. tanrı, kendi cevherinden olan biricik oğlunu yeryüzüne gönderdi ve adem aleyhisselamdan beri gelen günahdan kurtardı, akidesi bunlardandır. kendisi ile görüşdüğümüz bir papaza, tanrı biricik oğlunu daha önce gönderseydi, o zemana kadar gelen milyonlarca insan günah pisliğinden kurtulup tertemiz dünyaya gelselerdi daha iyi olmaz mı idi? diye sorduğumuzda, papazın cevabı, o zeman mesih isanın tanrılığı anlaşılamaz, kıymeti bilinemezdi, şeklinde oldu. papazın bu cevabı bize, mesih isanın kıymetini bilen hıristiyanların, inançlarını hatırımıza getirdi. bunu kendisine sorduk. inkar etdi. başka bir papazın ahdi cedidden bize, bunun delilidir dediği birkaç yer gösterdik. bunları okudu. fekat . düşündü, düşündü ve nihayet kendisinin patrik vekili olduğunu, türkçeyi iyi bilmediğini söyleyen papaz, cevabını verdi. mecaz kelimesini dahi bilecek kadar, türkçeyi iyi bildiğini de, o zeman anladık. nasraniliği hıristiyanlığa ve hak dini batıl dine çeviren pavlos, nasranilikden intikamını almışdır. hıristiyanlar ise, bu pavlosa hala diyerek, hıristiyan azizlerin en ileri gelenlerinden kabul ederler. isa aleyhisselamı hiç görmemiş, hiç sohbetinde bulunmamış bir kimsenin sözleri ile, dinlerinin i'tikad ve ibadet esaslarını tesbit ediyorlar. böyle bir dinin de, hala allahü tealanın gönderdiği en son ve en kamil din olduğunu iddia ediyorlar. pavlosun nasraniliğe yapdığı hıyaneti çok iyi bilen müslimanlar, sinsi, iki yüzlü ve hain olan kimselere ta'birini kullanırlar. kör görmezse güneşin suçu ne. ölmeyip , göke bulduğu yol, ümmetinden olmak için idi ol. hem dahi , elindeki asa, oldu onun hurmetine ejderha. çok temenni eyledi hakdan bunlar, ki, ümmetinden olalar. şübhesiz ki, bunlar da mürseldir, fekat , ekmelü efdaldir. zira ol, efdalliğe elyakdır, onu, böyle bilmiyen, ahmakdır! papazların islamiyyetdeki ibadetlere hücumları ve bunlara cevablar protestanlar, kitabının ikinci bahsinde, islamiyyetdeki ve hıristiyanlıkdaki, ibadet şekllerinden bahs etmekdedirler. burada, hıristiyanlığın islamiyyetden üstünlük ve faziletini isbata çalışırlarken, islam dinindeki ibadet şeklleri, belli vaktlerde ve belli yerlerde, bir takım belli hareketler ve edeblerden ibaretdir. hıristiyanlık ise, ibadetin ruh ile, içden gelerek yapılmasını öğreterek, zahiri ve şekli ibadet yerine geçecek olan, bir kurtuluşa iman etmek ve halini değişdirmek ve kalbini kötü huylardan temizlemek ve ahlakını güzelleşdirmek esası üzerine kurulmuşdur. halbuki, günahkar kimselerin iman etmeleri ve tevbe ederek günahlarının afv edilmesi hakkında kur'anı kerimde açık ve sahih bir haber yokdur. matta incilinde, birinci babın yirminci ayeti ve devamında, rabbin meleği, yusüfı neccara rü'yada görünüp, meryemin bir oğlu olacağını ve diye bildirdiği halde, kur'anı kerim, isa aleyhisselamın günahkarları kurtarıcı olduğundan hiç bahs etmiyerek sükut perdesi ile örtmesi bir tarafa, diğer resuller gibi, onu peygamberlik derecesine indirmekdedir. insanın bulunduğu hal, sadece cehl ve hatadan ibaret olsa, bir peygamberin irşadı ona yetişir. fekat tabi'ati ile insanın, cahil olması ve hata etmesinden başka, günah ve şeytanın esareti altında ve suç yükünü taşıdığından, sonradan bir terbiye edici veya peygamberlerin gelmesi, kafi değildir. baki olan insan ruhunun, esaretden ve günah yükünden kurtulması için, elbette bir kurtarıcıya ihtiyaç vardır. incil, insanların günah kirinden ve şeytanın tasallutundan, yalnız biricik kurtarıcı olan isa mesihin, kendi mubarek kanını feda etmekle kurtulabileceğini bildirmiş iken, kur'anı kerim isa aleyhisselamın bu kurtarıcı sıfatını görmemezlikden gelip, günahlardan kurtulmak için, kelimei tevhid ve kelimei şehadet söylemek, bir takım cezalar ve dini emrleri yerine getirmek gibi esaslara bağlamakdadır. incil, insanları hakiki tevbe ve günahlardan kurtarıcı olan imanı kamil, ya'ni üstün bir imana ve kalblerde olanları değişdirici olan allahü tealaya hamd ve sena etmeğe teşvik etdiği gibi, ibadet ve vazifeler hususunda da, isa aleyhisselamın zemanındaki yehudiler arasında icra ve amel edilen zahiri ibadet şekllerini ve adetlerini temamen ortadan kaldırıp, ibadet ve taati akla uygun ve makbul bir tarzda beyan etmekdedir. hal böyle iken, kur'anı kerim, kemalden uzak ve ruhaniyyetden beri olan yehudilik gibi bir dinin, maddi ve zahiri olan ibadet ve adetlerini tekrar ortaya çıkarmakdadır. namaz, abdest, kıbleye istikbal , hac ve oruc gibi zahiri ibadetlerin, kalbe te'sirleri olmadığı gibi, bu ibadetleri yerine getirirken ba'zı külfet ve zahmetler olduğundan, muhammed aleyhisselamın dini yeryüzünde bulunan her kavme uygun değildir. sözün kısası, allahü teala günahkar kullarının günahlarını afv ve onları şeytanın tasallutundan kurtarmak için, biricik oğlunun kanını dökmekden başka çare bulamadığını, kur'anı kerimin tasdik etmemesi, bunun allah tarafından gönderilmemiş olduğuna delildir. kur'anı kerimde beyan edilen ahkam, sadece zahiri ibadetlere aid olup, kalbi kötü huylardan temizlemeğe ve ahlakı güzelleşdirmeğe dair emrler yokdur. kur'anı kerimdeki emrler, ya'ni farzlar ve vacibler lüzumsuzdur demekdedirler. cevab kitabını yazan papazın, bu i'tirazından islam alimlerinin kitablarını hiç okumadığı, islamiyyeti hiç bilmediği yahud bildiği halde iftira etdiği, yalan söylediği, açıkça anlaşılmakdadır. bu papaz, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem, cebrail aleyhisselam vasıtası ile vahy olunan kur'anı kerimi, matta ve yuhannaya isnad olunan, bir takım papazların toplayıp bir araya getirdikleri kitablara benzetiyor. hakikatden temamen uzak olan yazıları ile, islam dinine küstahca saldırıyor. bu papaz, bilmelidir ki, kur'anı kerim, allah kelamıdır. onda asla yalan ve tahrif ve ilave yokdur. eğer kur'anı kerimde, isa aleyhisselam için, hıristiyanların inandıkları gibi, allahın oğlu olup, yaratdığı insanların günahlarını afv etmek için, başka çare bulamadığından, onu hazreti meryemden göndererek, birkaç yehudinin elinde çaresiz, kendisine hakaretler edilip, yüzüne şamar vurularak çarmıha gerildikden sonra, cehennemde yakılıp mel'un etmek gibi iftiralar bulunmuş olsaydı, zaten allah kelamı olamazdı. bugünkü mevcud inciller gibi, allah kelamı olmakdan çıkardı. bir diğer husus da, eğer bu papaz birazcık tefsir ve hadisi şerif kitablarını okumuş olsa ve o kitablardaki usul ve ahvale vakıf olsaydı, isa aleyhisselamın bütün milletleri kurtarıcı olması için, mattanın yapdığı çeşidli tahrifler ile dolu olan bir kitabda bulunan mübhem bir sözü, müslimanlara karşı delil olarak getirmekden haya ederdi. kitabının önsözünde iddia etdiği gibi, kötü bir niyyeti olmasa ve insaf sahibi olsa idi, kur'anı kerimde, bugünkü incillerdeki gibi saçma sapan sözler bulunmadığına kızmazdı. sanki, aslı varmış da, kur'anı kerim onu saklamış gibi, demeğe cür'et edemezdi. yukarıda zikr etdiğimiz, matta incilindeki ibareye gelince, bundaki kurtarıcı kelimesi hakiki ma'nada kurtarıcı demek değildir. incillerde isa aleyhisselam için kullanılan kurtarıcı kelimesi, onun peygamberliği sebebi ile günahkar ümmeti için ahiretde şefa'at ederek, onların kurtuluşlarına sebeb olmasından kinayedir. yoksa, isa aleyhisselam kendisinin kurtarıcı olmadığını, aciz bir kul olup, bütün güç ve kuvvetin, şeriki ve benzeri olmıyan ve varlığı mutlak lazım olan, ya'ni vacibülvücud olan allahü tealanın olduğunu, def'alarca eshabına beyan buyurmuşdur. nitekim, matta incilinin yirminci babının, yirmiüçüncü ayetinde, isa aleyhisselamın, zebedenin oğulları için, fekat sağımda ve solumda oturmağı vermek, benim elimde değildir. pederim tarafından kime hazırlanmış ise, onlara verilir dediği yazılıdır. yuhanna incilinin beşinci babının otuzuncu ayetinde, isa aleyhisselamın, ben kendiliğimden birşey yapamam. bana emrolunanı yaparım ve benim hükmüm doğrudur. zira ben yapacağım işde irademi değil, beni gönderenin iradesini ararım dediği yazılıdır. yine yuhanna incilinin ondördüncü babının yirmisekizinci ayetinde, isa aleyhisselamın dediği yazılıdır. böyle söyliyen isa aleyhisselam için, allahın biricik oğludur ve aynen allahdır. kanını dökerek günahları afv etdi demek kadar, cahillik, küfr ve dalalet olabilir mi? eğer allahü teala, hıristiyanların dediği gibi, günahkar kullarının günahlarını afv etmek isterse, biricik oğlunu bir hatundan dünyaya getirmesi ve peygamberliği müddetince pekçok mu'cizeler göstermesine rağmen, beşon acizden başka, bütün beni israili ona düşman ederek, onların korkusundan şuraya buraya kaçmasına ve onu yehudilere mağlub edip, pekçok hakaretlerle çarmıhlarda bağıra bağıra öldürmesine ve bu da kafi gelmeyip, onu cehennemde üç gün yakmasına ve daha başka sıkıntılara sokmasına ne hacet vardı? kimden korkusu vardı? bütün insanlar doğuşdan günah ve isyan ile yoğurulmuş da, mutlaka böyle bir ya muhtac ise, allahü teala onun gönderilmesini niçin altı bin sene te'hir etmiş, geri bırakmışdır? adem aleyhisselamın oğlu kabile kardeş olarak gönderseydi ve madem ki, kabilin bir kimseyi öldürmesi mukadder imiş, onun eli ile biricik oğlu da katl olunarak milyonlarca insan cehennemden kurtulsa idi, daha iyi olmaz mı idi? biricik oğul isa mesih gelinceye kadar, yeryüzünde gelmiş ve geçmiş pek çok salih kimseler, bilhassa ruhülkudsün kendisine geldiği peygamberler, kendilerinin herhangi bir dahli olmadan, hilkatlerine karışmış olan günah sebebi ile, binlerce sene cehennemlerde azab edilmeleri, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü tealanın adalet ve merhametine uygun mudur? eğer bu günah, ya'ni adem aleyhisselamın yasak edilen ağacın meyvesinden yimesi ile zuhura gelen zellesi ise, buna ceza olarak onun cennetden çıkarılması kafi olmadı mı? sonradan neslinden gelen evlad ve ahfadının suçu nedir? babanın cürmü ile evladın ceza görmesi, hangi kanun ve adaletin ahkamındandır? dünyaya bunca zalim ve gaddarlar geldi. hangisinin böyle bir iş yapdığını, babasından, dedelerinden dolayı torunlarına ceza verdiğini hangi tarih yazmışdır? merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, bu zalim ve gaddarlardan haşa daha mı zalimdir? buna göre, insanların günahlarının afv edilmesine vasıta olmak se'adetine, isa aleyhisselamı katl eden yehudiler mazhar olmuş olurlar. çünki kıyamet gününde bu yehudilerin cehenneme gitmeleri emr olununca, yarab! madem ki, sen biricik oğlunun kanını dökmedikce, yaratdığın insanların günahlarını afv edemezdin. bundan dolayı onu dünyaya gönderdin. biz de senin bu muradını yerine getirmek için onu öldürdük. eğer öldürmeseydik, alemdeki bu kadar insan kurtulamıyacakdı. biz ancak senin iradeni yerine getirmek ve insanları cehennemden kurtarmak için, onu öldürdük. kötü olan katl işini yaparak, herkesin nefretini kazandık. bu kadar fedakarlığımıza karşı bize mükafat verileceği yerde, ceza vermek senin adaletine yakışır mı? derlerse, mahşer ehli bile onlara merhamet etmez mi, acımaz mı? bir diğer husus da, adem aleyhisselam ilk insan olup, henüz şeytanın düşmanlığını ve hıyanetini bilmez ve allahü tealanın huzurundan kovulmuş şeytanın, cennete girip de kendini idlal edeceğini hatıra getirmezken, tevratda da yazılı olduğu gibi, şeytan evvela, hazreti havvayı çeşidli hileler ile aldatmış, . hazreti havva da, adem aleyhisselamın bilmiyerek zelle işlemesine sebeb olmuşdu. bu hata, allahü tealanın indinde çok büyük olmuş ve yalnız adem aleyhisselamın kendisine değil, ta biricik oğula gelinceye kadar bütün çocuklarına sirayet etmiş. hepsinin cehennem ehli olmasını icab etdirmiş ve en son biricik oğlu dünyaya gelip kanını dökmedikce afv olunamamış. haşa allahü teala, o günahı afv edebilmek için, biricik oğlunun kanını dökmekden başka çare bulamamış. kendisi ile görüşdüğümüz papazların ifadelerine göre, eski şeri'atlerde, her günah için bir kurban kesilmesini allahü teala emr etmiş ve günahın bedelinin kan akıtmak olduğunu bildirmiş ve şu günah için şu kadar hayvan kurban edeceksin diye emr vermiş. her günah için bedel, kan akıtmak imiş. ahdi atikde de böyle olduğu yazılı imiş. fekat o ilk günah için hayvan kanı bedel olamaz imiş, insan kanı akması lazım imiş. yukarıda zikr etdiğimiz incilin beyanına göre, allahü teala biricik oğlunu kurban etmekden başka çare bulamamış da, günahkar kullarını afv etmek için, biricik oğlunu kurban etmiş ve insan kanı akıtarak, onlara babalarından miras kalan, o ilk günahı afv etmiş. tevratda ve incilde, katl ve zina gibi nehy olunan günahları irtikab eden hıristiyanlar, bir papaza bir mikdar para verip, bu papazın afv etdim demesi ile veya tanrının etini yiyip, kanını içerek tanrı ile birleşince yahud başını açıp gözlerini semaya dikerek durunca afva mazhar olurlar inancındadırlar. diğer bir husus da şudur: birşey için canını feda etmek tam rıza ve ihtiyara bağlıdır. isa aleyhisselamın katli kendi rızası ile mi olmuşdu? incilde yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselamın, diye babaya düa etmesi ve kendisine zarar gelmesinden korkarak demesi ve çarmıha gerildiği zeman, ya'ni diye niyazda bulunması, kanının akıtılmasının ya'ni kurban edilmesinin kendi rızası ile olmadığını açıkca isbat etmekdedir. mesela bir kimse, kendi rızası ve arzusu ile dini ve milleti için bir mikdar para sarf etse, filan kimse fedakarlık etdi denir. fekat mecburiyyet karşısında, zorla bir şey verince, o kimse için, fedakarlık etdi denilemez. isa aleyhisselamın öldürüldüğüne ve yukarıda zikr etdiğimiz sözleri söylediğine inanan hıristiyanlar, nasıl oluyor da, onun kendini günahkar insanlar için feda etdiğine inanıyorlar. bu sözleri ile, isa aleyhisselamın söylediği incillerde yazılı olan sözler, birbirini yalanlamakdadır. iki zıd şey bir arada bulunamaz. –cevab veremedi mevcud incillerde, ruhülkuds aleyhinde kötü söz söyliyenin, asla afv edilmiyeceği bildirilmekdedir. bundan başka olan günahlar için, incillerde hiçbir ceza yazılı değildir. halbuki, katolik papazlar, günahın büyüklüğüne göre, muayyen bir ücret alarak hemen o günahı afv ediyorlar. kur'anı kerimde varid olan ayeti kerimelerin bildirdiklerine göre, islamiyyetde günahlar iki kısmdır: büyük günahlardır. en büyükleri yedidir: – şirk, – adam öldürmek, – sihr, ya'ni büyü yapmak, – yetim malı yimek, – faiz alıpvermek, – muharebede düşman karşısından kaçmak, – temiz kadınlara kazf etmek, ya'ni namussuz demek. küçük günahlar. küçük günahı çok yapmak, büyük günah olur. her günahın büyük olmak ihtimali vardır. hepsinden kaçınmak lazımdır. şirk: allahü tealadan başka birşeye tapınmakdır. küfr, imansız olmak, inanmamak demekdir. küfrün afvı için, pişman olup, imanı kalbden kabul etmek lazımdır. nisa suresinin yüzonaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. her çeşid günahın ve kötülüğün en fenası, en kötüsü küfrdür. allahü tealanın emrlerinden ve yasaklarından birine ehemmiyyet vermiyen kafir olur. kafirin hiçbir iyiliği, hayrat ve hasenatı, ahiretde kendisine faide vermez. imanı olmıyanın, hiçbir iyiliğine sevab verilmez. küfrün çeşidleri vardır. hepsinin en kötüsü, en büyüğü dir. bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok kerre, bunların en büyüğü söylenir. bunun için, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde bulunan şirk kelimesinden her nev' küfr ma'nası anlaşılır. bu ayeti kerimeden, kafirlerin cehennem ateşinde sonsuz olarak yanacakları anlaşılmakdadır. müsliman, dinden çıkarsa, ya'ni kafir olursa buna denir. mürtedin önceki ibadetleri ve sevabları yok olur. mürted, imanın gitmesine sebeb olan şeyden tevbe etmedikce, sadece söylemekle veya namaz kılmakla müsliman olamaz. bunun için, küfrden çok korkmalıdır. hadisi şerifde, hep hayrlı, faideli konuşunuz. yahud susunuz buyuruldu. islamiyyete uygun olmıyan sözlerden ve hareketlerden sakınmalıdır. hadisi şerifde, şirkden sakınınız. şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir buyuruldu. kafirler, sonsuz yaşasaydı, sonsuz kafir kalmak niyyetinde oldukları için, küfrlerinin cezası cehennemde sonsuz azabdır. bunun için kafirlere olan ebedi azab zulmdür, denilemez. bunları yapan, ya'ni büyük günah işleyen mü'minler, dünyada tevbe etmezler ve ahiretde de şefa'ata kavuşmazlarsa, günahları kadar cehennemde yanacak, daha sonra, kendilerinde bulunan iman nuru sebebi ile, allahü tealanın afvına kavuşacaklardır. allahü tealanın emr etdiği farz ve vacib olan ibadetleri yapmamak, büyük günahdır. tevbe iki kısmdır: birincisi: allahü tealanın hakkına tecavüz eden günahlara tevbedir. farzları ve vacibleri terk etmek ve allahü tealanın haram kıldığı şeyleri yapmak bu günahlardandır. mesela, namaz kılmamak, zekat vermemek böyledir. bu günahları yapan mü'minler, tevbei nasuh ile tevbe etdikleri zeman, allahü teala afv eder. tahrim suresinin sekizinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ya'ni pişman olup istiğfar ederek, ölünceye kadar bir daha hiç günah işlememek üzere, tevbe edinizdir. bekara suresinin ikiyüzyirmiikinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. kur'anı kerimdeki, bunlar gibi müjdelerden ve hadisi şerifindeki müjdeden anlaşılıyor ki, günah işleyip de tevbe edenler, allahü tealanın afvına kavuşacaklardır. ikincisi: kul hakları da bulunan günahlara tevbedir. mal gasb etmek, zulm etmek ve gıybet etmek gibi. böyle günah işleyen kimseler, , kıyamet günü mahkemei kübrada hak sahibi razı olmadıkca, afvı ilahiye kavuşamayıp, ceza göreceklerdir. ancak, mü'min oldukları için, günahları kadar azab olunup, sonra cennete gideceklerdir. yahud, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, hak sahiblerine, razı oluncaya kadar ni'metler ihsan buyurup, onları razı edecekdir. hak sahibinin rızaları ile afv olunacaklardır. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bu i'tirazcı papazın zan ve iftira etdiği gibi, müslimanların günahlarının afv edilmesi bunların sadece kelimei tevhid, kelimei şehadet söylemelerine ve ibadet yapmalarına bağlı değildir. islamiyyet, allahü tealanın, bir misli, benzeri, ortağı ve vekili olamıyacağını açıkca bildirmişdir. ahiretde de, günahkarlara şefa'at, ancak allahü tealanın izni ve iradesi ile olacakdır. müslimanlar, kur'anı kerimde beyan olunan müjde ayetlerine, iman ile, ya'ni korku ve ümmid arasında, allahü tealanın sonsuz ihsanlarını beklerler. fekat hıristiyanlar, hangi günah olursa olsun; hemen papazın, demesi ile afv olunup, allahın melekutuna, ya'ni cennete kavuşacaklarını zan ederler. şimdi bu iki i'tikaddan hangisinin, uluhiyyetin şanına uygun ve ubudiyyetin ya'ni kulluğun edeblerine muvafık olduğu, insaf ile düşünülmelidir. kitabının yüzkırkbeşinci sahifesinde, kur'anı kerim, mesihin kurtarıcılık sıfatından bahs etmiyerek, onu bir peygamber derecesine indirmekdedir. insanları, büyük günahın esaretinden kurtarmış olan bu insanın, semavi babasının arzusunu yerine getirmek için, diğer insanlar uğruna canını feda eden bir zat olduğunu ve kurtarıcılığını inkar etmekdedir. siyer alimlerinin beyan etdiklerine göre, kendi canını korumaları ve emrlerini yerine getirmeleri için, başkalarının feda olunmasına razı olan bir zatın, ya'ni muhammed aleyhisselamın, hakiki ve en son kurtarıcı olduğunu bildirmişdir diyerek, kur'anı kerime dil uzatmakdadır. cevab: insanların, adem aleyhisselamdan beri günah ile doğup, bu günahın esareti altında olduğu hıristiyanların sonradan uydurdukları bir sözdür. incillerde böyle bir ibare yokdur. bu işin halli için kafayormak abesdir. islamiyyet, insanların zahirlerine yol gösterdiği gibi, kalblerinin ve ruhlarının temizlenmesi yolunu da göstermişdir. şu'ara suresinin seksensekizinci ve seksendokuzuncu ayetlerinde mealen: kıyamet gününde, ne mal, ne evlad faide vermez. ancak kalbi selim ile allahü tealaya gelen müstesnadır buyurulmuşdur. bu ayeti kerime ve kalb temizliğini, iyilik yapmağı ve güzel ahlakı öven ve teşvik eden, yüzlerce hadisi şerif ve muhammed aleyhisselamın halleri ve fi'lleri ve düşmanlarına bile yapdığı iyilikler meydandadır. bunlar bilinince, bu kitabı yazan papazın yalanı ve cehaleti hemen anlaşılır. isa aleyhisselamın, semavi babasının arzusunu yerine getirmek için, canını feda etmediği de, yine incillerin beyanları ile yukarıda anlatılmışdı. ya'ni, çarmıha gerilmeden önce, canı sıkılarak yere kapandığı ve dediği incillerde yazılıdır. markosun ondördüncü babında ve lukanın yirmiikinci babında bu hadisenin teferruatı vardır. lukanın yirmiikinci babının kırkdördüncü ayetinde, isa şiddetli ızdırabda olarak, ziyade hararet ile düa etdi. teri toprağın üzerine düşen büyük kan damlaları gibi idi demekdedir. bunların hepsi hıristiyanların i'tikadlarına göredir. islam i'tikadına göre, isa aleyhisselam ne çarmıha gerildi, ne de öldürüldü. çarmıha gerilen, onu ele veren münafık idi. yehudiler, onu isa aleyhisselam zan ederek, çarmıha gerdiler. allahü teala, isa aleyhisselamı üçüncü kat semaya yükseltdi. bugünkü incillerde bile müjdelenen ve hıristiyanların dedikleri, türkçeye terceme ederken diye terceme etdikleri, yegane tesellici olan muhammed aleyhisselama ümmet olmak için, çok düa etdi. allahü teala kıyamete yakın onu tekrar yeryüzüne indirecekdir. o zeman, isa aleyhisselam muhammed aleyhisselamın dini üzere hareket edecek, onun halal dediklerine halal diyecek, haram dediklerine haram diyecekdir. paraklit, ahmed demekdir. ahmed ise, muhammed aleyhisselamın ismlerinden birisidir. isa aleyhisselam, ulülazm peygamberlerdendir. haşa, allahın oğlu değildir. allahdan allah, nurdan nur değildir. isa aleyhisselam, insan idi. ona tapılamaz. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem için, ifadesi ile, bu iftiracı papaz, hicretde peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem aliye radıyallahü anh, kendi yatağına yatmasını emr etdiğini kasd etmekdedir. böyle olduğunu bir aşağıdaki sahifede kendisi açıklıyarak, bununla guya, isa aleyhisselamın, hatemülenbiya, ya'ni peygamberlerin sonuncusu, muhammed aleyhisselamın üzerine, üstünlük ve faziletini göstermek istemişdir. hakikatde ise, kendi maksadının aleyhine bir delil getirmişdir. çünki, aynı risalenin yirmidokuzuncu sahifesinde, demekdedir. daha sonra, yüzonikinci sahifesinden yüzonüçüncü sahifeye kadar, arab kavminin putperest olup, yeni bir dini kabule hazır olmadıklarını isbata çalışmakdadır. isa aleyhisselama, bir rivayete göre yirmi erkek ile, sar'adan kurtulmuş birkaç kadından başka, kimse iman etmedi. hıristiyanların zan etdikleri gibi, ona iman edenler, onun üluhiyyetini, ilahlığını tasdik etmiş iken, isa aleyhisselam onları kamil bir iman ve tevekküle teşvik için diye te'minat verdiği ve çarmıha gerilmeden birkaç gün önce, diye müjdelediği halde, ona iman edenlerden hiç birisi, bu emre itaat etmediler. bilhassa, hıristiyanlarca peygamber makamına sahib olan denilen havarilerden olan yehuda, canını feda etmek şöyle dursun, yehudilerden otuz gümüş rüşvet alarak, isa aleyhisselamın bulunduğu yeri onlara haber verdi. resul, peygamber rütbesinde olan diğer şakirdler, isa aleyhisselam yakalanınca, etrafından dağılıp kaçdılar. hepsinin en yüksekleri olan petrus, mesihe karşı, , diye yemin etmiş idi. o karışıklıklar arasında, isa aleyhisselamı götürürlerken, uzakdan onun ardınca gitdi. daha sonra, horoz ötünce, üç def'a ayrı ayrı, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdi diyor. hem de, la'netler ederek. yeni bir dini kabule müsaid olmadıklarını söylediği arab kavminden olup, muhammed aleyhisselamın peygamberliğini tasdik eden eshabı kiramın her biri, muhammed aleyhisselam uğruna, canlarını ve mallarını, hiç çekinmeden seve seve feda etdiler. buna birkaç misal verelim: uhud gazası, islam tarihinin en büyük ve mühim gazalarından birisidir. bu gazada, eshabı kiram önce harbi kazanmış iken, sonradan müşrikler vadiyi dolaşarak eshabı kiramı aleyhimürrıdvan arkadan vurdular. islam ordusu karışdı. pek çok eshabı kiram, şehidlik mertebesine kavuşdu. bu gazada bulunan ve şehid olan eshabı kiramın şecaat ve kahramanlıkları, islam tarihinin en şerefli kahramanlık destanlarıdır. burada eshabı kiramdan birkaç zatın ahvalini bildirelim: talha bin ubeydullah radıyallahü anh o gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem etrafını müşriklerin kuşatdığını görünce, ne tarafa koşacağını, ne tarafa yetişeceğini şaşırmışdı. bir sağ tarafdan hücum edenlere, bir sol tarafdan hücum edenlere karşı çarpışıyordu. kendini resulullaha siper ediyordu. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir zarar gelir korkusu ile titriyordu. resulullahın yanında döne döne çarpışıyordu. müşriklerden keskin nişancı, atdığını vuran malik bin zübeyr isminde bir ok atıcı vardı. bu hain, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem nişan alarak, bir ok atdı. resulullahın mubarek başına doğru gelen bu oka, başka hiçbir şeklde karşı koyamıyacağını anlıyan talha radıyallahü anh, elini açarak oka karşı tutdu. ok avucunu parçaladı. kadın sahabilerinden, ümmi ümare de radıyallahü anha, zevci ve oğlu ile, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında çarpışıyordu. oğlu, zevci, kendisi ve diğer eshabı kiram, kendilerini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem siper ediyorlardı. oğlu yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. daha sonra, eline bir kılıç alarak çarpışmağa başladı. ibni kamia kafiri resulullahı öldürmeye yemin etmişdi. resulullahı gördü. resulullaha hücum edince, ümmi ümare atının önüne geçdi. atını durdurup ibni kamiaya saldırdı. o müşrikin üzerinde zırh olduğu için darbeleri pek te'sir etmedi. zırh olmasaydı, o da katl edilen diğer müşriklerin yanına gidecekdi. nihayet o müşrikin şiddetli bir hücumu ile boğazından ağır yaralandı. resulullah onun için, buyurmuşdur. mus'ab bin ümeyr radıyallahü anh, uhud gazasında muhacirlerin sancağını taşıyordu. iki zırh giyinmişdi. ibni kamia kafiri mus'aba radıyallahü anh saldırdı. çünki mus'ab radıyallahü anh kendisini resulullaha siper ediyordu. ibni kamia bir kılıç darbesi ile mus'abın radıyallahü anh sağ kolunu kesdi. sancağı sol koluna aldı. bu sırada ali imran suresinin mealindeki yüzkırkdördüncü ayetini okuyordu. ikinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kolları ile tutup göğsüne basdırdı. yine aynı ayeti kerimeyi okuyordu. islam sancağını yine bırakmamışdı. en son göğsüne saplanan mızrak ile, şehid oldu. fekat islam sancağını yine bırakmamışdı. hubeyb bin adiy ve zeyd bin desinneyi radıyallahü anhüma, müşriklerden, lıhyan oğulları, hile ile yakalayıp kureyş kafirlerine satmışlardı. hubeybe radıyallahü anh, kendisini şehid etmeden önce dediler. vallahi dönmem! bütün dünya benim olsa, bana verilse, yine islamiyyetden ayrılmam cevabını verdi. bunun üzerine müşrikler, şimdi senin yerine muhammedin aleyhisselam olmasını, onun öldürülmesini ister misin? sen de evinde rahat oturasın dediler. hubeyb radıyallahü anh, dedi. kafirler hubeybin bu aşırı sevgisine hayret etdiler. daha sonra da şehid etdiler. daha yüzlerce misalini yazmak mümkin olan bu hadiseler, hep şahiddir ki, eshabı kiramın ve bindörtyüz seneden beri gelmiş olan müslimanların hepsi, seve seve canlarını resulullahın uğruna ve allahü tealanın rızası için feda etmişlerdir. hıristiyanların, resul kabul etdikleri havariler, isa aleyhisselamı en sıkıntılı zemanında terk ederek kaçmış, kaçmakla kalmamış, onu la'net ile inkar etmişlerdir. bu hal, bugünkü incillerde bildirilmekdedir. her şeyin en doğrusunu allahü teala bilir ki, hicret gecesi peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, aliye radıyallahü anh bu fedakarlığı teklifden maksadı, bir gün gelir, hıristiyanlar arasında, niçin ahir zeman peygamberi yeni bir dini kabule hazır bir kavmden zuhur etmedi diyerek i'tiraz ederlerse, böyle bir sual karşısında, onları, kıyamete kadar susdurmak içindir. çünki, böyle bir kavm içerisinde geldiği halde, kendisine inanan ve iman eden bir zatdan istediği bir teklif, can tehlikesi olduğu halde seve seve yerine getirilmekdedir. bu hal, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem üstünlük ve faziletini gösteren, en büyük delillerden biridir. bu papaz, kendi sözü ile, kendisini tekzib etmekdedir. buradaki diğer bir ince hikmet de şudur: diyenlere karşı, havariler ile eshabı kiramın ahvali mukayese edilirse, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ibretli bir şeklde, i'tirazcıları ve hasmlarını utandırmak için, mu'cize olarak eshabından birini, o şeklde vazifelendirmiş olduğu hatıra gelebilir. protestan papazlar, islamiyyete i'tiraz ederek, incil, kendisine inananları, isa mesihin asrında, yehudilerin yapdıkları ibadetlerden muaf tutmuşdur. ibadeti, akla uygun ve makbul bir şeklde mü'minlere göstermiş ve beyan etmişdir. halbuki, kur'anı kerim, tekrar kemalden uzaklaşmışdır. çünki, yehudiliğin, ruhaniyyet bulunmıyan maddi ve zahiri olan adet ve ibadetlerini emr etmişdir demekdedirler. cevab: bunlara sorarız ki, isa aleyhisselamın matta incilinin beşinci babının onyedinci ayetinde, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim. çünki, yer ile gök zail olmadıkca, herşey vaki' oluncaya kadar, şeri'atden bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacakdır sözünün ma'nası nedir? kendisi, musa aleyhisselamın dini üzere, niçin sünnet olmuşdur? ömrünün sonuna kadar, musa aleyhisselamın şeri'atindeki, belli bayramları temamen icra etmesinin sebebi nedir? beni israil ile aralarında geçen münakaşalarda, onları musa aleyhisselamın şeri'atı ile amel etmedikleri için, neden azarlamışdır? bunlardan anlaşılıyor ki, protestan papazların bu iddiaları, temamiyle incilin ahkamına ve isa aleyhisselamın yapdıklarına, mugayirdir, zıddır. kur'anı kerim, kemalden ve ruhaniyyetden asla ari değildir. bir dinin zahiri olan ibadetlerini yapmıyan, o dinin ruhaniyyetinden istifade edemez. bunun tafsilatı aşağıda beyan olunacakdır. hıristiyan papazların i'tirazlarının birincisi, islam dinindeki taharetdir. ilk hedefleri, ilk hücum etdikleri mes'ele taharet mes'elesidir. bu papaz, islamiyyetde abdest almak, halkın temizliği ve vücudun kirlerinin giderilmesi maksadına bağlı olmuş olsaydı, bir şey denilemezdi. fekat, allahü teala için yapılan ibadetlerin sıhhati, abdest almağa bağlanmış ve abdest ibadetin şartı kabul edilmişdir. abdestsiz kılınan namazı, allahü teala kabul etmez denilirse, burası üzerinde düşünülecek bir yerdir. çünki tevratda,rab insanın bakdığı gibi bakmaz. zira insan zahire, rab kalbe bakar denilmiş olduğundan, namazdan evvel abdest almanın kalb temizliğine veya namazın hakikatine bir te'siri yokdur. ayrıca, namazın sıhhatine ve kabulüne de, bir faidesi olmadığı anlaşılmakdadır. buna göre, kur'anı kerim, ibadetin aslı olan ihlas ve kalb huzurunu, hiç bir faidesi olmıyan, şekl ve adetler üzerine va'd etmiş olur. bir diğer husus da, ellerini ve ayaklarını yıkamak, sıcak çöl memleketlerinde oturan ve yalın ayak gezen kimselere faideli ve güzeldir. fekat, gayet nazik ve medeni olup, soğuk memleketlerde yaşayıp, ayağını çorap ve ayakkabı ile koruyan kimseler için abdest almak, sıhhate zararlı olan bir mecburiyyetdir. bilhassa, kuzey kutub bölgelerinde yaşıyan kimselere, günde beş def'a buzları kırıp yıkanmak, ne kadar meşakkatli ve sıhhati gideren bir şeydir. ne kadar adalet ve hakkaniyyetden uzakdır. kıbleye dönmek de beni israili takliddir demekdedir. cevab: bilinmelidir ki, islam dini, bütün dinlerin en kamil ve en temam şeklidir. ya'ni zahiri ve batıni olgunluğu kendinde cem' eden bir tevhid dinidir. insanlara faideli şeyleri emr eden, zararlı şeylerden koruyan bir dindir. onda insanlara zararlı olabilecek en küçük bir hükm yokdur. her hükmünde insanlar için maddi ve ma'nevi nice faideler vardır. islamiyyetin, allahü teala tarafından gönderilmiş olduğunun açık bir delili de, islamiyyetde, ne kadar zahiri ve şekli görünen ahkam varsa, her birinin nice hakikatleri ve insanlar için faideleri olmasıdır. ilm ve teknik ilerledikce, bunların faideleri ortaya çıkmakdadır. gözleri cehalet perdesi ile kapanmış olanlar, bu hakikatleri idrak edememekde ve sadece zahire bakmakdadırlar. isra suresinin yetmişikinci ayetinde mealen: kör olan kimse, ahiretde de kördür. buyurulmuşdur. ayeti kerimede bildirilen kimseler, böyle söyliyen papazlardır. islamiyyete uyan kimseler, ahiretde, ihlaslarına göre mükafata kavuşacaklardır. gözleri, irfan nuru ile açılmış, bütün alemi kaplıyan ilahi ni'metden idrak ve anlayışları nisbetinde nasib almış olan kimseler için, ahiretde yüksek dereceler va'd edilmişdir. bu va'dler, bu ni'metler, ayeti kerimelerde bildirilmişdir. akl ve irfan sahibi olan kimselerin burada yapacakları şey, islamiyyetin emr etdiği ibadetlere sıkı sıkıya bağlanmakdır. bununla beraber, kalbini kötü huylardan temizlemek lazım olduğu, tefsir ve hadisi şerif kitablarında uzun uzun beyan edilmişdir. binlerce ehli sünnet alimi de kitablarında bildirmişdir. ayrıca, batın yolunu öğrenmek isteyenler, allahü tealaya kavuşduran yolun menba'ları ve rehberleri olan evliyai kirama müraceat etmelidirler. tefsir alimleri bildiriyorlar ki, abdest ve taharet, ya'ni temizlik, bu i'tirazcı papazın da i'tiraf ve kabul etdiği şeklde, zahiren bedenin sıhhatine çok faideleri olduğu gibi, ma'nevi olarak da, kalbin tasfiyesinin ve huzurunun bir işaretidir. namaz, allahü tealanın huzurunda durmakdır. allahü tealanın huzurunda durunca, kalbin tasfiye edileceği açıkdır. kötülüklerden temizlenmemiş bir kalb ile, allahü tealanın huzuruna çıkılamaz. nitekim, dünya işlerinde de böyledir. abdest almanın beden temizliği olduğu, hergün beş kerre bedendeki mikrop yuvalarını temizlediği meydandadır. aklı ve ilmi olan herkes, bunu bilmekdedir. abdestin kalbe kuvvet verdiğini, ruhu temizlediğini papazlar da biliyor. mesela, de, abdestin faziletini anlatırken diyor ki, imamı ca'fer sadık rahmetullahi aleyh, nasihat vermek için, bir rahibe geldi. kapı geç açıldı. sebebini sorunca, rahib, aralıkdan seni görünce, heybetinden çok korkdum. hemen abdest aldım. tevratda görmüşdüm ki, bir kimseden veya birşeyden korkunca, abdest almalıdır. abdest, insanı zarardan korur yazılı idi dedi. imam nasihat verince, hemen müsliman oldu. kalbi, abdestin bereketi ile temizlendi. üzeri piskirli olan bir kimse, padişahın divanına girmek için bir yol ve bir ruhsat bulamaz. bu da gösteriyor ki, abdest ve taharet, i'tirazcı papazın zan etdiği gibi, huzur ve ihlas için faidesiz değildir. şimal memleketlerinde yaşayan kimseler, abdest almak istedikleri zeman, yalnız sabahleyin sıcak su ile abdest alarak çoraplarını ve mestlerini giyerler. diğer dört vaktde, abdestlerini tutarak namazlarını kılabilecekleri gibi, abdestleri bozulduğu zeman, mestleri üzerine mesh ederek abdest alabilirler. böylece, hem ayaklarını yıkamamış ve ayakları üşümemiş, hem de namazlarını kılmış olurlar. soğuk su kullanamayanlar, sıcak odalarında, toprak ile teyemmüm ederler. protestan papazın iddia etdiği gibi, günde beş def'a buz kırmağa hiç lüzum yokdur. onlar, yemekden evvel günde üç def'a ellerini yıkarken buzları kırdıkları için hasta mı oluyorlar?. bir kimsenin vücudunda hastalık olur da, abdest almak, ya'ni su ile yıkanmak sıhhatine zararlı olursa, teyemmüm edebilir. çünki asl maksad sadece el, yüz ve ayak yıkamak değil, kalbin tasfiyesi dır. zaca'fersadık, de medinede vefat etdi. ruret hallerinde, islamiyyet asla güçlük teklif etmez, güçlüğü emr etmez. nitekim hadisi şerifde, buyurulmuşdur. kur'anı kerimde bekara suresinin ikiyüzseksenaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ya'ni, allahü teala, bir nefse, gücü yetebileceği, yapabileceği şeyi emr eder, yapamıyacağını emr etmez. nisa suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen: allahü teala, ibadetlerinizin hafif, kolay olmasını istiyor. insan za'if, dayanıksız yaratıldı buyurulmuşdur. islamiyyetde, ibadetler için iki yol vardır: bunlardan birisine , diğerine de yolu denir. ruhsat, islamiyyetin ibadetlerde tanıdığı, izn verdiği kolaylıklardır. insana kolay geleni yapmak, ruhsat ile amel etmek olur. zor geleni yapmak ise azimetdir. azimet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekden daha kıymetlidir. bir insanın nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsat ile amel etmesi efdal olur. fekat, ruhsat ile amel etmek, ruhsatları araşdırmağa yol açmamalıdır. hadisi şerifi, islamiyyetdeki amellerde ta'kib edilecek en doğru yolu, açıkca göstermekdedir. bunun için, imanı kamil sahibi olan mü'minler, allahü tealanın rızasını ve sevgisini kazanmak için, nefslerine zor gelen, güç şeyleri yapmağı seçerler. böylece ahiretde yüksek derecelere kavuşmak isterler. yalnız, başını açıp gözünü semaya dikerek ibadet eden hıristiyanlar, beden temizliğinden hiç bahs etmiyerek iğrenç kokulu bedenleri, kirli elbise ve ayakkabılar ile kiliseye gidip, loş bir havada, nahoş kokular içerisinde, bir parça ekmeği yiyip, bir yudum şerab içince, allahü teala ile hemen birleşeceklerini, kalblerinin kötülüklerden temizleneceğini zan ediyorlar. böyle bir zanna sahib olan kimseler için, elbette islamiyyetin emrlerinin hakikatlerini anlamak pek zordur. yıkanmağı, temizliği, müslimanlardan öğrenerek, pislikden kurtuldular ise de, bozuk inanışları ve uydurma ibadetleri hala devam etmekdedir. papazların i'tirazlarından birisi de namazdır. cevab: düşünemiyorlar ki, acaba maddi ve ma'nevi olarak, allahü tealaya ibadetden maksad nedir? ibadet, her ne şeklde olursa olsun, allahü tealaya ta'zim ve allahü tealanın nihayetsiz hazinesinden yapmış olduğu sayısız ihsanlarından dolayı, hamd ve sena etmek ve kendinin acizliğini i'tiraf edip, allahü tealadan rahmetini istemekdir. allahü tealaya ta'zim sebeblerini araşdırdığımızda, namazın rüknlerinden olan, kıyamda elleri bağlıyarak huşu' ile allahü tealanın huzuruna çıkmak, besmelei şerife ve surei fatiha okuyarak hamd ve sena etmek, rüku' ve secdelerde, vacibülvücud olan allahü tealayı tesbih ve her hareketde tekbir cümlesi ile, allahü tealanın büyüklüğünü söylemek, allahü tealayı ta'zim etmekdir. beni israil peygamberlerinin bildirdikleri üzere, kıble, kudüsdeki e doğru idi. sonradan ya doğru oldu. ka'bei muazzamayı ibrahim aleyhisselam yapmış olduğu için, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ka'bei muazzamaya karşı ibadet yapmak istiyordu. merhameti sonsuz olan allahü teala, sevgili peygamberini bu arzusuna kavuşdurarak, kıble, mescidi aksadan, mescidi harama çevrildi. bekara suresinin yüzkırkdördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. islam dininde, musa aleyhisselamın şeri'atinde olan, kurban kesmek, sünnet olmak, domuz eti, leş ve faiz yimemek, zina etmemek, adam öldürmemek ve kısas gibi daha nice hükmler vardır. her ne kadar, zemanımızda mevcud hıristiyanlıkda, isa aleyhisselamın emrinin hilafına olarak, musa aleyhisselamın şeri'atinde bulunan birçok hükmler tahrif olunmuş ise de, zina ve adam öldürmekden nehy ve kıbleye yönelmek gibi, musa aleyhisselamın şeri'atinden olan ba'zı hükmler devam etmekdedir. hıristiyanlar, dedikleri halde, hükmleri ile amel etmezler. in temamına inanıyoruz. eski ahd ya'ni da, allahü teala tarafından gönderilmiş kitabdır dedikleri halde, bunun ahkamı ile amel etmezler. sebebini sorunca, hükmü nesh oldu, değişdi derler. hem allahü tealanın kitabı diye inanıyor, birçok bahslerde hıristiyanlık inancının delili olarak tevratdan ayetler okuyorlar, hem de ahkamı ile amel edilmediği sorulunca, ahkamı mensuhdur diyorlar. fekat ba'zı hıristiyanlar, senesinde ortaya çıkan luther ismindeki bir papaza uyarak kıbleyi, ya'ni beyti mukaddese karşı dönmeği terk etmişlerse de, diğer milyonlarca katolik hıristiyan hala beyti mukaddese doğru dönmekdedir. hiç birisi, protestanların kıbleye dönmeği terk etmelerine i'tibar etmemekdedir. çünki, ibadetden asl maksad, allahü tealaya ta'zim ile, hamd, sena, niyaz ve düadan, ya'ni yalvarmakdan ibaretdir. kalb huzuru ile, ma'nevi kıymeti haiz olan bir yere dönerek, ibadet etmekde, ta'zimi ihlal edecek, ibadeti bozacak ne gibi bir şey düşünülebilir? ayrıca, dönülecek cihetin belli olması, kalbin daha fazla huzur bulmasına sebeb olur. ibadetlerinde, kıyam, rüku' ve secde gibi kulluğu bildiren edebler olmayan hıristiyanlar, kilisede, sadece birbirlerinin yüzlerine bakarlar. genç oğlanlar ile kızlar, her ne kadar göz zinasından nehy olunmuşlarsa da, birbirlerinden gözlerini ayırmazlar. daha sonra, papazın okuduğu ekmek parçasını, tanrı kabul etdikleri isa aleyhisselamın eti, şerabı da kanı olarak inanıp diye yiyip içerek, hemen ruhülkuds ile birleşdiklerini zan ederler. yı bir hatıra olarak yiyip içerler. ibadetden maksad, her şeyin yaratıcısı olan allahü tealaya ita'at ve ta'zimdir. bu iki dinden hangisinde allahü tealaya ta'zimin bulunduğu ortadadır! islam dininde hergün beş farz namazdan önce ezan ve ikamet okunur. müezzin yüksek sesle ezan okur. ya'ni: allahü ekber: allahü teala büyükdür. ona bir şey lazım değildir. kullarının ibadetlerine muhtac değildir. ibadetlerin, ona faidesi yokdur. eşhedü en la ilahe illallah: kibriyası ile ve kimsenin ibadetine muhtac olmadığı halde, ibadet olunmağa ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehadet eder, elbette inanırım. hiçbir şey ona benzemez. eşhedü enne muhammeden resulullah: muhammed aleyhisselamın, onun gönderdiği peygamberi olduğuna, onun istediği ibadetlerin yolunu bildiricisi olduğuna şehadet eder, inanırım. hayye alessalah, hayye alelfelah: ey mü'minler, koşun felaha, se'adete, koşun salaha, iyiliğe, ya'ni namaza. allahü ekber: ona layık ibadeti kimse yapamaz. herhangi bir kimsenin ibadetinin ona layık, yakışır olmasından çok büyükdür, çok uzakdır. la ilahe illallah: ibadete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak odur. ona layık bir ibadeti, kimse yapamamakla beraber, ondan başka kimsenin ibadet olunmağa hakkı yokdur, . yükseltirim buyuruyor. garba doğru, bir tul derecesi gidilince, namaz vaktleri dört dakika gecikiyor. her yirmisekiz kilometre gidişde, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunmakdadır. böylece, yeryüzünün her yerinde, her an ezan okunmakda, muhammed aleyhisselamın ismi her an, her yerde işitilmekdedir. yirmidört saat içerisinde onun isminin söylenilmediği bir an yokdur. hıristiyanların kiliseye da'vetleri ise, çan çalmakla olur. müslimanların ibadete da'vet şekli ile hıristiyanların da'vet şeklinden hangisinin allahü tealayı ta'zim etdiği ve ruhani olduğu meydandadır. müslimanlar, ezandan sonra, namaz kılarlar. namaza başlamadan önce, namazın icab etdirdiği şartlar vardır. bunlar altıdır. bunlardan biri bulunmazsa, namaz sahih olmaz: hadesden taharet: abdesti olmıyanın abdest azalarını güzelce yıkamasıdır. necasetden taharet: bedenini ve elbisesini ve namaz kıldığı mahalli, görünen maddi pisliklerden temizlemekdir. istikbali kıble: ka'bei muazzama tarafına dönmekdir. kıble cihetini anlamak için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir, yahud bir ip ucuna anahtar, taş gibi bir şey bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur. setri avret: gerek erkeklerin ve gerekse kadınların namaz kılarken islamiyyetin bildirdiği avret yerlerini örtmeleridir. avret yerlerini, her yerde, her zeman başkalarının yanında, örtmek farzdır, lazımdır. vakt: her milletin ba'zı ibadetlerinde muayyen vakt olduğu gibi, müslimanların namazlarını da, allahü teala, belli vaktlere tahsis etmişdir. vakti gelmeden evvel ezan okumak büyük günahdır ve kılınan namaz sahih olmaz. niyyet: kılacağı namazın ismini ve vaktini bilmek ve herhangi bir dünyevi sebeb ile değil, ancak allahü tealanın emri ve rızası için olduğunu bilmekdir. hıristiyanlar, kiliseye yıkanmadan gitmekdedirler. pis kokuları ile, birbirlerini rahatsız etmekdedirler. belli bir cihete dönerek, kalb huzuru ile, allahü tealaya ibadetleri olmadığı için, hep birbirlerine bakmakdadırlar. müslimanların, ibadetler için olan şartları ile, hıristiyanların ibadetleri karşılaşdırılırsa, hangisinin daha ruhani ve kulluğa uygun olduğu belli olur. şimdi, namazın rüknlerinin ne olduğunu beyan edelim: iftitah tekbiri: bir müsliman namaz kılmağa başlarken, önce, ellerini kaldırıp, allahü tealadan gayrı her şeyi kalbinden çıkararak, kalb huzuru ile, allahü tealanın huzuruna çıkdığını hatırlayarak der. bunun ma'nası, demekdir. kıyam: tam bir huşu' ve edeb ile, allahü tealanın huzurunda ellerini bağlayıp, ayakda durmakdır. kıra'et: allahü tealanın ismi şerifi ile fatihai şerifi okumakdır ki, daha önce meali şerifini bildirdiğimiz gibi, allahü tealaya hamdü sena ve ta'zim ile, hidayet ve selamet için düadır. rüku. bir kerre, eğilerek, ellerini diz kapaklarına bağlayarak, sırtını ve başını düz tutmakdır. rüku'da, denir ki, ma'nası, demekdir. secde: kendini aciz bilerek, tazarru ve niyaz ile, iki kerre yere yüzünü koyarak denir. ma'nası, demekdir. islam dininde rüku' ve secde, ancak varlığı mutlak lazım olan, allahü tealaya yapılır. müsliman, namazda ka'bei mu'azzamaya dönerek, allahü tealaya secde etmekdedir. ka'beye karşı secde edilir. ka'be için secde edilmez. ka'be için secde eden kafir olur. hiç bir insana ve hiç bir mahluka karşı secde etmek caiz değildir. çünki insan, allahü tealanın yaratdığı mahlukların en şereflisi olup, yaratılışda, ya'ni insanlıkda, hiç birisinin diğerinden farkı yokdur. maddi makam ve rütbeler ise, insanın mahiyyetini değişdiremez. kendilerinin ilah olduklarını iddia eden, fir'avnlar ve nemrudlar dahi, diğer insanlar gibi yimekden, içmekden ve diğer beşeri ihtiyaçlardan ve ölümden kurtulmuş değillerdir. allahü tealanın, insanlar içerisinden seçmiş olduğu kulları olan peygamberler aleyhimüsselam de, sıfatı beşeriyyede diğer insanlarla aynıdır. ya'ni, onlar da yirler, içerler, soğukda üşürler. ancak, allahü teala, onlara hususi ni'metler ve çeşidli mu'cizeler ihsan etmişdir. hiç bir salih kul, peygamber derecesine kavuşamaz. peygamberler ma'sumdurlar. asla günah işlemezler. ba'zı peygamberlerden zelle sadır olmuşdur. zelle, günah demek değildir. bir işi, en güzel şeklde yapmamak demekdir. güzeldir, fekat en güzel değildir. yüzünü yere koymak, ya'ni secde ederek ta'zim etmek, kişinin kendi zilletini, aşağılığını ve ta'zim etdiği zatın şanının büyüklüğünü ve yüceliğini i'tiraf etmekdir. böyle bir ta'zim ise, hakiki ni'met verici ve kainatın yaratıcısı olan, allahü tealadan başkasına layık değildir. hatta, böyle ta'zimler şöyle dursun, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramı aleyhimürrıdvan kendisi gelince ayağa kalkmakdan nehy buyurmuşdu. onun eshabı arasında, kendisine tahsis edilmiş her hangi bir oturma yeri, taht, sedr gibi birşeyi de yokdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramın yanına geldiği zeman, boş olan münasib bir yere otururdu. kendisini tanımayanlardan o meclise gelenler, kendisini bilemez diye sorarlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, böyle hareket edince, diğer aciz insanların ne yapması lazım olduğu düşünülmelidir. ka'dede teşehhüd mikdarı oturmak: başını ikinci secdeden kaldırınca, iki diz üzerine oturup, tehiyyat okumakdır. tehiyyatın ma'nası: yapılan bütün ta'zimler, hurmetler ve ibadetler allahü tealaya mahsusdur ve ey nebiyyi zişan, selamet ve allahın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. selamet bizim üzerimize ve bütün salih kulların üzerine olsun. ben şehadet ederim ki, allahü tealadan başka, kendisine ibadet edilip, tapınılacak ilah yokdur ve muhammed aleyhisselam allahü tealanın kulu ve resulüdür. işte, müslimanların günde beş def'a eda etmekle mükellef oldukları, farz namazların, altı rüknü, temel direği bunlardır. adem aleyhisselamdan beri, her peygamberin ümmetine günde bir vakt namaz kılmak emr olunmuş idi. namazın en kamil şekli, ancak ahir zeman peygamberine emr ve ihsan buyurulmuşdur. namazın rüknleri olan bu amellerde, allahü tealanın üluhiyyetine ve ta'zime noksanlık olacak bir şey var mıdır? ne garibdir ki, islamiyyetde, rüknleri ve şartları açıkca bildirilen ibadetlerin, ruhani olmadığını iddia eden protestanların, vaftiz, kurban ve incil kıraetinden başka ibadetleri yokdur. müslimanların namazı ruhani değilmiş de, hıristiyanların bu ibadetleri ruhani imiş .de, ali radıyallahü teala anhın doksanüçüncü menkıbesinde diyor ki, imamı ali radıyallahü anh namaza durunca, etrafında yapılanlardan hiç haberi olmazdı. bir cengde, mubarek ayağına ok girdi. kemiğe saplandı. cerrah bunu çıkarırken ağrısına dayanamazsın. önce, münevvim ya'ni uyuşdurucu ilac verip uyutacağım dedi. ilaca lüzum yok. namazımı kılarken çıkar buyurdu. namazda iken mubarek ayağını yarıp, demiri kemikden çıkardı ve yarayı sardı. namaz bitince, çıkardın mı dedi. evet deyince, allah hakkı için, hiç acı duymadım buyurdu. salih müslimanların namazlarının böyle olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır. hıristiyanların ibadetlerini de kısaca inceleyelim: vaftiz: hıristiyan ibadetlerinin ya'ni sakramentlerin birincisidir. hıristiyanlar, vaftizin isa aleyhisselam tarafından konulduğuna inanırlar. isa aleyhisselam ömrü boyunca kimseyi vaftiz etmedi. vaftiz yapınız diye bir emr de etmedi. hıristiyan olmak için ve bir kiliseden diğerine geçmek için, vaftiz yapılmasının şart olduğuna inanan hıristiyanlar, vaftizi, baba, oğlu, ruhülkuds adına yaparlar. hıristiyanlara göre vaftiz, isa aleyhisselamın ma'nevi vücudu, ya'ni ilahlığı ile maddi vücudunun birleşmesi ve ruhülkuds ile yeniden doğuşdur. asli günah dedikleri, ta adem aleyhisselamdan geldiğine inandıkları suçun, vaftizle afv edileceğine inanırlar. vaftiz kilisede yapılır. kiliseler arasında vaftizin yapılışı birbirinden farklıdır. ba'zıları kudsiyyetine inanılan bir suya daldırarak, ba'zıları su serperek, ba'zıları da, başına su dökmek suretiyle vaftiz yaparlar. vaftiz yapılacak kimsenin yaşı da kiliseler arasında değişikdir. hıristiyanlar vaftiz yapılmadan ölenin günahkar olarak öldüğüne inanırlar. burada, ruhaniyyete aid hiç bir şey yokdur. kurban: işai rabbani veya evharistiya. bunun tafsilatını yukarıda zikr etmişdik. incile göre, isa aleyhisselam, havarileri ile birlikde yidiği son akşam yemeğinde ekmeği parçalayıp, alın yiyin, bu benim etimdir diyerek, havarilere verdi. bir kase içindeki şerabı uzatıp, alın içiniz, bu benim kanımdır diyerek onlara içirdi. pavlos bunu te'vil etdi. kilise ise, onu ayin haline getirdi. önce senede bir def'a yapılırken, sonradan her hafta yapılmağa başlandı. papazlara sorarız, şerab içmek, şerablı ekmek yimek ibadet olur mu? böyle, ibadet olarak yapılan bir işin ruhaniyyet neresindedir? incil okumak: papaz incilden bir parça okumakda, hazır olanlar da, bunu anlamadan dinlemekdedirler. bu da ruhani olamaz. çünki bugünkü inciller, isa aleyhisselama semadan gönderilen mukaddes kitab olmayıp, insan sözleridir. hıristiyanlar, müslimanların hac farizasını yapmalarına da i'tiraz ederek, bu, yehudilerin senede üç def'a, kudüsi şerifde bulunan beyti mukaddesi ziyaret etmek adetlerine benzemekdedir. çünki, allahü teala, o makamı mukaddesde tecelli buyuracağını va'd etmişdi. fekat sonradan yehudiler, yapdıkları cinayetlerden dolayı, allahü tealanın gadabına uğradılar. hükumetleri yok oldu, düşmanları gelerek, beyti mukaddesi yıkdılar. allahü teala, beyti mukaddesin yerine, isa mesihin cesedini kendisine beytullah tahsis etdi. kullarına isa mesihi bu sebeble gönderdi. ona inanmış olanları da, ruhülkuds ile te'yid ederek, her birini canlı bir beytullah olmak derecesine –cevab veremedi kavuşdurdu. böylece, allahü teala için, tecelli edeceği, insan eliyle yapılmış hususi bir yere, bir haneye artık lüzum kalmadı. tekrar böyle bir hanenin seçilmesi, allahü tealanın hikmetine muvafık değildir. incilde, isa mesihin, bir zeman gelir ki, babaya ne bu ibadeti yapacaksınız ve ne de kudüsde secde edeceksiniz. fekat hak üzere secde edenler, ruh ile ve sıdk ile her yerde secde etsinler. çünki baba da, kendine böyle secde etmelerini ister dediği kelam, kıyamete kadar kaim ve daimdir. hal böyle iken, tekrar herkesin tavaf etmesi için zahiri bir hane, bir ortaya çıkarmak ve allahü tealanın sonsuz bereketlerine kavuşmağı yalnız o mekana tahsis etmek ve halkı o haneyi ziyarete teşvik etmek, hıristiyanlık dininin yüksek ruhaniyyet mertebesini, çok aşağı bir dereceye indirmekdir. bu ise, tekrar eski yehudi adetlerine, şekli ve zahiri bir adete geri dönmek olur demekdedirler. cevab: bu i'tirazları da, temamen aslsızdır. çünki: hıristiyanlar, isa mesihin cesedinin beyti mukaddesin yerine geçdiğini hangi incilin hangi ayetinden almışlar ise, onu beyan etmeleri lazımdır. beşon altın maaş karşılığı, kilisede hizmet etmeğe me'mur olan bir papazın sözlerinin, hıristiyanlık dininin emrleri olamıyacağı açıkdır. incillerde yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselam ömrü boyunca, beyti mukaddesi ziyarete gitmiş, hatta onun içindeki satıcıları koğarak, içerisini temizlemeğe çalışmışdır. bundan anlaşılıyor ki, eğer beyti mukaddesin hükmü kalmayıp, kendisi onun yerine geçseydi, onu ziyaret etmeğe devam etmez, içerisini de dünyalık kazanmağa çalışan kimselerden temizlemezdi. şakirdlerine de, artık siz bu beyti mukaddese i'tibar etmeyiniz. onun ma'nası benim. sizlerden her biriniz birer birer allahın evisiniz derdi. beyti mukaddesin harab olmasından sonra, başka bir yerin tekrar olarak seçilmesi, niçin hikmeti ilahiyyeden beklenilmesin! islam i'tikadına göre, allahü tealanın şeriki ve benzeri yokdur. kendi mülkünde dilediğini yapar. belli bir zeman kıble olarak beyti mukaddesi gösterir, daha sonra da, ka'bei muazzamayı kıble yapar. ona kimse karışamaz. incillerin yazıldığı zemanlarda, bütün nasraniler, musa aleyhisselamın şeri'ati ile amel etdikleri ve havariler ve onların şakirdlerinin hepsi, beyti mukaddesi ziyaret etdikleri için, incillerde herhangi bir mahallin ziyareti emr edilmemişdir. sözü de yanlışdır. papazın kendi iddiasını kuvvetlendirmek hırsı ile uydurduğu bir iftiradır. şeklinde kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde, herhangi bir haber var ise, beyan etmelidir. ka'bei muazzamayı ziyaret etmek, müslimanlara umumi bir emr değildir. hac yapacak kimse, hac yapabilmek şartlarını haiz olmalıdır. mesela, zengin olmak, sıhhatli olmak, gidilecek yolun emin olması gibi. papazın burada da, kötü niyyeti ve düşmanlığı ortadadır. bir dinde, bir mahalli ziyaret etmenin ve o mahalli kıble edinmenin emr olunması, o dinin yüksek bir mertebe ve ruhaniyyetden en aşağı dereceye düşmesiniicab etdirmez. incillerde, isa aleyhisselamın olduğunu bildiren bir ayet de yokdur. bir sebeble yükseklik ve ruhaniyyetin azalması papazın kendi hayalidir. ka'bei muazzamayı ziyaret etmenin müslimanlara emr olunması, hükmü kaldırılmış şekli bir adete, tekrar geri dönmek değildir. çünki, isa aleyhisselamın dininde, beyti mukaddes ziyaret hükmü kaldırılmamışdı. gerek isa aleyhisselamın dininde, gerekse islam dininde, geçmiş peygamberlerin şeri'atlerinin nice hükmleri bakidir. bunların baki olması, musa aleyhisselamın şeri'atine geri dönmek demek değildir. papazın, haccın şartlarını bilmeden sözü de, cehaletini göstermekdir. islamiyyetde emr edilen haccın adabından kısaca bahs edelim: hacca niyyet eden bir mü'min, her şeyden önce, ihlas ile tevbe etmelidir. üzerinde kul hakları varsa, ödemeli, emanetleri sahiblerine vermelidir. hacca gidip gelinceye kadar, ailesinin ihtiyacı olan nafakayı hazırlamalıdır. ka'bei muazzamaya gidip gelinceye kadar, icab eden yol parasını, halal maldan olarak yanına alması ve kendisine hayrlı yol arkadaşları bulması ve içlerinden huyu en güzel, olanı, emir ta'yin edip, onun sözlerine itaat etmesi ve onun tedbirlerini yerine getirmesi lazımdır. ayrıca, yolun emniyyetli olması, canının ve malının helak edilme korkusu olmaması lazımdır. yol emniyyeti olmaz ise, hacca gitmek farz olmaz. haccın farzları üçdür: ihram giymek: mekkei mükerremeye yaklaşıldığı zeman, mikat denilen belli yerlerde veya daha evvel, hacılar elbiselerini çıkarıp ihrama bürünürler. başka birşey giymezler, ya'ni dünya zinet ve elbiselerinden arınıp, mahşer yerine gider gibi, herkes aynı elbiseler içerisinde, beğ ve köle farksız, başı açık, ayağı çıplak giderler.haccı ihram içinde yapmak farz olup, ihram ile yapılmazsa hac sahih olmaz. peştemal gibi, iki beyaz bez olup, biri belden aşağı sarılır, diğeri de omuza sarılır. iple bağlanmaz ve düğümlenmez. ihram giyen kimseye, ba'zı işleri yapmak haram olur. bunun tafsilatı, fıkh ve ilmihal kitablarında yazılıdır. tava tavaf, ibrahim ve isma'il aleyhimesselamın sünneti şerifeleri üzere, ka'bei muazzamanın etrafında yedi def'a dönmekdir. tavaf, mescidi haram içerisinde yapılır. tavafa niyyet etmek de, ayrıca farzdır. farz olan tavafa, denir. tavafa, taşından başlamak da sünnetdir. tavaf ederken, allahü tealanın ve onun resulünün öğretdikleri düaları okumak lazımdır. okunan düaların ma'nai şerifleri, allahü tealayı en güzel şeklde ta'zim ederek, ondan rahmetini istemekdir. arafatda vakfeye durmak: büyük küçük, zengin fakir bütün müslimanlar, üzerlerinde sadece ihram olduğu halde, mahşer ehline benzer bir şeklde, arefe günü ya'ni zilhicce ayının dokuzuncu günü, öğle namazının vakti başladıkdan, ertesi gün fecr vaktine kadar, arafat meydanında bulunur ve rahman olan allahü tealadan afv ve magfiret isterler. burada, yüz binlerce müsliman, hep bir ağızdan telbiyeyi arabi olarak okurlar. telbiyenin ma'nası, buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan allahım, emrine hazırım ve iradei ilahiyyene itaat ederim. senin benzerin ve ortağın yokdur demekdir. haccın ma'nevi cihetine gelince, erbabı olanlar, haccın adabı ve farzları için, nice ma'nalar beyan etmişlerdir. geçmiş dinlerde, allahü tealaya yaklaşmak için, insanlardan uzaklaşıp, dağlarda yalnız başına yaşanılırdı. allahü teala, ümmeti muhammede, bu ruhbanlığı emr etmeyip, onun yerine haccı emr etmişdir. hac yapan kimsenin zihni, ticaret gibi dünya meşgalelerinden uzak olup, sadece allahü tealayı düşünmekdedir. müslimanlar, riya ve gösterişden uzak, ailesinden ve vatanından çıkarak, bu vadiye ve bu sahraya düşünce, dünyadan çıkıp, mahşer yerini ve kıyamet hallerini hatırlar. elbiselerinden soyunup, beyaz ihrama girince, kefenleri ile, allahü tealanın huzuruna gitdiklerini düşünürler. ya'ni buyur allahım buyur, emrine hazırım derken, düasının kabulü ile kabul edilmemesi korkusu içerisinde, allahü tealadan rahmetini ve mağfiretini istemekdedirler. haremi şerife kavuşunca, beytullahı ziyaret için gelenlerin zahmetlerinin boşa gitmeyeceğini bilirler. allahü tealanın rızasını gözetip, onun rızası için beytullahı ziyaret etdiklerinden, onun azabından emindirler. hacerülesvede yüz ve el sürerek öpüp, ziyaret etdikleri zeman, allahü tealaya daima itaat etmek üzere biat etdikleri ve bu biatlarına, ahde vefa göstereceklerine kendi kendilerine söz verirler. , bir aşıkın ma'şukuna sığındığını düşünürler. bütün bunlar, haccın edeblerindendir. hıristiyanların, i'tirazkar sözleri de, asla doğru olamaz. çünki, isa aleyhisselamın, buyurmuş olduğu matta incilinde yazılıdır. bunun ma'nası, cennete götürecek olan amel, nefse gayet zor gelir. cehenneme götüren amel ise, nefse gayet tatlı gelir demekdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. meşakkat, zorluk artdıkca, ecr ve mükafat çok olacağından, uzak yerlerden giden hacıların ecr ve mükafatları da çok olur. bu ise, adaletsizlik değil, adaletin ve merhametin tam kendisidir. islam dininde, insanın yapamıyacağı birşey asla emr edilmemişdir. kendilerine hac farz olmıyanlar, hacca gitmedikleri için, mes'ul olmazlar. ve hadisi şerifleri mucibince, hac yapmağı arzu edip de, hac yapmak imkanını bulamıyanlar, niyyetlerine göre ecr ve mükafata kavuşurlar. papazlar, farz olan ramezan orucuna da, beni israilin ibadetlerinden alınmışdır diyerek, i'tiraz etdikden sonra, diyorlar. protestan papazları, katolik, rum, ermeni ve diğer ba'zı hıristiyan fırkaları arasında bir nev' perhiz şeklinde oruc var ise de, bu, yehudileri takliddir. yoksa incilde asla böyle yapılmasını emr eden bir yer yokdur. protestanlar, böyle ağır bir yükü halka yüklemekden sakınırlar. sadece kötü niyyetlerden ve batıl inançlardan sakınılmasını, halka tavsiye etmişlerdir. işte, bu gibi zahiri ve lüzumsuz ameller hususunda, insanları, kendi ihtiyarlarına bırakan bir din, elbette şiddetli emrler ile, insanları şekli ve zahiri amellere mecbur eyleyen bir dinden efdaldir. zira, kendi rızası ile ibadet etmek, babasına severek itaat eden çocuğun huyudur. fekat, şer'i emrlerin icab etdirdiği şeylere mecburen itaat etmek, efendisine mecburen hizmet eden kölenin sıfatıdır. bir ay müddet ile, bilhassa, yaz günlerinde, gündüzleri yimeyip içmeyip, mu'tad olanın tersine, geceleri yiyip içmenin sıhhate zararı pek çokdur. ayrıca, birçok hastalıkların meydana gelmesine sebeb olacağı, tabibler tarafından iddia edilmişdir. ayrıca bu farz, dünya üzerindeki memleketlerin gece ve gündüz zemanları, birbirlerinden farklı olduğundan, ba'zı memleketlerin ehalisi için çok, ba'zı memleketlerin ehalisi için az bir müddet olarak icra edilmekdedir. bu da, allahü tealanın adaletine uygun değildir. bilhassa, altmışyedi arz derecesinde olan memleketlerde gündüz müddeti bir ay, altmışdokuz arz derecesinde olan memleketlerde iki ay ve yetmişüç arz derecesinde olan memleketlerde üç aydır. bunun için, bu arz derecelerinde olan memleketlerde yaşıyan müslimanlar için oruc tutmak mümkin olamaz. her halde ve her memleketde bulunan insanlar için münasib ve muvafık olmıyan böyle bir dinin, bütün insanlara teklif edilmesi, allahü tealanın yüksek hikmet ve mutlak olan adaleti ilahiyyesine layık olamıyacağı açıkdır. halbuki, bu gibi memleketlerde binlerce kişi, hıristiyanlığa tabi' olup, hıristiyanlığı hiç bir zorluk olmadan icra etmekdedirler. bu da, islamiyyetin hıristiyanlıkdan efdal olamıyacağının açık delilidir demekdedirler. cevab: bu i'tirazların her biri pek çok deliller ile cevablandırılmışdır. şöyle ki: oruc tutmak musa aleyhisselamın dininde vardı. isa aleyhisselamın dininde de, aynen devam etdi. bunu aşağıda bildireceğiz. islam dininde orucun bulunmasına i'tiraz olunamaz. demek açık bir yalandır. çünki gibi, insanları oruc tutmakla tutmamak arasında muhayyer bırakan bir incil ayeti yokdur. var ise papazlar bunu göstersinler. katolik, rum ve ermeni kiliselerine mensub olan hıristiyanların inançlarında, perhizin aslı oruc olduğu halde, sonradan pavlosun yapdığı tahrifleri ve birçok ibadetleri ibtali sırasında bu hale getirilmişdir. yoksa, incilde oruc emri yokdur demek, incile açık bir iftiradır. matta incilinin dördüncü babının başında ve altıncı babının onaltıncı ayetinde diye emr etdiği ve cin çarpmış bir kimseden cinni çıkarınca yanında bulunup hayret edenlere, dediği incillerde yazılıdır. bunlardan, hem isa aleyhisselamın kendisinin oruc tutduğu, hem de ihlas ile yalnız allah rızası için oruc tutmağı emr etmiş olduğu açıkca anlaşılmakdadır. isa aleyhisselama iman eden halis mü'minleri, çeşidli işkencelerle i'dam eden pavlos, yukarıda tafsilatını bildirdiğimiz, kendisinin uydurduğu, hayal mahsulü bir yalan ile, guya nasraniyyeti kabul eyleyip, oruc ve sünnet olmak gibi, isa aleyhisselamın şeri'atinde bulunan ahkamın kimisini, yehudiliğe benzemek olur diyerek, kimisini de te'vili mümkin olmıyan başka şeylere benzeterek, nesh ve te'viller yapdığı sırada, petrus mukabele etmek istemiş ise de, pavlosun adamları saldırıcı olduklarından, petrusu mağlub etmişdir. kadr ve kıymeti yüksek olan petrus, yehudilerden korkarak, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar edecek kadar za'if kalbli olduğu için, pavlosa karşı sükut etmeği tercih etdiği, incillerde ve hıristiyan din adamlarının ileri gelenlerinin kitablarında açıkca yazılıdır. protestanların, demeğe asla hakları yokdur. çünki, allahü teala tarafından gönderilmiş hak bir dinin ahkamını, insanlar değişdiremezler. bunun için, birçok papaz, toplanılan konsil ve ruhban cem'iyyetlerinde verilen kararların hepsine i'tiraz etmişlerdir. protestanlar da, bu konsillerin kararlarının çoğunu red ve inkar etmekdedirler. hal böyle iken, luther ve kalvin gibi protestanlığın kurucusu olan papazların veya kitabını yazan papaz gibi, protestan cem'iyyetleri tarafından ücret ile tutulmuş papazlardan meydana gelen cem'iyyetlerin tavsiyelerinin bir kıymeti olamaz. oruc, yalnız aç ve susuz durmakdan ibaret değildir. orucun, batıni birçok hükmleri ve faideleri vardır. ilahi esaslar üzerine bina edilmiş olan bir farzı, papazların ve hiç bir kimsenin tahrif etmeğe, değişdirmeğe selahiyyeti yokdur. oruc zahiri ve lüzumsuz amellerden değildir. irfan sahibi olanların ma'lumu olduğu üzere, beden ruhun mekanı ve nefsin arzularının dönüp durduğu yerdir. nefsin cismani arzuları ne kadar galib olursa, ruhani mükaşefeler o kadar az olur. bu kaide her din ve mezhebde müşterekdir. hepsinde nefsin arzularını yapmamak ya'ni çekmek, allahü tealaya yaklaşmağa vesile olur. riyazet nefsin şehvetini kırar. bunun için her din ve mezhebde riyazet kıymetli tutulmuşdur. islamiyyetde orucun üç derecesi vardır avam orucu: islamiyyetin ta'yin etdiği zeman içerisinde , gündüzleri yemek ve içmek ve cima'dan kendini uzak tutanların orucudur. havas orucu: umumi orucda şart olan şeyleri yapmakla beraber, göz, kulak, dil, el, ayak ve bütün azası da allahü tealanın emrlerini yerine getirip, haram ve mekruh kıldığı şeylerden uzaklaşanların orucudur. hassülhavas orucu: yukarıda avam ve havas oruclarında zikr etdiğimiz şeyleri yapmakla beraber, kalbleri, dünya düşüncelerinden ve allahü tealaya yaklaşmağa mani' olacak düşüncelerden ve masivadan, ya'ni allahü tealadan gayri her şeyden yüz çevirip sakınanların orucudur. imamı buharinin rahmetullahü aleyh bildirdiği hadisi şerifde, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. böyle noksan tutulan bir orucun zahiri ve lüzumsuz bir amel olduğunu hakikat ehli zaten anlamışlar ve bildirmişlerdir. oruc tutarken günah işleyenler, benim orucumun kıymeti yok diyerek orucu terk etmemelidir. oruca devam etmeli, allahü tealaya yalvararak afv dilemeli ve işledikleri günahlardan yüz çevirmelidirler. zaten oruca devam etmek, insanı günah işlemekden men' eder.içden gelen rıza ile ibadet, çocukların babalarına itaatı gibidir. dinin emr ve yasaklarını yerine getirmek ise, kölenin zor ile efendisine hizmet etmesi gibidir şeklindeki benzetmesi de, birkaç sebebden yanlışdır: insanın, nefs ve şeytan gibi iki büyük düşmanı olduğundan, dinin emr ve yasaklarını yerine getirmeyenlere azab yapılacağı bildirilmeyip de, yerine getirmekde serbest bırakılmış olsa idi, elbette çok kimse yerine getirmezdi. protestan papazları, oruc hususunda herkesi serbest bırakdıkları halde, vaftiz ve kurban gibi ahkamda niçin herkesi serbest bırakmıyorlar. kendi söyledikleri şeklde yapmağa zorluyorlar? islam dininde ibadetlerin dereceleri vardır: birinci derece: ibadetlerin en kıymetlisi ve en efdali, haramlardan sakınmakdır. haramı gördüğü zeman, yüzünü çevirenin kalbini, allahü teala iman ile doldurur. bir kimse, haram işlemeğe niyyet eder ve o haramı işlemezse, ona günah yazılmaz. haram işlemek, allahü tealaya karşı gelmek olduğundan, ondan sakınmakmuhammed buhari, de semerkandda vefat etdi. da, ibadetlerin en efdali olmuşdur. islam dininde, hiç kimse, günah ile veya kafir olarak doğmaz. zaten, bunu akl da kabul etmez. ikinci derece: farzları yapmakdır. farzların terki büyük günahdır. allahü tealanın yapınız diye emr etdiği şeylere farz denir. farzları yapmak, çok kıymetlidir. hele farzların unutulduğu, haramların yayıldığı bir zemanda, farzları yapmak, daha çok kıymetlidir. farzları yapanlara büyük ecr ve mükafatlar vardır. üçüncü derece: tahrimi mekruhlardan, ya'ni harama yakın mekruhlardan sakınmakdır. tahrimi mekruhlardan sakınmak, vacibleri yapmakdan daha kıymetlidir. dördüncü derece: vacibleri yapmakdır. vacibleri yapmak da, farz kadar olmasa bile, çok sevabdır. vacibler, farz olup olmaması şübheli olan ibadetlerdir. beşinci derece: tenzihi mekruhlardan sakınmakdır. tenzihi mekruh demek, halala yakın olan mekruhlar demekdir. altıncı derece: müekked sünnetleri yapmakdır. sünnetleri terk etmek, günah değildir. özrsüz devamlı terk etmek ise, küçük günahdır. sünneti beğenmemek ise küfrdür. yedinci derece: nafileler ve müstehablardır. nafileleri yapıp yapmamakda müslimanlar serbestdirler. yapmıyana, terk edene ceza olmadığı halde, iyi niyyet ile yapana ecr ve mükafat vardır. oruc, kur'anı kerim ayetleri ile açıkca farz kılınmış olduğu için, onda asla serbestlik olamaz. çünki, islam dini, allahü tealanın emrleri ve yasakları üzerine te'sis edilmişdir. orucun şeklini ve vaktini değişdirmeğe hiç bir beşer muktedir olamaz. fekat hıristiyanlık, bir çok def'a değişdirilip, tahrif edildiğinden, onu herkes dilediği gibi değişdirmişdir. biz allahü tealanın oğulları değiliz. aciz kullarıyız. o ise, bizim halıkımız ve rızk vericimizdir. onun emri ile hareket etmekde, bizce asla utanılacak bir hal olamaz. allahü tealaya kullukdan yüz çevirmek, i'tirazcı, kibrli ve gururlu kimselerin işidir. sözü de doğru değildir. çünki, orucun edeblerinden birisi de, iftar zemanında mi'deyi doldurmayıp, henüz iştiha varken yemekden el çekmekdir. bu edebe riayet edenlerin, hasta olmak değil, bil'aks sıhhat bulacakları bütün tabibler tarafından ittifak ile bildirilmişdir. böyle oruc tutmanın sıhhat için faideli olduğu muhakkakdır. eğer protestanların yalan olan bu sözleri doğru olsa, islam memleketlerinde ramezan ayında her müslimanın hasta olması ve çok kimsenin vefat etmesi icab ederdi. halbuki sıhhi istatistiklerde, ramezan ayında diğer aylara göre hiç bir zıdlık görülmez. aklen de düşünülse, bir çok insan sabah ve akşam olmak üzere günde iki kerre yemek yirler. mu'tad olan iki yemek vaktinin birinde, bir kaç saat değişiklik yapmakla, vücudda ne gibi değişiklik meydana gelebilir? belki oruc ayının başında bir iki gün biraz değişiklik his edilebilir. bu cihetle orucdan dolayı sıhhatde bir değişiklik olmaz.oruc mi'de rahatsızlığına sebeb olmaz. bil'aks mi'denin sıhhatine faidelidir. bu husus, bugünkü modern tıb mütehassısları tarafından, açık ve kesin bir şeklde isbat edilmişdir. muhtelif yabancı dillerde, mütehassıs tabibler tarafından yazılmış tıb kitablarında, bir çok hastalıkların perhiz yapmakla tedavi edilecekleri, yahud perhiz yaparak tedavinin kolaylaşacağı bildirilmekdedir. mi'desinden rahatsız olan kimse, hamile kadın, süt veren kadın ve hastalığının artacağından korkan kimse, harb eden asker ve seferi ya'ni insan yürüyüşü ile üç günlük yola giden yolcular oruc tutmayabilirler. papazların, ne kadar islam cahili oldukları, islamiyyeti hiç bilmedikleri ve zihnlerinde tasavvur etdikleri şeyleri, islam dini zan etdikleri ortadadır. yahud, bildikleri halde, doğruyu söylemiyorlar. orucun sıhhate zararlı değil, bil'aks çok faideli olduğunu ba'zı misallerle isbat edelim: hadisi şerifde, buyurulmuşdur. oruc, bir sene boyunca durmadan çalışan mi'de ile beraber bütün hazm cihazının istirahate sevk edilmesi ve insan vücudünün bir tasfiyeye tabi' tutulmasıdır. böylece, hazm cihazı dinlendirilmiş olur. insanlarda en çok görülen rahatsızlık, hazm bozukluğudur. şişmanlık, kalb ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebeb olmakdadır. oruc, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yapdığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. bugün bir çok hastalıkdan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu yukarıda bildirmişdik. oruc ile, insanın güçlü bir irade kuvveti kazanacağı şübhesizdir. bu sebeb ile alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruc vesilesi ile kurtulanlar çok görülmekdedir. oruc, vücuddaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. oruc sayesinde madde süzmekden kurtulan böbrekler, bir revizyona girerek, dinlenme ve yenilenme imkanı bulurlar. bütün bu bildirilenler, ba'zı papazların yalan ve iftiralarını yüzlerine çarpmakdadır. keşke, yalan söylerken ilmi de, kendilerine yalancı şahid getirmeselerdi. gündüz ve gece müddetleri birbirinden farklı olan memleketlere gelince, diğerinden birkaç saat fazla oruc tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, adaleti ilahiyyeye asla zıd olamaz. kutublarda, bir kaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. böyle yerlerde oruc tutanlar için, bir külfet yokdur. islam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamıyacağı, takat getiremiyeceği şey teklif edilmediğini, allahü teala kur'anı kerimde açıkca bildirmişdir. mesela, abdest azası dörtdür. bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. bir kimse, ayakda namaz kılmağa gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. ramezan ayında, müslimanlara oruc tutmak farzdır. fekat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükden daha uzak bir yere sefere çıksa, oruc tutmak farzı üzerinden muvakkaten kalkar. daha sonra, müsaid bir vaktinde tutamadığı oruclarını kaza eder. gece ve gündüz müddetleri, iki üç ay ve daha fazla devam eden, kutub memleketlerinde olanlar da oruc tutarlar. böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatden daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. gündüzü böyle uzun olmıyan en yakın bir şehrdeki müslimanların zemanına uyulur. eğer oruc tutmazsa gündüzleri uzun olmıyan yere gelince kaza eder. aya giden müsliman da sefere, ya'ni yolculuğa niyyet etmemişse veya orada ikamet etmeğe niyyet ederse, aynı şeklde oruc tutar. papazların islamiyyeti hiç bilmedikleri ortadadır. malumdur ki, allahü tealanın kullarına olan tecellileri, ihsanları ve teklifleri herkese eşid değildir. mesela, ba'zı mü'min kullarına zenginlik verir, ona hac yapmasını emr eder. ba'zı mü'min kullarına fakirlik verip, ona hac yapmasını emr etmez. kimine, güç, kuvvet ve sıhhat verip, oruc tutmasını emr eder. kuvveti ve sıhhati müsa'id olmıyanların da sonra tutmalarına izn verir. kimi kullarına nisab mikdarı mal ihsan edip, zekat vermelerini ve fakir olan akrabalarının nafakalarına yardım etmelerini emr eder. kimi kullarına da fakirlik verip, zekat almaya müstehak kılar. bütün bunlar allahü tealanın adaleti ilahiyyesine tam muvafıkdır. kimi kullarına çok ihsan eder. onlar da ni'mete şükr edip, şükr edenler derecesine kavuşurlar. kimi kullarına da, az ihsan eder. onlar da sabr ederler, sabr edenler derecesine ulaşırlar. allahü teala, hiç bir kulunun amelini zayi' etmez. protestanların, sözleri de, doğru değildir. çünki, zikr olunan kuzey kutub dairesine yakın mahaller, amerikanın en kuzeyi ile sibiryanın uçlarıdır. buralarda eskimolar ve samoidler gibi sayıları çok az olan bir kaç ibtidai kavm oturur. bunlar balık ve vahşi hayvan avlıyarak yaşarlar. buğday ve üzüm gibi şeyleri yetişdiremediklerinden, ekmek ve şerabı bilmezler. orada, mukaddes kurban ayinini icra etmek için, papazın ne yapdığını anlamak isteriz. çünki, ekmek ve şerab isa aleyhisselamın etine ve kanına tehavvül edeceğinden, buradaki hıristiyanlar tanrılarını yiyip içemezler. tanrıları ile birleşmedikleri için de, günahları afv edilemez ve büyük günah kirinden temizlenemezler. vah zevallı hıristiyanlar! pis ve kirli vaftiz sularından hastalık geçmeyip de, orucun ve abdestin sıhhate zarar vereceğini söyliyen papazlar acaba bu sözlerine kendileri inanıyorlar mı? yoksa protestan cem'iyyetlerinden aldıkları paraların hatırı için mi böyle çirkin, ilme ve akla uymayan iftiralar yapıyorlar? şimdi insaf ile bu iki dini karşılaşdırdığımız zeman, hangisinin icrasının kolay olduğunu açıkca görürüz. islam dini, yeryüzünün her noktasında bulunan her kavmin, hiç bir güçlük, hiçbir zorluk olmaksızın uyabilecekleri bir dindir. bir tevhid dinidir. bu dinin, teslis üzerine kurulmuş olan hıristiyanlıkdan üstünlüğü ve kıymeti güneş gibi meydandadır. protestan papazların islam dinine i'tirazlarından biri de, namazdaki kıraetdir. bu papazlar, namazın farzlarından olan kıraet, ya'ni kur'anı kerimden bir parçayı ezberden okumak, ba'zı yerlerde ruhani oluyorsa da, düşünüldüğü zeman, kıraetin de, namazın diğer farzları gibi ruhani olmadığı ortaya çıkar. beş vakt namazda, tekbir ve fatiha ve ettehıyyat, rüku' ve secde tesbihleri ve bunlara benzer ba'zı tesbih ve düalar okunmakdadır. bunları durmadan devamlı olarak ömr boyunca, her gün belli vaktlerde tekrar ederler. insan bundan usanıp bıkar. her resmi şeyleri i'tina ile yapmakdan ve bir takım fani ve ehemmiyyetsiz ameller ile uğraşmakdan, hiç bir faide gelemiyeceğini, isa aleyhisselamın incilde buyurduğu şu iki ayetden açıkça anlaşılır: düa etdiğiniz zeman putperestler gibi, boş yere tekrarlar yapmayın. çünki onlar, çok söyledikleri için, müstecab olacaklarını zan ederler. muhtaç olduğunuz şeyleri baba bilir. demekdedirler. cevab: irfan ehlinin bildiği gibi, bedenin bir hayatı ve gıdası olduğu gibi, ruhun da bir hayatı ve gıdası vardır. ruhun gıdası, masivayı, ya'ni allahü tealadan gayrı her şeyi unutarak, allahü tealayı zikr etmekdir. halık ile mahluk arasında olan perdelerin kalkması için, nefsin şehvetlerini, riyazet vasıtası ile za'ifletmekve ruhu, allahü tealanın ismini zikr ederek kuvvetlendirmekden başka çare yokdur. bir kimsenin bir başkasına olan sevgi ve muhabbeti, onu çok zikr etmesinden, hatırlamasından anlaşılır. çünki, kişinin sevdiğini çok anması tabi'idir. kara sevda derecesinde şiddetli aşk sahibleri, sevgililerinde fena bulup, her an ve her halde, hep onu zikr eder, hep onu söyler, hep onu hatırlarlar. islam dininde de, en mühim maksad, olduğundan, allahü teala, her gün beş vaktde nice kerreler zikr edilerek, kalb kuvvetlendirilmekdedir. kalbin ve ruhun kuvvetlenmesi ise, aradan perdelerin kalkmasına ve sevgiliye kavuşmağa sebeb olur. beş vakt namazda okunan tesbihlerin ve tekbirlerin hepsi, bu esas maksad için olduğundan, bunlardan, bir mü'mine asla bıkkınlık ve usanmak gelmediği gibi, ruhun gıdası oldukları, kalbi ve ruhu kuvvetlendirdikleri meydandadır. her rek'atde tekrar olunan fatihai şerifenin batın ma'naları üzerinde, ehli sünnet alimleri pek çok beyanda bulunmuşlardır. bunların ismlerini yazmak ve toplamak bile çok zordur. sadreddini konevi rahmetullahi aleyh, fatihai şerifenin gizli ma'nalarını anlatan, isminde çok güzel bir kitab yazmışdır. bu kitabında, fatihai şerifenin hakikat ve inceliklerinden, çok azını bildirmiş olduğunu beyan buyurmuşdur. namaz kılarken okunması emr olunan ayetler, tesbihler ve düalar, allahü tealanın büyüklüğünü bildirir ve ona yalvarmağı ifade etmekdedir. allahü teala, bunları okuyanları severim ve onlara çok sevab veririm buyuruyor. allahü tealanın sevgisine kavuşmak için ve sevab kazanmak için okunan ve yapılan şeyler, güç olsalar da, imanı olan kimselere kolay ve çok zevkli, tatlı gelir. şekeri, balı yiyen, bunun tadını anlar. yimeyip uzakdan gören, şekli, rengi iyi değil diyerek tadını inkar eder. sadreddin muhammed de konyada vefat etdi. bir papazın iftiralarına cevablar protestan papazlardan biri, neşr etdiği bir risalede, islamiyyet ile hıristiyanlığın kuruluş şekli hakkında tafsilatlı bir muhakeme yapmışdır. bu risaleden birkaç cümle ele alarak cevablarını yazmağı uygun gördük. risalenin metinleri, italik harflerle, parantez içine yazılmış, daha sonra lüzumlu cevablar verilmişdir. bu risalede demekdedir. cevab: hakikatde mevcud incillerde, muamelata ya'ni alışveriş, aile, kira, ücret. vs. hukuklarına ve siyasi hukuka dair pek az hükm bulunduğundan, papazın dediği gibi, bir milletin nizamına ve siyasetine elbette bir halel ve zarar vermez. çünki, hıristiyanlıkda böyle hükmler yokdur ki, değişiklik yapsın. torbalarında bir şey yok ki, başkalarına versinler. ancak şimdiye kadar, hıristiyanlığın ayak basıp da, eski üsul ve hallerini, meskenlerini, nizamlarını, beldelerini ve hükumetlerini mahvü perişan etmediği bir memleket görülmemişdir. koca roma devletlerinin kütübhanelerinde bulunan siyasi kanunlar, roma adetlerini bildiren kitablar, hep hıristiyanlar tarafından yok edilmişdir. hıristiyanlar sadece hıristiyan olmıyan milletlere değil, kendileri gibi hıristiyan olanlara da aynı vahşeti tatbik etmişlerdir. hıristiyanlık dini adına yapılan haçlı seferleri sırasında, istanbulu işgal eden haçlıların bizanslılara yapdığı zulmleri ve tahribatı, hıristiyan tarihcilerden okuyunuz! ispanyayı ele geçirdikleri zeman, yakıp yıkdıkları yüzlerce kütübhane, binlerce san'at eseri ve katl edilen yüzbinlerce müsliman ve yehudiler hep, papazın iddia etdiği hıristiyanlığın, ma'sum yüzünü ne kadar da güzel isbat ediyor. hıristiyanlık, dünyanın hiç bir memleketinde kolayca yerleşmemişdir. yerleşebileceği de düşünülemez. günümüzde bile fakirlik ve açlık içinde bulunan memleketlerde, halkı hıristiyan yapmak için, milyarlarca lira harcıyarak, çeşidli yardımlar yapıyorlar. hatta, o zevallı insanlara maaşlar bağlıyorlar. fekat yine de, onları hıristiyan yapamıyorlar. bu papaz, acaba bunları bilmeyecek kadar cahil midir? yine bu risalede, hıristiyanlığın melekutu, dünyanın melekut ve saltanatına benzemez. ruhani ve hakiki bir melekutdur. onun ruhani, hakiki ve kendine mahsus dini tabi'atı icabı, insanları bulundukları her bir hale ve mahallerine uygundur. ne bir memleketin hakimlerini ve ileri gelenlerini hıristiyan yapmağa i'tibar eder, ne de onların isteklerini ve adetlerini temamen red eder demekdedir. cevab: bir din, insanların bulundukları her hal ve mahalle uygun olunca, artık hakimlerini ve ileri gelenlerini o dine da'vet etmeğe lüzum kalmaz. çünki, o dinin kendisi, kendini neşr eder, yayar. fekat protestanların hıristiyanlığı yaymak için nasıl çalışdıkları meydanda olduğundan, bu iddiaları da, hakikate uygun değildir. bir diğer husus da, hakimlerini ve memleketin ileri gelenlerini hıristiyanlığa da'vet etmemeği, bir nev'i yüksek himmet kabul etsek de, onların isteklerini ve adetlerini red etmemekde, acaba ne gibi bir faide düşünülebilir. yoksa, bu papazın nazarında, her kötülük, hıristiyanlık dininin tabi'i ruhaniyyetinden midir? papaz yine bu risalede, demekdedir. cevab: halbuki bu papaz, yine aynı risalenin seksenyedinci sahifesinden yüzyedinci sahifesine kadar, hıristiyanlığın islamiyyet üzerine üstünlük ve faziletini isbat için, islam memleketlerinin harablığını ve avrupanın zenginlik ve ma'muriyyetini delil olarak getirmişdi. şimdi burada da, bir milletin kuvvet ve kudret dairesini genişletmek hıristiyanlığın maksadı değildir, demekdedir. orada dediği hıristiyanlık da, acaba burada söylediği başka bir din midir? yine bu papaz hıristiyanlığın te'sir ve nüfuzunu kabul ederek, ona kıymet verenler, bu dünyada devamlı olan mukaddes bir kardeşlik bağı ile beraber, akl ve siyasete kavuşurlar. ahiretde de, kamil bir kul olduklarından, ilahi ni'metlere ve zevklere vasıl olurlar demekdedir. cevab: bu sözüne göre; ingiltere, avusturya devletleri ile amerika cumhuriyetlerinin, hıristiyan olmalarından şübhe edilir. çünki, bunların mukaddes bir kardeşlik bağı ile, birbirlerine bağlanmış oldukları, hiç görülmemişdir. bunların hepsi politik menfe'atler uğruna, birbirlerinin gözlerini oymakdadırlar. luther fırkası ile calvin fırkası ve diğer protestan fırkalarının birbirlerine olan düşmanlıkları, katoliklerle protestanların birbirlerine olan düşmanlığından az değildir. tarih boyunca, katoliklerle protestanlar, birbirlerini en büyük düşman ve kafir olarak kabul edip, merhametsizce imha etmişlerdir. bunlardan bir kaç misali daha önce bildirmişdik. tarihi okuyanlar bunu iyi bilirler. papazın bu sözü, islam dininde bulunan ve müslimanların kitablarında yazılı olan, kardeşlik, sevgi ve cömertlik gibi iyiliklerin taklidi olduğu meydandadır. müsliman kitablarında okumuş olduğu, müslimanlara mahsus olan iyilikleri, hıristiyanlığa mal etmekdedir. yine bu papaz eğer, islamiyyetin hıristiyanlıkdan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası doğru olmuş olsa idi, allahın melekutunu yukarıda anlatılandan daha güzel, daha yüksek ve daha ruhani göstermesi icab ederdi. yeryüzünde bulunan milletlerin hallerine ve memleketlerine daha uygun olması icab ederdi. insanları dünyada se'adete, kemale ve adalete kavuşdurması ve dünyadan ayrılacakları zeman da, izzet ve se'adeti ebediyyeyi daha çok ümmid etmelerine te'sir etmesi lazımdı demekdedir. cevab: islam dininde allahü tealanın melekutu, muhammed aleyhisselamın dinidir. onun ahkamı ile amel edenler, dünyada ve ahiretde sonsuz ni'metlere kavuşurlar. ona tabi' olmıyanlar ise, hüsrana uğrayıp, cehennemde azab olunacaklardır. böyle olduğu kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde en güzel şekliyle, geniş olarak anlatılmışdır. ahiretde mü'minler için va'd edilen ni'metler, se'adetler temamen anlatılsa, bunları insan aklı kavrıyamaz. bu papazın, dört incil ile petrus ve pavlosun mektublarından başka, dünyada olanlardan ma'lumatı olmadığından, böyle garib bir iddiada bulunması cehaletinden başka bir şeyi göstermez. se'adete, huzura ve adalete kavuşdurmakda islam dininin kuvvet derecesini bilmek için, islamiyyeti ve islam devletleri tarihini, iyi incelemek lazım olduğunu kendisine hatırlatırız. bu iki dinin ahval ve keyfiyyetini bilenler, hıristiyanlık dininin melekutdan uzak, olduğunu iyi anlarlar. islamiyyetin ve hıristiyanlığın ahvalini ve tarihlerini okuyan bir kimse, hakikatin bu papazın iddia etdiği şeyin tam tersi olduğunu anlar. yine bu papaz, her hıristiyan, isa mesihin öldükden sonra dirilip göğe çıkmasını, ya'ni kıyamını kendi kurtuluşuna bir kefalet kabul eder. hıristiyanlar ölüm korkusundan, ölmek mescidde uyumak gibidir inancı ile emin olmuşlardır. hıristiyanlar, ölümü zararlı değil, faideli kabul ederler. halbuki, müslimanların çoğu ölümden korkmakdadır. i'tikadlarına göre, kendilerini ahiretde ümmidvar edecek bir çok va'dler bulunduğu ve bilhassa gazaya çıkıp da şehid olmak için can atan çılgınlar, can verirlerken kendilerini hurilerin karşılayıp, cennet bağçelerinde ağırlanacaklarını zan ederler. bütün bunlar bizce de inkar edilmiş değildir. bununla beraber, can verirken müslimanlarda görülen ferah ve sevinç, ahiretde ihsan olunacak bir takım latif taamlar ve huri kızları gibi nefsin arzu ve lezzetlerine bağlıdır. fekat hıristiyanların, o haldeki sevinçleri, günahlardan temizlenmiş, ruhani yeni bedenler ile, cenabı hakkın huzuruna vardıklarına tam inanmalarındandır. bu da, islamiyyetin hıristiyanlık kadar semavi ve ruhani olmadığını isbat eder demekdedir. cevab: islam i'tikadında öldükden sonra insanlar tekrar dirilecek, mahşer yerinde toplanacaklardır. burada hesablar görülüp, herkes hak etdiği cennet veya cehenneme götürülecekdir. sevab ve azab herkesin yapdığı amele göre, derece derece olacakdır. biz müslimanlar için ahiretdeki en yüksek derece, allahü tealaya kavuşmakdır. yoksa, yalnız cennet taamlarına ve hurilere kavuşmak değildir. zaten, mü'minler dünyada her yapdıklarını allah rızası için yaparlar. yapılan amellerin en efdali ihlas ile yapılandır. mü'minler ölümü asla kerih görmezler. derler. çünki onlar, kim allahü tealaya kavuşmak istemezse, allahü teala da, ona kavuşmak istemez. kim allahü tealaya kavuşmağı severse allahü teala da, ona kavuşmağı sever ve hadisi şeriflerine tam inanmışlardır. pek çok din büyükleri ve evliya ölümü hemen isteyerek, allahü tealaya, resulullaha ve evliyadan olan hocalarına ve diğer velilere kavuşmağı istemişlerdir. kendilerini ölüm hastalığında gören talebelerine, üzülmeyiniz! resulullaha ve allahü tealaya kavuşacak bir kimse için veya bir evin bir odasından diğer odasına geçecek olan kimse için ağlanılmaz diye nasihat buyurmuşlardır. bu din büyüklerinin hepsi, tatlı bir tebessüm ile güler oldukları halde, dünyadan ayrılmışlardır. işte burasını söylemek, papazın işine gelmediğinden, sadece cismani cennet ni'metleri tarafını beyan etmişdir. güya bu, i'tirazını kuvvetlendirmekdedir. halbuki, bu kadar i'tirazı ve teassubu ile beraber, müslimanların ve şehidle–cevab veremedi rin ölürken hıristiyanlardan daha ziyade ferah ve sevinç içinde olduklarını kendisi i'tiraf etmekdedir. allahü tealanın kudreti sonsuzdur. yine bu papaz, incilde isa mesih, imanı olmıyan bir kimseyi veya bir hükümdarı tehdit etmemiş ve ona başkalarına ibret olacak bir şeklde muamele etmeyi de emr etmemişdir. hükümdar kafir olsa bile, ona itaat etmeyi emr etmişdir demekdedir. cevab: evet isa aleyhisselam, kafir hükümdara dahi itaati, emr etmişdir. çünki, yetmişseksen kişi ile roma devletine ve bütün yehudilere karşı cihad etmek, onlara karşı gelmek mümkin değil idi. islamiyyetde de, hükumete, kanunlara karşı gelmek men' edilmişdir. yine bu papaz, incil bütün hükümdarlara itaat etmeği emr eder. hatta hıristiyan olmıyan hükümdarlar şöyle dursun, hıristiyanlığa, buğz ve düşmanlığı olan hükümdarların dünya nizamlarına, kanunlarına itaat etmek lazım olduğunu herkese ta'lim ve tavsiye eder demekdedir. cevab: protestanlığın kurucusu olan lutherin, hıristiyanlıkda böyle bir kaidenin bulunduğunu, bu risaleyi yazan papaz kadar bilmediğine hayret edilir! veya kendisi hiç kimseye tabi' olmadığından, asla buna i'tibar etmemişdir. çünki luther, ingiltere kralı sekizinci henri hakkında yazdığı tenkid yazılarında, gayet tahkir edici bir lisan kullanır. mesela, kitabınınsenesindeki baskısının yedinci cildinin ikiyüz yetmişyedinci sahifesinde diyor ki, milletin selameti için ben deyyus ile konuşuyorum. o kral, ahmaklığı sebebi ile, izzet ve makamının hukukuna hurmet etmediği halde, ben niçin o deyyusun yalanını ağzına tıkmıyayım. ey cahil meşe odunu, sen mülkün sahibi olduğun halde, niçin sahtekar bir yalancı ve kefen soyucu, hırsız ve ahmaksın. işte ingilterenin üstünlüğü ve bereketleri ile idaresi, bundan sonra senin eline kalmışdır. vs. vs. görülüyor ki, protestanların lideri ve protestanlığın kurucusu olan luther, hıristiyanlığa düşmanlığı olmıyan, ancak lutherin yeniliklerine i'tibar etmiyen henriye itaat edip, boyun eğmek bir tarafa, hakkında yukarıdaki çirkin sözleri kullanmakdan asla çekinmemişdir. emri nerede kalmışdır. protestanlığın kurucusu luther, niçin itaat etmeyip, isyan ederek incilin emrlerini çiğnemişdir? yine bu risalede, muhammed aleyhisselam, harb ederek bir din değil, siyasi bir hükumet kurmuşdur. islam dininde ancak medinei münevverede cihada izn verilmişdir. muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, musa aleyhisselam gibi, cihad ile emr olunmuşdu. din ve devleti bir tutmuş, hem peygamberlik vazifesini, hem de devlet reisliğini kendinde toplamışdır demekdedir. cevab: bu ibarenin baş tarafı temamen yanlış, son yarısı ise doğrudur. islam dininde, allahü tealadan başka hakim ve malik yokdur. muhammed aleyhisselamın dininde, bütün mü'minler hürdür. çünki bu dinde, muamelat için olan hükmler, o kadar mükemmeldir ki, daha güzeli tasavvur olunamaz. bunlar, sağlam kaideler üzerine kurulmuş ve o kadar mükemmeldirler ki, binlerce asr daha geçse ve medeniyyet binlerce renge girse, yine bu esaslar üzerine, her asrın terakki ve icabına göre, her yeni mes'elenin islamiyyetdeki hükmünü anlamak mümkindir. islamiyyetde, bu papazın zan etdiği gibi, kahr edici bir kuvvet ve galib bir saltanat yokdur. demek kadar cahilane bir söz olamaz. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bütün ömrü boyunca, devlet reisliği yapdı. sultanlar gibi mal toplamadı. elinde olanı daima fakirlere ve zenginlere dağıtırdı. ömründe bir def'a kendisinden bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi. var ise verir, yok ise, sükut ederdi. fakirlik üzere yaşadı. fekat, onun sallallahü aleyhi ve sellem fakirliği ihtiyari idi. çok parası dahi olsa, onu yanında bir gece bekletdiği görülmedi. hep dağıtırdı. eshabı da, ondan görerek böyle yaparlardı. kanaat ile yaşadı. hatta, vefatında bir zırhını, borcuna karşı rehn vermiş bulundu. vahyi ilahi olmadığı zeman cihad gibi bir işe başlıyacak olsa, kendi görüşü ile hareket etmeyip, mealindeki ayeti kerime mucibince, eshabının fikrlerini sorarak, en güzel fikre göre hareket ederdi. luther ve calvinin zemanlarına kadar, avrupanın yegane hakimi papalar idi. engizisyon mahkemelerinde, kralları dahi aforoz ederek, istediklerini hakim kılıyor, istemediklerini de krallıkdan uzaklaşdırarak, perişan ediyorlardı. araya, papazların şahsi çıkarları ve ihtirasları da girerek, devlet işleri yapılamaz oldu. böylece, avrupayı öyle bir hale getirmişlerdi ki, bütün siyaset ve devlet adamları, kabul edilmedikce, ya'ni hıristiyanlık ile devlet işlerini ayırmadıkca, devlet kurtulamaz diye feryad ediyorlardı. sonradan protestanlar, papa hükumetine rağmen, devlet işleriyle din işlerinin ayrılmasını lüzumlu gördüler. hıristiyanlığı devlet işlerinden ayırarak, bütün insanlık alemi için hizmet etdiler. eğer şimdiye kadar papaların emrinde olan hükumetler devam etseydi, bu devletlerin perişan olacakları muhakkak idi. islamiyyete uymuş olan devletlerin, ondan aldıkları kuvvet, kudret ve heybet, tarihlerde yazılıdır. bu şanlı islam devletlerinden olan endülüs emevi devletinden kalan eserler ispanyada ve osmanlı devletinin mi'mari, hukuki ve edebi eserleri, avrupa, asya ve afrika kıt'alarında hala mevcuddur. yine bu risalede islamiyyet, müslimanların güç ve kuvvet sahibi olmalarını emr etmekdedir. bunun için, hakkaniyyet sahibi ve allahü tealaya yaklaşmak isteyen kimseler yerine, kuvvet ve dünya servetine düşkün olan kimseler arasında yayılıp, onları kendilerine bağladı. bunun için, islamiyyete tabi' olanlar, yalnız ma'nevi bir dine bağlanan kimseler gibi olmadı. islam dini, başından beri bozuk ve karışık bir halde bulunmuşdur. halbuki hıristiyanlık, mücerred mukaddesliği ile, kendisine inananları devlet ve dünya azametinden sakındırmışdır. hıristiyanlar, başından beri, çeşidli müşkillerle karşılaşmış ve düşmanların kahr edici saldırılarına uğramışlardır. böylece, dünya çıkarları ve menfe'at peşinde koşanların, hıristiyanlığa girmelerine mani' olmuşdur demekdedir. cevab: işin aslı, papazın yazdıklarının temamen tersinedir. hicretden önce mekkei mükerremede imana gelen eshabı kiram içerisinde, kuvvet ve dünya servetine düşkün hiç kimse yokdu. çoğu fakir ve za'if kimseler idi. islamiyyete düşman olan, kureyşin ileri gelenleri ise, zengin, kuvvet sahibi ve dünyaya düşkün kimseler idi. matta incilinin yirmialtıncı babında yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselam, hıristiyanların inançlarına göre, ölmeden bir gün evvel havariler ile yehudilerin fısh bayramındaki son akşam yemeğini yidikden sonra, onlara kendinin öldürüleceğini ve içlerinden birisinin kendini yehudilere haber vereceğini söylemesi üzerine, aralarında bu hainliği kimin yapacağı hususunda havarilerin kalblerine korku düşdü. isa aleyhisselam, yehudiler tarafından yakalanmasından sonra, yanında bulunan havariler, kendisini terk edip ayrıldılar. isa aleyhisselamın en yakın dostu olan petrus, o gece horoz üç def'a ötünce, üç def'a isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hayatında, eshabı kiram arasında kabile reisleri, kavminin ileri gelenleri ve zenginler de var idi. onlardan böyle edeb ve imana uygun olmıyan bir tehlüke meydana gelmedi. çünki bunların islamiyyeti kabul etmeleri geçici olan dünya malı için olmamışdı. eshabı kiramın hepsi, dini islam uğruna mallarını ve canlarını seve seve osmanlı devleti da kuruldu. de inkiraz etdi. feda etdiler. doğruluk ve mukaddesliğin islamiyyet ve hıristiyanlıkdan hangisinde çok olduğu meydandadır. kuvvet ve dünya malı peşinde koşan kimseleri hangisinin celb etdiği, bildirdiğimiz bu misallerden açıkca anlaşılır. yine bu papaz, islamiyyetin dini devletden ayırmaması sebebi ile, noksanlığı birkaç şeklde ortaya çıkar. bu mezkür noksanlıkların her birinde, insanların dine olan ihtiyaçlarını, hıristiyanlığa göre, daima tenakuzlar içerisinde bulundurmuşdur. bundan dolayı, islamiyyetin yüksek bir din olmadığı anlaşılır. şimdi din ve politikanın birleşmesinden meydana gelebilecek ba'zı tehlükeleri anlatmağa başlıyoruz demekdedir. cevab: daha önce bildirdiğimiz gibi, bu i'tirazcı papaz islamiyyeti daima, matta ve yuhannaya nisbet edilen incillerden ve petrus ve pavlosa isnad edilen bir takım mektublardan çıkarılan hıristiyanlık dini gibi zan etmekdedir. anlatacağı tehlükeler o kaynakdan çıkmakdadır. yine bu papaz, hıristiyanlık, islamiyyetden daha çok yayıldığı gibi, onu kabul etmiyenlere karşı harb etmemiş ve onların namus, kıymet ve haysiyyetlerini kıracak bir muamelede de bulunmamışdır. hıristiyanlığa inananları, iyilik ve bereketlere kavuşdura gelmişdir demekdedir. cevab: hıristiyanlar, ispanyanın gırnata şehrini istila etdikden sonra, engizisyon mahkemelerinin zulmü ile müslimanları ve yehudileri cebren, hıristiyan yapmışlardır. dinlerini değişdirenleri dahi ateşe atarak yakmışlar. bu papaz, yine papazların yazdığı endülüs ve engizisyon tarihlerinde bildirilen vahşetleri ve zulmlerini okumuş olsaydı, yalanını yazmağa cüret edemezdi. filhakika, bir bakımdan bu papazın sözü doğrudur. çünki hıristiyanlar, idareleri altında hıristiyan olmıyan hiç bir insan bırakmamışlar, bunları akla ve hayale gelmiyecek barbarlıklarla, işkenceler içerisinde yok etmişlerdir. hatta, katolikler protestanları, protestanlar da katolikleri böyle imha etmişlerdir. böylece, hıristiyanların hakim oldukları yerlerde, başka dine mensub bir kimse kalmamışdır. başka dine mensub hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde, hıristiyanların, sözü yalan olmakdadır. çünki, zulm edecekleri bir kimse kalmamışdır. hıristiyan tarihcilerin teassub ile yazdıkları haçlı seferleri tarihini okuyanlar, papazların ne kadar yalancı olduklarını gayet iyi anlarlar. bu yazdıklarımızı kendisi ile görüşdüğümüz bir papaza sorduk. i'tikadında olan, herkese iyilik yapmağı emr eden bir dine mensub oldukları iddiasında bulunan hıristiyanların, bunca vahşeti nasıl yapdıklarını anlamak istedik. cevab veremedi. yine bu papaz, islamiyyet, daima muarızları ve müsliman olmıyanlar ile harb etmeyi emr eder. mağlub olanlardan cizye alıp, onlara hakaret ile muamele eder. şimdi bu iki dinden hangisinin ahkamı şefkat ve merhametce daha üstün ve insanların tabiatlarına daha münasibdir? bunlardan hangisinin daha üstün olduğunu akl ve insaf sahibi olanlar, hemen anlarlar demekdedir. cevab: tarih meydandadır. papazın bu yazıları vaki' olanın tam tersinedir. yalandır, iftiradır. müslimanlar, islama saldıran düşmanlar ile ve keyfleri uğruna, insanlara zulm eden zalimlerle ve insafsız diktatörlerle harb etmişlerdir. islamiyyetde cihad, ya müslimanlara, islam memleketlerine saldıran kafirlere, zalimlere karşı müdafe'a için yapılır. yahud, zalim diktatörlerin, zulm ve işkenceleri altında merhametsizce ezilen, zevallı insanları bu işkencelerden kurtarmak, insanları dünya ve ahiret se'adetine kavuşduran islamiyyetdeki, adaleti ve huzuru, bu zevallı insanlara da duyurmak için yapılır. ya'ni, allahü tealanın kullarına, allahü tealanın dinini öğretmek, onları huzur ve se'adete kavuşdurmak için yapılır. yoksa, islamiyyetde harb, başka memleketlere saldırarak mal toplamak için yapılmaz. harb neticesinde feth edilen yerlerde, hıristiyanların yapdığı gibi, asla katliamlar yapılamaz, zulm edilemez. bunu, allahü tealanın yasak etdiği, kur'anı kerimin birçok yerinde ve peygamberimizin çeşidli hadisi şeriflerinde bildirilmişdir. dinlerini değişdirmeleri için, asla zorlanılamaz. zorlamak kur'anı kerime uymamak olur. mealindeki bekara suresinin ikiyüz ellialtıncı ayeti bunu açıkca göstermekdedir. islamiyyetin bindörtyüz sene hakim olduğu yerlerde ve altıyüzotuz yıl osmanlı devleti idaresinde bulunan memleketlerde çok hıristiyan vardı. bugün türkiyedeki hıristiyanlar bunların torunlarıdır. osmanlı devleti, hıristiyanları din değişdirmek için birazcık zorlasa idi, bugün türkiyede hiç hıristiyan bulunmazdı. vahşi hıristiyan ispanyollar, endülüs emevi devletini yıkıp, ispanyayı ele geçirdikleri zeman ne kadar müsliman ve yehudi varsa, hepsini katl etmişler, daha sonra da diyerek bayram yapmışlardır. bunlar, her yere kolaylıkla yayıldığı, şefkat ve merhamet dini olduğu iddia edilen hıristiyanların yapdıkları zulmlerdir. fatih sultan muhammed han, de istanbulu feth edince, rumların ellerinden mallarını almamışdır. dinlerini yasaklamamışdır. hıristiyan bizansın zulmünden bıkıp usanan halk, osmanlı adaletine kavuşmak için bizansa değil, osmanlı devletine yardım etmişdir. istanbulun fethinden sonra, fatih sultan muhammed han, kiliseleri yakıp yıkmamış, bil'aks fener kilisesine yardım etmişdir. ayasofyayı ise, gayet güzel ta'mir edip, genişletmiş ve harab olan bu kiliseyi ihtiyaca binaen de, cami haline getirmişdir. müslimanlar, feth etdikleri yerlerdeki gayri müslimlerden cizye almışlardır. bu cizye onların mallarını, canlarını, namuslarını ve dinlerini korudukları için, müslimanların yapdıkları mu'azzam masraflara karşılık aldıkları az bir ücretdir ki, bunun da çeşidli şartları vardır. cizye olarak alınan paraların, hayr işlerinde kullanılması emr olunmuşdur. papazın söylediği gibi değildir. günümüzde de her devlet, vatandaşından çeşidli vergiler almakdadır. papazın bu i'tirazları, hakkı bildirmek için değildir. bu sözlerinin te'assub ve bozuk düşüncesinden veya para hırsından olduğunu anlamamak için ahmak olmak lazımdır. fekat haçlı seferlerinde ve endülüsde yapılan vahşetler kendi kitablarında da yazılı olduğundan, hiç bir akl ve insaf sahibi kimse, papazın bu hile ve yalanlarına asla aldanmaz. yine bu papaz, islam memleketlerinin en ehemmiyyetlisi olan osmanlılarda, yakın bir zemana kadar, gayri müslim tebe'aya hakaret edici ta'birler kullanılıyordu. yakın bir zemandan beri, bunlar yasaklanmış ve onların da müslimanlarla aynı hukuka sahib olmasına karar verilmişdir. bu, yukarıdaki sözümü doğrulayan bir haldir demekdedir. cevab: gayri müslim tebe'anın müslimanlarla eşid olan hukuku, ta fatih sultan muhammed han zemanından beri, osmanlı devletinde cari ve mu'teber idi. rum kilisesine tanınan imtiyazları fatih sultan muhammed han acaba hangi mecburiyyetden dolayı tanımışdır. osmanlı sultanlarının hepsi, bu adalet ve imtiyazları hep, kitabımızın yirmialtıncı sahifesinde bildirdiğimiz muhammed aleyhisselamın emrlerine uymak için yapdılar. fenerli ta'bir edilen rumları, osmanlıların dışişleri bakanlığında olan divan tercümanlıklarında ve eflak ve boğdan prensliklerinde vazifelendirfatih, de vefat etdi. meleri, acaba devletin hangi ihtiyacına mebni idi? daha sonra i'lan edilen eşitlik hukuku, evvelce olmıyan bir şeyi i'lan değil, onu te'kiddir. hakaret edici ta'birler denilen sözler ise, rütbe ve şahsları bildirmek için, teşrifatda eskiden beri bir kaide olarak kullanılmakdadır. yoksa aşağılamak, hakaret etmek gibi bir maksadın olmadığını, daha önce beyan etmişdik. her devletde olduğu gibi, osmanlı devletinde mu'teber olan teşrifat icabı, hükümdarların her birinin, kendine mahsus ta'bir ve fermanları, ya'ni kullandıkları kelimeler vardı. bunlardan hakaret ma'nası çıkarmağı hiç kimse düşünmezdi. yine bu papaz, islam devletlerinin bu yolda eşidlik ve hakkaniyyet derecesine yükselmesi, kur'anı kerimin emri veya müslimanlığın tabi'ati icabı değildir. avrupanın hıristiyan hükümdarlarını taklid ve kendi mülk ve tebe'alarını terakki ve ıslahat yoluna sevk etmek arzusu ile, son osmanlı sultanlarının, akl ve hikmet mucibince yapdıkları şeyler olduğu açıkca anlaşılan bir işdir demekdedir. cevab: i'tirazcı papazın zihnindeki her bakımdan eşidlik düşüncesini, kur'anı kerim ve aklı selim kabul etmez. islamiyyetin emr etmiş olduğu müsavatı osmanlı devleti, avrupa hükümdarlarını taklid ederek değil, islamiyyetin emrine uyarak, i'lan etmişdir. çünki, bugüne kadar osmanlı devletinin gayri müslimler hakkında tanımış olduğu çok geniş müsamehaları, avrupa devletlerinden, kendi vatandaşları için tanıyan ve tatbik eden bir devlet görülmemişdir.son zemanlarda hıristiyan devletlerin istila etdikleri islam memleketlerinde yapmış olduğu zulm, vahşi ve sinsi işkenceler, aklları durduracak şekldedir. ingilizler birinci cihan harbinde, şark cebhesinde ele geçirdikleri esirleri mısrda büyük kamplarda toplamışlardı. bu müslimanlara zorla, büyük havuzlarda banyo yapdırmışlardır. bu havuzların suyuna karışdırmışlar ve memleketlerine dönen bu esirlerin gözleri daha sonra kör olmuşdur. hıristiyanların müslimanları ve islamiyyeti yok etme planlarından birisi de, müslimanı müslimana katl etdirmek siyasetidir. çanakkale harbinde, mısr, yemen ve suriye cebhelerinde ingiliz üniforması giydirilmiş afrikalı ve hindli müslimanlar, yine müsliman olan osmanlı askerleri ile çarpışdırılmışdır. o müslimanları harbe teşvik ederken, sizleri, islam dinini korumak ve islam halifesinin düşmanları ile harb etmek için götürüyoruz, diyerek aldatmışlardır. diğer vahşilik planlarını anlatmağa insan dayanamaz. çünki, vahşi yamyamlar bile, bir kimsenin oğlunu katl edip, başını keserek pişirip, annesine ve babasına yidirmeğe teşebbüs etmemişlerdir. tafsilatı içi ahifeye bakınız! medeni olduklarını söyliyen avrupalıların, yumuşak ve tatlı davranmağı emr eden bir dinin mensubu olduklarını iddia edenlerin halleri budur. bu zulmleri yapanların, osmanlılar avrupadan görüp, onları taklid ederek, gayri müslim vatandaşlarına eşid haklar tanıdı demeleri, çok şaşılacak şeydir. yine bu papaz, demekdedir. cevab: bu ibare çok güzel yazılmışdır. osmanlılarda, mason reşid paşanın yapdığı ıslahat adı altındaki değişiklikler, hıristiyanların ve masonların te'siri ile oldu. çünki, hıristiyanlar bilhassa protestanlar, büyük menfe'atler ve paralar karşılığı londradaki osmanlı sefiri mustafa reşid paşayı mason yapdılar. mason localarında yetişdirip, bir islam ve osmanlı düşmanı olarak osmanlı devletine gönderdiler. büyük şehrlerde mason cem'iyyetleri kurdular. böyle kimselerin hazırladığı hain planlarla, vatanın asl sahibi olan müsliman türkler ikinci sınıf vatandaş, gayri müslimler ise, imtiyazlı vatandaş haline getirildi. askere gitmeyen müslimanlardan çok kimsenin ödiyemiyeceği bir para cezası getirilmişken, gayri müslimlerden çok cüz'i ve göstermelik bir para alındı. bu vatanın evladları dinlerini, vatanlarını ve namuslarını korumak için, şehid olurken, mustafa reşid paşanın ve yetişdirdiği masonların ve ingiliz ve iskoç masonlarının planladıkları hain oyun sayesinde, memleketin sanayi' ve ticareti gayri müslimlerin, islam düşmanı masonların eline geçdi. mustafa reşid paşa, ihracata ağır vergiler koyup, ithalatı teşvik ederek, osmanlı sanayi'ini ve san'atını baltaladı. medreselerden fen derslerini kaldırdı. bütün bunların mi'marı olan hıristiyan avrupalılar, bununla da kalmayıp, osmanlı tebe'ası içerisindeki gayri müslimlere para ve silah vererek, osmanlıya karşı isyana teşvik etdiler. beşyüz yıldır huzur içinde yaşıyan insanlar arasına, nifak, düşmanlık ve fitne tohumları atdılar. böylece, tüyleri ürperten, aklları durduran zulmler, vahşetler ve katli amlar yapıldı. bulgarların, moskofların, ermenilerin ve yunanlıların müsliman türke yapdıklarının binde birini, osmanlılar onlara tatbik etseydi, belmason reşid paşa, de öldü. ki bugün yeryüzünde bulgar, ermeni, yunan ve rus diye bir millet olmazdı. osmanlı devletinde müsliman türkü yok etmek için hazırlanan ba'zı ıslahatlar, temamen hıristiyanların yıkıcı planları ile olmuşdur. yine bu papaz, islamiyyetde siyasi kanunlar ile dini hükümler birbirinden ayrılmayıp, ikisinin de kuvveti bir asldan meydana gelmekdedir. bunun için, bir islam hükumetinin, dini farzları, şahsi hukuk gibi, kuvvetli kanunlar ile koruyup, revaçda bulundurması icab eder. bu ise müslimanların fikri istikametleri yolunda tehlükeli ve zararlı olur. çünki, dini farzları ifa etmek, yalnız allahın rızası ve ona yaklaşmak ve ona itaat etmek için olursa, makbul olur. bunun dışındakiler mecburi olursa, diğerleri gibi, hakiki bir itaat ve dindarlık olmayıp, yalnız taklidi olmuş olur ki, bu da bir nev'i riya ve gösteriş olur demekdedir. cevab: allahü tealanın emrlerini ya'ni farzları yapmanın ve yasaklarından ya'ni nehylerinden sakınmanın karşılığında, maddi manevi büyük ecr ve mükafatların olduğu, hem tevratda, hem incillerde yazılıdır. matta incilinin yirmiüçüncü babında, isa aleyhisselam yazıcıları ve ferisileri, azabı ilahi ve cehennem ile korkutmuş ve onların nice kötülüklerini kızarak saymışdır. başka yerlerde de kendine iman edenlerin ahiretde kurtulup, ni'metlere kavuşacaklarını va'd etmişdir. hıristiyanların ibadetleri, bu cehennem korkuları ve cennet ni'metleri va'di üzerine bina kılınmış olduğundan, bunlarda hıristiyanların doğru fikrleri ve tarafsız düşünceleri için tehlüke vardır. çünki, bu niyyetler ile beraber, sadece allahü tealanın rızası için ve allahü tealaya yaklaşmak niyyeti ile ibadet etmek, bir yerde birleşemez. bu i'tiraza papaz ne cevab verirse, o bizim tarafımızdan da, kendisine cevab olur. yine bu papaz, islam dini, mürtedi katl etmekdedir. ramezanda açıkca oruc yiyenlere ceza vererek, halkı zor ile islam dinine bağlı kalmağa ve riyaya zorlamakdadır demekdedir. cevab: daha önce de söylediğimiz gibi, islam dini pavlos ve petrusun ortaya koyduğu hıristiyanlık dini gibi değildir. zahir ve batın faziletlerini, üstünlüklerini kendinde cem' eden, en mükemmel bir dindir. bunun için, allahü tealanın koyduğu sınırlar, islamın yüksek ve güzel ahlakını bozulmakdan ve ihlal edilmekden muhafaza etmekdedir. müsliman olan bir kimse, küfrünü açıkca ortaya koymadıkca, ona mürtedin ahkamı tatbik edilmez. ramezanda özrsüz açıkca oruc yiyen bir müsliman, fıskını i'lan etdiğinden, hükumet tarafından ta'zir edilir, ya'ni cezalandırılır. fekat fıskını i'lan etmez, ya'ni gizli yirse, ona hükumet tarafından ceza verilmez. bunun ceza ve keffareti, kur'anı kerimde bildirildiği gibidir. hükumet tarafından verilen ceza, müslimanın günahını i'lan etmesinin ve başkalarına fena misal olmasının cezasıdır. bu cezalar müslimanlar içindir. islam devleti hıristiyanların ibadetlerine karışmaz. onlara ibadetleri için, hiç bir ceza verilmez. hiç bir baskı yapılmaz. bu cezalar, müslimanların ahlakını ve milli birliğini bozulmakdan muhafaza eder. mealindeki bekara suresinin ikiyüzellialtıncı ayeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile islam dinine da'vet edilerek, müsliman yapılamıyacağını ifade etmekdedir. mealindeki nisa suresinin seksen dokuzuncu ayeti ise, islamiyyeti kabul etdikden sonra, ondan yüz çevirip irtidad edenlerin öldürülmesi icab etdiğini bildirmekdedir. ma'nasını bu papaz kendi kafasından çıkarmışdır. bu sözünden, kur'anı kerimi dilediği gibi tefsir etdiği görülmekdedir. her halde kur'anı kerimi de, okuduğu inciller gibi zan etmekdedir. fekat işin aslı böyle değildir. kur'anı kerimi kendi aklına göre tefsir eden kafir olur. kur'anı kerim, serhoş kafalar ile okunup, ahkam kesilecek bir kitab değildir. onu tefsir etmek için, önce müsliman olmak, sonra nice ilmlerde mütehassıs olmak ve ayrıca allahü tealanın hususi bir nuruna kavuşmak lazımdır. yine bu papaz, diyerek, onları gidip gitmemekde serbest bırakmasıdır. onlardan birisi, hepsine vekaleten demişdir demekdedir. cevab: ulülazm peygamberlerin hepsi, allahü teala tarafından getirdikleri ahkamı şer'ıyyenin yerleşmesine ve tatbik edilmesine bizzat kendileri vazifeli idiler. isa aleyhisselamın teblig etmeğe me'mur olduğu şeri'at, musa aleyhisselamın şeri'atinin kemale kavuşdurularak kuvvetlendirilmesi ve bir takım zahiri ibadetler ile güzel ahlak sahibi olmakdan ibaret idi. isa aleyhisselam, beni israilin sapıtmış olanlarını tevrat ve incilin ahkamına uymağa da'vet ederdi. isa aleyhisselama iman edenlerin, imanlarının ne derece kuvvetli olduğu, bugünkü incillerin isa, yehudiler tarafından yakalandığı zeman havariler onu yalnız bırakıp kaçdılar. en kıymetlileri olan petrus, bir gecede üç def'a isa aleyhisselamı inkar etdi ifadesinden kolayca anlaşılmakdadır. imanları böyle za'if olan kimselerden irtidad edenleri cezalandırmağa zaten lüzum yokdur. yine bu papaz, islam dini, siyasi kanunlar ve dini emrlerden meydana gelmişdir. bunun için, ekseri insanlar, ilk islam devletlerinin muzafferiyyet ve muvaffakiyyetlerini, islam dininin doğruluğuna kuvvetli bir delil kabul ederlerdi. asrımızın müslimanları, biz artık dinimizin doğruluğuna nasıl i'timad edelim ki, dinimizin bir rüknü olan siyasetimiz öyle bir hale gelmişdir ki, vakti ile emrimizde olan bunca memleket ve şehrlerimiz, bugün hıristiyanların eline geçdi ve kırk milyon kadar müsliman da, onların emrleri altında kaldı demeleri icab etmez mi? demekdedir. cevab: müslimanların böyle söylemeleri, mümkin değildir. çünki, yukarıda da zikr etdiğimiz gibi, islam devletlerinin kuvvet ve azametleri, müslimanların dinlerine tam yapışdıkları, onun emr ve yasaklarını en güzel şeklde yerine getirdikleri müddetce devam etmişdir. sonradan, islam ahlakından uzaklaşarak, milli ahlakları bozulmuş ve islamiyyetin emrleri yapılmamış ve keyfi icraat ve idareye başlanılmışdır. bunu hazırlıyanlar da, yine hıristiyanlar ve onların mason cem'iyyetleri olmuşdur. islam dininden haberi olmıyan gençleri çeşidli va'dler ve menfe'atler ile aldatarak, dinlerine ve devletlerine düşman birer vatan haini olarak islam memleketlerine gönderdiler. ismi müsliman, kendi hıristiyan olan bu kimseler, islam devletlerini, dinin ahkamı yerine, kendi keyfleri ve arzuları istikametinde idare etdiler. böylece, islam memleketleri parçalandı ve müslimanlar hıristiyanların hakimiyyeti altına girdi. hıristiyanlar arzularına kavuşmak için, her islam düşmanını ve putperesti açıkca desteklediler. islam dünyasını yakıp yıkan, mogol hükümdarı, meşhur zalim ve kafir cengiz han, papa tarafından taltif edilmiş, kendisine baha biçilmez kıymetde hediyyeler ve altınlar gönderilmişdir. papanın elçileri, cengiz han ile papa arasında mekik dokumuş ve ona akl hocalığı yapmışlardır. çünki cengiz han müslimanları insafsızca katl ediyor, islamiyyeti yok etmeğe çalışıyordu. cengiz hanın torunu hülagü, bağdadı ele geçirdiği zeman, sekizyüzbinden ziyade müslimanı katl etmiş, o zeman dünyanın en güzel şehri ve ilm merkezi olan bağdadı yakmışdır. bütün islam eserleri ve din kitabcengiz, de öldü. ları yok edilmiş, dicle nehri günlerce kan ve mürekkeb akmışdır. çok merhametli olduklarını iddia eden hıristiyanlar ve onların ruhani reisi papa, böyle bir din düşmanını, acaba hangi niyyet ile mükafatlandırmışdır. kafire yardım ve teşvik, küfrdür. zalime yardım ve teşvik de, zulmün ta kendisidir. binüçyüz sene, islam medeniyyetini yıkmak ve yok etmek için çalışdılar. sonra kalkıp, islam devletlerinin geri kalmışlığını, hıristiyanlığın müslimanlık üzerine üstünlük ve faziletine delil getirmeğe çalışıyorlar. bunlara, deliler bile güler. böylece müslimanlar islamiyyetden uzaklaşdırılmış, esası bozulan islam devletleri yıkılmış ve yok olmuşdur. bunun tam tersi olarak, hıristiyan devletler de, hıristiyanlığa bağlı kaldıkca perişanlık devam etmişdir. hıristiyanlığı terk ederek, dinsizliğe meyl eden bu devletler, siyasetlerinde islam dinini taklid etmeğe başlamışlar, bu sayede iktidar ve kuvvet sahibi olmuşlardır. bu halin açık şahidi olan tarihler, kıyamete kadar bu hakikati dünyaya göstereceklerdir. islam dininin düşmanları, ne kadar yalan, hile ve iftira uydursalar da, bu adil şahidler, onları bütün aleme karşı tekzib edecek, yalanlarını ortaya koyacakdır. yine bu papaz, isa mesihin zuhuru allahın melekutunda çok mühim bir dönüm noktasıdır. bu melekut geçmiş dinlere mahsus ba'zı şeyleri, mesela sünnet olmağı ortadan kaldırmışdır. sünnet olmağa kıymet vermeyip, onun yerine kalbi takdis etmeği ve ahlakı güzelleşdirmeği, ya'ni kötü hasletlerin yok edilmesini istemişdir. müslimanlar, hala sünnet olmağı icra ederek, cenabı hakkın incil vasıtası ile ortadan kaldırdığı bir adeti devam etdirmeğe çalışmakdadırlar demekdedir. cevab: halbuki, sanmayın ki, ben şeri'ati yıkmağa geldim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim. çünki doğrusu size derim ki, gök ve yer zail olmadıkca, şeri'atden bir harf veya bir nokta yok olmıyacakdır ibaresi matta incilinin beşinci babında, isa aleyhisselamın sözü diye yazılıdır. tevratda ise, musa aleyhisselamın dininin ahkamının en mühim emrlerinden birisinin, çocukları sünnet etdirmek olduğu bildirilmişdir. hatta tevratda, allahü teala, ibrahim aleyhisselama hitaben, sünnet olmağı icra et. çünki sünnet olmıyan, cennete giremiyecekdir buyurmuşdur. ibrahim aleyhisselamdan isa aleyhisselama kadar gelen bütün peygamberler, bu emr ile amel etmişlerdir. hatta, bizzat isa aleyhisselamın kendisi de sünnetli idi. incillerde sünnet olmanın ibtal edildiğini bildiren bir kelime dahi yokdur. yukarıda zikr etdiğimiz incil ayetinde, dediği halde, bu şeri'ati ilga eden hangi incildir diye bu i'tirazcı papaza sual sorduğumuz zeman, cevab olarak, isa aleyhisselamın zemanına yetişmemiş olup, onaltı sene isa aleyhisselamın ümmetine eziyyet ve işkence yapan, hatta, havarilerden bir zatın derisini yüzen ve sonradan rü'ya sebebi ile, isa aleyhisselama inandığını söyliyen pavlosun, galatyalılara yazdığı mektubundaki birkaç ibareden başka bir delil ortaya koyamadı. isa aleyhisselamın kat'i emri ortada iken, ne olduğu herkesce ma'lum olan bu yehudinin sözü, hangi sebeb ile, isa aleyhisselamın kat'i emri üzerine tercih edildiğini ve sünnet olmanın niçin terk olduğunu bu i'tirazcı papaza soruyoruz? müslimanların hitan sünnetine riayetleri, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ibrahim aleyhisselamın bu sünnetine ve allahü tealanın tevratdaki bu emrine uymağı emr etdiği içindir. müslimanların bu işleri, allahü tealanın ilahi iradesine uymakdan ibaretdir. fekat, hıristiyanların sünnet olmağı terk etmeleri, isa aleyhisselamın emrini ve tevratın hükmünü bırakıp, münafık ve zalim pavlosun sözlerine tabi' olmalarındandır.pavlos galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babının yedinci ve sekizinci ayetlerinde, fekat bil'aks petrusa sünnet olmayı emr eden incil olduğu gibi, bana da sünnetsizlik incilinin emanet olunduğunu gördüler. çünki sünnetlilik risaleti için petrusda amil olan tanrı, bende de yehudilerden başka milletler için amil oldu demekdedir. isa aleyhisselamın yanından ayrılmayan, onun en yakın havarisi olan petrus, sünnet olmağı emr ediyor ve bunu yapıyor. ömründe isa aleyhisselamı hiç görmemiş ve onaltı sene, isa aleyhisselama iman eden nasranilere kan ağlatmış bir yehudi çıkıyor, bir yalan uyduruyor ve bana sünnetsizlik incili verildi. yehudilerden başka milletler sünnet olmasın diyor. bu da, hıristiyanlık dininin emri olarak tatbik ediliyor. her hangi bir kimse çıkar da, der, bu sözü bir dinde huccet olursa, böyle bir dinin ilahi bir din olacağına, aklı başında olan bir kimse inanmaz. hıristiyanların, islam dinine karşı yapdıkları i'tirazlardan biri de, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerin arabi olmasıdır. bu papaz, kur'anı kerim ve hadisi şerifler arab lisanı üzerine olup, bir diğer lisana tercemelerine çalışılmadığından, arabcayı bilmeyen müslimanlar, kur'anı kerimin ma'nasını anlamakdan mahrum olmakdadırlar. düalar ve zikrler hep arabcadır. müslimanlar, ne dediklerini bilmeden ibadet ve düa etmekdedir. diğer milletlerden islam dinini kabul edenler, kur'anı kerimin hakikatlerine vakıf olmak isteyince, arabcayı öğrenmek gibi bir müşkille karşılaşmakdadırlar. bir diğer husus da, her müsliman ömründe bir def'a olsun, mekke ve medineyi ziyaret etmekle mükellef olduğu için, hicaz topraklarının diğer memleketler üzerine bir üstünlüğü zuhur etmişdir. hac yapma mecburiyyeti, uzak memleketlerde oturan müslimanlar için, bir külfet ve zahmet olmakdadır demekdedir. cevab: bu i'tirazlardan birincisine cevab olarak, ve in incelenmesi kafidir. ahdi atik ve ahdi cedid her lisana terceme edilirken, şimdiye kadar pek çok tahrifata uğramışlardır. allahü teala, kur'anı kerimini böyle tahriflerden korumak için, arab lisanı üzerine indirdi. papazların i'tirazına bu cevab kafidir. ikinci i'tirazlarının, ya'ni hac için olan i'tirazlarının cevabı ise, yukarıda beyan edilmiş idi. burada tekrar etmeğe lüzum yokdur. islam alimleri, eserlerinde, kur'anı kerimin arab lisanı üzere inmesini ve haccın hikmetlerini beyan etmişlerdir. burada, sadece mevzu'umuzla ilgili olduğundan, kur'anı kerimin başka lisanlara terceme olunmamasında ve mekkei mükerreme ve medinei münevvereyi ziyaret hakkında bildirdikleri hakikatlerden birini bereketlenmek için bildirelim: akl ve irfan ehlinin ma'lumu olduğu gibi, yeryüzünün çeşidli iklimlerine dağılan insanlar, bir babadan ve anneden doğmuşlardır. bunlar, zemanla çoğalarak bir çok kabilelere ayrılmış ve asli akrabalıklarını unutmuş bir büyük hanedana benzerler. bu muhtelif kabileler arasında meydana gelen ihtilaf ve mücadeleler ise, fikr ve akidelerinin farklı olmasından, fikr ve akidelerinin farklı olması da, lisanlarının ve adetlerinin farklı olmasından ileri gelmişdir. vatan sevgisi, insanda fıtri bir haslet olup, herkes kendi vatanını sevdiğinden, her kavm ve milletin menfe'ati ve vatan sevgisi de muhtelif olmuşdur. muhtelif kabilelerin, milletlerin her birine zararlı olan bu ihtilafların ortadan kaldırılması ve ıslahı istenirse, onların aralarında bulunan ihtilaf sebeblerinin azaltılması ve birbirlerine yaklaşdırılmakdan başka çare olamaz. ya'ni: ihtilafa sebeb olan, lisan ayrılığının zararlarını yok etmek için, aralarında müşterek bir lisanın yerleşdirilmesi icab eder. ihtilaf sebeblerinin en büyüklerinden olan, aralarındaki adet ve üsul farklarının zararlarının hafifletilmesi ve onların bir diğerine yaklaşdırılması ve birleşdirilmesi için, hepsinin müşterek bir üsul ve adete bağlanması icab eder. vatan sevgisi gibi, ma'nevi bir kuvvetin, bir merkeze toplanması için, bir vatanı umumi ittihaz olunması icab eder. islam dininin koyduğu hükmlerin aslı ve gayesi, insanlar arasındaki ihtilafların yok edilerek, hepsinin se'adet ve menfe'atlerini aralarında müşterek kılmakdır. kur'anı kerim, beşer lisanlarının en güzeli olan, arab lisanı üzerine indirilmişdir. arab güzel demekdir. lisanülarab demek, en güzel lisan demekdir. farzlarda ve diğer ibadetlerde bütün milletler ve kavmler eşid tutulmuşdur. hac farizası ile de, mekkei mükerreme ve medinei münevvere bütün islam milletlerine ya'ni mukaddes mahal ittihaz kılınmışdır. bir müsliman küçük yaşından i'tibaren, kur'anı kerim okumağa alışdırılarak ve arabi dersler verilerek kolaylıkla arabi lisanını öğrenir. böylece, bütün islam milletleri ile fikr alışverişinde bulunabilir. ezan, namaz, oruc, zekat, hac, bilhassa namazın rüknleri, cum'a namazı, cema'at ile namaz ve imama uymak gibi, umumi üsuller ile de, adetleri farklı olan kavmleri, islamiyyet, birbirine yaklaşdırıp, müşterek bir i'tikada ve ibadetlere sevk eder. mekkei mükerreme de, bir islam merkezi ve müslimanların toplandığı bir yer olarak, onların mukaddes yerleridir. onu sevmek, muhafaza ve müdafe'a etmek, dini bir vazife ve bir borçdur. çünki şark, garb, cenub ve şimal memleketlerinde bulunan müslimanlar, ömrlerinde bir def'a olsun birbirlerini görmemiş ve görmeleri de mümkin değildir. yüzbinlerce müsliman, hac farizasını yerine getirmek için, mekkei mükerremede bir araya gelerek, ilm ve fikr alışverişinde bulunur, dini akide ve sevgilerini te'kid ederek, birbirleriyle kaynaşırlar. işte islamın esas maksadı, bütün milletleri ve kavmleri, imanda, ibadetlerde ve güzel ahlakda birleşdirerek, kardeş yapmakdır. hangi zemanda olursa olsun, islamiyyete uyanlar, uydukları müddetce, izzete, se'adete ve muvaffakiyyete kavuşurlar. şimdi de, yeryüzündeki bütün müslimanların, ehli sünnet i'tikadında birleşdiklerinde, asrlardan beri olduğu gibi, eski islam kuvvetini ve şerefini kazanıp, birbirleri ile sevişeceklerine, alemin huzur ve se'adet ile dolacağına hiç şübhe yokdur. papazların ahmakca iftiralarından biri de, islamiyyetdeki cihad emrine saldırmalarıdır. bu iftiraya cevab, muhtelif kitablarımızda vardır. hıristiyanların islam dinine isnad etdikleri iftiralar sırasında, bu papaz, islamiyyetde, cihadi fisebilillah farzdır. hıristiyanlıkda ise, cihad emri yokdur. bu hıristiyanlığın faziletine bir delildir demekdedirler. cevab: cihad emri; ahdi atikin içerisinde bulunan kitabların her birinde açıkca bildirilmişdir. isa aleyhisselamın, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim buyurmuş olduğunu, daha önce zikr etmişdik. böylece, musa aleyhisselamın şeri'atinde mevcud olan cihadı da temamlayacağını bildirmişdir. hıristiyanlar, isa aleyhisselamın bu cihad emrini kabul etmiyorlar. ahdi atik kitablarında cihad emrine aid pek çok ayetler vardır. bunları zikr etmek sözü uzatacak ise de, faideli olacakdır. tesniyenin yirminci babının, onuncu ve devamındaki ayetlerinde, düşmanlara karşı cenk etmek için çıkdığın ve ona yaklaşdığın zeman, evvela, onu sulha da'vet edeceksin. eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa o vakt, içinde bulunan bütün kavm sana hizmetkar olacak ve sana kulluk edecekler. eğer sulha razı olmayıp, cenk etmek isterlerse, sen onları öldürecek ve beldelerini muhasara edeceksin ve allahın, onu senin eline verdiği zeman, bütün erkeklerini kılıçdan geçireceksin. kadınlarını ve çocuklarını ve hayvanlarını ve şehrde olan herşeyi ganimet olarak alıp, yağma edeceksin. allahın, sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. bu milletlerin şehrlerinden olmayıp senden çok uzakda bulunan bütün şehrlere böyle yapacaksın. ancak, allahın sana miras olarak vermekde olduğu bu kavmlerin şehrlerinden nefes alan bir kimseyi sağ bırakmayacaksın demekdedir. sifrı aded in otuzbirinci babında kısaca, musa aleyhisselam, allahü tealanın emri ile medyen ehalisi üzerine harb etmek üzere oniki bin asker gönderdi. mağlub olan medyen ehalisinin bütün erkeklerini öldürüp, kadınlarını ve onların çocuklarını esir aldılar. bütün hayvanlarını, bütün sürülerini ve bütün mallarını da ganimet olarak aldılar ve bütün şehrlerini ve bütün obalarını yakdılar demekdedir. bu yazdıklarımızın tafsilatını ahdi atikin sifrı aded kitabından okuyunuz. yine burada diyor ki, aleyhisselamı halife ta'yin etdi. o da, tevratın hükmü ile amel ederek, nice milyon insan öldürdü. merak edenler, adedler kitabını, birinci babından otuzbirinci babına kadar okusunlar. birinci samuelin yirmiyedinci babının sekizinci ve devamındaki ayetlerde, demekdedir. ikinci samuelin sekizinci babında, davüd aleyhisselamın suriye askerinden yirmiiki bin kimseyi telef etdiği, onuncu babında ise, davüd aleyhisselamın aramilerden kırkbin atlıyı öldürdüğü yazılıdır. birinci meliklerin onsekizinci babında, ilya aleyhisselamın, ba–cevab veremedi alin peygamberleri olmak da'vasında bulunan yalancı dörtyüzelli kişiyi katl etdirdiği yazılıdır. sodom ve amoriler üzerine hücum eden meliklerin ahvali ve lut aleyhisselamı esir ve mallarını talan etdikleri haberi ibrahim aleyhisselama ulaşınca, onları kurtarmak için askerleri ile, dan'a kadar ta'kib edip, onlara gece baskını yaparak, hepsini öldürdüğü ve bütün malı, kardeşi lut aleyhisselamı ve onun malını ve kadınları ve bütün halkı geri getirdiği tekvinin ondördüncü babında yazılıdır. pavlos, ibranilere yazdığı mektubda, davüd, samuel ve diğer peygamberlerin, memleketler feth etdiklerini, kılıcın ağzından kurtulan za'if kimseler iken, kuvvet kazanarak harbde cesur olarak, düşman askerlerini kaçmağa mecbur etdiklerini yazmakdadır. işte bunlardan anlaşılıyor ki, geçmiş peygamberler de aleyhimüsselam kafirler ile gaza ve cihad ile emr olunmuşlardır. ancak, islamiyyetde cihadi fisebilillah, hükümdarların harbleri gibi, memleketlerini genişletmek, şan ve şeref kazanmak gibi dünyevi niyyetler ve nefsin arzuları için yapılmaz. allahü tealanın mubarek ismini yükselterek, bütün insanları doğru ve hak yola kavuşdurmak ve insanları zulmden, işkenceden kurtarmak için yapılır. şimdi protestanlara sorarız ki, zikr etdiğimiz bu peygamberlerin gazaları allahü tealanın indinde razı olunmuş ve halal mi, yoksa buğz olunmuş ve haram mı idi? eğer razı olunmuş ve halal iseler, bu hal, iddi'alarının doğru olmadığını isbat eder. eğer buğz olunmuş ve haram iseler, davüd aleyhisselam hakkındaki yazıları ile mukaddes sayılan pavlos yalancı olmuş olur. hıristiyanların doğru ve hak olduğunu tasdik etdikleri, de batıl, yanlış olur. ayrıca, binlerce ma'sum kimsenin kanı, bir mü'minin kötü bir fi'linden dolayı akıtılmış olur. böylece, davüd aleyhisselam için, ahiretde kurtuluş nasıl mümkin olabilir? çünki yuhannanın birinci mektubunun üçüncü babının onbeşinci ayetinde, demekdedir. müşahedatı yuhannanın yirmibirinci babının sekizinci ayetinde, diye yazılıdır. kitabımızın muhtelif yerlerinde görüldüğü gibi, hıristiyanların ellerinde bulunan tevrat ve incil kitablarının hepsinde, yazılıdır. amerikada, avrupada, yüzmilyonlarca hıristiyan, bütün devlet adamları, fen adamları, profesörler, kumandanlar, bu incillere inanmakda, hepsi her hafta kiliseye gidip tapınmakdadırlar. türkiyede ba'zıları, islam kitablarını okumadıkları için ve islamiyyetden haberleri olmadığı için, avrupalıları, amerikalıları taklid etmeğe , müsliman olmağa diyorlar. halbuki kendileri, fen, tıb, hesab bilgilerinde ve teknolojide, avrupalılar, amerikalılar gibi çalışmıyorlar. onların, yalnız kadın, kız, oğlan bir arada, çalgılı, kumarlı, içkili eğlenceler yapmalarını, pilajlarda şehvetlerine tabi' olmalarını ve geceleri radyolarını, televizyonlarını sonuna kadar açarak, komşuları rahatsız etmelerini ve gençlerin diz ile göbek arası açık top oynamalarını taklid etmekdedirler. islamiyyet, nefsin bu taşkınlıklarını yasak etdiği için, müslimanlara gerici diyorlar. bunlara göre, okuma yazma bilmiyen, ilmden san'atdan haberi olmıyan, fekat kendi taşkınlıklarına katılan her oğlan ve kız ilericidir. aydın kimsedir. üniversiteyi bitirmiş, ilm, san'at, ticaret sahibi, ahlaklı, faziletli, vergilerini veren, kanunlara uyan ve herkese iyilik eden, hakiki bir müsliman, bu taşkınlıklara katılmadığı için, gerici olmakdadır. böyle ilericiler, aydın kimseler, gençleri fuhşa, tenbelliğe, dünyada felakete, ahiretde de sonsuz azablara sürükliyorlar. aile yuvalarının yıkılmasına sebeb oluyorlar. kısacası, hıristiyanların yalnız sefahetlerini, ahlaksızlıklarını taklid edenlere aydın, ilerici dedikleri anlaşılıyor. müslimanlar gibi, cennete, cehenneme inanan avrupalılara, amerikalılara da gerici demediklerine göre, müslimanlara, kendi ahlaksızlıklarına uymadıkları için gerici dedikleri anlaşılmakdadır. bunlar, hiçbir dine inanmadıkları için, avrupalıların, amerikalıların dine bağlılıklarını da taklid etmemekde, kendi ta'birlerine göre kendileri gerici olmakdadırlar. bu kitabımız, müslimanın aydın ve ilerici olduğunu, müsliman olmıyanın gerici olduğunu isbat etmekdedir. cihad farzının isa aleyhisselamın dininde bulunmaması mevzu'una gelince, isa aleyhisselamın insanları dine da'vet müddeti, üç sene gibi az bir zeman olduğu için, cihadi fisebilillah yapacak zemanı olamamışdır. beşon kişi ve birkaç kadın ile, roma devletine karşı cihad etmek, şübhesiz ki, mümkin değildir. hatta, isa aleyhisselam, yehudilerin kendi hakkında kötü niyyet sahibi olduklarını öğrenince, çok telaşa düşmüşdü. yakalanacağı akşamın gündüzünde, luka incilinin yirmiikinci babının otuzaltıncı ve devamındaki ayetlerde isa aleyhisselam, eshabına hitaben, dedi. yarab, işte burada iki kılıç var dediler. isa onlara, yetişir dedi diye yazılıdır. daha sonra yakalanırken, eshabı kendisini terk ederek dağıldıklarından, bu kılıçlar da, bir işe yaramamışdır. bu anlatılanlardan, isa aleyhisselamın kendisini müdafeasız teslim etmek niyyetinde olmadığı ve mümkin olsa, kendini korumak için, kılıç kullanacağı ve düşmanlarına karşı cihad yapmaması, zahiri sebeblerin kifayetsizliğinden olduğu, güneş gibi meydandadır. isa aleyhisselam, ümmetini cihaddan açıkca men' etmemiş ve kendisi musa aleyhisselamın şeri'atinin hükmünü kaldırıcı değil, onu temam edici olduğundan, ondaki cihad emrinin, kendi ümmetine de şamil olacağı açık ve sabitdir. protestanlar, neşr etdikleri bu risalede, müslimanlar, dinlerinin emrleri icabı, müsliman olmıyanları, allahın ve dinin düşmanı diyerek, onlara düşman nazarı ile bakarlar. zor ile onları müsliman yapmak veya emrleri altında bulundurup cizye ehli kılmak için gayret eder, bunu arzu ederler demekdedirler. cevab: evet, tevhide uymıyan her din ve mezheb, islam dini nazarında hakirdir ve nefret edilmişdir. böyle inananlara, allahü tealanın ve dinin düşmanı denilir. fekat, zor ile onları müsliman yapmak, yasak edilmişdir. bu hususda papazlar, müslimanlara temamen iftira etmekdedirler. müslimanların nazarında kendisinden nefret edilenler, sadece islam dinine düşman olan gayri müslimlerdir. müslimanlarla bunlar arasında nefret, buğz, düşmanlık, çarpışma ve muharebeler olmuşdur. fekat, hıristiyan fırkaları arasındaki nefret ve düşmanlık ve tarihlerde görülen dehşetli çarpışmalar ve katliamlar acaba neden ortaya çıkmışdır? tarih kitablarının sahifeleri, hıristiyanların mağlub etdikleri milletlere ve kavmlere yapmış oldukları mezalim ve işkencelerle doludur. diğer dinlere mensub olan kavmleri, imha ve yok etmeğe çalışırlar. hicreti nebeviden takriben üçyüz sene önce imperator kostantin, hıristiyanlığı kabul etdikden sonra, barbarlığa başlamış, memleketinde bulunan bütün yehudilerin kulaklarını kesip, çeşidli memleketlere sürmüşdür. daha sonra, yehudileri iskenderiyyeden çıkarmış, bütün ma'bedlerini yıkarak, büyük katliam yapmış ve mallarını gasb etmişdir. yehudiler, ispanyada da, hıristiyanlar tarafından pek çok zulmlere uğramışlardır. fransanın toulouse şehrinde hıristiyanlar, fısh bayramında rastladıkları yehudilerin yüzlerine tokat vurmuşlardır. fransanın diğer ba'zı şehrlerinde yine fısh bayramında yehudiler taşa tutulmuşlardır. merhametsizce taşlanan yehudilerin çoğunun böylelikle öldürüldüğü, hatta o beldeye hakim olan kimseler tarafından, halkın bu hususda teşvik edildiği birer vakı'adır. yehudiler, fransadan yedi def'a sürülerek çıkarılmışlardır. macaristanda da yehudiler, hıristiyanlar tarafından, çeşid çeşid azablara duçar olmuşlardır. ba'zan ateşlere atılıp yakılmışlar, ba'zan da, denizlere atılarak boğulmuşlardır. ingilterede de, yehudi milleti, protestanların akl almaz vahşiliklerine dayanamıyarak, onların eline düşmemek için, birbirlerini öldürmüşlerdir. ispanyada, almorafe ismi ile kurulan katolik cem'iyyetinin mensubları, resmi olarak krallar ve devlet erkanı da hazır oldukları halde, yehudilerden ve dininde ilhad his etdikleri zengin hıristiyanlardan binlerce kişiyi, diri diri ateşe atarak yakmışlardır. bu çaresiz insanlar, aman yapmayınız diye bağırdıkça, yalvardıkca, feryad etdikce, seyirci bulunan papazların, devlet adamlarının ve kadınların ellerini çırparak kahkaha ile güldükleri tarihlerde yazılı duruyor. islamiyyetin zuhurundan bu yana geçen binikiyüz sene içerisinde, hıristiyanların yapdıkları bu zulmlere benzer, müslimanlar tarafından hıristiyan ve yehudilere yapılmış bir zulm, bir tek vak'a dahi yokdur. varsa gösterilsin. eğer senesinde lübnanda meydana gelen vak'alarda öldürülen üçyüzdörtyüz hıristiyan kasd ediliyorsa, avrupa devletlerinden gelen me'murlar da beraber olduğu halde, mahallinde yapılan ve hala osmanlı arşiv dairesinde mevcud olan, tahkikat zabtlarından anlaşılacağı gibi, o vak'anın meydana gelmesi, fransadan lübnan ve şam taraflarına gelip, fitne ve fesad tohumları saçan cezvit papazlarının tahrikleri sebebi ile olmuşdur. dağlarda yaşıyan dürziler, lübnana gelerek hıristiyanları katl etmişlerdir. osmanlı devleti bu vak'ada cinayetleri tesbit edilenleri i'dam ederek cezalandırmışdır. ayrıca, askerlik vazifesini tam yerine getirmediği, vazifesini tam yapamadığı için, şam valisi ahmed paşa gibi bir veziri de alenen kurşuna dizmişdir. yedinci cildinde diyor ki, mütercim rüşdü paşa sadrı azam iken, lübnanda dürzilerle, katolik maroniler, birbirlerine düşman idi. ingilizler dürzileri, fransızlar da maronileri kışkırtarak, birbirlerine saldırdılar. lübnan valisi hurşid paşa ile şam valisi ahmed paşa, bu iki devletin yardım ve idare etdikleri bu muharebeye mani' olamadılar. üçüncü napolyon, bu muharebenin büyümesi ve bunu fırsat bilerek, lübnanı işgal etmek hulyalarında idi. osmanlı devleti müdahale ederek, mes'elenin büyümesine mani' oldu. şamda vuku' bulan bu hadiseleri yatışdırmakda en büyük rolü, alim ve fadıl ve meşhur cezayir kahramanı emir abdülkadir ibni muhyiddin elhaseni oynamışdır. hakiki bir müsliman olan bu zat, diğer müslimanlarla birleşerek, hıristiyan mahallelerini muhafaza etmişdir. başda fransız konsolosu olmak üzere, pek çok hıristiyanı, dürzilerin elinden kurtarmış, pek çok hıristiyanı kendi konağında barındırıp himaye etmiş ve muhtaç, fakir olanlarına da yardım etmişdir. eskiden, en büyük düşmanı olan fransızlar tarafından, fransanın en büyük nişanı ile taltif edilmişdir. önceden pek çok muharebeler yapmış olduğu fransızları ve hıristiyanları allahü tealanın emrine uyarak korumuş ve onlara yardım etmişdir. bu hadisenin vuku'u üzerine, hariciye nazırı fuad paşa, sıfatı ile, her dürlü askeri, idari, siyasi ve mali salahiyyetlerle karışıklıkların giderilmesine ve icab eden ıslahatın icrasına me'mur edilmişdir. beyruta gelen fuad paşa, derhal şama hareket etmiş, hadiselere sebeb olanları ve hadiseler içerisinde bulunan dürzileri cezalandırmışdır. zarar gören hıristiyanlara yetmişbeş milyon kuruş tazminat ödemişdir. vazifesinde ihmal gördüğü yüzonbir askeri şahsı da i'dam etdirmişdir. fuad paşa, en çok sevdiği arkadaşı ahmed paşanın i'dam edilmesine de hükm edilince, demişdir. böyle bir adalet misalini göstermiş bir hıristiyan devlet var mıdır? onlar, adalet yapmak yerine, zulm etmişler ve zulm edenleri de, teşvik etmişlerdir. bu hadisenin, islam adaletine bir misal olması için, teferruatı anlatılabilir ise de, kitabımızın hacmi müsaid değildir. arzu edenler tarih kitablarından okuyabilirler. zahiri sebeblere ve kuvvete baş vurmakdan sakındıklarını ve sadece ruhani olarak, allahü tealaya ve komşuya muhabbet ve şefkat etdiklerini i'lan eden hıristiyanların, birbirleri hakkında da yapdıkları muameleler, vahşetler ve zulmler, tarihlerde yazılıdır. hıristiyanların yapdığı bu vahşetleri ve zulmleri okuyan bir kimse, biraz şefkat ve merhamet sahibi ise, yalnız hıristiyanlıkdan değil, böylesine vahşi fi'llere sebeb olmak kabiliyyetinde bulunduğu için, insanlıkdan bile nefret edeceği gelir. avrupalı tarihcilerden birisi, hıristiyanların, hıristiyanlık uğruna, katl etdikleri insanların toplu bir hesabını yapmış ve o asrşerif abdülkadir, de şamda vefat etdi. daki ba'zı tarihi ma'lumatı da yazmışdır. müsliman kardeşlerimize bir hatıra olmak üzere, kısaca terceme edilerek buraya yazıldı: senesinde, sonradan papalık da yapan novatianus ismli bir papaz ile, cornelius ismindeki diğer bir papaz arasında romada bir anlaşmazlık ve münakaşa çıkdı. kartacada da, cyprianus ve novatus ismindeki iki papaz arasında makam mücadelesi ortaya çıkdı. böylece, roma ve kartacada bunların tarafdarları arasında çıkan kavgalarda pek çok kimse öldürüldü. bu öldürülenlerin sayısı ma'lum olmamakla beraber, mübalağasız ikiyüz bin olduğu tahmin edilmekdedir. hıristiyanlar birinci kostantin zemanında düşmanlarından intikam almak fırsatını bulur bulmaz, imperator galerenin oğlu genç kottidini ve imperator maximianusun yedi yaşındaki bir oğlunu ve bir kızını öldürdüler. imperatorun hanımını ve bu iki çocuğun annelerini seraydan uzaklaşdırıp, antakya sokaklarında sürüklediler. daha sonra, hepsini nehre atarak boğdular. imperator galeriusun zevcesi selanikde i'dam olunup, denize atıldı. bu karışıklıklar sırasında, pek çok insan katl edildi. bunların sayısı tam tesbit edilememişse de, ikiyüz bin kişi olduğu tahmin edilmekdedir. donatus isminde afrikada bir fırka kurarak, üçyüz tarihlerinde roma kilisesine karşı gelen iki papazın, sebeb olduğu ihtilallerde, papazların, kılıç ile öldürmeğe müsa'ade etmeyip, topuz ile başları ezilerek katl edilen nüfusun mikdarı dörtyüzbin kişi olduğu tahmin edilmekdedir. teslis inancının iki unsuru olan, baba ile oğlunun maddi olarak tam birleşdikleri hususunda, iznik meclisinde verilen karar üzerine, hıristiyan memleketlerinde meydana gelen münakaşalar ve çarpışmalar, bütün tarihlerde mevcuddur. bunlardan çıkan ateş ve ihtilal, roma hükumetinin her tarafını def'alarca yakmış ve dörtyüz sene kadar devam etmişdir. bu karışıklıklarda helak ve zelil olan yüzlerce hanedan hesaba dahil olmıyarak, sadece öldürülenlerin mikdarı, takriben üçyüzbindir. bizansda miladın sekizinci asrında ikonacı ve ikona kırıcılar arasındaki karışıklıklarda helak olanlar da altmışbin kişidir. imperator theophilosun zevcesi teodoranın hükumeti zemanında, şerrin varlığını isbat için, hayr ve şerrin iki asl olduğu i'tikadında bulunan, manikheist fırkasından bin kişi katl edilmişdir. çünki teodoranın günahını çıkaran papaz, bunun cennete girmesi için, sapık fırkada olan kimselerin katl edilmesi lazım olduğunu beyan etmişdi. o zemana gelinceye kadar haça gerilen, boğulan ve yağlı kazıklara oturtularak öldürülenler, yirmibin kişi idi. bu papaz, teodoranın cenneti kazanması için bu mikdarı çok az bulmuşdu. her tarafda, her asrda piskoposluk ve patriklik kavga ve münakaşalarında yapılan harblerde öldürülenleri de, azın azı olarak yirmi bin kişi kabul edebiliriz. haçlı seferlerinin devam etdiği ikiyüz sene zarfında, hıristiyanların öldürdüğü hıristiyan nüfus, iki milyon tahmin olunuyorsa da, biz tevazuan bir milyon kabul edelim. ta'bir edilen papazlardan bir kısmının, haçlı harbleri sırasında, baltık denizi sahillerinde yağma ve çapulculuk yaparlarken katl etdikleri hıristiyanlar, en az yüzbin idi. languedoc aleyhinde papanın harb i'lan etmesinde, öldürülüp, cesedleri ortada kalan ve ateşlerde yakılıp, külleri uzun zeman ortada bırakılan insanların sayısı yüz bindir. papa yedinci gregoireden beri, imperatorlar aleyhinde yapılan harblerde öldürülenler, ellibindir. batı ehalisinin dinden çıkması mes'elesinde, ondördüncü asrda öldürülenlerin sayısı, elli bindir. bu vak'anın akabinde, Jan hus ve Jeronim ismindeki iki papazın ateşde yakılması üzerine, zuhur eden muharebelerde öldürülen hıristiyanlar, yüzelli bin kişidir. bu büyük vak'aya nisbet ile, merbondol ve gaberir katliamları mühim değil ise de, bunlarda öldürülen insanların bir kısmı ateşde yakılmış ve henüz annelerini emen küçük yavrular, ateşlere atılmış, kızların ırzlarına ve namuslarına tecavüz edildikden sonra, parça parça doğranmışlar, ihtiyar kadınların ferclerine barut doldurularak havaya uçurulmuşlardır. bütün bunlar, hıristiyanlar tarafından yapılmış ve bu şeklde öldürülen insanların sayısı onsekiz bine ulaşmışdır. papa onuncu leondan dokuzuncu clemente gelinceye kadar, hıristiyan hakimlerin koyduğu kaidelerin tatbikinden ve açıkdan cellad ile kesilen papaz ve avam ve prenslerin başları ve çeşidli memleketlerde ateşlere atılarak yakılan cesedler ve almanya, fransa ve ingilterede celladların kesmekle usandıkları nüfus ve lutherin uydurmadır sözlerinden çıkan mes'eehli salib seferleri, dane kadar devam etdi. lelerden ve ihtilaflardan dolayı hasıl olan otuz ihtilalde ve saint barthelmie katliamında ve irlanda şehrlerinde ve başka yerlerde meydana gelen umumi katliamlarda öldürülenler, üç milyondan fazladır. fakirliğe ve zillete itilmiş hanedan ve meşhur sülalelerden başka, en az iki milyon mazlum öldürülmüşdür. engizisyon mahkemeleri denilen, papaz cem'iyyetleri tarafından katl edilen, çarmıha gerilen ve yakılanların sayısı, beş milyon ikiyüz bindir. amerikada, hıristiyanlık uğruna katl edilen yerli ehali için, iş bu kitabın müellifi, beş milyon nüfus zikr etmiş ise de, laskas piskoposunun bildirdiğine göre, öldürülenlerin adedi, oniki milyondur. hıristiyanlığı Japonyaya yaymak için gönderilen, misyoner papazların ekdikleri fitne tohumları neticesinde çıkan ihtilal ve muharebelerde telef edilen nüfus, üç milyondur. bütün bunlarda katl edilen insanların yekunu, yirmibeş milyona yakındır. bu kitabı neşr eden tarihci, bildirdiği rakamların doğruya nisbetle çok aşağı olduğunu i'tiraf ederek der ki, ey benim kitabımı okuyan avrupalılar! eğer senin evinde soyunun şeceresi mevcud ise, bir kerre onu gözden geçir. elbette baba ve dedelerinin içinde, din kavgasında öldürülmüş ya bir maktul, yahud bir başkasını öldürmüş bir katil bulursun. sadece irlandada katolikler tarafından yüzelli dört bin protestanın katl edildiği, ingiltere parlamentosunun senesi haziranının yirmibeşinci gününde yazılmış olan i'lannamesinde bildirilmişdir. kitabdan terceme burada temam oldu. katolikler, diğer milletlere ve bilhassa orta çağ sonlarında protestanlara karşı bu mezalim ve eziyyetleri yaparken, protestanlar da, diğer yanaklarını tutmamışlardır. ellerinden gelen kan dökücülüğü yapmakdan geri kalmamışlardır. hatta, ba'zı def'alar katolikleri geride bırakmışlardır. ingiliz katoliklerinden thomas, senesinde basılan, kitabının kırkbir ve kırkikinci sahifelerinde diyor ki, protestanlar, ilk zuhurlarında, altıyüz kırkbeş imaret, doksan okul, ikibin üçyüz kilise ve yüzon hastahaneyi soyup, yağma etdiler. buralarda oturan, binlerce miskin ve ihtiyarı öldürdüler. ayrıca, ölülere dahi el uzatıp, kefenlerini soydular. elli ikinci sahifesinde de, protestanlar, katolikler aleyhinde, adalet ve hakkaniyyetden uzak, yüzden çok kanun çıkardılar. bu kanunlar icabı, katolik mezhebinde olanlar, protestanlardan miras alamadılar. onsekiz yaşından sonra protestan olmıyanlara, arazi verilmedi. katoliklere mekteb açmak için izn verilmedi. va'z veren katolik papazlarını, habs etdiler. vergilerini artdırdılar. katolik mezhebi üzere ayin yapanları, para cezasına mahkum etdiler. papaz olursa, yediyüz rubye alıp, habs etdiler. ingilterenin dışına okumağa gidenleri, ingiltere haricinde katl edip, mallarını ellerinden gasb etdiler. protestanların belli günlerdeki ayinlerinde hazır bulunmıyan katolikleri para cezasına çarpdırdılar. neticede, katolik ayinlerinden bir şey icra etdirmeyip, silahlarını topladılar. onları ata bindirmediler. papazlardan, protestan olmıyanları ve onları evlerinde misafir olarak saklıyanları da, öldürdüler. katoliklerin şehadetleri kabul edilmedi. ingiltere kraliçesi elizabeth, protestanlığı ingilterede yaymak ve yükseltmek, ruhani makamını kendisi deruhde etmek için katoliklere her dürlü zulm ve haksızlığın yapılmasına izn verdi. sadece meşhur şahslardan ikiyüz dört kişiyi celladlar eliyle i'dam etdirdi. hapishanelerde doksanbeş tane piskopos rütbesindeki katolik papazı öldürtdü. bazı katolik zenginler, ömr boyu habs edildi. protestanlar, rastladıkları katolikleri kırbaç ile döverlerdi. hatta, iskoçya kraliçesi mary stuart, katolik olduğu için, uzun müddet habs edildikden sonra, cellad eliyle i'dam edildi. yine kraliçe elizabeth zemanında, katoliklerden ilm sahibi olanlar ve ruhbanlar, gemilere doldurularak denize atılıp boğuldular. kraliçe, irlandada bulunan katolikleri protestan yapmak için, üzerlerine asker gönderdi. kiliselerini yakdılar. ileri gelenlerini öldürdüler. ormana kaçanları, vahşi hayvanlar gibi avladılar. protestanlığı kabul edenleri, kabul etdikden sonra, yine katl etdiler. parlamento, tarihinde, katoliklerin mallarını ve arazilerini zorla ellerinden almak için me'murlar gönderdi. bu hal, kral James zemanına kadar böyle devam etdi. çünki bu kral, senesinde katoliklere merhamet etdi. fekat protestanlar, buna kızarak kırkdört bin kişiden meydana gelen bir topluluk ile, krala dilekçe verdiler. zulm kanunlarının devamını istediler. fekat parlamento, protestanların bu arzularına i'tibar etmedi. bunun üzerine protestanlardan yüzbin kişi birleşerek londradaki katolik kiliselerini ve katolik mahallelerini yakdılar. hatta, bir mahallede otuzaltı yangın görüldü demekdedir. işte, cihad yapmak ile emr olunmıyan ve sağ yanağına vururlarsa, diğerini çevir, paltonu isteyene ceketini de ver, düşmanlaelizabeth de öldü. rınızı sevip, size beddüa edenlere hayr düa edin, kardeşin hata ederse yetmiş kerreye kadar afv et, komşunu kendin gibi sev diye tavsiye ve emr eden isa aleyhisselamın dinine inandıklarını söyliyen hıristiyanlar arasında, böyle korkunç ve vahşice hadiseler meydana geldi. islam dininin emr etdiği cihad, böyle zalim ve vahşice bir hareket değildir. müslimanların cihada hazırlanması, zalim hıristiyanların, islam memleketlerine saldırmalarına mani' olmak için ve milletleri, zalim hükumetlerin işkencelerinden kurtarmak içindir. cihad, hakkı, doğruyu kabulden kaçınan zalimleri, inadcıları güç ve kuvvet ile terbiye etmek ve allahü tealanın mubarek ismini yükseltmek ve islamın güzel ahlakını her yere yaymak için yapılır. cihadın edebleri ve farzları vardır: harbden önce, uygun bir lisan ile, kafirlere islam dinini kabul etmeleri teklif olunur. ya'ni, islam dininin, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olduğu ve allahü tealanın bir olup, benzeri ve şeriki bulunmadığı ve muhammed aleyhisselamın allahü tealanın kulu ve onun tarafından gönderilmiş hak resulü olduğu, münasib bir lisan ile anlatılır. eğer kabul ve iman ederlerse, mü'minler zümresine dahil olup, mü'minlerle kardeş olurlar. eğer, kafirler, bu ni'meti, bu se'adeti kendilerine uygun görmeyip, mealindeki, şu'ara suresinin yetmiş dördüncü ayetinde bildirilen dalalet içerisinde kalmak isterlerse, dinlerini değişdirmeleri için zorlama ve baskı yapılmaz. islam memleketinde, kendilerinin mallarını, ırzlarını ve canlarını korumak ve kendi ibadetlerini yapmak karşılığında ve onların sosyal hizmetleri için harc olunmak üzere, senede çok az bir cizye ödemek şartı ile sulh yapmağa ve vatanlarında kalmağa da'vet olunurlar. eğer bunu kabul ederlerse, dinleri müslimanların dini gibi serbest olur. ırzları, kanları ve malları da aynen bir müslimanın ırzı, kanı ve malı gibi, devletin muhafazasında, himayesinde olur. bir müsliman, onların evlerine girip, kadınlarına bakamaz. bir kuruşlarını dahi, haksız yolla alamaz. onlara, kötü söz söyliyemez. kur'anı kerimde bildirilen adalet ile hükm eden mahkemelerde, daima hukuk sahibi olup, kendilerine en küçük bir haksızlık yapılamaz. mü'minlerle beraber güzelce geçinirler. islam mahkemelerinde, bir çoban ile vali müsavi muamele görürler. eğer, kafirler, ikinci hali de kabul etmeyip, mü'minler ile harb etmeğe kalkışırlarsa, islamiyyetde bildirilen adalet ve üsul üzere, onlarla cihad yapılır. islamiyyetin, cihad hususunda, uyulmasını emr etdiği adalet ve insaf yolu budur. müslimanların ve hıristiyanların tarihlerini ve şimdiye kadar yapdıklarını, bir teraziye koyup, insaf ile hükm etmelerini, akl ve idrak ehlinin vicdanlarına havale ederiz. yukarıda bildirilenlerden açıkca anlaşılıyor ki, islam dininin sür'at ile yayılması, zor ile ve dünya malına tama' gibi sebeblerden olmamışdır. islamiyyetin sür'at ile yayılması, hakiki ve en son din oluşu, hakiki ve umumi bir adaleti ilmi, çalışmağı, merhameti, güzel huylu olmağı emr etmesi ve insanların fıtratlarına tam uygun bir din oluşundandır. çünki, islamiyyete uyanların, ona tam tabi' olup, emrlerini yerine getirenlerin, çok kısa zemanda maddeten refah, ruhen huzur içerisinde olduğunu, papazlar da kabul ve i'tiraf ederek, dediklerini, kitabımızın başında bildirmişdik. keşki birazcık insaf edip, müslimanların bu terakkilerinin, en son ve en kamil din olan islamiyyete ve onu teblig eden, en son peygamber muhammed aleyhisselama uymaları sebebi ile olduğunu anlasalardı, se'adete kavuşurlardı. sadece kılıç korkusu ile din değişdirmek kolay olsaydı, katolikler ile protestanlar arasında, milyonlarca insanın katl edilmesine sebeb olan harbler olmazdı. iman esaslarında, büyük bir yakınlık olmasına rağmen, ne katoliklerin zorlamaları ve tazyikleri protestanları kendi imanlarından döndürebildi, ne de protestanların vahşice zulmleri, irlanda adasındaki katolikleri imanlarından ayırabildi. denilirse, yukarıda tafsilatını beyan etdiğimiz gibi protestanlar, dinlerine giren kimselere en az yarım kese gümüşden, beşbin kuruşa kadar maaş tahsis etdikleri ve uzun senelerden beri islam memleketlerinde bu kadar çalışdıkları halde, ismi bilinen ve dinini ve kendini bilir kaç müslimanı, protestan yapabilmişlerdir? hal böyle iken, demek kadar, ahmaklık, cahillik ve inadcılık olamaz.burada papazların unutdukları veya söylemek istemedikleri bir diğer husus da, gayri müslimlerden cizye almağı emr eden islamiyyet, müslimanların da, zekat ve uşr vermelerini emr etmişdir. müslimanların vermiş olduğu zekat ve uşr, gayri müslimlerin vermiş olduğu cizyeden kat kat fazladır. cihad bahsini bitirmeden önce, şu hususu zikr etmek de faideli olacakdır: bir devlet, bir millet, çok mütevazi ve nazik olursa, düşman devletlerin hücumuna uğrar, onların tama'larını üzerine çeker. düşman devletler, bu milletin tevazu'unu, nezaketini, aczine ve korkaklığına vererek onlara saldırır. tarih, bu sözlerimizin binlerce misali ile doludur. islamiyyetde, cihada hazırlanmak emri olmasaydı, müslimanların etrafında olan düşmanları, müslimanları ve islamiyyeti yok etmeğe çalışacaklar ve onlara saldıracaklardı. günümüzde de, dünya devletleri, bütçelerinden en çok parayı, müdafe'a ve harb sanayı'ine ayırmakdadırlar. hatta, açlık, kıtlık ve fakirlik bulunan devletler dahi böyle yapmakdadır. bu, bir devletin bekası ve vatanın muhafazası için şartdır. cihad emrinin olmamasını, dinlerinin fazileti için delil getiren hıristiyan devletler kuvvetlenince, islam memleketlerine ve diğer za'if milletlere saldırmış, onları istila etmiş, yıllarca zulm etmiş ve sömürmüşlerdir. bu zulmde, bilhassa ingiltere, fransa, almanya, ispanya ve italya çok ileri gitmişlerdir. hal böyle olunca, hıristiyanlıkda cihad emrinin olmaması sözü nerede kalmışdır. papazlara bunu soruyoruz? protestan papazların, islam dinine yapdıkları i'tirazlardan birisi de, cürümleri afv etmemek mes'elesidir. neşr etdikleri risalelerin birisinde, incil, şahsın hususi muamelelerinde, muhabbet, sıkıntıya katlanma ve afvın lüzumunu, musa aleyhisselamın şeri'atinden daha çok beyan ederek ortaya koymuşdur. halbuki islamiyyetin, cürmü afv etmekde, hıristiyanlıkdan daha çok bir fazilet ortaya koyması lazım idi. suçluya ceza vermekde, değil musa aleyhisselamın şeri'ati, yehudilerin bu şeri'ati te'vil ederek yapdıkları kanunlardan da şiddetli davranmakdadır. kısası caiz gösterdiği gibi, intikam almağa da cevaz vermekdedir. surei isranın üçüncü ayetinde mealen: ve surei bekaranın yüzyetmiş sekizinci ayetinde mealen: ey iman edenler! sizin üzerinize kısas farz kılındı. hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur buyurulmuşdur. burası da dikkat edilecek bir yerdir. çünki kur'anı kerim, tevrat gibi, böyle bir kanunun suiisti'mal edilmesini önleyecek tedbirler beyan etmemişdir. bunun için, islamiyyeti kabul eden kabilelerden ba'zıları, yalnız katil olan kimseyi değil, belki katilin akrabasından birini de, maktulün yerine katl etmek, kur'anı kerime göre caizdir zan ederek, günahsız bir kimseyi katil yerine öldürürler. fekat tevrat, kısas hükmünü böyle suiisti'mallerden önlemek için tesniyyenin yirmidördüncü babındaki, oğullar için babalar öldürülmiyecekler ve babalar için oğullar öldürülmiyeceklerdir. herkes kendi günahı için öldürülecekdir şeklindeki onaltıncı ayetinde açıkca tenbih eder. kur'anı kerim, katl vuku'unda lazım gelen kısasdan başka, küçük yaralamalar için bile, kısası emr etmişdir. hac suresinin altmışıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. böyle emrlerin neticesi, kur'anı kerim, incilin teşvik etmiş olduğu sıkıntıya tehammül, muhabbet ve afvın hilafına olarak, müslimanların birbirlerine kinlerini izhar etmelerini bildirir. işte bu gibi şeylerin zulm ve başkalarının haklarına tecavüz olduğunu, osmanlı devleti de anlıyarak, ellerini kesin mealindeki maide suresinin otuzsekizinci ayeti kerimesinin tatbik edilmesini terk etmişdir demekdedirler. cevab: papazlar bu cümleler ile, incillerde afv ve muhabbete dair olan ayetlerin bulunup, kur'anı kerimde ise, bulunmadığına, belki öldürülen kimsenin varisine bir kudret ve hak verilmiş olduğuna ve kısas ayeti kerimesinde, bu hak için bir tahdid bulunmadığından, suiisti'mal edilebileceğine ve hac suresinin altmışıncı ayeti kerimesinin, incilin teşvik etmiş olduğu sıkıntılara tehammül, sıkıntı verenleri afv etmek ve onları sevmeği bildiren hükmünün zıddı olmasına i'tiraz etmekdedirler. afv ve muhabbete dair ayeti kerime ve hadisi şeriflerden bir kısmını, daha önce yukarıda bildirmişdik. burada tekrarına lüzum görmüyoruz. fekat, kısas ayeti kerimesi, sadece papazın yazdığı kadar değildir. daha devamı vardır. papazlar, hile ile hakikati örteceklerini zan etmişlerdir. bekara suresinin yüzyetmiş sekizinci ayetinin temamında mealen: ey iman edenler! sizin üzerinize kısas yapmak farz kılındı. hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın, kısas olunur. öldürülmüş olanın kardeşinden , katilden bir şey alarak kısasdan vazgeçebilir. alınan bu , pek ziyade olmamalı, mikdarı örfe, adete göre hesablanmalıdır. katil de maktulün velisine icab eden diyeti güzel bir şeklde ödemelidir. işte, kısası afv ederek diyet almak, rabbiniz tarafından size bir hafiflik ve merhametdir. kim bu afv ve diyet alışdan sonra, katil veya katilin akrabası ile düşmanlık ve mukatele ederse, o kimse için ahiretde elim bir azab vardır buyurulmuşdur. işte, kısas emri ile beraber, diyet alarak, katile kısas yapılmasını afv etmek de, kur'anı kerimin açık olan emrlerinden birisidir. musa aleyhisselamın şeri'atinde kısas icab eden bir kimseden diyet almak ve afv etmek yokdu. diyet almak karşılığında kısasdan vazgeçmek, müslimanlar için bir hafiflik ve bir ni'metdir. papaz, kısas hususunda, kur'anı kerimdeki kolaylığı gizlemekdedir. evvela, şunu bildirelim ki, katil veya katilin akrabası ile düşmanlık ve mukatele etmek isteyen maktulün yakınlarına, bu ayeti kerimede, açık bir nehy ve tehdidi ilahi vardır. papaz hile ile maktulün varisi ve yakınları hakkında olan ayeti kerimeden, yalnız işine gelen kısmını yazıp, başını ve sonunu yazmamışdır. hıristiyanların ekserisi incillerden haberdar olmadıkları gibi, müslimanları da, kendi dinlerini bilmiyorlar zan ederek, bu hileye baş vurmuşlardır. isra suresinin otuzüçüncü ayetinde mealen: hiç kimseyi, haklı bir sebeb olmadıkca öldürmeyin. bunu, allahü teala size haram etdi. kim mazlum olarak öldürülürse, biz o öldürülen kimsenin velisi olan varisine bir kuvvet ve salahiyyet veririz. dilerse, katil kısasen, katl olunur veya veli diyetini alarak afv eder. ikisi arasında tercih hakkı vardır. fekat o veli veya varis, allahü tealanın bu müsaadesi ile yardım olunduğundan kısas yapma işinde ileri gitmesin buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede, maktulün velisinin veya varisinin, kısas işinde ileri gitmemeleri tenbih edilerek, afv cihetine gidilmesi tavsiye edilmişdir. varise veya veliye verilen kudret, katil aleyhinde da'va açmak veya diyet karşılığında kısasdan vaz geçdiğini hakime bildirmek arasında, serbest olmasıdır. fekat, arnavutluk, çerkezistan ve ba'zı arab kabileleri gibi, kur'anı kerimin ahkamından habersiz kavmler içerisinde, dini islamın emrleri hilafına vuku' bulan kan da'vaları ve bir çok kimseleri öldürmeleri, bu ayeti kerimeye isnad olunamaz. bu şeklde, haksız yere kan dökmek, vahşi kabilelerin eski adetleridir. kur'anı kerimde emr edilen kısas ve onu afv etmenin aslı budur. dört incilde kısas hükmü olmayıp, sadece kötülük yapanı afv etmek olduğundan, bunlara göre, her katili, her hırsızı, her caniyi afv etmek lazımdır. böyle bir kanun ile, bir cem'iyyetde medenice yaşamak mümkin ise, buna hiçbir sözümüz yokdur. fekat, bu emrin tatbik edildiği bir hıristiyan memleketi görmediğimiz için, sadece papazların boş ve faidesiz sözlerine kulak veremeyiz. tevratda zikr edilen ayete gelince, yalnız katl hususunda değil, her cinayetde tevratın hükmü islam dininin hükmüne, uygundur. en'am suresinin yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. araf suresinin yüzyetmiş dokuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. papazlar, bu ayeti kerimede bildirilen, cevab vermeğe muktedir olmıyan bir zümreye karşı konuşmakdadırlar. hal böyle iken, papazlara isnad edilecek işler, sadece yalan ve iftiradan ibaret değildir. onlar, islam dinine karşı kitab yazıp, bu kitablarında da, açıkca vaki' olanın hilafını iddiaya kalkışmışlardır. yapılan kötülüğe misli ile mukabele etmeği bildiren, hac suresinin altmışıncı ayeti kerimesinin nazil oluş sebebi bilinince, bu i'tirazcı papazın zikr etdiği şeklde bir ma'naya gelmiyeceği ve bu papazın tefsir ilmini hiç bilmediği ortaya çıkar. mekke kafirleri, harb edilmesi arablar arasında haram kabul edilen dört ayda, mü'minlerin üzerine harb etmeğe geldiler. müslimanlar, haram aylarda harb etmekden çekinerek, müşrikleri harb yapmakdan vazgeçirmek istedilerse de, müşrikleri bundan vaz geçiremediler. daha sonra, müşriklerle harbe başladıkları zeman, allahü teala mü'minlere nusreti ilahiyyesi ile yardım edip, mü'minler galib geldiler. fekat mü'minlerin kalblerinde, haram bir ayda harb yapmakdan dolayı, bir sıkıntı ve üzüntü hasıl olmuşdu. bu ayeti kerime, bunun üzerine nazil oldu. böylece, mü'minlerin kalblerindeki bu sıkıntı ve üzüntü zail oldu. bundan anlaşılıyor ki, hac suresinin altmışıncı ayeti, bu papazın zan etdiği gibi, küçük yaralamalar ve kötülükler için kısasın lazım olduğunu, kötülüğün karşılığının kötülük olduğunu beyan etmemişdir. mü'minlere, düşmanları zarar vermek için, böyle harb edilmesi haram olan bir ayı seçerek, saldırırlarsa, kafirlere mukabele etmeğe bir izndir. ayrıca, allahü teala tarafından mü'minlere bir yardımdır. çünki, kur'anı kerimde, fazilet ve üstünlüğün, sadece afv ve muhabbetde olduğu bildirilip de, böyle iznler, müsaadeler bulunmasaydı, müslimanlar da, hıristiyanlar gibi, kitablarının ahkamını ya terk etmeğe veya bu papaz gibi yalan ve iftira yapmağa mecbur olurlardı. çünki, böyle sadece afv ve muhabbet ile medeniyyet aleminde hiç bir kavmin yaşaması mümkin değildir. bunun en tuhaf misali, bu gibi emr ve ta'limatın neticesinde, hıristiyanların, incillerin teşvik etdiği, tam tersine, bir diğeri aleyhine kin sahibi olmalarıdır. incillerin teşvik etmiş oldukları hıristiyanların ahlakına ne kadar menfi te'siri olduğunu, tarihler bize açıkca göstermişdir. incillerin emrlerinin tersine, hıristiyanların birbirlerine yapdıkları zulmlerden ba'zılarını sırası geldikce yukarıda zikr etmişdik. burada hayret edilecek bir diğer husus da, bu papazın, yukarıdaki ayeti kerimeye istinaden, islam kabilelerinden ba'zılarının, katilin akrabasından birini öldürdüklerine üzülmesi ve merhamet etmesidir. ancak, böyle bir kötülüğün insanlardan meydana gelmesine acımakla beraber, adem aleyhisselamdan meydana gelen bir zellenin altı bin sene müddet ile dünyaya gelip giden milyonlarca evladına ve bilhassa peygamberlere aleyhimüsselam sirayet ederek, babalarının yapdığı bir işden dolayı, ceza görmelerine ve katlden çok daha şiddetli olan, cehennem ateşinde azab olunmalarına inanmakdadır. ayrıca, bütün kainatı yokdan var eden allahü tealanın, irtikab olunan bu günahı afv edemeyip, başka çare bulamadığı için, biricik oğlunu hazreti meryemden tevellüd etdirerek dünyaya göndermesine ve mesihin, istemiyerek çeşidli hakaretler ile çarmıha gerdirmesine, bu papaz inanmakdadır. ya'ni, katilin yerine akrabasının cezalandırılması şeklindeki bir fi'lin, beşerden meydana gelmesine razı olmamakda, fekat yukarıda saydığımız diğer zulmlerin haşa allahü tealadan zuhur etdiğini, kabul etmekdedir. erkek ve kadın hırsız hakkında, el kesme emrinin tatbik edilmemesi, sadece osmanlı devletinde sonradan meydana gelmiş bir hadise değildir. daha önceki islam devletlerinde de, asrlardan beri tatbik edilmemişdir. şerab içmek, yalan yere şahidlik yapmak, iffetli kadına iftira etmek ve zina hadleri de, birkaç hadise dışında tatbik edilmemişdir. çünki, bu cezaları tatbik etmek için, ba'zı şartların bulunması lazımdır. şartları bulunmadan ceza verilemez. islam devletlerinde, bu cezayı tatbik edecek şartları bulunan vak'a zuhur etmemişdir. bunun da sebebi, kur'anı kerimde, bu suçları işleyenler için bildirilmiş olan, ağır cezalardır. islam devletlerinde had cezalarını hakimler dahi afv edemez. had cezasını icab eden suç işleyenlere, cezaları herkesin gözü önünde tatbik edilir. bu ağır cezalara çarpdırılmak korkusundan, kimse bu suçları işlemez, işleyemez. buyurulmuşdur. ba'zı kimseler, diyebilir. insanlar, kendilerinin öldürülmesi korkusundan bir başkasını öldürmekden korkarlar. can korkusundan dolayı adam öldürmeğe teşebbüs etmezler. öldürmek vak'ası olmayınca, cem'iyyet, millet hayat bulur ki, ayeti kerime de bunu bildirmekdedir. bugün, hukuk okuyan bir kimse iyice bilir ki, müeyyidesiz hiç bir kanun tatbik edilemez. bu müeyyide, ya para cezası, ya hapis, ya da ölüm cezasıdır. bunu, günümüzde bütün dünya hukukcuları haykırırken, allahü tealanın emri olan cezalara –cevab veremedi karşı çıkmak doğru olur mu? hiç bir fıtratın kabul etmediği komünizm, son derece vahşiyane müeyyideler ile yayılmış ve hala bu müeyyideler ile ayakda tutulmağa çalışılmakdadır. aynı şeklde papazlar, ilm ve fen adamları, akl ve mantığın kabul edemiyeceği, hıristiyanlık akidelerini terk etmişlerdir. içlerinde, islamiyyeti tanımak fırsatını bulanlar, hemen müsliman olmakdadırlar. islamiyyeti tanımak şerefine kavuşamıyanlar, dinsiz ve marksist olmuşlardır. hıristiyan gençleri arasında, , , gibi birçok sapık cereyanlar ortaya çıkmışdır. bu gençlerden avrupa halkı da korkmakdadır. bugün, gazete ve mecmu'alarda, avrupa memleketlerinde, birçok kilisenin satıldığını okumakdayız. bunların çoğunu, müslimanlar satın almakda ve cami' yapmakdadırlar. kiliselere, daha çok ihtiyarlar devam etmekdedir. imkan bulsalar, papazların, bugün de engizisyon mahkemeleri kuracaklarında, hiç şübhe yokdur. misyonerler, avrupada kıymetini temamen gayb eden hıristiyanlığı, afrikada ve geri kalmış diğer dünya devletlerinde yaymağa çalışmakdadırlar. şunu tekrar bildirelim ki, kur'anı kerimde suçluya verilen cezalar, vücudda kangren olmuş bir yarayı kesip almağa benzer. eğer o yara alınmazsa, bütün vücud zarar görür. suçluya da, ceza tatbik edilmezse, bütün cem'iyyet zarar görür. bir şahsın zararı, elbette cem'iyyetin zararına tercih edilir. islamiyyetde el kesme cezası, her hırsızlık yapana tatbik edilmez. bunun çeşidli şartları vardır. bu ceza, başkalarının iznsiz olarak açmaları veya girmeleri caiz olmıyan yerden, darülislamda, bir def'ada on dirhem gümüş parayı veya on dirhem gümüş değerinde olan her dinde mütekavvim olan, ya'ni kıymetli olan ve durmakla bozulmıyan malı, müslim veya gayri müslimden çalan kimseye tatbik edilir. on dirhem gümüş, gramdır. bunun da kıymeti takriben yedide biri olangram altındır. et, sebze, meyve ve sütü çalanın eli kesilmez. hırsızın ikrar etmesi veya iki şahid ile sirkat anlaşıldıkdan sonra, mal sahibi, bu kimse benim malımı çalmadı veya ona hediyye, emanet etmişdim veya şahidler doğru söylemiyor derse kesilmez. hakimin, böyle söylemesini mal sahibine teklif etmesi sünnetdir. bunların tafsilatı fıkh kitablarında yazılıdır. papazın islamiyyeti bilmediği, hele fıkh kitablarından hiç haberi olmadığı, buradan da anlaşılmakdadır. protestan papazlarının islam dinine i'tirazlarından biri de, köle sahibi olmanın islam dininde caiz olmasıdır. bu papazlar, musa aleyhisselamın şeri'ati köleliğin esaslarını gereği gibi hafifletmekle beraber, esirleri kanunun himayesi altına almışdır. ancak, esirlerin alınıp satılmasına cevaz vermiş, müsaade etmişdir. fekat hıristiyanlığın ruhu buna temamen muhalif olup, hakim olduğu her yerde esirlik, kölelik müessesesini lağv etmekdedir demekdedirler. cevab: papazların bu i'tirazı, sadece islam dinine mahsus olmayıp, isa aleyhisselamın temam etmeğe me'mur olduğu, musa aleyhisselamın şeri'atine de şamildir. bunun için, kendilerinin hıristiyan olmalarından şübhe edilir. çünki, köleliğin yasaklanmasına dair, mevcud incillerde tek bir harf dahi yokdur. bunun için, isa aleyhisselamın şeri'atinde de, tabii olarak musevilikdeki hükmün devam etmesi icab eder. fekat bu papazlar, yeni fikrler ile yetişmiş avrupalılardan oldukları için, köleliği insanlığa muhal görüyor ve kaldırılmasını arzu ediyorlarsa, bu işe dinleri karışdırmayıp, sadece aklen köleliğin, esirliğin kötülüğünden bahs etmeleri icab ederdi. bunun için, papazların bu i'tirazları dini mes'elelerden olmadığı için, cevab vermek icab etmez. ancak, islamiyyetde mevcud olan kölelik ile, hıristiyanların bildikleri kölelik arasında olan farkı anlatmak faideli olacakdır. bu hususu kısaca bildirelim: herkesin ma'lumu olduğu üzere, kölelik müessesesi insanlığın yeryüzünde zuhurundan beri mevcuddur. her millet esirleri hakkında kötü muamelelerde bulunmuş ve hiç bir milletde, köle ile efendisi arasındaki hukuk, müsavi tutulmamışdır. eski yunanlıların buna dair muhtelif kanunları hala kitablarda yazılıdır. romalılarda ise, köleler için tatbik edilen şiddet, zulm, tahkir ve vahşilikler, hiç bir milletde görülmemişdir. buna aid olan tafsilatlı kanunlar, kitablarında yazılmışdır. yine asya ve afrikada çok eski zemanlardan beri, bu adet mevcud idi. köle ticaretinin en çok karcısı, avrupalılar olmuşdur. bu ticarete, ilk olarak, miladi ondördüncü asrda, portekizliler başlamışdır. daha sonra amerika keşf olununca, misyoner papazlar, bir yandan amerikanın yerli ehalisi olan kızılderilileri yok ederek amerika topraklarını boş bırakıyor, bir yandan da portekizliler, ingilizler ve fransızlar, afrikadan zencileri kaçırıp, gemilerine yükleyerek amerika esir pazarlarında köle diye sürü halinde satıyor ve milyonlarca para kazanıyorlardı. hatta, bu çaresiz insanları doldurdukları gemiler, hususi suretde yapılıp, ambarlarına birbiri üzerine bu zevallılar dolduruluyordu. nefes alamıyarak, yolculuk esnasında, yarısından fazlası ölüyordu. fekat, kalanları ile arzu etdikleri ticareti yapmakdaydılar. zencilerin bu zillete dayanamayıp, geminin ambarında isyan etdikleri de oluyordu. bu halin vukuunda, esirleri yukarıdan silah ile öldürmek için, güverte tahtasında mazgal delikleri bırakılıyordu. protestanların hamisi olan ingiliz kraliçesi elizabeth, esir ticaretini meşru' sayarak teşvik etdi. fransa kralı onuncu lui, bunu iyice yaymışdı. fekat, senesinde amerikada pansilvanya ehalisi, bunun yasaklanmasına çalışdı. bundan oniki sene sonra danimarka, ondan sonra, vesenelerindeki tenbihnameler ile ingiltere veve tarihlerinde fransa vede prusya ve rusya devletleri esir ticaretini yasakladılar. ancak, bunları satanlar hıristiyan tüccarlar olduğu gibi, alanlar da hıristiyan olduğundan, zevallı zenciler bunların ellerine düşdükleri zeman, evvela vaftiz edilerek hıristiyan yapılıyordu. daha sonra gecegündüz, yaz ve kış çeşid çeşid sefaletler içinde çalışıp, efendilerine para kazandırmak için tarlalara, çiftliklere ve ma'denlere gönderiliyorlardı. tarihinde şimal ve cenub amerika devletleri arasında başlıyan harb ve çarpışmalar, bu esirlik mes'elesi yüzünden meydana gelmişdir. bununla beraber, amerika kıt'asında yüzbinlerce zenci alınıp satılmakda ve nice hıristiyanlar, onların yüzünden milyonlarca dolar kazanmakdadırlar. şimdi kölelik denilince, bütün avrupalılar, amerikadaki zillet ve sefalet içerisinde olan zencileri düşünerek, nefret ederler. avrupalılar islam memleketlerinde yasaklanmasını istedikleri köleliği, kendi memleketlerinde ve amerikadaki kölelik gibi zan ederler. halbuki, müslimanlar arasında olan esaretin hürriyyetden farkı, sadece belli bir bedel ile, bir elden diğer bir ele nakl olunmakdan ibaretdir. esirler ücretli bir işçiden fazla, hiç bir hizmetde bulunmazlar. esirlerin islamiyyetde çekdikleri zahmet, yalnız terbiye, ilm tahsili ve edeblenme hususlarındadır. islam devletinde, harbde alınan esirler, asla öldürülmez. harb meydanında dahi, aç ve susuz bırakılmaz. harbden sonra, gazi müslimanlara, ganimet malları taksim edilirken, köle ve cariyeler de, bunlara dağıtılır. harbden sonra, gaziler köle ve cariyelerini, ya kendileri hizmetci olarak kullanırlar, yahud başkalarına satarlar. görülüyor ki, islamiyyetde köleler, hıristiyanların afrikadan ve asyadan gizlice veya zorla kaçırdıkları hür insanlar ve bunların çocukları değildir. hür insanı kaçırmak, bunları köle olarak satmak, islamiyyetde büyük günahdır. islam devletinde, köleler ilmde ve siyasetde, en yüksek makamlara kavuşmuşlar, hatta sadrazam dahi olmuşlardır. osmanlı memleketlerinin büyük sülalelerinde, sultan hanımların çoğu esirlerden idi. kölesini kendine damad yapmış ve cariyesini nikah ile kendine zevce edip, mal ve mülküne varis kılmış, binlerce müsliman vardır. bir müsliman, köle ve cariye satın aldığı zeman, onun yiyeceği, giyeceği ve diğer ihtiyaçları ve muamelatdaki hukukunun bütün mes'uliyyetleri hep bu kimseye aid olur. köle ve cariyesini yidirmek, içirmek, giydirmek ve gönlünü hoş tutmak mecburiyyetindedir. onları asla dövemez, yapamıyacakları iş veremez ve hakaret edemez. islamiyyetde, köle azad etmek en büyük ibadetdir. öyle büyük günahlar vardır ki, ancak köle azad etmekle afv olunur. yedi sekiz sene hizmetden sonra, kölesini azad edip, onu evlendirmek de, müslimanların seve seve yapdıkları, adetlerdendi. bunların hali, avrupadaki ve amerikadaki esirlerin ahvaline kıyas ve tatbik edilebilir mi?bu bahsi bitirmeden önce papazlara diğer bir hususu da hatırlatmak isteriz. müslimanların ellerinde bulunan esirlerin akraba ve yakınları, kendi esirlerini kurtarmak için, para ile, müslimanlara müraceat edip, kendi esirlerinin fidyesini ödeyerek kurtarmışlardır. fekat bu esirler müslimanlardan gördükleri şefkat, merhamet ve insanlık sebebi ile kendilerini kurtaran akrabaları ile kendi memleketlerine dönmek istememişlerdir. müslimanların yanındaki esareti, kendi akraba, anne ve babalarının yanındaki hürriyyete, tercih etmişlerdir. bunun elbette bir sebebi vardı. peygamberimizin kölesi zeyd bin hariseyi kendi memleketine götürmeye gelen babası ve amcası, peygamberimize ne kadar para isterse ödeyeceklerini, zeydi kendilerine vermesini rica etdiler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem her hangi bir ücret istemedi. zeyd bin hariseye radıyallahü anh, serbest olduğunu, isterse babası ve amcası ile gidebileceğini bildirdi. zeyd bin harise, babası ve amcasının bütün yalvarmalarına rağmen; peygamberimizden ayrılamıyacağını bildirdi. bunun misalleri çokdur. papazlar, acaba buna ne cevab verirler? hıristiyanların, islam dinine yapdıkları i'tirazlardan biri de, teaddüdi zevcat, ya'ni dörde kadar evlenme ile, talak, ya'ni boşama mes'eleleridir. hıristiyanlar, musa aleyhisselamın şeri'atinde, teaddüdi zevcatın yasaklanmasına dair bir kanun bildirilmemişdir. talak için de, açıkca izn verilmişdir. halbuki, isa mesihin incili, doğrudan doğruya her ikisini de men' etmiş, yasaklamışdır. kur'anı kerim ise, birden fazla evlenmeğe izn vermişdir. nisa suresinin üçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerime ile dörde kadar, nikah ile evlenilebilmekdedir. bundan başka, islam dini, erkeklerin canı istediği zeman cariyeler satın almasına da müsaade etmişdir. bu ise, kadınlara, allahü tealanın tahsis buyurduğu hale ve insanların adil arkadaşı ve yardımcıları olmak mertebesine uygun değildir. bu hükm, kadınları bir hizmetci derecesine indirmişdir. birkaç kadınla evlenmek, mes'ud bir evliliğe muhalifdir. çünki, zevc ile zevcenin tam olarak anlaşması ve tanışmalarına mani' olup, sülalenin emniyyet ve se'adetini ortadan kaldırmakdadır demekdedirler. papazlar, adetleri olan, hilekar fikrlerinden dolayı, burada da, ayeti kerimeyi işine geldiği yere kadar yazmış, sonraki kısmını yazmamışdır. nisa suresinin üçüncü ayetinin temamında mealen: gözetemiyeceğinizden korkarsanız, onlardan başka kadınlardan halal olanları, ikişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder nikah edin. eğer o kadınlar arasında adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız, birini ihtiyar edin . yahud, sahib olduğunuz cariyeleri ihtiyar edin. işte bu bir zevce, yahud cariyeler ile kanaat etmeniz, adaletden ayrılmamaya daha yakındır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimenin mealinden anlaşılır ki, daha önceki kavmler arasında, evlenilecek kadın için belli bir aded olmadığından, bir kimse beş, on, yirmi kadınla evlenebiliyordu. islam dini bunu dörde indirmişdir. ayrıca, buna zevceler arasında adalet yapmağı da şart koşmuşdur. hanımları arasında adaleti yerine getirmekde olan zorluklar göz önüne getirilirse, aklı olan ve adaletsizlikden korkan kimse için, bir kadından fazlası ile evlenmek mümkin olamaz. ya'ni islam dini zahirde dörde kadar evlenmeğe ruhsat verdiği halde, ortaya koyduğu adalet şartı ile, zımnen birden fazla evlenmemeği tenbih etmişdir. hatta, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem hanımlar arasında adaletin nasıl olacağı sorulduğu zeman, cevabını vermişdir. bunu tatbik etmek, bir kimse için çok zor olduğundan, islam dini bir kadınla evlenmeği tavsiye etmekdedir. papazların, inciller birden fazla kadınla evlenmeği doğrudan doğruya men' etdi demeleri, incillerde bildirilenin tersidir. çünki incillerde, diye bir nehy mevcud değildir. fekat, matta incilinin ondokuzuncu babının üçüncü ve devamındaki ayetlerinde, ferisiler isayı deniyerek gelip dediler: her sebeb ile hanımını boşamak caiz midir? isa cevab verip: başlangıçda yaratan onları erkek ve dişi yaratdığını ve bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve hanımına yapışacakdır ve ikisi bir beden olacakdır dediğini okumadınız mı? artık onlar iki değil, fekat bir vücuddurlar. imdi allahın birleşdirdiğini insan ayırmasın dedi. bundan, birden fazla kadın ile evlenmenin yasaklandığı anlaşılamaz. fekat, her zevce, zevci ile tek bir vücud kabul edildiğinden, boşamak işinde ileri gidilmemesini emr etdiği anlaşılır. hal böyle olunca, papazlar, yalnız islam dininin değil, isa aleyhisselamın, temam etmeğe me'mur olduğu, musa aleyhisselamın şeri'atinin de batıllığını iddia ederek, isa aleyhisselamın dininden çıkmış oluyorlar. talak işinde de hal böyledir. incillerde, zinadan başka bir sebeb ile talak vermekden nehy vardır. ancak, bu incillerin doğruluğu bizce şübheli olduğundan, bu nehyin, isa aleyhisselama vahy olunan hakiki incil ayetlerinden olduğunu kabul edemeyiz. buna ba'zı delillerimiz vardır: bu bahs, matta incilinde görülen, garib bir ayetde yazılıdır. mattanın ondokuzuncu babının üçüncü ve devamındaki ayetlerde diyor ki, ferisiler, isanın yanına gelip onu deniyerek dediler: her sebeb ile karısını boşamak caiz midir? isa cevab verip dedi: başlangıçda yaratan onları erkek ve dişi yaratdığını ve bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve zevcesine yapışacakdır ve ikisi bir beden olacakdır dediğini okumadınız mı? onlar artık iki değil, fekat bir bedendirler. imdi allahın birleşdirdiğini insan ayırmasın. onlar isaya dediler: öyle ise, musa niçin bir boşanma kağıdı vermeği ve kadını boşamağı emr etdi? isa onlara dedi: kalblerinizin katılığından dolayı hanımlarınızı boşamanıza musa müsaade etdi. fekat başlangıçda böyle değil idi. ben size derim: kim zinadan başka bir sebeb ile zevcesini boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder. boşanmış olan kadınla evlenen de zina eder. şakirdler isaya dediler, eğer erkeğin hanımı hususunda hali böyle ise, evlenmek hayrlı değildir. fekat isa onlara dedi: bütün adamlar bu sözü kabul edemez. ancak kendilerine kabulü verilmiş olanlar kabul eder. çünki ba'zı anadan doğma hadımlar vardır ve ba'zısı insanlar tarafından yapılmış hadım vardır. göklerin melekutu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. kabul edebilen bunu kabul etsin demekdedir. bu ibaredeki birinci sualin cevabında, musa aleyhisselamın boş kağıdı verme izninin sebebi bildirilmekde ve kalblerin katılığından dolayı, hanıma boşama kağıdı vermeğe musa aleyhisselamın izn verdiği bildirilmekdedir. bu, hem musa aleyhisselama, hem de isa aleyhisselama, ayb ve kusur isnad etmek olur. çünki, bu cevabdan, allahü tealanın emri olmaksızın musa aleyhisselamın kendiliğinden emr ve nehy yapabildiği, hatta başlangıçda böyle değil iken, beni israilin kalblerinin katılığından dolayı, boşamağa izn vermiş olduğu ma'nası çıkar. bir diğer husus da: kalb katılığı, talaka sebeb olan hallerden olmadığı için, böylesine saçma bir cevabı isa aleyhisselama nisbet etmek rezilliği ortaya çıkar. diğer bir gariblik de şudur: isa aleyhisselam ferisiler ile konuşurken, şakirdler konuşmaya karışarak sohbeti bozup, sözünü söylemeleridir. çünki, havarilerin önceki peygamberlerin kitablarına bilgileri gayet az idi. isa aleyhisselam ise, tam vakıf idi. havarilerin isa aleyhisselama karşı i'tiraz eder gibi böyle bir sözü söylemelerine hayret edilir. çünki bu hükm, akla, hikmete ve adete o kadar muhalif görünmüş ki, isa aleyhisselamın düşmanlarından önce, kendi şakirdleri, kendisine i'tiraz etmişler demek olur. bir diğer gariblik ise, şakirdlerin i'tirazına karşı evlenmemeği, hadım kimseler gibi kabul edip, onları üç kısma ayırarak, kiminin yaratılışdan, kiminin insanlar tarafından yapılmış, kiminin göklerin melekutuna kavuşmak arzusu ile hadımlığı ihtiyar etdikleri tafsilatını, isa aleyhisselama isnad etmekdir. hadım olan kimselerin evlenmemeleri tabii olup, evliliği kabul etmelerinin veya etmemelerinin onlarca bir kıymeti yokdur. ayrıca, burada asla münasebeti olmıyan hadımlığın çeşidlerinin anlatılması da temamen hezeyandır. isa aleyhisselam gibi, şanı yüksek bir peygambere böyle şeyler yakışdırılamaz. onun derecesinin pek yüksek olduğundan şübhe olunamaz. isa aleyhisselam, deyip dururken, musa aleyhisselamın şeri'atinde olan böyle bir esası, böyle bir hükmü değişdirmiyeceği meydandadır. matta incilinde yazılı olan bu bahs, markos incilinin onuncu babında da anlatılmakdadır. markosda, şakirdlerin sordukları sual ve sonradan dedikleri gibi birşey ve hadım olanların çeşidleri ile ilgili, her hangi bir şeyin bulunmamasıdır. matta incilinde bildirilen bu haber mütevatir olsa idi, markos, matta incilinden anlatılan bu bahsin baş tarafını yazdığı gibi, son tarafını, ya'ni havarilerin sualleri ve bunun cevabı ve hadım olanlar ile ilgili kısmlarını da yazardı. iki incilin ibareleri arasında, ma'na cihetinden olan farklılıkdır. çünki markos incilinin onuncu babının ikinci ayeti ve devamında, ferisiler geldiler ve onu deniyerek: adama zevcesini boşamak caiz mi? diye kendisinden sordular. o da bunlara şöyle cevab verdi: musa size ne emr etdi? onlar da dediler: musa bir boşanma kağıdı yazmağa ve kadını boşamağa müsaade etmişdir. fekat isa onlara dedi ki, yüreklerinizin katılığından dolayı size bu emri yazdı. fekat hilkatin başlangıcından allah onları erkek ve dişi yaratdı demekdedir. matta incilinin ondokuzuncu babının sekizinci ayetinde ise,yüreklerinizin katılığından dolayı, zevcelerinizi boşamanıza musa müsaade etdi. fekat başlangıçdan böyle değil idi demekdedir. bu iki ibare arasında iki şeklde ayrılık vardır: birinci ayrılık, matta incilinin ibaresinde, musa aleyhisselamın talaka izn verdiği anlaşıldığı halde, markosun ibaresinden, musa aleyhisselamın talakı emr etdiği anlaşılmakdadır. ikinci ayrılık ise, matta incilinin ibaresine göre, musa aleyhisselamın şeri'atinden önce talak yokmuş, sonradan beni israilin kalblerinin katılığından dolayı, musa aleyhisselam onlara talak için izn vermişdir. markosun bildirdiğine göre ise, başlangıçdan kelimesi yerine hilkatden, ya'ni yaratılışdan kelimesi kullanılmışdır. markosun ibaresindeki ma'na, ilk yaratılışdan allahü teala onları erkek ve dişi yaratdı demek olur ki, matta incilinin ibaresine muhalifdir., isa aleyhisselam, davüd aleyhisselamın sülalesinden olmakla iftihar etmişdir. davüd aleyhisselamın, müteaddid zevceler sahibi olduğunu bildiği halde, birden başka kadınla evlenmeği nehy etmesini, akl kabul edemez. bu deliller ile, biz bu ayetlerin, isa aleyhisselama allahü teala tarafından inzal edilen, hakiki incil ayetlerinden olmayıp, sonradan incillere sokuşdurulmuş olduğunu isbat ederiz. eğer papazların, tersini isbat etmeğe delilleri var ise, beyan etmelidirler. bizlere çok garib görünen bir husus da, islam dinindeki talaka izn verilmesine i'tirazın, protestanlar tarafından yapılmasıdır. çünki tarihlerde bildirildiği gibi, miladın dörtyüz tarihine kadar hıristiyanlar arasında, talaka dair asla bir münakaşa ve ihtilaf vuku' bulmamış ve tevratın hükmü ile amel olunmuşdu. o asrda, sen augustin ismindeki piskopos talakı kesinlikle nehy etdi. katolik kilisesi, bugün hala onunla amel etmekdedir. st. augustin, katoliklerin azizlerinden olup, miladınsenesinde, tunusun bone şehrinde öldü. avrupalı hıristiyan krallardan ba'zıları için, papazların talaka izn verdikleri de oldu. fekat bunlar, siyaset icabı olduğu için, kilise buna i'tibar etmeyip, görüşleri bugün yine talakın caiz olamıyacağı, şeklindedir. protestanlar, katolik kilisesinin talak verilmiyeceği görüşüne i'tiraz etdiler. luther, diğer hususlarda olduğu gibi, talak hususunda da, katolik kilisesine muhalefet etdi ve talaka ruhsat verdi. o halde, protestanların talaka i'tirazları, kendi dinlerinin kurucusu olan, luthere de i'tiraz olur. bu papaz, birden fazla evlenme ve talakın ba'zı ahvalde lüzumlu ve güzel birşey olmayıp, bil'aks nice zararların meydana çıkmasına sebeb olduğunu uzun uzun beyan ederek, islam kadınlarının da zihnlerini karışdırmak ve sapıtmak için, hayli sıkıntılara girmişdir. madem kendisi, nakli bırakıp, akli deliller ile fesad çıkarmağa çalışmakdadır. biz de onun iftiralarının akli olan mahzurlarını beyan edelim: her iklimin kendine mahsus tabiati ve te'sirleri olduğu gibi, her iklimde bulunan milletler ve kavmlerin de, kendilerine mahsus bir takım milli örf ve adetleri vardır. asrlardan beri, o adetlere alışmış olduklarından, onu terk etmeleri mümkin değildir. çünki bu adetlerin ekserisi, o iklimin havası ve suyu ile yoğrulmuş olan huylarının icabıdır. onları, bu huylardan vaz geçirmek, bir şeyin mahiyyetini değişdirmek gibidir. işte, teaddüdi zevcat ve talak hususu da, ekvatora yakın olan ve havası sıcak olan memleketlerin ehalisi arasında, uzun zemandan beri mevcud olan, bir örf ve adet idi. imkan sahibi olanların, çok kadını nikah etmeleri; peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem zemanına kadar devam etdi. bundan sonra, kur'anı kerim nazil olmuş ve kur'anı kerim bu kadın sayısını dörde indirmişdir. buna da, adalet şartını koyarak, zımnen bu sayıyı bire tahsis etmişdir. buna göre, arab kavmi gibi pek çok kadın ile evlenmeğe alışmış bir kavmi, dörde kadar kadınla evlenmeğe alışdırmak peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerindendir. bununla beraber, asya ehalisinin meşreb ve yaratılışları, avrupalılara benzemediğinden, onlar birden fazla kadınla evlendikleri zeman, papazların zan etdikleri kadar uygunsuzluklar meydana gelmez. çünki evlenmek üç sebeb ile olur: insan neslinin devamı, bir başkasının mülküne tecavüzden ve zinadan sakınarak, iffet ile yaşamak, ev işlerinin güzel bir şeklde tanzimi ve malların ve eşyanın muhafazasıdır. bir kadın çocuk sahibi olamadığı zeman, evliliğin birinci sebebi yerine gelmeyip, insan neslinin inkıtaına sebeb olur. eğer zevce bir hastalığa mübtela veya yaratılışda bünyesi gayet za'if olur, zevcinin bünyesi de kuvvetli ve sıhhatli olursa, evliliğin ikinci sebebi de zail olur. bunun zail olması ise, zina gibi, pek büyük bir fesada sebeb olur. bir diğer husus da, eğer kadın müsrif, sefih, ita'atsiz, hain ve kötü huylu ve kötü dilli olursa, üçüncü sebeb de yok olmuş olur. böylece erkek ömrünün sonuna kadar, gariblik, eziyyet ve hüsran içerisinde bulunur. zengin ve haysiyyet sahibi nice hıristiyan vardır ki, hanımı çocuksuz veya yaşlı veya sefih ve kötü huylu olduğu için, onu boşayarak bir diğerini alamaz. böylece, hıristiyan olduğuna, günde bin kerre pişman olur. fekat müslimanlarda, zevcesini boşamak zevcin ihtiyarı altında olduğundan, zevcesi kendisine muvafık olmazsa, boşayarak ondan ayrılır. zevcesi kendisine muvafık olduğu takdirde, ömürlerinin sonuna kadar, mes'ud olarak beraberce yaşarlar. müslimanların ekserisi böyledir. bunun için, islam milletlerinde, müsliman olduklarına üzülmelerine ve pişman olmalarına hiç bir sebeb yokdur. bu hususdaki bir diğer incelik de, hıristiyanlar evlenmeden önce birbirleri ile görüşüp, konuşurlar. bu sebeb ile, iki taraf birbirlerinin ahlakını, tavrlarını inceleyip öğrendikden sonra, tarafların muvafakati olursa evlenirler. fekat iki taraf da birbirlerine hoş görünmek için beraber bulundukları sırada, gayet ihtiyatlı davranıp, kötü huylarını birbirlerine his etdirmemeğe çalışır, birbirlerini aldatırlar. ancak tecribesizlikle, gençlikden gelen duyguların ve şehvani kuvvetlerin te'siri ile, önceden tanışmalarının faidesi olmaz. bunun da delili, hıristiyan ailelerin çoğunda, evlendikden sonra görülen hoş olmıyan hallerdir. her memleketde, bilhassa avrupada, sadece zevcesi ile ömrünün sonuna kadar beraber yaşayıp, başka bir kadınla ilgisi olmamış güçlü, kuvvetli kimse pek azdır. bu da tabi'i bir işdir. çünki, onlarda kadınlar ile görüşmek memnu' olmadığından, herkes zevcesini alıp balolara, müsafirliğe giderler. orada, kendi zevcesi ile beraber oturmak ayb olduğu için, herkes zevcesini başka bir erkeğe teslim eder. kendisi de, bir başkasının zevcesini alarak dans ederler ve birbirlerini aldatırlar. insan nefsinin icabı, zeman ile her şeyden bıkkınlık ve usanç gelir. bir kimsenin zevcesi, ne kadar güzel ve iyi ahlak sahibi olsa, zeman ile başlangıçdaki muhabbet ve ateşi azalır. böyle bir mahalde, gerek erkek, bir diğer kadına ve gerek zevce, bir diğer erkeğe çaresiz meyl eder. hıristiyan memleketlerinde, kadınlar ve erkekler, birbirleri ile karışdıkları, görüşdükleri ve konuşdukları için, zina etmeden ömr geçirmiş bir erkek ve kadın pek nadir bulunur. kadın erkek, hiç bir çekinme ve kaçınma olmaksızın, beraber oturmaları, konuşmaları ve görüşmeleri ile, kadınlara hurmet ediyoruz ve haklarını yerine getiriyoruz dedikleri halde, onları bu tehlükelere kendileri düşürerek, hakikatde kadınları tahkir etmekde, aşağılamakda ve ticaret meta'ı olarak kullanmakdadırlar. fekat müslimanların zevceleri, ırz, namus ve haya sahibi olarak, zevcleri yanında muhterem olduğundan, zevcleri onları böyle tehlükelere ve hakaretlere layık görmezler. herkes, en çok sevdiği ve kıymetli olan şeyleri kendi nefsi için sakladığı gibi, müslimanlar da, kendilerine her şeyden kıymetli, aziz ve muhterem bildikleri zevcelerini, hanımlarını uçan kuşdan esirgerler. bu ise, muhabbetin, sevginin çokluğundandır. avrupalılar, bu hususda ahlak ve namus duygusundan uzaklaşmışlardır. zevcin, zevcesini veya zevcenin zevcini kıskanması, çok gülünç ve alay konusu olan bir ahmaklık kabul edilmekdedir. bir kimse hakkında, filan kıskanç imiş denilince, terbiyesiz ve ahmak sayılır. avrupanın, insanlık edeblerine temamen zıd olan bu halinden, ziyadesi ile istifade edenler, papazlar oldular. papazlar için bu halin devamını istemek tabi'idir. bizim tanıdığımız hıristiyanlardan birisi, almanyada doğup büyümüş ve protestan olarak yetişmiş iken, balolara kız kardeşlerini götürüp, başkalarının eline terk etmeğe namus duygusu ile razı olmadığından, vatanı olan almanyayı ve dini olan hıristiyanlığı terk ederek, istanbula gelmiş ve müsliman olmak ile şereflenmişdir. bugün osmanlı devletinin mühim işlerinde hizmet etmekdedir. avrupayı görmüş olanların bildiği gibi, birçok kibar ailelerde zevc ve zevce arasındaki şekli bir birleşme ve ittifak vardır. evlerine müsafir geldiği ve kendileri de müsafirliğe gitdikleri zeman, dostlarına karşı, zevc ve zevce güya, birbirlerine çok bağlıymışlar gibi, güzel muamele ederler. fekat bir müddet sonra, aileler birbirlerine yakınlaşıp karışdıkları zeman, zevc ve zevcenin asl düşünceleri anlaşılır. ya'ni her biri, diğerini görmek istemiyecek kadar, birbirlerinden bıkmış, usanmışdır. hatta ba'zıları, ne sen bana karış, ne de ben sana karışayım diye, mukavele yapmışlardır. böylece, zevcin birkaç sevgilisi olduğu gibi, zevcenin de nice sevgilileri olup, ikisi de, kendi zevk ve safalarında ayrı ayrı vakt geçirmekdedirler. ayrıca, iki tarafdan biri, hayatda olduğu müddetce, bir başkası ile evlenemediklerinden, birbirlerinin ölmesini beklerler. bazen, biri diğerinden kurtulmak için, öldürmeye dahi teşebbüs etmekdedir. talakın bulunmamasının avrupa milletleri için zararları pek çokdur. bunun için, senesinde, talakın resmen yasak olduğu fransada talak, kanunlarca tanındı. ya'ni, talaka izn verildi. senesinde, papazların çalışmaları ile yine kanunlardan talak izni kaldırıldı. talaka tekrar kanunlarca izn verilmesi için, ve senelerinde hükumet adamları, hukukcular ve ilm adamları tarafından pek çok gayret sarf edildi ise de, papazların entrikaları galebe çalarak talakın serbest bırakılması için çalışanlar muvaffak olamadılar. avrupalılar, köleliği insanlığa mugayir, insanlığa zıd gördüklerinden, köleliğin kaldırılması için sarf etdikleri çalışma ve gayretleri ne kadar takdire şayan ise, kendilerinde bir ömür boyu süren ve mal, nesl ve iffet için olan çeşidli zararları, her gün daha açık bir şeklde görülmekde olan talak verememek esaretini hala kaldırmamalarına çok teaccüb edilir. yaşlıca bir adamın genç zevcesi, açık saçık dolaşıp, istediği delikanlılar ile görüşse ve bu adam zevcesini bundan men' edemiyerek, başkaları ile yatıp kalkmasından şübhe etse, bu kadından dünyaya gelen çocuklar her gün, gözünün önünde koşup gezerken, aşağılık duygusu içerisinde ah ederek, elbette bu çocuklar benden değildir, fekat benim mirasımı paylaşacaklardır demez mi? dünyadaki ömrünü gam ve keder içerisinde geçirmez mi? o kimse için, bundan büyük azab olur mu? yahud, afife genç bir kadın, kendi rızası olmadan iktidarsız bir ihtiyarla veya hiç hoşlanmadığı bir adam ile evlendirilse, bu kadın, bütün gençliğini büyük bir azab içerisinde geçirir. ayrıca, ondan meydana gelecek neslden, medeni bir cem'iyyeti mahrum bırakmak, hikmete hiç uygun olmayan ve medeniyyetin icab etdirdiği bir şey değildir. bu kadın, artık canından bezerek, kocası hayatda iken, bu beladan kurtulamıyacağını bilince, uygun bir vaktde kocasını suikast ile ortadan kaldırma fikrine kapılırsa veya afife iken ızdırab, üzüntü ve gençlik arzuları ile yoldan çıkarsa, papazlar mes'ul olmaz mı? erkeklerle kadınların bir arada toplanmaları, oturup kalkmaları ve balolarda kadınların boyunları, gerdanları, kolları açık olarak dans etmeleri ve süs eşyalarını ve zinetlerini takarak gelip, kadın erkek karma karışık oturmaları caiz olunca, buralarda gözlerini birbirlerine bakmakdan muhafaza edecek kaç erkek ve kaç kadın bulunabilir? müsliman kadınların, evlerinden sık sık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklerle konuşmaları ve bir arada bulunmaları, gülüp şakalaşmaları olmadığından, onlar için böyle bir tehlüke yokdur. bir müslimanın zevcesi, çirkin ve kötü huylu olsa bile, kendisi ondan başka kadın görmediğinden ona kanaat eder. müsliman bir hanımın, kocası ne kadar uygunsuz olsa da, kendisi başka bir erkekle konuşmadığı, oturup kalkmadığı için, ona tehammül eder ve geçinir gider. felakete sebeb olacak, zararlı hallerde bulunmazlar. kıskançlık sahibi ve ayb bilen bir kimse için, islam dininden başka bir dinde, asla kalb huzuru ile yaşamak mümkin değildir. daha önce de söylediğimiz gibi, her milletin kendine mahsus ba'zı adetleri olup, bunlardan ayrılması mümkin olamıyacağından, biz i'tirazcı papaza iffet ve ismetin lezzetini ve letafetini anlatacak değiliz. çünki bu, vicdani bir lezzetdir. insanın çok sevdiği ve sadece kendisinin su içdiği bir bardakdan, başkasının su içmesine bile razı olmaması, normal bir iş olduğu halde, kendinin bir parçası ve neslinin emanet olunduğu bir gizli hazinesi olan hanımını, nefslerinin esiri olan şehvetperestlerin helak etmesi için, önlerine atmasını, bir insanın nasıl kabul edebileceğini anlamıyoruz.hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, başları, gerdanları, kolları, bacakları açık geziyorlar. erkekleri fuhşa, zinaya sürüklüyorlar. evde zevcesi yemek pişirir, çamaşır yıkar ve evi temizlerken, erkeği iş yerinde veya sokakda hoşuna giden çıplak bir kadınla zevk safa, hatta zina yapıyor. akşam evine düşünceli ve yıpranmış olarak geliyor. kötü hayallere dalarak, vaktile beğenmiş, sevmiş, seçerek almış olduğu zevcesinin, yüzüne bile bakmaz oluyor. evdekiyorgunluğunu gidermek için, alaka ve neşe bekleyen zevcesi, haklarına kavuşamayınca, asabi buhranlar geçiriyor. aile yuvası bozuluyor. sokakdaki kadına bakan erkek, onu kirli çamaşır gibi bırakıyor. bir başkası ile anlaşıyor. böylece, her sene, binlerce kadın ve erkek ve çocukları perişan oluyor. ahlaksız ve anarşist oluyorlar. cem'iyyet, millet, çökmeğe sürükleniyor. açık, kokulu, süslü dolaşan kadınların, gençlere, millete ve devlete zararları, alkollü içkilerden ve uyuşdurucu zehrlerden, daha çok ve daha korkunç oluyor. allahü teala, kullarının dünyada felakete, ahiretde de şiddetli azablara yakalanmamaları için, kadınların kızların örtünmelerini emr etdi. ne yazık ki, nefslerinin, şehvetlerinin esiri olan ba'zı kimseler, allahü tealanın emrlerine gericilik, kafirlerin şaşkın, çılgın işlerine ilericilik diyor. bu ilericilerden, aydınlardan ba'zısı, meslekdaşları vasıtası ile, bir diploma ele geçirmiş. köşe başlarını paylaşmışlar. baykuşlar gibi ötüyorlar. her fırsatda islamiyyete saldırıyorlar. bu kahramanlıkları ile, tarihi düşmanımız olan hıristiyanlardan, yehudilerden ve komünistlerden, alkış ve maddi yardımlar toplayarak güçleniyor, binbir hiyle ile, gençleri aldatıyorlar. allahü teala, sözde ilericilere, aydın kimselere akl versin! hakkı batıldan ayırmalarını nasib eylesin!.sahifedeki e bakınız! ba'zıları, buna cevab olarak, kadınların terbiyesine vakti ile ihtimam olunmakda idi. kadın, zevcelik vazifelerini gereği gibi öğrendikden sonra, her dürlü meclisde bulunabilir. böyle olunca, onun yoldan çıkmasından korkulmaz. çünki, ilm nefse galib olur demekdedirler. bunu söyliyen kimsenin otuz yaşında, bedenen kuvvetli ve terbiyeli bir erkek ve hanımının da çirkin, fekat çok terbiyeli olduğunu ve bu ikisinin bir ziyafet sofrasında bulunduğunu kabul edelim. erkeğin, gayet güzel, cilveli ve insanı cezb eden genç bir kadının yanına tesadüfen oturup, onunla ülfet ve yakınlık kurduğunu, zevcesinin de, genç bir delikanlının yanına oturup, onunla kadeh tokuşdurup, yakınlık kurduğunu düşünelim. gerek zevc, gerek zevce, hatırlarına gün begün şeytani fikrlerin gelmesine mani' olabilirler mi? ilm ve terbiye, bir dereceye kadar insanın nefsinin tabi'i arzularının icabını önliyebilir. fekat ilk fırsatda, insan nefsinin tabiatı icabı olan arzular, temamen meydana çıkıp, terbiye bir tarafda kalır. sa'dii şirazinin şu sözü ne güzeldir: evet, eğer erkek hadım ise, ona güvenilebilir. fekat bundan, mecazen hadım olanların, ya'ni din için nefslerinin şehvani arzularından kurtulduğunu iddia edenlerin, müstesna tutulmaları icab eder. çünki, böyle kendini mecazen hadım etdiklerini söyliyen nice papazlar görülmüşdür ki, yapdıkları söylediklerine asla uymamışdır. kendilerini mecazen hadım eden papazların, günah çıkarmak için gelen kadınlarla, bir hücrede yalnız kalınca, yapdıkları fuhşiyyatı, bütün dünya bilmekdedir. gündüzleri ruhban kıyafetinde, geceleri ise, eğlence yerlerinde dans ederken, resmleri çekilip, gazetelerde teşhir edilen papazlara, sık sık şahid oluyoruz. evet, allah rızası için nefsini temamen terbiye edenler için, şübhe götüren bir taraf kalmaz. böyle cismani bir fedakarlık, dindar ve i'timada layık görünen papazlarda zuhur etseydi, hıristiyanlığın ruhani te'sirine karşı söylenecek bir şey olmazdı. bu papaz, bir risalesinde, müslimanların şeklindeki i'tikadlarına i'tiraz ediyor ve bu i'tikad, bütün tarihlere muhalif olduğu gibi, tevatüre de zıddır. çünki, isa aleyhisselamın öldürülmesinde bir takım mu'cizeler gösterdiği dört incilde yazılıdır. havarilerin gözleri ile gördükleri, tevatüren bizlere ulaşmış olduğu için, bu tevatürü inkar etmek nasıl caiz olabilir diyor. cevab: herkesin ma'lumu olduğu gibi, selefde vuku' bulan ve tevatürün, haleflerin emniyyet ve itminanlarına sebeb olması için, rivayet edenlerin vak'ayı bizzat görmüş olmaları ve bunların yalan üzere birleşmelerinin aklen mümkin olmaması lazımdır. halbuki, isa aleyhisselamı, hıristiyanların i'tikadına göre yehudiler yakaladıkları zeman, yanında bulunan şakirdlerin hepsi firar edip, sadece petrus onun arkasından gitdi. o da, horoz üç def'a ötünce ve üç def'a yalan söyliyerek, isa aleyhisselamı tanımadığını söyledi. isa aleyhissa'di şirazi, de şehid edildi. selam zan etdikleri kimse çarmıha gerildiğinde, yanında kimse bulunmadığı gibi, havarilerden biri dahi bulunmamışdır. birkaç kadının uzakdan seyr etdikleri, matta ve markos incillerinde yazılıdır. yuhannada ise, bu sözler olmadığı için, papazın demesinin, yanlış olduğu anlaşılmakdadır. ya'ni, bu hususda herhangi bir tevatür yokdur. hele papazın, delil olarak beyan etdiği tarih kitabları, tevatür ile sabit olmıyan haberleri me'haz olarak kabul etdikleri için, bu kitabların hiç birisi i'timada layık değildir. bu hususda incillerin rivayetleri şöyledir: matta incilinin yirmiyedinci babının ellinci ve devamındaki ayetlerde, isa çarmıh üzerinde ruhunu teslim etdi. ve işte ma'bedin perdesi yukarıdan aşağıya kadar iki parça oldu. yer sarsılıp kayalar yarıldı. kabrler açılıp uykuda olan nice mukaddeslerin cesedleri kıyam etdiler. onlar kabrlerden çıkıp, isanın kıyamından sonra mukaddes şehre girdiler ve birçok kimselere göründüler demekdedir. batılı yazarlardan norton, kitabında bu vakıanın açık bir yalan olduğunu bildirmekde ve bunun delillerini de beyan etmekdedir. norton, incili himaye ve müdafea eden kitabında diyor ki, bu hikaye yalandır. bunun en mühim delili şudur ki, kudüsün harab edilmesi üzerine perişan olan yehudilerin, mescidi aksa için söyledikleri harikulade şeyler arasında bulunan yalanlardan birisi de budur. sonradan bir ahmak, bu fıkrayı isa aleyhisselamın çarmıha gerilmesi zemanına münasib görerek, matta incilinin ibranice nüshası kenarına teberrüken yazmış, daha sonra ise, kendisi gibi ahmak bir katib, bunun bir suretini yazarken, bunu matta incilinin içerisine almışdır. bu metin de, onlar gibi bir mütercimin eline geçmiş ve olduğu gibi terceme etmişdir. papazın, mu'cizeler olarak bildirdiği hikayesinin aslı olmadığının çeşidli delilleri vardır: matta incilinde yazıldığına göre, çarmıha gerilme hadisesinin ikinci günü yehudiler, romalıların kudüsdeki valisi olan pilatusa gelip, ey efendimiz! o aldatıcı daha sağ iken üç gün sonra kıyam ederim demiş idi. imdi emr et ki, üçüncü güne kadar kabri beklesinler de, şakirdleri gelip onu çalarak halka: o kıyam etdi demesinler. sonuncu sapıklık birincisinden daha kötü olur dediler. mattanın yirmiyedinci babının. derdimayetine göre, pilatus ve zevcesi, isa aleyhisselamın katl edilmesine, kalben razı değillerdi. pilatus, yehudilerin ısrarlarından dolayı çaresiz müsaade etmişdi. eğer mu'cizeler görülseydi, yehudilerin pilatusa sonradan giderek, bu sözü söylemeleri mümkin olamazdı. çünki heykelin, ya'ni mescidi aksanın perdesi yırtılmış ve kayalar yarılmış ve kabrler açılıp, meyyitler aşikar kudüs şehrinde dolaşıp durdukları, mattada bildirilmekdedir. pilatus ve zevcesi, isa aleyhisselamın katl edilmesine razı olmadıkları halde, bu kadar mu'cizeyi gözleri ile görürlerken, yehudiler onun huzurunda, isa aleyhisselama aldatıcı ve doğru yoldan dalalete saptırıcı diyemiyecekleri ve demiş olsalar dahi, pilatusun onları tekzib edeceği, açıkca anlaşılabilecek bir işdir. ruhülkuds havarilere inip, havariler muhtelif lisanlar ile konuşmağa başladıkları zeman, amali rüsulün ikinci babında yazıldığı gibi, insanlar hayret edib, üç bin kimse derhal imana gelmişdir. ölülerin kabrlerinden çıkıp kudüsde dolaşmaları, ma'bedin perdesinin yırtılması, yerin sarsılıp kayaların parçalanması, havarilerin çeşidli lisanlar ile konuşmalarından daha ziyade insanlara dehşet vericidir. eğer isa aleyhisselamın görünmesi ve mu'cizeler göstermesi doğru olsaydı, binlerce kişinin o zeman imana gelmeleri icab ederdi. halbuki, bu hadiselerin vuku'unda, bir kimsenin dahi imana geldiğine dair, incillerde bir işaret yokdur. markos ve luka, sadece heykelin perdesinin yırtıldığını söylemişler ve zelzelenin vuku' bulmasından ve kayaların yarılmasından ve mezarların açılıp, mukaddeslerin cesedlerinin kıyam ile şehr içerisinde gezdiklerinden hiç bahs etmemişlerdir. isa aleyhisselamın mu'cizelerini, elinden geldiği kadar mübalağalı göstermeğe uğraşan yuhanna incilinde ise, ne ma'bedin perdesinin yırtılmasına, ne zelzele olup kayaların yarılmasına, ne de mukaddeslerin cesedlerinin kıyam edip şehrde gezmelerine dair, bir bilgi yokdur. eğer bu hadiseler doğru olsaydı, markos, luka ve yuhanna incillerinin, bu hususda sukut etmiyecekleri açıkdır. mattanın yazdığına göre, isa aleyhisselam çarmıha gerilirken, orada şakirdlerden hiç kimse yokmuş. fekat, celileden beri kendisini ta'kib eden mecdelli meryem ve ya'kub ile yosesin anneleri olan meryem ve zebedenin oğullarının anası orada bulunup, uzakdan bakmışlar. markosun bildirdiğine göre, orada şakirdlerden kimse bulunmayıp, mecdelli meryem ve ya'kub ile yosesin anneleri olan meryem ve salome ve onunla beraber kudüse gelmiş olan başka bir çok kadınlar var imiş. lukanın ifadesine göre, isa aleyhisselam yakalandığı zeman, onu tanıyanların hepsi, celileden gelen kadınlar ile beraber ha–cevab veremedi zır imişler. fazla olarak da bunu seyr etmek için toplanan halk var imiş. bütün bunlar, isa aleyhisselama yapılan hakaretleri gördükleri için, göğüslerini döverek, isa aleyhisselamın ardı sıra gidiyorlar imiş. lukanın bu yazıları, matta ve markosun bildirdiklerine uymamakdadır. matta ile markosa göre, isa aleyhisselam çarmıha gerildiği zeman orada hazır olanlar, birkaç kadından ibaret olup, bunlar da uzakdan seyr etmişlerdir. birkaç kimsenin, uzakdan gördükleri bir şeye dair olan şehadetleri, akl sahibleri nazarında, dinin esas i'tikadı olarak kabul edilebilecek bir delil olamaz. lukanın halkdan ta'birinden de, orada bulunanların isa aleyhisselamı tanıyan, fekat ona iman etmiyen ba'zı kimseler oldukları anlaşılmakdadır. çünki luka incilinin her yerinde, şakirdler ve havariler ta'birleri var iken, sadece burada halk kelimesini kullanması, orada şakirdlerden kimsenin bulunmadığına işaretdir. yuhanna incili ise, şakirdlerden ve celileli ağlıyan ve dövünen kadınlardan, bir kimsenin bulunduğuna dair, hiç bir şey söylememekle beraber, orada sadece sevdiği şakird ile kendi annesi ve annesinin kız kardeşi ve mecdelli meryemin bulunduğunu bildirmişdir. diğer incillerden fazla olarak, isa aleyhisselamın çarmıh üzerinde iken sevdiği şakirdi ve annesini yanında görüp, anasına, dediği, diye işaret etdiği ve bu şakirdin, annesi meryemi, kendi evine götürdüğü bildirilmekdedir. diğer inciller ise, böyle bir hadiseden hiç bahs etmezler. şübhe yokdur ki, çarmıha gerilme hadisesi vuku' bulmuşdur. fekat, orada bu hadiseyi tesbit ve izah edecek, isa aleyhisselama iman etmiş kimseler bulunmuş olsa idi, inciller arasında bu hadise üzerinde ihtilaf olmaz ve hepsi vuku' bulan hali aynı şeklde yazarlardı. matta inciline göre, isa aleyhisselam, valinin konağında çeşidli hakaretlere uğramış, elbisesi çıkarılıp üzerine kırmızı bir kaftan giydirilmiş, başına dikenden taç konulmuş ve eline bir de kamış verilerek, yüzüne tükürülmüş ve başına vuruldukdan sonra, çarmıha gerilmek üzere kapıdan çıkarken, sim'un isminde karineli bir adam bulup, çarmıhı ona taşıtmışlar. oradan golgota ya'ni kafa kemiği denilen yere geldikleri zeman, ona öd ile karışık sirke vermişler. çarmıh üzerinde iken, dediği zeman, orada duranlardan biri, bir süngeri sirkeye batırıp, kamış ile ona uzatmış. markos incilinde, kamçı ile döğülüp, başına dikenden taç konulduğu ve erguvani bir kaftan giydirilerek, yüzüne tükürülüp, başına vurularak hakaretler edildikden sonra dışarı çıkarıldığı, iskender ile ruhusun babası karineli sim'un isminde bir kimse de kırdan gelip, oradan geçerken onun haçının buna taşıtıldığı, sonradan golgota denilen yere gelince ona mürrü safi ile karışık şerab verildiği, onun ise kabul etmediği ve çarmıhda iken yanından geçenlerin başlarını sallayıp, ona küfr ederken, dedikleri ve onunla beraber çarmıha gerilen iki hırsızın ona sitem edip sövdükleri, daha sonra, isa aleyhisselam, dediği zeman, orada duranlardan biri, süngeri sirkeye batırıp kamış ile ağzına uzatıp içirdiği, bildirilmekdedir. luka incilinde, pilatus, evvelce isa aleyhisselamı hirodese gönderdi. hirodes isayı görünce çok sevindi. çünki onun hakkında çok şeyler işitmişdi. bir mu'cizesini görmek için çokdan beri, onu görmek istiyordu. fekat isa aleyhisselam, onun suallerine cevab vermedi. hirodes, askerleri ile beraber, ona hakaret ederek alay etdiler. üzerine parlak renkli bir elbise giydirip, onu pilatusa gönderdi. o da isayı yehudilerin eline teslim etdi. onu götürdükleri zeman tarlasından gelen karineli sim'unu yakalayıp, isanın arkasından taşımak üzere haçı bu adama yüklediler. o sırada, gerek halkdan ve gerek onun için ağlıyan ve dövünen kadınlardan büyük bir kalabalık ardı sıra gidiyordu. isa onlara dönüp, ey yeruşalim kızları! benim için ağlamayın. ancak kendiniz ve çocuklarınız için ağlayın. çünki, işte günler geliyor ki, o günlerde, ne mutlu çocuğu olmıyanlara denilecek. o zeman dağlara, üzerimize düşün ve bayırlara, bizi örtün demeğe başlıyacaklar. çünki, yaş ağaca bu nesneleri gösterirlerse, kurusuna ne vaki' olur dedi. daha sonra çarmıha vurulunca, ey baba, onları afv et. çünki, ne yapdıklarını bilmiyorlar, dedi. askerler onunla alay ederek, yaklaşıp sirke sundular. ve beraber asılmış olan suçlulardan biri ona küfr edip, eğer sen mesih isen, hem kendini, hem bizi kurtar dedi. fekat diğeri cevab verip, onu azarladı. onun üzerine isa ona, bugün sen benimle beraber cennete gideceksin dediği bildirilmekdedir. yuhanna incilinde, pilatus, isayı tutup dövdü. askerler de, dikenden bir taç örüp, onun başına koydular ve ona kırmızı bir kaftan giydirdiler. sonra, ona tokat vuruyorlardı. başkahinler ve me'murlar, onu bu kıyafetde görünce bağırıp, haça ger, haça ger dediler. pilatus onlara, onu siz alıp haça gerin. çünki, ben onda bir suç bulamıyorum dedi. yehudiler ona cevab verip, bizim bir şeri'atimiz vardır. o şeri'ate göre, onun ölmesi vacibdir. çünki, kendisini allahın oğlu etdi dediler. pilatus da, bu sözü işitdiği zeman, daha çok korkdu. isaya hitaben, sen neredensin dedi. fekat isa ona cevab vermedi. pilatus ona hitab ederek, bana söylemezmisin, seni haça germeğe ve salıvermeğe kudretim olduğunu bilmiyor musun? dedi. isa cevab verip, eğer yukarıdan verilmemiş olsaydı, benim üzerime senin hiç kudretin olmazdı. beni senin eline teslim edenin günahı daha büyükdür, dedi. bunun için, pilatus onun salıverilmesine çalışdı ise de, yehudiler bağırıp, eğer bunu salıverirsen, kayserin dostu değilsin. kim kendini melik ederse, kayserin aleyhinde söyler diye bağırışmaları üzerine, pilatus isayı dışarı çıkarıp, yehudilere teslim etdi. ve isa kendi haçını taşıyarak golgota ya'ni kafa kemiği denilen yere çıkdı demekdedir. dört incilin bu ibareleri arasındaki farklar güneş gibi meydandadır. papazın, doğruluğunun tevatüren sabit olduğunu iddia etdiği bu hadisede, hıristiyanların çok i'timad etdikleri incilleri arasında böyle ihtilaf vardır. bunu kim inkar edebilir? hal böyle olunca, bu papazın yazdığı tevatür, nerede kalmışdır. matta incilinin yirmiyedinci babının otuzyedinci ayetine göre, isa aleyhisselam çarmıha gerilince, üzerine asılan yaftada, yazılıdır. markos incilinin onbeşinci babının yirmialtıncı ayetine göre, bu yaftada yazılıdır. luka incilinin yirmiüçüncü babının otuzsekizinci ayetine göre, bu yaftada, diye ibranice olarak yazılıdır. yuhanna incilinin ondokuzuncu babının ondokuzuncu ayetine göre, pilatus bir yafta yazıp, onu haç üzerine koydu. diye ibranice, yunanca ve latince yazılmış idi. yirmibirinci ve yirmiikinci ayetlerinde ise, baş kahinler pilatusa, yehudilerin meliki değil, fekat bu adam, ben yehudilerin melikiyim dedi, diye yaz dediler. pilatus ise, ne yazmış isem yazmışım diye cevab verdi diye yazılıdır. asıldığını iddia etdikleri isa aleyhisselamın üzerine, asılmış olan yaftadaki yazıların muhtelif olmaları da, bize gösteriyor ki, asılan kimse, isa aleyhisselam değildir. markos incilinin onbeşinci babında, isa aleyhisselamı çarmıha gerdikleri zeman, saat üç idi. saat altı olunca, dokuza kadar bütün yeryüzüne karanlık çökdü diye yazılıdır. matta ve luka incillerinde, diye yazılıdır. yuhanna incilinde ise, saat maddesi ve karanlık çökdüğü mes'elesi yokdur. yuhanna incilinde, sebt gününde isa aleyhisselam ile beraber çarmıha gerilen iki kişinin çarmıhda kalmaması için bacaklarını kırdılar. isa aleyhisselama gelince, onun öldüğünü görünce, bacaklarını kırmadılar, diye bahs edilen kısm, diğer üç incilde yokdur. hıristiyanların i'tikadına göre, isa aleyhisselam çarmıha gerildikden sonra, kıyam etmesi ve mu'cizeler görülmesi mes'elesine dair, mevcud inciller arasında büyük ihtilaflar vardır. bu mes'eleleri yukarıda, bahsinde bildirdiğimizden, okumayı arzu edenler, oraya mürace'at edebilirler. bu ihtilaflara nazar edildiği zeman, isa aleyhisselamın çarmıha gerilmesi ve tekrar dirilmesi, mu'cizeler hasıl olması, hıristiyanlar arasında temamen şübhelidir. hıristiyanların ileri gelenleri, hıristiyanlar arasındaki bu şübheyi giderecek hiçbir delil beyan edememişler ve müslimanların suallerine cevab verememişlerdir. hıristiyanlar, derlerse, mes'elenin aslı değişir. çünki bir kimse, açıkca anlaşılacak şeyleri inkar eder ve ben bu hususda şöyle inanacağım diye ısrar ederse, onunla konuşmak abes olur. ehli kitab olmıyan, aklı başında bir kimse için, isa aleyhisselamın öldürülmediği ve çarmıha gerilmediği, çarmıha gerilenin o olmadığını isbat edecek bir çok delili, mevcud incillerden çıkarmak mümkindir. bundan başka papazın sözüne karşılık olarak, olduğu iddi'a edilse, buna ne cevab verilebilir? hatta, böyle şübhelerin, o zemanda da vaki' olduğu, matta incilindeki, demelerinden anlaşılmakdadır. çünki, bahsinde bildirdiğimiz gibi, matta incili, isa aleyhisselamın göğe yükselmesinden kırk elli sene sonra yazılmışdır. matta, incilini yazdığı sırada, insanların ağızlarında konuşulan bu rivayeti, inciline bu şeklde almış, diğer incil yazanlar ise, bu rivayetleri, gaflet ile kitablarına yazmış olabilirler. bu hususda çeşidli deliller vardır. birinci delil: matta incilinin, şübheyi ortadan kaldırmak için, sözünü getirmesindeki ihtiyatlı hareketi, şübheyi ortadan kaldırmak yerine, daha da kuvvetlendirir. ikinci delil: yuhanna incilinin yirminci babında yazıldığı üzere, mecdelli meryem, isa aleyhisselamı mezardan kalkdıkdan sonra görmüş ve bahçıvan zan etmişdir. yine, yuhanna incilinin ondokuzuncu babının sonunda bildirildiğine göre, arimetalı yusüf, isanın aleyhisselam cesedini alınca, keten bezlerine sarıp, haça gerildiği yerde bir bağçe bulup, oradaki yeni bir kabre koymuşdur. şimdi, isa aleyhisselam zan edilen kimse, mezarda bir müddet baygın yatdıkdan sonra, ayılmış ve kendisi veya o sırada gelen ba'zı şakirdler mezarın taşını kaldırıp, kefenini çıkarıp bir bahçıvan elbisesi giymiş olabileceği niçin mümkin olmasın? üçüncü delil: luka incilinin yirmidördüncü babında yazıldığına göre, isa aleyhisselam mezardan kalkıp, şakirdlerine görününce, şaşırıp, korkarak, onu bir ruh, hayal zan etdiler. isa onlara, neden şaşırıyorsunuz. niçin yüreğinizden ızdırab çekersiniz. ellerime, ayaklarıma bakın. bizzat benim, kendimim. bana ellerinizi sürün ve bakın. çünki bende olduğunu gördüğünüz gibi, bir ruhda et ve kemik yokdur dedi. bunu söyledikden sonra, onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. onlar henüz şaşkınlık içinde iken, burada yiyecek bir şeyiniz var mı? dedi. ona bir parça kızarmış balık verdiler. onu aldı ve önlerinde yidi denilmekdedir. bu rivayete göre, çarmıha gerilen kimse, çarmıh üzerinde ölmeyip, kurtulmuş ve sonra acıkarak, yemek yimişdir. bu rivayet, öldükden sonra dirilme mu'cizesinin olmadığını göstermekdedir. dördüncü delil: isa aleyhisselam, kıyamından sonra, kudüsde şakirdleri ile görüşmeyip, celilede konuşdu deniliyor. bu söz, çarmıhda öldükden sonra dirilen kimsenin, yehudilerden korkduğunu göstermekdedir. halbuki, yehudilerce, çarmıha gerilip ölmesi ile isa fitnesi ortadan kaldırılmış, zihnlerinde böyle bir şey kalmamışdı. kudüsde görüşüp konuşmak, mümkin idi. yehudilerden korkmasına sebeb yokdu. bu rivayetin de, incillere sonradan ilave edilmiş olduğu meydandadır. beşinci delil: incillerde, kıyamından sonra, kudüsde ba'zı şahslara görünüp, havarilerine, bilhassa annesine görünmediği yazılıdır. bu sözler, isa aleyhisselamın onlarla görüşmeği istemediğini ve onları kendi semtine uğratmadığını anlatmakdadır. onlara i'timadı kalmadığından, yehudilerin haberi olur korkusu ile, mülakatını, önce birkaç kimseye hasr eylediği anlaşılıyor. bunun ise, çok yanlış olduğu meydandadır. altıncı delil: isa aleyhisselamın defn edildiği zeman ve kıyam etdiği zeman, şakirdlerinden kimsenin hazır bulunmadığı, arimetalı yusüfün defn etdiği ve sonradan mecdelli meryemin onu diri olarak gördüğü bildiriliyor. bu habere karşılık olarak, arimetali yusüf çarmıha gerilen kimsenin yanına gelince, bunun ölmediğini görmüş olabilir. ölmediğini söylerse, öldükden sonra tekrar dirileceğini bildiren incil haberinin inkar edilmesine sebeb olacağından korkarak, gördüğünü saklamış olabilir düşüncesi hatıra gelebilir. bu şübheyi gidermek için papazlar ne cevab verebilir? yedinci delil: arimetalı yusüf, mattaya göre, isa aleyhisselamın şakirdlerinden zengin bir kimsedir. lukanın ifadesine göre, meclis azasından, pilatus nezdinde yüksek bir derecesi olan, salih bir kimsedir. bu zat, çarmıha gerilen kimseyi kabre koyduğunu bildiriyor. kabre koyması muhakkak ölmüş olduğuna alametdir. tekrar gördüm diyenlerin, yalan söylemiyeceklerine göre, bir hayal görmüş olmaları düşünülebilir. sekizinci delil: çarmıha gerilen kimse, ölmeksizin çarmıhdan kurtuldukdan sonra, şakirdleri onu gördükleri zeman, öldükden sonra dirilmişdir zan etmeleri mümkindir. isa aleyhisselamın, çarmıhda ölmüş olduğunu ve defn edildiğini isbat etmek için papazlar, matta incilinde yazılı olan, ayetini delil getiriyorlar. evet, çarmıha gerdikleri kimse ölmüş ve defn edilmişdir. bunu isbat etmeğe lüzum yokdur. papazların bu delili ileri sürmeleri, öldükden üç gün sonra tekrar dirildiğini isbat içindir. fekat, çarmıha gerdikleri kimse, kabrde üç gün ve üç gece kalmamışdır. cesedi cum'a günü akşam haçdan indirilip hemen defn olunduğu ve pazar günü güneş doğmadan önce cesedin mezarda bulunmadığı dört incilde bildirilmişdir. hesaba göre, cesed, iki gece bir gün mezarda kalmışdır. bu hesaba göre, üç gün üç gece arz içinde durmadığından, mattanın bu sözü, vaki' olanın zıddı olur. bir diğer husus ise şudur: isa aleyhisselam hakikaten bu sözü söylemiş ise, onun kıyam etmesinde, şakirdler asla şek ve şübhe etmeyip, hemen gördükleri anda kabul etmeleri lazım gelirdi. halbuki, onun kıyam etdiğini haber veren kimseleri, havarilerin hepsinin bir anda tekzib etdikleri ve kıyamına asla inanmadıkları, incillerde yazılıdır. bu hakikatler karşısında, bildiren e karşı, papazların sükutdan başka verecekleri cevabları yokdur. islam i'tikadına göre, bütün peygamberler aleyhimüsselam, ma'sumdurlar. yalan söylemekden, hile yapmakdan beridirler. allahü teala, kudreti ilahiyyesi ile, isa aleyhisselam çarmıha gerileceği sırada, yehudilerin gözüne, onu haber veren şahsı isa aleyhisselam şeklinde göstermiş ve onu çarmıha germişlerdir. allahü teala, isa aleyhisselamı hemen semaya yükseltmişdir. müslimanların bu i'tikadları daha ma'kul ve isa aleyhisselamın nübüvvetinin şanına daha layıkdır. nisa suresinin yüzelliyedinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bütün tefsir alimleri rahimehümullah, bu ayeti kerimeyi, isa aleyhisselamın öldürülmediği ve çarmıha gerilerek asılmadığı şeklinde tefsir etmişlerdir. ali imran suresinin ellibeşinci ayetinde mealen: allahü teala, isaya aleyhisselam, muhakkak ben seni yerden alıp, meleklerin makamına yükselteceğim buyurulmuşdur. papazlar, bu ayeti kerimenin nisa suresinin yüzelliyedinci ayeti kerimesini nakz etdiğini söyliyorlar. ali imran suresinin ellibeşinci ayetindeki, lafzını isa aleyhisselamın vefat etmiş olduğuna delil getirmek istiyorlar. halbuki, bu lafzın sıfat olduğunu, ya'ni seni öldüreceğim ma'nasına olmadığını düşünmezler. lügat kitabında kelimesine ma'nası verilmişdir. bu, şanına layık olanı vermek demekdir. öldürmek ma'nasında mecazen kullanılmakdadır. ya'ni bu ayeti kerimenin meali, demek değil, demekdir. allahü teala dilerse yükseltir. allahü teala, isa aleyhisselamı yükseltmeği dilemiş ve yükseltmişdir. yehudiler tarafından öldürülmesini dilememiş ve çarmıha başkasını gerdirmiş, onu öldürtmemişdir. bunun için, ba'zı tefsir alimleri rahimehümullahü teala kelimesine ma'nasını verip, meali ile te'vil etmişlerdir. ne garibdir ki, hıristiyan fırkaları isa aleyhisselama, ve dedikleri halde, onun öldürüldüğünü ve asıldığını kabul ederler. islam dini, isa aleyhisselamın bir insan ve bir peygamber olduğunu bildirmiş iken, onun için yapılan böyle iftiraları red eder. ayrıca, onun kıymetini artırarak, semaya yükseltildiğini ve yehudilerin, şeklindeki düşüncelerinin batıl, iftira olduğunu bildirir. isa aleyhisselam için müslimanların bu i'tikadı ile hıristiyanların i'tikadlarından hangisinin, o yüce peygamberin şerefine layık olduğunu sorarız. buna göre, hıristiyanların mı, yoksa müslimanların mı, isa aleyhisselamı daha çok sevdikleri ve isevi oldukları, karşılaşdırılmalıdır. müslimanların, isa aleyhisselamın şanına yakışmayan yalanlardan uzaklaşdırmak için olan i'tikadlarına, hıristiyanlar kızarak, aksini isbat etmek için çalışmalarına, ibret ve insaf nazarı ile bakılmalıdır. biz müslimanlar, hem musa aleyhisselamı, hem de isa aleyhisselamı, allahü teala tarafından gönderilmiş hak peygamber olarak tanıdığımız için, hem musevi, hem de iseviyiz. hıristiyan fırkaları, dürlü dürlü çirkin yalanlar ile dolu olan muharref incillere inandıkları için, isa aleyhisselam ahırda doğdu ve yehudilerin elinde zelil olarak öldürüldü ve cehenneme girdi, mel'un oldu, gibi en terbiyesiz bir şahsın, bir düşmanına bile söylemekde tereddüd edeceği isnadlar ile, o mukaddes peygamberi tahkir etmekdedirler. bunun için, ne musevi, ne de isevidirler. teslis mes'elesinde, eflatunun bozuk felsefesini kabul ve müdafe' etdikleri için, bunlara eflatuni demek daha doğru olur. isa aleyhisselamın öldürülmediği ve asılmadığı hususunda, hıristiyanlara verilecek daha pek çok akli ve nakli deliller vardır. bunların tafsilatı, farisi ile arabi ve türkçe kitabında ve türkçe ve kitablarında ve imamı gazalinin rahmetullahi aleyh arabi kitabında yazılıdır. arzu edenler, bu kitablara mürace'at edebilirler. allahü teala vardır ve birdir papazların asl iddiaları, hıristiyanlık ile islamiyyetin hakikatini karşılaşdırıp, hangisi daha hak, daha doğru ise, onu kabul etmek imiş. bunlara cevab olarak, kur'anı kerim ile incil diye neşr etdikleri kitablarını, kitabımızın baş tarafında karşılaşdırmışdık. burada, hıristiyanlar ile müslimanların i'tikad esaslarını karşılaşdırmağı da, lüzumlu gördük. nakli delillerden sarfı nazar ederek, akli deliller ile, bu mes'elenin tafsilatına başlıyoruz. hıristiyanların en mühim i'tikadları, üç tanrı ya'ni teslisdir. onlara göre, haşa tanrı üçdür: . halbuki incilde, isa aleyhisselam için denilmesi fazla sevgiyi göstermek içindir. elde mevcud incil denilen kitablarda diyor ki, isa aleyhisselam ilm, kudret ve bütün sıfatlarda, allahü tealaya müsavidir. çarmıha gerilip, öldürülmesinden sonra, sekiz gün cehennemde yanıp, pavlosa göre, haşa la'net ağacına çıkıp, sonradan semaya yükselmiş, kürsisini babanın sağına koyarak, yaratma ve icad işini eline almışdır. şimdi, hükm oğuldadır. kıyametde de, hakimi mutlak isa olacağından, baba amelden uzak kalmışdır. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala birdir. zatında ve sıfatlarında ortağı ve benzeri yokdur. kitabının ikinci cild, altmışyedinci mektubunda buyuruyor ki: zatı ile vardır. ondan başka herşeyi, o yaratmışdır. o, sonsuz olarak var idi. ya'ni, kadimdir, ezelidir. ya'ni hep var idi. varlığından evvel yokluk olamaz. ondan başka herşey, yok idi. bunların hepsini, o, sonradan yaratdı. kadim ve ezeli olan, baki ve ebedi olur. hadis ve mahluk olan, fani ve muvakkat olur, ya'ni yok olur. allahü teala birdir. ya'ni varlığı lazım olan, yalnız odur. ibadete hakkı olan da, yalnız odur. ondan başka şeylerin var olmasına lüzum yokdur. olsalar da olur, olmasalar da. ondan başka hiçbirşey, ibadet olunmağa layık değildir. allahü tealanın kamil sıfatları vardır. bu sıfatları: hayat, ilm, semi', basar, kudret, irade, kelam ve tekvindir. bu sıfatları da, kadimdir, ezelidir. varlıkları, allahü teala iledir. mahlukların sonradan yaratılması ve onlarda her an meydana gelen değişiklikler, onun sıfatlarının kadim olmasını bozmaz. sıfatların bağlandığı mahlukların sonradan var olması, sıfatların ezeli olmasına mani' olmaz. felsefeciler, yalnız akla güvendikleri için, aklları da noksan olduğundan, müslimanlardan mu'tezile fırkası da, iyi göremediğinden, eşya hadis olduğu için, bunları var eden ve idare eden sıfatlar da hadisdir deyip geçdiler. bu suretle kadim olan yi inkar etdiler. ilm sıfatı, zerrelere kadar işlemez. ya'ni allahü teala, ufak tefek şeyleri bilmez. çünki, eşyadaki değişiklikler, ilm sıfatında da değişiklik yapar. kadim olanda ise, değişiklik olamaz, dediler. halbuki bilmediler ki, sıfatlar ezelidir. bunların eşyaya te'allukları, bağlantıları hadisdir. noksan sıfatlar, allahü tealada yokdur. allahü teala, maddelerin, cismlerin, arazların, ya'ni hallerin sıfatlarından ve bunlara lazım olan şeylerden münezzehdir, uzakdır. allahü teala, zemanlı değildir, mekanlı değildir, cihetli değildir. bir yerde, bir tarafda değildir. zemanı, yerleri, cihetleri o sonradan yaratmışdır. cahil bir kimse, onu, arşın üstünde sanır, yukarıda bilir. arş da, yukarısı da, aşağısı da, onun mahlukudur. bunların hepsini, sonradan, o yaratmışdır. sonradan yaratılan birşey kadim olana, her zeman var olana, yer olabilir mi? ancak, şu kadar var ki, arş, mahlukların en şereflisidir. herşeyden daha saf ve daha nurludur. bunun için, ayna gibidir. allahü tealanın büyüklüğü orada görünür. bunun içindir ki, ona denir. yoksa, allahü tealaya göre, arş da, diğer eşya gibidir. hepsi, onun mahlukudur. yalnız arş, ayna gibidir. diğer eşyada bu kabiliyyet yokdur. aynada görünen bir insana, aynanın içindedir denilir mi? o insanın aynaya olan nisbeti, diğer eşyaya olan nisbeti gibidir. insanın, hepsine olan münasebeti aynıdır. yalnız, ayna ile diğer eşya arasında fark vardır. ayna, insanın suretini gösterebiliyor, diğer eşya ise, göstermiyor. allahü teala, madde değildir, cism değildir, araz, hal değildir. hududlu, boyutlu değildir. uzun, kısa, geniş, dar değildir. ona, ya'ni geniş deriz. fekat, bu genişlik, bizim bildiğimiz, anladığımız gibi değildir. o, dir. ya'ni herşeyi çevirmişdir. fekat, bu ihata, çevirmek, bizim anladığımız gibi değildir. o, yakındır ve bizimledir. fekat, bizim anladığımız gibi değil! onun vasi', muhit, karib ve bizim ile beraber olduğuna inanırız. fekat, bu sıfatların ne demek olduğunu bilemeyiz. allahü tealanın zatı ve sıfatları için, akla gelen herşey yanlışdır, deriz. allahü teala, hiçbir şey ile ittihad etmez, birleşmez. hiçbir şey de, onunla birleşmez. ona hiçbirşey hulul etmez. o da, birşeye hulul etmez. allahü teala, ayrılmaz, parçalanmaz, tahlil , terkib edilmez. onun benzeri, eşi yokdur. kadını, çocukları yokdur. o, bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. benzeri, nümunesi olamaz. şu kadar biliriz ki, allahü teala vardır. bildirdiği sıfatları da, vardır. fekat kendisinde, varlığında ve sıfatlarında akla gelen, hayalimize gelen herşeyden münezzehdir, uzakdır. insanlar onu anlıyamaz. farisi tercemesi: rabbiniz değil miyim? sorulduğunda, onu, anlıyanlar, o vardır deyip kesdiler sözü. allahü tealanın ismleri dir. ya'ni islamiyyetin bildirmesine mevkufdur, bağlıdır. islamiyyetin bildirdiği ismleri söylemelidir. islamiyyetin bildirmediği ismler söylenemez. ne kadar kamil, güzel ism olsa da, söylenmemelidir. cevad denir. çünki islamiyyet, cevad demekdedir. fekat, yine cömert ma'nasında olan ismi söylenemez. çünki islamiyyet ona sahi dememişdir. şu halde, tanrı da denemez. hele ibadet ederken, ezan okurken, allah ismi yerine, tanrı demek, çok günah olur. kur'anı kerim, allah kelamıdır. onun sözüdür. sözünü, islam harflerinin ve seslerinin içine sokarak, peygamberimiz muhammed aleyhisselama göndermişdir. bununla kullarına emrlerini, nehylerini, ya'ni yasaklarını bildirmişdir. biz mahluklar, boğazımızdaki ses iplikcikleri, dil ve damağımız ile konuşuyoruz. arzularımızı harf ve ses şekline sokuyoruz. allahü teala da, ses zarları, ağız, dil olmaksızın, kendi kelamını, büyük kudreti ile, harf ve ses içinde kullarına göndermişdir. emrlerini, nehylerini harf ve ses içinde meydana çıkarmışdır. her iki kelam da, onundur. ya'ni harf ve ses içine sokulmadan evvelki si ve harf ve ses içinde bulunan si, hep onun kelamıdır. her ikisine de kelam demek doğrudur. nitekim bizim de, nefsi ve lafzi kelamımızın ikisi de, sözümüzdür. kelamı nefsiye hakiki deyip, lafziye mecaz demek, ya'ni kelam gibi demek, yanlışdır. çünki, mecaz olan şeyler, red edilebilir. allahü tealanın kelami lafzisini red edip buna, allah kelamı değildir demek, küfrdür. evvelce gelen peygamberlere ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilen kitablar ve sahifeler de, hep allah kelamıdır. o kitablarda ve sahifelerde ve kur'anı kerimde bulunanların hepsi, dir. her vakte uygun olan hükmleri, o zemanın insanlarına göndermişdir. allahü tealayı mü'minler cennetde, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmıyarak ve nasıl olduğu anlaşılmıyarak ve ihatasız, ya'ni bir şeklde olmıyarak görecekdir. allahü tealayı ahıretde görmeğe inanırız. nasıl görüleceğini düşünmeyiz. çünki, onu görmeği akl anlıyamaz. inanmakdan başka çare yokdur. felsefecilere ve mu'tezile fırkasındaki müslimanlara ve ehli sünnetden başka bütün fırkalara yazıklar olsun ki, kör olduklarından, buna inanmakdan mahrum kaldılar. görmedikleri, bilmedikleri şeyi, gördükleri şeylere benzetmeğe kalkarak, iman şerefine kavuşamadılar. insanları, allahü teala yaratdığı gibi, insanların işlerini de, o yaratıyor. iyi ve fena şeylerin hepsi onun takdiri iledir. fekat, iyi işlerden razıdır . fena, kötü işlerden razı değildir, beğenmez. iyi ve kötü her iş, onun istemesi ve yaratması ile ise de, onu yalnız, bir kötü şeyin yaratıcısı olarak ismlendirmek, edebsizlik olur. kötülüklerin halıkı dememelidir. iyilerin ve kötülerin halıkıdır, yaratıcısıdır demelidir. dan terceme temam oldu. allahü tealanın vahdaniyyetini isbat hususunda fahreddini razi rahimehullah, kelam alimlerinin bildirdikleri burhanlardan yirmi kadarını beyan etmişdir. bunlardan birkaçını aşağıda bildireceğiz: enbiya suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimenin işareti dür. ya'ni alemin halıkının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının fi'lleri, birbirinden, ya farklı veya aynı olur. birbirinden farklı olursa, alemin fesadı lazım olur. ya'ni semavat ve arzın bu hususi nizamından çıkmasını ve yok olmasını veya birbirine zıd şeylerin aynı anda bir araya cem' edilmesini icab etdirir. mesela, iki ilahdan birisi, zeyd ismindeki insanın hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip sükununu irade etse , ilah oldukları için kudretleri zeyde te'sir edince, cemi zıddeyni icab etdirir. bu ise, mümkin değildir. çünki, cemi zıddeyn muhaldir. ya'ni, iki zıd şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkin değildir. fahrüddin razi, da hiratda vefat etdi. ya'ni, zeyd, aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. ya hareketlidir yahud hareketsizdir. iki ilahın fi'lleri, yekdiğerinin aynı olursa, aralarında muhalefetin bulunması, ya mümkin olur veya olmaz. muhalefet mümkin olamaz. çünki ikisi, aynı şeyi irade etmekdedirler. ikinci şeklde ya'ni muhalefetin mümkin olması ise, ikisinden birisinin acizliğini icab etdirir. acizlik ise, mahlukluk, sonradan olma, ya'ni yaratılma alametidir. bu ise, ilahlığın şanına yakışmaz. sonradan yaratılan ilah olamaz. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, ikisinden biri, tedbirinde ya'ni dilediğini yapmakda ya kafi olur veya olmaz. iki ilahdan birincisi, yaratıcı olarak, dilediğini yapmakda kafi ise, ikinci ilahın zayi' ve zaid ya'ni lüzumsuz ve fazla olması icab eder. bu ise, noksanlıkdır. noksan olan ise, yaratıcı, ya'ni halık olamaz. eğer ikinci ilah, dilediğini yapmakda kafi gelirse, birinci ilahın yok ve atıl olması icab eder. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, kudretlerin te'sirinde, ya birbirlerine muhtacdırlar veya değildirler. yahud, biri diğerine muhtac olup, diğeri ona muhtac değildir. birinci suretde, ikisi birbirine muhtac olduğundan, noksan olmaları lazım gelir. noksan olan ise, ilah olamaz. ikinci suretde, ya'ni ikisi de birbirine muhtac değilse, ikisinin de ilah olmaması lazım gelir. çünki her biri, diğerine göre, fazla ve lüzumsuz olması icab eder. bu da, ilahlık vasfına zıddır. çünki ilah, her şeyin kendisine, her an muhtac olduğu ve her şeye kafi olan bir varlık olup, buna ihtiyac duyulmaması olamaz. üçüncü suretde ise, muhtac olan nakıs olacağından, sadece muhtac olmıyanın ilah olması ya'ni ilahın bir olması lazım gelir. kadi beydavi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, alemin yaratıcısının iki olduğu kabul edilse, her iki ilahın, bütün mümkinata kudretlerinin kafi gelmesi, müsavi olur. çünki, kudreti kafi olmak, imkanın, ya'ni var ve yok etmenin sebebidir. var ve yok olabilmek, ya'ni mümkin olmak ise, bütün varlıklar arasında müşterek bir vasfdır. buna göre, alemde hiçbir varlığın olmaması icab eder. çünki mevcud olacak, yaratılacak şeyin vücudünde, yaratılmasında, iki ilahdan her ikisi de te'sir etmez veya biri te'sir edip, diğeri te'sir etmez. her iki suretde de olması lazım gelir. tercihi bila müreccih, iki şeyden biabdüllah beydavi da vefat etdi. rini diğerine tercih etmeğe hiç bir sebeb yok iken, o iki şeyden birini diğerine tercih etmek demekdir. bu ise, batıldır. mümkinin yaratılmasına iki ilahın te'sir etmemesi olamaz. çünki, mümkinin var olması ve yok olması arasında bu te'sir olmayınca, mümkinin yok olması lazımdır. tercih eden olmayınca, tercih edilen de olmaz. ya'ni, yaratan olmayınca, yaratılan da olamaz. ikinci hal olan, mümkinin yaratılmasına iki ilahdan birinin te'sir edip, diğerinin te'sir etmemesi halinde, mümkinin yaratılmasının, iki yaratıcıdan her birine nisbeti müsavi olduğu için, ikisinden birinin te'siri ile yaratılması muhakkak tercihi bila müreccihdir. tercihi bila müreccih ise, batıldır. eğer, iki ilahdan herbiri aynı anda te'sir ederse, iki müstakil müessirin, bir eser üzerine te'sir etmeleri lazım gelir. bu ise, muhaldir. bu şeklde, iki ilahın mümkinatdan bir şey üzerine, birbirine zıd olan iki te'sir ile te'sir etmeleri mümkin değildir. bunlardan anlaşılıyor ki, burada lazımın ya'ni iki müstakil müessirin , bir eser üzerine te'sir ederek, ikisinin de te'sirlerinin neticelerinin meydana gelmesi batıldır. bunun için, melzumun ya'ni iki ilahın her birinin aynı anda bir esere te'sir etmeleri de batıldır. şu halde, alemin yaratıcısı iki olamaz. bu alemin mutlak bir yaratıcısı vardır. o, bu alemi yaratmağı dilemiş ve yaratmışdır. eğer o dilemeseydi, yaratmasaydı hiçbir şey var olamazdı. hiçbir şey, kendi kendine var olamaz. herşeyi mutlak bir yaratan vardır. kalem, kendi kendine yazmaz. yazması için, mutlaka bir sebeb lazımdır. bu sebeb ise, herkesin bildiği gibi, katibdir. katibsiz kalemin yazması nasıl mümkin değil ise, bir yaratıcı, sani' olmadan, alemin var olması da, mümkin değildir. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, onlardan birisi, zeydin kalkmasını dilediği anda, diğerinin de, zeydin oturmasını dilediğini farz edelim. zeydin hem kalkması, hem de oturması mümkindir. fekat, iki ilahın iradeleri aynı anda hasıl olunca, zeydin aynı anda hem oturması, hem de kalkması icab eder. bu ise, iki zıd şeyi birleşdirmek olduğundan muhaldir. eğer, sadece birinin iradesi hasıl olursa, diğerinin aciz olması lazım gelir. ilahın aciz olması muhaldir. çünki acizlik, mümkin olan varlıklarda ya'ni mahluklarda bulunur. mahluk olanın ise, ezelde var olması, vücud sahibi olması muhaldir. ezeli acizlik muhal olduğu gibi, ilahın aciz ve hadis olması da muhaldir. çünki, ilahın aciz olması, ezelde kadir olup, sonradan kudretin zevali, gitmesi ile tahakkuk eder. bu ise, kadimin zevalini icab etdirir. eğer, diğer ilah için, zeydin oturmasını irade etmek mümkin olmaz ise, ikisinden biri, diğerinin iradesine mani' olduğundan acizlik lazım gelir. aciz olan ise, ilah olamaz. yukarıda zikr etdiğimiz enbiya suresinin yirmiikinci ayeti kerimesindeki kelimesinden murad, iki ilahın te'sirleridir. bu ise, birden fazla yaratıcının olamıyacağı hususunda kat'i bir huccetdir. sa'deddini teftazani rahimehullah, buyurmuşdur. bütün bu anlatdıklarımıza göre, olan allahü tealanın, bütün mevcudatın halıkı ve hakiki ma'budu olup, ortağı ve benzeri olmadığı anlaşılmışdır. eski yunan felesoflarının, allahü tealanın birliğini isbat hususunda bildirdikleri delilleri on kadardır. kelam alimleri, usulü üzere, ma'lul ile illete delil getirmekde, ya'ni eseri görüp, müessirin var olduğunu anlamakdadırlar. hukema ise, usulü üzere, illetden ma'lule gitmek sureti ile, ya'ni müessirin kudretini görerek, her şeyi bunun yapdığını anlamakdadırlar. , limmeli, ya'ni demekdir. niçin sorularını cevablandırmak lazım olur. usulü ise, inneli ya'ni demekdir. alemde mevcud olan varlıklar, kendi kendilerine var ve yok olamazlar. onlara bir te'sir eden, ya'ni onları bir yaratan vardır. madem ki, alemler ve alemlerde mahluklar vardır. öyle ise, alemleri ve alemde olan mahlukları bir yaratan vardır. mahlukların var olması, bu yaratıcının varlığına bir delildir . alemdeki mahlukların sıfatları vardır. o halde onları yaratan allahü tealada da bu sıfatlar vardır. veya denir. şimdi diyorlar. alemlerin hepsi yok idi. hepsini allahü teala yaratdı. alemlerin hepsi mümkindir ve hadisdir. ya'ni, yok iken var olabilirler ve var iken de yok olabilirler ve yok iken var olmuşlardır. allahü teala var idi. hiçbirşey yok idi hadisi şerifi, bunu bildiriyor. alemin hadis olduğunu gösteren diğer bir delil de, alemin her zeman bozularak değişmesidir. herşey değişmekdedir. kadim olan şey ise, hiç değişmez. allahü tealanın zatı ve sıfatları böyledir. bunlar hiç değişmez. halbuki alemde, fizik olaylarında, maddelerin hal değişdirmesi oluyor. kimya reaksiyonlarında, maddelerin özü, yapısı değişiyor. cismlerin yok olateftazani, da semerkandda vefat etdi. rak, başka cismlere döndüğünü görüyoruz. bugün yeni bilinen atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. enerjiye dönüyor. alemlerin, maddelerin böyle değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelemez. bir başlangıcı olması, yokdan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden hasıl olmaları lazımdır. alemin mümkin olduğuna, ya'ni yok iken var olabileceğine başka bir delil de, alemin hadis olmasıdır. ya'ni herşeyin yok iken var olduklarını görüyoruz. cismler yok oluyor. bunlardan, başka cismler meydana geliyor. ancak, son kimya bilgimize göre, yüzbeş madde, kimya reaksiyonlarında, hiç yok olmuyor. yalnız yapıları değişiyor. radioaktif hadiseler, elementlerin, hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü isbat etmişdir. hatta, einstein adındaki alman fizikçisi, bu tehavvülün riyazi formülünü ortaya koymuşdur. cismlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelerek değildir. böyle gelmiş, böyle gider denilemez. bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demekdir. hiçbir şey yok iken, hepsi sonradan yokdan yaratılmışdır demekdir. ilk, birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu alemin yok olması lazım olurdu. çünki, alemin sonsuz öncelerde birbirlerinden var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacakdır. sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demekdir. sonsuz öncelerde yokdan var olmak demek, ilk ya'ni başlangıç olan bir varlık yok demekdir. ilk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. herşeyin her zeman yok olması lazım gelir. her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. hepsinin yok olmaları lazım olur. alemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekdedir. alemin yokdan var edilmiş olduğuna, o ilk mahlukdan hasıl ola ola, bugünkü alemin var olduğuna inanmak icab eder. –cevab veremedi einstein, de öldü. vücud, var olmak demekdir. kelimesinin zıddı kelimesidir. adem, yokluk demekdir. alemler, ya'ni herşey, var olmadan önce, ademde idi. ya'ni yok idiler. mevcud, ya'ni var olan şey ikidir: biri, yok iken, sonradan var olan , ikincisi hep var olan dir. eğer mevcud, yalnız mümkin olsaydı ve vacibülvücud bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. çünki, yok iken var olmak, bir değişiklikdir, bir olaydır. fizik bilgimize göre, her cismde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin te'sir etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cismden önce mevcud olması lazımdır. bunun için, mümkin olan mevcud, kendi kendine yokdan var olamaz ve varlıkda duramaz. ona bir kuvvet te'sir etmeseydi, hep yoklukda kalırdı. var olamazdı. kendini var edemiyen, başka mümkinleri de elbette halk edemez, yaratamaz. mümkini yaratanın, vacibülvücud olması lazımdır. alemin var olması, bunu yokdan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor. görülüyor ki, hadis olmıyarak ve mümkin olmıyarak, ya'ni hep var olarak, bütün mümkinlerin tek yaratıcısı, ancak vacibülvücud olan allahü tealadır. allahü tealanın vacibülvücud ve hakiki ma'bud ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmak lazımdır. dünya aleminde ve ahiret aleminde bulunan herşeyi, maddesiz, zemansız ve benzersiz olarak yokdan var eden, ancak allahü tealadır diye kesin inanmalıdır. her maddeyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cismleri, hücreleri, hayatı, ölümü, her olayı, her reaksiyonu, her çeşid kuvveti, enerji nev'lerini, hareketleri, kanunları, ruhları, melekleri, canlı cansız her varı, yokdan var eden ve hepsini, her an varlıkda bulunduran yalnız odur. alemlerde olan herşeyi, hiçbiri yok iken, bir anda yaratdığı gibi, her zeman, birbirlerinden de var etmekdedir. kıyamet zemanı gelince, herşeyi bir anda yine yok edecekdir. her varlığın yaratanı, sahibi, hakimi yalnız odur. onun hakimi, amiri, üstünü yokdur diyerek inanmak lazımdır. her üstünlük, her kemal sıfat, onundur. onda hiçbir kusur, hiçbir noksan sıfat yokdur. dilediğini yapar. yapdıkları, kendine veya başkasına faideli olmak için değildir. bir karşılık için yapmaz. bununla beraber, her işinde, hikmetler, faideler, lutflar ve ihsanlar vardır. o kadimdir. ya'ni hep var idi. demek, vücudu başkasından olmayıp, ancak kendindendir, ya'ni kendi kendine hep vardır demekdir. başkası tarafından yaratılmamışdır. eğer böyle olmazsa, mümkin ve hadis olması, başkası tarafından yaratılması lazım olur. bu ise, düşünülenin tersine olan bir neticedir. fariside demek, kendi kendine hep var olucu, ya'ni kadim demekdir. allahü teala üzerinden, gece gündüz ve zeman geçmesi düşünülemez. allahü tealada, hiçbir bakımdan, hiçbir değişiklik olmıyacağı için, geçmişde, gelecekde şöyledir, böyledir denemez. allahü teala, hiçbir şeye hulul etmez. hiçbir şeyle birleşmez. allahü tealanın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yokdur. anası, babası, oğlu, kızı, eşi yokdur. her zeman, herkes ile hazır ve herşeyi muhit ve nazırdır. herkese can damarından daha yakındır. fekat, hazır olması, ihata etmesi, beraber ve yakın olması, bizim anladığımız gibi değildir. onun yakınlığı, alimlerin ilmi, fen adamlarının zekası ve evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm keşf ve şühudü ile anlaşılamaz. bunların iç yüzünü, insan aklı kavrıyamaz. allahü teala, zatında ve sıfatlarında birdir, hiçbirinde değişiklik, başkalaşmak olmaz. alemlerin, şaşılacak bir nizam içinde olduklarını görüyoruz. her hayvan yavrusu, anası şeklinde olarak dünyaya geliyor. çocuk, doğar doğmaz bağırıyor, ağlıyor. yavruya o şekli veren birdir. çocuk, organları temam yerinde olmasa ses çıkarabilir mi? fen, her sene, alemdeki mahluklar arasındaki nizamları, yeni yeni keşf etmekdedir. bu nizamları yaratanın, diri, bilici, gücü yetici, dileyici, işitici, görücü, söyleyici ve yaratıcı olması lazımdır. çünki, ölmek ve cahil olmak ve gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık ve körlük ve söyliyememek, birer kusurdur, utanılacak şeylerdir. bu kainatı, bu alemi, bu nizam üzere yaratanda ve yok olmakdan koruyanda, böyle kusurlu sıfatların bulunması olacak şey değildir. atomdan yıldızlara kadar her varlık, birer hesabla, kanunla yaratılmışdır. fizikde, kimyada, astronomide ve biyolojide keşf edilebilen kanunlardaki, bağlantılardaki nizam, akllara hayret vermekdedir. darvin bile, demek zorunda kalmışdır. fen derslerinde okutulan bütün kanunları, ince hesabları, formülleri yaratan allahü teala, hiç noksan sıfatlı olur mu? bundan başka, bu kemal sıfatlarını, mahluklarda da görüyoruz. bunları mahluklarında da yaratmışdır. bu sıfatlar, kendisinde bulunmasaydı, mahluklarında nasıl yaratabilirdi? bu sıfatlar kendisinde bulunmasaydı, mahlukları ondan daha üstün olurlardı. bu alemleri yaratanda, bütün kemal sıfatların bulunması ve noksan sıfatlardan hiçbirinin bulunmaması lazımdır. çünki, noksan, kusurlu olan, huda, yaratıcı olamaz. aklın gösterdiği bu delilleri bir yana bırakırsak, kur'anı kerimdeki ayeti kerimeler ve peygamberimiz muhammed aleyhisselamın hadisi şerifleri de, allahü tealanın kemal sıfatları olduğunu açıkca bildirmekdedir. bunda şübhe etmek caiz değildir. şübhe etmek küfre sebeb olur. yukarıda yazılı sekiz kemal sıfatına denir. ya'ni, allahü tealanın sıfatı sübutiyyesi sekizdir. allahü tealada, bütün kemal sıfatlar vardır. onun zatında ve sıfatlarında ve işlerinde hiçbir kusur ve karışıklık ve değişiklik yokdur. kur'anı kerimin, allahü tealanın zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde bir olduğunu bildiren ayeti kerimeler ile dolu olduğunu bildirmişdik. ihlas suresinin birinci ayetinde mealen: ya muhammed! allahü tealadan sual edenlere de ki, o allah birdir buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzaltmışüçüncü ayetinde mealen: sizin ilahınız, bir olan allahdır. ondan başka ilah yokdur. dünyada ni'metlerini bütün herkese, ahiretde ise, sadece mü'minlere rahmet ve ihsan edicidir buyurulmuşdur. bunların pek çok misalleri kur'anı kerimde vardır. lügat alimlerine göre, ve kelimelerinden herbiri, bir diğerinin ma'nasındadır. fekat, tahkik edildiği zeman, kullanıldığı yerlerin birbirinden farklı olduğu görülür. çünki, lafzı ile her bakımdan murad olunur. ehadiyyet ya'ni birlik, sayı olarak kullanılan çokluğun aksine, zıddına, tek varlıkdır. bir çok parçalardan meydana gelmiş, ortaklık ve mikdar ve başkalık ve renklilik, aydınlık, karanlık gibi şeyleri olmıyan varlıkdır. olanın, aynı cinsden bir nev'i ve benzeri bir ferdi olmaz. aklen ve hissen tecezziyi, ya'ni parçalanmayı ve inkısamı ya'ni kısmlara ayrılmayı kabul etmez. ehad, muhtelif olan cismler, ya'ni bölünmiyen parçalar, küçük katı cismler ve suret gibi harici cüzlerden, cins ve fasl gibi zihni cüzlerden de münezzehdir. diye misli, benzeri ve ortağı olmıyan ya'ni kendisinden başkası olmıyan basit olan zata denir ki, bu da allahü tealadır. vahid ile ehad arasındaki bir diğer fark, vahid, ehadin içinde olabilir. fekat, ehad vahide dahil olmaz. ya'ni ehad vahiddir, fekat her vahid ehad değildir. vahid isbatda, ehad nefyde kullanılır. bir adam gördüm denilir. nefyde ise, hiç kimse görmedim denilir. allahü teala, kullarına merhamet etmekdedir. ali imran suresinin otuzuncu ayetinde mealen: allahü teala size, azabından korkup sakınmanızı emr eder. allahü teala kullarına çok merhametlidir buyurmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, allahü tealanın yaratdıklarını düşününüz, onun zatını düşünmeyiniz. çünki siz onun kadrini takdir edemez, onu anlamağa güç yetiremezsiniz buyurmuşdur. hiç bir masnu', yaratılan, asla sani'ini anlıyamaz, kavrıyamaz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem başka bir hadisi şeriflerinde de, buyurmuşdur. ilm bahsi allahü tealanın sıfatı sübutiyyesinin sekiz olduğunu ve bunlardan birincisinin olduğunu, onsekizinci sahifeden başlıyarak uzun bildirmişdik. şimdi burada ilmi ilahisini bildireceğiz. hıristiyanlar, allahü tealanın ilmi ilahisi hususunda, demekle beraber, ona çeşidli şekllerde de, cehalet isnad etmekdedirler. çünki, halen kiliselerde okunan kitabı mukaddesin, ahdi atik kısmında, tekvinin birinci babında, allahü teala birinci semayı ya'ni gökleri ve yeri yaratdı. yer ıssız ve boş ve karanlık idi. ışık olsun dedi. ışık oldu. allah ışığın güzel olduğunu gördü. allah göğü ve yeri yaratdı. iyi ve güzel olduğunu gördü. sonra şunu yaratdı, güzel, iyi olduğunu gördü, sonra şunu, sonra şunu. demekdedir. insaf ediniz. bir mühendis, bir bina inşa etmek istese, önceden düşünmez ve o binanın güzel veya çirkin olacağını bilmezse, o binayı yapmağa başlar mı? elbette başlamaz. bugün de, herhangi bir bina inşa edilmeden önce, bir mi'mar o binanın güzel ve düzgün olması için evvela bir plan çizer. bu planda, o binanın bütün müştemilatının ölçülerini bildirir. bina o plana göre yapılır. gelişi güzel yığılmış çimento, taş, kum ve tuğla ile, muntazam bir bina meydana gelir mi? elinde hiçbir plan olmadan bina yapdıran görülmüş müdür? allahü tealanın, aciz bir kulu olan mühendis kadar da ilmi yok mudur? ahdi atikde, tekvinin altıncı babının beşinci ayet ve devamında allahü teala için, rab gördü ki, yeryüzünde insanın kötülüğü çoğaldı. yeryüzünde insanı yaratdığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu ve rab, yaratdığım insanı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını yeryüzünden sileceğim. çünki onları yaratdığıma pişman oldum dedi denilmekdedir. ayrıca, allahü tealanın nuh aleyhisselama bir gemi yapmasını ve kendisine tabi' olanlarla beraber bu gemide sakin olmasını emr etdiği, gemiye binenlerden başka yeryüzünde bütün insanları ve hayat sahibi herşeyi yok etdiği ve kırk gün kırk gece yağmur yağıp tufan olduğu ve sonra durduğu, allahü tealanın ise, nuh aleyhisselamı yüzelli gün sonra hatırladığı, yine tekvinin yedinci ve sekizinci bablarında yazılıdır. insaf etmelidir ki, ahmak bir kimse, büyük bir iş yapmış olsa, kırk yıl geçse dahi onu unutmaz. bütün alemlerin yaratıcısı olan allahü teala, nuh aleyhisselamı ve onunla beraber olanları, acaba nasıl unutabilir. hıristiyanların allahü tealaya isnad etdikleri cehaletin haddi ve hesabı yokdur. müslimanların i'tikadına ve kelam alimlerinin bildirdiklerine göre, allahü teala geçmiş ve gelecek herşeyi, her an bilicidir. o şey, gerek mevcud, gerek ma'dum, gerek mümkin, gerek mümteni' olsun, allahü teala onu bilicidir. allahü tealanın ilminin dışında zerre mikdarı birşey yokdur. müslimanlar, bunun böyle olduğunu pek çok akli deliller ile isbat etmişlerdir. allahü tealanın fi'lleri, muhkemdir. bozukluk ve eksiklikden uzakdır. her yaratdığı şeyde birçok faideler ve hikmetler vardır. fi'li sabit ve muhkem olan bir zat, elbette ki alemin yaratıcısıdır. bir kimse, semavat ve arzdaki nizamı ve intizamı, göklerin yokdan yaratılmasını, maddelerde olan hassa ve cevherleri, çeşid çeşid meyveleri, sebzeleri, bitkileri, ma'denleri, sınıf sınıf hayvanları görünce, allahü tealanın fi'llerinin sabit ve muhkem olduğunu anlar. tefekkür edilince, bunların belli bir nizam ve ahkam üzerine yaratılmış olmasında, beşer aklı hayretde kalır. akl, allahü tealanın yaratdığı bu alemdeki çok şeyleri idrakdan, aciz kalmakdadır.insan daha çocukken, etrafında gördüğü eşyanın nereden geldiğini araşdırmağa başlar. çocuk büyüdükce, üzerinde yaşamakda olduğu bu dünyanın nasıl mu'azzam bir eser olduğunu anlıyarak, hayretden hayrete düşer. hele yüksek tahsilini yaparak, her gün etrafında görülen bütün bu eşya ve mahlukların inceliklerini öğrenmeğe başlayınca, hayreti, hayranlığa dönüşür. insanların, büyük bir sür'at ile fezada tek başına dönmekde olan, içerisi ateş dolu, toparlak bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması, ne büyük bir mu'cizedir. ya etrafımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, nebatlar, nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekde, gelişmekde ve dürlü dürlü hassalar göstermekdedir. hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. üzerimize ışıklarını gönderen güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harareti sağlar ve nebatların yetişmesini, ba'zılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha nice maddelerin meydana gelmesini te'min eder. halbuki biliyoruz ki, yer küremiz, kainat içinde ufacık bir varlıkdır. güneşin etrafında dönen seyyarelerden meydana gelen ve içinde dünyamızın da bulunduğu güneş sistemi, kainat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. kainatın kuvvet ve gücünü izah için, bir küçük misal verelim: insanların en son elde etdikleri mu'azzam enerji kaynağı, atomları parçalıyarak meydana çıkardıkları atom enerjisidir. halbuki, insanların en büyük enerji kaynağı saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaşdırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden daha fazla olduğu görülür. insan, kendi vücudunun ne mu'azzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkına varmaz. halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile, mu'azzam bir kimya hadisesidir. havadan alınan oksijen, vücuddaki maddeleri yakdıkdan sonra, karbon dioksid halinde dışarı çıkarılır. sindirim sistemi ise, mu'azzam bir fabrikadır. ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mi'de ve bağırsaklarda parçalanıp işlendikden sonra, vücuda faideli olan kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakda ve posası dışarı atılmakdadır. bu mu'azzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakda, vücud bir fabrika gibi işlemekdedir. bunların tafsilatını anlatmağa defter ve kalem kafi gelmez. astronomi, anatomi, ya'ni ilmi teşrih, zooloji ve botanik ya'ni hayvanat ve nebatatı inceleyen ilmlerde alim olanlara, bu husus güneşden daha açıkdır. bilhassa evliyai kirama, ya'ni ruhlar aleminde yükselmiş olanlara, allahü tealanın fi'llerinin ne kadar muhkem ve muntazam olduğu, gayet aşikardır, açıkdır. muhkem ve muntazam işler ise, o işleri yapanın ilminin yüksekliğine delalet eder. şöyle ki, bir kimse çok güzel bir yazı görse, bundan onu yazanın hat san'atındaki meharet ve ilminin yüksekliğini anlar. nitekim, bekara suresinin yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen: göklerin ve dağlar, denizler ve nebatat ile süslü arzın yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini ta'kibinde, insanlara faideli olan şeyleri denizde götürüp giden gemilerde; yeryüzü kurudukdan sonra, allahü tealanın gökden yağmur indirerek nebatatı diriltmesinde, o arz üzerinde, her dürlü hayvanatı yaymasında, rüzgarları her tarafdan esdirmesinde, sema ile arz arasında bulutların, allahü tealanın emr ve hükmü ile gitmesinde, akl, fikr ve nazar sahibi olanlar için, allahü tealanın kudret ve azametine deliller ve ibretler vardır buyurulmuşdur. fussilet suresinin elliüçüncü ayetinde mealen: , gerek afakda , gerek enfüsde ayetlerimizi göstereceğiz. nihayet onun söylediği şeyin hak olduğu, kendilerine zahir olacakdır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimelerde bildirilen, afakdaki ayetlerden, ya'ni yeryüzünde allahü tealanın kudretini gösteren alametlerden murad, gökler, yıldızlar, gece, gündüz, güneşin şuaları, karanlık, gölge, anasırı erbe'a gibi, allahü tealanın kudretine delalet eden şeylerdir. enfüsdeki ya'ni insanın kendindeki ayetlerden murad, ana rahminde çocuğun azalarının teşekkülü, sonra, vücuda faideli kısmının bağırsaklarda süzülerek kana karışması ve posasının dışarı atılması, kalbin çalışması, böbreklerin kandaki zararlı maddeleri süzmesi. vs. gibi muazzam hadiselerin otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılması gibi şeylerdir. bu ayeti kerimelerde, afaki ve enfüsi delillerin bildirilmesinin hikmeti, kulların, zıddı ve misli olmakdan münezzeh, her şeyi bilen, hikmet sahibi ve her şeye kadir olan allahü tealanın varlığını bilmeleri, içindir. kısaca, bu mükemmel ve muntazam fi'ller, bunların faili, yaratıcısı olan, allahü tealanın ilminin ve kudretinin kemaline delalet etmekdedir. kelam alimleri bunu çeşidli deliller ile isbat etmişlerdir. mesela: allahü teala mücerreddir. ya'ni cism değildir, madde değildir. element değildir. karışım, bileşik değildir. sayılı değildir. ölçülemez. hesab edilemez. onda değişiklik olmaz. mekanlı değildir. bir yerde değildir. zemanlı değildir. öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yokdur. bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, onun hiçbirşeyini anlıyamaz. mücerred olduğu için, her şeyi bilir. zatı, ali olan allahü teala, kendi zatını bilir. böyle olan bir halık , kendinden başkasını da bilir. insanın bilmesi demek, zatı ile kaim olan şeylerin, asllarının, maddeden mücerred olan mahiyyetlerinin zihnde hasıl olmasıdır. allahü teala için meçhul olan hiçbir şey yokdur. kendi zatının, mahiyyetini, künhünü bilir. kendini bilenin, kendinden başkasını da bileceği sabitdir. allahü teala, kendinden başka herşeyi, vasıtalı veya vasıtasız olarak yaratmışdır. mahlukları bilmek, bir yaratıcının var olduğunu bilmeği icab etdirir. kudret bahsi hıristiyanlar, dilleri ile allahü tealanın kudret sahibi olduğunu söylemekle beraber, allahü teala için acizlik isnad etdikleri de ma'lumdur. tevrat muharrefdir. tevratda allahü tealanın alemi altı günde yaratıp, yedinci günde oturup istirahat etdiği bildirilmekdedir. tekvinin ikinci babının başında, ve allah yapdığı işi yedinci günde bitirdi. ve yapdığı bütün işden yedinci günde istirahat etdi. ve allah yedinci günü mubarek kıldı ve onu takdis etdi. çünki allah, yaratıp yapdığı bütün işden o günde istirahat etdi denilmekdedir. günü çalışmaz, istirahat eder, ta'til yaparlar. allahü teala, bir marangoz gibi çeşidli aletlerle mi yaratdı da, buyorgunluk hasıl oldu? tekvinin otuzikinci babının yirmidördüncü ve devamındaki ayetinde, ya'kub yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam onunla güreşirken, ya'kubun uyluk başı incindi. ve rab dedi: bırak gideyim. çünki, seher vakti oluyor. ve ya'kub dedi: beni mubarek kılmadıkca, seni bırakmam. ve rab ona dedi: adın nedir? ve o dedi: ya'kub. ve rab dedi: artık sana ya'kub değil, ancak israil denilecek. çünki, allah ile ve de insanlarla uğraşıp yendin demekdedir. ey hıristiyanlar! insaf ediniz. allahü teala yaratdığı kul ile sabaha kadar alt üst olup, güreş tutup, yakasını ya'kub aleyhisselamın eline vermiş ve yakasını kurtaramamış! hiç böylesine aciz bir ilah olur mu? allahü teala, elbette böyle şeylerden münezzehdir. müslimanların i'tikadlarına göre, allahü teala, her mümkini yaratmağa kadirdir. kudret sıfatı ile muttasıfdır. kudret, ezeli bir sıfat olup, te'alluk etdiği şeye te'sir eder, yaratır. böyle olduğunda, bütün müslimanlar ittifak etmişlerdir. allahü teala, kudretinin te'alluk etdiği herşeyi yaratmağa kadirdir. yaratılan herşey onun kudreti ile var olmuşdur. hak tecelli eyleyince, herşeyi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. allahü tealanın kudretinin te'alluk etdiği herşey, kudretin te'alluku, ya'ni yaratılması hususunda müsavidirler. çünki mümkindirler, mahlukdurlar. kudret sıfatı, vacibülvücud ve mümteni' olan şeylere te'alluk etmez. te'alluk etmesi, mümteni'dir, imkansızdır. mümkin olmak, ya'ni var ve yok olabilmek, mümkinatdan olan bütün varlıklar arasında müşterek bir vasfdır. mümkinatın hepsi, kudret sıfatı te'sir edince, var veya yok olmakdadırlar. allahü tealanın kadir olması zatındandır. bu husus, kudretin te'alluk etdiği bütün varlıklar için müsavidir. allahü tealanın kudreti, mahluklardan ba'zısına mahsus olsa idi, bunun bir sebebi olması lazım olurdu. bu ise, allahü tealanın kemalinin başka bir şeye bağlı olmasını icab etdirirdi. bu ise, noksanlıkdır. noksanlık ise, ilahda bulunamaz. hıristiyanlara göre, allahü teala, her şeye kadir değilmiş. çünki, tevratda yazıldığına göre, allahü teala, beni israil ile kenan diyarına beraber gideceğim. boruyu kuvvet ile çalsınlar ki, ben de işitebileyim demişdir. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala her şeyi işitici ve görücüdür. fekat allahü teala göz ve kulak gibi vasıtalardan münezzehdir. hıristiyanların i'tikadına göre, allahü teala, isa aleyhisselama hulul etmişdir. onların isa aleyhisselam için, allahdan allah, nurdan nur dediklerini, daha önce bildirmişdik. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala, başka bir şeye hulul etmekden münezzehdir. çünki, bir şeyin başka bir şeye hululü iki yolla olur. birincisi, bir şeyin mekanına hulul olur, ya'ni girilir. ikincisi ise, sıfatına, mevsufa hululdür. allahü teala, herhangi bir mekana hulul etmekden münezzehdir. bunun delili, allahü tealanın mekandan ve bir şeye cüz, ya'ni bir şeyin parçası olmakdan münezzeh olmasıdır. çünki, mekan ile bir şeye cüz olmak, cismlerin ve cisme aid şeylerin hususiyyetlerindendir. halbuki, allahü tealanın cism olmadığı, cisme aid hususiyyetlerin onda olmadığı, delillerle isbat edilmişdir. böyle olduğu, bütün alimler tarafından ittifak ile bildirilmişdir. sıfatın mevsufa hululü yolu ile, allahü tealanın bir şeye hulul etmesinin muhal olmasına gelince, bu ve başka yollarla olan hulul şeklleri, allahü tealanın olmasına muhalifdir . çünki, bir şeye hulul eden, elbette o şeye muhtac olur. gerek cismin mekana hululü, gerekse arazın cevhere hululü veya suretin maddeye yahud sıfatın mevsufa hululü, hükemaya göre hulul etmek değil, sadece bir vasıfdan ibaretdir. hülasa, hulul eden şey, hulul etdiği mahalle muhtacdır. hıristiyanlara göre, allahü teala maddedir ve cismdir. çünki, tevratda tekvinin birinci babının yirmiyedinci ayetinde, demekdedir. hatta hıristiyanlar, kiliselerine çeşidli resmler, heykeller yapıp onlara tapınırlar. allahü teala göklerde oturur. yer, onun ayağının basamağıdır diye inanırlar. allahü teala, hıristiyanların bu i'tikadlarından ve böyle şeylerin hepsinden münezzehdir. bu husus, ehli islam ile eski yunan felesofları arasında ittifaklıdır. böyle olduğunun delilleri kelam kitablarında yazılıdır. yine hıristiyanlar, , adem aleyhisselamdan meydana gelen zelleden dolayı, isa aleyhisselamın zemanına kadar, dünyaya gelen bütün insanlar ve bütün peygamberler aleyhimüsselam, cehennemde azab olunacakları ve allahü teala, bu büyük günahı afv etmek için bir çare bulamayıp, biricik oğlunu yehudiler elinde çeşidli hakaret ve işkencelerle öldürtüp, sekiz gün cehennemde yakdıkdan sonra, bunların afvına çare bulduğu inancındadırlar. müslimanların i'tikadına göre, allahü tealanın üzerinde bir hakim ve ondan hesab soracak bir kimse yokdur. allahü teala gafurdur, ya'ni afvı, mağfireti pek çokdur ve rahimdir. günah işleyip, tevbe etmeden ölen bir kulunu dilerse afv eder, dilerse, günahı kadar azab eder. bütün kullarını afv edip, cennetine koysa, ihsanına muvafıkdır. bütün kullarını cehenneme atsa, adaletine muvafıkdır. allahü tealanın, kullarının afvına, biricik oğlunu katl etmekden başka çare bulamadığı hususu, çok garib bir şeydir. halbuki papazlar, köy köy dolaşıp hıristiyanların günahlarını afv etmekde, papalar da, cennetin anahtarlarını cebine koymuş, tapusunu almış , cennetden karış karış yer satmakdadırlar. hıristiyanların peygamberlere aleyhimüsselam olan hurmetlerine gelince, her bir peygambere bir dürlü günah isnad ederler. peygamberlere isnad etdikleri bu çirkin şeylerin, en aşağı bir papaza dahi isnad edilmesini caiz görmezler. mesela, lut aleyhisselamın sekr halinde mubarek kızları ile zina etmesi, yehudanın gelini ile zina etmesi, davüd aleyhisselamın uryanın zevcesi ile zina etmesi, süleyman aleyhisselamın puta tapması iftiraları gibi. hıristiyanlar, isa aleyhisselamın oniki havarisinin nübüvvet ve resullüklerine inanırlarken, bunlardan yehudanın, otuz dirhem rüşvet alıp, isa aleyhisselamı yehudilere teslim etmesi, petrus resulün horoz üç def'a ötünce, üç def'a isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etmesi, resul pavlosun da onaltı, onyedi sene isa aleyhisselama iman edenleri çeşidli ezalarla katl etdirmesi ve havarilerden bir resulün de, diri diri derisini yüzdürmesi ve bu pavlosun iman etdiğini bildirmesi ve hıristiyanların i'tikadına göre, pavlosun musa aleyhisselamdan efdal bir resul olması ve sünnet olmak yerine vaftizi, incilde ve tevratda açıkca bildirilmiş bir iş olan, oruc ibadeti yerine perhiz yapmağı ihdas etmesi ve incilin ve tevratın bir çok ahkamını değişdirmesi i'tikadları, peygamberlere aleyhimüsselam olan yukarıda zikr etdiğimiz iftiraları gibidir. hıristiyanlar, isa aleyhisselama üluhiyyet isnad etmek için, her peygambere bir günah isnad ederler. hıristiyanlarla yapılan bir münazara toplantısında, isa aleyhisselamın üluhiyyetini iddia eden bir papaza, bir islam alimi tarafından delilinin ne olduğu sorulunca, cevabında dört delilim vardır diyerek, bunları saymağa başlamışdır: deyince, islam alimi, adem aleyhisselam hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. melekler de baba ve annesiz olarak yaratıldılar. o halde, adem aleyhisselamın ve meleklerin de, isa aleyhisselam gibi ilah olmaları icab ederdi diye cevab verdi. papaz buna . bunun üzerine, ikinci deliline geçdi. deyince, islam alimi ona, tevratda yazıldığına göre, beni israil peygamberlerinden birkaç peygamber de, ölüleri diriltmişdir. bilhassa musa aleyhisselam, canlı olmıyan asayı, diriltdi. bunların da haşa allahü tealanın oğlu olmaları lazım gelir diye cevab verdi. papaz, buna da . bunun üzerine, üçüncü deliline geçdi. deyince, islam alimi, isa aleyhisselam çeşidli hakaretlerle katl olundukdan sonra, semaya kaldırıldı diyorsunuz. idris aleyhisselamın da, hayatda iken izzet ve rif'at ile semaya kaldırıldığı hıristiyanlar ile müslimanlar arasında ittifaklıdır. bunun için, idris aleyhisselamın, allahü tealaya oğul olmağa daha layık olması lazım gelir diye cevab verdi. papaz buna da . bunun üzerine dördüncü deliline geçdi. her peygamber günah işledi. fekat, isa aleyhisselam günah işlemedi. işte bu üluhiyyet sıfatıdır deyince, islam alimi diye sorunca papaz, dedi. islam alimi ey papaz! bu sözünle sen yehudilerden daha kötü, daha aşağı oldun. çünki, dört incilde de, isa aleyhisselamın daima, davüd oğlu isa diye, kendinden bahs etdiği yazılıdır. sizin inancınıza göre, davüd aleyhisselam zani olunca, isa aleyhisselamın kendisi için davüd oğlu demesinin veledi zinayım demek olduğunda şübhe var mıdır? ey papaz! isa aleyhisselamın kudretini, önce üluhiyyete, ilahlığa çıkarıp, sonra da veledi zina derecesine indiriyorsun. bu ikisi arasındaki tezad ne kadar çokdur deyince, papaz yine . gayet utanarak, hayret içinde, oradan ayrıldı gitdi. hıristiyanların garib i'tikadlarından birisi de, allahü tealanın fadl ve keremi ile, kulları arasından seçerek gönderdiği peygamberlerin aleyhimüsselam hepsine günah isnad edip, günahkar bildikleri halde, kendi aralarından seçdikleri papaların ma'sumolduklarına inanmalarıdır. ne büyük ahmaklık! haşr suresinin ikinci ayetinde mealen: ibret alınız buyurulmuşdur. kitabının birinci kısm doksanikinci maddesinde diyor ki: isa aleyhisselam insan idi, ona tapılmaz resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize, necrandan bir hıristiyan hey'eti gelmişdi. necran, hicaz ile yemen arasında bir şehrdir. bunlar, altmış süvari olup, içlerinden yirmidördü büyükleri idi. bunların içinde de, üçü en büyükleri idi. reisleri, abdülmesih idi. içlerinden ebulharis bin alkama, en alimleri idi. ahır zeman peygamberinin alametlerini incilde okumuş idi. fekat, dünya mevkı'ini, şöhretini sevdiği için, müsliman olmuyordu. çünki, ilmi ile meşhur olup, kayserlerden ikram görür, birçok kiliselere emr verirdi. medineye gelip, ikindi namazından sonra, mescidi şerife girdiler. üzerlerinde süslü papaz elbiseleri vardı. o sırada, onların da namaz vakti gelmiş olduğundan, mescidi şerifde namaza kalkmışlar, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, buyurmuşdu. şarka doğru kıldılar. üç büyükleri konuşmağa başladı. söz arasında, isa aleyhisselam için, ba'zan allah diyorlar, ba'zan allahın oğlu, ba'zan da, üç tanrıdan biri diyorlardı. allah demelerine sebeb, ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp üfleyince uçardı diyorlardı. allahın oğlu olduğuna sebeb, belli bir babası olmaması idi. üçden birisi olmasına sebeb de, allah diyor. eğer bir olsaydı, derdi diyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunları dine da'vet etdi. birkaç ayeti kerime okudu. imana gelmediler. dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, yalan söylüyorsunuz! allahın oğlu var diyenin imanı olmaz buyurdu. allahın oğlu değilse, o halde bunun babası kim, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bilmiyor musunuz? allahü teala, hiç ölmez ve herşeyi varlıkda tutan odur. isa aleyhisselam ise, yok idi ve yok olacakdır. onlar evet biliyoruz. resulullah bilmiyor musunuz, babasına benzemiyen hiçbir yavru var mı? onlar her yavru babasına benzer. resulullah bilmiyor musunuz, rabbimiz herşeyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor. halbuki isa aleyhisselam, bunların birini yapmıyordu. onlar evet, yapmıyordu. resulullah rabbimiz, isa aleyhisselamı dilediği gibi yaratdı değil mi? onlar evet, yaratdı. resulullah rabbimiz yimez, içmez. onda değişiklik olmaz. bunu da biliyor musunuz? onlar evet, biliyoruz. resulullah isa aleyhisselamın anası var idi. o, her çocuk gibi dünyaya geldi. onlar gibi beslendi. yir, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. bunu da biliyorsunuz değil mi? onlar evet, biliyoruz. resulullah o halde, isa aleyhisselam, zan etdiğiniz gibi nasıl olur? onlar, birşey diyemeyip, susdular. biraz sonra: ya muhammed aleyhisselam! sen isanın olduğunu söylemiyor musun, dediler. resulullah evet, buyurdu. onlar eh, bu da bize yetişir deyip, inad etdiler. bunun üzerine, allahü teala, onları mübaheleye çağırmasını emr etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübahele edelim. ya'ni buyurdu. allahü tealanın bu emri, ali imran suresinin, altmışbirinci ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. seyyid dedikleri şerhabil, bunları toplayıp, bunun peygamber olduğu, herşeyinden anlaşılıyor. bununla mübahele edersek, ne biz kurtuluruz, ne de, bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. muhakkak bir belaya uğrarız! dedi. mübahele etmekden kaçındılar ve ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! senden razıyız. ne istersen sana verelim. eshabından bir emin kimseyi bizimle beraber gönder, vergilerimizi ona verelim! dediler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, emin olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. , diyerek onlarla beraber gönderdi. sulh şartı şöyle idi: her sene, ikibin elbise vereceklerdi. bini receb, bini de safer ayında teslim edilecekdi. her elbise ile de, kırk dirhem gümüş verilecekdi. reisleri abdülmesih ile seyyidleri şerhabil, sonradan müsliman olup, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hizmetinde bulunmakla şereflendiler. hıristiyanların, her lisana terceme ederek, her memlekete yaydıkları, in, ahdi atik kısmının, kitabının, altıncı babı, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci ayetlerinde diyor ki, ey israil, dinle! allahımız, rabbimiz birdir. bu sözüm kalbine yerleşsin. oğullarına da dikkatlice öğret! kitabının, kırkbeşinci babının beşinci ve altıncı ayetlerinde diyor ki, rab, benim. benden başka rab yokdur. benden başka ilah yokdur. şarkda ve garbda olanlar, benden gayrı rab olmadığını bileler. rab, benim. benden başka yokdur. yirmiikinci ayetinde diyor ki, hepiniz bana ibadet ediniz! allah, benim ve benden gayri yokdur. kırkaltıncı babının dokuzuncu ayetinde diyor ki, allah, benim ve gayrı yokdur. ben allahım. benim nazirim, bana benziyen, hiçbirşey yokdur. hıristiyanların ellerinde bulunan mukaddes kitabları, allah birdir. ona benziyen hiçbirşey yokdur diyor. onlar ise, isa, allahdır. allahın oğludur diyorlar. kendi kitablarını, kendileri inkar ediyorlar. allahü teala, onlara akl ve insaf versin! hakikati, doğruyu anlamak nasib eylesin. aldanmasınlar ve herkesi aldatmakdan vazgeçsinler! isa aleyhisselam peygamberdir, ona tapılmaz büyük islam alimi, ve çeşidli kıymetli kitabların sahibi, imamı fahreddin razi rahmetullahi aleyh ali imran suresinin, altmışbirinci ayeti kerimesini tefsir ederken buyuruyor ki: harezm şehrinde idim. şehre bir papazın geldiğini ve hıristiyanlığı yaymak için çalışdığını işitdim. yanına gitdim. konuşmağa başladık. bana, dedi. şu cevabı verdim: fahreddin razi musanın, isanın ve diğer peygamberlerin aleyhimüsselam harikalar, mu'cizeler gösterdiği haber verildiği gibi, muhammed aleyhisselamın da mu'cizeler gösterdiği haber verilmişdir. bu haberler tevatür halindedir. tevatür ile gelen haberleri, ya kabul eder veya red edersin. red eder ve mu'cize, bir zatın peygamber olduğunu isbat etmez der isen, mu'cizeleri tevatür ile bize haber verilen diğer peygamberlere de inanmaman lazım gelir. şayed tevatür ile gelen haberlerin doğruluğunu ve mu'cize gösteren zatın peygamber olduğunu kabul eder isen, muhammed aleyhisselamın da peygamber olduğunu kabul etmen lazım gelir. çünki, muhammed aleyhisselam; mu'cizeler göstermiş ve bu mu'cizeler, bizlere, denilen sağlam haberler ile bildirilmişdir. diğer peygamberlerin peygamberliğine, tevatür ile bildirilen mu'cizeler sebebi ile inandığın için, muhammed aleyhisselamın da, peygamber olduğuna iman etmelisin! papaz isa aleyhisselamın, peygamber değil, ilah, tanrı olduğuna inanıyorum.tanrı, ma'bud demekdir. tapılan şeylerin hepsine tanrı denir. allahü tealanın ismi, allahdır, tanrı değildir. allahü tealadan başka tanrı yokdur. allah yerine tanrı demek, yanlışdır ve çok çirkindir. fahreddin razi biz şimdi peygamberlik hakkında konuşuyoruz. ilahlıkdan önce, nübüvvet mevzu'unu hal etmemiz lazımdır. ayrıca, isa aleyhisselamın, ilah olduğunu söylemen de batıldır. çünki, ilahın, tanrının, her zeman var olması lazımdır. madde, cism, yer kaplıyan şeyler tanrı olamaz. halbuki, isa aleyhisselam, cism idi, insan idi. yok iken var oldu ve size göre öldürülmüşdür. önce çocuk idi, büyüdü. yirdi, içerdi. bizim gibi konuşurdu. yatardı, uyurdu, uyanırdı, yürürdü. her insan gibi yaşamak için, birçok şeye muhtac idi. muhtac olan, gani olur mu? yok iken sonradan var olan birşey, ebedi, sonsuz var olur mu? değişen birşey devamlı, sonsuz var olur mu? isa aleyhisselam kaçdığı, saklandığı halde, yehudiler yakalayıp asdı diyorsunuz. isa aleyhisselamın, o zeman çok üzüldüğünü, bu durumdan kurtulmak için çarelere başvurduğunu söylüyorsunuz. ilah veya ilahdan bir parça kendisine hulul etmiş olsaydı, yehudilerden korunmaz mı, onları yok etmez mi idi? niçin üzüldü ve saklanacak yer aradı? vallahi, buna hayret ediyorum. aklı olan kimse, bu sözleri nasıl söyler, buna nasıl inanır. akl, bu sözlerin bozukluğuna şahiddir. üç dürlü söylüyorsunuz: o gözle görülen cismani bir ilahdır diyorsunuz. alemin ilahının, cism ve beşer olan isa aleyhisselam olduğunu söylemek, yehudiler onu öldürdüğü zeman, alemin ilahını öldürdüklerini söylemek olur. bu takdirde, alemin ilahsız kalması lazım gelirdi. halbuki, alemin ilahsız kalması mümkin değildir. ayrıca, yehudiler, haksız oldukları halde, bunların yakalayıp öldürdüğü, aciz, kuvvetsiz bir kimse, alemlerin tanrısı olabilir mi? isa aleyhisselamın, allahü tealaya çok ibadet etdiği, ta'ata çok rağbet etdiği hususu da, tevatür ile sabitdir. isa aleyhisselam ilah olsaydı, ibadet ve ta'atda bulunmazdı. çünki, ilah, asla kendisine ibadet etmez. papazın sözünün batıl olduğu buradan da anlaşılmakdadır. ilah, ona temamen hulul etmişdir. o, tanrının oğludur diyorsunuz. bu inanış yanlışdır. çünki, ilah, cism ve araz olamaz. ilahın, bir cisme hulul etmesi imkansızdır. eğer, ilah cism olsaydı, başka bir cisme de hulul ederdi. cisme hulul eden şey, cism olur ve hulul edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. bu da, ilahın parçalanmasını icab etdirir. eğer ilah, araz olsaydı, bir mahalle, mekana muhtac olurdu. bu ise, ilahın başkasına muhtac olması demekdir. başkasına muhtac olan ise, ilah olamaz. ilahın, isa aleyhisselama hulul etmesine sebeb, ne idi? sebebsiz isa aleyhisselama hululü, tercihün bila müreccihdir. bunun ise batıl olduğunu, allahü tealanın bir olduğunu isbat ederken bil–cevab veremedi dirmişdik. o, tanrı değildir. fekat, tanrının bir parçası ona hulul etmiş, yerleşmişdir diyorsunuz. eğer ona hulül eden parça, ilahın ilah olmasında te'siri var ise, bu parça ilahdan ayrılınca, ilahlığı temamen bozulur. eğer bu parça, ilahın ilah olmasında te'sirli değilse, tanrının parçası olmamış olur. bu da, ilahın ona hulul etmediğini gösterir. öyle ise, isa aleyhisselamın ilah, tanrı olduğuna başka delilin nedir? papaz ölüleri diriltdiği, anadan doğma körlerin gözünü açdığı ve beras denilen, derideki çok kaşınan beyaz lekeleri iyi etdiği için, o tanrıdır. böyle işleri ancak tanrı yapabilir. fahreddin razi delil bulunmayınca, medlulün bulunmıyacağı söylenebilir mi? delil bulunmayınca, medlul de olmaz, var olmaz dersen, alem yaratılmadan önce, ya'ni ezelde alemi yaratanın yok olduğunu söylemiş olursun ki, bu batıldır. çünki, alem , yaratanın varlığına delildir. delil bulunmayınca, medlul bulunabilir dersen, ezelde mahluklar yok iken yaratanın var olduğunu kabul etmiş olursun. fekat, isa aleyhisselam ezelde yok iken, ilahın ona ezelde hulul etdiğini söylersen, bunu isbat edecek bir delilin olması lazımdır. yoksa, delilsiz kabul etmiş olursun. çünki, isa aleyhisselam sonradan yaratılmışdır. ezelde yok olması delilin bulunmaması demekdir. tanrının isa aleyhisselama hulul etdiğini delilsiz kabul ediyorsun da, bana, sana, hayvanlara, otlara ve taşlara hulul etmediğini nereden biliyorsun? delilsiz, bunlara hulul etdiğini niçin kabul etmiyorsun? papaz ilahın isa aleyhisselama hulul etmesi ile, sana, bana ve diğer varlıklara hulul etmemesinin sebebi açıkdır. çünki isa aleyhisselamda mu'cizeler göründü. sende, bende ve diğer varlıklarda böyle harikulade haller görülmedi. bundan ilahın ona hulul edip, bize ve diğer varlıklara hulul etmediğini anlıyoruz. fahreddin razi isa aleyhisselama hulul etmesine delil olarak, onun mu'cizeler göstermesi olduğunu söylüyorsun. delil olmayınca ya'ni mu'cizeler görülmeyince, hulul edemiyeceğini niçin söylüyorsun? sende, bende ve diğer varlıklarda harikalar, mu'cizeler bulunmadığı için tanrı bunlara hulul etmez diyemezsin. çünki, delil olmadığı halde, medlul bulunabilir demişdik. buna göre, ilahın hulul etmesi, delilin bulunmasına, ya'ni harikaların, mu'cizelerin görülmesine bağlı değildir. o halde, bana, sana, kediye, köpeğe, fareye de hulul etdiğine inanman lazım gelir. ilahın, bu aşağı mahluklara hulul etdiğini inandırmağa varan bir din, hak din olabilir mi? asayı ejder, yılan yapmak, ölüyü diriltmekden daha güçdür. çünki, baston ile yılan, hiçbir bakımdan birbirine yakın değildir. musa aleyhisselamın asayı ejdere çevirdiğine inanıyorsunuz da, ona, tanrı veya tanrının oğlu demiyorsunuz. isa aleyhisselama niçin tanrı veya şöyle böyle diyorsunuz? papaz, bu sözüme karşı diyecek hiç birşey bulamadı, susmağa mecbur oldu. yukardaki yazı, kitabından alınmışdır. ey papaz! bu iki dinin i'tikadlarını , bu iki dine bağlı olmıyan felsefecilere, akl ve insaf sahiblerine bildirerek, ikisinden hangisinin akla uygun, doğru ve güzel olduğunu kendilerine sorup öğrenmeni ve senin ismindeki kitabında, diye, tavsiye etdiğin sözünde durmanı dileriz. tevfik , allahü tealadandır. dört incil hakkında aşağıdaki yazı, abdüllah abdinin istanbul baskılı, türkçe, kitabının başından alınmışdır: şimdi, hıristiyanların din kitabı olan, dört incil, cebrail aleyhisselam vasıtası ile, isa aleyhisselama gökden inen hakiki incil değildirler. çünki, isa aleyhisselam semaya çıkdıkdan sonra, dört kimse tarafından yazılmış tarih kitablarıdırlar. bunlardan biri dır. bu adam, havarilerden imiş. ahbablarından, arkadaşlarından ba'zılarının arzusu üzerine, isa aleyhisselamın semaya urucundan oniki sene sonra isminde bir kitab yazmışdır. bu kitab, isa aleyhisselamın dünyaya gelmesini anlatan bir tarihdir. ikincisi , isa aleyhisselamı hiç görmemiş ve havarilerden işitdiği sözleri ve hikayeleri, urucdan yirmisekiz sene sonra yazmışdır. üçüncüsü, dedikleri adamdır. bu da, isa aleyhisselamı görmemiş, havarilerden işitdiklerini urucdan otuziki sene sonra, iskenderiyyede yazmışdır. dördüncüsü, yuabdüllah abdi bin destan mustafa manastri, de vefat etdi. türkçe ve arabi , kitabları basılmışdır. hannadır. bunun havarilerden olduğu söyleniyor. urucdan kırkbeş sene sonra, isa aleyhisselamın hayatını, tarihini yazmışdır. allahü tealanın gönderdiği, incil kitabı tek bir kitabdır. bu hakiki incilde, birbirine uymayan ve hadiselere ters düşen bir şey olmadığı muhakkakdır. halbuki, bu dört incilde, birbirine uymayan ihtilaflar doludur. kur'anı kerimde, isa aleyhisselamın öldürülmediği, asılmadığı açıkca haber veriliyor. bu dört tarih kitabında ise, katl edildiği açıkca yazılı olduğundan, kur'anı kerimin bildirdiği, allah kelamı olan incilin, bu dört tarih kitabından başka olduğu anlaşılmakdadır. bu kitablardaki hikayelerden bir kısmını isa aleyhisselamdan işitmedikleri, urucdan sonra yazdıkları, hem kitablardan anlaşılıyor, hem de papazlar söylüyorlar. mesela, isa aleyhisselamdan, mahbus iken ve öldürülürken, nakl etdikleri sözler böyledir. bu sözlerin asl incilde bulunmadığı, allah kelamı olmadığı meydandadır. bu gibi, daha nice misallerin, bu dört incilin allah kelamı olamıyacağını gösterdiğini, imamı kurtubi kitabında ve ibnül kayyımül cevziyye ve salih sü'udi maliki hazretleri kitablarında ve taşköprülü ahmed efendi ve katib çelebi, meşhur kitablarında yazmışlardır. salih, kitabını de yazmışdır. bugün, hakiki incil mevcud değildir. hıristiyanların elinde bulunmadığı gibi, müslimanlar arasında da böyle bir kitab yokdur. hatta, papazların çoğu, semadan inen bir incil bulunduğunu inkar ediyorlar. bir rivayete göre, yehudiler isa aleyhisselamı katl edecekleri zeman, incili ateşde yakdılar. yahud, parçalayıp, ortadan kaldırdılar. o zeman, incil yayılmamış idi. çünki, isa aleyhisselamın peygamberlik zemanı üç sene kadar olup, iman edenler de pek az idi. bunların çoğu da, köylü olup, okumak, yazmak bilmiyorlardı. yahud, miladın üçyüzyirmibeş senesinde telef etdikleri inciller arasında, bunu da, bozuk zannederek, imha etmişlerdir. o zeman birbirine uymayan kırk, elli incil kitabı vardı. her birine inananlar arasında mücadele oluyor, çok kan dökülüyordu. aryüsün mahkemesi esnasında, bunlardan dördünü intihab ederek, diğerlerini men' etdikleri, kilise tarihlerinde yazılıdır. bir ingiliz papazı, yasak edilmiş incilleri arayıp, bulduklarını inmuhammed kurtubi, de vefat etdi. ibni kayyım muhammed, de vefat etdi. gilizceye terceme etmiş, bulamadıklarının da ismlerini yazarak, de londrada tab' edilmişdir. gazetesinin katibi ahmed farisi efendi, bunu arabiye terceme etmiş, incil denilen kitabların ismleri kitabımıza ilave edilmişdir. hıristiyanlar, bu dört incilin ve ve dedikleri ellerindeki kitabların semadan indiğine inanıyorlar. bu dört incilde, isa aleyhisselamın sözleri olarak bildirilenler, şübheli ve olup, olmadıklarından, asla sened olamaz. markos ve luka ise, pavlosun talebeleri olup, isa aleyhisselamı hiç görmemişlerdi. pavlosun da, isa aleyhisselamı görmediği ve semaya urucundan sonra, meydana çıkarak, dediği, deki, kitabının dokuzuncu faslında, luka tarafından yazılıdır. bunların, havarilerden işitdikleri hikayeleri yazmış olduklarına da, inanılamaz. çünki, kendilerine haber verenlerden hiçbirinin, ismlerini ve hallerini bildirmemişler, isa aleyhisselamı görmüş ve kendisinden işitmiş gibi yazmışlardır. tarihciler, böyle yazılara yalan ve iftira demekdedir. mesela, isa aleyhisselamı yehudiler yakalamağa geldikleri gece, yanında bulunan onbir havarinin kaçdıkları ve reisleri olan un da, uzakdan gözeterek, isa aleyhisselamı götüren yehudilerin arkasından, hahambaşının hanesine kadar gitdiği ve korkudan, firar etdiği, nın yirmialtıncı ve un ondördüncü bablarında yazılı iken, dört incilde, yehudiler isayı tutup, şöyle böyle yapdılar. o da, şöyle böyle cevab verdi şeklinde, görmüş ve işitmiş gibi yazmışlardır. böyle yazıların, yehudilerden işitdikleri yalanlar ve iftiralar oldukları meydandadır.isa, üç gün sonra mezardan kalkıp, başına gelenleri anlatdı. incillerde yazılı olanlar, yehudilerden işitdikleri değil, isanın haber verdikleridir denirse, yehudiler asdıkları, öldürdükleri kimseyi mezara koyarken, bunun isa olmadığını kendileri de anlamışlar, başkalarının anlamamaları için, kabrden gizlice çıkarıp, başka bir mahalle defn etmişler, şeklinde yalan ve iftira etmişlerdir, sözü, bu düşüncenin yanlış olduğunu göstermekdedir. sözünün doğru olmadığını kendileri de bildiriyor. un kitabının son babında isa, ihya edilip, evvela mecdelli meryeme göründü. o da gidip, havarilere haber verdi. inanmadılar yazılıdır. meryemin dahi bunu bostan bekcisi zan etdiğini, , yirminci babında yazmışdır. denirse, meryem, isayı gördüğünü haber verince, şübhe etmezlerdi. hatta, mezar başına gelip kalkmasını beklerlerdi.bugün, bütün hıristiyanlar, iznik meclisindeki papazların kabul etdikleri dört kitabın, semadan inen incil olduklarına inanıyorlar. yuhanna incilinde yazılmış olan , dinlerinin esasıdır. ya'ni isa tanrıdır veya tanrının oğludur diyorlar. ebedi olan tek tanrı, onu çok seviyor. onun her istediğini yapıyor, yaratıyor. bunun için, herşeyi ondan istiyoruz. ona ve onu temsil eden putlarımıza, bu niyyet ile yalvarıyoruz. tanrı ve oğul, çok sevilen kimse demekdir, diyorlar. tanrının oğlu demek, tanrı onu çok seviyor demekdir, diyorlar. böyle inananlara denir. o da, ebedidir. herşeyi yokdan var ediyor diyen hıristiyanlar, dir. muhammed aleyhisselama inanmadıkları, müsliman olmadıkları için, hepsi kafirdirler. yehudilik, tevrat ve talmud isevilik, musa aleyhisselamın şeri'atinin devamı olduğu için, yehudiler ve kitabları hakkında ma'lumat vermemiz faideli olacakdır. önce yehudiliğin tarihcesini bildirelim: ibrahim aleyhisselam, ulülazm peygamberlerdendir. o, ne yehudi, ne de hıristiyan idi. hakiki müsliman idi. ibrahim aleyhisselam beni israilin, ya'ni yehudilerin, ve ayrıca arabların da ceddidir. muhammed aleyhisselamın da, dedelerindendir. geldanilerin merkezi babil şehri idi. meliklerine denirdi. geldaniler o zeman, aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. bunları temsil eden çeşidli putlar yapmışlardı. nemrudlar da putlar arasında idi. allahü teala, ibrahim aleyhisselamı bunlara peygamber olarak gönderdi. fekat iman etmediler. o mübarek peygamberi, ateşde yakmak istemişler, ancak allahü teala, ateşi selamet kılmışdı. günlerce odun toplıyarak yakdıkları bu ateşin içerisi, ibrahim aleyhisselam için yeşil bir bağçe oldu. bu mu'cize karşısında da, çoğu iman etmedi. ibrahim aleyhisselam mısra gitdi. sonra allahü tealanın emri ile filistine döndü. ibrahim aleyhisselamın vefatından sonra, oğlu, ishak aleyhisselam, bundan sonra da, bunun oğlu ya'kub aleyhisselam peygamber oldular. ya'kub aleyhisselamın diğer ismi, israildir. bunun için, ya'kub aleyhisselamın oniki oğlundan çoğalan insanlara, ya'ni israil oğulları denilir. ya'kub aleyhisselamın oğullarından yusüf aleyhisselamı, kardeşleri kıskandılar. bir kuyuya atıp, ya'kub aleyhisselama, öldü diye yalan söylediler. sonra, kuyuya gelen yolcular, onu kuyudan çıkarıp, mısra götürdü. orada, köle diye satdılar. yusüf aleyhisselamı, mısrın maliye veziri, aziz satın aldı. evine götürdü. hanımı zeliha, ona aşık oldu. yusüf aleyhisselam, ona iltifat etmeyince, iftira etdi. bu iftira üzerine, yusüf aleyhisselam zindana habs edildi. mısr hükümdarı fir'avnın bir rü'yasını ta'bir ederek, zindandan çıkarıldı. fir'avn, yusüf aleyhisselamı maliye vekili yapdı. yusüf aleyhisselam, babası ya'kub aleyhisselamı ve diğer kardeşlerini ken'an diyarından ya'ni filistinden mısra getirdi. fir'avn, ya'kub aleyhisselama ve çocuklarına çok hurmet ve iltifat etdi. böylece, israil oğulları, mısra yerleşmiş oldular. önce, mısrda rahat bir hayat süren israil oğulları, sonradan mısrda büyük bir zulm ve sıkıntı görmüşler, köleliğe düşmüşlerdir. onları bu sıkıntılardan kurtaran ve ya'ni va'd olunmuş topraklara götüren, musa aleyhisselam olmuşdur. musa aleyhisselamı, fir'avn serayında büyütdü. kırk yaşına gelince, serayı terk edip, akrabalarının ve büyük kardeşi harunun yanına geldi. birgün, mısrlı bir kafirin , beni israilden birine işkence etdiğini gördü. kurtarırken, kıpti öldü. musa aleyhisselam korkarak, tebük civarındaki medyen şehrine gitdi. orada şu'ayb aleyhisselamın kızı ile evlendi. ona on sene hizmet etdi. mısra dönmek için yola çıkdı. yolda, tur dağında, allahü teala ile konuşdu. mısra gelip, fir'avnı dine da'vet etdi. beni israile serbestlik verilmesini istedi. fir'avn kabul etmedi. musa, büyük sihrbazdır. bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor dedi. yanındaki vezirlere sordu. onlar da, dediler. sihrbazlar geldiler. mısr halkı önünde, ipleri yere atdılar. her ip, yılan görünüp, musa aleyhisselama doğru yürüdü. musa aleyhisselam asasını yere bırakdı. büyük yılan oldu. ipleri yutdu. sihrbazlar şaşırdılar. iman etdiler. fir'avn kızdı. o, sizin ustanız imiş. ellerinizi, ayaklarınızı keseceğim. hepinizi hurma dallarına asacağım dedi. biz musaya inandık. onun rabbine sığınıyoruz. yalnız onun afv ve merhametini isteriz dediler. kafirlerin suları kan oldu. kurbağa yağdı. cild hastalıkları oldu. üç gün karanlık oldu. fir'avn, bu mu'cizeleri görünce korkdu. beni israilin mısrdan çıkmasına izn verdi. musa aleyhisselam, beni israil ile, kudüse doğru giderken, fir'avn pişman oldu. askerleriyle arkalarına düşdü. süveyş körfezi açılıp, mü'minler karşıya geçdi. fir'avn geçerken, deniz kapandı. askerleri ile birlikde boğuldu. beni israil, yolda öküze tapanları gördüler. musa aleyhisselama dediler. musa aleyhisselam, allahü tealadan başka tanrı yokdur. allahü teala sizi kurtardı dedi. sonra, tih çölüne düşdüler. yolu şaşırdılar. aç ve susuz kaldılar. gökden ve ya'ni helva ve et inerdi. bunları yirlerdi. asası ile yere vurunca, su çıkardı. bundan da içerlerdi. helva ile etden bıkdık. bakla, soğan gibi şeyler isteriz dediler. musa aleyhisselamı gücendirdiler. bunun için, kırk sene çölde kaldılar. musa aleyhisselam, harun aleyhisselamı vekil bırakıp, tur dağına gitdi. orada kırk gün ibadet etdi. allahü tealanın kelamını işitdi. allahü teala kitabını ve on emrin yazılı olduğu iki levhayı indirdi. tih çölünde, samiri adında bir münafık, herkesdeki altınları, süs eşyasını eritip, bunlardan bir buzağı yapdı. musanın ilahı budur. buna tapınız! dedi. tapmağa başladılar. harun aleyhisselamı dinlemediler. musa aleyhisselam gelip olanları görünce çok kızdı. samiriye la'net etdi. büyük kardeşinin sakalından tutup, darıldı. pişman olarak, yalvardılar. musa aleyhisselam, tevratı ve on emri teblig etdi. a göre ibadet etmeğe başladılar. sonra yine bozuldular. yetmişbir fırkaya ayrıldılar. musa aleyhisselam, ümmeti ile lut gölünün cenub tarafına geldi. adında bir melik ile harb etdi. şeri'a nehri şarkındaki yerleri ele geçirdi. eriha şehri karşısındaki dağa çıkdı. ken'an ilini uzakdan gördü. yerine yuşa aleyhisselamı halife bırakıp, bir rivayete göre, miladdansene evvel yüzyirmiyaşında, orada vefat etdi. eriha şehrini, sonra da kudüsü, yuşa' aleyhisselam amalika kafirlerinden aldı. daha sonra, davüd aleyhisselam melik oldu. kudüsü tekrar aldı. böylece, yehudilerin en parlak zemanı başladı. sonra, süleyman aleyhisselam, babasının hazırlatdığı yere meşhur ma'bedi ya'ni yı yapdırdı. süleyman aleyhisselam, içinde tevrat ve diğer emanetler ve on emrin yazılı olduğu levhalar bulunan yi, ya'ni ma'bedin bir odasına koydurdu. oniki kabileye ayrılmış olan yehudiler, süleyman aleyhisselamın vefatından sonra, iki devlete ayrıldılar. on kabile israil devletini, diğer ikisi yehuda devletini kurdular. azgınlaşarak hak yoldan ayrılıp, taşkınlık etdiler. gadabı ilahiye uğradılar. israil devletide asuriler, sonra da, yehuda devleti da babilliler tarafından yıkıldı. asuriler babil devletini işgal etdi. de asuri hükümdarı buhtunnasar kudüsü yakıp yıkdı. yehudilerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da, babile sürdü. bu karışıklıkda gökden inen tevrat yakıldı, yok edildi. bu hakiki tevrat, çok büyükdü. ya'ni, kırk cüz idi. her cüzde bin sure, her surede bin ayet vardı. bu muazzam kitabı, uzeyr aleyhisselamdan başka kimse ezberlememiş idi. tevratı yehudilere yeniden ta'lim etdi. zemanla bir çok yerleri unutuldu, değişdirildi. muhtelif kimseler, hatırlarında kalan ayetlerini yazarak, tevrat isminde çeşidli risaleler meydana geldi. miladdan takriben dörtyüz sene evvel yaşamış olan azra ismindeki bir haham bunları toplıyarak, şimdi mevcud olan ahdi atik denilen tevratı yazdı. iran hükümdarı şireveyh, asurileri yenince, yehudilerin tekrar kudüse dönmelerine izn verdi. yehudiler, den sonra mescidi aksayı yeniden ta'mir etdiler. önce perslerin, sonra da, makedonyalıların idaresi altında yaşadılar. senesinde kudüs, romalı kumandan pompey tarafından zabt edildi. pompey, yehudileri dağıtdı. şehri ve mescidi aksayı, yakdı, yıkdı. böylece yehudiler, roma devleti hakimiyetine girdiler. de romalıların filistindeki yehudi valisi herod, ma'bedi tekrar yapdırdı. yehudiler daha sonra, roma hakimiyetine isyan etdiler. fekat miladın. senesinde romalı kumandan titus, kudüsü temamen yakdı, yıkdı. şehri viraneye çevirdi. beyti mukaddes de yandı. sadece batı dıvarı kaldı. bu dıvara türkler derler. bu dıvar, yüzyıllarca yehudilerdeki milli ve dini şuuru ayakda tutmuşdur. kurtarıcı mesih inancı da, yehudilerde bu şuurun devamını te'min etmişdir. bizanslılar ve sonra emeviler ve osmanlılar bu dıvarı muhafaza ederek, mescidi ta'mir etmişlerdir. titusun, katliam ve zulmünden sonra yehudiler, bölük bölük filistini terk etdiler. kudüs ve çevresinden kovuldular. yehudi esirler, romalıların emrinde çalışdırılmak üzere, mısra sevk edildiler. bu sene, yehudiler dünyanın her yerine yayıldılar. yehudiler, yehudiliğin iki emr kaynağını birbirinden ayırmışdır: yazılı emrler, sözlü emrler. yehudilerin mukaddes saydıkları kitabları, ve olmak üzere ikiye ayrılır: birincisi, yazılı emrleri, ikincisi ise, sözlü emrleri ihtiva ediyor derler. tanah kitabına hıristiyanlar ismini verirler. yehudiler bu ta'biri kabul etmezler. yehudiler, tanahı üç kısma ayırmışlardır: torah, ya'ni tevrat, neviim, ya'ni peygamberler, ketubim, ya'ni kitablar. tanah ismini, bu üç kısmın, ibranice baş harflerini birleşdirerek meydana getirmişler. neviim iki kısmdır. ilk peygamberler dört kitab, son peygamberler onbeş kitabdır. ketubim, ya'ni kitablar ise, yehudilere göre onbir, hıristiyanlara göre onbeş kitabdır. yehudiler, tevrat ismini verdikleri beş kitabın allahü teala tarafından, musa aleyhisselama indirildiğine inanmakdadırlar. bu beş kitab, , , , , dir. tesniyede, musa aleyhisselamın ölümü, ihtiyarlığı, yaşı ve defn edildiği ve yehudilerin ona matem tutdukları yazılıdır. . bu ahval, musa aleyhisselam vefat etdikden sonra, musa aleyhisselama vahy olundu dedikleri kitabda nasıl bildirilmişdir? bu misal, tevratın musa aleyhisselam tarafından bildirilen ve allahü teala tarafından vahy edilmiş olan, hakiki tevrat olmadığının açık delillerindendir. bir yehudi din adamı olan, hirsch graetzin, kitabındaki beyanına göre, yehudiler, kendi cema'atlerinin tevratın emrlerine tam ittiba' edebilmelerini te'min için ni kurdular. bu meclisin reisine, dediler. yehudi gençlerine, mekteblerde dinlerini öğreten, tevratı açıklayan yehudi din adamlarına denilir. bunların, tevrata yapdıkları açıklamaların, ilavelerin bir kısmı, sonradan yazılan tevratlara karışdırılmışdır. incillerde geçen yazıcılar işte bunlardır. bunların bir diğer vazifesi de, yehudilerin tevrata ittiba' etmelerini sağlamakdır. yehudilerin ekserisinin inanmadıkları bir tevrat daha vardır ki, buna derler. bu tevrata inananlar, yazıcıların tevrata açıklamalar ve ilaveler yapmalarına, hatta harflerini dahi değişdirmelerine karşı çıkmışlardır. yehudilerin ellerindeki tevrat ile şomranim tevratı arasında altı bin kadar ihtilaf bulunduğu bildirilmekdedir. bugün tevrat dedikleri kitabın, allahü teala tarafından musa aleyhisselama gönderilen hakiki tevrat olmadığı şübhesizdir. en eski yazılan tevrat nüshası ile, musa aleyhisselam arasında iki bin sene vardır. musa aleyhisselam, tevratın ye, ya'ni na konularak muhafaza edilmesini ümmetinin alimlerinden istemişdi. süleyman aleyhisselam yı bina edince, ahd sandığını buraya koymuş ve sandığı açdırmışdır. sandık açılınca, içerisinden yalnız , ya'ni on emrin yazılı olduğu iki levha çıkmışdır. abd'nin kaliforniya üniversitesi profesörlerinden elliot friedmanın, senesinde neşr etdiği, ismli kitab, yehudi ve hıristiyan dünyasını karışdırdı. profesör friedman, tevratı teşkil eden beş kitabın, beş ayrı ilahiyyatcı tarafından yazıldığını ve musa aleyhisselama indirilen tevrat kitabının asl nüshası ile hiç bir suretde kıyaslanamayacağını açıkladı. hıristiyanların inandığı, in ve kısmlarının birbirleriyle tenakuz içerisinde bulunduğunu belirten profesör friedman, kitabında bunun misallerini zikr etmişdir. ayrıca, tevratın içerisindeki kitabların da birbirleri ile, hatta kendi babları arasında tenakuzlarla dolu olduğuna dikkati çeken profesör friedman, böyle bir esere vasfının verilemiyeceğini bildirmişdir. tevratı meydana getiren beş kitabdaki, ifade tarzları da, birbirinden temamen farklıdır. elliot friedman'a göre bugünkü tevrat, musa aleyhisselamdan birkaç asr sonra yaşıyan beş haham tarafından kaleme alınmış ve azra adındaki haham bunları tek tek toplıyarak, ahdi atik'in asl nüshası olduğu iddi'ası ile çoğaltdırmışdır. tarih profesörü friedman, kaleme aldığı eserinde, daha sonra şu ifadelere yer vermişdir:günümüzde, tevrat'ın üç nüshası mevcud: yehudiler ve protestanların kabul etdikleri ibranice nüsha, katolik ve ortodokslar tarafından kabul edilen yunanca nüsha ve samirilerce kabul edilen samiri dilinde yazılmış nüsha. bunlar tevratın en eski ve en i'timadlı nüshaları olarak bilinmelerine rağmen, gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında birçok yerlerinde tezadlar vardır. hiçbir ilahi dinde bulunmıyan, insanlara zulm telkinleri, peygamberlerden ba'zılarına karşı çok çirkin ve makamlarına yakışmıyacak isnadlar vardır. hakiki tevratda ise, tezadlar bulunacağından söz edilemez. fransız papazlarından, richard simon da, kitabında, tevratın musa aleyhisselama vahy edilen tevrat olmadığını, sonradan farklı zemanlarda yazılarak bir araya getirildiğini belirtmişdir. papazın bu kitabı toplatdırılmış, kendisi de kiliseden kovulmuşdur. Jean astruc de, adlı eserinde, tevratın beş kısmının çeşidli yerlerden derlenmiş birer kitab olduğunu yazmışdır. Jean, bir kısmındaki ismlerin değişdirilerek, ikiüç yerde tekrar edildiğine de dikkatleri çekmişdir. tekvinin birinci babının onbirinci ayeti ve devamında, nebatların insandan önce yaratıldığı, yazılıdır. ikinci babının beş, altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu ayetlerinde ise, insanın yaratıldığı ve o zeman yer yüzünde hiç bir nebatın bulunmadığı, nebatatın insandan sonra yaratıldığı yazılıdır. bu ve bunun gibi pek çok tenakuzlara, büyük hatalara dikkati çeken Jean astruc dinsiz i'lan edilmişdir. gottfried eichhorn, tekvinden başka, sonra gelen beş kitabın da, tarihleri i'tibarı ile ve lisan olarak birbirinden farklı olduğunu senesinde neşr etdiği kitabında yazmışdır. fekat eichhorn ve kitabları aforoz edilmişdir. alman şairi ve filozof herden eserinde, ahdi atikin, kitabının içindeki şi'rlerin birçok ibrani şairlerine aid olduğunu, başka başka zemanlarda yazıldığını ve sonradan bir araya cem' edildiğini yazmakdadır. ayrıca nin de, beşeri ve müstehcen bir aşk kasidesi olduğunu, bu şi'rlerin süleyman aleyhisselam gibi bir peygambere atf olunamıyacağını da beyan etmekdedir. merak edenlerin, kitabına göz gezdirmeleri kafidir. yüzyılda ibrani lisanı üzerindeki incelemeler artınca, tevratdaki beş kitabın musa aleyhisselama aid olmadığı ve ahdi atikdeki kitabların muhtelif zemanlarda bir araya getirildiği isbat edildi. bu hususda, avrupalı pek çok tarihci, papaz ve piskoposlar eserler neşr etmişlerdir. mood incil enstitüsünden graham scroggie, ismli kitabda ve in allah kelamı olmadığını i'tiraf etmekdedir. stroggie ise, tekvin kitabı, şecerelerle doludur. kim kimden doğdu, nasıl doğdu? hep bunlardan bahs ediliyor. bunlardan bana ne? bunların ibadet ve allahü tealayı sevmek ile ne alakası var? nasıl iyi bir insan olunabilir? kıyamet günü nedir? kime ve nasıl hesab vereceğiz? salih bir insan olmak için neler yapmak lazımdır? bunlardan pek az bahs olunuyor. ekseriya, muhtelif efsaneler var. daha gündüz anlatılmadan, geceye geçiliyor demekdedir. böyle bir kitab nasıl allah kelamı olabilir? bugün, yehudilerin , hıristiyanların ise, dedikleri kitabları okuyan bir kimse, allahü teala tarafından indirilmiş bir kitab değil, fuhş, müstehcenlik ve ahlaksızlığı öğreten bir seks kitabı okuduğunu zan eder. bu kitabların, allah kelamı olmadığını anlayan batılı birçok papaz ve fen adamları, pekçok kitablar neşr ederek, hakikati herkese duyurmağa çalışmışlardır. bunları burada zikr etmeğe kitabımızın hacmi müsaid değildir. talmud yehudilerin tevratdan sonraki kudsi kitablarıdır. dedikleri kitabdır. talmud, iki kısmdan meydana gelmişdir. bunlar mişna ve gamaradır: mişna: ibranice tekrar demekdir. sözlü emrlerin, kanun haline getirilmiş ilk halidir. yehudi i'tikadına göre, allahü teala, musa aleyhisselama, tur dağında tevrat kitabını verdiği gibi, ba'zı ilmleri, ya'ni i de söyledi. musa aleyhisselam, bu ilmleri harun, yuşa' ve eliazara aleyhimüsselam bildirdi. bunlar da, kendilerinden sonra gelen peygamberlere bildirdiler. eliazar, şu'ayb aleyhisselamın oğludur . uzeyr aleyhisselama yehudilerin azra dedikleri de yazılıdır. bu bilgiler, neslden nesle, ya'ni hahamlardan hahamlara rivayet edildi. miladdan önceve miladdan sonrasenelerinde çeşidli mişnalar yazıldı. bunlara yehudilerin adetleri, kanun müesseseleri, hahamların bir mevzu'daki tartışmaları ve şahsi görüşleri de karışdırıldı. böylece mişnalar, hahamların indi görüş ve münakaşalarını ifade eden kitablar haline geldi. yehudi hahamlarından akiba, bunları topladı ve kısmlara ayırdı. talebesi, haham meir, bunlara ilaveler yaparak basitleşdirdi. daha sonraki hahamlar bu rivayetlerin, te'lifi ve bir araya toplanması için çeşidli üsuller ve şartlar koydular. böylece pek çok rivayetler ve kitablar zuhur etdi. nihayet bunlar, mukaddes yehudaya ulaşdı. yehuda, bu karışıklıklara son vermek için, miladın ikinci asrında, bu kitabların en sağlam kabul edilenini yazdı. yehuda, mevcud nüshalardan, bilhassa meirin yazdığı nüshadan istifade ederek, kırk yılda bir kitab vücude getirdi. bu kitab, diğerlerini içinde toplıyan, en son ve meşhur oldu. mişnanın yazılmasına iştirak eden, fikrleri mişnada yazılı olan, miladi birinci ve ikinci asrda yaşayan yehudi hahamlara ya'ni derler. yehuda en son muallimlerdendir. diye de ta'bir olunurlar. nın toplanmasına iştirak eden hahamlara ya'ni derler. bunlar muallimlerin fikrlerinin yanlışını çıkaramaz, ancak izah edebilirler. miladdan sonra altıncı ve yedinci asrlarda, talmuda şerh ve ilave yapanlara ya'ni denildi. talmudu şerh ve tefsir eden hahamlardan, yehudi konsillerinin başkanı olanlarına denilir ki, fetva veren demekdir. konsil başkanı olmayanlara ise ya'ni karar verenler, tercih edenler derler. yehudadan sonra gelen hahamlar, mişnaya ilave ve şerhler yapmışlardır. mişnanın lisanı, kendisinde yunanca ve latincenin te'siri görülen yeni ibranice dir. mişnanın yazılmasından maksad, yazılı emr kabul edilen, tevratı temamlayıcı olan, sözlü emrleri tanıtmakdır. yehudanın, yazdığı mişnaya almadığı ve diğer hahamların yazdığı mişnalardaki ma'lumatlar sonradan toplandı. bunlara ilaveler denildi. mişnalar, tevratlardan daha basit olup, kelime ve cümle şeklleri onlardan çok farklıdır. emrler, umumi kaideler şeklinde bildirilmişdir. dikkat çekici misaller verilmişdir. vaki' olmuş hadiselere ba'zen rastlanılır. emrler beyan edilirken, kaynak olarak tevratlarının ayetleri verilir. mişnakısmdan müteşekkildir: zeraim , moed , naşim , nezikin , kedoşim , tehera dir. bunlar altmışüç risaleye, risaleler de cümlelere taksim edilmişdir. gamara: yehudilerin filistin ve babilde iki mühim dini mektebleri vardı. bu mekteblerde, amoraim denilen hahamlar, mişnanın ma'nasını açıklamağa, tezadları düzeltmeğe, örf ve adetlere dayanarak verilen hükmlere kaynak aramağa, olmuş veya olmamış, ya'ni teorik mes'eleler üzerinde hükmler vermeğe çalışdılar. babildeki hahamların yapdıkları şerhlere denildi. bu gamara, mişna ile beraber yazıldı. meydana gelen kitaba u denildi. kudüsdeki hahamların yapdıkları şerhlere de, denildi. bu gamara da mişna ile beraber yazıldı. meydana gelen bu kitaba u denildi. filistin gamarası, bir rivayete göre miladi üçüncü asrda temamlandı. babil gamarası, miladın dördüncü asrında başladı ve altıncı asrında temamlandı. daha sonra, kudüs ve babil şerhleri tefrik edilmeksizin mişna ve bir gamaraya ta'bir edildi. babil talmudu, kudüs talmudunun üç misli daha uzundur. yehudiler, babil talmudunu kudüs talmudundan daha üstün tutarlar. mişnanın biriki cümlesi, ba'zen talmudda on sahife anlatılır. talmudun anlaşılması, mişnadan daha zordur. her yehudi, din eğitiminin üçde birini tevrat, üçde birini mişna, üçde birini de, talmuda ayırmak mecburiyyetindedir. hahamlar, talmudda, bir kimse kötü bir şeye niyyet etse, onu yapmasa bile günahkar olacağını bildirmişlerdir. onlara göre, hahamların nehy etdiği birşeyi yapmağa niyyet eden kişi, necs, pis olur. bu i'tikadların kaynağı olan talmuda müslimanlar demişdir. . yehudiler, talmuda inanmıyanı, onu kabul etmiyeni, yehudi saymazlar. bunun için yehudiler, sadece tevratı kabul eden ve ona bağlanan karaim yehudilerini yehudi kabul etmezler. yehudi din adamları, kudüs ve babil talmudları arasında büyük farklar, tezadlar olduğunu i'tiraf etmekden sakınırlar. babil talmudu, ilk def'a miladi de, kudüs talmudu ise, senesinde venedikde basıldı. babil talmudu, almanca ve ingilizceye, kudüs talmudu da, fransızcaya terceme edilmişdir. babil talmudunun 'unu, kudüs talmudunun 'ini hikayeler ve kıssalar teşkil eder. bu hikayelere derler. yehudi edebiyyatının esasını bu hikayeler teşkil eder. mekteblerinde bunları okuturlar. yehudi mekteblerinde, hatta üniversitelerinde tevrat ve talmudun öğrenilmesi ve öğretilmesi mecburidir. hıristiyanlar, talmuda düşman olup, ona şiddetle hücum etmekdedirler. hıristiyanların, yehudilere yapdıkları zulmleri, işkenceleri, kitabımızın çeşidli yerlerinde bildirdiğimiz için, burada zikr etmiyeceğiz. ancak, hıristiyanların yehudilere talmudla ilgili yapdıkları zulmlerden kısaca bahs edelim: fransa, polonya ve ingiltere gibi, hıristiyan beldelerde, talmudlar toplatdırılmış ve yakılmışdır. yehudilerin evlerinde bile talmud bulundurmaları yasak edilmişdir. talmud hükmlerini açıklayan en mühim kişiler, yehudi dönmeleri nicolas donin ile pablo christianidir. pablo christiani, miladi onüçüncü asrda, fransa ve ispanyada yaşamışdır. senesinde ispanyanın barcelona şehrinde yapılan münazarada hahamlar, talmudun katı prensiblerine ve yazılarına karşı varid olan suallere , bunları müdafeadan aciz kaldılar. kitabının beyanına göre, talmudda, isa aleyhisselamın cehennemin derinliklerinde, zift ve ateş arasında olduğu, hazreti meryemin asker pandira ile zina etdiği, kiliselerin necaset dolu olduğu, papazların kelblere benzediği, hıristiyanların öldürülmesi lazım olduğu gibi hususlar yazılıdır. de papanın izni ile babil talmudu, üç sene sonra da kudüs talmudu basılmış, bundan otuz yıl sonra yehudiler için felaketler zuhur etmişdir. eylülde romada ele geçirilen bütün talmud nüshaları yakılmışdır. bu hal, diğer italya şehrlerinde de tatbik edilmişdir. senesinde talmud ve diğer ibranice kitablara sansür konulmuşdur. de papa, talmud kelimesinin kullanılmasını dahi, yasak etmişdir. seneleri arasında talmud, basel şehrinde yeniden basılmışdır. bu baskıda, ba'zı risaleler çıkarılmış, hıristiyanlığı kötüleyen birçok cümleler kaldırılmış, birçok kelimeler de değişdirilmişdir. bu tarihden sonra, papalar yine talmudları toplatmışlardır. endülüs emevi sultanlarının dokuzuncusu ikinci hakem, haham Joseph ben masesa emr ederek, talmudu arapcaya terceme etdirmişdir. okundukdan sonra, bu tercemeye ismi verilmişdir. ikinci hakem, da vefat etdi. karaim yehudileri, talmudu red etmiş ve bunu bid'at kabul etmişlerdir. talmuda göre kadın, dini mekteblere alınamaz. çünki hafif akllıdır ve ona din eğitimi şart değildir. cümlesi haham eliazerindir. , sotak kısmı. yehudi haham musa bin meymun, bundan maksadın tevrat değil, talmud olduğunu zikr etmişdir. talmud, müneccimliğin insan hayatına hükm eden bir ilm olduğunu bildirmekdedir. talmud, demekdedir. ay tutulmasının ise, yehudiler için kötü bir alamet olduğu yazılıdır. talmud, sihr ve kehanetlerle doludur. birçok şeyleri ifritlere bağlamışlardır. haham rav hunr bulunur demekdedir. haham rabba ise, havradaki va'z sırasında zuhur eden izdiham, ifritler sebebi iledir. elbiselerin eskimesi, ifritlerin sürtünmelerindendir. ayakların kırılması, yine ifritler sebebi iledir demekdedir. talmudda, şeytanların, öküzlerin boynuzlarında raks etdikleri, şeytanın tevrat okuyanlara zarar veremiyeceği, cehennem ateşinin, beni israilin günahkarlarını yakmıyacağı yazılıdır. yine talmudda, beni israilin günahkarlarının oniki ay cehennemde yanacağı, kıyameti inkar edenlerin ve diğer milletlerden olan günahkarların elim bir azab içinde ebedi olarak kalacakları, orada vücudlarının kurtlarının ölmiyeceği ve ateşlerinin sönmiyeceği yazılıdır. yine ba'zı hahamlar talmudda, ruh cesedden ayrıldıkdan sonra, hesab olmadığını, günahlardan cesedin mes'ul olduğunu, ruhun cesedden mes'ul olmasının mümkin olmadığını yazmışlardır. başka bir haham da, yine talmudda buna i'tiraz etmişdir. talmudda, diye yazılıdır. bir hahamın, bir kadını dişi merkeb haline getirdiği, üzerine bindiği, onunla çarşıya gitdiği, sonra da başka bir hahamın, onu eski haline çevirdiği, talmudun rivayetlerindendir. talmudda, hahamların harikulade işleri, yılanlar, kurbağalar, kuşlar ve balıklara aid pekçok efsane ve kıssaları yazılıdır. yine talmudun beyanına göre, ormanda bir yırtıcı hayvan olup, rum kayseri bunu görmek istemiş, bu hayvan romayamil yaklaşınca kükremiş ve roma şehrinin dıvarları yıkılmışdır. yine talmudun beyanına göre, ormanda bir yaşında bir öküz, tur dağı kadar imiş. çok büyük olduğu için, bunları kurtarmak nuh aleyhisselama çok zor gelmiş ve bunlardan sadece birini boynuzlarından gemiye bağlamış. o zemanın bashan beldesinin maliki olan , vücudu çok büyük olduğu için, gemiye binememiş, o da öküzün sırtına binmiş. bu melik üc, dünya kadınlarından biri ile evlenen bir melekden doğan amalikalılardan imiş. ayağımil uzunluğunda imiş. akl ve mantığın asla kabul edemiyeceği daha nice safsatalar. yine talmudun bildirdiğine göre, titus ma'bede girmiş, kılıcını çekerek ma'bedin perdesini parçalamış ve perdeden kan akmış, onu cezalandırmak için, bir sivrisinek gönderilmiş ve beynine girmiş. titusun beyninde sinek güvercin gibi oluncaya kadar büyümüş. titus ölünce kafası açılmış, sivrisineğin bakırdan bir ağzı ve demirden ayakları olduğu görülmüş imiş. hahamların öğretdiği şeylere i'tiraz edenlerin cezalandırılacağı, bir yehudi, bir yabancı yanında bir yehudinin aleyhine şahidlik yaparsa, la'netleneceği, bir yehudinin yabancıya karşı yapdığı yeminin hükmü olmadığı, yine talmudun beyanlarındandır. talmudun hoşem hamişpat, yoreh deah, sultan arah kısmlarında, , , yalnız yehudi olanlara insan gözü ile bakılır. yehudi olmayanlar birer hayvandır, , hırsızlık etmeyiniz emri sadece yehudiler içindir. diğer milletlerin canları ve malları halaldir, yehudi olmıyanların ır–cevab veremedi zı, namusu halaldir. zina etmiyeceksin emri yehudiler içindir, , emrlerimizi, yehudi olmıyan birine haber vermek, bütün yehudileri katl edilmeleri için ihbar etmekle aynıdır. yehudi olmıyanlar, kendileri için öğretdiğimiz şeylerden ma'lumat sahibi olunca bizi sürgün ederler, gibi cümleler vardır. talmudda, yehudilerin bekledikleri mesih için, mesih, yehudi olmıyanları, harb arabalarının tekerlekleri altında ezecekdir. büyük harb olacak ve insanların üçde ikisi ölecekdir. yehudiler galib olacak, mağlub olanların silahlarını yedi sene yakacak olarak kullanacaklardır. diğer milletler yehudilere itaat edeceklerdir. mesih hıristiyanları kabul etmiyecek ve onları temamen imha edecekdir. bütün milletlerin hazineleri yehudilerin ellerine geçecek, yehudiler çok zenginleşecekler. hıristiyanlar yok edilince, diğer milletlerin gözleri açılacak, onlar da yehudi olacaklardır. böylece yehudiler dünyaya hakim olacak, dünyanın hiç bir yerinde yehudi olmıyan kimse kalmıyacakdır demekdedir. tenbih– işbu kitabı gösteriyor ki, hıristiyanlar ve yehudiler, her zeman müslimanlara saldırmış, kitabları ile, radyo ve televizyonları ile ve devlet kuvvetleri ile, islamiyyeti yok etmeğe çalışmışlardır. bu saldırılarının başarılı olması için, önce islam ilmlerini, islam alimlerini yok etmişler, gençlerin dinden habersiz, cahil yetişmelerini sağlamışlardır. hıristiyan misyonerlerinin ve hain komünistlerin tuzaklarına düşerek, onların hilelerine, yalanlarına aldanan, islamiyyetin meziyyetlerini, üstünlüklerini ve ecdadının şanlı, şerefli başarılarını öğrenmekden mahrum bırakılan müsliman evladlarından ba'zıları, zemanla söz ve yazı sahibi oldular. ötede beride, cahilce, ahmakca konuşmağa başladılar. mesela, dedelerimiz çöl kanunlarına tabi' olmuş, islamın akllara, fikrlere vurduğu kara zincirler içinde hareketsiz kalmış, ilk çağ hayatı yaşamışlar. öldükden sonra, dirilmek varmış. cennetlerde ni'metler, eğlenceler, cehennemde ateşde yanmak varmış gibi telkinler altında dünyadan soğutulmuş, tanrı dedikleri, ne olduğu belirsiz birisine tevekkül ederek, tenbel, miskin, hayvan gibi yaşamışlar. biz onlar gibi gerici değiliz. üniversiteyi bitirdik. avrupa ve amerika medeniyyetini, bunların fende, teknikdeki ilerlemelerini ta'kib ediyoruz. zevk ve eğlence içinde yaşıyoruz. namaz, oruc gibi şeylerle zemanımızı öldürmüyoruz. ilerici, aydın kimsenin cami'de, mekkede işi ne? oğlan, kız bir arada, çalgı, şarkı, içki, kumar. gibi zevkler, eğlenceler bırakılıp da, namaz, oruc, mevlid gibi can sıkıcı şeylerle ömür çürütülür mü? cenneti, cehennemi kim gitmiş, kim görmüş. yaşadığımız tatlı hayat, bir vehm, bir hayal için terk edilir mi? diyorlar. halbuki, özendikleri, övündükleri dünya hayatı geçip gitmekde, hayal olmakda, sevdiklerinden ayrılmakdadırlar. bu zevallı kimselerin, imrendikleri, aydın, ilerici, modern dedikleri avrupalı, amerikalı devlet, siyaset, fen adamlarının ve benzemeğe özendikleri milyonlarca batılının, öldükden sonra dirilmeğe, cennete, cehenneme, allahü tealaya ve peygamberlere inandıklarını, her pazar günü akın akın kiliselere giderek ibadet etdiklerini, bu kitabımızdan öğrenerek, insafa gelmelerini, aldatılmış olduklarını anlamalarını dileriz. tenbih– hıristiyanların ellerinde bulunan dört incil kitabının allahü teala tarafından gönderilmiş olan incil olmayıp, papazların yazdığı tarih kitabı oldukları, yehudilerin okudukları tevrat ve talmudun da, hahamların uydurdukları yazılarla dolu olduğu, bu kitabımızda vesikalarla isbat edilmişdir. kur'anı kerim ise, allahın sevgili peygamberi olduğu, sayısız mu'cizelerle meydanda olan muhammed aleyhisselamın getirdiği allah kelamı olduğu, güneş gibi meydandadır. aklı ve ilmi olan hıristiyanların ve yehudilerin bu hakikatları anlayarak seve seve müsliman olduklarını gazetelerde hergün okuyoruz. medeniyyet nedir? müslimanların öğrenmeleri farz olan bilgilere denir. islam ilmleri ikiye ayrılır: , . din bilgilerinden birisi, ahlak ilmidir. islamiyyetin bildirdiği güzel ahlak sahibi olan ve zemanının fen bilgilerinde ya'ni islamın iki bilgisinde yükselmiş olan millete denir. fende ilerlemiş, ağır sanayı' kurmuş, fekat islam ahlakından mahrum olan millete, ya'ni gerici, eşkiya, diktatör denir. fen ve san'atda geri ve islam ahlakından mahrum olanlara , adi denir. ta'miri bilad ve terfihi ibaddır. ya'ni, şehrler yapmak ve insanlara hizmetdir. bu da, fen ve san'at ve güzel ahlak ile olur. kısacası, fen ve san'at ile güzel ahlakın birlikde olmasına denir. medeni insan, fen ve san'ati, insanların hizmetinde kullanır. zalimler ise, insanlara işkence yapmakda kullanır. görülüyor ki, hakiki müsliman, medeni, ilerici bir insandır. hıristiyan, yehudi ve komünist , gerici, şaki ve zevallı bir kimsedir. bir şehidimizin son sözleri şehidin kimliği: ismi: tevfik rütbesi: kolağası ön. yzb. görevi: bölük komutanı baba adı: ali rıza doğum tarihi: doğum yeri: istanbul haziranda bir ingiliz mermisi ile yaralanmış ve çanakkale askeri hastahanesinde şehid olmuşdur. ovacık karibindeki ordugahdan mayıs pazartesi sebebi hayatım, feyzü refikim, sevgili babacığım, valideciğim; arıburnunda ilk girdiğim müdhiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hain bir ingiliz kurşunu geçdi. hamd olsun kurtuldum. fekat, bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümmidim olmadığından, bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum: cenabı hakka hamdsenalar olsun ki, beni bu rütbeye kadar isal etdi. yine mukadderati ilahiye olarak beni asker yapdı. siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni mukaddes dinimize ve vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetişdirmek mümkin ise, öylece yetişdirdiniz. sebebi feyzü refikım ve hayatım oldunuz. cenabı hakka ve sizlere çok teşekkürler ederim. şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zemanıdır. vazifei mukaddesei diniyye ve vataniyyeyi ifaya cehd ediyorum. rütbei şehadete su'ud edersem, cenabı hakkın en sevgili kulu olduğuma kanaat edeceğim. asker olduğum için, bu her zeman benim için pek yakındır, sevgili babacığım ve valideciğim. göz bebeğim olan zevcem münevveri ve oğlum nezihciğimi evvela cenabı hakkın, saniyen sizin himayenize tevdi' ediyorum. onlar hakkında ne mümkin ise, lutfen yapınız! oğlumun ta'lim ve terbiyesine ve salih bir müsliman olarak yetişmesine siz de refikamla birlikde lutfen sa'y ediniz. servetimizin olmadığı ma'lumdur. mümkin olandan fazla bir şeyi isteyemem. istesem de pek beyhudedir. refikama hitaben yazdığım melfuf mektubu lutfen kendi eline veriniz. fekat çok müteessir olacakdır. o teessürü izale edecek veçhile veriniz. ağlayacak, üzülecek, tabi'i teselli ediniz. mukadderatı ilahiye böyle imiş. matlubat ve düyunatım hakkında refikamın mektubuna lef etdiğim deftere ehemmiyyet veriniz! münevverin hafızasında ve yahud kendi defterinde mukayyed düyunat da doğrudur. münevvere yazdığım mektubum daha mufassaldır. kendisinden sorunuz. sevgili babacığım ve valideciğim! belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. beni afv ediniz! hakkınızı halal ediniz! ruhumu şad ediniz. işlerimizin tasfiyesinde refikama muavenet ediniz ve mu'in olunuz. sevgili hemşirem lutfiyeciğim. bilirsiniz ki sizi çok severdim. sizin için, sa'yimin yetdiği nisbetde ne yapmak lazımsa isterdim. belki size karşı da kusur etmişimdir. beni afv et, mukadderati ilahiye böyle imiş. hakkını halal et, ruhumu şad et! yengeniz münevver hanımla oğlum nezihe sen de yardım et! hepiniz, hergün beş vakt namaz kılınız! bir namazı kaçırmamağa çok dikkat ediniz. ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz! sizi de cenabı hakkın lutf ve himayesine tevdi ediyorum. ey akraba ve ehibba ve evidda cümlenize elveda! cümleniz hakkınızı halal ediniz. benim tarafımdan cümlenize hakkım halal olsun. elveda, elveda! cümlenizi cenabı hakka tevdi' ve emanet ediyorum. ebediyyen allahü tealaya ısmarladım. sevgili babacığım ve valideciğim. üç nişan olur velilerde, demiş, erbabı dil, biri ol ki, görenin gönlü ona mail olur. onun ikinci nişanı, oldur ki, iyi bil, her ne dese, dinleyenler, sözüne kail olur. üçüncüsüne gelince, cümle azası onun, hayrlı iş ve edeb ile, her zeman, amil olu ektub tercemesi hindistanın büyük alimlerinden, mürşidi kamil muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh, ının birinci cildi yüzkırkyedinci mektubu, mir muhammed hafiye yazılmışdır. farisi olarak buyuruyor ki: allahü teala, sizi ve bizi, habibi, sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü muhammed aleyhisselama tabi' olmakla şereflendirsin! ey merhametli kardeşim! dünya hayatı çok azdır. ebedi ve sermedi olan ahiret hayatında, dünyada yapdıklarımızın karşılıklarını göreceğiz. bu dünyada en mes'ud kimse, kısa ömründe, ahirete yarayacak işleri yapan, uzun olan ahiret yolculuğuna hazırlanan kimsedir. allahü teala, size insanların ihtiyaclarını karşılayacak, onları adalete ve rahata kavuşduracak bir makam, bir vazife ihsan etmişdir. bu büyük ni'mete çok şükr ediniz! buna şükr etmek, allahü tealanın kullarının ihtiyaclarını karşılamakla olur. kullara hizmet etmeniz dünya ve ahiret derecelerine kavuşmanıza sebeb olacakdır. bunun için, allahü tealanın kullarına iyilik etmeğe, güler yüz, tatlı dil ve güzel huy ile onlara kolaylık göstermeğe çalışınız! bu çalışmanız, allahü tealanın rızasını kazanmanıza ve ahıretde yüksek derecelere kavuşmanıza sebeb olacakdır. hadisi şerifde, insanlar allahü tealanın ıyalidir, kullarıdır. kullarına iyilik edenleri çok sever buyuruldu. müslimanların ihtiyaclarını karşılamanın ve onları sevindirmenin ve güzel huylu ve yumuşak ve sabrlı olmanın faziletini ve sevablarını bildiren hadisi şerifler çokdur. bunlardan birkaçını yazıyorum. dikkat ile okuyunuz. ma'nasını iyi anlayamadığınız olursa, dinini iyi bilen ve dinine sarılmış olan hakiki alimlerden sorunuz. bir hadisi şerifde, müsliman, müslimanın kardeşidir, ona zulm etmez. onu sıkıntıda bırakmaz. kardeşine yardım edene, allahü teala yardım eder. kardeşinin sıkıntısını giderenin, allahü teala kıyamet günü sıkıntısını giderir. bir müslimanı sevindireni, allahü teala kıyamet günü sevindirir buyuruldu. bir hadisi şerifde, din kardeşine yardım edenin yardımcısı, muhammed ma'sum, senesinde serhend şehrinde vefat etdi. allahü tealadır buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, ba'zı kullarını insanların ihtiyaclarını karşılamak için yaratmışdır. derdli olanlar, bunlara sığınırlar. bunlar kıyamet gününün azabından emindirler buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, ba'zı kullarına çok ni'metler vermiş, bunları derdli kullarına derman için sebeb yapmışdır. bu ni'metleri muhtac olanlara vermezlerse, ellerinden alıp, başkalarına verir buyuruldu. bir hadisi şerifde, din kardeşinin ihtiyacını karşılayana, on sene i'tikaf sevabı verilir. allah rızası için bir gün i'tikaf eden ile cehennem ateşi arasında üç hendek uzaklık vardır. iki hendek arası, şark ile garb arası gibi uzakdır buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir din kardeşinin ihtiyacını karşılayan kimseye allahü teala, yetmişbeş bin melek gönderir. sabahdan akşama kadar onun için düa ederler. akşam ise, sabaha kadar düa ederler. her adımı için bir günahı afv olur ve bir derece yükseltilir buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir mü'min kardeşinin ihtiyacını karşılamak için giden kimseye, her adımı için yetmiş sevab verilir ve yetmiş günahı afv olunur. onu sıkıntıdan kurtarınca, anadan doğmuş gibi günahlarından kurtarılır. bu yardımı yaparken ölürse, hesabsız olarak cennete girer buyuruldu. bir hadisi şerifde, giderse, sırat köprüsünü ayağı kaymadan geçenlerden olur buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir kimse, mü'min kardeşini sevindirince, allahü teala bir melek yaratır. o kimse ölünceye kadar bu melek hep ibadet eder. ölüp kabre konunca, yanına gelerek, beni tanıyormusun der. hayır, sen kimsin deyince, bir müslimana vermiş olduğun sevincim. bu gün seni sevindirmek ve sual meleklerine cevab verirken yardımcı olmak ve cevablarına şehadet etmek için, şimdi sana gönderildim. kabrde ve kıyametde sana şefa'at edeceğim. sana cennetdeki makamını göstereceğim der buyuruldu. çok kimsenin cennete girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, buyuruldu. çok kimsenin cehenneme girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, dili ve fercidir. ya'ni tenasül uzvudur buyuruldu. bir hadisi şerifde, olanı, huyu güzel ve zevcesine karşı yumuşak olandır buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir kul, güzel ahlakı sebebi ile ahıretde yüksek derecelere kavuşur ve ibadetlerine kat kat fazla sevab verilir. kötü huy, insanı cehennemin derin tabakalarına sürükler buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse, resulullahın karşısına gelip, allahü tealanın çok sevdiği amel nedir deyince, buyurdu. sağ tarafından gelip, tekrar sorunca, buyurdu. sol tarafından gelip sorunca, yine buyurdu. sonra, dolaşıp arkadan sorunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek yüzünü buna çevirerek, niçin anlamıyorsun? güzel huy, elden geldiği kadar kızmamak demekdir buyurdu. bir hadisi şerifde, haklı olduğu halde dahi, münakaşa etmeyen kimseye, cennetin kenarında bir köşk verilecekdir. latife olarak dahi, yalan söylemiyene, cennetin ortasında bir köşk verilecekdir. güzel huylu olana, cennetin en yüksek yerinde bir köşk verilecekdir buyuruldu. hadisi kudside, bütün dinler içinde, bu dini seçdim. bu din, cömerdlik ile ve güzel huy ile temam olur. bu dini, her gün, bu ikisi ile temamlayınız! buyuruldu. hadisi şerifde, güzel huy, ılık suyun buzu eritdiği gibi, günahları eritir. kötü huy, sirkenin balı bozduğu gibi, ibadetleri bozar buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala refikdir. her işinde yumuşak huylu olanı sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala yumuşak huyu sever, böyle kimseye hep yardım eder. aksine, sert kimseye yardım etmez buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, acele etmeyeni sever. acele şeytandandır. allahü teala, hilmi, ya'ni yumuşak huyu sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, zemanında, yumuşak davrananı allahü teala çok sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, kahraman, güreşde, yarışda kazanan değildir. gadab zemanında, nefsine hakim olandır buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, yayıldığı zemanda, bir kimseyi dalaletden kurtarmak ve yollardan, meydanlardan taş, diken, kemik ve çöpleri kaldırmak ve susuz kalanın su kabını doldurmak, hep sadakadır buyuruldu. bir hadisi şerifde, cennetde, dışardan içerisi ve içerden dışarısı görülen köşkler vardır. bunlar, tatlı sözlü olanlara ve açları doyuranlara ve herkes uykuda iken namaz kılanlara verilecekdir buyuruldu. bu hadisi şerifler, kitabından alındı. bu kitab, kıymetli hadis kitablarındandır. allahü teala, hepimize bu hadisi şeriflere uymak nasib eylesin. hali, hareketleri bunlara uyan kimse, allahü tealaya, çok şükr eylesin. hali uymayan da, bu hadisi şeriflere uymak için, allahü tealaya yalvarsın. hali uybu kitabı yazan abdülazim münziri kayrevani şafi'i, de vefat etmişdir. gun olmayanın kusurunu anlaması da, büyük bir ni'metdir. kusurlu olduğunu anlamayan, bunun için üzülmeyen kimsenin dini, imanı za'if olduğu anlaşılır. derdimmektub tercemesi muhammed ma'sum hazretleri, ikinci cildin seksenüçüncü mektubunda, mirza muhammed sadıka, farisi olarak buyuruyor ki: iki ni'meti ve kaza ve kader mes'elesini şerh etmekdedir. bu iki ni'mete kavuşan kimsede, hiç zevk ve hal bulunmasa, bunun için hiç üzülmemelidir. bu iki ni'metden birisi, dinin sahibi olan muhammed aleyhisselama tabi' olmakdır. ikincisi, üstadını, mürşidini sevmekdir. bu iki ni'met, insanı bütün se'adetlere ve feyzlere kavuşdurur. bu iki ni'metden birisi noksan ise, sonu felaket olur. ilmin, amelin, kerametlerin bol olması, bunu felaketlerden kurtarmaz. bu iki ni'metin bozulmasına, elden çıkmasına sebeb olan en zararlı, en tehlükeli şey, dinsiz ve mezhebsiz kimselerle ve bunların kitabları ve her dürlü yayınları ile beraber olmakdır. böyle bozuk kimselerden, arslandan kaçar gibi kaçmalıdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumalıdır. büyüklerin kitablarını okumak isteyenlere, imamı rabbaninin mektubatını okumak çok faidelidir. hakikat kitabevinin çıkardığı kitablar, bu doğru alimlerin kitablarından terceme edilmişdir. islamiyyeti doğru olarak öğrenmek isteyenlere bu kitabları tavsiye ederiz. kaza ve kader bilgileri çok nazik, ince ve anlaması güçdür. bunları konuşmak ve münakaşa etmek, hadisi şeriflerle yasak edilmişdir. müslimanların vazifesi, allahü tealanın emrlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamakdır. kaza ve kadere inanmamız emr olundu. bunları incelememiz emr olunmadı. ehli sünnet alimlerinin bildirdiği kadar öğrenmemiz ve inanmamız lazımdır. bu hakiki alimler buyuruyor ki, allahü teala insanların, hayr ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. vaktleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekde ve yaratmakdadır. onun yaratmasına denir. ezeldeki ilme kader denir. kader, ilmi ezelidir. emri ezeli değildir. halık ve mucid yalnız odur. ondan başka yaratıcı yokdur. hiç bir insan, hiç birşey yaratamaz. mu'teziimamı rabbani ahmed faruki, hindistanda yetişen ehli sünnet alimlerinin ve evliyanın en büyüklerindendir. senesinde serhend şehrinde vefat etmişdir. le ve denilen cahil ve ahmak kimseler, kaza ve kadere inanmadılar. insan, dilediğini, kendi gücü ile yaratmakdadır dediler. böyle, kafir olan kimseler, zemanımızda çokdur. hayr ve şer, herşeyin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının da te'siri vardır. insan bir şey yapmak ister, allahü teala da isterse, o şeyi yaratır. insanın iradesine, dilemesine denir. demek ki, insanların yapdığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve allahü tealanın yaratması iledir. adam öldürene kıyametde azab yapılması, onu kesb etdiği içindir. denilen kimseler ise, insanın kesbini, iradesini inkar etdiler. insan istese de, istemese de, her hareketini, her işini allah yaratır. insanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgardan sallanması gibidir dediler. her şeyi allah zorla yapdırıyor. insan hiç bir şey yapamaz zannetdiler. böyle söylemek küfrdür. böyle inanan kafir olur. bunlara göre, iyi iş yapanlara kıyametde sevab verilir. günah işleyenlere, azab yapılmaz. kafirlere, asilere, fasıklara azab yapılmaz. çünki, bu günahları yapan hep allahü tealadır. bunlar, günah işlemeğe mecbur olmuşlardır dediler. bütün peygamberler, böyle inananlara la'net etdi. elin, ayağın titremesi ile, irade ederek hareket etdirilmesi, bir olur mu? suresininve. üncü ayetlerinde mealen, buyuruldu. vakı' suresinin. üncü ayetinde mealen, buyuruldu. suresinin. uncu ayetinde mealen, isteyen iman etsin, dileyen inkar etsin. inkar edenlere cehennem ateşini hazırladık buyuruldu. suresinin. üncü ayetinde mealen, allahü teala, onlara zulm etmez. onlar, kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. ba'zı mezhebsizler, zındıklar, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak zahmetinden kurtulmak için ve günahlarından dolayı azab çekmemek için, insanların iradesi, kesbi bulunduğuna inanmıyorlar. allahü teala kerimdir, merhameti sonsuzdur. insanlara hep faideli olan şeyleri ve yapabilecekleri kadar emr etmişdir. zararlı olanları yasak etmişdir. suresinin. ıncı ayetinde mealen, buyuruyor. insanda irade bulunduğuna inanmayanlara, çok şaşılır. bunlar, kendilerine ita'at etmiyenlere, sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeğe uğraşıyorlar? zevcelerini kötü yolda görseler, niçin kızıyorlar? niçin, bunların iradesi yokdur, mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar? dünyada her kötülüğü yapıp, ahıretde azab görmemek için böyle inanıyorlar. halbuki, suresinin inci ayetinde mealen, rabbin elbette azab yapacakdır. ondan kurtuluş yokdur buyuruldu. kaderiyye, kaza ve kaderi inkar etdikleri için, cebriyye de, iradeyi inkar etdikleri için, doğru yoldan ayrıldılar. bid'at sahibi oldular. doğru yol, ikisinin arasında olan fırkasının inandığı yoldur. bu hak yolda olanlara denir. ehli sünnet fırkasının reisi olan imamı ebu hanife, imamı ca'fer sadıkdan sordu radıyallahü anhüma: ey resulullahın torunu! allahü teala insanların hareketlerini, bunların iradesine mi bırakmışdır. yoksa, herşeyi cebr ile mi yapdırmakdadır? dedi. cevabında buyurdu ki, . kafirler diyor ki, allahü teala, bizim kafir, müşrik olmamızı istedi. onun istediği oldu. suresinin. inci ayetinde mealen, buyurulmakda ve cevabını vermekdedir. müşrikler, bu sözleri, özr olarak söylemiyorlar. böyle söylemeleri, azabdan kurtulmaları için değildir. bunlar, şirklerinin, küfrlerinin kötü olduklarını bilmiyorlar. allahü tealanın her dilediği iyidir, irade etdiği şeylerin hepsinden razıdır. razı olmasaydı irade etmezdi. bizim şirkimizden de razı olması, bize azab yapmaması lazımdır, demekdedirler. halbuki, allahü teala küfrden, şirkden razı olmadığını peygamberleri ile bildirdi. küfrün kabih olduğunu ve kafirlerin mel'un olduklarını, bunlara sonsuz azab yapacağını bildirdi. irade edilen şeyden razı olmak lazım gelmez. allahü teala küfrü ve isyanı irade eder, yaratır. fekat, bunlardan razı değildir. bunlardan razı olmadığını, kur'anı kerimde açıkca bildirmişdir. belki de, müşriklerin böyle söylemeleri, peygamberlerle alay etmek için idi. sual: allahü teala, hayr ve şerri ezelde takdir etmiş, bilmişdir. bildiğine göre irade etmekde ve yaratmakdadır. insanın iradesi aradan kalkmakdadır. insanlar hayrı ve şerri yapmakda mecbur olmuyor mu? cevab: allahü teala, ezelde, insanın kendi iradesi ile yapacağını bilmişdir. allahü tealanın böyle bilmesi, kulda irade ve ihtiyar olmadığını göstermez. allahü teala, insanın haricinde olan birçok şeyleri de ezeldeki takdirine uygun olarak yaratmakdadır. inimamı ca'fer sadık, resulullahın torunu olan imamı hüseynin torununun oğludur. san, hareketlerinde mecbur olsaydı, allahü teala da, bütün yaratdıklarında mecbur olurdu. görülüyor ki, allahü teala muhtardır, ya'ni mecbur değildir, insan da muhtardır. mektub tercemesi muhammed ma'sumun rahmetullahi aleyh, abdülhakim ismindeki bir talebesine yazdığı, ikinci cildin yüzonuncu mektubunun, farisiden tercemesi şöyledir: i'tikadı ve ameli bozuk olan kimse ile görüşmemeli, bid'at sahibi ile sohbet, arkadaşlık yapmamalıdır. yahya bin mu'az razi, de vefat etmişdir. buyuruyor ki, . şeyh olarak tanınan bir kimsenin sözleri, işleri, hareketleri, ahkamı islamiyyeye uygun olmaz ise, sakın, sakın, ona yaklaşma! hatta, onun bulunduğu şehrden, köyden kaç! o, gizli, sinsi bir hırsızdır. insanın dinini, imanını çalar. insanı şeytanın tuzağına düşürür. harikalar, kerametler gösterse, dünyaya bağlı olmadığı görünse de, arslandan kaçar gibi, ondan uzaklaş! tesavvuf yolunun mütehassıslarından cüneydi bağdadi, da vefat etmişdir. buyuruyor ki, tesavvuf ehli olduğunu söyleyenler çokdur. bunlar içerisinde, yalnız resulullaha tabi' olanlar doğrudur. yine buyurdu ki, . yine buyuruyor ki, sözleri, işleri ve ahlakı, resulullahın yoluna uygun olmıyan, kimseyi veli, allah adamı zan etmeyiniz! yehudiler, papazlar ve berehmen denilen hind din adamları da, çok tatlı konuşur, kötülüklerden uzak görünürler. bunların sözlerine, görünüşlerine aldanmamalıdır. dünyayadüşkün olmadığına ve harikalar göstermesine ve tevhidi vücudi üzerindeki sözlerine aldanmayınız! ebu ömer sülemi diyor ki, ahkamı islamiyyeye uymıyan her söz, her hal, zararlıdır. tesavvuf, ahkamı islamiyyeye uymağa çalışmakdır. doğru ile yalancıyı ayıran tek nişan, resulullaha uymakdır. ona uygun olmıyan zühd, tevekkül, tatlı sözlerin hiç kıymeti yokdur. islamiyyete uygun olmıyan zikrlerin, fikrlerin, zevklerin ve kerametlerin hiç faidesi olmaz.. abdüllahi dehlevi kuddise sirruh de delhide vefat etdi. onikinci mektubda buyuruyor ki, . keramet, açlık çekenlerde, nefse uymıyanlarda da hasıl olur. bunların veli olduklarını göstermez. abdüllah ibni mubarek senesinde vefat etdi. buyuruyor ki, islamiyyetin edeblerine uymıyan kimse, resulullahın sünnetine uymakdan mahrum kalır. sünnete uymakda gevşek davranan, farzlara uymakdan mahrum kalır. farzlarda, haramlarda gevşek olan, veli olamaz. bunun için, hadisi şerifde, buyuruldu. ebu saidi ebülhayrda vefat etdi. buna, falanca, su üstünde yürüyor dediler. bu, kıymetli birşey değildir. çöp de, saman da, su üstünde gidiyor dedi. falanca, havada uçuyor dediklerinde, karga, sinek de uçuyor dedi. falanca, bir anda, şehrleri dolaşıyor dediklerinde, şeytan da gidiyor. bunlar, kıymetli olmağı göstermez. merd olan, herkes gibi alışveriş yapar. evlenir. çocukları olur. fekat, bir an allahını unutmaz buyurdu. büyük veli, ebu ali ahmed rodbarisenesinde mısrda vefat etdi. bir kimse, çalgı dinliyor. ben tesavvufda yüksek dereceye yetişdim , bana haram olmaz diyor denildikde, dedi. ebu süleyman abdürrahman darani, de şamda vefat etdi. buyurdu ki, kalbime birçok, iyi zan etdiğim şeyler geliyor. bunları, islamiyyet terazisi ile ölçmedikce, hiç ehemmiyyet vermiyorum.imamı rabbani kuddise sirruh, ikinci cildi ektubunda buyuruyor ki, dünyanın yaldızlı lezzetlerine sarılma, geçici, çabuk biten güzelliklerine aldanma! bütün sözlerinin ve işlerinin islamiyyete uygun olmasına çalış! evvela, i'tikadını, alimlerinin kitablarına göre düzelt! bundan sonra, bütün hareketlerin ve ibadetlerin, bu alimlerin kitablarına uygun olmasına dikkat et! halala, harama uymak, çok mühimdir. nafile ibadetlerin, farz ibadetler yanında hiç kıymeti yokdur. bir lira zekat vermenin sevabı, yüzbinlerce lira nafile sadaka vermek sevabından katkat fazladır. dünyanın zararlarından kurtulmak ve ahiretdeki sonsuz ni'metlere kavuşmak için müsliman olmak lazımdır. ya'ni evvela iman etmek, sonra ahkamı islamiyyeye uymakdan başka çare yokdur. islamiyyet, kalb ile iman etmek ve beden ile ahkamı islamiyyeye uymakdır. allahü tealanın emr etdiği şeylere denir. yasak etdiği şeylere denir. her ikisine birden denir. kalb ile iman edilecek, inanılacak altı şeyi ve her tarafa yayılmış olup, günlük işler haline gelmiş olan din bilgilerini mesela namaz kılmasını ve namazda okunacak fatiha suresini, hemen öğrenmek ve bunlara uygun yaşamak, kadın, erkek, her müslimana farzdır. çocuklarına öğretmek de analara, babalara farzdır. evlenecek yaşa gelen müsliman evladı ve yeni müsliman olan, bunları öğrenmeğe ve uymağa ehemmiyyet vermez ise, birinci vazife olduğunu kabul etmezse, kafir olur. buna denir. mürted, müsliman olmamış kafirden daha fenadır. islam ilmlerinin menbaı, kaynağı, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. muhammed aleyhisselamın her sözüne denir. kur'anı kerim ve hadisi şerifler arabidir. kur'anı kerimin ma'nasını, yalnız muhammed aleyhisselam anlamış ve hepsini eshabına bildirmişdir. islam alimleri, bunları, eshabı kiramdan öğrenerek kitablara yazmışlardır. bu kitablara kitabları denir. bu kıymetli alimlere de alimleri denir. ehli sünnet alimlerinin en üstün olanları, tefsir kitablarındaki ahkamı islamiyye bilgilerini toplayıp, ayrıca yazmışlardır. böylece, kitabları meydana gelmişdir. sonradan meydana çıkan din cahilleri ve din düşmanları, kendi akllarına ve zemanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir ve fıkh kitabları yazarak, gençleri aldatmışlardır. aldananın imanı gitmedi ise, buna denir. imanı giderse, olur. bu bozuk kitabları okuyan, islamiyyeti değil, bunları yazanların görüşlerini, düşüncelerini öğrenir. bu kitablar, islamiyyeti içerden parçalamakda, denilen hakiki müslimanları yok etmekdedir. bu islam düşmanlığının başında yehudiler ve ingilizler gelmekdedir. yehudi kitablarına aldananlara şi' denildi. ingiliz casuslarına aldananlara denildi. ingilizlerin vehhabiliği nasıl kurduğu, kitabımızda, ingilizlerin vehhabi sü'udi hükumetini nasıl kurduğu da lugat kitabında kelimesinde yazılıdır. şi'iler ve vehhabiler, kitablarındaki bozuk yazılara gençleri inandırmak için, aralarına ayetler, hadisler ve eshabı kiramın ve selefi salihinin sözlerini karışdırıyorlar. bu ilavelere, kendilerine göre yanlış ma'nalar vererek, kitablarının doğru olduğunu isbata kalkışıyorlar. gençleri şaşırtıyorlar. kitablarını, ehli sünnetin kitablarından ayırmak, güç oluyor. ancak, onların bozuk i'tikadlarını öğrenip, kitabda gören, bu kitabın bozuk olduğunu anlıyarak, tuzaklarına düşmekden kurtulur. allahü teala, herşeyi nizamlı, düzenli olarak yaratdı. kur'anı kerimde, herşeyin nizamlı, hesablı olduğunu bildirdi. bu nizama, şimdi, fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunları diyoruz. bu nizamın devamı için, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. maddeleri, birbirlerinin yaratılmasına sebeb yapdığı gibi, insanın iradesini ve kuvvetini de sebeb kılmışdır. ba'zan, olarak, ya'ni bu adetinin hilafına, sebebsiz de yaratmakdadır. peygamberlerin düası ile sebebsiz yaratmasına, denir. islamiyyete uyarak, kalblerini ve nefslerini temizliyen evliyanın düası ile sebebsiz yaratmasına, denir. şeytan bunları aldatamaz. açlık çekerek, sıkıntılar içinde yaşıyarak, nefslerini ezip, onu kalbi aldatamaz bir hale getiren fasıkların ve kafirlerin istediklerini, sebebsiz yaratmasına ve denir. sebebsiz iş yapan, gayb olan şeylerin yerlerini ve gelecekde olacak şeyleri haber veren ve cinlerle konuşan bir kimse, islamiyyete uyuyor ise, bunun veli olduğu anlaşılır. uymuyorsa, kafir olduğu, nefsini tasfiye etmiş, cilalamış olduğu anlaşılır. bunun kalbi mahlukların sevgisinden temizlenmemiş, nefsi de allahü tealaya düşmanlıkdan vazgeçmemişdir. şeytan da, yanlarından ayrılmaz. birşeye kavuşmak istiyen bir müsliman, allahü tealanın adetine uyar. bu şeyin yaratılmasına sebeb olan şeyi yapar. mesela, para kazanmak isteyen, san'at, ticaret yapar. aç olan, yemek yir. hasta olan, tabibe koşar, ilac alır. dinini öğrenmek istiyen, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okur. hasta, cahil kimseden ilac alırsa, şifa bulmaz, ölür. ehli sünnet olmıyan, bid'at sahibi, mezhebsiz kimsenin bozuk, sapık din kitabını okuyanın da, dini, imanı bozulur. allahü teala, din ve dünya ihtiyaclarına kavuşmak için, düa etmeği de sebeb yapdı. fekat, düanın kabul olması için, müsliman olmak, ehli sünnet olmak, salih olmak, ya'ni allahü tealanın sevgisine kavuşmak için, çalışmak. bunun için de, haram yoldan, kul hakkından sakınmak ve yalnız allahü tealaya yalvarmak lazımdır. böyle olmıyan kimse, böyle olan kimseden, ya'ni, evliyadan, kendisine düa etmesini ister. evliya öldükden sonra da, işitir. kabrine gelip, dileyenlere düa eder. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. şeyhulislam ahmed ibni kemal, nde bu hadisi şerifi izah etmekdedir. nin neşr etdiği, arabi ve farisi ve türkçe kitablarında da uzun yazılıdır. abdüllahi dehlevinin sekizinci ve yirmisekizinci ve otuzbeşinci mektubları, bu hususda kıymetli vesikadır. otuzüçüncü mektubunda, şu beyti yazmakdadır: evliyaya allah, öyle kudret verdi ki; geri çevirirler, ateşlenen mermiyi. ingiliz casuslarına aldanmış olan vehhabiler, buna inanmıyor. nin kitabları, vehhabilere cevab vermekdedir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, bid'at sahiblerini, şeytan ibadet yapmağa sürükler. ibadet yaparken ağlarlar buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, bid'at sahiblerinin, namazlarını, oruclarını, sadakalarını, haclarını ve umrelerini ve cihadlarını, farzlarını ve nafile ibadetlerini kabul etmez. bunlar, yağdan kıl çekilir gibi, islamdan çıkarlar buyuruldu. günah işleyince, hemen tevbe ve istigfar etmelidir. gizli yapılan günahın tevbesi gizli, aşikar yapılanın tevbesi aşikar olmalıdır. tevbeyi gecikdirmemelidir. günah işleyince, melekler üç saat yazmaz. bu zemanda tevbe edilirse, hiç yazılmaz. tevbe edilmezse, bir günah yazılır. tevbeyi gecikdirmek, daha büyük günahdır. ölünciye kadar, tevbe kabul olur. takvayı ve vera'ı huy edinmelidir. menhi olandan sakınmak, emri yapmakdan daha mühimdir. çünki, bu yolda ilerlemekde , yasaklardan sakınmak, emrleri yapmakdan daha fazla ilerletir, daha faidelidir. iyi işleri, iyi insanlar da, facirler de yapar. fekat, ancak sıddıklar, imanı kuvvetli olanlar, haramlardan sakınır. ma'rufi kerhi, sırri sekatinin mürşidi idi. senesinde, bağdadda vefat etdi. buyururdu. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, vera' sahibi imamın arkasında kılınan namaz kabul olur. vera' sahibine verilen hediyye kabul olur. vera' sahibi ile oturmak ibadet olur. onunla konuşmak, sadaka olur buyuruldu. hadisi şerifde, buyuruldu. bir işi yaparken, kalbin rahat etmezse, , o işi terk et! şübhe etdiğin işleri yapmakda, kalbini müfti yap! hadisi şerifde, ve nefsin sıkıldığı işler, hayrlıdır. yalnız nefsin sakin olduğu iş şerdir buyuruldu. bir hadisi şerifde, halal ve haram olan şeyler açık bildirilmişdir. şübheli şeylerden sakın! açık bildirilmiş olanlara tabi' ol! buyuruldu. bir hadisi şerifde, halal ve haram olan şeyleri, allahü teala, açık bildirdi. bildirmediklerini afv eder buyuruldu. şübheli bir şey ile karşılaşınca, elini göğsünün üstüne koy! çarpıntı olmazsa, o işi yap! hadisi şerifde buyuruldu ki, elini kalbinin üzerine koy! halal olan şey yapılırken, kalb sakin olur . bütün taatlarını, ibadetlerini kusurlu bil! hakkı ile yapamadığını düşün! ebu muhammed bin menazil buyurdu ki, allahü teala, ali imran suresinin onyedinci ayetinde, sabr edenleri, sa–cevab veremedi dıkları, namaz kılanları, zekat verenleri ve seher vaktlerinde istigfar edenleri medh buyurdu. hepsinden sonra, istigfar edenleri bildirmesi, insanın, her ibadetini kusurlu görüp, daima istigfar etmesi içindir. ca'fer bin sinan kuddise sirruh buyurdu. imamı mürteiş, ramezanı şerifin yirmisinden sonra, cami'i kebirde i'tikaf yapardı. dışarda görenler, cami'den çıkmasının sebebini sorduklarında, buyurdu. kendinin ve ailesinin nafakasını temin için çalışmak caizdir. böyle çalışanlar, hadisi şeriflerde medh olundu. selefi salihin, kendilerine bir kazanc yolu bulmuşlardır. çalışmayıp, tevekkül etmek de iyidir. fekat, kimseden birşey beklememesi şartdır. muhammed bin salim, hamada şafi'i kadı idi. de vefat etdi. kendisine çalışıp kazanalım mı? yoksa, tevekkül ederek oturalım mı? denildikde, tevekkül, resulullahın halidir. kesb de, onun sünnetidir. tevekkül edemiyen kimsenin çalışıp kazanması sünnetdir. tevekkül edebilenin, ancak islamiyyete ve müslimanlara hizmet için çalışması mubah olur. kesb ile tevekkülün birlikde olması, her zeman iyidir buyurdu. çok yimemeli, az da yimemeli. yimek, i'tidal, tevassut mikdarı olmalıdır. çok yimek, gevşeklik, tenbellik yapar. az yimek, işe ve ibadete mani' olur. hace muhammed behaüddin nakşibend kuddise sirruh da buharada vefat etdi. buyururdu. mühim olan şey, ibadetleri iyi, neşeli yapmakdır. buna yardımcı olan herşey mubarekdir. bunu bozan şeyler memnu'dur. her işde iyi niyyet yapmalıdır. kalb ile halis niyyet etmedikce, hiçbir ibadete başlamamalıdır. faidesiz şeylerle vakt geçirmemeli. uzlet etmeli ya'ni işi ile, halal kazanmakla, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumakla, vaktlerini kıymetlendirmelidir. dinini bu kitablardan öğrenmeyip de, kendi kafasına, düşüncesine göre inanan kimse ile ve böyle mezhebsizlerin kitablarına aldanan cahiller ile arkadaşlık etmemelidir. evine, dinsizlerin, kafirlerin, hıristiyanlık, yehudilik, ahlaksızlık zehrlerini saçan zararlı radyoları, televizyonları sokmamalıdır. hadisi şerifde, , on kısmdır. bunların dokuzu, uzlet etmek, biri de az konuşmakdır buyuruldu. arkadaşlarla, lüzumlu şeyleri öğretecek ve öğrenecek kadar görüşmeli, diğer vaktlerini ibadet ile, kalbi temizleyecek şeylerle geçirmelidir. dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılamalı, hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. herkesin özrünü kabul etmeli, kabahatlerini afv etmeli, zararlarına karşılık yapmamalıdır. abdüllah belyani diyor ki, dervişlik, yalnız namaz, oruc ve geceleri ibadet yapmak değildir. bunlar, herkesin yapacağı kulluk vazifeleridir. dervişlik, kalb kırmamakdır. bunu yapabilen, allahü tealanın rızasına kavuşur. . muhammed salim hazretlerine, dediklerinde, buyurdu. abdüllah ahmed makkari maliki, de vefat etdi. buyuruyor ki, , düşmanlık edene iyilik yapmak, seni sevmiyene ihsanda bulunmak ve sevmediğin ile de tatlı konuşmakdır. az konuşmalı, az uyumalı ve az gülmelidir. çok kahkaha, kalbi öldürür. her işi, allahü tealaya havale etmeli ya'ni, sebeblere yapışmalı. fekat, sebeblerin te'sir etmesini, allahdan beklemelidir. hiçbir farzı kaçırmamalı ve gecikdirmemelidir. cüneydi bağdadi buyuruyor ki, ihtiyaclardan kurtulmanın ilacı, muhtac olduğun şeyi terk etmekdir. her ihtiyacını allahdan beklemelidir. hadisi şerifde, ihsan eder buyuruldu. mesela, herkesin sana merhamet ve hizmet etmesini temin eder. yahya bin mu'az razi, de nişapurda vefat etdi. buyuruyor ki, herkes seni, allahını sevdiğin kadar sever. allahdan korkduğun kadar, senden korkarlar. allaha itaat etdiğin kadar, sana itaat ederler. yine buyurdu ki, allahü tealaya hizmet etdiğin kadar, sana hizmet ederler. hulasa, her işin, onun için olsun! yoksa, hiçbir işinin faidesi olmaz. hep kendini düşünme! allahü tealadan başka, kimseye güvenme!. ebu muhammed raşi diyor ki, , hep kendi menfe'atini düşünmek ve kendin gibi, bir acize güvenmekdir. sfilik, istediğin her yere gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesden hurmet görmek değildir. her halinde, allahü tealaya güvenmekdir. evlad ve aile ile daima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmalıdır. onlarla da raşi, suriyedeki rasya kazasından demekdir. rüşvet verici demek değildir. zaruret kadar, haklarını ödeyecek kadar görüşmelidir. onların arasında bulunmak da, allahü tealayı unutacak kadar uzun olmamalıdır. kavuşduğun halleri herkese söyleme! makam ve servet sahibleri ile çok görüşme! her halinde, sünnete uymağa ve bid'atden sakınmağa çalış! sıkıntılı zemanlarında, allahdan ümmidini kesme, hiç üzülme! inşirah suresinin beşinci ayetinde, mealen, buyuruldu. sıkıntılı ve ferahlık zemanında, halinde bir değişiklik olmasın! varlık ve yokluk zemanları, halini değişdirmesin. hatta, yokluk zemanında neş'en, varlıkda da sıkıntın artsın! ebu saidi arabiye, fakir nasıl olur denildikde, fakirlik zemanında sakin olurlar. servet zemanında, muzdarib, sıkıntılı olurlar ve rahatlık zemanında sıkıntı ararlar. hadiselerin değişmesi, ahlaklarını değişdirmez. başkalarının ayblarına bakmazlar. daima, kendi ayblarını, kusurlarını görürler. kendilerini hiçbir müslimandan üstün bilmezler. hepsini kendinden üstün görürler buyurdu. sırri sekati, cüneydi bağdadinin mürşidi idi. de bağdadda vefat etdi. buyururdu. dediklerinde, buyurdu. her müslimanı gördükde, demelidir. kendini, üzerinde hakkı olanların esiri bilmelidir. hadisi şerifde, üç şeyi yapan, tam mü'mindir: ehline, zevcesine hizmet eden, fakirler ile oturup kalkan ve hizmetcisi ile birlikde yiyen, tam mü'mindir. allahü teala, kur'anı kerimde, mü'minin alametlerini böyle bildirdi buyurdu. selefi salihinin hallerini her vakt okumalı ve garibleri, fakirleri ziyaret etmelidir. hiç kimseyi gıybet etmemeli, çekişdirmemeli, gıybet yapana mani' olmalıdır. emri ma'rufu ve nehyi münkeri, ya'ni nasihati elden kaçırmamalıdır. fakirlere, mücahidlere, mal ile yardım etmelidir. hayr, hasenat yapmalıdır. günah işlemekden sakınmalıdır. muhammed bin alyana, denildikde, buyurdu. hadisi şerifde, buyuruldu. fakirlikden korkarak, hasislik yapmamalıdır. bekara suresini yetinde mealen, buyuruldu. fakir olunca üzülmemelidir ki, allahü teala, servet de ihsan eder. hakiki servet, ahiretde rahat etmekdir. dünya sıkıntıları, ahiret rahatlığına sebeb olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, hac yolunda ölenlere ve allah yolunda gaza edenlere müjdeler olsun! çoluk çocuğu çok ve kazancı az olup, halinden şikayet etmiyerek, evine neşe ile girip, gülerek çıkan kimse de, hacılardandır ve gazilerdendir buyuruldu. : hak teala diler ise, her işi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. fakirlere ve bütün din kardeşlerine hizmet etmelidir. ca'fer huldi, cüneydi bağdadinin eshabından olup, de vefat etmişdir. buyuruyor ki, . muhammed ebu abdüllah bin hafif, de vefat etmişdir. diyor ki, bir din kardeşim müsafir geldi. mi'desi bozuldu. sabaha kadar, elimde leğen, ibrik ona hizmet etdim. bir aralık, uyumuşum. bana, uyudun mu? allah, sana la'net etsin dedi. bunu işitenler, dediklerinde, demiş gibi, sevindim dedi. ebu ömer züccaci diyor ki, bir kimse, kavuşamadığı yüksek dereceden laf ederse, sözleri fitneye sebeb olur. bu dereceye yetişmesine mani' olur. mürşidin sohbetinde edebli olmağa çalış! ondan, ancak edebli olan, istifade eder. . edebi olmıyan, allahın rızasına kavuşamamışdır. mubarek babam, imamı rabbani, bu yolun edeblerini uzun yazdı. hulasa, varlığı bırakıp, toprak gibi olup, büyüklerin hizmetine, sohbetine koşmalıdır. yoksa, evliyanın sohbetine özenmemelidir. faide yerine zararlı olur. ebu bekr ahmed bin sa'dan diyor ki, sfiyyeyi aliyye ile sohbet etmek istiyen, kendini, kalbini, malını, mülkünü düşünmemelidir. bunları düşünen, maksadına kavuşamaz. allahü tealanın ma'rifetini , aramakda vakt kaçırma! ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh buyurdu ki, , hiçbir suretle tanınamıyacağını anlamak demekdir. imamı azam ebu hanifenin, sözü, demekdir. ebu bekri tamstani diyor ki, tesavvuf, ızdırab çekmekdir. sükun ve rahatlıkda, tesavvuf olmaz. ya'ni, aşıkın ma'şuku aramağa çalışması, çabalaması, ma'şukdan başkası ile rahat etmemesi lazımdır. : nereye bakarım, neyi düşünebilirim ki, kalbim seni düşünüyor, gözüm seni arıyor. müridin, tevbe sures yetinde bildirilen, geniş olan yer yüzü, onlara dar olur. kalbleri de, hiçbir şey ile rahat edemez oldu. allahü tealanın azabından, ancak yine ona sığınılacağını anladılar sıfatda olması lazımdır. allahü tealaya olan aşk, bu dereceye varıp, yer yüzü daralır ve kararırsa, rahmet deryasının dalgalanarak, bu garibe damlaması ile vahdet halvethanesine kabul olunması umulur. : özlenen hazinenin yolunu gösterdik sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da. şi'. biz nerde, onun saçının kıvrımları nerde? deli gibi, ona kavuşmak istiyorum yine. mektub tercemesi muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh üçüncü cildin onaltıncı mektubunda, nasir hanın oğlu muhammed sadıka buyuruyor ki: bugünlerde, ba'zı acaib haberler işitiyoruz. bilen, bilmeyen ma'rifetini dillerine dolamış, diyorlar. allah ismi, kainatı ya'ni bütün varlıkların toplamını bildiren bir kelimedir. mesela, zeyd ismi, bir insanın her parçasını bildirmekdedir. bununla beraber, her parçanın muhtelif ismleri vardır. hiç bir parçasının ismi, zeyd değildir. fekat, zeyd ismi, her parçayı bildirmekdedir. bunun gibi allahü teala, kainatda görülmekdedir. bu kainata allah demek caizdir diyorlar. halbuki, bu sözler, vahdeti vücudu inkar etmekdir. mahlukların varlığını göstermekdedir. bunlara göre, allahü tealanın varlığı, mahlukların varlığı içindedir. mahlukların haricinde başka bir varlık yokdur. bu sözlerinin bozuk olduğu güneş gibi meydandadır. çünki, allahü tealanın vücudü ve bütün kemal sıfatları, mahlukların vücudüne muhtac olmakdadır. bileşik bir cismin, kendisini meydana getiren elemanlara muhtac olması gibidir. hatta, allahü tealanın vücudünü inkar etmekdir ki, küfr olduğu ve böyle söyleyenlerin kafir olduğu meydandadır. hakikatde, allahü tealanın vücudü başkadır, mahlukların vücudü başkadır. allahü tealayı mahlukların haricinde anlamalıdır. iki vücud birbirinden ayrıdır. birbirine benzemez. vardır diyen tesavvuf büyükleri de, sözleri ile, maksadlarının ne olduğunu anlatamamışlardır. çünki, yukarıda bildirdiğimiz gibi söyleseler, küfr olur. mahluklardan ayrı olarak vardır deseler, vahdet, tevhid sözlerinin ma'nası kalmaz. eğer mahluklar haricde mevcud olsaydı, vahdet, tevhid bilgisi yanlış olurdu. halbuki, alem haricde mevcud değildir. vücudları vehmdir, hayaldir. derlerse, vahdet ve herşey odur sözlerinin ma'nası olmaz. çünki, haricde hakikaten mevcud olan şeyin, hayal olan şeyle birleşmesi söylenemez. her şey odur sözü ile yalnız o vardır. ondan başka birşey yokdur demek istiyorlarsa, sözleri doğru olur. fekat, herşey odur sözleri mecaz olur. hakikat olmaz. mesela, bir kimsenin aynadaki hayaline, bunun kendisidir demekle veya bunu aynada gördüm demek mecazdır. birşeyin akslerine, zuhurlarına mecaz olarak, teşbih olarak, o şeydir denilebilir. fekat, hakikatde o şey başkadır, hayali başkadır. televizyondan, radyodan, hoparlörden işitilen ezan sesleri, kur'anı kerim sesleri de, okuyan kimsenin kendi sesi değildir. kendi sesine benzeyen, başka seslerdir. bunlara müezzinin, imamın, hafızın sesleri demek, mecaz, teşbih olarak doğrudur. hakikatde ise, yanlışdır. bunun için, imamın sesini yalnız hoparlörden işiterek, bu imama uymak caiz olmamakdadır. bunlara birbirinin aynıdır demek, arslana eşek demeğe benzer. halbuki, bu iki hayvan hakikatde temamen başkadır. insanların söylemesi ile, ikisi bir olur denilemez. tesavvuf büyüklerinden ba'zıları dediler ki, herşey odur demek, allahü teala mahluklar şeklinde göründü. ayrıca vardır demek değildir. allahü teala vardır. mahluklar, o varlığın hayalleri, görüntüleri demekdir. bu sözlerden ise, mahlukların kadim olduğu anlaşılıyor. fani oldukları ya'ni yok olacakları inkar ediliyor ki, bu sözler küfrdür. yine işitiyoruz ki, ba' ya'ni kıyamet ve ahiret için şöyle söylüyorlar: gördüğümüz her canlı, toprakdan hasıl oluyor. yine toprak oluyorlar. mesela toprakdan sebzeler, otlar hasıl oluyor. bunları hayvanlar yiyor, et şekline dönüyorlar. insanlar bu sebzeleri, hububatı ve hayvanları yiyorlar. insan şekline dönüyorlar. insandan da başka insan hasıl oluyor. işte kıyamet budur diyorlar. bu sözler, kıyameti, öldükden sonra tekrar dirilmeği inkar etmekdedir. ve dır. hadisi şerifleri ve kur'anı kerimi inkar etmekdir. yine işitiyoruz ki, bu gördüğümüz namazlar, cahiller için emr edilmişdir. insanlar ve her şey ibadet yapmakdadır. kendileri bilse de, bilmese de, her mahluk ibadet yapıyor. muhammed aleyhisselam, namazı, geri kalmış insanların kötülük, eşkiyalık yapmamaları için emr etdi diyenler bulunuyor. şunu biliniz ki, nemaz ve diğer ibadetler için böyle söyleyenler, cahil ve ahmakdırlar. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, namaz, dinin direğidir. namaz kılan dinini yapmış olur. namaz kılmıyan dinini yıkmış olur ve ya'ni insanın allahü tealaya en yakın olduğu zeman, namaz kıldığı zemandır. ve ve buyuruldu. bütün üstünlükler, se'adetler, allahü tealanın emrleri ve yasakları içindedir. yunüs suresinin otuzikinci ayetinde, buyuruldu. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, ahkamı islamiyyeye uymamızı emr ediyor. bu yoldur. bu yolun haricinde kalanlar, şeytanların yolundadır. abdüllah bin mes'ud radıyallahü teala anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kumların üzerine, doğru bir hat çizdi. buyurdu. sonra, bu hattın sağına soluna, hatlar çizdi ve buyurdu. bütün peygamberlerin bildirdikleri ve ehli sünnet alimlerinin kitablarında yazılı olan bilgiler, hayal ve masal zan edilmesin. islamiyyet, gericiler için, ahmaklar içindir demek, küfrdür, ilhaddır, ahmaklıkdır. mahluklar, allahü tealanın kendisi değildir. onun gayrı da değildir, sözü sizi şaşırtmasın. demeyiniz! mahluklar, allahü tealanın ismlerinin görünüşleridir, kendisi değildir. gayrı değildir demek, ondan ayrı ve ona benzemeyen bir varlık değildir, demekdir. çünki, allahü tealanın ismleri ve sıfatları, onunla vardır. ondan ayrı değildirler. kendi kendilerine var değildirler. insanın aynadaki hayali, onun kendisi değildir, başkası da değildir, demek gibidir. hadisi şerifde, buyuruldu. allahü tealanın benzeri olmadığı gibi, adem aleyhisselamı da başka mahluklara benzetmeyerek yaratdı demekdir. bu ve diğer birçok hadisi şeriflerde açıkca bildirilen şeylere hemen inanmamız lazımdır. birçok kelimenin ma'naları o zeman başka idi. şimdi başkadır. şimdiki ma'naları düşünerek, imanı sarsmamalıdır. allahü teala, adem aleyhisselamda, kendi kemalatına benzer üstünlükler yaratdı. yukarıdaki hadisi şerif, bu üstünlüklerin aynı olmadığını, o üstünlüklere benzediklerini göstermekdedir. ilm, kudret ve diğer sıfatlar böyledir. yalnız ismleri benzemekdedir. hakikatleri başkadır. kur'anı kerim mu'cizedir. bu mu'cizenin, yalnız edebiyyat bakımından, belagat ve i'caz bakımından olduğunu söylemek, içindeki emrlerin, yasakların, haberlerin mu'cize olmadığını bildirmek, kur'anı kerime inanmamak ve ayeti kerimeler ile alay etmekdir. kur'anı kerimde suresinin ellidördüncü ayetinde mealen, buyuruluyor. ihata etmek, etrafını çevirmek demekdir. ehli sünnet alimleri, allahü tealanın ilmi ihata etmişdir, her şeyi bilir dediler. allahü tealanın kendisi ihata etmişdir denirse, bir cismin bir cismi ihata etmesi gibi değildir. allahü tealanın her şeyi ihata etdiğine ve her şeyle beraber olduğuna inanırız. fekat, bunların nasıl olduğunu araşdırmayız. çünki, aklımız ermez. bunlar, insanın aklına, hayaline gelen şeyler gibi değildirler. derken, kafirlerin putlarına ilah demelerini reddetmeği düşünmelidir. kafirlerin ilah demeleri, putları ma'bud bilmek, ibadet etmek ma'nasınadır. yaratıcı ve varlığı lazım ma'nasına değildir. ya'ni, kafirlerin çoğu ibadetde müşrikdirler. müsliman olmak için demek de lazımdır. insan bunu da söylemedikce, iman etmiş olmaz. imanın kamil olması için, nefsin arzularını da red etmek lazımdır. deyince, bu arzular da red edilmekdedir. suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ehli sünnet alimleri, insanın maksudu, ya'ni hep arzu etdiği şeyler, onun ma'budu olur buyurdular. demekle, bu arzular red edilmekdedir. insan bu kelimei tevhidi çok söyleyince, nefsin arzularından ve şeytanın vesveselerinden kurtulup, yalnız allahü tealanın kulu olduğunu bildirir. allahü tealanın ismini çok söylemek, insanı allahü tealaya yaklaşdırır. ya'ni karşılıklı muhabbeti artdırır. insan fani olur. ya'ni kalbinde allahdan başka hiç bir şeyin sevgisi kalmaz. kelimei tevhidi çok söylemek ise, mahluklara bağlılığı büsbütün keser. allahü teala ile kul arasında bulunan perdelerin hepsi kalkar. şahı nakşibend muhammed behaüddini buhari, gördüklerinin ve işitdiklerinin ve bildiklerinin hiç biri o değildir. la derken, bunların hepsini red etmek lazımdır buyurdu. ebu ishak kazruni, peygamberimizi sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem rü'yada görüp, tevhid nedir, diye sordu. cevabında, buyurdu. kendine şeyh, mürşid deyip de, islamiyyete uymayan sözler söyleyerek, müslimanların imanını bozanlar, din adamı değildir. muhammed behaüddin, da buharada vefat etdi. kazruni de vefat etdi. din hırsızlarıdır. kafirdirler. bunların yanına yaklaşmamalıdır. bunlarla konuşmak, kitablarını okumak, insanın imanını bozar. ebedi felakete sürükler. bunlardan ve bunların kitablarını okumakdan arslandan kaçar gibi kaçmalıdır. bunlara aldanmış olanın, hemen tevbe etmesi lazımdır. tevbe kapısı açıkdır. son nefese kadar tevbeler kabul edilir. derdimmektub tercemesi muhammed ma'sum hazretleri, şeyh ebülmekarime yazdığı, üçüncü cild. derdimmektubda buyuruyor ki, islam alimi aramak, ehli sünnet alimlerinin kitablarını bulup okumak lazımdır. geçen her gün, çok kıymetlidir. dünyaya bir daha gelmek yokdur. en büyük ni'met, sohbetdir. ya'ni, ehli sünnet aliminin yanında bulunup, onun sözlerinden istifade etmekdir. üveysi karni, resulullahı çok sevdiği ve gece gündüz ibadet etdiği halde, onun yanına kavuşmakla şereflenen eshabı kiramın hiçbirinin derecesine eremedi. akıllı, uyanık bir kimse, geçmiş mürşidlerden herhangi birini çok severse, , onun mubarek kalbindeki feyzlerden, bereketlerden, bunun kalbine de elbette akar. çok ma'rifetlere kavuşur. fekat, vilayet derecelerine kavuşmak için, sohbet lazımdır. bu kısa hayatda, mürşidi kamilden feyz alarak ve çok zikr ederek, ebedi se'adete kavuşanlara müjdeler olsun!. derdimmektub tercemesi bu mektub, muhammed hanif kabilinin çocuklarına yazılmışdır: ey mes'ud kardeşim hace ubeydullah, biraderinize, hemşirenize, zevcenize, validenize ve bütün din kardeşlerinize hizmet ediniz! sevgili peygamberimiz muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine sarılınız! bu dini, din adamı şeklinde ortaya çıkan kimselerin, kendi düşüncelerine göre yazdıkları, uydurma kitablarından değil, allah adamlarının, ehli sünnet alimlerinden nakl etdikleri kitablarından öğreniniz! bu kitabları, bozuk kitablardan ayırmak, böylece bozuk kitabların şerlerinden, zararlarından kurtulmak, büyük bir ni'metdir. bu ni'mete kavuşanlara müjdeler olsun!. belalar, dertler, allahü tealanın iradesi ve ezeldeki takdiri ile gelmekdedir. onun takdirine razı olmak ve teslim olmak lazımdır. ölmüşlerin ruhlarına fatiha, düa ve sadaka sevabları hediyye edilmelidir. evliyanın mezarlarına gidip, onlardan yardım istemeli, yalvarmalıdır. onların hayatda olan çocuklarına, torunlarına hizmet etmek, kendilerinden feyz almağa sebeb olur. çocuklarımızı islam terbiyesi ile yetişdirmeliyiz! kızlarımızı küçük yaşda iken örtünmeğe alışdırmalı, din bilgilerini, namaz kılmalarını öğretmeliyiz! beş vakt namazı vakti geldiğini anlayınca, ehli sünnet olan imam arkasında kılmalıyız! kur'anı kerimi doğru, hatasız ve teganni yapmadan okumağı öğrenmeli ve her gün okumalıyız! üstadınızın ikinci cil ektubunu okuyunuz! sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor, onların firakından kemiklerimin ilikleri yanıyor. nazlı budin ötme bülbül ötme, sonbehar geldi, bülbülün figanı bağrımı deldi. gül alıp satmanın zemanı geçdi, aldı nemçe bizim nazlı budini. çeşmelerde abdest alınmaz oldu, camilerde namaz kılınmaz oldu. ma'mur olan yerler hep harap oldu, aldı nemçe bizim nazlı budini. budinin içinde uzun çarşısı, orta yerde sultan ahmed camisi, ka'be suretine benzer yapısı, aldı nemçe bizim nazlı budini. cephane tutuşdu, aklımız şaşdı, selatin camiler yandı, tutuşdu. hep sabi sübyanlar ateşe düşdü, aldı nemçe bizim nazlı budini. kıble tarafından üç top atıldı, perşembe günüydü, güneş tutuldu. cum'a günüydü, budin alındı, aldı nemçe bizim nazlı budin' da budini almanlar aldı, macar katillerinin kızları kocasız kaldı. budin şehidlerinin ruhları bu hali görünce, ilahi adalete imanları artdı. budini kanuni de feth eylemiş, de avusturya istila etmişdir. ehli sünnet kasidesi ehli sünnet i'tikadı, sana önce, lazım olan, yetmişüç fırka var, amma, cehennemlik geri kalan, müslimanlar, hep sünnidir; cümlenin reisi nu'man. cennet ile müjdelendi; imanda bunlara uyan. i'tikadı sağlam edip; sonra islamiyyete bağlan! islamın beş şartını yap; haramlardan sakın heman! bir günahı işler isen, tevbe et, kaçırma zeman! kim ki uymaz islama, birgün olur, elbet pişman. dinsize sakın aldanma, mahv olursun sen de, aman! tatlı söze inanırsan; olur sonra, halin yaman! iki yüzlüler çoğaldı: dışı melek, içi yılan, tuzağa düşürmek için; dost görünür, hem de candan. herkes kendin haklı sanır: kötü der, bana uymayan. islamiyyet terazidir, odur haklıyı ayıran! islama uymıyan bil ki; doğru yoldan sapık insan. bu söze inanır elbet: tarihi iyi anlıyan. neden doktora koşuyor; herhangi bir yeri ağran? çünki, ölmek sevmez kimse; herşeyden daha tatlı, can. sonsuz yaşamak arzusu; bende yokdur, var mı diyen? ölmek, yok olmak değildir; kabir hayatına inan! cennet sonsuz, cehennem de; haber verdi, bunu kur'an, sonsuz derdden sakınmalı; hatta, olsa da, bir güman, buna inanmıyan da var; yarasa kaçar ziyadan. karga çöplükden tad alır; bülbüldür, gülü arayan. islamı elbet sevemez, nefse, keyfe düşkün olan. bu ikisi, bir olur mu? ayrıdır iyi, fenadan! müslimanlar, hakkı tanır, her mahluka eyler ihsan, imansızlar, yılan gibi; lezzet alır can yakmakdan. aman ya rabbi el'aman; ne müşkilmiş ahır zeman, din bilgisi unutuldu; pek azaldı namaz kılan, mason olanlar, sinsice; dini yıkmakda her yandan, komünistlerde işkence; müslimana ölüm, zından. bugünkü şaşkın halleri, eylemişdi, resul beyan. demişdi: birgün gelecek; garib olur, bana uyan. her evde, çalgı çalınır; işitilmez olur ezan, alim bulunmaz bir yerde, cahillere kalır meydan! mü'minler, olur zevallı; kafirler, sanki süleyman, kadına uyar her erkek; olur evde hakim, zenan, yüksek binalar yapılır; kelb dişi gibi apartman. yolculuk sür'atli olur; uzaklık kalkar aradan. zeka, çok şey bulursa da; gaflet, gitmez insanlardan. birgivi kitabda yazdı, eyledi çok hadis beyan: kıyamet alametleri, çıkar, birbiri ardından, alametlerin meşhuru, serhoş olur; pek çok kesan. alim diye tanıtılır, dinden haberi olmıyan. zalime ikram olunur, kurtulmak için beladan. hayasızlık pek çoğalır, deyyuslara kalır meydan, insanların en alçağı, moskovada okur ferman. herkes kendin alim sanır, müslimana denir nadan. doğru konuşan azalır, yalancı söyler durmadan. çok medh edilen kimsede, bir zerre bulunmaz iman, erkekler de kadın gibi, ipek giyer, sıkılmadan. gına, zina san'at olup, kız yerine geçer oğlan. kadınlar dar libas giyer, hep açılır baldır, gerdan. fitne kaplar her tarafı, adam öldürülür yokdan. bid'at yayılır her yere, kalmaz sünnetlere uyan. deccal gibi vicdansızlar, uydururlar binbir yalan, bir kimse doğru söylerse, saldırırlar her tarafdan. erkekler dinini bilmez, taşkınlık eder çok nisvan, emri ma'ruf unutulur, fısk emr eder şaklaban. islamiyyet kötülenir, haram işlenir her yandan. müslimanlık lafda kalır, ses için dinlenir kur'an. mü'mine gerici denir, kayrılır mürted olan. bunların hepsi muhakkak, olur kıyamet kopmadan. büyük alamet deccaldir, çıkacağı yer, horasan. sonra, şamdaki cami'e isa inecek semadan. bir hadisde buyuruldu, kızım fatıma evladından, babası abdüllah olan, mehdi adında bir civan. muhammed birgivi, de vefat etdi. çıkıp dine kuvvet verir, cihana yayılır iman, isa aleyhisselamla, birleşerek ol pehlivan. deccalı da öldürürler, dünya dolar adlü eman. ye'cüc me'cüc adındaki, kavim çıkar sed ardından. sayısı milyonlarcadır, her tarafda dökerler kan. dabbetülerd çıkar sonra, mekkede safa altından. dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenadan. daha sonraki alamet, güneş, doğacakdır garbdan. kafirler bunu görünce, imana gelecek cem'an, fekat, kabul olmaz artık, doğru yola gelen mihman. alametlerin biri de, adenden çıkan bir duhan. ka'beyi yıkacak hem de habeş renkli birkaç yaban, yer yüzünde kalmıyacak, büyük ni'met olan kur'an. müslimanlar hep ölecek, yaşıyacak ehli tuğyan. her kötülüğü yapacak, insan adlı canaveran, lakin hicazdan bir ateş, verip herkese heyecan. şaşkın, azgın dolaşırken, kıyamet kopar nagehan. daha neler olur, amma söyleyemez onu, lisan. ne hazindir, ne yazıkdır; ma'bud oldu, falan filan, ilahi, sen korumazsan, olur hep sonumuz giryan. bu irtidad modasında; işimiz suç, günah, isyan. insanlar, yolu şaşırdı; gemisin kurtaran kaptan! etrafımın zulmetinden, beni de kapladı nisyan. ömür geçdi, pek sür'atle, uyan gönül, artık uyan! hep, bu dünyaya çalışdın; ahıretin oldu ziyan. düşdün bedenin peşine, kalbini eyledin viran. akla, ilme hiç uymadın; nefs oldu, sana kumandan, geçdi gençlik, hep gafletle; dünya hırsındasın el'an. nasihat hiç dinlemedin; yoldan çıkdın, sanki sekran. dünya zevklerine daldın; şimdi halin ahü figan. hainler aldatdı seni; sandın sonsuz bu deveran. didinmeler, boşa gitdi; yar olmadı, servet saman! islama uyan kimse, anladım olur şadüman, ne yazık, ömrü uçurdum, ye'is çökdü, her tarafdan, keşki, kur'ana uysaydım; olurdum, ebedi sultan, dünyaya malik olsa da; kalmıyor insan bi payan! hani dara ve iskender; hani roma, hani yunan? hani nemrud, hani fir'avn; hani karun, hani haman? hani cengiz, hani hitler! nesi kaldı, zikre şayan? edison, markoni, pastör, ahıretde bulmaz ihsan! dünyaya fayda verenler; sanma olur, kamil insan! yılandan tiryak yapılır; zehir olur ba'zan derman! sakın bakma görünüşe, insanın kemali, iman! iman eden, tenbel olmaz; çalışınız! diyor sübhan, tenbeli ve gericiyi; zem etdi nebiyyi zişan, bir hadisde buyurdu ki ruhu da, düşünmek lazım; hep bedeni besler, hayvan! bu bedenin sağlamlığı; geçer, sanki abı revan! evet, beden lazım, çünki; odur, ruhumuz taşıyan. her birin korumak gerek, böyle olmalı, müsliman! nebiyyullah, boş durdu mu? iyi düşün, eyle iz'an! eshabın hepsi olmuşdu; sulhda üstad, harbde arslan. bunları bildiğim halde, nefse uydum, halim lerzan. günahlardan sakınmadım; böyle mi olurdu şükran? hilmi ümidini kesme, rabbinin ismidir, rahman! ilahi imdad et bize; etrafımız sarmış düşman! kitab, gazete, film, radyo; olmuş hepsi birer şeytan. bunlar doğruyu gösterse; olur idi, hepsi burhan. bilgi, fen kaynakları da; niye aceb, böyle husran? yeni fizik, modern kimya seni gösteriyor, her an! her zerre diyor, allah var; atomdan ta be asüman! fekat, bunları gören yok; kalblerden silinmiş irfan. hakka inad edenlere; olur dünya elbet zindan! avrupa, amerika hem; asyada da, niçin buhran? çünki, hakkı görmiyorlar; kafalarını sarmış duman, maddede yükselmiş amma; haberi yok insanlıkdan! rahat, huzur beklenir mi komünizm ve masonlukdan? se'adete kavuşamaz; islamlıkdan uzaklaşan! moskova radyosu hergün; dine çatdı, bu ramezan. çok alçakça, pek namerdce; islama eyledi bühtan. küfr, devam ederse de; zalimler kalkar aradan, zalime imhal ederim; ihmalim yok! dedi yezdan. müslimanlar üzülmesin; kur'anı hıfz eder deyyan! tarihde hep böyle oldu; küfrde geldi, peygamberan, almanya reiside intihar etdi. amerikalı edisonde öldü. dünyayı zulmet basınca; doğar idi şemsi taban, şimdi de hidayet şemsi; doğacak, anadoludan! hidayete ermek için; habibullah, verdi imkan! habib ne demek? düşünse; kemalini anlar, insan. yarab! büyük nebidir o; köleleri, olur sultan! bir kalbe sevgisi dolsa; eder envar, ondan feyzan. niye görünmüyor o şems? ama olmuş, bütün cihan, sonsuz ni'met, büyük şeref; onu sevmekde, bigüman. onun sevgisine vallah; malım, canım olsun kurban! şekerin tadını bilmez; ağzına koymıyan bir an. günahkarım, yüzüm kara; fekat kalbim, aşkla lem'an. aşkile pek çok yaş dökdüm; şahiddir, haki erzincan! bu sevgi, cürme son verdi; halim oldu, nale figan. bilinmez son nefes, amma; se'adete budur nişan! ni'met, onu sevmek imiş; oldu bana şimdi ıyan! habibin yanında olsun; bu aşkı bizlere sunan! miladihicri erzincan ed'ıyei meşhure: ehli sünnet alimlerinden seçilmiş düalar: e'uzü billahi mineşşeytanirracim, e'uzü billahissemi'il'alim. bismillahirrahmanirrahim. bismillahillezi layedurru ma' asmihi şey'ün filerdı vela fissema' ve hüvessemi'ul'alim. ya allah, ya allah, ya rahman, ya rahim, ya men nusibet ileyhil'azametülebediyyetü veddeymümiyyetüssermediyyetü tekaddeset esmaüke ve tenezzehet an müşabehetilemsali zatüke. ya allah bike tehassantü ve biabdike ve resulike muhammedin sallallahü teala aleyhi ve selleme istecertü. ya afüvvü, ya kerim, fa'fü anni verhamni ente erhamürrahimin, teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfir li ve livalideyye ve liecdadi ve ceddati ve liihveti ve ehavati ve liabai ve ümmehati zevceti ve liihveti ve ehavati ve lilmü'minine velmü'minat ve liüstadi abdülhakimi arvasi rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. allahümmagfir lilmü'minine velmü'minat elahyai minhüm velemvat birahmetike ya erhamerrahimin. allahümmagfir verham ente erhamürrahimin teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah el'azim ellezi la ilahe illa hüv elhayyelkayyume ve etubü ileyh, tevbete abdin zalimin linefsihi la yemlikü linefsihi mevten ve la hayaten ve la nüşura. önsöz birinci baskının mukaddemesi diyaülkulub incil denilen dört kitab hakkında incelemeler matta incili markos incili luka incili yuhanna incili dört incil arasında görülen tenakuz ve ihtilaflar risaleler hakkında bir inceleme gadaülmulahazat kitabına cevab kur'anı kerim ve bugünkü inciller teslis ve batıllığı teslisin batıllığının isa aleyhisselamın sözleri ile isbatı papazların islamiyyetdeki ibadetlere hücumları ve bunlara cevablar bir papazın iftiralarına cevablar allahü teala vardır ve birdir ilm bahsi kudret bahsi isa aleyhisselam insan idi, ona tapılmaz isa aleyhisselam peygamberdir, ona tapılmaz dört incil hakkında yehudilik, tevrat ve talmud talmud muhammed ma'sum faruki hazretlerinin mektubları eshabi kiram ha ki kat kitabevi ya yın la rı no: es habı k ram es hab ki ram ile ehli , bir bir le rini se ver ler di hep! ah med fa ruk yetmişüçüncü bas k ha ki kat ki ta be vi da rüş şe fe ka cad. no:: fa tihs tan bul tel: fax: http: www. ha ki kat ki ta be vi. com. tr ema il: bil giha ki kat ki ta be vi. com. tr temmuz tenbih eshabı kiramın temiz hayatlarını kendimize örnek edinmeliyiz. onlar gibi olarak, allahü tealanın rızasını kazanmağa çalışmalıyız. onlar gibi olan müsliman, allahü tealanın emrlerine ve devletinin kanunlarına ita'at eder. emre uymamak günah olur. kanuna uymamak suç olur. olgun müsliman, günah yapmaz ve suç işlemez. müsliman, iyi insan demekdir. müslimanların kardeş olduklarını bilir. vatanını, milletini ve bayrağını sever. herkese iyilik eder. gayrı müslimlere, turistlere, kafirlere de hiç kötülük yapmaz. onların mallarına, canlarına, ırzlarına, namuslarına asla saldırmaz. kötülük yapanlara nasihat verir. kimseye hiyle, hıyanet yapmaz. münakaşa etmez. herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. devamlı çalışır. din bilgilerini ve fen bilgilerini iyi öğrenir. çocuklarına, tanıdıklarına da öğretir. gıybet, dedikodu yapmaz. hep faideli şeyler söyler. halal kazanır. kimsenin hakkına dokunmaz. böyle olan müslimanı allah da sever, kullar da sever. rahat ve huzur içinde yaşar. geçdi gençlik, tatlı bir rü'ya gibi, ey çeşmim zar! beni mecnun etdi girye, meskenim olsun mezar! zar ağla. baskı: ihlas gazetecilik merkez mah. ekim cad. ihlas plaza no: a yenibosnaistanbul tel. ısbn: içindekiler sahife no: önsöz. ı– eshabı kiram. ictihad. kitabını ektub tercemesi. cil ektub tercemesi. cil ektub tercemesi. tenbih . halidi bağdadi hazretlerinin risalesinden bir kısmın tercemesi. kitabından, kader, kaza ve iradei cüz'iyye ile alakalı bir kısmın tercemesi. hazreti ebu bekr ile hazreti alinin radıyallahü anhüm birbirlerini medhleri. kerbela vak'ası. – imamı rabbani hazretlerinin hal tercemesi. – seyyid abdülhakim efendinin hal tercemesi. ıı– müslimanların iki gözbebeği . mukaddime . birinci fasl. kitabındaki yazılarına cevab verilmekdedir. ikinci fasl. hased edenler ve zındıklar tarafından şeyhayna yapılan iftira ve yalanlara cevab verilmekdedir. kur'anı kerimde beş ilm, hadisi şeriflerde oniki ilm bildirilmekdedir. – muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi. – islamda ilk fitne. imamı rabbani ının cild. mektub tercemesi. eshabı kiramın üstünlükleri, sahabi kime denir. muhacir, ensar. diğer eshabı kiram. resulullahın valileri, katibleri. son vefat eden sahabiler. – hazreti mu'aviye. – iyi insan olalım, hep iyilik yapalım. – cil ektub tercemesi . – muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi. – hicri kameri seneyi miladi seneye çevirmek. – nasihat şi. ıv– eshabı kiram kitabında adı geçenler . – büyük alimler . – hakiki müsliman nasıl olur. resulü gören mü'mine, adı verildi. hepsini bildirmek için, denildi. peygamberi seven her kalb, nurla dolardı bir anda, ona sahabi olanlar, medh olundular kur'anda. hepsi resulullah için, malını, canını verdi. sulhda ilm yayarlardı, harbde ise kükrerdi. hadisi şerifde eshab, benzetildi yıldızlara. herhangi birine uyan, erer ışıklı yollara. eshabı, çok sevişirdi, birbirini överdi. sonra gelen müslimanlar, hepsi böyle söylerdi. kur'anı ve hadisleri, onlar bildirdi bizlere. kalblerin temizliği, güven verdi zihnlere. söğülse bunlardan biri, yaralanır islam dini. sahabiyi kötüliyen, çürütür kur'anı kerimi. hakiki müsliman isen, saygı göster herbirine, önce salat, selam eyle, resulün ehli beytine! eshabı kiram aleyhimürrıdvan ö n s ö z besmeleyle başlıyalım kitaba, allah adı en iyi bir sığnakdır. ni'metleri sığmaz, ölçü hisaba, çok acıyan, afvı seven bir rabdır! allahü teala, cenneti ve cehennemi önceden yaratdı. her ikisini, insanla ve cinle dolduracağını, ezelde dileyip, bunu kitablarında bildirdi. adem aleyhisselamdan beri, cennete gidecek imanlı, iyi insanlar olduğu gibi, cehenneme götüren kötülükleri yapan, imansız, aklsız, fena kimseler de gelmişdir. kıyamete kadar da gelecekdir. meleklerin sayısı, insanlardan, ölçülemiyecek kadar daha çok olup, hepsi imanlı ve hep ita'atlıdır. insanların ise, her zeman az sayısı imanlı, çoğu ise, imansız, azgın, taşkın kimselerdir. iyi ve kötü insanlar, hep birbirini yok etmeğe uğraşmış, kötüler, birbirlerine de saldırmış, tarih boyunca, sıkıntılı, huzursuz yaşamışlardır. imanlılar, imansızları ıslah etmek, imana getirip se'adeti ebediyyeye kavuşdurmak için, adem oğullarını dünyada ve ahıretde, mes'ud, rahat yaşatmak için, cihad etmişdir. imansızlar ise, dikta rejimi sürmüş, az bir zümrenin taşkınca zevk ve safa sürmesi, nefslerini, şehvetlerini doyurması için za'iflere, küçüklere saldırmışdır. kötülüklerinin, zararlarının, felaketlerinin örtbas edilmesi, herkesi aldatabilmeleri için, ahlak, fazilet, dürüstlük ve adalet ölçülerini koyan peygamberlere aleyhimüsselam ve onların getirdiği dinlere saldırmışlardır. bu saldırmaları ba'zı asrlarda harb vasıtaları ile, ölüm kalım savaşı şeklinde olmuş, ba'zan da yalan propagandalarla, fitne, fesad çıkararak, dinleri içinden bozmak, müsliman devletleri, içeriden yıkmak şeklinde olmuşdur. işte, allahü tealanın bütün dünyadaki insanlar arasında, her bakımdan, en üstün, en güzel, en şerefli olarak yaratdığı ve bütün milletlere peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün peygamber olan muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, kurtuluş, yükseliş yolunu gösteren, maddede ve ma'na da iler le me ğe şk tu tan par lak dinini yk mak için de, iman szlar, ah lak szlar, nefs le ri nin esi ri olan al çaklar, her asr da, haç l sa vaş la r ile ve zulm ile, iş ken ce ile onun dini ne sal dr d ğ gi bi, müs li man şek li ne gi re rek, ya lan ve hi le li söz le ri ve ya z la r ile al dat ma ğa, kar de şi kar de şe dü şü re rek, içer den yk ma ğa uğ raş dlar ve çok za rar yap dlar. ba şa r sağ la dlar. da ha es hab ki ram aley hi mür rd van ze ma nn da, müs li man ol du ğu nu söy li ye rek, ad n alan bir ye men ye hu di si, müs li manlar ara s na ilk ola rak fit ne, iki lik sok du. bo zuk bir ç ğr aç re su lul la hn sal lal la hü aley hi ve sel lem es ha b n kö tü le me ğe kal kş ye hu di nin mey da na ç kar d ğ bu bo zuk yo la de nil di. şim di deni liyor. sonra la r, ni ceni ce din düş man la r, müs li man ad ala rak, hat ta din ada m şek li ne bü rü ne rek, bo zuk, sa pk yollar mey da na ç kar mil yonlar ca müs li ma nn doğ ru yol dan ay rl ma s na se beb ol dular. re su lul lah sal lal la hü aley hi ve sel lem, üm me ti nin ba ş na ge le cek bu ack l ha li ha ber ve re rek, üm me tim yet mi şüç fr ka ya ay r la cak. bunlar dan, yet mi şi ki si, doğ ru yol dan sa pa rak, ce hen ne me gi de cek. bir fr ka s, be nim ve es ha b mn izin de, doğ ru yol da ka la cak dr bu yur du. doğ ru yol da ka lan bu fr ka ya de nil di. bu fr kalar dan en es ki si ve kö tü sü olan ra fi zi lik, ze man ze man, ah maklar ara sn da ya yl mak da ve iman szlar ta ra fn dan koz ola rak kul la nl mak da, kö rük len mek de dir. son ze manlar da bas dr dk la r, es ki den ye hu di düz me si olan ki ta b na ve ara s ra ca mi' ka p la rn da ca hil hal ka da ğt dk la r bro şür le re ve söz le ri ne dik kat edi lir se, ki ta bn söz le ri nin ve ya z la r nn hiç bir il mi te me le da yan ma d ğ, vak'a ve olay la r de ğiş dir dik le ri, ayeti ke ri me ve ha disi şe rif le re yan lş, bo zuk ma'na ver dik le ri gö rü lür. saç ma sa pan söz le ri ne inan dr mak için, ky met li bir kaç ki ta bn is mini ve riyor. bunlar da da böyle ya z l diyorlar. fe kat, bu ky met li ki tablar dan bir sa tr ya z gös te re miyorlar. ca hil ler, bu ki tab la rn is mini du yun ca, hep sini doğ ru ve hak l sa nyor. bun la rn bo zuk ve çü rük if ti ra la r ve ehli sün net alim le ri nin kur'an ke rim ile ve ha disi şe rif ler ile bil dir dik le ri doğ ru ina nş lar, ab dül ha kim efen di nin rah me tul la hi aleyh ri sa le sin de çok de ğer li ve si kalar la açk lan mş dbu ki ta b m zn bas k s ya p lr ken, ki tab da ad ge çen meş hur la rn hal ter ce me le rini de, muh te rem oku yu la r m za ta nt mak için, ki ta b m zn so nun da elif ba s ra s ile, iki yüz alt mş beş ki şi üze rin de lü zum lu bil gi ver dik. ki ta b m zn bi rin bas k sse ne sin de ya pl allahüteala nn lut fu ve ih sa n ile, şim di yet miş üçüncü bas k s n yap mak na sib ol du. allahü teala, müslimanların, bu kitabı, dikkat ile ve insaf ile okuyarak doğru yolu anlamalarını nasib eylesin! amin! bugün, yeryüzünde bulunan müslimanlar, üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve , ya'ni cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara, ve , ya'ni sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak, arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki, bunların müslimanlara müşrik dedikleri, ve kitablarımızda yazılıdır. müslimana kafir diyene, peygamberimiz la'net etmişdir. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok ve kalbini tasfiye, ya'ni nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için, istigfar okumalıdır. ya'ni, okumalıdır. istigfar düası: dir. ma'nası, günahlarımı afv et ey büyük allahım! herşeyi yokdan var eden ve her an varlıkda durduran, yalnız sensin! sen hep varsın!dir. islamiyyete uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın ve açık kadınlara, avret yeri açık olanlara bakanın ve haram yiyip içenin islamiyyete uymadığı anlaşılır. bunun düası kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri din nedir? dünyada faideli, iyi şeylerle, zararlı, kötü şeyler karışıkdır. faideli şeyleri yapan, se'adete kavuşur. zararlı şeyleri yapan, felakete yakalanır, hep sıkıntı çeker. allahü teala çok merhametli olduğu için, iyi şeylerle kötüleri ayırmak için insanda bir kuvvet yaratdı. bu kuvvete denir. aklı sağlam, temiz olan kimse hep iyi şeyleri bulur, yapar. günah işliyenlerin aklı bozulur. ayırma işini iyi yapamaz. insan, kötü şeyleri yaparak, işleri zararlı olur. eshabı kiram hiç günah işlemedikleri için, aklları sağlam ve kuvvetli idi. bunun için işlerinde hep muvaffak oldular. dünyada ve ahıretde se'adete kavuşdular. insanların çoğu akl hastası olarak, sıkıntı içinde yaşıyor. allahü teala merhamet ederek, bu işi kendi yapıyor. iyi işleri ve kötü işleri peygamberleri vasıtası ile bildirdi ve iyileri yapınız diyerek emr verdi. kötü işleri yapmağı yasak etdi. allahü tealanın bu emrlerine ve yasaklarına denildi. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine denildi. faideli şeyleri öğrenmek ve yapmak istiyenin, islam dinine uyması, ya'ni müsliman olması lazımdır. ba'zı avrupalılar, aklları ile anlıyarak islamiyyetin emrlerini yapıyor, muvaffak oluyorlar. kafirler, islam düşmanları bu hali görünce, hıristiyanlar ilerici olur diyor. müsliman ismini taşıyanlar, islamiyyete uymayınca, başarısız oluyorlar. kafirler bu hali görünce, islamiyyet terakkiye mani'dir, gericilikdir yaygarasını basıyorlar. halbuki, ba'zı avrupalılar, hıristiyanlığa uymayıp, islamiyyete uydukları zeman terakki etmekde, müsliman ismi taşıyan ahmaklar da, islamiyyete uymadıkları için geri kalmakdadır. bu vücudün mülkü, elden çıkmadan, çarhı felek, bu binayı yıkmadan. suretü ma'na, bir arada iken, iki alem de, elinde iken. hubbı dünyayı, gönlünden gider! ta alasın, can aleminden haber. haramdan sakın, farzı yapmağa bak! farzı yapmazsan, olur halin harab! eshabı kiram aleyhimürrıdvan herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd eder, onu medh ederse, bu hamdlerin hepsi allahü tealaya mahsusdur. çünki, her şeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapan, gönderen ancak odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. insan bir şeyi yaratdı demek, yaratdı kelimesini allahü tealadan başkası için söylemek, sivrisineğin apartman yapmasını veya otomobil kullanmasını söylemek gibidir ve çok çirkin günahdır. söylenen kimse ile alay etmek, onu küçültmek demekdir. bütün düalar, iyilikler, onun peygamberi ve sevgilisi olan aleyhisselama ve onun ehli beytine ve eshabının hepsine rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in olsun! ismindeki büyük tarih kitabının sahibi nişancızade muhammed bin ahmed rahimehullahü teala buyuruyor ki, eshabı kiram, çeşidli şeklde ta'rif edilmişdir. de diyor ki, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem diri iken ve peygamber iken bir an gören, eğer kör ise, bir an konuşan, büyük veya küçük, her mü'mine veya denir. birkaç danesine veya yahud denir. kafir iken görüp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra imana gelen veya mü'min olarak görüp de, sonra meazallah mürted olan kimse, sahabi değildir. eshabı kiram arasında bulunan ubeydullah bin cahş ve sa'lebe bin ebi hatıb kafir, ya'ni mürted oldular. mürted oldukdan sonra tekrar imana gelirse, yine sahabi olur demişlerdir. vahşi radıyallahü anh de sahabedendir ve sahabi olarak vefat etdi. meşhur muhammediyye kitabında ismi de vahşi, cismi de vahşi demesi, iman etmeden evvelki cismini bildirmekdedir. seksen senelik kafirler imana gelip, bir kerre peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü görürse, sahabi oluyor da, vahşi radıyallahü anh sahabi olmaz mı? bu şartları taşıyan cinniler de sahabi olur. vahşi hakkında fazla bilgi almak için, kitabı.sahifeye bakınız! abdülgani nablüsinin rahimehullahü teala adındaki şerhi çok kıymetlidir. yılında istanbulda basılmışdır. de, birinci kısmının ofset baskısı yapılmışdır. derdimsahifesinde diyor ki, mü'min olarak resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile buluşan ve mü'min olarak öldüğü bilinen cin ve insana sahabi denir. bu ta'rife göre, ama olan da ve uzun zeman birlikde bulunmıyan da sahabi olur. melek sahabi olmaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği zeman yüzyirmidörtbinden fazla sahabi vardı. hepsi alim, kamil, yüksek insanlar idi. bütün din büyükleri diyor ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat sonra ve meleklerden sonra mahlukların en efdali, en üstünüdür. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem bir kerre gören bir müsliman, görmiyenlerin hepsinden, hatta veysel karaniden katkat daha yüksekdir. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, şama girince, bunları gören hıristiyanlar, hallerine hayran kalıp, dediler. bu dinin en büyük alimlerinden olan abdüllah ibni mubarek rahimehullahü teala buyuruyor ki, . eshabı kiramın aleyhimürrıdvan üstünlüklerini bildiren ayeti kerime ve hadisi şerifler pek çokdur. surei ali imran. ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ya'ni peygamberlerden sonra, bütün insanların en iyisisiniz! surei tevbe. derdimayeti kerimesinde mealen, mekkei mükerreme ehalisinden olup, medinei münevvereye hicret eden sahabei kiramdan ve iyilikde onların izinden gidenlerden, allahü teala razıdır. onlar da, allahü tealadan razıdırlar. allahü teala onlara cennetler hazırlamışdır. buyuruldu. surei enfal. derdimayeti kerimesinde, allahü teala, sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. o zeman sahabei kiram pek az idi. fekat, allahü teala yanında dereceleri pek yüksek olduğundan, dini yaymakda sana yetişirler buyuruldu. surei fethde. ayeti kerimede mealen buyuruyor ki, hepsi, kafirlere karşı şiddetlidirler. fekat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşakdırlar. bunları çok zeman rüku'da ve secdede görürsünüz. herkese dünyada ve ahıretde her iyiliği, üstünlüğü, allahü tealadan isterler. rıdvanı, ya'ni allahü tealanın kendilerini beğenmesini de isterler. çok secde etdikleri yüzlerinden belli olur. onların halleri, şerefleri böylece tevratda ve incilde bildirilmişdir. incilde de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzer. ince bir filiz yerden çıkıp kalınlaşdığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, az zemanda etrafa yayıldılar. her tarafı iman nuru ile doldurdular. herkes filizin halini görüp, az zemanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hal ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etdi ve kafirler kızdılar. bu ayeti kerime, yalnız indiği zemanda bulunan eshabın değil, sonra imana gelecek olanların da şanını bildirmekdedir. bilindiği üzere mu'aviye radıyallahü anh da, dini islamın yayılmasına çok hizmet eden bir sahabidir. allahü tealanın bu medh ve senalarına, herbir sahabi gibi, o da dahildir. kitabının üçyüzyirmialtıncısahifesinde, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü, derecelerinin yüksekliğini bildiren hadisi şeriflerden şunlar yazılıdır:eshabımın hiçbirine dil uzatmayınız. onların şanlarına yakışmıyan birşey söylemeyiniz! nefsim elinde olan allahü tealaya yemin ederim ki, sizin biriniz uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir müd arpası kadar sevab alamaz. çünki, sadaka vermek ibadetdir. ibadetlerin sevabı niyyetin temizliğine göredir. bu hadisi şerif, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in kalblerinin ne kadar çok temiz olduğunu göstermekdedir. hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatanların, bu hadisi şerife uymadıkları anlaşılmakdadır. müd, menn demekdir. bir menn, iki rıtldır ki, dirhemi şer'i, ya'nigramdır. sadakai fıtr yarım sa', ya'nimüd olupgram buğdaydır.eshabımın herbiri gökdeki yıldızlar gibidir. herhangisine uyarsanız, allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz. ya'ni hangisinin sözü ile hareket ederseniz doğru yolda yürürsünüz. denizlerde, çöllerde, yıldızlarla cihet bulunduğu, yol alındığı gibi, bunların sözleriyle hareket edenler, doğru yolda giderler.eshabıma dil uzatmakda allahü tealadan korkunuz! benden sonra onları kötü niyyetlerinize hedef tutmayınız! nefsinize uyup, kin bağlamayınız! onları sevenler, beni sevdikleri için severler. onları sevmiyenler, beni sevmedikleri için sevmezler. onlara el ile, dil ile eziyyet edenler, gücendirenler, allahü tealaya eziyyet etmiş olurlar ki, bunun da muahezesi, ibret cezası gecikmez, verilir. ehalisidir. ondan sonra ikinci asrın, ondan sonra üçüncü asrın mü'minleridir.. dini islamın en büyük alimlerinden ahmed ibni hacer heytemi mekki rahimehullahü teala zemanında hindistanda alimler, veliler çok olduğu halde ve islam güneşi, yükselmiş olup cihanı nurlandırmakda iken, kalbleri cehalet ile kararmış, menfe'at, hırs ile bozulmuş olan zındıklar, eshabı kirama dil uzatıyor ve te'assubu, edebsizliğe kadar götürüyorlardı. o zeman, hind sultanı hümayun şah rahimehullahü teala olup, dinini çok sever, alimlere pek hurmet ederdi. ihsanı ve adaleti ve herkesin şanına yakışan idaresi ile müslimanlara her suretle iyilik ederdi. kendisi, hindistandaki gürganiyye devletinin kurucusu olan babür şahın rahimehullahü teala oğlu idi. işte böyle mes'ud bir zemanın alimleri, sapıkları susdurmak için toplanarak, ibni hacer hazretlerine baş vurdular. bu da, sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüklerini, iki büyük kitabda yazıp, delil, sened ve vesikalarla düşmanların dillerini kesdi. bunlardan kitabında iki hadisi şerifin tercemesini aynen yazıyorum:allahü teala, beni insanların en asilzadesi olan kureyş kabilesinden seçdi ve bana insanlar arasından en iyilerini arkadaş, sahib olarak ayırdı. bunlardan birkaçını bana vezirler olarak ve dini islamı, insanlara bildirmekde, yardımcı olarak seçdi. bunlardan ba'zılarını da eshar olarak, ya'ni zevce tarafından akraba olarak ayırdı. bunları seb edenlere, iftira edenlere, söğenlere allahü tealanın ve bütün meleklerin ve insanların la'neti olsun! allahü teala, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez. ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma hem vezirleri idi, hem de esharı idi. çünki, birisi, ezvacı mütahheratdan aişenin radıyallahü teala anha, ikincisi de, hafsanın radıyallahü teala anha babaları idi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zevcesi ümmi habibe radıyallahü anha annemizin erkek kardeşi olan mu'aviye ve babası ebu süfyan ve anası hind radıyallahü anhüm de, eshardan olup, bu hadisi şerife dahildirler. yine aynı kitabda şu hadisi şerifi yazıyor:eshabımın ve akrabamın ve bana yardım eden, gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyunuz! onları sevmek suretiyle benim peygamberlik hakkımı koruyanları, allahü teala, dünyada ve ahıretde belalardan, zararlardan korur. benim peygamberlik hakkımı düşünmiyerek, onları incitenleri, allahü teala sevmez. allahü tealanın sevmediği kimselere azab etmesi pek yakındır. bu hadisi şerifler, açıkça gösteriyor ki, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in her birini sevmemiz, hepsine saygı göstermemiz lazımdır. aralarında yapdıkları muharebeleri, allahü tealanın emrini yerine getirmek için yapdıklarına inanmak lazımdır. bu muharebelere katılanların hiçbirinde makam, şöhret, para hırsı yokdu. hepsi ayeti kerimenin ve hadisi şerifin emrini yerine getirmek gayesinde idiler. osman radıyallahü anh şehid olunca, bütün müslimanlar, hazreti aliyi radıyallahü anh halife yapdılar. halife hazretleri, önce ortalığı yatışdırmağa başladı. sahabei kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in birçoğu ise ve bilhassa aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenen on kişiden biri olan ve yedinci dedesinde peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile akraba olan ve islamiyyetin ilk zemanında imana gelip, kafirlerden çok cefa çeken, ve istanbulda medfun bulunan halid ibni zeyd eba eyyubel ensari radıyallahü anh ile ahiret kardeşi olan talha radıyallahü anh ve yine aşerei mübeşşereden zübeyr radıyallahü anh ve peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin ölünceye kadar sevgilisi olan ve kur'anı kerimde allahü teala tarafından medh edilmek se'adetiyle şereflenen aişe radıyallahü anha valdemiz, hazreti osmanın radıyallahü anh katillerinin hemen yakalanarak kısas yapılmasını halifeden istediler. halife de, ortalık karışık olduğundan, bu işe başlarsam, fitnenin artmasına ve belki ikinci bir faci'anın çıkmasına sebeb olur. önce isyanı basdırayım, ortalığı rahata kavuşdurayım, ondan sonra, allahü tealanın kısas emrini yapacağım dedi. karşı tarafdakiler ise, katillerin, şimdi bile belli olmadığını, daha sonra hiç bulunamıyacaklarını ve dinin emri yapılamıyacağını, ancak şimdi mümkin olduğunu, ictihad ederek söylediler. böyle ictihad edenler arasında bulunan talha radıyallahü anh, şamda vazifeli olduğu için, bedrde bulunamamış, diğer bütün gazalarda bulunmuş, hele uhud muharebesinde, allahü tealanın yolunda çok işkencelere uğramışdı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem kendisini siper etmiş ve sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi ok yağmuru altında sırtına alarak kayaya çıkarmışdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğunu, hazreti ali radıyallahü anh söyliyor. zübeyr bin avvam radıyallahü anh da, hadicetülkübranın radıyallahü anha biraderi oğludur ve sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin halası safiyyenin oğlu olup, islamiyyetin ilk günlerinde, onbeş yaşında iken müsliman olmuşdur. allahü tealanın yolunda ilk kılınç çeken budur. ya'ni, islam subaylarının birincisidir. birçok gazalarda ve en tehlükeli anlarda, resulullahın önünde çarpışarak çok yerinden yaralanmışdı. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz her peygamberin havarisi vardır. benim havarim zübeyrdir buyurmuşdur. ömer radıyallahü anh vefat edeceği zeman, halife olmaya layık gördüğü altı kişiden biri talha, biri de zübeyrdir. zübeyr çok zengin olup, bütün servetini resulullah uğrunda feda etmişdi. işte bu büyük zatlar, kısasın hemen yapılmasına ictihad edip, şiddetle istediler. o zeman, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadı üç dürlü idi. bir kısmı, halife gibi ictihad etmişdi. bir kısmı da, karşı taraf gibi ictihad etmişdi. üçüncü kısm ise, susmayı uygun görmüşdü. bunlardan her birinin, başkasına uymayıp kendi ictihadı ile hareket etmesi lazım idi. birinci ve ikinci kısmda olanlar çoğaldı. abdüllah bin sebe' adındaki yehudi, işe karışarak, iş muharebeye sürüklendi ve basra ve cemel vak'aları meydana geldi. mu'aviye radıyallahü anh, o zeman şamda vali idi. üçüncü kısm ictihadında olup, idaresindeki müslimanları bu muharebelere karışdırmamışdı. hepsinin rahat ve sükunetle yaşamasını te'min etmişdi. fekat, ali radıyallahü anh şamlıları da çağırınca, mu'aviye radıyallahü anh, birçok hadisi şerifleri düşünerek, karşı taraf gibi ictihad etdi. halife şamlılarla anlaşmak üzere iken, araya siyonizm, yehudi parmağı karışarak, sıffin muharebesi meydana geldi. bu muharebelerde, eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in birbirlerini incitmeği, intikam almağı, hilafete, saltanata, rütbe ve servete kavuşmağı asla düşünmemiş, yalnız ictihadları farklı olduğundan, dinin emrini yerine getirmeğe uğraşmışlardır. muharebe zemanında bile, birbirleri ile mektublaşdıkları, nasihat verdikleri, sevişdikleri çok misallerle meydandadır. mesela, sıffin muharebesi sıralarında, istanbul imperatoru ikinci kostantin, hududlardaki islam şehrlerine rahatsızlık veriyordu. mu'aviye radıyallahü anh, ona mektub yazıp: bu sarkıntılıkdan vazgeçmezsen, şimdi efendimle sulh yapar, onun askerinin kumandanı olur, oraya gelip, şehrlerini yakarım. seni domuzlara çoban yaparım demişdi. yine aynı zemanda, halife ali radıyallahü anh, büyük bir kalabalık karşısında kardeşlerimiz bizden ayrıldı. onlar, kafir ve fasık değildirler. çünki, ictihadları öyle oldu buyurdu. birbirleri ile harb ederken, birisi ötekine kardeşim dedi. o da, buna efendim dedi. bunların muharebeleri, ictihadları ayrı olduğu için olup, saltanat için, mal ve şöhret için değildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ictihadında isabet eden müctehide ikiden ona kadar, hata edene de, bir sevab verilir. eshabı kiramın hepsi, müctehid idi. her müctehide, kendi ictihadı ile amel etmesi farzdır. imamı müslimin üstadlarından ebu zür'atirrazi rahimehümallahü teala, kitabında diyor ki, eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in aşağılıyan, onlara dil uzatan, zındıkdır. müslimanların, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarını düşman bilmeleri ve onlara, ehli beytin düşmanlarından daha fazla la'net etmeleri lazım gelir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem büyük düşmanı olan ve çok eziyyet ve cefalar etmiş olan ebu cehle la'net etmiyorlar, ona birşey demiyorlar da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem medh etdiği, sevdiği mu'aviyeyi radıyallahü anh, ehli beyte düşman zannedip, bu kerim olan zata dil uzatıyorlar ve haşa la'net ediyorlar. bu nasıl dindir, nasıl müslimanlıkdır? muhammed aleyhisselamın, allahü tealanın peygamberi olduğunu, kur'anı kerimin ona allahü tealadan geldiğini bizlere ulaşdıran eshabı kiramdır. eshabı kiramı büyük ve doğru bilmiyen, onların bizlere ulaşdırdıkları haberlere de inanmaz ve tabi'i, dinleri yıkılır, gider. ibni hazm diyor ki, eshabı kiramın cümlesi ehli cennetdir. çünki, allahü teala bunlar için mealen buyurdu. surei hadidde. ayeti kerimede, , surei enbiyada mealen onları ezelde, hiçbir şeyi yaratmadan evvel, cennetlik eyledim. cehennem onlardan uzakdır buyuruyor. bu ayeti kerimelerden anlaşılıyor ki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in ehli cennetdir. hiç birisi cehennem ateşine yaklaşmıyacakdır. çünki, hüsna ile ya'ni cennet ile müjdelenmişlerdir. yine mir'ati kainatın üçyüzyirmiyedincisahifesinde buyuruyorki: akaid kitablarının hepsinde şöyle yazılıdır: eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in hepsini büyük bilmek, hepsine hüsnı zan etmek, hepsinin salih ve adil olduğuna inanmak, hiçbirine dil uzatmamak, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevdiği için, ötekileri fena bilmemek kat'i deliller ile bütün müslimanlara vacibdir. allame sa'deddini teftazani rahimehullahü teala, de diyor ki, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in aralarındaki muharebelerin dini sebebleri vardır. onlara dil uzatanların sözleri edillei kat'iyyeye, ya'ni kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun değilse, kafir olurlar. uygun ise büyük günaha girerler. bid'at sahibi, ya'ni sapık olurlar. mevahibi ledünniyyede, eshabımın radıyallahü teala anhüm ecma'in ismini işitince, susunuz! şanlarına yakışmıyan sözleri söylemeyiniz hadisi şerifi yazılıdır. eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in şanlarına layık olmıyan sözleri söylemek, müslimanlara yakışmaz. onların muharebeleri kötü sebeblerle, aşağı düşüncelerle değildi. onların ruhları ve nefsleri, insanların en iyisinin ve yükseğinin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunarak, derslerini ve nasihatlarını dinliyerek temizlenmiş, nurlanmış, kalblerinde kin ve geçimsizlik kalmamışdı. her biri ictihad makamına yükselmiş olduğundan, kendi ictihadlarına uygun hareket etmeleri lazım ve vacib idi. ba'zı işlerde ictihadları ayrılınca birbirlerine uymayıp, kendi ictihadlarına uymaları doğru yol idi. onların birbirlerine uymamaları da, uymaları gibi, hak üzere idi. nefsin arzusu değildi. ba'zıları, imamı ali radıyallahü anh ile harb edenlere kafir diyor. halbuki, sahabei kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in bir kısmı, ictihadlarında çok def'a peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem de uymadılar. bu ayrılmaları, kabahat sayılmadı. cebrail aleyhisselam geldiği zeman, bunlara birşey denilmedi. o halde, imamı alinin radıyallahü anh ictihadına uymıyanlara dil uzatılabilir mi? bunlara kafir denebilir mi? hem de, uymıyanlar çok idi ve çoğu, sahabei kiramın radıyallahü anhüm büyükleri ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgilileri ve hatta cennet ile müjdelenmişleri idi. onlara dil uzatılabilir mi? kafir denebilir mi? dini islamın yarısına yakın emrlerini bizlere ulaşdıran onlardır. onlara kusurlu denirse, dinin yarısı sarsılır. o büyüklerden hiçbirine, bu dinin büyüklerinden hiçbiri saygısızlıkda bulunmamışdır. dört mezhebin reisleri ve sfiyyei aliyyenin büyükleri, onları büyük ve yüksek bilmişdir. kur'anı kerimden sonra dini islamın en doğru kitabı dir. şi'iler de buna inanıyor. işte buhariyyi şerifde, herhangi bir sahabinin radıyallahü teala anh söylediği hadisi şerif yazılıdır. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeler onların sözlerine bir kusur ve i'timadsızlığa sebeb olmamışdır. bu kitabda ve diğer bütün hadis kitablarında hem hazreti alinin, hem de hazreti mu'aviyenin radıyallahü anhüma bildirdikleri hadisi şerifler vardır. harb etdikleri için, sözleri kıymetden düşmemişdir. imamı ali radıyallahü teala anh ile birlikde harb edenlerin sözleri yazıldığı gibi, mu'aviye radıyallahü teala anh yanındakilerin sözleri de yazılmışdır. eğer hazreti mu'aviyede radıyallahü anh ve onunla beraber olanlarda bir kusur bulunsaydı, bunların bildirdikleri hadisi şerifler, kitablara yazılmazdı. din alimlerinden hiçbiri, hadisi şerifleri seçerken, imamı aliye radıyallahü anh uyup uymamağı hesaba katmamışdır. şunu da söyliyelim ki, bu muharebelerde imamı ali radıyallahü anh haklı idi. fekat, onun ictihadına uymıyanların hata etdikleri söylenemez. çünki, sahabei kiramın çoğu ve tabi'in ve en yüksek alimler ve mezheb imamlarımız, birçok ictihad mes'elelerinde, imamı aliye radıyallahü anh uymamışlardır. eğer imamı alinin radıyallahü anh ictihadının hep hak üzere olduğu kabul edilseydi, bu kadar din büyükleri, ondan ayrı ictihad etmezdi. ba'zı mes'elelerde, imamı ali radıyallahü anh da, kendi re'yine uymıyan ictihadları kabul buyurmuşdur.ın yin ahifesinde, şu hadisi şerif yazılıdır: almanca meyer leksikon adlı meşhur fen ansiklopedisinde, diye medh etmekden hıristiyanların bile kendilerini men' edemediği imamı celaleddini süyuti, kitabında, şu hadisi şerifi bildiriyor: eshabımdan, bundan sonra çıkacak hataları, allahü teala afv edecekdir. çünki, onların dini islama hizmetini kimse yapmamışdır. yine aynı kitabda şu hadisi şerif yazılıdır: herkese şefa'at edeceğim. fekat, eshabıma dil uzatanlara, onları kötüliyenlere hiç şefa'at etmem!da diyor ki: hazreti ebu bekri ve hazreti ömeri radıyallahü anhüma söğenler kafir olur. imamı ali radıyallahü anh onlardan üstün diyenler, bid'at ve dalaletde olur. ya'ni, ehli sünnetden ayrılmış, cehennemlik olmuş olur. yin ahifede diyor ki, imamı azam ebu hanife radıyallahü anh buyurdu ki: ebu bekr ile ömeri üstün tutup, osman.shabı kiram ile imamı aliyi radıyallahü anhüm sevmek alametlerindendir. bu ikisini üstün ve ikisini de sevgili tutmak, cehennemden kurtulanlara mahsusdur. ikisinin üstünlüğünü eshabı kiramın hepsi söylemiş ve tabi'inin hepsi din imamlarımıza bildirmiş ve imamlarımız, kitablarında yazmışdır. mesela imamı şafi'inin ve ebülhasen eş'arinin rahimehümallahü teala, ebu bekr ve ömeri radıyallahü anhüma bütün ümmetin üstünde bildirdikleri muhakkakdır. imamı alinin radıyallahü anh dahi, halife iken, ileri gelen kimselere karşı, buyurduğu muhakkakdır. radıyallahü anhüma, hadisi şerifini imamı aliden radıyallahü anh işitdiklerini imamı zehebi ve imamı buhari rahimehümallahü teala bildiriyor. şi'i alimlerinin büyüklerinden abdürrezzakı lahici de, bu ikisinin yüksek olduğunu söyliyor ve diyor ki, imamı alinin radıyallahü anh yüksek olduğunu ve en çok onu sevdiğimi söylediğim halde, onun yolundan ayrılarak, kendi görüşlerime uyabilir miyim? çünki o, ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma kendisinden daha üstün olduklarını söylemişdir. abdürrezzak bin ali lahici, kum şehrinde müderris idi. de vefat etdi. hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüma, halife iken, halk arasında fitne ve karışıklık çoğalıp, herkes sıkılıp kalbler kırıldığından, bu ikisini sevmek de, ehli sünnet velcema'atın şartı oldu. böylece, cahillerin, eshabı hayrilbeşere radıyallahü teala anhüm ecma'in dil uzatmaları önlendi. müslimanlar, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine düşmanlık etmek tehlükesinden kurtarıldı. görülüyor ki, imamı aliyi radıyallahü anh sevmek de, ehli sünnet velcema'atın şartıdır. ancak, sevginin de bir derecesi vardır. bir kimse, hazreti alinin radıyallahü anh sevgisinde taşkınlık ederek, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına dil uzatır, onları söğerse ve böylece eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve selefi salihinin rıdvanullahi aleyhim ecma'in yolundan ayrılırsa buna sapık denir. ehli sünnetin şartı olan, imamı aliyi radıyallahü anh sevmekden mahrum olanlar da, ehli sünnet değildir. bunlara denir. ehli beyti seviyoruz diyenler, eshabı kiramın hepsini de sevip hurmet etselerdi, çok güzel olurdu. eshabı kiram arasındaki muharebelerin iyi sebebler ve halis niyyetler ile olduğunu söyleseler idi, ehli sünnet velcema'atdan olup, olmakdan kurtulurlardı. eshabı kiramın hepsini büyük bilip, hurmet etmekle beraber, ehli beyti de sevmek e mahsusdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, eshabımı seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. o halde ehli sevilmez mi? eshabı kiramın hepsi birbirlerini severlerdi ve ehli beyti severlerdi. ehli sünnet, ehli beytin sevgisini imanın parçası bilmişdir. son nefesde iman ile gitmeği bu sevginin kuvvetine bağlı kılmışdır. kitabının. sahifesinde diyor ki: alimlerimiz, eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in üç kısma ayırmışdır: birinci kısm, olup, mekke alınıncaya kadar, mekkeden veya başka yerlerden medinei münevvereye hicret eden müslimanlardır. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma, muhacirinin büyüklerindendir. ikinci kısm, olup, bunlar, medine şehrinde ve etrafında bulunan müslimanlardır ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize yardım etdikleri için, ensar ismi ile şereflenmişlerdir. radıyallahü anh ensarın büyüklerindendir. imamı tirmüzinin bildirdiği bir hadisi şerifde, buyurulmuşdur. bunun için, istanbuldaki bütün mü'minler, hazreti halidin radıyallahü anh arkasında ve onun ziyası altında, haşra geleceklerdir. üçüncü kısm, mekke alındığı zeman ve daha sonra, burada ve başka yerlerde imana gelenlerdir ki, bunlar muhacir ve ensar değildir. fekat sahabidirler. mu'aviye ve amr ibni as radıyallahü anhüma, bu sahabilerin büyüklerindendirler. imamı vakıdi diyor ki, eshabı kiramdan kufe şehrinde en son vefat eden, abdüllah ibni ebi evfadır. şamda son vefat eden, abdüllah bin yesrdir. medinei münevverede son vefat eden, sehl bin sa'ddir. doksanbeş yaşında vefat etdi. basrada son vefat eden, enes bin malikdir. mekkei mükerremede son vefat eden ebuttufeyl amirdir ki, hepsinden sonra, hicretin yüzüncü yılında vefat eden budur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem birkaç yakın akrabasından başka eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in yaşça resulullahdan küçük idiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabının adedi, iyi bilinmiyor ise de, mekkeye on bin kişi ile ve tebük gazasına yetmiş bin kişi ile ve veda haccına doksanbin kişi ile gitmişdi. vefatları zemanında, yüzyirmidörtbinden ziyade sahabe hayatda idi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in faziletlerini, kıymetlerini doğru anlatan kitablar ve tarihler çokdur. şeyh izzeddin alinin rahimehullahü teala iki cild kitabı yedibinbeşyüz sahabinin hal tercemelerini bildirmekdedir ve avrupa dillerine de çevrilmişdir. islam tarihleri arasında doğru olan vakıdinin ve ibni haldunun ve ibni hillikanın rahimehümullahü teala tarihleridir. bunlarda, sahabei kiram hakkında dine ve edebe muhalif bir şey yazılı değildir. almanca meyers lexikon teknik lügat kitabının birinci cildi. sahifesinde islam medeniyyetinin ehemiyyetini hayranlıkla anlatırken diyor ki: gazveleri yazan vakıdinin tarihide Welhausan tarafından almancaya terceme edilmişdir. vakıdinin talebesinden ibni sa'd, peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem ve eshabının radıyallahü teala anhüm ecma'in hayatını yazmışdır. kitabı dokuz cild olup, sachau tarafındande terceme edilmişdir. ibni haldun tarihi yedi cild olup, de Qutemere tarafından terceme edilmişdir. meyers lexikon, baskısınd ahifesinden başlıyarak ve ayrıca islam kelimesinde yazdıklarının tercemesi, seyyid abdülhakim efendiye kuddise sirruh okunup, takdir etmişlerdir. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri anlatan türkçe tarihlerin çoğu abbasiler zemanında, onların arzularına göre yazılan tarihlerden terceme edilmişdir. bunların, hazreti aişe, mu'aviye, talha, zübeyr ve sair sahabei kiramı rıdvanullahi aleyhim kusurlu göstermeleri, bundan ileri geliyor. emevilerden ve abbasilerden sonra gelen islam hükumetlerinin hiçbiri ve bilhassa türkler, ehli sünnet i'tikadını bozmağa, değişdirmeğe çalışmamışlardır. bu sayede, bu i'tikad, şimdiye kadar salim kalmışdır. ibni haceri mekki rahimehullahü teala, kitabının başında diyor ki: ey kalbi allahü tealanın sevgisi ile ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgisi ile dolu olan müsliman! birinci vazifen peygamberimizin aleyhissalatü vesselam eshabı kiramının sevgisini, ehli beyti nebevinin sevgisi ile kalbinde cem' etmekdir. ehli beyti, resulullahın evladı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, onun eshabı oldukları için sevmeliyiz! çünki, eshabı kiramın nail oldukları şeref pek yüksekdir. o şerefe başkaları kavuşamaz. o şerefden birisi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine ma'nevi imdad ile yardım etmişdir. bu hassa, bunlardan başkasında bulunmuyor. bunların kemalatına, geniş ilmlerine, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiç biri kavuşamamışlardır. her müslimanın bunların hepsini adil, salih ve veli ve alim ve müctehid bilmesi lazımdır. kendilerinden bir hata çıksa da cenabı hak hepsini afv ve mağfiret ile müjdelemişdir. kur'anı kerimde mealen, allah celle celalüh onların hepsinden razıdır. onlar da, allahü tealadan razıdırlar buyurmuşdur. sahabei kiramdan birini kusurlu bilmek ve kötülemek, bu ayeti kerimeye inanmamak olur. şübhe yokdur ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh sahabei kiramın neseb i'tibariyle büyüklerindendir. aleyhissalatü vesselam efendimize neseb ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, onun hilm ve sehasını medh ve sena buyurmuşdur. onda islamiyyet, sohbet, neseb, nikahla akrabalık şerefleri toplanmışdır ki, bunların her biri, cennetde resulullahın yanında bulunmağa sebeb olan şereflerdir. bunlara hilm ve ilm ve halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve iz'anı olan kimse için artık bu hususda fazla anlatmağa lüzum kalmaz. imamı rabbani, ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala kitabının ikinci cild, otuzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: ehli sünnet alametlerinden biri, şeyhaynın, ya'ni ebu bekri sıddik ile ömerül farukun radıyallahü teala anhüma en üstün olduklarına inanmak ve iki damadı, ya'ni osman ile aliyi radıyallahü anhüma sevmekdir. şeyhaynın daha yüksek olduğunu, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın hepsi sözbirliği ile söylemişlerdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü görmekle şereflenmiyen, fekat bir veya birkaç sahabiyi görmek nasib olanlara denir. bunlar sahabei kiramı görmek sayesinde, bu dinin büyükleri olmuşlardır. eshabın ve tabi'inin bu sözlerini alimlerimiz bizlere bildirmişlerdir. mesela, şafi'i mezhebinin reisi olan, muhammed bin idris şafi'i ve ehli sünnet imamlarımızın biri olan ebül hasen ali eş'ari diyorlar ki, ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma, bütün eshabdan daha üstün oldukları kat'idir, muhakkakdır. ali radıyallahü anh halife iken, büyük bir kalabalık karşısında dedi ki: . imamı muhammed zehebi rahimehullahü teala oniki cildlik tarihinde yazıyor ve dini islamın temelini teşkil eden ve en doğru hadis kitabı olan buhariyyi şerifin sahibi muhammed bin isma'il buhari rahimehullahü teala diyor ki, ali radıyallahü anh buyurdu ki, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi ebu bekrdir radıyallahü teala anh. ondan sonra da ömerdir ve daha sonra başkasıdır. oğlu muhammed ibni hanefiyye, o da sensin! dedikde, buyurmuşdur. ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma üstünlüğünü bildiren haberler o kadar çokdur ki, su götürmez bir hakikat halini almışdır. buna inanmamak, güneşin varlığına inanmamak gibidir. bunlar da, ya çok cahiller veya körler ve abdallardır. şi'ilerin büyük alimlerinden olan abdürrezzak bunu inkara sebeb bulamıyarak, şeyhaynın üstünlüğünü söylemişdir. imamı rabbani yine buyuruyor ki: imamı ömerin radıyallahü anh hilafeti zemanı olan on sene ile imamı osmanın radıyallahü anh oniki senesinden ilk altısı, refah ve istirahatla geçerek, islam memleketlerinin hepsinde ahkamı islamiyye ve merasimi diniyye kemalile icra edilmekle beraber, islam dünyası çok genişlemişdi. hatta, bütün arabistan ve afrikanın büyük bir kısmı, islam memleketinin bir parçası olmuş, trablusgarb, fizan, bingazi, tunus, cezayir, fas, mirakeş, dimyat, zeyyad, aden, san'a, asir, bahreyn, hadremut, katif, necd, bütün ırak, hindistan ve sind, çin, semerkand, hive, buhara ve türkistan, iran, kafkasya islamın idaresi altına girerek, islam sancağı, istanbul surlarının önüne kadar götürülmüşdü. feth edilen memleketlerin ehalisi de, seve seve müsliman olmakla şereflendiklerinden islam nüfusu pek artmış, milyonları aşmışdı. bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikrlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrak şeklleri arasında ayrılık baş göstermişdi. müsliman şekline giren imansızların körüklemesi ile halifeye karşı çıkan isyan yüzünden, osman radıyallahü anhın hilafetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçdi. kendisi, halim, yumuşak tabi'atlı olduğundan bu karışıklık, ne yazık ki, vaktinde teskin edilemiyerek, asilerden onüçbin kişi medinei münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halifeye, hilafetden çekilmesini teklif etmişlerdi. imamı osman radıyallahü anh ise, buyurdu ki, sahabei kiramın hepsinin radıyallahü teala anhüm ecma'in ve tabi'ini kiramın ictihadları da böyle idi. fekat, asiler ikna edilemedi. hicretin otuzbeşinci senesinde, zilhiccenin onsekizinci günü, çok feci' şehadet vak'ası meydana geldi. ba'zı kimseler, her sene o gün bayram yapıyorlar. ondan sonra, imamı ali radıyallahü anh bütün müslimanların re'y ve arzusu ile, hakkıyle halife oldu. bu iki halife zemanında, böyle geçimsizlik, rahatsızlık ve bu geniş memleketler ehalisi arasında düşmanlık baş gösterdiğinden, bu iki damadı sevmek, ehli sünnetin alameti oldu. böylece, cahillerin, eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in bu yoldan saygısızlık göstermelerine, ip ucu bırakılmadı. o halde peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem cennet ile müjdelediği fırkasına girebilmek için, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmek şartdır. bu sevgiden mahrum olan bir kimse, ehli sünnet, ehli cennet değildir. böyle kimselere denir. fekat, hazreti alinin radıyallahü anh sevgisinde taşkınlık yaparak, eshabı kirama, hatta bunlardan birine, dil uzatmağı, la'net etmeği bu sevginin şartıdır diyenler de var. bunlar, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve bütün büyük alimlerin yolundan ayrılmış oluyorlar. bunlara denir. rafızi, terk eden, bırakan demekdir. bunlar, ehli sünneti terk etmişlerdir. ehli sünnet orta ve doğru yolda gidenlerdir. hazreti aliyi radıyallahü anh sevmiyenlerden ve aşırı sevenlerden olmayıp, çirkin olan ifrat ve tefritden kurtulanlardır. hanbeli mezhebinin reisi olan ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala, imamı aliden radıyallahü anh şu hadisi şerifi haber veriyor: imamı ali buyurdu ki, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya ali! sen isa aleyhisselam gibisin! yehudiler, ona düşman oldu. mubarek annesi hazreti meryeme iftira etdi. hıristiyanlar da, onu aşırı yükseltdiler. ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar. ya'ni allahü tealanın oğlu dediler. ali radıyallahü anh bu hadisi şerifi haber verdikden sonra, benim yüzümden iki dürlü insanlar helak oldu. birisi, beni aşırı severek, bende olmıyan şeyleri bana takarlar. ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar buyurdu. bu hadisi şerif, haricileri, yehudilere, eshabı kirama düşmanlık edenleri de, nasaraya, ya'ni hıristiyanlara benzetmekdedir. eshabı kiramın adedinin yüzyirmidörtbinden çok olduğunu yukarıda bildirmişdik. ya'ni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat adedi kadardır. herbiri bir peygambere benzemekdedir. ebu bekri sıddik, muhammed aleyhisselama, ömerülfaruk, musa aleyhisselama, osmanı zinnureyn, nuh aleyhisselama, aliyyülmürteza, isa aleyhisselama, mu'aviye hazretleri de davüd aleyhisselama benzer rıdvanullahi aleyhim ecma'in. isa aleyhisselamın adet haricinde ve kudreti ilahiyye dahilinde babasız yaratıldığını ve göke kaldırıldığını ve adet haricinde olarak kıyamete yakın bir zemanda gökden şama ineceğini biliyoruz. insanlar onun doğuşunu, yaşayışını, göke kaldırılmasını adet haricinde görerek, üç kısma ayrıldı: bir kısmı onu, yakışan dereceden ve halden çok daha yüksek bilip allahdır ve allah ona hulul etmişdir ve hatta oğludur dedi. bunlar hıristiyanlardır. bir kısmı da, adet haricindeki halleri görünce, onu yakışmıyacak, çok aşağı derecelere düşürerek babası bilinmiyor dedi. bunlar yehudilerdir. bir kısmı ise, bu adet harici halleri, allahü tealanın hikmeti ve kudreti ile bilip, onun ancak bir kul, bir peygamber olduğuna inananlardır. bunlar doğru yolda bulunanlardır. isa aleyhisselamın bu halleri, tevratda uzun uzadıya ve açıkça yazılmış idi. bu üç kısm insanların halleri ve inanışları, kur'anı azimüşşanın birçok yerlerinde yazılıdır. islam alimleri bunları kur'anı kerimden anlıyarak kitablarında geniş olarak bildirmişlerdir. bu hali, sahabei kiram da iyi bildiği için, serveri alem ve seyyidi evladı adem, muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem, kendisinin amcası oğlu ve damadı ve ahıret kardeşi olan imamı aliye radıyallahü anh buyurdu ki: . bu hadisi şerif, eshabı kiram arasında yayıldı. bu hadisi şerif, gaybden haber veren hadislerden olup, mu'cize idi ve imamı alinin radıyallahü anh hilafeti zemanında kendisinde göründü. bu vakt, insanlar üç kısm olup, bir kısmı imamı aliyi radıyallahü anh, ona yakışacak dereceden ve halden çok daha yüksek görüp, allah imamı aliye ve evladına hulul etmişdir ve imamı ali radıyallahü anh, peygamber olacak iken, cebrail aleyhisselam yanılarak kur'anı azimüşşanı muhammed aleyhissalatü vesselama indirdi dediler. bunlardan bir kısmı da, imamı ali radıyallahü anh diğer üç halifeden ve bütün eshabdan daha üstündür diyerek, doğru yoldan çıkmışdır. bunların i'tikadı, hıristiyanların isa aleyhisselama olan i'tikadlarına benziyor. insanların bir kısmı da, imamı alinin radıyallahü anh yüksek şanına yakışmıyan birçok iftiralar ederek, i'tikadları bozuldu. bunlara denir. ya'ni doğru yoldan haric olup, imamı aliyi radıyallahü anh ve ma'sum evladını sevmiyenlerdir. bunlar da, yehudilere benzer. bir kısm ise, imamı aliyi ve evladını ve evi halkını ve bütün eshabı kiramı, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinde bildirdiği gibi tanımış ve bilmiş olanlardır. bunlar denilen doğru imanlılardır. cehennemden kurtulan, yalnız bunlardır. imamı ali radıyallahü anh ile muharebe edenlerden, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem çok sevdiği zevcesi ve ebu bekri sıddikın kerimesi aişe radıyallahü anha ile aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenen on kişiden olan talha ile zübeyr radıyallahü anhüma ve serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem vahy katibi ve zevcei nebevi ümmi habibe radıyallahü anha valdemizin kardeşi olduğundan, fahri alem efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kayın biraderi olan hazreti mu'aviye radıyallahü anh, eshabı kiramın büyüklerindendir. bir hadisi şerifde, eshabımı sevmekle, benim peygamberlik hakkımı gözetiniz. benim hakkımı böylece gözetenleri, allahü teala, her işlerinde korur ve yardım eder. benim peygamberlik hakkımı gözetmiyenleri de, allahü teala sevmez. bunların ceza görecekleri, sürünecekleri zeman pek yakındır buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: insanlar çoğalmakda ve eshabım azalmakda ve kıymetleri de o nisbetde artmakdadır. eshabıma söğmeyiniz! eshabıma söğenlere allah la'net etsin!. diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: eshabımın hiç birine dil uzatmayınız, lekelemeğe uğraşmayınız! onun kudreti ile yaşamakda olduğum allaha yemin ederim ki, sizlerden biri uhud dağı kadar altun sadaka verse, eshabımdan birinin bir müd diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: ne mutlu beni görüp iman edenlere ve ne mutlu beni görenleri görenlere ve yine ne mutlu beni görenlerin görenini görenlere! bunların hepsi, ne iyi ve ne bahtiyar kimselerdir. bunların nihayet gidecekleri yer, en iyi yerdir. serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem görenler, sahabei kiramdır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. bunları görenler, ve tabi'ini görenler dir. imamı azam ebu hanife ve imamı malik, tabi'indendir. imamı şafi'i ile imamı ahmed, tebe'i tabi'indendir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. ibni haceri mekkinin rahimehullahü teala kitabının ikinci sahifesinde, şu hadisi şerif yazılıdır:allahü teala bütün insanlar arasından beni seçdi. bütün üstünlükleri ve iyilikleri ihsan eyledi ve benim için eshab ayırdı, seçdi. eshabım arasından benim için akraba ve yardımcılar seçip ayırdı. bir kimse, benim için, benim peygamberliğim için, bunları sever ve sayarsa, allahü teala da, onu cehennemden muhafaza eder. bir kimse, benim hatırımı düşünmiyerek, eshabımı sevmez, onlara dil uzatır, incitirse, allahü teala da, onu cehennem azabı ile yakar, sızlatır. yine aynı kitabda, şu hadisi şerif yazılıdır: allahü teala, beni bütün insanlar arasından ayırıp seçdi. bana eshab ve akraba olarak en iyi insanları seçdi. bunlardan sonra, birçok kimse gelir ki, eshabıma ve akrabama dil uzatırlar. onlara yakışmıyan iftiralar söyliyerek, kötülemeğe uğraşırlar. böyle kimselerle oturmayınız! birlikde yiyip içmeyiniz! bunlardan kız alıp vermeyiniz. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmemiz, hepsini büyük bilmemiz lazımdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, benden sonra müslimanlar yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. bunlardan yetmişikisi cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası cennete girecekdir. bu bir fırkaya, fırkası denir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve onun eshabının gitdiği yolda gidenlerdir. bu yolu eshabı kiramdan alıp, ta bizlere bildiren, dört mezheb imamlarımız ve onların yetişdirdikleri büyük alimlerdir. işte bu büyük alimlerin hepsi diyor ki, ehli sünnetin şartlarından, alametlerinden birisi de, eshabı kiramın hepsini sevmekdir. hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiram için, iyilikden başka bir şey söylememek, onlara hürmet etmek, hepsini büyük bilmek, herbirinin ismi geçdikçe demek lazımdır. hele mekkei mükerremeden medinei münevvereye hicret eden muhacirin ve bunları medinede karşılayıp barındıran ensara ve ağaç altında peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem söz verip, her şeylerini ona feda eden bindörtyüz sahabiye ve bedr muharebesinde bulunanlara ve uhudda şehid olanlara ve diğer gazalarda bulunanlara, daha çok ehemmiyyet vermelidir. ümmeti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, bunların çok yüksek olduğuna icma' etmiş, söz birliği olmuşdur. biz müslimanların vazifesi, bunların dini islama olan hizmetlerini, fedakarlıklarını düşünerek diyerek hepsine iyi düa etmekdir. çünki bunlar, dini islamda ileri gidip yol gösterenlerdir. peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uymakda ve onun dinini dünyaya yayıp herkese bildirmekde önder olanlar, allahü tealanın emrlerini onun peygamberinden bize getirenler, dini islamın temelini kuvvetlendirenler, onlardır. islamiyyeti her memlekete ulaşdıran onlardır. allahü tealanın topraklarına, onun kullarına, onun dinini yayan onlardır. şu bizlere gelen ni'metinden daha büyük bir ni'met var mıdır? hepimiz, her zeman onların bu iyiliklerine şükr etmeliyiz! peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimize yakın olan zemanlarda bulunmayıp da, sonradan uydurma, yalan ve iftira ve hikayeler üzerine kurulan eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in hakkında kin, düşmanlık, dil uzatmak ve la'net etmekler, hep abdüllah bin sebe'den bulaşmışdır. bu hezeyanlardan ve benzerlerinden sakınmak hepimize vacibdir. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri, kötü sebeblerden, bozuk niyyetlerden ileri gelmiş sanmayıp, dini düşüncelerle yapıldığına inanmalıdır. onların doğru mu, yanlış mı yapdıklarına karışmak, işlerinde fikr yürütmek, din, akl, adet ve tarih bakımlarından, bizim vazifemiz değildir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere açıkca uymıyan, bunlara muhalif olan her şey, küfrdür. bunlara açıkca muhalif olmıyan bid'atdır, fıskdır, fücurdur. o halde, mu'aviye ve benzerlerine radıyallahü anhüm dil uzatmak, bunları kötülemek caiz değildir. çünki, hepsi, allahü tealanın ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem medh buyurdukları, sahabei kiram sınıfı içindedirler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . şeytana, ya'ni la'nete layık olan iblise la'net etmemek suç değildir. en doğrusu, hiçbir mahluka la'net etmemekdir. bunun için, yezide ve haccaca da la'net etmek layık değildir., eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in herbirini böyle yüksek bilir, böyle sever iken, eshabı kiramın çok kıymetlilerinden olan, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem amcasının oğlu ve damadı ve ahıret kardeşi olan ve bütün sahabilerden daha çok mikdarda, hadisi şeriflerle medh ve sena buyurulan imamı aliyi radıyallahü anh sevmez olurlar mı? ehli sünnete karşı böyle iftirada bulunup da, onu yalnız şi'iler sever demek de cahillikdir. bir hadisi şerifde buyuruldu ki: allahü teala, bana dört kişiyi sevmeği emr etdi. ben de onları seviyorum. bunlar kimlerdir, denildikde: ali onlardandır. ali onlardandır, ali onlardandır ve ebu zer, mikdad ve selmandır buyurdu. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, sahabei kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in birbiri ile kardeş olmalarını emr buyurmuşdu. imamı ali radıyallahü anh huzuri se'adete gelerek, ya resulallah! beni de niçin birisi ile kardeş yapmadın! dedikde, buyurmuşdu. birgün, imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, seni seven mü'mindir. sevmiyen ancak münafıkdır buyurmuşlardır. ebu sa'idi hudri radıyallahü anh diyor ki, . bir hadisi şerifde, ben ilmin şehriyim. o şehrin kapısı alidir buyuruldu. imamı ali radıyallahü anh diyor ki, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem beni yemene hakim göndermek istediklerinde, henüz küçük idim. ya resulallah! ben gencim. onlara hakimlik nasıl yapabilirim? dedim. mubarek elini göğsüme koyarak, ya rabbi! bunun kalbine hidayet, diline sebat ver! diye düa buyurdu. diğer bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, aliye bakmak ibadetdir. aliyi inciten, beni incitmiş gibidir buyuruldu. bir hadisi şerifde, aliye muhabbet, bana muhabbetdir. bana muhabbet, allahü tealaya muhabbetdir. aliye düşmanlık, bana düşmanlıkdır. bana düşmanlık ise, allahü tealaya düşmanlıkdır buyuruldu. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, kızım fatımayı aliye vermeği, rabbim bana emr eyledi. allahü teala, her peygamberin sülalesini kendinden, benim sülalemi ise, aliden halk buyurmuşdur. yine buyurdu ki, imanın alametleri vardır: birinci alameti, aliyi sevmekdir. ali iyilerin rehberidir. ona yardım edene, yardım edilir. ona sıkıntı vermeğe uğraşanların kendisi perişan olur. cennet, üç kimseye aşıkdır: aliye, selmana ve ammara. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, radıyallahü anhüm. buraya kadar bildirilen hadisi şerifler, seyyid eyyub hazretlerinin yazmış olduğu kitabından alınmışdır. dört halifenin ve eshabın bütününün büyüklüklerini, kıymetlerini çok uzun ve çok güzel anlatan bu kitab, türkçe olup, vesenelerinde basılmışdır. okunmasını ehemmiyyetle tavsiye ederiz. imamı aliyi radıyallahü anh çok sevmek, ehli sünnet alametidir. onu sevmiş olmak için, öteki üç halifeyi sevmemek lazımdır demek, yanlışdır. onu sevmek için, bir veya birkaç sahabiyi sevmemek, doğru yoldan ayrılmak olur. imamı şafi'i rahimehullahü teala buyurdu ki: şi'i diyorlarsa, sevenlere aliyi, ey insü cin! biliniz, ben de oldum şi'şi'iler de, sünniler de, muhammed aleyhisselamın alini, ehli beytini sevdiklerini söylüyorlar. ayrılıkları, diğer sahabeyi sevip sevmemekden geliyor. ehli , ali aba, ya'ni ali resul radıyallahü teala anhüm ecma'in, ehli sünnetin gözbebeğidir. kitabı dörtyüzkırkıncısahifesinden itibaren, ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü bildiriyor. birinci menakıbinde diyor ki: allahü teala, kur'anı kerimde, ehli beyte, ya'ni imamı ali, fatımatüzzehra ve imamı hasen ve imamı hüseyne buyuruyor ki, . eshabı kiram sordular, ya resulallah! ehli kimlerdir? o esnada, imamı ali geldi. mubarek cübbesi altına aldılar. imamı hasen geldi. onu da, bir yanına, imamı hüseyn geldi. onu da, öbür tarafına alarak, fatımayı çağırdılar. hazreti fatıma, mesture olarak gelince, onu da cübbenin altına aldılar ve buyurdular. bu mübareklere, ve de denir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. aynı kitabın ikiyüzkırkbirincisahifesi, dokuzuncu menakıbinde diyor ki, imamı hasen ve imamı hüseyn radıyallahü anhüma küçük iken hastalanmışlardı. pederleri ve valideleri fatımatüzzehra ve hizmetçileri fıdda, çocuklar iyi olunca, üçü de adak orucu tutdu. birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün orucuna başladılar. o akşam iftarlığını da, yine o saatde kapıya gelip, diyen fakir ve miskinlere verdiler. o gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. o akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler. bunun üzerine, ayeti kerime geldi. ayeti kerimenin meali alisi şöyledir: bunlar, adaklarını yerine getirdiler. uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korkdukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. biz bunları, allahü tealanın rızası için yidirdik. sizden karşılık olarak bir teşekkür, birşey beklemedik, birşey istemeyiz dediler. bunun için, cenabı hak, onlara şerabı tahur ihsan eyledi. ehli beyti nebeviyi sevmek, ahırete iman ile gitmeğe, son nefesde, selamete kavuşmağa sebeb olur. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadisi şerifde buyuruyor ki, ehli beytim, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. onlara tabi' olan, selamet bulur. geri kalan helak olur. ehli beyti nebevinin fezail ve kemalatı pek çokdur. saymakla bitmez. onları anlatmağa, medh etmeğe, insan gücü yetişmez. onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak ayeti kerime ile anlaşılmakdadır. imamı şafi'i bunu ne güzel bildiriyor, diyor ki: ey ehli beyti resul! sizi sevmeği, allahü teala, kur'anı kerimde emr ediyor. namazlarında size düa etmiyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. şerefiniz ne kadar büyükdür ki, allahü teala, kur'anı kerimde sizleri selamlıyor. ehli beyti sevmek, her mü'mine farzdır. son nefesde iman ile gitmeğe sebeb olur. aklı az olan, iyi düşünemiyen ba'zı kimseler, burada yanılıyor. sevmek için sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdır diyorlar. ictihadları icabı olarak ehli ile muharebe etmiş olan aişei sıddikayı ve mu'aviyeyi ve talhayı ve zübeyri radıyallahü anhüm, ehli beyte düşman sanarak, bu büyük insanlara düşmanlık ediyorlar. böylece doğru yoldan ayrılıyorlar. halbuki, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, eshabı kiram ile ehli arasındaki o muharebeler, dünya hırsından, mevkı' ve şöhret sevgisinden değil idi. ictihad ayrılığından idi. muharebe etmek için değil, anlaşmak için karşı karşıya gelmişlerdi. abdüllah bin sebe' yehudisinin ve arkadaşlarının hiylesi ile harbe yol açılmışdı. eshabı kiramın hepsi, ehli beyti seviyordu radıyallahü teala anhüm ecma'in. buna inanmıyanlar, ya'ni eshabı kiramı ehli beyte düşman zan edenler, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere inanmamış olur. ayeti kerime ve hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiram, ehli beytin sevgisini, imanlarının sermayesi edinmişlerdi. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda yazı yazardı. ebu nu'aym diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem katiblerinden idi. yazısı güzel idi. fasih, halim, vakur idi. zeyd ibni sabit radıyallahü anh diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh cebrailin getirdiği vahyi ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mektublarını yazardı. şu halde, fahri alemin sallallahü aleyhi ve sellem emniyyetlisi idi. bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu göstermiyor mu? bu büyük zata dil uzatanlar, kötüleyenler, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerimi yazmakda emniyyet etdiğine dil uzatmış olmuyor mu? sonradan ahlakı bozuldu, fena oldu derlerse, bu daha büyük bir küstahlık ve cinayet olur. zira, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ilmi ledün sultanı iken ve olmuş, olacak herşeyi bildiği halde, vahy katibinin ileride hıyanet edeceğini bilmemesi nasıl kabil olabilir? abdüllah ibni mubarekin ilminin derecesini bilmiyen bir müsliman yokdur. din imamı idi. her ilmde ileri idi. akli ve nakli ilmleri, cami' idi. fıkh, edeb, nahv, lügat, fesahat, belagat, şeca'at, fürusiyyet, seha ve kerem sahibi idi. gece namazlarını kılardı. çok kerre hacca gitmiş, din düşmanlarına karşı gazalarda bulunmuşdu. aynı zemanda, büyük bir tüccar olup, her sene fakirlere yüzbin altun verirdi. allahü tealadan çok korkardı. haram ve şübheli şeylerden kaçınırdı. arkadaşlarına ve muhtac olanlara para vererek yardımlarına koşardı. süfyanı sevri, süfyan bin uyeyne, fudayl bin iyad, ibni semmak, mesruk gibi büyük kimselere çok ihsanı vardı. her işi ilmine uygun idi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ilmine tam varis idi. mevlana abdürrahman cami rahimehullahü teala, farisi dilde yazdığı kitabında, abdüllah bin mubarekin üstünlüğünü misaller vererek, uzun anlatmakda, çok övmekdedir. işte bu büyük alim buyuruyor ki, . artık başka bir söze lüzum kalır mı? inad edenlerin iddi'aları çürümez mi? serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem namaz kıldırırken rüku'da deyince, ilk safda bulunan mu'aviye radıyallahü anh da, dedi. böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. ne büyük mazhariyyet! abdüllah ibni mubarek gibi, maddi ma'nevi üstünlüğü, din imamlarının hepsi tarafından tasdik edilen büyük bir islam alimi, mu'aviye radıyallahü anh için böyle medh ve sena etdikden sonra, cahillerin ve nefslerine aldanmış olanların ve inad edenlerin güvenecek bir delilleri kalır mı? gençleri aldatmağa çalışan, yurt dışındaki islam düşmanları, ehli beyti seviyoruz diyorlar. eğer yalnız ehli beyti sevmekle kalıp, diğer eshabı kirama düşmanlık etmeselerdi, eshabı kirama saygı gösterselerdi ve eshabı kiram arasındaki muharebelerin ictihad sebebiyle, din gayretiyle yapıldığına inansalardı, mezhebsiz olmakdan kurtulurlardı. çünki, ehli beyti sevmemek, olmakdır. eshabı kiramı sevmemek sapık olmakdır. ehli beyti de, eshabı kiramın hepsini de sevmek ve hürmet etmek den olmakdır. demek oluyor ki, mezhebsizlik, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramından bir kısmını sevmemek demekdir. ehli sünnet ise, sevmemeklikden kurtulup, hepsini sevmekdir. imanı kuvvetli olan, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem büyüklüğünü anlıyabilen, aklı işliyebilen bir kimse, eshabı kiramı sevmeği, onlara düşmanlık etmekden elbet daha doğru ve daha iyi bulur. peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği için, bunların her birini sever. zaten hadisi şerifde, onları sevenler, beni sevdikleri için severler. onlara düşmanlık edenler, bana düşman oldukları için ederler buyurulduğunu yukarıda bildirmişdik. ehli sünneti, nasıl oluyor da, ehli beyti sevmez sanıyorlar. ehli beytin muhabbeti, onların imanlarının temelidir. son nefesde iman ile gidebilmek için, onların sevgisini şart koymuş olduklarını yukarıda bildirmişdik. imamı rabbani radıyallahü anh cild, otuzaltıncı mektubda buyuruyor ki: bu fakirin babası, zahir ve batın ilmlerinde çok alim idi. her zeman ehli beyti sevmeği tavsıye ve teşvik buyururdu. bu sevginin son nefesde imanla gitmeğe çok yardımı vardır derdi. vefat edecekleri zeman bu fakir yanlarında idim. son anlarında dünyaya şu'urları azaldıkda, kendilerine, her zemanki bu nasihatlerini hatırlatdım ve o sevginin nasıl te'sir etdiğini sordum. o halde iken bile, ehli beytin sevgisi deryasında yüzüyorum buyurdular. hemen allahü tealaya hamd ve sena eyledim. ehli beytin sevgisi, ehli sünnetin sermayesidir. ahıret kazançlarını, hep bu sermaye getirecekdir. ehli sünneti tanımıyanlar, bu büyüklerin orta, adil, halis sevgilerini bilmiyerek, ifratı seçerek, sevgide taşkınlık yaparak, orta ve adil sevgiyi sevmemek sanıyor. ehli sünnete harici damgasını basıyorlar. bu zevallılar bilemiyorlar ki, aşırı ve taşkınca sevmek ile hiç sevmemek arasında, bir de insaflı, orta derecede sevgi vardır. hakkın yeri de, her şeyde ortada, merkezdedir. bu hak ve adalet merkezi, ehli sünnete nasib olmuşdur. allahü teala, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükafatlandırsın! amin. ne kadar şaşılır ki, haricileri ehli sünnet öldürmüşdü. ehli beytin intikamını onlardan ehli sünnet almışdı. ehli sünneti, yoksa şi'i mi sanıyorlar? ehli beyti sevenlere şi'i mi diyorlar? yine şaşılır ki, işlerine gelince, ehli sünnete şi'i, işlerine gelmiyen yerlerde de, harici diyorlar. ya'ni sevgide taşkınlık görmeyince harici, ba'zan da, hakiki sevgiyi görerek, şi'i diyorlar. ne kadar cahildirler ki, ehli sünnet evliyasından, ali muhammed aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sevgisini işitince, bunları şi'i zan ediyorlar. ikinci cihan harbinde tahranda çıkmakda olan ismindeki bir acem mecmu'ası da, böylece, ehli sünnet alimlerinden ve evliyasından çoğunun, hatta kadiri olan sa'diyyi şirazinin rahimehullahü teala ehli sünnet olmadığını isbata kalkışarak, birçok hezeyanlar uyduruyordu. tabi'i buna gülmekden başka cevab verilememişdi. halbuki, birçok yazılarında bildirdiği ve şemseddin sami beğin da yazdığı gibi, kendisi ehli sünnet evliyasından şeyh şihabüddini sühreverdiden, bu da, gavsı azam seyyid abdülkadiri geylaniden inabet almışdı. ya'ni, tesavvufu ehli sünnet büyüklerinden edinmişdi. doksan yaşından ziyade yaşıyarak ehli salib seferlerinde bulunmuşdu. bu cahiller, ehli sünnet alimlerinden olup da, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in aşırı ve zararlı sevmekden men' eden ve diğer üç halifenin de sevilmesine çalışan mubarek kimselere harici diyorlar. bu her iki cahillerin hepsine yazıklar olsun ve binlerce yazıklar olsun. bu uygunsuz sözleri hangi cesaret ile söyleyebiliyorlar? sevmenin bu aşırı ve tehlükelisinden ve hiç de sevmemek felaketinden allahü tealaya sığınırız. sevmenin aşırı ve tehlükeli olması şöyledir ki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmiş olmak için, diğer üç halifeye düşman olmak lazımdır diyorlar. insaf etmeli, iyi düşünmeli, bu nasıl sevgidir ki, bu sevgiyi elde etmek için, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine, ya'ni vekillerine düşmanlık şart oluyor? insanların en iyisinin eshabına söğmeği, la'net etmeği icab etdiriyor? aleyhi ve alihi ve eshabihissalevatü vettehiyyat. bunlara göre, ehli sünnetin kabahati, ehli beytin sevgisi ile resulullahın eshabını büyük bilip saygı göstermeği birleşdirmekdir ve aralarındaki muharebelerden, karışıklıklardan dolayı, eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan birini fena bilmemek, kötülememekdir ve hepsini heva ve te'assubdan, ya'ni inad ve çekememezlikden uzak ve temiz bilmekdir. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetine, sözlerine kıymet verdiğinden, o sohbetde bulunmakla, kulaklara ve gönüllere lezzet ve hayat veren te'sirli sözleri dinlemekle şereflenenleri büyük ve kıymetli bilir. bununla beraber, haklı olanlara haklı, hata edenlere de hatalı derler. fekat bu hatayı, hırs, şehvet ve inaddan değil, re'y ve ictihadda yanılmak bilirler. bunların, ehli sünneti sevmesi için, kendileri gibi eshabı kirama aleyhimürrıdvan düşman olmalarını ve bu din büyüklerine kötü göz ile bakmalarını isterler. haricilerin sevmesi için de, ehli beyte aleyhimürrıdvan düşmanlık etmelerini, muhammed aleyhi ve ala alihissalatü vesselamın aline, en yakınlarına düşman olmalarını isterler. ya rabbi! sen, bize doğru yolu gösterdikden sonra, bizleri yanılmakdan, yoldan çıkmakdan koru! bize kalırsa halimiz harab! sen sonsuz rahmet hazinenden bize merhamet et! her iyiliği, herkese, karşılıksız veren, ihsan eden ancak sensin! ehli sünnet alimlerine göre, o muharebeler zemanında, eshabı kiramın üç kısm olduğunu yukarıda bildirmişdik. bir kısmı delil ve ictihad ile, hazreti alinin radıyallahü anh haklı olduğunu anlamışdı. bir kısmı da, yine delil ve ictihad ile, karşı tarafı haklı bulmuşdu. üçüncü kısm ise, delil ile hiç bir tarafı üstün gör.shabı kiram medi. her üç kısmın kendi ictihadlarına göre hareket etmesi lazım idi. o halde birinci kısmın, hazreti aliye radıyallahü anh yardım etmesi lazım oldu. ikinci kısmın ise, kendi ictihadlarına göre, karşı tarafa yardım etmesi lazım oldu. üçüncü kısmın işe karışmaması doğru olup, bir tarafı ötekine tercih etmeleri hata olurdu. o halde, her üç fırka kendi ictihadına göre hareket etdi. kendilerine lazım ve vacib olanı yapdılar. bundan dolayı, hangisine birşey denilebilir ve nasıl dil uzatılabilir? imamı şafi'i ve ömer bin abdül'aziz buyuruyor ki, bu sözden anlaşılıyor ki, bir tarafa haklı, karşı tarafa hatalı dememiz de, doğru değildir. çünki, müctehid hata edince de bir sevab kazanır ki, ictihad ve gayretinin karşılığıdır. iki müctehidin ictihadları birbirine uymazsa, her birinin kendi ictihadını doğru, ötekinin ictihadını yanlış bilmesi lazımdır. mesela, hanefi mezhebinde kan akması abdesti bozduğu halde, şafi'i mezhebinde bozmaz. şafi'i mezhebinde, yabancı kadına dokunmak, abdesti bozar, hanefide bozmaz. bunlardan elbette biri doğru, öteki yanlışdır. fekat, bir şeyde, doğru taraf birden fazla olur mu, olmaz mı? bu çok derin ve karışık bir mes'eledir. doğrunun bir olup, ötekilerin indi ilahide yanlış olacağına göre, ictihadı doğru olanlara, iki veya on sevab, hata edenler, günaha girmedikleri gibi, allahü teala afv edip, bir sevab da veriyor. bir şeyin doğrusu birden çok olur, diyen alimler de vardır. mesela, adem aleyhisselamın dininde kızların, erkek kardeşlerine nikah edilmeleri emr olunduğu halde, sonradan gönderilen peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat dinlerinde haram olması da, allahü tealanın emri idi. allahü tealanın emrlerinde hata olamıyacağından, her iki emr de doğrudur. birinci emr, adem aleyhisselama ve onun ümmetine, ikinci emr de, diğer peygamberlere ve ümmetlerine doğrudur. her müctehid için doğru olan, kendi re'y ve ictihadıdır. ictihad, o mezhebde bulunanlar için de hakdır, doğrudur. şu halde, hak birden çok olmakdadır. bunun için, bir mezhebe uyan kimse, başka mezhebde bulunanlara ve ictihadlarına hata diyemez. görülüyor ki, her müctehid, kendi ictihadına göre hareket etmeğe mecburdur. bunun hikmetine, faidesine gelince, hadisi şerifinin gösterdiği gibi, islamiyyetden ayrılmaksızın, dinde gösterilen kolaylıkdır. mesela, hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan çıkar ve durmazsa, daima abdesti bozulacağından ve her zeman abdest alması güç olduğundan, şafi'i mezhebine geçerek veya o mezhebi taklid ederek, zorlukdan kurtulacağı gibi, hanefi mezhebinde bulunan kimse, dişlerini zaruretsiz kaplatsa veya doldurtsa, gusl abdesti kabul olmıyacağından, şafi'i mezhebini taklid ederek cenabetlikden kurtulur. nikah, talak ve zekatda ise, şafi'i mezhebinde karşılaşılan güçlükler, hanefiyi taklid ederek hafifletilir. su mes'elelerinde hanefi ve şafi'ilerin karşılaşdıkları sıkıntı da, maliki mezhebinin ictihadını taklid ederek kolaylaşdırılır. bunlar gibi, daha birçok misaller, mesela yolculukda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birlikde kılmak suretiyle hanefilerin, şafi'i mezhebini taklid etmeleri gibi kolaylıklar vardır. çünki, vapurda, trende, göğüs kıbleden dönünce, hanefi mezhebinde olanın farz namazları kabul olmaz. mezheb taklidi hakkında, din alimlerinin sözleri, tam ilmihal kitabında uzun yazılıdır. eshabı kiramı aleyhimürrıdvan sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmağa özenmek, allahü tealanın en büyük ni'metidir. hadisi şerifde, buyurulduğundan onları sevenler, onlar iledir. cennetde onların makamlarında, yakınlarındadır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ellerine geçen deliller ile, imamı alinin radıyallahü anh haklı olduğunu, karşı tarafdakilerin ise, ictihadda yanıldıklarını anladılar. hata, ictihadda olduğu için, kimsenin birşey söylemeğe hakkı yokdur. bunlara kabahatli, mel'un denilebilir mi? ictihad emrini yerine getirdiler. cehd edip uğraşdılar. hakikati böyle gördüler. bunların uyuşmaması, din alimlerinin mezheblere ayrılması gibidir. imamı alinin radıyallahü anh kardeşlerimiz bize uymadı. onlar kafir değildir. günaha da girmediler. zira, onları küfrden, günahdan koruyan ictihadları, buluşları vardır. buyurduğunu yukarıda bildirmişdik. ba'zı kimseler, imamı ali radıyallahü anh ile harb edenleri kötüliyor. alimler ise, imamı alinin radıyallahü anh haklı olduğunu söylemekle beraber, karşı tarafdakilerin ictihadlarına, te'villerine hata demiyor. hiçbirine dil uzatmıyor, kötülemiyorlar. hayrülbeşer sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, buyurdu ve ehemmiyyetini bildirmek için birkaç kerre tekrar söyledi. bir kerre de buyurdu ki, eshabımın her biri gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz. sahabilerin her birinin kıymetini, büyüklüğünü, yüksekliğini bildiren hadisi şerifler pek çokdur. o halde hepsini kıymetli ve yüksek tutup, yanlış hareketlerinin iyi sebeblerle, güzel niyyetlerle yapıldığını bilmelidir. işte ehli sünnet mezhebi budur. ba'zıları, bu mes'elede taşkınlık yapdı. ali radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir dedi. din büyüklerine her kötü sözü söylemekden utanmadılar. bunların maksadı, hazreti alinin radıyallahü anh haklı olduğunu ve karşı tarafdakilerin hata etdiğini bildirmek ise bunu bildirmek için, ehli sünnetin tutduğu doğru yolu seçmek yetişir. din büyüklerine söğmek, onları kötülemek, müslimanlığa sığmaz. ya'ni bunların tutduğu yol ki, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramına söğmeği, la'net etmeği, kendilerine din ve ibadet edinmişlerdir. bu, düpedüz dinsizlikdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine söğmeğe ibadet diyen din, nasıl bir dindir? bu dünyada, uzun asrlar içinde birkaç kimse dürlü şeyler uydurarak doğru yoldan ayrıldı, bid'atlara sarıldı. bu sapıklar arasında doğru yoldan, şi'iler ve hariciler kadar çok uzaklaşan görülmemişdir. din büyüklerini söğmeği, kötülemeği, imanlarının temeli sanan kimselerin, doğru yoldan nasibi ne olabilir. bunlar, on iki fırkadır. hepsi de eshabı kirama aleyhimürrıdvan kafir diyor. olmadık şeyleri söyliyorlar. dört halifeden üçüne söğmeği ibadet biliyorlar. böyle kimseler hakkındaki azabları bildiren hadisi şerifleri de işitince, bunları başkaları için sanıyorlar. keşki gitdikleri yolun ma'nasını bilip, bu yoldan da kaçınsalardı. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramına düşmanlık etmeselerdi ne güzel olurdu! hıristiyanlar da kendilerine isevi diyor. yehudiler de musevi deyip hiçbiri kendilerine kafir demiyor ve kafir bilmiyorlar. kendi dinsizliklerini beğenmiyenlere kafir diyorlar. hepsi de aldanıyorlar. her ikisi de kafirdir. eshabı kirama düşman olmağı, abdüllah bin sebe' adındaki bir yehudi dönmesi ortaya çıkardı. zemanla, unutulmuş iken, cihana yayarak dini islamda büyük bir yara, derin bir uçurum açılmasına tekrar sebeb olan, şah isma'il safevidir. senesinde iranda safeviyye devletini kuran bu adamın altıncı dedesi, safiyyeddin erdebili, sfiyyei aliyyeden salih bir zat olup, muhammed geylaniden inabet almışdı. bunun torunu cüneydin müridleri pek çok olduğundan karakoyunlu hükümdarı mirza cihan şah tarafından erdebilden çıkarılmışdı. diyarı bekre gelip, ak koyunlu hükümdarı uzun hasene sığınmış ve hemşiresi ile evlenmişdi. oğlu haydar da, uzun hasenin kızını almışdı. babası ve sonra kardeşi öldürülüp, kendisi bir müddet sonra babasının intikamını almış, tebrizde hükumet kurmuş ve eshabı kirama düşman olmağı, resmen i'lan etmişdir. müslimanları kolay aldatabilmek için, oniki imamdan imamı musa kazım rahmetullahi aleyh soyundan olduğunu söylerdi. bu sözün yalan olduğunu, kitabımızın sonunda, hal tercemesini anlatırken açıkladık. lütfen oradan okuyunuz! bu zemana kadar, iranda asrlardan beri yaşamış olan müslimanlar, hep ehli sünnet idi. babasının fitne ve fesadını ortadan kaldıran bahri hazerin batısındaki devletinin üçüncü reisi şirvanşahı yakaladıkda, diri diri şişe geçirip kebab yapdığı ve tebrize girdikde, ehli sünneti kılınçdan geçirdiği meşhurdur. şah isma'ilin islam tarihini lekeliyen o bozuk hareketlerinden önce, islam memleketlerinin hiçbirinde, mekteblerde, medreselerde, meclislerde, hocalardan, mu'allimlerden, talebeden hiçbirisi sahabei kiramdan hiçbirisine dil uzatmazdı. hanefi alimleri, yezide bile la'net etmeğe izn vermemişdir. yalnız aldatılmış olan ba'zı kimseler, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in bulundukları derecenin üstüne çıkarmış iseler de, bunlar da, sahabei kiram için dine ve edebe muhalif birşeyler söylememişlerdi. ehli beytin kıymetini bilmemekde abbasiler, emevileri geçmişlerdir. yavuz sultan selim han rahmetullahi aleyh zemanında iran hükümdarı olan şah isma'il, dini siyasete alet ederek, emellerini başarabilmek için, müslimanları ehli sünnetden ayırmağa çok uğraşdı. her tarafa adamlarını göndererek, islam memleketlerine bozuk i'tikadını bulaşdırdı. o zemanlar anadoluda, bektaşilik, cahiller elinde bulunduğundan, bu tekkeleri sardı. memleketi bu felaketden korumak için, bektaşi tekkeleri kapatılmışdı. o tekkelerden öteye beriye dağılanlar, birer tekkeye sığınarak i'tikadlarını gizleyip, ehli sünnetden görünerek, bozuk i'tikadlarını zeman zeman meydana çıkardılar. ehli beyti sevmek için, sahabei kirama düşmanlık etmek lazımdır diyerek, tekkelere gelen anadolunun saf ve temiz müslimanlarını aldatmağa başladılar. tekke şeyhlikleri de, babadan oğula geçen bir makam halini alıp, çok yerlerde ilmde derinleşmemiş ve ehli sünnet i'tikadından haberi olmayan, gafil ve cahillerin elinde kaldığından, bu fena i'tikad, dervişler arasında alıp yürüdü. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri, kendi görüşlerine ve dünyaya olan hırs ve tama'larına göre değişdirerek anlatdılar. vak'aları, olayları değişdirdiler. çirkin hikayeler uydurdular. ayeti kerime ve hadisi şeriflere yanlış, bozuk ma'na verdiler. bu çirkin i'tikad, zemanla bütün tekkelere de yayıldı. son zemanlarda şi'ilik bulaşmıyan bir tekke kalmamış gibi idi. mu'aviye radıyallahü anh ve torunu olan ikinci mu'aviye ve ömer bin abdül'azizden başka, bütün emevi halifeleri zemanlarında, ehli beytin yüksek derecelerine yakışmıyacak birşeyler uydurulup söylendi ve müslimanlar arasında yayıldı. abbasiler zemanında, halife olacaklar arasında ictihad edebilecek alim kimseler bulunmayıp, dünya menfe'atleri için halife olmağa uğraşdıklarından, o zemanın tarihcileri, eshabı kiram arasındaki vak'aları da, abbasi halifelerinin haline benzeterek yazdı. emevi halifelerine de iftiralar yapdılar. bunları lekelediler, kötü tanıtdılar. bunlar, galiba ehli beyti nebeviyi radıyallahü teala anhüm ecma'in kendileri gibi sanıyor. onları da, hazreti ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma düşman biliyor. onları da, kendileri gibi, iki yüzlü, münafık hayal ediyorlar. hazreti alinin radıyallahü anh, üç halife ile meşhur olan dostluğunun siyasi ve gösteriş olduğunu ve onlara, haklı bilerek, kalbinden gelerek değil de, münafıklıkla, hürmet ve sevgi gösterdiğini zan ediyorlar. ne kadar şaşılacak şeydir. bunlar, ehli beyti, eğer, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem sevdikleri için seviyorsa, onun düşmanlarına da, düşmanlık etmeleri lazım gelirdi. onun düşmanlarına, ehli beytin düşmanlarından daha çok söğüp, la'net etmeleri icab ederdi. bunlardan hiçbirinin, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en büyük düşmanı olan ve mubarek vücudüne ve nazik ruhuna eziyyet ve işkenceler yapan ebu cehle la'net etdikleri, söğdükleri görülmemişdir. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en çok sevdiği ebu bekri radıyallahü anh, ehli beytin düşmanı sanarak, ayeti kerime ile ve hadisi şerifler ile medh edilmiş olan bu büyük zata la'net etmekden, çirkin şeyler söylemekden çekinmiyorlar. bu nasıl müslimanlıkdır? allah göstermesin, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin radıyallahü anhüma ehli beyte düşman olacakları düşünülebilir mi? bu insafsızlar, keşki ehli beytin düşmanlarına la'net etselerdi de, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan büyüklerinin ismlerini karışdırmasalardı ve din büyüklerini kötülemeselerdi, ehli sünnetden ayrılıkları kalmazdı. çünki, ehli sünnet de, ehli beytin düşmanlarına düşmandır. onların kötü ve alçak olduklarını söylemekdedir. ehli sünnetin iyiliğinden biri de şudur ki, belki müsliman olmuşdur, tevbe etmişdir diye, hiçbir kafire ve hiçbir alçağa ism söyliyerek la'net etmeğe izn vermemişler, kafirlere toptan la'nete müsa'ade etmişlerdir. son nefesde, allah korusun, imansız giden belli kafirlere la'net etmişlerdir. bunlar ise, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere radıyallahü anhüma utanmadan, sıkılmadan la'net ediyor. eshabı kiramın büyüklerine dil uzatıyorlar. allahü teala, kendilerine doğru yolu göstersin! ehli sünnet, iki mühim noktada, bunlardan ayrılmakdadır: birincisi şudur ki, ehli sünnet, dört halifenin de hilafetinin doğru olduğunu, dördünün de, halife olduğunu söylüyor. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bu, gaybdan haber veren hadisi şeriflerdendir. otuz sene hazreti alinin radıyallahü anh hilafeti ile temam oldu. bu hadisi şerif, dört halifeyi göstermekdedir ve hilafet sıraları doğrudur. bunlar ise, üç halifenin hilafetinin doğruluğuna inanmıyor. zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. hazreti aliden radıyallahü anh başka kimse halife olamazdı diyorlar. hazreti alinin radıyallahü anh üç halifeye bi'at ve ita'at etmesi, idi. ya'ni istemiyerek, idare etmek için idi diyorlar. bu sözleri ile, insanların en iyisinin eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar. çünki, bunlara göre hazreti aliyi radıyallahü anh sevenler ile sevmiyenler, senelerle birbirleri ile yalancıkdan sevişmişler. kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. bunlara göre, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek sohbetinde edeblenen, yetişen eshabı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. kalblerinde olanı saklayıp, olmıyanı gösteriyorlar. bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. sohbetlerin, derslerin en fenası da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti oluyor. çünki, bu kötü huylar, ondan sirayet etmiş bulunuyor. bunlara göre, asrların en kötüsü, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan asrı oluyor. çünki, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. halbuki, allahü teala, kur'anı kerimde feth suresinde, mealen, buyurmakdadır. allahü teala, hepimizi bu bozuk i'tikadlardan muhafaza buyursun! bu ümmetin önde olanları bu kadar kötü huylu olursa, sonradan gelenlerinde artık iyilik bulunabilir mi? bunlar, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmanın üstünlüğünü ve bu ümmetin ne kadar hayrlı, kıymetli olduğunu bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri acaba görmemişler mi, duymamışlar mı? yoksa, bunları duyup da inanmamışlar mı? kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bizlere onlar öğretdi. eshabı kiram aleyhimürrıdvan kötü olursa, onlardan öğrenilen din de kötü olmaz mı? bunların maksadı, yoksa, bu perde altında dini yıkmak mıdır ve islamiyyeti ortadan kaldırmak mıdır? ehli beyti sever görünerek, islamiyyeti yok etmeğe uğraşıyorlar. keşki hazreti aliyi radıyallahü anh sevenlere kıymet verselerdi de, bari bunlara iki yüzlülük damgasını vurmasalardı. hazreti aliyi radıyallahü anh sever ve sevmez sandıkları eshabı kiram, otuz sene birbirleri ile yalan, kin ve iki yüzlülük yaparak geçinmişler ise, bunların neresinde iyilik kalır? hangi sözlerine inanılabilir? ebu hüreyreye radıyallahü anh dil uzatıyorlar, söğüyorlar. halbuki, bilmiyorlar ki, onu kötüleyince, ahkamı islamiyyenin yarısı kötülenmiş olur. çünki, ictihad derecesine varmış olan büyük alimlerimiz buyuruyor ki, ahkamı islamiyyeyi bildiren üçbin hadisi şerif vardır. ya'ni üçbin ahkamı islamiyye, sünnet ile belli olmuşdur. bu üçbinden binbeşyüzünü haber veren ebu hüreyredir. o halde, onu kötülemek, ahkamı islamiyyenin yarısını kötülemek olur. imamı muhammed bin isma'il buhari buyuruyor ki, ebu hüreyreden radıyallahü anh hadisi şerif işitip de söyliyenler, sekiz yüzden fazladır. bunların hepsi de, eshabdan ve tabi'indendir. bunlardan biri abdüllah ibni abbas ve biri abdüllah ibni ömer, birisi cabir bin abdüllah, birisi de enes bin malikdir radıyallahü anhüm ecma'in. bunların söylediği, ebu hüreyreyi radıyallahü anh kötüleyen söz, hadisi şerif değildir. uydurmadır. halbuki, onun ilmini ve anlayışını bildiren hadisi şerif meşhurdur. kendi düşüncesi ile böyle büyük zatı, hazreti aliye radıyallahü anh düşman sanarak, ona karşı ağzına geleni söylemek, ne büyük insafsızlıkdır. bu sapıtmaların sebebi, hep sevginin taşkınlığıdır. az kalsın imanları gidecek. hazreti ali radıyallahü anh için de, iki yüzlülük yapıp, susdu diyorlar. onun şeyhaynı, ya'ni hazreti ebu bekrle ömeri radıyallahü anhüma medh eden sözlerine acaba ne diyecekler. halife iken, birçok insan arasında söylediği, üç halifenin hilafetlerinin doğruluğunu bildiren sözleri karşısında ne yapacaklar? çünki, iki yüzlülükle, hilafet kendi hakkı olduğunu ve üç halifenin hilafetlerinin haksız olduğunu söylemedi diyorlarsa da, onların hilafetlerinin doğru olduğunu ve kendisinden daha yüksek olduklarını söylemesi lazım değildi. bundan başka, üç halifenin üstünlüğünü bildiren hadisi şeriflere ve bunları ve başkalarını cennet ile müjdeliyen hadisi şeriflere ne diyecekler? çünki, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de, iki yüzlülük yapdı demeleri caiz değildir. peygamberlerin doğruyu bildirmeleri lazımdır. daha, daha! bunları medh eden ayeti kerimelere ne diyecekler? allahü tealaya da mı dil uzatacaklar? allahü teala, kur'anı kerimde tevbe, maide ve mücadele ve beyyine surelerinde buyuruyor ki, biz onların her birinden razıyız. onların herbiri de, allahü tealadan razıdırlar. demek ki, hem sevmiş, hem de sevilmişlerdir. araf ve hicr surelerinde mealen, buyuruyor. ya'ni kalblerindeki kin, hıyanet ve birbirlerine düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp atdık. bu ayeti kerime gösteriyor ki, hiçbir sahabi, hiçbir sahabi için hased ve kin besliyemez. bunların kökü onlardan sökülmüş, atılmışdır. çünki, hepsi hakkulyakine varmışlardır. aralarında hasıl olan mücadele ve muharebeler, ictihad sebebiyle idi. her biri, kendi ictihadıyle hareket etmeğe me'mur ve mecbur olduğundan, hiçbirine dil uzatılamaz. enfal suresinin. derdimayeti kerimesinde, cenabı hak, resuli ekremine sallallahü aleyhi ve sellem mealen buyuruyor ki, ki, o vakt, sahabei kiram pek az idi. ayeti kerimenin ma'nasına iyi dikkat edilirse, sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğü ve derecelerinin yüksekliği anlaşılır. her biri dini islamın yayılmasında, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem kafi oluyorlar. allahü teala, onların ismini, kendi isminin yanına getirerek buyuruyor ki, hakikatde ben sana yetişirim ve onlar benim kifayetimin mazharı olur. görünüşde onlar sana kifayet eder. başkasının yardımına lüzum ve ihtiyac kalmaz. feth suresini yeti kerimesinde, cenabı hak mealen buyuruyor ki, mü'minlerden allahü teala razıdır ki, bunlar sahabei kiram idi veriyor ve sana olan sevgilerini, sıdk ve ihlası biliyor ve onları yakın bir feth ve zafer ile sevablandıracağını müjdeliyor. hudeybiye anlaşmasında, sidre yahud sümre ağacının altında yapılan söz vermeğe işaretdir. görülüyor ki, sahabeden herbirinin radıyallahü teala anhüm ecma'in rızai ilahiye mazhar olduğu ve kalblerinin temiz ve halis olduğu ve sekinenin inzali ve fethi karib ile sevablandırılacaklarını bildirmesi, mertebe ve şanlarının büyüklüğüne açık bir şahiddir. feth suresinin diğer ayeti kerimesinde, ya'ni seninle gaza ve cihadda bulunup, dini islamın neşrinde, kullarıma nasihat vermekde ve doğru yolu göstermekde beraber olacaklarını ahd ve va'd edenler, buyurdu. diğer ayeti kerimede mealen, onlar allahü tealayı severler. allahü teala da onları sever buyurdu. görülüyor ki, sahabei kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in allahü tealanın muhabbetine ve mahbubiyyetine mazhar olmuşdur. tevbe suresinin. derdimayeti kerimesinde mealen, mekkei mükerreme ehalisinden olup, muhacirin denilen sahabei kiram ile, medinei münevvere ehalisi olan ensardan ve onlara iyilikde tabi' olanlardan, allahü teala razıdır. onlar da allahü tealadan razıdırlar buyuruyor. hazreti mu'aviye radıyallahü anh mekkei mükerremenin, sahabei kiramın eşrafından, büyüklerindendir. enfal suresinin yetmişikinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. imamı malikin radıyallahü anh buyurduğuna göre, şamın fethinde, orada bulunan nasara dedi ki: sizin peygamberinizin eshabı, bizim havarilerimizden daha iyidir. zira onların ismi, tevratda ve incilde söylenmiş ve medh olunmuşdur. surei fethde yukarıda bildirilmiş olan ayeti kerimeye dayanarak imamı malik radıyallahü anh, eshabı kiramı sevmiyenlerin kafir olacağını söylemişdir. imamı şafi'i rahimehullahü teala de böyle buyurmuşdur. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler gösteriyor ki, allahü teala ve onun resulü sallallahü aleyhi ve sellem sahabei kiramın hepsini adil bilmişdir. allahü tealanın ve onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem adil bildiği kimseleri, başkalarının adil bilmemesinin ne ehemmiyyeti ve zararı olur? eğer sahabei kiram, ayeti kerime ve ehadisi şerife ile medh ve sena edilmemiş olsaydı dahi, islama yardımları ve bu uğurda mallarını ve canlarını, ana, baba ve evladlarını feda etmeleri ve peygamber efendimize aleyhissalatü vesselam yardım etmeleri ve imanlarının kuvveti, hepsinin adil olduğunu ve böyle i'tikad etmemiz lazım geldiğini açık olarak göstermekdedir. ehli sünnet alimlerinin mezhebleri de budur. sahabei kiramın faziletini, yüksekliğini, şan ve rütbelerinin büyüklüğünü gösteren hadisi şerifler sayılamıyacak kadar çokdur. hepsi için buyurulan hadisi şerifler cildlerle kitab teşkil eder. bunlardan birkaçını bildirelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: eshabımın hepsi, gerek birlikde, toptan, gerekse birer birer, yıldızlar gibi nurludurlar. bunlardan hangi birine uyarsanız, ya'ni ardı sıra giderseniz, asl kurtuluş yolu olan, insanlığın kemali ve se'adeti olan, allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz. bunun içindir ki, din imamlarımız, ya'ni bu dinin büyükleri, sahabei kiramdan herbirinin sözlerini, hareketlerini, işlerini huccet ve sened olarak almışdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifde demek istiyor ki, . bundan anlaşılıyor ki, bunların hepsi müctehiddir. herbiri ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen ahkamı diniyyeyi, ilmleri ile, yükseklikleri ve kemalleri ile ve kalblerinin nurları ile ayetlerden ve hadisi şeriflerden bulup çıkarabilmekdedir. bunun içindir ki, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, sahabei kiramdan birçoğunu, dini islamı yaymak ve herkese bildirmek için, uzak memleketlere gönderdikleri zeman, tenbih buyururlardı ki, karşılaşacağınız vak'aların, hadiselerin nasıl yapılması lazım geldiğini, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açık göremediğiniz vakt, ayeti kerimelerin delaletinden, işaretlerinden, rümuzundan, ifade şeklinden, uygun ma'nalarından, muhalif ma'nalarından, emrlerinin icablarından çıkarıp anlayınız ve anladığınıza göre yapınız ve yapdırınız! müctehidlerin vazifesi de budur. sahabei kiramın herbirini bir yıldıza teşbih buyurdu ki, denizlerde, dağlarda, derelerde, tepelerde, sahralarda, çöllerde yollarını şaşıranlar, kıbleyi, diğer cihetleri arıyanlar, bunların zıyası sayesinde yol bulabilsinler. zemanı se'adetden sonra ve bütün eshabı kiram, böylece birbirlerini müctehid tanımışlardır. birbirlerinin re'y ve ictihadlarına yanlış dememişlerdir. sahabei kiramın sohbetlerinde ve derslerinde yetişen tabi'ini kiramın çoğu da böyle müctehid oldu. bunların sohbet ve derslerinde bulunan tebe'i tabi'inden bir kısmı da ictihad derecesine yükseldi. imamı azam ebu hanife, imamı malik, imamı şafi'i, imamı ahmed bin hanbel, imamı evzai, süfyanı sevri, süfyan bin uyeyne, davüdi tai ve benzerleri rahimehümullahü teala bunlardandır. bunlar azala azala, dördüncü asrın sonunda, ictihad yapabilecek derin alim yetişemez oldu. önce gelmiş müctehidlerden çoğunun da mezhebleri unutuldu. şimdi, ancak dört imamın mezhebi kaldı. bunlar da, imamı azam, imamı şafi'i, imamı malik ve imamı ahmed bin hanbel radıyallahü anhümdür. onlardan sonra bu mertebeye, bu dereceye kimse vasıl olamadı. onun için, mezhebler, dört olarak kaldı. müslimanların hepsi, bu dört mezhebden birine uymağa mecbur ve me'mur oldu. birkaçını bildirdiğimiz ayeti kerimeler ve hadisi şerifler karşısında allahü teala, mezhebsizlere insaf versin! herkes bilir ki, iki yüzlülük, hainlik alametidir. eshabı kirama ve hele, en kıymetlilerinden olan, allahın arslanına, hiç iki yüzlü denilebilir mi? insanlık dolayısıyle, doğru söz, bir iki saat veya biriki gün saklanabilir denirse, yeri vardır. fekat, allahın arslanına, tam otuz sene, hainlik alametini yüklemek ve bu uzun zemanda, hep iki yüzlülükle yaşadı demek, ne kadar çirkin, ne kadar alçakça bir iftira olur. küçük günah, her zeman yapılırsa, büyük günah olur buyurmuşlardır. kötü insanların, münafıkların bir fenalığını otuz sene durmadan yapmanın, artık ne olacağını düşünmeli. bu sözlerinin çirkinliğini bilip de, şeyhaynın üstünlüğünü kabul etselerdi, böylece hazreti aliye radıyallahü anhüm ihanet etmekden, alçaltmakdan kurtulurlardı. iki beladan küçüğünü seçmiş olurlardı. şunu da söyliyelim ki, şeyhaynın üstünlüğünü söylemekde, hazreti aliyi radıyallahü anhüm küçültmek yokdur ve onun halifeliği inkar edilmiş olmaz. vilayetdeki yüksek mertebesine ve hidayet ve irşad makamına dokunulmuş olmaz. halbuki, bunların dediği gibi, onu iki yüzlü bilmekle, bütün bu meziyyetler, kıymetler, kendisinden alınmış olur. çünki, iki yüzlülük, münafıkların, en aşağı insanların ve yalancı, dolandırıcı kimselerin işidir. şeyhaynın halife olacakları ve hatta resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında defn olunacakları, hadisi şeriflerde bildirilmişdi. ebu bekri sıddik ve ömerebnilhattab ve osmanebnilaffan ve aliyyibni ebi talibin radıyallahü anhüm medh ve senalarını bildiren hadisi şerifleri merak edenlere, binikiyüzaltmışdört ve binüçyüzyirmibeş hicri senelerinde istanbulda basılmış olan, türkçe ismindeki kitabı okumalarını tavsiye ederiz. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, . diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki, . ömerebnilhattab radıyallahü anh için olan hadisi şeriflerden birinde serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, . peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ömerin radıyallahü anh derecesini cebraile sormuşdu. cebrail aleyhisselam da, demişdi. bununla beraber, hazreti ömerin radıyallahü anh, bütün üstünlükleri, hazreti ebu bekrin radıyallahü anh üstünlüklerinden ancak birisidir. imamı osmanı radıyallahü anh medh eden hadisi şeriflerden birinde buyuruyor ki, her peygamberin cennetde bir arkadaşı vardır. benim arkadaşım da, osmandır. imamı alinin radıyallahü anh yüksekliğini bildiren hadisi şeriflerden birinde buyuruyor ki, . harun aleyhisselam, musa aleyhisselamın kardeşi ve veziri ve muavini idi. bu hadisi şeriflerden, mezhebsizlerin yanlış ma'na çıkardığı ve cevabı, üçüncü kısmda ve kitabında bildirildi. imamı ahmed ibni hanbel buyuruyor ki, imamı ali radıyallahü anh hakkında buyurulan hadisi şerifler kadar, hiçbir sahabi için söylenmemişdir. ikincisine gelince, ehli sünnet, eshabı kiram arasındaki muharebelerin, dünya için değil, hakikati ortaya çıkarmak için yapıldığını bildiriyor. onların hepsini kin ve düşmanlık gibi aşağılıklardan uzak biliyor. çünki, eshabı kiramın hepsi, insanların en iyisinin sohbetinde, nasihatları karşısında tertemiz olmuş, kin, düşmanlık gibi kötülükler kalblerinden çıkarılmışdır. her biri ictihad makamına yükselmişlerdir. her müctehidin, kendi ictihadına, buluşuna göre hareket etmesi vacib olduğundan, başka başka ictihad etdikleri şeylerde, birbirlerinden ayrılmaları lazım olacakdır. herbirinin, kendi ictihadına uyması doğru olacakdır. o halde, onların ayrılmaları da, birleşmeleri gibi, doğru idi. keyfleri, şehvetleri, nefsi emmarelerinin istekleri ile değildi. ictihad yüzünden idi. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri, açık bildirilenlere benzeterek, bir emr meydana çıkarmak demekdir. bu da, ve ayeti kerimeleri ile emr edilmekdedir. ya'ni çalışarak, uğraşarak, bütün dikkat ve düşüncelerinizle kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulunmıyan mes'eleleri, bulunanlara kıyas ederek, benzeterek bir hükmi şer'i çıkarınız diye emr edilmekdedir. kitabında diyor ki, ictihad yapmağı emr eden ayeti kerimeler çokdur. nahl suresinin kırkdördüncü ayeti kerimesinde mealen, ve nisa suresinin ellidokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeler, ictihad etmeği emr ediyor. imamı azam ebu hanifenin talebesinden ictihad makamına yükselenlerin en meşhurları, imamı ebu yusüf, imamı muhammed, imamı züfer ve hasen bin ziyad rahimehümullahü teala gibi büyüklerdir. bunlar, imamı azamdan yalnız birkaç mes'elede ayrılmışlar, bu mes'elelerde kendi ictihadlarına göre amel etmişlerdir. çünki, bu mes'elelerde kendi ictihadları ne şeklde ise, ona göre amel etmeleri farz olup, imamı azamın re'y ve ictihadına uymaları caiz değildir. sahabei kiramın herbiri de müctehid olup, ictihad rütbesinin temamiyle sahibi olduklarından, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen mes'elelerde kendi re'y ve ictihadlarına göre amel etmeleri farz olup, kendilerinden yukarı olan sahabei kiramın, daha yüksek, daha üstün olduklarını bildikleri halde, onların re'y ve ictihadlarına tabi' olmadılar. bunun içindir ki, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem hayatında ve hulefai raşidinin hilafetleri zemanında, dini islamı bildirmek için, uzak memleketlere gönderdikleri sahabei kirama, ayeti kerime ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen mes'eleleri, kıyas ediniz diye emr olunurdu. mesela mu'az bin cebeli radıyallahü anh yemene vali ta'yin buyurdukları zeman, diye sordular. allahü tealanın kitabı ile amel edeceğim, dedi. buyurduklarında, allahü tealanın peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerini kendime düstur ve kanun yapacağım. ya'ni onun sözleri ile, halleri ile ve işleri ile amel edeceğim dedi. buyurduklarında, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler dairesinden çıkmaksızın, kendi ictihadımla hareket ederim dedi. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, bu cevabları işitince, mu'az bin cebelin radıyallahü anh ilminden ve büyüklüğünden dolayı, allahü tealaya hamd ve şükr eyledi. bu hal, üsuli fıkh kitablarında, menar ve haşiyesi ibni melek rahimehullahü teala kitablarında yazılıdır. eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadları hazreti alinin radıyallahü teala anhüm ictihadına uymıyarak, onunla muharebe edenlere, şi'iler kafir diyorlar. harb etdikleri için, her alçaklıkları söylüyor, la'net ediyorlar. halbuki eshabı kiram aleyhimürrıdvan ictihad edilmesi lazım gelen birçok işlerde, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden ayrı ictihad etmişlerdi. bu ayrılmaları kabahat sayılmamışdı. melek geldiği, vahy getirdiği halde bile bu ayrılıkdan men' edilmemişlerdi. o halde hazreti alinin radıyallahü anh ictihadından ayrılanlara kafir denilebilir mi? bunun için eshabı kirama aleyhimürrıdvan dil uzatılabilir mi? onun ictihadından ayrılan müslimanlar pek çokdu. eshabı kiramın büyüklerinden idi ve bir kısmı da, cennet ile müjdelenenlerdendi. bunlara kafir demek, dil uzatmak, kolay birşey değildir. bu dini islamın hemen yarısını bizlere bildiren bunlardır. bunlar kötülenirse, dinin yarısı yıkılmaz mı? bu büyüklere nasıl dil uzatılabilir ki, bunlardan hiçbirinin bildirdiği bir hadisi, islam alimlerinden kimse red etmemişdir. emir de, vezir de, kebir de, fakih de kabul etmişdir. allahü tealanın kitabı olan kur'anı kerimden sonra, bütün kitabların en sahihi dir. şi'iler de buna inanmakdadır. bu fakir şi'i alimlerinin büyüklerinden olan ahmed tebtiden işitdim ki, kitabullahdan sonra, en doğru kitab buharidir, diyordu. işte bu kitabda hem hazreti aliye radıyallahü anh uyanların, hem de uymıyanların bildirdiği hadisi şerifler yazılıdır. bu muharebeler, onların adaletine, doğruluklarına bir leke sürmemişdir. hazreti alinin radıyallahü anh söylediği hadisi şerifleri yazdığı gibi, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh söylediklerini de yazmışdır. eğer hazreti mu'aviyede radıyallahü anh ve onun sözlerinde, şübhe edilecek, dil uzatılacak birşey olsaydı, onun bildirdiği hadisi şerifleri kitabına yazmazdı. eski alimlerimiz, hadis mütehassısları da hep böyle yapmış, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan ayrılığını düşünmiyerek, hepsinin bildirdiği hadisi şerifleri doğru kabul etmişler, kitablarında yazmışlardır. hazreti aliye radıyallahü anh uymamağı bir kusur ve kabahat saymamışlardır. şunu iyi bilmelidir ki, hazreti alinin radıyallahü anh ayrı kaldığı her işde, haklı olması lazım gelmez ve ondan ayrılanların her zeman yanılmış olması icab etmez. evet bu muharebelerde o, haklı idi. fekat, her zeman hakkın onda olması gerekmez. çünki, ictihad işlerinde tabi'inin büyükleri ve din imamları , çok def'a onun ictihadına uymamış, başka ictihad edip, kendi ictihadlarına göre hareket etmişlerdir. hak her zeman onda olsaydı, kimse onun ictihadından ayrılmazdı. mesela, tabi'inin büyüklerinden ve müctehidlerin yüksek tabakasından olan kadi şüreyh rahimehullahü teala, onun ictihadı ile karar vermedi. imamı hasenin şahidliğini kabul etmemişdi. müctehidler, hep kadi şüreyhin kararı ile hareket ederek, oğlun baba için şahid olmasını caiz görmemişlerdir. daha birçok işlerde, o yüce imama uymıyan ictihadlar seçilmişdir. insaflı okuyucular, bunları pek iyi bilirler. demek ki, hazreti alinin radıyallahü anh ictihadından ayrılmak, bir suç değildir. ayrılanlara dil uzatmak caiz değildir. aişei sıddika radıyallahü anha, allahü tealanın sevgilisinin sevgilisi idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar, onu çok sever ve yanından ayırmazdı. onun odasında, onun yatağında ve mubarek başı onun kucağında iken can vermişdi. onun misk kokulu odasında defn edilmiş, kalmışdır. bütün bu üstünlüklerden ve kıymetlerden ayrı olarak kendisi büyük alim ve müctehid idi. peygamber efendimiz aleyhissalatü vesselam, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmışdı. eshabı kiram aleyhimürrıdvan sıkışdıkları zeman, ona gelip, ona sorup öğrenirlerdi. böyle bir sıddika ve müctehideye, emire radıyallahü anhüma uymadı diye, dil uzatıp, ona yakışmıyan çirkin iftiraları söylemek müslimanlığa sığmaz. peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem imanı olan kimsenin ağzından böyle sözler çıkmaz. ali radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem damadı ve amcası oğlu ise, aişe radıyallahü anha da, zevcei mutahherası, çok sevdiği ailesidir. birkaç sene evveline kadar, bu fakir miskinleri doyurduğum zeman, ehli abanın ruhlarına niyyet ederdim. ya'ni resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde, ali, fatıma, hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm hazretlerinin ruhlarına da gönderirdim. bir gece rü'yada, fahri alemi sallallahü aleyhi ve sellem görüp selam verdim. selamımı almadılar ve mubarek yüzlerini döndürdüler ve ben yemeği aişenin evinde yirdim. bana yemek göndermek istiyenler, aişenin evine gönderirlerdi buyurdular. bundan anladım ki, rü'yada yüzlerini çevirmelerinin sebebi, yemek dağıtırken, niyyetde hazreti aişeyi radıyallahü anha ortak etmediğim imiş. ondan sonra hazreti aişeyi de hatta zevcei mutahheraların hepsini niyyetde ortak eyledim. ehli beytin hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in araya koyarak düa eder oldum. çünki, bunlar da, ehli beytdendirler. o halde resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aişei sıddika yolu ile gelen eziyyet, hazreti ali radıyallahü anhüma yolundan gelen eziyyet ve cefadan daha çokdur. aklı ve insafı olan, bunu pek iyi bilir. evet bu söylediklerimiz, hazreti aliyi radıyallahü anh, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi sevdiği ve saydığı için sevenler ve sayanlar içindir. amma bir kimse, muhammed aleyhisselamı araya katmadan, onu doğrudan doğruya seviyorsa, buna sözümüz yokdur. zira söz anlamaz. bunun maksadı, dini islamı yıkmak, ahkamı islamiyyeyi bozmakdır. bunlar muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi aradan kaldırarak, onsuz bir din kurmak, doğruca imamı aliyi radıyallahü teala anh sevmek ve ona bağlanmak istiyorlar. nitekim, tarih boyunca, birçok zemanlarda ba'zı dalkavuklar, ahmaklar, başlarında bulunan zalimlere, diktatörlere yaltaklanarak, dünyalık ele geçirmek için, onlara peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hatta halık tealanın büyüklüğünü konduruyorlar. bunların kendileri de, yaltaklandıkları da yıkılıp gitmiş, maddeleri çürümüş, kokmuş, iğrenç bir hal almış. habis ruhları da, cehennem azabına yakalanarak dünyadaki azgınlıklarının, dini islama yapdıkları hakaretlerin cezalarını bulmuşlar. aldandıklarını anlamışlardır. muhammed aleyhisselamdan yüz çevirmek, başka birini ondan daha büyük, daha sevgili bilmek küfrdür, dalaletdir, zındıklıkdır. imamı ali radıyallahü anh bunları sevmez. eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in ve hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüm, hep peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hatırı ve sevgisi için sevilir. zira, onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşman olan, bana düşmanlık etmiş olur buyurmuşdur. talha ve zübeyr radıyallahü anhüma eshabı kiramın büyüklerinden ve aşerei mübeşşereden idi. ya'ni cennete gidecekleri müjdelenmiş idi. onlara dil uzatılabilir mi? onlara söğmek, kendini söğmek, küçültmekdir. ömer radıyallahü anh vefat ederken, sahabei kiram arasından altı kişiyi halife olmağa layık görüp, bunlardan birinin halife seçilmesini tavsiye etmişdi. bunlardan birini, diğerine tercih edememişdi. talha ve zübeyr radıyallahü anhüma o altı büyüklerden ikisidir. her ikisi de hilafeti istemeyip, haklarını ve re'ylerini diğer dördüne bırakmışdır. talha radıyallahü anh o kimsedir ki, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem karşı edebsizlikde bulundu diye, kendi babasını katl ve feda etmişdi. allahü teala, onun bu hareketini kur'anı kerimde medh etmişdir. zübeyr radıyallahü anh ise, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, onun katilinin cehennemde olduğunu haber vermişdir. ona dil uzatanlar, la'net edenler, alçaklıkda, onun katilinden geri değildir. her ikisi de, islamın büyükleri ve müslimanların göz bebekleridir. eshabı kiramı aşağılamak nasıl caiz olur ki, onlar dini islamı yükseltmek ve resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yardım etmek için, insan gücünün üstünde çalışmışlar, din uğrunda gecelerini, gündüzlerine katmışlardır. mallarını allahü teala yolunda feda etdiler. akrabalarını, ailelerini, çocuklarını, vatanlarını, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgisi yolunda terk etdiler. onun mubarek vücudünü kendi vücudlerine ve onun sevgisini, mallarının ve evladlarının sevgisine tercih ve takdim etdiler. bunlar, onlardır ki, sohbet, ya'ni arkadaşlık şerefine nail ve o sohbetde, başkalarına nasib olmıyan bereketlere ve derecelere malik oldular. bunlar onlardır ki, vahyi, ya'ni kur'anı kerimin inmesini görmek ve cebrail aleyhisselam ile beraber oturmak şerefine kavuşdular. mu'cizelere, harikalara şahid oldular. başkalarına işitmek nasib olan ni'metleri ve ilmleri gördüler. onlardan sonra kimseye verilmiyen kalb temizliği, ruh olgunluğu, onlara verildi. başkaları dağ kadar altun sadaka verse, onların bir avuç arpa sadakası sevabına, hatta yarısına yetişemez. allahü teala, onları kur'anı kerimde medh e.shabı kiram derek, buyurdu. surei feth sonunda, onlara kızanlara, düşman olanlara buyuruluyor. şu halde, onlara düşman olmakdan, küfrden kaçar gibi kaçmak lazımdır. bunlar, serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem aşırı sevdiklerinden, onun makbulü oldular. eğer ba'zı işlerinde birbirlerinden ayrılırlar, kendi ictihadlarına göre hareket ederlerse birşey denemez. hakkı ve doğruyu bulmak için hasıl olan ayrılıkdır ve başkasının ictihadına uymamakdır. imamı ebu yusüf, ictihad derecesine yükseldikden sonra, imamı azam ebu hanifeye radıyallahü anhüma uysaydı hata olurdu. kendi re'yine uyması doğrudur. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in sözlerine uymaz, kendi re'yine tabi olurdu. ister sıddikı azam olsun, ister imamı ali olsun, hangi büyük sahabi radıyallahü anhüm olursa olsun, sözlerine uymayıp, kendi re'yi ile karar vermeği doğru yol bilirdi. herhangi bir müctehidin, sahabinin radıyallahü anh sözüne uymaması, mümkin ve caiz iken, sahabei kiramın, ictihad işlerinde birbirlerinden ayrılmaları, münakaşa etmeleri, niçin kabahat olsun? sahabei kiram radıyallahü anhüm ictihad işlerinde, ba'zan serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem de uymamış, sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ictihadından ayrılmaları bir kabahat olmamış, çirkin sayılmamış, men' olunmamış ve azarlanmamışlardır. sahabei kiramın radıyallahü anhüm böyle ayrılmalarını, allahü teala beğenmeseydi, elbette men' eder ve ayrılanlara azab edeceğini bildirirdi. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile yüksek sesle konuşanları men' buyurmuş ve azarlamışdı. bedr muharebesinde alınan esirlere ne yapalım, sualini buyurdukda da, sahabei kiramın re'yleri, ya'ni fikrleri başka başka olmuşdu. ömerül faruk ve sa'd ibni mu'az radıyallahü anhüma esirleri öldürelim dedi. diğer sahabiler radıyallahü anhüm ise, para karşılığı bırakalım, demişlerdi. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem de, bu re'yi kabul buyurup salıverdiler. sonra, ayeti kerime gelerek, birinci re'yin doğru olduğu bildirildi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü ve mezheblerin ne olduğunu anlamak için ictihadı iyi bilmek lazımdır. mal ve mülke olma magrur, deme var mı ben gibi. bir muhalif yel eser, savurur harman gibi. i c t i hd ictihad, gücü, kuvveti yetdiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demekdir. ictihaddan maksad, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden, ma'naları açıkça anlaşılmıyanları, açıkça bildiren diğer ahkamı islamiyyeye kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükmler çıkarmağa uğraşmak, çalışmak demekdir. mesela anaya, babaya ita'ati emr eden ayeti kerimenin meali alisi, dir. döğmekden, söğmekden bahs buyurulmamışdır. ayeti kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, döğmenin, söğmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir. yine mesela, kur'anı kerimde şerab içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemişdir. şerabın haram olmasının sebebi, hamr kelimesinden de anlaşılacağı üzere, tahmiri akl, ya'ni aklı karışdırdığı, giderdiği içindir. bundan dolayı müctehidler, şerabın haram olmasındaki sebeb, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. her serhoş eden şeyin haram olduğunu emr buyurmuşlardır. allahü teala, kur'anı kerimde, ictihad ediniz! diye emr ediyor. birçok ayeti kerimelerden, ilmleri derin olan yüksek derecedeki alimlerin ictihad ile emr olundukları anlaşılmakdadır. o halde, ehliyyeti ve liyakati ve ilmde ihtisası tam olanların, ya'ni ma'naları açıkça anlaşılmıyan ayeti kerime ve hadisi şeriflerin içlerinde saklı bulunan ahkamı ve mes'eleleri, mefhumen, mantukan, delaleten anlıyabilecek kuvvet ve kudretde olanların ictihad etmesi farzdır. ictihad makamına layık olabilmek için, birçok kayd ve şartlar vardır. evvela arabi yüksek ilmleri temam bilmekle beraber, kur'anı kerimin hepsi ezberinde olmak, sonra, ayeti kerimelerin ma'nai muradisini, ma'nai işarisini, ma'nai zımni ve iltizamisini bilmek ve ayeti kerimelerin, indiği zemanları ve sebebleri ve ne hakkında geldiklerini, külli, cüz'i olduklarını, nasih, mensuh olduklarını, mukayyed ve mutlak olduklarını ve bunlar gibi diğer vechelerini ve kıraeti seb'a ve aşereden ve kıraeti şazzeden nasıl istihrac edildiklerini bilmek, kütübi sitte ve diğer hadis kitablarında bulunan hadisi şeriflerin hepsini ezberden bilmek ve her hadisin ne zeman ve ne için söylendiğini ve şümul derecesini, hangi hadisin diğerinden evvel veya sonra olduğunu, aid oldukları cihetleri, hangi vak'a ve hadise üzerine söylendiklerini ve kimler tarafından nakl ve rivayet edildiklerini ve bunların her birinin hal tercemelerini bilmek, fıkh ilminin üsul ve ka'idelerine vakıf olmak, oniki ilmi, ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin rümuz ve işaretlerini, suri ve ma'nevi tefsirlerini anlayıp kavrıyabilecek ayrı bir irfana, nuri iman ve itmi'nan ile dolu münevver ve muaffa bir kalb ve vicdana sahib bulunmak lazımdır. bu yüksek vasflar ve hususiyyetler, ictihad mevkı' ve makamının icabları ve lüzumlu şartlarıdır. fekat, böyle faziletleri taşıyan, aklları kuvvetli kimseler, ancak peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem asrı se'adetinde ve sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in zemanında ve tabi'in ve tebe'i tabi'in devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. zeman ilerleyip, asrı se'adetden uzaklaşıldıkça, fikrler, re'yler bozulmuş, dağılmış, bid'atler türemiş, böyle üstün, kıymetli kimseler yavaş yavaş azalmış, dördüncü asrdan sonra, bu sıfatlara malik bir alim ortada kalmamışdır. böyle olduğu, ve ve kitablarında, açıkça yazılıdır. ayeti kerimesinin meali alisi, ey akl sahibleri! akl erdiremediğiniz mes'elelerde, onları bilen ve derinliklerine tam ermiş olanlara tabi' olunuz demekdir. ictihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyyetindedir. başka müctehidlerin ictihadlarına tabi' olamazlar. hatta peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam zemanlarında da, sahabilerden biri, kendi peygamberinin ictihadına uymıyan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. burada bir sual sorulabilir. peygamberler de aleyhimüssalevatü vesselam ictihad eder mi idi? evet, onlar da, allahü tealanın açıkça bildirmediği emrleri, açık bildirilmiş olan emrlere kıyas ederek, benzeterek ictihad ederlerdi. fekat ictihadlarda hata edip yanılmak ihtimali olduğundan, ictihadlarında hata ederlerse, allahü teala, derhal cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahy ile düzeltilirdi. ya'ni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam ictihadları hatalı kalmazdı. mesela, bedr gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ba'zı sahabei kiram ile birlikde bir dürlü, ömer radıyallahü anh ise, başka dürlü ictihad etmişlerdi. sonra, ayeti kerime gelerek, allahü teala, imamı ömerin radıyallahü anh ictihadının doğru olduğunu bildirdi. bunun gibi suresi de, bir ictihad hatasını düzeltmek için nazil olmuşdu. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefatları sırasında, hokka ve kalem hakkındaki emrlerinin anlaşılmasında hazreti ömerin radıyallahü anh ictihadı, yine böyledir ki, ileride bildireceğiz. eshabı kiramdan sonra radıyallahü teala anhüm ecma'in meşhur dört imam ve bunların mezheblerine göre ictihad eden imamı ebu yusüf, imamı muhammed, imamı züfer, ibni nüceym, imamı rafi'i, imamı nevevi, imamı gazali ve benzerleri rahimehümullahü teala gibi yüksek alimler yetişdi. asrı se'adet uzaklaşdıkça, hadisi şerifleri nakl ve rivayet eden oniki silsilenin, ya'ni haber verme zincirinin halkaları artdı. hadisi şeriflerin hangi silsileden ve hangi kimselerden alınacağı, düşünülecek bir mes'ele oldu ve çok güç ve belki imkansız oldu. bundan dolayı, dördüncü asrdan sonra, ictihad edebilecek bir alim yetişemez oldu. bütün müslimanlar, bu dört imamdan birine tabi' olup, o imamın mezhebine uymağa mecbur oldu. dini islamı yıkmak için uğraşanlardan bir kısmı, o kadar kurnaz oldukları halde, islamiyyetin inceliklerini kavrayamadıklarından, kitablarında ve konferanslarında sözüne saldırıyor. fekat kürsilerden saçdıkları rakı kokuları ile beraber, çürük ve boş kafalarından, ağızlarına sızan hezeyanları, dinleyicilere gülünç olmakdan başka te'sir yapamıyor. elhamdülillah, islam semasını kaplıyan korkunç irtidad bulutlarının karartmakda olduğu gençliğin saf ve berrak ruh deryası, hakikat güneşinin beliren tektük şua'ları ile ışıldamağa başlamakdadır. ictihad, bir ibadet olduğundan, ya'ni allahü tealanın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. çünki, her müctehide, kendi ictihadı hakdır ve doğrudur. mesela, imamı şafi'i rahimehüllahü teala, hanefi mezhebinde olmadığı halde, ya'ni merhamet etmesin buyurmuşdur. imamı ebu yusüf ve imamı muhammed ve diğer imamların rahimehümullahü teala, imamı azama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. kendi ictihadlarını bildirmekdir. bunu bildirmeğe me'murdurlar. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem uzak memleketlere gönderdikleri sahabei kirama, güçlük karşısında kalınca, ayeti kerimelere mürace'at etmelerini, orada bulamazlarsa, hadisi şeriflere mürace'at etmelerini, orada da bulamazlar ise, kendi re'y ve ictihadları ile hareket etmelerini emr buyururdu. kendilerinden daha yüksek ilmli ve fikrli olsalar dahi, başkalarının fikr ve ictihadına uymamalarını emr buyururdu. işte bunun gibi, imamı ebu yusüf ve imamı muhammed de rahimehümallahü teala hocaları, üstadları olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyhim hazretlerinin fikr ve re'yine tabi' olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. halbuki, imamı azamın rahmetullahi aleyh ilmi, fikri, onların üstünde idi ve onların üstadı idi. dört mezheb arasındaki farklar da, bundan ileri gelmekdedir. mesela hanefi mezhebinde kan akınca abdest bozulduğu halde, imamı şafi'inin ictihadında bozulmuyor. şafi'i mezhebinde bulunan biri, elinden kan akınca, abdest almadan namaz kılarsa, hiçbir hanefi, ona abdestsiz namaz kıldı diyemez. çünki onun tabi' olduğu mezheb imamının ictihadı böyledir. hanefi mezhebinde bulunan bir kimse, yabancı bir kadının derisine dokundukdan sonra, abdestini yenilemeden namaz kılsa, hiçbir şafi'i de, o hanefinin abdestsiz namaz kıldığını söyliyemez. o halde abdestde, namazda, nikahda, mirasda, vasiyyetlerde, talakda, cürm ve cinayetlerde, alışverişde ve bunlar gibi birçok şeylerde imamlarımızın birbirine uymıyan sözleri, hep ictihadları olup, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış, bozuk dememişdir. sahabei kiram da rıdvanullahi aleyhim ecma'in böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa da, hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk demeği hatırlarına bile getirmemişlerdir. mesela, ebu bekri sıddik radıyallahü anh halife iken, müsliman olmasını teşvik için, bir muhtediyi, bir sahabinin yanına katarak, beytülmalın muhafaza me'muru olan hazreti ömere radıyallahü anh gönderdi. buna zekat hissesini versin! diye emr eyledi. ömer radıyallahü anh ise, bu parayı vermedi. ismi verilen bu gibi kimselere zekat verilmesi, ayeti kerimede emr edilmiş iken, neye vermedin? diye sorunca, imamı ömer radıyallahü anh kafirlerin kalblerini yumuşatmak emri, allahü tealanın va'd etdiği zafer ve galibiyyet başlamadan evvel, kafirlerin azgın olduğu zemanda idi. şimdi ise, müslimanlar kuvvetlenmiş, kafirler mağlub ve aciz olmuşdur. şimdi kafirlerin kalblerini mal ile kazanmağa lüzum kalmamışdır buyurdu. denilen kafirlere zekat verilmesi emrini nesh eden, ya'ni yürürlükden kaldıran ayeti kerimeyi ve mu'az hadisini okudu. imamı ömerin radıyallahü anh bu ictihadının, sıddikı azamın re'y ve ictihadına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. beytülmalin muhafazasına ve idaresine me'mur olduğu için, ictihadını söylemişdi. ebu bekr de radıyallahü anh bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişdi. hatta, ictihadını değişdirerek, eshabı kiramın hepsi, hazreti ömer gibi ictihad eylediler. imamı rabbani, cild, otuzaltıncımektub sonlarında, eshabı kiramın, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadından ayrılmasına misal olarak, şunu da yazmakdadır: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, vefat etmesine yakın bir zemanda, buyurmuşdu. orada bulunanlardan bir kısmı, kağıd verelim dedi. bir kısmı da vermiyelim dedi. ömerül faruk radıyallahü anh, bu kısmdan idi. dedi. bu yüzden de ona dil uzatıyor, kötülüyorlar. işin iç yüzünü anlasalar, birşey söyliyemezler. çünki, faruk radıyallahü anh, vahyin son bulduğunu, cebrail aleyhisselamın gökden artık haber getirmiyeceğini ve re'y ve ictihaddan başka bir yolla ahkam çıkarılamıyacağını bilmişdi. o anda resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yazacağı şeyler, ictihadla bulunacak şeyler olacakdı. allahü tealanın emri ile, başka müctehidler de, bunları bulabilirdi. işte ömer radıyallahü teala anh, bunları hemen düşünerek, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem o veca'lı, sıkıntılı anda üzmek, yormak istemedi. başkalarının yapacağı ictihadları kafi gördü ve buyurdu. ya'ni dedi. yalnız kur'anı kerimi söylemesinden anlaşılıyor ki, hallerden ve işaretlerden anlamışdı ki, yazılacak ahkamın ictihadı, hadisi şeriflerden çıkarılmayıp, kur'anı kerimden çıkarılacak şeylerdi. o halde, hazreti ömerin radıyallahü anh kağıd getirmeğe mani' olması, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem hastalığın şiddeti, ağrıların kesreti zemanında üzmemek, yormamak için merhamet ve şefkatinden idi. zaten, kağıd istemeleri de emr şeklinde değil, başkalarını ictihad zahmetinden kurtarmak için acıdıklarından idi. çünki, emr şeklinde olsaydı, emrleri bildirmek lazım olduğundan, kağıdı istemeğe ehemmiyyet verir. eshabının radıyallahü teala anhüm ecma'in uyuşmaması ile vazgeçmezdi. sual: faruk radıyallahü anh o zeman demişdi. bunu niçin söyledi? cevab: imamı rabbani kuddise sirruh, buna şöyle cevab buyuruyor: faruk radıyallahü anh, belki o sözün, hastalığın ateşli anında istemiyerek söylendiğini sanmışdı. nitekim buyurmaları, buna işaretdir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ömründe birşey yazmamışdı. bundan başka, buyurmuşdu. halbuki, din kamil olmuş, ni'met temam olmuş ve allahü teala razı olmuş iken, yoldan çıkmak nasıl olabilir? bu temamlık ve bu kemal ile beraber, yoldan çıkılacaksa, bunu durdurmak için bir anda ne yazılabilir? yirmiüç senede yazılanın durduramıyacağı bir dalaleti önliyecek ne yazılabilir? faruk radıyallahü anh, bunlardan anlamışdı ki, bu söz insanlık icabı, istemeden söylenmişdi. bir kısmı soralım dedi. ikinci kısmı, sormıyalım, rahatsız etmiyelim, dedi ve sesler yükseldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kalkınız, birbirleriniz ile çekişmeyiniz! peygamberin huzurunda çekişmek iyi değildir buyurdu ve artık, böyle şey söylemedi. kalem, kağıd istemedi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in, ictihad ile çıkarılacak ahkamda peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrılmaları eğer keyf ve inad ile olsaydı mürted olurlardı. dini islamdan çıkarlardı. çünki, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem karşı ufak bir edebsizlik küfrdür. böyle şeyden allahü tealaya sığınırız. halbuki, bu ayrılıkları emrine uymak için idi. çünki, ictihad mertebesine yükselen bir kimsenin, ictihadla bulunan hükmlerde, başkasının ictihadına uyması hatadır ve yasakdır. evet kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilen hükmlerde ictihad olmaz. bu hükmlere uymak her müslimana lazımdır. hülasa ve netice olarak deriz ki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in gösteriş yapmakdan uzak, kimseye beğendirilmelerini düşünmeyip, yalnız kalblerini, huylarını temizlemeğe uğraşırlardı. görünüşe aldırmazlar, öze ve hakikate ehemmiyyet verirlerdi. birinci işleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem emrlerini yapmak, onu gücendirmekden sakınmak idi. analarını, babalarını, çocuklarını, ailelerini, o servere feda etmişlerdi. ona olan imanları, ihlasları o kadar çokdu ki, mubarek tükürüğünün yere düşmesine zeman bırakmazlar, abı hayat gibi içerlerdi. tıraş olunca, mubarek saçlarını, sakal kesintilerini yere düşmeden kapışırlar, bir kılını taşımağı, tac ve tahtdan kıymetli bilirlerdi. koca roma ordularını yere seren, kal'aları, memleketleri feth eden halid ibni velid radıyallahü anh, bütün bu muvaffakıyyetlerinin, başında taşıdığı bir sayesinde olduğunu söylemişdi. evladdan evlada yadigar kalan bu sakalı şerifler, cami'lere vakf edilmişdir. mubarek günlerde ziyaret edilmekdedir. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in o servere olan iman ve ihlaslarının çokluğundan, kan aldırınca, içdikleri meşhurdur. yalandan ve iftiradan uzak olan o mubarek insanlardan, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı edebe yakışmaz görünen bir söz çıkarsa, buna iyi ma'na vermeğe çalışmalı, kelimeyi değil, maksadı düşünerek selamete ermeliyiz! sual: ahkamı ictihadiyyede hata ihtimali olunca, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem gelen ahkamı islamiyyenin hepsine nasıl güvenilebilir? cevab: peygamberlerin aleyhimüsselam ahkamı ictihadiyyeleri, sonradan ahkamı semaviyye olur. ya'ni peygamberlerin aleyhimüsselam hata üzerinde kalmaları caiz değildir. ahkamı ictihadiyyede müctehidler ictihad edip ayrılıklar belli oldukdan sonra, allahü teala doğru hükmü bildirir. doğru belli olur. o halde peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hayatda iken çıkarılan ahkamı ictihadiyyenin hepsinde vahy gelerek doğruları bildirilmiş, şübhelileri hiç kalmamışdır. demek ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem gelen ahkamın hepsi doğrudur. hepsi kat'idir. çünki, hepsi vahy ile bildirilmişdir. sonradan vahy ile doğrusu bildirilecek olan bu ahkamda ictihad etmeği emr etmekden maksad, müctehidlere derece ve sevab vermek içindir. peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra bulunan ahkamı ictihadiyye ise, böyle kat'i olmayıp, zannidir, şübhelidir. bunları yapmak lazım ise de, inanmıyan kafir olmaz. fekat, bunlardan da, bütün müctehidlerin birbirlerine uygun ictihadları ile çıkarılan bir hükmü inkar eden, yine kafir olur. hülasa, bizler, kalblerimizi, ehli beytin hürmet ve sevgisi ile nurlandırmalı ve sahabei kiramın hepsini, hiç birini ayırmadan, büyük ve yüksek bilmeliyiz radıyallahü teala anhüm ecma'in. her birini resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ta'yin buyurdukları derece ve yükseklikde tanımalıyız! aralarında olan münakaşaların ve muharebelerin, güzel niyyet ve iyi sebeblerden ileri geldiğine inanmalı, hiçbirine kusur ve kabahat bulmamalı ve söylememeliyiz! imamı şafi'i ve imamı ahmed radıyallahü anhüma buyuruyorlar ki, o halde sahabei kiramın hepsini, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem talebeleri oldukları için, saf ve temiz bilmemiz ve çok sevmek, hurmet etmek lazım geldiğini i'tikad etmemiz icab eder. sahabei kiramın, tabi'ini izamın ve tebe'i tabi'inin ve müctehidlerin ve mütekellimin, fukaha, muhaddisin, müfessirin ve bu ümmetin salihlerinin hepsi böyle i'tikad etmişlerdir. ehli sünnet ve cema'at denilen zümrei naciyyenin de mezheb ve i'tikadları bu doğru yoldur. bir kimse, bu ümmeti necibenin evliyasından birinin birkaç gün meclisinde bulunup, onun sohbeti ile güzel huylarından, faziletlerinden edinerek, faidelenince, buna bütün dünyada kıymet biçilmez iken, nasıl olur da eshabı kiramın birbirleri ile olan ayrılıkları ve muharebeleri kötü maksadlı kimselerin, kendilerine benzeterek söyledikleri ve kitablarında yazdıkları gibi çirkin ve uygunsuz bilinir? çünki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan resuli ekremi sallallahü aleyhi ve sellem aşırı severlerdi. uğrunda canlarını, mallarını, mülklerini, evladlarını, ezvac, baba ve analarını ve vatanlarını, terk ve feda ederlerdi. uzun zemanlar sohbetlerinde bulunarak her cihetden faidelenmiş ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ahlakı ile ahlaklanmış, aşağı huylardan temizlenmiş, kalbleri, nefsleri saf ve pak olmuşdu. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in için böyle söylemek ve zan etmek asla caiz değildir. böyle söyliyen ve yazan zevallılar, bilmiyorlar mı ki, onlara düşmanlık edenler, doğrudan doğruya serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlık etmiş oluyorlar. onları kusurlu bilmekle, fahri alemi sallallahü aleyhi ve sellem kusurlu göstermiş oluyorlar. bunun içindir ki, dinimizin büyükleri, buyurdular. cemel ve sıffin vak'aları, onları kötülemeğe sebeb olamaz. iki tarafdakiler de, günaha girmedi, belki sevab kazandılar. zira, hadisi şerifde bildirildiği gibi, ictihadda hata eden müctehide bir sevab, isabet edene iki veya on sevab vardır. şübhe yokdur ki, ayrılık, gizli maksadlar ve dünya arzuları için olmayıp ancak ictihadların uymaması sebebi iledir. imamı muhammed kurtubinin tezkiresi muhtasarında, imamı abdülvehhabı şa'rani buyuruyor ki: mu'aviye ve ali radıyallahü anhüma arasındaki muharebe ve ayrılıklar, ictihad ayrılığından doğan dini bir mes'ele idi. dünya arzularına kavuşmak için değildi. ya'ni, saltanat ve reislik sevdası ile değildi ki, söz edilsin. belki, din için olduğundan iyi ve makbul idi. imamı kurtubi ve abdülvehhabı şa'rani bu dinin büyüklerindendir. yine aynı kitabda diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, , eshabım arasında fitne çıkarak muharebe olacakdır. cenabı hak bunları, benimle olan sohbetlerinden dolayı afv ve mağfiret eder. bunlardan sonra gelen müslimanlar arasında bu sebeble çıkacak fitnede kimse afv olunmıyacakdır. çünki, onlar, sahabi değildir, ya'ni sohbetde bulunmamışlardır. insan, dünyada iken sevdiği kimse ile haşr olacakdır. sahabei kiramın hepsi, serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem çok severdi. yine aynı sahifede yazılı olan bir hadisi şerifden anlaşılıyor ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki muharebelerde hem ölen, hem de öldüren cennetlikdir. onların hepsi büyük müctehid idi. bir müctehid, kendinden daha yüksek bir müctehidin ictihadından başka ictihad edince, kendi ictihadı ile amel etmesi lazımdır. başkasının ictihadına uyması caiz değildir. imamı azam ebu hanifenin talebesi olan imamı ebu yusüfün ve imamı muhammedin ve yine imamı muhammed şafi'inin talebesinden olan ebu sevrin ve müzeninin, üstadlarının re'ylerine uymıyan ne kadar ictihadları var. onların haram dediklerine halal, halal dediklerine haram demişlerdir. bunlara, günah işledi, hata etdi denilemez. kimse de böyle dememişdir. zira, ayrılmaları, ictihad yüzündendir. kendileri de müctehiddir. eshabı kiramın her biri de böyle müctehiddi. vahşiden radıyallahü anh hazreti ebu bekre radıyallahü anh kadar hepsi, hazreti mu'aviye de radıyallahü anh, müctehid idiler. her biri, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem kalblere işliyen mubarek nazarlarına ve düalarına kavuşmakla şereflenmişdir. mesela, hazreti mu'aviye radıyallahü teala anh, ya rabbi! onu hadi ve mehdi kıl! düasına kavuşmuşdu. hadi, doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş, mehdi, hidayete getirici demekdir. düşünülürse, bu düa, dünya ve ahıretin en yüksek derecesini göstermekdedir. şübhe eden, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olmıyacağını iddi'a etmiş olur. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem sahabenin büyüklerini sayarken, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, buyurdukları gibi, hazreti mu'aviye radıyallahü anh için de, buyurmuşlardı. iyi düşünmelidir ki, bu iki kıymetli huy ve sıfatın derecesi, nerelere kadar yükselmekdedir? ibni haceri mekki rahimehullahü teala kitabının yirmiyedinci sahifesinde şöyle yazıyor: abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma buyuruyor ki: cebrail aleyhisselam peygamber aleyhissalatü vesselam efendimize geldi. ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! mu'aviyeyi radıyallahü anh sana tavsıye ederim. kur'anı kerimi yazdırmakda ona emniyyet et, güven! dedi. yine aynı sahifede yazıyor ki, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, birgün mubarek zevcesi ümmi habibenin radıyallahü anha odasına geldi. o esnada hazreti mu'aviye radıyallahü anh başını, kız kardeşi ümmi habibenin radıyallahü anha kucağına koymuş uyuyordu. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem bu hali görünce, buyurdu ki, ya ümmi habibe! kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun? kardeşimi çok seviyorum, dedi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . o kitabda yine yazıyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem, yakın akraba olmak ile şereflenmişdir. çünki, kız kardeşi ümmi habibe radıyallahü anha, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem zevcelerinden idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şeriflerinde buyuruyor ki, . hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh faziletlerini bildiren hadisi şeriflerden birisi de budur ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh buyurdu ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh buyuruyor ki, benim halife olmağa arzu ve hevesim, bu hadisi şerifi işitdiğim zeman başladı. zira bu hadisi şerif benim halife olacağımı müjdeliyordu. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh ileride halife olacağını haber vermişdi. bu haber de mu'cizelerinden biridir. mu'aviye radıyallahü anh, bu hadisi şerifin muhakkak meydana çıkacağına imanı olduğundan, halife olacağı zemanı bekliyordu. fekat bunun hakiki zemanı, emirül mü'minin imamı alinin radıyallahü anh vefatından ve imamı hasenin radıyallahü anh hilafeti kendinden ayırarak ona verdiği andan sonra idi. mu'aviye radıyallahü anh, acele ederek, vaktinden önce, aişe ve zübeyr ve talhanın radıyallahü anhüm, imamı ali radıyallahü anh ile harb etmelerinden sonra, bu arzusunu yerine getirmek istedi ki, bunda yanılmışdı. fekat bu hatası, ictihadda hata olduğundan, hiç birşey denemez. yine o kitabda diyor ki, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ebu bekr ve ömere radıyallahü anhüma danışdı. iki def'a, buyurdu. onlar, dediler. sonra, mu'aviyeye radıyallahü anh haber gönderdi. yanlarına gelince: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, işlerinizde mu'aviyeyi bulundurunuz. çünki, o kavidir, emindir. diğer bir hadisi şerifde, ya rabbi, mu'aviyeye hesabı ve kitabeti bildir! islam memleketlerinde, ona yüksek mevkı' ve makam ver! emrlerinin yapılmasını kolaylaşdır! onu azabdan koru! diye düa buyurdu. imamı ömer radıyallahü anh, mu'aviyeyi radıyallahü anh medh ve sena edip, hazreti ebu bekr radıyallahü anh şamı alınca, oraya vali yapdığı kardeşi yezidin vefatında onu, kardeşi yerine, vali ta'yin etdi ve halife kaldığı on sene içinde vazifesinden azl etmedi. imamı osman ve imamı ali radıyallahü anhüma da, halife iken mu'aviyeyi radıyallahü anh şam valiliğinde bırakıp azl etmediler. o zeman, birçok vilayetler, valilerinden şikayet etdikleri halde, mu'aviye radıyallahü anh daima sevilmiş, kimse onu şikayet etmemişdir. sfiyyei aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden olan, gavsi azam seyyid abdülkadiri geylani rahimehullahü teala bütün mü'minlere dini öğretmek ve i'tikadlarını düzeltmek için yazdığı kitabının birinci cüz'ünün ellidördüncü sahifesinde, ebu bekr, ömer, osman ve ali ve hasen radıyallahü anhüm hilafetlerini uzun uzadıya anlatdıkdan sonra, diyor ki: imamı ali radıyallahü anh vefat edince, imamı hasen radıyallahü anh müslimanların kanı dökülmemesi ve herkesin rahat etmesi için, hilafeti bırakmak istedi ve mu'aviyeye radıyallahü anh teslim eyledi ve onun emrlerine tabi' oldu. o günden i'tibaren, mu'aviyenin radıyallahü anh hilafeti hak ve sahih oldu. bu suretle, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem haber vermiş olduğu, bu benim oğlum seyyiddir, ya'ni büyükdür. allahü teala, bunun ile mü'minlerden iki büyük fırka arasını bulur, ya'ni barışdırır hadisi şerifinin ma'nası meydana çıkdı. görülüyor ki, imamı hasenin radıyallahü anh tabi' olması ile, mu'aviye radıyallahü anh, islamiyyete uygun halife olmuş, böylece müslimanlar arasındaki anlaşmazlık sona ermişdir. tabi'in ve tebe'i tabi'in ve dünyadaki bütün müslimanlar mu'aviyeyi radıyallahü anh halife olarak tanımışdır. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh, buyurdukları gibi, diğer bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem çarh, ya'ni dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. bu müddetin otuz senesi dört halife ve imamı hasen radıyallahü anhüm ile temamlandıkdan sonra, geri kalan beş veya altı veya yedi senesi, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh hilafeti zemanıdır. hilafeti, ondokuz sene ve birkaç ay sürmüşdür. gunye kitabının türkçe tercemesi basılmışdır. okunması tavsıye olunur. kitabı, ikinci cild, üçüncü sahifesinde diyor ki, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh babası, ebu süfyan olup, beşinci babası abdü menaf, resulullahın da sallallahü aleyhi ve sellem dedelerinden idi. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, hicretden ondokuz sene evvel, dünyaya gelmişdir. babası ile mekkei mükerremenin fethi günü imana gelmişdi. uzun boylu, beyaz yüzlü, güzel, yakışıklı ve heybetli idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerimi yazan katiblerinden olup, çok düalarını kazanmışdı. halife olacağı da, kendisine müjdelenmiş idi. birgün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayvana binip, onu da, arkasına bindirmişdi. konuşurlarken ya rabbi! buna çok ilm ve hilm ver! diye düa buyurmuşdur. tarihlerin hepsi diyor ki: aklı, zekası, afvı, cömerdliği, idaresi, yumuşaklığı pek ziyade olup, dillerde gezerdi. afvı ve yumuşaklığı hakkında nice hikayeler vardır ve iki büyük arabi kitab halinde neşr edilmişdir. arabistanda dört dahi yetişmişdir. hazreti mu'aviye, amr ibni as, mugire tebni şu'be radıyallahü teala anhüma ve ziyad bin ebihdir. alimlerden birçoğu demişdir ki, çok heybetli, cesaretli, tedbirli, gayretli, merhametli olup, her suretle, sanki idareci olarak yaratılmışdı. hatta, hazreti ömer, onu gördükçe radıyallahü anhüma buyururdu. bir şey isteyeni boş çevirmez, katkat fazlasını verirdi. birgün, hasen radıyallahü anh borcu olduğunu söyledikde, seksen bin altın vermişdi. amr ibni ası radıyallahü anh mısra vali yapıp, iki sene bütün mısr gelirini, ona bağışlamışdı. ağabeysi yezid, ömer radıyallahü anhüma tarafından, şamda vali iken hicretin yirminci senesinde vefat etmiş ve yerine, bunu vekil ta'yin etmişdi. halife ömer radıyallahü anh, asil olarak vali yapdı. hazreti osman, ali ve hasen radıyallahü anhüm de, kendisini azl etmediler. hicretin kırkbirinci senesinde islamiyyete uygun, sahih halife oldu. buna, bütün islam memleketlerinde bulunanlar, razı olup, bu seneye amülcema' ismi verildi. halife olunca, afrikada kafirlerle cihada başladı. bir sene sonra, abdürrahman isminde bir serdarı iranın şarkında sicistana , bir sene sonra, sudana ordu gönderip, oraları kafirlerden aldı. kırkdördüncü yılda kabil şehrini, sonra mühelleb kumandasındaki ordusu, hindistan ve semerkandı aldı. mühelleb, daha sonraları haricilerle çok muharebeler yaparak yayılmalarını önlemiş büyük bir kahramandır. kırkbeşde afrikıyye alındı. 'de çinde büyük ve çetin muharebeler yapıldı ve çok şehid verildi, kırksekizde kıbrıs adasına, bizzat gazaya gidip, feth eyledi. kıbrıs adası, nice zeman müslimanların elinde kaldı. kitabı son kısmı, beşinci sahifede diyor ki, kıbrıs adasında, eshabı kiramdan ve tabi'ini izamdan, çok kimselerin mezarı vardır. bilhassa enes bin malikin radıyallahü anh teyzesi ümmi hıram radıyallahü anha orada medfundur. bir gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. ya resulallah! niçin güldünüz dedikde, ya ümmi hıram! ümmetimden bir kısmını, gemilere binip, kafirlerle gazaya giderler gördüm! buyurdu. ümmi hıram ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! bunu da onlardan eyle! diye düa buyurdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh zemanında ümmi hıram, zevci ile gemilere binip, kıbrısa gitdi. kıbrısda atdan düşüp şehid oldu. kıbrısın ikinci fatihi, mısr sultanı eşref tatar olup, de feth etmişdir. üçüncü fatihi ikinci sultan selim han olup, de almışdı. berlin muahedesinden sonra de yalnız idaresi ingiltereye bırakılmışdır. hazreti mu'aviye, elli senesinde oğlu yezidi, istanbulu almağa gönderdi. halid ibni zeyd ebu eyyubel ensari de, bu orduda olup, birçok eshabı kiram aleyhimürrıdvan ile birlikde istanbulda şehid oldular. bizansdan her sene vergi almak üzere sulh yapdılar. ellidört yılında ubeydullah ibni ziyad kumandasındaki bir ordusu, asyada ceyhun nehrini develerle geçip buhara alındı. asyada, afrikada her an islamiyyet yayıldı. kudüsi şerifi, evvelce ömer radıyallahü anh almış idi ise de, sonra kafirlerin eline geçmişdi. mu'aviye radıyallahü anh tekrar aldı. hülasa, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! mu'aviyeyi her yerde hakim et! düası, yerini bulup, afrikada kayrivandan, asyada buharaya kadar ve yemenden istanbula kadar bütün memleketlere hakim oldu. herkes kendisini sever, hürmet ederdi. ehli islam, rahat ve bolluk içinde idi. gayet güzel giyinir, latif atlara biner, zevk ile yaşardı. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti ve hayr düaları sayesinde, islamiyyetden ayrılmazdı. günah, zulm etmemeğe çok dikkat ederdi. şamda, hazreti ömer zemanında dört sene, hazreti osman zemanında oniki sene, hazreti ali zemanında beş sene, hasen hilafetinde altı ay vali olup, hasen radıyallahü anhüm hilafeti bırakınca, bütün islam memleketlerine şer'an ve sahih olarak ondokuz sene halife oldu. hicretin altmışıncı senesindereceb ayında, yetmişdokuz yaşında vefat etdi. şamda defn edildi. vefat edeceği zeman, bereketlenmek için, hurmetle saklamakda olduğu, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek saçlarından birkaç kılı ve mubarek tırnaklarını, ölünce ağzına ve gözlerine koymalarını vasiyyet etmişdi. abdürrahman, yezid, abdüllah isminde üç oğlu ile hind, remele, safiyye ve aişe isminde dört kızı vardı. mir'atı kainatın yazısı, burada temam oldu. mısr ulemasından imamı ahmed bin muhammed şihabüddini kastalaninin rahimehullahü teala, kitabının, şair mahmud abdülbaki rahimehullahü teala tercemesinde diyor ki, ibni ishaka göre, mu'aviye radıyallahü anh şamda yirmi sene vali, yirmi sene de halife idi. imamı ahmed bin hanbel buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona düa edip, ya rabbi! mu'aviyeye ilm ve hesab öğret! onu cehennemden koru! buyurdu. kur'anı kerimi yazmak vazifesi ile meşhurdur. muhammed şemseddin sami beğ da diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh, eshabı kiramın büyüklerinden idi. babası ebu süfyan, kardeşi yezid ve anası hind ile birlikde, mekkenin alındığı gün imana gelmişdir. kendisi daha evvel müsliman olmuş, babasının korkusundan gizlemişdi. babası da, kendisi de, halis ve sağlam müsliman olup, huneyn gazasında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde harb etmişlerdir. ebu süfyanın, taif gazasında bir gözü kör olmuş, hazreti ebu bekri sıddikın hilafeti zemanında, onüç senesindeki yermük muharebesinde de diğer gözü çıkmışdı. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin katibliğinde bulunmak şerefine de nail olmuşdu. hazreti ebu bekr radıyallahü anh şama asker gönderdikde, ağabeysi yezid ile birlikde halid ibni velid radıyallahü anh kumandası altında harb etmişlerdir. hicretin kırkbirincisenesinde, kufede hilafetle kendisine bi'at olunarak, yirmi sene halifelik etmişdir. hazreti mu'aviye radıyallahü anh fevkalade akllı, çok zeki, fasih, tatlı ve te'sirli söz sahibi idi. gayet sabrlı ve halim, kerem ve ihsan sahibi bir zat idi. şamda vali iken, halife farukı azam radıyallahü anh, romalıları hayretde bırakan ve meşhur olan, sade ve mütevadı' kıyafeti ile, şamı şereflendirdikde, onun muntazam, zarif halini görünce, buyurmuşdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh halife iken, dini islamın, dünyaya yayılmasına ve terakkisine çok hizmet edip, çok memleketler almışdır. din alimlerimiz, kendisinden çok hadisi şerif alarak kitablara yazmışlardır, . fahri kainat sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, kendisine vermiş olduğu bir gömleğe sarıp; saklamış olduğu resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin tırnak kesiklerini de gözlerine ve ağzına koyarak, defn etmelerini vasiyyet etmişdi. kamusül alam yazısı burada bitdi. ismindeki çok kıymetli kitabı hazırlamakla, dini islama büyük hizmet eden ve en doğru oniki cild osmanlı tarihini yazmış olan, lofcalı, meşhur ahmed cevdet paşa rahimehullahü teala sının yedinci cüz'ü, yüzdoksanikinci sahifesinde diyor ki: hicretin altmışıncı senesinde mu'aviye radıyallahü anh, hutbe okudukdan sonra, ey müslimanlar! üzerinizde hakimliğim uzun sürdü. sizi usandırdım. ben de sizden usandım. sizden ayrılmak istemeğe başladım. siz de benden ayrılmak ister oldunuz. fekat, benden sonra, size benden iyisi halife olmaz. nitekim benden evvelkiler de, benden iyi idiler. her kim, allahü tealaya kavuşmak isterse, allahü teala da ona kavuşmağı sever. ya rabbi! sana kavuşmak istiyorum. sen de benim mülakatımı irade buyur! beni mubarek ve mes'ud eyle! dedi. sonra hasta oldu. oğlu yezidi huzuruna isteyip, dedi ki, yavrum! seni, seferler ile dolaşmakdan kurtardım. her işini kolaylaşdırdım. herkesi sana ita'ate getirdim. sana kimseye nasib olmıyan mal bırakıyorum! hicaz ehalisini gözet ki, onlar senin aslındır. sana geleceklerin en muhteremidirler. ırak ehalisini de gözet! hergün senden bir me'murun azl edilmesini isteseler bile, azl et! şam ehalisini de gözet ki onlar, senin yardımcılarındır. işleri bitince, bunları, yine şama getir. çünki, başka memleketlerde çok kalırlarsa, ahlakı bozulur. sana rakib olacak üç kişidir. bunlardan abdüllah bin ömer radıyallahü teala anhüma ibadete düşkündür. herkes sana bi'at edince, o da eder. hüseyn bin ali radıyallahü teala anhüma hafif bir zatdır. kufeliler, onu, sana karşı ayaklandırabilir. galib gelince, onu afv et! o bize akrabadır. üzerimizde çok hakkı vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin torunudur. abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anhüma ise arslan gibidir. ondan çok korun! vefatına yakın ben ölünce, cud, cömerdlik de beraber ölür. çok kimselerin ihsan kapıları kapanır. istiyenlerin elleri boş kalır dedi ve dedi ve receb ayında vefat eyledi radıyallahü anh. kendisi uzun boylu, beyaz, heybetli, çok sabrlı ve halim idi. yumuşaklığı, dillerde gezerdi. birgün, huzuruna bir adam gelip, pek ağır ve çirkin konuşduğu halde hiç cevab vermemişdi. denildikde, diyerek, millete verdiği söz hürriyyetini, canlı misal ile göstermişdi. milleti islamiyyede ictima'i teşkilat kuran odur. hatta şehrler arası postayı ihdas etmişdi. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh idaresini, fena görmeyiniz! onu gayb ederseniz, başların arkadan zuhur etdiğini görürsünüz!. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenlerden, cesareti ile, zekası ile meşhur, amr ibni as radıyallahü anh, hicretin kırküçüncüsenesinde fıtr bayramı gecesi vefat etdi. o gece ağladı. oğlu abdüllah niçin ağlıyorsun? ölümden mi korkuyorsun? dedikde, hayır, ölümden korkmam. fekat, öldükden sonra, başıma geleceklerden korkuyorum. çünki, üç dürlü hayat geçirdim. önce, kafir idim. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem.shabı kiram herkesden çok düşmanlık ederdim. o zeman ölseydim, muhakkak cehenneme gidecekdim. sonra, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem en çok haya eden, ben oldum. o zeman ölseydim, herkes, beni tebrik ederdi. islam olarak şereflendi, hayr üzere öldü derler ve cennete gitdi bilirlerdi. daha sonra, hakim oldum, vali oldum. milyonla insanın idaresi, hakkı altına girdim. şimdi ne haldeyim, bilmiyorum. ölünce, bana ağlamayınız! cenazemi sessiz götürünüz! mezarım üstüne taş ve ağaç koymayınız! dedi. tevbe ve istiğfar ederek vefat etdi. kendisi mısrın fatihi olup, hazreti ömer radıyallahü anh zemanında dört sene, hazreti osman radıyallahü anh zemanında da, dört sene ve hazreti mu'aviye radıyallahü anh zemanında iki sene mısr valisi olmuşdu radıyallahü anh. kısası enbiyanın yazısı burada temam oldu. huccetül islam imamı gazali rahimehullahü teala, farisi kitabı, seha bahsinde, üçyüzotuzbirincisahifede buyuruyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh medinei münevvereye gelmişdi. sokakda geçerken hazreti hasen radıyallahü anh arkasından gelip borcum var. bana yardım et! dedi. o da emr etdi, bir deve yükü altun verdiler ki, seksen bin altun idi. ali bin emrullah rahimehullahü teala kitabı, isar bahsinde diyor ki, isar, kendine lazım olanı, sabr edip, başkasına vermekdir. islam cömerdlerinden en meşhuru, abdüllah bin ca'fer tayyar radıyallahü anhüma idi. bunu, hazreti mu'aviye radıyallahü anh çok severdi. her sene, kendisine on milyon dirhem gümüş, ma'aş verirdi. bu paranın hepsini, fakirlere, muhtaclara, yetimlere, dullara dağıtır, sene sonunda, borçlanırdı. diye mu'aviye radıyallahü anh hazretlerine sorduklarında, ben bu malı, abdüllaha vermiyorum. medinei münevverenin fakirlerine veriyorum. isterseniz tedkik edin! dedi. araştırdılar. hepsini fakirlere, yetimlere verip kendinin ve ailesinin tesarruf ile yaşadığını görerek, devlet hazinesinin yerinde sarf edildiğini anladılar. halifenin bu tedbirine, uyanıklığına ve cömerdliğine hayran oldular. aleyhimürrıdvan risalesinin başından buraya kadar, dinde söz sahibi olan büyüklerin kitablarından birkaç şey, kısaca yazıldı. din büyüklerinin, sözbirliği ile bildirdiği bu hakikatler karşısında dinden haberi olmıyan, hurufi tekkeleri döküntülerinin sözlerine ve ba'zı abdestsiz, namazsız dervişlerin yazılarına aldırmamalı! ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarında bildirilen, i'tikad ve ibadet yollarına sarılarak, sonsuz felaket ve pişmanlıkdan kurtulmalıyız! evet, islamiyyeti, i'tikadı ve ibadetleri öğrenmek, her erkeğe ve her kıza farzdır, lazımdır. fekat, bunları içki masalarında, hususi maksadlarla yazılan ve din düşmanlarının kitablarından terceme edilen yazılardan ve sözlerden değil, mezheb imamlarımızın bildirdiklerinden öğrenmeliyiz. dedelerimizin yolundan ayrılmamalıyız! ba'zı kimseler, hiçbir müsliman, çocuğuna, mu'aviye ismini koymamışdır. bu da, bu ismin ve ism sahibinin sevilmediğine alametdir diyor. bu düşünce pek yanlışdır. cahil bile buna, ancak güler. büyük peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat şit, hud, şuayb, elyesa' gibi ismleri ve imamı ali radıyallahü anh efendimizin torunlarından ve oniki imamımızdan bakır, hasen askeri ismleri ve eshabı bedrden olup cennet ile müjdeli üçyüzonüç kişiden olan, bera', evs, iyas, buhayr, besbese, temim, sa'lebe, sekaf, cebr, haris, hatıb, harise, hubab, haram, hureys, hasin, harice, habbab, hubeyd, hıras, hureym, hallad, huneys, huleyd, havvat, havli, zükeys, rafi', reb'i, ruhayle, refa'a gibi ve daha yazamadığımız birçok ismleri, bugün hiçbir müsliman kullanmadığı için bu ismlerin sahibleri olan, peygamberler aleyhimüsselam ve eshabı kiramın en büyükleri ve kıymetlileri, sevilmez mi diyecekler? halbuki, bu ismlerin sahiblerinin hepsi, hazreti mu'aviyeden radıyallahü anh daha yüksek oldukları ve allahü tealanın ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve bütün müslimanların sevgilileri olduğu, güneş gibi aşikardır. hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh sevmemek, onu tanımamak, tehlükeli bir cahillikdir. fekat, onu kötülemek, gençleri kandırmak için, böyle çürük ve gülünç düşünceler söylemek, bu cahilliği ve iftirayı meydana çıkarmakdan başka, birşeye yaramaz. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe eden eshabı kiramın aleyhimürrıdvan bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığı yok. hatta bu muharebeleri, bizi üzüyor, incitiyor. fekat, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı oldukları için, onları sevmekle emr olunduk. herbirini incitmekden, onlara düşmanlık etmekden men' olunduk. o halde, hepsini sevmeğe mecburuz. onları, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için severiz. onlara düşmanlıkdan ve eziyyet etmekden kaçınırız. çünki, onların incitilmesi ve düşmanlığı, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize gider. yalnız, haklı olanı ve yanılanı söyleriz. ya'ni hazreti emir radıyallahü anh haklı idi. ona karşı gelenler, hata etmiş idi. bundan fazla birşey söylemek doğru değildir. isma'il kemaleddin karamani rahimehullahü teala, kitabını açıklarken, yazıyor ki, imamı ali kerremallahü vecheh buyurdu ki, kardeşlerimiz bizi dinlemedi. onlar kafir değildir. günaha da girmedi. çünki, dinden, islamiyyetden anladıklarını yapıyorlar. ictihadda yanılmak kabahat değildir ve birşey söylenemez. onların eshab olduğunu düşünerek, hepsini iyi bilmeliyiz! allahü teala, hepimizi, doğru yoldan ayırmasın! din büyüklerinin kitablarından haberi olmayıp, dinin vesikalarını, islamiyyetin delillerini ve senedlerini işitmeyip de dinini, sonradan meydana çıkan tarihlerden öğrenenleri ve yalnız hayal ve inad ile konuşanları ve yazanları işitmekden, yazılarını okumakdan ve onlara aldanmakdan muhafaza buyursun! amin. imanı olanlar, imanın tadını tadanlar, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından alınan sözlere ve yazılara sarılır. bunlardan zevk alır. din adamı geçinen cahillerin, sözlerinden ve yazılarından nefret eder, kaçar. imamı rabbani kuddise sirruh ikinci cildde, otuzaltıncı mektub sonunda buyuruyor ki, sahabei kiramın üstünlüğünü anlatan rıdvanullahi aleyhim ecma'in mektubu, ün sallallahü aleyhi ve sellem medh ve senası ile bitirelim: seyyidi kainat aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam buyurdu ki, aliyi radıyallahü anh seven, muhakkak, beni sevmişdir. ona düşmanlık eden, muhakkak bana düşmanlık etmişdir. onu inciten, muhakkak beni incitmişdir. beni inciten, muhakkak allahü tealayı incitmiş olur. bir hadisi şerifde buyurdu ki, allahü teala, bana dört kimseyi sev diye emr etdi. onları kendisinin de sevdiğini bildirdi. onların ismlerini bize söyler misiniz, denildikde, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. bera' bin azib radıyallahü anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün oturmuşdu. buyurdu ki, ya rabbi! ben haseni seviyorum radıyallahü anh. hazreti ebu bekr radıyallahü anh diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında imamı hasen vardı. bir kerre bize, bir kerre hasene radıyallahü anh bakarak: benim bu oğlum seyyiddir, efendidir. ümmid ederim, beklerim ki, allahü teala, onun ile, müslimanlardan iki fırkanın arasını bulur. ya'ni müslimanlardan iki fırka sulh ederler buyurdu. üsame bin zeyd radıyallahü anh diyor ki: peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. hasen ve hüseyn radıyallahü anhüma mubarek kucağında oturuyorlardı. buyurdu ki: bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerimemin oğullarıdır. ya rabbi! ben bunları seviyorum. sen de sev ve bunları sevenleri de sev!. enes radıyallahü anh diyor ki, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in içinden en çok kimi seviyorsunuz? diye sordular. buyurdu ki, radıyallahü anhüma. bir hadisi şerifde buyurdu ki, fatıma radıyallahü anha benim bir cüz'ümdür. onu kızdıran, beni incitir. ebu hüreyre radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem imamı aliye radıyallahü anh karşı buyurdu ki, fatıma bana senden daha sevgilidir. sen bana, ondan daha azizsin! . hazreti aişeden nakl edildiğine göre, müslimanlar, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem hediyye takdim etmek istediklerinde, ancak aişei sıddikanın radıyallahü anha hucrei ismetinde bulundukları zeman getirirlerdi ve bu validemizin tavassut ve delaleti ile peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem rızasını kazanmağa çalışırlardı. yine aişe radıyallahü anha diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevcatı tahiratı iki kısma ayrılmışdı. bir kısmı ben ve hafsa ve safiyye ve sevde, ikinci kısmı ümmi seleme ve diğerleri idi radıyallahü anhünne. bu ikinci kısmdakiler, kendi aralarında konuşup eshabı kiramın, hediyyelerini, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem nerede ise, oraya getirmelerini, yalnız aişei sıddikanın evine teşrif edecekleri zemanı beklememelerini istirham etmek için, ümmi selemeyi huzuri se'adete gönderdiklerinde, bana eziyyet vermeyiniz. bana vahy ancak aişenin radıyallahü anha elbisesi ile örtülü iken geliyor. ya'ni diğer ezvacı mütahheratın yataklarında iken, bana vahy gelmedi. yalnız aişenin radıyallahü anhünne yatağında iken geldi, buyurdu. bunu işitince, ümmi seleme radıyallahü anha: seni bundan sonra incitmemeğe andım olsun, tevbeler olsun ya resulallah! dedi. başka bir zeman, yine bunun için, fatımatüzzehrayı radıyallahü anha gönderdiklerinde, ey kızım! niçin benim sevdiğimi sevmezsin? benim mahbubem, senin dahi mahbuben değil midir? buyurduklarında, fatıma radıyallahü anha, evet dedi. buyurdular. yine aişei sıddika radıyallahü anha diyor ki: peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem ne zeman hadicenin radıyallahü anha ismini işitsem gayretime dokunurdu. bununla beraber, onu görmemişdim. onu çok sevdikleri için, onun akrabasına hediyye gönderirlerdi. ba'zan latife yollu, dünyada sanki hadiceden radıyallahü anha başka kadın yok mu? derdim. o; şöyle şöyle! böyle böyle idi ve benim ondan evladlarım vardı! buyururlardı. abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bir hadisi şerifde buyurdu ki, . ebu hüreyre radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . imamı ali radıyallahü anh diyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . yine imamı ali radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . ya rabbi! fatımanın radıyallahü anha ve oğullarının hatırı ve hürmetleri için, bize son nefesde iman ile gitmek nasib eyle! ali resulün sallallahü aleyhi ve sellem eteklerine sarılmak bize nasib et de, düalarımızı ister kabul eyle, ister red! aşağıdaki yazı, kitabındaki onyedinci mektubun tercemesidir. bu kitabı, hindistandaki hakiki islam alimlerinden büyük veli, abdüllah dehlevi yazmışdır. kendisi de delhide vefat etmişdir. üstadı mazher canı cananın yanındadır. bu kitab, farisi olup, mazher canı cananın hayatını ve yirmidört mektubunu bildirmekdedir. mazher canı canan de seksendört yaşında vefat etdi. delhide, yapdırdığı mescidin yanındadır rahmetullahi teala aleyhima: ehli sünnet mezhebinin alimleri, eshabı kiram arasındaki muharebeleri, onların yüksek şanlarına yakışacak şeklde anlatmışlardır. çünki onlar, hadisi şerifi ile medh olunmuşlardır. sebebini anlayamadıkları ayrılıklarını da, allahü tealanın bilgisine bırakmışlar, bu hayrlı asrın temiz insanlarına dil uzatılmasından sakınmışlardır. hayrlı oldukları bildirilen ilk üç asrda yetişmiş olan hadis ve fıkh alimlerinden hiçbiri, eshabı kiramın zemanına çok yakın oldukları ve onların hallerini çok iyi bildikleri halde ve ali mürtezaya radıyallahü anh karşı olanların hata etdiklerini bildirdikleri halde, hiçbirini kötülemek caiz değildir demişlerdir. evet, şam ve bağdad askerleri arasında birkaç gün, muharebe oldu ise de, bu halleri ictihad ayrılığından idi. birbirlerini kafir bilmekden değildi. bu fitne, emirülmü'minin osmanın radıyallahü teala anh şehid edilmesi ile başladı. muharebe zemanında, eshabı kiram üçe ayrılmışdı. bir kısmı, haklı halife olan ali radıyallahü teala anh hazretleri tarafında idi. ikinci kısmı şam emiri tarafında idi. üçüncü kısmı, iki tarafa da katılmadı. hadis alimleri ve fıkh ilminin müctehidleri, eshabı kiramdan hadisi şerifleri toplarlarken, her üç kısmdakileri müsavi tutmuşlar, hepsinin sözlerinin kıymetli, doğru olduğuna inanmışlardır. üç kısmdan birinde bulunanları kafir veya fasık bilselerdi, bunların bildirdiklerini kabul etmezler, bu haberleri, ictihad için, ahkam çıkarmak için, menba' ve sened yapmazlardı. bu üç kısmdakilerden herhangi biri kötülenirse, dini islam, içerden yıkılır. bu büyüklere dil uzatmamak, islamiyyete hizmet etmek olur ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetine, meclislerine kıymet vermek olur. eğer denirse, evet öyledir. fekat, resulullahın akrabasından hiçbiri, kendileri ile harb eden sahabilerden hiçbirine kafir demedi. evet, harb edenlerin birbirlerini sevmemeleri, kötülemeleri lazımdır. fekat, hadisi şerifler ile medh edilen bu hayrlı insanlar, birbirlerini asla kötülememişlerdir. resulullahın akrabasını sevmek, bütün müslimanlara vacibdir. onların incinmelerini istemek de, bu sevgiyi bozar. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan birbirleri ile muharebelerini konuşmak, yazmak doğru değildir. bu hale üzülmeli ve susmalıdır. şi'i denilen ba'zı kimseler, taşkınlık yapıyorlar. uydurma haberlere aldanarak, o temiz insanları, kendi nefsleri gibi zan ediyorlar. eshabı kirama kafir diyecek kadar taşkınlık yapıyorlar. halbuki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hayatını, sözlerini bizlere onlar bildirdi. ömrlerini resulullahın sohbetinde geçiren, onun terbiyesi ve nasihatleri ile edeblenen, olgunlaşan, mallarını ve canlarını onun için feda eden, ondan sonra da onun dinini yaymak için çalışan kimselerin küfrden kurtulamayacakları düşünülebilirmi? allahü teala, bu hizmetlere, gayretlere, hiç merhamet etmemişmidir? onlara merhamet edilmezse, sonra gelen bizim gibi günahkarlar, nasıl afv ve rahmet bekleyebiliriz? geçmiş peygamberlerden ve evliyadan biri ölünce, ümmetinin, cema'atinin hepsinin kafir oldukları ve onun evladlarına, akrabasına düşman oldukları, hiç işitilmişmidir? böyle olsaydı, allahü tealanın peygamber göndermesi, abes olurdu, faidesiz olurdu. zemanların en iyisi olarak müjdelenmiş olan zeman, zemanların en kötüsü olurdu. insanların en iyileri, en kötüleri olurdu. birinci cil ektub tercemesi dini islamın en büyük alimi, imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki kuddise sirruh hazretlerinin muhtelif şehrlerdeki alimlere, vali, kumandan ve padişahlara, cevab ve nasihat olarak yazdıkları mektubların beşyüzotuzaltısından meydana gelen kitabının birinci cüz'ü ikiyüzellibirinci mektubu, mevlana muhammed eşrefe yazılmış olup, hulefai raşidinin radıyallahü teala anhüm ecma'in faziletlerini ve şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma üstünlüğünü ve hazreti emirin radıyallahü anh hususi kıymetlerini ve eshabı kiramın aleyhimürrıdvan ta'zim ve tevkirini ve aralarındaki muharebelerin iç yüzünü bildirmekdedir. bu mektubun baş tarafı peygamberlere aleyhimüssalevat ve evliyaya kuddise sirruhüm aid derin ilmler olduğundan, yalnız nihayet kısmlarını terceme ediyoruz: hazreti emirin radıyallahü anh isminin, cennet kapısının üzerinde yazılı olduğunu öğrenince, şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma cennet kapısındaki hususiyyet ve i'tibarlarının nasıl olduğunu merak etdim. anlamak için çok uğraşdım. nihayet anladım ki, bu ümmetin cennete girmeleri, bu iki büyük zatın emri ve izni ile olacakdır. sanki, ebu bekr radıyallahü anh cennet kapısında durup, içeri girmeğe izn verecek ve ömer radıyallahü anh ellerinden tutarak içeri götürecekdir. bütün cennetin, sanki ebu bekrin radıyallahü anh nuru ile dolu olduğunu his ediyorum. bu fakire göre, şeyhayn hazretlerinin bütün sahabei kiram aleyhimürrıdvan arasında ayrı bir şan ve üstünlükleri vardır. başka hiçbirisi bunlara ortak değildir. sıddik radıyallahü anh, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile sanki aynı bir evin sahibidir. farkları, bir evin iki katı arasındaki fark gibidir. faruk radıyallahü anh da ebu bekre radıyallahü anh, tufeyl olarak bu devlethanede bulunmakdadır. diğer sahabei kiramın, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem yakınlıkları, sünneti seniyyesine uydukları kadar, mahalle komşusu veya hemşehri gibidirler. bunlar, böyle olunca, sonra gelenlerin evliyası nerede kalır? artık düşünmeli! o halde onlar, şeyhaynın büyüklüğünden ne anlıyabilirler? her ikisinin büyüklüğü, o kadar çokdur ki, peygamberler aleyhimüsselam sırasındadırlar. peygamberlik makamından başka, bütün üstünlüklerine malikdirler. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . imamı gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: halife ömer radıyallahü anh şehid olunca, abdüllah ibni ömer, sahabei kirama dedi ki: . ba'zılarının bu sözü anlamıyarak durakladıklarını görünce, ilmden maksadım, allahü tealayı bilmekdir. abdest ve guslün bilgileri değildir dedi. ömer böyle olunca, ebu bekrin radıyallahü anh büyüklüğü nasıl anlaşılır ki, ömerin bütün iyilikleri, onun bir iyiliğidir. böyle olduğu, hadisi şerifde bildirilmekdedir. ömer ile sıddik radıyallahü anhüma arasındaki fark, sıddik ile resulullah sallallahü aleyhi ve sellem arasındaki farkdan ziyadedir. başkalarının sıddikdan radıyallahü anh ne kadar aşağı olduğunu bundan anlamalıdır. şeyhayn radıyallahü anhüma öldükden sonra da, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrı kalmadılar. mahşere de, onlarla beraber kalkıp gideceğini haber vermişdir. o halde efdaliyyet, üstünlük, ona daha yakınlık demek olup, bu da, ikisine mahsusdur. bu fakirliğim ve aşağılığım ile, onların yüksekliğinden ne anlıyabilir ve söyliyebilirim ve üstünlüklerinden ne anlatabilirim? tozun, dumanın, güneşi anlatmağa gücü yeter mi? bir damla su, büyük denizleri söyliyebilir mi? insanlara nasihat etmek, herkese yol göstermek için, geri dönmüş olan evliya kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, keşflerinin nuru ile ve tabi'in ve tebei tabi'inden ictihad derecesine yükselen alimler rahimehümullahü teala, hadisi şeriflerin derinliklerindeki ma'naları bulup anlamak ile, şeyhaynın radıyallahü anhüma kemalatından biraz anlıyarak, hakikatlerinden az birşey ele geçirerek, üstünlüklerini bildirmişler ve bunda söz birliği hasıl olmuşdur. bu sözlerine uymıyan keşflerin, buluşların, yanlış olduğunu söyliyerek, bunlara kıymet vermemişlerdir. bu ikisinin üstünlüğü, sahabei kiram arasında zaten şöhret bulmuşdu. mesela, buhariyyi şerifde, abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki, biz, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, ebu bekr gibi kimseyi bilmezdik. ondan sonra ömeri, ondan sonra da osmanı radıyallahü anhüm bilirdik. onlardan sonra kimseyi kimseden üstün tutmazdık. ebu davüdün bildirdiğine göre, yine abdüllah ibni ömer diyor ki, . evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir sözü, erbabı sekrin, ya'ni zan ve hayal ile konuşanların sözüdür. ya'ni geri dönmiyen, peygamberlik makamının kemalatından haberi olmıyan evliyanın sözüdür. bu fakir, birçok mektublarımda, uzun uzadıya bildirdim ki, peygamberlik, vilayetin üstündedir. hatta, peygamberin kendi vilayetinin de üstündedir. sözün doğrusu da budur. bunun aksini söyliyen, peygamberlik makamının yüksekliğini bilmiyendir. evliyalık yolları arasında, yolu, sıddiki ekberin radıyallahü anh yolu olduğundan, bu yolun yolcuları uyanık olur. onun için de, yolların en üstünüdür. başka yoldaki evliya, bunların kemalatına nasıl yetişebilir? onların iç yüzünü nasıl anlıyabilir? bu yolun yolcularının, bu işde karları müsavidir demek istemiyorum. belki, milyonda biri böyle olabilirse, ni'metdir, se'adetdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği hazreti mehdi rahimehüllahü teala, vilayetin en yüksek derecesinde olacağına göre, o da bu yoldan yetişmiş ve bu yolu temamlamış ve düzeltmiş olacakdır. çünki, bütün vilayet yolları, bu yoldan aşağıdır ve ulaşdıkları vilayetlerde, peygamberlik makamının kemallerinden az birşey vardır. bu yoldan kazanılan evliyalıkda ise, sıddikı ekberin yolu olduğu için, o kemalatdan pek çok bulunur. hazreti emir radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vilayetini aldığı, taşıdığı için, geri dönmiyen, ya'ni halk arasına karışmıyan ya'ni vilayetin kemalatı kendilerinde fazla bulunan evliyanın, mesela kutbların, ebdalin ve evtadın terbiyeleri, onun imdadı ve yardımı iledir. kutbülaktab, ya'ni kutbi medar, onun emrinde ve terbiyesindedir. ya'ni vazifesini onun imdadı ve yardımı ile yapar. fatımatüzzehra ile hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm de, bu makamda, hazreti emir ile ortakdırlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının hepsi radıyallahü anhüm büyükdür. her birini büyük bilmek ve söylemek lazımdır. enes bin malik radıyallahü anh buyuruyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. insanların en iyisini bana eshab olarak seçdi. bunların arasından da, bana akraba ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. bir kimse, beni sevdiği için, bunlara hürmet ederse, allahü teala, onu her tehlükeden korur. onlara hakaret ederek beni incitenleri de incitir. abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, eshabıma dil uzatanlara, onları söğenlere, allah la'net eylesin! bütün meleklerin ve insanların la'netleri, onların üzerine olsun! aişei sıddika radıyallahü anhanın haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında olan muharebeleri, iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfe'at için bilmemek lazımdır. çünki, onların ayrılığı, ictihad ve te'vil ayrılığı idi. heva ve hevesden doğan ayrılık değildi. ehli sünnet alimleri hep böyle söyliyor. şu kadar var ki, hazreti emir ile muharebe edenler, hata etdi. hak, hazreti emir radıyallahü anh tarafında idi. fekat hataları, ictihad hatası olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. kitabına göre, amidi diyor ki, cemel ve sıffin vak'aları ictihad yüzünden idi. ebu şekur muhammed sülemi, kitabında diyor ki, ehli sünnet ve cema'ate göre, hazreti mu'aviye ve onunla beraber olanlar radıyallahü anhüm hata etmişlerdi. fekat hataları, ictihad hatası idi. ibni haceri mekki kitabında diyor ki: hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile radıyallahü anhüma muharebesi, ictihad sebebi ile idi. ehli sünnet alimleri böyle bildiriyor. daki sözünde eshabımız diyerek, kimleri anlatmak istemişdir? ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor, aksini söylüyor. büyüklerin kitabları, hep ictihadda hata olduğunu bildirmekdedirler. mesela, imamı gazali ve kadi ebu bekr ve diğer imamlar gibi. o halde, hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere, fasık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek caiz değildir. kadi iyadın rahimehullahü teala kitabında, imamı malik radıyallahü anh diyor ki: peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabından birine, mesela ebu bekre veya ömere veya osmana veya mu'aviyeye veya amr ibni asa radıyallahü anhüm söğen ve onları kötüliyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kafir oldular dedi ise bu kimseyi öldürmelidir. yok eğer başka bir ayb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenler, kendilerine alevi diyen şi'ilerin taşkın olanlarının dedikleri gibi, kafir değildir. fasık da değildir. çünki, aişe sıddika radıyallahü anha ve talha ve zübeyr ve sahabei kiramdan birçoğu onlardandır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma cemel muharebesinde onüçbin kişi ile beraber öldürülmüşdü. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, bu zeman işe karışmamışdı. bir müsliman, bunlara yoldan çıkdı ve günaha girdi gibi sözler söyliyemez. kalbi bozuk, ruhu pis olan, söyler. fıkh alimlerinden ba'zısı, hazreti mu'aviye radıyallahü anh için cevr, ya'ni zulm etdi demiş ise de, bundan maksadları hazreti emirin hilafeti zemanında kendini halife i'lan etmesi haksız idi, demekdir. yoksa yoldan çıkmak ve günah alameti olan zulm demek değildir. bu suretle, sözleri, ehli sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. bununla beraber, hakiki din alimleri, böyle yanlış ma'nalar anlaşılabilecek sözleri söylemezler. hazreti mu'aviye için radıyallahü anh zalim, nasıl denilebilir? bunun, allahü tealanın emrlerini ve müslimanların haklarını gözetmekde adil bir halife olduğunu kitabında, allame ibni haceri mekki yazıyor. böyle sözleri, yezid için söyleseler yeridir. fekat, mu'aviye radıyallahü anh için söylemek çok şeni', çok çirkin olur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh, hayrlı düalar etdiğini, hadis alimlerinin hepsi söylüyor. mesela, ve bir kerre de, ya rabbi! onu doğru yola götür ve doğru yola götürücü yap! buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olunacağı ise, şübhesizdir. ona beddüa etdi diyen yeni din adamlarının din kitablarından hiç de haberleri olmadığı anlaşılmıyor mu? imamı şa'bi hazretlerinin hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh kötülediği yolundaki sözleri de doğru değildir. böyle birşey olsaydı, şa'binin talebesi olan imamı azam ebu hanifenin, bu sözleri söylemesi lazım gelirdi. imamı malik radıyallahü anh, bir rivayete göre, tebei tabi'indendir ve hazreti mu'aviye radıyallahü anhın asrında yaşamışdır. medinei münevvere alimlerinin en yükseği olduğu muhakkakdır. işte, o büyük alim, mu'aviyeyi ve amr bin ası radıyallahü teala anhüma söğenleri öldürünüz der mi idi? demek ki, onu söğmeği, büyük günahlardan sayarak, söğenleri öldürmeği emr etmişdir. onu söğmeği, hazreti ebu bekri ve ömeri ve osmanı radıyallahü anhüm söğmek gibi bilmişdir. o halde, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek asla caiz değildir. iyi düşünmek lazımdır ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh, bu işlerde yalnız başına değildi. eshabı kiramın hemen hemen yarısı onunla beraberdi. eğer hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir veya fasık denirse, dini islamın yarısı yıkılır. zira, dini islamı dünyaya yayan, bizlere bildiren onlardır. onları ancak zındık, ya'ni dini islamı yıkmak için uğraşan kimse kötüler. o muharebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması, hazreti osmanın radıyallahü anh şehadeti ile başladı. katillerden kısas istenmesi ile başladı. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma kısas gecikdiği için, medinei münevvereden çıkdılar. aişe de radıyallahü anha, bu işde bunlarla beraberdi. kısası bir an önce yapdırmak istiyorlardı. muharebe etmek, hatırlarına bile gelmemişdi. cemel muharebesi, hazreti osmanın radıyallahü anh şehadetine sebeb olan, abdüllah bin sebe' yehudisinin ve adamlarının saldırmaları ile başladı. bu muharebede onüçbin kişi ve talha ile zübeyr radıyallahü anhüma da öldürüldü. mu'aviye radıyallahü anh, sonradan şamdan işe karışdı, bunlarla birleşdi. sıffin muharebesi yapıldı. imamı gazali diyor ki, bu muharebeler, halife olmak için değildi. hazreti emirin radıyallahü anh, hilafeti başlangıcında katillere kısas yapılması içindi. allame ibni haceri mekki hazretleri de, ehli sünnet böyle buyuruyor diyor. hanefi alimlerinin büyüklerinden olan, ebu şekur muhammed sülemi diyor ki, hazreti mu'aviyenin, hazreti emir ile muharebesi, hilafet için idi radıyallahü anhüma. çünki, peygamber aleyhissalatü vesselam ona, buyurmuşdu. bunu işitdiği günden beri, içinde hilafet arzusu uyanmışdı. fekat ictihadında hata etmişdi. hazreti emirin radıyallahü anh ictihadı doğru idi. çünki, onun hilafeti zemanı, hazreti emirin radıyallahü anhüma hilafetinden sonra idi. bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlamasına, kısasın gecikmesi sebeb oldu. kısas yapılmayınca, halife olmak fikri de, ortaya çıkdı. her ne olursa olsun, ictihad yeri idi. hata eden bir derece, doğru olan iki derece sevab kazandı. bu işde, bize düşen en iyi yol, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm kavgalarına karışmamakdır. bunları konuşmamalıyız. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, yine buyurdu ki, ve bir hadisi şerifde, eshabım için, allahü tealadan korkunuz! eshabıma dil uzatmayınız! buyurdu. evet, alçak yezid inadcı ve fasık idi. ona da la'net edilmemesi ehli sünnetin, kafir bile olsa, bir kişiye la'nete izn vermediği içindir. ancak kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net etmek caizdir demişlerdir. ebu leheb ve eşi gibi. yoksa yezide la'net edilmemeli, demek değildir. allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem incitenlere dünyada ve ahıretde, allah la'net eylesin! zemanımızda birçok kimse, hilafet mes'elesini dillerine dolamışlar. sözü evirip çevirip eshabı kiram arasındaki muharebelere getiriyorlar. cahillerin yazdığı tarihleri okuyarak ve bid'at sahiblerinin yalanlarına inanarak, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan çoğunu kötülüyorlar. onun için, bu bakımdan bildiğim hakikatleri yazarak dostlarıma göndermeği lüzumlu gördüm. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ortalık karışır, yalanlar yazılır. adetler, ibadetlere karışdırılır ve eshabıma aleyhimürrıdvan dil uzatılırsa, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! allahü tealanın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği halde, bildirmiyenlere olsun! allahü teala, böyle alimlerin ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez. allahü tealaya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemanımızın padişahı, hanefi mezhebindendir ve ehli sünnetdir. yoksa müslimanların işi çok güç olurdu. bu büyük ni'mete şükr etmek, her müslimana lazımdır. her müslimanın, ehli sünnet i'tikadını öğrenip, imanını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitablara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lazımdır. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarını bırakıp da, dinini, imanını, din düşmanlarının hiyleler ile, yalancı, okşayıcı kelimeler ile yazdığı kitablardan ve mecmu'alardan öğrenmeye kalkışmak, kendini cehenneme atmak olur. ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerini bildiren kitabları okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdu ektubun tercemesi burada temam oldu. mektubatın ikinci cildi, onbeşinci mektubudur imamı rabbani kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki; samane şehrinin mubarek ve muhterem alimlerini ve hakimlerini ve ehl ve me'murlarını bu mektubumla rahatsız etmeğe sebeb, şehrinizin hatibinin, kurban bayramı hutbesini okurken, hulefai raşidinin, ya'ni resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dört halifesinin radıyallahü teala anhüm ismlerini söylemediğini ve namazdan sonra bir kısm cema'atin, kendisine bunu söyledikleri zeman, unutdum veya şaşırdım gibi bir özrde bulunmıyarak, ismleri söylenmezse ne olurmuş? diye inad da etdiğini haber aldım. ehaliden ileri gelenlerin bu hale seyirci kalıp ehemmiyyet vermediklerini ve o insafsız hatibe haddini bildirmediklerini öğrendim. mısra' yazıklar, bir değil, yüzlerce yazıklar olsun! evet! hulefai raşidinin radıyallahü teala anhüm ecma'in ismlerini okumak, hutbenin şartı değil ise de, ehli sünnet velcema'atin şiarıdır. ya'ni, alameti farikası, nişanıdır. onu, bile bile, inad ederek ancak kalbi bozuk kimse okumamak ister. eğer te'assub ve inad ile söylemedi ise de, hadisi şerife ne cevab verecek ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyuruyor. bu kimse, mealindeki ayeti kerimesinin tehlükesinden kendini nasıl kurtaracak? eğer, şeyhayn hazretlerinin, ya'ni ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma üstünlüklerine inanmıyorsa, ehli sünnetden ayrılmış, şi'i olmuşdur. eğer osman ile aliyi radıyallahü anhüma sevmek lazım olduğuna inanmıyorsa, yine doğru yoldan sapmışdır. doğru yoldan çıkmış olan bu hatibin kişmirli olduğunu sanırım. bu pisliği, kişmirin sapıklarından almış olmalıdır. o adam şunu bilsin ki, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma, bu ümmetin en yükseği olduğuna, sahabei kiramın ve tabi'ini i'zamın hepsi inanmış ve her vesile ile bunu bildirmişlerdir. bunu, büyüklerden çoğu bize haber vermişdir. bunlardan biri, imamı muhammed şafi'idir rahimehullahü teala. i'tikadda mezhebimizin iki imamından biri olan ebül hasenil eş'ari rahimehullahü teala buyuruyor ki, bu ümmetin en yükseği, ebu bekr, ondan sonra ömer radıyallahü anhüma olduğu muhakkakdır. imamı ali radıyallahü anh halife iken, kendini seven büyük bir kalabalık içinde, buyurduğunu, imamı zehebi rahmetullahi aleyh söylüyor. ve bunu imamı aliden radıyallahü anh işiten seksenden ziyade kimse bize haber verdi diyerek, bunlardan çoğunun ismlerini de bildiriyor. allahü teala, rafızilerin cezasını versin ki, bunu bilmiyorlar diyor. allahü tealanın kitabı kur'anı kerimden sonra, dini islamın en kıymetli kitabı olan de, imamı muhammed buhari rahimehullahü teala diyor ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi, yükseği ebu bekr, ondan sonra ömerdir radıyallahü anhüma. onlardan sonra da bir başkasıdır. oğlu muhammed bin hanefiyye dedikde, ben de, müslimanlardan biriyim, buyurdu. işte, imamı aliden ve sahabei kiramın radıyallahü anhüm ve tabi'ini izamın büyüklerinin çoğundan bunun gibi haberler gelmiş ve her tarafa yayılmışdır. bunlar karşısında da, inanmamak, ya koyu cahillik veya kuru inadcılıkdır. o insafsız hatibe demeli ki, bize peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm hepsini sevmek ve hiçbirini incitmemek emr olundu. hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüma de eshabdandır. onların büyüklerindendir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem damadlarıdır. o halde, onları sevmek, hem de çok sevmek lazımdır. allahü teala kur'anı kerimde buyuruyor ki, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! onlara de ki: dini islama çağırdığım, se'adeti ebediyye yolunu gösterdiğim için, sizden yalnız bir karşılık istiyorum. o da, akrabamı, bana yakın olanları sevmenizdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealadan korkunuz, allahü tealadan korkunuz da, eshabımı radıyallahü anhüm incitmeyiniz! benden sonra, onlara garez olmayınız, düşmanlık etmeyiniz! onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden de, bana düşman olduğu için eder. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, allahü tealayı incitir. allahü teala da, kendisini incitene azab eder. islamiyyetin başlangıcından ta bu zemana gelinceye kadar, böyle pis kokulu güllerin hindistanda açıldığı bilinmiyor. bu çirkin hareketden, samane şehri halkının hepsinin suçlu tutulması mümkindir. belki bütün hindistandan i'timad kalkar. zemanımız padişahı allahü teala, din düşmanlarına karşı ona yardım etsin ehli sünnetdendir ve hanefi mezhebindendir. böyle bir sultan zemanında, böyle bid'at çıkarmak, ne büyük cesaretdir? belki de, devlete karşı gelmek, ülülemre karşı gelmek demekdir. bununla beraber, asl şaşılacak şey, o şehrin muhterem eşrafının, ileri gelen müslimanlarının, bu vak'a karşısında kımıldamamaları, gevşek davranmalarıdır. maide suresinde, yehudileri ve hıristiyanları red eden altmışüçüncü ayeti kerimesinde mealen, onlar yalan söylerken, rüşvet alırken, faiz yirken, alimleri ve zahidleri, onlara niçin mani' olmuyor? onları yaparken görüp de, men' etmemek, elbette çok kötü ve çok çirkindir ve yetmişdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, ba'zıları günah işlerken, başkaları görüp men' etmiyorlardı. men' etmeğe güçleri yetdiği halde susmaları, elbette çok fenadır buyuruldu. müslimanlığı bozmak isteyenlere, allahü tealanın emrlerini ayb ve çirkin göstererek ve haramlara, dinsizliğe moda ve asrilik gibi ismler takarak, müsliman evladlarını aldatmağa çalışanlara karşı susmak, bu din düşmanlarını cesarete getirir. işi azıtırlar ve islamiyyet yaralanır. müslimanların hep bu gevşekliği yüzünden değil mi ki, islam düşmanları, islam çocuklarını, açıkça dinsiz yapmağa, tutdukları, kurdukları yola sürüklemeğe çalışıyorlar. kurdlar gibi, kuzuları sürüden birer ikişer kopararak, harab ediyorlar. sizleri fazla sıkmak istemezdim. fekat, bu tüyler ürpertici haberi duyar duymaz aklım başımdan gitdi. faruki damarım harekete geldi ve bu yazılar kalemimden çıkdı. afv buyurmanızı umarım. allahü teala, sizleri ve doğru yola yapışanları ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekat izinde gidenleri selamete erdirsin! amin. ahmed faruki allahü teala hep vardır. hiç yok olmaz. herşeyi o var etmekdedir. yaratdıklarını her an varlıkda durdurmakdadır. hastalara şifa veren, insanlara ve hayvanlara rızk veren, açları doyuran, öldüren, gaybları bilen, herşeyi gören, işiten, herşeye gücü yeten yalnız odur. yimez, içmez, anası, babası, çocuğu, benzeri yokdur. zatında ve sıfatlarında hiç değişiklik olmaz. bu sıfatlar ona mahsusdur. bunlara denir. insanlar, ilaclar, makinalar, silahlar, birşey yaratamaz. onun yaratmasına sebeb, vasıta olmakdadırlar. o, sebeblere ve hiçbir şeye muhtac değildir. mahluklardan herhangi birinde, mesela insanda, bir hayvanda, güneşde, yıldızlarda, üluhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmağa denir. böyle inanan kimseye denir. böyle inandığı şeyi, allahü tealaya yapmış olur. bu şeye veya heykeline, resmine, mezarına karşı yalvarmak, dilekde bulunmak, ta'zim etmek, ona olur. o şey olur. böyle şeylerin bulunduğu yerlere, türbelere denir. üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmayıp da, allahü tealanın sevgili kulu olduğu için veya insanlara, memlekete, hizmet, iyilik etdiği için, kendisine, resmine ve mezarına ta'zim etmek, puta tapmak olmaz. böyle yapan, müşrik olmaz. isa aleyhisselam semaya çıkarıldıkdan sonra, onun peygamber olduğuna inananlar, kıyamet günü, kendilerine şefa'at etmesi için, onun resmlerine, heykellerine ta'zim etdiler. bu hurmetleri, ona tapınmak, onu putlaşdırmak olmadı. fekat, romadaki müşrikler, isevi olunca ve eflatunun felsefesi yayılınca, onda üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inananlar oldu. diyenler çoğaldı. böylece yayılan şirk, iznik meclisinde, resmi din yapıldı. bu müşriklere denildi. onun resmlerine, heykellerine ve denilen, dik iki çubuğa tapınıyorlar. kiliselerinin hepsi puthanedir. kiliseye, ayazmaya gidip, papazdan düa, şifa istiyen müsliman, müşrik olur. müşrik, kafirlerin en kötüsünden daha fenadır. kesdiği yinmez. kızı alınmaz. isevilerin ve yehudilerin hepsi, muhammed aleyhisselama inanmadıkları için oldu. bu kafirlerden, müşrik olmıyanlarına denildi. bunların kesdikleri yinilir. kız.shabı kiramları nikah edilir. kur'anı kerim, yehudilerin ve müşriklerin, müslimanlara düşman olduklarını bildiriyor. bunlar, yalan ve hilelerle ve hain planlarla, islamiyyeti içerden yıkmağa çalışıyorlar. bu işe, önce yehudiler, üçüncü halife osman radıyallahü anh zemanında başladı. sonra, hıristiyanlar, hücuma geçdi. eshabı kiramın yolunda olan veya ismindeki hakiki müslimanlara karşı, fırkalarını meydana çıkardılar. şi'ilik, eshabı kiram düşmanlığı demekdir. diyorlar. halbuki kur'anı kerim, eshabı kiramın, birbirlerini çok sevdiklerini ve hepsinin cennete gideceklerini haber veriyor. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem de, ve eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. hangi birisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz! buyurdu. hazreti aliyi çok seven müslimana denir. sünni müslimanlar, eshabı kiramın hepsini sevdikleri için, hakiki alevidirler. peygamberimiz, eshabı kiramın düşmanlarına dedi. rafizilerin cehenneme gideceklerini haber verdi. şi'iler, müslimanları aldatmak için, kendilerine alevi diyorlar. alevi olsalardı, hazreti alinin yolunda olurlardı. o, eshabı kiramın hepsini çok severdi. hazreti ebu bekrin halife seçildiğini işitince, hemen tasdik etdi. kızı ümmi gülsümü hazreti ömere vererek, kendine damad yapdı. imamı rabbani rahmetullahi aleyh farisi ve arabi ı, birinci cildinin ve bunun ismindeki türkce tercemesinin, sekseninci mektubuna ve ikiyüzaltmışüçüncü sahifeye bakınız! imamı rabbani hazretleri kitabının cil ektubunda buyuruyor ki: sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. t e n b i h eshabı kiramı kötüliyenler, yirmiiki fırkadır. en kötüsü allah, alinin içindedir. aliye tapmak, ona tapmakdır diyor. ikinci kısmı, bunları kötüliyor ve ali, allah olur mu? o, insandır. fekat, insanların en üstünüdür. allah, kur'anı kerimi ona gönderdi. cebrail de, iltimas edip, muhammede aleyhisselam getirdi. muhammed aleyhisselam, alinin hakkını yidi diyor. üçüncü kısm, bunları kötüliyor ve hiç böyle olur mu? bizim peygamberimiz, muhammed aleyhisselamdır. fekat, benden sonra, ali halife olsun dedi. eshabı kiram, dinlemeyip, diğer üçünü halife yapdı. aliyi dördüncüye bırakdı diyorlar. diğer üç halifeye, alinin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. eshabı kiramın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. kendi hakkını aramadı diye, aliye de radıyallahü anh çok kızıyorlar. bu üç kısmın hepsi kafir oluyor. diğer fırkalar da, ya kafir oluyor veya bid'at fırkası oluyor. allahü teala, hepsine hidayet versin! doğru yola gelmek nasib eylesin! bugün, iranın birçok köylerinde ve ırakda milyonlarca insan, zehrlenmiş, yolu şaşırmışlardır. bu sapıklarca en kıymetli kitab olan ismindeki yüz sahife kadar bir roman, elimize geçdi. istanbulda basılan bu kitab, harunürreşidin serayında, hüsniyye isminde bir cariyenin, ba'zı kimselerle yapdığı konuşmasını yazmakda imiş. bunun, murteza adında bir acem yehudisi tarafından, iranda yazıldığı, farisiden türkçeye çevrildiği anlaşılıyor. ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere bozuk ma'nalar vererek, vak'a ve hadiseleri yanlış anlatarak, eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ve ehli sünnet alimlerine saldırmakda, acıklı hikayeler uydurarak, cahilleri aldatmakdadır. mesela:imamı şafi'i bağdadda idi. ebu yusüf de kadi idi. aralarında çok düşmanlık vardı diyor. ictihaddan haberi olmadığı için, ictihaddaki ayrılıkları, düşmanlık sanmakdadır. diyor. imamı şafi'inin büyüklüğünü bilmediği için, sıkılmadan böyle yazıyor. halbuki, ferideddini attar rahmetullahi aleyh da diyor ki: imamı muhammed şafi'i rahimehullahü teala, onüç yaşında iken, haremi şerifde, derdi. onbeş yaşında iken fetva verirdi. zemanının en büyük alimi olan ve üçyüzbin hadisi ezber bilen imamı ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala, ondan ders almağa gelirdi. çok kimse, imamı ahmede, dediklerinde, bizim ezberlediklerimizin ma'nalarını o biliyor. eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacakdım. o, dünyayı aydınlatan bir güneşdir, ruhlara gıdadır derdi. bir kerre de, fıkh kapısı kapanmışdı. allahü teala, bu kapıyı, kullarına, şafi'i vasıtası ile tekrar açdı demişdir. bir kerre de, dedi. imamı ahmed, yine buyurdu ki, hadisi şerifinde bildirilen alim, imamı şafi'idir. süfyanı sevri rahimehullahü teala diyor ki, . abdüllahi ensari rahimehullahü teala diyor ki, şafi'i mezhebini iyi bilmiyorum. fekat, imamı şafi'iyi çok severim. çünki, hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum. imamı şafi'i birgün ders verirken, yerinden birkaç kerre kalkdı, oturdu. sebebini sorduklarında, bir seyyid çocuğu, kapının önünde oynuyordu. karşımdan geçdikçe, ona saygı olarak kalkıyorum. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem torununu görüp de, kalkmamak caiz olmaz dedi. hüsniyye kitabını yazanın bundan haberi olsaydı, demekden haya etmesi lazım gelirdi. rebi' bin haysem rahimehullahü teala diyor ki, rü'yada, adem aleyhisselamı ölmüş gördüm. zemanımızın en büyük alimi vefat edecekdir dediler. çünki, ayeti kerimede, ilmin adem aleyhisselamın hassası olduğu bildirildi. birkaç gün sonra, imamı şafi'i vefat etdi.hüsniyye, mezhebini izhar edip, muhabbeti ehli beyti resul olduğunu beyan edip, bir derece mücadele ve mübaheseye başladı. ulema cevab vermeğe kadir olamadılar diye yazıyor. ehli beyti resulün ve eshabı kiramın hepsinin i'tikadı aynı idi. hepsi kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin bildirdiği yolda idi. nitekim, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabım, gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız, doğru yolda gitmiş olursunuz! buyuruyor. eshabımın ba'zısı veya yalnız ehli beytim yıldızlar gibidir demiyor. eshabım buyurarak, hepsinin aynı i'tikadda olduğunu bildiriyor. bunlar ise, kendi yanlış hikayelerine, bozuk inanışlarına, diyerek, yurdumuzdaki müslimanları aldatmağa çalışıyorlar. o meclisde, bir alim bulunsaydı, bu cariye rezil olur, ağzını açamazdı. alimler cevab veremedi diyerek, ehli sünnet alimlerini lekelemeğe yeltenmekdedir.alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etdiğini ve çocuğun imanının makbul olduğunu, yalan yanlış isbata kalkışıyor. bunun için, hilafet onun hakkıdır, diyerek alimleri susdurdu diyor. ehli sünneti, sanki hazreti alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etmiş olduğuna inanmıyormuş gibi göstererek, ehli sünnet alimlerini rezil etdi diyor. halbuki, ehli sünnet kitablarının hepsi, imamı alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etmekle şereflendiğini uzun uzun yazarak, o allahın arslanını medh ve sena etmekdedir. bir sahifede ali, resulullahdan sonra, enbiyai mürselinden efdaldır. imam vasıyyi resul ve suhufi münzelenin ve tevrat, zebur, incil ve fürkanın hafızıdır. ebu bekr ise, kırk yaşında latü uzza denilen heykellere ibadeti terk ederek islama gelmiş ise de, çok def'a resuli hudaya muhalefetde bulunmuşdur ve cildi, kanı şerab ile beslenmiş iken, onun imanına i'tibar edip. hanedanı nübüvvetin ma'sumlarının imanına i'tibar olunmaz dersiniz ve buğzu adaveti hanedanı, kalbinizde saklarsınız diye, ehli sünnete saldırıyor. allahü teala, kur'anı kerimin birçok yerinde, mesela en'am suresi, seksenaltıncı ayetinde, bildirmekdedir. hazreti alinin radıyallahü anh, peygamberlerden yüksek olduğunu söylemek, kur'anı kerimi inkardır ki, küfr olur. diğer semavi kitablar, nazm olmadığı gibi kimsenin ezberinde değil idi. nitekim, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bile tevratdan sorulan üç suale üç gün cevab vermeyip, cebrail aleyhisselamın cevab getirmesini bekledi ve üç gün üzüldü. bütün müslimanlar da, çok üzüldü. sonra, kehf suresi gelerek, tevrata uygun cevab verildi. hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh çocuk iken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem arkadaşı idi. o zemandan beri sevişiyorlar, beraber yaşıyorlardı. her ikisinin de, hiç şerab içmediği, puta tapınmadıkları kitablarda yazılıdır. mesela, adındaki kitabda diyor ki, kadi ebülhasen, ebu hüreyreden radıyallahü anh haber veriyor. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ile oturmuşduk. ebu bekr radıyallahü anh dedi ki, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! senin hakkına yemin ederim ki, ömrümde hiç puta tapmadım. hazreti ömer buyurdu ki, niçin, resulullah hakkına diyorsun? bu kadar sene cahillik zemanı geçirdik. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh buyurdu ki, babam ebu kuhafe, beni heykellerin dikili olduğu yere götürdü. seni yaratan, kurtaran bunlardır. bunların önünde eğil dedi. kendisi gitdi. puta, karnım aç. bana birşey ver, yiyeyim dedim. cevab vermedi. su, elbise istedim. ses vermedi. sana taş atarım. gücün varsa, atdırma dedim. ses çıkmadı. taş atdım. yüz üstü düşdü. babam gelip görünce şaşırdı. beni eve götürdü. annem, buna birşey demiyelim dedi. ebu bekr, sözünü bitirince, resul aleyhisselam, buyurdu. ebu bekri sıddik radıyallahü anh bütün servetini, canını, evladını, herşeyini ona feda etmişdi. hadisi şerifi, onun, bütün eshabdan üstün olduğunu göstermeğe yetişir. halbuki, efdal olduğunu bildiren, daha nice hadisi şerifler var. bunların birkaçı, senedleri ile birlikde kitabında yazılıdır. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hiç muhalefetde bulunmamış, ictihadları bile, hep ona uygun olmuşdur. hatta, onun bir hatası ile, bütün ibadetlerini değişmeği istemişdir. ehli sünnet kitabları, ehli beytin sevgisi ve saygısı ile doludur. buğzu adavet ediyorsunuz demesi, bu kitabın, ehli sünnete karşı ne kadar haince, alçakça iftiralarla dolu olduğunu göstermekdedir. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala yazdığı tefsir ve hadis kitablarında, hazreti aliyi radıyallahü anh medh eden haberler o kadar çokdur ki, bunlardan birkaçını işitmiyen bir müsliman yokdur. mesela, abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma buyurdu ki: resulullahdan işitdim ki, buyurdu. onu sevmek, onu ve sözlerini, doğru olarak öğrenip, öyle olmağa çalışmak demekdir. bir sahifede ehli sünnet, şer ve isyan, küfr ve fısk, allahın kaza ve kaderi iledir, rızası ile değildir diyor. bu sözleri bir hakimin kendi hükmüne razı olmamasına benzer. bu sözü edenler, kendi küfrlerine zahib oldukları için, küfrü, kafirliği de kaza ve kadere bağlayıp, kendi kabahatlerini örtmek istediler. bu ise iblis mezhebidir diyor. böylece, kaza ve kadere inanmıyor. imamı ca'fer sadıka da inanmamış oluyor. herşeyi allahü tealanın yaratdığını bildiren ayeti kerimeleri, evirip çevirip, kendine göre ma'nalar çıkarıyor. halbuki, bu ayeti kerimelerin hakiki ma'nalarını şerhi olan şeyhzade tefsiri, akl sahiblerini hayran bırakacak şeklde yazmakdadır. hüsniyye diyormuş ki,beş yaşından yirmi yaşına kadar, imamı ca'fer sadıkın aleyhisselam evinde idim. bu bilgileri hep ondan öğrendim. küfrüne, yalanlarına herkesi inandırmak için, o büyük imama da iftira ediyor. halbuki, imamı ca'fer sadıkın radıyallahü anh kaza kader hakkındaki sözü ın cild. mektubunda uzun yazılıdır. irade ile rızayı birleşdirmek için, hakimin hükmünden razı olmaması muhaldir demesi de, bozuk bir düşüncedir. çünki, hakimin, doğru olan hükmlerinden razı olmaması, elbette muhaldir. allahü tealanın da, ita'at etmekden, sevab işlemekden, hayrdan razı olmaması muhaldir. çünki, razı olacağını bildiriyor. fekat, hakim, zor ile veya hata ile verdiği hükmünden hatasını anlayınca nasıl razı olabilir? irade etmiş, hükm etmiş ise de, razı olamaz. sahibi siracüddin ali bin osman uşi, adındaki çok kıymetli kasidesinin üçüncü beytinde, . herşeyi, her işi irade, ezelde takdir eder diyor. bu kasideyi, birçok alim şerh etmişdir. seyyid ahmed asım efendi türkçeye terceme ve şerh ederken diyor ki, kader, allahü tealanın ilerde olacak herşeyi ezelde bilmesidir. kaza, bu bildiklerini levhil mahfuzda göstermesidir. keşşaf şarihi ba'zılarına göre, kader, genel emrdir. kaza bunların birer birer meydana gelmesidir. mesela kaderdir. her canlının ölmesi kazadır dedi. kitabını şerh eden şemseddin mahmud bin abdürrahman isfehani buyuruyor ki, kader, her şeyin levhil mahfuzda toplu, kısaca varlığıdır. kaza da, bunların, şartlarının ve kendilerinin birer birer, zemanlarında yaratılmasıdır. kader, bir anbar buğdaya benzer. kaza, ölçü ölçü alıp sarf etmekdir. kader ve kaza kelimeleri, birbirinin yerine kullanılmakdadır. kader: ahmed kendi arzusu ve kudreti ile müsliman olur. kirkor, kendi isteği, beğenmesi ile küfrü tercih eder şeklindedir. bunu gösteren ayeti kerimeler çokdur. kaza kader üzerinde kitabında geniş bilgi vardır. bunu iyi okuyunca, hüsniyye kitabını hazırlıyan yehudinin, bir canbaz gibi, bir gözbağlayıcı gibi yapdığı bozuk isbatlar kolayca anlaşılır. tefsir bilenler, bu kitabın ayeti kerimelere, ilme, akla uymıyan ma'nalar verdiğini hemen anlar ise de, tefsirden ve yirmi ana ilmden haberi olmıyan cahiller, gibi ilavelere aldanarak inanır. onun için, böyle, yalan, bozuk kitabları, mecmu'a ve gazeteleri hiç okumamalıdır. bunları okumamak, kendini kafir olmakdan kurtarmak demekdir. bir yerinde demişdi ki: ey ebu hanife! sen insanda ihtiyar olmadığını söyliyorsun. eşekler senden daha akllı ve faziletlidir. çünki, geçilemiyecek dereye ne kadar zorlansa girmez! bu söze ibrahim halid, cevab veremedi. harun reşid ve yahya bermeki güldü diyor. kaderiyye mezhebinin, bu ümmetin mecusileri olduğunu bildiren hadisi şerifi de yazıp, günah işleyip, bu iş allahdandır, ezelde yazılmışdır, diyenler, kaderiyyedir. islamdan önce kureyş müşrikleri cebri mezhebinde idi. islam bu mezhebi kaldırdı ise de, emirül'mü'minin hazreti alinin şehadetinden sonra, mu'aviye ve yezid aleyhilla'ne zemanında bu mezheb, tekrar meydana çıkdı ve ehli sünnete miras kaldı diye yazıyor ve çocuk sözü gibi akla ve nakle uymıyan söz ve misallerle isbata kalkışıyor. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, insanda ihtiyar yokdur dememişdir. cebriyye mezhebinin kafir olduklarını bildirmişdir. bu kitabının böyle hayasızca iftiralarına ancak, ehli sünnet kitablarını hiç okumamış cahiller inanır. kaderiyye mezhebi, mu'tezile mezhebinin bir ismidir. şi'ilerin de bu mezhebde olduğu, bu kitabdan anlaşılmakdadır. kaza ve kadere inanmadıkları için, insan istediğini elbette yapar, yaratır dedikleri için, mu'tezile mezhebine de denir. ya'ni kadere inanmıyanlar kaderiyyedir. inananlar, ehli sünnetdir. muhammed bin abdülkerim şihristani, kitabında diyor ki: mu'tezile mezhebinin reisi olan vasıl bin ata ve onun izinde bulunanlar diyor ki: insan, ihtiyari, ya'ni istekli hareketlerini kendi yaratır. allahü teala, kullarına faideli işler yapmağa mecburdur. iyilere sevab, kötülere azab vermesi lazımdır. allah birdir. ayrıca sıfatları olamaz. kur'an, harf, kelime ve sesdir. bunlar ise, mahluk, sonradan yaratılmışdır. insan iyi, kötü, bütün işlerini kendi yaratıyor. allahü teala, şerleri, kötü şeyleri, günahları, küfrü yaratır demek, doğru değildir. bu sözler, onu kötülemekdir. çünki, zulmü yaratan, zalimdir. allahü teala, zalim olmaz. diyor. bunların bu sözleri yanlışdır. iş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. insan mahluk olduğu gibi, küfrü, imanı, ibadeti ve isyanı da mahlukdur. saffat suresi, doksanaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ehli sünnet alimlerinden imamı beydavi rahmetullahi aleyh, bu ayetin tefsirinde yapdığınız şeyler, insanın fi'li, hareketi ile olduğu için, insanın işi olur. fekat, hareket kuvvetini veren, iş için lazım olan şeyleri yaratan, allahü tealadır demekdedir. kaderiyye, herkes, kendi işinin halıkıdır dediği için, bu ümmetin mecusileri olmuşdur. ehli sünnet, halık birdir diyor. mecusiler, halık ikidir dediler. mevlana halidi bağdadinin rahimehullahü teala arabi kitabında, iradei cüz'iyyeyi uzun bildirmekdedir. abdülhamid harputi rahmetullahi aleyh bu kitabı şerh ederek ismini vermişdir. bu şerh de istanbulda tab' edilmişdir. mevlananın risalesi de senesinde, mearif nazırı safvet paşanın zemanında, kitabının sonunda, taş baskısı ile, istanbulda basılmışdır. kitabının dokuzuncu mektubu bu risaledir. bu risalede buyuruyor ki: yeri ve gökleri yokdan var eden, insanları ve hayvanları ve bunların hareketlerini, işlerini yaratan allahü tealaya hamd olsun. allahü teala, birşeyi yaratmak istediği zeman ona der, hemen var olur. efendimiz, büyüğümüz, veber ve meder ehalisinin en iyisi olan muhammed aleyhisselama ve aline, akrabasına ve eshabına düalar, selametler ve iyilikler olsun! ey müsliman! allahü teala, zihnini açsın! doğru yolda gitmeni nasib eylesin! iyi bil ki, müslimanların her fırkası, her kısmı, hatta felsefeciler ve başka dinlerde bulunanların çoğu, hayvanların hareketlerinden başka, her varlığı, herşeyi hareket etdiren, te'sir eden yalnız bir kuvvet vardır, bu da, bir olan allahü tealadır, demişlerdir. hayvan ve insanların hareketlerini de onun yaratdığı şübhesizdir. ya'ni, hem şu'urlu olan mesela hastalık, sıhhat, uyku, uyanıklık gibi, hem de, şu'ursuz olan mesela büyümek, gıdaların hazm olması gibi, tabi'i hareketlerini, ya'ni iradelerine, isteklerine bağlı olmıyan hareketlerini, hep allahü teala yaratmakdadır. hayvanların ve insanların ihtiyari hareketlerine, ya'ni iradeleri, istekleri ile yapdıkları hareketlerine gelince, bunların meydana gelmesi başka başka anlatılmakdadır. mesela, cebriyye fırkası, ihtiyari hareketlerin de, yalnız allahü tealanın kudreti ile olup, kulun hiç kudreti olmadığını söyliyor. i'tikad imamlarımızdan ebülhasen ali eş'ari rahimehullahü teala de allahü tealanın kudreti ile olup, kulun kudretinin karışmadığını bildirmekdedir. mu'tezile fırkası ise, yalnız kulun kudreti ile ve ihtiyarı ile olduğunu, felsefeciler de, kulun kudreti ile olduğunu ve kulun, bunu yapmağa mecbur olduğunu söylemekdedir. haremeyn imamı denmekle meşhur, abdülmelik cüveyni radıyallahü teala anh için de böyle derdi, deniliyorsa da, doğru değildir. nitekim alim, arif muhammed bin yusüf sinnusi rahimehullahü teala kitabında ve sa'deddini teftazani rahimehullahü teala de kitabında bunun doğru olmadığını açıkça yazmakdadır. i'tikad alimlerimizden üstad ibrahim bin muhammed isferaini rahimehullahü teala ise, işin meydana gelmesi, hem allahü tealanın, hem de kulun kudretlerinin te'siri iledir diyor. kadi ebu bekr bakıllani rahimehullahü teala, işi yapan, allahü tealanın kudreti olup, kulun kudreti de, işin sıfatına, haline, iyi veya kötü olmasına te'sir etmekdedir, diyor. i'tikadda mezhebimizin imamı, muhammed bin mahmud ebu mensur matüridinin rahimehullahü teala de böyle buyurduğunu, kemaleddin muhammed ibnülhümam rahimehullahü teala kitabında ve kemaleddin muhammed ibni ebu şerifi kudsi rahimehullahü teala kitabında ve molla fenarinin torunlarından hasen çelebi bin muhammed şah rahimehullahü teala haşiyesinde ve müdekkik gelenbevi rahimehullahü teala de şerhinde bildirmekdedirler. mevlanadan bu kadar terceme edildi. ehli sünnet alimlerinden imamı birgivi rahimehullahü teala, türkçe kitabında ehli sünnetin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıkları doğru ma'nayı kısa ve açık olarak, pek güzel yazmakdadır. kadizade şerhi yirmidördüncü sahifede buyuruyor ki: allahü teala müriddir. ya'ni irade sıfatı vardır. dilediğini yapar. var olmasını dilediğini var eder. var olmasını dilemediği, var olmaz. hiçbir şeyi yapmak, ona lazım değildir. bir kimse, ona güç ile birşey yapdıramaz. çünki allahü teala, herkese galibdir. kimse, ona galib olamaz. aciz değildir. herşey, onun dilemesi ile var olmakdadır. iman, ita'at gibi iyilikler ve küfr, isyan gibi bütün kötülükler, hep onun iradesi ile var olmakdadır. mu'tezile fırkası diyor ki, allahü teala, kötülüklerin, günahların yapılmasını dilemez ve yaratmaz. bunları insanlar ve şeytan yaratmakdadır. çünki, kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olur. allahü teala ise, hiç kötülük yapmaz. ehli sünnet, bunlara şöyle cevab verdi ki, kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olmaz. insanların kötülük işlemesi, kötülük olur. mu'tezile dedi ki, allahü teala, kötülükleri ve küfrü takdir etse, murad etse idi, insanların küfre, kötülüklere razı olması, bunları beğenmeleri icab ederdi. çünki, kazaya rıza göstermek lazımdır. ehli sünnet, şöyle cevab verdi ki, küfrün kendisi, allahü tealanın kazası, takdiri değildir. makdisidir. ya'ni, kaza olunan şeydir. kaza etmesine rıza lazımdır. fekat, makdiye rıza lazım değildir. allahü teala, herşeyi halk ve takdir ederim. küfre razı değilim buyurdu. mu'tezile, allahü teala kötülük yapılmasını dilese idi, kötülük, küfr ve isyan yapınca, sevab kazanılırdı. çünki, allahü tealanın dilediğini yapmış olurlar. dilediğini yapmak, emrini yapmak demekdir dedi. ehli sünnet dedi ki, ita'at etmek için, sevab kazanmak için, ancak emrleri yapmak lazımdır. irade edileni yapmak, ita'at etmek olmaz. mu'tezile alimlerinden, rey şehrinin kadisı abdülcebbar hemedani, vezir sahib bin ibadın odasına geldi. içeride, ehli sünnet alimlerinden ebu ishak isferainiyi rahimehullahü teala görünce aralarında, şöyle bir konuşma geçdi. ab. ceb. allahü teala, kötülükleri, günahları irade etmez, istemez ve yaratmaz. bunları, kötü insanlar ve şeytan yaratır. ebu ishak hayrların ve şerlerin hepsini allahü teala yaratır. onun mülkünde, yalnız onun dilediği var olur. ab. ceb. rabbimiz, kendine isyan olunmasını diler mi? ebu ishak allahü teala, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kullar güç ile, zor ile, ona isyan mı edebilir? kullar, iradei cüz'iyyeleri ile küfr, günah, kötülük yapmak ister. hak teala da dilerse, onların istediğini yaratır. ab. ceb. allahü teala bir kimseye hidayet dilemese, onun küfr, kötülük yapmasını takdir ve kaza edip yaratsa, buna iyilik mi etmiş olur, yoksa kötülük mü? ebu ishak eğer kulun hakkını vermeği dilemezse, kötülük olur. fekat kendi hakkını almağı dilemezse kötülük olmaz. zerre kadar iyilik yapana karşılığını verecekdir. kimsenin iyiliği karşılıksız kalmıyacakdır. küfrden başka kötülüklerin birçoğunu da afv eder. küfrü dilemesine gelince, hak teala alimdir. ilerde olacak herşeyi bilir. hakimdir, herşeyin en iyisini yapar. dilediği kulunu rahmetine kavuşdurur ve hidayet ihsan eder. hiçbir şeyi yapmağa mecbur değildir. nitekim, kur'anı kerimde fatır suresi, sekizinci ayeti kerimesinde mealen, dilediği kimseleri iğri, sapık yolda bırakır. dilediği kimselere hidayet eder. doğru, iyi yolu gösterir buyuruldu. ya'ni, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. kulun iradesi yaratmağa sebebdir, vasıtadır. mü'minler iradei cüz'iyyeleri ile imanı ve ita'atı dileyince, allahü teala da diler ve yaratır. eğer, allahü teala da dilemeseydi, kimse mü'min olmaz, ita'at etmezdi. kafir küfrünü ve fasık günah işlemesini dileyince, o da irade ederse, yaratır. eğer dilemezse, kimse kafir ve fasık olamaz. yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. hak teala da dileyince var olur. allahü teala, şerleri, kötülükleri de diler ve yaratır. fekat, bunları sevmez, razı olmaz. hayrları, iyilikleri ise hem diler, hem de razı olur, beğenir ve yaratır. allahü teala dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. insanların yapdıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep onun dilemesi ile oluyor. kullar birşey yapmak irade edince, o irade etmezse o iş olmaz. o da dilerse, olur. var olmasını dilemediği şey, var olmaz. var olursa, acz, gücü yetmemek olur. allahü tealanın herşeye gücü yeter. dilese bütün insanlar ve cinniler mü'min olup ita'at eder. dileseydi, hepsi kafir olurdu. sual: herşey, onun dilemesi ile oluyor. kafirlerin küfrünü dilemişdir. onlar, bu iradeye karşı gelemezler. bunun için zor ile kafir oluyorlar. onlara iman etmelerini emr, olmayacak şeyi istemek olur. onların iman etmesini emr ediyor da, niçin iman etmelerini dilemiyor? herkesin iman etmesini emr ediyor da, niçin herkesin iman etmesini irade etmiyor, dilemiyor? cevab: allahü tealaya, yapdığı şeyleri beğenmiyerek, bunların sebebi sorulmaz. allahü teala, ileride olacak herşeyi ezelde, sonsuz geçmişde biliyordu. ilmi, olacak şeylere tabi'dir. ya'ni nasıl olacaklar ise, öylece bilmişdir. öyle olacakları için öyle bilmişdir. yoksa, öyle bildiği için, öyle olmağa mecbur olmuyorlar. işte, allahü tealanın iradesi, bu ilmine uygun oluyor. kudret ve tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor. kullarda, iradei cüz'iyye, ya'ni seçmek, dilemek vardır. birşeyi yapmak isterler veya istemezler. ehli sünnetin iki imamından ebu mensur matüridi rahimehullahü teala buyuruyor ki, iradei cüz'iyye, başlı başına bir varlık değildir. dışarda var değildir. kudreti ilahiyye ile ilgisi yokdur. allahü teala, filan kimsenin günah işlemek isteyeceğini ezelde biliyordu. o kimse, isteyince, allahü teala da diler ve yaratır. günah hasıl olur. kulun iradesi, allahü tealanın kazasına, takdirine ve yaratmasına sebeb olmakdadır. insanların yapamıyacağı şeyler, üç dürlüdür: o şeyin kendi yapılamaz. iki cismi, bir anda, bir yerde bulundurmak gibi. şişeden suyu çıkarmadan, başka sıvı doldurulamaz. kendi yapılabilir. fekat adetde kullar yapamaz. bir dağı yerinden kaldırmak gibi. yapılabilir. fekat, allahü teala, kulun yapmıyacağını bildiği için, kul onu dilemez. allahü teala, birinci ve ikinci kısmları emr etmedi. üçüncü kısmın yapılmasını emr etmekdedir. mesela, ebu cehlin iman etmiyeceğini ezelde bildiği ve küfrünü dilediği halde, iman etmesini emr etdi. demek ki, insan yapmağı ve yapmamağı seçmekde, dilediğini yapmakdadır. kulun bu dilemesi, allahü tealanın irade etmesine ve yaratmasına sebeb olmakdadır. kul, hayr işlemek isteyince, o da ister ve yaratır. kötülük işlemek dileyince, o da ister ve şerri yaratır. kimseyi zor ile kafir yapmaz ve kimseye zor ile günah yapdırmaz. allahü tealanın adeti ilahiyyesi şöyledir ki, herşeyi sebeb ile yaratmakdadır. insanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmağa sebeb kılmışdır. imanı, hayrı, sevabı kullarına bildirmek için peygamberler aleyhimüsselam gönderdi. iman etmeği ve ibadet ve iyilik yapmağı emr etdi. küfrü ve günah işlemeği, kötülük yapmağı yasak etdi. insanlara akl verdi. aklı olana emr etdi. allahü teala, dilediğini yaratır. yaratdığı herşeyde nice faideler vardır. ya'ni hakimdir. insan aklı bunları anlayamaz. akl ancak alışdığı, duygu organları ile aldığı bilgileri ölçer, kavrar. kafirleri yaratdığında, bunlara uzun ömr, bol rızk, mevkı', rütbe verdiğinde, küfrlerini, kötülük yapmalarını dilediğinde ve yılanları, hınzırları, zehrleri yaratdığında sayısız hikmetler, faideler vardır. faidesiz birşey yapmak sefahetdir, aşağılıkdır. allahü tealanın her yaratdığında, çeşidli faide vardır. iradesi onun sekiz sıfatından biri olup kadimdir, hep var idi. ezelde kendi de, sekiz sıfatı da hep var idi. sonradan olma değildirler. müşebbihe fırkasından kerramiyye adındaki zındıklar, irade sıfatı kadim değil hadisdir, ya'ni sonradan olmadır dedi. kafir oldular. sekiz sıfatdan birine kadim değil, hadis diyen kafir olur. allahü teala, herşeyi tekvin sıfatı ile yaratmakdadır. tekvin var etmek demekdir. yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cismleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız odur. ondan başka yaratıcı yokdur. ondan başkasına yaratıcı denemez ve kimseye, bir şey yaratdı denemez. kur'anı kerimde mealen, buyuruluyor. bir ayeti kerimede mealen, ve yasini şerifdeki bir ayeti kerimede mealen, buyuruldu. karada, denizlerde, havada yaşıyan hayvanların ve insanların, meleklerin ve cinnilerin, ya'ni her var olanın kendisini ve hareketlerini ve işlerini ve durmalarını, ibadetlerini ve günahlarını, iyiliklerini, zararlarını, küfrlerini ve imanlarını yaratan odur. mu'tezile diyor ki, kullar, işlerini kendileri yaratır. hak teala, kullara çok kudret verip, kendi işlerini kendileri yaratır. hayvanlar da böyledir. bu sözleri yanlışdır. insanlar ve hayvanlar, iradei cüz'iyyeleri ile bir işi yapmağı diler. bu dilemeğe denir. allahü teala da, dilerse, bu işi yaratır. kul birşey yaratamaz. bizim risalemizde bunu uzun açıkladık. elin, ayağın kımıldamasını, dilin söylemesini, gözün açılıp kapanmasını ve görmesini yaratan odur. sineklerin, böceklerin, mikrobların, yıldızların, rüzgarların hareketlerini yaratan yalnız odur. insanların, hayvanların, cinnilerin ve ruhlarımızın rızkını yaratan, gönderen odur. halala da, harama da rızk denir. mu'tezile, haramdan gelen, rızk değildir, dedi. bu sözleri yanlışdır. her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. kimse kimsenin rızkını yiyemez. rızk, ibadet yapmakla artmaz, bereketlenir. allahü teala herkesin rızkını ezelde takdir, ta'yin etmiş, ayırmışdır. bu, artmaz ve azalmaz. canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız odur. mikroblar, tabib ve azrail aleyhisselam, birer sebebdir. bunlar te'sir edince, işi yaratan, bunlara te'sir veren odur. ateşde yakmak, karda soğutmak, hassalarını hep o yaratmakdadır. ateş, kar, elektrik, görünen sebeblerdir. allahü tealanın adeti olan vasıta ve şartlardır. duygu organlarımızı, bunlardaki duyma kuvvetlerini, hücrelerdeki beslenme, üreme, zararlı maddeleri çıkarma, oksidlenme ve osmoz olaylarını, kalbi, kanı, kan sisteminin, öteki doku ve organların ve sistemlerin çalışmalarını, aralarındaki düzeni yaratan hep odur. komünistler, kitabsız kafirler ve çok eskiden beri gelen zındıklar sapıklar diyor ki, her madde ve kuvvet, kendi özelliği ile kendisi te'sir eder. mesela, ateş yakıcıdır. her zeman, elbette yakar. bu sözleri çok yanlışdır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, sebeblerin te'siri kendiliğinden değildir. sebebleri var edince, bunların te'sirini, işlerini de hemen yaratması, onun adetidir. ateşde yakmak özelliğini yaratmasa, hiç yakamaz. ateşe düşen kimseyi, o istemezse, ateş yakmaz. maddenin kendinde özellik yokdur. maddenin özelliklerini, sebeblerin te'sirlerini ve işlerini, hak teala yaratıyor. o dilemezse, bu özellikleri ve te'sirleri yaratmaz. dileseydi, karda sıcaklık, ateşde soğukluk yaratırdı. kılıcın kesmesini, merminin delmesini, zehrin öldürmesini yaratan odur. denize düşende boğulmayı yaratıyor. dilerse boğulmaz, sağlamlaşır. kuşun, tayyarenin uçmasını, yaratan odur. bu özellikleri, kuvvetleri yaratmasa, uçurmaz. hastalıkları, çeşidli ilaçlarda çeşidli hassaları yaratmakdadır. ibrahim aleyhisselam, nemrudun ateşinde oturdu. hiç yakmadı. eğer yakmak, ateşin tabi'atı, özelliği olsaydı elbette yakardı. yakmağı yapan, ateş değildir. allahü teala yakdırmakdadır. allahü teala, maddelerde dilediği özelliği, işi, yaratır. yaratdığı iş, maddeden hasıl olur. fekat, allahü tealanın hikmeti ve adeti şöyledir ki, her maddeye belli özellik, belli etki vermişdir. maddeleri, birbirlerinin değişmesine sebeb kılmışdır. buğday tohumundan buğday, arpadan arpa yaratır. insandan insan, hayvandan kendi cinsini yaratır. veba basilinden ta'un, menengokokdan menenjit yaratır. atomlar arasındaki elektron alışverişini, radioaktiviteyi ve çekirdek reaksiyonlarını, her maddede başka şeklde yaratıyor. yemek ile karın doymasını yaratıyor. eğer doymak yaratmasa, tonlarca yisek doymazdık. susuzluk yaratmasaydı, hiç su içmesek susamaz idik. ondan başka yaratıcı yokdur. her var olanı, o yaratmışdır. maddeleri hareket etdirir. yerlerini değişdirir. bir zemandan, başka zemana götürür. bir halden başka hale döndürür. akllara hayret verecek şeyler yaratır. bir damla meniden ve görülemiyen spermatozoidden bir olgun insan yaratır. nuh aleyhisselam gibi büyük bir peygamberden, ken'an adında asi, kafir ve ahmak bir oğul yaratır. ebu cehl gibi taş yürekli, örümcek kafalı bir kafirden, ikrime gibi bir mü'min oğul yaratır. elinin, dilinin, vücudunun her zerresinin düzgün yapıları, özellikleri ve hareketleri ile, onun varlığını, iradesini, kudretinin büyüklüğünü anlatan, i'lan eden alçak bir kafirin kalbinde küfr yaratır. bunların, söz ile, yazı ile, rütbe ve mal gücü ile, dine saldırmalarını yaratır. kendi mahlukunu, eserini kendine düşman yapar. insanların yüreğinde yerleşdirdiği, gönül adındaki bir cevherin, kuvvetin ba'zısını nurlandırarak, temizliyerek, kendine ayna yapar. ba'zısını da, karartarak, küfr ve kötülük deposu yapar. en küçük zerre olan, mikroskobda bile görülemiyen atomun derinliğinde, çekirdeğinde, dağları deviren nükleer kuvvetler yaratır. pancarda şeker yaratır. yaprakda fotosentez, özümleme kuvveti yaratır. arıda bal yaratır. bir buğday danesinden, nice buğday yaratır. cansız yumurtada, canlı hayvan yaratır. çiçeklerde esanslar, güzel kokular yaratır. kuru ağaçda, yapraklar, çiçekler, meyveler yaratır. su içinde hayvanlar, çiçekler, ağaçlar yaratır. acı su içinde tatlı su yaratır. kimya reaksiyonları ve nice fizik ve kimya özelliklerini yaratır. toprağı bitki haline, bitkiyi hayvan haline döndürür. insanları, hayvanları çürütüp toprak maddelerine, su ve gazlara döndürür. herşeyin tersini de yapdığı, reversibl tepkimeler yapdığı gibi, bunun da ters, geri dönen halini yaratır. bu kainat fabrikasında herşeyi, hesablı, düzenli yaratmakdadır. gelişi güzel, yıkıcı, bozucu görünen değişmelerin, hepsinin de çok hesablı, çok ahenkli, bağlılıklar, akllara hayret veren bir düzen içinde yaratıldığı, fen ışığı altında, günden güne daha iyi anlaşılmakdadır.ya resulallah! yetmişüç fırkadan kurtulan fırkai naciyye hangisidir? dediklerinde: ehli beytim nuhun gemisi gibidir. ona binen kurtulur buyurdu diyor. halbuki, bunu başka zeman buyurmuşdu. bu suale cevab olarak, buyurduğu, kitablarda yazılıdır. hadisi şerifleri de sıkılmadan değişdirmekdedir. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ve eshabı kiramın yolunda olan doğru imanlı müslimanlara denir.cemi'i eshab ne mu'tezili, ne şafi'i, ne maliki, ne hanefi ve ne de hanbeli idi. fırkai vahide ve naciyye, resulullahın ve ehli beytin yolunda olanlardır. ehli beyti resul yolunda olmıyan, kurtulamaz diyerek kendilerinin ehli i'tikadında olduğuna inandırmak istiyor. halbuki, ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in i'tikadı, hazreti alinin radıyallahü anh i'tikadıdır. ya'ni eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in i'tikadıdır. bu da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği i'tikaddır. binlerle alimi bu i'tikadı toplamış, herbirini kitablarına, vesikaları ile yazmışdır. ictihad derecesine yükselmemiş, din bilgisinde ihtisas kazanmamış birkaç kimse, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden bozuk ma'nalar çıkararak, bu uydurma ve gülünç sözlerine, ehli mezhebi demiş, herkesi inandırmak istemişdir. islam düşmanları da, bu fitneyi alevlendirmiş, sinsice kitablar yazmışlardır. imamı azam ebu hanife, ilminin büyük bir kısmını, hocası olan ehli beytin göz bebeği, imamı ca'fer sadıkdan öğrenmiş ve öğrendiği bilgileri talebesine bildirmişdir. o halde demek, ya'ni imamı alinin yolunda ve ehli mezhebinde demek, ehli sünnet demekdir. ehli sünnete alevi demek yerinde olur. şimdi iranda, suriyede ve ırakda kendilerine diyenler, alevi değildir. kitabı altıyüzyedinci sahifesinde diyor ki: eshabı kiramın inanışı, hep birbiri gibi idi. çünki, hepsi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla ve hizmetini yapmakla şereflendi. bu sohbetin ışığı altında şübheleri kalmadı. kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin ma'nasını iyi anladılar ve tam inandılar. sahabei kiram kalmayınca, yer yer cahiller, nefslerine aldananlar türeyerek, yanlış söylemeğe ve yazmağa başladı. herbiri yoldan çıkdı. birçoklarını da yoldan çıkardı. bid'atler, yanlış yollar, ortalığa yayılmağa başladı. ehli islam, yetmişüç fırkaya ayrıldı. alimlerden bir kısmı, taşkınlıkdan ve şeytana uymakdan korunup, eshabı kiram yolunda kaldı. bu doğru yolda bulunanlara denildi. ehli sünnet alimleri, ibadetde, iş yapmakda birçok mezheblere ayrıldı. zemanımızda, dört mezhebin kitabı vardır. bunlar, hanefi, şafi'i, maliki ve hanbeli mezhebleridir. bunlardan başka, hak mezheb kalmadı. ehli sünnetin mezheblere ayrılması, allahü tealanın merhametidir. ali imran suresi, yüzbeşinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. beydavi rahmetullahi aleyh bu ayeti kerimeyi tefsir ederken diyor ki, yehudilere ve nasaraya, ya'ni hıristiyanlara, üzerinde birleşmesi lazım olan doğru yol, açık vesikalarla bildirildiği, sağlam senedlerle gösterildiği halde, bunlar, allahü tealanın bir olduğunu hiçbir mahluka benzemediğini ve ahıretdeki varlıkları anlıyamadılar. çeşid çeşid şeyler söylediler. ey müslimanlar, siz de bunlar gibi fırkalara parçalanmayınız!. bu ayeti kerime, inanılacak şeylerde parçalanmağı, yasak etmekdedir. fıkh bilgisinde, ibadet etmekde mezheblere ayrılmağı yasak etmiyor. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, rahmeti ilahidir buyurdu. bir hadisi şerifde de, müctehid, doğru ictihad edince, iki sevab kazanır. ictihadında yanılırsa, bir sevab verilir buyuruldu.mağarada beraber bulunduğunu bildiren ayeti kerimede, ebu bekr hakkında bir fazilet olmayıp, belki bu ayet, onun imansız olduğunu ve fadihatini göstermekdedir. o gece, cebrail nazil olup, bu gece, kafirler, seni öldürmeğe karar verdi. eshabının hepsine söyle ki, bu gece evlerinden çıkmasınlar. sen yalnızca filan mağaraya git dedi. hazreti resul da, guruba yakın, eshabı toplayıp bu emri bildirdi. gece hazreti ali, yaşı küçük olduğu halde, korkmıyarak, yatağına girdi. resulullah, mağaraya giderken, uzakdan biri geldiğini görüp durdu. gelince ebu bekr olduğunu anladı. ey ebu bekr, allahın emrini size söylemişdim. niçin sokakda dolaşıyorsun, dedi. ya resulallah! senin için korkdum. seni yalnız bırakıp, evimde oturamadım, dedi. resulullah düşü.shabı kiram nürken, cebrail gelip, ya resulallah! ebu bekri bırakma! kafirler gelip, ebu bekri tutarak, senin ardınca gelip, seni bulur, öldürürler dedi. hazreti resul naçar kalıp, ebu bekri mağaraya götürdü. çünki, hazreti resulün kafirlerden ve ebu bekrden emniyyeti yok idi. hak teala, ebu bekrin ve eshabın nifak yapacağını haber vermiş, ebu bekrden vuku'a gelecek şeyleri bildirmişdir ve buyurmuşdur. bunların nifaklarını bildiren ayetler çokdur. resulullah, enis ve celise muhtac değildi. ayeti, bunu gösteriyor. ebu bekr hiçbir gazada bulunmamış, firar etmişdir. mü'minin kafire, kafirin mü'mine sahib olduğunu gösteren ayetler çokdur. arabcada, eşeğin insana sahib olduğunu söylemek çok olmuşdur. o halde, ebu bekre sahib denilmesi bir meziyyet olamaz. mağarada resulullah için korkdu ise, bu korkusu ibadet olur. ona korkma demek, ibadetden men'etmek olur. resulullah bir kimseyi ibadetden men'etmez. korkusu günahdan ise ve allahü tealanın peygamberine inanmamış olduğundan ise, sahiblikden ona ne faide olur? korkma demek, ona faide vermez. resulullah, elbette günahı men'eder. resul ona, düşmanlardan mahfuz kalacağım demişdi. buna i'timad etmedi. bağırıp çağırmakdan maksadı, kafirlere haber vermek idi denilse yerinde olur. imanı olsaydı, allahü teala onu da, yılan sokmasından korurdu. allah bizimle beraberdir demek de ona kıymet vermez. buyuruldu ki, gizli konuşan kafirler de kıymetli olmak lazım gelir. ebu bekrin rüsvalığını ve imandan mahrum olduğunu, bu ayeti şerife açıkca gösteriyor. ayeti kerimede, ona sekine, rahatlık verdim diyor. onlara verdim demiyor. bu da imanı olmadığını gösteriyor. böyle fasıkları, facirleri, belki kafirlerden daha kötü olanları efdal deyip, hanedanı nübüvvetin ma'sumları üzerine tercih gösteriyor ki, resulullahdan sonra hicret edenlere, muhacir denir. beraber veya önce gidenler, muhacir olmaz yazıyor. halbuki mağarada beraber bulunduğunu bildiren, tevbe suresinin kırkıncı ayeti kerimesi, hazreti ebu bekri sıddikın radıyallahü anh faziletini, şerefini göstermekdedir. çünki, o gece, cebrail aleyhisselam gelip, bu gece, kafirler seni öldürmeğe karar verdi. bu gece, aliyi radıyallahü anh yatağına yatır ve ebu bekri sıddik ile, medinei münevvereye hicret et! dedi. o gece, hazreti alinin radıyallahü anh yaşı küçük idi demesi de yanlışdır. yirmiüç yaşında idi. ali radıyallahü anh, bin canım da olsa, senin yoluna fedadır diyerek yatağa girdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem safer ayının yirmiyedinci perşembe gecesi kapıdan çıkıp, yasin suresinin başından oniki ayeti kerime okuyup, sokakda dizilmiş olan kafirlerin üstüne üfledi. hızla geçip, bir yere gitdi. öğle vakti hazreti ebu bekri sıddikın evine teşrif eyledi. ebu bekre haber verdiler. kapıda, ay doğmuş gibi resulullahın cemalini görünce, ne emriniz var ya resulallah! içeri buyurup emredin dedi. içeri teşrif edip, buyurdu. ebu bekr, dedi. buyurunca, hazreti ebu bekr sevindi. buyurunca, hazreti ebu bekr, bütün malım, canım, evladlarım sana feda olsun. iki devem var. hangisini istersen sana hediyyem olsun dedi. her zeman hediyyeni kabul etdim ve edeceğim. fekat bu gece hicret etmek ibadetini kendi malımla yapmak isterim. bir deveni bana sat! diye emr buyurdu. parasını verdi. emr edip, kılavuz olarak, abdüllah bin ureykıt isminde birini ebu bekr çağırdı. para ile kılavuz tutup, iki deveyi ona teslim etdi. üç gün sonra, develeri sevr dağındaki mağaraya getir, dedi. ebu bekrin oğlu abdüllaha tenbih edip, buyurdu. ebu bekri sıddikin kızı esma, üç günlük yemek hazırladı. paketi bağlıyacak ip bulamayınca, kuşağını çözüp ikiye yarıp, paketi bağladı. o günden beri, esmanın ismi kaldı. ebu bekri sıddik kapıyı açıp, çıkacakları zeman, kapıyı kapa. arka pencereden çıkacağız buyurdu. ayak izleri belli olmasın diye pencereden atladılar. mağara önüne gelince, ebu bekr, durun ya resulallah! önce ben girip bakayım. zararlı birşey varsa, mubarek vücudunüze birşey olmasın deyip, içeri girdi. mağaranın içini temizledi. gömleğini çıkarıp, parçalıyarak delikleri kapadı. dedi. insanların efendisi, allahü tealanın sevgilisi sallallahü teala aleyhi ve sellem, karanlık mağaraya teşrif buyurdu. ebu bekri sıddik, sonraları demişdi ki, mağaraya gelince bakdım, mubarek ayakları kanamışdı. ağladım. nazik ayaklarının yalın ayak yürümeğe alışık olmadığını buradan anladım.mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi çıkdılar. efrenci eylül ayının yirminci ve rebi'ulevvelin sekizinci pazartesi günü medinede kuba köyüne geldiler. o gün, müslimanların başlangıcı oldu. derdimmiladi sene başı, hicri şemsi ve kameri birinci seneleri içinde oldu. görülüyor ki, ebu bekri sıddikı radıyallahü anh lekelemek için, hicreti yanlış anlatmakda, okuyanları ağlatıp, aldatmak için ali radıyallahü anh küçük çocuk iken yatağa girdi demekdedir. eshabı kiramı kötüliyebilmek için ayeti kerimelere yanlış ma'na vermekden, hadis uydurmakdan, sahih hadisleri inkar etmekden çekinmemekdedir. kafirler, münafıklar hakkında gelmiş olan ayeti kerimeleri, hazreti ebu bekri sıddik için ve eshabı kiram aleyhimürrıdvan için gelmişdir demek alçaklığında bulunmakdadır. nitekim, feth suresinde, onbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun hazreti ebu bekri sıddik için olduğunu yazarak, ayeti kerimeyi değişdirmekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sapık kimselerin çıkacağını, çeşidli hadisi şeriflerde haber vermişdi. bu hadisi şeriflerden birisinde, buyurdu. bir kerre de, buyurdu. ebu bekri sıddik ile ömer farukun radıyallahü anhüma bedr, uhud, hendek, mekkenin fethi ve huneyn ve tebük ve bütün cihadlarda bulundukları ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem etrafında pervane gibi dolaşdıkları, bütün siyer kitablarında ve hatta tefsirlerde yazılıdır. ebu bekr radıyallahü anh ba'zı seriyyelerde, kumandanlık da etmişdi. mesela, hicretin yedinci yılı, şa'ban ayında, bunun kumandasında bir bölük, fezare kabilesine gönderildi. gidip bir kısmını katl, büyük mikdarda kafiri de esir edip medineye getirdi. mühim olan şu misali de bildirelim: kitabında diyor ki, bedr gazasında, ramezanı şerifin onyedinci cum'a günü, temmuz ayının öğle sıcağında, iki taraf hücum etmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu bekr, ömer, ebu zer, sa'd ve sa'id ile radıyallahü anhüm kumanda yerinde oturmuşdu. islam askeri sıkıntı çekiyordu. sa'd ve sa'idi yardıma gönderdi. sonra ebu zeri gönderdi. sonra, ömeri gönderdi. bir saat geçdi. ebu bekr, sıkıntının azalmadığını görerek, kılıcını çekip, atını sürerken, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem elinden tutup, yanımdan ayrılma ya eba bekr! bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mubarek yüzünü görmekle hafifliyor. seninle kalbim kuvvetleniyor buyurdu. sahib olmak iyi ve kötü kimseler hakkında ve hayvanlar için de kullanılır. fekat bu arkadaşlığın iyi ve medh için mi, yoksa kötülemek için mi olduğu, ayeti kerimelerin ma'nasından, açıkça anlaşılmakdadır. hatta, ba'zı ayetlerde, efendi, hami, nasihat verici ma'nasına gelmekdedir. bunları anlamak için, lügat, metni lügat, iştikak, sarf, nahv, beyan, bedi, meani ve belagat gibi geniş ve derin ilmleri iyi bilmek lazımdır. bunları öğrenmeden ayeti kerimelere, çala kalem ma'na verenler, kur'anı kerime iftira etmiş olurlar. allahü teala, en'am suresi, yirmibirinci ayetinde, böyle iftiracılardan şikayet etmekde, bunların, zalimlerin en kötüsü olduklarını bildirmekdedir. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, sahib buyurulması, onun için kıymet ve meziyyet olduğunu aynı ayet göstermekdedir. çünki, kendisine, korkma denilmiş ve sekine gönderilmişdir. korkmak, üzülmek, yalnız başına, ibadet değildir. günah da değildir. sebebine, niyyetine göre ibadet veya günah olur. gusl abdesti, oruc, allah yolunda cihad gibi ibadetleri yaparken, zarar görmekden korkmak, günahdır. büyüklüğünü düşünerek, allahü tealadan korkmak, ibadetdir. çünki birinci korku, farzları yapmağa mani' olmakda, ikincisi ise, insanı haramdan korumakdadır. hüseyn va'izi kaşifi hirevi rahimehullahü teala tefsirinde buyuruyor ki, kafirler, mağara önüne geldi. ebu bekr dedi ki: ya resulallah! kafirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. resulullah buyurdu ki, . bu hadisi şerif, ebu bekrin üstünlüğünü göstermekdedir. ya'ni allahü tealanın yardımı, koruması bizimledir buyurdu. o halde, ebu bekri sıddika korkma demek, kendini üzme demek olup, bana olan sevgini, kalbinden çıkar demek değildir. demek ki, ebu bekri sıddikın, resulullah için olan korkusu kalbindeki sevginin, ya'ni ibadetin alameti idi. ona korkma buyurulması, bu en kıymetli, en faziletli ibadeti haber vermekde olup, onu ibadetden men' etmek değildir. resulullahın düşmanlardan mahfuz kalacağını eshabına haber verdiğini yazdığı halde, cebrail gelip, ya resulallah! ebu bekri bırakma! kafirler onu tutarak, senin yolunu bulur ve öldürürler dedi diyor. iki yazısı birbirini tutmuyor. uydurma oldukları meydana çıkıyor. ebu bekri sıddik bağırıp çağırmadı. bütün kitablar diyor ki, dedi. mağarada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mubarek ayağını kapamışdı. delikdeki yılanın ayağını sokması niçin bir kusur olsun? resulullahı da sallallahü aleyhi ve sellem, bir zeman akreb sokmuşdu. hazreti alinin radıyallahü anh ciğerpare oğlu muhsini horoz gagalayıp ölümüne sebeb olmuşdu. haseni radıyallahü anh zehr öldürmüşdü. bunlar neden suç olsun? niçin imansızlığa alamet olsun? allahü tealanın, kullarla beraber olması, sıfatlarının beraber olması demekdir. kahr, gadab sıfatının beraber olması, felaket ve rüsvalık olduğu gibi, rahmet, nusret, muhabbet sıfatlarının beraber olması da kıymet ve se'adet olur. resulullah, buyurarak, kendi zatı risaletpenahisine mahsus olan beraberliğe, hazreti ebu bekri de katıyor. böylece, kendine tecelli eden, muhabbet, merhamet, ihsan ve ikramlara, hazreti ebu bekrin de ortak olduğunu müjdeliyor. ne büyük se'adet! fazilet böyle olur! ayeti kerimelerle, hadisi şeriflerle bildirilen faziletden, meziyyetden üstün bir şeref olabilir mi? düşman düzmelerine inanıp, güneşin nuru inkar olunabilir mi? buna ancak, ahmaklar, körler inanır. allahü tealanın gizli konuşanlarla beraber bulunması, ilm sıfatının beraber olmasıdır. ya'ni onların sırlarını bilir demekdir. bu ayeti kerime, beğenmek veya kötülemek olmayıp, ilm sıfatını haber vermekdedir. mealindeki ayeti kerimeye de yanlış ma'na veriyor. sekine, resulullaha indi diyor. sekine, ya'ni rahatlık, nerede yoksa oraya iner. onun yazısından, resulullahda sallallahü aleyhi ve sellem önceden sekine bulunmamış olduğu, korkduğu anlaşılır. halbuki, allahü teala, önceden, seni kafirlerden muhafaza edeceğim dediğini yazmışdı. demek ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın bu va'dine güvenmeyip korkdu mu? sonra, kendisine sekine indirildi demek, allahın peygamberine ne büyük hakaret ve kötülemek olur. ebu bekri sıddikı kötülemek isterken, resulullahı kötüliyerek küfre sürüklendiğinden haberi olmuyor. belki de, resulullahı da kötülemek, böylece islamiyyeti yıkmak istemekdedir. bütün tefsirler, sekinenin ebu bekri sıddika indiğini bildiriyor. çünki, resulullahın sekinesi zaten vardı. ebu bekri sıddik ise, resulullaha olan aşırı sevgisinden dolayı sekinesini gayb etmişdi. nitekim, huneyn gazasında, eshabı kiramın çoğu dağılıp, yalnız abbas, ebu bekr ve birkaç kahraman radıyallahü teala anhüm ecma'in ölmeği göze alıp, geri dönmedi. o zeman, resulullahın da sallallahü aleyhi ve sellem allahın dininin yok olacağı üzüntüsü ile, sekinesini gayb etdiği, ayeti kerimeden anlaşılıyor. nitekim, tevbe suresinin yirmiyedinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. mealindeki ayeti kerime, resul aleyhisselam medineye gitdikden sonra, ona gelen demek değildir. allah için ve onun resulünün emri ile şehrini terk eden demekdir. hadisi şerifler, ayeti kerimeyi böyle tefsir etmekdedir. resulullahın hicretinden önce habeşistana ve medinei münevvereye gönderilenler de muhacir idi. ahmed bin muhammed kastalani kitabında, buyuruyor ki, resul aleyhisselam, akabe anlaşmasından sonra, eshabına, medineye hicret etmelerini emr etdi. eshabı kiram, bölük bölük mekkeden çıkdı. kendisi, mekkede kalıp, izn bekledi. ömer bin hattab ve kardeşi zeyd ile beraber yirmi kişi develerle gitdi. mekkede, resulullah ile hazreti ebu bekr ve hazreti aliden radıyallahü anhüma başka kimse kalmadı. ebu bekr de gitmeğe izn istedi. sabr et ya eba bekr! umarım ki, allahü teala, seni bana yoldaş eder buyurdu. o gece cebrail nazil olup, eshabının hepsine söyle! evlerinden çıkmasınlar yazısının da yalan olduğu buradan anlaşılmakdadır. mekkei mükerremede iki sahabiden başka müsliman kalmamışdı ki, kime söylenebilecek? kafirler toplanıp, resulullahı öldürmeğe sözleşdiler. cebrail aleyhisselam, bunu haber verdi ve dedi. bu kitabın, önceden emr ile mekkeden çıkan bütün eshabın hiçbiri muhacir olmaz. muhacir, hicretden sonra gelen birkaç kişi olur demesinin de çok yanlış olduğu meydandadır. o halde, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, muhacirlerin en kıymetlisi, en şereflisidir.kur'an, harf ve kelimelerdir. bunlar da, hadisdir. kelamullah kadim değildir. diğer sıfatlar da kadim değildir. kur'an kadim olsaydı, mahluklar yok iken, kime emr ve nehy edecekdi? yok olan şeyi, birşey ile va'd eylemek, birşeyden nehy buyurmak muhaldir. allahü teala kafirlere buyuruyor. hadisden murad kur'andır. hadis olan şey kadim olamaz. kur'an kadim olsaydı, kur'anda ismi geçen insanlar da kadim olurdu diyor. sekiz sıfatın kadim olmadığına inanmak, allahü tealanın, mahlukları yaratmadan önce, haşakudretsiz, aciz ve cahil olmasını icab etdirir. allahü teala, kur'anı kerimde bildirilen şeyleri, ezelde biliyordu. bildiklerini bildirmesi, bildirilen şeylerin kadim olmasını icab etdirmez. allahü tealanın sıfatlarını, insanların sıfatlarına benzetdiği için, kur'anı kerimde bildirilen sıfatları inkar etmekdedir. birinci kısm, otuzbirinci maddeyi okuyunuz! ayeti kerimedeki kelimesi, kur'anı kerim demek değildir. kafirlerin sözleridir. ya'ni kur'anı kerime benzer, söz getiriniz. getiremezsiniz! çünki, kur'anı kerim kadimdir. sizin sözleriniz ise hadisdir, mahlukdur demekdir. emali kasidesi allahü tealanın sıfatı zatiyyesi ve sıfatı sübutiyyesi hep kadimdir. hep var idi. hiç yok olmıyacaklardır beytinin şerhinde diyor ki, sıfatları sonradan olsaydı, zatı ilahide değişiklik olurdu. değişikliğe uğrayan şey de, hadis, ya'ni sonradan var olmuş olur. bundan, allahü tealanın sonradan var olması lazım gelir. bu ise olamaz. emali kasidesi onbirinci beytinde, kur'anı kerim, allahü tealanın kelamıdır. mahluk, sonradan yaratılmış değildir. zatı ilahinin sıfatıdır diyor. ahmed asım efendi, bunu şöyle açıklıyor: kur'anı kerim, bu kelimelerden, seslerden çıkan ma'nalardır. kelimeler, sesler, kelamı ilahi değildir. insanın kelamı da kalbdedir. sözlerimiz bunu meydana çıkaran tercümandır. her dirinin kemali, üstünlüğü, kelam sıfatı iledir. kelam sıfatı olmazsa, kusurlu olur. allahü teala da, diri olduğu için, kelam sahibi olması lazımdır. bütün peygamberler, bütün kitablar, allahü tealanın kelam sıfatı vardır dedi. musa aleyhisselamın ağaçdan işitdiği kelime ve ses, kelamı ilahi idi. hafızın sesi ise değildir. bu sesin ma'naları, kelamı ilahidir. allahü teala, mahlukların sözünü harfsiz, sessiz işitir. harfsiz, sessiz olan kendi kelamını, arabi dil ile indirdi. kelamı ilahide bir değişiklik olmadı. insan çeşidli elbise ile, çeşidli suretde görünür, fekat insanda bir değişiklik olmaz. allahü tealanın kelamı, mahlukların kelamı gibi, kelime ve sese muhtaç değildir. fekat bu kelime ve sesler değişdirilirse, terceme edilirse, kelamı ilahi değişdirilmiş, bozulmuş olur. kur'anı kerim, bu kelimelere, bu sese mahsusdur. allahü teala, kelamını bu kelimelere, seslere kendi yerleşdirmişdir. kur'anı kerim, levhilmahfuzda da, bu kelimeler ile, bilmediğimiz bir halde yazılı idi. mahluk değildi. cebrail aleyhisselam harfli, sesli olarak, resulullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ba'zan mubarek kulağına, ba'zan da, harfli ve sessiz olarak, doğruca kalbine okudu, yerleşdirdi. yoksa ma'nalar kelimesiz olarak mubarek kalbine ilham edilmiş, muhammed aleyhisselam da, arabi konuşduğu için, bu kelamı ilahiyi, kendisi, bu kelime ve seslerle söylemiş değildir. evet, bu şeklde de vahy oldu. kelamı ilahi mubarek kalbine vahy edildi ve bunu kendisi, belirli kelime kalıblarına sokarak söyledi. bunların ma'nası, allahü tealadan; kelimeleri, sesleri ise, muhammed aleyhisselamdan oldu ki, bunlara denildi. kur'anı kerimi, hadisi kudsi ile karışdırmamalıdır. kelime ve ses içindeki , kelimesiz, sessiz olan nin aynıdır. allahü tealanın ilm sıfatı başkadır, kelam sıfatı başkadır. kur'anı kerim, ilm sıfatı değil, kelam sıfatıdır. imamı rabbani, müceddidi elfi sani, ahmed bin abdül'ehad faruki kuddise sirruh kitabı üçüncü cild, seksendokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, imamı azam ebu hanife ile imamı ebu yusüf rahimehümallahü teala, kur'anı kerim mahluk mu, değil mi diye altı ay konuşup birbiri ile anlaşamadılar. altı ay sonra sözbirliğine vardılar ve kur'anı kerime mahlukdur diyen kafir olur dediler. kelamı nefsiyi gösteren, kelamı lafziyi anlatan harfler, kelimeler, sesler, elbette mahlukdur, hadisdir. bütün mahluklar içinde, allahü tealaya en yakın olan, en kıymetli olan, kur'anı kerimin harfleri ve kelimeleridir. kelamı lafzi ve kelamı nefsi ise ezeli ve kadimdir. bu konuda, yüz ve yüzyirminci mektublarda da, geniş bilgi vermekdedir.bizim bildiğimiz hadis ve tefsirleri emirülmü'minin hazreti ali ve imamı hasen ve imamı hüseyn ve selman ve ebu zer ve mikdad ve ammar bin yaser rivayet etmişdir. sizin rivayet etmekde olduğunuz hadisler ise, ancak mu'aviye ve amr ibni as ve enes bin malik ve aişe ve bunlar gibi eşhasdan nakl olunmakdadır. halbuki, sahibi din buyurdu ki, benden rivayet olunan hadisler, dört kimseden zahir olabilir. onların beşincisi yokdur. başkaları münafıkdır. bu münafıkları müslimanlar üzerine hakim eylediniz. eshabın hiçbiri, resulullaha sual soramazdı. çünki mü'minlerin sual sorması ayeti kerime ile yasak edilmişdi. yalnız hazreti ali sorardı diyor. yukarıdaki yazının bir din düşmanı tarafından hazırlanmış olduğu meydandadır. kitabı bunların cevabları ile doludur. bilhassa, büyük alim seyyid abdülhakim efendinin rahimehullahü teala başlıklı yazısının okunmasını tavsıye ederiz. osmanlı devrinde yetişen alimleri bildiren kitabının sahibi, taşköprüzade ahmed bin mustafa efendinin kitabını, oğlu kemaleddin muhammed rahimehümullahü teala türkçeye çevirmiş ve adını vermişdir. burada diyor ki: ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala tefsir ve hadis bilgisini, dört halife içinden, en çok hazreti aliden radıyallahü anh almışdır. çünki, üç halife önce vefat etdi. hazreti ebu bekr radıyallahü anh, ilk imana geldiği, dini yaymakla vakt geçirdiği, ahkamı islamiyyeyi ve müslimanların işlerini yapmağa uğraşdığı için, kendinden gelen haberler az oldu. bundan dolayı, ehli sünnet alimlerinin çoğu, bilgilerini hazreti aliden radıyallahü anh aldı. hazreti ali radıyallahü anh: benden istediğinizi sorunuz! her ayet, gece mi, gündüz mü geldi, harbde mi, sulhde mi, ovada mı, dağda mı geldi bilirim buyurdu. her ayetin ne için geldiğini bilirim. her ayetin ma'nasını sordum, öğrendim, ezberledim, anlatırım. bana sorun buyurdu. abdüllah ibni mes'ud buyurdu ki, kur'anı kerim, yedi harf, ya'ni yedi lugat üzerine geldi. her harfinin iç ve dış ma'naları vardır. bu ma'naların hepsi alidedir. ehli sünnet alimleri tefsir ve hadisi şerif bilgilerini, imamı aliden, hazreti hasen ve hüseynden ve selman ile ebu zerden radıyallahü anhüm öğrendikleri gibi, eshabı kiramın hepsinden de aldı. çünki, hepsi yüksek idi, adil idi. cemaleddin yusüf bin ibrahim erdebili adındaki fıkh kitabında diyor ki: ebu amr bin salah kitabında ve yahya bin şeref muhyiddin nevevi kitabında buyurdular ki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında, yüzyirmidörtbin sahabi vardı. bunların hepsi yüksek ve adil idi. imamı begavinin ismindeki hadis kitabında ebu sa'id hudrinin bildirdiği hadisi şerifde, eshabımı kötülemeyiniz! uhud dağı kadar altın sadaka verseniz, eshabımdan birinin yarım müd' arpa sadakasının sevabına kavuşamazsınız! buyuruldu. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna, sohbetine yetişmenin faidesi böyle idi. eshabı kirama söğmek haramdır. büyük günahdır. çünki, eshabı kiramın hepsi müctehiddir. o harblerde, ictihadlarına uygun davranmaları vacib idi ve öyle yapdılar. yine da, erdebili diyor ki, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek, kötülemek caiz değildir. çünki sahabei kiramın büyüklerindendir. imamı muhammed bin muhammed gazali buyurdu ki, imamı hasenin ve imamı hüseynin nasıl şehid olduklarını ve eshabı kiram arasındaki muharebeleri anlatmak, yazmak haramdır. çünki, eshabı kiramdan herhangi birini kötülemeğe, sevmemeğe sebeb olur. dini islamı, sonradan gelenlere ulaşdıran, onların hepsidir. onlardan birini kötülemek, islamiyyeti kötülemek, dini yıkmak olur.de imran bin hasinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde, ümmetimin en hayrlı, en üstünleri, zemanımda bulunanlardır. onlardan sonra, en hayrlıları, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra, en hayrlıları onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra, öyle insanlar gelir ki, istenmeden şahidlik ederler ve emin olmazlar. hain olurlar. adaklarını yerine getirmezler. keyflerine, şehvetlerine düşkün olurlar buyuruldu. yine bu kitabda cabir bin abdüllahın bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. abdüllah bin zübeyrin, babası zübeyr bin avvamdan radıyallahü anhüma işiterek bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. hüseyn bin yahya buhari rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, müctehidin her hadisle amel etmesi caizdir. eshabı kiramın herbirinin sözü vesikadır. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala buyurdu ki, eshabı kiramdan herhangi birinin, benim ictihadıma uymıyan bir sözünü öğrenirseniz, benim sözümü bırakın, sahabinin sözü ile amel edin! bunlar gösteriyor ki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ehli beytin sözlerini vesika olarak almışlar ve ilmlerini bu temel üzerine kurmuşlardı. çünki, ehli ve bütün eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, hep fahri alemden sallallahü teala aleyhi ve sellem öğrendiklerini, ya'ni hep aynı şeyleri söylemişlerdir. onların ictihadları arasındaki ayrılık, ayeti kerime ve hadisi şerifleri değişdirmek demek değildir.biz, ehli mezhebindeyiz. ehli beyti inkar eden, mel'undur. her zeman bir imamı mansus ve ma'sumun vücudu lazımdır. her peygamber bir vasi ve halife ta'yin etmişdir. bizim resulümüz, efdali enbiya olup, onun vasisi de seyyidi evsiyadır. bizden olanlar, hiçbir vakt taharetsiz bulunmaz. halis su bulmadıkça abdest almazlar. iki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. kulak ve boyuna mesh etmezler. ayaklarını yıkamazlar. sücud, rüku', kıyam ve kuudu ehli gibi yaparlar. istihazeli tavşan etini yimeği haram bilirler. kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. fasık ardında namaz kılmazlar. haccı, fasıkın men'etmesi ile zayi' etmezler. zinadan hasıl olan kız ile nikah etmezler. kıyas ile amel etmezler. ibtida kıyas eden iblisdir. ikinci kıyas eden ebu hanifedir derler. yüzüğü sağ şehadet parmağına takarlar. emirülmü'minin ismi ancak aliye mahsusdur derler. onun düşmanlarına la'net ederler ve kafir bilirler. şafi'i, önceleri, ebu hanifeyi hicv etdi. sonra tariki hazelanda onunla şerik olup, canibi nirana gitmede refik oldu derler. ehli sünnet, aliye muhabbeti terk edip, fasıkların, zalimlerin cehennem yolunu tutmuşlar derler. ebu bekr hilafete mütesaddi olunca, ali onu ve ona tabi' olanları mahcub ve bi i'tibar etdi derler. ali resulün yolu budur derler yazıyor. memleketimizdeki, temiz müslimanlar, yalancı, sapık kimselerin iç yüzünü anlasın diye, kitablarındaki satırları aynen yukarı yazdık. cenabı hakka sonsuz şükrler olsun ki, islam alimleri bunlara, vesikalara dayanarak cevab vermekle, tutdukları yolun bozuk bir yol olduğunu göstermekdedir. demek, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri meydana çıkarmakdır. iblis, kıyas yapmadı. emre isyan etdi. isyana, küfre kıyas ismini vererek, imamı azam ebu hanifeye düşmanlığını gizlemek, bu büyük alimi lekeliyerek, dini islamı yıkmak istemekdedir. kitabının, bir islam düşmanı, bir yehudi tarafından hazırlandığını bildiriyor. kitabı farisidir. hakikat kitabevi yeniden basdırmışdır. kitabının müslimanların arasına ikilik sokarak islamiyyeti içerden yıkmak, parçalamak için bir yehudi tarafından yazıldığı meydandadır. en büyük hücum silahı, ehli sünnet alimlerini, ehli beyte düşman imiş gibi göstermesidir. halbuki, ehli sünnetin ehli beyte pek çok sevgi ve saygı taşıdığı, onların her sözünü vesika ve sened olarak aldıkları kitablarımızda yazılıdır. ehli beytin aşıklarını, onlara düşman olarak tanıtmak, büyük küstahlıkdır. çok kurnaz davranarak, bunların bir köle tarafından, ehli sünnet alimlerine karşı söylenmiş olduğunu ve kimsenin cevab veremeyip, rezil olduklarını yazıyor. bu cariye, bu bilgileri imamı ca'fer sadıkdan rahimehullahü teala öğrenmiş diyerek, bu küfr ve düşmanlığını, o büyük imama da bulaşdırmağa uğraşıyor. giridli sırrı paşanın rahimehullahü teala tercemesinde ve kitabında ve kamus mütercimi olan ahmed asım efendinin rahimehullahü teala şerhinde ve ve kitablarında, bu yazıların, yanlışları birer birer gösterilmekde, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile, isbat edilmekdedir. seyyid eyyub bin sıddik rahimehullahü teala kitabında, altmışüçüncü menakıbde diyor ki, kufe şehrinde, abdülmecid adında bir sapık vardı. imamı ca'fer sadıkın rahimehullahü teala huzuruna gelip şöyle sordu: s eshab arasında, en üstün kimdir? ca'fer sadık ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh hepsinden üstündür. s böyle olduğunu nerden biliyorsun? allahü teala, onun için, resulden sonra, ikinci buyurdu. bundan üstün şeref olmaz. s ali radıyallahü anh, resulün yatağında, kafirlerden korkmadan, yatmadı mı? ebu bekr radıyallahü teala anh birşeyden korkmadan, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem önce mağaraya girdi. s kafirlerden korkmasaydı, girmezdi. halbuki, allahü teala, resulüne haber verip, ebu bekre korkma dedi. demek ki korkdu. o, resulullaha bir zarar gelirse diye korkdu. ayağını bir deliğe koydu. yılan onu kaç kerre ısırdı. acısına katlanıp, resulü rahatsız etmemek için, ayağını çekmedi. resulü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. kendinden korksaydı, zehrlenerek, canını resule feda etmezdi. s maide suresinde, mealindeki ellisekizinci ayeti kerime ile medh olunan, alidir.allahü teala, mürtedlerle cihad eden bir kavm getirir. allahü teala bunları sever mealindeki ayeti kerime, ebu bekri sıddik içindir ve daha çok yükseltmekdedir. s bekara suresi, ikiyüzyetmişdördüncü ayetinde, meali şerifi ile medh olunan ali değil midir? ebu bekri sıddikı medh eden suresi, şanını çok yükseltmekdedir. çünki, ebu bekr, kırkbin altun verdi. kendisine hiç bırakmadı. allahü teala, resulüne cebrail aleyhisselamı gönderip mealen, ben ebu bekrden razıyım. o benden razı mıdır? buyurdu. ebu bekr, diyerek cevab verdi. s tevbe suresinin yirminci ayetinde, hacılara su vermeği ve mescidi haramı bina etmeği, iman etmekle ve allah yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? hayır. böyle değildir meali şerifi ile ali öğülmekdedir. hadid suresi, onuncu ayetinde, mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihad eden ile, fethden sonra veren ve cihad eden bir değildir. önce olanın derecesi, daha yüksekdir meali şerifi ile ebu bekr medh olunuyor. ebu cehl resulullaha vurmak istedi. ebu bekr yetişip, önledi. s ali, hiç kafir olmadı. evet öyledir. fekat, allahü teala, tevbe suresi, yüzbirinci ayetinde, muhacir ve ensarın önce gelenlerinden allahü teala razıdır. onlara cennetde sonsuz ni'metler vardır ve zümer suresi, otuzüçüncü ayetinde, meali şerifleri ile ebu bekrin radıyallahü teala anh imanını medh etmekdedir. başkasının imanı, böyle öğülmedi. mekkede, resulullah, her ne söylerse, kafirler, yalan söyliyorsun derdi. ebu bekr, hemen yetişip, doğru söyliyorsun, ya resulallah derdi. s ali imran suresi, yüzellibeşinci ayetinde, allahü teala, meali şerifi ile şikayet etmiyor mu? ayeti kerimenin sonunu da oku! meali şerifini buyuruyor. s aliyi sevmek farzdır. şura suresi, yirmiüçüncü ayetinin meali, size islamiyyeti bildirdiğim ve cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. yalnız yakınım olanları sevinizdir ki, bunlar ali, fatıma, hasen ve hüseyndir. ebu bekre radıyallahü teala anh düa etmek ve onu sevmek farzdır. haşr suresi, onuncu ayeti kerimesinde mealen, muhacirlerden ve ensardan sonra, kıyamete kadar gelen mü'minler, ya rabbi! bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler buyuruldu. hüseyni tefsirinde diyor ki; alimler buyurdu ki; eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in birini sevmiyen kimse, bu ayetde bildirilen mü'minlerden olmaz. bu düadan mahrum olur. s resul aleyhisselam, hasen ve hüseyn, cennet gençlerinin üstünüdür. babaları ise, daha üstündür buyurdu. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için bundan daha iyisini buyurdu. babam muhammed bakırdan işitdim. ceddim imamı ali radıyallahü teala anh buyurdu ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda idim. ebu bekrle ömer geldi. resulullah buyurdu ki, ya ali! bu ikisi, cennet erkeklerinin en üstünüdür. s ya ca'fer, aişe mi üstündür, fatıma mı? aişe radıyallahü anha, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zevcesi idi. cennetde, onun yanında olur. fatıma radıyallahü anha alinin radıyallahü teala anh zevcesi idi. onun yanında olur. s aişe, ali ile harb etdi. cennete girer mi? ahzab suresi, elliüçüncü ayetinde mealen, resulullahı incitmeyiniz. ondan sonra, zevcelerini nikah ile hiç almayınız. bunların ikisi de büyük günahdır buyuruldu. beydavi ve hüseyni tefsirlerinde diyor ki, bu ayet gösteriyor ki, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lazımdır. s ebu bekrin halife olacağını, kur'anı kerimde gösterebilir misin? hem kur'anı kerimde, hem tevratda ve hem incilde gösterebilirim. en'am suresi, yüzaltmışbeşinci ayetinin meali alisi, birbirinizin yerini tutarsınız. nur suresi, ellibeşinci ayetinin meali alisi, iman eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yer yüzüne hakim kılacağımı söz veriyorum. israil oğullarını halife yapdığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halife yapacağımdır. beydavi ve hüseyni diyor ki, bu ayeti kerime gaybdan haber verip, kur'anı kerimin, allahü tealanın kelamı olduğunu ve dört halifesinin radıyallahü teala anhüm ecma'in meşru, haklı olduğunu göstermekdedir. tevratda ve incilde, feth suresi son ayetinde mealen, bütün eshab bildirilmekde ve ebu bekrin şerefine işaret edilmekdedir. bu ayetin sonunda mealen, buyuruyor. ceddim alinin haber verdiği hadisi şerifde, allahü teala, hiçbir peygamberine vermediği kerametleri bana verir. kıyametde mezardan, önce kalkarım, allahü teala, dört halifeni çağır buyurur. onlar kimdir ya rabbi? derim. ebu bekrdir buyurur. yer yarılıp ebu bekr, herkesden önce mezardan çıkar. sonra ömer, sonra osman, sonra ali kalkar. buyuruldu. sapık, hemen söz alıp, ya ca'fer, bunlar, kur'anda var mı? zümer suresi, altmışdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yahud, şehidleri getirilir denildi. s ya ca'fer! şimdiye kadar, üç halifeyi sevmiyordum. şimdi buna pişman oldum. tevbe edersem kabul olur mu? çabuk tevbe et! bu tevbe, se'adetine alametdir. bu hal ile ahırete gitseydin, dinin boşa giderdi. görülüyor ki, ehli beytin hepsi, hazreti ebu bekri ve bütün eshabı radıyallahü teala anhüm ecma'in seviyordu. cariyenin imamı ca'fer sadıkı gördüğü ve hizmeti ile şereflendiği doğru olsaydı, o da, eshabı kiramın büyüklüğünü öğrenir, hepsini severdi. irandaki, ırakdaki ve suriyedeki sapıkların, imamı ca'fer sadıka iftira etdikleri, buradan anlaşılmakdadır. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh onüçüncü yılda vefat edince, medinede herkes ağladı, sızladı. ali radıyallahü anh işitince, ağlıyarak geldi ve buyurdu. kapı önünde durup:ya eba bekr! sen, resulullahın sevgilisi, arkadaşı, derd ortağı, sırdaşı ve müşaviri idin. önce imana gelen sensin. senin imanın, hepimizin imanından daha saf oldu. senin yakinin, daha kuvvetli, allahdan korkun daha büyük oldu. herkesden zengin, herkesden daha cömerd, sen idin. resulullaha en şefkatli, en yardımcı, sen idin. resulullah ile sohbetin, hepimizin sohbetinden daha iyi idi. hayr sahiblerinin birincisi sensin! senin iyiliklerin, hepimizinkinden çokdur. her iyilikde ileridesin. resulullahın huzurunda, senin derecen en yüksek oldu. ona en yakın, sen oldun. ikramda, ihsanda, güzel huylarda, boyda, yaşda, başda, ona en çok benziyen, sen oldun. allahü teala sana, çok mükafat versin ki, resulullaha herkes yalancı derken sen, doğru söylüyorsun, inandım dedin. sen, onun kulağı ve gözü gibi idin. allahü teala seni, kur'anı kerimde ile şereflendirdi. resulullaha, en sıkıntılı zemanlarında yardımcı oldun. sulhda, onun huzurunda, harblerde, onun yanında idin. onun ümmetinin halifesi, onun dininin koruyucusu idin. cahiller dinden çıkarken, sen dini islama kuvvet verdin. herkes şaşırdığı zeman, sen kükremiş arslan gibi ortaya çıkdın. herkes dağılırken, sen muhammed mustafanın yolunu tutdun. eshabın az konuşanı ve en beliği, edibi sen idin. her sözün, her buluşun doğru, her işin temizdi. gönlün herkesden kuvvetli, yakinin hepimizden sağlam idi. her işin sonunu, önceden görür, geri kalmışları islama sokarak aydınlatırdın. mü'minlere şefkatli, afv edici baba idin. islamın ağır yükünü sen taşıdın. islamın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. sen, rüzgarların oynatamıyacağı bir dağ gibi idin. işin doğruluk idi, ilm idi. sözün merdce, doğruyu bildirmek idi. gerici düşüncelerin, bozuk inançların kökünü kazıdın. hak dinin ağacını dikdin. güçlükleri, müslimanlara kolaylaşdırdın. küfr ve mürtedlik ateşini söndürdün. rahmanın dinini, sen doğrultdun. islama, imana sen kuvvet oldun. göklerde, melekler arasında, senin derecen çok büyükdür. muhacirler ve ensar radıyallahü teala anhüm ecma'in arasında, senden ayrılık yarası çok derindir buyurdu. ve çok ağladı. mubarek gözlerinden kan akdı. sonra:allahü tealanın kaza ve kaderine razı olduk. verdiği elemleri kabul etdik. ya eba bekr! resulullahdan ayrılık acısından sonra, bize senin vefatından daha acı bir musibet gelmedi. sen mü'minlere sığınak, dayanak ve gölge idin. münafıklara karşı, çok sert ve ateşli idin. allahü teala, seni muhammed aleyhisselamın huzuruna kavuşdursun! bize, senden ayrılma acısı için sabrlar ve ecrler versin! bizleri, senden sonra, azmakdan, sapıtmakdan korusun buyurdu. eshabı kiramın hepsi, sessizce, hazreti alinin radıyallahü anhüm sözlerini dinledi. sonunda, hepsi hüngür hüngür ağladı. hazreti alinin radıyallahü anh bu sözleri, feth suresi son ayetinin ne kadar çok doğru olduğunu, eshabı kiramın, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini açıkça göstermekdedir. bu hakikat karşısında, bu kitabının, nasıl küstahça uydurulduğu, ehli beyti maske ederek, islamiyyeti içden yıkmak için nasıl tertiblenmiş olduğu anlaşılmakdadır. bu kitabı yırtıp yok etmek, böylece, yurdumuzdaki müsliman alevi yavrularını bu tehlükeli mikrobdan korumak, her iman sahibine farzdır. hüsniyye kitabında, resul, haleti nez'de iken, kağıd kalem getirin, size kitab yazacağım dedikde, ömer, resulullahın vasıyyetine mani' oldu. halbuki, onun her sözünün vahy olduğu kur'anı kerimde yazılıdır diyor. bunun cevabı kitabında uzun ve çok güzel yazılmışdır. lütfen oradan okuyunuz! denilen yerde oturdular. hilafet için münazaraya başladılar. birkaç kimseye teklif etdiler. sa'd bin ubade kabul edince, oğlu, babasına kılınç çekip, aliye ne cevab vereceksin? gadir humda, resul, elinden tutup, ben bunu size halife ve imam eyledim demişdi. siz de bi'at etmişdiniz. şimdi, nasıl vaz geçiyorsunuz, dedi. sonra ömer, kılıncını çekip, ebu bekre bi'at etdi. sonra eshabı dalaletden ebu ubeyde ve yirmi kişi bi'at etdi. hiçbiri cenaze namazı kılmadı. üç gün sonra, ali de gelip mescidde toplandılar. ömer, alinin yanına gelip, halkın çoğu ebu bekre bi'at etdi. sen ve beni haşim de etmelisiniz dedi. zübeyr kılınç ile ömere yürüdü. ali mani' oldu. ali, ebu bekr ve ömere dönüp, ey eshab, peygambere muhalefet edip, allaha asi oldunuz. hilafet, benim hakkımdır. hakkımı veriniz dedi. ömer, sana bi'at etmeyiz dedi. ali cevab verip, resul vasiyyet etmeseydi senin gibi münafık ve din düşmanlarını katl ederdim dedi. ebu bekr ve ebu ubeyde dedi ki, ya ali sen gençsin. otuz üç yaşındasın. ebu bekr ise ihtiyardır. sonunda hilafet senindir. sönmüş ateşi tutuşturma! ali dedi ki, hilafet bize mahsusdur. kimsenin hakkı yokdur. beşir bin sa'd ensari dedi ki, ya ali, bu sözü önce söyleseydin ebu bekre kimse bi'at etmezdi. ömer, aliye bi'at olunacak korkusu ile meclisi dağıtdı. ertesi gün selman, ebu zer, mikdad, ammar bin yaser, büreydei eslemi, sehl bin hanif, huzeyfetibni sabit, eba eyyubi ensari, ebu bekri öldüreceğiz dediler. ali kabul etmedi ve resul haber verdi ki, ey ali sen bana harun ile musa gibisin. beni israil, harunu bırakıp öküze tapdıkları gibi, ümmetim seni bırakıp başkasını ihtiyar eder dedi. eshab, cum'a günü mescide gelip, ey ebu bekr, bu çirkin işden vazgeç dediler. iş uzadı. üç gün sonra halid bin velid büyük ordu toplayıp, ömer de önleeshabı kiram rine geçip mescide geldiler. alinin üzerine yürüdüler. selman kalkıp, bunlara, sizin cehennem köpekleri olduğunuzu resul haber verdi dedi, diyor. ömer sokakda herkesi zor ile ebu bekre bi'at etdirdi. hazrec kabilesi ile sa'd bin ubade, dokuzbin kişi ile bi'at etmedi. malik bin nüveyre, onbin kişi ile bi'at etmediğinden, ömer, halid bin velidi gönderip, o mü'min ve muvahhidi namazda öldürdü. bunun neresine icmai ümmet denir? diyor. hüsniyye kitabı, işine geldiği gibi anlatadursun, biz tarihi vesikalara bakalım. büyük taberi tarihini muhammed bin cerir rahimehullahü teala yazmışdır. bunun tercemesinde, üçüncü cildinin birinci sahifesinde şöyle başlıyor: resulullah hasta olalıdan beri, ebu bekri sıddik evine gitmedi. mescidi se'adetde kalır, her saat resulullahın hizmetinde bulunurdu. resulullah, hicretin onbirinci senesi, rebi'ulevvelin onikinci pazartesi günü ruhi şerifini, teslim etdi. mubarek başı, hazreti aişenin radıyallahü anha göğsü üzerinde idi. hazreti ali radıyallahü anh ağlıyarak dışarı çıkdı. hazreti ebu bekr içeri girip, aişeyi ağlar ve elini yüzüne vurur gördü. resul aleyhisselam yatmış, ridasını yüzüne örtmüşler. ridayı açdı, vefat etmiş olduğunu gördü. ridayı örtüp, mescide girdi. hutbe okudu ve ey eshab! resulullah vefat etdi. allahü teala, ona ölümü ikram eyledi. muhammed aleyhisselama tapan varsa, bilsin ki, öldü. allahü tealaya tapanlar, bilsinler ki, allahü teala hiç ölmez dedi. sonra, ali imran suresi yüzkırkdördüncü ayetini okudu. bu ayeti kerimede mealen, muhammed aleyhisselam resuldür. ondan önce de resuller gelmişdir. o da ölecekdir. vefat ederse veya öldürülürse, dininizden döner misiniz? dininden çıkan olursa allahü tealaya zarar vermez. kendine zarar verir. dininden dönmiyenlere, allahü teala sevablar verir buyuruldu. mugiretebni şu'be gelip, ensarın bir araya toplandığını, sa'd bin ubadeyi halife yapdıklarını söyledi. hazreti ebu bekr, hazreti ömerin elini tutup dışarı çıkdılar. yolda, ebu ubeyde bin cerrah hazretlerine rastladılar. ebu ubeyde radıyallahü anh aşerei mübeşşereden, ya'ni cennete gidecekleri müjdelenmiş olan on kişiden biridir. her gazada bulundu. çok cesur idi. şama giren ordunun başkumandanı idi. da anlatıldığı üzere resul aleyhisselam kendisine buyurmuşdu. onsekiz senesinde ellisekizyaşında vefat etdi. vefatında, cinnilerin ağlayıp matem tutdukları duyuldu. resulullahın cennet ile müjdelediği ve ümmetimin emini dediği, ömrünü resulullahın önünde, din düşmanlarına saldırmakla geçiren böyle mubarek bir zata, sıkılmadan, çala kalem diyen bu yehudi kitabının, müslimanlığı parçalamak için yazıldığı, güneş gibi meydandadır. ebu ubeyde hazretleri de, ensar, beni sa'idenin evine toplanmış, sa'd bin ubadeyi halife yapıyorlar dedi. üçü oraya gitdi. evs ve hazrec kabileleri toplanıp sa'd bin ubadeye bi'at etmek istediklerini gördüler. sa'd radıyallahü anh hasta yatıyordu. çok kalabalık vardı. ebu bekre dediler ki, bizden bir halife olsun, sizden bir halife olsun! ebu bekri sıddik radıyallahü anh ayeti kerimeler okuyarak uzun nasihat verdi. ensarı medh etdi. hadisi şerifini okuyup, kureyşden birini halife yapalım. siz resul yanında nasıl kıymetli idi iseniz, onun yanında da öyle muhterem olursunuz. ben eshabdan iki kişiyi seçdim. ikisi de kureyşin asilzadeleridir. birisi ömer, birisi alidir dedi. ensar, aliye radıyallahü anh bi'at etmek istedi. ömer, yine karışıklık çıkmasından korkarak, ya eba bekr! sen kureyşdensin! elini uzat, sana bi'at edelim dedi. ebu bekr, dedi. ömer, ebu bekrin elini çekip bi'at etdi. ensar da, bunu görünce, hepsi, ebu bekre bi'at etdiler. ensarın sa'd bin ubadeye bi'at edecekleri haberi medineye yayılmışdı. bütün eshab toplanıp, buna karşı koymak üzere yürüdü. ömer radıyallahü anh, önlerine geçip, ey halk! gelin peygamber aleyhisselamın halifesine bi'at edin! diye bağırdı. o gün, bütün medine ehalisi, hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh bi'at etdi. böylece büyük bir ayrılığın önüne geçilmiş oldu. hazreti ali, hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm, ehli beyti ta'ziye ile meşgul olduklarından, yalnız bu üçü, o gün bi'at edemeyip, sonradan bi'at etdiler. ertesi salı günü, eshab mescidde toplandı. ömer radıyallahü anh minbere çıkıp, ey eshabı kiram! allahü tealaya şükr edin ki, sizi, en efdaliniz olan ebu bekrin etrafında topladı. bi'at etmiyen kaldı ise bi'at etsin! dedi. sonra hazreti ebu bekri sıddik dedi ki, ey halk! biliniz ki, ben bu işi, eshab arasında ikilik olmamak, kan dökülmemek için kabul etdim. ben de, sizin gibi bir insanım. insan yanılır. yanılmadığım zeman, allahü tealaya şükr edin. yanılınca, bana doğruyu gösterin! ben, allahü tealaya ita'at etdiğim müddetçe, siz de, bana ita'at edin. ben, ita'atdan çıkarsam, siz de bana ita'at etmeyin! şimdi peygamberimizin aleyhisselam hizmetini görelim. onun hakkını ödiyelim. yıkayalım, namazını kılalım ve kabri şerifine koyalım dedi. minberden inip, resul aleyhisselamın hanesine geldi. ridayı açıp, mubarek yüzünü kokladı. mubarek yüzünden ve saçından, misk kokusu duydu. yüzünü, mubarek yüzüne koyup dedi. sonra, buyurmuşdu deyip, dedi. abbas, oğlu fadl ile beraber geldi. hazreti ali dahi geldi. halife dedi. resulullahın hizmetçisi üsameye de, onlara hizmet et dedi. kendisi, eshabı kiram ile kapıda bekledi. ensardan evs bin havliyi radıyallahü anh de, yardım için içeri sokdu. gömleği içinde yıkayıp, üç beyaz kefene sardılar. buhurladılar. ebu talha kabr kazdı. kabrin yeri neresi olsun diye uyuşamadılar. hazreti ebu bekr radıyallahü anh buyurdu ki, ben resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdim ki, buyurmuşdu. yatağı kaldırıp, o yer kazıldı. resulullahı kabri şerifin kenarına koydular. eshabı, bölük bölük gelip, imamsız, namazını kıldılar. namaz gece yarısına kadar devam etdi. gece yarısı, kabri şerife koydular. çarşamba gecesi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem pazartesi günü vefat eyledi. dünyayı teşrifleri de pazartesi günü idi. onaltı yaşında iken, haceri esved taşını da ka'be dıvarına pazartesi günü koymuşdu. hicretde, mekkeden pazartesi günü çıkmışdı. medineye de, pazartesi günü gelmişdi. defnden üç gün sonra, hazreti ebu bekr, resul aleyhisselam, sizi üsamenin emrinde gazaya göndermişdi. hasta olunca, o iş yapılamadı. herşeyden önce, bu emri yerine getirmeliyiz! bu işde gevşek davranmayın! gazaya hazır olun diye emr buyurdu. eshabı harbe hazırladı. o zeman üsame yirmiiki yaşında idi. arabistan çöllerinde isyan çıkdığı işitildi. eshab, üsamenin emrinde gitmiyelim. asiler medineye gelip halifeyi öldürür dediler ve çok uğraşdılar ise de, hazreti ebu bekr, dedi. üsame at üzerinde, halife ve eshab yürüyerek, medineden dışarı çıkdılar. halife, eshaba veda' ederken size birinci nasihatim. üsameye ita'at etmenizdir buyurdu. dedi. üsameye dönerek resulullahın emr etdiği yere git! sonra şama var dedi. üsame, huza'a kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. zafer ile, kırk gün sonra, medineye döndü. arabistan halkı dinden çıkdı, mürted oldu. halife, mürtedleri terbiyeye, halid bin velidi gönderdi. halid, mürtedlerin elebaşlarını perişan etdi. kurtulanlar tekrar imana geldi. halife, zekat me'murlarını tekrar, zekat toplamağa gönderdi. beni temim kabilesi büyüklerinden malik bin nüveyreyi, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni hanzala kabilesinin zekatlarını toplamağa me'mur etmişdi. malikin aşireti, ebu bekre bi'at edip zekatlarını gönderdiler. sicah bin haris adında bir hıristiyan kadın, musuldan hicaza gelip, peygamber olduğunu iddi'a etdi. sicah, maliki kendi dinine da'vet etdi. malik, senin için harb ederim. fekat, dinine girmek için bir müddet düşüneyim dedi. sicah, ertesi sabah bana rabbimden vahy geldi ki, beni temimden, bana inanmıyanlar ile harb edeceksin dedi. malik, harb edip galip geldi. çok müslimanı öldürdü ve çok kimsenin sicaha inanmasına sebeb oldu. sicah kuvvetlenip, müseylemetülkezzaba yardım için yemene gitdi. halid, halifeden emr almadan, malik üzerine yürüdü. malik zekatlarını halide gönderdi. halid, kabul edip, halifeye bildirdi. halife emr gönderip, ezan sesi işitilen köylere birşey yapma dedi. suvariler, maliki yakalayıp getirdi ve ezan sesi işitmedik dedi. ebu katade radıyallahü anh ben işitdim dedi. halid: niçin sicaha tabi' oldun? dedi. malik, onunla sulh etdim. dinine girmedim dedi. fekat, peygamberimizi söylerken, yanılarak sizin sahibiniz şöyle demişdi deyince, halid radıyallahü teala anh kızıp, ey köpek! bizim peygamberimiz de, sizin peygamberiniz değil mi? sen münafıksın. sicaha uymuşsun! onun için, çok müsliman öldürdün dedi ve boynunu vurdurdu. ebu katade, bu işi beğenmeyip, medineye geldi. hazreti ömere anlatdı. ömer radıyallahü anh halifeye gidip, halid zulm ile müslimanları öldürmüş. halidi çağır cezasını ver! dedi. halife de ya ömer! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, halid için buyurdu. ona nasıl darılayım dedi. malikin kardeşi gelip, kardeşim müsliman idi. sana bi'at etmişdi. halidden kardeşimin kanını isterim dedi. halife, halidi çağırdı. ömer, halidi görünce, yakasına yapışıp, oklarını alıp parçaladı ve allahdan korkmaz mısın? bir müslimanı öldürmüşsün dedi. halife sorunca, halid dedi ki, ey halife! resulullahın buyurduğunu işitmedin mi? billahi işitdim deyince, halid, allahın kılıncı, yalnız kafir veya münafık boynunu vurur dedi. halife, doğru söylüyorsun, haydi vazifen başına git buyurdu. ömer radıyallahü anh halidin kurtulduğunu işitince, üzüldü. taberinin yazısı, burada temam oldu. ehli evladından olan, seyyid abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz kitabında, ceddi hazreti alinin radıyallahü anh, hazreti ebu bekr halife olacağı gün söylediklerini yazmakdadır. kitabı tercemesi, ikinci cild, yüzellibeşinci sahifede: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye radıyallahü anh harun, musaya aleyhimesselam nasıl yakın ise, sen de bana öylesin. yalnız benden sonra, peygamber gelmez buyurdu. bundan anlaşılıyor ki, arada peygamberlik değil, halifelik ya'ni yerine vekil olmak bakımından benzerlik vardır. harun, musa aleyhisselam ölmeden önce yerine vekil olduğu gibi, sen de, ben hayatda iken, bulunmadığım yerde, benim halifemsin demekdir. şerefeddin hüseyn bin muhammed tayyibi, böyle ma'na verdi. harun aleyhisselamın musa aleyhisselamdan önce öldüğü meşhurdur. bunun için, imamı alinin, resulullahdan sonra halife olacağına, burada bir işaret olmadığı gibi, halife olmıyacağı da anlaşılmakdadır. kitabı, beşinci menakıbde diyor ki, buharide abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma buyuruyor ki, resulullahın zemanında, eshabı kiramın üstünlüklerini konuşurduk. önce, ebu bekr, sonra ömer, sonra osman, sonra ali derdik. ibni münzir diyor ki, imamı ali buyuruyor ki, . hazreti ömerin radıyallahü anh otuzdördüncü menakıbinde diyor ki: bir gazadan, pekçok ganimet eşyası geldi. halife ömer, bunun beşde birini, hakkı olanlara dağıtırken, imamı hasen geldi. buna bin dirhem gümüş verdi. sonra, hazreti hüseyn geldi. ona da, bin dirhem verdi. sonra, kendi oğlu abdüllah geldi. buna, beşyüz dirhem verdi. abdüllah üzülüp, hasen ile hüseyn, çocuk oldukları halde, onlara çok verdin. ben pehlivan olup, kaç kerre gazaya gitdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde, düşmana saldırıp, nice kafir öldürdüm. bana onlardan az vermek doğru mudur? dedi. hazreti ömer buyurdu ki, ey oğlum! sen, onlarla bir mi olmak istiyorsun? onların, ali gibi babaları var. fatımatüzzehra radıyallahü anha gibi anaları var. fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem gibi dedeleri var. bu sözler, imamı alinin kulağına gidince, resulullahdan işitdim: buyurmuşdu dedi. hasen ile hüseyn, bu müjdeyi ömere götürdü. ebülmu'in meymun bin muhammed nesefi kitabında diyor ki: halifenin kim olacağı bildirilmemişdir. hazreti ali ve çocuklarının halife olması bildirilmiş olsaydı, eshabı kiram, bunu söyler ve bizlere kadar, haber gelirdi. bildirilen bir emri, eshabı kiramın saklıyacaklarını söylemek, o büyüklere, büyük iftira olur. eshabı kiram, abdesthanede nasıl taharetlenileceğini gösteren haberleri bile bizlere ulaşdırdı. halifelik için, bir emr, bir işaret olsaydı, ali radıyallahü anh ve çocukları ve eshabı kiram, bunu elbette bildirirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, eshabı kiram, beni sa'ide sofasında toplanıp, hadisi şerifini okudular. halifesiz bir gün geçmesini caiz görmediler. onun için, halifeyi bilmemek küfrdür. çünki, islamiyyetin emrlerinden bir kısmının yapılması için halife lazımdır. mesela, cum'a ve bayram namazlarının kılınması, yetimlerin evlendirilmesi ona bağlıdır. halifeyi inkar eden, farzları inkar etmiş olur. farzlara inanmamak ise küfrdür. ensardan biri dedi. ebu bekr kalkıp, öyle zan ederim ki, halife olmak aliye yakışır. ben onun halife olmasını istiyorum dedi. ali hemen ayağa kalkıp, kılıncını çekerek, kalk ya eba bekr! allahın ve resulünün halifesi sensin! resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem seni hepimizin önüne geçirdi. senin önüne kimse geçemez. resulullah bana buyurdu ki, git, ebu bekre emr et! eshabıma imam olsun. resulullahın dinimiz için önümüze geçmesine razı olduğu kimseyi, biz dünyamız için önümüze geçirmeğe razıyız dedi. resuli ekrem, ebu bekri, kendi imamlık yerine halife yapdığı için, kendisine denildi. eshabın hepsi, hazreti alinin sözünü beğenerek, hazreti ebu bekri söz birliği ile halife yapdılar. sonra, resuli ekremin hizmetine koşdular. defnden sonra, halife hutbe okudu ve beni hakim yapdınız. halbuki hayrlınız ben değilim. beni kabul edin dedi. ali, yine kalkıp seni red veya kabul edebilecek değiliz. seni resuli ekrem önümüze geçirdi, kim geriye çekebilir? dedi. ebu bekr, halife iken, gün geçdikçe za'ifledi. artık acınacak hale geldi. kızı aişe, sebebini sordu. ey gözümün nuru yavrum. muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem ayrılık ateşi, beni yakıp eritiyor buyurdu. abdüllah ibni abbas buyurdu ki: iza cae suresi gelince, babam abbas, aliye dedi ki, bu sure, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edeceğini haber veriyor. acaba kimi halife yapar? ey amca git, resulullaha sor. bu işi bize verirse, kureyş ile çekişmemiz önlenmiş olur. başkasına verirse, hakkımızı gözetmesini o kimseye emr buyursun. abbas, resulullahı yalnız bulup sordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ey amcam! allahü teala, halifeliği ebu bekre vermişdir. necat ve felah bulmak için, ebu bekrin her sözünü kabul edin. ona ita'at eden, doğru yolu bulur buyurdu. hazreti ebu bekrin hak halife olduğuna inanan ve eshabı kiramın hepsini seven, doğru yolu bulmuş olur. selmanı farisi radıyallahü anh eshabı kiramın büyüklerinden idi. birçok hadisi şerif ile medh edildi. hazreti ömer radıyallahü anh tarafından medayn valisi yapıldı. otuzbeşde, orada vefat etdi. böyle büyük bir zatın, imamı ömere ve büyük bir sahabi ordusuna demesi ve bu çok çirkin iftirayı, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üstüne yüklemesi, hiçbir müslimanın inanacağı birşey değildir. çünki, eshabı kiramdan herhangi birini kötülemek, çeşidli hadisi şeriflerde yasak edilmişdir. selmanı farisinin, bu hadisleri hiçe sayması ve bir de hadis uydurması, ancak bir yehudinin yazdığı kitabının küstahça ve alçakca iftirasıdır. evet, buhari ve müslimde bulunduğu, menavide bildirilen hadisi şerifde buyuruldu. demek ki, ehli sünnetin doğru yolundan ayrılanların, eshabı kirama dil uzatanların, cehennem köpekleri oldukları bildirilmişdir. hüsniyye kitabı, bunu tersine çevirmekdedir. acem yehudisi mürtedanın, hüsniyye adındaki kitabında, ümmetin havassı, avamı, islamın şehrlerine mektublar göndererek, osmanın katli için ittifak etdiler ve hatta, mısrdan otuz bine yakın müslimanlar, osmanın zulmünden şikayet etmek üzere medineye geldi. bunlar da, icmaı ümmete dahil olup, medine mahallelerinde, çirkin bir şeklde, osmanı katl edip, bir nice gün ayağında bağlı ipler ile sürüyerek gezdirdiler. müslimanlar güruh güruh gelip, sen bu zülmü, islama ne vechle caiz gördün diyerek cenazesine dahi tekme ile vurdular yazıyor. halbuki, bütün islam tarihleri, sözbirliği ile vak'ayı olduğu gibi bildirmekdedir. mesela, taberi büyük tarihi tercemesinde, üçüncü cild, yüzyetmişbirinci sahifede diyor ki: hazreti osman radıyallahü anh halife iken, yemende, abdüllah bin sebe' isminde bir yehudi, eski kitabları çok okumuşdu. medineye gelip, halifenin yanında müsliman görünerek, halifenin gözüne girmek istedi. fekat, halife, buna hiç yüz vermedi. bu, her yerde hazreti osmanı kötüledi. halifeye, bu yehudi, her zeman seni kötülüyor dediler. halife, bunu medineden çıkardı. bu da, mısra gidip, halifeye karşı propagandaya başladı. çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. ençok söylediği şey, her peygamberin bir veziri var idi. bizim peygamberimizin veziri de alidir. hilafet, onun hakkı idi. osman, onun hakkını elinden aldı. fellahları kandırıp, osman radıyallahü anh kafirdir dediler. mısr valisi abdüllah bin sa'd tarafından, halifeye şikayetler yazdılar. mısrdan dört bin kişi medineye geldi. halifenin beğenmedikleri hareketlerini, kendisine bildirdiler. halife her suale, cevab verip, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile, haklı olduğunu isbat etdi. asker de, geri mısra döndü. bir sene sonra, mısrdan dört bin ve ırakdan da, dörtbin kişi geldi. medine ehalisi silahlanıp, niçin geldiniz? dediklerinde, hacca gidiyoruz dediler. ehali de, silahını bırakdı. gelenlerin maksadları hazreti osmanı hal' etmek idi. mısrlılar, hazreti aliyi, ıraklılar hazreti talhayı halife yapmak istiyordu. mısrlılar, hazreti aliye gelip, dediler. hazreti ali bunlara darılıp, buyurdu. o gece halife, hazreti alinin radıyallahü anh yanına gelip, bu askerleri geri döndür dedi. hazreti ali, peki deyip, sabahleyin askere nasihat verdi. asker geri dönmekde iken, hazreti ali halifeye gelip, mısr valisini değişdir. onların istediğini ta'yin eyle dedi. halife, muhammed bin ebi bekri vali yapdı. mısrlılar, vali ile mısra gitdi. fekat yolda, bir haberci üzerinde halifenin mektubunu buldular. eski valiye emr idi ve gelenleri kabul ediniz deniyordu. o zeman yazılar noktasız olduğundan, mektubdaki fakbüluhu kelimesini, faktüluhu, katl ediniz ma'nasına okudular. mısrlılar böyle okumağa, kızdılar. medineye geri döndüler. ıraklıları da döndürdüler. halifenin evini sardılar. yirmi gün sonra, cum'a gecesi, halifeye rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya osman! bu gece bizim yanımızda iftar edersin!. asker, kapıyı yıkdı içeri girdi. mervan beşyüz kişi ile bağçede idi. döğüşdüler. kan dere gibi akdı. beşyüz kişi de ölünciye kadar savaşdı. mervan, yaralanıp yıkıldı. önce, muhammed bin ebi bekr içeri girdi. fekat, halifenin sözüne dayanamayıp tekrar çıkdı. sonra mısrlılardan kinane bin beşir girip, halifeyi kur'anı kerim okurken şehid etdi. serayı yağma etdiler. aşerei mübeşşereden ali, talha, sa'id ve sa'd radıyallahü anhüm evlerinden hiç çıkmadı. herkes üzüldü. otuzbeş senesi, zilhiccenin onsekizinci cum'a günü idi. yardıma gelen kufe ve mısr askeri yetişemediler. sekseniki yaşında idi. ikindi vakti idi. üç gün sonra evden çıkarıp, üç akrabası, gece baki'de defn etdiler. korkudan, kimse gelemedi. abdüllah bin sebe', böylece istediğine, uğraşdığına kavuşdu. islam topluluğuna, ilk fitne ateşini saldı. ilk kanlı yarayı açdı. hüsniyye kitabı, bu yehudinin ortaya atdığı, yıkıcı, aldatıcı sözlerle, fitne ve fesad ateşini yeniden tutuşdurmağa, müslimanları parçalamağa, fikrleri dağıtmağa çalışmakdadır. hazreti osmanın radıyallahü anh evi sarılı iken, müezzin, kendisini mescide çağırdı. gelemiyeceğim, namazı ali kıldırsın dedi. ali radıyallahü anh, yalnız cum'ayı kıldırıp, diğerlerine eba eyyubi ensariyi vekil yapdı. ev sarılı iken halife, hac için, yerine abdüllah bin abbası gönderdi. birkaç gün sonra, mısrlılar, alinin radıyallahü anh yanına gelip, seni halife yapdık dediler. kabul etmedi ve başkasını yapın! ben de ona bi'at ederim dedi. sonra talhaya gitdiler. o da kabul etmedi. beş gün sonra, medine ehalisini aliye gönderdiler. çok yalvardılar. bunlardan da kabul etmedi. mısrlılar dedi ki, biz halifesiz dönersek, çok fitneler çıkar ve önü alınmaz. ali radıyallahü anh yeniden fitne çıkmasın diye, önce resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı bi'at etsin dedi. talha ve zübeyri radıyallahü anhüma getirdiler. ali, buyurdu ki, benim bu işe rağbetim yokdur. fekat müslimanlar imamsız kaldı. hanginiz kabul ederse, elini uzatsın, ona bi'at edeyim ve talhaya bakıp sen herkesden daha layıksın. elini uzat, sana bi'at edeyim buyurdu. talha ise dedi ve aliye bi'at etdi. ikinci olarak zübeyr bi'at etdi. sonra, ehali gelip bi'at etdiler. o gün zilhiccenin yirmibeşi idi. halife, hutbe okudu. cum'a namazını kıldılar. halife ilk iş olarak, hazreti mu'aviyeyi şamdan azl edip, yerine abdüllah ibni abbası ta'yin etdi. abdüllah, bunu kabul etmedi, gitmedi, onu azl etme, orada eski bir validir. fitneye sebeb olur dedi. halife vaz geçip, bir sene sonra, yine azl etdi. birçok valileri de değişdirdi. mu'aviye radıyallahü anh, yeni valiye karşı asker gönderdi. vali, medineye döndü. şamdan bir haberci gelip dedi. görüliyor ki, islamda ilk fitneyi çıkaran bir yehudi dönmesidir. müslimanları parçalayan budur. şimdi, mezhebsizlerin onun yolunda oldukları, kitablarından anlaşılmakdadır. kitabında diyor ki, talha bin ubeydüllahın radıyallahü teala anh haber verdiği bir hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki her peygamberin bir arkadaşı vardır. benim de, cennetde arkadaşım osmandır. enes bin malik radıyallahü teala anh buyurdu ki, bi'atı rıdvan yapılırken, osman radıyallahü anh yokdu. vazife ile mekkeye gönderilmişdi. resul aleyhisselam iki mubarek elini birbiri ile tutup osman, allahın ve resulünün işini görmekdedir. onun yerine ben bi'at ediyorum buyurdu. kendi mubarek elini, osmanın eli yapdı. de, mürre bin ka'b radıyallahü anh buyuruyor ki, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem yakında çıkacak fitneleri anlatıyordu. o anda, biri geçdi. mubarek eli ile, onu göstererek, buyurdu. kalkdım, bakdım. geçen kimse, osman idi. büyük alim mevlana nureddin abdürrahman cami rahimehullahü teala, kitabında bildiriyor ki, aişe radıyallahü anha buyurdu ki, resul aleyhisselam dedi ki, ya aişe! eshabımdan birini istiyorum. ebu bekri çağırayım mı? dedim, cevab vermedi. onu istemediğini anladım. ömeri çağırayım mı? dedim. ses çıkarmadı. amcan oğlu aliyi çağırayım mı? dedim, yine cevab vermedi. osmanı çağırayım mı? dedim. buyurdu. resul aleyhisselam, ona bir şeyler söyledi. rengi sarardı. osman halife iken, evini sardılar. dediklerinde, resul aleyhisselam, bana çok şey söyledi. ona söz verdim. sabr ederim dedi. hazreti aişe buyuruyor ki . abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyuruyor ki, huneyn günü kafirler dağıldıkdan sonra resul aleyhisselam ile birinin yanından geçdik. resul aleyhisselam o kimseye ey allahın düşmanı! allahü teala seni sevmez buyurdu. dedim. buyurdu. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, resulullahdan işitdim. buyurdu ki . resulullah, kızı rukayyeyi osmana verdikden bir zeman sonra, kızına dedi. hayrlı, iyi gördüm dedi. ey canım kızım! osmana çok saygı göster. çünki, eshabım arasında, ahlakı bana en çok benziyen odur! buyurdu. ali radıyallahü anh fatımatüzzehra radıyallahü anha üzerine bir daha evlenmek istedi. resul aleyhisselam, bunu işitince, mubarek kalbi incindi. ali vazgeçdi ise de, afv etmedi. ebu bekr şefa'at etdi, afv etmedi. ömer şefa'at etdi, yine afv etmedi. osman şefa'at etdi. afv buyurdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. sebebini sorduklarında öyle birinin şefa'atini kabul etdim ki, allahü tealaya, yer ile gökün yerini değişdir dese, allahü teala kabul buyurup değişdirir. yahud, ya rabbi! muhammed aleyhisselam ümmetinin hepsinin bütün günahlarını afv et dese, afv eder buyurdu. ali radıyallahü anh fatımatüzzehra radıyallahü teala anha ile evlenirken düğün için parası yok idi. zırhını satılığa çıkardı. osman radıyallahü anh pazardan geçerken, zırhı tanıdı. dellalı çağırıp, bu zırha sahibi ne istiyor dedi. dellal, dörtyüz dirhem gümüş dedi. dörtyüz dirhemi verip zırhı aldı. eve getirip, ayrıca dörtyüz dirhemle zırhı, aliye gönderdi ve: bu zırh, senden başkasına layık değildir. bu gümüşleri de, düğünde harc et ve bizim özrümüzü kabul buyur, dedi. evliyanın büyüklerinden, derin alim, imamı muhammed parisa rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki: hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: ba'zı kimseler, beni, ebu bekr ve ömer ve osmandan üstün tutuyormuş. bunlar münafıkdır. müslimanlar arasına ikilik sokmak, kardeşi kardeşden ayırmak için böyle yapıyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, bunları haber verdi. bunları görünce, öldür dedi. müsliman görünürler. halbuki, kafirdirler ve islam düşmanıdırlar. yalan söylemekle öğünürler, içleri bozukdur. kur'anı kerimi değişdirirler. dinsizlik üzerinde birleşirler. eshabı kiramın büyüklerini, hatta resuli ekremi kötülerler. eshabı kiram arasındaki ayrılıklar üzerinde dururlar. allahü teala bunları afv etmez. küçükleri büyüklerinden ders alır. onları böylece bozuk yetişdirirler. islamı yıkarlar. bid'atları yayarlar. yer yüzünde onlardan alçak yokdur. yeryüzü, onlara küskündür. gök onlara, la'netle gölge salar. onlar yeryüzündeki insanların en kötüsüdür. fitne, bunlardan çıkar. melekler arasında, bunların adı encas dir. cami'lerinde, kahvelerinde, mekteblerinde, eshabı kirama la'net ederler ve bunu kendilerinin ibadeti bilirler. kalblerinde, insanlık duygusu yokdur. allahü teala, onları insan şeklinden çıkarır. o zemanda, sünnete yapışan, şehidlerden, abidlerden üstün olur. se'adet, onun olur. eshabı kiram, bunları işitince ya emirelmü'minin! biz, o zemana kalırsak ne yapalım dediler. hazreti ali, buyurdu ki, isa aleyhisselamın havarileri gibi olunuz! bizim yolumuzu öğreniniz. allahü tealanın emrlerine sarılmağa, resulüne ita'ate, eshabının hepsini sevmeğe ve bu sapıkların sözlerinden, yazılarından kaçmağa uğraşınız! hak ve sünnet üzere olmak, bid'at ve dalalet üzere olmakdan hayrlıdır buyurdu. imamı refi'uddin tacülislam osman bin ali merendi, abdüllah bin ömerden haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü teala, size namazı, orucu, haccı, zekatı farz etdiği gibi, ebu bekri sıddikı ve ömer faruku ve osman zinnureyni ve ali murtezayı sevmeği de farz eyledi. bu dördünden birini sevmiyen kimsenin namazı da, orucu da, haccı da, zekatı da kabul olmaz. kıyamet günü, bunlar, mezardan, ateşe götürülür buyurdu. hüsniyye kitabında, imamı ca'fer sadık, müt'a nikahını emr ederdi. çünki, allahü teala ayeti celilinde, müt'a nikahını mubah kılmışdır. müt'a nikahı demek, bir kadına, şu kadar mal karşılığı kendini şu kadar zeman bana teslim edermisin deyip, kadının da şahidsiz kabul etmesidir. ya'ni, muayyen gün için, para ile kadın kiralamakdır. müfessirler ve fıkh alimleri, bu ayetin, müt'a nikahı için olduğunu bildirmişdir. bu ayeti nesh eden, başka bir ayet ve hadis yokdur. bunu, ömer halife iken, hiçbir ayet ve hadis söylemeden fitneye yol açar korkusu ile, kendiliğinden yasak etdi. ömer bin hasin diyor ki, müt'a nikahı yapardık. ayet ve hadis ile hiç yasak edilmedi. abdüllah ibni ömer diyor ki, . herşey aslında mubahdır. yasak olmaları için ayet ve hadis lazımdır diyor. bütün tefsirler ve fıkh kitabları diyor ki, nisa suresi, yirmidördüncü ayetinin meali alisi, müt'a nikahı için değildir. nikahdaki mehr parasını vermek içindir. mesela ve bunun haşiyesi ikinci cild, yirmialtıncı sahifede, yukarıdaki ayetin tefsirinde buyuruyor ki, bu ayeti kerime, sahih olan nikahı bildirmekdedir. müt'a nikahının mubah olmasını göstermiyor. mehr parasını emr ediyor. müt'a nikahı, önce mubah olmuşdu. sonra yasak edildi. islamiyyetde belli bir zeman için nikah yapmak yokdur. büyük alim burhaneddini mergınaninin rahimehullahü teala kitabının şerhi olan kitabı ikiyüzotuzbirinci sahifesinde, mevlana ekmelüddin buyuruyor ki: müt'a nikahı batıldır. evet abdüllah ibni abbasın bildirdiği gibi, müt'a nikahı mubah idi. fekat, hadisi şerif ile, bunun yasak edildiğini, eshabı kiram söz birliği ile bildirmekdedir. değişdiren hadisi şerifleri de haber vermişlerdir. mesela, muhammed ibni hanefiyye dedi ki, hayber kal'ası alındığı gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müt'a nikahını men'etdi. imamı ali böyle buyurunca, ehli beytin gözbebeği olan imamı ca'fer sadık, müt'a nikahını hiç emr eder mi? elbette etmez. zaten kitabını yazan murteza adındaki yehudi dönmesi, yalanlarına, iftiralarına herkesi inandırmak için, ayeti kerimelere yanlış ma'na vermekden, hadisi şerifleri inkar etmekden çekinmediği gibi, ehli beytin yolu böyledir demeği de adet edinmişdir. hadis diye uydurduğu sözlere, ehli böyle emr ederdi demekdedir. böylece, cahilleri kandırmakda ise de, dinini bilen, bu yalanlara aldanmaz. alimlerimiz, bu yalanlara, ayetle, hadis ile cevab vererek, ehli beytin yolunda gidenlerin, ehli beyti hakiki sevenlerin, ehli sünnet olduğunu isbat etmişlerdir. rebi' bin meysere radıyallahü anh buyuruyor ki, hayberi feth etdiğimiz gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, müt'a nikahını, üç gün halal etdi. ben, amcam ile bir kadının kapısına geldik. ikimizde de ince palto vardı. amcamın bürdesi daha güzel idi. gayri müslim bir kadın kapıya çıkdı. benim paltoma ve gençliğime bakdı. bunun paltosu, onun paltosuna benzemiyor. fekat, gençliği de, onun gençliğine benzemiyor, diyerek, gençliği paltoya tercih etdi ve beni içeri aldı. o gece orada kaldım. sabah olunca, resulullahın adamının, sokaklarda ey müslimanlar! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müt'a nikahını yasak etdi diye bağırdığını duydum. hepimiz müt'a nikahından vazgeçdik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hayatda iken, müt'a nikahını yasak etdiğini, eshabı kiram, sözbirliği ile bildirmekdedir. icma', ya'ni söz birliği, ayeti ve hadisi değişdirmez, ayetin ve hadisin değişdirildiğini haber verir. sual: sözbirliği nasıl olur? abdüllah ibni abbas müt'a nikahının halal olduğunu söylerdi? cevab: yasak edildiğini, sonradan, o da söylemişdi. nitekim, cabir bin zeyd diyor ki, ibni abbas radıyallahü anhüm ölmeden önce, müt'a nikahının yasak edildiğini söyledi. böylece, icma' hasıl oldu. maliki mezhebinde müt'a nikahının caiz olduğunu söyliyorlar. buna şaşılır. çünki, imamı malik bin enes ismindeki kitabında ali ibni ebi talibin bildirdiği hadisi şerifi yazmakdadır. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, . kitabının yazısı burada temam oldu.nın dört mezhebde de batıl olduğu, da da yazılıdır. arabi ve türkçe kitabların hepsinde, mesela elmalılı hamdi efendi rahimehullahü teala tefsir ahifesinde diyor ki, bekara suresi, yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, yiyecek, içecek ve giyecek maddelerin hepsi halal olup, ancak ayeti kerime veya hadisi şerif ile istisna edilenler haram olur. insanların nefslerine ve ırzlarına dokunmanın haram olduğunu bu ayeti kerime göstermekdedir. ancak, istisna edilenler haramlıkdan kurtulup halal olur ki, bu da, sahih nikah ile almakdır. görülüyor ki, müt'a nikahının halal olduğunu isbat için delil gösterdikleri herşey aslında mubahdır. yasak olmaları için ayet veya hadis lazımdır sözünün nikah ile ilişiği yokdur. ilme, dine uymayan bir isbatdır. halife ömerin radıyallahü anh, müt'a nikahının yasak olduğunu söylerken, hadis ile isbata lüzum görmemesi ve hiç kimse tarafından i'tiraz olunmaması da, bunun önceden yasak edilmiş olduğunu herkesin bildiğini göstermekdedir.resulullah vefat edince, ebu bekr ile ömer, biz peygamberler miras bırakmayız. bırakdıklarımız sadaka olur hadisini söyliyerek, fatımatüzzehranın elinden ismindeki hurma bağçesini zor ile alıp, beytülmala verdiler. fatıma, ebu bekre darılıp, la'net etdi. halbuki, resulullah, hayatında bunu ona hediyye etmişdi ve hurmaları, üç sene ona getirilmişdi. fatıma, bunu, ali ile hasen, hüseyn ve kanber ile isbat etdi ise de, ebu bekr, bu şahidleri kabul etmedi. halbuki, bu hadisi, o zalim uydurdu. kızı aişeden başka, kimse böyle hadis söylememişdir. böyle hadis olsaydı, fatımaya elbette bildirilir, bu da haram şeyi istemezdi. ehli sünnet, ebu bekri haklı çıkarmak için, zındıklık yoluna sapıp, eşrefi kainata iftira ediyor. allahın emrini fatımaya bildirmemiş diyorsunuz. bildirmiş ise, fatıma kabul etmeyince küfr olur. bu hadisi uyduran kafirdir. zaten, ebu bekrin şahid getirmesi lazım idi. şahid istemekle de zulm etmiş oldu. sonra, peygamberlerin miras bırakdıkları, kur'anı kerimin çok yerlerinde yazılıdır diyor. halbuki ahmed cevdet paşa rahimehullahü teala nın. sahifesinde diyor ki: halife hazreti ebu bekr radıyallahü anh, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem silahları ile beyaz katırını, hazreti aliye radıyallahü anh verdi. diğer eşyayı beytülmala bırakdı. fedek ve hayberdeki hurmalıklarını, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayatda iken vakf etmiş, kimlere dağıtılacağını emr buyurmuşdu. şöyle ki: gelip geçen elçilere, müsafirlere ve yolculara verirdi. ebu bekr radıyallahü anh bunları eskisi gibi dağıtıp, asla değişdirmedi. fatıma radıyallahü anha mirasını istedikde; resulullahdan işitdim: bize, ya'ni peygamberlere kimse varis olamaz! bizim bırakdığımız mal, sadaka olur buyurmuşdu. ben resulullahın yapdığını değişdirmem. bir yanlış yola sapmakdan korkarım dedi. fatıma demiş. halife de: deyince, demiş. halife de: buyurdu. onun için sen de varis olamazsın. fekat ben onun halifesiyim, onun nafaka verdiği kimselere, aynı şeyleri ben de veririm. senin masraflarını yapmak benim vazifemdir dedi. bunun üzerine fatıma radıyallahü anha susdu ve artık miras lafı etmedi. mısrdaki büyük alimlerden ahmed bin muhammed şihabüddin kastalani rahimehullahü teala kitabı tercemesi, birinci cild, dörtyüz doksanbirinci sahifede diyor ki denir. bunlardan birini yazan ahmed bin ali nesainin bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu. ve ya rabbi! bana varis olacak evlad ver ayeti kerimelerinde bildirilen varislik, mal ve mülk varisliği değildir. ilm ve nübüvvet mirasıdır. yukarıdaki hadisi şerifi, imamı abdürra'uf menavi de yazıyor ve imamı ahmedin kitabından aldım diyor. hadis alimi abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala farisi dil ile yazdığı iki cild kitabı ikinci cild, beşyüzyetmişikinci sahifede buyuruyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz peygamberler miras almayız ve miras bırakmayız. bırakdığımız şeyler sadaka verilir buyurdu. kendisi vefat edince ev eşyası ve silahları ve hayvanları ve fedek denilen hurma bağçesi kalmışdı. bu hurmaları ailesine ve fakirlere ve yolculara verirdi. vefat edince, kızı fatıma radıyallahü anha, halife ebu bekrden miras istedi. halife, hadisi şerifi okuyarak, miras vermedi. fatıma, halifeye: dedi. deyince, fatıma, dedi. ebu bekri sıddik dedi ki, buyurdu. fekat ben, onun halifesiyim. onun verdiği kimselere, ben de, aynı şeyleri vereceğim ve onun bırakdığı malları, onun verdiği yerlere aynen dağıtacağım dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birçok kimselere, mal vereceğini va'd etmişdi. vefatından sonra, gelip, bu malları istediler. halife hepsine verdi. ebu bekr, mirası yalnız fatımadan men'etmedi. aişe de, radıyallahü anhüm gelip, miras istedi. ona da vermedi. başka zevceler de istedi. hiçbirisine vermedi. peygamberler miras bırakmaz hadisi şerifini söyledi. halife, bu hadisi şerifi söyleyince, eshabı kiramın hepsi, biz de işitmişdik, dedi, bir kişi bile i'tiraz etmedi. halife kimseye miras vermedi ve muhammed aleyhisselamın akrabasına evvelce verilen herşeyi aynen verdi ve resulullahın yapdığını değişdirmem dedi ve resulullahın akrabasını, kendi akrabamdan daha çok seviyorum diye yemin etdi. fatımanın miras yüzünden, ebu bekre darıldığını ve ölünciye kadar sevmediğini söyliyenlere şaşılır. eshabı kiramın sözbirliği ile bildirdiği hadisi şerifi, fatımanın kabul etmiyeceği düşünülebilir mi? insanlık icabı kırıldı denilse de, ölünciye kadar dargın kaldı denilebilir mi? fatımanın radıyallahü anha vefat edeceği zeman, ebu bekri sıddik ile halallaşdığı, ondan razı olduğunu bildirdiği meydanda olan bir hakikatdir. mesela, hadis alimi, imamı beyheki, imamı şa'biden rivayet ediyor ki, fatıma radıyallahü anha hasta iken, halife ebu bekri sıddik kapıya geldi. ali radıyallahü anhüm fatımaya, ebu bekrin geldiğini haber verdi. fatıma da, aliye içeri izn vermemi istermisin? dedi. ali: evet dedi. fatıma izn verdi. halife içeri girdi ve kendisi ile halallaşdı. fatıma radıyallahü anha ebu bekrden razı oldu. imamı müstağfirinin ve kitablarında diyor ki, ebu bekr radıyallahü anh, fatımanın radıyallahü anha yanına girip, halallaşdı ve fatıma, ondan razı oldu. imamı evzai buyuruyor ki, ebu bekr, fatımanın kapısına gelip, resulullahın kızı benden razı olmadıkça, bu kapıdan ayrılmam dedi. ali radıyallahü anh içeri girip, fatımaya razı ol diye and verdi. o da razı oldu. hafız ebu sa'id adındaki kitabında da böyle yazmakdadır. fatıma radıyallahü anha gece defn edildi. ali radıyallahü anh gece olduğu için halifeye haber veremedi. ba'zı haberlerde ise ebu bekrin cenazede bulunduğu ve namazını kıldığı bildirilmekdedir. kitabında diyor ki, hazreti fatıma radıyallahü teala anha hasta iken, hazreti ebu bekr gelip, içeri girmeğe izn istedi, hazreti ali haber verdi. hazreti fatıma, hazreti aliye sen razı olur isen izn veririm dedi. razıyım dedi. hazreti fatıma izn verdi. hazreti ebu bekr içeri girip, konuşdu. özr diledi. halallaşdı. hazreti fatıma da, halifeden razı oldu. hazreti fatıma radıyallahü anha akşam ile yatsı arasında vefat etdi. hazreti ebu bekr, osman, abdürrahman bin avf ve zübeyr bin avvam hazır idiler. cenaze namazını kıldırmak için ebu bekre teklif etdiler. hazreti ebu bekr kıldırdı. gece defn etdiler. ömer radıyallahü anh halife olunca, fedek hurmalarını, resulullah zemanında olduğu gibi dağıtdı. iki sene sonra, bu işin idaresini ali ile abbasa radıyallahü anhüma bırakdı. bir zeman sonra halifeye gelip, hurmalığı ikisine taksim etmesini istediler. ömer radıyallahü anh eshabı kiramı toplayıp, hepsine and verdi ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz peygamberler, miras almayız ve miras bırakmayız. bizim bırakdığımız sadaka olur buyurdu mu? diye sordu. hepsi birden evet duyduk diye yemin etdi. bunun üzerine ömer radıyallahü anh hurmalığı taksim etmeyip, ikisine bırakdı ve mahsulü eskisi gibi dağıtınız dedi. hurmalıklar, sonradan alinin radıyallahü anh elinde kaldı. eshabı kiram sonra evladına, torunlarına kalıp, nihayet, emir mervanın eline geçdi. ömer bin abdül'aziz halife olunca, resulullahın, kızı fatımaya vermediği mala elimi sürmem dedi. bu sözden, fatımanın radıyallahü anha resulullahdan bu hurmalığı istediği, onun da vermediği anlaşılmakdadır. bu hususdaki hadisi şerifler, buharide yazılıdır. abdülhakı dehlevinin yazısı burada temam oldu. kitabında ikiyüzdoksanikinci sahifede diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevceleri ve kızları radıyallahü teala anhünne dünyadaki kadınların hepsinden üstündür. zevcelerine kazf eden, kötüliyen için, abdüllah ibni abbas, tevbesi kabul olmaz buyurdu. aişeye radıyallahü anha söven ise, katl olunur. çünki, buna söğmek, kur'anı kerimi inkar etmek olur ki, küfrdür diye sözbirliği vardır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat miras bırakdığını bildiren ayeti kerimelere gelince: allahü teala, meryem suresi, ve ayetlerinde, zekeriyya aleyhisselamın düasını bildiriyor. bu ayeti kerimelerin meali alisi, ben öldükden sonra, yerime gelecek velilerimden korkuyorum. zevcem de akırdır, çocuğu olmuyor. ya rabbi! bana bir oğul ihsan eyle de, bana ve ya'kub oğullarına varis olsun!dir. beydavi tefsirinde buyuruyor ki, bu söz, bizim dinimize ve ilmimize varis olsun demekdir. çünki, peygamberler aleyhimüsselam mal miras bırakmazlar. şeyhzade haşiyesinde diyor ki, peygamberlere aleyhimüsselam varis olmak, dinine salah ve faide verici olmakdır. bu da, peygamber olmakla ve ilm ile ve güzel ahlak ile ve dinde faideli makam sahibi olmakla ve tayyib mal sahibi olmakla olur. zekeriyya aleyhisselamın amcasının oğulları, beni israilin en kötüleri idi. vefatından sonra, bunların dini değişdirmelerinden korkmuş idi. neml suresi, onaltıncı ayetindeki aleyhimesselam varis olmağı, beydavi rahimehullahü teala tefsirinde diyor. görüliyor ki, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh hurma bağçesini hazreti fatımanın radıyallahü anha elinden almamış, eski halinde olduğu gibi bırakmış, onun her ihtiyacını beytülmaldan vermişdir. ba'zı eşyayı, hazreti aliye miras olarak değil, bu eşya beytülmala geçdikden sonra, kendi salahiyyetini kullanarak, hediyye olarak ihsan etmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hurma bağçesini kimseye hediyye etmemişdi. fatıma radıyallahü anha, bu bana hediyye edilmişdi, demedi ve şahid getirmedi. hiçbir kitabda böyle yazmıyor. bunu yalnız irandaki bu acem kitabı, pek acemice uydurmakdadır. hazreti aliyi ve fatımayı ve hasen, hüseyni medh eden, çok öven hadisi şerifler var. hatta ayeti kerime var. hazreti ebu bekri sıddik ki, bütün ticaret malını, mülkünü, vatanını, evladını, resulullah için feda etmiş, bütün gazalarda bulunup, ihtiyar halinde resulullahın önünde harb etmiş iken, bu hadisi şerifleri çiğneyecek kadar aşağı bir kimse mi idi? halbuki yüzlerce hadisi şerif, hatta kur'anı kerim, onu medh etmekde, faziletini bildirmekdedir. miras hadisini, hazreti fatımaya önceden bildirmeğe lüzum yokdu. vakti gelince, eshabı kiram ona bildirdi. fatımatüzzehra, hurmalığı, kendine halal sanarak istemişdi. haram olduğunu anlayınca istemedi. ibadetleri, bir kimseye, vakti gelmeden bildirmek farz değildir. zaten vakf edilmiş mal, kimseden, hiçkimseye miras kalmaz. fatıma radıyallahü anha halifenin sözünü, derhal ve seve seve kabul etdi. bu hadisi şerifin, hadisi şerif olduğuna hiçbir sahabi i'tiraz etmediğinden, inanmıyan kafir olur. fedek bağçesi için kitabının beşinci kısmında uzun bilgi vardır. lütfen oradan da okuyunuz! kitabı, dörtyüz doksanıncı sahifede diyor ki: birgün, ebu bekri sıddik radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evine geldi. içeri gireceği sırada, ali bin ebi talib radıyallahü anh da geldi. ebu bekr geri çekilip, ya ali, sen buyur gir dedi. o da cevab verip, aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu: ali ya eba bekr! sen önce gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde ileri olan, herkesi geçen sensin. ebu bekr sen önce gir ya ali, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem daha yakın sensin. ali ben, senin önüne nasıl geçerim? çünki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim, buyurdu. ebu bekr ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kızı fatımatüzzehrayı radıyallahü teala anha sana verdiği gün buyurdu. ali ben senin önüne geçemem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ali senin önünden giremem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ya rabbi! beni ençok seven ve eshabımın en iyisi kimdir? dedi. cenabı hak buyurdu. ebu bekr ben senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam ilmi bir kimseye veririm ki, allahü teala, onu sever. ben de onu çok severim buyurdu. ilm şehrinin kapısı, sen oldun. ali senin önünde gidemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam hayber gazasında, bayrağı sana verip buyurdu. ali senin önüne nasıl geçebilirim? çünki, resul aleyhisselam ya eba bekr! sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki kıyamet günü, ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. cenabı hak buyurur ki, ya muhammed aleyhisselam! senin baban ibrahim halil, ne güzel babadır. senin kardeşin ali bin ebi talib ne güzel kardeşdir. ali senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki kıyamet günü, cennet meleklerinin reisi olan rıdvan adındaki melek cennete girer. cennetin anahtarlarını getirir. bana verir. sonra, cebrail aleyhisselam gelip, ya muhammed, cennetin ve cehennemin anahtarlarını, ebu bekri sıddika ver. ebu bekr, istediğini cennete, dilediğini cehenneme göndersin der. ebu bekr senin önünden giremem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki ali kıyamet günü benim yanımdadır. havz ve kevser yanında, benimledir. sırat üzerinde benimledir. cennetde benimledir. allahü tealayı görürken, benimledir. ali senden önce giremem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu. ebu bekr senin önüne nasıl geçebilirim? çünki, resul aleyhisselam ben ilmin şehriyim. ali, bunun kapısıdır buyurdu. ali senin önünden nasıl yürüyebilirim? çünki, resul aleyhisselam ben sadıklığın şehriyim. ebu bekr, bunun kapısıdır buyurdu. ebu bekr senin önünden geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki, kıyamet günü, ali, bir güzel ata bindirilir. görenler, acaba bu, hangi peygamberdir der. allahü teala, bu ali bin ebi talibdir buyurur. ali senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam ben ve ebu bekr, bir toprakdanız. tekrar bir olacağız buyurdu. ebu bekr senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki, allahü teala, ey cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. biri, peygamberlerin üstünü muhammed aleyhisselamdır. biri, allahdan korkanların üstünü alidir. üçüncüsü, kadınların üstünü, fatımatüzzehradır. dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü hasen ile hüseyndir, buyurdu. ali senin önünden nasıl gidebilirim? çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki ebu bekr senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam ben bir ağaca benzerim. fatıma, bunun gövdesidir. ali budağıdır. hasen ve hüseyn, meyvasıdır buyurdu. ali senin önünden geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki allahü teala, ebu bekrin bütün kusurlarını afv etsin. çünki o, kızı aişeyi bana verdi. hicretde bana yardımcı oldu. bilali habeşiyi, benim için alıp azad etdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu iki sevgilisi kapıda böyle konuşurken, kendileri içeriden dinliyordu. hazreti alinin sözünü kesip içeriden buyurdu ki:ey kardeşlerim ebu bekr ve ali radıyallahü anhüma! artık içeri girin! cebrail aleyhisselam gelip dedi ki, yerlerdeki ve yedi kat gökdeki melekler sizi dinlemekdedir. kıyamete kadar, birbirinizi övseniz allahü teala yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız. ikisi birbirine sarılıp, birlikde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna girdiler. resul aleyhisselam: allahü teala, ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. ikinizi sevenlere de, yüzbinlerle rahmet etsin ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle la'net olsun buyurdu. hazreti ebu bekri sıddik dedi ki ya resulallah! ben, ali kardeşimin düşmanlarına şefa'at etmem. hazreti ali dedi ki ya resulallah! ben de, ebu bekr kardeşimin düşmanlarına şefa'at etmem ve başını kılınçla, bedeninden ayırırım. ebu bekr buyurdu ki .ehli sünnet ehli beyte düşmandır. çünki, kurban bayramı günü, hatib minberde, isma'ili kurban etmeği okurken, alim, cahil, hepiniz feryadü figan ediyorsunuz, döğünüyorsunuz da, muharremin onuncu aşure günü, hasen, hüseynin şehid olduğu için döğünen şi'ilere, rafızi diyorsunuz diyor. kitabının böyle bozuk yazılarına kitabımızın. derdimve sonraki sahifelerinde uzun cevablar vardır. kurban bayramını ve onun hutbesini, resulullah emretdiği için yapıyoruz. hutbeyi sessiz dinlemek lazımdır. burada kimse bağırmaz ve döğünmez. islamiyyetde, musibetler için bağırmak, döğünmek, matem tutmak, allahü tealanın kaza ve kaderine karşı gelmek demekdir. evet, sevdiği için ağlamak caizdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kıymetli zevcesi hadicetül kübra radıyallahü anha ve çok sevdiği ciğerparesi oğlu ibrahim vefat edince ve her zeman medh etdiği amcası hamzayı radıyallahü anh uhud gazasında şehid olmuş görünce, pekçok üzüldü, içi yandı. eshabının önünde çok ağladı. fekat, hiç döğünmedi. hiçbir zeman, matem tutmadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, muharremin onuncu gününe önem verilir, oruç tutulur, fazla ibadet yapılırdı. fekat, o gün ve başka gün, daha büyük acılar çekdiği halde, matem tutulmazdı. matem, hıristiyanlıkda olur. kafirler yapar. ehli sünnet, isma'il aleyhisselam için de, hasen, hüseyn efendilerimiz için de, senede bir kerre değil, her zeman üzülür, ağlar. her cum'a hutbede hasen, hüseyn radıyallahü anhüma okununca, ehli sünnetin ciğerleri yanmakda, gözleri kan ağlamakdadır. fekat, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem matem tutmağı yasak etdiği için, hiçbir zeman matem tutmazlar, taşkınlık yapmazlar. ehli sünnete, ehli beytin düşmanıdır diyenlerin dili kurumalıdır. ehli sünnet alimlerinden, ferideddini attar rahimehullahü teala, kitabında, imamı ca'fer sadıkı radıyallahü teala anh şöyle anlatıyor: imamı ca'fer sadık, milleti islamın sultanı, nübüvvet senedinin burhanı idi. her işi sadık, her bilgide alim idi. evliyanın kalblerinin meyvası, seyyidi enbiyanın ciğerkuşesi idi. imamı alinin radıyallahü anh nakıdi, resul aleyhisselamın varisi idi. arifi aşık imamı ca'fer sadık, ehli beytden idi. ehli beytin hepsi birdir. birinin sözü, hepsinin sözü demekdir. onun yolu, oniki imamın radıyallahü anhüm yolu demekdir. benim dilim ve kalemim onu medh edemez. çünki, her ilmde ve işaretlerde üstad idi. bütün evliyanın reisi idi. hepsi ona güvenmişdir. başka din sahibleri de ona koşar. ehli islam, ona uyar idi. zevk sahibleri, onun peşinde, aşıklar onun yolunda idi. abidlerin mukaddemi, zahidlerin mükerremi idi. hakikatleri yazan odur. kur'anı kerimin sırlarını çözen odur. ehli sünnet ve cema'at için, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmezler diyen ba'zı kimseler var. bu cahillere şaşarım. çünki, ehli sünnet demek, ehli demekdir. ehli sünnet demek, ehli beytin yolu demekdir. o kimseler ne kadar yanlış hayale saplanmışlar? muhammed aleyhisselamı sevenler, onun evladlarını sevmez mi? hatta, ehli sünnetin imamı, muhammed bin idris şafi'inin, ehli beyte olan aşırı sevgisi dillerde dolaşdığı için, bu büyük imama şi'i diyenler oldu. bu yüzden kendisini habs etdiler. bunun için, kendisi bir şi'r yazmışdır ki, bir beytinin ma'nası şi'ilik, muhammed aleyhisselamın evladını sevmek ise, bütün ins ve cin şahid olsun, ben şi'iyim. çünki, ehli beyti nebeviyi çok seviyorum. ehli beyti sevmek elbet çok iyidir. fekat, ehli beyti sevmek için, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in bir kısmına düşman olmak lazımdır demek, çok fenadır. böyle söyliyenlerin cehenneme gidecekleri, hadisi şerifde bildirilmişdir. demek, ehli beyti ve eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in seven, hepsinin izinde giden müslimanlar demekdir. çünki, ehli beytin ve eshabı kiramın yolu, aynı bir yoldur ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem gösterdiği tek yoldur. ba'zı kimseler, islamiyyeti içerden yıkmak için düşmanlar tarafından uydurulmuş, bozuk yolda gidiyor. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in çoğuna düşmanlık ediyorlar. yurdumuzdaki müslimanları aldatabilmek için, biz ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in aşıklarıyız. bizim yolumuz, ehli beytin yoludur diyorlar. böylece, kendi küfr ve zındıklıklarını, o din büyüklerine, ehli sünnetin göz bebeklerine bulaşdırıyorlar. allahü teala, bunları doğru yola getirsin! bütün müslimanları, bu felaket yoluna sapmakdan muhafaza buyursun! amin. kerbela vak'ası kerbela vak'asını tarihler başka başka yazmakdadırlar. hele ba'zı kitablar acıklı hikayeler uydurarak, okuyanları şaşırtıyorlar. inançlarını, düşüncelerini karışdırıyorlar. yalan, uydurma yazıları ile okuyucularını kendilerinin bozuk i'tikadına sürüklemeğe çalışıyorlar. bunun için, kerbela vak'ası hakkında her zeman herkesin düşüncesi başka başka olmuş, herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanmışdır. hindistanın büyük tarih alimi muhammed abdüşşekur mirzapuri rahimehullahü teala, bu konuyu senelerce incelemiş, işin doğrusunu meydana çıkararak isminde müstakil bir kitab yazmışdır. pakistanda, karaşide medresei islamiyye talebesinden gulam haydar faruki rahimehullahü teala, bu kitabı urdu dilinden farisi diline terceme ederek, adını vermiş, kitab senesinde karaşide basılmışdır. kitabın önsözünde diyor ki: islam dininde ilk olarak ortaya çıkarılan ve bu dine zararı çok büyük olan ve bugüne kadar milyonlarca müslimanın dinden çıkmasına, sapıtmasına sebeb olan fitne, hurafeler, hayaller, uydurmalar ve hususi maksadlar için kurulmuş, müslimanlığa hiç uymayan şeylerdir. bu fitneyi ya'kubi küleyninin oğlu meydana çıkarmışdır. bu çocuk, abdüllah bin sebe' ismindeki yehudinin sapık, bozuk sözlerine aldananlardan biridir. islam dinini içerden yıkmak, müslimanları aldatmak için, çok şeyler uydurmuş, yalanları ile bir kitab meydana getirmişdir. bu kitaba ismini vermişdir. sonra ortaya çıkan tusi, meclisi ve başka azılı sapıklar, kafi kitabındaki ilkeleri yaymağa çalışarak, müslimanlar arasındaki ayrılık ve bozgunculuk ateşini körüklemişlerdir. bunlar, dedikleri iki yüzlülüğü dinlerinin esası yapmışlardır. bütün yıkıcılıklarını, düşmanlıklarını takıyye perdesi altında yürütmüşlerdir. takıyyelerinin en meşhuru e muhabbet etdikleri sözüdür. bu sözleri ile milyonlarca müslimanı, doğru yoldan çıkarmışlar, felakete sürüklemişlerdir. müslimanları bunların tuzağına düşmekden korumak için, herşeyden önce, takıyyesinin iç yüzünü ortaya koymak lazımdır. muhammed aleyhisselamın yoluna sarılan ve eshabı kiramın izinde giden hakiki müslimanlara denir. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala sözünün ma'nasına, yalnız iyi demekle kalmamışlar, ehli beyti sevmenin imanın bir parçası olduğunu bildirmişlerdir. sapıklar, inançlarının temelinin, ehli beyti sevmek olduğunu her zeman, sık sık söylemekde iseler de, her işleri, her hareketleri, kendilerinin, ehli beyte düşman olduklarını göstermekdedir. bu sözümüzü iyi anlamak için, hazreti hüseyni sünniler mi şehid etdi, yoksa sapıklar mı? bunu iyi incelemek lazımdır. onların kitablarını okuyan aklı başında bir kimsenin, şehid edenlerin sünni olduklarına inanması mümkin değildir. cahilleri aldatmak için, hazreti mu'aviyenin ve yezidin ismlerini ileri sürüyorlar. halbuki, bu vak'ayı anlatan kitabların hiçbirinde bu iki halifenin hazreti hüseynin mubarek kanı ile bulandığı açıkça yazılı değildir. hazreti mu'aviyenin hazreti hüseynin şehid edilmesine karışdığı hiç yazılı olmadığı gibi, böyle bir emr verdiği de yazılı değildir. hazreti hüseynin şehadetinin hazreti mu'aviyenin zemanında olmadığını sözbirliği ile bildirmekdedirler. yukarıda ismi geçen molla bakır meclisi, hazreti mu'aviyenin vefat ederken, oğlu yezide yapdığı vasıyyeti şöyle yazmakdadır:imamı hüseynin radıyallahü anh resulullaha olan yakınlığını biliyorsun. kendisi, o hazretin mubarek bedeninden bir parçadır. o hazretin etinden ve kanından hasıl olmuşdur. ben anlıyorum ki, ırak ehalisi onu kendi yanlarına çağırırlar. fekat, yardım etmeyip, yalnız bırakırlar. eğer, senin eline düşerse, onun kıymetini bil! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ona olan yakınlığını ve muhabbetini hatırla! onun yapdıklarına karşılıkda bulunma! onunla aramızda kurmuş olduğum sağlam bağları sen koparma! onu incitmekden, onu üzmekden çok sakın! hazreti mu'aviyenin yezide olan bu vasıyyeti kitabını ahifesinde yazılıdır. bu kitabı, şi'i liderlerinden muhammed bakır bin murtada feyzi horasani yazmışdır. molla muhsin adı ile meşhur olup, senesinde ölmüşdür. şi'i ahundlarından muhammed taki hanın yazmış olduğu farisi kitabında diyor ki, mu'aviye, oğlu yezide şu vasıyyeti de yapmışdır: oğlum, nefsine, hevesine uyma! kendini hüseynin hakkından çok koru! yarın hakkın huzuruna çıkacağın zeman, hüseyn bin alinin kanının boynunda bulunmamasına çok dikkat et! yoksa, o gün rahata, huzura kavuşamazsın. sonsuz azablara yakalanırsın! bundan sonra kitabının cildini ahifesinde, abdüllah ibni abbasın bildirdiği hadisi şerifi şöyle yazmışdır. . hazreti mu'aviye radıyallahü anh hazreti hüseyne karşı bütün sözlerinde, hep edebli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, ona karşı hiç saygısızlıkda bulunmamışdır. halbuki, imamı hüseyn, ona karşı yazdığı mektublarında, sert kelimeler kullanırdı. hatta, yezid ve abdüllah böyle kelimeleri görünce, hazreti mu'aviyeye, dediklerinde, onlara karşı, hazreti mu'aviye gülerek: ikiniz de yanlış konuşuyorsunuz. ben, hüseyn bin aliyi nasıl ayblayabilirim? benim gibi birinin, bir kimseyi ayblaması ve herkesi buna inandırmağa çalışması, akllı bir kimsenin yapacağı iş değildir. hüseyni nasıl ayblayabilirim? allaha yemin ederim ki, onun ayblanacak bir yeri yokdur. ona mektub yazarım. fekat; onu korkutucu, üzücü şeyler yazmam dedi. şi'i yazar, kitabının cild ahifesinde, demekdedir. hazreti mu'aviye, hazreti hüseyne karşı hep edebli ve saygılı davrandığı gibi, ona hizmet de ederdi. kitabında, açık olarak diyor ki: hazreti hüseyne her sene binlerce dirhem gümüş göndermeği adet edinmişdi. bundan başka, kıymetli eşya ve hediyyeler de gönderirdi. bu kadar edebine ve hizmetine karşı, hazreti hüseynden hakaret, sıkıntı gördüğü zeman, bunlara ehemmiyyet vermezdi. mu'aviyeye radıyallahü teala anh, yemenden harac malı göndermişlerdi. bu kafile, şama giderken, medineye uğradı. hazreti hüseyn radıyallahü teala anh, bunların hepsini alarak, ehli beyte ve sevdiklerine taksim etdi ve hazreti mu'aviyeye şöyle yazdı: üzerlerinde mal ve amber yüklü develeri yemenden şama götürüyorlardı. size götürdüklerini hazinesine koyacaklarını anladım. bana lazım olduğu için, hepsini ellerinden aldım. vesselam! hazreti mu'aviye, hazreti hüseyne radıyallahü anhüma şöyle cevab yazdı: o deve kafilesine dokunmasaydın, bana getirdikleri zeman, senin nasibini, senden esirgemezdim. fekat, ey kardeşim, senin müdara edecek, tabasbus yapacak bir kimse olmadığını biliyorum. benim zemanımda, sana kimseden bir zarar gelmez. çünki senin kıymetini, yüksek dereceni biliyorum. her yapdığını hoş karşılarım. bu mektublar kitabını ahifesinde yazılıdır. emir mu'aviye radıyallahü teala anh, şama gelip kendisine söğenleri de hoş karşılardı. onlara mal, para ihsan ederdi. yukardaki şi'i kitabı, bunu da şöyle anlatıyor: hazreti alinin yanından şama gelenler mu'aviyeye kötü söylerler ve söğerlerdi. onu incitirlerdi. bunlara da beytülmaldan ihsanlarda bulunurdu. zararsız, sıkıntısız dönüp giderlerdi. . bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, hazreti hüseyni şehid etdirdi diyerek, hazreti mu'aviyeyi kötülemek, çok çirkin iftira ve pek büyük yalan olmakdadır. mu'aviye radıyallahü teala anh için hazreti haseni radıyallahü teala anh zehrledi diyerek, kötülemeğe kalkışmak da, mümkin değildir. çünki şi'ilerin kitabının. derdimsahifesinde de yazdığı gibi, hazreti hasen allaha yemin ederim ki, bana karşı, mu'aviye, bunlardan daha iyidir. bunlar şi'i olduklarını söyliyorlar. halbuki, beni öldürmeğe kalkışdılar ve mallarımı çaldılar demişdir. şi'i kitabları, yezidin de, bu cinayetlere karışmadığını ve sanıldığı gibi, kötü olmadığını çeşidli şekllerde yazmışlardır. babasının hazreti hüseyn hakkındaki vasıyyetini hiç unutmadı. hazreti hüseyni kufe şehrine çağırmak için bir şey yazmadı. onu öldürmeğe kalkışmadı. şehid edilmesi için emr de vermedi. şehid edilince, sevinmedi. hatta çok üzüldü, ağladı. onun için matem yapılmasını emr etdi. şehid edenlere karşı sert davrandı. hazreti hüseynin ehli beytine çok saygı gösterdi. imamı hüseynin ehli beytinin şamdan medineye gitmek arzularını kabul edip, izzet ve ikram ile ve muhafaza altında gönderdi. bunlar, şi'i kitablarında uzun yazılıdır. meşhur şi'i ahundu molla bakır meclisi kitabının. derdimsahifesinde diyor ki: yezid, ehli beyte karşı iyilikleri ile tanınan velid bin ukbe bin ebi süfyanı, medineye vali yapdı. imamı hüseynin ve evladlarının radıyallahü teala anhüm ecma'in düşmanı olan mervan bin hakemi vazifeden aldı.sahifesinde diyor ki, . derdimsahifesinde diyor ki, velid, bir gece, imamı hüseyni çağırdı ve yezidin gönderdiği mektubu kendisine gösterdi. mektubda hazreti mu'aviyenin vefat etdiği ve yezide bi'at olunduğu yazılıydı. imamı hüseyn, bunu anlayınca, innalillah ayetini okudu. bu yazı da, hazreti hüseynin hazreti mu'aviyeye düşman olmadığını ve onu hakiki müsliman bildiğini göstermekdedir. böyle bilmeseydi, onun vefatını işitince, innalillah ayetini okumazdı. zecir bin kays imamı hüseynin radıyallahü teala anh şehid edildiğini yezide bildirince, başını eğip, ses çıkarmadı. sonra kaldırıp, hüseyni öldürmeyip, ona ita'at etmenizi istiyordum. eğer orada olsaydım, hüseyni afv ederdim dediği in. sahifesinde yazılıdır. iranda basılmış olan, şi'ilerin kitabını ahifesinde diyor ki: biri gelerek, yezide, gözün aydın! hüseynin başı geldi dedikde, ona karşı gadaba geldi ve senin gözün hiç aydın olmasın dedi. kitabının. sahifesinde diyor ki: şimirzilcevşen, imamı hüseynin mubarek başını yezidin önüne koyup, övünerek, devemin heybelerini altın ve gümüşle doldur ki, anası ve babası cihetinden insanların hepsinin en iyisi olan bir kimseyi öldürdüm deyince, benden hiçbir ihsan bekleme dedi. şimir korku içinde ve şaşkın olarak geri döndü. dünyadan ve ahiretden nasib alamadı. dediği d ahifesinde yazılıdır. şi'i kitabları açıkça bildiriyor ki, hazreti mu'aviye ve yezid, hazreti hüseynin radıyallahü teala anh mubarek kanına bulaşmadıkları gibi, ibni ziyad ve ibni sa'd ve hatta şimir de şehid edenler arasında değildir. de yazılı, şi'i kitablarında diyor ki imamı hüseyn ile harb edenler, şamlılar ve hicazlılar değildi. hepsi kufe ehalisi idi. . imamı hüseyni ıraklılar şehid etdi. aralarında şamlılar yokdu. ehli beyte zulm edenler, kufelilerdi. . imamı hüseyni şehid edenler arasında şamlıların bulunmadığı iyi anlaşılmışdır. ebi mahnef, ibni ziyad askerinin seksen bin suvari olduğunu bildirdi. bunların hepsi kufeli idi dedi. . o zeman kufeden başka yerlerde bulunan şi'ilerden hiçbiri imama yardıma gelmedi. halbuki imamı hüseyn, kufelilerin mektublarına cevab yazarken, basralılara da mektub gönderip, kendisine yardım etmelerini istemişdi. basra şi'ileri de, yardım edeceklerini yazmışlardı. . imamı hüseyni kerbelada şehid edenler, daha önce, imamı aliye ve imamı hasene de hıyanet ve zulm etmişlerdi. oniki bin kişi, birleşerek, imamı hüseyne mektub yazdılar. kendisini kufeye da'vet etdiler. yardım edeceklerine söz verdiler. fekat, imamı hüseynin gönderdiği, amcası oğlu müslim bin ukayli şehid etdiler. sonra, imamı hüseyn gelince, yezidin askeri şekline girerek, onu da kerbelada şehid etdiler. müseyyib bin nuhbe ismindeki şi'inin ömer bin sa'd ibni ebi vakkas ile birlikde kerbelaya gitdiğini şi'i kitabı yazmakdadır. şis bin rebi'i, ömer bin sa'dın emri ile, dört bin şi'iye kumanda ederek imama karşı saldırdı. . imamın mubarek başını kesmek için, atından ilk inen habis, şis bin rebi'i idi. . imamı hüseyn, kendisine saldıranlar arasında mücar bin haceri ve yezid bin harisi görünce, dedi. imamın askerinin sol kol kumandanı olan habib bin müzahir, imam şehid olunca güldü ve dedi. şi'i alimlerinin meşhurlarından kadi nurullah şüsteri de, imamı hüseyni şehid edenlerin şi'i olduklarını bildirdi. tenbih: ehli sünnet alimleri, mezhebsizlerin dalaletde olduklarını ve islamiyyeti içerden yıkmağa çalışdıklarını bildirmek için, çok kitab yazdılar. bu kıymetli kitablardan otuzikisinin ismi ve yazarlarının ismleri ikiyüzaltmışüçüncü sahifedek ektubun sonunda bildirilmişdir. imamı rabbani ahmed faruki serhendi kuddise sirruh hazretlerinin hal tercemesi mektubat kitabı üç cild olup farisidir. içinde birkaç da arabi mektub vardır. senesinde, pakistanda karaçide nazımabadda itina ile basılmışdır. istanbulda da ofset baskısı yapılmışdır. bu farisi baskıdan, bir aded, birleşik amerikada kolombiya üniversitesi kütübhanesinde mevcuddur. mektubatı, muhammed muradı kazani mekki rahimehullahü teala, arabiye terceme edip ismini vermişdir ve senesinde mekkei mükerremede miriyye matbaasında iki cild üzere basılmışdır. istanbulda, bayezidde belediye kütübhanesinde numarada mevcuddur. istanbulda, senesinde ofset usulü ile yeniden basılmışdır. birçok kitabları pakistanda karaçide yeniden basılmışdır. bunlardan, kitabı, senesinde, istanbulda ofset usuli ile basılmışdır. bu arabi kitabın haşiyesine, ya'ni kenarına, imamı rabbaninin kuddise sirruh hal tercemesini de yazmışdır. biz buradan bir kısmını aşağıda bildireceğiz. imamı rabbaniyi kuddise sirruh daha yakından ve daha etraflı tanımak istiyenlerin, hace muhammed fadlullahın farisi kitabını ve muhammed haşim bedahşinin kitabını okumaları lazımdır. ihlasın artmasına, imanın vicdanileşmesine yardım eden bu kitab da farisi olup, istanbulda ofset baskısı yapılmışdır.muhammed muradı kazani, de rusyada kazan vilayetinin ufo kasabasında doğmuşdur. memleketinde medrese tahsilini iyi bitirip, de buharaya geldi. buhara ve taşkendde yüksek din bilgilerini okudu. de hindistana ve hicaza geldi. medinei münevverede de okudu. tesavvufda da yetişdi. de reşehat kitabını ve sonra mektubatı arabiye terceme etdi. imamı rabbaninin rahimehullahü teala hal tercemesini de arabi yazdı. muhammed muradı münzavi rahimehullahü teala başkadır. mektubatı arabiye terceme etmemişdir. geçmiş insanların hallerini, ilmlerini, cehllerini, salah ve dalaletlerini anlıyabilmek için, çeşidli yollar vardır. bunlardan birisi: bir mezheb, bir rejim, bir yol sahibi ise, kurduğu yolu incelemekdir. ikincisi: eserlerini, kitablarını okumakdır. üçüncüsü: onun hakkında insaf ile söyleyip, meziyyet ve kusurlarını bildirenleri dinlemekdir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh bu üç bakımdan da tedkik edelim: imamı rabbani müceddid ve münevviri elfi sani ahmed ibni abdilehadın yirmidokuzuncu babası, emir'ülmü'minin ömerülfarukdur radıyallahü anh. dedelerinin hepsi zemanlarının büyük alimi, salih, fadıl kimseleri idi. bir kimseyi dünyaya gelmeden evvel haber veren müjdeler, zan ile ve yaklaşık olur. ism ile, memleket ile bildirilmez. mehdi hakkında haberler böyledir. bunun içindir ki, zeman zeman mehdilik iddi'asında bulunanlar eksik olmamışdır. din imamlarımız için verilmiş olan müjdeler de böyledir. mesela gitse, asyadan çıkan bir genç onu yakalar getirir ve insanlar sıkışıp güçlüklerini çözecek alim ararlar. medinei münevveredeki alimden daha üstününü bulamazlar ve kureyş kabilesinden olanlara dil uzatmayınız. onlardan bir alim, yer yüzünü ilm ile dolduracakdır hadisi şerifleri de böyledir ki, birincisi imamı azam ebu hanifeyi, ikincisi imamı malik bin enesi, üçüncüsü de imamı şafi'inin geleceğini müjdelemekdedir denildi radıyallahü anhüm ecma'in. bu haberlerin hepsi, ne kadar kuvvetli olsa da, zan olup, ilm ve kat'iyyet bildirmez. dostlar için ilm gibi olup, düşmanların, inad ve inkar edenlerin cehllerini artdırır. çünki kabul edenlerin çokluğu ve büyüklüğü karşısında red ve inad etmek ya sefahet ve alçaklık veya cahillikdir. işte imamlarımız hakkındaki yukarıdaki hadisi şerifleri kabul etmeyip inad eden vehhabiler böyledir. mehdiyi inkar edenler de böyle olup, birçok hadisi şeriflere inanmamış oluyorlar. bunun için mehdi geleceğine inanmıyan kafir olur, denildi. bunun gibi, yehudiler ve hıristiyanlar, kendi kitablarında muhammed aleyhisselamın geleceği müjdelendiği halde inanmıyorlar. mü'minler ise, kat'i olarak inanıyoruz. imamı rabbani radıyallahü anh için de, böyle müjdeler vardır ve dostları için kat'i ve muhakkakdır. düşmanların da, inkar ve inadı artmakdadır. inananların faidesi kendine, inanmıyanların zararı da kendinedir. mü'minin, tanımadığı bir mü'mine bile iyi zanda bulunması lazımdır. o halde haklarında cildlerle kitab yazılmış olan ve eserleri dünyayı doldurmuş bulunan ve onların izinde gidenler zemanlarının en kıymetlisi, en sevileni olan, iyilikleri güneş gibi her yerde parlıyan evliyaya iyi zan lazım olmaz mı? peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki ümmetimden sıla isminde biri gelecekdir. onun şefa'atı ile cennete çok kimseler girecekdir. bu hadisi şerifi, imamı süyuti rahimehullahü teala, cem'ülcevami' kitabında yazıyor. imamı rabbani kuddise sirruh evliyanın üzerindeki sözlerini geniş açıklayıp, islamiyyete uygun olduğunu isbat ederek, ahkamı islamiyye ile tesavvufu vasl etmiş, ya'ni ismini hak etmişdir. bir mektub sonunda diye düa etmişdir. eshabı arasında bu ism ile meşhur olmuşdur. hadisi şerifde müjdelenen sıla ismini ondan evvel kimse almamışdır. bu ismin, imamı rabbaniye layık olduğu, güneş gibi meydandadır. buna inanan, ona sevgili olur. inanmakda yanıldı ise, veliye, halis müslimana, iyi zanda bulundu diye, dünyada ve ahıretde ayblanmaz. imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, şi'. tabib ile tabi'iyyeci zan etdi ki insanlar, ölüp çürüdükde, bir daha var olmazlar. sözünüz doğru çıkarsa, değilim hiç zararda, sözüm doğru olduğundan, kalacaksınız cehennemde. mevlana cami kuddise sirruh kitabında diyor ki: şeyhülislam ahmed namıki cami buyurdu ki: evliyanın çekdiği riyazetlerin, sıkıntıların hepsini yalnız başıma çekdim ve daha çok da çekdim. allahü teala, evliyaya verdiği hallerin, ihsanların hepsini bana verdi. her dörtyüz senede, ahmed isminde bir kuluna böyle büyük ihsanlar yapar ve bunu herkes görür. ahmed camiden, imamı rabbani kuddise sirruh zemanına kadar dörtyüzotuzbeş sene olup, bu zeman içinde evliya arasında bu büyüklükde, ahmed isminde biri bulunmadı. ahmed caminin haberi, büyük bir zan ile imamı rabbaniye radıyallahü anhüm aid olmakdadır. şeyhülislam ahmed caminin kuddise sirruh benden sonra benim ismimde onyedi kişi gelir. bunların sonuncusu bin tarihinden sonra olup, en büyüğü ve en yükseği odur sözü de, bu zannı kuvvetlendirmekdedir. halilülbedahşi kuddise sirruh buyuruyor ki: silsiletüzzeheb büyüklerinden hindistanda bir kamil gelir ki, asrında onun gibi bulunmaz. hindistanda bu silsileden, imamı rabbaniden kuddise sirruh başka meydana çıkmamış olduğundan, bu haberin ona aid olması zaruri lazımdır. imamı rabbani ahmed faruki kuddise sirruh, dokuzyüzyetmişbir hicri senesinde hindistanda lahor ile delhi arasındaki cadde üzerinde bulunan sihrind şehrinde dünyaya gelmişdir. sihrind, siyah arslan demekdir. çünki, bu şehrin yeri evvelce arslanlar ormanı imiş. şehri evvela sultan firuz şah kurmuşdur. imamı rabbani dünyaya gelince çocuklara mahsus olan hastalığa yakalandığından, babası, bunu üstadı olan şah kemal kihteli kadiriye göstermiş, üstadı: korkma! bu çocuk çok yaşıyacak ve büyük bir zat olacak buyurmuş ve çocuğu elinden tutup, ağzından öpmüşdür. o zeman abdülkadiri geylaninin radıyallahü anh feyzi ve nuru, vücudi mubarekini kaplamışdır. ilk tahsilini babasından okuyup, arabi öğrenmiş, küçük yaşında kur'anı kerimi ezberlemişdir. sesi güzel olduğundan bülbül gibi okur idi. muhtelif ilmlere aid küçük kitabları ezberlemiş, sonra siyalkut şehrine gidip oralarda mevlana kemaleddini kişmiriden ulumi akliyyenin ba'zısını gayet iyi okumuşdur. mevlana kemaleddin kuddise sirruh, meşhur abdülhakimi siyalkutinin hocası olup, zemanının en yüksek alimi idi. hadis, tefsir ve ba'zı usul ilmlerinden, icazeti, alimi rabbani kadi behluli bedahşaniden almışdır. onyedi yaşında iken, tahsili temamlayıp, ma'kul, menkul, füru' ve usul ilmlerinin hepsinden icazet aldı. tahsili esnasında kadiri ve çeşti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. babasının hayatında zahir ve batın ilmlerini taliblere öğretmeğe başladı. bu anlarda ve ve ve başka birçok kitablar yazmışdır. edebiyyata çok meraklı olup, fesahatı, belagatı, sür'ati intikali, zekasının şiddeti herkesi hayretde bırakıyordu. bu kadar ilmi ve herkesin üstünde kemali ile birlikde kalbi ahrariyye büyüklerinin aşkı ile yanıyordu. bu yolda yazılmış kitabları okuyordu. babasının vefatından bir sene sonra, hacca gitmek üzere sihrindden çıkdı. hindistanın hükumet merkezi olan dehli şehrine gelince, orada muhammed baki billahı kuddise sirruh ziyaret etdi. huzuruna girince, kalbinde bir nur parladı. miknatıs iğneyi çeker gibi, çekildi. şimdiye kadar duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. hacdan sonra uğrayıp istifade etmeği niyyet etdi ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzuruna gelip ahrariyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. hizmetinde kaldı. edeble, can kulağı ile sözlerine ve hallerine bağlandı. ya'ni ka'beye gitmekden vazgeçip, ka'be sahibini taleb etdi. yüksek kabiliyyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, bütün kemalat kendisinde hasıl oldu. üstadının da lutfü ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmiyen hallere kavuşdu. birkaç ay sonra üstadından ahrariyyenin kaydsız şartsız tam icazetini aldı. memleketine dönmesi emr olundu. üstadı, talebesinden çoğunun yetişdirilmesini ona bırakıp, bunları da arkasından sihrinde gönderdi. memleketine gelince, zahiri ve batıni ilm ve nurlarını dünyaya yaymağa, talibleri yetişdirmeğe ve yükseltmeğe başladı. şöhreti aleme yayılıp, her tarafdan gelen aşıklar arasında, kendi üstadı da, onun nurundan faidelenmeğe geliyordu. herkesin kalbini ilm ve nur ile dolduruyor, muhammed aleyhisselamın dinini diriltiyor ve kuvvetlendiriyordu. zemanının padişahlarını, vali, kumandan, alim, hakimlerini çok te'sirli mektublar ile dine, sünneti seniyyeye teşvik ediyordu. çok alim ve evliya yetişdiriyordu. ilmi batını muhammed bakiden kuddise sirruh aldığı halde, allahü teala, ona daha fazlasını ihsan eyledi. kendisine mahsus olan ilmleri de, cihana yaydı. üstadı da, bu yeni ilmlere kavuşmak için huzuruna gelir, hurmetle otururdu. hatta birgün, geldiği zeman, kendisini kalbi ile meşgul görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de, haber verip rahatsız etme! dedi ve sessizce kapıda bekledi. bir müddet sonra imamı rabbani kuddise sirruh kalkıp kapıda kim var? deyince, üstadı: fakir, muhammed baki rahimehullahü teala, dedi. bu ismi duyunca, kapıya koşup edeb ve tevazu' ile karşıladı. üstadı kendisine çok müjdeler vermiş, ahbabına medh etmiş ve öleceği zeman bütün talebesine, ona tabi' olmalarını emr etmişdi. hace muhammed bakinin kuddise sirruh talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek alimlerden olan seyyid muhammed nu'man rahimehullahü teala diyor ki: imamı rabbaniye tabi' olmağı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için, dedim. hocam sert bir sesle: sen, ahmedi ne sanıyorsun? onun, güneş olan nuru, bizler gibi binlerle yıldızı örtmekdedir buyurdu. hace muhammed baki, zemanının alimlerinin büyüklerinden daha ba'zı ahbabına yazdığı mektublardan birisinde buyuruyor ki: şehrinden bir genç geldi. ilmi pek çok. her hareketi ilmine uygun. birkaç gün bu fakirin yanında bulundu. onda çok şeyler gördüm. dünyayı, nurla dolduracak bir güneş olacağını anlıyorum. akrabası ve kardeşlerinin hepsi de, pırlanta gibi, kıymetli ve alim yiğitler! onların da, az zemanda, ne cevherler olduklarını anladım. hele ahmedin oğulları da var ki, herbiri, allahü tealanın birer hazinesidir. bir kerre de buyurdu ki, bu üç dört sene içinde, herkese eshabı kiram doğru yolu, kurtuluş yolunu göstereceğim diye uğraşdım. elhamdülillah ki, bu gayretim boşa gitmedi. çünki, onun gibi biri meydana geldi. hace muhammed baki kuddise sirruh, bir kerre de buyurdu ki, kalblere deva, ruhlara şifa olan bu tohumu semerkand ve buharadan getirip hindistanın bereketli toprağına ekdim. taliblerin yetişip kemale gelmesi için uğraşdım. o, her dereceyi aşıp üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bırakdım. hace muhammed baki billah kuddise sirruh, imamı rabbaniye kuddise sirruhuma yazdığı bir mektubda buyuruyor ki: allahü teala size, en yüksek dereceye yetişmek ve herkesi de yetişdirmek nasib etsin! mısra'; kerimlerin sofrasından toprağa da nasib vardır! mübalağa değil, işin doğrusu şöyledir ki, şeyhülislam abdüllahi ensari rahimehullahü teala buyurmuş ki, beni, ebül haseni harkani rahimehullahü teala yetişdirdi. fekat harkani şimdi sağ olsaydı, hocam olduğunu düşünmez, gelip önüme diz çökerdi. bizim durmamız, ihtiyacımız olmadığından veya ehemmiyyet vermediğimizden değil, belki kabul işaretini gözetmekdeyim. işin doğrusu budur. allahü teala, bizlere hidayet ihsan eylesin! kendini beğenmekden ve aldanmakdan korusun! bu mektubumu size getiren nişapurlu seyyid salih, kalbinin derdine çare için bana geldi. vaktim, halim buna elverişli olmadığından, vaktlerini yanımda ziyan etmemesi için, size gönderiyorum. inşaallah lutf ve yüksek teveccühünüze kavuşarak isti'dadı kadar bir şeyler alır. allahü teala, ilm ve irfan fukarasını, bir şeyden nasibi olmıyanları, sevip seçdiği evliyası rahimehümullahü teala hurmetine maksadlarına kavuşdursun! evliya kaynağı olan makamınıza ihlas ve saygılarımı arz edemedim. evet, halleri doğru olan bir huzura, ancak bu kelimeyi yazmak mümkindir. size talebem demek, hayasızlığın en aşağısı ve görünüşün söylenmesi olup, hakikati örtmek olur. bize lazım olan, haddimizi bilmek, yersiz konuşmamakdır. düalarınızı istirham ederim efendim. üstadından başka, o zemanın büyük alimlerinden, kamillerinden birçoğu, ona, layık olan medhü senalarda bulunmuşlar, ona karşı edebsizce söyliyenlere cevab vererek, hepsi onun ma'rifet ışığı etrafına pervane gibi toplanmışlardır. bunlardan parmakla gösterilen en büyükleri, mesela, fadlullahi burhanpuri, mevlana hasenülgavsi, mevlana abdülhakimi siyalkuti, mevlana cemaleddini taluvi, mevlana ya'kub sırfi, mevlana hasenül kubadani, mevlana mirekşah, mevlana mir mü'min, mevlana can muhammed lahuri ve mevlana abdüsselam diyukidir. muhaddis abdülhakı dehlevi, ömrünün çoğunu ona karşı gelmekle geçirip, son zemanlarında kalb aynası nefsinin pas ve tozlarından kurtulup, o güneşin nurları kalbini parlatınca, onun medhine ve inadcıların iftiralarını red etmeğe başlamışdır. mesela fadl burhanpuri onun güzel evsafını, doğru hallerini dinlemekden hoşlanır, kıymetli ma'rifetlerini işitmekle zevklenirdi. onun, kutbülaktab, ya'ni zemanının imamı olduğunu ve hakikat sırlarından verdiği haberlerin hep doğru ve çok kıymetli olduğunu ve sözlerinin doğruluğuna ve hallerinin yüksekliğine alamet, islam dininin bütün inceliklerine tabi' olması ve herkesin onu sevmesi olduğunu söylerdi. imam kuddise sirruh habs olduğu zeman, kurtulması için beş vakt namazda çok düa ederdi. kendisine sihrind taraflarından talebe gelince siz imamı rabbaniye yakın olup da, ilmi, ma'rifeti başka yerlerde arıyorsunuz. güneşi bırakıp, yıldızların ışığına koşuyorsunuz. sizlere şaşıyorum derdi. hasenül gavsi, onu çok medh ederdi. kitabında, imam için yazmakdadır. mevlana abdülhakimi siyalkuti, imama rahimehümallahü teala çok ta'zim ve hurmet ederdi. inkar edenlerle mücadele ederdi. ona diye hitab ederdi. ona bu ismi evvel söyliyen budur dediler. inkar edenlere karşı büyüklerin sözlerine, maksadlarını anlamadan i'tiraz etmek cahillikdir. böylelerin sonu felaketdir. ilm ve feyz kaynağı, irfan menba'ı üstad ahmedin sözlerini red etmek, bilmemezlik ve anlamamazlıkdandır yazmışdır. belh şehrinde bulunan mir muhammed mü'min kübrevi, talebesinden birini, inabet ve tevbe ve süluk için imamı rabbaninin kuddise sirruh huzuruna gönderdi. gelince, üstadından ve seyyid mirekşahdan ve haseni kubadani ve kadıl kudat tulekden selam getirdi ve dedi ki, üstadım mir muhammed mü'min buyurdu ki, ihtiyarlığım mani' olmasaydı ve yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifade eder, ölünciye kadar ona hizmetçilik ederdim. kimseye nasib olmıyan nurları ile kalbimi aydınlatmağa çalışırdım. bedenim uzakda, gönlüm ise, onunla oradadır. bu fakiri, huzurunda bulunan temiz talebesi gibi kabul buyurmasını ve mukaddes nurlarından ruhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için de mubarek elini öp! dedi, deyip imamın kuddise sirruh bir daha elini öpdü. veda' edip ayrılırken de dedi ki: belh şehrindeki azizler, kendilerine, yüksek hakikatleri bildiren mektublarınızdan göndermenizi istirham etdiler. imamı rabbani kaddesallahü sirrehül'aziz doksandokuzuncu mektubu yazıp, diğer birkaç mektubla beraber verdi. bir zeman sonra, belhden hindistana gelen ba'zı sadıklar dedi ki, imamın kuddise sirruh mektubu, mir muhammed mü'mine gelince, okurken zevkinden yerinde duramıyordu ve sultanülarifin bayezid ve seyyidüttaife cüneyd ve bunlar gibi büyükler şimdi sağ olsalardı, imamı rabbaninin kuddise sirruh önünde diz çökerler, hizmetinden ayrılmazlardı, demişdi. o zemanın ariflerinden biri diyor ki, alimlerin, imamı rabbaninin kuddise sirruh yazılarından nasibleri, cahillerin hakimlerden duydukları hikmetleri anlamaları gibidir. o zemanın, ilmi ile amel eden dindar alimlerinden biri buyuruyor ki: kalb ve ruh ilmlerinin mütehassısları, ya kitab tasnif ederler veya te'lif ederler. tasnif demek, bir arifin kendine bildirilen ilmleri, esrarı, dereceleri yazmasıdır. te'lif ise başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp yazmasıdır. tasnif çok zemandan beri dünyadan kalkdı. yalnız te'lif kaldı. fekat, imamı rabbaninin kuddise sirruh yazıları, doğrusu, tasnifdir. te'lif değildir. ben, onun talebesi değilim. fekat insaf ile söylemek lazım gelirse, onun yazılarına çok dikkat ediyorum. başkalarının sözlerini bulamıyorum. hepsi kendi keşfleri, kalbine gelen ilmleridir. hepsi de, yüksek, makbul ve güzel ve islam dinine uygundur. o zemanın en büyük kadisına, imamı rabbaninin kuddise sirruh halleri soruldukda, dedi ki: kalb ve ruh alimlerinin sözlerine ve hallerine bizim aklımız ermiyor ve almıyor. fekat imamı rabbaninin kuddise sirruh hallerini görünce, geçmiş evliyanın hallerini ve sözlerini anladım ve bildim. bundan evvel, geçmiş evliyanın acayip hallerini, garib ibadetlerini okuyunca, talebenin bunları, büyülterek yazmış olmaları hatırıma gelirdi. onun hallerini, vaziyetlerini görünce, bu düşünce ve tereddütlerim kalmadı. hadis alimi, abdülhakı dehlevi, ilk zemanlar, imamı rabbani kuddise sirruh hazretlerinin yazılarını beğenmez, i'tirazlar yazardı. fekat, son zemanlarında, allahü tealanın inayetine kavuşarak, yapdıklarına pişman oldu. tevbe etdi. hace muhammed bakinin me'zunlarından, mevlana hüsameddin ahmede, bu tevbesini şöyle yazdı: allahü teala, ahmedi farukiye selametler ihsan etsin! bu fakirin kalbi, şimdi ona karşı çok halis oldu. beşeriyyet perdeleri kalkdı. nefsin lekeleri temizlendi. yol birliğini bir tarafa bırakalım, böyle bir din büyüğüne karşı durmamak, akl icabı idi. ne insafsızlık, ne cahillik etmişim. şimdi kalbimde, vicdanımda duyduğum mahcubiyyeti, ona karşı küçüklüğümü anlatamam. kalbleri çevirmek, halleri değişdirmek, allahü tealaya mahsusdur. abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala kendi çocuklarına da mektub yazarak ahmedi farukinin sellemehullahü teala sözlerine karşı i'tirazlarımın müsveddelerini yırtınız! kalbimde ona karşı hiçbir bulanıklık kalmamışdır. kalbim ona karşı halis olmuşdur dedi. görülüyor ki, evvelki i'tirazları insanlık icabı imiş. işte inkar edenlerin hepsi de böyledir. cenabı hak, dilediğine, merhamet ederek, inkar cehenneminden kurtarıp, tasdik cennetine kavuşdurur. tevbesinin sebebi iyi bilinmiyor. ba'zıları diyor ki: resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü ve inkarından dolayı kendisini azarladı. ba'zıları da diyor ki, imam hakkında kur'anı kerimden kur'a çekdi yalancı ise, zararı onadır. doğru söylüyorsa, allahü teala va'd etdiklerinden ba'zısını başınıza getirir! mealindeki ayeti kerime çıkdı. bir kerre de onlar allahü tealanın sevgili kullarıdır. alış verişde bile allahü tealayı kalblerinden çıkarmazlar ayeti kerimesi çıkdı. ba'zıları da diyor ki, ona karşı i'tirazları, düşmanların gönderdiği uydurma bir mektub sebebi ile idi. işin doğrusunu anlayınca, pişman olup tevbe etdi. tenbih: çocukları babalarından mektub alınca, müsveddeleri yok etdiler. fekat ba'zıları başkalarında kaldı. birkaç farisi kitabda bunların yazıldığı görülmüş ve gayet güzel cevablar verilmişdir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh görüp medh eden alimlerin hepsi yazılsa ayrıca bir kitab olur. beşinci manzara: fadl ve kemalin şöhret bulması, hased edicilerin çoğalmasına sebeb olur. adem aleyhisselamdan beri böyle olmuşdur. cahillerin hasedi, hased olunanda ni'metlerin çokluğunu gösterir. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: . imamı rabbaniye de kuddise sirruh belalardan çok nasib düşdü. nasıl düşmez ki, müceddidi elfi sani idi. ya'ni allahü teala onu, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem bin sene sonra, dini islamı yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermişdi. yenilemek, değişiklik yapmadan kolayca olur mu? günahların, bid'at ve hurafelerin çoğaldığı, dalaletin yayıldığı, bilhassa vahdeti vücud taklidcilerinin din alimi tanındığı bir zemanda, islam dinini kuvvetlendirmek, bunları temizlemek kolay mıdır? şah ahmed veliyyullahı dehlevinin oğlu mevlana şah abdül'aziz rahimehümullahü teala diyor ki: vahdeti vücud, müslimanlar arasında çeşidli şekllere sokuldu. cahiller, büyüklerin sözlerinin ma'nalarını anlamıyarak zemanla dinden çıkdı. bu yüksek ve kıymetli bilgi, dinin yıkılmasına yol açdı. tekke şeyhleri, bu yüzden, zındıklığa sapdı. tutdukları yol, cahil halk arasında yayıldı. bu hal islam düşmanlarının ekmeklerine yağ sürdü. dinsizleri ve ahlaksızları tesavvuf şairi diye tanıtmağa, bunların küfr dolu sözlerini, edebiyyat kitablarında gençlere okutmağa başladılar. allahü teala, kullarına acıyarak, imamı rabbani radıyallahü anh gibi bir müceddid yaratdı. ona derin ilmler ihsan eyledi. bununla, kullarının zihnlerini temizledi. hakkı batıldan ayırıp, batılı çok kalblerden kaldırdı. işte, bunun için ba'zı kimselerin cefasına, oklarına ve iftiralarına uğradı. birçok alimlerin, fadılların, kamillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, imamın etrafına ve hizmetine koşuşmaları da, hasedcileri artdırdı. imamı tehlükeye düşürmek için, hilelere başladılar. mesela, cüneyd, bayezid gibi büyük meşayihi aşağı görüyor, diyerek, cahil tabakayı aldatdılar. yüksek meşayihin bildirdiği vahdeti vücudü inkar ediyor, diyerek, görüşleri kısa olanları, imamdan soğutmağa başladılar. onu sevenlere de, meşayihi izamı inkar ediyor, allahü tealanın ma'rifetine vasıtasız olarak kavuşdum diyor, dediler. nihayet, hükumeti tanımıyor, kanunlara uymuyor diye siyasi leke sürmeğe uğraşdılar. bir müslimanın söyliyemiyeceği iftiraları söylediler. meşayihi kiramı aşağı görüyor sözü, temamen iftira idi. mektubatda onlara nasıl hurmet ve ta'zim etdiğini ve her asrda, düşmanların ele aldıkları sözlerine ne güzel ma'nalar verdiğini, iyi ma'naya çeviremediklerine de, başlangıcda hata ile söylenmiş olup, sonra yüksek derecelere yetişerek bunları düzeltmişlerdir, dediğini okuyanlar, hemen anlar. keşfdeki hataların, ictihad hataları gibi afv olunduğunu, belki sevab verildiğini bildirmekdedir. vahdeti vücudü de inkar değil, ne güzel izah etdiğini ve bu mes'elede hem islam dininin namusunu koruduğunu ve hem büyüklerin hurmetlerini gözetdiğini, mektubatı okuyanlar bilir. o zemanın sultanı olan selim cihangir hanın devlet adamları, hatta büyük veziri ve baş müftisi ve hatta haremi ehli sünnet değildi. halbuki imamın birçok mektubları ve bilhassa ayrıca yazdığı risalesi, mezhebsizleri red etmekde, cahil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmakdadır. imamı rabbani bu risalesini buharada bulunan en büyük özbek hanı abdüllahı cengizi hana yollamışdı. bunu iranda şah abbası safeviye gösterin! kabul ederse ne iyi, etmezse onunla harb caiz olur demişdi. kabul etmedi. harb oldu. abdüllah han, hiratı ve horasandaki şehrleri aldı. buralarını yüz sene evvel safeviler almışdı. işte bundan sonra, hindistandaki mezhebsizler elele verdiler, imamın, üstadına yazmış olduğu, birinci cildin onbirinci mektubunu sultana göndererek dediler. selim cihangir şah, oğlu şah cihanı gönderip, imamı ve evladını ve yetişdirdiği büyükleri da'vet etdi. hepsini öldürmeğe karar verdi. şah cihan, bir müfti ile imamı rabbaniye gitdi. sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. imamı rabbaninin halis olduğunu biliyordu. babama secde edersen, seni kurtarabilirim, dedi. imam, bu fetvanın, zaruret zemanında izn olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi. evladını ve eshabını bırakıp yalnız geldi. sultan, onbirinci mektubu gösterip ma'nasını sordu. o kadar güzel ve doyurucu cevab verdi ki, sultan, yüksek hakikatleri ve esrarı anlıyabilecek birisi olmadığı halde, neş'elendi ve serbest bırakıp afv diledi. hasedciler, sultanın hoş, kendi uğraşmalarının boş olduğunu görünce, sultana, bunun adamları çokdur. sözleri bütün memleketde yürürlükdedir. bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir. ne kadar kendini beğenmiş ki, sizi bile küçük görüp, secde ile saygı göstermedi. hatta, selam bile vermedi, dediler. imam, içeri girince, sultanı, serhoş, kızgın, azgın, ya'ni hurmet ve değerden kendini sıyırmış görerek, selam vermemişdi. meclisde uzun konuşmadan sonra, güvalyar kal'asında hapsini emr etdi. bu kal'a, memleketin en sağlam ve korkunç kal'ası idi. bülbüllerin, aşağı insanların kafesine sokulması gibi, imamın radıyallahü anh mubarek güneş yüzü, müslimanların nazarından perdelendi. ayın ondördü, siyah bulutla örtüldü. hindin meşhur edibi, azad ismi ile anılan seyyid gulam ali, o gecenin kararışını, gayet güzel şi'rleri ile hatırlatmakdadır. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz daha önceleri, yetişdiğim derecelerin üstünde, çok daha makamlar var. oralara yükselmek, celal ile, sert terbiye edilmekle olabilir. şimdiye kadar cemal ile, okşanarak terbiye edildim buyurmuşdu. eshabından ba'zısına, demişdi. işte dediği gibi oldu. o makamlara da yükselmek nasib oldu. kal'ada mahbus bulunan binlerce kafir, imamın kuddise sirruh bereketi ile iman ve islam ile şereflendi. birçok günahkar, tevbe etdi. hatta, ba'zıları yüksek alim oldu. hatta, sultana onbirinci mektubu anlatırken, orada bulunan, ateşe tapıcı hinduların büyük bir kumandanı, imamın dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek, müsliman olduğu meşhurdur. sultanın veziri, zindanda imamın başına kardeşini ta'yin etmiş ve çok şiddetli davranmasını söylemişdi. bu ise, imamdan çeşidli kerametler, üzülmek yerine, heybet, sabr ve hatta neş'e görerek tevbe eylemiş, sapıklık yularını çıkararak, ehli sünnet gerdanlığı ile zinetlenmiş ve imamın kuddise sirruh halis talebesinden olmuşdu. imam radıyallahü anh mahbus iken sultandan razı idi. yapdığı bu işinden memnun idi. ona hep hayr düa ediyordu. hatta, imamın kuddise sirruh eshabından ba'zısı, sultana kasd etmek istedi. bunu yapabilecek kudretde idiler. fekat imam onları, rü'yalarında ve uyanık iken men' etdi. sultana hayr düa etmelerini emr etdi. buyururdu. zindandan evladına yazdığı mektubları, mektubatdan okuyanlar, bunları iyi anlar. sultan selim cihangir hanın oğlu şah cihan rahimehullahü teala babasına karşı geldi. askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu halde, zafer kazanamadı. o zemanın evliyasından birine halini anlatıp düa istedi. veli dedi ki: senin zafer kazanman için, vaktin dört kutbunun sana düa etmesi lazımdır. bunlardan üçü seninle beraber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe razı değildir. o da, imamı rabbani müceddidi elfi sani kuddise sirruh hazretleridir. şah cihan, imamın huzuruna gelip, düa etmesi için yalvardı. imam kuddise sirruh, babasına karşı gelmesine mani' olup nasihat etdi. babana git, elini öp, gönlünü al! yakında vefat edecek, saltanat sana kalacakdır diye müjde de verdi. şah cihan, emrlerini dinledi. arzusundan vaz geçdi. az zeman sonra de, babası vefat edince, saltanata kavuşdu. hasedcilerin imam için, sultanı dinlemiyor, kanunlara karşı geliyor, sözlerine hiç inanılır mı? imam kuddise sirruh kal'ada iki veya üç sene kaldıktan sonra, sultan yapdığına pişman oldu. habsden çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. hatta halis talebesinden ve sadık dostlarından oldu. bir müddet, asker arasında kalmasını emr etdi. sonra serbest bırakıp ihtiramla vatanına gönderdi. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh, evvelce bulundukları hallerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak avdet buyurdu. bundan sonra yazdıkları mektublardaki hakikatleri, ma'rifetleri, esrarı ve incelikleri ancak evladı izamı ve yetişdirdiği hülefai kibarı anlıyabilir. bu kıymetli mektubları ile mektubatın üç cildi temam olmuşdur. evliyanın büyükleri, hatta, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, böyle belalara, musibetlere yakalanmışlar ki, zemanımızın evliyası ve salihleri teselli bulsun ve cahiller de zemanın evliyasını derd ve belada görerek, onları fena bilmesin. bu inceliği anlıyamıyan tarihciler, evliyanın iyi günlerini yazıp, beşeriyyet icabı olan hallerini yazmıyor, bunları okuyan ehali de onları melek gibi sanarak seviyorlar ve kendi zemanlarında salih, mütteki ve evliya gibi diye işitdikleri bir kimsede insanlık icabı bir hal görünce, onu kötü bilip, ondan istifadeden mahrum kalıyorlar. hatta onu çekişdirip, çok büyük günaha giriyorlar. bilmiyorlar ki, allahü teala, sevdiklerini insanlığa lazım olan hallerin içinde saklamakdadır. nitekim sevdiklerimi saklarım. onları herkes tanıyamaz buyurmakdadır. bu hususda imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz mektubatda çok şeyler bildirdiği gibi, muhyiddini arabi kuddise sirruh da, kitabında diyor ki: kalbi kıran, nefsi terbiye eden bir kusur, nefsi azdıran, kalbe gurur getiren ibadetden faidelidir. imamı rabbani, müceddidi elfi sani, ahmed faruki kuddise sirruh, arzularına kavuşup, allahü tealanın ihsan etdiği derecelere varıp, takdiri ilahi yerini bulunca, azrail aleyhisselamın da'vetini kabul edip, hicri binotuzdört senesi, safer ayının yirmidokuzuncu salı günü, refiki alaya kavuşdu. sihrind kabristanına defn edildi. allahü teala, ruhunu rahat ve kabrini nur ile dolu etsin! bizleri, kıymetli nefeslerinin bereketi ve yüksek sevgisi ile faidelendirsin! şefa'atine kavuşdursun ve kıyamet gününde kendisini sevenler ile beraber, bayrağı altında toplasın! amin. insanların huyları ve arzuları ve düşünceleri, başka başka olduğundan, hayatında, ona karşı iki kısma ayrıldıkları gibi, vefatından sonra da, bir kısmı medh etdi. bir kısmı da kötüledi. imamın ma'rifetleri cihana yayılmış olduğundan, düşmanları ne kadar inkar etdi ise de, örtemediler. belki, daha yayılmasına sebeb oldular. çünki, inkar edenler bir i'tiraz zehri saçınca, dostları çeşidli cevablarla deva saçdı. böylece imamın medhi için yetmişden ziyade kitab meydana geldi. bunlar arasında en büyüğü, muhammed özbeki mekkinin risalesi olup, düşmanları rezil etmiş, başlarını bir daha kaldıramıyacak hale getirmişdir. imamı kuddise sirruh vefatından sonra, birçok memleketlerde, birçok alimler medh etmiş, çok faideli ve ehemmiyyetli kitablar yazmışlardır. bunlardan biri, mekkei mükerreme müftisi, şeyhülislam, imamülallavlana abdüllah itaki zadedir rahimehullahü teala. kitabının birkaç sahifesi arabi risalede varsa da terceme etmedik. imamı rahimehullahü teala vefatından sonra medh edenlerden, ariflerin reisi, hakikatin rehberi, vasılların senedi, maddi, ma'nevi kemallerin sahibi, ilm deryası, ziyaeddin mevlana halid osmaniyyi bağdadi kuddise sirruh olup, ince ruhunun terennümleri ile dolu olan farisi divanının doksandördüncü sahifesindeki beytlerinde buyuruyor ki:ya rabbi! o nihayetsiz yolun yolcusu, ilm sahiblerinin reisi, bu göz ile görülemiyen, akl ile varılamıyan gizli sırların menba'ı; insanların anlıyamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sahibi; köpüren, dalgalanan ma'nalar deryası; maddesizlik, mekansızlık aleminin reisi; nurları ile hindistanı aydınlatan, sihrind şehrini, musa aleyhisselama allahü tealanın kelamı geldiği şerefli vadi yapan, muhammed aleyhisselamın dininin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dini bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemiyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken ahmedi farukinin kuddise sirruh gözlerinin nuru hurmetine beni afv et! yüzümün karasına bakma! kendime çok zulm etdim. sayısız kabahatler yapdım. verdiğim sözü hiç tutmadımsa da, senin afv ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek, rahat ediyorum. yalnız senin ihsanına güveniyorum. çünki buyuruyorsun! onu medh edenlerden birisi de, mevlana halidi bağdadinin kuddise sirruh yetişdirdiği ulema ve evliyanın en üstünü, alim, fadıl, veliyyi kamil, sayısız kerametler sahibi, seyyid tahai hakkari kuddise sirruh hazretleridir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh medh eden büyüklerden birisi de, ulemanın zineti, evliyanın ekmeli, seyyid abdülhakim efendidir rahmetullahi aleyh. salihlerden birine yazdığı bir mektubda buyuruyor ki: zikr ve zikrin te'siri, derin bir denizdir. onun derinliklerine kimse varamamışdır. bir dalgalı deryadır ki, bütün dünya onun bir dalgasını bilmiyor. dünyayı kuşatan öyle bir bahrı muhitdir ki, onu kavramağa bütün alemin gücü yetmez. zikr, zikr edenlerin kalblerinde hasıl olan bir haldir. söylemesi, yazması, bildirmesi imkansızdır. hak tealayı, bilen kimsenin dili söylemez olur. kelime bulamaz ki, anlatabilsin. şaşar kalır. dünyadan ve insanlardan haberi olmaz. zikr olunan, allahü teala olduğu gibi, zikr eden de ancak odur. kendisini yine ancak kendisi zikr edebilir. mahlukların, onu zikr etmek haddine mi düşmüşdür? ancak sıfatı ilahiyyesi ile sıfatlanması için, yaratmış olduğu insana kendisini zikr etmesini emr etmişdir. herkes, yaratılışındaki kabiliyyeti kadar, o nihayetsiz ve dalgalı denizden birşey ile teselli bulur. veysel karani, o deryanın bir damlası ile teselli bulmuşdur. cüneydi bağdadi, o denizden bir avuç mikdarı ile doymuş, kanmışdır. abdülkadiri geylani, ancak o denizin kenarına varmışdır. muhyiddini arabi ise, bunun dibinden çıkarılmış bir cevher ile övünmekdedir. imamı rabbani, ondan büyük pay almışdır rahimehümullahü teala. kelimei celilesini teşkile hizmet eden elif, lam ve he harfleri, bu mu'azzam kelimenin işaret etdiği, hiçbirşeye benzemiyen zatı anlatmağa, alet ve vasıtadırlar. bunları söylemek zikr değildir. zikr, bu kelimenin neticesi, semeresi olan bir hal ve keyfiyyetdir. bu kelimeye zikr denmesi mecazdır. hakiki ma'na ile değildir. bunun gibi kelimei tevhid de zikr değildir. ancak söylemek ve ma'nası bakımından zikre aletdir. zikr, bu kelimenin ve bu ibarenin kalb ile tekrarından hasıl olan bir haldir. bu halin husule gelmesi, bu kelime ve ibareye bağlıdır. çok uzun olan bu mektubun yukarda yazılı kısmında, imamı rabbaninin kaddesallahü teala sirrehul'aziz medhu senası ne kadar veciz, kısa, fekat geniş ve cami'dir. seyyid abdülhakim efendi kuddise sirruh mektublarında ve derslerinde: buyururlardı. ya'ni, allahü tealanın kitabı olan kur'anı kerimden sonra ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinin toplanması ile meydana gelmiş olan buhari kitabından sonra, dini islamda yazılmış kitabların en üstünü mektubatdır. si olduğu gibi, hem vilayet kemalatının ma'rifetlerini hem de nübüvvet kemalatının ma'rifetlerini ve inceliklerini bildiren kitabların en kıymetlisi ve en üstünü, imamı rabbani ahmed farukinin kitabıdır. bir mektubunda, yazmışlardır. buyururlardı ki, farisiyi az bilen bir kimse, mektubatın farisisini daha kolay anlar. çünki, müstekimzade süleyman sa'deddin efendinin yapmış olduğu türkçe tercemesi, hem karışık, hem de hatalıdır. müstekimzade süleyman efendi, muhammed emin tokadinin talebesinden olup, de vefat etdi. zeyrekde, üstadının yanındadır. kitabı çeşidli tarihlerde, çeşidli yerlerde basılmışdır. senesinde pakistanda karaşide yapılan baskısı çok güzeldir. iki cild halinde olup, birinci cildde yalnız birinci kısm, ikinci cildde ise ikinci ve üçüncü kısmlar mevcuddur. bu iki cild istanbulda ofset yolu ile birinci hamur ve en iyi kağıda, gayet nefis olarak basdırılmışdır. imamı rabbaninin mubarek oğlu muhammed ma'sumi serhendinin yetişdirdiği yüzlerce evliyanın meşhurlarından olan muhammed bakır lahri, de mektubatı farisi olarak hulasa ederek, ismini vermişdir. yüzyirmi sahife olup, içinde yirmi hidayet vardır. de lahrda basılmışdır. ayrıca, farisi kitabını yazmışdır. resulullahın varisi, müceddidi elfi sani, ilmi zahirde müctehid, tesavvufda veysel karani. dini yaydı yeryüzüne, nurlar saçdı her mü'mine, uyandırdı gafilleri, yüce imamı rabbani. iyi bildi ilmi hali, şer'a uygundu her hali, küfr sarmışken cihanı, oldu ebu bekr misali. sohbetinden feyz aldılar, hem kumandan, hem de vali, ömer faruk soyundandır, buna şahid oldu adli. tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve liecdadi ve ceddati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstadi abdülhakim arvasi! rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. seyyid abdülhakim efendinin hayatı işbu aleyhimürrıdvan kitabını, büyük alim ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh hazırlamış ve seyyid abdülhakimi arvasi hazretleri şerh etmişdir. birkaç maddi bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük alimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhassa, dini islamın, beni israil peygamberlerine salevatullahi teala aleyhim ecma'in benzetilen, çok mikdarda ve çok yüksek alimlerinden, velilerinden haberi olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fekat etrafımızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir sermayeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazinesi ve se'adeti ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız islam kitablarının ismlerini işitdiren ve bunların, ruh hastalarına deva yazılarını okumak ve anlamak bahtiyarlığına kavuşduran ve allahü tealanın türk milletine büyük ihsanı, kafirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedi felakete sürüklenen ma'sumların kurtarıcısı ve allahü tealanın varlığını, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem üstünlüğünü, imanın ve islamın hakikatini, fikr hastalarına içirerek, gençliğe şifa sunan ruh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdadımızın mukaddes yolunu örten, küfr ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı serin sabah rüzgarı ve iman kaynaklarını temamen örten, dinsizlik karanlığını ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilm ve ma'rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyalığın yüksekliklerine vakıf, seyyid abdülhakim efendinin kuddise sirruh, kitablarını okumak nasib olan tali'lilere, bu dünya ve ahıret se'adetinin rehberinin hal tercemesini kısaca takdim etmek ve hatırasını yadigar bırakmak uygun görüldü. seyyid abdülhakim bin mustafa kaddesallahü teala esrarehüma, sfiyyei aliyye büyüklerinden ve ilmi ile amil ulemanın kamillerinden olup, tervici din ve neşri ilm ve sehayı tabı' ve şer'i şerifi ahmedinin sallallahü aleyhi ve sellem icrasında bezli vücud ve sarfı mal ederek, akran ve emsalinin üstünde bir zatı kerimülhisal idi. van vilayetinin başkal'a kazasında, de tevellüd etdi. binüçyüz senei hicriyyesi ibtidasında icazet aldı. ilmi sarf, nahv, mantık, münazara, vadı', beyan, me'ani, bedi, kelam, usuli fıkh, tefsir, tesavvuf, nushi lilmüslimin, iftai alelmezhebin, ulumi hikemiyye, ya'ni hikmeti tabi'iyye , hikmeti ilahiyye, riyaziyye, ya'ni hesab ve hendese ve hey'et gibi ulumi zahiriyyeyi, allame seyyid fehimden kuddise sirruh me'zun olduğu gibi, yine onlardan tesavvufun müceddidi, kadiri, kübrevi, sühreverdi, çeşti kısmlarından dahi me'zun olmuşdur. babasının babası, seyyid muhyiddindir. bunun babası, seyyid muhammeddir. bunun babası olan seyyid abdürrahman, seyyid fehimin babasının babasıdır rahmetullahi aleyhim ecma'in. dedelerinin oniki imamdan, ali rıza bin musa kazıma rahimehümullahü teala dayandığı, ırakdaki mahkemei şer'ıyye kaydlarında yazılı olduğu gibi, seyyid abdülkadiri geylaninin radıyallahü anh torunu seyyid abdürrezzakın kuddise sirruh mubarek eli ile de tasdiklidir. binüçyüzotuziki senesi recebi şerifi birinci günü, rus askeri başkal'aya bir saat mesafeye yaklaşdıkda başlıyan ermenilerin yapdığı zulm ve katli amdan halas bulup, kadın, çocuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, revandız, erbil, musul, adana, eskişehir ve nihayet binüçyüzotuzyedi senesinin şevvali ibtidalarında istanbulda eyyub sultan nahiyesine geldiler. önce çarşı içindeki ye yerleşdirildiler. sonra, gümüşsuyunda idris köşkü civarındaki mürteza efendi mescidinin imamlığına ta'yin olundu. bu hicretinden evvel iki def'a hac etmişdir. risale büyüklüğünde müteaddid mektubları vardır. mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıcı ve meşru'iyyeti ve risalesi ve islam halifelerinin sonuncusu olan sultan vahideddin han zemanında denilen islam üniversitesinde tesavvuf müderrisi iken yazdıkları kitabı ve ve risaleleri ve islam hukuku ismli eserleri, arabi, farisi ve türkçe şi'rleri pek kıymetlidir. siyasete hiç karışmamış, siyasi fırkalara bağlanmamışdır. bölücülüğe, tarikatçılığa karşı idi. tekkelerin lağvı kanunu çıkdıkdan sonra, şeyhlik, müridlik üzerinde konuşduğu işitilmemişdir. kanunlara uymakda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. dini dünya çıkarlarına alet eden yobazlara karşı eyyub sultan, fatih, bayezid, bakırköy, kadıköy, beyoğlunda ağa cami'i şerifleri kürsilerindeki konuşmaları, bunların iftiralarına sebeb oldu. bunların tahriki ileramezanının onsekizinci ve eylülünün onsekizinci cumartesi günü istanbuldan izmire götürüldü. meserret otelinde, sonra bir evde kaldı. zilka'denin onuncu pazartesi günü ankaraya hareket ederek, salı günü ankarada, hacı bayramı veli civarında, birader zadeleri seyyid faruk ışıkın evine geldi. farukun evinde onsekiz gün hasta yatdı. zilka'desi yirmidokuzuncu veteşrini sanisi yirmiyedinci cumartesi günü, güneş doğmadan onsekiz dakika evvel, ezani saat onikide ve zevali saat altı buçukda naili vusletserayi ebedi oldu. o gece hafif bir zelzele olmuşdu. o gün keçiören nahiyesinde damadı ibrahimin evine nakl ve orada, gasl, techiz ve tekfin ve namazı eda edilip, ankara şehri şimalinde ve şehre yirmidört kilometre kadar mesafede bağlum nahiyesine gurubi şems ile beraber defn edildiler. namazında bulunmak, telkin vermek ve kabri şerifine girmek vazifeleri hüseyn hilmi ışıka nasib olmuşdur. kabristan, nahiyenin garb cihetinde, hafif meylli ve elli metre kadar mesafede olup, kabrleri, kabristanın şimali şarkisindedir. bağlum mescidinin kapısı yanında, seyyid burhaneddin muşi hazretlerinin kabri vardır. allahü teala derecesini yüksek eylesin! hepimizi şefa'atine kavuşdursun! kitablarını okuyup, gösterdiği yolda ilerlemek ve ruhi mukaddesinden her an istifade etmek nasib eylesin! ami ahifede maddeye bakınız! ağlasın, kan ağlasın her müsliman! çünki, seyyid abdülhakim terk etdi can, alimü amil, veliyyi kamil idi, zatına mevdu' idi sırrı nihan. kaldılar birden yetimü bi neva, hem islamiyyet, hem hakikat bigüman. gördü amma ki, inanmaz gözlerim, oldu mu cidden, ol hazret kün fekan? şevk ile raks eyledi yer, bir gece, ertesi gün, etdi deraguş heman. hayf kim, hurşidimiz etdi gurub bir feridi asr idi ol, bi güman! olmuş idi, son zemanda çok elim, derd ile alama, bir sengi nişan. alemi islam için, bu cidden mühim, bir musibetdir, ey gönül kan ağla, kan! ruhi bakisinden istimdad edip, söyledim tarihini na gehan, hayl çıkdı, kaldı bi seri rahdan. matemi islama ağlar asuman. mehmed timüroğlu müslimanların iki gözbebeği ö n s ö z allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri herkese gönderiyor. zararlardan korunmak, se'adete kavuşmak için yol gösteriyor. ahıretde, cehenneme girmesi gereken suçlu mü'minlerden dilediğini afv ederek, ihsan yapacakdır. her canlıyı yaratan, her varı her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd ederiz. herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi birşeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamdlerin, şükrlerin hepsi allahü tealaya olur. çünki herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen, hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o hatırlatmazsa, iyilik ve kötülük yapmayı kimse irade, arzu edemez. kulun iradesinden sonra, o da istemedikce, kuvvet ve fırsat vermedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. merhamet etdiği kulları, kötülük yapmak irade edince, o irade etmez ve yaratmaz. böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. gadab etdiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını o da irade eder ve yaratır. bu kötü kullar, nefslerine uydukları için, iyilik yapmak istemezler. bunlardan hep fenalık hasıl olur. allahü tealanın çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam ederiz. o yüce peygamberin ehli beytine, eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm hayrlı düalar ederiz. allahü teala müslimanlara, kur'anı kerime sarılmalarını, kur'anı kerim etrafında birleşmelerini emr ediyor. eshabı kiram, her emre tam uydukları için, birleşdiler, sevişdiler, kardeş oldular. onların bu sevişmelerini, allahü teala, suresinde haber veriyor ve övüyor. birleşmekden kuvvet hasıl olur. ayrılık, felakete sebeb olur. biz de eshabı kiram gibi olalım. onların güzel ahlakı ile ahlaklanalım. sevişelim. kur'anı kerimin gösterdiği doğru yolda birleşelim. bu yoldan sapanların, bölücülerin yalanlarına aldanmıyalım. herkese iyilik edelim. herkese tatlı dilli, güler yüzlü olarak, müslimanlığın şerefini bütün dünyaya tanıtalım. hükumete, kanunlara karşı gelmemek her müslimanın vazifesidir. fitne, karışıklık çıkarmak büyük günahdır. mezheb ayrılıkları döğüşmeğe sebeb olmamalıdır. bizi parçalamak istiyen yabancılar, her dilde kitab basdırıyorlar. hadisi şerifleri değişdirerek, ayeti kerimelere yanlış, bozuk ma'nalar vererek ve acıklı hikayeler uydurarak, temiz gençleri aldatıyorlar. islamiyyeti içerden yıkmak istiyenleri bildirmek ve yalanlarını, iftiralarını cevablandırmak için, islam alimleri bin seneden beri binlerce kitab yazmışlar, müslimanları bu belaya sürüklenmekden korumuşlardır. bu faideli kitablardan biri, hindistanın büyük alimlerinden şah veliyyullah ahmed sahibin rahmetullahi teala aleyh farisi olarak yazdığı kitabıdır. şah veliyyullah hazretleri de delhide tevellüd ve da orada vefat etmişdir. bu kitabdaki yazıların hepsinin senedleri, vesikaları, kitabında uzun yazılıdır. mesela, yedinci babda, hazreti alinin birinci halife olacağını isbat için, ba'zı kimselerin beş ayeti kerimeye ve oniki hadisi şerife verdikleri ma'naların yanlış olduğunu bildirdikden sonra diyor ki, dir. bu kitabda peygamberimizin hadisi şerifleri yazılıdır. ba'zı kimselere göre, kur'anı kerimden sonra, en kıymetli kitab, dır. bu kitabda, radi ismindeki kimse, hazreti alinin hutbelerini yazmışdır. bu hutbeleri yazarken, hazreti alinin şeyhaynı öven sözlerini çıkarmış, başka eklemeler, değişdirmeler yapmışdır. hazreti alinin hutbeleri o kadar değişmiş, o kadar bozulmuş ki, yı şerh eden şi'i alimleri birçok yerlerine ma'na verememişler, olduğu gibi yazmak zorunda kalmışlardır. kitabı farisidir. arabiye terceme edilmişdir. mahmud şükri alusi, bu arabi tercemeyi kısaltmış ve demişdir. zahiri ilmlerdeki ve tesavvuf bilgilerindeki yüksek derecesi ile tanınmış olan büyük veli seyyid abdüllahi dehlevi hazretleri, farisi kitabının altmışbirinci mektubunda, kitabındaki hutbeler sahih değildir buyurmakdadır. ba'zı kimseler bu bozuk kitabı adı ile basdırıp, her memlekete parasız gönderiyorlar. muhammed bin hüseyn musevi radi, mürteda ismindeki yehudinin kardeşidir. ali bin hüseyn musevi mürteda da, kitabında, çok çirkin, iğrenç kelimelerle ehli sünnet alimlerine saldırmakdadır. her ikisi de acem seyyididir. muhammed radi ve mürteda senesinde bağdadda ölmüşlerdir. kitabının yazarı, hafız gulam halim abdül'aziz bin kutbüddin şah veliyyullah ahmed sahib dehlevi eshabı kiram da vefat etmişdir. her müslimanın ehli sünnet alimlerinin yazdığı kitablarından birini okuyup öğrenmesi ve çocuklarına öğretmesi lazımdır. hepimizin nefsi emmaresi kafirdir. imanımızın gitmesini, doğru yoldan sapmamızı istiyor. dinsizlerin, sapıkların bozuk, zararlı kitablarını, dergilerini okumamız, yabancıların radyolarını, televizyonlarını dinlememiz için bizi sürüklüyor. haram olan şeyleri yapmak, sapıkların yalanlarına inanmak ve kafirlerin adetlerine, modalarına uymak, nefslerimize tatlı geliyor. ibadet yapmak ona güç geliyor. işte bunun için, kafirlik ve sapıklık her yere kolayca yayılıyor. allahü teala, hadisi kudside buyuruyor ki, nefsinizi düşman biliniz! nefsleriniz bana düşmandır. nefsin sevdiklerini yapmamak büyük cihaddır. çok sevabdır. nefsi emmaremizin ve sapıkların, mezhebsizlerin ve kafirlerin tuzaklarına düşmemek için biricik ilac, ilmihal kitablarını okumak, imanı ve ibadetleri doğru olarak bu kitablardan öğrenmekdir. müslimanlar, çocuklarını, kur'an hocasına göndermeli, kur'anı kerim okumasını, namaz kılmasını, imanın, islamın şartlarını, onlara muhakkak öğretmelidir. nefsi emmare, burada da karşımıza çıkar. önce ekmek parası kazanmasını öğrensin. onları sonra da öğrenir diyerek aldatır. çocuğunun müsliman olmasını istiyen, dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmasını dileyen ana ve baba, nefsin ve insan şeytanlarının yalanlarına aldanmamalı, çocuklarını, elbette kur'anı kerim hocasına göndermelidir. mektebe başladıkdan sonra göndermek çok güç, hatta imkansız olur. ağaç yaş iken bükülür. kartlaşınca bükmeğe kalkılırsa, kırılır, zararlı olur. islam bilgileri verilmiyen çocuk, sapık veya kafir olur. ananın, babanın, sonra ah etmeleri, dizlerini dövmeleri, kendilerini ve çocuklarını cehennemden kurtarmaz. sevgili peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu pek acı hakikati anlatmak için, buyurdu. bunun ma'nası, hayrlı işlerinizi hemen yapınız. yarına bırakmayınız demekdir. hayrlı işlerin birincisi, en mühimmi, çolukçocuğuna islamiyyeti öğretmekdir. her müslimanın bu birinci vazifeyi hemen yapması, yarına bırakmaması lazımdır. kimseye baki değildir, mülki dünya simü zer, bir harab olmuş kalbi ta'mir etmekdir hüner. buna fani dünya derler, durmayıp daim döner. adem oğlu bir fenerdir, akıbet bir gün söner! müslimanların iki gözbebeği aşağıdaki yazı, büyük islam alimi şah veliyyullahı dehlevinin rahmetullahi teala aleyh ismindeki farisi kitabından terceme edilmişdir. bu kitab, ikiyüzyetmiş sahife olup, de pişaverde basılmışdır. kitabında bir mukaddime ile iki fasl vardır. mukaddimede, şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmekdedir. birinci faslda, şi'i alimlerinden nasireddini tusinin kitabındaki yazılarına cevab verilmekdedir. muhammed nasireddini tusi, de tus şehrinde tevellüd ve da bağdadda vefat etdi. ikinci faslda, hased edenler ve zındıklar tarafından şeyhayne yapılan iftiralara, yalanlara cevab verilmekdedir. şeyhayn, ya'ni hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü anhüma, eshabı kiramın en üstünleridir. zemanımızda bid'at sahibleri, ya'ni sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükde şübheler hasıl olmağa başladı. hatta, selefi salihinin doğru inanışları unutuluyor. halbuki, şeyhaynın üstünlüğü, hem akl ile, hem de nakl yolu ile meydanda olan bir gerçekdir. nakl, üç yoldan gelmekdedir. allahü teala, sevgili peygamberine mü'min ve salih halifeler vereceğini, dinini bunlarla kuvvetlendireceğini, nur suresinin ellibeşinci ayetinde va'd buyurdu. resulullahın gördüğü ve eshabı kiramın görüp resulullahın açıklamış olduğu rü'yalar da bunu bildirmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendinden sonra, şeyhaynın halife olacaklarını, hem açık olarak, hem de işaret ederek, çok bildirmişdir. hak halife olduklarını bildiren bu vesikalar, tevatür yolu ile bizlere gelmişdir. o halde şeyhayn, müslimanların en üstünleridir. tirmüzinin ve hakimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi, huzeyfe ve ibni mes'ud haber verdiler. hakimin kitabında, enes bin malik diyor ki, beni mustalak kabilesi, beni, resulullaha gönderdi. senden sonra, zekatlarımızı kime vereceğimizi sor dediler. gelip sordum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. tekrar gönderdiler. gelip, ebu bekrden sonra kime verelim dediklerini söyledim. buyurdu. bir daha gelip, ömerden sonra kime verelim dediklerini söyledim. buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, son hastalığında kendi yerine hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh imam yapdı. başkasının imam olmasını açıkca red eyledi. eshabın büyüklerinden hazreti ömer ve hazreti ali, hazreti ebu bekrin halife olacağını buradan da anladılar. eshabı kiramdan hiçbiri, buna karşı olmadı. buharide diyor ki, resulullahın emri ile, ebu bekri sıddik, eshabı kirama sabah namazı kıldırıyordu. resulullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, eshabını namazda görünce tebessüm eyledi. ebu bekri sıddik resulullahı namaz kıldırmağa geliyor sanarak geri çekildi. eshabı kiram da, anlıyarak sevindiler. mubarek eli ile işaret ederek, buyurdu. perdeyi indirdi. o gün vefat etdi. hadis alimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bir kadın, resulullahdan birşey sordu. buyurdu. ya resulallah! gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, buyurdu. sual: hazreti ömer ve hazreti ali radıyallahü teala anhüma, resulullah, kendinden sonra, kimin halife olacağını bildirmedi dediler. buna ne dersiniz? cevab: bu iki imam, resulullah, eshabını toplıyarak, kendinden sonra ebu bekre bi'at edilmesini emr buyurmadı dediler. çünki, her ikisi de, namaz kıldırması için emr olunması, halife olacağını göstermekdedir demişlerdir. ebu vail diyor ki, hazreti ali yaralanıp yatınca, kimi halife yapacaksın dediler. allahü teala, size iyilik irade buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. hazreti alinin bu sözü de, hazreti ebu bekrin en üstün olduğunu bildirmekdedir. hakimin kitabında, hazreti alinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde, allahü teala, ebu bekre çok rahmet eylesin! bana kızını verdi. hicretde beni medineye götürdü buyuruldu. nizal bin sebre radıyallahü anh diyor ki, hazreti aliye radıyallahü anh, neş'eli bir zemanında, kimleri arkadaş edindin dedim. , buyurdu. ebu bekr için ne dersin dedim. ismini vermişdir dedi. sa'id bin müseyyeb rahimehullahü teala diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh resulullahın veziri idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bütün işlerinde onun ile meşveret ederdi. islamda resulullahın ikincisi idi. mağarada resulullahın ikincisi idi. bedr gazasında çardak altında resulullahın ikincisi idi. kabrde de resulullahın ikincisi oldu. resulullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi. abdürrahman bin ganemin bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ebu bekre ve hazreti ömere dedi ki, allahü teala, islam dinini hazreti ömer ile kuvvetlendirdi. tirmüzinin ve ebu davüdün ve hakimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyurdu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. makamı ibrahim için ve kadınların örtünmesi için ve bedr gazasında alınan esirler için, allahü teala hazreti ömerin sözüne uygun ayeti kerime göndermişdir. hakimin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ebu sa'idi hudrinin bildirdiği hadisi şerifde, buyurarak, ömeri gösterdi. hazreti ömer, ömre yapmak için resulullahdan izn istedikde, izn verdi ve buyurdu. abdüllah ibni abbasın bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. tirmüzide yazılı akabe bin amirin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. tirmüzide yazılı hadisi şerifde, imamı zeynel abidin ali, babası hazreti hüseynden, o da babası hazreti aliden haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde oturuyordum. ebu bekr ile ömer geldiler. buyurdu. ibni macede, enes bin malik diyor ki, en çok kimi seviyorsun ya resulallah denildikde, buyurdu. erkeklerden kimi denildikde, buyurdu. tirmüzide yazılı, huzeyfenin ve abdüllah ibni mes'udun bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. tirmüzide enes bin malik diyor ki, eshabı kiram otururlarken, resulullah da gelip aralarında otururdu. ayağa kalkmalarına izn vermezdi. hiçbiri resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yüzüne bakamazdı. yalnız ebu bekr ve ömer bakarlardı. resulullah da onlara bakar, karşılıklı gülüşürlerdi. hakimin kitabında yazılı huzeyfei yemaninin bildirdiği hadisi şerifde eshabımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların heryerde öğretilmesini istiyorum. isa aleyhisselam da havarilerini bunun için göndermişdir buyurdu. ebu bekri ve ömeri de gönderirmisin denildikde, bu ikisini yanımdan ayırmam. bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler buyurdu. abdüllah ibni ömerin bildirdiği ve tirmüzi ile hakimde yazılı hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescide girdi. sağında ebu bekr, solunda ömer vardı. ellerinden tutmuşdu. buyurdu. hakimin bildirdiği hadisi şerifde, ebi erva diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile oturuyorduk. ebu bekr ile ömer geldiler. buyurdu. tirmüzide ve ibni macede yazılı, ebu sa'idi hudrinin haber verdiği hadisi şerifde, cennetde yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gökdeki yıldızlar gibi görünürler. ebu bekr ve ömer onlardandır buyuruldu. hadis alimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki, ebu museleş'ari radıyallahü anh dedi ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir bağçede oturuyorduk. birisi kapıya vurdu. resulullah buyurdu. kapıyı açdım. ebu bekr içeri girdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem müjdesini kendisine söyledim. kapı yine vuruldu. buyurdu. kapıyı açdım. ömer içeri geldi. ona da müjdeyi söyledim. kapı yine vuruldu. kapıyı aç! gelene cennetlik olduğunu müjdele ve başına belalar geleceğini de söyle! buyurdu. kapıyı açdım. osman içeri girdi. müjdeyi ve allahü tealanın kaderini kendisine söyledim. allahü tealaya hamd olsun. kazalarda, belalarda ancak allahü tealaya sığınılır dedi. hakimde ve imamı ahmedin müsnedinde yazılı, hazreti alinin haber verdiği hadisi şerifde, başınıza ebu bekr geldiği zeman, onu dünyada zahid ve ahırete ragıb bulursunuz. başınıza ömer geldiği zeman, onu kuvvetli, emin ve allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. başınıza ali geldiği zeman, hadi ve mühdi olur. sizi doğru yola götürür bulursunuz buyuruldu. tirmüzide ve ibni macede yazılı, sa'id bin zeydin radıyallahü teala anh haber verdiği hadisi şerifde, . sa'id bin zeyd dokuz sahabinin ismlerini saydı. onuncusunun ismini söylemedi. bunu sordular. ebül aver diyerek kendisi olduğunu işaret eyledi. ibni macede ve tirmüzide yazılıdır ki, irbat bin sariye diyor ki, eshabı kiram toplanmışdık. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealadan korkunuz. başınızdaki emir, habeş köle olsa bile, ita'at ediniz! benden sonra müslimanlar arasında ayrılıklar olacakdır. o karışıklık zemanlarında benim sünnetime ve hulefai raşidinin sünnetlerine sarılınız. benim halifelerim doğru yolu gösterirler. onların gösterdiği yolda olunuz! sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! bid'atlerin hepsi dalaletdir, sapıklıkdır. resulullaha senelerce hizmet etmiş olan sefine hazretleri diyor ki, resulullahdan işitdim: benden sonra halifelerim otuz sene benim yolumu yaşatırlar. ondan sonra, ümmetimin başına melikler gelir buyurdu. ebu bekrin hilafeti iki sene, ömerin hilafeti on sene, osmanın hilafeti oniki sene ve alinin hilafeti altı sene oldu dedi radıyallahü teala anhüm ecma'in. ebu bekrin ve ömerin radıyallahü teala anhüma üstünlüklerini ve cennetlik olduklarını bildiren bunlar gibi daha nice hadisi şerifler vardır. eshabı kiramın ve muhacirlerin ve bedr, uhud, bi'atürrıdvan ve diğer gazalarda bulunanların üstünlüklerini bildiren yüzlerce hadisi şerif, bu iki halifeyi de, medh ve sena etmekdedir. bu ümmetin en üstünü ebu bekr ve ondan sonra ömer olduğunu, eshabı kiram ve tabi'ini izam sözbirliği ile bildirmişlerdir. hazreti ebu bekr halife seçildikden sonra, eshabı kiramdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. hazreti ebu bekr, kendisinden sonra hazreti ömerin halife olmasını vasıyyet etdiği zeman, eshabı kiramdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. abdürrahman bin avf, hazreti osmanı halife seçerken, şeyhaynın yolunda bulunmasını şart eyledi. hazır olanların hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. ali, osmanın radıyallahü teala anhüma kendinden daha üstün olmasına karşı oldu ise de, bu şarta karşı olmadı. hazreti ali radıyallahü teala anh halife iken çeşidli yerlerde, şeyhaynın kendinden üstün olduklarını çok söylerdi. bu sözüne karşı şübheye düşenleri azarlardı. eshabı kiramın büyükleri bunu işitirlerdi. hiçbiri karşı gelmezdi. buharide diyor ki, enes bin malik ebu bekr, resulullahın en yakınıdır. birçok yerde resulullahın ikincisi olmuşdur. başımıza onun gelmesi lazımdır. kalkınız ona bi'at ediniz! dedi. yine buharide enes bin malik diyor ki, bir kimse, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem kıyamet alametlerini sordu. buyurdu. hiçbirşey yapamadım. yalnız, allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem çok seviyorum dedi. buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu sözünü işitince çok sevindim. ben de resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ve ebu bekri ve ömeri çok seviyorum. onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim. hazreti ali, allahü teala ebu bekre rahmet eylesin. kur'anı kerimi o topladı. resulullah hicret ederken, o hizmet eyledi. ömer mescidlerimizi aydınlatdığı gibi, allahü teala, ömerin kabrini nur ile aydınlatsın diye düa etdi. salim bin ebilca'd diyor ki, necranda kırkbin kişi barınıyordu. hazreti ömer onları vatanlarından çıkardı. hazreti aliye gelip, şefa'at etmesini yalvardılar. bunları kovdu. dedi. hazreti ali, hazreti ömeri kötüleyici olsaydı, necranlılara karşılık olarak söylerdi. halbuki söylemedi. onu övdü. ebu ya'lanın haber verdiği rü'ya ta'birinde, hazreti hasen, hazreti ömeri medh etmişdir. hakim, kitabında diyor ki, abdüllah bin ca'feri tayyar, derdi. zeydi şehid, savaşa giderken, demişdir. hakimin kitabında, abdüllah ibni abbasın hazreti ömeri öven sözleri uzun yazılıdır. imamı ahmedin müsnedinde, hasen bin zeyd diyor ki, babam zeyd, babası hasenden işiterek dedi ki, babam hazreti aliden işitdim. dedi ki, resulullah ile oturuyordum. ebu bekr ile ömer geldiler radıyallahü teala anhüma. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya ali! bu ikisi, cennetde bulunanların en üstünleridir. peygamberlerden başka, bunlardan üstün kimse yokdur! buyurdu. bir kimsenin başkasından efdal olması demek, birçok iyiliklerde ortak olup, birincisinde başka iyiliklerin de bulunması demekdir. bütün kemalatın kaynağı, resulullahın sohbetidir. eshabı kiramın hepsi, bu sohbetde bulunmakla şereflendiler. böylece, bütün ümmetden üstün oldular radıyallahü teala anhüm ecma'in. ebu bekri sıddik, sohbetde hepsinden çok bulundu. hepsinden üstün oldu. şeyhaynde ayrıca, hakkı anlamak ve bildirmek üstünlüğü de herkesden çok idi. abdüllah bin mes'ud diyor ki, arabistan halkının bilgileri terazinin bir kefesine, ömerin ilmi de öteki kefesine konsa, ömerin bilgisi ağır gelir. bugün bilinen hadisi şeriflerin hemen hepsinde şeyhaynın rivayetleri vardır. şeyhaynın bildirdiği hadisleri, yalnız ravileri arasında şeyhaynın ismleri bulunan hadisler sanmamalıdır. kitablarda bulunan merfu' hadislerin hepsini şeyhayn rivayet etmiş olup, bunları başka sahabiler irsal eylemişdir. şeyhayn radıyallahü anhüma, eshabı kiramı, feth olunan memleketlere gönderdiler. hadisi şerifleri yaymalarını emr eylediler. hakimin kitabında, musa bin ali bin rebah haber veriyor: hazreti ömer, hutbede dedi ki, kur'anı kerimde müşkili olan, ubeyy bin ka'ba sorsun. halalı haramı mu'azdan, feraiz bilgisini zeyd bin sabitden, mal kazanmak yollarını da benden sorup öğreniniz!. kitabında diyor ki: filistine ilk ta'yin edilen kadi ubade bin samitdir. filistin valisi olan mu'aviye, kadinin bir hükmünü beğenmedi. beğeneceği gibi hükm etmesi için, sıkışdırdı. ubade, böyle yerde adalet yapılamaz diyerek, medineye geldi. halife ömer, isti'fasını kabul etmeyip, geri gönderdi. buyurdu. mu'aviyeye emr yazıp, dedi. isti'ab kitabında, hasen diyor ki, . dariminin kitabında, ömer bin eşca' diyor ki, halife ömer buyurdu ki, bir zeman gelir, kur'anı kerime yanlış, bozuk ma'na verenler görülür. doğrusunu, hadis alimlerinden öğreniniz! çünki, kur'anı kerimi en iyi hadis alimleri bilir. dariminin kitabında, meymun bin mehran diyor ki, hazreti ebu bekre da'vacı gelince, kur'anı kerime göre hükm ederdi. kur'anı kerimde bulamazsa, hadisi şerife göre hükm ederdi. hadisi şeriflerde de bulamazsa, eshabı kirama anlatır, resulullahın böyle da'vaya cevab verdiğini bilen varmı derdi. sözbirliği ile cevab verilirse, hamd edip, öylece hükm ederdi. haber verilmezse, eshabın büyüklerini toplar. onlara anlatır. sözbirliğine varırlarsa, öylece hükm ederdi. hazreti ömer de, kadi şüreyhe, böyle yapmasını, hiç cevab bulamazsa, kendi ictihadı ile hükm etmesini emr eylemişdi. yine darimide abdüllah ibni yezid bildiriyor ki, abdüllah ibni abbasa birşey sorulunca, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulamazsa, hazreti ebu bekrin ve ömerin sözlerine uyarak cevab verirdi. onların sözlerinde de bulamazsa, kendi ictihadı ile söylerdi. darimide, huzeyfe buyurdu ki, fetva verecek kimsenin, mensuh ve nasih olan ayetleri bilmesi lazımdır. bunları bilen kim vardır dediklerinde, ömerübnülhattab onlardandır dedi. darimide, ziyad bin cedir diyor ki, hazreti ömerle konuşuyordum. islamiyyeti yıkan şey nedir dedi. siz söyleyiniz dedim. buyurdu. yine darimide, amr bin meymun, hazreti ömer ölünce ilmin üçde ikisi gitdi dedi. bunu ibrahime söylediklerinde, ömer ilmin onda dokuzunu götürdü dedi. darimide, amr bin ebu süfyan dedi ki, hazreti ömer radıyallahü teala anh buyurdu. hadis ilminin temeli, hazreti ömerin bu sözüdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ve hazreti ebu bekr zemanında açıklanmamış olan çok mes'ele vardı. hazreti ömer, bunların hepsini icma'a bağladı. bunlarda şübhe bırakmadı. hazreti ömerin bildirmediği mes'elelerde kıyamete kadar sözbirliği olmaz. hazreti ömerin gayreti olmasaydı, islam alimleri kıyamete kadar güç durumda kalırlardı. islamiyyetin bayrağını ellerinde yürüten ehli sünnetin temeli, hazreti ömer farukun sözbirliği yapdığı mes'elelerdir. imamı ahmedin kitabında, abdürrezzak diyor ki, ibni cüreyhden daha iyi namaz kılan görmedim. ibni cüreyh, böyle kılmağı atadan, o da abdüllah bin zübeyrden, bu da ebu bekri sıddikdan, ebu bekr de resulullahdan görerek öğrendiler. hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin, fıkhın bütün kollarındaki sözlerini, şah veliyyullahı dehlevi sahifeler dolusu nakl ediyor. bunları okuyan insaflı kimse, her iki halifenin islam memleketlerini genişletmekdeki hizmetleri gibi, islam ilmlerini yaymakda da, büyük gayretleri ve hizmetleri olduğunu iyi anlar. bunun içindir ki, hazreti ali, buyurdu. bir kerre de, dedi. hadisi şerifde, zemanların en hayrlısı, benim zemanımdır. sonra, bundan sonraki asrdır buyuruldu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, kendilerinden sonra gelenler ile resulullahın arasında vasıta oldukları için, onlardan üstün oldular. her asrın müslimanları, sonraki asrlardakilere islamiyyeti bildirmekle, onların üstadları olmuşlar. onlardan daha hayrlı, daha üstün olmuşlardır. aynı asrda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğretdiklerinden daha üstündür. şeyhaynın fadlı küllisi buradan gelmekdedir. imamı ahmedin kitabında hazreti ali buyuruyor ki, birisinden hadis işitdiğim zeman yemin etdirirdim. yemin edince kabul ederdim. yalnız ebu bekri hemen tasdik ederdim. ebu bekr dedi ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim. buyurdu ki, günah işlemiş kimse, abdest alır. sonra iki rek'at namaz kılar. sonra istigfar ederse, günahı afv olur. hazreti ömeri yaraladıkları zeman, abdüllah bin abbas ziyaretine gelip, ya emirelmü'minin! sana cenneti müjdelerim. herkesin inanmadığı zeman, müsliman oldun. herkes resulullaha düşmanlık ederken, sen onunla beraber cihad etdin. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, senden razı olarak vefat etdi. senin halife olmana kimse karşı çıkmadı. şehid olarak can veriyorsun dedi. resulullaha ilk iman eden adam, ebu bekri sıddikdır. hazreti ali iman ederken çocuk idi. resulullahın evinde ve himayesinde idi. hazreti ebu bekrin hazreti aliden de önce iman etdiğini bildirenler vardır. iman etdiğini ilk önce herkese duyuran ve başkalarının da iman etmesine sebeb olan, ebu bekrdir. ebu amrin kitabında, afirenin kölesi ömer diyor ki, hazreti ali iman etdiğini babası ebu talibden bile sakladı. ebu bekr ise, iman etdiğini arkadaşlarına bildirip, onları da iman etmeğe çağırdı. şa'bi diyor ki, önce kimin iman etdiği, abdüllah ibni abbasa istigfarın nasıl yapılacağı kitabımızın. derdimsahifesinde yazılıdır. soruldu. hassan bin sabitin şi'rini işitmedin mi dedi. bu şi'rde, denilmekdedir. bu kaside, eshabı kiram arasında yayılmışdı. bunu hazreti ali de okurdu. cerir, ebu nadradan haber veriyor. ebu nadra dedi ki, hazreti ebu bekr, hazreti aliye dedi. hazreti ali bunu red etmedi. hazreti ebu bekr iman etdiği zeman kırkbin dirhem gümüş parası vardı. bunların hepsini resulullaha ve iman edenlere sarf etdi. iman etdikleri için işkence yapılan yedi köleyi bu paradan satın alıp azad etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mekkede kaldığı onüç sene içinde, hergün sabah ve akşam ebu bekrin evine gelirdi. bunu buhari haber veriyor. hazreti hadice vefat edince, resulullah çok üzüldü. hazreti ebu bekr, kızı aişeyi elinden tutup, ya resulallah! kızımı zevceliğe kabul buyur. sana hizmet ederek hüznünü azaltsın dedi. resulullah, hazreti aişeyi medinede kabul buyurdu. mi'racı ilk tasdik eden, ebu bekri sıddikdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden medineye hicret ederken, hazreti ebu bekr beraber gidip, gece gündüz hizmet etdi. bedr gazasında resulullahın yanından ayrılmadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, zafer için çok düa etdi. ebu bekr, düanın kabul olduğunu anlayınca, ya resulallah! artık üzülme! allahü teala bize yetişir dedi. çok yerde, vahy gelmeden önce, eshabı kirama, böyle ilham olmuşdur. ezan için abdüllah bin zeydin rü'yası ve hazreti ömerin kıyası da vahyden önce olmuşdu. uhud gazasında, hazreti ebu bekr, resulullahı korumak için, son gayretle çalışdı. hendek gazasında hendeğin bir kısmını korumak vazifesi hazreti ebu bekre verildi. şimdi , o kısmda bulunmakdadır. hayber gazasında birkaç kal'anın alınması için ebu bekr savaşdı. hakimin kitabında, beridei eslemi diyor ki, resulullahda şakika denilen başağrısı olduğu zeman, bir iki gün dışarı çıkmazdı. haybere gelince, şakika başladı. çadırından çıkmadı. bayrağı ebu bekr alıp şiddetli savaş yapdı. resulullah mekkeyi alıp, mescide girince, ebu bekr, babasını bağlı olarak resulullaha getirdi. iman etmesini söyledi. resulullah, ya eba bekr! bu ihtiyarı burayayormasaydın iyi olurdu. biz onun evine giderdik buyurdu. ebu bekr de, ya resulallah, onun senin ayağına gelmesi lazımdır dedi. resulullah, ebu bekrin babasını, mubarek dizleri önüne oturtup, göğsünü sıvadı ve buyurdu. o da, hemen iman etdi. babasının ve oğullarının iman etmeleri, eshabı kiram arasında ebu bekrden başkasına nasib olmadı radıyallahü teala anhüm ecma'in. hicretin dokuzuncu senesinde, resulullah hazreti ebu bekri hac için emir yapdı. hazreti alinin oğlu muhammed bin hanefiyye diyor ki, suresi indi. hazreti aliye okuyup, bunu nahr günü minada hacılara oku buyurdu. hazreti ebu bekr, mekkede hazreti aliyi görünce, emir olarak mı, yoksa me'mur olarak mı geldin dedi. hazreti ali de, me'mur olarak geldim dedi. hazreti ebu bekr, herkese hac vazifelerini yapdırdı. nahr günü gelince, hazreti ali hacılara ezan okuyup, beraet suresini ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem emrlerini okudu. veda' haccında, resulullahın eşyası ile ebu bekrin eşyası bir devede idi. resulullah hasta olunca, mescide geldi. uzun hutbe okudu. önce, uhud şehidleri için düa ve istigfar etdi. sonra, allahü teala, bir kulunu dünyada kalmak ile ahırete gitmek arasında serbest bırakdı. o da, allahü tealanın ni'metlerine kavuşmağı istedi buyurdu. bu sözlerin, resulullahın yakında vefat edeceğini gösterdiğini yalnız ebu bekr anlayıp ağladı ve ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem sen ölme! senin yerine biz ölelim. çocuklarımız ölsünler! dedi. hazreti ömer, resulullahdan önce, yirmi sahabi ile birlikde, medineye hicret etdi. hazreti ebu bekrin müşaviri ve kadisi idi. ilk islam hakimi hazreti ömerdir. resulullahın iki işi vardı. biri kitabı ve sünneti öğretmek idi. ikincisi, tedbiri menzil ve siyaseti medine idi. ya'ni islamiyyeti yürütmek, yapdırmak idi. hazreti ömer halife olunca, bu iki vazifeyi tam yapdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, rü'yasında, bir kadeh sütden içdi. artanını hazreti ömere verdi. bunu ilm ile ta'bir buyurdu. hazreti ömerin, zemanının en alimi olduğunu, eshabı kiram sözbirliği ile bildirdiler. onun halife olması, allahü tealanın müslimanlara büyük rahmeti oldu. hicretin onbeşinci senesinde hums şehri alınınca, rum kayseri heraklius buradan kostantiniyyeye kaçdı. kadsiye muharebesinde yedibin müsliman, altmışbin mecusi aceme galib geldi. onaltıncı senede haleb ve antakya sulh ile alındı. bu senede ebu ubeyde, kufe şehrini yapdı. hazreti ömer, beytülmukaddese geldi. yirmibirinci senede, mısr alındı ve nehavend zaferi kazanıldı. yirmiikinci senede, mugire bin şu'be, azerbaycanı ve amr ibni as, trablusgarbı aldı. da diyor ki, hazreti ömer zemanında binotuzaltı büyük şehr alındı. dörtbin cami' yapıldı. dörtbin kilise harab oldu. cum'a namazı için bindokuzyüz minber yapıldı. ilk islam ordusunu kuran, asker ta'lim ve terbiye eden, hazreti ömerdir radıyallahü teala anh. peygamberler aleyhimüsselam, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir. cehaleti ve zulmü kaldırmışlardır. bu hayr ve rahmet, şeyhayn zemanında da tam hasıl oldu. halifelik de bu demekdir. tarih gösteriyor ki, şeyhaynden sonra, hiç kimse bu dereceye çıkamadı. ayrılıklar, kan dökülmesi başladı. şeyhayn, islamiyyeti en za'if halden, en kuvvetli hale yükseltdiler. bu hizmet, başkalarına nasib olmadı. şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında icma' yapılan bilgilerin hiçbirinde dört mezheb arasında ayrılık yokdur. onların bildirmediklerinde ihtilaflar hasıl olmuşdur. bu sözümüzü, üsul alimleri anlar. cahil din adamları anlamaz. her müsliman düşünmeli! kafirden, mecusilerden kendisini ayıran şeref nedir? bu şereflerin birincisi, kur'an yoludur. kur'anı kerimi toplıyan, şeyhayndır. akaid ve fıkh bilgilerini toplıyan, icma' bilgilerini ortaya koyan, gizli kalmış bilgileri açıklıyan ve eshabı kiramı toplayıp kıyas yapan, hazreti ömerdir. her şehre kur'an hafızı ve hadis alimi ta'yin etdi. bugün bilinen islam ilmlerinin hepsini, şeyhayn ortaya koydu. arabı, acemi hidayete getiren, şeyhayndır radıyallahü teala anhüma. arab ve acem de, bütün insanların hidayete kavuşmasına, medeniyyete ermelerine vasıta oldu. bunu kimse inkar edemez. şeyhayna bütün insanlar minnetdardır. bunu anlıyamamak, güneşi görememeğe benzer. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, şeyhaynın üstün olduğunu, iki damadı da sevmek lazım olduğunu bildirdi. çünki müslimanın birinci vazifesi, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uymağı istemekdir. ikinci vazife, bunları öğrenmekdir. bunları öğrenmezse, islamiyyete uyamaz. mülhid olur. bu bilgileri toplıyan, ortaya koyan, şeyhayndır. dört mezhebden birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imamının daha üstün olduğunu bildirmeğe çalışır. böyle bilmezse, o mezhebe uyması sahih olmaz. bunun gibi, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri ortaya koyanların ve her ikisinin ma'nalarını bildirenlerin üstün olduklarına inanmıyan kimse, onların bildirdiği dine uymuş olamaz. şi'ilere göre halifenin bütün ümmetden efdal olması ve ma'sum olması ve allahü teala ve resulullah tarafından seçilmiş olması lazımdır. bu sözleri hem doğru, hem de yanlış ma'naya çekilebilir. bütün ümmetden üstün olmak, peygamber vekili olan halifeler için sahihdir. çünki, bunlar, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden ma'na çıkarır ve islamiyyeti bildirirler. islamiyyeti heryere yayarlar. bunlar bütün ümmetden üstün olmazsa, yapdıklarına güvenilmez. ma'sum yerine mahfuz demek lazımdır. ya'ni allahü teala onları korur ve kuvvetlendirir. allah ve resulü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lazımdır. ehli sünnet velcema'at böyle söylemişdir. böylece şeyhaynın, hatta dört halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. islamiyyetin başlangıcında halifelerin böyle olması lazımdır. çünki, islamiyyeti kurdular ve heryere yaydılar. dört halifeden sonra gelenler ise, idi. devlet ve hükumet reisi idiler. ilm başka ellerde idi. müftiler de böyledir. ilk zemanlarda, müftilerin alim olması lazım idi. şimdi ise müfti olmak için, eskilerin kitablarını okuyup anlıyabilmek kafidir. ma'sum olmak da, adet olarak yapılan işlerde ma'sumlukdur. çünki, şimdi insanların mu'ameleleri, kazanmaları, geçimleri adete göredir. akla dayanan temel bilgilere göre değildir. hazreti osman da, hakiki halifedir. resulullahın halası olan bida, hazreti osmanın anasının anasıdır. cahiliyyet zemanında zina ve içki ile hiç kirlenmedi. ilk imana gelenlerdendir. dinden çıkarmak için amcasının yapdığı işkencelere dayandı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki kızı ile evlenmek şerefine kavuşdu. allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticaretini bırakıp habeşistana hicret etdi. sonra medineye de hicret etdi. kur'anı kerimi toplıyan muhacirlerden birisidir. vazife ile başka yere gönderildiği için, bedr, uhud gazalarında ve hudeybiyye bi'atinde bulunmadı. diğer bütün gazalarda bulundu. bedr zemanında medinede resulullahın sevgili kızının tedavisine çalışması emr olunmuşdu. bedrde bulunanların sevabına ve ganimetine kavuşacağı bildirilmişdi. uhudda bulunmıyanların afv oldukları, ayeti kerime ile bildirilmişdir. hudeybiyyede osmanın allah işinde ve resulullah işinde olduğu hadisi şerifde bildirildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendi mubarek eline, osmanın elidir diyerek öteki eli ile müsafeha etdi. eshabı kiramı susuzlukdan kurtarmak için bir kuyu satın aldı. tebük gazasında dokuzyüzelli deve ve elli at ve sayısız para vererek yardım yapdı. hadisi şerifi ile şereflendi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurunca, etrafındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu bekr ve ömer ve osman ile dağının üstünde iken zelzele olunca, ey sübeyr! sallanma! üzerinde nebi, sıddik ve şehid var! buyurdu. böylece ömer ve osmanın şehid olacaklarını müjdeledi. bir hadisi şerifde, halife olacağı bildirilerek, allahü teala sana bir gömlek giydirir. onu çıkartmak isterlerse, çıkarma! buyuruldu. kur'anı kerimi toplamak ve yer yüzüne yaymak şerefi ona nasib oldu. kabile kadar asya ve istanbula kadar anadolu, onun zemanında müsliman oldu. resulullah, hazreti osmanın boynuna sarılarak, buyurdu. talhaya karşı da, ey talha! her peygambere ümmetinden biri arkadaş olacakdır. benim cennetde arkadaşım osmandır buyurdu. dinleri, imanları za'if olan birçok kimse, mısrdan medineye geldi. bunlar eshabdan ve tabi'inden değildi. eshabı kirama karşı kin besliyorlardı. üç şeyden birini kabul etmesi için hazreti osmanı sıkışdırdılar. hilafetden çekil veya amirlerin, valilerin ta'yin ve azl edilmelerini bize bırak. yahud seni öldürürüz dediler. hazreti osman, resulullahın vasıyyetine uyarak, halifelikden çekilmedi. ta'yinleri onlara bırakmak da, hilafet vazifesini bırakmak olacağından, buna da razı olmadı. mısrlılar halifenin evini sardılar. medinede bulunan eshabı kiramın bir kısmı, işin ölüme varacağını zan etmedi. mısrlıları geri gidecek sandılar. bir kısmı da, azgınlara karşı koyacak güçde değildi. osman radıyallahü anh adem aleyhisselamın iki oğlundan hayrlısının yolunu tutdu. sıkıntılara katlandıkdan sonra şehid edildi. bu habere eshabı kiram çok üzüldü. başka felaketler de başlamasın diye harekete geçdiler. mısrlılar korkarak, kurtuluşu hazreti aliyi halife yapmakda buldular. eshabı kiram da, buna karşı gelmediği için, hazreti ali halife seçildi. eshabı kiramdan hazreti aişe, talha, zübeyr ve beni ümeyyeden birçoğu, katilleri yakalamak için, arkalarından basraya gitdi. halife seçimi, katillerin öncülüğü ile yapıldığı için fitneli seçim dediler. halife de arkalarından gitdi. mısrlılar halifenin etrafında idi. anlaşma olamadı. halife kufeye gitdi. asker toplayıp, basraya yürüdü. cemel vak'ası oldu. bunun üzerine şam valisi mu'aviye radıyallahü teala anh işe karışdı. sıffin harbi başladı ise de, iki tarafın hakemleri hazreti mu'aviyeyi halife yapdı. eshabı kiramın çoğu ve müslimanların çoğu buna uydu. niyyeti bozuk olan fitneciler denilen yerde toplandı. hazreti ali radıyallahü teala anh bunların üzerine yürüyüp, bu leri öldürdü. kurtulanlarından biri, hazreti aliyi, sabah namazına giderken şehid eyledi. islam alimlerine göre, hazreti osmanın şehid edilmesinde, hazreti alinin bir ilişiği yokdur. bunu kendisi de çeşidli hutbelerinde söylemişdir. imamı nevevi buyuruyor ki, hazreti osman, hak halife idi. zulm olunarak şehid edildi. fasıklar tarafından şehid edildi. bu zulme hiçbir sahabi karışmamışdır. alçaklar, mısrdan geldi. medinedeki sahabiler bunlara karşı koyamadı. hazreti alinin hilafeti de, sözbirliği ile sahihdir. o hayatda iken başka bir halife yokdur. hazreti mu'aviye de adildir, üstündür. eshabı kiramdandır. aradaki savaşlar, şübhe üzerine oldu. taraflardan herbiri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişdi. bu harbler, hiçbirinin adaletden düşmesine sebeb olmamışdır. ictihadda ayrıldılar. bunların hali, mezheb imamlarının ayrılmaları gibidir. bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeğe sebeb olmamışdır. bu muharebeler zemanında, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadları üç dürlü oldu: birinci kısm, hazreti alinin hilafetini haklı gördü. karşı tarafı baği bildi. bunlara, bağilerle harb etmek vacib oldu. ikinci kısm, karşı tarafı haklı gördü. hazreti aliyi bütün müslimanlar seçmedi. medine ehalisi de zor ile, korku ile kabul etdi. kufeliler ise, ictihad ile değil, kötü maksad ile katıldı dediler. üçüncü kısm, bir tarafı tercih edemedi. bunların harbe karışmamaları vacib oldu. çünki, baği olmıyan müsliman ile harb etmek halal değildir. abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz kitabında diyor ki, imamı ahmed bin hanbel, hazreti talhanın ve zübeyrin ve hazreti aişenin ve hazreti mu'aviyenin radıyallahü anhüm muharebelerini konuşmamalıdır. çünki, allahü teala, kıyamet günü eshabı kiram arasında hiçbir geçimsizlik bulunmayacağını, cennetde karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bildirmekdedir dedi. hazreti ali, bu muharebelerde hak üzere idi. çünki, kendinin sahih halife seçildiğine inanıyordu. kendine karşı olanlara baği diyordu. onlarla harb etmesi caiz oldu. hazreti ali ile harb eden hazreti mu'aviye ve talha ve zübeyr radıyallahü anhüm ise, şehid edilen halifenin katillerine kısas yapılmasını istiyorlardı. katillerin hepsi, hazreti alinin askeri içinde idi. müslimanların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini allahü tealaya bırakmaları lazımdır. hadisi şerifde ammar bin yaseri bağiler şehid edecekdir. onları cennete çağırır. onlar ise, onu cehenneme çağırmakdadır buyuruldu. hadisi şerifden bu fakir şöyle anlıyorum ki, hazreti ali radıyallahü anh, zemanının en üstünü idi. en üstün olan halife seçilirse, islamiyyet daha iyi yürütülür. başkası halife olursa, islamiyyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. birincisinde millet cennete, ikincisinde cehenneme sürüklenir. ammar bin yaser birincisini istiyordu. hadisi şerifi böyle anlamak, hazreti alinin şerefini artdırmakda, karşı tarafdakileri de ma'zur göstermekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem müctehid ba'zan doğruyu bulur. ba'zan da yanılır buyurdu. eshabı kiramın büyüklerinden sa'd bin ebi vakkas ve abdüllah bin ömer ve üsame bin zeyd ve ebu musel eş'ari ve ebu mes'ud ve daha birçok sahabi radıyallahü teala anhüm ecma'in bu muharebelere katılmadı. bunlar, , ya'ni fitneye karışmayınız hadisi şerifine uydular. fekat bunların hepsi, hazreti aliyi çok sever ve çok överlerdi ve hilafete layık olduğunu söylerlerdi. ba'zısının sözleri, onun hilafete hakkı olmadığını değil, halife seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermekdedir. tenbih: çok kimseler sanıyor ki, eshabı kiramdan bu muharebeye katılmıyanlar radıyallahü teala anhüm ecma'in, emrine uymuşlardır. halbuki bu emr, hükumete karşı harb etmeyiniz demekdir. harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükumete yardım etmemek, fitne, fesad çıkmasına sebeb olur. fesadı önlememiz emr olundu dediler. bu fakirin anladığına göre, fesadı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. bunun için şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halife ile birlikde harb etmemeli ve böyle halifeye karşı gelmemelidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, firaset nuru ile anladı ki, bu fesad durmıyacakdır. bunun için, benden sonra fitneler olacakdır. o zeman oturanlar, fitneye karışanlardan iyidir buyurdu. allahü tealanın adeti şöyledir ki, sevdiği kullarından herbirini bir üstünlükle, ötekilerinden ayırmışdır. hazreti ebu bekrin merhameti, hazreti ömerin şiddeti, sertliği fazladır. davüd ve süleyman aleyhimesselam devlet reisi idiler. isa ve yunüs ve yahya aleyhimüsselam ise, yalnızlığı severlerdi. hassan bin sabit, şi'r ile resulullahı överdi. bu yoldan cennet ile müjdelendi. ubeyy bin ka'b kur'anı kerimi ezberlemekde, abdüllah bin mes'ud, fıkh bilgilerinde, halid bin velid savaşmakda meşhur oldu. sevgi ve ihlas ile sohbetde en çok bulunmak ve kendini resulullahın rızası için her an feda etmek ve resulullah için ve islamiyyeti yaymak için canını, malını ve makamını feda etmek üstünlüğü de en çok hazreti ebu bekre ihsan edildi. islamiyyeti yaymak, hazreti ömere nasib oldu. her sıkıntıda mal ile imdada yetişmekde ve hayada ve gadabını yenmekde ve taharet, kıraet ve fakirlere yardımda, hazreti osman cümleden ileri idi. resulullahın kanından olmak, onun elinde büyüyüp, terbiyesi ile yetişmek, cesaret, zühd, vera' ve zeka ve fesahatda hazreti ali, hepsinden ileri idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabının bu üstünlüklerini bildirmiş ve herbirini övmüşdür radıyallahü teala anhüm ecma'in. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, tercümanı gayb idi. ilerde olacak şeyleri haber verirdi. eshabının yapacakları üstün vazifeleri bildirirdi. hepsi, dediği gibi oldu. olmıyacak şeyi haber verdiği hiç görülmedi. demek doğru değildir. böyle bir hak bildirilmiş olsaydı meydana gelirdi. hilafeti onlar alır, ellerinden kimse kapamazdı. halife olmamaları, resulullahın haber vermemiş olduğunu gösteriyor. şi'ilerin haber diye söylediklerinin hep yalan olduğunu isbat ediyor. eshabı kiram resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, herkesin hakkını gözetmekde, herkesden ileride idi. bunun için, hazreti abbası diyerek övdü. hazreti fatıma için buyurdu. hazreti ebu bekr için, buyurdu. hazreti ali için, o bendendir. ben de ondanım ve buyurdu. aklı ve insafı olan kimse, akrabalık bakımından olan övmek ile, dinde üstünlük ve hilafete liyakat bakımından olan övmeği birbirine karışdırmaz. ben ondanım. o da bendendir sözü akrabalık bakımındandır. akrabalık hakkını yerine getirmekdir. yi, ya'ni her bakımdan üstün olmağı bildirmez. çünki, bu sözler, hazreti ali ve hazreti fatıma için söylenildiği gibi, hazreti abbas için de söylendi. hatta, ebu lehebin kızı olan dürre için de söylendi. imamı ahmed bin hanbelin kitabında dürre diyor ki, aişenin odasında idim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. buyurdu. aişe ile leğen ve ibrik getirdik. abdest aldı. bana dönüp, sen bendensin. ben de sendenim! buyurdu. bu sözün, akrabalık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmakdadır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, çok kimse için buyurdu. hale, vakte ve o kimseye göre, bu söze başka başka ma'nalar verilmişdir. zaten sevmek çeşid çeşid olur. zevceyi, evladı, arkadaşı, üstadı sevmek birbirine benzemez. insan birini sever. başka bakımdan, diğer birini daha çok sevebilir. bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. başka bir yerde dedi. üçüncü bir yerde dedi. dördüncü bir yerde de buyurdu. bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydandadır. bir kimsenin başkasından daha üstün olması, aynı üstünlüğün onda daha çok bulunması demekdir. bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. mesela cesaretin bir kısmı, pehlivanın, cesaretidir. bir kısmı da, hükumet reisinin cesaretidir. melikin cesareti, pehlivanın cesaretinden elbet daha kıymetlidir. ilm sıfatının kolları çokdur. suali iyi anlamak, bunu başka mes'ele ile karışdırmamak bunlardan bir parçadır. zühd de iki kısmdır: evliyanın zühdü, haramlardan sakınmakdır. peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in zühdü ise, islamiyyeti yaymakdan başka birşey düşünmemekdir. islamiyyetin yayılması, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri yaymakla olur. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem bunun için, eshabı kiram arasında ba'zılarının kur'an hafızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. bunları sözlerinden tanıyamıyanlar, bu suretle tanıdılar. eshabı kiramın alimlerinden hepsi, bu üstünlükde ortakdırlar. mekkenin fethinden önce, allah yolunda mal verenlerin ve cihad edenlerin daha üstün olduklarını kur'anı kerim bildiriyor. eshabı kiram, bu ayeti kerimenin ebu bekri sıddik için geldiğini bildiriyor. çünki, herkesden önce mal veren ve cihad eden o idi. bu vazifeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlıyanlardan veya önce başladı ise de, şehid olarak uzun zeman yapmak nasib olmıyanlardan daha üstün oldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. uyulacak kimsenin alim olması lazımdır. hazreti ömer, bir sual sorulunca, eshabı kiramın alimlerini toplar. sözbirliği sağlardı. hazreti ali radıyallahü teala anh zemanında böyle olmadı. o radıyallahü anh, keskin zekası, derin bilgisi ile hemen cevab verirdi. hatib ve edib olduğu için, sözlerini yanlış anlıyanlar da olurdu. hatta, hazreti osmanın şehadeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. fıkhda, müt'a nikahının haram olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok mes'eleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlıyanlar çok oldu. alimler arasında ayrılıklara sebeb oldu. hazreti ömerin, sözbirliği yaparak verdiği cevablar ise, iyi anlaşıldı. dört mezheb bilgilerine esas oldu. mesela, , hakları müsavi kimseler arasından birini seçmek için yapılır. birisini haklı göstermek için yapılmaz sözünü ömer radıyallahü teala anh söylemişdir. imamı alinin sözlerini ve ve fırkaları incelemişdir. herbiri başka dürlü anlamışdır. zeydiyye ile imamiyye, evliyalığı inkar etdi. şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında, müslimanlar arasında ayrılık olmadı. hep birlikde kafirlerle cihad etdiler. ali radıyallahü teala anh zemanında ayrılıklar olunca, kafirlerle döğüşmeği bırakıp birbirlerini kırmağa başladılar. hazreti ali, fitneyi önliyemedi. hatta, hilafeti de elinden kaçırdı. sual: ilk iki halife zemanında eshabı kiram çokdu. halifeye yardımcı oldular. hazreti ali zemanında, eshabı kiram azaldı. çeşidli memleketlerde yeni iman eden cahiller, sapık kimseler fitne çıkardı. bu fitneleri ilk iki halife de önliyemezdi. bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu? cevab: allahü tealanın feyzleri, ni'metleri, fark gözetmeksizin herkese gelmekdedir. fekat, allahü tealanın adeti şöyledir ki, feyzlerini, ni'metlerini bir sebeble, bir kimse ile gönderir. bu sebebin, o ni'mete vasıta olabilmesi lazımdır. iyiliğe sebeb olanın iyi olduğu, felakete, azaba sebeb olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. ilk halife zemanında, cahil ve sapık, bozuk kimseler yokdur demek doğru değildir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat eder etmez, arabistan halkının çoğu irtidad etdi. eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in kendilerine vazife ile gelmiş olanları şehid etdiler. iki halifenin tedbir ve gayretleri, büyük bir felaketi önledi. aklı olan kimse, bu hadiselere tesadüf diyemez. takdiri ilahi böyle imiş diyerek, hizmetleri inkara kalkışmak da, emri ma'rufü ve nehyi münkeri inkar etmek olur. hazreti alinin üstünlüğünü inkar etmeğe de yol açar. sual: hazreti alinin radıyallahü teala anh müslimanlarla harb etmesi, hakkı savunmak idi. batılı yok etmek için idi. bunun için, bu harbleri de cihad sayılmaz mı? cevab: hazreti alinin radıyallahü teala anh hak için, iyilik için uğraşdığı ortadadır. bunun için ona bir leke sürülemez. fekat, bu savaşları resulullahın emri ile yapdı demek doğru değildir. çünki, onun fitneleri basdırması takdir edilmiş olsaydı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona emr ederdi. o da, bu hayrlı işe sebeb olurdu. bilindiği gibi, şamın ve ırakın feth olunacağını haber vermişdi. bunun için, iki halifenin bu çalışmaları meyveli oldu. bu fesadlar ise, kaldırılamadı. alinin radıyallahü teala anh söndürmek için aldığı tedbirler, fitneyi daha da körükledi. allahü tealadan resulüne va'd edilmiş olmadığı anlaşılmakdadır. hazreti alinin haricilerle harb etmesi, öyle değildir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu muharebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişdi. şeyhayn zemanında radıyallahü teala anhüma fıkh bilgilerine uymakda ve ihsan ve tarikat denilen ma'rifetleri almakda müslimanlar birlik halinde idi. kusuru olanları halife cezalandırırdı. halbuki, kendileri gibi, onların çoğu da, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmuşlardı. sa'd ibni ebi vakkas radıyallahü teala anh evinin kapısını acemler gibi yapdırınca, hazreti ömer radıyallahü teala anh yıkdırdı. halid bin velid gibi ünlü bir kumandanı azl eyledi. mısr valisi amr ibni ası payladı. hazreti ali radıyallahü teala anh zemanında, halifeyi kabul etmekde bile ayrılıklar oldu. hazreti osmanın radıyallahü teala anh katillerine kısas yapmakdaki ve halifelik için hazreti mu'aviyenin radıyallahü teala anh hakem talebini kabul etmesindeki fikrlerini müslimanların çoğuna kabul etdiremedi. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma sohbetinde bulunanlar, sahabi olmasalar bile, islamiyyete uyar, kalblerini temizlerlerdi. hazreti alinin radıyallahü teala anh yanında bulunanların çoğu ise, asker idi. kalbleri bozukdu. kendisini bile sevmiyenler vardı. halife minberde bunlardan şikayet ederdi. hazreti hasene radıyallahü teala anh cefa edenler ve hazreti hüseyni radıyallahü teala anh vahşice şehid edenler, hep kufe ehalisinden oldu. halifeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yapdı. hazreti ali radıyallahü teala anh, bunlardan da şikayet ederdi. sual: hazreti alinin ruhaniyyeti çokdu. melek gibi idi. onun için insanlarla anlaşamadı. şeyhayn ise, herkes gibi insandı. benzerleri ile kolay anlaşdılar. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem akrabaları bile inanmadı. bu kusur, resulullaha değil, inanmıyanlara aid oldu? cevab: ehli sünnet alimlerine göre rahimehümullahü teala hazreti ali radıyallahü anh için hiçbir kusur söylemek caiz değildir. biz bu kitabda, ehli sünnete uyarak, kusur değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. allahü teala, habibine sallallahü aleyhi ve sellem münafıklarla müdarat etmesini, cahillere ince mes'eleleri anlatmamasını, herkesin haline uygun davranmasını emr eyledi. böylece, onları terbiye etmek, feyz vermek kolay oldu. allahü teala, zaten bunun için, peygamberleri aleyhimüsselam insan olarak gönderdi. melek olarak göndermedi. halifeler içinde de böyle olan, elbet daha üstün olur. islamiyyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. her ne şeklde olursa olsun, böyle yapmağa mani' olan şeyler, hatta şiddet, vera', edebiyyat, halkdan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile, halifenin derecesini azaltır. hayr ve hasenat yapanların kazandığı sevablar, bunların üstadlarına da ve sebeb olanlara da verilir. bu bakımdan da şeyhaynın radıyallahü teala anhüma, aliden radıyallahü teala anh üstün olması lazım gelmekdedir. hicretden evvel kafirler resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem ve müslimanlara akla gelmedik eziyyet ve işkence yapdılar. hazreti ebu bekr ile hazreti ömer radıyallahü teala anhüma onlara karşı çıkdı. hazreti ali radıyallahü teala anh o zeman çocukdu. hicretden sonra hazreti ali radıyallahü teala anh düşmanla dövüşmekde, şeyhayn da radıyallahü teala anhüma resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile meşveret etmekde daha ileri oldular. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatından sonra, şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında, islamiyyetin yayılması, memleketlerin alınması, o kadar çok ve o kadar çabuk oldu ki, hiçbir zeman ve hiçbir yerde böyle te'sirli ve devamlı başarı görülmemişdir. ali radıyallahü teala anh zemanında ise, hiçbir şehr alınmadı. hatta cihad temamen durdu. hazreti aliden radıyallahü teala anh hadis rivayet edenlerin çoğu, öteden beriden toplanan askerlerdi. kimlikleri belli değildi. onların bildirdikleri sağlam değildir. medinedeki ve şamdaki alimlerden, hazreti aliden radıyallahü teala anh hadis bildiren pek azdır. kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden sonra islamın temel bilgisi dır. fıkhdan ana bilgiler, hazreti ömerin radıyallahü teala anh sözbirliği yaparak ortaya koyduklarıdır. müslimanların çoğu hanefi, maliki ve şafi'idir. maliki mezhebinin kaynağı kitabıdır. muvatta kitabında, hazreti aliden radıyallahü teala anh gelme ancak birkaç mes'ele bulunmakdadır. hanefi mezhebinin kaynağı olan imamı ebu hanifenin rahimehullahü teala müsnedi ve imamı muhammedin rahimehullahü teala eserleri de böyledir. imamı şafi'inin rahimehullahü teala müsnedinde ise, onlardakilerden daha az vardır. fıkhdan sonra bilgileri gelir. burada da, hazreti ali radıyallahü teala anh, öteki sahabiler gibidir. tesavvufa gelince, ve kalbi temizleme olan bu ilmde, hazreti alinin radıyallahü teala anh sözleri, mesela abdüllah bin mes'udun veya abdüllah bin ömerin radıyallahü teala anh sözlerinden daha çok değildir. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri herkesden iyi biliyordu. ondan işitenlerin çürük olmaları, mezheb imamlarına doğru olarak iletememeleri, bu yüce imama kusur olur mu? cevab: onların kusurları, imam hazretlerinin yüksekliğini elbet sarsamaz. onun halife olmak hakkını elbet gidermez. fekat, halifenin hakim, galib olması lazımdır. halife olmağa hakkı olanlar arasından, allahü teala, bilinmiyen sebeblerle, birini bu makama seçince, onun için elbet, ayrı bir üstünlük olur. kendinde olan üstünlüğe, bir de iş yapmakla olan üstünlük eklenir. hizmeti çok olanın, üstünlüğü artar. allahü teala, bu üstünlüğü, kendinde üstünlük olana ve ayrıca çalışana verir. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma kalb temizliği, ya'ni tesavvuf bakımından üstünlüğü, iki yoldan anlatılabilir: hazreti alinin radıyallahü teala anh zühdü, velilerin rahimehümullahü teala zühdü gibi idi. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma zühdleri ise, peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem zühdü gibi idi. vera'ları da böyle idi. tarihler sözbirliği ile bildiriyor ki, hazreti alinin radıyallahü teala anh zühdü, hilafetinin düzenini bozdu. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma zühdleri ise, hilafetlerini düzene koydu. ikinci yoldan deriz ki, zühd, nefsin istediğini yapmamakdır. islamiyyetin izn verdiği şey olsa da, yapmamakdır. hazreti ali radıyallahü teala anh, halife olmak için çok kan dökülmesine sebeb oldu. bu işinde elbet haklı idi ve islamiyyetin izn verdiği işi yapdı. fekat şeyhayn radıyallahü teala anhüma zühdlerinden dolayı, halifeliği istemediklerini söylediler. şeyhayn radıyallahü teala anhüma, ilm sahiblerine ve hilafete hakkı olanlara hep tevadu' gösterdi. zühd, az şeyle geçinmek ise, hazreti alinin radıyallahü teala anh bu bakımdan da şeyhayndan radıyallahü teala anhüma ileri olduğu söylenemez. imamı ahmedin rahimehullahü teala kitabında, muhammed bin ka'bı kurazi diyor ki, hazreti ali radıyallahü teala anh resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında açlıkdan karnıma taş bağladığım oldu. şimdi ise, malımın zekatı dörtbin altın oluyor dedi. hiç şübhe yok ki, hazreti ali radıyallahü anh kamil ve mükemmil idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kimse rızkını bitirmeden ölmez. fekat, rızkınızı iyi yerlerde arayınız! buyurdu. birinci fasl kitabın başından buraya kadar, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma daha üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. şimdi muhaliflerin şübhelerini gidermeye çalışalım. burada imamiyye ve zeydiyye fırkalarına cevab verecek değiliz. onlara ayeti kerime ile hadisi şerifler ile değil, başka dürlü cevab verilir. bu mes'elede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, üç kısmdır. nasiri tusi bunları şaşırtmışdır. nasirüddini tusi, kitabında, hazreti alinin şeyhayndan daha üstün olduğunu bildiriyor. cihadlarda yapdığı kahramanlıkları ve resulullahın hizmetinde çekdiği sıkıntıları yazıyor. bedr, uhud, ahzab ve hayber ve huneyn gazalarındaki hizmetlerini, başka hiçbir sahabi yapmamışdır diyor. alimlerin ilmleri ondan gelmekdedir. böyle olduğunu kendi de haber vermişdir. ayetinde buyuruldu ki, bu onun şanını bildirmekdedir. çok cömerd idi. resulullahdan sonra, insanların en zahidi idi. ibadeti ençok olanı idi. en alimi, en şereflisi idi. ilk iman eden odur. en fasih konuşan o idi. re'yi, keşfi en doğru olan, allahü tealanın emrlerinin yapılması için en çok uğraşan, kur'anı kerimi en iyi ezberliyen o idi. gaybdan haber verirdi. düaları kabul olurdu. çok kerametleri görüldü. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yakın akrabası ve ahıret kardeşi idi. onu sevmek, ona yardım etmek her müslimana vacib oldu. peygamberlere müsavi olduğu bildirildi. kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu gösteriyor. musa yanında harun gibi idi. halife olacağı, denilen yerdeki hadisi şerifle bildirildi. küfr üzere bir an yaşamadı. islama çok hizmet etdi. ruhu da, bedeni de kamil idi diyor. cevab: , ya'ni her şeyde üstün olmak başkadır. insanı peygambere benzeten çeşidli sıfatlar vardır. bunları birbirine karışdırmamalıdır. millete reis olmak, peygambere halife olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lazımdır. allahü teala, suresinin üçüncü ayetinde, bugün, dininizi kemale getirdim. size ni'metimi temamladım buyurdu. bunun için, din ve millet işlerinde, peygamberden başkasına bakılmaz. allahü teala, sevgili peygamberine ihsan etdiği ni'metlerin çoğunu hayatda iken vermiş, bir kısmını da, sonra vereceğini va'd etmiş, bunları, ba'zı sahabiler elinde yaratmışdır. bu sahabiler, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem, peygamberlik vazifesinde benzemekle şereflenmişlerdir. eshabı kiramın, bu bakımdan resulullaha benzemeleri farklıdır. ençok benziyenleri şeyhayn oldu. bunu iyi açıklayabilmek için, kitabının yazıları birer birer aşağıda yazılacak, herbiri cevablandırılacakdır: sual: hazreti ali, din uğrunda çok cihad yapdı. onun kadar kahramanlık gösteren oldu mu? cevab: hazreti alinin radıyallahü teala anh gazalarda kahramanlık göstermesi, resulullahın yardımı ile idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, şeyhayne de bu yardımı yapdı. hicret ile vefat arasındaki zemanda, hazreti aliye olan yardımı daha çok idi. hicretden önce ve vefatdan sonra ise, şeyhayne olan yardımı daha çok idi. fekat, peygamberlik vazifesinde benzeyiş, şeyhaynde daha çok oldu. sual: eshabı kiram çok şeyi hazreti aliye sorup öğrenirlerdi. bu onun daha üstün olduğunu göstermiyor mu? cevab: hazreti ömer de, ilminin çok olması ile müjdelenmiş idi. tirmüzi bildiriyor ki, hazreti ali, irtidad eden birkaç kişiyi yakdı. bunu, abdüllah ibni abbas işitince, ben olsaydım, yakmazdım, öldürürdüm. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bir kerre de, buyurdu dedi. hazreti ali bunu işitince, abdüllah ibni abbas doğru söyliyor buyurdu. hazreti alinin radıyallahü teala anh ma'sum olmadığını, yanıldığını gösteren böyle haberler, müslimde ve başka kitablarda yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi övdüğü gibi, eshabı kiramdan çoğunu da sena buyurmuşdur. şeyhayn için, ve hadisi şerifleri meşhurdur. hadisi şerifi ve gömlek rü'yasını ve süt rü'yasını söyliyerek, ilm ve din ile ta'bir buyurması, hazreti ömeri müjdelemişdir. ubeyy bin ka'b için de, buyuruldu. ve ve her ümmetin emini vardı. bu ümmetin emini ebu ubeydedir ve her peygamberin havarisi vardı. benim havarim zübeyrdir ve hadisi şerifleri, çeşidli sahabileri bir üstünlükle övmekdedir. insaf ile düşünülürse, bu üstünlükleri içinde, en üstün olanı, ita'at olunmak ve cennet adamlarının en üstünü olmakdır. hazreti ali de, bunu bildirerek, olmam, size emir olmamdan daha iyidir buyurmuşdur. alimlerin ilmleri ondan geldiği gibi, şeyhaynden de gelmekdedir. din alimleri, kıraet, fıkh, hadis, tefsir, üsul, tesavvuf, kelam ve lisan alimleridir. kıraet alimlerinden yedisi meşhurdur. bunların hepsinin ilmi, hazreti osmanın yazdırdığı kur'anı kerimden alınmışdır. bu kur'anı kerimi ise, şeyhayn radıyallahü teala anhüma topladı. bunu da, hazreti ömerin gönderdiği alimler, her yere ulaşdırdı. hazreti aliden radıyallahü teala anh ise, yalnız iki rivayet gelmişdir. fıkh alimlerinden, hanefi, şafi'i ve maliki mezheblerinin temelleri, hazreti ömerin yapdığı icma' bilgilerine dayanmakdadır. bunların ana kitablarında, hazreti aliden gelme rivayet pek azdır. hadis alimlerine gelince, bunların bildirdikleri hadisi şeriflerin çoğunu, ebu hüreyre ve abdüllah ibni ömer ve aişe ve abdüllah bin mes'ud ve abdüllah bin abbas ve enes bin malik ve ebu sa'idi hudri ve cabir bin abdüllah radıyallahü teala anhüm haber vermişlerdir. bunların da çoğu şeyhaynden rivayet etmekdedir. medine, şam, yemen ve mısr alimlerinin hazreti aliden rivayetleri azdır. kufelilerin rivayeti çok ise de, bunların halleri bilinmemekdedir. üsul ilmini imamı şafi'i rahmetullahi teala aleyh kurdu. bunun kitab, sünnet, icma' ve kıyas üzerindeki temel bilgileri ise, hep şeyhaynden gelmekdedir. sonra, her mezheb imamı, kendi mezhebi için üsul koydu. bu üsullerin, eshabı kiramın sözleri ile hiç ilgileri yokdur. kelam alimlerinin temel bilgileri, ehli sünnet ve cema'at i'tikadıdır. bu bilgiler de şeyhaynden radıyallahü teala anhüma gelmekdedir. zemanla eklenen bilgilerin ise, eshabı kiramın sözleri ile bir ilgisi yokdur. tefsir ilmini kuran ömerdir radıyallahü teala anh. tesavvuf ilmine gelince, kalbin sohbetle temizlenmesi, şeyhaynden gelmekdedir. haseni basrinin hazreti aliden feyz alması ve hırka giymesi doğru değildir diyenler de vardır. hazreti alinin radıyallahü teala anh, kendi üstünlüklerini söylemesi caizdir. büyük bir zatın, iyi niyyetle, başkalarının kendinden feyz alabilmeleri için, üstünlüklerini bildirmesi caizdir. hazreti ali, hutbede, kur'anı kerimden dilediğinizi bana sorunuz! vallahi her bir ayetin, gece mi gündüz mü geldiğini ve ovada mı, dağda mı indiğini bilirim buyurdu. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma tevazu'u pekçokdu. mesela, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, dalda bir kuş görünce, ne mutlu sana ey kuş! dilediğin dala konarsın. dilediğin meyveleri yirsin. kıyamet günü hesaba çekilmez, azab görmezsin. keşki, senin gibi bir kuş olsaydım dediği meşhurdur. hazreti ömerin de, bir avuç toprak olmak için söyledikleri, kitablarda yazılıdır. allahü tealaya yakın evliyanın halleri birbirine uymaz. kimi övünmüş, kimi yok olmak istemişdir. isa aleyhisselam inbisat halinde, neş'eli idi. yahya aleyhisselam ise, çok zeman korku içinde, üzüntülü idi. hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh dediler. dedi. sual: ayeti kerimesi, hazreti alinin radıyallahü teala anh üstünlüğünü göstermiyor mu? cevab: tefsirlerde bildirildiği üzere, bu ayeti kerimeye denir. mubahele yapmak ve mubahele yaparken, çocukları ve akrabayı da yanında bulundurmak, arabistanda adet idi. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem mubahele yaparken, bu adete uyarak, çocuklarını ve akrabasını topladı. bu ayeti kerime, hazreti alinin radıyallahü teala anh akraba olmak şerefini göstermekdedir. bu şerefin büyüklüğüne hepimiz inanıyoruz. fekat bu şeref, ya'ni her bakımdan üstün olmağı göstermez. bunun gibi, sen bendensin. ben de sendenim gibi hadisi şerifler, akrabalık şerefini göstermekdedir. çünki, hazreti abbas için ve ebu lehebin kızı dürre için de böyle buyurulmuşdur. böyle sözler, fadlı cüz'yi, ya'ni bir bakımdan üstünlüğü gösterir. her bakımdan üstünlüğü göstermez. hamamda bir arslan gördüm demek gibidir. hamamda arslan gibi kuvvetli bir insan görmüş olduğunu bildirmekdedir. yoksa dişleri, pençesi ve yelesi arslanınkiler gibi demek değildir. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh çok cömerd idi. bu üstünlüğü ayeti kerime ile medh olundu. cevab: hazreti ali radıyallahü anh, elbet çok cömerd idi. bunun gibi, daha nice üstünlükleri de vardı. hazreti alinin bu üstünlüklerine ve eshabı kiramın çoğundan daha üstün olduğuna hepimiz inanıyoruz. biz burada şeyhaynın daha üstün olduğunu bildirmek istiyoruz. cömerdlik iki dürlüdür. birisi, kendi malını muhtac olanlara bol bol vermekdir. ikincisi, denilen devlet hazinesi me'murlarının, beytül maldan hakkı olanlara haklarını eksik vermemesidir. şeyhayn, iki bakımdan da daha çok cömerd idi. hazreti ebu bekrin, hicretden evvel ve hicretden sonra, resulullah için verdiği malların çokluğunu, siyer kitabları sözbirliği ile bildiriyor. bir gece allah için onbin altın, ertesi gün onbin altın ve ayrıca gizlice onbin altın ve herkesin yanında onbin altın dağıtınca, nisa suresinin otuzaltıncı ayeti gelerek, allahü teala tarafından medh ve sena buyuruldu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. tebük gazvesinde, malının hepsini verdi. hazreti ömerin radıyallahü teala anh de, allah yolunda malını verdiği çok olmuşdur. tebük gazvesinde malının yarısını verdi. hazreti alinin bu kadar mal verdiği hiç işitilmemişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona bakıyordu. hicretden sonra da malı yokdu. şeyhayn halife iken, beytülmaldan ancak geçinecek kadar ücret alırdı. hazinenin hepsini millete dağıtırlardı. hazreti ali radıyallahü teala anh halife iken, millete dağıtdığı, onlarınkinin binde biri olamaz. ukaylın, geçim sıkıntısından hazreti aliye kızdığı, bu yüzden mu'aviyenin radıyallahü teala anh yanına gitdiği meşhurdur. sual: hazreti ali, resulullahdan sonra insanların en zahidi idi. cevab: evet, hazreti alinin zühdünün çok olduğu meydandadır. eshabı kiramın çoğundan daha zahid idi. zühd, dünyaya düşkün olmamakdır. bunun en kıymetlisi, halifeliği de istememekdir. şeyhaynın halifeliği bırakmak istediklerini, eshabı kiram sözbirliği ile bildiriyor. hazreti ali ise, halife olmak için uğraşdı. dine ve müslimanlara hizmet için istedi diyenlerin, şeyhaynı da, halife oldukları için, kötülememeleri lazım olur. fekat şeyhayn, halife olmak için uğraşmadılar. hazreti ali ise, çok uğraşdı. hazreti ömerin zühdünün mükemmel olduğunu sa'd ibni ebi vakkas bildiriyor. şeyhaynın zühdünü, kana'atini bildiren haberler sayılamıyacak kadar çokdur. zahidlerin en üstünü, resulullahdır sallallahü aleyhi ve sellem. şeyhayn halife iken, tam ona benzediler. allahü tealanın emrlerini yerleşdirmek, yaymak için, herşeyi yapdılar. böyle olduğunu hazreti ali de bildirdi ve resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem hepimizden ileridedir. ebu bekr de öyle oldu. ömer, bunların üçüncüsü oldu. sonra, herşey bozuldu. allahü tealanın dilediği şeyler başgösterdi dedi. hazreti alinin çok ibadet yapdığı için, eshabı kiramın çoğundan ileride olduğu meydandadır. fekat, şeyhaynden ileride olduğu söylenemez radıyallahü teala anhüm. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh önce iman etdi. bundan büyük şeref olur mu? cevab: önce iman eden, ba'zı alimlere göre hazreti alidir. ba'zılarına göre ise hazreti ebu bekrdir. hazreti hadicenin bunlardan önce iman etdiği, sözbirliği ile bildirilmişdir. önce iman etmek daha üstün olmağa sebeb olsaydı, hazreti hadice ile zeyd, eshabı kiramın en üstünü olurlardı. önce iman etmenin bir üstünlük olması, başkalarının imana gelmelerine sebeb olduğu içindir. bu da, ancak baliğ olmuş, yetişmiş kimsede olur. hazreti ali, iman etdiği zeman çocukdu. iman etdiğini babasından bile sakladı. önce iman ederek başkalarını imana getirmek üstünlüğü, yalnız ebu bekrde radıyallahü teala anh hasıl oldu. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, eshabı kiramın en fasih konuşanı idi. cevab: hazreti alinin fasih, beliğ ve edib olduğu ve bu bakımdan eshabı kiramın çoğundan üstün olduğu meydandadır. fekat, şeyhaynden daha üstün olduğu söylenemez. çünki, şeyhaynın çok fasih hutbelerini, eshabı kiramın büyükleri haber vermişdir. hazreti ebu bekrin çok fasih olan kasideleri, ibni ishak tarihinde yazılıdır. bununla beraber, çok fasih olmanın halifelikle bir ilgisi yokdur. evet islamiyyeti bildirirken fesahet lazımdır. şeyhayn radıyallahü anhüma, herşeyi gayet fasih bildirdiler. ayrılıkları, anlaşmazlıkları temamen ortadan kaldırdılar. hazreti ali radıyallahü anh zemanında hasıl olan anlaşmazlıkların hiçbiri çözülemedi. hazreti alinin radıyallahü teala anh sözü ile ictihadını değişdiren bir sahabi bulunduğu işitilmemişdir. sual: hazreti alinin re'yi, keşfi en doğru değil mi idi? cevab: evet, hazreti alinin ictihadının doğru olduğuna ve nasslardan hükm çıkarmakdaki ve suallere cevab vermekdeki sür'atine kimsenin bir diyeceği yokdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, bunu bildirerek: buyurmuşdur. hazreti ömer, eshabı kiramın üstünlüklerini sayarken demişdir. fekat, bu üstünlüğü, şeyhaynden önce halife olmasına sebeb göstermek doğru olamaz. çünki, hazreti ebu bekr halife olunca, arabları mürted olmakdan vazgeçirmek için neler hükm etdi ise, hepsi faideli oldu. irana ve rumlarla yapılan cihadlarda hazreti ömerin düşünceleri ve emrleri hep zafer sağladı. hazreti ali halife iken, yapdıkları zararlı oldu. meşveret edilenlerin re'ylerini beğenmezdi. abdüllah ibni abbas bunu açıkca bildiriyor. hazreti osman şehid edilince, hazreti aliye, oğlu hazreti hasenin söyledikleri, kitablarda yazılıdır. re'yin, ictihadın doğru olması demek, faideli sonuçlar getirmesi demekdir. bu da, yalnız şeyhaynın re'y ve ictihadlarında tam olarak hasıl olmuşdur. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, allahü tealanın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan değil midir? cevab: allahü tealanın emrlerinin yapılması ve islamiyyetin yayılması için şeyhaynın da, hazreti alinin de radıyallahü teala anhüm ecma'in var kuvvetle çalışdıkları şübhesizdir radıyallahü teala anhüm ecma'in. fekat, nass ile açıkca bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icma' elde etmek lazımdır. böyle yerlerde acele etmek hatadır. had cezalarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. şeyhayn, her emrlerinde, resulullahın bu sünnetini gözetirlerdi. bunu, ömer bin abdül'aziz çok güzel haber vermekdedir. hazreti ali böyle yapmadı. hatta bir gece, mugire bin şu'be ile konuşurken, demiş, mugire de, o gece kaçarak, hazreti mu'aviyenin yanına gitmişdir. denilebilir ki, hazreti ali zemanındaki karışıklıklara kısmen acelesi sebeb olmuşdur. hazreti alide sekr ve acele çokdu. şeyhaynde ise, sahv, teenni ve uzağı görmek çokdu. böyle olduğunu, abdüllah ibni abbas, açık olarak bildirmiş, hazreti ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. hazreti ali, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. çoğu yapılamazdı demişdir. sual: kur'anı kerimi en iyi ezberliyen hazreti ali radıyallahü teala anh değil midir? cevab: kur'anı kerimi ezberlemek şerefi, yalnız hazreti aliye mahsus değildir. şeyhayn ve zinnureyn ve abdüllah ibni mes'ud ve ubeyy bin ka'b radıyallahü teala anhüm ecma'in da, kur'anı kerimin hepsini ezberlemişlerdi. şeyhayn halife iken, cum'a ve beş vakt namazı kıldırırlardı. sabah namazında bekara ve yusüf gibi uzun sureleri okurlardı. hazreti ali ve diğer hafızlar, cema'at arasında idiler. hiçbir namazda yanlış okundu dedikleri işitilmemişdir. bu namazlar, cema'atin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etdi. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh gaybden haber verirdi ve düaları kabul olurdu. cevab: gaybden haber vermek ve düanın kabul olması, hazreti alide de, şeyhaynde de çok görüldü. şeyhaynın bu kerametleri, sahih haberlerle bizlere geldi. hazreti alinin kerametlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazreti ali de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuşdur. birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. buharide diyor ki, şeyhaynın düası ile yinilen yemek azalmazdı, artardı. yine buharide diyor ki, hazreti ömerin, böyle olacağını zan ederim dediği şeyler, hep zan etdiği gibi olmuşdur. hazreti ömerin, iranda harb eden askerini medinede hutbe okurken görerek, kumandanları sariyyeye dediği meşhurdur. hazreti ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, imamı ahmedin kitabında yazılıdır. hazreti ebu bekrin iman edeceği ve öleceği zeman gördüğü rü'yalar sahih kitablarda yazılıdır. nil nehrinin hazreti ömerin mektubuna uyarak akışını değişdirdiği bildirilmişdir. böyle daha nice kerametleri bildirilmişdir. böyle olmakla beraber, eshabı kiramın yüksek dereceleri, keramet derecesinden daha üstündü. hilafet makamında kerametin az olması lazım olduğunu kitabı, süleyman aleyhisselamın mu'cizesini anlatırken bildirmekdedir. sual: hazreti ali resulullahın yakın akrabası ve ahıret kardeşi idi. bundan daha büyük şeref olur mu? cevab: evet, hazreti ali, resulullahın çok yakın akrabasıdır. buna kimsenin bir diyeceği yokdur. şeyhayn de, kureyş kabilesindendir ve kızları, resulullaha zevce olmakla şereflenmişdir. fekat bu yakınlıklar, en üstün olmağa sebeb olamaz. akrabanın birbirinden yakın olduklarını bildiren ayeti kerime, miras için gelmişdir. halifelikle, hakimlikle ve imamlıkla ilgisi yokdur. eğer halifelik akrabalıkla olsaydı, hazreti alinin değil, hazreti abbasın radıyallahü teala anhüma halife seçilmesi lazım gelirdi. kralların, diktatörlerin adetleri buna sened olamaz. halifeliğin miras gibi, babadan oğula kalmayıp, kabiliyyeti, liyakati olanın seçilmesi, tevratda da bildirilmişdi. allahü teala, hazreti musadan sonra, yuşa' aleyhisselamı peygamber yapdı. harun aleyhisselamın oğullarını yapmadı. islamiyyetde de halifenin kureyş kabilesinden olacağı bildirildi. bu kabilenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. bu kabileden olup hilafetin dokuz şartı kendinde bulunan kimsenin halife olmağa hakkı olur. fekat halife olmak için, sözbirliği ile seçilmek veya önceki halifenin vasıyyet etmesi veya güç ile, darbe ile ele geçirilmiş olması lazımdır. şeyhayn radıyallahü teala anhüma, hilafetin şartlarına malik idi ve sözbirliği ile seçildiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu bekr radıyallahü teala anh için, buyurdu. ömer radıyallahü teala anh için de, buyurdu. ahıret kardeşi yalnız ali radıyallahü teala anh oldu ise de, bunun halifelikle bir ilgisi yokdur. eshabını birbirleri ile kardeş yaparken, hazreti ali ağlıyarak geldi. eshabını birbirleri ile kardeş yapdın. beni kimse ile kardeş yapmadın diyerek üzüldüğünü bildirdi. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem, onun haline acıyarak, buyurdu. beni neccarın reisi es'ad bin zerare ölünce, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına gelip, bize bir reis ta'yin et dediklerinde, siz benim kardeşlerimsiniz! sizin başkanınız ben olayım! buyurdu. bu kardeşlik, onların şeyhaynden daha üstün olduklarını göstermez. sual: her müslimanın hazreti aliyi sevmesi, şura suresinin yirmiüçüncü ayetinde emr olundu. cevab: bu ayeti kerimede mealen, buyuruldu. aliyi sevmek, imanın alametidir. ona düşmanlık, münafıklık alametidir ve seninle harb edenle harb ederim. seninle sulh eden ile de sulh ederim hadisi şerifleri de böyledir. evet, ehli beyti sevmek ve saymak ve resulullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslimana vacibdir. hazreti abbas radıyallahü teala anh da buna dahildir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiramın hepsi için de, eshabımı seven, beni sevdiği için sever. eshabıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, allahü tealayı incitmiş olur buyuruldu. sual: hazreti aliye yardım etmek her müslimana vacibdir. suresi bunu gösteriyor. cevab: evet, suresinin dördüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, salih mü'minlerin hazreti aliye yardımcı olduklarını değil, resulullaha yardımcı olduklarını bildirmekdedir. salih mü'minlerin de, hazreti ebu bekr ile hazreti ömer olduğunu, eshabı kiram sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu ayeti kerime, şeyhaynın şanlarını göstermekdedir. sual: peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem, alinin peygamberlere müsavi olduğunu bildirdi. cevab: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem yalnız hazreti aliyi değil, başka sahabileri de peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat benzetmişdir. bununla, o peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermişdir. böylece, ebu zerin zühdünü isa aleyhisselama ve ebu bekrin merhametini de isa aleyhisselama ve ömerin şiddetini, nuh aleyhisselama ve ebu museleş'arinin güzel okumasını, davüd aleyhisselama benzetmişdir. sual: kuş kebabı olayı, allahü tealanın aliyi radıyallahü teala anh çok sevdiğini göstermiyor mu? cevab: resulullahın yanında kuş kebabı vardı. ya rabbi, sevdiğin kullarından birini gönder. bu kuşu onunla beraber yiyelim! buyurdu. hazreti ali geldi. birlikde yidiler. bu haber, elbet doğrudur. hazreti ali, elbet allahü tealanın sevgili kullarından biridir. fekat, bu müjde yalnız ona gelmiş değildir. hazreti ebu bekre ve hazreti ömere de böyle müjde verilmişdir. allahü teala, ebu bekre yalnız tecelli eder. başkalarının hepsine birden tecelli eder ve hadisi şerifleri meşhurdur. sual: hadisi şerifi de, onun halife olacağını göstermiyor mu? cevab: kitabı bunu yazarken, tebük gazasındaki sen, benim yanımda, musa yanındaki harun gibisin! fekat, benden sonra peygamber yokdur! hadisi şerifine işaret etmekdedir. bu hadisi şerifdeki , demekdir. kur'anı kerimde, casiye suresinin yirmiikinci ayetinde de, böyle demekdedir. çünki, harun aleyhisselam, musa aleyhisselamdan sonra yaşamadı. daha önce öldü. bu hadisi şerif, tebük gazvesine giderken, medinede, aliyi radıyallahü teala anh kendi yerine bırakdığı için söylendi. çünki, hazreti musa da, tur dağına giderken, yerine harun aleyhisselamı vekil bırakmışdı. bu hadisi şerif, hazreti ali için büyük şerefdir ve çok üstünlükdür. fekat şeyhaynden radıyallahü teala anhüma daha üstün olduğunu göstermez. sual: hazreti alinin resulullahın halifesi olduğu, daki hadisi şerifde bildirilmedi mi? cevab: hadisine gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti aliyi yemene hakim yapmışdı. beytülmalde olan bir cariyeyi hazreti ali kullandı. bu hareketi, dedikodu halini aldı. bu dedikodu resulullahın mubarek kulağına kadar geldi. fitneyi önlemek için, hazreti aliyi sevmeği emr buyurdu. buyurdu ki, demekdir. mevla kelimesi, kur'anı kerimin birçok ayetinde vardır. sevilen kimse ma'nası verilmişdir. bu hadisi şerif, hadisi şerifi gibidir. bu hadisi şerif, yalnız hazreti ali için değildir. hazreti hasen için, ya rabbi! onu seviyorum. onu sen de sev! onu sevenleri de sev! buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekke ile medine arasında bulunan ismindeki yere gelince, hazreti alinin elini tutup, kimin mevlası isem, ali de onun mevlasıdır! ya rabbi, onu seveni sev! onu sevmiyeni sevme! buyurdu. sonra, hazreti ömer, hazreti alinin yanına gelip, ne mutlu sana ya ali! bütün mü'minlerin sevgilisi oldun dedi. kitabında, zeyd bin erkam diyor ki, denilen su başında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbe okudu. ben de insanım. birgün ecelim gelecek. size allahın kitabını ve ehli beytimi bırakıyorum. kur'anı kerimin gösterdiği yola sarılınız! ehli beytimin kıymetini biliniz! buyurdu. de, imran bin hasin diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bizi hazreti alinin emrinde cihada gönderdi. hazreti ali, esir denilen cariyelerden birini kendine aldı. dört kişi, bunu resulullaha söylediler. resulullah çok üzüldü. aliden ne istiyorsunuz? ali bendendir. ben de ondanım. benden sonra, o her mü'minin velisidir buyurdu. bu hadisi şerifler, ehli beyti sevmeği emr etmekdedir. mevla, veli, sevilen kimse demekdir. zeyd bin erkam, de bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, size iki şey bırakıyorum. bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. biri, ötekinden daha büyükdür. bu, allahın kitabıdır. ikincisi, ehli beytimdir. havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!. birbirinden ayrılmaz demek, kur'anı kerime sarılan kimsenin, ehli beyti sevmesi lazımdır demekdir. ehli beyte yapışmak, onları sevmekdir. kur'anı kerime uymak sevab olduğu gibi, ehli beyti sevmenin de böyle sevab olduğunu bildirmekdedir. bu hadisi şeriflerin hiçbiri, hazreti alinin halife, imam olacağını göstermiyor. bu hadisi şerifleri ileri sürerek, ehli sünneti kötülemek, müslimanlar arasında bölücülük yapmak, pek eshabı kiram haksız ve çok yanlışdır. cenabı hak, hepimize ehli beyti ve eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmek nasib eylesin! amin! sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, iman etmeden önce küfr üzere bir an yaşamadı. cevab: iman etmeden önce, küfr üzere olmamak üstünlük olsaydı, sonra gelen müslimanların hepsinin, eshabı kiramdan daha üstün olmaları lazım gelirdi. hadisi şerifde buyuruldu. sual: hazreti ali islamiyyete pek çok hizmet etdi. cevab: islamiyyete çok hizmet edenin şeyhayn olduğu güneş gibi meydandadır. çünki, kur'anı kerimi cem' eden, şeyhayndır. hadisi şerifleri rivayet etmek çığrını açan, din bilgilerini, kısmlara ayıran, arabistanı feth eden, islamiyyeti rum ve iran topraklarına yerleşdiren şeyhayndır. yer yüzündeki müslimanların çoğu, maliki, hanefi ve şafi'i mezhebindedir. bu mezheblerin temel bilgileri, hazreti ömerin elde etdiği icma' mes'eleleridir. bu mezheblerde hazreti aliden gelen bilgiler pek azdır. hazreti ali zemanında hiç kafir memleketi feth edilmedi. müslimanlar arasında birlik ve huzur sağlanamadı. bu ümmetin şeyhaynden istifadesi, hazreti aliden olan istifadesinden çok fazladır. çığır açanların sevabı, bunlara uyanların çokluğu kadar çok olur. olan müslimanların hepsi, şeyhaynın gösterdikleri yoldadır. yer yüzündeki müslimanların çoğu, ehli sünnetdir. hazreti aliyi seviyorum diyenlerden üç sapık fırka meydana geldi. üçü de islamiyyeti parçalamak için çalışdılar. allahü teala merhamet etmeseydi, islamiyyeti yok edeceklerdi. bunlardan biri fırkasıdır. bunlara göre, kur'anı kerimi toplıyanlar, sağlam kimseler değilmiş. çünki, imamiyye fırkasında olanlar, eshabı kirama ve meşhur yedi kıraet imamına inanmıyor. onların inandıkları oniki imamdan gelen bir haber de yokdur. merfu' hadisler de bildirmedikleri için, güvenecekleri bir hadis kitabları da yok. fırkası da, hadisi şeriflerden alınmış olan din bilgilerinin çoğuna inanmıyorlar. islam tarihinde kanlı ayrılıklara sebeb oldular. kısmı ise, hepsinden daha kötüdür. tam islam düşmanıdırlar. müslimanların imanlarında ve amellerinde sayısız bozuk bid'atleri, hep bu üç fırka ortaya çıkardı. evet, bunların kötülükleri, hazreti aliyi radıyallahü teala anh lekelemez. bunun gibi, yezidin ve emevi hakimlerinin kötülükleri de, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü teala anh lekelemez. zulmleri, günahları kendilerinedir. hazreti aliye bunlardan hiçbir sevab gelmemekdedir. halbuki, yer yüzündeki ehli sünnetin sevablarından, kıyamete kadar hergün, şeyhayne sayısız sevab hasıl olmakdadır. sual: hazreti alinin bedeni de, ruhu da kamil idi. bunun için de şeyhaynden daha üstündür. cevab: bedeni ve ruhi üstünlüğe cevab vermeden önce, yazısını da bildirmek, hepsini birlikde cevablandırmak uygun görüldü. diyor ki, üstünlüğe sebeb olan yükseklikler, hazreti alide toplanmışdır. hazreti ali, eshabın en alimi idi. resulullahın yanında büyüdü. ona damad oldu. çok zeki idi. resulullahdan, onun öğrendiğini, başkaları öğrenemedi. hazreti ebu bekr ise, büyük yaşda imana geldi. resulullah ile hergün bir kerre görüşürdü. hazreti alinin zühdünü bilmiyen yokdur. ihsanı da çokdu. namazda bile yüzüğünü sadaka verdi. bunun için, ayeti kerime ile övüldü. nezr orucu tutduğu gün iftar edeceği zeman, yemeğin hepsini, gelen fakire, yetime ve esire verdi. bunun için de, ayeti kerime ile medh edildi. hazreti alinin gazvelerdeki şeca'ati, kahramanlığı da, herkesden çokdu. hendek gazvesinde, hadisi şerifi ile övüldü. hayberde ve başka gazvelerdeki kahramanlıkları ve medh olunmaları da meşhurdur. güzel ahlakı da, o kadar meşhur olmuşdur. kuvveti de çokdu. hayber kal'asının kapısını kopardı. bu kapıyı adalemin kuvveti ile değil, allahü tealanın verdiği başka kuvvetle kopardım dedi. hazreti ali, soy ile ve nikah ile resulullaha çok yakındı. abbas, yalnız babadan abdüllahın kardeşi idi. ebu talib ise, anadan ve babadan kardeşi idi. hazreti ali, kadınların en üstününün zevci idi. cennet gençlerinin en üstünü olan hasen ve hüseynin babaları idi. cevab olarak deriz ki, hazreti ali radıyallahü anh, elbet bu üstünlüklerin sahibidir. bütün müslimanların buna inanmaları ve onu çok sevmeleri lazımdır. fekat, halife olmak için, başka üstünlükler de vardır. çeşidli mesleklerde, çeşidli san'atlarda en üstün olmak için aranılan üstünlük, başka başkadır. alimlerin en üstünü olmak için, soya, surete, mala bakılmaz. bunlara bakılsaydı, ebu hanifenin, şafi'inin, malikin ve ahmed bin hanbelin talebeleri arasında, kendilerinden daha üstünleri bulunurdu. askerlikde en üstün olmak için, tıb ilmi, güzel yazı, şi'r yazmak gibi üstünlüklere bakılmaz. peygamberlere halife olmak için aranılan üstünlük, peygamberlik vazifesini yapmak için, peygamberlere verilmiş olan üstünlüklere benziyen üstünlüklerdir. bunun içindir ki, alimler, veliler ve emri ma'ruf ve nehyi münker ve cihad yaparak dinin yayılmasına çalışanlar, kendilerinden daha kuvvetli olan sporculardan ve tüccarlardan ve hesab uzmanlarından daha kıymetli, daha üstündürler. bunun için, halife seçilmekde, resulullahın ehemmiyyet verdiği ilmde, ahlakda ve işlerde en üstün olmak lazımdır. hatta, bu üçü arasında, işe daha çok bakılır. çünki, ümmet arasında, istidlal ederek veya ilham olunarak, yeni bilgilere kavuşanlar bulunabilir. fekat, bu bilgiler, peygamberin ilmi kadar kıymetli olmaz. peygamberlik ilmi, islamiyyeti yaymağa, bunlardan ahkam çıkarmağa, bunları açıklamağa, şübheye düşülenler arasında, sağlamını seçmeğe, sözbirliği elde etmeğe yarıyan ilmdir. üstün olan iş ise, ümmet arasında rahat, düzen ve huzur sağlıyan işdir. dört halifenin zemanları iyi incelenirse, hazreti alinin, peygamberlik bilgilerinde ve işlerinde şeyhaynden daha üstün olduğu asla görülemez. hazreti alinin ilmi, çabuk cevab vermekde üstün olduğu gibi, şeyhaynın ilmleri de, sabr ve araşdırarak, sözbirliği yaparak cevab vermekde daha üstündür. hazreti alinin zühdü çok olduğu gibi, şeyhaynın zühdü de çokdu. şeyhaynın kerem ve ihsanları, hazreti alinin ihsanından katkat çokdu. namazda yüzüğünü vermesi ve iftarlığını vermesi de sağlam olarak bildirilmiş değildir. sağlam dersek de, hazreti ebu bekrin sadakaları ve ihsanları ve ayeti kerimelerle medh olunmaları yanında daha üstün olmadığı meydandadır. hazreti alinin bilek kuvveti üstün ise de, şeyhaynın mürtedlerle, iran ve rum devletlerine meydan okumalarındaki kuvvetleri daha üstündür. şeyhaynın bütün ümmeti razı etmeleri ve geçimsizlikleri gidermekdeki güzel ahlakı, katkat daha çokdu. hazreti ali, soydan çok yakın ise de, şeyhayn kabrde, mahşerde ve cennete giderlerken, resulullaha daha yakındırlar. hazreti ali, hazreti fatımanın zevci olmakla şereflendiği gibi, hazreti ebu bekr de, resulullahın sevgili zevcesi ve cennetdeki arkadaşı olan hazreti aişenin babası olmakla şereflenmişdir. kur'anı kerimde on ayet, hazreti aişeyi medh etmekdedir. fıkh ilminin dörtde biri ondan öğrenilmişdir. hazreti ömerin kızı hazreti hafsa da, resulullahın dünyada ve cennetde zevcesidir ve cebrail aleyhisselam, onu diye övmüşdür. hazreti alinin çocukları arasında, insanların en iyileri bulunduğu gibi, islamiyyete çok zarar verenleri de vardır. , ve sapık fırkaları, onun çocuklarından hasıl oldu. etrafına cahilleri toplıyarak, sayısız müslimanı yoldan çıkaran yüze yakın torununun kanlı maceraları, tarih kitablarında uzun yazılıdır. şeyhaynın çocukları arasında böyle din yıkıcıları hiç görülmedi. abdüllah bin ömer, hazreti aişe, salim, kasım ve ubeydüllah bin ömer ömeri ve başka evladları, insanları hidayete, se'adete kavuşdurdular. oniki imamdan sonra gelen şihabüddini sühreverdi ve fahrüddini sühreverdi gibi tesavvufcular ve fahrüddini razi veliyüddin gibi kitab sahibleri, hep şeyhaynın evladlarından feyz alarak hidayete kavuşdular. bir insanın anasının ve babasının haşimi olması veya çocuklarının çok olması, en üstün olmağa sebeb olsaydı, hazreti alinin resulullahdan daha üstün olması lazım gelirdi. bu üstünlüklerin, peygamberlik derecesi yanında te'sirleri olmaz. başkalarından daha üstün olmağa te'siri olur denirse, bu üstünlüklerin, peygamberliğe te'siri olmadığı gibi, peygamberlik sıfatlarında peygambere benzemeğe de te'siri olmıyacağı meydandadır. evet, bunlardan başkasının üstünlüğüne te'sir eder. bunun için de, hazreti ali, kendi hilafeti zemanında bulunan eshabı kiramın hepsinden daha üstündür. ehli sünnet alimleri böyle inanmakdadır. buraya kadar yazılanlar, nasirüddini tusinin kitabına cevabdır. sual: halife olmak için, efdal olmak, daha üstün olmak lazımdır sözü, nasıl doğru olabilir? hazreti ali daha üstün olduğu halde, resulullah ile gaza yaparken, kureyşlilerin babalarını, arkadaşlarını öldürdüğü için ve dine da'vet ederken kimsenin gözyaşına bakmadığı için ve ceza vermekde acele etdiği için, cahiller onun emrine girmek istemez. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ruh hastalıklarının mütehassısı olduğundan, bu sebeble başkalarını halife yapmış olabilir. cevab: milletleri islah etmek, rahata ve huzura kavuşdurmak için, allahü teala peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat göndermişdir. peygamberin de, peygamberlik sıfatlarında en üstün olanı halife seçmesi lazımdır. başkasını seçerse, sefahet ve zulm yapmış olur. kureyşliler, babalarını, arkadaşlarını öldürenlerin emrine girmek istemezlerdi demek yanlışdır. doğru olsaydı, hazreti aliden daha ziyade resulullahı istemezlerdi. çünki, değil hazreti alinin, bütün eshabın gazalarda kureyşlileri öldürmeleri, hep resulullahın emri ile oldu. halbuki, iman edenleri, resulullahı canlarından çok sevdiler. sual: resulullaha yardım etmek ve islamiyyeti yaymak ve arabistanda, acem ve rum memleketlerinde cihad etmek ve kur'anı kerimi toplamak ve memleketler almak, müslimanlara yardım etmek, peygamberlik sıfatlarıdır diyerek, şeyhaynı daha üstün bilmek, çeşidli sorulara sebeb olur. şöyle ki, ve gibi, ehli sünnetin en kıymetli kitablarında, üstünlük sevabın çok olmasıdır diyor. yukarıda bildirilen üstünlük, bu kitabların sözbirliğini değişdirmek olmaz mı? sonra, o ta'rife göre, kafir memleketlerini ele geçiren hazreti mu'aviye ve başka kumandanların, hazreti aliden daha üstün olmaları lazım gelmez mi? üçüncü olarak deriz ki, o üstünlükler, sonradan ele geçen şeylerdir. insanın kendinde bulunan üstünlüklerle birlikde bulunurlarsa, daha üstün olur. hem de, hadisi şerifde, kimse ile de kuvvetlendirir buyuruldu. ayrıca deriz ki, kendilerine yalnız bir iki kişi inanmış olan peygamberler vardı. bu ise, memleketler ele geçirmenin, dini yaymanın, peygamberlik sıfatları olmıyacağını gösteriyor. yok eğer bizim peygamberimize benzemek düşünülüyor ise, peygamberler, birbirlerine elbet benziyorlardı. demek ki, peygamberimize benzemek başka sıfatlarda benzemek imiş! sonra, memleketleri almak, daha üstün olmağı gösterseydi, hazreti ömerin, hazreti ebu bekrden daha üstün olması lazım olurdu. peygamberimizin zemanında yapılan gazvelerde, hazreti alinin hizmeti, hepsinden daha çokdu. peygamberimizden sonra yapılacak fethler ve hizmetler de, ilk halife seçilirken bilinmiyordu. o halde, hazreti ebu bekrin daha üstün olduğu ve halife seçilmesinin, sözbirliği ile olduğu nasıl kabul olunabilir? cevab: bu şübheler, sözümüzün iyi anlaşılmadığını göstermekdedir. üstünlük, yalnız dini yaymak, cihad etmek, memleketler ele geçirmek ve kur'anı kerimi cem' etmekdir demedik. bunlar, üstünlüğe sebeb olan iyiliklerden birkaçıdır. bu sebebleri üçe ayırabiliriz. birincisi, peygamberlik sıfatlarına benzemekdir. resulullaha yardımda üstün olmakdır. resulullahdan sonra, onun vazifelerini temamlamakdır. ehli sünnet alimleri, vazife taksimi yapdı. biri, hadisi şerif bilgilerini, ikincisi kelam bilgilerini yaydı. ehli sünnet aliminin sözü deyince, iki kısmdakilerin de sözbirliği anlaşılır. ehli sünnet alimleri, şeyhaynın üstün olduğunu sözbirliği ile bildirdi. cihad deyince, kılınçla cihad anlaşıldığı gibi, sözle, yazı ile cihad da ve nefs ile cihad da anlaşılır. ikinci ve üçüncü cihadda, hazreti ebu bekr daha üstün idi. cihad ayeti gelmeden önce, onüç sene mekkede ve bir sene medinede, hep cihad yapdı. hadisi şerifi, şeyhaynın peygamberlik sıfatlarına malik olduklarını açıkça bildirmekdedir. facirlerin dine hizmet etmeleri, onlara elbet faide vermez. fekat, bu ileri sürülerek, emri ma'rufun ve cihadın üstünlüğü ve sevabının çokluğu da inkar edilemez. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma facir olmadığı, salih oldukları da, ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerle bildirilmişdir. buna inanmıyanın, kendi imanından şübhe etmesi lazım olur. resulullaha benzemek üç dürlü olur: birincisi, peygamberlik makamında benzemek olup, böyle benzemek yalnız peygamberlere mahsusdur. ikincisi, peygamberlik vazifelerini yapmakda benzemekdir. şeyhaynın bu bakımdan benzediklerini önceki sahifelerde uzun bildirdik. üçüncüsü, onun yapdığı ibadetleri yapmakda benzemekdir. bu benzeyiş, zemana ve dinlere göre değişir. dinlerin çoğunda cihad emr olunmamışdı. o peygamberlerin cihad yapması, ibadet olmazdı. nerde kaldı ki, üstünlük olsun. bizim dinimizde cihad etmek, memleket almak emr olundu. peygamberlik vazifesi oldu. hazreti ömer, hazreti ebu bekrden üstün olurdu sözü yanlışdır. doğru denirse, şeyhaynın resulullahdan üstün olmalarını söylemeğe yol açar. şeyhayn, resulullahın başladığı ve temamlanacağını bildirdiği cihadları ve fethleri yapdılar. hayatında olduğu gibi, vefatından sonra da onun cihadında hizmet etdiler. hazreti ömer de, hazreti ebu bekrin başladığı cihadı temamladı. bunun için, dedi. sual: resulullah, dediği zeman, hazreti ali orada yokdu. orada olsaydı, derdi. yahud da, yaşlı olduğu için imam olmasını emr eyledi. şeyhaynın, cennetdekilerin en üstünü olmaları ve ebu bekrin cennete önce girmesi de, hazreti aliden başkası için olabilir. hazreti alinin bu ümmetin en üstünü ebu bekrdir. sonra ömerdir demesi de, benden sonra üstünü demek olmaz mı? çünki, hazreti ali çok yüksek olduğundan, resulullah gibi, ümmetin dışında, üstündedir. cevab: hazreti ebu bekrin üstün olduğunu biz söylemiyoruz. bunu hazreti ömer ve hazreti ali ve ebu ubeyde ve abdüllah ibni mes'ud gibi eshabı kiramın büyükleri ve ensarın çoğu söylediler. onu halife seçdiler. kays bin ubade diyor ki, hazreti ali bana dedi ki, resulullah hasta iken, namaz vakti geldi. ebu bekre söyleyiniz! namazı kıldırsın! buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edince, düşündüm. dinin direği olan namazda resulullahın önümüze geçirdiğini önümüze geçirerek ebu bekri halife seçdik. hazreti alinin bu sözünü, ebu amrin kitabında, haseni basri bildirmekdedir. isti'ab kitabını yazan ebu amr yusüf bin abdüllah kurtubi, ibni abdilberr ismi ile meşhur olup, dörtyüzaltmışüçde vefat etmişdir. isti'ab kitabı, de mısrda basılmış ve da beyrutda fotokopisi yapılmış olan kitabının kenarında basılmışdır. haseni basrinin haber verdiği, hazreti alinin bu sözü, kitabının ikinci cildinin ikiyüzellibi ahifesinde, abdüllah bin ebi kuhafe isminde yazılıdır. imamı rabbaninin kitabında ve abdülkadiri geylaninin kitabında da yazılıdır. yine kitabında hakem bin hacer dedi ki, hazreti aliden işitdim, kim beni ebu bekrden ve ömerden üstün tutarsa, iftira etmiş olur. iftira edenleri döğdüğüm gibi, onu döğerim radıyallahü teala anhüm ecma'in. ikinci fasl dünyada hiçkimse, kötülerin iftiralarından kurtulamamışdır. sapıkları, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat ve meleklere bile dil uzatdı. bu iftiralar, akl ve insaf sahiblerine, kötülenenlerin temizliğini ve yüksekliğini gösterir. şeyhaynın üstünlüklerini gösteren vesikalardan biri de, hasedcilerin, inadcıların, asrlardan beri sürüklenegelen kalıplaşmış kelimelerden başka birşey söyliyememeleridir. bu iftiralardan biri, hazreti ebu bekrin, hazreti fatımaya miras vermemesidir radıyallahü teala anhüma. hazreti ebu bekr, biz, peygamberler miras bırakmayız. bize kimse varis olmaz hadisi şerifine uyarak miras vermedi. davüd, süleyman, yahya ve zekeriyya aleyhimüsselamın sözlerinde miras kelimesini kullanmış olduklarını kur'anı kerim haber vermekdedir. kur'anı kerimin ma'nasını en iyi anlıyan peygamberimizdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu ayeti kerimelerin mal verasetini değil, ilm ve hilafet verasetini bildirdiklerini anlıyarak, yukarıdaki hadisi şerifi söylemişdir. bu hadisi şerif, kur'anı kerimin ma'nasını açıklamakdadır. ebu davüd diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem beni nadirde ve hayberde ve fedekde hurmalıkları vardı. birincisinin gelirlerini me'murlarına, fedek gelirlerini fakirlere verirdi. hayberdekinin gelirini üçe ayırırdı. ikisini müslimanlara, birini ehli beytine, ya'ni ailelerine verirdi. fazlasını muhacirlerin fakirlerine dağıtırdı. hazreti ebu bekr halife olunca, resulullahın yapdığını değişdirmedi. hazreti ömer halife olunca, hazreti aliyi ve abbası çağırdı. yukarıdaki hadisi şerifi resulullahdan işitdiniz mi? allah aşkına doğru söyleyiniz! dedi. işitdik dediler. hazreti fatımanın, bu hadisi şerifi işitdiği halde, miras verilmeyince üzülmesi insanlık icabı idi ve islamiyyetin verdiği, tam halal olan malı almakla bereketlenmek istemişdi. hazreti ali de, halife iken, bunları kendi çocuklarına vermedi. şeyhaynın yapdığını değişdirmedi. ömer bin abdül'aziz de böyle yapdı. sıddik radıyallahü teala anh, hırsızın sol elini kesdi. bu, islamiyyete uygun değildir diyorlar. kitabı, bunu uzun anlatıyor. o hırsızın sağ eli ve ayağı kesilmişdi. sıra sol eline gelmişdi. maliki ve şafi'i mezheblerinde, hazreti ebu bekr gibi yapılmakdadır. hanefi ve hanbeli mezheblerinde ise, hazreti aliden gelen habere uyarak, bir eli ve bir ayağı kesilmiş kimsenin, artık bir yeri kesilmez. habs olunur. hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh, malik bin nuveyrenin kısasını yapmadığı için de dil uzatıyorlar. halid bin velid, malikin sözlerinden, onun mürted olduğunu anladı. bunun için, onu da öldürdü. hazreti ebu bekrin ictihadı, hazreti halidin doğru söylediğini gösterdiği için, halide kısas yapmadı. ebu bekrin bu hareketine hata diyenler, hazreti alinin radıyallahü teala anh, hazreti osmanın katillerine kısas yapmadığına acaba ne derler? hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh halife olması, ne açıkça, ne de işaret ile bildirilmedi. bildirilmiş olsaydı, ictihad ile seçilmez, ictihada lüzum kalmazdı diyorlar. buna cevab vermek için, yedi önsöz bildirmek iyi olur resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem birkaç dürlü gelirdi. azab haberlerinin bir kısmı çan sesi gibi, geldi. cebrail aleyhisselam insan şeklinde görünüp söylerdi. rü'yada da vahy olurdu. vahyin bir çeşidi de, firaset idi. bu vahylerin çoğu, kur'anı kerimde yokdur. bunun sebebini sormak caiz değildir. mesela oruç emrleri kur'anı kerimde bildirildi de, namazın birçok emrleri kur'anı kerimde niçin bildirilmedi denilemez. bunun gibi, filan emr niçin kur'anı kerimde bildirilmedi de, rü'yada bildirildi denilemez. bunun gibi, hazreti ebu bekrin halife olacağı kur'anı kerimde bildirilmedi de, rü'yada bildirildi denilemez. bunun gibi, hazreti ebu bekrin halife olacağı kur'anı kerimde niçin açıkça bildirilmedi de, rü'yada işaret olundu diye sorulamaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, emrlerden, yasaklardan bir kısmını açıkça bildirdi. bir kısmını ise, bunu yapana allah rahmet, şunu yapana allah la'net eylesin diyerek, işaret ile bildirmişdir. bunun sebebini sormak caiz değildir. bunun gibi şeyhaynın radıyallahü teala anhüma halife olacaklarını da, niçin rü'ya anlatarak bildirdi de, benden sonra, ebu bekrle ömeri halife yapınız demedi diye sorulamaz. ba'zı emrler, haber vermek sureti ile bildirildi. isa aleyhisselamın ve deccalın gelecekleri ve deccalın kötülüğü bildirildi. bu haber, isa aleyhisselam gelince ona uyunuz! deccal gelince, ona uymayınız demekdir. şunları yapanları cennetde gördüm. şöyle yapanları cehennemde gördüm demek de böyledir. emr ve nehy, nass ile açıkça bildirildiği gibi, nassın iktizası ile de bildirilmişdir. filan kimse, ahmedi azad etdi sözünden, ahmed onun kölesi idi demek de anlaşılır ki, buna iktiza ile anlamak denir. bunu size hakim yapdım demek, onun emrlerine uyunuz demekdir ki, bu da iktiza ile anlaşılmakdadır. bunun gibi, allahü teala, bu ümmet içinde halife yapacağını açıkca bildirdi. halifelerin şeyhayn olacağını da rü'ya ile bildirdi. bunun gibi, ahırzeman peygamberinin geleceğini isa aleyhisselama müjde etmekle, geldiği zeman ona ita'at ediniz demiş oldu. hadisi şerifi, şeyhayna radıyallahü teala anhüma ita'ati emr etmekdedir. onların halife olacakları, buradan iktizaen anlaşılmakdadır. şeyhaynın halife olacaklarının haber verilmesi, hilafetlerinin hak ve doğru olduğunu da göstermekdedir. isa aleyhisselamın, ahırzeman peygamberinin sallallahü teala aleyhi ve sellem geleceğini müjdelemesi de böyledir. iki mübhem nass birleşdirilince, kesin hal alır. hadisi şerifi, şeyhaynın ismlerini açıkça bildiriyor ise de, halife olacakları anlaşılmıyor. hadisi şerifi de, halifeliği açıklıyor. ikisi biraraya gelince, şeyhaynın halife olacakları açıkca anlaşılıyor. ayrı ayrı bildirilmesinin sebebini, hikmetini ancak sözün sahibi bilir. dörtdür. bunlardan üçüncüsü, dır. icma' hasıl olması için, dan veya den bir , ya'ni sened bulunması lazımdır. eshabı kiram, birbirlerine delilleri hatırlatarak icma' hasıl oldu. bu icma' ile ebu bekri radıyallahü teala anh halife yapdılar. alinin radıyallahü teala anh sözü de, böyle olduğunu göstermekdedir. imamı nevevinin ve başka alimlerin, ve sözleri, çeşidli ma'nalar bildirirler. ölüm yaklaşınca, hal ve akd sahiblerini, ya'ni devlet işlerinde söz sahibi olanları toplayıp, buna ediniz demek, sarih nass ile istihlaf olur. yahud, bu kimsenin halife olmağa layık olduğunu bildirmek, istihlaf olur. burada ölümün yakın olması ve devlet adamlarını toplayıp söylemesi lazım değildir. emr değil, haber vermek olur. birini böyle istihlaf etmek, başkasının halife olmasına mani' olmaz. istihlaf, ba'zan açıkca bildirilmez. sözün muktezasından anlaşılır. yahud, iki nassın terkibinden anlaşılır. fıkh alimleri, nassın muktezasını başka başka anlıyabilirler. yukarıdaki yedi önsöz anlaşılınca, asl cevaba başlıyabiliriz: imamı nevevinin mezhebinin reisi, hatta bütün hadis ve fıkh alimlerinin reisi olan imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, hadisi şerifinin, ebu bekrin halife olacağını açıkca bildirdiğini anlamışdır. imamı şafi'inin ilmi pek derin, idraki ve muhakemesi çok kuvvetli idi. allahü tealanın ayetlerinden bir ayet idi. o buyuruyor ki, bu hadisi şerif hernekadar bir kadına emr idi ise de, hazreti ebu bekrin halife olacağını kinaye yolu ile göstermekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu haber verirken bir hoşnutsuzluk, üzüntü göstermedi. bu hali, haber verilen şeyin meşru' olduğunu göstermekdedir. çeşidli yerlerde bildirilen hadisi şerifler, hazreti ebu bekrin halife olacağını daha açık haber vermekdedirler. hepsi bir araya gelince, , ya'ni kesinlik hasıl olmakdadır. imamı nevevinin nass olsaydı, onu söyler ve ona uyarlardı. bir nass söylemediler sözü yerinde değildir. çünki, çeşidli ları, ya'ni açık haberleri söylediler. mesela, namazda imam yapılan, halife olur dediler. bunu eshabı kiramın hepsi bildiği için, başka nassları araşdırmağa, söylemeğe lüzum görmediler. zaten, resulullah vefat etdiği için, hepsi üzüntülü, sersem halde idi ve arabların mürted olup medineye yürüdükleri haberleri geliyordu. halife seçiminin acele olması icab etdi. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasta oldu. ebu bekre söyleyiniz! namazı kıldırsın buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edince düşündük. islamın bayrağı ve dinin direği olan namazda resulullahın önümüze geçirdiğini başımıza halife yapmağa razı olup, ebu bekri halife seçdik. sual: hazreti ebu bekr, hazreti ömeri ve ebu ubeydeyi radıyallahü teala anhüm ecma'in göstererek, bu ikisinden birine bi'at ediniz, dedi. bu davranışı, kendinin halife olacağını gösteren bir nass bulunmadığını göstermiyor mu? nass varken başkasını tercih etmek haram olmaz mı? cevab: hazreti ebu bekrin bu hareketi, kendisinin halife yapılması için bulunan nassı başkalarına da söyletmek için, kurnazca ve nazikce yapılan bir davranışdır. kendi bildiğini, başkalarının ağzından herkese duyurmak içindir. bu ümmetin en üstünü hazreti ebu bekr olduğunu, islam alimlerinin çoğu bildirdi. hazreti osmandan sonra en üstün de, hazreti ali olduğu sözbirliği ile bildirildi. hazreti alinin, hazreti osmandan, hatta şeyhayndan üstün olduğunu bildirenler de oldu. kitabında, abdüllah bin ebi kuhafe isminin bulunduğu sahifede, nizal bin sebre diyor ki, hazreti ali peygamberimizden sonra, bu ümmetin en hayrlısı ebu bekrdir. ondan sonra ömerdir dedi. hazreti alinin böyle söylediğini, kendi oğlu muhammed bin hanefiyye ve abdi hayr ve ebu cuheyfe de haber verdiler. hazreti ali yine buyurdu ki, resulullah ileriye geçdi. ondan sonra ebu bekr geçdi. hazreti ömer üçüncü oldu. sonra fitne çıkdı. abdi hayr diyor ki, hazreti aliden işitdim: dedi. abdüllah bin ca'fer tayyar dedi ki, ebu bekr bize halife oldu. o çok hayrlı ve çok merhametli idi. mesruk dedi ki, . dan alınan yazı burada temam oldu. ibni haceri mekki buyuruyor ki, hazreti alinin üstün olduğunu söyliyenler, birkaç bakımdan üstün olduğunu bildirmişlerdir. bu üstünlük, fadli külli değildir. bu ise, üç halifeden başka olanlardan daha üstün olduğunu gösterir. eshabı kiramın ve tabi'inin ayrı ayrı üstünlükleri vardı. tabi'inin çoğu müctehid değildi. , müctehidlerin sözbirliği demekdir. bir mes'elede icma' varken, mukallidin sözüne uymak caiz değildir. icma' bulunmıyan işlerde çeşidli ictihadlar bulunur. münazara ve mürace'at olunarak, bu ihtilaflar ortadan kalkar. icma' hasıl olur. selefi salihinin bütün icma'ları böyledir. selmanı farisinin, sözü, ebu bekrin üstünlüklerinde, çeşidli ictihadlar olup, seçilmesine icma' hasıl oldu demekdir. ebu cuheyfe diyor ki, benim ictihadım, hazreti alinin herkesden daha üstün olduğunu gösteriyordu. hazreti ali, minberde bu ümmetin en üstünü ebu bekrdir. sonra ömerdir deyince, bu ictihadım yok oldu. imamı malikin sözü de, fadli cüz'i göstermekdedir. hazreti alinin radıyallahü teala anh daha üstün olduğunu bildiren azınlığın sözleri hep böyledir. sual: hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh daha üstün olduğunu bildiren kelam alimlerinin sözlerinin kesin olmadığı, zan etdikleri anlaşılmıyor mu? cevab: evet, kesin bildirenler olduğu gibi, zan edenler de oldu. zan ile bildirenler de, bu zanlarını ters olarak kullanmamış, yine müsbet olarak bildirmişlerdir. bu da ebu bekrin üstünlüğünden dönmenin mümkin olamıyacağını göstermekdedir. ehli sünneti açıklıyanların reisi olan ebülhaseni eş'ari, ebu bekrin üstünlüğünü kat'i olarak bildirmekdedir. başkalarının zan ile, ictihad ile seçildi demeleri, bu kesinliği değişdiremez. , ya'ni ehli sünnet alimleri, iki kısmdır: birinci kısmı, münazarada hep kazanmışlardır. bunlar hadis ilmiyle çok uğraşmamışlardır. ebu bekri bakıllani ve imamı razi, kadi beydavi ve kadi adud ve sa'deddini teftazani böyledir. ikinci kısm, hadis alimleridir. bunlar da münazaraya, derinliğe dalmamışlardır. acüri ve beyheki bunlardandır. biz mukallidler, her iki sınıf alimlerin sofralarının artıkları ile geçiniyoruz. bu yüksek alimlerin kaselerini yalamakla besleniyoruz. hazreti ebu bekrin üstünlüğü zannidir diyenlerin sözlerine dikkat edilirse, selefi salihinden, zıd haberler geldiği için, böyle söylemişlerdir. halbuki, bu haberlerin hakikatde zıd olmadıklarını yukarda açıkladık. ba'zıları da, üstünlüğü halife seçimindeki sözbirliği ile ölçmüşdür. halbuki, üstünlüğün daha nice şeylere bağlı olduğunu yukarda bildirdik. bunlardan biri, önce iman etmek idi. selefi salihinin sözlerinden anlaşılıyor ki, halife seçimi, üstünlük anlaşıldıkdan sonra oldu. üstünlük, de, ya'ni peygamberin halifesi olmakda şartdır. bu halifeliğin zemanı da otuz senedir. bundan sonra gelen halifelerde üstünlük şart değildir. bunu güzel anlatıyor. kitabın sonunda diyor ki:üstünlük, kesinlikle anlaşılabilen şey değildir. çünki, yalnız akl ile ölçülüp anlaşılamaz. mesela sevabın çokluğu görülerek üstündür denilemez. nakle dayanarak anlamak lazımdır. fıkh bilgisi de değildir ki, ile amel olunabilsin. bu mes'ele ilm işidir. bunda yakin, kesinlik lazımdır. birbirlerine uymıyan nasslar, yakin bilgi vermez. faziletin, sevabın çokluğuna sebeb olan şeylerin çok olması da kesinlik ifade etmez. çünki, sevab, allahü tealanın ihsanıdır. ibadet yapan birine sevab vermiyebilir. başkasının ibadetine ise, çok sevab verir. halife seçilmek, kesin olsa bile, üstünlüğü kesin olarak göstermez. olsa olsa, zan hasıl eder. o halde, nasıl olur da, üstün varken üstün olmıyanın imameti sahih olmaz sözü kesin olarak söylenebilir? bununla beraber, hazreti ebu bekrin, sonra hazreti ömerin, sonra hazreti osmanın ve sonra hazreti alinin üstün olduklarını, selefi salihin bize haber verdi. selefi salihine hüsni zan ederek, bunu bilmeselerdi, bildirmezlerdi deriz. bunun için, onlara tabi' olmamız vacib olur. doğrusunu allahü teala bilir deriz. amidi diyor ki, efdal olmak, birinin cahil, ötekinin alim olması veya ötekinin birinciden daha alim olması gibi iki dürlü olur. eshabı kiram için, böyle üstünlük, kesinlikle söylenemez. çünki, çoğunda hususi fazilet olduğu gibi, müşterek faziletleri de vardır. bir fazilet, birkaç faziletden daha kıymetli olabilir. bunun için, faziletleri çok olana en üstün denilemez. şerhı mevakıfın yazısı burada temam oldu. amid şehri, diyarı bekrin eski ismidir. da şahidliği anlatırken ve de diyor ki, , hadisi şerifde medh olunan ilk iki asrın alimleri demekdir. bunlara de denir. , dört delilden biridir. hiç hilaf olmadığı zeman, kat'i kesin olur. bir hilaf bulunursa, bu hilaf şaz ve nadir olsa bile, bu icma', zanni olur. kat'i olmaz. ehli sünnete göre, hazreti osmanın hilafeti hakdır. bu söz icma' ile bildirilmişdir. fekat hazreti osmanın, hazreti aliden üstün olduğunda icma' yokdur. görülüyor ki, hilafetin kat'i olması, üstünlüğün kat'i olmasına sebeb olmuyor. üstünlüğün zanni olması da hilafetin zanni olmasına sebeb olmuyor. hakiki üstünlük, allahü tealanın çok sevmesidir. bu ise, ancak vahy ile anlaşılır. medh olunmak, üstünlüğü göstermez. çünki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in medh olunmuşdur. sual: hazreti ebu bekrin halife olacağını gösteren hadisi şerifler, allahü tealanın yaratacağı şeyleri önceden haber vermek gibidir. hak olduğunu göstermez. gösterir desek bile caiz olduğunu gösterir. çünki üstünlükleri müsavi olan veya üstünlüğü az olan, halife olabilir. hadisi şerifi, allahü teala bunların halife olmasını irade etdiği için ita'at ediniz demekdir. çünki halife seçilene, üstün olmasa bile, ita'at etmek vacibdir. hadisi şerifi de, tesadüfen olacak şeyi haber vermekdedir. bu haberler üstünlüğü göstermez. diğer hadisi şerifler ve rü'yalar da, olacak şeyleri haber vermekdedirler denirse: cevab: iradei teşri'i, iradei tekviniye tabi'dir. allahü teala, belli zemanda, belli insanları yaratacağını ezelde bildi. bunlar için faideli olacak işleri de bildi. o insanları, o zemanda yaratmağı irade etdi. haramları ve halalleri ve emrlerini ayırdı. bunları takdir etmiş oldu. zemanları gelince yaratmakdadır. şeyhaynın halife olacaklarını ezelde irade etdi. bu iradesini resulüne bildirdi. resulullah da buyurarak, yi ve buyurarak, iradei teşri'yi bildirdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmesini ve ona imanın farz olmasını, ezelde irade etmesi gibi oldu. resulullaha imanın farz olması, halifelere ita'at etmenin vacib olması, onların faziletlerini gösterir. bu faziletden üstün bir fazilet olamaz. şeyhaynın halife olacaklarını haber veren elliden fazla delil vardır. bunların çoğu açık bildirilmişdir. sual: hazreti ömer ve hazreti osman, müt'a ve kıran haclarını yasak etdiler. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in bunlara karşı geldi. buna ne dersiniz? cevab: dört mezheb alimleri bildiriyor ki, hazreti ömer müt'a haccını inkar etmedi. mekkeliler için, ifrad haccı daha sevabdır buyururdu. haccın birçok nüsükünde, dört mezheb arasında da ihtilaflar vardır. bunlar ictihad ayrılıklarıdır. ictihad ayrılıkları bid'at değildir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem haccı nasıl yapdığını, eshabı kiram, bütün ayrıntıları ile haber verdiler. bu haberler arasında hiç ayrılık yokdur. ba'zı işleri ne niyyetle yapdığını anlamakda ihtilaf olmuşdur. şafi'i ve maliki, resulullahın haccı, idi dediler. hazreti ömer ve osman da bunu söylemişlerdir. sual: müt'a nikahı resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında vardı. hazreti ömer halife olunca yasak etdi. bu, sünneti değişdirmek değil midir? cevab: bunun için olan hadisi şeriflerde eshabı kiram ihtilaf halinde idi. hazreti ömer ihtilafa son verdi. icma' hasıl oldu. hazreti ömerin, resulullahın halifesi olduğu buradan da anlaşılmakdadır. müt'a nikahının haram edildiğini bildiren hadisi şerif buharide, müslimde ve muvattada yazılıdır. bunu haber verenlerden biri de hazreti alidir. sual: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, vefat edeceğine yakın kağıd, kalem istedi. hazreti ömer radıyallahü teala anh hastalık ağrıları ile söylüyor. bize allahın kitabı yetişir diyerek, bu emre karşı geldi denilirse: cevab: müşavere ayeti gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birçok işleri, eshabına danışırdı. birçok işde, eshabı kiramın dediklerine uygun vahy gelirdi. abdüllah bin ubeyyin cenaze namazını kılmak da böyle olmuşdu. hazreti ömerin fikrini söylemesi, bunun için idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ömerin sözünü doğru bulup, bir daha istemedi. perşembeden pazartesiye kadar, bir daha bunu tekrar etmedi. arzu etseydi, bu günlerde yine emr ederdi. yazılması lazım olsaydı, tekrar istemesi lazım olurdu. bu iş, hazreti ömerin, resulullah yanındaki kıymetini, şerefini gösteren vesikalardan biridir. kağıd getirmeği istiyenlere karşı, sorunuz. acaba sayıklamış olmasın demesi de suç olmaz. o sayıklamaz. hep doğru söyler. bunun için, iyi anlamak için sorunuz, demekdir. bununla beraber, sayıklıyormu sözünü hazreti ömerin dediğini bildiren sağlam haber yokdur. resulullah, hazreti alinin halife olmasını yazacakdı. hazreti ömer, bunun için mani' oldu demek, boş sözdür. gaibden haber vermek olur. halife yazmak isteseydi, hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh yazardı. çünki, hastalık günlerinde, hazreti aişeye bana baban ebu bekri çağır! ona yazacağım ki, biri çıkıp, kendisinin ebu bekrden hilafete daha layık olduğunu söylemesinden korkuyorum. allahü teala ve mü'minler, yalnız ebu bekrden razıdırlar buyurdu. bu hadisi şerif de yazılıdır. o sırada buyurması, yı istediğini göstermekdedir. sual: hazreti osman radıyallahü teala anh iş başına akrabasını getirdi. bu doğru mudur? cevab: hazreti ali de böyle yapdı. bu işleri için, bu büyüklere dil uzatılamaz. bunun gibi, hazreti ali, hazreti osmanın katillerine kısas yapmadı. ebu museleş'ariye ve ebu mes'udi ensariye saygı göstermedi. müslimanların kanlarının dökülmesine mani' olmadı. tebük gazvesinde bulunmadı. bunlar, hazreti alinin şerefini azaltmaz. hazreti osmanın kendi akrabasına ihsanda bulunması da, islamiyyetin emr etdiği birşeydir. sevabına kavuşmuşdur. bunları hep kendi malından verdi. beytülmaldan verseydi, suç denilebilirdi. fekat, beytülmalda olan hakkını almayıp, müslimanlara dağıtmak, suç değil, faziletdir. hazreti osmanın akrabası cihad etdiler. çok kahramanlık yapdılar. her mücahid gibi, bunlara da haklarını verdi. hazreti osman zemanında, islamiyyetin asyaya, afrikaya yayılmasında, onun bol ihsanlarının çok faidesi oldu. resulullah da, ganimetden, kureyş kabilesinden olanlara başkalarından daha çok verirdi. haşim oğullarına bunlardan da çok verirdi. hazreti ömerin demesi, onun işlerini beğenmediği için değil, faidesi olmaz demekdir. müctehidin, kendi ictihadı ile hareket etmesi suç olmaz. halifenin, dilediğini, dilediği işin başına geçirmesi hakkıdır. hatta vazifesidir. akrabası, kendisine daha ita'atli oldukları için, onları tercih etmesi iyi oldu. onların yapdığı yanlış işler, onun emri ile değildi. halifenin gaybı bilmesi lazım gelmez. velid bin ukbeye kısas yapmaması, şikayetleri değerlendirebilmek içindi. kufeliler, velid şerab içdi diye haber verdiler. doğrusunu anlayınca, hazreti aliye emr edip, velide had cezası vurdurdu. abdüllah bin mes'udün hazırladığı mushafı yakarak, müslimanları şeyhaynın radıyallahü teala anhüma mushafı üzerinde birleşdirdi. bu işi, ona hakaret değildir. islamiyyete büyük hizmetdir. ebu zer icma'a uymadığı için, onu medineden çıkardı. keyfi için çıkarmadı. sual: hazreti osman radıyallahü teala anh muhammed bin ebu bekrin feryadına yetişmedi. cevab: muhammed bin ebu bekr, hatadan ve günahdan ma'sum değildi. halifenin onu cezalandırması vazifesi idi. mektubunu hazreti osman radıyallahü teala anh yazmadı. bunu, kabilelerin, aşağı insanların yapdığını yazmakdadır. sual: hazreti osman, ubeydullah bin ömere radıyallahü teala anhüm ecma'in kısas yapmadı. cevab: halife, maktulün varislerine bol mal vererek onları razı etdi. fitneyi kaldırdı. bu da, hazreti osmanın radıyallahü teala anh güzel idareciliğinin bir örneğidir. sual: hazreti osman, çayır, çiftlik yapdı. cevab: evet yapdı. fekat, kendine mülk olarak yapmadı. beytülmal hayvanları için yapdı. böylece, beytülmala büyük hizmet etdi. hazreti alinin hazreti osmanın şehid edilmesi ile ilgisi olduğunu gösterecek hiçbir delil yokdur. buna hiçbir ihtimal de yokdur. katiller çok ve kuvvetli oldukları için, hazreti ali hemen kısas yapamadı. hazreti osmanın varisleri de kısas yapılmasını istemedi. katil de belli değildi. katiller, hazreti osmana karşı baği, asi idi. hazreti aliye ita'at etdiler. hazreti alinin halife seçilmesi meşru' idi. söz sahibleri bi'at etdi. talha ve zübeyr de hilafete karşı değildi. kısasın yapılmasını istemişlerdi. kitabında diyor ki, hazreti aliye, hazreti osmanın şehid edildiği gün bi'at olundu. muhacirler ve ensar bi'at etdiler. hazreti mu'aviye ile şamlılar bi'at etmedi. allahü teala, hepsini afv edeceğini bildirdi. fırkasına göre, ma'sum imamın yapdığı şeyleri, peygamber yapdı diye haber vermek caizdir. böyle inandıkları için, çok hadis uydurdular. deylemi ve hatib ve ibni asakir, kendilerinden önce gelen alimlerin sahih ve hasen hadisleri toplamış olduklarını gördüler. kendileri de za'if hadisleri topladılar. ve hadislerinin doğru olduklarını, bütün ehli hak, sözbirliği ile bildirmekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti alinin radıyallahü teala anh kucağında vefat etdiği ve hazreti aliye vasıyyet yapdığı sözleri doğru değildir. hazreti alinin harb etdikleri ile siz de harb ediniz sözü hadis değildir. imamiyyenin hazreti ali radıyallahü teala anh için geldi dedikleri ayeti kerimelerin hiç birinde hazreti alinin ismi olmadığı gibi, onun için olduğuna bir işaret de yokdur. halbuki, mağara ayetinin ve ba'zı ayetlerin hazreti ebu bekr için radıyallahü teala anh olduklarına açık işaretler vardır. böyle olduğunu şi'i kitabları da yazmakdadır. tathir ayeti, hazreti ali için olmayıp, zevcatı eshabı kiram tahirat içindir. mubahele ayeti de böyledir. mealindeki ayeti kerime de, hazreti ali için olmayıp, mü'min olan bütün akrabası içindir. denilen yerdeki hadisi şerif, ehli beyti sevmeği emr etmekdedir. bu hadisi şerifin sonunda . ve bunlara benzer şeyler yokdur. bunlar uydurulmuşdur. böyle uydurulmuş yüzlerce hadis vardır. bunları bildirenlerin arasındaki yalancıları islam alimleri ortaya koymuşlardır. sual: hadisi şerifde kıyamet günü, tanıdığım çok kimseyi havzımdan uzaklaşdırırlar: eshabım, diyerek onları çağırırım. fekat, bir ses işitilir ki: senden sonra, onların neler yapdığını bilmezsin buyuruldu. bu hadisi şerif, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in çoğunun yoldan sapacaklarını göstermiyor mu? cevab: veda' haccı hutbesinde, benden sonra kafir olmayınız! birbirinizin boynunu vurmayınız! buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, şeyhayn radıyallahü teala anhüma ve müslimanlarla harb etmiyenler, bunun dışındadırlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, şeyhaynı ve eshabı kiramdan çoğunu cennet ile müjdeledi. bu müjde, onların iman ile öleceklerini ve resulullahın havzı yanında ve cennetde, onun yanında bulunacaklarını bildirmekdedir. bundan başka, maide suresinin elliyedinci ayetinde mealen, ey iman edenler! dinden çıkarsanız, allahü teala, sizin yerinize başkalarını getirir. onları sever. onlar da allahü tealayı severler buyuruldu. bu ayeti kerime gösteriyor ki, mürted olanların karşısında bulunanları allahü teala sevmekdedir. bu da, hazreti ebu bekr zemanında oldu. cennetlik oldukları ismleri ile sıfatları ile bildirilen mubarek insanları kötü bilmek ve kötülemek büyük felaketdir. bedr gazasında bulunanların cennete gidecekleri açıkca bildirildi. bunlara dil uzatmak, büyük cahillikdir. sual: allahü teala, oniki halife gönderecekdir. bunların hepsi kureyş kabilesindendir hadisi şerifi oniki imamı rahmetullahi teala aleyhim ecma'in göstermiyor mu? cevab: ilk bakışda, bu hadisi şerifden, imamiyye fırkasının haklı olduğu anlaşılıyor. halbuki, hadisi şerifler, ayeti kerimelerde olduğu gibi, birbirlerini açıklamakdadırlar. abdüllah bin mes'udün haber verdiği hadisi şerifde, islam değirmeni otuzbeş sene döner. sonra helak olanlar bulunur. daha sonra gelenler, islamiyyeti yetmiş sene kuvvetlendirirler buyuruldu. bizim , bu hadisi şerifden anladığımız şudur: bildirilen vaktin başlangıcı, ilk cihadın başladığı, hicretin ikinci senesidir. otuzbeşinci senede, hazreti osman şehid edilerek, müslimanlar arasında ayrılık oldu. cihad ve islamiyyetin yayılması durdu. deve ve sıffin muharebelerinde, müslimanlar birbirlerini öldürdü. allahü teala, hilafete tekrar düzen verip, cihad tekrar başladı. beni ümeyye devletinin sonuna kadar devam etdi. abbasi devleti kurulurken, ortalık yine karışdı. çok müsliman öldü. sonra allahü teala, hilafete düzen verip, hülagunün bağdadı yakıp yıkmasına kadar sürdü. sa'd ibni ebi vakkasın haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. yarım gün ne kadar zemandır denilince sa'd, beşyüz senedir dedi. bu hadisi şerif, abbasi devletinin ömrünü göstermekdedir. birinci hadisi şerif i haber veriyor. bunun otuz sene olduğunu bildiriyor. bundan sonra gelen halifelere ya'ni ismini veriyor. her iki hilafetdeki halife sayısının oniki olacağını bildiriyor. bu oniki halifeyi oniki imam sanmak hiç doğru değildir. çünki, hadisi şerifde, diyor. demiyor. şi'iler de söyliyor ki, oniki imamın çoğu halife değildi. hadisi şerifde, oniki halifenin kureyş kabilesinden olduğu bildirildi. bu ise, hepsinin haşimi olmadığını göstermekdedir. imamiyye fırkası, oniki imamın, islamiyyeti yaydığını, memleketler aldıklarını söylemiyorlar. resulullah vefat edince, din örtüldü. imamlar yapdı, doğru yolu gösteremediler. hazreti ali bile bildiklerini söyliyemedi diyorlar. hadisi şerif, oniki imamdan sonra islamiyyetde gevşeklik olacağını haber veriyor. imamiyye ise, oniki imam temam olunca, isa aleyhisselam gökden inecek ve dini kuvvetlendirecek diyorlar. bizim anladığımıza göre, bu oniki halife, dört ve bunlardan sonra, hazreti mu'aviye ve abdülmelik ve dört oğlu ve ömer bin abdül'aziz ve abdülmelikin torunu veliddir. abdüllah bin zübeyrin bunun dışında kalması lazımdır. çünki, hazreti ömerin bildirdiği hadisi şerif, abdüllah bin zübeyrin halife olarak ortaya çıkması ve mekkei mükerremede kan dökülerek, ka'bei mu'azzamaya hürmetsizlik yapılmasına sebeb olması, bu ümmete gelecek musibetlerden biri olacağını göstermekdedir. yezid ve emevilerin diğer halifeleri, islamiyyete hizmet etmedikleri için, oniki halifeden sayılmazlar. sual: hazreti alinin radıyallahü teala anh çok kerametleri vardı. bunlar, onun üstünlüğünü göstermiyor mu? cevab: şihabüddini sühreverdi rahimehullahü teala buyurdu ki, eshabı kiramda keramet az göründü. hazreti alinin kerametleri kadar hatta daha çok, şeyhaynde de görüldü. kitabında yazılıdır. sual: ben ilm şehriyim. ali radıyallahü teala anh bunun kapısıdır hadisi şerifine ne denilir? cevab: bu hadisi şerif, elbet bir üstünlük gösteriyor. fekat, bunun gibi ve ve ve daha nice hadisi şerifler de vardır. , resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aişeye radıyallahü teala anha verdiği ismdir. hazreti alinin din bilgilerindeki üstünlüğü ve neseb ilminde, eshabı kiramın çoğundan ileride olduğu meşhurdur. fekat bunlar, şeyhaynden daha üstün olduğunu göstermez. hazreti alinin soyundan imamı muhammed bakır ile imamı ca'fer sadıkın radıyallahü teala anhüm ilmde, vera'da ve ibadetlerdeki kemalleri şübhesizdir. küleyni, imamı ca'fer sadıkın tesavvufculara düşman olduğunu yazıyor. ebu ca'fer muhammed razi küleyni, da bağdadda vefat etdi. kitabında onaltı bin hadis vardır. zeydiyye fırkası da turukı aliyyeye düşmandır. evliyanın büyüklerinden abdüllahi ensari rahimehullahü teala buyuruyor ki, binikiyüz veli gördüm. içlerinden yalnız sa'dun ve ibrahim, seyyidlerden idi. bunların ikisi de meşhur değildir. sonraki asrlarda gelen evliya arasında seyyidler varsa da, bunlar seyyid olmıyan mürşidlerden feyz almışlardır. kur'anı kerim ve hadisi şerifler açık olarak islamiyyete uymağı emr etmekdedir. tesavvuf yolunda hasıl olan şeyler hiç bildirilmemişdir. bunun için tam üstünlük, tesavvuf ile değil, islamiyyete hizmet etmekdeki ziyadelikle ölçülür. sual: peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat tabi' olanlarda, fena, beka, ma'rifetler, vahdeti vücud bilgileri gibi kıymetli şeyler hasıl oluyor. kerametler veriliyor. islamın beş şartını ise, her müsliman yapıyor. imamı gazali ve celaleddini rumi rahimehümullahü teala gibi büyük alimler, tevhidi vücudinin çok kıymetli olduğunu bildiriyor. o halde tesavvuf yollarının kaynağı olan hazreti alinin radıyallahü teala anh daha üstün olması lazım gelmez mi? cevab: islamın beş şartı, insanı allahü tealaya yaklaşdırmaz. bunlar, insanların dünyada iyi huylu olmalarını, iyi geçinmelerini sağlar diyen kimse dır. islamiyyeti yıkmak istemekdedir. islamiyyet, allahü tealanın rızasına kavuşdurur. islamiyyete uymıyanları allahü teala sevmez. bunlara azab yapacakdır. fekat, tesavvuf yolu, daha kolay kavuşdurur derse, bu kimseye sözünü isbat etmesini söyleriz. tesavvuf yolunun temeli, islamiyyetdir. islamiyyete uymıyan kimse veli olamaz. islamiyyete uymakda ve uydurmakda şeyhaynın en ileride olduklarını yukarıda uzun bildirmişdik. zikr ve murakabe ile kalbi temizlemeğe çalışmak, islamiyyete uymak demekdir. islamiyyetin delili, , , ve dır. de beş ilm vardır. mahlukları inceliyerek, allahü tealanın var olduğunu ve bir olduğunu anlamağı göstermekdedir. tarihi inceliyerek, iman edenlerin, islamiyyete uyanların mes'ud olduklarını, imansızların ise dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmakdadır. ahıretdeki ni'metleri ve azabları bildirerek, imanlı olmağa teşvik etmekdedir. dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmekdedir. müşriklerle, münafıklarla, yehudilerle, hıristiyanlarla ve yetmişiki fırkadaki sapık müslimanlarla nasıl geçinileceği bildirilmekdedir. tekrar edilmişlerden başka, onbin kadar hadisi şerif vardır. tekrar edilenleri de sayarsak, milyonu aşmakdadır. bütün bu , oniki ilmi bildirmekdedirler: kitabullaha ve sünnete yapışmak. islamın beş şartı, zikrler ve ihsan, ya'ni kalb bilgileri. tesavvuf, bu ihsanı elde etmekdir. mu'amelatdır. nafaka için ticaret, san'at ve zira'at bilgileri ve sosyal haklar bunun içindedir. iyi ahlak bildirilmekde ve övülmekdedir. köle azad etmek. fadail olan ameller ve eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in üstünlükleri. peygamberlerin ve mühim kimselerin tarihi. kıyamete kadar olacak mühim olaylar. kıyamet halleri. haşr, neşr, cennet ve cehennem. resulullahın hayatı sallallahü aleyhi ve sellem. kur'anı kerimi okumak ve tefsir etmek. melekler, şeytanlar, tababet gibi çeşidli ilmler. , ahkamı islamiyyede, ya'ni emr ve yasaklarda olur. bütün bu saydığımız ilmlerde, tevhidi vücudi bilgileri yokdur. , eshabı kiramın ve tabi'ini izamın iman etdikleri ve yapdıkları şeylerdir. bunlar zemanında bulunmayıp, sonradan ortaya çıkan din bilgileri, müslimanlık değildir. hadisi şerifi, bunu göstermekdedir. vahdeti vücud bilgilerinin birinci kısmda olmadığı meydandadır. bu bilgiler, seyyidüttaife cüneydi bağdadi zemanında da yokdu. , , , ve gibi sapık fırkalar da böyledir. bunlar da, selefi salihinden sonra ortaya çıkdı. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem başlıyarak, eshabı kirama ve tabi'ine ve kalbden kalbe akarak ta zemanımıza kadar gelen feyzler ise islamiyyetde vardır. buna ismi verilmişdir. denildi. islamiyyetden olan şeyler, ihlas ile, temiz niyyet ile yapılırsa, kıymetli olurlar. nefsin arzularına kavuşmak ve şöhret için olurlarsa, allahü tealadan uzaklaşdırırlar. cehenneme sürüklerler. sual: tesavvuf büyüklerinin sözleri, tesavvuf bilgilerinin daha üstün olduklarını göstermiyor mu? cevab: bir kimseyi allahü tealaya yaklaşdıracak işler islamiyyetde bildirilmişdir. bunlar arasından insanın haline ve zemanına göre seçilir. tesavvuf büyükleri, talebesini terbiye ederken , onun çeşidli hallerine göre, ona çeşidli vazifeler vermişlerdir. faideli işlerden birini ötekine tercih etmesi, ötekinin faidesiz olduğunu göstermez. her faideli işde iyi niyyete ehemmiyyet verirler. imamı gazali rahmetullahi aleyh, her işde ihlasa ehemmiyyet vermekdedir. ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, islama hizmet etmeği emr ediyor. cihadın ve ilm öğretmenin faziletine inanmıyan, dır. sual: şeyh muhyiddini arabi rahimehullahü teala buyuruyor ki, hazreti ali radıyallahü teala anh, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yaratıldığı toprakdan kalandan yaratıldı. resulullah ile ahıret kardeşi yapılması da bundandır. bundan daha üstün birşey olur mu? cevab: şeyhaynın daha üstün olduğu, islam bilgilerinden anlaşılmakdadır. burada olan kitab, sünnet, icma' ve kıyas bilgilerine bakmak lazımdır. tesavvuf büyüklerinin kalbleri ile keşfleri, şer'i şeylere delil olamaz. islamiyyetin hiçbir hükmü, bu keşflere dayanmaz. şeyh muhyiddini arabi rahimehullahü teala, allahü tealaya yaklaşdıran şeyleri sayıyor. bunlardan en yüksek olan sıddikiyyet derecesinin hazreti ebu bekre, muhaddisiyyet derecesinin hazreti ömere, uhuvvet derecesinin de hazreti aliye mahsus olduğunu bildiriyor. havariyyet derecesinin zübeyre, emanet derecesinin de ebu ubeydeye verildiğini yazıyor. böyle daha nice dereceler bildiriyor. bunlar, fadlı külliyi göstermez. kitabının birçok yerinde, eshabı kiramın, vilayet derecelerinden başka, peygamberlere benzetdiği derecelerini de bildiriyor. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra bu derecelerin devam etdiğini, ancak peygamber olmadıklarını uzun yazıyor. bizim anladığımız üstünlük de, işte bu peygamberlere aleyhimüsselam benziyen üstünlükdür. şeyhaynın radıyallahü anhüma üstünlüğü buradan gelmekdedir. bu üstünlüğe denir. kitabının birçok yerinde, bu üstünlük anlatılmakdadır. altmışdokuzuncu babının sonunda diyor ki, okurken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ibrahim aleyhisselama benzetiliyor. halbuki, ondan daha üstündür. bunun inceliğini, sahifelerle açıklarken sıddiklık derecesinin üstünlüğünü uzun anlatıyor. allahü teala, hususi feyzlerini, seçdiği, çok sevdiği kullarına çeşidli sebeblerle, vasıtalarla göndermekdedir. önce o kullarını bu feyzlere müste'id, elverişli yaratmakdadır. hazreti alinin bedenindeki toprak maddelerini de, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem toprak maddeleri gibi, nübüvvet feyzlerini almağa müste'id yaratmışdır. fekat, bu üstünlük, fadlı külli değildir. fadlı cüz'idir. vilayet derecesinin üstünlüğünü göstermekdedir. peygamberliğe benzemek değildir. sual: tesavvuf büyükleri, hazreti alinin radıyallahü teala anh üstünlüğünü gösteren rü'ya gördüklerini bildiriyorlar. hadisi şerifde buyuruldu. bu da, hazreti alinin daha üstün olduğunu göstermez mi? cevab: dinin hiçbir hükmü rü'ya ile bildirilmiş değildir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. fadlı külli böyle olur. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat halifesinin, onun gibi olması lazımdır. bu fakire göre, şeyhayn radıyallahü anhüma, güneş etrafındaki ışık saçan tabaka gibidir. hazreti ali radıyallahü anh, bu ışıkları alıp aks etdiren kamer gibidir. şeyhayn radıyallahü anhüma nun ışıklarını, hazreti ali de radıyallahü anh, nun ışıklarını saçmakdadırlar. bunun içindir ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, edinseydim, ebu bekri halil edinirdim ve ve ali bendendir. ben de ondanım buyurdu. bu fakir , resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ruhaniyyetine sordum: hazreti alinin radıyallahü teala anh nesebi daha şerefli ve hükmleri daha kuvvetli ve tesavvuf yolunun önderi olduğu halde, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma daha üstün olmasının sebebi nedir? ruhuma şöyle cevab ihsan buyurdu ki, , bir de batın yüzü vardır. zahir yüzü ile, insanlar arasında adalet yapar, kardeşliği sağlar ve doğru yolu gösterir. bu vazifeyi yapmasında şeyhayn radıyallahü teala anhüma, onun elleri, ayakları gibidirler. batın vechinden kalblere feyz vermekdedir. şeyhayn, bunda da ortakdırlar! radıyallahü teala anhüm ecma'in. menbaı feyzu meani meclisi abdülhakim, menzili kurbı ilahi, sohbeti abdülhakim. melcei biçaregandır, derde dermandır hakim. ma'deni irfan, nurı sübhan, sırrı kur'andır hakim! urvetülvüska muhammed ma'sum farukinin kitabı farisi olup, üç cilddir. birinci cildde, ikincide, üçüncü cilddemektub vardır. bumektubdan altı adedi terceme edilerek aşağıda yazılmışdır. birinci cild. mektub hak sübhanehu ve teala, din ve dünya muradlarınıza kavuşdursun! dünya lezzetlerinin, fani ni'metlerin zararlarından kurtulmak için ilac, bunları islamiyyete uygun kullanmakdır. ya'ni, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakdır. islamiyyete uygun kullanılmazsa, bu lezzetler zararlı olur. allahü tealanın gadabına, azabına sebeb olurlar. hakiki, tam kurtulmak için, bu lezzetleri, mümkin olduğu kadar, terk etmelidir. terk edemiyenlerin, ilacını kullanmaları lazımdır. böylece, zararlarından kurtulurlar. bu lezzetleri terk edemeyip, ilacını da yapmayanlara, böylece felaketlere, derdlere sürüklenip, se'adetden mahrum kalanlara yazıklar olsun! islamiyyet, dünya lezzetlerini, zevklerini men' etmiyor. bunların hayvanlar gibi, azgın, zararlı kullanılmasını men' ediyor. nefslerinin arzularına tabi' olup, dünya lezzetlerini islamiyyete uygun kullanmıyanlar, böylece, faideli ve daimi olan cennet lezzetlerinden kaçanlar çok zevallıdır. allahü tealanın herşeyi gördüğünü bilmiyorlar mı? zararlardan kurtulmak için, dünya lezzetlerini islamiyyete uygun kullanmak lazım olduğunu işitmemişler mi? sorgu, sual günü elbet gelecek, herkesin, dünyada yapdıkları, önlerine serilecekdir. dünya zevkleri, lezzetleri peşinde koşanların, öldükden sonra dirilmek olduğuna, islamiyyete uyanların, cennet zevklerine kavuşacaklarına, islamiyyete uymıyanların, cehennem ateşinde yanacaklarına inanmadıkları anlaşılıyor. halbuki, bunların ilerici, büyük adam dedikleri avrupalılar, amerikalılar, cennete, cehenneme inanıyor. kiliseleri dolup taşıyor. avrupalıların ahlaksızlıklarına, namussuzluklarına ilericilik diyerek sarılan, onlar gibi ahirete inanan vatandaşlara gerici, yobaz diyerek saldıranların içyüzleri meydandadır. aklları olmıyan, nefslerinin, zevklerinin esiri olan bu zevallılara aldanmamalıdır. dünyada rabbinin rızasını kazanmış, onun haram etdiği şeylerden sakınmış olanlara, o gün müjdeler olsun! dünyanın yaldızlı hayatına aldanmayanlara, rabbin azabından korkarak, nefslerine hakim olanlara, evinde ve emrinde olanlara namaz kılmalarını emr edenlere müjdeler olsun, müjdeler olsun! allahü tealanın gösterdiği se'adet yolunda olanlara ve muhammed aleyhisselama tabi' olanlara selamlar olsun! ikinci cil ektub insan ile allahü teala arasında en büyük perde, insanın nefsidir. nefsini bırak da, bana gel! aradığın güneşi örten bulut, sensin! kendini bil! buyuruldu. nefsin aradan kalkması, vicdani ve zevki bir işdir. söz ve yazı ile bildirilemez. kitab okumakla anlaşılmaz. ezelde ihsan edilmiş olması ve allahü tealanın cezb etmesi lazımdır. sebebler alemi olan bu dünyada, muhabbet şartı ile, bir velinin sohbeti kafidir. muhabbet çok olduğu kadar, onun kalbinden yayılıp, kendine gelen feyzlerden, ma'rifetlerden çoğunu alıp, kemalata kavuşur. hadisi şerifi, bunu haber vermekdedir. ikinci cild. mektub ehlullahın vücudları, hayatda iken de, vefatlarından sonra da rahmetdir. diri iken verdikleri feyzleri ve bereketleri, öldüklerinden sonra da devam eder. feyzleri ve bereketleri, yollarından ayrılmıyanlara akmağa devam eder. dinde ortaya çıkarılan bid'atin, sünnetlerin nurlarını yok etmesine benzer. hayrlı işler yapmağa çalışınız! taat ve ibadet yapmakda yarış ediniz! merhumun evladına hizmet etmeği se'adet biliniz! onları islamiyyete uygun olarak sevindiriniz! ikinci cil ektub sevgili oğlum! dünyanın görünüşü tatlıdır, lezzetlidir. halbuki, hakikatde zehrdir. kıymetsizdir. onun tuzağına düşen, hiç kurtulamaz. bu zehr ile ölen, leş olur. buna gönül vermek delilikdir. yaldızlanmış necaset, şeker kaplanmış zehr gibidir. aklı olan, böyle sahte, yalancı güzelliğe aldanmaz. bozuk, zararlı zevklere gönül bağlamaz. bu kısa hayatında, sahibinin rızasını kazanmağa çalışır. ahıretde işe yarayacak şeyleri kazanır. kulluk vazifelerini yapar. allahü tealanın emrlerine sarılır. haram, yasak etdiği şeylerden sakınır. böyle yapmayıp, zararlı şeyler peşinde koşanlara yazıklar olsun! hakiki dostu üzmekden korkuyorum, bu korkudan, gece gündüz yanıyorum!dünya, allahü tealanın sevmediği, haram etdiği, zararlı şeyler demekdir. haramlardan sakınan, dünyaya aldanmamış olur. allahü teala, dünyada hiçbir zevki, hiçbir lezzeti yasak etmedi. bunları, azgın, taşkın, zararlı olarak kullanmağı haram etdi. gösterdiği, faideli, edebli şeklde kullanılmasını emr etdi. ikinci cil ektub bu dünyaya getirilmemizden maksad, allahü tealanın ma'rifetini elde etmekdir. ma'rifet iki nev'dir. birincisi, fen yolu ile, ya'ni nazar ve istidlal ile hasıl olur. bunu, islam alimleri bildirdi. ikincisi, keşf ve şühud ile, hasıl olur. bu, tesavvuf erbabından gelir. birincisi, ilm olup, akl ve fikr ile hasıl olur. ikincisi, hal olup kendindedir. birincisi, arifi yok etmez. ikincisi, yok eder. çünki, bu ma'rifet, ma'rufda yok olmakdır. kurb, bilinen hareket değildir, kurbı hak, varlıkdan kurtulmakdır! birincisi, ilmi husulidir. etraflı anlamakdır. ikincisi, idraki basit olup, etrafı yokdur. çünki, burada hazır olan hakdır. insan, fani olmuşdur. birincide nefs, inkar etmekdedir. çünki nefs ve kötü sıfatları mevcuddur. onun inadı ve arzuları yok olmamışdır. taşkınlıkdan ve azgınlıkdan kurtulamamışdır. iman varsa, görünüşdedir. ameller, ibadetler şekldedir. nefs, küfründe devam etmekde, mevlasına düşmanlıkdadır. hadisi kudside,nefsini, düşmanın bil! çünki o, bana düşmandır buyuruldu. bu ma'rifete denildi. bu iman yok olabilir. ikinci ma'rifetde, insan yok olduğu için, nefs imana gelmişdir. bu ma'rifet yok olmaz. buna denir. ameller de, hakiki olur. hadisi şerifde, ya rabbi! senden, sonu küfr olmıyan iman istiyorum buyuruldu. nisa suresinin. ey iman edenler! allaha ve resulüne iman ediniz! ayetinde, bu imana işaret edilmekdedir. imamı ahmed ibni hanbel, ilmde ve ictihadda en yüksek derecede olduğu halde, bişri hafinin kapısına giderek, bu ma'rifete talib oldu. sebebi soruldukda, o hak tealaya benden daha çok arifdir dedi. ebu hanife nu'manı kufi rahmetullahi aleyh, ömrünün son iki senesinde, ictihadı bırakarak, uzlet eyledi. vefatından sonra, rü'yada, dedi. uzletinin sebebi, bu ma'rifeti temamlamak idi. bu ma'rifetin neticesi olan, imanın kemaline kavuşmak idi. yoksa, ilmde ve amelde, derecesi çok yüksek idi. hiçbir amel, ictihad derecesine ulaşamaz. hiçbir ibadet, ders vermek makamına varamaz. amellerin kemali, imanın kemaline bağlıdır. ibadetlerin nuraniyyeti, ihlasın mikdarına bağlıdır. imanın kemali ve ihlasın mikdarı da, ma'rifete bağlıdır. bu ma'rifet ve imanı hakiki fenaya ve ölmeden evvel nefsin ölmesine bağlı olduğu için, fenası çok olanın, imanı kamil olur. bunun için, sıddikı ekberin imanı, bu ümmetin imanları toplamından fazla oldu. hadisi şerifde, buyuruldu. çünki, fenada, benzeri yok idi. hadisi şerifde, buyuruldu. ebu bekrin fenaya misal gösterilmesi, fenadaki kemaline delildir. çünki, eshabı kiramın hepsinde fena hasıl olmuşdur. bu ma'rifet kimde hasıl olursa, müjdeler olsun! nerde bulunursa, oraya koşmalıdır. ne yazık ki, aranılması lazım olan terk ediliyor. tahribi emr olunan, ta'mir ediliyor. kıyamet günü, hangi yüz ve hangi özr ile hesab verilecek? ikinci cil ektub insanın şerefi, iman ile ve ma'rifet iledir. mal ile ve mevkı' ile değildir. imanın kuvvetlenmesine çalışınız! ma'rifet derecelerinde yükselmeğe gayret ediniz! hadisi şerifde, ahiret için çalışanı, allahü teala, her arzusuna kavuşdurur. yalnız dünya işleri ardında koşanları helak eder buyuruldu. geçim sıkıntısı olanın, bir işde çalışması caizdir. kazanırsa, iyi olur. kazanamazsa, bu işin üzerine düşmemelidir. uğraşmasının sonu gelmez. zararı artar. islamda ilk fitne önsöz allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri herkese gönderiyor. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden dilediğine ihsan ederek afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem temiz ehli beytine ve adil, sadık eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in hayrlı düalar olsun! muhtasarında yazılı hadisi şerifde, eshabım arasında fitne çıkacakdır. bu fitneye karışanları, benimle sohbetlerinin hatırı için, allahü teala afv edecekdir. sonra gelenler, bu fitneyi dillerine dolayarak, körükliyecekler, bu yüzden cehenneme gideceklerdir buyuruldu. hindistanda, hicri yılında vefat eden, büyük islam alimi imamı rabbani ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh, ehli sünnet i'tikadını ve müslimanlığın doğru yolunu ve tesavvufun islam dininden ayrı birşey olmadığını bildirmek için, her memlekete mektublar yollamışdır. beşyüzden fazla olan bu mektubları, üç cild olarak toplanmış ve basılmışdır. ikinci cildin otuzaltıncı mektubunda, eshabı kiram arasındaki fitneyi uzun yazmakdadır. üçüncü halife hazreti osman radıyallahü anh zemanında, abdüllah bin sebe' adındaki yemenli bir yehudi, islamda ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. buna aldananlar, eshabı kiram arasına karışdılar. tarih boyunca, masonlar ve yehudiler tarafından desteklendiler. zeman zeman azarak, islamiyyeti içerden yıkmağa çalışmışlar ve çok müsliman kanı dökülmesine sebeb olmuşlardır. halbuki islamiyyet, birleşmeği, kardeş gibi sevişmeği emr etmekdedir. eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in düşman olanlar, zemanla oniki fırkaya ayrıldı. hepsi de, müslimanları aldatmak, parçalamak için, planlı olarak çalışıyorlar. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in birbirlerine düşman olduklarını söyliyor, o din büyüklerine, hazreti aliye radıyallahü teala anh uymadılar diyerek, çok kötü iftiralar atıyorlar. aydın din adamı, ilerici yazar gibi ismlere bürünen bu fitne ve fesadcılar, yalanlarını meydana çıkararak ve çirkin iftiralarını çürüterek, müslimanları uyandırmağa çalışmakda olan ehli sünnetin temiz hocalarına gerici, cahil diyorlar. bu mubarek hocaları lekelemeğe, gözden düşürmeğe yelteniyorlar. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, bunların söğmeleri ile kıymetden düşmedikleri gibi, bu hocaların kıymetleri de, bunların saldırmaları ile artmakda, şanları, şerefleri yükselmekdedir. din kardeşlerimizin, kardeşi kardeşden ayırmağa çalışan bu yıkıcıların yaldızlı iftiralarına aldanmamaları için, otuzaltıncı mektubu farisiden türkçeye terceme ederek adını verdik. insaf ile okuyan kıymetli gençlerin saf ruhlarının ve temiz vicdanlarının, ehli sünnetin haklı olduğunu göreceklerinden emin bulunuyoruz. allahü teala, müslimanları parçalanmakdan korusun! hepimizi, razı olduğu, beğendiği, ehli sünnetin doğru yolunda birleşdirsin! islam düşmanlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekden korusun! amin. evliyanın efdali, sıddikı ekber, ba'dehu faruk, ve zinnureynden sonra, alidir ol veliyullah. kalan eshabı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun, cemi'i alü eshabı kiramı severim fillah. aşerei mübeşşere ve fatıma, hasen ve hüseyn, bu ümmetden bunlara cennet ile neşhedü billah. ve gayri kimseye aynile cennetlik denilmez ki, o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah. ve eshabı kiramın cümlesinden sonra ümmetden, cemi'i tabi'in olmuşdur, efdalü evliyaillah. islamda ilk fitne imamı rabbani müceddidi elfi sani şeyh ahmedi faruki serhendinin rahimehullahü teala mektubatından, ikinci cildin otuzaltıncı mektubu, eshabı kiramın büyüklüğünü ve ehli sünnet mezhebi ile diğer bozuk mezheblerin eshabı kiram hakkındaki sözlerini bildirmekdedir. islamiyyetde ilk kopan fitnenin şi'ilik olduğunu ve ehli sünnet mezhebinin şi'iler gibi taşkınlık yapmadığını, hariciler gibi de, cahillik ve kısa görüşlülük yolunu tutmadığını göstermekdedir ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ehli beytini medh eylemekdedir. bu mektubumu yazmağa besmele okuyarak başlıyorum. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! o yüce peygamberin ehli beytine ve eshabının hepsine ve bütün mü'minlere bizden iyi düalar olsun! doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmağa özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitablarını okumak, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir ve onun ihsanlarının en kıymetlilerindendir. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici olan muhammed aleyhisselam, buyurdu. ya'ni, kişi, dünyada ve ahıretde sevdiği ile beraber olur. bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile beraber olur. onların allahü tealaya ma'nevi olan yakınlığında, onlar gibi olur. hareketleri, sözleri iyi olan, yükselmeğe elverişli olduğu anlaşılan kıymetli oğlum hace şerefeddin hüseynin bildirdiğine göre, o büyük ni'met, o çok güzel ahlak, sizde mevcuddur. çeşidli işleriniz ve dağınık düşünceleriniz olduğu halde, o büyükleri unutmuyorsunuz. dünya işleri etrafınızı sarmış iken, bu çok kıymetli ni'meti elden kaçırmıyorsunuz. bunun için, allahü tealaya çok hamd ve şükrler olsun! çünki, sizin se'adetiniz, sizin ni'metlere kavuşmanız, birçok kimsenin se'adete kavuşmasına yol açar. onların kurtulmasına, huzura kavuşmasına sebeb olur. yine o bildirdi ki, bu fakirin yazılarını okuyormuşsunuz. sözlerime kıymet veriyormuşsunuz. kendilerine birkaç kelime yazarsanız çok faideli olur dedi. onun bu arzusunu yerine getirmek için, size birkaç kelime yazmağa kalkdım. hindistanda, bu günlerde herkesin ağzında kimin hakkı idi? eshabı kiram şöyle idi, böyle idi, gibi sözler dolaşıyor. islam bilgilerinin ince bir kolu olan bu konuda çok kimseler, kendi kısa aklları, bozuk görüşleri ile, ulu orta konuşuyor ve yazıyorlar. kendilerini haklı göstermek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'nalar vermekden çekinmiyorlar. islam alimlerinin, doğru ve haklı olan sözlerini örtbas etmeğe çalışıyorlar. bunun için, bu konuda birkaç satır yazmağı ve ehli sünnet alimlerinin doğru ve haklı sözlerini müslimanlara duyurmağı ve bozuk fırkalarının yanlış yazılarını vesikalarla çürütmeği, böylece, hakikati ortaya koymağı uygun gördüm. ey temiz ruhlu ve yüksek yaradılışlı kardeşim! ehli sünnet mezhebinin alimleri rahimehümullahü teala, söz birliği ile, demekdedir. ya'ni, hazreti ebu bekr ile hazreti ömer, eshabı kiramın hepsinden daha yüksekdirler ve hazreti osman ile hazreti aliyi sevmek lazımdır, dediler. ehli sünnet ve cema'at denilen doğru yoldaki her müslimanın, bu ikisini üstün tutması ve o ikisini sevmesi lazımdır. hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin üstün olduğunu eshabı kiramın hepsi söz birliği ile bildirmişdir. bu söz birliğini de, tabi'ini izamın hepsi bize söz birliği ile haber vermişdir. böyle söz birliği olduğunu, bize din imamlarımızın büyükleri, mesela imamı şafi'i bildirmekdedir. i'tikadda mezhebimizin iki imamından biri olan ebül haseni eş'ari hazretleri buyuruyor ki: . hazreti alinin radıyallahü anh, halife iken ve memleketin idaresi ve kuvveti elinde iken, eshabından büyük bir cema'ate karşı buyurduğunu, imamı zehebi yazmakdadır ve bu üstünlüğün tevatür yolu ile bizlere geldiğini bildirmekdedir. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, insanların en üstünü ebu bekrdir. ondan sonra ömerdir. ondan sonra da, bir başkasıdır. dinliyenler arasında bulunan oğlu muhammed bin hanefiyye deyince, hazreti imamın dediğini, imamı buhari haber vermekdedir. ebu bekr ile ömerin en üstün olduklarını haber veren güvenilir, sağlam kimseler o kadar çokdur ki, tevatür halini almış, inanmak zaruri olmuşdur. buna inanmıyan, ya cahildir veya koyu müte'assıb ve inadcıdır. şi'i alimlerinin büyüklerinden olan abdürrezzak bin ali lahici , bu hakikatin pek açık olduğunu görerek, inkar edememiş, bu iki imamın en üstün olduklarını bildirmiş ve imamı ali, ebu bekrle ömerin, kendisinden daha yüksek olduğunu söylediği için, ben de onun gibi söylerim. ikisinin de daha yüksek olduklarına inanırım. eğer hazreti ali, onların daha yüksek olduğunu söylemeseydi, ben de söylemezdim. hazreti aliyi sevdiğim için, onun gibi söylerim. onu çok sevdiğim halde, onun gibi söylemez isem, günah işlemiş olurum demişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki damadının, ya'ni hazreti osman ile hazreti alinin halife oldukları zemanda fitneler çıkdığı için ve müslimanların işlerinde karışıklık çoğaldığı için, insanların kalbinde kırıklık, soğukluk hasıl olmuşdu. aralarına düşmanlık ve geçimsizlik girmişdi. bunun için, ehli sünnet ve cema'at alimleri, hateneyni ya'ni iki damadı sevmek lazım geldiğini bildirmişlerdir. böylece, bir cahilin çıkıp da, resulullahın eshabı kiramına dil uzatmasını önlemişlerdir. resulullahın halifelerinden, vekillerinden birine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır. görülüyor ki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmek, ehli sünnet olmak için şartdır. hazreti aliyi sevmiyen, ehli sünnet değildir. buna denir. hazreti aliyi sevmekde taşkınlık eden, sevmekde aşırı yol tutan, onu sevmek için, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem eshabına sövmek lazımdır diyen, bunun için eshabı kirama rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in dil uzatarak, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve selefi salihinin yollarından sapan kimseye denir. görülüyor ki, hazreti aliyi sevmekde, bunlar aşırı gitmekde, taşkınlık yapmakdadır. hariciler ise, hazreti aliye düşman olmakda, o, allahın arslanının kıymetini anlamamakdadır. ise, her iki tarafa sapmamış, orta yoldan gitmişdir. hak da, aşırı sağa ve sola sapanda değil, elbette doğru yolda gidendedir. sağa, sola taşmak, elbette çirkin ve tehlükelidir. ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala haber veriyor ki, hazreti ali buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz bana dedi ki: ya ali! sen isa aleyhisselama benziyeceksin. yehudiler ona düşman oldular. annesi hazreti meryeme iftira etdiler. hıristiyanlar ise, onu aşırı severek, olmıyacak dereceye yükseltdiler. ya'ni, allahın oğlu dediler. hazreti ali, bundan sonra buyurdu ki: benim yüzümden iki çeşid kimseler helak olacaklardır. birisi, beni sevmekde taşkınlık yapanlar ve bende olmıyan şeyleri bana söyliyerek, aşırı övenlerdir. ikincisi, bana düşman olanlar ve düşmanlık ederek iftira yapanlardır. görülüyorki, hariciler, yehudilere benzetilmekdedir. sevmekde taşkınlık yapanlar da, hıristiyanlar gibi olmakdadır. bunların ikisi de, doğru yoldan ayrılmışdır. ehli sünnet için, hazreti aliyi sevmezler demek, onu şi'iler sever sanmak büyük, çok çirkin bir cahillikdir. şunu iyi anlamalıdır ki, sapık demek, hazreti aliyi sevmek demek değildir. resulullahın üç halifesine düşman olmak demekdir. eshabı kiramı kötülemek, onlara dil uzatmak kötüdür. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: nazm: muhammed aleyhisselamın alini sevmek şi'ilik ise, ey ins ve cin biliniz ki, ben şi'iyim. ya'ni şi'iler, şi'iliğin, muhammed aleyhisselamın alini, ya'ni ehli beytini sevmek olduğunu söyliyorlar. eğer şi'ilik, onları sevmek ise, şi'iler başımızın tacı olur. fekat, ehli beytden başkasına düşmanlık etmek doğru değildir. veya denir. resulullahın ehli beytini doğru ve uygun olarak sevenler, elbette ehli sünnetdir. ehli beytin yolunda olan, elbette bunlardır. ehli beyti seviyoruz ve onların yolunda gidiyoruz diyen, eğer diğer eshaba düşmanlık etmese ve eshabı kiramın hepsine saygı ve sevgi gösterse ve eshabı kiram arasındaki muharebelerin iyi sebeblerden meydana geldiğine inansa olur. sapık yolda olmakdan kurtulur. çünki, ehli beyti sevmemek, olmakdır. hem ehli beyti sevmek, hem de eshabı kirama saygı göstermek, hepsini sevmek, ehli sünnet olmakdır. görülüyor ki, mezhebsizlik, resulullahın eshabı kiramına düşmanlık etmekden doğmakdadır. çünki, ehli de, eshabı kiramdandır. sünnilik ise, eshabı kiramın hepsini sevmekdir. aklı olan, insaflı olan bir kimse, eshabı kirama düşmanlık etmeği, onları sevmekden daha üstün tutmaz. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği için, onun eshabının hepsini sever. ba'zıları, ehli sünnetin ehli beyte düşman olduklarını söyliyor. bu çok yanlış ve pek çirkin sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. çünki, ehli beyti sevmek, ehli sünnetin imanla gitmesine alametdir. ehli sünnet alimleri, son nefesde imanla gitmek için, ehli beyti çok sevmek lazımdır demişlerdir. bu fakirin babası çok alim idi. zahir ve batın ilmlerinde pek derin idi. herkese, durmadan, ehli beytin sevgisini aşılardı. onları sevmek, son nefesde imanla gitmeğe yardım eder, buyururdu. babamın ölüm hastalığında yanında idim. son dakikaları gelmişdi. dünya ile ilişiği az kalmışdı. ehli beyti çok seviniz dediği zemanları hatırlatdım. şimdi, bu sevginiz ne kadardır diye sordum. kendinden geçmek üzere iken buyurdu. böyle cevab verdiği için, allahü tealaya hamdü sena etmişdim. ehli beyti sevmek, ehli sünnetin sermayesidir. bunu anlıyamıyorlar. ehli sünnetin doğru ve yerinde olan sevgisini bırakarak, taşkın, aşırı bir yola sapıyorlar. aşırı ve taşkın olmıyan sevginin kıymeti olmaz sanarak, ehli sünnete eshabı kiram harici damgasını vuruyorlar. aşırı gitmek ile aşağı kalmak arasında doğru ve uygun bir yol bulunduğunu, hak ve doğru yolun, böyle olduğunu anlıyamıyorlar. aşırı yüksek ile pek alçak iki bozuk yol arasındaki hak ve doğru olan orta yolu bulmak şerefi, ehli sünnet alimlerine nasib olmuşdur. ehli sünnet alimlerinin bu doğru yolu bulmak için, durmadan, usanmadan yapdıkları çalışmalara, allahü teala bol bol mükafat versin. şi'iler de biliyor ki, haricilerle, ya'ni hazreti alinin ve evladlarının düşmanları ile, ehli sünnet döğüşdü. ehli beytin düşmanlarının cezalarını verenler, ehli sünnet idi. o vakt şi'iler yok idi. olsa da, yok denecek kadar az idi. yoksa bunlar, ehli sünnete, ehli beyti sevdikleri için şi'i mi diyorlar? bunun için, haricileri dağıtanları, kaçıranları şi'i mi sanıyorlar? çok şaşılır ki; ehli sünnete ba'zan harici diyorlar. muhabbetlerinin aşırı, taşkın olmadığını görünce harici sanıyorlar. ehli beyte olan, o büyüklere uygun, yakışan sevgiyi gördükleri zeman da, ehli sünneti şi'i sanıyorlar. bunun içindir ki, çok cahil olduklarından, ehli sünnet alimlerinden ehli beytin muhabbetini işitince, bunları kendilerinden sanıyorlar. muhabbetde taşkınlık yapılmamasını söyliyen ve üç halifeyi de sevdirmeğe çalışan ehli sünnet alimlerine de, harici diyorlar. bunların, ehli sünnet alimlerine olan haksız ve yersiz sözlerine yazıklar olsun. hazreti aliye radıyallahü anh olan muhabbetin aşırı ve taşkın olmasından dolayı, hazreti aliyi sevmek için, üç halifeye ve eshabı kiramdan çoğuna düşman olmak lazımdır, diyorlar. insaf etsinler, böyle muhabbet olur mu? resulullahın halifelerine düşman olmak ve onun eshabı kiramını sövmek ve kötülemek şart tutulan bir çılgınlığa, muhabbet ismi verilebilir mi? ehli sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, ehli sünnetin, ehli sevgisine eshabı kiramın hepsinin sevgisini de katmasıdır. eshabı kiram arasındaki ayrılıkları, muharebeleri bildiği halde, onların hiç birini kötülememesidir. ehli sünnet, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinin kıymetini ve şerefini anlıyarak, eshabı kiramın kötü düşünüşden, inaddan, birbirini çekememekden kurtulduklarını, tertemiz olduklarını bildirmekde, herbirinin üstün, kıymetli olduğunu söylemekdedir. bununla beraber, bu muharebelerde, haklı olana haklı, yanlış olana hatalı demişdir. fekat, bu hataların, nefsin isteklerinden, kötü arzularından hasıl olmadığını, re'y ve ictihad ayrılığı olduğunu beyan eylemişlerdir. ehli sünnet de, eshabı kiramın çoğuna düşmanlık etse idi ve bu din büyüklerini kötüleseydi, hoşlarına giderdi. o zeman, ehli sünnete dil uzatmazlardı. bunun gibi haricilerin de, ehli sünneti sevmeleri için, ehli sünnetin de, ehli beyte düşman olması lazımdır. ya rabbi! sen bize doğru yolu gösterdikden sonra, kalblerimizi kaydırma! sonsuz rahmet hazinelerinden bizlere de ihsan et! iyilikleri veren ancak sensin. ehli sünnet alimlerinin büyükleri buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin eshabı kiramı, birbirleri ile muharebe ederken üç fırkaya ayrılmışlardı: birinci fırkada bulunan eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, olayları inceliyerek, hazreti ali yanında bulunanların haklı olduğunu ictihad eylediler. ikinci fırkadakiler, karşı tarafdakilerin haklı olduğunu, ictihad ile anladılar. üçüncü fırkada olanlar, durakladılar. bir tarafın haklı olduğunu gösteren ictihada varamadılar. birinci fırkada olan eshabı kiramın, kendi ictihadlarına uyarak, hazreti aliye yardım etmeleri vacib oldu. ikinci fırkada bulunan eshabı kiramın da, kendi ictihadlarına uyarak, karşı tarafa yardım etmeleri lazım oldu. üçüncü fırkada olanların, bu işe karışmaması lazım oldu. bir tarafa yardım etmeleri hata olurdu. her üç fırkada bulunanlar da, kendi ictihadlarına göre hareket etdiler. herbiri, kendilerine lazım ve vacib olanı yapdılar. o halde, böyle yapdıkları için ne diyebiliriz? hangisine dil uzatabiliriz? imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, allahü teala, bu kanlara ellerimizi bulaşdırmakdan bizleri korudu. biz de dillerimizi karışdırmakdan korumalıyız. ömer bin abdül'azizin de böyle söylediği haber verilmişdir. bu sözden anlaşılıyor ki, bu üç fırkada bulunan eshabı kiramın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lazımdır. hadisi şerifde de böyle buyuruldu. hadisi şerifi gösteriyor ki, eshabım anıldığı zeman, birbirleri ile olan muharebeleri söylenildiği zeman kendinizi koruyunuz. bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekden sakınınız! bu emre uymak lazımdır. bununla beraber, ehli sünnet alimlerinin çoğunun anladığına göre, hazreti ali ile birlikde olanlar, haklı idi. karşı tarafda bulunanlar hataya düşmüşdü. fekat bu hataları, ictihad hatası olduğu için bir şey denemez. o büyüklere dil uzatmamıza sebeb olamaz. hata edenler de, haklı olanlar gibi, kötülenemez ve aşağılanamaz. o muharebeler yapılırken, hazreti alinin radıyallahü anh kardeşlerimiz bize uymadı. onlar kafir değildirler. fasık da olmadılar. çünki, anladıklarına göre ictihad eylediler. kafir ve fasık olmazlar buyurduğu haber verilmekdedir. görülüyor ki, ehli sünnet de ve şi'iler de, hazreti ali ile harb edenlerin hata etdiklerini, hazreti alinin haklı olduğunu söylemekdedir. lakin, ehli sünnet alimleri, bu hatanın, görüş, anlayış hatası olduğunu, bundan başka birşey söylenemiyeceğini bildiriyor. o büyüklere dil uzatmakdan, onları kötülemekden kaçınmak lazımdır diyorlar ve insanların en hayrlısının sohbetinin şerefini, hakkını gözetmeliyiz buyuruyorlar. çünki peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: eshabımın hakkını gözetmekde, allahü tealadan korkunuz! benden sonra, onlara dil uzatmayınız!. bu emrin ehemmiyyetini göstermek için iki kerre tekrar buyuruyor. bir hadisi şerifde de, eshabımın hepsi gökdeki yıldızlar gibidir. hangi birisine uyarsanız, hidayete, se'adete kavuşursunuz! buyuruldu. eshabı kiramın herbirini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lazım geldiğini gösteren, başka çok hadisi şerifler de vardır. bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lazımdır. onların ufak tefek hatalarının da, iyi niyyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. ehli sünnet mezhebi böyledir. ba'zıları, burada taşkınlık gösteriyor. hazreti ali ile harb edenlere kafir diyorlar ve söylenemiyecek çirkin kelimeleri ve iğrenç, bayağı sözleri ağızlarına alıyorlar. dillerini kirletiyorlar. böyle davranışları ile, eğer hazreti alinin haklı olduğunu ve onunla harb edenlerin yanıldıklarını anlatmak istiyorlarsa, bunu bildirmek için, ehli sünnet gibi söylemeleri yetişir. adalete, insafa yakışan yol da öylece anlatmakdır. bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezheb olmaz. bunlar, bu kötü yolu kendilerine din ve mezheb ediniyor. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına düşmanlık etmeği, sövmeği, din ve iman sanıyorlar. bu nasıl dindir ve nasıl mezhebdir ki, imanlarının temeli, resulullahın eshabına radıyallahü teala anhüm ecma'in sövmek olmakdadır. bir hadisi şerifde, müslimanlar yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. bunlardan yetmişikisi, bozuk inanışlarından dolayı, cehenneme gidecekdir. yalnız birisi kurtulacakdır buyuruldu. bu yetmişiki bid'at fırkasından herbiri, çeşidli bid'atler meydana çıkararak, ehli sünnetden ayrıldılar. bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, eshabı kirama düşmanlık yapanlar oldu. yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan ehli sünnetden en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlar oldu. din büyüklerine sövmeyi, bunlara la'net etmeği, imanlarının, mezheblerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir. bunlar, zemanla oniki fırkaya ayrıldı. hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de eshabı kirama kafir demekden çekinmemekdedir. hulefai raşidine sövmek ibadet olur, diyorlar. bununla beraber, kendilerine rafızi dedirtmekden kaçınıyorlar. rafıziler bizden başkalarıdır, diyorlar. çünki rafızilerin kıyametde azab göreceklerini bildiren hadisi şerifler olduğunu kendileri de bilmekdedir. rafızi isminden kaçındıkları gibi, keşki bu kelimenin ma'nasından da sakınsalardı ve resulullahın eshabı kiramına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu. hindistandaki hindular da kendilerine hindu diyor. kafir demiyorlar. kendilerini kafir bilmiyorlar. darülharbde bulunanların kafir olduğunu söyliyorlar. çok yanılıyorlar. her iki memleketde bulunanları da kafirdir. gitdikleri yol küfr yoludur. bunlar, acaba resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytini de kendileri gibi mi sanıyorlar? onları da, ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma düşman mı biliyorlar? böyle sanmaları, ehli beytin büyüklerini münafık, ikiyüzlü bilmek olur. hazreti alinin radıyallahü anh diğer üç halife ile tam otuz sene idare yollu görüşdüğünü, onlara olan düşmanlığını sakladığını ve hakları olmadığı halde, onları üstün tutduğunu, onlara saygı gösterdiğini söyliyorlar. bu sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. bunlar, ehli beyti, resulullahı sevdikleri için seviyor iseler, resulullahın düşmanlarını da düşman bilmeleri lazım gelirdi ve resulullahın düşmanlarına, ehli beytin düşmanlarından daha çok söğmeleri ve la'net etmeleri icab ederdi. halbuki bunların, resulullahın en büyük düşmanı olan ve onu çok inciten ve sayısız sıkıntılar yapan ebu cehle sövdükleri ve la'net etdikleri, onun kötülüğünü anlatdıkları, hiç görülmemiş ve işitilmemişdir. resulullahın en çok sevdiği hazreti ebu bekri, kendi bozuk görüşleri ile ehli beytin düşmanı sanıyorlar. bu yüzden ona söğüyor ve kötülemek için ağızlarına geleni söyliyorlar. şanına yakışmıyacak şeyleri iftira ediyorlar. bu nasıl dindir ve mezhebdir? allah göstermesin! hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin ve bütün eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in, resulullahın ehli beytine radıyallahü anhüm düşman olacakları, hiç düşünülebilirmi? bu insafsızlar, saygısızlar, keşki, ehli beytin düşmanlarına söğselerdi. sahabei kiramın büyüklerinin ismlerini söylemeselerdi, din büyüklerini kötü sandıracak hale düşmeselerdi, çok iyi olurdu. böyle yapsalardı, ehli sünnet ile aralarında ayrılık kalmazdı. çünki, ehli sünnet de, ehli beytin düşmanlarını düşman bilmekde ve onları kötülemekde ve söğmekdedir. ehli sünnetin çok ince, çok güzel bir sözü de şudur ki, çeşid çeşid küfrlere dalmış olan belli bir kimsenin bile cehenneme gideceğini söylememelidir. tevbe edebilir, tekrar müsliman olabilir derler. böyle kimselere de, ismini söyliyerek la'net etmeğe izn vermezler. adını söyliyerek, belli bir kafire la'net etmemelidir. kafirlere la'net olsun demelidir, derler. ölürken imansız gitdiği kesin olarak bilinen kimselere la'net olunabilir derler. bunlardan ba'zıları, sıkılmadan, çekinmeden hazreti ebu bekr ile hazreti ömere la'net ediyorlar ve sahabei kiramın büyüklerine dil uzatıyor, onlara söğüyorlar. allahü teala, bu zevallıların doğru yola gelmelerini, bu yanlış, bozuk yoldan kurtulmalarını nasib eylesin! amin. bu konuda, ehli sünnet ile bunlar arasında iki büyük ayrılık vardır: ehli sünnet alimlerine göre, dört halifenin de hilafetleri hakdır, doğrudur. çünki, gaybdan haber veren hadisi şeriflerden birisinde, buyuruldu. ya'ni tam, kamil hilafet otuz senedir. bu otuz sene hazreti alinin hilafeti ile temam oldu. bu hadisi şerif, dört halifenin de haklı olarak halife olduklarını göstermekdedir ve halifelik sıraları da haklıdır. ehli sünnet olmıyanlardan bir kısmı, üç halifenin haksız olarak halife olduklarını söyliyorlar. hilafeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar. yalnız, hazreti ali haklı olarak halife olmuşdu, diyorlar. hazreti alinin diğer üç halife zemanında ses çıkarmaması, onlara ita'at etmesi, ortalığı idare etmek, fitne çıkarmamak içindi diyorlar. peygamber efendimizin eshabı kiramının, birbirleriyle yalandan ahbablık etdiklerini, ikiyüzlü olduklarını sanıyorlar. geçinmek için birbirlerine dost göründüklerine inanıyorlar. çünki, bunların söylediğine göre, hazreti alinin halife olmasını istiyenler, üç halifenin adamları ile istemiyerek arkadaşlık etmiş ve olduğu gibi görünmemişlerdir. onlar da, hazreti aliyi sevmedikleri halde, güleryüz göstermişler, düşmanlıklarını gizlemiş, dost olarak görünmüşlerdir. bunların söylediğine göre, eshabı kiramın hepsi ikiyüzlü ve yalancı olmakdadır. içlerinde olanın aksini göstermişlerdir. bunlara göre, muhammed aleyhisselamın ümmetinin en kötüleri, eshabı kiram olmakdadır. sohbetlerin, toplantıların en kötüsü de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti olmakdadır. çünki, bu kötü huylar, onlara, onun sohbetinden, onun nasihatlarından gelmiş oluyor. dünyanın en kötü zemanı eshabı kiramın zemanı olmakdadır. çünki: ikiyüzlülük, düşmanlık, birbirini çekememek, kin tutmak ile yaşamış oluyorlar. halbuki, kur'anı kerimde, feth suresinin son ayetinde mealen, buyuruldu. böyle kötü inanışlardan allahü tealaya sığınırız. bu ümmetin önde gelenleri, en üstünleri böyle kötü huylu olurlarsa, sonra gelenlerde hiç iyilik bulunabilir mi? acaba, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinin üstünlüğünü ve ümmetin iyiliğini bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri işitmemişler mi? yoksa bunlara inanmıyorlar mı? kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bizlere eshabı kiram ulaşdırdı. eshabı kiram kötülenirse, onların bizlere bildirdiği din de kötülenmiş olur. allahü teala, böyle bozuk sözlerden, çirkin inanışlardan bizleri korusun! böyle sözlerle, islamiyyeti yıkmağa uğraşdıkları anlaşılıyor. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytini sevmek maskesi altında, islamiyyeti bozmağa çalışıyorlar. resulullahın islamiyyetini yok etmek gayesinde oldukları anlaşılmakdadır. allahü teala, yurdumuzdaki müslimanları aldanmakdan korusun! keşki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevenlere saygı gösterselerdi. onları münafık, ikiyüzlü bilmeselerdi. hazreti aliyi sevenler ile ona karşı olanların birbirleriyle yalandan arkadaşlık etdikleri, otuz sene birbirlerini aldatdıkları söylenirse, bunların hangisinde iyilik kalır? bunların hangisinin sözüne güvenilebilir? hazreti ebu hüreyreye radıyallahü anh söğüyorlar, onu kötülüyorlar. onu kötülemekle, islamiyyetin emrlerinin, yasaklarının yarısını kötülemiş, çürütmüş olduklarını anlıyamıyorlar. çünki, müctehid olan derin alimler buyuruyorlar ki, islamiyyetin emrleri ve yasakları üçbin hadisi şerifden çıkarılmışdır. ya'ni ahkamı islamiyyeden üçbini, hadisi şeriflerden anlaşılmışdır. bu hadisi şeriflerden binbeşyüz danesini hazreti ebu hüreyre haber vermişdir. bunun için, onu kötülemek, ahkamı islamiyyenin yarısını çürütmek, kıymetden düşürmek olur. imamı buhari buyuruyor ki, islam alimlerinden sekizyüzden fazla kimse, hazreti ebu hüreyreden hadisi şerif alıp bildirmişdir. bunlardan çoğu eshabı kiramdan ve tabi'ini izamdan idi. mesela abdüllah ibni abbas ve abdüllah ibni ömer ve cabir bin abdüllah ve enes bin malik hazretleri, hazreti ebu hüreyreden hadisi şerif nakl etmişlerdir radıyallahü anhüm. hazreti ebu hüreyreyi kötüliyen bir hadisi şerif söyliyorlar ve bunu hazreti ali haber verdi diyorlar. bu sözleri uydurmadır. bu sözün iftira olduğunu derin alimler meydana çıkarmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ebu hüreyrenin ilminin, zekasının artması için düa buyurduğunu bildiren hadisi şerif alimler arasında meşhurdur ve buhariyi şerifde kısmında yazılıdır. şöyle ki: ebu hüreyre radıyallahü anh buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yanında oturuyorduk. buyurdu ki, içinizden hanginiz elbisesini çıkarıp yere yayar? ba'zı şeyler söyliyeceğim. sonra elbisesini toplayıp, katlasın, sözlerimi hiç unutmaz. paltomu çıkarıp yaydım. resulullah efendimiz dilediğini söyledi. paltomu giydim. göğsümü kapadım. bundan sonra, işitdiğim hiç bir şeyi unutmadım. hazreti ebu hüreyre gibi bir din büyüğünü, hazreti aliye düşman sanarak o mubarek zatı söğüp kötülemek ne kadar insafsızlıkdır. bu taşkınlıklar, hep aşırı sevmekden ileri gelmekdedir. nerede ise imanları gidecek. eğer onların zannetdiği gibi hazreti alinin üç halifeye istemiyerek ita'at etdiğini, iki yüzlü olarak geçindiğini düşünsek bile, onun iki halifeyi öven sözleri her tarafa yayılmış bulunmakdadır. bu sözlerine ne diyecekler? mesela, hazreti alinin radıyallahü anh halife iken ve memleket idaresi elinde iken, üç halifenin haklı ve doğru olarak halife olduklarını bildirdiğini bütün kitablar yazmakdadır. buna ne cevab verecekler? çünki ikiyüzlülük, nihayet kendi hakkı bildiği hilafeti istememek ve üç halifenin haksız olarak halife olduklarını söylememekdir. üç halifenin hilafetlerinin doğru olduğunu söylemek ve hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin müslimanların en üstünü olduklarını bildirmek, hiç de ikiyüzlülük olmayıp, bir hakikati ortaya koymakdır. bundan başka, üç halifenin ve daha birçok sahabinin üstünlüklerini bildiren ve dünyanın her tarafına yayılmış olan sahih ve sağlam hadisi şerifler vardır. eshabı kiramdan birçoğunun cennete gideceği, hadisi şeriflerde ismleri ile müjdelenmişdir. bu hadisi şeriflere ne diyecekler? çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ikiyüzlülük yapacağını söylemek hiç caiz değildir. her peygamberin, her hakikati olduğu gibi bildirmesi lazımdır. eshabı kiramı öven ayeti kerimelere acaba ne diyecekler? ayeti kerimelerde ikiyüzlülük hiç düşünülemez. allahü teala, insaf versin! aklı olan herkes bilir ki, ikiyüzlülük çok kötü bir huydur. hainlikdir. allahın arslanı olan hazreti alide bu kötülüğün bulunacağını söylemek, çok yersizdir. insanlık icabı bir iki sa'at veya bir iki gün böyle olacağı düşünülse bile, allahın arslanının tam otuz sene, hep bu kötü huyla yaşadığını söylemek, çok çirkin bir iftiradır. küçük günaha devam etmenin büyük günah olduğu bildirilmişdir. hainlerin, münafıkların alameti olan bu kötü sıfata senelerce devam edenin hali acaba neye varır. bu sözlerinin kötülüğünü keşki anlasalardı da, hazreti aliyi kötü duruma düşürmemek için, iki halifenin üstünlüğünü inkardan vaz geçseler idi, ne iyi olurdu. münafıkların alameti olan ikiyüzlülüğün kötülüğünü anlasalardı, hazreti aliyi böylece lekelemek belasından kurtulurlardı. iki beladan hafifini kabul ederek, ikincisinden kurtulmuş olurlardı. şunu da söyliyelim ki, iki halifenin daha üstün olduğuna inanmaları, hiç de bela değildir. ya'ni hazreti aliyi küçültmez. hazreti alinin halifeliğe hakkı olduğunu ortadan kaldırmaz. onun, halifeliğe hakkı ve vilayet derecesinin yüksekliği ve hidayet, irşad mertebesinin kuvveti, yine olduğu gibi kalır. halbuki, birinci olarak halife olmak hakkı idi, bu hakkını elinden alanlara istemiyerek dost göründü demek, o büyük imamı küçültmek, kötülemek olur. çünki, ikiyüzlülük, münafıkların alametidir ve yalancıların, aldatıcıların huyudur. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı arasındaki döğüşmeler, çekişmeler, iyi düşüncelerle, faideli sebeblerle meydana gelmişdir. onların hiçbiri nefslerine uymamış, inad ile birşey yapmamışlardır. çünki, eshabı kiramın nefsleri, resulullahın sohbetinde tertemiz olmuşdu. kalblerinde birbirleri için düşmanlık ve kin ve inad kalmamışdı. herbiri islam alimlerinin hepsinden daha yüksek birer müctehid olmuşdu. her müctehidin kendi ictihadına göre iş yapması vacibdir. ba'zı işlerde müctehidlerin ictihadları, ya'ni hak olarak, doğru olarak gördükleri, birbirlerine elbette uymaz. ictihadları uymayınca, işleri de elbette birbirine uymaz, çatışır. çünki, herbirinin kendi ictihadına göre hareket etmesi doğru olur. işte bundan dolayı, eshabı kiramın işlerinin birbiriyle çatışması, hak için, doğruyu meydana çıkarmak için çalışmalarından hasıl olmuşdur. bu çalışmaları, birbirlerine uymaları demekdir. ayrılıkları, çatışmaları, nefsi emmarenin arzularını yerine getirmek için değildir. ba'zı kimseler, hazreti ali ile harb edenlere kafir diyor. onlara çirkin şeyler söyliyor, kötülüyorlar. halbuki, eshabı kiram, ictihad edilmesi lazım olan işlerin birkaçında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden de ayrıldılar ve resulullahın bulduğuna, bildirdiğine uygun söylemediler. bunların hakkı, doğruyu, resulullahın bildirdiğinden başka bulmalarını ne allahü teala ve ne de onun resulü kötülemedi. kendilerine acı birşey bile söylenmedi. vahy inmekde iken, hiçbiri bu yüzden suçlu görülmedi. böyle olunca, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihad sahiblerine, nasıl olur da kafir denilebilir? ictihadları hazreti alinin ictihadına uymıyanlar, niçin kötülenebilir? hazreti ali ile harb edenler, onların dillerine doladıkları birkaç kişi değildi. islam büyüklerinden binlerle kimse idi.kısası enbiyada, hazreti ali radıyallahü teala anh ile harb edenlerin sayısının, cemel, ya'ni deve vak'asında otuzbin olduğu yazılıdır. sıffin vak'asında, hazreti ali ile harb edenlerin yüzyirmibin kişi olduğu bildirildi. her ikisinde ölenlerin toplamı kırkbeşbin idi. yukarıda bildirdiğimiz gibi, abdüllah bin sebe' ismindeki yehudi ve arkadaşları, müsliman görünerek, eshabı kiram arasına fitne sokdular ve binlerce müslimanın şehid olmasına sebeb oldular. yehudilerin birçok peygamberi dahi şehid etdikleri kur'anı kerimde bildirilmekdedir. eshabı kiramın büyüklerine, hatta cennet ile müjdelenmiş olanlarına, kafir demek ve onlara çirkin şeyler söylemek kolay bir iş değildir. ağızlarından çıkanın kötülüğünü keşki anlasalardı. islam dininin yarısına yakın bilgilerini bunlar bildirmişdir. bunlar kötülenirse, dinin yarısına güven kalmaz. bunlar nasıl kötü olabilir ki, islam alimlerinden hiçbiri bunlardan birinin bildirdiği haberi red etmemişdir. hazreti ali de, bunlardan işitdiğini haber vermekdedir. kur'anı kerimden sonra yeryüzündeki en doğru kitabın kitabı olduğunu şi'iler de biliyor ve söylüyor. bu fakir , şi'i alimlerinin büyüklerinden olan ahmed tebtiden işitdim ki, diyordu. bu kitabda, hazreti ali ile birlikde olanların bildirdiği haberler bulunduğu gibi, karşı tarafdakilerin bildirdiği haberler de vardır. haber verenin, iki tarafdan birinde bulunması, haberin kıymetini azaltmamış ve artdırmamışdır. hazreti alinin bildirdiği haberi yazdığı gibi, hazreti mu'aviyenin bildirdiği haberi de kitabına yazmışdır. eğer hazreti mu'aviyede ve onun bildirdiği hadisi şerifde bir şübhesi olsa idi, onun bildirdiği haberi kitabına elbette sokmazdı. bunun gibi, bütün hadis alimleri de, iki tarafdan gelen hadisler arasında hiç fark görmemiş, hazreti ali ile harb etmeği kusur ve leke saymamışdır. ictihadlar birbirine uymadığı zeman, hep hazreti alinin ictihadının doğru olması, ona uymıyanların yanlış olması lazım gelmez. evet bu muharebelerde hazreti alinin ictihadı doğru idi. tabi'inin alimlerinin ve mezheb imamlarımızın, birbirine uymıyan ictihadlar arasında hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadları seçdikleri ve hazreti alinin ictihadını kabul etmedikleri çok olmuşdur. eğer hazreti alinin ictihadının her zeman doğru olması lazım gelseydi, ona uymıyan ictihad kabul edilmezdi. kadi şüreyh, tabi'inin büyüklerinden idi ve müctehid idi. hazreti alinin ictihadı ile hükm etmedi ve oğlu imamı hasenin şahidliğini kabul etmedi. oğlun babaya şahid olmasını kabul etmem dedi. bütün müctehidler de, kadi şüreyhin sözüne uymakda ve oğlun babaya şahid olmasını kabul etmemekdedir. daha nice yerlerde, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadlara göre hareket edilmekdedir. din kitablarını okuyan insaflı kimseler, sözümüzün haklı olduğunu anlarlar. bunun için, misal vermekle sözü uzatmıyalım. görülüyor ki, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadda bulunmak ve onun ictihadına uymamak suç değildir. ona uymıyanların kötü olması, kötülenmesi lazım gelmez. hazreti aişe radıyallahü anha, resulullahın sevgilisi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar onu çok sever ve üstün tutardı. resulullah, ölünceye kadar, onun odasında yaşadı ve onun kucağında can verdi ve onun güzel kokulu odasında defn edildi. böyle şerefli olmakdan başka, çok alim ve müctehid idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmışlardı. eshabı kiram, yapacakları bir şeyde şaşırdıkları, sıkışdıkları zeman, ona koşarlar, istediklerini öğrenirler, müşkillerini çözerlerdi. hazreti emire uymadı diye, böyle şerefli sıddikaya, böyle müctehideye dil uzatmak, çok çirkin iftiralarda bulunmak, bir müslimanın yapacağı şey değildir. resulullaha iman eden kimseden çok uzakdır. hazreti ali resulullahın damadı ise, hazreti aişe de, zevcei mütahherasıdır ve sevgilisidir ve kıymetli hayat arkadaşıdır. bundan birkaç sene evvel bu fakir , her hafta fakirlere yemek verince, sevabını, nın ruhlarına niyyet ederdim. ya'ni resulullah efendimiz ile birlikde, hazreti ali, hazreti fatıma, hazreti hasen ve hazreti hüseynin ruhlarına da gönderirdim. bir gece rü'yada, resulullah efendimize selam verdim. bana iltifat buyurmadı. başka tarafa bakdı ve ben yemeği aişenin evinde yirdim. bana yiyecek gönderenler, onun evine gönderirlerdi buyurdu. uyandım. bana iltifat buyurmamalarına sebeb, yemek sevabını, hazreti aişeye de göndermediğim için olduğunu anladım. ondan sonraki yemeklerin sevabını, hazreti aişeye de, hatta ezvacı mütahheratın hepsine radıyallahü teala anhünne de gönderdim. çünki, bunların hepsi de, ehli beytdir. böylece, ehli beytin hepsinden yardım ve şefa'at beklemekle şereflendim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aişe radıyallahü teala anha yolu ile incitilmesi, ali radıyallahü teala anh yolu ile incitilmesinden daha ziyadedir. aklı ve insafı olanlar, böyle olduğunu kolayca anlar. yukarıdan beri söylediklerimiz, hazreti aliyi sevmek ve ona kıymet vermek, resulullahın sevgisinden ve kıymetinden olduğuna göredir. resulullaha yakın olduğu ve sevgilisi olduğu için sevildiğine göredir. eğer bir kimse, hazreti aliyi doğrudan doğruya sever ve resulullahın sevgisini araya katmadan yalnız onu kıymetlendirirse, buna bir diyeceğimiz yokdur. ona birşey denemez. çünki o dini yıkmak için uğraşmakdadır ve islamiyyeti yok etmek için çalışmakdadır. resulullahı bırakarak, başka bir yol tutmuşdur. muhammed aleyhisselam yerine, hazreti aliye yüz çevirmişdir. bu ise, küfrdür, zındıklıkdır. hazreti ali böyle kimseleri sevmez. bunların sözlerinden yazılarından incinir. eshabı kiramı sevmek ve ezvacı tahiratı ve damadlarını sevmek, hep resulullahı sevmekden hasıl olmakdadır aleyhi ve ala alihi ve eshabihissalevat. onları büyük bilmek ve saygı göstermek, hep resulullah içindir aleyhissalatü vesselam. hadisi şerifi, böyle olduğunu göstermekdedir. bunun gibi, onlardan birine düşmanlık etmek, resulullaha düşman olmak demekdir. hadisi şerifi de, bunu göstermekdedir. demek ki, eshabımı sevmek, beni sevmek demekdir. onlara düşmanlık etmek, bana düşmanlık etmek olur buyurmakdadır. hazreti talha ve hazreti zübeyr radıyallahü teala anhüma, eshabı kiramın büyüklerindendir. ikisi de, cennet ile müjdelenmiş olan on kişidendir. bunlara dil uzatmak, kötülemek çok yersizdir. onlara yapılan la'net ve kötülük, söyliyene döner. hazreti ömer radıyallahü anh vefat edeceği zeman, kendisinden sonra, içlerinden birinin halife seçilmesini bildirdiği altı kimseden biri talha, biri de zübeyrdir. halife ömer radıyallahü anh, bu altısından hangisinin daha üstün olduğunu anlıyamadı. bu ikisi, hilafeti istemediklerini bildirdiler. bu talha, öyle bir talhadır ki, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı edebi gözetmediği için, babasını öldürmüşdür. allahü teala, kur'anı kerimde, onun, resulullaha olan bu saygısını sena buyurmuşdur. zübeyre gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu öldürenin cehenneme gideceğini haber vermişdir. ona la'net eden, onu kötüliyen kimsenin alçaklığı, onu öldürenden az değildir. din büyüklerine dil uzatmakdan, islamın büyüklerini kötülemekden sakınınız! aman sakınınız! çok sakınınız! onlar bütün ömrlerini, islamiyyeti yaymakda ve yaratılmışların en üstünü olan muhammed aleyhisselama yardım etmekde tüketdiler ve bütün mallarını, dini kuvvetlendirmek için gece gündüz, açıkça ve gizlice feda etdiler. resulullahın sevgisi için, akrabalarını, ahbablarını, çocuklarını, zevcelerini, memleketlerini, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını terk etdiler. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem, bunların hepsine ve kendi canlarına tercih etdiler. bunların sevgisini ve canlarının sevgisini bırakıp, resulullahın sevgisini seçdiler. resulullahla konuşmak, onunla beraber bulunmak şerefine kavuşdular. onun sohbeti bereketi ile, peygamberlik üstünlüklerine erişdiler. allahü tealanın gönderdiği vahyi gördüler ve melekle beraber bulunmakla şereflendiler. fizik ve kimya kanunlarının üstünde olan harikalara ve mu'cizelere şahid oldular. başkalarının işitdiği şeyler, onlara açıkça gösterildi. sonra gelenlerden hiçbirine nasib olmıyan yakınlıklar, üstünlükler onlara ihsan edildi. öyle yükseldiler, öyle sevildiler ki, başkalarının dağ kadar altın dağıtmakla kazandıkları derecelerin, bunların bir avuç arpa vermekle kavuşdukları derecelerin yarısı kadar olmadığı bildirildi. allahü teala, onları, kur'anı kerimde medh ve sena eyledi. onlardan razı olduğunu ve onların da, allahdan razı olduklarını bildirdi. feth suresinin son ayetinde, şerefleri yükseltildi. bu ayeti kerimede, allahü teala bunlara gayz, kin bağlıyanların kafir olduklarını beyan buyurdu. onlara gayz, kin bağlamakdan, küfrden kaçar gibi kaçmalıdır. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bu kadar kuvvetli bağlanmış olan ve onun sevgisini ve teveccühünü kazanmakla şereflenmiş bulunan mubarek kimseleri, ictihad yeri olan birkaç işde birbirlerine uymadıklarını ve birbirleriyle çatışdıklarını ve kendi ictihadlarına göre iş tutduklarını öne sürerek, bunlara dil uzatmak, beğenmemek, hiç doğru değildir. böyle işlerde birlik olmak değil, ayrılmak belki daha doğrudur ve başkasının görüşüne uymamak lazım gelmekdedir. imamı ebu yusüfün rahimehullahü teala, ictihad derecesine yükseldikden sonra imamı azam ebu hanifeye rahmetullahi teala aleyh uyması hata olur. kendi ictihadına uyması doğru olur. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, eshabı kiramdan hiç birinin radıyallahü teala anhüm ecma'in görüşünü, buluşunu, kendi görüşünden üstün tutmadı. ister ebu bekri sıddik olsun, ister hazreti ali olsun, kendine uymıyan ictihadları almadı. kendi ictihadı onlara uymasa bile, kendi görüşü ile hareket etmeği doğru bildi. ümmetden herhangi bir müctehidin, eshabı kiramın ictihadından ayrılması caiz oluyor ve hak olarak görülüyor da, eshabı kiramın birbirinin ictihadlarına uymamaları niçin suç sayılıyor ve bu yüzden o büyüklere dil uzatılıyor? eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadına uymıyan ictihadlar da yaparlardı. resulullahın ictihadına uymıyan hareketlerde bulunurlardı. vahy gelmekde iken, onların bu ayrılıklarına birşey denilmedi. hiçbiri bu yüzden kötülenmedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadına uymıyan ictihadda bulunmaları yasak edilmedi. allahü teala, eshabı kiramın ictihadlarında ayrılık olmasını istemeseydi, ayrılmalarını beğenmeseydi, ayrılmalarını elbette yasak ederdi. ayrılanların azab göreceği bildirilirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile konuşurken, yüksek sesle konuşmanın yasak edildiğini ve yüksek sesle konuşanlara azab yapılacağının bildirildiğini hepimiz biliyoruz. hücurat suresinin ikinci ayetinde mealen, ey mü'minler! seslerinizi, resulullahın sesinden daha yükseltmeyiniz. onunla konuşurken, birbirinizle konuşur gibi bağrışmayınız! buyuruldu. beğenmediği bir hareketi, hemen yasak eylemişdir. bedr gazasında esirlerin ne yapılacağını konuşurken, eshabı kiramın ictihadları arasında ayrılık oldu. hazreti ömer ile hazreti sa'd bin mu'az, esirleri öldürelim dediler. başkaları, para karşılığı koyuverilmesini istediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, böyle ictihad buyurmuşdu. bu ictihada uyarak, esirleri koyuvermeğe başladılar ise de, sonra ayeti kerime gelerek, hazreti ömerin ictihadının doğru olduğu bildirildi. ictihadların birbirine uymadığı, böyle daha nice işler olmuşdur. kitabında şöyle anlatıyor: hicretin altıncı senesinde, bindörtyüz kişi ile ka'bei mu'azzamayı ziyaret için medineden mekkeye gidilirken, kafirler müslimanları mekkeye sokmak istemediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem denilen yerde durdu. ya ömer! mekkeye git! harb için gelmediğimizi, ka'beyi ziyaret edip, geri döneceğimizi onlara söyle! buyurdu. hazreti ömer, bu emrin ictihad yolu ile verildiğini anlayıp kendi ictihadını bildirdi ve ya resulallah! kureyş kafirleri, benim kendilerine çok düşman olduğumu bilirler. aralarına girersem beni parçalarlar. bu iş için osmanın gitmesi uygundur. osmanın orada akrabası çokdur. onu korurlar dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ömerin bu cevabına incinmek şöyle dursun, kabul buyurdu. mekkeye hazreti osmanı gönderdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunun gibi eshabının nice ictihadlarını kabul buyurmuş ve demişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, son hastalığında, onlar için birşeyler yazmak diledi ve kağıd istedi. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, kağıd getirmekde birbirine uymadılar. kağıd getirelim diyenler olduğu gibi getirmiyelim diyenler de oldu. hazreti ömerülfaruk radıyallahü anh, getirmiyelim diyenlerden idi. demişdi. bu yüzden de hazreti ömere saldırıyorlar. ağızlarına geleni söylemekden çekinmiyorlar. doğrusu birşey söylemeğe hakları yokdur. çünki, hazreti ömer, o anda vahyin kesilmiş olduğunu ve allahü tealanın emrlerinin temamlandığını, islamiyyete kaynak olarak, yalnız ictihad yolunun açık kaldığını anlamışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, o vakt ictihad ile anladıklarını yazacakdı. haşr suresinin ikinci ayetinde mealen ey akl sahibleri! bildirilenlerden ibret alınız! buyuruldu. burada, ictihad derecesindeki alimlere, ictihad etmeleri emr ediliyor. eshabı kiramın hepsi müctehid idi. orada yazılacak ictihad bilgileri için, onlar da ictihad ederdi. hazreti ömer radıyallahü anh, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hastalığın ağrıları artdığı bir zemanda, bu iş için de sıkılmasını uygun bulmadı. resulullahı çok sevdiği için, eshabın ictihadı ile işlerin çözülmesi yetişir. resulullahı yormıyalım düşüncesiyle, dedi. müctehidler, aranılan bilgileri, kur'anı kerimden ictihad yolu ile çıkardıklarından, o yazılacakları, ictihadla çıkarmamız için, bize kur'anı kerim yetişir buyurdu. yalnız demesinden anlaşılıyor ki, o anda yazılacak şeylerin, kur'anı kerimde bildirilenlerden çıkarılacağını, hadisi şeriflerden çıkarılacak şeyler olmadığını sezmişdi. görülüyor ki, hazreti ömer radıyallahü anh, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem çok sevdiği ve çok acıdığı için, hastalığın en sıkıntılı, acılı zemanında, yazı ileyorulmasını, üzülmesini uygun görmiyerek, kağıd getirilmesini istemedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem o anda yazmak istemesi de, eshabına bir ihsanda, bir yardımda bulunmak içindi. bildirilmesi elbette lazım olan şeylerden değildi. eshabını ictihad etmek sıkıntısından kurtarmak istemişdi. emri, bir ihsan olmayıp da, elbette lüzumlu olsaydı, tekrar isterdi. dilediklerini elbette yazdırırdı. eshabının sözlerindeki ayrılığı görmekle, bu emrinden vaz geçmezdi. sual: hazreti ömer, orada acaba sayıklıyor mu? araşdırınız demişdi. bu ne demekdir? cevab: hazreti ömer radıyallahü anh, o zeman, resulullahın, hastalık acıları arasında, bu sözü istemiyerek söylediğini anlamış olabilir. nitekim buyurması, böyle olduğunu göstermekdedir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmi idi. hiçbirşey yazdığı görülmemişdi. buyurması da, hazreti ömeri öyle düşündürmüş olabilir. çünki, allahü teala, din bilgilerinin artık kemale geldiğini ve ni'metinin temam olduğunu ve allahü tealanın bu hali beğendiğini bildirmişdi. bu halde, yoldan çıkmak nasıl olur ve kısa bir zemanda yazılacak bir şeyle, bu nasıl önlenebilir? yirmiüç senede yazılmış olanlar yetişmiyor ve yoldan çıkmağı önliyemiyor da, kısa bir zemanda ve hastalığın acılarının çoğaldığı bir anda yazılacak birşey bunu nasıl önliyebilirdi? hazreti ömer radıyallahü anh bunları bir anda kavrıyarak, gözönünde tutarak emrinin insanlık sebebi ile, istemeden mubarek ağzından çıkdığını bildi. bunların iyice anlaşılmasını, tekrar sorulmasını istedi. bu konuşmalarda sesler çoğalınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalkınız. gürültü etmeyiniz! peygamberin yanında gürültü etmek iyi değildir buyurdu. başka bir şey söylemedi. kağıd ve kalem ismini anmadı. eshabı kiramın, ictihad olunacak işlerde, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem ayrılmaları, allah korusun, nefslerine uymakla, ehemmiyyet vermemekle olsaydı, mürted olurlardı. müslimanlıkdan çıkarlardı. çünki, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı saygısızlık ve geçimsizlikde bulunmak küfrdür. bu ayrılıkları, haşr suresinin ikinci ayetindeki emre uymakdan doğuyordu. çünki, ilmde ictihad derecesine yükselen yüksek bir alimin ictihad olunması lazım gelen işlerde, kendi ictihadını bırakıp başkasının ictihadına uyması doğru değildir. böyle yapmasını islamiyyet yasak etmişdir. evet, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilen işlerde ictihad olunmaz. herkesin bu açık emrlere uyması lazımdır. bunlara inanması ve ayrılmaması vacibdir. eshabı kiramın hiçbiri gösterişi sevmez, görünüşe bakmazdı. hepsinin düşüncesi, kalblerini temizlemek idi. hakikate ve ma'naya bakarak edebi gözetirlerdi. gösterişe ve söze bağlanmazlardı. onların birinci düşünceleri ve arzuları resulullahın emrlerini yapmak, onu incitecek en ufak şeyden sakınmak idi. analarını, babalarını, çocuklarını, ailelerini resulullaha feda etmişlerdi. ona karşı olan inançları ve ihlasları, sevgileri, saygıları o kadar çokdu ki, mubarek tükrüğünün, mubarek tırnaklarının ve tıraş olunca mubarek saçlarının yere düşdüğü görülmemişdir. bunları kapışırlar, en kıymetli kazanç olarak saklarlar ve bereketlenirlerdi. yalancılık, birbirini aldatmak gibi kötülüklerin çok olduğu bu zemanda ortaya çıkarılan, o temiz insanların bir sözünde, resulullaha karşı saygısızlık anlaşılacak olursa, bu söze başka ma'na vermek, sözlerinin bütününden anlaşılan iyi ma'nayı düşünmek lazımdır. kelimelerinin her ma'nasını düşünmemelidir. sual: ictihad ile elde edilen din bilgilerinde yanılmak olabilir deyince, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem bildirdiği şeylerin hepsinin doğru olacağı söylenebilir mi? cevab: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ictihad ile meydana çıkan bilgiler, birbirine uymadığı zeman, hangisinin doğru olduğu, allahü teala tarafından bildirilirdi. çünki, peygamberlerin yanlış bir iş yapması caiz değildir. bir iş için, birbirine uymıyan ictihadlar meydana çıkdığı zeman, bunlardan hangisinin doğru olduğu, allahü teala tarafından bildirilirdi. doğrusu yanlışlarından ayrılırdı. bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, bir iş için çeşidli ictihadlar yapıldığında, melekle vahy gelir, hangisinin doğru olduğu bildirilirdi. bu doğru olanlara göre hareket edilirdi. bu işleri de, hak ve doğru olurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği, yapdığı şeylerin hepsi, elbette doğru olurdu. yanlışlık ihtimali yokdur. çünki, ictihadla meydana çıkan bilgilerin de açıkça bildirilenler gibi, doğru oldukları, melekle haber verilmişdir. ba'zı işlerin açık bildirilmeyip alimlerin ictihadına bırakılması, alimleri ikram için idi ve ictihad sevabına kavuşmaları için idi. ictihad ile meydana çıkan din bilgileri, müctehidlerin derecesini yükseltmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra yapılan ictihadlar, ya'ni, ictihadla anlaşılan bilgiler kesin değildir. bu bilgilere, elbette doğrudur denilemez. onun için, bu bilgilere göre iş yapılır ise de, doğru olduklarına inanmak lazım değildir. inanmayanlar kafir olmaz. fekat bir iş için, bütün müctehidlerin ictihadı birbirine benzerse, ya'ni, icma', sözbirliği olursa, böyle olan ictihadla meydana çıkan bilgiye inanmak da lazım olur. mektubumuzun sonunu güzel bir ekle bağlıyalım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytinin radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüklerini bildirelim: yusüf bin abdülberrin bildirdiği hadisi şerifde, aliyi seven, beni sevmiş olur. aliye düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. aliyi inciten, beni incitmiş olur. beni inciten, allahü tealayı incitmiş olur buyuruldu.ba'zıları, bu hadisi şerife dayanarak, hazreti ali ile harb edenlere kafir diyorlar. halbuki, harb edenler birbirine düşman değil idi. bedenleri inciniyor ise de, kalbleri birbirine kızgın değil idi. muharebe yapılırken, hazreti ali radıyallahü anh, karşıdakilere buyurmuşdu. hazreti mu'aviye de radıyallahü anh hazreti ali için diye yazmışdı. kısası enbiya kitabının istanbuldabaskısı yedinci cüz. sahifesinde diyor ki: hazreti hasenin hilafeti teslim etmesi ve sa'd bin ebi vakkas gibi eshabın büyüklerinin kabul etmesi ile, hazreti mu'aviyenin hükumeti meşru' olmuşdur. hazreti mu'aviye, eshabı kiramdan olduğu halde, hükumeti zor kullanarak ele geçirmişdi. lakin, zeman bunu icab ediyordu. insanlar halifenin emrine uymuyorlardı. güç, kuvvet de lazım geliyordu. bunun için saltanat devri geldi. bu işe, mu'aviye radıyallahü anh haklı ve layık idi. görülüyor ki, bunların dayandığı kısası enbiya kitabı da hazreti mu'aviyenin eshabı kiramdan olduğunu yazmakda ve kendisine radıyallahü anh demekdedir. yüzellibirinci sahifesinde diyor ki: ümmetin işlerini yürütmek için artık, kuvvet, zor kullanmak lazım geliyordu. bunu yapmak için de, hazreti mu'aviye uygun görülmüş idi. islamiyyet önceleri halifenin emri ile yürütülürken, sonra saltanat kuvveti lazım oldu. maksad ise, islamiyyetin icrası olduğundan, o zeman mevcud olan eshabı kiramın hepsi, mu'aviyeye bi'at eyledi rıdvanullahi aleyhim ecma'in. yüzelliyedinci sahifesinde diyor ki: hazreti mu'aviye, eshabı kiramdan idi ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem iltifatına nail olmuşdu. kureyşin büyüklerinden idi. islamiyyeti kuvvet zoru ile yürütdüğünden, kendisine denildi. tirmüzi ve hakimin rahimehümullahü teala bildirdiği hadisi şerifde, allahü teala, dört kişiyi sevdiğini bana bildirdi. bu dördünü sevmeği bana emr etdi. bunlar, ali, ebu zer, mikdad ve selmandır buyuruldu. taberani ve hakimin ve abdüllah ibni mes'udün bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. buhari ve müslimdeki bera' hazretlerinin bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti haseni omuzuna alarak buyurdu ki: ya rabbi! ben bunu seviyorum. sen de sev! eshabı kiram buharinin bildirdiği ve hazreti ebu bekrin haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem minbere çıkmış idi. hazreti hasen radıyallahü teala anh kucağında idi. bir bize bakıyor idi, bir de hasene bakıyordu. bu benim oğlum seyyiddir. allahü teala, belki bununla iki müsliman askerinin arasını barışdırır buyurdu. tirmüzinin bildirdiği hadisi şerifde, üsame bin zeyd diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasen ile hüseyni dizlerine oturtmuşdu ve bu ikisi benim oğullarımdır ve kızımın oğullarıdır. ya rabbi! ben bu ikisini seviyorum. sen de sev. bunları sevenleri de sev! buyurdu. tirmüzinin bildirdiği hadisi şerifde, enes bin malik diyor ki, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytden radıyallahü teala anhüm ecma'in hangisini daha çok seviyorsun denildikde buyurdu. müsevvir bin muharremin haber verdiği hadisi şerifde, fatıma radıyallahü teala anha benden bir parçadır. onu inciten beni incitmiş olur buyuruldu. hakimin bildirdiği ve ebu hüreyrenin haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. aişe radıyallahü anha buyuruyor ki, eshabı kiram hediyyelerini benim evimde iken getirirlerdi. böylece resulullahın sevgisini kazanmağa çalışırlardı. yine buyuruyor ki, resulullahın mubarek zevceleri iki kısma ayrılmışdı. birinci kısmda, ben ve hafsa ve safiyye ve sevde vardı. ikinci kısmda, ümmi seleme ile öteki zevceler vardı. ikinci kısmdakiler, ümmi selemeyi resulullaha gönderdiler ve eshabına buyurmasını söyle dediler. ümmi seleme böyle söyleyince, beni incitmeyiniz! bana melek vahyi yalnız aişenin evinde iken getirmekdedir buyurdu. ümmi seleme de: ya resulallah! seni incitmekden allaha sığınırım. tevbeler olsun, dedi. o zevceler, ayrıca, hazreti fatımayı da gönderip, böyle söylediğinde, buyurdu. fatıma radıyallahü teala anha, evet dedi. buyurdu. aişe radıyallahü anha buyuruyor ki, hadiceye radıyallahü teala anha imrendiğim gibi, resulullahın hiçbir zevcesine gayret getirmiş değilim. halbuki onu görmemişdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun ismini çok söyliyordu. çok def'a koyun kesdiği zeman etinden, hadicenin yakınlarına hediyye gönderirdi. hadicenin ismini söylediği zeman, derdim. yumuşaklığı atalar sözü olmuşdur. birgün huzuruna bir adam geldi ve ağır ve kaba hareket etdi. hazreti mu'aviye birşey söylemedi. buna da mı sabr edeceksin denildikde, dedi. yüzdoksanbeşinci sahifesinde diyor ki: hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, mu'aviyenin idaresini kötülemeyiniz! zira onu gayb ederseniz başların kopduğunu ve düşdüğünü görürsünüz. kitabında diyor ki: mu'aviye radıyallahü anh, mekkenin feth edildiği gün babası ebu süfyan ile birlikde resulullahın önünde imana geldi. imanları kuvvetli idi. resulullahın katiblerinden idi. resulullah birkaç kerre, bunun için, buyurdu. bir kerre de, ya rabbi! mu'aviyeye ilm ve hesab öğret! onu azabdan koru! ya rabbi! onu memleketlere hakim kıl! diye düa buyurdu. bir kerre de, buyurdu. bu duayı işitdiğim zemandan beri halife olacağım günü bekliyordum demişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün bir hayvana binip, arkasına hazreti mu'aviyeyi almışdı. giderken ya mu'aviye! bana hangi uzvun daha yakın? buyurdu. karnım dedikde, buyurdu. hazreti mu'aviyenin afvı ve yumuşaklığı o kadar çok idi ki, iki büyük cildlik kitab halinde yazılmışdır. arabistanda dört dahi yetişmişdir. birincisi mu'aviyedir. hazreti ömer, mu'aviyeye bakdıkca, buyururdu. o kadar çok ihsan sahibi idi ki, hazreti hasen, çok borçluyum dedikde, seksenbin altın vermişdir. kudüs şehrinin birinci fatihi hazreti ömer, ikinci fatihi hazreti mu'aviye idi. hazreti mu'aviye islam memleketlerini, afrikada, tunusa, asyada buharaya ve yemenden istanbula kadar genişletip, bu geniş memleketlere hakim oldu. heybetli, nurlu, yakışıklı, güzel huylu, sevimli, işlerinde isabetli, şanlı, şerefli bir devlet başkanı idi. temiz ve yeni, şık giyinir, seçme atlara biner, saltanat sürerdi. fekat eshabı kiramdan olduğu için, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbeti bereketi ile, islamiyyetden ayrılmakdan muhafaza olunmuş idi. abdülhakı dehlevi hazretlerinin farisi kitabınd ahifede ve tercemesi birinci cil ahifede diyor ki: ebu süfyan bin harb taif gazasında çok kahramanlık etdi. bir gözü kör oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya eba süfyan! hangisini istersin? eğer dilersen, düa edeyim, gözün yerine gelsin. eğer dilersen allahü teala, cennetde sana bir göz versin buyurdu. ebu süfyan: ya resulallah! cennetde göz verilmesini isterim dedi ve avucunda duran gözünü yere atdı. ebu süfyan hazretleri yermük gazasında da, çok kahramanlık etdi. ikinci gözü de çıkdı. orada şehid oldu.. derdimsahifesinde diyor ki, mekkenin fethinden sonra, ebu süfyan ile oğlu mu'aviye, resulullah ile birlikde medineye hicret etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu süfyanı necran vilayetine vali ta'yin buyurdu. hazreti mu'aviyeyi de vahy katibi yapdı. kısası enbiyada. sahifesinde diyor ki, yermük gazasında müslimanlardan üçbin kişi şehid oldu. içlerinde eshabı kiramdan çok zevat var idi. ebu süfyanın dahi bir gözüne ok gelerek kör oldu radıyallahü anhüm ecma'in. abdülhakı dehlevi hazretlerinin kitabı, ikinci cild, altıyüzseksendördüncü sahifesinde diyor ki: şam valisi yezid bin ebi süfyan vefat edeceği zeman, yerine kardeşi mu'aviyeyi vali yapdı. halife hazreti ömer, hazreti mu'aviyenin valiliğini tasdik eyledi. hazreti ömer vefat edinciye kadar dört sene ve hazreti osman, hazreti ali ve hazreti hasen zemanlarında onaltı sene şamda vali olarak kaldı. hicretin kırkbirinci senesinde, hazreti hasenin halifeliği bırakması üzerine, meşru' halife oldu. şamda yirmi sene de halifelik yapıp, yetmişsekiz yaşında iken denilen hastalığa yakalanarak vefat etdi. hazreti osmanı şehid eden katillerin yakalanarak cezalarının hemen verilmesini isteyenlerden idi. hazreti ali ise, hilafet işlerinin karışmaması için, bu cezanın gecikdirilmesini istedi. bunun üzerine hazreti mu'aviyeyi valilikden azl eyledi. imamı süyutinin, imamı ahmedin müsned kitabından alarak bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! mu'aviyeye yazı yazmağı ve hesab öğret ve onu azabdan koru! buyurdu. kısası enbiyanın ve kıymetli din kitablarının diyerek hayr düa etdikleri ve medhü sena eyledikleri ve son nefeslerine kadar islamiyyete hizmet için çalışdıklarını bildirdikleri, ebu süfyana ve oğlu mu'aviyeye radıyallahü teala anhüma dil uzatanların ve resulullahın bu iki sahabisini kötüliyenlerin ne kadar yanlış yolda oldukları yukarıdaki yazılardan anlaşılmakdadır. eshabı kiramın üstünlükleri nişancızade denmekle anılan muhammed bin ahmed efendinin rahimehullahü teala birçok kitablardan toplıyarak hazırladığı adındaki türkçe tarih kitabı, eshabı kiramın büyüklüğünü, kıymetlerini kısa ve açık anlatmakdadır. biz de, bu kitabdan, olduğu gibi aşağıya alıyoruz. nişancızade, hicretin yılında tevellüd, yılında vefat etmişdir. kitabını ondördüncü osmanlı padişahı olan birinci sultan ahmed han zemanında temamlamışdır. sahabi kime denir: alimlerin çoğuna göre, kadın veya erkek, çocuk veya büyük bir müsliman, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi çok az da olsa, bir kerre görürse, kör olan, bir kerre konuşursa ve iman ile vefat ederse, buna sahabi denir. kafir iken görüp de, resulullahın vefatından sonra imana gelen veya müsliman iken görüp, sonra mürted olan, sahabi değildir. sahabi oldukdan sonra mürted olup, resulullahın vefatından sonra, tekrar imana gelen, sahabi olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cin sınıfına da peygamber olduğu için, cin de, sahabi olur. birkaç sahabiye veya denir. eshabı kiramın üstünlüğü: kitabında deniliyor ki, peygamberlerden ve meleklerin üstünlerinden sonra, bütün yaratılmışların en üstünü, eshabı kiramdır aleyhimürrıdvan. eshabı kiramın her biri, bu ümmetin hepsinden daha üstündürler. muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanan herkese, ya'ni her müslimana, hangi ırkdan, hangi memleketden olursa olsun, muhammed aleyhisselamın ümmeti denir. biz müslimanlar, muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. her nekadar, bir hadisi şerifde, ümmetim yağmur gibi hayrlıdır. önce gelenler mi, sonra gelenler mi daha hayrlıdır bilinemez buyuruldu ise de, sevabın çok olması, daha üstün olmağı göstermez. çünki, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem görmek gibi üstünlük olamaz. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, şamı feth etdikleri zeman, hıristiyanlar bunları görünce, güzel hallerine şaşdılar ve bunlar isa aleyhisselamın eshabı olan havarilerden daha üstündürler dediler ve bunu söylerken yemin etdiler. düşmanın da şahid olduğu bir üstünlüğe kim ne diyebilir? ali imran suresinin yüzonuncu ayeti kerimesinde mealen, ve tevbe suresinin yüzüncü ayeti kerimesinde mealen önce müsliman olanlardan, muhacirlerin ve ensarın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden allahü teala razıdır ve bunlar da, allahü tealadan razıdırlar. allahü teala bunlar için, cennetler hazırladı. bu cennetlerin altından nehrler akmakdadır. bunlar cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır buyuruldu. bir hadisi şerifde, eshabımı söğmeyiniz! eshabımdan sonra gelenlerden bir kimse, dağ kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpa vererek kazandığı sevaba veya yarısına kavuşamaz buyuruldu. münavinin ve beyhekinin bildirdikleri hadisi şerifde, eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. herhangi birisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz! buyuruldu. bir hadisi şerifde, eshabıma düşmanlık etmekden sakınınız! allahdan korkunuz. onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, elbette allahü tealayı incitir buyuruldu. bir hadisi şerifde, insanların en iyisi, benim zemanımda bulunan müslimanlardır. onlardan sonra en iyisi, onları görenlerdir. onlardan sonra da en iyisi, onları görenleri görenlerdir. onlardan sonra gelenlerde iyi olmıyanlar da vardır buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, ümmetimin en iyisi, benim bulunduğum zemanda olanlardır. onlardan sonra en iyisi, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra da en iyisi, daha sonra gelenlerdir buyuruldu. münavinin ve tirmüzinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüğünü açıkça göstermekdedirler. eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in üstün bilmemiz, sevmemiz lazımdır. akaid kitablarında, söz birliği ile deniliyor ki: eshabı kiramın herbirini büyük ve üstün bilmek, hepsine iyi gözle bakmak, herbirinin adil ve salih olduğuna inanmak lazımdır. hiçbirine dil uzatmamak, la'net etmemek, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevmek için başka sahabilere düşman olmakdan sakınmak lazımdır. bir kısmına düşmanlık ederek, söğerek, kötüliyerek, başka kısmın sevilmiş olacağını sanmakdan kaçınmalıdır. böyle olduğu kesin vesikalarla, kuvvetli senetlerle isbat edilmişdir. sahabeden birini, ondan daha yüksek bir sahabiden, dünyadaki işlerinden dolayı daha çok sevmek, fekat ötekinin daha üstün olduğuna inanmak günah değildir. mesela bir kimse, hazreti alinin radıyallahü teala anh evladından olsa, ya'ni seyyid olsa, bunun için hazreti aliyi hazreti ebu bekrden daha çok sevse, fekat ahıret için, hazreti ebu bekri hazreti aliden üstün tutsa, günah olmaz. çünki, dünya muhabbeti, insanın elinde değildir. ehli sünnetin temel kitablarından biri olan kitabında, sa'deddini teftazani buyuruyor ki, eshabı kiram arasındaki ayrılıkların, muharebelerin iyi sebeblerle, güzel niyyetlerle yapıldığına inanmamız lazımdır. eshabı kiramdan birini söğmek, kötülemek caiz değildir. hazreti aişe gibi nass ile üstünlüğü bilinen bir sahabiyi kötülemek küfrdür. nass ile bildirilmemiş bir sahabiyi kötülemek ise, bid'atdır ve büyük günahdır. kitabında yazılı bir hadisi şerifde, eshabım anıldığı zeman, dilinizi tutunuz! onların şanlarına layık olmıyan birşey söylemeyiniz! buyuruldu. bir hadisi şerifde, ve taberani ile münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. celaleddini süyuti hazretlerinin kitabındaki hadisi şerifde, eshabımın kusurları, yanlış hareketleri olacakdır. allahü teala, onları bana bağışlıyacak, kusurlarını afv edecekdir buyuruldu. kitabında diyor ki, hazreti ebu bekri ve hazreti ömeri söğmek küfrdür. fekat hazreti aliyi onlardan üstün sanmak, küfr değildir. bid'atdir ve dalaletdir. imamı azam ebu hanife hazretlerine, mezhebi nedir diye soruldukda, cevabını verdi. kitabında, bir sahabiyi bir kerre söğmek küfr değildir, dalaletdir. bir veya iki veya üç kerre söğen, döverek ta'zir olunur. üçden fazla söğen, katl olunur denilmekdedir. ehli sünnet alimleri, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlük sırasını üçe ayırmışdır. muhacirler: mekke şehri alınmadan önce, mekkeden veya başka yerlerden, vatanlarını, memleketlerini terk ederek, medine şehrine hicret edenlerdir. bunlar, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına iman ile gelmiş veya gelince iman etmişlerdir. amr ibni as hazretleri bunlardandır. ensar: medine şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde ve evs ve hazrec adındaki iki arab kabilesinde bulunan müslimanlara denir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize her dürlü yardımda ve fedakarlıkda bulunacaklarına söz vermişler ve sözlerinde durmuşlardır. diğer eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in: mekke şehri alındığı zeman ve daha sonra, mekkede veya başka yerlerde imana gelenlerdir. bunlara muhacir ve ensar denmez. yalnız sahabi denir. ibni esir izzeddin ali cezrinin kitabında, muhacirler ensardan, muhacirlerin önce gelenleri, ensarın önce imana gelenlerinden ve ensarın önce gelenleri, muhacirlerin sonra gelenlerinden daha üstün olduğu ve fekat, sonra imana gelen nice sahabinin, önce imana gelenlerden üstün olduğu yazılıdır. mesela, hazreti ömer ve bilali habeşi, kendilerinden önce imana gelen nice sahabiden daha üstündürler. imamı süyutinin kitabında diyor ki: ehli sünnet alimleri, söz birliği ile bildirmişdir ki, eshabı kiramın en üstünleri, resulullahın dört halifesidir. bunlardan sonra en üstünleri, aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenmiş olan on kişiden geri kalan altısı ile hazreti hasen ve hazreti hüseyndir. bunlardan sonra en üstünleri bu oniki kişiden başka, bedr gazasında bulunan üçyüzonüç sahabidir. bunlardan sonra üstün olan, uhud gazasında bulunan yediyüzkahramandır. bunlardan sonra üstün olan hicretin altıncı senesinde, ağaç altında resulullaha, diye söz veren bindörtyüzkişidir. bu sözleşmeğe denir. adındaki tefsirde bildirilen hadisi şeriflerde, ümmetimin en merhametlisi ebu bekrdir. dinde en kuvvetli olan ömerdir. hayası en çok olan, osmandır. ahkamı islamiyyede her suali cevablandıran alidir. halal ve haram olanları en iyi bilen mu'azdır. kur'anı kerimi en güzel okuyan ubeyy bin ka'bdır. münafıkları tanıyan, huzeyfetibni yemandır. isa aleyhisselamın zühdünü görmek isteyen ebu zerin zühdüne baksın! cennet, selmanı farisiye aşıkdır. halid bin velid, allahın kılıcıdır. hamza, allahü tealanın arslanıdır. hasen ve hüseyn cennet gençlerinin en üstünüdür. ca'fer bin ebi talib, cennetde meleklerle beraber uçar. cennet kapısını ilk açacak olan bilaldir. benim kevser havuzumdan ilk içecek olan süheybi rumidir. kıyamet günü melekler ilk önce ebüdderda ile müsafeha eder. her peygamberin bir arkadaşı vardır. benim arkadaşım sa'd bin mu'azdır. her peygamberin eshabından seçdikleri vardır. benim seçdiklerim, talha ve zübeyrdir. her peygamberin mahrem işlerini gören yardımcısı vardır. benim yardımcım, enes bin malikdir. her ümmetde hakim vardır. benim ümmetimde hikmeti çok söyliyen ebu hüreyredir. hassan bin sabitin sözleri allah tarafından te'sirlidir. ebu talhanın harb meydanındaki sesi, bir fırka askerden daha kuvvetlidir buyurdu. kitabını yazan alaüddin ali semerkandi sekizyüzaltmışsenesinde, anadoludalarende şehrinde vefat etmişdir. imamı süyuti hazretleri kitabında diyor ki: hadisi şeriflerde, ümmetimin en merhametlisi ebu bekrdir. allahü tealanın emrlerini yapmakda en şiddetlisi ömerdir. hayası en çok olanı osmandır. ahkamı islamiyyedeki zorlukları en çok çözen alidir. ümmetimin en emini ebu ubeyde bin cerrahdır. ümmetimin en zahidi ebu zerdir. ibadeti en çok olan ebüdderdadır. ümmetimin en halimi ve cömerdi mu'aviye bin ebi süfyandır buyuruldu. resulullahın valileri: li kadi hüseynin dokuzyüzkırksenesinde yazdığı kitabında diyor ki, , acem şahı husrev tarafından yemen valisi yapılmışdı. imana geldi. resul aleyhisselam onu vali olarak yerinde bırakdı. ilk islam valisi bazandır. resul aleyhisselam, halid bin sa'idi, san'a şehrine, ziyad bin esedi hadremut şehrine, ebu musel eş'ariyi aden şehrine, ebu süfyan bin harbi necran vilayetine, mu'aviyenin büyük kardeşi yezidi teyma şehrine, attab bin esyedi mekke şehrine, amr bin ası umman şehrine vali yapmışdır. kadi hüseyn bin muhammed, hicretin dokuzyüzaltmışyılında mekkede vefat etmişdir. resulullahın katibleri: hazreti ebu bekr, ömer, osman, ali, talha, zübeyr, sa'd bin ebi vakkas, muhammed bin seleme, erkam bin ebi erkam, abdüllah bin erkam, mugire bin şu'be, ubeyy bin ka'b, zeyd bin sabit, ebu süfyan bin harb ve oğlu mu'aviye ve büyük kardeşi yezid bin ebissüfyan, halid bin velid, amr ibni as, huzeyfe bin yemandır. bunlardan başka da katibleri vardı. hepsi kırküç kişidir. içlerinden en çok katiblik yapan, zeyd bin sabit ile mu'aviye bin ebissüfyan idi radıyallahü teala anhüma. yabancı memleketlere gönderdiği elçileri ondört kişidir. bunlardan biri amr bin as hazretleridir. bunu ummana elçi olarak göndermişdir. sonra ummana vali yapmışdır. adındaki kitabda, ikibinyediyüzyetmiş erkek ve üçyüzseksenbir aded kadın sahabinin hal tercemesi yazılıdır. kitabını yazan hafız yusüf bin abdüllah kurtubi de vefat etmişdir. kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatına kadar imana gelenler sayısız ve hesabsızdır. mekke fethinde onbin, tebük gazasında yetmişbin, veda' haccında doksanbin ve resulullah vefat etdiği zeman yeryüzünde yüzyirmidörtbinden ziyade sahabi mevcud idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem akrabasından birkaç kişiden başka, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in yaşça, resulullahdan küçük idiler. kitabında, imamı vakıdiden alarak diyor ki, sahabei kiramdan en son vefat edenler şunlardır: abdüllah bin ebi evfa radıyallahü teala anh hicretin seksenaltısında kufe şehrinde vefat etdi. abdüllah bin yesr, seksensekiz yılında şamda vefat etdi. sehl bin sa'd radıyallahü teala anh hicretin doksanbirinde yüz yaşında medinede vefat etdi. enes bin malik, doksanüç yılında basrada vefat etdi. ebuttufeyl amir bin vasile, hicretin yüzüncü senesinde mekkede vefat etdi. sahabei kiramın en son vefat edeni budur. resul aleyhisselam, vefatından sonra kimin halife olacağını hiçbir zeman, hiçbir kimseye açıkça bildirmedi. vefatından sekiz gün önce, hazreti ebu bekri kendi yerine imam ta'yin buyurarak, halife olacağına işaret eyledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasta olmadan çok evvel bir kerre mescide çıkmayıp, namazı kılsınlar diye emr buyurdu. hazreti ebu bekr bulunmadığı için, hazreti ömer imam oldu. resul aleyhisselam, hazreti ömerin sesini işitince, buyurdu. bir kerre de, hazreti aliye karşı buyurdu ki: eshabım arasında senin en üstün olmanı allahü tealadan üç kerre istedim. allahü teala, ebu bekrin en üstün olmasından razı oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendisinden sonra hazreti ebu bekrin halife olacağını, birçok zeman işaret buyurmuşdu. mesela, medineye hicret buyurup, mescidi şerif yapılırken, mubarek eliyle temele bir taş koyup, hazreti ebu bekre; taşını benim taşımın yanına koy, buyurdu. sonra hazreti ömere; taşını ebu bekrin taşının yanına koy buyurdu. sonra hazreti osmana; taşını ömerin taşının yanına koy buyurdu. hazreti osman taşını ömerin taşının yanına koyunca, buyurdu. imamı ahmedin müsnedinde ve münavinin kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bir kerre bir kadın gelip bir şey istedi. sonra gel buyurdu. gelip sizi bulamazsam ne yapayım, deyince, beni bulamazsan ebu bekre git! benden sonra halifem odur buyurdu. vefat edeceklerine yakın, bana kağıd kalem getiriniz! ebu bekre birşeyler yazacağım buyurdu ve sonra, dedi. allame ibnül hemmam adındaki kitabında diyor ki: allahü teala, hazreti ebu bekrin halife olacağını resulüne sallallahü teala aleyhi ve sellem bildirmişdi. fekat, ümmetine söylemesini emr etmemişdi. hazreti ebu bekr, resulullahdan iki sene ve birkaç ay sonra dünyaya geldi. babası, ebu kuhafe osmandır. yedinci babası olan mürre, resulullahın da yedinci babasıdır. ismi önceden abdülka'be idi. resul aleyhisselam abdüllah olarak değişdirdi. ebu bekr, bekrin babası demekdir. bekr isminde oğlu yokdur. fekat, arabistandaki adete göre, oğlu olmak için, bir erkek babası diye soyadı konulurdu. bunun için, kendisine ebu bekr demiş idi. cehennemden azad olduğu, çeşidli hadisi şeriflerde bildirildiği için, , ya'ni da denir. resulullahın mi'racını işitir işitmez, inanarak kafirleri şaşkına çevirdiği için, allahü teala ismini vererek şereflendirdi. beyaz yüzlü, za'if, nurlu bir zat idi. imana gelmeden evvel kureyş kafirlerinin ileri gelenlerinden, büyüklerinden, sayılı olanlarından ve sözü tutulanlarından idi. imana gelmeden önce de, çok afif, ağırbaşlı, doğrulukla meşhur idi. hiç şerab içmemiş, şi'r söylememişdi. mekkenin sayılı tüccarlarından olup, pek zengin idi. çok hayr yapar, iyiliği severdi. imana gelmeden evvel, resulullah ile gençlik arkadaşı idi. çok sevişirlerdi. ticaret için gitdiği yerlerde, ahır zeman peygamberinin geleceğini, kendisinin ona sahabi olacağını, kahinlerinden ve din alimlerinden çok işitmişdi. resulullah çağırınca, seve seve hemen imana geldi. annesi ümmülhayr da, ilk imana gelenlerdendir. fekat babası osman, ancak mekkenin fethinde, çok yaşlı iken imana geldi. eshabı kiram arasında, babası, anası ve çocuklarının ve torunlarının hepsi imana gelen, ebu bekrden başka kimse yokdu. mekkede iken ve hicret ederken ve medinede her gazada ve harb olmıyan zemanlarda resulullahın yanından ayrılmadı. bir iki def'a izn ile ayrılmışdır. resulullahın sadık dostu ve sır arkadaşı ve her işinde müsteşarı idi. allahü teala, beni dört vezir ile kuvvetlendirdi. ikisi melekdir. ismleri cebrail ve mikaildir. ikisi de insandır. ismleri ebu bekr ve ömerdir hadisi şerifi, şerefinin yüksek olduğunu göstermekdedir. eshabı kiram, resulullahın yanında, halka olarak otururlardı. resul aleyhisselam, sağ yanına ebu bekri, sol yanına ömeri oturturdu. ebu bekrin üstüne ve yok iken onun yerine, kimseyi oturtmazdı. yeri boş kalırdı. güzel huyları, cesareti, cömerdliği, ilmi, zekası ve hele takvası sahabenin hepsinden fazla idi. hazreti ali, buyurdu. resulullah vefat edince, arabistandaki köylülerin çoğu dinden çıkdı, mürted oldular. hazreti ebu bekr, halife olunca, mürtedlerle harb etmeği emr buyurdu. eshabı kiram, bütün arabistana karşı nasıl harb edebiliriz dediler. kılıncını çekip ilerledi. eshabı kiram arkasından yürüdüler. velleyl suresinin onyedinci ayeti kerimesi ile sena buyuruldu. resul aleyhisselamın buyurduğu, imamı ahmedin müsnedinde ve münavide yazılıdır. ticaretden bütün kazancını resulullah için dağıtdı. halife iken, ağır bir sual çıkınca, cevabını kur'anı kerimde, bundan sonra bildiği hadisi şeriflerde arardı. bulamayınca, sahabeye sorardı. hadisi şerif ile çözemezler ise, birlikde araşdırırlar, söz birliği olursa, öylece yapardı. söz birliği olmazsa, kendi ictihad ederdi. hazreti ömer radıyallahü teala anh halife iken, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulamadığını, ebu bekrin radıyallahü teala anh ictihadında bulursa, ona uyardı. bulamazsa, kendi ictihad ederdi. zekası şaşılacak kadar çokdu. birgün resul aleyhisselam, allahü teala, bir kuluna, dünya ile ahiretden hangisini istersin dedi. o kul, rabbimin yanında olan ni'metleri isterim dedi buyurunca, resulullahın vefat edeceğini hemen anlayıp çok ağladı. eshabı kiram, hazreti ebu bekrin bu çabuk anlayışına şaşıp kaldılar. resul aleyhisselam, buyurmuşdu. vefat edeceği zeman, hazreti ebu bekrin imam olmasını emr edince, eshabı kiram arasında, kur'anı kerimi en çok anlıyanın kendisi olduğu haber verilmiş oldu. hadisi şerifleri ve resulullahın edeblerini en çok bilen o idi. eshabı kiram, sıkışdıkları şeyleri ondan sorar, öğrenirlerdi. kendisinden bizlere az sayıda hadisi şerif ulaşmasının sebebi, resulullahdan sonra az yaşadığı ve bu kısa zemanı, mürtedlerle ve asilerle savaşda geçirdiği içindir. rü'ya ta'birinde, eshabı kiramın en üstünü idi. tabi'inin büyüklerinden olan ve rü'ya ta'biri ile meşhur olan ibni sirin, demişdir. arab kabilelerinin ve hele kureyş kabilesinde olanların soylarını saymakda en bilgili idi. ileriyi görüşü, buluşu, tedbir alışı da, herkesden üstün idi. resul aleyhisselam dünya işlerinin hepsini ona danışırdı. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ali imran suresi yüz elli dokuzuncu ayetinde, emri, hazreti ebu bekr ve hazreti ömer ile müşavere etmek için geldi. eshabı kiram arasında, kur'anı kerimin hepsini ezberliyen birkaç kişiden biri, hazreti ebu bekrdir. hazreti ebu bekrin, peygamberlerden sonra insanların en üstünü olduğunu gösteren ayeti kerimeler ve pek çok hadisi şerif vardır. bunlardan birkaçını bildirelim: tevbe suresinin kırkbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh medh etmekdedir. velleyl suresinin beşinci ayeti, hazreti ebu bekrin şanını bildirmekde olduğu, söz birliği ile haber verilmişdir. yine bu surenin onyedinci ayeti, hazreti ebu bekr için nazil oldu. bekara suresinin. derdimayeti, ebu bekr hakkında nazil olduğu da bildirilmekdedir. çünki, sadaka vermenin çeşidli sevablarına kavuşmak için, geceleri onbin altunu gizli olarak, onbin altunu da, gözönünde olarak ve gündüzleri de böyle onarbin altunu sadaka vermişdir. deyleminin bildirdiği ve münavide yazılı olan hadisi şerifde, ebu bekri sıddik, insanların en iyisi ve en üstünüdür. yalnız peygamber değildir buyuruldu. yine deyleminin bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, ebu bekrin ismi, gök ehli arasında atikdir. yeryüzünde de atikdir buyuruldu. ebu nu'aymın rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, hiçbir kimse, bana sohbeti ile ve malı ile ebu bekr kadar faideli olmadı. eğer rabbimden başka dost edinseydim, ebu bekri dost edinirdim buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı bir hadisi şerifde, buyuruldu. hatibi bağdadinin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, kıyamet günü, insanların hepsi hesab olunur. yalnız ebu bekr olunmaz buyuruldu. bir hadisi şerifde, iyi huylar üçyüzaltmış danedir. allahü teala dilerse, bir kuluna bu huylardan birini verir. bu huyundan dolayı, onu cennete sokar buyuruldukda, hazreti ebu bekr, ya resulallah! o huylardan birisi bende var mıdır? dedikde, buyuruldu. birgün, ayeti kerimesi sonuna kadar okundu. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, ya resulallah! bu ne güzel şeydir dedikde, buyurdu. hazreti ebu bekr, bir kerre sahabeden birine incindi. resul aleyhisselam bunu işitince, eshabı kiramı toplayıp, allahü teala, beni size peygamber gönderdi, inanmadınız. yalnız ebu bekr inandı. bana malı ile, canı ile yardım etdi. benim hatırım için, bu arkadaşımı incitmeyiniz! buyurdu. o günden sonra hiç kimse, hazreti ebu bekri incitecek bir şey söylemedi ve yapmadı radıyallahü teala anh. bir hadisi şerifde, cebrail aleyhisselama, hazreti ömerin üstünlüklerini sordum. cebrail bana, ömerin üstünlüklerini, nuh aleyhisselamın peygamberlik zemanı kadar, anlatsam bitiremem. bununla beraber, ömerin bütün iyilikleri ebu bekrin iyiliklerinden birisi kadardır dedi buyurdu. en çok kimi seviyorsun, ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem denildikde, buyurdu. erkeklerden kimi dediklerinde, buyurdu. ondan sonra kimi denildikde, buyurdu. birgün, hazreti ebu bekr ile hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma göstererek, buyurdu. birgün, resulullahın sağ yanına ebu bekr, sol yanına ömer radıyallahü teala anhüma geldiler. mubarek elleri ile herbirinin elinden tutup, mescidi şerife girdi ve buyurdu. birgün hazreti ebu bekrle hazreti ömeri görünce, buyurdu. birgün bu ikisine karşı, buyurdu. bir hadisi şerifde, ikisine karşı, buyurdu. deyleminin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, her peygamberin halili vardır. benim halilim ebu bekrdir buyurdu. bir hadisi şerifde, her peygamberin ümmeti arasından çok sevdiği kimseler vardır. benim seçdiğim, ebu bekr ve ömerdir buyuruldu radıyallahü teala anhüma. bir hadisi şerifde, buyurdu radıyallahü teala anhüma. ibni adinin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı olan hadisi şerifde, ebu bekr ile ömeri sevmek imandır. bunlara düşmanlık küfrdür buyurdu. bu hadisi şerifden dolayı, alimlerin hepsi, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere söğmek ve düşmanlık etmek küfr olduğunda söz birliğine varmışlardır ve allahü teala, şi'ilere la'net etsin demişlerdir. bir hadisi şerifde, buyuruldu radıyallahü teala anh. hazreti ali buyuruyor ki, . yine buyuruyor ki, resulullahdan sonra insanların en hayrlısı ebu bekr ile ömerdir. bir mü'minin kalbinde, benim sevgim ile ebu bekre ve ömere düşmanlık birarada bulunamaz. hazreti ali her hutbesinde, ya rabbi! hulefai raşidini ıslah eylediğin gibi, bizi de ıslah eyle! derdi. hulefai raşidin kimlerdir denildikde, gözleri yaşla dolup, buyurdu. hazreti ömer radıyallahü teala anh daima derdi. yine o, buyurdu. yine o, derdi. yine hazreti ömer, buyurdu. hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh, re'feti, merhameti pekçok olduğu için, ona derlerdi radıyallahü teala anh. cebrail aleyhisselamın resulullah ile konuşduğunu, yalnız hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh işitirdi. büyük alim bedreddin mahmud bin ahmed ayni rahimehullahü teala kitabında diyor ki, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh, ata sözüne göre, allahü tealanın razı olmadığı birşeyi söylememek için, oniki sene mubarek ağzına taş koyardı. islamiyyete veya edebe uygun birşey söyliyeceği zeman, taşı çıkarırdı. yaz günlerinde oruç tutar, kış günlerinde tutmazdı. allahü tealadan o kadar çok korkardı ki, bir kuş görüp, ey kuş ne mutlu sana ki meyveleri yirsin. yapraklar arasında gölgelenirsin. kıyametde hesaba çekilmezsin. keşki, ebu bekr de senin gibi olsa idi demişdi. bir kerre de, keşki bir yeşil ot olaydım. hayvanlar beni yiyeydi. böylece, eshabı kiram kıyamet günü yaratılıp hesaba çekilmeseydim buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, ensar biraraya toplanıp, bizden bir emir, muhacirlerden de bir emir olsun dediler. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, bunu işitince, hazreti ömeri radıyallahü teala anh yanına alıp, oraya geldi ve hadisi şerifini okudu. hazreti ömer de ey ensar! resulullahın hazreti ebu bekri imam yapdığını unutdunuz mu? hanginiz ebu bekrden daha üstün olduğunu söyliyebilir? dedi. ensarın hepsi birden dediler. hepsi ebu bekri radıyallahü teala anh halife seçdiler. hazreti ali ile hazreti zübeyr radıyallahü teala anhüma orada yokdu. ertesi gün bunlar da mescide gelip, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh sözbirliği ile halife yapdı. tefsir kitablarında diyor ki: feth suresinin, mealindeki emri, hazreti ebu bekrin hilafetinin hak ve doğru olduğunu göstermekdedir. çünki, bu ayeti kerime geldikden sonra, müslimanları kafirlere karşı gaza etmeğe çağırmak, hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh mürtedler ile gazaya çağırmasından sonra olduğu muhakkakdır. bu ayeti kerimede mealen buyuruluyor. hazreti ebu bekrin hilafeti radıyallahü teala anh haksız olsa idi, ona ita'at edenlere sevab verilir denilmezdi. emir cemaleddin yusüf zahirinin kitabında diyor ki, allahü teala, bütün insanlar arasında üç kimseye halife demişdir: adem aleyhisselama, davüd aleyhisselama ve hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh. hazreti ebu bekr, hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma hakim yapdı, hazreti osmanı radıyallahü teala anh katib yapdı. ebu ubeyde radıyallahü teala anh de emniyyet amiri idi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem gümüş yüzüğünü parmağına takdı. halife olunca da, ticaretini bırakmadı. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in ticaret yapmasını uygun görmeyip, kendisine beytülmaldan günde yarım koyun ve senedeakçe gümüş ve yazlık ve kışlık birer kat elbise verildi. mir'ati kainat kitabından alınan yazı burada temam oldu. allahümme inni euzübike min azabilkabri ve min azabinnar ve min fitnetil mahya velmemati ve min fitnetil mesihiddeccal. hazreti mu'aviye radıyallahü anh hazreti mu'aviyenin büyüklüğünü, üstünlüğünü, islam alimlerinin çoğu kitablarında bildirmiş ve bu yazılarını ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle isbat etmişlerdir. türkçe ve kitablarında bu yazılardan ve vesikalardan çoğu bildirilmişdir. aşağıda birkaç satır daha yazmak uygun görüldü. bu yazılar, büyük islam alimi ibni haceri mekki hazretlerinin kitabından terceme edilmişdir. bu kitab, ikinci def'a olarak yılında mısrda basılmışdır. beşinci sahifede buyuruyor ki: hazreti mu'aviyede radıyallahü teala anh, müslimanlık şerefi ve eshabdan olmak şerefi ve hadisi şeriflerde övülmüş olan kureyş kabilesinden olmak şerefi ve resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem nikah ile akraba olmak şerefi toplanmışdır. bu akraba olmak şerefi, o kadar yüksek bir şerefdir ki, böyle akraba olanların cennetde resulullahın yanında bulunacakları bildirilmişdir. saydığımız üstünlüklerden herhangi birisi, bir müslimanda bulunursa, onu sevmek lazım gelir. bu şereflerin hepsinin toplanmış olduğu bir zatın ise ne kadar çok sevileceğini, aklı ve insafı olan herkes kolayca anlar. eshabı kiram arasındaki ayrılıklar, döğüşmeler, birbirlerini sevmedikleri için değildi. mesela, halid ibni velid ile sa'd bin ebi vakkas radıyallahü teala anhüma birşey üzerinde uyuşamamışlardı. bir kimse, sa'd ibni ebi vakkasın yanında, halid bin velidi kötülemeğe başladı. sa'd ibni ebi vakkas, bunu hemen susdurup, sus, ona birşey söyleme! aramızdaki ayrılık, din kardeşliğimizi bozmaz buyurdu. bunun gibi, hazreti ali, sokakda zübeyr bin avvam ile karşılaşdı. hazreti osman için olan birşeyden dolayı, birbirleriyle sertçe söyleşdiler. zübeyrin oğlu abdüllah, bundan dolayı, hazreti aliyi sövmeğe başlarken, babası çok kızdı ve oğlunu döğdü. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, ya'ni dünyada ümmetimin arasında olan fitneler, sıkıntılar, günahlarının dökülmesine sebeb olur. bunun gibi, daha nice hadisi şerifler bildiriyor ki, eshabı kiram arasındaki muharebeler, yalnız dünyada olan ayrılıkdır. ahıretde, hepsine sevab, ya'ni cennet vardır. eshabı kiramın her biri radıyallahü teala anhüm ecma'in her işinde, allahü tealanın rızasını, sevgisini kazanmağa çalışır ve onun emrine uymak zan etdikleri işe sarılırlardı. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala söz birliği ile bildiriyor ki, bir müsliman, büyük günah işleyince kafir olmaz. o halde, hazreti ali ile muharebe eden eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in kafir demek, la'net etmek, onları söğmek, hiç caiz olmaz. müslimanların en kıymetli ve temel iki kitabından biri olan sahihinde ve başka kitablarda diyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü teala anh, resulullahın katibi idi. yanında yazardı. zeyd bin sabit radıyallahü teala anh vahy yazardı. mu'aviye, hem vahy, hem de mektub yazardı. abdüllah ibni mubarek rahimehüllahü teala buyuruyor ki, . buradan, hazreti mu'aviyenin ne kadar yüksek olduğu açıkça anlaşılmakdadır. hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh üstünlüğünü anlatmağa şu hadisi şerif yetişir: tirmüzi rahimehüllahü teala bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu: ya rabbi! onu hadi ve mühdi eyle! ya'ni, onu doğru yola ulaşdır ve doğru yola ulaşdırıcı eyle! mu'cizelerine ahmedin, yokdur adedle hesab, etdiler amma sahabe, ondan üç bini ta'dad. mu'cize, herkim nebidir, sıdkına olur delil, şöyle ki, gün olduğunu haber verir afitab. mu'cize, bir de görülse, yetişir tasdik için, göstermişdir, hod muhammed, mu'cizatı bi hesab. sıdkına kur'an yeter ki, hak sözüdür şübhesiz, zira üstündür belagatde, cümleye ol kitab. şöyle ki, cin ve beşer mislini yapamadılar, ta ki bildiler, kelamullah imiş bi irtiyab. iyi insan olalım, hep iyilik yapalım! allahü teala, iyi insanı sever, allahü tealanın sevgisini kazanmak için çalışana , denir. allahü tealanın sevgisini kazanmış olana , denir. başkalarının da iyi insan olması için çalışan veliye denir. iyi insan olmak için, allahü tealaya karşı iyi olmak ve peygamber efendimize karşı iyi olmak ve bütün insanlara karşı iyi olmak lazımdır. bir kimsede bu üç iyilikden biri bulunmazsa, buna iyi insan denilemez. allahü tealaya karşı iyi olmak, onun var olduğuna, bir olduğuna, herşeyi onun yaratdığına, yapdığına inanmak demekdir. her insanın, her canlının ve her cansız cismlerin ve kuvvetlerin yapdıkları herşeyi, o irade edip, dileyip halk etmekde, var etmekdedir. muhammed aleyhisselama karşı iyi olmak, onun allahü tealanın peygamberi olduğuna, bütün peygamberlerin ve bütün insanların en üstünü, en kıymetlisi olduğuna ve her sözünü allahü teala tarafından söylediğine , inanmak ve ona tabi' olmak, uymakdır. onun sözlerine denir. ona inanmak ve uyabilmek için, onun sözlerini, hareketlerini ve işlerini, iyi ve fena dediklerini öğrenmek lazımdır. ya'ni lazımdır. müslimanın öğrenmesi lazım olan bilgilere denir. islam bilgileri ikiye ayrılır: ve . din bilgileri de ikiye ayrılır: ve . beden bilgileri, yapılması iyi ve lazım olan ve yapılması fena ve yasak olan şeyleri bildiren ilmlerdir. din ilmlerini muhammed aleyhisselam bildirdi. bunlara denir. beden bilgilerine veya denir. islamiyyeti doğru olarak öğrenip anlatan ve kitablarına yazan alimlere denir. ehli sünnet alimleri, bu ilmleri, den ve lerden anlamışlar, kendi düşüncelerini karışdırmamışlardır. kendi düşüncelerini de karışdıran alimlere veya , ya'ni sapık denir. ehli sünnet alimleri, ilmde derecesine yükselmiş olan mürşidlerdir. zemanlarında mevcud olan fen bilgilerine de aşinadırlar. bir mürşidi kamilin sohbetinde, ya'ni yanında bulunup, ahkamı islamiyye bilgilerini işiten kimse, hem ahkamı islamiyyeyi öğrenir. hem de, onun mubarek kalbinden yayılan nurlara kavuşur. bu nurların yayılmasına denir. güneş, daima, gördüğümüz ziyaları neşr etdiği, yaydığı gibi, ve dediğimiz, görülemiyen şualar da neşr etmekdedir. göremediğimiz , , ve şuaları da vardır. herbirini hasıl eden kaynakları vardır. resulullahın mubarek kalbinden daima hasıl olan, devamlı fışkıran, görünmiyen şualar da vardır. bu şualara denir. bu şualar, eshabı kiramın, ya'ni yanında bulunan müslimanların kalblerine, isti'dadları, ya'ni alabilecekleri kadar geldi. herkesin isti'dadı, islamiyyete uyduğu kadardır. eshabı kiramın her biri, ehli sünnet alimi idi. her biri, kendisine gelen nurlardan, feyzlerden, resulullaha olan imanının ve muhabbetinin kuvveti kadar alabildi. ebu bekri sıddikın imanı ve sevgisi, hepsinden çok olduğu için, hepsinden çok feyz aldı. birisini sevmek, onun sevdiklerini sevmek, onu üzenleri sevmemek, her işinde ona tabi' olmak, hizmet etmekdir. insanın kalbi, fosforesans madde gibidir. aldığı nurları saçar. eshabı kiramın kalblerinin saçdığı nurlar, tabi'inden, muhabbet sahiblerinin kalblerine girdi. böylece, her asrdaki muhabbet sahibleri kendi mürşidlerinden, hem islamiyyeti öğrendiler. hem de feyz aldılar. bir kimsenin kalbi, kendi mürşidinin kalbine, resulullahdan gelmiş olan feyzlere kavuşursa, bunun imanı kuvvetlenir. islamiyyete uyması, ibadet yapması kolay ve tatlı olur. nefsi, günah, kötü arzularından vazgeçer. aklı, ticaret, zıraat ile, halal kazanmakla, fen, san'at, hukuk, cihad ve astronomi gibi dünya işleri, hesabları ile meşgul olur, herkesin müşküllerini çözer ise de, kalbinde bunların hiçbiri bulunmaz. ibadetlerini ve her işi ve her iyiliği, yalnız allahü teala emr etdiği için yapar. başka bir menfe'at düşünmez. kalbine, ruh aleminin bilgileri gelir. seyyid abdülhakimi arvasi rahmetullahi aleyh böyle idi. iman ve fıkh bilgilerinden ve her meslekden, her fenden sorulanlara verdiği cevablar, dinleyenleri hayretde bırakırdı. çalışarak, akl ile öğrenilen din ve fen bilgilerine denir. mürşidin kalbine gelen bilgilere ve denir. allahü tealanın ve sıfatlarının şühuduna denir. allahü tealanın ma'rifeti, yalnız onun var olduğunu, alemin ya'ni her mahlukun yok olduklarını, aynadaki hayal gibi, bir görünüş olduklarını anlamakdır. sıfatlarının ma'rifeti, hiçbir şeye benzemediklerini anlamakdır. bu iki ma'rifete, ve denir. buna kavuşana denir. arif olan, kimseye kötülük yapamaz. herkese hep iyilik yapar. allahü tealanın sevgili kulu, bir mürşid olur. hem islamiyyet ilmlerini, hem de feyz yayar. bunun yaydığı ilmlere mürşid denmez. ilmi yayan insana mürşid denir. ya'ni mürşid, insanı kamil demekdir. herkese, vatana, millete hayrlı, faideli, olgun bir müsliman demekdir. mürşidden feyz gelmesi için, islamiyyeti bilmek ve tatbik etmek şartdır. mesela, bir kadın islamiyyete uymak isterse, başını, saçını, kollarını, bacaklarını, yabancı erkeklere göstermemesi, sokağa çıkarken, yüzünden ve avuçlarından başka yerlerini örtmesi lazımdır. islamiyyete uymıyana feyz gelmez. hem de tevbe etmezse, cehennem ateşinde yanacağı bildirildi. gelen feyzlerden, kalbin alabilmesi için de, mürşidin kemalini anlamak ve inanmak ve kendisini bunun için sevmek lazımdır. böyle sevene, mürşidin kitablarını okurken de feyz gelir. sohbetde mürşidi dinlerken veya kitabını okurken, feyz almağa kavuşan kimse, mürşide uzakdan yapınca, ya'ni suretini, yüzünü hayaline getirince da feyz alır. eski mürşidlerin kabrlerini ziyaret edince, onlardan da feyz alır. allahümme salli ala muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi hazretlerinin birinci cild sekseninci mektubu: sekseninci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. yetmişüç fırka içinde, kurtulan bir fırkanın, ehli sünnet fırkası olduğunu bildirmekdedir: hak teala, muhammed mustafanın ala sahibihessalatü vesselam nurlu caddesinde yürümek nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. hadisi şerifde, müslimanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. bu yetmişüç fırkadan herbiri, islamiyyete uyduğunu iddi'a etmekdedir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemekdedir. mü'minun suresi, ellidördüncü ve rum suresi otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alametini, işaretini, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle bildirmekdedir: . islamiyyetin sahibi kendini söyledikden sonra, eshabı kiramı da rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, benim yolum, eshabımın gitdiği yoldur. kurtuluş yolu, yalnız eshabımın gitdiği yoldur demekdir. nitekim nisa suresi, yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. resule ita'at, hak tealaya ita'at demekdir. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymamak, allahü tealaya isyandır. allahü tealaya ita'atin, resulüne ita'atden başka olduğunu sananlar için nazil olan, nisa suresinin, allahü tealanın yolu ile, resulünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. senin söylediklerinin ba'zısına inanırız, ba'zısına inanmayız diyorlar. ikisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. bunlar, elbette kafirdir mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayeti, bunların kafir olduklarını bildiriyor. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda gitmeyip de, peygambere aleyhissalatü vesselam uyduğunu söyliyen, yanılıyor. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymuş değil, isyan etmiş oluyor. böyle yol tutan, kıyametde kurtulamıyacakdır. mücadele suresinin, doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. biliniz ki, onlar yalancıdır, kafirdir mealindeki onsekizinci ayeti bu gibilerin halini gösteriyor. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda giden, hiç şübhe yok ki, ehli sünnet vel cema'at fırkasıdır. allahü teala, bu fırkanınyorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükafat versin! cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. çünki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına aleyhimürrıdvan dil uzatan, bunlara uymakdan, elbette mahrumdur.şi'iler, oniki kısmdır. her kısmı da kollara ayrılmışdır. ba'zısı abdestsiz, guslsüz gezer. namaz kılanları azdır. hepsinin i'tikadı, inanışı ehli sünnetden ayrıdır. alevi değildirler. , ehli beyti seven, onların yolunda giden kimse demekdir. imamı aliye ve bunun hazreti fatımadan olan çocuklarına denir. ehli beyti sevmek şerefini ehli sünnet kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde iman ile gitmenin alameti, işareti demişdir. o halde alevi, ehli sünnetdir. bunun için, alevi olmak isteyen kimsenin, ehli sünnet olması lazımdır. bugün, zındıklar ve müslimanlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubarek alevi ismini ehli sünnetden alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmağa, resulullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar. bu konuda, kitabımızda geniş bilgi vardır. mu'tezili fırkası ise, sonradan meydana çıkmışdır. bunun kurucusu olan vasıl bin ata, haseni basrinin rahmetullahi aleyh talebesinden idi. iman ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, haseni basrinin yolundan ayrıldığı için, haseni basri, buna buyurdu ki, bizden ayrıldı demekdir. diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıkdı. eshabı kirama dil uzatmak, allahü tealanın peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem dil uzatmak olur. buyuruldu. çünki, onların kötülenmesi, sahiblerinin, efendilerinin sallallahü aleyhi ve sellem kötülenmesi olur. böyle yanlış i'tikada düşmekden, allahü tealaya sığınırız! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkan ahkamı bizlere getiren, eshabı kiramdır. onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden düşer. islamiyyeti bizlere getiren, eshabı kiram arasından belli kimseler değildir. bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. hepsi adaletde, doğrulukda, öğretmekde müsavidir. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan herhangi birine dil uzatılınca, dini islam kötülenmiş, söğülmüş olur. allahü teala, bu çirkin hale düşmekden hepimizi korusun! eshabı kirama söğen eğer, biz, yine eshabı kirama uyuyoruz. onların hepsine uymak, şart değildir. hatta mümkin değildir. çünki, sözleri birbirine uymıyor. yolları başka başkadır derse, bunlara deriz ki: eshabı kiramdan ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkar etmemek lazımdır. bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. çünki, mesela emir radıyallahü anh, diğer üç halifeyi büyük biliyor, hurmet ediyor ve uyulmağa layık olduklarını biliyordu. bunlara, seve seve bi'at etmiş, hilafetlerini kabul etmişdi. diğer üç halifeyi sevmedikçe, emire radıyallahü teala anhüm uyduğunu söylemek yalan olur, iftira olur. hatta, emiri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabul etmemek olur. allahü tealanın arslanı ali radıyallahü anh için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce, ahmakca söz olur. allahın arslanının, o kadar ilm ve kahramanlığı ile, tam otuz sene, üç halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini hangi akl kabul eder? en aşağı bir müsliman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. emiri radıyallahü anh bu kadar küçülten, aciz, hileci ve münafık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lazımdır. allah göstermesin, emirin radıyallahü anh böyle olduğunu, bir an kabul etsek bile, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem bu üç halifeyi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? haşa! bu, hiç olamaz. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem doğruyu bildirmesi vacibdir. idare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. maide suresi, yetmişinci ayetinde mealen, ey kıymetli resulüm! rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! bunları, doğru bildirmezsen, peygamberlik vazifeni yapmamış olursun! allahü teala, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur buyuruldu. kafirler diyordu ki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, vahy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. bunun üzerine, bu ayeti kerime gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ahırete teşrif edinceye kadar, üç halifeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hata olamaz, yanlış yol olamaz. iman edilecek şeylerde eshabı kiramın hepsine uymak lazımdır. çünki, i'tikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. füru'da, ya'ni yapılacak işlerde ayrılma olabilir. eshabı kiramdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. çünki, hepsinin imanı, i'tikadı birdir. birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. tekrar söyliyelim ki, islamiyyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. onların herbiri adildir, doğrudur. herbirinin islamiyyetde bildirdiği birşey vardır. herbiri ayeti kerimeleri getirerek, kur'anı kerim toplanmışdır. bir kısmını beğenmiyen, islamiyyeti bildireni beğenmemiş olur. görülüyor ki, bu kimse, islamiyyetin hepsini yapmamış olur. böyle olan da, cehennemden kurtulabilir mi? bekara suresi, seksenbeşinci ayetinde mealen, kur'anı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmakdır. ahıretde de, en şiddetli azaba atılacaklardır buyuruldu. kur'anı kerimi osman radıyallahü anh topladı. hatta, ebu bekri sıddik ile ömerül faruk radıyallahü anhüma topladı. emirin radıyallahü anh topladığı kur'anı kerim, bundan başkadır. görülüyor ki, bu büyükleri kötülemek, kur'anı kerimi kötülemeğe kadar gidiyor. allahü teala, bütün müslimanları, böyle belaya düşmekden korusun! şi'i mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh toplamışdır. onun toplamış olduğu, bu kur'an için ne dersiniz? ona bir kusur bulmakda, hiç faide göremem. çünki, kur'anı kerime dil uzatılırsa, din yıkılır dedi. aklı olan kimse, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği gün, eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. halbuki o gün, eshabı kiramdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve ebu bekri sıddikı radıyallahü anhüm halife yapdı. otuzüçbin sahabinin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdu. emirin radıyallahü anh önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. kendisi de böyle olduğunu bildirmiş ve konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. yoksa, iyi biliyorum ki, ebu bekr radıyallahü anh hepimizden üstündür buyurmuşdu. kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. ya'ni, o zeman, ehli beytin arasında idi. onları teselli ediyordu. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala aleyhim ecma'in arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. çünki onların mubarek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. emmarelikden kurtulmuş, itminana kavuşmuşdu. onların bütün istekleri, islamiyyete uymakdı. ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. doğruyu meydana çıkarmak içindi. yanılanlarına da, allahü teala bir derece sevab verecekdir. doğru olanlara, en az iki derece vardır. o büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. herbiri için hep iyi söylemeliyiz. ehli sünnetin en büyük alimlerinden imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyurdu ki, allahü teala, ellerimizi, o kanlara bulaşdırmadı. biz de dillerimizi bulaşdırmayalım. yine buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, eshabı kiram aleyhimürrıdvan çok düşündü. yer yüzünde ebu bekri sıddikdan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yapdılar. onun emrine girdiler. imamı şafi'inin bu sözü de, hazreti alinin radıyallahü anh hiç ikiyüzlü olmadığını ve ebu bekri sıddikı seve seve halife yapdığını göstermekdedir. meyan şeyh ebülhayrin oğlu, meyan seyyid, büyük zatların evladıdır. dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuşdur. yardım ve iltifatınıza kavuşacağı umulur. mevlana muhammed arif de, ilm talebesi olup, büyükler soyundandır. babası öldü. hoca idi. ma'aşını almak için yanınıza geldi. kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. vesselam, vel ikram!üç halifeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimanlıkdan büsbütün ayrıldıklarını, hatta islamiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek için, islam alimleri pekçok kitab yazmışdır. bunlardan birkaçının ismi ve yazarı aşağıda bildirilmişdir. alevi olduklarını söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitabları dikkat ile okuyarak, ehli sünnet ile bunların arasındaki ayrılıkları incelemelerini ve akl, vicdan ve insaf ile, doğru yolu seçmelerini ve bölücü cahillerin yalanlarına, iftiralarına aldanmamalarını, kurtuluş, selamet yoluna sarılarak, din ve dünya se'adetine kavuşmalarını, din kardeşliği ve insanlık namına, allahü tealadan düa ederiz. islam alimlerinin müslimanlara nasihat vermek için, yazmış oldukları kitablardan, elimize geçen birkaçı şunlardır: kitabını fadl bin ruzbehan yazmışdır. şi'i fırkasından, ibnülmutahhirin kitabını red etmekde, yanlışlarını vesikalarla çürütmekdedir. kitabı de isfehanda yazmışdır. kitabıdır. farisidir. mirza ahmed bin abdürrahimi hindi yazmışdır. şi'ileri anlatmakdadır. de vefat etmişdir. kitabını, mirza mahdum yazmışdır. kitabını, seyyid muhammed bin abdürresul berzenci yazmışdır. de denizde boğuldu. kitabı, nevakıd kitabının kısaltılmışıdır. muhammed bin abdürresuli berzenci kısaltmışdır. kitabını, şeyh ali bin ahmed hiti de istanbulda yazmışdır. kitabını şihabüddin seyyid mahmud bin abdüllah alusi yazmışdır. bağdadda şafi'i alimi idi. de vefat etdi. kitabını da alusi yazmışdır. hayderi de, böyle bir kitab yazmışdır. kitabını da şihabüddin alusi yazmışdır. kitabını, muhammed emin bin ali bağdadi yazmışdır. ibni ebihadidin iftiralarını cevablandırmakdadır. kitabını, ali bin muhammed süveydi bağdadi yazmışdır. şafi'i olup, de, şamda vefat etmişdir. kitabını, abdüllah bin muhammed bituşi yazmışdır. şafi'i, bağdadi olup, de basrada vefat etdi. kitabını, şah abdül'azizi dehlevi, farisi olarak yazmışdır. de vefat etmişdir. arabiye tercemesi, şükri alusi tarafından kısaltılarak, ismi ile, bağdadda veda istanbulda basılmışdır. kitabını, mahmud şükri alusi yazmışdır. de kahirede basılmışdır. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, çok kuvvetli delillerle açıklamakdadır. kitabını, abdüllahi süveydi, arabi olarak yazmışdır. arabi kitabı ile birlikde, de istanbulda basılmışdır. şihristaninin rahmetullahi teala aleyh kitabında ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde, şi'ilik uzun anlatılmakda ve cevabları verilmekdedir. türkçe kitabı, şi'ilere cevab vermekdedir. yenikapı mevlevihanesi şeyhi, osman efendi tarafından yazılmış, de istanbulda basılmışdır. ile birlikde, latin harfleri ile, istanbulda basılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin rahmetullahi teala aleyh kitabı farisi olup, türkçesi istanbulda basılmışdır. büyük alim, ibni haceri heytemi rahmetullahi teala aleyh, kitabında, şi'ilerin yanıldıklarını ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbat etmekdedir. yine ibni hacerin kitabında, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatılamıyacağını, çok güzel isbat etmekdedir. ibni teymiyye kitabında, şi'i alimlerinden ibnil mutahhirin kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir. yine ibni teymiyye, kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır. tercemesinde ve türkçe da, eshabı kiramın şanları bildirilmekdedir. seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi teala aleyh türkçe risalesi istanbulda basdırılmışdır. kitabı, yılında karakaşzade ömer bin muhammed bursavi halveti tarafından yazılmış olup, şi'ilere ve hurufilere cevab vermekdedir. da istanbulda basılmışdır. de edirnede vefat etdi. kitabı, türkçe olup, eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. seyyid eyyub bin sıddik ürmevi yazmışdır. muhtelif zemanlarda basılmışdır. ve istanbul baskıları çok güzeldir. istanbulda çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, ve kitablarında, şi'ilik açıklanmakda, islam alimlerinin bunlara verdikleri nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır. tenasüha inananların ve allah insana hulul etdi diyenlerin, kafir oldukları ve kitablarında yazılıdır. yusüf nebhani, kitabının son kısmlarında, şi'ilere vesikalarla cevab vermekdedir. seyyid ahmed dahlan rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ileri red etmekdedir. bu kitabı, süveydinin si sonunda basılmışdır. şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ilere kuvvetli vesikalarla cevab vermekde, hazreti mu'aviyeyi övmekdedir. bu kitab farisi olup, urdu diline tercemesi ile birlikde, de pakistanda basılmışdır. iki cilddir. hindistanın büyük alimlerinden veliyyi kamil muhammed ma'sum faruki müceddidi. mektub arasında buyuruyor ki: allahü teala, musa aleyhisselama sordu, ya musa! benim için ne amel yapdın?. ya rabbi! senin için namaz kıldım ve oruc tutdum ve zekat verdim ve ismini çok zikr etdim deyince, allahü teala, namaz kılmak, senin için burhandır. oruc, seni cehennemden koruyan kalkandır. zekat, mahşer günü, herkes sıcakdan yanarken, sana gölge yapacakdır. zikr de, o gün, karanlıkda, sana nur olacakdır. benim için ne yapdın? buyurdu. musa aleyhisselam, ya rabbi! senin için olan amel nedir dedi. allahü teala, buyurdu. musa aleyhisselam, allahü tealanın sevdiği amelin, onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı. görülüyor ki, sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman olmak, sevginin alametidir. bu dostluk ve düşmanlık, seven kimsenin elinde değildir. kendiliğinden hasıl olur. halbuki, başka ibadetleri yapmak için, arzu ve niyyet etmek lazımdır. dostun sevdiği kimseler, insana güzel görünür. düşmanlar da, çirkin görünür. dünyadaki sevgilerin de, böyle olduğunu herkes bilir. bir kimse, birisini seviyorum deyince, onun düşmanlarını düşman bilmedikce, buna inanılmaz. münafık olduğu anlaşılır. şeyhulislam abdüllahi ensari diyor ki, ebülhüseyn bin sem'un, birgün hocam muhammed husriyi incitmişdi. o günden beri onu sevmiyorum. bir kimse, üstadını incitir, sen de o kimseye darılmaz isen, köpekden aşağı olursun. allahü teala, mümtehine suresinde buyuruyor ki, ibrahim aleyhisselam ve eshabı, kafirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzakız. size inanmıyoruz. sizin, bir olan allaha inandığınızı anlayıncaya kadar, aramızda düşmanlık olacakdır dediler. bunların bu güzel halleri, size nümune olmalıdır. sonraki ayeti kerimede, buyurmakdadır. bu ayeti kerimeler gösteriyor ki, iman sahibi olmak için, bu düşmanlık şartdır ve allahü tealanın düşmanlarını sevmek, imanı yok eder. demek ki, sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdır. rafıziler, burada aldanıyorlar. diyorlar. anlamıyorlar ki, sevilenin düşmanlarına düşman olmak lazımdır. dostlarına değil! resulullahın sohbetine kavuşmakla şereflenenler, birbirlerini çok severlerdi. birbirlerine değil, kafirlere düşman idiler. feth suresinin yirmidokuzuncu ayeti kerimesinde buyuruluyor. bu ayeti kerime, sözümüzü isbat etmekdedir. birinci cil ektub kalbde hasıl olan keşflere, rü'yalara i'timad edilmez. i'timad edilecek ve insanı se'adete kavuşduracak şey, kitab ve sünnetdir. ya'ni, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. ehli sünnet alimlerinin, bu ikisini açıklayan kitablarıdır. kitab ve sünneti öğrenmek istiyen, ehli sünnet alimlerinin bu kitablarını okumalıdır. bid'at sahiblerinin, mezhebsizlerin, dinde reformcuların kitablarını okuyan, felakete sürüklenir. kitab ve sünneti, öğrenip, bunlara uygun ibadet yapmak lazımdır. allahü tealanın ismini çok zikr etmeyi de, islamiyyet emr etmekdedir. her vakt, çok zikr yapınız! evliyalığın en yüksek mertebesi, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmakdır. , allahü tealanın sıfatlarını anlamak demekdir. fenaya kavuşanlarda hasıl olur. fena, iki nev'dir: birincisi, , kalbin allahü tealadan başka, herşeyi unutmasıdır. insan, kalbinin birşeyi hatırlaması için, kendini zorlasa da, hatırlayamaz ve allahdan başka birşeyi sevmez olur. ikincisi, olup, insanın, kendi varlığını da unutmasıdır. insan, ben diyemez olur. allahü tealadan başka birşeyi hatırlamak ve sevmek, arif için zehrdir. kalbi ölüme sürükliyen bir hastalıkdır. fena hasıl olunca, kalb yı sevmekden kurtulur. hakiki imana kavuşur ve islamiyyete uymak, kolay ve tatlı olur. ihlas hasıl olur. nefs, emmarelikden kurtulup, itmi'nana kavuşur. nefsi emmare, islamiyyete, düşmandır. itmi'nana kavuşunca, islamiyyete uymakdan zevk alır. bu hale denir. hulasa, tesavvuf, seyr ve süluk demekdir. bundan maksad, fenaya ve bekaya kavuşmakdır. allahü tealaya hakiki kul olmakdır. nefsin serkeşliği, isyan ve zevkleri yok olmasıdır. yoksa, kalb gözü açılarak, nurları, ruhları, melekleri, cinleri görmek, onlara kavuşmak, değildir. his uzvlarımız ile, akl ile, hesab ile ve tecribe ile anlaşılan fen bilgilerini bırakıp da, kalb gözü ile gaybları anlamaya çalışmak, akla uygun değildir. fen bilgileri ile anlaşılanlar da, kalb gözü ile anlaşılanlar da, allahü tealanın mahluklarıdır. hepsi yok idi. hepsini sonradan yaratdı. allahü teala, dünyada görülemez. ahiretde görülecekdir. dünyada hasıl olur. ya'ni, görmüş gibi inanılır. hulasa, tesavvuf, tarikat, dünyada islamiyyete tam ve seve seve uymak içindir. allahü tealaya kavuşmak, onu görmek, ona yaklaşmak demek değildir. bunlar, ahirete mahsusdur. o halde, islamiyyete uymaya çalışmalı, emri ma'rufu ve nehyi münkeri elden kaçırmamalı, islamiyyetin unutulmuş emrlerini meydana çıkarmağa çok ehemmiyyet vermelidir. kalbde hasıl olan keşfleri, halleri kimseye söylememelidir. bu hallere ve rü'yalara i'timad edilmez. bir kimse, rü'yada, kendini padişah veya velilerin reisi olmuş görse, ne faidesi olur? bu mertebelere, uyanık iken kavuşmak kıymetlidir. böylesi de, neye yarar? insanı kabr ve cehennem azabından kurtarır mı? aklı olan, böyle şeylere ehemmiyyet vermez. allahü tealanın razı olduğu şeyleri yapmağa çalışır. hubbi fillah ve bugdı fillah ni'metine sarılır. birinci cil ektub hakiki müsliman olan babalarımızın, dedelerimizin, büyüklerimizin yolundan ayrılmamanız için düa ederim. doğru yol, kurtuluş yolu, onların gitdikleri ve kitablarında bildirdikleri yoldur. ey kardeşim! ahır zemandayız. din bilgileri azaldı. islamiyyete uymak gevşedi. sünnetler terk edildi. bid'atler yayıldı. küfrün ve bid'atlerin yayıldığı bu karanlık zemanda, hakiki müsliman evladlarının, ehli sünnet alimlerinin kitablarından, dinlerini öğrenmeleri ve bu kitabları her tarafa yaymaları, birinci vazifedir. unutulan din bilgilerini ihya etmek en kıymetli işdir. islamiyyet bilgilerini öğrenmek ve neşr etmek için, gece gündüz çalışınız! siyasete karışmayınız. devamlı düa ederek, allahü tealadan yardım isteyiniz! biz kuluz. kulluk vazifemizi yapmamız lazımdır. bunun için doğru iman etmemiz ve islamiyyete uymamız lazımdır. kalb gözü açılarak, cinleri, perileri, melekleri, ruhları görmeği, onlarla konuşup, gaybları öğrenmeği, hatırınıza bile getirmeyiniz! allahü tealanın varlığını, birliğini, kudretinin sonsuzluğunu, böyle haberlerden değil, fen ve tıb bilgilerinden öğreniniz. bu bilgilerin yeri, insanın dimagıdır. dimagın fen, tıb bilgileri ile ve harb vasıtalarını hazırlamak ile ve ticaret, ziraat bilgileri ile meşgul olması, kalbin fani olmasına, dünya işlerini hatırlamamasına zarar vermez. dimag, dünya bilgilerine çalışırken, kalb, allahü tealayı bir an unutmaz. hem de, bu işlerde çalışmağı ve düşmanda bulunan harb vasıtalarını sulh zemanında hazırlamağı, islamiyyet emr etmekdedir. islamiyyetin bu emrini de yapmak, kalbin temizliğini, fenasını artdırır. rafızilerle vehhabiler ve bunları besleyen hıristiyanlar ile yehudiler, bu yazdıklarımızı anlamazlar. bunlar, dimagları ile de, kalbleri ile de, dünya çıkarları ve nefslerinin arzu ve zevkleri düşüncesindedirler. dördü de, ehli sünnete düşmanlıkda müşterek çalışmakdadır. bu alçak saldırılarını, ingilizler idare etmekdedir. birinci cil ektub zemanımız, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem nurlu zemanından çok uzak olduğu için ve kıyamet vakti yaklaşdığı için, küfr ve bid'atler her tarafa yayıldı. bunların zulmeti alemi kapladı. resulullahın sünneti unutuldu. islamiyyetin nurları kalmadı. islamiyyeti meydana çıkarmak, din bilgilerini yaymak için çok çalışınız! allahü tealanın rızasını kazanmağa sebeb olan şeylerin başında, bu çalışmak bulunmakdadır. resulullahın şefa'atine kavuşduracak, en faideli şey, bu çalışmakdır. hadisi şerifde buyuruldu ki, . bir sünneti meydana çıkarmak için, bunu evvela kendinin yapması lazımdır. sonra, bunu neşr etmek, başkalarının da yapmaları için çalışmakdır. son nefesinizin nasıl olacağını çok düşündüğünüzü yazıyorsunuz. bu üzüntüden kurtulan kimse yokdur. allahü tealanın rızasına kavuşduğumu zan etmiyorum diyorsunuz. bu zandan kurtulmak, vahy geldiği zemanda idi. sonraki zemanlarda, ancak bunun alametleri ve müjdeleri vardır. kat'i bilinemediği için, üzüntüsünden kurtulmak mümkin değildir. ibadetlerimin ve taatlarımın kabul olacaklarını ümmid etmiyorum. bu sebebden, ibadet yapmakda, ba'zan gevşek davranıyorum diyorsunuz. ibadet yapmamız emr olundu. ibadet yapmak, birinci vazifemizdir. kabul olacağını bilsek de, bilmesek de, ibadet yapmamız ve yaparken hasıl olan eshabı kiram kusurumuz için, istigfar etmemiz, kabul olması için, yalvarmamız lazımdır. böylece, kabul olması ihtimali artar. vaki' olan zulmeti azalır. nuraniyyeti artar. ibadet yapmak, sonra istigfar etmek, kulluk vazifemizdir. bundan başkası, şeytanın vesvesesidir. beni seviyormusunuz diyorsunuz. sizin bize muhabbetiniz, bizim size olan muhabbetimizin eseridir. ağacın dallarında bulunan herşey, göğdesinden gelmekdedir. maide suresinde, allahü teala, onları sever. onlar da, onu severler ve allahü teala, onlardan razıdır. onlar da, ondan razıdırlar buyuruldu. kendi muhabbetini ve rızasını, onların muhabbetlerinden ve rızalarından evvel bildirdi. birinci cild. mektub bu mektub uzundur. bir yerinde buyuruyor ki, eski yunan feylesofları dediler. bunlar, vehm ile, hayal ile konuşuyor. herşeyi yokdan var etmek ve var iken yok etmek, allahü tealanın sonsuz kudreti karşısında çok kolaydır. senesinde, fransız ihtilalcilerinin i'dam etdiği, fransız kimyageri lavoisier de kimya reaksiyonlarında maddenin gayb olmadığını görerek, tabi'atde hiçbirşey gayb olmaz ve hiçbirşey yokdan var olmaz dedi. herşeyin kimya reaksiyonlarına tabi' olduğunu zan ederek, böyle söyledi. kendilerine ilerici ve müslimanlara gerici diyen, fen taklidcisi kafirler, lavoisiernin bu sözünü vesika olarak kullanıp, hiçbirşey yokdan var edilmemişdir yaygarasını kopararak, müsliman talebeleri aldatdılar. de ölen alman fizikcisi einstein, maddenin yok olarak enerjiye tehavvül etdiğini isbat edince, bu fen yobazları şaşkına döndü. sesleri kesildi. allahü tealanın yalnız kimya reaksiyonlarına tabi' olduğunu zan eden bu ahmak ilericiler, islamiyyete saldırmak için, şimdi başka sebebler aramakdalar. bütün dinler, alemin yokdan var edildiğini sözbirliği ile bildirmekde, buna inanmıyana kafir demekdedir. meryem suresini yetinde, mealen buyuruldu. tefsir alimlerinin baştacı olan kadi abdüllah beydavi, ismindeki tefsirinde demekdedir. her zeman, herşey yokdan var edilmezse, allahü tealanın işsiz, güçsüz olması lazım olur. allahü teala, her maddeyi yokdan var etdikden sonra, herbirini, her an varlıkda durdurmakdadır. bunun için, hiçbir madde, kendiliğinden yok olamaz. maddelerden cismler hasıl olur. sıfatları, her zeman değişiyor. bunları yapan da, hep allahü tealadır. yalnız allahü teala ve onun sıfatları ebedi olarak vardır. yok iken, sonradan var edilmiş değildirler ve hiç yok olmazlar. alem, ya'ni her mevcud, yok iken, ilmi ilahide var idi. ilmi ilahide var olanlara, ve bu varlığa , haricde var olmağa demişlerdir. abdiyyet, kulluk, allahü tealaya inanmak ve onu sevmekdir. bunun alameti de, islamiyyete tabi' olmak ve bid'atden sakınmakdır. herşeyin yok iken muntazam olarak, hesablı yaratıldığını görüyoruz. mesela, insanın bütün organları nizamlı ve hesablı yaratılmakdadır. bu hal, herşeyi, sonsuz bilgi ve kudret sahibinin yaratdığını göstermekdedir. mektub muhtelif işlerle meşgul olduğunuz halde, ihlas elde etmek arzunuz, bizi çok sevindirdi. buyurmuşlardır. hastanın, derdini tabibe anlatması lazımdır. feyz menba'ı resulullahdır. fekat, vasıtalardan gelirken, tehavvül eder. büyüklerimizin yolunda, feyze kavuşmak için, mürşidin sohbetine devam etmek şartdır. mürşidin kalbinden, talibin kalbine, muhabbeti ve isti'dadı kadar feyz gelir. mürşid bulamaz ise, eski mürşidlerden birinin kitablarını okuyup, onu sevdiği kadar, onun ruhundan feyz alır. üveys karni , resulullahı göremeyip, uzakdan feyz alarak, büyük veli oldu ise de, eshabı kiramın hiçbirinin derecesine erişemedi. tabi'inin en üstünü oldu. tesavvuf ehline olan muhabbetiniz, büyük ni'metdir. bu ni'metin kıymetini biliniz! hadisi şerifi, müjdedir. sevdiklerimizin kalblerinden istifade edeceğimizi müjdelemekdedir. ibadetleri yapmağa, çok ehemmiyyet veriniz! çalgı, oyun ve eğlence ile, kıymetli vaktlerinizi ziyan etmeyiniz! dünyada müsafir olduğumuzu, kabr ve kıyamet azablarını çok düşününüz. kurtuluş, islamiyyete uymakda ve bid'atlerden sakınmakda olduğunu unutmayınız! bid'at sahibleri ile ve mezhebsizlerle arkadaşlık etmeyiniz! bunlar, din hırsızlarıdır. insanın dinini, imanını çalarlar. islamiyyete uymakda gevşek davranan şeyhlere, tarikatçılara aldanmayınız! . kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! hicri kameri seneyi miladi seneye çevirmek hicri kameri sene, miladi seneden, gün kısadır. her hicri sene başı, bir evvelki hicri sene başının rast geldiği miladi senedengün evvel başlar. takribensenede, bir miladi sene içerisinde, iki hicri sene başı bulunur. ya'ni, hicri ve, miladi senede bir, birbirini ta'kib eden iki hicri seneden birincisinin başı, ocak ayının ilk on gününe, ikincisinin başı ise, aralık ayının son on gününe ve aynı miladi seneye rastlar. daha sonraki hicri senelerin sene başları, miladi. aydan birinci aya doğru giderek, miladi ayların her birine tesadüf eder. sahifedeki cedvelde, aynı miladi seneye rastlayan hicri senelerden ikincisi, ya'ni aralık ayının son on gününe rastlayan hicri seneler yazılıdır. mesela, hicri senesi miladisenesinin aralık ayında, hicri senesi de, yine miladisenesinin ocak ayında başlamakdadır. cedvelde yazılı olmayan herhangi bir hicri senenin başı ile bunun tesadüf etdiği miladi sene, cedvelde yazılı olan hicri ve miladi senelerden aynı mikdar sene sonra olurlar. cedvelde yazılı olmıyan herhangi bir hicri sene başının miladi karşılığını bulmak için, kendinden küçük ve en yakın hicri sene ile bunun karşısında yazılı olan miladi sene cedvelden bulunur. bu iki hicri senenin aralarındaki fark, cedvelde bulunan miladi seneye ilave edilir. bu hicri sene başının, miladi hangi ayda başladığını anlamak için, iki hicri sene arasında farkın aylar cedvelinde hangi aya tesadüf etdiğine bakılır. mesela, hicri senenin başına tesadüf eden miladi sene, olduğundan, olur. rakamı aylar cedvelinde temmuz ayına rastlar. bir hicri sene içerisinde bulunan şemsi ayın, hangi miladi seneye rastladığı da şöyle bulunur: bu şemsi ay, hicri sene başının rastladığı miladi aydan önceki bir ay ise, hicri sene başının rastladığı miladi seneden bir sonraki miladi sene olur. tam ilmihal kitabımızda daha fazla bilgi vardır. hak tecelli eyleyince, her işi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. hicri sene başlarının tesadüf etdiği miladi seneleri gösterir cedveldir. miladi sene hicri sene miladi sene hicri sene aralık haziran kasım mayıs ekim nisan eylül mart ağustos şubat temmuz ocak nasihat i'tikadı, nazm üzere ey civan, oldu aşağıda sana, açık dil ile beyan: doğru olan i'tikadı, ister isen kardeşim, gece gündüz, bu kitabı oku hem de, pek candan! ruhuna rahmet eylesin, hak, ebu hanifenin, kur'an yolunu gösterdi, bize o yüce nu'man. insan bir şey yaratamaz, şi'iye aldanma! vehhabilik daha kötü, ehli sünnete inan! cennet, cehennem şimdi var, tevbe kabul edilir, şefa'atle kurtulacak, çok günahları olan. atomdan güneşe kadar, canlı cansız her varlık, yok iken yaratıldılar, hem de katkat asüman. dünyaya gönül bağlama, akar ömür su gibi, islamiyyete uyan kimse, her dem olur şadüman. önce ilmihali öğren, çocuğuna da öğret, din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişman! düşmanlarımız sinsice nasıl saldırıyor bak, sen de dini yaymak için, çalış gayb etme zeman! komünistler hep yalanla, gençleri aldatıyor, islamı yok edecekler, artık gafletden uyan! müslimanlar da şaşırmış, tuzağa düşmüş çoğu, sözde hepsi, ayrılmışlar hak yoldan. ilmi hali öğrenmiyen, kendini koruyamaz, kafir veya sapık olur, olmıyan! doğru olan bilgileri yayanlara yardım et! cihad sevabını kazan, olsun bunda mal revan. resulullah hiç durdu mu, eshabı uyudu mu? dini yaymak için hepsi, olmuşdu bir kahraman! çalış boş durma sen dahi, din düşmanı pek kavi, içden dışdan ezecekler, gidecek, dinle iman. eshaba çirkin söyleme, hepsinin kadrini bil, birbirini severlerdi, buna şahiddir kur'an! en üstün ebu bekrdir, ömer, osman, ali hem, mu'aviyeyi de çok sev, odur kur'anı yazan! rabbimiz cism değildir, zemanı, mekanı yok, maddeye hulul eylemez, böyle olmalı iman! mahluka muhtaç değildir, ortağı, benzeri yok, herşeyi odur yaratan, hem de varlıkda tutan. iyi, kötü, iman, küfr, madde, kuvvet, enerji, hepsini o var ediyor, yaratamaz hiç insan! herkese akl, irade verdi, hem yol gösterdi. kim iyilik diler ise, yaratır hemen rahman. önce, i'tikadı düzelt, emri, yasağı gözet, se'adete kavuşamaz islamiyyetden ayrılan! ta önceden adet oldu, kim ekerse, o biçer, pek aldandı, ziyan etdi, ekmeden buğday uman! yetmişüç fırkadan ancak, kurtulan, resulullahın yolunu onlardır bize sunan! her sabah, şu duayı okumalıdır: allahümme ma esbaha bi min ni'metin ev biehadin min halkıke, fe minke vahdeke, la şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr. estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah. allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali seyyidina muhammedin salaten tüncina biha min cemi'il ehvali velafat ve takdi lena biha cemi'al hacat ve tütahhirüna biha min cemi'isseyyiat ve terfe'una biha aledderecat ve tübelliguna biha aksalgayat min cemi'il hayrati fil hayati ve ba'delmemat! hasbünallah ve ni'mel vekil ni'mel mevla ve ni'mennasir! eshabı kiram kitabında adı geçenleri tanıtma kitabda adı geçen ikiyüzaltmışbeş ism, elifba sırası ile aşağıdadır. herbirinin kitabda bulunduğu sahifelerin numarası, hal tercemelerinin sonuna yazılmışdır. abbas radıyallahü anh: abdülmuttalibin en küçük oğlu, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem amcasıdır. resulullahdan üç yıl yaşlı idi. bedr gazasında, düşman ordusunda idi. esir oldu. para verip kurtulanlardan idi. mekkeye dönüşünde müsliman oldu. mekkenin fethinden bir kaç ay önce medineye hicret etdi. muhacirlerin sonuncusudur. mekkenin fethinde ve huneyn gazasında bulundu. hadisi şerif ile medh olundu. ömrü sonunda göremez oldu. otuziki yılında medinede vefat etdi. seksensekiz yaşında idi. baki'dedir. uzun boylu, beyaz ve güzel idi. on oğlu vardı. abbasi halifeleri, hazreti abbasın soyundandır. kerbeladaki büyük türbede bulunan abbas, başka olup, hazreti hüseynin babadan kardeşidir. abbasi halifeleri sıra no: ismi ve babası tevellüd cülus vefat abdüllah seffah ebül'abbas bin muhammed bin ali bin abdüllah bin abbas ca'fer mensur bin muhammed bin ali mehdi bin mensur musa kadi bin mehdi harunür reşid bin mehdi muhammed emin bin harun me'mun bin harun mu'tesem bin harun vasık bin mu'tesem mütevekkil bin mu'tesem müstansır bin mütevekkil müste'in bin mu'tesem mu'tez bin mütevekkil mühtedi bin vasık mu'temid bin mütevekkil mu'tedid bin muvaffak bin mütevekkil müktefi bin mu'tedid muktedir bin mu'tedid kahir bin mu'tedid radi bin muktedir mütteki bin muktedir müstekfi bin müktefi bin mu'tedid muti bin muktedir tayı' bin muti' kadir bin ishak bin muktedir kaim bin kadir muktedi bin ahmed bin kaim müstazhir bin muktedi müsterşid bin müstazhir raşid bin müsterşid müktefi bin müstazhir müstencid bin müktefi müstedi bin müstencid nasır bin müstedi zahir bin nasır müstensır bin zahir müsta'sım bin müstensır mısrdaki abbasi halifeleri sıra no: ismi ve babası tevellüd cülus vefat müntesır ahmed bin zahir hakim ahmed bin hasen bin ali müstekfi bin hakim ahmed vasık bin hakim ahmed hakim ahmed bin müstekfi mu'tedid bin müstekfi mütevekkil bin mu'tedid mu'tesim bin hakim tekrar mütevekkil vasik bin hakim tekrar mu'tesim tekrar mütevekkil müste'in bin mütevekkil mu'tedid bin mütevekkil müstekfi bin mütevekkil kaim bin mütevekkil müstencid bin mütevekkil mütevekkil abdül'aziz bin ya'kub müstemsik ya'kub bin mütevekkil ya'kub bin müstemsikbillah abdül'aziz han: osmanlı padişahlarının otuzikincisi ve islam halifelerinin doksanyedincisidir. sultan ikinci mahmudun ikinci oğludur. de tevellüd ediphaziran de halife oldu. de dolmabağçe serayından alınıp, topkapı serayına habs edildi. beş gün sonra midhat paşa ve serasker hüseyn avni paşa, süleyman paşa ve arkadaşları tarafından, fer'ıyye serayında kur'anı kerim okurken bilek damarları kesdirilerek şehid edildiği, sultan vahideddinin baş katibi, ali fuad beğin hatıralarında yazılıdır rahmetullahi teala aleyh. fer'ıyye serayı, beşiktaş ile ortaköy arasında, galataseray lisesinin orta kısmı olan yalıdır. sultan mahmud türbesindedir. sultan murad, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu.ninkasım vesayılı nüshasında diyor ki: istanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler arasında, ibnülemin mahmud kemal beğinnumaralı defterinde, sultan abdül'aziz hanın annesi pertevniyal valide sultanın söyleyip yazdırdığı vardır. yıldız evrakı arasında görülüp, ibnülemin ahmed tevfik beğin, de suretini çıkardığı bu sergüzeştnamede pertevniyal sultan diyor ki: senesi, cemazilevvelin yedinci günü, sabaha karşı saat sekizde, valide sultanı yatakdan kaldırıyorlar. sultan, oğlu abdül'aziz hanı uyandırıyor. halife, anne bunu bana kim yapdı? beni sultan selime mi döndürecekler? ben kime ne etdim? diyor. valide sultan diyor. yalnız avni etmedi. rüşdü paşa ile ahmed ve midhat paşalar da, bu işe dahil. ben bu felaketi otuz kırk def'a rü'yamda gördüm. bundan sonra, cebrail gökden inse, devlet reisi olmam. cenabı hakkın takdiri böyle imiş diyor. mayıssalı günü kayıkla topkapı serayına götürülüp, üçüncü selim hanın şehid edildiği odada, habs olunuyor. çorba gönderiyorlar. kalfa diyor. bir kırık tahta kaşık veriyorlar. halife, biraz içiyor. abdest almak için, na'lın aratıyor. diyerek vermiyorlar. abdesthaneye yalın ayak giriyor. üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. kayıkda yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. diyerek vermiyorlar. sultan murada tebrikname ve acıklı mektublar gönderip yalvarıyor. dördüncü gün, sultan muradın iradesi ile diyerek, fer'ıyye serayına götürüyorlar. içeri hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. diyor. annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. askerlerin saygısızca konuşdurulduğunu görünce, aman anneciğim. bunlar beni öldürecekler diyerek ağlıyor. iki gün sonra, eski, yırtık eşya gönderiyorlar. askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücum ediyor. vermiyor ise de, valide sultan, gizlice vermek zorunda kalıyor. haziran sabahı valide sultan içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halifenin kanlar içinde yatdığını görünce, feryad ediyor. halife, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup diyor. gelenler, valide sultanı başka odaya götürüyor, kulağındaki küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. halifeyi eski bir perdeye sarıp, ortaköy karakoluna götürüyorlar. can çekişirken rüşdü, midhat ve avni paşalar ve yardakçıları gelip, diyerek alay ediyorlar. valide sultan, arslanım şehid oldu. beni de şehid etsinler diye feryad ediyor. asker gelip, sultan murad irade etdi. seni beğlerbeği serayına götüreceğiz diyorlar. valide sultan, diyor. valide sultanın kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve feracesiz karakola götürüp, paşalara seyr etdiriyorlar. halifenin zevcelerinden tıryal hanım efendi gelip, canım, allah rızası için namusu ile oynamayın. hiç olmazsa araba ile götürünüz diyor. paşalar, başarılarından pek keyfli kahkaha atmakdadırlar. tıryal hanımın arabasına bindirilerek yeniseraya götürülüyor. başka araba ile tiryal hanımı da, zorla oraya götürüyorlar. üç gün sonra kızlar ağası topkapı serayına geliyor. iki sultanın ayrı odalarda baygın yatdıklarını görüyor. altı gece sonra, odalarına birer kandil gönderiliyor. otuzsekiz gün sonra fer'ıyye serayına götürülüyorlar. kapı ve pencereleri çivileniyor. sekiz gün valide sultana eziyyet ederek diyorlar. dokuzuncu gün, pencereler açılıyor. ağustosda beşinci murad tahtdan indirilip, dolmabağçe serayından çırağan serayına götürülüyor. sultan abdülhamid han tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, rahata kavuşuyorlar. sultanlara yapılan işkencelerin, sultan muradın emri ile olduğunu söylerlerdi. halbuki sultan muradın birşeyden haberi yokdu. sultan abdül'azizin tebriklerini ve yalvarmalarını paşalar sultan murada göstermiyor. sultan adına kendileri cevab yazıp aldatdıkları, tarihli askeri tarih mecmu'asında uzun yazılıdır. de istanbulda basılmış olan yılmaz öztunanın nin onikinci cildinde özetle diyor ki: sultan abdül'azizin hal' edilmesi, birkaç ahlaksız veya safdil devlet adamının, şahsi ihtirasları uğruna oldu. bunların başında, eski sadrı azam hüseyn avni paşa geliyordu. kurmaylıkdan yetişmiş, üç def'a serasker olmuşdu. bir uşağın oğlu idi. diyen kindar adamlardan biri idi. mason fuad paşanın yetişdirmesi idi. meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur, sonra entrikalarla yine bir makam kapardı. mahmud nedim paşa tarafından azl edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişanları alındığı için, padişaha kin bağladı. sultanı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe karar verdi. londraya gidip, ingilizlerle bu işi planlaşdırdı. faci'anın ikinci adamı midhat paşanın batı kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de yokdu. tuna ve bağdad valiliklerinde yapdığı işler, avrupa basınında alkışlanmış, bilhassa ingilizler tarafından şımartılmışdır. hislerine kapılan, acele ve yanlış kararlar veren, bu yüzden iyi iş görmeğe müsaid olmıyan bir adamdı. ali paşa gibi, ölünciye kadar sadaretde kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gururuna yidirememiş, hükmdara düşman olmuşdur. içki masalarında, devlete aid kararlar alırdı. ingilteredeki parlamento idaresini aynen alırsa, türkiyenin aynen ingiltere olacağını sanırdı. böyle bir idareyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı. midhat paşanın, meşrutiyyeti te'sis edebilmek için hal' işine karışdığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamakdadır. avni paşa, hal' projesini midhat ve şirvanizade muhammed rüşdü paşalara, sonra zemanın sadrı azamı mütercim rüşdü paşaya açdı. şirvanizadeden yüz bulamayınca, onu taife sürdürdü ve orada zehrletdi. midhat paşa, sadrı azam mahmud nedim paşanın, kendisini merkezden uzaklaşdıracağını vehm ederek, hal' işine karışmışdır denilebilir. hal' işine midhat paşanın emri ile, uydurma fetva veren şeyhulislam hasen hayrullah efendi de, bu makamından, önce azl edilmiş, bu yüzden sultana kin bağlamışdı. sultan abdül'aziz, bunun için, o, serayda iken, müfsid imam denirdi. rüşdü paşanın tavsıyesi ile şeyhulislam yapdık, allah vere de, bir halt etmese demişdir. sultan abdül'azizin hal'inin bir vatanperverlik olacağına inanan tek adam, harb okulu nazırı süleyman paşa idi. yirmibeş mayıs gecesi, redif ve süleyman paşalar, avni paşanın kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüzharbiye talebesinin dolmabağçe serayını kuşatmasına karar verdiler. talebeye, sultanı korumak için gidiyoruz denildi. avni paşa sultanı öldürmeği çokdan planlamış ve nihayet bu cinayeti işlemişdir. uzun zeman serayda casusu olan, ikinci mabeynci fahri beği bu işde kullandı. cezayirli mustafa pehlüvanı ve yozgadlı pehlüvan mustafa çavuşu ve boyabatlı hacı mehmed pehlüvanı fer'iyye serayına bağçıvan yapdılar. fahri beğle bu pehlüvanlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip pencereden bağçeye kaçdılar. avni paşa, çığlık seslerini duyarduymaz, kuzguncukdaki yalısından, kayıkla, hemen fer'ıyyeye geldi. ölüm raporunu imzalamak istemiyen iki doktordan birini, avni paşa hemen trablusgarba sürdü. ikincisi olan ömer beğin apoletlerini hemen orada sökmüşdür. haziranın derdimgünü sabahı, sultan abdül'azizin ortaköy sahilinde fer'ıyye serayındaki odasından garib sesler gelmeğe başladı. saat dokuz buçukda odaya girenler, eski hakanı kanlar içinde buldular. ertesi gün yayınlanan hükümet tebliği, şöyle diyordu: sultan abdül'aziz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihar etmişdir. serasker avni paşa cesedi karakola nakl etdirmişdir. bu tebliğ ve ekli tabib raporu, hiç kimseyi inandıramadı. doktorlara yalnız bilekler gösterilmişdir. avni paşa, birkaç sene önce de, sultan abdül'azizi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. midhat paşa, ölümü işitince, demişdir. maliye nazırı yusüf paşa ise, padişahın başını yidi. inşaallah yakında o katil de katl edilir demişdir. sadrı azam mütercim rüşdü paşa da, na'şı karakola çıkardıkları zeman canlı imiş. hekimler de, canlı olduğunu tasdik eylediler demişdir. üç pehlüvana yüzer altın ma'aş bağlanarak, sırrı ifşa etmeleri önlendi. sultan abdül'azizin na'şını yıkayan sekiz imam, yıldız muhakemesinde, sultanın iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir. pehlüvanlar da, yapdıklarını sonradan i'tiraf etmişlerdir. intihar edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de tıp ilminde meydandadır. hüseyn avni paşa, sultan abdül'azizin hal' edileceğini birkaç sene önce londrada ingiliz nazırlarına söylemek cesaret ve hiyanetinde de bulunmuşdu. bunun için, intihar tezini ileri sürmekdedir. son çıkan, ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. tarihli de, yazılıdır. haziran günü cenazesi büyük merasimle kaldırıldı. topkapı serayında yıkandı. pederi sultan ikinci mahmud hanın çenberlitaşdaki türbesine defn edildi. süleyman paşa, bu inkılabın meşrutiyyet için yapıldığını söyleyince, avni paşa, sen sus! asker siyasete karışmaz demişdir. halbuki, kendisi, askeri çokdan siyasete karışdırmış. balkanlarda felaketli hadiselerin patlak vermesine sebeb olmuşdu. nitekim, temmuzda sırb ve karadağ prenslikleri isyan etdi. balkanlar karışdı. nisan de rusyanın arabulucu teklifi red edilerek, harbi başladı. hemen müşir yapılan süleyman paşa, şıpka geçidini ruslara kapdırınca, mağlubiyyete sebeb oldu. plevnede üç kerre zafer kazanarak gazi ünvanını alan osman paşayı kıskandı. maçka meydan muharebelerini de gayb ederek, edirneye kadar kaçdı. böylece, edirne de, harab oldu. ruslar ayastefanosa kadar geldi. ingilizler, bu mağlubiyyeti fırsat bilerek, mayısde, istanbulda ali süavi vak'asını çıkarıp, ikinci abdülhamid hanı devirmek, hilafeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak olamadı. ali süavi mason idi. karısı ingiliz idi. diyor ki, olmasaydı, harbinin zararları daha büyük olacakdı. süleyman paşa, sefih ve zelil bir hayat sürerek, de bağdadda öldü. abdül'aziz hanı şehid etdiren paşalar, başarılarının zevki içinde, midhat paşanın bayeziddeki konağında, haziran gecesi toplanmışlardı. odaya giren erkanı harb kolağası, yaşındaki, hasen beğ, avni paşayı ve sonra hariciyye nazırı raşid paşayı vurup öldürüyor. midhat paşayı kovalıyor ise de, paşa mutbaha kaçıp, aşçının dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. yaralı yakalanan hasen beğ, ertesi gün bayezid meydanında şehid ediliyor. edirnekapıdan topkapıya giderken, sağ köşede, parmaklıklı mezarının büyük taşında yazılıdır. sultan abdül'aziz han, çerkes hasen beğin eniştesi idi. halifenin feci' şeklde şehid edildiğini ve annesi pertevniyal sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten sultan muradın üzüntüden ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekden aklı bozuldu. sultan abdül'aziz han, onbeş senelik saltanat zemanını dolmabağçe serayında geçirdi. bu serayda iken hal' edildi. beşinci murad da üç aylık saltanatını bu serayda geçirdi. ikinci abdülhamid han, bu serayda yedi ay oturdukdan sonra, yıldız kasrlarına yerleşdi. sonra yıldız serayını yapdı. sultan muhammed reşad da, dolmabağçe serayında oturdu. sultan abdül'aziz han, de yeni askeri elbiseleri kabul etdi. da posta pulu kullanıldı. da süveyş kanalı açıldı. de istanbulda tramvay işletilmeğe başladı. de galata tüneli yapıldı ve askeri rüşdiyye mektebleri açıldı. da osmanlı bankası açıldı. de sahillere deniz feneri konuldu ve devlet şurası kuruldu. de sultani mektebleri açıldı. de sanayi mektebleri açıldı. da fransa imperatöriçesi istanbulu ziyaret etdi. de avusturya imperatörü, sultan abdül'azizi ziyarete geldi. de şark demir yolları yapıldı. de tıbbiyyei mülkiyye açıldı ve orman ve ma'den mektebleri açıldı ve eski seray dış kapısı, ya'ni üniversitenin bayezid meydanına açılan giriş kapısı yapıldı. de itfaiyye alayı teşkil edildi. da seyyar havz yapıldı ve darüşşefeka lisesi açıldı. da iran şahı, sultan abdül'azizi ziyarete geldi ve izmit demir yolu yapıldı. abdül'aziz han, kardeşi gibi, memleketin idaresini ali ve füad paşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. bunlar da, ingilizin siyasetine göre hareket etdiler. dağıstanlı şeyh şamil, yirmi sene ruslarla kahramanca cihad yaparak, ordularını perişan ederken, seyrci kaldılar. bu mücahidin de esir düşmesine sebeb oldular. rusların de, semerkand, buhara ve hiveyi işgal etmelerine de sebeb oldular. ömrlerini avrupada geçirdiler. memleketde kaldıkları zeman, tanzimat fermanındaki mason planlarının tatbik edilmeleri için çalışdılar. bu hiyanetlerinin sebebi mes'ulü elbette halifenin gafleti idi. bu gafletinin neticesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehid edildi. sultan abdül'aziz, çırağan ve beğlerbeği seraylarını yapdırdı. muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. beykoz kasrı bunlardandır. çırağan yalısını ilk olarak nevşehrli damad ibrahim paşa yapdırdı. sonra üçüncü selim hanın hemşiresi beyhan sultan tarafından yeniden yapıldı. ahşab ve çok zinetli idi. sultan, bunu, kardeşi sultan selime satdı. sonra, ikinci mahmud han, de yıkdırarak ahşab seray yapdı. sultan abdülmecid han bu serayda oturdu. de yıkdırdı. de abdül'aziz han, son muhteşem serayı dört milyon altın liraya yapdırdı. beğlerbeği serayının yerinde, tepede birinci ahmed hanın kasrı vardı. sahil serayını ikinci mahmud han ahşab yapdırdı. moltekeyi burada kabul eylediği zeman, çubuk içiyordu. abdülmecid han, de bu serayda merasimle hatmi şerif indirmişdi. sultan abdül'aziz han, de, bu ahşab serayı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serayı yapdırdı. sultan, nisanının yirmibirinci cum'a günü seraya yerleşdi. yaz mevsimlerini burada geçirirdi. balkan harbi bozgununda, enver ve talat paşalar, ikinci abdülhamid hanı rahimehullahü teala selanikden alman vapuru ile istanbula getirtip, beğlerbeği serayına koydular. boğaziçi tarafında, alt katda, arka tarafda, bir odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zatürrie hastalığından vefat etdiği,şubat gününe kadar, burada yaşadı. abdülbaki efendi: mahmud baki, osmanlı şairlerinin büyüklerindendir. de istanbulda tevellüd, de vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. süleymaniyye medresesinde müderris idi. reisülulema oldu. halid ibni zeydin haber verdiği hadisi şerifleri bir araya toplamışdır. tercemesi meşhurdur. abdülcebbari hemedani: mu'tezili idi. kadi idi. üçyüzellidokuzda tevellüd etdi. dörtyüzonbeş de rey şehrinde vefat etdi. babası ahmeddir. abdülgani nablüsi: isma'il nablüsinin oğludur. de şamda tevellüd, de orada vefat etdi. derin alim ve kamil bir veli idi. fıkh, tefsir ve hadis alimi idi. yirmi yaşında ders vermeğe başladı. de istanbula geldi. çok kitab yazdı. iki cild kitabı çok kıymetlidir. tütünün günah olmadığını bildiren kitabı ve tercemesi nuri osmaniyye kütübhanesinde vardır. abdülhakı dehlevi: babası seyfeddindir. hind alimlerindendir. de tevellüd, de vefat etmişdir. dehlidedir. kıymetli kitablar yazdı. abdülhakim efendi: büyük alim idi. hal tercemes ahifede yazılıdır. van vilayetinin başkal'a kazasında de tevellüd edip, de ankarada vefat etdi. komünistlerin, masonların, vehhabilerin, mürtedlerin ve şi'ilerin ve yehudilerin ve hıristiyanların, yazılarla, propagandalarla, ingiliz imperatorluğunun kuvvetleri ve servetleri ile islamiyyeti yıkmağa saldırdıkları, müsliman yavrularını dinsiz, imansız bırakmağa uğraşdıkları bir zemanda, dersleri, va'zları ve yazıları ile ehli sünneti yok olmakdan korumuş, gençliğe aşılanan zehrli yalanları pek mahir yol ile temizlemişdir. bu uğurda çetin eziyyet ve cefalara katlanmışdır rahimehullahü teala. abdülhakim efendinin babası halife mustafa efendi, hakkarinin yüksekova kazasının sakitan köyündendir. abdülhakim efendinin dedesinin dedesi olan seyyid abdürrahman, seyyid abdüllahın oğlu idi. seyyid abdüllah, arvasda, seyyid fehimin baş tarafında medfundur. seyyid abdüllah ölünce, arvasi soyunun devam edebilmesi için, seyyid abdürrahmanı annesi genç iken zorla evlendirdi. seyyid abdürrahmanın, tahir, lutfi, abdülhamid ve muhammed isminde dört oğlu oldu. seyyid abdürrahmanın büyük kardeşi, seyyid abdürrahim de vefat etdi. oğlu hacı ibrahim ve torunu abdül'aziz ile birlikde doğu bayezidde ahmed hani türbesindedirler. abdül'aziz efendinin üç çocuğu, muhammed emin ve ömer efendiler ve seyyidet hadicedir. her birinin çocukları ve torunları din ve dünya bilgileri ile dolu birer hazinedirler. muhammed emin efendinin dört oğlu oldu. bunlar, abdül'aziz, abdülkadir ve abdülhakim ve mahmud efendilerdir. abdülhakim efendinin oğlu ahmed efendi, türkiye gazetesinin tefrika muharriri ikensenesinin son günü da istanbulda vefat etdi. seyyid abdürrahman, zemanının mürşidi ekmeli idi. binlerce hak aşığı sohbetine gelir feyz alırlardı. nasihat için, uzak memleketlere mektublar gönderirdi. irisan beğlerinden emir şerefeddin abbasiye yazdığı farisi mektublar çok kıymetlidir. bu mektublarından birinde muhammed kerim han ve mustafa ve feyzullah beğlere selam ve düa etmekdedir. başka bir mektubuna, emir şerefeddin beğ, şu satırları eklemişdir: mevlana, bu mektubu, bu fakire de göndermişdir. musibete sabr lazım olduğunu ve sabrın kıymetini bildirmişdir. birkaç ay sonra pederim abdüllah han beğ vefat etmişdir. mevlananın kerametini buradan anlamalıdır. seyyid abdürrahman hoşabda medfundur. seyyid tahir, basra valisi idi. seyyid lütfi efendinin onbir oğlu vardır. seyyid lütfi efendinin oğlu abdülganinin oğlu mir hac, bunun oğlu abdürrahman, bunun oğlu muhammed sa'id efendilerdir. lütfullah efendinin ikinci oğlu abdülgaffar efendi, bunun oğlu şerif, bunun oğlu muhammed şefik efendilerdir. lütfullah efendinin üçüncü oğlu muhammed, seyyid fehim hazretlerinin üvey babasıdır. bunun oğlu tahir, bunun oğlu resul, bunun oğlu abdüllah efendilerdir. lütfullah efendinin dördüncü oğlu, resul efendidir. beşinci oğlu seyyid sıbgatullah efendi, seyyid tahai hakkarinin talebesi idi. bunun oğlu celaleddin, bunun oğlu ali, bunun oğlu selahaddin efendilerdir. bunun iki oğlu kamüran inan ve zeynel'abidin inan, bitlis senatörü ve meb'usü olmuşlardır. altıncı oğlu cemalüddin, bunun oğlu abdülmecid, bunun oğlu sa'dullah, bunun oğlu muhyiddin, bunun oğlu abdürrahman, bunun oğlu lütfullah, bunun oğlu nurullah efendilerdir. abdülhamid efendinin iki oğlu olup, biri molla safi idi. bunun eshabı kiram torunu, abdülhamid efendidir. ikinci oğlu, seyyid fehimi arvasi kuddise sirruh hazretleri idi. seyyid muhammedin yedi oğlu ile hamide hanım isminde bir kızı vardı. hamide hanım, timür oğullarından hurrem beğin zevcesi idi. salih, memduh ve sa'id adında üç oğlu vardı. sa'id beğin iki çocuğu, tevfik beğ ile emine hanımdır. emine hanım mekki efendinin birinci zevcesidir. ikinci zevcesi afife hanımdır. seyyid muhammedin birinci oğlu mahmud efendi idi. bunun, zübeyde, meryem ve esma adında üç kızı vardı. esma hanım çok mütteki, saliha olup; abdülhakim efendinin birinci zevcesi idi. ikinci zevcesi, seyyid fehimi arvasinin kuddise sirruh torunu aişe hanım idi. ahmed mekki ve münir efendilerin validesidir. üçüncü zevcesi nine hanım denilen ikinci aişe hanım, dördüncü zevcesi bedriye hanım idi. beşinci zevcesi maide hanım, senesi mayıs ayında, istanbulda vefat etmişdir. seyyid muhammedin ikinci oğlu, muhyiddin efendi idi. bunun iki oğlu ve iki kızı vardı. kızları beyaz hanım, faruk beğin, zeliha hanım da, abdürrahim zapsunun anneanneleridir. bir oğlu hasen efendi, ikincisi mustafa efendi idi. hasen efendinin yedi oğlu ile yedi kızı olup, dört oğlu çocuk iken vefat etdi. beşincisi mazher efendi, nesibe hanımın zevci idi. altıncı oğlu muhyiddin efendi ankarada vefat etdi. yedincisi necmeddin efendi temyiz mahkemesi azası idi. na'ime hanımın zevci ve ahmed efendinin damadı idi. kızları, nine aişe hanım, abdülhakim efendinin, dilber hanım, taha efendinin, fatıma hanım, seyyid ibrahim efendinin, sabiha hanım da, abdüllah beğin zevceleri idi. mustafa efendinin dokuz oğlu ile iki kızı vardı. birincisi, seyyid abdülhakim efendi idi. ikincisi ibrahim efendi, üçüncüsü taha efendi, dördüncüsü abdülkadir efendi, beşincisi şemseddin efendi, altıncısı ziyaeddin efendi, yedincisi yusüf efendi, sekizincisi mahmud efendi, dokuzuncusu kasım efendidir. abdülhakim efendi en büyükleri idi ve en sonra vefat edenlerdendir. abdülkadir efendinin üç torunu zeynel'abidin, bedreddin ve fahreddin hayatdadır. şemseddin efendinin bir oğlu ile iki kızı vardı. bir kızı afife hanım, mekki efendinin zevcesi idi. ikinci kızı nazife hanımmart ayında vefat etdi. oğlu faziletli cemal efendi, istanbulda imamı ve hatibi idi. celaleddini ruminin si üzerinde eşsiz, derin bilgisi vardı. da istanbulda vefat etdi. yusüf efendinin oğlu seyyid faruk ışık, eski sayıştay başkanlarından ve van senatörlerindendir. senesinde ankarada vefat etmişdir. faruk beğin iki oğlu seyyid nevzad ve seyyid rüchan hayatdadır ve oğulları yetişmekdedir. seyyid rüchan de çalışma bakanlığı müsteşarı oldu. mahmud efendinin annesi meryem hanım idi. kardeşlerinin hepsi hano hanımın çocuklarıdır. mahmud efendinin kızı, rukayye hanımdır. mustafa efendinin birinci kızı mu'teber hanım, timür oğullarından sa'id beğin zevcesi ve ahmed mekki efendinin hem halası, hem kayın validesidir. de vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. ikinci kızı rabi'a hanımdır. seyyid muhammedin üçüncü oğlu nureddin efendidir. bunun mecid efendi ve ali efendi adında iki oğlu vardı. mecid efendinin oğlu izzet beğ, nafiye hanımın zevci olup, de vanda vefat etdi. dört çocuğu vardır. seyyid muhammedin dördüncü oğlu ahmed efendidir. bunun, ubeyd, şevket ve şihabüddin adında üç oğlu vardı. seyyid muhammedin beşinci oğlu, hamid paşa idi. bunun ahmed, abdüllah, fehmi ve ibrahim adında dört oğlu ile nafiye, nesibe ve aişe adında üç kızı vardı. bunlardan seyyid ibrahim arvas, abdülhakim efendinin damadı ve uzun yıllar van meb'usu idi. de ankarada vefat etdi. bunun oğlu seyyid sıddik ile kızları gülsüm ve hamiyyetdir. seyyid ahmed, muhammed sıddik efendinin damadı ve na'ime hanımın babasıdır. muhammed sıddik efendi, seyyid taha hazretlerinin torunu, ya'ni seyyid ubeydüllahın oğlu ve şehid abdülkadir efendinin kardeşi idi. nafiye hanım izzet beğin, nesibe hanım mazher efendinin, aişe hanım da muhammed ma'sum efendinin zevceleri idi. seyyid muhammedin altıncı oğlu hüseyn efendidir. bunun celal, ala'üddin, seyyid gazi ve behaeddin adında dört oğlu vardı. celal efendinin oğlu seyfeddin beğ, rukayye hanımın zevci ve aydın ile celal efendilerin ve leyla hanımın babasıdır. aydın beğ de anavatan partisinden van milletvekili seçildi. oğulları cüneyd, melih rüchan ve fatih ve murad efendiler, hayrülhalef olarak yetişmekdedirler. seyyid muhammedin yedinci oğlu, yusüf efendidir. seyyid abdülhakim efendinin üç oğlu ve iki kızı vardı. bunlardan enver ile şefi'a, esma hanımın çocuklarıdır. şefi'a hanım, salih beğin zevcesi iken, hicretde musulde vefat etdi. enver de, hicret ederken de eskişehrde vefat etdi. ikinci oğlu faziletli ahmed mekki üçışık efendi, arabi, farisi kitablardan ve pederinden din bilgilerini geniş olarak edinmiş olup, de istanbulda vefat etdi. bağlum kabristanındadır. fetvalarına güvenilecek, yer yüzünde eşi az bulunan bir mubarek zat idi. çok sayıda ve olgun, değerli din adamları yetişdirdi. ilm ve ma'na taliblerinin derdlerine şifa sunardı. cenabı hak, mubarek vücudu ile istanbul şehrini ve bütün islam alemini şereflendirmiş ve faidelendirmiş idi. seyyid ahmed mekki efendinin behik, beha, medeni ve hikmet adında dört oğlu ile zahide isminde bir kızı vardır. herbiri ahlak ve fazilet örneğidir. torunları taha üçışık, fehim ve muhammed efendiler ve şefi'a hanım ise, birer cevher olarak yetişmekdedir. abdülhakim efendinin kuddise sirruh üçüncü oğlu, seyyid münir efendi, istanbul belediyesinde satış me'murluğunda uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile etrafının saygısını ve sevgisini toplamışdır. da vefat etdi. bağlum kabristanındadır. seyyid abdülhakim efendi, senesinde, ermenilerin ingiliz silahları ile müslimanlara saldırdıkları zeman, receb ayında, başkal'adan hicret ederekde istanbula geldi. eyyub sultanda, önce yazılı medreseye, sonra gümüşsuyu tepesindeki murteza efendi mescidine yerleşdi. çeşidli cami'lerde va'z vererek, vefa lisesinde öğretmenlik, sultan selim camii şerifi yanındaki süleymaniyye medresesinde öğretmenlik yaparak, islamiyyeti yaymağa, din düşmanlarını susdurmağa ve sindirmeğe başladı. medreselerin en yüksek, üniversite kısmı olan, süleymaniyye medresesine müderris, ya'ni ordinaryüs profesör olarak ta'yini, zilka'deveağustos tarihli ferman ile yapılmışdır. ferman şöyle idi: darülhilafetil'aliyye süleymaniyye medresesinde münhal olan hadisi şerif dersi müderrisliğine debreli vildan faik efendi ve tesavvuf dersi müderrisliğine hakkari ulemasından abdülhakim efendi ve ve fıkhı şafi'i dersi müderrisliğine hakkari meb'usi esbakı seyyid taha efendi ta'yin olunmuşdur. bu iradei seniyyenin icrasına meşihati islamiyye me'murdur. muhammed vahideddin. bu iradei seniyye, ceridei ilmiyye mecmu'asının. si sayısının, bindörtyüzseksendördüncü sahifesinden alındı. mürteza efendi, tersane emanetinde baş ruznameci iken emekli olmuş ve mekkei mükerremede ahmed yekdestden feyz almışdı. de gümüşsuyu, idris köşküne yakın, denize karşı mescid yapdı. da vefat edip denize bakan dıvar içinde, defn edildi. oğulları da yanındadır. bu mescidin ilk imamı olan abdüllahi kaşgariden sonra oğlu ubeydullah efendi on sene imam oldu. sonra imam olan isa efendida vefat etdi. selim han buna bir türbe yapdı. sonra abdüllah efendinin damadı çelebi ubeydullah efendide vefat etdi. nihayet, zahiri ve batıni ilmler hazinesi olan seyyid abdülhakim efendi imam, hatib ta'yin edilip, senesinde vefat edinceye kadar burada ve birçok cami'lerde ve mekteblerde islamiyyeti yaydı. memleketin her tarafından ve yabancı milletlerden uyanık, meraklı kimseler gelip, ilmden, fenden çok şeyler sorarlar ve cevablarını alırlardı. bu arada dünyalık için ve hatta düşmanlık için gelen aşağı alçaklar da bulunurdu. keskin görüşleriyle, karşısındakilerin niyyetlerini hemen anlardı. fekat, halim ve şefkatli ve ileriyi görüşlü olduğu için, dostu düşmanı ayırmaz, hepsini tevadu' ve mudara ile karşılardı. islam alimlerine allah için, temiz kalb ile gidip feyz alanlar, onların yolunda gitmekde, islamiyyetin ahkamına uymakdadırlar. o kapıdan feyz aldığını söyleyip de, ibadetlerden kaçınan, haramlara dalan kimselerin de, münafık oldukları anlaşılmakdadır. adı geçen idris köşkünü, idris hakim bin hüsameddin yapdırmışdır. bayezid ve yavuz zemanında derin alim olan bu zat, iran hududundaki yirmibeş kabilenin osmanlılara ita'at etmesine sebeb olmuş, böylece çaldıran zaferine büyük hizmetde bulunmuşdur. bülbül deresi civarında yapdırdığı çeşmenin yanında bir sed üzerinde medfundur. de vefat etmişdir. zevcesi zeyneb hatun, kendi adı ile, idris köşkü yanında bir mescid yapdırmışdır. mescidin yanında vardır. bunun yanında bir evde niyyet kuyusu vardır. arkasında gümüşsuyu çeşmesi vardır. karyağdı tekkesine de denir. üçüncü mustafa han tarafından yapdırılmışdır. bu tekkenin arkasındasenesinde dolancı derviş muhammed mevlevihane yapdırmışdır. seyyid abdülhakim efendi din bilgilerinde ve tesavvufun ince ma'rifetlerinde derin derya idi. ve kitabları basılmışdır. va'zlarından tutulan bilgiler ve ba'zı mektubları de beş cild halinde toplanmışdır. üniversite mensubları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormağa gelir, sohbetinde, dersinde, bir saat kadar oturunca, cevabını alır, sormağa lüzum kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametler görürdü. çok mütevazı', pek alçak gönüllü idi. ben dediği işitilmemişdi. bizler hesaba dahil değiliz. o büyüklerin yazılarını anlıyamayız. ancak bereketlenmek için okuruz buyururdu. halbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi. yakınlarından birine, buyurmuşdu. yakınlarından karamürsel kumaş fabrikası müdiri, yusüf ziya akışık demişdi ki, rü'yada, abdülhakim efendinin elinin ayasını öpmüşdüm. ertesi gün, eyyub sultandaki evine giderek, rü'yamı anlatmak istedim. gitdim. her zeman olduğu gibi, elini öpmek için eğildiğimde, mubarek elini, ayası yukarı doğru olarak uzatdı ve dedi ve iltifat buyurarak çok şey anlatdı.sahifeye bakınız!. abdülhakim siyalkuti: babası şemseddin muhammeddir. hindistanın büyük hanefi alimidir. fakihdir. beydavi tefsirine ve teftazaninin akaidi nesefi şerhine ve ahmed hayalinin şerhi akaid haşiyesine ve devaninin akaidi adud şerhine ve mutavvel kitabına haşiyeler yazmışdır. kitabı da meşhurdur. de vefat etdi rahimehullahü teala. . abdülhamid han. osmanlı padişahlarının otuzdördüncüsü ve en yüksekleri idi. islam halifelerinin doksandokuzuncusu idi. de tevellüd etdi. de halife oldu. da vefat etdi. çenberlitaşda, dedesi sultan mahmudun türbesindedir. islamiyyete hizmeti, saymakla bitirilemez. abdül'aziz han, düşmanlara alet olanlar tarafından şehid edilip, sonra murad da hal' edilip, kendisi kukla olarak halife yapıldı. avrupada belirli ocakların islamiyyeti yok etmek için hazırladığı yıkıcı planları, kıyasıya hortlatmağa başlarken önlerine dikildi. aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olduğu için, memlekete karşı asrlar boyunca hazırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşi su'ikasdı hemen sezdi. hazırlıyanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaşdırdı. islam bilgilerini, ya'ni din ve fen ve ahlak bilgilerini memleketin her yerine yaydı. çok sayıda kültürlü din adamı yetişdirdi. milleti otuzbir sene adalet ile idare etdi. bilgili, temiz bir gençlik yetişdirdi. haksızlığın, kötülüğün, ahlaksızlığın kökünü kazıdı. bu yüzden ba'zı kimselerin hedefi oldu. yıllarca kötülendi. iftiralara uğradı. sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. fekat, insaflı yazılan tarihleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayı'a, ticarete, ahlaka, kısaca insanlığa bırakdığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. ona dil uzatan yalancılardan, ilm adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret etdiler. onun büyüklüğü karşısında hayran kaldılar. önce, bir sene beş ay devlet idaresine karışdırılmadı. memleketi sadrı azam midhat paşa ve arkadaşları idare etdi. bunlar, nisan günü rus harbine sebeb oldular. mali senesine rastladığı için denilmekdedir. harbi edirne mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. müşir yapdıkları süleyman paşa, şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin türk birliklerinin harcanmasına sebeb oldu. bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. fekat, filibeye ve oradan edirneye kaçdı. edirnede de tutunamayıp mütareke istedi. mütareke abdülhamid hanın, kraliçe viktoryaya çekdiği telgraf üzerine mümkin olabildi. ruslar ve bulgarlar, onbinlerce türk kadın ve çocuğunu kesdiler. bir milyondan fazla türk, bulgaristandan, istanbula hicret etdi. o zeman rusyanın nüfusu doksan, osmanlıların ise altmışdört milyondu. sultan abdülhamid han, faci'aları görünce, edirne mütarekesinden onüç gün sonra,şubat da meclisi meb'usanı kapatdı. devlet idaresini eline aldı. meb'usların ancak yüzde kırkı türkdü. bu parlamento devam etseydi, osmanlı devleti, daha o zeman parçalanacakdı. sultan abdülhamid hanın ilk ve büyük başarısı, bu felaketi görmesi ve önlemesi oldu. osmanlılara imzalatdırılanmartayastefanos mu'ahedesini sultan abdülhamid han bir dürlü hazm edemedi. dahiyane bir kurnazlıklahazirande ingiltere ile gizlice anlaşdı. kıbrıs adasının idaresini ingiltereye bırakdı. adanın gelirleri her yıl istanbula yollanacak, ada osmanlı imperatorluğunun bir parçası kalacakdı. buna karşılık, ingiltere ayastefanos mu'ahedesinin türkiye lehine değişdirilmesine yardım edecekdi. böylece, berlin mu'ahedesi, temmuzde imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. bu harbde, para tazminatı pek ağır oldu. sultan abdülhamid, buna da pek dahiyane çare buldu. de düyuni umumiyye idaresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyon osmanlı lirasına indirdi. bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu. büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, abdülhamid han, berlin mu'ahedesinin, anadolunun şarkında ermenilere muhtariyyet veren maddesini hiç tatbik etmedi. midhat paşa ve arkadaşları, rusyanın harb açmasına sebeb oldu. bütün rumeli ve anadolunun büyük kısmı rusyanın eline geçdi. dahili işler, masonların elinde kaldı. islamiyyeti yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. bunun için, din adamları cahil yetişdiriliyordu. alman tarihçisi, hans kramer, adındaki büyük tarih kitabının üçüncü cildi, yirmialtıncı sahifesinde beşinci muradın akllı kardeşi, diye övdüğü sultan ikinci abdülhamid, memleketin felakete götürüldüğünü, paşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapatdı. iradei seniyye ve meclisi vükela kararı ile meclisi meb'usan ta'til edildi. meşrutiyyet ve bunu sağlıyan doksanüçkanuni esasisi ilga edilmedi. bu anayasade ikinci meşrutiyyetin i'lanına kadar devam etmişdir. sultan abdülhamid han, ayan üyelerinin vazifelerine de son vermedi. yaşıyanları, millet meclisine dahil oldular. sultan abdülhamid han, devleti, milleti, otuzbir sene, allahü tealanın emrlerine göre, adaletle idare etdi. millet, sulh, bolluk, ucuzluk, rahat ve huzur içinde yaşadı. her vilayetde mektebler, hastahaneler, yollar, çeşmeler, viyanadan başka bir yerde eşi bulunmıyan modern bir tıp fakültesi yapdırdı. de mektebi mülkiyyeyi yapdırdı. da bir müze yapdırdı. de hukuk mektebi ve divanı muhasebatı kurdu ve beyoğlu kadın hastahanesini yapdırdı. da güzel san'atlar akademisi, de yüksek ticaret mektebi, de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. de terkos suyunu istanbula getirtdi ve mülkiye lisesini açdı. de alman imperatörü istanbula gelip, sultan ahmed meydanında alman çeşmesi yapıldı. de bursada ipekçilik mektebini yapdırdı. de halkalı zira'at ve baytar mektebi ve kağıthanede bir poligon kurdurdu. da bursa demiryolunu ve aşiret mektebini yapdırdı. da üsküdar lisesi ve rüşdiyye mektebleri ve yeni postahane binası ve osmanlı bankası ile reji binalarını ve demiryolu ile ankara demiryolu yapıldı. yineda hamidiyye kağıd fabrikası, kadıköy havagazı fabrikası ve beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. de osmanlı sigorta şirketi ve küçüksu barajı ve demiryolu yapıldı. de demiryolu ve demiryolu yapıldı. yinede hamidiyye yüksek ticaret mektebi ve rıhtımı, dolmabağçe saat kulesi yapıldı. de demiryolu, darülaceze binası, mum fabrikası, demiryolu, sakız limanı rıhtımı, şimdiki istanbul lisesi binası, demiryolu yapıldı. ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. de tuna nehrinde demirkapı kanalını, kapalıçarşı ta'mirini yapdırdı. yunan zaferini kazandı. akl hastahanesini yapdırdı. da şişlide hamidiyye etfal hastahanesini yapdırdı. de medinei münevvereye kadar telgraf hattı yapdırdı. de hamidiyye hicaz demiryolu zerkaya kadar işledi. kağıthanedeki hamidiyye suyu yapıldı. yeni balıkhane, haydarpaşa rıhtımı, ma'den arama mektebi, şamda tıbbiyyei mülkiyye yapıldı. haydarpaşada askeri tıbbiyye mektebi şahanesiteşrini evvelde açıldı. de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. de bingaziye telgraf hattı yapıldı. de kablosu döşendi. haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. beşiktaş tepesindeki yıldız serayını ve önündeki cami'i yapdırdı. velhasıl avrupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şeklde yurdumuzda yapdırdı. ne yazık ki, de tahtdan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. abdülhamid han, ve ve demiryollarını yapdırdığı zeman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yokdu. din bilgileri, fen ve edebiyyat üzerinde çok kitab basdırdı. köylere kadar kurslar açdırdı. parasız kitablar gönderdi. harb gücünü gayb etmiş olan eski gemileri halice çekip, avrupada yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. askeri, subayı öyle şerefli olmuşdu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekden, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. yalnız yılında, yunan isyanı oldu. ethem paşa rahimehullahü teala kumandasında gönderdiği askeri, kendisi seraydan idare ediyordu. askeri yirmidört saatde termopil geçidini aşıp, atinaya girdi. bütün avrupa kumandanları buna şaşırdı. çünki, alman kurmayları, osmanlı ordusu, termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişdi. ikinci abdülhamid hanın güzel ahlakını, dine olan bağlılığını, edeb ve hayasının derecesini, aklını, ilmini, adaletini, millet için durmadan çalışdığını, hiç can yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik etdiğini, masonların aldatdıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile afv etdiğini anlamak istiyenlere, es'ad beğin kitabını okumalarını tavsıye ederiz. ermeni komitecilerin hazırladıkları ve temmuz günü cum'a namazını kılıp, yıldız cami'inden çıkarken patlatılan bir arabadaki saatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebi diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir sanırız: kendimce en büyük emel, ehalinin rahat ve mes'ud olmasıdır. bu uğurda, gecegündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği ma'lumdur. gayret ve hüsnü niyyetimin min tarafillah mükafatı, şu hadiseden, hıfzı huda ile, emin olmaklığımdır. onun için, cenabı hakka şükr ve hamd ederim. müte'essir olduğum birşey varsa, asker evladlarımdan ve ehaliden ba'zılarının telef ve mecruh olmalarıdır. buna, ilelebed teessüf ederim. tebe'amın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyata ansamimilkalb memnuniyyetimi beyan eyler, afati semaviyye ve erdiyyeden masuniyyetleri için düa ederim. merkezi selanikde bulunan üçüncü ordunun ba'zı subayları, ingiliz casusları tarafından bol para ve makam va'dleri ile aldatıldı. temmuzda şemsi paşa, teğmen atıf tarafından vuruldu. hareket ordusu istanbula yürüdü. halife, hazreti alinin ictihadına uyarak, bunlara karşı koymadı. devleti bu eşkiyaya teslim etdi. vaktiyle, mekke kafirleri de, medineye hücum edince, peygamberimiz, bedrde, uhudda ve hendekde, az kuvvet ile cihad ederek, bunların medineye girmelerine mani' olmuşdu. hucurat suresi, dokuzuncu ayetinde mealen emrine uymadı. halife, peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, facia ve felaketlere sebeb oldu. cemazilahırvetemmuzde ikinci meşrutiyyet i'lan edildi. silah baskısı altında seçim yapıldı. birinci kanun da meclis açıldı. bununla, devletin idaresi, ehliyyetsiz, tecribesiz ellere geçdi. ingilizlerin hazırladığı faci'alar tekrar başladı. ekim de, bulgaristan prensliği, krallığını i'lan ederek, osmanlılardan ayrıldı. yine o tarihde, avusturya, bosnaherseki ilhak etdi. yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra giridi ilhak eyledi. nisan da, adanada ermeni ihtilali oldu. müslimanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırdılar. türkü öldürdüler. ittihadcılar buna da seyirci kaldılar. halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyan basdırıldı. ittihadcılar, avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce müslimanı kesdiler, asdılar. bu zulmleri, o zeman adana valisi olan meşhur cemal paşa yapdı. dahiliyye nazırı tal'at paşanın takdirine mazhar oldu. bu hadiseler dolayısiyle ittihadcılar da de meclisi kapatdı. sultan hamide hak vermek zorunda kaldılar. mart vak'ası adı ile meşhur olannisan hareketi ile sultan abdülhamidin hiçbir alakası olmadığı, kat'i olarak anlaşılmışdır. ittihadcıların, padişaha sadık birinci orduya güvenmiyerek, selanikdeki üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tesbit edilmişdir. ya'ni ittihadcıların bir tertibi olmuşdur. ittihadcılar, böylece selanikden bulgar, sırb, yunan, arnavud yağmacılarının meydana getirdikleri hareket ordusunu istanbula gönderdi. tal'at beğin baskısı ile sultan, nisan da tahtdan indirildi. son meşrutiyyet zemanında hükümdarlığı dokuz ay, beş gündür. selanikden gelen, toplama ve frenk silahlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak istiyen kumandanlara, çarpışılmamasını, müsliman kanı dökülmemesini sıkı emr verdi. isteseydi yalnız taksim ve taş kışladaki ta'limli asker ve sadık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. fekat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. istanbula giren hareket ordusu kumandanları, doğru yıldız serayına geldiler. hazineyi, asrlardan beri toplanmış olan kıymetli yadigarları ve dünyanın en zengin kütübhanelerinden olan seray kitablığının bir kısmını yağma etdiler. padişahın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. bu barbarca saldıranlar, birer kahraman, kurtarıcı i'lan edildi. o yıl, ittihadcılar, sultandan iki yaş küçük olan kardeşi muhammed reşadı yerine geçirdiler. sultan reşad, ihtiyar, sessizdi. ortalığı kana boyıyanların, gönülden müsliman olmadıklarını görüyordu. bu canavarlar karşısında aciz, zevallı bir kukla halinde idi. ittihadcılar, sultan hamidi lekeliyecek bir suç bulamadılar. milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek, öldürmeğe de cesaret edemediler. hemen o gece, kurmay binbaşı fethi okyarın emrinde olarak, trenle selaniğe götürdüler. orada alatini köşkünde habs edildi. ömrünü okumakla ve ibadet ile geçirdi. hükumeti ele geçiren ittihadcıların çoğu, hatta din işleri başkanı olan şeyhul islam efendileri dahi mason idi. sultan hamid hanın kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra memleket, siyasi i'damlar, su'i kasdler ülkesi oldu. çok kimseleri i'dam etdiler. birbirlerini, hatta kendi başkumandanları olan mahmud şevket paşayı da dört aylık sadrı azam ikenhaziran de kendileri öldürdü. yerine getirilen mısr prensi sa'id halim paşanınsene, ay vegünlük ve bunun yerine gelen tal'at paşanın birbuçuk senelik sadaret zemanlarında, memleket karma karışık oldu. herkes, ölüm, habs korkusu içinde idi. can, mal ve namus emniyyeti kalmadı. islam düşmanlığı, küfr ve irtidad moda olmağa başladı. her vilayetde zalimler türedi. da arnavud isyanı oldu. mahmud şevket paşa büyük kuvvetle önliyemedi. sultan reşad haziranda kosovaya gitdi. beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin arnavud ile cum'a namazı kıldı. huzuru te'min etdi. mahmud şevket paşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultan muhammed reşad, bir gövde gösterisi ile te'min eyledi. ebüzziya takvimininşubatpazartesi yaprağında diyor ki:meşrutiyyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felaket ve ziyanlara sebeb oldu. çünki da trablusgarb italyanlara bırakıldı. de balkan harbi bozgunu oldu. iki büyük kıt'a ile ilişiğimiz kesildi. afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz elden gitdi. birinci cihan harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. koca imperatorluk yağma edildi. bu felaketlere, ittihad ve terakkinin, gafil, cahil, fırkacı, inadcı, bölücü idaresi sebeb oldu. birinci cihan harbine osmanlılar üç milyon askerle katıldı. bir milyon zayi' eyledi. bunun dörtyüzbini cebhede şehid oldu. müttefiklerimizin mevcudü yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayı'atımız oldu. bunun üçbuçukmilyonu cebhede öldü. düşman orduları mevcudü, kırküç milyon idi. bunların yirmiüç milyonu zayi' oldu. yalnız beşbuçuk milyonu cebhede öldü. sultan abdülhamidi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçdılar. ilk olarak enver paşa, tal'at paşa, doktor behaeddin şakir, doktor nazım, ekim de mondros mütarekesini imza etdikden bir gün sonra, gece yarısı kaçdılar. tal'at paşade kırkdokuz yaşında berlinde, enver paşa kırk yaşındade türkistanda, cemal paşa dade elli yaşında tiflisde öldürüldüler. avrupadaki mason locaları, bu başarılarını uzakdan keyf ile seyr ediyorlar. islamiyyeti yok etmek için, yeni planlar hazırlıyorlardı. masonlar, ittihadcılara yapdırdıkları bu cinayetleri midhat paşa ve arkadaşları gibi maşalarla, daha otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya yapdıracaklardı. fekat, çok akllı, zeki, ileriyi görüşü keskin ve tam müsliman olan, ikinci abdülhamid han, bunu anlamış, bu felaketleri önlemiş, islam alemine se'adet, huzur sağlamışdı. bunun için, bu yüce hakana, kızıl sultan, korkak, zalim gibi ismler takdılar. böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraşdılar.nde diyor ki, ikinci meşrutiyyetden sonra gelen yeni rejim, ikinci abdülhamidi mahkum etmiş, hatta bugüne kadar, bu hükümdarın lehinde, hatta tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlükeli sayılmışdır. bunun bir sebebi, ikinci abdülhamidin, asla mürteci', gerici olmamak şartı ile, muhafazakar olması ve imperatörlüğü otuz yıl şahsen adalet ile idare etmesidir. ikinci abdülhamidi düşürenler birbirinden inkılabcı oldukları için, tabi'atiyle, bu hükümdarın muhafazakarlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. ancak tarih, siyaset değildir. günün modasına göre söyliyen, yazan kimse, tarihci değildir. çünki, siyasi rejimler ve fikr modaları daima değişir. yakın maziyi halka fena tanıtmak gibi hissi görüş, ilmi tedkik yapılmasına mani' olmakdadır. ba'zı sathi görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramanları küçültürler. tarihi realiteden korkmak ma'nasızdır. türkiyede, yine de, ikinci abdülhamid aleyhindeki yalanları nakl etmek modası yürürlükdedir. şubat gününe kadar, ikinci abdülhamidin saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdarın şahsi idaresi ile ilgisizdir. şahsi idaresi,şubatda başlar. zilhicce vekanuni evvel günü birinci meşrutiyyet i'lan edildi. ilk millet meclisimartde açıldı. anayasayı hazırlıyanlardan midhat paşa, bir hukukcu değildi. ikinci abdülhamid han hatıratında diyor ki: midhat paşa, öteden beri meşrutiyyet tarafdarı idi. lakin ismini ve ba'zı kitablarda medhini işitmekle hasıl olmuş bir tarafdardı. hiçbir devletin kanuni esasisini tedkik etmiş ve bu babda esaslı fikr edinmiş değildi. rehberi, nafi'a vekaletinin müsteşarı, odyan efendi idi. odyan efendi ise, o zeman bile bizde mümtaz hukukculardan değildi. hele memleketi hiç bilmezdi. zan ederim bu vukufsuzluk, midhat paşa ile taif kal'asına kadar beraber gitdi. midhat paşanın başkanlığında, ziya beğ ile namık kemalin de katıldığı bir hey'etin hazırladığı anayasanın. derdimmaddesi, hükümdara bir şahsı sürmek hakkını vermişdi. bu maddeyi midhat paşa, mahsus koydurdu. çünki, ölünciye kadar iktidarda kalmağı umuyordu. bu madde ile, muhaliflerini sürmek istemişdir. nitekim birkaç devlet adamını sürdü. ikinci abdülhamid han, muhakemesiz sürülmenin tanzimata aykırı olduğuna dikkati çekdi ise de, midhat paşayı ikna' edememişdi. midhat paşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak istemiş, fekat sultan, bu maddeyi kaldırmışdır. midhat paşa, sultanın bütün selahiyyetini yok etmek için, anayasayı büyük devletlerin kefaletleri altına koymak istemişdir. türk devletinin istiklalini yok edecek bu feci' madde de kabul edilmemişdir. rusya ile harb etmek için, babı alide nutklar çekdi. medrese talebesini ayaklandırarak, harb lehine nümayiş yapdırdı. bunlar, sultanın penceresi altında bile harb diye bağırdılar. harb olursa, ingilterenin yardım edeceğine inanıyordu. içki sofralarında, cumhuriyyet i'lan edip, üçüncü napolyon gibi, cumhurbaşkanı, sonra imperatör olacağını söyledi ve dedi. işi daha ileri götürerek, hususi asker yazmağa kalkışdı. bu yeni asker, millet askeri namı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve midhat paşanın emrinde olacakdı. hıristiyan ve müslimanlardan gönüllü yazılanlar, başkumandanları midhat paşa lehine yürüyüşler yapıyorlar. istanbulda huzuru bozuyorlardı. yeniçeri ocağı hortluyordu. midhad paşa, milliyetçiliğe uymıyan hareketlerde de bulundu. bosnada, türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emr etdi. devlet bayrağının, bir eyaletde olsa bile, sadrı azam emri ile değişdirilmesi de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnekdir. bu haçlı türk bayrağını taşıyan bir tabura istanbulda geçid resmi bile yapdırdı. bütün bu sapıklıkları, ikinci abdülhamid hanın sabrını taşırarak,şubatde, onu sadrı azamlıkdan azl etdi. kendi arzusu üzerine izzeddin vapuruna bindirilerek italyaya gönderildi. eline de beşyüz altın verildi. bir sene, sekiz ay çeşidli şehrleri gezdi. ingilizlerle halifeye karşı anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. iki ay giritde, hanyada oturdukdan sonra son ayında suriye valisi, ağustos de aydın valisi yapıldı. burada iken, mayıs de, yıldızda muhakeme edilmek için tevkif emri verildi. fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. fransız sefirinin emri ile halifeye teslim edildi. mahkemenin i'dam kararını halife, müebbed habse çevirip, temmuzda izzeddin vapuru ile rüşdü, mahmud ve nuri paşalarla ve hasen hayrullah efendi ile birlikde taife götürülüp habs edildiler. mayıs de mahmud celaleddin paşa ile, askerler tarafından boğulup öldürüldüler. ingiltere onu kurtarmağa karar verdi. kızıldenizdeki bir harb gemisine bu vazifeyi verdi. paşaların, ingilizler tarafından kaçırılacağını anlıyan hicaz valisi müşir osman nuri paşanın emri ile öldürüldüğü sanılmakdadır. nin yazısı temam oldu. abdülkadir geylani: muhyiddin ebu muhammed bin ebu salih musa, de iranda tevellüd, de bağdadda vefat etmişdir. babası, hazreti hasenin torunu abdüllah bin haseni müsenna soyundandır. abdüllahın annesi, fatıma, hazreti hüseynin kızıdır. bunun için hem seyyid, hem şerifdir. hanbelidir. kadiri tarikatinin reisi ve bütün tarikatlerin menbaı feyzidir. mürşid, müderris ve müfti idi. pek büyük alimdir. abdüllah bin abbas: resulullahın amcası abbasın oğlu olup, çok alim idi. annesi lübade, halid bin velidin teyzesi idi. hicretden üç yıl önce mekkede doğdu. çok hadisi şerif bilirdi. halife ömerin müşkillerini çözerdi. sıffinde imamı alinin kumandanlarından idi. abdüllah bin zübeyrin hilafetini kabul etmedi. tefsirde çok ileri idi. müfessirlerin şahıdır. yılında, taifde vefat etdi. uzun boylu, beyaz, güzel idi. ömrünün sonlarında göremez oldu. abbasi halifeleri, bunun soyundandır. abdüllah bin ca'fer: resulullahın amcası ebu talibin torunudur. habeşistanda dünyaya geldi. yılında medinede vefat etdi. çok cömerd idi. hazreti mu'aviye buna çok ikram ederdi. muhammed bin ebi bekri sıddik ile yahya bin ali ibni ebi talib ile ana bir kardeş idi. hazreti ali ile fatımatüzzehranın kızı olan zeynebin zevci idi radıyallahü teala anhüm ecma'in. abdüllah bin ebi bekri sıddik: önce islam olanlardandır. hicretde, kafirlerden mağaraya haber getirir, gece mağarada yatardı. mekkenin fethinde, huneyn ve taif gazalarında bulundu. taifde yaralandı.yılda vefat etdi radıyallahü teala anh. abdüllah bin ebi evfa: eshabı kiramdan kufe şehrinde en son vefat edendir. yılında vefat etdi. abdüllah bin mes'ud: ilk müsliman olanların altıncısıdır. resulullahın yanından, hizmetinden ayrılmazdı. kur'anı kerimi çok iyi öğrendi. pekçok hadisi şerif ezberledi. mekke kafirleri arasında açıkça okurdu. çok eziyyet çekerdi. iki kerre habeşistana ve medinei münevvereye hicret etdi. bütün gazalarda ve yermük muharebesinde bulundu. cennetle müjdelendi. halife ömerülfaruk, kendisini kufeye müfti olarak gönderdi. otuziki yılında, altmış yaşından sonra vefat etdi. bakide medfundur radıyallahü teala anh. abdüllah bin mubarek: tebe'i tabi'inin büyüklerinden olup, hadis ve fıkh alimi idi. de horasanda doğup, de vefat etdi rahimehullahü teala. kitabları çokdur. bir yıl hac, bir yıl cihad ve bir yıl ticaret ederdi. kazancının hepsini fakirlere verirdi. şamda birisinden aldığı kalemi vermeden merve gitmişdi. kalemi vermek için mervden şama geldi. sehl ali bin abdüllah meruzi, abdüllah bin mubarekin derslerine devam ederdi. birgün, artık senin dersine gelmiyeceğim. çünki, bugün gelirken senin kızların dama çıkmış beni çağırıyorlardı. benim sehlim, benim sehlim diyorlardı. bunların terbiyesini vermiyor musun? dedi. abdüllah bin mubarek, o gece, talebesini toplayıp, dedi. gidip, vefat etmiş buldular. dediklerinde, benim hiç cariyem yok. o gördükleri, cennet hurileri idi. onu cennete çağırıyorlardı dedi. buyururdu ki, edeb nedir? alimler çeşidli ta'rif etmiş. bence edeb, kişinin nefsini tanımasıdır. derdi. derdi. eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. çünki sevablarımın onlara verilmesi daha iyi olur derdi. abdüllah bin ömer: hicretden on dört sene önce tevellüd vede mekkede vefat etdi. babası ile birlikde iman etdi. küçük olduğundan bedr ve uhud gazalarına götürülmedi. diğer gazalarda ve mute gazasında ve yermükde, mısr ve afrika fethlerinde bulundu. resulullahın namaz kıldığı her yerde namaz kılardı. çok mütteki, cömerd ve halim idi. hilafet işlerine hiç karışmadı. hicrisenesinde, haccac bin yusüf, mekkede, abdüllah bin zübeyri şehid etdikden üç ay sonra, bunun ayağına zehrli kılıç ile vurdurarak şehid etdi radıyallahü teala anh. . abdüllah bin sa'. hazreti osmanın süt kardeşi idi. vahy katibi iken mürted oldu. mekkenin fethinde katli emr olundu ise de, tekrar imana gelip afv edildi. mısr fethinde bulundu. de mısr valisi olup, tunusu feth etdi. halifenin şehadetinde medineye yardıma gelirken, mısrda yerinin yağma edildiğini anlıyarak, remleye yerleşdi. da vefat etdi. abdüllah bin sebe. müslimanlar arasına ilk olarak, eshab düşmanlığı fitnesini sokan bir yehudi dönmesidir. hazreti osman zemanında yemenden gelip, müsliman olduğunu söyledi. halifenin yanına sokulmak istedi. fitne, fesad çıkaracağı anlaşılarak, medinei münevvereden dışarı atıldı. mısra giderek, cahiller arasında, halifeyi kötülemeğe, eshabı kiramın büyükleri için atıp tutmağa, kardeşi kardeşe düşürmeğe başladı. kufeye de giderek hazreti aliye yaltaklandı. hatta, sen tanrısın dedi. ali radıyallahü anh da, bunu medayn şehrine sürdü. hazreti ali şehid olunca, o ölmedi. bulutlarda yerleşdi. şimşek, yıldırım onun emri ile olmakdadır dedi. daha nice, düzme sözleri ile, cahilleri aldatıp, ehli sünneti parçalamağa, içeriden yıkmağa koyuldu. fekat, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ayeti kerimeye ve hadisi şeriflere sarılarak ve akla, ilme dayanarak bunun bozuk ve çürük sözlerine, çok sağlam cevablar verdi. onları her yerde rezil ve perişan eyledi. onlar ancak, kitab okumıyan, va'z, nasihat dinlemeğe gitmiyen cahilleri aldatabildi. abdüllah bin ureykıt: beni veyl kabilesinden bir kafir idi. emin idi. sır saklayıcı idi. abdüllah bin yesr: şamda en son vefat eden sahabidir. seksensekiz senesinde vefat etdi. abdüllah bin zübeyr: zübeyr bin avvamın oğludur. annesi esma binti ebi bekr sıddikdır. hicretden yirmi ay sonra tevellüd etdi. ismini resulullah sallallahü aleyhi ve sellem koydu ve düa etdi. cesur, kuvvetli, kahraman idi. geceleri ibadet eder, gündüzleri oruc tutardı. tunus harbinde, yüzyirmibin düşman askeri ile yirmi bin islam mücahidi savaşırken, düşman kumandanı cerciri öldürerek zafere sebeb oldu. cemel vak'asında, aliye radıyallahü anh karşı idi. yezide bi'at etmedi. dokuz sene mekkede halife oldu. yemen, ırak ve horasan elinde idi. abdülmelikin kumandanı haccac bin yusüf, yılında mekkeyi muhasara ve mancınık ile şehri tahrib etdi. abdüllah, de alnına gelen mancınık taşı ile yaralandı ve şehid edildi radıyallahü teala anh. validesi haccacın karşısına çıkıp acı ve doğru sözler söyledi. harab olan ka'beyi ve ayrıca türbei nebeviyi ta'mir etdi. şehid edildikden sonra, abdülmelik bin mervan, ka'benin bir dıvarını yıkdırıp, haceri esvedi eski yerine koydurdu. bugünkü ka'benin üç dıvarı abdüllah, bir dıvarı abdülmelik yapısıdır. abdüllahi cengizi han: maveraünnehrdeki özbek hanlarındandır. iskender hanın oğludur. da tevellüd, de vefat etdi. da hükmdar oldu. de hiratı aldı rahimehullahü teala. abdüllahi ensari: babası ebu mensur muhammed bin alidir. da hiratda tevellüd, de orada vefat etdi. şeyhülislam idi. hanbeli idi. evliyanın büyüklerinden idi. hadis alimi idi. ve tefsir kitabları meşhurdur. tesavvufda kitabını şerh etmişdir. istanbulda basılmışdır. abdülmecid han: osmanlı padişahlarının otuzbirincisi ve islam halifelerinin doksanaltıncısıdır. sultan ikinci mahmudun oğludur. sekiz oğlundan dördü padişah oldu. de tevellüd etdi. de padişah oldu. haziran eshabı kiram de vefat etdi. sultan selim cami'i bağçesindedir. abdülmecid hanın büyük bir hatası, memlekete ve bütün islamiyyete çok ağır zararı dokunan, afv edilmez bir kabahati olmuşdur. öyle bir hata ki, osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası yapmış, bu koca islam devletinde bir nin başlamasına sebeb olmuşdur. masonların, islam düşmanlarının örtbas etmek istedikleri, gençlerden saklamağa çalışdıkları bu hata, saf, temiz kalbli hakanın, azılı ve sinsi islam düşmanı olan ingilizlerin tatlı dillerine aldanarak, iskoç masonlarının yetişdirdikleri cahilleri işbaşına getirmesi, bunların devleti içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlıyamamasıdır. ingilizlerin osmanlı devletine karşı korkunç saldırıları ve başarıları sultan abdülmecid hanı aldatmakla başladı. islamiyyeti yıkmak için ingilterede kurulmuş olan nın kurnaz üyesi lord redcliffe istanbula ingiliz sefiri olarak gönderildi. senesinde parisde ve sonra londrada osmanlı sefiri bulunan mustafa reşid paşa, aldatılmış, mason yapılmışdı. bunun sadrı azam yapılması için, lord redcliffe sultana çok dil dökdü. bu aydın, kültürlü ve başarılı veziri sadrı azam yaparsanız, ingiltere imperatörlüğü ile devleti aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. devleti aliyye ekonomik, sosyal ve askeri sahalarda ilerler diyerek halifeyi aldatdı. da sadrı azam olan paşa, iş başına gelir gelmez, hariciyye nazırı iken, redcliffe ile el ele verip, hazırlamış olduğu, kanununa istinad ederek, büyük vilayetlerde mason locaları açdı. casusluk ve hıyanet ocakları çalışmağa başladı. gençler, din cahili olarak yetişdirildi. londradan alınan planlarla bir yandan idari, zira'i, askeri değişiklikler yapdılar. bunlarla gözleri boyadılar. öte yandan da, islam ahlakını, ecdad sevgisini, milli birliği parçalamağa başladılar. yetişdirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. bu senelerde avrupada, fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor. yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu. osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. hatta, fatih devrinden beri medreselerde okutulmakda olan fen, matematik derslerini büsbütün kaldırdılar. din adamlarına fen bilgisi lazım değildir diyerek, kültürlü, bilgili alimlerin yetişmelerine mani' oldular. sultan abdülmecid han zemanında dünyada iki büyük islam devleti vardı. biri osmanlı devleti, ikincisi hindistandaki gürganiyye hükümdarlığı idi. her iki devletin sultanları, islam dininin bekçisi idiler. islam düşmanı olan ingilizler, bu iki bekçiyi yok etmek için, çok kurnaz planlar hazırlamışdı. önce, gürganiyye devletini parçalamağa karar verdiler. böylece, asyadaki müslimanları başsız bırakacak, hem de hindistanın hazinelerine, ticaretine hakim olacaklardı. fekat, osmanlıların buna mani' olmasından korkuyorlardı. bunun için osmanlıları ruslarla savaşdırmağa çalışdılar. avusturya ve prusya, osmanlırus savaşının önlenmesini istediler. rusya da bunu kabul etdi. fekat ingilizler, reşid paşayı harb etmeğe teşvik etdiler. yardım edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece osmanlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. reşid paşa, osmanlı devletinin başına geçeceğinin çılgınlığı içinde, ingilizlere maşa oldu. eylül de, babı alide yüzaltmışüçkişi topladı. rusyaya harb açılmasına karar verdi. sultan abdülmecid hanı da, tuzağa düşürüp, tasdik etdirdi. rusyaya harb i'lan edildi. osmanlı devletinin başını derde sokan ingilizler, hindistandaki faci'a ve felaketlere başladılar. de, delhide, büyük ihtilal çıkardılar. ikinci behadır şahı, oğulları ile birlikde kalküteye götürüp habs etdiler. gürganiyye devleti yıkıldı. hindistanın ilerde, ingiliz imperatörlüğüne katılması için, birinci adım atılmış oldu. ingilizler, rus çarı birinci nikolanın kudüsde katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, rusların akdenize inmesini hiç istemiyen fransa imperatörü üçüncü bonapartı da, türkrus kırım harbine sürüklediler. kendi çıkarları için yapdıkları bu işbirliği, türk milletine reşid paşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. düşmanların bu yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtmeğe çalışdıkları imha hareketlerini, herkesden önce anlıyan sultan, çok zeman serayında hüngür hüngür ağlardı. memleketi, milleti kemiren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve allahü tealaya yalvarırdı. bu sebeble, reşid paşayı, birkaç kerre sadrı azamlıkdan uzaklaşdırdı ise de, kendisine , gibi ismler takan bu kurnaz adam, rakiblerini devirip, tekrar iş başına gelmesini becerirdi. ne yazık ki, sultan kederinden tüberküloza yakalanıp genç yaşında öldü. sonraki senelerde devlet koltuklarını kapışan, üniversite öğretim üyeliklerine, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep mustafa reşid paşanın yetişdirmeleridir. böylece devri açılmasına ve osmanlılara denilmesine sebeb olmuşdur. abdülmecid han, da ilk olarak kağıd para çıkardı. da köprüsü yapıldı. şimdi galata köprüsü deniliyor. de yeniden yapıldı. de beşiktaşla ortaköy arasında cami'ini ve ortaköy iskelesi yanında cami'ini yapdırdı. da maçka ile nişantaşı arasındaki teşvikiyye cami'ni yapdırdı. de denilen buğaziçi vapurları işletilmeğe başlandı. de aydın demir yolu yapıldı. de deniz altı telgraf hattı döşetdi. de erazi kanunu çıkardı. de belediye teşkilatı kurdu. da ticaret kanunu yapdı. abdülmecid hanın validesi sultan, de yenibağçede guraba hastahanesi ve dolmabağçe serayı önünde deniz kenarında valide cami' ve bakırcılarda bayezid kulesi önünde büyük sultani lisesi ve daha birçok mescid, çeşme yapmışdır. dolmabağçe denilen yer, de, birinci ahmed hanın emri ile dolduruldu. bir tepeyi denize doldurdular. dolmabağçe iskelesini birinci abdülhamid han yapdı. dolmabağçe serayını birinci ve ikinci mahmud hanlar ahşap olarak yapmışlardı. senesinde abdülmecid han, bunların yerine, şimdiki muhteşem serayı yapdırdı. beşmilyon altın liraya mal oldu. bu kadar çok para, milletin cebine girmiş oldu. binlerce ailenin yüzü güldü. ayrıca, memlekete, çok kıymetli ve tarihi bir san'at eseri kazandırmış oldu. sulh ve terakki sağladı. hicazda ve anadoluda çok eserler yapdı. islam düşmanları, osmanlı halifelerine çirkin iftiralar yapdıkları gibi, bu mubarek zata da, leke sürmeğe çalışıyorlar. memleketin her tarafında ve hele mekkede, medinede yapdırdığı, görülmemiş güzel san'at eserlerine, israf yapdı diyorlar. allahü tealanın mubah etdiği, izn verdiği cariye kullanmasını, ya'ni meşru' hakkını suç olarak gösteriyorlar. içki içerdi diyorlar. sultan ikinci selim hana ve yıldırım sultan bayezide de böyle iftira etdiler. hiçbir vesikaya dayanmıyan bu sözlere saf müslimanlar da inanıyor. yeni tarih kitablarına bile yazıyorlar. halbuki osmanlı padişahlarının hepsi, her işlerinde islamiyyete uyar, yüksek alimlerin fetvaları ile hareket ederlerdi. hepsi salih, dindar, mubarek insanlardı. herbiri islamiyyete çok hizmet etdi. ikinci selim hanın edirnede yapdırdığı büyük selimiyye cami'i, düşmanlarına açık cevab vermekde, iftiralarını yalanlamakdadır. din düşmanları, iyileri kötülemekde, kötüleri, dinsizleri övmekdedir. abdülmecid han, türbesinin yüksekliğinin, yavuz sultan selim türbesinden aşağı olmasını vasıyyet etmiş ve öyle yapılmışdır. türbesinde oğulları burhaneddin efendi ve muhammed abdüssamed efendi ve osman safiyyüddin efendi de vardır. ortadaki üçüncü türbede sultan süleyman hanın validesi hafsa sultan ile sultan süleyman şahzadelerinden murad, mahmud ve abdüllah efendiler ve bir hanım efendi vardır rahimehümullahü teala. abdülvehhabı şa'rani: abdülvehhab bin ahmed, kutbi şa'rani adı ile meşhurdur. şazili idi. ali havasın talebesi idi. arif ve kutbi zeman idi. de tevellüd, de kahirede vefat etdi. tefsir, fıkh, tesavvuf, tarih, nahv ve tıb üzerinde çok kitab yazmışdır. , , , , ve kitabları meşhurdur. abdürrahman bin av eshabı kiramın büyüklerindendir. aşerei mübeşşeredendir. önce imana gelen sekiz kişiden biridir. habeşistana ve medinei münevvereye hicret etdi. bütün gazalarda bulundu. uhud gazasında yirmibir yerinden yaralandı. ayağından aldığı yaradan, hafif topal kaldı. o muharebede on iki dişi de kırıldı. çok sadaka verirdi. bir günde, allah rızası için, otuz köle azad etmişdir. çok zengin idi. büyük tüccar idi. hazreti ömerden sonra, halife namzedi olan altı kişiden biri idi. halife olmak istemedi. çekildi. hazreti osmanın halife olmasını ilk istiyen budur. otuzbir senesinde, yetmişbeş yaşında iken vefat etdi. iri, beyaz, yakışıklı idi radıyallahü teala anh. abdürrahman bin sümer: mekkenin fethinde islama geldi. basrada yerleşdi. efganistan fatihidir. haseni basri de, askeri arasında idi. de azl edildi. senesinde basrada vefat etdi. abdürrezzak lahici: babası alidir. kum şehrinde müderris idi. şi'i alimi olup, çok kitab yazmışdır. de vefat etdi. ahmed asım efendi: alim idi. ayntablıdır. arabi , farisi lügat kitablarını türkçeye çevirmişdir. ni türkçe şerh etmişdir. tarih de yazmışdır. de vefat etdi. üsküdarda nuh kuyusu kabristanındadır. fatihde, yavuz selim durağından eski aliye inen caddeye bunun ismi verilmişdir. ahmed bin ali nesai: de horasanda tevellüd, de şamda vefat etdi. hadis alimidir. mısrda şöhret bulmuşdu rahimehullahü teala. ahmed bin hanbel: hanbeli mezhebinin reisidir. babası mervlidir. de bağdadda tevellüd, de orada vefat etdi. hayatını anlatan çok kitab yazılmışdır. hadis ve fıkhda zemanının bir danesi idi. kur'anı kerim mahlukdur demediği için habsde döğülürdü. cenazesini yüzkırk bin kişi taşıdı. vera' ve takvası, ilmi ve kemali çok idi. üçyüzbin hadisi şerif ezberlemişdi. zühd nedir dediklerinde, zühd üç dürlüdür: cahillerin zühdü, haramları terk etmekdir. alimlerin zühdü, halal olanların fazlasından sakınmakdır. ariflerin zühdü, allahü tealayı unutduran şeyleri terkdir buyurdu rahimehullahü teala. ahmed bin mustafa: taşköprü zade adı ile meşhurdur. de bursada tevellüd, de vefat etdi. aşıkpaşa mahallesindedir. çeşidli medreselerde müderrislik yapdı. son zemanlarında göremez oldu. çok kitab yazmışdır rahimehullahü teala. aişei sıddika radıyallahü anha: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevcei mutahherası ve ebu bekri sıddikın kerimesidir. validesi, ümmü rumandır. hicretden sekiz sene önce tevellüd v ılda, yaşında medinede vefat etdi. bakidedir. evladı olmadı. hadicei kübranın vefatından bir yıl sonra ve hicretden iki yıl önce, nikah edildi. üç sene sonra, medinede, hücrei se'adete getirilmekle şereflendi. aklı, zekası, iffeti ve takvası, şaşılacak kadar çok idi. resulullah tarafından çok sevilir ve çok öğülürdü. nikahı allahü tealanın emri ile yapıldı. ayeti kerime ile medh edilmişdir. eshabı kiram müşkillerini çözmek için kendisine başvururdu. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında onsekiz yaşında idi. ali bin emrullah: ali çelebi, anadolu kadı askeri idi. ya'ni askeri mahkeme reisi idi. da tevellüd ve de edirnede vefat etdi. kitabı türkçe olup iki cilddir. mısrda basılmışdır. beydavi tefsirine haşiyesi, ve kitabına haşiyesi, tefsirine haşiyesi, türkçe şi'rlerinin divanı, şerhi ve daha nice eserleri vardır rahimehullahü teala. ali bin osman: siraceddini uşi, de ta'un, ya'ni veba hastalığından öldü rahimehullahü teala. ve ve meşhurdur. buna kasidesi de denir. ali mürteda radıyallahü anh: resulullahın amcası ebu talibin dördüncü oğludur. hulefai raşidin ve aşerei mübeşşerenin de dördüncüsüdür. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem damadı idi ve çok sevgilisi idi. ehli beytin, ehli abanın birincisi idi. allahü tealanın arslanı idi. çeşidli hadisi şeriflerde medh edildi. ehli sünnetin gözbebeğidir. evliyanın reisidir. kerametler hazinesidir. hicretdenyıl önce mekkede tevellüd etdi. annesi, fatıma binti esed bin haşim idi. on yaşında iken, bi'setin ikinci günü imana geldi. yürüyerek hicret edip, mubarek ayakları şişdi. bütün gazalarda arslan gibi döğüşdü ve çok yara aldı. uhudda on altı yerinden yaralanmışdı. tebük gazasında, medinede muhafız olarak bırakılmışdı. ayeti kerime ile medh ve sena buyurulmuşdur. üç halifeye de bi'at etmiş, seve seve tasdik etmişdir. her üçüne de çok yardım etmişdir. yılında halife oldu. yılındaki cemel vak'asında aişei sıddikayı esir alınca hurmet ve ikram etmiş ve kendi askeri arasında bulunan muhammed bin ebi bekr ile medineye göndermişdir. de sıffin denilen yerde hazreti mu'aviyenin askeri ile yüz günde doksan kerre meydan savaşı yapmış, askerinden yirmibeşbin, karşı tarafdan kırkbeşbin kişi şehid olmuşdu. karşı tarafın sulh teklifini kabul edince, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. bunlara harici denildi. halid bin zeydi, bunlara nasihat için gönderdi ise de, faidesi olmadı. bunların üzerine yürüyüp, perişan etdi. hariciler, kendisine çok iftira ediyorlar. şamdaki islam alimlerinden ebu hamid bin merzuk, baskılı kitabında diyor ki, imamı hayder aliye kerremallahü vecheh dil uzatanlardan biri de ibni teymiyye harranidir. kitabında eshab düşmanlarına karşı harici kitablarından vesikalar nakl ederken, hazreti aliye ve ehli beyte çirkin iftiralar yapmakdadır. hazreti ali radıyallahü anh, haricilerden abdürrahman ibni mülcem tarafından kırkıncı yıl ramezanın onyedinci günü, sabah namazını kıldırırken, kılınçla başından yaralandı. iki gün sonra şehid oldu. necefdedir. üçü fatımadan olmak üzere onsekiz oğlu ve on sekiz kızı vardı. orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sakallı idi. , ali rıza: muhammed cevad taki hazretlerinin babası ve musa kazım hazretlerinin oğludur. oniki imamın sekizincisidir. de medinede tevellüd, de tus şehrinde vefat etmişdir. harunürreşidin kabri yanındadır. bu şehre bugün meşhed denilmekdedir. halife me'mun, kendisini çok sever ve sayardı ve kendine damad yapmışdı. imam önce vefat etmeseydi, kendinden sonra imamı halife yapacakdı. amidi: seyfeddin ali bin muhammed, islam alimlerinin büyüklerindendir. amid şehrinde ya'ni diyarbekrdede tevellüd, de şamda vefat etdi. şafi'i idi. mısrda, şamda yıllarca müderrislik yapdı. kelam, fıkh, mantık ve hikmetde, kıymetli eserleri vardır. ammar bin yaser: anası ve babası ile en önce islama gelenlerdendir. kafirlerden çok işkence çekdi. annesi sümeyye hanım, işkence edilirken şehid oldu. ilk islam şehidi sümeyyedir. ebu cehlin süngüsü ile şehid oldu. ammar radıyallahü anh hadisi şerif ile medh olunmuşdur. her gazada bulundu. nın yapıcısıdır. müseylemetülkezzab ile muharebede bir kulağı kesildi. halife ömer zemanında kufe valisi oldu. de sıffin muharebesinde, yaşında şehid oldu. uzun boylu, buğday renkli, ak sakallı idi radıyallahü teala anh. amr ibni as: eshabı kiramın meşhurlarındandır. hicretin sekizinci yılı, mekkenin fethinden, altı ay önce halid bin velid ile medineye gelerek müsliman olmuşlardır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ummanda valisi olup, hiç azl buyurmadı. ebu bekr tarafından şamın fethine gönderildi. halife ömer tarafından filistin valisi oldu. mısrı feth etdi. mısra vali yapıldı. sıffin muharebesinde, ictihadı, hazreti mu'aviyenin ictihadına uygun oldu. yeniden mısra vali olup, ölünceye kadar bu vazifede kaldı. de vefat etdi. çok zeki, meşhur dahilerden idi. kısa boylu, cesur, edib ve belig idi radıyallahü teala anh. . azad: emir gulamı ali bin seyyid nuh, hindistanın meşhur şairlerindendir. dört kasidesi çok meşhurdur. de vefat etdi. babür şah: timur gürgan şahın oğlu meşhur asterabad fatihi miran şahın torunu olan sultan ebu sa'idin torunudur. de tevellüd etdi. de hindistanı alıp, büyük bir islam devleti kurdu. bu devlet, senesinde ingilizlerin işgaline kadar, sene hükm sürdü. de vefat etdi. kabildedir. alim, adil ve edib idi. hayatını kendi yazdı. dediği bu kitabı, ekber şah zemanında çağatay dilinden farisiye, sonra ingilizceye terceme ve neşr edildi. babürün kurduğu veya devletinin onyedi hükmdarı şunlardır: yukarıda yazılı gürganiyye hükmdarlarının son zemanlarında ingilizler hindistana yerleşmeğe başladı. el altından hindu kafirlerini müslimanlara karşı kışkırtdılar. sürekli fitneler çıkardılar. önce, felemenk, portekiz, fransız ve ingiliz tüccarları ve büyük şirketleri sahil şehrlerine yerleşdiler. ilk olarak ferruh sir şah, bir ingiliz şirketine imtiyaz hakkı tanıdı. ikinci şahi alem, bingale kıt'asını senede iki milyon dörtyüzbin rubye karşılığı ingiliz şirketine kiraya verdi. de şahi alem vefat edince, ingiliz hükumeti, şirketin haklarını korumak behanesi ile işe karışdı. de delhide ihtilal çıkarıp, hindistandaki vehhabilerin yardımı ile, behadır şahı kalküte şehrine nakl ve habs ederek, gürganiyye devletine son verdi. hakikat kitabevininsenesinde neşr etdiği kitabına bakınız! de, osmanlırus harbi sırasında, hindistanı, ingiltere krallığına bağlı bir imperatörlük i'lan etdi. midhat paşanın islamiyyete yapdığı zararların en büyüğü bu oldu. ingilizler, girdikleri bütün islam memleketlerinde yapdıkları gibi, islam alimlerini, islam kitablarını, islam mekteblerini yok etdiler. tam din cahili bir gençlik yetişdirdiler. hindularla müslimanları çarpışdırıp, milyonlarca müslimanın kılınçdan geçmesine sebeb oldular. çıkardıkları fitnelerden en kanlısı ve de pakistan kurulurken oldu. pakistana devlet başkanı yapdıkları ali cinnah, şi'i idi. de ölünce, yerine geçen eyyub han mason idi. islamiyyeti yıkmak yolunda idi. bunun yerine gelen general yahya han, koyu kızılbaş idi. başında hind harbinde mağsıra no: ismi ve babası tevellüdü cülusu babür bin ömer bin ebi sa'id hümayun bin babür ekber bin hümayun selim cihangir bin ekber şahcihan bin cihangir evrenkzib alemgir bin şahcihan şahı alem muhammed behadır bin alemgir cihandar iskender bin şahı alem ferruh bin azimüşşan binşahı alem refi'udderecat bin refi'üşşan bin şahı alem şahcihani sani bin şahı alem muhammed bin şahcihanı sani ahmed behadir bin muhammed şah alemgiri sani bin cihandar şahi alemi sani bin alemgir ekber şahı sani muhammed bin şahı alem behadir şahı sani bin muhammed lub olup, doğu pakistan elinden gidince, habs edildi. de, şi'i bir pakistan devletinin kurulması, hindistanda milyonlarca ehli sünnetin ölümüne sebeb oldu. istanbulda, ihlas vakfının müessisi, sonunda hind ve pakistan seyahatinde şehrinde kapısı kilitli bir kur'an mektebi görüp, niçin kapalı olduğunu sorunca, den beri kapalıdır. bütün talebeyi ve şehrdeki binlerle müslimanın hepsinide hindular öldürdü. bir ehli sünnet sağ kalmadı. biz sonradan buraya geldik demişlerdir. seyyid abdülhakim efendi buyurdu ki, islamın büyük düşmanı ingilizlerdir. islamiyyeti bir ağaca benzetirsek, başka kafirler fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. müslimanlar da bunlara düşman olur. fekat, bu ağaç birgün filiz verebilir. ingiliz böyle değildir. bu ağaca hizmet eder. besler. müslimanlar da onu sever. fekat gece, kimse anlamadan köküne zehr sıkar. ağaç öyle kurur ki, bir daha süremez. vah vah çok üzüldüm, diyerek müslimanları aldatır. ingilizin, islama böyle zehr salması demek, para, mevkı' ve kadın gibi nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların, soysuzların elleri ile, islam alimlerini, islam bilgilerini ortadan kaldırmasıdır. baki billah: muhammed baki billah, hindistanın büyük velisi idi. de tevellüd, de vefat etdi. dehlidedir. zühd ve takvası ve kerametleri meşhurdur. kabilden semerkanda gelip ilm tahsil etdi. orada emkenk kasabasında, hacegi emkengi ahmed kaşaniden feyz alarak, tesavvufda kemale geldi. kur'anı kerimi her gece iki kerre hatm ederdi. ve kitablarında hal tercemesi farisi olarak yazılıdır. istanbulda süleymaniyye kütübhanesinde, reşid efendi kısmındanumaradaki, kitabını hicretin senesinde mustafa bin hüseyn rumi ahrari mekkei mükerremede yazmışdır. bunun üstadı, hace ahmed sadık ahrari kabili, mevlana hacegi ahmed kaşaniden ve bundan sonra talebesi hace muhammed islam cuybariden, buharada feyz aldı. cuybarinin talebesi oldu ise de, mevlana hacegi kaşaninin oğlu mevlana hace ishak, belhden taşkende gelince, ilm ve feyz verme vazifesini mevlanaya bırakdı. mevlana hace ishak babasının talebesi olan mevlana lutfullahın talebesi idi. hace ahmed sadık efendi, maveraünnehrden istanbula geldi. üçüncü sultan murad han, bunu büyük bir saygı ile karşıladı. kendisi ve vezirleri hizmet yarışı yapdılar. talebesi oldular. sonra hicaza hareket eyledi. mısr valisi ibrahim paşa, misli görülmemiş hizmet eyledi. mekkede sultanın tahsis etdiği büyük serayda müsafir olundu. burada iki sene kalıp, dokuzyüzdoksanüç de medinei münevvereyi ziyaret etdi. şam yolu ile istanbula geldi. bayezidi bistami: adı tayfurdur. babası isadır. evliyanın büyüklerinden olup, hanefi idi. da bistamda tevellüd, de vefat etdi. bistamdadır. bistam, hazer denizinin cenub sahilindedir. imamı ca'fer sadıkın ruhaniyyeti ile yetişerek tesavvufda yükselmişdir. otuz sene şamda dolaşmış, yüzonüç üstaddan ders almışdır. aşkı ilahide o kadar ileri ve ibadetde o derecede idi ki, namaz kılarken, allah korkusundan ve islamiyyete saygısından göğüs kemikleri gıcırdardı. son derece alim ve fadıl ve edib idi. şi'rleri meşhurdur kaddesallahü teala sirrehul'aziz. begavi hüseyn: babası mes'uddur. muhyissünne ismi ile meşhurdur. hadis alimidir. şafi'idir. senesinde horasanda bag şehrinde tevellüd, de vefat etmişdir. meşhur kitabının sahibidir. bu kitabdahadisi şerif vardır. fıkhda , tefsirde de ve daha birçok kıymetli eserleri vardır rahimehullahü teala. behlul dana: babası ömerdir. kufeli bir meczubdur. harunürreşid ile olan sözleri meşhurdur. ilmi yok ise de, haruna nasihat verirdi. da vefat etdi. bera' bin azib: ensarı kiramın büyüklerindendir. küçük olduğundan bedr gazasına götürülmedi. on dört gazada, resulullahın önünde harb etdi. çok cesur idi. rey şehri alınırken çok kahramanlık gösterdi. basrada vefat etdi radıyallahü teala anh. beşir bin sa'd ensari: eshabı kiramdandır. hazreti ebu bekre, ensardan, en önce bi'at eden, budur. ikinci akabe anlaşmasında ve bütün gazalarda bulundu. yemame muharebesinden dönüşde, aynüttemer vak'asında şehid oldu radıyallahü teala anh. beydavi: abdüllah bin ömer kadi beydavi, müfessirlerin baş tacıdır. şirazın beyda kasabasında tevellüd, de tebrizde vefat etdi. şafi'i mezhebinde derin alim idi. adındaki tefsiri çok kıymetli olup, bütün alimlerce kuvvetli sened olmuşdur. kelam, fıkh, lügat ve nahvde çok kıymetli kitabları vardır. tefsirini çok kimseler şerh etmişdir. bunlardan , en kıymetlisidir rahimehullahü teala. beyheki: ahmed bin hüseyn beyheki, hadis alimidir. şafi'i mezhebinde derin alim idi. de nişapurun beyhek kazasında tevellüd, de nişapurda vefat etdi. ve hadis kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. bilal bin rebah habeşi: eshabı kiramdandır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem müezzini idi. önce müsliman olanlardandır. ümmiyyetebni halefin kölesi idi. kafirler ve efendisi, kendisine çok eziyyet ve cefa ederlerdi. boynuna ip takıp, çocukların ellerine verir, mekke sokaklarında dolaşdırırlardı. bilal ise, allah birdir, allah birdir der, dininden vazgeçmezdi. birgün, bilali soyup, bir don ile, sıcak kum üzerine yatırdılar. üstüne büyük taş koydular. ya, muhammedin dininden çıkarsın, yahud ölünciye kadar, burada böyle kalırsın dediler. bilal hazretleri, bu taşın altında derdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oradan geçerken, bunu gördü. buyurdu. evine geldi. ebu bekr gelince, bilalin çekdiğini söyledi. buyurdu. ebu bekr radıyallahü anh kafirlerin yanına gitdi. bilale böyle yapmakla elinize ne geçer? bana satınız! dedi. dünya dolusu altın versen satmayız. fekat, senin kölen amir ile değişiriz dediler. amir, ebu bekrin ticaret işlerini yapardı. çok para kazanırdı. yanında maldan başka, onbin altın vardı. ebu bekrin her işini görür, ya'ni onun eliayağı yerinde idi. fekat, kafir idi. iman etmiyordu. ebu bekr, amiri, bütün malı ve paraları ile, bilal için size verdim buyurdu. çok sevindiler. ebu bekri aldatdık dediler. bilali taş altından çıkarıp, elinden tutup, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna getirdi. ya resulallah! bilali bugün, allah için azad eyledim dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çok sevindi. ebu bekre çok düa buyurdu. o anda, cebrail aleyhisselam gelip, doksan ikinci sure olan suresinin, onyedinci ayetini getirdi. cenabı hak, ebu bekrin cehennemden uzak olduğunu müjdeledi. en önce ezan okuyan budur. bütün gazalarda bulundu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, cihad için şama gitdi. yirmi senesinde şamda vefat etdi. babüssagirde medfundur. sesi çok güzel ve pek te'sirli idi. ezan okurken herkesi ağlatırdı. ömer radıyallahü anh şama gelince, ezan okuyup, bütün askeri ağlatmışdı. bundan sonra, medinei münevvereye geldiğinde, hazreti hüseynin radıyallahü teala anhüma zorlaması ile bir sabah ezanı okuyarak, bütün medine ehalisi şaşkına dönmüşdü. birgivi: muhammed bin alide balıkesirde tevellüd ve de ödemişin birgi kasabasında ta'undan vefat etdi. türkçe kitabı çok kıymetli olup, bunun pek istifadelidir. arabi kitabını çok alimler şerh etmiş ve türkçeye terceme edilmişdir. çok kerre basılmışdır. türk alimlerinin baş tacıdır rahimehullahü teala. buhari: muhammed bin isma'il de buharada tevellüd, yılı fıtr bayramı günü semerkandda vefat etdi. adı ile meşhur olan hadis kitabı, kur'anı kerimden sonra islam dininin en kıymetli, en sağlam kitabıdır. başka eserleri de çokdur. buhariyyi şerifde yedibin ikiyüz yetmişbeş hadisi şerif vardır. bunları altıyüzbin hadis arasından seçmişdir. her hadisi yazacağı zeman, gusl abdesti alır, iki rek'at namaz kılar, istihare yapardı. buhariyyi şerifi on altı senede yazdı. burhaneddin mergınani: ali bin ebu bekr, büyük alim olup, buharada müderris idi. şeyhülislam adı ile meşhurdur. ferganenin mergınan kasabasında tevellüd ve de buharada cengiz hücumunda şehid oldu. eserleri arasında ya'ni ve ve kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. hidaye iki cild olarak basılmış, ingilizceye terceme edilmişdir. çok alimler tarafından şerh edilmişdir. ibni hümamın şerhi olan yeniden basılmışdır. büreydetübnü hasib eslemi: eshabı kiramdandır. hicretde, kavmi ile birlikde gelip müsliman oldu. uhud gazasından sonra medinei münevvereye geldi. bundan sonraki gazaların hepsinde bulundu. bir müddet basrada kaldı. horasana cihada gitdi. mervde yerleşdi ve orada vefat etdi. çocukları, torunları, orada kaldı. oğlu abdüllah vasıtası ile birkaç hadisi şerif bildirmişdir. cabir bin abdüllah: ensarı kiramın büyüklerindendir. ikinci akabe anlaşmasında babası ile idi radıyallahü teala anhüma. bedr ve uhudda küçük idi. diğer onsekiz gazada bulundu. ömrü sonunda gözlerine perde geldi. yezidin kumandasındaki ordu ile istanbul muhasarasında bulundu. yılındayaşında vefat etdi. medinede medfun olduğu .sahifede yazılıdır. koca mustafa paşanın yapdırdığı cami' ve türbe, başka cabir için olsa gerekdir. cabir bin zeyd: basrada, tabi'indendir. alim ve fakih idi. abdüllah ibni abbasın talebesinden idi. de vefat etdi. ca'fer tayyar: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası olan ebu talibin oğlu ve hazreti alinin büyük kardeşidir. iman edenlerin otuzikincisidir. habeşe hicret edip, hayberin fethinde gelmişdi. şama yakın mu'te denilen yerde, hicretin sekizinci yılı cemazilüla ayında, rum ordusu ile harb eden üçbin askerin kumandanı zeyd bin harise şehid olunca, yerine emir olmuş, sancağı sağ eline alıp hücum etmişdi. sağ eli kesilince, sol eline almış, sol eli de kesilince, dişi ile tutarak hücum etmiş ve nihayet şehid olmuşdur. vefatında kırk bir yaşında idi. o gün yetmişden ziyade yara almışdı. resulullaha vahy olundu. bu müjdeyi eshaba haber verdi. bunun için denildi. ca'fer sadık: babası, muhammed bakır bin zeynel'abidindir. oniki imamın altıncısıdır. validesi, ebu bekri sıddikın torunu olan kasımın kızıdır. yılında medinede tevellüd, de orada vefat eyledi. babası ve dedesinin yanındadır rahimehümullahü teala. ilmi ve kemali eşsiz idi. imamı azam ebu hanife, dersine devam ederek arifi billah oldu. kimya ilminde, zemanının bir danesi idi. meşhur kimyager cabir, bunun derslerinde yetişdi. ikinci abbasi halifesi olan ebu ca'fer mensur, kendisine düşman idi. bir kerre öldürtmek istedi ise de, da yazılı kerameti görünce korkdu. tevbe etdi. çok hürmet eder, nasihatlerini dinler oldu. yedi erkek, üç kız evladı olup, büyük oğlu isma'il, kendisinden önce vefat etdiğinden, yedinci imam, ikinci oğlu musa kazım hazretleri olmuşdur. bid'at ehlinden bir kısmı, oğlu isma'ili ve evladını imam tanıyor. bunlara isma'iliyye denir. şi'ilerin çoğu, kendilerine demekde ise de, bu sözleri, ebu ca'fer muhammed tusinin mezhebinde olduklarını bildirmekdedir. cami molla: abdürrahman bin ahmed nureddin mevlana cami, hiratda şeyhülislam idi. alim ve veliyyi kamil ve edib ve şair idi. horasanda, cam kasabasındade tevellüd ve de hiratda vefat etdi rahimehullahü teala. reşehat kitabında, uzun hal tercemesi vardır. behaeddin buhari hazretlerinin halifelerinden sa'deddini kaşgari meclisinde kemale geldi. sultanlardan ve hele vezir ali şir nevaiden çok saygı görürdü. fatih sultan muhammed hazretleri ile de mektublaşırdı. fatihin da'veti ile konyaya teşrif etdi ise de, padişah vefat etdiğinden görüşemediler. ve ve kitabları tekrar tekrar basılmışdır. her üçü de farisidir. yüze yakın kıymetli eseri çeşidli dillere terceme edilmişdir. cami namıki: ahmed ali bin muhammed namıki cami, evliyanın büyüklerindendir. şeyhülislamı mutlak idi. nefehat kitabının farisi hind baskısı.sahifesinden başlıyarak ahmed camiyi uzun anlatmakdadır. eshabı kiramdan cerir bin abdüllah soyundandır. cerir, beyaz, uzun boylu, çok yakışıklı idi. ömer radıyallahü anhüma, buyururdu. ahmed caminin otuz dokuz oğlu ve üç kızı vardı. on dört oğlu kalıp, hepsi alim, amil, kamil ve veliyyi kamil oldu. hepsinin kitabları, eserleri vardı. kendisi ümmi idi. okumadı, yirmiiki yaşında tevbe edip, onsekiz yıl tenhada nefsini terbiye ile uğraşdı. ilmi ledünniye kavuşdu. bu arada, kendisine ilmi zahir de ihsan edildi. ilmi zahirin böyle ihsan olunması, eshabı kiramdan sonra pek az evliyaya nasib olmuşdur. tevhid, ma'rifeti ilahiyye, siyer, hikmet, tesavvuf, hakikat sırları üzerinde, üçyüzden fazla kitab yazdı. adındaki farisi yazma eseri istanbulda süleymaniyye kütübhanesi, es'ad efendi kısmındanumarada vardır. bunu de yazmışdı. de tevellüd ve de vefat eyledi. kitabında kendi hayatını anlatmakda, hak tealanın verdiği ni'metleri saymakdadır. bu kitabını altmışiki yaşında yazmış idi. o zemana kadar yüzseksenbin kafirin imana gelmesine, tevbe etmelerine sebeb olmuşdur. oğlu zahireddin kitabında diyor ki, . uzun zeman hiratda, abdüllahi ensari hanesinde kalarak neşri hakayık eyledi. cengiz han: cengiz veya timoçin denir. türk değildir. moğol olduğu, bütün dillerdeki tarihlerde yazılıdır. en büyük ve en zalim moğol hükmdarı idi. kafir idi. islam düşmanı idi. da tevellüd, de vefat etdi. büyük tarihci şemseddin sami beğ, da diyor ki, cengiz dünyanın en büyük cihangirlerinden ve en meşhur zalim ve kan dökücülerdendir. moğoldur. islamiyyete çok zararı dokunmuş olan bu adam, bir kabile reisi iken, da da moğol ve tatar hanlarının başı, ya'ni hakanı oldu. cahil ve vahşi moğollardan ve tatarlardan büyük bir ordu, daha doğrusu yağmacılar güruhu toplayıp, doğu türkistanı ve çini aldı. da, sultan muhammed harezm şahın memleketine saldırdı. horasan, kandihar, mültan gibi medeniyyet merkezlerini yakdı, yıkdı. milyonlarca müslimanı öldürdü. çoğunu cami'lerde kılınçdan geçirdi. kendi askerlerinden de yüz binlerce telef oldu. buhara, semerkand, hirat gibi ilm kaynağı büyük şehrleri harabeye çevirdi. kadınlarını esir diye askerine dağıtdı. çok çirkin şeyler yapdılar. islam medeniyyetine, yerine getirilemiyecek darbeler indirdi. kafkasyaya, rusyaya, anadoluya yayıldı. de karakuruma çekildi. suçsuzların, kadın ve çocukların kanlarını dökmek en büyük zevkı ve eğlencesi idi. askerleri de keyfi için adam öldürürlerdi. girdiği şehrlerdeki sivil halkın hepsinin öldürülmesini emr ederdi. altıyüz senede, nice emeklerle elde edilmiş, hatta islamiyyetden önce de yapılmış nice medeniyyet eserlerini, kütübhaneleri, mektebleri, rasathaneleri yok etdi. islam alimlerinin birçok eserlerinin bugün elde bulunamaması, başlıca cengiz ile torunlarının ve bunların emri ile saldıran vahşi moğol yağmacılarının yapdıkları tahriblerin neticesidir. taşkınlık ve azgınlık zemanı kısa sürdü ise de, yıkdığı medeniyyetler bir daha eski halini bulamamışdır.da, bütün dünyaca tanınan ve güvenilen büyük alim imamı süyutinin kitabından alarak diyor ki, cengiz moğol idi. dilleri hind dili ile karışık idi. ya'ni türkçe bilmezlerdi. hiçbir bakımdan türklükle ilgileri yokdu. hatta, türklerle harb etdiler. çok zarar yapdılar. çin çöllerinde yaşarlardı. şehr, hatta köy bile kuramamışlardı. şehrlere saldırdılar. yağmacılıkla geçinirlerdi. kan dökmeği, kötülük yapmağı severlerdi. baskınlarında ok kullanırlardı. kadınları da harb ederdi. hepsi kafir ve azılı islam ve medeniyyet düşmanı idiler. güneşe tapınırlardı. hiçbir kötülük onlarca haram ve yasak değildi. çokları insan eti de yirlerdi. askerlerinde nikah ve aile duygusu olmayıp, bir kadını nice erkek kullanırdı. çok aldatıcı, pek can yakıcı idiler. şehrleri yakar, yıkarlar, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeyip, kendilerinden olmıyan her insanı öldürürlerdi. moğol padişahı düş hanın kadını cengizin halası idi. düş ölünce oğlu olmadığı için, cengiz bunun yerine geçdi. çinin her yerini alıp hakan oldu. da türkistana saldırdı. çok türk öldürdü. cengizin, vahşi, barbar bir kavmden türediğini, heryeri yakıp yıkdığını tarihler bildiriyor. teşkilatlı, eğitimli bir ordusu olmadığı, asker değil, canavar güruhu oldukları meydandadır. şehrleri yıkarak, ma'sum insanları kana bulayarak yıldırım hızı ile saldırmağa cengaverlik demek, barbarlarda disiplin aramak ve hele yirminci asrda meydana çıkan stratejik bilgileri cengize ve onun çapulcu sürüsüne mal etmeğe kalkışmak, tarih kitablarına uygun değildir. cevdet paşa, da diyor ki, cengiz han yediyüzbin süvari ile harzemşah üzerine yürüdü. cengizin süvarilerini zemanımızdaki ta'limli süvariye benzetmek doğru değildir. evet şimdi yüzbin süvariyi sevk etmek mümkin değildir. onun süvarileri, kendi çadırları ile ve hayvanları ile, kadınları ile bir ordu gibi giderdi. hayvanlarının etleri ve sütleri ile beslenirlerdi. hayvanları da, yerleri eşip, ot kökleri yirlerdi. silahlarını kendileri yapar, eğerlerini kendileri dikerlerdi. san'at bölükleri, idare, kumanda teşkilatları yokdu. il ve aşiret beğleri ve kabile hanları kendilerini idare ederdi. cengiz hanın bu işlerden haberi olmazdı. cevdet paşa: de lofcada tevellüd, de istanbulda vefat etdi. arabi, farisi ve türkçe kitabları çokdur. babasının adı isma'ildir. osmanlı vezirlerinden idi. alim, fadıl, edib ve tarihci idi. türkçe oniki cild kitabı çok kıymetlidir. sultan aziz han zemanında, allahü tealanın emrlerini kanun şekline sokmak için kurulan komisyonunun reisi idi. mecelle, çok kıymetli bir kitabdır. adem aleyhisselamdan, fatih sultan muhammed zemanına kadar, ya'nihicri yılına kadar olan peygamberlerin ve halifelerin ve alimlerin vak'a ve hayatlarını anlatan tarihi oniki cüz' olup, açık türkçe ile yazılmışdır. baskısı çok güzeldir. latin harfi ile basılanlarda yanlışlar görülmekdedir. kitabında hepsi mevcuddur. kitabında hakkında geniş bilgi vardır. cihan şah: karakoyunlu hükumetinin üçüncü hükmdarıdır. de tahta çıkıp, iranın bir kısmını ele geçirdi. akkoyunlu devletine harb i'lan etdi ise de, uzun hasen tarafından, de öldürüldü. cüneydi bağdadi: babası muhammed, camcı idi. evliyanın büyüklerindendir. de nihavendde tevellüd, de bağdadda vefat etdi. süfyanı sevrinin derslerinde yetişdi. dayısı sırri sekatiden tesavvufu aldı. binlerle veli yetişdirdi. asrının kutbu idi. otuz kerre yaya hacca gitdi. kerametleri, nasihatleri ve hakikatden sözleri çokdur. hocasının yanındadır. şükr demek, eshabı kiram allahü tealanın verdiği ni'meti, ona karşı isyanda kullanmamak demekdir, derdi. şebli dedi ki, allahü teala, kıyametde, cennete veya cehenneme gitmek arasında beni serbest bıraksa, cehenneme gitmeği isterim. çünki, cennete girmek benim arzumdur, cehenneme sokmak onun muradıdır. dostun arzusunu bırakıp, kendi dilediğini yapan kimsenin seviyorum demesi doğru olmaz. bu sözü cüneyd işitince, şebli, çocukca konuşmuş, rabbim beni serbest bıraksa, bir dilekde bulunmam. kulun dilemesi olmaz. dilediğin yere giderim. senin dilediğini yaparım derim buyurdu. cüneyde biri gelip, bir dakika benimle ol. sana birşey söyliyeceğim dedikde, ey arslanım, benden öyle birşey istedin ki, ben senelerce, onu aramakdayım. bir an rabbimle olmak için, yıllarca uğraşıyorum, olamıyorum. şimdi, nasıl seninle olabilirim buyurdu. davüdi tai: babası, nasiri küfidir. zühd ve takvası ile meşhurdur. imamı azamla sohbet ederdi. harünürreşid ve diğer rütbe sahiblerinin hediyyelerini kabul etmezdi. üstadı, habibi ra'idir. gençliğinde bir şarkıcıdan: hangi güzel yanak ki, toprak olmadı, hangi tatlı gözdür ki, yere akmadı? beytini işiterek kalbine bir ateş düşdü. şaşkına döndü. derdine deva bulmak için dolaşdı. imamı azam ebu hanifenin kapısına geldi. imam, bunun yüzünün renginin değişdiğini görünce sebebini sordu. halini anlatdı. dedi. imamın gösterdiği yolda zühd ve takva eyledi ve imamın derslerine devam etdi. sonra habibi ra'iden feyz alarak kemale geldi. de bağdadda vefat etdi. ebu amr bin salah: ibni salah denilen bu zatın adı, osman bin abdürrahmandır. şafi'i mezhebinde alim idi. tefsir, hadis, lugat ve edebiyyatda da derin bilgisi vardı. de zur şehrinde tevellüd, de vefat etdi. şamda, kudüsde müderris idi. ebu bekr kadi: muhammed bin tayyib bakıllani, büyük ilmi kelam alimidir. eş'ari mezhebinde idi. da basrada tevellüd, de, bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. bilgisi, zekası çok olduğundan herkesi ikna' ederdi. sultan adudüddevle tarafından istanbula sefir olarak gönderilmişdi. ebu bekri sıddik: abdüllah bin ebu kuhafe osman bin amir bin ka'b bin sa'd bin teym bin mürre bin ka'b kureyşi, eshabı kiramın en üstünü, aşerei mübeşşerenin birincisidir. resulullahın mağara arkadaşı ve ilk halifesidir. annesinin adı ümmülhayrdır. atik ve sıddik ismleri meşhurdur. manifatura tüccarı olup, çok zengin idi. kureyşin ileri gelenlerinden idi. hadice, ali ve zeyd bin hariseden sonra, dördüncü olarak imana gelmişdir. resulullaha fevkal'ade sıdkı ve sevgisi vardı. herkesi imana çağırırdı. osman, zübeyr, abdürrahman, sa'd bin ebi vakkas, talha gibi üstün sahabiler, ebu bekrin çağırması ile imana geldi. malının hepsini, resulullahın uğrunda harc etdi. çok hadisi şerif ile ve ayeti kerime ile medh olundu. bütün gazalarda bulundu. kendini resulullaha siper ederdi. resulullah vefat etdiği gün, hazreti ömerin aklı gidip, resulullah göke çıkdı. kim ona öldü derse boynunu vururum diyerek kılıcını çekdi. herkes, üzüntüden ve ömerin bu halinden korkduğu halde, ebu bekr büyük cesaret ile arslan gibi ortaya çıkıp, bildiren ayeti kerimeyi okudu. te'sirli sözleri ile, nasihat ederek, halkı sükuna ve huzura getirdi. mü'minlere teselli verdi. eshabı kiramın sözbirliği ile halife seçilip, önce, mürted olanlarla ve peygamber olduklarını söyliyerek cahil köylüleri aldatan esvedi anesi ve müseylemetülkezzab ve sicah hatun ve tuleyhat ibni hüveylid ile ayrı ayrı harb edip, hepsini kahr ve mahv eyledi. hire ve enbar şehrlerini feth eyledi. halidi ve ebu ubeydeyi büyük ordu ile şama gönderdi. dini islamı yeniden düzene koydu ve kuvvetlendirdi. iki sene, üç ay ve on gün hilafetden sonra, hicretin onüçüncü yılı, cemazilahır ayı yirmiikinci salı günü, akşamdan sonra, yaşında vefat etdi. vasıyyeti üzere zevcesi esma yıkadı. resulullahın tabutuna konup, namazını hazreti ömer kıldırıp, gece, hucrei se'adete defn edildi. zevceleri katilden, abdüllah ve esma, ümmi rumandan, abdürrahman ve aişe isminde çocukları olmuşdur. ca'fer tayyardan dul kalan esma ve habibeyi alıp, birincisinden muhammed, ikincisinden, kendisinin vefatından sonra ümemi gülsüm dünyaya gelmişdir. menkıbeleri, tevazu'u ve cömerdliği dillerde destan olmuşdur. hadisi şerif bildirmişdir. kur'anı kerimi toplıyarak, islamiyyete en büyük hizmeti yapmışdır. ensab ilminde çok ileri olup, eşi yok idi radıyallahü teala anh. ebu bekri sıddik, beyaz, za'if, seyrek sakallı, güzel bir zat idi. ebu cehl: adı amr bin hişam bin mugire bin abdüllah bin amr bin mahzumdur. mahzum, resulullahın dedelerinden mürrenin torunudur. kureyş reislerinden idi. resulullahın en büyük düşmanı idi. dini islama karşı kini ve inadı pek fazla idi. amcası velid bin mugire de islamın azılı düşmanlarından idi. hicretin ikinci yılında olan bedr gazasında afra hatunun iki oğlu mu'az ile mu'avvez kendisini ağır yaralayıp yıkdılar. sonra abdüllah ibni mes'ud hazretleri gelip can çekişirken öldürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisini görünce, allahü tealaya şükr etdi ve buyurdu. ebu cehlin kardeşi olan as bin hişam da o sırada katl olundu. ebu cehl ölürken yetmiş yaşında idi. ebu davüd: süleyman bin eş'as sicstani, hadis alimidir. kitabı çok kıymetli olup, içinde dörtbinsekizyüz hadisi şerif vardır. ahmed ibni hanbelin talebesidir. de iranın efgan hududunda sicstan şehrinde tevellüd, de basrada vefat etdi. ebu hanife: imamı azam nu'man bin sabit, ehli sünnetin reisidir. dini islamın bir direğidir. soyu, iran şahlarından birine ulaşmakdadır. dedesi müsliman olmuşdu. yılında kufede tevellüd, de bağdadda şehid oldu. tabi'inin büyüklerindendir. fıkhı hammaddan öğrendi. imamı ca'fer sadıkın sohbetinde kemale geldi. fıkhın kurucusudur. tesavvufda çok yüksek, büyük veli idi. emevilerin ırak valisi olan yezid bin ömer tarafından kufe kadisı yapıldı ise de, kabul etmediğinden, zındanda kamçı vuruldu. abbasi halifesi ebu ca'fer mensur da kadi yapmak istedi. kabul buyurmadı. yine zindana kondu. zehrli şerbet verilerek şehid edildi. derin ilmi, keskin zekası, aklı, zühdü, takvası, hilmi, salahı ve cömerdliği yüzlerle kitabda yazılıdır. talebesi pek çok olup, büyük müctehidler, alimler yetişdirdi. alb arslanın oğlu, selçuk sultanı melik şahın vezirlerinden ebu sa'd muhammed bin mensurtarafından mükemmel bir türbe yapdırılmışdır. bugün yer yüzünde bulunan ehli islamın yarıdan ziyadesi ve ehli sünnetin yüzde sekseni hanefi mezhebindedir. ebu hüreyre: adı abdürrahmandır. hayber gazasında müsliman oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birgün eteğinde kedi yavrusunu severken görerek, bu ismi vermişdi. kediciğin babası demekdir. çok fakir idi. harbde, sulhda resulullahın yanından ayrılmazdı. hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadisi şerif ezberlemişdi. eshabı kiramdan ve tabi'inden sekizyüzden fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiğini buhari bildiriyor. halife ömer zemanında bahreyn valisi idi. hazreti osman zemanında mekke kadisı oldu. hazreti mu'aviye, kendisini medine valisi yapdı. de, yaşında iken, medinede vefat etdi. ebu ishak isferaini: rükneddin ibrahim bin muhammed, şafi'i mezhebinde büyük alimdir. zemanının en büyük üstadı idi. beş cild fıkh kitabı meşhurdur. de nişapurda vefat etdi. isferaindedir. ebu katade: ensarı kiramdan olup, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem süvarilerinden idi. yılında yetmiş yaşında vefat etdi. medinei münevverededir. ebu kuhafe: ismi osmandır. halifei müslimin hazreti ebu bekri sıddikın babası idi. mekkenin feth günü iman etdi. yaşında iken, onüç yılında vefat etdi. ebu leheb: adı abdüluza idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası olduğu halde, müsliman olmadı. müslimanların büyük düşmanı idi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çok eziyyet ve cefa ederdi. kimsenin müsliman olmaması için, gece gündüz çalışırdı. her sabah, resulullahın kapısı önüne çok diken yığardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya geldiği sabah, bunun cariyesi süveybe, , diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişdi. demişdi. resulullahın ilk süt annesi, süveybe oldu. bunun için, ebu lehebin, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafiflemekdedir. mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren mü'minlerin pekçok sevab kazanacağı buradan anlaşılır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerim okuyarak rast geldiğini müsliman olmağa çağırırken, ebu leheb arkasında dolaşır, derdi. karısı , ebu süfyanın kız kardeşi idi. kocası gibi, o dahi, eli ve dili ile çok eziyyet ederdi. resuli ekremin kızlarından rukayye, ebu lehebin oğlu de idi. ikinci kızı ümmi gülsüm, öteki oğlu de idi. bunlar da, babaları ve anaları gibi, kafir ve büyük düşman oldular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem akrabasını, cehennem ateşi ile korkutarak, dine çağırmağa me'mur olunca, safa tepesine çıkdı. akrabasını dine da'vet buyurdu. akrabası toplanıp dinlediler. şu dağın arkasında düşman var. size hücum edecek desem, inanır mısınız? buyurdu. hepsi, dedi. öyle ise, sizi başınıza gelecek olan kıyamet gününün azabı ile korkutmak için, rabbimden emr aldım. iman ediniz! buyurdu. ebu leheb çok kızdı. ağzını bozdu. dedi. azarladı. çirkin şeyler söyledi. azab göreceğini bildiren ayet geldi. zevcesine, odun, diken hammalı denildi. buna da çok içerledi. hemen oğullarına, eşlerini boşamağı emr etdi. uteybe haini, yalnız boşamakla kalmayıp, gelip senin dinine inanmıyorum. seni sevmiyorum. sen de beni sevmezsin. onun için, kızını boşadım diyerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üzerine hücum etdi. mubarek yakasından çekdi. gömleğini yırtdı. hatemülenbiya efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! buna, canavarlarından bir yırtıcı hayvan ile ceza ver! diye düa buyurdu. cenabı hak, habibi ekreminin düasını kabul etdi. nice zeman sonra, uteybe şama giderken, zerka denilen yerde, bir arslan gelip, onu parçaladı. rukayyeyi radıyallahü anha, sonra osman ibni affan radıyallahü anh aldı. çok zengin idi. çok düa kazandı. se'adeti ebediyyeye kavuşdu. ebu leheb, bütün ömrünü kin ve düşmanlık ile geçirdi. hicretin ikinci yılı, bedr gazasındaki faci'ayı görüp çok üzüldü. dünya başına zından oldu. yedi gün sonra denilen bulaşıcı kara hasbe deri hastalığından öldü. kokdu. ebu lehebin kız kardeşi atike, bedr gazasından birkaç gün önce, korkunç bir rü'ya görüp, kardeşi abbasa söylemişdi. kureyşin başına büyük felaket gelecek demişlerdi. ebu leheb, bu yüzden bedr muharebesine katılmadı. ebu cehlin kardeşi as bin hişamı, para ile kendi yerine göndermişdi. ebül haseni eş'ari: adı ali bin isma'il olup, ebu musel eş'ari soyundandır. ehli sünnetin iki mezhebinden, eş'ari mezhebinin imamıdır. da basrada tevellüd, da bağdadda vefat etdi. üvey babası ebu cibaiden okuyup, bunun gibi, mu'tezile alimi oldu ise de, sonra tevbe etdi. kelam alimlerinden ebu bekr bakıllani, ibni furek , ebu ishak isferaini, ebu ishak şirazi , imamı gazali, ebülfeth şihristani kitabının sahibi muhammed bin abdülkerim ve fahreddini razi ve daha niceleri eş'ari oldu. mezhebi dünyaya yayıldı. ellibeş kadar kitabı vardır. tefsiri yetmiş cilddir. mu'tezileye, haricilere ve şi'ilere karşı kitabları vardır rahimehullahü teala. ebül haseni harkani: ali bin ca'fer zemanının kutbu idi. bayezidi bistaminin ruhaniyyeti ile kemale geldi. harkandan bistama, hocasının türbesini ziyarete gelirken, yolda bir hatm okurdu. ebu ali ibni sina, üstadını ziyaret için harkana gelir. ebülhasen ormana gitdiğinden, hatunundan sorar. hatunu üstadın büyüklüğüne inanmadığı için, uygunsuz sözler söyler. ibni sina ormana giderken, üstadın bir arslana odun yüklemiş, gelmekde olduğunu görür. diye sorunca, buyurur. kalblerin en nurlusu, içinde mahluk tasası olmıyandır. ni'metlerin en iyisi, çalışarak kazanılandır. arkadaşların en iyisi, allahü tealayı hatırlatandır buyururdu. tesavvufu anlatan kitabı vardır. cesedi şerifinin, üstadının cismi pakinden yukarıda bulunması edebsizlik olur diye, kabrinin daha derin kazılmasını vasıyyet etmişdi. yılı, muharremin onuncu salı günü vefat etdi. ve kitablarında sözleri ve kerametleri uzun anlatılmakdadır rahimehullahü teala. ebül hüseyn bin sem'un: natıkülhikme muhammed, de vefat etdi. ebu mensur matüridi: muhammed bin mahmud matüridi, ehli sünnetin iki i'tikad imamlarından birincisidir. ehli sünneti, mu'tezileye karşı pek mükemmel müdafe'a etmişdir. maveraünnehrde yaşadı. de semerkandda vefat etdi. iman üzerinde çok kitabı vardır rahimehullahü teala. ebu nu'aym: ahmed bin abdüllah isfehani, hadis ve fıkh alimi idi. tesavvufda yüksek derecede bir veli idi. hafızı isfehani de denir. çok kitab yazdı. kitabındaki hadisi şerifde, denildiği yazılıdır. bu kitab, berlinde basılmışdır. da isfehanda tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. ebu sa'id razi: isma'il bin ali bin hüseyn razi, rey şehrinde, mu'tezile alimi idi. razi, rey şehrinden demekdir. çok kitab yazmışdır. kitabı meşhurdur. keşşaf tefsirinin sahibi allame mahmud bin ömer zemahşeri, bu kitabı kısaltmışdır. de vefat etdi. ebu sa'id hudri: eshabı kiramın büyüklerindendir. babası malik bin sinan da sahabeden idi ve uhud gazasında şehid olmuşdur. yaşında olduğundan uhud gazasına götürülmedi. diğer on iki gazada resulullahın önünde düşmana arslan gibi saldırdı. alim ve fakih idi. binyüz yetmiş hadisi şerif haber vermişdir. de vefat etdi. istanbulda, ka'riye cami'i yanında sanılmakdadır. . ebu sevr: ibrahim bin halid kelebidir. müctehidlerden, büyük alimlerdendir. şafi'i mezhebindendir. bağdadda tevellüd ve da vefat etdi. fıkh, hadis, usul ve hilaf ilmlerinde çok kitab yazmışdır. ebu süfyan bin harb: dedesi ümeyye bin abdi şems bin abdi menafdır. abdülmenaf, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dedesinin dedesidir. kureyşin reislerindendir. resulullahın büyük düşmanı idi. bedr gazasına bunun ticaret kervanı sebeb oldu. uhud gazasında, düşman ordusunun başkumandanı idi. mekke feth olunurken, islam ordusuna gelip resulullahın zevcei mutahherası olan kızı ümmi habibeye sığınmak istedi ise de, kızı kabul etmedi. o gün imana geldi. mekkeye dönerek, halkı islama da'vet etdi. zevcesi hind, sakalından tutarak, demişdi. ertesi gün, hind de imana gelip, kureyş kadınları adına resulullahla sallallahü teala aleyhi ve sellem sözleşdi ve hayr düalarını almakla şereflendi. ebu süfyan halis müsliman olup, taif gazasında çok kahramanlık gösterdi ve bir gözü kör oldu. hazreti ebu bekr halife iken, onüç yılındaki yermük muharebesinde öbür gözü de çıkdı. yaşında iken vefat etdi. . ebu şekur sülemi: muhammed bin abdüsseyyid bin şu'ayb keşi olup kitabının sahibidir. hanefi kelam alimidir. tefsir kitabının sahibi ebu abdürrahman muhammed bin hüseyn sülemi başka olup, de vefat etmişdir. ebu talha ensari: zeyd bin sehl, gazalarda bulundu. hadisi şerif haber vermişdir. senesinde, yaşında vefat etdi radıyallahü teala anh. ebu talib: abdülmuttalibin oğlu, resulullahın amcası, hazreti ali ile ca'fer tayyarın babasıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yetim olduğundan, dedesi abdülmuttalibin yanında büyüdü. sekiz yaşında iken, dedesi vefat ederken, kendisini ebu talibe ısmarladı. ebu talib, fahri alemi pekçok sever ve sayardı. resulullahı kureyş kafirlerinin hücumlarına karşı son derece korurdu. fekat, öleceği zeman, kadınların, demelerinden çekinerek islama gelmedi. resulullah, ebu talibin müsliman olmasını çok istiyordu. son nefesinde de, islama da'vet etdi ise de, kabul etmedi. ölürken dudakları oynadı. yanında bulunan kardeşi abbas ya muhammed! kardeşim, istediğini söyledi dedi ise de, hayır. ben işitmedim buyurdu. hicretden üç yıl önce, seksen yaşını geçmiş olarak vefat etdi. ebüttufeyl: adı amir bin vasiledir. sahabedendir. hazreti alinin sohbetinde bulunurdu. hazreti hüseynin kanını da'va eden muhtarla birlikde döğüşmüşdür. muhtar tutuldukdan sonra, yaşayıp, mekkede, hicretin yüzüncü yılında, bir düğünde, oğlunun vefatında söylemiş olduğu bir kaside okunurken, üzüntüden vefat etdi. eshabı kiramdan yer yüzünde en son vefat eden budur. ebu ubeyde bin cerrah: adı amir bin abdüllahdır. eshabı kiramın büyüklerindendir. bedr gazasında, kafir ordusunda bulunan babasını katl etmişdir. her gazada bulunup, fevkal'ade cesaret göstermişdir. hazreti ebu bekr ve ömer zemanlarında şamdaki orduda çok kahramanlık gösterdi. bu ordunun kumandanı olup, şamı aldı. adaleti, rumları hayretde bırakdı. aşerei mübeşşereden idi. deyaşında iken remle ile kuds arasında, ta'undan vefat etdi. ebu yusü ya'kub bin ibrahimi ensari, hanefi mezhebindeki müctehidlerin en büyüğüdür. hanefi mezhebinde ilk kitab yazan budur. yılında kufede tevellüd ve de bağdadda vefat etdi. halife mehdi, hadi ve harunürreşid zemanlarında, onsekiz sene bağdadda kadılkudat ya'ni temyiz reisliği yapdı. derin hadis alimi idi. çok zeki, keskin görüşlü idi. oğlu yusüf de alim idi. harun zemanında vali idi. ebu yusüf yetim olup, anası çok fakir idi. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh bunun keskin zekasını görüp, kendine talebe yapdı. evinin bütün ihtiyacını, yıllarca bolbol imamı azam te'min etdi. annesi yine mani' olmak istedi. imamı azam buyurdu ki, oğlun burada aç değildir. burada, tereyağı, fıstık, badem ezmesi yimesini öğreniyor. imamı ebu yusüf, kadi iken, serayda halife ile oturuyordu. tereyağı, fıstık ve badem ezmesi getirdiler. harun, bundan yiyiniz! her zeman gelmez dedi. ebu yusüf güldü. harun sebebini sordu. çocuk iken, imamı azamın sözünü anlatdı. imama rahmetle düa etdiler rahimehümullahü teala. ebu zer gıfari: eshabı kiramın büyüklerinden ve ilk imana gelenlerdendir. kavmini islama da'vete gitdiği için, hicretde ve bedr, uhud ve hendek gazvelerinde bulunamadı. sonra medineye geldi. hazreti ebu bekr vefat edince şama yerleşdi. hazreti osman zemanında rebdeye gitdi. yılında, orada vefat etdi. abdüllah bin mes'ud hazretleri, arkadaşları ile oradan geçiyordu. cenaze hizmetini yapdılar. zühdü ve sıdkı hadisi şerif ile medh edilmişdir radıyallahü teala anh. . ebu zür'atürrazi: abdüllah razi, imamı müslimin üstadlarındandır. de vefat etdi. enes bin malik bin nadr ensari: resulullahın hizmetçisi idi. dokuz yaşında hizmete başladı. on sene hizmet etdi. ikibinikiyüzotuz hadisi şerif bildirdi. yüzden çok çocuk ve torunlarını gördü. yüz yaşını geçmiş ikenyılında vefat etdi. namaz kılması, resulullahın namaz kılmasına çok benzerdi. imamı malikin babası olan enes başkadır. esma binti ebu bekr: hazreti ebu bekrin büyük kızıdır. aşerei mübeşşereden zübeyr bin avvamın zevcesidir. abdüllah bin zübeyrin annesidir. oğlunun şehadetinden az sonra, yüz yaşında, medinede vefat etdi. eşref tatar: mısrda yılında kurulan türkmen hükumetinin yirmiiki sultanından çoğuna eşref denir. bunlardan melik nasır eşref muhammed bin kalavun, dokuzuncu sultandır. babası eşref seyfeddin kalavun, kapçakdan mısra getirilip, bin altuna, köle olarak, eyyubi sultanı melik necmeddine satılmış idi. vezir olunca, iyi idaresi, güzel ahlakı ile kendisini sevdirmişdi. de sultan olmuşdu. da ölüp, yerine oğlu, eşref salahaddin halil geçdi ise de, de öldürüldü. kardeşi eşref muhammed nasır, dokuz yaşında tahta çıkdı. onbeş ay sonra, habs edildi. da, sultan laçin öldürülünce, ikinci olarak tahta çıkarıldı. adil ve çok cömerd idi. hıristiyanların mavi, yehudilerin sarı sarık sararak, müslimanlardan ayırd edilmesini emr etdi. birecikde, gazan hanın askeri ile harb edip, tatar askerleri çekildi. yediyüzsekiz yılında hacca gidince tahtını, kumandanlarından beybers rükneddin aldı ise de, şamlılar eşref muhammed nasırı yediyüzdokuzda, üçüncü def'a tahta geçirdi. beybersi yakalayıp katl etdi. de haremi şerifi ta'mir ve ka'beye abanosdan gümüşlü kapı yapdı. bu sene kıbrıs adasını feth etdi. de vefat etdi. mısr yediyüzdoksanüçde, türkmenlerden çıkıp, çerkeslerin eline geçdi. dokuzyüzyirmiüç senesinin birinci günü de, yavuz sultan han zemanında, osmanlıların eline geçdi. osmanlı padişahları, halife olmağa başladı. eyyub bin sıddik: seyyid eyyub ürmevi, iranın garbında ürmiye gölü sahilindeki ürmiye şehrinde büyük alim idi. sa'deddini kaşgari yolundan feyz alanlardandır. türkçe kitabı çok kıymetli olup, istanbulda çeşidli tarihlerde basılmışdı sme bakınız!. fadl bin abbas: eshabı kiramdandır. hazreti abbasın büyük oğludur. annesi, ezvacı tahiratdan olan meymune bintilharisin kız kardeşi lübabe hanım idi. mekkei mükerremenin fethinde ve huneyn gazasında ve veda' haccında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında idi. huneyn gazasında, babası ile birlikde, resulullahın yanından hiç ayrılmadılar. geri dönenleri çağırıp, toplanmalarını sağladılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yıkanırken su dökdü. onbeş senesinde yapılan yermük gazasında şehid oldu. beyaz ve çok güzel idi. hüsnü cemali ile meşhur idi. bir kızı kaldı radıyallahü teala anh. fatımatüz zehra: resulullahın dört kızından en sevgilisi idi. aklı, zekası, hüsnü cemali, zühd ve takvası ve ahlakı hasenesi pek ziyade idi. hadicetülkübranın kızı idi. hicretden onüç yıl önce mekkede tevellüd etdi. hicretin ikinci yılında, hazreti aliye verildi. o zeman, hazreti ali yirmibeş yaşına gelmiş idi. hazreti fatımanın kardeşlerinin çocuğu olmadı, olanı da küçük iken vefat etdi. resulullahın soyu, yalnız hazreti fatımadan hasıl oldu. üç oğlu, iki kızı oldu. muhsin küçük yaşda iken vefat etdi. hazreti ali, fatıma, hasen ve hüseyne veya denir. hazreti meryemden sonra, bütün kadınların en üstünüdür. yüzü pek beyaz ve parlak olduğundan denildi. ayeti kerime ve hadisi şerifler ile medh olundu. resulullahın vefatından sonra güldüğü hiç görülmedi. altı ay daha yaşayıp, onbirinci yılda, ramezanı şerifin üçüncü günü, vefat eyledi. fehimi arvasi: seyyid muhammed fehim bin abdülhamid efendi, de tevellüd, de vefat etdi. validesi amine hanımdır. van vilayetinin, müks kazasının arvas köyündendir. za'if idi. uzun boylu idi. sakalı ne uzun, ne kısa idi. burnunun ortası yüksekçe idi. alnı geniş idi. buğday renginde idi. dişleri noksan değil idi. sarığı büyük idi. elbisesi, beyaz basmadan, üç etekli bir entari idi. mavi veya yeşil cübbe giyerdi. çorabları yünden idi. deriden pabuçları vardı. son zemanlarında gözlükle okurdu. gözleri siyah idi. saçlarının çoğu beyaz idi. kaşları orta idi. ömrünün sonuna kadar hayvana binerdi. son zemanlarında sarığını taşıyamıyacak kadar za'if idi. namazda abani sarardı. şevvalin ondördüncü günü vefat etdi. uzun boylu olduğundan mezar taşı uzun yapılmışdı. ermeniler, taşının ikisini de kırmışlar. heybetli idi. insan, gölgesinden korkardı. gölgesini gören, allahın sevgili kulu olduğunu anlardı. zemanında ve van vilayetinde benzeri yok idi. her nev' ilmi hatta zıra'ati ve san'atları, siyasal bilgileri pek iyi bilirdi. ilmi, allahü tealanın vergisi idi. van valisi çözemediği işlerini, gelip sorar ve çözerdi. ömründe bir namazı cema'atsız geçmedi. bir teheccüdü kaçırmamışdır. din ve dünya bilgilerini medresede okurken, bir yandan da, doğu anadolunun kutbu olan, insanı kamil seyyid tahai hakkarinin teveccühünü kazanmakla şereflenmişdi. mutavvel okumak için, şemdinandaki rehberinin yanından ayrılarak, muşda bulanık kazasının abiri köyüne gitdi. rehberi, ayrılırken kendisine ders okurken anlıyamadığın birşey olursa, bana rabıta et! beni gözünün önüne getir! buyurmuşdu. hocası molla resuli sıbkiden mutavveli okurken, bir yeri anlıyamadı. hocası tekrar anlatdı. anlıyamadığı yerin açıklanmasını diledi. molla resul, cümleyi birkaç kerre okudu. dedi. ertesi gün okuyup yine açıklıyamadı. hocası, tekrar tekrar okumakda iken, seyyid fehim rahmetullahi aleyh gözlerini kapayıp, rehberini gözünün önüne getirdi. seyyid taha, elinde bir kitab ile göründü. kitabı, seyyid fehimin önüne açdı. mutavvelin o sahifesi idi. o satırları açık olarak okudu. seyyid fehim, merakla dikkat ediyordu. o cümlenin arasında bir vavı atıfa fazla okumuşdu. seyyid taha gayb olunca, seyyid fehim gözlerini açdı. molla resulün o satırları okuyup, düşünmekde olduğunu gördü. izn isteyip, bir de kendi okudu. üstadından duyduğu gibi bir ekliyerek okudu. hocası bunu işitince, dedi. her ikisi de iyi anlamışdı. bu satırları, yirmi senedir okudum. anlatdım. fekat, hep anlamadan anlatırdım. şimdi iyi anladım. şimdi söyle bakalım. bunu doğru okumak, senin işin değil. ben senelerle bunu anlıyamadım. sen, nasıl anladın? bu yi okudun, ma'na düzeldi dedi. seyyid fehim, rabıta etdiğini, nasıl öğrendiğini anlatdı. molla resul, muşda ala'eddin paşa cami'i kapısı yanındadır. seyyid fehim her yıl bir kerre, müksden vana gelir, bir iki ay kalırdı. aşıkları toplanır, feyz alırlardı. çok def'a, kendisini çok seven, mahkeme baş katibi ahmed beğin evinde müsafir olurdu. bir sene, ahmed beğ hacca gitmişdi. fekat, yine onun evinde kaldı. bir gece yarısı, yakınlarından birini çağırdı. arkadaşlarını uyandır! şimdi buradan çıkıp, falan eve gideceğiz buyurdu. efendim! gece yarısı gitmek ayb olur. yarın gitsek olmaz mı? dedi. hayır, şimdi gideceğiz. hem, ahmed beğin oğullarına da haber ver! buyurdu. oğulları gelip yalvardılar. efendim, bir kusur yapdıksa afv buyurun! bizden ayrılmayın. babamız işitince yüreğine iner. biz de ona ne yüzle cevab verebiliriz. lutf ediniz, ihsan ediniz! kabahatimizi bağışlayınız! dediler. çok göz yaşı dökdüler. buyurdu. çocuklar, dediler. gece yarısı, sevdiklerinden bir başkasının evine göç etdiler. ertesi gün, oğlu muhammed emin efendi, ahmed beğin oğullarının pekçok üzüldüklerini söyledi ve dedi. seyyid fehim hazretleri de oğlum, şimdi kimseye söyleme! bu gece, ahmed beğ, mekkei mükerremede vefat etdi. ev, yetim evi oldu. mal, mirascılara kaldı. evvelce herşeyi kullanıyor, yiyip, içiyorduk. çünki, ahmed beğin seve seve halal edeceğini biliyordum. şimdi ise, tanışmadığımız mirascılarının hakkı olduğundan birşeyi kullanmak caiz olmaz. kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım buyurdu. bir ay sonra hacılar döndü. herkes geldi. ahmed beğ gelmedi. dediler. hesab etdiler. tam o gece yarısı idi. seyyid fehim talebesi ile van gölü kıyısında giderken gölde bulunan adasındaki ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde yürümeğe başlar. talebe bunu görünce, birkaçının hatırına gelir ki, seyyid fehim, bu düşünceyi anlayıp, mubarek ayaklarındaki na'lınları ellerine alıp, birbirlerine çarpar. na'lınlar birbirine çarpdıkça papas suya batar. boğazına kadar gelince, bir daha çarpar. batar ve boğulur. sonra, böyle düşünene dönerek, o, sihr yaparak, su üstünde gidiyordu. böylece, sizin imanınızı bozmak istiyordu. na'lınları çarpınca sihri bozularak batdı. müslimanlar sihr yapmaz. allahü tealadan keramet istemekden de haya ederler buyurdu. kerameti ile, papasın sihrini bozdu. istanbulda, kağıthanede sabun fabrikası olan rıfat beyin pederi abdülvehhab efendi, de vefat etdi. vefatından birkaç sene evvel dedi ki: erzurumda medrese tahsilini bitirmişdim. daha okumak istedim. aradığım büyük alimin bitlisde abdülcelil efendi olduğunu söylediler. bitlise gitdim. kendisini aradım. vana gitdi. yine gelir, bekle dediler. sabr edemedim. vana gitdim. sordum. müks alimi, seyyid fehim vana geldi. şa'baniyye cami'inde, onun yanındadır dediler. oraya gitdim. hem de büyük alim abdülcelil efendi, kürsiye çıkmış. herkes onu dinleyip istifade etmekdedir diye düşünüyordum. cami'e girdim. herkes başını eğmiş, edeble oturuyordu. karşıda nur gibi, tatlı bakışlı bir zat vardı. herkes buna karşı saygı ile dönmüşdü. diyordum. fekat, soracak kimse yokdu. herkes, boynunu bükmüş önüne bakıyordu. ansızın, önüme bir genç geldi. dedi. dedim. diyerek, en geri sırada boynunu bükmüş edeble oturan birini gösterdi. dedi. dedim. dedi. nice zeman sonra, bu gencin, seyyid abdülhakim efendi olduğunu anladım. biraz sonra ezan okundu. sünnetler kılındı. seyyid fehim imam oldu. safları düzeltdik. imamla birlikde tekbir getirirken, bütün cema'at, elektrik çarpan kimse gibi titremeğe başladık. şimdi altmış sene oluyor. imamın o tekbir sesi hatırıma geldikçe, titriyorum. kalbimde, o gün olduğu gibi, bir hal oluyor. seyyid fehimin kerametleri, derecesinin yüksekliği anlatılmakla bitmez. kerametlerinin en büyüğü, abdülhakim efendi gibi bir arifi kamil ve veliyyi mükemmil yetişdirmesidir. eserdeki kemal, müessirin kemalini gösterir. seyyid fehim efendi, silsilei aliyyenin otuzdördüncüsüdür. tahai hakkarinin sohbetinde kemale geldi. vefat edince, kardeşi seyyid muhammed salihi ziyaret ederdi. muhammed salih de vefat etdi. fazla bilgi almak için ve ismlerini okuyunuz! babası molla abdülhamid efendidir. dedesi seyyid abdürrahman, seyyid abdülhakim efendinin dedesinin dedesidir. seyyid fehim efendinin kardeşi molla safiyyüddinin torunu abdülhamid efendide vefat etdi. seyyid fehim efendinin dokuz oğlu ile dört kızı vardı: reşid efendinin, muhammed bakır isminde bir oğlu ile aişe hanım adında kızı vardı. bu aişe hanım seyyid abdülhakim efendinin ikinci zevcesi idi. muhammed emin efendi, kardeşlerinin en üstünü idi. alim, fadıl ve edib idi. hicaz dönüşü turi sinada vefat etdi. fatıma isminde bir kızı vardır. muhammed ma'sum efendi. arif ve kamil idi. abdülhakim efendinin halifesidir. arvasda vefat etdi. sekiz oğlundan abdülhakim efendi, de meb'us oldu. meclise girmeden istanbulda vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. ikinci oğlu, taha efendi, çatakda ikenhaccında mekkede vefat etdi. oğulları, ercümend, ataullah, ubeydullah ve ender efendilerdir. üç de kızı vardır. üçüncü oğlu, muhammed emin garbi efendi, ibrahim arvas beğin damadıdır. bunun iki mubarek oğlu murad ve hamid efendilerdir. dördüncü oğlu bakır efendida konyada vefat etdi. dört çocuğu vardır. beşinci oğlu selim efendi, de arvasda vefat etdi. bunun oğlu zeynel'abidin efendi, istanbulda muallim idi. altıncı oğlu salahuddin efendi, mer'aşdada vefat etdi. oğlu yahya ve kızları sabahat ve müzeyyendir. yedinci oğlu ibrahim efendidir. bunun beş oğlu, üç kızı vardır. oğulları, fethullah, necat, abdülvahid, mekki ve metin efendilerdir. sekizinci oğlu bedreddin efendinin oğulları habib, muhib ve irfan efendilerdir. muhammed sıddik efendi. van müftisi iken ermeniler şehid etdi. van, gürpınar, aşağıkaymazdadır. oğlu fehmi efendi ile torunu ma'şuk efendi kazasında imamdırlar. seyyid hasen efendi, de, medinede vefat etdi. üç oğlundan necmüddin efendida, muhammed reşid efendide, sıddik efendide vefat etdi. birincinin üç, ikincinin sa'id efendi, üçüncünün dört oğlu vardır. muhammed reşid efendi hicret hanımın zevcidir. molla hüseyn efendi, sabık van müftisi olan faziletli kasım efendinin ve şemseddin ve ihsan efendilerin babasıdır. mazhar efendidir. oğlu mazhar ve bunun oğlu abdülehad ve bunun oğulları muhammed nuri behcet, servet, fatih ve necdet efendilerdir. muhammed salih efendi. de medinede vefat etdi. oğlu raci efendidir. nizameddin efendi. bir zevcesinden olan iki çocuğu, sadreddin efendi ile hicret hanımdır. sadreddin efendi, diyarı bekrdede vefat etmiş, vanda defn edilmişdir. dört çocuğu vardır. ikinci zevcesinden dört çocuğu olmuşdur. bunlardan vehbi efendi emekli teknik zira'at me'murudur. nesibe hanım emekli maliyye müfettişlerinden hayati çiftlik beğin zevcesidir. asiye hanımın zevci abdürrahman ekincidir. sariye hanım vandadır. hicret hanımın oğlu sa'id efendi ile dört damadından birincisi, faziletli kasım efendidir. ikincisi, seyyid abdülhakim efendi hazretlerinin yeğeni rukiye hanımın oğlu aydın beğdir. üçüncü damadı eczacı fatih yılmaz beğ fatihde nin sahibidir. dördüncü damadı habib efendidir. seyyid fehim efendinin iki damadı hüseyn ve emin paşalardır. üçüncü kızı esma hanımın üç oğlu şevki, faruk ve nabi efendilerdir. seyyid fehim efendi kuddise sirruh insanı kamil idi. talebesinin en üstünü, veliyyi kamil seyyid abdülhakim efendidir. yılıcemazil ahır da yazdıkları mektubda buyuruyor ki: sevdiğim, kıymetli seyyid ibrahim ve seyyid taha! allahü teala, ikinize de selamet versin! size çok düa etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla abdülhakim geçen sonbeharda buraya gelmişdi. ders okumağa başlamışdı. bu fakir de, onun dersini gayet dikkat ile, tahkik ederek anlatdım. o da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkik eyledi. ilmden başka birşeye bakmasına vakt bırakmadım. şimdi, zemanımızdaki üsule göre kitabları bitirdi. bu fakir, alet ilmlerini ve fıkh ve hadis bilgilerini okutmak için, üstadlarımdan nasıl me'zun oldu isem, onu da ben, öylece me'zun eyledim. sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. ilmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevazu' gösteriniz! bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. bundan başka, ilme karşı tevazu' göstermek, allahü tealaya tevazu' etmek demekdir. bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! esseyyid fehim rahimehullahü teala. ikinci mektubda buyuruyor ki: sevgili oğlum, gözümün nuru seyyid molla abdülhakim! size, sonsuz düalarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zemandan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. allahü teala her gizli şeyleri bilir. o şahiddir ki, kalbim hemen her zeman seninledir diyebilirim. beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! böylece sevgi bağları oynatılmış olur. eğer o, gözümün nuru, buradaki fakirlerden soracak olursa, allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! bedenimizin ve etrafımızın rahatı ve selameti günden güne artmakdadır. hak teala, biz fakirlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selamet ihsan buyursun! amin. abdülhamide ve hasene ve seyyid ibrahime bu fakirin düalarını bildiriniz! taha efendiye ve mazher efendiye düa ederim. her kime uygun görürseniz, bu fakirin düalarını bildirmek için, vekilimsiniz. bundan başka, nehride olanların, doğru iğri hepsinin hallerini yazınız. ayrıca, nasturilerin taşkınlık yapdıklarını, dörtyüz müsliman öldürdüklerini işitdik. bunların neler yapdıklarını ve ne için yapdıklarını da bildirmenizi istiyorum. vesselam, ocak. düacınız, günahkar seyyid fehim. seyyid abdülhakim efendinin biraderi seyyid taha efendiye yazdığı bir mektub şudur: mubarek bostanın taze fidanı taha efendi! güzel yazılmış olan mektubunuz geldi. o sevgili oğlumun ve yakınlarının selametde olduğunu bildirdikden sonra, hakiki matlubun şevkını, arzusunu da duyurmakda olduğundan çok hoşumuza gitdi. mısra. bu abı hayatı bırakmak, bana yakışmaz. allahü teala bu susuzluğunu her an artdırsın! diyorsunuz. sevgili yavrum, tam kendisi olması lazım değildir. rabıtadan maksad, surete teveccühdür. sureti düşünmekdir. ondan yardım beklemekdir. belli olan sureti teşhis etmek, tanımak lazım değildir. hakikatde, ruhun belli bir sureti yokdur. hayal edilen, düşünülen bir suretde, şeklde görünebilir. ruh, te'alluk etmiş, bağlanmış olduğu cesede, bedene alışmış olduğu için, çok kerre, o cesed şeklinde ve muhtelif hallerde görünür. hangi suretde ve hangi halde görünürse görünsün, eğer güzel, tatlı, sevinçli görünür ve muhabbeti ve huzuru artdırırsa, rahmani olduğu anlaşılır. elinden geldiği kadar o surete arzunu ve sevgini artdırmağa çalış! onda, kendini yok et! suret, eğer çirkin ise, korkunç ve korkutucu ise, bu şeytani bir görünüşdür. ona bakma! def' olsun, gitsin. zikr ederken, hatıra gelen başka şeylerden kurtulmak için ne yapmalı diyorsunuz. azizim, öyle düşünceler, iki şey ile, biiznillahi teala yok olur, giderler. rabıtada görünen surete tam teveccüh etmekle yahud zikre çok ikbal etmekle, hevesle yapmakla ve bütün kuvvetlerini ve duygularını yürek tarafında toplamakla gider. ekim. eshabı kiram fenari: molla şemseddin muhammed bin hamza, osmanlı devletinin en büyük alimlerindendir. ilk şeyhülislamdır. de tevellüd, de vefat etdi. bursada, maksemdedir. mısrda kemaleddinden okudu. matematik ve astronomi de öğrendi. yıldırım bayezid ve çelebi sultan muhammed zemanlarında bursada binlerle alim yetişdirdi. de hacdan dönerken mısr sultanı melik müeyyid, mısrda kalarak ders vermesini rica etdi. bir müddet kaldı. sonra, çelebi sultan muhammed da'vet edince, bursaya geldi. sultan ikinci murad han kendisini ilk olarak şeyhülislam yapdı. bu vazifeyi adalet ve hak üzere altı sene yapdı. vefatında, çok para ve onbinden çok kitab bırakdı. tefsir, fıkh ve mantık üzerinde çeşidli eserleri ve fetvaları vardır. ferideddini attar: muhammed bin ibrahimdir. alim ve tesavvufda kamil idi. de nişapurda tevellüd, de cengiz askeri tarafından şehid edildi. nişapurdadır. babası attar idi. ya'ni parfüm satardı. tesavvuf büyüklerine gider, sohbetlerinden istifade ederdi. zühd, takva ve ibadetle uğraşırdı. şi'rleri çok tatlı, nasihatleri çok te'sirlidir. yüzbin beyti vardır. celaleddini rumi, kendisini medh etmekdedir. kitabları çokdur. bunlardan farisi meşhurdur rahimehullahü teala. fıdda: fatımatüzzehranın radıyallahü anha cariyesi idi. kendisine candan hizmet ederdi. firuz şah: delhide hükumet süren sultanlardandır. sultan gıyaseddinin kardeşi recebin oğludur. de tahta çıkdı. memleketi adalet ve dirayetle idare etdi. birçok şehrler, kal'a ve su kanalları yapdı. da seksen yaşında vefat etdi. kitab da yazmışdır. fudayl bin iyad: evliyanın büyüklerindendir. zühd ve takvası ve va'zları ve irşadı meşhurdur. de mekkede vefat etdi. harun reşidle çok sohbet etmişdi. bişri hafinin ve sırriyi sekatinin rehberidir. semerkandda tevellüd etdi. baverdde büyüdü. kufede yerleşdi. gazali: imamı muhammed bin muhammed gazali, huccetülislam adı ile meşhurdur. islam alimlerinin büyüklerindendir. müctehid idi. ictihadı, şafi'i mezhebine yakın olduğundan, şafi'i mezhebinde sanılır. de tus şehrinin gazal kasabasında tevellüd, de yine orada vefat etdi. vezir nizamülmülk huzurundaki, alimler meclisindeki konuşmalarında, hepsini hayretde bırakmışdı. de bağdadda nizamiye üniversitesine profesör oldu. hacdan sonra şamda profesör yapıldı. mısrda da ders okutdu. mükemmel rumca öğrendi. yunan felesoflarının kitablarına cevablar yazdı. kitabında, kendi hal tercemesini ve fikrlerini uzun yazmakdadır. o kadar çok kitab yazdı ki, sahifelerini ömrüne bölmüşler. gününe onsekiz sahife düşmüşdür. arabi beş cild kitabı ve bunun muhtasarı farisi kitabı yeniden basılmışdır. kitabında, kendisi daha geniş bildirilmişdir. gelenbevi: adı isma'il bin mustafadır. osmanlı alimlerindendir. yenişehr kadisi idi. de vefat etdi. geometri ve trigonometri üzerinde kıymetli kitabları vardır. çeşidli kitablar yazdı. fatihde, bir mektebe adı verilmişdir rahimehullahü teala. haccac bin yusü taifde beni sakif kabilesinden olupyılında doğdu. halife abdülmelik, bunu kumandan yapdı. ilk vazifesi, mekkei mükerremede abdüllah bin zübeyr ile harb etmek oldu. bunu şehid etdi. de hicaz ve ırak valisi oldu. hindistana kadar hakim oldu. çok müslimanı şehid etdi. haricilerle cihad ederek, bunları kahr etdi. böylece, ehli sünnete büyük hizmeti oldu. da velid halife olunca, hükmü bir kat daha artdı. de vali iken öldü. çok zeki ve siyaseti kuvvetli idi. keremi, ihsanı da, zulmü gibi, pek fazla idi. afvı da çok olurdu. hindistan taraflarında birçok yerler feth etdi. kur'anı kerime hareke koyup doğru okunmasını sağlıyan budur. hadicetülkübra: kureyşin asilzade, kibar ailesindendir. resulullahın ilk zevcesidir. babası hüveylid, anası fatımadır. kırk yaşında ve dul iken resulullahla evlendi. resulullah o zeman yirmibeş yaşında idi. bundan dört kızı ve iki oğlu oldu. dul iken, ticaret yapardı. çok zengindi. me'murları, katibleri ve köleleri vardı. cebrail aleyhisselam resulullaha ilk göründüğü zeman korkmuşdu. bu hali hadiceye söyledi. ilk önce, hadice iman etdi. kafirler heykele tapar, resulullaha inanmaz, alay ederlerdi. çok eziyyet ederlerdi. hadice, resulullaha teselli ve gayret verirdi. bütün malını, mülkünü onun uğruna feda etdi. resulullaha yirmibeş sene sadakatle hizmet etdi. bir kerre incitmedi. hicretden üç sene önce, ebu talibin ölümünden üç gün sonra, altmışbeş yaşında, mekkei mükerremede vefat etdi. resulullah, vefatına kadar, her zeman kendisini medh buyururdu. hatta, birgün, evde medh ederken, aişe valdemiz dayanamayıp dedi. hayır! ondan iyisi verilmedi. herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana inandı. herkes bana eziyyet verirken, o bana yar oldu. üzüntülerimi giderdi buyurdu. hazreti hadice ile kerimesi fatımatüzzehra, dünyadaki bütün kadınların en üstünü oldukları hadisi şerifde bildirilen dört kadından ikisidir. üçüncüsü, fir'avnın zevcesi hazreti asiye, dördüncüsü, hazreti meryemdir radıyallahü teala anhünne. hafsa: resulullahın zevcesi ve hazreti ömerin kızıdır. birinci zevci, bedr gazasında bulunan huneys idi. huneys ile birlikde medineye hicret etmişdi. genç yaşında dul kaldı. babası, hazreti ebu bekre ve sonra osmana teklif etdi. o sırada, resulullahın kızı yeni vefat etmişdi. her ikisi özr dilemişdi. hazreti ömer üzüldü. resulullah, bunu anlıyarak, ya ömer! kızını, osmandan daha iyisi alacak ve osman, hafsadan iyisini zevce edinecekdir buyurdu. hicretin üçünden sonra hafsa valdemizi nikah etmekle şereflendirdi. kerimesi ümmi gülsümü de hazreti osmana verdi. bir müddet sonra, hafsayı boşadı. sonra, cebrail aleyhisselamın işareti ile tekrar nikah buyurdu. çok oruc tutar, çok namaz kılardı. altmış hadisi şerif bildirmişdir. hicreti ılı vefat eyledi radıyallahü teala anha. halid bin velid: islamın büyük düşmanlarından velid bin mugayrenin oğludur. ebu cehl ile kardeş çocuklarıdır. sahabei kiramın büyüklerinden, islam gazilerinin kahramanlarından idi. annesi lubabe, resulullahın baldızı idi. uhud gazasında, düşman birliklerinden birinin kumandanı idi. kırka yakın sahabenin şehid olmasına sebeb olmuşdu. hudeybiyede de düşman tarafında idi. altıncı yıl sonlarında amr ibni as ile birlikde medineye gelip müsliman oldu. mekke fethinde, islam ordusunda birlik kumandanı idi. mute gazasında ca'fer tayyar şehid olunca, kumandayı ele alıp, üçbin kişi ile, herakliüsün yüzbin kişilik ordusuna galib geldi. resulullahdan adını alarak şereflendi. hazreti ebu bekr ve ömer zemanlarında da çeşidli zaferler kazandı. yılında humsda vefat etdi. fekat yakuti hameviye göre, medinede medfundur. halid bin zeyd: ebu eyyub ensari, eshabı kiramdandır. eyyub sultan denilmekle meşhurdur. resulullah, medineye hicret edince, deve bunun kapısında çökdü. mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu evde müsafir kaldı. medine ehalisi hazreti halidin evine gelip resuli ekremi ziyaret etdi. bu arada, yehudi alimlerinden da gelip, dikkatle resulullaha bakdı. diyerek, hemen müsliman oldu. hazreti halid, bedr, uhud, hendek ve başka gazalarda bulundu. yüzelli hadisi şerif haber vermişdir. ihtiyar olduğu halde hazreti mu'aviye zemanında, süfyan bin avfı ezdi kumandasındaki ordu ile istanbulu almağa geldi. yezid de bu orduda idi. senesinde sur dışında otuzbin mücahid ile, şehid oldular. hacı bayramı velinin yetişdirdiği evliyadan ak şemseddin tarafından kabri keşf edilip, fatih sultan muhammed han, türbe yapdırdı. osmanlı padişahları, bu türbeye saygı gösterirdi. hükümdarlar bu türbe önünde kılınç kuşanırlardı radıyallahü teala anh. istanbul şehri, yezid ve süleyman bin abdülmelik zemanlarında da muhasara edilmişdir. halidi bağdadi: ziyaeddin mevlana halidi osmaninin babası ahmed bin hüseyn, bağdadın zur kazasındandır. osman bin affan radıyallahü anh soyundandır. mevlana halid, fıkh, hadis, tefsir, tesavvuf, kelam, sarf, nahv, bedi, meani, beyan, belagat, vad', bahs, adab, aruz, lügat, mantık, fizik, matematik, geometri, astronomi ve benzeri ilmlerde zemanının bir danesi idi. firuzabadinin koca kamus lügatini ezberlemişdi. zemanındaki bağdad alimlerinin ve tesavvufcularının, belki, asrındaki bütün alimlerin üstünde idi. kur'anı kerimin esrarına vakıf idi. bütün ömrü zühd ve vera' ile geçmişdi. gören, işiten her alim, yüksekliğini, üstünlüğünü söylerdi. her ilmden, her kitabdan sorulan her suale, düşünmeden, hemen doğru, aslına uygun cevab verirdi. herkesi hayretde bırakırdı. adı her tarafa yayıldı. süleymaniyye mütesarrıfı abdürrahman paşa, bir medresede ders vermesini, her ihtiyacını bol vereceğini çok diledi ise de, kabul etmedi. bu işi beceremem dedi. yılında üstadı seyyid abdülkerim berzenci ta'undan vefat edince, onun talebesi boş kalmasın diye, bunlara ders verdi. her tarafdan alimler dersine üşüşdü. her müşkili çözer, her derde deva olurdu. kendisi hiç kimseye ehemmiyyet vermeyip, gece gündüz ibadet ederdi. cezbe halinde olup, hep ağlardı. çok düşünceli idi. de hacca gitdi. yolda şam alimlerinden çok saygı gördü. verdiği cevablarla, alimleri şaşkına çevirdi. alçak gönüllü olduğundan, orada allame muhammed küzberiden hadis rivayeti icazeti aldı. mustafa kürdiden hadis ve kadiri icazeti aldı. yollarda söylediği farisi beytler, çok nazik ruhunun terennümleridir. divanını gören hayran olur. medinede yemenli bir alimden nasihat istedikde, der. mekkede, bir cum'a günü, kabei şerifeye karşı okuyordu. cahil kılıklı, siyah sakallı birinin ka'beye arka çevirip kendine bakdığını gördü. diye düşünürken, mü'mine hurmet, ka'beye hurmetden daha öncedir. bunun için yüzümü sana çevirdim. niçin beni kötülüyorsun, medinedeki zatın nasihatını unutdun mu? dedi. bunun büyük velilerden olduğunu anladı. afv diledi. beni irşad et diye yalvardı. dedi, eli ile hindistanı gösterdi. dedi ve gitdi. hacdan, memleketine gelip ders vermeğe başladı. fekat, gece gündüz hindistanı düşünüyordu. birgün, hindistanın kutbu abdüllahi dehlevinin talebesinden biri geldi. ikisi biryere kapandı. derse gelmez oldu. talebe, hindliye kızmağa başladı. senesinde, ikisi hind yolculuğuna çıkdılar. herkes, talebe, alimler ağlayıp, yalvarıp yoldan çevirmek için çok uğraşdı. faide vermedi. tahranda şi'i alimi isma'il kaşiyi, talebesi arasındaki konuşmalarda rezil etdi. vaktile şi'i tefsirlerinde, diye, okumuşdu. kaşiye dedi. kaşi, dedi. buyurdu. kaşi, bu ayet, peygambere karşı değildir. ebu bekri azarlamakdadır dedi. dedi. kaşi cevab veremeyip mahcub oldu. sonra, bistam, harkan, semnan ve nişapurdan geçdi. uğradığı yerlerdeki evliyayı, şi'rleri ile medh eyledi. tus şehrinde imamı ali rızanın türbesini ziyaretinde çok güzel kaside okuyarak medh eyledi. cam ve hıratdan geçdi. her şehrden ayrılırken, alimler, ehali aşık olup saatlerce yola uğurluyorlardı. kandihar, kabil, pişaver alimlerinin suallerine verdiği cevablarla, hepsini hayran bırakdı. lahora ve tam bir senede yürüyerek dehliye geldi. orada varisi ulumi rabbani, cami'i kemali suri ve ma'nevi seyyid abdüllahi dehlevi hazretlerinin kalbine yerleşdirdiği zikre devam ve dokuz ay çalışıp, huzur ve müşahede makamına erişdi. vilayeti kübra hasıl oldu. müceddidiyye, kadiriyye, sühreverdiyye ve kübreviyye ve çeştiyyede kemale geldi. abdüllahi dehlevinin mubarek kalbindeki bütün esrara mazhar oldu. da kendi vatanı olan süleymaniyyeye geldi. oradan, bağdaddaki abdülkadiri geylani hanesine yerleşdiler. sa'id paşa bin süleyman paşa, bağdad valisi idi. mevlana halid, matüridi i'tikadında ve şafi'i mezhebinde idi. çok alim, çok veli yetişdirdi. sayısız kerametleri görüldü. bunlardan çoğu türkçe ve kitablarında yazılıdır. mesela, sultan mahmudun seray nazırlarından halet efendi, mevlevi idi. mevlana halidin şöhret ve i'tibarını çekemiyerek kendisini halifeye çekişdirdi ve onbinlerle adamı vardır. devlet ve saltanat için tehlükelidir. ortadan kaldırılması lazımdır dedi. sultan mahmud da diyerek sözüne kıymet vermedi. mevlana halid hazretleri bunu işitince, halifeye hayr ve selametle düa eyledi ve halet efendinin işi, piri celaleddini rumi hazretlerine havale olundu. onu huzuruna çekip, cezasını verecekdir buyurdu. az zeman sonra sultan mahmud han, mora ısyanına sebeb olduğu için, onu konyaya sürdü. orada i'dam olundu. mevlana halidde zur kazasında tevellüd ve de şamda ta'undan vefat etdi kaddesallahü teala sirrehul'aziz. salevat kitabı her hafta okunur. çok faidelidir. nahvde, kelamda, fıkhda, tesavvufda kıymetli kitabları vardır. farisi olan adındaki amentü şerhinin ve rabıta risalesinin tercemeleri basılmışdır. nin türkçe, fransızca, almanca ve ingilizce tercemeleri, hakikat kitabevi tarafından basdırılmışdır. hamza bin abdülmuttalib: eshabı kiramın büyüklerindendir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcasıdır. hem de süt kardeşidir. annesi hale, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem annesi olan hazreti aminenin amcasının kızı idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kırkaltı yaşında iken, birgün safa tepesinde oturuyordu. ebu cehl, yanından geçerken, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem küfr etdi. mubarek ağzını açmadı. birşey demedi. fekat, bir hizmetçi kız, bunu işitdi. hamza radıyallahü anh, o gün avdan geliyordu. adeti üzere, tavaf yapmak için, haremi şerife uğradı. hizmetçi kız, yanına gelip, dedi. hamza daha müsliman olmamışdı. fekat, kardeşinin oğluna küfr edildiğini işitince, akrabalık damarları hareket etdi. silahları üstünde olarak, kureyş kafirlerinin yanına geldi. diyerek, boynundaki ok atan yay ile, ebu cehlin başını yardı. orada bulunan kafirler, hamzaya saldıracak oldular. büyük çarpışma çıkacakdı. fekat, ebu cehl dokunmayınız! hamza haklıdır. onun kardeşi oğluna, bilerek, kötü şeyler söyledim dedi. böylece, hamzayı başından savdı. aman, ona ilişmeyiniz! bize kızar da, müsliman olur. bununla, muhammed kuvvetlenir dedi. hamza müsliman olmasın diye, kafasının yarılmasına razı oldu. çünki, hamza, hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi. hamza, resulullahın yanına gelip, ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! ebu cehlden intikamını aldım. onu kana boyadım. üzülme, sevin dedi. buyurdu. dedi. buyurdu. hamza radıyallahü anh, hemen müsliman oldu. kureyşin yanına gidip, müsliman olduğunu ve allahın peygamberini her suretle koruyacağını güzel bir kaside okuyarak bildirdi. bunun müsliman olması ile, muhammed aleyhisselam çok sevindi. müslimanlar, pek çok kuvvet buldu. medineye hicret etdi. bedr gazasında, fevkal'ade kahramanlık gösterdi. uhud gazasında da, otuzbir kafiri cehenneme gönderdikden sonra, vahşi tarafından şehid edildi radıyallahü teala anh. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buna çok üzüldü. çok ağladı. cenaze namazını kıldı. şehid olduğu zeman elliyedi yaşında idi. vahşi de radıyallahü anh sonra müsliman oldu. harun reşid: abbasi halifelerinin beşincisidir. muhammed mehdinin oğlu, ca'fer mensurun torunudur. de tevellüd, de tus şehrinde vefat etdi. tusdadır. de kardeşi musa hadi vefat edince, halife oldu. babası zemanında, iki def'a rumlarla harb etmişdi. kahramanlık göstermişdi. üsküdara kadar gelmişdi. halife iken, ereğliye kadar aldı. dokuz def'a hac edip medine, mekke halkına çok ihsanda bulundu. ilm ve san'at sahiblerine çok yardım ederdi. çok adil idi. fekat veziri, bermekilere sert ceza verdi. imperatör şarlman ile dostluk kurdu. ona hediyyeler gönderdi. bu arada gönderdiği su ile işliyen bir saat, avrupalılara hayret vermişdi. zevcesi zübeyde, mekkei mükerremenin her yerine denilen çeşmeler ve havzlar yapdırdı. hasen bin ali: hazreti alinin büyük oğlu, resulullahın torunudur. oniki imamın ikincisi, islam halifelerinin beşincisidir. hicretin üçüncü yılı, ramezan ortasında, medinede tevellüd, da, medinede vefat etdi. da diyor ki, hazreti mu'aviye, kendinden sonra yerine hazreti haseni radıyallahü anhüma halife yapmağa karar verdi. bunu millete i'lan etdi. yezid, babasının bu kararını anlayınca, kendisi halife olmak için, şamdan hazreti hasenin zevcesine zehr gönderdi. seni ben alacağım. tepeden tırnağa kadar mal, süs eşyası içine koyacağım diye, onu aldatdı. bu da, kendisini boşıyacak diye, zaten hazreti hasene kin beslemekde idi ve onu zehrledi. yüzü resulullaha çok benzerdi. hilm, rıza, sabr ve kerem sahibi idi. halife osmanın evi sarıldığı zeman, babası tarafından, kardeşi ile birlikde imdada gönderilmişdi. kırk senesinde kufede halife oldu. yedi ay sonra hazreti mu'aviye ile harb etmeği doğru görmeyip, hilafeti kendi rızası ile ona bırakdı. hazreti aişe, imamın resulullahın yanına defn edilmesine izn verdi ve çok istedi ise de, mervan, baki' kabristanına defn etdirdi. çocuklarına şerif denir. hasen çelebi: babası muhammed şahdır. molla fenari soyundan olup, alim ve kamil idi. da tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. ve e, a, e, a, ye haşiyeler yapmışdır. başka eserleri de vardır. hind binti utbe: islamın büyük düşmanlarından utbe bin rebi'a bin abdi şems bin abdi menaf kızı, ebu süfyanın zevcesi ve hazreti mu'aviyenin annesidir. daha önce, fakih bin mugire mahzuminin zevcesi idi. uhud gazasında bulundu. düşman askerlerini harbe teşvik ederdi. mekkenin fethinde, zevcinden bir gün sonra, müsliman oldu. resulullahın hayr düasını aldı. yermük gazasında, zevci ile birlikde islam ordusunda bulunup, islam askerini rumlara karşı harbe teşvik etdi. yılında ebu kuhafe ile aynı günde vefat etdi radıyallahü teala anhüma. hümayun şah: mirza muhammeddir. hindistandaki gürganiyye devletinin ikinci sultanıdır. mirza babür şahın oğludur. de kabilde tevellüd, de vefat etdi. de hükmdar oldu. vede efganistanda şir hana mağlub oldu. irana sığındı. de efgan askerini mağlub ederek tekrar hükmdar oldu. de vefat etdi. dehlideki türbesi pek san'atlı ve zinetlidir. hind sultanları. derdimsahifededir. hüseyn bin ali: resulullahın torunu, hazreti alinin ikinci oğludur. oniki imamın üçüncüsü ve ehli beytin beşincisidir. hicretin altıncı yılında tevellüd, muharremin onuncu günü kerbelada şehid oldu. çeşidli hadisi şeriflerle medh edildi. hep babasının yanında idi. babası şehid olunca, medineye geldi. hazreti mu'aviyenin vefatında yezide bi'at etmedi. kufeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. kardeşi muhammed bin hanefiyye, ibni ömer, ibni abbas ve daha nice eshabı resul mani' oldular ise de, nasihatlerini dinlemeyip, yetmişiki kişi ile mekkeden, ıraka yola çıkdı. yezid, şamdan bunu haber alınca, ırak valisi, ubeydüllah bin ziyade emr gönderip, kufeye sokma dedi. bu da, sa'd ibni ebi vakkasın oğlu ömerin kumandasında bir ordu gönderdi. ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imam kabul etmeyip harb etdi. yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, si de şehid oluncıya kadar dövüşdü. sinan bin enes nehai, hazreti imamı şehid etdi. mubarek oğlu, imamı zeynel'abidin on yaşında ve hasta yatmakda olduğu için öldürülmedi. kadınlarla ve imamın mubarek başı ile şama gönderildi. mubarek başı, mısrda karafe kabristanında medfundur. hüseyn bin ali va'izi kaşifi: sultan hüseyn baykıra zemanında hiratda va'iz idi. adındaki farisi tefsiri çok kıymetlidir. muhammed bin idrisi bitlisive seray hocalarından isma'il ferruh efendi tarafındanda türkçeye terceme edilmiş, ikincisi tefsiri ismi ile basılmışdır. kitabında namaz vaktlerinin ta'yinini bildirmekdedir. da vefat etdi rahimehullahü teala. hüseyn buhari: hüseyn bin yahya buhari, hanefi alimlerindendir. yılında vefat etdi. imamı muhammedin ini şerh etmişdir. hüseyn hilmi ışık: binüçyüzyirmidokuz hicri yılına rastlıyan bindokuzyüzonbirsenesinde mart ayının sekizinci günü, güzel bir behar sabahı, istanbulda, eyyub sultanda, servi mahallesi, vezirtekke sokağı şifa yokuşundanumaralı evde tevellüd etdi. babası sa'id efendi ve dedesi ibrahim pehlivan, plevnenin lofca kasabası, tepova köyünden, annesi aişe hanım ve annesinin babası hüseyin ağa da, lofca kasabasından idiler. sa'id efendi, doksanüç rus harbinde muhacir olarak istanbula gelmiş, vezirtekkesinde yerleşip evlenmişdi. harb ve muhacirlik sıkıntıları sebebi ile, hiçbir mektebe gidememiş, belediyyede kantar me'muru olmuş, kırk seneden fazla, bu vazifeyi yapmışdı. istanbulun büyük cami'lerinde, meşhur hocaların derslerine aralıksız devam ederek din bilgilerinde çok derinleşmişdi. vazifesi icabı matematiğin dört işlemini zihn ile yapmakda, o kadar mahir olmuşdu ki, görenler şaşardı. beş yaşında, eyyub cami'i ile bostan iskelesi arasındaki mihri şah sultan ilk mektebine başladı. burada iki senede kur'anı kerimi hatm eyledi. yedi yaşında sultan reşad hanın türbesine bitişik nde ilk tahsilini yaparken, babası ta'til aylarında , ve din mekteblerine de gönderir, oğlunun iyi yetişmesi için çok gayret ederdi. hüseyn hilmi efendisenesinde ilk mektebi birincilikle bitirdi. ilk okulda, her dersden aldığı altın yaldızlı mükafatları büyük bir albümü doldurmakdadır. o sene, konyadan istanbula getirilmiş olan giriş imtihanlarını pekiyi olarak kazanıp, o sene orta kısmı ikinci sınıfa birincilikle geçdi. her sene takdirler alarakda askeri liseyi birincilikle bitirip, askeri tıbbiyye mektebine seçildi. tıbbiyye mektebinde ikinci sınıfa birincilikle geçdi. eczacı mektebini ve sonra gülhane hastahanesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce, üsteğmen olarak, askeri tıbbiyye mektebine müzakereci ta'yin edildi. eczacı talebesi iken, abdülhakim efendinin tavsiyesi ile, parisde çıkan gazetesine abone olup, fransızcasını ilerletdi. müzakereci iken yine hocasının emri üzerine, kimya yüksek mühendisliğini okumağa başladı. yüksek matematikçi von misesden, mekanik profesörü pragerden, fizikçi demberden, teknik kimyayı grossdan okudu. kimya profesörü arndın yanında çalışdı. takdirlerini kazandı. arndın yanında altı ay travay yapıp, cisminin sentezini yapdı ve formülünü tesbit etdi. dünyada ilk olan bu başarılı travayı, ingilizce olarak, cild numarası ile devlet matbaasında basdırılan fen fakültesi mecmu'asında ve almanyada çıkan kimya kitabının tarih vesayısında isminde yazılıdır. hüseyn hilmi ışık, senesi sonunda sayılı kimya yüksek mühendisliği diplomasını aldı. o sene türkiyede ilk ve tek olarak kimya yüksek mühendisi olduğu, günlük gazetelerde yazıldı. bu başarısından dolayı, askeri kimya sınıfına geçirilerek, ankarada, mamakda zehrli gazlar kimyageri yapıldı. burada onbir sene kalıp, auver fabrikası genel direktörü merzbacher ve kimya doktoru goldstein ve optik mütehassısı neumann ile yıllarca çalışdı. onlardan almanca da öğrendi. harb gazları mütehassısı oldu. de bursa askeri lisesinde kimya mu'allimi, sonra öğretim müdiri olmuş, burada ve sonra kuleli ve erzincan askeri liselerinde uzun seneler kimya dersi okutarak, yüzlerce subaya hocalık yapmış, kıdemli albay iken, ihtilalinde emekli yapılmışdır. sonra, vefa lisesinde ve imam hatib okulunda ve cağaloğlu, bakırköy san'at enstitülerinde matematik, kimya hocalıkları yapıp, çok sayıda imanlı genç yetişdirmişdir. senesinde yeşilköyde merkez eczahanesini satın almış, sahib ve mes'ul müdiri olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etmişdir. siyasete hiç karışmamış, hiçbir partiye bağlanmamışdır. bölücülüğe, tarikatçılığa, devlete, kanunlara karşı gelmeğe, karşı olduğunu eserlerinde açıkça bildirmişdir. türkiyenin ve bütün dünyanın her yerine gönderdiği muhtelif lisanlardaki kitablarında, islam dininin doğru olarak anlaşılması, islam ahkamının ve ahlakının yayılması için çalışdı. bunun için, dini dünya çıkarlarına alet edenlerin ve mezhebsizlerin iftira oklarına hedef oldu. sonbeharında dehliyi, diyobend ve serhendi ve sonra karaşiyi ziyaret etmiş, panipüt şehrinde, senaullah hazretleri ile mazheri canı cananın zevcesinin kabrlerinin ayak altında kaldıklarını görerek çok üzülmüş, beşyüz dolar vererek, her iki kabrin ta'mir ve muhafazasını te'min etmişdir rahimehullahü teala. de vefat etmiş olup, kaşgari dergahı yanında medfundur. vezir tekkeyi safranbolulu muhammed izzet paşa, de sadrı azam olunca, nakşibendi meşayıhı için yapdırdı. . hüseyn tayyibi: şerefeddin hüseyn bin muhammed tayyibi, büyük alimlerdendir. hadis, tefsir ve edebiyyatda çok meşhurdur. de vefat etdi. ibni cüreyci mekki: abdülmelik, hadis alimidir. islamda ilk kitab yazandır. de vefat etdi. ibni haceri mekki: ahmed bin muhammed şihabüddin heytemi, mekkei mükerreme alimi idi. da tevellüd, de vefat etdi. şafi'i mezhebinde derin alim idi. yalnız fıkh üzerinde yetmiş kitab yazmışdır. dört cild , şafi'i mezhebinin en kıymetli kitabıdır. eshabı kiram için yazdığı ve kitabları birer şaheserdir. kitabı, imamı azamın üstünlüğünü gösteren çok kıymetli bir vesikadır. büyük günahları bildiren kitabı ile imamı nevevinin, şafi'i fıkhındaki kitabına yapdığı ismindeki şerhi pek kıymetlidir. fetva kitabları ve daha nice eserleri vardır rahimehullahü teala. ibni haldun: büyük tarihcidir. dedesi haldun hadremutludur. kendi adı abdürrahman bin muhammed hadremidir. dedeleri endülüsde yerleşmişdi. de tunusda tevellüd etdi. de fas sultanı ebu inanın başkatibi oldu. çocuklarını cezaire gönderip, kendiside gırnataya gitdi. sultan ibni ahmer hususi gemi göndererek çoluk çocuğu cezairden gırnataya getirildi. birçok yerlerde, sultanlara katiblik, vezirlik edip, de ders vermeğe başladı. de iskenderiyeye, sonra kahireye gidip, cami'ulezherde ders verdi. mısrda maliki kadisı oldu. şamda timür handan çok saygı ve yardım gördü. da hac etdi. de vefat etdi rahimehullahü teala. yedi büyük cild tarihinden başka, eserleri ve şi'rleri de vardır. tarihi, türkçeye ve avrupa dillerine terceme edilmiş ve basılmışdır. ibni hazm: ali bin ahmed bin sa'id bin hazm, endülüsün büyük alimlerinden idi. devletin veziri idi. ceddi, ebu süfyanın oğlu yezidin azadlısı idi. de kurtubada tevellüd, de vefat etdi. kelam, fıkh alimi, tabib, şair ve felesof idi. her fende çok kitabı vardır. kitabı kıymetlidir. ne yazık ki, felsefeye dalarak, ayeti kerime ve hadisi şeriflere, kendi aklına göre ma'na vermiş, ehli sünnetden ayrılmış, sapıtmışdır. selefi salihinin, kemalini kavrıyamamış, din büyüklerine saygısızlık göstermişdir. bu sebeble, memleketinden sürülerek, çölde vefat etmişdir. ibni hümam: kemaleddin muhammed bin abdülvahid sivasi, hanefi fıkh alimlerindendir. kitabı ve ismindeki şerhi meşhurdur. birkaç cild olup, hindistanda, mısrda, istanbulda basılmışdır. da tevellüd, de vefat etdi. ibni hillikan: şemseddin ahmed bin muhammed bin ibrahim, irbilde, de tevellüd etdi. bermek oğullarındandır. büyük alim ve meşhur tarihcidir. halebde, mısrda ders verdi. de şamda kadılkudat oldu. da mısra gitdi. da tekrar şamda kadılkudat oldu. de şamda vefat etdi. tarih kitabı çok kıymetli olup, şerhleri, ilaveleri ve çeşidli dillere tercemeleri yapılmışdır. şafi'i idi rahimehullahü teala. ibni melek: abdüllatif bin abdül'aziz hanefi fıkh alimidir. izmir tirede ders verirdi. ibnissa'atinin kitabını ve nesefinin kitabını ve yi ve ı şerh etmişdir. de anadoluda tirede vefat etdi rahimehullahü teala. ibni münzir: ebu bekr muhammed bin ibrahim, babası gibi nişapur alimlerindendir. şafi'i mezhebinde idi. üçyüzonsekiz yılında mekkei mükerremede vefat etdi. çok kitab yazdı rahimehullahü teala. ibni nüceym: zeynel'abidin bin ibrahim, hanefi fıkh alimlerindendir. da tevellüd, de vefat etdi. fıkhda kitabı çok kıymetlidir. çeşidli şerhleri vardır. , risaleleri ve fetvaları meşhurdur. çeşidli şerhleri vardır. ömer bin ibrahim ibni nüceym, zeynel'abidin ibni nüceymin kardeşi ve talebesidir. de vefat etdi. mısrda büyük kardeşinin yanındadır rahimehullahü teala. kitabı çok kıymetlidir. ibni sa'. muhammed bin sa'd, basralıdır. vakıdinin katibi idi. da vefat etdi. kitabı onbeş cilddir. sonra bunu kısaltmışdır. ibni semmak: ebül'abbas muhammed bin subh, nasihat ve va'zları ile meşhurdur. harunürreşid, kendisini çok sayardı. de kufede vefat etdi. ibni ziyad: ubeydüllah bin ziyad bin ebu süfyan bin harbdır. hazreti mu'aviye, yılında ziyad bin ebu süfyan vefat edince, bunun oğlu ubeydüllahı horasan valisi yapdı. ubeydüllah o zeman yirmibeş yaşında idi. senesinde bunu kumandan yapdı. ceyhun nehrini develerle geçip buharayı aldı. de, basra valisi oldu. de hariciler basrada isyan edince, bunları perişan etdi. yezid zemanında, kufe valisi oldu. kerbela vak'asına sebeb oldu. yezidin vefatında ırakda halife olmak istedi. halk kabul etmedi. şama kaçdı. mervan, abdüllah bin zübeyre bi'at etmek istiyordu. mervanın zihnini çeldi. mervanın ve oğlu abdülmelikin zemanlarında şamda kumandan idi. kufedeki isyanı basdırdı. de asiler kufede tekrar toplanıp bunlara reis olup, ibrahim ibni üştür kumandasında ordu kurup, şamlıları mağlub etdi ve ibni ziyadı öldürdü. abdüllah bin zübeyr, kardeşi mus'ab bin zübeyri basra valisi yapdı. basralılar, kufelilerle harb edip, galib geldi. deki bu savaşda, muhtar öldürüldü. ibrahim halid: ibrahim bin halid için, ebu sevr maddesine müraceat buyurula. ikrime: ebu cehlin oğludur. önce, islamın büyük düşmanı idi. mekkenin feth günü, öldürülmesi emr buyurulan altı kişiden biri idi. o gün mekkeden kaçıp, gemiye bindi. yolda şiddetli fırtına oldu. batmak üzere iken, kurtulursa, resulullahın ayaklarına kapanmağı adadı. fırtına durdu. yemene çıkınca müsliman oldu. daha önce iman etmiş olan amcasının kızı zevcesi ile medineye geldi. afv buyuruldu. islama çok hizmet etdi. hazreti ebu bekr zemanında, mürtedlerle savaşda, son gayreti ile çalışdı. kumandan olarak umman ve yemene gönderildi. şam fethinde de bulundu. yermük gazasında çok kahramanlık gösterdi ve şehid oldu radıyallahü teala anh. imamı rabbani: adı ahmeddir. hindistanda yetişen en büyük islam alimidir. alimlerin üstünü, vasılların reisi, harikaların, kerametlerin mazharı, sonsuz derecelerin cami'i, hakikat ehlinin öncüsü idi. hazreti ömerin yirmisekizinci torunudur. hicreti e miladın. derdimsenesi aşure günü, serhend şehrinde tevellüd etdi. yüksek derecesinin en büyük şahidi kitabıdır. muhammed ma'sumun talebesinden muhammed bakır lahri, ı farisi olarak kısaltıp, ismini vermişdir. yüzyirmi sahife olup, de lahorda basılmışdır. mektubatın birinci cildinin türkçe tercemesi, ismi ile de istanbulda basılmışdır. müceddidiyye, kadiriyye, sühreverdiyye, kübreviyye ve çeştiyye büyüklerinin bütün kemalatına mazhar idi. bedreddini serhendinin farisi kitabında ve muhammed haşimi kişminin farisi kitabında ve mektubatın arabi tercemesi olan kitabının haşiyesinde ve arabi de kerametleri, hal tercemeleri geniş yazılıdır. ın farisisinin temamı ve kitabı, de istanbulda basdırılmışdır. urvetülvüska muhammed ma'sumi farukinin torunu olan, gülam muhammed ma'sumun talebesi, hace muhammed fadlüllah kaddesallahü teala esrarehümül'aziz yazmış olduğu kitabında, imamı rabbaninin ve üstadlarının ve talebesinin hayatlarını uzun bildirmekdedir. bu kitab, farisidir. hindistanda basılmışdır. muhammed fadlüllah de kandiharda vefat etdi. hace zade ahmed hilmi efendinin, istanbuldade basılan türkçe kitabı da imamı rabbaninin ve üstadlarının hayatını ve kerametlerini bildirmekdedir. ın farisi aslı ve arabi tercemesi kısaltılarak ismi ile, istanbulda ayrı ayrı basdırılmışdır. imamı rabbani hicretin binotuzdörtve miladın. derdimsenesi safer ayının yirmi dokuzuncu salı günü vefat eyledi. serhendde, aile kabristanındadır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. imran bin hasin: eshabı kiramdandır. hayberin fethi senesi imana geldi. ondan sonraki gazalarda bulundu. hazreti ömer, fıkh öğretmek için basraya gönderdi. abdüllah bin amir tarafından basra kadisı yapıldı. de basrada vefat etdi radıyallahü teala anh. izzeddin ali: ali bin muhammed ibni esir cizri, tarih kitabları ile meşhur olmuş bir alimdir. de, cezirei ibni ömerde tevellüd, de musulda vefat etdi. adındaki tarih kitabı, adem aleyhisselamdan, yılına kadar olan olayları anlatmakdadır. bu kitab miladınyılında hollandada şehrinde oniki büyük cild olarak basıldı. sonra, mısrda basıldı. eshabı kiramdan yedibinbeşyüz sahabinin hayatını anlatan kitabı, tarih kitablarının şaheseridir. beş cild olup, mısrda vehbiyye matbaasında, de basılmışdır. kuds alimlerinden bedreddin muhammed bin yahya ve muhammed bin muhammed kaşgaribu kitabı ayrı ayrı kısaltmışlardır. sem'aninin eserini kısaltarak ve düzelterek hazırladığı, üç cild bir eseri daha vardır. her üç eser de türkçeye çevrilmemişdir. kadi ebülhasen: ali bin nu'man magribi, da magribde tevellüd, de vefat etdi. mısrda, fatımiler zemanında, dokuz sene kadılkudat oldu. alim idi. kadi iyad: ebülfadl iyad bin musa, hadis alimi idi. da septede tevellüd, de merakişde vefat etdi. endülüsde tahsil etdi. septede, gırnatada kadi oldu. çok kitab yazmışdır. ve kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. kadi şüreyh: ebu ümeyye bin hars, tabi'inin büyüklerindendir. hazreti ömer zemanında kufe kadisı idi. hazreti ali halife iken, bunun huzurunda, bir zimmi ile mürafea olunmuşdu. çok adil idi. fıkh alimi idi. dayaşında vefat etdi rahimehullahü teala. kadizade ahmed efendi: ahmed emin bin abdüllah, de tevellüd, de vefat etdi. kadi idi. kitabını ve ni şerh etmişdir. adındaki amentü şerhi pek faidelidir. çok baskısı vardır. karamani kemaleddin: isma'il kemaleddin, müderris idi. kemali rumi ve kara kemal denir. de vefat etdi. şerhine ve şerhine ve kitabına ve ne ve a haşiyeleri vardır rahimehullahü teala. kastalani: şıhabüddin ahmed bin muhammed, mısr alimlerinin büyüklerindendir. resulullahın hayatını anlatan kitabını, cami'ulezher müderrislerinden allame muhammed zerkani maliki şerh etmiş, sekiz cild olarak, da mısrda vede beyrutda tab' edilmişdir. şa'ir baki efendi türkçeye çevirmişdir. iki cild üzere basılmışdır. yusüfi nebhani tarafından kısaltılarak, senesinde harekeli olarak lübnanda basılmış, de istanbulda ofset baskısı yapılmışdır. çok istifadelidir. de tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. kinane bin beşir: resulullahın üçüncü halifesi olan hazreti osman bin affanı kur'anı kerim okurken şehid eden mısr çingenesidir. fir'avna tapınan ahmakların soyundandır. konstan: ikinci konstan, ikinci herakliusun oğludur. hicretin yirminci yılında, oniki yaşında kral oldu. hazreti mu'aviyenin ordularına hep mağlub olduğundan, istanbuldan ayrılıp sicilyeye gitdi. de burada vefat etdi. kurtubi: ebu abdüllah muhammed bin ahmed şemseddin ensari olup, ibni ebu bekr ferecdir. endülüsün en büyük alimlerindendir. de vefat etdi. maliki idi. şerhi, ve ve başka kitabları vardır. malik bin enes: bin malik bin ebi amir esbahi, ehli sünnetin amelde, ibadetde ayrıldığı dört mezhebden biri olan maliki mezhebinin imamıdır. da medinede tevellüd etdiği ibni abidinin mukaddemesinde yazılıdır. tabi'inden olduğu şübhelidir. fıkhda, hadisde ve tefsirde çok derin bilgisi vardır. hocaları da, kendisinden istifadeye gelirdi. bir hadisi şerifi okuyacağı zeman, yeniden abdest alır. diz çökerdi. medinede hiç hayvana binmedi. yaya yürüdü. çok saygılı idi. de istenilen haksız bir fetvayı vermediği içinkırbaç vuruldu. yine vermedi. yılında medinede vefat etdi rahimehullahü teala. adındaki hadis kitabı, ilk hadis kitabıdır. çok alimler, bunu şerh etmişdir. afrikanın kuzeyindeki müslimanların çoğu maliki mezhebindedir. maliki mezhebinde en meşhur fıkh kitabı, ve kitablarıdır. malik bin nüveyre: beni temim kabilesinin reisi eshabı kiram idi. kabilesi ile müsliman olmuşdu. resulullah, bunu kabilesinden zekatını toplayıp medineye getirmeğe me'mur etmişdi. . sahifede diyor ki, malik, resulullahın vefatını haber alınca, zekatları göndermedi ve sahiblerine dağıtdı. halid ibni velid ile konuşurken, resulullah için ve dedi. bu söz halide çok ağır geldi. eshabı kiramdan dırar bin malikilezveri esediye emr eyledi. dırar bunu katl eyledi. dırar, resulullahın elçisi idi. yermük, şam ve yemame gazalarında çok kahramanlık gösterdi ve şehid oldu. malik bin nüveyrenin kardeşi şair idi. kardeşi için mersiye okudu. halife ebu bekr radıyallahü anh halidin özrünü kabul buyurdu. mehdi: fatımatüzzehra soyundan, kıyamete yakın gelecek bir zatdır. adı muhammed, babası abdüllah olacakdır. alim ve veli olacak, yer yüzünün halifesi olacakdır. isa aleyhisselam gökden şama inince, hazreti mehdi ile buluşacakdır. mehdi, müctehid olup, başka mezhebleri kaldıracak, bütün dünyada, bunun mezhebi kullanılacakdır. çok adil olacak, hiçbir mahluk arasında düşmanlık kalmıyacakdır. eshabı kehf uyanıp, mağaradan çıkacak, mehdiye hizmet edecekdir. hadisi şerifler, bunları ve daha başka, çok alametlerini haber vermekdedir. ibni haceri mekki kitabında uzun anlatmakdadır rahimehullahü teala. menavi veya münavi. abdürrauf bin ali, hadis ve fıkh alimidir. şafi'i idi. de mısrda tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. tefsir, hadis, fıkh, tesavvuf, tarih ve ahlak ve tıb üzerinde yüze yakın şerhleri ve te'lifleri vardır. kitabında onbin hadisi şerif vardır. de istanbulda basılmışdır. mervan bin hakem: bin ebil'as bin ümeyye, dördüncü emevi halifesidir. hicretin ikinci yılında tevellüd etdi. hazreti osmanın amcası oğludur. babası taife sürüldüğü için, taifde büyüdü. hazreti osman, bunu taifden medineye getirip, kendisine katib yapdı. hazreti osmanın şehadetinde mısrdan gelen çingene ordusu ile serayın bağçesinde döğüşürken boynundan yaralandı. boynu iğri kaldı. hazreti mu'aviye zemanında medine ve hicaz valisi oldu. da azl edildi. abdüllah bin zübeyrin halifeliğini kabul edecekdi. fekat, ibni ziyadın sözlerine aldanarak, de hak üzerine halife olan abdüllaha isyan etdi. şamda kendi halife oldu. deyaşında iken zevcesi tarafından uyurken öldürüldü. ba'zı kitablar, ta'un hastalığından öldüğünü yazmakdadır. alim idi. fakih idi. çok zeki ve akllı idi. çok güzel kur'anı kerim okurdu. günahlardan çok sakınırdı. babası hakem bin as, mekkenin fethi günü imana geldi ise de münafık idi. cemel vak'asında mervanın atdığı bir ok hazreti talhayı şehid etdi. halbuki her ikisi de, hazreti aişenin askeri idi. bu muharebede çok yaralandı. hazreti ali, bunu afv edip medineye gönderdi. mührü üzerinde yazılı idi. siyasi hayatı, karışık ve karanlık ise de, abbasi tarihcileri, halifelere yaranmak için, hatalarını şişirmiş, hatta bunu kötülemek için, hadis bile uydurmuşlardır. düşman tarafından yazılan kitablar elbet böyle olur. hazreti osmanın hilafet işlerinde kullandığı ve hazreti alinin afv etdiği bir zatı, mel'un diyecek kadar kötülediler. osmanlı tarihleri, zeman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından abbasi tarihlerinden terceme edilmiş, onların te'siri altında kalmış olduğundan, eldeki kitablarımızda, yanlış bilgiler vardır. şurası muhakkakdır ki, abbasiler, ehli beyte karşı düşmanlıkda, emevileri kat kat geçmişdir. mesruk: mesruk bin merzuban küfi, teba'ı tabi'inin büyüklerindendir. yapdığı rivayetleri çok mu'teberdir. ikiyüzkırkda vefat etdi. ibni haceri askalani, kitabının onuncu cildinde, kendisini anlatmakdadır. meymun bin muhammed nesefi: hanefi alimlerindendir. de vefat etdi. kelam alimidir. kitabı meşhurdur. başka eserleri de vardır. mikdad: mikdad bin amr bin sa'lebe kendi, mikdad bin esved ismi ile meşhurdur. eshabı kiramın büyüklerindendir. önce imana gelenlerden ve habeşe hicret edenlerdendir. medineye hicret edemeyip, islamını saklıyarak mekkede kalmışdı. ikrime kumandasında, müslimanlara karşı gönderilen kureyş ordusunda iken, harb başlayınca islam tarafına geçmişdi. bedrde ve bütün gazalarda bulundu. mısrın fethinde bulundu. otuzüç de, hazreti osman zemanında medinede, yaşında vefat etdi. hadisi şerifle medh edildi radıyallahü teala anh. mu'aviye: ebu süfyan bin harb bin ümeyye bin abdi şems bin abdi menaf oğludur. anası hinddir. eshabı kiramın büyüklerindendir. babası, anası ve kardeşi yezid ile birlikde, mekkenin fethinde imana geldi. kendisi daha önce imana geldi ise de, babasının korkusundan belli etmemişdi. huneyn gazasında baba oğul, resulullah önünde kahramanca çarpışdılar. resulullahın katibliğini yapmakla da şereflendi. hazreti ebu bekrin şama gönderdiği orduda, kardeşi yezid ile birlikde bulundu. yezid, şam valisi yapıldı. yezid ondokuzuncu yılda vefat edince, hazreti ömer, mu'aviyeyi şam valisi yapdı. hazreti osman, bütün suriyeyi bunun emrine verdi. şamda, yirmi sene altı ay vali idi. de kufede halife oldu. şamda yirmi sene de halifelik yapdı. altmış tarihinde, yetmişdokuz yaşında şamda vefat etdi. çok akllı, zeki, güzel konuşur, çok sabrlı, halim ve çok cömerd bir zat idi. dini islamın yayılmasına ve yükselmesine çok hizmet etdi. çok memleketler aldı. islam alimleri kendisinden birçok hadisi şerif almış, kitablarına yazmışdır. bu da, büyüklüğünü ve alimlerin, din imamlarının kendisine inanç ve i'timadını göstermekdedir. abdüllah ibni abbas ve ebüdderda ve birçok sahabe ve tabi'in kendisinden hadis dinlemiş ve bunları din imamlarına bildirmişlerdir. öleceği zeman, fahri alemin sallallahü aleyhi ve sellem kendisine hediyye etdiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, resulullahın saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defn edilmesini vasiyyet etmişdi. hazreti ali ile birbirlerine bed düa etdiklerini, yazıyor ise de bunu, bid'at ehlinin uydurmuş olduğu, kıymetli kitablarda yazılıdır..sahifede diyor ki, imamı ahmedin kitabından, imamı süyutinin çıkardığı hadisi şerifde, irbad bin sariye diyor ki, resulullahın yanında idim. buyurdu ki: yezid bin mu'aviye mu'aviye bin yezid mervan bin hakem bin ebil'as abdülmelik bin mervan velid bin abdülmelik süleyman bin abdülmelik ömer bin abdül'aziz bin mervan yezid bin abdülmelik hişam bin abdülmelik velid bin yezid yezid bin velid ibrahim bin velid mervan bin muhammed bin mervan bin hakem koru! imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, mu'aviyenin halife olmasını istemiyorsunuz. fekat o olmasaydı, çok kelleler bedenlerinden ayrılırdı. emevi halifelerinin birincisidir radıyallahü teala anh. de merakişdeki veya denilen devlet endülüsü işgal etdi. avrupalılar bu devlete diyorlar. den senesine kadar devletinin eline geçdi. sonra devletinin merkezi olan , de gayb edilmekle, endülüsdeki islam hakimiyeti nihayet buldu. endülüsdeki emevi sultanları sıra no: ismi ve babası tevellüd cülusu vefatı abdürrahman bin mu'aviye hişam bin abdülmelik hişam bin abdürrahman hakem bin hişam abdürrahman bin hakem muhammed bin abdürrahman münzir bin muhammed abdüllah bin muhammed abdürrahman nasır bin muhammed bin abdüllah hakem bin abdurrahman hişam bin hakem muhammed mehdi bin hişam bin abdülcebbar bin abdürrahman nasır hişam bin hakem tekrar süleyman bin hakem bin süleyman bin abdürrahman nasır ali bin hamud bin imamı hasen kasım bin hamud yahya bin ali abdürrahman bin hişam bin abdülcebbar muhammed bin abdürrahman bin abdüllah bin abdürrahman nasır hişam bin abdülmelik bin abdürrahman nasır mu'aviye ikinci: hazreti mu'aviyenin torunu ve yezidin oğludur. emevi halifelerinin üçüncüsüdür. dini, kana'ati, takvası, insafı çok idi. de tevellüd, de vefat etdi. de babası vefat edince, halife oldu ise de, kırkıncı günü minbere çıkarak, halife olmakdan acizim. size ömer gibi bir halife aradım. bulamadım. siz beğendiğinizi halife yapınız diyerek hilafeti bırakdı. ibadetle meşgul oldu. kırk gün sonra vefat etdi rahimehullahü teala. yerine mervan geçdi. mugiretebni şu'be: eshabı kiramdandır. arabistanın meşhur dahilerinden biridir. yemame ve şam gazalarında bulundu. yermük muharebesinde bir gözü yaralandı. kadsiye, nihavend ve hemedan zaferlerinde bulundu. hazreti mu'aviye, amr bin ası mısra ve oğlu abdüllah bin amri kufeye vali yapınca, mugire halifeye, dedi. bu söz üzerine abdüllahı azl edip yerine mugireyi kufe valisi yapdı. vali iken, ellinci yılda vefat etdi radıyallahü teala anh. muhammed bakır: imamı hüseynin torunu, imamı zeynel'abidin alinin oğludur. oniki imamın beşincisidir. imamı ca'fer sadıkın babasıdır. elli yedide, medinede tevellüd, de vefat etdi. medinede, baki'dedir. ilmi, irfanı, takvası pekçok idi. muhammed bin ahmed kemaleddin: taşköprü zade muhammed bin ahmedda tevellüd ve da vefat etdi. aşık paşa cami'i avlısında, babası yanındadır. babasının kitabını türkçeye terceme ederek adını vermişdir. muhammed bin cerir: taberi ismiyle meşhur olan tarihcidir. adı muhammed ibni cerirdir. tefsir, hadis, fıkh ve tarih bilgisi pek fazla idi. de iranın şimalindeki taberistanın amül şehrinde tevellüd, da bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. büyük tefsiri ve büyük tarihi meşhurdur ve çok kıymetlidir. elde bulunan taberi tarihi, bu kıymetli kitabın bir şi'i tarafından yapılan muhtasarıdır. muhammed bin ebi bekr sıddik: hazreti ebu bekrin oğludur. annesi esma idi. cemel ve sıffinde imamı ali tarafında idi. hazreti ali zemanında mısr valisi oldu. yılında, amr ibni as ile harb ederken, yaşında, mısrda şehid oldu. hazreti aişe radıyallahü teala anha haber alınca çok üzüldü ve buyurdu. muhammed bin ebi şerif kudsi: muhammed bin muhammed bin ebi bekr, şafi'i alimlerindendir. de tevellüd, de vefat etdi. çok kitabları vardır rahimehullahü teala. muhammed bin hanefiyye: hazreti alinin oğludur. annesi havledir. hicretin yirmi birinde tevellü ılda medinede vefat etdi. tabi'inin büyüklerindendir. fıkh alimi, vera' ve takva sahibi idi. babasının çok sevgisini kazanmışdı. cemel vak'asına karışmak istemedi ise de sözü üzerine babası yanında harb etdi. abdüllah ibni abbas ile birlikde, ibni zübeyre bi'at etmedi. muhammed bin mahmud baberti: ekmelüddini mısri, erzurum civarında bayburddade tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. i, nesefinin ını, ı ve daha nice kitabları şerh etmişdir. hidayeye adında şerh yazmışdır. çeşidli kitablar da yazmışdır. muhammed bin yusüf sinnusi: imamı hasen soyundandır. şerifdir. de vefat eyledi. kelam ve akaid üzerinde çeşidli kitabları vardır. cezairde şazilinin bir kolu olan yi kuran muhammed bin ali sinnusi başka olup, da cezairde tevellüd veda bingazi çölünde vefat etmişdir. muhammed cevad: muhammed taki, on iki imamın dokuzuncusudur. imamı ali rızanın oğludur. de medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. halife me'munun damadı idi. muhammed husri: hanbeli idi. muhammed şiblinin talebesi idi. de vefat etdi. muhammed parisa: muhammed bin muhammed bin mahmud hafız buhari, behaüddini buharinin eshabının büyüklerindendir. da tevellüd, de vefat etdi. de hacca gitmek üzere buharadan çıkdı. bir senede mekkeye gelip, haccı ifa etdi. hasta oldu. tavafı veda'ı güç yapdı. medineye geldi. ertesi gün vefat etdi. bursada şeyhülislam olan şemseddini fenari, namazında bulundu. hazreti abbasın türbesi yanına defn edildi. zeyneddini hafi mısrda taş yapdırıp getirdi. dediklerinde buyurmuşdur. farisi ve kitabları basılmışdır. muhammed şeybani: ebu abdüllah muhammed bin hasen, hanefi mezhebi imamlarından olup, büyük müctehiddir. babası, şamlı olduğu halde ıraka gidip, vasıtda yerleşmiş ve imam, de orada tevellüd etmişdir. bağdadda imamı azam ebu hanifenin derslerine senelerce devam etmiş, ebu yusüfün derslerinden de istifade etmişdir. birçok kitab yazmışdır. harun reşid kendisine çok hürmet ederdi. halife horasana giderken, kendisini de beraber götürdü. yılında, rey şehrinde vefat etdi rahimehullahü teala. namazını halife kıldırdı. imamı şafi'i bağdada geldiğinde, halifenin huzurunda imamla sohbet etdi. ilminin ve zekasının çokluğuna hayran kaldı. mühelleb: tabi'inin büyüklerindendir. basrada idi. aklı ve cesareti meşhur idi. haricilerle çok muharebe etdi. basrayı bunlardan korudu. da horasan valisi oldu. de orada vefat etdi rahimehullahü teala. hazreti mu'aviye zemanında, semerkand fethinde, sa'id bin osman ibni affanın kumandasındaki orduda çok kahramanlık göstermiş, bir gözü yaralanmışdı. muhyiddini arabi: şeyhi ekber muhammed bin ali, tesavvuf büyüklerindendir. senesinde, endülüsde tevellüd, de şamda vefat etdi. zahir ve batın ilmlerinde kamil idi. fıkh ve kelam ilmlerinde müctehid idi. konyaya gelip, sadreddin konevinin dul bulunan valdesini tezevvüc etmiş idi. zekası pekçok, hafızası harikul'ade idi. sultanlardan, valilerden, beğlerden çok saygı görür, pekçok hediyye gelirdi. hepsini muhtaçlara dağıtırdı. çok kitab yazdı. yazılarını anlıyabilmek için, alim olmak lazımdır. kitabı yirmi cilddir. kitabı çok meşhurdur. ı beş cilddir. beşyüze yakın kitab yazmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. muradi münzavi: eyyub sultan ile edirnekapı arasında nişancı mustafa paşa caddesindeki tekkesinde ilm neşr ediyor, halkı irşad ediyordu. bu tekkeyi, şeyhülislam minkari zade yahya efendinin damadı kengırılı mustafa efendi, medrese olarak yapdırmış ve oğlu ebülhayr efendi senesinde şeyhülislam olup, de vefat ile tekkede babasının yanına defn edilmişdir. muhammed murad kuddise sirruhde kabilde tevellüd edip, yüksek ilmleri öğrendikden sonra hacca gitdi. sonra hindistana gelerek müceddidi muhammed ma'sumi farukinin kuddise sirruh kalbleri cilalıyan sohbet ve teveccühleri altında yükselerek tekrar hacca ve üç sene sonra bağdad, isfehan, buhara, belh, semerkand, mısr, şam vede istanbula gelip, hazreti halid radıyallahü anh civarında beş sene neşri ulum ve tenviri kulub eyledi. şam yolu ile dördüncü haccını yapmış, de tekrar istanbula gelip, sultan selim rahmetullahi aleyh civarında, bacaklı efendi menzilinde yerleşmişdir. de vefat ederek ebülhayr efendi tarafından medresesinin dershanesine defn edilmişdir kaddesallahü teala sirrehül'aziz. muradı münzavi kuddise sirruh hakkındaki bilgiyi, ismi ile tanınan hanekahı isma'il rumi kuddise sirruh meşayihi kiramından ve sultan abdülhamid hanı saninin meclisi meşayih reisi, şerif ahmed muhyiddinin risalesinden aldık. büyük zahmet ve fedakarlıkla hazırlanmış olan bu risale, istanbul halkına asrlar boyunca feyz ve irfan saçan yüzlerle ahlak ve fazilet yuvasını ve bunlarda parlıyan binlerle ilm ve nur kaynaklarını ve bunların kalblerini aydınlatdıkları zemanları güzel bir san'atla göstermekde olup, cidden kıymetli bir tarih hazinesidir. muradı münzavinin kuddise sirruh ilmin ve tarihin kıymetli bir abidesi olan mubarek türbesi yıkılmak üzere iken, senesinde, askeri hükumet tarafından ta'mir ve tezyin edilmişdir. mürre bin ka'b radıyallahü anh: eshabi kiramdandır. şamda yerleşdi. elliyedisenesinde vefat etdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yedinci babasının ismi de, mürre bin ka'b idi. bunun bir oğlundan , ikincisinden , üçüncüsünden kabileleri hasıl oldu. resulullah üçüncü, ebu bekr ikinci, ebu cehl birinci kabiledendir. musa kazım: imamı ca'fer sadıkın oğludur. on iki imamın yedincisidir. yılında medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi. kazımiyye denilen mahallededir. zühd ve takvası, kerem ve cömerdliği ile meşhurdur. siyasete hiç karışmadığı halde, halife muhammed mehdi, kendisini medineden bağdada getirip habs etdi. sonra, halife harun da habs etdi ve zindanda vefat etdi. kazımiyye mahallesi, bağdadın on kilometre şimal garbında, dicle nehrinden beş kilometre içerdedir. türbesi çok süslü olup, yanında büyük cami' vardır. dicle kenarında, imamı azamın türbesi vardır. müseylemetülkezzab: vakti se'adetde yemame tarafından peygamberlik iddi'a eden bir adam olup, önce islama gelmiş iken, sonra mürted olup, çok kimseleri kendine bağladı. resulullah efendimize bir mektub gönderip, kendilerine inandığını, fekat kendisinin de peygamber olduğunu bildirdi. arabistanın yarısı senin, yarısı benim olsun dedi. o sırada resulullah vefat edince, hazreti ebu bekr, hilafetinin ikinci yılında, halid bin velid kumandasında asker gönderip, şiddetli harb oldu. iki tarafdan, yirmibin kişi öldü. mürtedler mağlub ve mahv olup, müseyleme, vahşi radıyallahü anh tarafından öldürüldü. müslim: ebülhüseyn müslim bin haccac kuşeyridir. hadis imamıdır. kitabı, buhariden sonra, en kıymetli hadis kitabıdır. da nişapurda tevellüd, de yine orada vefat etdi. ahmed ibni hanbelin talebesi idi. kitabında yedibinikiyüzyetmişbeş hadisi şerif vardır. bunları, üçyüzbin hadis arasından seçmişdir. imamı buhari ile nişapurda buluşdu. çok sevişdiler. buharii şerifde de yedibinikiyüzyetmişbeş hadisi şerif vardır rahimehullahü teala. müstağfiri: ebül' abbas yazarıdır rahimehullahü teala. müzeni: ebu ibrahim isma'il bin yahya, şafi'i mezhebi fıkh alimlerindendir. imamı şafi'inin talebesi idi. fıkh, kelam ve hadis ilmlerinde çok üstün idi. vera' ve takva sahibi idi. de mısrda tevellüd ve de mısrda vefat etdi. karafetüssugra kabristanında imamı şafi'inin yanındadır. şafi'i mezhebi fıkhını toplıyan ve kitablara geçiren budur. çeşidli kitabları vardır. kitabı meşhurdur rahimehullahü teala. neccarzade: mustafa rıdaüddin efendi, ibrahim efendinin oğludur. senesinde şebin karahisarda tevellüd etdi. küçük iken, pederi vefat etdi. onyedi yaşında iken, beşiktaşda sinan paşa cami'i yanındaki medresede müderris oldu. bu esnada üsküdarda aziz mahmud hüdayi mescidi imamı ya'kub efendinin babası olan odabaşı fenayı efendinin derslerinden feyz alarak cilvetiyye icazetini ihraz eyledi. beşiktaş mevlevihanesi imamı memiş efendiden mesnevi okudu. moskof gazasına iştirak edip, zaferden dönerken edirnede arabzade hacı muhammed ilmi efendidende müceddidiyye icazetnamesi aldı. arabzade muhammed efendi, ebu abdüllah muhammed semerkandinin talebesi olupda edirnede vefat eyledi. semerkandi de, ahmed yekdest cüryaninin, bu da, urvetülvüska muhammed ma'sumı müceddidi serhendinin talebesidir. bir sene sonra beşiktaşda sinan paşa cami'i yanında satın aldığı arsaya bir mescid yapdırarak, burada müceddidiyye ma'rifetlerini neşr ve kitabını te'lif eyledi. de hac ve ziyareti haremeyn ile şereflendi. ahmed yekdestin talebesinden, eğrikapıda karamani mescidi imamı tatar ahmed efendi ile sohbetleri meşhurdur. sadrı azam hakimbaşı nuh efendinin oğlu ali paşanın altımermerde cerrahpaşa hastahanesi karşısındaki cami'ide yapılınca, buranın ilk va'izi oldu. da vefat etdi. yukarıdaki bilgiler, talebesinden ömer nüzhet efendinin kitabından alındı. yerinde, oğlu muhammed sıddik efendi ilm ve feyz vermeğe başladı. bunun talebesinden biri muhammed agah efendidir. bundan, muhammed emin kerküti, bundan da, ali behçet konevi, bundan da, hafız feyzullah efendi feyz alarak kemale ermişlerdir. feyzullah efendi, muradiyye mescidi imamı ve kurra hafızlarının reisi idi. çarşambada de mesnevi okuturdu. bunun da talebesinin meşhuru, seyyid muhammed niyazi bin mustafa efendidir. bu da, seyyid mahmud lütfullah bin muhammede icazet vermişdir. muhammed sıddik efendide onbir yaşında iken zuhur eden fıtık illeti, vefatına kadar devam etmişdir. pederi gibi harika ve kerametleri meşhur oldu. rumelihisardaki yalısında va'z ve nasihat eder. haftada bir gün beşiktaşa gelir hatm okurdu. onbir ay, aziz mahmud hüdayi mescidinde de vazife ifa eyledi. eyyubdeki kaşgari mescidinden biri gelip, hocaları isa efendinin şifa bulması için düa istedikde dedi. isa efendinin o saatda vefat etdiği sonra anlaşıldı. kendisi senesinde rumelihisarında vefat edip, sinan paşa cami'i şimal dıvarı önündeki mescidinde, pederinin yanına defn edildi rahimehümullahü teala. damadı isma'il hakkı efendi kaimi makamı oldu. bu bilgiler, kitabından alındı. ebu abdüllah semerkandinin kitabını rıdaüddin efendi, farisiden türkçeye terceme etmişdir. bu terceme ve risalesi ve mevlana caminin gazelinin arabzade tarafından türkçeye tercemesi ve muhammed sıddik efendinin kitabı, bir arada olarak matba'ai amirede senesinde tab' olunmuşdur. nesefi: meymun bin muhammed nesefi kelimesine bakınız. nevevi: yahya bin şeref muhyiddin nevevi büyük alimlerdendir. şafi'i mezhebindendir. hadisi şerifleri toplaması ve açıklaması ile tanınmışdır. de tevellüd ve da şam şehrinde vefat etdi rahimehullahü teala. şam kadılkudatı olan büyük alim imamı subki imamı nevevinin evini ziyaret etdiği zeman, basmışdır diyerek, yerlere sakallarını sürmüşdür. çok kitab yazdı. hadis alimlerinin hal tercemelerini bildiren , , ve şafi'i fıkhını bildiren kitabları meşhurdur. , imamı rafi'inin kitabının muhtasarıdır. . nişancızade: muhammed bin ahmed bin muhammed bin ramezan, meşhur kitabının sahibidir. ramezan zade emir muhammedin torunudur. de tevellüd, de edirne yolunda vefat etdi. edirne kadisı idi. kitabları vardır rahimehullahü teala. nuh aleyhisselam: elli yaşında peygamber oldu. küfr ve şirke dalmış olan kavmini dokuzyüzelli sene doğru yola çağırdı, nasihat etdi ise de kabul etmediler. beşyüz yaşında iken, çoluk çocuğunu ve hayvanlardan birer çift alacak büyüklükde gemi yapması emr oldu. zaten marangozluk yapardı. gemiyi yapdı. o zemanın mü'minleri olan zevcesini ve ham, sam ve yafes adındaki üç oğlunu ve bunların zevcelerini ve her hayvandan birer çift alarak gemiye bindi sallallahü teala aleyhi ve sellem. allahü teala, tufan geleceğini, herkesin boğulacağını, yalnız nuh aleyhisselam ile çoluk çocuğunun kurtulacağını haber vermişdi. ken'an adındaki dinsiz olan, inanmıyan oğlunu da gemiye çağırdı. buyurdu. binmedi. dedi. nasihat ederken, sular kabardı. bir dalga gelip, ken'anı götürdü. boğuldu. nuh aleyhisselam: ya rabbi! çocuklarımı kurtaracağını bildirmişdin. oğlumu boğdun dedi. allahü teala, onu sana oğul kabul etmiyorum. o, inanmadı. kafir olan, müslimanın çocuğu sayılmaz! buyurdu. yer yüzünü su kapladı. her canlı boğuldu. yer yüzü, yüzelli gün su altında kaldı. geminin ateşi yanıyor, kazanı kaynıyor, dalgalar arasında yüzüyordu. sular çekilince, gemi cudi dağının tepesine oturdu. karaya çıkdılar. insanlar, yeniden bu üç oğlundan türemeğe başladı. samın evladından arablar, süryaniler, ibraniler ve sami ırklar, hamdan zenciler, habeşler, ken'aniler, nemrud kavmi , yafesden, acem, rum, türk ve asyalılar meydana geldi. amerika ve diğer adalar ehalisi, hep bunların hicret etmesinden, yayılmasından hasıl oldu. bu hususda yeni edinilen fenni bilgiler, tam ilmihal kitabında yazılıdır. lütfen okuyunuz!. osman bin affan: osman bin affan bin ebil'as bin ümeyye bin abdi şems, eshabı kiramın büyüklerinden, cennet ile müjdelenen on kişinin üçüncüsü ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem damadı ve halifelerin üçüncüsüdür. talha ve zübeyrden önce imana geldi. imana gelenlerin beşincisidir. zevcesi hazreti rukayye ile habeşistana iki kerre hicret etdi. medineye de hicret etdi. rukayye ağır hasta olduğundan, bedr gazasına götürülmedi. zafer haberi geldiği gün, rukayye vefat etdi. resulullah, ikinci kızı ümmi gülsümü osmana verdi. bunun için, hazreti osmana, zinnureyn denildi. rukayyeden, abdüllah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılı, altı yaşında vefat etdi. hazreti osman tüccar idi. çok zengin idi. bütün malını ve mülkünü resulullah için feda etdi. hadisi şerifler ile medh olundu. hilmi ve hayası pek fazla idi. derdimsenesinin birinci günü halife oldu. zemanında horasan, hindistan, maveraünnehr, semerkand, kıbrıs, kafkasya, afrikanın birçok yerleri ve endülüs feth edildi. acem devletini tarihden sildi. amcası oğlu mervan bin hakemi vezir yapdı. abdüllah bin sebe' adındaki yemenli bir yehudi, müsliman şekline girerek, islamiyyeti içerden parçalamağa, yıkmağa uğraşdı. medinede çok çalışdı ise de, başaramıyacağını anlayıp mısrda, fitne, fesad yaymağa başladı. cahil ve serseri mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı medineye geli ılda halifeyi şehid etdiler. yaşında, kur'anı kerim okurken şehid oldu. baki'dedir radıyallahü teala anh. vehhabiler, türbesini yıkdı. orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zat idi. hazreti ebu bekrin topladığı kur'anı kerimi çoğaltarak vilayetlere dağıtdı. osman bin ali: tacüislam denir. osmanlı sultanları rahimehümullahü teala: osmanlı devleti osman gazi tarafından da söğüd kasabasında kuruldu. yeni şehri paytaht yapdı. oğlu sultan orhan tarafından bursa şehrida rumlardan alınarak paytaht yapıldı. birinci murad han tarafından de edirne ve fatih sultan muhammed tarafından de istanbul paytaht yapıldı. devletin dini, idi. kanunlar ve bütün sosyal işler ve ferdlerin güzel ahlakları, hep islam dininden hasıl oluyordu. hafta tatili perşembe günü zeval vaktinde başlıyor, cum'a günü gurub vaktinde temam oluyordu. müslimanlar ile beraber başka dinden olanlar da, ibadetlerini, ticaretlerini serbest yapıyorlar, rahat yaşıyorlardı. insan haklarına, adalete tam kavuşdukları için, çoğu müsliman oluyordu. osmanlı sultanları den i'tibaren bütün müslimanların halifeleri oldular. her işlerinde islamiyyete uydular. altıyüzyirmiüç sene islamiyyete hizmet etdiler. alusi, nin doksanbeşinci sahifesinde diyor ki, ayeti kerimesinin osmanlı sultanlarını övdüğünü, abdülgani nablüsi bildirmekdedir. kitabı da bunu yazmakdadır. de halifelerin salahiyyetleri sınırlandı. devletin vemart de hilafetin sonu oldu. osmanlı toprakları üzerinde kurulan küçük arab devletleri, avrupalıların kontrolü altında kaldı. ikinci cihan harbinden sonra da, başlarına geçen din cahili, sosyalist siyaset adamları, islamiyyeti içerden yıkdılar. mülkiyyei şahane, ya'ni siyasal bilgiler mektebinin müdiri abdürrahman şerefüddin beğ da istanbulda basılmış olan kitabında diyor ki, osmanlı devletinin müessisi olan sultan osman, yeni şehrde son günlerini yaşarken, oğlu sultan orhan gelip, bursa şehrinin feth edildiğini müjdeledi ve babasının hayr düasına ve aşağıdaki nasihatlarına kavuşdu. akıbeti kar budur herkese, badi fena pir ve civana ese, azmi beka eylersem ben bu dem, ikbal ile ol muhterem! çünki, senin gibi halef koymuşam, rıhlet edersem bu cihandan ne gam. lik vasıyyet ederim guş kıl! gayrı gamı deni feramuş kıl! ey sahibi ikbalü cah! itmeyesin canibi zulme nigah! adl ile bu alemi abad kıl! resmi cihad ile beni şad kıl! rahı cihad içre edip ictihad, memleketde kıl adlü dad! eyle ri'ayet ulemaya temam. taki bula, şeri'at nizam! her nerede işidesin ehli ilm. göster ona rağbetü hilm! asker ve mal ile gurur eyleme! ilm ehlini dur eyleme! şer'dir mayei şahi ve bes! şer'a muhalif işe etme heves! matlabımız dini hudadır! mesleğimiz rahi hudadır! yoksa, kuru mihnet ve gavga değil, şahı cihan olmağı da'va değil! nusrati din maksad bana. bu maksadıma kasd yaraşır sana! aleme in'amını am et! memleket emrini temam idegör! şah ki, ihsan ile biganedir, saltanat ismi ona efsanedir! hıfzı ri'ayaya çalış ruzü şeb! karin ola sana lutfi rab! osman gazinin bu nasihati, osmanlı devletinin anayasasının çekirdeği oldu. osmanlı sultanları, tervici ulumu, teshiri memalikden aşağı tutmadılar. erbabı ilmü kemali daima takdir ve tergib eylediler. hatta, bunları sair devlet erkanına takdim eylediler. devletin hal ve mesleği icabı olarak, en evvel ve en ziyade mazhari rağbet ve teşvik olan ulumi arabiyye ve şer'ıyye idi. padişahlar, gerek umuri harbiyyede ve gerek masalihi kanuniyyede ahkamı şer'ı şerife tevessül ile yükseldiler ve kuvvetlendiler. bütün işlerinde ulema ile istişare eylediler. nizamati devletin vad' ve tanzimini onlara havale eylediler. idari mesuliyyetlere onları da teşrik eylediler. bunun için, osmanlı devletinde ulema sınıfı bir mevkı'i muhterem ihraz eyledi. böylece, korkutmağa dayanmakdan ziyade, adaleti yerleşdiren kanunlar yapıldı. ilk olarak orhan gazinin büyük kardeşi alaüddin paşa bursa kadisı ve büyük alim çendereli kara halil efendi ni hazırladılar. senesinde, sultan orhan ismi ile para basıldı. askerlik kanunları yapıldı. devletin binası kuvvetli temeller üzerine kuruldu. fatih sultan muhammed han altı dil biliyordu. molla gürani hazretleri, bursa kadisı iken evkafa dair bir fermana diyerek isti'fa etdiğinde, fatih sultan muhammed han, özr dilemişdir. fatih alimlerle istişare ederek, ahkamı şer'i şerife uygun kanunlar hazırladı. bu kanunlar, kanuni sultan süleyman tarafından ikmal olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı. abdürrahman şerefüddin beğin yazısı temam oldu. de hariciyye nazırı olan mustafa reşid paşa, londrada elçi iken mason olmuşdu. mason arkadaşı olan istanbuldaki ingiliz sefiri lord redcliffe ile yeni kanunlar hazırladı. bir kahraman ve başarılı diplomat tanınarak nüfuz sağlamak için, batılı devletlerle sulh ve sükun havası kurdular. rus harblerinden ve vehhabi eşkiyasının işkencelerinden usanmış olan millet, batıdan esen bu sulh dalgalarına aldandı. nun yaldızlı kelimelerine inandılar.şa'ban de gülhane meydanında reşid paşanın i'lan etdiği bu yeni anayasa, din kardeşliği yerine başka kardeşliklerin teşekkülüne yol açdı. islamın güzel ahlakı yerine, batının kötü adetlerini getirdi. istanbulda ve sonra selanikde ingiliz, fransız mason locaları açıldı. buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol va'dleri ile milletin aklı, idraki uyuşduruldu. böylece, osmanlılara batının ilk zehrli hançeri saplandı. koca osmanlı imperatorluğunun içerden yıkılması, parçalanması planlarının birinci ve en te'sirli adımı atılmış oldu. yeni cülus etmiş olan, onsekiz yaşındaki sultan abdülmecid han da, bu mason oyununun içyüzünü anlıyamadı. senesinde basılmış olan nin onikinci cildinde, özet olarak diyor ki, reşid paşanın eseri olduğu gibi, de yayınlanan da ali paşanın eseridir. bu yeni fermanı için, çok kimse tarafından tenkid edildi. bu tarihe kadar asla askere alınmıyan hıristiyan tebe'a da asker olmak hakkını aldı. zimmilerden alınmakda olan ismindeki islami vergi kaldırıldı. müsliman millet, bunları fikren kabul etmemişdi. ali, füad, cevdet, safvet ve vefik paşaları, mustafa reşid paşa yetişdirdi. ali ve füad paşalar da, kıskançlık veya uzağı görememezlik yüzünden birşey yapmadılar. imperatorluğu yıkıma götürdüler. mayıs ayında ya'ni danıştay açılırken sultan abdül'aziz hanın okuduğu nutku ali paşa hazırlamışdı. sadrı azam ali paşanın de bebekdeki yalısında veremden ölmesine, namık kemal, ziya paşa ve ali suavi gibi fikr adamları sevindiler. ziya paşa, onu hayatda iken de çok hicv ederdi. çünki, ziya paşa sadrı azam olmak, namık kemal de, hariciyye nazırı olmak, ali ve füad paşalar ekibi yerine imperatorluğu idare etmek istiyorlardı. nden yapılan özetleme temam oldu. ali paşanın ve in başına midhat paşayı getirmesi, osmanlı devletinin islamiyyetden bir mikdar daha uzaklaşmasına sebeb olarak, fikrlerin ve nihayet imperatorluğun bölünmesine yol açdı. de sadrı azam olan midhat paşa, devlet idaresini, hele dış siyaseti hiç bilmiyordu. üstelik yabancı dile de vakıf değildi. ingilterede mason yapıldı. mısr hidivi isma'il paşadan yüzelli altın rüşvet alarak, ona avrupadan borç alabilme hakkını veren bir ferman çıkarması ve açığı olan büdçeyi varidatı fazla göstererek padişahı aldatmak istemesi sebebi ile iki buçuk ay sonra azl olundu. son ayında tekrar sadarete getirildi. şurayı devlet re'isi iken abdülhamid han ile anlaşarak hazırlamış olduğu ni, sadaretinin dördüncü günü i'lan eyledi. midhat paşanın başkanlığında, ziya paşanın ve şair namık kemalin de katıldığı bir hey'etin hazırladığı bu anayasanın ba'zı maddelerini, insan haklarına, devletin hakimiyyetine uymadığını söyliyerek abdülhamid han haklı olarak, değişdirmişdir. hicretinsenesi zilhicce ayında ve miladınsenesinin son ayında, sultan abdülhamid hanın ta'dil ve tasdik etdiği , ya'ni anayasası, senesi ya'ni diyanet takvimi başında yazılıdır. bu osmanlı anayasasımadde olup, bunlardan ba'zısı şöyledir: madde devleti osmaniyye, memalik ve kıta'ati hadırayı ve eyalati mümtazeyi muhtevi ve yekvücud olmakla, hiçbir zemanda, hiçbir sebeble tefrik kabul etmez. madde saltanati seniyyei osmaniyye, hilafeti kübrayı islamiyyeyi haiz olarak, sülalei ali osmandan üsuli kadimesi vech ile ekberi evlada aiddir. zati hazreti padişahi hini cüluslarında meclisi umumide ve meclis müctemi' değilse, ilk ictima'ında şer'ı şerif ve kanuni esasi ahkamına ri'ayet ve vatan ve millete sadakat edeceğine yemin eder. madde zatı hazreti padişahi hasebülhilafe, dini islamın hamisi ve bilcümle tebe'ayı osmaniyyenin hükümdar ve padişahıdır. madde zati hazreti padişahinin nefsi humayunu mukaddes ve gayri mes'uldür. madde devleti osmaniyye tabi'ıyyetinde bulunan efradın cümlesine, herhangi din ve mezhebden olursa olsun, bilaistisna tabir olunur. osmanlı sıfatı, kanunen mu'ayyen olan ahvale göre istihsal ve ida'a edilir. madde hürriyyeti şahsiyye her dürlü te'arruzdan, masundur. hiç kimse, şer' ve kanunun ta'yin etdiği sebeb ve suretden ma'ada bir behane ile tevkif ve mücazat olunamaz. madde devleti osmaniyyenin dini, dini islamdır. bu esası vikaye ile beraber, asayişi halkı ve adabi umumiyyeyi ihlal etmemek şartı ile memaliki osmaniyyede ma'ruf olan bilcümle edyanın serbestiyi icrası ve cema'ati muhtelifeye verilmiş olan eshabı kiram imtiyazati mezhebiyyenin kemakan ceryanı devletin tahtı himayetindedir. madde herkes üsulen mütesarrıf olduğu mal ve mülkden emindir. menafi'i umumiyye için lüzumu sabit olmadıkça ve kanunu mucibince değeri behası peşin verilmedikçe, kimsenin tesarrufunda olan mülk alınamaz. madde kavanin ve nizamatın tanziminde, mu'amelati nasa evfak ve ihtiyacati zemana evfak ahkami fıkhiyye ve hukukıyye ile adab ve mu'amelat esas ittihaz kılınmalıdır. madde devleti osmaniyyenin temamiyyeti mülkiyyesini ihlal ve şekli meşrutiyyet ve hükumeti tagyir ve kanuni esasi ahkamı hilafatında hareket ve anasıri osmaniyyeyi siyaseten tefrik etmek maksadlarından birine hadim veya ahlak ve adabi umumiyyeye mugayır cem'ıyyetler teşkili memnudur. midhat paşa şımarık sözlerle sultana ve devlet adamlarına hakaret etdiği için ve içki meclislerinde devlet esrarını faş etdiği için ve şahsına bağlı namı ile hususi asker toplaması gibi kanun dışı hareketlerinden dolayı, şubat ayında sadaretden azl ve italyaya nefy olundu. şubat ayında da kapatılarak birinci meşrutiyyete son verildi. hakikatda, abdülhamid han, iradei seniyye ve meclisi vükela kararı ile meclisi ta'tile sevk etdi. meşrutiyyeti ve anayasayı ilga etmedi. meclisi ve bu anayasayı ilga etmiş olsaydı belki de haklı ve isabetli iş yapmış olurdu. çünki, bu anayasa, rum, ermeni ve yehudileri meclise sokmuş, türk meb'usların sayısı yarıyı bulmamışdı. ba'zı meb'uslar, kendi dillerinin de resmi dil olmasını istemiş, muhtariyyet, bağımsızlık isteyenleri de olmuşdu. alman büyük devlet adamı bismark, müşir ali nizami paşaya: demiş, millet meclisinin dağıtılmasını yerinde bulmuşdur. rus orduları, yeşilköyde iken, mayıs ayında, şu'uru avdet etmiş olan beşinci muradı tekrar tahta çıkararak kendi de sadrı azam olmak sevdası ile, gazeteci ali suavi, çırağan serayını basdı. beşiktaş muhafızı hasan paşa, asasını ali suavinin kafasına vurarak, onu ve sonra ihtilalci balkan göçmenlerinden yirmiüçünü öldürdü. darbe hareketi iki saatda basdırıldı. osmanlı sultanları otuzaltı aded olup, onüçüncüsünde tavakkuf , yirmincisinde inhitat devrleri başlamışdır. otuzaltı sultanın ismleri aşağıdadır: sıra no: ismi ve babası tevellüdü cülusu vefatı sultan osman bin ertuğrul gazi orhan bin osman han murad bin orhan han bayezid bin murad han saltanatda onbir sene fasıla olmuşdur. muhammed bin bayezid han murad bin muhammed han fatih muhammed bin murad han bayezid bin muhammed han selim bin bayezid han süleyman bin selim han selim bin süleyman han murad bin selim han muhammed bin murad han ahmed bin muhammed han mustafa bin muhammed han osman bin ahmed han mustafa bin muhammed han murad bin ahmed han ibrahim bin ahmed han muhammed bin ibrahim han süleyman bin ibrahim han ahmed bin ibrahim han mustafa bin muhammed han ahmed bin muhammed han mahmud bin mustafa han osman bin mustafa han mustafa bin ahmed han abdülhamid bin ahmed han selim bin mustafa han mustafa bin abdülhamid han mahmud bin abdülhamid han abdülmecid bin mahmud han abdül'aziz bin mahmud han murad bin abdülmecid han mayıs abdülhamid bin abdülmecid han şa'ban reşad bin abdülmecid han vahideddin bin abdülmecid han osmanlı devleti avrupada viyana ve karpat dağlarına kadar yayıldı. macaristan, romanya, basarabya, kırım ve asyada hemedan ve tebriz ve basra körfezi, umman denizi sahilleri ve afrikada sudan, büyük sahra, libya, tunus, cezayir ele geçdi. devletin kurulması ve genişlemesi harb ile olduğu için, harb sanayi'inde çok ileri gidildi. avrupada ateşli silahları ilk olarak osmanlılar kullandı. hicretin dokuzuncu ve onuncu asrlarında osmanlı fen adamlarının yapdıkları toplar ve koruganlar, avrupada harb tekniğinin başlamasında numune oldu. şimdi, midilli, istanbul buğazı ve van istihkamlarında ve damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. bu topların istanbuldan bağdad, van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine akl erdirilememekdedir. fatih sultan muhammedin istanbulu almak için dökdürdüğü büyük topları isminde bir türk mühendisi ile isminde bir macar döküm ustası yapmışdır. dinamit de ilk olarak fatih tarafından kullanılmışdır. gedik ahmed paşa, italyada otrantoyu alınca güzel kal'a yapdırdı. italyanlar bu kal'ayı gördükleri zeman hayran oldular. harblerde böyle istihkamlar yapmağa başladılar. iran seferlerinde yüzellibin kişilik orduların sevk ve idaresinin büyük bilgi ve meharete muhtac olduğu şübhesizdir. böylece osmanlı imperatorluğu, o zeman, avrupada en ileri devlet olmuşdu. mi'marlıkdaki üstünlüğün şahidleri, büyük cami'ler ve medreselerdir. fatih cami'ini yapan mi'mar ilyasın, bayezid cami'ini yapan mi'mar kemaleddinin ve süleymaniye ve şahzade cami'lerini yapan mi'mar sinanın ve daha nice mi'marların büyük üstad olduklarını eserleri göstermekdedir. bursada çelebi sultan muhammed cami'inde ve türbesinde olan çok kıymetli çinileri yapmışdır. bunların ba'zılarında imzası hala görülmekdedir. hindistan padişahı hümayun şah, sultan süleymandan inşa'at ustaları istemiş, mi'mar sinanın şakirdlerinden musa usta gönderilerek hindistanda osmanlı inşa'atı üzere büyük ve mükemmel binalar yapılmışdır. osmanlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve astronomi derslerinin kitabları ve harb sanayi'ine aid yazılar süleymaniye kitablığında hala mevcuddur. osmanlılarda zira'at ve ticaret de çok ilerlemişdi. her konuda iş bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. millet, servet ve refah içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet re'isi ya'ni padişahlar, peygamber vekili olarak biliniyor, ona ita'at etmek büyük ibadet sayılıyordu. osmanlılarda isyan, ihtilal, devrim gibi şeyler kimsenin aklına gelmiyordu. din düşmanlarının, haçlıların, yehudilerin, masonların, şi'i ve vehhabi gibi ehli sünnet düşmanlarının, yurt dışından yapdıkları kışkırtmalarla çıkardıkları samavneli oğlu bedreddin, celali, hurufi ayaklanmaları, milletin güç birliği ile az zemanda basdırılmışdır. fatih sultan muhammed, uzun hasen isyanını basdırmağa giden askere yüz yük akça hediyye etmişdi ki, altı milyon altın lira demekdir. sultan süleyman zemanında bir dirhem, ya'ni yaklaşık üçbuçuk gram gümüşden üç akça basılırdı. bir akçada yaklaşık bir gram gümüş vardı. sonraları gümüş mikdarı azaltıldı. sultan süleyman zemanında mekke kadılığı ihdas edildi. sinan paşanın yemen seferinden sonra, cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı mekke şeriflerine bağışlandı. daha sonra, isminde valilik yapıldı. her sene hac zemanında, halifeler tarafından mekke şeriflerine ve oradaki ilm adamlarına denilen hediyyeler gönderilirdi. kırım hanları kendileri para basdırır ve cum'a hutbelerinde osmanlı halifelerine düa ederdi. kırkbin askerleri olup moskovaya kadar ilerlemişler, ruslardan vergi almışlardı. senesinde bursada altun para basıldı. hicretin senesinde anadolu hisarı kal'ası yapıldı. senesinde istanbulda tersane kuruldu. o zemanın en büyük gemileri yapıldı. de sultan süleyman, fransayı, himayesi altına aldı. haliçde yapılan osmanlı donanması de avrupa devletleri birleşik donanmasına galib geldi. de malta açıklarında haçlı donanması yok edildi. de takıyyüddin efendinin başkanlığındaki hey'et, yıldızları tetkik ve logaritma cedvelleri ile hesab yapdı. de osmanlı donanması venedik donanmasını mağlub etdi. de üsküdarda osmanlı matba'ası kuruldu. de deniz harb okulu kuruldu. de osmanlı tıp fakültesi kuruldu. de unkapanında mahmudiyye köprüsü, de karantina yapıldı. da karaköy ile eminönü arasında mecidiyye köprüsü yapıldı. de, isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. de istanbul ile varna arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. da basra ile karaşi arasında telgraf hattı yapıldı. de sultani liseleri, de san'at okulları, de orman ve ma'denler mektebi, de istanbul tramvay ve itfaiyye alayı, da izmid demiryolu ve galata tüneli yapıldı. ikinci abdülhamid hanın yapdığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı maddedeki isminde yazılıdır. bu arada osmanlı donanmasını en modern vasıtalarla yeniledi. ingiltereden sonra avrupada ikinci derecede oldu. senesi salnamei bahri, ya'ni takvimi, osmanlı donanmasını uzun anlatmakdadı ahifesinde, aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu, tulü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdarı, pervane adedi, makinanın beygir kuvveti, ateşli silahları, torpido kovanı, vazifeye başladığı tarih, sür'ati ve aldığı kömür mikdarları yazılıdır. mesela, hamidiyye fırkateyn harb gemisi için bunların:, kadem, fus vekadem, fus, fus vekadem, pervane, beygir kuvveti, ve cm. likkrup ve birlibrelik ağızdan dolma vearmstrong ve küçük top venordenfeld veroket, torpido kovanı bulunduğu, de vazifeye başladığı, sür'atininmil olduğu, ton kömür aldığı bildirilmekdedir. zırhsız harb gemisi adet, torpido stimbotu, birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf, tahtelbahr dir. bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de yazılıdır. haydar paşa tıb fakültesi, viyana tıb fakültesinden sonra avrupada en ileri idi. her bölümün laboratuvarları en yeni alet ve makinalarla techiz edilmişdi. senesinde, bu fakültede okuyanlar, histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her mikroskop üzerinde sultan abdülhamid hanın tuğrası, ya'ni ismi oyma olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. avrupadan getirilen seçme profesörlerin yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb bilgilerini veriyorlar. değerli mütehassıslar yetişiyordu. kolağası kimyager cevad tahsin beğinde nda basdırdığı kimya kitabı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usullerini bütün incelikleriyle yazmakdadır. miralay mehmed şakir beğinda basılan kitabındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hien profesörü muhammed fahri beğinde basılan kitabındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimya muallimi olan tabib kolağası vasil neun beğin de basılan kitabını ve yine o sene mısrda basılan kitabını okuyanlar ve mektebi tıbbiyyeyi şahane botanik muallimi tabib şerefeddin beğinsenesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen kitabını okuyanlar ve mektebi mülkiyeyi şahane ve hendesehane fizik muallimi salih zeki beğin kitabını ve bunlar gibi nice kıymetli kitabları görenler, sultan ikinci abdülhamid han zemanında çok değerli mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdika mecbur kalmakdadır. osmanlı sultanları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyyet vererek, kıymetli mütehassıslar yetişdirdikleri ve eserler meydana gelmesine vesile oldukları gibi, islamiyyete hizmetde de, abbasi ve emevi ve diğer islam devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de tarihde şan ve şöhret bırakmışlardır. yavuz sultan selim han, ka'benin içini süpürmeğe mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikde, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuşdur. kendinden sonra gelen sultanların taçlarına koydukları süpürge işareti buradan gelmekdedir. kanuni sultan süleyman, arafat meydanındaki tıkanmış olan su yollarını açarak arafatı ve mekkeyi suya kavuşdurdu. ikinci abdülhamid han, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hacıları suya doyurdu. medinedeki aynı zerkayı abdülmecid han ta'mir ve tevsi' eyledi. vehhabiler, mekkede, medinede, hiçbir kafirin ve zalimin yapamayacağı vahşet ile ehli sünnet müslimanları kılıçdan geçirip, selefden yadigar kalmış olan bütün türbeleri, cami'leri, ziyaret mahallerini yıkdılar. mukaddes makamları ve kabristanları çöle çevirdiler. ikinci sultan mahmud han, vehhabi eşkiyasını def' ve tard etdikden sonra, bütün bu eserleri yeniden inşa ve ihya eyledi. senesinde hücrei se'adete hediyye etdiği şamdanla birlikde gönderdiği aşağıdaki yazı, osmanlı sultanlarının resulullaha olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır: şamdan ihdaya eyledim cüret ya resulallah! muradımdır ulyaya hizmet, ya resulallah! değildir ravdaya şayeste, destavizi naçizim, kabul eyle, kıl ihsan ve inayet, ya resulallah! kimim var hazretinden gayrı, halim eyleyem i'lam, cenabındandır ihsan ve mürüvvet, ya resulallah! dahilek, eleman, sad eleman, dergahına düşdüm, terahhüm kıl, bana eyle şefa'at ya resulallah! düalemde kıl istishab hanı mahmudi adliyi, senindir evvel ve ahırda devlet ya resulallah! mısır ve yanya ve mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları ve yok edilmeleri ve rus ordularının saldırmaları sırasında sultan mahmud han, mekke ve medineyi ancak ta'mir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu abdülmecid han, bunları tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermişdir. hucrei nebeviyyeye döşenmek üzere gönderdiği kaşi tuğlalar altına kendi el yazısı ile kendi ismini zelilane ve hakirane yazmışdır. hele babüsselam kemerine yazılmak üzere hazırlanan yazıdaki şahane kelimeleri kabul etmeyerek, iki cihanın saltanatı resulullaha mahsusdur, demişdir. sultan ikinci abdülhamid hanın bu mubarek beldelere ve bunların şefa'at sahibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin hizmetlerini katkat aşmışdır. ihsanları ve hizmetleri yalnız ümeraya ve ülemaya ve makamlara mahsus kalmamış, ehalinin ve fakirlerin hepsine ulaşmışdır. mescidi haramı gözleri kamaşdıracak derecede ta'mir ve tezyin etmiş, hadicetül kübranın türbesini ve mevlidinnebi ile mevlidi fatıma olan binaları, benzeri olmayacak şeklde ihya etmiş, mina şehrini su şebekeleri ile doldurmuşdur. seyyid ahmed rıfainin ve diğer velilerin türbelerini fevkal'ade bir himmet ile ta'mir etmişdir. mekkede gayretiyye ve hamidiyye piyade kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükumet konağı yapdırmışdır. osmanlı halifelerinin herbirinin olduklarını, eserleri bütün dünyaya i'lan etmekdedir. vehhabi eşkiyaları, haremeyni şerifeyni tekrar ele geçirdikden sonra, bu beha biçilemiyen tarihi eserleri, güzel san'atları, sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile islamiyyeti içerden yıkmakdadırlar. sultan ikinci abdülhamid han memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. senesinde bursa askeri lisesinin kumandanı, bursa erkek lisesini ziyarete gitmişdi. lise müdiri kimyager rıfat beğe, okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. böyle haksızlık olur mu? dedi. rıfat beğ, bu mektebin her odası böyle güzel, havadar ve hoşdur. ben manastırda bu binada okudum. sultan abdülhamid han, büyük şehrlerde hep aynı binaları, aynı güzellikle ve aynı metanet ile yapdırmışdır. bu binanın ta'mire ihtiyacı hiç olmadı. halbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticaret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. şimdi ta'mir ediliyor dedi, tarihi birçok bilgiler verdi. ankarada, yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde de bursadaki lisenin aynı idi. ankara valilerinden abidin paşa, elmadağından ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para toplamışdı. işe başlamak için halifeden izn istedi. ikinci abdülhamid han, valiye gönderdiği cevabda, susuzlara su vermek çok sevabdır. dinimizin emrlerinden biridir. bu vazife ve şeref bana aiddir. topladığın paraların hepsini sahiblerine geri ver. bütün masrafı hazinei şahanemden olmak üzere hemen işe başla. milletimi iyi suya kavuşdur! dedi. az zeman içinde ankaralılar tatlı suya kavuşduruldu. sultan ikinci abdülhamid hanın osmanlı devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islam düşmanlarının ve en başta ingilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. senesinde politik ve masonik fealiyete geçdiler. birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından kuruldu. yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı. birkaç üyesi parisde çalışmalarına devam etdi. halife, mit başkanı orgeneral ahmed celaleddin paşayı parise gönderdi. nasihatleri te'sir ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. ancak ahmed rıza beğ ve birkaç arkadaşı nasihat dinlemediler. haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları lüks hayatdan, kadınlı, içkili sefahet aleminden ayrılmak istemediler. hele ahmed rıza beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va'dinin sevinci ve serhoşluğu içinde, türk düşmanlarının kuklası haline gelmişdi. halifeye karşı basın propagandasına başladılar. senesinde ikinci meşrutiyyetin i'lanına ve bir sene sonra da, halifenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular. sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini millet meclisi başkanlığından atdılar. onların düşmanı haline geldi. cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hatıratında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci abdülhamid hanı, överek ve pişman olduğunu bildirerek öldü. aynı hal, sultan ikinci abdülhamid hanı, tahtdan indiren talat, enver ve cemal paşalarda da tecelli etdi. onun büyüklüğünü anlayamadıklarını i'tiraf edip, hayatlarını hüsranla bitirdiler. senesinde devlet idaresini ellerine geçiren gençler, cahil, tecrübesiz, dünya ve memleket şartlarından gafil, gözü kapalı adamlardı. kimi, telgraf memuru iken başbakan oldu. kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nazırı ve başkumandan vekili, kimi jandarma teğmeni iken dahiliye nazırı oldu. ittihad ve terakkicilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının, sultan abdülhamid devrini aratmış olduğunda bütün tarihciler birleşmekdedirler. ittihad ve terakki cem'iyyeti, türkiyede kötü bir particilik hayatının başlamasına, bölücülüğe yol açdı. particiler, birbirlerine düşman gibi oldular. bu yüzden balkan harbi ve birinci cihan harbi gayb edildi. nihayet imperatorluk parçalandı. sultan ikinci abdülhamid hanın tahtdan indirilmesi ile din işlerine de fesad karışdı. ittihad ve terakki fırkasına kaydlı olan cahiller, hatta masonlar, din işlerinde yüksek mevki'lere getirildi. ilk iş olarak, sultan abdülhamid hanın son şeyhülislamı muhammed ziyaüddin efendi, vazifesinden alındı. bu yüksek makama da musa kazım efendi getirildi. bu zat, koyu ittihadcı ve mason idi. bunun gibi, islamiyyete uymıyan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci abdülhamid han tarafından nefy edilmiş, ıraka ve fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, istanbula getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitablarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. abdülhamid han zemanında yazılan din kitabları, bir ilm hey'eti tarafından tedkik edilirdi. tasdik edilip, izn verilenler basdırıldı. böylece, o tarihlerde basılan din kitablarına güvenilir. den sonra din kitabları salahiyyetli alimler tarafından kontrol edilmez oldu. bu kitablardan, ancak vesikalar vererek, yazılanlara güvenilir. ne oldukları belirsiz kimselerin ve şi'ilere, vehhabilere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitabları okuyan müsliman yavruları, temiz gençler, dini yanlış öğrendiler. böyle cahil yetişdirilen müslimanlardan ba'zıları, siyaset canbazlarının tuzaklarına düşdüler. kendi partilerinden olmıyanlara kafir diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. müslimanlar arasındaki bu fitne, islam düşmanlarının işlerine yaradı. ingilizlerin planlarının gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. .sahifeye bakınız! işte bunun için, allahü teala, müslimanların bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan düşmanlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. birleşmemiz kafirleri korkutur ve allahın yardım etmesine sebeb olur. tefrikaya düşmemiz kafirleri sevindirir ve allahın gadabına uğramamıza sebeb olur nasihati, her müslimanın kalbine işlenmiş olmalıdır. ömer bin abdül'aziz: emevi halifelerinin sekizincisidir. mervanın torunudur. valdesi ümmü asım binti asım bin ömerül hattabdır. da ya'ni hazreti mu'aviyenin vefatı yılında medinede tevellüd etdi. babası mısr valisi olunca, mısra gitdiler. oğlunu medineye tahsile gönderdi. enes bin malik, abdüllah bin ca'fer tayyar ve sa'id bin müseyyeb ve başka zatlardan ders aldı. babası ölünce amcası olan halife abdülmelik bunu şama getirdi. kızı fatımayı buna verdi. da amcası oğlu süleyman vefat edince halife oldu. çok adil idi. ikinci ömer denmeğe layık idi. hazreti mu'aviyenin vefatından sonra hutbelerde ehli beyte la'net okumak adet olmuşdu. halife olunca, ilk iş olarak bu adeti kaldırdı. ehli beyte çok saygı gösterir ve yardım yapardı. de kırkbir yaşında iken kölesi tarafından zehrlendi. beyaz, ince ve nazik yüzlü, za'if, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. biniciliğe çok meraklı idi. enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, imamlık yapmakda, resulullah efendimize ömer bin abdül'azizden daha çok benziyen kimse görmedim. malatya şehrini rumlardan, yüzbin esir karşılığı satın aldı. ibnülcevzi, bunun hayatını, büyük bir cild halinde yazmışdır rahimehullahü teala. ömer bin hattab: eshabı kiramın en büyüklerinden, aşerei mübeşşeredendir. resulullahın ikinci halifesidir. dokuzuncu dedesi olan ka'b, resulullahın yedinci babasıdır. annesi hanteme binti hişam, ebu cehlin kız kardeşi idi. hicretden kırk sene önce tevellüd etdi. kureyşin büyüklerinden idi. çok güzel konuşurdu. önce resulullaha düşman idi. bi'setin ya'ni resulullaha, peygamber olduğu bildirildiği günün altıncı yılında, resulullahın amcası hazreti hamza imana gelince, müslimanlar çok kuvvetlendi. çok sevindiler. bu iş kureyş kafirlerine güç geldi. ileri gelenleri toplandılar. muhammedin adamları çoğalıyor. bunu önlemeğe çare bulalım dediler. herbiri birşey söyledi. ebu cehl muhammedi öldürmekden başka çare yokdur. bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altun veririm dedi. ömer bin hattab yerinden fırladı. dedi. ömeri alkışladılar. haydi hattab oğlu! görelim seni dediler. ömer kılıncını çekerek yola düşdü. nu'aym bin abdüllaha rastladı. dedi. o da, dedi. ya ömer! güç bir işe gidiyorsun. onun eshabı, çevresinde, pervane gibi dolaşıyor. ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. ona yaklaşmak çok zordur. onu öldürsen bile abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin? dedi. ömer, bu sözlere çok kızdı. yoksa, sen de mi onlardan oldun? önce senin işini bitireyim diye, kılınca sarıldı. ya ömer! beni bırak! kardeşin fatıma ile, zevci sa'id bin zeyde git ki, ikisi de müsliman oldu, dedi. ömer, onların müsliman olduğuna inanmadı. eğer inanmazsan, git sor! anlarsın dedi. ömer şaşaladı. bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fekat arabların adeti olan kan da'vası hasıl olacakdı. kureyş ikiye bölünecek. birbiri ile çarpışacakdı. böylece, değil yalnız ömer, bütün hattab oğulları öldürülecekdi. fekat ömer, çok kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişdi. kardeşini merak edip hemen evlerine gitdi. o anlarda suresi yeni gelmiş, sa'id ile fatıma, bunu yazdırıp, habbab bin eret adındaki sahabiyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. ömer, kapıdan bunların sesini duydu. kapıyı çok sert çaldı. ömeri, kılınç belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. habbabı gizlediler. sonra kapıyı açdılar. içeri girince dedi. sa'id dedi. ömerin kızması artarak, işitdiğim doğru imiş. siz de, onun sihrine aldanmışsınız, dedi. sa'idi yakasından tutup, yere atdı. fatıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. yüzünden kan akdı. ömer kanı görünce, kardeşine acıdı. biraz sendeledi. fatımanın canı yandı. kana boyandı ise de, iman kuvveti, kendisini harekete getirip, allahü tealaya sığınarak, ya ömer! niçin allahdan utanmazsın? ayetler ve mu'cizeler ile gönderdiği peygambere inanmazsın? işte ben ve zevcim, müsliman olmakla şereflendik. başımızı kessen, bundan dönmeyiz dedi ve kelimei şehadeti okudu. ömer, ne yapacağını şaşırdı. yere oturdu. yumuşak sesle, dedi. fatıma getirdi. ömere verdi. ömer, güzel okuma bilirdi. taha suresini okumağa başladı. kur'anı kerimin fesahatı, belagatı, ma'naları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşatdı. ayetini okuyunca, derin düşünceye daldı. ya fatıma! bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız allahın mıdır? dedi. kardeşi evet, öyle ya! şübhe mi var? dedi. ya fatıma! bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşden, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. hiçbirinin, yeryüzünde birşeyi yok! diyerek, şaşkınlığı artdı. biraz daha okudu. ondan başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. herşey, ancak ondan beklenir. en güzel ismler onundur ayetini düşündü. dedi. habbab bu sözü işitince, yerinden fırladı. tekbir getirdikden sonra, müjde ya ömer! resulullah allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! bu dini, ebu cehl ile yahud ömer ile kuvvetlendir buyurdu. işte bu devlet, bu se'adet sana nasib oldu dedi. bu ayeti kerime ve bu düa, ömerin kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. hemen, dedi. kalbinde, resulullah sevgisi yanmağa başladı. o gün, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem safa tepesi yanında, erkamın evinde eshabına nasihat veriyordu. eshabı kiram toplanmış, onun nurlu cemalini görmekle, tatlı te'sirli sözlerini işitmekle kalblerini cilalıyor, ruhlarını ferahlatıyorlardı. sonsuz lezzet, zevk ve neş'e içinde halden hale dönüyorlardı. ömeri buraya getirdiler. ömerin kılınçla geldiği görüldü. ömer heybetli, kuvvetli olduğundan, eshabı kiram, resulullahın etrafını sardı. hazreti hamza ömerden çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. yoksa o kılıncını çekmeden, ben onun başını yere düşürürüm derken, resulullah buyurdu. biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikde olarak içeri girdi. cebrail aleyhisselam, daha önce, ömerin iman etdiğini, yolda olduğunu haber vermişdi. resulullah, ömeri tebessüm buyurarak karşıladı ve buyurdu. bırakdılar. resulullahın önünde diz çökdü. resulullah, ömerin kolundan tutup, buyurdu. o da temiz kalb ile kelimei şehadeti söyledi. eshabı kiram, sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi. o zemana kadar gizli imana gelirlerdi. hazreti hamzanın ve üç gün sonra hazreti ömerin müsliman olması ile, müslimanlar kuvvetlendi. ömer radıyallahü anh dedi. dediler. öyle ise, ne duruyoruz? haydi çıkalım, haremi şerife gidelim. açıkça okuyalım! dedi. resulullah kabul buyurdu. önde ömer, sonra ali, ondan sonra resulullah, sağında ebu bekr, solunda hamza, arkasında öteki sahabiler yürüyerek haremi şerife gitdiler. kureyşin ileri gelenleri, orada ömerden müjde bekliyorlardı. ömer muhammedileri toplamış getiriyor dediler. sevindiler. ebu cehl, zeki, cin fikrli olduğundan, bu gelişi beğenmedi. ileri varıp ya ömer! bu ne? dedi. hazreti ömer hiç aldırış etmeden dedi. ebu cehl, ne diyeceğini şaşırdı. dona kaldı. hazreti ömer radıyallahü anh bunlara dönerek, beni bilen bilir. bilmiyen bilsin ki, hattab oğlu ömerim. karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak istiyen, yerinden kıpırdasın! dedi. hepsi geriye çekilip dağıldılar. ehli islam, haremi şerifde saf olup, yüksek sesle tekbir aldı. ilk olarak meydanda namaz kıldılar. hazreti ömer, o günden sonra, dayısı ebu cehle ve kafirlerin ileri gelenlerine meydan okudu. eshabı kiram, medineye gizli hicret etmişdi. ömer radıyallahü anh silahlarını kuşanarak, açıkca hicret etdi. medineye daha önce varıp, resulullahın teşrif etmekde olduğunu müjdeledi. bütün gazalarda bulundu. arslan gibi döğüşdü. uhudda resulullahın yanından ayrılmadı. daima doğru söylediği için buyuruldu. resulullahın vefatında karışıklık çıkmasını önledi. halifeye, her işinde yardım etdi. halife ebu bekr, vefat edeceği zeman, eshabı kiramın ileri gelenlerini çağırıp, görüşdükden sonra, hazreti ömeri halife ta'yin etdi. onüçüncü yılda halife oldu. emirülmü'minin ismini aldı. az zemanda o kadar çok yer aldı ki, tarihcileri şaşırtdı. kudüse gidip, adaleti ile rumları hayran bırakdı. kadsiye zaferini kazanarak, orduları azak denizine kadar ilerledi. tunusa kadar feth olundu. dörtbinden ziyade cami', mescid yapıldı. hazreti mu'aviyeyi radıyallahü teala anh şam valisi yapdı. kendi de şama geldi. her sene hac yapdı. on buçuk sene ve yedi gün, dünyada hiç görülmemiş bir adalet ile halifelik yapdı. derdimyıl zilhiccesinde, bir sabah namazına giderken, mugiretebni şu'be hazretlerinin kölesi ebu lü'lü' firuz tarafından bıçakla karnına vurularak yirmidört saat sonra, yaşında şehid oldu. hucrei se'adete defn edildi radıyallahü teala anh. çok adil, abid, çok merhametli, aşağı gönüllü, fakirlikle yaşar bir zat idi. kudüse giderken deveye, kölesi ile nöbetleşe biniyordu. şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. kuvveti, adli, askerleri, üç kıt'ayı titreten islam halifesini görmeğe gelenleri hayretde bırakmışdı. o derece adil idi ki, kendi oğlu günah işleyince allahü tealanın emri kadar sopa vurulmasını emr etdi. eshabı kiram yalvardıkları halde, bir değnek eksik vurulmasına razı olmadı ve oğlu bu yüzden öldü. çok acıdı ve üzüldüğünü bildirdi ise de, pişman olmadı. ölünciye kadar, bütün alemi islam, resulullah zemanındaki huzur, safa ve rahatlık içinde yaşadı. çeşidli hadisi şeriflerle medh olundu. hadisi şerifi, yüksekliğini anlatmağa yetişir. faziletini, kıymetini bildirmek için, din alimleri ve dinsizler tarafından cildlerle kitab yazıldı. eshabı kirama derecelerine göre saygı gösterirdi. bedr gazasında bulunanlara daha çok kıymet verirdi. haşimileri, hepsinden üstün tutardı. hazreti aliyi hepsinden yüksek bulundurur, işlerinde ona danışırdı. hazreti ömeri medh eden hadisi şeriflerin çoğunu hazreti ali bildirmişdir. rafi'. ebülkasım abdülkerim bin muhammed büyük alimlerdendir. de kazvinde vefat etdi rahimehullahü teala. imamı şafi'inin rahimehullahü teala kitabını şerh etdi. tefsir ve hadis ve fıkh kitabları vardır. şafi'i mezhebinde çok kitab yazdı. bunlar arasında kitabı çok kıymetlidir. bunu çok alimler şerh veya ihtisar etmişdir. imamı nevevinin rahimehullahü teala ihtisar ederek adını verdiği kitab çok kullanılmakdadır. minhacın şerhleri arasında en kıymetlisi, ahmed ibni hacer heytemi mekkinin rahimehullahü teala şerhidir. adındaki bu şerh dört cilddir. rebi' bin haysem: tabi'indendir. kufe şehrinde zühd ve takvası ile meşhurdur. son zemanında felc hastası oldu. de vefat etdi rahimehullahü teala. rebi' bin meysere: eshabı kiramdandır. bedrde bulunmadı. hayberde bulundu. resulullahın, müt'a nikahını yasak etdiğini bildirenlerden biridir. rukayye: resulullahın ikinci kızıdır. anası, hadicetülkübradır. hazreti osmanın zevcesidir. önce, ebu lehebin oğlu utbeye nişanlı idi. sonra ebu leheb ile zevcesi, resulullaha eziyyet vermek için, oğlunu vaz geçirdi. hazreti osman ile habeşe hicret etmişdir. orada abdüllah adında bir oğlu oldu. abdüllah, hazreti rukayyeden sonra, dördüncü yılda, altı yaşında vefat etdi. hazreti rukayye, hicretin ikinci yılında hastalanıp bedr gazasının zafer müjdesi medineye geldiği gün vefat etdi radıyallahü teala anha. sa'd bin ebi vakkas: eshabı kiramın büyüklerindendir. aşerei mübeşşeredendir. ilk müsliman olanların yedincisidir. onyedi yaşında iken müsliman oldu. bütün gazalarda bulundu. kahramanca döğüşdü. ilk ok atan budur. çok nişancı idi. uhud gazasında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düşmandan gelen okları yerden toplayıp buna verirdi. at ya sa'd at! anam babam sana feda olsun buyururdu. halife ömerülfaruk zemanında, irana gönderilen islam ordusunun başkumandanı idi. meşhur kadsiye zaferini kazandı. iran devletinin başşehri olan medayn şehrini alıp, acem hazineleri, müslimanların eline geçdi. sonra ırak valisi oldu. kufe şehrini kurdu. hazreti osman zemanında kufe valisi oldu. cemel ve sıffin muharebelerine karışmadı. ellibeş yılında vefat etdi radıyallahü teala anh. medinei münevverededir. . sa'd bin mu'az: ensardan evs kabilesinin reisi idi. medineye, hicretden önce gönderilen mus'ab bin umeyrin sözleri ile imana geldi. kavmini de imana getirdi. bedr, uhud ve hendek gazalarında bulundu. hendekde aldığı yaradan vefat etdi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buna çok ağlayıp, cenaze namazını kıldırdı. hadisi şeriflerle medh edilmişdir radıyallahü teala anh. sa'd bin ubade: ensarı kiramdan, beni sa'idenin reislerinden idi. cömerdlikde eşi yok idi. gazalarda ensarın bayrağını taşırdı. resulullahın vefatında halife olmak istedi. herkes ebu bekre bi'at edince, havrana gitdi. on beşinci yılda orada vefat etdi radıyallahü teala anh. havran, şamın cenubundadır. sa'düddini teftazani: mes'ud bin ömer, islamiyyetin en büyük alimlerindendir. de horasanda teftazanda tevellüd, de semerkandda vefat etdi rahimehullahü teala. timür han, kendisini çok sever, pek sayardı. tefsir, fıkh ve akaid bilgilerinde zemanının bir danesi idi. pek kıymetli, çok sayıda kitabları vardır. beyan ve me'ani ilmlerinde, şam müftisi celaleddin muhammed bin abdürrahmanınyazmış olduğu kitabını şerh etmiş adını vermişdir. bu kitabı ve şerhi çok kıymetlidir. sa'di şirazi: müslihuddin bin abdüllah, yılında şirazda tevellüd, de orada vefat etdi. otuz sene ilm öğrendi, otuz yıl seyahat ve askerlik yapdı. otuz yılı inziva ve ibadetle geçirdi. şi'rleri pek kıymetlidir. kitabları, kendi zemanında, her tarafa yayıldı. çok şöhret buldu. pek saygı gördü. bağdadda, nizamiyye medresesinde ders verdi. ehli sünnet idi. ehli sünnet alimlerinden ebülferec ibni cevzinin talebesi idi. tesavvufda, kadiri olup, şihabüddini sühreverdinin sohbetinde kemale geldi. ondört kerre hacca gitdi. bağdad, şam, mısr, anadolu, horasan, hindistan ve türkistanda bulundu. haçlı seferlerinde avrupalıların eline esir düşdü. ve kitabları, farisi dilden avrupa dillerine terceme edilmişdir. türkçe çeşidli terceme ve şerhleri de vardır rahimehullahü teala. safiyye: abdülmuttalibin kızı, resulullahın halası idi. aşerei mübeşşereden zübeyr bin avvamın annesi idi. cahiliyye döneminde, ebu süfyanın kardeşi harisin zevcesi idi. hazreti hamzanın anadan da kardeşi idi. müsliman oldu radıyallahü teala anha. safiyye binti huyey: yehudi kızı idi. hayberde kenanenin zevcesi iken hicretin yedinci yılında esir alındı. resulullah efendimiz alıp azad etdi. seve seve imana gelince, resulullah, nikah eyledi. çok akllı idi. ellinci yılda vefat eyledi radıyallahü teala anha. safiyyeddini erdebili: erdebilde mescid imamı idi. de vefat etdi. oğlu sadreddin ve torunu ali ve daha sonra bunun oğlu cüneyd, sıra ile imam olup, karakoyunlu hükmdarlarından mirza cihan şah, bunu hudud dışına çıkardı. diyarı bekre gelip, akkoyunlu hükmdarı uzun hasene sığındı. uzun hasen, azerbaycanı alınca, yine erdebile yerleşdi. torunlarından isma'il, velii ni'metleri olan akkoyunlulara isyan edip, hükumeti eline aldı. de tebrizde devletini kurdu. de efganlılar iranı istila edinceye kadar sürdü. nadir şah, de efganlıları çıkarınca, hindistana kadar aldı ise de, da şehid edilince, iranda huzur devam edemedi. reyde bulunan kaçar adındaki bir türkmen aşiretinin reislerinden mehmed ağa, da iranı istila ederek kaçar devletini kurdu. de rıza şah, kanlı bir darbe ile, pehlevi hükumetini kurdu. de vefat etdi. yerine geçen, oğlu muhammed rıza şah pehlevi, irandaki sünni müslimanlara da hak ve hürriyyet tanıdı. hanefi mezhebinde medreseler açıldı. buna tahammül edemiyen müteassıblar, reisleri olan, ayetullah humeyninin teşviki ile isyan etdiler. iranda çok kan döküldü. şah amerikaya, sonra mısra kaçdı. de, mısrda, kederinden öldü. iranda şi'i cumhuriyyeti kuruldu. binlerce devlet adamı, subaylar, talebeler öldürüldü. ırak ile harb açıldı. savaş senelerce sürüp, sanayı merkezleri harab oldu. safvet paşa: adı muhammed es'addır. ikinci abdülhamid han zemanında sadrı azam idi. da istanbulda tevellüd, de vefat etdi. sultan mahmud türbesinin bağçesindedir rahimehullahü teala. sahib bin ibad: isma'il bin ebilhasen talkani, buye oğullarından müeyyedin ve sonra kardeşi fahrüddevlenin veziri idi. devletin idaresi bunun elinde idi. çok cömerd idi. alimlerle, ediblerle görüşmeği çok severdi. da kazvinin talkan kasabasında tevellüd, de reyde vefat etdi rahimehullahü teala. isfehanda defn edildi. devlet reisi, tabutu önünde yürüdü. çok kitab yazdı. sa'id bin zeyd: eshabı kiramın büyüklerinden idi. aşerei mübeşşereden idi. ömerülfarukun radıyallahü anhüma amcası oğludur. yine bunun kayın biraderi ve eniştesi idi. ya'ni, hazreti ömerin kızkardeşi olan fatımanın radıyallahü anha zevci idi. zevcesi ile birlikde habeşistana hicret etmişdi. hazreti talha ile birlikde, şam yolunda vazifede olduğundan, bedr gazasında bulunamamışdı. diğer gazaların hepsinde bulundu. yermük muharebesinde ve şamın fethinde de bulundu. ellibirde vefat etdi radıyallahü teala anh. sehl bin hanifi evsi: ensarı kiramdandır. bütün gazalarda bulundu. uhud gazasında, resulullahın yanından ayrılmadı. geri dönmedi. hazreti aliye en önce bi'at edenlerdendir. hazreti ali basraya giderken, kendisini, medinei münevverede, yerine vekil bırakmışdı. sonra, horasana vali yapdı. ehali şikayet etdiğinden azl eyledi. yerine ziyad bin ebihi ta'yin eshabı kiram buyurdu. sıffin muharebesinde hazreti alinin yanında idi. otuz sekiz yılında kufede vefat etdi. namazını imamı ali radıyallahü anhüma kıldırdı. sehl bin sa'. ensarı kiramdandır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında onbeş yaşında idi. doksanbir yılında, doksanbeş yaşında vefat etdi. eshabı kiramdan, medinede en son vefat eden budur. çok hadisi şerif rivayet etdi. selim cihangir han: hindistan hükmdarlarından ekber şahın oğludur. de tevellüd, de vefat etdi. lahordadır. türbesi çok san'atlı ve çok süslüdür. de hükmdar oldu. ingilizlere hindistanda ticaret yerlerini ilk veren budur. yerine, oğlu şah cihan geçdi. selmani farisi: eshabı kiramın büyüklerindendir. iranlıdır. isfehanda tevellüd etdi. mecusi idi. ateşe tapardı. bir kilise önünden geçerken içeri girip, nasrani oldu. arkadaşları işkence yapdıkları için, anadoluya kaçdı. şimdi emirdağı denilen, amuriye şehrinde, kilisede yıllarla iş yapdı. papasa kendini sevdirdi. ihtiyar papasdan nasihat istedi. onun sözü üzerine şama geldi. şamdan hicaza gelerek, yeni gelecek peygambere hizmet etmek istedi. bunu köle yapdılar. resulullahın medineye teşrif etdiği gün imana geldi. resulullah, bunu satın alıp azad etdi. hendek gazasında, hendek, bunun sözü ile kazıldı. sonraki gazalarda, hep bulundu. hazreti ömer zemanında medayn valisi oldu. otuzbeşde medaynda vefat etdi. hadisi şerif ile medh olundu. abdürrahman cami kitabında buyuruyor ki, sa'id bin müseyyeb diyor ki, abdüllah bin selamdan işitdim. abdüllah bin selam bana dedi ki, selmanı farisi birgün bana dedi ki, kardeşim abdüllah! ikimizden hangimiz önce ölürse, kendini, arkada kalana rü'yada göstersin olur mu? abdüllah dedi ki, böyle şey olur mu? ölen kimse, kendisini rü'yada başkasına gösterebilir mi? selman buyurdu ki, gösterebilir. mü'min öldükden sonra, ruhu serbest kalır. yer yüzünde dilediği yerde bulunabilir. kafirlerin ruhları ise, serbest kalmaz. siccin denilen cehennem çukurunda habs olunur. abdüllah dedi ki, selman radıyallahü anh vefat edince, bir gün ortasında kaylule uykusuna yatmışdım. rü'yada selman geldi. bana selam verdi. selamını aldım. halin nasıl, yerin nasıl? dedim. çok rahatım, çok iyiyim. sana nasihatım olsun ki, tevekkülü elden bırakma. en iyi şey, tevekküldür dedi. bu sözünü üç kerre tekrarladı. sevde: resulullahın zevcei mütahherasıdır. mekkede tezvic buyurmuşdu. hazreti ömer zemanında vefat etdi. önceden zevci ile iman edip, habeşistana hicret etmişlerdi. mekkeye geldikleri zeman, zevci vefat etdi. kendi sırasını hazreti aişeye bağışlamışdı. beş hadisi şerif haber vermişdir radıyallahü teala anha. seyyid eyyub ürmevi rahimehullahü teala: iranın türkiye yakınındaki ürmiye şehrindedir. türkçe kitabının sahibidir. de ve de istanbulda yapılan baskıları pek güzeldir. bu kitabı ahifesinde, kendini tanıtmakdadır. sıbgatullahi hizani: tahayı hakkarinin halifelerindendir. tahayı hakkari ismine bakınız!. sicah binti haris: beni temim kabilesinden bir kadın idi. peygamber olduğunu söyliyerek, yeni bir din çıkarmağa çalışdı. çok kimseyi aldatdı. malik bin nuveyre de, buna uydu. önce hıristiyan idi. müseylemeye yardıma hazırlanırken, müseyleme katl edilince, sicah korkdu. ıraka kaçdı. bir zeman sonra, müsliman oldu. tevbe etdi. hazreti mu'aviye zemanında vefat etdi. sırrı paşa: giridlidir. bağdad valisi idi. de tevellüd, de istanbulda vefat etdi rahimehullahü teala. muhammed sırrı paşanın , , , kitabları meşhurdur. çeşidli ahlak ve tarih risaleleri ve hıristiyanlarla sohbetleri vardır. süfyan bin uyeyne: fıkh ve hadis alimi idi. müctehid idi. vera' ve takvası çok idi. yılında kufede tevellüd, de mekkei mükerremede vefat etdi. yetmiş kerre hac etdi. imamı azam ve imamı şafi'i ile görüşdü rahimehümullahü teala. hadis ve tefsir risaleleri vardır. uyeyne, necdde bir kasabadır. vehhabiliği ortaya çıkaran muhammed bin abdülvehhab, buradan çıkmışdır. süfyanı sevri: babasının adı sa'iddir. hadis ve fıkh alimidir. müctehiddir. zühd ve takvası, nasihatleri meşhurdur. yılında kufede tevellüd, de basrada vefat etdi rahimehullahü teala. istanbulda, yeraltı cami'i şerifinde bulunan süfyan, bu değildir. başkasıdır. cüneydi bağdadi, bunun mezhebinde idi. zemanında, halalı ondan daha iyi bilen yok idi. , ve kitabları vardır. süyuti: celaleddin abdürrahman bin ebi bekr bin muhammed süyuti, islam alimlerinin en büyüklerindendir. almanca kitabında, diyor ve birkaçını bildiriyor. tefsir, hadis, fıkh, tarih, ahlak ve tıb kitabları çok kıymetlidir. mısrda, süyut şehrinde da tevellüd, de mısrda vefat etdi rahimehullahü teala. kitablarının çoğu, avrupada basılmışdır. daha yirmiiki yaşında iken tefsirini temamladı. imamı gazalinin kitabını kısaltmışdır. kitabları, okumakla bitmez. şa'bi: tabi'inin büyüklerindendir. adı amirdir. yirminci yılda basrada tevellüd, de kufede ansızın vefat etdi rahimehullahü teala. ecdadı yemenli olduğu halde, hemedanda yerleşmişlerdi. kendisi kufeye yerleşdi. ibnilmüseyyeb, medinede, haseni basri basrada, mekhul şamda islamın o asrda dört direği gibi idi. eshabı kiramdan beşyüz sahabiyi gördü. abdülmelik tarafından rum kayserine sefir olarak gönderilmişdi. şafi'. muhammed bin idris kureyşidir. dört mezheb imamlarından biridir. büyük müctehiddir. yılında, kuds civarında gazze kasabasında tevellüd, de mısrda vefat etdi. karafe kabristanındadır rahimehullahü teala. medinei münevverede imamı malikden okudu. bütün ilmlerde zemanının bir danesi oldu. vera' ve takvası da herkesden ziyade idi. imamı ahmed bin hanbelin üstadıdırde bağdada gelip, iki sene kaldı. mekkeye döndü. da mısrda yerleşdi. büyük alimler tarafından hayatı yazılmış, hepsi tarafından medhu sena olunmuşdur. usuli fıkh ilminde ilk kitab yazan budur. hadisde, ve adında iki büyük kitabı vardır. ve fıkhda ve ve ve ve kitabları çok kıymetlidir. şah abbası safevi: şah isma'ilin kurduğu şi'i safevi devletinin reislerinden beşincisi ve üç şah abbasından birincisidir. de tevellüd etdi. de şah oldu. isfehanı başkent yapdı. iranı yabancılardan temizledi. de vefat etdi. özbek sultanı abdüllaha mağlub olarak, horasanda özbeklerden aldığı yerleri ve hiratı tekrar elinden çıkardı. ehli sünnete karşı, müfrit düşman bir kimse idi. de bağdadı osmanlılardan alıp, ehalisini katl ve vali bekr paşayı petrola batırıp diri diri yakdı. on sene sonra osmanlılar bağdadı geri aldı. iranda islamiyyetden evvel, pişdaniyyan, kiyaniyyan, işkaniyyan ve sasaniyyan devletleri vardı. birincileri yıldızlara ve güneşe taparlardı. kıyaniyyandan keştasib zemanında, zerdüşt isminde biri, miladdansene evvel, mecus dinini kurdu. hazreti ömer zemanında müsliman yapıldılar. me'mun halifeye isyan eden tahir, horasanda bir hükumet kurdu. sene sonra de bunun yerine devleti, de samaniyyan devleti kuruldu. samaniler zemanında farisi lisanı kuvvetlenip arabi harflerle yazılmağa başladı. da, gaznevilerin bir kolu olan ali sübüktekin, de de selçuki devleti kuruldu. cengizden sonra, hasen sabbahın batıniyye devleti, iranda şi'iliğin yayılmasına sebeb oldu. de cengiz oğulları ilhaniyyan devletini kurdu. bu devlet, de timur han ve oğullarının ve de akkoyunlu uzun hasenin eline geçdi. da şah isma'il, safevi devletini kurarak, şi'i mezhebini resmi din yapdı. emrlerini kabul etmiyen müslimanları görülmedik işkencelerle öldürtdü. da, babasının yerine geçen muhammed rıza şah pehlevi, sünni müslimanlara da hak ve hürriyyet tanıdığı için, ayetullah humeyni, buna karşı kanlı bir ihtilal yapdı. şah da irandan amerikaya kaçdı. ramezan ayında mısrda vefat etdi. iranda şi'i cumhuriyyeti kuruldu. onbinlerce devlet adamı ve generaller öldürüldü. şah cihan: muhammed sahib kranı sanidir. hindistandaki timür oğulları devletinin hükmdarlarındandır. cihangir selim şahın oğludur. bin tarihinde lahorda tevellüd, de hükmdar oldu. de, oğlu evrengzib alemgir tarafından tahtdan indirildi. agra şehrinde sekiz sene habsde kalıp, da vefat etdi. tac mahal içindedir. fevkal'ade debdebe ve safa içinde saltanat sürdü. delhi şehrini i'mar etdi ve genişletdi. tahtı cevherler içinde idi. zevcelerinden birinin egre şehrindeki mezarı üstüne denilen pek san'atlı, çok süslü bir türbe yapdırdı. oğlu alemgir, yılına kadar sultan olup, pek dindar, mubarek idi. şah isma'ili safevi: safiyeddinin torunlarından olduğu için safevi denir. safevi hükumetini kurdu. imamı musa kazım soyundan olduğunu söylerdi. fekat, türklerin hatay kabilesinden idi. ceddi, safiyeddin erdebili, seyyidlik iddiasında bulunmamışdı. sonradan uydurmuşlardır. ayasofya kütübhanesindenumarada, safiyyeddin erdebilinin menakıbinin iki nüshası vardır. bunların ilki, şah isma'ilin cülusundan on sene evvel, ikincisi de numarada olup, şah oldukdan altı sene sonra yazılmışdır. ilk nüshada büyük babasının menakıbı yazılmışdır. burada şah isma'ilin altıncı ceddi olarak firuzdan bahs edilir ki, bunun ahfadından olan safiyeddin erdebili ve muasırı olan hoca ali bu hususda fazla gayret göstermişlerdir. kürdistandan giyara ve oradan şimale kayarak, erdebile gelmişdir. burada türkler arasında. kadar talebe kazanmışlardır. safiyeddinin türkçe bildiği muhakkakdır. ancak ağzından çıkan sözler, menakıbinde ya farisi, veya azeri şivesinde kayd edilmişdir. oğlu sadreddin zemanında, hayallerine seyyidlik gelmişdir. güya anneleri, bu yolda bir rü'ya görmüş. o zeman buna ehemmiyyet verilmemiş ise de, şah isma'il buna dört el ile sarılmışdır. şah isma'ilin seyyid olmayıp, hatay kabilesinden türk olduğunu gösteren vesikalar, kitabının sonundaki hal tercemesinde yazılıdır. lutfen oradan okuyunuz! safinin talebeleri ve şöhreti çok idi. timür han bile ziyaretine gelmişdi. isma'ilin dedesi cüneydi, karakoyunlu sultanı cihan şah, azerbaycandaki erdebilden çıkarıp hudud dışı etdi. diyarı bekre gidip akkoyunlu uzun hasene sığındı. gözüne girip hemşiresini aldı. uzun hasen, azerbaycanı alınca, cüneyd, erdebile döndü. talebesi ile gürcistana saldırdı. şirvan şahı olan sultan halil tarafından katl olundu. oğlu haydar, dayısı uzun hasenin kızını aldı. bu da şirvana saldırdı ise de, katl olundu. işte bu haydarın oğlu isma'ilde tevellüd etdi. de talebesi ile şirvana saldırıp, babasını öldüren sultanı öldürdü. de tebrizde safevi devletini kurdu. bağdadı, baküyü, horasanı aldı. şi'iliği i'lan etdi. sünnileri sürdü, öldürdü. bunu işiten yavuz selim han, büyük ordu ile üzerine yürüdü. senesinde, çaldıran meydan muharebesinde, şah isma'ilin askerleri, talebesi dağıldı, kaçdı, çoğu kılınçdan geçdi. şah da yaralandı, kaçdı. da serab şehrinde öldü. erdebildedir. cesur, intikamcı, zevkine düşkün ve sefih idi. şa'rani. sırada abdülvehhab ismine bakınız! şemseddin mahmud: muhammed bin abdürrahman isfehani, şafi'i mezhebi alimlerindendir. de tebrizde tevellüd, da mısrda vefat etdi. ebüssena denir. üsul, bedi', beyan, akaid, meani, mantık ve hikmet ve tefsir kitabları yazmışdır. ilmi kelamdan, kadi beydavinin yazdığı kitabını şerh ederek adını vermişdir. şemseddin sami: şemseddin sami beğ, da arnavutlukda tevellüd ve de istanbulda vefat etdi. erenköy kabristanındadır rahimehullahü teala. fransızcadan türkçeye lügat kitabı çok faidelidir. bir tarih ve coğrafya lügatı olan kitabı altı cilddir. her cildi sekiz yüz sahifeden fazladır. bunu yazmağayılında başladı. da temamladı. çok kıymetli bir ansiklopedidir. gelmiş olan her dinden, her milletden meşhur insanları ve memleketleri, tarih olaylarını, doyurucu bilgi vererek anlatmakdadır. islami kültürü de olsaydı te'assub ve siyaset ile yazılan kitabları sezebilir, kamusuna yanlış bilgi sokmazdı. kıymeti daha çok olurdu. zemanımızda çıkan tarih, coğrafya kitabları, mecmu'aları, gazete yazıları, ansiklopediler hep bu kamusdan faidelenmekdedir. şeyhzade: muhammed bin muslihiddin mustafa, müderris idi. de vefat etdi rahimehullahü teala. beydavi tefsirine yapdığı haşiyesi, tefsir kitablarının en kıymetlilerindendir. denilmekdedir. dört büyük cilddir. hepsi, hakikat kitabevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır. ve başka şerhleri de vardır. şihabüddini sühreverdi: ömer bin muhammed, şafi'i fıkh alimi ve evliyanın büyüklerindendir. onbeşinci dedesi, hazreti ebu bekri sıddikdır. da sühreverde doğup, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. abdülkadiri geylani hazretlerinden feyz aldı. çok hac yapdı. kitablarının en meşhuru dir. bu kitabını mekkei mükerremede yazdı. şihristani: muhammed bin abdülkerimda, horasandaki şihristan kasabasında tevellüd, de bağdadda vefat etdi. fıkh ve kelam alimi idi. dersleri ve va'zları bağdadda meşhur oldu. eş'ari mezhebinde idi. felsefe ve fizik bilgisi de çokdu. müsliman, yehudi ve hıristiyan dinlerini ve mezheblerini anlatan adındaki arabi kitabı çok kıymetlidir. latinceye, ingilizceye ve birçok avrupa dillerine ve türkçeye terceme edilmişdir. arabi şerhi, de beyrutda basdırılmışdır. başka kitabları da vardır. şirvanşah: şirvanda hükumet süren dirdendiyye oğullarının üçüncüsü idi. halil sultanın oğlu idi. devleti kuran ibrahimin torunu idi. de haydarın hücumunu püskürterek haydarı katl etdi. şah isma'il, babasının intikamını almak için, da şirvana girdi. şirvan şahı, insanlığa sığmıyan bir işkence ile öldürdü. ehli sünneti, çoluk çocuk demeyip kılınçdan geçirdi rahimehümullahü teala. taberi: ibni cerir adı ile meşhurdur. muhammed bin cerir ismine bakınız. taberi: ebu ca'fer ahmed bin muhammed, şafi'i alimlerindendir. de vefat etdi rahimehümullahü teala. çok kitab yazdı. tahai hakkari: evliyai kiramın büyüklerinden olan seyyid taha kuddise sirruh bin ahmed bin salih bin ibrahim, abdülkadiri geylani evladındandır. mevlana halidi bağdadinin ekmel talebesi, rabbani ilmlerinin hazinesi idi. zürriyyeti, ubeydüllah ve alaüddin isminde iki oğlundan devam etmişdir. alaüddin efendi, şemdinanın hizne köyündedir. soyu kitabının sonunda, taha isminde yazılıdır. torunu muhammed sıddik efendi, seyyid mustafa arvasi efendinin vefatından sonra, onun zevcesi meryem hanımı almış, bundan taha efendi olmuşdur. bu seyyid tahanın oğullarından muhammed sıddik efendi, ırak hükumetinde, musul meb'usu iken bağdadda vefat etdi. diğer iki oğulları muhammed salih daru ve mazhar efendiler, osmanlı devleti parçalandığı zeman, emlakı ile ırakda kalmış iken, senesinde türkiyeye yerleşdiler. onüçüncü asrın kutbu olan mevlana halid, da bağdaddan ayrılıp, bir senede hindistana giderek, gulamı ali abdüllahi dehlevinin huzuru ile şereflenip, layık oldukları fadl ve kemalatı aldıkdan sonra, allahü tealanın kullarına ilm sunmak içinda vatanına avdet buyurdu. her taraf, mevlananın kalbinden saçılan envar ile aydınlandığı gibi, ilm öğrenmekde iken arkadaşı olan seyyid abdüllah da, da süleymaniyeye mevlanayı ziyarete gitdi. sohbetinde kemale gelip, halifei ekmeli oldu. mevlanaya, biraderi oğlu seyyid tahanın harikul'ade ve yüksek isti'dadını söyledi. mevlana, ikinci def'a gelirken, beraber getirmesini emr buyurdu. ikinci def'a ziyaretlerinde, seyyid tahayı da götürdü. mevlana, bağdadda, seyyid tahayı görür görmez hemen abdülkadiri geylaninin kabri şerifine gidip, istihare etmesini emr eyledi. abdülkadiri geylani kuddise sirruh, kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, mevlananın ise, zemanının ekmeli olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emr buyurdu. bu ma'nevi emr ve izn üzerine, seyyid taha, mevlana halidin yanında iki süluk, ya'ni seksen gün çalışarak mubarek kalbinden fışkıran, feyzlere, ma'rifetlere kavuşup, kemale geldikden sonra kasabasına geldi. seyyid abdüllah vefat edince, seyyid taha, kasabasına gelip kırk sene talebe yetişdirdi. aşıklar, her tarafdan, pervane gibi, ışık kaynağının etrafına toplanıyordu. nehrideki babadan kalma küçük evinde ibadetlerini yapar. diğer zemanlarında, mescidde akli ve nakli ilmleri öğretmeğe ve islamın güzel ahlakını yaymağa çalışırdı. ağalarla, beğlerle ve siyaset adamları ile görüşmez, huzurunda siyasetden ve dünya işlerinden konuşulmazdı. her gün kitabını okur. bu kitabdaki, gibi nasihatları gönüllere aşılardı. binikiyüz seneden beri gelip geçmiş hocalarının hepsi de, bu güzel islam ahlakını bildirmişler, hepsi devlete, kanunlara saygılı olmuşlardır. içlerinden hiçbirisinin hükumete isyan etdiği işitilmemiş, tarihlerde böyle çirkin bir hadiseleri görülmemişdir. bu ilm ve güzel ahlak kaynaklarından uzak kalan dere beğlerinin, dünyaya, şöhrete düşkün kimselerin, hükumetlere karşı ısyanlarını ve ölümlerinden sonra başkalarının cahilce, taşkınca, ahmakca davranışlarını, ba'zı muhalifleri ve hasedcileri, bu mubarek zatlara da bulaşdırmak istemişler, hatta bir kısmını zındanlara düşürmüşler ise de, kanunlar ve adalet karşısında, hepsinin ma'sum, günahsız oldukları anlaşılıp, serbest bırakılmışlar, kendilerinden afv ve özr dilenerek, büyük ikramlar, mükafatlar yapılarak, mubarek kalbleri ve teveccühleri kazanılmağa çalışılmışdır. tarih ve menakıb kitablarında çok görülen böyle iftira okları, seyyid taha hazretlerine de saplanmak istenmiş, hayali, çirkin iftiralar uydurarak, bu ilm, ahlak güneşini de lekelemeğe çalışan, zevallı bedbahtlar zuhur etmişdir. fekat, güneş balçıkla sıvanamayacağı için, bu fazilet güneşini gören, anlıyan uyanık ve bahtiyar kimseler, böyle iftiralara aldanmayıp, kendisine aşık ve hayran olmakda, mubarek kalbinden saçılan nurlarla aydınlanarak, rahata, huzura ve sonsuz se'adete kavuşmakda, vatana, millete ve devlete faideli birer cevher olmakdadırlar. seyyid abdülhakim efendinin babasının dedesi olan seyyid muhammed, o zeman vandan gelip, bu kaynakdan feyz almışdı. seyyid taha, vanı teşrif edince, seyyid muhammedin evinde müsafir olurdu. seyyid muhammedin biraderi lutfinin oğlu sıbgatullah efendi de, hizandan vana gelince, seyyid tahaya intisab etdi. hizana babasının yanına gidip, meşhur oldu. yüzlerce talebesi ile, her yıl nehriye ziyarete giderdi. bir yıl, amcası molla abdülhamid efendinin mahdumu, seyyid fehimi, pek genç yaşında iken beraber götürdü. seyyid fehim, bir gece, müsafir kaldıkları ev sahibine, hakkari valisinin nasıl olduğunu sorar. o da, gece gündüz serhoş olduğunu söyleyince, valisi serhoş olan bir memleketde nasıl durabileceklerini sabaha kadar düşünür. ertesi gün resulan köyüne gelirler. sıbgatullah efendi, buradakilere valinin nasıl olduğunu sorar. iyi adam olduğunu söylerler. seyyid fehim, hemen amcam oğlu! o, serhoşdur. nasıl iyi denilir? der. nehriye gitmek için başkal'adan ayrılırken, seyyid muhammed efendi, seyyid fehimi bir kenara çekerek, yavrum fehim! huzuruna çıkacağın seyyid taha, çok büyük zatdır. vilayet derecelerinin en yükseğindedir. feyz almadıkça, kemale ermedikçe, ondan sakın ayrılma! der. nehriden ayrılırken, seyyid taha, cami' önünde ayakda duruyor. herkes elini öpdükden sonra, sıbgatullah efendi, seyyid fehimin geride kaldığını görüyor. seyyid tahadan bunun da geri dönmesi için izn istiyor. seyyid taha, izn vermiyor. o burada kalsın diyor. yolcular ayrılınca, hemen orada, ayakda iken, seyyid fehime vazife verip, ta'lim buyuruyor. sıcak bir günde, anlatdıklarını tekrar etdiriyor. hepsini, olduğu gibi söyleyip, yalnız yerine diyor. seyyid taha, hemen düzeltmişdir. o zeman, seyyid fehim pek genç idi. medrese derslerini, henüz bitirmemişdi. seyyid taha, birgün, cami' dıvarına dayanarak otururken, seyyid fehim gelir. mubarek eli ile işaret ederek, yanına çağırır. yanına gelir. sen zeki bir talebesin. mutavveli okumalısın! der. efendim kitabım yok. hem de, memleketimizde okunan bir kitab değildir, diyor. seyyid taha, kendi kitabını veriyor. seyyid fehim tahsilini bitirmek için, muşun bulanık kazası, abiri köyünde, molla resuli sübkinin yanına gidiyor. mutavveli bunun huzurunda okuyup, bitiriyor. vilayet derecelerinde yükselmek için de her yıl iki kerre nehriye ya'ni şemdinana geliyor. her gelişinde, seyyid tahadan çeşidli iltifatlarla şerefleniyor. mesela, birgün cami' sofasında okuyordu. çok kalabalıkdı. seyyid fehim uzakda, ayakda dinliyordu. seyyid taha, kitabdan başını kaldırarak, molla fehim! acaba şimdi, hiç üstad yok mu diyor. seyyid fehim, cevab vererek diyor. seyyid taha, hemen mektubatı kapayıp, odasına gidiyor. seyyid fehim, kemal ve tekmile erip mutlak izn verilince, bu işi görmeğe layık olmadığını bildiriyor. seyyid taha, ısrarla kabul etdirmişdir. memleketi olan arvasa teşrif etmesini emr buyurmuşdur. seyyid fehim nehrideki dağın tepesine çıkarak giderken, tekrar çağırıyor. kitabların içindeki mektublarını kendisine göstererek, bu ihlas ve sevgi, sizin değil midir? niçin bu işden kaçınıyorsun? buyuruyor. icazet ile şereflendikden sonra da, eskisi gibi, her yıl nehriye giderdi. seyyid taha kuddise sirruh, da nehri kasabasında vefat etdi. birgün ikindiden önce, ağaçlar arasında otururken, kendilerine iki mektub veriliyor. damadı abdülehad efendiye okutuyor. buyuruyor. damadı, aman efendim! şamdan gelen bu iki mektub ne olacak? diyor. o gün hatm okundukdan sonra, odasına gidiyor. oniki gün hasta yatıp, ikindi vakti, mubarek ruhu refiki alaya yükseliyor. ağlamak seslerini duyan binlerce aşık, şaşırıp kalıyorlar. hasta iken köyünde bulunan kardeşi salihi istetiyor. hatm ve teveccühleri yapmasını, biraderi ekmeli, seyyid salihe emr buyuruyor. kardeşim salih, kamildir. herkesin başı, onun eteği altındadır buyuruyor. seyyid fehim, seyyid salihi, üstadı sohbet yapdı. salihden sonra da, bu adetini bozmadı. vefatı olansenesine kadar, her yıl iki kerre, nehriye giderek seyyid salihin kabrini ziyaret ederdi. seyyid tahai hakkarinin kuddise sirruh talebesi arasında, seyyid muhammed salihden sonra tesarrufu en kuvvetlisi, seyyid sıbgatullah arvasi idi. bundan sonra, küfrevi muhammed idi. seyyid sıbgatullah, talebesi arasında ve ismleri ile meşhur oldu. de vefat etdi. bunun talebesi arasında abdürrahman tagi nurşini de, ve ismleri ile meşhurdur. bunun da ondokuz talebesi: fethullah verkanisi ve abdüllah nurşini ve molla reşid nurşini ve allame molla halil si'ridinin torunu abdülkahhar ve abdülkadir hizani ve seyyid ibrahim es'irdi ve abdülhakim fersafi ve ibrahim ninki ve tahir aberi ve abdülhadi ve abdüllah hurusi ve ibrahim cukruşi ve halil cukruşi ve ahmed taşkesani ve muhammed sami erzincani ve mustafa ve süleyman ve yusüf bitlisidir. abdürrahman tagi, de vefat etdi. bunun kelimatını ibrahim cukruşi toplıyarak ismini vermişdir. çok mu'teberdir. fethullahı verkaniside vefat etdi. talebesinden muhammed ziyaüddin nurşini, abdürrahmanı taginin oğlu olup, de bitlisde vefat etdi. ında yüzondört mektub vardır. onüç talebesinden birincisi muhammed alaüddini uhini olup, mektubatını toplamışdır. ikincisi, ahmed haznevidir. muhammed ma'sumi sani ve seyyid muhammed şerif arabkendi ve adıyamanlı abdülhakim efendi, bunun talebesidirler. bu sonuncusu de vefat etdi. muhammed raşid efendi bunun oğludur. talha bin ubeydüllah: ilk imana gelenlerdendir. aşerei mübeşşeredendir. kafirlerden çok işkence gördü. ipe bağlayıp çekerlerdi. mekkede iken zübeyr ile, medinede iken de ebu eyyubi ensari ile ahıret kardeşi olması emr buyuruldu. vazifeli olduğundan bedrde bulunamadı. diğer gazalarda bulundu. uhud muharebesinde, resulullahı kılınç darbesinden kurtarmak için, kolunu uzatıp siper etdi. eli yaralanıp çolak kaldı. resulullah, ok yağmuru altında çukura yuvarlandı. talha sırtına alarak çukurdan bir kaya üstüne çıkardı. hazreti ali buyuruyor ki, resulullahdan işitdim: buyurdu. hicretin. yılında, cemel vak'asında, hazreti aliye karşı harb edenler arasında idi. bu muharebede şehid olunca, hazreti ali çok üzüldü. ağlıyarak yanına gitdi. mubarek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. cenaze namazını kendi kıldırdı radıyallahü teala anhüma. tayyıbi: şerefeddin hüseyn bin muhammed, hadis ve tefsir alimidir. de vefat etdi rahimehullahü teala. tefsiri, me'ani ve beyan üzerine yazmış olduğu kitabı ve meşhurdur. tirmüzi: muhammed bin isa, da buharada tirmüz kasabasında tevellüd, da da vefat etdi rahimehümullahü teala. hadis imamlarındandır. çok kıymetli hadis kitabıdır. bu kitabın çeşidli şerhleri arasında, karaşideki nin müdiri yusüf binurinin hazırladığı çok kıymetlidir. arabidir. altı cild olup, basılması binüçyüzdoksan da temam olmuşdur. ümmi habibe: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zevcelerindendir. ebu süfyan ile hindin kızı ve hazreti mu'aviyenin kardeşidir. önce übeydüllah bin cahşın zevcesi idi. ikisi de önce müsliman olup, habeşistana hicret etdiler. zevci orada papaslara aldanarak, dünya malına kavuşmak için mürted oldu. ümmi habibeyi de dinden çıkararak zengin olmağa zorladı. o da buyurdu. übeydullah, işkence etmek için, sürünmesi için, bunu boşadı. fekat, kendisi öldü. resulullah ümmi habibenin, bu sözlerini ve başına geleni işitince, habeş padişahı necaşiye mektub yazdı. necaşinin serayında resulullaha nikahı yapıldı. bunun sayesinde habeşistandaki müslimanlar çok rahat yaşadı. dininin kuvveti ve resulullaha sevgisi o kadar çok idi ki, mekke feth edilmeden önce, sözleşmek için resulullahın huzuruna gelen, kafirlerin elçisi, babası ebu süfyanı, resulullahın yatağına oturtmadı. dedi radıyallahü teala anha. ümmi hıram: enes bin malikin teyzesidir. sahabei kiramdandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birgün bunun evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. dedi. buyurdu. ümmi hiram, ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. ya rabbi! bunu da, onlardan eyle! buyurdu. mu'aviye zemanında ümmi hiram, zevci ile, gemilere binip, kıbrısa cihad etmeğe gitdi. orada atdan düşüp şehid oldu. kıbrısın ilk fatihi hazreti mu'aviyedir radıyallahü teala anhüma. ümmi seleme: resulullahın zevcelerindendir. fasih, beliğ idi. zevci vefat etmişdi. hadisi şerif haber vermişdir. hazreti osman zemanındaki fitne sırasında, halifeye nasihat olarak söylediği nutk meşhurdur. da vefat etdi. üsame bin zeyd: resulullahın hizmetçisi olan zeyd bin harisenin oğludur. resulullahın sevgilisi diye meşhurdur. mekkeye giderken resulullahın devesinde, arkasında oturmuşdu. birlikde ka'beye girmişdi. huneyn gazasında, çocuk olduğu halde kahramanca çarpışdı. çok cesur idi. onsekiz yaşında iken ordu kumandanı yapıldı. esmer idi. çok hadisi şerif haber vermişdir. da vefat etdi. uzun hasen: akkoyunlu devletinin hükmdarı idi. de hükmdar oldu. diyarı bekrde idi. birçok yerleri alarak, tebrize yerleşdi. de osmanlı devletine saldırdı. fatih sultan muhammed hana mağlub ve perişan oldu. de vefat etdi. tebrizdedir. trabzon imperatoru un damadı idi. hüseyn hilmi ışıkın kayın pederi olan yusüf ziya akışık, akkoyunlu soyundan olup, bosnalı zülfikar paşanın torunu ahmed beğin oğludur. vahideddin han altıncı sultan muhammed, sultan abdülmecidin oğludur. padişah olan dört kardeşden en küçüğüdür. osmanlı padişahlarının otuzaltıncısı ve sonuncusudur. islam halifelerinin sonuncusudur. de tevellüd etdi. ramezanı şerifinin yirmibeşinci, temmuzun dördüncü perşembe günü hükmdar oldu. da italyada vefat etdi. şamda medfundur. ehli sünnet mezhebinde idi. din bilgisi çokdu. vahşi: hazreti hamzanın bedr gazasında öldürdüğü tu'aymenin biraderinin oğlu olan cübeyr bin mut'imin kölesi idi. habeşli olduğu için, el ile ok atmakda usta idi. uhud gazasında, cübeyr buna, demişdi. hind de, babasının ve amcasının intikamı için, vahşiye mükafat va'd etmişdi. vahşi, taş arkasına pusuya girip, yalnız hazreti hamzayı gözetirdi. hazreti hamza sekiz kafiri öldürüp, saldırırken, vahşi okunu atarak ağır yaraladı ve kılıcı ile şehid etdi. sonra, ciğerini çıkarıp hinde götürdü. hind sevinip ciğeri çiğnedi. üzerindeki zinetlerin hepsini vahşiye verdi. daha da vereceğini söz verdi. hindin bu çirkin, canavarca işi, islam dinine olan düşmanlığından değil idi. hazreti hamza, bedrde bunun babası utbe ile amcası şeybeyi öldürmüşdü. bunların ve kardeşi velidin intikamını almak için, bu işi yapdı. vahşi de, azad olmasını, altunlara kavuşmasını düşünüyordu. islamiyyete hücum düşüncesinde değildi. hicretin sekizinci yılında mekke feth edildiği gün, resulullah, kureyşin hepsini afv buyurdu. yalnız on kişinin adını söyleyip, bunları gören öldürsün buyurdu. hind ile vahşi, bunlar arasında idi. vahşi, mekkeden kaçdı. bir zeman uzak yerlerde kaldı. sonra pişman olup, medinede mescide gelip, selam verdi. resulullah, selamını aldı. vahşi, ya resulallah! bir kimse allaha ve resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, resulullahı canından çok sevici olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir? dedi. resulullah iman eden, pişman olan afv olur. bizim kardeşimiz olur buyurdu. ya resulallah! ben iman etdim. pişman oldum. allahü tealayı ve onun resulünü herşeyden çok seviyorum. ben vahşiyim dedi. resulullah, vahşi adını işitince, hazreti hamzanın parçalanmış hali gözü önüne geldi. ağlamağa başladı. buyurdu. vahşi, öldürüleceğini anlıyarak kapıya yürüdü. eshabı kiram kılınca sarılmış işaret bekliyordu. vahşi, son nefesimi alıyorum derken, cebrail aleyhisselam geldi. allahü teala buyurdu ki, ey sevgili peygamberim! bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeğe uğraşmakla geçiren bir kafir, bir kelimei tevhid okuyunca, ben onu afv ediyorum. sen, amcanı öldürdü diye vahşiyi niçin afv etmiyorsun? o pişman oldu. şimdi sana inandı. ben afv etdim. sen de afv et! herkes, öldürün emrini beklerken, buyurdu. kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. vahşiye müjde eyledi. fekat, seni görünce dayanamıyorum. üzülüyorum. bana görünme! buyurdu. resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. mahcub, başı önünde yaşadı. vakıdi: muhammed bin ömer, tarihcidir. yılında medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. imamı malikden ders aldı. çok tarihler yazdı. kitabı meşhurdur. harun reşide hacda delil olmuşdu. vasıl bin ata: mu'tezile mezhebinin kurucusudur. hicreti ılında medinede tevellüd, de vefat etdi. haseni basrinin talebesi idi. hasenin bir sözüne karşı geldiğinden vasıl i'tizal etdi. ya'ni bizden ayrıldı buyurdu. ehli sünnetden ayrıldı. çeşidli kitablar yazdı. veysel karani: tabi'inin büyüklerindendir. resulullah efendimizin zemanında bulundu ise de göremedi. yemenlidir. hazreti ömer zemanında medineye gelip, çok hurmet gördü. hazreti ömer, düasını istedi. basraya gitdi. sıffin muharebesinde, hazreti alinin askeri arasında iken, yılında şehid oldu rahimehullahü teala. anadoluya gelmemişdir. hadisi şerif ile medh edildi. feridüddini attarın, farisi kitabında, hayatı yazılıdır. yahya aleyhisselam: zekeriyya aleyhisselamın oğludur. annesi elisadır. hıristiyanlar elizabeth diyor. hazreti meryemin baba bir kız kardeşidir. davüd aleyhisselamın soyundandır. da yazılı olan isa aleyhisselam göke çıkarıldıkdan bir buçuk sene sonra e uyduğu için, zalim yehudi hükmdarı herod tarafından, otuzdörtbuçuk yaşında iken, şehid edildi. mubarek bedeninin parçaları başka şehrlerdedir. ibni abidin, önsözünde diyor ki, . yahya bermeki: yahya bin halid, abbasi devletinin vezirlerindendir. horasanlıdır. babası, ebu müslim horasaninin ordusunda çok hizmet etmiş, vezir olmuşdu. yahya da, azerbaycan valisi idi. mehdi zemanında vezir oldu. harun reşidin hocası oldu. sonra buna da onyedi sene vezirlik yapdı. da zındanda öldü. yahya bin şeref nevevi: nevevi ismine bakınız!. yezid: hazreti mu'aviyenin oğlu ve emevi devletinin ikinci halifesidir. hicretin yirmialtıncı yılında şamda tevellüd etdi. senesinde halife old enesinde kerbela faci'ası oldu. hazreti hüseyn şehid olup, mubarek başı şamda yezidin serayına getirildi. yezid dedi ki, bilir misiniz bu iş neden oldu? bu zat, babam ali, onun babasından hayrlıdır. anam fatıma, onun anasından hayrlıdır. ceddim resulullah, onun dedesinden hayrlıdır. ben de, ondan hayrlıyım. hilafet, benim hakkımdır dedi. allah için söyliyorum ki, fatıma, elbette benim anamdan hayrlıdır. ceddine gelince, allaha ve ahıret gününe inanan kimse, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem kimseyi müsavi göremez. lakin hüseyn bunu fıkh ve ictihadı ile söyledi. herşeyin sahibi allahü tealadır. mülkünü dilediğine verir ayeti kerimesini düşünmedi. kısası enbiyada, bundan sonra diyor ki: kerbeladan getirilen kadınlar ve zeynel'abidin, yezidin önüne çıkarıldı. hazreti hüseynin kızı fatıma, ya yezid! resulullahın kızları esir midir? dedi. yezid, ey kardeşimin çocuğu! ben bunu istemezdim dedi. kadınları, yezidin kadınlarının yanına götürdüler. seray kadınları ta'ziyet verdi. alınan mallarını sordular. katkat ödediler. hazreti hüseynin kızı sükeyne, derdi. yezid, zeynel'abidini yanına aldı. akşam sabah beraber yidi. yezid ehli beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, medineye gönderdi. zeynel'abidinle veda' ederken, allahü teala, ibni mercaneye la'net eylesin! vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabul ederdim. lakin kaderi ilahi böyle imiş ne çare. her ne istersen bana yaz! kabul olunur dedi. mercane, ibni ziyadın anasının adıdır. yezid, kerbela vak'asından sonra: allah, o ibni mercaneye la'net eylesin! hüseynin isteklerini kabul etmeyip de, onu katl etdirdi. onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. iyi kötü herkes, hüseynin katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu derdi. yezid, senesinde vefat etdi. büyük alim elkadi ebu bekr ibnül'arabi kitabında diyor ki: nin kitabülfiten kısmında diyor ki, medine halkı, yezidi hilafetden hal' etmek istedikleri zeman, abdüllah ibni ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp, buna, allahın ve resulullahın halifesi olarak bi'at etdik. allahın ve resulullahın halifesi ile harb etmekden daha büyük gadr olmaz dedi. abdüllah bin ömer, yezide bi'at ederken, bu bi'at hayrlı ise, razı oluruz. kötü olursa, sabr ederiz dedi. hamid bin abdürrahman diyor ki, yezide bi'at olunurken, bir sahabinin yanına gitdim. bana, yezid bu ümmetin hayrlısı değildir. ondan daha alimler, ondan daha şerefli kimseler var diyorsunuz. ben ise, bu ümmetin birlik olmasını ayrılıklarından daha çok severim. ümmeti muhammedin girip rahat etdiği bir yere giren kişi, rahatsız olur mu? elbette olmaz dedi. yezidin şerab içmesine gelince, buna inanmak için, iki adil şahidin, gördüm diyerek haber vermesi lazımdır. leys bin sa'd, dedi. bu sözü yezidin adaletini haber vermekdedir. onu adil bilmeseydi, emirülmü'minin demezdi. imamı ahmed bin hanbel de diyor ki, yezid, hutbe okurken, hasta olan kimse, en iyi amellerini araşdırıp, hep onu yapsın! en kötü amelini de araşdırıp, onu terk etsin! dedi. bu yazısı, yezidin sözünü huccet kabul etdiğini gösteriyor. ona şerab içmeği, fasık ve facir olmayı iftira eden tarihcilerin utanmaları lazımdır. tarihcilerin çoğu din bilgilerinde cahildirler. bid'at deryasına düşmüşdürler. çoğu, eshabı kiramı ve selefi salihini kötüliyebilmek için hadis uydurmakdan bile çekinmemişlerdir. bunların maksadları din değil, dünya idi. insanların en zararlısı zeki olan cahiller, hiylekar olan bid'at sahibleridir. mal satın almak için, adil olan tacir aranıyor da, selefi salihin hakkında bilgi almak için, dinden ve hele adaletden nasibi olmıyanların sözleri, yazıları nasıl kabul olunur? dan terceme temam oldu. bu kitab, de mısrda basılmışdır. son nefesde iman ile gitmesi ve tevbe etmesi mümkin olduğu için, imamı gazalinin rahimehullahü teala ve başkalarının, yezide la'net caiz değildir dedikleri, nın binonuncu sahifesinde yazılıdır. ismindeki, kasidesinin şerhini, muhammed bin süleyman halebi yapmışdır. bu şerhinde diyor ki: yezide, öldükden sonra, yalnız iftira eden taşkınlar la'net etdi. bunlar, ehli sünnet alimlerinin çoğunluğuna uymıyan geveze kimselerdir. aklı olan kimse, ona dil uzatmaz, la'net etmez. çünki, ona la'net etmeğe emr olunmadık. kıyametde bundan sorulmıyacağız. şi'iler, hariciler ve mu'tezile fırkasında olanların bir kısmı ve hatta, teftazani, imamı hüseynin öldürülmesinden razı olduğu için ve buna sevindiği için ve ehli beyte hakaret etdiği için ve o zeman küfre sebeb olan beytler söylediği için, ona la'net caiz olur dediler ise de, böyle söylemeleri doğru değildir. kitabında, diyor ki, yezid, imamı hüseyni öldürmeği emr etmedi. kendisine bi'at etdirilmesini, yahud, yakalayıp, diri olarak getirilmesini emr etdi. onlar ise, kendiliklerinden öldürdüler. bu kötü işi, ubeydüllah bin ziyad yapdı. kufe şehrinden asker gönderdi. kerbelada karşılaşıp öldürdüler. imamı hüseyni öldürmek için emr vermek, hatta, peygamberlerden başka herhangi bir kimseyi öldürmek, buna halal demedikçe, la'net etmeğe sebeb olmaz. olsa olsa, fasık olur. kafir eshabı kiram olmaz. fasık olan mü'mine la'net etmek caiz değildir. hatta, hayatda olan bir kafire de la'net, caiz değildir. çünki, mü'min olarak ölmesi ihtimali vardır. ancak belli olmıyan kafirlere ve kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net caizdir. yezidin hep namaz kıldığı muhakkakdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, namaz kılanlara la'net olunmasını yasak etmişdir. sa'düddini teftazani, şerhinde diyor ki, yezide la'net mes'elesinde, ehli sünnet alimleri ikiye ayrıldı. da ve başka kitablarda, ona ve haccac yusüfe la'net caiz olmadığı bildirildi. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılanlara ve ehli kıbleye la'net etmeği nehy etdi. neticede deriz ki, yezidin imamı hüseyni öldürmeğe emr verip vermediği ve buna razı olup olmadığı, kesin olarak bilinmediği için, susmak iyidir. çünki, ona la'net etmek emr edilmedi. la'net etmemek de günah değildir. evet, onun yapdığı çirkin işi sevmeyiz. razı olmasa bile, onun sebeb olduğu meydandadır. den terceme temam oldu. hindistan alimlerinden mevlana hafız hakim abdüşşekür mirzapuri, kitabında hazreti hüseyni kufe şehrinde kendilerine şi'i diyenlerin şehid etdiklerini ve şehid eden şemmer habisinin, hazreti alinin askeri arasında, hazreti mu'aviyeye karşı harb etdiğini vesikalarla isbat etmekdedir. bu kitabı mevlevi gulam haydar faruki, urdu dilinden farisiye terceme etmiş, de karaşide basdırılmışdır. mezkur kitabdan ba'zı kısmları bu kitabımızı ahifesinde ve kitabının kısmının otuzaltıncı maddesinde yazılıdır. oradan okuyunuz!. yezid bin ebi süfyan: ebu süfyanın oğlu, hazreti mu'aviyenin büyük kardeşi idi. eshabı kiramdandır. çok salih idi. mekkenin fethinde müsliman oldu. hüneyn gazasında bulundu. hazreti ebu bekrin şama gönderdiği orduda, bir birliğin kumandanı idi. hazreti ömer zemanında filistin valisi oldu. ondokuzuncu yılda ta'undan vefat etdi radıyallahü teala anh. yerine kardeşi mu'aviyeyi vekil bırakmışdı. halife de tasdik etdi. yusüf aleyhisselam: ya'kub aleyhisselam, oniki oğlundan en çok yusüfü severdi. kardeşleri, onu kıra götürüp kuyuya atdı. onu kurt yidi dediler. içlerinden biri, kuyuya yemek götürmüşdü. kervan gelmiş, yusüfü çıkarmışlar görünce, bu bizim kölemiz idi. kaçdı dedi. ucuz satdı. o zeman, onsekiz yaşında idi. kardeşlerinden korkup susdu. mısra götürüp maliyye vekiline satdılar. çok güzel idi. yüzünde nur parlıyordu. vekilin zevcesi zeliha buna aşık oldu. fekat, iftira etdi. habse konuldu. zindanda, fir'avnın ekmekcisi ve şerbetçisi de vardı. bunlar, bir gece rü'ya gördüler. yusüfe anlatdılar. şerbetçi kurtulacak, ekmekci asılacak dedi. öylece oldu. fir'avn, bir rü'ya gördü. kimse, bunu çözemedi. şerbetçi, gelip yusüf aleyhisselama anlatdı. yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. bollukda saklayın, kıtlıkda bunları yirsiniz buyurdu. fir'avn, yusüfü istedi. çok beğendi. maliyye vekili öldü. yusüfü vekil yapdı. zelihayı ona verdi. bundan, iki oğlu ve rahmet adında bir kızı oldu. bollukda, çok zahire topladı. kıtlıkda, her memleketden mısra gelip, zahire satın aldılar. vesika ile veriyordu. kardeşleri de, ken'an ilinden, ya'ni şam tarafından, zahire almağa geldiler. en küçükleri olan bünyamin, yusüfe çok benzerdi. bunu, babası göndermemişdi. yusüf aleyhisselam, kardeşlerini tanıdı. siz kimsiniz, casus olmıyasınız dedi. söylediler. bunlara ziyafet verdi. bir daha gelirken, öteki kardeşinizi de getirin! onu getirmezseniz, size zahire vermem dedi. paralarını da gizlice, zahirenin arasına koydurdu. geri gelince, baba! bünyamini de götüreceğiz dediler. evvelce yusüfe olanı biliyorsunuz. fekat, allahü teala, en iyi koruyucudur. merhametlilerin en merhametlisidir dedi. paralarını da, geri gelmiş görünce, yine gidip alalım dediler. bünyamini gözeteceklerine kuvvetli söz verdiler. yusüf aleyhisselam, ziyafet ve çok ikram eyledi. bünyamine gizlice kendini tanıtdı. seni göndermiyeceğim, üzülme dedi. bunun yüküne bir altın tas koydurdu. giderlerken arkadan, hırsız var diye sesler geldi. biz hırsız değiliz dediler. sözünüz yalan ise, ne yapalım dediler. hangimizde çıkarsa, onu tutun. biz, böyle yaparız dediler. tas, bünyaminin yükünde bulundu. bunu yakalamak, mısr kanunlarında yok idi. babasının dinini kardeşlerine söyletdi. böylece, bünyamini ellerinden aldı. babamız ihtiyardır. bunu çok sever. bunun yerine bizim birimizi al dediler. biz, sizin sözünüzle bunu tutukluyoruz. başkasını alırsak, zalim oluruz dedi. utanarak, sıkılarak, babalarına geldiler. ya'kub aleyhisselam çok üzüldü. bunda bir iş var! mısr sultanı, bizim dinimizi ne bilir? sabr güzel şeydir. cenabı hak, beni çocuklarıma kavuşdurabilir buyurdu. yusüf, yusüf diye ağlamakdan, gözlerine perde geldi. kuyuya atılalı yirmibir yıl olmuşdu. kardeşleri ondan ümmidi kesmişdi. babası ise, allahdan ümmid kesmiyor ve onun küçük iken gördüğü rü'yadan, kardeşlerinin ona birgün secde edeceğini biliyordu. gidiniz onları arayınız! allahdan ümmid kesilmez dedi. mısra gitdiler. ey aziz! fakiriz. babamız ihtiyardır. bize lutf ve ihsan et! bize zahire ver. kardeşimizi de bağışla deyip, yalvardılar. gülerek, yusüfe yapdığınızı unutdunuz mu dedi. sen yusüf müsün dediler. evet, ben yusüfüm. bu da, kardeşimdir. cenabı hak bize ihsan etdi. o, sabr edenleri mahrum bırakmaz dedi. şu gömleğimi babamın gözlerine sürün ve hepsini buraya getirin dedi. onlar mısrdan gelirken, ya'kub aleyhisselam, diyordu. yanındakiler dediler. sonra, oğulları geldi. gömleği yüzüne koyunca gözleri açıldı. hepsi mısra gitdi. yusüf aleyhisselam, fir'avn ile ve ehali ile, uzakdan karşıladı. serayına götürdü. babasını, anasını sedire oturtdu. sedire karşı, allahü tealaya, secdei şükr yapdılar. onyedi sene sonra ya'kub aleyhisselam vefat etdi. yusüf aleyhisselam ellialtı yaşında idi. yüzon yaşında vefat etdi. fir'avn, bundan önce vefat etdi. sonra gelen fir'avnlar, beniisraile kıymet vermediler. yusüf bin cüneyd: ehi çelebi, ikinci bayezid han devri alimlerindendir. tokadlıdır. bursada, edirnede ve istanbulda müderrislik yapdı. nin ismini vermişdir. kitabı arabi olup, istanbulda basdırılmışdır. dokuzyüzbeş de vefat etdi rahimehullahü teala. istanbulda cami'i yanındadır. yusüf bin ibrahim: cemaleddin yusüf erdebili, şafi'i alimlerindendir. azerbaycan fatihlerindendir. da vefat etdi. fıkh kitabları vardır. yusüf nebhani: yusüf bin isma'il bin yusüf, da hayfada tevellüd, de beyrutda vefat etdi rahimehullahü teala. cami'ulezheri bitirdi. şamda kadi, beyrutda hukuk mahkemesi reisi oldu. çeşidli şehrleri ve istanbulu ziyaret etdi. medinede vehhabiliği yakından incelemek imkanını buldu. topladığı bilgileri yaymak için, çok kıymetli kırkyedi kitab yazdı. kitabında ondörtbindörtyüzelli hadis, harf sırasına göre dizilmişdir. üç cild halinde basılmışdır. kitabı iki cild olup, kerametin hak olduğunu isbat etmekdedir. da mısrda basılmışdır. kırkyedi kitabının hepsi basılmışdır. çok mühim olan, kitabı, mısrda üçüncü def'a olarak binüçyüzseksenbeş hicri vemiladi senesinde basılmışdır. kitab beşyüzyetmiş sahife olup, dörtyüzelli sahifesi ibni teymiyyeyi ve vehhabileri red etmekde, geri kalan yüzyirmi sahifesi de eshabı kiramın üstünlüklerini, hazreti mu'aviye ile amr bin as hazretlerinin yüksekliklerini ve islamiyyete hizmetlerini bildirmekdedir. profesörlerinden allame şeyh ali muhammed beblavi maliki ve allame şeyh abdürrahman şerbini ve şeyh ahmed hüseyn şafi'i ve şeyh ahmed besyani hanbeli ve arif allame süleyman şübravi şafi'i ve şeyh abdülkadir rafi'i ve ayrıca mısr baş müftisi allame bekri muhammed sadefi hanefi ve müderris allame muhammed abdülhayy ketani idrisi fasi ve allame seyyid ahmed beğ şafi'i ve fadıl allame şeyh sa'idi muci şafi'i ve allame şeyh muhammed halebi şafi'i ve daha birçok ehli sünnet alimleri, kitabını beğenmişler, uzun yazıları ile övmüşlerdir. kitabında, vehhabilerin mutlak ictihad her zeman vardır demelerinin yanlış olduğunu ve resulullahı ve bütün evliyanın mezarlarını ziyaret için uzak yerlerden gitmenin meşru' olduğunu ve resulullah ile, evliya ile allahü tealaya istigasenin meşru' olduğunu ve dört mezheb alimlerinin ibni teymiyye bid'atlerine karşı yazılarını uzun bildirmekdedir. beşinci babında, ahmed ibni teymiyyenin bid'atlerini savunan üç kitabdan parçalar almakda, bunları ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle çürütmekdedir. bu üç bozuk kitab, ibni kayyımı cevziyyenin ve ibni abdülhadinin ve nu'man alusi bağdadinin ismi ile ibni hacer hazretlerine karşı yazdığı kitablardır. bu üç kitabın haksız ve ehli sünnete muhalif olduklarını isbat etmekdedir. vehhabilerin temel kitabları olan kitabının ikiyüzellidokuzuncusahifesinde, imamı zeynelabidin ali hazretlerinin, bir kimseyi resulullahın kabri yanına gelip düa etdiğini görünce, buna mani' olduğunu ve bana salat okuyunuz! her nerede olursanız, verdiğiniz selam bana ulaşdırılır hadisini okuduğunu yazıyor. hadiseyi yanlış anlatarak, buradan anlaşılıyor ki, düa ve salat okumak için kabr yanına gitmek yasak edilmişdir. bu, kabri bayram yeri yapmanın bir kısmıdır. mescidi nebiye namaz kılmak için giren kimsenin, selam vermek için kabrin yanına gitmesi yasakdır. eshabın hiçbiri böyle yapmadı. böyle yapanları da men' etdiler. peygambere ümmetinin yalnız okudukları salat ve selam bildirilir. başka işleri bildirilmez diyor. buna mani' olmak için süud hükumetinin, mescidi nebi içine yanına asker koyduğunu da, ikiyüzotuzdördüncüsahifesinde yazıyor. yusüf nebhani, kitabının çeşidli yerlerinde bunlara cevab vermekdedir. seksenincisahifesinde diyor ki: imamı zeynel'abidin radıyallahü anh, resulullahın mubarek kabrini ziyaret etmeği yasak etmemişdir. islamiyyete uygun olmıyan, saygısızca yapılan ziyareti yasak etmişdir. torunu imamı ca'fer sadık, hucrei se'adeti ziyaret eder, ravda tarafındaki direk yanında durup, resulullaha selam verirdi ve mubarek başı buradadır derdi. demek, ziyaretinizi bayram gibi belli zemanlara bırakmayın! her zeman ziyaret ediniz demekdi e. sahifelerinde diyor ki: ebu abdüllah kurtubi sinde buyuruyor ki, resulullaha ümmetinin amelleri her sabah ve her akşam bildirilir. ve sahifelerinde diyor ki: halife mensur, resulullahı ziyaret ederken, imamı malike sordu: yüzümü kabre karşı mı, kıbleye karşı mı döneyim? imamı malik buyurdu ki: yüzünü resulullahdan nasıl ayırabilirsin? o sallallahü aleyhi ve sellem senin ve baban ademin afv olmasına vesiledi ahifede diyor ki: hadisi şerifi emrdir. ziyaret yaparken haram işlenirse, ziyaret yasak edilemez. haramı yapması yasak edili ahifesinde diyor ki: imamı nevevi kitabında buyurmakdadır. derdimsahifede diyor ki: ibni hümam kitabında, darı kutninin ve bezzarın bildirdikleri hadisi şerifi yazıyor. bu hadisi şerifde, buyuruld ahifede buyuruyor ki, allahü teala evliyaya keramet vermişdir. öldükden sonra da tesarruf ederler. bunları allahü tealaya vesile etmek caizdir. evliyanın öldükden sonra da kerametleri çok görülmüşdür. fekat, islamiyyete uygun olarak istigase etmelidir. cahillerin, dilediğimi verirsen veya hastamı iyi edersen, sana şu kadar. vereceğim demesi caiz değildir. fekat, buna küfr, şirk denilemez. çünki, çok cahil olan da, velinin icad edeceğini düşünmez. veliyi, allahü tealanın icad etmesine vesile etmekdedir. onun allahü tealanın sevgili kulu olduğunu düşünmekdedir. dileğimi yapmasını allahdan iste, allahü teala, senin düanı red etmez demekdedir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, aşağı, değersiz sanılan çok kimseler vardır ki, onlar allahü tealanın sevgili kullarıdır. birşeyi yapmak dileseler, allahü teala o şeyi, elbet yaratır buyurdu. bu hadisi şerif, vehhabilerin kitabı.sahifesinde de yazılıdır. müslimanlar, böyle hadisi şeriflere güvenerek, evliyayı vesile etmekdedir. imamı ahmed, imamı şafi'i, imamı malik ve imamı azam ebu hanife, salihlerin kabrleri ile teberrük etmek caizdir dediler. alimlerinden birinin mezhebinde olduğunu, ehli sünnet olduğunu söyliyen bir kimsenin de böyle söylemesi lazımdır. böyle söylemezse, ehli sünnet olmadığı, yalancı olduğu anlaşılır. dan terceme temam oldu. zehebi: şemseddin muhammed bin ahmed, islam tarihcilerindendir. senesine kadar olan tarih olaylarını yazmışdır. kitabı oniki cilddir. bu kitab çok kıymetlidir. başka hadis ve tarih kitabları da vardır. de şamda tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. zekeriyya aleyhisselam: süleyman aleyhisselamın soyundandır. beytülmukaddesde tevrat yazar, kurban keserdi. peygamber oldu. zevcesi veya ile bunun anadan kız kardeşi nin çocukları olmazdı. hunne, imranın zevcesi idi. hunne, diye nezr etdi. imran öldükden sonra hunnenin kızı oldu. adını meryem koydu. meryemi beytülmukaddese götürüp zekeriyya aleyhisselama teslim etdi. bu da alıp evine götürdü. teyzesi isa' bunu büyütdü. büyük olunca beytülmukaddesde bir odada ibadete başladı. yanına, zekeriyya aleyhisselamdan başka kimse giremezdi. zekeriyya aleyhisselam ihtiyar olduğu halde, oğlu yahya aleyhisselam dünyaya geldi. yahya aleyhisselam büyüdü. önce tevratdan, sonra incilden va'z etdi. beni israil üzerine hakim olan filistin valisi herod, tevrata göre kardeşinin kızını almak istedi. incilde bu yasak olduğundan, yahya aleyhisselam nikah yapmadı. herod da, bunu şehid etdi. zekeriyya aleyhisselam oğlunu kurtarmağa çalışınca, bunu da öldürmek istedi. bir kütük içine saklandı. kütükle birlikde destere ile ikiye biçilerek şehid edildi. zeyd bin hattab: hazreti ömerin radıyallahü teala anh babadan olan büyük kardeşidir. ilk muhacirlerden idi. bütün gazalarda bulundu. ebu bekri sıddik zemanında yemame cenginde şehid oldu radıyallahü teala anh. bu muharebede, islam bayrağını taşımakda idi. yemame, arabistanda, necd ile bahreyn arasındadır. müseylemetülkezzabla muharebe, burada olmuşdur. zeyd bin sabit: eshabı kiramın büyüklerindendir. hazrec kabilesindendir. vahy katibi idi. hicretde on yaşında idi. babası dört sene önce vefat etmişdi. çocuk olduğundan bedr gazasında geri gönderilmişdi. hendek ve sonraki gazalarda bulundu. hendekde toprak taşırken resulullah görünce, buyurmuşdu. çok alim idi. süryani öğrenmesi emr buyuruldu. öğrendi. gelen mektubları okurdu. halife ebu bekre ve ömere de katiblik yapdı. hazreti ömer hacca ve şama giderken, yerine bunu vekil bırakmışdı. hazreti osman zemanında beytülmal me'muru oldu. ya'ni maliye vekili oldu. halife hacca gidince, bunu vekil bırakdı. hazreti aliyi çok severdi. fekat, cemel ve sıffin vak'alarına karışmadı. çok hadisi şerif bildirmişdir. ilk toplanan kur'anı kerimi bu yazdı. de vefat etdi radıyallahü teala anh. ziyad bin ebih: ebu süfyanın oğlu idi. hicretin birinci senesi tevellüd etdi. resulullahı göremedi. arabistanın meşhur beş dahisinden biridir. anası bir cariye idi. hazreti ömer, kendisini basra valisi yapdı. hazreti ali, basrada beytülmal me'muru yapdı ve basra valisi yapdığı abdüllah bin abbasa, ziyadın sözüne göre hareket etmesini emr buyurdu. cemel vak'asına karışmadı. cemelden sonra, hazreti ali, bunu basra maliye müdiri yapdı. abdüllah ibni abbas, basradan kufeye giderken, yerine ziyadı vekil bırakdı. hazreti ali, bunu faris ve kirman valisi yapdı. buralardaki karışıklıkları düzeltdi. huzur, rahat getirdi. hazreti mu'aviye halife olunca, farisde vali idi. bi'at etmemişdi. bunusenesinde basraya sonra horasana vali yapdı. kufeyi, bahreyn ve ümmanı da emrine verdi. bu da bi'at ve çok hizmet etdi. eshabı kiramın büyüklerine yüksek makamlar verdi. sağ elinde çıban çıkıp, de vefat etdi. oğlu ubeydüllah, deyaşında iken horasan valisi oldu. buharayı feth etdi. de basra, da kufe valisi oldu. ömer bin sa'd bin ebi vakkası dörtbin askerle de kerbelaya gönderdi. hazreti hüseyni teslim alıp getirmesini emr etdi. teslim olmayınca hücum edip, şimrin emri ile, sinan bin enes tarafından şehid edildi. zübeyr bin avvam: eshabı kiramın büyüklerinden ve aşerei mübeşşeredendir. hadicetülkübranın biraderinin oğludur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem halası olan safiyyenin radıyallahü teala anha oğludur. onbeş veya onsekiz yaşında iken, erkeklerin dördüncü veya beşincisi olarak islama geldi. islamda, ilk kılınç çeken budur. mekkede, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem tutuldu diye işitince, kılıncını çekip, kurtarmağa giderken, yolda resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem rastladı. düaya kavuşdu. habeşistana ve medineye hicret edenlerdendir. bütün gazalarda bulunup, çok yara aldı. mısrın fethinde de bulundu. çok zengin idi. bütün malını, allahü tealanın yolunda harc etdi. cemel vak'asında, hazreti aişe ile birlikde, hazreti aliye karşı harb etdi. sonra harbden vazgeçdi. bir kenara çekilip, namaz kılarken şehid edildi radıyallahü teala anh. vefatı. yılda oldu veyaşında idi. namazını hazreti ali kıldırdı. züfer: ebu hüzeyl züfer bin hüzeyl küfidir. yılında isfehanda tevellüd, de basrada vefat etdi rahimehullahü teala. imamı azamın rahimehullahü teala talebesinin büyüklerindendir. müctehid idi. meclisinde dünya işleri konuşulmazdı. allah korkusu, damarlarına işlemiş idi. abdüllahı ensari rahimehullahü teala diyor ki, imamı züferi kadi yapmak istediler. kabul etmedi. evini değişdirip saklandı. hasta iken, ebu yusüf rahimehullahü teala ve başkaları dediler. şu mal zevcemindir. şunlar da kardeşimin oğlunundur dedi. şaşırdılar. çünki, kardeşi varken oğluna birşey düşmez idi. vefatından sonra, kardeşi, züferin zevcesini aldı. bir oğlu oldu. mallar, bu oğluna kalınca, imamı züferin kerameti belli oldu. buyururdu ki, imamı azamın vefatından sonra, ona muhalif ictihadda bulunmakdan çekindim. çünki, hayatında beni mağlub edip, hep o haklı çıkardı. onun sözünü kabul etmeğe mecbur olurdum. vefatından sonra, onun ictihadına uymıyan birşey nasıl söyleyebilirim ki, hayatda olsa beni yine mağlub eder. davüdi tai ile arkadaş idi. çok sevişirlerdi. davüd fıkh ile uğraşmağı bırakıp, ibadet ile, zühd ve takva ile yaşadı. imamı züfer ise, ibadeti, zühd ve takvayı, fıkhla birleşdirdi. babası hüzeyl, basra valisi idi. kardeşi sabah, beni temim üzerine zekat me'muru idi. . se'adete kavuşmak için, her kitabı okuma! ehli sünnet kitabı oku, hakikati anla! bu kitabları nerde bulursun acaba? bir kerre de, nde ara! çok mühim tenbih: peygamberler vasıtası ile, allah tarafından bildirilmiş olan yaşamak yoluna denir. insanların yapdığı yaşamak yoluna denir. din, anadan, babadan ve kitabdan öğrenilir. dinsiz insan olamaz. her insan, dininin emrlerine uygun olarak yaşar. dinine uyanın, dünyada rahat yaşayacağına ve ahıretde cennete giderek, sonsuz se'adete kavuşacağına, başka dinde olanların, dünyada sıkıntı çekeceklerine ve ahıretde cehennem ateşinde sonsuz yanacaklarına inanır. herkes, dinini övmekdedir. propagandalarla, reklamlarla herkesi kendi dinine çağırmakda, böylece kendi dininin doğru olduğuna inanmakda ve herkesi inandırmakdadır. insanın dünya ve ahıret se'adeti, dinine bağlı olduğu için, insan, anasından, babasından öğrendiği dinine bağlı kalmamalı ve propagandalara ve reklamlara aldanmamalı, mevcud dinlerin hepsini incelemeli, bozulmamış, doğru olduğunu anladığı islam dinini öğrenmeli ve bu dine sarılmalıdır. böylece, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar, ahıretde sonsuz cennet ni'metlerine kavuşur. büyük alimler nebi, sıddik ve selman, kasım, ca'fer, bistami, irfan kaynağı oldu, ebülhasen harkani. ebu ali farmedi geldi sonra bu meydana, çok veli yetişdirdi, hem yusüfi hemedani. abdülhalık goncdüvani, ma'rifetler semasında, dünyayı aydınlatdı, hem arifi rivegeri. maveraünnehr ili, turi sina gibi oldu, nurlandıranlardan biri, mahmudi incirfagnevi. ali ramitenidir azizan ve piri nessac, çok keramet gösterdi, muhammed baba semmasi. seyyid emir gilal de, ilm deryasında sadef, andan meydana geldi, behaüddini buhari. ala'üddini attar, zemanının kutbu idi, ya'kubı çerhide oldu zahir, envarı rahmani. ubeydüllahi ahrar ve kadi muhammed zahid, derviş muhammed geldi ve hacegi ile baki. bu şi'rin bir sureti kitabının. sahifesinde mevcuddur. her ism hakkında geniş bilgi, sahifeda başlıyan yazıda mevcuddur. bütün bunlardan gelen, nurlara kendi de katıp, binlerce kalb temizledi, imamı ahmed rabbani. urvetülvüska ma'sum ve seyfeddinle seyyid nur, ve mazherle abdüllah, sonra halidi bağdadi. feyz verdiler bunlar da, sonra bu nuru abdüllah, anadoluya yaydı, hem de tahayı hakkari. hem seyyidi salih de, kardeşin yerini tutup, fenafillaha kavuşdu sıbgatullahi hizani. bu üç velinin sohbetlerinde yükselip, mürşidi kamil oldu, seyyid fehimi arvasi. bu otuzdört velinin kalbleri, bir ayna gibi, yaydılar hep cihana, envarı resulillahi. bütün bu nurlar en son, toplandı bir hazinede, ismi bu hazinenin: abdülhakimi arvasi. gelince kalblere müceddidi elfin feyzi, yetişdi her yerde birer hakiki veli. bu hali görünce mason ile yehudi, müslimanlara saldırdı, canavar gibi. bu hücumları, islamı yok etmek içindi, bunu haber veriyor, maide suresi. hem bu sure, islama müşrikler saldıracak diyor, masonların müşrik olduklarını haber veriyor. meşhur yalanları ile aldatıp cahilleri, ehli sünnetden ayırdılar, binlerce müslimanı. hücumlardan korunur, okuyan, hıfzı ilahide olur, okuyan. resulullah buyurdu ki, . se'adete kavuşamaz, önderi şeytan olan! dostlar, ahbablar kaldı mı, ne oldu anan baban? bir hocamız, mason olmuş, dine çatdı hiç durmadan, ingiliz diploması var, lakin, kafası bomboş nadan. güler yüzle, tatlı dille, bol numara vermekle, arkadaşlarımı aldatdı, yalan sözlerle heman. imanım var diyor, her bozuk inanan, ehli sünnetdedir, iyi bil, hakiki iman! çok şükr islam alimi gördüm, sözleri ilm ve irfan, dedi ki, istigfar, dır. ma'nası, dır. urvetül vüska ma'sumı müceddidi, her namazdan sonra, yetmiş kerre okurdu ve yüzkırkbin talebesine okumasını emr ederdi. dinimi ondan öğrendim, ruhu olsun şadüman! avrupa, hem amerika, kısacası bütün cihan. dinleri bozuk ise de, diyorlar vardır niran! kafirler yanacak, kurtulur ancak iyi insan! iyi insan olmak için, muhammed aleyhisselama inan, cehenneme girmeyecek, bu son peygambere uyan. tarihi dikkat ile oku, ey körpecik nevcivan! mala, makama aldananın sonu olmuş ah, figan. aman ya rabbi, elaman! garib oldu ahır zeman! islamiyyet unutuldu, moda oldu haram, yalan! parisde, profesör olunca, resulullaha çatan, hamidullah kurtulamaz, ebedi azabdan. kitabı, sözlerini yazıyor, çok alçak olduğunu anlar, bunları okuyan. seyyid kutb denilen ahmak da, kendini müctehid sanıyor, mahv olur, doğru sanarak, sözlerine aldanan. ömür geçer, herşey biter, kafirlerin gideceği mekan. karanlık bir çukurdur, arkadaş olur yılan, çiyan, hak teala, bu vatanı pek kıymetlendirdi, toprağının çok yerine mü'minler secde etdi. bu topraklardan gelen, ecdadımızın seslerini duyan, anlar ki, cennete kavuşur, muhammed aleyhisselama uyan. ya rabbi! bu vatanı koruyan kumandanlara yardım et, bu millete hizmet etmeği, herbirine nasib et. mü'minlere hizmet, çok büyük ni'metdir, bu ni'mete kavuşanın gideceği yer cennetdir. müslimanın kabri, cennet bağçesi olur, bu ni'mete kavuşamaz, mü'minin kalbini kıran. vandan gelen bir veli istanbulda, senelerce, bunları hep söyledi, yerleşdi hakiki iman. ankaranın toprağı, binüçyüzaltmışikide, cem'i zıddeyn yaparak, şad oldu hacı bayram. düa edeceğin zeman, silsileyi oku heman! salihleri söyleyince, yağar rahmeti rahman! selam olsun, düa olsun, bu yazardan daima, silsilei aliyyenin ervahına ya sübhan! sonra, bir fatiha ile istigfar düası okuyup, sevabını muhammed aleyhisselamın mubarek ruhuna ve enbiyanın ve evliyanın ve silsilei aliyyenin ve aba ve ecdadının ervahına hediyye ve nurlu kalblerine iltica etmelidir. istigfar düası: dir. erzincan. hakiki müsliman nasıl olur? nasihatlerin birincisi, ehli sünnet alimlerinin, kitablarında bildirdiklerine göre, i'tikadı düzeltmekdir. bu alimler, kitablarında eshabı kiramdan işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. cehennemden kurtulan, yalnız bu alimlere tabi' olanlardır. allahü teala, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükafat versin! dört mezhebin ictihad derecesine yükselmiş alimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük alimlere alimi denir. i'tikadı düzeltdikden sonra, islamiyyete uymak, ya'ni fıkh kitablarının bildirdiği ibadetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lazımdır. beş vakt namazı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve ta'dili erkana dikkat ederek kılmalıdır. nisab mikdarı malı ve parası olan, zekat vermelidir. imamı azam buyuruyor ki, kıymetli ömrü, lüzumsuz mubahlara bile harcamamalıdır. haram ile geçirmemek, elbette lazımdır. teganni ve şarkı ve çalgı aletleri ile meşgul olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehr gibidir. etmemelidir. gibet haramdır. gibet, bir müslimanın veya zimminin gizli bir kusurunu, arkasından söylemekdir. harbilerin ve bid'at sahiblerinin, mezhebsizlerin ve açıkca günah işliyenlerin bu günahlarını ve zulm edenlerin ve alış verişde aldatanların bu fenalıklarını duyurarak, müslimanların, bunların şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslimanlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu iftiralarını herkese söylemek lazımdır. bunları söylemek, gibet olmaz . yapmamalı, ya'ni müslimanlar arasında söz taşımamalıdır. bu iki günahı işliyenlere çeşidli azablar yapılacağı bildirilmişdir. yalan söylemek ve iftira etmek de haramdır, sakınmak lazımdır. bu iki fenalık, her dinde de haram idi. cezaları çok ağırdır. müslimanların ayblarını örtmek, gizli günahlarını yaymamak ve kusurlarını afv etmek çok sevabdır. küçüklere, emr altında bulunanlara fakirlere merhamet etmelidir. kusurlarını yüzlerine vurmamalıdır. olur olmaz sebeblerle o zevallıları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. hiç kimsenin dinine, malına, canına, şerefine, namusuna saldırmamalı, herkese ve hükumete olan borcları ödemelidir. rüşvet vermek ve almak haramdır. yalnız, zalimin zulmünden kurtulmak için ve ikrah, tehdid edilince vermek, rüşvet olmaz. fekat bunu da almak haram olur. herkes, kendi kusurlarını görmeli, allahü tealaya karşı yapdığı kabahatleri düşünmelidir. allahü tealanın, kendisine ceza vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. ananın, babanın, hükumetin, islamiyyete uygun emrlerine ita'at etmeli, islamiyyete uygun olmayanlara isyan etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb olmamalıdır. kısacası, hakiki müsliman, medeni, ilerici insandır. ikinci cild. derdimmektuba bakınız! i'tikadı düzeltdikden ve in emrlerine ve yasaklarına uydukdan sonra, bütün zemanları, allahü tealanın zikri ile geçirmelidir. zikre büyüklerin bildirdiği gibi, devam etmelidir. e, ya'ni kalbin, allahü tealanın ismini sini hatırlamasına, anmasına mani' olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. islamiyyete ne kadar çok yapışılırsa, onu anmanın lezzeti artar. islamiyyete uymakda, gevşeklik, tenbellik artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. islam düşmanlarının yalanlarına, iftiralarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir. ihlas ile yapılmayan ibadetin faidesi olmaz, sevabı olmaz. , herşeyi yalnız allah rızası için yapmakdır. ihlas, allahü tealadan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız onu sevmekle, kendiliğinden hasıl olur. kalbin yalnız onu sevmesine , veya denir. kalbin itminana kavuşması, ancak onu çok hatırlamakla, büyüklüğünü, ni'metlerini düşünmekle olacağını, ra'd suresinin yirmisekizinci ayeti bildirmekdedir. insanda, , ve denilen üç kuvvet vardır. aklın ve nefsin yeri dimagdır. kalbin yeri yürekdir. akl, mekteb dersleri, fen bilgileri, san'at hesabları, mal sahibi olmak, ahireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. isterse düşünür. istemezse düşünmez. aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması caizdir. hatta, çok sevab olur. bunların kalbe sirayet etmeleri zararlıdır. nefs, daima haramları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür. kalbin kendinde hiç düşünce yokdur. onu aklın ve nefsin ve his uzvlarından dimaga ve dimagdan kalbe ulaşan haram şeylerin düşünceleri gelerek, hasta yapar. kalbi bu hataralardan kurtarmak gücdür. bu düşünceler gelmezse allahü tealayı hatırlar, düşünür. ya'ni kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. kalbin allahü tealayı hatırlaması, ismini çok söylemekle veya bir veliyi severek görmekle olur. bir veliyi bulamazsa, ismini işitdiği bir velinin hayatını okuyup öğrenir, onu çok sever. ona yapar. ya'ni hep onu düşünür. bir veliyi görmek, allahü tealayı hatırlamağa sebeb olacağı hadisi şerifde bildirilmişdir. çok mühim tenbih erkek olsun, kadın olsun, her müslimanın, her sözünde, her işinde, allahü tealanın emrlerine, ya'ni farzlara ve yasak etdiklerine ya'ni haramlara uyması lazımdır. bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmağa ehemmiyyet vermiyenin imanı gider, kafir olur. kafir olarak ölen kimse, kabrde azab çeker. ahıretde cehenneme gider. cehennemde sonsuz yanar. afv edilmesine, cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yokdur. kafir olmak çok kolaydır. her sözde, her işde kafir olmak ihtimali çokdur. küfrden kurtulmak da çok kolaydır. küfrün sebebi bilinmese dahi, hergün bir kerre, ya rabbi! bilerek veya bilmiyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim veya bir iş yapdım ise, nadim oldum, pişman oldum. beni afv et diyerek tevbe etse, allahü tealaya yalvarsa, muhakkak afv olur. cehenneme gitmekden kurtulur. cehennemde sonsuz yanmamak için, hergün muhakkak tevbe etmelidir. bu tevbeden daha mühim bir vazife yokdur. kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlara tevbe ederken, bunları kaza etmek lazımdır. danortasına kadar okuyunuz! alemlerin rabbinin mahbubu muhammeddir. cismi pak, ismi ahmed, alemlere rahmetdir. hulki azim sahibi levlake. muhatabı, menbaı ilm, edeb, feyz, nur ve muhabbetdir. odur gerçek vasıta, hak'la kul arasına, sözü şifa ruhlara, adı gönül pasına. odur hakiki tabib, me'yus kalb hastasına, değil kendi, ümmeti, meleklerden yüksekdir. bu en seçkin kuluna, hak yardımcılar verdi, en sevdiği kulları ona eshab eyledi. resulullah: yolları, benim yolum demişdir, asrların iyisi bu asrı göstermişdir. muhammed mustafayı canından çok sevdiler, mal, mülk, makamlarını, uğruna terk etdiler. islamı yaymak için severek can verdiler, yarab, bu ne güzel hal, yarab, bu ne izzetdir. onun bir sohbetinde nefsleri pak oldu. kalblerine ma'rifet, feyz, nur, tecelli doldu. evliya hallerini onlar bir anda buldu, ve hep ona uydular, bu ne büyük şerefdir. onlar hepsi adildir, kimseye zulm etmezler, nefsleri için asla, hilafet istemezler. bu yüzden harb etmezler, birbirini üzmezler, en yüksek makamdalar ve hepsi müctehiddir. türk büyükleri arasında mümtaz bir yere sahip ve dünyanın iyi tanıdığı şahsiyetlerden biri olan evliya çelebi, dünya seyyahlarının en büyüğüdür. yarım asır boyunca gezip dolaştığı yerleri, titiz bir şekilde anlattığı on ciltlik seyahatname'si dünyanın saygın eserleri arasında yerini almıştır. çok değişik dillere çevrilen bu seyahatname'nin, günümüz türkçesinde yapılmış tam bir yayımı yoktur. osmanlı döneminde sansür kurulları tarafından sakıncalı görülen bazı yerleri çıkarılarak yayımlanmış, daha sonra yapılan yayınlarda da lüzumsuz görülerek atılan bilgiler ve çıkarılan bölümlerle bu değerli eser özelliğini büyük çapta kaybetmiştir. bu yüzden bugüne kadar ister arap harfleriyle ve ister latin harfleriyle yapılan yayınlar, seyahatname'yi tam olarak yansıtmamaktadır. evliya çelebi ve eseri hakkında sayısız yazılar yazılmış ve incelemeler yapılmıştır. çoğu yabancı araştırmacılar tarafından hazırlanan yayınlar sonucunda evliya çelebi ve eseri hakkındaki yanlış kanaat yavaş yavaş silinmeye başlamış, yabancı araştırma ve yayınlar çoğaldıkça ülkemizde de ilgi artmaya başlamıştır. günümüz türkçesi ile ilkcildi yayınlandıktan sonra seriyi tamamlamak farz olmuştur. bu elinizdeki cilt, ilkcilt gibi müellif nüshası değildir. ilk yazma, yani müellif nüshasından yapılanayrı kopyadan hazırlanmıştır. bunlar topkapı sarayı kütüphanesi bağdad, süleymaniye kütüphanesi pertev paşa ve süleymaniye kütüphanesi hacı beşir ağa 'de bulunan kopya yazmalardır. bu üç kopyada da birbirinden farklı yazımlar ve metinler vardır. biz bu metinlerin ortak noktasını bulmaya çalıştık. eskilerin deyimiyle siyak ve sibaka bakarak eksiği tamamlamaya çalıştık. diğer ciltlerde olduğu gibi bu ciltte de takip ettiğimiz usulü şöyle özetleyebiliriz: giyecek, değerli taş, para birimleri, ağırlık ve uzunluk ölçüleri, savaş araç ve gereçleri, sivil ve askeri kurum, makam, rütbe, unvan, lakap, meslek, esnaf, isimlerin birçoğunun bugün bire bir kelime karşılıklarını bulmak imkansızdı. bunlar ya dipnotlar ile ya da eser sonuna konacak bir sözlük ile açıklanabilirdi. bu durumda eserin arkasında sanki ayrı bir tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü oluşacaktı. dipnotlarla metin içine bu sözlüğü yedirmek ise metnin akıcılığını kaybettirecekti. bunun yerine, gerek duyulan yerlerde parantez içinde kısaca kelime karşılığı verildi; ancak bugün yaygın kullanış şekli varsa o tercih edildi. elinizdeki eser bugün okuyucuların rahatlıkla anlayacağı günümüz türkçesi ile yazılmaya çalışıldı. bugün kullandığımız türk alfabesinde yer almayan harfler metinde kullanılmadı. deyim ve terimlerin bazıları, eserin özelliği gereği korundu. evliya çelebi'nin üslubuna mümkün olduğu kadar sadık kalındı. metin içinde geçen başkasının ağzından verilen konuşmalar ile evliya tarafından şive özellikleri korunarak nakledilen bölümler aynen korundu. sadeleştirilmiş metin içinde, hemen her kelimenin bire bir karşılıkları verildi. metnin akıcılığı için bazen cümlede tasarruflar yapıldı, ancak kesinlikle bilgi dışlanmasına gidilmedi. ayet, hadis, arapça ve farsça metinlerin orijinal metinleri veya transkripsiyonları verilmedi, türkçe karşılıkları verildi. ayet ve hadislerin kaynakları ibarenin yanında köşeli parantez içinde gösterildi. orijinal yazmada evliya çelebi'nin bırakmış olduğu kelime, satır, sayfa boşlukları yeni metinde de gösterildi. çıkma ve derkenarlar metnin içinde işaret edilen yerlere yerleştirildi. yazma eserin varak numaraları araştırmacılara kolaylık olması amacıyla metin içinde italik şekilde verildi. türkiye'deki yer isimleri, bugünkü bilinen şekliyle yazıldı. ancak yer isminin ilk geçtiği yerde gerek duyulduğunda bir defaya mahsus olmak üzere parantez içinde ismin orijinal şekli yazıldı. islambol kelimesi istanbul şeklinde değiştirildi, ancak istanbul anlamında kullanılan diğer bazı isimler orijinal şekliyle bırakıldı. yabancı yer ve ülke isimleri bugün türkiye'de bilivıı nen şekliyle kullanıldı. yaygın olmayan yer isimleri ise orijinal şekliyle bırakıldı. türk şahıs adları bugün kullanılan şekliyle yazıldı. ancak ahmed, mehmed gibi isimlerdeki son harfler aslına uygun şekilde bırakıldı ve tye dönüştürülmedi. mehemmed gibi isimler mehmed şeklinde yazıldı. evliya çelebi'nin kendisi için kullandığı hakir sıfatı, bir tevazu sıfatı olarak kullanıldığından olduğu gibi korundu. yabancı şahıs isimleri ise türkiye'de bilinen imla ile yazıldı. yaygın olmayan isimlerde orijinal şekli korundu. arap isimlerinde bulunan terkipler gösterilmedi. dua ve övgü cümleleri sadeleştirildi ve metin içinde italik olarak verildi. çok uzun dua cümleleri metin içinde dua olma özelliği dışında bir anlam taşımıyorsa sadeleştirilmeden italik olarak yazıldı. şiirlerin diline dokunulmadan olduğu gibi verildi. tarih düşürme beyit ve mısraları yanında tarih bulunuyorsa miladi tarihe çevrildi; bunun dışında ayrıca bir hesaplama, hesap kontrolü veya tarih düzeltmesine gidilmedi. atasözleri ve deyimler, yabancı dilde ise türkçeye çevrildi, türkçe ise orijinali ile birlikte parantez içinde karşılıkları verildi hicri tarihler köşeli parantez içinde miladi tarihe çevrildi. orijinal metinde yer alan fihrist, eserin başında yeniden verilmedi, bunun yerine çok genişletilmiş olarak içindekiler ilave edildi. ayrıca eserden kolay yararlanmayı sağlayacak detaylı karma bir dizin hazırlandı. orijinal metinde boş bırakılan bir kelimelik yerler için işareti ile, boş satır miktarı ise noktalar arasında parantez içinde, bizim tarafımızdan ilave edilen yerler de köşeli parantez içinde gösterildi. böylesine zor bir işi yaparken gözümden kaçan hatalarımın okuyucu tarafından hoş karşılanacağını ümit ediyorum. esere güzel bir dizin hazırlayan ruşen deniz'e, eserin yayımlanması için devamlı yardımlarda bulunan yapı kredi yayınları yöneticilerinden aslıhan dinç ve raşit çavaş'a teşekkür ederim. seyit ali kahraman ıX içindekiler mekke ve mina seyahatimin sebebi seyahatnamenin yazılma sebebini bildirir muharreminin on ikinci günü aşura günü idi, asitanei saadet'ten uğurlu saatte allah'ın farz ettiği hac ibadetini yerine getirmek için üsküdar'dan mekkei mükerremeye gittiğimiz menzilleri, köyleri, kasabaları ve büyük şehirleri eserleri ve bütün halleriyle bildirir büyük şehir ve eski taht merkezi bursa eynegöl kasabası'nın özellikleri harguş şehri, yani tavşanlı kalesi'nin özellikleri kütahya şehrinin içinde ve dışında yatmakta olan ermişleri bildirir karahisarı sahip'ten izmir vilayeti'ne gittiğimiz menzilleri bildirir şah ishak kalesi, yani uşşak şehrinin özellikleri germiyan kalesi gedüs'ün özellikleri simav kalesi'nin özellikleri simav şehri ziyaret yerleri ahengeran kalesi, yani demirci şehrinin özellikleri kula şehrinin özellikleri eski alaşehir kalesi'nin özellikleri sarp hisar, yani sart kalesi'nin özellikleri gördüs kalesi, yani koritoz şehrinin özellikleri etrak lehçesi kayacık kasabası kalesi kayacık kalesi'nin özellikleri şahin kayası kalesi'nin özellikleri X akhisar kalesi'nin özellikleri marmara kasabasının özellikleri marmara şehri ılıcasının özellikleri durkutlu şehrinin özellikleri münif kalesi, yani nif şehrinin özellikleri eski pus kalesi, yani duman dağı, sarhan vilayeti, büyük manisa şehrinin özelikleri manisa şehrinin şekli ve yapıları manisa ziyaret yerleri bergama kalesi'nin özellikleri melemen güzelhisarı'nın özellikleri kara foça kalesi'nin özellikleri tarhaniye vilayeti eski melemenye şehrinin özellikleri büyük şehir ve eski taht merkezi izmir kalesi'nin özellikleri allah düşmanlardan korusun bahir kalesi'nin özellikleri izmir yapılarının özellikleri sancak burnu kalesi'nin özellikleri urla kalesi'nin özellikleri karaburun kasabası çarpan ılıcası'nın özellikleri hoşabad kalesi, yani çeşme kasabası'nın özellikleri gül ü gülistan adası sakızistan vilayeti'nin özellikleri büyük şehir kalesi, eski bağ ve gülistan, sakız şehri'nin özellikleri sakız kalesi'nin şekli sakız kalesi'nin içinde ve dışında bulunan yapıları bildirir sığacık kalesi'nin özellikleri sivrihisar şehrinin özellikleri cumaabad kasabasının özellikleri kızılhisar şehrinin özellikleri alman boğazı menzilinde hakirin başından geçenler cemşid tahtı eski ayasluk kalesi'nin özellikleri sultan isa yapısı güzel mabet, ibretlik camiin özellikleri harap bodurine şehri kuşlar yuvası kalesi, yani kuşadası şehrinin özellikleri Xı eski şehir, büyük iskele, sultan polat fethi balat kalesi'nin özellikleri ırkı sus, yani biyankökü özellikleri bildirir mandaliyat kasabasının özellikleri söke kasabasının özellikleri şirin şehir aydın güzelhisarı kalesi'nin özellikleri aşağı büyük şehrin hane ve imaretlerini bildirir bal pınarı yaylağı'nın özellikleri süleyman han nazargahı, yani bal pınarı övgüsü büyük şehir, eski taht merkezi, sire yapısı, yani büyük tire şehrini özellikleri tire şehri içinde mahalle camilerini bildirir tire şehrinin etrafında olan mesiregahları bildirir kara kadı kasabasının özellikleri yenice kasabasının özellikleri tire şehrinde yatmakta olan evliyaların ziyaretlerini bildirir bayındır kasabasının özellikleri eski birgi kalesi'nin özellikleri birgi yaylası bozdağ adlı yaylaya gittiğimizi bildirir bozdağ yaylağı'nın özellikleri erbain dağı'nın özellikleri keles kazası'nın özellikleri balyambolu kasabasının özellikleri eski köşk şehrinin özellikleri donduran kasabasının özellikleri amasya kazasının özellikleri sultanhisarı kalesi'nin özellikleri incir vatanı, şirin nazlı kalesi'nin ve şehrinin özellikleri nazilli kasabası pazarı kuyucak kasabasının özellikleri saray kasabası yani ezineabad kazası honaz kalesi'nin özellikleri darı ma kalesi denizli şehrinin özellikleri ışıklı kasabasının özellikleri şahin yuvası davaz kalesi'nin özellikleri muğla kalesi'nin özellikleri kara bağlar ula kalesi'nin özellikleri Xıı yerkeseği kasabasının özellikleri bozöyük kasabasının özellikleri eskihisar kalesi'nin özellikleri cemşid tahtı, büyük şehir milas kalesi'nin özellikleri tütün yurdu peçin kalesi bodrum kalesi'nin özellikleri ısbat kalesi'nin özellikleri narenciye adası istanköy kalesi'nin özellikleri istanköy kalesi varoşunun şeklini bildirir pili kalesi'nin özellikleri andimahi kalesi'nin özellikleri kefaloz kalesi'nin özellikleri istanköy kalesi kiliseli kalesi gereme kalesi'nin özellikleri gökova kalesi'nin özellikleri kuruhisar kalesi marmaris kalesi'nin özellikleri sönbeki adası'nın özellikleri sönbeki adası kilidülbahir, sağlam set, dayanıklı rodos kalesi'nin özellikleri hakir bu rodos'u hendek kenarınca temaşa ederek bir kat daha adımlamışımdır, onu bildirir ibretlik arap kulesi'nin şekli mendirek kulesi'nin şekli bekir paşa çeşmesi'nin tarihi frenk hisarı, yani iç kale'nin şekli hazreti yahya aleyhisselam'ın şehit edilmesinin sebebini bildirir bu şehrin içinde ve dışında olan ziyaretgahları bildirir lindos kalesi'ne gittiğimiz konakları bildirir sindos dağı'nda lindos kalesi'nin özellikleri sakız denizi içinde olan adaları bildirir boğazhisar'dan içeri istanbul denizi sayılır mekri kalesi'nin özellikleri gezip dolaştığım ve birbirlerine komşu olan kazaları sırayla bildirir X sırlar mahremi, ali aba dervişi hazreti abdal musa baba sırrı aziz olsun özelliklerini bildirir finike kalesi'nin özellikleri azrasan kalesi'nin özellikleri eski şehir, elma yurdu elmalı'nın özellikleri ıstanaz şehri yaylağının özellikleri şirin ısparta şehrinin özellikleri adalya kalesi'nin özellikleri teke karahisarı kalesi'nin özellikleri güvercinlik kalesi'nin özellikleri manavgat ırgat kasbası alaiye kalesi'nin özellikleri mamuriye kalesi'nin özellikleri kızılhisar kalesi'nin özellikleri firişke köyü ermenek kalesi'nin özellikleri ılısıra kalesi'nin özellikleri gafirbat, kafirabad kalesi'nin özelliklerilarende kalesi, yani iman yurdu karaman şehrinin özellikleri mut kalesi'nin özellikleri zenbur kalesi'nin özellikleri takyanus tahtı silifke kalesi'nin özellikleri akliman kalesi'nin özellikleri başımızdan geçen büyük tehlike eski takyanus tahtı ve kara görgüs kalesi'nin özellikleri eski tarsus kalesi'nin özellikleri ramazaniye, yani adana kalesi'nin özellikleri misis kalesi'nin özellikleri şahmaran kalesi'nin özellikleri süslü isneyn kasabasının özellikleri sarvanlı kalesi'nin özellikleri maraş kalesi'nin özellikleri sadrı baz yani besni kalesi'nin özellikleri şirin kale, yeryüzünün gelini, ayntab şehrinin özellikleri kilis şehrinin özellikleri eski azez kalesi'nin özellikleri benzersiz eski yapı halebü'şşehba kalesi'nin özellikleri Xıv büyük şehrin ne şekilde ve ne halde idiği bildirilir haleb şehrinin yakın ve uzağında ziyaret ettiğimiz peygamber ve velileri bildirir hanı yetiman kalesi'nin özellikleri selmin kasabasının özellikleri rahat havalı riha kasabasının özellikleri yekfelun kasabasının özellikleri idlib kasabasının özellikleri şuur kalesi'nin özellikleri behluliye köyü latikıye kalesi'nin özellikleri cübeyle kalesi'nin özellikleri sultan ibrahim ibn edhem ziyaretgahının özellikleri betis kalesi tartus kalesi'nin özellikleri zenan adası'nın özellikleri sevimli hüsnabad kalesi'nin özellikleri kaliat kalesi'nin özellikleri ham kalesi, yani trablusşam'ın özellikleri trablusşam şehri ziyaret yerleri maan kalesi cübeyle kalesi'nin özellikleri hazreti ibrahim köprüsü muz yurdu, beyrut kalesi'nin özellikleri sayda kalesi'nin özellikleri eyaletinde olan sancaklar bunlardır ki yazılır sayda velilerinin ziyaret yerleri kasımiye kalesi'nin özellikleri ibretlik re'sü'luyun'un özellikleri sur kalesi'nin özellikleri hazreti yakub oğlu yahuda oğlu hazreti sayyah ziyareti efendimiz hazreti ali ağacı ziyareti keremallahu veche aynü'zzeytun ve aynı mirun köyü'nün özellikleri yahudi yurdu safedi safet kalesi'nin özellikleri safet ziyaret yerleri taberistan vilayeti aynı tüccar kalesi'nin özellikleri cinin kalesi'nin özellikleri evvela bismillah ile o halıkı kevneyn hazretine sonsuz şükür ve sayısız övgü layıktır, ihsanı ve minnetsiz sofrası ay ve yıl, sabah ve akşam, zengin ve fakir, yaşlı ve genç herkese nimeti boldur. alemlerin rabbi hazreti rezzak'ın ezeli hükmü bunun üzerine yürümektedir ki insanların ve cinlerin yaratıcısı ve rızık vericisidir, takdir eylediği rızıklarını verir. allah'ınkadrinigereğigibitanıyamadılar ayeti üzere rızık vericidir, bütün yarattıklarının rızkını verir ki bu ayet de buna delildir, şüphesizrızıkveren, sağlamkuvvetsahibiolanancakallah'tır buyurmuşlardır. ve yaratılmışların en şereflisi ki konuşan canlı beniademdir ve konuşmayanlar bütün mahlukat ve hayvanlardır. onlar için yeryüzünde insanın nafakasından önce yetişmiş olan otlar ve bitkiler vardır. bu hayvanlar için önce arpa ve yulaf bitirdi ki yeryüzündehiçbircanlıyokturkirızkıallah'aaitolmasın ayetince onlara da takdir ettiği nafakalarını verir. hatta karanlık gecede kara taş üstünde kara baş kara karıncanın kadrince nafakasını veren rabbü'lalemin'dir. hatta bu ayetlerin mazmununca şeyh sadi buyururlar ki,. bu beytlere ve kesin naslara tam inançla inanıp hemen cenabı hak'tan dünyada güvenlik ve ahirette iman ricasında olup seyahat aleminde bir kamil mürşid arardım ki güç kuvvet ve vücut sermayesi elde iken ahiret tüccarı olup bu cihanı gezerek herkesten ve her şeyden el çekip dünya pisliğinden el yuduk. zira bütün rızkımız allah üzeredir. : halıkdanutanummasakınrızkınıhalkdan errızkutevekkeltüalallahunutma deyip bu öğütleri kulağıma küpe ve vücudumu kulağı halkalı köle gibi fakr u faka ile kalp zenginliği hasıl edip bunlardan ümidi kestim. o allah'a yüzlerce hamd ve sena olsun, salat ve selam onun üzerine olsun ki insanlığın ilk başlangıcı ve kevn ü mekan onun bediü'lbeyan ihtiraından bir risaledir. mukaddimesi muhammedi nübüvvetin neticesidir ki buyururlar: hadis adem su ile toprak arasındayken bir peygamberdir ol nebilerin sonuncusudur. ama bütün nebilerden evvel seyyidü'lkevneyn'in ruhu yaratılmıştır. bütün nebilerden yine önce ümmetiyle cennete girecektir. sayısız övgü o'na, evladına, ashabına, zevcelerine, ehli beyti ali aba ve çaryarı güzin üzerine olsun ki böyle bir peygamberler şahının ümmetindeniz. allah'a şükür. islam padişahına hayır dua ve övgü: sultanlar seçkini sultan oğlu sultan sultan ibrahim han oğlu sultan ıv. mehmed han'a allahsaltanatınıvemülkünükıyametekadarebedikılsın sayısız ve kıyassız hayır dualar ederiz. zira sultanlar kanununda yazılı ve melikler geleneğinde vardır ki her işte, her fikir ve zikirde allah'ın gölgesi padişahın övülmesinde sayısız sevap vardır. allah'a hamd olsun böyle cem haşmetli, adaletli padişahın kutlu zamanlarında veziriazamı ve büyük serdarı olan köprülüzade fazıl ahmed paşa ile sene tarihinde girit adası'nda fethi geriye kalan ve venedik elinde olan kandiye kalesi'ni üç sene peyderpey kuşatıp bilek kuvvetiyle döve döve tarihinde fethettik. hamd olsun göllük adlı tabya üzerinde ilk fetih ezanı bu hakire nasip oldu. oradan mora adası'na geçip manya kalesi'ni de fethedip istanbul'da istirahate çekildim. ancak gönülden mukaddes topraklarda mekkei mükerreme ve ravzai mutahhara taraflarına gitmeyi arzu ettim ama bir muvafık dost olsa diye köşe bucak arardım. allah'ın hikmeti, mekke ve mina seyahatimin sebebi bu hakir evliya gençlik çağlarında bu beden kuvveti devam ederken bakış kuvvetimle her ne tarafa bakış oklarını yayıyla çekip atsam o an hedefi vururdum. allah'ın emriyle yaz kış ne tarafa gitsem elbette o diyara ulaşırdım. ancak istanbul'daay konaklayınca dünya başıma zindan oldu. sonundasenesi kadir gecesi'nde merdan himmetini rica edip evliya ve enbiyanın mübarek ruhlarından yardım talep edip eba eyyubı ensari hazretlerini ziyarete gittim. zira allah'ın elçisi hazreti muhammed mustafa buyururlar ki, hadis, allah'ın resulü sallalahü aleyhi ve sellem buyurdu: işlerinizde kararsız kalırsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz. hamd olsun ziyaret edip mübarek ruhları için bir yasini şerif okuyup sevabını ruhlarına bağışlayıp ruhlarından yardım talep edince, yardım hak tarafından yetişti. o gece yalnızlık köşesinde gözüm yaşlı, gönlüm buruk, riyasızca uykuda yatarken rüyamda üstadımız evliya efendi ki kur'anı azim hafızı, şeyhler şeyhi takrib sahibi, kura sahibi ve sultan ahmed ve sultan mustafa imamı idi, onları gördüm ve sultan süleyman han nedimi, dergahı ali kuyumcubaşısı babam derviş mehmed zılli ağa'yı ki ikisi de şanlı dervişler idi, bunları rüyamda görüp mübarek ellerini öptüm. hayli konuşmalardan sonra üstadımız evliya efendi bu ayeti okudu. ayet: oralardagecelerivegündüzlerigüveniçindeyürüyün ve bu ayeti de okudu allah'ın rahmetinin eserlerine bak deyip bu ayeti şerifler ile hareket eyle buyurdular. babam mekanıcennetolsun bu ayeti: deki: yeryüzündedolaşın da. okuyup, oğul sana tembihim budur: hadis, allah'ıniyiliklerinidü şününüz, allah'ınzatınıdüşünmeyiniz deyip öğütler verip dua ve senadan sonra fatiha suresini okudular. ve babam mübarek ellerini vücudumun her yerine, bütün uzuvlarıma sürüp tüm bedenime üfürdüler. ve yine babam kulağımı sıkı çekip ebced okuyan mektep çocuğu gibi enseme bir pehlivan tokadı vurdu ki kafatasım nahcivan demiri gibi çın çın ses verdi. ve buyurdular ki, iki yerden bir gayret kuşağını kuşanıp mahremi raz ol. her ne tarafa gidersen, hemen sağ ol buyurdular. ve üstadımız evliya efendi, yürü, alemi beden sıhhati ile gezip dolaşıp yardımcın malikü'lmülk olsun buyurduklarında hemen uykudan uyandım. sanki bu hakir bir başka vücut sahibi olmuşum. tüm vücuduma başka bir kuvvet gelmiş ve gönül gözü aydınlanıp can evi güm güm öter. sabah olunca hemen sefer hazırlıklarına başladım. allah'ın hikmeti o gün azmizade haleti efendi merhumun talebelerinden sa'ili çelebi hanemize teşrif buyurdu. : ruzııydolduomehhanemekıldıteşrif merhabaettibenimlededieyyamışerif birbirimiz ile öpüşüp görüşüp hoş beşten sonra o vefalı, evsiz diyarsız dost, ey benim kardeşim. niçin böyle üzüntülü ve kararsızsın. gel senin ile gezginlik edelim, arabistan ve hindistan diyarına gidelim. ola ki cenabı bari bize bir tarikat önderi, tahkik ehli kamil mürşit, gam ortağı bir dost, vefalı bir sadık yar verir. şimden geri hak yoluna yönelip ikram denizi nazar sahibi ve bir şifa eli bulup ahiret tüccarı olup alem seyyahı olalım deyince içimde yer edip işte budur bana yar ve yoldaş olacak diye önceyoldaş, sonrayol deyip candan gönülden sevindim. ve ikimiz arasında haramlardan ve keyif verici şeylerden hiçbir şey kullanmamak üzere yemin ettik. hakir, ey can beraber kardeşim, bu alçak dünyanın çok elemlerini ve çok sıkıntılarını atlayıp geçmişim ve zehirli tasından ciğer kanı içmişim. bukalemun renkli çark elinde ciğerim döne döne kebap ve gönül kanından kabağım şarapla dolmuştur. : belatennurusinemdirciğerciğimkebaboldu cefameyhanesiiçrekabağımpürşaraboldu deyip başımdan geçenleri anlattım ve kendisine seferin ve gezinin sıkıntılarını, zorluklarını ve acılarını bir bir anlatıp öğüt yollu sözler ettim. o dostumuz olan sa'ili çelebi öğütlerimize razı olup o da yolculuk, birfersahdaolsacehennemdenbirparçadır ifadesini anlayıp hicaz'a doğru yola çıkmaya hazır oldu. seyahatnamenin yazılma sebebini bildirir evvela kara ve denizler gezgini yaratıcı ve rızık vericinin kullarının en zayıfı, alem seyyahı, riyasız evliya'nın babası dergahı ali kuyumcubaşısı derviş mehmed zılli, has altından rahmet oluğunu inşa edip sultan ahmed han fermanı ile surre eminliği hizmetiyle mekkei mükerreme'de kabe çatısı üzerine altın oluğu koyup selametle istanbul'a geldiğinde hakire mekkei mükerreme nasip olması için hayır dua etmişti. bu hakir gençlik çağlarında ve bekar idim. ama hamd olsun anadan doğduğumdan beri haram olan ve keyif verici maddelerden hiçbir şeye bulaşmamış, bir çeşit temiz toprak idim, ancak seyahat etmeye istekli idim. sonunda asıl vatanımız olan beldei tayyibe yani istanbul'u terk edip ve doğum yerimizden ayrılarak yol sıkıntısını ve şiddetli soğuk ve sıcakları tercih edip gurbet ellerde ilim öğrenir ve sanat sahibi oluruz, o hava ve hevesle ülkeleri ve beldeleri gezip cihanı dolaşırız, diye ayet: oralardageceleriyürüyün mazmunu üzere yedi iklimin ibretlik, hayret verici ve görülmeye değer olan eserlerini dikkatle ve insafla görmeye gayret ettim. öyle olsa gönül halim ile müşavere edip, seyahat sırasında nazik ömrün niçin gider? hem seyahat, hem ziyaret ve hem ticaret ola diye zorluğu tercih edişim bakımlı ülkelerin ibretlik eski eserlerinde han, cami, medrese ve mamur eserlerini gezip görmekle ve arzı beledi ve uzun günü ile muharrir gibi bütün eserlerini yazmaya gayret eyledim, ki himmetinyüceliğiimandandır. bu doğru söz bazı acayip ve gariplikleri de saba süratli atıma binip yedi iklimi, yedi seyyare gibi felekleri devredip burç burç gezip dolaşarak, menzilleri katedip merhaleleri uçarak cevahir dil kalemimi söze getirip kah beldelerin özellikleri, kah peygamberlerin ziyaret yerleri ve kah da kur'an okuyarak saat, derece, dakika geçtiğimiz kaleleri ve dağları hey'et ilmi üzere papamonta, coğraflar, minor ve atlas kitaplarında yazdıkları üzere hakir de dünya şeklini yazmaya gayret edip kalemimi ele aldım. ve seyahat günlerimizde bu yeryüzünde nice nice bin garip mekanlar ve dünya eserlerinden nice kez acayip hadiseyi görüp unutmak gailesinden oluşan insan olmamız hasebiyle hatırdan uzak ve belki meşhur şeylerin isimleri unutulup üstü örtülmeye, diye öğrenerek, görerek ve yaşayarak bilgiler elde ederek gezip gördüğümüz tanrı eseri tabiatı ve ibretlik yapıları yazıp zaptettim. hatırda tutulması zor olan şeyleri insanlara akılları ölçüsünde konuşunuz sözü üzere elimizden geldiğince anlaşılır ifadelerle yazmaya başladım. sonunda bütün araç gereçlerimizi hazır edipkölemiz, can dostumuz yoldaşımız vebaş küheylan atlarımız ile bu hakir, kusurlu, fakir, kara ve denizler gezgini bir gün gemiye binip geminin yelkenlerini açıp derya üzere muvafık hava ile istanbul'dan arzı mukaddes toprağı olan üsküdar tarafına yönelip hamd olsun kolaylıklamilde önce, büyük şehir, eski belde üsküdar, yani eskidar allahgece vegündüzkorusun: eskidar'dan bozma üsküdar derler, ama bozulmuş şekli tercih edilir. daha önce sultan murad dönemi yazılırken ayrıntılı olarak yazılmıştır. muharreminin on ikinci günü aşura günü idi, asitanei saadet'ten uğurlu saatte allah'ın farz ettiği hac ibadetini yerine getirmek için üsküdar'dan mekkei mükerremeye gittiğimiz menzilleri, köyleri, kasabaları ve büyük şehirleri eserleri ve bütün halleriyle bildirir cenabı bari yari kılıp sıhhat ve selametle sağ salim yine asıl vatanımız olan istanbul'a ulaştıra bu hakir evliya'yı, evliya venebilerhakkı için, aminyamu'in. evvela bu cilt müsveddesi şu yüzden yazılır ki üsküdar şehrindegün konup ka labalık bir topluluk ile üsküdar'dan bismillah ile doğuya yönelip kadıköy'ü ve bostancıbaşı köprüsü'nüsaatte geçipsaatte daha, kartal köyü menzili: yanko ibn madyan zamanında büyük şehir imiş. emevilerden abdülmelik, istanbul'u kuşattığında bu şehri harap etmişlerdir. sonra yıldırım han zamanında kartal koca, ıvaz hoca ve pendik koca fethettikleri için bu belde kartal koca'ya verilmişti, onun için kartal derler. daha önce bağdad, basra ve lahsa'ya giderken bu yollar ayrıntılı olarak yazılmıştır. oradansaatte, pendik köyü menzili: muğlavi pendik koca fethettiğinden onun ismini almış, deniz kıyısında gayet mamur beldedir. bu da anlatılmıştır. oradan kalkıp kah deniz kıyısı ve kah dağlardan yağmur ve çamur çekereksaatte, gebze kasabası menzili: isim verilme sebebi den bozulmadır. fatih sultan mehmed zamanında yol güvenliğini sağlamak için imar olmuştur. daha önce elli kere geçilip yazılmıştır. mısır valisi efendimiz bu şehirden geçerken askerleri susuzluktan mecalsiz kalıp paşa malındanrumi kese harcayıp allah rızası için bu şehir içinde dört köşe bir abıhayat çeşme inşa edip gelen geçenleri kerbela çölü şehitleri ruhu için suladı. bu büyük hayır işi bir padişaha ve bir vezire nasip olmadı. o yeni yapı çeşmenin kemerleri üzerinde tezhipli ve lacivert celi hatla ham mermer üzerine tarihi yazılmıştır. hayli çelebi güftesi: hayliyadilteşnelereylernidatarihiçün aynıibrahim'denkılnuşmaizemzemi sene bu şehir gayet yüksek yerde olmakla su gelmesi imkansız olup şehrin kuzeyinde bir ok menzili uzak yerde büyük bir su kuyusu kazıp ondan dolaplarla atlar gece gündüz çekip şehir içinde ibrahim zemzemi mahzenleri ile tatlı su dolar. tanrı kulları ondan susuzluklarını giderip hayrat sahibi ebülhayr gazi ibrahim paşa ki, kandiye kalesi sulhunu sağlayandır, ona hayır dualar ederler. sonra bu şehirden kalkıp doğuyasaat gidip, içnzili: daha önce anlatılmıştır. buradan gemilere binip muvafık hava ilemil izmit'e doğru gidip karşı tarafa geçip, dil herseği kasabası menzili: fatih sultan mehmed han zamanında hersekli vezir ahmed paşa yaptığından hersek ismiyle isimlenmiş güzel bir kasabadır. 'dedil iskelesi ve bu kasaba anlatılmıştır. ancak hanedan sahiplerinden hasodabaşı sefer ağa, hatemi tay ve caferi bermeki sofrası sahibi cömert adamdır. oradan kıbleye doğru kırk geçit adlı tehlikeli derbent içindekere yalak deresi'ni geçip tatlı canımızdan bıkarak, yalakabad kalesi'nin özellikleri: tarihinde rum keferesi elinden zorla bizzat osman han oğlu sultan orhan fethidir, kara mürsel bey ve dedemiz yakub ece bey ile birlikte. bir geniş dere içinde, dört tarafı havaleli, dört köşe şeddadi taş yapı bir kaledir. içinde bölge halkının koyunları kışlar. çoban yatağı, harami durağı ve tüccar tuzağı yerdir. etrak taifesi bu kaleye yalak deresi derler. bunu geçip yine dere ve tepeler içindesaatte, derbend köyü menzili: daha önce bütün reayaları kefere idi. tamamı islam ile şereflenip bütün örfi vergilerden muaf, müsellem ve müslim oldular. adet kiremitli evleri, camii ve hanları var, ama gayet mamur olacak bir güvenli yerdir. oradan yine kıbleyesaat izmit sancağı sınırında, çığalı köyü ve nice mamur köyler daha geçip iznik gölü kenarında gidereksaatte, iznik kalesi menzili: daha önce anlatılmıştır. burada atamız yakub ece bey camii'ni tamir edipbin akçe harcadık. bu mahalde hakir kervan halkından ayrılıp bursa yoluna girip iznik'ten lodos tarafına arnavut yaylağı'nı, sultan selim han'ın kardeşi şehzade sultan ahmed'i yenip şehit ettiği yerdir, onu geçipsaatte, yenişehir kasabası: gazi hudavendigar yani bursa sancağı hükmündeakçe şirin kazadır. nahiyesiköydür ve hükmündedir. şehri geniş bir öz içindedir. mahalle vemihraptır. bunlardan kalabalık cemaate sahip çarşı içinde paşa camii, yüksek bir kubbeli ve eski tarz kurşun örtülü aydınlık camidir. kıble kapısı üzere tarih: sene vemescit daha var. ve bu camiin bir imareti var, gelen geçenlere gece gündüz nimeti boldur. veadet sıbyan mektebi, adet dükkanı, adet kurşunlu hanı, bedesten gibi iki tarafı demir kapılıadet başka dükkanı, medrese vedarülhadisi vardır. bütün bu eserler cami sahibi gazi paşa'nındır. bu yapıların tamamı kurşun örtülüdür. hayli uzak mesafeden gömgök kurşun örtülü görünür bir şehirdir. büyük hanı kale gibidir. camii avlusu uzun ağaçlarla donanmıştır. paşa çarşısından başka şehir içinde olan çarşı da büyük ağaçlarla doludur, bir hıyaban çarşıdır ki her köşesi gölgeliktir. vehamam vardır, ikisi lala hüseyin paşa'nındır, biri sultan postinpus baba hazretlerinindir. bu şehirdeadet kiremit örtülü hane vardır. bağı ve bahçesi cihanı tutmuştur. suyu, havası, ekinlikleri ve ovası güzel türkistan şehirlerinden bir süslü şehirdir. ali aba yolcusu şeyh hazreti postinpus baba ziyareti: horasan erenlerinden ulu sultandır. bursa yolunda şehrin dışında kılıç dede, imam dede ve postin baba türbesinde orhan gazi oğlu şehzade medfundur. sırrıazizolsun. şehir ayanından deli hüseyin paşa'nın kethüdası abraş köse veli paşa bu şehirlidir. engürü sancağı kendine verilip memleketini görmeye gelince bu şehirde görüştük. at, top hünkari kırmızı sof veguruş bağışladı. emir hasan oğlu seyyid çelebi'yle vedalaşıp bu şehirden lodos tarafına düz sahralar içinde bağlı ve bahçeli şenlikli köyler geçereksaatte, domboz köyü: bursa nahiyesidir. haneli, camili ve kiraz bahçeli köydür. oradan yine bursa ovası içindesaatte, kestel kalesi: tarihinde orhan gazi fethidir. bir yüksek tepe üzerinde bir küçük viran kaledir. hassı hümayundan ayrılıp vani efendi'ye has verilmiştir. kale, saraylar, cami, medrese, tekke ve dükkanlar yapılıp mamur kasaba oldu. haftada bir kere pazar durmak ferman olunup büyük kalabalık olur. onu geçip yine lodos tarafınasaatte, büyük şehir ve eski taht merkezi bursa daha önce tarihinde uzun uzun yazılmıştır. şimdi yeşil imaret'te zeynelabidin ağa'nın hanesinde konuk olup bursa mollası altıparmak efendi'denguruş, bir çuka, kumaş veçift ipek yastıklar bağışladı. ve manisalı mustafa ağazade'nin hazinedarı süleyman çelebi'den de kıymetli yastıklar hediye olup bir hafta bursa'da zevk ü safalar edip bütün dostlarla vedalaşıp bursa'dan ayrıldık. kaplıkaya deresi adlı yere gelip hazreti emir sultan'a yine veda ziyaretinde bulunduk. kaplıkaya deresi, keşiş dağı'ndan inip bursa ovası içinde akan nilüfer nehri'ne karışır. buna yakın delice nehri de keşiş dağı'ndan doğar, bu da yine nilüfer nehri'ne karışır. sonra ulucaklı beli adlı korkunç ve tehlikeli derbendi selametle geçipsaatte, aksu kasabası: bursa nahiyesidir. keşiş dağı'nın doğu tarafı sonunda bir dereli ve tepeli yerde, dağ eteğinde, adet kiremit örtülü bağlı ve bahçeli evlerdir. ve eynegöl kazası subaşılığıdır. yerleşimi aksu nehri'nin iki tarafına kurulmuş kasabacıktır. tamamımihraptır. veküçük camii var, kapısı üzere innemaya'mürümesacidallahallah'ınmescitleriniancak. olanlarimarederler. ayeti yazılmıştır. hamamı vedükkanı vardır. bu aksu, keşiş dağı'ndan doğup nilüfer nehri'ne karışır. bu şehirden yine doğuya doğru gidip kadimi bel dedikleri haramilerin pusu yerlerini geçip saatte, eynegöl kasabası'nın özellikleri tarihinde rum keferesi elinden sultan osmancık fethidir. bursa sancağı'nda paşa hassı voyvodalığıdır. veakçe yüksek kazadır. köyü vardır. şehri bir ulu öz içinde irem bağı gibi bir mamur ve süslü türk halkı kasabasıdır. ama gayet bolluk şehirdir. ve halkı garip dostlarıdır. herkes ile güzel geçinmeleri ile meşhur olmuşlardır. ve bütün şehrimahalle ve bin kiremit örtülü donanımlı ve süslü eski hanelerdir. ve tamamımihraptır. kalabalık cemaate malik çarşı içinde ishak paşa camii, büyük yapıdır. ishak paşa medresesi, alimler arasında meşhur medresedir. ve bir mükellef hanı ve bir hoş havalı hamamı vardır, hepsi ishak paşa'nın ve kurşun örtülü mamur yapılardır. ve bir cami de eski yapı, büyük mabet, yıldırım han camii kiremit ile örtülüdür, kurşunlu değildir, ama acayip ruhaniyetli dua kabul olacak camidir. bu camilerden başka mescittir. vemedrese, tekke, sıbyan mektebi, hayat suyu çeşmesi ve bir yıldırım han hamamı vardır. dükkanları vardır. haftada bir bu şehir içinde çevre köylerden nice bin adam toplanıp büyük pazar kurulur, her çeşit meta bulunup alışverişler olur. bu şehir inegöl ovası'nın tam ortasında bir yüksek yerde olmakla suyu ve havası hoş olduğundan al yanaklı mahbubesi olur, derler. eynegöl ismi ezine günden gelme bir isimdir. bu şehir ilk defa fethedildiğinde ezine günü imiş yani cuma imiş. onun için ezine gününden bozma, etrak kavmi ze harfini kaldırıp sözü basitleştirerek eynegöl derler. ve hala bu diyarlarda camilere eyne damı derler, yani cuma camii demek olur. ilk defa cuma göl kenarında kılındığı için eynegöl derler. gölü ara sıra kuru olur. bu şehrin has ve beyaz ekmeği ve camız kaymağı meşhurdur. bu şehrin yıldız tarafına bursa yenişehri ki, yukarıda yazılmıştır, saat yerdir. bilecik kasabası bu şehrin doğu tarafına kurşunlu dağlarının ahi baba yolundansaat yerdir. adı geçen kasabalara kadar bu arada olan dağ ve taş, sahra, bayır ve kaş, bakımlı ve şenlikli köylerdir. tamamen etrak kavmi sakinlerdir. gafil gitmemek gerek, zira eşkıyası bir av alıp keşiş dağı'nda karar edip ruhban olur. inegöl ziyaretleri: evvela kasım baba sultan ve siraceddin baba. ve ishak paşa sultan, ermişlerden olup allah yolunda cihat eden gazi vezir imiş. camiinin mihrabı önünde taştan bir çeşit küçük köşk vardır, onun içinde yatmaktadır ve halkın ziya ret yeridir. genellikle saralı kimseler ziyaret eder, allah'ın emriyle şifa bulurlar. ve ahi yusuf baba sultan ve güneye yarım saat yakın yeğen gazi sultan, büyük bir türbede yatmaktadır, büyük ziyaret yeridir. sırrıazizolsun. sonra bu şehir ayanından koca imam efendi, oğlu ve celeb ali ağa ile vedalaştık. türkistan olmakla yoldaşlar alıp kıble tarafına hamamlı köyü boğazı tarafına yarım saat gittik ve ılıca nehri'ni atlar ile geçtik. bu nehir de keşiş dağı'ndan doğup nilüfer nehri ile kapıdağı yakınında rum denizi'ne karışır. bir küçük nehir de hamamlı dağlarından ve kurşunlu dağlarından toplanıp akarak bursa ovası'nda nilüfer nehri'ne karışır abıhayattır. bu nehirleri geçipsaatte, zal derbendi köyü menzili: inegöl nahiyesi köylerinden evli mamur etrak beldesidir. gayet derbent ağzında olmakla tüm vergilerden muaf olan bir alay müsellimlerdir. bundan iki pamukçu türkü yoldaşlar alıp sabahleyin yola çıktık. domalic dağı adlı tehlikeli geçidi allah'asığındık deyip sarp ormanlık ve gölgelik içine girdiğimizde bize yoldaş olan türkler yollar güvenlidir ve bu yoldan gayri sağa ve sola sapar yol yoktur, varın sıhhat ile deyip ormanlık içine girip kayboldular. hakirin başından geçenler: biz de tanrı'ya sığınıp seher vaktinde dağlar aşıp gittik. öyle bir dağdır ki dağ dağ üstüne yeşillik bağlardır. bütün hizmetçilerime ve yol arkadaşlarıma, hepiniz aletlerinizle hazır olun diye tembihleyip kendi dünyama dalarak at üzerinde okuyarak yola devam ettim. saatte o yüce dağın yarısına çıktığımızda sıcağın şiddeti artmıştı ve hava tatlı idi. birden sağ tarafımızdaki ağaçların yaprakları üzerine yağmur yağmaya başladı. ancak başka tarafta bir damla yağmur belirtisi yok. havaya baktık, bir de ne görelim, göklere baş kaldırmış bir ağacın en tepesinde bir dal üzerine bir adam oturmuş, dört tarafına, gelenlere gidenlere bakar. meğer zavallı herifin ağaç başında idrarı sıkışmış. rahatlamak için ağaç tepesinden çişini bırakmış. ağacın yaprakları üzerine inmeye başlayınca biz onu yağmur sandık. garip herifin asla bizden haberi yok. biz de bildik ki bu adam haramilerin gözcüsüdür. bazı hizmetçilerimiz, şuna bir iyi kurşun vuralım dediler. ben izin vermedim, yüksek dağın tepesine çıkmaya çalıştık. bütün silahlarımıza sahip çıkıpatlı ile geriye kalıpkölemleatı öncü olarak gönderdim. biz adamın bulunduğu ağaçtan epey uzaklaştıktan sonra adam uyandı ve ağacın tepesinden, bre habib, bre budak ne uyursunuz. hey rezil herifler, işte gerisi ve ilerisi yok. bir pişmiş helva gitti. acele edin, bre şunlara erin diye bağırdı. hepimiz bu bağırışı duyup hazırlandık. atları ileri sürün, bize bakmayın deyipatlı bir araya gelip dört tarafımıza bakınarak dağın tepesine çıkmaya başladık. kölelerimden biri, ağa, geriden eli mızraklı, boğazında kara poşulu siyah atlı bir adam sol yanımızın alt yanından yokuş yukarı atını sıkıştırarak gelir deyince asla arkamıza bakmayıp yola devam ettik. tam bu atlı alt yanımızda bizim hizamıza gelince hemen aşağı doğru gıjılıyarak üzerine şimşek gibi atımı sürüp, uğurlar ola yiğidim. sabahınız hayırlı ola. böyle seğirtip nereye gidersin? diye yanına vardım. benim at sürdüğümü, belimde ve eyerimde kol tüfenklerini görünce asla el kaldırmayıp hayrette kalarak, şu ileride pamukçulu derler, bir köyde alacağım vardır, ona giderim dedi. hemen at sıçratıp atının dizginini elime alıp herifi sanki yedeğe alıp at başı beraber olunca, koyuver dizgini dedi. ancak yüzünün rengine baktım, sapsarı kesilip sanki cansız hale geldi. bildim ki bu adama galip geldim. yiğidim, biz de pamukçulu'ya gideriz. bile yoldaş olup söyleşerek gidelim. şu ileride dağ başındaki ayazma suyu kenarında kahve pişirelim. orada kahvaltı edelim dedim. ey imdi, öyle olsun, koyuver atımın dizginini dedi. hemen atımın dizginini onun tarafına bırakır gibi olup, sen de benim dizginimi eline al. ne olsa gerek, seninle selam sabah yoldaşı olduk diye cevap verdim. birkaç kere dizginimi koyuver diye ısrar etti. asla meydan vermeyip dizginini elden bırakmadım. gördüm ki kuru yaprak gibi tir tir titreyip ayakları üzengide takır takır öter. bu halde yokuş yukarı gi derken allah'ın hikmeti herifin elindeki bağdad kargısı mızrağı bir ağaca ilişip düştü. hemen köleme al şu mızrağı deyince kölem atından inmeden adam attan aşağı inerek mızrağı alıp benim sağ yanıma geldi. zavallı adam yaya kaldı, atını yularından çekerek kölelerimden birine verdim. herif yaya olarak dağ içinde derdiyle baş başa kalıp biz ileri at sürüpsaat ileri gittik. biz de tamam domaniç dağı'nın ta zirvesine vardık. bir de gördük ki ileriden büyük bir kervan gelir. kervancılar bizi görünce, bre vur ha ve bre tut ha diye hayli bağırıştılar. biz de altı kişi ileri varıp bunlar ile konuşmaya başladık, ne canipten gelirsiz? diye sordum. vallahi dünkü gün kütahya'dan çıktık, bursa'ya gideriz. yollar nicedir? dedim. vallahi bey, dikkatli olun. işte bizim sol tarafımızdaki altı atlı bizi güdüp giderler. bilmem daha yoldaşları var mıdır? hele o altı atlıdan pek sakının. ilerideki seyishaneler sizin midir? dediler. bizimdir deyip bunları geçince hemen o altı atlıya at bırakıp selamün aleyküm dedim. asla selamımızı almadılar. bir çalık yüzlü, kör gözlü ve leventçe sözlü herif nereden gelirsin? dedi. bursa'dan gelip kütahya haraç ağası efendimiz geride yüz atlı ile işte geliyorlar. kütahya'ya gidip haraç toplasak gerek. kapuya yapışmak muradınızsa varın, ağaya intisap edin ve onlara haber edin. biz şurada pınar başında kahve pişiririz. geriden tez gelsinler. haber eyleyin dedim. hemen biri, ileride giden seyishaneler ağanın mıdır? dedi. evet ağanındır dedim. onlar yine kervanın ardına düşüp gidince bildim ki atını aldığımız yiğit bunlara gidip haber verecekti. bunlara yaya rast gelip durumu bildirince bunlar ardımıza elbet düşerler, diye biz de at boynuna düşüp domaniç dağı'ndan yüzün aşağı seğirterek indik, ama seyishanelere ulaşamadık. katırlı adam, eşekli kadın veyaya genç adamlara rastlayınca konaklayan arkadaşlarımızı sorduk, handa sizi beklerler dediler. hemen onları geri döndürdüm. nereye gidersiz, harami var dedim. onlar da bizimle döndüler. hamd olsun tam saatte, çukurca hanı köyü menzili: bu güvenli yere hizmetçilerimizle ulaşınca canımızı kurtardık. zira bu domaniç dağı, rum, arap ve acem'de meşhur yüksek dağdır. en tepesinesaatte çıkılır. haramiler dağı, yol kesenler yatağı ve asiler durağı amansız bir dağdır. zirve kısmı bulutlar içindedir. hava açık olunca güney tarafında mihaliç şehri, erdek kasabası, apolyont ve biga kasabaları gözükür. güney tarafındakonak kütahya ve doğu tarafında bilecik kasabası gözükür böyle bir amansız dağdır. hamd olsun esenlikle çukurca hanı'na düştük. tüm köy halkı ensesindeki yaylağa çıkmışlar. hemen çukurca çukurunda karar etmeyip güneş batıncaya dek yaylağa çıktık. bütün yaylaya çıkan halkın ortasına çadırımız kurup konduk. yüksek sesle akşam ezanını okuyup kalabalık cemaatle akşam namazını kıldık. tüm yayla halkı bizden hoşlanıp yiyecek ve içeceklerimizi bol bol verdiler. o gece onlarla can sohbeti edip başımızdan geçenleri bunlara anlattığımızda onlar da iyi can kurtarmışsınız diye hamd ettiler. bu çukurca hanı, bursa sancağı'nda domaniç kazası nahiyesi köylerinden bir müslüman köyüdür. adet tahtadan yapılma sanduka gibi yine tahta örtülü evlerdir. bir ak kayalı dağın eteğinde bağsız ve bahçesiz yerdir. camii veadet kiremit örtülü kargir yapı hanları arasında bir abıhayat kaynak suyu var ve o mahalde bir yeşillik yerde çok büyük bir ağaç var, seyirliktir. bu çukurca hanı yaylağından kalktık. çukurca halkı bize elli pürsilah şahbaz yoldaşlar verip yine kıbleye doğru yeşillik yollar aşıp yarım saatte, selim baba köyü: çukurca kazası köylerindendir. bir bayır eteğindeevli, bağsız ve bahçesiz küçük müslüman köyüdür. ama çok büyük ağaçlar altında abıhayata benzer kaynak suları vardır ki diller ile anlatılmaz bir yeşillik yerdir. bağları bu mahalden aşağı bir dere içinde kurulmuştur. bu köy içinde, hazreti selim dede sultan ziyareti: karaca ahmed sultan erenlerindendir. nice keşif ve kerametleri görülmüştür. bir yeşillik yerde köyden dışarıda mamur bir tekke içinde yüksek bir türbede yatmakta olan bir ulu sultandır. mübarek başlarında abbasi sarığı, dört tarafı çerağlar, şamdan ve sancaklarla donatılmıştır. dış avlusunun etrafında mutfak ve derviş odaları ile bezeli şenlikli bir tekkedir. tüm dervişleri yaylaya göçüp bütün mutfak aletlerini, bakır kap kacaklarını olduğu gibi bırakıp nice kıymetli halı ve diğer eşyaları hali üzere koyup gitmişler. asla tek bir kimse el uzatamaz ulu sultan tekkesidir. allah'a hamd olsun bu sultanı ziyaret edip ve bir yasini şerif okuduk. oradan kalkıp güneye doğrusaat mamur köyler geçip, harguş şehri, yani tavşanlı kalesi'nin özellikleri tarihinde germiyanoğlu fethidir. daha sonra germiyanoğlu kızını bayezid han oğlu şehzade mehmed han'a verince bu güzel kızıyla birlikte düğün çeyizi olarak osmanoğlu'na anahtarlarını teslim etti. kütahya sınırındaakçe kazadır veparça köydür. paşa tarafından hassı hümayun hakimidir. kalesi, rum keferesi yapısı gayet sağlam ve kargir yapıdır ama iç el olmak ile dizdarı ve neferleri yoktur. şehir bu kale eteğinde bağlı bahçeli akarsulu havadar şehirdir. ovalarında ve ağaçlık köylerinde tavşanı pek çok olduğundan tavşanlı adıyla meşhur olmuş mamur bir kasabadır. mahalle vemihraptır. bunlardan çarşı içinde camii mamurdur. hanları, hamamları sıbyan mektebi ve küçük çarşısı vardır, ama bedesteni, imareti ve medreseleri yoktur. beğenilenlerinden, tavşanlı ağdası, çam kutular ile bazı vilayetlere taşınır baldan lezzetli taş gibi pek pekmezdir. bütün halkının karı bu ağdadır ve genellikle halkı bağdadır. hatta simav şehri'nden ve demirci şehri'nden nice bin katır ve deve yükü üzüm kurusunu bu tavşanlı şehri'ne getirip pekmez ederler. allah'ın hikmeti başka diyarda da bağlar çoktur, ama bu tavşanlı şehri'nin pekmezi gibi ağda edemezler. suyu ve havasının mı, yahut bir ulu sultanın nefesinin etkisi mi, lezzetli ağdası olur. oradan kalkıp yokuş aşağı doğu tarafına gidip düz sahralar içinde çamlı dağlar ve mahsullü köyler geçereksaatte, köyü menzili adet toprak örtülü müslüman köyüdür, zeamettir. camii vehamamı vardır. onu da öte geçip, şeyh ömer köyü: adet toprak örtülü haneler ve bir camili müslüman köyüdür ve büyük zeamettir. yol üzere yüksek bir türbede şeyh ömer hazretleri medfundur. bu köyün tüm dağları ve bağları beyaz topraklıdır. oradan doğuya doğru kütahya sahrası içre akan felendi nehri, her yerinden atlı ve yaya adam geçer, ama taşkın zamanında mahmudi fili geçemez, gemilere muhtaçtır. karahisarı sahib tarafında yoncalı adlı dağlardan toplanıp küti nehri'ne karışır. bu küti nehri de firav dağlarından gelip ikisi bir olup eskişehir altında sakarya nehri'ne karışırlar. sakarya nehri de izmit'in ağaç deryası içinden geçip kocaeli sancağı sınırında irve adlı kasaba yakınında karadeniz'e karışır büyük asi nehirdir. daha sonra hakir bu kütahya sahrası içinde felendi nehri'ni atlarımızla geçip yine ova içinde toplamsaat gidip, germiyan vilayeti ve yiğitler yurdu, yani cevher yüzük ve sağlam sur, anadolu tahtı kütahya kalesi tarihinde rum keferesi elinden germiyan padişahlardan şah yakub fethetmiştir, lala hezar dinar eliyle. hızırlık dağı'nda hezar dinar ile gömülüdür. gerçekten de yatmakta olduğu türbesine bin altın gitmiştir ve ölümünden sonra hazinesinde bin altını bulunmuştur. yine bir adama bağışta bulunacak olsa, bin altın verirmiş. anlatmaya muhtaç hikayesi olan ulu bir anadolu sultanıdır. anadolu'yu daha sonda osmancık fethedip bu şehre de sahip olmuştur. hala anadolu eyaleti'nin merkezidir ve vezirliktir. padişah tarafından kanuna göre vezirinin hassı hümayunu on kere yüz bin akçedir. mısır, bağdad ve budin vezirlerinden başka bütün vezirlerin üzerindedir. osmanoğulları, anadolu taraflarında bir yere sefere çıksa, bu kütahya veziri eyaleti ile asker öncüsü olup çarkacı olur. ve eyaletinde toplamsancak vardır. evvela tahtı olan kütahya sancağı, saruhan sancağı, aydın sancağı, kastamonu sancağı, bursa sancağı, bolu sancağı, menteşe sancağı, ankara, karahisarı sahib ve teke sancağı, çankırı ve hamid sancağı, sultanönü ve karesi sancağı, bütün sancakları bunlardır. bunlardan başka eyaletindemüsellem beyleri vardır. onlar da kırkar ve ellişer bakımlı köylere sahiplerdir. salb u siyaset ve cürm gazeller hasan ziyai divanı, müberra gürgendereli minnet ü şükr ol mennan u şekura ve hamd ü sena ol sübhan u gafura ki zamanı evvelde ve ruzı piruzı ezelde ervahı insanı halk idüp meydanı 'azamet ü celalinde ve eyvanı kibriyayı bizevalinde tertibi divanı 'azim itdükde vezaifi rızklarını defteri nahnü kasemnada ve nefaisi enfası 'ömri ma'murelerin ellezi kaddere feheda fehvasınca takdir idüp halayıkun kimini layıkı ni'amı cennatı kerim ve kimini müstehakı 'azabı narı elim eyleyüp inne'lebrare lefi na'im ve inne'lfüccare lefi cahim hükmi mukarrer oldı ve ol cem'iyyeti 'uzmada cennatün tecri min tahtihe'lenhar gülistanında sürur ile serveri sahibi serir ve niçe 'akıbetü'lemr 'ikabı 'azim ile mu'akıb ve sicni siccinde esir oldı. farikun fi'lcenneti ve farikun fi'ssa'ir asarı zuhur eyledi. meger ki cumhurı şu'ara şu arada muntazırı fermanı hümayun olup hayretde ve müterakkıbı emri hudayi kün feyekun olup havf u haşyetde tururken nagehan bir nidayı mehib ve bir sadayı 'acib gelüp ve'şşu'araü yettebiühümü'lgavun ayeti istima' olındı. 'aceba bu nekbet ü zillete ba'is nedür diyü birbirine su'al iderken elem tere ennehüm fi külli vadin yehimun hitabı ile muhatab ve ennehüm yakulune ma la yef'alun töhmeti ile müttehem olup 'aybları yüzlerine urıldı. ve 'akıbet başlarına ne gelecekleri aşikare görüldi. külliyet ile hatırlarına ye's ve şikeste dillerine havfı ye's 'arız olup tamam nevmid olduklarında nagah münadii rahmeti rahman avazı bülend ile ille'llezine amenu ve 'amilü'ssalihati ayetin tilavet idüp şu'arayı ehli imanı ve sulehayı nev'i insanı istisna eyledi. ol istisna senayı şu'arayı ehli islama ba'is olup senayı hudayı cihanaferine ve midhati halıkı asuman u zemine şuru' eylediler. kıt'. kibriyası kulzüminden katredür bahrı muhit bustanı kudretinden bergi susen asuman zerredür nurı cemalinden anun şemsi münir 'izzeti sahrasına daglar uvak kumdur heman mushafı 'ilmine harfi daldur 'ilmi beşer hvanı lutfından eserdür hasılı bagı cihan çar 'unsur heft yemm nüh asuman u şeş cihat iki 'alem birliginün şahididür bigüman har u hasdan tut ki bir tıfl eylemiş cüz'i bina mülkine nisbet anun mülki süleymanı zaman ve salavat u selam ol enbiyaya ki divanı kazayı rabbanide töhmeti şi'rden müberra kılınup ve ma 'allemnahü'şşi're ve ma yenbagi leh teşrifi ile müşerref kılındı. ve eyvanı kibriyayı sübhanide şa'irlik isnadından mu'arra kılınup şanı şerifinde ve ma hüve bişa'irin mecnun bürhanı nazil olup nazmı kur'anı 'azim ana mu'cize oldugı bilindi. salavatu'llahi aleyhi ve selamühü. mesnevi: afitabı sipihri kün feyekun vema hüve bişa'irin mecnun ene efsah baharınun bagı gülsitanı şefa'at ırmagı rahmeti halkı 'alemün sebebi fahrı 'alem muhammedi 'arabi ve çaryarı güzine ki beyti islamun çar erkanıdur. ve sair al u ashaba ki her biri 'askeri ümmetün sultanıdur. rıdvanu'llahi te'ala 'aleyhim ecma'in.ale'lhusus hazreti hassan'a ki şu'araü'lislam tahtı livauke kerameti ile tekrim olınmışdur. ve'hcilmüşrikin feinne cibrilü me'ake sa'adeti ile ta'zim olınmışdur. kıt'. ne sa'adetdür ögile cebra'il ola nazmı suhanda ana mu'in niçe kez şahı enbiya vü rüsül hüsni tab'ına eyledi tahsin eş'şebabü şu'betün mine'lcünun hasebince divanelügüm deminde ve mestanelügüm 'aleminde 'aşk u mahabbet 'alemine düşüp derd ü mihnet vadilerinde hayran u sergerdan gezerken vuslat ümidine heves idüp ol heves badı heva olup 'ömri nazenin badı hevaasa gelüp gitdi. ve tab'ı selim ol hevada kelamı mevzuna meyl itdi. ol sebebden niçe nazmı garib ve niçe şi'ri dilfirib diyüp safahatı müsveddatda kalmışdı. ahirü'lemr evrakı hazanmisal perişan u zayi' olmasın münasib görmeyüp hurufı heca tertibince kasa'id ü ü gayrıdan bir divan cem' eyledüm. mercudur ki bu divanenün divanına nazar iden yaranı safa ve ihvanı vefa el 'özrü 'inde kiramü'nnasi makbul muktezasınca kusurın ma'zur buyuralar. zira divanei bi'akldan kelamı ma'kul istemek 'inde'l'ukala 'akla mülayim degüldür. ve ekser 'ömri nazeninüm bela vü mihnetde ve 'ana vü meşakkatde mürur itmegin ba'zı evkatda sanayi'i şi'riyyeye kasd itmeyüp kelamı mevzun ile mücerred hasbı hal murad olınmışdur. ve ba'zı eş'arumuz ibramı yaran ile söylenüp mücerred hatırları ri'ayet olınsun diyü nazm olınmışdur. ol sebebden kimi zülfi dilber gibi musanna' ü muhayyeldür ve kimi ruhsarı dildar gibi bihatt ü hal misali saderu güzeldür. amma eş'arı şu'arayı zamana nisbet her biri bir halden hali degüldür. belki mahbubı siyehçerdemanend bakdugunca mütala'a duyar. ve ana gönül virüp meyl idene cazibesin izhar ider. kıt'. umarın kim ola nazmumda benüm ekser ebkarı ma'ani zahir malik olmış gibi tab'ı pake anladugum bu ki her bir şa'ir vasf idenler sühanı matbu'ı yedhulü'lizne bila izn dir kasidei derya der medhi hasan paşa yessera'llahu mayeşa' fi'lmesel 'aşıkı şurideye benzer derya yarı koynına girer anun içün her derya mevc mevc itdi anı sanma muhalif yiller cündi adaya meger kim cebe satar derya üzerinden yine yol virdügiçün adaya desti bad ile dögüp gögsini inler derya gömgök itdi denizün çehresini sillei bad ki olur keştii ada ile hemser derya servera çün ele girdi bogazı deryanun umarın hazretüne ola musahhar derya su koyup ocagına düşmeni dinün baran umarın memleketin gark ide ekser derya göricek heybeti şemşirüni oldı sakin naseza eylemez oldı hareketler derya düşmeni dini helak itse gerek sanma habab gaybdan eyledi peyda niçe çader derya denizün gönline girdi bu vilayet suları darı islama muhibb oldı mukarrer derya her kaçan görse esüp geldi nesimi rahmet şevk ile cuşa gelür ey şehi kişver derya tan degüldür ana dahl eylese her abı revan yol virür 'askeri küffara bu ebter derya giderür cevşenini badı saba ta ki çıkup ceng ide düşmeni din ile mükerrer derya umarın olmaz idi iki yaka ıssı gelüp sürmeseydi yüzini dergehüne ger derya ruyı deryada degüldür görinen zevraklar geldi dergahuna kase ile ide cer derya deniz itmez bu yakalarda temevvüc likin şevki mihrünle giribanını yırtar derya heybetünden yüregi ditrer eya bahrı kerem sanma kim kıldı temevvüc bu hünerver derya ruzgar içre diler ta ki yaza midhatüni badı sarsarla çeker yüzine mıstar derya bu yakalarda seni seyr ideli düşmenden gönli bulanmadı olmadı mükedder derya ruyı deryada habab olmadı peyda likin itdi adana nazar hışm ile ejder derya akdenizden umarın kim elini yuya frenk çün kudumunla senün oldı muzaffer derya sen gelelden gözi açıldı şeha deryanun her hababını bilür çeşmi münevver derya şöyle deryaya muhibb olmış idi düzdi la'in guyiya başına olmışdı beraber derya yiryüzinde çü 'adu 'askerine yol virdi yirlere düşdi yüzi oldı muhakkar derya şimdi baş kaldırup ada çü hababı derya çıkdılar karaya yol virdi bu ahker derya düşmenün kanını dök cehd idüben eyle cihad ki bu demlerde olur sana musahhar derya mevci deryayı çeküben çevirür badı seher ki niçün yol vire adaya bu kemter derya hasılı badı hevadur denizün menfa'ati bir iki yüzlüdür ancak nene yarar derya bir yüzi hazretünün bir yüzi küffarundur oldı ma'nide iki yüzlü mukarrer derya dil döker ana niçe nehri 'azim ey server yohsa olmazdı iki yüzlü dilaver derya lebi deryada bina eyledügün kal'a şeha zann ider anı görüp seddi sikender derya akdeniz dergehüne şöyle mahabbet kıldı derkenar eyledi ol kal'ayı benzer derya bir gazalar kılıcısın sen eya seyfi gaza dökdügin hunı 'adu oldı bir ahmer derya görmez oldum karasın bahrı gamun hızr ol kim beni gark itmeye nagah bu kafir derya şöyle acıtdı bugün canumızı kahrı felek agladı halümüze ebr acıdı her derya bahrı nazmum ne 'aceb bahrı firavan oldı oldı her kafiyesi ey şehi ekber derya gevheri bahrı kasidüm sana layıkdur kim hazretün çün yiridür saklasa gevher derya şi'rümün bahrına tan mı su gibi aksa gönül kulzümi lutfı latif oldı bubihter derya asitanunda ziya'i ki du'aguyundur ol senün medhüni dimez mi mukarrer derya kaydefa gibi huda düşmenün gark itsün 'ömrün oldukça ola sana musahhar derya nuh ömrin dilerin vire sana ol baki tuta madam ki dünyayı seraser derya kasidei berfi şita der medhi fahrü'l ümera hasan beg ruzgar ile cihana tagılup berfi şita gösterür şimdi cihan sahnını bir ak derya yazda ısınmış idük zevkine bagı dehrün geldi kış mevsimi sovutdı bizi serdi heva hut burcını güneş var ise sayd itdi yine kazır anı dökülen pullarıdur berfasa ag iderken yüzini dökdi sefid içini bad zişt görinse bu dem pirezeni dehr n'ola kar yagar sanma cihana niçe zenburı sefid hasılı bal yirine getürür oldı bela karlar yagdırıcak sun'ı hudayı cebbar akça pul saçdı sanurdum şehi gerdun guya kar yagdukça düşer hatıra bu turfe hayal asiyabı felek un atdı ne gam yir fukara bilmezin kar mı yagar yohsa felek bagında şeceri sidre baharın mı döküpdür aya beyzai mihr ü mehi var ise ekl itdi felek hurde yumurda kabıdur dökülüşler mesela yırtup atdı var ise defteri sayfi gerdun hurdei kagıda benzer dökilen berfi şita kavs burcın ele mi aldı felek hallacı penbesi mi dökilür sahnı zemine 'aceba tut ki ta'mir olıyor hanei viranei dehr kireçin dökdi yaparken anı bennayı kaza ejderi ahum ider tevseni gerdunı zebun berf sanma deheninün kefi saçıldı şeha şimdi ak kara bakup bahtı siyahum anarın n'oldı kim nesneye malik degülem ag u kara derdi mi dökdi saçın pirezeni dehr yolar dökilen ak saçıdur berf degüldür hakka gördi dilber lebi esrarına hayranem ben berf yagdursa felek hey'eti sükkerde n'ola ben niçe ıssı sovuk çekmişem ey lutf ıssı dergehün oldı sovukdan bana ahir me'va 'arsai gussada kış basdı vücud ise za'if kurtar allah içün ey menba'ı ihsan u 'ata mesnedüm yok bu cihanda işigünden gayrı dergehünde olur olursa bana zevk ü safa sensin ol muhsini bimisl hasan beg ki senün hüsn ü ihsanunı tahsin ide hassan şeha menba'ı cud u kerem melcei erbabı hüner ma'deni lutf u saha mazharı eltafı huda zulmeti gamda kalurdum niçe ay u niçe gün irmese matla'ı mihründen eger nurı ziya serdlik yüzini gösterdi felek ta'n itme vaki' olursa kelamumda eger bar dada bagrumı deldi benüm tişei derdi tuşe gamzad itdi ziyade elemi dil peyda ger azıkdan azacık bana idersen ihsan birine bin vire gülzarı cinanda mevla gerçi şermendeyem ihsanı safabahşundan beni söyletdi zaruri n'ideyin fakr u fena arzu eyler iken tuşei ihsanundan kar yagsun başuna dir isen ey vay bana kuşei gamda sovukdan gice ditrerdi yürek hatifi gayb heman eyledi bu resme nida ey ziya'i ne umarsın bu sovuk sözlerden ol kemal ü kerem ıssı bege var eyle du'a beglerün gerçi yüzi ıssıdur amma var ümid seni sovutmaya nevmid idüp ol kanı saha zatı pakı ola ıssı vü sovukdan mahfuz geldügince bu cihan gülşenine sayf u şita ana allah nasib ide yüz aklıklarını ola madam ki ak berf ile ruyı dünya kasidei bahar der medhi mustafa beg masnu'ı kainata sabah eyledüm nazar lutfı hudaya mazhar idi zahira seher meydanı gülsitanda çeman idi her çemen manendi hızr hullei hadra geyüp şecer dendanı gonçe idi degül jale görinen lutfı latife şad olup eylerdi handeler irdi behişt eserleri ürdi behişt irüp lutfı huda eserleridür kim saba eser sahnında gülşenün esen idi seher yili sıhhatde idi tıflı çemen cümle taze ter ruşen bu kim cihan yüzi nur u ziya idi hurşidi şevki şöyle ki göz nurını basar hallakına müsebbih idi zümrei tuyur dehşet virürdi halkı cihana sadayı mürgı seher buyı bahar irişdi seher can dimagına bu ise buyı ter didükleri hep bu yiter şebnemden ayruk aglamadı kimse çerhden her kanda baksa kişi cihanun yüzi güler esdikçe çın seherde nesimi saba latif bir rayiha gelürdi ki canlar safa sürer bilmem bu rayiha ne idi yasemen degül zülfi nigar açılalı düşmişdürür meger hod buyı gülde böyle letafet kaçan olur sünbülde yok bu rayiha bilmem neden irer tanlardum ana subhdem aya nedür bu n'oldı neden irişdi cihana bu nur u fer deşti 'ademde iken o gün ziveri cihan şehri vücuda geldi benagah serbeser n'oldı sebeb ki 'alemi zeyn itdi lutfı hakk ba'is mi var ki irdi cihana bu zib ü fer tenhada bunı fikr iderek nagehan heman tab'ı selime mülhemi gayb eyledi haber hakk 'ömrini ziyade ide mustafa begün oldı muhammed ümmetine mihri namver madam kim ide bu cihan içre 'adl ü dad lutf ide bize lacerem ol haliki beşer kisra 'adalet ile mu'adil degül ana ba'de'nnebi 'adalet ile bir bu bir 'ömer kalmadı ehli şirret ü müfsid zamanede eyyamı devletinde unıduldı şurı şer ümmid odur ki kendüyi taşlardan uçurur ehli zarar görürse anun heybetin eger mümkin degül kemali ile 'adl ü dadını vasf eyleye ziya'i anun oldugı kadar bu denlü var nazmı beligüm güherlerin dergahına nisar iderin eyleyüp güzer cüz'i sebeb gerek ide külli 'atalar ol kadri kemali yine kemal ehli fehm ider ey vacibü'lvücud muradum budur heman devr eyledükçe dünyede hurşid ile kamer ruz u şeb eyle devlet ü 'ömrini müstedam eyle vücudı düşmenine kahr ile zarar kasidei güneş der medhi 'osman beg mısrı çerhün 'izzet ile oldı sultanı güneş hüsn ile guya ki oldı yusufı sani güneş yusufı mahı yitirmiş şule sanman görinen dembedem aglar nitekim piri ken'ani güneş dembedem ditrer felekde badı ahumdan benüm sidrenün guya ki oldı bergi lerzanı güneş görmeyelden ruyı yarı tende yakdum daglar sinemün oldı bugün her dagı hicranı güneş gelse ger gözüm terazusına ol yusufcemal fi'lmesel eyler müşerref burcı mizanı güneş döne döne anı oynatsa n'ola cevganı ah 'arsai gerdunun oldı guyı galtanı güneş subha dek benzer ki dagda büyümişdür afitab anun içün beklemez dergahı cananı güneş gamzesi celladı cananun helak eyler bizi göklere girse yiridür subhdem kanı güneş gün yüzinden ayru düşsem ol mehi tabanumun tali'ümdür kim yakar bu cismi 'uryanı güneş zulmeti şeb kaküli canana öykünmek diler dahl ider her gün anun çün ana nurani güneş yakmasun ahum seni öykünme ruyı dilbere gafil olma assı itmez son peşimanı güneş çehrei hurşide muhkem sille urmışdur küsuf yüzüne öykünmiş ey dilhasteler canı güneş hale öykünmiş nitakına mehi tabanumun gezdürür bazarı çerh içre müdam anı güneş döne döne bezmi canana kebab olmak diler oldı ol mirrih çeşmün kulı kurbanı güneş surei ve'şşems yazmış safhai gerduna mihr ve'dduhayı vird idinür itse seyr anı güneş sanurın tavusı zerrinper salınur bagda her kaçan kılsa felek bagında cevlanı güneş künbeti çerh üstine bir şemsei zerrin yazar oldı guya kim nigaristan felek mani güneş bir kaba geymiş felek 'idı visali yarda guyiya zerrin benekdür ana nurani güneş sanki bir berber dükanıdur sipihrün kubbesi asmış içinde anun mir'atı rahşanı güneş guyiya tlabı çerhe baglu zerrin kuzedür abı nur ile suvarur bag u bustanı güneş kubbei eflake bir kandil asar günden güne her zaman eyler münevver çerhi devranı güneş zümrei küffara 'arz eyler bu gün ruşen delil safhai çerhe yazar ayatı kur'anı güneş subhdem bu matla'ı eflake yazdı afitab safhai çerhe çeküp bir hattı nurani güneş şöyle ziba gösterür sahnı gülistanı güneş bagı dehrün görinür her verdi handanı güneş surei nurı yazar eflake her gün afitab ezber eyler guyiya ayatı furkanı güneş yine baş kaldırdı eflak üzre şahı haveri tutdı guya esbi hüsn ile bu meydanı güneş terkiye asmaz sipihr üzre hilali zerrece her kaçan öpse rikabı miri 'osmani güneş asitanında hilal eksüklü kulıdur anun bir zavallı kimsedür dergahı derbanı güneş halkai babı serayıdur hilali asuman takıdur kavsı kuzah her camı rahşanı güneş asitanun virmezin eflake ey şahı zemin zerre gelmez gözüme yanunda bu fani güneş bilürin kendüm degirmendür bu devri asuman olagelmişdür anun ey şah mihmanı güneş hoş degirmende agarmışdur sakalı kim senün asitanun beklemez ey lutfı 'ummani güneş mihrün ile gün başına piri çerhün her seher yüregi oynar ferahdan görse sen canı güneş kapuna öykündügiyçün kulb takdı çerhe mah her gice encümle eyler nar u nur anı güneş yire basmaz ayagı şevkinden olur şadman görse hurşidi cemalün ey kerem kanı güneş hayli gün gördi felekler devri 'adlünde senün devletünde görmedi bir zerre noksanı güneş dergehünde zeyn içün bir şebkülah geymiş hilal sarınur başına destarı perişani güneş ni'meti in'amuna var ise öykünmek diler bir tabakdur asuman bir sibi eyvani güneş çerh bir divanedür zenciri mihrün sürmede narı şevkün birle yakılmakda pinhani güneş asitanun mah ırakdan gösterür barmag ile hıdmetünde da'ima yürür hıramani güneş hey ne 'alemdür nazar kıl nazmuma ey zü'lkerem 'arz ider dergahuna her mısra'ı sani güneş yiridür yazsa 'utarid çerhe bu ebyatı kim ola her bir kafiye göklerde nurani güneş ey ziya'i şulei hurşidde sanma görinen çekdi mıstar yaza bu nazmı dürefşanı güneş olalı perverdei ebri sahası ben fakir olmışam ol kanı ihsana du'ahvan ey güneş da'ima gönli muradın vire rabbü'l'alemin virdügince 'aleme nurı firavanı güneş 'alemi sıhhatda seyran itsün ol şeh muttasıl itdügince 'arsai 'alemde nurani güneş kasidei hazan der medhi mehmed beg me cihana vakti hazan irdi cana hüzn ü melal cihana berfi şita yagdı cana derdi zeval degül degül ki 'umumen havadisi gerdun biesriha bana mahsus oldı fi'lazal çemen hazanesi şimdi hazan berginden olupdurur yine altunlar ile malamal çemende serv ayagında tutuldı yah likin yaraşur o kadi mevzuna ol gümüş halhal egildi anı arar fi'lhakika egmedi bad düşürdi topraga altun varaklarını nihal rehi nigarda evrakı seyr idenler dir nedür bu dagı siyehle bu sinei abdal meger ki tahtai nerd oldı rahı yar varak pul oldı zar benem rahı yarda pamal üzüldi bergi şecer şimdi kış kıyametdür görün ki yevmi yefürr oldı ma'nide fi'lhal vefada rüstem iken zali dehri kış basdı harami gibi soyar bergi bidi badı şimal tonandı jale ile gitdi bergi eşcarı yaşın döküp benüm içün meger yolındı cibal çürür giderse n'ola yiryüzinde bunca varak sipihr yok yire da'im çürütmek ister mal meger ki pirezeni dehr başın itdi tıraş dökilen ak saçıdur yiryüzine berfmisal çemen sarardı vü huşk oldı her giyeh mesela fakire suzen olurdı garibe anca hilal enar bergi sarardı vü egdi kametini zemini çerh sanur gün vezni ana hilal benüm de derd bilüm bükdi vü sarardı tenüm nazar kılan bana eyler enar bergi hayal beni miskini kenarı kasavet itdi heman kılan bu ruyı zemini gariki mal ü menal bu deşti 'alemde düşdüm garib ü sergerdan ne buyı vefa irişdi ne geldi vahşi gazal bu deşti fakada divaneyem ki boynumda kuyudı fakr u felaket selasil ü aglal ne hal olur bu ki asla zamanı mazide bu denlü gussa bana itmez idi istikbal ne denlü pürzer ise astini devranun cihan halkı senün asitanuna meyyal sahi vü ehli kerem hazreti mehemmed beg seri ekabiri afak u mefharü'lemsal emini din ü diyanat u nazıri gureba sipihri 'adl u saha mihri devlet ü ikbal emiri hayli efazil sa'idi fi'ddareyn hurı sipihri sa'adat o sayei müte'al mürekkeb olsa sirişküm cihan halkı debir defatiri keremün yazmaya 'ale'licmal dilümde midhati şirinün oldı sükkeri ter deri şerifüne 'arzoldı hali mafi'lbal rıza budur ki ziya'iyi zulmeti gamdan 'atan rehber olup kurtara bilaihmal reva mıdur ki ola kuşei melaletde hazan varakları gibi müşevveşü'lahval 'ale'lhusus du'a kıla 'an samimü'lkalb devamı devletüne bi'lgudüvvi ve'lasal cenabı hazretüne her zaman du'am oldur cihana bereketi madam ki saçarsa nihal saçıla 'aleme lutfun diremleri bihadd sahanı artıra her bar kadiri müte'al kasidei kalem der medhi mehmed beg şa'irane geh olur kasd ider ihama kalem geh misali melek olur sebeb ilhama kalem kimde var bu hüner ü fazl u belagat 'aceba bibedel vasf yazar her sühan endama kalem gösterür mu'cize manendi 'asayı musa şekli ejder görinür ayeni adaya kalem lulei çeşmei hayvana nem icra eyler canfeza ka'ideler hasa dahı ama kalem negamat eyledi ney subhdem eyle sandum oldı hengamı seher eyledi hengame kalem bu ne sırdur niçesin layıkı ikbal eyler niçesin ugradur amma gam u alama kalem ne sorarsan dili ucında cevabı hazır layık oldı bu zekavetle çok en'ama kalem niçe azadelerün yirlerin itdi tahrir çün vilayetde şuru' eyleye ikdama kalem oldum engüştini bus itmege yarun talib güldi yokdur didi divanei bednama kalem ben iderdüm kadd ü zülfini nigarun ta'rif dahı el urmamış idi elif ü lama kalem bagbanı dil umar buse yazup çeşmine vasf bitse şeftalü n'ola aşladı badama kalem vasfı zülfin yazamam ruyını medh eyler iken rumilinden hiç olur mı ki gide şama kalem 'aşıkam barmagunı öpmege men' itme didüm güldi n'eyler didi mesti meyaşama kalem her kaçan vesme çeke mil ile ebruya nigar dir gören anı ki tugra çeker ahkama kalem sernüviştüm gamı derd oldı ezel hiç bilmem ugradur mı dahı çok dürlü serencama kalem bilmezin başa ne yazmışdur ezel kilki kaza neler eyler dahı can u azama kalem puhtei narı gamem olsa sözümde n'ola suz bezmi fazl içre sunulmaz gibi her hama kalem kimse yazmaz umarın nazmı bedi'üm gibi şi'r gerçi irdi irişür dahı çok eyyama kalem kasdum odur ki idem vasfı cemilün da'im bu cihan içre meger sehv ile bihame kalem tab'ı tuti bu kasidüm şekeristanı sühan neyşeker kafiyeyi irdüren itmama kalem yazamaz vasfunı aklamı ekalimi cihan ben yitem vasfun idem ya irem erkama kalem her ne hıdmet buyurursan başı üstinde tutar müstehak oldı hakikatde çok ikrama kalem hameveş bagrı delinsün yine ehli hasedün girdi ol emrün ile mülketi islama kalem çün vilayetde emin oldun emin ol gamdan yazsun emrünle niçe defter ü sername kalem zulmeti derd ü gama saldı ziya'iyi heman gerçi irgürdi çok ehli hüneri kama kalem lutfı tab'um ide iş'ar ayagun topragına umarın yalvarıcak duymaya ibrama kalem haki paya bu du'ayı yazup itsün iş'ar lutf idüp söyledügüm başlasun i'lama kalem desti lutfunda senün eylesün ey menba'ı cud kahrı müfsidlere lutf u kerem eytama kalem kasidei ahvali ruzgar der medhi hasan beg ey diriga ki döner 'aksine bu devri zaman düşdi bir hüsni gurura yine nev'i insan başiri şerr ü fesad oldı beşer hay meded ne beşaret bula elünden ahalii zaman niçe şad ola gönül her 'abese vü hubsa döndi şadi yine hengamei meymuna heman cisre girdi hasedi peykere toldı peygar zirihasa koyılur birbirine halkı cihan gıybet ü kizb ü mesavide müsavi oldı merdi merdud ü zeni zaniye vü pir ü cevan şimdi yaranun eşedd oldı esedden hasedi şiri hurtıflı görürsin ki olur şiri jiyan başı göklerde bugün tubaya hemser geçinür sayei serv gibi yüzi koyı yirde yatan bi'zzaruri didük el arkası yirde çün kim puşt olanlar geçinür n'eyleyeyüm puştiban kendü keyfiyyetini bilmez iken tiryaki geçinür bengi gibi vakıfı esrarı nihan ma'rifet rayihasın tuymaz olur bir miskin kibr ile burnı ucı göge irişür her an dirlik ıssı olımaz olsa eger ehli hüner nuş idüp abı hayatı keremi her hayvan ışıga kimse gözün üzre kaşun var diyemez 'alim olan çeker amma elemi bipayan degmede degme bir ehli hünere degmeye pay kısmet olınsa eger zevk ü safayı devran kendüzin gördi gurur ayinesinde cehele gidiler var ki sanur kendüye yokdur akran bilürin kendüm ucuz oldugını bugdayun irdi bir dem ki bulınmaz cevi erzen erzan cah ile cahil olanlar buluşur zevk eyler kam ile lik bulışmaz n'ideyin kamil olan şa'iri fazıla bir ragbet ider kalmadı hiç ne 'acebdür bu ki şa'ir geçinür her nadan yok mı ben bidili bir acıyacak şirintab aglayup derdi derunum ideyin ana beyan kalduk ayakda bizi eyledi iller pamal başumuzda niçe enduh u gam u derdi giran ta'nı nadan ile dana hasedinden hergiz bulmaduk devri zaman içre meded emn ü eman bana bu dehri deni zulm ider oldı hayfa başladı kahr ile viranelige canibi can cevri devr ile ki dil mülki harab olmışdur anladugum bu ki olmaya ebedabadan meger anı ide ma'mur kemali lutfun ey emiri kerem ey menba'ı cud u ihsan sensin ol muhsini ihsan hasan beg ki senün görse eltafunı ahsente diyeydi hassan kurtarursın niçe mazlumı felek zulminden niçe müşgil iş olur haki deründe asan fukara zevk ü huzur itmededür sultanum devri 'adlünde senün itmeyorur kimse figan hasleti cudı vücudunda ki vaz' itdi huda zahiri mazhar olur ana gedayanı zaman bereket buldı zemin oldı mübarek kademün geldügün mülkete yagdı zararsız baran geldügün yirde çemen neşv ü nema buldı heman sahnı firdevse şebih oldı fezayı bustan zatı pakün niçe medh ide ziya'i benden yokdur evsafuna ey miri mükerrem payan harı azardan allah ide zatun mahfuz olasın gül gibi gülzarı cihanda handan 'ömrüni devletüni da'im ide hazreti hakk iki 'alemde sana vire mezadun yezdan kasidei bahar der medhi sinan beg dün gice olmış idüm kuşei gülşende mekin niçe gülşen ana reşk eyler idi 'adnı berin lebi cuy üzere kim hattı lebi yarsıfat safhai gülşene kafi idi zib ü tezyin yasemen şahı ki yir yir suya tayanmış ola surei kevsere eyler el urup san ki yemin ahir elden gider iş bu lebi cuy u gülzar eylenüz zevk ü safa elde iken fırsatı hin baga ferverd yiter gülşeni dehre nite kim serbeser zib yiter şimdi mehi ferverdin bareka'llah ne güzel demlere irdük bu zaman oldı havrası heman cennet idi ruyı zemin her giyeh şekli elif katrei şebnem nokta zevk ya'ni bir iken şimdi on oldı ta'yin ne çemen sun'ı huda saldı yire sebz bisat her baharıyla şecer çaderi bala vü güzin kuşe kuşe çagırur bülbüli gülzarı hezar gitme gülşenden ırak hay sakın hay sakın göricek bagı bu resme katı oldum magrur şadilik eylemege başladı kalbi gamgin anda bir mürgı hoşelhan işitdüm nagah giceden subha dek eyledi feryad u enin niçe feryadı ferid ü niçe efganı bülend 'aşıkane niçe nale niçe avazı hazin didüm ey mürgı hoşelhan beyan eyle bana niye kıldun 'aceba böyle enin ile hanin ta'nı ada mı 'aceb yohsa hasud itdi hased canuna bunca cefa kıldı mı eflaki berin hicri canan ile nalan mısın ey mürgı garib hemdemün yok mı seni böyle kim itdi gamgin gönlüne yohsa gelür baga hazan irecegi yohsa olmadı mı canun gamı canandan emin bu tereddüdde iken mülhemi ga'ib nagah bülbüli cana hitab itdi didi ey miskin gayre sormak ne 'aceb kendüne gör n'eylediler bir iki müfsid ü bedkar ü bedendiş hemin iftira taşı ile şişei 'ırzun sıdılar gitdi yüz suyı sevinmekde 'aduyı bidin ugradun bir kurı bühtana yaşun akmakda yiridür gark ola ger bahrı sirişkünde zemin di yüri halüni ol sahibi cud ü kereme ola kim merhamet ide komaya böyle hazin müşfik ü ehli saha ya'ni sinan beg kim anun menba'ı ceyşi ilah dergehidür hısnı hasin umarın bunı reva görmeye kim ehli hüner paymal ola zamanında olup kahra karin destgir ola ayakda komaya şefkat ide sana allah rızasıyçün ola şimdi mu'in zulmeti gamda ziya'iyi melul eylemeye bezl ide abı hayatı keremin ana hemin ya ilahi dilerin gönli muradın viresin iki 'alemde anun diyelüm amin amin kasidei sengistan nagehan 'alemi 'işretde iken zevkde iken simsimaları gülşende kenar eyler iken ruzgar atdı beni sahili bahra nagah gel dinüz böyle bela çekdi mi bir ehli sühan bir ulu taşda yüce kal'ada dizdarı felek beni habs itdi günahum ne beladur bilmen sengdil bir sanemün derdini çekmek gibidür böyle bir sengi siyah üzere tutmak mesken bisutun üzre heman kuhken oldum guya canı şirinden usandurdı beni çerhi kühen meskenet meskeninün sakini oldum amma beni tahrik iden aya ne hevadur başdan şahini tab'ı bülendüm yine pervaz itsün kendüm uçurmaz isem şimdi eger taşlardan geh taşı başa gehi başumı taşa ururın ya'ni divanemisal oldı gönül derdinden dostlar kaldı taş altında benüm iki elüm destgir ola meger sengi siyahı yaradan beni acun ki cihan başuma zindan olmış kanı ol seyri sahari kanı gülgeşti çemen böyle bir teng mekana n'ite kim kalbi hasis beni dilteng iden ey çerhi felek sensin sen cami'i çerhe heman minberi kudretdür bu şimdi üstine çıkup tut ki hatib oldum ben canuma ateşi gam düşdi dutuşdum cana 'aceb olmaz eger ateş çıka katı taşdan taşda meskenden igen katı şikayet kıluruz n'idelüm başumuza parelenür anca mihen bir ulu taşı mezarumda nişan eyleyesiz dostlar bunda ölürsem elemi gurbetden bir hudayi kayalardur ki huda ide halas şahini tab'umı bu yirde yuva tutmakdan adem olan hele cennetden ider mi nefret sengi ta'n ursa yiridür bana yaranı vatan ger cenazem çıkarup defnüme kasd eyleyeler korkum oldur ki ilişe kala taşlarda kefen çar erkanı hatarnak iki yanı uçurum şart u erkanı budur kim gide adem erken laleveş rızkunı taşdan çıkar olma dilteng dagı gam var ise sinende ziya'i katlan dag u taşı yaradan tanrıdan oldur maksud çıkam ahir buradan badı saba gibi esen kasidei hasbi hal der medhi hasan beg can ezel düşmiş idi seylaba ruzgar atdı şimdi girdaba rismanı ümid ele girmez bir sebeb yok el ire asiyaba şevk gelmez karanu gönlüme hiç derdüm artar çıkınca mehtaba desti mihnetde ten keman oldı can nişan oldı tiri pürtaba hvabı gafletde geçdi 'ömr henüz varmadum rahat ile ben hvaba zehri kahrı sunar bu dehri deni teşnedil ma'il olsa cüllaba la'li dilber tahassüriyle bu dem gözyaşı döndi şimdi hunaba inledüp agladup yaşum akıdup beni döndürdi çerh dolaba ten mihnetde can u dil lerzan benzedi fi'lhakika simaba şöyleyem bakmaga yüzüm yokdur ruyı yarana vechi ashaba bagı 'alemde her dem aglar iken döndi 'aynıyla eşk 'unnaba pisteri haki ideli me'va bakmazam camehvabı sincaba teşnedür dil zülali şefkatüne bizi haml itme degme siraba rahmet itsün rahim o merhuma ki ider pendi böyle ahbaba devlet istersen arka vir arka bir ulu asitana bir baba ka'beye virmeseydi arkasını kimse baş egmez idi mihraba dil işidüp bu pendi matbu'ı iltica kıldı zıllı vehhaba ya'ni muhsin hasan beg ki müdam ider ihsanı şeyh ile şaba malik itdi anı hudayı kadir mülki darat u dar u daraba lacerem olmadı bu mülk nasib cem ü cemşid ü sam u sühraba gönli alçak su gibi kadri yüce meyli yok zerre kibr ü i'caba haki payında bulınur kıymet var ümidüm bu gevheri naba n'ola nazmum begense meyl eyler kamil olan kemali kamyaba fi'lhakika selaseti nazmum benzer ol pak akup giden aba 'avni 'aynunla ey emiri kelam nazar eyle bu nazmı nayaba kaküli zülfi medh ider çokdur beni benzetme degme mutaba niçe kez deldi bagrumı gamı derd nazmum uyınca dürri hoşaba şevke gahi gelür ziya'i gönül benzedi zulmet içre şebtaba itsün ol mir içün du'a dil ü can yüz urup babı rabbı erbaba eyledükçe 'ata vü lutfı zuhur mazhar olsun 'atayı tevvaba kasidei hanei virane meskenüm oldı diriga bir 'aceb mihnet yiri hanei viraneye koydı felek ben çakeri hanei viranei kalbüm midür ya meskenüm zahira yohsa kazayı asumanı mazhari beyti şi'ri böyle nasaz olmasun bir şa'irün yohsa beytu'llah hakkı dünyede kalmaz yiri bir fena kaşanedür amma o da mülküm degül gerçi yokdur hanenün 'alemde bundan bedteri kametüm yay olsa tokınmam kiriş agacına ok gibi togrulsam amma sorma hiç derdi seri kasrı kayserdür ana nisbet ebu derda evi böyle ev yapılmamışdur devri ademden beri anlamaz halüm meger hemhanem olan 'ankebud ol benümle yelde yagmurda çeker mihnetleri anı üstadı fena hayli musanna' eylemiş binsekizyüz revzeni var ikiyüz elli deri şöyle evdür malı meyyitden mezad olınsa ger bir pula teklif olınsa kimse olmaz müşteri var ise eyler temaşa çekdügüm zahmetleri tahtadan başın çıkarmış yekserinün ekseri korkarın çahı cehennemdür temaşa eylesek evdeki mar u çıyan u 'akreb olmış bir çeri ol kadar evde yakışsun bu evün mi'marı çün ihtiyar itmiş degül yapmakda tarzı aheri cabeca çekmiş müşebbek zarların bir 'ankebud perdedarumdur benem iklimi fakrun serveri dembedem derd ü beladan dürlü suret gösterür cabeca dökmiş suyı ayinei iskenderi rahtı fülki nuh ile hem'asrdur her tahtası cerr idüpdür anı 'uc ibni 'unukdan dülgeri tahtalar feryad ider sarsar der ü divarı hep ruzgarun her kaçan dokınsa badı sarsarı ocaga yansun odun bazara gelmez bir gice rahtını yaksam gerekdür gör belayı digeri her tarafdan yel nüfuz itdükde ateşdandan dagıdur külliyet ile cem' olan hakisteri müslümanlar n'eyleyem manendi destarı yehud katrelerden cabeca dülbendüm olmışdur sarı dembedem agladugum bu kim duhanı biaman göz göre nergis gibi binur ider çeşmi teri gah eve girdükçe bakup gülerin biihtiyar hep dütün derdinden aglar görsem oglancıkları hazreti ya'kuba döndüm meskenüm beytü'lhazen gözsüz eyler korkarın ahir felek ben çakeri ateşi yel dagıdur su kaynagıdur topragı çar 'unsur mecmu'ıdur fi'lhakika her yiri fi'lmesel serçeşmedür divarınun her bir taşı sine dögmek kasd eyler galiba her mermeri perdesi açık vilayet ehline benzer heman perdesin yıllar harab itmiş açılmış her yiri fareler yir yir deliklerden çıkarmış başını san temaşa idüp istihza ider ben ahkarı fareler çün pareler olanca esbabum meded bir kedi yok mı ki görsün hayfumı gelsün beri hanenün bagrı delinmiş sanmanuz surahı muş ya dehendür itmege şekva ya mihnet sagarı tozlıdur divarı amma yil eserse gör tozı hanenün sakfın yıkarsa gör belayı ekberi ebri mihnetdür duhanı iş bu mihnethanenün ateşinün her şerarı bir nuhuset ahteri zahida sen de kömür çiyner deli sanma beni bilürin külli cehennem ahkeridür ahkeri mezbeleyle ev önin toldurdılar hemsayeler mezbele gibi gedik olsun ilahi yirleri ey ziya'i kalbi fasık gibi zulmetdür içi taşra çık görmek dilersen afitabı haveri ey diriga bu 'alemi fani agladur her dem ehli 'irfanı kişi kasrı ümide çıkmış iken anı vahidde ol yakar anı niçesi rahat u safada iken toldı ey vadan ahir eyvanı koyalum gayrı 'aynı 'ibretle hele seyr eyle şimdi insanı birbirine zirih gibi koyılup geçirür ceng ile bu devranı hüner ehline bihünerler hep aşikar itdi ba'zı pinhanı nakısü'l'aklı kamil anlarlar zann iderler kemal noksanı togrılar ok gibi yabana düşüp egriler tutdı şimdi meydanı togrusı niçe togru egri çıkar niçe cani halas ider canı emr ber'aks olup cihan içre togrılar kalmadı zaman içre şum tali'den ideyin her gah bülbülasa hezar nale vü ah gördi halüm harab matem içün kara geydi meger ki bahtı siyah geçdi 'ömrüm bela vü zilletde tutalum mülki nazma oldum şah ma'rifetden cihanda fa'ide yok rahmet itmezse ahiretde allah nef' görmem kemalden amma ba'zı yaranı görürin her gah talib olsam eger ki caha fakir vaki' olur yolumda bir ulu çah dirlük itsem rica beni bu felek dirlügümden usandurur nagah olmasun hiç kimse bencileyin böyle bedbaht u 'aciz ü gümrah deri bahtum güşade olmayorur fethi bab ile ya kerim allah senden olmazsa bir 'inayet eger badı mihnet vücud dalın eger halüm i'lam içün benüm her an cabeca çak camum oldı heman çıkmagıyçün ya dudı suzı derun revzen açıldı yer yer oldı 'ıyan ya bela tigi çak kıldugına zahirüm batınumdan oldı nişan kudreti geh kalka çıka gide za'fdan anlanur tenümdeki can ta'nı ervahdan hicab kılup mahbesi tende yahud oldı nihan kanı ol gün ki mihri lutfı latif şebi zilletde iken ola 'ıyan kalmış iki elüm taş altında destgir ola rahmeti rahman kaldum ayakda destgirüm yok başda ise belayı bipayan bir görünmez belaya düşdüm ben hakdan olur olursa bir derman ey viren afitab u maha ziya zulmeti gamdan eyle canı reha ey gönül farig ol şikayetden ne beter hasılı kasavetden bir dem olmaz mı sakii rahmet mest ide canı rahı rahatdan ne kadar kim mukadder itdi kader irişür herkese okıtmadan ne bilürsin ezel güninde sana ne nasib oldı rızk u ni'metden tutalum anca mülke maliksin devlet ü 'izzet ü sa'adetden 'akıbet bu cihanı fanide haberün yok mı yohsa rıhletden gözün aç bustanı 'alemde nergisasa bu hvab ı gafletden sana yetmez mi ey gönül bürhan ayeti küllü men 'aleyha fan ey gönül gel berü du'a eyle hazreti halika nida eyle kendü lutfundan ey hudayı kerim sen gönül derdine deva eyle kendü darü'şşifayı 'avnünden canı bimarı pürsafa eyle eyle dermandeyem bana derman derdmendem bana şifa eyle canı yad eyle rahmetünle meded dili lutfunla aşina eyle kalbüm ayinesin mücella kıl Jengi enduhı bir yana eyle ben gedayı kemali lutfundan mülki cennetde padişa eyle beni ahvali ruzı mahşerden ya ilahi meded reha eyle kaldı kulun ziya'i zulmetde dil ü canını pürziya eyle mihr ü mahun ziyası sendendür derdmendün devası sendendür terci'bend diyarı gurbete düşdüm gam u derd oldı yaranum bu fani 'alem içre ne serayum var ne dükkanum mekin olmaga asla bir mekanda yokdur imkanum irişdi anca dürlü devlete emsalüm akranum benüm serpençei muhtelle çak oldı giribanum usandum tatlu canumdan benüm ey mahı tabanum hisab olmak ne mümkindür benüm derdi firavanum benüm derdüm bana kafidür ey pakize damanum gözüme karşu her naehle uyma sen de sultanum koşlama her pelid ile benüm servi hıramanum kalursa böyle derdi 'aşk ile hali perişanum helak olur bela vadilerinde cismi 'uryanum gelürsen öldügümde kabrüm üstine benüm canum mukadderdür işitmen can kulagıyla bu efganum reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum gezerken gülşeni 'alemde sergerdan u avare dili avare düşdi şimdi sen yarı cefakara nedür mahiyyetün hiç görmedüm bu reshpare kimün canısın ey ruhı mücessem başla güftara ne bagun servisisin gel salun naz ile reftara hezaran işve ile salınup geldükçe gülzara esirge şefkatünden bir nazar kıl ben siyehkara ya derdünden helak oldum ya eyle bana bir çare senün vaslun olur derman olursa derdi bimara gözüm pürnem gönül pürgam bela çok tali'üm kara işüm kaldı heman şimdi kemali lutfı settara za'ifem padişahum kıyma igen ben günahkara yazukdur zulm ile kan eyleme mazlumı naçara peşiman olasın itdüklerüne sonra elvere reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cihanda görmemişdür kimse şirin lebünden dad kıya bakışlarun derd ehline cana yeter cellad vefayı itmesün ben bivefaya kimse hiç isnad cefa resmini yohsa sen mi itdün ibtida icad bu viran olası gönlüm ebed olmayorur abad meger sen desti lutfunla esasın idesin bünyad hevana gerçi ey servüm düşen gamdan degül azad hevadar oldum uşta ben de sana herçibadabad sana 'aşık olan olmak gerek derd ü gama mu'tad muti' olmak gerek cevri zamana derdüne münkad vücud hırmenini hasılı itmek gerek berbad gamunla aşina olan olur hayr ile ahir yad keserken bisütunı derdi dilden eyleyüp feryad işitdüm kim demi ahirde şirine dimiş ferhad reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum küduret var ziyade şimdi kalbi pürmelalümde sana derdi derunum dimege yokdur mecalümde bugün ey afitabum geldi yaklaşdı zevalümde şehadet var şehid olmaga şimdi eşki alümde bela budur beni 'aşkun komayur kendü halümde cihan zevk ü safada ben günah ile vebalümde hele başdan çıkar bir gün vücudı paymalüm de seri zülfün tezekkürdür muhassal kil u kalümde cihanda bundan ayruk faide yokdur kemalümde sana iller dolaşur muttasıl ben infisalümde irişen vuslatunda ben kemali infi'alümde gönül mihnetde fikrüm şehryarı bimisalümde ümidüm var heman lutfı kerimi layezalümde gice gündüz bu eglencem olmışdur hayalümde reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum vücudum külliya hakister itdi narı hicranun yüzüme gülmedi bir gün senün ruhsarı handanun helak itdi beni aşub ile ol çeşmi fettanun perişan eyledi ahvalümi zülfi perişanun benüm alıyla kanum dökdi la'li gevherefşanun tutam hakk kadi oldukda yarın mahşerde damanun cenabı hakka 'arz idem senün zülfi firavanun benümle lacerem söyleşmege olmaya imkanun bugün sulh it benümle var iken ıslaha dermanun digergun olmadın halün 'ikaba düşmedin canun bana çok zulm idersin hep cevabın viresin anun beni nevmid kıldı vuslatundan tigi bürranun benüm hışm ile bagrum deldi ol peykanı müjganun cihanda görmedin ben zerre denlü lutfun ihsanun reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cemalün bagı olmazsa cehennemdür bana gülşen ruhun hurşidini görmezsem olmaz hatırum ruşen müjensiz çeşmüme hançer görinür gonçei susen yüzün seyr itmesem müjganum olur çeşmüme suzen bana sensiz olur kendü vücudum dostum düşmen senün 'uryanunam n'eyler benüm cismümde pirahen gülistandur bana fikri ruhunla kuşei külhen beni gördükçe mihnetde niçün rahm eylemezsin sen dili pakün cibilli sengi haradan yahud ahen makamı hasret olmışdur dili miskinüsken bulursın sen de bir gün hep bana itdüklerün katlin bugün narı firakunla beni sensin helak iden gidersem bagı firdevse olup nevmid vaslundan gelicek haleti nez'a okuyam iş bu beyti ben reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum gice meclisde seyr itdüm o mahı meclisarayı münevver eylemiş hurşidi ruhsarı her arayı unutdurmış yüce 'ünvan ile daratı darayı ider 'aşk ehline her lahzada yüz bin müdarayı bir özge bezmi has itmiş getürmiş bezme sahbayı o sahba ile mest itmiş seraser halkı dünyayı duhul itdüm o şahun bezmine aglayı aglayı düşüp ayagına itdüm visalinden temennayı tehevvür itdi bakdı hışm ile ol mahı hercayi didi celladı hunrizine katl eylen bu şeydayı heman kasd itdi hışm ile çeküp tigi mücellayı hayatumdan ümidüm kesdüm andum namı mevlayı çekerken 'alemi batında bu havfı bu gavgayı uyandum nageh okurken bu beyti hasretefzayı reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum rakibün muttasıl sohbetde ülfetde meveddetde belakeş 'aşıkun hayretde hasretde hasaretde muhassal halkı 'alem serbeser enva'ı devletde benüm halüm sorarsan şimdi derdi binihayetde gönül mihnetde can hasretde ten dürlü meşakkatde dil ü can u tene cevrün elemler virdi gayetde senünle söyleşem hakk kadi oldukda kıyametde belanı ben çekem layık mı eller cümle vuslatda kimi eyvanı rif'atde kimi bustanı 'işretde heman tenha benem derdün çeken iklimi gurbetde düşelden 'aşkuna günden güne oldum kasavetde reva mı böyle bedhaslet ola şahı velayetde kulun her biri ihsanun görür devletde 'izzetde döküldi kahr ile kanum benüm meydanı zilletde reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cihanda sana benzer cevri çok bir bivefa olmaz gamun katl eylemez vaslundan ise bir rica olmaz muhassal derdmendün hali hergiz bir yana olmaz hele hercayi dilber sevmeden müşgil bela olmaz seni amma gören kimdür yüzün kim mübtela olmaz cihanda sana benzer kulları çok padişa olmaz ziya'i gibi dergahunda muhlis bir geda olmaz senün bir zerre amma lutfun ihsanun ana olmaz anı yad eylemezsin hazretünle aşina olmaz kadimi derdmendündür ana senden deva olmaz tabibi can u dilsin senden amma bir şifa olmaz ümidüm var idi vaslundan amma galiba olmaz heman öldür beni bana bu dirlikden safa olmaz egerçi zulm ile kan eylemen dahı reva olmaz reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum mu'aşşer diriga geçdi 'ömri nazeninüm derd ü mihnetde ne yaran ile sohbetde ne ihvan ile ülfetde hüner kadri bilinmez kaldum alçak bir vilayetde unutdum bildügüm dahı bu kılletde bu zilletde 'acebdür kadirem bir beyti nazma niçe müddetde felekden midür aya kaldugum böyle felaketde kalur mı tali'i şumum benüm 'ömra nuhusetde mezelletde meşakkatde melaletde melametde yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde neler gördüm seher hakkun fezayı mümkinatında ki zevk esbabı malamal dehrün şeşcihatında safa ehli salınur gülşeni cennet sıfatında oturmış garkı girdabı bela fülki necatında safada ehli 'aşkun her biri mahbubı katında safadur serbeser mahbublar hod haddi zatında hele bibehre kalmış yok bu 'ömri bisebatında bulup bir kuşe tenha zevk ider herkes hayatında yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde şikeste kalbüme bir gün gelür efkar gunagun benümle başladı ceng ü cedele tali'i meftun didüm ey kara bahtum n'oldı olmışsun kara magbun didi bilmez misin kim dunperverdür ezel gerdun iderken 'arbede bahtumla ben hal ise digergun teselli buldı kalbüm kıssai kaysı anup ol gün meger sahrada bir gün kendü halin fikr idüp mahzun gezerken vahşi ahularla sahrada dimiş mecnun yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde ziya'i zulmeti gamda ne kara günlere kaldum döküldi yüz suyı ben camı namusı yire çaldum götürdüm kendümi deryayı derd ü mihnete saldum halas olmak ne mümkindür bela girdabına taldum deri maksud ümidiyle diriga bagrumı deldüm 'acebvar yollara düşdüm 'aceb sahralara geldüm safasından cihanun bi'zzaruri cümle vaz geldüm tehi destem ne dünyadan ne 'ukbadan murad aldum yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde müseddes müseddesi matla'ı piri çelebi dökülüp haki zillete külümüz kalmasa elde akçamuz pulumuz olmasa mihnete tahammülümüz ursalar ateşe tecemmülümüz göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz dutuşup derd ile vücudum eger yansa narı belada sertaser kara toprakda bu teni lagar olsa külliyet ile hakister göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz yele virse heva kararumuzı kara topraga karsa varumuzı eşkıya çignese mezarumuzı tagıdur taglara gubarumuzı göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz sabıkanı şer'i ahmedi muhtar çünki mansurı eyledi berdar yakmaga kasd idince ahiri kar işidüp söylemiş o şeyhi kibar göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz ey ziya'i sen itme tedbiri var gözet muktezayı takdiri nazm idüp bu kelamı dilgiri gör ne dir tekyei hüner piri göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz muhammesler muhammesi gazeli vusuli beg ilahi şefkatünden sen dili dildara şefkat vir habir olmaga bu derdi derunumdan feraset vir dili pakine ilham eyle asarı mahabbet vir mahabbetden ilahi ol mehi namihre halet vir beni yakdı ana da zerre denlü bir hararet vir ilahi bu vücudum cübbesini çak çak eyle ya garkab it ya pürsuz it ya berbad it ya hak eyle ya derman eyle derde haşre dek ya derdnak eyle ya vasl ile sevindür ya firak ile helak eyle yahud şevk ile gönlüne anun dahı mahabbet vir dili şeydaya pertev salmaz ol hurşidi rahşanum güzer kılmaz mahabbet bezmine ol şem'i tabanum yanup yakılmak ister meclisinde canı suzanum cemali şem'ine pervaneveş ya rabb ya yak canum ya insafa getür anı ya bana sabr u takat vir keman ebrularun derdiyle manedi hilal oldum n'ola başdan çıkarsam rahı gamda paymal oldum garib ü bikes ü avare vü şuridehal oldum belayı 'aşkı çekmekden hele ben bimecal oldum bu bir barı girandur sen heman ya rabbi kuvvet vir ziya'i gibi bir mehcura zulm ile uzatma el ümidi var vusuli vaslı dilberden hususa gel bu gün sabr eyle hal anla şitabun aslı var vaz gel vusuli desti hicrandan halas olsun hele evvel kerem kıl ey ecel bir lahza aram ile mühlet vir zahide kuyun unutdurdı behiştün meskenin hasılı virdün hevaya sabrı 'aşık hırmenin şiven ile arturursın 'andelibün şivenin vaz' idelden bagbanı sun' hüsnün gülşenin harı gayret güllerün sadpare kılmışdur tenin 'aşık olan can virür ol mahı ruhsar üstine muttasıl tan mı düşerse derdi düşvar üstine şevki ruyunla düşer pervaneler nar üstine gül gamı haddünle düşmiş hançeri har üstine gülşen içre kan bulaşık buldılar pirahenin bu ne hikmetdür ki bari nur u zulmet halk ider bu ne kudretdür ki 'alem zulmet iken serbeser kainata nur bahş olmaga nageh gün togar gün togar sanman melaik hanei çerhün seher afitabı hüsnüne karşu açarlar revzenin hasreti haddünle gitdi dün gice benden sürur derdi dilden ah idüp oldum ziyade bihuzur kıldı ahum sarsarı çerhi mu'alladan 'ubur gördi kasrı dehrde ahum yelinden söyinür eyledi hale çeragı maha perde damenin hasreti şirin ile kuhsara 'azm itdi seher yad idüp derdi derunın dilden ah itdi meger ahı bünyadı serayı 'aleme virdi zarar gördi kim her dem sütunı hane suzından yanar bisütun itdi varup ferhadı miskin meskenin eşki çeşmüm 'aksi la'li dilsitandan sürh olur sinede kalbi hazinüm dahı andan sürh olur dilde peykanı müjen dirsen ki kandan sürh olur sanma kim peykanı gamzen dilde kandan sürh olur ateşi gam tabıdur anun kızardan temrenin subhdem derdi firakı yar ile ah eylesek ahı mazlumanedür 'arşa güzar itmek gerek ga'ib olur guyiya andan firar eyler melek sanma encüm tiri ahı emri vehminden felek bile yatur gice egninden çıkarmaz cevşenin me şarab meygede içre müdam alınmakda haramiveş kadeh el içinde tutulmakda sebuya kulb takıldı oturdı alçakda meta'ı badei gülreng şimdi ayakda kumaşı zühd ü riya turmayup satılmakda çü bahrı gamda buluşduk 'aduyı gussa ile şarabı peyki bu deryada gönderilse dile çü ruzgar virür fülki 'ömri bunda yile kenarı 'ayş u safaya geçilse tolmış ile yine pür olsa meyi hoşgüvar zevrakda çü muhtesib mey içürmez bize zebani degül nihani içelüm anı hele 'ıyani degül dil uzradur bize sufi veli zebani degül şarabı zevrak ile içmenün zamanı degül efendi keştiyi kagıdda suyı zevrakda gönülde suzı nihaniyle kaynayup va'iz hevaya jalei gül gibi sıçrayup va'iz çün oldı meymun uyanup va'iz behişt şevkına şadilik eyleyüp va'iz miyanı meclise atıldı yek mu'allakda şarabı sagar ile sun berü gel ey saki gör imdi bezmi cihanda niç'oldı 'uşşakı ziya'i tigi zeban ile tutdı afakı semendi tab'a süvar oldı 'azm ider baki belagat ehline ya hu gönüller alçakda fakir itdi beni iklimi derde gam emir itdi sürurum var ki server eyledi sahibserir itdi süleymanlar zebun idüp ne asaflar esir itdi şarabı bezmi gam zevkin ne mir ü ne vezir itdi anun keyfiyyetin benden su'al eylen fakir itdi cihanda 'akil oldur kim ola 'aşk ile divane içüp bezmi mahabbet badesinden ola mestane hadisi 'aşkı ey sufi sakın sanma bir efsane saçıldı cür'ai camı mahabbet bagı rıdvana suyın kevser nebatın neyşeker hakin 'abir itdi ne gafildür şular kim karı 'alemden hazer kılmaz irür seyli fena nageh gelüp kimse haber kılmaz mahabbet kasrını divanedür şol kim ki her kılmaz binayı 'aşka tufanı havadis karger kılmaz esasın guyiya bennayı kudret kargir itdi menali kaddümi badı fena ditretdi hem çü teb gelür can agzuma ol dem ol yar ile lebberleb derunı dilden olınca seher virdüm budur her şeb cevanlık 'alemi gitdi ne vaktin togrılam yarab egildüm barı 'aşkı yar kaddüm bükdi pir itdi gül umarken ziya'i gibi kaldı ayagum gilde diriga gitmedi kaldı bela vü derd ü gam dilde mezellet şimdi 'aşk ehlinde devlet şimdi cahilde ne gam endişei zilletden ey baki bu menzilde hidayet rehberi lutfın ana kim destgir itdi gz e l l e r gazeller elif salup dil zevrakını ma'rifet deryasına cana didüm 'aşk ile bismi'llahi mecraha ve mürsaha gönül kim cuşa geldi teşnei feyzi mahabbetden talazlandı nesimi rahmeti rahman ile derya gelün feth eylen ey erbabı hikmet bu mu'ammayı gönülde 'aşkı peydadur gönül 'aşkında napeyda güzeller derdini çekmekdedür dermanı her derdün bana keşf eyledi seyrümde bu sırrı ebu derda 'azab olur gönül başka mahşer ehline ana kim ferd olup mahşerde yarın bulmaya ferda niçe demdür ki vaslı dilrübaya irmedi kaldı erenlerden umar himmet anunçün bu dili şeyda kasavetden helak oldı ziya'i bezmi zilletde ela ya eyyühe's saki edir ka'sen ve navilha ol peri çehrede ya bir bu ki yok resmi vefa ya anagelmedi bir kimse benüm halüm ana togrusı çok bulınur servi sanevberkamet yokdur illa n'ideyin böyle güzel müstesna korkarın 'ar ide benden segi kuyı dilber yohsa ben kendüm olurdum katı çokdan rüsva yüzüni görse umar ni'meti vaslun diller nevbahar olsa gam nanı yir artuk fukara ey ziya'i hele ben gussadan öldüm gitdüm ki niçün ol lebi 'isa beni itmez ihya yaşum birdür hevayı zülfi yar ile hababasa anunçün bezmi gamda kaldum ayakda şarabasa ben ol 'uryanı deşti mihnetem kim tali'ümdendür beni ey mahı tabanum yakarsın afitabasa revan olsa yaşum her suya cana suyı zann itme akar didarun ister 'aşıkundur çünki abasa veda'ı hicre nafidür anunçün ey tabibi can sirişkümle toludur şişei çeşmüm gülabasa meger tab'ı ziya'i şahbazı evci ma'nadur ki vehm eyler zamanun şa'iri andan gurabasa derdün ile taglara düşsem gerek didüm şeha yüri hey mecnun didi ol saçları leyla bana sahnı dünya gözüme dar oldı derdi yar ile hak dimişlerdür iza cae'lkaza zaka'lfeza seyre alup gitdiler ol mahı tenha bu gice tanrıya ısmarladum fa'llahu hayrun hafıza mihre bakdumsa 'izarun terk idüp gün görmeyem la'lüni koyup mey içdümse haram olsun bana lutfun ile yine yad itdün ziya'i bendeni merhaba ey aşinayı canı şeyda merhaba niçün bir zerre mihrün görmez ey meh bu dili şeyda niçün ahvali mecnuna terahhum eylemez leyla niçün cem'iyyeti hatır ola ellerde sultanum hevayı sünbülünle ben perişanhal olam tenha bana ta'n eylemek yokdur benüm de var idi 'aklum beni divane kıldı 'aklum aldı bir perisima 'arakriz olur ol mahun yüzi gahi hicabından küsuf irse güne olur nücumı asuman peyda ziya'i baş açık divanedür sahrayı 'aşkunda başında tac idinmez aşiyanı mürgı kaysasa alma şeftalümi dir ol lebi hurma eyva kaysı narı gama alude kılur san leyla sıdı peymanei kalbüm çün o peymanşiken dideden hunı ciger akmaga yüz tutsa n'ola ya büküldüm çekerek barı gamı cananı fikri ebrusı bilüm bükdi keman eyledi ya lebi canbahşun ile ey sanemi simbeden sünneti hazreti isayı idersin ihya gerçi agyara lebi la'lün olupdur şekerab oldı biçare ziya'i kuluna zehr amma 'arızı canana düşdi sanmanuz zülfi düta gafil olman rumiline geldi iki ejdeha iki kafir mısra gelmiş sükker almak kasdına la'line sarkar ruhında sanman ol zülfi düta can dimagın bu seher gayet mu'attar kıldılar su kenarında iki sünbüldür anlar galiba gice gündüz var ise fikri dırazumdur benüm 'aşıkun 'ömri tavilidür ya anlar zahira gice zulmetde ziya'i şevki gisuyı nigar bu muhayyel sözlerin tesvidin itdi iktiza itdüm kamu rum illerini gerçi temaşa va'llahi sana bulmadum ey mugbeçe hemta iki gözümün yaşı biribirine akdı buluşdı sitanbul'da sanasın iki derya kuyun var iken dünyede ey hurı cinanum gönlüm dilemez şehri sitanbulda kalata ben bulımadum cami'i hüsnün gibi ma'bed meşhurı cihan olmış egerçi ayasofya habs olsa ziya'i yedikullede sekiz yıl virmezdi sekiz cennete didarunı cana geydi ol şuhı cihan egnine ziba diba oldı her kuşede şimdi güli beyda peyda devri gül daim ü canane mülayim amma idemez zalı zaman ile müdara dara ta'atı hakkı koyup ma'ili huban oldum kimsede var mı ola bunca hata ya aya beni ferdaya salup derdümi arturdı habib canuma eyledi te'sir bu ferda derda hay şevk ehli ziya'i gazelin ezberlen sözi rengin ü edası ter ü ma'na rana uyar cünun u 'aşk u heva muttasıl bana ko her ne dirse padişehüm disün il bana agyar bihuzur ise gamunı çekmeden cevr ü cefanı padişehüm sen de kıl bana agyara sengi 'işveni atmak neden gelür bir iylügün tokınmadı ey sengdil bana sebze vü benefşe vü sünbül ü reyhan ü yasemen zülfi nigar olsa veli muttasıl bana benzetdün ey ziya'i meye leblerin diyü gice surahi bezmde uzatdı dil bana gice seyründe lebi cananı bus itdün dila zulmet içre çeşmei hayvanı buldun vakı'a mürde idün düşde ruhu'llah ihya eyledi sanma bus itdün lebi dildarı seyründe dila camı la'linden gice şerbetler in'am eyledi haste idün bir tabibi dil irişmişdür sana teşne idük uyanup laya'kıl oldum var ise leb diyü sahbayı 'aşkından kadeh sundı bana buna hayranem ki nageh bengii hicran iken gice helvalar iderdi la'li nabı dilrüba lal iken guya benüm tutii tab'um bu gice cana layık sükkeri ter sundı bir dildar ana ruhı sani idi çün kim la'li nabı dilberün ey ziya'i canı şirinün ne var kılsan feda dide didarun temaşa itmek olmazsa n'ola ruyunı rü'yada seyr itmek de hoşdur vak'ıa 'aşıkı dilhasteye hoş gelmese derdün senün ey tabibi can ezelden olmaz idi mübtela hame yonsam kaşlarun vasfını yazmak kasdına gösterür şekli hilali her tıraşum galiba ey hicaza 'azm idenler merve hakkı var mı din ka'bei kuyın tavaf itmek gibi zevk ü safa kara zülfünden şikayet kıldı sanursın heman eylese bahtı siyahına ziya'i beddu'a olmasan eger dil mi virürdüm sana cana dildar u dilefruz u dilaram u dilara ben şimdi belasın mı çekerdüm ezel anun ger olmasa sevdası süveydada hüveyda çok çekdi çevirdi anı ol kaşı kemanum cevvar eline düşdi gönül eyle olur ya kanum dökesin bir dem ola ey gözi huni ol demler içün mi bizi saklar felek aya bir derde düşürdi bizi ol afeti devran öldürse gelüp olmaz idi böyle tesella dirdüm beni ihya ide bilmem hiç olur mı bir mugbeçei mu'cizei hazreti 'isa kuçmagı umar kulzümi hicründe ziya'i girdaba düşen sanma kenar uma nigara gerçi ki cana 'arız olur daima kaza amma firakı yar gibi olmaya kaza la'lün yanında busei şirin telh olur zülfün yanında gisuyı leyla kara kaza halatı 'aşk ider beni geh kuh gah kah 'arız olur vücuduma ya vecd ya kaza yir gök götürmez eşküm ile ahumı benüm irse kaçan ki firkatün ile bana kaza her demde kanlu yaş akıdursın ziya'iya sabr eyle çünki böyle ider iktiza kaza saçun mecnunıdur gisuyı leyla 'izarun 'özrhvahı ruyı leyla bahayı haki payun olmaz altun efendi simde yokdur bu sima lebi la'lün şekerdür cana layık zebanun tutidür ey yar guya geyersen padişahum gey yaraşur seraser atlas u dibayı ziba ruhun lale dişün lü'lüi lala dilün seng ü libasun dahı hara eya şem'i cihan bezmünde olmaz ziya'i gibi bir şevk ehli peyda serayı midhatünde bu yedi beneyna fevkaküm seb'an şidada bugün ol şuhı cihan nageh elün saldı bana çın seher pençei hurşid heman kaldı tana şöyle şevk irdi bana el salıcak cananum yedi beyzayı 'ıyan itdi sanurdum musa gah olur el salar ol yar bana ah itsem güli gülşen salınur badı sabadan guya kim bakar yasemenün bagda salındugına nagehan el salıcak ol sanemi bihemta el salar gerçi ziya'iye işaretler ider salınur eller anun iki yanında amma n'olaydı bir gice gün gibi çıksa ol kamer tenha ana derdi derunumdan diyeydüm bir haber tenha ne 'alemdür bu kim seyrümde ol mahı cihanara girer 'uryan olup koynuma her şeb taseher tenha ayaklarda anunçün kalmışam kim ol seri huban vefadan el çeker el virmez ellerle gezer tenha yüzin gün görmez iken genci karunun gibi ahir kara toprakda kalmış anca simendamlar tenha ziya'i şevke geldi gönli bir fanusı hikmetdür ki anda ruz u şeb 'aşk ateşi turmaz yanar tenha gamzen ile kakülün zulmi mehin eyler bana gözlerünle kaşlarun sihri mübin eyler bana dostlar lutf eylen adum anman ol hercayiye hem sizi düşmen sanur hem hışm u kin eyler bana gitdi 'aklum gitdi fikrüm gitdi sabrum gitdi dil dostlar bu zulmi hep ol nazenin eyler bana gönlüm aldı canuma kasd itdi bednam eyledi kim bilür şimden girü cevr idici n'eyler bana ey ziya'i şevk ile hicr ateşine düşdügüm nurı mevla hakkı hep ol mehcebin eyler bana hasretı 'arızı yar ile ölürsem hayfa bergi gülden tenüme bir kefen eylen peyda 'aşkı ve'lleylisi başında idi mecnunun aşiyan eylemedi yohsa gelüp mürgı bela gönlümün hanesine revzen olupdur çeşmüm pertevün girse n'ola gönlüme ey şemsi duha serve benzer dir isem kaddün eger incinme togrusı bu ki yalancı olur ekser şu'ara ey ziya'i buluruz menzili maksudı ne gam zulmeti gamda çü şevki ruhıdur rahnüma rahı 'aşkıyla diyarı gama çün 'azm itdüm 'adem iklimine varmak bitariki'levla hunı eşküm şarabdur guya gözüm iki hababdur guya zekanınun hayali çeşmümde camı mülde hababdur guya vasfı zülfinde şi'ri manzumum bir mutavvel kitabdur guya meclisi gamda eşk ile cigerüm meyi nab u kebabdur guya ey ziya'i ziyayı mihri ruhı 'aleme afitabdur guya bana reng itdi ruh u la'lün ki al oldı bana sakiya divanenem bilmem ne hal oldı bana 'alemi rü'yada seyr itdüm o mahı bu gice vakı'a seyr itdügüm özge hayal oldı bana bagı mihnetdür vücudum bustanı guya daglarla şerhalar gülden nihal oldı bana böyle taksim eyledi var ise kassamı ezel 'işret ü şadi sana hüzn ü melal oldı bana ey ziya'i zulmeti firkatde kaldum yalunız menzili maksuda yol bulmak muhal oldı bana me ne derd olur bu ki bu derd başa düşmiş ola biesriha ben esire belalar üşmiş ola düşürdi bendi belaya bu ben fütadeyi 'aşk cihanda az bulunur ki böyle düşmiş ola bu dem biladı belada turup bela çekerin 'aceb kim ola bu derd ile turuşmış ola kadi nigardan ırak belaları göririn bela budur benüm ile bela görüşmiş ola ziya'iya gamumı kimse bilmez ah benüm meger şu kim bu bela ile ol buluşmış ola şol siyeh çeşmüni gören şeyda mesti 'aşk olsa tan degül cana nakdi cana meta'ı vaslunı vir bey'i döndürmese 'ayb olur zira ey peri yok yire dehanun içün müdde'ilerle iderüz gavga vasfı tigünde kıt'alar yazarın vacibü'lkatl isem de faraza ziri zülfindedür yüzi yarun sanki zulmetdedür ziya'i ziya dirsin riyazetünde riya yok çü zahida bir buriya geyersin olur sana bu riya cana gariki bahrı gamun yad idüp 'aceb dimez misin ki kandadur o eski aşina çerhi felek bu seb'ai seyyaresiyle ah oldı helakı halka yedi başlu ejdeha akıtdı bahrı eşki sikendersıfat o şah gark eyledi vücudumı çün mülki kaydefa manendi yok sanurdum o mihri kamerruhun gördüm nazirin ayinesinde ziya'iya çeşm ü ebrun ile kaddün sanema görinür gözümüze 'aynı i'na nuklı meclis lebüne öykünmiş anun içün mezelendi zurefa terk idüp la'lün içersem bade bezmi 'alemde haram ola bana karanulukda ne göz kıpdugını bilürin encümün ey mahlika asuman encümeni encümini seni hıfz itmege gönderdi şeha ehli 'aşkı ne içün yakdı diyü narı hicrünle tutuşdum cana gülşeni kuyun içinde ey gül bülbülündür bu ziya'i guya kasdi bizedür n'idelüm ey dil o dilara 'uşşakı helak itdi 'umum üzre hususa agyar temaşa ideyor hüsnini her an bin cehd ile biz göremezüz özge temaşa ey 'aşk bize sen dahı bir barı giransın ta'llahi lekad asereka'lallahu 'aleyna başumda yuva derdi serümdür didi mecnun üstadlarun başı agrımaz didi leyla yagmada gözi yaşı ziya'inün o zalim rahm itmedi itdi dil ü can mülkini yagma ey tabib eyle didüm vaslunla derdüme deva didi karın agrısı ol gözleri bimar bana zülfün altında ne hoş yaraşur ol hali siyeh cimün altında konan noktaya benzer guya afitabı ruhun arturdı bugün şevkümüzi innehu lutfu latifin ce'ale'şşemse ziya mey içüp lebleri şevkine gelüp kapusına eyler ol şaha dili mest senayı müstesna görse hassan ile selman ziya'i şi'rün biri ahsente diyeydi birisi sellemna me bize vefa ider oldı ol afet ahyana ematena elemün v'elhabibü ahyana yüzin görüp yire düşdi yüzüm hicabumdan ne secdedür bu da sübhane rabbiye'l 'ala yiridür abı zer ile mezarı mecnuna yazılsa ayeti isra bi 'abdihi leyla iki eli taşun altında kaldı ferhadun terahhum itmedi şirin gelüp yazuklar ana beyan ider gam u derdi ziya'i her beytün sanur görenler anı hanei ebu derda kaçkın kulun kapuna gelüp izn ider rica ihsanuna ne layık ise anı kıl şeha almakda busei lebi şirinüni rakib ben görmedüm dahı ola mı hüsreva reva girdabı bahrı derde düşüp dil meded umar ol derdmendi yad ide yok mı bir aşina aldum meta'ı vaslunı can nakdini virüp yar ile böyle itsün iden bey'i bi'lvefa şevki 'izarı yar ile her söyleyen böyle latif ü hub gerekdür ziya'iya ba çünki nevruz ola dirler zerre kalmazmış sehab gün yüzünde zülf ebrasa neden ay afitab destgir olmazsan ey serdarı hubanum bana derdi 'aşkun paymal eyler beni halüm harab gel gubarı cismi kaldur ayakdan ey badı saba asitanına nisar olsun 'alinün bu türab dembedem agyar ile tenhada tek çift olmasun meclisi cananeye bagrum kebab eşküm şarab hvabda seyr eyledüm dün gice ol mehpareyi ey ziya'i çok zaman olur ki böyle düşe hvab me nedür o gizleniş aya nedür o şerm ü hicab nedür o hüsn ü eda ile ah o gizlü hitab nedür o lutfı hafi ol tekellümi mahfi o 'ahdi bihude ol naz u şive ile cevab o söyleyiş o gülüş o tevazu' ile selam o salınış o reviş ol kirişme ile şitab o göz ucıyla bakışlar o kaşların çatmak ol inciniş o sögüş ah o zalimane 'itab ziya'iya nedür ol gice gelmege ikrar meded meded ya nedür intizarda bu 'azab hazz iderse kesreti 'uşşakdan tan mı habib lacerem kim hasteler çok olsa hazz eyler tabib fi'lhakika cevri cananı görüp incindügüm padişaha incinür guya ki bir merdi garib gonçenün gönli açılmış gül güler hikmet bu kim narı hicrana yanup hakister olmış 'andelib kurtarur gamdan bu gün ehli kubur eyler bizi ol keman ebru atarsa tigi hışmın ya nasib görmeyince 'arızın ohşamayınca gabgabın bakma ey dil verdi ra'naya elüne alma sib 'arızunda ey sanem zülfi perişanun senün sanki su içre kilisada komışlardur salib tutii tab'ı ziya'iyi kuçarsın sayd idüp şahbazı evci istigna mısın ey dilfirib t a minnet allaha ki irdi yine 'idi vuslat vuslatı yar ile buldı dili bimar sıhhat sıhhat olursa rakibi komayam sıhhat ile eyle bednam ideyin anı olursa takat takatüm tak olur görmeyeli haki derün derüni mesken ideyin bulur isem fırsat fırsat el virse öpeydüm elini yarun ben ben kulıyla n'ideyin eylemez ol şah ülfet ülfet eyler segi kuyunla ziya'i her gün bir gün ey ahu seni sayd ider ol biminnet itdün ey sengdil beni katı saht bilmezin kim sitaremi ya baht yok dime söyle ey dehanı 'adem gonçeasa taralmasun dili saht var ise itdi banii ezeli hanei 'aşka derdi gamdan raht şahıdur miri 'aşıkanı bagun tacı beg börkidür çemen ana taht gel şehi 'aşka kulluk eyleyelüm ey ziya'i ya taht ola ya baht çünki canundur güzeller zahida canun gözet uymasun div rakibe ya'ni cananun gözet ey şehi mülki cemale dinüm imanum diyen uydı yar agyara var sen dinün imanun gözet her dem ol yusuflika gözüm terazusındadur hvacei bazarı 'aşk ol sen de mizanun gözet desti hasret çekdi çak itdi giribanun dila kuyı dilber seglerinden bari damanun gözet bir devasız derde düşmişdür ziya'i derdmend ey dili haste yüri sen kendü dermanun gözet camı 'aşk ile beni itdi ezel sakisi mest bezmi has itdükde ervahı beşer ruzı elest sayesi düşdügi toprakdan düzilse bir sanem zannum oldur cümle 'aşıklar olurdı bütperest göricek mescidde agyara mahabbet kıldugun hunı eşki çeşm ile 'aşıklar aldı abdest eşki çeşmüm seyl olup akmazdı zahir dembedem şişei dil bulmasa sengi havadisten şikest razı 'aşkun dilde saklardı ziya'i lik çerh sillei mihnet urup söyletdi anı darbı dest kendümde sanurdum var imiş kuvvet ü şevket meydanı belaya getürüp basdı kasavet ta'n eylemen ol yarı seversem nazar eylen ol çeşm ü ol ebru nedür ey ehli basiret son demde görürsem yüzin ol şahidi canun ben mürdei 'aşka yeter ol denlü şehadet iki gözümün şişesi kumlarla pür olsun ger kuhlı gubarı derün irmezse bu sa'at can virmededür derdünle haste ziya'i ey gözleri bimar cihanda sana sıhhat olalı kakülün şeha zulmet tutsa dil mülkini dila zulmet tan mı havf itse dil şebi gamda korkuludur çü vakı'a zulmet şebi hicründe hayali lebün abı hayvana oldı ca zulmet göricek turrai siyehfamun tan mıdur kalsa ger tana zulmet zülfi sevdası ile hanei dil olsa tan mı ziya'iya zulmet zevk ü safa gelür bana derd ü belayı dost mihr ü vefadurur bana cevr ü cefayı dost ey dil ümidi vaslı ko batıl hayal imiş çekmek gerek firakı budur muktezayı dost ben hasteden dinüz ki etibba elin çeke el virmedi muradum idem merhabayı dost insaf idün ki himmetüm ala degül midür bu geldi yaduma ki olam aşinayı dost hiç hakk reva görür mi ki ben derdini çekem agyar ile safalar ide ey ziya'i dost 'aklumı eyler perişan kaküli hoşbuyı dost cenneti unutdurur ahir ümidi kuyı dost bu libası sebz ile bu şivei reftar ile rasti şimşada benzer kameti dilcuyı dost 'idı vasla irmedin kurbanı canan olmadın öldürür bizi eya bu ejderi gisuyı dost 'akl u dil gitdi nigara kaldı ancak can u ten kanda ise gözedür anlar da her dem suyı dost rasti kaddüm ziya'i bükdi barı derdi yar var ise sihr eylemişdür sahiri ebruyı dost dendanunı vasf itmege her kim kıla niyyet bagrı delinür ey düri deryayı letafet mecnunı ezel 'aşk işini başa iletdi nevbet bize degdi sanema karbenevbet minnet iderem vuslatun ey arzuyı can yohsa gamı hicranuna 'alemde ne minnet bir gün umaram mihrüni ey mahı dilefruz rü'yada bana şeyhi vefa eyledi himmet nazmın hadi i'caza iletmezdi ziya'i ey mugbeçe olmasa ger ümmetde keramet ka rakibünle kıtalüm kalmadı her dundan miras gaza bezminde şem' olmak bana şem'undan miras bela deryasınun mahileriyle aşina oldum kalupdur bu keramet hazreti zü'nnundan miras benümdür şimdilik esbabı derdi 'aşkı canane bana kalmışdur ol ferhad ile mecnundan miras meger ey ehli dünya bu gurur u bu enaniyyet size kalmış heman haman ile karundan miras dehanunla miyanun sırrını ma'lum idinmişdür ziya'iye bu hikmet kaldı eflatundan miras eyledüm ol gülruhun kuyında agyar ile bahs işidenler didi bülbül eylemez har ile bahs ol gözi huni beni eyler diyü ahir helak eyledüm ben haste bir mesti dilazar ile bahs ey dili şuride gel bahs eyleme agyar ile mü'min olan eylemek ca'iz mi küffar ile bahs mesti 'aşkam yanuma gelmen beni 'alemde kon müşkil olur meclisi sahbada meyhvar ile bahs ol dehanı gonçe vasfında ziya'i ruhumuz eylesün mülki 'ademde hvace 'attar ile bahs cim şahı 'aşkam virilür bana gam u gussa harac başum üzre 'alevi ateşi ah altun tac gice agyar ile mescidde ne kıldun bilmem tanladum subha dek ol işüne ey hubmizac dostum ugrayıcak kabrüme düşnam ile ki olur mürdelerün ruhı du'aya muhtac ey tabibi dil ü can derdüne düşdüm gitdüm şerbeti la'lün olur bana ger olursa 'ilac imriü'lkaysa kıyas itme ziya'i şi'rün ki budur 'azb ü furat ol birisi milhi ücac ha 'uşşaka vir badei safı safayı ruh ashabı zevke camı mücella cilayı ruh yok yok hata didüm lebi saki muradı dil ol bibedel 'izarı musaffa safayı ruh candur çeken belayı lebi la'lfamunı gam yok belayı tende beladur belayı ruh pervazı ney hemişe bülend eylesün meded ta evci kibriyaya irince hümayı ruh erbabı şevk anı okıdukca bulur hayat te'lifün olsa tan mı ziya'i gıdayı ruh haleti firkat olmaz vaslı nigara racih faslı hazan olur mı evvel bahara racih fikri visalün olmaz kuçmak gibi miyanun olmaz miyanı derya zevki kenara racih hüsn ü cemal ü naz u reftar u 'işve ile hubanı 'alem olmaz ol şivekara racih ta'n itmen ehli 'aşka rüsvayı 'alem olsa 'aşk ehli 'aşkın eyler namus u 'ara racih ruşen bu kim ziya'i 'aşk ehlinün yanında olmaz behişti 'ala didarı yara racih sakiya sun berü şarabı sabuh ola meksur gönlümüz meftuh lacerem gark ideydi zevrakını salsa eşki çeşmüme nuh ey sanem söyle fikri la'lün mi asuman üzre cismi 'isaya ruh 'aşk yanında ol mehün mezmum kendü 'alemde hüsn ile memduh vasfı la'lün ziya'i şerh ide ger bir mutavvel kitab olur meşruh fa'ul feramuş olınmaz safayı kadeh heba ola mı hiç bahayı kadeh tolar ehli bezmün sadasıyla dehr okırlar meger kim du'ayı kadeh niçün imtizac idemez sufiler igen hoşdur ab u hevayı kadeh bu devr içre saki bizi yad itdün varup olalum aşinayı kadeh çü şevke gelür içicek sakiya ziya'iye lazım ziyayı kadeh ha rind şuh u şem' şuh u saki vü peymane şuh tan mı olsa yanuben yakılmada pervane şuh kuhken gibi virürsem canı şirinüm ne var oldı çün kim dostlar ol gözleri mestane şuh böyle küstahane kafirlikler itme ey sanem vechi yok kim diyeler sen afeti devrana şuh adı mecnun olmag ile 'aşık olur mı kişi gitdi sahraya hevaya uydı bir divane şuh deşti şevk içre ziya'i gibi mecnun olmaya çün dili şuride sevdi bir güzel canane şuh dal çün hüsn ile 'alemde yok emsali muhammed olsa n'ola dil can ile meyyali muhammed 'alemde yeter mu'cizei bahire bişekk ashabı gamı 'aşka ruhı alı muhammed san bedr gazasında ol 'arızı bedr ay 'uşşakı şehid eylemedür hali muhammed san ka'be tavafında bilali habeşidür ol 'arızı ra'nada hali muhammed kurbanı visalinde beni eylese kurban olmasa ziya'i ne var ihmali muhammed niçe bir çahı gamda habs olam dilhaste vü naşad beni bu gamdan ey servüm idersen vaktidür azad rehi meyhanede düşdüm gice kan mesti hakalud meded gelsün beni piri harabat eylesün irşad bana öykündi benzer 'aşık oldı cümle bu 'alem ki feryad u figanumdan ider halkı cihan feryad gel insaf idelüm hiç böyle olmaz 'aşıkı şirin keserken bisütunı kesmedi ümmidini ferhad ziya'i zulmeti gamda gezer şadan olup nadan giriftarı kafes bülbül yürür zag u zagan azad asitanundan ideli beni redd mededüm yok figana dahı meded haddün üstinde hali müşginün yaraşur ziyade fevkal hadd badei 'aşkun ile mest oldum gamun urdı bana haddi bihadd tan mı mecmu'ı halüm anlatsa ol feridi cihana bir müfred menzili 'akıbet ziya'inün zekanun hasretinden oldı lahd padişahum sergüzeştüm yazmak idündüm murad eşki hunalud ile gördüm mürekkebdür midad derd ü gamda aşinalar anmaz olmış halümi hiç olur mı kim ide ben hasteyi bigane yad ehli 'aşka zulm olur hergiz 'adalet kalmadı la'li şirinünde vardur var ise 'alemde dad söyle ey kafir o la'li şekkerinün meşrebin bihalel midür 'akidün idelüm mi i'tikad bermurad olsa ziya'i namurad olmaz 'aceb çün zaman oldı zamanı devleti sultan murad ey 'ırzı saklayan kişi var eyleme 'inad 'aşık degülsen eyleme derdi serüm ziyad 'aşk ile 'ırzı bir yire yazsam da vechi var makbuldür gazelde begüm san'atı tezad 'aşk ateşi yakupdur şu resme hazrayi kim gülşende sanur anı gören tudei remad agladugum budur ki diriga vü hasreta ümmid var iken beni yar itdi namurad kimdür diyen bana şehi huban dir isen kulun ziya'i 'abdi fakir ez'afü'li'bad 'aşkı şirin ile kazandun ad kaniyem şimdi sana ey ferhad desti zulmünle paymal itdün dad elünden şehi cihanum dad buyı zülfün getürdi badı saba vakıf olan didi mübarek bad damı zülfünde mürgı diller çok cümleten saydunuz mı ey sayyad nerm olımaz çü sengi kalbi nigar n'eyler imdi ziya'iya feryad kalmadı ben fakire hay meded ne kapunda rica ne sende sened bülbüli baga bakma ey nergis getürür dideye remad remed name gamz eylemiş beni yara siyeh it yüzin ey midad meded sana gönlüm kalur benüm canum eyler isen beni kapundan redd vardı divanelik yolın tutdı oldı şimdi ziya'i ehli hıred kaşun alnunda ey habibi ferid afitab üzre şekli meddi medid subhdem 'arızun görüp ey mah tarfı magribde tanlamış hurşid tigi canbahşı dilrübadan biz 'aşıkuz idelüm mi kat'ı ümid düşeli cana zülfi sevdası eyledüm bir niçe tesvid eski eş'arı hep unutdurdı ey ziya'i bize bu tarzı cedid hemser oldı o servkadde pelid reşki nize çekdi üstine bid nalesin dinle ben sitaresizün ne çalarsın yanumda ey nahid ey gönül her nagamda inlersin neye eyler bu naleler taklid bilmeyen kadri cenneti vaslun duzahı hicrde kalur cavid göreli şevki mihri ruhsarın şevke geldi ziya'iya hurşid seyr idem seyrümde dirdüm yarı dutardum ümid gözlerümden uyhu dahı gitdi oldı nabedid busei la'lin dirig itdi diriga ol sanem kat' idersem tan degüldür tatlu canumdan ümid kat'i da'vi kılmaga 'uşşaka bir şahid yeter tigi gam kafidür ahir itmege anı şehid gönlümi habs itdi zindanı zenahdanında yar zülfini zencir kıldı 'aşkını muhkem kilid ben helakem buna kim düşmen bugün oynar güler ey ziya'i ruzı matem olmasun mı ruzı 'id zalme cigeri gam sanemün bezmine kebabı leziz lebi hayali ile eşki ter şarabı leziz çü can virürdüm o la'li lezizi yad itdüm acun beni ki eceldür bana şarabı leziz 'aceb mi yursam elüm çeşmei hayatumdan çü haste olana acı gelür her abı leziz gamundan eşküm akar gör zamanı barandur bu hvabı mevtüm olur şimdi bana hvabı leziz ziya'i ol sanemün sormadın lebini henüz ecel irişdi almadın dahı hvabı leziz ra mezarumda açılmış lale sanman 'aksi dagumdur ricalü'lgayb kabrümde komış yahud çeragumdur bihamdi'llah ki başum parelendi sengi dilberden karanfillerle zeyn olmış benüm ra'na kabagumdur mahabbet bezmgahında sakınsun müdde'i benden derunum ateşinden her 'alev yalun yaragumdur rehi kuyunla taki asitanun tek bana kalsun hilal ü kehkeşan asla ne çiftüm ne oragumdur bana bu 'alemi vasi'de yir yok ana diltengem ziya'i şimdi ancak zulmeti mihnet duragumdur divanelik zamanıdur eyyamı nevbahar zencire girdi sahnı çemenlerde cuybar guşı güle irişmez odur nale kıldugı gülşende bülbül itse eger nalei hezar can istemezdi şimdi 'avam ihtilatını bulsa eger ki kendüye mahsus bir kenar dudı derunum itdi felek sakfını siyah ateş bırakdı gönlüme tabı ruhı nigar hüsrev gibi diyarı sühanda ziya'iya ben dahı bir ocak arayum şimdi namdar hakimi hüsne gönül can nakdini rüşvet virür vaslunı hükm eyleyüp hattun heman hüccet virür can virürdüm yolına makbuli olmaz korkaram katlüm isterdüm veli kattalüme zahmet virür karı ferhadı begenmez niçeler yetmez mi kim kuhı gamda itdügi 'aşıklara gayret virür anman eyyamı firakı işidenlerden ırak adın işitmek ne denlü ademe heybet virür nazmı şirinüm okursam şevki vaslunla n'ola eyle dirler dostum tuz ni'mete lezzet virür bengiler hayran olurdı ger temaşa kılsalar bana esrarı lebi dilber ne keyfiyyet virür halden hali degül nazmı selef amma benüm ey ziya'i her sözüm çok şevk ü çok halet virür kudumı nevbahar u mevsimi 'ayşa 'alametdür benefşe fi'lmesel miftahı babı bagı cennetdür gel ey saki bahar irdi getür camı musaffayı safa kesb idecek demdür bu fırsatı ganimetdür ben ol divaneyem zenciri zülfeynünledür fahrum bana 'akl ehline uymak cihanda hayli zahmetdür senün cismi latifün bahrı behçetdür kenarı yok senün nafun meger girdabı deryayı letafetdür bu şi'ri abdarun görse ger cami sekahu'llah diyeydi kim ziya'i sakii bezmi belagatdur yolına 'aşıklar anun can virür dörder beşer dir görenler ol meleksimayı mahirü'lbeşer 'alemi 'işretde cuş itdi mahabbet çeşmesi camı mey sanman müdam anun ayagıdur akar bendeni giryan iden su'banı zülfeynün gibi görmedi düşinde dahhak ey şehi cemşidfer savma kutı gussanı sa'imi hicranunı 'idi vaslunla sevindür ey hilalebru kamer va'de eyler vaslın amma bivefa itmez vefa virmek allahun ziya'i görelüm ahir n'ider bugün laleyle nergisden çemen pür zib ü ziverdür biri cem camıdur saki biri tacı sikenderdür getür camı sürurencamı saki devri güldür bu saba hempa safa hemdest ü sahba hemseri terdür görelden ruyı ziban ile gisuyı perişanun benüm ey hüsni nevruzum günüm gicem beraberdür erazil paymal itse beni incinmezem hergiz ki zira bilürem gerdun ezelden dunperverdür beni şehri selametden bugün men' itdiler amma varup kuyı melametde karar itmek mukarrerdür görinen üstühvanı sine sanman hay derd ehli tokınmış cevri dilberden bana her biri hançerdür işitdüm ey şehi 'alem ki cahillerle yar oldun ziya'iyi unutma ol dahı bir cahil ebterdür ol şahun itdügi bana zulmi 'azimdür bilmem günahum da nedür hakk 'alimdür her dem rakibe mihr ü vefa eyleyüp bana cevr ü cefalar eylesen allah kerimdür rahı bela misafirinün derd ü mihnetin bilmez o kim diyarı safada mukimdür mey meclisinde ol sanemi meyperestümün guya dehanı bibedeli meyde mimdür 'aynı 'aduya görinür ejder ziya'iya guya kalemi elde 'asayı kelimdür didüm ey saki meded gönlümde bir gam var gider camı mey sundı didi huz ma safa da' ma keder agırı altun degerdi ol şehi mısrı baha kıymetin bilmezlere kendin satar ucuz düşer 'arızun üzre perişan eyleme zülfeynüni lacerem firdevsi 'ala içre olmaz giceler müşkili 'aşkı soran gelsün ki destümde kalem dili ucında cevabın her zaman hazır dutar ey ziya'i ekser eş'arun beşer eyledün pençei hurşidveş afakı tutsun serbeser derunumda benüm sanman ki derdi 'aşk dagıdur melamet tekyesidür hanei kalb ol çeragıdur gönülden eksük olmaz fikri zülf ü çeşm ü müjganun bu viran olası benzer haramiler yatagıdur beden mihnet hisarı can ise dizdarıdur anun dikilmiş cismüm üzre yareler birkaç yamagıdur gönül geçdi güzeşte dilrübalardan bugün amma hele ben bildügüm ol servkaddün rast çagıdur ziya'i tariki tarik cahı çahidür şimdi yirin anun sorarsan kasrı istigna turagıdur bana bir gün umarın vuslatı canan virür ol huda kim bir avuc topraga iman virür teni zerdümde görüp 'illeti 'aşkı didi yar 'illet ile dirilen mihnet ile can virür dagın ihsan idicek şöyle sevab itdi nigar bir yetime sanasın şefkat ile nan virür derdi 'aşka olalum razı ki çün hazreti hakk kimine derd virür kimine derman virür yüri gam çekme ziya'i ki ezel kassamı kimine vasl virür kimine hicran virür hasreti gisuyı müşginünle kaddüm dal olur la'li renginün ümidiyle bana çok al olur camı hasret sunma hey afet helak itdün beni bu mahabbet meclisinün badesi kattal olur ya irem bagı visale ya virem derdünle can rahı 'aşkunda ümidüm var bana bir hal olur bir bir eylerdüm beyan agyara işler kıldugum korkarın kim kıssai seyyid gibi battal olur zühd makbulümdür amma ey ziya'i n'eyleyem leblerin yad itdügümce dil meye meyyal olur hevayı kakülünde raks ider gönlüm kebutervar safalar kesb ider can ateşi gamda semendervar gazelde lamelifdür zülfekar u tab' düldüldür diliriyem bugün meydanı nazmun ben de haydarvar haraba virmesün su'banı ahum mülki dünyayı yiridür ger çekilse canibi eflake ejdervar ruhun terk eylesün bu reng ü ali kaydefaasa sirişküm üstüne derya çeker yohsa sikendervar kazıtdum kaşumı tavk eyledüm gisunı boynumda efendi baş açık abdalunam ben de kalendervar irürsem ka'bei vasluna kıblem ömre sa'yum yok ki la'lün zemzeminde merve hakkı çok safalar var nişanumdan sorarsa suzı elfazum görüp dilber çeragundur ziya'i dirler aydun bir sühanver var dimem ey sufi sana 'aşık olup dilber gör söz güherdür kulagun tut bir iki gevher gör olma keyfiyyeti esrarı gamun hayranı ne gubarı rehi yar ol ne lebi dilber gör bülbüli bagı fena gibi ne feryad eyle ne gülistanı melahatde güli ahmer gör ne lebi la'line can vir ne hayal eyle saçın ne uyu makberelerde ne kara düşler gör dilberün derd ü belasın ko ziya'i çeksün yüri sen savma'ada nurı kerametler gör yüzine tutar elini bakdugumca naz ider ah elinden ol şehi hüsnün ki cevre yüz tutar ol perinün şive ile yüzine el tutdugı 'aşıkı şuridehatırdan hicab eyler meger 'arızı hurşid ü desti pençei hurşiddür yasemenle gülşeni hüsn içre yahud verdi ter fi'lmesel oldı yedi beyzayı musa aşikar anun içün ehli 'aşkun gönli şevk ile tolar busei ruhsarı hayfa kim nasib olur ele zulmeti gamda ziya'i muttasıl derdin çeker gönül ahlar ider feryadın eflake uçurmışdur gözüm kan aglamaga başladı bilmem ne görmişdür meta'ı badei gülreng igen satılmadı kaldı harabatiler ey saki meger ayaga urmışdur lebi canbahşın urdum mürde ihya kıldı cananum gice var ise düşde hazreti 'isayı görmişdür mahabbet şahınun bir gözi baglu şahbazıyam ecel mürgın henüz avlatmayup koldan uçurmışdur seher kaftanun açmış gül gibi baga salınmışsın sanevberler ziya'i gibi hep hayretde durmışdur demadem derd ile kan içdügüm la'li lebündendür başum tob oldugı meydanı 'aşka gabgabundandur egerçi huriler cennetdedür allah bilür amma benüm hurı cinanum ey mu'allim mektebündendür güzel dilber sevüp sen badei gülreng içermişsin üşenme sufi 'aşk ehlinden anlar mezhebündendür hilal eksüklügin bildi görince na'lçen nakşın ziyası kevkebün göklerde 'aksi kebkebündendür ziya'inün efendi şevki ruyı mehveşündendür gamı hicran ile zevk itdügi yadı lebündendür saçun vasf itmede cana ne mihnetler çekilmişdür beyaza çıkmada hattun ne zahmetler görilmişdür senün razı dehanun fehm idüp hıfz itmiş anunçün mu'amma kısmınun ey nüktedan adı çekilmişdür gice kasd eylemiş ahengi ahum çıkmaga çerhe senün kuyun koyup yabana gitmişdür yanılmışdur bugün meyhaneden mescid temaşa kılmaga vardum kanadil adına gördüm ki bihadd cam asılmışdur hevayı zülfi dilberde ziya'i bergi ümmidüm güli gülşen gibi berbad olup gitmiş tagılmışdur hevayı kakülünle ger olursam 'akıbet berdar ümidüm bu ki dünya halkı dirler ni'me 'ukbe'ddar düşelden çarsuyı 'aşka yandur narı 'aşkunla hadisi hvacei 'alemdür ehlü'ssukı ehlü'nnar firakunda ümidi vuslatun endişem olmışdur 'aceb mi hastelikde sıhhat itse arzu bimar rehi 'aşkunda dil gitdi bela bu derdi dil gitmez gider başum da gitmez başdan amma 'aşkun ey dildar ziya'i 'aşık olmak çar 'unsurdan feragatdür vücudum mahv kıldum 'aşık oldum ben dahı naçar sanma dellalı ki ol mahbubı dellal gezdürür çarsuyı 'aşkı yusufda heman can gezdürür çarsuyı 'aşkda zülfün hayaliyle gönül tıfldur guya girüp bazara reyhan gezdürür var iken la'lün zülali kimse bakmaz sükkere sükkeri bazariler dükkanı bedkan gezdürür biz ırakdan baksak eyler bize ta'n ehli cihan dilberün ra'naların hep şimdi nadan gezdürür dil ziya'i ol lebi rengini medh eyler yürür çarsuyı mihnetün dellalı mercan gezdürür ahum ki bir nefesde felekde vatan bulur kendin sakim badı sabayı esen bulur hicründe can viren sevinür çün kefen geye müflis gibi ki yolda yeni pirehen bulur her dem bana 'azab u 'ikab u 'itabunı itme efendi çün ki cihanda iden bulur bulsam seni bu derdi derunum disem sana amma bulan senafeti kendin kaçan bulur mahv itdi derdi 'aşkun efendi vücudını bilmem ziya'i bendeni gussan neden bulur 'adem mülkin bana seyr itdüren yarun dehanıdur benüm cismi nahifüm kıl gibi kılan miyanıdur beni gark itse tufanı sirişke bin yaşar dilber hakikatde bana ol ruhı sani nuhı sanidür degüldür penbei dagum görinen başum üstinde benem mecnunı 'aşk ol mürgı mihnet aşiyanıdur kanı sakii siminsak ile camı sürur encam cevanlık 'alemi gül devri şeydalık zamanıdur mahabbet kulzüminün sahilinde kuhı mihnetde beden bir kal'adur kim derd ü hasret pasbanıdur beni avarei deşti cünun iden nedür aya cevanun derdi mi yohsa cevanlık 'unfuvanıdur yüzün ak gül gibi ra'na lebün bergi güli hamra cemalün gülşeni guya letafet gülsitanıdur senün kurbanun olmak ey kaşı ya geçdi gönlümden hedef olmak hadengi gamzene devlet nişanıdur sefine keştii hikmet düri manzumdur nazmum ziya'i şi'rümün her bahrı deryayı ma'anidür 'arızun hicrinde eşki dide nilün 'aynıdur fi'lmesel 'aynen tusemma selsebilün 'aynıdur derdden suzı derunum ateşi nemruddur eşki çeşmün gussadan 'aynı halilün 'aynıdur 'aynı ile daguma benzer güli hamrayı bag nergisi gülzar bu 'aynı 'alilün 'aynıdur 'aynı ile 'arızun manendidür mahı münir zatı pakün gökde hurşidi cemilün 'aynıdur şevküm artar cismümi yakdukça narı nazı yar ey ziya'i şem'de yanan fetilün 'aynıdur bagda badı hazan buldugı eşcarı soyar şol harami gibi kim zulm ile tüccarı soyar pirehensiz kodı 'uşşakı hayali çeşmün muhtesib tut ki bulup zecr ile meyhvarı soyar nagehan kadre irüp gönli muradın buldı camehvabı şebi vuslatda şu kim yarı soyar bir yana şeyh soyar sufi ider zühd ehlin bir yana piri mugan fasıkı bedkarı soyar gamı gamzen kodı 'uryan ziya'i kulunı tut ki celladı şehinşah günehkarı soyar şolar kim bendeni gamz eyleyüp divanedür dirler senün çün ey periru 'akl alur cananedür dirler mukayyed oldugı çün dil saçı zencirine yarun niçe yirden işitdüm kim bana divanedür dirler mahabbet kulzümine gark olanlar ittifak idüp vefayı dilberan içün 'abes efsanedür dirler senün çün serbeser ehli siva ey yari gendumgun melahat hırmeninde hasılı bir danedür dirler harabat erlerinden halini sordum ziya'inün şarabı bezmi 'aşkı yar ile mestanedür dirler derdün ile gönül cana geh aglar geh güler nite kim gurbet çeken şeyda geh aglar geh güler gah derdi firkatünle gah ümidi vasl ile dergehünde 'aşıkı rüsva geh aglar geh güler gah şebnemle tolar geh açılur gülzarda şevki ruyunla güli ra'na geh aglar geh güler camı 'aşkun mesti geh handan u geh giryan olur bezmi meyde mest olan zira geh aglar geh güler şevke gelmişdür ziya'i gibi 'aşıkdur meger meclisünde şem'i bezmara geh aglar geh güler benüm canan ile ruzı ezelde ittihadum var visal ile firakun farkı yokdur i'tikadum var vücudum hırmenin badı fena mahv itdi sertaser muhassal bu ki 'alemde benüm ancak bir adum var bana ta'n itme ey zahid eger ah idüp aglarsam benüm ol kasımü'lerzak işiginde muradum var elem çekmem beladan derd ü gamdan zerre derdüm yok benüm takdiri mevlaya ezelden inkıyadum var ziya'i herkesün bir mesnedi vardur bu 'alemde benüm dergahı gitiaferine istinadum var gören agyarı deri yarda hannas sanur seyr iden mekr ile telbisini vesvas sanur medh ider piri muganı o men'i badefüruş her kişi kendü atasın hızır ilyas sanur ruz u şeb halk uyımaz nale vü feryadumdan beni kuyunda görenler zararı nas sanur ruzı hızr itdi kara cismümi taşlarla nigar benzedüp kara libasa anı il yas sanur ey ziya'i gamı 'aşk ile ganidür dili pak gören amma bizi garkı yemmi iflas sanur be hey zalim mahallen topragı kan ile tolmışdur misali kerbela hunı şehidan ile tolmışdur benüm de kuyı canan itlerine bergüzarum var seherde kasei kalbüm ciger kanıyla tolmışdur bana rahm eylemen firdevsi kuyından görüp münfekk derunum hep hayali vaslı canan ile tolmışdur bela vü derd ü gam gönlümdedür sen ey ferah var git sana va'llahi yir yok hücre yaran ile tolmışdur ruhun vasfındaki şi'rüm seraser dehri tutmışdur vilayet şeyh sa'dinün gülistanıyla tolmışdur güli fazl ey ziya'i hiç bilür misin niçün yitmiş cihan gülzarı haristanı nadan ile tolmışdur ruyı sıhhat görür ol haste geh yanagun öper taze can bulur o bimar geh tudagun öper guşuna gizlü haber dir gibi olur mahza guşvarun eğilüp görince kulagun öper paymalı seri gisuyı perişanundur dili aşüfte ki damen gibi ayagun öper maliki mühri süleyman olur ol 'aşık kim fırsat el virse ana bir gice tırnagun öper ey saba yar ziya'iyi sorarsa diyesin haki rahı seri kuyundur o başmagun öper bir 'aceb divaneyem kendü sözümden bihaber olmışam mesti meyi engur özümden bihaber ruyı yarı görmedüm halin dahı seyr itmedüm tali'ümden gafil oldum yıldızumdan bihaber ol iki gözüm beni aglatmak ister hicr ile dembedem kan agların iki gözümden bihaber yüzümi topraga sürdüm eyledi yüzbin cefa olmışam her vech ile kendü yüzümden bihaber geldi canan ey ziya'i kendüm idrak itmedüm yardan gafil diriga kendüzümden bihaber huruşı bihude erbabı 'aşka namünasibdür ne çare bu dili şeydanun amma 'aşkı galibdür reva mıdur bana tenha cefayı bihisab itmek be hey sultanı 'alem cümle 'alem vasla talibdür bizi mahrum kılmak vuslatundan nehyi hazırdur dehanun busesin teklif kılmak emri ga'ibdür senün garı zenahdanundaki diller belakeşdür okunmak kıssai ashabı kehf amma 'aca'ibdür münevver kıldun ey nurı musavver bezmi afakı çeragun çak ziya'ide çerag olmak münasibdür me firakı yar ile bihadd kasavetüm vardur hezar deftere sıgmaz hikayetüm vardur visali yara irişdükde cür'et idemedüm zamanı haşr irişince nedametüm vardur şikayet eylemezin kimseden benüm amma bu bahtı şumdan özge şikayetüm vardur 'itaba müstahak olmagıçün el üzreyin dir benüm güzellere gahi zerafetüm vardur ziya'i şi'rine dahl itmesün 'inadı kosun kelamum anlamayan şahsa minnetüm vardur ey açık kaşlu hayali kaşınun şam u seher kasrı 'aşkunda yeter gözlerüddi basar. safhai sinemde gamun metni durur ehli derd olmayan anı bilimez şerha bakar şehre meşhur olalı hüsn ile ol mahı münir ruyı hurşide bugün eyleyemez kimse nazar zülfine gönlüm asar yar günahın sormaz gerçi mansurı sebebsiz bilürüz asmadılar iltifat eylemez efganı ziya'iye habib kulagum aldı diyü bülbüle bakmaz güli ter dila busı lebi canana magrur olma firkat var bilürsin ahirinde bezmi sahbanun nedamet var ümidün kes temenna itme vaslın ehli derd ol kim cefayı dilberi çekmekde ey dil özge halet var gönüller nakdini almakda eyler hileler peyda zeni dünyaya aldanma er isen erde gayret var ruhun bagın temaşa itmede 'ömrüm safa yokdur idicek bir mesire seyrini dilde meserret var bu sa'di gör ki fettahi ziya'iye mu'in oldı kemalinden zahirün sözlerinden yeg selaset var agyardan şu dem ki sana yar ola üç er tirünle bize balı bela hep üçer üçer her bir melek yanında birer div var gezer yanında ol periruhun amma beşer beşer şiri ner oldı disem o cellada tan degül 'aşıkların çü katl ider onar onar bahrı gamun degüldür bir iki şinaveri 'aşıklarun bu bahrda cana yüzer yüzer kulun ziya'i dirler efendi bu lü'lüyi bu bahr içinde nazm idici birer birer gözümden yaş akar her dem gönülde bunca gussam var benüm iki gözüm çün dünyede bilmem dahı nem var niçe bir ateşi hicrana yakdun merhamet kıl kim benüm ruhum bilürsin darı 'ukbada cehennem var demadem seyr ider hüsnün rakibi divşekl amma cinanı kuyunı 'ömrinde görmez bunda adem var ne denlü cevr iderse ol peri hiç ihtizar itmez elem çekmekde hey divaneler bir özge 'alem var ziya'i korkarın ter düşmesün gayet de nazikdür güli ruhsarı canana şebih itmekde şübhem var şad ol ey saimi hicran yine bayram gelür salını salını ol servi hıraman gelür 'ahd ü peymandan igen dönme igen ey rakkas devrdür böyle bu kalmaz geçer eyyam gelür gelse ger raks iderek bezme o hurşidi cihan tenüme can irişür canuma aram gelür merhaba eyleyesin ola ki devlet vire el ey kalan ruzei gamda gör e bayram gelür ey ziya'i niçe kırılmaya halkı 'alem çünki ol pistedehen gözleri badam gelür celladı çerh hey ne 'aceb hunriz olur her ay başında mahı nevi tigi tiz olur ger şimdi kurtulursa bu zindanı gussadan mısrı vücud içinde begüm can 'aziz olur kanum dökerse bezmi belada gözün ne tan mesti şarabı 'işve olan cür'ariz olur leyla işigini kodı sahraya yüz tutup mecnunı desti 'aşk 'aceb bitemiz olur kaçsa ziya'iden o vefasız 'aceb degül ademden işi vahşi gazalun giriz olur çeşmi haramidür işi hep tutma urmadur mu'tadı damı kakülinün hile kurmadur yıksak nihali 'ömri n'ola emri yar ile maksudumuz muradını anun bitürmedür ey haki payı didei 'uşşaka tutiya bu asitaneden garazun bizi sürmedür leylii zülfüne güzelüm ben mukayyedem mecnunun işi dünyede bikayd oturmadur şehbazı tab'a bu gazeli ter ziya'iya bi'llahi hiç yalan degül ancak uçurmadur mahcubdur hicab ider ol yarı şivekar vaslına irmege niçe yüz bin hicab var gizlenme ey melek gel e göster cemalüni derdi derunum eyleyesin bir bir aşikar allah ne şahbaz imiş ol hali 'arızun simurgı tab'um eyledi bir lahzada şikar ma'i geyen nigara gönüller akar gider enhar bahre nite ki fi'lleyli ve'nnehar öpdi rakib la'lüni olmaz mı bari hiç bahrı gamun gariki ziya'iye bir kenar mahabbet meclisinde bilürüz mecnunı 'akildür melamet san'atında kuhken üstadı kamildür riya ile cemalün mushafına nazır olmışdur senün zülfi siyahun hak bilür kim kara cahildür lebi la'lün ki anun teşnesidür hızr u iskender rakibe ruhı sanidür bana semmi helahildür görürler turrası tarrardur hem gamzesi gammaz 'acebdür ol gözi celladdan bu halk gafildür ziya'i subhdem böyle işitdüm bir müfessirden habibün ruyı hubı hakkına ve'şşems nazildür kah olur şevki ruhun dil micmerinde od olur ahum ana dud olur canı hazinüm 'ud olur defteri 'uşşak içinde vasılı vasl olanun ismi mevcud olur amma cismi namevcud olur sen meleksimaya zemm itmiş bizi bir müdde'i lacerem şeytanlık iden 'akıbet merdud olur ey yüzi gül la'li mül dirsen gice mey içmedüm nergisi mestün nedendür böyle hvabalud olur gerçi eylersin ziya'iye cefayı bihisab i'tikadum var hisabı mahşeri mev'ud olur niçe vasl olam ki canum cevri dilberden kaçar bir yana canan ise feryad u ahumdan kaçar şad ol ey dil cevrini çekmekde has oldun yine zulmini gören 'umumen padişahumdan kaçar didüm ey meh ruyunı seyr itmesün gisularun didi gör divaneyi zülfi siyahumdan kaçar tagılursa jaleler yelden benüm de ey felek encümi seyyare ahı subhgahumdan kaçar ey ziya'i korkarın bir gün kiramen katibin yazmada izharı 'acz eyler günahumdan kaçar var ise biçare bülbül 'aşıkı didardur gicelerle nale eyler subha dek bidardur buyı ümmidi visalünle senün dil hanesi ey güli gülzarı cennet külbei 'attardur la'li renginünde ey mehru yine tebhale var bergi verdi ahmer üzre şebnemi gülzardur 'arızı cananeye meyl eyledi gönlüm benüm laleye konmış heman zenburı bimikdardur merhabasız yardan el çek ziya'i farig ol devlet el virince sabr it bunda hikmet vardur ah itdügümce dilbere te'sir ider mi gör ahen mi gönli ol sanemün ya hacer mi gör gamz itdi bülbüli dili yara rakibi zag suç olmayınca ol gözi şahin tutar mı gör salındı gitdi gülşene dirler o servkadd ey dil tecessüs eyle bu togru haber mi gör camı zücac içinde 'aceb reng bagladı la'lünden utanup kızarur meyde şermi gör sevdi beni ziya'i diyü taş uram didün evvel nazar kıl üstine anun düşer mi gör yine candan sevgilü ol şahı hubanum gider bir yana canum gider bir yana cananum gider gitdi ruzı vuslat irişdi şebi firkat yine canibi garba bu gün ol mihri rahşanum gider dagıl ey sabr u karar ey gam haramiveş iriş mülki dil hali kalur devletlü sultanum gider ayrılık bilmem nedür hakka eceldür bu bana ey müselmanlar acun kim dinüm imanum gider ey ziya'i göz açup bir dahı bakmam 'aleme çün gözüm nurı gider hem nurı yezdanum gider ey dili pejmürde müjde şahı hubanum gelür ol lebi 'isa irişür seyrine canum gelür dostlar tan mı kıyamet kopsa düşmen başına tarfı magribden benüm hurşidi rahşanum gelür başladı can u gönül iklimi ma'mur olmaga 'izzet ile şehrine sultanı hubanum gelür ol sanem kafirlik itmez ey müselmanlar bilün dinüm içün i'tikad eylen ki imanum gelür zulmeti hicre düşenler abı hayvan istesün ben ziya'iyem benüm ol nurı yezdanum gelür germ olup olma igen ey mehi garra magrur ne kadar olmış isen hüsn ile şehre meşhur bedenüm kal'asını yıkdı haramii gamun ezel oldugı gibi olmaya 'ömren ma'mur bir perişanlugı var başın asar her tarafa meyi şebnemden olupdur güli hamra mahmur dilberün derd ü gamı canumuza minnetdür vamıka sorsan olur 'işvei 'azra ma'zur zulmeti gamda ziya'iyi feramuş itme germ olup olma igen ey mehi garra magrur çün ol peri cemal ilinün serveri çıkar ey nergis imdi başdan o zer efseri çıkar aylarca ben yüzin göremem lik her gice ol afitaba encüm iken müşteri çıkar div rakibi öldürecek var ümidümüz bir gün bu dehri pirezenün bir eri çıkar zindanı derde salınca kendüyi bir kişi mısrı mahabbetün görürin serveri çıkar gitsün bu 'akl karbanı tagılsun ziya'iya naz ile çünki karşumuza ol peri çıkar bir haste yok cihanda ki benden beter düşer tiri kaza efendi bana ol kadar düşer 'alemde bundan özge elem var mıdur 'aceb kim vasl ümidi var iken ansız sefer düşer her kim sorarsa 'alemi 'aşkun haberlerin bir halet irişür ana kim bihaber düşer mihman olınca tekyei derdünde dembedem bu danei sirişk önüme mahazar düşer dirmiş rakib gönli düşer bana dilberün va'llahi ibtida başına bir hacer düşer bilmem efendi kim bu ne sırrı 'acib olur şi'ri ziya'i la'lün anıldukça ter düşer bahar şad olur 'akiller anca i'tibar eyler bizi divanei şehri bela evvel bahar eyler zer çehremle simi eşküsrur olur gönlüm gedayı kimiyayı malhulya maldar eyler ne hikmetdür bu kim 'aşk bakmaz va'iz ile şeyhe cihanda hıdmeti piri muganı ihtiyar eyler didüm la'lün umarken niçün oldı barı gam yirüm didi kim arzuyı mey kişiyi ehli nar eyler ziya'i var ise perridür ol bizden kaçar dilber ya vahşi ahudur insanı gördükçe firar eyler allah ki beşer şöyle turmayup gider guya cihanda kimse safa sürmeyüp gider biz 'ömre maliküz dirüz amma görmezüz leyl ü nehar kendümüzi sormayup gider ben hazır olmayup yoluma gafil iken ah gördüm ki 'ömr kafilesi turmayup gider dirdüm ki şad olam n'ideyin şahbazı 'ömr mürgı melaletüm henüz uçurmayup gider acun ziya'i hasteyi derdi firak ile mülki bekaya sevdügini görmeyüp gider ehli 'aşkun virdi canan ismidür hastediller canı anun cismidür bilmezin kim cana keyfiyyet viren şevki la'lün mi meyi meclis midür derdümi itmen benüm kaysa kıyas bana ahular görün munis midür fülsi eşki çeşm hadsiz var iken padişahum her geda müflis midür duhteri rezdür senün medh itdügün hey ziya'i sevdügin zen kısmıdur tanlaman 'uryan isem ben 'arı bilmem kandadur süsti 'aşkam cübbe vü destarı bilmem kandadur ol vefasız yarı ararken yitürdüm kendümi kendümi bulmak kanı dildarı bilmem kandadur derdi dilden ta'nı düşmenden şikayet kılmaga gösterün allah içün hünkarı bilmem kandadur rub'ı meskunı bütün bahş itseler eksükliye hiçe saymam bilürem kim yarı bilmem kandadur gisuyı fettanı dil mülkini viran eyledi hey meded ol mekri çok 'ayyarı bilmem kandadur bilmezin ol gamzesi gammazı kanda arayam hey dirig ol turrası tarrarı bilmem kandadur kanum içer ey ziya'i dembedem gerçi hasud ben henüz ol gözleri hunhvarı bilmem kandadur yirde yaşum katresin bahrı mükedder sandılar asuman üzre şerarı ahum ahter sandılar yandugınca narı gam derdinden irdi buyı misk gönlümi erbabı şevk allah ki micmer sandılar gönlümüz narı gamunla çok safalar kesb ider anda bu halatı görenler semender sandılar cangariz oldugına bakmayup itdiler feda yusufı mısra seni şahum birader sandılar dilrübalar ma'il oldılar ziya'i hasteye var ise anun sararmış yüzini zer sandılar zemine sanma kim zülzal irişür nagehan ditrer tebi hicrandan ol şuhun bugün cümle cihan ditrer periler şerrine ugramış adem gibi vaveyla görenler ol peri ruhsarı canum her zaman ditrer dila camı ezel mahmurısın kim dide lerzanun mülayim dilberün camı lebin tutsa heman ditrer tabibi cansın ihsan eyle la'li şerbetinden gel tebi hicranuna düşmiş bu canı natüvan ditrer ziya'i katlüme kasd itse ol afet sürurumdan gözüm segrür nişanum deprenür cismümde can ditrer şebi firkatde şevküm arturan gün yüzli mahumdur fürugı çeşmi 'alembinem ol nurı ilahumdur cihan eyler şikayet padişaha zulmi zalimden bela bu kim bana zulm eyleyen ol padişahumdur belalar hırmeni yanında gelmiş kah idüm şimdi tutuşdum 'aşk odıyla ahı dil dudı siyahumdur görinen kehkeşan ü mahı bedr eflakda sanman seher vakdinde ah itdüm benüm ol şekli ahumdur gice hurşidümi gördüm ziya'i mahı nev sanma ki şevkümden sipihre atdum anı şebkülahumdur 'aceba şebnem ü nergis mey ü peymane midür devri gül irdi çemen 'arsası meyhane midür bustanı ceberutı subhda çerhi kebud varakı susen olupdur ki küreyya nemidür bana bir çare ilahi ki zebun eyledi gam haberi vaslı şeyh efsun mı efsane midür 'aklum aldıysa periler bana divane dimen her meta'ın yitiren sehv ile divane midür zulmeti gamda ziya'i niçe bir şevke gele intisabı 'aceb ol nurı dırahşana mıdur fa'ul o bala sanevber gedadan kaçar meger kim beladur du'adan kaçar belası devasızdurur var ise tabibüm dili mübteladan kaçar ben ol zülfe irmek ricasındayam egerçi cihan ejdehadan kaçar koyan ka'bei kuyunkıblem ol gider merve hakkı safadan kaçar gamun odına n'idügin dilemez ziya'i nedendür ziyadan kaçar şiveler kim bana ol şahidi ken'an satar nakdi canum da alursa kati erzan satar penbedür cismi latifi o şehi mısrı baha oturur kuşei dükkanda kettan satar zehri kahrın içirüp mihnet ile can virürin ki lebi şerbetin agyara hüsni can satar ehli 'aşka sanema simtenün virme sakın akça üstine ölür her birisi can satar kim ola tab'ı ziya'iye ki tahsin itmez söyler ol medhi hasen san'atı hassan satar kendüye dost beni kendüye bedhvah bilür çekdügüm zahmeti bilmez henüz allah bilür gam usandurdı beni can u cihan mülkinden yok mıdur kimse 'adem kişverine rah bilür yıkma gönlüm sakın ey afeti devran sakın ka'be yıkmakça günahı olur allah bilür n'ola ger derdüne düşdiyse gönül gam yimezem ola kim virdi tevekkeltü 'ala'llah bilür saglar hali ziya'iyi n'ola bilmez ise ol gözi haste hele sellemehu'llah bilür iki şahiddür ol iki ruhsar da'viyı hüsn iderse vechi de var gül ruhın görsem gülsitanda zehri katil gelür bana ezhar gam siyasetgehünde mansuruz leyse fi'ddari gayruhu deyyar narı ruhsarı yakdı canumuzı ve kına rabbena 'azabe'nnar zenahında ziya'iya dil ü can kani isneyni iz huma fi'ggar nahs iden tali'ümi ol mehi tabanumdur bisitare kılan ol mihri dırahşanumdur kanlu dagum elemünden senün ey lale'izar bagı sinemde açılmış güli handanumdur sakiya teşnedilem camunı ya lalüni sun kangısın himmet idersen o benüm canumdur kanın içdi cigerin deldi dilün gamzei yar acısam n'ola birader cigerüm kanumdur ey ziya'i şehi iklimi belayem şimdi cümle şevk ehli benüm katibi divanumdur ümmid odur ki eyleyesin gah geh nazar düşdükçe lutfunı umar ey şeh üftadeler yaşum oluklar itdi ruhı zerdüm üstine ol ka'bei cihana bu altun oluk yiter ka'be hakkı çün ehli mahabbet cemalüni kıble idindiler sanema gör ne kıldılar kıblem hatundan irür ahir hüsnüne zeval dirler esası ka'beyi ahir habeş yıkar şevki ruhun bu çeşmi püreşki ziya'ide guya fetili abı kanadildür yanar meclisi 'aşka melul olup gelen hürrem gider nite kim giden deri meyhaneden bigam gider mesti 'aşkı can olup geçdüm cihan u candan kanda kim keyfiyyeti mey gelse andan gam gider didüm ey gül hüsnün açmış bada virme jalemi handei naz eyleyüp didi yanumdan nem gider çok kişi olur helak irince kasrı vasluna cenneti kuyun makam olınca çok adem gider camı cem nuş it ziya'i gibi 'alemde müdam bezmi 'alemdür bu şahum cam kalur cem gider içdüm şarabı 'aşkunı mestanelik budur yandum çeragı şevküne pervanelik budur görmek dilerse beydakı hali ruhun rakib açmaz ko şahum arada ferzanelik budur zenciri zülfi leylaya mecnun esir iken sahraya kaçdı bir dahı divanelik budur deryayı gamdaki ezeli aşinaların yad eylemez o mugbeçe biganelik budur gördün zeni zamane vefa eylemez sana terk it ziya'iya anı merdanelik budur ah ol dehen diyarı dili serbeser yakar bir şehri gah olur ki düşer bir şerer yakar gönlüm yıkıldı canuma od düşdi hak bu kim sultanı 'aşk kanda ki konsa yıkar yakar seyyare sanma kayyumı kudret sabaha dek gör cami'i sipihre ne kandiller yakar gam külheninde yandı kül oldı vücudumuz narı kaza efendi bizi ol kadar yakar hakister oldı bülbül ü ateş kırmızı gül benzer ziya'i bülbüli bir verdi ter yakar bindi semendi nazına ol şehsüvarı gör sayd itdi mürgı canumı didi şikarı gör ah eyleyüp didümni ki bu gubarı hat güldi o gonçeleb didi kim ruzgarı gör canlar virür ol saneme yadigar içün can virmek ister engel yadigarı gör çeşmi hayali ile gözüm uykuya varur ey can gelürse üstüme uyarıgör evvel mülayemetle dil aldı ziya'iya ahir ne kıldı n'eyledi ol şivekarı gör gördüm ol kaddi müntehi salınur ah kim canuma bela salınur gülşeni dehrde o servi revan canuma kılmaga cefa salınur salar anca garibi topraga naz ile çün o dilrüba salınur ruzgarı cihan muhalifdür korkarın yar bir yana salınur ruhı yarı ziya'iya göricek kara gönlüme ziya salınur hastalıklar cismüme ol çeşmi şehladan mıdur bu belalar başuma ol kaddi baladan mıdur zülfün ucından mıdur gönlüm perişan oldugı her zaman derd ü bela mecnuna leyladan mıdur mahremündür gayrılar ben böyle mahrum oldugum kara bahtumdan mıdur yohsa bu sevdadan mıdur zülf ü 'arız fikri uyutmaz beni leyl ü nehar bilmezem dilden midür derdüm dilaradan mıdur mey içer la'lün öper cana ziya'i dembedem şevki la'lünden midür camı musaffadan mıdur sohbet eylen yar ile vakti bahar elden gider bade nuş eylen kenarı cuybar elden gider iledün piri mugana bir du'a kılsun bana mesti 'aşkam korkarın kim ihtiyar elden gider ey müselmanlar melamet eylemen ah eylesem kuyı yara varıcak namus u 'ar elden gider ey gönül cevrini zevk anla cefasını vefa bir zaman olur ki yarı şivekar elden gider göricek yarun cemalin 'aklum olur tar u mar bir beladur görmesem sabr u karar elden gider ey süvarı esbi naz igende magrur olma kim başuna sevda düşer bir gün mehar elden gider ey ziya'i mest olalum şevkine ol mehveşün bir dem olur kim şarabı hoşgüvar elden gider gülşeni dehrde zevk eyleyecek günlerdür ak şükufeyle agaçlar sanasın çaderdür 'oddur nalelerüm sinede hod ateşi gam kulzümi gamda gönül sandalı micmerdür hanei dil ki kızardur anı ateşi gam fikri kalbünle heman külbei ahengerdür gördi kan agladugum acıdı ol şirinleb sevinüp kesbi safa eyleyecek demlerdür ey ziya'i niçe gencine olur vuslatı dost halka halka saçınun turreleri ejderdür şevküm ol afitabı enveredür intisabum mehi münevveredür tan mı gün görmese belalu gönül şamı hicründe kaldı şebperedür koynuma gir esirge kuzucagum bedenüm başdan ayaga beredür fikri kalbünle revzeni çeşmüm guyiya bir demirli penceredür tali'i nahs yıldızı düşkün ruyı bahtı ziya'inün karadur elinde kasebazun kase sanma ey dili meksur yuvasın bülbüli can itdi şahı servde ma'mur elinde kasedür sanman melahat gülsitanında açılmış taze güldür gül budagında degül mestur ayaguna iderdi serfüru çini saçun gibi elünde devr ider görse bu kaşi kasei fagfur güzellikde tutalum mahı bir barmakda oynatdun gel ey hurşidi 'alembinüm olma hüsnüne magrur gözüm nurı ziya'i kabrine raks iderek gelsen mezarında görenler diyeler kim cilve eyler nur hali 'uşşakı ehli hal anlar gamı cananı pürmelal anlar leblerün kadrini benüm canum teşnei çeşmei zülal anlar 'alevi suzı sinem ol mehru sakfı eflakda hilal anlar kudretüm yok söze görince yüzin yar ben derdmendi lal anlar yüzün aydın ziya'iya çün kim şevkün ol nurı zü'lcelal anlar niçe girdi destine celladı mevtün samı gör damına düşdi ecel sayyadınun behramı gör turmasun devr eylesün meclisde sagar sakiya sür'ati devri zamanı gerdişi eyyamı gör arzuyı kevser ü firdevs idersen zahida ol zülali la'li seyr it ol ruhı gülfamı gör ey bela deştinde mecnunı temaşa kılmayan gel heman hamunı gamda bu dili şeydamı gör bilmek istersen eger ehli cahimün halini narı firkatda ziya'i çekdügi alamı gör iltifat itse bana ol serv eger gülşeni kalbüm ebed abad ider ol kaşı ya tir urursa sineme kısmeti gamdan bana sehmüm deger çini zülfümde gice mihri ruhın 'arz idince ol meh oldı çın seher dagı sine sengi mihnetden nişan şerhai ten tigi dilberden eser ol saçı leyla beni mecnun idüp sergüzeştüm ellere destan ider şevketi harı temaşa eyle kim gülsitanda bülbüle hançer çeker zahidi huşka kurı efsanedür ey ziya'i gözden akan yaşlar ne sükkerdür lebi dilber ki diller ana ma'ildür meger kim surei kevser anun hakkında nazildür başum rahı mahabbetde ceresdür kim figan eyler sadalar virmege guya zebanum ana bir dildür bize 'arz itmeyelden 'arızun bir aydur ey mehru yiler ahum yili kuyunda amma bir niçe yıldur lebi şirinüne can meyl iderse anı men' itme lebün zevkin begüm sormak diler kapunda sa'ildür eger bir busene canın dilersen can atar cana ziya'i dahı 'akil kişidür ma'kule ka'ildür fakirem eyle ihsan ey cefakar visalün meyvesinden bana her bar hicab itme kulundan kim figanum ider ahir cemalün perdesin zar sovuk sözlü rakibe degme lutf it sana kim dir ki el kar berfe ey yar güli biharıdur çün kim behiştün kanı kimdür mahallende diken har ne var yanarsa şem'i meclisara ziya'i yüz bezmde şevkümüz var ol meh efradı hüsni cami'dür lik agyara gayrı mani'dür can u dil nakdine ziyan eyler ol ki esbabı vasla mani'dür ulu yoldur tariki 'aşkı habib gönlümüz ol tarike şari'dür bana lazım mı bu ta'addiler hod günahumda gayr vaki'dür ey ziya'i gülabdur eşküm ki sadayı firaka nafi'dür canan çıkınca taşraya canum çıkar gider ger çıkmaya sipihre figanum çıkar gider azade ola dil çehi gamdan ki gayr ile gülgeşti baga servi revanum çıkar gider darı fenada çeşmi püreşküm beka kalur çün subhdem o mihri cihanum çıkar gider ok gibi togrı söyleyeyüm kaddümüz büker seyrana çün ol kaşı kemanum çıkar gider yakdı derunum ateşi firkat ziya'iya ahum degül sipihre duhanum çıkar gider zülfün ruhunda cana can üzre cime benzer guya femün yüzünde mushafda mime benzer hüsnün garibi 'alem zülfeynün iki miskin dendanı binazirün dürri yetime benzer her kanda 'azm iderse yanınca cündi 'uşşak şahum bu şevket ile sultan selime benzer kaddün dirahtı cennet tuba l'imen re'ahu ey reşki hur kuyun bagı na'ime benzer malik degül ziya'i kim deprede zebanı hicr odı hak budur kim narı cahime benzer cennet'ül meva cemalün bagıdur la'li nabun selsebil ırmagıdur dagılur 'akl u dil ü fikrüm benüm her kaçan kim şane zülfün dagıdur bagı kuyunda nigara laleyüz bagrumuz yanıkları gam dagıdur başum içün destgir olan bize bezmi 'aşkun sakiya ayagıdur bu ziya'inün dolaşur gönline nüshai zülfün meger dil bagıdur meme başumda gamı sevda bilmem neden olmışdur ey yarı siyehpuşem bana olan olmışdur ben mülketi firkatde çeşmün gibi bimarem ahum yili kuyunda şimdi esen olmışdur sen mısrı melahatde sultan idügün söyler ken'anda çehi yusuf guya dehen olmışdur sercümle cihan halkın miskin ider ol ahu buyı seri zülfünden 'alem hoten olmışdur her kim ki ziya'iveş vasf itdi lebi la'lün hüsrev gibi 'alemde şirinsühan olmışdur gülzar efendi sanma ki kuyunda gül döker vaslun ümidine yoluna akça pul döker bihuş ider beni o peri 'arzı cemal iderse eşki ter acıyup yüzüme abı gül döker kanlu yaşum dökersem efendi 'aceb degül meclisde mest olan kişi üstine mül döker görüp saçında çeşmini yandı kül oldı ten ugrı gözine 'arif olan gice kül döker itdi ziya'i yoluna kanlu yaşın nisar şahun yolına la'l ü güher san ki kul döker saki elinde rengi meyün çünki kandurur bilmem bu teşne canum ana niçe kandurur canana hemdem oldı rakib ahirü'lemr bu işler ile ol bizi candan usandurur gam zulmetinde şevk virür bana suzı ah canum çeragını bedenümde o yandurur va'iz bugün cehennemün evsafın eyledi bildüm zerafet ile anı bize yandurur vasfı lebün ziya'i ne şirin eda ider zevk ehlinün dehanın ırakdan sulandurur me o nurı çeşmüm ayagın şu dideye ki basar cihanda nergisi baga ne yüzden ide nazar ne canibe salınur gülşeni cihanda 'aceb o serv boyludan alsam n'olaydı togru haber cihanda lali lebün var iken mevzun ne fa'ide ide şol kim varup taşıdı güher zere sarılur imiş ol nigarı simbeden eger ki 'aşık isen zer gibi cihanda sarar efendi kolunı boynuma sal ki lazumdur semendi tab'ı ziya'iye bir gümüşli kemer tiri gamunla gamzen okı cana degdiler bagrumı delmedi bir tiri kazayı kader naz uykusında sehergehi kazayı gör saf saf cema'ati müjesi hep kaza ider mergub olupdur elde sirişküm hikayeti gözden geçürdüm anı hele ben de dostlar ölince komayam seni kuyun unutmayam şeddad bagına irem ey servkadd eger bezmi cihanda camı mematı ziya'iya içmek gerek ne çare bu bir devrdür döner kuyı nigarda komaz agyar bize yir candan anı lutf kıl ey bizeval ayır haki deri nigarı reva görme ey saba çeşmi rakibe koymaga vadide kum kayır iki nigara baglanamaz m'ola bir gönül bu hatıruma tolanur oldı ikide bir vasl oldum ol mehe gice bu düş midür didüm gonçe gibi tebessüm idüp didi kim hayır eş'ar dimede hele hassanı saniyem bana ziya'i halkı cihanun hasan mı dir her kaçan kim yüzine ol saru kaküller düşer mülketi islama san cündi beni asfer düşer mürgı tab'um ol gözi şehbaz öninde alınur ol ruhı zibayı görse eşki çeşmüm ter düşer na'lçenle kebkebün nakşın gören ey afitab haki payuna hilal ile sanur ülker düşer haki payı yarda eksük degül üftadeler kulı olur halkı 'alem ol şehün ekser düşer merdi 'aşk olalı sen divane olmışsın diyü başına şimdi ziya'inün niçe namerd üşer bazarı 'aşk içinde derdün muradı vardur bu nakdi canun amma gayet kesadı vardur dildür çeken belasın şirini bivefanun ferhadı kuhı 'aşkun ancak bir adı vardur bilmem niçün ta'addi kılur o şahı huban şirinleb olanun hod elbetde dadı vardur ahumla çerh döner bir yildegirmenidür şam u seherde tan mı turmazsa badı vardur şehbazı evci ma'ni tab'undurur ziya'i amma hasud zagun her dem 'inadı vardur diller efendi kaküli meftulüne gelür şehbazı tab' kanda ise koluna gelür ey dil çekildi evci bekaya hümayı ruh 'ükabı merg laşei maktuluna gelür şahum sürurı zevk ü safa vü ferah sana derd ü bela meşakkat ü gam kuluna gelür katli rakib içün koluna gelmediyse taş ey dil nigara canun at ol koluna gelür lutf it esirge 'aşıkı biçaredür begüm redd eyleme ziya'iyi kim yoluna gelür dil ki dildarun müdam ol la'li zibasın sever rindi derdaşamdur kim camı sahbasın sever zülfüni dil halüni canum severse tan degül dünyede halince herkes kendi sevdasın sever dostlar cismüm segi dildara kurban eylenüz çün ol ahu itlerün aşubı gavgasın sever sufiye ümmü'lhabais 'aşıka rez duhteri bir meseldür kimi kızın kimi anasın sever gerçi kim rüsvayı 'alemdür ziya'i derdmend likin insaf idelüm mahbubun alasın sever bagrumun pergalesi dil gülşeninde laledür her seher kan yutdugum derdünle guya jaledür duhteri rez kimseye el virmedi dirlerdi lik sakii bezme müdam ayagını hınnaladur sanman altunlu kemer kuşatdı ol şahı cihan afitabı asumanı hüsne ol bir haledür cama te'sir eylemiş tabı tebi 'aşkun senün leblerinde şol hababasa meger tebhaledür szfiya terk it ziya'iyi kadeh sun sakiya gıll u gışşdan pak iden kalbi meyi gassaledür kabrüm üstinde nişanı payı kelbün guyiya tudei haki mezarumda açılmış laledür çıksa naz ile bana ehli gamun canı çıkar çözicek turrasını 'aklı perişan eyler tolaşur gerdenine iki tarafdan gisu ezilür la'li şekerbarına her bar şekker sakınur keştii hüsnini muhalif yilden indürür yelkenin ol şeh katı ah itsem eger hastei 'aşk oluram kuyı nigara varsam vardugunca sen esen oldun eya badı seher baglanaldan saçı zencirine dil dildarun halkı 'alem bana divane ziya'i dirler zar iden ben bülbüli ol ruhları gülgundur mest ü rüsva eyleyen ol lebleri meygundur ger beni yaran sorarsa firkat ikliminde din ol saçı leyla hayaliyle dahı mecnundur üstühvanum nay u kaddüm çeng idüp zar eylemen ey güzeller şahı yohsa eskiden kanun mıdur zehri kahrından bu dehrün laleye kan aglada görmedüm benden beter anun da bagrı hundur desti gamdan kurtarımadı giribanın dahı gerdenin alan ziya'inün meger gerdundur gidelden ol peripeyker firakı cana gelmişdür diriga kim gidüp 'ömrüm ecel gerdanum almışdur elüm tut sakiya sun camı cem ta şevki la'lünle vücudum cür'ai sagar gibi ayakda kalmışdur miyanundan nasibüm alayın men' itme ben benden bilürsin padişahum kim alan bir kıldan almışdur şikayetler kılur biçare dil bahtı siyahından hayali zülfi yaranı meger sevdaya salmışdur ziya'i dürlü sözler vasf ider dendanı vasfında mahabbet bahrına gavvas olup 'aşk ile talmışdur camı gam meclisine bu dili nakam okınur guyiya bezmi meye rindi meyaşam okınur vuslatun ni'metin agyara kaçan vasf itsem incinür mevtine san surei en'am okınur andı agyara ne reng itdügümi yaranum gurum üzre sanasın kıssai behram okınur urdı bir tigi sefid ugrayıcak kabrüme yar görinür anda o mahbubı dilaram okınur ey ziya'i yazaram hattı lebi evsafın lacerem meclisi sahbada bu erkam okınur rahı kuyunda şu kim terki dil ü can eyler ana firdevsi berin içre 'aceb ca n'eyler tan degül subh gibi sadık ise 'uşşakun her biri mihri güle çakı giriban eyler bergi gül gibi tenün nazük ü terdür cana bülbüli tab'umı amma niçe nalan eyler bezmi gamda n'ola 'uşşakun iderse feryad meclis içre yaraşur olsa hoş avan eyler zarum uyıtmaz iken halkı deri dilberde ey ziya'i 'aceba ney neye efgan eyler hatt degüldür lebi dilberde dila itme hazer lebine sayei ebrusı düşüpdür benzer ya şekerdür lebi üşmişdür ana mur u mekes ya yeşil tutidürür hattı lebi sükkeri ter hücceti hüsnine imzadur o hattı miskin ya benüm defteri cürmümdür o hattı dilber yine ben vasıfı hattı lebi canan oldum levhi yakuta yazılsa yiridür bu sözler hattı müşgini görenler lebi cananumda canuna düşdi ziya'i didiler yine keder guşı cananı görenler sandılar gül takınmış zülfüne ol simber iki canibden degüldür iki guş anı bekler iki şakk olmış kamer simden menguşdur sanur gören guşı şöyle görinür ziba vü ter 'aşıkun başında yir yir kanlu dag guşı yarun san ki ra'na laleler ey ziya'i dürri nazmun guş ider guşına tan mı sadef dirlerse ger sanma cevründen kaçup dil sevmeden bizar olur her ne mikdar olsa cevrün 'aşkum ol mikdar olur bag u cuya şimdi bir halet virür devri bahar şivei cennati tecri tahtehe'lenhar olur tali'ümdür bir güneş yüzlüyi sevsem dostlar hem beni düşmen bilür hem düşmenümle yar olur düşmene düşnam idersem yara biperva sena kimse ta'yib itmesün divanelügi 'ar olur hini vuslatda ziya'i bus idem dilber lebin buna hayranem ne yüzden vakıfı esrar olur rind isen 'arif isen bezmümüze gel meyi gör zühd da'vası dilünde var ise gelmeyigör mey hababı gibi var ise heva başında ey dil ayakda sakın cür'asıfat kalmayıgör dil ü can u ten efendi sana kurban olsun tek rakibün dili napakin ele almayıgör ey saba şam u seher seyri gülistan eyle ak gülün şebdeki dülbendini tek çalmayıgör sayd olur sanma ziya'i o hümapervazı şahini tab'ı bülendün sen ana salmayıgör otlıdur keyfiyyeti kudretle şimdi sebzezar ey saba degme otına itme teklifi gubar sebzezarı baga bir ot virdi dehri nevbahar ol sebebden hatırı hamuna düşmişdür gubar halkı 'alem va'iz ü şeyhe giderler ben dahı eyledüm meyhanede piri muganı ihtiyar pişei nazm içre çok vahşi kaçırmışdur selef ben erenler himmetinde eyledüm bir bir şikar ruyı zerdümle ziya'i bir hazan yapragıyam bagı mihnetde beni topraga salmış ruzgar muttasıl tıflı dili ol mihri enver söyledür mu'cizeyle tıflı san yusuf peyamber söyledür söyledür tab'um benüm ol şahı huban fi'lmesel 'ilm ü hikmetden aristoyı sikender söyledür hep güzeller derdidür tab'ı selimüm söyleden mücrimi iskencelerle tut ki begler söyledür arzuyı vuslatundur söyleden 'aşıkları tutii guyaları guya ki sükker söyledür ey ziya'i söylemekden geçe tutii zaman ol şekergüftar anı va'llahi söyler söyledür mahallende gören ben hasteyi gayet zebun anlar ezelden paymalı desti kahrı dehri dun anlar benüm suzı derunum anlamaz napuhte ahmaklar gamum anlarsa ancak kaysı sahrayı cünun anlar kilisayı bedende canı zar inler sanemlerden rakibi kibr işitdükce sadayı erganun anlar yolunda çekdügüm zann itme kim ma'lumun olmışdur benüm halüm heman ol 'alimi razı derun anlar ziya'i biz edanii zamana paymal olduk kemal ile ma'arif ehlin ancak züfünun anlar hanei dehrün gönül bir onmaduk evbaşıdur kahrı derd ü gam 'ıyalidür o da ev başıdur bir gice dünyaya gelmiş leyliyle kaküli ol şekerleb yar ile şirin süd kardaşıdur derd ile ruzı ezelde bile giryan oldılar çeşmümün ferhad ile iki yaşdaşıdur cami'i pak u mu'azzamdur sipihri nühkıbab ey melek ahı derunum her seher ferraşıdur padişahı kişveri 'aşkam ziya'i şimdi ben şehri gamda mürde cismüm benüm subaşıdur za benüm ol gözleri fettan meftun oldugum bilmez meded ol saçı leyla kara magbun oldugum bilmez benüm agladugum ah itdügüm budur ki 'alemde henüz ol zülfi leyla böyle mecnun oldugum bilmez 'aceb mi ma'il olsa kıssai mecnun u leylaya çün ol vahşi gazalum kaysı hamun oldugum bilmez sipihri bivefaasa cefa eyler meger ol şuh ezelden paymalı kahrı gerdun oldugum bilmez ziya'i acıdugum bu ki her bir talibi ma'ni belagat kulzümünden dürri meknun oldugum bilmez 'aşıkı dildar olaldan rahı gurbet beklerüz geçmişüz biz 'ardan kuyı melamet beklerüz biz hilali na'lı esbi yarı her dem gözlerüz irmege 'idi murada dallı devlet beklerüz padişahı 'aşka kul olalı bu 'alemde biz maliki mülki gamuz başka velayet beklerüz badı kahr ile felek girdaba salmışdur bizi bahrı firkatda henüz fülki felaket beklerüz göreli ruhsarı yarı kıpkızıl divaneyüz lale gibi daga düşdük kuhı mihnet beklerüz leylii zülfi nigarun biz dahı mecnunıyuz kalmışuz yabanda sahrayı firkat beklerüz ey ziya'i olmışuz 'alemde binam u nişan biz 'adem 'ankasıyuz kafı kana'at beklerüz şahı 'aşk olmayana ehli hıred şah dimez 'aşk eri cahı cihanabegüm cah dimez nat'ı dilden kaçaram bari diyü beydakı can niçe ferzane olur şahı görür şah dimez elif kaddün ile ha gözüni sultanum kimse yok mı göricek derd ile bir ah dimez dir dimez halkı cihanı kul ider kendüzine şahı hüsn oldugunı gah dir ü gah dimez tekyei gamda ziya'i hele derviş olalı cahile minnet ile yarıcun allah dimez gören ol çehrei gülgunı hergiz alını bilmez belayı kaddi balasın çekenler balını bilmez 'aceb ol mihri mehpeyker niçün kendüye gadr eyler olur nacins ile hemser bugün emsalini bilmez pelid ile olur hemser cihan bagını geşt eyler niçün ol servkadd dilber bizümle salınıbilmez saçın gerdanına salmış günahum boynına almış bu mihnethanede kalmış garibün halini bilmez tabibi can imiş çün kim lebi canbahşı dildarun ziya'i gibi bimarun niçün ahvalini bilmez ol kıyamet yar ile haşr olabilse canumuz tarfı magribden çıkagelse hurı rahşanumuz tali'üm yok kim ben ol hurşidi rahşanı görem ol sitarem yok ki çıka mahı 'alişanumuz meclisi gamda gözüm yaşın görüp manendi mey ateşi hicrün kebab itdi bizüm büryanumuz bunca yıldur 'aşkı paki canumuzda saklaruz zahida dilber seversek yok mıdur imanumuz ey ziya'i ol şehi 'aşkuz cihan mülkinde kim haşr olınca lacerem tagılmaya divanumuz sihri gamzenden efendi katı gafil degülüz bilürüz fitnei zülfün kara cahil degülüz çekerüz barı gamun bari bizi denk itme natüvanuz hey efendi mütehammil degülüz kil ü kal eylemesün kimse saçun vasfında kılca ey zülfi siyeh biz buna ka'il degülüz seni ey servi gülistanı taravet her gah togrılukla severüz gayruna ma'il degülüz lebi dilber bizi her demde kılur kan hayran şevki cam ile ziya'i gibi kanzil degülüz sengi cefası yarun bir dem başumdan inmez devlet güni başuma togdı ebed tolınmaz ol servkadd nigarı togrılug ile sevdüm derdi bilüm büküpdür togrılugum bilinmez gördükde eşki ahum dilber terahhum itmez ab u hevaya benzer ol sengdil tanınmaz narı mahabbetine düşdüm bir afitabun gerçi sovukluk eyler amma ol od soyınmaz göstermedi ziya'i ol mah gün yüzini hem tali'ün açılmaz hem yılduzun görinmez didüm 'izarun üzre hattun neden belürmez didi kim yansa ateş anda çemen belürmez rahı mahabbetünde dil zahmetin sorarsan gam canuma geçüpdür amma geçen belürmez mecruhunam 'ilac it ey kaşları kemanum tirün tokınmayınca derdi beden belürmez va'llahi 'alem içre yokdur senün nazirün bilün hayale gelmez hiç ol dehen belürmez rum içre padişahum çokdur egerçi şa'ir amma ziya'i gibi ehli sühan belürmez manendi lebi la'li bedehşanda bulınmaz hemtayı seri zülfi karamanda bulınmaz mısr içre bunun gibi şekerleb ele girmez hiç böyle güzel mülketi ken'anda bulınmaz kat'a o gözi katil ü hunriz nigarun şemşiri cefası gibi kirmanda bulınmaz ey gözlerümün nurı beni sürme tapundan haki kademün kuhlı sifehanda bulınmaz bu tarzda bir şi'ri dilaviz ziya'i hakka bu ki şiraz ü horasanda bulınmaz mübtelayı belayı mahbubuz müstehakı cefa vü aşubuz dide meftuh u gönlümüz meksur biz bela 'aleminde mansubuz başdan ayaga paymal olduk eller içre bununla mergubuz rüstemüz tutalum şeca'atde galiba zalı dehre maglubuz zulmeti gamda böyle kalmayalum biz ziya'i ziyaya mensubuz rahı gamda n'ola korkarsam efendüm ca'iz yolda her ehli sefer kılsa tevehhüm ca'iz niçe yıl gurbeti hicründe belalar çekdüm bir garib 'ademe olmaz mı terahhum ca'iz göricek hattı ruhun niçe figan eyleyeyin lacerem olmadı kur'anda terennüm ca'iz 'arızın görmez isen var ayagı topragına su bulınmazsa türab ile teyemmüm ca'iz segi kuyun göricek oldı ziya'i handan kişi yaranını gördükde tebessüm ca'iz demadem canumı korkutma idüp hançerün sertiz o demler kanı kim kanum döke ol hançeri hunriz acurdı bisütunı gamda düşmiş haste ferhadı 'aceb şirinsühandur hüsrevi dehlu gibi perviz gamundur bisütunum tişem ahumdur benem ferhad lebün şirin ruhun gülgun saçundur hüsreva şebdiz saba kuyundan irdi çın seher kıldı tesellayı perişan hatırum cem' eyledi ol badı zülfamiz ziya'i sinemüz külhan rakibi seg cehennemlik felek hammamına cam oldı encüm kehkeşan kariz didiler giderek ol cevri çok dilber cefa itmez cefaya sabr iderdüm korkarın 'ömrüm vefa itmez gözi yaşını zemzem itmeyen 'aşıklarkıblem mahallen ka'besinde merve hakkı çün safa itmez yiridür ol mehi bimihre dirsem bivefadur ger ki 'ahd itdi beni katl itmege amma vefa itmez 'aceb niçün tabibi can u dil dirler o cellada dili bimaruma rahm eyleyüp çün kim şifa itmez beni giryan idüp agyarı handan itdün ey gerdun ziya'iye bu kahrı derdi hicri mustafa itmez kays benden gamı hicranunı yigrek bilmez 'aşıkun çekdügi alamını mudhak bilmez halkı her gice felek sufresine da'vet ider 'arz ider encüm ile mahı tuz etmek bilmez harı hicranda niçe bülbüli nalan eyler tazedür ol güli nevreste sevilmek bilmez görür ayinei kalbinde nigarı nakşın kendüden 'aşık olan yarını münfek bilmez paymal itdi bizi ellere el virdi nigar vasfı dest ü kef ü engüştini dirsek bilmez kadrini bilmeze yar oldı beladur dilber bir bela bu biz anun kadrini bilsek bilmez bilmez ol yar didüm şi'r yalan oldugını ey ziya'i işidenler didi gerçek bilmez ben gubara nazar ol yarı dilaramum itmez kabrüm üstine kadem basmaga ikdam itmez meskeni kuyı nigar olmayıcak miskinün gönlümüz bagı iremde dahı aram itmez lebi dilber ki bizi mesti müdam itmişdür rindi meyhvareye çok böyle mey ü cam itmez böyle rüsvayı cihan olduguma ta'n itmen ihtiyar ile kişi kendüyi bednam itmez diyemez şi'ri ziya'i gibi her bir şa'ir lacerem ruhı kudüs herkese ilham itmez gedayı kambin ü kamran ü kamyabuz biz edani kısmına meyl itmezüz 'alicenabuz biz kıyas itme bizi her ahmak u nacins ü nadana karadag gibi sultanum bugün hazır cevabuz biz hevayı 'aşkun ile 'akıbet baş terkin itmekdür bizüm maksudumuz deryayı gamda bir hababuz biz bizi her dem erazil paymal itmekdedür zira ayakda kalmış edna alçaga düşmiş türabuz biz ziya'i nesne bilmez dir işitdüm ba'zı cahiller açılmaz degme bir nadana bir müşkil kitabuz biz sin şerbeti lalüni sun hastene ey afeti nas oldı çün hattı lebün fihi şifaün li'nnas 'ömrümün hasılı sensin benüm ey ruhı revan kametüm mezra'ı 'alemde gamun eyledi das kavli şarih ile şerh olabilür şerhalarum ne kazayayı kazayı dil olur kaysa kıyas küştei tigi gamem matemümi tutdı nigar ne belayı siyeh oldı bana ol kara libas dehenün sırrını keşf itdi ziya'i amma kanı bir hurde bilür raz duyar razşinas fikri ruhsarum dili şeydaya olmış mün'akis fi'lmesel hurşiddürür deryaya olmış mün'akis hamrını lalünden almış galiba ruzı ezel la'li gülrengün meyi hamraya olmış mün'akis hüsni bihemta görüp karşunda hayran olma kim tal'atun ayinei garraya olmış mün'akis sengi haradan çıkan narı cibilli sanmanuz suzı ferhadun ezel haraya olmış mün'akis 'aşkumuz faş oldı dehre her güneş söyler yürür ey ziya'i şevkümüz dünyaya olmış mün'akis külalendür gülistanı ruhunda cilveger tavus bulınmaz gülşeni firdevs içinde böyle ter tavus saçun vasfını tavusi mürekkeblerle zeyn itdüm sanur anı görenler bir mu'anber mu'teber tavus güli rengin ile her şahı gül gülzarı 'alemde ziyadan cilve eyler sanasın cevlan ider tavus gülistanda salınsa ol melek zerrin kaba ile görenler dir ki cennet bustanında gezer tavus ziya'i bagı nazmun bir müzeyyen gülsitandur kim kenarında anun her kafiye bir cilveger tavus niçe 'ankalar şikar olurdı manendi mekes düzseler haşakı kuyı dilrübadan bir kafes salınur durmaz dili çalar figan eyler müdam var ise camı meyi 'aşkunla kanzildür ceres çok bu denlü zulmi bihadd bunca derdi bikıyas padişahumdan huda bilür degüldi mültemes hep seri agyar içündür itlerünle da'vamuz tigi 'adlünle şeha lutf eyle ol da'vayı kes gel ziya'iden şikayet kılalum dildarına bizi uyutmaz anun ah u figanı bir nefes 'aceb midür yüzün gördükde itse her geda meclis bilürsin mevsimi gülde olur ey şeh reva meclis yine rahm eyleyüp şem'i ruhun gösterdün ey mehru şebi firkatde anun çün olupdur pürziya meclis ney ü kanunı inler mesti feryad u figan eyler gamı hicri nigara benzer olmış mübtela meclis melek saki şafak mey nukl encüm mahı nev sagar güneş şem'i safa kavsi kuzah çeng ü sema meclis gelelden meclise ol yüzi ka'be lebleri zemzem ziya'i merve hakkıyçün olupdur pürsafa meclis mevsimi güldür döşendi meclisi sahbaya nas destine destar merhun olmada cama libas bezmi gülde yar ile agyar içer turmaz müdam zehri kahrı dehri nuş itsem n'ola ben tas tas ey cefacu muttasıl senden bana eksük degül derdi bihadd cevri bipayan cefayı bikıyas simtenler vaslın eyler hatırı şeyda rica bir geda devletlülerden akça eyler iltimas şevkin artursa dilün şi'ri ziya'i tan degül mushafı ruyundan itmiş anca yirde iktibas şin hakka ki bezmi bag güzel bezmgah imiş ey ehli 'işret ahiri amma ki ah imiş gam tekyesi ki erbabı menzili 'aşkdur şehri mahabbet içre ulu hangah imiş uzun gice belaları zülfün hayali hem bahtı siyeh dahı ne belayı siyah imiş gah mahallen içre rakibi seg ah ider amma ki nagmesi de makamı segah imiş girdi sipahı eşk ile şehri melamete derd ehline ziya'i meger padişah imiş hubı mergub idi bu 'alemi fanide güneş şevki mihrünle senün olmasa şuride güneş şevki artar yüzini dergehine sürse geda her seher kapuna yüz sürer ol ümmide güneş hanemüz ruşen ola hatırı hoşhal misal ger şebangeh gele ol mahsıfat gide güneş sayeperver boyı serv afetüme benzeyemez şiri şehrdür iki piri cihandide güneş ne yüzin gösterür ol meh ne gönül şevke gelür ne o mehparede ay var ne ziya'ide güneş dostlar rüsvay u bednam olsam itmen serzeniş itdi divane beni ol cilve ol naz ol reviş bagı hüsn içre nihali nahli balayı habib bagbanı lutfı yezdan ile bulmış perveriş hanei dilde heman erjeng nakşıdur hayal çini ebruyı nigar olmışdur elde muntekış olmaya bigane dirsen yad ide dilber seni asitanında var evvel aşinasıyla biliş hışm ider zülfün ziya'iye gazabdan küfr olur söyle ey 'aşıklarun kim sana n'itmiş n'eylemiş bu mürde cisme sanman bir niçe yirden kefen gelmiş fakire galiba devletlülerden pirehen gelmiş gönül geldikçe bimar oldı kuyunda bela bu kim mahallenden saba haste gidüp girü esen gelmiş cefasından kaçup dil girü lutf ümmidine geldi sorup ol bivefalar serveri didi kaçan gelmiş ziya'i turmayup bu fani dünyaya gelen gitdi 'aceb bu kim haber virüp dimez kimse giden gelmiş gamı ol taze dildarun dili gamnake sarmaşmış nihali tazesi engurı bagun take sarmaşmış vücudı haksare sarmaşan regler mahallende tamarlardur ki servün sayesinde hake sarmaşmış hayali vuslatun ruhumla sandum imtizac itmiş görüp pirahenün kim ol vücudı pake sarmaşmış bugün gurbetde gördüm aşinalar birbirin bulmış segi kuyun sanurdum 'aşıkı bipake sarmaşmış edaniye zaruretden ziya'i iltica eyler gariki bahrı gamdur buldugı haşake sarmaşmış çemende sarmaşık gördüm güli bustana sarmaşmış sanurdum kim züleyha yusufı ken'ana sarmaşmış sarılmış yusufun pirahenine hazreti ya'kub açılmış yasemen bergi güli handana sarmaşmış sarılmış camehvabı vuslat içre 'aşık u ma'şuk görenler dir ki tendür hasretiyle cana sarmaşmış gönül tıflı yapışmış rismanı kaküli yara görenler dir ki canbaz oglanı urgana sarmaşmış rica eyler dili sengini dilberden vefa 'aşık sanasın sarmaşıkdur dagda sengistana sarmaşmış esir olmış yitürmiş tıflı maksumın girü bulmış zeni dünya mahabbetle dili nadana sarmaşmış ziya'i ehli dünya sarmaşup kalmış bu dünyaya sanasın sarmaşıkdur kal'ai virana sarmaşmış bilmem ne ki sihr itdi bana ol yüzi mehveş çeşmümde sular zahir oldı sinede ateş 'aklum takınık yar vefasız rakiba çok bilmem n'ideyin n'eyleyeyin hal müşevveş yanında siyehrular o sengin dilün çok ey bülbüli dil gam yime bin kargaya bir taş dünyada beni yusufumun vaslına irgür ey sufi gel ol ahiretün çün bana kardaş insaf idelüm şimdi ziya'i gibi yokdur bir gamzede vü zar u dilfigar u belakeş hışmı çeşmün canumı ey yar bimar eylemiş başuma bu darı dünyayı benüm dar eylemiş tahtai tabutum üzre inledür dilber beni tahtai nerd üzre guya ben kulın zar eylemiş çar 'unsurdan yaradaldan tenüm canaferin 'aşkı cananda beni gayetde naçar eylemiş bizi gam öldürdi öldürmez diyü ol bivefa gerçi kim öldürmege evvelde ikrar eylemiş firkatün çok çekdi kim her bir güni bir yılcadur bu ziya'inün huda 'ömrini bisyar eylemiş sad gel beni zecr ile öldür kakülün darına as kıssai derdüm gibi bulınmasun beyne'lkısas tiri gamzen şöyle kılmışdur müşebbek sinemi seyr idenler sanur anı cismi cana bir kafes halkai bezmi şarab oldı mahabbet hatemi camı la'lindür ana yakutdan guya ki fass fikr iderdüm kim niçe biçem melamet camesin karşudan gördüm pürşevküm getürür bir makas ey ziya'i nurı yezdan oldugına ol sanem ehli imana kaş ile kirpigi yetmez mi nass lazım mı derdi 'aşkı sana eylemek luhus mir'atı dilde 'aksi ruhı yarı ter nusus 'uşşakı haste kodı muhabbet yüzükleri şol kehrübay çehreleridür meger fusus mir'atı dilde 'aksi ruhı yarı seyr kıl yog ise anda jengi riya var ise hulus adem bu mülki faniye itsün mi 'itimad çekmekdedür gumumı 'umumen 'ale'lhusus nazmı ziya'i gibi gerek şi'ri abdar ta beytine gelüp od urmaya lüsus dila ol yüri bahrı 'aşka gavvas lebi dilberdür anda gevheri has benem mansurı meydanı mahabbet heman cana saçun zencirine as cemadatı gamun tahrik iderdi 'aceb mi sufiler olursa rakkas biçerken camei 'aşkı rakibe bugün hayyat elinde sındı mikras halas olmaga kizbi müdde'iden ziya'i okuruz sıdk ile ihlas had layıkı vasl olmadur bu eşki didemden garaz bir safa sürmekdür ahir şimdiki demden garaz can virüp canana derdüm 'akıbet vasl olmadur 'alem itmekdür heman bu iki 'alemden garaz camı cem efsanedür kim rindler söyler yürür la'li nabun camdan sensin begüm cemden garaz böyledür iz'anumuz zevk ü elem efsanedür vasl u hicranundur ancak sur u matemden garaz vuslatundur anlaram firdevsi 'aladan murad var ise narı firakundur cehennemden garaz ka'beden kıblem senün didarı pakündür murad gabgabun çahıdur ey meh çahı zemzemden garaz ey ziya'i halüm i'lam itmedür dergahına gice gündüz böyle feryad ile nalemden garaz firkatda la'li dilberi anmak melali mahz anun dehanı busesin almak muhali mahz teşnedilüz harareti hicrünle yanmışuz unutma bizi ey lebi la'li zülali mahz gisularun dile katı zulm ider dirig boynunda ol degül 'ömrüm illa vebali mahz bu sa'di gör ki nuş idicek camı hüsreva şöyle hasen direm sözi olur kemali mahz halin ziya'inün ne sorarsın ki ol garib ey mumiyan gamunla olupdur hayali mahz diriga derdi 'aşk irdi irişdi canuma emraz yanumdan gitdi yaranum ehibbam eyledi i'raz şu derde mübtelayem kim etibba idemez derman ecel gibi güzel sıhhat müyesser eyle ey feyyaz 'aceb mu'tad imiş gönlüm belayı 'aşkı çekmede zebun olurdı gerduna eger yüklense bu araz görüp tigi cefanı nefret itmez kimse kapundan meger cana yolunda canı kurban itmedür agraz ziya'inün efendi boynın ur şevkin ziyad eyle ziyası şem'ün artukdur kesince boynını mikraz ta 'arızunda degül ol hattı perişan galat hiç olur mı ki ola ayeti kur'an galat şerbeti arzuyı la'lüni dil sundı bana meye göndermiş idüm eylemiş oglan galat vasl ile firkati fark itmiş işitdüm agyar bilsem aya ki neden eyledi nadan galat kamran itdi edaniyi e'aliyi hempay muttasıl itmededür tarum devran galat ey ziya'i şehi nazmem sühanum togrusı rast korkum oldur ki ide katibi divan galat var ise çehrende tan mı hal ü hatt yaraşur mushafda i'rab ü nukat 'arızun seyr itmek ister mürgı can su kenarın arzu itmez mi batt hayra kalmışdur umurı 'aşkda her kimün oldı muradı ol vasat anladugum bu ki rahı dilbere başını galtan iden itmez galat ey ziya'i başumuz beş vaktde nil ü ceyhun u fırat u dicle şatt hanei kalbe o şeh saldı bisatı inbisat tayy olındı buriyayı zevk ü balini neşat vasfı ahı ateşinüm yazdılar sanman fişek göklere mektub uçurdılar ki kılsun ihtiyat tan mı sergerdan yürürse yollar üzre girdi bad böyle eyler haki payı yarda kalan ihtiyat mihr ü meh iki şafakdur tevseni çerhün meger şol licamı kehkeşanına kılmış irtibat ey ziya'i ol kıyamet yar ile haşr olmaga derd ü gam guya terazudur rehi 'aşkı sırat za belalu 'aşık itmez dime lutf ile vefadan haz tabibüm yohsa bimar olan itmez mi devadan haz nazar kıl hışm ile ra kaşlarun çat ey hilalebru gönül kesbi safa eyler ider canum bu radan haz n'ola gam kişverinde dil severse ger segi kuyun garib iklimi gurbetde ider çün aşinadan haz bana yir gösterür kaşanesinde bir hasir üzre anı bilmez mi zahid 'aşık itmez buriyadan haz yüzün göster ziya'iye görür çahı firakunda iderler zulmeti zindanda kalanlar ziyadan haz 'ayn gitdüm diyarı gurbete cananum elveda' düşdi sefer çü bendene sultanum elveda'aklum tagıldı 'ariyüm ey mah 'ardan bilmem ki n'oldum ey gözi mestanum elveda' bülbül gibi hezar figan eylesem gerek ben ey yanagı verdi gülistanum elveda' sünbülleründen ayru perişanı hatırum cem' olımadı ey saçı reyhanum elveda' la'li lebi habib görinmez ziya'iya kan aglasun bu didei giryanum elveda' olalı gönlüm gibi aşüftei dildar şem' subha dek göz yummaz olur taseher bidar şem' ger kafasından çekerlerse zebanun bir şerer suzı 'aşkun nüktesinden eylemez izhar şem' ben du'aguyın sögerse tan degül ol mahru dil uzadur kendüye can virene her bar şem' kaddünün bir dikmesidür servi gülzarı cihan bir çeragıdur senün ruhsarunun ey yar şem' ruşen eyler miydi bezmi mihri 'alemtabveş böyle pürşevk olmasa her şeb ziya'ivar şem' tab'um seraya ma'il ider ıztırari bag saki getür meyi kamu ıztırr gayrı bag didüm göreyin müjeni kaçma didi yar 'akil virür mi destine divanenün bıçag şevki ruhun yakar seri kuyunda canumı hayr itdi yakdı kuşei meclisde bir çerag yakdı memaliki gazeli suznak ile ruhum ezelde husreva uyarmış gibi ocag gören ziyayı mihri 'izarın ziya'iya eyler fürugı şemsi cihantabdan ferag bagı sinemde her dem ey güli bag sol ki ol gonca itmedi beni sag gülsitanı cemali cananun oldı dil mürgınun ayagına bag 'arızun üzre hal ü zülfünle saydı mürgı dil eyledün yüzün ag sakiya bizi şöyle mest itdün el dutuldı dutulmaz oldı ayag meclisi meyde mahı tabanum şevke geldi ziya'i gibi çerag bagı sıhhatde gezerken ferah u zevk ile sag yakdı tabı tebi hasret işidenlerden ırag hastedillerde egerçi niçe 'illet bulınur hiç layık degül amma ki yolından sapa sag var iken eşki revanum neme yarar cular hüsni dilber var iken bana ne kayd olsun bag bülbüli tab'uma cevlangeh olur bagı kemal aşiyan eylemez anda umarın zag u kelag yarı sadık arayup bulmaga çekdüm çok elem ey ziya'i aramakdan idelüm bari ferag fa kaşına karşu dizilmiş niçe müjgan saf saf karşı mihraba turur san ki müselman saf saf kırmızı gülleridürür bagı cudun yir yir sinem üstinde olan dagı firavan saf saf bagı ol servi hıraman güzer itmez mi görün intizar üzre turur servi gülistan saf saf ha sakın terki cefa eyle şikayet kılurın ruzı mahşerde kaçan kim turur insan saf saf gel ziya'iyi halas eyle beden kaydından çünki eksük degül ey şah du'ahvan saf saf yok mıdur şefkatün ey biinsaf bendenün eyle günahını mu'af gayrılar gördügi lutf u keremün görmedüm nısfını hakkü'linsaf umarın sana beni gamz ideni aşikar ide hafiyyü'leltaf görse ger tigi gamı cananı cebeli olur idi kullei kaf ey ziya'i gamı cananun ile fahrlar kıl uyar şa'ire laf kaf miyanuna yakışdı zer kemer hub oldı ortalık libası nazı geydün vir lebünden buse helvalık bugün cevrünle gönlüm yıkdun asla virmedün suret gamunla ey sanem dil hanesi eski kilisalık miyancı olmayınca bilini kuçdurmaz ol afet cihan aksine döndi şimdi ortalık temaşalık güzeller mübtelası derdi 'aşkun paymalıyem yaradaldan berü cismi za'ifüm hazreti halık ziya'iyi nazardan dur idüp agyara yar oldun umulmazdı benüm iki gözüm senden bu rüsvalık mülki nazm içre bana benzer bugün vassaf yok degme bir divanda elfazum gibi evsaf yok saydgahı deşti 'aşkun ben de bir sayyadıyam saydum olur lik bir ahuyı müşginnaf yok kanı kimdür bu cihan içre 'anka yok diyen ben de bir 'ankayem amma bana kuhı kaf yok fi'lhakika gevheri nayabum insaf eylesen bir zamandur şimdi amma kimsede insaf yok derd ile benzüm sararsa ey ziya'i gam degül ben zeri halisvücudem n'eyleyem sarraf yok halümi yaran sorarsa bicihet kaldum fakir şeşcihet viran muhassal hasılı evkaf yok sünbüli zülfi heva ile perişan bulıcak rahm idüp yar didi bu dahı miskin ancak ruzgar atdı gönül fülkini girdabı gama kurtarursa beni kurtarur efendi zevrak kafir agyarı helak itmege bir demde heman üstine peyki ecel gibi bıçakla varsak dilrübalar göricek gönlümi zülfünde esir didiler hay n'olaydı o esiri tutsak ey ziya'i su gibi taşdı gönül cuş itdi 'özri leng eylemeyüp yar ayagına aksak safha ruyum dude eşkümdür müjem aklamı 'aşk serde hattı sergüzeştümdür benüm erkamı 'aşk damı tesbihi riyaya biz mukayyed olmazuz ehli 'aşkuz zahida zülfi sanemdür damı 'aşk rahı 'aşkunda elif gibi olurdum müstakim kaddümi lam itmese ey serv eger alamı 'aşk dil kesildi 'ayşı dünyadan kaza kestirdi yol zahir oldı bu mu'ammadan bize bir namı 'aşk gerçi kim dirler şarab içmez ziya'i derdmend dostlar va'llahi mest itmişdür anı camı 'aşk gice pervane gibi şevkden aramum yok benüm eyyamum gibi dünyede eyyamum yok elüm irişmedi ol zülfe yüzin görmedüm ah kadre kadir degülem bir yana bayramum yok güli bagı n'ideyin sünbülini toplayayın bir boyı serv yüzi gül semen endamum yok giderin ahiret iklimine ya hu ya hu gönül eglencesi bir yarı dilaramum yok açmaga kalbi perişanı ziya'i geh geh bir saçı sünbüli ter 'arızı gülfamum yok divaneyem ahvali cihana nazarum yok mesti meyi engurem özümden haberüm yok benden olalı padişahı mülki gam oldum 'aşkunla ganiyem sanema sim ü zerüm yok şol tapdugum allah hakı deyri cihanda bir gönlümi egler sanemi simberüm yok cennet 'amelin işleyemem derd ü gamdan andan berü kim kuyı nigara güzerüm yok cennetdür anun kuyı ziya'i lebi kevser ol cennete uçmaga veli bal u perüm yok ey gönül 'arif isen iç yüri camı cemi 'aşk ki deger iki cihan zevkine bir 'alemi 'aşk felek üstinde melek emrine ram olmış idi olsa engüşti süleymanda eger hatemi 'aşk mihrüni görmediler çün ki sipihrün giceler geydiler zulmeti firkatde kalup matemi 'aşk çeşm ü hal ü dehenün fikri gönülden gitmez eksük olmadı derunumdan efendi gamı 'aşk bagı 'alemde hayali güli ruhsarun ile dembedem çeşmi ziya'i akıdur şebnemi 'aşk cebinine kodı uyurken ol meh nagehan barmak ben anı sandum engüşti nebi kim mahı kılmış şak görenler eyle sanur surei şems ü kalem yazduk o mahun ayasıyla barmagı vasfın kaçan yazduk 'aceb havzı müdevverdür kefi simini cananun ki teşne dillere karşu diler beş luleden akmak şafak hınnası hurşid ayası engüşt mahı nev elinde huşei pervinesidür ol mehün tırnak el elden üstün oldugın işitdi var ise hurşid sipihre agdı destünle beraber olmaga elhak yaraşur pençei simini gülzarı cemalinde gülistana virüpdür fi'lhakika revnak ziya'i sen gülistanı cemali yara bülbülsin kefi ak güldürür beş gonçedür yanında beş barmak gitdün yalunuz ey mehi tabanum elfirak tariki gamda kaldı dil ü canum elfirak dil mürdesine ol lebi 'isayı bulmaga çıksa sipihre yiridür efganum elfirak ben el yudum hayat suyından meded meded zulmetde kaldı çeşmei hayvanum elfirak ben künci gamda hastei dilbestenem senün bulınmadı bu derdüme dermanum elfirak bildüm ziya'i şimdi yanumdan çıkup giden ya 'ömrüm idi kalmadı ya canum elfirak gözüm yaşından özge elde 'alemde nükudum yok ne gam mal u menalüm yog ise bari hasudum yok ne aldum ben ne satdum nesnesin bu fani dünyanun bugün 'alem meta'ından ziyanum dahı sudum yok niyaz idüp yire urmam yüzüm babı erazilde ganii lemyezelden gayra 'alemde sücudum yok mukadder bir kaza gelse rızadan gayrı fikrüm yok cihanun nef'ine çokluk sürurum yok sürudum yok ziya'i ben kemal ü ma'rifet kafında 'ankayem anunçün cahilanı dehr öninde hiç vücudum yok kaf ey dil ü can gamı canan ile mihnetde olun ta'nı agyar ile zilletde meşakkatde olun sizi ısmarladum allaha didüm can u dil didi anlar dahı sıhhatde selametde olun göricek 'aşıkı kuyunda kilabı kuyun didi hıdmetde olalum didi 'izzetde olun rindler piri harabata diyince ya hu didi lutf ile heman devlet ü rif'atde olun vaslı cananeye ikdam idün ihmal itmen ya ziya'i gibi herbar mezelletde olun bugün ey mihri rahşan ol mehi tabanum andurdun gice ey mahı bedr ol afeti devranum andurdun cihan bagında senden umdugum bu mıdur ey bülbül perişanhatır itdün zülfi müşgefşanum andurdun gice meclisde bir hal itdün ey pervane bi'llahi yanup yakıldugum narı gamı hicranum andurdun gülistanda seher şol denlü feryad itdün ey bülbül ki ah u zar ile derd ü dili nalanum andurdun ziya'iye seherde ey saba bir nükte açdun kim derunum hun idüp ol goncai handanum andurdun egerçi hüsn içinde ol periruhsar olupdur beg n'olaydı olmasa yanında anun kimse bizden yeg ola kim ma 'il olup iltifat ide bu ben hake var ey badı saba gülşende ol servi revanı eg teni 'uryanuma celladı gam hile 'ikab itdi gögermiş taziyane yiridür cismümde sanman reg 'aduyı gussa vü gam kal'ai cana hücum itse gönül burcı bedenden çıgırur allah yegdür yeg kaşun çin eyleyüp hışm eyledün miskin ziya'iye yanundan gitmez ey ahu bakışlu hiç rakibi seg gönül derdine bakman şuhı derdefzayı seyr eylen cünunı kaysa bakman behçeti leylayı seyr eylen mahabbet şevkine ey müdde'iler eylemen inkar vukufı hal içün bir sureti zibayı seyr eylen hevayı 'aşkı yar ile sirişküm cuşa gelmişdür bu rihi sarsar ile mevc uran deryayı seyr eylen ezelden gönlüm ol yusuflikayı düşde görmişdür beni 'aşk ile sergerdan iden rü'yayı seyr eylen şebi vuslatda ol mahı temaşa itmek olmazsa hevanun i'tidalinde çıkun bedr ayı seyr eylen sular çaglar hevalar mu'tedil güller açılmışdur bahar eyyamıdur divaneler sahrayı seyr eylen ziya'inün derunı dagını görmek ne mümkindür beyabanı fenada lalei hamrayı seyr eylen yar agyardan olmadı diriga münfek anı ol segden ayırmaga ne kılsak n'itsek beglügüm varur kaba cem'ine mirem guya rumilinde bana sancak virilmiş hersek geymeden efseri zerrini mukaddem kuşanur naz ile camesin ol vahşi gazalum geyicek vezne gelmez şu'arayı şi'r bu nazma nisbet tobı ahumla çakışmaz dahı çatlarsa tüfek ey ziya'i bize rahm itmek elinden gelmez ne kadar vasfı kef ü sa'id ü destin dirsek zerün zerd oldı cismi hasretinden simsimanun teni bir yana sim ü zer gamından ehli dünyanun temevvüc sanma derya sinesin derdünle çak eyler kenar özler meger bir derdi var elbetde deryanun femün bir nüktei müşkildürür kim zerre anlatmaz benüm canum heman bir adı var ancak mu'ammanun lebün zülfeyn ü ruhsarunla hoş ziba yaraşmışdur şebi mehtabda gayetde hoşdur nuşı sahbanun sabavet 'aleminde itdügün halatı terk eyle saba bir tarına degme o zülfi 'anberefşanun ölürsem cevri canan ile taş dikmen mezarumda nişanum kalmasun kuyında ol birahm cananun ziya'i sen belagat mülkinün sultanısın şimdi bozılmaz lacerem haşre dek ayini divanun yiridür terki can itsem çü sen terki diyar itdün sıdun ahdi bizi gayetde şimdi dilfigar itdün beni ey laleruh camı meyi 'aşkunla mest itdün tenümde dagı hasretler kodun hoş yadigar itdün dutalum kim bilüm ya gibi bükdün ey kemanebru niçün ya ok gibi ta'cil ile benden firar itdün zamane hubınun 'ahdine hiç inanmasun kimse sıdun 'ahdi bana sen çünki böyle ey nigar itdün mahallen mesken olmışdı ziya'i derdmendüne efendi turmadun ikrara anı bikarar itdün meme degül mi 'arşı mu'alla likası mahmudun degül mi sidre kadi müntehası mahmudun benanı mahı nevi 'iddür hakikatde mehi münevvere benzer ayası mahmudun demadem akıdur oldı eşki huninüm boyandı kana kırmızı libası mahmudun cefa vü cevrini yıllarca çekdügüm bu kim gönülde vardur ümidi vefası mahmudun ziya'iya şehi mülki bela olur 'aşık olınca can u gönülden gedası mahmudun togrısı bu kim senün bir servi baladur kadün ya behişti hüsn içinde şahı tubadur kadün her pelide hemser olma ey boyı servi revan bir nihali tazesin gayet de 'aladur kadün hem letafet bustanında saçun reyhandur hem melahat gülşeninde servi ra'nadur kadün togruyam yolunda didüm hak bilür ey servkad didi barı derdüm ile şimdi dütadur kadün kahr ile çün kim elif kaddün keman itdi rakib ey ziya'i yiter ahun urmaga yadur kadün rakibi kafire niçün sen ey nurı huda geldün gelem sana rakibi anmayam dirdün anageldün meded kurtar gariki bahrı hicran olmadın çün kim gamun deryasınun gavvasına ey aşina geldün niçe gün hankahı şeyheynün irşadın beka kıldun anun çün meclisi 'uşşaka ey sufi fena geldün kudumun merve hakkıyçün hayatı cavidanumdur benüm ka'bem benüm kıblem benüm 'ömrüm safa geldün düta ol barı hicrüm çekmede ol yarı zalim dir dimek olsun ziya'i emri cananı dutageldün demadem gözleründen kanlu yaşlar dök elemler çek güzeller şahıdur yar ana layık dürr ü gevher çek gözün saki gözün yaşı şarabı la'ldür ey dil şehi iklimi hicransın bela bezminde sagar çek gönül var müntakim dergahına çok çok şikayet kıl ki agyar ile 'işretde sen ol dürlü belalar çek vefa umma o şehden haddi zatından cefacudur seversen sev gidersen git belalar çek cefalar çek ne lazım yolına can vir ne kasd it ey gözi cellad gönül maktuli hicründür ne hışm eyle ne hançer çek hatun gelsün görüp agyarı bigayret nüfur itsün güzeller mülkinün sultanısın adaya 'asker çek ziya'i rasti ol serve layık vasfa kudret yok yalan dirlerse şi'ri dilgüşaya aslı var gerçek esbi naz ey padişeh çabüksemendündür senün elde zülfi canfigen ra'na kemendündür senün ey şekerleb içüren zehri mükerrer canuma ol nebatı hatt ile lalünde kandündür senün sa'idi siminünün vasfında şi'ri pürgüher ey peri gel gör ki ra'na bazubendündür senün bana zülf ü kaddi yarı anduran ey bustan sünbüli hoşbu ile servi bülendündür senün gönlini al canına kasd eyle kıl cevr ü cefa eyle n'eylersen ziya'i derdmendündür senün gayra çare kalmadı agyar ile gavga gerek sen güzeller padişahısın kulun rüsva gerek kendüzin pervane gibi narı kahra salmaga ehli şevk ey şem'i can 'aşkunda biperva gerek kahrı dünyayı feramuş eyleyüp 'ayş itmege mey gerek meclis gerek mahbubı müstesna gerek baş giderse gitmeye sevdayı 'aşkun başdan lacerem her ademün başında bir sevda gerek suda od gizlenmez amma ey ziya'i lacerem abdar elfazda muhrikçe bir ma'na gerek böyle mestane bakış vahşice ahuda gerek böyle 'işveyle reviş kebk ile tihuda gerek sünbüli zülf ü güli 'arızuna meyl iderüz bagı hüsn içre begüm o da gerek bu da gerek ne ise ahı dili itmege teskin biraz mey gerek bag gerek vahşice ahu da gerek şol gubaruz ki lebi dilbere hayranuz biz ol lebi la'li şeker ol teni palude gerek vaslun isterse ziya'i sakın alınma begüm çünki divanelerün sözleri bihude gerek cefalar itmesün dildara söylen igen zulm itmesün hünkara söylen niçe bir pareye atsun bizi yar terahhum eylesün bir pare söylen bu sinem zahmınun zahmetlerinden ne denlü zahmet ise yara söylen ne bilsün böyle hayran oldugum yar gamum bir vakıfı esrara söylen cünunumdan su'al itmen bana hiç varun ol gözleri sehhara söylen yakasın yırtup eylen 'aybın izhar açılmasun güli gülzara söylen şarabı la'linün keyfiyyetinden ziya'i gibi bir meyhvara söylen 'ayş içün zevk ehline bir gülşeni hurrem gerek gönderün bagı behişti görmege adem gerek mesti 'aşk olmak gerekdür talibi didar olan bezmi cemşid itmege 'alemde camı cem gerek müdde'iler dir ki hemm ü gam gerek 'uşşakda her ne dirlerse disünler gam degüldür hem gerek subhdem gülzarı kuyunda beni aglatdı yar bilmezem kim ol güli bagı behişte nem gerek dergehünde hiç olımazsa şeha derd ehline macerayı eşki çeşmin dimege bir dem gerek zülfün ile leblerün evsafını divanuma hattı reyhan u hatı yakut ile yazsam gerek beklemez kimse ziya'i gibi kuyı dilberi kıymeti kuyı cinanı bilmege adem gerek naz uyhusına var idi dün meyli nigarun gözi henüz açılmadı uyhudan uyarun çiyner dilin inanman ana dilde kemik yok agyarı seg emdüm dirse dilini yarun mahsulini taksim ide ger gülşenün eşcar payına heman ab düşer serv ü çenarun can bülbüli gülgeşt iderek bagı cemalin açıldugını göremedi zülfi nigarun bahrı gamuna ol ki ziya'i gibi düşmez bilmez bilürin kıymetin ey yar kenarun iftiharumdur beni bu resme rüsva kıldugun iştiharumdur cihanda böyle şeyda kıldugun ey kaşı mihrab işigi kıble her şam u seher istemem agyar ile seyri musalla kıldugun kaçma ey vahşi gazalum budur ol miskin kulun valih ü şuride vü aşüfte şeyda kıldugun gördügün divanei zenciri zülfündür senün kaysı sahrayı mahabbetdür temaşa kıldugun ey ziya'i şevkidür bir şem'i bezmaranun ol subha dek pervaneasa yandugun yakıldugun işigin gözedirken dilrübanun dila bir gün çıkar elbetde canun ümidüm var analar yara derdüm düşersem yadına bir aşinanun vefa yüzini görmezsem gamum yok yüzin tek göreyin ol bivefanun cinanı kuyı yara nisbet itme be hey zahid kusurı var cinanun ziya'i aşınur anca kalemler yazınca vasfı engüştin ben anun bir tokuz gözli kemerdür nehri eşkümde felek korkulukdur kehkeşan u şu'lei haver direk şehr halkı birbirine gösterür barmagıla sen hilal itdün beni derdünle benzer ey melek zahida çün yüz çevirdün sübhai sad daneden bu riyadan yeg degül miydi feragat eylemek ol mehün kaşı hayalinden çü hazz eyler gönül şekli mahı nev seri etfale baglanmak gerek ey ziya'i şahı huban oldugına ol sanem zülfi dall ü hüsni şahiddür ne hacet söylemek çahı yusufdur ey sanem zekanun hem süleyman mühridür dehenün boynuma almışam senün tigün kanını dökmeye bela çekenün 'akıbet çünki var ümid i vefa kim ola çekmeye cefanı senün vir meta'ı vücudunı evvel ger muhibbi isen o simtenün yıkar ol şeh ziya'iya ahir tobı cevr ile kal'ai bedenün kulı olalı şahı hubanun şahı oldum diyarı hicranun 'aynına almayan senün elemün itmedi 'alemin bu dünyanun bagı 'alemde benzemez boyuna rasti kaddi servi balanun karanu gönlümüzde fikri hatun bir mu'ammasıdur şebistanun bu güzellikle ey büti tersa yara söz söyle var ise canun bana zilletde bakma kim ey şah mur olur hemdemi süleymanun suzı sinen ziya'i ahiri kar korkarın kim yaka giribanun rahı 'aşk içre ol ey 'aşıkı şeyda müdrik seferi bahrı mahabbet mi degüldür mühlik umaram vuslatunı lik yok imkanı vusul didüm ol afeti can didi te'emmül tüdrik firkatünden eger ey servüm olursa azad 'ömri oldukça dil olmaz rehi 'aşka salik yusufı mısrı melahatsin eya canı 'aziz itsen olurdı beni genci visale malik can nisar eyle ziya'i yüri rahı yara gel kerem eyle ganilerle olma mümsik müstef'ilatün müstef'ilatün oldun rakibün pendiyle münfek haza firakun beyni ve beynek eller ayagun tozı olurlar ol sa'idün biz vasfını dirsek güftara gelse olmaz mı la'lün mümkin degül mi sudan tuz itmek kasrı visale irmek dilersen sahrayı gamda var çok bela çek pendi selefdür dinle ziya'i ca'iz degüldür hercayi sevmek me saba cihanı mu'attar kıl ol külaleye deg yahud vefa tarafına sanevber kaddin ek eger ki can hazer eylerse mekri düşmenden beden hisarına çıksun çagırsun allah yek didüm ki şa'iri koyup rakibe yar oldun ol ahu didi ki gerçek yalancıdan it yeg hayali kakülin ile şebi firakunda sarıldı cismüme maranı gam degüldür reg ziya'i gibi seherde rakib ah itmez 'aceb degül ki uyurmış seherde dirler seg lam servlerdür cabeca bu şerhai sinem degül taze güller yir yir açılmış bu dagı gam degül seyli eşki 'aşıkı akıtma ey sultanı 'aşk çok ziyan eyler binayı hüsn igen muhkem degül kim ki tercih itmeye cennetden ey şeh kuyunı i'tikadum bu ki bu 'alemde ol adem degül asumanı hüsne sen hurşidi 'alemtabsın zerreye benzetmek ey gonçe dehanun kem degül iki 'alem gussasın çekme ziya'i farig ol ger gamı canan olursa hatırunda gam degül dil görüp ruhsarun eyler arzuyı hatt u hal san gülistan okuyup başlar şebistanı hayal arzuyı can u dilsin ey dili gülzarı hüsn hasılı 'ömrümsin ey nevbavei bagı cemal harf okurken hvacei gamdan bu canı suhte geldi ey maksudı dil dersinde babı infi'al mektebi gamda meger bir tıflı kabildür rebab kıssai ders okudup eyler muganni guşmal derdi hicrünle ziya'iyi za'if itmek neden sen anı 'aşık hayal itmekle itmişsin hayal bilüm bükdi gamun pir eyledi hey nevcevanum gel hıramun birle hurrem kıl benüm servi revanum gel senün derdünden öldüm hey meded ey canı müştakan yetiş can var iken cismümde hey ruhı revanum gel yine tatarı gam tarac idüp yıkdı gönül şehrin harab olmaga yüz tutdı meded şahı cihanum gel firakı takı ebru takatüm tak itdi va'llahi gamunla kıl gibi kıldun beni hey mumiyanum gel n'olaydı bir gice meclisde germ olup o mehtal'at dise mihri nihan idüp ziya'i natüvanum gel gönlüm itdi zülali yar hayal arzu itdi haste hatırı bal kuşei gamda farigü'lbalem bulmadum kandi la'lüni çü mecal ben perişanhali sultanum kakülün gibi eyleme pamal bilmezem kim ne çare n'eyleyeyin mekr ider saçlarun lebün bana al güzer itmez mezarı mecnuna leylinün paypendidür halhal ey ziya'i kemale sa'y eyle ki gerek erde ya kemal ya mal ma'ili mal olurdı ehli hıred olmaz amma ki mal gibi kemal 'aşık olmışdur kulakdan yara düşmişdür gönül bir kulagı küpelü dildara düşmişdür gönül bir belaya ugramış bir derde düşmiş derdmend kullarına zulmi çok hünkara düşmişdür gönül eski derdüm tazelendi taze dilber mi sever bilmezin n'oldı neden avare düşmişdür gönül bir vefa umardum eyler yar bin dürlü cefa cevri bihadd dilberi mekkara düşmişdür gönül tig ile bin pare eylerse ziya'i bendesin gayrına meyl itmez ol gaddare düşmişdür gönül la'lin aldum agzuma var gerçi hicre ihtimal çıkmayan candan ümidin kesmez amma ehli hal kaddin anup gülşeni 'alemde dir dil bülbüli ya haliyye'lbal kad belbelet bi'lbali bal mülketi gamda ne tedbir eylesün canı za'if çeşm mesti fitne kaşı mekr ider ruhsarı al ya unutmış tali'üm yahud yitirmişdür beni ey melekler andurun allah içün şum oldı hal ey ziya'i gerçi evvelde hüner makbul imiş şimdi bir demdür kişiyi paymal eyler kemal yanılup öykünmese ruhsarei dildara gül hacletinden eylemezdi cismini sad pare gül yara 'arz itmek dilerdüm kanlu yaşum kıssasın tuhfe diyü gönderem dirdüm vefasız yara gül sanma şebnemdür görinen hasretinden haddinün aglayugelmişdürür ey laleruh gülzara gül 'arızun göster didüm ey bivefa naz eyleme handeler kılup didi n'eyler 'aceb bimara gül namurad ol ey ziya'i bermurad olsun rakib virülür agyara yar u mara genc u hara gül sureta yusufdur ol gül lik ken'ani degül padişahı mülki candur mısr sultanı degül dişleri dürri semin amma 'adenden çıkmamış can deger la'li lebi illa bedahşani degül vahşi ahudur hoten sahralarından gelmemiş bir şekerdür lebleri kim mısr anun kanı degül bir nigarı laleruhdur mülketi rum içre bu benleri hindi degül zülfi karamani degül pisteri gamda ziya'i bir ölümlü hastedür şerbeti la'lün dirig itme beşer cani degül cefa bihadd vefa hergiz hayali dilrüba müşkil dirilmek derdi dilberle degül midür bana müşkil koyup gitmek bela cevrini çekmek derdi biderman firakı bir yana düşvar u cevri bir yana müşkil o meh gün yüzini yıllarca göstermez nedür bu derd vefasız yarı sevmek gibi var mı bir bela müşkil nedür ol seyri didar u temaşayı ruhı dildar olurdı her kişi 'aşık sonı ger olmasa müşkil ziya'i yar ile agyar nihani 'ayş u 'işretde degül mi ayrılık derdi bana vahasreta müşkil ben ölince olurın sana efendi ma'il zecri hicrünle gerekse beni sen bir mu kıl sa'y idüp ka'bei kuyunda safalar sürmek şimdi olmazsakıblem gelecek yıl kabil hali ruhsarunı örter sanema zülfi siyah oldı tan yıldızına kara bulutlar ha'il gönli var mı sana meyl itmege zühhadun zülfi 'ayyarunı gönder ki getürsin bir dil mezra'ı dilde rica tohmını tahsil idemem kendüm ancak bu kadar ekilmişem ve'lhasıl gonce tıflına meger göz degirüpdür nergis togru başın tutamaz hali begayet müşkil firkatin gerçi ziya'iyi za'if itdi veli canını kılca koyan fikri miyanundur bil me saçunla eyleyemez dilbera cedel sünbül gamunla perişandurur ezel sünbül saçunla olmasa hemser begüm niçe müddet bu reng ü buyı bulur mıydı mahasal sünbül yüzünde zülfün efendi igen güzel yaraşur egerçi ateşe karşu bulur halel sünbül dila ko seyri gülistanı çün yeter yarun yanagı abı revan zülfi bibedel sünbül degül mi nazmı ziya'i efendi bagı latif bitürdi ziynet içün cabeca güzel sünbül minnet allaha ki kıldum şahı hüsne 'arzı hal gitdi eyyamı firak irişdi eyyamı visal itmiş iken bana sensiz gülşeni narı cahim ey halilüm gülşen itdi narı hicri zü'lcelal şevkün elden komadum irince burcı devlete olmış iken asumanı gussada kaddüm hilal paymal itmişdi gam ayakda kalmışdum veli destgir oldun bana ey hüsrevi mülki cemal ey ziya'i togrusı kurtarmasa ol servkadd kılmış idüm barı derd altında kaddüm ana dal yalvarup düşme dila ayagına nite ki seyl serv serkeşdür igen eylemez üftadeye meyl varıcak kuyuna dendanı segün damende eylesem 'azmi gülistan ilişür harına zeyl şimdi ümmidi visalün var efendi dilde duzahı hicrüne tekrar düşer isem vaveyl lebi renginüne öykündügi içün mahza renkler virdi 'akiki yemene necmi süheyl dili pürşevki ziya'i şebi hicranunda sanki şebtabdur şevke gelür çün ire leyl şimdi yanumdan gidüp agyara yar olmazdı dil tolasam nazun miyanuna mukaddem ben de kol yüz bulup ruhsarına öykünmek istersin yine ey güli ter yar elinde olımazsın sag sol didei canana çün öykünmedi ey bagban sana kim dir gülşen içre nergisi birah yol kimse bazarı mahabbetde ziyan itmiş degül ger muradun can virüp derd almag ise 'aşık ol ruhı sanidür ziya'iye şarabı erguvan gönlümüz şevk ile tolsun sen de ey peymane tol müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün ey aşinayı can u dil ben bendeni yad eyle gel virane gönlüm hanesin lutfunla abad eyle gel gönlüm ihata kıldı gam yaşum akıtma dembedem ey servi bustanı irem derdünden azad eyle gel bir servkaddazadesin bu dergehün üftadesin her dem niçün agladasın ey handeru şad eyle gel yaşum suladı gülşeni ahum eritdi aheni zulm itdi acıtdı beni gamlar şeha dad eyle gel gam 'askeriyle nagehan toldı ziya'i mülki can şimdi zamanıdur heman ol şaha feryad eyle gel sen bezerdün bezmümüz ey şem'i bezmara ezel şimdi bizden bilmezin niçün bezersin bezme gel goncadur peykanı tirün bagı dilde cabeca servi sahnı sinemüzdür darbı tigün fi'lmesel ol hilalebru işitdi böyle şeyda oldugum derd ile cismüm hayal itdi ki men yesma' yuhil canum aldı cebr ile la'linden amma rahm idüp buse virürse bedel ol bibedel ni'me'lbedel şevke gelsün okıyan bezmi şarabı nabda vasfı la'linde ziya'i yazdı bir rengin mekr ider zülfün meger ey dilberi yusufcemal ehli şevke renk ider la'li ruhı renginün al saki meşşata meyi gülgundur gülgunesi sana bir reng olmasun meclisde ey sahibcemal barı hicrün şöyle kılmış tevseni çerhi nahif üstühvanı sinesidür görinen sanma hilal dost uymış düşmene düşmen hayal itmiş beni dostlar bu hal ile dilberini eyler hayal bendeyem ben de ziya'i gerçi şahı 'aşka lik maliki mülki kemalem kamili sadrı kemal bülbül yanup yakılmaga gülşende ey halil saru gül oldı şem' meger goncalar fetil bag içre nergise yaraşur benefşeler gök destmal ile silinür didei 'alil ey mısrı hüsni yusuf ruzı hisabda mizanı yad kıl yaşumı itme nil gönlüm çü bazpare kılursın sakın hele gisuna paresi tokınur ey şehi cemil ben şol ziya'iyem ki bela zulmetindeyem zar u garib ü bikes ü biçare vü zelil meclisi bagda zerrin kadehe bakma gönül meyi şebnemle tolu bülbüledür goncai gül germ olup 'arızı cananuma öykünmişsin şafak üstüne yüridi tutul ey mah tutul hale sanma güneş ey mah olıcak div anun takdı celladı felek gerdenine halkai gul ne aceb devr ider elden ele düşdi sagar ragbeti kalmayup ayakda kalur cür'ai mül aglasun inlesün ey mah ziya'i her dem ne ziyan ide güle ah u figanı bülbül lebüne benzedügiyçün meyi al eli üzre tutar anı meyyal la'li şirinüne hayran ancak özledi anun içün hatırı bal nakdi can ister ise la'lün eger ben ana can virürin nakdini al simi eşk ü zeri çehrem var iken mal ile her tarafum malamal 'aşık oldur ki ziya'i ola ol haki rahı şehi iklimi cemal me yabana söylemege başladı yine bülbül meger ki mest ider anı şarabı jalei gül gönülde çeşm ü 'izar u külale fikri heman konuldı şişede san nergis ü gül ü sünbül çogalsa memleketi islamda fitne tagıldı safhai ruhsarı yara çün kakül reva mı kanumuzı kana kana nuş idesin şarabı içme hususa ki diye fahrı resul dili ziya'i ki meddahı hali ruyundur çemende kumrıdur agzında danei fülfül mim seherde çak idem gül gibi şevkümden giribanum gelürse seyri gülzara nigarı pakdamanum dili pürhun açılsun goncaveş reftarunı görsün seher tarfı gülistana salın servi hıramanum niçün gelmez senün gülzarı kuyun seyrine bir gün dikenler mi batar payı güle ey verdi handanum eger kim can virürsem hasreti balayı dilberle sanevber sayesinde defn olınsun cismi bicanum ziya'i tişei gamla sıyam ferhadveş başum er ol baş yar diyü şirineda eylerse cananum demi ahirde sanman menzilüm ziri türab itdüm günahum çoklugından yirlere girdüm hicab itdüm diriga kıymeti 'ömri 'azizi bilmedüm gitdüm ne kesbi ma'rifet kıldum ne hayrına sevab itdüm 'izarı i'tizarı yarı cayı ilticaya hiç komadum ben cenabı ehli hakdan ictinab itdüm koşuldum her harı layefheme nekbet gibi hayfa muradum menziline irmedüm çok ıztırab itdüm ne dünyadan murad aldum ne oldum talibi 'ukba ziya'i gibi dünyamı vü 'ukbamı harab itdüm gice yadı lebünle eşki çeşmüm erguvan itdüm seher gülruhlarun gördüm hezar ah u figan itdüm beni ey ehli dil anlan mezarum taşıdur sanman ben ol sengin dilün derdinden öldüm bir nişan itdüm görüp la'li hayatefzayı cananı hicabumdan hemen n'itdümse itdüm canı cismümde nihan itdüm dutalum sevdügüm çün cevr ide ol mahı hercayi bana zulm eyleme sen ey felek bari sana n'itdüm ziya'i gibi 'ömrüm nakdini harc eyledüm bir bir ticaret bilmedüm ahir tasavvurdan ziyan itdüm gice ol meh gele diyü oyalanıgördüm durmadı 'ahdine ahir o yalanı gördüm sinem evvel hedefi tiri bela kılmış idi vazgeldi bu kez ol kaşı kemanı gördüm gerçi çok dilberi ra'nalar işitdüm amma 'alem içinde heman hüsn ile anı gördüm zerrece 'aşıkına merhameti şefkati yok bagı 'alemde ben ol goncadehanı gördüm seyr iden nazmı bedi'üm ne beyan eyledügin ey ziya'i ko disün ben de me'ani gördüm bulmaga kapunda efendi meram idemedüm ah tamam ihtimam vuslatun ardınca irişür firak olmadı bu derdüme da'im devam olmasa hemreng zülali lebün gamzedeler içmez idi mey müdam didi kıyam idüp o servi sehi kasd iderin canuna bir gün kıyam karı ziya'i kulunun da'ima sana du'a eylemedür ve'sselam gamı hicrünle her dem zehri katildür benüm nuşum bela vü derd ü hasretdür hayalünle hemaguşum cihanda ey periruhsar o hüsni 'alemaranı 'aceb divanelikdür gördügümce mahv olur huşum n'olaydı mesti camı bezmi nar oldukda sultanum dise n'eyler meyi 'aşkumla mest olan o medhuşum ben ol deryayı 'irfanem ki nazmum dürr ü gevherdür hevayı 'aşk ile ancak olur cana benüm cuşum ziya'inün sorarsan zulmeti hicründe ahvalin senün sevdana düşmişdür benüm yarı siyehpuşum mektebi gamda elif ögredicek üstadum yaduma geldi beladur o boyı şimşadum ah kim razı nihanum duyılur nalemden bana yirden göge dek zulm ideyor feryadum reng ü al ile demadem benüm ol kanum içer lebi la'lünden efendi alabilsem dadum altmış busene yitmişdür işitdüm agyar bin bela bu ki benüm seksene çıkdı adum ben ziya'i gibi mülki 'ademe 'azm itdüm zada'llahu te'ala gam olupdur zadum esiri kaydı 'aşkam mahbesi hicrana mahbusem ne 'ırzun mübtelası ne esiri namı namusem dili camı mahabbet gıll u gışşdan pak kılmışdur behakkı hazreti razık ne zerrakem ne salusem vücudum mahv ider ahir hevayı 'aşk u narı gam anunçün dürlü feryad itmede manendi kaknusem hasudı layesudun bana bugzı bir zarar kılmaz muradumdan ümidüm kesmişem bir merdi me'yusem ziya'iyem benüm nazmı bedi'üm şevke ba'isdür muhibbi biriyayem derdi bidermana me'nusem iştiyakun bihara benzetdüm vaslun ahir kenara benzetdüm ruhı gülgunun ey güli handan ben baharı enara benzetdüm 'aşıkun kim sirişki didesi yok suyı yok çeşmesara benzetdüm servkadler seven fakiri heman eli yufka çenara benzetdüm ey ziya'i selaseti şi'rün tiz akar cuybara benzetdüm vücudumdan usandum dehri faniden güzer kıldum 'adem iklimi dirler bir 'aceb mülke sefer kıldum ben ol üstadı nerradem ki pullar dagı sinemdür beni nerdi belada zar iden mahı kamer kıldum kenarı cuybara cem' olan zenbura benzetdüm kenarı 'arızunda halüne çünki nazar kıldum elek asdı benüm fikri dakiküm haleden maha gice bahsi ruhunda görsen anunla neler kıldum ziya'i gibi kuyun ka'besini kıblegah itsem namazumda bu fikri ben niçe şam u seher kıldum eyledi 'aşkun beni sahrayı hayretde mukim bir yanı bagı ümid bir yanı hem deryayı bim didi va'iz koynuna girmek günah inanmaduk hoş günaha girmişüz estagfuru'llahü'l'azim 'ömrümüz nakdin ümidi vasluna sarf eyledük bir kerem gelmezse senden n'idelüm allah kerim diyesin ümmidi vasl eylerdi gitdi namurad öldügümde halümi yaran sorarsa ey nesim ey düri pakize ger kimdür ziya'i dir isen bagrı derdünle delinmiş gözi yaşlu bir yetim namede sana yazardum gam u derd ü keselüm tıfl eyyamı idügündür benüm amma ecelüm elifi kamet ü mimi fem ü lamı zülfün oldı ey la'li lebi sükkeri safi emelüm destgir ol bana gel ey sanemi sengindil ki taş altında kalupdur bu zaman iki elüm ney gibi inledügi döne döne dolabun 'aşkı canan ile bir derdi mi vardur görelüm ka'beye varup eger görmek ise nur murad yarı kuyında temaşa kıl ırak gitmeyelüm zülfi altında yüzi mushaf elifdür kaddi hakkı setr itmeyelüm togrusını söyleyelüm ey ziya'i saçına öyküne ger sünbüli bag sakın öykünme diyü ana piyazı basalum gülşeni 'alemde bir goncadehanum yok benüm muya döndüm gussadan bir mumiyanum yok benüm barı gam bükdi bilüm ahir beni pir eyledi eski derdüm tazeler bir nevcevanum yok benüm yar ile agyarı görmekden ben ölmiş gitmişem derdümi 'arz itmege canana canum yok benüm ben güzeller vuslatından binasibem taezel derdi dilden gayrı bir razı nihanum yok benüm ey ziya'i her sözün sükkerdür amma n'eyleyüm meyl ider bir tutii şirinzebanum yok benüm ey peri divanenem var ise ya mesti meyem kılurın zari vü nale bezmde bilmem neyem gamdan özge hemdemüm yok hergiz ey şem'i münir kime yanam yakılam ya kime derdüm söyleyem uslanur divaneler zencir ile ben ey peri terk idersem zülfünün zencirini divaneyem şahı 'aşk öninde hacletden yüzüm düşer yire ger koyup tacı melamet hırkai 'arı geyem ben deri dildara düşdüm derdüm amma bikıyas ey ziya'i her zaman bu derde bilmem n'eyleyem gülşeni kuyı nigar imiş bugün bagı irem çare yok ben bülbüle ta kim o gülzara irem barı hicranı nigarı çekmeseydi asuman kameti her demde anun böyle olur mıydı ham bagı 'alemde görüp ol servi şeyda olmasa didei nergisde olmazdı seher vaktinde nem kaddi yarı göreli gönlümde bir gam var idi 'arızunda gördüm üç ben bir iken on oldı gam ey ziya'i camı bezmi yara öykünmek diler meclisi gamda dolar hun ile çeşmüm dembedem kalmışam timarsız çün olmışam bimarı gam kalmışam naçar çünki olmışam efkarı gam cismümi hak ile yeksan eyledi badı firak abı didem olmasa yakardı anı narı gam 'aynuma gelmezdi mahmurı meyi 'aşk oldugum özge 'alemdür veli keyfiyyeti esrarı gam hoş tahammül eyler idüm barı 'aşkı çekmege ah eger yüklenmeseydi üstüme serbarı gam afitab olursa ayruk sevmeyem şehr oglanın şimdilik hercayi sevmekden ziya'i farigam benüm iki gözüm şarab alalum cigerüm paresi kebab alalum içelüm birer ikişer sagar 'ömrümüzden biraz hisab alalum yanmışuz hicrün ile teşnedilüz vuslatundan zülali nab alalum gel ki şirin kıssalar soralum lebleründen güzel cevab alalum nalemüz bezmi yara saz yeter yine ya rabbena rebab alalum ola kim açılaydı tali'ümüz ruhı cananeden nikab alalum malhulyayı vaslı dilberden gel ziya'i biz ıztırab alalum yar elüm tutmaz elinden çekdi canum çok elem gamzei canane canum dahı alursa ne gam yazmaga dilde miyanun nakşın eylerken hayal bagladı cana nitakun ol ümide kıl kalem şahı 'aşkam laciverdi çerh otagumdur benüm gam sipahumdur benüm yanumca ahumdur 'alem la'lünün divanesi olan libası n'eylesün camesin nakd eylesün şevk ile içsün camı cem nur inüp kabri ziya'iye ziya vireydi ger ol gözüm nurı ana ikdam idüp bassa kadem çok güzel var cihanda sultanum sana kurban olur veli canum seni tercih ider güzellerden bu benüm hatırı perişanum niçe bir bu cefa vü cevri bana zulmi ko gel esirge sultanum tana kalurdı karvankıran görse halik neler kılur canum zulmeti zulmden ziya'iyi gel halas eyle mahı tabanum me şu dem ki padişehi 'aşka ben vezir oldum virüldi mülki mihnet bana emir oldum büküldi barı gamı nevcevan ile kaddüm 'aceb degül mi cevanlık ya ben de pir oldum nedür bu cevr ü cefalar nedür bu derdi bela ne çare n'eyleyeyin kafire esir oldum rakibi kafire çün tigi ahumı çekerin başı yaragını görsün ki ben dilir oldum ziya'iya kaluban zulmeti şebi gamda meded ki muntazırı mahı binazir oldum seher vaktinde mahum gün yüzün gördüm tanakaldum fena olur vücudum diyü kapunda bakakaldum sanurdum vasla irdüm 'arzı hal idem diyü bir bir hayali dilrübaya sadece derdüm sayakaldum cihanda vaslı yara irmemiş kalmadı bir 'aşık yalunuz kuşei gamda heman ben mübtela kaldum bu dem bir ruze irdüm togrusı kaddüm düta kaldı ne ruze ruzei hicranı cananı dutakaldum saçup tohmı ümidi mezra'ı dünyaya bir kaç kez ziya'i hasılı kendüm yine derdi firak aldum ehli insaf acır aglar bizi insaf idelüm saderulardan ayırmaga kıyarsa ecelüm halün ey yar hayalüm saçun endişemdür kakülün fikri dırazum lebi la'lün emelüm gitdi yar irdi demi firkat esir itdi beni nazenin 'ömr gelüp geçdi irişdi ecelüm soralum div rakibe 'aceb el virmiş mi ol gözi haste girse ele nabzın tutalum 'alevi muhrikeda noktalar anun şereri vasfı hicranda ziya'i yanar oddur gazelüm bu zulmi görmedüm ben çok mehpareler gördüm dili 'uşşakı tigi hicrün ey meh yareler gördüm görüp sinemde zahmı tigi hicrün ey cefakarum didi cerrah böyle görmedüm çok yareler gördüm nazar kıldum sipihre dün gice ey mihri mehpeyker dizilmiş kuyuna seyran ider seyyareler gördüm meded bir dahı anman bana ferhad ile mecnunı yazılmış defteri 'uşşakda zenpareler gördüm ziya'i gibi hergiz görmedüm derd ehli hak bu kim egerçi ben dahı çok hasteler biçareler gördüm kanlar dökülür camı lebün şevkine her dem canlar virülür vaslına ey maksadı 'alem can gussa çeker cümle cihan vasılı canan dil derdini çekmekde sürer zevkini 'alem va'ız bana vasf itme cinanı ki cihanda kuyı gibi cennet mi olurmış be hey adem ol hüsni cemali göricek gönlümi virdüm canum da virürdüm anı ger bir dahı görsem seyr itmeyeli ol mehi bimihri ziya'i tariki şebi hicrde muhtacı ziyayem bana ikbal idelden derdi dilber hoşdur ahvalüm şehi mülki gamem hem devletüm vardur hem ikbalüm ben ol derd ehliyem 'alemde kim yokdur benüm hergiz ne vaslı yara ümmidüm ne can virmekde ihmalüm lebi dilber hayaliyle tenüm gamda gubar olsa buna hayranem anlar yok benüm keyfiyyeti halüm getürmen yanuma ferhad ile mecnunı lutf eylen bular sadrı mahabbetde degül emsalüm akranum cinanı kuyuna uçmak diler can mürgı bal açmış n'olaydı ey ziya'i bilse ol zalim benüm halüm künci gamda dimezem kimseye kat'a keselüm rahm idüp ta ki benüm dutmaya nakes elüm anduk aşnayı kelam içre seri agyarı kerem eyle sözümüz burada cana keselüm kuyı canana esen geldi nesimi ahum didi ki badı seherde burda bipak eselüm merhaba itmek içün ança du'alar kıldum şayed idem el uzunlugını şaha kes elüm ey ziya'i ne za'if itdi beni derdi firak künci gamda dimezem kimseye kat'a keselüm diriga kim giriftarı 'aduyı derdi hicranem cüdayem padişahumdan esiri kafiristanem ümidüm kesmezin kat'a visalinden o cananun kesildi gerçi tigi hicr ile bu cism bicanem virelden canumı canan yolına taze can buldum kul olaldan şehi 'aşka gam ikliminde sultanem bugün iklimi hicran içre kimse halüme bakmaz bu dem yaşum silen yarum kanı kim zar u giryanem ziya'i bengii esrarı 'aşkı dilberem amma müyesser olmadı helvayı vaslı buna hayranem ah kim bir kamerden ayrıldum ne kamer simberden ayrıldum gitdi sabr u dil ü dilaramum rahı gamda nelerden ayrıldum tan degüldür felekden aglar isem Jaleyem verdi terden ayrıldum subhdem hvabı gaflet aldı beni seher irdi seherden ayrıldum eşki çeşmüm gibi ben üftade ey ziya'i nazardan ayrıldum çıkdum 'adem ilinden mülki vücuda irdüm derbendi 'aklı geçdüm şehri cünuna girdüm canandan ayru cana ten ma'il idi ölüp dirilüp ahir candan anı ayırdum busı dehanı yarı alınca çıkdı canum hayfa ki can meta'ın ben yok bahaya virdüm va'ız didi günehdür koynına girme yarun hiç tutmadum sözini nageh günaha girdüm olmışdur ey ziya'i gam tekyesinde yarun fikri visali zikrüm verdi cemali virdüm ey peri zülfün görüp niçe yakıldum bilmedüm 'aklumun nakdini başdan yavı kıldum bilmedüm surei ve'lleyl okurken dün namazı şamda zulmeti zülfün anup ka'bem ne kıldum bilmedüm ruhlarun ey mahru bir şevk virdi bana kim tabı mihrünle bugün niçe yakıldum bilmedüm dir hicaza 'azm iden rahı mahallen var iken egri gitdüm togrusı yolum yanıldum bilmedüm dest ü vasfı 'arızın su gibi ezber okurın ey ziya'i 'ilmi 'aşkı niçe bildüm bilmedüm aşinayı nefsi şeytan oldugum yad eyledüm ol sebebden togdugum demlerde feryad eyledüm gördüm ol demde yahud şeytan eline girdügüm var ise anun elinde böyle feryad eyledüm taş bagırlı dilberün 'aşkıyla gönlüm hanesin muhkem olsun diyü ta evvelde bünyad eyledüm mesnedümdür her gice dergahun ey mehru diyü kendüme bu töhmeti yok yire isnad eyledüm zulmeti zindanı hicranda ziya'i derdmend kalmış ol servi sehi dimez mi azad eyledüm sünbül saçuna öykünür imiş yolayazdum ey kaküli leyla hele mecnun olayazdum bir vech ile 'attar ruhı yarı ögermiş bülbülden işitdüm bugün anı güleyazdum korkutmış işitdüm bizi tigi gam ile yar bi'llahi bugün kesbi safadan öleyazdum ol turrei müşgine diyüp vasfı dilaviz gülzarı cihanda varakı sünbüle yazdum şi'rümde ziya'i ne teselli bula 'aşık ben anda heman ka'idei gulgule yazdum sırrı dehanunı bile mi her rakibi şum her bir sefihe keşf ola mı hikmeti 'ulum meyl eyle badı ahuma ey şem'i bezmi can her canibe çü ma'il olur bad esince mum gencinei visalüne kasd eyledüm gice nageh kıldı ejderi zülfün bana hücum dil yalunuz vilayeti firkatde n'eylesün gam 'askeri yüridi hususa 'ale'lücum gam zulmetinde koma belalu ziya'iyi ya dafi'ü'lgumum ü ya rafi'ü'lhümum olur zülfi ruhun kaddünde ey dildar hamderham olur balaya gitdükçe duhanı nar hamderham meger takı derünle halkai babun misalidür ki bir hamdur felek kavsi kuzah tekrar hamderham senün bagı cemalünden hicab itmiş meger cennet anunçün böyle olmış ol sekiz divar hamderham ne dem kim hvaba varsan genci hüsnün bekler ejdervar kuşagun başun ucında olur ey yar hamderham yazar gömgök delüdür yara 'arzı hali tumarın ziya'i goncasın susen ider her bar hamderham ey kaşı ya gamı hicrün niçe yıllar çekdüm ey şekerleb n'ideyin şimdi mükerrer çekdüm hasreti zülfün ile dara teveccüh kıldum hicri müjganun ile sineme hançer çekdüm lamı zülfüne degince ne elemler gördüm kaddi balana irince ne belalar çekdüm dagı pürhunı ki sundum dili mecruha bu dem padişahı gama bir taze güli ter çekdüm sakiya tan mı ziya'i gibi mest olsam eger hasreti la'li lebünle meyi ahmer çekdüm fena dünyada ben çok servkamet dilrüba gördüm beladur görmedüm balayı yarı çok bakagördüm umarken vaslın ol yarun kesdüm andan ümmidüm beni yad eylemez agyara yarı aşina gördüm o servün rast geldüm şevkine bir buse 'ahd itdi dehanı yardan ben zerre mikdarı vefa gördüm nesine aldanurlar bilmezin bu fani dünyanun fenadan gayrı nesne görmedüm ben çok beka gördüm bela deştinde 'uryan olmak ben ihtiyar itdüm ziya'i çün libası cismi 'aşıkda kaba gördüm hücreme geldi benüm ol boyı tuba ahşam bana keşf oldı heman nüktei tubaü'şşam bana dilber sever ol diyü varun ta'n itmen ademi aldamasun mı sanemi simendam bir fakirem bana bu ta'n u melamet ne reva 'aşk idüpdür niçe sultanı benamı bednam dembedem kanum içer sakii bezmi hicran vara madam ki agyar ile yar içe müdam şi'ri pürsuzumı seyr itse ziya'i hüsrev odlara yakmaga divanın iderdi ikdam gamı haddünle verdi handanum gül gibi çak olur giribanum derde derman arardum olsa eger haste cismümde derde dermanum canum ise muradı cevründe ben dirig itmezin benüm canum akdeniz içre şahin adasıdur fikri çeşmünle çeşmi giryanum sen gözi nurısın ziya'inün hey benüm afitabı rahşanum gördüm ümmidi visalünde ki yokdur sudum terki can oldı rehi gamda heman maksudum atun aheste bu rayı şeh ki şerarı na'li yakmasun narı gama teni hakaludum korkarın gökde melekler gözin eyler giryan subhdem ateşi enduhı dilümden dudum segi agyar ile ayrılmadugun görmeyeyin dilerin canumı tenden ayıra ma'budum bir du'a eyle ziya'i ki huda ide cüda ruhı mecruhum ile kalıbı hakaludum nun saba kıldı rivayet gonçeden gonçe dehanından ki yok buyı vefa 'uşşaka 'alem gülsitanından yeni divane oldum eski derdüm tazelenmişdür kocaldum mihr umarken bu cihanun nevcevanından ümidüm riştesin kesdüm vücudum dermiyan itdüm ki bir kılca haber duydum hayalümde miyanından behişti terk idem kendüm görürsem danei halin bu huri gelmemişdür hazreti adem zamanından umardum kim düşümde seyr idem ahuyı ken'anı gözüm uyku yüzin görmez ziya'inün figanından 'aceb midür çıkarsam 'akıbet 'aklum gibi başdan şikayet bahtı şumumdan meded hali müşevveşden 'aceb derd ü bela çekdüm 'aceb cevr ü cefa çekdüm niçe birahm dilberden niçe bimihr mehveşden vücudum gibi viran olmasun bir gün kamu 'alem demadem gözlerümden seyli hun olup akan yaşdan günahum çoklugından ateşi derdi derunum var 'acebdür bahrı rahmet cuşa gelmezse bu ateşden ziya'i çekdüm anca derd ü mihnet i'tikadum bu beter çekmiş degül kimse belayı ben belakeşden diriga kim cüda düşdüm ben ol sahibcemalümden ırak ben mübtela düşdüm benüm vahşi gazalumdan ben andan düşeli ayru yüzüm saru tenüm sayru haberdar olsa ol mehru benüm bari bu halümden başumdan aşdı mihnetler geçüpdür cana hasretler kime kılam şikayetler gönülden bu melalümden cefa kılar o celladum çıkar eflake feryadum meger mevlam ala dadum benüm ol yarı zalimden ziya'i pürmelal oldum gamından bimecal oldum ırıldum bir hayal oldum ben ol kaşı hilalümden sanurdum hastei 'aşkunı vaslunla esirgersin çıkup gitdün benüm canum gibi bimihr dilbersin enis idün ezel deşti mahabbetde bu mecnuna neden kaçdun benüm vahşi gazalum niçün ürkersin beni divane kıldun ey melek 'arzı cemal idüp kaçarsın şimdi ademden heman periye benzersin gamun barını evvel çekdirüp kaddüm keman itdün niye ta'cil ile ok gibi benden nefret eylersin ne buldun bir lebi 'isa ne içdün abı hayvanı ziya'i zulmeti firkatda şimdi ölmek istersin ruzı vuslatda unutdum nuşı la'li yarı ben hoş peşimanem bugün fi'ssayfi dayy'atü'lleben ka'beye gitdünse kuyı dilberi terk eyleyüp yol yanuldun gitme gel yanlış döner bagdaddan sim ü zer harc itmek ister vuslatı şirin içün bisütunda var ise ma'den arardı kuhken ehli bezme şevk virdi camı mey meyhanede san ki mescid ruşen oldı pertevi kandilden narı gamdan hep şikayetdür ziya'i yazdugum anun içün suznak olmış kelamum cümleden ey sirişküm güli gülzarı gamun şebnemisin hey fütade rehi dilberde kimün hemdemisin ey saba söyle ki bir hemnefesün var mı senün haremi kuyı habibümde kimün mahremisin ey 'arak yüzi suyı 'arızı yarun sensin sen gülistanı letafet gülinün şebnemisin zülfi dildar hevası yemi firkatde benüm saldı girdabı gama şimdi vücudum gemisin ey ziya'i niçe bir 'aleme rüsvay olasın zülfi zencirine dil baglama divane misin gerçi ey mugbeçe mahbubı kilisasın sen tapdugum tanrı hakı kıblei tersasın sen sureta bir sanemi simbedensin amma lebi canbahşunla ma'nide 'isasın sen deyre suret viren ol hüsni dilaramundur zülfi bedkiş ile hammalı çelipasın sen yüri kafirligi ko ey saçı zünnar yüri ehli islama kıyar afeti ra'nasın sen öldürüp haste ziya'iyi gamı hicrünle yine can virdün ana tut ki mesihasın sen reva mı iltifatun böyle kesmen derdmendünden gel insaf eyle hey sultanı 'alem kendü kendünden ne derde mübteladur bu dili divane seyr eyle ne kapundan diler gitmek ne kurtulmak kemendünden za'if oldum büküldüm firkatünle ey hilalebru yolunda fark olınmaz kalıbum na'li semendünden hevayı firkatün gülşende lerzan itdi endamın ne halet geldi aya serve balayı bülendünden nedür cevr eyleyüp çok böyle i'raz itmege ba' is ne gördün hey gözüm nurı ziya'i müstemendünden leyli zülfüne benem mecnun eksükümdür benüm heman hamun leyli zülfün işidüp cana olmış idüm cenin iken mecnun kametüm çeng olur meyi derdünle ney ki bezmünde sakiya kanun ben yaşum bag bergi zerdi döker bozılur tut ki akçaya altun bezmi yarı ziya'i vasf itdüm döndi şi'rümde cam tasına nun muradum bu ki gönlüm mürşidi 'aşka mürid olsun yolında canumuz ol şahidi canun şehid olsun degülse nüktei razı femün künhiyle mefhumum vefayı dilberanasa vücudum nabedid olsun meger kim sayei perri hümadur zülfi şebrengün şehi mülki gam eyler bendeni ömrün mezid olsun vefa sende mürüvvet sende ihsan u saha sende 'ali balum seni her kim ki sevmezse yezid olsun ziya'i gibi da'vayı mahabbet eyleyen 'aşık vusuli vuslatı yarı unutsun naümid olsun şebi kadr u şebi mi'rac o zülfeyn iki kaşun arası kabe kavseyn zeri ruyumla simi eşk hazır meta'ı vaslun içün uşta nakdeyn gülistanı belada padişahum akar her dem iki çeşmüm iki 'ayn tenüm gerduna döndürdüm nigara anı dag encümiyle eyleyüp zeyn ziya'i haşre dek hicründe kalsun tek ol şanı şerife gelmesün şeyn canuma kasd itme ey 'isanefes kafir misin evvela gör mürde ihya itmege kadir misin bihuzur isen dila fikri dehanı yardan gel 'adem iklimine 'azm idelüm hazır mısın dembedem ol gözleri huni beni kan agladur eşki çeşmüm göricek ey bahr sen acır mısın gam meta'ın alup olsam simi eşkümde emin yohsa bunca akçaya ey dide sen nazır mısın hasbi halün nazm idüp dildara arz itmek nedür bu hicab ile ziya'i sen dahı şa'ir misin cüdayem dergehünden merve hakkı bisafadur can irişür ka'bei vasluna ya hannan u ya mennan benüm canan yolına 'akıbet can virmedür borcum halas it deynden 'alemde her medyunı ya deyyan benüm yarı 'azizüm maliki mülki bahasın sen o hüsn ile ko varsun yusuf olsun mısrda sultan lebünden dad umarken ey güzeller şahı 'aşıklar reva mı eyleye huni gözün 'alemde her dem kan seni vasf eylemekde tıflı dil gayetde mahirdür efendi tab'a malik böyle kanda kopısar oglan degülsin bir zaman da ey peri agyardan münfek süleymansın ki karşunda iderler divler divan şarabı 'aşkun ile dembedem canı ziya'i mest gönül hayrandur esrarı lebünle hüsnüne her an ey saba benzer ki geldün hıttai ken'andan gel haber vir şahı mısra külbei ahzandan lezzeti la'li lebün fehm itse ey şirindehen hızr elin yurdı mukarrer çeşmei hayvandan kanlu yaşum katre katre dizilür müjganuma sübhadur allahu ekber danei mercandan ehli derde halüm aglardum dökerdüm derdümi korkarın hazz itmeye yaran igen barandan ugrasun bir derde ol zalim ziya'iden beter aldı çün 'akl u dil ü sabrı ne ister candan hasreti çahı zenahdanunla çak olursa ten kabrümi lutf eylesün bir hoşça kazsun gurken za'il oldı seyri kuyunla temennayı cinan fikri zülfün yada geldi gitdi sevdayı vatan sarb idi derbendi 'aşk asla geçilmezdi eger açmasa tişeyle bir mikdarını çün kuhken 'askerinde ol şehi hüsnün kızıl bayrak degül katli uşşak itdi baglar fahr içün kanlu kefen gitdi 'akl u sabr u dil didara imkan olmadı ey ziya'i n'eylemek n'itmek gerek gitdi giden mesihadem sanemler derdine düşmiş zebunem ben figan ile cihan deyrinde kalmış erganunem ben nehar u leyli mecnunun n'ola geçdiyse mihnetde garibem bikesem avarei deşti cünunem ben degüldür bisütun ol kesdügi kuhsarı ferhadun ki deldi tagları tagı derunı şirinem ben derunum derdin iş'ar idemem mest olmasam yara budur ba'is ki meyyali şarabı lalegunem ben ziya'i tan degül hunı sirişke gark olursa ten şehidi tigi 'aşk olalıdan garkı hunem ben dehenün goncai cennet gibi hemvar olsun buse virdi bana hiç yok dimedi var olsun canumı zülfi ruh u hal u hatundan ayıran reb'i meskunda muradum bu ki naçar olsun kahr ile kanı dökülsün lebüne kasd idenün zülfüne el uzada zulm ile berdar olsun cevrün arturdı meded anlaya mı halümi yar dilerin bencileyin derde giriftar olsun dir imişsin ki ziya'i bana kurban olmaz olsun ey şuhı cefapişe sitemkar olsun me demi baharda bibehreyem hazanda hazin vücudum olmadı bu devri biemanda emin teferrüc eyleyelüm bagı gel bile ey hur ki döndi cenneti firdevse bu zamanda zemin senünle geşt idelüm kuh u deşti tenha gel reva degül olasın şimdi bir mekanda mekin karibün oldı şeha yanmayan firak odına olaydı olsa eger canını yakan da yakin ziya'inün teni bunda dil anı hüsnünde vücudı ah ki hem bundadur hem anda hemin çünki cennetde ecel olmaz eya simbeden ne münasib ki kıla kuyunı agyara vatan disen olurdı sunup la'lüni ey meh ma em itsen olurdı vefa bendene mehmaemken hastenün güneşe karşu olur za'fı kavi lik ben haste cemalün göricek oldum esen bilmezem n'eyleyem ahir ne kılam kanda gidem beni miskin ider ol gözleri ahuyı hoten lacerem layıkı firdevs ola ruhı mecnun ki ana surei ve'lleyl ile yazılsa kefen havfı tigünle şeha kalmadı kan benzümde dembedem gözde bu hunabı sirişküm kandan elifi kametün ile görüp üç noktai hal bin bela geldi ziya'iye senün 'aşkundan ni'meti vaslunı bezl it var iken devleti hüsn destbus eyleyelüm elde iken fırsatı hüsn gisuyı bibedelün şehperi cibrili emin 'arızun mushafı lareyb ü hatun ayeti hüsn ne kazayayı gamı bihadd resm ide debir kavli şarihle ne ta'rif ola ol hücceti hüsn afitabum katı hercayi güzelsin bildüm yog imiş sende bugün zerre kadar gayreti hüsn zülfi zencirine baglandı ziya'i miskin anı divane idüpdür meger ol haleti hüsn hurşidi sinen aç kim 'alem münevver olsun kıl turranı perişan dünya mu'attar olsun can vaslesidür ey can nazik vücudun amma ol vaslenün vusuli kime müyesser olsun tutdı karar dilde takrire gelmez enduh ikrarı vaslun ahir bari mukarrer olsun dök dirhemi sirişkün 'arz eyle ruyı zerdün çift olmaga ne minnet tek sim ile zer olsun terk eyledün ziya'i biçareni efendi ol biedeb rakibe uydun edebler olsun cüda düşdüm bugün ahmed gibi bir şemsi enverden şikayet nahsı tali'den meded bidevlet ahterden helakem ahmedi muhtar hakkıyçün ger olmazsa 'inayet hazreti hakdan şefa'at hem peyamberden cüdayem derüne ahmedün amma rahm idüp bir gün beni yad eylemez mi kimse bari aşinalardan cüdayem gerçi ahmedden bihamdi'llah ümidüm var nasib olan gelür ahir bana kadri mukadderden ziya'iye delil olmazsa nurı ahmedi muhtar halas olmaz ebed tariki derdi hicri dilberden hazreti 'isanun oldıysa mekanı asuman lacerem yiri benüm 'isamun olmışdur cinan can virürken mürdeye 'aşıklar anun vaslına şimdi 'isa can virüp firdevse olmışdur revan ahir ölüp dirilüp ol la'li canbahşum benüm idünüpdür gülşeni darü'sselamda mekan gelse ger 'isa kıyamet kopa dirlerdi benüm başuma kopdı kıyamet gidicek 'isa heman tatlu tatlu dirilürken ol lebi canbahş ile ey ziya'i canum acıtdı bu çerhi bieman bana bir name gelmez çünki yaranı vilayetden feragat lazım oldı bi'zzaruri mülki gurbetden kulundan 'ar idüp çün mescide gelmezsinkıblem feragat eyledüm mescid hakıyçün ben imametden bana çün nerdbanı kasrun olmadı bugün minber efendi hürmeti cum'a hakı geçdüm hitabetden eger da'vaya gelmezsen rakibi bedfa'al ile şeri'at hürmeti hakkı heman geçdüm niyabetden ziya'i şimdi bir miri kerime intisabum var bihamdi'llah bir mikdar kurtuldum kasavetden gam u derd ü melale düşdüm ben şimdi bir özge hale düşdüm ben düşde gördüm bir afeti sevdüm bir hayali muhale düşdüm ben sevdüm ol servi simendamı bülbülem kim nihale düşdüm ben ka'il oldum cefayı canana lacerem kil u kale düşdüm ben ey ziya'i kenar ümidi mi var ka'rı bahrı hayale düşdüm ben niçe can kurtaram ol gamzesi celladumdan niçe azad olam ol kameti şimşadumdan kimse yok mı ki beni öldüre kuyunda senün beni kurtara gamundan seni feryadumdan tiri gamzen beni öldürse kasavet gitse ey kaşı ya bu geçer hatırı naşadumdan bagı vuslatda kimünle salınur bilmedüm ah almadum togrı haber ol boyı şimşadumdan ey ziya'i gamı cananı feramuş idemem aşinayı dil ü candur gidemez yadumdan yara söylen 'arızın ahı gedadan saklasun şem'ini lutf eylesün badı sabadan saklasun vaslı bir gencinedür malik degüldür padişah söylen ihsan itsün amma eşkıyadan saklasun rismanı kakülünde dir görenler gönlümi nevheves canbazdur allah hatadan saklasun keştii gamdur vücudum düşdi bahrı mihnete hak te'ala anı girdabı fenadan saklasun gülsitanı hüsn içinde bir nihali tazedür ey ziya'i hakk anı badı beladan saklasun sana can virmek ise borcum ancak ey büti simin heman kabz ile teslim ideyin e'ddeynü şeynü'ddin sever dini gibi dil cevrün insaf ile cevr itsen ki dirler ey vefasız yar elinsafu nısfü'ddin yanulmazsam hatadur zülfi yara misk ıtlakı gelüp kurban ola hiss itse ol buyı gazali çin dirahtı bagı ümmidüm ne hasıl meyvedar olsa yıkar sengi havadisle anı gerdunı bedayin ziya'i kuhı gamda hüsreva ferhadun olmışdur ruhı gülgun ü şebdiz külalen vasf ider şirin yarı görmez gözlerin derd ile giryan itmeyen la'lin emmez dembedem bagrın tolu kan itmeyen malik olmaz bir güli handana sergerdan olur bülbülasa kendüzin gülşende nalan itmeyen hasılı bu zalı dünyadan murad almaz bugün namını rüstem gibi 'alemde destan itmeyen ey güzeller şahı mahrum itme vaslundan beni layıkı ihsan degül insana ihsan itmeyen ey ziya'i yakası açılmaduk sözdür bu kim başa çıkmaz gül gibi çakı giriban itmeyen niçe bir derdüni ey kaşı kemanum çekeyin şimdi müştakı ecel muntazırı mehlekeyin kuyı dilberde muhannes dir imiş bana rakib camesin hep ala kan eylemez isem lekeyin bana ekdi dir imiş mezra'ı 'alemde rakib hasılı ölmez isem ben anı bir gün ekeyin var şehadet eseri camei huninümde ben ezel küştei şemşiri seri ma'rekeyin kuyı dilberde asılmak diler imiş agyar ey ziya'i o belayı dahı varup çekeyin dila sen 'aşka düşdün derdi bidermanı bilmezsin visale talib oldun mihneti hicranı bilmezsin dila gafil gezersin sen bu derbendi mihnetde meger kanlar döken ol gamzei fettanı bilmezsin kanı idrakün ey dil yohsa kaldun mı tedarikden usandun tatlu canundan henüz cananı bilmezsin bilürsin göz ucıyla iltifatun bir kez ey huni niçün yıllarca derdün çekdügüm devranı bilmezsin sözi makbulün amma ragbet itmezsin ziya'iye güher kadrin bilürsin ma'deni 'irfanı bilmezsin kalmış idi habs içinde şahı hubanı cihan düşmiş idi mahbesi hicrana canı 'aşıkan başladı halkı cihanı yine mecnun itmege ol peri habsı süleymandan bugün buldı eman hakka minnet kim yüzin gördi yine ashabı 'aşk mustafa garı belada gerçi dutmışdı mekan padişah olsa melahat mısrına gayet mahal çünki zindanı beladan çıkdı ol mahbubı can ey ziya'i zulmet içre kalmış idi afitab başuna gün togdı nageh çıkdı ol mihri cihan men' eyleyen visalüni bayrama irmesün zülfünden ayıran beni ahşama irmesün rahı belada eyleyen aramsız beni mülki safada menzili arama irmesün mahrum iden beni meyi la'lünden ey sanem bezmi sürur içinde tolu cama irmesün zülfün tagıtma 'arızun üzre benüm begüm kafir çerisi mülketi islama irmesün bagı cihan içinde muradum ziya'iya badı hazan ol semenendama irmesün söyle ey mürgı seher ey 'andelibi gülsitan var mı gül yüzlüler içre böyle bir gonçedehan 'aklumun nakdin meta'ı 'aşkı yara vireli hvacei 'alem hakıyçün görmedüm asla ziyan hastei 'aşkam vücudum içre var iken ramak gel benüm ruhı revanum gel eya mahbubı can bu sirişki didemi bir dem temaşa eylesün makberüm taşından özge kalmadı benden nişan meme kıldun bu dil ü cana ey mugbeçei bidin derd ü elemün tahmin cevr ü sitemün ta'yin ey bana su'al iden zülf ü ruhı dilberden bu yasemeni müşgin ol bergi güli nesrin la'l ü ruhı dildarı bi'llahi temaşa kıl biri şekeri şirin ol biri güli rengin zindanı firakında çok derd ü bela çekdüm rahm ide mi ol bidin ya maliki yevmü'ddin gün yüzini ol mehru gösterdi ziya'iye didi ki yüzün aydın gel şevke be hey miskin terk eyle zulm ü gareti şahı cihan iken 'adl eyle kullaruna feridi zaman iken hicrün güninde tazelenür dagı sinemüz şol gül gibi açıla vakti hazan iken hikmet nedür ki yoluna olmak diler feda mülki vücudum içre bugün can revan iken ferhadun oldı ay yüzi gülgun ziya'i gör mülki sühanda hüsrevi şirinzeban iken kesilmez sayesi gibi yanından ol mehün düşmen bana bir zerre mihri olmadugı gün gibi ruşen o servün zülfi zencirin görelden bagı 'alemde olupdur kıpkızıl divane gül gömgök delü susen görüp pervaneyi bal u perin oda yakar sanman şarabı 'aşkı mestidür yakar meclisde pirahen henüz tohmı ümidi vaslı ekdüm mezra'ı dilde igen seyl olma ey eşküm nem alursın bu mezra'dan huda bu didei gamdideme çok yaşlar virsün ziya'i dirhemi eşkümle her dem toldurur damen iltifat itmedi ol ahu seg agyara bugün şadilik eyle dila tali'ün oldı meymun varayın hak olayın kuyı dilarada heman yok mıdur kimse bana ögredecek bir efsun kuyı leylayı koyup kıldı beyabanda karar i'tikad eyle ki bi'llahi deliydi mecnun bana ta'n eylemenüz 'aleme rüsvay olsam kendü halümde komaz derd ü gam u 'aşk u cünun şekeristan budur tab'ı ziya'i tuti kafiye nunı yuva beyzasıdur noktai nun togrusı ruhsarun ey servi çemen bagı hüsne ya semender ya semen hüsnüne can u cihan olmaz baha din ü dünya vasluna olmaz semen ka'be kuyun ruy u zülfün mısr u şam şehri dil bagdaddur halüm yemen kehkeşan ucında mahı nev mi ya tevseni gerdun öninde bir saman ey ziya'i lacerem bulur eman her marazdan şerbeti la'lün emen şafakla mahı nev guya ki bir peymanedür pürhun içerler bunda 'aşık kanını meyhanedür gerdun dili 'uşşaka yokdur bendi zülfün gibi dil bagı ki hakka sihr batıl nesnedür efsanedür efsun ne bilsün kıymetini 'alemi vaslun bu 'alemde mukayyeddür saçun zencirine divanedür mecnun güzellik mülkine hüsrevdür ol ferhadı ol ey dil lebi şirin saçı şebdiz ruhı cananedür gülgun ziya'i gibi suretde geda şekl ise 'aşıklar hakikat 'alemi 'aşk içre hep şahanedür kanun 'aşıkı mahzun iden 'alemde şadan olmasun 'andelibi agladan gül gibi handan olmasun bize camı gam rakibe la'lüni sunmak neden ey gözi huni sakın devründe bir kan olmasun güller açıldukça gülsün güllerün ey goncaleb sünbül açıldıkça zülfeynün perişan olmasun başumuz tob itmişüz meydanı 'aşkı yara biz tutalum ol şehsüvarun zülfi çevgan olmasun ihtiyar it zahmeti öldür beni ey nevcevan bende gam sende cefa kuyunda efgan olmasun müşteriyüz nakdi can ile meta'ı vasluna korkaruz bir gizlü yirde sonra hicran olmasun busesini nakdi cana virmege ahd eylemiş can virürdüm ben heman dilber peşiman olmasun hak u zer dirler beraberdür yanunda korkaram 'aşıkı zerçehreler hak ile yeksan olmasun katrei eşki ziya'iden sakın ey dürri pak 'alemi gark itmesün bir demde 'umman olmasun gözümi hvab aldı canan işiginde nagehan 'alemi rü'yada kendüm ka'bede gördüm heman sinem üstinde elifle dag şekli ahdur nite kim pehluyı gerdun üzre mah u kehkeşan kehrübadur gözlerüm kirpik degüldür görinen kıl çeker bilün hayaliyle senün ey mumiyan yoluna can virmede bahs eylerüz agyar ile talibi vasluz bizi şemşirün itsün imtihan gönline girdi ziya'i taş bagırlu dilberün şahbazı evci ma'na taşda yapdı aşiyan 'alemün sanma bekasın göresin 'aynı 'ibretle bakasın göresin fanidür ka'be hakkıyçün bu cihan 'ömre dayanma safasın süresin bivefa sevme ki ma'kul degül her zaman derd ü belasın göresin cevri cananı çekersin ey dil mümkin olmaz ki vefasın göresin ey ziya'i bu bela kulzüminün umma ayruk ki karasın göresin öldür beni zindanı gamunda koma gamgin rahm eyle giriftaruna gel ey me'a bidin pervane gibi kendümi yirden yire ursam şevküm var iken yanmaga ey şem'i mesakin nazundan igen gam yimem ey vahşi gazalum ahu bakışun eyledi amma beni miskin dil muttasıl o yara varup gelmede amma gözden ne aceb ga'ib olur ol büti simin bahrı günehe batmam eger menni hudadan dirhemce ziya'i olunursa bana ta'yin kanı ol demler ki huni eşküm olmazdı revan la'li yarı emdügümce ten bulurdı taze can devlet el virüp iderdüm merhaba dildar ile gitdi elden devletüm gör n'eyledi devri zaman gün yüzine bakdugumca kamaşurdı gözlerüm bakdugum demde olurdı eşki huninüm revan tatlu tatlu dirilürdüm ol lebi şirin ile 'akıbet acıtdı ben ferhadı caduyı zaman ol kamerruh söylese kalmazdı canumdan ramak kendü kendümden giderdüm gelse ol mahbubı can hande kılsa naz ile handan olurdı can u dil baksa lutf ile bana kalmazdı canumdan nişan ey ziya'i ateşi 'aşk ile suzan oldugum iş bu şi'ri suznaküm eylesün bir bir beyan meyden ey dil haberi la'li nigarı sorasın mey hababında hevasın anun ey şeh göresin ey rakib ol mehi hurşidlikanun bilürüz yüzini görmege geldün o kadar gün göresin anma ey hacı hicazun seferin merve hakı ka'bei kuyuna sa'y it ki safalar süresin beni öldürmege tigünle ezel 'ahd itdün intizarunla reva mı ki bu dem öldüresin niçe demdür ki ziya'i yoluna kan aglar bir mübarek dem olur mı ki anı güldüresin gönlüm yıkar ol şuhı cefapişe firavan bu darı fenada bir evüm var o da viran anulsa zülali lebi ol çeşmei canun agzı suyını akıda serçeşmei hayvan hubanı cihanı koyup ol afeti canun gönlüm çekinür cazibei hüsnine her an ya'kubı dili dembedem aglatmaz idi ger olmasa varisi hüsni şehi ken'an hoşdur demi baranda biraz uykuya varmak benzer ki ziya'i virür aglamagıla can bana bunca belalar geldi ol mahbubı ra'nadan usandurdı beni can u cihan u din ü dünyadan mukarrer mi kalur bu derd ü mihnet böyle canumda kıyamet kopa şefkat gelmeye ol servi baladan mahabbet kanda leyla kanda vaslı kanda sen kanda be hey mecnun be hey divane kes ümmidi leyladan cezaka'llahu hayren ey saba bu çeşmi giryana getürdün tutiyayı haki dergahı dilaradan ziya'i mürdeyi her gice ihya eylemen cana lebi canbahşuna miras kalmış gibi 'isadan bilmezin 'aklumda da'im bu perişanlık neden muttasıl dil hanesinde böyle viranlık neden gönlümi zülfi siyahundur perişan eyleyen bilmezin zülfünde amma bu perişanlık neden göreli dilber lebin neyki bu esrar 'aceb ben gubar oldum henüz canumda hayranlık neden malik oldun tutalum ey dil bela iklimine şahı hubana kul iken sana sultanlık neden kafir olmadı severse bir büti siminbeden böyle ta'n itmen ziya'iye müselmanlık neden ne revadur o melek ahumı her an alsun melekü'lmevt ise gelsün ileri can alsun riştei barik tenüm katrei eşküm mercan ol mehe din ki gelüp sübhai mercan alsun zahida gönlüm alursa o melek ta'n itme beni halümde ko var git seni şeytan alsun düşmişem derdine din yara ki kanum döksün marazum var o tabibi dil ü can kan alsun 'arsai nazm ziya'inün atı oynagıdur her kimün kim hüneri var ise meydan alsun sana dil virdügüm hep didei giryemden anlarsın benüm iki gözüm derdi derunum nemden anlarsın bana rahm eylemezsin şimdi 'aşık olasın katlin gamı hicrünle kan agladugum bir demden anlarsın gözi yaşlu kulıdur bir begün ey verdi handanum sirişki nergisi vakti seher şebnemden anlarsın lebinden bildün ey dil cümle halatı meyi 'aşkı safayı sohbeti sahbayı camı cemden anlarsın ziya'inün geçen 'ömrine yazuk haki rahunda ne zecri hicri çekmişsin ne derdi gamdan anlarsın hicrüni sanma az halel bilürin hay 'ömrüm heman ecel bilürin harbı tigünden olmasa havfum dir idüm misli yok mesel bilürin görmedüm leyla ile şirini seni amma igen güzel bilürin can virürdi işitmege 'isa vasfı la'lünde bir bilürin ey ziya'i benümle hemderd ol çekdügün zecri hicri gel bilürin keyfiyyetini söyle ki sermestidür cihan saki buyur ki katrei yemmidür o dehan abı hayata irmedi ana ki saltanat sovuk suyun da içmedi iskender ey cihan ol gül'izar ile bile salınmak isterin gülzarı kuyı içre benem miri 'aşıkan ol hüsni binazire ki dil olmaz ansız hüsni heman var dime hem hüsn hem an eller ki paymalidür ol servi serkeşün canı ziya'i su gibi olur ana revan rahm itmege şayet ola bir şevki varayın pervaneveş ol şem'e yanayın yakılayın ben mesti meyem meygedede kendümi bilmem mesciddedür ol kıblei kalbüm ne kılayın ol şiri şikarefgen ü merdümküşe yarab ahuyı hotendür dimişem ehli hatayın çün darı cihanda saçun agyara sunılmış mansur gibi ben bu sebebden asılayın zulm eyleme hey zalim esirge ki kapunda ben dahı ziya'i gibi mazlumı gedayın zeyn oldı sanma gökde nücum ile kehkeşan çok dag yakdı kolında hicrün ile asuman ahumla tutuşup göge çıkmak diler rakib n'eylerse itsün işte işik işte nerdban gönder efendi nizei müjganı sineme ta kim derundan ideyin canumı revan haşr olmak isteyen ol kıyamet nigar ile derdini haşr olınca çeküp eylesin figan bahrı fenaya saldı ziya'iyi ruzgar tabutı zevrak u kefeni oldı badban güzeller şahınun divanuna şaha ne çıkdum ben cünunum galib oldı bir 'aceb divane çıkdum ben çıkanlar bezmi 'aşka şevkden yanar kül olurlar bu hali var idi çün ıttıla'um ya ne çıkdum ben gül ü sünbül bana ol 'arız u ruhsarı andurdı beni aglatdı baga çün seher seyrana çıkdum ben bugün gam küştigirin hake saldum paymal itdüm senün şevki meyi 'aşkunla çün meydana çıkdum ben çıkup gitdüm mahallenden ziya'i gibi ey leyla yine mecnunlugum tutmış gibi yabana çıkdum ben hasteye darı şifadur çü deri şahı cihan dünyede badı sabaya esen olmak asan vuslatı umma gönül eyleme divanelügi bir gedanun ola mı hemdemi sultanı cihan can virür gerçi senün her bir benden can dirig eylemezin ben de yokdur illa mekan dilde günden güne artar mıydı bu 'aşk u cünun olmasa hüsni terakkide o mahun her an ey ziya'i degülüz mest ü harabat ehli olduk esrarı lebi dilbere amma hayran gevheri la'lünden ayru ey büti şirindehen danei rümman eger olsa akik anı yemen kıssai hicranı leylayı hikayet kılmaga oldı mecnunun başında aşiyan guya dehen 'akıbet tobı havadis hak ile yeksan ider kal'ai derd ü belaya cismümi kıldum beden kaşki bassa kadem mülki keramata rakib boynına mansurveş takılsa bir muhkem resen ey ziya'i tutdı ebyatum cihanı serbeser ehli beytümdür hakikatde bu dehri pirezen kandasın ey mahpeyker kandasın kandasın ey mihri haver kandasın bir pelide hemser olmışsın meger kandasın ey kaddi 'ar'ar kandasın gülşeni 'alem cehennemdür bana sensiz ey hurı münevver kandasın hatırum sensiz perişandur katı şimdi ey zülfi mu'attar kandasın zulmeti gamda ziya'iyi kodun ey dudagı çeşmei ter kandasın zahir itdükçe ruhı yar musaffa 'arakın çerh nemnak kılur şebnemle gül varakın silinür ayinei dilde olan jengi gamum her kaçan kim sile ol mah yüzinde 'arakın ne 'acebdür ruhı canane 'arakriz olıcak pür ider jale ile lalei hamra tabakın ne hicab eyledün ey gül ki 'arakriz oldun haki payuna ben üftadeyi gördükçe yakin ey ziya'i o perinün ili sudur 'arakı haki payına yakın gelme anun hay sakın gördükde senün 'aşıkı şurideni giryan sufi n'ola peşminesine olsa peşiman zevk itmek içün arzuyı vasl ile oldum esrarı lebi dilber ile bengice hayran bin mihnet ile gitdi gönül yara ko gitsün korkum bu ki bir gün gide bin hasret ile can dilber ki seferden gelüp itmişdi ikamet tekrar sefer 'azmin ider yine mi hicran irdi dil ü can vasla ziya'i bu ne sırdur dil dagı bayagı elemi hicr kemakan zerle mümkindür murad almak visali yardan bu rivayet nakl olındı maliki dinardan ben lebi dilber gibi şirin müferrih bulmadum aslın asla bilmezem hayranem ol esrardan olmasun olmazsa meylün tek ırak sürme beni çok sipahi var sefer kılmaz geçer timardan 'ayşı gülzar itmege meşgulüz amma bilmezüz kim neler peyda olur ta ki pesi divardan ma'rifetdür kesreti cürme ziya'i likin ol kesmez allah saklasun ümmidin ol gaffardan daglar kırmızı gül ü şerhalar servi revan gülsitan oldı vücudum gelün eylen seyran fikri la'lünle ruhı alün eya servi behişt birisi virdi cinandur birisi verdi cinan ey peri hattunı gördükde rakib itdi nüfur beni divane kılur cazibei hüsn el'an asitanunda kulıyam o şehi hubanun eylesün her ne dilerse bana gönli sultan ey ziya'i irişem vaslına ol mugbeçenün eger olursa bana himmeti şeyhi san'an meme tob olsa gerek başum meydanda o gabgabdan ölsem de dirig itmem ben canumı ol lebden halatı meyi 'aşkı bilmez bilürin herkes ey sufii safidil sen dahı bu şerbetden 'arz idüp elif kaddin kul itdi beni canan men 'allemeni harfen kadd sayyereni 'abden haşr olur idüm bir gün mahumla ümidüm var ger haşre degin canum ayrılmasa kalebden cem' eyle ziya'i gel eş'arı ki hatt olsun hem nazmı mürettebden hem cildi müzehhebden girersin kabre ahir kasr ile eyvanı n'eylersin seraser çün kefen geysen ya bu kaftanı n'eylersin nesine aldanursın bu harababad dünyanun bu daratı bu tavr u tumturakı kanı n'eylersin huzurun uçurur zag u zagan gibi 'avam ey dil gözet viranı bum ol taşrada seyranı n'eylersin tedarik kılmaga kadir degülsin yokdur idrakün yıgarsın malı dünyadan gidicek anı n'eylersin ziya'i tutalum kim padişahı mülki nazm oldun hüner kadrin bilür yok cem' idüp divanı n'eylersin nale eyler kametin yad eyleyüp canı hazin servi gülzar üzre guya 'andelib eyler enin kuyuna benzetdüm anı işidüp evsafını şimdi gitmez hatırumdan fikri firdevsi berin katibi kudret havale yazdı çün 'aşkun bana nazır oldum lutfuna olmaga kahrundan emin kimse duymaz öldügüm ya gayrı şehre vardugum niçe ay u gün geçer ey afitabı mehcebin ey ziya'i geldi mektubı nigar itdi bizi kamyab u kambahş u kamran u kambin 'arızun üzre tagılmış zülfün ey aramı can su kenarında açılmış taze sünbüldür heman duhteri rez şevki ruyun virdi benzer fikrüme birbirine iki kızlar yine virmiş armagan san turunc efsun ile düşmiş mahabbet narına ateşi firkatda yanan cismi zerd ü natüvan haste düşdüm hasreti la'lünle dün meyhanede su yirine agzuma mey tamzurur piri mugan cismi zarum canı bimarum seri bidevletüm ey ziya'i yara kurban olmak ister her zaman dilber odur ki 'aşıkın eyleye imtihan sadık bulursa şam u sabah ola mihriban 'aşık odur ki cazibei hüsne can vire canan cezayı vasl ide amma beşartı an vaslun vücudı var mı henüz can inanmıyor gerçi ki vaslı ile bana bühtan ider cihan zevk iderek dehanuma aldum zebanını incindi eyledi beni ta'ziri bi'llisan öldükde ey ziya'i helaki rakib içün peykanı tir olur bedenümde her üstühvan vav servi balana ider cennetde tuba serfüru mahı nev ebruna eyler gökde cana serfüru servi gülşen karşuna saf saf turur ta'zim ile zülfüne eyler benefşe ey dilara serfüru ey şehi 'alem sen ol şahı bülend eyvanısın dergehün takına eyler çerhi mina serfüru sakinanı kuyun itse secde ebruna ne tan sakini mescid kılur mihraba karşu serfüru gördi kim yadı lebünle eller el üzre tutar sagarı bezme surahi itdi cana serfüru camı 'aşkun mestiyem mahcub olursam tan degül lacerem mest olsa eyler rindi rüsva serfüru gördi kim vasfında bir nazmı müselsel bagladum ey ziya'i itdi ol gisuyı ziba serfüru delüpdür bagrumı gamzen meger tiri kazadur bu beni bimar ider çeşmün 'aceb 'aynı 'anadur bu rakibün didesine çöp olupdur göz göre çeşmüm habibün ka'bei kuyuna bir kıblenümadur bu nigara bahrı eşkümde dili senginünün 'aksi görinür ka'rdur ya da binayı kaydefadur bu sanurdum mürgı gam bir gönlüm egler şahbazumdur leşüm üstine konmak kasd ider zagı beladur bu gelüp bir hayli sögmiş kabrüm üzre ol gözüm nurı ziya'i derdmende müstecab olur du'adur bu levhaşa'llah ne hoş vahşet ider ol ahu bareka'llah niçün nefret ider ol tihu can dimagına ezel rayihai 'aşk irdi çekdiren şimdi belayı bana hep budur bu ne dimekdür bu ki bir dilberi paludebeden ola bir gice gelüp 'aşıkına hempehlu hastelendi görüp ey gül lebüni goncai bag tamzurur penbe ile ebri bahar agzına su seri zülfün zenahunda katı sehhar ancak zenahundur çehi babil seri zülfün cadu didüm ey dil ki mahabbet kadehi var mı bana şevk ile içdi vü geçdi didi ya hu ya hu olalı ol gözümün nurı gözümden ga'ib gözüme cümle cihan oldı ziya'i karanu sengdiller arasında katı afetdür bu servkametler arasında kıyametdür bu can dimagına senün rayihai sünbülüni getürür badı saba özge sa'adetdür bu buyı 'aşkun ireli cana sürurum gitdi çok olur rayiha amma katı hikmetdür bu daglar sinede eksük degül ey goncadehen güli ra'nayı gülistanı mahabbetdür bu meyi engur içilür bezmi ziya'ide müdam kemeratı şeceri bagı velayetdür bu dirler yanar gider tavla çün kim bir ev 'alev hayfa ki dilde ateşi 'aşkun 'alev 'alev ahum sipihr sakfına od urdı dün gice seyyareler şererdür ana mahı nev 'alev her gice halka görinür encüm gibi benüm 'ayyuka çıkdı suzı derunum 'alev 'alev meyl eyle ey gönül ruhı canana çünki sen pervanesin yanup yakılup bari sev 'alev canda ümidi vasla meta'ı dile kerev oldı ziya'i narı gama ol kerev 'alev tutdı müşgin saçını ol mehru didi dil dagıdıcı budur bu beni aglatmasun o kaşı keman dökmesün abı ruyum ol ebru saru altuna meylini göricek cümle 'uşşakun oldılar saru bu gice 'ahd kıldı seyre çıka çıkdı canum çıkınca ol mehru kuyı gamdur yiri ziya'inün ana yegdür felekden ol seri ku naz ile geçdi ol gözi ahu neler itmişdürür bana ah o gerdeni gayet ile nazikdür korkarın anı incidür lü'lü buyı zülfin duyınca zahidi huşk didi bi'llahi hoşça rayiha bu lebi abı hayat ise mahza yarı hercayiden dila al bu miski rumi ziya'i zülfi nigar hod gülru heman gülru ey kılanlar 'alem içre vaslı yarı arzu can virün kim lentenalü'lbirre hatta tenfiku sagarı sahbayı canan ile lebberleb görüp al kuşagına urup hayretde kalmışdur sebu gülşeni 'alemde 'alem eşün olurdı veli reng bu kim bizi magrur itmek ister rengi bu iddi'a eylermiş ayine nazirün var diyü ey sanem gelsün beru olsun senünle ruberu bivücudem cümle halk unutdı sanurdum beni ey ziya'i var imiş hakkumda amma güft ü gu ha mesti naz olmış içer mey yirine kanumı ah rindlik eylemege başladı ol çeşmi siyah niçe iş'ar ideyin derdi derunum yara n'ideyin kalmadı ah eylemege takatüm ah itmesün sana zarar didüm o şeytan rakib didi la havle vela kuvvete illa bi'llah kehrüba sübhasın alur ele salusi felek halkı aldamagiçün her gice sübhana'llah kıssai 'aşkı ziya'i yazup eylerdi beyan gayet olmasa dıraz olsa bu kıssa kütah döndüm ey mah çardeh sale muyeden muye naleden nale oldı guya hababı abı hayat la'li meygunun üzre tebhale eseri dagı hasret itdi zuhur kabrüm üstinde sanmanuz lale dembedem dagı dilde katrei hun güli hamrada nite kim jale paymalündür ey seri huban destgir ol ziya'i pamale derdümi kaysa kıyas itmen deri cananda ben cünunı kaysasa bulmadum yabanda mushafı ruhsarun üstinde o hattı nilgun laciverdi bir güzel serlevhadur kur'anda gözde senün mumiyanun kanlu yaş içre şeha riştedür sanur görenler sübhai mercanda halümi gördi perişan oldı zülfeynün senün 'arızunda sünbüli hoşbu gibi bustanda vasf ider bilün ziya'i vasfı namesmu' ile yazılan ancak hayali hasıdur divanda sanmanuz kuyruklu yıldız dudı narı ah ile bir şererdür canibi 'ayyuka çıkmışdur bile seyr idün tokundugı yirde ne tozlar kopdugın bu gice peykanı tiri ahum irmiş menzile dün gice anup sitarem derd ile ah eyledüm tutmış eyle narı dudı ahum anı kim bile bir yalun yüzlü güzeldür başına sorkuc takup seyr ider sahnı sipihri mahı şebara ile bir meleksimadur ol sünbül takup destarına ey ziya'i çıkdı gökler seyrine ol şevk ile ey kemanebru okun gibi geçersin canuma dembedem ey yarı huni girme bari kanuma sen şikayet eyle halka ah u zarumdan benüm ben şikayet ideyin cevründen ol sübhanuma ben umardum güli terden ire bir buyı vefa kandan ise harı mihnet irüşür damanuma kime yanam yakılam ey şem'i tabanum benüm derd ü gamdan özge hergiz kimse gelmez yanuma cevr kanunın güzeller terk iderdi lacerem ey ziya'i baksalar bir gün benüm divanuma gitmezem kaddün koyup cennetde tuba seyrine sen meleksimanun olur gelse havra seyrine ol lebi canbahş ile küfr ehli 'isadur sanur ey sanem gel varalum bir gün kilisa seyrine aglamakdan yeg gelür vaslunla şad olmak bana ben kenara 'aşıkem gönderme derya seyrine yandugum yakıldugum derdünle görmezler benüm kaysı 'aşıkdur sanurlar varsa sahra seyrine sen mehi görmiş ziya'i anda bayram eylemiş varsa 'ayb itme benüm kıblem musalla seyrine bakma baglanmayasın bendi belaya nagah ey gönül pendümi guş it nazarun eyle nigah ma'il olmazın dünyaya ki dil şahid ola 'iffeti şahidi ken'ana sabi oldı güvah hüsni zibana senün kimse bahane bulımaz diyebilür mi cihanda kişi hiç kara siyah ratb u yabisden iderse n'ola düşman kelimat ki hara lazım olur gah saman gah giyah tibi hatırla eger kabrüne ugrarsa nigar sengi kabründe ziya'i yaza tabe serah öl diril yalvarıgör 'aşık isen 'isaya ola kim bu gice meyl ide gele ihyaya ruhdur cismi serapa lebi la'li canbahş yiridür olsa felek mesken o ruhefzaya sandılar kopdı kıyamet göricek 'isayı gelmedi ol sanemün misli meger dünyaya beni öldürdi 'acebdür hod işitdüm 'isa can virüpdür niçe kez mürdei napeydaya deyri 'alemde ziya'inün odur maksudı haşre dek 'ömr vire hakk hazreti 'isaya ey dil aldanma o şahun vadei ihsanına i'tibar olmaz ekabir kısmınun peymanına şaneasa şerha şerha eylemek sinem benüm hiç düşer mi ol saçı 'anberfeşanun şanına ayagına yüz sürem derdi derunum söyleyem sayeasa ol boyı servün düşersem yanına gitdi 'akl u can u dil işüm tamam oldı benüm bakma ey bedri tamam eksiklinün noksanına lacerem kıymetde la'lasa olurdı her sözi ger ziya'i leblerün vasfın yaza divanına bir 'aceb sevdaya düşmişdür bugün ol yüzi mah camesini gün gibi ag iken itmişdür siyah gördi kim celladı gam öldürdi ben dilhasteyi kara bahtum gibi matem geydi ol nurı ilah bir güneşdür zatı kim ebri siyah içindedür ya tulu' itmiş karanu gicede şevk ile mah kara tonlu ka'be hakkı kıblei 'uşşakdur asitanıdur mahabbet ehline anun penah tan degüldür tali'üm gibi karalar geyse yar zulmeti çün çeşmei hayvan idinmiş caygah 'ömridür 'aşıklarun kim kara günlerle geçer camesin yohsa siyah itmiş degül ol padişah zulmeti gamda ziya'i mübtelanun canıdur sanman itmişdür libasın ol şehi 'alem siyah ben ol bergi hazanem örtülüp kalmış gubar ile düşürse badı himmet bagı vasla ruzgar ile güzar itmek hisarı vasluna derbendi firkatdan heman gelmek gibidür akhisara kuhsar ile letafetde lebün abı hayatun 'aynıdur hattun müzeyyen sebzezarı kudreti hakdur kenar ile habibüm hüsn ile mümtaz u ben 'aşk ile müstesna bela bu bizden artuk kays u leyla iştihar ile kişi çün sevdügiyle haşr olur mahşerde ya rabbi ziya'i bendeni haşr eyle bir ziba nigar ile vefanun bilürin nam u nişanı yok güzellerde heman bihude bir efsanedür söylendi illerde gedalar kaldı mahrum ebed pamali derd oldı visalün gibi bimanendi mansıb namahallerde vefasız dilrübalar derdini her bar çekmekden yeg idi ger vücudum mahv olup gitse ezellerde demi vuslatda bu şirin kelamı söylemiş hüsrev lebi cananeye nisbet halavet yok 'asellerde letafetde sözin abı hayat itmek midür kasdi ki çok anar ziya'i la'li cananı gazellerde meme ey dil evi derd ile virane misin yohsa zulmet ile harab olmış kaşane misin yohsa leylayı koyup gitdün agyar ile ey mecnun sahrada ne istersin divane misin yohsa geh yanumdasın gahi yirden yire düşmekde şem'i ruhına ey dil pervane misin yohsa oldun rehi dilberde ey dil yine hakalud camı meyi 'aşk ile mestane misin yohsa ne bela çekdügüm anlatmaga imkan olsa yara bir bir dimege derdümi derman olsa bilmese 'aşkumızı duymasa esrarumızı kaşki cümle cihan ahmak u nadan olsa sinemi tig ile yarup beni öldürse heman ya'ni kurtarsa gamumdan beni yaran olsa her kişi vuslat ümidiyle olurdı 'aşık dilberün derdini çekmek eger asan olsa biri olmaya ziya'i gibi gülzarunda bülbülün ey güli nevreste hezaran olsa taş bagırlı yar bahsin eylemek ada ile fi'lmesel taşla dögüşmek gibidür ama ile aldı dil tıflın dudagın gösterüp ol dilfirib yohsa oglancugı aldar bilmezin helva ile 'aşık olur seyr iden didarını hikmet bu kim 'aşık itmişdür beni didarı napeyda ile va'iza ürkütme lutf eyle gelen müminleri mescidi lazım mı toldurmak bu huy u hay ile şöyle mest olmış ziya'i camı 'aşkı pak ile ol sehergahı kıyametde meger kim ayıla var ey badı saba hali dili dildara 'arz eyle harab oldı vilayet zulm ile hünkara 'arz eyle gönül viranedür ey can haberdar eyle cananı harab oldı mahabbet hanesi mi'mara 'arz eyle helak itdi rakibün kahrı ey ahı seherhizüm 'üruc it 'arşa derdüm hazreti kahhara 'arz eyle 'aduyı gam beden burcına çıkdı agah it hisara girdi düşmen var meded dizdara 'arz eyle helak oldı ziya'i hançeri hicran ile ey dil cefa tigin gidersün ol şehi gaddara 'arz eyle vaslın ihsan itmez ol yar hicran ehline anı bilmez mi ki hakk lutf eyler ihsan ehline layıkı didarı dildar it mahabbet ehlini ya ilahi rahmet eyle cümle iman ehline bihuzur olur görenler derdüm ey yusuflika hüzni ya'kubun elemdür cümle ken'an ehline rumilinde vasfı hüsnün gibi olmaz bergüzar vasfı zülfün tuhfedür şahum karaman ehline vasf ider zülf ü zenahdanun ziya'i lacerem bir garib eglencedür zencir ü zindan ehline bilürin kim ugramaz kat'a rakibün boynına tigi hunrizün senün ben binasibün boynına ka'bei kuyun tavaf itmek hatadur tig ile hay kıblem ol günah olsun rakibün boynına zeyn ider gerdanın ol meh sanmanuz incü ile çok yetim asıldı kaldı ol garibün boynına gerdeni cananeye zinet viren incü degül katre katre dizilür yaşum habibün boynına hal sanma merdümi çeşmi 'alilümdür benüm düşdi ol 'isanefes taze tabibün boynına dir görenler gerdenümde gisuyı meftulüni geçdi zencir ol garibi bişekibün boynına ey ziya'i şem'i kafura düşen pervanedür meh ki tokunmış gice ol dilfiribün boynına devlet ireydi heman kaysun ezel başına başı eger leylanun irse yolı taşına kasei kaysı sıyup n'eyledi leyla görün hatırı mecnunı sır eller üşerler aşına nakai leyla izi tozını bulsayıdı kays sürme ider idi heman didei hunpaşına 'aynı ile gözlerüm didei mecnundurur benzemesün gözlerüm yaşı anun yaşına sanma ziya'i seri kaysdaki aşiyan mihneti leyla ile geldi belalar başına gör macerayı eşkümi ol asitanede deryayı anma kalma bu kuru efsanede gönlüm evinde didesinün fikri fi'lmesel benzer belalu hasteye bimarhanede ol serv sana işigin bekle ey gönül hiç böyle togrı yar bulınmaz zamanede pergarveş tolansa n'ola hüsnüni gönül çün noktai dehanunı gördi miyanede bu şahbazı tab'ı bülendün ziya'iya mecnun başında mı büyüdi aşiyanede me rakib mey gibi başa müdam çıkmakda n'olaydı cür'a gibi kalmasam ben ayakda geçer gamun denizin ruzgar ile mey içen habab yelkene benzer heman zevrakda bu kanlu yaralarum başda sengi cevründen kırmızı güllere benzer efendi bardakda semendi naza süvar oldı ol kaddi bala didi güzellere ya hu gönüller alçakda haramidür tagıdur karbanı 'aklı meger ziya'iya meyi nab elde hep tutulmakda meydana girdi şevk ile yalun yarag ile pervaneler tutuşmasun igen çerag ile rindanı bezmi bade zamanun diliridür saki yıkardı rüstemi zalı ayag ile recm olur nücum ile şeytan 'askeri agyar layık mı buna taş ile tagıla mecnun başında sanma ki mürg aşiyanıdur leyla velimesine gelüpdür çanag ile dagı dilümde bitdi elemler ziya'iya ve'lhasıl isteyen gelsün orag ile ayırmasa felek beni ol mahum almasa n'olaydı böyle ahı sehergahum almasa gitdi diyarı gurbete canı 'aşıkan yüzin görince canumı allahum almasa bir kameti elif gözi ha yarı sevmişem sayd itmese kimesne anı ahum almasa badı saba gibi idicek kuyı 'azmi yar seyli sirişküm irişüben rahum almasa mezmum olup ziya'i umar mıydı vaslını mezmum olanları yanına şahum almasa varmaz idüm kuyına ger vaslı dildar olmasa cennet ehli cenneti n'eylerdi didar olmasa medh iderdüm zülfüni 'aklum perişan olmasa vasf iderdüm bilüni efkarum efgar olmasa abdar olmazdı şi'rüm dide nemnak olmasa sözde yüz olmazdı ger şevki ruhı yar olmasa zikr ü fikr ider midüm ol mahumun mahiyyetin dilde kable'zzikr eger kim 'aşkı razı olmasa gözleri kurban ider miydi ziya'iyi eger canı 'aşık gibi yarun çeşmi bimar olmasa vasl umar iken ol sanemi bivefa ile bir dem irişdi gurbete gitdüm büka ile dirdüm ki bekleyem yalunuz dergehin veli gitdüm diyarı gurbete yüzbin bela ile sögsün unutmasun meded ol bivefaya din varup niyaz idün bizi ansun du'a ile el virmedi muradumuz ol bivefa habib şad itmedi mahabbeti bir merhaba ile benzi sarardı bergi hazanveş ziya'inün kalun esen ki gitdi o badı saba ile gel ey yusuflika lutfunla bir gün beyti ahzana seni yıllarca görmez merhamet kıl piri ken'ana benüm yarı 'azizüm malik olmak vaslına bir kez deger ya'kub u yusuf hakkı mısr u şam u ken'ana nedür ey yusufı gülpirehen bu cevr ü kahr u naz bana itdüklerün mahşer güni girmez mi mizana sakın magrur olup ihvanı dehrün iltifatına derunı dil mekanundur senün meyl itme yabana zenahdanındaki can u dile dilber hitab eyler ider ta'biri rü'ya sanki yusuf ehli zindana ziya'i 'aynı ya'kub oldı giryan olmada çeşmün düşürdün yusufı canı 'azizi çahı 'isyana 'arusı tab'umun bu heft beyti vasfı yusufda zeliha yusufa zeyn eylemiş guya yedi hane biz ayagı topragına degmedük yüz sürmege her nefes badı saba zülfine layık mı dege dive uymış ol melek korkum budur ey ademi sevse bari bir peri yar olsa bizden bir bege ol şehi huban rakibe kulluk eylermiş görün servi azade ne layıkdur pelide baş ege seyr ider agyar ile tenhaca hersek illerin benzer ol ahu mahabbet eylemişdür her sege ey kebuter gel ziya'i name uçurmak diler kudretün var ise anı şahine iletmege muttasıl derdüm izdiyad üzre gitmedi kaldı gam füvad üzre ta muradum olalı ol pehlu uyımadum dahı murad üzre badı ahumda safhai gerdun bergdür san ki girdi bad üzre hüsne nass olmaga kaşunla gözün nundur kim yazıldı sad üzre diller üzre ziya'iya gamı yar duddur kim durur bilad üzre şöyle üşmiş diller ol çeşmi siyehfam üstine guyiya etfal üşer bir mesti bednam üstine vasfı çeşmün tan degül yazsam marizi 'aşk iken zahmeti tebden yazarlar çünki badam üstine hastediller can virürler vuslatı cananeye kurılur derviş olanlar hvanı in'am üstine rast gelse lutf ile agyara virürmiş selam togrusı söylendi ol servi gülendam üstine ey ziya'i içicek gam gitsün açılsun gönül yazalum vasfı lebi cananı bir cam üstine serv susen kulıdur kendü yürür azade nakşı gayet de güzel geydügi amma sade ger seraser arasan 'alemi yokdur bedeli nedür ol terlük o naziklük o ruyı sade seni sevdüm görüp ey sade geyen nakşı güzel bana renk oldı sarardı yüzüm ol sevdada yansun oda başı anun ki yanup yakılmaz cümle dünyaya od urdı odabaşızade ey ziya'i geye çün sadesin ol servi sehi zevk anun sayesine girmek imiş dünyada şerhai sinem yanında yakmışam dagı siyah didiler şeklin görenler acıyup sinemde ah ger safayı hatır ile kıblem irsem ka'beye zemzeme şöyle kılaydum kim acırdı kıblegah da'vii hüsn eylesen mısrı melahatda eger şahidi ken'an olurdı sana sultanum güvah şimdilik meydanı nazmun ben de tirendazıyam tiri kilkümden sakınmaz mı rakibi rusiyah ey ziya'i şiriyem ben bişei nazmun bugün şiri hur bir tıfl esir itdi ve likin bigünah dimen zulm itdi caduyı felek ferhadı miskine kişi hayran ölicek can virür helvayı şirine şehi iklimi istigna imiş mahbublar bilsün unutsun vaslı leylayı dinüz mecnunı gamgine didüm agyara meyl eyler misin ey bütlerün şahı didi gelmez sanemden fa'ide tersayı bidine işitdüm pakdamanem diyü da'vi kılurmışsın seni göz göre canum koynına komaz mı ayine ziya'i bir yana miskin ü zülfün bir yana miskin buluşdur hayra gir allah içün miskini miskine gezmez erazil ol şehi 'ali cenab ile pervin olur mı kim görine afitab ile gül yapragıyla yaraşur ey 'andelibi can ruhsarı yar tan mı görinse nikab ile harc itme nakdi 'ömrüni kasrı ümide hep dirler ki kayseriyye yapılmış hisab ile bagrum bişürdi kanumı içdi benüm o şuh hakka ki nuşı bade güzeldür kebab ile ben ey ziya'i kubbei çerhün bekasını benzetdüm ol sebata ki turur habab ile 'alem tolar sadadan dokındugumca tasa var ise zerre denlü kalmaz gönülde tasa lazım degül efendi sunmak şarabı nabı kan yudaruz demadem derdünle kase kase şerh itdügümce derdüm dirler ki kavli şarih gayet güzel kazaya gelmez veli kıyasa didüm ki mürgı diller zülfün şebinde perran didi ki bunca huffaş ölmezdi ger yarasa olur mı ey ziya'i hiç böyle malhulya ol simtenlü gelse kol boynuma tolasa dil eger kasdi tekellüm ide ugrar hasra 'arzı hal itmedi kaldı o feridi 'asra yıkdı bagdadı dili zulm ile ol şuhı cihan şimdi yapmak mı diler ba'de harabi'l basra fikri zülfün kodı meyl itdi gönül arızuna terk idüp şam ilini gitdi diyarı mısra ey şehi mülki melahat sana hakk virmişdür baht u nusret ki nasib olmadı buhtu'nnasra kuyı 'aşkunda ziya'i kulunun sultanum çok kusurı var ise gel girelüm bir kasra dergehünde derdüm aglamaga bir dem var ise yoluna olsun benüm iki gözüm nem var ise ka'ilem n'eylersen eyle hurı 'aynum uşta ben kuyunı koyup cinanı ister adem var ise başka 'alemdür didiler seyri 'iklimi 'adem virelüm canan yolına canı 'alem var ise sakiya şol gül gibi sagarları nuş idelüm gönlümüzde zerre denlü gussai gam var ise ey ziya'i öyküne diyü dehanı dilbere goncenün agzın arar gülşende şebnem var ise kandur çeşmi mesti her demde var mıdur böyle huni 'alemde hastedür kim hararet ile yatur fikri çeşmün derunı sinemde ne haramidür ol siyeh çeşmün ki komaz 'akl u fikri ademde ah kim haste çeşmi cananun kodı ben mübtelayı matemde meyperest olmasaydı huni gözün kanuma kanmazıdı her demde nimhvab olmasa o çeşmi siyah gazab itmezdi böyle 'alemde kodı çeşmi siyahun ey afet bu ziya'iyi zulmeti gamda halsiz dil aldı bir güzel yine şahdur dehri saderularına n'ola hal olmasa 'izarında nokta konmaz cemal mushafına hal u hattdan 'izarı sade güzel tan degül ger güneş gibi görine halden halidür veli zenbur kondugın görmedüm gül üzerine merdümi çeşmüm ey ziya'i ne var 'arız üzere konsa ben yerine ta'cil ile geldi irişüp yaza benefşe diler ki saçun vasfını hep yaza benefşe umar ni'amı vaslunı tayandı 'asaya oldı sanasın sa'ili dervaze benefşe ferhad gibi tişei gonçe ile efendi kasd eyledi kuhsarı gelüp kaza benefşe baga sakın ey kebki deri itme güzer bal u per ile benzedi şehbaza benefşe sanman ki gülistanda muti' olmadı yara boynın eger ol servi serefraza benefşe zülfin dagıdur 'arızına ol şehi huban mushafta komışlar sanasın taze benefşe her beyti ziya'inün olur bikri safabahş guya takınur başlayuban naza benefşe tagıldı gitdi bir yana sabr u karar ise sagar gibi elümde degül ihtiyar ise irdi demi bahar uyan ey miri 'aşıkan yir yir açıldı bagda zülfi nigar ise unutma eski kulunam ey nevcevan ben terk it rakibi kafiri gönlünde var ise sahraya varmasun koyup ey leyla kuyunı mecnunı namurada eger 'aklı yar ise mahzun olur hazan iricek ziya'iya bibehreyüz geçer bizi vakti bahar ise can hevada gezer ten alçakda zülfi yar ile dil mu'allakda hızr u idris vaslun ister iken biri yelmekde biri uçmakda kametün sidre gabgabun cana 'arş kandili hod mu'allakda beni ref' eyle ey nesimi seher kalmışam ben gubarı toprakda ol yalun yüzlü ey ziya'i müdam bizi hicran odına yakmakda gül gonçesi dikilmedi bagun miyanına peykanı tiri mihnet anun irdi canına virmezdi nakdi encümi dünyaya asuman ahir boyandı gözgöre ahum duhanına misvak sanma sufi bugün hüsnini görüp engüşti hayretini koyupdur dehanına vasf itdi segi rakib ol ahuyı şöyle kim döndi sözi cihanda geyik dastanına ben binişanı itdi nişan ey ziya'i çün tiri ecel demidür irişse nişanına ragbetüm kılca yok mı yanında bir bahane çü yok miyanında dehenün busesin dirig eyler hiç vefa yogimiş dehanunda kapışur haki payun iki gözüm kapıcılardur asitanında hüsnüne gırra olma kim ey mah bir gün olur zevali anun da sözlerün ey ziya'i yakdı beni yohsa suzun mı var zebanunda her kim mütala'a kıla hüsnün kitabına her fende tan mı kadir olursa cevabına bir yüzi kara zengidür engel ne kılayın yarun takıldı gitdi o zengi rikabına 'uşşak anulsa ben kulına virmeyüp vücud sayar heman o goncadehan yok hisabına dilhaste görse düşde seni ey tabibi can uyandugında degmez imiş ıztırabına def'i suda' içün gözümün yaşı var iken meyl itmezin ziya'i bu dehrün gülabına gönül meyl itdi kaddi dilrübaya giriftar oldı bir uzun belaya temaşa kıl ki benzer desti yarun hilale barmagı ol aya aya alurlar vaslı yarı nakdi cana satılur mülki 'alem yok bahaya bu devr içre dükenmez cevri yarun müselseldür eli gayrü'lnihaye ziya'i gibi bir kemter garibem nazar kıl padişahum ben gedaya gırra olmışdur ol afet hüsni bihemtasına ol sebebden ma'il olmaz 'aşıkı şeydasına geldi falumda elif takdire oldum muntazır rast geldüm togrusı yarun kadi balasına teng idi hicri dehanundan bana şehri vücud geldi ol demler ki 'azm idem 'adem sahrasına can kenar özlerdi amma bir muhalif ruzgar saldı gönlüm zevrakın derd ü bela deryasına öldüginden sonra güftarı ziya'i hastenün fi'lmesel benzer halavetde öli helvasına 'aşk ehlinün muradını da'im huda vire ol serkeşün visalini dahı bana vire virse huda didüm bana balayı kaddüni hışm ile bakdı didi ki allah bela vire 'ayyuka ahumı çıkarurdum gamunla ah korkum bu ki fenasına çerhün fena vire kasrun öninde secdeyi dil eksik itmesün kasrı salat ca'iz olur mı mücavire haletfeza gerek meyi safi ziya'iya saki gerek ki ademe bir hoş safa vire yame 'aceb mi 'arif el üstinde tutsa esrarı anunla seyr ider ey dil hayali dildarı sebeb nedür reseni zülfe eyledün berdar günahı yog iken ey bivefa dili zarı rakibe el virüp itdünse merhabayı eger il ıssı duymadın eyle efendi inkarı meyi sabuhı getür 'aşıkı seherhizem kadeh du'asın o şevk ile okıyam bari ziya'iya gevheri nazmı paymal eyle diyarumuzda bulınmaz güher haridarı ol yüzi şem'i münir okıyalı mısbahı bizi pervanesıfat yakmagadur ilhahı vechi var can dise canana eger aşıklar odur la'l ü dehan u sühanı ervahı rindler 'id olıcak kuyı harabata gider tut ki bayram ayıdur meygedenün miftahı zülfün altında femün nükteleridür bir bir ki şebistanı hayalinde yazar fettahi sakii bezmi ecel camı mahabbet ki sunar rahatı ruhı ziya'i olur anun rahı gerçi kim bin can deger cananumun bir busesi degmede degmez ana 'uşşakun amma degmesi ruyı zerdüm dir görenler haki payı yarda topraga badı hazan iletdi bergi nergisi canı bimar ateşi gamdan olupdur suhte oldı var ise hayali halün anun noktası aşiyanı murg ile mecnun niçe fahr itmesün başına cem' oldı leyla kuyınun har u hası bir tabibe derdi 'aşkun çaresin sordum didi ey ziya'i 'akıbet teslimi candur çaresi sanmanuz bihude efgan eylerem bülbül gibi da'vii 'aşk eylerem ben şahidüm var gül gibi ey peripeyker olan 'aklum dahı tagılmasun çözme bu gisuyı 'anberbuyunı sünbül gibi tan degüldür olmasa ruhsarun üzre hal eger rumilinde hasıl olmaz danei fülfül gibi kah olur kim mesti camı 'aşka bir halet gelür derdi serdür ol dahı başdan humarı mül gibi sünbüli görsem ziya'i dir perişanhal olur bir beladur ol dahı başdan bana kakül gibi şehi gam dergehinde merdümi çeşm oldı subaşı ziyade olsun anun ya ilahi dembedem yaşı ne derd olur bu kim derdi derunum aşikar eyler bana yaşı düşer gözden sirişk olsa eger yaşı yüzini düşürür mihrün yire ruhsarı cananun mehi bedri hilal eyler o mahı enverün kaşı niçe kez asitanı yarı silmişdür süpürmişdür iki çeşmüm iki sakkası badı ah ferraşı belayı yar ile ayırmaga kasd eylemiş düşmen ziya'inün veli anunla hoşdur ta ezel başı bagı 'alemde işitsem ol gülün güftarını görsem ol servi revanun şivei reftarını dil mahabbet kuyını zabt itdi agyar eylemez bir sipahidür ki serbest eylemiş timarını zahida zühdün meta'ın alana sat çünki ben meyfuruşı 'aşk ile itdüm şira' bazarını şem'i suzan gibi geh handan u geh giryan olur lacerem bilmez edani 'aşıkun esrarını va'de eylersin visale likin itmezsin vefa yarı sadık dostum ferdaya salmaz yarını kaşlarun vasfın ziya'i şöyle tahrir itdi kim yiridür mihrablarda yazsalar eş'arını gel ey hubanun abı ruyı ten hicrünle çak oldı hevayı 'aşk ile can ateşi gamdan helak oldı siper kılmaga cismüm can atardum ey kemanebru veli tiri müjen gitdükçe gayet sehmnak oldı felekde kehkeşan u yiryüzinde sanma yollardur zemin ü asuman tigi gamunla sineçak oldı umarken meyvei vaslın nahif oldum muhassal bu vücudum bir nihal içün cihan bagında tak oldı yetiş gel ey tabibi can u dil kim kuşei gamda ziya'i haste derdi hasretünle derdnak oldı hayali gam şebinde canı talan eyledi kaçdı haramidür giceyle şehri viran eyledi kaçdı hayali gayet oldı gözden eşküm eyleyüp hunin yirinde tut ki merdümzadedür kan eyledi kaçdı başum kesse dökülse kanum aglamazdum ol mikdar ki mey döküldi sufi camı pinhan eyledi kaçdı yakam çak itdügine muhtesib derdüm yok oldur derd şarab u camı sufi ziri daman eyledi kaçdı devayı derdmendan eyler iken ol tabibi can ziya'i hastesin derd ile nalan eyledi kaçdı la'lün eşküm şaraba döndürdi yakdı bagrum kebaba döndürdi beni hicranun ateşe düşmiş muyı pürıztıraba döndürdi kodı matemde hasreti zülfün beni gurbet guraba döndürdi agların inlerin döner yürürin beni 'aşkun dolaba döndürdi badı ahum ziya'iya felegi bikarar asiyaba döndürdi egerçi baga ezharı nev irdi bana ne sünbüli yarar ne verdi dil ü 'akl aldı şimdi canum ister bana ol bivefa bilmem ne virdi mu'arradur dikilmek töhmetinden libası 'aşkun olmaz hiç neverdi mahabbet bilmeyen hiç balig olmaz geçerse salı heşti düneverdi şu kim 'aşkun gamundan bihaberdür sen ana dime adem ca ne virdi bihamdi'llahmuradı hasıl oldı visali dilrübaya can iverdi gönül mesti meyi 'aşk oldı benzer rakib ile müdam eyler neverdi halas oldı belasından cihanun ziya'i canını canane virdi bezmi gamda mutribi nasaza din n'eyler defi sayhati min hüzni hicranü'lhabibi yektefi ol melek seyrine gelmiş saf saf olmışdur bu halk kimse görmiş var mı ola böyle çok adem safı çün gelürsin katlüme bari yüzün göster didüm didi menhidür alup gitmek gazaya mushafı hay sultanum niçe bir bana bu zulmi sarih itsen olmaz mıydı gahi bana bir lutfı hafi asitanunda ziya'i kimdür eylersen su'al ehli şevkün şahı şahum kullarınun ez'afı saki mi mey mi duhteri rez mi itdiren meclis ehline rezmi başın ortaya kor surahi müdam ki kıla mest ahalii bezmi terk ider can vücud kişverini 'adem iklimine gibi 'azmi hatun i'rabı mushafı hüsnün haller noktası femün cezmi ey ziya'i solar kalur mı heman güli bagı ümid açılmaz mı bana sor gayra sorma derdi gisuyı perişanı uzun gice belasın bilür ancak hastenün canı çeküp kullabı zülfünle şeha deryayı hayretden kenarı vasla mahiveş çıkardun canı lerzanı gice sermest olup ayagına damen gibi düşdüm seher ol şevk ile gül gibi çak itdüm giribanı n'ola tavrı cünunı ihtiyar itsem ki seyr itdüm atar ol şuh bir divaneye sengi firavanı ziya'idür cünun ikliminün sultanı sultanum 'aceb şahane tertib itdi divane bu divanı bilmezem ol bivefa niçün bana el virmedi çünki virdüm ben dil ü canı ana el virmedi 'idgehde öpmege canan elin kıldum du'a kaldum ayakda bana desti du'a el virmedi 'id erişdi her kişi yar ile eyler merhaba talib oldum ben de amma merhaba el virmedi rindler piri mugandan hep el aldılar bugün mest ü bednam oldılar devlet bana el virmedi ey ziya'i al ele dünyayı bir gün darbı dest her deniye el virür amma bana el virmedi dil bugün bazarı dehr içinde olmaz müşteri atlası gerdunun ey mah olsa pervin müşteri 'aşkı cananı ne bilsün anı hiç işitmeyen gevher adın bilmeyen şahum ne bilsün gevheri keşfi esrar eylesem hayran iderdüm 'alemi saklamazdum degme cahilden degül amma yiri hasreti ruyunla eşküm bir akar sudur latif 'aynı ile iki çeşmümdür iki nilüferi ey ziya'i her sözün bir gevheri nayabdur şimdi bir bazara düşdün kim bulınmaz müşteri çık salın servüm benüm seyr idelüm reftarunı söyle ey gonçedehan guş idelüm güftarunı kaşlarun üzre perişan eyleme zülfeynüni hay kafir asma mihrab üstine zünnarunı su gibi taş yasdanup toprak döşensin muttasıl can u dilden her kim eyler arzu didarunı şerbeti la'lün 'ata kıldukda her dilhasteye ey tabibi can meded unutma ben bimarunı bir peri teshirine benzer mukayyedsin yine ey ziya'i sihri mutlak eyledün eş'arunı benüm servüm türabı sayei şimşadunam şimdi ezel handan idüm amma senün naşadunam şimdi ezelde aşinalık kıldugun gitmiş mi yadundan yüri biganelerle var biliş ben yadunam şimdi ne lazım okımak efsanei ferhad u şirini benüm şirinkelamum ben senün ferhadunam şimdi ezelden inkıyadum var güzeller hüsnine amma ben ey mahbublar şahı senün münkadunam şimdi ziya'iyem kesilmem haşr olınca 'aşkı pakünden egerçi sineçakı hançeri puladunam şimdi adem cihanda ger ola 'ali vü ger deni gerdun elindedür anun elbetde gerdeni bu cevr ü bu cefa ile bu zecri hicr ile öldürmez ise yar beni öldürün beni durmaz rakibe kameti balayı 'arz ider bir gün belaya ugradur ol şivekar anı yarun gözükdi diyü ne ta'n itdiler bana 'uşşakuna gözüksen olur göreyin seni silse gözün yaşını demidür ziya'iya hunı sirişki dideni seylab iden kanı seyr iden dir visali cananı çıkar ahir bunun da hicranı çın seher zülfine tokındı güneş şamı feth itdi rum sultanı eşki çeşmüm hayali zülfi ile 'aynı ile benefşe limanı haşiyi kagıd üzre yazsak olur vasfı şimşadı kaddi cananı dehenün kim ziya'i vasf eyler sırrı gayb anlar ehli hal anı bir güzel çubanı gördüm hazreti musa hakı ibni meryem dinidür dini demi 'isa hakı kışlasam kuyunda didüm ten bulurdı taze can razı olmam didi 'isa itdügi ihya hakı hile kurdum koynına girmek tedarik eyledüm duydı atası anası adem ü havva hakı can virürdüm ger beni koç gibi kurban eylese eylemez zulm ile katl itmek diler yahya hakı ey ziya'i ol siyehpuşun saçı sevdasına karalar geysem gerekdür ka'bei 'ulya hakı yarum agyara enis olmasa hoş hemdem idi ol peri uymasa şeytana melek adem idi göz göre 'aşkumun esrarını ifşa kıldı ko yıkılsun sanema eşki revanum nem idi ey gözüm nurı benüm didei pürhunumdan sana kan aglayubilsem ne mübarek dem idi mülki hicrana eger olmasa ahir tebdil 'alemi vuslat efendi ne güzel 'alem idi ey ziya'i sözümün suzı çeragı kudret kuşça canum yakılurdı ana pervanem idi beni kuyı belada ol gani sanman fakir itdi diyarı 'aşka sertaser ben ednayı emir itdi safayı camı sahbayı cihan bezminde benden sor niçe kez padişahum tanrı hakkıyçün fakir itdi 'abiri buyı zülfünsüz türab itdi bana cana o kim topragını firdevsi alanun 'abir itdi ne tirendaz olur ol afeti devranı seyr eylen keman itdi kadüm ahı derunum dahı tir itdi ziya'i zulmeti çahı firak içinde gam yokdur ana kim lutfunı hallakı 'alem destgir itdi yayıldı eşkümün hep dünyaya macerası bildürdi halka gizlü sırrum o kan olası camı lebin sunınca bin can alur ol afet bir can imiş tutalum anun tolu bahası işün tamam olupdur didi o mah ayıtdum 'uşşakun ey efendi eksük degül belası ol servkad kim olmaz gönlüm gamından azad gülgeşti gülşen eyler geymiş yeşil libası şi'ri ziya'i gerçi rengindür begayet la'lün anılsa olur renginter edası me be hey belalu güzel pürbelan unutdun mı diyarı hicre düşen mübtelan unutdun mı bize kıyarsın igen hey nedür bu kafirlik sanemlerün begi yohsa hudan unutdun mı meded meded bizi yad eyle destgir ol gel bu bahrı gamda kalan aşinan unutdun mı nesimi ahun ile ey gönül çü bergi hazan deri nigara varurdun hevan unutdun mı ziya'iya kanı ol kan akıtdugun demler o huni ile geçen maceran unutdun mı perdedar olmış ruhı canana yelken takyesi san şafak olmış mehi tabana yelken takyesi baş koşaldan başı üzre bendi zülfi yar ile oldı zahir kıpkızıl divane yelken takyesi şem'i ruhsarı nigara yanmaga kasd eylemiş bal u per açmakdadur pervane yelken takyesi al tuti servi ra'na üzre konmış sanasın kaddi yar üstindeki merdane yelken takyesi ey ziya'i guyiya bir şahı güldür kaddi yar sureta benzer güli handana yelken takyesi o zalim kim tahallüs eylemişdür kendüye cevri cefası hatırı viranede boynumdadur cevri ne dil kurtuldı derdünden ne mahlas buldı cevrinden anun kim mahlası cevridürür cevr ü cefa tavrı temaşa eyler idüm ey sanemler bir vefasızdan havale kıldunuz ben mübtelaya cevrünüz fevri vefasına bu fani dehrün asla i'tibar itmem benüm bu hatırı viranum içre var iken cevri ziya'i zulmeti zulm içre kaldı cümle şevk ehli olaldan edrine şehrinde bakkaloglınun devri bir mubarek dem irüp gördi gözüm bayramı kimseler gördi mi aya bu şerif eyyamı ruzei hicrün ile mahı neve döndi tenüm vaslun ey kaşı hilal olmaya mı bayramı bana ey leylisıfat hürrnekeşdür mecnun götürür kaseki başında gör ol bednamı lerze eyler dil ü can görse o nazik bedeni göreli kasesini yok felegün aramı bezmi 'alemde ziya'ii meyaşam gibi kasebazum seni vasf eyleyemezdi cami hurşidi ruhun gördi gözüm kamaşayazdı can sandı teni hastesini sarmaşayazdı ey dürri giranmaye kenar olmadı ruzı deryayı gamun gerçi başumdan aşayazdı itdüm başumun ka'idei cerrini icra ahz itdi anı abı revanlar taşayazdı ger mertebemüz kişveri gurbetde sorarsan bir mertebeye varduk ecel yaklaşayazdı bir bir göresin ölmez isen şimdi ziya'i anı ki ezel katibi kudret başa yazdı layık mı her dem akıdasın eşki didemi anmaz mısın ezel sen ile sürdügüm demi kul mıdur ahı sine gözüm yaşı cariye bazarı 'aşkda gel e gör hvacei gamı zülfün ki dam kurdı dile damı 'ömrüme kaldı esiri bendi bela canum eyle mi ey karbanserayına konup göçen kişi hiç fikr ider misin 'aceba hali 'alemi ben şahbazı evci cünunem ziya'iya mecnun başında yapdum ezel aşiyanemi 'akıbet gayeti bu cevr ü cefanun yok mı söyle ey goncadehen yohsa dehanun yok mı yar vasfını mı işitdün ki sükut itdün ey sanem da'vii hüsn itmege canun yok mı ne kadar taş isen ol sengdilün derdinden dilde ey sengi siyah suzı nihanun yok mı gırra olma sakın ey dehr döner bu devran nevbaharun var ise vakti hazanun yok mı ney gibi inledügün her nefes ey piri felek mahı taban gibi bir taze cevanun yok mı vahşiyem dirsin eya bagı cinan tavusı gülşeni hatırumuzda cevlanun yok mı kangı meh şevke seni yakdı ziya'i gibi gel söyle ey şem'i ziyabahş zebanun yok mı pervane halini bilürin zerre bilmedi ol kim çeragı hüsnine yanup yakılmadı yıllardur ki ahumı guş itmedi benüm demlerdürür ki yaşumı dildar silmedi çok demler oldı 'aşıkı sadık geçer sana miskin benefşe kara saçundan kesilmedi abı hayat katresidür leblerün senün hızr u sikender içmedi hergiz içilmedi şevki ruhun çün oldı delili ziya'inün tutdı rehi mahabbeti yolın yanılmadı ya rabb 'izarı yar mı 'azra didükleri mecnun iden midür beni leyla didükleri ya rabbi çekdügüm bu belayı siyeh midür anup diyarı 'aşkda sevda didükleri ey dil 'izarı yarda zülfi siyah imiş firdevs içinde sayei tuba didükleri zülf ü dehan u çehresidür seyr idün gelün reyhan u gonçe vü güli hamra didükleri dirler gezer rakib ile tenhada her gice gerçek mi ki o mahuma aya didükleri bilmez miyüz ki kafı 'ademdür güzergehüm tab'um degül midür hele 'anka didükleri vasfı lebünde şi'ri ziya'i akar sudur bu heft imiş yedi derya didükleri tigi elem dirig ki başumdan inmedi 'ömrüm güni zevale irişdi tolınmadı gönlüm sovutdı ol sanemün serd oldugı hayfa ki narı 'aşkına gönlüm ısınmadı ol kaşları kemandan usandı gönül veli sanman ki tiri hicr ile bagrum delinmedi abı hayat idi lebi ben dürrisi idüm ahir elüm yudum ki melalüm bilinmedi gönlüm kesilmedi o sanemden ziya'iya tigi kazaya ugradı kat'a sakınmadı zevki kahpe felegün olsa ne var erzani katı mezmum olur amma olıcak erzanı kalkup eylerdi siper cismini tiri gama can lik ok darb ile dirler ki deler kalkanı hal u hatdan n'ola hali ise ruhsarı nigar hiç olur mı ki gele ruma habeş sultanı mushafı 'aşk hakı ey yanagı zi'nnureynüm direm eşkümüzün her biri bir 'osmani bu gice kıl bizi ihya demidür ey 'isa bu ziya'ii marizün hele yokdur canı cah ile mesrur ider dehri deni her cahili kam ile illa ki buluşdurmaz allah kamili nakdi can harc itdüm ancak derdi tahsil eyledüm bagı ümmidi visalün harca degmez hasılı anı teşbih eyleyen kimdür dehanı yara kim goncai gülzarı dehrün agzı var yokdur dili gözlerüm çok yaşamışdur haki payunda senün asitanunda efendi ahumun çokdur yili niçe kez devr eyleye dolabı 'alem döne çerh zahir olınca ziya'i gibi merdi kamili kılmaz sitaresiz umarın ben müfellesi ol kim bezer nücum ile takı mukarnesi etrafı dideden görinen kirpügüm degül derya kenarınun görinür har ile hası uşşak alayına girişür katle kasd ider ademler öldürür o perinün kirişmesi mecnunun oldı ey saçı leyli ki başına mürg aşiyanın aldı gör avare nergisi beş beyti bir nefesde ki didi ziya'iya beş yılda dimeye ana kimse muhammesi kulluk eyler gayra gördüm sevgilü sultanumı çahı kahra saldılar ol yusufı ken'anumı öldügümde korkaram agyara yar olur habib bir ölümlü hasteyem bi'llahi beklen canumı ya ilahi yar ile agyarı demsaz eyleme son nefesde saklagıl şeytandan imanumı var ise piri mugan zann eylemişlerdür beni mey döküldi nevcevanlar içmek ister kanumı şahı 'aşkam ey ziya'i şimdi hazz eyler gören sonra cahiller bozarlar korkaram divanumı eflake çıkdı ahum bir demde menzil aldı üftade eşküm amma bir yirde yolda kaldı ol kim seriri hüsnün şahı sitemgeridür peyki dili ezelde şehri belaya saldı gün yüzlü mahum ile ben sohbet itdügümde zühre bakup ırakdan göklerde çeng çaldı şehbazı 'aşk irişdi mürgı huzurum uçdı şiri bela yetişdi ahuyı zevküm aldı şi'ri ziya'i tan mı olursa dürri manzum gavvas olup ezelden deryayı 'aşka taldı dostlar dimem ki halka aşikar eylen beni 'aşıkı biçareyem ma'lumı yar eylen beni abı ruyum saklayup kan aglar isem dembedem eşki çeşmüm gibi garkı cuybar eylen beni vazgeçersem sevmeden ol taş bagırlu kafiri ey müselmanlar anun çün sengsar eylen beni bu yakınlarda vefat eylerse ger piri mugan layıkem anun yirine ihtiyar eylen beni nerde ma'ildür güzeller ey ziya'i söyle kim yirlere çalun meded tek bunda zar eylen beni narı gam şöyle yakar bu teni viranemüzi rahm ider bizi görince göyünür şem'ün özi bezmi gamda igen incinme begüm inler isen neyi dinlerdi kişi dinlemese nalemüzi yakmasun ahum odı gökde 'arusı 'aşkı eşk gark eylemesün tahtı serada o gözi eşk mey nalelerüm bezmi gama saz yeter mesti camı ezelem zühre götürsün kopuzı kanmadı kanına ben teşne dilün hay meded dembedem kanum içer hışm ile mestane gözi yüz kulum var dir idi sencileyin evvelde şimdi hatt geldi yüzine hele kalmadı yüzi kafesi gamda ziya'i seni tutimanend yar guya mı iderdi şekker olmasa sözi boyı şimşad u serv ü nar u nemi yohsa 'ar'ar mı gözi cellad u mest ü canfigeni yohsa 'abher mi be hey kardeş terazuyı ta'akkul birle vezn itdüm güzellikde benüm sultanuma yusuf beraber mi 'aceb ashabı kehf andukları ehli tevarihün zenahdanunda hvab ı rahata varan gönüller mi haber vir ey saba şad it beni allah içün güldür dimez mi ol güler yüzlü garibüm dahı aglar mı alup gitdi meta'ı sabr u fikr ü 'akl u idraki ziya'i bilmem ol cevvar canum almak ister mi neye boyandı saçun kim kara magbun oldı kime ter düşdi lebün böyle digergun oldı zülfi leyla eserin sünbüli sahrada görün kays 'azm itdi beyabanlar mecnun oldı kaldı alçakda rakib itmedi alaya su'ud çok zaman geçmedi bu iş geçeli dün oldı ey gazalum seni yanumda görenler dirler tutdı mecnunla enis ol gözi ahu n'oldı zahmı tigün elif yanına zahmı tirün nokta şeklinde düşüp gam bir iken on oldı simi eşküm gibi ahir yire girer tutalum bir kişi maliki gencinei karun oldı bir yana haste ziya'i tebi hicrünle zebun ta'nı ta'in sanema bir yana ta'un oldı ireli ürdi behişt irdi behişt asarı cenneti 'adne cihan döndi akar enharı ne revadur gülesin sen anun agladugına bülbül zar ide gülzarda ey gülzari lebüne benzer idi ey gül gülzarı cinan gonçenün olsa eger böyle güzel güftarı kaldı bustanı tahayyürde ta'accüb iderek togrusı servi sehi gördi çün ol reftarı ey ziya'i lebidür goncai bagı firdevs bagı 'adnün güli biharı anun ruhsarı hıraman ol kadi bala irişdi rif'atün geldi uyan ey bahtı hvabaludum uşta devletün geldi melamet 'askerine kendüni aldurma sabr eyle tabibi can irişdi haste canum sıhhatün geldi perişan olmasun gönlün gel e badı melaletden açıl ey goncai can kim riyahı rahatun geldi niçe bir cür'aveş ayakda kalmak paymal olmak şarabı hoşgüvar irişdi saki hürmetün geldi ziya'i camı gülfam iç ki devri verdi ra'nadur baharı behrebahş ile evanı 'işretün geldi ruhlarun görmeyeli suzı nihanum yog idi sözün işitmeyeli dilde figanum yog idi esbi asibüne ey şahum süvar olmayalı 'arsai derd ü gamunda cevelanum yog idi dembedem künci 'ademde niçe kanlar yutdum sanmanuz ol kuşede goncadehanum yog idi rahmı maderde iken rahmı yok afet işidüp kanlar içdüm niçe dem çıkmaga canum yog idi şevkine yanmayalı ben o mehi çardehün ey ziya'i bilürin nam u nişanum yog idi benem darü'şşifayı 'aşkınun bimarı gamhvarı bana kalsun sipahizadenün var ise timarı melamet tekyesinün ihtiyar abdalıyam ben de mahabbet cür'adanı sinedür eksilmez esrarı şebi vaslun bilür mi kadrini ey mahı tabanum firak eyyamınun yıllarca olmayan dilefgarı dehanundan bana bir buse ihsan eyle lutf eyle gel ey 'aşıklarun dünya serayında yogı varı senün şahanedür esbabı hüsnün tan mı dirlerse sana nisbet meta'ı yusufı ken'an bazarı libası 'aşk derd ehline pirahendür ateşden derunı ehli derdün var kıyas it niçedür narı gamı hicranı canan ile bagrında ta başlar var ziya'idür bugün derd ehlinün 'alemde serdarı canuma kar itdi gam cananum incinmiş gibi kulına ol zulmi çok sultanum incinmiş gibi tali'üm yokdur güneş yüzlülere meyl itmede yıldızum düşmiş mehi tabanum incinmiş gibi nili eşküm korkarın dil mısrını eyler harab ey birader yusufı ken'anum incinmiş gibi çare yok bu derdi bipayana bilmem n'eyleyem bir beladur afeti devranum incinmiş gibi ey ziya'i böyle bülbül gibi nalan oldugum bu ki dirler ol güli handanum incinmiş gibi harimi kuyuna varmaga bir mahrem bulınmaz mı delil olmaga canı hasteye adem bulınmaz mı tutalum itmedük canan ile 'alemde bir 'alem 'adem iklimine vardukda bir 'alem bulınmaz mı niçe demlerdür eşküm yirine kan akdı cismümden nigara maceramı diyecek bir dem bulınmaz mı şikayet kılmaga derdi derunumdan ana bir bir belayı 'aşka düşmiş bana bir hemdem bulınmaz mı em eyle çare kıl kim semmi gam anı helak eyler ziya'i hasteye la'lünde bir emsem bulınmaz mı hakka layık nem ola desti du'adan gayrı destgirüm kim ola lutfı hudadan gayrı hatı dilber geleli nesne yazılmadı benüm 'amelüm defterine hattı hatadan gayrı rayı ebrunı görelden dili sufiye bugün nesne gelmez bilürin rayı riyadan gayrı ireli rayihai zülfi 'abirefşanun nesneye yok hevesüm iş bu hevadan gayrı ey ziya'i seveliden o kadi balayı togrusı göremedüm nesne beladan gayrı diriga fanidür mahbubı dehrün hüsn ile anı cihanda aferin ol 'aşıka kim bakmaya anı tamam olur işi mir'atı hüsne gırradur çün kim kusurın bilmemiş eylen temaşa mahı tabanı rehi 'aşkında hallakı cihanun subhı sadıkdur anun çün mihri ile çak ider her gün giribanı saçına meyl iden 'uşşakun aya var mıdur 'aklı lebi la'line can viren muhibbün var mıdur canı kazayı dehrden yügrük olanlar geçdiler bir bir semendi tab' ile şimdi ziya'i tutdı meydanı yine sevdi gönül bir bivefayı kadine ma'il oldı gör belayı ögerken sidreyi göge çıkarduk idüp nisbet o kaddi müntehayı kadi vasfında ol servi revanun görün niçe bülend itdüm edayı murad oldur çü vaslı dilrübadan el üstinde tutalum merhabayı şahı desturunla silsen yaşum ey hüsn ahteri gerçi kim kamusınun muhtarı la'lün cevheri gülşeni hüsnünde zar olsun hezaran 'andelib şem'i ruhsaruna yansun var ise cinnün peri bir kabayı asumanidür bu çerhi laciverd kehkeşan ana miyangerdür süreyya ülkeri göz göre her rindi meyhvar ayagın almakdadur bilmezin n'eyler gelüp her meclise rez duhteri çıksa yusuf gibi bazara ol yusufcebin gün yüzine ol mehün bir hayli oldı müşteri 'aşık olan cenneti kuyunda ey hurı cemil la'li nabun var iken 'aynına almaz kevseri ey ziya'i sanki bir havzı müdevverdür felek ebr mevcidür meh ü hurşid iki nilüferi şevkini kimse bencileyin zahir itmedi didüm o mahçehre didi zahir itmedi gel ahir eyle cevrüni ey bivefa didüm ahir kılam didi n'ideyin ahir itmedi iki iken rakibün efendi bir it didüm redd itdi ikisin dahı iki bir itmedi tab'um semendi ile suhan 'aleminde ben seyr itdügüm diyarı begüm sa'ir itmedi ashabı şevk içinde bu muhrik edaları evvel ziya'iya hele bir şa'ir itmedi yanaram 'aşkunla ben pervane görmezsem seni yakıluram ateşi suzana görmezsem seni taga düşüp yar olam vahşilere mecnunsıfat hasretünle oluram divane görmezsem seni mesti 'aşk olup demadem derd ile kanlar yutam ger bu dem ey gözleri mestane görmezsem seni gülşeni kuyundan ayru harı hicrana düşüp başlayam bülbül gibi efgana görmezsem seni şol ziya'i gibi şevki şem'i ruhsarunla ben atıluram ateşi hicrana görmezsem seni ümmidi lebünle şu ki sahbayı ter aldı hayr idemedi kendüzine derdi ser aldı kasdi var imiş kabrümüze gelmege yarun badı seher ayagı tozından haber aldı yaşum gibi kuyına akup seyl o perinün payına yüzin süremedi çok keder aldı evsafı nebatı hatı la'lün çü mükerrer bu tutii dil agzına guya şeker aldı vasfı lebüni kim ki ziya'iden işitdi şad olsa n'ola cana deger bir güher aldı evvel ol şuhı cihan eşkümi seylab itdi sonra bu çeşmi sitem didemi garkab itdi rahm iderdi bize canan ezel amma şimdi selbi rahm eyledi bilmem ne ki icab itdi çün cefakar degül dirsüz ol ebrusı keman ya niçün tiri cefasın bize pertab itdi kuyun ümmidi beni sakini mescid kıldı kaşlarun fikri beni ma'ili mihrab itdi şevke geldi sanema midhati dendanunda nazmı pakini ziya'i düri nayab itdi bugün ol mahumun mihri cemali komaz canumda bir zerre mecali firakı yara sabr itmez mi 'aşık hususa var iken vasl ihtimali begayet dilgüşa vü canfezadur gül eyyamı hevanun i'tidali nigara boynuma bend eyle zülfün benüm boynuma var ise vebali ziya'iden ma'arif ögren ey yar huz ü'l'ilme min efvahi'rricali rayı ebrunı alemün mahı dir gören el hilal va'llahi rast gelse hicazı kuyunda sana 'uşşakı bineva gahi senün asla kulagına girmez çıksa 'ayyuka 'aşıkun ahı mülki ken'andur senün hüsnün zenahun anda yusufun çahı kullarun çok ziya'i de biridür ey melahat seririnün şahı itsem ziyafet ol şehi 'alicenabumı pergalei cigerden iderdüm kebabumı mahmurlukdan aglamazın derdi ser bu kim bir katre kalmadı gice dökdi şarabumı benzetdi nar içinde düşen muya halümi fikri miyanun ile gören ıztırabumı haki mezarveş gönül alçaklugın kılup itsün du'a ziyaret idenler mezarumı ruşen bu kim sitarem açıldı ziya'iya gördüm seherde karşudan ol afitabumı turmadun peymana içdün gayr ile peymaneyi bilmedün yolsuzluk itdün hürmeti meyhaneyi gayr ile ey şem'i bezmara görürdük itdügün bezmi gamda narı gayretdür yakan pervaneyi uyku almış mest iken yaran koyup gitmiş beni gösterün allah içün bilmem rehi meyhaneyi 'aklum aldı bir peri va'iz kerem kıl söyleme dinlemez divane olan degme bir efsaneyi va'iz olmışdur ziya'i müjde ey piri mugan aşikar itmek gerekdür gül gibi peymaneyi dili aşüfteyi mehcur kıldı yine ol huri yine candan usandurdı o meh cevr ile mehcurı ezel bezminde camı 'aşk ile mest eyledün canı feramuş itme camı vaslunı şimdi o mahmurı visalün mevsimünde zülf ü hattun görelüm zira bahar irse zuhur eyler cihanun mar ile murı 'aceb mi destüni yad eyleyüp kör olsam aglarken el içün aglayan gözsüz kalur dirler gözüm nurı ziya'i gice vasfı gerdenindeyazdum yanup yakıldı karşumda bir iki şem'i kafuri yüzün gördüm kasavet bu dili divaneden gitdi ne tan gitse kasavet bilmezin 'aklum neden gitdi bahar irdi yine avarelik vakti zuhur itdi bihamdi'llah şitanun şiddeti gülzardan gitdi didüm dil kaçdı cevründen senün ey bivefa dilber tebessüm kıldı ol meh naz ile didi kaçan gitdi bana zulm oldı dil gitdi didüm bir buse vir bari didi ol canumun canı olan oldı giden gitdi ikamet menzili sanma ziya'i darı dünyayı serayı karvandur bu konan göçdi gelen gitdi zemm eyleme gülşende esen badı sabayı men' itme mahallende görüp ahı gedayı bidillere lutf eyle cefa itme esirge ca'iz degül incitmek efendi fukarayı ey ruhı mahabbetumarın vaslunı bir gün rü'yada niçe görmiş idüm şeyh vefayı ben ma'il idüm çehren ile zülfüne cana fark itmez iken dahı gözüm ag u karayı dergahuna kimdür dir isen halin iden 'arz darendei fermanı hümayun ziya'i bagı hüsnünde senün ey boyı şimşadı sehi tan mı sibi zenahun meyveleri olsa bihi salınur mıydı benüm canuma bin dürlü bela togrılıkla seni ger sevmesem ey servi sehi kirpigünle kaşuna yokdur efendi manend ne güzel tir ü kemandur bu zihi sun' zihi bilmezin niçe tolar şevkün ile hanei dil humı humhane tehi camı safabahş tehi ahir olınca şeha 'ömri ziya'i kulunun binihayet gamunı çeksün eli ahirihi tr i h l e r tarıhler tarihi cisri mostar meme kavsi kuzahun 'aynı bir köpri bina itdi var mı bu cihan içre manendi hey allahum 'ibretle bakup didi tarihini bir 'arif il geçdügi köpriden biz de geçerüz şahum tarihi vefatı keyvan beg emini memleket merhum keyvan cinan içinde gitdi tutmaga cay didi çün gördi 'ömri ahir olmış dürüldi defteri 'ömrüm meded hay didi hatif anun mevtine tarih ecel çaldı elinden defterin vay tarihi vefatı peder pederüm terki cihan itdi ziya'i dilerin 'afv olup ma'siyeti cennet ü rahmet bulsun ey ziya'i beni hasretde kodı dünyada pederüm terki cihan eyledi tarih olsun tarihi cülusı padişahı 'alempenah murad üzre murad ibni selim han cihan mülkinde buldı 'izz ü cahı devamı devletini bermezid it seriri saltanatda ya ilahi cülusı tahtına bir miri meclis didi tarih heft iklim şahı tarihi vefatı merhum müfti hvace çelebi semi'na mate müfti'zzaman feerzahu fetevvebehu tamam tarihi vefatı emri çelebi kodı emri suhan iklimini ol dem hatif didi tarihin anun kanı emiri şu'ara tarihi vefatı emri çelebi irişdi emri allahun müverrih didi tarih kanı şa'ir emri mostara gelen nazır suyına tarihdür bu ab kevserasa şehri müşerref itdi 'ukbada sahibinün firdevs ola mekanı şehrün yüzi suyıdur hem 'aynı selsebilün yazdılar ana tarih abı hayatı sani mustafa begün plevnede bina eyledügi cami'i şerifün tarihidür mustafa beg bir güzel hayr işledi allah içün yapdı bir cami ki mislin görmemişdür dehri dun bikusur oldı kusurı cennetasa her yeri kubbesi takı sipihrasa düşüpdür nilgun cami'ün bünyadı bir yılda tamam oldı kamu şad olup mü'minler oldı gebr ü tersa sernigun hep tamam oldukda avazı bülend ile hatib indi minberden didi tarihini yüzekkirun tarihi vefatı behlül beg ravzai firdevse 'azm itdi yine behlül beg nefret itdi hasılı bu mülk ü bu mahsulden 'akılane didi bir mecnun anun tarihini ey dili divane gahi 'ibret al behlülden tarihi vefatı şemsi paşa felegün halini hiss eyledi şemsi paşa kodı zevk ü basar u sem'i ü şemm ü lemsi şemsi 'ömrine zeval irdi ziya'i ol an didi tarih yine gitdi cihanun şemsi tarihi vefatı merhum sinan beg virdi hudayı malike canı 'azizini ken'anı 'adn yusufı mısrı cinan begi hatif du'a idüp didi tarihi mevtini firdevsi 'adne gönder ilahi sen uc begi bosna'da mehmed beg timar defterdarı oldugına tarihdür çün mehmed beg oldı defterdar güni 'id ü gamı ba'id olsun didi da'i ziya'i tarihin 'ömri vü devleti mezid olsun tarihi va'ziyye meme itdükde ziya'iyi takdiri huda va'iz hatif işidüp didi tarihini va'ziyye m u 'm mlr benamı memi kanı kimdür yolında virmeyen can dehanına şarab aldıkda canan benamı kubad niçe halet zuhur ide ruşen kadi dilberde ikiden birden benamı şani benüm bir naleme olmaz mu'adil ger olursa figanı üçyüz ey dil benamı şeyli seyr idüp bag u baharı tan mı hayran olsa dil kudretin bari ta'alanun görür her şeyde bil benamı 'izari çekmişem çok cefayı dildarı çekmeseydüm 'azabda bari benamı 'ali ruhun kim ana 'alem müşteridür hur u mahı tamam u müşteridür benamı resm çü 'aklı muşikaf anda kalur hayranı dembeste kalup n'eyler hayali zülfi yarumda dili haste benamı hüsam beni aglatdı hayali müjgan göze çöp düşse olur yaşı revan benamı sadr u sun' yad idüp ebrunı mahı nev müdam kapun öninde gelüp virür selam benamı 'ali gice ahum od urdı camei çerhe degül encüm gören anı felekde her tarafdan deh düşer şahum benamı şems keşf ola dirsen eger kim sana namı nazenin evvela ol niyyet içün yılda çek bir erba'in k ı t 'lr kıt alar dimen nevrestedür ol servi bala kıyamet koparur eylen temaşa yürür mahcub egerçi goncaasa açılur giderek ol verdi ra'na yüzi suyı serayunzann iderler bend başıdur mahallende gözi baglu garibün gözi yaşıdur külüngüm tişei ahumdur ey şirindehen şimdi bana ferhaddan kalmış teberün tag başıdur sevdügüm ol afeti hep halkı 'alem bildiler hep elem çekdüklerüm allahu alem bildiler duydılar ol la'li rengine benüm dil virdügüm kandan akar eşkümün hunı demadem bildiler keskin olmasa kılıç ademe sözün yegdür mihneti dostdan ise şefkati düşmen yegdür fi'lhakika eri olmasa sözinün adem rahı insafda andan zeni rehzen yegdür bir pişe ögren olma tehi akça pul kazan ta pişe matbahunda pilavun kazan kazan görmez misin bir akça alur sa'ili mezar yigirmisin otuzın alur makbere kazan bagı behişte 'izarun bir kızıl güldür heman nale eyler bu dili şuride bülbüldür heman penbei dagum ki rengin oldı kandan cabeca bagı dilde saçma bir katmer karanfildür heman çün nazmı bedi'ümde beyan ola ma'ani izhar ider iklimi suhanumda lem'ani eş'arı ziya'ide 'aceb cazibe vardur lutf eyle begüm gayra kıyas eyleme anı sihr kar itmez efendi saçuna ejder olur çü 'asayı musa n'ola sihr eylese fir'avn rakib la tehaf inneke ente'lala laleasa rızkını taşdan çıkar sinen üzre kalmasun dagı bela hvanına ihvanun olma kaselis leyse li'linsani illa ma se'a müstef'ilatün müstef'ilatün lutf eyle dinle pendi latifi lutf eyle da'im her şahsa cana ol şahs olursa dilden muhibbün artar muhibbün lutfunla zira ger ittifaki olursa düşmen ol itdügün lutf olur müdara ey karanu gicelerde seyri kuhistan iden sanma bihude çürük agaçda görürsen ziya şevki yar ile ziya'i idicek teslimi ruh yongası tabutınun taga dökülmiş cabeca fa'ul didüm geçdi gamzen okı canuma didi anma anı meza ma meza didüm agladursın beni dembedem didi kim anılmaz geçen macera me ocaga yansun odun gelmez oldı bazara odun gelen odunından olur olınsa rica bir iki yarma odun bulmaga mecalüm yok görün ne yarmalar urdı felek bu yirde bana yara düşdükce aşina düşerin hergiz amma rakibe düşmen dost dostlar başdan anı fikr eylen dost düşmen olur mı düşmen dost bana bir mansıb nasib olmadı çekdüm çok nasib bicihet kaldum harab oldı diriga şeşcihat ahir ölüp dirilüp bir dirlik ıssı olmadum bilmezin yohsa bu halk içmiş midür abı hayat niçe yıldur ki tahsili kemal ü ma'rifet kıldum umardum merdümi kamil diyü halk eyleye ragbet bela bu kim kemalüm gördi her biri hasud oldı ihanet kıldılar gitdi olanca hürmet ü 'izzet başun içün koma ayakda elüm tut servera ruzgar itdi beni kış günlerinde tengdest tan degül dökse yüzüm suyın yire fakr u fena oldı gönlüm şişesi sengi havadisden şikest kahr u mihnet hasreta derd ü gam olmışdur nasib defteri nahnü kasemnada bana ruzı elest ahiret hakkıyçün ey hurı cinan kuyunı seyr eylemek dünya deger kıymeti eyyamı vaslı bilmeyen bir iki gün eylesün 'azmi sefer ne 'aceb hali var bu gülzarun harlar pençesindedür güller derdi dilden hezar zar itse bülbüli zara öte dur dirler dil uzatsa 'aceb mi susenvar tab'ı ruşennihada münkirler tabı hurşidi 'aleme ne ziyan ana inkar iderse şebpere ger ger müzemmem dir ise müşrikler zatı paki muhammede ne zarar rakibi zag ak atlasla siyeh ferace geydükçe görenler dir ki şer ormanınun bu sagsaganıdur yanına ol humanun varsa rengareng cameyle sanurlar bustanı hüsninün agaçkakanıdur iblis ü nefsi şirretini eylesün ba'id dergahı hakka şam u seherde du'a budur nefsümle her ne itsem iderdüm ziya'iya iblise n'eyleyem ki görinmez bela budur camı 'aşkunla oldı mestane ol müdamı gönül hemişe çeker derdi aya nedür ziya'inün ki ayakdan müdam şişe çeker nagmei bülbüli bagı kuyun kelimatun gibi ruhefzadur fi'lmesel ab u hevayı kuyun abı hızr u nefesi 'isadur talibi vaslun iktizası müdam yel gibi kuyun içre yelmekdür togrısı bezmi vasl olurdı veli sohbet ol serve rast gelmekdür busei la'li lebi yara elüm irmiş iken bir tarafdan çıkageldi n'ideyüm 'aşıklar buselik hoşça makam idi ve likin 'uşşak gahice rast gelür sonra hüseyniye çıkar naziri yok bahar eyyamınun ancak budur 'isa temaşa eyleyen terki temaşayı cinan eyler yüri va'iz degül mümkin işitmek cennet evsafın sular çaglar nesimi subh eser bülbül figan eyler niçe napuhte ile sohbeti has eyledügin bilürüz künhi ile biz de 'abes kaynamazuz eylemiş bir kaç ocak erleri külli zevkün duymışuz kıssayı hep biz de kömür çiynemezüz ey ziya'i maliki mal olmaduk 'alemün gayet fakirü'lhaliyüz hırsımuzdan her meta'ı medh ider çarsuyı 'unsurun dellalıyuz gamı gamzenle muztarib düşdi dili bimara gelmez asayiş gönlüm ararsın ey cihanara bilmem amma nedür bu arayiş bu cansız cisme ey ruhı musavver teselli nutkın it ihyaya mahsus degüldür mürde ihya eylemek çün mücerred hazreti 'isaya mahsus ey ziya'i bu şehr halkında bana hiç şefkat u 'inayet yok belki bunlar ya ma'rifetsizdür bende ya zerre kabiliyyet yok diler isen ki el vire dünya ya müzevvir ya bari mashara ol fi'lmesel kahbedür zeni dünya kuçılur mudhik ü müzevvire ol kıl 'ata ol devatı ma'hudı keremünden eya emiri kerem katibi defter sıfatun iken ne revadur ki bidevat kalam ka'be hakkı cefayı 'uşşaka azer eyle halilüm ibrahim narı nemruddur firakun odı hay nurı celilüm ibrahim sırrı 'aşkı ey dil izhar eyleme eyleme ol ateşe ahun duhan her kişiyi vakıf itme sırruna rahatü'linsan fi samtü'llisan külli sırrın caveze'l isneyni şa' imdi ey dil sırrunı eyle nihan didiler bir gice mecnuna gelüp seni leyladan ayırdı gerdun ah idüp hakka tevekkül kıldı didi e'lleyletü hubla mecnun ey ziya'i görmedi ben gördügüm mihnetleri serbeser dünya serayın geşt ü seyran eyleyen birkaç ahmak cahile şimdi imam itdi beni şeyhi san'anı ezel hınzıra çuban eyleyen hasreti bezmi visalünle gözüm kan aglasun dembedem pür hun olup peymane şeklin baglasun kakülün zencirine men' itme baglansun gönül ey peri günden güne divane şeklin baglasun subhdem hasreti vasl ile nesimi ahum korkarın yıka hisarı felegün güngüresin ruzı vaslın anıcak ol güni görmemi didüm naz idüp ol meh ayıtdı o kadar gün göresin yarun alnında yine yara yiri var gördüm hardan zahm irişmiş gibi gülbergi tere didüm aya nedür alnunda bu yara didi yar cayı engüşti nebidür ki tokınmış kamere mektebi 'akıl olan ana görür mi ma'kul kaydı ta'lime ne layık düşe bir divane n'idügin bilmez iken sarfdan asla maksud fi'li yef'al ta'limin ider subyana sürhı pirahen ile sebzi kaba gonçemanend geydi canane cismi paki terakki bulmışdur gonçeveş sıgmaz oldı kaftana mu'allimlikde buldum sa'di irdüm gülistanı visali dilrübaya o gül yüzlü güzel ben bülbülinden gülistan başladı minnet hudaya can belada ten elemde gönül ah eylemede mübtelayı derd garibe seri bidevlet ise zahmete girme cefa eyleme didüm didi yar sen de sabr eyle cefama ne kadar zahmet ise ey ziya'i şu'ara içre bizüm dilümüz yok yakışur güftara sengdil cahile pend olmagiçün sözümüz yok yazacak divara ziya'i hırmeni hirmana düşmiş kaha dönmişdür vusuli yok muhassal çokdur mahsuli maksuda bu dem derd ile merdümlük midür aglayu göndermek reva mı çekdügüm zahmetler olmak cümle bihude ne layık halkı 'alem benzede devletlü sultanum beni firdevsiye sultanumı sultan mahmuda kemal ü 'ilm ü 'irfan ehline hiç nasihat olmaya bundan ziyade sakın nacins ü bedasl u deniden hususa kim ola debbagzade derisin darb idüp kılsun dibagat gururundan girü başlar 'inada 'aceba kakülüni cevre kim itdi tahrik didüm ahun yine badidür o tahrike didi bir vefanı görelüm sana mahabbet ideli didüm ol mahveşe hubbike yu'mike didi bagı hüsnünde meyveler çokdur seyr içün baga girsen olmaz mı ey gülistanı behçetün servi bana şeftalü virsen olmaz mı benden evvel sihr iderdi sahiri fir'avnvar gerçi kim nazm ile inşada zamanun şa'iri haddi i'caza iletdüm ben de nazmı pakümi mu'cizi musa mıdur gel gör ya sihri sahiri beni bir yirlere düşürdi felek hak bu ki ben yimezin gussa hakikatde beni gussa yidi destgir ol ki hakikatde ben ol amayem çagırur çaha düşüp ya reculen huz biyedi naleden bendeni men' itme benüm sultanum çünki eglencesi yok ah u figandan gayrı hasretünle n'ola dökülse demadem yaşum nesi var yüze gelür 'aşıkun andan gayrı fecr ile zuhr u 'asr ile şam u 'işa kılur şark ehli rum u mısr ile şam u habeş dahı şeytan bize 'adavet iderse namaz içün ragmına kılalum anı gavgaya beş dahi masadak düşme it gibi ifke dilüne alma kizbi napakı rasti sıdkı nüsha kafidür nassu veylün likülli effaki dila kesbi kemal it farig ol 'örf ü izafetden ki da'ü'lcehli da'un muhlikün ve'l'ilmü keşşafi müderrislik olaydı ger sakal u taylasan ile keçi lazım gelirdi kim diye tefsiri keşşafı m ür e dv emt l alr didüm şeha rakibden ala itün olmaya güldi ayıtdı hazretünüzden yeg olmaya meme ben mushafı ruhsarun hıfz itmiş idüm cana mecnun dahı okurdı ve'lleyli iza yegşa bir şuhı cevrpişe zülfine gönlüm bilasebeb divane olıgör yüri sahraya ne minnet mecnun olıgör mihneti leylaya ne minnet ugramasun kabrücnun rakibi bednihad makberüm taşından anı taşa tutmakdur murad suya gitdi rakibi bedef'al didiler buharaya gitmişdür sultanı mülki derd ü gamem likin ey nigar tahtı tasarrufumda degül mülki ihtiyar bu zalı zaman bana 'ata kılsa birader tut kim ögi atası ögey oglına eyler sarıdur benzüm didüm derdün bana hemrahdur didi kim ma'zur tut saribazun allahdur yapışur destüne hınna ne güzel el eyler sarmaşur boynuna zülfün ne 'aceb hal eyler gülberg didüm yokdur ey gül ruhuna benzer ter düşdi o gülçehre didi varakı diger lebün şevki beni mest itdi münkirler idüp tahkir şarab içdün diyu hadden ziyade itdiler ta'zir yolında oldugum didarı yara hasretümdendür segi dildar ü agyara niyazum hayretümdendür diriga her muhibbün bir habibi var benüm yokdur meded her derdmendün bir tabibi var benüm yokdur hanei gayra didüm at sürme ey şatrancbaz didi ol şahı kamer ruh tutmazın ta'limdür lebi dilber severüz 'aşıkı sergerdanuz biz güzel gözlemeden hazz iderüz hayranuz bir lugaz söyle didi sa'ir ola ol rakib didüm eyi bir lugaz aksi gibi maksudun olsa bulsa tohmını ekdikde dihkanı ezel hay u hudan gayrı nesne biçmemişdür mahasal bagı şol denlü güneş yakdı ki güneydi üzüm yaş yirine meyi gülgun akıdur iki gözüm ister iken vaslını gitdi dil ü 'akl ile can eyler imiş ademe az tama' çok ziyan gönlüm alsun o sanem hayrına bir deyr itsün bir nefes gönlüme degmen ki alan hayr itsün taş atdı habibüm bana sevk itdi rakibüm tokındı bana elüni gönlümce yaşasun ka'ilüz sengi cevrüne cana bilürüz gerçi düşmez üstümüze kat'a rakib kurımaz ahdan çalsam cihanda bari ol iti kılıç ile kuzı büryanına meyl itdi rakib yidi andan ötüri niçe bere gice mey sohbetinde la'li canan agzuma geldi safadan öleyazdum şöyle kim can agzuma geldi mülki bekada 'akl za'im eşk 'askeri çeşm subaşıdurahı derunum ocag eri çün beni laya'kil itdün kes meded ibramunı sakiya mest oldum ayruk sunma içmem camunı hayra yazsun şerrini anun kiramen katibin kim du'a ile anarsa iş bu hattun katibin fr s ç ş i i r l e r kaside kasidei farsi der zikri şu'arayı 'acem mefa' ilü mefa' ilü gerçi ne zi şiraz u hocend u hemedanem tarzı şu'arayı 'acem amma heme danem men cür'akeşi meclisi cami neem amma mesti meyi 'irfanem ü camiyi zemanem şirin büved eş'arı men ez husrevi dehlev ragbet küned ez şi'ri men ahsen manzumı nizami nebud muntazam asla im'anı nazar ger beküni ger gazalanem hemrahi sa'adet büved ez tali'i sa'dem nagz ez suheni sa'di büved nazmı revanem ger hıfz küned yek gazelem hafızı şiraz guyed ki meyarid zi nazmı digeranem fettahi bepişem neküned fethi kelami men miri kelam ü şehi iklimi beyanem firdevsi bihişt an ki zi eş'ar u daşt beşünid meger gülşeni nazm çü cinanem enver büved ez mihri felek lem'ai nazmeş beşinased eger enveri şevki leme'anem ez tablai 'attar 'abiri neharidem pür şud felek eznükheti esrari nihanem zahir neşeved lutfi gazelhayi zahir er mazhar şeved eltafi huda ra dil ü canem ba 'avni huda bihter ez elfazi mu'inest im'ani nazar kün beme'aniyi beyanem men maliki mülki kelimatem çü mukemmel ekmel zi kemalani hocend ü sifahanem guyed be men ey hvacei bazari belaget hvacu beşinased eger eş'arı 'ıyanem der san'atı ebyat 'imad erçi bülendest men niz çünan 'umdei erbabi lisanem nasır behüner bihter ez in bende nebaşed banusreti hallaki cihan bihter ez anem selman mera salemek allah beguyed der sahni suhen seyrküned ger cevelanem ez nahnü kasemna ki neşüd kısmeti kasım kassamı ezel dad edayi bezebanem der midhati men katibi şüd katibi divan der mülki suhen men şehi iklimsitanem 'ısmet şüde çün kudeki ma'sum benezdem pirane suhenguy ü hıredmendi cevanem şahan gulamanı deri devleti men bud der mülki suhen padişehi 'alemiyanem batir u keman mülki suhenra begüşadem begüriht hilali bekenari zi kemanem der sayei men bud riyazi çemenasa men derçemen çü şimşadi çemanem er suzen der didei agyar hoş ayed men niz beelfaz mü'essir çü sinanem nagzest hayalatı kelamem zi hayali der kuyı habib er çi men ez hayli seganem lafi zenem ü kahr künem mudde'iyanra başed ki bemirend zi gam mudde'iyanem vez ne be rehi gülşen nazmi selef ahir men bende ziya'i meselen bergi hazanem gazeller mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün şeha ber darı zulmi firkatet ez kişveri dilha ki maned namı niku ahir ez şahanı 'adilha bemuyi kakület bendi dili ma ra çi muşkil şüd berefşan kakület ey yar u hall kün müşkili dilha 'aceb durest menzilhayi maksad der rehi 'ışket muhibbi k'o neşüd mukdem neyayed z'ah menzilha şeha haki rehi kuyet zi seyli eşki men gil şüd men an mesti meyi 'ışkem ki üftadem derin gilha ziya'i mesti camı bezmi 'uşşakest mi guyed ela ya eyyühe's saki edir ka'sen ve navilha me rehi hicaz çi pürsi der habib beyab nasihatest tura in kelamı men deryab goşadedar deri dari vuslatı dildar bedin esiri belaya mufettihe'lebvab hati ki der ruhı canan girifteest kenar nişani pençei mürgest der kenarei ab figan zi ebruyi canan meded zi gamzei yar zehi kemani 'ikab ü zehi sihamı 'azab eğer ziya'i zi gamhayi tu şeved berdar şeha besest resenhayi kakulet berdar kasdi can miküned la'li revanefzayi dust 'alemem duzah küned husni cihanarayi dust bülbülasa ez seri servi sehi şebtaseher naleha dil miküned ez hasreti balayi dust halkı 'alem ra şenidem düşmeneş rüsva küned v'in 'aceb sırrest geştem men geda rusvayi dust men hemi tersem ki badi 'ışk ma ra mibered kuyı gamra geşteim ey dil hakpayi dust ey ziya'i zulmeti gam ra fütadem 'akıbet k'in çünin şüd iktizayi haleti sevdayi dust men bende amedem ba cürmem becayi haclet şüd cismi men nişani tiri kazayi haclet daned günahi ma ra mecmu'i halkı 'alem mir'ati peykerem şüd peyker numayi haclet binger be'ayni 'ibret baruyi men futade k'o rengi sürh dared ez seghayi haclet desti du'a ki darem ba dergehet hudaya destem beruy darem ezgussehayi haclet dü ta neşüd zi piri kaddi ziya'i likin nazır şüd ez 'uyubeş bapuşt payi haclet berev ey rahibi mug babüti simini kinişt ta bemaned bemeni üftadeş an huri bihişt telh düşnam dehed an lebi şirin mera şüd meğer dusti ma hemdemi an düşmeni zişt bih ü sib ü zenah ü gabgab ü an servi cinan bemeni aşufte bih zi bihi heşt bihişt ruh nihadem berehi esbi şehi nat'i cemal tersem ahir ki beguyed meni şeydara kişt hamei desti ziya'i çu neyi şekker şüd şekeristani latifest suhenhayi ki nüvişt müstef'ilünfa'ulün müstef'ilünfa'ulün zulmi ki yar mi kered'uşşakra sitem nist derdi tabibi hazik bimarra elem nist camı mahabbeti yar ser mest kerd canem keyfiyyeti müdameş der nuşi camı cem nist bafursati giriftem engüşti an perira handid u güft banaz divane ra kalem nist cana eger bedidem mergi rakibi düşmen ez refteni hayatem min ba'd hiç gam nist ey gül'izar bişnev evsafet ez ziya'i k'an bülbüli belagat der gülşeni 'acem nist ahu z'an çeşmanı merdümküş suyi sahra remed men eger çeşmet nebinem çeşmra ayed remed her ki caneş der neberd gamzei canan nebered lacerem ahir muhannes guyedeş ehli hıred aferin ber hilkati hallaki giti aferin kerd der gülzarı hüsnet servkad ü lalehadd kuhken ba kays pendari ki manendi menend key büved akil ki ba divanegan yeksan büved ey ziya'i kahrı düşmen ra behvan tebbet yeda gerdeni veyra veli bihter ki hablün min mesed mitıraşed dili ma yek berber lik an şuh neyamed berber garki bahri gamıhicran tüem hiç para nenihadem berber bavisalet dili ma ma'il şod megesi üftad nigara berber mivei vasl mera ihsan kon ba gedayi deret ey şeh berber haste şüd cismi ziya'i bazin caneş ey yar hoda ra berber kad cera u'yünü'l'uşşak sare ma'ü'lbihari fi'lafak ruz u şeb mihr u mahi felek bacemali nigar şüd müştak gamı dilber mera çu ruzi şüd virdi men şüd müdam ya rezzak çü nedidem meyani dildarem canı men maned hem çü suzi firak suhenanı ziya'i pür suzest tersem ahir ki suzed in evrak abi visaleş evvel men teşnedil becüstem ez abi vasleş ahir desti ricabeşüstem mara vü kahramanra ziali cihan beperverd men tıfl derhakikat derzeyli zali rüstem bimarı 'ışkı yarem hergiz deva nedarem z'an der meyanı 'uşşak ez cümle tendurüstem 'ışket beberd ez men sabr u karar u takat kuvvet nemand der ten cana za'if ü süstem talib neem ziya'i sengi dili sanemra ba keşteni rakibeş yek seng ra becestem mefa' ilün mefa' ilün fe'u lün bedesti mey, bedesti beng darem ezan ru der rahı hod reng darem gamı sengindili derdi serrem şüd ki balini zir ez seng darem figanem tir ü kaddi men kemanest batali'i hod ceng darem zi derdi an dehen çün goncai bag hemişe hatırı hod teng darem men ez tasviri mecnun ey ziya'i bedin endamı lager teng darem mefa' ilü men bendei tüem tü şehi düşmenani men men hastei tüem merev ez sine canı men raki' neem derig derin cami'i bülend piri dü ta şüdem zi gam nevcevani men der hvab çeşmi men çü bedid an nigarra hvab nedid çeşmi kesan ez figanı men der deşt mihnet mekeş ü camra bedeh ey teşnei zülali lebi tü revani men 'aşık hayal kerd mera çün ziya'iya geştem hayali ebed zi gam mumeyanı men nevbahar amed müzeyyen şüd gulistanı zemin ger bebini rengi mani in nigaristanı çin şahı gül ra meneger ey dil sebzpuşem ra niger gonçei zanbak mebin an biniyi ziba bebin her teni simin çü gisuyi perişaneş beriht elveda' ey canı miskin elfirak ey 'akl u din dameni vaslet bedest arem derin rahı umid ta bepuşem 'akibet piraheni bi astin gulşeker dadi ziya'ira ki güfti nükteha aferin ey tuti tab'em hezaran aferin şaha fütadeganra da'vet küni behvani bi hadd sevab yabi mara eger behvani ez ni'meti visalet micüst dil tabib bimari tust miskin haleş çera nedani ger miberend mara ez behri tü beduzeh ora terahhum ayed guyem çü bazbani ma ra meded halasi ya 'alime'lhafiyyat 'ışkem şüd aşikara gam miharem nihani güftem nişanı na'lı esbi tü berseri men nakşist hoş nigara güfta ki nakşi mani erjeng gam negired ayinei dilet ra nakşi nigar bini ta haşr şadumani bi destgir budem der künci gam ziya'i begirift nabzei men nageh tabibi cani kıt'a ez bedan mi girend hem bedan kes nedidest nikuyi ez kemi tü heme dani in kelamı belig itteku min mevadi'i'ttuhemi kasideler kasidei derya der medhi hasan paşa yessera'llahu mayeşa' kasidei berfi şita der medhi fahrü'l ümera hasan beg kasidei bahar der medhi mustafa beg kasidei güneş der medhi 'osman beg kasidei hazan der medhi mehmed beg me kasidei kalem der medhi mehmed beg kasidei ahvali ruzgar der medhi hasan beg kasidei bahar der medhi sinan beg kasidei sengistan kasidei hasbi hal der medhi hasan beg kasidei hanei virane musammatlar terkibbend meme vav ha meme me yame me tarihler tarihi cisri mostar meme tarihi vefatı keyvan beg tarihi vefatı peder tarihi cülusı padişahı 'alempenah tarihi vefatı merhum müfti hvace çelebi tarihi vefatı emri çelebi tarihi vefatı emri çelebi mostara gelen nazır suyına tarihdür mustafa begün plevnede bina eyledügi cami'i şerifün tarihidür tarihi vefatı behlül beg tarihi vefatı şemsi paşa tarihi vefatı merhum sinan beg bosna'da mehmed beg timar defterdarı oldugına tarihdür tarihi va'ziyye meme mu'ammalar benamı memi benamı kubad benamı şani benamı şeyli benamı 'izari benamı 'ali benamı resm benamı hüsam benamı sadr u sun' benamı 'ali benamı şems kıt'alar müstef'ilatün müstef'ilatün fa'ul me müfred ve matla'lar meme farsça şiirler kaside kasidei farsi der zikri şu'arayı 'acem mefa' ilü mefa' ilü gazeller mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün me müstef'ilünfa'ulün müstef'ilünfa'ulün mefa' ilün mefa' ilün fe'u lün mefa' ilü kıt'a on sekiz yaşında onunla kimse mukabele durub bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zuri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi bunun gibi işlerde naziri yogidi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. bebür ve peleng ve kaplan ve gözi her ne görse kurtulmazdı. ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. meğer sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden seyyid abdal musa sultan'a aitmiş. yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. teke ili alaiye sancak beyi'nin oğlu gaybi beg, on sekiz yaşına gelince, günden güne sararıp solmaya başlar. arkadaşları gaybi beg'e sorarlar: bir gün gaybi, babasından izin alır, atına binip avlanmak üzere yanına yiyecek ve birkaç kişi de alarak alanya'dan yola çıkar. kirişden çıkan ok, ahunun ön sol koltuğuna saplanır. tutacak olur, bir yaklaşır, bir uzaklaşır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. gaybi: bu esnada, zaten durumu içeriden dinleyen sultan: dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: sultan şöyle karşılık verdi: bak imdi, gör okunı. koltuğunun altında saplı bulunan oku gösterdi, gaybi beg, bakıp gördü ki attığı ok, sultan abdal musa'nın koltuğuna saplanmış duruyor. aklı başına gelince abdal musa'nın hizmetine alınması için tazarru ve niyazde bulundu: meğer bu ahu suretinde görünen, bu asitanenin şeyhi abdal musa sultan imiş. beyzade, bu durumu görünce çok pişman oldu, utandı bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. kendine gelince hemen sultan'ın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru ve niyaz eyledi. abdal musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, gaybi beg'in önüne koydu ve şöyle dedi: oğlum! zira kim bu yol, ince, sarp bir yoldur ve bu yolun derd belası, mihnet cefası boldur ve bu tarika giren kişi kadir oldugı denlü elden gelen işi men'itmeye. halkdan kendüsine her ne cefa gelürse sabreylemeye ve canibi hakk'dan ne bela nazil olırsa kendüsine ganimet bilmeye, feryad kılmaya, incinüb me'lul ve mahzun olmaya. mesela dünya ve ahiret, cehennem ve cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş hep birbirinin mukabilidür. senün pederün bir sancak begidür. var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm katumuza gel. gönlüne de danış ki, sonra peşiman olmayasun. menakıbname'de bundan sonra gaybi beg'in babasının teke begi'ne abdal musa'yı şikayet etmesi teke begi'nin abdal musa'yı cezalandırmak üzere harekete geçmesi ve ölümü anlatılmaktadır: bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, tac ve hırka giydirdiler, beline kemer bağladılar. daha sonra asitanei saadetde yer gösterip, bir posta oturttular. fahr libasını kabul edip, dünyadan el etek çekti, her şeyden, uzak kalıp hakk'a tevekkül kıldı. bu müşavereden sonra abdal, musa, bir halifesine buyurdu: gaybi beg'ün başını tıraş idün. dağları, ovaları, sahraları tamamiyle aradıkları halde onu bulamamışlardı. nihayet hizmetkarlardan biri kan izini takiben asitanei sadete geldi. hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi: teke begi ve kılağalı ısa'nın ölümleri bunun üzerine maiyeti de bu emre uyarak atını ve elbiselerini alıp babası katına, alaiye sancağı begi nezdine geldiler. bevvaplar gaybi beg'in atını ve elbiselerini görüp kendisini göremeyince şaşırdılar. atlarından inip, asitane kapısından meydana girdiler. selam verip durumu gaybi beg'den sordular. gaybi beg de, vakıayı olduğu gibi anlattı. maiyetinin tereddüdünü izale maksadıyla: bu emri müteakip kılağılı ısa, el baş üstüne koyup saray kapısından çıktı, hemen atını eğerleyip üzerine bindi ve süratle at koşturarak abdal musa asitanesi'ne geldi. dervişler onu görünce, hürmetle karşıladılar, atının başın tutup: dervişler: meğer esnada teke begi'nin yanında meşhur bir kimse vardı. teke begi, nerede bir cenk olsa, daima onu gönderirdi. hiçbir kimsenin bitiremediği işi bu bitirirdi. teke begi, abdal musa'yı getirmesi için en çok güvendiği kılağılı ısa'yı katına çağırdı ve şöyle dedi: alaiye sancağı begi, oğlu gaybi'nin bir derviş olup abdal musa tekkesi'nde kaldığını işitince ciğeri yandı, acısı tepesine çıktı. hemen yerini yurdunu bırakıp oğlunun kurtarılması için ricada bulunmak üzere teke begi'nin huzuruna geldi. abdal musa hazretlerinden şikayette bulundu: sultan seccadesinde oturup halifeleri ile sohbet ider. sen dahı sözün var ise içerü meydana gir, mübarek elüni öp, sonra ne hacetün var ise huzurunda arz eyle, dilegüni dile. hemen atından aşağı inip, içeri girerek, sultan'ı tutup zorla dışarı çıkarmak ve teke begi'ne götürmek istedi. sağ ayağını üzengiden çıkardı, fakat sol ayağı üzenginin içinde kaldı. at, kapıdan dışarı çıkıp, öyle koşuyordu ki, ne atı durdurabiliyor ne de ayağını kurtarabiliyordu. böylece at, teke iline kadar bu minval üzre vardı, kılağılı ısa ise, taştan taşa, yerden yere çarpıla çarpıla, pare pare oldu, baş kol dağılıp ancak üzengide takılı bir budu kaldı. karşıdan gördüler ki, kılağılı ısa'nın atı kaçıp gelir, nihayet at bu haliyle menziline geldi. bu ne haldir diye ileri vardılar ve atı tutup gördüler ki atın sol üzengisine asılmış bir insan budu var, başka hiç nesne yok. kılağılı ısa'nın başı, kolu, gövdesi gitmiş, yalnız bir budu üzengide asılı kalmıştı. bu hali hemen teke begi'ne bildirdiler. sultan, bu karşılıklı konuşmaları işitti ve hemen nida kıldı: sana kim dirler ve adun nedür? beg buyurdu: bunun üzerine teke begi melul ve perişan olup çok hiddetlendi. zira kılağılı ısa, teke begi'nin hem güvenilir bir maslahatgüzarı hem de kıymetli bir cengaveriydi. teke begi, daha fazla gazaplandı ve bütün adamlarını yanına çağırarak şu emri verdi: kılağılı: dur! daha sonra abdal musa ile taş ve ağaçlar cuşa gelip sultan'ın ardınca teke begi'ne doğru yürüdüler. dur dağı'nda ne kadar ağaç, taş varsa hepsi halka halka olup abdal musa ile sema girdiler. sultan ve müritleri sema ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip söndürdüler. beri taraftan abdal musa, halifeleri ve dervişleri ile sema ederek ateşi tamamiyle söndürdükten sonra tekkeye doğru yürüdüler. asitane'nin batısında yüksek bir dağ vardı abdal musa ve müritlerinin sema etmesi esnasında bu dağ da hemen onların ardınca yürüdü. sultan, dağın yürüdüğünü görünce ona bakıp mübarek eliyle işaret edip tekkeye odun getiren baltasıgedik adında bir derviş vardı. bu esnada teke begi de at üzerinden düşüp ölmüş ve askerleri dört bir yana giderek dağılmıştı. teke begi'nin ölümü ve askerlerinin dağılmasını bizzat gören alaiye sancağı begi, bildi ki sultan abdal musa, velayet ve keramet sahibidir. bu işlere biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen sancak begi pişman oldu, tevbe ve istiğfar eyliyerek varub er ile buluşalum, mübarek elini öpüp, ayaklarına yüz sürüp, özür dileyüp kendüsine tabi' olalum diye düşündü. menakıbname'nin bundan sonraki kısmında gaybi beg'in babası, oğluu kendi rızasıyla abdal musa'ya teslim edişi anlatılmaktadır: bir müddet sonra, alaiye sancağı begi, üç yüz adamıyla birlikte, alaiye'den kalkıp, abdal musa sultan'ın asitanesi'ne müteveccih hareket etti. başını kaldırıp şöyle söyledi: babası, gaybi beg'i abdal musa'ya teslim eder sultan, onların özürlerini kabul edip sultan abdal musa: dervişler, sultan'ın dediği yere vardılar. dervişler bundan üç gün üç gece taşıyıp mutfağı doldurdular. bu pınarlardan bu nimetler üç gün üç gece aktı. dördüncü gün olunca abdal musa sultan: bu taraftan alaiye sancağı begi üç yüz adamıyla asitane kapısına geldiler. sultan'ın mübarek cemalini gördüler. her biri, önce sultan'dan özür dilediler ve gaybi beg dahi babasıyla görüştü. babası onun iki gözlerinden öpüp nevaziş eyledi ve sultan'ın dediği gibi, dördüncü gün vardılar gördüler ki pınarlardan balyağ yerine su akar. alaiye sancağı begi, maiyeti ile birlikte, asitane misafirhanesinde üç gün üç gece konakladı. bundan itibaren gaybi beg'in adı kaygusuz oldu. gaybi, bundan sonra begzadeliği tamamen terk ve maddi hayatın alayişinden feragatla, dervişliği ihtiyar etmiş, zahir alemin kayıt ve alaikinden nefsini tecrit etmiştir. rivayet bu cihetledir ki kaygusuz, abdal musa asitanesi'nde kırk yıl hizmet eyledi. hacc'a gitmeye niyetlendi. aşağıdaki şiiri okuyarak abdal musa'dan icazet istedi: bundan sonra abdal musa sultan, sünnet nazariyle gaybi'nin yüzüne baktı ve gaybi beg'in kaygusuz mahlasını alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır: dedi. hercayi yüze gülici yarı niderem ben kaygusuz abdal, icazetnameyi aldı, şerefi desti bus kıldı. bir keşkül içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su katarak ayran yapar ve erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak içer. sultan, kalemi kağıdı alıp kaygusuz'a bir icazetname yazdı. safanazarın ve himmetin reca ve niyaz kılsun ve her ne diyara ki azm idüb gerekdür ki, ol velayetün erbab ayan ve ekabir ve eşraf ve agniya ve fukara, her kim olsa, mezbur kaygusuz'un üzerinde bir vechile nazarı inayet ve merhamet ve şefkat dirig buyurmayalar. bu canibün ri'ayet hatırıçün ana izzet ve hürmet kılalar. anun kademi kudumın kendülere minneti azimile ra'iyyet bileler didarlarıyla müşerref olup safanazar himmetiyle mugtenim olalar ve ana olan riayet ve himayet mahza bu canibe olmış gibidür, şöyle bileler. baki ne ola ki ma'lumı sa'adet olmaya ve'sselam. bu hali gören dervişler taaccüp edip durumu hemen abdal musa sultan'a haber verdiler. menakıbname, ag nüshası, 'de kal dağlı. 'de ihsan kıl kaygusuz abdal ve dervişleri sabah namazını eda ettikten sonra azıklarını alıp yola çıktılar. konakladıkları yerin etrafında bağbahçe, sebze ve meyveler vardı. orada ayrıca ulu bir kavak ağacı bitmiş idi. yediler, şükrettiler, ellerini yudular, daha sonra sohbete başladılar. burada kaygusuz, başını kaldırıp kavak ağacına baktı ve: gusuz abdal, oturduğa yerden kalkarak şeyhine doğru yöneldi. erenler karşısında meskenet gösterip, yüzünü yere koydu, gitmek üzere izin istedi. bu hal, sultan'a malum oldu. etrafına baktı ve bizüm kaygusuz'a kim yoldaş ola? bir akşam vakti, halifeler ve dervişlerin hepsi meydana gelip, menzili meratib üzre yerlerini alıp, seccadeleri üzerinde oturdular. abdal musa ise adrı ala'da oturmuştu. bu esnada kaykaygusuz özr niyaz eyliyerek şöyle cevap verir: saat kaygusuz'un gözü gönlü açıldı ve söylemeye başladı. bundan onra kaygusuz'un mana denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap oldu, rifler yazdılar ve onun manasını bildiler, cahiller bilmeyip şaşakaldılar. dervişler: yine sabah olunca bir koyun kurban edildi. kaygusuz, abdal musa'nın elini öpüp, baki halife ve dervişlerle vedalaşıp asitane'den ayrıldı. yemekten sonra kaygusuz sultan başını kaldırıp: hepsinin birer gözlerinde pamuk sarılı olduğu halde, kal'a yolundan mısır şehrine geldiler. esnada bir hacib de mısır'dan çıkıp bulak iskelesi'ne gelirken, turna katarı gibi dizilmiş, birer gözleri pamukla kapalı, yalınayak kırk dervişi gördü. hepsi hacib'in önünden geçtiği halde ne yüzüne baktılar ne de selam verdiler. ancak en sonda bir merkebe binmiş kaygusuz sultan geldi, selam verdi, hacip selamı aldı: mısır'a gelince önce vilayetin durumunu sorup zamanın mısır padişahının bir gözünün kör olduğunu öğrendiler. bunun üzerine kaygusuz bir gözünü pamuk ile kapattı. gemilerden dışarı çıktılar. yanındaki kırk nefer de her biri, tennurepuş uryan pabürehne dayak omuzlarında olup turna katarı dizildiler. halifeler ve dervişler, erenlerin nutkunu işidince her biri süratle dışarı çıktılar. gördüler ki kırmızı kırmızı elmalar su içinde yüzerler. her biri beşer onar elma tutup sultan'a getirdiler, tenavül eylediler. bunu görüp işitenler hayretler içinde kaldılar. kaygusuz abdal ise elmaları yedikten sonra bütün yoldaşlarıyla beraber mısır diyarına doğru yola çıktılar. hemen halifelerine buyurdu: baba kaygusuz şöyle cevab verdi: hacib: hacib: bizüm bu diyara gelmekden muradumuz hacc itmek ve ka'betu'llah tarafına gitmekdür. bu diyarı mısır ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb, bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. cümle dünyanın metaından geçüb ışk muhabbet şerbetini dost elünden içmişüz. baba kaygusuz: hacib: yirmisi sofranın bir tarafına, yirmisi de diğer tarafına karşılıklı oturdular. diğerleri de aynı daha sonra yemeğe oturdular. kaldırıp ağızlarına götürmek istediler, fakat bir türlü ağızlarına götüremiyorlar, ancak kulaklarına doğru götürebiliyorlardı. taht üzerinde oturan sultan'ı gördüler, eğilip selam verdiler. padişah bunları görünce selamlarını aldı ve: orada hazır bulunanların her biri bir fikir beyan etti. daha sonra vezir şöyle dedi: vezirin bu sözü makul görüldü. eğer kişi bir akil ve dana ise müşerref olalum cahil ise hakkından gelelüm. eger yiyemezler ve şaşırup birbirlerine bakarlarsa cümlesi cahildür nice bilürsenüz öyle yaparsınuz. kaygusuz: davete icabet lazımdur. surei seb'almesani ve ümmü'lkur'an okuyup ve laddallin amin dedikten sonra ellerini yüzlerine sürdüler gözlerinden pamuğu kaldırdılar. gönlüne ilhamı rabbani varit olup bildi ki bu kaygusuz abdal keramet sahibi, allah'ın sevgilisidir. tereddütsüz olarak tahtından aşağı inip baba kaygusuz'un elini öptü ve ayaklarına yüzünü sürdü. can gönülden muhibbi oldu ve: sultan'um, bizüm adetümüze göre hangi beldeye varursak vilayetün padişahına uyaruz. sayei devletünüzde bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradmuz idi. siz bu dünyaya bir gözle bakarken bizüm iki gözle bakmamuz reva degüldir. mısır padişahı, kaygusuz'un bu sözlerini işitince son derece memnun oldu. bundan sonra sultan kaygusuz: daha sonra kaygusuz sultan, ellerini semaya kaldırıp dua etti. padişah ve vezirleri de duaya el kaldırdılar. ola ki hakk sübhanehu te'ala katında duamız müstecab ola. ve: mısır padişahı başından sonuna kadar şiiri dinledi ve gördü ki baba kaygusuz'un muradı dünya malı değildir. o, muhabbetle gülen bir yüz, aşkla dolu bir gönül ister. oturduğu yerden tebessüm etti ve kaygusuz'. kaygusuz, belinden keşkülini çıkarıp padişaha verdi. padişah da keşkülü kiler emirine verip bal ve yağ ile doldurmasını emretti. kilerci, kilere gelip yağ küpünün ağzını açtı. ne kadar yağ küpü varsa hepsini keşkülin içine koydu. bunun üzerine padişah: sonra bal fıçılarının ağzını açtı. ancak yarısı doldu. keşkülü oraya bırakıp padişahın yanına gitti: var getür keşküli erenlerün nazarında koyup özür dile, bundan sonra dahı ne kadar koysan dolduramazsın. gündüz gider, akşam olunca da konaklarlardı. kaygusuz ve dervişleri her gün akşam olunca bakarlardı ki önlerinde muazzam bir şehir peyda olurdu. her biri şehrin bir yanına gidip, her türlü ihtiyaçlarını görürlerdi. daha sonra sabaha kadar da dinlenirlerdi. ne şehir var ne pazar. sabahleyin tekrar yollarına devam ederlerdi. akşam olunca yine aynı hal olup karşılarına yine muazzam bir şehir gelirdi. kaygusuz ve dervişleri bütün erkanıyla hac farizasını yerine getirdikten sonra medinei münevvere'ye geçtiler: peygamberimizin kabrini ziyaret kıldılar. mısır padişahı, gönlüne gelen ilhamla kaygusuz'un nil nehri kenarında konakladığını bildi ve adamlarına orada bir kasrı ali bina etmelerini emretti. kaygusuz ve dervişleri, eski mısır dedikleri yere, nil nehri kenarına gelip oturdular. keşküldeki bal ve yağdan yediler, fakat bir zerre eksilmedi. kasrü'l'ayn içinde asılı bulunan battal gazi çizmesi ile yavuz sultan selim'in mısır fethinden sonra orada ikamet ettiği köşk ve sarayın kubbesine sapladığı yedi ok bilhassa dikkat çekicidir. seb'u semane mae rebiyülahir fi yevmi'lerbea külli yevm elf derahüm musarraf, baş. kaygusuz baba da yerinden kalkıp padişahı selamlayarak vedalaştı. kaygusuz bu dolaba bir kaside söyledi ki adı kasidei dolab'dır. kutayfa denilen mahalle, oradan karyei nebek'e ve daha sonra karyei şeyhun ma'arra ? hanı tuman haleb akyol kilis ayıntab yolu ile fırat üzerindeki bincik iskelesi'ne, oradan da bağdad'a ulaştılar. bağdad'da bir müddet dolaştıktan sonra hille, kufe, necef, kerbela şehirlerini ve oradaki mukaddes yerleri ziyaret ettiler. oradan medain, samarra, musul, nusaybin yolu ile abdal musa asitanesi'ne geldiler. asitane'ye girildikten ve gerekli tarikat ayinleri icra edildikten sonra şükür namazını eda ettiler. daha sonra kaygusuz, abdal musa'yı gördü, yüzünü yere vurdu, ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü. abdal musa: menakıbname, ag nüshası, ayrıca menakıbname'nin sayfaları arasında gevhername'nin metni verilmektedir. evliya çelebi, hama'da bu adla anılan bir büyük su dolabını anlatır. ona göre, orta milinden yukarısına kadar kırk, aşağısı da kırk arşın olan ve şehrin suyunu temin eden bu dolap, asi nehrinin kıyısındadır. bu dörtlüğün birinci mısraı beylerimiz elvan gülün üstüne ve ikinci mısraı da ağlar gelir şahım. bu mısralardaki elvan gülü ve ağlar kelimeleri muhteva ve mekan itibariyle doğru değildir. metnin bütününe bakıldığı zaman, menakıbname de geçtiği şekliyle mısraların doğrusu eskiden olduğu gibi elvan gülün üstüne okunması mümkün değildir. bu kelime yer adı olarak avlan gölü'nün adıdır. zira avlan gölü dünden bugüne kadar elmalı ovası'nda, yani abdal musa dergahı'nın bulunduğu tekke köyü civarındaki gölün adıdır. ayrıca manzumenin diğer dörtlüklarinde geçen akpınar ve yeşil göl'de, elmalı civarmdaki yer adlarıdır. ogelir olması da muhteva ve gramer şekilleri bakımından mümkün değildir. beglerimüz çıkdı avdan üstine rıza nur dilgüşa'daki sekiz yüz kaydını, kaygusuz abdal'ın mısır'a geliş tarihi olarak kabul eder. bu cümleden olarak da kaygusuz'un doğum tarihiniolarak hesaplamaktadır. menakıbname'deki, kaygusuz'un on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiği ve kırk yıl hizmetinde kaldıktan sonra mısır'a gittiği şeklindeki malumata dayanan rıza nur, tarihinden 'i çıkarmak suretiyletarihini bulmaktadır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye adlı eserinde, kaygusuz'un 'de mısır'a geldiğini, 'da hicaz'a gittiğini, 'da mısır'a döndüğünü ve 'de vefat ettiğini kaydeder. kaygusuz'un, abdal musa'ya intisabı: kaygusuz'un gerek şiirlerinde, gerek menakıbnamesinde bu husus açıkça belirtilmiş olduğundan onun abdal musa'nın müritlerinden olduğu açıktır. bazı tarihi menbalar abdal musa'nın bursa fethi'ne iştirak ettiğini belirttiklerine göre abdal musa Xıv. kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca dört görüş vardır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikati'laliyettibektaşiyye bimısri'lmahruse, baskı,. ahmed sırrı baba'nın kaygusuz'un mısır'a geliş ve ölüm yılı olarak verdiği hicri tarihlerle miladi tarihler birbirini tutmamaktadır. kaygusuz'un mısır'a geliş tarihiniolarak göstermektedir ki bu 'e değil, tarihlerine tekabül eder. köprülü'nün delilleri şunlardır: kaygusuz'un eserlerinden kitabı dilgüşa'nın m 'de istinsah edilmiş bir nüshası mevcut olduğuna ayrıca m 'de hazırlanan cami'ünnezair'de kaygusuz'un bir manzumesine rastlandığına göre kaygusuz, mezkur tarihlerden önce yaşamış olmalıdır. bektaşi şairleri ve nefesleri'nde kaygusuz'un Xıv. annamaria schimmel ile Walter björkmann da kaygusuz'un ölüm tarihi olarak 'ü belirttiklerine ve onun abdal musa'nın müritlerinden olduğunu zikrettiklerine göre kaygusuz'un Xıv. rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizersiches arschiv für volkskunde, bd. annamaria schimmel, drei türkische mystiker yunus emrekaygusuz abdalpir sultan abdal, deutschtürkische gesellschaft bonn oktober, heft. muhtar yahya dağlı, fikrini kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler ile de takviye ediyor. ona göre kaygusuz'un söz konusu yaşadığı devirler ile dilgüşa'daki kayıt birbirleriyle uyuşmaktadır, muhtar yahya dağlı'ya göre bu şiirlerdeki murad han, murad ibni fenari, mevlana fenari'nin torunu alaaddin ali fenari öl. beg, filibe begi ve sırp hudut kumandanı olan ishak beg öl. muhtar yahya dağlı'dan önce, türk edebiyatı nümuneleri'nde kaygusuz'un dokuzuncu hicret asrının ikinci nısfında yaşadığı herhangi bir delil zikredilmeden yer almıştır. kitabı dilgüşa, ankara genel kitaplığı, no: , nuruosmaniye kütüphanesi, no: rıza nur'un tanıttığı menakıbname'nin sonlarında yer alan kitabı dilgüşa da ise söz konusu kayıt biraz farklı olaak şöyle geçer: bu derviş dahı hazreti muhammedü'lmustafa'nun tarihi hicretindenyılında geldi. nur, rıza, kaygusuz abdal gaybi bey kahire'de bektaşi tekyesinde bir manüskiri, türk bilik revsü, no: yıl: , marburg nüshası, b'de ise sekiz yüz yerinde dokuz yüz kaydı vardır ki bu, müntensihe ait bir zühul olmalıdır. hıfzı tevfikhammamizade ihsanhasan ali, türk edebiyatı nümuneleri, istanbul. abdülbaki gölpınarlı'nın kaygusuz'un doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkındaki fikrleri muğlaktır. o, 'te yazdığı bir eserinde, dilgüşa'daki ibareyi kaygusuz'un 'de doğduğu şeklinde anlar ve Xv. buna göre abdal musa'ya gençken intisap etmiş olacağını ve kırk yıl hizmetinin de muayyen bir geleneğin tesirinden doğduğunu ileri sürer. gölpınarlı, 'de tekrar 'teki fikrine dönerek onun 'de doğduğunu ifade etmekte, fakat dört satır sonra kaygusuz'un yaşadığı çağı Xv. gölpınarlı, 'de bu derviş hicretin sekiz yüzünde geldi ibaresini bu geldi'den maksat, doğum tarihiyse, abdal musa'nın uzun ömürlü olduğuna ve kaygusuz'un ona pek gençken kavuştuğuna hükmetmek gerekir. kaygusuz'un doğum takaygusuz, manzum bir risalesinde, hicride doğduğunu bildirir buna göre abdal musa'ya, gençliğinde bağlandığına, onun ölümünden sonra da bir hayli yaşadığına, abdal musa'nın da bursa fethine genç yaşta katıldığına hükmetmek gerekir. türk dili dergisi'nde yazdığı bir makalede ise bu konuda şunları söyler: kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca görüşleri yukarıda özet halinde vermeye çalıştık. bize göre kabule şayan olan görüş, rıza nur ve fuad köprülü tarafından ayrı ayrı delillere dayanılarak izah edilen birinci görüştür. 'de doğduğu meselesini de şüpheyle karşılayarak rıza nur ve mehmet fuad köprülü'nün fikirlerine iştirak etmiş görünmektedir. kocatürk'e göre rumeli'de yaşayan ve vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını taşıyan ikinci kaygusuz abdal ise Xv. daha önce anlattığımız menkıbevi hayat bölümünde kaygusuz etrafında gelişen bütün menkıbelerin abdal musa ile bağlantılı olduğu açıkça gö kaygusuz abdal, türk ansiklopedisi, XXı, ankara, ansiklopedi de bu maddenin yazarı belirtilmemişse de yazının pek çok yerlerinin gölpınarlı'nın türk dili'ndeki yazısıyla mutabakat göstermesi ve yazının da gölpınarlı'ya ait olduğunda şüphe bırakmamaktadır. abdal musa'nın orhan gazi zamanında bir gazaya iştirak ettiği, gaza sırasında bir yeniçerinin üsküfünü başına giydiği ve elfi tacın esasının bu olduğu aşıkpaşazade de kayıtlıdır. ayrıca abdal musa velayetnamesi'nde de abdal musa'nın müritleri arasında kaygusuz yer almaktadır. abdal musa'nın yaşadığı devrin, kaygusuz'un yaşadığı devre de ışık tutacağı tabiidir. muhammed mustafa'nun sekiz yüz yılında geldi ibaresi, şüphesiz ki onun yaşadığı devre ışık tutan bir ibaredir. ancak bu tarihi, bazı araştırıcıların kabul ettiği gibi onun doğum yılı olarak kabul etmek pek bu durumda kaygusuz'un da abdal musa'ya Xıv. kaygusuz abdal gör ne söyledi mısraı ile biten bir mesnevisinde kaygusuz da kaygusuz'un dilgüşa'sında geçen abdal musa'ya kul oldı candan çekdi elini iki cihandan sekiz yüz yılında geldi. metinde dünya kelimesinin düşmüş olacağı hatıra gelirse de biz bu ihtimali de varit görmüyoruz. yılını kaygusuz'un doğum tarihi olarak kabul edersek onun abdal musa'ya intisabı keyfiyetini reddetmemiz gerekir. tarihini kaygusuz'un hayatındaki başka bir safha olarak kabul etmek zarureti vardır. kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler de onun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir. onun şiirlerinde geçen murad han, ishak beg ve ibni fenari isimleri, bizce bazı araştırıcıları yanıltmıştır. muhtar yahya dağlı ve vasfi mahir kocatürk daha önce de kaydettiğimiz gibi bu şahısları Xv. ancak muhtar yahya dağlı bu noktadan hareketle kaygusuz'u da Xv. vasfi mahir kocatürk, Xv. bu hususta akla en uygun ihtimal, tarihini rıza nur'un kabul ettiği gibi, kaygusuz'un mısır'a geliş tarihi olmasıdır. rıza nur kaygusuz'unyaşında abdal musa'ya intisabı ve kırk sene ona hizmet etmesi dolayısıylayaşında mısır'a geldiğini kabul etmekte ve 'den 'i çıkararak 'de doğduğunu yazmaktadır. menakıbname'deki kırk yıl meselesini gerçek olarak kabul etmek şart değildir. bu ifade her halde yunus emre'nin tabduk emre'ye kırk yıl hizmet etmesi rivayetinde olduğu gibi, türk töresindeki uygulamanın neticesi olmalıdır. dolayısıyla kaygusuz, mısır'ayaşından önce de gitmiş olabilir. kaygusuz'un doğum tarihiniolarak kabul etmesek bile 'den geriye gidemiyeceğini rahatça ifade edebiliriz. o, ila bu tarihten sonraki yıl içinde doğmuş olabilir. bizce bu şiirlerde geçen murad han tarihleri arasında edirne'de hükümdarlık eden fenarioğlu muhammuhtar yahya dağlı, buradaki ibni fenari'nin muhammed şemseddin değil, onun torunu olan ve 'de ölen alaaddin ali ibni fenari olduğunu kabul etmeye mütemayildir. murad devrinde fetva makamı ise fenarioğlu muhammed şemseddin tarafından deruhte edilmektedir. burada muhtar yahya dağlı'yı yanıltan her halde ibni kelimesidir. halbuki alaaddin ali, ibni fenari olduğu gibi, mevlana şemseddin muhammed de ibni fenari'dir. fatih devrine ait olan bu defterde söz konusu zatın adı aynen fenarioğlu mevlana şemseddin olarak geçmektedir. anlaşıldığına göre fenari lakabı, bu sülale için mevlana şemseddin'den de önce kullanılıyordu. murad devrinde üsküp sancak begi ve 'de ölen semendire fatihi gazi ishak beg'dir. fenari'nin adının geçtiği şiir, bize kaygusuz'un hayatı hakkında önemli bilgiler vermektedir. bu şiirden bazı bölümleri örnek olarak verelim: ahmed refik, fatih zamanında teke ili, ttem, no: , istanbul, bursalı mehmed tahir, osmanlı müellifleri, istanbul, ikinci baskı, ismail hami danişmend, izahlı osmanlı tarhiri kronolojisi, istanbul, flemming. murad'ın padişahlığı devrinde ve tarihleri arasında edirne'de şeyhülislamlık yaptığına göre bu şiir de bu tarihler arasında yazılmış olmalıdır. halde rumeli'de doğup büyüyen ikinci bir kaygusuz abdal düşünülemez. beg'in adının geçtiği şiirden de bazı parçaları kaydedelim: bu şiirden de ikinci bir kaygusuz'un bulunduğuna hükmetmek mümkün değildir. kaygusuz menakıbnamelerinde bu husus dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultanalaiye, sancağı begi'nün ikinci şiirde geçen filibe ve ishak beg isimleri de kaygusuz'un murad devrinde rumeli'de bulunduğunu gösteriyor. orada da murad han'ın adının geçtiği beyitler şöyledir: birinci şiirde kaygusuz'un anadolu'dan rumeli'ye geldiği açıkça belirtiliyordu. murad han'a halvet anlatsa sözi alaiye beyleri hakkındaki ilk bilgiyi ibni batuta'dan edinmekteyiz. m'te alaiye'ye gelen ibni batuta, bu şehrin karamanoğullarından yusuf beg tarafından idare edildiğini ve şehirden on mil mesafedeki sarayında oturan bu bey ile görüştüğünü ve ikramına nail olduğunu söyler. bu kayıttan tarihlerinde alaiye beyi'nin karamanoğulları'ndan yusuf beg olduğunu öğreniyoruz. mesalikü'lebsar adlı eserinde m m yılları arasında karamanoğullarının buraya hakim olduğunu ve onlar namına yusuf adındaki zatın burasını idare ettiğini söyler. bundan sonra alaiye beyleriyle ilgili ilk kayıtyılına aittir: 'de kıbrıs kralı pierre alaiye begi'ni kendisine tabi olmaya mecbur etmişti. aynı alaiye begi, 'te antalya'yı kıbrıs kralından almak için denizden bir donanma yollamış, onun bu hareketine kızan pierre ise 'da bir donanma göndererek alaiye'yi almaya teşebbüs etmiştir. ramazan'ındaki bu teşebbüs, alaiyelilerin mukavemeti ve karamanoğlu'nun yardımı sayesinde akamete uğratılmıştır. mükrimin halil yinanç, bu alaiye'nin adının bilinmediğini yazıyorsa da kalkaşandi'nin kaydından bu beyin hüsameddin mahmud bin alaaddin olduğunu tahmin edebiliriz. kalkaşandi hüsameddin mahmud bin alaaddin'inşevval'inde, yaniramazan'ından bir ay sonra mısır sultanı'na bir mektup yazdığını kayıt eder. ayrıca şarki karaağaç'daki tarihli bir mamamın kitabesinde de mahmud bin alaaddin bin yusuf çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde kaygusuz abdal'ın mm tarihleri arasında doğmuş olabileceğini ifade etmiştik. on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiğine göre bu intisabın m m tarihleri arasında olması gerekmektedir. alaiye beyliğini idare eden yusuf ömer alaaddin hüsameddin mahmud ailesinin karamanoğullarından indiği hususu yanında, bu ailenin bir tarafının anadolu selçuklularına dayandığı rivayetini de kaydetmemiz lazımdır. yazıcıoğlu ali'nin, tevarihi ali selçuk'undaki, alaiye'yi fetheden selçuklu sultanı alaaddin keykubad'ın alaiye'yi kasdederek kuvvetli yagı rum memalikine hücum edüb bizüm evlad ve ahfadımız mukavemet edemeyüp hezimet bulacak olursa, bazı bu kaleye ve bazı sinob'a iltica kılalar. alaiye beylerinin selçuk neslinden indiği hakkında bir an'anenin mevcut olduğunu zikretmektedir. ayrıca camiü'ddüvel'de de alaiye beylerinin selçuk sultanının kızının oğullarından geldiği kayıtlıdır. mezkur sülalede alaaddin ve kılıç arslan 'de alaiye'yi osmanlılar'a terke mecbur kalan son alaiye beyi yukarıya aldığımız bütün bu kayıtlardan çıkan neticeye göre 'de alaiye beyi karamanoğullarından yusuf 'larda ve 'lerde hüsameddin mahmud'un 'den önce hangi tarihte alaiye beyi olduğunu ve 'den sonra hangi tarihte beyliğinin sona erdiğini bilemiyoruz. mezkur tarihi kayıtlar ve kitabelerden hüsameddin mahmud'un babasının alaaddin, onun babasının da yusuf ömer olduğu anlaşılmaktadır: yusuf ömer'in de karamanoğullarından olduğu hem ibni batuta ve şihabeddin ömeri'deki kayıtlardan, hem de gülfeşan camii kitabesinden açıkça belli olmaktadır. mübarizeddin mahmud bey alaiye ve manavgat emirlerinin de yardımıyla antalya'yı kıbrıslılardan geri aldığı sırada da alaiye beyi hüsameddin mahmud'dur. emirü'lmu'azzam mahmud bin alaeddin bin yusuf bin karaman ve emir mahmud bin alaeddin bin yusuf ömer şekillerinde geçmektedir. alaiye beyinden hangisidir? bizce bu husustaki en kuvvetli ihtimal, hüsameddin mahmud bey üzerinde toplanmaktadır. kaygusuz menakıbnamesi'nde de gaybi bey'in babası, oğlunu abdal musa'nın elinden almak üzere tekebeyi'ne müracaat eder ve teke beyi ile birlikte abdal musa üzerine ordu yürütürler. menakıbname'de abdal musa'ya karşı teke beyi ile birlikte hareket eden kaygusuz'un babasının tarihi kaynaklarda kıbrıs kralına karşı teke beyi'yle müşterek hareket eden alaiye beyi hüsameddin mahmud olması kuvvetle muhtemeldir. ayrıca kaygusuz'un minbernamesi'nde geçen: fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'de de bu beyden teke beyi olarak bahsedilmektedir. muahhar osmanlı tarihlerinin de mübarizeddin mehmed'den emiri teke veya teke begi olarak bahsettiklerini kaydeder. tekindağ'a göre antalya beylerine tekeoğulları adını veren de aynı beydir. alaaddin adını taşıyan bir şahsın babasının da alaaddin adını taşıması pek uzak bir ihtimal değildir. bilakis, çocuklara dedelerinin adının konulması pek yaygın bir gelenektir. bu yaygın geleneğe dayanarak alaaddin gaybi'nin , babasının hüsameddin mahmud, dedesinin alaeddin bin yusuf olduğunu tahmin edebiliriz. teke eli ve teke oğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul, kaygusuz'un dolabname'sindeki bir mısrada da onun adı geçmektedir. sadeddin nüzhet'in alai gaybi bunda tekke kılmaz şeklinde okuduğu mısra bazı nüshalarda yoktur. rıza nur'a göre kelime, alaiyenin alaylı şeklinde bozulmasından ibarettir ve kaygusuz'un memleketine delalet eder. kaygusuz'un, minbername'sindeki bir beyit bizce bu noktaya açıklık getirmektedir. beyit şöyledir: bilün kaygulu bunda tekye dutmaz şeklindedir. rıza nur'un tanıttığı yazmada ise aynı mısra pertev paşa, nu: 'daki yazmanın b varağındatürk ansiklopedisi kaygusuz abdal maddesinde gaybi nin bazı nüshalarda kaygıolduğu şeklindeki kayıt, bir yanlış okumadan ibarettir. olublar gaybi bunda tekye kılandağlı. aşık olsam adum tenbel alayi eğer sofi isem dirler mürayi. alaiye beyleri arasında da alaaddin isimli bir şahsın bulunması ve ayrıca bu beylerin selçuklu sultanlarından indiği hak kındaki rivayet, aile içinde alaaddin adının kullanıldığını gösteriyor. menakıbname'de bu mahlasın verilişinin sebebi olarak gösterilen kaygudan reha bulması yani teke begaybi beg, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda kaygusuz abdal, kaygusuz mahlasını kullanmaktadır. buna bir örnek olarak şu beyti gösterebiliriz: seyfeddin, şemseddin, bedreddin gibi isimlerin seyfi,şemsi, bedri olarak kısaltılması gibi alaaddin de alai alayi? sultan abdal musa hazretleri sünnet nazarıyla gaybi'nün yüzine bakup eyitdi: bizim kanatimize göre, alaialayi? gaybi yüz yire koyup meskenet gösterdi. sultan bu nutkıyla zadenün ismini kaygusuz diyü söylerdi. kaygusuz abdal'dur adum vardur benüm bir nemedüm onı dahı od'a salam dahı benüm nem alalaralaiye beylerinden hüsameddin mahmud'un babsının adı alaaddin bin yusuf'tur. doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde iki ayrı kaygusuz abdal olamıyacağını belirtmiştik. bizce kaygusuz'un sarayi mahlasını kullanmasının sebebi kendisinin bir şehzade ve sancak begi oğlu olmasıdır. kocatürk'ün tahminine göre alaiyeli gaybi'den ayrı bir şair ikinci kaygusuz abdal, vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını kullanmaktadır. kaygusuz birkaç şiirinde kendisini miskin kaygusuz, miskin sarayi ve kul kaygusuz olarak da belirtmektedir. yunus'ta da görülen bu miskin sıfatı yine tasavvufi bir mana taşır. bektaşi ananesinde, eserlerinin isminde ve menakıbname'de kaygusuz'dan çoğunlukla kaygusuz baba, baba kaygusuz, kaygusuz sultan ve kaygusuz sultan abdal diye söz edilmektedir. bizim tesbitlerimize göre yedi şiirinde sarayi mahlasını kullanmaktadır. bektaşiler arasında kaygusuz isminin, esrar ve pilav manasında kullanıldığı bazı araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. gölpınarlı, abdülbaki, yunus emre ve tasavvuf, tasavvuf'tan dilimize geçen deyimler ve atasözleri. mısır'a gitmek için anadolu'nun neresinden hareket ettiği menakıbname'de kayıtlı değildir. rıza nur, menakıbname'nin kahire nüshasını, tanıtırken kaygusuz'un alaiye'den gemi ile hareket ettiğini kaydediyorsa da metni vermediğinden bu hususun metinde yer alıp almadığını anlayamıyoruz. bizim elimizdeki menakıbname nüshasında ve diğer neşirlerde kaygusuz'un alaiye'den hareket ettiğine dair bir kayıt bulunmadığına göre, rıza nur'un ifadesi, metne dayanmaktan çok bir tahmin olsa gerektir. biz de rıza nur'un bu tahminine iştirak ediyoruz ve kaygusuz abdal'ın müridleriyle beraber alaiye'den gemi ile dimyat'a çıktığını kabul edebiliriz. nitekim 'te alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta alaiye'de mısır, iskenderiye ve şam tüccarlarının ticaretle meşgul olduğunu, ayrıca alaiye'den iskenderiye, dimyat vesaire beldelere kereste ihraç edildiğini ifade etmektedir. kendisi de alaiye'li olan kaygusuz'un bu uzun seyahattan önce ata yurdu olan alaiye'ye geldiğini ve oradan gemi ile mısır'a hareket ettiğini kuvvetli bir ihtimalle doğru olabilir. dilgüşa'daki: imdi bu derviş dahı muhammed mustafa'nun sekizyüz yılında geldi. kaygusuz'un mısır'a m 'de geldiği anlaşılıyor. mısır'da ne kadar kaldığını bilmiyorsak da burada kaygusuz'un veya başka birinin inşa ettirdiği kasrü'l'ayn adlı tekkenin kapısındatarihinin yazılı bulunduğu kaydı, menakıbname'ye göre, kaygusuz'un en az bu tarihe kadar orada ikamet ettiğini gösterir. kaygusuz'un mısır, hicaz, suriye ve ırak'taki seyahatlerini sadece menakıbname'den öğrenmekteyiz. köprülü'nün de kaydettiği gibi bu hususu teyit eden herhangi bir başka tarihi vesika yoktur: fakat şimdilik tarihi vesikanın bulunmaması demek, kaygusuz'un buralara gitmediğine delalet etmez. kaygusuz'un şiirlerinde de buralarda dolaştığına dair bir kayda rastlamıyoruz. onun menakıbname'de geçen yerler dışında hiç olmasa güney ve batı anadolu'da dolaşmış olması icap eder. nitekim onun rumeli'den bahseden şiirlerinin birinde anadolu'dan geldiği ifade edilmektedir: yukarıdaki şiirden de anlaşıldığına göre, kaygusuz, edirne'ye anadolu'dan yeni gelmiştir. rumeli'de gariptir ve henüz rumeli hakkında bilgisi olmadığından sanma ki anadolu'dur şeklinde ikaz edilmektedir. edrene şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya sordı bana garib misün hiç bu şehri görüp misün yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye beytinden kaygusuz'un anadolu'dan edirne'ye geliş tarihinin ibni fenari'nin şeyhülislamlığı zamanında, yani tarihleri arasında olduğunu anlıyoruz. demek ki yılları arasında rumeli'ye geçen kaygusuz'un buradaki ilk durağı edirne'dir. kaygusuz abdal'ın rumeli'deki yerlerle ilgili diğer şiirleri şunlardır: sadece, mısır'daki son bektaşi şeyhlerinden ahmed sırrı baba, hiçbir kaynak belirtmeden kaygusuz abdal'ın 'de vefat ettiğini yazar. ahmed sırrı baba'nın verdiği bu ölüm tarihini nur, annemaria schimmel, Walter björkmann ve rudolf tschudi de aynen kabullenmektedirler. bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber konu bakımından diğerlerinden farklı olan manastır'la ilgili şiiri takviye eden bir başka husus da manastır'da kaygusuz'a izafe edilen yer adlarıdır. bugün makedonya sınırları içinde bulunan bu şehirde bir kaygusuz mahallesi ve bir kaygusuz çeşmesi vardır. fakat burada bizim için şiirlerin konusundan çok, buralarda geçen yer adları önemlidir. kaygusuz'un bu şiirlerde geçen şehirlerde bulunduğunu tahmin etmek herhalde yanlış olmaz. dağlı. evliya çelebi,. ahmed sırrı baba. zira daha önce de bahsettiğimiz edirne ile ilgili şiirinde geçen beyti, kaygusuz'un ibni fenari'nin şeyhülislamlığı devrinde hayatta olduğunu göstermektedir. fenaritarihinde şeyhülislam olduğuna göre kaygusuz'un ölüm tarihi 'ten eskiye gidemez. kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi ve mezarı hakkındaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: kaygusuz, mısır'da ölmüştür ve mezarı buradaki mukattam tepesi'ndeki bir mağaradadır. mukaddem tepesindeki abdullah elmagaviri mağarasıkahire fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye mezarı hakkındaki görüşler rıza nur mısır'da bulunduğu sırada, mukattam dağındaki kaygusuz'un mezarını birkaç defa ziyaret ettiğini kaydederek, mezarı tavsif etmekte ve ka'hire'de halkın kaygusuz'a abdallah elmağarevi adını verdiğini zikretmektedir. ve mağarevi mağaraya mensup demektir. nur, bir yandan bu mezarın kaygusuz'a ait olduğunu şüpheyle karşılarken, öte yandan, an'aneye ve eskiden beri gelen rivayete göre bunu kaygusuz'un mezarı kabul etmek zaruridir. evliya çelebi, aynı asrın ikinci yarısında, mukattam tepesinde şeyh cuşi tekkesinden bahsetmektedir. ahmed sırrı baba'ya göre buraya evvelce celaliler tekkesi adı verilmekte imiş. fuad köprülü, mukattam dağındaki tekkenin, Xvıı. vanjany, 'teki le caire et sese environs adlı eserine göre, eskiden kerpiç ile yapılmış olan ve 'de tamir edilen tekkenin bulunduğu mukattam dağının taşlarına oyulmuş mağaranın dibinde kaygusuz yatmaktadır. ancak sonradan kahire'de bizzat tespit ettiğimiz kaygusuz sultan'a ait olduğu kabul edilen anıt mezarın' önarka yüzlerindeki yazılar, kehf suresi'nin bu ayetlerin metni ve türkçe tercümelerini' aşağıda veriyoruz. londra'da basılmış, tarihli egypt adlı eserde kaydedildiğine göre mukattam dağında orjinal adı kaygusuz olan abdullah elmağarevi'nin mezarı vardır. köprülü, nur, rıza, hani gençler, mağaraya sığınmışlardı da tarihçi elkurayzi, adı geçen mağaranın fatimi halifesi zahir i'zaz dini'llah zamanında sudanlı bir cemaat tarafından yapılmış olduğunu söyler buradaki mezarın da resmini çektik ve kitaberi de okuduk. yine kahire'de yaptığımız araştırmamızda karşımıza başka bir rivayet dahi çıktı. sandukanın tarafındaki ayetleri ve tercümelerini de aşağıya aynen alıyoruz: abdullah elmağarevi kahire'de yer alan mukaddam dağı'ndaki sudan mağarası'nda yer almaktadır. sudan mağarası abdullah elmağaviri yatırı, elmağaviri zaviyesi, elmağaviri tekkesi' gibi farklı isimlerle anılmaktadır. o'ndan başka tanrı'lar edindiler. artık kim allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik. kehf suresi onların kalpleri üzerinde rabtetmiştik kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: mukaddam dağı'nın eteklerinde yer alan tekkenin içinde bazı tarihi eserler de bulunmaktadır. kuzey batı kısmından mehmet ali paşa kalesi'ne bir de tünel kazılmış bulunmaktadır. güney batı kısmında ise salahaddin eyyübi kalesi yer alır. mağaranın sınırlarını cuyuşi camii, mehmet ali paşa kalesi, inci sahnesi, mihmandar yakub şah kubbesi ve salah salim caddesi oluşturmaktadır. kaygusuz'un mezarı olduğu söylenen sandukanın diğer yüzü onlar iman etmiş ve allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. yunus suresi dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. hidivli islamil paşa zamanında el mağaviri'nin dervişleri mevleviye'den sudan mağarası'na taşındı. sultan hüseyin'in oğlu emir kemaleddin ve tekkenin şeyhlerinden birisi olan emir lütfi, kaygusuz abdal abdullah el mağaviri tekkesi'nin bakımını gerçekleştirmişlerdir. zira yukarıda verdiğimiz kitabeler'de, hiçbir surette kaygusuz'a ait tek bir ibarenin dahi yer almamış olması, bu mekanın olsa olsa makam' olabileceğini düşündürmektedir. abdullah elmağavirikaygusuz'a ait olduğu söylenen yatır, zaviye ve tekke'de görülen kuyu ikincisi: kaygusuz abdal, elmalı'ya bağlı tekke köyü'nde bulunan abdal musa türbesi'nde gömülüdür. akçay, elmalı'nın tekke köyündeki abdal musa türbesinin iç kısmında kaygusuz abdal'ın da yattığını zikreder. tekindağ'ın bu husustaki kaydı şöyledir: abdal musa türbesi'nin giriş kapısı üzerinde bulunan bir kitabe, tekke içinde yatanların adlarını zikretmektedir. sonradan konulduğu anlaşılan bu kitabede, abdal musa'nın babası: hasan gazi, annesi: ümmü gülsüm, kız kardeşi: zeyneb, müridi: kaygusuz abdal ve üç dervişin adları kayıtlıdır. abdullah elmağavirikaygusuz sultan'a ait olduğu söylenen tekke'deki yatır'da görülen kitabeler biz de buradaki abdal musa türbesi'ne yıllardır yaptığımız önemli ziyaretlerde, türbenin iç kısmındaki kitabesiz mezarlardan birinin kaygusuz asıl adı alayi gaybi olan kaygusuz abdal, Xıv. doğum tarihi 'den eskiye gidemez. babası, bizim tahminimize göre alaiye beyi hüsameddin mahmud dedesi alaeddin bin yusuf'tur. bir rivayete göre aynı ailenin bir tarafı da anadolu selçukluları'na dayanmaktadır. bu devirde alaiye, zengin bir ticaret merkezi ve önemli bir limandır. mısır ve suriye tüccarları alaiye'de ticaretle meşgul olmakta ve alaiye'den mezkur memleketlere büyük mikyasta kereste ihraç edilmektedir. ayrıca alaiye beyliği antalya, karaman ve memlukler'le sıkı siyasi ve askeri münasebetler içindedir. teke ve alaiye beyleri kıbrıs krallığı ile çetin mücadeleler vermişler teke beyi mübarizeddin mehmed, alaiye beyi hüsameddin mahmud ve karamanoğlu alaaddin ali müştereken kıbrıs krallığına karşı şiddetli savaşlar yapmışlardır. bu çetin savaşlarda antalya on yıl kadar kıbrıslıların elinde kalmış, bir ara alaiye dahi kıbrıs donanması tarafından işgal edilmiştir. yukarıdaki her iki rivayetin de değişik bektaşi an'anelerine dayandığı ortadadır. sonuç ve değerlendirme kaygusuz abdal'ın çok sayıda manzum ve mensur eseri bilinmektedir. bugüne kadar yapılan araştırmalarda onun önemli mecmualarda bulunan bir kaç şiiri ile gevhername, minbername gibi küçük mesnevileri neşredilmiştir. bugüne kadar yapılan şiir ve nesir neşirleri, tarih sırasına göre şöyledir: hammer, gdo, bd. betsch, atalay, bektaşi edebiyatı, istanbul. kadriye hüseyin, kaygusuz sultan'da bir nevruz sabahı, mihrab, istanbul, tevfikihsanali, türk edebiyatı nümuneleri, istanbu, fındıkoğlu, harsımıza ait vesikalar , hayat, istanbul, onay, türk halk şiirinin, şekil ve nevileri, istanbul, ergun, bektaşi şairleri, istanbul. türk edebiyatı tarihi, istanbul, nur, rıza, kaygusuz abda gaybi bey kahire'de bektaşi tekkesinde bir manüskırı, türk bilik revüsi, no: , yıl: , dağlı, bektaşi tomarı, istanbul, levend, edebayat tarihi dersleri, istanbul, ergun, halk edebiyatı antolojisi, istanbul, baba, errisaletü'ahmediyye, mısır, uraz, türk edip ve şairleri, ı, istanbul, dağı, kaygusıız abdal, istanbu, boratav, fıratli, izahlı halk şiiri antolojisi, ankara, salcı, kaygusuz abdal hakkında etüdler, ı, istanbul, tfa, sayı: , gölpınarlı, kaygusuz abdal, hatayi, kul himmet, istanbul, kocatürk, tekke şiiri antolojisi, istanbulb, ergun, bektaşi şairleri ve nefesleri, istanbul, boratav, zaman zaman içinde, istanbul, oytan, bektaşiliğin iç yüzü, istanbul, gölpınarı, yunus emre ve tasavvuf, istanbul, schimmel, drei türk. bonn, oktobercunbur, gülşehri ile kaygusuz abdal'ın şiirlerini kapsayan Xv. kalan bir mecmua, tdk ankara, gölpınarlı, alevibektaşi nefesleri, istanbul, iz, eski türk edebiyatında nesir ı, istanbul, gölpınarlı, kaygusuz abdal, td özel sayı, XıX, ankara, başgöz, türk halk tasavuf şiiri antolojisi, istanbul, pekolcay, eraydın, islami türk edebiyatı, istanbul, güzel, abdurrahman, kaygusuz abdal'ın bugüne kadar yapılan şiir ve nesir neşirleri, tarih sırasına göre şöyledir çağatayca bir gazeli tk. ankara, güzel, abdurrahman, kaygusuz abdal'ın eserlerinde bazı tasavvufi terimler, milli kültür, sayı: , şubat, risalei kaygusuz abdal, istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, no: 'de kayıtlı tercüme bir eserdir. eser, muhtevası ve şekli itibariyle kaygusuz'un diğer eserlerin, sarayname ve dilgüşa'daki konuları itibariyle ayniyyet içindedir. bu sebeple biz de bu eseri, kaygusuz'un mensur eserleri bölümünde değerlendirmenin daha doğru olacağını kabulleniyoruz. biz, kaygusuz'un eserlerini ihtiva eden yazmalardan istinsah tarihleri Xv. bu bölümde, tespit edebildiğimiz nüshaları, kronolojik olarak yazılış tah sırasına göre vereceğiz: ankara genel kitaplığı, nu: varak: topkapı sarayı müzesi kütüphanesi, koğuşlar bölümü, nu. baş: bu kitaba delili budala defteri aşık ve seyri sadık diler istanbul üniv. son: evvel ahir menem zahir batın menem mansur nasır menem genc nihan bendedür. velayetnamei sultan abdal musa nüshası, istinsah tarihi: baş. son: bu nazmı beyanatun her beyti bir beyti mu'azzamdur. var: lb a delili budala istinsah tarihi: baş. mesnevi baş: haza kitabı hutbei duvezdei imam hazretleridür. son: kaygusuz abdal benem cümlelere can benem evvel ahir benem genci nihan bendedür. senün sırrında akıllar olur mat var: a b delili budala. divanı kebır sultan kaygusuz abdal baş: ilahi alemi sırrı hafiyyat karton ciltli. milli eğitim bakanlığı, ankara genel kitaplığı nu: dil ve tarihcoğrafya fakültesi kütüphanesi istanbul belediye kütüphanesi araştırmamız sırasında, varlığını öğrendiğimiz ancak çeşitli sebeplerle görme imkanı buulamadığımız bazı şunlardır: kütüphanemizdeki tarihsiz kaygusuz menakıbname'sinde fermayed kaygusuz baba sultan, gevhernamei baba kaygusuz sultan, kasidei tolab minkelamı kaygusuz baba sultan, necef'e medhiye, min kelamı baba kaygusuz sultannutuk, minkelamı kaygusuz baba sultan,şiir, minbernamei kaygusuz sultan, salatname. kaygusuz divanı ile ilgili marburg nüshası, eserin bulunduğu kütüpne ve şiir sayıları hakkındaki tespitlerimiz şöyledir: kaygusuz divanı'nın en sağlam nüshası almanya, staatsbibliothek, ms. nüshanın müstensihi derviş ali horasani ve istinsah tarihi de. bu nüsha, bir noktada kaygusuz abdal külliyatı niteliğindedir. divan'a ait olan şiirler değil, kaygusuz'un bütün eserlerinin takriben 'i yer almaktadır. divan, kaygusuz'un ölümündentakriben yıl sonra, 'lerde yazıya geçirilmiştir. barbara, flemming, hazırladığı die türkische handschriften in deutschland' adlı katalogunun ab varakları arasında kaygusuz'un toplu halde bulunan önemli şiirlerini d v n adı altında vermekte ve bunların 'un üstünde olduğunu ifade etmektedir. biz de bu nüshayı, bizzat yeni harflere aktarıp, yayımladığımız zaman gördük ki bu nüshanın muhtelif yerlerine serpiştirilmiş pek çok şiiri ve yine aynı nüshada yer alan gülistan'da dacivarında bulunmaktasır. düğümlü baba, nu: 'de millet kütüphanesi, ali emiri bölümü, nu: 'da nu: 'debelediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'de: menakıbname, ag nüshasında şiir bulunmaktadır. bazı şiirlerinde önemli yiyecek adları, hayvan, bitki, maden, kozmik alem ve eşya isimleri de yer almaktadır. salatname'de kendisine namazın ne olduğunu soran kadılara hiddetli bir eda ile şimdi size cevap vereyim. kuşlar, kumrular budaklarımda yuva yapardı. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolap şöyle cevap verir: dolabname'de kaygusuz, bir su dolabınabarbara flemming, türkische handschriften in deutschland, teil ı, Wiesbaden, nu: aa. nuruosmaniye, ab, ba kiyabı miglate, belediye, ergin böl. nuruosmaniye, aa süleymaniye, haşim paşa, no: , ab. nuruosmaniye, ab ag nüshası, kaygusuz menakıbnamesi, bütün bunların sebebi, mustafa oldu. allah bu cevhere bakınca, cevher dirildi ve bütün cihan meydana geldi. cihan istikamet tuttu ve her mekan yerli yerinde düzeldi. bundan sonra allah tekrar mustafa'nın canına nazar eyledi, bütün canlar ondan yaratıldı. her can kendi cismine girdi, böylece varlıklar canlanmış oldu. sonra yerine bir türlü kul geldi. ayağı sığıra, kulağı eşeğe, gövdesi ve tüyü koyuna, huyu at'a benzeyen mahluklar kamışı yeyip çoğaldılar. bunlardan sonra yetmiş bin şehir yaratıldı, içleri hardal tanesiyle dolduruldu. allah bir kuş yaratıp, ona t aneyi ye! bu da elli bin yıl sürdükten sonra, allah atı, elli bin yıl sonra da adem'i yarattı. cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak ehli dil olanlar bilir. benim sözümü de ancak akıllılar anlar. hak bana söyletirse ben de size bu haberi vasf ederim. ay, güneş, yıldızlar, zaman, cennet, cehennem, huri, gılman, dünya, ahiret yoktu. adem, yerlerin ve göklerin esrarını anlayıp allah'ı tanıdı ve bütün mahlukatın halifesi oldu. eserin özeti nüshanın bulunduğu yer eserin kayıt numarası adem, şam'a vardı. bir dereye erişti: cennet'te yediği bütün tohumları oraya döktü. yeryüzündeki bütün yemişler bundan çıktı. on iki yıl havva'yı arzulayıp aradı. da adem'i arzulayıp aradı. fakat adem sakallı ve ayağı aksak olduğu için havva onu tanıyamayıp kaçtı. otuz üç yıl adem, havva'nın peşinden gitti. nihayet allah'ın cebrail'i göndermesi ve adem'in allah'tan af dilemesi üzerine adem, eski haline döndü. böylece havva onu tanıdı ve boynuna sarıldı. eserin bundan sonraki büyük kısmında belirli bir konu, hikaye edilmez. kaygusuz abdal konuyu dervişlere ve tasavvufa getirmek için yukarıda hülasa ettiğimiz girişi yapmış gibidir. bundan sonra tasavvufla ve dervişlikle ilgili önemli hususlar ve tabirler uzun uzun anlatılır. acı sözlerle tahammül edip dünya için endişe çekmediler. nemrud'la mücadelesi, musa peygamber ve firavun, allah, adem'de ayna oldu. perdenin aslı su, toprak, ateş ve yel'dir, fakat perde içindekinin kim olduğunu bilmek lazımdır. daha sonra kaygusuz, misafir bir derviş olarak dünyayı gezerken bir şehre vardığını söyler. kal'a dan biri çıkıp ona nerden geldiğini, ne sattığını sorar. destur verilince içeri girer, bakar ki bir muazzam şehir. aşıkların ahvalinden bahsedildikten sonra attar'ın mantıku'ttayr adlı eseri ele alınır. bu eserde, simurg adlı kuşun kafdağı'nda mekan tuttuğu ve cümle kuşların sultanı olduğu ifade edilmiştir. otuz bin kuş simurg'u arayıp giderler. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, üç yüz altmış altı çarşısı, on iki burcu ve dört yüz kırk dört sipahisi, on iki kapısı vardır. derviş bütün şehri dolaşarak müşkülünün hallolduğunu ve özünü bildiğini söyler. bilmediğin sözü söyleme, ulaşamayacağın şeye elini uzatma, kırılacak dala konma, fakirlerin elinden tut, tuz ekmek hakkını unutma, kendi işini başkasına bırakma. gibi nasihatlardan sonra birinci mesnevinin süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu: süleymaniye, haşim paşa, nu: ve belediye kütüphanesi , osman ergin bölümü, nu: 'de birer nüshası mevcuttur. allah'ın peygamberlerde tecelli etmesi şeklinde ifade edilir. yedi kat yerde mi, yoksa gökte mi bulunduğu vücut mu, can mı, erkek mi, dişi mi olduğu sorulur. daha sonra eser, münacat ile başlar. bu kısımda vahdeti vücud görüşü, nutfeden ademin ana rahminde teşekkülü ve dünyaya gelişi anlatılır. mananın ehemmiyeti üzerinde durulduktan sonra tekrar önemli örneklerle vahdeti vücud anlatılır. halde nefsi bırakmalı, ona uymamalıdır: diyen kaygusuz abdal yine vahdeti vücuda geçer. birtakım nasihatlerden onra birlige yitdi kamu yahşı yavuz dünyada herkes er olamaz herkes de erin kim olduğunu bilemez. evliyanın delil olduğu insan, iki cihanda zelil olmaz. dünyaya gelmekten murat, mal sahibi olmak değil, hakk'ı bilmektir. daha sonra yine allah'ın her yerde tecelli ettiği anlatılır. ferhad'a şirin görünen, leyla'nın yüzündeki güzellik odur. halil'i nemrud'un odundan saklayan, yunus'u balık içinde bekleyen, yahya'yı her dem ağlatan, eyyüb'ün dertli bağrını dağlatan odur. sofi, zikr tesbih etmeli zahit öz huzurunu beklemeli aşık feryad ah etmeli derviş öz yolunu gözetmeli bülbüle gülistan, tavusa seyranı bostan gerektir. türkmen yaylaya göçmeli, harama, kervan gözlemeli, emin kişi kendi yolunu izlemelidir. bundan sonra yemeklerden bahseder: sonra tekrar, her şeyin yerli yerinde olması gerektiği hususunda birçok örnekler verir. abı hayat değme su gibi değildir. dograma darı çöregin ayrana ayrandan yegdür balıla kaygana bu nişanı kimde görsen bil yakin oldur er dutgıl etegin öp elin insanın gözünü açması ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini düşünmesi lazımdır. adem hüdhüd'dür, simurg'dur, kaf'dır. allah da ademde aşikar olmuştur: cümle eşyadan maksut, ademdir. marburg nüshası'nda küçük mesnevi başlığıyla geçen bu mesnevinin, ank. kaygusuz abdal dimişler bir fakir isterisen buncılayın bir nasib hakk seven kişi yile ol habib bir aceb vasfı hikayet eylemiş işte dünyanın hali budur. er olan kimse dünyayı bir pula almaz diyerek burada da eri anlatır. kimisi bunların niçin sakalını kırktığını sorar. kaygusuz onlara kibirlenmemelerini, gözlerini açıp özlerini bilmelerini tavsiye ettikten sonra şunları söyler: tarikat yolu emindir. orada yaz, kış, gitmek, gelmek, doğmak, ölmek, uyumak, uyanmak yoktur. ruşen oldı bu ma'ni sırrı muglak diye devam eden kaygusuz, bundan sonra erenleri anlatır. bundan sonra kaygusuz düşünde bir şehir, şehir içinde bir padişah gördüğünü, şahane bir meclis kurulduğunu padişaha bu esrar sırrını sorduğunu ve kendini bil, sen hayvan değilsin cevabını aldığını anlatır. sonra uyanmış, gözünden perde açılmış, sultan'ı allah'la görmüş ve aşk müptela olmuştur: diyerek önce aşk hakkında, daha sonra gönül hakkında yazar. kisra, kayser, azizi mısır nerede? her şeyin yerli yerinde olabileceği hakkındaki daha başka atasözlerinden sonra vahdeti vücuda göre, dünyada görünen herşeyin o olduğunu anlatır: bülbül o, gülistan o'dur. bu ışk ile cihan oldı münevver bu ışk ile döner künbedi devvar nefis, insanı yoldan çıkarır. bir akçayı atasından aziz tutar. bir akça için bin yalan söyler başından vazgeçer, ölüyü mezarından çıkarıp soyar. dünya yalandır, fitnesi çoktur. eğer insan, bu gafletten kurtulursa bütün sırları keşfeder. cihan aşk ile parlar. musa, tur'a aşk ile gelmiştir. kaf ile nun, çeng ile ney, hüdhüd ile simurg, ırak ile yakın, gece ile gündüz, her şey bir olduğunu belirtir. kevn ile mekan ademe müştaktır. kendisini görebilen insan, birlik'e erer diyen kaygusuz, tekrar birliki anlatır. o, bir çerağ, yahut yemişli bir bağ misalidir. tekrar adem in değerini anlatan, onun sedef içinde cevher olduğunu belirten kaygusuz, elhaya mine'l iman hadisini zikrederek edeb konusunu işler. süleymaniye, haşim paşa bölümü, nu: 'da birer nüshası vardır. tenin insan için bir tuzak olduğunu, zaten beş günlük ömrü olduğunu söyledikten sonra tekrar insanın ömrünü boşuna geçirmemesini bir delile tutunmasını tavsiye eder. bazı yiyeceklerden bahsettikten sonra bu kuş dilini ancak süleyman'ın anlayacağını, bu sıfatların dünya adeti olduğunu söyleyerek mesnevi'yi bitirir. kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığı vahdet teorisi içinde kısaca anlatılmıştır. mütekaiben de, muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi, güzellikleri ve daha nice vasıfları verilmiştir. bu konuda da şimdilik en güzel örnek: kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername'yi örnek olarak verebiliriz. gevher cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır. gevherin bir adı da mahmud' dur. eser tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: eser, mesnevi nazım şekliyle söylenmiş vebeyitten oluşmaktadır. marburg nüshası min kelamı gevhernamei baba kaygusuz sultan başlığıyla yazılan bu mesnevi daha önce mehmet akalın tarafından topkapı sarayı kütüphaneside kayıtlı mecmuai latife adlı yazmadan yeni harflere aktarılarak tamamıbeyit halinde yayınlanmıştı. bizim burada yaptığımız kritiğe göre mesnevibeyitten ibaret ve bir hayli farklılıklar vardır. kaygusuz, hac mevsimi yaklaşınca şeyhi abdal musa'dan icazet alarak mekke'ye hareket eder. muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını da ortaya koyan bu gevhernamei baba kaygusuz sultan adlı eseri söyler. yani bu mülkü şereflendirdi. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. muhammed'in canıydı. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı gevherdendir. peygamberin nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyeyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eserini tamamlar. kaygusuz abdal, hac farizasını ifa ettikten sonra anadolu'ya gelmek üzere medine'den hareket eder. karyei nik ve kal'aı humus'a gelirler. bu dolap'ın iniltisi karşısında kaygusuz abdal cuşa gelip bu kaside'yi söyler ve bu zamandan sonra dolab'ın adı daha sonra muhammedi dolab olarak literature geçer. dolap, kelime manası itibariyle içine eşya konulan raflı veya rafsız göz hile, dek, dubara kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark devreden, dönen bedestenin içindeki küçük dükkanlardır. dolap, ıstılahi manada ise allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesidir. bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni kaygusuz abdal'a ait dolabname'nin yazılışı onun menakıbname'sinde şöyle anlatılır: dolabname allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dolap şöyle cevap verir: kaygusuz abdal, dolabname'de özetle şunları ifade etmektedir: eserin özeti dolabname, sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir. her iki bölüme ait birkaç beyit ile örnek vermeye çalışalım: kaygusuz neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. bak: güzel, kaygusuz abdal, baskı, ankara, kaygusuz abdal'ın eserlerinde su motifi, milletlerarası türk folklor kongresi bildirileri, ı, ankara, kaygusuz abdal menakıbnamesi, dolabın cevabı: kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün nsalat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiye'sidir. kaygusuz abdal bu şiirinde kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularına beş vakit günlük namazı, vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte beytiyle cevap vermektedir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatnameyi konunun ehemmiyeti bakımında ileriki sayfalarda tam metin olarak vermeye çalışacağız. farzı sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürembkz. baskı, kaygusuz abdal, ankara, menakıbname'nin ag nüshası, ankara genel ktp. ahmed sırrı baba, errisaletü'l ahmediyye fi tarihi't tarikatü'l aliyyeti'l bektaşiyye be mısri'l mahruse, kahire, dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, onun va'z nasihatını dinlemeye başladılar. hatip , oturduğu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. vaiz efendi başladı cehennemin kapısını açmağa sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmaga' deyip bazı sözler söyledi halka va'z nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. fi'lhal oturdugu yerden ayak üzerine durugelip gönlü cuşa geldi ve şöyle söyledi: akıl ile hali bildim. hakk'ı buldum, diyerek minberi tepenler ve halkı irşat etmeye kalkan kişiler özünden geçmeden rabbini bilemez, allah'ı bilmek için benlik'i bırakmak lazımdır. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbını gözetirler, gönüllerinde türlü fitneler üretirler, birinin minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, namazdan sonra hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, onun, hatibe verdiği cevaptır. meger gün mübarek cuma ünüdür. bu olay, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: minbername dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir tür olan kaygusuz abdal'ın mesnevi nazım şekliyle yazılmış minbername'si, bugüne kadar sadettin nüzhet tarafındanyılındabeyit olarak nesredilmiştir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda kaygusuz abdal'a ait olan bu minbernamei kaygusuz baba adlı eseri, ilerdeki sayfalarda vermeye çalışacağız. daha sonra kaygusuz dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de beyitle konuyu bitiriyordu. güzel, minbername ve salatname, bu ilmi aklı ma'ad bilir. bir de gönlü ve gözü açık arifler bilir. bu sapıklar ve kısırlar bilmezler ki hakk leşkeri kırmakla tükenmez. eğer budalaname'nin yazma nüshaları pek çoktur. en eski nüshaları mevlana müzesi ktb. dtcf, ismail saib ı, nu: 'de yer almaktadır. bu eserin ayrıca risalei kaygusuz adıyla, tarihsiz, birkaç taş basması da mevcuttur. taş basması nüshalar, sayfa arasındadır. bunun arasında da iki direkli bir şehir var: bu şehre girmeyen allah'ın sırrından hiçbir şey anlayamaz. bu akıl ne kadar çalışırsa çalışsın arifler menziline yol bulamaz, şaşkın olarak kalır. eserin ilk satırlarında bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve seyri sadık dirler ve hayali nadan dahı dirler. kaygusuz, aklı maaş ile hakk'ın bilinemiyeceğini söyleyerek şöyle devam eder: eserin özeti birinci konu, kendini bilmektir. kendini bilenler şehzade iken geda olur mekanları gülşen iken külhan olur. kendini bilene atasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının südü haramdır. sen kendi bildiğini bir kenara bırak, bir mürşidi kamile bağlan, arifler ve ehli diller meclisine gir ki ahiret marazlarından emin olasın. yarın mahşerde insanların kimi eşek, kimi sığır, kimi maymun suretinde olur. bu mana ancak gönüle yol bulana feth olur. gönlü bırakıp surete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar. hakk, gönlü kendisi için yaratmış ve kim beni isterse, kırık gönüllerde bulsun, demiştir. gönüle giren ise herşeyi sorup çıkarır muhannetleri er, erleri şiri merd şiri merdleri, ferd eder. hakk'ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikatı bilmektir. ahirette hakk taala bir dolunay gibi görünecektir. bu dünyada iken insanın uzun kısa fikirleri bırakıp makam ve hal ehli olması lazımdır. fırsat elde iken kaya kuşu gibi ömrü lak lak ile geçirmemeli, körler gibi deve tepmesini somun sanmamalıdır. onlara eren mukallit iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken maşuk olur. bundan ileri makamı olmaz ve bu makama makamı mahmud derler ki bunı arifler bilir. bundan sonra kaygusuz, göz ile görüp, gönlüm ile inandığım şeyden haber verürüm görmediğüm bilmediğüm yirden haber virmem. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi, gah anaya beni kız eyledi gah anayı bana kız eyledi gah beni tıfl idüb anlara besletdi. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende gah perende oldum. nice bin kerre küfr imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karuşdum. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. ve'lhasılı kelam bu harabat ehli ölmeden ölenler, içi maşuk, dışı aşık olanlardır. onlar bihodluk şarabını içip daha ölmeden soru ve hesabı verirler. onlar havf ve recadan kurtulup hayır ve şerden geçmişlerdir. onlar suret kapısını kapayıp ademi tekayyüd etmişlerdir. varlık yokluk lezzetinden fariğ olmuşlardır. ne öğünmek ne dava ne keramet ile uğraşırlar, ne tesbih ne seccade ne ibrik düşünürler. daim tenha olup bu halka karışmaz olurlar. halik'in emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp utıldum. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudım. gökler, yerler, yıldızlar, hiçbir şey mevcut değilken allah, kendi gizli hazinesinin bilinmesini istedi, kendi kendisini temaşa ederek kafı nun'a vurup bu karhaneyi yarattı ve hemen kendisi sır oldu. kaygusuz biz de bu karhaneyi seyritmek istedik, padişahı alem dilegümüzi kabul idüb, bize insan donunı giydirüp bizi bu dünyaya gönderdi. bundan sonra kaygusuz, ansızın anadan doğup tıfl, baliğ, yiğit, pir olduğunu, bir gün ruh aşinalarının halinden haber sorduğunu söyleyerek onlara kısaca yirmi beş bin aşiyan gezdim ve seyran ettim diye cevap verdiğini anlatır ve şöyle devam eder: beşinci konu, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakk'ı bilmek olduğudur. bugüne kadar halk birbirine bu karhaneyi kim bünyad etti diye sormuştur. muhammed bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içinde bildirdi. aklı ma'ad'a mukarin ol, dünyaya takılma, sonun düşün kimseyle düşmanlık itme, helali haramı ayur, haksız işlerden sakın, cahile karşu yumuşak, arifler katında sessiz ol, sorulmadıkça konuşma. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonup erenler meydanına kodum. yetmiş iki millet orada şaşkın. karşımda bir şehir görüp yana gitmek istedim ama gidemedim. ben de avcı zağarı gibi yanına düştüm. yalnız başıma şehrin her köşesini dolaştım. ne istesem anda mevcut olurdu. daha sonra nefsi anlatan ve vücutta hakk'tan gayrı bütün düşüncelere nefs denildiğini bildiren kaygusuz, bütün yaratılmışlarda allah'tan bir şem'a olduğunu söyler. ben de allah herşeyi muhittir. tanrı hakkı sözü bunu anlatır. kaygusuz şöyle devam ediyor: insan bir mürşidi kamil'e bağlanmalıdır. mürşidi kamil odur ki özünü bilmiş ve kendi vücudunun şehrinde hakk'ı bulmuştur. hakk ile birleşmiş ve süleyman gibi hatem sahibi olup yedi iklime hakim olmuştur. buna mukabil insan sıfatlı mürşitler çoktur. ancak bunlar sırru'llahı bilmezler. dünyalık işin kendilerini halka sevdirip yalan sözler ve mühmel remizler ile avamı ve cahili kandırırlar. peygamber'imizin buyurduğu, din yolunun dikenleri ve halkın çirkin kokuları bunlardır. müritlerinin kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oğlan, kimi uşaktır. kendilerini de şibli, hasanı basri, bayezidi bistami yerine koyup keramet iddiasında bulunurlar. halka dam tezvir içün başların kabartup bol cübbeler giyüp musahebet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler, benzin saradup dudağın kemerlendürürler, muttasıl oruçdur disünler, bunlar her dem başın aşağa salarlar, gah sadık ve gah ah iderler, ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler eydürler ki ya'ni pirinden ana ziyada nazar olmışdur disünler. bana kuş dili bilirsen söyle, bilmezsen kalk git. ben de ya söylerim ya giderim deyip söze başladım: bu cihan bir kubbe misalidir. ay ve güneş kandile benzerler. yedi kat yerler vücudum, sular damarım, gökler çadırım, arş seyranım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, bu nakşı pergal seyranımdır. yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekne, yerden göğe bir kulaç, yerin eni boyu bir karıştır. su yukarıdan aşağıya akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar. bunların cümlesi fırsat eldeyken insanın nadanlığı bırakmasını öğütler. kaygusuz, şöyle devam ediyor: şiirini okur. bakar ki ne sahra var ne yol. bunun üzerine bendedür' redifli şiirini okur. bundan sonra bir dervişin gördüğü rüyayı anlatır: derviş sonsuz bir çölün ortasındadır. fakat çağırmalarına hiçbir cevap alamayınca: eserin adı mevcut yazmaların en eskisi olan tarihli muahhar olan diğer nüshalarda eserin adı kitabı mağlata olarak kaydedilmiş ve bazı araştırıcılar da bu şekli kullanmışlardır. esasen birini şaşırtmak, yanıltmak için söylenen zihin karıştırıcı, saçma sapan söz manasına gelen mağlata kelimesi, böyle bir esere isim olarak uygun düşmemektedir. aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, kitabı miğlate'nin mar, nu: süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu: ankara genel kitaplığı, nu: ali emiri blm. vatican, turco, nu: ı süleymaniye, hacı mahmud efendi bölümü, nu: ve istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'te birer nüshası vardır. basma budalaname nüshalarında, yeni bir esere bağlandığı belirtilmeden kitabı miğlate'deki hikayelere geçilir ve böylece kitabı miglate'nin baş tarafı budalaname'lerde yer almış olur. miglat ise yayın gerilmesi suretiyle uzağa atılan, isabet kaydeden ok manasına gelmektedir. bu sebeple eserin adını miglataname olarak kabullendik. muhammed'e devenin büyü ğüne deve derler. peygamber de o da devedir, ama küçük olduğu için ona köçek derler. peygamber buraya kabe kavseyn derler ve ağacın adı şecerei islam'dır. derviş ağacın iki budağına güneş vurduğunu, diğer üçüne vurmadığını gördüğü sırada uyanır. bakar ki yer, gök ve bunların içindeki bütün eşyanın sesi kendi vücudundan gelir. zaman anlar ki bu alemden murat, kendisidir. bir yerde oturup dinlenirken yine bir rüya görür: yine bir sahra ve ortasında ulu bir ağaç görür. bütün peygamberler orada toplanmışlar. derviş: bu suretlerin içünde cümbüş kılan ve şubede gösteren sayvanın sahibidir. derviş bu cevapla şad olup bir başka rüyada, meğer şeytanın ne kadar fitnelikleri varsa bu torba içinde imiş. hepsi de bu sayvanın sahibini aramaktadırlar. adem peygamber dervişe derviş bir rüya daha görür. ali'nin önünde şeytanla mücadele edip kazanır. muhammed'in bütün peygamberlerin önünde yürüdüğü nü, allah'tan bütün mahlukat için şefaat dilediğini ve allah'ın da, sen sana değeni iste! allah'a, ilahi, ben miskine dahi nazar eyle! derviş'den, derviş: bu ne küfür söyledi. bunun üzerine derviş, nemrud tanrı mıdır, ben bunun doğduğunu bilirim. ne zaman tanrı olmuş? nemrud, ibrahim'i ateşe atacağı sırada derviş allah'a, seni hak bilene inayet eyle! nemrud'un askerleri dağılır. dokyanus, firavun, şeddad ve nemrud gelip bu şeyhi bize sat, sana bir kepenek yapalım ve bir palan verelim. behlul de onu görür kucaklaşırlar. derviş, behlul'ün kuş dilinden anladığını görünce cuşa gelip şiir okur. behlul'ün çok hoşuna gider, dervişi kucaklar ve yakasından içeri girip kaybolur. düşünde cümle alemin hakk teala'nın birliğini söylediklerini görür. bir yerde kalabalık bir divan var. nur parlayınca cümle eşya uyanır, hakk'ın birliğine şükreder. nemrud adam gönderip adem'le dervişi çağırtır. derviş dayanamayıp odun toplayın, ateş yakın, ibrahim'i içine atın. bundan sonra derviş meclistekilere şunları anlatır: zamanı evvelde bu cihan yok iken allah bu cihanı halk etmek istedi. onun nurundan ve ruhundan sonra bu nur yandı ve bütün alemler vücuda geldi. bütün şeyhler, zahitler, abidler, sofiler gelip ali onlara, gözlerinizi açıp bakın der. derviş dahil hepsi gözlerini açınca yerden göğe, gökten arşı ala'ya, arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya, oradan makamı kabei kavseyn'e, cennetü'l me'va'ya ve firdevsi ala'ya kadar her şeyi görürler. derviş bu manzara karşısında coşup bir şiir okuyunca, orada bulunan şeytan onu tanır ve üzerine yürür. ali dervişe tahsin eylediği sırada derviş uyanır. bu esnada, gel kurban al, yeri göğü kaldıran öküzün balığın işi bitmiş, dervişlere hakk tebareke ve teala öküzü balığı kurban vermiş. musa peygamber, derviş, kurbanı al, buraya gel, burada sohbet edelim. süleyman'la sohbet ederken birçok insanlar gelir. derviş de önce adem donunda, sonra çeşitli kılıklarda cihana geldiğini anlatır. derviş alemin teşekkülünü, insanın meydana gelişini anlatırken tam adem peygamber mevzuuna geldiği sırada şeytan onu tanır. yine mücadele ederler. derviş aldırış etmez, ileri yürür, görür ki balığı öküze yükletmişler, yürürler. muhammed, allah'ın hepsini bağışladığını, ancak rüşvet yiyen nablus kadısının işinin kendilerine çok müşkül geldiğini söyler. bunu, söyleyen derviş cihandaki her şeyin, cihan suretli bütün hayallerin kendi vücudunun gölgesi olduğunu görünce tekrar cuşa gelip şu şiiri okur: böyle rüyalar görüp uyanan derviş kendisini şamakı şehrinde bir külhan bucağında görür. daha sonra uyuyan derviş, bütün alemin kendisine karşı secde ettiğini görür. bu manzara karşısında hayran kalan derviş şu şiiri okur! oraya gelen derviş, mısır sultanıyla karşılıklı şiir söyleşir. kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuzdan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erbaa ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudname'si bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman çelebi ve azeri sahasında yazılmış olan manzum vücudnameler de bu türün diğer örnekleri olarak değerlendirilebilir. bu eserler vücut, ıstılahi manada ise insanın allah tarafından yaratılışı, tanrı'nın bütün güzelliklerini kendinde toplaması dır. vücudname, insanın yaratılışı ile ilgili olarak yazılan manzum ve mensur eserlerdir. sonra eserin özeti eserin nüshaları genel teori ilahi hükmü gereği insanın ana rahmine düşen nutfeyi yedi seyyarenin terbiyesi ile vücud bulup yaradılışına dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz abdal, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: şte bu yedi seyyarenin tesiri ve görevi de aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: ademoğlu yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir. adem, bir şehri muazzam'dır ki, nice bin alemler anda mahvolur ve bu şehrin on iki kapısı vardır ki bu alemin on iki burcuna mukabildir. her akıl bunu kavramaktan bilmekten acizdir. bilmek ve kavramak isteyenler varsa onlar da ehline yani insanı kamil'e müracaat etmeli, onun eteğinden tutmalı, izinden gitmelidir. sonra ademoğlunun dışındaki burun, ağız, kulak gibi ve batınındaki hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir: ayrıca dört melek'in de insan vücudundaki aşağıdaki uzuvlara benzetilmektedir. alemdeki meratibi erbaadan kara kış, şeriat gibidir yaz, tarikat gibidir güz, marifet gibidir bahar. alemdeki meratibi erbaa dört mevsime müşabihdir: daha sonra kaygusuz, gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi! bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için talim lazım geldiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fani olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu, bu alem yaratılmadan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve ala, kamış içinde şeker ve gülab gibi vaki olmuştur. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyti getirir: yine kaygusuz, yukarıdaki sözlerine nisa suresi. göklerde olanlar da, yerde olanlar da allah'ındır. yeryüzünde ondan daha şirin nesne yoktur. kaygusuz'a göre, her mürşidim diyen mürşit olamaz. dolayısıyla insanın hakikatı bilmesi için kendini bilmesi lazımdır. bunun için de insanın suretini bırakıp manasını aramalıdır. muhammedmen arafe nefsehu, fekad arefe rebbehu buyurmuştur. kaygusuz da, bu sözü şöyle açıklıyor: insan deryada gavvas, yani dalgıç olursa her cihetten azat olup devleti bulur. on sekiz bin alem insana mütealliktir ve on sekiz bin sıfattır. altı bini nebatata, altı bini hayvanata, altı bini insana mütealliktir. bunların da eli altında veliler vardır. batın erenlerinin halleri böyledir. zahiri kutuplar ve batıni kutuplar. zahiri olanlar kutbü'laktab, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler ve binbirlerdir. daha sonra kaygusuz, padişahlar alemini ikiyi ayırır: çalışmalarımız esnasında onun bilinen eserlerinin yanında, daha başka eserlerinin de olduğunu tespit etmeye çalıştık. risalei kaygusuz abdal da bunlardan biridir. ayrıca bu konuda elimizde daha başka herhangi bir ipucu da yoktur. dolayısıyla bu tercümenin ne derece tam bir tercüme olup olmadığı veya müellifimizin bazı ilavelerini ihtiva edip etmediği hususunda da şimdilik herhangi bir şey söyleyemiyoruz. hakk'ı dünyada iken tanımak, hakikati bilmek, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakkı bilmek, gönül, mürşid, mürşidi kamil'e bağlanmak. ayrıca kitabi miğlate'deki rüya motifine burada da rastlamaktayız. kaygusuz'un gülistanı, mesnevi'ler ve dilgüşa'daki tasavvufi unsurların pek çoğu da yine bu risalede mevcuttur. dil ve imla hususiyetlerinin kaygusuz'un diğer eserleri ile mutabakat arzetmesi, dükeli gibi bazı kelimeler bu kanaatimizi teyit etmektedir. yer yer lirik parçalar ihtiva etmekle beraber, umumiyetle didaktiktir. muhteva ve şekil itibarıyle de kaygusuz abdal'ın diğer eserleriyle örtüşmektedir. hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz eser, mesnevi tarzında kafiyelenmiş uzun bir şiirle başlar. aleserin nüshaları insan kisvetini giymeden can idik ve sultanın vücudunda bir idik. her eşya yerli yerini aldı ve padişahı alem bunların içinde sır oldu. alem cümbüşe geldi, her şekil ve suret bir ayrıksı şubede göründü. padişah, adem donunu bize hil'at olarak verdi. yoldaşyukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bu uzun şiirde de allah'ın cümle eşyada mevcut olduğunu anlatan kaygusuz, altı varaklık farsça bir bölümden sonra bir dervişin bu kitabı yazan dervişe ki midani dersin durursun, sen hiç türkice bilmez misin? biri vücudun bütünü, diğeri vücud içindeki hakk'dan gayrı hayaller, düşüncelerdir. bundan sonra ademin cümle şeyin özüne malik olduğunu anlatan kaygusuz, özünü bilenin mücerred hakk'ı bileceğini söyleyerek tekrar uzun bir şiire geçer: daha sonra, nefsini bilen rabb'ını bilir. kaygusuz, nefs üzerinde durur: derviş, başımdan geçen hikaye mi söyleyeyim, yoksa işitilmiş hikaye mi söyleyeyim? odur gevher adem anun sadefi mesnevi kafiyeli uzunca bir şiirden sonra dünyaya gelmekten maksadın tanrı'ya kulluk etmek olduğu, kullanıp paylaştığımız bu dünyadaki nesnelerin bir sahibi bulunduğu anlatılır. müslümanın sıfatları sayılır: tanrı'yı hazır görmek, peygamberden utanmak, edepsiz olmamak, adetsiz iş işlememek, büyüklere küstahlık, küçüklere tekebbür olmamak sözünde dürüst olmak hasud olmamak, cimrilik etmemek, yalan söylememek. ışk eri oldur ki, aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tama'lık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendi vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yir gibi sakin ola, od gibi çiği pişirici ola, su gibi daima bir yola vara, yil gibi her yiri seyran ide! daha sonra la ilahe illa'llah redifli bir şiirden sonra ibadetin icabet için olduğu, taatın kul ile tanrı arasında sebep olduğu, temizliğin ise hakk'ın gayrısından perhiz eylemek manasına geldiği ifade edilir. aşk muhabbetten doğar, akıl fikirden biter, inancın aslı ikrar, marifetin aslı tevhid, tevhidin aslı herşeyde allah'ı hazır görmektir. daha sonra aşk erini anlatır: bilahare, kim ki tanrı'yla ise tanrı dahi onun iledir. tanrı'dan korkmak, erenlere ikrar eylemek, hasut olmamak gibi öğütlerden sonra şöyle der: bir avuç toprak kendi miktarını bilse, böylece kulluğa bel bağlasa allah ganidir. rum salikleri bunun ne demek olduğunu bilirler. biz dillerden türk dilini biliriz, gün doğduğu zaman sabah oldu. türki dilince bu kadar biliriz. aslı hakk'tır, cümle sıfat onun şubesidir. daha sonra can ile vücut, murakka bir hırkanın astarı ile yüzüne benzetilir. hakikat, kerimi zü'lcelal'dir. hakk'ı bilmek için dört nesne lazımdır: mürşidi kamil, ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak. daha sonra allah'ın her yerde mevcut olduğunu ifade ederek şöyle der: herkesin gönlü bir nesneye emin olur kimi aya güneşe, kimi kendi eliyle yaptığı şeye, kimi allah'a tapar bunların cümlesi pergal'den dışarı değildir, hepsi allah'ın yedi kudreti'ndedir. bir insanın elinde bir haşhaş tanesi ne kadarsa bütün yaratılmış eşya da kadardır. hakk'ı aramak, ayrılığa tanıklık kısa bir şiirden sonra allah'ın zerreden güneşe, katreden ummana kadar her yerde dopdolu olduğunu burada var, burada yok dememek gerektiğini söyler. daha sonra vücudun bir kisve olduğu, insanın özünü bilmesi gerektiği anlatılır. kabiliyyeti latif, mürebbinin irşad ettiği her şeyi havsalanın alması ve istikamet tutmaktır. hak ise nebiler işaretidir, gayb alemini söyler, bizim aklımız buna erişmez. bir şiirden sonra tekrar vahdeti vücut şöyle anlatılır: mürşidi kamil, menzile erişene derler. aklımın erdiği kadar remiz eyledim. gördüğüm nişanları remiz ile söyledim. bu altı nesne bir arada olursa allah'tan hidayet erişir. bir sanata kulluk etmek ile allah'a kulluk etmek farklı değildir. nasıl zahmet çektikten sonra üstad olunursa hakk'ın kulluğunda da zahmet çekmek lazımdır. bütün ibadetlerin aslı hakk'ı hazır görmektir. devamında insanın türlü türlü olduğu kimisinin fitnesinden şeytanın dahi yenildiği, kimisinin işlerinin rahmani olduğu kimisinin öz nefsinden aciz, kimisinin can gibi aziz olduğu ifade edildikten sonra insana bunlardan hangi güruha girdiğini düşünmesi tavsiye edilir. bazı öğütler verdikten ve insanın önemli hallerinden bahseden bir şiirden sonra beş varaklık bir farsça kısım daha vardır. onlar da tanrı'yı her yerde hazır görmek, özünden tamamen fena olmak, taati temiz kılmak. kaygusuz şu ifadelerle kitabı bitirir: vahdeti vücud'u anlatan uzun bir şiirden sonra, fasıl başlığı altında cihan anlatılır: bu cihan bir saray'a benzer. altı kapısı vardır. bu münakkaş sarayda yüz binlerce nakış ve hayal görünür. ay, güneş, yıldızlar, gece, gündüz, yaz, kış bu sarayın revnakıdır. halife, olduğunun nişanı şunlardır: allah'tan korkmak, peygamberden utanmak, evliyaya ikrar eylemek, hakk'tan gayrı işlere perhiz eylemek ibretle bakmak, hikmetle konuşmak, baktığı her yerde allah'ı görmek, yare yoldaş, komşuya emin olmak, ulu'emre uymak, hakk'tan ümidini kesmemek, menzile yol ile, yola erkan ile varmak, cahillere ilimle söylemek, arifler katında sakin olmak. mensur ve manzum olarak kısaca allah'a yalvardıktan sonra kaygusuz, bu cihanın bir saray olduğunu, içindeki insanların her birinin bir işe daldığını ve cihanın sahibini düşünmediklerini, kendilerine peygamberler gönderildiğini, fakat yine onların nakşa bağlanıp nakkaş'ı fikreylemediklerini anlatan mesnevi kafiyeli bir şiir söyler. daha sonraki uzun şiirde allah'ın insana aklı yar eylediği, insanın akıl ile sarayın sahibinin allah olduğunu bildiği, allah'ın insanoğlunu alemdeki her şeye şah eylediği, insanların kimisinin allah'ı bulduğu, kimisinin ise kamil insandan kaçıp ömrünü boşa geçirdiği anlatılır. allah'ı uzakta değil, bu saray içinde aramak lazım geldiği, saraydan maksadın da insan olduğu ve allah'ın kendini insanda gizlediği anlatılır. kısa mensur kısımda cihan yaratıldıktan sonra her şeyin yerli yerine iliştiği herkesin bir şeye bağlandığı ve bağlandığı şeyin kendisine perde olduğu, sonra allah'ın insanlara peygamberler gönderdiği anlatılır. eserin özeti bu sarayda insan, allah ile bilişir. peygamber, mirac'a bu sarayda varmış, her hünere bu sarayda erişmiştir. ali'ye zülfikar, eyyüb'e sabır, musa'ya tur bu sarayda verilmiştir. bu sarayın bir sahibi olduğunu insanlara ilk önce muhammed mustafa haber vermiştir. allah bu kainatı yarattığından beri muhammed mustafa gibi bir insanı kamil gelmemiştir. mustafa ilmi ile yolunu bulur. bu ibreti anlamak isteyen allah'ın yarattığı halka emin olmalı, nasibine şükretmeli, kimsenin hakkına tamah kılmamalı, tuzekmek yediği yere ihanet etmemeli, komşuları, dostları kendisinden emin olmalı, ariflerle hemnişin olup kendini bilmeyenden uzak durmalı. bu saraya insanlar ibadet için gelmişlerdir. hakk'ın hikmetini görüp ibadetle meşgul olur, hayvan olan otlamakla vakit geçirir. tanrı hasları bu sarayda taat kılmış, insan marifet ilmini bu sarayda can kılmıştır. nefislerine uyup güzeller muhabbeti ile ömürlerini geçirirler. bunları kısaca şöyle hülasa edebiliriz: bu sarayda başka nesne kalmamış, gam ve sevinç birliğe birikmiştir. artık mutrib çalıp söylesin: şarap gelsin meclis bezensin taslar dolsun, herkes sarhoş olsun, saki kazı kebap eylesin aşçılar kuzuyu büryana assınlar hastalar kalsın, sağlara haber verin, bağlara varalım ney figan eylesin, çengi kızları oynasın, ela gözleri süzülsün kaftanlar bohça ile gelsin, mutribin gönlü akça ile hoş olsun il ve şar'ı kullara tımar verelim içelim, ay ve güneş doğsun dolansın çünkü bu saray bizim içindir. zahid yel üzredir hakk'tan gelen nesneler karşısında şad olacağına şad, melul olacağına melul olur. aşık od üzredir gözünü baktığı yerden ayırmaz, elini işinden gidermez. bağ, bahçe, bostan, altın, gümüş paşa, efendi, hoca, sultan gibi ad ve sanlar insanı şaşırtıp aklını mat eder. kaygusuz, sarayname'yi şu beyitlerle bitirir: abdal musa'ya, ait velayetname günümüze kadar birkaç değişik varyant halinde bize kadar ulaşmıştır. bu varyantlar muhteva itibariyle birbirinin tekrarı gibidir. elimizdeki orijinal nüsha ise 'da veli baba tarafından istinsah edilen haza kitabı abdal musa, velayetnamei sultan abdal musadır. velayetname'de anlatılan olayların geçtiği yerler: teke ili, elmalı, eğirdir, tahtalı dağ, lotanya ? güney anadolu 'dadır abdal musa, dinitasavvufi türk edebiyatı'nın önde gelen simalarından biridir. ayrıca velayetname'de geçen keramet motifleri de, kaygusuz abdal bugün elimizde abdal musa'ya ait bir orijinal, iki de latin harfleri ile yazılmış abdal musa velayetnamesi bulunmaktadır. eserin nüshaları hacı bektaş veli'nin vefatından sonra zuhura geleceği, münkirlerin abdal musa yı sevmedikleri için başlarına pek çok felaketler geldiği, fakat sonradan münkirlerin abdal musa'nın bir sahibi velayet olduğunu anlamaları üzerine ondan af dilemeleri, daha sonra onun kafirlere çeşitli kerametler göstermesi, dağların taşların yürümesi, durması, rodos'a rodos çomağı'nı atması, kısa ağaçların uzatılması, tarihi şahsiyetlerle münasebetleri. velayetname'de insanların dürüst olmaları, allah'a samimi bir imanla bağlanmaları, birbirlerini sevmeleri, kötülükten uzak kalmaları şeklinde nasihatler de bulunmaktadır. bu velayetname'de abdal musa'nın kaygusuz abdal menakıbnamesi için elimizde ag ve ma nüshaları ile, bunlardan fazla farkı olmayan köprülü, dağlı, tschudi, rıza nur ve vahid lütfı salcı hülasaları bulunmaktadır. kanaatimizce en sağlamı ag nüshasıdır. bu nüshayı aynen veya bazı kelime farklılıkları ile ma nüshası takip etmektedir. ancak köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği hülasalar ise ag ve ma nüshalarından biraz farklıdır. zira bu hülasalarda kaygusuz, mısır'a kadar gitmekte ve geri dönmemektedir. halbuki ag nüshasında kaygusuz, hacc'dan döner, şeyhi abdal musa'ya kavuşur. ayrıca hülasalarından anlaşıldığına göre rıza nur ve vahid salcı'nın dayandığı nüshalar ise, ag nüshası ile büyük benzerlik göstermektedir. bunlar birbirlerinden istinsah edilmemişse de, aynı nüshaya dayandıkları muhakkaktır. ag'deki bazı noksan ifadeleri ma ile tamamlamaya çalıştık. ancak ma nüshasındaki doğru kelime, cümle ve farklı bilgileri metnin dip notunda verdik. sayfa numaraları, yine ag nüshası esas alınmak üzere her sayfanın başlangıcında gösterilmiş, ayrıca sayfa numaraları köşeli parantez işaretiyle belirtilmiştir. menakıbname'nin başlangıcı, hamdele ve salvele', ag nüshasında bulunmadığı için, ma nüshasındaki bölümle tamamlanmıştır. bu durum dip notta da belirtilmiştir. bu menakıbname dört bölüm halinde özetleyebiliriz: ag: abdurrahman güzel nüshası. bu nüsha, hususi kütüphanemizdedir. ali emiri bölümü, bu intisaba razı olmayan alaiye sancak beyi'nin abdal musa'ya karşı, teke beyi'nden de yardım alarak harp ilan edişi fakat abdal musa karşısında muzaffer olamayışı onun daima şeyhin kerametleri ile karşılaşması ve neticede oğlunu bizzat abdal musa'ya teslim edişi, teke beyi'nin ruhunun kara canavar suretinde alnılışı, teke beyi'nin cengaveri kılağılı isa'nın atının üzengisine takılarak ölüşü yazılıdır. dördüncü bölümde ırak, suriye üzerinden anadolu'ya dönüşü esnasında suriye'de asi nehri başında kasidei dolab'ı yazışı, anadolu'ya geçişi, mardin, urfa, antep üzerinden elmalı'ya gelişi ve avlan gölü yanında şeyhi abdal musa'ya beglerimiz çıktı avlan üstüne selamlaması'nı söyleyişi, şeyhine kavuşması, hediyelerini verişi ve müritlik görevine devamı anlatılmaktadır. gaybi beg'in, tekkede abdal musa'ya kırk yıl hizmet edişi, kaygusuz adını alışı, şeyhi tarafından verilen icazetname'yi ayran tasında içişi, şeyhinin izni ile hacc'a gidişi, yolculuğun iyi olduğunu bildirmek için kaygusuz'un şeyhine kızıl elma gönderişi kayıtlıdır. bu menakıbname'de daima doğru ve dürüst olmanın yanında türkislam birliği'nde bulunmanın faziletleri anlatılmış, dine ve devlete bağlılık ve bunların mensuplarına da nasihatin gerekli olduğu vurgulanmıştır. hacc ziyareti, medinei münevvere'de yedi gün, yedi gece kalışı ve orada gevhername'yi yazışı ve daha sonra şeyhine dönüşü kayıtlıdır. kaygusuz'un mısır'a gidişi, mısır padişahı ile karşılaşması, sofrada bazı kerametlerin zuhuru, özellikle mısır padişahının ama kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinıtasavvufı türk edebiyatına ait nazım türleri bilindiği gibi dinitasavvufi türk edebiyatı, türler konusunda zengin bir malzemeye sahiptir. bu cümleden olarak kafiye şemaları bakımından koşma türüne giren, kaygusuz'un hece ile yazılmış şiirlerini konuları ve edaları bakımından ilahi, şathiye, salatname, nutuk ve aruzla yazılmış na't, gevhername, dolabname, esmai nebi, minbername, nevruzname. vb'leri olarak da ele almak mümkündür. kaygusuz abdal'ın eserlerinde geçen dinitasavvufi türk edebiyatına ait bu türlerden örnekler vermeye çalışalım: ali nihat tarlan divan edebiyatında tevhidler konusunda yaptığı araştırmada, tevhid türünü herhangi bir edebi sınıflandırmaya göre değil, tevhidin bizzat şer'i veya tasavvufi oluşuna göre değerlendirmiştir. aslında mutasavvıf bir divan şairi ile dinitasavvufi türk edebiyatı şairi arasında inanç, zihniyet ve yaşayış bakımından herhangi bir fark yoktur. böyle olunca, ortaya konulan eserde de fazla bir farkın olamayacağı da aşikardır. ancak, tasavvufi tevhidlerin genel karakteri, şer'i tevhitlere göre biraz değişiktir. yani bu manzumelerde tefekkür, feraset ve tevil daha fazla kendini gösterir. bu özelliklere göre tevhid allah'ın varlığı, birliği, isimleri, fiilleri, sıfatı, zatı, makamları, kesretvahdet münasebeti, yaratılış ve kainatın asli unsurlarını ortaya koyan, yorumlayan' manzum veya mensur eserlere verilen isimdir şeklinde ifade edebiliriz. tevhidlerde dini konular tasavvufi temler içinde işlenir, şer'i olarak allah'ın varlığı ve birliği, yüceliği ve sıfatları tasavvufi olarak da, kenzi mahfi ve vahdeti vücut temleri içinde ve mensur olarak da, esmai hüsna vücudname, devriye, nasihatname. manzum olarak yazılan tevhidler kaside, ve mesnevi nazım şekli ile yazılmaktadır. yani ayet ve hadisler, ya aynen ya mealen veya telmihen alınarak manzum hale getirilirler. kaygusuz'da tevhid türü, müstakil olarak fazla bulumamakla beraber, bu konuyu vahdeti vücud içinde zaman zaman işlemektedir. kaygusuz'dan bir tevhid örneği: esselam iy heşt cenneti na'im esselam iy bağı erzanı nihal kaygusuz, başka bir ilahisinde bir yandan yunus'un gül koklarken onda allah'ı buluşu, diğer yandan da hacı bayram veli'nin kalpgönülakıl üçleminde allah'ın birliği'ni duyuşu. daha çok allah'ın birliğini, azamet ve kudretini anlatan veya telkin eden eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli nazım şekillerinden biri olan ilahi, hemen hemen bütün şairler tarafından işlenmiştir. ama bütün bu varlıkyokluk sırlarını yalnız allah bilir. vb demektedir. tapuğ: gülşeni tekkelerinde okunur. bu tarz manzumelerde rindane, kalenderane, istihzali bir eda bulunur. bu nefesler, daha çok ayini cem lerde saz eşliğinde makamla okunur. kaygusuz abdal, bir ilahisinde adl, afüvv, ahir, aliyy, alim, azim, aziz, bais, baki, bari, basır, basit, batın, bedi', cami', cebbar, celil, darr, ehad, evvel, fettah, gaffar, gafur, gani, habir, hadi, hafid, hafiz, hakem, hakim, hakk, halik, halim, hamid, hasib, hayy, kabiz, kadir, kahhar, kavi, kayyum, kebir, kerim, kuddüs, latif, macid, malikü'lmülk, mani, mecid, melik, metin, muahhir, mucib, mugni, muksi, muhyi, muid, muizz, mukaddim, mukid muksid, muktedir, musavvir, mübdi', müheymin, mü'min, mümid, müteali, müntekim, mütekebbir, muzill, nafi, nur, rafi, rahim, rakib, ra'uf, reşid, rezzak, sabir, samed, selam, semi', şehid, şekur, tevvab, vacib, vehhab, vahid, vali, varis, vasi', vedud, vekil, veli, zahir, zü'lcelali ve'likram'dir. türklerin müslüman oluşundan günümüze kadar esmai hüsna'ya dair pek çok manzum ve mensur eserler yazılmıştır. kaygusuz abdal'ın eserlerinde de esmai hüsna veya esmai şerife'de allah'ın en güzel, en şerefli isimleri çok sayıda geçmektedir. bunlar da şunlardır: kaygusuz, eserlerinde muhammed'e övgü olarak pek çok motifleri bir arada ifade etmektedir. bu konuda iki örnek verelim: kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığını vahdet teorisi içinde verir. allahmuhammed ikilemi içinde yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. gevherin bir adı da mahmud dur. orada ay ve güneş doğup batmazdı. yani bu mülkü şereflendirdi. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı gevherdendir. gevher kelime manası itibariyle, elmas, cevher, inci, değerli taş, bir şeyin aslı, esası. eser bir tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: daha sonra gevhername failatün fa'ilatün fa'ilün ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. her iki bölüme ait birer beyit ile örnek vermeye çalışalım: dolab, ıstılahi manada ise allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesidir. bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dolabname'nin birçok örneklerine rastlanılmıştır. dolap şöyle cevap verir: kaygusuz, dolabname'de özetle şunları ifade ediyordu: kaygusuz'un bu kasidesi hakkında bakınız: güzel, kaygusuz abdal, ank. metnin tamamı için bakınız: güzel, kaygusuz abdal'ın eserlerinde su motifi, kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün nesmai nebi kelime manası itibariyle, muhammed'in isimleriyle ilgili hususiyetleri, muhammed'in isimlerinin harfi ile ifadesi ve bu ifadenin onun son peygamber oluşuna delaletidir. ahmed'den eğer harfini çıkarırsanız geriye ahad kalır. ona her türlü saygıyı göstermekten geri kalmaz. ıstılahi manada ise bir şeyin kısa veya uzun bir hareketten sonra, ilk vaziyetine dönerek, tekrar aynı hareketine geçmesidir ki günümüzde bazı bilim dalları devriyeyi bir mesleki terim olarak da kullanmaktadırlar. bu kelime manası itibariyle devir, dolanmak, dairevi bir hareketle dönmektir. ansiklopedisi, devir maddesi, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi, devir maddesi, pakalın, osmanlı tarih deyimleri ve tererimleri sözlüğü, devir maddesi. dinitasavvufi türk edebiyatı bilim dalında devriye sudur ve tecelli'nin, yani yaratılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gidişi ve bu ikileme arasındaki safahatın edebi mahsullere yansıması, bunun tasavvufi motiflerle ele alınışıdır. türk edebiyatında bu özelliklere dayalı olarak yazılan edebi türe devriye adı verilir. devriye türü eserler klasik arap ve acem mutasavvıflarında da görülmekle beraber, türk edebiyatında fevkalade bir seviyeye ulaşmıştır. devriye türüne ait örnekleri, yusuf has hacib, ahmed yesevi, yunus emre, kaygusuz abdal, niyazii mısri vb'lerinin manzum ve mensur eserlerinde görmekteyiz. niyazii mısri'nin müstakil bir risalei devriye adlı eseri de bulunmaktadır. halbuki devriyelere ait fikirlerin önce mensur eserlerle anlatıldığı, daha sonra da manzum olarak belli başlı nazım şekilleriyle yazıldığı görülmüştür. biz de bu karhaneyi seyritmek istedük, padişahı alem dilegümüzi kabul idüp, bize insan donunı giydürüp bizi bu dünyaya gönderdi diyerek söz başlar ve devam eder: kaygusuz abdal'ın, budalaname'sinde mensur, gülistan ve mesnevileinde manzum olarak devriye nazım türü yer almaktadır. kaygusuz'un budalaname'sinden mensur bir devriye örneği: yıldırım, erdem, kaygusuz abdal'ın budalaname' adlı eserinin incelenmesi, gaziantep üniv. yüksek lisans tezi, kasımahmet faruk kemalolu, kaygusuz abdal menakıbnamesi ve velayetnamemanakıbı hünkar hacı bektaşı veli'de mitoloji,afyonkarahisar üniv. sosyal bilimler üniversitesi, basılmamış yüksek lisans teziabdullah uçman, devriyeler üzerine rıza tevfik'in yayımlanmamış bir makalesi, türklük araştırmaları dergisi, istabul, haşim baba ve devriyeleri, türk kültürü incelemeleri dergisi, güz, güzel, abdurrahman, niyazii mısri'nin gözden kaçan bir eseri, risalei devriye, türk kültürü araştırmaları dergisi, faruk kadri timurtaş armağanı, yıl: , ankara, gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi, ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi gah ana'ya beni kız eyledi gah ana'yı bana kız eyledi, gah beni tıfl idüb anlara besletdi. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende, gah perende oldum. nice bin kerre küfr imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum nice bin hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname ile ilgili yazılmış birçok manzum ve mensur eser bilinmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuz'dan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erba'a ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. ve kabdan kaba boşatdı. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudnamesi bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman kaygusuz, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. sonra nutfeyi alaka aşılanmış yumurtaet parçası yaptık. sonra onu başka bir yaradılışla insan haline getirdik. yapıpyaratanların en güzeli olan allah pek yücedir. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini, nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur, ikinci olarak merih terbiye eder et olur, üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur, dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur, beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur, altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir, yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. on iki burç'un her biri şu insan uzuvlarına karşılık gösterilmiştir: ademin doğumundan ölümüne dek şu dört vecih vardır: bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: dördüncüsü pirlük'dür ki üç ay kara kışa müşabihdir. kırgıllık'dur ki üç ay güze müşabihdir, ikincisi yigitlük'dür ki üç ay yaza müşhabihdir, yazılış amacı, insanlara öğüt vermek ve doğru yolu göstermek olan nasihatnameler, manzum veya mensur olarak kaleme alınmıştır. bu eserler, kişilerin günlük hayatlarında kendi durumlarına daha güzel bir zemin hazırlamalarını temin ve bilgi vermek gayesiyle, mesnevi, kaside nazım şeklilleri ve mensur olarak da yazılmaktadır. bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için de ilim gerektiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fena olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu bu alem olmazdan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve teala, kalmış içinde şeker ve güllab gibi vaki olmuştur. hakk teala hazretleri eşyaya mühit etmiş, yabanda aramanın aslı yokdur. allah her şeyi kuşatır mealindeki nisa suresinin. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyiti getirir: ademoğlu, yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir: ademin vücudunda üç yüz altmışaltı kemik ve dört yüz kırk dört damar, yedi yüz yetmiş yedi sinir vardır. bir bazar kurdı ezelden her meta'ı koydu ol kendü aldı kendi satdı bazar eyledi nasihatnamelerde insana yaşam sürecinde en doğruyu bulmak ve uygulamak yolunda hizmet önemli olduğu için dinimizin ve yüzlerce yıllık milli kültürümüzün değerleri bir bütünlük içinde verilir. ayet ve hadisleri hemen atasözleri takip eder. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda siyasetname olarak da vasıflandırılan bu eserlerin ilk yazılanları hükümdarlara ve devlet büyüklerine nasihatleri ihtiva etmektedir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk mahsulü olan kutadgu bilig, iki cihan saadetinin dünyada çalışarak ve ibadet ederek sağlanacağını belirtmektedir. zaman içerisinde son devrelere yaklaşıldıkça, nasihat kitaplarının daha çok babadan oğula nasihatlar ihtiva eden şekillerde geliştiğini görmekteyiz ki nabi'nin hayriyye adlı eseri bunlardan biridir. nasihatname'lere tarihi seyir içerisinde bir sıralama yapacak olursak ilk örnek yusuf has hacib'in kutadgu bilig'i ile edib ahmet yükneki'nin atabetü'lhakayık'ını göstermek gerekir. türk edebiyatına, iran ve arap edebiyatlarından geçen nasihatname türü, genelde ahlakidir. bunların içinde yalnız dini nitelikte olanları, kuranı kerim ve hadislerden birtakım örnek sözler alınarak yazılanları da vardır. türk edebiyatında birçok nasihatname kaleme alınmış ve zengin bir nasihatname edebiyatı oluşmuştur. kaygusuz'dan bu nasihatname ile ilgili bir örnek verelim: salat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır, fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiyesidir. kaygusuz abdal bu şiirinde kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularını cevaplar ve beş vakit günlük namazı vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte verir. bilindiği gibi minber camilerde hatiplerin cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe okuduğu, cemaata göre mihrabın sağında bulunan basamaklı, merdivenli kürsüdür. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatname'den beş dörtlüğü örnek olarak verelim: baba kaygusuz, anun sözini işitti. fi'lhal oturdugı yirden ayak üzerine turıgelüb gönli cuşa geldi ve akıl ile hali bildüm. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdur. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbunı gözetirler gönüllerinde türlü fitneler üretirler birinin ondugunu diğeri istemez. kendi halinde olan aşıklara ise dirler. digerleri ise bir sözi bin söz ederler ve dogru yolu bırakub egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı. kaygusuz da, oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennem'in kapısını açmaga sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmağa' deyip bazı sözler söyledi. halka vaaz ve nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, hatibe verdiği cevaptır. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. daha sonra kaygusuz dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından alim, sofi, derviş herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de nevruz, kelime manası itibariyle, yeni gün, güneşin koç burcuna girdiği gün olup rumi mart'a rastlar, ilkbaharın başlangıcı ve celali takvimine göre yılbaşıdır. kaygusuz abdal'a ait bu mesnevi, daha önce güzel, minbername ve salatname başlığı altında, hacettepe üniversitesi edebiyat fakültesi dergisi ankara, 'de neşredildi. kainat adeta cennete dönüşmüştür. menekşe nazara gelerek baharı muştulamıştır. reyhan çadırını açmış, goncasının yanakları kızarmış, lale gelin gibi eline kına yakmış, zambak da gül bahçesinde nazla salınmaktadır. bülbül seher vakti ötmekte ördek, kaz, üveyik, bıldırcın, su kenarlarına konmaktadır: dinitasavvufi türk edebiyatı'nın meşhur şairlerinden kaygusuz abdal, nevruzu şu şekilde tasvir etmektedir: dudak dudağa verdi canı cane nutuk, kelime manası itibariyle söz, lakırdı, konuşma, nutuk, söylev, bir kalabalığa karşı söylenen söz söyleyiş, ikna edici, inandırıcı mahiyette söz söyleme, kuvvet ve hassas durumları ifade eden manzum ve mensur ifadelerdir. türk edebiyatında oluşan şathiyat türü, sonradan bazı şairler tarafından dini ve tasavvufi ölçütlerden uzaklaştırılmış ve bu sebeple de bazı kesimlerde bu tür küfriyattan sayılmıştır. halbuki şathiyeler edebiyatımızda, özellikle dini tasavvufi türk edebiyatında bazı tasavvufi remiz ve rumuzlar ile hakk'a ulaşmanın yolları, dini ve tassavufi konularının daha kolay anlaşılması ve topnutuk ıstılahi manası itibariyle de tarikate yeni girecek olan müritlere, onun rehberi olan mürşitler tarafından tarikatın adab ve erkanını, derecelerini öğreterek irşat etmek maksadıyla söylenen manzum eserlerdir. o, bu eserlerinde, allah'a hakiki manada kulluk edecek veya insanı kamil olacak kişinin, insan olarak doğup, insan olarak yaşaması için mutlaka edeb öğrenmesi' gerektiğini telkin eder. kaygusuz'a ait iki dörlük ile bir nutuk örneği verelim: dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dün var olan, manzum ve mensur nutuk nazım türü bugün de varlığını sürdürmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'ın bu türde yazdığı birçok nutuk örnekleri elimizdedir. yunus emre'nin çıktım erik dalına anda yedim üzümü şerhini yapan niyazii mısri ise gerçi görünüşte alay ve istihzaya ve çocuk eğlencelerine benzer, ama batinen allah'ın sevgilileri olan gelinleri, ilahi sırlar ve hakikatlar manası bağlamında bakirelerin yüzlerini namahremlerden örtmek için çekilmiş duvak ve nikap gibidir. ta ki, namahrem gözü görmeye ve eli ermeye, demekle yunus emre'nin bu beyitte ifade etmek istediği mananın her bir aşık bu yolda pek çok nişanlar vermiş, fakat bu nişanların en mükemmelini ve en güzelini yunus'tan başkası verememiş demektedir. mehmet fuad köprülü, yunus emre hakkında yunus emre'nin ahlaki ve felsefi manzumeleri yanında pek az şathiyyatı sofiyane şeklinde şiirlerine de rastlanır diyerek, meselenin ilk habercisi olmuştur. köprülü, yine aynı eserinde mevlana'nın bir farsça şathiye gazelini iktibas ederek, açıklamalarda bulunmaktadır. ıstılahi manada ise şathiyyat ilahi kitap ve sözlerde, kur'anı kerim ve hadisler'e dayalı geçen veya sufilerce belli makamların sırlarını izah eden, rumuzlarla örtülü kalbi ve hissi ifadelerdir. sufilerin tanrı'ya yaklaşmaları ve tanrı'yı bütün benliklerinde bulmalarındaki hallerdir. tıpkı hallacı mansur'un bilindiği gibi şathiye, kelime manası itibariyle dudaklarda bir tebessüm uyandırmak maksadıyla söylenen manzumelerdir. ali şir nevayi'nin, nesayimü'lmahabbe adlı eserinde, şeyh razbihan'ın şathiyat şerhinden bahsederken, işaret dili ile sözleri var diyerek şathiyatın kısaca tarifini de vermektedirler. daha geniş bilgi için bak: abdurrahman güzel, dinitasavvufi türk edebiyatı el ki baskı, ankara, daha geniş bilgi için bak: abdurrahman güzel, dinitasavvufi türk edebiyatı el kitabı, baskı, ankara, kaygusuz abdal, şathiyelerini, hem hece vezni, hem de aruz vezni ile söylemiştir. kaygusuz'dan iki şathiye örneği verelim: köprülü. kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri kaygusuz abdal Xıv. kaygusuz'un eserleri sadece dil bakımından olmayıp, kültürel boyutuyla da incelenmemiz icap eder. biz, onun yaşadığı devri aksettirdiğini göstermek için eski gramer şekillerinden bazılarını veriyoruz. aşağıda liste halinde verilen kelimeler kaygusuz'un eserlerinde geçen bütün kelimeler olmayıp, bugün kullanılmayan veya herkesçe iyice bilinmeyen kelimelerdir. bu listede sadece birkaç örnek olmak üzere bazı kelimelerin metinde geçen manaları ile hangi eserde geçtiği verilmiş, öbür manaları üzerinde durulmamıştır. kaygusuz'un eserlerinde, tahkiye'den delil ve ispat yoluna kadar bütün anlatım şekillerine rastlamak mümkündür. onun kullandığı anlatım şekillerini, birkaç örnekle göstermeye çalışalım: imdi iy şükr zikr eyleyen sadıklar, iy allah'a ibadet kılan aşıklar! ya'ni gele hakk'un kulları bu sarayı göre, ta'ata meşgul ola, bu saray nakşına gönul bağlamaya. bilhassa mesnevilerde ve mensur eserlerde kaygusuz'un tasavvuf umdelerini anlatırken nasihat verme usulüne başvurduğunu görüyoruz: yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi kaygusuz, iyi bir müslüman'ın yapması ve yapmaması gereken şeyleri gayet açık ve sade bir dille anlatmaktadır. nasihat tarzında, dikkati çeken hususlardan biri de kaygusuz'un öğüt vermeye başlamadan önce, gel iy talib, iy gönül, iy can, iy insan, iy hakk'ı isteyen, iy'aklı kamil, iy gafil gibi hitaplarla söze başlamasıdır. bilhassa dilgüşa'da bu hitap kısmı bazen çok uzun sürmektedir: abid toprak üzredür, her nesne ki hak'dan gelse sakin olur. amma zahid yil üzredür, her nesne ki hak'dan gelse şad olacağına şad olur, melul olacağına melul olur. aşık od üzredür, cünundur, gözini bakdugı yirden ırmaz, elin işinden gidermez. muhib su üzredür, ma'rifet ile her kancarı kılaguzlasan ol yana varur. ademün vücudı bir şehirdür, dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od, su, toprak, yil ve tokuz dürlü cevahirden yapılmışdur. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer, evvela zühal terbiye ider, kan olur saniyen mirrih terbiye ider, et olur salisen zühre terbiye ider, kemik olur rabi'an şems terbiye ider, ruh olur. adem evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür geçer, anı beyan ve ayan idelüm: evvelki oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür ikinci yigitlikdür ki üç ay yaza müşabihdür üçünci kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür dördünci pirlikdür ki üç ay kara kışa müşabihdür kaygusuz'un başvurduğu ve çok kullandığı anlatım şekillerinden biri de doğrudan doğruya anlatma, tarif ve izah etme usulüdür. gerek tasavvuf umdeleri, gerek dini meseleler, bilhassa mensur eserlerinde bu üslup içinde anlatılır: kaygusuz'un eserlerinde zaman zaman karşılıklı konuşmalara da yer verilmekte ve meseleler sorucevap şeklinde anlatılmaktadır. bu üslubun en tipik örneğini dolabname'de görüyoruz: peygamber dervişe eyitdi, sen hiç tınma, ben anunla söyleşem didi. hele bunlar fir'avnun katma irişdiler. kaygusuz'un sık sık başvurduğu yollardan biri de fikrini ayet, hadis ve kelamı kibarlarla takviye etmektir. bilhassa tasavvufun çıkış noktası olan men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu hadisini çok sık kullanır. budalaname'den aldığımız şu örnekler, kaygusuz'un bu anlatım tarzına tipik misal teşkil ederler: ve bu vücud ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurından bir şem'a vardur. amma kendüden gayrı kimesne yok. bu def'a gördi ki yunus peygamber haylden çıkmış, peygamberler cümle anun katına gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. nagah ol demde şeytan çıkageldi. derviş anı görüp eyitdi, ya şeyhu'nnuhus yine mi geldün bunda dir. ol vakt kim alemi sabavetden haleti büluga irişdüm bir zerre gam gussa yogidi alemün padişahı idüm. bu kez yolum bir çöl beyabana irişdi. bakdum ki bu yitmiş ilci milletün halkı güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. bir dervişin gördüğü rüyalar şeklinde tertip edilen kitabı miğlate'deki rüyalar da tahkiye üslubuyla anlatılmaktadır: kamu ansuz suretdür can oldur otuz bin kuş anı isdeyi gitdi tekrir kaygusuz'un en çok başvurduğu unsurlardan biridir. manzum eserlerde, bilhassa mısra başlarında kullanılan tekrarlar onun şiirlerine yüksek bir heyecan katarlar: tasavvuf, bir mecazlar hazinesidir. bunun için mutasavvıf şairler daima mecaza başvurmuşlardır. bu hususta en ileri giden mutasavvıf şair diyebiliriz ki kaygusuz abdal'dır: onun bilhassa şathiyeleri, mecazlarla doludur. mecazları anlamadan şathiyelere nüfuz etmek mümkün değildir. bu hususu daha açık anlatmak üzere kaygusuz'un tipik şiirlerinden birini ele alalım: bu meydandur ki meleklerden denk hayrandur bu meydandur ki felekler mest şeydadur bu meydandur ki zemin asüman cüst cudadur bu meydandur ki hur gılman setaretdedür bu meydandur ki yaradılmışın biri içdi akil oldı, birisi içdi aşık oldı, birisi dahı içdi sadık oldı harifi men, şerifi men, zarifi men, gönli sana çevir gönül göziyle bak, gönül kulagıyla dinle söyleyeni ko, söyledene bak olma sakın kelle göz, dinle kabul eyle söz. mensur eserlerinde veya karışık eserlerinin mensur kısımlarında kullanılan seciler kaygusuz'un üslubunda önemli bir yer tutar pes imdi iy hakk'a talip olan aşıklar, iy, mustafa kulına tabi olan sadıklar, iy evliya yolına muhib olan müştaklar. oglanlık yil gibi, yigitlik sel gibi pirlik üstünleri eskimiş dama benzer, ma'nisüz dava eylemek kirişi üzilmiş yaya benzer. bunlardan biri evladı tutdı beniyanbolu'da bir karı, diğeri filibe'de yenile bir karı sevdi benidiye başlamaktadır. konuyu tamamlamak için bu şiirlerden de bazı dörtlükleri verelim: yukarıdaki şiirler ilk bakışta bir delikanlıya aşık olan yaşlı ve kötü yola düşmüş bir kadını anlatmaktadır. ancak şiirlerden birinin sonundaki şu dörtlük bizi başka türlü düşünmeye sevk etmektedir: bu vücudun bir dükkandur, sana kiraya virilmişdür. bu izahtan açıkça anlaşılmaktadır ki kaygusuz, şiirlerdeki dükkan kelimesiyle vücudu kastetmektedir. gerçi dükkanın vücudolduğu anlaşıldıktan sonra karının da dünyaolduğu anlaşılmaktadır. fakat kaygusuz, bir şiirinde bu hususunda açıkça belirtir: bu dörtlüğe göre kaygusuz'un, yukarıdaki şiirlerde geçen bazı kelimeleri bilinen manada kullanmadığı anlaşılıyor. halde kaygusuz bu kelimeleri hangi manada kullanmıştır. bazı anahtar kelimeler, bu hususta bize yardımcı olabilir. onun budalaname adlı eserinde biz bu anahtar kelimelerden birinin hangi manada kullanıldığını buluyoruz. budalaname'deki ibare aynen şöyledir: şiirinden anlaşılıyor ki şehre benzeyen dünya, cazu ayyardır: kaygusuz'un yukarıya aldığımız şiirlerindeki karı ile buradaki cazu ayyar aynıdır. esasen bu şiirde de vücudun dükkanolması, ömrün bazarolması benzetmesiyle verilmektedir. dükkan ve karıanahtar kelimelerinin böylece anlaşılmasıyla, şiirde geçen diğer hususlarda çözülmektedir. bu beyitlerde geçen şehir, yedi yüz yetmiş yedi mahalle, üç yüz altmışaltı çarşı, on iki burç ve dört yüz kırk dört sipahi acaba hakiki manasıyla mı kullanılmıştır? kaygusuz'un vücudname ve dilgüşa'sını incelediğimiz zaman yukarıdaki kelimelerin de mecazi anlamda kullanıldığını anlarız. dilgüşa'da şöyle diyor: ademün vücudı bir şehrdür, her ne kim cümle alemde kaygusuz'un daha pek çok şiiri böyle mecazlarla doludur. bu mecazlarla ilgili mukayeseli bir örnek daha verelim: dörtlüğündeki akın, çeri kelimelerini de hakiki anlamda düşünüp onun akıncılık yaptığı sonucuna varmak doğru değildir. dörtlükte görüldüğü gibi karı yani dünya konuşmakta ve beni terk etme akına çeriye gitmedemektedir. kaygusuz'un eserlerinde üslup bakımından göze çarpan hususiyetlerden biri de atasözleri ve deyimlerin bol bol kullanılmasıdır. böylece kaygusuz, halk diliyle konuşmakta, eserlerini halkın rahatça anlayabileceği bir şekilde söylemiş olmaktadır. bilhassa nasihat yoluyla anlatma sırasında kaygusuz'un atasözlerine sık sık başvurduğu görülmektedir: dilgüşa, yorganun kadar uzatgıl ayagun boynunı sun yola başun çekmegil atasözleri yanında deyimler de kaygusuz'un üslubunun önemli unsurlarından biridir: bunun için atasözlerini ve deyimleri bol bol kullandığı gibi zaman zaman ünleme ve seslenme edatlarına başvurmakta, zaman zaman küçültme eklerini kullanmakta, bazan halk arasında kullanılan şahıs isimlerini saymaktadır. onun üslubundaki samimiyeti yaratan en önemli unsurlardan biri olan bu söyleyiş tarzına ait bazı örnekler veriyoruz: kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. yarıla otururken. eger anlarun biri emmün oglından su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz melal ile dola. direm ki molla sevündük oglı acı doyuran aganun ulu babası hızır'dan böyle işitmişidi. kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal, türkçe'yi din dili olarak kabul eden şahsiyetlerin ba şında gelmektedir. hakkı bursevi'nin öl. feraizcizade mehmed şakir efendi, yılında telif ettiği persenk açıklaması adlı eseriyle kaynak dilinin türkçe olduğu tezinin ilk kaynağının da kaygusuz olduğu görülmektedir. ahmed hamdi tanpınar da türkçe bilmeyen cennet'e giremez konusu üzerinde, yaşadığım gibi adlı eserinde iki rum'dan bir anekdotu anlatır. demek oluyor ki türk kültür tarihi, türk edebiyatı ve özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahalarında çalışan veya gönül veren devlet adamları ve sanatkarların eserlerinde türkçe gramer hakimiyeti ve muhteva özel türkçeyi koruyan devlet adamlarından birkaç örnek: bilindiği gibi türkçe göktürk kitabeleri'nden günümüze değin, bütün devlet yetkilileri tarafından resmi dilbilim dili kabul edilmiştir. bu sebeple türkçenin bir bilim dili olmasını bilim adamları, sanatçılar, şairler, ozanlar, mutasavvıflar bu cümleden olarak da tarihin akışı içinde pek çok devlet yetkililerinin türkçeyi bizzat korudukları, türkçe eserler yazdıkları, kendilerine türkçe eserler ithaf edildikleri, türkçe eserler yazmaları için pek çok bilim adamı ve şairleri ödüllendirdikleri ve yabancı dillerden türkçeye tercüme ler yaptırdıkları da bilinmektedir. bu türkçe metinler bir yandan hakan ve vezirler adına taşlara işlenerek yazılırken, diğer yandan bu metinlerin kağan ve başka devlet ileri gelenleri tarafından yazılmış olması veya yine bu tür eserlerin devlet yetkililerine ithaf edilmesi, türkçenin gramer, dil, üslup, anlatım özellikeleri. bakımından çok güçlü bir bilim dili oluşunu, hem de tarihen bir devlet dili olarak asırladır yaşadığını ortaya koymaktadır. bu cümleden olarak göktürkler'den türkiye cumhuriyeti'ne yani günümüze kadar geçen dönem içindeki türkçeye böylesine hizmetferaizcizade mehmed şakir, persenk ve persenk açıklaması, hazırlayan ve inceleyen mustafa koç, kale yay. hakkı bursevi, hadisi erbain tercümesi, istanbul, mutasavvıf şairlerimizden kaygusuz, türkçeyi sehli mümteni şeklinde halkın kolayca analayabileceği bir şekilde kullanmıştır. bu mutasavvıf şair eserlerinde birlik ve beraberliği, ahlak felsefesini, iki günü birbirine eşit olmayacak şekilde çalışmayı, üretkenliği, sevgiyi, sevecen olmayı, allahvatanbayrak sevgisini, hoşgörüyü vb temaları türkçe işlemiştir. yine bu mutasavvıf şair, gülistan ve dilgüşa'sında, en zor ve yaklaşılması bile düşünülemeyen konulardan biri olan tanrı'nın, cebrail'in ve adem'in türkçe konuşması temasını işlemiştir bilindiği gibi, türkçe ile her konunun rahatlıkla yazılışı, anlatılışı itibariyle onun dünya dilleri arasındaki belirgin yeri bir kere daha ortaya çıkıyordu. biz burada türkçe dil şuuruna sahip binlerce mutasavvıfdan sadece kaygusuz'un bu konudaki sözlerini örnekelemeye çalışacağız. kaygusuz türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde cennet dili sonuç olarak ifade edebiliriz ki başlangıçdan bu yana türk devlet yetkililerinin tamamı ister türkçe eserler vererek, ister türkçeeye tercümeler yaptırarak, ister türkçeyi resmi bilim dili haline getirip onu zenginleştirmişlerdir, böylece türk devlet adamları, türkçeyi karmaşalıklardan kurtarıp, onu anlaşılır bir dil haline getirmeyi başarmışlardır. görülüyor ki dünden bu güne türkçeyi yaşatan bu abide şahsiyetler türkçe düşünmüşler, türkçe konuşmuşlardır. türkçe her zaman ve her yerde ebediyete kadar böyle devam edecektir. murad han'lardan, mustafa kemal atatürk'e kadar herkesin türkçe konusundaki hassasiyetleri, birliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmışlardır. kağan, bumin kağan, kutluğ kağan, aprınçor tigin, kül tarkan, karamanoğlu şemseddin mehmed bey, germiyan beylerinden süleyman şah, onun oğlu yakub bey, ladikli beylerinden inanç bey, oğlu murad arslan, menteşe beylerinden ilyas bey, aydınoğlu mehmed , bahauddin umur bey, fahruddin isa bey, candaroğlu beyliğinden kemaleddin ismail bey, mısır hükümdarı sultan bakuk, orhan bey, germiyan beylerinden yakub bey, kadı burhaneddin, fatih sultan mehmed, abdülhamid, mustafa kemal atatürk, süleyman demirel adem'e türki dilince söyle, durmasın, cennet'i en kısa zamanda hemen terk etsin. cibril, harfiyen yerine getirir. zaman cenabı hakk cebrail'e üçüncüsünde tekrar buyurur: işte kaygusuz, gülistan adlı eserinde bu durum türkçe olarak şöyle ifade ediyor: kaygusuz'a göre türkçe hz adem'den bu güne kadar varlığını sürdürmekte ve gülistan adlı eserinde türkçenin kaynağını hz adem'e kadar götürmekte ve havva'nın cennet'teki hayatlarını kısaca ele almaktadır. adem'in cennet'ten çıkması emredilmekte ise de cennet'te kalmayı düşünmesi karşısında cenabı hakk, cebrail'e. adem'e dayandığını vurgular. demek oluyor ki türkçenin bu ve buna benzer pek çok özellikleri dünyanın hiçbir kültüründe, edebiyatında ve şairinde bu kadar samimi bir şekilde ele alınamamıştır. ayrıca kaygusuz allah'ın alim sıfatı ile bütün dilleri bildiğini, insanoğlunun allah'a her zaman demekle dillerden yalnız türkçeyi bildiklerini açıkça ifade ediyorlar. bu dönemde, türkçenin mutasavvıf türk şairleri tarafından bu kadar ustaca kullanılmasının yanında dünyada başka milletlerin şairlerinde kendi dilleri için bu derece duyarlılık görülmemiştir. türklerin islam dini ve tek tanrı inancının sonradan değil, ta ezelden beri ilk insan adem'in yaratılışından bu yana kabul etmiş olduğunu da açıkca bilen ve vurgulayan bir şairdir. ayrıca kaygusuz abdal, dilgüşa adlı eserinde de türkçe şuurunu eserlerinde ve gönlünde yaşattığını ifade etmektedir: şeklindeki son ifadesiyle türkçenin her zaman ve her yerde sürecek olan önemini, devamlılığını ve bilim dili oluşunu vurgulamaktadır. yine aynı şairimiz bu eserinin devamında: hatta, kaygusuz abdal. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz'a göre türkçe tanrı dili, türkçe cennet dili, türkçe gönül dilidir. o, bu konuyu hem gülistan'ında, hem de dilgüşa'sında açık bir şekilde ifade eder. hatta öyle ki o, tanrı'yı, cebrail'i, adem'i türkçe konuşturur ve türkçenin kökenini, hz adem'e kadar götürür. ancak biz konumuz itibariyle burada yalnız kaygusuz'un türkçe hakkındaki görüşlerini kendi cümlelerin den vermeye çalıştık. kaya kuşu gibi ömrüni laklak ile geçirme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. hamse adını bizzat kendisinin koyup koymadığı konusunda tartışmalar bulunan nizami'nin ilk büyük hamse üstadı olarak benimsenip daha sonra gelen iran ve türk şairlerince örnek alındığı açıkça görülmektedir. nizami'ye, ayrıca diğer iran şairlerinin mesnevilerine türk şairleri bu geleneğe uyarak cevap vermişler, nazire yazmışlar veya bu eserleri tercüme etmişlerdir. her sanat dalında olduğu gibi hamsecilikte de edebiyatımız bir tercüme ve taklit devri geçirmiştir. fakat zamanla türk hamseciliği kendi benliğini bulmuş ve iran tarzından çok uzaklaşarak bambaşka bir tarzda gelişmiştir. bu şekilde türk hamseciliği iran tesirinden tamamen kur nizami'nin hamse'sindeki mesnevilere yazılan nazire, cevap ya da tercümeler konusunda bak: nazir akalın, nizamiyi gencevi'nin hayatı, edebi şahsiyeti ve eserleri, bilig dergisi, güz, saime inal savi, fars edebiyatında hamseler, gülgün erişen, bursalı rahmi'nin güli sadberg'i, aü, dtcf türkoloji dergisi, X, hakkı aksoyak, mahzenü'lesrar geleneğine bağlı mesnevilerde ortak hikayeler, bilig dergisi, güz, asgar dilperipur, türk edebiyatında nizami'nin takipçileri ve hamse'sine nazire yazanlar, çev. agah sırrı levend, ali şir nevai, hamse, ankara, tunca kortantamer, nevizade atayi ve hamse'si, izmir. hamse kavramı, istisnai örnekleri de gözönünde bulundurularak, bir müellifin beş kitabını içine alan eserler topluluğudur şeklinde de tarif edilebilir. lamii'nin mesnevilerinin sayısı ondan fazladır. yazdığı mesnevi sayısı beşten fazla olan müelliflere de sahibi sitte, sahibi seba gibi adlar verilmektedir. lakin edebi an'ane, hamse sahibi veya sahibi hamse demeyi uygun görmüştür. beşten fazla mesnevi yazma konusunda nizami'yi iran edebiyatında hacuyı kirmani, nizamüddin mahmud daii şirazi ve abdurrahman cami takip ederler. anadolu sahasında kaygusuz abdal'ın, özellikle de dinitasavvufi türk edebiyatı alanında ilk hamseci şair olduğunu belirlememiz gerekir. bu cümleden olarak bu güne kadar bilinmeyen veya üzerinde durulmayan bu bilim dalının önde gelen şairlerinden kaygusuz da hem manzum hem de manzummensur karışımı küçükten büyüğe sekiz müstakil mesnevi yazmak suretiyle edebiyatımızda ayrı bir yere oturmuştur. nizami, kaygusuz ve ali şir nevai'nin dönemlerini ve hamselerini bir tablo halinde karşılaştırmalı olarak vermeye çalışalım: yukarıda üç örnekte gördüğümüz gibi, anadolu yakasında özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahasında ilk hamseci şair kaygusuz abdal görülmektedir. bunlara divan içinde yer alan dolabname, tercii bend, terkibi bend, müstezad, salatname, kitabı miglate ve diğer münferit şiirleri dahil edilmemiştir. hüseyin baykara'nın yardımcısı olarak görev yapmıştır. kaygusuz abdal ve ali şir nevai'yi yaşadıkları zaman dilimi açısından karşılaştırdığımız zaman görürüz ki nevai, kaygusuz'un ölümünden birkaç yıl evvel doğmuştur. böylece bir noktada ona olan borcumuzu ödemiş olabiliriz. o'nun bu eserleri, kur'anı kerim, hadisler çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü yansıtır. o'nun her bir eseri insan merkezli' olarak, hem dünyada, hem de uhrevi hayatta mutlu ve bahtiyar olmalarını sağlamaya hizmet vermeyi hedefler. o, ayrıca kendi devleti ve milletinin, bilim, sanat ve teknoloji alanında daima üstün olmasını kendisine şiar edinir. o, milletinin hep ileriye, daima ileriye ve üstün olmalarını ideal haline getirmek ister. bilindiği gibi, böylesine mükemmeliyet sahibi olan kaygusuz hakkındayıldan beri fazla bir bilgiye sahip olmayışımız cidden bizler için düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden bu yana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, günümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle ileri seviyede yazılmış bilimsel çalışmalardır. biz de bu doğrultuda, o'nun eserlerinden kaygusuz, yaşında bir av esnasında attığı ok ile yaralanan avının arkasından at sürerek abdal musa dergahına ulaşır. o'nun bu ulaşım esnasında abdal musa'ya intisabı bu karşılaşma ile başlar ve burada da aldığı manevi eğitim ile anadolu sahasının en güçlü mutasavvıf şairi ve nasiri olur. kaygusuz çocukluğunda alaiye sancağı sarayı'nda zamanın bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık kendi eserlerinden de çıkardığımız bazı ipuçları neticesinde kaygusuz'un asıl adının alaaddin gaybi, doğum tarihinin de miladi 'den geriye gidemeyeceğini ortaya koymaya çalıştık. bu beylerin karamanoğulları'ndan inmesi hatta bir taraftan da anadolu selçukluları'na dayandığı rivayeti, kaygusuz abdal'ın çok asil bir sülaleye mensup olduğunu göstermektedir. gaybi beğ, babası hüsameddin beğ tarafından belirli bir zaman sonra abdal musa'ya teslim edilir. kaygusuz burada şeyhine kırk yıl hizmetten sonra icazet alır ve kırk dervişi ile birlikte mısır üzerinden hacc'a gider. mısır'da bulunduğu sıralarda, mısır sultanının huzuruna kabul olunur, ona bazı keramet ler gösterir ve mısır sultanı da o'nun için nil kenarında bir kasr inşa ettirir. bu kasrü'l ayn adlı dergahta bir müddet ikamet eden kaygusuz, oradan hacc'a gider mekke ve me dine'deki mübarek yerleri ziyaretinden sonra suriye ve ırak üzerinden nusaybin yoluyla anadolu'ya şeyhi abdal musa'ya ulaşır. birinci bölümde kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı ele alınmıştır. menakıbname'ye göre kaygusuz'un alaiye sancak beği hüsameddin beğin şehzade oğlu ve asıl adının gaybi beğ olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. o, sarayda iyi bir tahsil görmüş, zamanının mad di ve manevi ilimlerini öğrenmiştir. bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen abdal musa'nın peşine at sürmüş ve sonunda abdal musa dergahı'na ulaşarak o'na mürit olmuştur. menkıbevi unsurları bir yana bırakacak olursak o'nun abdal musa'ya intisabı nın kesin olduğu muhakkaktır. kaygusuz'un abdal musa'ya intisabı hem menakıbname'de, hem abdal musa velayetname'sinde hem de kaygusuz'un kendi eserlerindeki kayıtlarda yer almaktadır. kaygusuz'un uzun menakıbname'de, kaygusuz'un yetişmesiyle ilgili olarak verilen bilgiler, onun eserleriyle teyit edilmektedir. elimizden geçencivarındaki yazma eserin yüzlerce varakları arasında kaygusuz zamanının bütün ilimlerine, anatomi, astronomi, sağlık, fen, genel kültür, tarih, edebiyat, din ve tasavvuf bilgi ve terminolojilerine vakıf olduğu, arapça, farsça, çağatayca o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözleri ve deyimler, halk söyleyişleri onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. kelimenin tam manasıyla o, bir vecd şairi ve bir dinitasavvufitürk edebiyatı şairidir. yunus'un da ilk muakkiplerinden olan kaygusuz, san'atı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eserlerinin kesafet ve cesameti itibariyle onun üstündedir diyebiliriz. kaygusuz'un anadolu'ya döndükten sonraki hayatını ancak bazı şiir lerindeki kayıtlarından anlıyoruz. onun şiirlerinde geçen rumeli'ye ait yer adları ve murad han, ibni fenari, ishak bey, molla fenari'nin isimleri tarihi bilgileri vermektedir. bazı şiirler her ne kadar mecazi manalar ifade ediyorsa da kaygusuz'un rumeli'de bulunmuş olduğunu gös terdiği muhakkaktır. o'nun manzum eserlerinden divan, gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevi ve üçüncü mesnevi, gevhername, minbername ve dolabnansur eserlerinden budalaname, kitabı miglate, vü cudname, risalei kaygusuz abdal ve manzummensur birleşimi sarayname ve dilgüşa'nın nüsha tavsifleri ve her bir eserin özetini verdik. kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerinden tevhid, ilahi, esmai hüsna, dolabname, gevhername, vücudname, nasihatname, salatname, minbername, nevruzname, nutuk, devriye ve şathiye'yi örneklemelerle verdik. kaygusu'unyılında vefat ettiği ve mezarının da elmalıantalya tekke köyü'nde şeyhi abdal musa'nın yanında olduğunu belirlemeğe çalıştık. bunlardan ikincisi, küçük mesnevi başlığı altında geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. her üç mesnevide de belli bir konu olmayıp tasavvufi vecd ve heyecan etrafında dönerler. mesnevilerde kaygu suz, lirizmin zirvesine ulaşır. diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevilerde, bilhassa birinci mesnevide bulunur. gülistan lamekanı, ezeldeki vahdeti vücudu an latmakla başlar. kısası enbiya kısa olarak anlatıldık tan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. tasavvu fun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üs lupla dile getirilir. dolabname adlı kasidesi ile üç tercii bend, iki terkibi bend ve üç müstezatını da divanı içinde verdik. divan'daki şiirle rin hemen hemen hepsi ilahi bir vecd içinde yazılmış gi bidir. hece ile yazılanlar arasında şathiye karakterinde olanlar da vardır. kaygusuz, burada daha çok dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslupla anlatmaktadır. demek oluyor ki döneminin ilk hamseci şairi unvanına sahiptir. baş langıçta, vahdeti vücud görüşünü, deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle dile getirir. türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması ayrı bir özelliğidir. kaygusuz, türkislam tarihinde ilk defa cenabı hakk'ı, cebrail'i ve beşinci bölümde kaygusuz'un türkçeye bakışı ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçe ve hamseciliği üzerinde durduk. altıncı bölümdekaygusuz abdal külliyatı metinleri'nden ilk önce aruz ve hece vezniyle yazılmış metinler verildi. o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş veya mükerreren basılmıştır. bu da o'nun ne denli etkili bir mutasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. o'nun tesirlerini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. burada bir derviş devamlı olarak uykuya dal makta ve rüyasında, bazan geçmişte, bazan gelecekte te ferrüc etmektedir. bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler tablolar science fictionların zaman makinası'nı andırmaktadır. sarayname'de cihansaray teşbihiyle yola çıkıla rak, dünyaya gelmekten maksadın insan merkezli', hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmak ve rabbını tanımak' kaygusuz'un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eseri sarayname'dir. bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha kurudur. vücudname, insan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufi ve kozmik kavramlar arasında teş bihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. mesela ka ra kış şeriata, yaz tarikata benzetilir. eserde uzun farsça bölümler yer alır. bir dervişin tasav vuf umdelerini anlatması ile devam eden dilgüşa tamamen tasavvufa hasredilmiştir. bu eserler, yer yer lirik bölümler ihtiva etmekle beraber genellikle didaktiktir. budala name'de aklı maaş, aklı maad, nefsi bilmek, gönül, mürşit gibi tasavvufi meseleler ele alınır. dokuzuncu bölümde abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal menakıbnatinleridir. asıl amacımız kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve onun türkislam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. bu eser ile bilim hayatımıza katkıda bulunabilmiş isek kendimizi mutlu sayarız. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kay gusuz abdal'ın dünkü şahsiyetinden farklı olarak, nispeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini söyleyebiliriz. ayrıca bu eserin basımındaki teşvik ve yardımlarını esirgemen her dost ve meslektaşlarıma, öğrencilerime de teşekkürler ederim. esselam. ıstılahatı ehli tasavvuf, marmara üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, istanbul. mystical ıslam: an ıntroduction to sufism , london. resimli türk edebiyatı tarihi, istanbul: meb basımavi. türk edebiyatında ilk mutasavvaflar, , ankara. tekke eli ve tekeoğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul. kaygusuz abdal'ın budalaname adlı eserinin incelenmesi, gaziantep sosyal bilimler enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, gaziantep. devriyye, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi, ı, istanbul. vuslat sıfatunı kılma fürkat akluna bu fikri eyle irşad ta sen olasın ayyarı bağdad senden ibaretdür subh ahşam tuzunda mat olur şeker bal zatundan alem dolu malamal bu sal mah devri eyyam tabl melamet ışk ile çal hal bu hadis ahbar kil kal zahir batın yine hakk'dur tek dur iy fakih okıma efsun senün istedüğün bendedür çün menzile yitüp mekan bulanlar cemalüne gül canuna müştak aşina kulunı eyleme yad vaslun nasib olısar zikısmet gel ki cemalün güle tutarduk kamu işüm büt zünnar harabat yohsa heman bezemişsin şöyle bu nakş suret kimisi şekkeri güftar nedendür nice aşıkı gaflet içinden bidar ider aşık olanun derunı dahı beter ider n n n n fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün aslı nedür kangı vatandan gelür anlayı bak cana canandan gelür seyredüben kevn mekandan gelür yüz tutdı yine deryaya karşu sefer eyler ne sözdür dilümüz virdügi ahbar fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün yumışak toprak ol olma katı daş nice bu sağlık esenlik nice bu ömr bu yaş özüne yören gel berü iy sahibi insaf var sen cahil hayali ko eylemegil laf karınca kaçan avlaya denizde ki nehengi arslan çetüki göricegez eylemeye havf nemrud eger ok atdıysa göge mi irişdi elest deminde tokınıcagaz nun' ile kaf' özini bilen sözini söylemeyen güzaf su kenarına kondı ördek kaz öket turac bıldırıcun tavusa oldı mesak ki ezelden neyise aslun yine anı iste nice bu çeng çegane bu işreti meclis niçe bu sen sen aceb ben ben aceb kibr meni surahi söyledi arabca kulkul kaz ördek ile zeyn oldı her göl yeşil atlas ile tonandı dünya göresin cümlesi işinde meşgul fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilünfa'ilatüfa'ilün yine bu bezmi eyyamı getürgil halk duydı sırrumı gör ki ne gavgaya sataşdum var var gönül sen feragat it kendü işünde tevhid ile ışk odına seni sala geldüm sa'adetün sayesinde sakin olupdur uş bikülli sensin ademde keramet varlık çarhı cünun benem ben uş kaf ile nun benem ben uş ilmi ledün benem ben uş şerh beyan degül miyem fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün yüz binde biri olsa hemin ola bu heman fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün ışkdur sa'adet cümle başa devlet ikbal yol içün azarlanursa haşa bizarlıg ola yaraşmaz ahi cevlan olmayınca nicenün canı üstinde mar oldı görinen ol anun hüsn cemali bana mey virmedi içüp kanası virür sem'üme bin dürlü hitabı nefesi güher nazarı derde tımar oldı canum esridi gönlüm mahmur oldı tutarsan uş budur tarik erkan özin bilene sor bu mensubeyi ibret gözüni aç bak kim göresin aslı ol nurdandur ahı mustafa andan artuk dahı kim vardur dahı ol nur ile ruşen olmış her bir iş kanda baksan bir görinür her taraf yine bir dürlü hikayet iy yigit yine gönlümde pusı virdi pusı bu kaçan olur müyesser her cana kiminün ömri geçübdür bihasıl dahı kurtulmaga bulmazlar mecal aklı küll ta can olısar her akıl her yerde punar mı akar sahrada ağlamak gülmek bilişmek ayrulık bile geldi ağlamak gülmegile akla akıl mecnun'a mecnun gerek bir delildür ayeti bürhanı bir genc esbab izz ni'met milk mal can canan ab ateş hak bad göresün gönlün içinde bu ayı putperest işitse kese zünnarı her nefesi abı hayvandan latif kişi var ki derdi ser çeker heman içi daşı ışk ile ma'mur ola can ola ulu kişiye sözleri yahşı yaman tedbir takdir dimek akl gönül can sünük et deri külli varlık bir vücuddur bir cemal yol menzil zulmet delil dimek veli nebi akıl cahil dimek gönül içinde bulur bu can elün hakk'ı ayan gönli içinde bulur simurg ile bunda geldi kuhı kaf ol ki nihan olmışidi oldı faş her neye baksan görinen vechi hak zerk tezvirün dürildi defteri elif oldı lamelifden gitti lam sen bu yolı ana sor andan dile gelmedün bu mülke kıla seyranı yogidi henuz bu suret bahane hal ide görgil olalı müşkilin arif katında söz derdi ser olmaz ana de ki aşıkdur can dilden yüregi yanana duz em buyurma derledügi da'im neccari dirlik ayandur genc veli ki gözi görmez ne nişan virdi akıl intihasın kamu tamamdur arada ne var kim kamu cism suretler cana döndi ne sır kaldı arada dahı muglak güneş görindi bulutdan seçildi aceb genc ki doludur her viranlar talib matlub ikisi bir sır oldı nişin konşuluga dogrı degülsen yiyüben etmegin tuzın basarsın birlik oldı çi gani vü çi fakir aşık isen feryad ah itsene anı ki bulmışdur anı saklaya anı ki bulmadı da'im isteye zahid isen öz huzurun beklegil canı sudur sudan ayrılmaz balık abdal olmış cümle alemden farık insanı kamilde gördi sultanı bismillahirrahmanirrahim hece vezni ile yazılanlar aslı vardur ignesini sürişde ya alkışda bulınasız ya kargışda yeni hammam'dan berü gerçi et ve deridür mensur eserler bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve siyeri sadık dirler. ve bu aklı maaş merkebi bu yolda lenktür. eger kur'an'ı başdan başa ma'nasın dahı virsen yine kara renkden gayri renge inanmaz. zehi nadan ki hakk'ı ister. ve bu aklı ma'aş bir nesne ki bulmışdur heman budur diyüp turmışdur. bilmez ki bu yirden ve gökden özge bir yir ve bir gök dahı var. ol yir ile gök arasında iki direklü bir şehir var kim ol şehre girmeyen sırru'llah'dan bir nesne tuymaz. eğer bin yıl dahi çalışursa anun, kim bal yimekden nasibi olmaya, bal dimekle agzı şirin olmaz. aklı ma'aş bilmez ki ariflerün gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur. gel imdi sen de aklı ma'aş irmedügi sözlerden haber al ve anun görmedügi yüzlerden nazar al. arifler menziline yol bulmaz. bu ilmi aklı ma'ad olan bilür ki buna mantıku'ttayr dirler. mantıku'ttayr'ı her bar bilmege ya süleyman gerek yahut attar. elhamdüli'llahi rabbi'lalemin vessalamü ala seyyidina muhammed'ün ve alihi ecmain. amma ba'dahü bilün ve agah olun ki: bismi'llahi'rrahmani'rrahim midani: pes imdi, allah hakkı çün da'vam ol yirdendür ki göz ile görüp gönlüm ile inandum, görmedügüm ve bilmedügüm yirden haber virmezem. her kim benüm gördügimi görübdür ve nişan virdügüme irübdür. ben dahı andan soram müşkilüm hall iderse canumı şükrane virem. zira şeker içen ola kim kamış sormaya. her dem dost yüzine bakalum özümüzle diyelüm işidelüm. sıdk safası ahd vefası olana yoldaş olalum. ve in yevmen inde rabbike keelfi senetin mimme teaddüne mümkin degül. ya can gönülden talib idi, yahud mukallidligi ziyade idi. bu hicabdan merdler geçer, namerdler geçemez ve bu ilmi danalar bilür, nadanlar bilmez. böyle haberler hod işitdügi yok. bu kez gönli bugz melal ile dolar. az iken bunları kırmak gerek diyü çalışur. amma ol halkun edall ebteri bilmez ki hak leşkeri kırmak ile tükenür mi, anlara kim hak mu'in ola. mahluk ne idebilür? eger anlarun biri emmin oglundan su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz melal ile dola. gör ki suret misin, ya can mısın, ya kul ya sultan mısın niçün sen seni bilmeyesin ki şahzade iken geda gibi bineva olasın. mekanun gülşen iken külhana razı olasın. eger sultansan emin ol. eger ten isen hod tahte'tturab oldun. midani: pes imdi bir saat dana ve arif sohbetine girüp mest olmak bin yıl kendü başuna ibadet ve riyazat kılmakdan yegdür. kavlehü taala: her kim beni isterse sınık gönüllerde bulsun didi. padişah, didarın görmedi. eğer ol seni kulluğa kabul iderse zihi devletdür anun kim gönülden haberi olmaya. zira bu arada gizlü ma'na vardur ve ol gönülde yazılıdur dile gelmez. her kim gönülden yana yol buldı, ol ma'na ana feth oldı, hakikat ademlerimden oldı. bu kez anun hükmi kaf'dan kaf'a geçer, her kanda ol olsa hakk anunla olur. zira sözün aslı gönüldür. her kim gönül bahrine yol buldı, bu kez ne dürri isterse dalub çıkardı. ta'at hidmetün oda yakdı, duhanı göklere çıkdı. dahı eyitti: pes imdi nadana ma'rifetu'llah dimek şure zemine tohum ekmek gibidür. zira sırru'llah, hakk zira ögüdi ehline dimek evladur. pes imdi bu vücudun mülki sana ol zaman müsellem olur ki süleyman gibi hatemi, nefsün divinün elinden halas idüb emin olasın. yohsa hatemi div eline virdükde hudaperest iken divperest olursın. mesela bir hatun bir kimseye nikahlu olsa bir kimse dahı anı gayrıya nikah idebilmez. ya'ni gönül eğer dünyaya tabi olsa hakk'un anda tasarruf olmaz. senün kelle gözligün sana disem gönlün bir halden bir hale döner, melul ve mahzun olursın, dimezsem, nidem ki senün senden haberün yok. subhı kıyametde seni uykudan uyarurlar. feleğün çarhı ol hisarı yıkar, imdi suret ve ma'na ya'ni iki cihan elünde iken niçün can mülkinden haber almayasın. eger said isen fena donun çıkarub nar donın giydürürler. dünyadaki ömrüni niye sarf itdün diye ve kar kisbün niye harç eyledün diyü sual iderler: eger cevap virmedünse gönlün sarayı ruşen ola ve gayrılara andan kisb ile mülkler dola. zira bu vücud bir ü k ndur. ve men dahale kane aminen, yani evliyaullah zümresine dahil olup emin olur. ta ki gözünden gaflet hicabı gidüb hakk kitabı ruşen ola. ve gönül velayetleri ana müsahhar olmaz. sana ruşen haber söyleyem. harif misin, şerif misin, zarif misin gönli bana çevür, gönül gözüyle bak, gönül kulağıyla dinle ve söyleyeni ko, söylede bak: pes imdi sen dahı ol badenuşun yüzüni gör visali badesini iç. dahı her ne olursa kayurma. yarın bir kıl sana dag gibi görünmeye, bu razı gönlüni sandugunda pinhan eyle. bu razı ve remzi anla hayf fursatun elde iken kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme. tıfl gibi her sözi hak katında makbul olur. midani: pes imdi bundan garaz budur ki heman hakk'ı bunda iken bul ve hakikat sende iken sen seni bil dimekdür. zira kamu fi'lün ve hal kalün mahşerde ayan olacakdur. cümle yaradılmış dile gelür söyleşür, anları sen ruşen görürsün. ol vakt hakk taala'yı dolu ay gibi ruşen görürsin. ben ne diyem ki ne esrüklükler kılursın dil ile vasf olunmaz. anda temaşa baki didar baki, şarab ıyş baki, rab saki, pes imdi ruhu'lkuds'ün manasına iren nahv sarf nakşını neyler? anlar ki arefe'ye irdi arif oldı ve anlarun gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur ve anlara iren mukallid iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken ma'şuk olur. bunı ancak arif bilür. dahı ne cennet içün şad olur ne cehennem içün havf çeker anda ne akl ne idrak kalur. ıyş da budur, lezzet de budur, şerbet de budur. midani noldun sen dahı huşyar ol, aklı ma'ad'a mukarin ol, derd hasıl eyle. tapdugun tanrı degül putdur. zihi nadan ki hakk'ı ister ve ruhu'lkuds taleb ider ve deccali lain'den ayrılmaz. yohsa mülhiddensin, öz elünle kendüni toprağa göm. ve bihodluk şarabın içüb ölmeden öndin soru ve hisabın virenlerdür. anlar havf recadan kurtulup hayr şerden geçüpdürler. ol içmekde, ne leb var ne hod cam ne namus var ne hod nam. bu meydandur ki zemin asuman cüst cudur. birisi dahi içeli sadık oldı. birisi içdi agzun açub himmet denizün yir göği berr bahr meyhane'yi ve cümle varlığı bir lokma gibi yutdı. sanki boğazından nesne geçmedi. rind laübali olup yani ademi takayyüd idüp mürid ve şeyhlikden geçüp ol tuzakları üzüp uçdı. feragat pes imdi hakikatte anlar dünya cifesinün kuzgunlarıdur. ve cümlesi hakk'un azgınlarıdur. hakikatte anlar hakk'dan ve nebi'den bihaberlerdür. diri degül ölülerdür. niçün mülhidlük amelini muvahhidlik yerine satarsın ve muvahhid suretinde gösterirsin, har mühreyi la'l gevher diyü satarsın. zira hakk'dan reca ile müyesser olan muradun zımmında nice murad hünerlik hasıl olur. pes imdii l r hakikatde ışk meyhanesinün şem şarabı sırrından ve harabat elfazınun ibaretünden bihaberdür. zira şeriat ehline kavga düşürürler ve oğul balına arı üşürürler. anlara zahidler gibi bir libası mahsus degüldür. yirde ve gökde imamet anundur. hakk emriyle kaygu ve şazlık anun hükmindedür. hakk taala anı cümle yaradılmışa her cihetden vesile itmişdür. dünya yüzinde ne kadar kim veliler vardur, anun eli altundadur ve anun başında tacı rahmani var. anun içün bu halkın ekserisi ana uymaz. yemek ve içmekde, söyleyüb ve işitmekde ve turub oturmakda ve halkla bile gezmekdedür. heva hevesi ma'lubı olanlar anı bilemez ve bulamaz. yohsa bir kimesnenün eli anun ayagınun tozına irmez, gözüne tutiya ide. amma devri ahir de bir sahibi zaman zuhur ide. yine peygamberün şeriatı üzerine amma suret gizlü olub hakikat aşikare ola. hakikatı islam ve iman, hakikatı savm salat, hakikatı hacc zekat, hakikatı sırat mizan, hakikatı cennet ve cehennem aşikare ola. görinen anun öninde zerre gibidür. hiç nesneye anun ihtiyacı yokdur. bir gün aç ve bir gün tok. can dilden anlayın ve hikayetüm nedür dinlen ve bu sözün hakikatına hub nazar idün ki, ne beyan ider didi. ol vakt kim encüm eflak anasırı tabayi' bir nesne vücuda gelmemişdür. biz dahı adem kisvetün görmeyüb ve geymeyüb sultan vücudında bir can idük. bir nice dervişler didiler. bu kaygusuz abdal eyitdi: efendi sana bir ruşen haber söylerem ki kendü vasfı halümdür. siz dahı halünüzi bundan kıyas eyleyesüz didi. eyitdi: elkıssa. gah beni ataya oğul eyledi, gah atayı bana oğul eyledi. gah beni tıfl idüb anlara besletdi, gah anları tıfl idüb bana besletdi. velhasıl: ne başunuz agrıdayum nice bin kerre ata belünden ana rahmüne, ana rahmünden cihana geldüm. nice bin kerre tıfl oldum ve pir oldum yine ecel gelüb beni atam ve anam ardunca gönderdi. gah oynayup ütdüm, gah bilmeyüp ütildüm. gah kazzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah beni deryada mahi, gah dağlarda ahu eyledi. nice bin kerre bulıt gibi havaya agdum, nice bin kerre yağmur gibi yire yagdum. nice bir kerre küfr iman karışdum. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum. nice bir kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. elkıssa: halik'un emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolab gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah buze düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayaklar altında hiç eyledi, gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah şah, gah geda eyledi. gah günde yandum, gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. pes imdi bu sözlerden ve haberlerden garaz budur ki sen dahı gönlüni cem eyle, aklı ma'ad'a mukarin ol. ve edeb bekle. edeb beklemeyen dünyaya nadan özün hayalda kodı. anlayana bir kitab sözdür, anlamayana bin söz dahı disen faidesi yokdur. söz var halk içinde, söz var hulk içinde. zira kim helal lokma ve ehli diller sohbeti ademün hublugıdur, ma'murlugıdur. haram lokma ve cahiller sohbeti ademün harablıgıdur. andan sonra nahak işlerden sakın, ibret ile bak, hikmet ile söyle, her yirde edeb birle, debren aşagı yukaru gözleyüp hodbinlik eyleme. bir söz ki senden sormıyalar söyleme ve eğer sorsalar bilürsen de muhtasar söyle ve eğer bilmezsen özünden söz düzüb söyleme ve kimseye imtihan ile söz sorma. eğer sorarsan kabul it, inad ve mücadele itme, sonra merdudi hakk olursın. ta ki hakk'ı batıldan fark idüb ömrüni telef itmemiş ola. anun çün her kişi kendü işüne kail düşüb hak taala'nun sırlaruna ve hakikatına irmeyüb öz bildükleri anlara azim hicab olmışdur. bu sebebdendür ki halk birbirlerine dirler ki: pes imdi emin ol, yohsa sen seni bilmezsen ehli diller sohbetine gir, bir mürşidi kamile iriş kim seni bilesün. nagah bir gün sultan sarayında hıyanet idersen sonra çok hacalet çekersin, şermende olursın. ve bu saray ve bargah anundur. gökdeki mahluk yire bakar ki: bu beşi ana canibidür. kapu var ki gah açılur, gah örtülür. ve dört yüz kırk pare direği vardur ki kemüklerdür. ve ortasında bir pınarı vardur ki bu şehrün cümle yirine su andan bahş olur ki cigerdür. zira hazreti resul'den ve alinden sonra gelen kamiller dahı bu nefs ki dirler ademün nesidür ve neresindedür? anı bilen rabbısın bilmiş ola. amma bu kaygusuz abdal eydür ki bu dört ata canibidür. bir zerre gam gussa yok idi. günden güne yigitlük menzilüne kadem ki basdum. baktım ki bu yitmiş iki milletün halkı güruh güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. ve cümle mahlukun ma'budı birdür. ve dahı vücudda hak'dan gayrı fikirlere vesair eşgale endişelere nefs dirler. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hakk nurundan bir şemme olmaya. kavlehu taala: pes imdi tahkik bil kim hakk taala'nun evvelü ahiri ve üstialtı ve sagısolı ve önüardı yokdur. bir bahri bikenardur ki cümle alemi kaplayubdur. anı bilen hakk'ı bilür ola didi, bu dervişler eyitdiler: va'llahü bikülli şeyin mühit ayeti kerime değil midür? anun çün komşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. bu kaygusuz abdal eyitdi ki: midani: ihvan, bu oturan dervişler eyitdiler pes imdi ademün vücudı cami' oldı, cami'a dahil olanun salatı makbul olur. hakk'ı öz şehrinde buldı ya'ni midani: ihvan, pes imdi bu sözlerden garaz budur ki cümle yaradılmışda hak mevcud imiş. cemi ömrüni de zayi itmiş olup marifetu'llah'dan bir nesne bilmedün, heman cihana hayvan geldün ve hayvan gitdün. kavlehu taala: bu kerre şehri guşe beguşe serbeser temaşa eyledüm. men danem ve men danem yani ol kimesneyim ki yine ben bilürem diyüb bir zaman sükut eyledüm. senüriyehüm ayatüne fi'lafaki ve fi enfüsihüm hatta yetebeyyine lehüm ennehü'lhak her nesne ki vücuda gelmişdür evvel ahir ademün sureti anun defteridür. ben dahı avcı zagarı gibi yanına düşdüm. bu kerre kendüm kendüme didüm ki: meşk olsun! ben dahı didüm ki bu şehirden yana gitmek isterem heman boynuma bir resen takub çekdi gel imdi sen sana insaf eyle. ma'nasız da'va eylemek kirişi kırılmış yay gibidür. sözün giçmedügi yire söz söylemek yaysız ok ataram dimek gibidür. heman bir kimse kendüyi bildi cümle eşyanun aslını ve fer'ini bildi. eger cennet, eger cehennem, eger melek, eger şeytan, eger zulmet, eger nur taleb idersen cümlesi ademün vücudunda mevcuddur. agacun yimişi olmasa revnakı olmaz. nadanlar kendülerün hayalde zayi' iderler, zira bilür ile bilmezin farkı uyur ile uyanık gibidür. her kimden sual eylese, hak her yirde hazırdur dirler. yahud kimi aya, kimi güneşe ve kimi kendü elüyle düzdigi nesneye hak budur diyü tapar. talib bunlarun kangısına inanub itikat eylesün. gerek dünyevi, gerek uhrevi, zira hiç kimse öz işini bilmez. cümle işin temam sanur dahı ma'bun olur. ya'ni hakk ile birleşmiş ola. süleyman gibi hatem sahibi olub heft iklimün kabz bastı ve azl nasbı kabzai tasarrufunda ola. zira alemde mürşid bir pes imdi bu müşkili güşade kılmaz. maraza ne lazımdur iderler. avam ile hemdem olan ehli şekavetdür. zira halka damı tezvir içün başlarun kabartub bol cübbeler giyüb yünden şemle sarub ve bellerine zünnar gibi tiğ bend ve kemer baglarlar. muttasıl oruçdur disünler diyü böyle yaparlar. bunlar her dem başlarun aşagu salarlar ve gah gah sadık ah iderler. ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler iderler ki, ya'ni pirinden anlara ziyade nazar olmuşdur disünler. hile ve midani: ihvan, pes imdi öyle mürşidler, kibriyanun müşrikleridür. zira serverlik itdi cühhale düşmişdür. zira cihanda şeyhi vaktüz diyü kendülerin özin hazreti hızr teşbih iderler. dahı ayagun hızır izine basdı sanurlar. kel, em eylese öndin öz kendi başuna eylerdi. sırrı ilahi'de cahillerdür. dünyalık içün halka kendülerün sevdirüb yalan sözler söyleyüb ve mühmel remizler ile avamı ve cahili inandururlar. yirde ve gökde halifei hak olanun hayatı ve mematı elinde olub kabz bast azl nasba hakim olur. biiznihi taala. ve müridlerinün kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oglan, kimi uşak. dahı kendülerin bilmezler. bunlar koyun başlı kurtlardur. peygamberimüz buyurmuşlardur ki: peygamberimiz'in buyurdugı din yolınun dikenleri ve halkun çirkin kokuları bunlarun hakkındadur. horos olan banladı nadana ben ne didüm, ol ne anladı. yani bu haberler kimine söz kimine saz geldi. anladun ise hal oldı, eger anlamadun ise kal oldı didi. ahiri kar bana dahi nevbet irişdi. heman bir gün içinde bir sohbete ugradum gördüm ki bu oturanlarun kimi muhammed resulu'llah ve kimi isa ruhu'llah ve kimi musa kelimul'llah ve kimi ibrahim halilu'llah ve kimi adem safiyyu'llah bana yir gösterdiler. nice kerre sana didigüm budur ki fursatun elde iken ahiret marazlaruna ilaç idesin. dahı sen gamu gussa ile dürlü dürlü belalara giriftar olub kalursın. kendüni arifler ve ehli diller sohbetine ve meclisine layık eyle. bu kerre talib piri kamil'i bulduktan sonra ışkı delili de özin bilüb arif olub hakk'ı vücudunda bula, hulkı hazreti muhammed'e, huyı hazreti ali'ye benziye. zira hazreti ali her gah peygamber aleyhisselam'ı halvet buldukça eydür kim: hakk'ı bulmak istersen kendüni bil, arifler sohbetine gir. sadık olub sözi tasdik eyle. kendüni ne sanursan, halka dahı anı san. heman kendüni bildün ve hakk'ı buldun. hazreti resul sallallahu aleyhisselam eydür ki: pes imdi bil ki allah'a giden yol gayet yakındur ve gayet müşkildür didi. nagah bir gün vücudun şehrinden kafile göçer. bu kerre sen senünle tenha kalursın. eğer meta'un dürr cevahir ise şad hurrem olub gam gussa yok. kangı şehre varsan müşteri tacirler meta'ından almak içün kapuna mülazemet çekerler. yohsa metaun hazef ise kangı şehre varsan meta'un kesad bulursın. gam gussa başuna üşer. nice devranlar bu cihan kubbe misalidür. arş seyranumdur. bu nakşı pergarlar seyranumdur. yirden göge bir kulaç yerün eni ve uzunı bir kulaç. gice vilayet, gündüz nübüvvet, doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık zindan, yalan dimek zagarlık, dogrı dimek erlik, uyku münacat, uyanıklık ariflik, hulk cennet, kahr cehennem, evliyalar vezir, peygamberler elçi, akıl cebrail, kitaplar vasfı hal, bahiller zahmet, cömerdler rahmet, münkirler zulmet, arifler vahdet, aşıklar rahmet, cahiller melul, nadanlar mihnet, adiller nur, zalimler ateş, pirler bereket, yigitler sıhhat, sabiler selamet. güneş aşagudan yukaru çıkar. bunlarun cümlesi bir vücuddur ki kaimdür. beglik ve hakimlik ve kulluk benüm mertebemdür didüm. yohsa ben alim degülem ilim bilmem, veli degülem kerametüm ola, derviş dervişane karpuz gibi yogun yumrı söyleyüp sözden top düzdüm. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. anlayana bir kitab söz, anlamayana bin söz dahı disek faidesı yokdur. hodbin ve nadan olub özi hayallerde gark olmışdur. dahı sırru'llah ve ma'rifetu'llah sözi ana kar kılmaz. bu meclisde oturanlar eyitdiler: derviş! derviş eyitdi: pes imdi eger sen dahı hakk'ı taleb iderem dirsen mutu kable en temutu mazmununa masadak olub ölmezden öndin öl ki dirilesün. yohsa iş bilmez gafil gibi öz bildigüni işledün olursun. eger idersen bu kerre müzdesin ya'ni sevabsız fail gibi elün boş kala, halün düşvar ola. zira yokuş dibinde merkebe alef virmek gibidür. derviş bir zaman sükut eyledi. ol sahranun ortasunda bir azim yol vardur. gördü ki bu yolun nihayeti yokdur. eyitti: yine derviş öz haline mütehayyir oldı. bir kimse diler ki halünden haber sora. görür ki özinden gayri deyyar yok. eyitdi: aceb bu benüm düşüm mi, hayalüm mi, ya hayal mi ola? gördi ki başı tacdan taşra çıkmış. gördi ki ne sahra var, ne yol var. eyitdi: bari çagurayım, göreyim, belki bir kimse buluna, bu yoldan haber vire didi. eyitdi: midani: efendi haberdar ol. men enem ve men danem, ya'ni ben dahı beni bilürem diyüb bu beyti okıdı: temmetü'lkitab ala yedi derviş yusuf gulamı sultanü'larifin esseyyid eşşeyh muhammed efendi halvetiyyi sinani dimyati kaddesa'llahu sırrahu fi sene. amma ba'de bilgil ve agah olgıl ki bu cihan içinde bir derviş seyahat aleminde gezerken kendözün bir sahrada görmiş ki hiç nihayeti yokdur. ol sahranun ortasında bir yol var. ol derviş fikr idüb bu hali kimden sorayım dir. bu derviş durur, dört yana bakar görür ki hiç kimesne yok. yalnız özidür, tek tenha öz haliyle danışub eyitti: yabana gitmekden yola gitmek yahşidür didi. bu kerre derviş özinden cuşa geldi. dir kim elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'lakibeti li'lmuttakin vela udvani illa ale'zzalimin. ve'ssalatü ve'sselamuala hayri hulkı muhammed ve alihi ve sahbihi ecmain. andan bir haber soram ki bu yol kanda gelür, kanda gider, görem bana bir haber virebile bismi'llahi'rrahmani'rrahim bari emin olayım dir oturdı. meğer ki başı bacadan daşra çıkmış. tiz heman başunı özine çekdi. eydür ya şeyh, sana ne oldıdir. didi ki bu şeytandur ola mı dir, tiz kötegin çıkardı. derviş bir kötek çıkarmış kendüye karşı gelür. derviş eyitdi: hay sana bir haber sorayım didi. veli hiç senün gibi kişi gördügüm yokdur. derviş didi ki: didi. sakalı akdur, tesbih boynunda, asası elinde ve seccadesi çigninde, zikr tesbihi kavi okur. derviş didi ki: şeyh dervişi göricek didi: allahu ekber didi. allah avniyle kodı gitdi, hele çok şükür bu beladan kurtuldum didi. oturdı bir hamle rahat olub dinlendi. derviş düş gördi. gördi ki sadhezaran musa her cihetden rabbı erini, diyüb durur. derviş gözin silüb anılayun bakub gördi ki sad hezaran ibrahim ve isa. gözün açub bakdı. eğer rahmani düş ise yine göreyim didi. bu kerre gördi ki, tuba ağacı dibünde azim bir yıgınak var. bunlar ne söyleşürler dinleye, bir hikmet anlaya. derviş gördi ki, ihtiyar sadrında oturan muhammed mustafa'dur. peygamberler sual iderler ki: ya resula'llah! derviş eyitdi: benüm adum bilür misen? bunca ta'at ibadet itmüş idüm. evvel adum azazil idi. resul hazretlerinün huzurı şerifine gelüp eyitdi: ya resula'llah develerün büyügüne deve dirler. resul dir ki: yirün gögün misafirüyem. amma senün gibi kişi gördüğüm yokdur. derviş eyitti: ya ne sorarsun hikayetüm çokdur. başladı başundan geçen sergüzeşti söyledi. eydür: sormak ayub degül, sen ne kişisün ve yalnuz bu sahrada neylersün. eydür: ne haber derviş, sözün var ise söyle, halün arz eyle, işidelüm bilelüm dir. eydür: bunı didi. tek tenha heman özidür. kendi vücudınun içinde sırr olmış cemi' yirdegökde her eşya ki var sadasun işitdi. derviş fikr eyledi. eydür: bu aceb ne haldür. düşi degül gönli cuşa geldi eydür: çünki derviş cümle alemi kendi vücudunda gördi, haberdar oldı. bu alemden murad olan heman kendidür ve özi imiş. bu makama ka'be kavseyn dirler, ve bu agac ki görürsün ana şecerei islam dirler. derviş ihtiyat eyledi. filhal belinleyüb uykudan uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki, kendüden gayrı kimesne yok. bu beyti didi: ya resula'llah bu makam ne makamıdur? muhammed mustafa eyitdi anılayın derviş sorar ki: hoş ola! var git olmaz bu bir dergahdur ki 'ışk ile her kim geldi nasibün aldı. can dilden kulluga bel bagladı. bir gün sual idüb eyitdi: ya ali bundan ilerü bu ten yok idi. ol vakit düşümde gördüm ki bu cümle alem benüm gönlüm içindedür. lutf eyle bu düşün ta'biri nedür bana bildür didi. kimesne göremedi. cümle hakk'ın birligine tanukluk virürler. bu şevk ile yine derviş cuşa geldi. ali eyitdi: sayeban sahibi yine sayeban'un içindedür didi. derviş eyitdi: ya görünmez bana. ali eyitdi: bu suretler ki vardur içinde cünbiş kılan şubede gösterün. sayebanun sahibidür. bildi ki zill hayal gibidür cuşa geldi bu beyti didi. erkan tavrı bana öğret, öğrenmek içün bilmedüklerüm bana bildüresin. ali eyitdi: derviş ki bunı didi, dahı ilerü yüridi. sual idüb eyitdi: bunı didi. merdan'un elün öbdi, ayagına yüzin ürdi. bir müddet geçdi, divler, periler, cinniler, ifritler, vuhuş, tuyur, mur mar her ne ki var, cümlesi ana muti' olmışlar. derviş dahı vardı süleyman peygamber'in divanına girdi ve karşusında durdı, şah ali'yi gördi. süleyman peygamber'ün kirpigi altundan bakar. eyitdi: derviş yukaru bak! gördi ki yüzyigirmi dörtbin peygamber cemii enbiya ve evliya dirilmişler, her biri ali'ye tahsin iderler. yüzi nurundan yirler ve gökler aydun olmış ve cümle peygamberlerün önüne düşmiş hakk dergahına giderler. derviş eyitdi: ya şah! sakin oldı. eyitdi: ya muhammed sen, sana degeni iste, zira ki her peygamberün benümle bir muamelesi vardır. bunlar bu halde iken heman ilerü gelüb eyitdi: ve ben dahı bununla gideyim, vakt ola kim dururlar ola didi. eydür: ilahi bari hüda bu cümle mahlukatını yaratmışsun rahmetünle yarlıgagıl dir. hakk sübhanehü taala eydür: kuyu didikleri bu cism idi. mısır'a sultan oldum didi. eyitdi: ya şeyh yine mi geldün bunda dir. tiz asasun çeküb dervişün üstine yüridi. bunlar bu sözde iken derviş heman gayretlendi. heman ilerü yürüyüp hamle kıldı, el sundı. ol galebe divan içinde şeytanı basdı. kepenegün arkasına giyüb geldi oturdı. muhammed mustafa dervişe eydür: canımı ben ne hoş yirde idüm ve hoş sohbetde idüm. yine ol meclis durmış yirlü yirünce adet üzerine derviş şah ali'yi gördi. elin öpüp eyitdi: ya şah! eyitdi: ol demde uykudan belinledi. bu beyti didi: bu sözi söyledi. ol sohbet canına kar kıldı, hayran kaldı. fikr idüb eydür ki, ya resula'llah kimesnem yokdur. resul hazretleri buyurdı. derviş eyitdi: bunı dirken derviş gördi ki sımat çekildi. derviş bakdı. gördi ki yirdegökde her ne mahluk ve cemi eşya ki var cümle fasih kelam ile söyler. derviş bu kez bunı böyle söyledi: buna uçmag dirler. tahte'ssera'ya bakdı, ferşi gördi. cümle eşyanun asl ferin hoş temaşa kıldı. gönli ferah oldı, bu beyti didi: ben seni halvet buluram. derviş eyitdi: ben de senün hakundan gelürem dir kepenegün giyüb yine geldi. oturdu ali'ye eyitdi: gafil olma. derviş bunı did ya şah benümle bu şeyh ne katı uruşdı. merdan eyitdi: ya ali bu ne yirdür? merdan eyitdi: bu karban sarayını mı sorarsın? derviş bakdı gördü ki firavn şeytanı özine pir edinmiş, gelür. firavn'un sözin söylediler. heman tek tenha özidür. gördi isa peygamber geliyor. anı göricek derviş eyitdi: derviş bunda ne istersün. derviş eyitdi: sultanem bu ne yirdür ve ne makamdur? peygamber eydür: turun gidelüm didiler. peygamber dervişe eyitdi: sen hiç tınma. derviş eyitdi: derviş ki sözi işiddi. gördi ki cümle alem dil olmış tevhid söyler. derviş cuşa geldi bu beyti didi: derviş bu sözi söyledi. gözin açdı bakdı, gördi. eyitdi: iki kişi oturmışlar şunda bilmezüz ne kişilerdür didiler. firavn eyitdi: derviş bunı didi. bir fitne dagarcugı ve bir asası ve bir torbası var idi. bu ol dervişdür ki mukaddema görmiş idi. anun kuvvetin bilürdi. bu denlü ma'reke içinde firavn gördi ki piri kaçdı. eydür: dervişi tutun. firavn bakub dururken, derviş anun başundan börkin aldı, yirine oturdı. meydana girüb şeytanun üzerine hamle kıldı. gönlünden eyitdi: sen mi didün tanrı vardur? firavn eydür: sen kendü gözünle gördün mi, yoksa kıyas ile mi söylersün? peygamber'. bu ne kişidür? derviş ki bu sözi şiddi. bir kerre na'ra urub eyitdi: cümleyi azdurdun cazulukla, şindi geldün bunı dahı azdurmak mı istersün? peygamber eydür: ya bilmez miyem şeytandur. firavn şeytana eydür: hele bir dem sabreyle. meger firavn'un başı keçel idi. derviş bu hali gördi. derviş ol leşkeri tartagan eyledi. bir kötek çıkardı. eydür: bana ol torbayı vir didi. ol mahalde ol derviş uykudan uyanıgeldi. derviş eydür: ya isa! hakından gelelüm dir. dervişün gönli cuşa geldi, bu beyti eydür: derviş, isa peygamber ile oturdılar. eydür: firavn'a derviş ki bunı didi. derviş anı indürdi salıvirdi. benüm ancak dirligüm ol torba iledür didi. peygamber vir kurtulalım gidelüm didi. derviş eydür: la ilahe illa'llah dir. bir lahza fikr kıldı. gördi ki cümle alemde yaradılmış eşya dükeli cem olub bir yare gelmişler. güneş dogmış nurı zulmet irte gice ırak yakin hep bir olmış cümle eşya savt ile hoş avaz ile tevhid dilün söyler. sayvanı düzen kimdür yahud anun oglanlarını gördin mi ola? bunlar, bu sözde iken anı gördiler ki adem peygamber dahı irişi geldi. selam virdiler. andan dahı haber sordılar ki, aceb. derviş eyitdi: beli! adem peygamber dirler bir kimesne bu cihana geldi bir zaman bu cihanda oldı. bunlar dir ki vallahi ben dahı geldüm, bunı böyle buldum. hazır düzilmüş gördüm dir. bu kez derviş gizlendi, aydur: bu sayvunun ıssı kanda olur gördigün var mı dur? adem peygamber eyitdi: derviş ki bu sözi söyledi. adem peygamber işitdi: bunlara sordu ki, bu ne kişidür? eyitdiler: biz dahı şimdi gördük bilmezüz kimdür di diler. adem peygamber eyitdi: derviş, ibrahim peygamber'i nemrud ateşe atmak ister imiş. gel sen dahı bile varalum didi. bakdılar gördiler ki nemrud hükm idüp söyler: ben seni görmedüm. ben senün vücudunda bile idüm. başladı adem'ün başından giçen halleri bir bir söyledi. cümle beyan eyledi: adem eydür: tiz durun odun getürün. azer oglını ateşde yakın, temaşaya bakın dir. nemrud'un varlığı olmış vücudında, şeytan ne ki dirse nemrud anı tutar. amma ol oturan ak sakallı kimdür bilür misün dir. adem eydür: ol kişileri okun bana berü geldün gelsünler görelüm. eyü bulduk elümize girdi. nemrud eydür: söyle bana bildür ben dahı bilem didi. nemrud şeytana haber sorub eydür: bu ol kişidür ki beni dergahdan ma'zul idüb sürmege sebep oldı dir. nemrud eydür: sizi nemrud ister. nemrud eydür: şeytandur. yanunda şeytana haber sordı. nemrud'a eydür: bilmezem kimdür? derviş eyitdi: hey ne durursun? tevhid ipiyle ellerin ayakların muhkem bağladı ve nemrud'ı dahı tutdı. meydan ortasında, yüzyigirmi dörtbin peygamber, cümle enbiya, evliya, yidi tabaka yirde ve tokuz tabaka gökde berr bahr içinde cümle yaradılmış eşya hazır idi. bu hususda, derviş allahu taala'yı yad eyledi. ol dervişdür kim kendünün asasın ve torbasun almış idi. heman nemrud'a eydür: nemrud'un suçı yokdur didiler. heman bir kötek çıkardı eyitdi: tanrı vardur dirsin, gel bu küfr sözi terk iyle seni kurtaralum dir. ol zaman derviş sabr idebilmedi. heman yirinden turıgelüb eyitdi: bu ne küfr söyledi? adem peygamber eydür: bunı hiç söyletmek olmaz. nemrud eydür: o köseyi dahı tutun ateşe atun dir. eydür: ya nemrud tanrı mıdur? horasan milkinde beykozlu paçan'un oglıdur. eydür: bari biz gidelüm anun ateşe düşdigin görmiyelüm. derviş eyitti: derviş bunı didi. eyitdiler: derviş bizden feragat eyledi diyüb dagıldılar gitdiler. derviş dahı derhal uykudan belinledi, uyanıgeldi. bu sıfatlar ki vardur. nemrud, gerek firavn, dokyanuz, şeddad hep hırs heva vü heves dahı gayri endişeler vücudunda imiş, derviş dört yana bakdı. gönli cuşa geldi eydür kim derviş bir saat sabr eyle görelüm hali niye varur didiler. ol demde anı gördiler. derviş gel bu şeyhi bize sat sana kepenek idelüm ve bir palas dahı virelüm didiler. derviş eydür şeytanı bana virün. bir kolayıda geldi. eydür: her kişi kendi işine maslahat eylesün. adem peygamber zamanundan berü, ta bu deme gelinceye degin bunı bilür misin ki salihlere neler eylemişdür? ol demde ibrahim peygamber resul hazretlerinün huzuruna gelüb eyitdi: nicedür sen tevbe ider misün? eyitdiler: ko bizi halümüze var altın kullugına turmuşuzdur. ol zaman dervişe bir zevk hasıl oldı bunı didi: ya resulallah nemrud'un hakkında ne buyurursun? muhammed musafa eyitdi: derviş ne dirse siz anı tutun. derviş dahı eyitdi: bunun bahası mıdur? nemrud eydür: bu piri bana bağışlan salıvirün dir. heman derviş eyitdi: derviş ki bu sözi söyledi. oturdugı yirden durugelüb yüridi. bağdad şehri heman özidür. derviş fikr eyledi. bu kerre gördi ki düşleri vaki' olan işleri yiri, gögi arş kürsi levhi kalemi onsekiz bin alemi, ve kendü başundan geçen sergüzeştleri ve hikayetleri andı. düşinde derviş bunı didi, turıgeldi. düşünün ta'birün sormaga bir kimesne isterken nagah anı gördi. tevrat ki geldi tanrı tebareke ve ta'ala hazretleri buyurur ki bu cümle mahlukat kim yaratdum. ol vakt ben dahi uykudan belinleyüb uyanı geldüm. bu sözi ki derviş dinledi. dervişün gönli cuşa geldi. eydür: ben düşümde gördüm cümle eşya benüm yüzüme karşu secde kılur. sag yanuma bakdum gördüm, musa peygamber durur. ol hem aleyk aldı. ana haber sordum ki bu sultan meliki bunda düzildügi vakt sen kanda idün? musa peygamber eyitdi ki: yaran, ben dahı bir düş gördüm. behlül eydür: eydür: aceb ne ola? her biri kendü dilince hakk'un birligüne şükr eyler idi. sormak istemek günidür, muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem serfiraz olmış cümle eşyanun ortasında aygün gibi. derviş gördi ki her eşya kendü cinsiyle çok zevk sefaya düşmişler. maksud yirin bulmış, cümlesinün suçları bağışlanmış, tanrı'nun hasları bir yire gelmişler. bunlar bu halde selam virdi. nagah gördi ki şeytan donun değşürmüş ol orada bile turur. derviş anı keşf eyledi. didiler kim: derviş kurbanı alun. geldi gördi ki balıgı öküze yükletmişler geldiler. pişmek kotarmak oldı. eyit diler: her birünüz hikayet söylen didiler. bunlar sohbetle dahı meşgul oldılar. hala dervişlere öküzi balıgı, hak taala hazretleri kurban virdi didiler. derviş turdı ki vara musa peygamber eydür: la ilahe illa'llah muhammedü'rresula'llah. bir yirde galaba divan durmış gördi. hak tebareke ve taala hazretleri var idi diledi ki bu alemi halk idüb vücuda getüre. muhammed mustafa'nun nurundan cümle alemi vücuda getürdi. yirde gökde her ne kim var cümle eşya tamam oldı. ol demden ta bu deme degin her eşya kendü haline meşgul oldı. evvel ahir ne ki gördi ve bildi ve ne ki hikayet geçdi derviş söyledi. her ne ki adem'ün, hali var idi. gördi ve bildi ol derviş dür ki kendünün asasın ve torbasın almış idi. ve fir'avun'un börkün dahı almış idi. eydür: derviş bunı didi. derviş şeytanı meclis içinde tutdı kaldurdı yire urdı. muhkem elünayagun bagladı. ol sohbet içinde olanlar dervişe aferin didiler. eydür hiç ben senün elinden kurtulamaz mıyam? her kanda ki varsam ve her ne ki surete girsem ben seni anda hazır görürem. bari bu defa senünle bir yana oluram dir. derviş gördi ki şeytan hışımla üstine gelür. bu dahı fi'lhal yirinden turıgelüb arkasından kepenegin çıkardı. bu kez bunı didi: derviş ki bu sözi söyledi. derviş eyitdi: didi. benüm halüme bir nazar idün, bakın görün şimdi vaktüm niye irişdü, cemi enbiya ve evliya ve sulaha, ubbad ve zühhad ne kadar vardur cümlesi benüm elümden aciz zar sergerdan olmışlar ve aciz kalmışlardı. ol vakt derviş uykudan belinledi. ol gördigü düşleri vaki olan işlerün, fikrün, hayalün önine getürdi bu iki beyti didi. ol mahalde gördi ki sabah olmış, cümle alem münevver olmış, güneş doğmış ruşen olmış, yidi kat yirde dokuz felek de ne kadar ki yaradılmış eşya var ise dükeli hak sübhanehu taala hazretlerinün birligüne tanıkluk virürler. kamusı bir vücud bir baş olmış cümle bir dilden söylerler. ya derviş lütf eyle, bunun elün ayagun açub salıvir, andan dahı bir haber soralum. derviş anun elün ve ayagun açdı salıvirdi. eydür: derviş böyle söyleyüb geçen ahvallerün ve gördigi düşlerün fikrinde iken nagah yine dervişe uyku havale oldı. orta yirde bir ayinei kadim, mukimkaim durmış, her eşya ki var bu sarayun divarunda ve kenarında ve ortasunda nakş olmış, aksi bu ayine içinde tanrı vardur, peygamber, dünya, ahiret, batıl, rahman, şeytan vardur dimezler miydi? geldi bunda şimdi benümle böyle mücadele kıldı. gördünüz akibet anı neyledüm ve nice bağladum eyitdiler: ya erenler! ay, gün, yıldızlar togar tolanurdı. sabah olur ahşam olurdu ol vakt dirlerdi ki sahihrast söylersün. gel varalum bir lahza oturalum didi. meğer kim ol menzil sohbet yiri imiş anı gördiler ki, meger gaib erenleri gelürler. geldiler bunları dahı gördiler ki iki kişi oturmışlar selam virdiler. bir saat ki giçdi gördiler ki bunlar garibdür. haber sordılar ki, ne kişilersiz gelişinüz ne yirdendür didiler. bu dünyadan gitdi, yirine ben geçdüm. bir zaman cihanda hükm hükumet eyledüm didi. derviş bu hal içinde söylenürken bakdı gördi ki süleyman peygamber bir gemiye girmiş, deniz ortasında ebed mülkine gider. derviş gördi ki süleyman peygamber kendüye karşu gelür. bu cihanda milke süleyman olduğun, div peri, ins cin, vuhş tuyura cümle hükmüne ferman oldugın adl dad kıldugın cihandan murad aldugın ahir çarh elinden sergerdan oldugın söyledi. cümle keyfiyeti halün hikayet eyledi. katı taaccüb idüb eyitdiler: yine bir adem gördüm dedi. bunlar bu halde iken bu sahrada müşerref menzil gördiler. abı revan, bag, bustan, murgzar, sebzezar anı göricek, süleyman peygamber eydür: ya ol yoldaşun ne yirdendür didiler. süleyman peygamber eydür: ben dahı geldüm. dervişün önli cuşa geldi eydür: benüm bir tonum var idi. ben yalınuz tek tenha olan yirde eglenemedüm. allahu taala hazretlerine yüz urdum didüm ki yirde gökde bana bir yar yoldaş vir didüm. tanrı tebareke ve taala hazretleri bana bir yar yoldaş virdi. yoldaşumla zevk safa kıldum. anı bana padişah hil'at virmiş idi. yine sultan katına vardum. bir zaman sultan katında oldum. bir vakit uyandum gördüm ki hak sübhanehu taala hazretleri bana hil'at virmiş ki yine ol hil'ate benzer. geldüm bu sarayda gördüm ki ehli iyalümden üremiş ve çoğalmış ve tertib düzilmiş. bunlar hiç bana bilişik virmediler. eyitdiler: nişanun togrı veli bizüm seni gördüğümüz yokdur didiler. süleyman peygamber zamanı idi. vakıayı oldugı gibi togrısın dişin dir. süleyman peygamber eydür: evvel ahir enbiya evliya külli bundadur dir. eydür ki: bilmezüz senün sözün girçek' veli bizüm dervişi gördüğümüz yokdur didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür ki: bu dervüş'ün verdiği nişan içinde cümlenüz bilesiz hiç aklunuz irmez mi? didiler ki rahmani düş ise yine görine didi. derviş gördi ki heman ol meclisdür oturmuşlar. ol eyitti: derviş bunı didi. gözin açdı bakdı, gördi ki sabah olmış, güneş togmış, cihan başdan başa pürnur olmış ırakyakin, gicegündüz yeksan olmış. allahu taala hazretlerin yad eyledi secde kıldı. bu şevk ile cihanı görmiş idi. ol kudüsi şerif'de yevmü'lhisab olmış. cümle yaradılmış eşya safendersaf hazır durmuşlar. derviş cuşa geldi: derviş ki bu sözi söyledi. henüz dahı söz agzından ahir olmadın, bakdı anı gördi. bunları teferrüc eyler. bu şevk ile cuşa geldi bunı eydür: derviş bu sözi didi yine uykı havale oldı. düşünde gördi ki cümle eşya içinden bir kişi çıkdı ki muhammed mustafa'dur. bir köhne murakka' vasla geymiş bu nakş hayal ki ol eşya suretlü göriniyordı. eydür: canum bir vakt var idi ki yir gök var idi. her nesneye bir dürlü ad virürler idi. derviş bu şevk ile cuşa geldi, eydür ki: derviş ki bu sözi söyledi. gözin açdı bakdı gördi ki tek tenha özidür. fikr eyleyüb ne hal ne hayaldür, şol düşümde gördüğüm dirken yine gözlerine uyku havale oldı. derviş nazar idüb bakdı gördi ki bunlarun getürdigi yir gökdür. dahı yirde gökde her ne ki var cümle her nesne ki var anı perverdigarı alem halk idüb yaratmışdur. dünya ve ahiret arş kürsi levh kalem, od, su, toprak, ferş, öküz, balık bekülli pergalı dairei müdevver ile getürdiler. bunlar açdılar bargah'ı kurdılar. bir nesne dahı getürdiler deniz idi. ferş üstine yidi tabaka yiri tokuz feleki arşı mecid'i yirlü yirünce areste kıldılar. bu kerre yine dervişün gönli cuşa geldi eydür: ne hoş meclise irişdüm. derviş eydür: bu sözi derviş söyledi. yemin yesar bulındı. her kişi kendü haline meşgul oldı münadiler çagırdılar ki derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. kırk başı var, yidi agzı, üç gözi var. derviş ki bunı gördi, kendüye fikr idüb eyitdı: şol derviş niçün geldün? derviş bakdı gördi padişah yirinde oturan tanrı arslanı ali'dür. elin öpdi eteğine yapışdı ki halin arz kıla. gözin açub bakdı gördi ki elinde öz kendi kepeneginün etegidür. dört yana bakdı fikr ider ki ben ne hoş yire ye ne hod menzile vardum, ne yahşi meclisdeyim. meğer ki benüm vücudumun aksi imiş, ola mı bu gördüğüm düşler nedür dirken dervişe yine uyku havale oldı. bu kez düşünde gördi ki yine meclis araste pürkemal durmış. dervişün gönli cuşa gelüb eydür: derviş bunı didi bakdı gördi ki çok çok kişiler peyda oldı. hep geldiler cinsi cinsiyle oturdılar. merdan ali dir ki: iy tanrı bendeleri! derviş dahı bakdı gördi ki yirden göge degin ve gökden arşı alaya degin ve arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya degin ve sidretü'lmünteha'dan makamı kabe kavseyn ev edna'ya degin andan cennetü'lme'va'ya degin ve firdevsi ala'ya degin görünür. bunlarun arasında her eşya ki var cümlesi muayyen oldı, derviş cuşa geldi bunı eydür: derviş ki bu sözi söyledi. eydür ki bu söyliyen kimdür? bunlarun arasında ceste ceste söyler. heman ol demde derviş cuşa geldi. elinde bir asası var idi. fi'lhal yiründen turub hazır oldı. elinden alub geldi, oturdı. merdan ali teferrüc eyler. katına geldi. bunlarun aralarından bir kişi çıkdı. hiç ben bunun elinden kurtulamaz mıyam? yine ol güruhdan bir kişi ilerü gelüb eydür: ol nedür kim yukarısı yumrı aşagısı çataldur. dört divarı var, altı kapusı var. biri eydür: yarenler size bir sualim var. eyitdiler: sor sualün görelüm bilürsek cevabun virelüm didiler. derviş eydü şol miskinün günahı nedür? derviş eyitdi: leklek ola. biri eydür ki: nisbet degül. biri eydür: derviş ki bu sözi söyledi. veli bir kavga ve galabe gelür. bir zaman dinlendi gördi ki ol kavga ve galaba öz kendü vücudundan gelür. yirde gökde her nesne ki var cümle yaradılmış eşya öz kendi koynundadur. yidi tabaka yir, dokuz felek arşı mecid, kürsi, levh kalem, onsekiz bin alem her ne ki var bu pergar içinderviş bunı böyle diyü özine yörindi. kim bu halkı alemün gözlerine her ne kim cihan suretli görinür kendü vücudınun aksi imiş. kim teferrüc ide. gönli cuşa geldi, şevk ile bunı didi. eydür: dervişe geldün dir. derviş tiz vardı şah'un elin öpdi, yirinden tıırdı. ol düzilen aletlerün ol meclisden çıkub gitdi. derviş uykudan belinledi. gördügi hikayetler öz kendi kepeneginün gölgesi imiş dahı kimesne yokdur. eydür: derviş bunı didi. meger ki fitne perdesi anun yüzinde baglu idi. ol mahalde şahı merdan ali dir ki: bundan bir haber sorayum belki bu yirlü ola görelüm ne söyler didi. ol kişi yakin geldi. oturdılar, birbiriyle haber sorışdılar. derviş rivayet eyler ki ol kişi müsafir imiş. nagah yolum irişdi. ol dahı heman bu cihana benzer bundaki şeylerün gölgesi depredügi aksi anda düşmiş. heman ol dahı bu cihan suretlü nesne olmış. anda teferrüc iderken yirün gögün aslını her nesne ki dahı yirdegökde var idi. hikayet çokdur. derviş eydür: derviş kendüye geldi. eydür: ben bu şehri ol vakt teferrüc itmek isterdüm. bu şehri teferrüc eyleye. derviş anı göricek eyitdi: hele bu kişi geldi. cuşa geldi eydür: yaren sen söyledün. bu şi'ri söyledi eydür bunı didi. derviş bakdı gördi ol bir muazzam şehirdür ki üç kat barusı var. azim muhkem kal'adur. yaz ve kış kesilmez, yürür durmaz ırmaklardur. ol ark içinde bir nişanı dahı oldur ki üstad anı iki direk üstine bünyad eylemiş ve bir nişanı dahı budur ki kadim, yarenler bunca gezmek, turmak, oturmak görmek işitmek, bunca hal ahval anunçündür. kim bir kişi bulam da haber soram bilem, görem ki irte gice kanda gelür ve kanda gider ve bu pergarı döndüren kimdür. bu sular ki her daim akar. ne dimek olur. bu çarhı müdevveri her daim döndüren bizüm düzilecek degirmenümüz vardı. anı üstad dirler bir kişi bize ol gerek idi. aceb kanda bulsam, makam ve menzilün bilür. adem var mıdur andan haber sorsam, bana bildürse dirken meger kim uyumışdı. gözün açub bakdı gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek tenha özidür. bu kez fi'lcümle hayallerden ümidün kesdi, bunı didi. eydür ki rum, şam, meşruk, magrib, zengıbar, habeş, yemen, taif, mısır, diyarbekir, bagdad, ırak, horasan, türkistan, bedahşan, hürmüz, hindistan, keşmir, çin, maçin, hıta vü hoten, desti kıpçak, bulgar, kandehar cemisi bir aradadur. yidi kat yiri gördi. ferşi öküz üstine, öküzi balık üstine komış, balıgı deniz üstine komış, denizi yil üstine komış, yili tutmış bir şişe gibi ayine düzmiş kudreti hak min külli pergal içinde hali teferrüc eyledi. yil dokınur bu kubbei barigah yilün heybetünden döner. adem oglanları öz akıllarunca ad virmişler. güneş yirden yukarı çıkar alem ruşinalık olur, irte oldı dirler. gözün açdı bakdı gördi sabah olmış, güneş togmış, alem nur ile münevver olmış. hep birbiri içinde yapılmış. mesela ol kubbelerün üstinde ulu sayvan tutılmuş ola. yirün dairesine bakdı gördi ki derviş ol şehre girdi, bakdı gördi. birinün adı: kabili rahman, birinün adı: azazili şeytan . ol şehrün bir nişanı dahı budur ki bu şehr ayineye benzer. derviş cuşa geldi: leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. derviş cuşa geldi bu iki beyti söyledi: bundan rubı meskun'a yitmiş yıllık yoldur. gemi düzdügin bir zaman deniz yüzinde gezdügin, talgalar dokındugın bu adaya geldigün cümle hikayet eyledi. süleyman peygamber eydür: hele bu adayı teferrüc ideyüm diyüb ol gemiyi kuru'ya çekdi. kendi teferrüce düşdi. ol vakt derviş gördi ki süleyman peygamber bunlarun içinde sultan'dur. ne ki div peri, ins cin, ehrimen ve ifrit cümlesi anun hükmüne fermandur. süleyman peygamber eydür: ben orta köylü degirmencinün oglıyam didi. derviş süleyman peygamber'ün her hünerin ögrendi. bir gün eydür: süleyman peygamber'e haber sorub eyitdi: ben şam milkinde haleb kurbunda aziz ve kilis dirler iki şehr vardur. derviş eydür: bundan öte gayri yir var mıdur teferrüc etmege? süleyman peygamber eydür: şimdi bunlar yarag eylediler. ol yana kuşlara dahı haber oldı ki süleyman peygamber leşkeri almış bunda gelür didiler. padişahları katına geldiler. bir hamle ki oldı. fi'lcümle karşusına turdılar. kavga belürdi. derviş bakdı gördi ki hal böyle hengame çoğaldı. kuşlar derviş'i gördiler. derviş süleyman peygamber'ün katına geldi. süleyman peygamber eydür: hal ahval ne idigün gördün mi derviş? derviş derhal duzak kurdı, bir kuş tutdı. derviş, baykuş'a dir ki: derviş ki bu sözi söyledi. süleyman peygamber işidüb, derviş'i tahsin eyledi. süleyman peygamber dahı bunı didi: ne kişilersüz, bunda neye geldünüz? süleyman peygamber eydür ki: derviş ki bunı didi. ol gördügi düşleri vaki olan işlerün halün hayalün tefekkür iderken, nagah yine gözlerine uyku geldi. yatub uyudı düşünde gördi ki, bu şehr ayineye benzerdi. kendözine ferah geldi, bu şi'ri söyledi. eydür: leyse fi'ddarı gayrina deyyar. gönli cuşa geldi eydür ki: derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde anı gördi ki iki cihan fahri seyyidü'lkevneyn fahrü'l enbiya muhammed mustafa sallaallahu taala aleyhi vesellem hazretleri çıkageldi. tazarru' niyaz ile yürüyüb huzurunda eyitdi ya resula'llah! resul hazretleri sual idüb yitdi: derviş gelişün ne yirdendür? derviş eyitdi: hangi milkdensin? derviş dir ki rum'dan. resul der ki: sultanum dünya mülkinden gelürem. resul eydür: cümlenün günahları bagışlandı. derviş eyitdi: leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek tenha özidür. sabah olmış, güneş doğmış, alem münevver olub, irte gice, ırakyakin cümlesi yeksan arşun dairei müdevverün, tokuz felek, on iki burçları, yidi yılduzları, giceyi gündüzi, yidi tabaka yirleri, ferşi, öküzi, balıgı, denizi, havayı bu menzilgahlari bir hoş teferrüc eyledün mi dir. derviş dir ki: sultanum, biribirine uymazlar. dünya cehdine doymazlar. resul hazretleri eydür: sultanum, bizüm kelsürt kadısı karpuzı bütün bütün yudar. peygamber eydür: gel bir hamle yoldaş olalum dir. resul hazretleri eyitti: derviş bir şehr var. muhammed mustafa hazretleri dir ki: derviş ki bu sözi söyledi, uykudan belinledi, uyanıgeldi. derviş eyitdi: arşı kürsiyi teferrüc itdün mi? muhammed mustafa başladı: ikisinün arasındadur. eydür yirde midür, ya gökde midür didi. resul eydür: derviş ki bu sözi didi. otururken yine uykusı geldi. bu kerre yine derviş düşünde gördi ki yir gök cümle alem bir hırkadur ki kendinün üstinde şöyle bir hırka sadhezeran dürlü vasla renk renk var. derviş fikr idüb eyitdi: kepenegüm sökülmekden, dikmekden canuma geldüm. bu hırka ne yini olur, ne eski olur. anı arkasına geyüb bakdı. bu gördügi düşleri ve başundan giçen işleri dahı avladığı kuşları, vaki olan hikayetleri, gözledügi tuşları taaccüb iderken, nagah derviş bakdı gördi ki ırakyakin, derd derman, yahşı yaman, bir şişe içinde bizüm hacei nasr bazirgan dükkanunda şöyle durmuş anı gördi. derviş eyitdi: bu ihtilafdur. derviş bu fikr içinde iken nagah bakdı gördi ki özini hıta vü haten milkinde süleyman peygamber av salmış ki meger bu mişki olan geyiki avlaya. anı göricek derviş dahı bir hoş yire geldi oturdı. selam virdi derviş aleykü'sselam didi. süleyman peygamber dir ki şol miski olan geyiki avlaram dir. bu kadar da derviş gördi sahrada bir köçek otlayub gezer. derviş süleyman peygamber'e gösterdi. süleyman peygamber bakdı gördi ki istedügidür, hay budur tiz avı baglan, yolları tutun koman dir. ol geyikün üstine ardınca yüridiler gitdiler. geyik dahı kendi halinde ol sahrada otlayub gezerken kulagına avaz bir ses irişdi. heman bir kerre turdugı yirden sıçradı kaçdı. bunlar dahı anun arduna düşüb geyik avlaram dir. derviş eydür: nice geyikdür avladıgun? süleyman peygamber eydür: bunda heman derviş var, dahı kimesne yok. derviş dört yana bakdı ve kulak urdı gördi ki bu geyik ün ayagı takıldı, sesi öz vücudından gelür. uyandı başun yirden kaldurdı. dahı kimesne yok. eydür: ben avumı sana niçün vireyüm? derviş dahı anı tutdı. habibi huda muhammed mustafa salla'llahu aleyhi vesellem hazretleri irişigeldi. süleyman peygamberi muhkem tutdı. eydür: ne aceb ol geyik bu sahradan kaçub bu taga geldi ben teferrüc ider idüm. süleyman peygamber eydür: geyik bunda geldi diyü ol yana bu yana bakdılar, geyiki göremediler. eyitdiler: derviş geyik'i getür! derviş eydür: derviş bu sözi söyledi, uykusundan belinledi. aceb bu vaki midür, yohsa vakıa mıdur? fikr iderken nagah sag yanuna bakdı gördi bir çarşu galabalık ve gavga alub satarlar. bilsem müşkilüm hall olsa ki dir. bildügi cümle gördügi öz hayalidür. heman kendü vücudınun hayalidür. yine başın yire koyub yatdı. cümle alem burada cem olmışdur. cümle alem anda gelmişler her biri kendü işine meşgul olmış gördi. heman gönli cuşa geldi. eydür: leyse fi'ddarı gayrina deyyar. derviş bu şiiri eydür: derviş bunı didi. andan dahı ilerü vardı. alemi dünya bir araya gelmişler. bakdı gördi ki sultanun divanı durmış yemin yesar areste olmış. cümle yaradılmışlar eşya anda gelmişler dükeli sultan divanında cem olmışlar. her birisi sultan ile huş. meger ki kassabı cömerd dükkanı idi. dervişün ismi hakk'ı zikretdigün cömerd kasab işitdi. eydür: hey derviş senün bu denlü kudretünkuvvetün var mıdur ki bu adı anarsun? derviş anı işidüb bu beyti eydür: derviş dahı bu sözi söyledi. bakdı gördi ki müsafir dervişdür. sultan dahı derviş'e eydür: derviş ki bu sözi işitdi. eydür: derviş ki bu sözi söyledi, ol saat uykudan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki sabah olmış, ırakyakin, gicegündüz cümle yiksan olmış. kendü yalınız tek tenha, leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok, heman kendi özidür. cümle ye padişah hanenden nevale geldi. bakdı gördi cümle yaradılmış eşya kadirlü kadrince kısmetin aldı ve her biri kendi kıs metine gönli teselli oldı. gözi gönli pürnur ile toldı şimdi bunı didi: derviş ki bu sözi işitdi. eydür ki: derviş ki bunı didi. sultan dahı şevk ile derviş'e dir ki: derviş ki bu sözi söyledi. eydür: derviş dahı bu sözi işitdi. bunı didi eydür: derviş ki bu sözi söyledi. gözün açdı bakdı gördü ki kendüyi şamakı şehrinde bir külhan bucagında yatur buldı. ol vakt eline divitkalem alub kagıt üzerine başundan geçen sergüzeştleri ve gördügi düşleri, vaki olan işleri yazub mufassal bir kitab eyledi. düş gördüm sayıkladum. bu söz ne dimek oldugun ol bilür. bir hoş ayan ve beyan eylesünler. amma bu canum bunlar niye sücud iderler didi. kim yüzbin bu cihan gibi nesne anun her köşesünde yiter gaib olur. min külli kendinün vücudunda mevcuddur. eydür canum ben bir zaman bu cihan içinde idüm, bu cihan benüm içimde görinür didi. eydür: derviş ki bu sözi didi. derviş eydür: derviş ki bu sözi söyledi. bakdı bu cihan suretlü görünen hayallere külli kendünün vücudunun gölgesi imiş. eydür: e m t. va'llahu alem vü ahkem midani: pes erenler bu fakir dahı bulunan aşikana yadigar eyledüm. ma'lum olsun ki evvela adem ki kudreti hakk'ıla ana rahmine nice düşer ve nice vücuda gelür ve nice ruh virilür ve nice dirilür ve anadan nice ırar. ve adem de kaç burç vardur ve nice hasıl olur ve kevakib nice ider ve ademün zahirinde ve batınında hasiyyeti nicedür ve kaç ruh vardur ve anasırı erbaa niye tabidür ve kaç nefs vardur ve nice gelür ve aleme nice giçer ve kuvvet nelerinde olur ve hasiyyetleri nicedür ve ahvalı alemi var mı ayan ve beyan idelüm: kavlehu taala: goftei risalei vücudname hazreti kaygusuz abdal sultan kuddise sırrahu'laziz: elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'ssalatü ve'sselamü ala nuri seyyidina ve alihi ecmain. mü'minun suresi, ayet and olsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık. sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bir çiğnem eti de kemike bilahire onu başka yaradılışla inşa ettik. suret yapanların en güzeli olan allah'ın şanı ne yücedir. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer: bismi'llahi'rrahmani'rrahim ademün batınında kevakibi seyyareye müşabih olan yirleri dahı ayanbeyan idelüm ve dahi gökde on iki burç ki, dokuz felekdedür. elfimde dahı mevcud durur. anları dahı ademde ayan ve beyan idelüm: alemi lahut alemi uluhiyyetdür. resm sıfat ve na'tı semerei tarikat fenadur. ata, hakk'a varabilmek gibidür. alemi ceberut kerbiyyei melaili'lala, dairei 'ışk, makamı cebrail, aklı kamil, ve ademde olan dört alem anları dahı beyanayan idelüm adem, bir şehri azimdür ki nice bin alemler anda mahvolur. ol şehri azimün oniki kapusı vardur. bilmek murad isteyen ehlüne müracaat eylesün. her şeyin miftahı insanı kamildür ve ademün: ve adem cümle eşyanun yirde ve gökde her ne ki muradı var ise cümlesinün güzidesidür ve ayinesidür ve dahı: altı bini dahı insandur ki insana müteallikdür. birü birinden ayrı gayrı degildür. altı bini nebatatdur ki yirlerden biter, adem'ün vücudı, aslında yigirmi sekiz huruf üzre yaradılmuşdur: la cereme mazharı zatu'llah oldı. suretden zuhur eyledi ve hak'un birligüne ol suretle beyan eyledi. ol kelamı hakk'ı hak zahir kıldı ve mahbubı rahman oldı. hazreti hak'dan tanrı taala hazretleründen gayrı eşyanun vücudı hakk taala'nun vücudında mahvolur, heman hak kalur. zira eşya fanidür ve hem baki oldur ki daim kaim oldur. ve alem benüm iledür ve bu alem olmazdan evvel onsekiz bin alem içinde hak celle ve ala kamış içinde şeker, şeker içinde lezzet ve kil içinde ab gibi vaki olmışdur. bilateşbih eğer hakk aradan götürülse bu onsekiz bin alem içinde bir kul kalmazdı mahvolurdu nitekim resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem el mü'minü mir'atül mü'min tanrı'nun adı mü'mindür. ademün adı dahı mü'min ve mü'minedür, nailesi olmışdur. bu hadisi şerif'ün hayli manası vardur. ve zat bakidür ve gerçi zat sıfat ile görinür. ve dahı bunı beyan idelüm ki haliki alem bu manada hayrandur. elbette kendi bildügiyle rast gelmez. ta ki kendünün hakikatundan haberdar ola ve her ne ki vardur ademde vardur. kavlehü taala: ve pes imdi cemi eşyanun hakikati alemi ademdür. ve anun ne evvelinün evveli var ve ne ahirinün ahiri var buyurdı. külliyen evvelün ve ahirün' eşya ve mahlukat ins cin cümleye peygamber oldı ve cümle mahlukat ve mevcudat bu hayra rızası oldukda anun kullugun emrini işlemek kabul eylediler ve anlara külliyen, hayat virdi. hak resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem bizüm oldı ve burada guft gu çokdur. bu mana ile gizlü karhaneyi düzen kendüni içinde gizledi. cümle eşya talib ve ragıb olur. ol dem ki adem aleyhisselam ketmi ademden sahrayı vücuda geldi ve bu karhaneyi gördi. gitdikçe derdi ziyade oldı ve ba'dehu yüz yigirmi dört bin peygamberan geldiler ve kendilere her biri mümkün oldukça haber virdiler ve bu karhane sahibinün ismin bilmek babında cidd cehd eylediler. temyizde ve teşhisde bir şeye kanaat bulamadılar ve bir şey'e mevkuf olmadılar. ta kim hatemü'lenbiya muhammed mustafa salallahu aleyhi veselem geldi ve bu karhanenün aslını ve fer'ini beyan eyledi ve mu'cizkelam ile şöyle eşyayı külliye hayat buldı. siva ile işaret buyurdı ki eya hak kanda ola? ve gökde olan mahluk yire nazar iderler aşagıda mı ola? va'llahu bikülli şey'in muhitan ve bu ma'nayı beyan ideyüm: çünki nişan dahı eşya içünde bulundı. lakin özin bilmez ve insanı kamile ilişmiş degüldür ki gözin aça, özin görebile. sultan iken kul ve yohsul gezer. amma adem vardur ki adem suretinde gezer. andan kendü hakikatini bilmek gerek. zira kendüsin bilen arasında ve bilmeyen arasında fark çokdur. yabanda dahı hasıl olan noktada mevcuddur. her mekanlar anundur ve her gönül anundur ve sıfat ve hem alem anundur. hem şekiller ve hem varlık anundur. : ve insanı kamil benüm mürşidüm dimek ile mürşidi olmaz. bizzat hak virmeyince. zira ki adem hakiki kainatun defteridür. bu manaları malum idünüb bilmege belli ki er gerekdür. zira hakk sade bir şey ile bilinmez ve bulunmaz. her bir şey ve her bir eşyayı ve her bir dolu işler ile bilmeyüb ve isbat eylemek gerek. gel imdi kaygusuz abdal berü küfr iman didükleri nasıl şeydür: küfr gizlemek, iman bir şeyi ikrar eylemek. mü'minün kalbi allah'un arşı ve hazinesidür ve cemalu'llah'dur ve bakisin kalbi, hakkı inkar ider. ela inne evliyau'llahi la havfün aleyhim velehüm yahzenun öyle olınca hiçbir şeyden faide okumam ve hiçbir şeyden keyf eylemem. ancak allah'ü azimü'şşan ki balada zikrolundı. ol tanrı'dan gayrıya meyl virmem, zira bu manada dahı tanrı bir degüldür. resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurdı ki: imdi bilmeyen kendüsinden, bilen dahı kendüsinden degüldür. mesela bir tıflı mektebe vireler elif diyü okur. elif bilür, ne didigüni bilmez bu gibidür. hak taala buyurur: küllü maksudin mağbudun. bir kişinün maksudı ne ise ma'budı dahı oldur dimek olur. gözin aç özin bakgör heman kul mısun, sultan mısun, geda mısun, şah mısun? adem suretinde olub hayvan gezme. kendüsin bir mürşide vir. var ise nasibun alursun anı bulursun. kavlehu taala: men arefe nefsehu fekad arefe rabbehü. ve şeş ciheti gördi ki kendünün gölgesi gibidür ve ol dem bildügi öz bahri muhitdür. ve burada kişiye hidayeti hak kavi gerekdür. ve girü bu alemün sıfatına onsekiz bin alem insana müteallikdür. ve yine resu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur: altı bini nebatata müteallikdür. bu tertib özde kurulmışdur. eleman burada layık olan budur ki bu eserleri görüb müfessirine şükr zikr ta'at ibadet oluna. gel gör ki aferiden gayri bir ferde dilimizden elimizden ve fi'limizden fikr olunmaya. evvel kalben ulu mü'min ve muvahhid olurlar. yohsa dilümüzden mü'min ve muvahhid geçinüb yine dilümüz ve elümüz ile mahlukı rencide iderüz. zira ki mahluk sıfatı hak'dur. hayr şer fark ola, eşyayı mahluk halik'den ayrı degüldür. nitekim muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: allahümma yessirli zira eşya yir gök mahsulidür ve eşya cesedler tılsımıdur, alem zatı hak anlarun ruhıdur. bir cesedden allahümme erina hakikate'l eşyai kema hiye hakkuha yani eşyayı hakikat benem kim taleb itmek her şeye gerek olur. ve sağında olan mürid makbuldür. ve bunlarun cümlesi bin üç yüz elli neferdür. gice gündüz yigirmi dört saat kutbı alem daima bu onsekiz bin aleme nazar eyler her ne ki hayr şerri, faide ve zarari zuhur eyler ise görürler. sag yanunda olan mürid makbul haber virür ve sol yanunda olan halifeye haber virür. alemi, nizam üzre tutarlar. ve ol kutbu'laktabun bu on sekiz bin alemler ve yidi deryayı ve cemi semavat ve arz yanunda bir fafuri tabaka gibidür. zira hak ile alemi anun feyzine teslim idüb kutbu'l alem nazarıdur ve her biri perverdigar'un emri her adem ki fevt olur ruh ervahı aleme gider. cesedi yire defn olur ki anasırı erbaa'dan hasıl olmışdur ve andan hasıl olur ve ateş ile bad ulvidür ve ab ile hak suflidür ve bad dahı oldur ki ulvidür. ruhla kan evvel gider ki yil ile ateşdür ve ruh kan gibidür. kemük çürür hak olur ki et su olur. allah bilür ki ilim anundur. padişahlar alemi iki kısımdur: amma ki batından haberleri yokdur. anlar ki sahibi tasarrufı batinidür. zahiri olan padişahlar ve vezirler ve begler ve agalar gibidür ki zahiren bu memlekete hükm iderler ve bunlardan altun ve gümiş vesaire esbabı zahiriyelerdür. sair eşyada bu kabiliyyet bulunmadı. ve hem olmaz. ve hem alemdür. ve vakıa'larına birşey irişmez. ve yine ol seyr herbar anunla kaimdür. belki gördigün dahı bilmez hayvandur, münafıkdur ve mel'undur. bu ayeti kerime mütevafıkınca kavlehu taala: bismi'llahirrahmani'rrahim ya davud inna cealna ke halifeten fi'lardı bu manayı beyan idelüm. zira zahirde ve batında yirde ve gökde ademden eşref vücud yokdur. halifesi ademdür. hak taala hazretleri davud'a emr eyledi kim: ya davud: üla ike ke'len ami bel hüm edallü. bu alemde niceleri vurdur ki suretleri insan, veli siretleri hayvanlardan azılıdur. bunlarun hakikat hallerini hak'dan gayri kimse bilmez. mana virür, böyle beyan ider ve söz dahı çok olur, bu mahalde gerçi söz çokdur. hak ademe buyurur. ve adem anlara her dem nazar olmışdur. teslimiyyet mürşidi kamil'e kuvvet ve talibe ışk, zahide cennet ve cahile takva ve akile sabr, yigide selamet, mü'mine rahmet, aşıka vird ve yare cefa ve derde deva ve güle hoş renk, bülbüle feryad, bu cümle takdir ezeli takdir olub herkese recü'ltaksim olınmuştur. zira bu karhaneyi bünyad eyledi. ta adem gelince umurı insaniyyeti tefviz eyledi. nitekim resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurur: zilhice. temmetü vücudnamei kaygusuz abdal kaddese sırrahu'laziz. pes imdi hakk olan nazenin ömrin aklı ma'aş ile geçürmez, aklı me'ad ehline kendüsün layık eyleyüb ehli diller sohbetine dahil olur, habercilerden haber ala. abı hayat sözlerün can dilden anlaya bilmedügi işitmedügi sırrı ilahiyi işide ve ma'rifetullah gönlin ruşen eyleye yoksa aklı ma'aş tasavvuratiyle anladum ve bildüm diyü gönlüne teselli virüb heman heman hak taala'nun karhanesine hayvan geldi ve hayvan gitdi ve hayvan oldı. nitekim farisi dimişdür ferni zeyd ferni merd. anunçün anlara dünya ve ahiret haramdur. zira kim her ne yaradılmış vardur ay ve güneş yıldızlar ve nebatat çerinde perinde iy talibi esrarı ilahi gel ve agah olgıl ki bu ilme ilmi ledünnii ilahi ve ilmi rabbani dirler. zira kim ol mukaddem sadrı tarikat ve ol rehnümayi rahı hakikat ve ol mürşidiale'lıtlak ve ol kutb bi'l istihkak ya'ni sultanü'larifin fazlı hak kaddesallahu sırruhu'lazizün mübarek nutkından sadır olan kudret kelamıdur. ta kim taklid zulimatından ve kendünün cehaletinden halas ola. subhı kıyametden durıcak, kabrinden kalkınca yüzi ak ve gam gussası yok şad handan ola. kale resulu'llah pes imdi hak taalanun esrar ve envarından mahrum oldı. hezihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesallah'u sırruhu'l aziz: ahir zamanda horasan canibinden isasıfatlu bir kimse zuhur ide. siz ol alemden yana gidün. zira ol vakt yir yüzini mehdinün leşkeri tutar adl adalet zuhur idüb zulm def olur. ol zaman ona inanub tasdik idenler ehli cennet fırkasundan olur didi. zira ki hazreti resul sallallahu aleyhi vesellem ümmetine nice ki mehdi haberin virdi. musa aleyhisselam, isa haberin kavmine virdi ki bir nice zamandan sonra bir pakize kızoglan doga, kızun adı meryem, oglanun adı isa ola didi. ol kavm güft guya başladılar. bu kez isa'ya peygamberlik geldi, kavmine eyitti ki musa size haber virdügi oğlan benem didi kavmin bir fırkası inanmayıb eyitdiler. pes imdi yusuf'un hüsn cemalinde taban olan iki cihan güneşi ahmed'ün cemalinden taban olan nurı ilahidür ki ay ve güneş yusuf'a secde eyledi. ve'lhasıl yusuf'un ve adem'ün ve serveri enbiya ahmed'ün cemallerinde taban olan ol nurı ilahidür ki ezelde nakkaşı ezel desti kudretiyle yazmış idi. kavlehu taala: musa haber virdügi oğlan bu denlü degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. bu kez isa sallallahu aleyhi dahı kavmine eyitdi ki pes imdi her kişi kim ol cemale özin teslim itdi. tahkik bilün ki, ol kişi hakkıyla ülfet ve muhabbet buldı. zihi devlet ana kim yusuf cemali gibi bir cemale irişe. levla en rae bürhane rabbihi ya'ni rabbı'nun bürhanı ol cemalde gösterilmeseydi kimse aşık olmaz idi. bir nice zamandan sonra beni haşim kavminden ahirzaman peygamberi gelse gerekdür. bir nice inni raeytü ahade aşare kevkeben veşşemse ve'lkamere raeytühüm lisacidin. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur ki: isa aleyhi'sselam dünyadan gitdi. peygamberlik geldükden sonra ol kavme eyitdi ki isa haber virdügi muhammed benem, ısa gökden inüb benüm kıbleme namaz kılsa gerekdür ve benüm alemüm getürüp ahir zamanda mehdii sahibi zaman olsa gerek didi. ol kavm iki fırka oldı bir fırkası budur didiler. ol vakt kim mehdi dahi zuhur olanda ol zamanun halkı ana inanmayıb peygamber haber virdügi mehdi'ye sahibi zaman bu degül gelse gerek diyü halk fırka fırka olalar didi. eliyazübillah anlarun hakkında peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyurmuşdur ol menarei ag ki isa aleyhisselam andan iner didükleri ademün vücudından kinayetdür. ol dahı ademün vücudından kinayetdür ve beytü'lma'mur ve beytü'latik didükleri dahı ademün vücudından kinayetdür ve cibril dahı akıldan kinayetdür. amma ol akl ki hakkı batıldan fark ide, ana aklı ma'ad dirler yohsa ol aklı tahkik bilün ki ol mehdii sahibi zamandur ve livaü'lhamd ki benüm alemümdür. ol kişinün vücudında zahir ola gerekdür ve hakikat manasun ol kişi dürüst virse gerekdür. ol alemi ki getüre. cevr zulm ademden ve hayvandan götürülür. peygamber sallallahu aleyhi vessellem devri ahirde bir sahibi zaman zuhur ider didügi budur kim ol vakt bir kişi gele kara yigirmi sekiz harf ve otuz iki kelimei ilahi ve ol kişi kendi vücudunda ve cümle kainatda beyan ki eyledi. ya'ni benüm ümmetüm yitmiş üç fırka ola yitmiş ikisi ehli cehennem ola bir fırkası ehli cennet ola. mehdi'nün leşkeri ola. ve'tturi ve kitabin mesturin fi rakkın menşurin ve'lbeyti'lma'muri buyurdı. anunçün kim encumi eflak afıtab mahitab insan eğer hayvan eşcar enhar ve hububat mecmu yaradılmış adem'ün ve muhammed'ün cemalindeki kelimei ilahinün narından ruşendürler. gice ve gündüz cünbiş ve hareket itdükleri budur ki ol cemallerde kelimei ilahinün nurına irişeler. eger bir kimse vechi adem'i pes imdi her adem suretinde olana adem dimezler. yüz yigirmi dört bin enbiya'ullah ki mecmu'a adem'ün ve muhammed'ün cemaline irişmege kulak tutub göz açmışlardı, irişdiler. zira adem'ün ve muhammed'ün vechinde kelimei ilahi mestur ve menşur idi kavlehu taala: zira her sözi dimek olmaz. mecmu yaradılmışun padişahıdur. amma bu söz her adem hakkında degül zira kavlehu taala: elaklü nurun fi'lkalbi yüferrigu beyne'lhakkı ve'lbatılı, ya'ni kalbinde bir nurdur ki hakkı batıldan fark eyleye ve dahı üç kadeh kim mirac gicesi cibril peygamber'e sundı peygamber birin içdi didükleri ol sudur ki adem eger hayvan anunla vücuda geldi. bu söz ol adem hakkındadur ki özi hazinedardır. pes imdi ol adem hakkındadur ki özin bildi ve hakk'ı öz şehrinde buldı min oldı. men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu kavlehu taala huligatü'linsanu ala sureti'rrahman buyurdu. ya'ni benüm salih kullarum yiri miras yir dimekden murad budur ki yirde gökde olan sırru'llah ve ma'rifetu'llahı bile ve anlıya andan salih ve mütteki olub miras yir. yani enbiyau'llah ve evliyau'llah zümresine dahil olur dimekdür. yohsa şemle ve hırka ve tesbih ve kemer ile salih olub miras yimez. bu kez ol vücuda beytu'llah didiler. ol nüridü en nehlüga insenen bişeklina ve hey etina li yekune sultanen lituyuri'lheva ve hıytani'lbahri ve külli rabbi ve vech mina'llahi zilli ila'llahi fi'lulviyatı ve'ltüfliyyatı muhtelifet ademe ve allemtühü yani hak taala eyitdi. diledüm ki bir insan halk idem öz şeklümüz üzere ta kim sultan ola. havada uçan kuşlara ve denizdeki balıklara ve her nesne ki canlu ola ta ezelden ebede varınca yukaruda ve aşagıda cümlesine sultan olub hükm eyleye, andan sonra adem'i yaratdum ve esmayı külliyi adem'e bildürdüm. kavlehu taala: elulamai verasetü'lenbiya. zira mecmu esrarı ilahiyyeye muttali olmışlardur. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: inni ca'ilün fi'lardı halifeten. halife buyurdı, her kim halifei ilahi adem'ün ve muhammed'ün vechinde bildiyse ademün oglı olub babasından miras yidi yohsa bilmediyse bin yıl cidd cehd eylese ogul babadan miras yimedi. hak sübhanehü ve taala tevrat kitabındaenbiya suresi, ayet. anlarun mübarek vücudları medine'dür. bilmedüler ki kaf didügindc adem'ün ve kendünün mübarek vücudları idi. bu remzi gine güruhı naci anlar. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: bir bazar var hüsn cemal satılur. ol hüsninde kelimei ilahi görür. la yedhulu elmedinete deccalün egverüleha yevme izin sebatü ebvabin ala külli babın melekanı. medine'nün ol günde yidi kapusı ola. ya'ni kıyamet güni anlarun yüzi ensesine dönüb bir gözlü ola. yani bir kimesne aşık ola ışkı gizlese ol ışk içinde ölse şehid olur. anunçün peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı: nisa suresi, ayet. darekutni, sabit değil buhari, sahih bir vechi yoktur tirmizi münkerdir habibü'l bağdadi ibn main'in aslı yok, yalan dediği zikredilmiştir, ibnü'l cevzi bunu mevzuatında zikretmiştir. tafsilat için bakınız el acluni, hadis nu. girçi sa'ir ümmetler de irişdi lakin kema hüve hak'dan bilmediler, heman kendü tasavvuratlarıyla bildük ve anladuk didiler. bu şehrün kavmi cümle agma idiler. fili görmegi arzu idüb aralarından bir nice akılları gönderdiler ki bunlara filün haberin getüreler. ve'lhasıl filün yanına geldiler. birin elin uzatdı eli filün hortumına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün kulagına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün arkasına tokındı. fil didükleri heman çomak gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi: fil didükleri tahta gibi bir nesne imiş diyü her biri kavmini bir nice deliller ile inandurdı. dirler ki meger bizüm akıllarumuz yalan mı söylersün kadr bilmezler mi diyü iki fırka oldı. bir fırka inandı ehli tasdik olub havf hatardan emin oldı bir fırka inanmayub ehli tekzib olub mahrum oldı eliyazü billah. ona yapışan ki ilmi evvelin ve ahirin sırrı size feth ola. mecmu enbiya ve evliyanun halinden ve sırrından haberdar olasın. zinhar adem'ün ve muhammed'ün vechinden hattı ilahiyi inkar itmenüz kim şeytan gibi merdud olub hak'dan dur olmayasız. bu ümmet hakkındadur ki adem'ün ve muhammed'ün cemalinde kelimei ilahi okıdı ve inandı. ol vasatı ümmetden oldı. vasatı ümmet'den murad budur ki kabe dünyanun ortasıdur. pes imdi iy talibi hak bihicab ve biperde fazlı hak güruhına karışub hable'lmetin'i ki, ali imran suresi, ayet. ademün vücudıdur makamı ibrahim dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol vücudlara inanub dahil olan emin olur. her kim adem'i ve muhammed'i bir cemal bilmediyse nuh tufanundan helak olub imansuz gider dir ve dahi nuh'un gemisi ki otuz iki pare tahtadur dirler. ol dahı adem'ün vücudından kinayetdür. peygamber sallallalu aleyhi vesellem, men mate velem yağrif imame zamanihi fekad mate cahiliyyehu ya'ni bir kimse ölse ve kendi zamanınun imamını bilmese ölen de cahil olur didügi anlardur ki yitmiş üç fırka imiş. yitmiş ikisi kendü zamanlarınun imamını bellü bilmeyüb ölende cahil oldı. ol bir fırka kendü zamanlarınun imanun bilüb güruhı naci'den oldı. ya'ni kıyamet güni de dükeli nası imamıyla da'vet iderüz didi. ziraali imran, ayet: doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, mekke'de dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren kabe'dir. daha adem yaratılmadan önce ben nebi idim tarzıyla mevcuttur. bu hadis için bakınız: muhammed bin esseyid, elmakasıdu'lhasene, kahire hadis nu. bilmedüklerinden halkı dahı azdururlar. bir gün ashab hazreti ali'den radıyallahu anhu sual itdiler ki peygamber sallallahu aleyhi vesellem şeri'ati beyan eyledi neden hakikati beyan itmedi didiler. hazreti ali eyitti: peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmışdur ki büistü libeyani'şşariati la libeyani'lhakikati didi. anunçün ki ahir zaman kavmi gayet dünyadar olalar dahı ba'zınun sadakati olmaya sözleri fiillerine uymayıb iki dillü ola. küllühüm finnar anlarun şanına dimişdür. zira ki hudaşinas olmaga layık degüllerdür. ya'ni ashabı meymene anlardur ki kendü zamanınun imamın bildiler kıyametde kitablarını sag ellerine virildi. kitabları dahı yüzleri ag oldı. arşun solında turdılar kitabları dahı sol ellerine virildi. zira dünyada şeytan gibi bildügine musir olub sırru'llah ve ma'rifetu'llah da vakıf olmadılar. taklid zulumatında kalub zalümen cehule oldılar, anlar kelimei ilahiyye ve hakikata sadakat idüb hudaşinas olur ve hazreti resul'un mübarek vücudına ilmün şehri ve ali kapusıdur didügi yine anlar bilür ki andan murad ne idi ve bir dahı buyurdı ki ene ve aliyyün min nurin vahidin kable en yuhliga ademü be erbeati aşere elfi amin ya'ni ben ve ali bir nur idük. on dört bin yıl adem'ünaraf suresi, ayet: her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler ne yazık solculara. ve ashabu'l meş'emeti ma ashabu'l meş'emeh. anlarun gönülleri ilmi rabbani ve ma'rifeti ilahi ile pürnur olmışdur ki anlar nefsün hakk'a virüb hakdan alurlar. yahya bin ammar , abdullah ibn ensari'nün üstadı idi. hazreti ali radiyallahu anhu ekser mübarek ağzında bir nice daş dutardı kim samit ola dirler. bir gün yine ehli dilden bilişi haki ki ulemai izamdan idi ve müfessirin idi. bir name yazub gönderdi ki yahya bin ammar dahı ana yazdı ki evvela: men arefe nefsehu. bir gün yahya bin ammar'dan kaddesa'llahu sırrahu'laziz sual itdiler ki talib hakk'a ne vech ile irişür didiler. buyurdı ki iy hasan, pehlevanlık oldur ki bir nefesde ezelün ve ebedün denizlerün dahı hel men mezid diyü çagıra didi. haletü'nnez'de hatunı eyitdi: ben eyitdüm. benden sual itdüler ki iy melekler! bu cevabı benden sormagıla ne menüm ne sizün işinüz biter didüm. eyitdiler ki: yahya eyitdi: ben eyütdüm ki: b ilahi hudavendi kerim, padişahı alem sultanü'lkadimü'rrahim ve kudretün kabzında cümle calem aciz, sergerdan hikmetün babında cakiller hayran rahmetün denizünde külli ka'inat gark lutfun kemalinde kem yok, sana sıgınan miskine inayet senden. edeb ehlidür gözedür yolını kimisi anladı kendü halini hakk tebareke ve tacala celle celalehu ve cammehu bu bargahı cazimi ki bunda düzdi. yedi tabaka yukarı köşki, yedi tabaka aşaga ziri zemin eyledi. her bir yana ki baksan sadhezaran dürlü nakş hayal görinür. bu sarayın dahı hali çokdur. hocası milkine şerik olan kişilerün şerrinden saklasun allah cümle aşıkları, amin ya rabbü'lalemin. her birisine durdugı düşi perde oldı. bu mahlukat bu hali iclam kıldılar. ıssı oldur kim tacate meşgul oldı, perhiz eyledi. ıssı oldur kim şöyle ki kendüye nice hoş geldi ise öyle eyledi. külli tertibini areste kıldı. yaratdugı mahlukat ki geldi bu sarayı gördi, yukarı ve aşağı tabakalara toldılar, sıgdılar, yerlü yerine ilişdiler durdılar, her birisi durdugı yire ısındı, benüm didi. bu sarayda her birinün ki imdi iy kend'özini insan bilen kamiller, bu sarayda allah'un kudreti çok, hikmeti binihayet. eger şöyle ki özinün ise emin ola. bilen katunda pes insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur ki her işün önin, sonun sına işleye. hakk tebareke ve te'ala insana bunca dürlü keramet virdi ki yirdeki, gökdeki nesneyi halka bildirdi ki cadem halifedir. yare, yoldaşa, konşuya emin ola, ulu'lemre casi olmaya, hakk'dan ümidin kesmiye. menzile yolıyla vara, yolı erkanıyla vara, cahillere cilmile söyleye, carifler katında sakin ola. vallahu alembi'ssevab pes cadem halife oldugunun nişanı budur ki, hakk'dan korka, peygamberden utana, evliyalara ikrar eyleme. gayri hakk işlerden perhiz eyleye, bakışın ibretle tanrı hasları ibadet kıldıgı yir budur. bugün bunda işün temiz kılan kişi kurtulmuşlardan oldı. hakk tebareke ve ta'ala insana şol kadar keramet virdi kim gök ehli sücud kıldı. pes halifelik mertebesi üzerine hilcat oldı, yirdeki gökdeki halk cümle ana mutic olsa aceb olmaya. zira kim insan bu sarayda cümle halk özine malikdür. hikmeti cümle halkun üzerine revan olur, cümle halk andan ictiraz ider. pes bu cadem bunda cümle halk üzerine ihtiyardur imdi bu saray cemc yiridür. sultanun sultanlugı, kulun kullugu bunda ma'lum oluna gerek. hakk tebareke ve ta'ata bu sarayı bünyad eyledi. allah'a ibadet ideler, hakk'un ululugu ve kulun kullugu burada maclum ola. ne ki gönli dilerse anı ide. zira ki sultan bu sarayı kullarına ibadet idecek yer eylemişdür. hakk'un hikmetine bakdı, ta'ata meşgul oldı. gel imdi iy saliki rahrev fikr eyle gör ki bu sarayda kankı bölükdensin, her amel ki işleyesin ana göre ola. gör ki bu sarayda bu kervanserayda şerikligün ne? yalınuz senün içün olmadı, cümle mahlukatun mekanıdur. her bir kişinün bunda lacerem bir işi var, bir düşi var. hakk tebareke ve ta'ala cümle mahlukatı ki yaratdı, cümlesinün mekanı bunda olur. bunda gelen halk anda dahı varmak gerekdür. bunda ne itdüyse cavazın ol sarayda bulmak gerekdür. pes insan oldur ki sadıku'kavl ola, peygamberin sözine inana, hakk'a muti' ola. hakk tebareke ve ta'ala bu kainatı vücuda getürdi. vücuda getürileden beri muhammed mustafa gibi insanı kamil gelmedi. hakk tebareke ve ta'alaya mi'raciye okudı. yirde gökde cümle halka muhammed mustafa'yı baş eyledi. pes cümle halka delil oldı kim hakk'a ibadet eyleye. allah'dan korka, peygamber'den utana, gayri hakk iş işlemez, yüzi sulu olur, ta'atı temiz olur, ikrarı halis olur, gönli alçak olur, tekebbür olmaz, zira ki tekebbürlük şeytani ameldür. eger şöyle ki kul ise buyrulan kullugu yerine getüre, sultansa milk kendünündür, emin ola. pes adem dimekden maksud budur ki, işi hayvana benzemeye, her dürlü halün evvelin ahirin sınaya. bu hali bilmegün aslı özini bilmekdür. pes özini bilmegün ma'nası budur ki hakk'ı bilmek olur. yunus'ı denizde balık yutdugı ademsin adem deminden kalma ham bu dem idi hakk'un uzlet itdügi külli varlık cem' olubdur bu deme yusuf un hüsnü ya'kub'un hasreti a cariflerün teferrücidür, hayvanlarun otagıdur. ya'ni özinün hikmetin ayan kılmak içün oldu. gör ne hakk münezzehdür cümle alemde evvela bu sun'a bakup sani'i bilenler evliya ve enbiya oldı. anlar ki evliya enbiya sözine güman eyledi, anlar inkar ehlidür, öz haklarına güman eyledi. gel imdi ibret nazarun aç, bu hikmete bak, gör bu sarayda senün nen var ki sen bu saraya bunca özenürsin. eger şöyle ki şerik olıcak nesnen var ise haris ol, yog ise yolın gözle bu milkin ıssı vardur, sonra utanacak işi işleme, ot olmadan artukdur, bilen katunda bilmek sultanundur bir kişi kul olsa hocasınun milkine hıyanet eylese fene'uzubillah ki anun hali ne ola. külli hal içinde senün elün sana irmez pes sen bu sarayda beyhude laf eylemenin macnası vardur. eger talib isen buyrulan kullugı yerine b getür. gönlün selim olsun aklın alim olsun. zira ki bu saray ibadet yeridür. hakk tebareke ve ta'ala sadhezaran dürlü ibret komış. eger şöyle ki bu ibreti anlayıp, aslın anlamak istersen temyizkar ol, hakk tebareke yaratdıgı halka emin ol, nasibüne şakir ol, kimsenün hakkına tama' kılma. yar yoldaş konşu oldugun kişi senden emin olsun gel imdi ey hakk yoluna sa'y eyleyen sadıklar, ey cışk yolında gözin açan aşıklar, gayrı koya hakk'a müntazır ola namı in kitab dilgüşast der tarihi noh sadi peygamber in kitabra derviş tasnif kerd der vilayeti kastamoni est der zemani emir isfendiyar va'llahu alemu bis'savab. bismi'llahi'rrahmani'rrahim ey aklı kamil bu sözün cevherine bir nazar eyle gör neyi beyan eyler. ol kadimi lemyezel ki bu karhaneyi bünyad eyledi. kaf ile nun içinde tamam kıldı. herşey kendü işüne kail oldu. her bir kişi yine bu babda bir dürlü sıfat söyledi. bunı bilmek gerekdür ki niresindedür ademün niresidür bu nefs dedikleri kim onu bilen tanrıyı bile. anda dahi bu babda bir dürlü akl tarikınca didiler. ta muhammed mustafa geldi, bu halün aslını ferini beyan kıldı, şöyle ki şartdur, karhaneyi düzeni karhane içinde bildürdi allahu bikulli şey'in muhit didi. her ne kim cümle alemde var ise ol şehrde vardur. kapu var ki bu şehrde dayim açıkdur, kapu var kim dayim yapukdur kapu var ki dem açılur, dem yapılur. cümle eşya heman bu halde biribirinün halinden haberi yok. elestu birabbikum deminden ta adem peygamber zamanına değin şöyle kaldı. ol dem ki adem geldi, ol dahi bu adem peygamber zamanından ta muhammed mustafa zamanına değin her peygamber ki geldi her birisi bir dürlü fikr eyledi, bu karhaneyi düzeni istemek babında temyiz kılmadılar. ol sebebden cümle eşya biribirinden sorar ki bu karhaneyi düzen nerede ola der, cümlesi bu hal içinde sergerdan kaldı. anlar dahi muhtar ilminden delil aldılar ahirü'lemr didiler ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. türk dilince dimek olur ki karhaneyi gördi, yukarı bakdı gök ırak, aşağı bakdı yerün nihayeti yok. ol dahi kendü işüne meşgul oldı. derviş dahi nefsini bilen tanrı'yı bilür dimekdür. hakk kabul idenündür, ikrah idenün degildür. hak nurdur bikülli nurdan tecellidür. bu eşya birbirinin ayinesidür hak zatdur, eşya sıfatdur, suret ile malum olur. zat sıfat, sureti hakikatde bir vücuddur. her kim bu hattı okudı, bu hazinedeki gencden haberdar oldı, bildi kim evvel ahir vücuda geldi veli, sen hakk'ı görmek istersen özün gör. hakk'ı eşyadan ayru gayru yerde istemek bir babdur. eşya içinde istemek, bir bab dahi var şöyle ki eşyadan ayru isterse yol uzakdur, menzil ırak, payanu belürmez, eğer eşya içinde ister olsa delil ademdür. biri bu ki hakkdan gayri hayaller ki vücud içinde endişe olur, ana nefs dirler bu ikincisi de nesnenün tayini kangısıdur? bu muhaddis nesne kadimi bilmeğe delil nice ola. her cihetine nazar eylesek bir ayruksı sıfat görinür. ey talibi hakk sen bu temyizi bilmek dilersen, muhammed mustafa aleyhis'selam didi ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu. pes nefsini bilmek ol degül ki maişet maslahatı ola her eşya ki var cihanda, cümlesi bundan haberdardur. onlar da. bir kişi çün ademden ademi fark eyledi, ademin aslını ferini bildi. adem cümle şeyin özine, malik idügün bildi. halik sıfatı mücerred özüni bilmekdür. her cihetine ki bakdı gördi ki şeş cihet kendünün gölgesidür. gönlü emin oldı, burayı mekan idindi. zatından ışk mevci kopdı, başladı bu sözi dir ki hayvandur, adem var ki özüni bildi sultandur. evvel bir bu kim ademden ademi fark eylemekdür. bir dahi bu kim eşyalarun birisi dahi ademdür. veli bu adem cümle şeyin özine malikdür. eğer bilmediyse heman eşyalarun birisi dahı oldur, pes özüni bilen bilmez arası fark oldı, pes ademi ademden fark eylemek bir babdur. nice haldür kemal noksan dimeklik talib matlub şakird üstad dimeklik bu pergalden bari biten hasıl ne vücud nedür neymiş can dimeklik nedür menzil ne imiş yol delil ne ne maksuddur bu hakbatıl dimekden ayan ne vardı kim pinhan dimek ne muti dimek ne dimekdür asi ne dahi söyleyeyin mi dir. dahi söyle dir didi. padişahı alem bunları teferrüce gönderdiydi. zindan suretlü kişiler kodı. oturan herifler muhammed mustafa gibi ısa gibi ibrahim gibi bunlar cem olmuşlar bir arada sohbet iderler dir. bir hamle ki oldı. başladı bu şiri bünyad eyledi, dir ki: padişahdan dilek oldı, padişahdan dilek diledük dir. bu düzülen pergali teferrüc eyleyesüz didük dir. giydük dir bu milke seyrana geldük dir, irüşdük dir. bu yir gögi bu nakş pergali gördik dir. yoldaşlarumuz her birisi bir nesneye meşgul oldı dahi bu adem kisvetin giymedin can idin didi dir. sultan vücudunda bir idük didi dir. nagah gördün bu yir gök bu kevkebi seyyar bu nakş pergal tamam oldı dir. padişahı alem bu pergalün içinde sır oldı. pergal cünbüşe geldi, her şekl suret bir ayruksı şubede görsetdi dir. kimisi dahi anı bunı duymadı, gönlü diledügine dolaşdı. kimisi dahi sonın sandı edeb bekledi. ol ki sonın sanmadı tolaşdı. bu kez derviş başundan geçen hikayeti şöyle eyitdi ki biz geldik ol hikayete ki ol derviş söyledi rivayet ider. bir hikayet öyleyivirsen bize didi dir. derviş eyitdi, dir: kimisi dahi didi kim bu meclis içinde oturanlar dervişi dinlediler gördüler ki kuş dilin söyler. yogın yumrı bildügümce eyideyin didi' dir. derviş başladı didi kim bu meclis içinde bir kişi durıgeldi, eydür ki derviş düşün mi söylersin' dir. söyledügüm dir sözleri muhalif oldı. derviş bu şiiri bünyad eyledi, başladı dir ki: bu cihan bir kubbe misali bir yerdür. ay güneş kandillere benzer erte gece bellüdür. bu evde nakş hayal çok, talib eğer bu hayalleri görüp ardunca varırsa matlubdan ayrı düşer. pes ışk eri oldur ki aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tamalık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendü vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yer gibi sakin ola, od gibi çigi pişirici ola, su gibi dayima bir yola vara, yel gibi her yeri seyran ide. ol sıfatlu kişi de vardur bu dünyada, cahiller zahmetdedür, hasudlar illetdedür, münkirler zulmetdedür. su aşağı akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar, gök dayima döner, yer dayima b durur. nakş hayal şubede gösterür. zihi devran bu devran, zihi meydan bu meydan, başlar top, eller çevgan, canın sakınan bu meydana girmez, ibret ile bakmıyan bu hikmeti görmez, itikadı saf olmıyan bu menzile irmez. bir bab dahi temizlik budur ki pes ey müştaku aşık güneşden zerreye değin, ummandan katreye değin hisabile düzülmiş nesnedür. heman bu hakk'un karhanesi içinde idraki yokdur nesneye irüşür. temiz gerek, temizlik hakk'ı hazır görmekdür. gayri hak'dan perhiz eylemekdür, ibretile bakmakdur, kudretini görmekdür, hikmetle söylemekdür. amma vücud aslı yemekdendür, a yemeğin aslı nebatatlardandur, nebatatların aslı yerdendür. hakk batıl, murdar mükemmel noksan kemalı hayz nifası gusl cenabet bunları fark eylemekdür. bir bab dahi budur kim, lailahe illa'llah dimek nefyi isbatdır. anınçün ki taatun icabatı temizlikdedir. oğlanlık yel gibi, yiğitlik sel gibi, pirlik üstünleri eskimiş dama benzer. manisiz söz dava eylemek, kirişi üzülmüş yaya benzer. bunları bilmegün aslı özüni bilmekdür. bu sizden istenecekdür dir. bu halde giriftar olduk kalduk. bu saray içinde uşte kulluk halinde işimüz bu peygamber sözin dahi işüdmedük. her bir kişi bir işe meşgul oldığı iş hakkıla kendü arasında perde oldı. bu sözleri işüdür işütmeze ururuz. ademden gayri kimse yok ki, bunı işlemen diye. bu hal içinde iken peygamberün getürdügi imdi iy talibi hakk, hak ile senün arandagı hicab budır, eğer şöyle kim hakk'a irişmek istersen bu hicabdan geç, yine asluna dön, hakk ile biliş, korkusuz gez, hem emin ol, ömrüni nice bu hayalde sarf eylersin. tanrı bendeleri bu mülke gelmekten maksad tanrı'ya kulluk itmek içündür. yir gördük üleşdük, ekin, tarla, bag bustan eyledük. ahirü'emr haber geldi tama kişiyi hor eyler, tekebbürlük izzetin yeyni eyler, taate sed olmak şevk azluğundandır. durup yola varanun eteğin tut. ayb görürsen ört, mecruh miskinlere gülme. allah'a ulu'lemre, ululara, asi olma alimlere muhalefet itme. cahillere baş koşma, eğer insan isen bu sözleri fehm eyle. pes ey talibi hakk eğer bu kavli dutarsan ki her nesne kişiye kendüden kendüyedür. eğer senden sana ise ibadetün temiz eyle. zira ki aziz olmagun aslı ibadetünü temiz eylemekdendür. zira ki muhammed mustafaa dir ki men kane maallahi kanel'llahu maahu demek olu oluyor ki, kim tanrı'yla ise tanrı dahi anun iledür, imdi ey talib sen özüne bürün ki, fikr eyle kim, hakk ile olmak yeg olsa maksud sen hakk ile bilesün, hakk senün ile bile idügün bilmekdür. sen kendü özindeki mertebeyi bilesün. dahi mürşidi kamil gerek, talibi akıl gerek dahi mülazemet gerek dahı hakk'ı bilmek, dünya ve ahireti fikr idenlerün degüldür, zira kim dünya ehli katında mertebedür, ahiret dahi mertebedür. adem yaradılalıdan beri ta bu deme değin a ol sıfatlu adem gelmedi. pes ey talib sen kendü halüne bürün, akluna bak, ilmüni gör, taat ne kıldun anı gör, merteben dahi ol kadar bil. bir kişinün aklı ola, ilmi ola, taatı ola, terakki, tenezzül bu üç nesnenün üzerinedür. aceb degül olmayan kimesne dahi gafil olsa ol dahi aceb degül. bir bab dahi budur kim her nesneden kişiye kendüden kendüyedür. hayr eğer şer, zira ki hayr işlese hayır bilür, şer işlese şer bilür. bu menzile, dilersen yol varanun izine düş, azma. pes ey talib olanlar, hakk'ı istemeğe mustafa yoluna gelenler ibadetini temiz kılup hakk'a layık kılanlar, gönül pasını tevhid birle silenler ve temiz kılanlar. hakk'ı kendi vücudunda bulanlar, bu şevk ile hayran olanlar, hakk cümle alemi zatı birle kablayup durur, görünmez, yirde degüldür. zira kim bir kişi bir nesneyi istese, bulsa faidesi yokdur, zira ki hak kemaldür, noksan değildür. bir kimse gerek kim bu kisveti giye, bu kisvet cünbüşine gele, yoksa camiddür. pes özini bilen bilmeyen buradadur ki özini bilmek bu degül ki özüni vücud bile, vücud can ile diridür. hayye'ıkayyum allah'dur. her işi takdir işler ile olsa kendü aradan gitmekdür. biz dillerden türki dilin bilürüz, gün dogıcak irte oldı dirüz, dolınacak gice oldı b dirüz. hakk nurdur, cümle alem tecellisidür, aslı hakk'dur, cümle sıfat anun şubedesidür. dahı hırka vücuda murakka, mutassıldur, arası yok, dahi bu hırkadagı vasla dahi, var renk renkdür. zira kim hali hayal dimek insaniyyet pergalidür. her nesne ki göz ile görünür, hakikatdür kerimi zü'lcelal'dur. zerreden güneşe değin, katredan ummana değin hakk dolu, malamaldur. marifeti kavi, hulkı azim, dünya hisabını itmez, ahirete aldanmaz. fikr hayali her lahza, her dem, her saat hakk ile ola. anun kulluğuna er gibi bel bağla, cismüni tarh eyle. gayb aleminden söyleyenler bizim aklumuz buna irüşmez. zira kim biz aşikare bazar iderüz, gözümüz gördüğü nesneyedür, gönlümüzün eminligi. ey arifi kamil bu işaretler ki söylendi ne dimek olur. bilürsin devranun geçmedin yaragun kılursan, kılavuz bulundı, yol göründi eğer yola gelürsen, zihayf eğer gaflet ile dirilüb gafil olursan insaniyyet hikmetine zulm eylemiş olasın kendüzüni bilmemiş olasın bel hum adallu menzilinde kalmış olasın. kamil insanlar bir yere cem olsa bu hayvan tabiat ile sen nolmuş olasın. ey talib, bir bab dahi budur kim hakk'ı bilmek hakk'dan inayet gerek: mürşidi kamil ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak bu dört nesne bir yirde olsa, talibün işi noksan olmaz. evvel mürşidi kamil gerek, ikinci ikrarı sadık gerek, üçüncü kabiliyyeti latif gerek. pes ey talib bu işaretler ki söylendi, bu sıfatlar ki, a ana temessül eyledi. hakikat nazarın eylesen gayrı dahı yok. her nesne kim senün gözüne hub görinür veya zişt'sin, şeysin senün aklun ol kadardur, görmegün dahı bu zaruret senündür. her kaçan ki sen aradan gitsen, hemen hakk kalur. hiç gayri yokdur, senün senligünden artık, zira kim kul ile tanrı arasında hicab olan şey kendüdür. ancak ol sebebden şey'i kendüzüni hakk'dan ayru bir nesne sanur haberi yok, kim kendü vücudıdur, vücudı camiddür, hareket cünbişi yok, hareket cünbiş hakk'ındur. pes ey hakk'un buyruğuna muti olanlar, mustafa kavline sadık olanlar, veliler izini izleyenler, hakk'a irişmiş kişilerün menzilin gözliyenler. hakk cümle alem içinde doludur. her nesne kim sen anı görürsün ki, göz anı gördi, akıller, kainatda her sada kim işidürsin her nakş hayali ki görürsin. lebbeyk ur vallah di. vallahu alem. küllisi allah'a tapar ki allah'un yedi kudretindedür. bir ademün elinde bir haşhaş danesi ne kadar ise cümle yaradılmış eşya hemin ol mikdar ola. senün evünde dogan güneşün tecellisinden cümle alem aydın olmış oldı, cümle eşya uyandı, kendüzüni vahdaniyyet denizünün içinde gark göründi. sen henüz uykudasın istedügün nesne sende. ey bihaber sen niredesin sultan katında genci edebün hazinesi sensin. bir dem mal altun ardunca, bir dem mülk tecemmül ardunca, bir dem mahbubı dilaram ardunca ömrün giçdi. anunçün bir mürebbiden halün sorup nasihat almadun. eğer şöyle kim kendü vücudunda istese bu da kavl'dür ayruk babdur. mürşid dahi özgedür, veyahud biribiründen istese bu dahi kavlidür. pes vacib oldur kim b her şey ve her kişi kendü şehrüne yörene. anun zahmetin çeker. hakk'ı bilmege müştak olanlar, mustafa tarikinde teslimi hakk olanlar, hakk tebareke ve taala, külli kayinatı zatı birle kablayupdur. akil anlar, ahmak tınlar, müştak can ile dinler, cahil döşüne banlar . yola sıdk ile giren menzile irdi. muhammed mustafa didi ki: zira kim gönül hakk'un evidür. bir bab dahi kim gönül hakk'un hazinesidür. külli bu tertib bu remz bu üç nesne kim aslidür. evvel kamil mürşid gerek, ikinci mülazemet gerek, üçünci kabiliyyet gerek. bu altı nesne ki bir yerde ola, allah'dan hidayet irişse aceb degüldür. hakk'dan hidayet irişdi, bakdugın gördi, gördügün bildi. allah'un inayeti demek oldur ki, kişiye bu derecatlar açıla. her fil hareket ki işlersin, ona münasib işle, ta ki hikmete zulm eylemeyesin, işün temiz ola. heman bir mülk, bir sultan, bir meclis, bir saki, bir acaib tınlamak şeyi tasavvuridir. havf reca insan zaruretidür. zira kim, mahluk sıfatunda giriftar olubdur kurtulubilmez ki halik sıfatına irişe. pes iy talib fikr eyle gör ki hakk senden ayru mıdur, eğer şöyle ki ayrı ise iste. bir kişi hakk'ı hazır gördi, gayrı hakk işi işlemez, gözi açık olur, gönli ey cihanda can menziline irişenler, kul iken sultan menziline irişenler, hakk'ı bilen saliklere yar olanlar, bu gaflet uykusundan bidar olanlar. hikmet ile bir nazar eyle gör ki bu cihanda halün nedür, ne işdesün. evvel kendüpes iy talib ademün hali budur, sen fikreyle kim bunlarun kangısınun güruhundansın. filüni dahi anadur, ta kim ibadetün hasılından sana faide irüşe. vallahu alem akıl irmez gehi pinhan gehi faş gehi hüsn olur ademin yüzünde gehi insan ile sıfatı rahman ey kendüzün bilen salikler, ey hakk'ı özinde bulan aşıklar, men arefe nefsehu: babında bir nice keleci söyledim. ışk meydanında kadem irüşdügüm menzillere nişan virdüm. gördüğüm nişanları remz ile söyledüm. arif bilür ki ne direm, armaganum heman budur, dahi ne virem. nice ki her yana bakdum vücudumdan artuk nesne görmedüm. cümle alem bir harf, heman söz muhtasar oldı. ey aşk talibi, insanlık hilatini giydin. her yıl kendini daha insan hava, toprak, ateş ve su'dan ibarettir. biz de eserde bütünlüğü sağlamak amacıyla, b b, b veb varakları arasında yer alanvaraklık farsça metinleri de nüshadaki sırası itibariyle türkçeye çevirerek burada vermeyi uygun bulduk. ancak bu nüshadaki, varaklık dilgüşa'nınvarak'ı farsça, diğer varaklar ise türkçedir. diğer nüshalarda ise bu farsça bölümler bulunmamaktadır. salikler şöyle derler: bak. bütün alem sende kaybolmuş, sen hiçbir işin aslını anlıyamıyorsun. enbiya ve evliyanın işaret ettiği yer senin kalbindir. halde ey talip, gördüğün bu yer, bu gök ve bu yıldızların hepsi hayalden ibarettir. senin müşkülün, senin halinden kaynaklanmaktadır. allah'a ulaşmış herkes evine, makamına ve kendi aslına ulaşmış olup, müşkili hallolmuştur. eğer bu pazarın müşterisiysen, eğer tanrı'yı görmeyi arzuluyorsan, sen kendini var sayma. halde ey talib, eğer bu mertebeye ulaşmayı arzu ediyorsan, su gibi berrak, toprak gibi sabırlı, ateş gibi nurlu, rüzgar gibi hareketli ol. gaflet uykusundan uyan. hikmetten gözünü ayırma. eğer hakkı istiyorsan, işin yolu budur. eğer huma kuşuna bakarsan, onun dışının tüy ve telekten yapılmış olduğunu görürsün ve vücudunun içine nüfuz edemezsin. enbiya ve evliyanın huyunu kendine örnek al. eğer bundan haberdar değilsen, sahra senin için çok geniş, gök çok uzak ve yer uçsuz bucaksız olur. eğer gökle yer arasına bakarsan hayal içinde hayal görürsün. hiç ip üstünde yürüyen bir cambazı emniyette gördün mü? peygamber şöyle ve filan kimse öyle buyurdu diyorsun fakat kendi ilminden haberdar değilsin. eğer bütün bunlardan söz edecek olursam söz uzar gider. sen suyun ortasında susuzluk çekiyorsun. saadet iksiri sende olduğu halde, sen kötü sıfatlarınla ondan faydalanamıyorsun. kendini onun rehberliğine bırak. hikmet denizi ve kudret kaynağıdır. rızk sahipleri rızklarına kavuştular, hilekar hayrette kaldı. bütün taşlar lal ve mücevher oldu cisimlerini unutup gittiler. her şeyin aslı hak'tır, sen mutlaksın artık hiçbir hayal ve tereddüde yer kalmadı. halde eğer böyle ise sana sayı gerekmez. onlar seni günden güne eğitirler. hazreti kul edebilir durumdadır. baştan sona kadar seninle yoldaştır. eğer doğru sözlü mustafa'nın sözü bu ise, yüce, ulu ve nimeti bol olan allah'ın bütün bu kainatı yarattıysa varlık olarak yarattı. görmediğin her nakşı bu alemin dışında sayma. eğer sen kendin gelmişsen bu başka bir haberdir. eğer seni biri bu dünyaya getirmiş ve sen o'nu görmüş olsaydın, sana ne söylerdi ve ne yapardı? ey allah'ın kulu ve mustafa'nınümmeti, hiç halinden haberin var mı? farsça başka bir hikaye ııvelhasıl, yerde gökte ne varsa allah'ın tecelli nurudur. allah'ı tanıyan her aklı kamilin kendinden haberdar olması gerekir. güvenli bir mülke varmış olması gerekir. bu menzile erişen insanın bir adı da mert, bir adı evliya, bir adı da veli olur. eğer hakk'ı görmeseler bile, hakk der ve doğru söylemiş olurlar. nefsini, tama'dan, hava ve hevesten arındır. başka bir şeyle vardır. ey talip, insan yaratıkların en yüksek mertebesinde eşrefi mahlukat' derecesini bulunur. gayesi iyilik olan tevhid ehli her arzuladığını elde eder. eğer bunları öğrenmek istiyorsan, sana bir rehber gerektir. kalbindeki şüpheyi söküp at. tevhid ehli hayal peşinden gitmekten tasarruf eder. tanrı mülkünde o'ndan başka iyilik yapacak birisi yoktur. hepsi bir güneş gibidir. hepsi birdir. ey yol salikleri, ey şah'ın talipleri, ey allah'a itaat edenler, kimin için ibadet ediyorsunuz ve bu zahmetleri niçin çekiyorsunuz. allah ne yaptığınızı biliyor. bunları allah için yapıyorsun. bu böyleyken niçin gafilsin ve bütün gücünü bu dünya için sarfediyorsun? yüce allah kur'anı kerim'de şöyle buyuruyor: cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım. doğruyu yanlıştan ayırt edebilen bir insan olmak istiyorsan perhiz ehli ol ve her işin peşinden koşma. büyüklere hizmet et, küçüklere karşı şefkatli ol. allah'ı kendi vücudundan dışarıda arama. bildiğini yerinde söyle. kaybetmediğin bir şey için isyan etme. eğer dostlarından iyilik bekliyorsan, mütevazi ol, mütevazi ol, mütevazi. söylenen bu sözlerden haberdar ol işaretin rümuzu ancak bu şekilde açıklanır. halde ey talip, gözünün önündeki perde senin hayalindir. eğer bu söze inanmıyorsan, araştır, doğru olduğunu görecek ve hayalden kurtulacaksın. ey talip, senden önceki talipler de kainatın sırrını aradılar ve kendilerinden başka bir şey olmadığını haber verdiler. ben kendimi bildim diyen insan, hakk taala'nın kendinde olduğunu anlamış demektir. ey hakkı talep eden, yoksa sen hayvanlığını mı kaybettin de onu mu arıyorsun? eğer böyle davranışlarını devam ettirirsen, hayvanlığını kaybetmiş onu arıyorsun demektir. belki de duyduğun bir hikayeye göre hareket ediyorsun. eğer durum başkaysa yani başka bir hikaye duyduysan, onu kendi kendine kıyasla ve istediğin şekilde hareket et. halde ey talip, eğer sen hakk'ın peşindeysen, onun hakkında bir iz, bir işaret buldun mu? yoksa kendi kafana göre mi hareket ediyorsun? ey talip, sen haberin doğrusunu deliden dinle. bu dört unsur da camid olup natık değildir. o, abdest ve hamam yoluyla temizlenir. yıkanan kısım vücudun camid olan kısmıdır. vücudun natık olan kısmı ise hiçbir değişikliğe uğramaz, baki kalır ve ölümsüzdür. bütün alemin hakikati birdir, talip de tek olan matlubuna kavuştu. her sözün özü, kamil bir denizdir, artık sen onları insan bilme, onlar hayvandır biri, insan suretinde bir divane gibi, o, içinde inci olmayan bir sedeftir. sen kendin bir avuç topraksın. bütün kainat allah'la doludur. güneşten daha aydınlık, yerden ve gökten daha aşikar olan bu delilleri görünce inandın mı? yoksa menfaatin için mi böyle yapıyorsun? sen tanımaktan ve bilmekten söz ediyorsun. hem yol göstereni hem de yol göreni gördüğün halde niçin yalan söylüyorsun? bu yolda yalnız kalan çoktur. bütün ibadetlerin özü hakk'ı aramaktır. eğer bunların herbirinin peşinden gidersen, hiçbirinin sonunu bulamazsın. halde hayırı şerden, hakkı batıldan, yakını uzaktan ayırt etmen gerekir. halde ey hakk'ı arayan, gözünü aç ve bak. kendini hakk'tan halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. sen hala durumunu bilmiyor, avare dolaşıyorsun. bu durumda sen şey sıfatında kalmış, aslını unutmuşsun. halbuki vücud senin gömleğindir. nasıl ki, gömleği sık sık değiştirmen gerekiyorsa, vücud da değişkendir. halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. sen öyle bir padişahsın ki, bütün kainat seninle diridir. bazen altın ve gümüşün, bazen şöhret ve izzetin peşindesin, bazen de makam ve mansıp hevesinde hep hayallerle yaşıyorsun. sen her şeyin maksadısın, maksadı, bütün kitap ve defterlerdeki ilimler sensin. kendi halinden haberdar ol, haberdar, gel ey talip, hakkın peşinde olan, evvel sırrını kavi sakla, çok söyleme, muin ol, kavgalı yerden kaç, bilmediğim kişiye yakın olma, düşmanlığı sabit olan kişi ile dost olma, bir kimsenün başına gelen musibetüne gülme, senden ulu kimesnelerle mücadele etme, doğru ol, musibete sabreyle, once düşün, sonra söyle, her çocuk ve kadına sır ve söz söyleme, ibadete ve mala güvenme, halim ve selim ol, inkarcılara gönül verme, evliyaullahın sözlerini inkarcılara söyleme, dünyaya fazla meyletme, bir menfaat uğruna başkasına dervişlik satma, zahir padişahına yakın olma, işin olmadan vezir ve şair devlet adamlarının yanına varma, bana iyi desinler diye sofuluk satma, düşmanına yüz verme, her bulduğuna şükret. zina'dan uzak dur. elden geldikçe tek başına yemek yeme, pirdaşını gerçek kardaşun bil, evliya ve mürşidden ayrılma, hak divanundan ayrılma, sözünde dur, vaktini boşa harcama. ah evladına can gönülden dost ol, sev, daima salavat ile onları hatırla. allah dostlarıyla muhabbet ederken ali düşmanları olan kafirlerle dostluk yapma, zira bunların dostluğu sana fayda vermez. yoldan çıkmış, dönek, pirsiz insanlarla yoldaş olma zira yol, erkan bozulur. kötü olma, zira bazı kimesneler yirmi dört saatte bin devre girer, sakın sen kimesnelerden olma! zira kimesneler bu devrelerin hangisinde bulunursa sıfatla haşr olur, sen allah yolunda ol, yalnız allah'a teslim ol! bildiler ki abdal musa sahibi velayetdür. gitmege niyyet iden şehirlünün yolları üzerlerine vardı, eyitdi: ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve latif gözlü ve güler yüzlü sultan hacı bektaş elhorasani bir gün hayatında oturur iken mübarek nefesünden nutka gelüb eyitdi: kanlu gömlegümi boyumca yugdum. ol sebebden afatı semaviyye irişüp sizi allahu taala kahr itdi. anlar dahı didiler kim: biz sizün hatırınuz yıkmışuz, huzur idemeyüz. bir yire dahıgidelüm didiler. abdal musa sultan didi ki: hünkar hacı bektaş vefat idicek abdal musa zuhura geldi. kafirler bu sözi işidicek gönüllerinden tutdılar kim eger bu kişi hakk veli ise biz varınca bademüz hazır ola ve hınzır çocugı, bişmiş ola. andan bu söz abdal musa sultan'a malum olup şikare abdal gönderdi. bunları yüzüp ocaga kodılar. kafirler dahı gemiden gelüp hazır buldılar. abdal musa sultan buyurdı: tekkenün yanından akan su içine sandal getürdiler, kazanla malı kodılar, sandala bindiler. ol hatırlarına gelüp kazanı çıkardılar. andan sonra malun bulundugını teke begine bildirdiler. teke begi dahıeyitdi ki: bu malun yetimleri vardur yimek kan ve irindür. derya kenarında bir kafir gemisi vardur. ol malun varis leri ol gemidedür. vardı gemiye habervirdi. gemi içinde olanlar sordılar: ne hoş biz burada islam padişahı iken bize virmeyüp kafire niçün virdi. bir kul gönderdi: varun ol kimesneyi huzuruma alun, gelün didi. abdallar eyitdiler kim: abdal musa sultan eyitdi: bir veliyyullahdan ademdür. bu tekke, finike'nin yaya yolu ityibariyle bir saat doğusunda limirra harabesdi yanında türbenin olması ihtimali kuvvetle muhtemeldir. burası yakın zamana kadarsulak ve pek güzel bir yer idi. tekke'de, metnimizde adı geçen kafi baba türbesi vardır. cemi'i gönderdikleri sekiz yüz kadar kul oldı. teke begi dahı karye halkına emreyledi: teke begi dahı yaraklandı yaylaga çıkdı. abdal musa sultan dahı teke begi genceli'ye çıkdılar. geldi abdal musa sultan'. turı geldi cemi fukarasıyla kalkdı. abdal musa sultan eyitdi ki ataşa atalım. karye halkı ev başına birer yük odun hazırlayup cümlesini birikdirdiler harman itdiler. kirde yusuf dahı: benüm adım kirde yusuf'dur diyicek, abdal musa sultan eyitdi ki: adun nedür? vezir eyitdi: adun bize bagışla didi. vezir eyitdi: ev başına birer yük odun getürün didi. atından aşagı ineyim dirken ayagı üzengiye geçdi. tekrar abdal musa yitdi: çık aşık, padişah kapusına varalum suçlusın didi. abdal musa sultan vezire eyitdi: eyitdi: turmaz mısınuz? tağlar da sakin oldı ve kendi fukarası ile teke begine vardılar. teke begi bir yüksek yirden temaşa iderdi. başuna yarak eyle didi. teke begi eyitdi: taglar bile yüridi sultanum didiler. abdal musa sultan eyitdi: meger ol şehirde bir koca karıcık var idi. ol inegün südini her zaman abdal musa sultan'a getürürdi. heman anun evi kurtuldı, kaldı. fukara eyitdiler: hay sultanum kıyma. sultan eyitdi: teke begini içünüze koman. cümlesi çıgrışdılar eyitdier ki: girü geliyorlar, didiler. abdal musa sultan dahı: abdal musa sultan nutka gelüp eyitdi ki: sen bizüm begimüz olamazsun. ataş mahvoldı. sonra çıkdı: biz kendi bilmezligümüzle itdük, sultanum didi. abdal musa sultan'a anun gelecegi malum dı. kullarına eyitdi: andan sonra abdal musa sultan kalkdı hareket idüp taga çıkdı. rodos cemea'tine, rodos'a çomagın atdı. erzade menteşe bazarından ahmed durı geldi. dükkanında nesi var ise devşirdi. meger ol vakt teke begi döşeme derunu'nda antalya'ya gider iken atı sürçdi, atdan yıkıldı. oglı babasınun halini gördi. eyitdi: teke begi ıstanaz şehrine yetdi. abdal musa sultan namaz vaktinde turı geldi. abdal musa sultan eyitdi: baltanı bile getür. kara canavarı gösterdi: halil beg fıkr itdi: buna n'oldı, diyü su'al eyledi. yanında olanlar halini bir bir bildürdile ol, benüm babam olsun şimden girü didi. heman ol nice askerün alup alkdı abdal musa sultan'a geldi. kara abdal'a buyurdı: abdal musa gerçek er imiş şöyle oldı, didiler. halil beg eyitdi: abdal musa sultan eyitdi: gözetdiler, ahmed'i taga karşu gitdi. ahmed'ün gitdigi yana yola bakdılar ki binihaye adem geliyor. vardı ahmed bunlarun elin öpdi, önine düşdi. bu üç çatal agaç dahıanda karar itdi. bir adem kısrak yidüp gider. abdal musa sultan: var imdi, hacetün kabuloldı. bu yana ahmed evinde yimek ısmarladı. hep gelenler ellerindeki taşı yire bırakdılar. abdal musa sultan eyitdi: kanda gidersün didi. ol adem eyitdi: hazırlan diyüp kendüsi karşu çıkdı. eyitdiler kim: ahmed divane oldı. sana gülbenk delüm. kafir eyitdi: yimek yiyelim, gelün. abdal musa sultan eyitdi: erenler, bir bir taş götürelim abdal musa sultan gülbenk eyledi: bu sana yaramaz, sultanum didi. cümlesi bunun eline ve ayagına düşdiler: biz de bilelüm leşkerün begi var idügin. bu kısa gelen dügeri çeksün uzadsun didiler. abdal musa sultan eyitdi: andan göçdiler, gitdiler. veli dede bina yapar idi. abdal musa sultan selam virdi. didiler ki: heman bize incir getürün didi. abdal musa sultan su istedi. ev ıssı eyitdi: leşkerün begi olmaz mı didi. bunlar eyitdiler ki: kafir iman getürdi. kalkdılar üç kez sema dutdılar. abdal musa sultan eyitdi: sizün de begünüz var mıdur abdal musa sultan eyitdi: bu çamun kabugı her derde derman olsun didi. kafir eyitdi: dinimüz muhammed dinidür. abdal musa sultan eyitdi: aç gözün kişi, bunlar gayb erenleridür. kafir didi kim: siz bunı bal eyledinüz. abdalun birisi eyitdi: dinünüz ne dindür? abdal musa sultan: abdal musa sultan yumrugın yire urdı. bunlar incirün dögmesini devşirdiler, saydılar, sekizyüz dögmedür. yine seher vaktinde eve geldüler, indiler. abdal musa sultan eyitdi: birkaç abdal aldı vardı. ve kırk nefer abdal virdi. birisi mermer çerakdur hacı bektaş hünkarun öninde yanmışdur. defn eylediler. kabrini tenhalayup üzerine vardı: hacı bektaş hünkar'un üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapun ve dai'resün ırakdan havlıya alun. her agaç yemiş virince turun, kulluk eylen. kızıl deli sultan hazretlerine emanetleri teslim eyledi. denüz kenarına indi ve didi ki: ol söze bakman dikün kim hünkar ölüp geldigümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. her agaç yemiş virdükde, her biründen alun getürün, meydana dökün meydan toptolu olsa gerekdür. sultan'a abdal gönderdiler, geldi: sarı ismail sultan, kabri içinde yedi beyza gibi bir eliyle sunuvirdi. abdal, alup abdallar dahısize cevab diseler gerekdür. hacı evinde kızıl deli sultan'a yeşil fermanı virdi. siz bu haranıdaki yemekleri birinüz yirüz sanurdınuz. geldiler gaziler temaşa eylediler. gazi umur beg geldi didi kim: yeter sultanım, didiler. abdal musa sultan kepçeyi haranınun üzerine kodı, giri çekildi. abdallar gördiler ki haranı yine evvelki gibi dolup turur hiç eksilmemiş. abdalun birisi didi ki: bunlar tamam kırkbin er idi. karınları toyduktan onra önlerinden yemek dökülüp kaldı. didiler ki: hay, sultanum, bu yimek sizün leşkere mi yeter, bizim leşkere mi yeter? gemiden çıkan, kişiler, abdallarun yanına gelüp: şimdengirü biz sana çagırıruz efendüm, himmet eyle! abdal musa sultan eyitdi: bir saatden sonra denüzden bir gemi zuhur itdi. geldiler dergah'ı görince, abdal musa sultan kalkdı. haranınun yanına vardı, kepçeyi eline aldı: bir börk getürün. abdallar didiler ki: ve sizün içün yimek hazırladı. bogaz hisar'un aldukdan sonra rumeli'n size virdüm. bir gün abdal musa sultan sabahın turdı: nice idelüm, sultanım? abdal musa sultan eyitdi: bir bir bakdılar gözetdiler. abdallara eyitdi: abdal musa sultan çagırup bir agaç kılıç sundı. kızıl deli sultan aldı, pdi başına kodı. abdal musa sultan eyitdi: kızıl deli sultan işaretle giderün didi. sultan eyitdi: gider misün baba? bu gaziler kalkdılar: abdallar, size bir kişi geliyor. abdallar eyitdi: buna gerçek veli diyü geldik. biz buna farisi dilince söyleyelim. eyitdiler: şöyle urun ateşi, tekye muhkem kızsun ve matbaha ateş eylen. koyu oyu tütünler çıksun ve suyı sık sık ulaşdırun. carunuz çekün, her erkanunuz ekmil olsun. dile geldi, eyitdi: dördinci gün oldı, bu konuk acıkdı. birbirine danışdılar: ateş gerem abı bisyar naan didi. abdal musa sultan eyitdi: nist hoş abdal musa est. ezmiyan dermiyan hezar eşrefi ne gam çekersünüz? abdal musa sultan eyitdi: di: varun abdallar, bunı hep nimete virün: hiç birisün erteye koman didi. ayagun gaybi'nün üzerine basdı. abdal musa sultan aldun, kaygusızum, aldun kaygusızum, aldun! eline yapışup içerü getürdi. ocaga düşicek vakt abdal musa sultan, şu ben bir padişah oglı idüm. abdallar hep yatdıkda, baba kaygusız eşigi yasdandı tutun gaybi'yi. baba gaybi: lebbeyk sultanım, kulun gaybi'dür. abdal musa sultan: elimüzden ne gelür? gider iken bunu görmedigine gussalandı. abdal musa sultan eyitdi: efendim, beni sevmez misün? senden hiç bir nesnecik görmedüm. gaybi, gussalandı, eyitdi: didarundan cüda düşerin. gaybi: abdallara bu müşkil oldı. abdal musa sultan eydivirdi: her kim geldi ise nasib virdi. oturdı, eliyle ocagı karışdırdı. abdal kefi didi: biz bu sultanun ötesini sormayuz. abdal musa sultan eyitdi: yüri, sana egirdür'ü virdüm. sultan mehmed bin nebi efendi çelebi bin ahmed çelebi bin kara ahmed çelebi bin hacı mehmed çelebi bin budala ahmed çelebi bin deli nebi çelebi bin mustafa çelebi bin hüseyin çelebi bin ahmed çelebi bin nebi çelebi bin şeyh hasan çelebi bin şeyh mustafa çelebi. digeri hüseyin şeyh efendi bin veli baba sultan bin hüseyin seyyidi sülalei tahire zeynel abidin. ma: nüshası. hazreti allah'un keremi rahmetini ifade idüb, bakun bana ne kerem oldı, sizler dahi say idüb benüm menzilime vasıl olun diyü, yohsa gayrı degildür. zira dahi ebcedi okuyub anlamadun pes ve taha ve eliflam'dan söyleyenlerün ve hakayıkdan bahs idüb sultanlarun cevablarun nice fehm idersen, mümkin değildür. kuranı azimü'şşanun ma'nasına nihayet yokdur. ma: nüshası. ba'dehu kendülerinün mes nevileri, ba'dehu gazaliyatı şerifeleri ve tercii bendleri, ba'dehu kendülerinün seyri süluk aleminde vakı olan seyranları ve gayrı hem asıl nüshadan ketebe olundı. lakin dervişandan gayrı halsiz kimesne, zinhar okımasun. zira alemi hakikatdür, fehm idemezler. zahir abdalun dini vesair dervişanlarun dinleri bizüm dinimüzden gayrı mıdur? bu kitabı, ehli irfan menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak asandur, zira sultan kaygusuz baba kaddessa'llahu sırrehü'l'aziz hazretleri'nün kendüleri menzil meratib sahibi olmuşdur. bu kerre kemali merhametinden ehli tarik olan kardaşlara kendülere inam olan menzili binihayeden ifade buyurmuşlar ki,. küşad virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol ahuya dokındı, koltugından geçdi. becid üzerine at sürdi peşteler, daglar ve vadiler geçüb, bir sahraya indi. bir ahu, anun önüne çıkageldi. ve fi'lhal gaybi beg anı göricek tirkeşinden bir ok çıkardı, kirişde kodı gözledi, çekdi. ma: nüshası. amma ba'dehu: ehli tarik içinde ma'rufu meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan kaddesa'llahü sırrehü'l'ala alaiye sancağı begi'nün oglı idi. onsekiz yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okumışdı. ve hem ziyade pehlevan idi. bunun gibi işlerde anun naziri yogidi. ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikar iderdi: beber ve peleng ve kaplan ve ahu eline her ne geçirse ve gözi her ne görse kurtulmazdı. elhamdüli'lehi veli'yyehü ve'sselatü ve'sselam ala nebi'yyühu muhammed ve alihi ve ashahi ecmain kaygusuz abdal baba sultan abdal musa haretlerine irişüb irşad oldıgında dervişler anı görüb, karşu geldiler. beg'ün atun tutub: dervişler eyitdiler: bunlardan galabalarından işidüb, vahdedhanesinden abdal musa sultan çagırub eyitdi: n'ola, varalum, ol mübarek cemalini görelüm ellerini öpüb, haki payına yüzümüzi sürelüm, didi. yüz yire koyup ayakları türabına yüzin sürdi, turdı. var heman edebünle girü dön, geldigün yola git. pes, kılagılı ısa ol kakmakıla böyle niyyet eyledi. rivayet bu vecihledür ki, sultan hazretleri'nün asitanesine kaygusuz kırk yıl, tamam hizmet eyledi nasibün aldı. menzil meratib sahibi oldı. abdal musa sultan işitdi'arifın ila ahir. dahı buyurdı kim: bizümle müşahede kılmak murad eyleyen kaygusuz'a nazar eylesün ve bizden hayırdu'a iltimas eyleyen kaygusuz'dan alsun bu canibün ri'a yeti hatırı içün ana, izzet hürmet kılalar. anun kademi kadumin kendülere minneti azimle raiyet bileler. didarlarıyla müşerref olub, safanaarı himmet ile mugtenim olalar. ve ana olan ri'ayet bu canibe olmış gibidür. abdal musa hazrederinün hizmetinde kaygusuz kırk yıl tamam hizmet eyledi. meger günlerden bir gün ahşam oldı: halifeler ve dervişan cümle meydana gelüb menzili meratibine göre her biri yerlü yerine geçüp, oturdı. abdal musa hazretleri, sadrı alada oturmışidi. ol mahalde kaygusuz abdal, oturdugı yirden ayag üzerine turub kapuya vardı. gitmege destur ve havalet alub, hayırdua ve ena temenna kılub sultan'a bu hal ma'lum oldı. ale'sseher bir koyun kurban idüb, bütün söyüş idüb pişürdiler çün kim kaygusuz, ol mekana geldi, bir mikdar sakin oldı. ol sofrayı açup, içinde olan sögüş püryanı kısmet eylediler. esnayı sohbetde kaygusuz baş kaldırub, ol kavak agacına nazar kıldı ol gice geçdi. söviş puryan ve birkaç nan ile sofraya koyub, virdiler. ol tevabi'leri gibi cümleden bu yana kaygusuz baba, ol almaları ekl idüp, hora geçürdükden sonra kalkdılar. eger mışır'a gelinceye dek vaki olan hali zikr olunursa, gayet mufassal olur. bari maksuda varalum: çün kim mısr padişahı diyarına geldiler sultan kaygusuz'a hayırdu'a gülbenk eyledi. her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler. yineol hacib eyitdi: pes, ma'lum kırk nefer kimesne fi'lcümle sana tabi'dür. baba kaygusuz eyitdi: bizüm mabeynimüzde bir ka'ide vardur adetimüz budur ki, biz selamı nevbet ile virürüz. onlarun cümlesi hep nevbetlerini savdılar, nevbet bu gün benümdür. yine ol hacib eyitdi: pes, ol vezirün bu sözini ma'kul görüb, mısr padişahı buyurdı anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dane kaşık dahı tedarik itdiler. ol da'vet itmeğe giden kimesneler geldiler. baba sultan'ı buldılar, selam virdiler: padişahıla vezirler bakısub bunlarun gördiler ve ba'dehu simat götürildi şekker şerbedleri içildi. padişah, kaygusuz baba'nun keyfıyyeti halinden su'al idüb kırk kişinün yigirmisi bir tarafa ve yigirmisi karsu tarafa, karsu biribirine mukabil oturdılar. baba, heman karsusında olan yoldaşlarına balım tolusı' gibi sunuvirdi. ana gördiler, baki yoldaşlar dahı öyle itdiler. padişah buyurdı, çeşnegirler ta'am getürdiler. ol kırk dane sapı uzun kaşıkları koydılar. meger kim ol vakit padişahun sarayında ulema suleha vü ibad vü zühhad, bunlardan ma'ada mısr beglerinden nice begler dahı hazır olmuşlardı. niceler dahı bu ahvale vakıf olub, imtihan tarikiyle teferrüc itmek içün gelmişlerdi. pes lazım oldu ki, ol simat üzerine evvel ulema vü suleha varub emir geda vü fukara tenavül ideler. ol kaşıkları görüb taaccüb eylediler. ulema vü şüleha vü ümera ol simat üzerinden kalkub, baba kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. anun çün gözlerimüze penbeyi yapışdurduk ki, tabi'inden olavuz. ol saat, kaygusuz baba sultan iki ellerini semaya kaldurub, dua' kılub resulu'llah salla'llahu ta'ala aleyhi vessellem hazretine ve evladlarını şefi' getürdi. padişah dahı veziriyle desti du'aya el kaldurub, amin ya mu'in didiler. ve bu du'ada hazır olan ulema vü suleha va udeba vü zühhad vü mir geda her kim varısa amin diyüb sultan kaygusuz baba ol kırk nefer dervişanıyla du'ayı tamam idüb surei seb'ulmes ani vü ümmü'lkur'an okuyub vela'ddallin, amin diyüb ellerin yüzlerine sürdiler. ol sa'at hakk ta'ala'nun avnı inayetiyle vel evliyanun velayetii keramatıyla padişahun dahı ol ama gözleri açılub ruşen oldı ve dünyayı gördi. gönlüne ilhamı rabbani varid olub bildi kim, şeyhi takdir hüda ezeli lem yezel böyle yazmış ne ki hakk'dan geldi hoş geldi. bu yusuf peygamber tahtını iki gözile ziyaret idün. andan sultan kaygusuz baba: keramet sahibi ehl'ullah'dur. ve evliyaya hizmet eylemiş, mürşide irişüb bir pir olmış, evliyadan safanazar himmet olmış, anun kim oldugın bildi. hemandem mısr padişahı ihtiyarsuz yirinden turub tahtından aşagı inüb baba kaygusuz'un elin öpdi ve ayaklarına yüzin sürdi. can gönülden muhibbü muhlis olub eyitdi: çün kim baba kaygusuz bu beyitleri bünyad idüb fi'lhal mısr padişahı huzurunda söyledi. gördi kim, baba kaygusuz'un taleb kıldugı şey ga yet mübalagadur, fikr idüb bu sözlerün hakikatine nazar kıldı. bildi kim baba kaygusuz'un muradı mali dünya degüldür. bunlar dünya sıfatıdur, baki kalmaz. baba, sultan'a nazarda, bir güler yüz ile didiği dem, padişahun gönli hoş oldı. oturduğı yirde tebessüm kıldı, buyurdı kim: nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yagile toldurun, dahı nesne la zım degüldür, kendi elün sunub belinden bir küçigez keşkül çıkardı sunuvirdi. padişah buyurdı kiler emiri olan kimesnelere: ol yire bir ali kasr bina eylediler. her dem mısr begleri gelürler, anda sakin olub, teferrüc kılurlar. mısr padişahunun baba kaygusuz içün bina eyledüği kasrı görüb bu mahalde tahrir takrir eyledi. kim, biribirinden içerüdür. bir kubbesinün vasiliği şol denlüdür kim kapudan dibe varınca elli dört kademdür. yigirmi revzenesi var. teymür münakkaş kanatlu on iki da ne tolap var. ol dahı zencir ile asılu. ve bir balık bedeni var nil derya sından çıkdığı zamanıyla ta'aacüb içün anı dahı asakomışlar. ol kandilün muka belesinde kubbenün orta yirinde, revze öninde medfun ali mest baba dirler bu aziz, sultan selim hanıla gelmiş, merhum olmış, anda defn eylemişler ve ol zikrolunan ali kubbenün kapusı karşusında bir kubbe dahı yapılmış, biribirine muttasıl iki kubbe olmışdur. ve teymür hindi agacı ve firenk yemişi agacıdur kim, ol vilayetün inciri oldur, içinde çekirdeği olmaz. biriki yüz danesi bir yire cemi' olub, mesela tesbih dizilmiş gibi biribirine muttasıl arablar anun vaktında çıkarlar, her biri minnet ider. kemalün bulunca, üzerine ag kurarlar, kuşlardan sakunurlar. baba sultan tevabi'iyle bir müddet ol kasr'da sakin olub, ba'dehu hacc niyyetine mısr'dan çıkub, ol kırk nefer yoldaşlarıyla beytu'llah tarafına müteveccih revane oldılar. müslimin gayrisi cem' olur mısr'dan mahfeli şerif çıkub emiri hacc ile ma'an gice yürüdiler. amma kaygusuz baba hacc mevsiminden mukaddem miri hacc ile gitmege bakmayub mısr'dan çıkub yoldaşlarıyla gündüz giderler, ahşam olıcak konarlardı. bir ala su kuyusı vardur üzerine dolab atmışlar, ol bagçeleri suvarmak içün, temmuz ayında her gün öküzler koşub ol kuyıdan variller ile su çeker. biribirinden içerü muhkem çevre etrafı kal'a gibi. mısr halkı cümle anda gelürler, taşra kuyu öninde üç ulu ceviz ağaçları bitmişdür ki, her biri üç dane adem el ele virüb kucaklasalar, kolları irüşmez. ve ol şekiler üzerinde asma üzümleri vaktında üzümleri bitüp, salkım olur. yusuf peygamber tahtında oturub hükümet ider. anun dahı her bir yapragı mesela mevleviler külahına benzer. butraklu ve hem yassı, biribiri üzerine arkurı biter. anun agacı adem boyuncave daha ziyadece olur. hikmeti hüda velayeti evliya ahir olub, her gün bir şehre irüşüb her biri tabnak, yorgun sabahahşam olınca yürürlerdi. her biri parsa idüb, ol şehrden nafaka alub ve dürlü levazımlarun görürlerdi. bir menzilde rahat olub, ol gice sabaha değin dinlenürlerdi. ale'sseher kalkub kaygusuz baba sultan hazretleri cuşa gelüb, bu beyitleri söyledi. millerinden çıkub bakmayub biribirine sür'atle müzdelife nam menzile gelüb ol gice anda sakin olub ahşam ve yatsu namazun birlikte eda kıldılar. ale'ssabah kalkub, mina bazarına gelüb yolda ismail peygamber 'aleyhi'sselam hazretleri iblis'e taş atdugı yire ugradılar. yedi defa şeytan'aleyhi'lla'ne gelüb anda isma'il peygamberr'e igva virmiş idi. ve hazreti isma'il üç defa şeytan'a cemre taşın atmış idi. andan kalkub mekkei mükerreme'ye geldiler, tavaf eylediler. peygamber'ün makamında tavaf nama zun kılub safa vü merve'yi tavaf idüb abı zemzem'den su içüb umre getürüb her hacat kabul olan yirlerde münacat, dua vü sena kılub cemi hacc erkanun yirine getürdükden sonra yoldaşlarıyla kalkub mekkei mükerreme'den medinei münevvere'ye geldiler. bir kaç gün sakin oldılar. yemen miri haccı vü mısr şam miri haclan tablhanelerün çalub, ol mahalde buyurdular kıble' tarafına yüridiler. baba kaygusuz sultan mütala'a kılub, bir zaman nazar kılub, bir zaman hayran oldı, anun zarılıgun işidüp gayetle ta'accüb kıldı. bu kaside'yi anda okıdı ol tolabun adına muhammedi tolab'ı dirler idi. anun içün gayet ulu ve hem yüce agaçlı, agır tolab idi. anun içine su çıkarmak içün bir üstad anı yapdı. melul mahzun olup, ol tolabun dönmedügine hatırı münkesir oldı. hazreti resulsallall ta'ala aleyhi vessellem gelmişdür, bir şam şehrine girmemişdür. biz dahı girmeyelüm diyü ol kırk nefer yoldaşlarıyla şehre girmeyüb, yanından geçübgitdiler kutayfa nam menzile geldiler. nüsha alub, andan kalkub ve cennetü'lbaki'de olan şühedaları ziyaret idüb, yoldaşlarıyla menzil merahil kaş'idüb minvali muharrer üzre kalayı dımışk'a geldiler. hazreti isa bin meryem hürmetine dön diyü ol tolaba and virdi, tolab dönmedi. gerçi alemden seyran teferrücgah çokdur velakin bunun gibi heybetlu tolab yokdur. ve bu hal ki asmana şerhi dile gelmez, mümkin degildür, va'lla hu'lalem: muhammedi tolab kaldı. menzili meratıb'a andan hanei nevmer didükleri yirde bir gice yatub, yarındaşı? ulu camiin havlısı ortasında bir gök mermer direk vardur anı çün kim kaygusuz baba sultan, ol tolab üzerine bu kasideyi söyledi, tamam eyledi. mescidi şems ve zülkif peygamberi ziyaret idüb, andan kufe şehrine geldiler. mülcemoğlı, ol mescid'de hazreti ali'yi şehid eylemiş idi. baba sultan yoldaşlarıyla namaz kılub, hatm okuyub, savabın hazreti imam ali'ye bağışladılardu'asena kılub andan kalkub necef deryasına hazreti imam ali'yi ziya ret kıldılar. necef' de, hazreti adem safıyu'llah ve hazreti nuh, neciyü'limam ali veliyü'llah ol necef kal'ası'nda medfun olmışlardı ziyaret idüb berri mecnun didükleri kumlık, ıssuzlık susuzlık yirden geçüb kerbela 'ya geldiler. ol kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub imam hüseyn ibni ali kerrema'llahu vechehu hazrederün ziyaret kıldılar. yoldaşlarıyla ba'dehu kaygusuz baba sultan necef' geldiği vakit bu medhiye'yi söyledi: andan dahı kalkub, uzzazı kilis iline geldiler. davud peygamber'ün kabrin ziyaret itdiler. andan kalkup birkaç gün yol yüridiler, ayıntab şehrine geldiler. andan fırat suyı üzerine gelüb bincek nam iskeleye geldiler. menzilbemenzil ta kim, bağdad şehrine geldiler. bağdad'un kal'ası dibünden dicle ırmagun cisr'den geçdiler. fırat suyun dahı cisre'den geçüb ol dahı otuz iki gemi üzerine amma ol tasun yüksekligi yukaru üç adam boyunca var. baba anı ziyaret idüb mankusa kapusında taşra akyol'da sultan baba bayram hazretlerine geldiler, ziyaret kıldılar. bektaşı veliyü'lhorasani kaddesa'llahü sırrahu'l aziz kendü mübarek eliyle bir taş koymışlar. baba kendüye tabi' olan kırk nefer kimesne ile ol zıllu'sselam didükleri kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub, ta'am yiyüb du'a vü şena bir hatm okuyub, bunı ibni imam hüseyn vü ali vü abbas'a ve yetmiş iki şühedanun ruhı şeriflerine hibe idüb, andan selamlayub girü döndiler. yanında yoldaşları birbirine bakişub eyitdiler: andan kalkub fırat ırmagun geçüb müseyyib kal'ası'ndan gemiyle geçüb yine bağdad'a geldiler. takkisra'yı temaşa idüb medayin'de hazreti selmanı farisi, imam musa kazım vü imam muhammedü'lcevad hazretlerini ziyaret idüb, ena kılub, anda samarra 'ya geldiler. aliyyü'lhadi vü imam hasanü'l'askeri hazretlerini ziyaret idüb muhammed mehdi hazretlerinün makamın görüb, anda dahı birkaç gün sakin olub hatmi kur'an okuyub du'a sena kıldılar. andan dahı kalkub musul şehrine geldiler pençei ali'yi ziyaret idüb andan kalkub hayal gedüginden geçüb nusaybin şehrine geldiler. abdal musa sultan hazretlerinün asitanesine geldiler. baba kaygusuz hazretleri bu nutukları bünyad idüb, söyledi: asitanei sa'adetlerine yakın geldiler. ol asitane'de olan derviş, baba kaygusuz'un kudümünden haberdar olub, bermenzili istikbal idüb' karsu çıkdılar. fi'lcümle şerefi destpus idüb, baki dervışanıla dahı görişdiler. baba kaygusuz tekye kapusına geldi, hazır ga'ib evliya demine hu baba, erenlerün hedayesin her ne ise hazır idüb ayag üzre turdı kapuya vardı, sultan'un ve halifelerün bergüzarların yerlü yerince, adet erkan üzere herkes yerinde otururken her birinün hedayelerin nazarında koyub özr niyaz idübmısr'da ve bagdad'da ve ırak'da ve mekke'de ve medine'de irişüb ve görüşdüğü esenlerün selamların getürdi. baki dervişe dervişan didi, turdı. abdal musa hazretleri ve halifeleri vesa'ir dervişan, cümlesi ayag üzre turub izzet ta'zimile baba kaygusuz'un selamın alub du'a yı gülbenk eylediler. dahı yirlerine geçüb sultan abdal musa ve halifeleri seccadeleri üzerine turub karar eylediler kaygusuz baba dahı seccadesi üzerine oturdı. ve gönli cuşa geldi bu beyitleri söyledi: baba kaygusuz ol asitane'ye yüz sürüb içerü girdi. her biri pa vü zarun çıkarub tozdan toprakdan ellerün yüzlerün yudılar. desti şeriflerin bus idüb haki paylarına yüzin sürdi. abdal musa sultan hazretleri, baba kaygusuz'ı nevahte idüp, hoş gördi, mahabbet eyledi abdal musa sultan hazretleri kutbı cihan, veliyyü'zzamanıdı. her sene frengistan'dan bac harac gelürdi. ol çomagı sahili deryada görüb bulurlardı. her ne ise bac haraclardan cem' idüb bir kise içine koyub kara çomagı muhkem baglayub gönderürlerdi. ve ol çomak deryanun içinde yüzüb gelürdi. hiç kimesne ana kasd idemezlerdi. her kim kasd iderse, fi'lhal helak olurdı ve her kim inad muhalefet idüb bacın virmekde ta'allül itse, içlerinde veba ahir olurdı. baba kaygusuz sultan bu nutukları söyleyüb cemi' halifeler herbiri tahsin itdiler. baba sultan, abdal musa hazretleri'nün hakk ta'ala hazrederinün avnı inayetile ve kaygusuz baba'nun ışk mahabbeti iradetiyle ve gönülden mürid olan sıdk safa itikadıyla kendüyi teslim idüb her hal üzerine mürşidün emrine muti' hükmine ram olubpirine izzet hürmedle ve kendinü hizmeti ve mürşidi kamilün kuvvetiyledür kim bir avıç topraga nazar itse, cevahir olur. bir kara taşa nazar itse, la'l olur. nadan olan anun kadrin ne bilür? kimesne ana el tokınduramaz. zira kim ta'un askeri, alla emriyle sultan abdal musa hazretlerinün zabtındadur. ve her kim, sultan abdal musa hazretlerinün ismi şerifün yazub, kapusı üzerine koyub yapışdurursa, biinayeti hüda ol eve ta'un girmeye. eger nezir itdügi şeyi, sultan hazretlerinün asitanelerine ulaşdurmak mümkin degül ise mu'temedlerden i'timad itdügi kimesne ile göndere eger göndermek mümkin degül ise anun niyyetine bir fakir dervişe vire: abdal musa sultan'un çomagıdur diyüb biri birine gösterürlerdi. anı, derviş aba vü nemed hırka degdirüb arkalarınarivayet olınur ki baba kaygusuz sultan, abdal musa hazretlerünün hizmetlerinde mukim olub her hale ala kadre, her hizmete canıyla mübaşeret kılub müba rek cemali bakemal müşahadesine bendevar mugtenem olub muradına, maksudına. baba kaygusuz sultan dahı pak taharetle abdest alub, ol cema'atla cami'e gelüb minber mukabelesinde iki rek'at tahiyyatı secde kılub, tahiyyata oturdı. selam virdi dua vü ena kıldı, sakin olub ba'dehu öğle ezanı okındı. müezzinler mahfele çıkub kur'anı azim okuyub du'a vü enadan sonra cum'a sünnetin eda kıldılar. dahı izzet ta'zim ile hatibi minbere çıkardular. cum'a namazı kılınub, dua vü ena oldı. heman ol hatib bir kürsi üzerine çıkub bu halka vaz nasihat etmege başladı. baba dahı oturduğı yirden hareket itmeyüb ol cema'atle, ma'an göz kulak olub dinlerdi. ol va'iz oturduğı yirden mukabelesine baba kaygusuz'ı gördi bir sakalı kırkuk uryan büryan egiryan derviş oturur. başladı cehennem kapusını açmağa: vitir vacib üç rik'atbk. güzel, kayğusuz abdal, baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikatü'l bektaşiyye bemışru'lmahruse, kahire, dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, kaygusuz, bu mutasavvıflık döneminde –bizim tespitlerimize göre civarında manzum, mensur ve manzummensur karışık eser yazmıştır. o'nun eserleri kur'anı kerim, hadisler, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi. türkislam ülküsünü vermeye çalışmıştır. her bir eserinde hem dünyada, hem de uhrevi hayatda insanların mutlu ve bahtiyar olmalarını istemiştir. o, türk milletinin, bilim ve teknolojide daima üstün olmasını hedeflemiştir. o, milletinin hep ileriye, daima üstün olmalarını ideal haline getirmiştir. on sekiz yaşında onun ile kimse mukabele durub bahs idemezdi. zira o, çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zöri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda, kılıç çalmada, gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. böylesine bilimsel verilerle dolu olan kaygusuz hakkındaseneden buyana fazla bir bilgiye sahip olmayışımız da düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden buyana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, güişte bu kaygusuz çocukluğunda alanya sarayı'nda zamanının bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık o, şeyhi abdal musa'ya intisabından sonra da anadolu sahasının en güçlü mutasavvıf şairi ve nasiri olmuştur alaaddin gaybi , Xıv. kendisi alaiye sancak beği, hüsamneddin mahmud beğ'in oğludur. alaaddin gaybi menakıbname'sinde. dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan, alaiye sancağı beği'nin oğlu ve adına da gaybi derlerdi. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. tekrir ve seciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer işgal eder. o, kelimenin tam manasıyla bir vecd şairi ve bir dinitasavvufitürk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd biz de bu doğrultudaki çalışmamızla, o'nun eserlerinden oluşan kaygusuz abdal külliyatı' adı altında neşretmeyi hedefledik. eserin basımını sağlayan tdk başkanı sayın gürer gülsever'e bu bilimsel hassasiyetindeki ileri görüşlülüğü sebebiyle bir kere daha teşekkür ederim. bu çalışmamızda kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı, eserlerinin tavsif ve hülasaları, eserlerinin şekil ve tür bakımından incelenmesi, türkçesi ve hamseciliği, dil ve üslup özellikleri, dini ve tasavvufi unsurlar, simatiyeler, su motifi ve nevruz geleneği olmak üzere sekiz bölüm halinde vermeye çalıştık. divan, gülistan, birinci, ikinci ve üçüncü mesneviler, gevhername, minbername, budalaname, kitabı miglate, vücudname, sarayname ve dilgüşa, şeyhi abdal musa velayetnamesi ve kaygusuz abdal menakıbnamesi'ni de, hem muhteva, hem şekil ve tür bakımından inceleme, hem de metinlerin tam neşrini' vermeye çalıştık. türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması bizi fazlası ile sevindirmiştir. döneminin, sekiz müstakil mesnevi'nin olması, o'nun türk edebiyatında, ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. kaygusuz'un eserlerinde tespit edebildiğimiz tevhid, ilahi, esmai hüsna, esmai nebi, na't, gevhername, vücudn'ame, dolabname, minbername, salatname, nutuk, devriye, şathiye, nevruzname ve nasihatname. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçe ve hamseciliği üzerinde durduk. o'nun işte böylesine dinitasavvufi türk edebiayatı disiplini içinde, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi'den sonra yunus emre, mevlana celaleddini rumi, hacı bektaş veli, şeyh ede balı'nın da muakkibi olan bu şahsiyetin Xv. kaygusuz abdal külliyatı' olarak neşretmemiizin yerinde bir hizmet olacağı kanaatimi vurgulamak istiyorum. bu cümleden olarak, külliyat'ın neşriyle kaygusuz'un bilim tarihi, türk edebiyatı tarihi, dinitasavvufi türk düşünce tarihi, tıp tarihi, astronomi bilimi. vb konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu dasene öncesinden görmekteyiz. o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş, hatta marburg nüshası bir külliyat ve mürettep bir divan niteliğini de taşımaktadır. bu da o'nun kendisinden sonra gördüğü alakanın ve tesirlerinin en açık delilidir. kaygusuz'un tesirini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kaygusuz abdal'ın şahsiyetinden farklı olarak, nisbeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini umuyorum. bb yanus. c bilavasıta: vasıtasız, doğrudan. dd dad: adalet, hak, doğruluk. ee düzgün: doğru. ff eyyam: günler, gündüzler. hakk yolundan çıkma, allah'a isyan etme ahlaksızlık, kötülük. gg galaba: kalabalık. hh hab: uyku. ıı hükmi ilahi: allah'ın koyduğu hüküm. Jj istikbal: karşılama, gelecek zaman. kk infial: gücenme, güce gitme. allah'tan ve allah'ın birliğinden bahseden ilim. muhammed mustafa: peygamberimizin diğer biradı. musul: ırak'ta, daha çoktürkmenlerin yaşadığı bir şehir. nn nadim: pişman. oo nihai: taze, düzgün, fidan, sürgün, nişanı binişan: belirsiz hedef. kur'anı kerim. pp peyam peygam. haber. ss rehbin: yol gösteren. mevve arasında koşmak, yürümek sa'adet: mutluluk, mesut oluş. tt şimal: sol, sol taraf. uu tuzag: tuzak. vv vahid samed ahad padişahı yekta: allah. yy yalap yalap: parıl parıl, alev alev. zz zehri mar: yılan zehri. sehzade alaaddın gaybı kaygusuz abdal kullıyatı abdurrahman guzel turk dil kurumu yayinlari kaygusuz abdal külliyatı:; abdurrahman güzel. ankara: türk dil kurumu. cm ısbn türk halk edebiyatı halk edebiyatı, türk türk edebiyatı, tasavvuf güzel, abdurrahman türk dil kurumu yayınları abdurrahman güzel ankara, atatürk kültür, dil ve tarih yüksek kurumu türk dil kurumu yayınları: abdurrahman güzel inceleyiciler: ismail hakkı aksoyak ismet çetin metin denetimi: ayk uzmanı erol deniz sayfa ve kapak tasarımı: tdk dilek şerbetçi birinci baskı ekitap. ankara, mayıs ısbn: dağıtım: türk dil kurumu atatürk bulvarı no. kavaklıdere ankara telefon: belgegeçer: genel ağ: http: tdk. gov. tr sayılı yasa'ya göre eserin bütün yayın, çeviri ve alıntı hakları türk dil kurumuna aittir. içindekiler söz başı giriş kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı menkıbevi hayatı ailesi, çocukluğu, tahsili ve yetişmesi abdal musa'ya intisabının yol haritası gaybibeg, avyapmaküzereyolaçıkar ahu'nunardıncaatsürer abdalmusadergahınailkadımıatar tekebegivekılağalıisa'nınölümleri babası, gaybibeg'iabdalmusa'yateslimeder mahlas alışı şeyhinden icazetname alışı mısır'a gidişi kızılelmamefkuresi mısırsultanınagösterilenkeramet kaygusuz'uncevabı hacc'a gidişi hacc dönüşü tarihi hayatı doğum tarihi ve yaşadığı devir Xıv. asrın ilk yarısı ile Xv. asrın birinci yarısında yaşadığını kabul edenler Xv. asırdayaşadığınıkabuledenleringörüşleri abdülbakigölpınarlı'nıngörüşü vasfimahirkocatürk'ünikikaygusuzabdalgörüşü bizimgörüşümüz ailesi adı ve mahlası seyahatleri mısırvehaccziyareti batıanadoluverumeliseyahatleri vefatı ve mezarı hakkındaki görüşler vefatıhakkındakigörüşler mezarıhakkındakigörüşler sonuç ve değerlendirme ikinci bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinin nüsha tavsifi ve özetleri eserlerin genel olarak nüsha tavsifi eserlerin nüshaları ve özetleri manzum eserler divan gülistan mesneviler gevhername dolabname salatname minbername mensur eserlerin özetleri budalaname kitabı miğlate vücudname risalei kaygusuz abdal'ın muhtevası manzummensur eserlerin nüsha ve özetleri dilgüşa sarayname abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal abdal musa velayetnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri tevhid ilahi esmai hüsna na't gevhername dolabname esmai nebi: devriye vücudname. nasihatname. salatname. minbername. nevruzname. nutuk. şathiye dördüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri gramer şekilleri ve söz varlığı gramer şekilleri söz varlığı bugüne göre arkaik kelimeler anlatım şekilleri nasihat ve hitap yoluyla anlatma doğrudan doğruya anlatma mükaleme ve sual yoluyla anlatma delil ve isbat yoluyla anlatma tasvir yoluyla anlatım tahkiye yoluyla anlatım diğer üslup hususiyetleri tekrir seci mecaz atasözleri ve deyimler halk söyleyişleri beşinci bölüm kaygusuz abdal'ıntürkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı kaygusuz abdal'ın hamseciliği genel sonuç ve değerlendirme kaynaklar altıncı bölüm metinler manzum eserler aruz vezniyle yazılanlar divan tevhid na't dolabname tercii bend'ler terkibi bend müstezad mukatta'at şathiye mesneviler gülistan gülistan mesnevii baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevii sani mesnevii salis gevhername minbername kısa mesneviler hece vezni ile yazılanlar ilahi salatname nutuk şathiye yedinci bölüm mensur eserler budalaname miglataname risalei vücudname risalei kaygusuz abdal sekizinci bölüm kaygusuz abdalmanzummensur karışık eserleri sarayname dil güşai kaygusuz abdal ı farsça birinci bölümün tercümesi ı farsça ikinci bölümün tercümesi farsça üçüncü bölümün tercümesi dokuzuncu bölüm abdal musa velayetname'sivekaygusuz abdal menakıbname'si abdal musa velayetnamesi abdal musa hazretleri'nin nasihatnamesi abdal musa velayetnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi sözlük kaygusuz abdal eserleri'nin sözlüğü annememiş, babamali, ablamhatice, ağabeylerimmehmetnuri, hasanvemahmudgüzel'in azizruhlarına. söz başı kaygusuz abdal'ın asıl adı alaeddin gaybi'dir. o, alaiyesancakbeği hüsameddinmahmudbeğ'in oğludur. yılları arasında alaiye'de doğar, horasanalperenlerinden abdal musa'yayaşında intisap eder ve şeyhine kırk yıl hizmette bulunur. şeyhi tarafından, gaybibeğ'e kaygusuz adı verilir. o, yıllarında vefat eder ve elmalı'da şeyhi abdal musa külliyesi'ndeki mezarlıkta yerini alır. gaybibeğ, alaiyesarayı'nda dini, tarihi, felsefi, tasavvufi ve dönemin birçok ilmi disiplinlerinde köklü bir eğitim alır ve bir şehzade olarak yetiştirilir. gaybibeğ; idari sosyal ve beşeri faaliyetlerinin yanında bilimsel olarak da manzum, mensur ve manzummensur karışımı üç bölümden oluşan eserler yazar. onun bu eserleri, hem nitelik hem nicelik itibarıyla bir hayli yekun tutar hem de bu eserler günümüze kadar ulaşabilmiştir. şehzade kaygusuz abdal'ın hayatı ve eserleri üzerinde doçentlik dezi çalışmalarıma, 'te başladığım günden itibaren, yurt içi ve yurt dışındaki birçok kütüphanede kaygusuz'un eserleri üzerindecivarında yazma nüsha tespit edebildim. bu araştırmalarımda kaygusuzabdalkülliyatı'nın tamamına yakınını ise almanya'nın marburg üniversitesi kütüphanesinde bulabildim. bu külliyatta kaygusuz'un; manzum eserlerinden divan, gülistan, mesnevii evvel, mesnevii sani, mesnevii salis, gevhername, minbername, dolabname, salatname; mensur eserlerindenbudalaname, vücudname, kitabı miglate, risaleikaygusuz, manzummensur karşımı eserlerinden desarayname ve dilgüşa'yı tespit edip tamamını kütüphenemde muhafaza altına aldım. gördüğüm kadarıyla bu külliyat, kaygusuz'un ölümünden takribensene sonra, yani 'lerde yazıya geçirilmiştir. biz de marburg nüshası'nı, bu külliyat'ın hazırlanışında asıl nüsha olarak aldık. diğer nüshaları da tarayarak buralarda yer alan onun her bir eserini sağlam bir metin haline getirmeye çalıştık. çalışmamız; giriş, inceleme, kaynaklar, metinler, sözlük ve indeks'ten oluşmaktadır. giriş'te, kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ilinin tarihi ve kültürel yapısını kısaca belirlemeye çalıştık. birinci bölümde kaygusuz'un, menkıbevi, tarihi hayatını ve eserlerini özet halinde verdik. ikinci bölümde kaygusuz'un eserlerinin tavsif ve özetlerini verdik. onun bizzat elinden çıkmış herhangi bir yazmaya bugüne kadar tesadüf edemedik. eldeki yazmaların en eskisi, gevhername'yi içine alan ve tarihli topkapı sarayı'ndaki mecmuai latife'dir. ama asıl külliyat ise tarihli marburgnüshası'dır. biz burada yazma eserlerin istin sah tarihlerine göre, Xv. asrı geçmeyenleri nüsha tavsifini yaptık. XıX. asırdan itibaren istinsah edilenleri tavsif etmeyip, yalnız yerlerini belirlemeye çalıştık. üçüncü bölümde kaygusuz'un dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerini tespite çalıştık. o, zengin bir kültürel birikime sahip ve bugüne kadar da kimsenin fark edemediği dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türünü ortaya koymuştur. dördüncü bölümde kaygusuz'un eserlerinde, dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri üzerinde durduk. beşinci bölümde kaygusuz'un türkçesi ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. o türkçenin anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim diliolduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde konuşturan bir şairdir. o, eserlerinde dinitasavvufi duygu ve düşüncelerini, kur'anı kerim hükümlerine göre türk dilinin genel kurallarına uygun ve halkın kolay anlayabileceği sade bir ifade gücüyle işleyen bir şehzadedir. döneminde, türk edebiyatının ilk hamseci şairi olarak isimlendirebileceğimiz kaygusuz'un elimizde, sekiz müstakil mesnevisi mevcuttur ve toplam beyit sayısı da sekiz binin üzerindedir. altıncı bölümde kaygusuz'un manzum eserlerinden divan, gülistan, mesnevii evvel, mesnevii sani, mesnevii salis, gevhername, minbername, dolabname, salatname'nin metinlerini verdik. yedinci bölümde mensur eserlerinden budalaname, vücudname, kitabımiglate, risaleikaygusuz'un metinlerini verdik. sekizinci bölümde manzummensur karışımı eserlerinden sarayname, dilgüşa'nın metinlerini verdik. abdurrahman güzel dokuzuncu bölümde konumuz itibariyle, abdalmusavelayetnamesi ve kaygusuzabdalmenakıbnamesimetinlerine de yer vermeyi uygun bulduk. kaynaklar kısmında, eserleri yazmalar eserler ve basma eserler olarak iki başlıkta verdik. sözlük kısmında kaygusuz'un eserlerine dayalı olarak tespit ettiğimiz kelimelerin anlamlarını verdik. bu eserin hazırlanmasında, yayınlanmasında beni ısrarla teşvik eden, maddimanevi yardımlarını esirgemeyen, önemli katkılarda bulunan meslektaşlarım, öğrencilerim ve dostlarıma ve özellikle de her zaman yanımda olan ve çalışmalarımda da yardımlarını, özverilerini esirgemeyen sevgili öğrencilerim sayın alifuatbilkanvesayınprof. celaldemir'e samimi duygularımla teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. yine bu beş yüz elli yıl öncesinden gelen eserin basımında tashihinde kendilerinden yardım gördüğüm sayınprof. gürergülsevin'eveprof. feyziersoy'a da teşekkür ederim. özellikle de bu eserin hazırlanmasında, yayınlanmasında beni ısrarla teşvik eden, maddimanevi yardımlarını esirgemeyen, önemli katkılarda bulunan meslektaşlarım, öğrencilerim, dostlarıma ve tdk çalışanlarına samimi duygularımla teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. külliyat çalışmamızda; gerek bizden gerekse müstensihten kaynaklanan bazı eksiklikler, hatalar bulunabilir. asıl amacımız; kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve türkislam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. bu görüşler bağlamında eseri, ilim aleminin istifadesine sunmanın hazzını duyuyoruz. tevfik ve inayet yüce mevla'mızdandır. ankara, mart abdurrahman güzel giriş kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili teke ilini bu dönemde iki noktada ele almamızda fayda görmekteyiz. bunlardan birincisi, kültürel yapıyı hazıralayan sebepler, ikincisi de tarihi yapıdır. bilindiği gibi kaygusuz abdal'ın yaşadığı teke ili civarındaki kültürel yapıyı hazırlayan tarihi perspektife baktığımız zaman görüyoruz ki o zaman anadolu'da X. yüzyıldan itibaren türk'ün ruhuna uygun bir kültürel cereyan yayılıyordu. bu tasavvuf cereyanıydı. herkes, memleketin içinde bulunduğu siyasi, iktisadi ve sosyal karışıklıklardan kurtulmak için kendilerini bir dergaha bağlamak zorunluluğunu duyuyordu. bu, insanlara manevi bir huzur veriyordu. çünkü müslüman türklerin anadolu'ya yerleşmelerine tahammül edemeyen hristiyan avrupalılar, türkleri anadolu'dan çıkarmak için haçlı seferleri düzenliyorlar ve önlerine de din adamlarını alıyorlardı. buna karşı olarak türklerde de din ve tasavvuf öncüleri erenler, alperenler ortaya çıktı. bunlar gazaya giden savaşçıları maddeten ve manen desteklediler. daha sonra bir ahilik teşkilatı kuruldu ki bunun o tarihlerde tasavvufun yayılmasında büyük rolü olmuştur. çünkü türkistan'da ahmed yesevi ile başlayan tasavvuf hareketi, anadolu'ya geldi. bilhassa horasan ve başka türk yurtlarının moğol istilası altına girmesinden sonra buradaki türkler, anadolu'yu bir sığınak olarak buldular. manevi bir göç halinde anadolu'ya geldiler. horasan erenleri olarak isim yaptılar. bu göç akımı uzun zaman devam etti. hatta kaygusuz abdal'ın şeyhi abdal musa'nın da hoy'dan geldiği kendi ikrarıdır. bunlar anadolu'ya yepyeni fikir, ahlak ve iman canlılığı getirdiler. büyük şehirlerde dergahlar kuruldu, kasaba ve köylerde tekkeler açıldı, her tarafta sufiler halkı irşat etmeğe koyulunca adeta bir misyon hareketiyle anadolu'da tasavvuf hızla yayıldı. çünkü X. ve Xıv. yüzyıllarda anadolu'da siyasi bir istikrar, sağlam bir devlet otoritesi yoktu. moğol akınları ile memleket yağmalanıyor, yakılıp yıkılıyordu. hiçbir yerde can ve mal güvenliği kalmamıştı. herkes huzursuzdu. işte bu şartlar altında insana manevi bir alemin sesini duyuran, insanları kardeş gören, yardımcı olmaya davet eden, allah'ın müm taz bir kulu olmayı öğütleyen tasavvuf cereyanına sımsıkı sarıldılar. tarikatın manevi havasında ve şeyhlerin nüfuzu altında huzur bulmaya çalıştılar. artık, tasavvuf, böylece saray ve konaklarda, şiir ve edebiyatta bir sanat unsuru olurken halk arasında da ahlaki öğütler şeklinde yayılıyordu. bunu sultanlar da benimsemişti. bu devirde tasavvufun asıl dayanağı ahilik idi. zira ahilik, diniiktisadi bir teşkilattı. o, yalnız dünya değil, hem dünya hem de ahireti beraber yürütmeye çalışan bir teşkilattı. bu esnaf ve zanaatçılar birliği zamanla tasavvufi bir renge büründü. yesevilik'ten de bektaşilik, melamilik, nakşibendiilik, bayramilik gibi milli tarikatlar doğdu. ikinci olarak kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili; anadolu'nun güneyinde bir kıyı şehri olan antalya ve alanya arasındaki sahil şeridi ile finike, kaş, kalkanlı, milli, gömbe, elmalı, istanoz ve karahisar kazalarının bulunduğu bölgedir. bu bölge, Xıv. asrın ikinci yarısında sultanü'ssevahi'l emir mübarizü'ddin mehmed beg zamanında tekeeli olarak tanınmıştır. teke ismini ilk defa zikreden elkalkaşandi'dir. bu isme ayrıca şerefü'ddin ali yazdi'nin zafername'sinde de tesadüf edilmektedir. teke iline; ile yılları arasında antalya, ile yılları arasında da korkudeli başkentlik yapmıştır. yılları arasında antalya, kıbrıs krallığı tarafından işgal edildiği için başkent, korkudeli'ne taşınmak zorunda kalmıştır. bu suretle teke oğullarıile yılları arasında toplamyıl iktidarda kalmışlardır. teke ili, selçuklular zamanında önemli bir ticaret merkezi olmakla meşhurdur. selçuklu sultanı alaaddin keykubad, akdeniz'de antalya, karadeniz'de de sinop'tan istifade etmiştir. o devirde teke ilinin merkezi antalya idi. teke emirliği yılları arasında müstakil olmuştur. selçuklu devleti'nin çöküşünden sonra antalya yerlilerden birinin hakim olması ve bu zatın memleket içi bir geziye çıktığı sırada, dündar bey'e bağlı bazı türkmenler tarafından öldürülmesinden sonra pampyliya, hamid iline dahil ahmet kabaklı, türkedebiyatı, ist. şahabeddin tekindağ, tekeili maddesi, islam ansiklopedisi. uzunçarşılı, osmanlıtarihi, ttk yay. ankara, ı,; yılmaz öztuna, büyüktürkiyetarihi,ötüken yay. istanbul, ahmet refik, fatih zamanında teke ili, türktarihencümenimecmuası, no. istanbul, abdurrahman güzel edilmiştir. böylece hamidoğulları'ndan dündar bey, 'de antalya'yı zaptederek kardeşi yunus bey'i emir tayin etmiştir. hamid bey'in oğlu ilyas bey'in ölümünden sonra oğullarından yunus bey, antalyateke eyaletinin kurucusu olmuştur. hamidoğulları; gölhisar, korkuteli ve antalya'yı aldıktan sonra teke oğulları adını almışlardır. dündar bey, anadolu valisi çobanoğlu demirtaş tarafından 'te antalya'yı zabtı sırasında öldürülmüştür. dündar bey öldürüldükten sonra üç yıl devlet yok edilmiş, sonra dündar bey'in oğulları hızır bey ve ardından ishak bey tahta geçmişlerdir. antalya'nın yılları arasında kıbrıs krallarının idaresinde bulunduğuna dair bir kitabeye antalya müzesi'nde rastlanmaktadır. hamidoğulları'ndan mübariziddin mehmed bin mahmud bin yunus tarafından tekrar antalya'nın kıbrıslılardan geri alındığı hususu, antalya yivli camii'nin kapısı üzerindeki tarihli kitabeden anlaşılmaktadır. mehmed bey'den sonra oğlu osman bey hükümdar olmuştur. osman bey, 'de yıldırım bayezid tarafından uzaklaştırılmış ve teke, osmanlı birliğine katılmıştır. zilhicce'sinde vuku bulan ankara savaşı'ndan sonra antalya yine osmanlılarda kalmış, osman bey, osmanlılara tabi olmuş, korkuteli'nde saltanat sürmüş ve 'te öldürülmüş, bunun üzerine korkuteli tamamen osmanlılar'a geçerek livai teke olmuştur. fatih ve bayezid devirlerinde tanzim edilen teke livası takrir ve tapu defterlerindeki kayıtlara göre bu bölgeye X. asırdan itibaren ekseriyetle üçoklar'ın teşkil ettiği türkmen zümreler yerleştirilmiştir. bu türkmen zümreler arasında da bazı tarikat erbabının faliyetlerde bulundukları görülür. bilhassa ahiler, yunus bey oğlu hızır bey zamanında antalya'da mükemmel bir teşkilat kurmuşlardır. 'de bu şehri ziyaret eden ibni batuta'yı da birçok defa zaviyelerine davet etmişlerdir. hızır bey'den itibaren tekeeli'ne süleyman fikri erten, antalyavilayetitarihiı, istanbul,; refik, ahmet, agm. uzunçarşılı..; öztuna, ı. erten, ı. uzunçarşılı,.; öztuna,.; erten, ı. erten, ı. erten, ı. erten,.,; öztuna,.; ahmet refik. hakim olan teke beylerinin bu bölgede kurulmuş olan bazı zaviye ve tekkelere nişan verdikleri, vakıfta bulundukları kayıtlıdır. yine selçuklular zamanında antalya'yı idare eden teke beyi ilim adamlarını himaye ederdi. kendisinin fenari oğlu mevlana şemseddin'e büyük hürmeti vardı. fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'den anlaşıldığına göre karyei ada, mevlana şemseddin ibni muhammed elfenari'ye verilmiştir. daha sonra ibni fenari olarak kaygusuz abdal'ın şiirinde yer alan bu zat, murad devrinde ilk osmanlı şeyhülislamı olmuştur. o, yılları arasında edirne'de şeyhülislamlık yapmıştır. teke iline bağlı karyelerin büyük bir kısmında eski teke beylerinin veya isa bey'le mustafa çelebi'nin ve murad'ın vakıfları vardır. hatta kaş tevabiinden şeyh beg zaviyesi'ne birkaç ev yaptırıp vakfeden, murad'ın eniştesi ve selçuk hatun'un beyi merhum karaca bey'dir. murad zamanında teke ilinin evkaf defterini tutanlar oruç bey ile edhem bey'dir. teke ilindeki ahi teşkilatı fatih zamanında da mevcuttu. teke ili birçok zaviyelerle dolu idi. hatta teke beyi'nin anası sultan hatun, istanoz tevabiinden elmalı'da seydi hızır zaviyesi'ne on mudluk yerle beş dönüm bağ vakfetmiştir. keza karahisar tevabiinden bali zaviyesi'ne de sultan alaaddin selçuki keçeci karyesini vakfetmiştir. o çağlardaki teke ilindeki başlıca tekke ve zaviyeler şunlardır: antalya'da, kılıçcı yusuf zaviyesi elmalı'da tevabiinde abdal musa tekkesi kalkanlı'da ahi devlethan zaviyesi gömbe'de şeyh ishak zaviyesi istanoz tevabiinde hacı balaban ve seyyid hızır kaş tevabiinde şeyh beg ve şeyh orhan zaviyesi bütün bu şartlar neticesinde antalya bölgesi de tasavvuf akımlarının yayıldığı bir yer oldu. şehir, köy ve kasabalarda açılan dergahlar, tekkeler hepsi islam dini'ni kur'an ve muhammed'in ölçüleri doğrultusunda, maddi ve manevi umut bağlamında bütün insanlara bir kurtuluş kapısı açıyordu. ahmet refik. refik, ahmet.. kaygusuzabdal'ıntarihihayatı bölümü. ahmet refik., ahmet refik. ahmet refik. abdurrahman güzel alaiye beyi'nin oğlubeg de bu manevi kapıdan içeriye girenlerden biri oldu. zira onun, babasının sarayını terk edip elmalı'da abdal musa'ya mürit olmasıyla dinitasavvufi türk edebiyatı, yeni coşkun ve samimi bir ses duyuyordu. böylece yukarıdan beri kısaca özetlemeye çalıştığımız antalya ve çevresi; kaygusuz abdal'ın yaşadığı devirde hem siyasi hem ticari hem iktisadi hem de kültürel bakımdan çok hareketli bir dönemi oluşturuyordu. birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı bilindiği gibi günümüzde tanınmış velilere ait menakıbnamelerin birkaç çeşidine rastlamak mümkündür. zira velilerin vefatından sonra hayatları etrafındaki rivayetler ağızdan ağıza dolaşarak menkıbeleşmekte ve bunlar bilahare menakıbname adı verilen eserlerde toplanmaktadır. kaygusuz abdal etrafında teşekkül eden menakıbnameleri de bu noktada ele alabiliriz. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'a ait menakıbnamelerin bir kısmı, özet olarak da olsa mehmet fuad köprülü, muhtar yahya dağlı, vahit lutfi salcı, rıza nur, sadedin nüzhet, rudolf tschudi ve Jacob, hallauer tarafından neşredilmiştir. söz konusu neşirler ise bir birinden pek farklı da değildir. hususi kütüphanemizdeki menakıbname; köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği özetlerden farklıdır. bu özetlerde kaygusuz, mısır'a kadar git fuad köprülü, abdal musa, türkkültürü, şubat, nde neşredilmiştir. muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal, istanbul, muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal hakkında etüdler, ıv, istanbul; türk folkloraraştırmaları, rıza nur, kaygusuz abdal, gaybi bey, kahire'de bektaşi tekkesinde bir manüskırı, türk bilik revüsü, no:, yıl:, rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz. aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizerisches arschiv für volkshunde, bd. Jakob hallauer, dievitadesıbrahimbinedhem, basel, ag nüshası,; ölç. x, xcm; st. yz. nestalik rik'a; kt. sarı abadi; ciltsiz. yazmanın başından bir, sonundan bir veya iki yaprak noksandır. bu bakımdan müstensihi ile istinsah tarihini bilemiyoruz. dil hususiyetleri; elimizdeki nüshanın XvıXvıı. yüzyıla ait bir başka nüshadan kopya edildiği intibaını vermektedir. sahifede bitmektedir; yazmada bundan sonra abdal musa'ya ait bazı rivayetler, kaygusuz'un minbernamesi ve muhtelif şiirler yer almaktadır.. mekte ve geri dönmemektedir. bizdeki nüshada ise kaygusuz, hac'dan dönüp abdal musa'ya kavuşur. menakıbname özetlerinden anlaşıldığına göre nur'un ve salcı'nın dayandığı nüshalar da bizim elimizdeki nüshadan farklı değildir. bu sebeple biz, kaygusuz'un menkıbevi hayatını ele alırken esas itibariyle elimizde bulunan ag nüshasına dayanarak onun menkıbevi hayatını vermeye çalışıyoruz. yalnız eksik kısımlar için de diğer nüshalara başvurduk. menkıbevi hayatı ailesi, çocukluğu, tahsili ve yetişmesi menakıbname'de kaygusuz'un ailesi, doğumu ve çocukluğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. ancak, menakıbname'deki. ehli tarik içinde ma'ruf ve meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan alaiye sancağı beyi'nin oğlu idi. adına gaybi derlerdi ibaresinden onun alaiye sancağı beyi'nin oğlu ve asıl adının gaybi olduğunu anlıyoruz. çocukluğuna ait bilgileri, onun on sekiz yaşındaki durumu anlatılırken az çok çıkarabiliyoruz. menakıbname'de bu kısım şöyledir: gaybi beg, gayet akil, arif, amil, kamil ve tüvane idi. on sekiz yaşında onunla kimse mukabele durub bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zuri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. bunun gibi işlerde naziri yogidi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. bebür ve peleng ve kaplan ve gözi her ne görse kurtulmazdı. yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki kaygusuz, çocukluğunda zamanının bütün ilimlerini tahsil ettiği gibi silahşörlük, pehlivanlık, avcılık maharetleri de en mükemmel şekilde öğrenmiş ve tam bir bey oğlu gibi yetişmiştir. daha fazla bilgi için bakınız: güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, türk tarih kurumu yay. baskı. ankara. rızanur. rızanur. abdurrahman güzel abdal musa'ya intisabının yol haritası gaybi beg, av yapmak üzere yola çıkar teke ili alaiye sancak beyi'nin oğlu gaybi beg, on sekiz yaşına gelince, günden güne sararıp solmaya başlar. babası, oğlunun bu durumuna çok üzülür. arkadaşlarına, oğlum gaybi beg, neden böyle sararıp soluyor? diye sordurur. arkadaşları gaybi beg'e sorarlar: sana ne oluyor, sevdalı mısın yoksa? gaybi, cevap veriyor: hayır arkadaşlar sevdalı değilim, yalnız benim içimde bir aşk var ki ne olduğunu ben de bilemedim. bir gün gaybi, babasından izin alır, atına binip avlanmak üzere yanına yiyecek ve birkaç kişi de alarak alanya'dan yola çıkar. manavgatserikaksuaknik köprüsü'nden geçerek antalya'ya; oradan da kepezbaşı'na gelir. burada tepebaşında bir ahu görür. gaybi: ha. benim aradığım av budur. diye hemen attan inip tirkeşinden bir ok çıkarıp, kirişe kor, nişan alır ve oku atar. kirişden çıkan ok, ahunun ön sol koltuğuna saplanır. tutacak olur, bir yaklaşır, bir uzaklaşır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. ahu'nun ardınca at sürer ahudan durmadan kan akar, gaybi beg de onun kaçışına bakar. ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. ahu; yenicebarutluyazırsöğütçükkurkudeliyokoman belibeyis ovasıöküz gözüsabancaelmalı boyları güzergahından yaralı ahu tekke köyü'nde bulunan asitane kapısından içeri girer. gaybi de arkasından dergaha girerek dervişlere geyiği sorar. meğer o sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden seyyid abdal musa sultan'a aitmiş. abdal musa, burada büyük bir asitane yaptırmış. onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. pek çok dervişi varmış. hepsi adbal musa'ya layıkı veçhile hizmet ederlermiş. ona bağlıymışlar. kepezbaşı; XXıv. asırda geyik avlanma bölgesi' olduğu gibi, bugün de aynı şekilde avlanma bölgesi' olarak devamlılığını sürdürmektedir. bu bilgilerin bir bir bölümünü, dönemin abdal musa tekkesi halifelerinden halil zeybek ve akçainiş köyü sakinlerinden hasan tanal'dan aldım. abdal musa dergahına ilk adımı atar işte geyiğin ve gaybi beg'in girdikleri dergah, abdal musa dergahı imiş. dervişler gaybi beg'i görüp karşıladılar ve atının dizginini tutup: buyurun, ziyarete geldünüz ise aşağı inün. dediler. gaybi beg: buraya oklanmış bir ahu geldi, o benüm şikarumdur, nice oldı, onu bana virün. dedi. dervişler de: buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedük. dediler. gaybi beg: hiç dervişler yalan söyler mi, niçün inkar idersünüz? ben ahuyu kendü gözümle gördüm, buraya gelüp içerü girdi. dedi. dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: bizüm haberimüz yok, bilmeyüz. dediler. beyzade, bu durum karşısında hayli melul ve perişan oldu. bir müddet öyle kaldı. aceb bu ahu nice oldu, nereye gitdi? bunlardan gayri kimünle söyleşsek. diye düşünürken, dervişler, dergaha doğru dönüp sultanum! alaiye sancağı beyi oglı gaybi beg, buraya gelüb bizden şikar taleb ider. dediler. bu esnada, zaten durumu içeriden dinleyen sultan: onu benüm katuma getürün, gelsün ben ona cevab vireyüm. dedi. dervişler gaybi beg'. sizü, erenler gelsün diye buyurdılar. hem ziyaret kılasunuz, hem de kifayetlü cevab alasunuz. dediler. gaybi beg de, sultan'ın bu hitabını işitdi ve hemen atından aşağı inerek; n'ola varalum, o mübarek cemalüni görelüm, ellerini bus idüb, haki payüne yüzümüzi sürelüm. dedi. içeri meydana girdi, sultan'ı gördü, hemen eğilerek selam verdi, ileri yürüyüp elini öptü, alnını yere koyup, haki payine yüzünü sürdü. daha sonra geri çekilip karşısında el kavuşturarak ayakta durdu. seyyid abdal musa hazretleri, onun selamını izzetle aldı: hoş geldünüz oğlum, safa geldünüz, kadem getürdünüz. gönlün, dilegün nedür, dile bizden, şöyle işidelüm bilelüm dedi. gaybi beg, keyfiyeti hali beyan etti. vakıayı olduğu gibi anlattı. sultan: o ahu, neden senün şikarun oldı? diye sordu. gaybi beg: abdurrahman güzel sultanum! ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koşdum. çok menzil aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi. cevabını verdi. sultan: o okı görünce bilür misin? diye sordu. gaybi beg: bilürem, sultanum dedi. abdal musa: bak imdi, gör okunı. dedi. kendi mübarek kolunu yukarı kaldırdı. koltuğunun altında saplı bulunan oku gösterdi, gaybi beg, bakıp gördü ki attığı ok, sultan abdal musa'nın koltuğuna saplanmış duruyor. meğer bu ahu suretinde görünen, bu asitanenin şeyhi abdal musa sultan imiş. beyzade, bu durumu görünce çok pişman oldu, utandı; bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. kendine gelince hemen sultan'ın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru ve niyaz eyledi. abdal musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, gaybi beg'in önüne koydu ve şöyle dedi: dergahunuzda itizar ehline lutf u ihsan kapusı her zaman açukdur. biz geçtük suçundan, bir dahı böyle etmeyesün, her gördüğün cana ok atmayasun. begzade pişmanlık duydu. aklı başına gelince abdal musa'nın hizmetine alınması için tazarru ve niyazde bulundu: sultanum! bendenüzi hizmetünüze layık görüp, ogulluga kabul eyleyün. allah'un kudretiyle hizmetünüze idelüm. sultan şöyle karşılık verdi: oğlum! bu erenler yolına gitmeklige mutlak mücerredlik gerekdür. sonunı düşünmeyüp sonra peşiman olmakdan tek durmak yegdür. zira kim bu yol, ince, sarp bir yoldur ve bu yolun derd ü belası, mihnet ü cefası boldur ve bu tarika giren kişi kadir oldugı denlü elden gelen işi men'itmeye. halkdan kendüsine her ne cefa gelürse sabreylemeye ve canibi hakk'dan ne bela nazil olırsa kendüsine ganimet bilmeye, feryad kılmaya, incinüb me'lul ve mahzun olmaya. hakk te'ala hazreti'nün, her işde bir hikmeti vardur. mesela dünya ve ahiret, cehennem ve cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ü şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş hep birbirinin mukabilidür. senün pederün bir sancak begidür. o sana riyazatı çekmege rıza virmez. var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm katumuza gel. gönlüne de danış ki, sonra peşiman olmayasun. bilirim sultanım! çünkü okta alaiye sancağı beginin nişanı vardır dedi. . begzade: sultanum! benüm pederüm sizsünüz. burada kaldıguma razı olmazsanuz, ben gayri yire gidemem ve bu asitaneyi terk idemem. gelmek var, gitmek ve dönmek yok. dedi. bu müşavereden sonra abdal, musa, bir halifesine buyurdu: gaybi beg'ün başını tıraş idün. bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, tac ve hırka giydirdiler, beline kemer bağladılar. daha sonra asitanei saadetde yer gösterip, bir posta oturttular. gaybi beg de bu post üzerine çıkıp iki diz üzerine, erkan üzre oturdu. fahr libasını kabul edip, dünyadan el etek çekti, her şeyden, uzak kalıp hakk'a tevekkül kıldı. teke begi ve kılağalı isa'nın ölümleri menakıbname'de bundan sonra gaybi beg'in babasının teke begi'ne abdal musa'yı şikayet etmesi; teke begi'nin abdal musa'yı cezalandırmak üzere harekete geçmesi ve ölümü anlatılmaktadır: begzade'nin yanında bulunan refakatçılar, ahunun arkasından yalnız başına giden gaybi beg'i kaybetmişlerdi. dağları, ovaları, sahraları tamamiyle aradıkları halde onu bulamamışlardı. nihayet hizmetkarlardan biri kan izini takiben asitanei sadete geldi. kapıdan içeri bakdı. gördü ki, begzade buradadır. hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi: gaybi beg'i burada buldum, gelün. dedi. bunun üzerine ne kadar atlı varsa hepsi asitaneye geldiler. atlarından inip, asitane kapısından meydana girdiler. orada begzade'yi gördüler. begzade, atından ve donundan feragat etmiş, bir post üzerinde oturuyordu. selam verip durumu gaybi beg'den sordular. gaybi beg de, vakıayı olduğu gibi anlattı. maiyetinin tereddüdünü izale maksadıyla: bundan sonra benüm babam abdal musa sultan'dur. siz bana dahl idemezsünüz. hemen at ve tumanumu alup benden farig olun! dedi. bunun üzerine maiyeti de bu emre uyarak atını ve elbiselerini alıp; babası katına, alaiye sancağı begi nezdine geldiler. bevvaplar gaybi beg'in atını ve elbiselerini görüp kendisini göremeyince şaşırdılar. gaybi beg avdan geri dönmedi, gaib oldı, hiç görünmez. nerede ve ne halde oldugını bilmeyüz. dediler. zaten merak içinde bulunan ala'iye menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel sancağı begi bu konuşmaları içeriden duydu. aklı başından gitti. bu esnada kulları başına geldi. durumu tafsilatıyla onlardan sordu. hani, oglum gaybi nice oldı? sizünle beraber gitmüş idi, neyledünüz? dedi. onlar da begzade'nin durumunu gördükleri ve gaybi'den duydukları şekliyle babasına anlattılar. alaiye sancağı begi, oğlu gaybi'nin bir derviş olup abdal musa tekkesi'nde kaldığını işitince ciğeri yandı, acısı tepesine çıktı. hemen yerini yurdunu bırakıp oğlunun kurtarılması için ricada bulunmak üzere teke begi'nin huzuruna geldi. selam verdi, yüzünü yerlere sürdü, ağladı. abdal musa hazretlerinden şikayette bulundu: bir aşık dünyayı tutdı. dörtbeş yüz abdalı var. benüm oglumı dahı efsunlar idüb alakoymuş! bana meded eyle! tut, onun hakkından gel! bu yanmış yüregüme bir su serpüp bana derman eyle, yok dirsen helak oluram, halk içünde vakarum, namusu u arum kalmadı. her ne idersen becid tut. dedi. meğer o esnada teke begi'nin yanında meşhur bir kimse vardı. adı kılağılı isa idi. bu, bahadır bir kişiydi. teke begi, nerede bir cenk olsa, daima onu gönderirdi. zira onun beceremediği iş yoktu. hiçbir kimsenin bitiremediği işi bu bitirirdi. kaf dağı bile olsa o giderdi. hiçbir kimse ona karşı durup savaşamazdı. civanmerd idi. teke begi'nin en çok güvendiği itimat ettiği bir kişiydi. teke begi, abdal musa'yı getirmesi için en çok güvendiği kılağılı isa'yı katına çağırdı ve şöyle dedi: var, o abdal'ı bana tut getür, nice kişidür göreyüm, andan haber sorayum. dedi. bu emri müteakip kılağılı isa, el baş üstüne koyup saray kapısından çıktı, hemen atını eğerleyip üzerine bindi ve süratle at koşturarak abdal musa asitanesi'ne geldi. içeri girdi. dervişler onu görünce, hürmetle karşıladılar, atının başın tutup: aşagı in de, atunı bagluyalum. dediler. bunun üzerine kılağılı isa: ben aşagı inmem, bana tiz haber virün, abdal musa sultan sizün hanginüzdür? ana söyleyün gelsün, benümle teke begi'ne gidelüm dedi. dervişler: sultan seccadesinde oturup halifeleri ile sohbet ider. sen dahı sözün var ise içerü meydana gir, mübarek elüni öp, sonra ne hacetün var ise huzurunda arz eyle, dilegüni dile. dediler. kılağılı isa: söyleyün gelsün! bana zahmet virmesün, ben atumdan aşağı inmem. dedi. sultan, bu karşılıklı konuşmaları işitti ve hemen nida kıldı: sana kim dirler ve adun nedür? kılağılı: bana kılagılı isa dirler diye cevap verdi. sultan: hemen edebünle geri dön, geldigin yola git, biz senün didigün adem degilüz. dedi. kılağılı isa'ya bu sözler pek hoş gelmedi. hiddetlendi. hemen atından aşağı inip, içeri girerek, sultan'ı tutup zorla dışarı çıkarmak ve teke begi'ne götürmek istedi. sağ ayağını üzengiden çıkardı, fakat sol ayağı üzenginin içinde kaldı. çıkarmak için uğraşırken, ayağı ile atın karnına tekme vurunca at ürküp durduğu yerden hızla uzaklaştı. durdurmak mümkün olmadı. at, kapıdan dışarı çıkıp, öyle koşuyordu ki, ne atı durdurabiliyor ne de ayağını kurtarabiliyordu. çünkü at, yel gibi uçuyordu. kılağılı isa da atın arkasından sürünüp gidiyordu. böylece at, teke iline kadar bu minval üzre vardı, kılağılı isa ise, taştan taşa, yerden yere çarpıla çarpıla, pare pare oldu, baş kol dağılıp ancak üzengide takılı bir budu kaldı. karşıdan gördüler ki, kılağılı isa'nın atı kaçıp gelir, nihayet at bu haliyle menziline geldi. ama üzerinde kimse yoktu. bu ne haldir diye ileri vardılar ve atı tutup gördüler ki atın sol üzengisine asılmış bir insan budu var, başka hiç nesne yok. at ise, koşmaktan kan tere batmıştı. kılağılı isa'nın başı, kolu, gövdesi gitmiş, yalnız bir budu üzengide asılı kalmıştı. bu hali hemen teke begi'ne bildirdiler. bunun üzerine teke begi melul ve perişan olup çok hiddetlendi. zira kılağılı isa, teke begi'nin hem güvenilir bir maslahatgüzarı hem de kıymetli bir cengaveriydi. durumu etrafına sordu. herkes ayrı ayrı tahmin yürüttü. teke begi, daha fazla gazaplandı ve bütün adamlarını yanına çağırarak şu emri verdi: askerler atlaruna binsünler, filan yire azim bir ateş yaksunlar, o münafıgı ateşde yakayum, temaşa ideyüm. dedi. alaiye sancağı begi ve bütün askerleri arkasına süvar olup alemler, sancaklar kaldırılıp, davul ve zurna çalınıp, munzam süvarler halinde durdular. beg buyurdu: öncüler önde gidecek ateşi yakacaksunuz. abdal musa yanacak; biz de arkadan geliyoruz. dedi. abdurrahman güzel bu durum, abdal musa hazretlerine önceden malum oldu. oturduğu yerden ya allah! diye bir nara vurdu. bu ses üzerine dörtbeş yüz müridiyle beraber abdal musa sema ede ede teke begi'ne karşı yürümeye başladı. asitane'nin batısında yüksek bir dağ vardı abdal musa ve müritlerinin sema etmesi esnasında bu dağ da hemen onların ardınca yürüdü. sultan, dağın yürüdüğünü görünce ona bakıp mübarek eliyle işaret edip dur! dağum dur! dedi ve dağ durdu. daha sonra abdal musa ile taş ve ağaçlar cuşa gelip sultan'ın ardınca teke begi'ne doğru yürüdüler. dur dağı'nda ne kadar ağaç, taş varsa hepsi halka halka olup abdal musa ile sema girdiler. sultan ve müritleri sema ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip söndürdüler. teke begi, askeri ile gelirken bu durumu görünce çatal derbendi'ne doğru yürüdü. askeri de onun ardınca geldiler. beri taraftan abdal musa, halifeleri ve dervişleri ile sema ederek ateşi tamamiyle söndürdükten sonra tekkeye doğru yürüdüler. yolda gelirken, dağdan bir kara canavarın gelmekte olduğunu gördüler. yaklaşınca, sultan onu gördü ve işte teke begi'nün ruhı dedi. tekkeye odun getiren baltasıgedik adında bir derviş vardı. bu derviş baltasıyla o canavarı vurup öldürdü. bu esnada teke begi de at üzerinden düşüp ölmüş ve askerleri dört bir yana giderek dağılmıştı. babası, gaybi beg'i abdal musa'ya teslim eder menakıbname'nin bundan sonraki kısmında gaybi beg'in babası, oğlunu kendi rızasıyla abdal musa'ya teslim edişi anlatılmaktadır: teke begi'nin ölümü ve askerlerinin dağılmasını bizzat gören alaiye sancağı begi, bildi ki sultan abdal musa, velayet ve keramet sahibidir. bu işlere biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen sancak begi pişman oldu, tevbe ve istiğfar eyliyerek varub o er ile buluşalum, mübarek elini öpüp, ayaklarına yüz sürüp, özür dileyüp kendüsine tabi' olalum diye düşündü. bir müddet sonra, alaiye sancağı begi, üç yüz adamıyla birlikte, alaiye'den kalkıp, abdal musa sultan'ın asitanesi'ne müteveccih hareket etti. öte yandan abdal musa, halifeleriyle sohbet etmekteydi. başını kaldırıp şöyle söyledi: filan mahalde iki punar çıkdı. biründen bal ve biründen de yag revan olup akdı. o punarlardan balyağ alup mutfakda bir yire doldurun. bizim gaybi'nün babası alaiye sancağı begi, kendüsine tabi üç yüz adamıyla gelüp bi menakıbname, ag nüshası, zümle mülakat olmaga azm kıldı. erte bir gün gelürler. onları ziyafet idüb konaklık eyliyelüm. dervişler, sultan'ın dediği yere vardılar. gördüler ki, iki büyük pınar çıkmış, birinden bal, diğerinden de yağı safi akmaktadır. dervişler bundan üç gün üç gece taşıyıp mutfağı doldurdular. bu pınarlardan bu nimetler üç gün üç gece aktı. duyan herkes gelip bu pınarlardan balyağ aldılar. kaplarını doldurdular. dördüncü gün olunca abdal musa sultan: şimdüden sonra punarlardan su aksun! dedi. halifeler ve dervişler: sultanum, bu punarları koyun, ta kıyamete degin böyle bal yağ aksun, nice kimseler faydalansunlar, size hayır du'a kılsunlar ve hem sizin yadigarınuz olsun. dediler. sultan abdal musa: didigünüz olur, lakin miri canibden ademler gelürler, bizden sonra üzerlerine nazır olurlar, çok mücadele olur, fukaraya virmezler. dedi. sultan'ın dediği gibi, dördüncü gün vardılar gördüler ki o pınarlardan balyağ yerine su akar. buna binaen bu pınarlara bal ve yağ çeşmeleri derler. bu taraftan alaiye sancağı begi üç yüz adamıyla asitane kapısına geldiler. atlarından aşağı indiler. sultan'dan destur alıp içeri girdiler. sultan'ın mübarek cemalini gördüler. ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdüler. her biri, önce sultan'dan özür dilediler ve kem bizden, kerem erenlerden; bizüm eksükligümüze kalmıyasınuz dediler. sultan, onların özürlerini kabul edip dergahumuzda i'tizar sahiblerine lutf u ihsan kapuları açukdur. hoş geldünüz, safa geldünüz. diyerek her birine yer gösterdi. alaiye sancağı begi, maiyeti ile birlikte, asitane misafirhanesinde üç gün üç gece konakladı. ev sahipleri bunlara büyük ziyafetlerde bulundu, dervişler de hizmet ettiler. gaybi beg dahi babasıyla görüştü. babası onun iki gözlerinden öpüp nevaziş eyledi ve: oglum, fahrün mezid olsun! akluna fikrüne kurban olayum. bu fani dünyada akil odur kim bir mürşid etegine yapışa, salihler, veliler güruhuna karışa, ahiretde dahı onlar ile haşr ola! dedi. alaiye sancağı begi, bu sözleri söyledikten sonra oğlu gaybi'yi hatır u safa, hüsn ü rıza ile abdal musa sultan hazretlerine teslim edip, onun terbiabdurrahman güzel yesine bıraktı. daha sonra sultan abdal musa'dan destur alıp vedalaştı. bu vedalaşma esnasında gaybi beg, abdal musa'ya intisabının babası tarafından da hüsn ü rıza ile husul bulduğunu görmekten mütevellid, memnuniyetle babasının elini öperek son oğulluk vazife ve hürmetini gösterdi. gaybi beg, asitane'de kaldı. mahlas alışı gaybi beg'in kaygusuz mahlasını alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır: gaybi, bundan sonra begzadeliği tamamen terk ve maddi hayatın alayişinden feragatla, dervişliği ihtiyar etmiş, zahir alemin kayıt ve alaikinden nefsini tecrit etmiştir. bundan sonra abdal musa sultan, sünnet nazariyle gaybi'nin yüzüne baktı ve gaybi, kaygudan reha buldun, şimden girü adun kaygusuz olsun. dedi. gaybi yüzünü yere koyup meskenet gösterdi. sultan bu sözleriyle begzade'nin ismini kaygusuz diye söyledi. bundan itibaren gaybi beg'in adı kaygusuz oldu. şeyhinden icazetname alışı rivayet bu cihetledir ki kaygusuz, abdal musa asitanesi'nde kırk yıl hizmet eyledi. nasibini aldı. menzil ve meratib sahibi oldu. hacc'a gitmeye niyetlendi. aşağıdaki şiiri okuyarak abdal musa'dan icazet istedi: canumıyolınakurbanideremben belürsizolıcak canucihanınideremben şey'en li'llah benüm gıybetüme kılıç salan hercayiyüzegüliciyarınideremben hayvanüademezenciryulardahıdayanmaz ehlitarikibin nefesdeyederemben menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. olunca. dağlı. 'de eyek. hüsnüncemalüngöreligeldümimana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben haldiliyleicazetisterkaygusuzabdal şahumassıkıl kuşumuçdıgideremben bunun üzerine abdal musa, bana divit ve kalemi getürün. diye emretti. dervişler istenilenleri getirip hazır eylediler. sultan, kalemi kağıdı alıp kaygusuz'a bir icazetname yazdı. icazetname aynen şöyledir: bismi'llahi'rrahmani'rrahim! elhamdüli'llahi'llezica'alekulube'l'arifineilaahirihi. hernekimvardurcevabiçindemesturkıldu. dahıbuyurdıkimbizümilemüşahedekılmakmuradeyleyenkaygusuz'anazareylesün. vebizdenhayrduailtimaseyleyenkaygusuz'danalsun. safanazarınvehimmetinrecaveniyazkılsunvehernediyarakiazmidüb gerekdürki, olvelayetünerbabüayanveekabirveeşrafve agniyave fukara, herkimolsa, mezburkaygusuz'unüzerindebir vechilenazarıinayetvemerhametveşefkatdirigbuyurmayalar. bu canibünri'ayethatırıçünanaizzetvehürmetkılalar. anunkademi kudumın kendülereminneti azimile ra'iyyet bileler; didarlarıyla müşerrefolupsafanazarhimmetiylemugtenimolalarveanaolan riayetvehimayetmahzabucanibeolmışgibidür,şöylebileler. baki ne ola ki ma'lumısa'adetolmayave'sselam. kaygusuz abdal, icazetnameyi aldı, şerefi desti bus kıldı. tazarru ve niyaz edip meskenet gösterdi. makamına geldi, karar eyledi. şevk ve muhabbetinden ona bir susuzluk arız oldu. bir keşkül içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su katarak ayran yapar ve erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak içer. o, bu icazetnameyi en iyi bir şekilde yemek suretiyle kalbinde saklayabileceğini gönlünden geçirmişti. bu hali gören dervişler taaccüp edip durumu hemen abdal musa sultan'a haber verdiler. sultan'um, bir divaneye, bunca zahmet çeküb mübarek elünüzle icazetname yazup verdinüz, o bunun kadr ü kıymetüni bilmeyüb yogurt içine dograyub yidi. diye şikayette bulunurlar. menakıbname, ag nüshası, 'de kal; dağlı. 'de ihsan kıl. menakıbname, ag nüshası,; güzel, kaygusuz abdal menakıbnamesi. menakıbname, ag nüshası,; güzel. abdurrahman güzel abdal musa sultan bu haberi işitince sadece tebessüm eder ve bana kaygusuz'ı çagırun haber sorayum niçün böyle eylemiş? kaygusuz'a haber verilir ve hemen kaygusuz, abdal musa'nın huzuruna gelir. abdal musa, kaygusuz abdal'a sorar: niçün böyle eyledün? kaygusuz özr ü niyaz eyliyerek şöyle cevap verir: sultanum, sizün yadigarunuzu saklamaga hiç bundan daha ma'kul bir yir bulamadım. kendü kalbümde saklayam. bu cevap sultan'ın çok hoşuna gider ve şöyle der: başka kimesneler dışarudan söyler, sen içünden söyleyesün. o saat kaygusuz'un gözü gönlü açıldı ve söylemeye başladı. bundan sonra kaygusuz'un mana denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap oldu, arifler yazdılar ve onun manasını bildiler, cahiller bilmeyip şaşakaldılar. mısır'a gidişi bir akşam vakti, halifeler ve dervişlerin hepsi meydana gelip, menzili meratib üzre yerlerini alıp, seccadeleri üzerinde oturdular. abdal musa ise sadrı ala'da oturmuştu. çerağlar yakıp gülbanklar söylediler. bu esnada kaygusuz abdal, oturduğa yerden kalkarak şeyhine doğru yöneldi. erenler karşısında meskenet gösterip, yüzünü yere koydu, gitmek üzere izin istedi. bu hal, sultan'a malum oldu. etrafına baktı ve bizüm kaygusuz'a kim yoldaş ola? diye sordu. hemen kırk nefer ayağa kalkarak kaygusuz'un yanında yerlerini aldılar. abdal musa da duayı gülbank edip onlara uğurlar diledi. sabahleyin bir koyun kurban ettiler. söyüş edip onu kırmızı büryan kebabı şeklinde pişirdiler. birkaç ekmek ile büryanı kaygusuz'a verdiler. kaygusuz abdal ve dervişleri sabah namazını eda ettikten sonra azıklarını alıp yola çıktılar. bir menzile vardılar. konakladıkları yerin etrafında bağbahçe, sebze ve meyveler vardı. orada ayrıca ulu bir kavak ağacı bitmiş idi. yanından da ulu bir su akardı. bu su, abdal musa'nın dergahına giderdi. kaygusuz, oraya gelince biraz dinlendi. sofrayı açıp içinde bulunan kebabı kırk nefere taksim ederek dağıttı. yediler, şükrettiler, ellerini yudular, daha sonra sohbete başladılar. burada kaygusuz, başını kaldırıp kavak ağacına baktı ve: menakıbname, ag nüshası,; güzel. bu çınar acaib ulu çınar degül midür, ne hoş yirde bitmiş, balabülend olmış. dedi. esasında ona sergerdan kavak ağacı derlerdi. kaygusuz sultan da onun gerçekten bir kavak ağacı olduğunu biliyordu, yanındakileri imtihan maksadıyla böyle söylüyordu. dervişler: sultanum, bu çınar degül, kavak agacıdur. diye cevap verdiler. bunun üzerine kaygusuz ben onı çınar agacı sandum. dedi. hiç konuşmadan hemen asitane'ye geri döndü. dervişler, kaygusuz'un geri gelişini gördüler ve: acaba niçün gitmedi. dediler. durum, abdal musa sultan'a malum olmuştu. kaygusuz'un yoldaşları ona tam olarak tabi olmamışlardı. o gün yine akşam oldu. yine adet üzere çerağlar yakıldı. kaygusuz, yine kapıya vardı. yüzünü yere koydu. adet üzere yerine geçti. abdal musa sultan'ın; bu def'a evvelki yoldaşlar otursun ve gayrıları kalkup kaygusuz'un yanına varub dursunlar emri ve işareti mucibince kırk nefer kalkıp kaygusuz'un yanında durdular. asitane'de beş yüz nefer bulunmaktaydı. geri dönenler hatalarını ancak orada anladılar, pişman oldular ve: bilmedük, muvafakat kılmaduk, yekdil, yekcihet olmaduk, cümle bir dilden söylemek gerek idi. şimdüden sonra ne fayda, peşimanluk fayda itmez dediler. yine sabah olunca bir koyun kurban edildi. büryan kebap yapılarak pişirildi. birkaç ekmek ile sofraya konup kaygusuz'a verildi. kaygusuz, abdal musa'nın elini öpüp, baki halife ve dervişlerle vedalaşıp asitane'den ayrıldı. yine aynı kavak ağacının dibine gelip konakladılar. yemekten sonra kaygusuz sultan başını kaldırıp: yarenler ne hoş çınar bu ulu çınar dedi. bu halin ne olduğunu tevabileri bildiler. bülbül kuşu gibi hepsi bir dilden ötüp: sultanum beli, güzel çınardur! dediler. o zaman kaygusuz sultan dahi bildi ki bu yoldaşları kendisine tabidirler. hepsi yekdil, yekcihet olup biribirine muvaffakat eylediler. bu sözler üzerine kaygusuz'un gönlü hoş oldu ve: bu çınardan bize birinüz meyve getürse, ta'am üstüne onı tenavül eylesek dedi. abdurrahman güzel kızılelma mefkuresi içlerinden biri hemen kalkıp, eteğini beline sokup kavak ağacının üzerine çıktı, bir dalı sıkıca tutup silkeleyiverdi. kudreti hüda'nın evliyalara bahşettiği velayet zahir oldu ve kavak ağacından kırmızı kırmızı elmalar döküldü. kavak ağacından düşen elmaların birçoğu bu suyun içine düşüp yuvarlana yuvarlana asitane'ye doğru akıp gitti. abdal musa sultan, asitane'deki vahdethane'sinde oturuyordu. hemen halifelerine buyurdu: bizüm kaygusuz'un velayet elmaları su ile akup gelür, tiz tutun, biz de tenavül idelüm. halifeler ve dervişler, erenlerin nutkunu işidince her biri süratle dışarı çıktılar. akarsuya baktılar. gördüler ki kırmızı kırmızı elmalar su içinde yüzerler. her biri beşer onar elma tutup sultan'a getirdiler, tenavül eylediler. ilkbahar günleri idi. meyve mevsimi değildi. bunu görüp işitenler hayretler içinde kaldılar. kaygusuz abdal ise elmaları yedikten sonra bütün yoldaşlarıyla beraber mısır diyarına doğru yola çıktılar. mısır sultanına gösterilen keramet mısır'a gelince önce vilayetin durumunu sorup zamanın mısır padişahının bir gözünün kör olduğunu öğrendiler. bunun üzerine kaygusuz bir gözünü pamuk ile kapattı. kırk yoldaşı da öyle yaptılar. dimyad kasabasından gemilere binip nil nehri üzerindeki bulak iskelesi'ne geldiler. gemilerden dışarı çıktılar. kaygusuz baba sultan, bir merkebe bindi. yanındaki kırk nefer de her biri, tennurepuş uryan pabürehne dayak omuzlarında olup turna katarı dizildiler. hepsinin birer gözlerinde pamuk sarılı olduğu halde, kal'a yolundan mısır şehrine geldiler. o esnada bir hacib de mısır'dan çıkıp bulak iskelesi'ne gelirken, turna katarı gibi dizilmiş, birer gözleri pamukla kapalı, yalınayak kırk dervişi gördü. hepsi hacib'in önünden geçtiği halde ne yüzüne baktılar ne de selam verdiler. her birisi kendi aleminde geçip gittiler. ancak en sonda bir merkebe binmiş kaygusuz sultan geldi, selam verdi, hacip selamı aldı: mısır'a kadarki yolculuk hakkında, menakıbname'de bubabdasözçoktur. eğermısır'a gelinceyekadarvakiolanhalzikroluncagayetmüfassalolur. bakimaksudavaralum denmektedir. menakıbname, ag nüshası. üstlerinde tennure, uryan, ayakları çıplak, omuzlarında dayak turna katarı gibi dizildiler. lutf ihsan eyle, sana bir sualüm var, müşkilümi hallet bana cevab vir. dedi. baba kaygusuz: buyur ogul, müşkilini sual eyle. aklımuz irerse sana cevab virelüm. dedi. hacib: ne diyardan gelürsünüz? diye sordu. baba kaygusuz: teke vilayeti'nden, abdal musa sultan asitanesi'nden. cevabını verdi. hacib: pes malum, kırk nefer fi'lcümle sana tabidür. bu yol kenarında durdum. bunların cümlesi hep önümden geçdi, hiç biri selam virmedi. sebebi nedür? diye devam etti. baba kaygusuz: bizüm adetümüz budur ki, biz selamı nevbetle virirüz. onların cümlesi nevbetlerini savdılar. nevbet bugün benümdür. onun içün sana selam virmediler biz selam virdük. dedi. hacib: bir müşkilüm dahı kaldı, lutfeyle bana onun da manasını beyan eyle! deyince kaygusuz: nedür müşkilün söyle dedi. hacib: bu denlü amaları nereden topladun, hepsinün bir gözinde pamuk var, sen de bir gözine pamuk koymuşsun, sebebi nedür, bu diyara niçün geldünüz? diye sordu. baba kaygusuz şöyle cevab verdi: bizüm bu diyara gelmekden muradumuz hacc itmek ve ka'betu'llah tarafına gitmekdür. bu diyarı mısır ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb, bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. gözlerümüze anun içün pamuk koyduk ki, zahir gözümüzi yumup, batın gözümüzi açmışızdur. cümle dünyanın metaından geçüb ışk u muhabbet şerbetini dost elünden içmişüz. hacib bunları dinledikten sonra geri dönüp padişahın huzuruna geldi. padişah: abdurrahman güzel niçün tiz geldün? diye haber sordu. hacib: sultanum, bir kimseye rast geldüm. yanınca kırk nefer ademi var. cümle hep birer gözlerine pamuk baglamışlar. sordum, teke sancağı'ndan abdal musa sultan dergahı'ndan gelürüz diye cevab virdiler. dedi. padişah ve vezirler bu haberi işitince taaccüb ettiler. birbirlerine bakarak: o kişi ya çok akıllı ve arif'dür, yahud gayetle nadan ve cahildür. onı imtihan itmek gerekdür. eğer o kişi bir akil ve dana ise müşerref olalum; cahil ise hakkından gelelüm. dediler. orada hazır bulunanların her biri bir fikir beyan etti. daha sonra vezir şöyle dedi: sultanum, o kimseleri çagırtalum. selam ve kelamdan sonra çeşnigirler kendülerine yimek getürsünler, kırk tane kaşuk yondursunlar, her birinün sapları üçer karıştan ziyade olsun. eğer o kaşukların yukarı başından tutup yirler ve şükrüni iderlerse anlaşılur ki her biri arif, kamil ve akildür. eger yiyemezler ve şaşırup birbirlerine bakarlarsa cümlesi cahildür; nice bilürsenüz öyle yaparsınuz. vezirin bu sözü makul görüldü. mısır padişahı her şeyi hazırlattıktan sonra, kaygusuz sultan'ı davet için adam gönderdi. kaygusuz: davete icabet lazımdur. varalum ol padişahın mübarek cemalini görelüm, haki payine yüz sürelüm. dedi. padişahın sarayına vardılar, içeri girdiler. taht üzerinde oturan sultan'ı gördüler, eğilip selam verdiler. padişah bunları görünce selamlarını aldı ve: hoş geldünüz, safa geldinüz, kademler getürdünüz dedi. daha sonra yemeğe oturdular. çeşnigirler yemekleri ve sapı uzun kaşıkları getirdiler. imtihanı merak eden bütün alimler, salihler, abidler, zahidler ve mısır begleri de hazır bulunuyorlardı. bunlar kaşıkları görünce şaşırdılar. ellerine aldılar, yukarı başından tutup kaşıkları yemekle doldurdular. kaldırıp ağızlarına götürmek istediler, fakat bir türlü ağızlarına götüremiyorlar, ancak kulaklarına doğru götürebiliyorlardı. buna bir çare bulamayan alimler, salihler ve emirler sofradan kalktılar, sıra kaygusuz ve yoldaşlarına geldi. yirmisi sofranın bir tarafına, yirmisi de diğer tarafına karşılıklı oturdular. kaşıklarını ellerine aldılar. başından tutup doldurdular. kaygusuz baba, hemen karşısında olan yoldaşına balım dolusu gibi sunuverdi. diğerleri de aynı şeyi yapıp karşısında bulunanlara yemeği yedirdiler. yemekten sonra şeker şerbeti içildi ve söze başlandı. padişah kaygusuz'. gözlerünüze niçün pamuk koydunuz? diye sordu. kaygusuz'un cevabı sultan'um, bizüm adetümüze göre hangi beldeye varursak o vilayetün padişahına uyaruz. şimdi sizün tahtı hükumetünüzde oldugumuza göre size tabi oluruz. sayei devletünüzde bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradmuz idi. siz bu dünyaya bir gözle bakarken bizüm iki gözle bakmamuz reva degüldir. biz dahı bir gözle bakaruz. mısır padişahı, kaygusuz'un bu sözlerini işitince son derece memnun oldu. gönlü bu hakikatlı cevabın tesiri ile doldu. ve: ey şeyh, takdiri hüda böyle yazmış. her ne ki hakk'dan geldi, hoş geldi. gözlerinüzden pamugı kaldırun. bu yusuf peygamber tahtını iki göz ile ziyaret idün. dedi. bundan sonra sultan kaygusuz: bir dua eyleyelüm, siz de amin' diyinüz. ola ki hakk sübhanehu te'ala katında duamız müstecab ola. ellerimüzü yüzlerümüze sürelüm. gözlerümüzden pamugu kaldıralum, hakk te'ala hazretleri'nün kudretini müşahede kılalum. dedi. daha sonra kaygusuz sultan, ellerini semaya kaldırıp dua etti. padişah ve vezirleri de duaya el kaldırdılar. amin, ya mu'in dediler. sultan kaygusuz, kırk dervişiyle duayı tamamladı. surei seb'almesani ve ümmü'lkur'an okuyup ve laddallin amin dedikten sonra ellerini yüzlerine sürdüler; gözlerinden pamuğu kaldırdılar. yüzleri ve gözleri açıldı. padişah dahi ellerini yüzüne sürdü. ol saat hakk te'ala'nın kudretiyle ve evliyanın velayetiyle padişahın ama olan gözü açıldı, dünyayı gördü. gönlüne ilhamı rabbani varit olup bildi ki bu kaygusuz abdal keramet sahibi, allah'ın sevgilisidir. tereddütsüz olarak tahtından aşağı inip baba kaygusuz'un elini öptü ve ayaklarına yüzünü sürdü. can u gönülden muhibbi oldu ve: hicr suresi, ayet:: ve lekadataynake seb'anmine'lmesani ve'lkur'an elazim. kur'anı kerim ve türkçe anlamı, diby, ankara. fatiha suresi. abdurrahman güzel ya şeyh, dile benden ne dilersen! dedi. kaygusuz sultan, mısır padişahı'ndan birçok dileklerde bulundu. bu dilekleri manzum olarak şöyle ifade etti: sözbaşundazikridelümallah'ıniyazile canugönüldendiremlafdegüldürsözile yailahi, kapundabirkaçdileklerümvar heleşimdikihaldecengimvarbogazile onbinkoyunbindevebişbinsusığırı bişbintavukbinördekdahıbuncakazile mahazarlokmalarıdaimnasibkılbize üçyüzotuzazmanyidibinöküzile mısır padişahı başından sonuna kadar şiiri dinledi ve gördü ki baba kaygusuz'un muradı dünya malı değildir. o, muhabbetle gülen bir yüz, aşkla dolu bir gönül ister. oturduğu yerden tebessüm etti ve kaygusuz'. ya şeyh! senün bu istedigün şeyleri bizler cümle virelüm sana. dedi. baba kaygusuz şöyle karşılık verdi: padişahum, dünyada muradumuz, padişahun gönül hoşlıgı ve beden saglıgıdur. yoksa cihanda bilinmedük ve görünmedük nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yag ile doldurun, başka nesne lazım degüldür. kaygusuz, belinden keşkülini çıkarıp padişaha verdi. padişah da keşkülü kiler emirine verip bal ve yağ ile doldurmasını emretti. kilerci, kilere gelip yağ küpünün ağzını açtı. kepçeyi doldurup keşküle yağ koydukça, yağ keşkülin içinde kayboluyordu. ne kadar yağ küpü varsa hepsini keşkülin içine koydu. bir türlü dolduramadı. sonra bal fıçılarının ağzını açtı. hepsini keşküle boşalttı. ancak yarısı doldu. kiler emiri bu hale şaşırdı. keşkülü oraya bırakıp padişahın yanına gitti: padişahım, ne kadar bal, yağ var ise cümlesini koydum, o keşküli dolduramadım. dedi. bunun üzerine padişah: var getür o keşküli erenlerün nazarında koyup özür dile, bundan sonra dahı ne kadar koysan dolduramazsın. dedi. menakıbname, ag nüshası,; şiirin tamamı için bak. ve dağlı. kiler emiri keşküli getirdi. kaygusuz baba'nın önüne koydu ve özür diledi. orada hazır olan bütün vezirler, emirler, salihler, alimler ve fakihler her kim varsa hepsi görüp taaccüp ettiler. baba kaygusuz gerçek er! dediler. hepsi yerlerinden kalkıp ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdüler. kaygusuz baba da yerinden kalkıp padişahı selamlayarak vedalaştı. kaygusuz ve dervişleri, eski mısır dedikleri yere, nil nehri kenarına gelip oturdular. burada kırk gün kaldılar. o keşküldeki bal ve yağdan yediler, fakat bir zerre eksilmedi. mısır padişahı, gönlüne gelen ilhamla kaygusuz'un nil nehri kenarında konakladığını bildi ve adamlarına orada bir kasrı ali bina etmelerini emretti. bu emir üzerine büyük bir kasr bina ettiler, adını da kasrı bü'layn koydular. hacc'a gidişi kaygusuz sultan, bir müddet bu kasrda oturduktan sonra dervişleriyle beraber hacc niyetiyle mısır'dan beytu'llah'a doğru yola çıktılar. gündüz gider, akşam olunca da konaklarlardı. kaygusuz ve dervişleri her gün akşam olunca bakarlardı ki önlerinde muazzam bir şehir peyda olurdu. her biri şehrin bir yanına gidip, her türlü ihtiyaçlarını görürlerdi. daha sonra sabaha kadar da dinlenirlerdi. sabah olup uyanınca görürlerdi ki yattıkları yer bir sahradır. ne şehir var ne pazar. buna teaccüp ederlerdi. sabahleyin tekrar yollarına devam ederlerdi. akşam olunca yine aynı hal olup karşılarına yine muazzam bir şehir gelirdi. her birisi memnun ve mesrur olup, akşamleyin şehre inerek alışverişlerini ederlerdi. gece yatıp, istirahat edip sabah olunca da kalkıp giderlerdi. bu minval üzre tam kırk gün yol yürüyüp beytu'llah'a geldiler. konakladılar. hac vakti erişti. bütün hacılar geldiler, ka'be şehrinde cem oldular. kaygusuz ve dervişleri bütün erkanıyla hac farizasını yerine getirdikten sonra medinei münevvere'ye geçtiler: peygamberimizin kabrini ziyaret kıldılar. burada yedi gün kaldılar. menakıbname, ag nüshası, menakıbname'nin katibi katibü'lhuruf'takasrü'layn denen bu sarayı gördüğünü ifade eder ve sarayı, ölçülerine varıncaya kadar tavsif edip içindekileri anlatır. kasrü'l'ayn içinde asılı bulunan battal gazi çizmesi ile yavuz sultan selim'in mısır fethinden sonra orada ikamet ettiği köşk ve sarayın kubbesine sapladığı yedi ok bilhassa dikkat çekicidir. ayrıca, müellif kasrü'l'ayn'ın kapısı üzerineki tarihi de vermektedir. . menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel burası kaygusuz'a çok hoş geldiği için peygamberimizin kabrinin başında gevhername adlı risalesini söyledi. hacc dönüşü bu ziyareti müteakip anadolu'ya, şeyhine gelmek üzere yola çıktı. şam'a geldi. şehre girmeyip kutayfa denilen mahalle, oradan karyei nebek'e ve kal'ai humus'a geldiler. halid velid ve baba amr orada yatardı. ziyaret ettiler. oradan kal'ai hama'ya geldiler. asi suyu üzerine konup oturdular. burada kal'aya su çıkarır büyük bir su dolabı vardı. buna muhammedi dolab derlerdi. kaygusuz bu dolaba bir kaside söyledi ki adı kasidei dolab'dır. daha sonra karyei şeyhun ma'arra serakıb hanı tuman haleb akyol kilis ayıntab yolu ile fırat üzerindeki bincik iskelesi'ne, oradan da bağdad'a ulaştılar. bağdad'da bir müddet dolaştıktan sonra hille, kufe, necef, kerbela şehirlerini ve oradaki mukaddes yerleri ziyaret ettiler. tekrar bağdad'a döndüler. oradan medain, samarra, musul, nusaybin yolu ile abdal musa asitanesi'ne geldiler. kaygusuz ve kırk neferi, abdal musa ve dervişleri tarafından karşılandı. asitane'ye girildikten ve gerekli tarikat ayinleri icra edildikten sonra şükür namazını eda ettiler. daha sonra kaygusuz, abdal musa'yı gördü, yüzünü yere vurdu, ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü. abdal musa: safa geldünüz, kadem getürdünüz. diyerek onları karşıladı. kaygusuz ve dervişleri teker teker hediyelerini takdim ettiler. gezip gördükleri yerleri anlattılar. kaygusuz, cuşa gelerek şeyhine kavuştuğunu şöyle ifade etti: menakıbname, ag nüshası, ayrıca menakıbname'nin sayfaları arasında gevhername'nin metni verilmektedir. dolabı muhammedi, evliya çelebi seyahatnamesi'nde de geçmektedir. evliya çelebi, hama'da bu adla anılan bir büyük su dolabını anlatır. ona göre, orta milinden yukarısına kadar kırk, aşağısı da kırk arşın olan ve şehrin suyunu temin eden bu dolap, asi nehrinin kıyısındadır. gece yarısı bu dolap dönerken çıkardığı ya muhammed! sesi, dört yanından, sekizer saatlik mesafeden duyulur. bu yüzden de dolabı muhammedi diye anılır. : evliya çelebi, seyahatname, istanbul ikdam matbaası. menakıbname, ag nüshası, ayrıcasayfada kaygusuz'un, abdal musa'ya kavuşması dolayısiyle söylediği sekiz kıt'alık şiir yer almaktadır; güzel. menakıbname, ag nüshası, s ayrıca, sayfada kaygusuz'un abdal musa'ya kavuşması dolayısiyle söylediği sekiz kıt'alık şiir yer almaktadır. beglerimüzçıkdıavlanüstine olargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıhırkavüpostun bağlargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıgelürdostdiyü giydüklerinemedilepostdiyü hastalardagelürdermanisteyü sağlargelürsultanabdalmusa'ya. bir niyazum vardur gani keremden münkirbilmezevliyanunsırrundan kulkaygusuzayrudüşmişpirinden ağlargelürsultanabdalmusa'ya şiirini söylemesiyle menakıbname burada sona ermektedir. bu dörtlüğün birinci mısraı beylerimiz elvan gülün üstüne ve ikinci mısraı da ağlar gelir şahım. abdal musaya şeklinde bugüne kadar yanlış olarak okunmuştur. bu mısralardaki elvan gülü ve ağlar kelimeleri muhteva ve mekan itibariyle doğru değildir. metnin bütününe bakıldığı zaman, menakıbname de geçtiği şekliyle mısraların doğrusu; beglerimüz çıkdı avdan üstine olar gelür sultan abdal eskiden olduğu gibi elvan gülün üstüne okunması mümkün değildir. bu kelime yer adı olarak avlan gölü'nün adıdır. zira avlan gölü; dünden bugüne kadar elmalı ovası'nda, yani abdal musa dergahı'nın bulunduğu tekke köyü civarındaki gölün adıdır. menakıbname'ye göre bu manzume, kaygusuz'un hacc dönüşü şeyhine kavuşmasını anlatır. kaygusuz, avlan gölü civarına geldiği zaman bu şiiri söylemiştir. ayrıca manzumenin diğer dörtlüklarinde geçen akpınar ve yeşil göl'de, elmalı civarmdaki yer adlarıdır. ikinci mısradaki ağlar gelir olması da muhteva ve gramer şekilleri bakımından mümkün değildir. insanoğlu sevgilisine kavuşmak isterken, niçin ağlayarak veya avlayarak gelsin? bu bir zühuldür. bu manzumenin doğru metni menakıbnamede mevcuttur. bunlardan başka kelimeyi iver biçiminde de okumak mümkündür. menakıbname, ag nüshası,; güzel. menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel tarihi hayatı doğum tarihi ve yaşadığı devir kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca dört görüş vardır. bunları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz. Xıv. asrın ilk yarısı ile Xv. asrın birinci yarısında yaşadığını kabul edenler rıza nur, ahmet sırrı baba, mehmet fuad köprülü, sadeddin nüzhet ergun, agah sırrı levent, nihad sami banarlı, rudolf tschudi, barbara flemming, annamaria schimmel ve Walter björkmann; kaygusuz abdal'ın Xıv. asrın ikinci yarısı ile Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kabul etmektedirler. rıza nur; dilgüşa'daki sekiz yüz kaydını, kaygusuz abdal'ın mısır'a geliş tarihi olarak kabul eder. bu cümleden olarak da kaygusuz'un doğum tarihini holarak hesaplamaktadır. menakıbname'deki, kaygusuz'un on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiği ve kırk yıl hizmetinde kaldıktan sonra mısır'a gittiği şeklindeki malumata dayanan rıza nur, tarihinden 'i çıkarmak suretiyletarihini bulmaktadır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye adlı eserinde, kaygusuz'un h 'de mısır'a geldiğini, 'da hicaz'a gittiğini, 'da mısır'a döndüğünü ve 'de vefat ettiğini kaydeder. herhangi bir kaynağa ve muhakemeye dayanmadan verilen bu bilgiler bu husustaki bektaşi ananesini aksettirmektedir. fuad köprülü de kaygusuz'un Xıv. asır sonlarında ve Xv. asrın ilk nısfında yaşamış olduğunu kabul etmektedir. köprülü'nün delilleri şunlardır: kaygusuz'un, abdal musa'ya intisabı: kaygusuz'un gerek şiirlerinde, gerek menakıbnamesinde bu husus açıkça belirtilmiş olduğundan onun abdal musa'nın müritlerinden olduğu açıktır. bazı tarihi menbalar abdal musa'nın bursa fethi'ne iştirak ettiğini belirttiklerine göre abdal musa Xıv. asırda ya nur. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikati'laliyettibektaşiyye bimısri'lmahruse, baskı,. ahmed sırrı baba'nın kaygusuz'un mısır'a geliş ve ölüm yılı olarak verdiği hicri tarihlerle miladi tarihler birbirini tutmamaktadır. kaygusuz'un mısır'a geliş tarihini molarak göstermektedir ki bu 'e değil, tarihlerine tekabül eder. aynı şekilde kaygusuz'un ölüm tarihi olarak gösterilen m 'de 'e değil, 'e tekabül etmektedir. fuad köprülü, mısır'dabektaşilik, tm, ıv, ist. şamıştır. şu halde onun müridi kaygusuz'un da Xıv. asır sonlarıyla Xv. asrın ilk yarısında yaşamış olması gerekir. kaygusuz'un eserlerinden kitabı dilgüşa'nın h m 'de istinsah edilmiş bir nüshası mevcut olduğuna; ayrıca h m 'de hazırlanan cami'ünnezair'de kaygusuz'un bir manzumesine rastlandığına göre kaygusuz, mezkur tarihlerden önce yaşamış olmalıdır. sadeddin nüzhed ergun, bektaşi şairleri'nde kaygusuz'un Xv. asrın ilk nısfında yaşadığını kaydediyorsa da bektaşi şairleri ve nefesleri'nde kaygusuz'un Xıv. asrın son yarısında yetişen bir şair olduğunu belirtmiştir. agah sırrı levend de herhangi bir delil zikretmeden kaygusuz'un Xıv. asırda yaşadığını kabul etmektedir. nihad sami banarlı da kaygusuz'un Xıv. asır sonu ve Xv. asır başı şairlerinden olduğunu ve murad devrinde yaşadığını kaydeder. rudolf tschudi ve barbara flemming de kaygusuz'un Xıv. yüzyılın sonu ile Xv. yüzyılın başı arasında yaşadığını kabul edenler arasındadır. annamaria schimmel ile Walter björkmann da kaygusuz'un ölüm tarihi olarak 'ü belirttiklerine ve onun abdal musa'nın müritlerinden olduğunu zikrettiklerine göre kaygusuz'un Xıv. asır ile Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kabul etmektedirler. köprülü. köprülü. sadeddin nüzhet ergun, bektaşişairleri, istanbul. ergun, sadeddin nüzhet, bektaşişairlerivenefesleri, istanbul. agah sırrı levend, edebiyattarihidersleri, istanbul. nihad sami banarlı, resimlitürkedebiyatıtarihi, istanbul. rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizersiches arschiv für volkskunde, bd. barbara flemming, landschaftsgechhichtevonpamphylien, pisidienundliykienimspatmittelalter, Wiesbaden. annamaria schimmel, drei türkischemystikeryunusemrekaygusuz abdalpirsultan abdal, deutschtürkische gesellschaft bonn oktober, heft. Walter björkmann, diealtosmanischeliteratur, fundamente ı, Wiesbaden. abdurrahman güzel Xv. asırda yaşadığını kabul edenlerin görüşleri dilgüşa adlı risalesindeki bir kayda dayanan muhtar yahya dağlı kaygusuz abdal'ın, h m tarihinde doğduğunu kabul etmektedir. dilgüşa'daki kayıt aynen şöyledir: imdibudervişdahımuhammedmustafa'nunsekizyüzyılındageldi. muhtar yahya dağlı, fikrini kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler ile de takviye ediyor. ona göre kaygusuz'un söz konusu yaşadığı devirler ile dilgüşa'daki kayıt birbirleriyle uyuşmaktadır, muhtar yahya dağlı'ya göre bu şiirlerdeki murad han, ; ibni fenari, mevlana fenari'nin torunu alaaddin ali fenari ; ishak beg, filibe begi ve sırp hudut kumandanı olan ishak beg dir. dağlı, bu delillere istinaden kaygusuz'u hicri asır ricalinden yani Xv. asırda yaşamış olarak kabul etmektedir. muhtar yahya dağlı'dan önce, türk edebiyatı nümuneleri'nde kaygusuz'un dokuzuncu hicret asrının ikinci nısfında yaşadığı herhangi bir delil zikredilmeden yer almıştır. daha sonra kaygusuz'dan bahseden ilhan başgöz de onun Xv. yüzyılda yaşadığını belirtiyor. kaygusuz'u Xv. yüzyıl şairleri arasında inceleyen ahmet kabaklı da onun murad zamanında yaşamış olduğunu kaydetmektedir. muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal, istanbul, kitabıdilgüşa, ankara genel kitaplığı, no:,; nuruosmaniye kütüphanesi, no:; rıza nur'un tanıttığı menakıbname'nin sonlarında yer alan kitabı dilgüşa da ise söz konusu kayıt biraz farklı olaak şöyle geçer: bu derviş dahı hazreti muhammedü'lmustafa'nun tarihi hicretindenyılında geldi. nur, rıza, kaygusuz abdalgaybibeykahire'debektaşitekyesindebirmanüskiri, türk bilik revsü, no: yıl:,; marburg nüshası, b'de ise sekiz yüz yerinde dokuz yüz kaydı vardır ki bu, müntensihe ait bir zühul olmalıdır. dağlı. dağlı. hıfzı tevfikhammamizade ihsanhasan ali, türkedebiyatınümuneleri, istanbul. ilhan başgöz, izahlıtürkhalkedebiyatıantolojisi, istanbul. ahmet kabaklı, türkedebiyatı, istanbul. biz de daha önce yazmış olduğumuz iki makalede dilgüşa'daki mezkur kayda dayanarak kaygusuz'un doğum tarihini h? olarak kabul etmiş idik. abdülbaki gölpınarlı'nın görüşü abdülbaki gölpınarlı'nın kaygusuz'un doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkındaki fikrleri muğlaktır. o, 'te yazdığı bir eserinde, dilgüşa'daki ibareyi kaygusuz'un 'de doğduğu şeklinde anlar ve Xv. yüzyılda yaşadığını ifade eder. buna göre abdal musa'ya gençken intisap etmiş olacağını ve kırk yıl hizmetinin de muayyen bir geleneğin tesirinden doğduğunu ileri sürer.te ise kaygusuz abdal'ın abdal musa dervişi olduğunu bu bakımdan Xıv. yüzyılda yaşadığını, nihayet Xv. asrın ilk yıllarında öldüğünü kabul eder.de türk dili dergisi'nde yazdığı bir makalede ise bu konuda şunları söyler: kaygusuz, manzumbirrisalesinde, hicridedoğduğunubildirir; bunagöreabdalmusa'ya, gençliğindebağlandığına, onunölümündensonradabirhayliyaşadığına, abdalmusa'nın dabursafethinegençyaştakatıldığınahükmetmekgerekir. kaygusuz'unyaşadığıçağXıvXv. yüzyıldır;ölümyılınıkesinolaraksöylememizeimkanyoktur. görüldüğü gibi 'de kaygusuz'un Xv. asrın ilk yıllarında öldüğünü kabul eden gölpınarlı, 'de tekrar 'teki fikrine dönerek onun 'de doğduğunu ifade etmekte, fakat dört satır sonra kaygusuz'un yaşadığı çağı Xv. asırla birlikte Xıv. asır olarak göstermektedir. gölpınarlı, 'de; buderviş hicretin sekiz yüzündegeldi ibaresini bugeldi'denmaksat, doğumtarihiyse, abdalmusa'nınuzunömürlüolduğuna ve kaygusuz'un ona pek gençken kavuştuğuna hükmetmek gerekir. şeklinde açıklayarak tarihini şartlı da olsa kaygusuz'un doğum ta güzel, abdurrahman, kaygusuzabdal'ınçağataycabirgazeli, türk kültürü, aralık,; kaygusuzabdal'ınvücudname'si üzerine, türk kültürü, mart, abdülbaki gölpınarlı, kaygusuzabdalhayatıkulhimmet, istanbul, abdülbaki gölpınarlı, alevibektaşinefesleri, istanbul. abdülbaki gölpınarlı, kaygusuz abdal, türk dili aylık dil ve edebiyat dergisi, türk halk edebiyatı özel sayısı, XıX, aralık. abdurrahman güzel rihi olarak tekrar kabul etmekte ve 'den önce öldüğünü de ima ederek onu ancaksene kadar yaşatmaktadır. fakat gölpınarlı, bir paragraf sonra kaygusuz, yüzyılın başında doğmuş, ıX. yüzyılda yaşamış Xv. yy bir şairdir. diyerek bu kere kaygusuz'un doğumunu yüz yıl kadar geriye götürmekte ve yüz yıldan daha fazla yaşatmaktadır. nihayet türk ansiklopedisi'ndeki kaygusuz abdal maddesinde gölpınarlı, kaygusuz abdal, h yüzyılın yarısıyla ıX. yüzyılın ilk yıllarında yaşamıştır. diyerek ve h 'de doğduğu meselesini de şüpheyle karşılayarak rıza nur ve mehmet fuad köprülü'nün fikirlerine iştirak etmiş görünmektedir. vasfi mahir kocatürk'ün iki kaygusuz abdal görüşü vasfi mahir kocatürk, biri alaiyeli, diğeri rumelili olmak üzere iki kaygusuz abdal kabul etmektedir. ona göre alaiyeli kaygusuz abdal, Xıv. yüzyılda yaşamış ve abdal musa'ya mürit olmuştur. kocatürk'e göre rumeli'de yaşayan ve vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını taşıyan ikinci kaygusuz abdal ise Xv. yüzyılda yaşamaktadır. rumeli'ye ait yer isimleriyle, Xv. asra ait tarihi şahsiyetlerin geçtiği şiirler bu ikinci kaygusuz'undur. bizim görüşümüz kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca görüşleri yukarıda özet halinde vermeye çalıştık. bize göre kabule şayan olan görüş, rıza nur ve fuad köprülü tarafından ayrı ayrı delillere dayanılarak izah edilen birinci görüştür. çünkü burada belirtilen belgeler itbariyle; daha önce anlattığımız menkıbevi hayat bölümünde kaygusuz etrafında gelişen bütün menkıbelerin abdal musa ile bağlantılı olduğu açıkça gö abdülbaki gölpınarlı, türktasavvufşiiriantolojis, istanbul. gölpınarlı. kaygusuz abdal, türkansiklopedisi, XXı, ankara, ansiklopedi de bu maddenin yazarı belirtilmemişse de yazının pek çok yerlerinin gölpınarlı'nın türk dili'ndeki yazısıyla mutabakat göstermesi ve yazının da gölpınarlı'ya ait olduğunda şüphe bırakmamaktadır. kocatürk, vasfi mahir, tekke şiiriantolojisi, ankara,; türkedebiyatıtarihi, ankara. vasfi mahir kocatürk,; kabaklı. rülmektedir. bizim ilk defa hülasa ettiğimiz menakıbname'de olduğu gibi bugüne kadar tanıtılmış bulunan diğer kaygusuz menakıbnamelerinde de kaygusuz, daima abdal musa'nın müridi olarak gösterilmiştir. ayrıca abdal musa velayetnamesi'nde de abdal musa'nın müritleri arasında kaygusuz yer almaktadır. kaygusuz abdal gör ne söyledi mısraı ile biten bir mesnevisinde kaygusuz da abdalmusa'yakuloldıcandan çekdieliniikicihandan beyti ile abdal musa'ya intisap ettiği hususunu bizzat teyid etmiş olmaktadır. esasen bugüne kadar yapılan bütün araştırmalarda bu husus kabul edilmektedir. şu halde abdal musa'nın yaşadığı devrin, kaygusuz'un yaşadığı devre de ışık tutacağı tabiidir. abdal musa'nın orhan gazi zamanında bir gazaya iştirak ettiği, gaza sırasında bir yeniçerinin üsküfünü başına giydiği ve elfi tacın esasının bu olduğu aşıkpaşazade de kayıtlıdır. ayrıca taşköprülüzade, hoca sa'deddin, mustafa ali ve bursalı beliğ'de abdal musa'nın bursa fethine iştirak ettiği ifade edilmiştir. demek ki abdal musa Xıv. asırda yaşamış bir şahsiyettir. bu durumda kaygusuz'un da abdal musa'ya Xıv. asırda intisap etmiş olması gerekir. kaygusuz'un dilgüşa'sında geçen imdibudervişdahımuhammedmustafa'nun sekiz yüzyılındageldi ibaresi, şüphesiz ki onun yaşadığı devre ışık tutan bir ibaredir. ancak bu tarihi, bazı araştırıcıların kabul ettiği gibi onun doğum yılı olarak kabul etmek pek. kaygusuz abdal'ın menkıbevi hayatı bölümü. güzel.; ergun, sadeddin nüzhet, türkşairleri, abdal musa maddesi, istanbul. marb. aşıkpaşazade tarihi, istanbul tab'ı. taşköprülüzade, şekayıkınumaniye, , istanbul. hoca sadeddin, tacü'ttevarih, istanbul. mustafa ali, künhü'lahbar, istanbul. bursalı beliğ, güldesteiriyazıirfan, bursa. abdal musa hakkındaki bir araştırmasında fuad köprülü de onun Xıv. asırda yaşadığı fikrindedir. abdal musa, türkkültürü, yıl: Xı, şubat. abdurrahman güzel sağlıklı olmaz. çünkü söz konusu ibareden önceki ve sonraki cümleler mana bakımından bu ibareyle bağlantılı değildir. şu halde bu ibareyi müstakil olarak anlamak zorundayız. sekizyüzyılındageldi. ifadesi açıkça dünyayagelmeyi, yani doğmuşolmayı belirtmez; daha çok bir yerden gelmiş olmayı da anlatabilir. metinde dünya kelimesinin düşmüş olacağı hatıra gelirse de biz bu ihtimali de varit görmüyoruz. çünkü hyılını kaygusuz'un doğum tarihi olarak kabul edersek onun abdal musa'ya intisabı keyfiyetini reddetmemiz gerekir. bu ise birinci maddede zikrettiğimiz kaygusuz'un abdal musa ile olan alakasına dair delillerin hepsini reddetmemiz manasına gelir. şu halde bahsi geçen htarihini kaygusuz'un hayatındaki başka bir safha olarak kabul etmek zarureti vardır. bu hususta akla en uygun ihtimal, htarihini rıza nur'un kabul ettiği gibi, kaygusuz'un mısır'a geliş tarihi olmasıdır. rıza nur; kaygusuz'un yaşında abdal musa'ya intisabı ve kırk sene ona hizmet etmesi dolayısıyla yaşında mısır'a geldiğini kabul etmekte ve 'den 'i çıkararak h 'de doğduğunu yazmaktadır. biz buyaşı azami bir had olarak kabul etmekteyiz. çünkü menakıbname'deki kırk yıl meselesini gerçek olarak kabul etmek şart değildir. bu ifade her halde yunus emre'nin tabduk emre'ye kırk yıl hizmet etmesi rivayetinde olduğu gibi, türk töresindeki uygulamanın neticesi olmalıdır. dolayısıyla kaygusuz, mısır'ayaşından önce de gitmiş olabilir. şu halde kaygusuz'un doğum tarihiniolarak kabul etmesek bile h 'den geriye gidemiyeceğini rahatça ifade edebiliriz. o, ila bu tarihten sonraki yıl içinde doğmuş olabilir. kaygusuz'unbazı şiirlerindegeçen tarihi şahsiyetlerdeonun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir. onun şiirlerinde geçen murad han, ishak beg ve ibni fenari isimleri, bizce bazı araştırıcıları yanıltmıştır. muhtar yahya dağlı ve vasfi mahir kocatürk daha önce de kaydettiğimiz gibi bu şahısları Xv. yüzyıl ricali olarak kabul etmektedirler. ancak muhtar yahya dağlı bu noktadan hareketle kaygusuz'u da Xv. yüzyıl ricalinden sayarken, vasfi mahir kocatürk, Xv. asırda yaşamış ikinci bir kaygusuz olduğunu ileri sürmektedir. muradhan, ishak beg ve ibnifenari'nin Xv. asır ricalinden olduğu şüphesizdir. bizce bu şiirlerde geçen murad han tarihleri arasında edirne'de hükümdarlık eden murad'dır. ibnifenari olarak kaygusuz'un şiirinde yer alan zat, ilk osmanlı şeyhülislamı fenarioğlu mevlana muhammed şemseddin'dir. fenarioğlu muham med şemseddin, yılları arasında edirne'de şeyhülislamlık yapmıştır. muhtar yahya dağlı, buradaki ibnifenari'nin muhammed şemseddin değil, onun torunu olan ve 'de ölen alaaddin ali ibni fenari olduğunu kabul etmeye mütemayildir. bizce bu doğru değildir. çünkü şiirde ibni fenari'ye varıp fetva bulmak tan bahsedilmektedir. murad devrinde fetva makamı ise fenarioğlu muhammed şemseddin tarafından deruhte edilmektedir. alaaddin ali ibni fenari ise ancak fatih devrinde kazaskerliğe kadar yükselmiştir. burada muhtar yahya dağlı'yı yanıltan her halde ibni kelimesidir. halbuki alaaddin ali, ibni fenari olduğu gibi, mevlana şemseddin muhammed de ibni fenari'dir. ahmet refik, mevlana şemseddin'e ada karyesinin verilmesi hususunu defterii evkafı vilayeti teke'den iktibas eder. fatih devrine ait olan bu defterde söz konusu zatın adı aynen fenarioğlu mevlana şemseddin olarak geçmektedir. anlaşıldığına göre fenari lakabı, bu sülale için mevlana şemseddin'den de önce kullanılıyordu. ishak beg'e gelince bu zat, murad devrinde üsküp sancak begi ve 'de ölen semendire fatihi gazi ishak beg'dir. ibni fenari'nin adının geçtiği şiir, bize kaygusuz'un hayatı hakkında önemli bilgiler vermektedir. bu şiirden bazı bölümleri örnek olarak verelim: edrene şehrinde bu gün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya. sor bana garib misin bu şehri görüp misin. ahmed refik, fatihzamanındatekeili, ttem, no:, istanbul,; bursalı mehmed tahir, osmanlımüellifleri, istanbul, ikinci baskı,; ismail hami danişmend, izahlıosmanlıtarhirikronolojisi, istanbul,; flemming. dağlı. bursalı mehmed tahir, ı. refik. islam ansiklopedisi murad ı maddesi; ismail hami danişmend; türk ansiklopedisi, ishak bey maddesi,.; yılmaz öztuna, büyük türkiyetarihi, ı, istanbul, abdurrahman güzel yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü döşek getürsin cariye. eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esirbendler çok olur düşmeyesin bazariye. ol karıdan kurtılmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya ibni fenari, murad'ın padişahlığı devrinde ve tarihleri arasında edirne'de şeyhülislamlık yaptığına göre bu şiir de bu tarihler arasında yazılmış olmalıdır. şiirden anlaşıldığına göre kaygusuz, yine bu tarihler arasında anadolu'dan rumeli'ye gelmiştir. vasfı mahir kocatürk'ün göremediğini zannettiğimiz bu şiirden kaygusuz'un rumeli'ye yabancı olduğu anlaşılmaktadır. o halde rumeli'de doğup büyüyen ikinci bir kaygusuz abdal düşünülemez. ishak beg'in adının geçtiği şiirden de bazı parçaları kaydedelim: filibe'de yinilen bir karı sevdi beni igen igen dikdürür bana yini kaftanı. divan, v a ishak beg'e söylesem halumi arz eylesem karıdan kurtarmaga ola mı ki dermanı bu kaygusuz abdal'un derviş ü miskin halin şöyle geçer mi aceb ol karıyla devranı. ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı bu şiirden de ikinci bir kaygusuz'un bulunduğuna hükmetmek mümkün değildir. çünkü şiir, gerek üslup, gerek konu bakımından daha önce kaydettiğimiz şiirle bir benzerlik arz etmektedir. birinci şiirde kaygusuz'un anadolu'dan rumeli'ye geldiği açıkça belirtiliyordu. ikinci şiirde geçen filibe ve ishak beg isimleri de kaygusuz'un murad devrinde rumeli'de bulunduğunu gösteriyor. kaygusuz'un murad han'dan bahsettiği bir şiiri daha vardır. orada da murad han'ın adının geçtiği beyitler şöyledir: bizebinmutpirinçdisemuradhan dahıonbinkoyunbileyimege muradhan'ahalvetanlatsasözi kapu'da, kimbilevezirisöge ailesi kaygusuz abdal'ın alaiye sancağı begi'nin oğlu olduğunda bütün araştırıcılar birleşmektedir. çünkü eldeki kaygusuz menakıbnamelerinde bu husus dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultanalaiye, sancağı begi'nün divan, ba. divan, ba nur.; mehmed fuad köprülü, mısır'dabektaşilik, tm. ıv,; dağlı.; barbara flemming.; gölpınarlı, kaygusuz abdal, türk dili, aralık. abdurrahman güzel oğlu idi. şeklinde açıkça belirtilmektedir. menakıbname'nin müteakip sayfalarında da kaygusuz'dan alaiye sancagı begi oglu gaybi beg, gaybi'nin babası alaiye sancağı begi, şeklinde söz edilmektedir. şu halde kaygusuz abdal'ın ailesi hakkında bilgi edinmek için alaiye beylerini araştırmak gerekmektedir. çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde kaygusuz abdal'ın h mh m tarihleri arasında doğmuş olabileceğini ifade etmiştik. on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiğine göre bu intisabın h m h m tarihleri arasında olması gerekmektedir. alaiye beyleri hakkındaki ilk bilgiyi ibni batuta'dan edinmekteyiz. h m'te alaiye'ye gelen ibni batuta, bu şehrin karamanoğullarından yusuf beg tarafından idare edildiğini ve şehirden on mil mesafedeki sarayında oturan bu bey ile görüştüğünü ve ikramına nail olduğunu söyler. bu kayıttan m tarihlerinde alaiye beyi'nin karamanoğulları'ndan yusuf beg olduğunu öğreniyoruz. şihabeddin ömeri de mesalikü'lebsar adlı eserinde h m h m yılları arasında karamanoğullarının buraya hakim olduğunu ve onlar namına yusuf adındaki zatın burasını idare ettiğini söyler. bundan sonra; alaiye beyleriyle ilgili ilk kayıtyılına aittir: 'de kıbrıs kralı pierre; alaiye begi'ni kendisine tabi olmaya mecbur etmişti. aynı alaiye begi, 'te antalya'yı kıbrıs kralından almak için denizden bir donanma yollamış, onun bu hareketine kızan pierre ise 'da bir donanma göndererek alaiye'yi almaya teşebbüs etmiştir. ramazan'ındaki bu teşebbüs, alaiyelilerin mukavemeti ve karamanoğlu'nun yardımı sayesinde akamete uğratılmıştır. mükrimin halil yinanç, bu alaiye'nin adının bilinmediğini yazıyorsa da kalkaşandi'nin kaydından bu beyin hüsameddin mahmud bin alaaddin olduğunu tahmin edebiliriz. çünkü kalkaşandi; hüsameddin mahmud bin alaaddin'inşevval'inde, yaniramazan'ından bir ay sonra mısır sultanı'na bir mektup yazdığını kayıt eder. ayrıca şarki karaağaç'daki tarihli bir mamamın kitabesinde de mahmud bin alaaddin bin yusuf nur.; dağlı, sahifeden sonraki fotokopi; tschudi. nur, rıza, agm. dağlı, sahifeden sonraki fotokopi; tschudi. menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. yinanç, ı. yinanç, ı. kaydı vardır. demek ki 'de kıbrıs kralının kendisine tabi kıldığı alaiye beyi de hüsameddin mahmud'dur. alaiye'nin oba köyünde harap bir vaziyette bulunan gülfeşan camii'ndeki iki kitabede de bu beyin adına rastlıyoruz.? tarihlerini taşıyan bu kitabelerde bu zatın adı emirü'lmu'azzammahmudbinalaeddinbinyusufbinkaramanve emirmahmudbinalaeddinbinyusufömer şekillerinde geçmektedir. şu halde tarihinde mübarizeddin mahmud bey ; alaiye ve manavgat emirlerinin de yardımıyla antalya'yı kıbrıslılardan geri aldığı sırada da alaiye beyi hüsameddin mahmud'dur. yukarıya aldığımız bütün bu kayıtlardan çıkan neticeye göre 'de alaiye beyi karamanoğullarından yusuf; 'larda ve 'lerde hüsameddin mahmud'un 'den önce hangi tarihte alaiye beyi olduğunu ve 'den sonra hangi tarihte beyliğinin sona erdiğini bilemiyoruz. mezkur tarihi kayıtlar ve kitabelerden hüsameddin mahmud'un babasının alaaddin, onun babasının da yusuf ömer olduğu anlaşılmaktadır: yusuf ömer'in de karamanoğullarından olduğu hem ibni batuta ve şihabeddin ömeri'deki kayıtlardan, hem de gülfeşan camii kitabesinden açıkça belli olmaktadır. seneleri arasında alaiye beyliğini idare eden yusuf ömer alaaddin hüsameddin mahmud ailesinin karamanoğullarından indiği hususu yanında, bu ailenin bir tarafının anadolu selçuklularına dayandığı rivayetini de kaydetmemiz lazımdır. yazıcıoğlu ali'nin, tevarihi ali selçuk'undaki, alaiye'yi fetheden selçuklu sultanı alaaddin keykubad'ın alaiye'yi kasdederek kuvvetli yagı rum memalikine hücum edüb bizüm evlad ve ahfadımız mukavemet edemeyüp hezimet bulacak olursa, bazı bu kaleye ve bazı sinob'a iltica kılalar. şeklindeki sözlerine ve tevarihi ali osman'ların bir kısmındaki rivayetlere dayanan mükrimin halil yinanç, Xv. asırda alaiye beylerinin selçuk neslinden indiği hakkında bir an'anenin mevcut olduğunu zikretmektedir. ayrıca camiü'ddüvel'de de alaiye beylerininselçuk sultanının kızının oğullarından geldiği kayıtlıdır. mezkur sülalede alaaddin ve kılıç arslan 'de alaiye'yi osmanlılar'a terke mecbur kalan son alaiye beyi süleyman fikri erten, antalyatarihi,ı, istanbul. erten. yinanç. ismail hakkı uzunçarşılı, anadolu beylikleri, ankara. abdurrahman güzel gibi selçuklu sultanlarının isimlerini taşıyanların bulunması da bizce bu rivayeteleri desteklemektedir. kaygusuz'un babası, tarihleri arasındaki bu üç alaiye beyinden hangisidir? bizce bu husustaki en kuvvetli ihtimal, hüsameddin mahmud bey üzerinde toplanmaktadır. çünkü yılları arasındaki on iki sene zarfında alaiye beyi hüsameddin mahmud ile antalya beyi mübarizeddin mehmed; kıbrıs kıralına karşı yapılan çetin savaşlarda daima birlikte hareket etmişlerdir. antalya beyi mübarizeddin mehmed, kendi devrindeki yabancı kaynaklarda tacatacca adıyla geçmektedir. fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'de de bu beyden teke beyi olarak bahsedilmektedir. muahhar osmanlı tarihlerinin de mübarizeddin mehmed'den emiri teke veya teke begi olarak bahsettiklerini kaydeder. tekindağ'a göre antalya beylerine tekeoğullarıadını veren de aynı beydir. kaygusuz menakıbnamesi'nde de gaybi bey'in babası, oğlunu abdal musa'nın elinden almak üzere tekebeyi'ne müracaat eder ve teke beyi ile birlikte abdal musa üzerine ordu yürütürler. menakıbname'de abdal musa'ya karşı teke beyi ile birlikte hareket eden kaygusuz'un babasının tarihi kaynaklarda kıbrıs kralına karşı teke beyi'yle müşterek hareket eden alaiye beyi hüsameddin mahmud olması kuvvetle muhtemeldir. ayrıca kaygusuz'un minbernamesi'nde geçen: aşıkolsamadumtenbelalayi eğersofiisemdirlermürayi mısralarından kaygusuz'un asıl adının alaaddin olduğunu kuvvetle tahmin edebiliriz. alaaddin adını taşıyan bir şahsın babasının da alaaddin adını taşıması pek uzak bir ihtimal değildir. bilakis, çocuklara dedelerinin adının konulması pek yaygın bir gelenektir. bu yaygın geleneğe dayanarak alaaddin gaybi'nin , babasının hüsameddin mahmud, dedesinin alaeddin bin yusuf olduğunu tahmin edebiliriz. şahabeddin tekindağ, tekeoğulları maddesi, ia. tekeeliveteke oğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul, tekindağ. tekindağ.; reface. tekindağ.; felemming.,. menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. adı ve mahlası bugüne kadar yapılan araştırmalarda, kaygusuz abdal'ın asıl adının gaybi olduğu üzerinde mutabık kalınmıştır. çünkü menakıbname'de gaybi adı açıkça zikredilmektedir. ancak kaygusuz'un asıl adının sadece gaybi olduğu düşünülemez. gaybi, daha çok ikinci bir ad veya mahlas intibaını uyandırmaktadır. çünkü türk halkı arasında gaybi kelimesinin isim olarak kullanıldığı pek görülmez. o halde kaygusuz'un asıl adının bir başka isim olması icap eder. bu husus üzerinde şimdiye kadar sadece muhtar yahya dağlı, gaybi nin kaygusuz'un göbek adı olması gerektiğini, asıl adının ahmed gaybi, mehmet gaybi ve emsali gibi bir şekli olması icap ettiğini belirtmiştir. kaygusuz'un, minbername'sindeki bir beyit bizce bu noktaya açıklık getirmektedir. beyit şöyledir: aşıkolsamadumtenbelalayi eğersofiisemdirlermürayi. görüldüğü gibi birinci mısrada kaygusuz, adının alayi olduğunu açıkça ifade etmektedir. kaygusuz'un dolabname'sindeki bir mısrada da onun adı geçmektedir. sadeddin nüzhet'in alai gaybi bunda tekke kılmaz şeklinde okuduğu mısra bazı nüshalarda yoktur. bizdeki menakıbname nüshasının. sayfasında bu mısra; olublargaybibundatekyekılan pertev paşa, nu: 'daki yazmanın b varağında bilünkaygulubundatekyedutmaz şeklindedir. rıza nur'un tanıttığı yazmada ise aynı mısra; eleyli gaybibunda tekyekılmaz şeklinde verilmiştir. rıza nur'a göre kelime, alaiyenin alaylı şeklinde bozulmasından ibarettir ve kaygusuz'un memleketine delalet eder. türkansiklopedisi kaygusuz abdal maddesinde gaybi nin bazı nüshalarda kaygıolduğu şeklindeki kayıt, bir yanlış okumadan ibarettir. dağlı. menakıbname, ag nüshası,; millet kütüphanesi ali emiri bölümü , no:, b; ergun, ı. ergun, ı. nur, abdurrahman güzel sadeddin nüzhed ergun'un hangi nüshaya dayandığını bilmediğimiz alai gaybi şekli bizce en eski ve doğru şekil olup kaygusuz abdal'ın hakiki adına delalet eder. bizim kanatimize göre, alaialayi? kelimesi alaaddin'in kısaltılmış şeklidir. seyfeddin, şemseddin, bedreddin gibi isimlerin seyfi,şemsi, bedri olarak kısaltılması gibi alaaddin de alai olarak kısaltılmıştır. ayrıca kafiye ve veznin de bu kısaltmada amil olduğu aşikardır. alaiye beyleri arasında da alaaddin isimli bir şahsın bulunması ve ayrıca bu beylerin selçuklu sultanlarından indiği hak kındaki rivayet, aile içinde alaaddin adının kullanıldığını gösteriyor. aynı ad, kaygusuz abdal'a da verilmiş olabilir. yukarıdaki delillere istinaden kaygusuz abdal'ın asıl adı bizce, alaaddin gaybidir. gaybi beg, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda kaygusuz abdal, kaygusuz mahlasını kullanmaktadır. buna bir örnek olarak şu beyti gösterebiliriz: kaygusuzabdal'duradumvardurbenümbirnemedüm onıdahıod'asalamdahıbenümnemalalar alaaddin gaybi'nin bu mahlası alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır. gaybibeg, sultanabdalmusahazretleri'nünasitanesindekaldı. canüdildenerenlerehizmetkıldı. sultanabdalmusahazretleri sünnetnazarıylagaybi'nünyüzinebakupeyitdi: kaygudanrehabuldun,şimdensonrakaygusuzoldundidi. gaybi yüzyirekoyupmeskenetgösterdi. sultanbunutkıylazadenünismini kaygusuzdiyüsöylerdi. andansonraadıoldı. şu halde, gaybi beg'e kaygusuz mahlasını şeyhi abdal musa vermiştir. bu husus tarikat ananesine de uygundur. menakıbname'de bu mahlasın verilişinin sebebi olarak gösterilen kaygudan reha bulması yani teke be alaiye beylerinden hüsameddin mahmud'un babsının adı alaaddin bin yusuf'tur. tahminimize göre bu zat kaygusuz'un dedesidir. keçe. divan, menakıbname, ag nüshası. yi'nin ordusunun mağlup olması ve gaybi'nin babasının artık kendi rızasıyla onu abdal musa'ya bırakması keyfiyetini bir rivayet olarak kabul etmek lazımdır. herhalde kaygusuz kelimesinin dünya kaygısından uzak olma gibi tasavvufi bir mana ile gaybi beg'e mahlas olarak verildiğini kabul etmek akla daha yakındır. kaygusuz'un diğer bir mahlası sarayi dir. bizim tesbitlerimize göre yedi şiirinde sarayi mahlasını kullanmaktadır. vasfi mahir kocatürk, sarayi mahlaslı kaygusuz abdal'ın Xv. asırda yaşamış bir başka şair olduğunu ileri sürmekteydi. kocatürk'ün tahminine göre alaiyeli gaybi'den ayrı bir şair ikinci kaygusuz abdal, vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını kullanmaktadır. çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde iki ayrı kaygusuz abdal olamıyacağını belirtmiştik. şu halde bu mahlasın da rumeli'de saray kasabası ile bir ilgisi olamaz. bizce kaygusuz'un sarayi mahlasını kullanmasının sebebi kendisinin bir şehzade ve sancak begi oğlu olmasıdır. nitekim 'de alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta, alaiye beylerinin şehirden on mil mesafede bir sarayları olduğunu zikretmektedir. kaygusuz birkaç şiirinde kendisini miskin kaygusuz, miskin sarayi ve kul kaygusuz olarak da belirtmektedir. yunus'ta da görülen bu miskin sıfatı yine tasavvufi bir mana taşır. bektaşi ananesinde, eserlerinin isminde ve menakıbname'de kaygusuz'dan çoğunlukla kaygusuz baba, baba kaygusuz, kaygusuz sultan ve kaygusuz sultan abdal diye söz edilmektedir. bektaşiler arasında kaygusuz isminin, esrar ve pilav manasında kullanıldığı bazı araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. ab, a, ba, ab, a, a kocatürk. yinanç, ı. miğlataname. gölpınarlı, abdülbaki, yunusemrevetasavvuf,; tasavvuf'tandilimizegeçen deyimlerveatasözleri. William hasluck , bektaşiliktetkikleri, istanbul. abdurrahman güzel seyahatleri mısır ve hacc ziyareti menakıbname'ye göre kaygusuz, mısır'a gitmiş, hicaz'da hac farizasını ifa etmiş ve bağdat yoluyla tekrar abdal musa tekkesi'ne dönmüştür. mısır'a gitmek için anadolu'nun neresinden hareket ettiği menakıbname'de kayıtlı değildir. rıza nur, menakıbname'nin kahire nüshasını, tanıtırken kaygusuz'un alaiye'den gemi ile hareket ettiğini kaydediyorsa da metni vermediğinden bu hususun metinde yer alıp almadığını anlayamıyoruz. bizim elimizdeki menakıbname nüshasında ve diğer neşirlerde kaygusuz'un alaiye'den hareket ettiğine dair bir kayıt bulunmadığına göre, rıza nur'un ifadesi, metne dayanmaktan çok bir tahmin olsa gerektir. biz de rıza nur'un bu tahminine iştirak ediyoruz ve kaygusuz abdal'ın müridleriyle beraber alaiye'den gemi ile dimyat'a çıktığını kabul edebiliriz. çünkü en doğru olanı da kaygusuz, ailesi ile de helalleşmiş olması bakımından bu bilginin doğru olabileceğini düşünüyoruz. nitekim 'te alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta; alaiye'de mısır, iskenderiye ve şam tüccarlarının ticaretle meşgul olduğunu, ayrıca alaiye'den iskenderiye, dimyat vesaire beldelere kereste ihraç edildiğini ifade etmektedir. şu halde o devirde alaiye ile mısır arasında ticari bir köprü mevcuttur. kendisi de alaiye'li olan kaygusuz'un bu uzun seyahattan önce ata yurdu olan alaiye'ye geldiğini ve oradan gemi ile mısır'a hareket ettiğini kuvvetli bir ihtimalle doğru olabilir. dilgüşa'daki: imdibudervişdahımuhammedmustafa'nunsekizyüzyılındageldi. kaydınanazaran kaygusuz'unmısır'ahm'de geldiğianlaşılıyor. dimyat'tangemilerebinipnilyoluylabulakiskelesi'nevarırlar. mısır'danekadar kaldığını bilmiyorsak da burada kaygusuz'un veya başka birinin inşaettirdiğikasrü'l'aynadlıtekkeninkapısındatarihininyazılıbulunduğukaydı, menakıbname'yegöre, kaygusuz'unenaz butarihekadaroradaikametettiğinigösterir. nur. yinanç.; erten, ı. : doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümü. menakıbname, ag nüshası,; nur. mehmed fuad köprülü, kaygusuz ile kasrü'l'ayn arasındaki münasebetin, sadece mısır bektaşileri arasındaki bir ananeden ibaret olduğunu, bunu teyid edecek hiçbir vesika bulunmadığını kaydediyor. : köprülü. menakıbname'ye göre kaygusuz, bir müddet kasrü'l'ayn'da oturduktan sonra müritleriyle beraber hac niyetiyle hicaz'a hareket ederler. elimizdeki menakıbname nüshasına göre mekke'den şu güzergahı takip ederek anadolu'ya gelirler: medine şam hama humus halep kilis birecikbağdat hille kufe necef kerbela bağdat musul nusaybin abdal musa asitanesi. kaygusuz'un mısır, hicaz, suriye ve ırak'taki seyahatlerini sadece menakıbname'den öğrenmekteyiz. köprülü'nün de kaydettiği gibi bu hususu teyit eden herhangi bir başka tarihi vesika yoktur: fakat şimdilik tarihi vesikanın bulunmaması demek, kaygusuz'un buralara gitmediğine delalet etmez. bizce menakıbname'deki kaygusuz'un dolaştığı yerlerle ilgili malumatı doğru olarak kabul etmekte bir mahzur yoktur. kaygusuz'un şiirlerinde de buralarda dolaştığına dair bir kayda rastlamıyoruz. batı anadolu ve rumeli seyahatleri şiirlerinde rumeli'deki pek çok yerden bahseden kaygusuz'un buralardan ve anadolu'dan hiç söz etmemesi düşündürücüdür. onun menakıbname'de geçen yerler dışında hiç olmasa güney ve batı anadolu'da dolaşmış olması icap eder. nitekim onun rumeli'den bahseden şiirlerinin birinde anadolu'dan geldiği ifade edilmektedir: edrene şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya sordı bana garib misün hiç bu şehri görüp misün yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü . eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esirbendler çok olur düşmeyesin bazariye yukarıdaki şiirden de anlaşıldığına göre, kaygusuz, edirne'ye anadolu'dan yeni gelmiştir. rumeli'de gariptir ve henüz rumeli hakkında bilgisi olmadığından sanma ki anadolu'dur şeklinde ikaz edilmektedir. köprülü. divan, abdurrahman güzel şiirin devamında geçen fetvabulammıki'aceb varsamibnifenari'ye beytinden kaygusuz'un anadolu'dan edirne'ye geliş tarihinin ibni fenari'nin şeyhülislamlığı zamanında, yani tarihleri arasında olduğunu anlıyoruz. demek ki yılları arasında rumeli'ye geçen kaygusuz'un buradaki ilk durağı edirne'dir. kaygusuz abdal'ın rumeli'deki yerlerle ilgili diğer şiirleri şunlardır: evladı tutdı beni yanbolı'da bir karı velikin akçası çok karabaşı kulları. yanbolı'ya varıcak mahallesin sorıcak tunca kıranundadur yini hamam'dan beri. filibe'de yinilen bir karı sevdi beni igen igen dikdürür bana yini kaftanı karıdan kaçsam direm sofya'ya göçsem direm. manastır'da bir başacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm yukarıdaki şiirlerden de anlaşıldığına göre kaygusuz abdal; edirne'den başka yanbolu, filibe ve manastır'da da bulunmuştur. edirne, yanbolu ve filibe'ye ait şiirlerin konu bakımından birbirlerine çok benzemesi, hatta bazı ibarelerin aynı olması bu şiirlerin bir tek şiirin varyantları olabileceğini de düşündürmektedir. çünkü her şiirde aynı vakanın tekerrürü tabii değildir. bu hususta bir diğer izah tarzı, bu şiirlerde geçen vak'anın mecazi bir mana taşımasıdır. nitekim filibe ile ilgili şiirin sonunda ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı denilerek şiirdeki konunun aslında hayali olduğu ifade edilmektedir. fakat burada bizim için şiirlerin konusundan çok, buralarda geçen yer adları önemlidir. kaygusuz'un bu şiirlerde geçen şehirlerde bulunduğunu tahmin etmek herhalde yanlış olmaz. konu bakımından diğerlerinden farklı olan manastır'la ilgili şiiri takviye eden bir başka husus da manastır'da kaygusuz'a izafe edilen yer adlarıdır. bugün makedonya sınırları içinde bulunan bu şehirde bir kaygusuz mahallesi ve bir kaygusuz çeşmesi vardır. rumeli'de uzun seneler kalan kaygusuz, bizim tahminimize göre anadolu'ya veya mısır'a dönmüş olmalıdır. vefatı ve mezarı hakkındaki görüşler vefatı hakkındaki görüşler kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi hakkında herhangi bir tarihi vesika mevcut değildir. sadece, mısır'daki son bektaşi şeyhlerinden ahmed sırrı baba, hiçbir kaynak belirtmeden kaygusuz abdal'ın 'de vefat ettiğini yazar. ahmed sırrı baba'nın verdiği bu ölüm tarihini nur, annemaria schimmel, Walter björkmann ve rudolf tschudi de aynen kabullenmektedirler. bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber abdurrahman güzel kaygusuz'un Xıv. asrın sonlarında ve Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kaydederek onun Xv. yüzyılın birinci yarısında ölmüş olabileceğini kabul ederler. bize göre de kaygusuz'un Xv. asrın ilk yarısında öldüğü muhakkaktır. ahmed sırrı baba'nın verdiğitarihini ihtiyatla kabul etmek mümkündür. bizce kesin olan husus, onuntarihinden önce hayatta olduğudur. zira daha önce de bahsettiğimiz edirne ile ilgili şiirinde geçen; fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye beyti, kaygusuz'un ibni fenari'nin şeyhülislamlığı devrinde hayatta olduğunu göstermektedir. ibni fenaritarihinde şeyhülislam olduğuna göre kaygusuz'un ölüm tarihi 'ten eskiye gidemez. mezarı hakkındaki görüşler kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi ve mezarı hakkındaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: kaygusuz, mısır'da ölmüştür ve mezarı buradaki mukattam tepesi'ndeki bir mağaradadır. mukaddem tepesindeki abdullah elmagaviri mağarasıkahire hasluck'un kaydettiğine göre Xvıı. asrınilknısfındabumukattamtepsini kemalidikkatletetkiketmişolanpococokeveperyburadatekkelerdeğil, mağaralar görmüşlerdir. evliyaçelebi, aynı asrın ikinci yarısında, mukattam tepesinde şeyh cuşi tekkesinden bahsetmektedir. ahmed sırrı baba'ya göre buraya evvelce celaliler tekkesi adı verilmekte imiş. fuadköprülü, mukattam dağındaki tekkenin, Xvıı. asrınikincinısfıbaşlarında. yapılmışvesonradanbektaşilerinelinegeçmiş olması gerektiği kanaatindedir. de vanjany, 'teki le caire et sese environs adlı eserine göre, eskiden kerpiç ile yapılmış olan ve 'de tamir edilen tekkenin bulunduğu mukattam dağının; taşlarınaoyulmuşmağaranındibindekaygusuzyatmaktadır. ve araplar ona şeyhü'lmağarevi demektedirler. londra'da basılmış, tarihli egypt adlı eserde kaydedildiğine göre mukattam dağında orjinal adı kaygusuz olan abdullah elmağarevi'nin mezarı vardır. rıza nur; mısır'da bulunduğu sırada, mukattamdağındaki kaygusuz'un mezarını birkaç defa ziyaret ettiğini kaydederek, mezarı tavsif etmekte ve ka'hire'de halkın kaygusuz'a abdallah elmağarevi adını verdiğini zikretmektedir. ona göre araplar abdal kelimesini abdallah yapmışlardır. ve mağarevi mağaraya mensup demektir. nur, bir yandan bu mezarın kaygusuz'a ait olduğunu şüpheyle karşılarken, öte yandan, an'aneye ve eskidenberigelenrivayetegörebunukaygusuz'unmezarıkabuletmekzaruridir. diyor. mukaddem tepesinde yaptığımız araştırmada ise, mağara içinde bir mezar bulamadık. ancak sonradan kahire'de bizzat tespit ettiğimiz kaygusuz sultan'a ait olduğu kabul edilen anıt mezarın'; önarkayüzlerindekiyazılar, kehf suresi'nin ayetleridir. bu ayetlerin metnivetürkçetercümelerini'aşağıda veriyoruz. kaygusuz, gülistan'da hülasa olarak şunları söyler: şimdi, vahdetin üstündeki perdeyi açıp size vahdeti anlatayım. cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak ehli dil olanlar bilir. benim sözümü de ancak akıllılar anlar. hak bana söyletirse ben de size bu haberi vasf ederim. önce lamekan ne demektir, onu anlatayım. öyle bir zaman idi ki, kainat yoktu. her sıfat zat içinde gizliydi. insan vücudu yoktu. alem ve insan hepsi birdi. ikilik yoktu; her şey, yer ve gök hazine içinde bir sırdı. ay, güneş, yıldızlar, zaman, cennet, cehennem, huri, gılman, dünya, ahiret yoktu. bütün bunların sebebi, mustafa oldu. allah, ilk önce mustafa'yı yarattı. onun canı, canların ilkidir. cihan, mustafa'nın canında sır idi. allah bu cevhere bakınca, cevher dirildi ve bütün cihan meydana geldi. önce su oldu, aktı; denizler ve karalar meydana geldi. denizin buğusundan felekler ve feleklerin içinde melekler yaratıldı. cihan istikamet tuttu ve her mekan yerli yerinde düzeldi. bundan sonra allah tekrar mustafa'nın canına nazar eyledi, bütün canlar ondan yaratıldı. her can kendi cismine girdi, böylece varlıklar canlanmış oldu. dünya önce denizle doluydu. bu hal elli bin yıl devam etti. sonra yerine bir türlü kul geldi. bunlar da elli bin yıl devam ettiler, fakat asla allah'ı tanımadılar. sonra kamış yaratıldı. ayağı sığıra, kulağı eşeğe, gövdesi ve tüyü koyuna, huyu at'a benzeyen mahluklar kamışı yeyip çoğaldılar. bunlardan sonra yetmiş bin şehir yaratıldı, içleri hardal tanesiyle dolduruldu. allah bir kuş yaratıp, ona t aneyi ye! dedi. bu da elli bin yıl sürdükten sonra, allah atı, elli bin yıl sonra da adem'i yarattı. adem'e kadar olanlar allah'ı tanımamışlardı. adem, yerlerin ve göklerin esrarını anlayıp allah'ı tanıdı ve bütün mahlukatın halifesi oldu. abdurrahman güzel bundan sonra iblis'in adem'e secde etmemesi, adem'in cennet'e konulması, havva'nın yaradılışı, şeytanın onları kandırıp yasak buğdayı yedirmesi, adem ile havva'nın cennet'ten kovulması anlatılır. adem, şam'a vardı. bir dereye erişti: cennet'te yediği bütün tohumları oraya döktü. sel gelip bunları dünyaya yaydı. yeryüzündeki bütün yemişler bundan çıktı. bundan sonra adem bir tavus ile birlikte hindistan'a gitti. on iki yıl havva'yı arzulayıp aradı. havva, mekke eline düşmüştü. o da adem'i arzulayıp aradı. üç yüz yıl ayrılıktan sonra arafat dağında buluştular. fakat adem sakallı ve ayağı aksak olduğu için havva onu tanıyamayıp kaçtı. otuz üç yıl adem, havva'nın peşinden gitti. nihayet allah'ın cebrail'i göndermesi ve adem'in allah'tan af dilemesi üzerine adem, eski haline döndü. böylece havva onu tanıdı ve boynuna sarıldı. adem'in cennet'ten kopardığı incir yaprağının sütünden pamuk yaratıldı. adem'le havva, pamuktan elbiseler giydiler. cebrail, adem'e öküz beslemeyi ve buğday yetiştirmeyi öğretti. adem ile havva'dan insanlar çoğaldılar. adem'in yaptığı her şey insanlar için adet oldu. adem, alemin aynasıdır. her mekan ayna içinde görünür. allah, adem'de ayna oldu. adem'i yüzüne perde eyledi. perdenin aslı su, toprak, ateş ve yel'dir, fakat perde içindekinin kim olduğunu bilmek lazımdır. daha sonra şit peygambere geçilir. insanların bir kısmı şit'e, bir kısmı sam'a tabi olur. ademoğlu üçe ayrılır: beyler, raiyyetler ve peygamberler. daha sonra nuh tufanı, ibrahim'in nemrud'la mücadelesi, musa peygamber ve firavun, davud ve isa'dan kısaca bahsedilir ve muhammed'e gelinir. muhammed'in nuruyla kainatın dolduğu, puta tapanların mat olduğu anlatıldıktan sonra onunla, birlikte peygamberler devrinin bittiği ifade edilir. nübüvvet devrinden sonra velayet devri başlar. peygamberden sonra zuhur eden şeyhler, mana sırlarını keşfedip halka hak yolunu gösterdiler. sabrı ve kanaati adet edindiler. acı sözlerle tahammül edip dünya için endişe çekmediler. onlar da gidince onların erkanı kaldı. işte dervişler bunlardan nişandır. buraya kadar olan kısım, gülistan'ın giriş kısmı gibidir. eserin bundan sonraki büyük kısmında belirli bir konu, hikaye edilmez. kaygusuz abdal; konuyu dervişlere ve tasavvufa getirmek için yukarıda hülasa ettiğimiz girişi yapmış gibidir. bundan sonra tasavvufla ve dervişlikle ilgili önemli hususlar ve tabirler uzun uzun anlatılır. çoğunlukla nasihat üslubuyla ve sade ifadelerle tasavvufun çeşitli konuları hakkında bilgi verilir. mesneviler kaygusuz'un eserlerinin bulunduğu yazmalarda, mesnevi başlığı altında üç şiiri kaydedilmiştir. bunlar mesnevii baba kaygusuz adı altında verilmiş, ikinci ve üçüncü mesneviler, mesnevii sani ve mesnevii salis adıyla adlandırılmıştır. ikinci mesnevi için marburg nüshası küçük mesnevi adını da kullanır. eserinnüshaları mesnevi baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevi i sani mesnevi i salis mesnevii evvel staatsbibliothek, marburg nüshası, ms. oct. ba. ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu:, nu: lb istanbul belediye ktp. ergin böl. nu. istanbul millet ktp. ali emiri blm. nu:, a süleymaniye ktp. düğümlü baba böl. nu:, lb süleymaniye ktp. haşim paşa böl. nu:, lb mesnevii sani staatsbibliothek, marburg nüshası, ms. oct. aa. ankara genel ktp. nu. a ankara genel ktp. nu. istanbul millet ktp. ali emiri blm, nu:, b süleymaniye ktp. haşim paşa böl. nu:, a mesnevii salis staatsbibliothek, marburg nüshası, ms. oct. aa. ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu. istanbul millet ktp. ali emlri blm. nu:, b süleymaniye ktp. haşim paşa böl. nu:, a abdurrahman güzel eserinözetleri birincimesnevi birinci mesnevinin; ank. gnl. ktp. nu:;;; süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu:; süleymaniye, haşim paşa, nu: ve belediye kütüphanesi , osman ergin bölümü, nu: 'de birer nüshası mevcuttur. beyittir. eser, münacat ile başlar. bu kısımda vahdeti vücud görüşü, gahi adem gahi şit ü gah eyyub gahi musa olursın gah şuayyub' beytinde görüldüğü gibi allah'ın peygamberlerde tecelli etmesi şeklinde ifade edilir. bu yolla peygamberlerin adları sayılır: insanlara bazı öğütler verildikten sonra, allah'ın nerede olduğu ve mahiyeti meselesi üzerinde durulur. yedi kat yerde mi, yoksa gökte mi bulunduğu; vücut mu, can mı, erkek mi, dişi mi olduğu sorulur. daha sonra; kamu alem içindeki can oldur bu kıssa vü hikayet ü destan oldur o'dur vahdet gülistanında bülbül o'dur vuslat çimenünde biten gül denilerek yukarıdaki suallere vahdeti vücud görüşüne göre cevap verilir. bunu ancak aşıklar anlar. aşıkların ahvalinden bahsedildikten sonra attar'ın mantıku'ttayr adlı eseri ele alınır. bu eserde, simurg adlı kuşun kafdağı'nda mekan tuttuğu ve cümle kuşların sultanı olduğu ifade edilmiştir. otuz bin kuş simurg'u arayıp giderler. sadece biri ona ulaşır ve aynada cemalini görür. fakat gördüğü kendi nakşıdır. daha sonra kaygusuz, misafir bir derviş olarak dünyayı gezerken bir şehre vardığını söyler. kal'a dan biri çıkıp ona nerden geldiğini, ne sattığını sorar. derviş, şehre girmek için destur ister. destur verilince içeri girer, bakar ki bir muazzam şehir. ne mısır ne de şam onunla kıyaslanabilir. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, üç yüz altmış altı çarşısı, on iki burcu ve dört yüz kırk dört sipahisi, on iki kapısı vardır. derviş bütün şehri dolaşarak müşkülünün hallolduğunu ve özünü bildiğini söyler. bilmediğin sözü söyleme, ulaşamayacağın şeye elini uzatma, kırılacak dala konma, fakirlerin elinden tut, tuz ekmek hakkını unutma, kendi işini başkasına bırakma. gibi nasihatlardan sonra; oldur ahi ahmed'ün alnunda nur oldur ahi eyyub'a şükr ü sabur diyerek yine vahdeti vücud anlatılır. bundan sonra bir pire bağlanmanın lüzumuna işaret edilir. şeriat, tarikat, ma'rifet ve hakikata ancak pir'in yol göstermesiyle ulaşılır. pir ve mürit, talib ve matlup hepsi bir noktadan olmuştur. kainat, önce bir noktadan ibaretti. nokta çekilip elif oldu. elif'ten üç harf meydana geldi. daha sonra sözün ehemmiyeti üzerinde durulur. nutfeden ademin ana rahminde teşekkülü ve dünyaya gelişi anlatılır. insan dört safhadan geçtikten sonra ölür. işte insan bu hayatını boşuna geçirmemeli ve bir yol eri ne bağlanmalıdır. çünkü sağı, solu, hayrı, şeri yol eri bilir. yol eri keşşafü'lkulubdur. özünü tahkik suretiyle bilir. özünü bilen de rabbini bilir. bundan sonra men arefe nefsehu. hadisi açıklanır. mananın ehemmiyeti üzerinde durulduktan sonra tekrar önemli örneklerle vahdeti vücud anlatılır. nur u zulmet birligi yitdi tamam birlik içinde bir oldı has u am dahı hiç cihanda gayrı kalmadı ikilik bir oldı ayrı kalmadı ten ü can birlikde eyledi karar birligi kıldı kamusı ihtiyar birlik oldı el emindür töre düz birlige yitdi kamu yahşı yavuz aslı fer'i bir şey oldı kayinat küllisi bir oldı arab türk ü tat beyitleriyle birlik üzerinde durulur. daha sonra nefse geçilir. insanın nefsine uymaması tavsiye edilir. çünkü bir gönüle iki sevgi sığmaz. o halde nefsi bırakmalı, ona uymamalıdır: bir gönülde iki sevgi sıgmaya iki dilliden safaluk dogmaya diyen kaygusuz abdal yine vahdeti vücuda geçer. birtakım nasihatlerden sonra her kişi kim hakkı batıldan seçer ana dimişler bu yolda gerçek er diyerek gerçek erin nasıl olması gerektiğini anlatır. onun katında her diken gül olur. cümle kainat ona cennet olur. vahdet mülkünün sultanı olur. cevabdurrahman güzel herden cevheri o fark eder. içini dışını aşk ile yandırır. sözü pişirir, sonra söyler. dünya mülkünü tamamen terk edip dinini iman ile mamur eder. o, ahmed huylu, isa nefesli, eyyüb sabırlıdır. gözleri ya'kub gibi yaşla dolar. gönlü madeni esrar sırrı, canı vahdet aleminin defteridir. bir nefeste bin ibadet eyler, sözlerini mizana tartıp söyler. her şeye hikmetle bakar. zahir içinde batını nurdur; cismi viran, kendisi mamurdur: bu nişanı kimde görsen bil yakin oldur er dutgıl etegin öp elin diyerek yukarıdaki vasıfları taşıyan kimsenin gerçek er olduğunu ve ona bağlanmak gerektiğini ifade eder. dünyada herkes er olamaz; herkes de erin kim olduğunu bilemez. evliyanın kim olduğunu er bilir. evliyanın delil olduğu insan, iki cihanda zelil olmaz. bundan sonra tekrar, evliyanın vasıflarını sayar. insanın hayvan olmadığını, dolayısıyla dünya lezzetine gafil olmaması gerektiğini belirterek bu dünyanın geçici olduğu, akıllı olanın dünyayı terk etmesi lazım geldiği hakkında öğütler verir. dünya bir görgeç evidir. kimse dünyada baki kalmamıştır. nice sultanlar da göçüp gitmişlerdir. dünyaya gelmekten murat, mal sahibi olmak değil, hakk'ı bilmektir. etraftaki her şeyde allah tecelli etmiştir. tekrar öğüt verici beyitlerden sonra meratibi erba zikredilir. daha sonra yine allah'ın her yerde tecelli ettiği anlatılır. ferhad'a şirin görünen, leyla'nın yüzündeki güzellik odur. halil'i nemrud'un odundan saklayan, yunus'u balık içinde bekleyen, yahya'yı her dem ağlatan, eyyüb'ün dertli bağrını dağlatan odur. daha sonra herkesin kendine uygun olan işi yaptığını ifade eder. sofi, zikr ü tesbih etmeli; zahit öz huzurunu beklemeli; aşık feryad ü ah etmeli; derviş öz yolunu gözetmeli; bülbüle gülistan, tavusa seyranı bostan gerektir. tutinin layığı şeker, karganın maksudu murdardır. insan konuşur, hayvan otlar; türkmen yaylaya göçmeli, harama, kervan gözlemeli, emin kişi kendi yolunu izlemelidir. bundan sonra yemeklerden bahseder: dograma darı çöregin ayrana ayrandan yegdür balıla kaygana türkmen'e vir yahniyile burmayı arabun önüne dökgil hurmayı sonra tekrar, her şeyin yerli yerinde olması gerektiği hususunda birçok örnekler verir. leyleğin yeri gülistan değildir. bülbülün yeri gülşen, baykuşun viranedir. saksağan bülbül gibi ötemez; her çiçek güle benzemez. abı hayat değme su gibi değildir. her sedeften inci çıkmaz. iğne, kılıcın yaptığı işi yapamaz. kelebek uçmakla kuş olmaz. atla eşek bir değildir. her işin aslını anlamak için, kendini bilen insana sormak lazımdır. halik, mahluk, ırak, yakın, sedef, inci, haşr, sırat, aşk, aşık, maşuk, katrei umman, bağ, bağban, hayır, şer, dünya, ahiret, sen, ben, şakird, üstat, vahdet, kesret'in ne olduğunu hep kendini bilenden sormalı. her işin aslını o bilir. seni vuslata o iletir, imanını aşk ile kaim eyler. gönlünde türlü hikmet bitirir; gözünden perdeyi kaldırır; küfrünü kesip iman aşılar. isterisen buncılayın bir nasib hakk seven kişi yile ol habib diyerek bu konuyu bitirdikten sonra tekrar birlik ve vahdeti vücud konusuna döner. birligi söyler birikdi cümle dil her gönülde bitdi birlikden hasıl ol kişi kim bu haberi söylemiş bir aceb vasfı hikayet eylemiş kaygusuz abdal dimişler bir fakir kulak ol bir dem sözini dinle bir beyitleriyle birinci mesnevi sona erer. ikincimesnevi marburg nüshası'nda küçük mesnevi başlığıyla geçen bu mesnevinin, ank. gn. kt. nu: veile süleymaniye, haşim paşa bölümü, nu. 'da birer nüshası vardır. beyittir. bu ışk mevci yine başumdan aşdı sırrumı faş eyledi razumı açdı diyerek mesneviye başlayan kaygusuz, insanoğlunun nüshai alem olduğunu ifade eder ve insanın kıymetini anlatır: melekler, adem'e secde etmişlerdi. alem sedef, adem cevherdir; alemde olan her şey ademde vardır. adem; hüdhüd'dür, simurg'dur, kaf'dır. allah da ademde aşikar olmuştur: cümle eşyadan maksut, ademdir. ademi bilen köle iken sultan olur. insanın gözünü açması; ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini düşünmesi lazımdır. çünkü yıldızlar onun için parlar; ay onun için batıp çıkar. su, ateş, toprak ve havanın tılsımı odur. huri, tuba, havuz, kevser onun içindir; bu dünya çarkı onun için döner. cihan onun için gülşen olmuştur. abdurrahman güzel insan hayvan hasiyetini bırakıp eğer kendisini bilmezse bilene sormalıdır. diyen kaygusuz, evliyanın insanlara delil olduğunu, delile uymayanın zillete düşeceğini ifade eder: delilsiz bu yola kimesne gitmez giden yolda kalur menzile yitmez. tarikat yolu emindir. onda ne azık ne su; ne harami ne yoldaş vardır. menzile yeten, kesretin tamamen gittiğini, her şeyin vahdet olduğunu görür ve geri gelip bize o halden haber verir. orada yaz, kış, gitmek, gelmek, doğmak, ölmek, uyumak, uyanmak yoktur. bu gibi nesneler orada kesrettir. orada sıfat yok, zat vardır. kaygusuz, daha sonra dünyayı anlatır: bu dünya acayip gülistandır. kiminin elini tutup sultan eder, kiminin yerini külhan eder. kimi aç, kimi toktur. kiminin vakti hoş, kiminin kesesi boştur. işte dünyanın hali budur. er olan kimse dünyayı bir pula almaz diyerek burada da eri anlatır. o, isa nefeslidir. özü, güneş gibi menşurdur. bu dünya halkı ona deli der; kimisi inkar eder, kimisi veli der. kimisi bunların niçin sakalını kırktığını sorar. kimisi bunlara bakmanın hata olduğunu söyler. kimisi ise bütün sırları bildiğini ifade eder. insanlara bazı nasihatlerde bulunan kaygusuz onlara kibirlenmemelerini, gözlerini açıp özlerini bilmelerini tavsiye ettikten sonra şunları söyler: acayibsin acebsin bü'l'acebsin özün matlubsun özgeye talibsin cihan başdan başa külli nur oldı her eşyada hakikat menşur oldı dahı herbir sada kıldı ene'lhak ruşen oldı bu ma'ni sırrı muglak dag u taş kuh u sahra müşkin oldı kokusı her çiçegün gülgun oldı nikabın açdı yüzinden bu dilber bu ne sözdür ne mansur'dur ne berdar aşıka her mekan mekke olubdur mekke bilmeyene sevda olubdur sırata'l müstakim düpdüz yol oldı özini anlayan külli ol oldı yukarıdaki tasvire devam eden kaygusuz abdal, vahdet aleminin güzelliklerini sayar. bazı nasihatlerden sonra tekrar insanın kıymetine döner. bütün dünyanın insan için yaratıldığını tekrarlar. cihanı tutan, tanrılık davası kılanlardan eser kalmamıştır. nemrud, şeddad, firavun nerede? cemşid, karun, afrasiyab nerede? kisra, kayser, azizi mısır nerede? hepsi göçüp gitmiştir. bundan sonra kaygusuz; düşünde bir şehir, şehir içinde bir padişah gördüğünü, şahane bir meclis kurulduğunu; padişaha bu esrar sırrını sorduğunu ve kendini bil, sen hayvan değilsin cevabını aldığını anlatır. sonra uyanmış, gözünden perde açılmış, sultan'ı allah'la görmüş ve aşkmüptela olmuştur: bu ışk ile cihan oldı münevver bu ışk ile döner künbedi devvar bu ışk ile denizler cuşa geldi bu ışk ile felek cünbişe geldi diyerek önce aşk hakkında, daha sonra gönül hakkında yazar. aşk, gönülde mesken tutmuştur. aşk ile gönül ezelden beraber gelmişlerdir. aşk gönül içinde delildir. bütün sırlar gönülde gizlidir. padişahı bulan gönülde bulmuştur. benim her şeyim allah'tır. şahım, mahbubum, dildarım, sermayem, dükkanım odur. onsuz bana can, cihan, cennet gerekmez der. yine gönlüm denizi taşdı çaglar yine ışk oldı bagrumı daglar diye devam eden kaygusuz, bundan sonra erenleri anlatır. cümle katrenin ummanı erdir. erenlerin himmeti arştan yücedir. her haberi erenlerden sorarlar. erenler halk içinde güneş gibidir. kimi leyla, kimi mecnun'dur. kimi namık, kimi azra'dır. nice kim söylesek söz ahir olmaz deveyinen ev içinde seyr olmaz sünü çuvalda gizlenmez dimişler kargaya karga, baza baz dimişler her şeyin yerli yerinde olabileceği hakkındaki daha başka atasözlerinden sonra vahdeti vücuda göre, dünyada görünen herşeyin o olduğunu anlatır: bülbül o, gülistan o'dur. anlatılan destan o, cümle cisme can o'dur. hüsni latif, zülfi perişan o'dur. geyikteki misk, kamıştaki şeker o'dur. türkmen'e çığ, kürd için cacığ o'dur. yara da o, merhem vuran da o'dur. abdurrahman güzel kaygusuz, sözü çok uzatma, helvayı gör başka şeye bakma. diyerek mesnevi'yi burada bitirir. üçüncümesnevi ank. gn. kt. nu: veile süleymaniye, haşim paşa bölümü, nu: 'da birer nüshası vardır. beyittir. kaygusuz, mesnevi'ye birliki anlatmakla başlar. kaf ile nun, çeng ile ney, hüdhüd ile simurg, ırak ile yakın, gece ile gündüz, her şey bir olduğunu belirtir. sonra her sırrın ademde mevcut olduğunu anlatır. kevn ile mekan ademe müştaktır. çünkü mabud, adem sıfatında görünmüştür. insanın kendisini başkasına sormasına lüzum yoktur. ilmi hikmetin tılsımı ademdedir. binişana nişan, her surete can ademdir. insan gözünü açıp özünü görmelidir. kendisini görebilen insan, birlik'e erer diyen kaygusuz, tekrar birliki anlatır. birlik haberi yayıldı şehirde birlik bazarı oldı her bazarda her su kim akar gülaba döndi kat' oldı günah sevaba döndi kurt koyunıla bile karışdı ugrı begile yol varışdı birlik aleminde her şey güzeldir, her şey birbiriyle dosttur. orada düşman ve ağyar yoktur. her şeyde allah vardır. onu görene ne mutlu! onu görene bütün kapılar açılmıştır. cihanda ne varsa ona keşf olunmuştur. o, bir çerağ, yahut yemişli bir bağ misalidir. tekrar adem in değerini anlatan, onun sedef içinde cevher olduğunu belirten kaygusuz, elhaya mine'l iman hadisini zikrederek edeb konusunu işler. imanın aslı edeb iledir. biedeb olan, hor ve hakirdir. bundan sonra aşk konusu ele alınır. alem aşk ile döner. cihan aşk ile parlar. cümle defter aşk ile yazılmıştır. alem aşk ile zuhura gelmiştir. musa, tur'a aşk ile gelmiştir. adem'i eşinden ayıran aşktır. aşk, gözü görene meşale, yol sorana delildir. nefis, insanı yoldan çıkarır. bu insan sağını solunu bilmez, kanadı kesilmiş kuşa döner. dini, imanı dünyadır. sureti, adem; özü, hayvandır. bir akçayı atasından aziz tutar. bir akça için bin yalan söyler; başından vazgeçer, ölüyü mezarından çıkarıp soyar. halbuki dünya kimseye baki kalmamıştır. dünya yalandır, fitnesi çoktur. insan, gafil olup dünyaya aldanmamalıdır. eğer insan, bu gafletten kurtulursa bütün sırları keşfeder. mansur'un niçin asıldığını, yu suf'un niçin satıldığını, ibrahim'in niçin ateşe atıldığım, muhammed'in miracı'nı, müslüman'ın haccını öğrenir. cennet, cehennem, yedi kat yer, kürsü, kalem, yedi kat gök nedir, hepsini anlar. ilmi ledüne ulaşır, sırrı layezale vasıl olur. kaygusuz, daha sonra tekrar ademi ve aşkı anlatır. tenin insan için bir tuzak olduğunu, zaten beş günlük ömrü olduğunu söyledikten sonra tekrar insanın ömrünü boşuna geçirmemesini bir delile tutunmasını tavsiye eder. bazı yiyeceklerden bahsettikten sonra bu kuş dilini ancak süleyman'ın anlayacağını, bu sıfatların dünya adeti olduğunu söyleyerek mesnevi'yi bitirir. abdurrahman güzel gevhername eserinnüshaları nüshanın bulunduğu yer eserin kayıt numarası şiir sayısı staatsbibliothek, marburg nüshası ms. oct. aabeyit topkapı sarayı müzesi kütüphanesi koğuşlar bölümü; nu:; bb. beyit süleymaniye, haşimpaşa bölümü, nu:, ab. beyit menakıbname abdurrahman güzel nüshasıbeyit istanbul millet kütüphanesi ali emiri böl, nu. ba. etnoğrafya müzesi nu: menakıbname nüshası, beyit eser, mesnevi nazım şekliyle söylenmiş vebeyitten oluşmaktadır. eserinözeti gevher; cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır. bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. buradaki gevherin aslı, o birdendir. gevherin bir adı da mahmud' dur. kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığı vahdet teorisi içinde kısaca anlatılmıştır. mütekaiben de, muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi, güzellikleri ve daha nice vasıfları verilmiştir. allah ve peygambe hakkında yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu konuda da şimdilik en güzel örnek: kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername'yi örnek olarak verebiliriz. eser; tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: marburg nüshası min kelamıgevhernameibabakaygusuzsultan başlığıyla yazılan bu mesnevi; daha önce mehmet akalın tarafından topkapı sarayı kütüphaneside kayıtlı mecmuailatife adlı yazmadan yeni harflere aktarılarak tamamıbeyit halinde yayınlanmıştı. : mehmet akalın, kaygusuz abdal'ın gevhernamesi; edebiyatfakültesiaraştırmadergisi, caferoğluözelsayısı, fasikül:; ank. bizim burada yaptığımız kritiğe göre mesnevibeyitten ibaret ve bir hayli farklılıklar vardır. . uluçay, kaygusuzabdalsultan, istanbul. bu tenim yoktu, ben sadece candım. katre değil, ummandım. orada ay ve güneş doğup batmazdı. daima birlikti. ayrılık, ölmek, dirilmek olmazdı. o zaman ne insan, ne melek, ne de gökler vardı. cümle varlık ancak o idi. cenabı hakk, kendi kudretini aşikar kılmak diledi. vahdet deryası dalgalandı. beni kenara saldı. menzilim derya iken katre oldu. gevher deryadan harice düştü. hikmetin aslı, o bir gevherdendir. gevher'in aslı da o, birdendir. gevherin bir adı da mahmud idi. hakk adem'i gevhere sedef eyledi. yani bu mülkü şereflendirdi. maksat sedefteki inci'dir. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. bütün suların aslı birdir. o gevher, muhammed'in canıydı. onun için cümle alem gülistan oldu. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı o gevherdendir. kaygusuz, hac mevsimi yaklaşınca şeyhi abdal musa'dan icazet alarak mekke'ye hareket eder. mekke'de; arafat, müzdelife vb yerlerde haccın rükünlerini yerine getirir ve medine'ye döner. burada yedi gün yedi gece kalır. bu zaman içinde muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını da ortaya koyan bu gevhernamei baba kaygusuz sultan adlı eseri söyler. daha sonra peygamberin nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyleyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eserini tamamlar. bak: mehmet akalın, kaygusuzabdal'ıngevhernamesi fasikül. abdurrahman güzel dolabname eserinnüshaları dolabname menakıbname, mevlana müzesi ktp. nu: XXıı, bb. istanbul millet ktp. ali emiri blm. nu:, s eserinözeti dolap, kelime manası itibariyle; içine eşya konulan raflı veya rafsız göz; hile, dek, dubara; kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark; devreden, dönen; bedestenin içindeki küçük dükkanlardır. dolap, ıstılahi manada ise; allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesidir. dolabname; allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda dolabname'nin birçok örneğine rastlanmıştır. ancak biz burada, kaygusuz abdal'ın dolabname'sini bu türe örnek olarak vermeye çalışacağız. kaygusuz abdal'a ait dolabname'nin yazılışı onun menakıbname'sinde şöyle anlatılır: kaygusuz abdal, hac farizasını ifa ettikten sonra anadolu'ya gelmek üzere medine'den hareket eder. şam'a gelirler. karyei nik ve kal'aı humus'a gelirler. orada da gerekli ziyaretleri yaptıktan sonra kal'aı hama'ya gelirler. asi suyu kenarında otururlar. görürler ki orada bir dolap su çeker, bunun iniltisi bir günlük yoldan duyulmaktadır. bu dolap'ın iniltisi karşısında kaygusuz abdal cuşa gelip bu kaside'yi söyler ve bu zamandan sonra dolab'ın adı daha sonra muhammedi dolab olarak literature geçer. kaygusuz abdal, dolabname'de özetle şunları ifade etmektedir: bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dolap şöyle cevap verir: ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. dallarım göklere ulaşırdı. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bir gün bir şahıs gelip nacağı saldı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. o zamandan beri ben dost diye inlerim. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam. sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolabname, sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir. her iki bölüme ait birkaç beyit ile örnek vermeye çalışalım: kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün su'al itdüm bugün ben bir tolaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba dolabıncevabı: tolab eydür eya çeşmüm çeragı işidmege cevabum aç kulagı benüm budur sorarsan sergüzeştüm ki ben yaylarıdum bir yüce tagı güzel. bak: güzel, kaygusuz abdal, baskı, ankara,; kaygusuz abdal'ın eserlerinde su motifi, milletlerarasıtürkfolklorkongresibildirileri, ı, ankara, ; kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ma tolaba bu başlık sadece abdurrahman güzel nüshası nda mevcuttur. abdurrahman güzel salatname eserinnüshaları maenakıbname ankara genel ktp. nu:: aa ahmed sırrı baba, erisaletü'l ahmediyye, fi tarihi'ttarikatü'laliyyetü'lbektaşiyye be mısri'lmahruse, kahire kahire, eserinözeti salat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiye'sidir. kaygusuz abdal bu şiirinde; kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularına; beş vakit günlük namazı, vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını; bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte farzı sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem beytiyle cevap vermektedir. onun bu manzumedeki şathiye tarzında verdiği matematiksel bilgiler ve neticelerini, bugün dahi birçok ilgili kişiler tarafından hesap edilerek çıkarılamamıştır. bu manzumenin muhteviyatı günümüzde bazı bakımlardan da önemlidir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatnameyi konunun ehemmiyeti bakımında ileriki sayfalarda tam metin olarak vermeye çalışacağız. ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısın? tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısın?. salatname, ahmed sırrı baba ve muhtar dağlı tarafındandörtlük halinde neşredilmiştir. halbuki elimizdeki yazmalara göre bu eser, dörtlükten ibarettir. aslında salatname, minbernamenin devamı gibidir. . zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısın?. pirimizden olsun himmet yaradan allah'a minnet yedi bin iki yüz yigirmi sünnet dahı namaz sorar mısın? tamam oldı çünki namaz kimini okı kimin yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısın?. bir namaz vardır cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısın? : güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ankara baskı,; kaygusuz abdal, ankara,; menakıbname'nin ag nüshası,; ankara genel ktp. no. v, aa; ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyyefitarihi't tarikatü'laliyyeti'lbektaşiyyebemısri'lmahruse, kahire,; dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, abdurrahman güzel minbername eserinnüshaları minbername ankara etnografya müzesi ktp. nu. menakıbname, istanbul millet ktp. ali emiri blm. nu:, a –minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser; kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, namazdan sonra hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, onun, hatibe verdiği cevaptır. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. bu olay, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: kaygusuz, günlerden bir gün bir şehre gelir. meger o gün mübarek cuma günüdür. müezzinler sela verirler. halk da abdest alıp camiye koşar. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. bundan sonra hatip, bir kürsü üzerine çıkıp halka va'z u nasihat etmeye başlar. meger bu kürsü minbere yakın idi. cemaat dağılmayıp oturdılar. onun va'z u nasihatını dinlemeye başladılar. kaygusuz da oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. o hatip , oturduğu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. karşısında bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennemin kapısını açmağa; sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmaga' deyip bazı sözler söyledi; halka va'z u nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz anun sözini işitti. fi'lhal oturdugu yerden ayak üzerine durugelip gönlü cuşa geldi ve şöyle söyledi: akıl ile hali bildim. hakk'ı buldum, diyerek minberi tepenler ve halkı irşat etmeye kalkan kişiler; özünden geçmeden rabbini bilemez, allah'ı bilmek için benlik'i bırakmak lazımdır. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdır. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbını gözetirler, gönüllerinde türlü fitneler üretirler, birinin neşri için bakınız: salcı, agm. cunbur, agm. akalın, kaygusuzabdal'ıngevhernamesi edebiyat fakültesi araştırma dergisi, ankara,; güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ankara, ondugunu diğeri istemez. dünyada malı olanın dostu çok olur. kendi halinde olan aşıklara ise iş sevmez eşek' derler. arifler, hakk'tan başka bir şey bilmez. diğerleri ise bir sözü bin söz ederler ve dogru yolu bırakıp egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı. diyordu. daha sonra kaygusuz; dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından; alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de kosözifarigolkaygusuzabdal kisözdenaçılurcümlekilukal' beyitle konuyu bitiriyordu. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir tür olan kaygusuz abdal'ın mesnevi nazım şekliyle yazılmış minbername'si, bugüne kadar sadettin nüzhet tarafındanyılındabeyit olarak nesredilmiştir. halbuki bizim elimizdeki yazma nüshabeyitten oluşmaktadır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda kaygusuz abdal'a ait olan bu minbernamei kaygusuz baba adlı eseri, ilerdeki sayfalarda vermeye çalışacağız. vezni: eya'aklile'irfanemdiyenler eyamülkesüleymanemdiyenler eyabildümdiyenlercümlehali eyavardumdiyenlertogrıyolı hakk'ıbildümdiyüirşadidersün yetersün minbereferyadidersün. aşıkolsamadumtenbelalayi egersofuisemdirlermürayi. kaygusuz abdal'a ait bu mesnevinin neşri için. güzel, minbernamevesalatname, ma tepersün minberi' ma ala'i abdurrahman güzel egeralimegersofivüderviş hemanşöhretolupdurcümleyeceyş tanrısettaru'l'uyub'dur hem kerim hemrahimdürhem'alimdürhemhalim sözikofarigolkaygusuzabdal busözdenaçılurbuncakilükal gönülhakk'unevidürbigümanbil dudaganunkilididürdilidil ma cümle cünbiş ma hem halimdür, hem alim mensur eserlerin özetleri budalaname eserinnüshaları budalaname'nin yazma nüshaları pek çoktur. en eski nüshaları mevlana müzesi ktb. nu: ıX; istanbul üni. ktb. nu:; dtcf, ismail saib ı, nu: 'de yer almaktadır. bu eserin ayrıca risalei kaygusuz adıyla, tarihsiz, birkaç taş basması da mevcuttur. taş basması nüshalar, sayfa arasındadır. eserin adı, başlıklarda çoğu defa risalei kaygusuz, bazen de budalaname olarak geçer bazen de yanlış olarak dilgüşa başlığı altında verildiği görülmüştür. eserin ilk satırlarında; bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve seyri sadık dirler ve hayali nadan dahı dirler. kaydı vardır. eserinözeti insan aklı, anadan doğma kör ve topaldır. diyerek esere başlayan kaygusuz, aklı maaş ile hakk'ın bilinemiyeceğini söyleyerek şöyle devam eder: aklı maaş ile güneşin nurunu bulmaya çalışanlar bilmezler ki bu yerden ve bu gökden başka bir yer ve bir gök daha var. bunun arasında da iki direkli bir şehir var: bu şehre girmeyen allah'ın sırrından hiçbir şey anlayamaz. aklı maaş, ariflerin gecesinin kadir; gündüzünün bayram olduğunu bilmez. bu akıl ne kadar çalışırsa çalışsın arifler menziline yol bulamaz, şaşkın olarak kalır. bu ilmi aklı ma'ad bilir. buna mantıku'ttayr' derler. bunu bilmek herkese müyesser olmaz. ancak süleyman ve attar bilir. bir de gönlü ve gözü açık arifler bilir. arifler sohbetine girmeyen hiçbir şey bilmez; murad ve maksuduna eremez. bu defa gönülleri buğz ile dolar ve ariflerin sözlerinin küfür olduğunu; onları az iken kırmak lazım geldiğini söylerler. bu sapıklar ve kısırlar bilmezler ki hakk leşkeri kırmakla tükenmez. eğer güzel. diğer yazma nüshaların bulunduğu yerler için bakınız: nüshatavsifleri bölümü. onlardan biri emmin oğlu'ndan sual ederlerse, gönülleri buğz ve melal ile dolmasın diye molla sevündük oglu toparan aga 'nın ulu babası hızır'dan böyle işittim. derim. kabul ederlerse ne ala, etmezlerse emmin ogulları kabul ederler. bundan sonra kaygusuz, göz ile görüp, gönlüm ile inandığım şeyden haber verürüm; görmediğüm bilmediğüm yirden haber virmem. beni anlayandan icabında ben de sorarım. diyerek tasavvuf konularına girer. birinci konu, kendini bilmektir. insan, suret midir, can mıdır; kul mudur, sultan mıdır, bunu bilmeli. kendini bilenler şehzade iken geda olur; mekanları gülşen iken külhan olur. kendini bilene atasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının südü haramdır. insanları vatanı asli den bu dünyaya gönderdiler. arkasından nameler ve haberciler de gönderip yahşı amel kılmasını arzu ettiler. fakat onlar cihanın nakşına aldanıp gafil oldular. sen kendi bildiğini bir kenara bırak, bir mürşidi kamile bağlan, arifler ve ehli diller meclisine gir ki ahiret marazlarından emin olasın. yarın mahşerde insanların kimi eşek, kimi sığır, kimi maymun suretinde olur. eğer dünyada bir mürşidi kamile bağlanırsan kıyamette yüzün ak olur. ikinci konu, gönüldür. gönülde gizli mana yazılıdır, dile gelmez. bu mana ancak gönüle yol bulana feth olur. gönül bahrine yol bulan, ne inci isterse dalıp çıkarır. gönlü bırakıp surete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar. hakk, gönlü kendisi için yaratmış ve kim beni isterse, kırık gönüllerde bulsun, demiştir. gönüle girmeyen istediğini bulamaz, şekeri kamıştan ayıramaz. gönüle giren ise herşeyi sorup çıkarır; muhannetleri er, erleri şiri merd; şiri merdleri, ferd eder. vücud bir dükkandır, insana kiraya verilmiştir. insanın bu dükkan içindeki hazineyi arayıp bulması lazımdır. örfiyyeye erenler arif olur, ariflerin gecesi kadir, gündüzü bayramdır. onlara eren mukallit iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken maşuk olur. bundan ileri makamı olmaz ve bu makama makamı mahmud derler ki bunı arifler bilir. üçüncü konu, hakk'ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikatı bilmektir. insan, hakk'ı dünyada iken bilmelidir. çünkü burada bir katre olan amel, öbür dünyada umman olacaktır. ahirette hakk taala bir dolunay gibi görünecektir. orada temaşa bakidir. asıl mesele bu dünyada iken hakk'ı bilmektir. bu dünyada iken insanın uzun kısa fikirleri bırakıp makam ve hal ehli olması lazımdır. fırsat elde iken kaya kuşu gibi ömrü lak lak ile geçirmemeli, körler gibi deve tepmesini somun sanmamalıdır. muvahhit olan kendini bilir. mülhit, öz eliyle kendini toprağa gömmüş olur. ancak muvahhitlik, kal ile olmaz. mecazi söz hal olmaz, bal dimekle abdurrahman güzel ağız bal olmaz, dervişlik şemle ve şal ile olmaz, ehli külhan taç vurunmaz, her ahunun göbeğinde misk olmaz, her kamışın içinde şeker olmaz. harabat ehli; ölmeden ölenler, içi maşuk, dışı aşık olanlardır. onlar bihodluk şarabını içip daha ölmeden soru ve hesabı verirler. onlar havf ve recadan kurtulup hayır ve şerden geçmişlerdir. onlar suret kapısını kapayıp ademi tekayyüd etmişlerdir. müritlikten ve şeyhlikten, ikrardan ve inkardan, küfür ve imandan geçmişlerdir. varlık yokluk lezzetinden fariğ olmuşlardır. ne öğünmek ne dava ne keramet ile uğraşırlar, ne tesbih ne seccade ne ibrik düşünürler. daim tenha olup bu halka karışmaz olurlar. felekler sağ ellerinde, melekler sol ellerindedir. dördüncü konu, kaygusuz'un kendi vasfı hali'dir. gökler, yerler, yıldızlar, hiçbir şey mevcut değilken allah, kendi gizli hazinesinin bilinmesini istedi, kendi kendisini temaşa ederek kafınun'a vurup bu karhaneyi yarattı ve hemen kendisi sır oldu. kaygusuz; biz de bu karhaneyi seyritmek istedik, padişahı alem dilegümüzi kabul idüb, bize insan donunı giydirüp bizi bu dünyaya gönderdi. diyerek devam eder. halik'in emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, dellal olup satdum. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp utıldum. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başçı, gah demürci, gah kürekçi eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah deryada mahi, gah daglarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudım. elkıssa dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi, gah anaya beni kız eyledi gah anayı bana kız eyledi gah beni tıfl idüb anlara besletdi. gah anları tıfl idüp bana besletdi. ve'lhasıl ne başunuz agrıdayum nice kerre ata belünden ana rahmine, ana rahmünden cihana geldüm. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende gah perende oldum. nice bin kerre küfr ü imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karuşdum. nice bin dürlü hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. nice bin suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam bu nefis askeri beni güçden güce saldı. ve kabdan kaba boşatdı. şehrbeşehr, karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. bundan sonra kaygusuz, ansızın anadan doğup tıfl, baliğ, yiğit, pir olduğunu, bir gün ruh aşinalarının halinden haber sorduğunu söyleyerek onlara kısaca yirmi beş bin aşiyan gezdim ve seyran ettim diye cevap verdiğini anlatır ve şöyle devam eder: bana aferin derviş, iyi hikaye eyledin, ama bunlar düş müdür, hayal midir, yoksa sen sayıklıyor musun? diye sordular. ben de; görmediğini, bilmediğini söyleyen namerttir. alim değilim ki ilim bileyim, veli değilim ki kerametim olsun. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonup erenler meydanına kodum. diye cevap verdim. aklı ma'ad'a mukarin ol, dünyaya takılma, sonun düşün kimseyle düşmanlık itme, helali haramı ayur, haksız işlerden sakın, cahile karşu yumuşak, arifler katında sessiz ol, sorulmadıkça konuşma. gibi öğütlerden sonra kaygusuz yine bir mürşidi kamile bağlanmayı tavsiye ederek bu konuyu bitirir. beşinci konu, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakk'ı bilmek olduğudur. bugüne kadar halk birbirine bu karhaneyi kim bünyad etti diye sormuştur. yerdekiler onu gökte, göktekiler yerde aramışlardır. yüz yirmi dört bin peygamberin her biri bir söz söyledi, hiçbiri bunu temyiz edemedi. ancak muhammed bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içinde bildirdi. buyurmuştur. bundan sonra kaygusuz, insan vücudunu anlatır. daha sonra nefsi anlatan ve vücutta hakk'tan gayrı bütün düşüncelere nefs denildiğini bildiren kaygusuz, bütün yaratılmışlarda allah'tan bir şem'a olduğunu söyler. allah herşeyi muhittir. ayeti ve komşu hakkı, tanrı hakkı sözü bunu anlatır. kaygusuz şöyle devam ediyor: yiğitlik menziline kadem bastığım zaman yolum bir çöle düştü. yetmiş iki millet orada şaşkın. ben de aralarına karıştım. bin türlü beladan sonra kendimi bir kenara çıkardım. karşımda bir şehir görüp o yana gitmek istedim ama gidemedim. bir oğlan zuhur edip beni o şehre götürdü. ben de avcı zağarı gibi yanına düştüm. şehre girince oğlan kayboldu. yalnız başıma şehrin her köşesini dolaştım. orada sonsuz cevherler vardı. ne istesem o anda mevcut olurdu. abdurrahman güzel şehir insandır. hakk'ı isteyen orada bulur. çünkü cümle yaradılmışta hakk mevcuttur. kendini bilen, cümle eşyanın aslını ve fer'ini bilir. ne istersen kendinden iste. çünkü her şey ademin vücudunda mevcuttur. insan bir mürşidi kamil'e bağlanmalıdır. çünkü mürşit, hazık bir hekimdir; hastanın marazını bilir. ancak herkes mürşit olamaz. mürşidi kamil odur ki özünü bilmiş ve kendi vücudunun şehrinde hakk'ı bulmuştur. hakk ile birleşmiş ve süleyman gibi hatem sahibi olup yedi iklime hakim olmuştur. alemde mürşit de mürit de bir olur. buna mukabil insan sıfatlı mürşitler çoktur. bunlar kibriyanın müşrikleridir. hakk'ı isteyenleri azdırıp nefis yoluna salarlar. kendilerini hızır'a benzetip şeyhi vaktız derler. ancak bunlar sırru'llahı bilmezler. kel ilaç eyleseönce kendibaşınaçalardı. dünyalık işin kendilerini halka sevdirip yalan sözler ve mühmel remizler ile avamı ve cahili kandırırlar. işte peygamber'imizin buyurduğu, din yolunun dikenleri ve halkın çirkin kokuları bunlardır. müritlerinin kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oğlan, kimi uşaktır. kendilerini de şibli, hasanı basri, bayezidi bistami yerine koyup keramet iddiasında bulunurlar. halka dam ü tezvir içün başların kabartup bol cübbeler giyüp musahebet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler, benzin saradup dudağın kemerlendürürler, muttasıl oruçdur disünler, bunlar her dem başın aşağa salarlar, gah sadık ve gah ah iderler, ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler eydürler ki ya'ni pirinden ana ziyada nazar olmışdur disünler. daha sonra kaygusuz, tekrar mürşidi kamil tavsiye eder. fırsat eldeyken insanın nadanlığı bırakmasını öğütler. ali, halvet buldukça muhammed'e ne amel eyliyeyim ki ömrümü ziyan etmemiş olayım? diye sorarmış. peygamber de hakk'ı istersen kendüni bil, arifler sohbetine gir. diye cevap verir. kaygusuz, şöyle devam ediyor: birgün bir sohbete uğradım. muhammed, isa, musa, ibrahim ve adem oradaydılar. bana kuş dili bilirsen söyle, bilmezsen kalk git. dediler. ben de ya söylerim ya giderim deyip söze başladım: bu cihan bir kubbe misalidir. ay ve güneş kandile benzerler. yedi kat yerler vücudum, sular damarım, gökler çadırım, arş seyranım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, bu nakşı pergal seyranımdır. yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekne, yerden göğe bir kulaç, yerin eni boyu bir karıştır. su yukarıdan aşağıya akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar. gökler, dolap gibi döner, yerler daim durur. bunların cümlesi bir vücuttur. bu bütün kainata ben halikim, beylik, hakimlik, kulluk benim karinemdir. bundan sonra bir dervişin gördüğü rüyayı anlatır: derviş sonsuz bir çölün ortasındadır. çölün ortasında bir büyük yol var. derviş bir müddet yolda gider, fakat yolun sonu yoktur. orada kendinden başka kimse de yoktur. bari çağırayım, belki biri cevap verir, diye düşünür. fakat çağırmalarına hiçbir cevap alamayınca: alemi kül vücudı can ben oldum cihana can cihana can ben oldum süretümi gören dir ki beşerdür suretle sıfatı rahman ben oldum, şiirini okur. tekrar mütehayyir kalır. birilerini arar, fakat yine bulamaz. bu düş mü, hayal mi, diye düşünür. bakar ki düş değil, özü özüne görünür. başı taçtan dışarı çıkmış. hemen başını özüne çeker. bakar ki ne sahra var ne yol. kendinden başka kimse yoktur. bunun üzerine bendedür' redifli şiirini okur. kitap burada sona erer. abdurrahman güzel kitabı miğlate eserinnüshaları aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, kitabı miğlate'nin mar, nu:; süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu:; ankara genel kitaplığı, nu:; ali emiri blm. nu. vatican, turco, nu: ı; süleymaniye, hacı mahmud efendi bölümü, nu:; ve istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'te birer nüshası vardır. nüshası yirmi beş varaktır. basma budalaname nüshalarında, yeni bir esere bağlandığı belirtilmeden kitabı miğlate'deki hikayelere geçilir ve böylece kitabı miglate'nin baş tarafı budalaname'lerde yer almış olur. kitabı miglate veya mmiglataname ms. oct. staatsbibliothek, marburg, ab. ankara genel ktp. nu:, b istanbul millet ktp. ali emiri blm. nu, b b istanbul belediye ktp. ergin böl. nu: süleymaniye ktp. düğümlü baba böl. nu:, b süleymaniye ktp. mahmud efendi böl. nu:, b vatican, turco, nu:: eserinözeti eserin adı; mevcut yazmaların en eskisi olan tarihli nüshasında kitabı miğlate şeklindedir. muahhar olan diğer nüshalarda eserin adı kitabı mağlata olarak kaydedilmiş ve bazı araştırıcılar da bu şekli kullanmışlardır. ancak biz, eski nüshadaki şekli tercih ettik. esasen birini şaşırtmak, yanıltmak için söylenen zihin karıştırıcı, saçma sapan söz manasına gelen mağlata kelimesi, böyle bir esere isim olarak uygun düşmemektedir. miglat ise yayın gerilmesi suretiyle uzağa atılan, isabet kaydeden ok manasına gelmektedir. bu sebeple eserin adını miglataname olarak kabullendik. kitabımiglate'nin neşri için bak: güzel, kaygusuzabdal'ınmensureserleri. neşri için bakınız: ergun, bektaşişairlerivenefesleri, istanbul. diğer yazma nüshaların bulunduğu yerler için bakınız: nüsha tavsifleri bölümü. mes'ud, erraid, baskı, beyrut. eser, budalaname'nin sonundaki rüya ile başlar. rüyasında çölün ortasına düşmüş derviş şiirler okuyup birisini ararken aksakallı bir şeyhe rastlar. elinde asa, boynunda tesbih vardır. ona kim olduğunu ve bu çölün adını sorar. şeyh, buraya heyhat sahrası derler diye cevap verir ve kendi macerasını anlatır. vaktiyle meleklere yakın ve adının azazil olduğunu, şimdi ise şeytan lakabını taşıdığını söyler. derviş, gördüğü şeyhin şeytan olduğunu öğrenince kaçar. bir yerde oturup dinlenirken yine bir rüya görür: yine bir sahra ve ortasında ulu bir ağaç görür. ağacın dibinde büyük bir yığınak vardır. bütün peygamberler orada toplanmışlar. ortada muhammed vardır. burada bulunan diğer peygamberler, muhammed'e devenin büyü ğüne deve derler. türkçede küçüğüne köçek derler. köçek de deve değil midir? diye sorarlar. peygamber de o da devedir, ama küçük olduğu için ona köçek derler. diye cevap verir. bu sırada derviş muhammed'e doğru yürür ve ona bu sahranın adını sorar. peygamber buraya kabe kavseyn derler ve ağacın adı şecerei islam'dır. gördüğün beş budak da islam'ın beş erkanıdır. diye cevap verir. derviş ağacın iki budağına güneş vurduğunu, diğer üçüne vurmadığını gördüğü sırada uyanır. kendisini tek ve tenha görür. bakar ki yer, gök ve bunların içindeki bütün eşyanın sesi kendi vücudundan gelir. o zaman anlar ki bu alemden murat, kendisidir. daha sonra derviş akıl pazarına girer, bakar ki buranın sultanı muhammed mustafa'dır. aşk pazarına girer, görür ki buranın sultanı aliyyülmürteza'dır. bu defa derviş sahrayı ali'ye sorar. ali yukarı bak. derviş bakınca herşeyin allah'ın birliğine tanıklık verdiğini görür. derviş: peki, bu sayvanın sahibi nerededir? diye sorar. ali: sayvanın sahibi yine sayvanın içindedir. diye cevap verir. derviş: ben onu göremiyorum, nasıl görebilirim? diye sorar. ali: bu suretlerin içünde cümbüş kılan ve şubede gösteren sayvanın sahibidir. derviş bu cevapla şad olup hakk'a minnet bugün sultanı gördüm bihicab cism içünde canı gördüm zerreyidüm nagah güneşe irdüm katrem mahveyledi ummanı gördüm şiirini okur. ali'nin elini ayağını öpüp ben erkan töre bilmem. deyip bir müddet ali'nin kulluğunda bulunur, ona mürit olur. abdurrahman güzel bir müddet sonra derviş, süleyman peygamberi görür, fakat süleyman'ın kirpiği altından bakan ali'dir. derviş yine bir gün ali'ye sorar: yusuf peygamberin kuyuya düştüğü doğru mudur? ali: kuyu dedikleri bu cisimdir, kuyudan ki çıktım, mısır'a sultan oldum. diye cevap verir. daha sonra derviş yüz yirmi dört bin peygamberin ve cümle evliyanın ali'ye tahsin ettiğini görür. daha sonra muhammed'in bütün peygamberlerin önünde yürüdüğü nü, allah'tan bütün mahlukat için şefaat dilediğini ve allah'ın da, sen sana değeni iste! dediğini gören derviş, allah'a, ilahi, ben miskine dahi nazar eyle! dediği sırada uyandığını söyler. derviş bu defa şu rüyayı görür: yunus peygamberin katında bütün peygamberler toplanmışlar. o sırada şeytan gelir. şeytanla derviş çetin bir mücadeleye girişirler. derviş galip gelir. bütün peygamberler kendisine aferin! derler. muhammed'in emriyle kendisine taam getirildiği sırada uyanır. derviş bir rüya daha görür. bu rüyada da ali'nin önünde şeytanla mücadele edip kazanır. bir başka rüyada, isa'yı ve firavun'u görür. firavun'un piri olan şeytanla yine mücadele eder. şeytan kaçar. firavun'un askeri, dervişi kovalar. derviş onları da sapan taşıyla mağlup eder. isa peygamber de onu takdir eder. derviş, şeytanın torbasını ve dağarcığını ele geçirmiştir. onları dökünce içlerinden bir sürü garipnesneler çıktı. meğer şeytanın ne kadar fitnelikleri varsa bu torba içinde imiş. şeytan geri dönüp yalvararak torbasını geri ister. derviş şeytanı ayağından asıp bu fitnelikleri ne zamana kadar işleyeceksin? diye sorar. şeytan yalvarır. derviş, isa'nın şefatı üzerine torbasını vererek şeytanı bırakır. sonra derviş uyanır. bir diğer rüyasında derviş cümle eşyayı toplanmış görür. hepsi de bu sayvanın sahibini aramaktadırlar. derviş de onlara erişir. derviş'den, senin de bu bisata geldiğin var mı? diye sorarlar. derviş onlara adem'i anlatırken adem çıkagelir. adem, dervişe kim olduğunu sorar. derviş: ben senin vücudunda beraberdim. diye cevap vererek adem'in başından geçenleri ona anlatır. adem peygamber dervişe; nemrud, ibrahim'i ateşe atmak istermiş, gel beraber gidelim. der ve yola çıkarlar. bir kalabalık görürler. başlarında nemrud, odun toplayın, ateş yakın, ibrahim'i içine atın. diye emir veriyor. derviş gördü ki, şeytan nemrud'un varlığı olmuş. ne kim şeytan der, nemrud onu tutar. derviş adem'e nemrud'un yanındaki aksakallıyı tanıdın mı? diye sorar. adem tanımadığını söyleyince onun şeytan olduğunu söyler. bu sırada nemrud ve şeytan da onları görmüştür. nemrud adam gönderip adem'le dervişi çağırtır. onlar da giderler ve otururlar. mancınık kurulur, ibrahim getirtilir. şeytan ibrahim'e tanrı var dersin, gel bu küfür sözleri terkeyle, seni bırakalum der. derviş dayanamayıp bu ne küfür söyledi. diye sorar. şeytan da ibrahim'in nemrud'u tanrılığa beğenmediğini, başka tanrı var dediğini anlatır. bunun üzerine derviş, nemrud tanrı mıdır, ben bunun doğduğunu bilirim. horasan mülkünde beykozlu peçenek oğludur. ne zaman tanrı olmuş? nemrud, ibrahim'i ateşe atacağı sırada derviş allah'a, seni hak bilene inayet eyle! diye yalvarıp kepeneğini çıkarınca şeytan dervişi tanır. yine mücadele ederler. derviş şeytanı yakalayıp bağlar. nemrud'un askerleri dağılır. şeytanın müritleri olan dokyanus, firavun, şeddad ve nemrud gelip bu şeyhi bize sat, sana bir kepenek yapalım ve bir palan verelim. diye yalvarırlar. derviş de onlara bunun babası bu mu? diye sorar. nemrud bizi halimize bırak, kulluğuna durmuşuz. deyince dervişe bir zevk hasıl olur, diğerleri de dağılıp giderler. derviş burada uyanır. derviş yine rüyaya dalar. seyahat aleminde gezerken yolu bağdat'a ulaşır. bağdat'ın ortasında dicle ırmağı derler bir ulu su akar. üzerinde köprüler kurulmuş. şehirde arifler, alimler, akiller dolup taşar. derviş şehre girip rüyasının tabirini soracak kimse ararken karşısına behlul dana çıkagelir. behlul de onu görür; kucaklaşırlar. derviş, rüyasını behlul'e anlatır. derviş, behlul'ün kuş dilinden anladığını görünce cuşa gelip şiir okur. behlul'ün çok hoşuna gider, dervişi kucaklar ve yakasından içeri girip kaybolur. derviş uyanır. gördüğü rüyaları düşünen derviş tekrar uykuya dalar. düşünde cümle alemin hakk teala'nın birliğini söylediklerini görür. bir yerde kalabalık bir divan var. orada tanrı teala bir nurdur. nur parlayınca cümle eşya uyanır, hakk'ın birliğine şükreder. abdurrahman güzel derviş anlar ki hesap günü'dür: muhammed mustafa, cümle eşyanın ortasında ay güneş gibi o nura karşı durmuştur. allah kimsenin aybını yüzüne getirmemiş, herbirinin maksudu ne ise onu vermiş. her eşya kendi cinsiyle zevk u safaya düşmüş, soru hesap bitmiş, maksut yerini bulmuş, cümlesinin suçları bağışlanmış. tanrı'nın hasları bir yere gelmişler, tuba ağacının dibinde sohbet etmektedirler. derviş de onların yanına gelir. şeytan kılık değiştirmiş onlara hizmet etmektedir. derviş derhal onu tanır. bu esnada, gel kurban al, yeri göğü kaldıran öküzün balığın işi bitmiş, dervişlere hakk tebareke ve teala öküzü balığı kurban vermiş. derler. musa peygamber, derviş, kurbanı al, buraya gel, burada sohbet edelim. şeytan, bunlardan ne umarsın? der, derviş aldırış etmez, ileri yürür, görür ki balığı öküze yükletmişler, yürürler. gelenler derviş'e, burada bir sohbet yeri gördün mü? diye sorarlar. derviş de onları sohbet yerine getirir. bundan sonra derviş meclistekilere şunları anlatır: zamanı evvelde bu cihan yok iken allah bu cihanı halk etmek istedi. önce muhammed mustafa'nın nurunu yarattı ve ruhunu halk eyledi. onun nurundan ve ruhundan ali'nin nurunu ve ruhunu yarattı. ikisinin nurunu bir kandile koydu. bunlar bir zaman arşta muallak durdular. sonra bu nur yandı ve bütün alemler vücuda geldi. derviş alemin teşekkülünü, insanın meydana gelişini anlatırken tam adem peygamber mevzuuna geldiği sırada şeytan onu tanır. yine mücadele ederler. derviş şeytanı tutup bağlar; meclistekilere şeytanın dünyada yaptıklarını bir bir anlatır. şeytanın elini çözer, o da dünyada yaptıklarını kendi ağzından anlatır; o sırada derviş uyanır. bir başka rüyasında süleyman'ı görür. süleyman'la sohbet ederken birçok insanlar gelir. kim olduklarını sorarlar. süleyman hükümdar olduğunu, kurda kuşa hükmettiğini anlatır. derviş de önce adem donunda, sonra çeşitli kılıklarda cihana geldiğini anlatır. başka bir rüyada taht üzerinde oturmuş olarak ali'yi görür. bütün şeyhler, zahitler, abidler, sofiler gelip ali'ye selam verirler. ali onlara, gözlerinizi açıp bakın der. derviş dahil hepsi gözlerini açınca yerden göğe, gökten arşı ala'ya, arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya, oradan makamı kabei kavseyn'e, cennetü'l me'va'ya ve firdevsi ala'ya kadar her şeyi görürler. derviş bu manzara karşısında coşup bir şiir okuyunca, orada bulunan şeytan onu tanır ve üzerine yürür. derviş, şeytanı yine mağlup eder. ali dervişe tahsin eylediği sırada derviş uyanır. daha sonra önemli rüyalarda bütün alemi kendi içinde gören derviş muazzam bir şehir görür. üç katlı, on iki burçlu, on iki kapılı. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, dört yüz kırk dört çarşısı, üç yüz altmışaltı arkı var. iki direk üstüne bünyad olunmuş. derviş şehre girince orada iki sultan görür. birinin adı kabuli rahman, diğerinin adı makbuli şeytan. bunlar devamlı birbirleriyle savaşırlar. bu şehir aynı zamanda bir aynaya benzemektedir. bütün kainat bu aynaya akseder. daha sonraki bir rüyada bu şehrin kendi öz vücudu olduğun ve kendisinin bu şehre sultan olduğunu görür. bundan sonraki rüyalardan birinde muhammed'i, birinde süleyman'ı, diğerinde mısır sultanını görür. muhammed ona şam'ı sorar. derviş rum'dan geldiğini söyleyerek şam'dakilerin yoldan çıktıklarını anlatır. muhammed, allah'ın hepsini bağışladığını, ancak rüşvet yiyen nablus kadısının işinin kendilerine çok müşkül geldiğini söyler. süleyman bir geyik peşinde avdadır. geyik kaçarken dağda duran dervişin gölgesinde kaybolur. geyik dervişin içine girmiştir. cümle alem mısır sultanının divanında cem olmuşlardır. oraya gelen derviş, mısır sultanıyla karşılıklı şiir söyleşir. daha sonra uyuyan derviş, bütün alemin kendisine karşı secde ettiğini görür. cihandaki herşey onun vücudunda mevcuttur. bu manzara karşısında hayran kalan derviş şu şiiri okur! canum bu cümleye nüsha mıyım ben kamuda şurı aşkı kavga mıyım ben kamu gönüllerün fikr ü hayali kamu başlardagı sevda mıyım ben. bunu, söyleyen derviş; cihandaki her şeyin, cihan suretli bütün hayallerin kendi vücudunun gölgesi olduğunu görünce tekrar cuşa gelip şu şiiri okur: benem cümle vücud içindeki can benem külli sıfat her dürlü erkan benem leyli benem mecnun ki dirler benem ol ki özüm özüme hayran. böyle rüyalar görüp uyanan derviş kendisini şamakı şehrinde bir külhan bucağında görür. yer gök, her şey yerli yerindedir. eline kağıt kalem alıp gördüklerini bu kitaba yazar. ben bir düş gördüm, sayıkladım, şu kitabı yazdım, ariflere sorun bu düşün tabirini, bu söz ne demek olur, arifler manasın söyleyeler. diyerek kitabı bitirir. abdurrahman güzel vücudname vücut, kelime manası itibariyle; bulunma var olma, varlık; insan veya hayvan gövdesi, tendir. vücut, ıstılahi manada ise; insanın allah tarafından yaratılışı, tanrı'nın bütün güzelliklerini kendinde toplaması dır. vücudname, insanın yaratılışı ile ilgili olarak yazılan manzum ve mensur eserlerdir. eserinnüshaları dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname ile ilgili yazılmış manzum ve mensur eserler vardır. bu eserler; vücudname ms. or quart. tübinger depot der staatsbibliothek, nu:, teil , b istanbul belediye ktp. ergin böl. nu:, istanbul üniversite ktp. nu:, 'b millet ktp. ali emiri böl. nu:, b ankara genel ktp. , nu. ankara genel ktp. , nu. eserinözeti kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı; levhi mahfuzdan başlayarak; yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erbaa ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudname'si bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman çelebi ve azeri sahasında yazılmış olan manzum vücudnameler de bu türün diğer örnekleri olarak değerlendirilebilir. kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin ayetlerini dayanak noktası olarak alır. bu bakımdan eser, mü'minun suresi'nin ayetlerindeki; andolsunbizinsanı,çamurdan bir özden yarattık. sonraonusağlambirkarargahdanutfehalinegetirdik. sonra güzel. elmire, fikretqızı, vücudnamelerdemetinlerarasıelaqe, bakı. nutfeyialakyaptık. peşindenalakıbirparçacık ethalinesoktuk; bubirparçacıketikemiklereçevirdik; bu kemiklerietlekapladık. sonraonubaşkabiryaradılışlainsanhaline getirdik. yapıp yaratanların en güzeli olan allah pek yücedir. genel teori ilahi hükmü gereği insanın ana rahmine düşen nutfeyi yedi seyyarenin terbiyesi ile vücud bulup yaradılışına dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz abdal, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini; nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: işte bu yedi seyyarenin tesiri ve görevi de aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: insanın yaradılışında yedi seyyarenin etkileri: birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur. ikinci olarak merih terbiye eder et olur. üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur. dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur. beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur. altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir. yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. ademoğlunun doğumundan ölümüne dek mevsimlere göre şu dört vecihe benzer: birincisi oğlanlık'dur ki üç ay bahar'a müşabihdir. ikincisi yiğitlük'dür ki üç ay yaz'a müşhabihdir. üçüncüsü kırgıllık'dur ki üç ay güz'e müşabihdir. dördüncüsü pirlük'dür ki üç ay karakış'a müşabihdir. abdurrahman güzel on iki burcun her biri şu insan uzuvlarına müşabihdir: baş hamel göbek mizan alın seratan but kavs kollar sevr kasuk sünbüle eller cevza zeker akrep gögüs esed dizler cedy baldırlar devl taban hut'dur. sonra ademoğlunun dışındaki burun, ağız, kulakgibi ve batınındaki hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir: ayrıca dört melek'in de insan vücudundaki aşağıdaki uzuvlara benzetilmektedir. dört melek insanda bulunan şu uzuvlara müşabihdir: kulak mikail'e göz azrail'e, burun israfil'e ağız cebrail'e müşabihdir alemdeki meratibi erbaadan; kara kış, şeriat gibidir; yaz, tarikat gibidir; güz, marifet gibidir; bahar. hakikat gibidir: alemdeki meratibi erbaa dört mevsime müşabihdir: kara kış şeriat gibidir. güz marifet gibidir. yaz tarikat gibidir. bahar hakikat gibidir. bunlarinsandadahışöylegelirgeçer. meratibi erbaa'nın insanın yaradılışındaki karşılığı: ana rahmi şeriat gibidir. cihana gelmek tarikat gibidir. cihanda durmak marifet gibidir. cihandan gitmek hakikat gibidir ademoğlu yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir. adem, bir şehri muazzam'dır ki, nice bin alemler anda mahvolur ve bu şehrin on iki kapısı vardır ki bu alemin on iki burcuna mukabildir. bu kapıların kimisi açılır, kimisi kapanır; bunlarda hikmet çoktur. her akıl bunu kavramaktan bilmekten acizdir. bilmek ve kavramak isteyenler varsa onlar da ehline yani insanı kamil'e müracaat etmeli, onun eteğinden tutmalı, izinden gitmelidir. ademoğlunun on iki uzvu şunlara müşabihdir: baş tacı devlet alın nurı hidayet kaş alemi kudret göz nurı vahdet kulak pakı nübüvvet burun yolı cennet, ağız kelimei şehadet gönül mihri muhabbet göğüs kur'anı hikmet, el kudreti allah ayak kuvveti allah ve cemali hikmetullah'dur insanoğlunun vücudunda bulunan kemik, damar ve sinir sayıları: üç yüz altmışaltı kemik üç yüz altmış altı çarşudur bazar dört yüz kırk dört damar her ne ki vardur cihanda anda var yedi yüz yetmiş sinir yediyüz yetmiş yedidür mahallesi aleme tolmuş ol şehrün kavgası bundan sonra kaygusuz, taliberehbergerekolduğunu, kendibildiğiyle doğruyolubulamayacağını, doğruyubulmasıiçintalimlazımgeldiğiniifade eder. dahasonrabütüneşyanınfaniolduğunu, yalnızallah'ınezeliveebedi olduğunu, bualemyaratılmadanevvelonsekizbinalemiçindehakkcelle veala, kamışiçindeşekervegülabgibivakiolmuştur.şeklinde belirtilir. kün! emriylebütünmevcudatınyaratıldığını, yerinvegöğünsonsuzluğukarşısındahepsininhayrankaldığını, bütünpeygamberlerinhakk'ıbulmakiçinhezarbehezarcehdeylediğini, nihayetsonpeygamber muhammed'in, bukarhaneninaslınıvefer'inibeyaneylediğinianlatır. daha sonra kaygusuz, gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi! sözünüşöyleaçıklar:çünkünişandahieşyaiçindebulundu. imdiherkim herşeyigörür, hakk'tanayrunicegörür? bunlarhakk'tanayrıdeğildir.çünkühakktealahazretlerieşyayamuhitetmiş, yabandaaramanınaslıyokdur. eşyadaaramanınaslıbudurkideliliademdir. yaniinsanıkamil'dir. yine kaygusuz, yukarıdaki sözlerine nisasuresi. ayetini; göklerde olanlarda, yerdeolanlardaallah'ındır. allahherşeyikuşatırıdelil gösterir. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyti getirir: kaygusuz abdal, mesnevi, ba, kaygusuz abdal. abdurrahman güzel bir bazar kurdı ezelden her metaı koydı ol kendi aldı kendi satıbazar eyledi bundan sonra insanı kamil üzerinde durulur. kaygusuz'a göre, her mürşidimdiyenmürşitolamaz. bununiçintanrı'nınelvermesigerekir. insanoğlukainatındefteridir. yerdevegöktekiherşeyondamevcuttur. dolayısıyla insanınhakikatıbilmesiiçinkendinibilmesilazımdır. bununiçindeinsanın suretini bırakıpmanasını aramalıdır. insanınmaksudune isemabudu da odur. herkesözünübirmürşidebağlamalıdır. insankendisinebakmalı, kul musultanmıanlamalı.çünkü, bilenlebilmeyenbirolmaz.insanınkendisini bilmesi, mücerrethakk'ıbilmesigibidir.çünki muhammed; men arafenefsehu, fekadareferebbehubuyurmuştur. kaygusuz da, bu sözü şöyle açıklıyor: insanderyadagavvas, yanidalgıçolursahercihettenazatolupdevleti bulur. kendinebakıncagörkiözübahrimuhittir. onsekizbinaleminsana mütealliktirveonsekizbinsıfattır. altıbininebatata, altıbinihayvanata, altı biniinsanamütealliktir. bunlardabirbirlerindenayrıdeğildir, ihtilathalindedir. tanrıisehepsinikuşatmıştır. göklerdeveyerdeolanherşeyallah'ındır. onuniçinmahluklarıdilimizveelimizilerencideetmemeliyiz.çünkionlar rencideolursatanrıdarencideolur. daha sonra kaygusuz, padişahlar alemini ikiyi ayırır: zahiri kutuplar ve batıni kutuplar. zahiri olanlar; kutbü'laktab, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler ve binbirlerdir. cümlesi bin üç yüz elli neferdir. bunlar gece gündüz dünyanın dört köşesini dolaşırlar. kutbı alemin sağ yanında mürit, sol yanında halife vardır. bunların da eli altında veliler vardır. hepsi birden alemi nizam üzre tutarlar. batın erenlerinin halleri böyledir. hakikat hallerini allah'tan başkası bilmez. bundan sonra, ey davud, seni şüphesiz yeryüzüne hükümran kıldık. ayeti açıklanır. bu açıklamaya göre hüküm ve hükümet insanın elindedir. çünkü insan eşrefi mahlukat, makbulı vücuddur. yeryüzünde ondan daha şirin nesne yoktur. o, allah'ın zatının mazhardır ki başka eşyada bu kabiliyet yoktur. bundan dolayı cümleye hükmeyler. ancak insanların hepsi böyle değildir. birçokları sureta insan, fakat siret olarak hayvandan daha aşağıdadırlar. abdurrahman güzel, kaygusuzabdal'ınvücudname'si üzerine, türk kültürü, mart,; vücudname'nin neşri için bakınız: güzel, kaygusuz abdal'ın mensur eserleri, risalei kaygusuz abdal'ın muhtevası eserinnüshaları çalışmalarımız esnasında onun bilinen eserlerinin yanında, daha başka eserlerinin de olduğunu tespit etmeye çalıştık. risalei kaygusuz abdal da bunlardan biridir. fakat te'lif değil, tercümedir. çünkü yazmanın ilk sahifesindeki türkiye terceme olundı. ibaresinden bunun tercüme bir eser olduğu anlaşılmakta ise de henüz eserin aslını bugüne kadar bulamadık. ayrıca bu konuda elimizde daha başka herhangi bir ipucu da yoktur. dolayısıyla bu tercümenin ne derece tam bir tercüme olup olmadığı veya müellifimizin bazı ilavelerini ihtiva edip etmediği hususunda da şimdilik herhangi bir şey söyleyemiyoruz. eserin bildiğimiz tek nüshası istanbul belediye kütüphanesi'ndedir. bugüne kadar başka bir nüshasına tesadüf edilmemiştir. bu eserin, Xv. asra ait bir yazmadan, istinsah edildiği kanaatindeyiz. dil ve imla hususiyetlerinin kaygusuz'un diğer eserleri ile mutabakat arzetmesi, dükeli gibi bazı kelimeler bu kanaatimizi teyit etmektedir. hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz eserinözeti hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: eser mensurdur. yer yer lirik parçalar ihtiva etmekle beraber, umumiyetle didaktiktir. muhteva ve şekil itibarıyle de kaygusuz abdal'ın diğer eserleriyle örtüşmektedir. budalaname'deki aklı maaş, aklı maad, nefsi bilmek. hakk'ı dünyada iken tanımak, hakikati bilmek, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakkı bilmek, gönül, mürşid, mürşidi kamil'e bağlanmak. gibi tasavvufi temler, bu eserde de aynen işlenmektedir. ayrıca kitabi miğlate'deki rüya motifine burada da rastlamaktayız. sarayname'deki cihansaray teşbihi de risalei kaygusuz'da yer almaktadır. kaygusuz'un gülistanı, mesnevi'ler ve dilgüşa'daki tasavvufi unsurların pek çoğu da yine bu risalede mevcuttur. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki risalei kaygusuz adıyla tespit ettiğimiz bu eser, kaygusuz'un diğer eserlerinden muhteva ve şekil itibariyle farksız görüldüğü için onun mensur eserleri arasında yer almasını uygun bulduk. yazma, asitanei yeni bağçe şeyhlerinden bendei kazlı çeşme esseyyid ismail hakkı tarafından h mtarihinde istinsah edilmiştir. manzummensur eserlerin nüsha ve özetleri dilgüşa eserinnüshaları dilgüşa'nın yazma nüshaları aşağıdaki kütüphanelerde bulunmaktadır. ayrıca, marburg, nuruosmaniye ve süleymaniye ktp. haşim paşa nüshalarında, aralardavarak civarında farsça kısımlar yer almaktadır. dilgüşa ms. oct. staatsbibliothek marburg, nu:, b ms. oct. staatsbibliothek marburg, b ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu: dtcf. üniversite. nu: etnografya müzesi ktp. nu: istanbul belediye ktp. ergin böl. nu: istanbul belediye ktp. cevdet böl. b istanbul millet ktp. ali emiri manzum eserler; blm. nu:, a mevlana müzesi ktp. nu: bb. nuruosmaniye ktp. nu:, a süleymaniye ktp. düğümlü baba böl. nu:, b süleymaniye ktp. haşim paşa böl. nu:, nu: a süleymaniye, izmirli ismail hakkı bölümü, nu:, ab. bursa genel. ktph. nu. ab. eserinözeti eser, mesnevi tarzında kafiyelenmiş uzun bir şiirle başlar. burada vahdeti vücud anlatılır. insanlara dünya malına kapılmaması, kendilerini tanımaları tavsiye edilir. bundan sonraki mensur kısımda muhammed'e kadar bütün peygamberlerin, bu karhaneyi istemek babında temyiz. kılmadıklarını, ancak al abdurrahman güzel, dilgüşa, kültür bak. yay. ankara. lah her şeyi kuşatmıştır ayeti mucibince muhammed'in bu halin aslını ve fer'ini beyan ettiğini ifade eder. daha sonra, nefsini bilen rabb'ını bilir. hadisindeki nefs kelimesini kendi zamanına kadar hiç kimsenin açıklayamadığını söyleyen kaygusuz, nefs üzerinde durur: insan vücudu bir şehirdir nefs acaba bu şehrin kendisi midir, yoksa bu şehir içinde bir nesne midir? nefs iki nesneden ibarettir. biri vücudun bütünü, diğeri vücud içindeki hakk'dan gayrı hayaller, düşüncelerdir. bundan sonra ademin cümle şeyin özüne malik olduğunu anlatan kaygusuz, özünü bilenin mücerred hakk'ı bileceğini söyleyerek tekrar uzun bir şiire geçer: özin bilen hakikat hakk'ı bildi. fena oldı özini baki bildi güneş gibi alemde meşhur oldı heman sertakadem külli nur oldı can oldı külli kalmadı vücudı kamu alem ana kılur sücudı götürdi ten hicabın canı gördi can içinde nagah sultanı gördi anı gördi kamu veche yüz olmış kamu gönülde sır dilde söz olmış adem anun ile bulmuş şerefi odur gevher adem anun sadefi ademi don idinüp giyen oldur dilinde ademün söyleyen oldur yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bu uzun şiirde de allah'ın cümle eşyada mevcut olduğunu anlatan kaygusuz, altı varaklık farsça bir bölümden sonra bir dervişin bu kitabı yazan dervişe ki midani dersin durursun, sen hiç türkice bilmez misin? diye sorduğunu ve bir hikaye istediğini kaydeder. derviş, başımdan geçen hikaye mi söyleyeyim, yoksa işitilmiş hikaye mi söyleyeyim? diye sorar ve başından geçen hikayeyi anlatır: insan kisvetini giymeden can idik ve sultanın vücudunda bir idik. aniden gördüm ki yer, gök, yıldızlar, seyyareler tamam oldu. her eşya yerli yerini aldı ve padişahı alem bunların içinde sır oldu. alem cümbüşe geldi, her şekil ve suret bir ayrıksı şubede göründü. padişah, adem donunu bize hil'at olarak verdi. donu giyip bu mülkü seyrana geldik. yoldaşabdurrahman güzellarımızın herbiri bir şeyle meşgul oldular. sonunu düşünenler evliya enbiya oldular. sonunu düşünmeyenler, hala dolaşıp durmaktadırlar. allah bunların fiiline göre bir ev düzdü, içini sekiz tabaka gülistan eyledi. onun aksince bir yer daha düzdü, içinde zindan suretli kişiler koydu. bu teferrücün içinde ben bir meclise eriştim. muhammed mustafa, isa, ibrahim gibi peygamberler oturmuşlar, sohbet ederler. bana da yer gösterip bir hikaye bilirsen söyle dediler. derviş, vahdeti vücudu anlatan bir şiir okuyunca meclistekiler onun kuş dilini bildiğini görüp onu övdüler, bir hikaye daha söylemesini istediler. o da şunları söyledi: yer vücudum, sular damarım, gök çadırım, arş sayvanım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, nakş ü hayaller teferrücüm, yedi kat yer bir avucum, dokuz felek bir değirmen, gece velayet, gündüz nübüvvet, kış koz, yaz geven , doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan sayrılık zindan, yalan söylemek zağallık, doğrusunu demek erlik, uyku münacat, uyanmak aşikare bazar, cennet halk, cehennem kahr, yerden göğe bir kulaç, yerin eni uzunu bir arşın, evliyalar vezir, peygamberler elçi, kitaplar vasfı halim, külli kainat hilkatim, beylik hakimliğim, kulluk mertebemdir. derviş bunları sayıklayınca meclis içindekilerden biri düş mi söylersin?' diye sordu. o da, söylediğim başımdan geçen hikayedir. diye cevap verdi ve meclisin muhalif olduğunu görünce bir şiir okudu. daha sonra aşk erini anlatır: ışk eri oldur ki, aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tama'lık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendi vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yir gibi sakin ola, od gibi çiği pişirici ola, su gibi daima bir yola vara, yil gibi her yiri seyran ide! daha sonra la ilahe illa'llah redifli bir şiirden sonra ibadetin icabet için olduğu, taatın kul ile tanrı arasında sebep olduğu, temizliğin ise hakk'ın gayrısından perhiz eylemek manasına geldiği ifade edilir. aşk muhabbetten doğar, akıl fikirden biter, inancın aslı ikrar, marifetin aslı tevhid, tevhidin aslı herşeyde allah'ı hazır görmektir. bundan sonra insanların çeşitli sıfatlarını sayar. insan suretli pek çok kimsenin dev siretli olduğunu söyler. cahilliğin, tekebbürün, akilliğin, devletin, hayvanlığın alametlerini sayar. mesnevi kafiyeli uzunca bir şiirden sonra dünyaya gelmekten maksadın tanrı'ya kulluk etmek olduğu, kullanıp paylaştığımız bu dünyadaki nesnelerin bir sahibi bulunduğu anlatılır. insanın kıymeti; yer, gök, bulutlar 'nin insan için yaratıldığı ifade edilir. iyi bir müslümanın sıfatları sayılır: tanrı'yı hazır görmek, peygamberden utanmak, edepsiz olmamak, adetsiz iş işlememek, büyüklere küstahlık, küçüklere tekebbür olmamak; sözünde dürüst olmak; hasud olmamak, cimrilik etmemek, yalan söylememek. altı varaklık farsça bir kısımdan sonra dünya ve ahiretin birer mertebe olduğu, mertebelerin alası ve ednası bulunduğu, ariflerin her menzili geçişte bir mertebeye eriştiği, muhammed mustafa'nın da kırk yılda kamil olduğu anlatılır. daha sonra hayır ve şerre geçilir. bilahare, kim ki tanrı'yla ise tanrı dahi onun iledir. sözü zikredilerek insanın kendi özündeki mertebeyi bilmesi istenir. tanrı'dan korkmak, erenlere ikrar eylemek, hasut olmamak gibi öğütlerden sonra şöyle der: bir avuç toprak kendi miktarını bilse, böylece kulluğa bel bağlasa allah ganidir. rum salikleri bunun ne demek olduğunu bilirler. biz dillerden türk dilini biliriz, gün doğduğu zaman sabah oldu. deriz, dolandığı zaman gece oldu. deriz, suyun geldiği tarafa yukarı, gittiği tarafa aşağı deriz. türki dilince bu kadar biliriz. daha sonra vücudun bir kisve olduğu, insanın özünü bilmesi gerektiği anlatılır. bir şiirden sonra tekrar vahdeti vücut şöyle anlatılır: hakk nurdur, cümle alem tecellisidir. aslı hakk'tır, cümle sıfat onun şubesidir. daha sonra can ile vücut, murakka bir hırkanın astarı ile yüzüne benzetilir. bilahare dört mertebeden hakikat ile marifet anlatılır. hakikat, kerimi zü'lcelal'dir. marifet ise dünya hesabını etmemek, ahirete aldanmamak, her zaman hakk ile olmak'tır. hakk'ı bilmek için dört nesne lazımdır: mürşidi kamil, ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak. mürşidi kamil, menzile erişene derler. ikrarı saf, mürşide inanmaktır. kabiliyyeti latif, mürebbinin irşad ettiği her şeyi havsalanın alması ve istikamet tutmaktır. inayeti hak ise nebiler işaretidir, gayb alemini söyler, bizim aklımız buna erişmez. kısa bir şiirden sonra allah'ın zerreden güneşe, katreden ummana kadar her yerde dopdolu olduğunu; burada var, burada yok dememek gerektiğini söyler. hakk ile kul arasındaki hicap, kulun kendisidir. kul giderse hakk kalır. insan vücudunun hareket ve cümbüşü hakk'tır. onsuz hiç bir eşya deprenemez. daha sonra allah'ın her yerde mevcut olduğunu ifade ederek şöyle der: herkesin gönlü bir nesneye emin olur; kimi aya güneşe, kimi kendi eliyle yaptığı şeye, kimi allah'a tapar; bunların cümlesi pergal'den dışarı değildir, hepsi allah'ın yedi kudreti'ndedir. bir insanın elinde bir haşhaş tanesi ne kadarsa bütün yaratılmış eşya da o kadardır. hakk'ı aramak, ayrılığa tanıklık abdurrahman güzel vermek demek olur. çünkü allah, bütün yaratılmış eşyada mevcuttur. vacip olan, allah'ı bulmak için herkesin kendine yönelmesidir. vahdeti vücud'u anlatan uzun bir şiirden sonra, hakk'ı istemek adet ile kaideden dışarı değildir. denilerek bu kaidenin aslı ve fer'i anlatılır. aslı üç nesnedir. onlar da; tanrı'yı her yerde hazır görmek, özünden tamamen fena olmak, taati temiz kılmak. fer'i de üç nesnedir: mürşidi kamil, mülazemet, kabiliyet. bu altı nesne bir arada olursa allah'tan hidayet erişir. bir sanata kulluk etmek ile allah'a kulluk etmek farklı değildir. nasıl zahmet çektikten sonra üstad olunursa hakk'ın kulluğunda da zahmet çekmek lazımdır. bazı öğütler verdikten ve insanın önemli hallerinden bahseden bir şiirden sonra beş varaklık bir farsça kısım daha vardır. farsça kısımdan sonra insanın hikmet ile haline bakması; hakk'ın kendisinden ayrı mı, beraber mi olduğunu düşünmesi istenir. bütün ibadetlerin aslı hakk'ı hazır görmektir. hakk'ı hazır görenler, hakk'tan gayrı iş işlemezler. devamında insanın türlü türlü olduğu; kimisinin fitnesinden şeytanın dahi yenildiği, kimisinin işlerinin rahmani olduğu; kimisinin öz nefsinden aciz, kimisinin can gibi aziz olduğu ifade edildikten sonra insana bunlardan hangi güruha girdiğini düşünmesi tavsiye edilir. kaygusuz abdal'a sorsan haberi budur canunda gönlünde bazarı diyerek bitirdiği bir şiirden sonra kaygusuz şu ifadelerle kitabı bitirir: men arafe nefsehu babında birkaç söz söyledim. aklımın erdiği kadar remiz eyledim. alim değilim, ibadet bilmem. veli değilim, keramet bilmem. sözü karpuz gibi yamru yumru söyledim. sözden top yontup aşk meydanına koydum. eriştiğim menzillere nişan verdim. gördüğüm nişanları remiz ile söyledim. deliyi zincirle bağladım, akıllıya nasihat eyledim. işte armağanım budur. daha ne vereyim. nereye baktımsa vücudumdan başka nesne göremedim. sarayname eserinnüshaları sarayname ms. oct. staatsbibliothek, marburg, b ankara genel ktp. nu. ankara genel ktp. nu. süleymaniye ktp. düğümlü baba böl. nu:, a eserinözeti mensur ve manzum olarak kısaca allah'a yalvardıktan sonra kaygusuz, bu cihanın bir saray olduğunu, içindeki insanların her birinin bir işe daldığını ve cihanın sahibini düşünmediklerini, kendilerine peygamberler gönderildiğini, fakat yine onların nakşa bağlanıp nakkaş'ı fikreylemediklerini anlatan mesnevi kafiyeli bir şiir söyler. fasıl başlığı altında cihan anlatılır: bu cihan bir saray'a benzer. altı kapısı vardır. yukarısı yedi tabaka köşk, aşağısı yedi tabaka zir ü zemin'dir. her tabakanın içi halkla doludur. bu münakkaş sarayda yüz binlerce nakış ve hayal görünür. halkın her biri sevdiği nesneyi tutup onunla munis oldu. ay, güneş, yıldızlar, gece, gündüz, yaz, kış bu sarayın revnakıdır. bu saray padişahın kendi mülküdür. bundan sonra uzun bir şiir vardır. şiirde yine bu cihanın bir saray olduğu ve padişahı uzakta değil, bu saray içinde aramak lazım geldiği, saraydan maksadın da insan olduğu ve allah'ın kendini insanda gizlediği anlatılır. kısa mensur kısımda cihan yaratıldıktan sonra her şeyin yerli yerine iliştiği herkesin bir şeye bağlandığı ve bağlandığı şeyin kendisine perde olduğu, sonra allah'ın insanlara peygamberler gönderdiği anlatılır. daha sonraki uzun şiirde allah'ın insana aklı yar eylediği, insanın akıl ile sarayın sahibinin allah olduğunu bildiği, allah'ın insanoğlunu alemdeki her şeye şah eylediği, insanların kimisinin allah'ı bulduğu, kimisinin ise kamil insandan kaçıp ömrünü boşa geçirdiği anlatılır. mensur kısımda ademin halife oduğu söylenir. halife, olduğunun nişanı şunlardır: allah'tan korkmak, peygamberden utanmak, evliyaya ikrar eylemek, hakk'tan gayrı işlere perhiz eylemek; ibretle bakmak, hikmetle konuşmak, baktığı her yerde allah'ı görmek, yare yoldaş, komşuya emin olmak, ulu'emre uymak, hakk'tan ümidini kesmemek, menzile yol ile, yola erkan ile varmak, cahillere ilimle söylemek, arifler katında sakin olmak. abdurrahman güzel, kaygusuzabdalsarayname, kültür bak. yay. ankara. abdurrahman güzel şiir kısmında bu sarayın, yıldızların, güneşin, ayın ne olduğu sorulur. bu sarayın, sultanın mülkü olduğu, insanın işinin kulluk olduğu ifade edilir. kısa mensur parçada da yine insanın kulluk için dünyaya geldiği anlatılır. kaygusuz, bu konuları çeşitli ifade kalıplarıyla manzum ve mensur olarak anlatmaya devam eder. bunları kısaca şöyle hülasa edebiliriz: bu sarayda adem padişahtır. her haberi ondan almak lazımdır. bu saraya insanlar ibadet için gelmişlerdir. bu sarayda nakş ü hayal çoktur. insan olan hakk'ın hikmetini görüp ibadetle meşgul olur, hayvan olan otlamakla vakit geçirir. insan bir mürebbi bulup kendi halini sormalı. kendisini bilmeyen insaniyet haline yol bulamaz. insanı bu saraya bir getiren var. insan bunu anlamalı ve bu saraya şerik olmamalı. bazı insanların inkarı yol vermediği için bu sarayın sırrına akılları ermemiştir. mal, altın, katır, at peşindedirler. nefislerine uyup güzeller muhabbeti ile ömürlerini geçirirler. mürşide boyun vermeyip işret ve şarapla oyalanırlar. bu sarayın bir sahibi olduğunu insanlara ilk önce muhammed mustafa haber vermiştir. onun için mustafa'dan başka mürşit tutmamak lazımdır. allah bu kainatı yarattığından beri muhammed mustafa gibi bir insanı kamil gelmemiştir. muhammed bu sarayı görünce hemen bel bağlayıp kulluğa durmuş ve bu derecelere ibadet ile erişmiştir. insan da mustafa ilmi ile yolunu bulur. bu sarayda insan, allah ile bilişir. bu sarayda hakk'ın kudreti ve hikmeti malum olur. sultanı bilen, hazineye yol bulan bu sarayda yol bulmuştur. hayır ve şer bu sarayda hasıl olur. peygamber, mirac'a bu sarayda varmış, her hünere bu sarayda erişmiştir. ali'ye zülfikar, eyyüb'e sabır, musa'ya tur bu sarayda verilmiştir. hakk teala, bu sarayı kullarına ibadet edecek yer eylemiştir. bu sarayda ibrahim nemrud'un boynunu vurmuş; allah, musa için firavun'u suya gark etmiştir. tanrı hasları bu sarayda taat kılmış, insan marifet ilmini bu sarayda can kılmıştır. allah, bu kainattaki her zerreye yüz bin türlü ibret koymuştur. bu ibreti anlamak isteyen allah'ın yarattığı halka emin olmalı, nasibine şükretmeli, kimsenin hakkına tamah kılmamalı, tuzekmek yediği yere ihanet etmemeli, komşuları, dostları kendisinden emin olmalı, ariflerle hemnişin olup kendini bilmeyenden uzak durmalı. bu alem bir kervansaraydır, konan göçer. bu alem allah'ın nazargahı, insanın teferrüc yeridir. nereye bakılsa, nurı tecelli görünür. saray, işte bu cihandır. bu saray bir ulu sultanındır. içindeki halk onun kullarıdır. kullar arasında am ü has ve hassü'lhas vardır. bu mertebe kişiye dirliğinden erişir. bu mertebedeki insan cümle yaratılmışları kendi nefsinden kem görmez; hangi nakşa baksa nakkaşı görür. nefsi kırık, gönlü alçaktır. bu sarayda başka nesne kalmamış, gam ve sevinç birliğe birikmiştir. kahır, lütuf, küfür, iman, külli hal birlik olmuş hayal aradan gitmiştir. artık mutrib çalıp söylesin: şarap gelsin meclis bezensin; taslar dolsun, herkes sarhoş olsun, saki kazı kebap eylesin; aşçılar kuzuyu büryana assınlar; hastalar kalsın, sağlara haber verin, bağlara varalım; ney figan eylesin, çengi kızları oynasın, ela gözleri süzülsün; kaftanlar bohça ile gelsin, mutribin gönlü akça ile hoş olsun; il ve şar'ı kullara tımar verelim; içelim, ay ve güneş doğsun dolansın; çünkü bu saray bizim içindir. hak, bu sarayı bize mesken vermiştir. abid toprak üzredir; hakk'tan gelen her nesneye sakin olur. zahid yel üzredir; hakk'tan gelen nesneler karşısında şad olacağına şad, melul olacağına melul olur. aşık od üzredir; gözünü baktığı yerden ayırmaz, elini işinden gidermez. muhib su üzredir; marifetle nereye kılavuzlansa o yana gider. bağ, bahçe, bostan, altın, gümüş; paşa, efendi, hoca, sultan gibi ad ve sanlar insanı şaşırtıp aklını mat eder. kaygusuz, sarayname'yi şu beyitlerle bitirir: çün gönül hakk'un evidür ey safa beyti hakk didi gönle mustafa cümle ilmün hem kabı olmuş gönül nutkı hakk gönle eyler hem nüzul ol ki nutkın ademe can eyledi kendüyi gönülde pinhan eyledi bu gönülün sırrını sen ey yiğit gel beri kaygusuz abdal'dan işit. abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal abdal musa velayetnamesi bugün elimizde abdal musa'ya ait bir orijinal, iki de latin harfleri ile yazılmış abdal musa velayetnamesi bulunmaktadır. eserinnüshaları abdal musa, dinitasavvufi türk edebiyatı'nın önde gelen simalarından biridir. onun tarihi şahsiyeti de objektif veriler ışığında yeniden değerlendirilmelidir. velayetname'de anlatılan olayların geçtiği yerler: teke ili, elmalı, eğirdir, tahtalı dağ, lotanya , rodos. yerler, güney anadolu 'dadır eserde adları geçen şahsiyetlerin de hepsi tarihte yaşamış kişilerdir. ayrıca velayetname'de geçen keramet motifleri de, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde geçen motiflerle benzerlik arz etmekte ve birbirlerini tamamlamaktadır. abdal musa'ya, ait velayetname günümüze kadar birkaç değişik varyant halinde bize kadar ulaşmıştır. bu varyantlar muhteva itibariyle birbirinin tekrarı gibidir. elimizdeki orijinal nüsha ise 'da veli baba tarafından istinsah edilen haza kitabı abdal musa, velayetnamei sultan abdal musadır. abdurrahman güzel nüshası: velayetnamei sultan abdal musa sadeddin nüzhed ergun nüshası velayetnamei sultan abdal musa süleyman fikri erten nüshası velayetnamei sultan abdal musa bak. abdurrahman güzel, abdalmusavelayetnamesi, ttk yay. ankara. hususi kütüphanemizdeki abdal musa velayetnamesi. eserinözeti velayetname'de abdal musa nın bir şeyh ve velayet ehli oluşu, pek çok kerametler gösterişi şeklinde ifadesini bulan hususların eserin konusunu teşkil ettiğini söyleyebiliriz. bu velayetname'de abdal musa'nın; hacı bektaş veli'nin vefatından sonra zuhura geleceği, münkirlerin abdalmusayısevmedikleriiçinbaşlarınapekçokfelaketlergeldiği, fakat sonradanmünkirlerinabdalmusa'nınbirsahibivelayetolduğunuanlamalarıüzerineondanafdilemeleri, dahasonraonunkafirlereçeşitlikerametler göstermesi, dağların taşlarınyürümesi, durması, rodos'arodosçomağı'nı atması, kısaağaçlarınuzatılması, tarihişahsiyetlerlemünasebetleri. vbkerametleriniihtivaedenkonuları ele almaktadır. velayetname'de; insanların dürüst olmaları, allah'a samimi bir imanla bağlanmaları, birbirlerini sevmeleri, kötülükten uzak kalmaları şeklinde nasihatler de bulunmaktadır. abdurrahman güzel kaygusuz abdal menakıbnamesi menakıbname'nin nüshaları kaygusuz abdal menakıbnamesi için elimizde ag ve ma nüshaları ile, bunlardan fazla farkı olmayan köprülü, dağlı, tschudi, rızanurve vahid lütfı salcı hülasaları bulunmaktadır. kanaatimizce en sağlamı ag nüshasıdır. bu nüshayı aynen veya bazı kelime farklılıkları ile ma nüshası takip etmektedir. nüsha, elimizde metin halinde bulunmaktadır. ancak köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği hülasalar ise ag ve ma nüshalarından biraz farklıdır. zira bu hülasalarda kaygusuz, mısır'a kadar gitmekte ve geri dönmemektedir. halbuki ag nüshasında kaygusuz, hacc'dan döner, şeyhi abdal musa'ya kavuşur. ayrıca hülasalarından anlaşıldığına göre rıza nur ve vahid salcı'nın dayandığı nüshalar ise, ag nüshası ile büyük benzerlik göstermektedir. bunlar birbirlerinden istinsah edilmemişse de, aynı nüshaya dayandıkları muhakkaktır. noksanlıklarına rağmen her iki nüshada da yeterli bilgiyi bulmaktayız. ag'deki bazı noksan ifadeleri ma ile tamamlamaya çalıştık. bu bakımdan, biz eserimiz için ag nüshasını esas aldık. ancak ma nüshasındaki doğru kelime, cümle ve farklı bilgileri metnin dip notunda verdik. sayfa numaraları, yine ag nüshası esas alınmak üzere her sayfanın başlangıcında gösterilmiş, ayrıca sayfa numaraları köşeli parantez işaretiyle belirtilmiştir. inceleme ve indeks kısımlarında metne ait verilen rakamlar ise ag nüshasının sayfa numaralarını göstermektedir. menakıbname'nin başlangıcı, hamdele ve salvele', ag nüshasında bulunmadığı için, ma nüshasındaki bölümle tamamlanmıştır. bu durum dip notta da belirtilmiştir. ag nüshasında yırtılmış bulunan bazı sayfalar, ma nüshası ile tamamlanmaya çalışılmıştır. ag: abdurrahman güzel nüshası. bu nüsha, hususi kütüphanemizdedir. menakıbı kaygusuz sultan, müstensihi ve istinsah tarihi belli değildir. ancak, dil ve üslup özellikleri itibariyle Xvı. yüzyılda yazıldığı kanaatindeyiz. sayfa:; ölç. x. x cm. satır. yazı: harekesiz, nestalikrik'a, kağıt: sarı abaıı ciltsiz. istanbul millet kütüphanesi. ali emiri bölümü, nu:, ba. külliyatı kaygusuz sultan, menakıbname, ba müstensihi:? istinsah tarihi: varak. ölç. x, x, st. yz: harekesiz, nesih. kt. abadi milkepli, şemseli, kahverengi, meşin, not. bu mecmua'da, kaygusuz'a ait aşağıdaki eser ve şiirleri de yer almaktadır: ba. menakıbname, ba gevhername, aa dilgüşa a a mesnevii evvel, ba menevii salis aa tercii bend aa tercii bend aa terkibi bend, aa terkibi bend aa divanı kaygusuz sultan a nutkı kaygusuz abdal aa miglatai kaygusuz sultan ab, b, a, a, b, a muhtelif şiirler eserinözeti eser, kaygusuz abdal'ın bir bey oğlu oluşunu, onun abdal musa'ya intisabını ve daha sonra bir derviş olarak yaşayışını konu alan bir menakıbnamedir. bu menakıbname dört bölüm halinde özetleyebiliriz: abdurrahman güzel birinci bölümde; gaybi beg'in alaiye sancak beyi'nin oğlu oluşu, av esnasında yaraladığı geyik'in ardından koşan gaybi bey'in kovaladığı av'ın geyik olmayıp, abdal musa oluşu ve gaybi bey'in elmalıtekke köyü'nde abdal musa dergahı'nda, şeyhine intisabı anlatılmaktadır. bu intisaba razı olmayan alaiye sancak beyi'nin abdal musa'ya karşı, teke beyi'nden de yardım alarak harp ilan edişi fakat abdal musa karşısında muzaffer olamayışı onun daima şeyhin kerametleri ile karşılaşması ve neticede oğlunu bizzat abdal musa'ya teslim edişi, teke beyi'nin ruhunun kara canavar suretinde alnılışı, teke beyi'nin cengaveri kılağılı isa'nın atının üzengisine takılarak ölüşü yazılıdır. ikinci bölümde; gaybi beg'in, tekkede abdal musa'ya kırk yıl hizmet edişi, kaygusuz adını alışı, şeyhi tarafından verilen icazetname'yi ayran tasında içişi, şeyhinin izni ile hacc'a gidişi, yolculuğun iyi olduğunu bildirmek için kaygusuz'un şeyhine kızıl elma gönderişi kayıtlıdır. üçüncü bölümde; kaygusuz'un mısır'a gidişi, mısır padişahı ile karşılaşması, sofrada bazı kerametlerin zuhuru, özellikle mısır padişahının ama gözünün açılması, hacc ziyareti, medinei münevvere'de yedi gün, yedi gece kalışı ve orada gevhername'yi yazışı ve daha sonra şeyhine dönüşü kayıtlıdır. dördüncü bölümde; ırak, suriye üzerinden anadolu'ya dönüşü esnasında suriye'de asi nehri başında kasidei dolab'ı yazışı, anadolu'ya geçişi, mardin, urfa, antep üzerinden elmalı'ya gelişi ve avlan gölü yanında şeyhi abdal musa'ya beglerimiz çıktı avlan üstüne selamlaması'nı söyleyişi, şeyhine kavuşması, hediyelerini verişi ve müritlik görevine devamı anlatılmaktadır. bu menakıbname'de; daima doğru ve dürüst olmanın yanında türkislam birliği'nde bulunmanın faziletleri anlatılmış, dine ve devlete bağlılık ve bunların mensuplarına da nasihatin gerekli olduğu vurgulanmıştır. üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri bilindiği gibi dinitasavvufi türk edebiyatı, türler konusunda zengin bir malzemeye sahiptir. eğer bizler bu malzemeleri hakkıyla değerlendirebilirsek önemli neticelere ulaşabiliriz. bu cümleden olarak kafiye şemaları bakımından koşma türüne giren, kaygusuz'un hece ile yazılmış şiirlerini konuları ve edaları bakımından ilahi, şathiye, salatname, nutuk ve aruzla yazılmış na't, gevhername, dolabname, esmai nebi, minbername, nevruzname. vb'leri olarak da ele almak mümkündür. şimdi kaygusuz abdal'ın eserlerinde geçen dinitasavvufi türk edebiyatına ait bu türlerden örnekler vermeye çalışalım: abdurrahman güzel, dinitasavvufitürkedebiyatıelkitabı, baskı, ankara. dinitasavvufi türk edebiyatı'ndaki türlerin ihtiva ettikleri konuları itibariyle ana başlıklar altında bir tasnife tabi tutabiliriz: itikat: allah, melekler, kitaplar, peygamberler, ahiret günü, hayır ve şer, kaza ve kader, ibadet: kelimei şehadet, namaz, oruç, zekat ve hacc, ahlak dini inanç ve tasavvufi düşünceler, din ve tasavvuf yolunun büyükleri, dini ve tarihi şahsiyetler etrafında teşekkül eden normlar, millimanevi şahsiyetler etrafında teşekkül eden normlar, türkislam kültürü etrafında teşekkül eden normlar, tasavvufi remiz ve rumuzlar. diniahlaki eserler ve şerhleri. dinitasavvufifolklorik eserler. tabiat bilimleri leridir. demek oluyor ki dinitasavvufi türk edebiyatı alanında binlerce eserlerdeki türler, genel anlamda konularına göre değerlendirilecektir. ancak bu eserler; dinitasavvufimilli normları, millimanevibirlik ve beraberlik ülküsünün asli temalarında belirtildiği konular çerçevesinde işleneceklerdir. tevhid tevhid, sözlük anlamıyla birlemektir. divan edebiyatında ve dinitasavvufi türk edebiyatı'nda allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzum ve mensur eserlere verilen isimdir. eski şairler, alimler, yazarlar, eserlerine tevhid veya münacat ile başlarlardı. manzum olarak yazılan tevhidler; kaside, ve mesnevi nazım şekli ile yazılmaktadır. tevhidlerde yer alan husus, ayet ve hadislere dayalıdır. yani ayet ve hadisler, ya aynen ya mealen veya telmihen alınarak manzum hale getirilirler. tevhidlerde; dini konular tasavvufi temler içinde işlenir, şer'i olarak allah'ın varlığı ve birliği, yüceliği ve sıfatları; tasavvufi olarak da, kenzi mahfi ve vahdeti vücut temleri içinde ve mensur olarak da, esmai hüsna vücudname, devriye, nasihatname. vb'leri ile ele alınır. ali nihat tarlan; divan edebiyatında tevhidler konusunda yaptığı araştırmada, tevhid türünü herhangi bir edebi sınıflandırmaya göre değil, tevhidin bizzat şer'i veya tasavvufi oluşuna göre değerlendirmiştir. aslında mutasavvıf bir divan şairi ile dinitasavvufi türk edebiyatı şairi arasında inanç, zihniyet ve yaşayış bakımından herhangi bir fark yoktur. böyle olunca, ortaya konulan eserde de fazla bir farkın olamayacağı da aşikardır. klasik şairlerimiz; tevhid türünü, mürettep divanlarda, ilk sıralarda vermektedirler. bu metodoloji, mutasavvıf şairlerimizin divanlarında da uygulanmıştır denilebilir. ancak, tasavvufi tevhidlerin genel karakteri, şer'i tevhitlere göre biraz değişiktir. yani bu manzumelerde; tefekkür, feraset ve tevil daha fazla kendini gösterir. bu özelliklere göre tevhid; allah'ın varlığı, birliği, isimleri, fiilleri, sıfatı, zatı, makamları, kesretvahdet münasebeti, yaratılış ve kainatın asli unsurlarını ortaya koyan, yorumlayan' manzum veya mensur eserlere verilen isimdir şeklinde ifade edebiliriz. kaygusuz'da tevhid türü, müstakil olarak fazla bulumamakla beraber, o bu konuyu vahdeti vücud içinde zaman zaman işlemektedir. kaygusuz'dan bir tevhid örneği: esselam iy heşt cenneti na'im esselam iy bağı erzanı nihal pekolcayeraydın. vd. tarlan, ali nihad, divanedebiyatındatevhidler, ıv, istanbul: ma cennetünna'im abdurrahman güzel iy sıfatun kulhü va'llahu ahad her dem içinde kadirsin her sa'at. aşık isen kaygusuz abdal gibi sana bir hırka heman bir şal gibi ilahi ilahi; mutasavvıf şairler tarafından söylenen dini ve ilahi fikirleri içeren manzumelerdir. daha çok allah'ın birliğini, azamet ve kudretini anlatan veya telkin eden eserlerdir. bunlar aruz ve hece ile yazılırlar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli nazım şekillerinden biri olan ilahi, hemen hemen bütün şairler tarafından işlenmiştir. ilahilerde işlenen en önemli unsur, allah'ın birliği meselesidir ve ekseriyetle hece ile yazılır. kaygusuz abdal, bir ilahisinde; herkes neyi arzu ederse onu bulur. yalnız bunların hepsi allah'ın birliğinde kendini gösterir. yani, bülbül de, tuti de, sarraf da hepsi kendi arzuladıklarını elde ederler. ama bütün bu varlıkyokluk sırlarını yalnız allah bilir. vb demektedir. kaygusuz, başka bir ilahisinde bir yandan yunus'un gül koklarken onda allah'ı buluşu, diğer yandan da hacı bayram veli'nin kalpgönülakıl üçleminde allah'ın birliği'ni duyuşu. vb gibi özelliklerini müştereken taşımaktadırlar. demek oluyor ki bu üç mutasvvıfın görüşduyuşinanç üçle ilahiler hakkında daha fazla bilgi için bakınız: güzel. ilahiler, tarikatlarda şu isimlerle anılırlar: ayin: mevlevi tekkelerinde okunur. tapuğ: gülşeni tekkelerinde okunur. nefesler: ekseriyetle alevibektaşi tekkelerinde okunur. melami'lerde vahdetivücud. telkinleri hep nefeslerle yapılır. bu tarz manzumelerde rindane, kalenderane, istihzali bir eda bulunur. nefesler; , koşma tarzında hece vezniyle yazıldığı gibi, sonradan aruz vezni ile de yazıldığı olmuştur. bu nefesler, daha çok ayini cem lerde saz eşliğinde makamla okunur. duraklar: ekseriyetle halveti tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında bir veya iki zakir tarafından okunur. cumhurlar: mevlevi ve bektaşi dergahından başka tekkelerde herkes tarafından okunur. bu dünyanun misali muazam şehre benzer veli bizüm ömrimüz bir tiz bazara benzer güzel. güzel. mi'ndeki müştereklikler hemen göze çarpmaktadır. burada kaygusuz'dan bir örnek verelim: bülbül'e gülzar gerek tuti'ye şeker gerek sarraf'a gevher gerek lailahe illallah. safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illallah tesbih ü zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illallah esmai hüsna kaygusuz abdal'ın eserlerinde de esmai hüsna veya esmai şerife'de allah'ın en güzel, en şerefli isimleri çok sayıda geçmektedir. bunlar da şunlardır: adl, afüvv, ahir, aliyy, alim, azim, aziz, bais, baki, bari, basır, basit, batın, bedi', cami', cebbar, celil, darr, ehad, evvel, fettah, gaffar, gafur, gani, habir, hadi, hafid, hafiz, hakem, hakim, hakk, halik, halim, hamid, hasib, hayy, kabiz, kadir, kahhar, kavi, kayyum, kebir, kerim, kuddüs, latif, macid, malikü'lmülk, mani, mecid, melik, metin, muahhir, mucib, mugni, muksi, muhyi, muid, muizz, mukaddim, mukid muksid, muktedir, musavvir, mübdi', müheymin, mü'min, mümid, müteali, müntekim, mütekebbir, muzill, nafi, nur, rafi, rahim, rakib, ra'uf, reşid, rezzak, sabir, samed, selam, semi', şehid, şekur, tevvab, vacib, vehhab, vahid, vali, varis, vasi', vedud, vekil, veli, zahir, zü'lcelali ve'likram'dir. kaygusuz, bu isim ve sıfatları eserlerinin hemen hemen hepsinde işlemiştir. çünkü bu türde; türklerin müslüman oluşundan günümüze kadar esmai hüsna'ya dair pek çok manzum ve mensur eserler yazılmıştır. fuat bayramoğlu, hacı bayramı veli, yaşamı, soyu, vakfı, ttk yay. ankara, ı. güzel. abdurrahman güzel na't na't, bir şeyi methederek anlatma, vasıflandırmadır. bu daha çok edebiyatımızda muhammed'i methetmek maksadıyla yazılan manzum ve mensur eserlerdir. divan edebiyatı'nda ve dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, muhammed için yazılmış pek çok na't vardır. ayrıca diğer peygamberler, veliler, din büyükleri, mürşitler, halifeler hakkında da na'tlar yazılmıştır. na'tlar; divanlarda, tevhid ve münacatlardan sonra yer almakla beraber, sadece na'tla başlayan divanlar da vardır. kaygusuz, eserlerinde muhammed'e övgü olarak pek çok motifleri bir arada ifade etmektedir. bu konuda iki örnek verelim: mustafa'nun canı oldı ibtida evvelinde anı yaratdı hüda. mustafa canında sır idi cihan yirde gökde her ne kim var cism ü can mustafa'nun canı bu gevher idi ol güherde bunca hikmet var idi hak nazar itdi o gevher dirildi andan oldı bu cihanun bünyadı yüzün nurı iman elhamdü'li'llah kaşun mihrabı can elhamdü'li'llah dolaşdı boynuma bendi ah zülfün gubarfeşan elhamdü'li'llah cemalün şem'inün tecellisinden nur oldı her mekan elhamdü'li'llah senün ışkun benüm gönlüm içinde ayan oldı ayan elhamdü'li'llah bu genci saadetün varlıgından pür oldı her viran elhamdü'li'llah suretün nakşına hayran olupdur zemin ü asuman elhamdü'li'llah gülistan, ank. manalarında kullanılır. gevher; ıstılahi manada ise; cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır. bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. buradaki gevherin aslı, o bir'dendir. gevherin bir adı da mahmud dur. kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığını vahdet teorisi içinde verir. mütekaiben de, muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi, güzellikleri ve daha nice vasıfları anlatılır. işte bu allahmuhammed ikilemi içinde yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu konuda da şimdilik en güzel örnek: kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername'yi örnek olarak verebiliriz. eser; bir tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: butenimyoktu, bensadececandım. katredeğil, ummandım. muhammed'incanıydı. onuniçincümlealemgülistanoldu. hurinin, cennetin, aklın, canın, herşeyinaslıogevherdendir. daha sonra peygamber'in nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyleyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eseri bitirir. abdurrahman güzel, kaygusuzabdalbibliyografyası, ankara, abdurrahman güzel, kaygusuz abdal menakıbnamesi, abdurrahman güzel kaygusuz, bu eserini hac ziyaretini yaptıktan sonra medine'ye gelir. medine'de yedi gün yedi gece kalır. bu zaman içinde muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını da ortaya koyarak bu gevhernameyi söyler. daha sonra peygamberin nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyleyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eseri bitirir. eser, mesnevi nazım şekliyle söylenmiş vebeyitten oluşmaktadır. onda der ki: gevhernamei baba kaygusuz sultan failatün fa'ilatün fa'ilün esselamiydürri deryayıcemal esselamiyafitabıbizeval esselamiyheşticenneti na'im esselamiybağıerzanınihal iyşıfatunkulhüva'llahuahad herdemiçindekadirsünhersa'at cümlesırrısenbilürsineykadir bişeriksinbimisalsin binazir cümlesensinmu'teberüihtisar olkisensüzdürfişarenderfişar cümlesensünaşikarevünihan yirdegökdecümlesensincismecan sendenözgecümlenünhiçcanıyok pürkemalsinkudretünnoksanıyok malikü'lmülksin kadimi lemyezal mahlukunhalikisensinzü'lcelal degmebirzerredebindürlüacab senbilürsinsenkılursuniyçalab. kimakıllarmatusergerdan durur bü'lacebkimkudretünandandurur. kaygusuz abdal, aa güzel, kaygusuz abdal. baskı, ankara. dolabname dolab, kelime manası itibariyle; içine eşya konulan raflı veya rafsız göz; hile, dek, dubara; kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark; devreden, dönen; bedestenin içindeki küçük dükkanlar'dır. dolab, ıstılahi manada ise; allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesidir. dolabname; allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dolabname'nin birçok örneklerine rastlanılmıştır. ancak kaygusuz'un dolabname'si, bu türe en güzel örnektir. kaygusuz, dolabname'de özetle şunları ifade ediyordu: bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dolap şöyle cevap verir: ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. dallarım göklere ulaşırdı. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bir gün bir şahıs gelip nacağı saldı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. o zamandan beri ben dost diye inilerim. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolabname sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir. her iki bölüme ait birer beyit ile örnek vermeye çalışalım: kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün su'alitdümbugünbenbirtolaba didümniçünsürersinyüzbuaba kaygusuz'un bu kasidesi hakkında bakınız: güzel, kaygusuz abdal, ank. metnin tamamı için bakınız: güzel, kaygusuzabdal'ıneserlerindesumotifi, milletlerarası türk folklor kongresi bildirileri, ank. kaygusuz abdal menakıbnamesi. ma tolaba abdurrahman güzel dolabın cevabı. tolabeydüreyaçeşmümçeragı işidmegecevabumaçkulagı esmai nebi: esmai nebi; kelime manası itibariyle, muhammed'in güzel isimleridir. ıstılahi manada ise: muhammed'in isimleriyle ilgili hususiyetleri, muhammed'in isimlerinin harfi ile ifadesi ve bu ifadenin onun son peygamber oluşuna delaletidir. kaygusuz, eserlerinde muhammed'i değişik isimlerle anar. ona her türlü saygıyı göstermekten geri kalmaz. bunun en güzel örneğini de gevhername adlı eserinde görürüz. muhammed, madde ve mana aleminin sultanı, alemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberdir. dünyevi adı ahmed'dir. ahmed'den eğer harfini çıkarırsanız geriye ahad kalır. kaygusuz, muhammed'i ahmed, mahmud, mustafa, kasım, hayrü'lbeşer. adlar ile de şu beyitlerle daha güzel bir şekilde anmaktadır. gökde ahmed yirde muhammed adı cennet ehli adına kasım didi tahtı sera'da adı mahmud anun kıblesidür ol bu cümle insanun ol habibu'llah adı hayrü'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var sen bu sırrı ol kişiye sor kim ol mustafa sırrına akil buldı yol devriye kelime manası itibariyle devir, dolanmak, dairevi bir hareketle dönmektir. ıstılahi manada ise; bir şeyin kısa veya uzun bir hareketten sonra, ilk vaziyetine dönerek, tekrar aynı hareketine geçmesidir ki günümüzde bazı bilim dalları devriyeyi bir mesleki terim olarak da kullanmaktadırlar. bu bu başlık sadece ag nüshasında mevcuttur. gülistan. aislam ansiklopedisi, devir maddesi,; türkdiliveedebiyatıansiklopedisi, devir maddesi,; pakalın, osmanlıtarihdeyimlerivetererimlerisözlüğü, devir maddesi. cümleden olarak devriye; anatomi, astronomi, astroloji, felsefe, mantık, tıp, tarih, edebiyat ve tasavvuf gibi disiplinlerle takvim hesaplarında, belli bir zamanı ifade anlamında da kullanılan bir türdür. dinitasavvufi türk edebiyatı bilim dalında devriye; sudur ve tecelli'nin, yani yaratılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gidişi ve bu ikileme arasındaki safahatın edebi mahsullere yansıması, bunun tasavvufi motiflerle ele alınışıdır. türk edebiyatında bu özelliklere dayalı olarak yazılan edebi türe devriye adı verilir. devriye türü eserler; klasik arap ve acem mutasavvıflarında da görülmekle beraber, türk edebiyatında fevkalade bir seviyeye ulaşmıştır. devriyelerin, bugüne kadar yalnız manzum yazıldığı sanılmıştır. halbuki devriyelere ait fikirlerin önce mensur eserlerle anlatıldığı, daha sonra da manzum olarak belli başlı nazım şekilleriyle yazıldığı görülmüştür. devriye türüne ait örnekleri, yusuf has hacib, ahmed yesevi, yunus emre, kaygusuz abdal, niyazii mısri vb'lerinin manzum ve mensur eserlerinde görmekteyiz. özellikle de, tarafımızdan ilk defa neşredilen niyazii mısri'nin müstakil bir risalei devriye adlı eseri de bulunmaktadır. kaygusuz abdal'ın, budalaname'sinde mensur, gülistan ve mesnevilerinde manzum olarak devriye nazım türü yer almaktadır. kaygusuz'un budalaname'sindenmensurbirdevriyeörneği: biz de bu karhaneyi seyritmek istedük, padişahı alem dilegümüzi kabul idüp, bize insan donunı giydürüp bizi bu dünyaya gönderdi diyerek söz başlar ve devam eder: abdullah uçman, devriyelerüzerinerızatevfik'inyayımlanmamışbirmakalesi, türklük araştırmaları dergisi, istabul,; haşimbabavedevriyeleri, türk kültürü incelemeleri dergisi, güz, bak: nusret gedik, türkedebiyatındamanzumdevriyye, istanbul. güzel, abdurrahman, niyaziimısri'ningözdenkaçanbireseri, risalei devriye, türk kültürü araştırmaları dergisi, faruk kadri timurtaş armağanı, yıl:, ankara , yıldırım, erdem, kaygusuzabdal'ınbudalaname' adlıeserininincelenmesi, gaziantep üniv. sosyalbilimlerenst. yayımlanmamışyükseklisanstezi, gaziantep,; rahime özdem, kaygusuz abdalın vücudname adlı eserinin tasavvufi açıdan tahlili', akdeniz üniversitesi, sosyal bilimler enst. yayımlanmamışyüksek lisans tezi, kasım ; ahmet faruk kemalolu, kaygusuz abdal menakıbnamesi ve velayetnamemanakıbı hünkar hacı bektaşı veli'de mitoloji, afyonkarahisar üniv. sosyalbilimlerüniversitesi, basılmamışyükseklisanstezi abdurrahman güzel halik'un emri beni kuzeger balçıgı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, dellal olup satdum. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp ütildüm. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başcı, gah demürci, gah kürekci eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah deryada mahi, gah daglarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudum. elkıssa dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi, ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi gah ana'ya beni kız eyledi gah ana'yı bana kız eyledi, gah beni tıfl idüb anlara besletdi. gah anları tıfl idüb bana besletdi. ve'lhasıl ne başunuz agrıdayum nice kerre ata belünden ana rahmine, ana rahmünden cihana geldüm. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende, gah perende oldum. nice bin kerre küfr ü imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum nice bin hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. nice bin suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam bu nefis askeri beni güçden güce saldı. ve kabdan kaba boşatdı. şehrbeşehr karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. vücudname dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname ile ilgili yazılmış birçok manzum ve mensur eser bilinmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuz'dan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erba'a ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudnamesi bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman güzel. çelebi ve azeri sahasında da yazılmış manzum vücudnameler de bu türün örnekleri olarak değerlendirilebilir. kaygusuz, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin ayetlerine bir özden yarattık. sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. sonra nutfeyi alaka yaptık. peşinden alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. sonra onu başka bir yaradılışla insan haline getirdik. yapıpyaratanların en güzeli olan allah pek yücedir. dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini, nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur, ikinci olarak merih terbiye eder et olur, üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur, dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur, beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur, altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir, yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. on iki burç'un her biri şu insan uzuvlarına karşılık gösterilmiştir: baş hamel, alın seratan, kollar sevr, eller cevza, gögüs esed, göbek mizan, but kavs, kasık sünbüle, zeker akrep, dizler cedy, baldırlar devl, taban hut'tur. sonra ademoğlunun dışındaki; burun, ağız, kulak gibi ve batınındaki; hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir. ademin doğumundan ölümüne dek şu dört vecih vardır: birincisi: oglanlık'dur ki üç ay bahara müşabihdir, ikincisi: yigitlük'dür ki üç ay yaza müşhabihdir, üçüncüsü: kırgıllık'dur ki üç ay güze müşabihdir, dördüncüsü: pirlük'dür ki üç ay kara kışa müşabihdir. dört melek insanda şu uzuvlara müşabihdir: kulak mikail'e, göz azrail'e, burun israfil'e, ağız cebrail'e müşabihdir. alemdeki meratibi erbaadan; kara kış şeriat gibidir, yaz tarikat gibidir, güz marifet gibidir, bahar hakikat gibidir. bunlar insanda dahı şöyle gelir geabdurrahman güzel çer: ana rahmi, şeriat gibidir. cihana gelmek, tarikat gibidir. cihanda durmak, hakikat gibidir. cihandan gitmek marifet gibidir. ademoğlu, yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir: ademin vücudunda üç yüz altmışaltı kemik ve dört yüz kırk dört damar, yedi yüz yetmiş yedi sinir vardır. bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için de ilim gerektiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fena olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu bu alem olmazdan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve teala, kalmış içinde şeker ve güllab gibi vaki olmuştur. şeklinde belirtir. kün!' emriyle bütün mevcudatın yaratıldığını, yerin ve göğün sonsuzluğu karşısında hepsinin hayran kaldığını, bütün peygamberlerin hakk'ı bulmak için hezar be hezar cehd eylediğini, nihayet son peygamber muhammed'in bu karhanenin aslını ve fer'ini beyan eylediğini anlatır. daha sonra kaygusuz, gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi. sözünü şöyle açıklar: çünkü nişan dahı eşya içinde bulundı. imdi her kim her şeyi görür, hakk'dan ayru nice görür? bunlar hakk'dan ayru degildür. çünki hakk teala hazretleri eşyaya mühit etmiş, yabanda aramanın aslı yokdur. eşyada aramanın aslı budur ki delili, ademdir. yani insanı kamil'dir. kaygusuz abdal; göklerde olanlar da yerde olanlar da allah'ındır. allah her şeyi kuşatır mealindeki nisa suresinin. ayetini yukarıdaki sözlerine delil olarak gösterir. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyiti getirir: bir bazar kurdı ezelden her meta'ı koydu ol kendü aldı kendi satdı bazar eyledi. nasihatname yazılış amacı, insanlara öğüt vermek ve doğru yolu göstermek olan nasihatnameler, manzum veya mensur olarak kaleme alınmıştır. bu eserler, kişilerin günlük hayatlarında kendi durumlarına daha güzel bir zemin hazırlamalarını temin ve bilgi vermek gayesiyle, mesnevi, kaside nazım şeklilleri ve mensur olarak da yazılmaktadır. daha çok kaside nazım şekliyle yazılan nasihatnameler, mesnevi veya musammat nazım şeklinde de yazılabilmektedir. aynı zamanda pendname olarak da anılan nasihatnamelerde; dini, sosyal ve ahlaki birtakım öğütler verilerek çağın gereğine göre yaşamın bütün evre leri için hazırlamak ve yetiştirmek esastır. bundan dolayı pendnameler nazma çekilmiş ayet, hadis, hikmet, kelamı kibar ve atasözleriyle doludur. nasihatnamelerde insana yaşam sürecinde en doğruyu bulmak ve uygulamak yolunda hizmet önemli olduğu için dinimizin ve yüzlerce yıllık milli kültürümüzün değerleri bir bütünlük içinde verilir. ayet ve hadisleri hemen atasözleri takip eder. aynı zamanda yazıldıkları çevrenin sosyal ve tarihi durumu hakkında bilgi veren kaynaklar durumundadır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda; siyasetname olarak da vasıflandırılan bu eserlerin ilk yazılanları hükümdarlara ve devlet büyüklerine nasihatleri ihtiva etmektedir. türk edebiyatına, iran ve arap edebiyatlarından geçen nasihatname türü, genelde ahlakidir. bunların içinde yalnız dini nitelikte olanları, kuranı kerim ve hadislerden birtakım örnek sözler alınarak yazılanları da vardır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda ünlü nasihatname, iran şairi feridüddin attar'ın pendname adlı eseridir. türk edebiyatında birçok nasihatname kaleme alınmış ve zengin bir nasihatname edebiyatı oluşmuştur. nasihatname'lere tarihi seyir içerisinde bir sıralama yapacak olursak ilk örnek yusuf has hacib'in kutadgu bilig'i ile edib ahmet yükneki'nin atabetü'lhakayık'ını göstermek gerekir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk mahsulü olan kutadgu bilig, iki cihan saadetinin dünyada çalışarak ve ibadet ederek sağlanacağını belirtmektedir. atabetü'lhakayık'ta da aynı esasların yer aldığını görüyoruz. zaman içerisinde son devrelere yaklaşıldıkça, nasihat kitaplarının daha çok babadan oğula nasihatlar ihtiva eden şekillerde geliştiğini görmekteyiz ki nabi'nin hayriyye adlı eseri bunlardan biridir. ayrıca kutadgu bilig'den sonra siyasetname örneğini kenzü'lkübara takip etmektedir. yunus emre, abdal musa, kaygusuz. abdal, eşrefoğlu rumi ve şah ismail hatayi'nin birer nasihatnamelerinin olduğunu da burada ifade etmek isteriz. kaygusuz'dan bu nasihatname ile ilgili bir örnek verelim: gel iy talib olan hayali terk it hamuş ol bu kamu makali terk it sakın bihude sözlerden dilüni irişdügün yire sungıl elüni cem dilçin, örneklerletürkşiirbilgisi, tdk yay. baskı. necla pekolcay, islamitürkedebiyatındaşekilvenev'ileregiriş, ist. kemal yavuz, kenzü'lkübara, ankara. abdurrahman güzel bu cihan sahrasında yol bekleme hakk'ı sen kendüzünden ayru görme. uyuma gönül aç gözüni dört yanuna bak devşür ögüni kendüzüne kem akil olma toprak ol acib tekebbür eyleme haddünden artuk keleci söyleme. kanda bir miskin görürsen dut elin böyle varmışlar bu yolın evvelin gül olgıl bu yolda diken olmagıl yol varan miskine düşman olmagıl gel i talib müstemi ol aç gözün neredesin çağlayıver kendüzün çün ademsin hikmete zulm eyleme bir söz ki akla ziyandur söyleme arif isen yile virme fursatı bilmek istersen bu ilm ü hikmeti. salatname salat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır, fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiyesidir. kaygusuz abdal bu şiirinde; kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularını cevaplar ve beş vakit günlük namazı; vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını; bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte verir. dilgüşa, a; güzel, dilgüşa, ankara. gülistan, ank. gnl. ktp. nu:, birinci mesnevi, sarayname, onun bu manzumedeki şathiye tarzında verdiği matematiksel bilgiler ve neticeleri, bugün dahi birçok ilgili kişiler tarafından hesap edilerek çıkarılamamıştır. bu manzumenin muhteviyatı günümüzde bazı bakımlardan da önemlidir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatname'den beş dörtlüğü örnek olarak verelim: ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısın? tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısın? zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısın?. pirimizden olsun himmet yaradan allah'a minnet yedi bin iki yüz yigirmi sünnet dahı namaz sorar mısın?. tamam oldı çünki namaz kimini okı kimin yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısın?. bir namaz vardır cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısın?. minbername bilindiği gibi minber; camilerde hatiplerin cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe okuduğu, cemaata göre mihrabın sağında bulunan basamaklı, merdivenli kürsüdür. salatname, aahmed sırrı baba ve dağlı tarafındandörtlük halinde neşredilmiştir. halbuki elimizdeki yazmalara göre bu eser, dörtlükten ibarettir. aslında salatname, minbernamenin devamı gibidir. bakınız: güzel, menakıbname, güzel, abdurrahman güzel minbername'de; bu kürsü veya kürsülerde bulunan hatipler hakkında veya hatipler tarafından söylenen ve yazılan eserlerdir. bu hususda yazılmış edebi eser pek fazla değildir. minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser; kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, hatibe verdiği cevaptır. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. bu olay, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: kaygusuz, günlerden bir gün bir şehre gelir. meğer kim o gün mübarek cuma günüdür. müezzinler sela verirler. halk da abdest alıp camiye koşar. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. bundan sonra hatip, bir kürsü üzerine çıkıp, halka vaaz ve nasihat etmeye başlar. meğer bu kürsü minbere yakın idi. cemaat dağılmayıp oturdular. onun vaaz ve nasihatını dinlemeye başladılar. kaygusuz da, oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. ol hatip , oturdugu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennem'in kapısını açmaga; sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmağa' deyip bazı sözler söyledi. halka vaaz ve nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz, anun sözini işitti. fi'lhal oturdugı yirden ayak üzerine turıgelüb gönli cuşa geldi ve akıl ile hali bildüm. hakk'ı buldum. diyerek minberi tepenler ve halkı irşad etmeye kalkanlar; özünden geçmeden rabbını bilemez. allah'ı bilmek için benliği bırakmak gerekdür. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdur. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbunı gözetirler; gönüllerinde türlü fitneler üretirler; birinin ondugunu diğeri istemez. dünyada malı olanın dostu çok olur. kendi halinde olan aşıklara ise dirler. arifler hakk'dan başka bir şey bilmez. digerleri ise bir sözi bin söz ederler ve dogru yolu bırakub egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı. dedi. daha sonra kaygusuz; dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından; alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de ko sözi farig ol kaygusuz abdal ki sözden açılur cümle kil u kal beyitle konuyu bitiriyordu. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, kaygusuz abdal'ın, minbernamei kaygusuz adlı eseri bu nazım türünün en güzel örneğidir: vezni: eya 'akl ile 'irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hakk'ı bildüm diyü irşad idersün yetersün minbere feryad idersün. aşık olsam adum tenbel alayi eger sofu isem dirler mürayi. eger alim eger sofi vü derviş heman şöhret olupdur cümleye ceyş tanrı settaru'l'uyub'dur hem kerim hem rahimdür hem'alimdür hem halim sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür dili dil. nevruzname nevruz, kelime manası itibariyle, yeni gün, güneşin koç burcuna girdiği gün olup rumimart'a rastlar, ilkbaharın başlangıcı ve celali takvimine göre yılbaşıdır. kaygusuz abdal'a ait bu mesnevi, daha önce; güzel, minbername ve salatname başlığı altında, hacettepeüniversitesiedebiyatfakültesidergisi, ankara, 'de neşredildi. ma tepersün minberi ma ala'i ma cümle cünbiş ma hem halimdür, hem alim abdurrahman güzel türkislam klasiklerinden biri ve dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk eseri olarak kabul ettiğimiz yusuf has hacib'in kutadgu bilig adlı eserinde de oldukça canlı tabiat tasvirleri yapılarak baharın gelişi, ağaçların yeşiller giymesi, tabiatın al ve kızıl renklerle süslenmesi en güzel şekilde anlatılmaktadır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın meşhur şairlerinden kaygusuz abdal, nevruzu şu şekilde tasvir etmektedir: bahar mevsimi gelmiş ve bütün cihan yeşillere bürünmüştür. kainat adeta cennete dönüşmüştür. çiçekler bin renk ile boyanmışçasına rengarenk olmuştur. kimi kızıl, kimi ak, kimi de aşıkların benzi gibi sapsarıdır. menekşe nazara gelerek baharı muştulamıştır. reyhan çadırını açmış, goncasının yanakları kızarmış, lale gelin gibi eline kına yakmış, zambak da gül bahçesinde nazla salınmaktadır. bülbül seher vakti ötmekte; ördek, kaz, üveyik, bıldırcın, su kenarlarına konmaktadır: erişti badı nevruz gülsitana gülistan vakti yetti kim uyana tamamet yeryüzü cünbişe geldi behişte benzedi devri zemane gülistan goncesin açtı donandı divane oldu bülbüller divane yine simurg'e haber verdi hüdhüd otağın başına konmuş şahane güvercin çifti ile ötegeldi dudak dudağa verdi canı cane kışın hamuş olan kuşlar aceb kim firak u derd ile geldi lisane yine bülbül gülistan arzu kıldı tuti'ye şekker ü baykuş virane zihi faslı bahar ü revnakı gül zihi zevk u sefa nam ü nişane bezendi dağ u sahra nurı rahmet nihani neslihan geldi iyane abdulhaluk çay, türkergenekonbayramı nevruz, türk kültürünü araştırma enstitüsü, ankara, abdurrahman güzel, XıvXv. yüzyıledebiyatımızdanevruzvenevruziyeler, akm yayını, ankara. eğer bildinse hoş kaygusuz abdal yüzün hak eylegil pir ü cüvane. nutuk nutuk, kelime manası itibariyle; söz, lakırdı, konuşma, nutuk, söylev, bir kalabalığa karşı söylenen söz söyleyiş, ikna edici, inandırıcı mahiyette söz söyleme, kuvvet ve hassas durumları ifade eden manzum ve mensur ifadelerdir. nutuk; ıstılahi manası itibariyle de; tarikate yeni girecek olan müritlere, onun rehberi olan mürşitler tarafından tarikatın adab ve erkanını, derecelerini öğreterek irşat etmek maksadıyla söylenen manzum eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dün var olan, manzum ve mensur nutuk nazım türü bugün de varlığını sürdürmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'ın bu türde yazdığı birçok nutuk örnekleri elimizdedir. o, bu eserlerinde, allah'a hakiki manada kulluk edecek veya insanı kamil olacak kişinin, insan olarak doğup, insan olarak yaşaması için mutlaka edeb öğrenmesi' gerektiğini telkin eder. kaygusuz'a ait iki dörlük ile bir nutuk örneği verelim: iy özin insan bilen var edeb öğren edeb edeb erkan bilen var edeb öğren edeb. kaygusuzt abdal uyan ışkı bil ışka boyan şöyle dimişdür diyen var edeb öğren edeb. şathiye türk edebiyatında oluşan şathiyattürü, sonradan bazı şairler tarafından dini ve tasavvufi ölçütlerden uzaklaştırılmış ve bu sebeple de bazı kesimlerde bu türküfriyattan sayılmıştır. halbuki şathiyeler; edebiyatımızda, özellikle dini tasavvufi türk edebiyatında bazı tasavvufi remiz ve rumuzlar ile hakk'a ulaşmanın yolları, dini ve tassavufi konularının daha kolay anlaşılması ve top güzel. abdurrahman güzel lumun belli başlı kesimlerine mesajlar verilmesi hedeflenmiştir. bu cümleden olarak biz de burada edebiyatımızda bir tür olarak gelişen şathiyeninkelime ve ıstılahi manaları üzerinde kısaca durmaya çalışacağız. bilindiği gibi şathiye, kelime manası itibariyle dudaklarda bir tebessüm uyandırmak maksadıyla söylenen manzumelerdir. ıstılahi manada ise şathiyyat; ilahi kitap ve sözlerde, kur'anı kerim ve hadisler'e dayalı geçen veya sufilerce belli makamların sırlarını izah eden, rumuzlarla örtülü kalbi ve hissi ifadelerdir. sufilerin; tanrı'ya yaklaşmaları ve tanrı'yı bütün benliklerinde bulmalarındaki hallerdir. tıpkı hallacı mansur'un; ene'l hakk! veya başkalarının, ben hakk'ın bekası ile baki, o'nun varlığı ile varım. demesi gibi duyuş ve ifadelendirilişlerdir. şathiyatın kökü; şath kelimesinden gelmektedir. ali şir nevayi'nin, nesayimü'lmahabbe adlı eserinde, şeyh razbihan'ın şathiyat şerhinden bahsederken, işaret dili ile sözleri var diyerek şathiyatın kısaca tarifini de vermektedirler. yunus emre'nin çıktım erik dalına anda yedim üzümü şerhini yapan niyazii mısri ise; gerçi görünüşte alay ve istihzaya ve çocuk eğlencelerine benzer, ama batinen allah'ın sevgilileri olan gelinleri, ilahi sırlar ve hakikatlar manası bağlamında bakirelerin yüzlerini namahremlerden örtmek için çekilmiş duvak ve nikap gibidir. ta ki, namahrem gözü görmeye ve eli ermeye, demekle yunus emre'nin bu beyitte ifade etmek istediği mananın; her bir aşık bu yolda pek çok nişanlar vermiş, fakat bu nişanların en mükemmelini ve en güzelini yunus'tan başkası verememiş demektedir. mehmet fuad köprülü, yunus emre hakkında; yunus emre'nin ahlaki ve felsefi manzumeleri yanında pek az şathiyyatı sofiyane şeklinde şiirlerine de rastlanır diyerek, meselenin ilk habercisi olmuştur. çünkü köprülü, yine aynı eserinde mevlana'nın bir farsça şathiye gazelini iktibas ederek, açıklamalarda bulunmaktadır. müslüman olmagun bir şartı budur ki tanrı'yı hazır göre, peygamberden utana, edebsüz olmaya, adetsüz iş işlemeye, özinden uluya küstah olma, özinden kiçiye tekebbür olma, kavlünde dürüst ol, hasud olma, bahillik eyleme, yalan söyleme. yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi kaygusuz, iyi bir müslüman'ın yapması ve yapmaması gereken şeyleri gayet açık ve sade bir dille anlatmaktadır. bu tür anlatım tarzında onun emir kipini kullandığı görülmektedir. nasihat tarzında, dikkati çeken hususlardan biri de kaygusuz'un öğüt vermeye başlamadan önce, gel iy talib, iy gönül, iy can, iy insan, iy hakk'ı isteyen, iy'aklı kamil, iy gafil gibi hitaplarla söze başlamasıdır. bilhassa dilgüşa'da bu hitap kısmı bazen çok uzun sürmektedir: doğrudan doğruya anlatma kaygusuz'un başvurduğu ve çok kullandığı anlatım şekillerinden biri de doğrudan doğruya anlatma, tarif ve izah etme usulüdür. gerek tasavvuf umdeleri, gerek dini meseleler, bilhassa mensur eserlerinde bu üslup içinde anlatılır: pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer, evvela zühal terbiye ider, kan olur; saniyen mirrih terbiye ider, et olur; salisen zühre terbiye ider, kemik olur; rabi'an şems terbiye ider, ruh olur. adem evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür geçer, anı beyan ve ayan idelüm: evvelki oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür; ikinci yigitlikdür ki üç ay yaza müşabihdür; üçünci kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür; dördünci pirlikdür ki üç ay kara kışa müşabihdür bu adem hod cümle yaradılmışun ayinesidür. ademün vücudı bir şehirdür, dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od, su, toprak, yil ve tokuz dürlü cevahirden yapılmışdur. kemik, sinir, tamar, deri bu dört ata canibüdür. ilik, et, kan, yağ, kıl, bu beşi ana canibindendür. abid toprak üzredür, her nesne ki hak'dan gelse sakin olur. amma zahid yil üzredür, her nesne ki hak'dan gelse şad olacağına şad olur, melul olacağına melul olur. aşık od üzredür, cünundur, gözini bakdugı yirden ırmaz, elin işinden gidermez. muhib su üzredür, ma'rifet ile her kancarı kılaguzlasan ol yana varur. cümle bu hikmet, bu kudret dost tecellisidür. abdurrahman güzel tokuz felek bizüm sayvanumuzdur yidi yir yüzi hem seyranumuzdur zira insan suretidür donumuz kamu alem bizüm hayranumuzdur mükaleme ve sual yoluyla anlatma kaygusuz'un eserlerinde zaman zaman karşılıklı konuşmalara da yer verilmekte ve meseleler sorucevap şeklinde anlatılmaktadır. bu üslubun en tipik örneğini dolabname'de görüyoruz: su'al itdüm bugün ben bir dolaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba kararun yok gice gündüz dönersin dökersin dertli gözlerden hunabe elif kaddün bükilmiş çenge dönmiş inildini düzeltmişsin rebaba. dolab eydür eya çeşmüm çeragı işitmeye cevabum aç kulagı benüm budur sorarsın sergüzeştüm ki ben yaylar idüm bir yüce tagı irişmezdi boyuma altmış arşun bilüme dahı on adem kucagı bana sordı ki ne yirden gelürsin nedür nakdun ne satarsın alursın didüm ki gelişüm dünya evinden kaçuban gelmişem dünya divinden.isa peygamber dervişe eyitdi, sen hiç tınma, ben anunla söyleşem didi. derviş eyitdi, neme gerek, sen nice dilersen eyle didi. hele bunlar fir'avnun katma irişdiler. şeytan bakdı, isa peygamberi bildi, amma dervişi divan, menakıbname, ag nüshası. birinci mesnevi, a bilmedi: derviş şeytanı bildi, amma hiç tınmadı. şeytan eydür, isa peygamber içün fir'avna söyle ki bu kişi tanrı vardur dir, eyü halvet bulduk, bunun cezasın virelüm, bir dahı öyle söz söylemesün. fir'avn haber sorup sen mi didün tanrı vardur diyü. isa peygamber eyitdi beli ben didüm, tanrı vardur diyü, fir'avn eydür sen kendü gözünle gördün mi yohsa kıyas ile mi söylersin. delil ve isbat yoluyla anlatma kaygusuz'un sık sık başvurduğu yollardan biri de fikrini ayet, hadis ve kelamı kibarlarla takviye etmektir. bilhassa tasavvufun çıkış noktası olan men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu hadisini çok sık kullanır. budalaname'den aldığımız şu örnekler, kaygusuz'un bu anlatım tarzına tipik misal teşkil ederler: ve bu vücud ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurından bir şem'a vardur. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hak nurından bir şem'a olmaya. kavluhu te'ala: vallahu bikülli şey'in muhit ayeti kerime değül mi? anunçün konşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. küllü men aleyha fan didi kur'anda hakim bu hükümde cümle eşya serbeser yeksan geçer başda anasın anda vatanun aslına yitişe kavuşa canun hubbu'lvatan mine'limandur dut nebi sözini cana candur mustafa sözini dut ki hakdur geldün yine gitmege yarakdur kitabı miğlate, belediye ktp. vatan sevgisi imandandır, ismail muhammed elacluni, keşfu'hafa, halep . tahkiye yoluyla anlatım bilhassa dünyanın yaradılışı ve peygamberlere ait kıssaların anlatılışında kaygusuz, tahkiye üslubuna başvurur: ol zaman ki yog idi bu ka'inat zat içinde nihan idi her sıfat zat içinde bu sıfat mestur idi bu vücud yok idi heman nur idi ne nebi var idi ol dem ne veli dahı söylenmedi idi labeli yir ü gök hazine içinde sır idi ikilik yog idi heman bir idi. adem eydür bu kez bagışla suçum bugdayı ayruk yimeyün iy hakim cebra'il dir hakim oldur kim anun noksanı yokdur ol gani sultanun söz gerekmez dir adem dur git didi tanrı'nun buyrugu budur dut didi niçe ki söyledi hergiz gitmedi cebra'ilün sözini işitmedi türk dilin tanrı buyurdı cebra'il türk dilince söylegil dur git digil türk dilince cebra'il hey durdidi durugel uçmagın terkin ur didi dutdı kolından ilerü yüridi kapuya yakin varınca süridi bu kez adem çok tevazu eyledi bir lahza aman diyüben söyledi çünki aman didi kodı cebra'il ademe teferrüc eyler ol akil bu kez adem yapraga sunar elin ya'ni yapragıla örter her halin gülistan, ank. gnl. ktp. nu. abdurrahman güzel aşık paşa hoca attar ü sa'di bular ki bulmışıdı her muradı her biri bir haber virdi bu yoldan ne kim bilmiş idi bildügi halden veli aceb haber söylemiş attar o kim sırrın günül içinde esrar o attar kim bu mantık'ı o düzmiş karada istemiş deryayı süzmiş dimiş ki kaf tagında bir ulu kuş anı gören özin kıldı feramuş o simurgun mekanı kuhı kaf'da işidildi bu haber her tarafda bu cümle kuşlarun sultan oldur kamu ansuz suretdür can oldur otuz bin kuş anı isdeyi gitdi kalanı yolda kaldı biri yitdi sana dahı ruşenter haber söyleyem halümün ancak binde biri ola. ol vakt kim alemi sabavetden haleti büluga irişdüm bir zerre gam ü gussa yogidi; alemün padişahı idüm. günden güne yigitlik menziline kadem basdum. bu kez yolum bir çöl beyabana irişdi. bakdum ki bu yitmiş ilci milletün halkı güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. ben dahı bu güruhun birine karışdum. bir dervişin gördüğü rüyalar şeklinde tertip edilen kitabı miğlate'deki rüyalar da tahkiye üslubuyla anlatılmaktadır: derviş uykudan benilledi, uyanı geldi. gözin açup bakdı gördi düşidür. subhana'llah didi, yine yatdı, uyudı. bu def'a gördi ki yunus peygamber haylden çıkmış, peygamberler cümle anun katına gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. derviş anları görüp kasd kıldı ki parsa ura. nagah ol demde şeytan çıkageldi. derviş anı görüp eyitdi, ya şeyhu'nnuhus yine mi geldün bunda dir. şeytan, kakıdı, tiz asasın çeküp dervişün üstine yüridi. diğer üslup hususiyetleri kaygusuz'un kullandığı söz varlığı ve başvurduğu anlatım şekilleri yanında tekrir, seci', mecaz, atasözleri ve deyimler gibi dikkati çeken daha başka üslup özellikleri de vardır: bunları da sırayla ele alalım. tekrir tekrir kaygusuz'un en çok başvurduğu unsurlardan biridir. manzum eserlerde, bilhassa mısra başlarında kullanılan tekrarlar onun şiirlerine yüksek bir heyecan katarlar: gahi katrenun içinde deryayı mahv eyler ol gahi güneşi hikmetle zerrede pinhan kılur gah cümle cism içinde binişandur can bigi gah viran gönülleri ol özine vatan kılur bir kula bak kim ta'atın özine put eylemiş bir kulına rahmet eyler küfrini iman kılur kimisi ahmed yolında kesbini kılmış kemal kimisi hayvan veli kim suretin insan kılur zira bu hazine genci kadimdür bu gencün sahibi hayy'ülalimdür hezaran hikmet ü tılsım u perde bu gencün sahibi hayyü'lalimdür bu sırrı faş iden gitdi başından elin öz kanıyla yudı yaşından zihi hazine zihi bab ü miftah zihi perde zihi halvet zihi şah zihi derya zihi mevci dürefşan zihi ilm ü zihi delil ü bürhan zihi hüma ki gölgesi sa'adet zihi mülk ü imaret zihi üstat. dahı bir dürlü nişane görmişem dahı bir özge mekana irmişem bu meydandur ki meleklerden denk ü hayrandur; bu meydandur ki felekler mest ü şeydadur; bu meydandur ki zemin ü asüman cüst ü cudadur; bu meydandur ki hur u gılman setaretdedür; bu meydandur ki yaradılmışın biri içdi akil oldı, birisi içdi aşık oldı, birisi dahı içdi sadık oldı seci mensur eserlerinde veya karışık eserlerinin mensur kısımlarında kullanılan seciler kaygusuz'un üslubunda önemli bir yer tutar; oglanlık yil gibi, yigitlik sel gibi; pirlik üstünleri eskimiş dama benzer, ma'nisüz dava eylemek kirişi üzilmiş yaya benzer. pes imdi iy hakk'a talip olan aşıklar, iy, mustafa kulına tabi olan sadıklar, iy evliya yolına muhib olan müştaklar. harifi men, şerifi men, zarifi men, gönli sana çevir; gönül göziyle bak, gönül kulagıyla dinle; söyleyeni ko, söyledene bak; olma sakın kelle göz, dinle kabul eyle söz. mecaz tasavvuf, bir mecazlar hazinesidir. çok defa kelimelerin manaları bilinen ağır tasavvufi konuları anlatmaya yetmez. bunun için mutasavvıf şairler daima mecaza başvurmuşlardır. onların bu mecazlı kullanışları çok defa yazdıklarının anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına yol açar. bu hususta en ileri giden mutasavvıf şair diyebiliriz ki kaygusuz abdal'dır: onun bilhassa şathiyeleri, mecazlarla doludur. mecazları anlamadan şathiyelere nüfuz etmek mümkün değildir. bu hususu daha açık anlatmak üzere kaygusuz'un tipik şiirlerinden birini ele alalım: edrene şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya gülistan, ank. abdurrahman güzel sordı bana garib misin hiç bu şehri görüp misin yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan beriye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü iy kurban oldugum yigit gör ne direm sözüm işit bu edrene şehrinde sen gezmeyesin serseriye eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esirbendler çok olur düşmeyesin bazariye harçlıgiçün kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel yi iç otur heman varma akma çeriye çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buhariye aldı beni girdi içerü yapdı kapusını girü getürdi şol nimetleri kim bakar aka sarıya karı beni aldatdı çün hükmine eyledi zebun anca dürişdüm dün ü gün sarlanı kaldum deriye şol hadde irişdi belüm külli unıtdum bildügüm başladı şindi iligüm sünük içinde eriye gönlegi kaftan eyledi hükmine ferman eyledi hamama da varurısa beni yanınca süriye dişi kırık yüzi sovuk fitnesi çok kendü çabük ben biçare haberüm yok ugramışam zemheriye ol karıdan kurtulmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya yukarıdaki şiire çok benzeyen iki şiir daha vardır. bunlardan biri evladı tutdı beniyanbolu'da bir karı, diğeri filibe'de yenile bir karı sevdi benidiye başlamaktadır. konuyu tamamlamak için bu şiirlerden de bazı dörtlükleri verelim: kanda bir yigit görse akçala avlar anı utanmaz oglan sever başı ak döşi şarı bir gice fursatıla koynına girdüm nagah göbegünün sovugı unutdurdu mermeri divan. adivan, abdurrahman güzel ben seni donadayın sırmanı üsküf ideyin harçlıgiçün gam yime sen heman tip kuç beni uşda mal altun kumaş sermaye kul karabaş tek kan dime bana şad eyleme düşmanı dir girelümyorgana varalum cam cana sen beni kuç ben sana ögredeyin erkanı yanunı halvet bula yatmaga yarak kıla karnın oda kızdurur zira sovukdur teni beş vakit namaz kılur halk anı salih bilür böyle çabük oldugın kim bilür ol fettanı bir dem beni görmese dudagumı sormasa yigirmi kez dolanur şol yeni bezesteni yukarıdaki şiirler; ilk bakışta bir delikanlıya aşık olan yaşlı ve kötü yola düşmüş bir kadını anlatmaktadır. üstelik kaygusuz, yaşlı kadınla genç arasındaki aşk sahnelerini bugün bile açık sayılacak bir üslupla anlatmaktadır. ancak şiirlerden birinin sonundaki şu dörtlük bizi başka türlü düşünmeye sevk etmektedir: divan, ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı bu dörtlüğe göre kaygusuz'un, yukarıdaki şiirlerde geçen bazı kelimeleri bilinen manada kullanmadığı anlaşılıyor. o halde kaygusuz bu kelimeleri hangi manada kullanmıştır. bazı anahtar kelimeler, bu hususta bize yardımcı olabilir. onun budalaname adlı eserinde biz bu anahtar kelimelerden birinin hangi manada kullanıldığını buluyoruz. budalaname'deki ibare aynen şöyledir: bu vücudun bir dükkandur, sana kiraya virilmişdür. bu izahtan açıkça anlaşılmaktadır ki kaygusuz, şiirlerdeki dükkan kelimesiyle vücudu kastetmektedir. esasen tasavvufa göre ebedi olan ruhtur. vücudise geçicidir. işte bu şiirlerde vücudun geçiciliği, kiraya verilmiş dükkan benzetmesiyle ele alınmaktadır. anahtar kelimelerden bir diğeri karıdır. gerçi dükkanın vücudolduğu anlaşıldıktan sonra karının da dünyaolduğu anlaşılmaktadır. fakat kaygusuz, bir şiirinde bu hususunda açıkça belirtir: bu dünyanun misali mu'azzam şehre benzer veli bizüm ömrümüz bir tiz bazara benzer bu şehrün hayalleri dürlü dürlü halleri aldamış gafilleri cazu ayyara benzer şiirinden anlaşılıyor ki şehre benzeyen dünya, cazu ayyardır: kaygusuz'un yukarıya aldığımız şiirlerindeki karı ile buradaki cazu ayyar aynıdır. esasen bu şiirde de vücudun dükkanolması, ömrün bazarolması benzetmesiyle verilmektedir. dükkan ve karıanahtar kelimelerinin böylece anlaşılmasıyla, şiirde geçen diğer hususlarda çözülmektedir. karının gence verdiği çeşitli nimetler de dünya nimetleridir. nitekim kaygusuz, şiirlerde karıdan yani dünyanın aldatıcı cazibesinden kurtulmanın çarelerini aramaktadır. abdurrahman güzel yukarıda açıkladığımız mecaz anlaşıldıktan sonra bugüne kadar yapılmış yanlış tefsirler, kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. söz gelişi kocatürk, bu şiirleri dil ve ruh bakımından, eski kaygusuz'un eserlerinden tamamiyle ayrı ve çok daha ileri evsaftave laubali bulduğu için ikinci bir kaygusuz abdal olduğunu düşünmüş ve sarayi mahlaslı bu ikinci kaygusuz'un şiirlerinde rumeli'de yaşadığını ve akıncı eri olduğunu gösteren kayıtlarbulmuştur. halbuki kaygusuz'un budalaname'sindeki açıklayıcı cümleden sonra bu şiirlerin ikinci bir kaygusuz'a ait olduğunu düşünmek mümkün değildir. ayrıca: harçlıgçün kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel yi iç otur heman varma akma çeriye dörtlüğündeki akın, çeri kelimelerini de hakiki anlamda düşünüp onun akıncılık yaptığı sonucuna varmak doğru değildir. dörtlükte görüldüğü gibi karı yani dünya konuşmakta ve beni terk etme; akına çeriye gitmedemektedir. o halde burada akına çeriye gitmek, dünya nimetlerini terketmek ve tasavvuf yoluna girmek demektir. kaygusuz'un daha pek çok şiiri böyle mecazlarla doludur. mesela o, vatan kelimesiyle elest meclisini, saray kelimesiyle kainatı, şehir kelimesiyle insan vücudunu kasteder. bu mecazlarla ilgili mukayeseli bir örnek daha verelim: görürem bir ulu şehri mu'azzam ona nisbet degül ne mısr u ne şam yidi yüz yitmiş yididür mahlesi aleme dolmış ol şehrün kavgası üç yüz altmışaltı çarşudur bazar her ne ki vardur cihanda anda var on iki burc u bedeni var tamam dört yüz kırk dört sipahi saklar müdam bu beyitlerde geçen şehir, yedi yüz yetmiş yedi mahalle, üç yüz altmışaltı çarşı, on iki burç ve dört yüz kırk dört sipahi acaba hakiki manasıyla mı kullanılmıştır? kaygusuz'un vücudname ve dilgüşa'sını incelediğimiz zaman yukarıdaki kelimelerin de mecazi anlamda kullanıldığını anlarız. dilgüşa'da şöyle diyor: ademün vücudı bir şehrdür, her ne kim cümle alemde kocatürk, vasfi mahir, türkedebiyatıtarihi. var ise ol şehrde vardur. ol şehrün on iki kapusı vardur. ademün vücudı üç yüz altmışaltı damardur yidi yüz yitmiş yidi sinirdür dört yüz kırk dört pare sünükdür. atasözleri ve deyimler kaygusuz'un eserlerinde üslup bakımından göze çarpan hususiyetlerden biri de atasözleri ve deyimlerin bol bol kullanılmasıdır. böylece kaygusuz, halk diliyle konuşmakta, eserlerini halkın rahatça anlayabileceği bir şekilde söylemiş olmaktadır. bilhassa nasihat yoluyla anlatma sırasında kaygusuz'un atasözlerine sık sık başvurduğu görülmektedir: ana kim yitmedün elün sunmagıl sınacak budaga zinhar konmagıl bitmeyecek yere tohum ekmegil boynunı sun yola başun çekmegilyorganun kadar uzatgıl ayagun söz işit sagır degülse kulagun yoluna bak ayagun daşdan sakın sırrunı sevdügün kardaşdan sakın su görmeden etegün çemrenürsin meger sen bülbüli leglek sanursın bu ne dimekdür ne bilsün her naşi aslını bilene sorun her işi evde giçen sırrı ne bilsün çoban sultanun yirin tutamaz pasban ata arpa sıgıra saman gerek hayvanun budur ademe nan gerek eşegün boynına dakma incüyi insanun insan gerekdür her huyı keçe dikmek atlasa usul degül balı neft kabına koymak yol degül dilgüşa, abdurrahman güzel aşina olmaya koyun kurd ile nitekim türkman barışmaz kürd ile devenün nesine gerekdür hamam her işün özge hali var iy adem akilün işin ne bilsün divane sirkeyi sirkefüruşdan sor yine feragatdur gülbeşekerden eşek bala katran tut yaya sıgmaz nemek taş atana çömlegi dutma siper anlaya halin ki anun aklı var. atasözleri yanında deyimler de kaygusuz'un üslubunun önemli unsurlarından biridir: iy gafil uyan ki sen uyursın kanı sen yine kan ile yursın. ne baluk var ne su var tor salarsın balı tutmadın barmagun yalarsın. şöyle meşguldür bular kim işine elleri degmez ki başun kaşına. tuz ekmek hakkını sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa. adem oldur bu haberi anlaya tevhidi can kulagıyla dinleye kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. boş tulumdan her ne agzuna gelürse fır fır söylersin. halk söyleyişleri kaygusuz, eserlerinde çoğunlukla halk gibi konuşmakta; sokakta, çarşıda, pazarda yaşayan insan gibi hitap etmektedir. bunun için atasözlerini ve deyimleri bol bol kullandığı gibi zaman zaman ünleme ve seslenme edatlarına başvurmakta, zaman zaman küçültme eklerini kullanmakta, bazan halk arasında kullanılan şahıs isimlerini saymaktadır. onun üslubundaki samimiyeti yaratan en önemli unsurlardan biri olan bu söyleyiş tarzına ait bazı örnekler veriyoruz: aşık oldum zangadak ırlayuban fingedek yarum ögütler beni yanramagıl bangadak yarun severse seni sen dahı sevgil anı lutfıla söyle yare söylemegil vangadak yarıla otururken agyar gelse katuna kendüzüni agır dut durugelme dangadak gördüm yarum oturur çin ü hıtay elinde yarum anda ben bunda tapu kıldum zengedek yarum urum elinde benem şiraz şehrinde arkıncacık söylerem şiveyile cingedek sarayname, budalaname, taş basması, abdurrahman güzel yare işaret eyledüm remizile söyledüm bir taşçagız atmışam sapanıla fingedek ışkunıla faş oldum yolunda tıraş oldum melamet dümbecegin kakıvirdüm dümbedek lutf u ihsan eylegil yare eyi söylegil ışkunun denizine ben de düşdüm cumbadak ben yarun mahallesin yöreneydüm dembedem agyar görüp ürmese köpek gibi fengedek kaygusuz abdal'ı gör ışkıla oldugiçün aklı deryadur anun kendüzi nihekkidek. çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buharıya manastır'da bir başacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm. didüm gülüm sevdüm seni aşıkam esirge beni dahı beter naz eyledi vay hakkumdan geldi benüm divan. kaygusuz abdal'um didüm bir lutf eyle gülüm didüm tapuna kul olam didüm bu sözime güldi benüm. mahluk ne çare idebilür. eger anlarun biri emmün oglından su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz u melal ile dola. direm ki molla sevündük oglı acı doyuran aganun ulu babası hızır'dan böyle işitmişidi. kabul iderse hoş, etmezse emmün oğulları hod kabul ider didi. eger bu kıssadan sen dahı su'al idersen emmün oglı eydür ki bilen bilür ne söyleyem. bilmeyen bilmez, hod yine ne söyleyem. bilen bilür bilüri bilmeyen ne bilür bilüri sen seni bilmez isen bulagör bir bilüri. budalaname, taş basması, burada nasrettin hoca'nın meşhur camide vaz vermesi fıkrasına telmih vardır ki çok dikkat çekicidir. budalaname yunus emre'nin ilim ilim bilmekdür, ilim kendün bimekdür, sen kendini bilzsen, bu nasıl ilim bilmekdürün de buna uygun olduğunu söyleyebiliriz. beşinci bölüm kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği beşinci bölüm kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı kaygusuz abdal, türkçe'yi din dili olarak kabul eden şahsiyetlerin ba şında gelmektedir. aynı tezi. yüzyıl sufilerinden ismail hakkı bursevi'nin de benimsediğini görüyoruz. ayrıca. yüzyılda feraizcizade mehmed şakir efendi, yılında telif ettiği persenkaçıklaması adlı eseriyle kaynak dilinin türkçe olduğu tezinin ilk kaynağının da kaygusuz olduğu görülmektedir. ahmed hamdi tanpınar da türkçebilmeyencennet'egiremez konusu üzerinde, yaşadığımgibi adlı eserinde iki rum'dan bir anekdotu anlatır. demek oluyor ki türk kültür tarihi, türk edebiyatı ve özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahalarında çalışan veya gönül veren devlet adamları ve sanatkarların eserlerinde; türkçe gramer hakimiyeti ve muhteva özel ismail hakkı bursevi, hadisierbaintercümesi, istanbul. feraizcizade mehmed şakir, persenk ve persenk açıklaması, hazırlayan ve inceleyen mustafa koç, kale yay. istanbul. ahmet hamdi tanpınar, yaşadığımgibi, dergah yay. türkçeyi koruyan devlet adamlarından birkaç örnek: bilindiği gibi türkçe; göktürk kitabeleri'nden günümüze değin, bütün devlet yetkilileri tarafından resmi dilbilim dili kabul edilmiştir. bu sebeple türkçenin bir bilim dili olmasını; bilim adamları, sanatçılar, şairler, ozanlar, mutasavvıflar eserleri ile yaşatmışlardır. bu cümleden olarak da tarihin akışı içinde pek çok devlet yetkililerinin türkçeyi bizzat korudukları, türkçe eserler yazdıkları, kendilerine türkçe eserler ithaf edildikleri, türkçe eserler yazmaları için pek çok bilim adamı ve şairleri ödüllendirdikleri ve yabancı dillerden türkçeye tercüme ler yaptırdıkları da bilinmektedir. türkçenin ilk yazılı metinleri; yenisey kitabeleri ve orhun abideleri'dir. bu türkçe metinler; bir yandan hakan ve vezirler adına taşlara işlenerek yazılırken, diğer yandan bu metinlerin kağan ve başka devlet ileri gelenleri tarafından yazılmış olması veya yine bu tür eserlerin devlet yetkililerine ithaf edilmesi, türkçenin gramer, dil, üslup, anlatım özellikeleri. bakımından çok güçlü bir bilim dili oluşunu, hem de tarihen bir devlet dili olarak asırladır yaşadığını ortaya koymaktadır. bu cümleden olarak göktürkler'den türkiye cumhuriyeti'ne yani günümüze kadar geçen dönem içindeki türkçeye böylesine hizmet likleri ile türkçecilik şuuru, insan vücudundaki etle kemik gibi bir bütün'ü meydana getirmektedir. bunları birbirinden ayrı düşünmek nasıl mümkün değilse, bir şahsiyetle üslubunu da birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. çünkü sanatçının üslubunu besleyen alt yapı unsurları, kullandığı dil'in sistematiğine ve sanatçının dehasına göre biçimlenip belli tarzda ifadesini bulur. bu sebeple bir şahsiyeti doğru değerlendirebilmek için önce onun dilini iyi incelemek ve ayrıntıları görüp anlamak gerekir. bilindiği gibi, türkçe ile her konunun rahatlıkla yazılışı, anlatılışı itibariyle onun dünya dilleri arasındaki belirgin yeri bir kere daha ortaya çıkıyordu. biz burada türkçe dil şuuruna sahip binlerce mutasavvıfdan sadece kaygusuz'un bu konudaki sözlerini örnekelemeye çalışacağız. mutasavvıf şairlerimizden kaygusuz, türkçeyi sehli mümteni şeklinde halkın kolayca analayabileceği bir şekilde kullanmıştır. bu mutasavvıf şair eserlerinde; birlik ve beraberliği, ahlak felsefesini, iki günü birbirine eşit olmayacak şekilde çalışmayı, üretkenliği, sevgiyi, sevecen olmayı, allahvatanbayrak sevgisini, hoşgörüyü vb temaları türkçe işlemiştir. yine bu mutasavvıf şair, gülistan ve dilgüşa'sında, en zor ve yaklaşılması bile düşünülemeyen konulardan biri olan; tanrı'nın, cebrail'in ve adem'in türkçe konuşması temasını işlemiştir kaygusuz; türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde cennet dili eden o kadar çok devlet adamlarımız vardır ki, burada onlardan birkaçının isimlerini vermeye çalışalım: istemi kağan, bumin kağan, kutluğ kağan, aprınçor tigin, kül tarkan, karamanoğlu şemseddin mehmed bey, germiyan beylerinden süleyman şah, onun oğlu yakub bey, ladikli beylerinden inanç bey, oğlu murad arslan, menteşe beylerinden ilyas bey, aydınoğlu mehmed , bahauddin umur bey, fahruddin isa bey, candaroğlu beyliğinden kemaleddin ismail bey, mısır hükümdarı sultan bakuk, orhan bey, germiyan beylerinden yakub bey, kadı burhaneddin, fatih sultan mehmed. abdülhamid, mustafa kemal atatürk, süleyman demirel türkçe konusundaki hassasiyetleribirliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmaktadır. sonuç olarak ifade edebiliriz ki başlangıçdan bu yana türk devlet yetkililerinin tamamı; ister türkçe eserler vererek, ister türkçeeye tercümeler yaptırarak, ister türkçeyi resmi bilim dili haline getirip onu zenginleştirmişlerdir, böylece türk devlet adamları, türkçeyi karmaşalıklardan kurtarıp, onu anlaşılır bir dil haline getirmeyi başarmışlardır. görülüyor ki dünden bu güne türkçeyi yaşatan bu abide şahsiyetler türkçe düşünmüşler, türkçe konuşmuşlardır. şüphe yok ki türkçe her zaman ve her yerde ebediyete kadar böyle devam edecektir. çünkü aradan on dört asırlık bir zaman diliminin geçmesine rağmen, göktürk'lerden, karamanoğlu mehmet bey'lerden, sultan murad han'lardan, mustafa kemal atatürk'e kadar herkesin türkçe konusundaki hassasiyetleri, birliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmışlardır. abdurrahman güzel olarak konuşturan bir şair olmuştur. o; eserlerinde dinitasavvufi duygu ve düşüncelerini kur'anı kerim hükümlerine göre türk dilinin de fonetik, morfolojik bütün kurallarına uygun olarak mükemmel bir şekilde işleyen büyük bir şairdir. hatta o her eserinde türkçenin üstünlüğünü çeşitli vesilelerle dile getirir. ben türkiceden başka dil bilmezem. derken, türk dilinin de sonradan ortaya çıkmış bir dil olmadığını ve başlangının adem'e dayandığını vurgular. kaygusuz'a göre türkçe; hz adem'den bu güne kadar varlığını sürdürmekte ve gülistan adlı eserinde türkçenin kaynağını hz adem'e kadar götürmekte ve adem ile havva'nın cennet'teki hayatlarını kısaca ele almaktadır. burada, bilinen suç sebebiyle adem'in cennet'ten çıkması emredilmekte ise de adem'in belki affedilirim. ümidiyle bir müddet daha cennet'te kalmayı düşünmesi karşısında cenabı hakk, cebrail'e; ya cibril, git! adem'e söyle. cennet'ten hemen çıksın! emrini cibril, harfiyen yerine getirir. fakat adem cennet'te kalma arzusunda ve suçunun affı konusunda ısrarlı gibi görünür. o zaman cenabı hakk cebrail'e üçüncüsünde tekrar buyurur: ya cibril! git, adem'e türki dilince söyle, durmasın, cennet'i en kısa zamanda hemen terk etsin. buyurmaktadır. işte kaygusuz, gülistan adlı eserinde bu durum türkçe olarak şöyle ifade ediyor: hakkbuyurdıcebrail'evardidi adem'icennetiçindensürdidi geldicebrail, adem'esöyledi hakkbuyrugunayaneyledi cebraildidi:çıkgiluçmag'danadem tanrı'nınbuyrugıbudurişbudem nicekisöylediademgitmedi cebrail'ünsöziniişitmedi türk dilin tanrı buyurdı cebrail türk dilince söylegil durgit digil türk dili'ncecebrailheydur! didi durugel uçmag'unterkinurdidi güzel. şeklinde tanrıdili, gönüldili, cennet dili' olarak anlatılmaktadır. işte bu buyruktan sonra adem cennet'ten çıkar. kaygusuz, bu eseriyle adem'in de türkçe bildiğini ve türkçe ile anlaştıklarını özellikle ifade etmek ister. yani kaygusuz abdal, ilk insan adem'in de türkçe'yi bildiğini, kendisine cennet'te bu dille hitap edildiğini, bu dili anladığını ve bu sebeple de cennet'ten çıktığını vurgulamaktadır. ayrıca kaygusuz abdal, dilgüşa adlı eserinde de türkçe şuurunu eserlerinde ve gönlünde yaşattığını ifade etmektedir: eyderviş, midanimidanidirdurursın senhiçtürkicebilmezmisin? beytiyle ifade etmektedir. yine aynı şairimiz bu eserinin devamında: bizdillerdentürkdilinbilürüz: gündogıcakirteoldıdirüz, tolınıcakgiceoldıdirüz. suyungeldügindenyanayukarudirüz, gitdügindenyanaaşagadirüz. türkdilincehemanbukadarbilürüz. demekle dillerden yalnız türkçeyi bildiklerini açıkça ifade ediyorlar. bu dönemde, türkçenin mutasavvıf türk şairleri tarafından bu kadar ustaca kullanılmasının yanında dünyada başka milletlerin şairlerinde kendi dilleri için bu derece duyarlılık görülmemiştir. şeklindeki son ifadesiyle türkçenin her zaman ve her yerde sürecek olan önemini, devamlılığını ve bilim dili oluşunu vurgulamaktadır. demek oluyor ki türkçenin bu ve buna benzer pek çok özellikleri dünyanın hiçbir kültüründe, edebiyatında ve şairinde bu kadar samimi bir şekilde ele alınamamıştır. zira şair, yaradanı ile böylesine iç içe türkçe konuşabilmektedir. ayrıca kaygusuz; allah'ın alim sıfatı ile bütün dilleri bildiğini, insanoğlunun allah'a her zaman şah damarından daha da yakın olduğunu bu vesileyle de olsa anlatırken türklerin; islam dini ve tek tanrı inancının sonradan değil, ta ezelden beri ilk insan adem'in yaratılışından bu yana kabul etmiş olduğunu da açıkca bilen ve vurgulayan bir şairdir. abdurrahman güzel kaygusuz abdal, atasözlerinin yanında deyimleri de mükemmel bir şekilde eserlerinde türkçe olarak kullanmaktadır: iy gafil ki sen uyursun kanı sen yine kan ile yursın ne baluk var ne su var tor salarsun balı tutmadın barbagun yalarsun tuzetmek hakkını sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa şöyle meşguldur bular kim işine elleri değmez ki başun kaşına kaya kuşu gibi ömrüni laklak ile geçirme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. boş tulumdan her ne agzuna gelirse fırfır söylersin. gibi söyleyişler buna örnek verilebilir. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz'a göre türkçe; tanrı dili, türkçe cennet dili, türkçe gönül dilidir. o, bu konuyu hem gülistan'ında, hem de dilgüşa'sında açık bir şekilde ifade eder. hatta öyle ki o, tanrı'yı, cebrail'i, adem'i türkçe konuşturur ve türkçenin kökenini, hz adem'e kadar götürür. bu husus, Xıv. asırdan itibaren pek çok yazar ve şaire de türkçe bilmeyen cennet'e giremez şeklinde ifadesini bulur. yine bu hususta müstakil eserler de yazıldı. ancak biz konumuz itibariyle burada yalnız kaygusuz'un türkçe hakkındaki görüşlerini kendi cümlelerin den vermeye çalıştık. güzel. kaygusuz abdal'ın hamseciliği bilindiği gibi hamse teriminin bize ilk ve standart örnekleri iran edebiyatından geçmiştir. iran edebiyatında hamse geleneğini başlatan Xıı. yüzyılda yaşamış büyük mesnevi şairi genceli nizami'dir. nizami, hamsesini penc genc adıyla adlandırmıştır. bu adlandırma, sanskrit dilinde yazılmış ve beş kitapta toplanmış hint masallarının aldığı ad olan pantscha tantra isminin ilhamına veya etkisine bağlanır. eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla iyi bir müslüman olduğundan şüphe edilmeyen nizami'nin, islam'da ve kültür hayatımızda müstesna bir yeri olan ve kutsal sayılan beş sayısından ilham alarak da eserine pencgenc adını vermiş olabileceği düşünülebilir. pencgenc tabirinin ilham kaynağı ister hind'e, ister islam'a ister hurafelere dayansın, kültür hayatımızda beş sayısının yadsınamaz bir yeri olduğu muhakkaktır. binaenaleyh nizami'nin mecmuasına beş hazine adını vermesi bunlardan birini nazarı itibara almasından kaynaklanabileceği gibi, tesadüfi de olabilir. ilk hamseyi yazdığı üzerinde fikir birliği olan, fakat beş mesnevisine hamse adını bizzat kendisinin koyup koymadığı konusunda tartışmalar bulunan nizami'nin ilk büyük hamse üstadı olarak benimsenip daha sonra gelen iran ve türk şairlerince örnek alındığı açıkça görülmektedir. ilk hamse üstadı olarak kabul edilen nizami'ye, ayrıca diğer iran şairlerinin mesnevilerine türk şairleri bu geleneğe uyarak cevap vermişler, nazire yazmışlar veya bu eserleri tercüme etmişlerdir. bize gelince ise hamse yazma sanatı ve geleneği, sultan yıldırım bayezid devrinden yani Xıv. asırdan itibaren iranlılardan türklere intikal etti. her sanat dalında olduğu gibi hamsecilikte de edebiyatımız bir tercüme ve taklit devri geçirmiştir. fakat zamanla türk hamseciliği kendi benliğini bulmuş ve iran tarzından çok uzaklaşarak bambaşka bir tarzda gelişmiştir. türk hamseciliğinin hususiyeti küçük hikayecilik ve nesir unsurlarını da bu edebi sanatta kullanmasıdır. bu şekilde türk hamseciliği iran tesirinden tamamen kur nizami'nin hamse'sindeki mesnevilere yazılan nazire, cevap ya da tercümeler konusunda bak: nazir akalın, nizamiyi gencevi'nin hayatı, edebi şahsiyeti ve eserleri, bilig dergisi, güz,; saime inal savi, farsedebiyatındahamseler,; gülgün erişen, bursalırahmi'ningülisadberg'i, aü, dtcf türkoloji dergisi, X,; hakkı aksoyak, mahzenü'lesrargeleneğinebağlımesnevilerdeortakhikayeler, bilig dergisi, güz,; asgar dilperipur, türk edebiyatındanizami'nintakipçilerivehamse'sinenazireyazanlar, çev. fatih köksal, türklük bilimi araştırmaları, sy. agah sırrı levend, ali şir nevai, hamse, ankara,; tunca kortantamer, nevizade atayi ve hamse'si, izmir. hüseyin ayan, agm. abdurrahman güzel tulmuş bulunmaktadır. nergisi mehmed efendi mensur tarzıyla, nevizade atayi ve kaygusuz abdal ise küçükbüyük hikayeleri hamse çerçevesi içinde işlemesi ile bunun en güzel örneklerini göstermişlerdir. hamse kavramı, istisnai örnekleri de gözönünde bulundurularak, bir müellifin beş kitabını içine alan eserler topluluğudur şeklinde de tarif edilebilir. hamse yazarlarına hamsenüvis veya sahibi hamse denilmektedir. hamse yazan bazı şairler beş mesnevi ile yetinmemişlerdir. bizim edebiyatımızda buna en güzel örnek lamii çelebi'dir. lamii'nin mesnevilerinin sayısı ondan fazladır. yazdığı mesnevi sayısı beşten fazla olan müelliflere de sahibi sitte, sahibi seba gibi adlar verilmektedir. lakin edebi an'ane, hamse sahibi veya sahibi hamse demeyi uygun görmüştür. beş mesneviden fazla yazanların başında nizami gelir. beşten fazla mesnevi yazma konusunda nizami'yi iran edebiyatında hacuyı kirmani, nizamüddin mahmud daii şirazi ve abdurrahman cami takip ederler. anadolu sahasında kaygusuz abdal'ın, özellikle de dinitasavvufi türk edebiyatı alanında ilk hamseci şair olduğunu belirlememiz gerekir. bu cümleden olarak bu güne kadar bilinmeyen veya üzerinde durulmayan bu bilim dalının önde gelen şairlerinden kaygusuz da hem manzum hem de manzummensur karışımı küçükten büyüğe sekiz müstakil mesnevi yazmak suretiyle edebiyatımızda ayrı bir yere oturmuştur. fakat bu güne kadar onu tanıyamamışızdır. şimdi geç de olsa onun hakkını verebilmemiz için eserlerini aşağıya bir liste halinde vermeye çalışalım. şöyle ki: dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk hamseci şairi kaygsuz abdal gülistanbeyit birinci mesnevibeyit ikinci mesnevibeyit üçüncü mesnevibeyit saraynamebeyit dilgüşabeyit gevhernamebeyit minbernamebeyit toplambeyit nail tuman, istanbulkütüphaneleritürkçehamselerkataloğu, ; güzel abdurrahman, kaygusuzabdaldivanı, ankara, hüseyin ayan, agm. bu durumda kaygusuz'a hamse sahibi şair demek yanlış olmaz. hatta türk edebiyatı tarihinde ali şir nevai'den de önce olması sebebiyle kaygusuz'u türk edebiyatında ilk hamseci şair olarak tanımlamamız da ona geciken bir hakkı vermiş olmamızı sağlamış olur. şimdi de nizami, kaygusuz ve ali şir nevai'nin dönemlerini ve hamselerini bir tablo halinde karşılaştırmalı olarak vermeye çalışalım: adı yaşadığı dönem eserleri nizamii gencevi yılları arasında azerbaycan'da yaşamıştır. azerbaycan'ın gence şehrinda yaşamış ve divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair olmuştur. hamse'leri; mahzenü'lesrar, hüsrev ü şirin, leyla vü mecnun, heft peyker, iskendername'dir. kaygusuz abdal yılları arasında andolu sahasında dinitasavvufi türk edebiyatı alanında, ilk hamseci şair olmuştur. alaiye sancak beyi, hüsameddin mahmud bey'in oğludur. o, Xıv. yüzyılın sonu ile Xv. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. hamseleri; gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevi, üçüncü mesnevi, gevhername, minbername, sarayname, dilgüşa'dan oluşmaktadır. kaygusuz, sekiz adet müstakil mesnevisi bulunan mutasavvıf bir şairdir. bunların toplam beyit sayısı da sekiz binin üzerindedir nizamüddin ali şir nevai herat'da doğdu ve mezarı da herat'da bulunmaktadır. ali şir nevai, türk edebiyatı'nda ilk hamseci şair olarak bilinir ve günümüzde dahilolmaküzere bütün türk edebiyatı kitaplarımızda ve araştırmalarında böyle kabullenilmektedir. hamseleri'ni çağatay türkçesi ile yazmıştır. hamse'leri ise: hayretü'lebrar, ferhat ü şirin, leyla vü mecnun, sab'ai seyyar, seddi iskenderi'dir. yukarıda da belirttiğimiz gibi, ilk hamseci şair Xıı. asırda yaşayan nizami'dir ve eserlerini farsça yazmıştır. biz de ise hamse geleneği Xvı asırda başlamıştır. bu da önceleri iran edebiyatından yapılan tercümeler neticesinde önce taklit seviyesinde, sonra da Xvı. asırda kendimize has bir hamse geleneği başlamış ve devam etmiştir. abdurrahman güzel kaygusuz abdal ise, Xıv. asrın sonu ile Xv. asrın ilk yarısında yaşamış, eserlerini türkçe yazmıştır. o, eserlerini küçükbüyük hikayeleri ile toplumun geleneksel, bilimsel ve kültürel değerlerini didaktik ve lirik bir şekilde hamse çerçevesi içinde; dini, tasavvufi, tarihi, sosyal, sağlık, metafizik, alegorik konular halinde işlemiştir. ali şir nevai ise, Xv. asrın ikinci yarısında yaşamış, döneminin hem büyük şairi, hem de büyük bir devlet adamı hüseyin baykara'nın yardımcısı olarak görev yapmıştır. eserleri ve tesirleri günümüze kadar gelmiş ve de devam edecektir. yukarıda üç örnekte gördüğümüz gibi, anadolu yakasında özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahasında ilk hamseci şair kaygusuz abdal görülmektedir. çünkü onun; altısı müstakil mesnevi, ikisi manzummensur karışık mesnevi, toplam sekizbinbeyit civarındadır. bunlara divan içinde yer alan; dolabname, tercii bend, terkibibend, müstezad, salatname, kitabı miglate ve diğer münferit şiirleri dahil edilmemiştir. kaygusuz abdal ve ali şirnevai'yi yaşadıkları zaman dilimi açısından karşılaştırdığımız zaman görürüz ki nevai, kaygusuz'un ölümünden birkaç yıl evvel doğmuştur. zaman itibariyle de kaygusuz'un önce yaşadığı görülmektedir. bu sebeple onun ilkhamseci şair olduğunu söyleyebiliriz. böylece bir noktada ona olan borcumuzu ödemiş olabiliriz. genel sonuç ve değerlendirme alayesancakbeğihüsamneddinmahmudbeğ'in oğlu alaaddin gaybi , Xıv. yüzyılın birinci yarısında doğmuş, Xv. yüzyılın birinci yarısında da vefat etmiştir. alaaddin gaybi menakıbname'sinde;. ehli tarik içindemaruf vemeşhurdilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan, alaiyesancağıbeği'ninoğluveadınadagaybiderlerdi' ifadesi yer almakta ve dilgüşa'sında da; gayetakil, arif, amil, kamilvetüvaneidi. onsekizyaşındaonunile kimse mukabele durub bahs idemezdi. zirao,çokkitablarokımışdı, ulumu bi'ttamambilürdivehemziyadepehlevanidi, zri bazuya malik, atüzerinde, silahşorlukda, okatmakda, kılıççalmada, gürzsalmakdavesünüoynatmakdahünermendidi. bunungibi işlerdenaziriyogidi. ve her daim kendi kullarıylaçevreetrafındaolandağlarışikariderdi. bebürvepelengvekaplan vegözihernegörsekurtulmazdı' vasıflarıyla tanıtılmaktadır. kaygusuz; çocukluğunda alaiye sancağı sarayı'nda zamanın bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılıkvb. maharetleri de öğrenmiş vetambirbeğoğlu,şehzade gibi yetişmiştir. kaygusuz, yaşında bir av esnasında attığı ok ile yaralanan avının arkasından at sürerek abdalmusadergahına ulaşır. o'nun bu ulaşım esnasında abdal musa'ya intisabı bu karşılaşma ile başlar ve burada da aldığı manevi eğitim ile anadolu sahasının en güçlü mutasavvıfşairivenasiri olur. kaygusuz, bu dönemden sonra, hem irşad görevini yapar, hem de eserler vermeye başlar. bu sahadacivarında, manzum, mensur ve manzummensur karışık eser telif eder. o'nun bu eserleri, kur'anıkerim, hadisler çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü yansıtır. o'nun her bir eseri insan merkezli' olarak, hem dünyada, hem de uhrevi hayatta mutlu ve bahtiyar olmalarını sağlamaya hizmet vermeyi hedefler. o, ayrıca kendidevletive milletinin, bilim, sanatveteknolojialanında daima üstün olmasını kendisine şiar edinir. o, milletinin hep ileriye, daima ileriye ve üstün olmalarını ideal haline getirmek ister. bilindiği gibi, böylesine mükemmeliyet sahibi olan kaygusuz hakkında yıldan beri fazla bir bilgiye sahip olmayışımız cidden bizler için düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden bu yana kaygusuz abdal üzerinde yurtiçiveyurtdışıkütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, günümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle ileri seviyede yazılmış bilimsel çalışmalardır. biz de bu doğrultuda, o'nun eserlerinden abdurrahman güzel oluşan XvXıX. yüzyıllar arasındaki yazmalardan elde ettiğimiz metinleri, kaygusuzabdalkülliyatı' adı altında; dokuzbölüm, kaynaklar, eserlerinin tammetni, menakıbname ile şeyhiabdalmusa velayetnamemetinleri ve sözlükhalinde bütünleştirip neşretmeyi hedefledik. birinci bölümde kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı ele alınmıştır. menakıbname'ye göre kaygusuz'un; alaiye sancakbeğihüsameddinbeğin şehzade oğlu ve asıl adının gaybibeğ olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. o, sarayda iyi bir tahsil görmüş, zamanının mad di ve manevi ilimlerini öğrenmiştir. bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen abdal musa'nın peşine at sürmüş ve sonunda abdalmusadergahı'na ulaşarak o'na mürit olmuştur. gaybibeğ, babası hüsameddinbeğ tarafından belirli bir zaman sonra abdal musa'ya teslim edilir. şeyhi de ona kaygusuz adını verir. kaygusuz burada şeyhine kırkyıl hizmetten sonra icazet alır ve kırkdervişi ile birlikte mısır üzerinden hacc'a gider. mısır'da bulunduğu sıralarda, mısır sultanının huzuruna kabul olunur, ona bazı keramet ler gösterir ve mısır sultanı da o'nun için nilkenarında bir kasr inşa ettirir. bu kasrü'l ayn adlı dergahta bir müddet ikamet eden kaygusuz, oradan hacc'a gider mekke ve me dine'deki mübarek yerleri ziyaretinden sonra suriye ve ırak üzerinden nusaybin yoluyla anadolu'ya şeyhi abdal musa'ya ulaşır. tarihihayatı da menakıbname'deki bu hayat çizgisine paralel olarak uyduğu, ancak bazı menkıbevi unsurlarla süslendiği görülür. kendi eserlerinden de çıkardığımız bazı ipuçları neticesinde kaygusuz'un asıl adının alaaddin gaybi, doğum tarihinin de miladi 'den geriye gidemeyeceğini ortaya koymaya çalıştık. o, alaiye beylerinden hüsameddin mahmud beğ'in oğludur. bu beylerin karamanoğulları'ndan inmesi hatta bir taraftan da anadolu selçukluları'na dayandığı rivayeti, kaygusuz abdal'ınçok asil bir sülaleye mensup olduğunu göstermektedir. menakıbname'de, kaygusuz'un yetişmesiyle ilgili olarak verilen bilgiler, onun eserleriyle teyit edilmektedir. elimizden geçen civarındaki yazma eserin yüzlerce varakları arasında; kaygusuz; zamanının bütün ilimlerine, anatomi, astronomi, sağlık, fen, genelkültür, tarih, edebiyat, din ve tasavvuf bilgi ve terminolojilerine vakıf olduğu, arapça, farsça, çağatayca gibi diller ibildiğini görmekteyiz. menkıbevi unsurları bir yana bırakacak olursak o'nun abdal musa'ya intisabı nın kesin olduğu muhakkaktır. çünkü kaygusuz'un abdal musa'ya intisabı; hem menakıbname'de, hem abdal musavelayetname'sinde hem de kaygusuz'un kendi eserlerindeki kayıtlarda yer almaktadır. kaygusuz'un uzun yıllar abdal musa dergahı'nda yetiştiğini kabul ede biliriz. buradaki kırkyıl hizmeti, bir gelene ğin neticesidir. sonra mısır'a gidiş tarihi, miladi yıllarında olsa gerekir. kaygusuz'un anadolu'ya döndükten sonraki hayatını ancak bazı şiirlerindeki kayıtlarından anlıyoruz. onun şiirlerinde geçen rumeli'ye ait yer adları ve muradhan, ibnifenari, ishakbey, mollafenari'nin isimleri tarihi bilgileri vermektedir. bazı şiirler her ne kadar mecazi manalar ifade ediyorsa da kaygusuz'un rumeli'de bulunmuş olduğunu gösterdiği muhakkaktır. kaygusu'un yılında vefat ettiği ve mezarının da elmalı antalya tekke köyü'nde şeyhi abdal musa'nın yanında olduğunu belirlemeğe çalıştık. ikinci bölümde kaygusuz'un eserlerinin tavsifi ve özetleridir. o'nun manzum eserlerinden; divan, gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevive üçüncümesnevi, gevhername, minbername ve dolabname; mensur eserlerinden budalaname, kitabımiglate, vücudname, risalei kaygusuz abdal ve manzum mensur birleşimi sarayname ve dilgüşa'nın nüsha tavsifleri ve her bir eserin özetini verdik. üçüncü bölümde kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerinden tevhid, ilahi, esmaihüsna, dolabname, gevhername, vücudname, nasihatname, salatname, minbername, nevruzname, nutuk, devriye veşathiye'yi örneklemelerle verdik. dördüncü bölümde, dil üslup özellikleri ve anlatım şekilleridir. o'nun bu eserlerindeki; gramer şekilleri, söz varlığı, bugüne göre arkaik kelimeler, anlatım şekilleri ve diğer üslup özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. gördük ki, kaygusuz'un üslubu çok hareketli ve çeşitlidir. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme,öğütverme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözleri vedeyimler, halk söyleyişleri; onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. tekrir ve seciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer alır. ayrıca o'nun eserlerinde dini ve tasavvufi unsurları da örneklemelerle inceledik. kelimenin tam manasıyla o, bir vecdşairi ve bir dini tasavvufi türk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd ve heyecan bakımından son derece başarılı şiirler vermiştir. yunus'un da ilk muakkiplerinden olan kaygusuz, san'atı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eserlerinin kesafet ve cesameti itibariyle onun üstündedir diyebiliriz. çünkü yirmi bin beyte yaklaşan şiiriyle ve yirmiye yakın eseriyle abdurrahman güzel ondan bize büyük bir miras kalmıştır. ancak kaygusuz, eserlerinin bu cesameti içinde kaybolmaz. ufak tefek bazı kısımlar hariç onun manzum ve mensur eserleri her zaman üstün bir seviye gösterir. beşinci bölümde; kaygusuz'un türkçeye bakışı ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçeve hamseciliği üzerinde durduk. çünkü o; türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması ayrı bir özelliğidir. kaygusuz, türkislamtarihinde ilk defa; cenabıhakk'ı, cebrail'i ve adem'i türkçe konuşturan büyük bir mutasavvıftır. o'nun sekiz müstakil mesnevi'nin olması, türk edebiyatında, ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. demek oluyor ki o; dönemininilk hamseci şairi unvanına sahiptir. ancak bu geciken bir haktır. inşaalah her zemin ve zamanda hak yerini bulur ve bulacaktır. altıncı bölümde; şehzade alaaddin gaybi kaygusuz abdal külliyatı metinleri'nden ilk önce; aruzvehece vezniyle yazılmış metinler verildi. divan'daki şiirleri beşyüzün üzerindedir. bunların yüzde sekseni gazeldir. civarında da heceyle yazılmış şiirleri vardır. dolabname adlı kasidesi ile üç terciibend, iki terkibibend ve üç müstezatını da divanı içinde verdik. divan'daki şiirle rin hemen hemen hepsi ilahi bir vecd içinde yazılmış gi bidir. hece ile yazılanlar arasında şathiye karakterinde olanlar da vardır. kaygusuz, burada daha çok dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslupla anlatmaktadır. bazı şiirleri ise ilahi ve nutuk havasındadır. gülistan; lamekanı, ezeldeki vahdetivücudu an latmakla başlar. kainatın ve adem'in yaratılışını uzun uzun hikaye eder. kısası enbiya kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. tasavvufun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üslupla dile getirilir. yazmalarda mesnevi başlığı altında kaygusuz'un üç mesnevisi vardır. bunlardan ikincisi, küçük mesnevi başlığı altında geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. her üç mesnevide de belli bir konu olmayıp tasavvufi vecd ve heyecan etrafında dönerler. mesnevilerde kaygusuz, lirizmin zirvesine ulaşır. diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevilerde, bilhassa birinci mesnevide bulunur. gevhername, beyitlik kısa bir mesnevidir. baş langıçta, vahdetivücud görüşünü, deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle dile getirir. gevherin canı muhammed'dir ve eser onu methetmek için kaleme alınmıştır. minbername adlı beyitlik küçük mesnevi nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulmuştur. yedinci bölümde kaygusuz'un mensur eserleridir. bu eserler, yer yer lirik bölümler ihtiva etmekle beraber genellikle didaktiktir. budalaname'de aklımaaş, aklımaad, nefsibilmek, gönül, mürşit gibi tasavvufi meseleler ele alınır. kitabımiglate, kompozisyon bakımından oldukça değişiktir. burada bir derviş devamlı olarak uykuya dal makta ve rüyasında, bazan geçmişte, bazan gelecekte teferrüc etmektedir. her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu mağlup etmektedir. bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler tablolar science fictionların zaman makinası'nı andırmaktadır. eserde dervişin zaman zaman söylediği şiirler, coşkun bir lirizmin ifadesidir. vücudname, insan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufive kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. mesela karakış şeriata, yaz tarikata benzetilir. baş, devlet tacına; alın, hidayet nuruna teşbih edilir. daha sonra mürşidin lüzumu anlatılır. sekizinci bölüm; kaygusuz abdal'ın manzum mensur karışık eserlerinden dilgüşa ve sarayname üzerinde duruldu. dilgüşa, vahdeti vücudu anlatan uzun bir mesnevi ile başlar. eserde uzun farsça bölümler yer alır. bir dervişin tasavvuf umdelerini anlatması ile devam eden dilgüşa tamamen tasavvufa hasredilmiştir. sarayname'de cihansaray teşbihiyle yola çıkılarak, dünyaya gelmekten maksadın insan merkezli', hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmak ve rabbını tanımak kaygusuz'un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eseri sarayname'dir. bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha kurudur. ancak yer yer lirik söyleyişler de taşır. dokuzuncu bölümde; abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal menakıbnat'ındandır. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz; kendisinden sonra gelenlere de adeta hocalık yapmış, birçok şair ve nasirdir. çünkü onun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş veya mükerreren basılmıştır. bu da onun ne denli etkili bir mutasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. onun kendisinden sonra görülen bu alaka, tesirlerinin en açık delilidir. çünkü onun tesirlerini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. abdurrahman güzel kaygusuz, dini tasavvufi türk edebiyatı disiplini içinde; kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi'den sonra yunus emre, mevlana celaleddin i rumi, hacı bektaş veli, şeyh edebalı'nın da muakkibidir. bu cümleden olarak, külliyat'ın neşriyle kaygusuz'un; bilim tarihi, türk edebiyatı tarihi, dini tasavvufi türk düşünce tarihi, tıp tarihi, astronomi bilimi vb konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu da sene öncesinden görmekteyiz. kanaatimce kaygusuz abdal külliyatı adı altında onun bütün eserlerinin neşri ile dini tasavvufi türk edebiyatı hakkında da belgelere dayalı derli toplu bilgiler verilmiş olacaktır. çünkü kaygusuz'un eserlerinde, değişik branşlar için de birçok bilimsel veriler yer almaktadır. çünkü kaygusuz, bu edebiyatın anadolu sahasında en önemli simalarından biri, hatta eserlerinin kesafet ve cesameti bakımından birincisidir. işte biz, onun bu denli ehemmiyetini eserlerinin bütünü üzerinde yaptığımız bu çalışma ile ortaya koymaya çalıştık. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kaygusuz abdal'ın dünkü şahsiyetinden farklı olarak, nispeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini söyleyebiliriz. kaygusuz abdal külliyatı çalışmamızda; gerek bizden, gerekse müstensihten kaynaklanan bazı eksiklikler, noksanlar, hatalar bulunabilir. asıl amacımız; kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve onun türk islam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. bu eser ile bilim hayatımıza katkıda bulunabilmiş isek kendimizi mutlu sayarız. bu vesile ile kaygusuz abdal külliyatı'nın basımını sağlayan tdk başkanı sayın prof. gürergülsever'e bu bilimsel hassasiyetindeki ileri görüşlülüğü sebebiyle bir kere daha teşekkür etmeyi bir borç bilirim. ayrıca bu eserin basımındaki teşvik ve yardımlarını esirgemen her dost ve meslektaşlarıma, öğrencilerime de teşekkürler ederim. tevfik ve inayet allah'tandır. vesselam. çün ışkı gönül pir idinüp kullıga turdun geç ko ahi bu efsane cünbişüni terk it. bir yirde gönül fikr iderem hiç mekanum yok bile hasıl bu beyhude düşüni terk it. didügüm içün ışk od'ına vallah yanarsın benüm ile sen yargu vü savaşunı terk it. agyar sözi çün fikr iderem zulmete düşme ilk yaz güni ol sen i gönül kışunı terk it. gel gel i gönül bu nam u nişaneyi terk it baykuş bigi gel kalma bu viraneyi terk it. zühd ü salusa kalma ki ir babı ameldür sıdkun safa kıl hayal ü efsaneyi terk it. bir lahza zahid bir dem aşık sadpare olma koy ahi gönül bari bu bahaneyi terk it. ışk gerek ise kibri başundan aşaga ko bu zeyn ü suret zinet ü zemaneyi terk it. her bir bigane geldi bana ışk belasından aşinayısan ışk ile biganeyi ki terk it. iy hoca yatma turıgel yokdur bu ömre berat ne hoş feragat idersen olmasun yoksa arat. hoca mısın bana di kim ya hocanun kulısın kelime tesbihün ahi işüni kılmaz alat. sana hoca didilerse ulalmasun bu gönlün kılsun hocanı unıtma ki ömrüne berekat. seni neye viribidi ki müsebbibü'lelbab bu cihana neye geldün ne idi bunda merrat. bu dünya lezzeti senün ugrılamış aklunı bu ne zer ü sim ü esbab u ne şöhreti afat. niçe bu izz ü naz ile besleyesin tenüni niçe bu asel u revgan u niçe bu kand u nebat. nice özün bana senün ki iblis gibi hoca nice bu hayal gülşen nice bu kıssaı guzat. hoca ögüne düşer mi hiç ahirün ki fikri bilür misin ne dimekdür bu delil ü bu ayat. turı gel ahi gözün aç i hoca güneş togdı güneş tecelli tutdı kim pür oldı cümle bulut. inandugun aceb bilür misin i hoca ki sen yohsa heman bezemişsin şöyle bu nakş u suret. ademsin i hoca sana melekler sücud itdi senüniçün vücud oldı dört erkan altı hayat. bu dünyada her ne ki var insaniçün hep oldı insaniçün bezemişdür behişti hep ol üstad. her ne kim var yaradılmış halifesi ki sensin sana yaraşur iy hoca bu sa'adet ü devlet. ana ki cümle talibdür gönlün içindekin bul özüne yören iy ki dilüne tebriz ü bağdat. kaygusuz abdal ögüdün öz nefsüne vir gel sözüni muhtasar eyle meta'un alana sat. d mefailü mefailü feulün gel gel i gönül sıdkile sen ışk etegin tut ta ki işüni hasıl ide ışk ile ma'bud. ışkdur aşıkı ma'şuk ile vuslata ilten ışkı didiler bari gönül makamı mahmud. ışk kullıgına sıdk ile tur ahdi çın eyle ışka kul olan kimse gönül olmaya merdud. özini arıt ışk ile gaflet gubarından ta kim bulasın sen i gönül talii mes'ud. ışkdur alemün maksudı heman dü cihanda ışk ile ka'im oldı gönül kabe eger put var. var i gönül ışk idi heman sana maksud bu ışkı nasib virdi ezelde sana ma'bud. ışk göziyile bak da göresin lamekanı irmek dilesen menzile ışk etegini tut. gel gel i gönül geç dü cihanda koma ışkı ışk ile sana hasıl ola makamı mahmud. nazük diyeler kimse gönül ışkı ne bilsün cevr ü cefa kıl kend'özüne fevti melabud. ışk ile bakan gözde gönül yirde hicab yok perde mi olur ışk güneşi yüzine bulut. mefa'ilün mefa'ilün mefa'ilün ilahi bu alemi sırrı hafiyyatı ma'bud. senün nurun şu'lesi ile gördi cümle vücud bu şeş cihet ü çar unsur senün ile ka'imdür. bu savm u salat u erkan bu kıyam u bu ku'ud bu yir ü gök ne kim var yirde vü gökde bu cümle ehli ibadet sana kılur ki sücud. her neye kim bakar isen fesemme vechu'llah bu cümle şöyle kim olup durur iy ahi mevcud. senün kamerüne hergiz irişimedi noksan senün güneşün öninde ne hicab ola bulud. vahid ü samed ü ahad ki padişahı yekta kadir ü ka'im ü rahman kerim ü ferd ü vedud. senün nurunla görindi bu cümle aynı nazar senün sıfatunı söyler bu kamu güft ü şuhud. cümleye hayat u kısmet cümleye bahş u ata kamuya nasibi devlet kamuya sensin umud. emrüne muti' oluban bu yir sücuda indi senün işaretün ile döner bu çarhı kebud. senün ile ka'im olmış bu zahir ü bu batın senün hanundan irişdi cümleye nasib ü kud. süleyman'a ata' kıldun hatem ü mülk ü diyar senün ile ka'im oldı ki halifei davud. senün nazarun irişdi hızr'a abı hayat ki ahmed senün ile buldı akıbeti. her şeyde bakabilene bihicab oldı didar pes arada sebeb içün ne hicab ne ka'be. pud niteligündeki zeynün ki nihayeti yokdur kaygusuz abdal'un aklı irişmez oldı sükud. gördi ki cümle heman sen orada yok ki gayrı bu şevkile cünun oldı ona ne issi ögüd. kut kelimesi kafiyeden dolayı metinde kud şeklinde yazılmıştır. sükut kelimesi kafiyeden dolayı metinde sükud şeklinde yazılmıştır. gel gel i gönül iki cihan ışk ile hoşdur sermaye dükan rahatı can ışk ile hoşdur. maksud buyısa dünyada nişan koyasın sen aşıklara bu nam ü nişan ışk ile hoşdur. var var i gönül ışkı koma geç bu hayalden bir anlayu bak cümle mekan ışk ile hoşdur. ar u namusı ko berü gel yar işigine yar dahı gönül yine heman ışk ile hoşdur. tersada dahı ışk olıcak küfri belürmez müslümana da din ü iman ışk ile hoşdur. gel gel i gönül neye gerek ucb u tekebbür kibri ko gönül ta olasın ışk ile pürnur. ger diler isen sen i gönül sultan olasın ışkı özüne sultan idüp kullıgına dur. ışk etegini tut i gönül koma elünden ta kim olasın sen i gönül ışk ile ma'mur. ışkun i gönül can ile can müştakı olgıl gaflet kirini ışk ile gönül safi kılur. yur zinhar i gönül ışk ile ol uyma bu nefse ışk eli ile nefsi zalimün kulagın bur. var var i gönül bagrum içinde koma taglar ah eylerisem senün elünden yana taglar. ışkun çerisi can ilini yagmaya virdi senün hayalün ışk ipini boynuma baglar. ben seni gönül bilimedüm fettanı sensin bir dahı gönül seni gören özini çaglar. gel gel i gönül ışk ile hastedil uş oldum sevab olur ahi sir ü suda gele saglar. ben seni gönül ışk ile candan ki severem senün didügün gözleri ala yüzi aglar. var var i gönül iste bulasın sana bir yar sakla sırunı veli gönül duymasun agyar. özüne yören sen i gönül sahraya düşme sen de biledür i gönül ol dilberi agyar. pend ü nasihatı tut sen i gönül divane olma razunı sakın sen i gönül zinhar zinhar. benden aluban sırrumı sen taşra bırakma yar ol bana tek yüregümi yarar isen yar. bunca ki melamet görüben ışkı komazsın sakın ki seni ışk i gönül kılmaya berdar. gel gel i gönül sana benüm ne ziyanum var ışkı başuna kakmaga benüm ne canum var. ışk ile gönül çün beni sen ele getürdün can dahı senün oldı gönül ne yalanum var. ışk ile göreli beni gönül ayaga saldun öldürme beni zulm ile boynunda kanum var. ben aşinayam beni gönül bigane sanma benzüm sarıdur uş gönül ışkdan nişanum var. ışk ile gönül can ilini yagmaya virdi yandurdı gönül dahı benüm ne dükanum var. gel gel i gönül ışkı koma kim delilündür bu ışk i gönül ibadetünden hasılundur. bir kanda yile batdı gönül çün kim ezelde vuslat olagör ışka gönül çün asılundur. ne kim dilesen hasıl olur ışk ile maksud ışk olmayıcak gayrı gönül ne usulündür. bu ışk nurıyla sen i gönül dilberi gördün bu ışk i gönül senün yolunda halilündür. kaçan ki gönül ışk ile sen birlige yitsen akıl dahı bu ışk ile senün nazarundur. gel gel i gönül ışk belası rahatı candur gerçek aşıka ışk i gönül din ü imandur. ben hatıriçün gönlümi ışka mürid oldum bir sor ki dahı gönlüme niçün perişandur. bu ışk nur ile sırrı ebed eşkere oldı bile i gönül söyle ki bu ışk ne ziyandur. bu ışk geregin her bihaber görmeye hergiz bu ışk i gönül gör ne ki gün bigi ıyandur. ışka düşeli gönlümi gör ışk belasından her gün göresin aklum ile yargu divandur. gel gel i gönül ışk od'ı canumda cuş eyler aklumı ki gör ışk od'ı nice hamuş eyler. zahid kişiyem ben kanda bu ışk odı kanda da'ima gönül bu belayı bana duş eyler. sana yiridür ışk ile bu melamet olmak ışk ne ki kılur sana gönül külli hoşeyler. berkidi gönül ışk ile gel teferrüc eyle aklumı komaz her dem savaş eyler. yandurdı beni başdan ayaga yanaram ben bu ışk i gönül bagrumı toptolu baş eyler. gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür fi'lcümle cihan varlıgı ışkdan işaretdür. iki cihanun bünyadı ışk ile virildi ışk ile alem gör nice ka'im imaretdür. her bir kelecüm ışk ile cana eser eyler ışk olmayıcak ne hasıl külli fişaretdür. ışk ile gönül sındun ise ışk ile yitgil bu ışkdan olan derde gönül ışk kefaretdür. ışk beni gönül bir aca'ib oda bırakdı bu ışk odıla tolu yüregüm hararetdür. gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür bu ilmi ledün didügün ışkdan ibaretdür. cümle alemün anlayu bak revnakıdur ışk ışk ile cihanı gör ki ne kaim imaretdür. bu cümle cihan olmagına ışk sebeb oldı her eşya ki var ışk ile cünbiş hareketdür. her ne kelecün var ise bu ışk ile söyle ışksuz haberi söyleme külli fişaretdür. bu ışkdan olan derdi gönül tabibe sorma ışk derdlüsine yine heman ışk kefaretdür. gel gel i gönül ışk beni kendüye kul eyler her ne ki gönül ışk ide külli usul eyler. bahtum çıragı yandı sa'adet buyı kaldı şükür ki bu ışk kullıga beni kabul eyler. bu ışk i gönül da'ima sıdkile ki sarar ayruya diler dirligi ışk kara pul eyler. alçak gönülün ışk ile meskeneti artar fodul kişi ışkı dahı biter fodul eyler. ahmak kişinün ışk ile ahmaklıgı artar kamil kişinün aklını dahı kamil eyler. gel gel i gönül ışk ile hoşvar ki nasibdür naşi gibi sen yerme bu ışkı ki ayıbdur. gice uyuman gündüzin işden avareyem vallah i gönül ışık ile işüm acayibdür. müdde'i sözi nükdesi canum oda yakdı hoş gör i gönül ışkunı derde dayanupdur. ger cümle alem agyar ola gönlümi gör kim terk eyleyimez ışkı bu ışk ile habibdür. var var i gönül ışk eteğin koma elünden yirde halayık gökde melek ışka tapupdur. gel gel i gönül cümle aşıklar seni gözler niçe niçe bu fikri fesad efsane sözler. hak ışkı beni melameti bednam idüpdür sen dahı gönül yarama ekme bari tuzlar. bu ışk safadur dirligi ırlayı dileme arif kişiler altuna bakar nice yüzler. ışkun mekanı sıdkile bir arı gönüldür bu ışkı gönül görmeye her biri temizler. daglar tutuşa oda yana ışk belasından aşık kişi bu ışkı gönül nicesi gizler. gel gel i gönül ışk etegin tut ki hemandur ışksuz kişinün anla ki işi ne çünandur. ışk ile bakan gözde gönül perde hicab yok sırrı dü cihan bir nazar içinde ıyandur. külli bu cihan sevdasını kodı elinden gönlüme bakın fikr ü hayali lamekandur. ışkdur alemün maksudı naşi bigi bakma ışk olsa sana hemdem ü hemrah ne ziyandur. dürr ü cevahir oldı kelecüm lisanumda gönlümde bu ışk fikri zira ma'den ü kandur. gel gel i gönül ışk ile hiç müdara yokdur bu ışkdan olan derde gönül hiç çare yokdur. ar u namusı koyuban ışka yesir olmış dünyada gönül sencileyin avare yokdur. bu ışk denizi alemi garkeyledi yeksan hiç bab ile bu denize bir kenare yokdur. geç ko kamudan ışk etegin tut ki hemandur hiç dahı gönül arada çun ü çira yokdur. revnakı cihan hüsn ile aşıklara ışkdur heman dahı bu arada ak u kara yokdur. gel gel i gönül şöyle ki akıl neye dirler issi ne imiş sermayei asl neye dirler. gel su'ale sen ki i gönül bir cevab eyle cahil kim olur insanı kamil neye dirler. fark ider isen sen i gönül hakk'ı batıldan ne dimek olur hak didügüm batıl neye dirler. yol ne ki imiş menziline gel bana söyle bu yolda gönül bürhan ü delil neye dirler. bu ne kil u kal kıssa vü destan ü hikayet rivayetin it şöyle ki te'vil neye dirler. gel gel i gönül hoş görelüm dem bu demdür her kim bu demi anlamaya idraki kemdür. ışkun nişanı ışka düşen melamet oldı ışk göreli gönlümi ne düalemdür. ışk kime gönül irdi ise perdesin açdı ışk çehi cayı tak u revak hayl ü haşemdür. ışkun dahı nişanun gören me'lul olmaz her kim bilişe ışka gönül şad u kamdur. her başa ki bu ışk odına şu'lesi irmez bişmedi gönül henüz anun sevdası hamdur. var var i gönül deryayı hikmet seni dirler hakk'ı tanıyan hakk ile vuslat seni dirler. her kim ki nişan virdi gönül ol binişandan birlikde bugün gülşeni vahdet seni dirler. ben ne bileyim seni gönül ehli hünersin bu ışkı bilen sayyadi üstad seni dirler. hakkunda nihan oldı gönül meskeni sensin kıymetde bugün sahibi devlet seni dirler. her dürlü halün dünyada ki bir işi vardur bu ışka gönül maksuda maksad seni dirler. var var i gönül sevdayı ham neye gerekdür ışk olmayıcak bile adem neye gerekdür. bu iki cihan ışk ile münevver olupdur ışk olmayıcak gussa vü gam neye gerekdür. gerek ki aşık ma'şukı hazır göre her dem bu tak u revak hayl u haşem neye gerekdür. çünki bu cihan baki degül kimseye kalmaz bu darı arab milki acem neye gerekdür. gerek ki aşıkışk ile esirin ola her dem bu bir dem içün badei cam neye gerekdür. var var i gönül ışk yolına er ne kumaşdur ışk olıcak az incü vü gevher ne kumaşdur. aşık olanun başı bu meydanda top oldı sen bir kıyas it ki cib ü destar ne kumaşdur. esrirdi aşıkışk ile çün camı elestden ışk esrügine badei ahmer ne kumaşdur. terk eyle gönül ışk yolına geç dü cihandan murdar didi çün mustafa murdar ne kumaşdur. can varakına ışk divanı çünki yazıldı gönül dahı bu evrakı ebter ne kumaşdur. var var i gönül ışk ile bu yargumuzı yar faş eyleyüben sırrumı ışk zinhar u zinhar. suçum yog iken ışkı görün ki ne cefadur kasd itdi gönül beni nagah eyleye berdar. bu ışk melamet itdi beni perdemi açdı faş oldı gönül canumun içindeki esrar. bu ışk ile ben gerçi gönül melamet oldum keşf oldı bana dile ki bu ma'ni bu esrar. ışk kadehini çünki gönül elüme sundı gitdi ferace kullana ne cübbe vü destar. var var i gönül ışk odı canumda yir eyler bu ışk i gönül hoş bana safanazar eyler. gönlümi görün iki cihandan ki farigdür bu delü gönül ışk ile her dem bazar eyler. yüzüm suyını ışk ile gönül yire dökdi halümi dahı mecnun halinden beter eyler. ben bir fakirem beni yolumdan cüda kılma ışk ile senün cevr ü cefan cana kar eyler. direm ki gönül yakamı ko bile elünden kime diyesin zühdi ta'atüm fişar eyler. var var i gönül ışka ki tövb'oldugı yokdur bu fikri dahı hergiz aşık kıldugı yokdur. bile i gönül ışk ile turdun haberün vir biderd kişiler sohbetde anladugı yokdur. her kim i gönül ışk şarabın içdi ezelden esirün olur da'ima eyledügi yokdur. bu ışk i gönül safi musaffayi vücuddur kalp nesne gönül safiye katıldugı yokdur. ışk ile gelen yola gönül menzile yitdi menzile yiten yolını yanıldugı yokdur. var var i gönül seni divane delü dirler bilmez işüni aklı yok usdan ölü dirler. bir lahza zahid zühd ü ta'at zikrine meşgul bir lahza salus seni aceb sevdalu dirler. ışkı göreli gönlümi akla ki hiç uymaz gönülü bilen şöyle yamanca hallü dirler. her kim ki nişan virdi gönülden nişanı bu ışk hazinesi dürr ü cevahir tolu dirler. işitdün ahi ışk ile mansur hikayetin gönül delüdür virmeye kim bu yolı dirler. var var i gönül ışk sana kıblei imandur ışka düşeli gönlümi gör ne şadumandur. ışk ile gönül hoş feragat kendü halinde her gice işüm subha degin ah ü figandur. gönül dilegi ışkidi çün elüme girdi gönlümi sorun dahı ki niçün perişandur. ışk ile olan can u gönül ölmeye hergiz ışk ile baki vü ebedi cavidanidur. aşık olanun hakk i gönül çıragıdur ışk ışksuz kulınun zühd ü ta'ati külli yalandur. var var i gönül ışk işi iryayi degüldür bu ışkı bilen kimsene hercayi degüldür. sorma i gönül her ne şey'e ışkı ne bilsün her kişi aşıkışk ile sevdayi degüldür. her kimse ki bu ışkı gönül inkar iderse yokdur nasibi devleti hümayi degüldür. her kimsene ki ışka gönül sıdkile bakmaz ezelde anun nasibi atayi degüldür. ışkı bilenün teni dahı külli can oldı bu ışk i gönül her şeye kalayi degüldür. var var i gönül ışık ile bagrum delinüpdür andan berü ki bu gönül ışka ilinüpdür. faş oldı gözüm ile sırun külli bilindi aduma zira tablı melamet çalınupdur. egerçi bu ışk razımı faş eyledi serde veli ki bu can aynesi gör ne silinüpdür. cevr ü cefa çün haşa ki yüzüm döne ışkdan meger ki benüm devletüm ayı tolınupdur. her bir naşinün söz ile kaçan koram ışkı bu ışk yolına saç u sakalum yolınupdur. var var i gönül dünya ahiret ne dimekdür bu ışk didügün ya'ni ki murad ne dimekdür. çünki başuna geldi nagah sevdası ışkun belle i gönül ar ü namus ad ne dimekdür. çün ışk ile sen aşinasın sabr ile depren sırrun faş idüp feryadı ferhad ne dimekdür. bir lahza zahid zühd ü ta'at bir dem aşıksın yigrek olıgör uş bu hareket ne dimekdür. sabr ü tahamül kılmak içün cevrine ışkun katunda gönül ahen ü pulad ne dimekdür. var var i gönül ışk didügün derd ü beladur her kim ki çeker bu belayı ışka saladur. gönlümi görün ar u namus yire bırakdı bu ışk ile uş tablı melameti çaladur. düşdüm ayaga ışk ile gönül belasından zara ki benüm canuma bu ışk havaledür. gönlüme bakın tesbih ü seccadeyi koydı şimdi hevesi meyhane vü cam u piyaledür. ışkdan yakamı cehd ile kim kurtarıbilsin ezelde bu ışk bana yazılmış kabaladur. var var i gönül ışk dahı sana nigerandur ışkdur ki muradum zira ki canuma candur. genci sa'adet ışkdur aşıka dü cihanda dahı ne dükan sermaye ne sud u ziyandur. dünya ahiret ışk içün hergiz hisab olmaz aşıklara ışk yolına can virmek asandur. ışk ile canum gussa vü gamdan azad oldı gönlümde bu ışk meş'alesi nurı imandur. her bir kişiye dünyada bir mertebe degdi ışk senün ile olsa gönül sana hemandur. yine faslı hazan irdi saki tur ganimet gör de mey kadehi toldur turıgel. bir agacda yapraga bak benizleri sararmış kalbi rencur açıl sabr u landen haste olmak bu çerh elinden olmışlar tegayyür. rumuz ile bize söyler hazanlar ömür sizden dahı bir gün elin yur. berü gel beş güni hoş gör ki n'itdi baki kalmaz bize bu dört anasır. arif ol sohbeti zayi' geçürme yapışdur etmegi çün kızdı tandur içelüm subh u şam. sohbet idelüm giceler mest olalum tanla mahmur düzilsün def çeşte ney çalınsun. ma'ni sende ki çengin kulagın bur arifler sohbeti kaygusuz abdal. kime narı cihandur kimine nur lan: vefasızlık ve hakikatsizlik. gevherşinasem kanı güherden haberüm var ehli hünerem cümle hünerden haberüm var. bülbüli şahum bu güli gülşen'e geldüm ben yani tuti'yem kand ü şekerden haberüm var. yok eyleyeli yoklığı varlık bazarında var oldum ahi vardan bikülli haberüm var. tuti'yi görendür kim bu sureti beşerdür beşer degülem illa beşerden haberüm var. ben padişaham bağdad'a bağdad vücudumdur ayyar benem ya'ni ki ayyardan haberüm var. yevmü'lhisabun defteri ki levhi mahfuzem evvel ü ahir külli şümardan haberüm var. nice ola bu her sözi söylesem ene'lhakk kabul eylerem ya'ni ki vardan haberüm var. öz şehrün hakimem ki kaygusuz abdal derdlüye di ki derd ü timardan haberüm var. bana bir rindi harabat didiler harabatilere üstad didiler harabathaneyi mesken idinmiş ne tesbih bilür ne ta'at didiler. da'im mesti harab meyhanelerde bu müselman degül feryad didiler şarab içüp nadan esrar yiyicek maksudı yimekdür ni'met didiler. ne bellü tersa vü ne hod müslüman ki ne bellü türk imiş ne tat didiler. belini baglamış candan kılupdur piri harabata hizmet didiler. ne seni bilür kaçan ne harfini ne delil bilür ne ayet didiler. da'im esrar yiyüp kırkar sakalın görün şol dehri bid'ati didiler müsülmanlık yolına varmaz yatur yola gelince bu heyhat didiler. hezar sencileyin kaygusuz abdal bu ışkun yolına kurban didiler bu ne pinhan ki bu resme ayandur ayandur aşikare cismi candur. bu ne cismi candur ki akla gelmez bu ne akıl durur ki cavidandur. aceb bahri muhit ki yok kenarı acep keşti aca'ib keştibandur. bu ne hüsni cemaldür kim görindi bu ne gülşen ne gül ne gülsitandur. bu ne la'li bedahşandur ne anber bu ne nafe ki bu ne müşgfeşandur. bu ne hazinedür ki can içinde bu ne gevher bu ne genci nihandur. bu ne şah u bu ne halvet ne perde bu ne sultan bu ne bark u divandur. zihi hayy u tüvana ki kadimdür kadim ü berkemal ü cana candur. alem nadan eger dana olursa anun içün ne sud u ne ziyandur. bu cümle hayr u şerden ol münezzeh çü cayı in ü an şerhi beyandur. bilenler allah'ı akl ile bildi hem ol binişana kim aşk nişandur. aşıklar can içinde buldı hakk'ı gümanda kalanun işi gümandur. aşıklar sureti ayinedür kim bakan gördi bu ki heman hemandur. yakin ehline bu kaygusuz abdal özi genci revan cismi virandur. bu kimdür kim bize mihman olupdur vücuduma seraser can olupdur. nitekim fikr idem aklum irişmez canumda şöyle kim pinhan olupdur. bu nişandan nişan virme içinde akıllar mat u sergerdan olupdur. alan satan odur bu şehr içinde vücudum ana bu dükkan olupdur. görenler gönlüm içinde bu hali canum bu ışk ile hayran olupdur. kana'at gencini her kim ki buldı sa'adet mülkine sultan olupdur. bu ma'na genci kadimdür ezelden velikin sureta insan olupdur. insandur mektubı bu gizlü gencin bunı inkar iden şeytan olupdur. kamu ehli cihan insana muhtar cihan insan içün gülşen olupdur. özi insan idügin kim ki bilmez bimenzil ol dahı hayvan olupdur. hezar sencileyin kaygusuz abdal bu ışkun yolına kurban olupdur. bu mısra vezne uymamaktadır aceb bu künbedi devvar ki nedür felekler. da'imi seyyar ki nedür sebeb nedür bular şöyle ki turmış da'im turmaz döner ihtar ki nedür. aceb nakşı hayalidür bu kim hal bu sır içindeki esrar ki nedür. kimi nura tapar kim narı gözler nurun aslı ne imiş nar nedendür. kimi cehle giriftardur cihanda kimi seyyidi muhtardur nedendür. kiminün cevrile bagrında başlar kimisi od olur gülzar nedendür. kimi bel baglamış rahmanı gözler kiminün kuşagı zünnar nedendür. kimi söylerse agzına ururlar kimisi şekkeri güftar nedendür. kiminün aklı hoş idraki mevzun kimi huş ile bihaber nedendür. kimisi aşikar gökçek müselman içinde toptolu put var nedendür. kiminün sureti insana benzer velikin her işi hordur nedendür. kimi dir her işi işleyen hakk'dur dir iken eşkere inkar nedendür. bilürsin söyle gel kaygusuz abdal sana bu aca'ib haber nedendür. huda'ya çok günah itdüm adetsüz çok günahum var günahum çogına gam yok senün gibi ilah'um var. namazum yok niyazum yok dahı izz ile nazum yok eğer kılmaz isem ta'at hele derd ile ahum var. benüm gözümi gaflet sardı bu dem aklumı aldı ne halüm bilürem n'oldı ne olmadan agahum var. ne yüzile varam yarab ben ol dükkane aglaya ben ol asi günahkaram benüm ruyı siyahum var. yarun hazrete ya rahman günahı yokdurur bunun ne inkar eyleyem yarab benem benden günahum var. niçün nevmid olam yarab bilürem rahmetün çokdur ümidüm kesmezem hergiz zira bu yolda ahum var. şefi'ü'lmüznibin oldur şefa'at eyleye yarın bihamdüli'llah ki havfüm yok muhammed gibi şahum var. bu dervişün temennası ümidi münkatı' olmaz resulullah bigi anda şefa'atçi penahum var. iniler i bu dulab feryad u zar ider gafil olana ışk haberinden haber ider. inledügi gözümün yaşı dökildügi aşık olanun derunı dahı beter ider. zari kıluban derdile da'ima döndügi nice aşıkı gaflet içinden bidar ider. dulabı görüp ben kendü halümi anladum bildüm ki kadir kudreti birle neler ider. ilmi özüni bilmez ise özüni bildürür taşdan su akıdur kudretinden şeker ider. ol bir taşı gör yüz bini bir habbe getürmez bu bir taşı gör kıymetünüzi güher ider. ol bir kulını hasretidür dile ya'kubdur bu bir kulınun derunına her dem timar ider. hakk'ı ne bilür kişi vücud özini bilmez da'vası batıl insan sözini nişan ider. işüni hak'a yarar ide kaygusuz abdal devletlü kişi işini hakk'a yarar ider. aceb ben ne müselmanem hak'a bir şükürüm yokdur bu hakk yolın görebilmen benüm gör hiç nurum yokdur. fesad endişeden geçmen helalden haramı seçmen da'im bu dünyaya taleb kıluram huzurum yokdur. garazdur halka haberüm budur gönlümdeki varum günah yazıldı defterüm dahı hiç defterüm yokdur. ayıbın gözlerem halkun ta ki halka haber virem sözüm yalan özüm kalbüm bu işde taksirüm yokdur. zahir gökçek müselmanam içümde putı saklaram zahidem takva bilmezem zakirem zikirüm yokdur. bu gafletden uyanmazam hiç ahireti sanmazam bu az malı begenmezem direm çok filorüm yokdur. eger bir lutf bana hak'dan irişse şad olur gönlüm eger bir mihnet irişse döyemen sabırum yokdur. şeyatin yolına malum da'im harc eylerem amma kapuma sa'il irişse direm ki hazırum yokdur. cahilem özümi bilmen bitarikem yola gelmen ululardan ögüt alman ki bundan haberüm yokdur. hemişe hakk'ı inkaram müfsidem şöyle ki varam bu şer işden haberdaram veli hiç haberüm yokdur. kaygusuz abdal'am hoca sözüm dinle halüm anla alem ocaga tutışsa yanacak hasırum yokdur. zihi nuram zihi nuram zihi nur zihi defter zihi ber'atı menşur zihi delil zihi rehber ü mürşid zihi ayat zihi hadisi mezkur. bu nara irmedi musa'nun aklı bu sırrı eşkali bilmedi mansur sadıklar ahmed'i anlamadı hiç hak'ı bilen hak'a olmaya münkir. hak' un buyrugına dimedi sadak şeyatin oldı kim bir bahtı makhur. makamı hoşnevayı bilmeyendür kaçan şehd ü şeker eyleye zenbur. sen özüne yören ışk bazarında gönül kibrini bu tevhid suyı yur gözün aç. hazır ol ışk meydanında bu tevhid okın at ışk yayını kur balı görsen dahı soganı anma pilava benzemez tarhana bulgur. ma'niden han bişür kaygusuz abdal bilüni baglagıl tur ahi bir tur fa'ilünfa'ilün yiter. ahi i hoca başunı sevdaya vir hocanı ister isen dükkanı yagmaya vir. her bir işün aslını bilmek dilersen hoca takvayı sen kabul it zünnarı tersaya vir. ko bu cihan sevdasın özüni bil ki nesin sırrun dükedür bela korugı halvaya vir. bu cihanun sevdası renc ü beladur bela bu derde düşme hoca rencüni şagaya vir. puta tapanlar gibi dünyanı put eyleme putunı sındur hoca gönlüni mevla'ya vir. mü'min isen gel berü mustafa kavlini tut bu nasihatı hoca akluna sermaye vir. mührini mustafa'nun canun içinde kogıl gönlün evi iy hoca kadiri yekta'ya vir. insan isen iy hoca sıfatı hayvanı ko menzili esfelini makamı alaya vir. sen arifi cansın hoca anla ki ne söylerem odunı taşra virirsin malı kahbeye vir. bu mal u altun sana od olmak istersen dervişlere sun pulı ne resm ü ne paye vir. gel iy hoca sıdkile allah'ı ister isen kaygusuz abdal gibi kabayı abaya vir. hakk ta'ala kehlelerin kıldı bize havaleler hem yir etüm içer kanum hem götürür nevaleler. yagırumdur bit bazarı boynum durur yaylaları yayılup iner bögrüme dilerler ki döl alalar. kepenegüm serdüm güne ben oynaram döne döne hem kıraram kehleleri hem iderem teraneler. dırnagumun kanın gören akçe virür kasab sanur tolaşurlar dört yanuma dilerler ki et alalar. şen'i kavim bilmez olur dervişlerün ahvalini ben çagırayın anlar ider ini vini dellaleler. kaygusuz abdal'dur adum vardur benüm bir nemedüm anı dahı oda salam dahı benüm nem alalar. bagırıp çagırmayı, ulumayı, inlemeyi; kaba bir şekilde çagırmaktır. şol beni mest eyleyen kendir agacı pürüdür gözlerüm humar idüp kirpüklerümi büridür yar ile zevk ider iken bir kadeh geçdi ayar ben eyitdüm bangi eşek ol eyitdi kürüdür. esrarum cür'adanum dilegüm sundum iy yare korkdum andan kaçdum andan o da bana kurıdur. bu bengiligi yiyene dürlü dürlü mevc gelür boga dikenini gördüm ol da bana korıdur. kaygusuz abdal top atdı karhane bucagına bu dere ol deredür kim neyi atsan arıdur. tur bunda gel tur bunda gel uşda o sultan bundadur cism ü suret ile mevcud ol atlası can bundadur. çeşmei hayvan çeşmini sen çeşm içinde gör ayan zulmata düşme cehlile çeşmei hayvan bundadur. çün ol gümana düşmegil der beyabana düşmegil her bir virana düşmegil ol genci pinhan bundadur. uzak sefer eylemegil la'li bedehşan gözlemegil ol dürr ü cevher kıymeti gevher ü ma'den bundadur. nakkaş ü nakşal ü hayal eyyam u devran mah u sal ilm ü hikayet kil ü kal bikülli nişan bundadur. insan isen insana gel bülbül isen gülşene gel dertlü isen dermana gel ilac u derman bundadur. kaygusuz abdal her sözi öz mikdarınca söylegil edebden aşma haddi bil tarik ü erkan bundadur. ecel sayyadını gör kim bizi nice şikar eyler ayurur yari yarinden bu cevri cana kar eyler. yigid oglanları alur anası agulu kalur firak u derdi atası başına derdi ser eyler. yigitler ü güzel kızlar gül yanaklar ala gözler çürüdi toprak içinde topragında topugında gubar eyler. eğer bir kimseye beş gün virürse fırsatı devlet ahirin yine mekr ile dağıdur tar u mar eyler. bu ecel köprisinden halk geçer geçmek için geldi baki kim kaldı cihanda ya bunda kim karar eyler. cihanda ne kim işlene heman hükmi ilahidür cahili gör ki niçündür sözin her dem nisar eyler. kaygusuz abdal'ı gör kim bu heybetden bu hikmetden özini külli unıtdı sözinde muhtasar eyler. yar şive ile gözlerini süzdügi hoşdur hüsni cemalin revnak ile düzdügi hoşdur. şol lutuf ısı aşıkun gönlin ele alup müdde'ilerün cigerini üzdügi hoşdur. şol hüsni ziba lutuf issi dilberi mehru bilmezse dahı sevdügümi sezdügi hoşdur. haste cigerüm hasret ile yandı tutuşdı bu teşne lebün gül şekeri ezdüği hoşdur. halvet olıcak yar ile yar gülşen içinde tavus gibi yar cevlan idüp gezdügi hoşdur. yar degdi bana ezeli çün nahnü kasemden ne yazdıyise hak kısmetümi yazdugı hoşdur. zuhruf suresi, ayet: rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? boynuma kolın tolayasın lutf ile her dem yar aşıkumun gözi yaşın sildügi hoşdur. yarun naz ile müdde'inün nüktelerinden aşık kişinün benzi da'im soldugı hoşdur. hakka bakıcak aslı budur kaygusuz abdal yardan yara bir lutf u vefa oldugı hoşdur. gafil olma öz halünden eyyam u devran geçer katı ömr olur hisabı aş dükenür nan geçer. bu viran karbansarayda cay u mesken tutma kim kimseye bekası yokdur kul olur sultan geçer. küllü men aleyha fanin didi kur'an'da hakim bu hükümde cümle eşya serbeser yeksan geçer. bu cihan gelgeç evidür baki kalmaz kimseye cemşid'ün aklı dükenür hükmi süleyman geçer. musa'nun subanı kalmaz ismail'ün rifatı gemi sınur garkolur nuhı necat tufan geçer. iy cihan lezzetine gönül virenler dinle gel kat' olur zineti dünya yakut u mercan geçer. iy cihanda cayı şöhret izz ü ni'met gözleyen kimse kalmaz bu mekanda insan u hayvan geçer. ne hüküm kalur bu mülkde ne hor ne cevr mübtela bokrat'un ilacı kalmaz eflatun lokman geçer. kim gelür bir etmek içün bin beladür çekdügi kimisi giryan cihanda kimisi handan geçer. kiminün aklı kamildür kendözine yol bulur kimisi özini bilmez şöyle sergerdan geçer. kiminün ömri geçüpdür kendözinden bihaber kimisi özüni bildi veli kim pinhan geçer. iy cihan mülkinde her dem köşk ü saraylar yapan çarh döner ömür dükenür der gider derban geçer. cihanun kalmaz sebatı iy hak'ı hazır gören servi kalmaz gülsitanda tavus u bustan geçer. kaygusuz abdal ögüdün sen sana vir dünyada çünki cümle geçiserdür kamil ü noksan geçer. öz halünden haberün var ise yolın gözlegil kim güler kim seni tanlar it ürür karban geçer. fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün her keleci kim bu lisandan gelür canda biter lisana andan gelür. er nefesini hakikat hak bilen aslı anun candur ol candan gelür. ilmi dekayık kelamı ma'rifet kaynayuban candagı kandan gelür. hakikatin söyler isem her nefes anlayı bak cana canandan gelür. gel i salik fikrine bak gönlümün seyredüben kevn ü mekandan gelür. ışk hemişe her libasa seyr ider şindi bu genc uş bu virandan gelür. sorma bu ışkı ne bilür her naşi aslı nedür kangı vatandan gelür. kim ki bu ışkı sa'adet bilmedi vahşidür ol kişi yabandan gelür. kaygusuz abdal ne bilür kuş dilin divanedür sözi divandan gelür. i hoca uyuma uyan çalındı bu nefir beşaret işaretidür çü dogdı şemsi münir. şadilık avazesi yire göge toldı eya meger sen işidmezisen bu üni iy sagır. bu afitab cemalinden nikabını açdı nurından eşkere oldı cümle sagir ü kebir. bikülli yirlü yirince hiç eksügi yokdur her biri kendü halinde nasibine şakir. cümlenün oluşı ki bunda oluşup geldi her kula kendü nasibin virdi ezelde kadir. bu hali sana hergiz ayruksıdı bilmez i her ne ki olacagıdı olupdurur takdir. bu hikmetün aslı nedür bilmedi ki kimse ademçün ortaya geldi eşkere oldı bu sır. cihan külli sadef gevher ali'dür hakikat ilmine defter ali'dür. ali'dür ışk u akl u fikr ü tedbir gönülde pinhan u esrar ali'dür. ali'dür maksudı cümle talibün ali'dür sadıka ikrar ali'dür'dür budur ahmed ü muhtarun haberi ben ilmün şehriyem der ali'dür. ali sındurdı bu din putperestin ali'dür hayderi hayber ali'dür. ali gösterdi nurı mustafa'yı zira ki yarı peygamber ali'dür. kapısı ali'dür ehli şedd sahibi şemşir ali'dür canı zülfikar ali'dür. ali'dür arzusı ehli cihanun ali'dür sakiyi kevser ali'dür. kamu aşıklarun derdine derman ali'dür tabibi attar ali'dür. heman bir nur idi ali muhammed ma'nide seyyidi muhtar ali'dür. ali'dür destgir yolda kalana gönüller yapıcı mi'mar ali'dür. yakin bil iy salik iki cihanda kamu serverlere server ali'dür. yakin budur sana kaygusuz abdal eger aşık isen didar ali'dür. canun sakınmagıl ali yolında zira ki sana her dem yar ali'dür. gönlüm yine şol dilberün hüsni cemalin arzular gözlerinün elasını yüzinün alın arzular. bu divane gönlüm cünun artdı bu efgan günbegün gönlüm yine şol dilberün lutf u kemalin arzular. gör kim yine delü gönül bihude sevdalu gönül gözinde sihr ü fitnesin yüzinde halin arzular. aşıkı didar olmışam bu ışk ile zar olmışam haste gönül leblerinün abı zülalin arzular. şedd, kuşanma, ahilikte ayağa bağlanır. sen bu sun'a bak sani'i gör ne hüner eyler kurı kamışun içini kand u şeker eyler. mevsimi bahar irdi yine suyı canandan cennet kokusın bunda getürdi nisar eyler. boynun egüben benefşeler sünbüle karşu gül goncesini gördi yine lalezar eyler. pür oldı yine dürlü çiçek ile çemenler her bir çiçegün kokusı çün misk bar eyler. sebz oldı yine ili yaşıl sahra tonandı ma'şuk sayyad oldı gönüller şikar eyler. görgil suseni hançer alup meydana geldi nergis gözini bustan içinde humar eyler. bin dürlü libas geydi yine bagda şecerler budakda kiraz kendözüni kendü dar eyler. karlar eridi abı revan çaylara düşdi yüz tutdı yine deryaya karşu sefer eyler. kanlarda güher bitdi yine güller açıldı bülbül halini geldi güle aşikar eyler. deryalara dürdanelerle toldı sadefler geyikleri gör nafei müşki nisar eyler. gör kaygusuz abdal oluban şeyda vü mecnun şah eşiginün haki payında karar eyler. zihi sanii üstad kim bu resme hatt ü hal eyler alur bu gönlümi benden yüzinün alın al eyler. aşıklar hubları sevmek kanundur kalmış ezelden sofiye sor ki dayima nedendür kil ü kal eyler. hak'un sun'ı cemalinden güneşden aşikar oldı aşıklar maksudı oldur sufi yanlış hayal eyler. berü gel iy sufi azma bu cümle işi andan bil hilali bedr ider her dem yine bedri hilal eyler. yapar bir katre meniden bunun tek sureti ziba cemalün mushafında hoş elifi mim ü dal eyler. görürse hüsnüni zahid unıtdı zühd ü takvayı alursa ışkun elinden sana kanın helal eyler. görün şol turreyi müşkin ne resme çinbeçin olmuş hezaran sufiyi bende bıragur paymal eyler. gözlerüne yagma kılur aşıklarun gönlini da'im görün ol fitne kaşları nice ceng ü cidal eyler. bu ziba hüsni görelden güneş ay ile utandı zihi nakkaşı suret ki cemali berkemal eyler. görün ol terki sitemkar atar kirpük okın her dem deler bagrumı içümde görün ki nice hal eyler. şive vü nazı kirişme kılur şol dilberi mehru kaygusuz abdal'ı gör kim yine mecnunmisal eyler. bir dürri getür kim yine ol kane layıkdur bir sözi di kim sohbeti merdana layıkdur. ışkun çerisi irişeli yagma yopurdı apardı canum her ne ki var hana layıkdur. er sohbetine irdün ise aşma mizandan nihan kıla gör anı ki nihana layıkdur. zahidi salus mağrur olup dünya kurarsın koy koy ki anı cifeyi zindana layıkdur. sufi degülem zerkile ben zühdümi satmam küfri aşıkun valla ki imana layıkdur. her bir göle sen gavvas olup dürr mi sorarsın her kanı güher derya vü ummana layıkdur. mücmer od'ına yandı canum külli dutışdı lutf eyle şahum erünüz ihsana layıkdur. her cinsi gör ki cinsi ile hemdem olupdur sultan divanı hem yine sultana layıkdur. mustafayı gör ışk ile kaygusuz olupdur eydür bana bu meclisi meyhane layıkdur. bu hak nefesi anlamayan dil ki çakaldur sohbetde koman dütün ider dudı zağaldur. aşina halün biganeye dime ki bilmez kabiliyeti yok hücet ider kesreti kaldür. mürşide özün virmeyüben hodru olanlar öz aklı ile gah şad olur gahi melaldür. togrı bakana ma'şuk özi destgir oldı kec nazar olan mübtediye imdi zevaldür. özin begenen hodbin olur yoldan işitmez yol haberüni söyler isen ceng ü cidaldür. öz bildügini terk idüben ışkı tutanlar ışkdan nişanın söyler ise ona helaldür. yolın gözeden yol eridür menzile yitdi yolsuz yürüyen yol erine irse muhaldür. hakk senün ile bile durur gönlün içinde yirde turuban göge bakar bu ne hayaldür. hakk'ı hakikat bildün ise kaygusuz abdal kem nazar ile bakma sakın aynı kemaldür. ışkla nefesi söyleyicek cana haberdür hüner ıssı ki sahibi meydana haberdür. alimdurur ol sırrı gönülden haberi var bende olanun her hali sultana haberdür. adem olanun her nefesi ma'ni yüzinde ademiligün bilmeyen insana haberdür. ışk nefesinün lezzetini aşıka sorgıl levlak ayeti işaretinsana haberdür. ışk nefesine aşık olan serseri bakmaz can hazinesi gevher ü dürdane haberdür. gafil olanı ışk eliyile vaktine koyma gafletde olan başda kim umana haberdür. ışkun sıfatın söyler isen aşıka söyle canından olan bil ahı canana haberdür. her kim özüni bildiyise ol hak'ı bildi bu hak nefesi özini bilene haberdür. sözün var ise özini bil kaygusuz abdal her kim ki gelür ışk ile meydana haberdür. benem hakikat bu derdüm dermandan azaddur ben külli canem bu vücudum candan azaddur. her bir haberün aslını bilmege mekan var bildüm özümi hayalüm insandan azaddur. fi'lcümle alem ma'nide bir harfi elifdür bildüm hakikat yakinüm gümandan azaddur. gerçi ki zahir suretile vücuda geldüm benüm sıfatum bu nam u nişandan azaddur. başdan ayaga geydi beni pirehen oldum bu şahbazı gör geydügi pirhenden azaddur. bu genci kadim bulındı gönlüm viranında zihi sa'adeti genc ki bu virandan azaddur. gerçi ki bu şah can u cihanda bile mevcud hikmetile gör bu canı cihandan azaddur. zahir ü batın insan eger ışk bazarında sultanlıgını bildiyse sultandan azaddur. tevhid yolında bu ışka inkar iden kişi gümandadur ol şu'lei imandan azaddur. bu ilm ü kitab nuh tufanı insan içündür özini bilen nuh dahı tufandan azaddur. sahibnazar ol aç gözüni anla sarayi insan hakikat sıfatı hayvandan azaddur. halümüzden bizüm kimdür haberdar ki bize yar ola olmaya agyar. çapüksüvarlaruz meydan içinde yükümüz yok sebükbaruz sebükbar. kanı ol hattı zat bilen hunında bizi görse ne nüshayuz ne defter. neye irişmiş aklumuz bu yolda ne sözdür dilümüz virdügi ahbar. bizüm canumuz içinde bulındı gör iy sarraf ne ma'dendür ne gevher. dilümüzden zuhur olan kelamun utandı lezzetinden gülbeşekker. tasarruf kılmaduk şerik degülüz teferrücdür bize bu külli ahbar. kamu alem bize hayran olupdur bizüm içün döner kevkeb ü seyyar. arifler dilidür söyledügümüz ne bilsün her cahil nadan u ebter. arifündür bu mertebe bu menzil kim ol gafletde olmadı giriftar. seragaz ilerü eyler sarayi zira bağlanmadı biline zünnar. her kime kim ışk irişse derdine derman kılur müflis ise mün'im eyler kul ise sultan kılur. gevhere sadef içinde kadr u kıymet eyler ol her gönülde sadhezaran deryayı umman kılur. zihi sultan kullarınun sadhezaran aybını yüzine vurmaz kerimdür lutf ider ihsan kılur. gahi katrenün içinde deryayı mahv eyler ol gah güneşi hikmetiyle zerrede pinhan kılur. gah cümle cism içinde binişandur can bigi gah viran gökleri ol özine vatan kılur. bir kula bak kim ta'atin özine put eylemiş bir kulına rahmet eyler küfrini iman kılur. kimisi ahmed yolında kesbini kılmış kemal kimisi hayvan veli kim suretin insan kılur. cercis'e zecri belayı yoldaş itdi ol alim ibrahim'e nemrud od'ın gül ider reyhan kılur. cahili gör küfre mülhak mahmud'ı inkar ider ahmed'e bak alem içre göklere seyran kılur. her ki bu hikmeti bildi kendü halin anladı da'ima sözin gözedür sözini mizan kılur. kaygusuz abdal'ı gör kim ışk yolunda dembedem başını eline almış niyyeti merdan kılur. sen eger hayvan degülsen gel berü insanı gör nice bir ten ten diyesin tene bakma canı gör. hasılı ömrün sakın hiç yire kılmagıl telef kulısan kullıgun eyle gel berü sultanı gör. her bir işi anlagıl kim aslı nedür fer'i ne ne kılur meydan içinde sahibi meydanı gör. kendözünden bihaber olma tagılma her yana haddüni bil halün anla katresin ummanı gör. rahatı terk eyleyüben neşi düşdün zahmete kalma bu diken içinde gel berü gülşeni gör. nice bir har mühreye gevher diyesin dünyada sarrafa kullık idüben gevher ile kanı gör. sani'ün sun'ını anla nice hikmetler kılur gel berü bu hikmete bak gerdişi devranı gör. kendözüni mürşide vir ta bilesün hak nedür nice bir susuz gezersin gel berü hayvanı gör. su katında oturuban susuz olman yol degül öz evünden gafil olma evdeki mihmanı gör. yirde gökde her ne ki var cümle sensin cümle sen bir nazarda gördi ahmed seyre bak seyranı gör. ay u güneş cümle yılduz mustafa'dan aldı nur iki cihan ruşen oldı şu'lei imanı gör. dünyayı bir hiçe satmış ahiret arz eylemez hakikat gencin bulmışam kuvveti merdanı gör. sen kimün evin sorarsın ne yitürdün söylegil nişanundan binişan ol gel berü nişanı gör. şol viran gönülleri gör toptoludur gencile gel bu kibri ko başundan gence bak viranı gör. sana bu ma'na hanından sundı şükür evliya gel berü kaygusuz abdal gör de bak ayranı gör. safasuzdan hazer itmek safadur safasuz kişinün sözi hatadur safasuzdan safalık togmaya hiç zira kim yüregi sengi haradur. eşek katır boncuğu mavi büyük boncuk nazarlık için eşek veya katırlara takılan mavi nazarlık aşıklara safalık ışk yolunda hidayet babıdur hakk'dan atadur. hatarı musaffa olmayan cahiller arifler sohbetinde bir beladur bu ışk elçisi vahdet meşrebinde gönüllere gelür hakk'dan nidadur. gönüllerde nihan genc ü hazine can içinde bu ışk nurı ziyadur. o cahil kim bu ışka inkar eyler sureti insan özi harı huda'dur zira aşıklarun mürşididür ışk veli cahil katında arbededür. mahabbet şevkıle ışkı hakikat irişür can kulagına sadadur gönül mat oldı ışkun fitnesinden da'im canum içinde gulguledür. sarayi'nün safa sıdkıyla her dem gönül bu ışka halveti edadur. dokuz felek bizüm sayvanumuzdur yidi kat yiryüzü seyranumuzdur. zira insan suretidür tonumuz kamu alem bizüm hayranumuzdur. hakikat ol kadim sultan ki dirler biz ona vücuduz ol canumuzdur. da'im bu surete gelmeyi varmak yolumuzdur bizüm erkanumuzdur bizüm canumuz. gönlümüz içinde padişah da'ima mihmanumuzdur gözün aç bak bu vücud sadefinde kıymetlü gevherüz hakk kanumuzdur. senün hayale düşdügün i münkir bizüm bu sureti insanumuzdur. bize bu sa'adet hakk'dan irişdi zira biz kuluz ol sultanumuzdur. aşıklaruz baş oynaruz bu yolda hak'ı inkar iden düşmanumuzdur. var iy münkir nice anlarsan anla severüz ışkı biz imanumuzdur. seragaz eyle çağır iy sarayi di ki bu ışk bizüm imanumuzdur. ne yüküm var ne hod bar eksügümdür ne mansuram ne hod dar eksügümdür içüm gibi taşum dahı veli pak ne murdarem ne murdar eksügümdür bu dünya mülki şahsı sökel eyler ne hastayam ne timar eksügümdür yiyidür malunı yarın olur mar ne malum var ne hod mar eksügümdür kaygusuzam ne gussam var cihanda ki bir yüz suyı didar eksügümdür. zihi ışk ki beni hayran idüpdür vücudumu bikülli can idüpdür nagah beni bu gafletten uyardı gör ahi bana ne ihsan idüpdür zihi ışk u zihi şevku zihi hal vücudum can ile yeksan idüpdür canum içinde bu ışkı hakikat bu vahdet gevherine kan idübdür nice can virmeyem bu ışk yolına kul iken ışk beni sultan idüpdür heman ışk özidür bende ne kim var beni geydi özin pinhan idüpdür bu ışkun lutfına hadd u payan yok nice hayvanları insan idüpdür özin sıdkile ışka virmeyenler olardur kim hak'a güman idüpdür baki bu ayeti layemut oldı o kim ışka özin kurban idüpdür ışk ile buldı hak yolı bulanlar bu ışkdan bari kim ziyan idüpdür bu ışk şevki ile kaygusuz abdal vücudı katresin umman idüpdür müstefilünmüstefilünn bu adem didükleri nişanı binişandur ademden olma gafil maksudı kün fekandur adem gözü kaş degül ömrile çü yaş degül bu vücud sadefinde adem dürri girandur ka'be vü put oldugı şükr ü sücud oldugı cümle alemün heman maksudı bu insandur ademde hakk varlıgın hikmetile gizledi şeytan sücud kılmasa ademe ne ziyandur gayrı nihan kılmaga hakk'ı ayan kılmaga bu adem söyledügi lisanı tercemandur cümle alem hakk diyü ma'nile isbat ider dinle ademün sözin gör ki ne armagandur iy dünyada sıdkile allah'ı bilsem diyen eger aklun var ise ademi bil hemandur ademi bilsem diyü taleb idersin hoca ademün hakikati cümle aleme candur ademi gayrı diyen halkı hak'dan ayıran nakd ile bazar itmez gör nicesi hayvandur gök ehli sücud itdi yir ehli muti' oldı secde kılmak aşıka buyurılmış erkandur bu kaygusuz abdal'a pir diyü ta'ne kılan kendözi pir oldıysa ışkı henüz cüvandur. dün ü gün fikrüm budur ki bu aceb erkan nedür ten nedür aslı nedendür ten içinde can nedür dört tabi'atun adı adem nedendür söylegil şeş cihetden taşra ne var ortada pinhan nedür yirleri görgil ki niçün secdeye urmış yüzin pes bu göklerden dün ü gün gerdiş ü gerdan nedür ol nedür kim zahmına merhem bulınmaz dünyada ger bilürsen bana söyle derd nedür derman nedür ışk nedür aşık nedür ma'şuka dimek ne bulur talib ü matlub ne söz nedür sen sen ü ben nedür hak zatın çünki adem tonında pinhan eyledi deyr ü ka'be ne dimekdür küfri ne iman nedür on sekiz bin alemün çünkim ademdür maksudı sureti rahman içündür sıfatı şeytan nedür akl u can u cismi pürkemal şemi cem' küllihal bir yire birlik nedendür lakabı insan nedür ol nedür kim ademe benzer sureta fi'li div sureta insan veli kim cümbüşi hayvan nedür bir güneşden zerreler gör sadhezar enderhezar pes bu bir katre içinde bahri bipayan nedür bir çeragdur nurı bir kaygusuz abdal bildi ki çünki sen ehli kemalsin söyle ki noksan nedür ışka aşık olan kişi rahatı can ne nesnedür binişanı bulmagiçün nam u nişan ne nesnedür kıble vü din küfr ü iman bunları sen zahide sor hakkı ayan görenlere küfr iman ne nesnedür kal u makal ü külli hal ko bunları gel ışka dal aşık isen sıdkıle gel zann u güman ne nesnedür var iy gönül efsaneyi zerkile zühd satana sor maksudı didar olana hurı cinan ne nesnedür cevheriler cevher içün cihanı bir cevve satar zira ki kadrin ol bilür gevher ü kan ne nesnedür ışka aşıkolan kişi ışk ile başın oynasın şahbaz olan aşıklara assı ziyan ne nesnedür gel iy hak ile vuslata irmegi taleb eyleyen bülbüle gülistan içün zahmı diken ne nesnedür cismi viran içinde gör genci ebedi aşikar talib isen bu gence bak yohsa viran ne nesnedür her ne ki var mürid ü pir cümlesi bu ışka esir genc ü hazine mülk ü mal ü bende han ne nesnedür ışk işine sabur gerek görmege gözde nur gerek ışk yolına varur gerek pir ü cüvan ne nesnedür kaygusuz abdal ışk ile birlige birikdün ise dahı fodullık eyleme bu sen ü ben ne nesnedür. gel gel i gönül tesbih ü seccade gerekmez saluslıg u zerk ü riya arada gerekmez mesti laya'kıl itdi beni ışkı hakikat bu ışk ile mest olana hiç bade gerekmez aşıklara halk ta'ne urur ışk sebebinden sabret i gönül arada arbede gerekmez aşıklara bak ışk ile meydanda süvardur atlan i gönül ışk eri piyade gerekmez gel gel i gönül her dikene düşme gül olmaz her bir usule sırrunı açma usul olmaz gel gel i gönül tedbiri ko takdiri gözle tedbir idesin her ne ki takdiri ol olmaz ihlas ile gel sen i gönül inkarı terk it riya ibadet tanrı'ya hergiz kabul olmaz bugün ki demi hoş görelüm tanla ga'ibdür bugün ki demi tanlaya koyan akıl olmaz her bir hasise uyma gönül razunı sakla her nesne ki noksan ola ol kamil olmaz var var i gönül cihana kalma sana kalmaz ehli niyaz ol sen i gönül neye gerek naz mu'teber isen gel bu sözi muhtasar eyle nice kılasın sen i gönül kıssayı dıraz insanı kamil sözüni sen hayvana sorma bu ki kaçan oldur gönül kerkes ola dıraz hayf ki bu gönül ömri aziz hiç yire geçdi gel gel bu sözi ışk ile can varakına yaz aklun var ise sermayeni maniye harc it bu nasihatı yaz ki gönül pür ola kırtaz var var i gönül ışk güneşinde hicab olmaz ışka tolaşan melamet olsa aceb olmaz cümle cihanun bünyadı çün ışk ile oldı ışk ile olan imaret hergiz harab olmaz ışka tolaşan kişi da'im ma'şukı gözler agyar cefası erde ki hergiz hisab olmaz gel gel i gönül anlayı bak iki cihanda bu ışk od ile yanana hergiz azab olmaz aşık mıdur ol kişi gönül ışk belasından bu ışk odına cigerüm her dem kebab olmaz var var i gönül bir kamil insan ele girmez hoş var hele bu derd ile derman ele girmez bu ışk didügün sa'adeti genci ebeddür can vir i gönül ışka ki insan ele girmez ışkı bilenün sen gönül baş ko ayagında her bir hüneri anla ki raygan ele girmez her kim dilese ma'şuk ile vuslata irmek ışkdur delili dahı hiç bürhan ele girmez hoş gör i gönül bu demi ki demi bu demdür geçer bu ömür dahı bu devran ele girmez n vücuda tabi' olan cane düşmesiz başın terk itmeyen meydane düşmesiz özin bilen bilür kendü halüni ki gavvaslık bilmeyen ummana düşmesiz canı ki mustafa zindan dimüş durur haka aşık olan zindane düşmesiz insanun her huyı insan gerek durur bu hayvansıfat insane ki düşmesiz bu cevheri bilen cevheriden sor kana erişmeyen ma'dene düşmesiz eya ışk odına yanan ol aşıklar bu derdi isteyen dermane düşmesiz hak'a vuslat olan gayrı degül durur ana gayrı dimek erkane düşmesiz sa'adet genci ma'nidür ki bu yolda bu gence irişen virane düşmesiz berü var her kuşun ki kaygusuz abdal karga bülbül gibi gülşene düşmesiz bana bu derd yiter derman gerekmez n'iderem cübbeyi kaftan gerekmez hak'ı bildüm diyen ışk meydanında heman teslim ola lisan gerekmez nasihat virme bana tutabilmen bana assı gerek ziyan gerekmez dilerem terk idem zühd ü salusı bana bu efsane dükkan gerekmez bu dürri vahidi gönlümde buldum cevahir istemezem kan gerekmez binişan olmışam nişan içinde heman budur dahı nişan gerekmez arifler meclisinde söz bilenler bu sözden artuk armagan gerekmez bugün ben maksudum buldum cihanda emin oldum hur u gılman gerekmez va'iz dek dur bana efsane satma hikayet kıssa vü destan gerekmez yakin bildüm hak'ı gönlüm içinde yakin ehline hiç güman gerekmez hak'ı bildüm diyen kaygusuz abdal niçün bu şevkıle handan gerekmez ş niçe bu illet ü gaflet i kardaş bu gafletden uyan ahi getür baş turıgel gözün aç kim göçdi karban bicayi yolda kaldun gitdi yoldaş yören kendözüne gör kim halün ne ecel aybun açup eylemedin faş çü bilmedün özüni geçdi ömrün ne faydadur yaşadugun uzun yaş nice bir diyesin dünya benümdür yalan söylemegil bari i kallaş henüz bu uykudan uyanmadun sen ecel ömrün hasılın çaldı tiraş turı gel ihsan eyle hak yolında dayim bu nefs içün eyleme savaş sana gerek olasınsan bu yolda bu miskine bir etmek bir çanak aş ma'rifet meydanında er yolında yumışak toprak ol olma katı daş dayim nefsüne hoş kullık idersin veli bu din yolında olma kallaş bu gün dünyada hoş dirlig dirilig ahiretde yirün eyleme ataş haberün yok dinüni ki dünya akıl ugurladı sana kalmadı genneş dayim bu hak yola ihsandan artuk nene gerek dahı bu mal bu kumaş ecel bir gün keser ömrün kemendin sana şöyle görinür şindi yavaş nice bu yat hayal kaygusuz abdal ko bundan ne hasıl gelür ışka ulaş dilberün hüsni hayali beni benden aldı uş başumun her katresinde bahrı umman oldı uş nagehan dilber hayali gönlüme düşdi benüm canumun zahmına merhem ya'ni ol yar kıldı uş her sa'at kaşı yay ile gerdun okı zahmını vardı yüregüm başında cigerümi deldi uş ben direm her lahza şahum ben sana ferman benem ben bu hüsnün aşıkıyam yahşı yaman buldı uş sabr idebilmen bu çevre var esirgemez beni feryad itdüm halk içinde bana naşi geldi uş ben garibem hem aşıkam hem esirem hüsnüne ar şişesin taşa çaldum namı ışkun saldı uş bu cihan mülkine teslim kaygusuz'ı ihtiyar kıldı gönlinün içinde maksudını buldı uş viran ki koyup gülsitana gelmeye baykuş bülbül gibi hoşneva degül ya'ni ki her kuş mahallini bil her kişinün mertebesi var karga yabalak şahbaz ile olmaya denk uş miri peleng harfi ola mı ya'ni karınca pençe duta mı iy akıl arslan ile bu muş dirler ki bana sırrunı sakla dile gelse bir can ki ışk odı ola olmaya hamuş hakikat özin bilmegi taleb iden kişi koya başını mürşid öninde kala loş ma'ni erinün deminde hizmetine irsen devletdür kapun ma'nile kılmayasın boş gel iy talib ışk erinün sözini dinle ma'ni denizi canun içinde çü kılur cuş ma'na dilini anlamayan hayvana benzer aşıkdur ol ışk kadehini eylemeye boş bakma her işe aşık isen kaygusuz abdal sırrını dilegil ışk ile bir ol ahi medhuş nice bu divan u yargu nice bu ceng ü savaş ecel irişdi i hoca sırunı eyledi faş nice nice diyesin sen cihan benüm olsun nice bu zulmi hisabsuz nice bu ehli tiraş sani'i bil ki bilesin bilicegin aslun nice bu suni cemal u nice bu göz ü kaş bu nakş u suret aşina ayineye benzer bu nakş içinde bakasın görünüpdür nakkaş cihana geldün özüni bilimedün gitdün çıkardı seni yolından bu nakş u aklı ma'aş nice bu yalan u gerçek benizetmece sözler nice bu kutı layemut nice bu etmeg ü aş nice bu fikri bihude esbabı mülk ü diyar nice bu zineti dünya nice bu mal ü kumaş gelen gider bu cihanun kaidesi şoldur nice bu sağlık esenlik nice bu ömr ü bu yaş kanı bu cihana gelen bu sahrada yitdi nöbet bu kez bize geldi ögüni dir kardaş belinleme ömürün ipini çeker bir gün bu çerhi gerd dahı sen şöyle sanma ki yavaş bu nakşı suret ü cümbiş kılmadı ki vardur hak'ı bilen insan oldı kalanı külli heş diriga hayf diriga bilmedün özün bu kibr ü acb ü tekebbür bagrını eyledi daş fitende çüst ü çalaksin ibadetde agsak gökçek uzun sakalun var sabaş hoca sabaş her ne ki gele yolına hak'a şükür kıla hak'ı hazır görene aşık niçün ola serkeş cihanda teferrücün var tasarrufun yokdur farig ol kaygusuz abdal hod u hoşbaş aşıkun bu ışk yolında bagrı büryan olsa hoş ah u feryad ile her dem çeşmi giryan olsa hoş insan isen hayvanile bile hem dem olmagıl insanun hemnişini hem yine insan olsa hoş ışk elinden ölenün fenası aynı bakidür aşıkun ma'şuk yolında canı kurban olsa hoş baykuşa viran gerekdür ta ki hatrı hoş ola bülbülün yiri hemişe güli gülşen olsa hoş bu adetdür her kuşa kendü mekanı hoş gelür bahrı umman kuşlarınun yiri umman olsa hoş ferraşa sorma ki bilmez sultanun esrarını sultanun sırrına mahrem yine sultan olsa hoş aşinalar sohbetinde vahşi karar eylemez zira kim divün makamı derbeyaban olsa hoş hakk'ı bilen aşıkun vücudı viran oldugı genci pinhan itmek içün zira viran olsa hoş ışk elinden ölenün hakim ne bilsin derdini aşıkun derdine yarun vaslı derman olsa hoş dünyanun hakkına zindan didi çün kim mustafa her ki hakk'ı istemezse yiri zindan olsa hoş bengiye esrar yiyicek sogan ekmekden ise kaygusuz abdal'a sorsan helva büryan olsa hoş. ışkı ne bilür bakışını eylemeyen saf özini bilen sözini söylemeyen güzaf özini bilen bu hali bildi hamuş oldı var sen i cahil hayali ko eylemegil laf nemrud eger ok atdıysa göge mi irişdi ayine gussa yirdeki it eylese af af karınca kaçan avlaya denizde ki nehengi arslan çetüki göricegez eylemeye havf taşun bezeyip cehlile içün viran itme müselman olan hakk yolına eyleye insaf tutam dir isen cihanı külli tutamazsın özüne yören gel berü iy sahibi insaf her kişi ki var nasibin aldı tuta geldi elest deminde tokınıcagaz nun' ile kaf' bu ışk haberi cümle gönüllerde malamal bu ışk ile toptoludurur kaf ile berkaf çün yol erisin yolunı gözle ol sebükbar yol ile var iy kişi allah'a kıla mu'af halife odur hakk'a hilaf itmeye hergiz işini hilaf işleyen kaçanola halef sen arif isen ışkı tanı kaygusuz abdal ışkı tanıyan kişidedür menzili araf. gel gel i gönül ışk erine leyl ü nehar yok yırtdı melamet cübbesini namus u ar yok bu ışk sırını sakla gönül her bihaberden dünyada dahı'ışk erine dahı tücar yok gönlüme bakun tesbih ü seccadeyi koydı ışk oldı da'im fikr ü heman özge bazar yok ışkdur alemün varlıgı maksud dü cihanda ışkdur keleci söyler isen dahı haber yok her kimse ki bu ışk ile bagrı kebab olmaz ol bir agaca benzer i ki bar u semer yok gel gel i gönül ışk ehline namus ü ar yok her gönüle ki ışk tola hiç sabr u karar yok gark eyledi bu ışk denizi alemi yeksan her kim düşe bu bahra gönül dahı kenar yok çün gitdi hicab arada vuslat taleb eyle ışk ile gönül ayinesinde çü gubar yok eger dilesen ma'şuk ile vuslata irmek ışkdur sebebi dahı ona fethi zafer yok faş oldı nagah sırrı gönül ışk bazarında gönlümde benüm gayrı dahı sevdaya yir yok gel gel i gönül neye gerek zerk ü saluslık ışka ibadet eyle gönül ki zevali yok geç ko i gönül bu feşaret aklı mecazdan ışk yayı ile at nişana togru vara ok sen ışkı gözet çün nasibün ışkdur ezelden ömrün hasılın hiç yire harc eylemegil çok vallah i gönül senün ile ışk belasından namusı kodı diyü güler şardaki mahluk bu ışk yolına kurban olursan sa'adetdür çünki buyımış takdirde ezeldeki buyruk gel gel i gönülışk belasından halüme bak bu ışk od'ına yandı cigerüm dir ene'lhakk ar u namusı yıkdı ki halk ta'ne ururlar sen dahı gönül naşi bigi tutmaya bardak vuslat şarabın ışk elüme sunalı günden ışk ile gönül tesbih ü zikrümüz ene'lhakk ışk sıfatını dünyada her bir kişi bilmez aşıklara sor ışkı gönül ne bile ahmak güstah kişi bu ışkı gönül başa iletmez müştak olana ışk dahı hem can bile şikak gel gel i gönül ışk ile hiç asayişüm yok ışk aldı başum dahı gönül hergiz işüm yok ışk beni gönül yakdugını halk kamu bildi bana inayet it i gönül dahı başum yok elüm tut ahi ışk ile uş ayaga düşdüm seni tanıram dahı gönül özge kişüm yok kulına kal'a bildi meger beni gönül ışk erkanlıg ile sana direm hiç savaşum yok bu ışk i gönül senün oldısa belasın çek ham sevdaları ko gönül çekmege başum yok var var i gönül bir arada çün mekanun yok namun görinürdi tolu hergiz nişanun yok ışk etegini dut i gönül koma elünden bu ışkla bir olur isen hergiz ziyanun yok baş vir i gönül canun kurtarasın bu yolda sabit kadem ol yoluna çün kim yalanun yok ışk ile kadem bas bu yola menzili gözle tapşurdun ise ışka dahı hiç lisanun yok bu ışkı gönül kendü özüne din iman bil bu ışka inan sen i gönül çün gümanun yok var var i gönül benüm ile meyl ü vefan yok terk eyle bari ışkı gönül çünki safan yok her kime gönül yar idise agyar olan ol n'içün i gönül dünyada kim hiç aşinan yok baş vir i gönül yüzüni döndürme bu yoldan terk eylemege ışkı gönül çünki çaren yok terk eyle gönül kibri başundan aşaga ko yolını gözet kimseyile çun u çeran yok iy bu dü cihan zerrece gözüne görinmez ışk etegini tutmaya bari medarun yok mefulü var var i gönül ışk ile söylegil ene'lhak sen hakk'ı koma söyle hak'ı yar ki kıla hak yüz bin sözi bir eyle heman bir söz söyleme bir sözi di ki sana gönül tutmayalar dak sen kendü özün koyubanı çevre gözetme fi'lcümle alem sana gönül can ile müştak çün hakk evidür seyyid ü muhtar söz ile dil hakk'ı tanıyan hakk'a gönül olmaya kostak sensin i gönül ışka mekan hakk'a nazargah gönül sırunı her bihoda söyleme sır dak var var i gönül ışk ile sabr u aramun yok ışk oldı başun dünyada hiç dahı gamun yok her kişiye bir iş ucı degdi bu cihanda sen ışkı koma dahı hiç özge makamun yok gerçi bu gönül ışka ki tevbe kılayın dir bivefalıgun var gönül senün in'amun yok sen ışk ile bir olalı ben ayaga düşdüm cevr ile beni yakma çü lutfun keremün yok bu tesbih ile seccadeyi bir yana koydun ışk oldı sözün dahı hiç özge kelamun yok var var i gönül ışk olana gussa vü gam yok ışk olmadugı kişide hiç dem ü kadem yok her bir kişinün başına bu ışk yili esdi bir anlayı bak dünyada hiç şersüz adem yok ışk oldı sebep mansurını halk od'a yandı her ne dir ise dünyada bu ışka kalem yok ar u namusı kodı gönül melamet oldı divane gibi ışk ile hiç sabr u aram yok maksudı budur gönlümün ışka vasıl olsa budur dilegi gönlümün hiç nesnede kem yok mefulü var var i gönül ışk gözine perde hicab yok zira ki bu ışk hak nurıdur ışka aceb yok candur satılan da'ima bu ışk bazarında bir anla ki bak sen i gönül akla hisab yok ışk gerek ise yine heman ışk etegin dut ışkdur sebebi ışk yolına dahı sebeb yok ışk kimde ise nişanı bu melamet eyler ışk gelene nişan arada meşreb edeb yok ışk gerek ise yüzüni ışka türab eyle nazikligi ko sen i gönül naza itab yok baharun mevsimi geldi gözün aç ahi bak nicesi nazar idüpdür cihana ol hallak areste kıldı bu saki o kadir ü kayyum bu kulların hikmeti gördi dimekçün sadak yeşil harir ki geyindi bezendi cümle cihan cennete döndi kayinat zihi inayeti hakk hezar dürlü boyandı çemende çiçegi gör ne boyacı aleti var ne çivit bu ne boyak nicesi arayiş itdi bu nakşı ol nakkaş ne resme bitdi çiçekler kimi kızıl kimi ak kiminün benzi sarıdur aşıklara benzer kimi sofi gibi kimi geymiş libası erzak benefşe geldi bazara baharı muştuladı açıldı badem ü ban bezendi dal kim budak didi ki çün güle benzer benüm dahı rengüm suseni gör kim irişüp hatbe çekdi bıçak ki reyhan üstine dutdı çadırunı bak bak dahı gül bağladı gonce kızardup al yanak eline hınna ki yakdı gelin gibi lale salındı bustan içinde şive kılur zanbak gül destesin yigitler başına sokdı yine reyhan budagını düzdi hublar yanagına bak cennet'e nisbet olupdur cihana gör ki yine kuşlar avazını dinle bir dem dut ahi kulak cihana nisbet olupdur cihanı gör ki yine uyandı yirdeki otlar agaçdaki yaprak hezarı gör ki ne söyler evinde subh u seher hezar destanı gör kim kumrudan aldı sebak mecnun oluban gönlün dağlara düşdi yine virane baykuş'a düşdi bülbüle gülşen otak su kenarına kondı ördek ü kaz u öket turac u bıldırıcun tavusa oldı mesak hülhülce kuş kovar oldı atmaca tutdı anı şahin elinde gügercin kalur hezarı firak kırlangıç evlere geldi başladı yedi buse toy ile turnayı gör kim yabanda tutdı durak her katresini gör ki çiçekler üstindeki sanasın şem'misaldür şöyle ki yandı çerak bu şazulıga sevindi yir ü gök ehli kamu yoksa can u gönülden hurı cinan müştak haddünden aşma halüni bil iy kaygusuz abdal ariflerün ayaguna yüzini koy kıl toprak sıdk u safayam zerk u salusdan haberüm yok aşuftesıfat ışk ile sabr u kararum yok rindi aşıkam tesbih ü seccade bilmezem zühd ü savma'a deyr ü nakusdan haberüm yok başumı kodum piri harabat işiginde terk itdüm ar u namı namusdan haberüm yok ümmü'lkitabem sureti insana gelmişem mantık ne olur ilm ü füsusdan haberüm yok şahun nurı çün gönlüme tecelli olaldan şemsdür delilüm şem' ü fanusdan haberüm yok bu kırk yidi üç sırrı gönülümde sır oldı halüm bu benüm il ü ulusdan haberüm yok şah diyübeni ışk ile şahbazı gözlerem ala dir isen bangi horosdan haberüm yok bu yolda canum koyalı canana benzedüm misali nedür ale'lhususdan haberüm yok girdüm vücudum şehrine kaygusuz abdal'am gönlümde imiş bu sırı bustandan haberüm yok hakim oldur hikmetinde zerrece noksanı yok cümle cismün canı oldur andan ayru canı yok malik oldur mülk anundur lutf anundur fazl anun fazlınun haddi belürmez lutfunun payanı yok kahrı lutf u küfri iman derdi derman ol heman andan artuk kimsenün hiç derdi yok dermanı yok cümle vechün hüsni oldur cümle hüsnün revnakı cümle sun'un andan artuk sani'i sultanı yok çar unsur şeş cihet kim resmi perkaldür adı yirde gökde sultan oldur gayrınun gayranı yok ol kadim ü lemyezeldür cümle varlıkdan murad andan artuk kimsenün hiç adı yokdur sanı yok evliyanun heman oldur kesbi keşfi vahdeti enbiyanun andan artuk delili bürhanı yok heman oldur çarh içinde gerdişi devran kılan ol kadim sultandan artuk devranun devranı yok yirde gökde cümle şey'ün sermayesi ol heman andan artuk kimsenün hiç sermaye dükkanı yok her kimün ki varlıgı harç oldı gayrı oldı hiç hakk ile bazar idenün işte peşimanı yok bir canı vardur yolunda kullıgunda harç ider kaygusuz abdal'un ayruk cübbesi kaftanı yok gevheri pakem ben kanı ma'den neme gerek bikülli canam benüm dahı can neme gerek zahir ü batın birile birlige yetmişem. nokta vü kelam deryayı umman neme gerek terk eylemişem zerkile zühdi saluslıgı tacir degülem sermaye dükkan neme gerek sırat u mizan dünya vü ukba hikayeti koy ahi benüm kıssa vü destan neme gerek evvel ü ahir cümle canun menba'ıyam ben genc ü hazine mülki süleyman neme gerek elden komışam murdarı şehbazı hazretem baykuş degülem ben ahi viran neme gerek mahv eylemişem varlıga külli vücudumı çün binişanem bu nam u nişan neme gerek şemi meş'ali zulmete düşen kişiye sor bikülli nurem hurşidi taban neme gerek sıdk ile gelüp allah'un birligini bildüm münkir degülem inkar u güman neme gerek fi'lcümle alem hakikat hakk'un tecellisi gerçek direm uş sözümi yalan neme gerek hakk disene cümleye çün kaygusuz abdalam rahman var iken vesvese şeytan neme gerek l gel gel i gönül tabl u melamet ki yiter çal ışk ile beni eyledün uş divane abdal melamet ider çünki benüm perdemi açdum gönül dahı ko eylemegil bana kil u kal bu ışkı nice oda yakup eyledi berdar sakın ki gönül dahı bana eylemesün al bu ışkı nice mihnet okına nişan eyler dek dur i gönül ışk ile sen eyleme kim kal gel gel i gönül ışk ile sen serbeser eyle nasihat idüp bari gönül ögüdümi al delil akla gelem ben berü gel iy akıl akıl olan kişi aceb niçün olur gafil hakka eyle nazarı bakma bana sultanum bu ab u gil suretümdür can u dilüm can u dil ki ezelden neyise aslun yine anı iste evliya eteğini tut eger ki varsa delil niçe bu sen sen aceb ben ben aceb kibr ü meni niçe bu fikri fesad u bu tasavvurı batıl nice bu çeng ü çegane bu işreti meclis nice bu efsane sözler niçe bu kal ü kil seni bu şarabı gaflet seni bu ham itmiş kendözin iş gice uyku uyan iy gafil ayıl kanı senün ile bile gelen yine gitdi sen dahı bırak eyle degülisen aklı kalil bu işün içinde o sani' biledür gel bak bu nakış suretle kalma baki degül ab u gil bu aklı ma'aşı terk it bir akıl gel iste delil iste gör i karındaş olmasun zelil gel eksükliğüni dile sözile iş bitmez nite karun bu bihude rivayet ü te'vil özüne bir yören ahi ne haldesin anla ömür geçer sana koymaz işüni eyle hasıl nasihatun ayruga çok sana itmez eser bahil ana dirler ki özine ola bahil dayima arpa satarsın ki buğday gösterdün bu sen iy kaygusuz abdal halüni sen kim bil gel gel i gönül ışkıla bu diyara bakgıl aslı ne imiş fer'i nedür her kara bakgıl sen arif isen nakdünı turrada unutma agyarı gözet hali nedür hem yara bakgıl sen dilerisen keşfola bu ma'niyi esrar inkarı ko sıdkıla bu ikraruna ki bakgıl var tavus isen seyredegör nişan içinde gel bülbül isen dikeni ko gülzara bakgıl cümle alemün gel i gönül defteri ışkdur ne yazmış ezel kalemi bu deftere bakgıl gel gel i gönül derdüni ışk ile dile gel söyle dile gel veli ki derd ile dile gel ışkı göricek can u cihanı unudursın nice delüsin sen i gönül bir usule gel aklı kül ü hakikatı ışk sende bulındı ışk ile gönül cuş ahi barkına dile gel ışkı göricek canunı yagmaya virürsin koy ahi gönül bu hayali şimdi yola gel canın sakınan ışkı gönül başa iletmez ışk meydanına tablı selameti çala gel gel gel i gönül ışk ile sen ışka sadık ol ya ele getür ışkı gönül yahu farig ol hiç yire gönül ömrüni yile mi virürsin bir işi gönül işle ki ta hakk'a layık ol gel gel i gönül ışk ile bak keşf ola esrar ışk etegini koma gönül ışka aşık ol ya nedür vücudun sen i gönül ışk ocagında candan aşık ol ta ki aşıklara ma'şuk ol ışka aşık ol sen i gönül bu hizmetündür bagla bilüni ışk yolına sahibtarik ol var var i gönül kendü özün bilmege bilgil bilgil özüni ayineni ışk ile silgil sil ayineni ışk ile bak gör ki ne vardur eyilme her aka eyilirsen bu aka eyilgil yar yolına yan yüregüm bagrunı kebab eyle kıyma çeküben cigerümi ışk ile delgil tutulma gönül kalma bu gaflet duzagından ta kıssa idüp hikayetün söyler i her dil gel gel i gönül özüni bil her yana gezme özin bilen aceb evine asa mı zenbil gel gel i gönül sen ışk ile birlige bitgil her ne ki sana ışk dir ise özün işitgil iki cihanı fikr iderem hiç zararun yok maksud ne ise bari gönül anı itgil gafil gibi gel sen i gönül gaflete düşme ur bildügüni ko i gönül ögüt işitgil yolunı koyup delü gibi yabana düşme yol eriyisen yolı gözet yoluna gitgil her ne ki sana sanur isen yoluma gelsün sergerdan olup kalma gönül menzile yitgil bahar oldı yine saki getür gül açıldı gül ü reyhan bitdi sünbül yine rahmet yeli esti cihana figan eyler gülistanlarda bülbül teferrüc kıl ki ne şebbuylar eyler bu gün hublar bana kanda kızıl gül yeşil atlas ile tonandı dünya kaz u ördek ile zeyn oldı her göl aşıkile ma'şuk gülşen içinde surahi söyledi arabca kulkul bu rahmetten cihan cünbişe geldi göresin cümlesi işinde meşgul hezaran ıyşı sohbet gülsitanda bahası yad ile olması bir yol muradun yar ise kaygusuz abdal dile hakk'dan başed eyleye kabul her sureti nakşı görsen olmagıl hayran gönül cismüni tarh eylegil ki can olasın can gönül kendözün bil ki bilesin kanda var bir kan nedür hiç yire niçün gezersin söyle sergerdan gönül bütüni sındur gönül ki hak sana halil diye ateşi nemrud katında ol ki gülistan gönül ışk ateşin tut gönül ki iresin maksuda sen ışk ola sana bu yolda delil ü bürhan gönül gah olur medreselerde tahsili ilme varup ki ola vire virirsen şöyle ki risman gönül gah arifsen bir kılı bin kesdi dersin parile gah özünden bihabersin şöyle ki hayvan gönül gah hak'a vasıl olursan gayrı sığmaz araya gah olur yoldan çıkarsın şöyle ki şeytan gönül gah olur yirlü yirinde fark idersin her şeyi gah katunda kahr u lutuf bir olur reyhan gönül gah sadıku'lkavl olursın fi'l münasib kavline gah katunda bir yol olmaz hezeran peyman gönül gah nadansın şöyle ki kendü halinden bihaber gah virürsin binişandan sureti insan gönül gah olur derviş olursın kana'at bir itmegi gah olursın laf içinde mülki süleyman gönül gah olur köşk ü sarayda işreti ten meyi ışk gah olur ki ışk elinden seyr ide külhan gönül iy gönül ışkun elinden şikayet kılsam direm kaygusuz abdal'ı kodun giryan u büryan gönül fa'ilatüfa'ilün iy beni da'im derdile giryan iden gönül bu ışk odıyla bağrumı büryan iden gönül efsane kılup aklumı avare eyleyen razı nihanı aleme destan iden gönül gah canumı cehaletle vücuda benzeden gah vücudumı hak ile yeksan iden gönül gah ibadetümi zerk ile zünnara degşürüp gah sıdkumı saf küfrümi iman iden gönül aşkare beni zühd ile zahidmisal kılup hırkam içinde zünnarı pinhan iden gönül gah beni arif kılup aklum bigane'yleyen gah kim kulı sıfatı beyaban iden gönül vahdet içinde gah beni vuslata irgüren zerremi güneş katremi umman iden gönül bir lahza beni hakile hakister eyleyen bir demde beni hurrem ü handan iden gönül bir dem işi muhal iken müşkile irgüren bir demde külli müşkilüm asan iden gönül bir dem kul idüp bilümi kullıga bağlayan bir lahza beni aleme sultan iden gönül gönül bu ışk yolında derdile kaygusuz abdalam mihnet okına putei nişan iden gönül berü gel iy saki camı getürgil yine bu bezmi eyyamı getürgil bana bu zühd ü takva hiç yaraşmaz şu sakii gülendamı getürgil berü getür şarabı layezali veli kim yarı mahremi getürgil padişah çün bize mihman gelüpdür bize hemtaü hemdemi getürgil bu mecliste bize mansur gerekdür bu sırra şahı edhem'i getürgil harabatı münacat ehli bilmez bu işte benüm ustamı getürgil dane içün dama düşen ne bilsün bize bizdeki sersamı getürgil harabatda sakin ol kaygusuz sen yiter bu namus u namı getürgil m gel gel i gönülışk od ile külli kül oldum şöyle yanaram sanası şemi delil oldum gitdüm aradan nam ü nişan kalmadı hergiz dükendi vücud ışk ile andan hasıl oldum aklum varidi öz işümi yahşı bilürdüm ışk oldı işüm gitdi akıl kem'akıl oldum halüm göreli halkı cihan beni esirger düşdüm ayaga ışk ile külli sebil oldum ben sultan idüm öz halüme kendü işümde ışkı göreli sıdkile ben ışka kul oldum gel gel i gönül gör ahi ben neye sataşdum ışka düşeli derd ile sevdaya sataşdum hem zahid idüm zühd ile takvam bile halk duydı sırrumı gör ki ne gavgaya sataşdum var var i gönül sen feragat it kendü işünde bu ışk ile ben mihnet ü belaya sataşdum ışk göreli berü gönül ka'beyi buldum safa'yı tavaf eyledüm merve'ye sataşdum gör gör tali'üm sen i gönül ışka düşelden ışk sayesiyle devleti hümaya sataşdum gel gel i gönül hasret ile hastedil oldum bu ışk ile ben ayaga düşdüm sebil oldum bu hasret ile tütdi cigerüm oda yandı ışka düşeli valla gönül laya'kil oldum yar yar diyü uş düşeliden ışk odına ben başdan ayaga yandum uşda iy delil oldum ben benligümi terk idüben ışka tutıldum dükendi vücud ışk ile andan vasıl oldum sabr u kararum kalmadı bu ışk belasından divane gibi gör ahi mecnunşekil oldum var var i gönül halümi sor ışk ile yandum ışka düşeli cevr ü cefayıla boyandum almışdı beni valla gönül uykuyı gaflet ışk kulagumı burdı eyle ki közine yandum ışkı göreli can u gönül şöyle sevindi vallah i gönül külli bu cihandan usandum ben kend'özümi dünyada bir nesne sanurdum ışkı göreli ben dahı özüme yörendüm tüketdi kamu fikrümi aklum hacil oldı ışkı göreli ben i gönül şöyle utandum gel gel i gönül ışk denizinde yüzer oldum ışkı göreli külli cihandan bezer oldum bu ışk ile ben bilişeli bahdum uyandı sarraflık idüp incü vü gevher dizer oldum genc ü hazine oldı gönül ışkı bulaldan bu hazineyi gönlüm içinde sezer oldum gevheri tanır oldı gönül ışkı bulaldan dürdane içün bahrii muhiti süzer oldum gel gel berü iy talib olan sözümi dinle aşıklar içün ışk ile şekker ezer oldum gel gel i gönül ışk ile gözde hakir oldum her kim ki beni görse begenmez fakir oldum gerçi ki naşi kişi gözinde fakirem ben veli ki bu ışk nurıla bedri münir oldum halk nükte kılur bana bu gönül belasından halümi kime söyleyem ışka esir oldum ışk ile gönül belası bagrum kebab eyler çarem ne gönül her hale şükür şakir oldum müdde'i sözi beni bu ışkdan cüda kılmaz bu ışkıla aşnayı evel ü ahir oldum gel gel i gönül çagır ayıt ki şahı buldum ol benüm ile bile gelen hemrahı buldum sende biledür hakk i gönül söyle utanma ayet ki gönül bendeyimiş allah'ı buldum ışk beni eger oda yakarsa gelesim yok bu ışk nurıla sırrı ezel ilahı buldum gör gör tali'üm ışk ile gönlüm ferah oldı sevindi canum şadi kılur ferahı buldum bahtum çıragı yandı yine ışkı meyinde gümrah oluban güzer idüp ıragı buldum gel gel i gönül ışk sadefinde güher oldum muhtasar iken gör ki nice mu'teber oldum uyumış idüm gaflet içinde haberüm yok ışk geldi nagah gör ki nicesi bidar oldum ışk oldı nasib sa'adeti çü yarı kıldı bihüner idüm gör nice ehli hüner oldum ar u namusı yok idi halk serzeniş eyler ışk geldi başa çünki ne din ü ne car oldum kış güni gibi olmış idüm gaflet elinden ışkı göreli sanasın evvel bahar oldum var var i gönül gizlü razumı açar oldum ışk geldi başa sabr idemezem naçar oldum tablı melamet çaldugumı halk kamu bildi ışk aldı başum ar u namusdan geçer oldum külli beşaret oldı canum ışk safasından bu ışk nurıla hakk'ı batıldan seçer oldum ışk ile canum bilişeli mertebeme bak her nefes ile dürr ü cevahir saçar oldum ışk ile gönül çün bihicab vuslat olaldan arife kulam naşi kişiden kaçar oldum var var i gönül ol canı yeganeyi buldum bahra daluban gevheri dürdaneyi buldum bahtum çeragı yandı bu ışkun safasında gönlümde nagah dilberi cananeyi buldum gönlümde bu ışk sa'adeti genci ezeldür genc ile tolu gör ki ne viraneyi buldum ol sır ki canum sevdi anun nişanı ışkdur şükür ki gönül bari bu nişaneyi buldum didüm ki gönül ışk ile sen bednam olursın uslandı gönül çünki bu bahaneyi buldum nakkaşum nakşı tutundum mülki seyran eyledüm her gönülde sadhezaran genci pinhan eyledüm her zerre içinde canum can içinde sultanum yiri gögi arş u ferşi seyrle gerdan eyledüm evliya sırrını canda genci hane eyledim ben beni bildüm seni buldum meni terk eyledüm binihayet deryayum ben yire göge tolmışam evliya tonın tonandum sırrı ayan eyledüm evliya kanı güherdür sözde maksud ol degül her kimi ger ben dilerem gevheri kan eyledüm bir nefesüm bir nefesden oldı bu cümle alem bu yir üsti gökleri gör niçe seyran eyledüm kimisinün cehl içinde geçdi ömri bir ü bir kiminün gönli oyunda bahrı umman eyledüm birisinün ta'atını birine büt eyledim birine nemrud odını hoş gülistan eyledüm zahidem ta'at kıluram maksudum uçmak degül aşıka yidi tamuyı bağ gülistan eyledüm kaygusuz abdal ögüm derbende ali abaya günde bin kez ışk yolında canı kurban eyledüm bu ışkıle ben mülki ebedden bile geldüm faş oldı sazım her demi candan dile geldüm sayyadı ezel beni ebed turnaya saldı ışk tuzagına tutulup elden ele geldüm geldüm sabaha seyran idem kime derüm ben sanma beni ki altuna yahud mala geldüm insan suretin geyeli arif libasında seyr oldum ahi ya'ni ki halden hale geldüm safi oluban sıdkıla gevher san'atinden tevhid ile ışk odına seni sala geldüm külli vücudum birle ki birliğe yitiren hoş oldı halüm şadi kıluram göle geldüm karın ki taleb behre tuta ma'ni hanından ışk hazinesi gönlüme düşdüm yola geldüm bir dinle ahi halümi iy kaygusuz abdal bu ışk yolına kendü yaragum ala geldüm beni ben bilmedüm hergiz canem ben yoksa cananem ne cismüm var ne canum var ne insanem ne hayvanem ne ben can ile can oldum ne küfr ü ne iman oldum ne kanem ne mekanem ben ne gerdişine devranem ne odum ben ne yel oldum ne can u akl u dil oldum ne ab oldum ne gil oldum ben ol sırram ki pinhanem ne agyarem ne yar oldum ne mansurem ne dar oldum ne kanem ne güher oldum ne katreyem ne ummanem gehi katre gehi umman gehi peyda gehi pinhan gehi kulam gehi sultan ne kulam ne de sultanem ne ademem ne insanem ne yunus'em ne sud oldum ne zerem ne yakut oldum ne lü'lüyem ne mercanem ne ben darü'lkarar oldum ne bu anka'yla yar oldum ne ankaya şikar oldum ne derdüm ben ne dermanem ne aklum akla yar oldum ne kalum kal ü kil oldum ne ishak isma'il oldum ne yusuf'em ne ken'an'em ne elifem ne cim oldum ne lokman'em hekim oldum ne suhfı ibrahim oldum ne incil'em ne fürkan'em ne başum tar oldı ne de şems ü ve'dduha oldum ne asa ejdeha oldum ne musa'yem ne imranem ne alemle beyan oldum ne bendeyem nihan oldum ne nuh'am ne tufan oldum ne muram ne süleyman'em benüm vasfum beyan olmaz bana nam ü nişan olmaz bana kimesne can olmaz veli ben cümleye canem sorar bana ki suyam ben ne pinhanem ki buyam ben neye ki baksan oyum ben veli ton ile pinhanem ne abdal kaygusuz oldum ne altın ü gümüş oldum ne alimem ne kuş oldum ne danayem ne nadanem benüm elüm tutan şahdur bu cümleilme miftahdur müdam benümle hemrahdur gulamı şahı merdanem ben ol ebed mülkinden iş bu saraya geldüm aklum erişmez veli bilmem ki niye geldüm cümle varlık hak dedüm hak söze saddak didüm ezel dahı bu mülke bu sözi diye geldüm haşa niçün bilürem can elinden gelürem ayag tozı ile iş bu mülk ü caye geldüm bu adem suretiyle bu ilmi hikmetile bu sayvana gelicek kervansaraya geldüm cümle alemi gezdüm cümle denizi süzdüm cümle varlıkdan bile yoksula baya geldüm ten degülem ben canem kul degülem sultanem veli adem suretin tonumdur giye geldüm ne direm anla sözüm nedür benüm bu özüm ben devlet gölgesiyem semaya saye geldüm benem ol genci ebed nihanam gönüllerde ben hakk ile safayam ahde vefaya geldüm ben kaygusuz abdal'em ne ki dir isem olam aşıklar bazarında gör ne sevdaya geldüm bu cismi suret içinde benüm öğünç azim insana yoldaş olaldan insan olupdur adum insan içinde binişan olmagıçün n'olasın gehi suret gehi canem bu durur işüm dayim insana keç nazar olma insandır iy maksud insan libas içinde sır oldı şahı kadim bu nakş ü suret işidür ki gönlümden gitmez bu ma'na sünbüle durup ayrılmasun kayim bu nakş içinde nakkaşı göreli ben gördi vücud sadefmisaldür bu ma'na dürri yetim bu sırrı ki talib olan bana gelsün hekim olsun hekim ki başına gelen benüm bu derde hakim mansur sözin çagır der bana bu ışkı siyehler melamet tablını çalmak olur mı ziri kelim her ki bu nişane yetdi nişanesi ol durur kimesne gayrı dimez ol dutar sıfatı kerim deryayı vahdete düşdüm nişan meddi bilmem aklum irüşdügi söz durur söyledügi dilim bu derya alemi tutmış kenarı yok hergiz cümlede bile dahildür padişahı alem i hoca dur berü gel bir sözümi dinle benüm dürüpdür ömrün ipin döner bu çarhı zalim niçe bu beyhude sevda niçe bu hayali ham niçe bu hisabı dünya bu zir ü bam u bu sim bu ışka hemdem olaldan mansurlayın oldum bu ışk elinde i hoca gör ahi n'oldı halüm mustafa cife demişdür bu dünyaya i hoca her kim bu söze inanmaz narı şi'r ü cahim kaygusuz abdal i hoca kuş dilini bilmez dervişlik hadilerdedür işte budur varum fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bülbülün karşusına gül oldugum güle karşı şöyle bülbül oldugum hublarun yüzinde hüsn ü hubcemal gül yanak üstinde sünbül oldugum anberefşanem müselsel çinbeçin turreyi müşginde müşkil oldugum cümle nakşun pergalıyam pergalı her usul içinde usul oldugum her viran içinde genci pinhanem her cana kabulü makbul oldugum ne ki var alem içinde bende var her ne ki sen dirsin oldur oldugum şarabı ışkam vücudum peymane surahi avazı kulkul oldugum insanun gönli içinde hikmetem ayeti bürhanı te'vil oldugum kur'an'un aslı vü fer'i menba'ı tevrat u zebur u incil oldugum bu kamu eşyada bile mevcudem her neye gerekse dahil oldugum gahi canem cümle cismün varlıgı gahi surete ab u gil oldugum gahi menzilem allamı ulüvde gahi şeytan gibi ma'zul oldugum her canun içinde benem maksudı her gönülden gönüle yol oldugum ışkı hakikat benüm silgümdurur ol sebebdür bu aklı kül oldugum ben biçare kaygusuz abdal'ı gör ışk elinden şöyle behlul oldugum beni gör ki ne sırram ben canan idüm cana geldüm canum ben uş seyran idüp sureti insana geldüm ben ol gevheri yektayem ben ol canı bihemtayem gelürem varuram da'im yine bu meydane geldüm hayale düşme iy gafil viran olan bu vücuddur ben ol genci layefnayem yine bu virana geldüm kamu vücudda mevcudem kamu gönülde maksudem yalunuz insanı sanma tolu her mekana geldüm bu insan tonudur nişan bu nişanı görür gören benüm hiç nişanum yokdur veli bu nişana geldüm beni sanma ki insanem ne insan ki ben ol canem bahane kıldum insanı bu mülke seyrana geldüm hezaran eyyam u devran zemane görmişem n'ola ayıblama beni sen uş yine bu zemane geldüm ben ol kenzem ki mahfiyem bana degme akıl irmez nihan idüm beni gör kim nihandan ayana geldüm görün beni ki n'eylerem ne söylerem ne boylaram sözüm özüme söylerem sırumı lisana geldüm kanı ol ıssı isteyen bugün bu şehre gelsünler vücudum dükkana benzer meta'um dükkana geldüm hisabum şümara gelmez beni degme akıl bilmez bugün kaygusuz abdal'am bu ad u bu sana geldüm tesbih ü zikrüm hemişe ya hu direm ya hu direm her lahza her dem her sa'at labilmem illahu!' direm benden yakındur dost bana ben yoğam oldur göz sana anla sözüm anlamazsan yogı direm yogı direm bülbülsıfat gülşende gör ünüm işiden şad olur fahte bigi bustanda ben gu gu direm gu gu direm bilmedüm aslum neyimiş aşinalar vahşi imiş virane tek baykuş gibi gör nicesi ku ku direm cümle vücudı can mıyam cümle alem yeksan mıyam bu mülkde ben yad bilmezem her kişiye amu direm tal'at menem nikab menem hane menem ü bab menem varlık menem ü kap menem her hunıb her sebu direm her kim özin bildiyise sultan u sultanzadedür ol kim özini bilmedi la la direm lü lü direm ışkı bilen bilür hakk'ı hak'kı bilen olur saki ol kim bu ışkı bilmedi çü şu direm çü şu direm kaygusuz abdal ben isem aklum irişdügi budur bir hümadur gölgesi çün cümle alemdür su direm diriga geldüm giderem kendözümi bilmedüm kendözin bilen kişiden bir nasihat almadum ömrümün sermayesi harc oldı gitdi hiç yire azugum yok yol uzakdur hiç yaragum kılmadum geçdi devran vakt irişdi göçdi ömrün karbanı müşkilüm budur ki kaldum togrı yola gelmedüm nasihatum halka hoşdur bana eser eylemez kaldı bu gaflet pasından ayinemi silmedüm tesbihüm delili hakk'dur veli fi'lüm efsane melulem kendü işümde geçdi ömrüm gülmedüm nasihatüm dinleyen hall itdi kendü müşkilin ben cihan endişesinden bir dem azad olmadum suretüm eşkere derviş dirligümde nesne yok mahmurem gaflet meyinden kaldum uş ayılmadum kaygusuz abdal adumdur ben melulem kaygudan fuzulem şöyle tekebbür kibri başdan salmadum. gönül bu ışka düşelden melameti biar oldum elümden ihtiyar gitdi ya'ni biihtiyar oldum bu ışk çünki bana geldi beni biihtiyar kıldı arifler halümi bildi cahillerden kenar oldum çün oldı peyman u ahdüm irişdi matluba cehdüm uyandı tali' ü bahtum bu ışk ile bidar oldum bu ışk ayni inayettür bu ışk genci sa'adetdür bu ışka hemdem olaldan görün ne mu'teber oldum benem ikrar benem inkar benem alemde ne ki var arifler dilümüz anlar cahile derdi ser oldum ticaretüm bu seferden var oldı varlıgum vardan hisabum geçdi şümardan bihadd ü bişümar oldum bu ışk bana nazar itdi vücudumda cana yitdi ezelde ne kadar isem yine hem ol kadar oldum suretden sıfata geldüm sıfatumda zatı buldum neyem çün aslumı bildüm emini kirdigar oldum bilişdi ışk ile canum kemale yitdi noksanum gel iy sahibnazar gör kim nice sahibnazar oldum bu vahdet bahrına taldum vücudum külli can kıldum şahı bildüm şahı buldum şahile şehsüvar oldum ben ol kaygusuz abdal'am muhibbi ahmed ü haydar teberra kıldum agyardan yar ile külli yar oldum alem ü sırrı hafiyyat padişahı azam afitabı bizevalsin kamer ü bedri tamam şefkatüne sevindi şad oldı cümle ukul rahmetün denizinde müstagrak oldı alem inayetün nazarından irişdi cümle kula hayat u kısmet ü devlet ata vü lutf u kerem sa'adetün sayesinde sakin olupdur uş bu arş u ferş ü yir ü gök ü kürsi levh ü kalem bu cinn ü ins ü ne kim var bikülli vahş u tuyur seni penah idinüpdür bu cümle şah u gulam bikülli sensin ademde keramet ü varlık bildürmesen ne bilürdi bu sırrı beni adem özin bilene açıldı gülistanı vahdet insan çün özini bildi keşf oldı cümle makam her gönülün içindeki sen olasın fikri olmasa iki cihanda hayali sevdayı ham her ne ki var yaratılmış sermayesi sensin ana ki sen delil oldun dahı ne gussa vü gam varlıgun alem içinde güneş gibi menşur birligüne delil oldı kur'an cümle kelam neyün neye geregin bilen heman sensin hakim ü dana vü adil ü alim ü allam işareti kaf u nundan varlık tamam oldı her biri yirlü yirinde durdı tutdı kıyam ilahi kerim ü rahim bizi bize sorma lutfunla tekye kılupdur bu cümle has u am her kim bu ışka ulaşdı namusı yile virdi acep degül aşık olan olur ise bednam sen aşı etmeği gözle iy kaygusuz abdal bu sırra kaçan irişür senün gibi sersam cism suret içinde beni gör ahi can degül miyem canile bile gelmişem can u canan degül miyem ışkı hakikat olmışam sıfat ile zat olmışam sözümi dinle iy salik gevher ü kan degül miyem surete insan olmışam vücudda pinhan olmışam nişan içinde eşkere ol binişan degül miyem ibrahim'ün ihsanıyam ismail'ün kurbanıyam zann u gümana düşmegil ben ol fülan degül miyem gör beni ki ne arifem arifler ile harifem hüsni cemali yusuf'am hulkı hasen degül miyem ol canı layemut benem güneş benem bulut benem bulut içinde gör beni mahı taban degül miyem zühd ü ta'at benem ben uş hacc u zekat benem ben uş sıdk ile gör bak beni kim nurı iman degül miyem küfür benem iman benem cümle vücudda can benem inkar idene sor yine zann u güman degül miyem ilm ü kitab u defterem cennet ü hurimanzaram yakut u dürr ü gevherem cümlesi ben degül miyem çarhı cünun benem ben uş kaf ile nun benem ben uş ilmi ledün benem ben uş şerh ü beyan degül miyem kaygusuz'am çün abdal'am abdal olana ne kılam şöyle beyan eyledüm ki ya'ni canan degül miyem bahri oluban gevher ü dürdane getürdüm canan sırını sırr idüben cana getürdüm candan gönüle gönül içinden cana geldüm ışk elçisiyem haberi insana getürdüm cümle alemün maksudı insanı kamildür ol binişanı gör nice nişane getürdüm bildüm ki benem cümle şey'ün can u vücudı halüm budur uş derdümi lisana getürdüm anla sözümi ışk ile divane olaldan divanumı ben meclisi divana getürdüm zariflere di arifler ile hemnişin olsun ben ol sakiyem uş yine peymane getürdüm ene'lhak urup her nefesi ışk bazarında mansur benem uş nadanı gümana getürdüm iy da'vi kılan ma'nayı bilen müstemi' ol söz anlar isen gör neyi beyana getürdüm sen ki kan ol ma'nada iy kaygusuz abdal hace benem uş meta'ı dükkana getürdüm ben senün yüzünden özge kıblei can bilmezem şol ziba hüsni severem gayrı iman bilmezem ben şol ışkun menba'ın senün yüzünde görmişem delilüm hub suretündür gayrı bürhan bilmezem suretün levhidurur kim ehli dinün mushafı çün cemalün hatt u halün gayrı kur'an bilmezem ey bu dil kim bana şimdi seni şeytan azdurur ben şu zerki sufilerden özge şeytan bilmezem sufii salus nedendür ışka münkir oldugı ne bela gelmiş durur kim ana hak'dan bilmezem insanı kamil ki dirler mustafa'dur murtaza dahı kim var bu cihanda gayrı insan bilmezem her kişi bir nesne sevdi ben bu ışkı sevmişem bundan özge zeman u mekan u ihvan bilmezem gör benüm bu günki işüm va'deye salar va'iz ne hasıl efsane sözden kıssa destan bilmezem zahid eydür ko bu ışkı ta'at eyle cennet'e ben şu hub cemalden artuk huri cinan bilmezem canum ol hüsnün bagında ışk ile tutdı makam gönlümün meskeni oldur dahı vatan bilmezem ben kim anun ışkına cismümi kılmışam viran kaygusuz abdal'dur adum cübbe kaftan bilmezem. fa'ilatüfa'ilün canem hakikat veli ki candan münezzehem nam u nişanem nam u nişandan münezzehem fi'lem fa'ilem mecmu'iyem gayrı nesne yok kan u mekanam kan u mekandan münezzehem bikülli benem arz u cevahir ü cevherem gevheri kanem gevheri kandan münezzehem külli zeman u mekan u ihvan benem veli ben bir zatem ki külli zemandan münezzehem peygam u kitab cibrili külli benem heman ilm ü hikayet şerh ü beyandan münezzehem cümle sıfatem cümle zatem cümle mesmu'at canı cihanem canı cihandan münezzehem hace vü dükan sermaye benden ibaretdür hace vü dükan sud u ziyandan münezzehem gerçi ki benem cümle alemün hakikati ben bu hayal ü zann u gümandan münezzehem zahir ü batın fi'lcümle benüm vücudumdur ben nurı pakem küfr ü imandan münezzehem genci viraneyem viranda genci layefna bu turfegiden genci virandan münezzehem n'ola zahire ismile kaygusuz abdal'am ben bir canem ki bir ad u sandan münezzehem anla beni kim ben neyem sureti insan gelmişem çün susamış aşıklara çeşmei hayvan gelmişem eşya suretdür ben canem kulzümi bahri ummanem eşkere kim görür beni gönülde pinhan gelmişem geh arş u ahter geh felek geh levh u kalem geh melek gerdiş içinde her zeman sureti elvan gelmişem ol bendedür ben de neyem gönül içinde candayam çün öyle sanma sen beni yolunda yeksan gelmişem gah noktayı külli külem geh gülşenem gahi gülem gah libas u ton geyüp mülke kim süleyman gelmişem gah noktayı pinhan idüm gahi suret gah can idüm gah husrevi hakan idüm rüstemi destan gelmişem külli canem ten ne bilür ya'ni ki pinhan ne bulur aç gözüni gör sen dahı güneşden ayan gelmişem gah bebri yaban gah pelenk gah deryayem gahi neheng gah gevheri dürdaneyem lü'lüyi mercan gelmişem gah encümi gahi güneş gahi pinhanem gahi faş her dem bir ayruksı kaba geyüben andan gelmişem gah ibrahim gahi halil gahi ökeşem gah harun gah hatırı isma'il çün koç ile kurban gelmişem gah sitare geh ay idüm gah isa gah yahyayidüm her lahza ben bu meydane hemrahı merdan gelmişem özüm özümden garkidüm cümle alemden fark idüm bu dem surete abdalam ezbahri cevlan gelmişem geh nakşuna nakkaş idüm gahi nihan geh faş idüm geh hublara göz kaş idüm zülfi perişan gelmişem can ikliminde kan idüm katrelenür umman idüm ben burda yirlü degülem bil ahi kandan gelmişem bil ki beni kanda idüm seyranı cevlanda idüm bu demde kaygusuz ile kenarı meydan gelmişem kızıldeniz ben bu ışkı göreli her dem ene'lhak söylerem hakk diyenün sözine sıdkile saddak söylerem söylesem oda yakarlar sabr iderisem ölürem ol sebebdendür sözümi şöyle muglak söylerem alemün maksudı bende benem ol mahbubı can hakk'ı çün gönlüm içinde bulmışam hak söylerem ne ki var alem içinde uşda külli bendedür şahum ile korkudan özümi baydak söylerem görmişem ol ki alemde cümle cisme candur ol uşda yakındur veli kim kasdi ırak söylerem yirde gökde cümle şey'ün maksudıyam maksudı kasd ile izüm yitürüp çerhi eflak söylerem suretüm ademdür illa çeşmei hayvan benem bülbülem gülşen içinde sözi mundak söylerem sadıkam bu ışk yolında zerki tezvir bilmezem çün denizde bahriyem ben nişi zevrak söylerem her kim özini bilüpdür bu sözi ol bilür ol bilmeyen eyle sanur ki sözi kostak söylerem bu sözi söyleme diyü beni berdar itseler sözümi ışk ile henüz dahı müştak söylerem doğuban ölmek cihanda gerdişümdür gerdişüm hakikat şehri içinde tutdum otag söylerem bu melekut deryasında delil ü bürhan benem ol ki sergerdan olupdur ana turak söylerem şol mukallid kim bana dir akı kara söyleme ben akı kara dimezem karayı ak söylerem sen bana bakma veli kim söyleyeni gör nedür birle birliğe tapdum sözi ittifak söylerem kaygusuz abdal benem uşbu tenümün adıdur ben neyem bu ten içinde gel ahi bak söylerem. hasretüm elüm erişmez yare bilmen n'eyleyem diyebilmem halümi deyyara bilmen n'eyleyem müdde'i nükteler eyler yar dahı kılmaz vefa ben bu derde hasretem müdara bilmen n'eyleyem ah ile benzüm sarardı gizlü arzum oldı faş çaresüz biçare kaldum çare bilmen n'eyleyem dişi inci, lebi kevser, boyı servi, yüzi gül gözi cazu gamzesi ayyara bilmen n'eyleyem bir yana yarün cefası bir yana halkun sözi kalmışam arada uş avare bilmen n'eyleyem müdde'i ta'ne taşın atarsa sımaz gönlümi yaralı oldı yüregüm yare bilmen n'eyleyem yüregüm yüz paredür her parede yüz yara var akıdur yüz dürlü kan her yara bilmen n'eyleyem kaygusuz abdal oldum kendü halüm söylerem yar ile yad degülem ağyare bilmen n'eyleyem. geldüm ki bu meyhanede zühd ü salusı terk idem mesti laya'kıl oluban nam u namusı terk idem girü koyam taylasanı yagmaya virem dükkanı şöyle ki mest ü sarhoş olup aklumı hem terk idem sarhoş olam hayhuy diyem akluma ışkı duy diyem talak virem dünyaya ben koyam arusı terk idem hayran olam cünun gibi mazlum olam mü'min gibi nefsüm müselman eyleyem put u nukuşı terk idem bekrilere yoldaş olam yırtam yakamı faş olam edaniyem yavaş olam koyam kapusın terk idem dutulmayam efsanede delü olam viranede uzlet kılam meyhanede il ü ulusı terk idem satam ton u destarumı yiyem içem ne varumı sarhoş olam meyhanede bu fas u fusı terk idem ademde bulam şahumı egri koyam külahumı ben kendü sözüm söyleyem şi'ri yunus'ı terk idem ben kaygusuz abdal isem egmiyem burcı dal isem öz bostanum ma'mur kılam geşti palusı terk idem geldüm ki bu meyhanede esrar yiyem şarab içem sarhoş olam bekri bigi bu zühd ü salusdan geçem dartı koyam seccademi terk eylemeyem badeyi başum kaza sarhoş olam dert ehline razum açam zahid görüp eydür ise bu bid'ate had urunuz boyun sunam teslim olam haşa ki yolumdan kaçam sadıklara hemdem olam ma'nide isidem olam karışmayam zerk ehline özümi anlardan seçem bekrilere ayak dutam kimseye haşe dak dutam satam tonı taylasanı aldugumı dökem saçam hatrum safa işüm vefa bahakkı nurı mustafa hasud degülem kimseye sebeb nedür ki kin biçem zerk ü riya tarikine harç itmeyem ömrümi ben meyfüruşa kullık idem koyam bu menzilden geçem hemnişinüm arif ola her halüme vakıf ola bazum ahi kerkes inem şahbaz ile bile uçam mennan u bud ayyar menem ol şiveli dilber menem gören beni bilsün diyü yüzümden açmışam peçem kaygusuz abdal menem anla razum dinle sözüm benüm dilümde söyleyen külliyen şahid ben hiçem ben bu ışka bilişeli abı hayvan bulmışam canımun terkin uruban can u canan bulmışam bulmışam anı kim ol cümle cihanun sırrıdur bu vücudum katresinde bahr ü umman bulmışam gavvasam bu bahr içinde bunca zemandan berü sarrafam söyle ki gelsin gevher ü kan bulmışam gerçi bu ışk benüm işüm küfri mutlak gösterür bu acebdür küfr içinde nurı iman bulmışam bulmışam ol sultanı kim cümle sultan ana kul gördüğün var ise gel gör nice sultan bulmışam ışk odına vücudum külli yanarsa gam degül ışk odında ibrahim tek gül ü reyhan bulmışam degme bu viranelerde künci külhanda canum yandurup bu hale yitdüm sanma insan bulmışam bir çeragumdan uyansa bin çerag aceb degül ışk çeragın can içinde şöyle ruşen bulmışam zahmetüm rahata döndi maksuda yitdi gönül çünki buldum öyle sanki şöyle asan bulmışam evliya sohbetine gel müşkilin asan ola berü gel gör binişandan nice nişan bulmışam hurşidi taban ki dirler evliyadur evliya evliyanun sohbetinde derde derman bulmışam baş göziyle bakmagıl sen can gözin aç göresin gel i gafil münkir olma hakk'a iman bulmışam insanı kamile gel kim müşkilün asan ola bana sor kim kanda buldum bunı kaçan bulmışam benem ol kaygusuz abdal haki payi evliya çünki buldum evliyayı kamil insan bulmışam feryad u figan itdügüm ışka giriftar olmışam şol bir canı dilaramun zülfünde berdar olmışam zülfi çini tutdı beni gamzesi gözetdi beni şol fettane gözlerinün cefasına yar olmışam şol fitne gözlü ayyarun şol bir yanagı gülzarun lutf u kereminden yarün bir vefa umar olmışam şol gözi cazu fettane eyledi beni divane kirpük okın vurdı cana ışk ile bidar olmışam gel i benüm gülsitanum yanagı güli handanum ışk odına yandı canum müştakı didar olmışam sorma beni gidemezem canumı terk idemezem zira ki ruhsar üzre ben zülfi mu'attar olmışam kaygusuz abdal'am n'ola öz derdüm getürsem dile ışkında şol dildarumun giryanına zar olmışam aşık isem sıdkile ben ışkı sana yar eyleyem gayrı hayali terk idem bu ışka ikrar eyleyem kulam anam sultanumı derde virem dermanumı gaflet içinden canumı ışk ile bidar eyleyem meydana gelem er gibi arif olam muhtar gibi şahbaz olam haydar gibi nefsümi berdar eyleyem çün bendedür kevn ü mekan benem nişanı bi nişan gafletile aklumı ben niçün giriftar eyleyem terk eyleyem bu viranı aslına yitürem canı gönlüm içinde pinhanı ışk ile bazar eyleyem arif ile dildaş olam mecnun ile haldaş olam yol erine yoldaş olam özüm sebükbar eyleyem tecelli kılam nur gibi pinhan olam mestur gibi haşa ki ben münkir gibi bu ışka inkar eyleyem salih gibi selim olam alim gibi halim olam öz şehrüme hakim olam derdüme timar eyleyem akıl olam kamil gibi her dem açılam gül gibi bu ışk ile bülbül gibi yirümi gülzar eyleyem ışk yolına gözüm açam ma'ni şarabından içem yoklık hayalinden geçem varlıgumı var eyleyem ben kaygusuz abdal isem agu degülsem bal isem tevhid sıfatın ışk ile canumda esrar eyleyem nn bize agyar olana hak yar olsun göreyim dünyada berhüdar olsun bizüm önümüze kuyu kazana ana yardımcı perverdgar olsun bizüm ardumuza taşlar atanın koluna kuvvet ü eli var olsun bize dünyada kim ölsün diyenler dünyalar durdukca ömrü var olsun bizi cehenneme layık görenler yiri cennet makamı gülzar olsun bizi her kim ki bunda zemm iderse şefa'atçi ana kim muhtar olsun kaygusuz abdal'a her kim sögerse anun rabbinden nasib didar olsun avare kiçkinem yarnı tiler menni her bihude agyarnı tiler men giriftar olganam derd ü belaga bir ahdi çın vefadarnı tiler men visal deminde gayrun terkin urmak ehad bagıda gülzarnı tiler men sarrafem maksudum yani sadefdür hakikat dürr ü gevherni tiler men bu barlık bar idi yok nesne yokdur baram barlıg ilebarnı tiler men doğru men ibni tacik'em türkice bilmen yani ayyaram ayyarnı tiler men tiler men hakikat vuslatı dildar bihünerem bihünerni tiler men ışkun hakikatin bilmek içün men yani devleti bidarnı tiler men kaygusuz abdal'am könglümde fikrüm yani mende irem erni tiler men canumı pirüm yolına kurban iderem ben pirsüz olıcak can u cihanı n'iderem ben şey'en li'llah benem gıybetüme keleci salan hercayi yüze gülici yari n'iderem ben hayvana ki zencir yular dahı dayanmaz ehli tariki bin nefesde yiderem ben hüsnün ü cemalün göreli geldüm imana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben hal diliyile icazet ister kaygusuz abdal şahum assı kıl kim kuşum uçdı giderem ben var var i gönül yüregümi sen yada kıldun bu ışk okıyıla cigerüm sadpare kıldun bir hub sureti kanda görürsin alınursın bu huyun içün ben za'ifi biçare kıldun mecnun gibi ah eyledüm elüm işe varmaz ışk ile gönül uş beni ki avare kıldun vallah i gönül ışk ile hublar bazarında beni bırakup ışk ile sen kenare kıldun bu ışk ile ben o dem yanunda haberün yok da'ima gönül meylüni sen hublara kıldun var var i gönül derdümi dahı beter itdün bu ışk ile sen aklumı da bikarar itdün bu ışk od'ına düşeli şöyle ki delürdün mecnun kıssasın hele gönül muhtasar itdün her dem dir idün derdüne timar ideyüm ben yakdun cigerüm valla gönül uş timar itdün ben varayum i gözlerüme uyhu haramdur şundan berü ki hublar ile sen bazar itdün ben hasret ile zari kıluram ah iderem sen sohbetüni ışk ile leyl ü nehar itdün gel gel i gönül ışkı niçün inkar idersin ışkı koyuban dahı neye ikrar idersin ışk seni gönül fikr ü hayalden azad eyler kaçan ki gönül ışk ile sen bazar idersin sakla i gönül sırrıı ene'lhakk'ı faş itme bu söz ile sen beni nagah berdar idersin ışk ile biliş hiç yire ömrün zayi' itme ışk ile gönül her şey'i gevherdar idersin hakk'ı bilenün valla gönül kıblesi ışkdur tapmaga gönül meger anı kim ar idersin gel gel i gönül gümrah olup niçün azarsın bitmiş işümi ışk ile sen niye bozarsın dembedem çagırup niçe diyesin ene'lhakk öz yoluna sen elün ile kuyu kazarsın ana ki elün ire gönül sen anı iste yitemedügün koma gönül ko anı varsın özün bilene sor i gönül ışkı sorarsan ola ki özüni bilmedi andan umarsın ol sırrı ebed kim didiler sende nihandur ıragı gözetme i gönül kim tiz azarsın gel gel i gönül derde giriftar niçün oldun billahi gönül yar iken agyar niçün oldun zühd ü ta'atün kanı gönül zahid idün sen hüsnün göreli zülfine berdar niçün oldun ibadet idüp öz yoluna togru yürürken ışk ile gönül egilüp çenber niçün oldun gel ahi gönül n'oldı halün bir bana söyle sen ma'mur iken ışk ile viran niçün oldun kanı ta'atün ibadetüni yile virdün terk eyleyüben namusı biar niçün oldun gel gel i gönül zahidem ol sen divanesin sakın muradun mum gibi ışk ile yanarsın sufi kişiyem nasihatümi kabul eyle tolaşma gönül ışka ki cevre boyanursın zahid kişisin sen i gönül uyma bu ışka bile vara bu ta'atün sonra utanursın var var i gönül mecnun'ı gör bu ışk elinden başda i gönül sen de özüne yörenürsin bir lahza gönül hoş zahidi zikrine meşgul bir lahza dahı çeng ü çegana taranursın gel gel i gönül koma anı kim yitemezsin ne fa'ide çün nasihatüm sen tutamazsın bu ışk haberin söyleme gönül sana degmez çün arı koyup ışk ile gönül katamazsın bari i zahid tesbih ü zikrüni unutma ışk ile gönül birlige çünki yitemezsin bu ışk nefesi safi gerek şöyle musaffa kalb katma gönül kimsene almaz satamazsın kendü halüni bil i gönül ışk ile tolaşma namus şişesin çünki yabana atamazsın gel gel i gönül bize nişan söyle ezelden la bela diyen ol hikayet ol kil ü kalden ol dem ki suret yogıdı sen ol sözi söyle bile ki gönül niceyidi bu hal olaldan söyle ol ezel bezmde geçen hikayeti togrusını di sen i gönül korkma ecelden da'ima gönül ol padişah sende makamdur zeval görmegil bize haber vir bizevalden lezzeti cihan seni yolundan çıkarupdur meger seni ışk kurtara gönül bu hayalden gel gel i gönül yüzüni döndürme bu yoldan senün nasibün ışkimiş gönül çün ezelden her kişi ki bir iş ucını tutdı cihanda sen ışk etegin tut i gönül komagıl elden bu ışk belasın sorar isen mecnun'a sorgıl akıl ne bilür ışkı gönül sorma akılden aşık olana naşi kişi gülmek ayıb mı sag ol i gönül ne fa'ide ko ahi soldan bir yar var ise sadhezaran agyarı vardur razunı sakın sen i gönül degme fuzuldan gel gel i gönül ışk ile serkeş mi olursın ahdün canı ger bivefa kılmış mı olursın sakla namusın ışk eline virme gönül sen serde melamet bineva kallaş mı olursın sen bir zahidi ra'na kişi kendü halünde ışka tolaşup eyle şur ü faş mı olursın gel gel i gönül da'ima bu ışk belasından her bir naşiye yagmayı tiraş mı olursın divşür ögüni ışk ile sen serbeser eyle bu mihnete sen da'ima dudaş mı olursın gel gel i gönül din ü imandan bezer oldun ışkı göreli rahatı candan bezer oldun girü mi kodun mey içe seccadeyi n'itdün ışk oldı başun nam ü nişandan bezer oldun ışkı göreli sen i gönül üstine bakdum dünya ahiret kan u mekandan bezer oldun sevdayı cihan kılma gönül külli yalandur çin olur işün çünki yalandan bezer oldun bir dükkan idi sana gönül secde vü tesbih ışkı göreli sen bu dükandan bezer oldun gel gel i gönül elüni çek cümle cihandan ışk gerek ise feragat ol sud u ziyandan ışka düşeli derd ile bagrum başı artdı mahle uyumaz oldı gönül ah ü figandan külli bu cihan müdde'idür yar ele girmez sakın i gönül sırrunı faş itme lisandan maksud sana çün ışk idi maksud hasıl oldı dahı ne işün var i gönül karadan akdan ışkı hakikat sana gönül gevheri kandur behre tutagör sen i gönül gevheri kandan gel gel i gönül ışk ile bednam niçün oldun sen akıl idün divane sersam niçün oldun ışka tolaş iy kişi gönül geçdi namusdan arun varıdı ışk ile hemdem niçün oldun her bir müdde'i sözile kaçan koram ışkı bu ışk ile sen puhte iken ham niçün oldun bu ışkı koma degme bir hayvan belasından pes sen i gönül sureti adem niçün oldun henüz dahı sen ışk ile aşina degülsin ben ışk ile sen ruzgar eyyam niçün oldun gel gel i gönül bagrumı kebab ider ışkun suçum ne ki bana katı azab ider ışkun her lahza beni mest ü melamet ider ışkun ışk ile gelür aklumı harab ider ışkun ışk eliyile cigerüme dag komak ister vallah i gönül işümi aceb ider ışkun sen meni gönül mihnet okına nişan itdün beni melamet itmege sebeb ider ışkun ışkuna gönül bebri ki can gözile gördi gaflet gözine perdei hicab ider ışkun var var i gönül senün elünden yanaram ben halüm n'ola diyü ki sanurlar sanaram ben sen hu beni uş melamet ü bednam idersin ya'ni ki gönül işümi uş sana direm ben toprak idüp ayağa beni saldun i kim sen ya'ni elümi tut diyü sana sunaram ben ışkuna gönül düşeliden teşnedil oldum yandı yüregüm kanına bagrum kanaram ben gel gel i gönül ışk ile tersaya ki döndüm zünnar kuşanup abdürrezzak'a dönerem ben var var i gönül elüni çek gel bu cihandan görmek dilerisen nişanı sen binişandan top eyle başun ışk ile meydane kadem bas vuslat dilerisen aşkar ol mecnun'a candan vuslat şarabın iç saki sen vahdet elinden nuh ile biliş keştiye gir korkma tufan'dan ömrün hisabın nice nice hisab idersin terk it varunı ko ahi geç assı ziyandan hasis sözi ko i gönül akla ki ziyandur söz söyler isen ilmi ledün söyle lisandan var var i gönül çünki benüm terkümi urdun ışkı özüne sultan idüp kullıga turdun şikeste kılup bir fakirün terkin uraldan ışk ile gelüp can ilini yagma buyurdun her dem beni sen ışk okına nişan idersin at bari gönül ışk ile çün yayunı kurdun ışkı bulalı ışk ile sen işret idersin şikeste kılur beni gönül yire buyurdun bilmem ki gönül senün ile ne kılayın ben bu cefayile beni gönül cana doyurdun var var i gönül özüne gel geçdi bu devran mat oldı bugün ışk ile akl u gönül ü can hoş gör bu demi çünki ömür baki degüldür bu ışk odına sen i gönül yan ahi büryan çün baki degül dünya fanidür niye kaldun beş gün kalasın dünyada sanki sen i mihman ışk ile bile akla gönül sen yar olursın özün tanıya bile gönül haddini insan kend'özüne gel sende nihan esrarı anla ne ise gelür bihude söz kıssai destan var var i gönül sen beni bir oda bırakdun haste cigerüm dahı beter odlara yakdun bir zahid idüm sırrumı sakladum özümde sen faş idüben ışk ile uş yadlara çakdun vallah i gönülışkla oda beni yakarsın delürdi diyü yine benüm başuma kakdun ışka düşeli hergiz akıl bana yar olmaz sen dahı gönül lakabum uş divane dakdun baştan çıkaran beni gönül ışk ile sensin ne gördüm ise sen i gönül ol yana akdun gel gel i gönül sen aca'ib bahri muhitsin vasfunı senün künhiyile ol beyan itsün mansur sözini cuşa gelüp ışk ile söyle çagır i gönül cümle cihan halkı işitsün agyar sözile sen yar ile yarguya düşme her bir hasise uyma gönül koy ahi gitsün bin bencileyin olsa gönül feragatun var pes turma benem iy gönül o kim timar itsün ışk seni gönüldaş idüben perdeni yırtdı henüz namusun yok i gönül ışka bicedsin gel gel i gönül kend'özüne çıkma yolundan yabani olma kend'özünden öz hayalünden özüne yören sen i gönül gör ki halün ne taşma i gönül aşmaya sen kendü halünden ışk ile biliş yolına düş gel sefer eyle ırak olasın sen i gönül kil u kalünden ömri cavidan ister isen ebedi sen ol ögüdüm ala göresin i gönül ecelünden didüm ki gönül ışk belasından hazer eyle her ne ki gele yoluna kendü amelünden var var i gönül yarama niçün tuz ekersin yüzüm suyunı ışk ile uş yire dökersin tablı melamet cümle gönül ki zahidem ben zühd ü ta'atüm zerkini oda mı yakarsın ben saklar idüm razumı hiç duymaya kimse sen faş idüben uşta gönül halka çakarsın agyar belası canumı uş odlara yakdı bu ışkı gönül sen dahı başuma kakarsın bu ışk seni çün ma'şuk ile vuslata iltür terk eyle varun dahı gönül neye bakarsın var var i gönül ışk ile pençe mi tutarsın gavvaslıgunun zerkini ışka mı satarsın ko bu hayali gel i gönül sevdayı terk it şad ol ahi bir ışk ile ne fikre batarsın ışk ile gönül sırrumı sen eylemegil faş ben bir zahidem namusum yire mi atarsın sen aşıkisen ışka gönül eyleme inkar kalp eyleyüben altuna bakır mı katarsın ışk seni gönül berdar idüp oda yakarsa şad ol i gönül sevdügüne kaş mı çatarsın var var i gönül derd ile ışka boyanursın ışk odı yiter canuna andan boyanursın bu ışk belası mansur'a bagdad'dan kaldı bu ışk beladur sen ışkı gelmez mi sanursın tanrı'yı hazır gör i gönül nefsüne hay di beyhude işi kılma ki sonra utanursın bagla belüni kalma gönül nakş u suretde şol nesne ki baki degül i ne uzanursın meydanda meger gözlerün dillere tuş oldı ol sebeb içün meydana her dem yaranursın var var i gönül yarüni terk niçün idersin disem ne olur sana gönül kim bihabersin melamet olan ışk ile aşıklara gülme ya'ni i gönül kaplana sen daş mı atarsın ışka tanışup her işüni söyle gönül sen öz elün ile aşuna agu mı katarsın her kuşei külhanda ki toprak döşenürdin ya'ni i gönül aşıklara sen dak mı tutarsın çün bilmedün iy sen ki gönül geçdi bu devran sen kend'özini söyle gönül kime sorarsın var var i gönül sen nigahı ışka tolaşdun beni melamet idübeni perdeyi aşdun şehr ehli kamu sana gönül tane ururlar ışkı göreli zühdi unutdun yolı şaşdun kanı i gönül ibadetün tesbih ü zikrün unutdun ahi ışk ile sen neye sataşdun melamet olan ışk ile bu alem içinde suçum ne gönül benüm ile nişe savaşdun namusumı ben saklar iken kendü elümde ışk ile gönül kınanuban taşraya düşdün var var i gönül kanı senün tesbih ü zikrün unuddun ahi sen i gönül neyidi fikrün geç ko kamudan sen i gönül ışkı taleb kıl var mezid ola da'ima bu ışk ile fakrun bu ışkı gönül sen sana gel din ü iman bil ışk kimyasıla altun ola varsa bakırun sıdkun safa kıl ışk işi riyayı götürmez ışka batur i seni gönül ikrarı bikrün öz yoluna bak sen i gönül çevre gözetme ışk sende bite ışka gönül var ise şükrün var var i gönül hazer it agyar belasından razunı sakın her ki naşi har belasından dünya malına mustafa murdar didi hace sakın i gönül cife vü murdar belasından terk it bari bu ışkı gönül giç ko bu halden her bir bihaber bigane inkar belasından bu ışk yolına giden i kim şeytanı mutlak hak saklaya bu hased ü pindar belasından ışk gerek ise ışk ile kulagı çın eyle sakın i gönül beyhude güftar belasından var var i gönül ışka yakın bakma ırakdan ışk yasagına boynunı sun kaçma yasakdan var ışk gele başa i gönül ışk ile hoşgör senün nasibün ışkise çün ezeli hakk'dan senün dilegün ışkidi çün elüne girdi dahıne işün var i gönül karadan akdan bin riya ta'at olsa ki bir derd ü belayla saluslıgı ko gel i gönül geç bu turakdan ışk gerek ise cümle cihandan güzer eyle ta geçmeyesin ne fa'ide zik ile zakdan var var i gönül sun bana bu ışk şarabından başed ki canum uyana bu gaflet habından bu ayruya ta'at zerk ü saluslıg hiçmiş hiç haber vir ahi bize gönül ışk kitabından bir ışkı bilür kimse getür bana cihanda tutiya çekün gözüme payı türabından bu ışk odına yandı vücudum küle döndi her bir bihaber geldi bana ışk sebebinden külli varunı ışk yolına dermiyan eyle var var i gönül gel ko bu dünya hisabından var var i gönül nice nice avaresin sen ol senün ile gelmeye nice varasın sen sen bir iş içün tut ki senün fermanun olsun derviş kişisin ışkı nice başarasın sen var var i gönül hiç bab ile sana in'am yok bir lahza zahid bir dem aşık sad paresin sen her lahza gelüp ışk ile gönlüm tıraş itmen kasdun bu mı yüregümi külli yarasın sen öldür bari bu ışk ile hiç şefa'at etme başed ki beni bu beladan kurtarasın sen var var i gönül söyle bu ışkun nişanından sen ışk ile ol geç ko bu kan u mekanından gönlüm viranı ışk ile genci kadim oldı ayırma gönül sen ahi genci viranından ışk etegini tut ki senün maksudun ışkdur geç ko i gönül dünyanun sud u ziyanından ışk sırrını sen bir naşiye eylemegil faş yigrek sakınur aşık olan ışkı canından ışk küfri gönül yig ola her yüze ki baksan her bir zahidün ra'na salusun imanından her kim ki nişan virse sana ol binişandan anla sözini mu'tekid ol sıdkile candan ko bu hisabı sim ü zeri külli hak iste insansın ahi özini bil geç bu virandan yandur vücudun ışk odına sıdkile iste maksudun eğer var ise ol canı cihandan benden emanet insanı kamile iricek zinhar ana tek söyleme sen bir lisandan cümleyle ki bir insanı kamile iresin bilişdünise nuh'ıla hiç korkma tufandan hakkın emini bu yola virmişdür özini özini bilen kişi ki şaşmaya mizandan bu ışk sözine münkir olup inkar idenler ışk eşeğe benzer ki o kalmış karbandan geçdi ömürün dünyadan işün temiz ilte niçe şikayet eyleyesin devri zemandan sıdkun sımagıl hak yolına kaygusuz abdal zühd ü salusı kavi kıl iy geç bu dükandan bu cism ü suret içüme görinüpdürür ol can arada hicab yok neye gerek çünki bürhan bu ay u gün gice gündüz insana kullık eyler insan içün döner ahi bu gerdişi devran insana mevcud olupdur bu sahibü'lvücud insana sıfatını söyler külli bu kur'an cümle eşyanun insan iki enisi oldı insana togru bak eger degülisen hayvan bu ilm ü hilim kil ü kal bunun gibi esrar görinür insan yüzinde güneş gibi ayan bu bir sihir i yir gök dahı ne kim var durur bir insanun vücudında olupdur bu pinhan insan çü düzülüpdür ol cihandagı tertib cennet ü hurı cinanun maksudıdur insan inkar idenün insanı hiç ikrarı yokdur insan ile zira ayan oldı ki o sultan insanı kamil işidür ibadet ü takva bu zühd ü ta'at savm u salat bu edeb erkan insana adem benzer işi çok dive benzer yüz binde biri olsa hemin ola bu heman yolundan i gönül sen yolun gözle bu yolın gördi nice senün gibi dun köhne bu viran her kim bu girüye geldi geçmek gerek naçar ömr hisabı dükenür kimseye virimez aman derman bu derde bulımadı felatun üstad bu rence ne kefaretdür iy bilmedi lokman canundagı derd senün çü bu ışkdan olupdur sana bu derd hemin ola yine gerek derman bu hali ki anladun ise iy kaygusuz abdal bu nasihati sen işit iy bir özin bulan diriga bulınmadı benüm derdüme derman suretüm evüm liki huyum da'viye yeksan geldüm cihana bilmezem iy kim niye geldüm kaldum bu suret nefsine bağlandı akıl can insanem ahi mertebemi bilmedigümden agyar oluram yar yolına düş ile düşman insan dimegin maksudı ilmi ma'rifetdür budur ahi fark olduğı insan ile hayvan olmasın arif biline dahı muti' olmış hayvan yig ola ma'nide hürmetde o insan fitnede akıl veli ki tevhidde cahilem atlasa girem sureta ma'nide ki üryan kullık halini sorma bana hiç hasılum yok özüm gafilem veli sözüm ayeti bürhan kaldum bu suret nakşına özüm bilimedüm evvel ü ahir halümi bilür ahi sultan hak'dan ümidün kesme gönül adı kerim'dür da'im kılur ol cümleye lutfı ile ihsan kanı o tali' sana ki bu devlete irmek gelse katuna senün ile görile her yan helva göricek bengi ki gah kaygusuz abdal işün ne dahı olma aşa ışk ile handan cigerüm kan olur bu ışk elinden bagrum biryan olur bu ışk elinden yanaram şemveş başdan ayağa gözüm giryan olur bu ışk elinden ne kıldı ışk bana söyler olursam kısam destan olur bu ışk elinden açılur kim namus perdesi her dem tenüm üryan olur bu ışk elinden bu halkun atdugı ta'ne taşına canum nişan olur bu ışk elinden alem halkın teferrüc it seraser bana handan olur bu ışk elinden benüm sultanlıgum hergiz anılmaz adum insan olur bu ışk elinden bu cümle aleme sultan iken ben yirüm külhan olur bu ışk elinden yirüm gülşen iken taş kuşesinden bana vatan olur bu ışk elinden kaygusuz abdal'a bir anlayu bak nice fettan olur bu ışk elinden iy boyı servi revan dilberi şirinzeban bir gün ola gelesin bizüm eve mihriban berk yapışam bilüne ite ite geyürem anda seni sohbete iledem iy canı can sen geçüp oturasın ben turam az az koyam bir kadehcik içine camı meyi erguvan andan iy dilber turam dizüm çöküp tutduram şol kadehi elüne çün sen içesin revan şad oluram dün ü gün arduna bırakıcak iki bölük saçunı anberi zülfüni ran bir gün ola gelesin kaygusuz'a viresin yar selamu aleyke şah aleykümü'sselam gafil oturma iy kardaş durugel kalma yolundan yol uzak menzil ırakdur haberün var mı halünden ezeli vatanun kanda neye kaldun bu yabanda ki şöyle noksan olmışsın haberün yok kemalünden bu cihana neye geldün nice libas geye geldün ademsin anla halüni belinleme hayalünden ezel bu yirlü degülsin bunda sen nereden geldün yüri var müşkilün hall it ko geç kal ü makalünden sen ol mübarek vücudsın sana melek sücud kıldı ademsin merteben anla cevab işit su'alünden bu ışk yolında kurban ol ko div sıfatun insan ol bilişe ışk ile canun şad olasın melalünden işün kimseye inanmasun öz müşkilini hall it ganidür senün ol sultan sevabundan vebalünden aceb sen nice insansın hasiyyetün dive benzer uşanur div dahı korkar senün mekr ile alünden dilersen sultana yakın olasın can u gönülden çü kulsın kullıgun eyle koy ahi geç muhalünden sen özünden haberdar ol ko bu güftarı girdar ol teselli irişe sana yeminünden şimalünden yüri var kaygusuz abdal yüzün hak eyle bu yolda ta ki uşanmasun kimse senün nefsi fuzulünden hazer eyle gönül mehparelerden nasihat dinle sen biçarelerden aşıklar halini bilmek muhaldür teferrüc eyleyen kenarelerden yaralar yüregüm gamzen hadengi baş oldı bagrum uş bu parelerden kaçan can kurtara cehdile gönlüm şol iki cazuyı hunharelerden heman başın kosun yar işiginde ışkı sor sen dili avarelerden bu ışka tolaşan melamet oldı bilini bagladum emmarelerden biçare kaygusuz ışka düşelden farig oldı kamu şumarelerden feryad u figan bu çarhı gaddarun elinden bu fitnesi çok cazuyı ayyarun elinden döner da'ima döndürür halden hale meni kime diyeyin halümi bu mekkarun elinden yandı yüregüm derdile bagrum kebab oldı ahiri diken evveli gülzarun elinden harir düşünen kişinün yasdugı taş oldı rahatı bela derdi bişümarun elinden evvel şad olan ahiri hasretile gitdi cevr ü cefası haddi bişümarun elinden cihanda kamu zirekler aklını unutdı mü'minlere hac tersaya zünnarun elinden külli bu cihan mülkini tutan bizar oldı irmegi hata seferi hattarun elinden her bir kişi bu dünyada bir derde sataşdı rahat u hiffet fitnesi bidarun elinden bir sa'de elüm irişe vuslat şükranesi kurban kılayum canumı ol yarun elinden asıl metinde canumı kurban kılaydum ne dimekdür mülki mal kaygusuz abdal bu zihi tali'i çün zihi mal olmasına rağmen, gazelin son iki beytinde, redif birliği olması bakımından metin tamiri yapılmıştır. bu vasluna hicran vuslat olur ise nazar bu kaygusuz abdal zihi tali'ün elinden iy can içinde bu ışkı ile her bazar iden sıdk u safa ile aklını bu ışka yar iden özini bilen gönülünde hak ile bilişen külli cihanun bu sevdasını muhtasar iden mustafa yolın hakikat canı ile gözleyen kendü halini şugulı cihandan kenar iden gaflet ile bu gafilin uykusına düşmedin tevhidün yolında gönli gözini bidar iden eyledi terk kış bu sıfatını irişdi bahar tevhidün suyı ile can bagına timar iden hartabi'at huşk zahid bihabersin ey ki sen bu ki taylasanı kendü başına yular iden ahmed'ün yolında menzile irişmeye hergiz cihanun hevesin kendözine kar u bar iden zulmet içinde kaldı vü o hakk'ı bilmedi cehaletile hisabı dünyayı şümar iden var oldı kamu alemde güneş bigi menşur kendü özini gönülinde varlığı var iden toprağa koya yüzini ki tekebbür olmaya islamun yolında işini hakk'a yarar iden ışk etegini ki sıdkile dut kaygusuz abdal menzile yeter bu ışk yolında ol sefer iden münezzeh olmışam çün ab u gilden nişan sorsan bana sor can u dilden ayan oldı güneş zerrem içinde delil oldum delil oldum delilden yakin oldı yakinem bir kemale farig oldum bihude kil ü kalden akıl olan sırın nadana virmez kaçan kemlik gelür aklı kamilden sözüm dinle bana hakir bakarsan nasihat tutdı süleyman nemilden özün dürri vahide kan kılursan bite gönlün içinde her hasıldan çü birlikdür alem çun u çira yok dahı maksud ne kesirden kalilden özün bildün ise kaygusuz abdal dahı maksud ne cömertden bahilden neden gönül zar u giryan degülsin meger bu ışk ile hayran degülsin çün ışk yolına can terk idimezsin söyleme bari sen bican degülsin melamet bednam olmadun bu ışkdan henüz gönül dahı insan degülsin aşina ol bigane olma ışka kim insan sureti hayvan degülsin bil ahi sendeki nadim gönülse sergerdan olma sergerdan degülsin isma'il mertebesini dilersen niçün ışk yolına kurban degülsin başın oynamasun bu ışk yolında gönül sen sahibi meydan degülsin kadim sultan da'im sende mukimdür kemalün bil ahi noksan degülsin bu nakdi sultanun sende bulundı sana kim der gönül sultan degülsin gönül bu genci bulmasan özünde sa'adet burcına mihman degülsin gönüle girmesen kaygusuz abdal henüz sen ayyar u fettan degülsin mefailünmefailünfeulün ki rindi harabatem üstadem ben getür bikülli şarabun dadam ben ben ol sakii bakinün elinden içerem camı meyi dilşadem ben harabat zemzemesinden uyandum danei dam komışam sayyadem ben sana mekke bana künci harabat veli kim her makamdan azadem ben yare yar oluram agyara agyar bilişe bilişem yada yadam ben gahi leyla gahi mecnun oluram gahi şirin geh olur ferhad'em ben ne leyli'dür ne mecnun'dur bu vahdet bu resme ton biçerem hayyadem ben adem bu ton ile insan olupdur kamu sıfatlar içinde zatem ben kaygusuz abdal'am gam yimezem hiç muhibbi hanedanı evladam ben metinde hayatem' kelimesi vezinden dolayı hayyadem' şeklinde yazılmıştır. derdile canum yandı bu hicrana düşelden bu ışk hayali sırrile bu cana düşelden her bir nefesüm gör ahi esrarı ene'lhakk divaneyem uş ışk ile divane düşelden genci ezelem surete insan ile geldüm pinhan geçerem bu cismi virana düşelden ben ol filanam sırr ile seyrana gelmişem insandur adum sureti insana düşelden zerrem güneşe irişdi bikülli nur oldı katre vücudum deryayı ummana düşelden geh binişanem gahi nişan cümle vücuda seyran kıluram gerdişi devrana düşelden aşinalara sıdkile aşina olmışam biganelere sıfatı bigane düşelden bir anlayu bak gör ahi kaygusuz abdal'am gamdan farigam sohbeti merdana düşelden gel gel i gönül başumı hacun idesin sen bu hasret ile cigerümi hun idesin sen fikrüm budur aklum imaret ideyüm ben ışk ile gönül bir dahı düzgün idesin sen var var i gönül ışkun ile kime yitersin mecnun ne ola leyli'yi mecnun idesin sen fettaneligün var i gönül menşur olupdur bu fitne ile çokları magbun idesin sen ışk ile gönül iki bükildüm haberün yok elif kametüm nice nun idesin sen h gel gel i gönül bana dahı derdi ser itme ayaga salup sen beni gerd ü gubar itme ışkdur alemün maksudı sen ışk etegin tut ko ar u namusı ko gönül gel berdar itme nice nice bu cevr ü cefa ışk sebebinden sen beni gönül ahi canumdan bizar itme aşıklara halk ışk içün gülmek ayb olmaz efsaneyi ko sen i gönül söz fişar itme ışk gerek ise aklı dahı'ışkla yar eyle aklı uyudup cehlile nefsi bidar itme gel gel i gönül ışka sen tüccar gibi bakma yar ol i gönül ışka sen agyar gibi bakma sadık olanun kıblesi ışkdur dü cihanda ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma bu ışk sözini can ile yaz gönlün içinde bu deftere sen evrakı ebter gibi bakma ışk cefasına her kişi sabr eyleyibilmez bu ışk işine gözün aç her kar gibi bakma ışkı hakikat fark ola bu ışkı mecazdan sen topalaga nafeye anber gibi bakma gel gel i gönül ışk belasına sabır eyle her ne ki gele yoluna ışkdan şükür eyle ışka tolaşan halk ile başa varıbilmez ko halk sözini ışk ile bir dem huzur eyle eger dilesen ma'şukıla vuslata irmek ışka mürid ol ışkı sen özüne pir eyle gel gel i gönül aşıkisen can u gönülden ışka kuvvet ol bu yola nefsi hakir eyle ışk gelse başa çünki gönül egleyimezsin koy ahi gönül bari bu sözi ahir eyle gel gel i gönül ışk denizi taşdı gönülde dürr ü cevahir oldı bakun mevci bu dilde sen aşıkisen öz halüni ışk ile hoşgör ne maslahatun var i gönül bu kal ü kilde teslimligi tut yüzüni ışka türab eyle mekan mı tutar ışk i gönül degme fodulda ışkun nişanı kimde ise saki olur ol bu ışkı gönül sorma ki olmaz her bahilde her aklı nakıs noksan ola ışkı ne bilsün ışkun mekanın ister isen aklı kamilde gel gel i gönül sırrunı her bednama virme sen akıl isen şadlıgunı ki gama virme razunı sakın sen i gönül çıkma kanundan bu ışk sırını bilmez olan ademe virme hak it yüzüni arif olanun ayagına puhtelere vir sırrunı zinhar hama virme dünya ahiret ya'ni ki bunlar ne dimekdür çün ışk sana yar oldı kamu aleme virme ışk ile senün razunı sen sakla özünde her bir özini bilmez olan serseme virme gel gel i gönül ışk ile vuslat taleb eyle geçer bu ömür dünyada bir ad taleb eyle oynat başunı ışk ile bu meydan içinde sen bilmez isen yürü bir üstad taleb eyle bu yolda cana kalma ki ta ışkı bulasın ışkı bulıcak sıdkile himmet taleb eyle ışk hazinedür çünki gönül canda bulındı bu hazineden gevheri vahdet taleb eyle gel gel i gönül ışk ile gönlün safa eyle sabitkadem ol bu yola ahd ü vefa eyle yar yar diye uş hasret ile hastedil oldun derdüne gönül ışk ile gel bir du'a eyle yar gerek ise sana gönülışk etegin tut bu ham hayal ü sevdayı geç ko veda' eyle nazüklik ile ışk işini kimse başarmaz bu ışk yolına varur isen bir yarag eyle hodbinlig ile ışk kişinün eline girmez meskeneti tut kend'özün ışka otag eyle gel berü zahidi magruz namus u ar eyleme secde kıl bu hüsne karşu dahı güftar eyleme çün buyurdı hakk ezelde üscüdu adem didi söz bilürsen budur ancak sözi seyyar eyleme cümle gönülde melaik adem'e secde kılur gel sofi sen de secde kıl kendözün har eyleme külli şeyde mevcud oldı çünki hakkun varlıgı gel hak'ı hazır görürsen hüsne inkar eyleme bu hur u gılman dimegün maksudı hublardurur hublara münkir oluban yirüni nar eyleme nice bir zerki saluslık fikri fesad yat hayal gel bu hublar sohbetinde sözi fişar eyleme gel bu hasudlık kirinden gönlüni yu iy sofi taşranı yuyubani içüni murdar eyleme hublarun hüsni sıfatın yaz canun defterine dahı bu defterden özin nesne defter eyleme zühdüne tekye kıluban da'ne urma aşıka gönlüni mum gibi yumşat katı mermer eyleme ömrüni hublar ile sarf ide görgil dünyada hubcemal katından özge yirü karar eyleme kaygusuz abdal ögüdün sen sana vir dünyada hubları sevmekden özge işi ikrar eyleme gel gel i gönül sen beni bu ışkdan ayırma zulm itme bana sen i gönül kanuma girme ömrüm hasılı dünyada bu ışk hasıl oldı dek dur i gönül emegümi hiç yile virme ışk ile benüm arama hiç kimsene girmez var sen i gönül özün içün sevda bişürme demsafa gönül dünyada didar ganimetdür hoş gör i gönül ömrüni sen hiç yire sürme aşık kişinün işi da'im ışk ile hoşdur tur tur i gönül işüne var gafil oturma gel gel i gönül başunı ko meydan içinde dürdane getür daldun ise umman içinde gavvas didiler seni bu ma'ni denizinde ne buldun eyit bari gönül bu kan içinde baş vir i gönül ışkı koma başa varınca yazalar adun söyleyeler destan içinde ışk ile özi yesir olup aşıka gülmek sıgmaya gönül bu fa'ide insan içinde aşık olanun küfri bu hulk yahşı dimekdür bu küfri gönül saklamasun iman içinde gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamil isen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme gel gel i gönül ışk bazarında sücud eyle terk it vücudun ışkı özüne vücud eyle sen gaflet ile uykudasın geçdi bu devran var vaktiyile kend'özüne bir kuyudeyle sor ahi gönül bu ışk ki mecnun'a ne kıldı sen kend'özüne mecnun oluban ögüt eyle aldanma gönül nakş u suret baki degüldür bu halleri göresin i gönül varid eyle kılma canuna cihanı ko baki degüldür bu yolda gönülışkı özüne umud eyle gel gel i gönül yar sırrını agyara virme sen kend'özüni dünyada hiç deyyara virme ömrün hasılın çarhı felek gafil olurlar nakdüni sakın sen i gönülayyara virme murdar didi çün dünyaya seyyid hazer eyle hakk sevgüsini iy cifei murdara virme tanrı dahı bir ışk dahı bir söz dahı birdür ikrarı sakın sen i gönül inkara virme bu ışk sırını sen i gönül can gibi sakla her bir özini bilmez olan ebtere virme gel gel i gönül kalma bu gaflet duzagında biliş ol i gönül kalma bu yad duzagında sen delü gönül aşık olup ışka düşelden yandum i gönül cevr ile mihnet duzagında sırrunı faş idüp yakanı yırtdı ene'lhak tutılma gönül kalma bu fürkat duzagında vuslat olasın ma'şuk ile gide bu perde ışk yolına düş kalma bu fürkat duzagında sakın i gönül ışk ile sen oynama satranç tutmaya seni baydak ala mat duzagında var var i gönül hasret ile bagrumı yarma sulh eyleyelüm gel i gönül fitneyeyorma ben senün içün nice nice hasret ü gamgin nahak kanumı öldürüben topraga karma da'ima gönül söyledügün sözün ene'lhak berdar ipini biz fakirün boynına sarma hak sende da'im senün ile hemdem olupdur sen kend'özüni gel i gönül yok yire urma n'ola fakirem didüm ise divanesin sen da'ima gönül benüm ile gavga başurma var var i gönül her dü cihandan güzar eyle ışk ile heman özüni maksud didar eyle ışkdur sa'adet cümle başa devlet ü ikbal var sen i gönül canunı ışka nisar eyle sen dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek var ışk etegin tut sözi yiter fişar eyle ne akla muhib ışka ne külli yar olursın gör ma'şuka bak da'vini de ol kadar eyle zahir ü batın cümle sıfat kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni yiter şümareyle var var i gönül yüz yire ko can nazarında hikmet haberin söyle bu lokman nazarında söyle sözüni şöyle ki canlar bidar olsun efsane sözi söyleme sultan nazarında namus şişesin ur taşa gel ışk etegin tut derdüne çare iste bu derman nazarında sor müşkilini ışk ile hall ide aşıklar yüz yire ko var bir kamil insan nazarında ışka mürid ol bagla bilün beligi gözle sakla evüni sahibi erkan nazarında var var i gönül ışkı gör vahdet çemeninde genc oldı bu ışk toptolu gönlüm viranında ışk oldı sözi gönlüme bak dahı haber yok özge keleci kalmadı hergiz lisanında ışk oldı pişe gönlümün dahı pişesi yok bu ışk yazılur da'ima gönlüm divanında bu ışkı diler gönlümi gör maksudı ışkdur dahı haceti kalmadı kan u mekanında mecnun kıssası kanumda efsaneye döndi halince aşık oldı o dahı zemanında var var i gönül ışk okı yüregüme atma yad endişeler bari gönül derdüme katma bir lahza zahid zühd ü ta'at bir dem aşıksın koy ahi gönül zerk u saluslık bana satma aşıklara halk ışk içün gülmek ayıb olmaz hoş var i gönül ışk ile bu fikire batma var var i gönül aşık isen ışk etegin tut aklı uyudup gaflet ile nefsi uyartma senün muradun ışk ise ışkı koma elden kadeh ile gönül efsane sözleri uzatma var var i gönül ışk ile bir dem niyaz eyle efsane sözi kes ahi yiter dirazeyle her bir müdde'i güldi bana ışk belasından ko ahi gönülsen dahı yiter dınaz eyle aşıklara bu ışkı çü gülmek ayıb olmaz fikri ko gönül gel berü endişe az eyle ene'lhak urup mansurvar meydan içinde çagır i gönül ışk ile bir seragaz eyle ışk içine hiç sıgmaya hiç ucb u tekebbür kalenderivar ışk ile tonun pelas eyle var var i gönül baş ko bu sultan nazarında derdün var ise söyle bu derman bazarında ışk etegini tut ki bu heman ola maksud hayvanlıgı ko gel gönül insan nazarında sen ışkı koma cümle cihandan elüni çek maksud heman ışk ola gönül can nazarında ışk bahrı muhit cümle alem katreye benzer katre ne ola deryayı umman nazarında viran vücudum ışk ile genci ebed oldı gel gel i gönül genci gör viran nazarında var var i gönül derd ile yandum timar eyle halüme benüm bak ahi bir kez nazar eyle her bir naşi bu ışkda nükde taşın atdı billah i gönül bu cefayı muhtasareyle ışkı göreli uşda dahı müyeser oldı nice ki direm sen gönül ışkdan hazereyle var var i gönül meskeni ışk sende bulındı sen gaflet ile kalma özüni bidareyle maksud heman ol sırrunı sakın bihaberden var sohbetüni ışk ile leyl ü nehar eyle var var i gönül arif isen biusul olma teslimligi tut aşıkisen sen fuzul olma koma elüni cehd ile dilber eteginden çün ışk sana yar oldı gönül hiç melul olma dünya ahiret ışk ile vücuda gelüpdür ışkdur alemün maksudı sen kim akıl olma aşıklara halk ka'idedür ta'ne ururlar sen aşıkisen naşi sözinden hacil olma hak it yüzüni ışkı bilenün ayagına ışkı tanımaz naşi katında sebil olma var var i gönül ışk odıla canumı yakma namus şişesin taşa çalup taşra bırakma ezelde gönül çünki sana ışk nasib oldı bu sırrı sakın zinhar i her naşiye çakma ışkla henüz aşinalık eyleyimezsin aşıklık adın bari gönül özüne dakma arsuz didi halk ışka çü ta'ne daşın atdı her naşi gibi sen de gönül başuma kakma hercayilıgı koy ahi gel ışk ile hor var her ne ki bu göz köre gönülsen ana akma var var i gönül ışk ile sen arbede kılma dek dur i gönül özüne kavga peyda kılma bu ışk huyı ki ile şara melamet itdi git bari gönül dahı beni sen şüde kılma tolaşma gönül ışka ki başa varımazsın öz elün ile kendü başuna kada kılma bir dem bana yar bir sa'at ışka muhib olmak bu fitneleri bari gönül arada kılma ışk ile gönül çünki bari birlige yitdün cefanı bana meyl ü vefanı yada kılma var var i gönül derdini sen dermana virme canun var ise ışk sırını bicana virme ışk hasılı çün bivasıta bitdi gönülde sen arifsin i bitmiş işi ziyana virme ışk gerekdür ışkı gönül iy can bigi sakla sen kamilsin iy sırrunı her noksana virme işiddün ahi ışk i gönül mansur'a nitdi sen sakla dur iy başunı bu meydana virme her bir zahidi ra'na salusı ışk n'eylesün ışk küfrini iy sen arifsin imana virme var var i gönül ışka ki yüzün türab eyle ko yad hayali ışk ile işün sevab eyle her bir bihaber sana gelür ışk belasından utangıl ahi sen i gönül bir edebeyle ger dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek yüregüni yar ışka cigerün kebab eyle ışk etegini tut gönül kurtul bu hayalden ışk ile da'im işüni ayş ü tarab eyle var var i gönül rahat ile ışk ele girmez derd ile biliş ışka sen andan taleb eyle var var i gönül yare sen agyar gibi bakma her kara taşa incü vü gevher gibi bakma fark idicek ol her kişi ki yirlü yirince her bir cahile ahmed ü haydar gibi bakma bu ışkı gönül sen sana gel din ü iman bil ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma devlet ider ışk gönline burca togar ise can ile gözet ol ay'ı bizar gibi bakma can göz ile bak ışk yüzine var ise aklun her bihabere akılı ebter gibi bakma var var i gönül hayal ü efsaneye kalma ışk gerek ise zineti zemaneye kalma ışk ile biliş ta ki gönül şahbaz olasın baykuşdaki bu harab ü viraneye kalma ışka tolaşan ar ü namus perdesin açdı sen dahı gönül namı ko nişaneye kalma aşık olana biganeler ta'ne ururlar sen ışk ile ol nüktei biganeye kalma ışk sermayesi baki olur ziyana varmaz sen ışkı gözet gevheri dürdaneye kalma var var i gönül ışk ile feryad ü ah eyle ko yad hayali ışka özüni penah eyle gel gel i gönül barnişin gamgin olursın can ile bir ol ışk ile özün ferah eyle bu halkı cihan sana gönül ta'ne ururlar ışk ile bari işüni bir yana sag eyle her bihaber'ışk ile hemdem olubilmez bil kend'özüni ışkı sen andan tama'eyle ışkdur alemün maksudı gayrı dahı yokdur sen dahı gönül kend'özüne ışkı şah eyle var var i gönül her naşiye razunı virme her bir bihaber kalmışa sen özüni virme yar dime gönül her kişiye kim yanılursın satamadugun kişiye sen özüni virme mizan iledür ışk nefesi mizanı sakla herbir naşinün eline terazunı virme bu ışkı gönül şahbazı kudsı layezeldür evvel la diyen kişiye şahbazunı virme ışka ibadet eyler isen bekle bu sırrı her bir cünübe sen gönül abdestüni virme var var i gönül bizüm ile kargaşa kılma bu ham hayali kend'özüne sen pişe kılma ışka düşene tane urur hem kim irişse bu sözleri sen kend'özüne endişe kılma beni bıragup ışk odına hasret ü gamgin ırakda turup sen i gönül temaşa kılma her lahza beni ışk ile melamet idersin ben bir fakirem cefayı hadden aşa kılma terk eyle canı ışk etegin koma elünden meylüni gönül her safasuz kulmaşa kılma var var i gönül can ilini yagmaya virme zinhar i gönül başunı bu sevdaya virme divşür ögüni sen i gönül hakk'ı ki virme sakın özüni her bihude sevdaya virme yol eriyisen gel i gönül çıkma yolundan islam'ını sen sakla gönül tersaya virme zinde dillere sırrunı sen söyler olursan her biri bihaber olmış olan mürdeye virme sarraflara çok kullık iden üstad olupdur şahbaz yirini sen i gönül kargaya virme var var i gönül delil ü bürhan nedür anla can dimenün i maksudı ne can nedür anla sen hak evisin hak'dan iy niçün haberün yok bu ev neyimiş evdeki mihman nedür anla hayf ki gönül kend'özüne sen şöyle gafilsin gör ahi gönül derdüm dermanı nedür anla hakk'ı bil ahi iy ki gönül sende nihandur bir anlayu bak şu'lei iman nedür anla özüne yören mertebeni bilmek içün sen gör ahi gönül sözümi noksan nedür anla var var i gönül hemnişinün iste cihanda bu gaflete sen tutıluban kalma yabanda sözi söyler isen gel i gönül ışka söyle ta her nefesün defter olup yazıla canda senün nişanun vallah gönül kimsene virmez veli hayalün toptoludur kevn ü mekanda niçün i gönül iki cihanda nazarun yok eglenmeyesin sen i gönül bunda vü anda iki cihana kalma gönül ışkı taleb kıl kalma i gönül tutıluban sud u ziyanda var var i gönül din yolına sen gafil olma dinüni hasıl eyle gönül bihasıl olma uyuma gönül aç gözini dört yana bir bak divşür ögüni kend'özüne kem akıl olma sen diler isen ışk ile aşina olasun meskeneti tut zinhar i gönül fuzul olma hulkunı gönül mustafa gibi şirin eyle çirkin hevayıla altun iken kara pul olma cehd eyle heman ışk etegine elün irsün ışk safi kılur seni gönül hiç melul olma var var i gönül sen sana bir togru yol iste aklun var ise usul içinde usul iste sergerdan olup kalma gönül mihnet evinde bul varmaga sen sana gönül bir delil iste gayrı halık'la gönül sen mu'amele kılma ne ister isen vacib odur hakk'ı bil iste hemnişinüni iste gönül sen bu cihanda bilmek diler isen hak'ı aklı kamil iste şeytan gibi sen kend'özüni görme bu yolda yol var dir ise ibadetünden hasıl iste var var i gönül ışk ile bu haberi söyle namusı kodun taşa mı çaldun arı söyle söyle ki gönül her sözi akluna ziyandur hakk ile da'im eyledügün bazarı söyle fişar keleci beyhude söze ne gerekdür söyleme dimen sen velikin arı söyle gel gel i gönül bize nişan vir binişandan şol peyda nihan gizlü turan esrarı söyle ne söyler isen söyle gönül gel bu keremdür şol hüsün issi hulkı latif hubları söyle var var i gönül teni ko gel can bazarında canlar satılur gör ahi canan bazarında her dem i gönül ışk ile melamet olursın assıyı koyup yürime ziyan bazarında ışk meydanında başunı top eyle i gönül issi dilesen gel berü sultan bazarında ger yad dilesen cevrine sabreyle gönül sen derd dahı bile satılur derman bazarında sen sarraf isen cevheri ol güheri bilgil ne assın ola akik ü mercan bazarında gel gel i gönül hublar elinden hazer eyle hikmetini hublar ile kim muhtasar eyle da'ima gönül bildügüni piş idinürsin akıl katında gel ahi bir dem karar eyle ışk ile gönül şem' ü çırak gibi yanarsın billah i gönül bir dahı bana nazar eyle ışk zülfikarın çünki gönül elüne aldun nefsi zalimün boynına ur bir hüner eyle terk it i gönül cism ü canı cihana kalma zinhar i gönül ışk ile her dem bazar eyle iy ışk delüsi olan niçün delü oldun sen sende ol seni delü kılan ışk delüsi sendedür sende yaragun iy toludur hak kim söyler çünki bunda hiç gözlere o görinmez kim biline bu nişanda her kim seni ki gördüm dirse gerek oda yakalar ol kim sana bu seg iy gelür ne dinde ne imanda meyhanelere ki vardum yir bulamadım i sensüz yine sana ki sataşdum meyhanede bu külhanda bir niçesine kaç virür niçesine bu tutdur kaçanla bile kaça tuta söyle bunı tutanda cümle cana can olmışsın cümlede pinhan olmışsın cümle alemün oldurur bu sermaye vü dükanda cümle sıfatun ol cümledeki gizlü hikmet ol cümlesi anı ki söyler oldur sözi bu lisanda ya sen i kaygusuz abdal neden delü ki olmışsın ne akl u fikr kılasın bu hikmeti böyle tuyanda kime ki allah virür anı temiz dirlik ola ma'nide ayru degül ol ki hak'la birlik ola il yavuzlık itmek ol namerdlerün ki işidür pazulıgla erlik eyle erligün erlik ola toğrulıgun er yolında ol hakı görd'eşkere her şeye keç nazar olmak yolda münkirlik ola cehlile zulmete düşme gözün aç bak iy talib evliya hakkına inkar hakka taksirlik ola sıdk ile kendü işini temiz eyleyen kişi dirligi kendü haline gör ne gaddarlık ola hakikat mürşid öninde özini bilen kişi yol içün azarlanursa haşa bizarlıg ola hakka asi ere münkir kendüsi hiç olduğı ışk yolında eyleyüben her kişi darlıg ola sıdk ile can gözin aç ki hakkı görübilesin dosta düşmanlık vire kim ol seha dirlik ola hak yolında ihlas ile lutf u kerem isteyen yapmaya gönül sınugın işi mi'marlıg ola bu kullıgı kabul iden kaygusuz abdal gibi hemişe gönli içinde toptolu varlık ola ol şahı kadim senün ile oldugın anla gönlüne senün ışkunı toldugını anla ol senün ile ezeliden bile gelindi her lahza sana lutf u kerem kılduğın anla sen kendözüni bilmek içün taleb idersen özin bilenün mertebesin n'olduğın anla ol lutuf ıssı kanı kerem öz kereminden ışk eliyile ayineni sildügin anla insan isen ahi aklunı dir gözin aç bak bu yolda nedür yol erinün bildügin anla gavvaslık idüp ışk eri bu bahrı muhite maksud neyimiş bu denize daldugın anla yetişmek içün yol erinün mertebesine yeganelerin hamd idüben bildügin anla pak eyleyicek gönlini efsane hayalden ilham ile ol padişahun geldügin anla gönlüni meger gayrı hak'a virdi cihanda menzil gözeden yolda niçün kaldugın anla hoş gör bu demi arif isen kaygusuz abdal ömrün çiçeği tazeyiken soldugın anla vücudun ne biter can olmayınca yaraşmaz şehre sultan olmayınca kulıyla sultanun mertebesine varılmaz lutfı ihsan olmayınca eger bu kimseye kısmet degüldür delil eyyamı devran olmayınca kaçan biter bu gül vahdet bagında meziyyet kamil insan olmayınca muradı ma'lum olmaz bu beyanun sıfatı dut bu düşman olmayınca iy bu vahdet bagına yol bulanlar bir olmaz katre umman olmayınca kaçan gelsün dile bu dürri vahdet anun gönlinde bu kan olmayınca gel iy vahiy bilen bir nazar eyle delil olmaya bürhan olmayınca melekut bagçesindeki tavuslar yaraşmaz ahi cevlan olmayınca küfr kaçan kosun yakanı elden senün maksudun iman olmayınca kaçan aşikar oldı can vücudda vücudı külli viran olmayınca şehidlik mertebesine irişmez bu ışk yolında kurban olmayınca yahya menziline kaçan irişsin anun gözleri giryan olmayınca ya ne bilsün nedür mesih dimeklik isa nefeslü ol can olmayınca ne bilsün ilmini eflatun'un ol refikı yolda lokman olmayınca mürüvvet bazarında kabul olmaz delili şahı merdan olmayınca bal ü yag helva derdine düşdi gönül hoş olmaz derde derman olmayınca yine nazlandı bu kaygusuz abdal yimez helvayı büryan olmayınca arif isen ki her naşi özüne hemdem eyleme hemdem olup nadan ile özüni bednam eyleme cehlüni ko can u dil ol bihaber olma akıl ol işün sakın nadan gibi puhte iken ham eyleme hemdem ü hemrah olmaga bir kamil insanı gözet kemile hemnişin olup kendözüni kem eyleme ışk yolına varur isen ışkı bilen kişiye var her cah ile hemrah olup gönlüni pürgam eyleme ışk erinün tut etegin nurı tecelli göresin cehlile zulmete düşüp ki subhı ahşam eyleme ışk iledür iki cihan ışk iledür bu cism ü can bu ışkı inkar idenün katında aram eyleme sır u ibda' ademdedür cümle sıfat ademdedür mertebesin bil ademün cümleye derhem eyleme sendedür ol kanı mekan ki kendü halüne bürün bu dünyada özün sen abad eyle derhem eyleme gelgil eğer akıl isen bu ışk ile halil isen bahrile var ışk yolına hiç hay u hışmı eyleme mürşid dilersen eger özin bilen kişiye eri özini bilmez adamı özüne imam eyleme kaygusuz abdal ışka sen ki can ile mu'tekidsin başunı evine ışkile da'vi haram eyleme fa'ilatüfa'ilün şemi cemalün narına pervaneyem yine mest ü şuride aşıkı divaneyem yine sen leyli sıfat hüsnüne magrur u mukayyed ben mecnun ile hemsaye hemhaneyem yine saçun gibi bu zulmeti kavgaya düşmişem zülfün tegi uş perişanı şaneyem yine aşinalara sıdkile aşina olmışam biganelere gör ki ne biganeyem yine genci ezelün haznesi gönlümde bulundı genc saklamaga gör ki ne viraneyem yine ezel can iken vatanum meyhane küncidür bugün dahı kim uş rindi meyhaneyem yine geldi zemane benümle kaygusuz abdal'am bendi ahbarı peyrevi zemaneyem yine. fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gel berü ben yari gördüm söyleme ol şahı ayyarı gördüm söyleme cümle nakş u hayal içinde bile sahibi herkarı gördüm söyleme deryayı vahdetde vuslat şevkıle ol vahid gevheri gördüm söyleme külli benem tınma kimse tuymasun şehrümde tarrarı gördüm söyleme vücudum mülkine toldı serbeser ol şahı saları gördüm söyleme puthane ka'be dimegün aslı ne neyimiş mikdarı gördüm söyleme zulmat içinde bile mevcud imiş ol nurı envarı gördüm söyleme gün gibi gönlüm içinde eşkere nihani esrarı gördüm söyleme kaygusuz abdal didügi bir imiş yar ile agyarı gördüm söyleme. biz ol canı yeganeyüz yegane ne bilsün bizi her naşibigane saki bize tolu sundı kadehi delürdük ışk ile olduk divane divaneyüz divaneye kalem yok dahı bize ne sakal u ne şane n'ola suretümüz viran görinse biz ol genci kadimüz bu virana ki şehbaz lokmasın şehbaza sungıl şekeri tutiye fasih lisana biz ol bülbüllerüz dost bagçesinde seyrana gelmişüz bu gülsitana bizüm içün döner bu çarhı gerdun bize kullık ider devr ü zemane talibün menzili bize dikendür nişan bizüz heman ol binişana bizi gören bizim mertebemüzden halini anlaya akıl u dana gerçek aşık olan bu ışk yolında cana kalmaz ne kalsun hanumana sarayi'nün sadasın işidenler sa'adeti yarı kılsa uyana ol şahı kadim senün ile oldugın anla gönlüne senün gelübeni toldugın anla ol senün ile ezeliden bile gelüpdür her lahza sana lutf u kerem kıldugın anla bilün çün i sen kendözini taleb idersin özin bilenün sırrı nefsi n'oldugın anla ol lutuf isi kanı kerem öz kereminden ışk eliyile ayineni sildügin anla insansın ahi aklunı dir gözüni aç bak bu yolda nedür yol erinün buldugın anla gavvaslık idüp ışk eri bu bahri muhitde maksud ne imiş bu denize taldugın anla yetişmek içün yol erinün mertebesine biganelerün cehd idüben bildügin anla meger ki özün bildi hak'ı buldı özinde şadilik idüp ışk erinün geldügin anla pak eyleyicek gönlüni efsane hayalden ilhamile ol padişahun geldügin anla gönlüni meger gayrı hak'a virdi cihanda menzil gözeden yolda niçün kaldugın anla hoş gör bu demi arif isen kaygusuz abdal ömrün çiçegi tazeyiken soldugın anla gel berü zahidi magrur namus u ar eyleme secde kıl bu hüsne karşu dahı güftar eyleme çün buyurdı hakk ezelde v'escüdu adem didi söz bilürsen budur ancak sözi mi'yar eyleme cümle göklerde melaik adem'e secde kılur gel sofi sen de sücud kıl kendözün har eyleme külli şeyde mevcud oldı çünki hakk'un varlıgı gel hak'ı hazır görürsen hüsne inkar eyleme bu hur u gılman dimegün maksudı hublardurur hublara münkir oluban yirüni nar eyleme nice bir zerk ü saluslık fikr ü fesadı hayal gel bu hublar sohbetinde sözi feşar eyleme gel bu hasudlık kirinden gönlüni yu iy sufi taşranı yuyubanı içüni murdar eyleme hubların hüsn ü sıfatun yaz canun defterine dahı bu defterden özge nesne defter eyleme zühdüne tekye kıluban ta'ne urma aşıka gönlüni mum gibi yumşat katı mermer eyleme ömrüni hublar ile sarf idegör gül dünyada hubcemal katından özge yirde karar eyleme kaygusuz abdal ögüdün sen sana vir dünyada hubları sevmekden özge işe ikrar eyleme. başladı ki bu ışk beni kendözine kul eyleye devlet anun ki ışk anı kullıga kabul eyleye ışkdur bana mürşid olan yüzümde şeraver olan haşa ki ışk ben fakirün nefsini fuzul eyleye akıllara kuvvet olur arife külli zat olur gerek ki ışk gafillerün halini müşkil eyleye ariflere candur bu ışk kadir'den ihsandur bu ışk kamillerün aklın gerek ışk dahı kamil eyleye münkirlere zulmat ola mahbublara kuvvet ola taliblerün ta'atini hazretde makbul eyleye ışkun dahı bir nişanı her kime irişdiyise ikrarile kullık idüp gönüllere yol eyleye ışka boyanmayan kişi ışk ile yanmayan kişi noksanlıgı kamillere kale kal kulı kul eyleye ışk erinün hüneri bu canında külli varı bu komaya bu ışk etegin nefsini ma'zul eyleye ışk yolına düşsem diyen ışk ile bilişsem diyen hayran ola bu ışk ile'aklını behlul eyleye akıl olan kamil olan menzili can u dil olan sıdk u safala varlıgın ışk yolına kül eyleye kaygusuz abdal yandugı ışk yolına özendügi bu ışk ile her dem diller işini ma'kul eyleye oldur aşıkışk yolına canını kurban eyleye hayvan sıfatın terk ide özini insan eyleye ahmed gibi arif ola öz haline vakıf ola sıdk u safala gönlini tevhide mekan eyleye gönlinde tevhid bagını ilmile areste kıla yaka bu yad endişenün şehrini viran eyleye bel baglaya merdan gibi musaffa ola can bigi aklı kamil insan bigi küfrini iman eyleye aklın dire tagıtmaya hakk'ı ana unutmaya ışk ile külli varlıgın özine ferman eyleye külli vücudın nur kıla turdugı yiri tur kıla hakk'ı bile sabır kıla gönlinde pinhan eyleye arif da'im vahdetile areste kıla tevhidi cahil kişi kesretile işini noksan eyleye bu hikmeti bilen kişi bu varlıgı bulan kişi haşa ki ol nadan gibi özin perişan eyleye külli hak'un varlıgını kendü vücudında bulan şükr ide ol bu şevkile hem cismini can eyleye kaygusuz abdal özini bildi nedür kendözini bes bir nice hasretile feryad u efgan eyleye ruşen olan kişi da'im ışk ile bazar eyleye sıdk u safala gönlüni kendözine yar eyleye özin bilen insan mıdur kamil midür noksan mıdur özin bilen kişi haşa bihude güftar eyleye laf urmaya alçak ola erenlere müştak ola allah yolında ışk ile varını girdar eyleye cümle sözi hak'dan gele ma'nile elhak diye aklun canın bu ışk ile ma'nide nessar eyleye ibretile öz halini anlaya kim nedür özi hikmetile öz derdine ilac u timar eyleye mutlak hak'ı bulan kişi kendözini bilen kişi gaflet içinden ışk ile'aklını bidar eyleye hakk'ı ayan görmek içün gayri hakk'ı terk ide ol bu ışk yolın varmag içün özin sebükbar eyleye bu yolda menzile yite düşmişlerün elin tuta yolda kalan miskinlere ma'nile ihbar eyleye hakk'ı bile faş itmeye sakin ola cuş itmeye ahdi çın ola ışk ile kavlinde karar eyleye fikri da'im ma'bud ola her bir sözi tevhid ola cümle cihanun gün gibi haline nazar eyleye kaygusuz abdal ışkı sen baş göz ile gözetmegil ta ki bu ışk şevki senün gönlüni gülzar eyleye. gel gel i gönül yarışalum ko ahi cengi yohsa i gönül yire salaram nam u nengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok cahile ki sorsan göricek bir şuh u çengi vallah i gönül senün ile ışk belasından şehr ehli lakab koydı ki dehri bidirengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok ışk ugrayıcak zebun ider şir ü pelengi ben bir fakirem ışka gönül sabr idebilmem cuşa getürür ışk i gönül bahr u nehengi ben bir inayet yardan umdum nagehani ger olmaz ise terk iderem nam u nişanı arun namusun terkin urup ışka dolaşdum sevdüm ne diyem ben dahı şol leb ü dehanı yüzün güneşi afitabı zulmeti sürdi saçun kokusı virdi yile müşgi hıtanı tal'atına mah müşteridür hüsnine hurşid kim sevmiye şol hüsni yusuf hulkı hasanı gönül tapuna vireliden kaygusuz abdal düşdi ayaga kalmadı hiç nam u nişanı gel gel i gönül canumuza can yine geldi şol bedri münir kıblei iman yine geldi şol ki can ile cümle alem ana aşıkdur şol hüsn iyesi revnakı gülşen yine geldi şol nurı ebed ay u güneş andan alur nur şol şem ü çırak delil ü bürhan yine geldi şol ki bu kamu can u gönül bana aşıkdur şol kamu seha edeb ü erkan yine geldi sen derdlüyisen gel i gönül çevre gözetme zahmuna timar derdüne derman yine geldi gel gel i gönülışk okına can nişan oldı can gitdi meger bu ışk vücudumda can oldı sevindi gönül ışkı göreli şadümandur akluma bakun ışk ile nice viran oldı vuslat sebebi aşıkile ma'şuka ışkdur ışka irişen kişi gönül cavidan oldı her bir kişiye mertebe sunuldı ezelde mertebe gönül sana dahı'ışk heman oldı ışk sana nazar itdi gönül ışkla bu ne kim her bir nefesüm anun içün armagan oldı gel gel i gönül gör ki ne kutlu sa'at oldı ışkı göreli akluma bak nice mat oldı gerçek aşıkun kalbi hakikati ışk turur her kim i gönül ışkı yirerse la'net oldı ışka i gönül aşık olan olmaya münkir gerçek aşıkun işi da'im heyhat fat oldı delürdi gönül delüligi külli belürtdi ışka düşeli gör nice mecnunsıfat oldı sen delü gönül beni koyup ışka uyaldan zühd ü ta'atüm gör ki bu niçesi kat oldı gel gel i gönül ışk odı canumda dag oldı dag üstine dag bu hikayet hubyar oldı ben zahid idüm şöyle farig kendü halümde gönlümi görün bu ışk odına ocak oldı. akar idi gönlüme bu gör ışkı göricek kaf dagı gibi büyük iken yavrucak oldı. iy'ışkı bilen gönlümi gör ışkı görincek yok dir iken ışkı göreli ittifak oldı her kim nagehan bencileyin ışka bilişdi tutuldı nagah ışk ipi boynında bag oldı. gel gel i gönül naşi gibi yirme bu ışkı tor dutma gönül başunı vir virme bu ışkı özini bilen kişi bilür ışkı ana sor her biri bihaber'akıle sorma bu ışkı bu ışk kadim ü nurı ebedi layezaldür her nesne gibi sen i gönül görme bu ışkı ışk fikri gönül ruhanidür cismine bakma yanlış hayale sen i gönül karma bu ışkı cüst ol i gönül ışk ile süsüz niçün itdün baş vir i gönül başa ilet turma bu ışkı gel gel i gönül ışk sana çün kim nasib oldı hoş gör i gönül ışk sana çün kim habib oldı sen zahid idün ta'atün niçün anda kim dek vallah gönül ışkla işün n'içün acib oldı var var i gönül ışk kademinde sücud eyle bu ışk i gönül derdüne çünki nasib oldı faş oldı gönül fikri hayal zerk ü saluslık ışk ile işün vallahi gönül habib oldı birdür halayık cümle bu ışk ile diridür gönüllerde milk dahı bu ışka talib oldı gel gel i gönül ışk belası beni eritdi pes ola gönül cefa yine canuma yitdi gönlüm hemişe ibadete meşgul olurdı ışkı göreli tesbih ü zikrümi unutdı ışkı ko diyü bana gönül nasihat eyler kurtılımazam ışk beni bir duzaga tutdı ışk da'viyi bana gereklü görenler iver yüzüm suyunı dökdi yire topraga katdı gel gel i gönül bana bu ışk havale oldı bilmen ki gönül bana bu ışk ne bela oldı ben bir fakirem şakir idüm kendü halümde ışk dahı benüm başuma bir meşgale oldı akıl kişinün işi da'im ışkı mecazdur ışkı hakikat kimdeyise budala oldı ışkı tanıyan kimse ki insanı kamildür bilmez kişi bu ışkı gönül gusale oldı evvel göricek ışkı akıl gitdi başumdan ışk ile gönül şindi işüm bir sala oldı gel gel i gönül ömri cavidan ele girdi ya'ni gönül ışka nagah insan ele girdi yanmışdı canum ışk ile gönül belasından şükür ki bari derdüne derman ele girdi bu ışka gönül can ile sen arzu kılurdun oyna başunı ışk ile meydan ele girdi hicran belası ışk ile çün vuslat olupdur şükr it i gönül çünki bu devran ele girdi aşıka bu ışk devleti genci sa'adetdür hoş gör i gönül sermaye dükkan ele girdi gel gel i gönül ışk eli kulagumı burdı yakdı cigerüm yüregüm üstinde dag urdı budur halüm uş ben ne diyem ışkı görelden gönlümi tarac can ilini yagma buyurdı bu gönlümi gör hiç bana şefa'ati yokdur ışkı özine sultan idüp kullıga turdı ben halümi gönül belasından ki ayırdum cevr okın atar ışk ile mihnet yayı kurdı bana melamet taşını halk atalı günden gör ki ne kalur bu gönül ışk ile kudurdı gel gel i gönül ışk ile maksud hasıl oldı gönül dilegi ışkidi ışka vasıl oldı gör gör i salik ışk ile bu gönlüm içinde uyandı bu ışk çırağı şem' ü delil oldı keşf oldı bana iki cihanda bu ne ki var andan biri ki ışk ile gönlüm ka'il oldı bu delü gönül ışk ile vuslata irelden gitdi namusum ışk ile varum sebil oldı didi ki sakın gönlüme bu ışka tolaşma işi da'ima benüm ile kal ü kil oldı gel gel i gönül nurı iman sende bulındı revnakı cihan maksudı can sende bulındı bu ışkı mecaz her kişide hal halince ışkı hakikat yine heman sende bulındı ahmed söziyle vadi ebed sende nihandur ol sırrı ezel kan u mekan sende bulındı sen kend'özüne gel i gönül her yana gezme bu şahidi gayb sırrı nihan sende bulındı bu ışkı sebeb eyleyene sıdkile bakdum ol binişane nam ü nişan sende bulındı gel gel i gönül başuma bu ışk yine geldi bu derd ile uş tutdı cigerüm yana geldi bunca nasibi gönlüme hiç fa'ide kılmaz baş açdı bugün ışk ile bu meydana geldi kuşanmış idi beline tersa bigi zünnar ışka ireli barışı gör imana geldi sarraflık idüp incüfüruş olalı aklum gönlüm sadefi içine ışk dürdane geldi geçmişdi gönül külli cihan sevdalarından ışkı göreli gör ki nice kıvana geldi gel gel i gönül ışkı bilen külli can oldı her düşvar işüm ışk ile gör ne asan oldı bu ışk ile ben bilişeli mertebe buldum küfrüm dahı bu ışk ile nurı iman oldı ışk bana delil olalı ben vuslata irdüm ömrün hasılı gör ki nice cavidan oldı ışk oldı varum külli bu vücudum içinde her lahza gelüp dilüme ışk terceman oldı ışkdur da'ima tolu bu gönlüm sarayında canumda biter ışk ile gevheri kan oldı gel gel i gönül ışk ile canum azad oldı terk itdi kamu efsane sözleri yad oldı fikr ü hayali gönlümün ışkdur dü cihanda geçdi kamudan özi bu ışka mürid oldı agyar müddei söz içün hergiz melul olmaz bu delü gönül ışk ile gör nice şad oldı sanki melamet itdi bu halk ışk belasından sabr itdi gönül gör nice dervişnihad oldı agyar cefası gönlümi ışkdan cüda kılmaz ışk ile gönül aşina ezel ebed oldı gel gel i gönül ışk ile işüm temiz oldı perde aradan gitdi bu ışk yüze yüz oldı şek tutma ki sen ma'şuk ile vuslat olursın bu yolda sana çün gönül ışk kılaguz oldı gönlüm hemişe sufisıfat tesbih iderdi ışkı göreli ışk ile gör ne kutuz oldı candur bahası ışkı sen kadrin bilene sor bu ışk i gönül naşi katında ucuz oldı canumda bu ışk od'ı yanaldan halüme bak sulandı gözüm yaşıyla agzum susuz oldı gel gel i gönül derd ile derman yaraşur mı ışk olmayıcak insana insan yaraşur mı sen insan isen hayvan ile hemnişin olma hemnişin içün insana hayvan yaraşur mı gönlümde bu ışk bahri muhit mevci bu sözdür mevc olmasa bu deryaya umman yaraşur mı gönlüme bakun ışk odı pinhan idinüpdür andaki ışk dudı ola pinhan yaraşur mı benüm bu viran gönlüme ışk genci kadimdür genc olmasa bu virana viran yaraşur mı gel gel i gönül ışk ile tenüm cana döndi katre vücudum gör ki nice ummana döndi terk itdi kamu efsane sözlerden azaddur bu ışk nur ile gönlüme bak sultana döndi sen ışk ile hoş kendü işünde firak dersin derd ile benüm cigerüm külli kana döndi her gice işüm subha degin ah u figandur gözümden akan yaş i gönül tufana döndi bu ışk ile sen vallah gönül imaret oldun veli ki benüm vücudum uş virana döndi var var i gönül deryayı vahdet cuşa geldi ışkı gör ahi mevci başumdan aşa geldi tekin degülem ışka esir anlayıbak bir ışkdandur ahi cümle alem cümbişe geldi kısmetden alup cümle vücud kavli elestden bu güni gönül her birisi bir tuşa geldi her bir kişiye nasibi ezelde sunıldı sen ışkı koma çünki gönül ışk başa geldi ben n'eydügümi ışk ile aşıklar esirger hayvana işüm gör ki nice temaşa geldi var var i gönül gör ahi bu ışk bana n'itdi ışka düşeli ar u namusum yile gitdi ben ne kılayın gönül ile beni ögütlen ışk ile gönül kaynayuban birlige yitdi ışkı göreli ışk ile hoş safası vardur gönlümi görün ben fakiri külli unıtdı sevdalarını terk idüben kodı elinden bu deli gönül ışk etegin ışk ile tutdı nasihat idüp nasihatüm hergiz işitmez ışk ögüdini gönlümi gör ne tiz işitdi fe'ulü var var i gönülışk odı dükkanumı yakdı ışkı göreli gönlümi köz içine yakdı gönlümi görün benüm ile yargusı eşdür ışk zencirini şöyle nagah boynuma dakdı ben kime diyem derdümi bu gönül elinden ışkı gözi namusumı ki yire bırakdı bu ışk odına beni yakan külli gönüldür hem yine gönül ışkı benüm başuma kakdı aşık olana bu nasihat hiç fa'ide kılmaz aslı gönülün ışk idi aslına uyakdı var var i gönülışk od'ı canumda uyandı bu ışk odınun cefası canuma boyandı gönlümi görün ar u namus kodı elinden ışkı göreli külli bu cihandan usandı ışk zencirile gönlümi gör bagladur iken ussı mı kalur çünki delü bagda boşandı ışk ile gönül bileyimiş milki ebedde bu ışk i gönül aslıdur aslına özendi ışk ile gönül akluma da divane eyler işledi gönül öz işini bana mı tandı var var i gönül gör ki bu ışk bana ne kıldı gönlüme yaradan zikir ü tesbihi kaldı unutdum ahi tesbihümi ışkı görelden fikrümdeki bu ışk ile ben kamu tagıldı başını kodı ışk ile bu meydan içinde ene'lhak urup dilberi zülfinde salındı virme ki gönül ışka yanaşma asılursın tutmadı sözüm gör ki nice yandı yakıldı ışk ile gönül tablı melameti çalaldan faş oldı razum ile şara külli bilindi var var i gönül ışk ile bir bazarum oldı barışduk ahi ışk dahı şimdi yarüm oldı var var i gönül ışk ile biz aşina olduk ışkdur ki heman gönlüm içinde sırrum oldı bu ışk güneşi saadet ü milki ebeddür bu ışk i gönül genci hazinem varum oldı şad oldı gönül sevindi bu ışkı görelden veli ki akıl gör ki nice naçarum oldı ışkı göreli can u gönülden aşık oldum dünyada gönül dahı niye nazarum oldı var var i gönül ışk beni senden cüda kıldı canumda bu ışk gör ki ne kavga peyda kıldı zahid kişiyidüm öz namusum saklar idüm bu ışk i gönülgör beni nice şeyda kıldı bu ışka mürid olalı gönlüm ulalupdur veli ki bu ışk aklumı uş alude kıldı ışkı göreli akl ile gönül savaşurken aldadı beni gör ki nice şuride kıldı bir bu ki gönül nasihat eylerem işitmez gör bana dahı'ışk ile ne arbede kıldı var var i gönül ışk bana din ü iman oldı her lahza bu ışk lisanuma tercüman oldı bu ışk i gönül bana safa nazar idelden her bir nefesüm nafei müşki huten oldı dürr ü cevahir dökdi dilüm geldük alana ışkdur ki gönül canumun içinde kan oldı dellallık ider gönlümi gör incüfüruşdur gönlümi görün ışk güherine dükan oldı ışkı göreli akıl ile gönül barışmaz her dem bularun arası yargu divan oldı var var i gönül çünki cana ışk mürid oldı sevindi gönül işinde dahı becid oldı gönlümi görün ışk ile andelibe döndi veli ki akıl ışkı göreli samid oldı yanma i gönül ışk yolına can dirig itme her kim ki gönülışka girüben şehid oldı safasına bak gönlümün ışka alışaldan her düni kadr her güni nurı ziiyd oldı gönlümde bu ışk gevheri genc ü hazinedür bu hazneyi açmaga dilüm kilid oldı var var i gönül ışk ile ehli hüner oldun muhtasar idün gör nice ki mu'teber oldun sen bir zahidi magrur idün kendü halünde n'oldun i gönül ışk ile yandun tüter oldun aşık neyimiş gevheri kan bilmez idün sen ışk cevherile gönül tolu sen güher oldun seni göreli halk kamu mebsus u avanak halavetile sen gönül i kand u şeker oldun evvel gönül hatırumuzı sorar idün sen şimdi yarama ışk ile uşduz eker oldun var var i gönül bivefalıgun ıyan oldı bu cevrün ile bagrum ahi tolu kan oldı her gice gönül gözlerüme uyku haramdur ta subha degin tesbihüm ah u figan oldı kavli buyıdı gönlümün uymaya bu ışka ışkı göricek kavline külli yalan oldı ışkı göreli zühd ü ta'atin yile virdi gönlüme bu ışk kaplayu din ü iman oldı uş ben yanaram hasret ile haste vü gamgin terk itdi beni bu gönülışka vatan oldı var var i gönül ışk ile işüm aceb oldı yandı yüregüm derd ile bagrum kebab oldı bu halkı cihan bana güler ışk belasından ben kime diyem ışk ile gönül sebeb oldı halüm budur uş ben ne diyem ışka düşelden ar u namusı kodı gönül biedeb oldı tutdı beni bu ışk i gönül kurtulabilmen ayaguma bend boynuma zencir kulab oldı berkidi gönülışk ile ben hastedil oldum ışk ile gönül arası şöyle hisab oldı var var i gönül cevr ü cefa canuma yitdi bu ışk kala ar u namusum bile ki gitdi yandı cigerüm derd ile elüm işe varmaz canumda bu ışk hayali çün kaynadı bitdi ışk beni od'a yakdı bu gönül belasından idem diridi bana gönül didügin itdi ben bir fakirem ışkı gönül saklayı bilmen faş oldı razum halkı cihan külli işitdi diler bu gönül feryad ide diye ene'l hakk didüm ki sabur eyle gönül beni sekitdi var var i gönül ışk ile gönlüm latif oldı ışka düşeli gör ki nicesi arif oldı tevhid yazılur da'ima gönlüm varakında zira ki bana ışkı hakikat harif oldı kalmadı hicab perde bu gözüm nazarında ışka düşeli cümle alemden vakıf oldı hayvan ne bilür ışkı gönül hayvana sorma insan dahı bu ışk sebebinden şerif oldı ışkı hakikat kimdeyise nişanı oldur terk itdi kamu sevdayı şöyle elif oldı var var i gönül derdüm içümde biter oldı bu ışk odıla yandı cigerüm tüter oldı agyar müdde'i geldi bana ışk belasından bu halkı cihan sengi melamet atar oldı gerçek ki bu ışk sırrumı faş eyledi halka canumda veli dürr ü cevahir biter oldı anca ki direm gönlüme ışkdan hazer eyle namusı kodı ışk ile gönül katar oldı gör gör halümi ışk ile gönül belasından her müdde'inün nüktesi cana yiter oldı var var i gönül ışk ile varlık ıyan oldı ışkı hakikat gönlümün içinde kan oldı bir yana bu halk bana güler ışk belasından bir yana bu ışk okına canum nişan oldı genc oldı bu ışk tolu bu can hazinesinden veli ki gönül vücudum külli viran oldı ben zahid idüm zühdümi bu ışk yile virdi dilümde bu kez ışk haberi terceman oldı arsuz diye bu yahşı yaman tane ururlar uslangıl iy ahi gönül şindi evran oldı var var i gönül ışk belası beni eritdi her naşinün nüktesi top canuma yitdi faş oldı razum ışk ile benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana k'ey tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi aşüfte gönlüm ışkla özini perişan itdügi dildarı ister dildarı feryad u efgan itdügi aşinayımış candan ol biliş imiş sultanile her dem gönül kendözini hemdem ki sultan itdügi gelün bu ışka kul olup ışk aluban gayrı salup içinde da'im ışkı bul özüni viran itdügi sen bu gönül ayarı gör yar ol gönüle yari gör bu nihan esrarı gör ki ortada pinhan itdügi bir dem akıl bir dem gafil bir dem alim bir dem cahil bir dem gönül kendözini canıyla yegan itdügi bir dem gönül toprak gibi her yiri mesken eyledi bir dem gönül melek gibi gökleri seyran itdügi bir dem gönül rençber olup derde boyanur serbeser bir dem gönül hakim olup derdine derman itdügi bir dem gönül ahmed gibi vahidle ki vasıl olup bir dem gönül şeytan gibi işini noksan itdügi bir dem işin bütün kılur özin hakk'a yakın kılur bir dem gelür münkir gibi yakine güman itdügi bir dem gani bir dem geda bir dem yiri köşk ü sera bir dem virane küncini özine vatan itdügi bir dem dilegi yarımış maksudı ol dildarımış kaygusuz abdal gönlüni ışk ile hayran itdügi benzüm kanı her dem benüm gözlerümi kan eyledi benzüm sarardı ah ile derdüm dahı bol eyledi bu ışk beni çakdı ile bilmen kime kılam gile arturdı ah u feryadum halümi müşkil eyledi gile: yanıp yakılma, şikayet melamet oldum ışk ile faş oldum uş düşdüm dile ışkdan gelen cevri gönül özine melul eyledi ben zahidi ra'nayidüm zehirden her dane yidüm ışka tolaşdı bu gönülaklumı melul eyledi aklum diler fikr eyleye takva kıla zikr eyleye bu ışk sözin umar gönül bir soru ma'kul eyledi delü gibi ah eylerem yandı yüregüm derd ile gör kim yine beni gönül ne ise meşgul eyledi bu ışk odı yakdı beni faş eyledi çakdı beni gönlüm virane oldı uş aklumı meblul eyledi yandum tutuşdum tutdum uş gör ki ne hale yitdüm uş ışk odınun harareti kül beni uş kül eyledi aşıklara güler idüm ya'ni ta'at kılar idüm bu ışk bana neydise bikülli usul eyledi ışka boyun sundı gönül ışk odına yandı gönül ışk kullıgunı sıdkla besleyende meftul eyledi ben kaygusuz abdalam kar bilmezem aklan karayı dilüm açıldı söylerem ışk beni bülbül eyledi bu gaflete tolaşma gel gönül terk it bu sevdayı ta ki bu ışk bazarında işün olmayam cayi uyan gel berü göz aç bak canile ışka ol müştak canun içinde göresin yakın kadiri yektayı özüne gel sözin anla nesin sen kendözün anla niçe berca sana gönül ki bu beyhude sevdayı iresin bir kamil insana belüni bağlamadan boyun sun hıdmetin eyle ta ki göresin ol ayı gönül hayale aldanma ağudur barmağun banma sana baki kala sanma iy bu mülk ü bu sarayı olursan ışk ile hemdem özüni bilesin gönül bu yolda ibrahim olam abaya derdi kabayi bu dem derdüm haberdar ol ko bu küffarı girdar ol niçe bir hisab idersen gönül imruz u ferdayı bu ışkı sen güzaf görme kavli fesane laf urma başın gönül bu meydane çekersen budur ışk yayı muhalif olma nedim ol sahibi lutf u kerem ol sadıklar ile hemdem ol dile hak'dan bu atayı özün bil kılma başunı senün istedügün sende gönül kafında görürsin nagah simurg u ankayı biçare kaygusuz abdal ne mülkdür arzusı ne mal abdaldür bengi olıcak sever biryan u helvayı dembedem bu ışk elinden gözlerüm yaş oldugı görürem derd ile yanup cigerüm baş oldugı melamet oldı açıldı ar u namus perdesi kandese ışkun belası bana dutaş oldugı yandugum bu ışk ile derde giriftar oldugum gizlü razum can içinde aleme faş oldugı ışk benüm başuma gelüben o canı severem ol benümle külli halde bana yoldaş oldugı ışk ile bilişeli aklum nasihat dinlemez gönlümün bu şevkile deründa kallaş oldugı zahidün fikrinde cennet aşıkun meyhaneler ışk ile aklun arası şöyle savaş oldugı biri allah yolına cana başa kalmadı hiç birinün fikr ü hayali mal u kumaş oldugı mahlukun tabi'atı biribirine benzemez biri teslim oluban birisi serkeş oldugı birisi ma'ni hanından şöyle müstağni olup birinün gönlinde etmek birinün aş oldugı da'ima ışk oldı fikri cana başa kalmadı kaygusuz abdal bu yolda reng ü libas oldugı giderdün sen gözündeki bu bağı temaşa eylegil bustan u bağı anun kim gözinün hiç ibreti yok gönül gözi aman nefsi bayagı yine yir yüzinün geldi cesatı yine yandı semavatun çeragı yine deryaları getürdi mevce tonatdı ni'meti sahra vü dağı agaç agaca baş çatup kuçışdı musahhar hulle giydi her budagı çiçekler dürlü tona girdiler hep kimi ak kimi saru kim somaki susen yeşil giyüp salınur ezrak gül önince gelüp dutmış bucağı o ki rahşanı serluşmi hıfzu'llah alem ger getürür eyyub ishak'ı her agaç dalına kuşlar oturmış celal'i zikr iderler ittifaki kimi nevruz çıgırur kim nevada kimi zeng ile söyler kim ıraki çagırup kumrı eydür bendeyem dost sana can virmege kıldum burak'ı gögercin çagırur allah ya hu tokunmaz tutanun dil ü dimagı gözün badem yanagun nar efendi yüzünden utanur gülzar efendi cemalün serbeser nurı tecelli sözün şekker lebün kevser efendi kaşun yagmacıdur kirpügün ayyar şu cazu gözlerün mekkar efendi yüzün katında iy kıblei iman ne ola cennet'e mikdar efendi her kim cemalüne cennet dimezse yiri cehennem ü fi'nnar efendi yüzün nurından iy nurı ilahi utanur hurşidi haver efendi kaygusuz abdal'a zihi sa'adet olursa zülfüne berdar efendi vücudum ışk ile külli can oldı katrem içinde umman pinhan oldı sıfatum zat ile yeksan olupdur bu aceb ki suretüm insan oldı hakikat gevheri bite canumda cevahir gönlüm içinde kan oldı anun ki canı var cananı ister maksud hayvanlara işi nan oldı canum ışk yolına kurban olaldan bu ma'ni genc vücudum viran oldı hakikat ışk sebebinde hakikat nefisüm yol içinde bürhan oldı sabitkadem olan tevhid yolında ana cihan içinde sultan oldı ömürin hiç yire harc itdüginden cahil kendü işine pişman oldı kaygusuz abdal'un bu ışk yolında huyı hulkı sıfatı rahman oldı. iy talibanı hakşinas her dü cihan sultan ali v'iy aşıkanı hemnişin iy gevheri ma'den ali vahdet bagından gülsitan vuslat deminde cavidan şemsi münir mahı taban iy delil ü bürhan ali iy maksudı cümle alem ibni tefasir bukelam iy hacei beytü'lharam iy kıblei iman ali iy ahdi çin ü hıta k'iy yarı canı mustafa iy valii şiri huda iy sıfatı rahman ali cümle sıfatun zatısın cümle şey'ün mir'atısın innema nun isbatısun iy ma'nii kur'an ali iy cümle şey'de ihtiyar iy cümle sadefde güher meydan senün dür serbeser iy sahibi meydan ali oldur güher oldur sadef oldur bu cümleye şeref oldur bikülli bihilaf iy peyda vü pinhan ali dünyayı denide suret ol hakk'a hakikat isbat cennet bagında ni'met ol ol gülşen ü bustan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutf ile n'ola şahı merdan ali fa'ilatüfa'ilün gönlüm yine şol hurşidi tabanı gözledi cism ü sureti tarh idüben canı gözledi nadan olanun sıfatı nadan ile hoşdur insanı kamil bir kamil insanı gözledi harbende olan mahfelde harbendeyi gözler sultanı bilen da'ima sultanı gözledi izleyübilen ışk erin vahdet denizinde yolı komadı delil ü bürhanı gözledi razı nihanı sultana eşkere söylerem vakt ü sa'ati mahal ü mekanı gözledi ahmak kişinün nişanı yüzi suretidür akıl kişiler genc içün viranı gözledi biderd olana sorma ki derman hacet degül derdlü kişiler veli ki dermanı gözledi şahbazı bilen baş kodı şahbaz kademinde baykuş viran andelib gülistanı gözledi bir dinle ahi halini kaygusuz abdal'un canı koyuban ya'ni ki cananı gözledi. n hiç kimse çekebilmez berkdür felegün yayı bu çarhı tolab döner bir günce degül ayı bu çarhı tolab durmaz bir lahza karar kılmaz gah yohsulı bay ider gah yohsul ider bayı bir ahde vefasuzdur aldanmagıl alına aldar seri pay ider döner ser ider payı bir fitnei çabükdür agladı gülegelür bir buncılayın fitne dahı bulunmaz tayı bir küpe agu koymuş agzında sehil balı dadına gönül virme bir gün irişür vayı bu hikmetün altında alemler aciz olmış kaf'dan kafa hükm iden bilmez bu mu'ammayı iy kaygusuz abdal gel biderde gönül virme bir ulu sa'adetden al başuna bu sevdayı. ondan berü ki cana aşıkdan nazar oldı uyandı canum gaflet içinden bidar oldı canum özini anladı aslını bilelden unutdı cihan sevdasını ışkla yar oldı bu ışk hayalü sevdası başuma gelelden tutdı bu gönül mülkini cana haber oldı gönlüme bakun ışk ile hemnefes olaldan vahdeti külli sırrını cana satar oldı bu ışk odına can u gönül düşeli günden tutuşdı kamu vücudum bagrum yanar oldı canumda yanan ışk odınun hararetinden dilüm damagum kurudı gözüm pınar oldı her bir nefesüm ışk ile mesih'e benzedi her bir kelecim agzum içinde şeker oldı halk güldi bana ışk ile feryad u ahumdan ciger kanı uş şindi gözümden tamar oldı ışka vireli gönlini bu kaygusuz abdal külli bu cihan meşgalesinden bezer oldı. acep sen ben misin ya ben senem mi ya sen benüm canumsın ben tenem mi ya sen misin heman bendeki varlık ya sen ü ben bikülli yeksanem mi ben eşkere miyem gizlü misin sen ya sen eşkeresin ben pinhanem mi ya sen misin heman bu cümle varlık ya bende bir pare nur sendenem mi ya sen ben arada yokdur bu sözler ya sen sensin heman ben de benem mi ya ben gevher miyem ma'den misin sen ya sen genci kadim ben viranem mi gahi topragıla bir yirde kalmış gahi bu çerhile sergerdanem mi gahi kürsi güneş gahi tecelli gahi cism ü suret gahi canem mi gahi zerre miyem güneşe karşu gahi katre içinde ummanem mi heman birlik midür suret ne ma'ni ya ma'ni sen suretde insanem mi ya bu cism ü suret nişan olupdur nişan içinde ben bi–nişanem mi bikülli sen misin bu cümle tertib ya ben sana heman bir dükkanem mi ya sen misin heman cümle vechi can ya ben her neyisem ben bendeyem mi güneş dogdı gözün aç bir berü bak beni gör kul mıyam ya sultanem mi kaygusuz abdal'a dün yoldaş oldum ezelde ne idüm ben bilmezem mi gözün yagma kılur çin ü hıtayı yüzün mat eyledi gökdeki ayı perişan zülfüne anber kul oldı saçun kıldı hacil müşg ü nafeyi bu ne yüzdür nurı allahuekber ki ruşen eyledi her dü sarayı bibasardur gözinün nurı yokdur yüzünde görmeyen hattı istivayı bu can maksud u mahbubun yüzinde ayan oldı görün nurı hudayı lebün çeşmei hayatdur yüzün nur sana allah virüpdür bu atayı sa'adetde şaha sen şol hümasın ki senden aldı hümada sayeyi zülfün damındagı şol dane benler giriftar eyledi ben mübtelayı şeha çün ışkuna aşina oldum bigane kılmagıl bu aşinayı saçun leyletü'lkadr'ün menba'ıdur hatayı müşg diyen söyler hatayı melamet daşın atsa yüz bin agyar haşa terk eyleyem sen dilgüşayı özi huri vücudı külli nurdur neye nisbet idem bu mehlikayı sen eger bana yüz bin cevr idersen şeha ben sana kıluram du'ayı başun terk eylegil ahmed yolında muhibbisen seversen mustafayı ma'şuk bin cevr ider kaygusuz abdal aşık isen kabul it bu belayı canı ister isen terk it cihanı cihanı terk idenler buldı canı cihanı canı külli yolda kogıl dilersen bulasın kevn ü mekanı eger talib isen gence taleb kıl nesin görüp seversin bu viranı bu aciz dünyayı mekkarı gör kim paymal eyledi pir ü cüvanı hadisdür mustafa'dan kim işitdün ahiret baki didi dünya fani bu kasr u köşk ü eyvan yahşı dirsin oranlarsın özün içün evranı nice meclis nice işret nice zevk nice bir sevesin leb ü dehanı nice sen sen nice ben ben diyesin nice bir söyleyesin bu yalanı nice magrur olup yoldan kalasın nice bir anmayasın ol vatanı bu yurtdan akibet göçmek gerekdür nice bir saklayasın bu kalanı gelen gitmek içün geldi cihana baki oldur kim oldur cavidani selatinler cihan harcına dönmez sürer bundan fülan ibni fülanı cihan zerre degül aşık katında veli bir deryadur ki yok payanı bu pend ü nasihatdür anlayana isa'ya pendüvan kıldı suzeni yakin bildi hali kaygusuz abdal anun çün binişan oldı nişanı ışk beni alem içinde şöyle bednam eyledi aklumı divane kıldı beni sersem eyledi benem ol sufii salus zühdüm satdum zerkile ışk benüm perdemi yırtdı sevdamı ham eyledi ışk ile bilişeli artdı bu gönlüm sevdası aklumı hamuş kıluban şöyle epsem eyledi ışk degül mi mecnun'ı cihanda rüsvay eyleyen ışk ile olan gönüller kaçan aram eyledi alemün kısmetini ezelde kısmet eyleyen ışk ile benüm nasibüm bile hemdem eyledi ışk ta'atüm hiçe yitdi yile virdi takvayı aklumun karhanesin gör nice dirhem eyledi her şeyi gör sevdası hiç birbirine benzemez her birinün kısmetin ezelde in'am eyledi rindi rüsvay eyleyüben yile virdi takvayı ışkı gör ahir bana nice serencam eyledi gündüzin bu ışk benüm arturdı ah u feryadum giceler gözlerime uykuyı haram eyledi ışk götürdi can yüzinden dahı perde kalmadı gönlümi bu yad hayalden şad u hurrem eyledi günbegün bagrı başın gözi yaşını arturur kaygusuz abdal'a ışk ya'ni hu epsem eyledi cihan sevdaları muhtasar oldı cihanı terk iden gerçek er oldı bu ne cihan bu ne aceb virandur buna gönül viren kur u ker oldı eddünya cifetün didi muhammed dünya murdar seven de murdar oldı cihan sevdasına gönül virenler tanrı'ya asi ere inkar oldı bu ne dünya bu ne derd ü beladur bu gafletde niceler bimar oldı niceler dünyayı cennet sanurdı ahir ana cehennem ü nar oldı niceler dünyayı put idinüpdür nicenün canı üstinde mar oldı kanı şol köşk ü saray ev yapanlar bu dünyadur ahiri ebter oldı bu kadar nükdeyi anlamayanlar adem suretlü kendözi har oldı o kim dünyayı candan yig severdi ahir yirinde kaldı o naçar oldı hak'ı terk eyleyüp dünya sevenler odur kim gönli katı mermer oldı niceler var bu dünya hasretinden dinini terk idüben kafir oldı nice müselmanam diyen cihanda malı put kendözi bir nasar oldı o zahid kim cihana virdi gönlin özi har taylasanı efsar oldı mahabbet içün ali resul'e gulamı hanedanı hayder oldı heman oldur bu alemde ne kim var özin bilen cihana serdar oldı bu dünya nicenün kaygusuz abdal imanıdur belinde zünnar oldı hak'a minnet bahar oldı teferrüc it gülistanı yine cümle kula hakk'un irişdi lutf u ihsanı su oldı eridi karlar yagar yagmur göki gürler teferrüc eyle havada çalındı kusı sultani delürdi çay sular taşdı kar ovadan dağa kaçdı havanun zulmeti geçdi ekinci dögdi bostanı çü geldi geçdi bu kışlar yeşerdi kurı agaçlar çığrışuban öter kuşlar tesbih iderler sübhan'ı bu kışlar zahmeti gitdi kara dikende gül bitdi yeşil yapraklar üstinde yazılmış hattı reyhani çiçekler reng reng bitdi kuş içinde yuva tutdı çü hakk'un rahmeti yitdi uyandı cümlenün canı zuhur oldı kamu otlar çadıra döndi sögütler sögüt dibinde yigitler getürdi gül ü reyhanı bakun bu gül ü reyhana buyı safa virür cana kuzı yaradı büryana arif hoşgör bu devranı heman maksud budur sözden hak'a şükür gerek bizden dügündür külli kübradan gine zeyn itdi dükkanı yaz oldı mevsimi güldür saki dur surahi doldur bile hemnişin olmaga gözet bir kamil insanı gine hublar bezendiler teferrüce özendiler buların nazı şivesi mat ider hur u gılmanı aşık ma'şuk elin aldı yine gülistana girdi çü vaslun fursatın bildi safaya daldı pinhanı yürü var kaygusuz abdal bu haberler senün nendür çü karnun açdı bengisin gözet halvayı büryanı fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şeha zülfün boynuma tolaşdugı faş idüben gizlü razum açdugı gördi gözüm vasluna irmek diler delü gönül kaynayuban taşdugı bagrumı hun benzümi saz eyleyen şol nigarun naz idüben kaçdugı gözlerüne n'itmiş olam ben karib kirpük okın atuban savaşdugı şu gözleri fitneyi gördüm meger gönlüm nagah ışk odına düşdügi şol nigarun lutf idüben boynuma ak kolların baglayuban kuçdugı kaşı cazu gözleri çün fitne yar kaygusuz abdal nagah sataşdugı aceb kim her kemalün var zevali bu bedri mahı gör kim yok hilali kemal oldur kim anun noksanı yok kemal sıdkı olan gördi kemali bu akl u fehm iderekden müberra bimisl ü bimanend imiş misali zihi alem ki bu her dürlü işde melul olmaz işinden yok melali mahüve gayru bikülli hakikat te'al aksa ta'al hatta te'ali gice gündüz bu çar fasl u çar erkan heman oldur döner halibehali bu ademi suretine bakuban aşıklar anladılar zü'lcelali muhakkikler didiler kim hakikat görinen ol anun hüsn ü cemali hakikat hakk'ı mutlakdur bu tevhid sakın gümrah olup kılma hayali sadık ol sıdkıla kim anlayasın erenler kabul itmedi zugali erenler ma'nisinden tola görgil nice bir gezdürürsin boş çuvalı yine delürdi bu kaygusuz abdal yıkar her şöhreti deng ü düvali meger bu ışk ile akıl bir oldı kılur nefsi ile ceng ü cidali yine vakti hazan oldı durugel yatma iy saki bu gafletde ne yatursın bu ömr kalmaz bize baki bu demi hoş görelüm ki bize bu dem ganimetdür nice bir gezdürevüz biz bu deryada bu zevrakı durugel bagçeye gir gel agaçlar sözini dinle ah eyler çarhun elinden dökilmiş yire yaprakı hoca sen özüni divşür bu dünya külli fanidür kafesden uçmadın kuşun durugel eyle yarakı fakih bize kim eydürsin şarabı içme haramdur sana haram u murdardur fakih dutma bize dakı bu sen beş günki ömrüni gafilin görmege geçer bari armaganın toldur komagıl boş bu bardakı sufi dirsin ki haramdur şarabı şemi dilaram başından misbakin alun sürün gitsün bu küstakı meger yine çiçek abdal irişdi vakti hazana agaçlarun halin görüp oda yandurdı evrakı kaygusuz abdal'a irdi ana can u gönül virdi anun ayagı topragı anun caniyle müştakı pür oldı yine ma'nada canum sefinesi dürr ü cevahir toldı bu gönlüm hazinesi göründi ayan her ne ki var şeş cihetümde pak oldı heman silindi canum ayinesi ben o erem gör ahi bu deri biyabanda gönlümdeyimiş genci ezelün definesi bedr oldı bu ay görindi canum feleginde kat' oldı cihan hisabı mahun deminesi bir anlayu bak cümle sır oldum sır içinde ben oldum ahi cümle şey'ün abginesi gönlüme bakun ışkı hakikati bulaldan ben oldum ahi cümle alemün keminesi can gözile bak bir gör ahi kaygusuz abdal özi musa dur ma'nada tur oldı sinesi şu bana can olan uş yine geldi cana canan olan uş yine geldi şu kim kaşı anun mihrabı candur yüzi iman olan uş yine geldi şu kim güneş gibi ayan tururken nagah pinhan olan uş yine geldi şu kim boyı anun sevri gülistan yüzi cinan olan uş yine geldi yanagı goncası gül hırmeninde güli handan olan uş yine geldi enegi çukurı zülfi kemendi bendi zindan olan uş yine geldi şu kadir gicesi vahdet şebinde bize mihman olan uş yine geldi şu kim hüsniyle hublar meydanında kamuya han olan uş yine geldi şu kim hüsniyle firişte suretlü adı insan olan uş yine geldi şu kim agzı yarınun katresinde abı hayvan olan uş yine geldi kaygusuz abdal'un gönli içinde şahı sultan olan uş yine geldi. şu sevri gülsitanı görmedün mi şu cümle cism ü canı görmedün mi şu kim gül yanak üstinde tagılmış şu zülfi perişanı görmedün mi o kim şekli anun insana benzer özi huri cinanı görmedün mi şu kirpük okını kaşlar yayıyla cana her dem atanı görmedün mi şu saçın çözicek subhı seherde müşg ü anber–feşanı görmedün mi salya, ağız suyu. şu kim hublar anun hüsnine hayran seher ile sen anı görmedün mi şu kim şirin kılınc ile nazından cana canlar katanı görmedün mi şu hüsn ü hayali can meclisinde gelüp karşu turanı görmedün mi şu kim hublar yüzinde hüsn olupdur adiyle şol filanı görmedün mi şu kim hüsnin yusuf'a benzedürler şu bir hulkı haseni görmedün mi şu yüzi taze gül kaygusuz abdal özi goncadehanı görmedün mi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şol benüm mahbubı dildarum kanı halüme munis olan yarüm kanı cevrini hoşeyledüm bin canile sıdkı bütün kamil ikrarum kanı ol benüm kalbüm hakikat maksudum gönlümün ugrusı ayyarum kanı dost direm kumri gibi her lahza ben bülbül oldum bag u gülzarum kanı kahrumı lutf ile kim men' eyleyüp küfrümi iman haridarum kanı cümle hublardan anı fark eyledüm sarrafam ol dürri şahvarum kanı ışk eliyle bu canum gözgüsini silmege üstadı mi'marum kanı ol vefa kanı mürüvvet ma'deni isterem kalmadı kararum kanı kaygusuz abdal'a benüm selemüm selemüm gofte vü girdarum kanı i benüm sevdügüm şahum efendi boyı servi yüzi mahum efendi bu hüsni lutfile yavuz nazardan seni beklesün allah'um efendi n'ola mecnun gibi taglara düşsem ışkun benümle hemrahum efendi senün vaslun ile aka boyana benüm bu bahtı siyahum efendi boyandı yirlere feryad u zarum irişdi göklere ahum efendi senün hüsnün hayalidür canumda benüm kıymetlü meta'um efendi kaygusuz abdal'a lutf ile söyle yüzüme vurma günahum efendi. yüzündür kıblei iman degül mi lebündür çeşmei hayvan degül mi senün hüsnün görüben secde kılan odur ahir kamil insan degül mi hak'un sun'ı yüzünde ayan oldı tanukdur bu size furkan degül mi hezaran yusufı mısır gibiye enegün çukurı zindan degül mi kara kaşun gözün fitneye benzer şu cazu gözlerün fettan degül mi senün yüzün görübeni açıldı gülistanda güli handan degül mi kaşun mihrabına kıble diyüben sücud eylemeyen şeytan degül mi çiçek abdal senün yüzün görelden ki kalbin nay bigi efgan degül mi kaygusuz abdal'a aşık olaldan hasıldur her murad heman degül mi. ışkuna gönül yesiri derdmende degül mi hüsnüne melek çakeri yabende degül mi şimşad anılur servi hacil kaddüne karşu tal'atün iy ki hurşidi tabende degül mi saçun kokusı yitse çin'e çindür efendi şermesar iden nafeyi hotanda degül mi o cazu gözün kirpük okın gözledi gözler her ok kim atar yelegi nişanda degül mi yanagun alı alıyla gönüllere aldur harami kaşun yarguda divanda degül mi ışkun cigerüm kıyma çeker kıyma aşıkmen hasretün odı yanadurur canda degül mi ışk ile taleb eyle yüri kaygusuz abdal kim yar dir ise ya'ni ki çü bende degül mi yüzün şems ü kamer bile degül mi lebün kand u şeker bile degül mi yüzüne ayeti rahman diyen can zihi sahibmedar bile degül mi cemalün benzeden gonce güline fişarandur fişar bile degül mi mu'attar eyledi zülfün cihanı saçun müşgi nisar bile degül mi senün hüsnün sıfatı her gönülde dolupdur il ü şar bile degül mi arızun kıbledür can mushafında yanagun güli nar bile degül mi başını oynamak ışkun yolında hüner oldur hüner bile degül mi canumda nakşolur hüsnün hayali acayib kar ü bar bile degül mi ay ü güneş yüzünden aldı pertev zihi ruşen güher bile degül mi yüzün tek bir güneş doğmaz felekde gör iy sahibmedar bile degül mi güneş utandı yüzünden i dilber ay oldı şermsar bile degül mi lebün aynı hayatı cavidandur ne bilür her bakar bile degül mi senün hüsnün gülistanında oldı müşerref her diyar bile degül mi yüzüni bilmeyen cennet i dilber yiri narı sakar bile degül mi yüzünde görmeyen nurı ilahi olupdur kur u ker bile degül mi senün hüsnün güneşi arzusından açar zir ü zeber bile degül mi senün ışkun benüm cismüm içinde canumdur ihtiyar bile degül mi gerekmezdür gerekmez ışk içinde aşık olana ar bile degül mi senün zülfün gibi sevdayi gönlüm olupdur bikarar bile degül mi senün mestane gözün sevdasından nergiz mesti humar bile degül mi cihan hüsnün güneşinden nur oldı görinmez bibasar bile degül mi alemde gün gibi menşur olupdur zihi hayrü'lbeşer bile degül mi felek hüsnün hayalinden i dilber olupdur bikarar bile degül mi cemalün şem'ine kaygusuz abdal yanar leyl ü nehar bile degül mi kıladur ney gibi bin dürlü efgan inilder her seher bile degül mi sözün abı hayat bile degül mi lebün kandi nebat bile degül mi senün hüsnün güneşi pertevinden nur oldı kainat bile degül mi vücudundan zuhura geldi eşya görindi her sıfat bile degül mi görelden kametün tuba mat oldı zihi servi azad bile degül mi senün agzun yarı mu'cizatından hızır buldı necat bile degül mi şeha ışkun firakı gözlerümden akar aynı furat bile degül mi senün ışkun odı bagrumı daglar yanaram her sa'at bile degül mi utandı gülşeker lebün katında zi şirin hikayet bile degül mi çemende boyunı servi görelden olupdur iki kat bile degül mi ağız suyu errahman alleme'lkur'an okırlar yüzündür ol ayet bile degül mi senün ışkun ile ma'mur olupdur sıfatı külli zat bile degül mi senün hub cemalün bir lahza görmek zihi kutlu sa'at bile degül mi lebün abı hayatına kim irse baki kala ebed bile degül mi ayagun topragı kaygusuz abdal fakiri namurad bile degül mi senün haki payunam ya muhammed senün kulun azad bile degül mi harab olsun harabatun hanesi bana n'itdi gör ol od'a yanası kanı zühdüm benüm zahid didüm ben beni eyledi uş ışk divanesi dutıkodum secadem meyfüruşa bana mey virmedi içüp kanası piri harabata kullık idelden imaret oldı gönlüm viranesi sat ol taylasanumı sen getür mey zahidün hod dükenmez efsanesi sofunun misvakin urun ocaga bile yansın şinadan u şinası faş oldum mestüm uş başum açıldı ahir oldı bu zerkun zerrakası şarab içmegün çok mıdur günahı ahı piri harabatun danası içelüm mey getür serhoş olalum çü ma'lum oldı dünyanun fenası zahid ta'ne taşın atarsa atsın ko ahi anı bunda yok hatası dayim serhoş yiri kaygusuz abdal heman budur bu ışkun nişanesi yiyeli içeli beng ü şarabı imaret oldı bu gönlüm harabı nazar kıldı bana piri harabat yüzüm anun ayagınun türabı mücavirem bugün meyhanelerde size bu sekr ü tesbihün sevabı getür camı tolu meyi mürevvak eyidün mutribe kılsun tarabı çalun çeng ü kanun u ney ü dambur bilesün çü getür def ü rübabı bu meclisde bugün aşıklara ben cigerüm kılayun nukl ü kebabı bu sazun sözi canuma boyandı virür sem'üme bin dürlü hitabı bu sakiden nice aşıkı sermest içüben can gözin yırtdı hicabı bu ışkun yolına sen muhib olgıl eger görmek dilersen bü'lacebi süleymana tarik söyler karınca nebiyçün ankebut tutar nikabı zagıla hemnişin olmaya bülbül tutiyle bir mi görürsin gurabı hüma tegi sa'adetlü ola mı sadası her kuşun şahum çelebi güneş yüzin göribilmeye ama heman sükut ola ahmak cevabı kaygusuz abdal'a keşf oldı esrar meger buldı yakin ümmü'lkitabı bu dünyayı ahireti unutmuş getürmez yadına yevmü'lhisabı bir kişiye çün ışk ile hakk'dan nazar oldı uyandı canı gaflet içinden bidar oldı her kula ki hakk lutfı ile bir kez nazar itse talib olana her sözi gülbeşeker oldı özini bilüp ma'nide mikdarın anlayan kullıgı kabul dirligi hakk'a yarar oldı çün bir kişinün hakk'dan irişdi hidayeti muhtasar ise ma'nide ol mu'teber oldı vuslata iren hakk ile vahdet denizinde nefesi güher nazarı derde tımar oldı maksud dilese her kişi hakk'dan dirig itmez sıdkile ere kullık iden kamil er oldı arif kişinün her sözi canlara kabuldür cahili görün sohbet içinde naçar oldı mustafa halin kendü vücudında keşf iden gönlinde anun fikri heman girdigar oldı ışka vireli gönlini bu kaygusuz abdal piyade iken ışk ile gör ne süvar oldı yüzünden iy sanem alem nur oldı aydan eşkere günde menşur oldı bu ne hüsni cemali berkemaldür ay u güneş nurundan ma'mur oldı senün hüsnün nurı tecellisinden belürmez küfr ü zünnar ahir oldı çü toldı gönlüme hüsnün hayali canum içinde ışkun menşur oldı cemalün turı nurından i dilber bana her kanda ki tursam tur oldı yüzündedür ayetu'llahun nurı görebilmez şeyatin makhur oldı bu hicran vaslına vasıl olaldan işüm dayim şükür kim şükür oldı senün gözün meyi sevdalarından canum esridi gönlüm mahmur oldı cemalün ışkı gönlüm defterinden yazıldı ışk ile defter pür oldı mahabbet suyı sel oldı gönülde ne kim var gayrı gönülden pür oldı kaygusuz abdal'ı zülfün kemendi asar eydür bu mecnun mansur oldı mukatta'at hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragum u hanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinüm dinüm imanum habibüm mahbubum hubum sanavber ü şimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sencüm şirin hulkum nazum kancam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanem ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nasibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum bu hüsranile kalmış men bimarı haste dilrişem sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum tuti'sin sen şeker ferah tesbih aşık bülbül sözi gül iştiyağı kurıldı cümlesi gülen sahaya müzeyyen oldı dilberün otağı görün ışk odıla ol güli sürhi kızarmış dost udından yanağı zihi ni'met zihi vuslat u fursat gelünüz hoş görelüm işbu çağı dilersen irişesin ol makama kuşan merdaneler gibi kuşağı dünya vü ukba aşıka duzahdur visal arzulayan kursun tuzağı kimisinün ruhı cennet'de gezer kimi kesb eylemiş bunda durağı basiret gözine okun bu nakli binasır cenneti firdevs durağı bahariyyat okur kaygusuz abdal şeker helva unı söyler tudağı nice söylemege dilleri helva bilür ki dosttan okurlar sebağı berü gel ahi iy sırr u azad ışkun beni usta itdi şah mat bana cemalün delili ayat ışkı canuma o kıldı irşad vaslun ki hasib olsa zikıymet aşina kulunam eyleme yad zülfün ki kursı cana tolaştı bagladı beni saçuna kemend mefailünmefailün ne cism u candurur'akla sığmaz ne akl u dildurur kim cavidandur aceb bahri muhit kim yok kenarı aceb keşti acayib keştivandur bu ne hüsni cemaldür ki görindi bu ne gülşen ne gül ü gülsitandur bu ne la'li bedahşandur ne anber bu ne nafe bu ne müşgi hotendür bu ne hazne durur kim can içinde bu ne gevher bu ne genci nihandur bu ne şahdur bu ne halvet ne perde bu ne sultan bu ne yargu divandur zihi hayy ü tüvana ki kadimdür kadir ü berkemal ü cana candur alem nadan eger dana olursa anun içün ne sud u ne ziyandur bu cümle hayr u şerden ol münezzeh hecası in ü an şerh ü beyandur bilenler allah'ı akl ile bildi o binişan ise aşık nişandur aşıklar can içinde buldı canı gümana kalanun işi gümandur aşıklar sureti aynaya benzer bakan gördi heman ol mihribandur yakin ehline bu kaygusuz abdal özi genci revan cismi virandur mefailünmefailün harabathanede mücavir olmış görün bu bedkarı bednam dimişler harabatilere meclis içinde harabati imiş muhkem dimişler harabathanenün yolın degişmez mescide varmagında kim dimişler savma'ada olan halka karışmaz meyhaneye varur her dem dimişler harabatilikde menşur olupdur anı bilür kamu alem dimişler da'im şişet çalar def ü kemençe katında çeng ü ud derhem dimişler künci meyhanede sırdaş olupdur da'im elinde tolu cam dimişler kaygusuz abdal'un hakkına gör kim bu resme nükdeler müdam dimişler vahdet yimişi ma'rifet gelse dile aceb degül irdüm diyenler vuslata bize bir armagan gerek kimdür kim ol da'va kılur ayyarı hod ayyar bilür ma'na cevabdur bilene ışk evveli nişan gerek küfri kosun güman ile birliğe yitsün can ile her kim ki anun derdine bir ilac u derman gerek her kim bu menzili diler irmege nedür çaresi cümle alemi dost bile öz nefsine düşman gerek aşıklarun fikri da'im sırrı ene'lhakk oldugı şol ibni ibrahim gibi ışk yolına kurban gerek her bir kişi bu dünyada bir nesne kabul eyledi kaygusuz abdal'a dahı helva gerek büryan gerek bir gül ahi ey gülüşi usul gül ki cemalünde açıla gül iy turrası fitnesaçı sünbül ışkun cefası canuma kabul bir gül hatırumı kılma melul ışkun beni kül eyledi kül gamzen sihiri cana tokındı fettan gözüni kıl ifnayı küll fa'ilatünfa'ilatünfa'ilatünfa'ilü bir sa'at ölüm irişse vuslatun şükranesi canumı kurban kılaydum ne dimekdür mülk ü mal bu vaslun hicranı vuslat olur ise bir nazar kaygusuz abdal bu zihi tali' ü bu zihi fal gelün iy cihanı zindan görenler padişahdur ne ugrı var ne zindan cihan suretdür insan can dimişler kaçan kim kendözini bile insan özin bilene sor bu mensubeyi tutarsan uş budur tarik ü erkan ibret gözüni aç bak kim göresin katre içinde gizlü bahri umman aceb degül güneşden olsa zerre bu aceb kim güneş zerrede pinhan kimün gönli bu ma'nile hoş aldı kime ayran gerekdür nan u erzan gelürsen meydana ışk ile gelgil erenler var tehi degül bu meydan aceb haldür bu hal kaygusuz abdal ma'ni birdür suretler elvan elvan berü gel seragaz it iy sarayi sevdiyise canun şol gün ü ayı mahall ile ki gözler mehlikayı şol iy hurisıfat meleksimayı getürsin ele ol ki dilgüşayı görmiş olasın nurı hudayı lutuf ideyidi aşıka bir gün sarayi kavmin ki sana sevdayı mefa'lün harfi dal aldı vücudı her şeyün her ki nefsin tanıdı abdalımış irişdi badı nevruz gülsitana gülistan vakti yitdi kim o yana tamamen yiryüzü cümbişe geldi behişte benzedi devri zemane ağaçlarda çiçekler müşkin oldı keramet kılmadı bağı hazana dehanı goncalarun mim yazıldı kohusı benzedi müşki cinana gülistan goncasın açdı tonandı divane oldı bülbüller divane yine simurga haber virdi hüdhüd otagun başına komuş şahane gögerçin çifti eyle zevke geldi dudak dudağa virdi canı cane kışın hamuş olan kuşları gör kim firak ü derdile geldi lisane yine bülbül gülistan arzu kıldı tuti şekker ü bal baykuş virane zihi faslı bahar revnakı gülşen zihi zevki safa nam ü nişane bezendi tag u sahra nurı rahmet nihani nesneler geldi ayane evveli dünyanun hüsn ü zibadur ahir hazan olısar cümle yine kime cevr itmedi dünyayı mekkar kime kılmadı bir özr ü bahane hezar ötdi zevke geldi çemenler ki ol suziş kılur huri cinane dile her maksudun şahı kadimden uyana devletün bahtı uyana eger bildünise kaygusuz abdal yüzün hak eyle gel pir ü cüvane yeşil yapraklarun benzi sararmış ah eyler çarhun elinden kılur vay ömür sel gibi dünya çaya benzer adetdür ki geçe bu sel kala çay bu demi hoşgör iy kaygusuz abdal çün ezelden sana bu derd iken pay fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bildüre sana hakikat hal nedür bu görünen suret ü eşkal nedür cümle bir noktada olmışdur dahil noktadan hem bir elif oldı hasıl hem elifdür bu asılı alemün hem atası vü anası alemün bu haberler akıla yiter heman cahilün maksudı heman aş u nan fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi ışk vücudumı kıldı helak ışk ile gönlüm içinden gitdi jenk ah itsem dütünümden göynür felek çeşmümün çeşmesinde göynür melek akla dime bu sözi can söylesin sultanun sözüni sultan söylesin hakikat cümle aleme hakk din bu sözi kim kamil insan söylesin ışk ile tablı melamet çala gör dünya murdardur elünden sala gör puteye düşmek dilersen okunı ma'niyi ma'na bilenden ala gör kamu şeyde menem aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman menem dahı çun u çira yok ne mansur u ne bağdad ne ene'lhak fa'ilün derya vü umman benem gevheri kan bendedür gözin aç anlayu bak iki cihan bendedür cism ü sureti can menem delil ü bürhan benem sud benem ziyan benem uşda dükan bendedür maksadı insan benem gerdişi devran benem mektebi irfan benem işte nişan bendedür bağdadı ayyar benem cümleye serdar benem bürhanı esrar benem sırrı nihan bendedür zahid ü tersa benem mescidi aksa benem muhyii isa benem yahşı yaman bendedür muhiti zevrak benem hak bendedür hak benem tamu vü uçmak benem cümle mekan bendedür evvel ü ahir benem ganiyy ü fakir benem zahir ü batın benem küfr ü iman bendedür cümleye ma'bud benem kabe benem put benem ademe maksud benem işte filan bendedür zerre benem güneş benem gizlü vü faş benem her ne ki var uş benem can u canan bendedür kaygusuz abdal benem cümleye her hal benem o faş u rical benem ol binişan bendedür evvel ü ahir benem batın u zahir benem mansur u nasır benem genci viran bendedür şathiye söz başında zikr idelüm allah'ı niyaz ile can u gönülden gerek laf kim degüldür söz ile ya ilahi kim tapundan birkaç dilek dilerem hele şindüki sözüm cengüm ki var boğaz ile hazırca lokmalarun da'im nasib kıl sen cana üç yüz otuz azmanı hem tokuz bin öküz ile on bin koyun bin deve vü beş bin de su sığırı beş bin tavuk bin ördek dahı bu nice kaz ile dane pirinç zerdeler paça tiridi gördiler taze çevirme büryan kebab halva koz ile fınduk fıstuk leblebi sittin hevenk kuru üzüm beş bin yumurta olsa büber eksük tuz ile on bagçe alma armud on dahı her dürlüden on dahı şeftaluden zerdalü hem kiraz ile bin karaoğlan bin karavaşı hizmetkarı on bin rum mahbubı beş bin mogol kızıyıla hurisıfat nigarlar ilikleri aşikar kirpükleri can alur sükker ağzında ezile tabl surna nefirle hazretünde çalınsun da'im müdde'i görsün anı ol görgüz ile on bin yigit yanunca gürzin çeküp yürüsün dag u taş yankılansun tablbaz avaz ile bunca sözi divşürdüm hiç bana kalurı yok kaygusuz'a nazar eylegil bir güler yüz ile bize helva paluze büryan olsa sözüm işitse bir muhibbi can olsa otuz kersek kavurma üç bin etmek ben ki yiyem karnum aç bir derman olsa dokuz kazan pilav iki divane naşilerün gözünde pinhan olsa iki pişmiş koyun sofrada yahni irişse bize ne ki mihman olsa şu kaygana ki pişer bal katarlar yarabbi yedi kersek andan olsa otuz batman şarab kırk kuzu büryan getürse ortaya bir insan olsa bu ni'metler ki dir kaygusuz abdal eli irse ana bir devran olsa aşıkam hayranam yağlu çörege hunabı samsuya etlü börege bize bin müt birinc virse murad han dahı on bin koyun bile yimege otuz batman yag ile üçyüz etmek varaydı kim bile anlatsa bege bize bin kazan aş bin sini halva hazır olsa üşenmezdük yimege yimege kalye pilav zerde hoşdur bulgur u tarhana döymez kötege murad han'a halvet anlatsa sözi kapuda kim bile veziri söge bize ni'met olıcagaz çaka olsa yüz batman halvadan bize ne dege bu ni'metler heman insan içindür köpekler kana'at eyler kepege ademündür bu dürlü enva' ni'met heman arpa saman gerek eşege bu ni'metleri yir kaygusuz abdal du'acıdur hak'a nanı yimege fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tama'umuz ne azadur ne çoka kana'atuz kani' olmışuz hak'a kimsenün hakkına tama' kılmazuz bizüm dahı halümüze hak baka ma'rifet ehline hizmet kılmayan ma'ni yancugın yanına boş baka ışk yolında ta'ati temiz degül her kim ol gördügi nesneye aka sırrını sakın ki küstah bilmesün can u dilden müştak ol kim müştaka suvar ışk suyıyla tevhid bagını ma'rifet bustanı gelsün revnaka dünya içün dama düşmeyen kişi nefs ucından haşa tutıla faka kaygusuz abdal halün arif bilür veli naşi ışkı başuna kaka bu şiir, heceveznine de uymaktadır. aşık oldum bihude bir yabana ne hurşide ne bir mahı tabana yogun yumrı sözüm incelmedi hiç şekeri katık eylerem sogana görürem lekleki bülbül sanuram ya'ni gör ki arifem ben divane arifem veli biraz kemdür aklum feragat olmışam direm terane yüküm gülbe şeker sirke sataram ya'ni meta' getürmişem dükana süleyman tahtını divlere virdüm degirmen haberin virün sorana din iman nurını küfrile örtdüm giriftar eylemişem canı tene bilürem ki cihan köhne virandur öterem baykuş oldum bu virana yol eri vardı menzile irişdi ben öz fikrümi eylerem bahane yolun anlayıver kaygusuz abdal taş atmagıl ki çömlegün uşana sana halvetgüşa halva gerekdür özün derviş kelamun dervişane aceb ben ne müselmanem hak'a bir şükürüm yokdur bu hak yolın görebilmen benüm gör hiç nurum yokdur fesad endişeden geçmen helalden haramı seçmen da'im bu dünyeye taleb kıluram huzurum yokdur garazdur halka haberüm budur gönlümdeki varum günah yazıldı defterüm dahı hiç defterüm yokdur ayıbın gözlerüm halkun ta ki halka haber virem sözüm yalan özüm kalbüm bu işde taksirüm yokdur zahir gökçek müselmanem içümde putı saklaram zahidem takva bilmezem zakirem zikirüm yokdur bu gafletden uyanmazam hiç ahireti sanmazam bu az malı begenmezem direm çok filorüm yokdur eger bir lutf bana hakk'dan irişse şad olur gönlüm eger bir mihnet irişse döyemen sabırum yokdur şeyatin yolına malum da'im harç eylerem amma kapuma sail irişse direm ki hazırum yokdur cahilem özümi bilmen bitarikam yola gelmen ululardan ögüt alman tekebbürem yirüm yokdur hemişe hakk'a inkaram müfsidem şöyle ki varam bu şer işde haberdaram veli hiç haberüm yokdur kaygusuz abdal'am hoca sözüm dinle halüm anla alem ocaga tutışsa yanacak hasırum yokdur şindi bizüm önümüzde n'olaydı dürlü ni'metlerün erkan olaydı on altı kaz gire karaca omlet iki bişmiş kuzı büryan olaydı elli gersen kavurma üç yüz etmek hayranam karnum aç derman olaydı bu babda dolıcak kızıl şarablar gümüş ayak güzel oglan olaydı bir güzelce gelin mihmanumuzda illa yasduk dimiyorgan olaydı müdde'i görmese bir yirde tursa ayagında demür urgan olaydı bu sohbet ile bu kaygusuz abdal ta sabaha degin sultan olaydı mesneviler mesnevıler gülistan gulıstan gülistan b gel i kendi haline yol bulanlar ma'nada kendü mikdarın bilenler erişenler bu vahdet menziline can u baş terk idenler ışk yolına ma'ni burcını seyran idenler vücudı katresin umman idenler girüben ışk denizin boylayanlar ma'ani özleyüp soy soylayanlar ne dimekdür bilün ilmi ledünni olın sıdk ile bu ışkun cünunı bu ma'na bahrine zevrak düzenler bu vahdet kuşlarına fak düzenler irişenler süleyman menziline olanlar andelib vahdet göline ma'ani meydanında baz olanlar hakikat burcına şahbaz olanlar bu ma'na dürrine ma'den olanlar hakikat kamili insan olanlar kamu eşya hak'a mevcud degül mi hak'ı inkar iden merdud degül mi kamu şey hak ile birlikde yeksan kamu vahid olupdur derd ü derman kamu varlık kadim ü pürkemaldür hayal yokdur arada cümle haldür kamu varlık hak'un bürhanı imiş kamu gönül hak'un mekanı imiş bakan her yana sultan'ı görür pes dahı hiç gayrı yok canı görür pes fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine bir dürlü hikayet vasfı hal şerh ideyin dinle iy sahibkemal vahdetün yüzinden açayım nikab getüreyin arife bin dürlü bab girüben ma'na denizin boylayan anla ki akl irür anı söyleyen binişandan ma'na ile bir nişan getüreyin can ilünden armağan sarraf öninde dökeyin gevheri cevheri alan bilür kim cevheri şekker ile bile katayun güli koyayun susen yanında sünbüli anberi karışdurayın müşg ile ta bu sözden müşteri assı bula la'li vü yakut vireyin altuna koyayun kimyayı altun altına şöyle söyleyeyin anlasun akıl ma'na keşf itsün bu sözden ehli dil dürr ü cevahir ü inci saçayın sarrafa gevher dükanın açayın can içinde gizlü genci açayın mahfili dürr ü cevahir saçayın müşke beraber kılayın her sözi işidenün ruşen olsun can gözi ışkıla aklı bile yar eyleyin ışk ipiyle nefsi berdar ideyin her sözümden bin delil olsun ayan her delilden ruşen olsun ducihan söyleyeyin can elinden bir haber işidenün canına kılsun eser bu ne dimekdür arifler anlaya akıl anlaya cahiller tanlaya ben sözimi anlayana söylerem anlayan bilür bu sözi yine hem bu haberden maksudum budur yari söyleyeyin hak kılur ise yari şefa'ati olur ise ahmed'ün fahrı alem mustafa muhammed'ün evliyanun himmetiyle söyleyem bu haberi vasfı takdir eyleyem her sözümden bir delil olsun ıyan her delilden ruşen olsun dücihan açayın sözün yüzinden perdesin bildüreyin size harcından hasın söz içinden size bir dürlü nişan anladayın ne dimekdür lamekan lamekan dimekde maksud ne imiş asl u fer'i neden olup her bir iş lamekan dimek mekansız yir midür? yoksa anun da mekanı var mıdur? bildüreyin inayet kılsa ilah yar olup yarı kılursa padişah şöyle kim anlaya sözüm her kişi şad oluban terk ideler teşvişi lamekandan size vireyin nişan söyleyüben size bir dürlü beyan ol zamanda ki yogidi ka'inat zat içinde nihan idi her sıfat zat içinde bu sıfat mestur idi bu vücud yok idi heman nur idi ne nebi varidi ol dem ne veli dahı söylenmedi idi labeli yir ü gök hazne içinde sır idi ikilik yok idi heman bir idi yir ü gökde cümle tertib külli hal aşkare degüldi henüz mah u sal gice gündüz ay u güneş bu hisab dahı henüz olmamışdı bu sebeb aklı kül henüz bir idi zatile nefsi kül'de pinhan idi hem bile bu sıfatlar kim bu demde söylenür yok idi birlikdeyidi külli nur on iki burç yidi yılduz bu necim çarhı sergerdan ki döner iy hakim yedi tamusekiz uçmag hayr ü şer hur u gılman dünya ahret sim ü zer nakş u suretler ki vardur ortada ana irdi ki akıllar dünyada ol nişanlar ki nebiler söyledi bu kitablar ki anı şerh eyledi zahir ü batın ki dirler her sıfat ne hayat olmışdı henüz ne memat bu sıfatlar ki birikdi bir ile veli olıcak idi takdir ile mustafa oldı sebebi bunlarun yirde gökde cümle cism ü canlarun bu sebebden mustafa oldı ezel mustafa'dan zahir oldı külli hal çünki geldi zahir oldı ol nebi heman ol oldı bu halün sebebi bu barigah aşkare oldı bu kez ayan oldı gice gündüz kış u yaz tamam oldı yirlü yirinde bisat degme bir nesneye söylendi bu ad mustafa'nun canı oldı ibtida evvelinde anı yaratdı hüda mustafa canunda sır idi cihan yerde gökde her ne kim var cism ü can mustafa'nun canı bu gevher idi ol güherde bunca hikmet var idi hak nazar itdi o gevher terledi andan oldı bu cihanun bünyadı terledi su oldı akdı ol güher andan oldı yer ü gök ü bahr u ber ol su durdı bir yire oldı deniz gör nice hikmetler oldı iy aziz ol deniz buğından oldı bu felek cümle felekde yaradılmış melek göbeğinden yidi kat yir eyledi yir altında denizi seyr eyledi istikamet dutdı bu kez bu cihan yirlü yirince düzeldi her mekan dünyanun sureti kurıldı tamam afitab dogdı belürdi subh u şam dünyanun şekli düzildi ki bu kez yine ne kıldı kadir ü biniyaz şekle can gerek ki gele cünbişe zira kim allah kadirdür her işe yine hak mustafa canuna nazar eyledi kim tamam oldı cümle kar mustafa canından oldı cümle can cism ü canın ma'deni oldur heman yaratıldı cümle canlar hem yine her birisi vardı kendü cismine yirlü yirince düzeldi ka'inat zahir ü batın tamam oldı suret çünki suret tamam oldı iy dede dinlegil evvel ne oldı dünyada deniz ile dopdolu oldı cihan elli bin yıl dutdı bu yirde mekan elli bin yıl tamam oldı gitdi ol yerine geldi yine bir dürlü kul elli bin yıl oldı bunda ol dahı ol dahı bilmedi hergiz allah'ı su yirine bitdi dünyada kamış dinle ki ahir nicesi oldı iş hak yaratdı yine bir dürlü suret kamışı yidi çoğaldı havalet sıgıra benzerdi anun ayagı hem eşek kulagı gibi kulagı koyuna benzerdi gögdesi tüyi veli at'a benzeridi her huyı kamışı yidi dükendi ol tamam zira ki işi ol idi subh u şam ömri anun dahı ahir oldı pes yine geydi dünya bir dürlü libas yetimiş bin şehr yaratdı ol gani hardal danesiyle doldurdı anı yine bir kuş ki yaratdı padişah daneyi yi' didi ana ol ilah elli bin yıl ol dahı sürdi ömür danesi dükendi öldi dinle bir bu kez at yaratdı dinle ol kadir zihi hikmet zihi kudret zihi sır elli bin yıl at dahı oldı tamam ol idi ki cihana geldi adem altı kez doldı boşaldı bu cihan birisi bilmedi kimdür müstean bu yidincidür adem geldi bu kez aşkare ma'lum görindi biniyaz bildi adem göklerin esrarını yidi kat yirinde yirli yirini nakşı gördi nakkaşı bildi adem oldı ki tamam oldı işbu dem adem oldı cümlesine halife hak adem'de ayan oldı iy safa anladı adem ki nedür bu suret suret içinde imiş gizlü suret cümle yirde gökde ne var cümlesin bildi adem ne imiş sermayesin cümle gök ehline hak emr eyledi secde kıl adem'e diyü söyledi semavat ehli kamu kıldı sücud ziyan olmadı velakin oldı sud azazil o demde kılmadı sücud ta'atı kendüye ol dem oldı put adem'ün cismini toprak gördi ol ol sebebden asi oldı ol füzul bilmedi ki toprak içinde ne var toprağı kim eşdi ol dem kirdigar azazil hergiz bu sırra irmedi nice irsün çünki hak yol virmedi ana ol idi ezelden buyrılan bu idi hak emri iy hakk'ı bilen ne ki hak yazdı tagayyür olmaya hak ilimidür işini anlaya ol ki secde eyledi has oldı ol ol ki kılmadı cezasın buldı ol azazil ol demde oldı şeyatin şeyatin olmaya hergiz ehli din çünki aksurdı durugeldi adem cennet'e iletdiler anı o dem çünki adem geldi gördi uçmagı canı sevindi göricek ol bağı bakdı rıdvan yüzine esirgedi gir yine çık diyübeni söyledi bilmedi kim adem'ün düşmanıdur bu sa'at girer adem'i azdurur şeytana döşi dibinde virdi yir didi kimse duymasun içerü gir hak gözinden nesne kim gizlü degül veli şöyle al ki itdi ol füzul cennet'e girdi bu kez gör n'eyledi havva'yı buldı hava'ya söyledi havva dir ki ol meger siz delüsiz aklunuz yok yahud usdan ölüsiz gz e l var var i gönül yüregümi sen yada kıldun bu ışk okıyıla ciğerüm sadpare kıldun bir hub sureti kanda görürsin alınursın bu huyun içün ben za'ifi biçare kıldun mecnun gibi ah eyledüm elüm işe varmaz ışk ile gönül uş beni ki avare kıldun vallah i gönül ışk ile hublar bazarında beni bırakup ışkıla sen kenara kıldun bu ışk ile ben o dem yanunda haberün yok da'ima gönül meylüni sen hublara kıldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ne ki cennet'de varimiş yidünüz bu yemişün lezzetün görmedünüz gezer idi uçmag içinde adem dahı ne gussa varidi ne de gam hur u gılman idi ol dem yoldaşı nice oldı adem'ün dinle işi teferrüc iderleridi cennet'i hoş görürleridi bile sohbeti nice ki gezerdi cennet'de cins idinmezdi hur u münzaratı kendü cinsin görmedi oldı melul niyazı hakk'a hak kıldı kabul didi adem iy kadir ü pürkemal sana ma'lumdur ahı bu külli hal bana benüm gibi olsa bir kişi çekmez idüm dahı hergiz teşvişi hak kabul itdi adem'ün niyazın virdi maksudını sözin havva'yı yaratdı ol dem ol kadir nicesi oldı hikayet dinle bir adem'ün çün sol yanından oldı ol sol yanından oldugıyçün işi sol uçmagı teferrüç eylesem n'ola nagah ola içimde hasret kala dembedem söyler ah eyler bu sözi dolu gibi yaş döker iki gözi buncılayın tatlu yimiş bir dahı olmaya cennet içinde iy ahı bşöyle ki havva'ya virdi haber ol yimişden havva yimeğe iver bu sözi söyledi gitdi ol la'in nice oldı havva'nun dinle işin kem akıldur didi avrete nebi zira kim saklayı bilmez ebedi tuba ağacı dibinde ol sa'at uykuya varmışdı adem farigat bir dane buğdayı üzdi tiz hava cümleyi hak nefs şerrinden sava yarusın yidi yarusın gizledi adem uyandı adem'e söyledi didi kim işbu yimişden yimişem yarısunı senün içün komışam çün hava yidi adem dahı yidi nefs ucından allah'un emrin sıdı gel gel i gönül hublar elinden hazer eyle hikmetüni hublar ile kim muhtasar eyle da'ima gönül bildügüni piş idinürsin akıl katında gel ahı bir dem karar eyle ışk ile gönül şem' ü çerağ gibi yanarsın billah i gönül bir dahı bana nazar eyle ışk zülfikarın çünki gönül elüne aldun nefsi zalimün boynına ur bir hüner eyle terk it i gönül cism ü canı cihana kalma zinhar i gönül ışk ile her dem pazar eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çünki yidi bugdayı beni adem puhte iken işini eyledi ham nefs ucından allah'un emri sıdı kendü kendü nefsine zulm eyledi adem'e yol eylemek oldı hacet yir ister dört yana bulmaz oldı mat hak buyurdı cebra'il'e var didi adem'i cennet içinden sür didi tac u hulle üstinden kaçdı bu kez gör ki ne kıldı kadir ü biniyaz cebra'il'e hak didi var adem'e çıkar anı cennet içinde koma komagıl cennet içinden sür didi sıdı buyrugum cezasın vir didi geldi cebra'il adem'e söyledi hak buyurugını ayan eyledi cebra'il di çıkgıl uçmag'dan adem tanrı'nun buyrugı budur uş bu dem zarılık eyledi adem agladı şöyle kim ahı cigerler dagladı mefulü var var i gönül ışkıla söylegil ene'lhakk sen hakk'ı koma söyle hak'ı yar ki kıla hakk yüz bin sözi bir eyle heman bir söz söyleme bir sözi di ki sana gönül tutmayalar dak sen kendü özün koyubanı çevre gözetme fi'lcümle alem sana gönül canıla müştak çün hakk evidür seyyid ü muhtar sözile dil hakk'ı tanıyan hakk'a gönül olmaya kostak sensin i gönül ışka mekan hakk'a nazargah gönül sırunı her bihoda söyleme sırdak mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem eydür bu kez bagışla suçum bugdayı ayruk yimeyem iy hakim cebra'il dir hakim oldur kim anun noksanı yokdur o gani sultan'un söz gerekmezdür adem sor git didi tanrı'nun buyruğı budur dut didi nice ki söyledi hergiz gitmedi cebra'il'ün sözini işitmedi türk dilin tanrı buyurdı cebra'il türk dilince söylegil dur git digil türk dilince cebra'il hey dur didi duru gel uçmagun terkin ur didi tutdı kolından ilerü yüridi kapuya yakın varınca süridi bu kez adem çok tevazu' eyledi bir lahza aman deyüben söyledi çünki aman didi kodı cebrail adem'e teferrüc eyler ol akil bu kez adem yapraga sunar elin ya'ni yapragıla örter her halin gel gel i gönül bagrumı kebab ider ışkun suçum ne ki bana katı azab ider ışkun her lahza beni mecnun u melamet ider uş ışkıla gelür aklumı harab ider ışkun ışk eliyile cigerüme dağ komak ister vallah i gönül işümi aceb ider ışkun sen meni gönül mihnet okına nişan itdün beni melamet itmege sebeb ider ışkun ışkuna gönül bebri ki can göziyle gördi gaflet gözine perdei hicab ider ışkun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün agaç da adem'e yaprak virmedi nice ki sundı eli de irmedi türk dilince didi bu kez yüri git yüzi berk olmagıl adem söz işit tutdı adem incirün budagını ya'ni ki ala anun yapragını sundı budag eline geldi bile gitdi adem yine geldügi yola adem'i cennet içinden sürdiler bahaneyle bu milke gönderdiler ilk yaz güniyidi çıkdugı dem bahar olmış güller açılmış tamam dımşık'a irdi adem'i dinle bir iki ayagında düzdi iki bir dere içinde irişdi adem ne ki cennet'de yidi dökdi o dem bu yimişler ki vardur dünyada tohum andan çıkupdurur i dede ilk yaz güni idi geldi sel hikayet nice oldı imdi bil var var i gönül bagrum içinde koma taglar ah eylerisem senün elünden yana taglar ışkun çerisi can ilini yagmaya virdi senün hayalün ışk ipini boynuma baglar ben seni gönül bilimedüm fettanı sensin bir dahı gönülseni gören özini çaglar gel gel i gönül ışkıla hastedil uş oldum sevab olur ahı sir ü suda gele saglar ben seni gönülışkıla candan ki severem senün didügün gözleri ala yüri ağlar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sel iletdi ol tohumu her yire bitdi oldı ol tohumlar eşkere her biri aslını gösterdi tamam uçmagdan çıkardı ol tohmı adem bbitdi ol söz adem'e geldik yine gör ne hal geldi adem'ün üstine ger adem havva'yı ister hem bu kez nice ki ister ah ider bulımaz tavus ile bile adem gitdiler varuban ol hind iline yitdiler on iki yıl adem u tavus bile oldılar bir yirde bile silsile on iki yıl tamam oldı ayrulık ortaya geldi bu saglık sayrulık sayru oldı düşdi adem biçare kimse yokdur kim anun halin sora tavus dahı vardı gitdi işine özi içün gezer oldı başına vardı rıdvan dahı deşte düşdi hem sureti yılana döndi tastamam var var i gönül teni ko gel can bazarında canlar satılur gör ahı canan bazarında her dem i gönül ışkıla melamet olursın ıssıyı koyup yürime ziyan bazarında ışk meydanında başunı top eyle i gönül ıssı dilesen gel berü sultan bazarında ger yad dilesen cevrine sabreyle gönül sen derd dahı bile satılur derman bazarında sen sarraf isen cevheri ol güheri bilgil ne assın ola akik ü mercan bazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi mekke iline düşdi hava ah idüp ol dahı gezer bineva ol dahı adem'i ister dün ü gün adem ışkında cünun olmış cünun bunlarun ortasına düşdi firak birbiri içün çekerler iştiyak hastalıkdan sag olup durdı adem havva'yı ister kılamaz hiç aram durdı yine arkun arkun yüridi dembedem allah ya sabur dir idi iki yüz yıl aradan geçdi tamam havva'yı isterdi bulmadı adem iki yüz yıl ki tamam oldı uca yine dinle adem'e n'oldı hoca yagmur yagmış idi balçık idi yir dayanup düşdi adem ki dinle bir ayagı sındı bu kez gör zahmeti bir yana dahı gariblik mihneti bir yana cennet'den oldı avare bu işi meger ki allah onara gel gel i gönül tabl u melamet ki yiter çal ışkıla beni eyledün uş divane abdal melamet ider çünki benem perdemi açdum gubar gönül dahı bana eylemegil kil u kal bu ışkı nice oda yakup eyledi berdar sakın ki gönül dahı bana eylemesün al bu ışkı nice mihnet okına nişan eyler tek dur i gönül ışkıla sen eyleme kim kal gel gel i gönül ışkıla sen serbeser eyle nasihat idüp bari gönül öğüdümi al mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem anda dokuz ay yatdı tamam ah idüp inledür idi subh u şam ki inleridi halini aglar idi ah olur kim hak şükr dir idi tamam on ay deyecegiz ayagı bitdi yine heman oldı bayagı durdı adem yüridi gitdi yine meşgul oldı yine kendü işine ayrugın unıtdı ister havva'yı geşt ider her bir mekanı her cayı havva'nun da maksudı heman adem istemekde dahı meşguldür müdam ayru oldı bunlar üç yüz yıl tamam biribirin görmedi havva adem çünki sa'ati irişdi gör bu kez n'eyledi perverdigar u biniyaz arafat dagına irişdi adem çıka geldi havva dahı anda hem havva gördi adem'i kaçdı bu kez nice ki segirdür adem yitemez var var i gönül senün elünden ki yandum ben halüm n'ola diyü ki sanurlar sanaram ben sen hu beni uş melamet ü bednam idersin ya'ni ki gönül işümi sana uş direm ben sen beni toprak idüp ayağa saldun iy kim ya'ni elümi tut diyü sana sunaram ben ışkuna gönül düşeliden teşnedil oldum yandı yüreğüm bağrum kanına kanaram ben gel gel i gönül ışkıla tersaya ki döndüm zünnar kuşanup abdürrezzak'a dönerem ben mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem eydür havva'ya yarüm benüm kaçmagıl benden i dildarum benüm külli senden artuk oldı bu bana benden kaçarsan elüm irmez sana havva eydür bilmezem kim sen seni işüne var nice kovarsın beni adem eydür ben adem'üm iy hava hasretem sana aşık u bineva havva eydür ben seni anlamazam ayagı aksak degüldi ol adem sakalı dahı yogidi hiç anun sakalun var ayagun aksak senün otuz üç yıl geçdi yine aradan havva kaçardı adem'den hem cenan nice ki kovardı yitmedi adem gör ne kıldı ol rabbü'lenam hak buyurdı cebra'il'e var didi adem'ün halün nicedür gör didi cebra'il geldi didi kim işbu dem tevbe kıl yoluna yürü iy adem gel gel i gönül başumı haçan idesin sen bu hasretile cigerümi yaş idesin sen fikrüm budur aklum imaret idem ben ışkıla gönül bir dahı düzgün idesün sen var var i gönül bu ışkıla kime yetersin mecnun ne ola leyliyi mecnun idesin sen fettaneligün var i gönül menşur olupdur bu fitne ile çokları magbun idesin sen ışkıla gönül iki bükildüm haberün yok elif kametüm nice nun idesin sen mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tanrı'nun adı kerim'dür avf ide bu günahlar bu yola senden gide söyledi adem eyitdi rabbine ol suçunı hak bagışladı yine adem'ün ol günahına kalmadı zira kim sabur'dur allah'un adı allah'un buyrugı ile cebre'il adem'ün yüzin sıgadı iy akıl adem'ün saf oldı gitdi sakalı cennet'deki gibi oldı her hali hem ayagı aksamaz oldı yine düzledi eyledügi bu düzgüne havva da ki adem'i bildi bu kez boynına sarıldı öpdi kıldı naz havva ile çünki bulışdı adem başladı artdı bu adem dembedem arafat dagında buluşdı bular birbirine ki irişdi iki yar çünki buluşdı bular gör hikmeti başladı artdı adem zürriyeti var var i gönül derdümi dahı beter itdün bu ışkıla sen aklumı da bikarar itdün bu ışk od'ına düşeli şöyle ki delürdün mecnun kıssasın hele gönül muhtasar itdün her dem dir idün derdüne timar ideyüm ben yakdun ciğerüm valla gönül uş timar itdün ben varayum i gözlerüme uyhu haramdur şundan berü ki hublar ile sen bazar itdün ben hasretile zari kıluram ah iderem sen sohbetüni ışkıla leyl ü nehar itdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol zaman uçmagda idi ol adem gusl ü cenabet yok idi anda hem hem ogul kız dünyaya gelmez idi havva dahı bitemiz olmaz idi ehli cennet idi bunlar ol zaman cennet'e nisbet değüldür bu cihan çünki bunlar bu cihana geldiler dahı bir özge mekana geldiler bunda gördiler ki yaz u kış olur ıssı sovuk zahmeti teşviş olur bular cennet'de nura yetmiş idi ol zaman nur sırların örtmiş idi bunlar uçmag'da iken dinle aziz hulle geynürlerdi donları temiz bunda bir ayruksı alem gördiler vasl u hicran u serencam gördiler aglamak gülmek bilişmek ayrulık rahat u zahmet bu saglık sayrulık yüz yire kodı adem dir ya sabur sen kerim'sin hele bu deme şükür gel gel i gönül elüni çek cümle cihandan ışk gerek ise feragat ol sud u ziyandan ışka düşeli derd ile bağrum başı artdı asla uyumaz oldı gönül ah ü figandan külli bu cihan müddeidür yar ele girmez sakın i gönül sırrunı faş itme lisandan maksud sana çün ışk idi maksud hasıl oldı dahı ne işün var i gönül karadan akdan ışkı hakikat sana gönül gevheri kandur behremend göresin i gönül gevheri kandan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen bize her ne ki nasib eyledün hatası yok kamusın hub eyledün bu hal içinde adem söyleriken tanrı ile bir bazar eyleriken baka adem havva'yı ta ki göre sırrı ayan görinür aşikare havva dahı adem öyle ki heman nice ki havva adem'de hem cenan adem utandı didi iy biniyaz kadir ü perverdigar u karsaz bize bir don vir ki heman örtelüm rahmetün çokdur ki lutfun diyelüm hak ta'ala niyazın itdi kabul hakk kerimdür çünki niyaz itdi kul adem uçmag'da ol incir budagın sındırup tutmışidi yapragın pamugı anun südinden ol kerim yaradup komışdı ol dem ol kerim adem'e tendur kendüzine ol işi kıldı pişe her işi işlerdi adem ortada resm ü adet kaldı ol iş dünyada zürriyetadem yoğidi ol zaman adem ü havva varidi pes heman ogul kız oldı evladı çün adem ademoglı tutdı dünyayı tamam bir iken adem çok oldı gör bu kez cümlesi kıldı adem'den ihtiraz tertib ile tutdı her işi adem bu kez adem'e muti' oldı alem alemi tutdı adem'ün hikmeti hikmet ucından yüridi hikmeti adem'ün hükminde esir ins ü cin hak adem gönlinde sır oldı yakin gözgü oldı alem içinde adem gözgü içinde görindi her makam adem oldı cümle şeyden pes murad hak ademde ayan oldı hakikat gel gel i gönülışkıla bu diyara bakgıl aslı ne imiş fer'i nedür her kara bakgıl sen arifisen nakdüni turrada unutma agyarı gözet hali nedür hem yara bakgıl sen dilerisen keşf ola bu ma'niyi esrar inkarı ko sıdkıla bu ikraruna ki bakgıl var tavus isen seyredegör nişan içinde gül bülbül isen dikeni ko gülzara bakgıl cümle alemün gel i gönül defteri ışkdur ne yazmış ezel kalemi bu deftere bakgıl mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem'i yüzine perde eyledi perde ardından naz ile söyledi perdeyi her kim getürdi gördi ol perde içinde görindi dogrı yol perde aslı suy u toprak od u yil perde içindeki kimdir anı bil anlayana bu bir işaretdurur ol kim anlar ana beşaretdurur kuş dilin bilmem ki söyleyem sana hem senem ben dahı dogrı bak bana sen dahı bensin i talib aç gözün özge buyrugın bil ahı kendüzün ikilik yokdur adem budur heman bir ademdür bir alemdür bir mekan bitdi bu söz bil ki dinle bihaber adem'ün hikayetünden muhtasar va'desi yitdi gitdi adem işit adem peygamber yirine geldi şit şit zamanında adem oglanları dirilüben bir yire geldi varı var var i gönül kendü özün bilmege bilgil bilgil özüni ayineni ışkıla silgil sil ayineni ışkıla bak gör ki ne vardur eyleme her aka eylerisen bu aka eylegil yar yolına yan yüregüm bagrunı kebab eyle kıyma çeküben ciğerümi ışkıla delgil tutulma gönül kalma bu gaflet duzagından ta kıssa idüp hikayetün söyler i her dil gel gel i gönül özüni bil her yana gezme özin bilen aceb evine asa mı zenbil mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çün adem öldi danışık itdiler her biri kendü başına gitdiler bunlarun birisi sam adlı idi sam bulardan güçlü kuvvetli idi savaşacak yigid idi bunları bunlarun korkmışdı andan canları sam o dem baş çekdi kendü başına bunlara uymadı vardı işine bir bölügi bile vardı sam ile bir bölügi şit ile kaldı bile kimisi de bunlara hiç uymadı bunların serseri halin duymadı sam ile varan sam'ı beglediler cümle işden ol işi yeglediler begligün ol demde oldı bünyadı sam'a söylendi ol begligün adı bir bölügi şit ile kaldı bile başladı anları şit doğru yola şit'e nebi diyü anlar tapdılar izzetin dutup elini öpdiler gel gel i gönül ışkı niçün inkar idersin ışkı koyuban dahı neye ikrar idersin ışk seni gönül fikr ü hayalden azad eyler kaçan ki gönül ışk ile sen bazar idersin sakla i gönül sırrı ene'lhakk'ı faş itme bu sözile sen beni nagah berdar idersin ışkıla biliş hiç yire ömrün zayi itme ışkıla gönül her şey'i gevher ki idersin hakk'ı bilenün valla gönül kıblesi ışkdur tapmağa gönül meğer anı kim ar idersin mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol ki uymadı bulara iy hakim oları sam yagma kılurdı da'im hükmini bunlara yüritdi tamam kendüzine ra'iyyet eyitdi sam nelerin buldıysa aldı güç ile hükmini sürdi agacı uc ile üç bölük oldı ademoglı bu kez başladı tertib düzildi az u az birisi benlik yolına başladı birisi raiyyet işin işledi birisi da'ima hakkı söyledi peygamber idi nasihat eyledi tertibün şöyle düzeldi evveli ahiri bu deme yetdi uş hali şit dahı geçdi nuh'a geldi nöbet nuh dahı kıldı bu halka nasihat nasihat eyledi nuh da bir zaman hak yolını ol yine kıldı ayan ol kavim çün nuh'ı düşman bildiler nuh tufanında olar gark oldılar gel gel i gönül sen ışkıla birlige bitgil her ne ki sana ışk dir ise özün işitgil iki cihanı fikr iderem hiç zararun yok maksud ne ise bari gönül anı itgil gafil gibi gel sen i gönül gaflete düşme ur bildügüni ko i gönül öğüt işitgil yolunı koyup delü gibi yabana düşme yol eriyisen yolı gözet yoluna gitgil her ne ki sana sanurısan yoluma gelsün sergerdan olup kalma gönül menzile yitgil mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu gemi içinde kurtıldı adem kalanı ol demde gark oldı tamam kurtılandan evladı artdı yine yine hükm eyledi dünya milkine dünyadur nuh dahı geçdi kalmadı kendü gitdi arada kaldı adı bu ademler kim varidi ol zaman edeb ü erkan az idi iy civan şimdiki arif o dem olmaz idi hergiz anlar ma'rifet bilmez idi şöyle civan gibi gezerler idi ne ki bulsalar anı yirler idi kimisi tanrılık dava eyledi agzına sıgmaz keleci söyledi ol ademler bu hal içinde iken ibrahim peygamber idi ol zaman ibrahim ki geldi nemrud var idi tanrıyam diyü dava iyler idi ibrahim de geldi cihana bu kez gör ne kıldı ki kadir ü biniyaz gel gel i gönül neye gerek ucb u tekebbür kibri ko gönül ta olasın ışkıla pürnur ger diler isen sen i gönül sultan olasın ışkı özüne sultan idüp kullıgına dur ışk etegini tut i gönül koma elünden ta kim olasın sen i gönül ışkıla ma'mur ışkun i gönül can ile can müştakı olgıl gaflet kirini ışk ile gönül safi kılur yur zinhar i gönül ışkıla ol uyma bu nefse ışk eli ile nefsi zalimün kulagın bur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün alemi dutmışdı nemrud gavgası tanrıyam dir idi da'im ol asi ibrahim irişdi ol dem meydana meydana girdi sıgındı sultana derhal uşatdı putını nemrud'un batıl itdi davasın ol merdudun nemrud'un putın uşatdı ol nebi ibrahim bildürdi şart u edebi bir zaman ol da nasihat eyledi hak yolın anlatdı halka söyledi ol dahı gitdi yine kaldı cihan musa peygamber irişdi nagehan tevrat'ı ol da getürdi ortaya nasihat eyledi yoksula baya ol dahı fir'avn'ı helak eyledi ne ki hak buyurdı dogru söyledi ol dahı gitdi cihanda kalmadı dünyadur bir kimse murad almadı yine cihan kaldı yirinde heman kervansaray kaldı göçdi kavran var var i gönül sen sana bir doğru yol iste aklun varise usul içinde usul iste sergerdan olup kalma gönül mihnet evinde bul varmaga sen sana gönül bir delil iste gayrı halık'la gönül sen mu'amele kılma ne isterisen vacib odur hakk'ı bil iste hemnişinüni iste gönül sen bu cihanda bilmek diler isen hak'ı aklı kamil iste şeytan gibi sen kendüzüni görme bu yolda yol var dir ise ibadetünden hasıl iste mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şöyle kalmışdı cihan halkı zelil yine araya irişdi bir delil davud peygamber getürdi bir kitab söyledi ki uş budur şart u edeb ol da bir dürlü ibadet eyledi hak yolına halkı davet eyledi ol da mihman oldı anda bir zaman gitdi ol da kalkdı yerinde cihan halkı cihan şöyle kalmışlar idi hakk'ı bilen bir delil ister idi bu kez isa geldi dinle iy akıl ol da getürdi araya bir delil bilesinde incil adlu bir kitab söyledi ki uş budur hak'dan hitab gün dogusın kıble gösterdi isa dünyadur ol dahı gitdi hal kısa yine kaldı dünya halkı bihaber hikayeti dinle iy sahibnazar her ki peygamber ki geldi dünyada dürlü erkan ki kodılar ortada var var i gönül halümi sor ışkıla yandum ışka düşeli cevr ü cefayıla boyandum almışdı beni valla gönül uykuyı gaflet ışk kulagumı burdı öyle ki közine yandum ışkı göreli can u gönül şöyle sevindi vallah i gönül külli bu cihandan usandum ben kendüzümi dünyada bir nesne sanurdum ışkı göreli ben dahı özüme bürindüm tüketdi kamu fikrümi aklum hacil oldı ışkı göreli ben i gönül şöyle utandum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi bu hali şerh eyledi aklı irdügi kadarı söyledi temyiz idebilmediler hal nedür bu aceb halün sahibi kandadur bu haliyle şöyle kalmışdı cihan mustafa güneşi togdı nagehan mustafa canı da gitdi bu vücud anı göricek uşatdı cümle put mustafa'nun geldügüni bildiler putperestler cümle hacil oldılar mustafa nurıyla doldı ka'inat puta tapanlar mat oldı külli mat sernigun oldı uşatdı putları putları sındı kesildi zünnarı mu'cizatı mustafa oldı ayan nurıla dopdolu oldı her mekan kur'an'ı delil getürdi mustafa şefi' oldı cihana andan safa mustafa'da nübüvvet dutdı kemal zühd ü takva farz u sünnet külli hal var var i gönül din yolına sen gafil olma dinüni hasıl eyle gönül bihasıl olma uyuma gönül aç gözini dört yana bir bak divşür öğüni kendüzine kem akıl olma sen diler isen ışkıla aşina olasun meskeneti tut zinhar i gönül fuzul olma hulkunı gönül mustafa gibi şirin eyle çirkin hevayıla altun iken kara pul olma cehd eyle heman ışk eteğine elün irsün ışk safi kılur seni gönül hiç melul olma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün din yolın mustafa ayan eyledi hak yolını şerh ü beyan eyledi adem'den mustafa'ya dek bu haber söylenürdi orta yirde aşikar biri hergiz bunı temyiz itmedi mustafa'ya gelmeyince bitmedi mustafa bildürdi nedür hak batıl bu temyizi mustafa kıldı hasıl mustafa nurıyla görindi bu yol yol ayan oldı bilindi sag u sol mustafa eyledi temyiz bu işi temiz oldı bildi işin her kişi ol muhammed mustafa'da mu'cizat tamam hasıl oldı bitdi kim murad nebiler hatim anunçün oldı ol anda görindi hak'a bu dogrı yol yolı gösterdi de gitdi ol heman dünyadur bu kılmadı kimse aram mustafa'ya dahı vefa kılmadı dünyadur bu kimse murad almadı gel gel i gönül hasretile hastedil oldum bu ışkıla ben ayaga düşdüm sebil oldum bu hasretile tütdi cigerüm oda yandı ışka düşeli valla gönül laya'kil oldum yar yar diyü uş düşeliden ışk odına ben başdan ayağa yandum uşda iy delil oldum ben benligümi terk idüben ışka tutıldum tükendi vücud ışkıla andan vasıl oldum sabr u kararum kalmadı bu ışk belasından divane gibi gör ahı mecnunşekil oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün nübüvet haberi bitdi anlagıl yine bir dürlü hikayet dinlegil girü bu cihanda niçe hal geçer ne bilür bu hali hergiz bihaber bihabere aş ile etmek gerek doyuban karnını ki yatmak gerek ma'na hanından yemeye her bahil can u dil gerek bu sırra can u dil her hasisden sakla bu esrarı sen her nadana açma bu defteri sen karga ne bilsün şekerün lezzetin arpanun eşege sorun kıymetin bu haberden yine bir dürlü haber şerh ideyin dinle ey sahibnazar yine geldüm bu nübüvvet sözine bir nazar eyle bu sözin yüzine sözi bir işit ki iy ehli temiz gözün aç ma'ni yolında izle iz nübüvet hatm oldı kaldı velayet velayetden de işit bir hikayet var var i gönül çünki benüm terkümi urdun ışkı özüne sultan idüp kullıga durdun şikeste kılup bir fakirün terkin uraldan ışkıla gelüp can ilini yağma buyurdun her dem beni sen ışk okına nişan idersin at bari gönül ışkıla çün yayunı kurdun ışkı bulalı ışkıla sen işret idersin şikeste kılur beni gönül yire buyurdun bilmem ki gönül senün ile ne kılayın ben bu cefayile beni gönül cana doyurdun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün velayet dirler yine bir dürlü hal söyleyüben itme bir dem kil ü kal can kulagın tut yine bir dem beri ta ki anlayıbilesün haberi velayet de ne dimekdür bilesin bilesin sözden fa'ide bulasun bu haberden anlayasun hal nedür bu hikayet bu aceb pergal nedür nübüvet sahibi nebi'dür hoca veli buldı velayetden derece velayet sırrın veliler bildiler zira kim sıdk ayinesin sildiler keşf ü esrar veliye oldı ayan nite ki veliye nübüvvet i can mustafa ümmeti içinde bu sır ayan oldı bu haberi dinle bir şöyle ki şartdur ibadet kıldılar keşf ü esrar u ma'ani buldılar meşayihler ki bu hali bildiler peygamberden sonra zuhur oldılar gel gel i gönül yarışalum ko ahi cengi yohsa i gönül yire salaram nam u nengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok cahile ki sorsan göricek bir şuh u çengi vallah i gönül senünile ışk belasından şehr ehli lakab koydı ki dehri bidirengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok ışk ugrayıcak zebun ider şir ü pelengi ben bir fakirem ışka gönül sabr idebilmem cuşa getürür ışk i gönül bahr u nehengi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün meşayihler dahı yine bir zaman hak yolını halka kıldılar ayan terk ü tecrid seccade tesbih ile halkı davet eylediler bu yola resuli hak tanrı'yı birlediler dün ü gündüz zühd ü takva kıldılar kanaatı sabrı kıldılar pişe dünya içün çekmediler endişe acı sözlere tahammül itdiler mustafa didügi yolda gitdiler şartı edebi tamam sakladılar haddıla ki kanunı peklediler can u baş terkini urdılar mustafa yolında ka'im durdılar anlara dahı bu keşf ü keramet anlar dahı peyda kıldılar berat gitdi anlar erkanı kaldı heman bu dervişlerdir bulardan uş nişan var var i gönül hemnişinün iste cihanda bu gaflete sen tutıluban kalma yabanda sözi söyler isen gel i gönül ışka söyle ta her nefesün defter olup yazıla canda senün nişanun vallah gönül kimsene virmez veli hayalün dopdoludur kevn ü mekanda niçün i gönül iki cihanda nazarun yok eglenmeyesin sen i gönül anda vü bunda iki cihana kalma gönül ışkı taleb kıl kalma i gönül tutıluban sud u ziyanda mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün uşda bu halkdur nebiler perveri dervişler oldı meşayih peyrevi anlarun halleri budur söyledüm aklum irdügi kadar şerh eyledüm bitdi bu söz ahzı oldı kim i can yine dinle işbu yolda bir nişan nebiler dirligi oldı i kişi halk içinde işlenidurur işi hem meşayihler ki dirligi yare peyrevinde görse olur eşkere bu hal ile vardı anlar bu yolı dirliginde bilse olur her kulı her kulun dirligi tanuk özine dirligin gör ne bakarsın sözine akıl olan anlaya nedür bu hal cevabı nedür ne imiş bu su'al ma'lum oldı bu haber anlayana akıl olan bu haberden uyana buradan göçdüm yine bir menzile bu menazildür mizandan sünbüle gel gel i gönül kalma bu gaflet duzagında biliş ol i gönül kalma bu yad duzagında sen delü gönül aşık olup ışka düşelden yandum i gönül cevrile mihnet duzagında sırrunı faş idüp yakanı yırtdı ene'lhakk tutılma gönül kalma bu fürkat duzagında vuslat olasın ma'şukıla gide bu perde ışk yolına düş kalma bu fürkat duzagında sakın i gönül ışkıla sen oynama satranç tutmaya seni baydak ala mat duzagında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün dahı bir burca irişdi menzilüm dahı bu dürlü beyan söyler dilüm dahı bir özge hikayet kil u kal dahı bir özge tali'dür özge hal dahı bir menzile yetdi seyranum dahı bir dürlü haber duydı canum dahı bir dürlü nişane görmişem dahı bir özge mekane irmişem dahı bir dürlü kevkebi asuman dahı bir özge aceb dürlü nişan dahı bir dürlü suret gördi gözüm seyrider bir burca dahı yılduzum dahı yine geldi ol agyar görün bak bu imarete ol mi'mar görün dahı görindi naz ile ol nigar dahı yine geldi gösterdi didar dahı ol harif ki gördün iy hoca bizim ile bile idi dün gice var var i gönül delil ü bürhan nedür anla can dimenün i maksudı ne can nedür anla sen hakk evisin hak'dan iy niçün haberün yok bu ev neyimiş evdeki mihman nedür anla hayf ki gönül kendüzüne sen şöyle gafilsin gör ahı gönül derdüm dermanı nedür anla hakk'ı bil ahi iy ki gönül sende nihandur bir anlayu bak şu'lei iman nedür anla özüne bürün mertebeni bilmek içün sen gör ahi gönül sözümi noksan nedür anla mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine geldi ki beni mest eyleye laya'kıl u mesti elest eyleye yine geldi beni benden almaga ben gidüp kendü yirümde kalmaga yine geldi ki beni hayran ide ışkı efzun aklı sergerdan ide yine geldi sahibi bu pergalün yine geldi gelün iy ahı gelün yine geldi eyleyenün sultanı yine geldi cümle eşyanun canı yine geldi ol gönül yagmalayan yine geldi aşkare oldı o can yine geldi ol mahı bedr ü kemal yine geldi ol güneş yüzlü cemal yine geldi görün ahi ol saki ol ki cümle alem anun müştakı yine geldi ki beni hayran kıla yine gelmişdür yine ol kim bile yine geldi ol bizim sultanumuz yine geldi kıblei imanumuz gel gel i gönül canumuza can yine geldi şol bedri münir kıblei iman yine geldi şol ki can ile cümle alem ana aşıkdur şol hüsn iyesi revnakı gülşen yine geldi şol nurı ebed ay u güneş andan alur nur şol şemi çerag delili bürhan yine geldi şol ki bu kamu can u gönül bana aşıkdur şol kamu seha edeb ü erkan yine geldi sen derdlüyisen gel i gönül çevre gözetme zahmuna timar derdüne derman yine geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi ki derdümi efzun eyleye benzümi sarı bagrum hun eyleye geldi ki götüre hicab perdesin canum içinde koya ışk gavgasın geldi ki beni melamet eyleye beni şeyda aklumı mat eyleye geldi ki canumı esir eyleye ışkı sultan aklı fakir eyleye geldi ki derdi bana yar eyleye ışkını canumda esrar eyleye geldi ki bana görine ol başa kalmaya gönlümde dahı endişe geldi kim gönlüm içinde sırr ola ışkile can u gönül ma'mur ola geldi kim canum içinde gizlene gitmiş idi uş yine geldi yine geldi kim gönlümde sultan olmaga can içinde genci pinhan olmaga geldi kim aşkare ola gün gibi safi kıla işini altun gibi var var i gönül özüne gel geçdi bu devran mat oldı bugün ışkıla akl u gönül ü can hoş gör bu demi çünki ömür baki degüldür bu ışk odına sen i gönül yan ahi büryan çün baki degül dünya fanidür niye kaldun beş gün kalasın dünyada sanki sen i mihman ışkıla bile akla gönül sen yar olursın özün tanıya bile gönül haddini insan kendüzüne gel sende nihan esrarı anla ne ise gelür bihude söz kıssai destan mesnevi çün saf ola gide gaflet illeti can bagında bite birlik ni'meti aşikare ola görine bu cihan bir nazarda bakıcagız lamekan bu mekan ola mekan ü külli hal ömr ü devlet izz ü nimet milk ü mal cümlesi katumda sergerdan ola sayam altında cihan pinhan ola sayvan olan benüm içün nüh felek kul yazıla nüh felekdeki melek yidi kat yir idi derya bu bisat benüm içün kıla külli ibadet iki cihan sıga koynum içine ben zaifem iki cihanda yine o nevmi işiden uyana şad ola beni gören kaygudan azad ola hikmetüm görse mat ola daniyal gark ola halüm içinde her hayal her sözümden gör ne ilmi ledün nasihatumdan akil ola cünun gel gel i gönül gör ahi ben neye sataşdum ışka düşeli derdile sevdaya sataşdum hem zahid idüm zühd ile takvam bile halk duydı sırrumı gör ki ne kavgaya sataşdum var var i gönül sen feragat it kendü işünde bu ışkile ben mihnet ü belaya sataşdum ışk göreli berü gönül ka'beyi buldum safa'yı tavaf eyledüm merve'ye sataşdum gör gör tali'üm sen i gönül ışka düşelden ışk sayesiyle devleti hümaya sataşdum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her ki benüm sözcegezüm dinleye duta marifet yolında bir maya hem yine anlaya nedür söz yüzi anlayabilür yine hem bu sözi her ki bu haberi bildi anladı insanı kamil ola anun adı ol bilür bu sözün aslı ne imiş aslı fer'i neden oldı her bir iş hem bu işün aslını sen sor ana neden oldı ol nişan vire sana ma'rifet dilini senden bilesin ma'na yimişinden lezzet bulasın terk idesin bu cehalet menzilin söyleyesin sen de ma'rifet dilin mana balından düzesin helvalar ruşen ola sana her dürlü haber bihaberlik defterini yırtasın aklun efzun ola her dem artasın safi ola her nefesün can gibi can içinde cuş ide umman gibi var var i gönül sen beni bir oda bırakdun haste cigerüm dahı beter odlara yakdun bir zahid idüm sırrumı sakladum özümde sen faş idüben ışkıla uş yadlara çakdun vallah i gönülışkla oda beni yakarsın delürdi diyü yine benüm başuma kakdun ışka düşeli hergiz akıl bana yar olmaz sen dahı gönül lakabum uş divane dakdun baştan çıkaran beni gönül ışkıla sensin ne gördüm ise sen i gönül ol yana akdun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir işaretdür bu sana iy fakir ne dimekdür bu haberi dinle bir nebiler sözini sana söyledüm meşayih halini ayan eyledüm yine geldi gönlüme bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher yine cuş eyledi ma'ni deryası yine geldi başıma ışk sevdası yine kurdum ışk yayın ok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga hoş teferrüc eylemişem can ilin söyleyeyim ışk bilene ışk dilin yine getürdüm aca'ib armagan yine daşdı gönlüm içinde bu kan her kim ol zararı ister uş menem ol canumdur cana perde ben tenem benem ol bagdad'a feryad eyleyen başın oynayup ene'lhak söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka beda'at gösteren gel gel i gönül gümrah olup niçün azarsın bitmiş işümi ışkıla sen niye bozarsın dembedem çağırup niçe diyesin ene'lhakk öz yoluna sen elünile kuyu kazarsın ana ki elün ire gönül sen anı iste yitemedüğün koma gönül ko anı varsın özün bilene sor i gönül ışkı sorarsan ola ki özüni bilmedi andan umarsın ol sırrı ebed kim didiler sende nihandur ıragı gözetme i gönül kim tiz azarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gelsün ol riyaylaibadet eden zerkile halka nasihat söyleyen ol salus kim dervişe münker olur cümle kulun sırrını allah bilür niçün söyler bu sözi ol serseri geldün ahı bir gelsün beri görelüm kendü nice taat kılur tanrı bendesini bedaat kılur da'ima söyler bu sözi ol nadan meger kim korkmaz utanmaz tanrı'dan beda'atdur diyü söyler abdal'a söyle ki gelsün berü ol mühmele bana bu haberi ayan eylesün bu ne sözdür şerh ü beyan eylesün tanrı settarü'luyub'dur hem kerim hem alim'dür hem hakim'dür hem rahim tanrı bilür halini her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kerim'dür lutf ider ihsan kılur dertlülerün derdine derman kılur gel gel i gönül sen aca'ib bahri muhitsin vasfunı senün künhiyile ol beyan itsün mansur sözini cuşa gelüp ışkıla söyle çağır i gönül cümle cihan halkı işitsün agyar sözile sen yar ile yarguya düşme her bir hasise uyma gönül koy ahı gitsün bin bencileyin olsa gönül feragatun var pes durma benem iy gönül o kim timar itsün ışk seni gönüldaş idüben perdeni yırtdı henüz namusun yok i gönül ışka bicedsin mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ben sadıkum zerk ü tezvir bilmezem ben bu işden gayrı takdir bilmezem veli ki salusı sevmez yılduzum hakk'ı hazır gör ki nedür bu sözüm ger fakihdür ger fakirdür ger gani gerek ki hazır göreler sultanı çün riya ta'at hak'a kabul degül düzmekile kaçan altun ola pul kim riya vü ta'at akıller kalmaya riyalu ta'atde hasıl olmaya gemisüz kimsene girmez ummana bir nasihatdur bu haber insana hayvanun nesine gerek bu hitab insanı kamil içündür bu cevab yine dinle bir aca'ib dürlü hal ahir irer noksanına her kemal her sabahun sonına ahşam olur her şadılıgun ahırı gam olur yine bir dem sözüme ol müstemi anladayım nedür mısraı cami var var i gönül cihana kalma sana kalmaz ehli niyaz ol sen i gönül neye gerek naz muteber isen gel bu sözi muhtasar eyle nice kılasın sen i gönül kıssayı dıraz insanı kamil sözüni sen hayvana sorma bu ki kaçan oldur gönül kerkes ola dıraz hayf ki bu gönül ömri aziz hiç yire geçdi gel gel bu sözi ışkıla can varakına yaz aklun varise sermayeni maniye harc it bu nasihatı yaz ki gönül pür ola kırtaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün evvel ü ahir bu her dürlü haber asl u fer ü muteber ü muhtasar her ne ki vardur bu cümle dünyada ol ki görinür kenarda ortada günbed ü gerdun ki döner dün ü gün hem bu yir kim şöyle durmışdur sükun cümle şey kim deprenür nedür canı kimün içün düzdi sultan sayvanı ne hal oldı ki kaf dokundı nun'a kim düzüpdür bak ahı bu düzgüne cümle felekler kime kullık ider ay u güneş kimün içün seyr ider akıl ü cahil dimekden ne murad asl u fer'i ne imiş bu hasiyet ne idi bu dünya olmakdan sebeb bu ne ilm ü bu ne edeb bu ne bab bu ne sırdur kim akıl virmez nişan bu ne nurdur kim dolupdur her mekan nedür ol kim sücud olmış her şeye kim bilür bu hali gelsün ortaya gel gel i gönül şöyle ki akıl neye dirler ıssı ne imiş sermayei asl neye dirler gel su'ale sen ki i gönül bir cevab eyle cahil kim olur insanı kamil neye dirler fark iderisen sen i gönül hakk'ı batıldan ne dimek olur hak didügüm batıl ne dirler yol ne ki imiş menziline gel bana söyle bu yolda gönül bürhan ü delil neye dirler bu ne kil u kal u kıssa destan u hikayet rivayetin it şöyle ki te'vil neye dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu görinen yüz ne yüzdür söylesün bu sözi şerh ü mükerrer eylesün şöyle disün ki kabul ide akıl söylesün her söz öninde bir delil şöyle disün ben de anlayam sözi fehm idebilmem niyedür söz yüzi gizlemesün şöyle söylesün ayan ta ki kurban kılayın ben ana can bu söz içün kurban olayım ana her ki bu müşkili hal ider bana da'va kılmam ma'nidür söyledügüm da'ima kand ü şekerdür yidügüm sa'ilem su'al iderem bilene sarrafam gevher sataram alana cevheriyem aca'ib kan bulmışam can içinde genci pinhan bulmışam gelmişem handan yüküm müşk ü anber nafei çin'den getürdüm binazar yine getürdüm yük ile gevheri söyle kim gelsün alıcı müşteri var var i gönül işte bulasın sana bir yar sakla sırunı veli gönül duymasun agyar özüne bürün sen i gönül sahraya düşme sen de biledür i gönül ol dilberi agyar pend ü nasihatı tut sen i gönül divane olma razını sakın sen i gönül zinharı zinhar benden aluban sırrumı sen taşra bırakma yar ol bana tek yüregümi yarar isen yar bunca ki melamet görüben ışkı komazsın sakın ki seni ışk i gönül kılmaya berdar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu metadan fa'ide bulsun talib bahasun virmesün alsın iy habib kimini de şöyle bahşiş ideyin ben yine bunun kanına gideyin getüreyin yine dürr ü cevahir ıssı bulsan hem gani vü hem fakir ben bu meta'ın kanını bulmışam asl ile sahibinden almışam bu metaın aslı gönüldür hoca gönle hak'dan açılur bir derece dembedem halık nazar ide gönle gönül içinde gelür bu söz dile çünki dile geldi söz oldı ayan perveriş oldı bu sözden akl u can söz içinde gördi can gözi canı sen canı görene sorgıl cananı her gafilden sorma bu esrarı sen cananı kaçan göriser degme can her kişi bu bahre düzmeye gemi ademi bilür bu sırrı ademi gel gel i gönül hoş görelüm dem ki bu demdür her kim bu demi anlamaya idraki kemdür ışkun nişanı ışka düşen melamet oldı ışk göreli gönlümi ki günbegün alemdür ışk kime gönül irdi ise perdesin açdı ışk çehi cayı tak u revak hayl ü haşemdür ışkun dahı nişanını gören ma'lul olmaz her kim bilişe ışka gönül virdi sadkandur her başa ki bu ışk odına şu'lesi irmez pişmedi gönül henüz anun sevdası hamdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne dimekdür ne bilsün her hasis bu sözi ehli temize sor aziz ehli temizün budur esrarı pes kaçan ehli temiz olur her nakes ömrü hiç yire geçürdi bihasıl ab u gil bilmez ki nedür can ü dil sureti ademe benzer kendü div hasiyet de yigdür andan har ü gav geçdi ömri kendüzini bilmedi kendüzi hayvan ademdür tek adı kendüzini bilmege kılmaz taleb gözleri görmez dogupdur afitab göresin sen sureta insandur ol veli hayvandan beter hayvandur ol bir sureti var ademden pes nişan kendüzi hayvana benzer hem cenan mertebede hayvanun hasiyyeti andan iy yigiddür her bir sıfatı her kişi kim görmek isterse divi gösterün kim divün oldur peyrevi var var i gönül benümile meyl ü vefan yok terk eyle bari ışkı gönül çünki safan yok her kime gönül yar idise ağyar olan ol n'içün i gönül dünyada kim hiç aşinan yok baş vir i gönül yüzüni döndürme bu yoldan terk eylemege ışkı gönül çünki çaren yok terk eyle gönül kibri başundan aşağa ko yolını gözet kimseyile çun u çiran yok iy bu dü cihan zerrece gözüne görinmez ışk eteğini tutmaya bari medarun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira ol bilmez insandur özi anıniçün şöyle hayvandur özi bilmedi insan idügin ol bahil ömri hiç yire geçürdi bihasıl geçdi ömrinden fa'ide bulmadı şöyle kim şartdur ibadet kılmadı sureti şekli heman insan gibi hayvana katsan inan hayvan gibi şekli insan huyı hayvandan beter her huyı insana virür derd ü ser şöyle bir suretdür ancak canı yok bihaberdür derdi var dermanı yok zira anun maksudı sultan degül insana benzer veli insan degül şekli insan özi hayvan oldugı şöyle bu suretde bican oldugı ol sebebdendür ki bilmez özini beyhude sevdaya açdı gözini izz ü devlet dünya ahiret hayal paymal itmiş bu aklı pay ü mal gel gel i gönül kendüzüne çıkma yolundan yabani olma kendüzünden öz hayalünden özüne bürün sen i gönül gör ki halün ne taşma i gönül aşmaya sen kendü halünden ışkıla biliş yolına düş gel sefer eyle ırak olasın sen i gönül kil u kalünden ömri cavidan ister isen ebedi sen ol ögüdüm ala göresin i gönl 'ecelünden didüm ki gönül ışk belasından hazer eyle her ne ki gele yoluna kendü amelünden mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her canun ki menzili canan ola kendü baki ömri cavidan ola tende can gibi ola yakutlu vahdet iklimünde ola bahtlu zatıla çün vahid ola kendüzi cananı göre açıla can gözi hak kala gide aradan gayrı hak gün doga gönül içinde biçerak gölgesinde pinhan ola şeş cihet ol ola maksudı cümle ka'inat aybı da hüner gören bu gözlere düz ola kendü hakikat sözlere piyade ola önünde nüh felek kullıguna dura mukarreb melek çarhı gerdun anuniçün raks urur fermanunda eşya kullıga durur ol kişidür hüsni cümle eşyanun matlubı maksudı oldur her canun her kim ol kişiyi bildi dünyada ol ola maksudı heman ortada var var i gönül bir arada çün mekanun yok namun görinürdi dolu hergiz nişanun yok ışk eteğini dut i gönül koma elünden bu ışkla bir olurisen hergiz ziyanı yok baş vir i gönül canun kurtarasın bu yolda sabitkadem ol yolına çünkim yalanun yok ışkıla kadem bas bu yola menzili gözle tapşurdun ise ışka dahı hiç lisanun yok bu ışkı gönül kendü özüne din iman bil bu ışka inan sen i gönül çün gümanun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kim ol kişiyi bildi dünyada ol ola maksud heman bu ortada ol kişidür ol binişandan nişan hak anun yüzinde görinür ayan ayine oldur bu cümle gözlere nur viren ol bu kamu yılduzlara gice gündüz andan alupdur şeref ol güherden toptoludur her sadef sada oldur cümle işde gulgule kaynayup gelen gönülden her dile hemen oldur evvel ahir ne ki var gönülinde gizlü anun kirdigar ol kişi aydan güneşden eşkere bahtulu gözler baka anı göre orta yirden taşra degül ol kişi asl u fer'i ana sorun her işi lakabı dervişdür özi evliya sebeb oldur bilmek içün mevla'ya ol kişinün nişanı oldur heman bir pula degmez katında dü cihan ol kişidür cümle hüsnün revnakı evliya enbiya anun müştakı var var i gönül deryayı hikmet seni dirler hakk'ı tanıyan hakk ile vuslat seni dirler her kim ki nişan virdi gönül ol binişandan birlikde bugün gülşeni vahdet seni dirler ben ne bileyim seni gönül ehli hünersin bu ışkı bilen sayyadi üstad seni dirler hakkında nihan oldı gönül meskeni sensin kıymetde bugün sahibi devlet seni dirler her dürlü halün dünyada ki bir işi vardur bu ışka gönül maksuda maksad seni dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür cümle hüsnün revnakı evliya enbiya anun müştakı sıfatı dervişdür anun zatı hak hak anun gönlünde dutmuştur durak her ki talibdür hak'a gelsün beri ol kişidür hakikat hak defteri da'ima ol hak ile birlikdedür birlige bitmek asıl dirlikdedür dirligin temiz derledi ol kişi hakikati hak anun içün işi her binişan isterise bir nişan ol kişiyi gösterün oldur heman ol kişidür ol ki da'im halk ile karışupdur her bir işinde bile aşikare derviş görür halk anı bilmezler kim odur halkın cananı zira kim cananı halk görmiş degül nişanundan dilnişan virmiş degül surete nisbet degüldür can dimek kul dimege benzemez sultan dimek suretin hod aslı ne ma'lumdurur bunı di ki surete can kim durur gel gel i gönül her dikene düşme gül olmaz her bir usule sırrunı açma usul olmaz gel gel i gönül tedbiri ko takdiri gözle tedbir idesin her ne ki takdiri ol olmaz ihlasile gel sen i gönül inkarı terk it riya ibadet tanrı'ya hergiz kabul olmaz bugün ki demi hoş görelüm tanla ga'ibdür bugün ki demi tanlaya koyan akıl olmaz her bir hasise uyma gönül razunı sakla her nesne ki noksan ola ol kamili olmaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün suretün hod aslına ma'lumdurur bunı di ki surete can kimdurur dört anasırdan bedi'dür bu hayal dört anasır kanda buldı güft ü kal bunlarun hod caniledür dirligi her birinün cüstligi ayyarlıgı dört anasır suyu toprak od yil bu cana nisbet degüldür iy akıl can dimek dahı bir özge hal durur dahı bir ayruksı tali' fal durur can dimek nurı ebeddür layezel can dimege dahı sıgmaz kil u kal cümle cismün can iledür dirligi canile ka'im olupdur varlıgı cümle eşya canile ka'imdurur bu ki cana can olupdur kimdurur ma'lum oldı ne imiş aslı tenün can nedendür ne imiş aslı canun can kadimdür aslı nurdan kendi nur canun aslı ol saburdur ol sabur ma'lum oldı ne imiş ten can dimek bunı söyle kim nedür canan dimek var var i gönül yarama niçün tuz ekersin yüzüm suyunı ışkıla uş yire dökersin tablı melamet cümle gönül ki zahidem ben zühd ü ta'atüm zerkini oda mı yakarsın ben saklar idüm razumı hiç duymaya kimse sen faş idüben uşta gönül halka çakarsın agyar belası canumı uş odlara yakdı bu ışkı gönül sen dahı başuma kakarsın bu ışk seni çün ma'şukıla vuslata iltür terk eyle varun dahı gönül neye bakarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ma'lum oldı neyimiş ten can dimek bunı söyle kim nedür canan dimek bir vücud mıdur o dahı başına hiç şeriki var mı anun işine ol bu cümle eşyadan gayrı mıdur eşya gayrı ol az u gayrı mıdur aslı ma'lum oldı cümle eşyanun eşkere görindi tenün hem canun bunı di kim neyimiş canan dimek bu nişan içinde binişan dimek şöyle cümle alem anun müştakı heman ol sakidür ancak ol saki şol ki cümle eşyanun ol canıdur cümle eşya kuldur ol sultan'ıdur anun ile deprenür cümle vücud heman oldur bu kıyamı bu ku'ud her vücudda bile mevcuddur o şah bedr olupdur her kevakibde o mah değme bir zerrede gün gibi ayan anı zikr ü tesbih eyler her lisan her suretde hüsn ü ışk u gavga ol degme bir başda hayali sevda ol gel gel i gönül derde giriftar niçün oldun billahi gönül yar iken agyar niçün oldun zühd ü ta'atün kanı gönül zahid idün sen hüsnin göreli zülfine berdar niçün oldun ibadet idüp öz yoluna togru yürürken ışkıla gönül egilüp çenber niçün oldun gel ahı gönül n'oldı halün bir bana söyle sen ma'muriken ışkıla viran niçün oldun kanı ta'atün ibadetüni yile virdün terk eyleyüben namusı biar niçün oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her suretde hüsni ışkı gavga ol degme bir başda hayali sevda ol dahı kim var andan artuk iy salik heman oldur hüsni ışk u hem aşık her bir şeyde bahane oldur sebeb her lisanda söylenen oldur hitab her vücudda görinen hüsni cemal her gönülde kaynayup fikr ü hayal her canun içinde oldur esrarı her sadefün oldur ahı gevheri her kişinün hemdemidür yoldaşı sevdaya bırakan oldur her başı her dikende taze gülsitan mıdur güli handan revnakı bustan mıdur bu ne dilberdür görinür eşkere sıfatı sıgmaz divana deftere şahidi gayb aşikar oldı görün sur çalındı durun ahı bir durun vade tamam oldı gafil dur uyan birlige birikdi canan cism ü can birlik oldı külli gitdi ayrulık birlige birikdi cümle az u çok var var i gönül ışkıla pençe mi tutarsın gavvaslıgınun zerkini ışka mı satarsın ko bu hayali gel i gönül sevdayı terk it şad ol ahı bir ışkıla ne fikre batarsın ışkıla gönül sırrumı sen eylemegil faş ben bir zahidem namusum yire mi atarsın sen aşık isen ışka gönül eyleme inkar kalp eyleyüben altuna bakır mı katarsın ışk seni gönül berdar idüp oda yakarsa şad ol i gönül sevdügüne kaş mı çatarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün birlik oldı gel ki gitdi ayrulık birlige birikdi hisab az u çok mülk bir oldı sultanı birdür heman birlik oldı cümle varlık cavidan ikilik hayali kat oldı tamam gayri gitdi birlik oldı her makam zerreler de güneş oldı eşkere bir güneş şu'lesi düşdi her yire sevdası birikdi cümle başlarun birlik oldı aslı cümle işlerün her gönülde bitdi birlikden semer birlige hatm oldı geldi cümle kar tablı beşaret çalındı iy hoca bir oldı kalmadı gayr zerrece hak ayan oldı iy akıl aç gözün sa'adet burcına yitdi yılduzun kanı şeytan da'visi oldı battal vallahi zikutlu tali kutlu fal tutdı rahman cümle mülki serbeser rahman'a döndi dirildi her diyar torbasun dibi delindi bahilün maksudı hak oldı heman her kulun gel gel i gönül yar sırrını agyara virme sen kendüzüni dünyada hiç deyyara virme ömrün hasılın çarhı felek gafil olurlar nakdüni sakın sen i gönül ayyara virme murdar didi çün dünyaya seyyid hazer eyle hakk sevgüsini iy cifei murdara virme tanrı dahı bir ışk dahı bir söz dahı birdür ikrarı sakın sen i gönül inkara virme bu ışk sırını sen i gönül can gibi sakla her bir özini bilmez olan ebtere virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün torbasın dibi delindi bahilün maksudı hak oldı heman her kulun hak bilindi zerk ü tezvir kalmadı safi oldı ayine kir kalmadı inkar ehlinün dürildi defteri oda yandı putperestün zünnarı sultanile biliş oldı her fakir ayan oldı eşkere görindi sır riya ehlinün hiç oldı ta'atı rahatından artuk oldı zahmeti ehli vahdet vahdete yitdi tamam vahdet ehli tutdı vuslatda makam mesela maksuda yetdi her vücud ayan oldı mustafa çün düşdi put aslı feri vahid oldı her sıfat her sıfatda birlige bezendi zat her suratda eşkere gör ol şahı ta ki göricek bilesin bir dahı şöyle yakın gör ki candan içerü ta sana yol vire andan içerü sen özüni andan ayru görmegil her kulı sultandan ayru görmegil var var i gönül deryayı vahdet cuşa geldi ışkı gör ahı mevci başumdan aşa geldi tekin degülem ışka esir anlayıbak bir ışkdandur ahı cümle alem cümbişe geldi kısmetden alup cümle vücud kavli elestden bugüni gönül her birisi bir tuşa geldi her bir kişiye nasibi ezelde sunıldı sen ışkı koma çünki gönül ışk başa geldi ben n'eydügümi ışkıla aşıklar esirger hayvana işüm gör ki nice temaşa geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kulun sultan iledür dirligi sultan'dan ayru degüldür varlıgı sultan ile bir olubdur her vücud her vücudda bile mevcuddur vürud her yana baksan görinen ol heman anunile diri olmış cism ü can surete can canan ile muttasıl silsiledür ayru degül iy akıl her kafanun hüsni oldur yüzi hem o güneş nurıyle bellü subh u şam gel i talib hayali ko dogrı bak ta ki sana eşkere görine hak sil gözünden bu hayali perdeyi ta ki sen görebilesin ol ayı nice bu gafletde bimar olasın vaktidür kim şimdi bidar olasın aldadı seni cihanda izz ü naz saksagan kondı kolundan uçdı baz çünki nefs oldı bu yolda yoldaşun anun içün sevdaya düşdi başun gel gel i gönül derdüni ışkıla dile gel söyle dile gel veli ki derdile dile gel ışkı göricek can u cihanı unudursın nice delüsin sen i gönül bir usule gel aklı kül ü hakikatı ışk sende bulındı ışkıla gönül cuş ahı barkına dile gel ışkı göricek canunı yagmaya virürsin koy ahı gönül bu hayali şimdi yola gel canın sakınan ışkı gönül başa iletmez ışk meydanına tablı selameti çala gel mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çünki nefs oldı bu yolda yoldaşun anun içün sevdaya düşdi başun sebükbar olmışsın bu nefsün atına varabilmezsin padişah katına zenn ü ferzend ü hayali mülk ü mal da'vayı ma'ni hikayet kil u kal nakş u suret seni şöyle baglamış hasreti derdi cigerün daglamış hoş gelür hatrına iyi söylemek halk katunda seni ta'rif eylemek izzet eylemek malı çokdur diyü dahı arturur başunda sevdayı malı çokdur diyü halk izzet ider oldur ahı sana olan derdi ser bu beladur ahı gaflet uykusı bu hayalün bile virür namusı bu sema'da şuride olmış akıl can u dili pinhan itmiş ab u gil bu duzakdan alemi tutmış tamam halkı cihan bile virmiş reng ü nam her birisi bir ipe baglıdurur baglu olan menzile niçe varur var var i gönül derdile ışka boyanursın ışk odı yiter canuna andan boyanursın bu ışk belası mansur'a bağdad'dan kaldı bu ışk beladur sen ışkı gelmez mi sanursın tanrı'yı hazır gör i gönül nefsüne hay di beyhude işi kılma ki sonra utanursın bagla belüni kalma gönül nakş u suretde şol nesne ki baki degül i ne uzanursın meydanda meger gözlerün dillere tuş oldı ol sebeb içün meydana her dem yaranursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi bir ipe bagludurur baglu olan menzile nice varur budur uş halkı cihanun dirligi ta'atı zühdi bikülli varlıgı da'ima izzet iderler baylara fakire hakir bakarlar aşkare ben ne diyem deve kalburdan geçer bunlara şöyle azizdür sim ü zer her birisi meşgul olmuş işine gözleri görmez giderler düşüne malı bilürler bu yolda destgir katlarında bir pula degmez fakir da'ima izzet ü şöhret işleri külli bu sevdada bişer aşları biribirine çagırur gel gel berü yabana düşmiş nagehan yolları gözlü gerek bunlara yol göstere şöyle kalmışlar yabanda avare gaflet uykusında bunlar uyumış şöyle sanurlar heman iş bu imiş öz işinde feragat olmış bular şöyle kalmışlar bu yolda hor u zar gel gel i gönül ışk bazarında sücud eyle terk it vücudun ışkı özüne vücud eyle sen gafletile uykudasın geçdi bu devran var vaktiyile kendüzüne bir kuyud eyle sor ahı gönül bu ışk ki mecnun'a ne kıldı sen kendüzüne mecnun oluban ögüt eyle aldanma gönül nakşı suret baki degüldür bu halleri göresin i gönül varid eyle kılma canuna cihanı ko baki degüldür bu yolda gönül ışkı özüne emin eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün öz işinde feragat olmış bular şöyle kılmışlar bu yolda hor u zar dirligi budur bu cihan halkınun sen halün anla var ise yakınun sana bunlardan meded yok iy refik öz işindedür bular senden farık sen dahı kendü başına çare kıl bunları ko işüne müdara kıl bunlarun da girgin olmış halleri yularını baglamışdur malları her biri giriftar olmış gaflete tutulup kalmışlar uş bu mihnete kimisi tekye kılupdur zühdine kimisi de mala dayanmış yine kimine dünya olupdur derdi ser kimi de kendü özinden bihaber kimi yohsul bir etmegi bulımaz kimi malınun hesabın bilemez kimisi hublara meşgul ruz u şeb kiminün da'ima işi hurd ü hab kimine zerrece gelmez bu cihan kiminün arzusı da'im lamekan var var i gönül gör ahı bu ışk bana n'itdi ışka düşeli ar u namusum yile gitdi ben ne kılayın gönül ile beni ögütlen ışkile gönül kaynayuban birlige bitdi ışkı göreli ışkıla hoş safası vardur gönlümi görün ben fakiri külli unıtdı sevdalarını terk idüben kodı elinden bu deli gönül ışk etegin ışkıla tutdı nasihat idüp nasihatüm hergiz işitmez ışk ögüdini gönlümi gör ne tiz işitdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimine zerrece gelmez bu cihan kiminün arzusı da'im lamekan her biri bir özge makam seyr ider özlerini öz hayalleri yider bunlarun işi hayaldür hemişe işleri daim bu hayal kargaşa uşda bunlar bu halile dünyada cümlesi kaldı hayali sevdada dünya ehlinün budur uş halleri gör nedür eşkere çün amelleri bitdi bu söz yine dinle bir haber yol varan kişi halinden muhtasar onları da bir işid ameli ne nice varmışlar bu yolı hali ne anlarun dahı neyimiş maksudı nice bulmışlar olar da ma'budı ne kişilerdür neyimiş adları neye benzer zatları sıfatları ne iş işledi olar da dünyada adları kül gibi kalmış ortada ara yirde heykel olmış sözleri hakk ile birlige bitmiş özleri gel gel i gönülışk okına can nişan oldı can gitdi meger bu ışk vücudumda can oldı sevindi gönül ışkı göreli şadümandur akluma bakun ışkıla nice viran oldı vuslat sebebi aşık ile ma'şuka ışkdur ışka irişen kişi gönül cavidan oldı her bir kişiye mertebe sunuldı ezelde mertebe gönül sana dahı ışk heman oldı ışk sana nazar itdi gönül ışkla bu ne kim her bir nefesüm anun içün armagan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ışk sana nazar itdi gönül ışkıla çün kim her bir nefesün anun çün armagan oldı ara yirde heykel olmış sözleri hakile birlige batmış özleri binişandan ol kişilerdür nişan evliya enbiya dirler ona can ol kişilerdür olar kim hakk'ile gayrı gitmiş vuslat olmışlar bile anlarundur bu salat u bu kıyam anlarun içün düzildi her makam çarhı felek anlarun içün döner eşkere anlardan oldı her hüner ol kişilerdür bu yolın mürşidi ol kişilerden sorun siz ma'budı hakk'a baksan heman anlardur nişan illa perde vardur arada nihan açsa olmaz kimsene bu perdeyi başını virdi açanlar bahayi yol bulındı dime kimse tuymasın kaflıya her bir bihaber uymasun sen bu sırrı her kişiye söyleme yüzebilmezsen denizi boylama harmühre yanında koma gevheri serseri degülse işün serseri var var i gönül can ilini yagmaya virme zinhar i gönül başunı bu sevdaya virme divşür ögüni sen i gönül hakk'ı ki virme sakın özüni her bihude sevdaya virme yol eriyisen gel i gönül çıkma yolundan islam'ını sen sakla gönül tersaya virme zinde dillere sırrunı sen söyler olursan her biri bihaber olmış olan mürdeye virme sarraflara çok kullık iden üstad olupdur şahbaz yirini sen i gönül kargaya virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün harmühre yanunda koma gevheri serseri degülse işün serseri her bimara düzme bu macunı sen fanusa teşbih de itme güni sen yolı bilenden sorarlar iy akıl yol bilen olur bu yolda hem delil nevale gerek bu yola girmege nur gerek gözde bu nurı görmege da'ima ustayı bulur her tacir aya da bir gah hilaldür gah bedir güneşün nuruyla görinür güneş ayaga ayag didiler başa baş gün nurıyla görse olur zerreyi zagıla bir mi tutarsun hümayı gülbeşeker sirkeye benzemeye abı hayvan kaçan benzer her caya la'li cevahir dimezler her taşa sa'adet gölgesi düşmez her başa müşkbar olmaz nafei her gazal rahmete layık mı olur her amel süleyman'a kullık iyle iy ahı ta ki kuş dilün bilesin sen dahı gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamilisen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün süleyman'a kullık eyle iy ahı ta ki kuş dilin bilesin sen dahı deve ne bilsün düdük çalmak nedür musiki söylemege öküz kandadur fa'ide ne göre işaret eylemek sagıra n'eylesün azgun söylemek eşşege şekker yidürmek yol degül arpa virmek tutiye usul degül köpegün boynına incü dakmagıl gözlerün dogrıysa egri bakmagıl her kamış kand ü şekerbar olmaya her safirde müşk ü anber olmaya gül dimezler her çiçegün adı var ayru ayru her işün üstadı var her gönül mahrem degüldür esrara aslını bilen gerekdür her kara güç ile gökçeklik olmaz iy akıl her işün usuli gerekdür asil söylemiyecek keleci söyleme aşma haddünden fodullık eyleme söyleme bu sırrı kimse bilmesün kelecini kulagun yanlamasun var var i gönül yarüni terk niçün idersin disem ne olur sana gönül kim bihabersin melamet olan ışkıla aşıklara gülme ya'ni i gönül kaplana sen daş mı atarsın ışka danışup her işüni söyle gönül sen öz elünile aşuna agu mı katarsın her kuşei külhanda ki toprak döşenürdin ya'ni i gönül aşıklara sen dak mı tutarsın çün bilmedün iy sen ki gönül geçdi bu devran sen kendüzini söyle gönül kime sorarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün söyleme bu sırrı kimse bilmesün kelecini kulagun yanlamasun kafile gitdi birdür ahı iy gafil bir uyan kim geçdi gün doldı delil durugel bir kalma kim kaldun heman yitebilmezsin uzanur karuban göşdi emiri hac çünki çalındı nefir sen işitmedün meger kim iy sagır kalma yoldaşdan durugel bir uyan utanacaksın ahir şindi utan zihayıf kim bir kişi insan ola kendü şöyle caniken bican ola kendü insan dive benzeye işi zihayıf kim şöyle ola bir kişi ömri geçe kendüzini bilmege harc ide ömrini fena sevdaya gaflet ile şöyle kim bimar ola şekli insan ola kendü har ola ömri geçe şöyle kendü bihaber rencur u hasta garib ü bitımar hiç müselman sencileyin olmasun yolın azup tesbihin yanulmasun gel gel i gönül gör ki ne kutlu sa'at oldı ışkı göreli akluma bak nice mat oldı gerçek aşıkun kalbi hakikati ışkdurur her kim i gönül ışkı yirerse la'net oldı ışka i gönül aşık olan olmaya münkir gerçek aşıkun işi da'im heyhat fat oldı delürdi gönül delüligi külli belürtdi ışka düşeli gör nice mecnunsıfat oldı sen delü gönül beni koyup ışka uyaldan zühd ü ta'atüm gör ki bu niçesi kat oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hiç müselman sencileyin olmasun yolun azup tesbihin yanulmasun hasta isen bari bir söyle halün di ahı ne ise derd ü zevalün sebebün ne yoldaşundan kaldugun yoldaşun gidüp avara oldugun neyise derdüni bana söylegil sana direm ahı sagır dinlegil zihayıf ki ademe benzer donun veli kim hayvana benzer dizgünün insan olsan aklun olurdı tamam hayvan olmaz aklı olan i hümam hoş uyursun sen bu gölgede farig vardı şimdi menzile yitdi refik derdüni söyle halün anlat kişi kalma ki sonra çekersin teşvişi yohsa karnun aç mıdur söyle bana ey bihaber sana söylerem sana zihayıf kim adun adem iy kişi adem olmaz imiş ahı her kişi yohsa bu gaflet şarabından meger humar olmışsın başunda derdi ser var var i gönül sevdayı ham neye gerekdür ışk olmayıcak bile adem niye gerekdür bu iki cihan ışk ile münevver olupdur ışk olmayıcak gussa vü gam neye gerekdür gerek ki aşık ma'şukı hazır göre her dem bu tak u revak hayl u haşem neye gerekdür çünki bu cihan baki degül kimseye kalmaz bu darı arab mülki acem neye gerekdür gerek ki aşık ışkıla esirin ola her dem bu bir dem içün badei cam neye gerekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yohsa bu gaflet şarabından meger humar olmışsın başunda derdi ser bilmedün hayf diriga iy ahı bu suret yine gelince bir dahı bilmedün insan idügün geçdi çün dün gidene kaçan irişsin bugün sonragı pişmanlık assı kılmaya çünki ömri geçdi yine gelmeye dutasıya güvenüben iy akıl tutdugın salıvirürsin sen gafil sovuk geçüpdür meger kim başuna anuniçün süst urusan işüne yahu aklun tamam yirince degül gafil anuniçün oldun iy fuzul hasta isen sana çok perhiz gerek yüregün yansa sana karpuz gerek dertlü isen tabibe gel iy bimar kendüzüne bir timar eyle timar gaflet ile kalma dur bagla bilün amelün azmasun kişi amelün bir durıgel dört yana bak iy cüvan kalmadı göçdi bikülli karuban gel gel i gönül başunı ko meydan içinde dürdane getür daldun ise umman içinde gavvas didiler seni bu ma'ni denizinde ne buldun eyit bari gönül bu kan içinde baş vir i gönül ışkı koma başa varınca yazalar adun söyleyeler destan içinde ışkıla özi yesir olup aşıka gülmek sığmaya gönül bu fa'ide insan içinde aşık olanun küfri bu hulk yahşı dimekdür bu küfri gönül saklamasun iman içinde mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir durugel dört yana bak iy civan kalmadı göşdi bikülli karuban mustafa'dan nasibün yokdur meger ya özünden bihabersin bihaber bunca gitdi kafile uyanmadun uyudun kaldun ahirün sanmadun hele bir dur seni sora geldiler hasta isen söyle hatır ne diler kendüzine bahil olsa bir kişi özgeye kaçan degiser hayr işi zihayıf kim geçdi ömrün hiç yire avare geldün i gitdün avare bari bir dur ahı gözün aç gözün bihaber divşür ahı sen kendüzün hiç degülse bari bir kez örüdur sen uyursın hiç yire geçdi ömür dahı henuz sen bu uykuda yesir cümlenün elini aldı destgir cümle eşya maksudın buldı heman rahmet deryasında gark oldı cihan yediler rahmet hanından cümle kul halk ayırd itdügin hak kıldı kabul var var i gönül ışk yolına er ne kumaşdur ışk olıcagaz incü vü gevher ne kumaşdur aşık olanun başı bu meydanda top oldı sen bir kıyas it ki cib ü destar ne kumaşdur esrirdi aşık ışkıla çün camı elestden ışk esrügine badei ahmer ne kumaşdur terk eyle gönül ışk yolına geç dü cihandan murdar didi çün mustafa murdar ne kumaşdur can varakına ışk divanı çünki yazıldı gönül dahı bu evrakı ebter ne kumaşdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün doydılar rahmet hanından cümle kul halk ayurd itdügin hak kıldı kabul hak gözinden gizlü degül her bir iş hak'dan olmışdur bu kamu bahşayiş hak doludur kendü mülkinde kemal hak'dan ayru dahı var mı gayrı hal gayrısın terk eyle dahı gayrı yok ayrulık inkardur ancak ayru yok silsiledür cümle eşya muttasıl cümlesinün ortasunda hak delil cümlesi birlikde şöyle yegane ayru sanur kendüzini bigane ayrulık inkardur ancak iy fakı ayrulık yok bir olupdur mabaki birlik ikliminde yoktur hiç güman bir olupdur cümle varlık cavidan cümle birlikden dolupdur ulu şar sultanı bir bir olupdur her diyar sal u heft ü ruz u şebi bu hisab rahmet ü zahmet belayı hurde hab ay u gün dogmak dolanmak işbu hal vahdet iklimünde olmaz bu hayal gel gel i gönül ışkı koma işüni terk it bu ışk yolına canunı ko başunı terk it çün ışkı gönül pir idinüp kullıga durdun geç ko ahı bu efsane cünbişüni terk it bir yirde gönül fikr iderem hiç mekanum yok bile hasıl bu beyhude düşüni terk it didügüm içün ışk odına vallah yanarsın benüm ile sen yarguyı vü savaşı terk it agyar sözi çün fikr iderem zulmete düşme ilk yaz güni ol sen i gönül kuşunı terk it mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ay u gün dogmak dolınmak işbu hal vahdet ikliminde olmaz bu hayal can ilidür anda yokdur bu surat nakş u suret kürd arab türk ü tat gün dogup dolınmak olmaz anda hem gicesüz irte olupdur her alem her neye baksak görinen bir cemal ikilikden yokdur anda hiç hayal bir güneşden nur olupdur cümle göz bir vücuddur beyan eyler cümle söz aslı fer'i cümlesi birdür heman bir vücud görinür ancak ten ü can vaslı hicran nazı niyaz eylemek kıyl u kal kıssa hikayet söylemek sal u hefte gice gündüz bu sagış birlige batmışdur anda cümle iş bu suret tertibe sebeb aş u nan nebaşed anca birader in ü an bir denizdür kim dolupdur bahr u ber alemi gark eylemişdür serbeser padişahdan artuk anda kimse yok ben nice kim fikr iderem az u çok var var i gönülışk odı dükkanumı yakdı ışkı göreli gönlümi göz içün alıkdı gönlümi görün benümile yargusı eşdür ışk zencirini şöyle nagah boynuma takdı ben kime diyem derdümi bu gönül elinden ışkı gözi namusumı ki yire bırakdı bu ışk odına beni yakan külli gönüldür hem yine gönül ışkı benüm başuma kakdı aşık olana bu nasihat hiç fayide kılmaz aslı gönülün ışk idi aslına uyakdı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün padişahdan artuk anda kimse yok ben nice kim fikr iderem az u çok heman ol bezmi ezeldür ol saki dahı kimse yokdur anda hak hakı gel i talib sen hayale düşmegil gözün aç derd ü zevale düşmegil vakti ile bir yudan kendüzüne öz hayalün perde olmış gözüne kendü gözüne olan perde heman yine sensin ahı dinle iy civan sen hicabsun kendüzüne sen hicab sen seni terk idebilsen hoş sevab sen özünden kurtulıbilsen heman can olurdun gideridi cism ü can emin olurdun azad şöyle farık sultan olurdun kul iken iy aşık devletün bahtı olurdı hem bidar doğru bakan sende görürdi didar ayine olurdı yüzin cümleye sen özün sultan olurdun her şeye kurtulurdun hayali hamdan heman cavidan olurdı ömrün cavidan gel gel i gönül ışk odı canumda dag oldı dag üstine dag bu hikayet hub u yag oldı ben zahid idüm şöyle farig kendü halümde gönlümi görün bu ışk odına ocak oldı akar idi gönlüme bu gör ışkı göricek kaf dagı gibi büyük iken yavrucak oldı iy ışkı bilen gönlümi gör ışkı görincek yok diriken ışkı göreli ittifak oldı her kim nagehan bencileyin ışka bilişdi tutuldı nagah ışk ipi boynında bag oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kurtulurdun hayal ü hamdan heman cavidan olurdı ömrün cavidan hem bu gaflet uykusından i kişi uyanurdun terk iderdün teşvişi bilürdün sa'adet bahtını ebed sayen altında kalurdı ka'inat sa'adet güninde kalmazdı bulut cümle eşya sana kılurdı sücud cümle şeyün sen olurdun kıblesi silebilsen ayinendegi pası ay u güneş bigi şöyle eşkere ma'lum olurdun bu cümle gözlere suretün nakşında eşkere nakkaş görinürdi her ki baksa şöyle faş sen olurdun her gönül içinde sır cümle varlık hem kebir ü hem sagir cümle eşya sana olurdı muhib her birisi senden alurdı nasib bilinürdi senden ol sırrı ebed sırrı ebed sen olurdun pes azad seni gören anı görürdi heman sen olurdun o binişan ü nişan var var i gönül ışk odı canumda uyandı bu ışk od'ınun cefası canuma boyandı gönlümi görün ar u namus kodı elinden ışkı göreli külli bu cihandan usandı ışk zencirile gönlümi gör bagladur iken ussı mı kalur çünki delü bagdan boşandı ışk ile gönül bileyimiş mülki ebedde bu ışk i gönül aslıdur aslına özendi ışkıla gönül akluma da divane eyler işledi gönül öz işini bana mı dandı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün seni gören anı görürdi heman sen olurdun o binişan ü nişan sen olurdun cümle eşyanun canı her canun kıblesi din ü imanı sahibi vücud olurdun can gibi cuş iderdün daşıcak umman gibi sen ki oldun ay u güneşün nurı hem bu cümle ka'inatun menşurı hakikat bahrinde biten cevahir can içinde nihan olan gizli sır ma'deni asli bu cümle varlıgun hasılı biten bu temiz dirligün vuslat ehli buldugı dürri yetim gayrı kalmazsın alurdun iy hakim devletün bahtı doludur cümle can kanda baksa seni görürdi gören sen can olurdun bu cümle eşya ten nuruna mevcud olurdı ten ü can zahir ü batın bu cümle mahlukat evvel ü ahir bu dürlü her sıfat sen olurdun akl u fikr ü cism ü ruh gark olan mahluk denizi geçdi nuh gel gel i gönül sana benüm ne ziyanum var ışkı başuna kakmaga benüm ne canum var 'ışkıla gönül çün beni sen ele getürdün can dahı senün oldı gönülüni leyli'm var ışkıla göreli beni gönül ayaga saldun öldürme beni zulmıla boynunda kanum var ben aşinayam beni gönül bigane sanma benzüm sarıdur uş gönül ışkdan nişanum var ışkıla gönül can ilini yagmaya virdi yandurdı gönül dahı benüm ne dükkanum var mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün isterisen buncılayın mertebe biedeb olma hazır ol edebe nireye baksan hazır gör allah'ı seni görmez sanmagıl sen ol şah'ı edebi olanda olur din iman mustafa'nun hadisi budur heman müslüman isen dinüne hazır ol ta ki şeytan gönlüne bulmaya yol imanun sakla ki şeytan almasun gönlünde hak kalsun gayrı kalmasun safi ol şöyle güneşden eşkere gevher ol hem ma'den ol hem gevhere kibri terk eyle başundan iy hoca iy salusı zerki ayyar ustaca ucbıla zerk ü saluslık satmagıl safi nesibine illet katmagıl göricek ta'na urursun dervişi üstadundan mı dutarsun bu işi akçe çok olsa i gönlün hoş olur olmayıcak yançukcagun boş olur var var i gönül gör ki bu ışk bana ne kıldı gönlüme yaradan tesbih ü zikrini kıldı unutdum ahı tesbihümi ışkı görelden fikrümdeki bu ışkıla ben kamudagıldı başını kodı ışkıla bu meydan içinde ene'lhak urup dilberün zülfinde salındı virmege gönül ışka yanaşma asılursın tutmadı sözüm gör ki nice yandı yakıldı ışkıla gönül tablı melameti çalaldan faş oldı razum iyle şerre külli bilindi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün akçe çok olsa i gönlün hoş olur olmayıcak yancucagun boş olur melul olursun hatırun perişan ne perişan viran olursun viran zira ki dinün imanun akçedür akçe vü bagçe vü bag u boğçadur hublarun hu gice gündüz hayali seni almış delü olmışsın deli sufi diyü halkun izzet itdügi sanarun ahmaklar elin dutdugı zikri tesbihün put olmış özüne taatün perde olupdur gözüne bu hayaldür iy seni yoldan koyan iy biusul seni usulden koyan hasedsin özüne yokdur hiç carun tali'ün onmaz düşüpdür sitarun iy diriga geçdi ömrün bihasıl rencur u haste vü naşi kim akıl gel gel i gönül naşi gibi yirme bu ışkı tor tutma gönül başunı vir virme bu ışkı özini bilen kişi bilür ışkı ana sor her biri bihaber akıla sorma bu ışkı bu ışk kadim ü nurı ebedi layezaldür her nesne gibi sen i gönül görme bu ışkı ışk fikri gönül ruhanidür cismüne bakma yanlış hayale sen i gönül kurma bu ışkı cüst ol i gönül ışkıla susuz niçün atdun baş vir i gönül başa ilet durma bu ışkı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün iy diriga geçdi ömrün bihasıl rencur u haste vü naşi kim akıl sana gerek idi şimdi bir tabib derdüne ilaç kılaydı iy habib bağlayaydı datlu dürlü şerbeti gaflet ile bimar olmışsın katı tertib ideyidi sana günbegün ta ki akıl olayidün iy cünun sen bu derdden kurtulıbilsen heman mekanun olurdı senün lamekan üste sen şöyle giriftar mübtela boynuna düşmiş nigahun bu bela debrenesi dahı çaren kalmadı tükendi ilaç medarun kalmadı bihasıl geldün gidersin bihasıl zulmete düşdün bilünce yok delil peygamberün kim dinün nedür aceb edebün yok biedebsin biedeb ehli din olsan olurdı akranun aceb eger dinün var ise senün hiç mürebbi görmedün mi iy kişi görişdi virdi sana hak sağ düşi var var i gönül ışkıla bu yargumuzı yar faş eyleyüben sırrumı ışk zinhar u zinhar suçum yoguken ışkı görün ki ne cefadur kasd itdi gönül beni nagah eyleye berdar bu ışk melamet itdi beni perdemi açdı faş oldı gönül canumun içindeki esrar bu ışk ile ben gerçi gönül melamet oldum keşf oldı bana dile ki bu mani bu esrar ışk kadehini çünki gönül elüme sundı gitdi fereci kullanana cübbe vü destar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hiç mürebbi görmedün mi iy kişi görişdi virdi sana hak sağ düşi gözün açıla göreydün halüni anlayı bilür olaydun yolunı divşüreydün önüni kendüzüne başda kim çare kılaydın özüne kalmayadun şöyle sayru biçare perişan hatırı işinden avare her neyise ma'lum oldı vay halün bir yana oldı bu yanlış hayalün sen bu zahmetden halas ol tastamam dahı kalmadı canunda gussa gam bir duru gel gözüni aç iy kişi endişeden geç ko ahı teşvişi zihayıf kim şöyle kalasın bimar rencur u haste garibi bitimar vardı gitdi bile gelen yoldaşun sen henuz kaldırabilmezsin başun hastalıgun renc ü gafletdür heman dahı nesebin yok durugel iy civan insan isen malum oldı kim işün hayvan isen görinüpdür cümbişün gel gel i gönül ışk belası rahatı candur gerçek aşıka ışk i gönül din ü imandur ben hatır içün gönlümün ışka mürid oldum bir sor ki dahı gönlüme niçün perişandur bu ışk nurıla sırrı ebed eşkere oldı bile i gönül söyle ki bu ışk ne ziyandur bu ışk geregün her bihaber görmeye hergiz bu ışk i gönül gör ne ki gün bigi ayandur ışka düşeli gönlümi gör ışk belasından her gün göresin aklum ile yargu divandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün insan isen ma'lum oldı kim işün hayvan isen görinüpdür cümbişün bir gözün aç beşaret çaldı malun hayvan isen dur ki yüklendi yükün adem isen sen bu hayvanlık nedür sen neredesin bu adem kandadur ger div isen derbeyabandur yirün adem isen bilgil ahı mikdarun gözün aç bak kim görindi can ili delil görindi gözetgil delili her ne ki vardur görindi eşkere güneşün şulesi düşdi her yire irte oldı bir durugel iy refik bahil olmagıl özüne iy harik münadi çagırdı görindi nişan menzile irişdi kondı karuban perde gitdi sultanı gördi talib baid iken menzili oldı karib can ilidür anda sıgmaz kil ü kal sen ü ben ü zen ü ferzend mülk ü mal acımag doymag u gülmek aglamak külli hak'dur sıgmaz anda gayrı hak var var i gönül ışkıla bir bazarum oldı barışduk ahı ışk dahı şindi yarüm oldı var var i gönül ışkıla biz aşina olduk ışkdur ki heman gönlüm içinde sırrum oldı bu ışk güneşi saadet ü mülki ebeddür bu ışk i gönül genci hazinem varum oldı şad oldı gönül sevindi bu ışkı görelden veli ki akıl gör ki nice naçarum oldı ışkı göreli can u gönülden aşık oldum dünyada gönül dahı niye nazarum oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün acımag doymag u gülmek aglamak külli hak'dur anda sıgmaz gayrı hak meclisi candur sakisi padişah ilahi sohbetdür hakim ol ilah kanda baksan görinen nurdur heman nura gark olmış bikülli cism ü can cümle nurdandur alatı meclisün bir olmış canı nur ile herkesün evliya enbiya olmışlar harif ilahi sohbet iderler hoş latif yokdur anda bu cihan mertebeleri cümlesi nura karışmış nurları nur ile yeksan olupdur her sıfat nur görinür çar anasır şeş cihet zahir ü batın bikülli nur heman nur görinür dahı görinmez cihan mesti elest olmış anlar nur ile cümlesi birlige batmış bir ile birlik olmışlar heman cümle gönül ikilikden yokdur anda kal ü kil ol nurun tecellisinden ay ü gün da'ima gezer cünun olmış cünun gel gel i gönül ışkı koma kim delilündür bu ışk i gönül ibadetünden hasılundur bir kanda yile batdı gönül çün kim ezelde vuslat ola gör ışka gönül çün asılundur ne kim dilesen hasıl olur ışkıla maksud ışk olmayınca gayrı gönül ne usulündür bu ışk nurıyla sen i gönül dilberi gördün bu ışk i gönül senün yolunda halilündür kaçan ki gönül ışkıla sen birlige yitsen akıl dahı bu ışkıla senün nazarundur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün göklere bak kim tulab olmuş deniz yerleri gör niçe durmuş bikarar düz bak denizlerün da'ima cuşına nazar eyle eşyanun gerdişine çarha bak raksa girüp haveri nar arşı gör kim nice durmuş intizar ol nur ile bu kamu yılduza bak her birisi çerag olmuşlar çerag ol nurun tecellisiyle bu cihan ruşen olmışdur görinür her mekan cümle eşya ol nur ile hoş safa aslı ol nurdandur ahı mustafa ol nur ile cümle varlık iy filan cavidan olmışlar ömri cavidan heman ol nurdur kim ol nur bakidür kamu alem ol nurun müştakıdur bizevaldür zevali yok ol nurun tefsiri oldur bu cümle menşurun ol nur ile aydın olmuş bu saray pertevindendür ol nurun gün ü ay var var i gönül bu vazife sana mı kaldı ışkdan da'ima cevr ü cefa bana mı kaldı ışk beni i gönlüm durumadan faş idüben varmak haberün her sırruna baka mı kaldı beni göreli halk kamu mecnun'ı unutdı bildi i gönül bu latife bana mı kaldı ışktan i gönül seni çerag gibi uyardım bu yahşı ata nur u safa bana mı kaldı senden bana bu ışkıla cevr ü cefa kaldı benden sana bu meyli vefa bana mı kaldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol nur ile aydın olmış bu saray pertevindendür o nurun gün ü ay ol nurun tecellisinden ay u gün da'ima gezer cünun olmuş cünun heman ol nurdur ki ka'im varidi oldı evvel ol dahı kim varidi aslı evvel nurdur cümle eşyanun evvel ü ahir bu cümle bendenün cümlesi ol nurdan olmışlar çerag heman ol nurdur ki anun adı hak cümle ol nurdan tutarlar perveriş ol nur ile ruşen olmış her bir iş evvel ahir heman ol nurdur baki andan artuk dahı kim vardur dahı ol nur ile dobdoludur ka'inat ne ki vardur ka'inatda her sıfat nurdan ayru degüldür her vücud ol nur ile ruşen oldı ka'be put ol sakinün şivesinde cümle can mesti laya'kıl olupdur hem çü nan cümle ol nurdan hoş olmış vaktleri kendü işinde şakirddür her biri her birisi sakiye oldı harif kalmadı kimse arada muhtelif gel gel i gönül zahidem ol sen divanesin sakın muradun bu mu ki ışkıla yanasın sufi kişiyem nasihatümi kabul eyle dolaşma gönül ışka ki cevre boyanursın zahid kişisin sen i gönül uyma bu ışka bile vara bu taatün sonra utanursın var var i gönül mecnun'ı gör bu ışk elinden başda i gönül sen de özüne bürinürsin bir lahza gönül hoş zahidi zikrine meşgul bir lahza dahı çek ki çıkana taranursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi sakiye oldı harif kalmadı kimse arada muhtelif birlik olmış her diyarı her mezar birlige batmış bu cümle kar u bar kanda baksan bir gülistan her çemen bir meta'dur bir hümadur bir dükan kanı birdür bir güherdür her sadef kanda baksan bir görinür her taraf bir vücuddur geydügi hırkası bir adı binbirdür velikin iy emir her biri kendü dilince ad imiş aklı kadar her birisi söylemiş birbirinün dillerini mahlukat bilmedügiçün bikülli oldı mat her birisi ayru ayru yol sorar çenginün kulagın ayruksı burar her birisi özge makam saz kılur kutah olmış kıssayı dıraz kılur her biri sahrada azmış yolını sorasın bilmez eşekten çulını gönüller bagdan boşandı iy kadı kervansaray dar gelince oynadı var var i gönül ışka ki tövb'oldugı yokdur bu fikri dahı hergiz aşık kıldugı yokdur bile i gönül ışkıla durdun haberün vir biderd kişiler sohbetde anladugı yokdur her kim i gönül ışk şarabın içdi ezelden esirün olur da'ima eyledügi yokdur bu ışk i gönül safi musaffayi vücuddur kalb nerde gönül safiya katıldugı yokdur ışkıla gelen yola gönül menzile yitdi menzile yiten yolını yanıldugı yokdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gönüller bagdan boşandı iy kadı kervansaray dar gelince oynadı her biri bir yana gitdi otlayı kime kimün kayısupdur baş kayı dünya lekdür tanrı settarü'luyub her birine virdi bir tuşe nasib her birisi tuşlu tuşında gider yani kendü nasibüni cehd ider her birinün bir işi var bir tuşı biribirine ulaşmış her kişi her birisi cehdi cehddür bir işe baglanupdur her birisi bir tuşa her birisi bir tuşa baglıdurur bu ki delildür arada kim durur biribirine muhalif işleri bir yire bakabilimez başları cümle bunlar bu hal içinde gafil her birisi kaldı yabanda zelil halkı cihan cümle bu işde gezer biribirinün halinden bihaber her biri yitürmiş yolın sahrada her birine ugramışdur bir kada gel gel i gönül ışk sana çünkim nasib oldı hoş gör i gönül ışk sana çün kim habib oldı sen zahid idün ta'atün niçün anda kim dek vallah gönül ışkla işün n'içün acib oldı var var i gönül ışk kademinde sücud eyle bu ışk i gönül derdüne çünki nasib oldı faş oldı gönül fikri hayal zerki saluslık ışk ile işün vallahi gönül şindi hub oldı birdür halayık cümle bu ışkıla diridür gönüllerde milk dahı bu ışka talib oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her biri yolın yitürmiş sahrada her birine ugramışdur bir kada her biri bir yirde kalmış çaresüz azıgı yokdur yalıncak aç susuz birinün fikrine gelmez kim ana yahu gözin aça baka dört bir yana zihayıf kim insan ola bir kişi hayvana döne ameli gerdişi zibahil kim özine olmış bahil zulmete düşmiş belürmez bir delil başuna çıkmış bu cihan sevdası ol sebebden asi olmışlar asi esrimişler meyi gafletden tamam yile virmişler bikülli neng ü nam huşları gelmiş bu gaflet sazına anun içün gafil olmışlar dine her biri kendü işinde feragat sahraya düşmiş gezer hayvansıfat geldügi vatanı unıtmış bular her birine gerek idi bir yular zira bunlar vahşi olmış sahrada bir kişi gerek ki bunları yide var var i gönül ışk odı canumda yir eyler bu ışk i gönül hoş bana safanazar eyler gönlümi görün iki cihandan ki farigdür bu delü gönül ışkıla her dem bazar eyler yüzüm suyını ışkıla gönül yire dökdi halümi dahı mecnun halinden beter eyler ben bir fakirem beni yolumdan cüda kılma ışkıla senün cevr ü cefan cana kar eyler direm ki gönül yakamı ko bile elünden kime diyesin zühdi taatüm fişar eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira bunlar vahşi olmış sahrada kişi gerekdür ki bunları yide zira bunlar mürşide virmez boyun başlarına gezmegi ögrendi çün bu halile kaldılar bunlar yayak sen hak'ı unutma billah hakk'a bak hak'la tut sen her işi kim dutasın ta ki yolda yitmeyesin yetesin iy talib bir lahza kulag tut işit yine bir dürlü hikayet iy yigit yine geldi ol gönüller ugrusı yine gönlümde pusı virdi pusı şol kişi kim her gice mihman olur şol kişi kim her vücuda can olur şol kişi kim cümlenün maksudı ol her kişinün ziyanı ol sudı ol şol kişi kim hüsni latif hub cemal hub cemalde işve kılan zülfi hal şol kişi kim her gönülün fikri ol şol kişi kim cümle dilün zikri ol şol kişi kim cümlenün aslı durur şol kişi kim külli nurdur külli nur gel gel i gönül ışk odı canumda cuş eyler aklumı ki gör ışk odı nice hamuş eyler zahid kişiyem ben kanda bu ışk od'ı kanda da'ima gönül bu belayı bana duş eyler sana yiridür ışkıla bu melamet olmak ışk ne ki kılur sana gönül külli hoş eyler berkidi gönül ışkıla gel teferrüc eyle aklumı komaz her dem savaş eyler yandurdı beni başdan ayaga yanaram ben bu ışk i gönül bagrumı dopdolu baş eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şol kişi kim cümlenün aslı durur şol kişi kim külli nurdur külli nur şol kişi kim revnakıdur bustanun şol kişi kim matlubıdur her canun şol kişi kim cümlenün oldur canı her canun yakini dini imanı şol kişi evveli ahiri heman kendüzi baki ve mülki cavidan bir durıgel bak ki sultan geldi uş gözün aç sahibi meydan geldi uş durugel kim ol hümanun gölgesi cümlenün üstine düşdi i asi ol kişi geldi ki ezel can iken bileyidi haznede pinhan iken durıgel kim fursatı virme yile bu da bir demdür kaçan girür ele bir durıgel kim görindi padişah bedr olupdur bir bak ahı gör o mah durıgel kim geldi ol hüsni ziba bir durugel merhaba kıl merhaba bir durugel nefsi eyle sen kabul nice bu gafletde uyku iy fuzul var var i gönül ışk beni senden cüda kıldı canumda bu ışk gör ki ne kavga peyda kıldı zahid kişiyidüm öz namusum saklar idüm bu ışk i gönül gör beni nice şeyda kıldı bu ışka mürid olalı gönlüm ulalupdur veli ki bu ışk aklumı uş alude kıldı ışkı göreli akl ile gönül savaşurken aldadı beni gör ki nice şuride kıldı bir bu ki gönül nasihat eylerem işitmez gör bana dahı ışkıla ne arbede kıldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir dur ahı nefsi eyle sen kabul nice bu gafletde uyku iy fodul dur ahı divanı durdı sultanun var ise eger edebün u erkanun durıgel canun varise iy ahı kanda bulasın bu demi bir dahı da'ima sultan mı gelür mihmana bu kaçan olur müyesser her cana dur yukaru sultanı gör iy fakir başunı kaldur gözün aç yatma bir nice yatursın durıgel bihaber sana güymez ahı bu devran geçer çerhi gerdun döndi gice ay u gün tükedür ömrün hisabın iy cünun bu viran kervansarayda sen aceb ne yatursın bunca bu nedür sebeb dahı yok mıdur işün maslahatun yahut düşmişdür başundan devletün yahut aklun yarı kalmaz iy deli iy bihaber kim akıl usdan eli nevbeti çalındı sultan geldi uş dur ahı uş bize mihman geldi uş gel gel i gönül ışkıla sen ışka sadık ol ya ele getür ışkı gönül yahu farig ol hiç yire gönül ömrüni yile mi virürsin bir işe yönel işle ki ta hakk'a layık ol gel gel i gönül ışkıla bak keşf ola esrar ışk etegini koma gönül ışka aşık ol ya nedür vücudun sen i gönül ışk ocagında candan aşık ol ta ki aşıklara ma'şuk ol ışka aşık ol sen i gönül bu hizmetündür bagla belüni ışk yolına sahibtarik ol mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün nevbeti çalındı sultan geldi uş dur ahı uş bize mihman geldi uş irte oldı zulmeti sürdi sabah sa'adet burcında dogdı yine mah gün gibi dogdı irişdi ol başa devletün nurı dokındı her başa her dikende görsene kim bitdi gül her usul kim var usulenderusul her su kim evvel gülab olmış gülab müşki anber kimya oldı her türab cümle bir cinsden aldı perveriş müşkili kalmadı insan aldı iş tamu dahı uçmaga döndi tamam külli gülsitan görindi her mekan cümlenün hak ta'atin kıldı kabul şaduman oldı sevindi cümle kul yirde gökde kalmadı gayrı hiç hak hakikat tevhid yazıldı her varak cümle suretler cana döneli cana can birikdi vuslat oldı canana lamekan mülkini gördi cümle göz yahşı oldı aradan gitdi yavuz var var i gönül ışk bana din ü iman oldı her lahza bu ışk lisanuma tercüman oldı bu ışk i gönül bana safanazar idelden her bir nefesüm nafei müşki hoten oldı dürr ü cevahir dökdi dilüm geldük illa ne ışkdur ki gönül canumun içinde kan oldı dellallık ider gönlümi gör incüfüruşdur gönlümi görün ışk güherine dükan oldı ışkı göreli akıl ile gönül barışmaz her dem bularun arası yargu divan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün lamekan mülkini gördi cümle göz yahşı oldı aradan gitdi yavuz güneşe benzedi cümle sitare cümlenün derdüne bulındı çare süleymanı vakt olupdur cümle şey sultanı beşer birlik oldı du saray cümle eşya hemdem oldı sultana putperest kalmadı geldi imana kanda baksan görinür oldı cihan cism ü suret gitdi ayan oldı bu can agu bile şekkere döndi nemek kimyayı sa'adet oldı cümle hak cümle şey'ün gözi açıldı gördiler binişandan cümle nişan virdiler degmedür birlige oldı bu tanuk uyku gitdi cümle eşya uyanuk didar ile bir olupdur degme yüz nur oldı nurdan açıldı cümle göz her neden sorsan nişan vire sana bir vücuddur kim görinür dört yana bu surat nakşında nakkaş eşkere bihicab görindi cümle gözlere var var i gönül ışk belası beni eritdi her ne şey'ün nüktesi ta bu canuma yitdi faş oldı razum ışkıla benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana key tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu surat nakşunda nakkaş aşkare bihicab görindi cümle gözlere şol ezel mülkinde gördügün saki uş yine dolu getürdi zevrakı bezmi meclis kurdı yine padişah yine geldi karşuma ol kursı mah nice kim görmüşdüm ezelde heman yirlü yirünce tamamdur ol nişan ne yigit oldı ve ne horkaridi heman oldur kim ezelde varidi ol zaman da kim yoğidi ka'inat haznede gizlü dururdı bu sıfat yir ü gök yirde ve gökde ne ki var ne ki vardur cümle gizlü aşikar dahı bunlar yok idi kim ben varem sana ol sakinün nişanun virem ol zamanda sakimüz sultan idi biz kamumuz ten idük ol can idi esrimişdük ol sakinün zevkile nura dönmişdi canumuz şevkile sohbetimüz bile olurdı da'im yar heman ol sakidurur ol hakim var var i gönül çünki cana ışk mürid oldı sevindi gönül işinde dahı becid oldı gönlümi görün ışk ile andelibe döndi veli ki akıl ışkı göreli sumud oldı yanma i gönül ışk yolına can dirig itme her kim ki gönül ışka giriben şehid oldı safasına bak gönlümün ışka alışaldan her düni kadr her güni nurı ziyd oldı gönlümde bu ışk gevheri genci hazinedür bu hazneyi açmaga dilüm kilidüm oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sohbetimüz bile olurdı da'im yar heman ol saki durur ol hakim yine bunda gördüm oldur padişah göreli gönlüm ferah oldı ferah zira kim bilişmemişdük anda biz bizi anda görmiş idi ol aziz ol dahı bizi göricek bildi hem anuniçün nazar eyler dem be dem bileyidün anda cümle mahlukat yalınuz ben miydüm ancak pes azad halk kamu görmişler idi sultanı bu mülke kalmazdan öndin seyranı gördiler bunda bilemez kimsene cümlesini ol tanıdı hem yine zira bunlara hicab oldı teni gördiler bilmediler kim ol canı cümlesini tanıdı sultan tamam anda gördügi kişi bunda hümam yine bunda her birine bir nasib dirig eylemedi virdi ol habib maksudı ne ise virdi cümleye kendüzi padişah oldı ortaya gel gel i gönül ışkıla hiç asayişüm yok ışk aldı başum dahı gönül hergiz işüm yok ışk beni gönül yakdugını halk kamu bildi bana inayet it i gönül dahı başum yok elüm tut ahı ışkıla uş ayaga düşdüm seni tanıram dahı gönül özge kişüm yok kulına kal'a bildi meger beni gönül ışk erkanlıgile sana direm hiç savaşım yok bu ışk i gönül senün oldısa belasın çek ham sevdaları ko gönül çekmege başum yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün maksudı ne ise virdi cümleye kendüzi padişah oldı ortaya her birün bir işe meşgul eyledi kimini sultan kimin kul eyledi kimisi kendü halinden bihaber kimine dahı bir ayruksı nazar kimisi arifdür i kimi kim akıl kiminün ömri geçübdür bihasıl lebbeyk dirler kimine kim söylese kimi fişardur keleci eylese kimisinün sohbeti candan aziz kiminün ömri geçübdür bitemiz kimi ma'ni'le görüpdür dilberi kimisi uş yine gezer serseri kimisi bir etmek içün bin bela bir ciger eline girmez bir bela kiminün işi da'ima terane kimisi hoş kullık ider iy ra'na her biri bir iş içinde mübtela her birine duş olupdur bir bela uşda bunlar her biri bir halile meşgul oldılar bu dünya mülkine var var i gönül ışk ile ehli hüner oldun muhtasar idün gör nice ki mu'teber oldun sen bir zahidi magruridün kendü halünde n'oldun i gönül ışkıla yandun tüter oldun aşık neyimiş gevheri kan bilmez idün sen ışk cevheriyle gönül dolu güher sen oldun seni göreli halk kamu mebsus u avanak halavetile sen gönül i kand u şeker oldun evvel gönül hatırumuzı sorar idün sen şindi yarama ışkıla uş duz eker oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün uşda bunlar her biri bir halile meşgul oldılar bu dünya mülkine dünyadur aldadı dutdı bunları her biri gözledi kaldı bir yiri her birine uğradı bir dürlü hal dahı kurtulmaga bulmazlar mecal vardugunca dahı beter oldı iş her birini bagladı durdugı düş biri birinün hatırın sorası birinün kalmadı hergiz çaresi çaresüz işte giriftar oldılar biri birün anlayuben kaldılar şöyle meşguldür bular kim işine elleri değmez ki başun kaşıya halkı cihan cümle bu halde geçer cümlenün başunda budur derdi ser bir kişi anmaz ki sultan kandadur aslı ne geldügi vatan kandadur yahod bu dünyaya gelmekden sebeb birisi bilmez ki nedür işbu bab bu hal içinde bu cümle mahlukat viribilmez kimse bu halden sıfat gel gel i gönül koma anı kim yitemezsin ne fa'ide çün nasihatüm sen tutamazsın bu ışk haberin söyleme gönül sana değmez çün ar'ı koyup ışkıla gönül katamazsın bari i zahid tesbih ü zikrüni unutma ışkıla gönül birlige çünki yitemezsin bu ışk nefesi safi gerek şöyle musaffa kalb katma gönül kimsene almaz satamazsın kendü halüni bil i gönül ışkla dolaşma namus şişesin çünki yabana atamazsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu hal içinde bu cümle mahlukat viribilmez kimse bu halden sıfat cümlenün aklı burada oldı mat kimsene bilmez ki nedür hikayet bu habere müstemi' ol iy talib ta ki bu ışkdan dege sana nasib nice bu derdi biderman ey püser nice insana dirilik şugli kar nice bir örtesün ahı güneşi nakş ile pinhan kılasun nakkaşı nice sorarsun özünü özgeye özünile ahı düşme sahraya yine sana delüden dogrı haber her ne ki vardur cihanda sende var sende mevcuddur bikülli ka'inat ka'inatdan dahı sensün pes murad sen aceb genci nihansun iy fakir sen aceb nurani cansun iy fakir sende göründi nişanı binişan binişanun nişanı sensin heman malikisin yirde gökde cümlenün matlubı maksudı sensin her canun senün içün arayış oldı bisat cümle varlukdan heman sensin murad sırrı ebed sende bulındı yakin sana secde kıldı cümle ins ü cin gülşeni vahdetde sensin andelib seni ister yirde gökde her talib hakikat bahrinde biten dürdane sureta insana benzer insana senün adındur dahı insan dimek yaraşur insana külli can dimek zira bu insan suretün giydi hak insanun gönlünde eyledi durak insana teşbih ki itdi kendözin insan tonın giydi söyledi sözin insanı ayine kıldı cümleye kendü insan ile geldi ortaya kendözin insan donunda gizledi her insan yüzine perde yüzledi perde getür beri gel sen ışkıla dilegün varise ışkıla dile ışk gözin aç maksudun sultan ise tene kalmagıl muradun can ise ten canun yüzinde perdedür heman perde ardında nihan oldı bu can var var i gönül bizümle kakaşa ki kalma bu ham hayali kendüzüne sen pişe kılma ışka ki düşen dana olur hem kim i bile bu sözleri sen kendüzüne endişe kılma ben bıragup ışk odına hasret gam eyleme ırakta turub sen i gönül temaşa kılma her bu beni ışkıla ki melamet idersin ben bir fakirem cefayı hadden aşa kılma terk eyle canı ışk etegin koma elünden tanrı peyamber sözin terk kılma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün malikisün yirde gökde cümlenün matlubı maksudı sensün her canun senün için arayış oldı bisat cümle varlıkdan heman sensin murad sırrı ebed sende bulundı yakin sana sücud kıldı cümle ins ü cin gülşeni vahdetde sensün andelib seni ister yerde gökde her talib hakikat bahrinde biten dürdane sureta insana benzer insana senün adındur dahı insan dimek yaraşur insana külli can dimek zira bu insan suretü giydi hak insanun gönlünde eyledi durak insana teşbih itdi kendözin insan tonın giydi söyledi sözin insanı ayine kıldı cümleye kendü aynuyla geldi bu dünyaya kendözin insan tonına gizledi insanun yüzine perde yüzledi alemün maksudı külli sendedür sen padişahsun kalanı bendedür gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür fi'lcümle cihan varlığı ışkdan işaretdür iki cihanun bünyadı ışkıla virildi ışkıla alem gör nice ka'im imaretdür her bir kelecün ışkıla cana eser eyler ışk olmıyacak nahasıl külli fişaretdür ışkıla gönül sındunısa ışkıla bitsün bu ışkda olan derde günahı ışk kefaretdür ışk beni gönül bir aca'ib oda bırakdı bu ışk odıla dolu yüregüm hararetdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kendözin insan tonunda gizledi insanun yüzine perde yüzledi perde ardında izi oldı nihan eşkere bak perde görinür heman perde bu adem tonıdır eşkere perde gitmeyince anı kim göre can yüzünde bu suret perde olur canı görmez kim ki perdede kalur perdeyi getür beri gel ışkıla dilegün varise ışkıla dile ışkıla bak kim göresin ol yüzi anı görmez eyle heman ışk gözi ışk gözün aç maksudun sultan ise tene kalma kıl muradun can ise ten canun yüzinde perdedür heman perde ardunda nihan oldı bu can can kaçan kim deprene çümbiş ide tene de eseri gerek iş ide ten dahı cümbişe gele deprene tuta kapa vire illa söylene cümle bunlar mazharıdur ol canun perdesidür cism ü suret sultanun var var i gönül her naşiye razunı virme her bir bihaber kalmışa sen özüni virme yar dime gönül her kişiye kim yanılursın satamaduğun kişiye sen özüni virme mizan iledür ışk nefsi mizanı ki sakla herbir naşinün eline terazunı virme bu ışk i gönül şahbazı kutsı layezeldür ol la diyen kişiye şahbazunı virme ışk'a ibadet eylerisen bekle bu sırrı her bir cünübe sen gönül abdestüni virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle bunlar mazharıdur ol canun perdesidür cism ü suret sultanun cism ü suret canile cünbiş kılur candur ahı cismi arayiş kılur söz keleci nirede bilmedi ten candur ahı ten içinde söyleyen şöyle ki insan mı ya hayvan mısun kul mısun bil ahı ya sultan mısun her suret nakşında bakup nakkaşı görse ölür gözleri olan kişi zahir ü batın ayan oldı ayan ten içinde aşkare görindi can kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtulubdur ten duzagından bu can söz keleci nerde buldı can u ten candur ahı teni giyüp söyleyen sen bu sözden anlagıl kendözüni gözün aç ahı bir devşür özüni nakşa bakmagıl gerekse nakkaşı işine kadir gerekdür her kişi ne işe geldün cihana söyle bir seni bunda neye getürdi kadir söyle ki insan mı ya hayvan mısun bil ahı sen kul mı ya sultan mısun kul isen kullıgun eyle yegane şöyle kullık et ki sultan begene sultan isen külli sensin gayrı yok çün tabib sensin arada gayrı yok yohsa bunlardan taşrasında ahı bir kişi misün başuna iy ahı silsiledür cümle alem muttasıl bir padişah bir çeragdur bir delil gel gel i gönül bize nişan söyle ezelden labela diyen ol hikayet ol kil ü kalden ol dem ki suret yogıdı sen ol sözi söyle bile ki gönül niceyidi bu hal olaldan söyle ol ezel bezminde geçen hikayeti toğrusını di sen i gönül korkma ecelden da'ima gönül ol padişah sende makamdur zeval görmegil bize haber vir bizevalden lezzeti cihan seni yolundan çıkarupdur meger seni ışk kurtara gönül bu hayalden mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün silsiledür cümle alem muttasıl bir padişah bir çeragdur bir delil altı cihetdür velakin canı bir sultanı bir mülki bir seyranı bir birlige batdı bikülli memleket irmeni gürci arabi türki tat bu sıfatlar külli kadeh oldı tamam şadilık irişdi gitdi şindi gam simurg göründi aradan gitti kaf şu'ai şemsiyle doldı her taraf kimyayı sa'adet oldı her gubar zehri katil tiryak oldı aşikar her suret nakşında bakup nakkaşı görse olur gözleri olan kişi zahir ü batın ayan oldı ayan ten içinde aşkare görindi can la'l ü cevahire döndi dag u taş gülün hakikati tutdı her ateş acı denizler şekere benzedi her sadef ahı gevhere benzedi kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtuldı ten duzagından cümle can var var i gönül bivefalığun ayan oldı bu cevrün ile bağrum ahı dolu kan oldı her gice gönül gözlerüme uyku haramdur ta subha degin tesbihüm ah u figan oldı kavli buyıdı gönlümün uymaya bu ışka ışkı göricek kavline külli yalan oldı ışkı göreli zühd ü ta'atin yile virdi gönlüme bu ışk kaplayu din ü iman oldı uş ben yanaram hasret ile haste vü gamgin terk itdi beni bu gönül ışka vatan oldı. mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtuldı ten duzagundan cümle can gayrı gitdi vechi kaldı allah'un cümle şey gördi didarın ol şahun maksudı neyise buldı cümle şey sultan ile hemdem oldı her geday ten ü can birlige batdı yegane arada kalmadı şimdi bigane yir ü gök nur ile doldı malamal gönli şad oldı sevindi her melal dahı hiç arada tüccar kalmadı külli yar oldı vü agyar kalmadı zerre dahı güneşe döndi tamam külli subh oldı aradan gitdi şam külli fitnesün unutdı şeyatin mürayi kalmadı yolda yol emin cümle yol birikdi yetdi menzile tanrı'nun rahmeti oldı her kula yarlıgadı tanrı cümle bendeyi maksudun buldı gör ahı her şeyi yirde gökde şadilık oldı tamam cümle dir kim dem bu demdür dem bu dem gel gel i gönül sen beni bu ışkdan ayırma zulm etme bana sen i gönül kanuma girme ömrüm hasılı dünyada bu ışk hasıl oldı dek dur i gönül emeğümi hiç yile virme ışk ile benüm arama hiç kimsene girmez var sen i gönül özün içün sevda bişürme demi safa gönül dünyada didar ganimet hoş gör i gönül ömrüni sen hiç yire sürme aşık kişinün işi da'im ışkıla hoşdur dur dur i gönül işüne var gafil oturma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yirde gökde şadilık oldı tamam cümle dir kim dem bu demdür dem bu dem ol ki geçdi yine gelmez bir dahı gelecek nesine kayup iy ahı adem oldur sa'at ü vakti bile degme kez fursat kaçan girür ele bu hazine her ki gönle sığmaya her kişi burcunda bugün doğmaya her akıl ta'rif etmegi ne bilür akılun işini mecnun ne bilür her güni ıyd her gece kadr olmaya her kişi sultana vezir olmaya agyara agyar didiler yare yar yari agyardan mı seçer her tavar her kişi muhib degüldür tevhide sırrı ene'lhak mı olur her sade degme göz dogru bakamaz güneşe külahı devlet mi konar her başa her kişinün temiz olmaz ta'ati ne bilür her kişi vakti sa'ati her kişinün devleti olmaz bidar tanrı'ya habib mi olur her beşer var var i gönül sen nigahı ışka dolaşdun beni melamet idübeni perdeyi aşdun şehr ehli kamu sana gönül ta'ne ururlar ışkı göreli zühdi unutdun yolı şaşdun kanı i gönül ibadetün tesbih ü zikrün unutdun ahı ışkıla sen neye sataşdun melamet olan ışkıla bu alem içinde suçum ne gönül benümile nişi savaşdun namusumı ben saklar iken kendü elümde ışkıla gönül kınanuban taşraya düşdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kişinün devleti olmaz bidar tanrı'ya habib mi olur her beşer her nadana sorma bu tevhidi sen sermayen kadar gözetgil sudı sen her niyaz kaçan irişür hazrete her ta'at layık mı olur rahmete her agacun şirin olmaz yemişi ne bilür aşun tuzunı her kişi her kişinün kamil olmaz idraki her kişi olmaz bu ışkun müştakı her kişi adem degüldür belli bil aklı küll ta can olısar her akıl her yerden inci mi çıkar deryada her yerde punar mı akar sahrada astarı yüzi bellidür her donun lezzeti yiründe hoşdur her hanun her kişi öz çöregine kül eşer şöyle düzülmiş ezelden kar u bar öz işinde cehd ü gayret hür kişi her kişiyi baglamışdur öz işi her halün yanunda bile müşkili diken arasında iste her güli gel gel i gönül yüzüni döndürme bu yoldan senün nasibün ışk imiş gönül çün ezelden her kişi ki bir iş ucını tutdı cihanda sen ışk etegin tut i gönül komagıl elden bu ışk belasın sorarisen mecnun'a sorgıl akıl ne bilür ışkı gönül sorma akılden aşık olana naşi kişi gülmek ayıb mı sağ ol i gönül ne fa'ide ko ahı soldan bir yar var ise sadhezaran agyarı vardur özüni sakın sen i gönül değme fuzuldan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her halün yanunda bile müşkili diken arasında iste sen güli rahatun katunda bile zahmeti kadinun ayagunda iste devleti yahşı yıla bile gelmişdür yavuz bir yüzün içinde bile iki göz diri olmak biledür ölmegile bile geldi ağlamak gülmegile biledür dünyada sağlık sayrulık ağlamak gülmek bilişmek ayrulık her dimegün yine işitmegi var gelmegünle bile hem gitmegi var vuslat olan yirde hicran biledür küfre bak yanunda iman biledür gice gelür irte gider peyapey biri birine ulaşık cümle şey silsiledür cümlesine ayruk yok hakikat baksan hak'dan gayrısı yok kafası bile düzülmüş her yüzün karası akı biledür her gözün cümlesinün yirlü yiründe tamam tertib ile düzülübdür her makam var var i gönül ışk sana kıblei imandur ışka düşeli gönlümi gör ne şadumandur ışkıla gönül hoş farigat kendü halinde her gice işüm subha degin ah ü figandur gönül dilini ışkidi çün elüme girdi gönlümi sorun dahı ki niçün perişandur ışkıla olan can u gönül olmaya hergiz ışkıla baki vü ebedi cavidanıdur aşık olanun hakk i gönül çeragıdur ışk ışksuz kulınun zühd ü ta'ati külli yalandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümlesinün yirlü yiründe tamam tertibiyle düzülübdür her makam sadef içünde bitübdür her güher biri birüne şerifdür ne ki var sermaye gerek tacir ola kişi aslı bile işlese hoşdur işi sebebsüz nesine yokdur dünyada her işün bir sebebi var ortada kış yaragı yaz ile düzgün gerek akla akıl mecnun'a mecnun gerek kendü cinsiyle yaraşur her kişi aslını bilen yeg işler her işi ne bilür eşek arısı bal nedür yolcudan sorgıl ki diye yol nedür yirlü yiri var bu cümle nesnenün ayru libası donı var her canun her birinün şeklü dahı ayrudur göresün biri biründen gayrıdur iki şey biri birüne benzemez kışa kış dirler sorana yaza yaz ayrukısı düzeni var her işün sevdası da ayru olur her başun gel gel i gönül bana bu ışk havale oldı bilmen ki gönül bana bu ışk ne bela oldı ben bir fakirem şakir idüm kendü halümde ışk dahı benüm başuma bir meşgale oldı akıl kişinün işi da'im ışkı mecazdur ışkı hakikat kimdeyise budala oldı ışkı tanıyan kimse ki insanı kamildür bilmez kişi bu ışkı gönül gusale oldı evvel göricek ışkı akıl gitdi başumdan ışkıla gönül şindi işüm bir sala oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ayrukısı düzgüni var her işün sevdası da ayru olur her başun her yirün bir sözi vardur iy kişi yirlü yirüni tutupdur her biri her biri kendü işinde gönlü hoş kendi cinsiyle uçarlar cümle kuş her varakda dahı bir özge satır yazılubdur bir gözün aç iy fakir her satırda dahı bir özge hadis giymiş ayruksı libası her hadis her biri yirlü yirünce pürkemal hoş döner yirlü yirünce mahı sal hoş düzülmiş tertibiyle bu saray ay ü gün doğar dolanur peyapey hoş döner bu gice gündüz yaz u kış tertib ile düzülübdür her bir iş hoş donanur bahar olıcak cihan şadilık eyler sevinür cümle can cümle tertib yirlü yiründe usul hoş bilür kendü işini cümle kul her biri bir birinün ayinesi hoş varur kendü yolunda herkesi var var i gönül seni divane delü dirler bilmez işini aklı yok usdan ölü dirler bir lahza zahid zühd ü ta'at zikrine meşgul bir lahza salus seni aceb sevdalu dirler ışkı göreli gönlümi akla ki hiç uymaz gönülü bilen şöyle yamanca hallü dirler her kim ki nişan virdi gönülden nişanı bu ışk hazinesi dürr ü cevahir dolu dirler işitdün ahı ışkıla mansur hikayetin gönül delüdür vermeye kim bu yeli dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her biri bir birinün ayinesi hoş varur kendü halinde herkesi her neye baksan araste pürkemal zahir ü batın tamamdur külli hal cümle şey vuslat olubdur şah ile her neye baksan arada şah bile zerre içünde güneş oldı ayan nişan içinde görindi binişan deniz bile katre ile muttasıl birikdi bürhane yetdi her delil kanda baksan görinür oldı ahad aşinalıkdur aradan gitdi yad cümle eşya birlige oldı tanuk külli birlikdür arada gayrı yok bir vücuddur çar anasır şeş cihet zahir ü batın bu her dürlü sıfat yirde gökde her ne kim vardur tamam cümle bir can ile diri ve'sselam tesbihi ene'lhak oldı her seda gayrı hak kalmadı herkes ortada her neye baksan görinen ol gafur ne münacat kaldı ne musa ne tur gel gel i gönülışk belasından halüme bak bu ışk odına yandı cigerüm dir ene'lhak ar u namusı yıkdı ki halk ta'ne ururlar sen dahı gönül naşi bigi tutmaya bardak vuslat şarabın ışk elüme sunalı günden ışkıla gönül tesbih ü zikrümüz ene'lhak ışk sıfatını dünyada her bir kişi bilmez aşıklara sor ışkı gönül ne bile ahmak kostak kişi bu ışkı gönül başa iletmez müştak olana ışk dahı hem can bile şikak mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her neye baksan görinen ol gafur ne münacat kaldı ne musa ne tur birlik oldı cümle varlık serbeser birlige batdı birikdi cümle kar cümle sözde kalmadı kufr ü hata ten can oldı can irişti vuslata cümle dil kelamı tevhid söyledi nur irişdi zulmeti mahveyledi cümle şey bir vücud oldı canı bir bir delildür ayeti bürhanı bir dört anasurdur görinen şeş cihet aynı hakkı hakikat de her sıfat degme bir zerre içinde hak ayan kanda baksan hak doludur her mekan her mekanda bir vücuddur bir cemal dahı ne var birden artuk gayrı hal her ki bu menzili ister dirligi biriyle birlikde gerek birligi kanda baksa tanrı'yı hazır göre kendü nefsün cümleden hakir göre şöyle kim temiz dirile dirligün ayne'lyakin göre hakk'un birligün var var i gönül bir kamil insan ele girmez hoş var hele bu derd ile derman ele girmez bu ışk didügün sa'adeti genci ebeddür can vir i gönül ışka ki insan ele girmez ışkı bilenün sen gönül baş ko ayagında her bir hüneri anla ki revhan ele girmez her kim dilese ma'şukıla vuslata irmek ışkdur delili dahı ki bürhan ele girmez hoş gör i gönül bu demi ki demi bu demdür geçer bu ömür dahı bu devran ele girmez mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şöyle kim temiz dirile dirligün ayne'lyakin göre hakk'un varlıgun dire aklun fikrini cem' eyleye ışk yolında sıdkını şem' eyleye ehli ikrar ola inkar kılmaya zühdini özine zünnar kılmaya her ne kim hak'dan gelürse hak bile hak yolına gelse yolıla gele terk ide yanlış hayali saf ola gayrı gide hak ile kendü kala kendü dahı gide bu kez aradan baki kalur hak ebedi cavidan vücudun terk itse hak olur vücud cümle bu kez ana kılurlar sücud cümle varlık anda cem' olur bu kez her ne kim var yakin ırag çok u az cümle alem hükmine ferman olur cümleye cism ü suret ol can olur o ne yaptıysa can olur her sözi gayrı gider vahid olur kendözi muti' olur hükmine ferman olur hakikat hak bilür anı her adem gel gel i gönül ışk beni kendüye kul eyler her ne ki gönül ışk ide külli usul eyler bahtum çeragı yandı sa'adet buyı kıldı şükür ki bu ışk kullıga beni kabul eyler bu ışk i gönül da'ima sıdk ile ki sarar ayruya dirler dirligi ışk kara pul eyler alçak gönülün ışkıla meskeneti artar fodul kişi ışkı dahı biter fodul eyler ahmak kişinün ışkıla ahmaklıgı artar kamil kişinün aklını dahı kamil eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün muti' olur hükmine cümle alem hakikat hak bilür anı her adem her ademün maksudı oldur heman ol kişide kim ola uş bu nişan bu nişanı kimde görse ol kişi her ne işlerse anun hakdur işi işi hakdur dirligi hak kendü hakk hakkı hazır sen anun yüzinde bak cümle mahlukatun oldur devleti ol kişi bilür bu cümle hikmeti ol kişidür canı cümle bendenün zahir ü batını oldur her canun kanda baksan ol görinür her göze hüsni latif olan oldur her yüze her iş içinde heman oldur sebeb zahir ü batın ne kim cümleye bab yirde gökde sermaye oldur heman her kişide oldur ahı ol kalan sırrı ezel ol kişidür ol kişi aslını evvel kişi bilür işi ol kişidür her iş içinde hakim hakk'a baksan heman oldur ol kerim var var i gönül ışkıla feryad ü ah eyle ko yad hayali ışka özini penah eyle gel gel i gönül barnişingamgin olursın canıla bir ol ışkla özini penah eyle bu halkı cihan sana gönül ta'ne ururlar ışkı mahabet ile her yana penah eyle her biri haberi ışkla hemdem olubilmez bil kendüzüni ışkı sen andan tamah eyle ışkdan alemün maksudı gayrı dahı yokdur sen dahı gönül kendüzüne ışkı şah eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür her iş içinde hakim hakk'a baksan heman oldur ol kerim ol kişi sureti dervişdür özi derviş libasunda sırdur kendözi bir fakirdür halk gözünde eşkere veli kan oldur bu cümle gevhere ol kişidür ol ki halkun canıdur ehli dinün kıblesi imanıdur ol kişidür cümle ta'atden murad andan ibaret olupdur her sıfat ol kişidür can içinde söyleyen ilmi marifeti ayan eyleyen kanda gevher dikende gülzar olan akla tedbir lisanda güftar olan nurı basar oldur ahı her göze ol görinür dogru baksan her yüze ol kişidür cümle mahlukun canı heman oldur bu delilün bürhanı ol kişidür ol ki halk ider ana uşbu mel'un bid'atine bak sana esrar yimiş gözi görmez bengidür kimseyi bilmez ki hangi hangidür gel gel i gönül cümle aşıklar seni gözler nice nice bu fikri fesad efsane sözler hak ışkı beni melameti bednam idüpdür sen dahı gönül yarama ekme bari tuzlar bu ışk safadur dirligi ırlayı derleme arif kişiler altuna bakar nice yüzler ışkun mekanı sıdk ile bir arı gönüldür bu ışkı gönül görmeye her biri temizler daglar tutuşa oda yana ışk belasından aşık kişi bu ışkı gönül nicesi gizler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün esrar imiş gözi görmez bengidür kimseyi bilmez ki hangi hangidür şöyle bengidür açamaz gözini ayda bir kez dahı yumaz yüzini bengi olmış cümle cihandan farig bid'atidür din ü imandan farig maksud kaliye pilavdur hoş yiye bengi olan ne gerekse söyleye hakk'ı sevene budur halkun sözi hak görür anı görimez halk gözi halk katunda şöyle hakirdür fakir halk bilimez kim fakirdür gizlü sır zira halkı aldamışdur bu hayal genc ü esbab izz u ni'met milk mal bunlarun bu hayal oldı perdesi işine meşgul olupdur her kişi halkı cihan cümle bu halde varı kendü halünde giriftar her biri zira halkun malıyladur devleti malı olmayanun olmaz izzeti halkı cihanun budur fikri heman evliya halinden işit bir nişan var var i gönül ışkıla işüm aceb oldı yandı yüregüm derd ile bağrum kebab oldı bu halkı cihan bana güler ışk belasından ben kime diyem ışkıla gönül sebeb oldı halüm budur uş ben ne diyem ışka düşelden ar u namusı kodı gönül biedeb oldı tutdı beni bu ışk i gönül kurtulabilmen ayağuma bend boynuma zencir kullab oldı birikdi gönül ışkıla ben hastedil oldum ışkıla gönül arası şöyle hisab oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün halkı cihanun budur fikri heman evliya halinden işid bir nişan evliya cümleye dolu hak bakar zira hak gözinde bu kadar nazar evliyada ol kadim oldı nihan evliyadan sor sorarsan sen nişan evliya bilür ol ebed mülkini evliyadan sor ıragı yakını sor ki heman evliyadur kılaguz evliya bilür nedür yahşı yavuz evliyada cem' olupdur ka'inat doğru bak kim evliyadur her sıfat evliyadur cümle alem defteri evliya bitdi bu kanun gevheri evliyadur kim alem tutdı karar evliyada cem' olupdur ne ki var sırrı ezel ü ebeddür evliya hakikat nurı ahaddur evliya evliyadur maksudı her bendenün vechidür evliya cümle insanun evliya yüzinde hak'ı gör ayan sıdk yolında bu kadar ola nişan gel gel i gönül ömri cavidan ele girdi ya'ni gönül ışka nagah insan ele girdi yanmışdı canum ışk ile gönül belasından şükür ki bari derdüne derman ele girdi bu ışka gönül canıla sen arzu kılurdun oyna başunı ışkıla meydan ele girdi hicran belası ışkıla çün vuslat olupdur şükr it i gönül çünki bu devran ele girdi aşıka bu ışk devleti genci sa'adetdür hoş gör i gönül sermaye dükkan ele girdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün evliya yüzünde hakk'ı gör ayan sıdk yolında bu kadar ola nişan baş göz ile kimsene görmez hak'ı can gözün aç kim ayandur ol baki can göziyle gör cihanı serbeser asl u fer'inden ki oldı her diyar her diyar içinde cümle cism ü can evvel ü ahir mekanı lamekan vahdet ü kesret ki dirler her sıfat can ü canan ab u ateş hak ü bad hoca dükkan ki bu cümle sermaye bir huma kuşudur görinen saye cümle varlık bir vücuddur bir vücud külli eşya küfr ü iman kabe vü pud canun öninde komagıl perdeyi göresün gönlün içinde bu ayı gönlün içinde görine lamekan evvel ü ahir ne kim var dü cihan bir vücudda can bir olur iy habib hazır ol sözün yüzine iy talib bunca hal gönlün içinde gizlene vücudun bu sırra perde yüzlene var var i gönül hayal ü efsaneye kalma ışk gerekise zineti zemaneye kalma ışkıla biliş ta ki gönül şahbaz olasın baykuşdaki bu harab ü viraneye kalma ışka dolaşan ar ü namus perdesin açdı sen dahı gönül namı ko nişaneye kalma aşık olana biganeler ta'ne ururlar sen ışkıla ol nüktei biganeye kalma ışk sermayesi baki olur ziyana varmaz sen ışkı gözet gevheridür laneye kalma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bunca hal gönlün içinde gizlene vücudun bu sırra perde yüzlene sen olasun beratı menşur heman ışkı hakikat hayatı cavidan seni gören ol şahı görmiş ola çün aradan sen gidesün şah kala vücudun içinde şah ola hakim don idine seni giye o kerim ol sana can ola sen ona vücud sana secde kıla cümle ka'be pud sen olasun cümleye maksud heman baki kalasun ebedi cavidan cümle eşya hükmine ferman ola sıfatun hak suretün insan ola suretünde hak görine eşkere hakk'a bakup hak tanıyan gözlere bari külli sen olasın ol kerim oldun ise kendü şehrüne hakim kendözüni bildün ise merdane bite gönül sadefinden dürdane ilmi vahdet sana keşf ola ayan bulına gönlün içinde bahr kan gel gel i gönül ışkıla hoş var ki nasibdür naşi gibi sen yerme bu ışkı ki ayıbdur gice uyuman gündüzin işden avareyem vallah i gönül ışıkıla işüm acayibdür müdde'i sözi nükdesi canum oda yakdı hoş gör i gönül ışkunı derde dayanupdur ger cümle alem agyar ola gönlümi gör kim terk eyleyimez ışkı bu ışkıla habibdür var var i gönül ışk etegin koma elünden yirde halayık gökde melek ışka tapupdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimyayı sa'adet ola her sözün hakk'ı göre nereye baksa gözün sen vücudsun hak sana mevcud ola huyun ahmed makamun mahmud ola ol hak ile birlik ola her işün kanda dirsen tutabilmezsin düşün hak ile vuslat olasın bihicab feth ola sana açıla cümle bab lamekan mülkine yete menzilün hakikate layık ola her halün bihicab vuslat olasın şah ile birlik ola her işün allah ile cismün içinde görine ol cemal ol cemaldür andan irdi külli hal külli sen olasın ol dilber heman sende bite cümle gevher cümle kan gönlüne irse heman devlet bula sıfatun içinde salik zat bula hak gele gönlün içinde sır ola tedbiri korsan işün takdir ola var var i gönül yare sen ağyar gibi bakma her kara taşa incü vü gevher gibi bakma fark idicek ol her kişi ki yirlü yirince her bir cahile ahmed ü haydar gibi bakma bu ışkı gönül sen sana gel din ü iman bil ışkda var ise ikrarun inkar gibi bakma devlet ider ışk gönül ne burçda doğar ise can ile gözet ol ayı bizar gibi bakma can gözile bak ışk yüzine var ise aklun her bir bihabere aklı ebter gibi bakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hak gele gönlün içinde sır ola tedbiri korsan işün takdir ola seni görür her yüze bakan kişi sana irişe kamunun gerdişi cümle hüner sende hatm ola tamam vücudunda mevcud ola her alem zira insan sana didi ol kadir insan isen bu haberi dinle bir bu sözü dinle ki ne yüzden gelür eşkere söz ol nihan sözden gelür can içinde bir kişi vardur cane söyleyen oldur bu sözi lisana fikr idüp bu marifeti söyleyen kan idüp lisanda ayan eyleyen bu vücud mülkinün oldur varlıgı vücudun oldur hayatı dirligi anunıla revnaka geldi vücud cümle gök ehli ana kıldı sücud ol kişidür bu vücudda can olan can içinde sır ile pinhan olan ol kişidür bu vücudun revnakı sahi heman ol bakidür ol baki gel gel i gönül ışk eli kulagumı burdı yakdı cigerüm yüregüm üstinde dağ urdı budur halüm uş ben ne diyem ışkı görelden gönlümi tarac can elini yagma buyurdı bu gönlümi gör hiç bana şefa'ati yokdur ışkı özine sultan idüp kullıga durdı ben halümi gönül belasından ki ayırdum cevr okın atar ışkıla mihnet yayı kurdı bana melamet taşını halk atalı günden gör ki ne kalur bu gönül ışkıla kudurdı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür bu vücudun revnakı sahi heman ol bakidür ol baki anuniçün revnaka geldi cihan zahir ü batın bu cümle cism ü can yirde gökde cümle akıl cümle şey ahiret mülki bikülli bu saray hayr u şer' yakin ırak hakk u batıl cümle varlık ab u kil ü can u dil zatı sıfat ki bu suret var ayan ana ki akl irdi söyledi lisan ana ki bu aklı tedbir irmedi ol gayib nesine gözler görmedi cümle bunlar ki ademdür varlıgı adem'e keşf oldı hakk'un birliği hakk adem donıyla geldi meydana iş hak'undur adem oldı bahane hak ademi yüzine dutdı nikab işi hak işler adem oldı sebeb cümle eşya kim adem'den gayrı var bu ademdür cümlesinden ihtiyar hak adem dilince söyler her sözi eşya çokdur adem'i giydi özi var var i gönül ışka sen yüzün türab eyle ko yat hayali ışkıla işün sevab eyle her bir bihaber sana gelür ışk belasından utangıl ahı sen i gönül bir edeb eyle ger dilerisen ma'şukıla vuslata irmek yüregüni yar ışka cigerün kebab eyle ışk etegini tut gönül kurtul bu hayalden ışkıla da'im işüni ayş ü tarab eyle var var i gönül rahatıla ışk ele girmez derdile biliş ışka sen andan taleb eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hak adem dilince söyler her sözi eşya çokdur ademi giydi özi cümle şeyden bu adem oldı murad adem'i giydi ol ezelde ahad adem ile bile geldi ol kadir bu adem donı içinde oldı sır cümle şeyden bu adem oldı hasıl adem içinde biledür ol delil veli bu ademde dürlü dürlüdür kimi hayvan kimi insan sırlıdur kimisinin sureti insan bigi sıfatında her işi hayvan bigi kiminün sureti benzer ademe kendü bir divdür bu cümle aleme bir kişi var sanasın ki can bigi her nefesi çeşmei hayvan bigi kişi var ki huyını görse adem şad olur kalmaz canında gussa gam kişi var ki şöyle dirilür neccar ömri geçüpdür özinden bihaber bir adem var ki göresin her işi iletür menzile yolda kalmışı gel gel i gönül ışkıla maksud hasıl oldı gönül dilegi ışkidi ışka vasıl oldı gör gör i salik ışkıla bu gönlüm içinde uyandı bu ışk çerağı şem' ü delil oldı keşf oldı bana iki cihanda bu ne ki var andan biri ki ışkıla gönlüm ka'il oldı bu delü gönül ışkıla vuslata irelden gitdi gussam ışkıla varum ki sebil oldı didi ki sakın gönlüme bu ışka dolaşma işi da'ima benüm ile kal ü kil oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir adem var ki göresin bir işi iletür menzile yolda kalmışı bir kişi var suretün düzer heman sıfatı boş batını külli viran kişi var kim söyler olsa her sözi işidenün ruşen olur can gözi bir adem var söyler olsa bir haber insanı kamile virür derdi ser kişi var ki söyler olsa haberi putperest işitse kese zünnarı kişi var ki rahmani sözden yayak fitnelikde şeytana virür sebak kişi var ki vücudı külli şerif her nefesi abı hayvandan latif kişi var ki teni dahı oldı can kişi var ki derdi ser çeker heman bir kişi var kim işin kılmış hasıl kişi var kim ömri geçüpdür zelil kişi var meydan içinde merdane kişi vardur ki tüccardur insana bir kişi var kim göresün cümbişi güli beyabana benzer her işi var var i gönül ışk işi riya degüldür bu ışkı bilen kimsene hercayi degüldür sorma i gönül her ne şey'e ışkı ne bilsün her kişi aşık ışkıla sevdayi degüldür her kimse ki bu ışkı gönül inkar iderse yokdur nasibi devleti hümayi degüldür her kimsene ki ışka gönül sıdk ile bakmaz ezelde anun nasibi atayi degüldür ışkı bilenün teni dahı külli can oldı bu ışk i gönül her ne şeye kolay degüldür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir kişi var ki göresin cümbişi güli beyabana benzer her işi adem içinde adem var ey habib külli nur olur yüzin görse talib bir kişi var kim yüzin görse kişi bitmiş ise yine bozar her işi bir kişi var kim yüzün görmek sevab kişi var kim biedebdür biedeb bu adem içinde vardur ademi cana değer sohbetinün her demi kişi var kim bakırı altun kılur tersaya irişse ehli din kılur bir kişi var kim anun her nefesi işidürse imana gelür asi kişi vardur kim sözüni iy civan işidürse şad kılur cümlei can bu sıfatlar adem içinde olur bu adem halini hayvan ne bilür adem içinde çok olur bu sıfat vardur ademde bunun tek hasiyet sen bu hali ana sor ki yol vara kendüyi hasret içinden kurtara gel gel i gönül ışkıla gönlün safa eyle sabitkadem ol bu yola ahd ü vefa eyle yar yar diye uş hasret ile hastedil oldun derdüne gönül ışkıla gel bir du'a eyle yar gerek ise sana gönül ışk etegin tut bu ham hayal ü sevdayı geç ko veda eyle nazüklik ile ışk işini kimse başarmaz bu ışk yolına varurisen bir yarag eyle hodbinligile ışk kişinün eline girmez meskeneti tut kendüzün ışka otak eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen bu hali ana sor kim yol vara kendüyi hasret içinden kurtara çekmiş ola cümle cihandan elün yol içinde bilmiş ola öz halün müşkilini mürşide sormış ola menziline yol ile varmış ola yire koya mürşid önünde başın mürşide danışa yolda her işin kendüzünden bihude iş kılmaya hak bile mürşidi gayrı bilmeye mürşidi hak hakk'ı mürşidde göre hak yolını sorsa mürşidden sora teslim ola mürşid önünde özi mürşid yüzinde hak'ı göre gözi mürşidini yolda hak bile tamam hakk'ı bilen kılmaya sevdayı ham her hayal gönlünde mekan dutmaya her iş kim hakk'a gerekmez itmeye mürşide kullık ide bir can ile yola varsa yol ile erkan ile söyler olsa sözi özi öz kıla hak yolında ışkı kılaguz kıla var var i gönül ışk idi heman sana maksud bu ışkı nasib virdi ezelde sana ma'bud ışk göziyile bak da göresin lamekanı irmek dilerisen menzile ışk etegin tut gel gel i gönül geç dü cihanda koma ışkı ışk ile sana hasıl ola makamı mahmud nazük diyeler kimse gönül ışkı ne bilsün cevr ü cefa kıl kendüzüne fevti melabud ışk ile bakan gözde gönül yirde hicab yok perde mi olur ışk güneşi yüzüne bulut mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün söyler olsa sözi özi öz kıla hak yolında ışkı kılaguz kıla zerki tezvir ile yola girmeye cehd ide hakk'ı batıla virmeye kendüzün şöyle ki vire mürşide mürşid ola aradan kendi gide kendüzüni mürşide kıble kıla ibadet kılsa ana karşu kıla hak yolında mürşidi bile nasib ta ki kendi mürşid ola iy habib peri perver ola hodru olmaya şekli adem kendüzi div olmaya pişürüp söyleye her bir sözini hak ide mürşid yolında yüzini mürşid ile bile her bir müşkili ta bite gönlünde ma'ni hasılı gözini bakdugı yirden ırmaya gönlüni yanlış hayale virmeye mürşid kullugında er gibi dura dembedem müşkilin mürşide sora mürşid anı perveriş kıla tamam ta ki özi mürşid ola ve'sselam gel gel i gönül neye gerek zerk ü saluslık ışka ibadet eyle gönül ki zevali yok geç ko i gönül sen ki bu akl u bu mecazdan ışk yayı ile at nişana doğru vara ok sen ışkı gözet çün nasibün ışkdur ezelden ömrün hasılın hiç yire harc eylemegil çok vallah i gönül senün ile ışk belasından namusunı kaybetme bari bu ışka çare yok bu ışk yolına kurban olursan sa'adetdür çünki buyımış takdirde ezeldeki buyruk mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün mürşid anı perveriş kıla tamam ta ki özi mürşid ola ve'sselam cehlile varmaya allah yolını mürşide tapşura her bir halini mürşid ana bildüre kendüzini ayinesün sile aça gözini ma'rifet bildüre ana ilmile içüre her dem nefesi hilm ile anlada aslını her bir haberün kıymetün bildüre cümle gevherün varlıgundan mürşid öninde geçe mürşid anun ışkıla gözün aça çünki mürşid ile vara bu yolı hak yolına layık ola her hali açıla gözi göre kendü halin bunda kandan gelmiş anlaya yolın şol kadar kullık ide kim mürşide külli perde gözi önünden gide bir nazarda göre cümle alemi mürşid ola her nefesi her demi kalmaya kendü halinde müşkili bu kez anda söyleye mürşid dili mefulü var var i gönül ışk gözine perde hicab yok zira ki bu ışk hakk nurıdur ışka aceb yok candur satılan da'ima bu ışk bazarında bir anla ki bak sen i gönül akla hisab yok ışk gerekise yine heman ışk etegin dut ışkdur sebebi ışk yolına dahı sebeb yok ışk kimde ise nişanı bu melamet eyler ışk gelene nişan arada meşreb edeb yok ışk gerek ise yüzüni ışka türab eyle nazı ko i sen külli gönül naza itab yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kalmaya kendü halinde müşkili bu kez anda söylene mürşid dili mürşid anun şehri içinde dola kendü gide aradan mürşid kala külli mürşid ola heman kendüzi ölüye yetse diri kıla sözi çünki mürşid kendi ola ol kişi menzile yetürür yolda kalmışı teni de can canı külli nur ola içi daşı ışk ile ma'mur ola kanda baksa hakk'ı göre gözleri can ola ulu kişiye sözleri tutiya ol'ayag tozı gözlere şerm ola kendü edeblü yüzlere kıymeti kan gönlü içinde bite kendü ma'den ola ilm ü hikmete bu sıfatlar kim size virdüm nişan ol dahı bu adem içinde heman halk içindedür bu halk görmez anı şöyle geçer halk içinde pinhani bilmezler o karışupdur halk ile eri heman yine meger er bile gel gel i gönül ışkıla serkeş mi olursın ahdün canı ger bivefa kılmış mı olursın sakla namusın ışk eline virme gönül sen serde melamet bineva kallaş mı olursın sen bir zahidi ra'na kişi kendü halünde ışkıla dolaşup eyleşür faş mı olursın gel gel i gönül da'ima bu ışk belasından her bir naşiye yağmayı tıraş mı olursın devşür ögüni ışkıla sen serbeser eyle bu mihnete sen da'ima tutaş mı olursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bilemezler karışupdur halk ile eri heman yine meger er bile zira veli halk içinde gizlidür halka hakir veli hakk'a yüzlidür hakk'ıla vuslat olupdur bihicab görmedi ki halk anı budur sebeb hak anı giyüp gelüpdür ezeli ol kişidür tanrı'nun kudret eli anunıla işlenür hakk'un işi evvel ahir ol kişidür ol kişi ol kişinün nişanı bu eşkere hakir ü fakir görinür gözlere ol kişidür cümle alemden murad anda mevcud külli sıfat cümle zat hemdem olmış ol kişi sultan ile cümle alem ana müştak can ile cümle şeyin maksudı oldur heman ol kişidür hep nişanı binişan halk içinde şöyle pinhan ol kişi kimse bilmez ki nedür anun işi halk katında gedayı dervişdür ol velikin cümle alemde pişdir ol var var i gönül sen nigahı ışka dolaşdun beni melamet idübeni perdeyi aşdun şehr ehli kamu sana gönül ta'ne ururlar ışkı göreli zühdi unutdun yolı şaşdun kanı i gönül ibadetün tesbih ü zikrün unutdun ahı ışkıla sen neye sataşdun melamet olan ışkıla bu alem içinde suçum ne gönül benümile nişi savaşdun namusumı ben saklar iken kendü elümde ışkıla gönül kınanuban taşraya düşdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün halk katında gedayı dervişdür ol veli ki cümle alemde pişdür ol zira halkun bu suretdür maksudı maksudı ne ise oldur ma'budı hakk'ı seven surete kalmaz geçer anun adı anun içün oldı er bu suret tertibine yokdur sebat baki degül ab u ateş hak ü bad ol ki bu surete baglar gönlüni kimdür anun zatı sıdkı yakini hem kimün kim ikrarı dürüst ola ol hak'a vara anunla dost ola hakk'a vuslat ola hicran kalmaya göz göre nesine pinhan kalmaya zahir ü batun ana ruşen ola sayesinde yer ü gök pinhan ola hak anun yüzinde şöyle eşkere görinür sıdk ile bakan gözlere velayeti cümle alemi duta sıdk içünde himmeti arşdan yüce ten ü canı külli yeksan nur ola nur içinde kendüzi ma'mur ola gel gel i gönül ışk odıla külli kül oldum şöyle yanaram sanasın şemi delil oldum gitdüm aradan nam ü nişan kalmadı hergiz tükendi vücud ışkıla andan hasıl oldum aklum var idi öz işümi yahşı bilürdüm ışk oldı işüm gitdi akıl kem'akıl oldum halüm göreli halkı cihan beni esirger düşdüm ayağa ışkıla külli sebil oldum ben sultan idüm öz halüme kendü işümde ışkı göreli sıdk ile ben ışka kul oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ten ü can yine külli yeksan ola nur içünde kendüzi ma'mur ola nazarı nur kıla külli zulmeti saltanat mülkine yete devleti uyana bahtı çeragı nur gibi dahı ene'lhak ola mansur gibi hak'la kendü arasında bir hicab kalmaya vallahu'lalem bi'ssevab hakk'ı kendü gönli içinde göre kendüzi gide yerinde hak dura hakikat bahri canında cuş kıla gözlerün her dem didare duş kıla kendü gitse hem yerinde hak kalur bu kez ana can gönül müştak olur görinür anun yüzinde hak nurı yazılur ana müsellem menşurı şöyle kim elif bigi müfred olur suret ü sıfatı kalmaz zat olur mir'at olur cemali cümle yüze kendü nurı basar olur her göze tutiya yetse ayagı tozına nur virür ama kişinün gözine gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamilisen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ki ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tutiya yetse ayagı tozına nur virür ama kişinün gözine kalmaya hiç gözi önünde hicab görine ana aca'ibü'laceb gözine görine nagah bir mekan ol mekan ki anda biter cümle can ol mekanda göre bir özge cemal dahı bir ayruksı düzgün özge hal nagehan bir yüz göre kim gözlere söylese külli ol ola sözlere şol mekan ki mustafa n'itdi ana aklum erdigin nişan virem sana ol mekanda bu cihan tertibleri hergiz ol mekanda olmaz eseri yokdur ol mekanda hergiz bu alem sal u hefte mah u hurşid subh ü şam rahat ü zahmet ırak yakın dimek put u ka'be hali küfr ü din dimek zikr ü tesbih bu kıyam ü bu salat hergiz anda yok bunun tek hikayet müzdi yazık bu tamu uçmag dimek islam u tersa batıl u hak dimek gel gel i gönül din ü imandan bezer oldun ışkı göreli rahatı candan bezer oldun girü mi kodun meyiçün seccadeyi n'itdün ışk oldı başun nam ü nişandan bezer oldun ışkı göreli sen i gönül üsdüne bakdum dünya ahiret kan u mekandan bezer oldum sevdayı cihan kılma gönül külli yalandur çin olur işün çünki yalandan bezer oldum bir dükkandur sana gönül bu secde vü tesbih ışkı göreli ben bu dükandan bezer oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün müzdi yazık bu tamu uçmag dimek islam u tersa batıl u hak dimek dogmak ölmek sayrulık sagluk bu hal yokdur ol mekanda hergiz bu hayal yad ü biliş kavm ü kardaş ne dimek bu kutı layemut etmek aş dimek bu sıfatlar dost ü düşman yad biliş nur u zulmet ıssı sovık yaz u kış şakird ü üstad mürid ü pir dimek yahşı yaman tedbir ü takdir dimek ol zamanda hergiz olmaz bu hayal külli varlık bir vücuddur bir cemal bu sureti nakşı vücud tertibi akl u gönül can ü sünük et deri veli nebi akıl ü cahil dimek yol ü menzil zulmet ü delil dimek bu haberler bu cihan sözleridür lamekan mülki bu sözden beridür can içünden gider anun menzili anda bitüpdür can oldur can ili ol mekandan zahir oldı bu alem bu alemde her ne ki vardur tamam var var i gönül ışka yakın bakma ırakdan ışk yasağına boynunı sun kaçma yasakdan var ışk geldi başa i gönül ışkıla hoş gör senün nasibün ışkimiş çün ezeli hakk'dan senün dilegün ışkidi çün elüne girdi dahı ne işün var i gönül karadan akdan bin riya ta'at olsa ki bir derd ü belayla saluslıgı ko gel i gönül geç bu durakdan ışk gerekise cümle cihandan güzar eyle ta geçmeyesin ne fa'ide cüzi konakdan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol mekandan zahir oldı bu alem bu alemde her ne ki vardur tamam bu mekan ki cism ü suretdür adı lamekan mülkinde olur üstadı bu hayali cismi suret bende var ol şah elinde bitüpdür cümle kar bu suretler kim görinür eşkere cismi ayan can görinmez gözlere candur ahı surete perde çeken özi pinhan perde ardundan bakan her ki ışk göziyle bakdı didara cism içinde canı gördi eşkere can padişahdur yüzinde ten nikab nikab içinde ayandur afitab ışk gözinde perde hicab olmaya yakın ırak hayali hab olmaya her kim ışk göziyle bakdı gördi ol ten içinden cana dogru vardı yol nice kim diri tutupdur teni can canı dahı ol padişah hemcinan birbiriyle ulaşık bu silsile can u canan bu ten içinde bile gel gel i gönül nurı iman sende bulındı revnakı cihan maksudı can sende bulındı bu ışkı mecaz her kişide hal ü halince ışkı hakikat yine heman sende bulındı ahmed söziyle va'di ebed sende nihandur. ol sırrı ezel kan u mekan sende bulındı sen kendüzüne gel i gönül her yana gezme bu şahidi gayb sırrı nihan sende bulındı bu ışkı sebeb eyleyen i sıdk ile bakdum ol binişane nam ü nişan sende bulındı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün biri biriyle ulaşık silsile can u canan bu ten içinde bile ten ü can u canan dirler bu kelam üçi bir vücuddur adı bir adem ol adem ki adı ahmeddür anun aslı oldur her vücudun her canun yirde gökde cümle ukul cümle şey mustafa nurı katında bir geday yaradılmış her ne kim vardur safa cümle nurı mustafa'dur mustafa mustafa nurından aydın ay gün çerhi gerdun anun ışkından cünun iki cihandan heman oldur murad ol nurıla ayan oldı her sıfat cümlenün ol nurdur aslı menba'ı külli oldur gayrı yokdur bir dahı ol nur ile mevcud olmış her alem arş ü ferş ü yir ü gök levh ü kalem dört anasır şeş cihetdür ol vücud cümle anda bile mevcud ka'be put cümle şey'in ma'deni oldur human anunıla zeyn olupdur dü cihan var var i gönül hazer it agyar belasından razunı sakın her ki naşi kabilesinden dünya malına mustafa murdar didi hoca sakın i gönül cife vü murdar belasından terk it bari bu ışkı gönül giç ko bu halden her bir bihaber bigane inkar belasından bu ışk yolına giden i kim şeytanı mutlak hak saklaya bu hased ü pindar belasından ışk gerekise ışkıla kullığı çın eyle sakın i gönül beyhude güftar belasından mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle şey'in ma'deni oldur heman anunıla zeyn olupdur dü cihan cümle vücudlar sadefdür ol güher cümlesi kın bilgi oldı zülfikar yirde gökde nakdi oldur cümlenün sureti ma'nisi oldur sultanun sultanun ol hemdemidür hemrazı sultanun anun katında her sözi sultan andan ayru degül bir nefes oldur ahı sultan giydügi libas her kim ister sultan andan kim sora sarraf olan kanı ma'denden sora hakikat bahrı sa'adet cevheri cümle bu halkı cihanun bihteri ol ebed mülkinde dogan afitab evvel ahir cümle söylenen hitab gökde ahmed yirde muhammed adı cennet ehli adına kasım didi tahtı sera'da adı mahmud anun kıblesidür ol bu cümle insanun ol habibu'llah adı hayrü'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var gel gel i gönül başuma bu ışk yine geldi bu derd ile uş tutdı cigerüm yana geldi bunca nasibi gönlüme hiç fa'ide kılmaz baş aşdı bugün ışkıla bu meydana geldi kuşanmış idi beline tersa bigi zünnar ışka ireli barışı gör imana geldi sarraflık idüp incüfüruş olalı aklum gönlüm sadefi içinde ışk dürdane geldi geçmişdi gönül külli cihan sevdalarından ışkı göreli gör ki nice kovana geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol habibu'llah adı hayru'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var sen bu sırrı ol kişiye sor kim ol mustafa sırrına akıl buldı yol mustafa'nun anladı her halini sıdk içinde gördi herbir yolını şeri'at şartını hem keşf eyledi tarikat yolına girdi söyledi hakikat ne dimek olur bildi çün ma'rifeti günbegün oldı fünun şeri'at hali budur kim bir kişi şartı kanun ile kıla her işi öz canına her neyi kılsa kabul cümleye de hem anı isdeye ol günde beş vakt namaza hazır ola hak ne kim virse ona şakir ola uşda budur şeriat şartı heman tarikatdan dahı işit bir nişan tarikat oldur ki dünyadan geçe hak yolında sıdk ile gözin aça şerik olmaya bu tanrı mülkine sinesinde kalmaya kibr ü kine var var i gönül ışkıla sen arbede kılma dek dur i gönül özüne kavga peyda kılma bu ışk huyını eyle şere melamet itdi getür bari gönül dahı beni şeyda kılma dolaşma gönül ışka ki başa varımazsın öz elünle kendüni başuna şeyda kılma bir dem bana yar bir sa'at ışka muhib olmak bu fitneleri bari gönül yarbana kılma ışkıla gönül çünki bari birliğe bitdün cefanı bana meyl ü vefanı yada kılma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şerik olmaya bu tanrı mülkine sinesinde kalmaya kibr ü kine ibret göre kanda baksa gözleri söyleyecek hikmet ola sözleri sag mürebbiye yetüre özini sag mürebbi aça anun gözini gözi açıla göre ki ol kişi asl u fer'inden kim oldı her işi bu kez ol gözler hakikat menzilün gönül içinde bulur bu can elün hakikat hak bu kez ana keşf olur hakk'ı ayan gönli içinde bulur hallolur katında cümle müşkilat şeri tarik hakikat her bir sıfat bu sıfat kim usda söyledi lisan bu kim eşkere görinür cism ü can bu hasıllar kendü şehrinde biter ol ki yolda sag mürebbiye yeter zahir ü batın ana ruşen olur cismi kalmaz kendü külli can olur bu sıfatlar kim nişan virdüm size can gözi görür görinmez her göze gel gel i gönül elüni çek cümle cihandan ışk gerek ise feragat ol sud u ziyandan ışka düşeli derd ile bağrum başı artdı asla uyumaz oldı gönül ah ü figandan külli bu cihan müdde'idür yar ele girmez sakın i gönül sırrunı faş itme lisandan maksud sana çün ışk idi maksud hasıl oldı dahı ne işün var i gönül karadan akdan ışkı hakikat sana gönül gevheri kandur behremend göresin i gönül gevheri kandan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu sıfatlar kim nişan virdüm size can gözi görür görinmez her göze bu ne dimekdür ne bilsün her naşi aslını bilene sorun her işi evde geçen sırrı ne bilsün çoban sultanun yerin tutamaz pasban ata arpa sığıra saman gerek hayvanun budur ademe nan gerek gıdasın bilmek hoş olur her kuşun lokması şeker degüldür baykuşun eşegün boynına dakma incüyi insanun insan gerekdür her huyı kiçe dimek atlasa usul degül balı neft kabına koymak yol degül her kara taş la'l ü mercan olmaya gevhere taş dimek erkan olmaya aşina olmaya koyun kurd ile nitekim türkman barışmaz kürd ile devenün nesine gerekdür hamam her işün özge hali var iy adem tanbura sazına dana oynamaz kerkes ile hemnişin olmaya baz var var i gönül ışıkıla bagrum delinüpdür andan berü ki bu gönül ışka alınupdur faş oldı gözüm ile sera külli bilindi aduma zira tablı melamet çalınupdur egerçi bu ışkı razı faş eyledi serde veli ki bu can aynası gör ne silinüpdür cevr ü cefa çün haşa ki yüzüm döne ışkdan meger ki benüm devletüm ayı dolınupdur her bir naşinün sözile kaçan korum ışkı bu ışk yolına saç u sakalum yolınupdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tambura sazına dana oynamaz kerkes ile hemnişin olmaya baz aşina olmaya ışka her adem ne bilür leklek ki nedür hub makam akılun işin ne bilsün divane sirkeyi sirkefüruşdan sor yine fariktedür gülbeşekerden eşek bala katran tutiya sıgmaz nemek ne işü vardur bazarda dilkünün lezzetin bilene sorun her hunun köre tutiya kele satma tarak arif isen sen işün üstüne bak eve geldün ise duhul çalmagıl yola diken helvaya tuz salmagıl karga bülbül saksagan baz olmaya şahbazun harifi kerkes olmaya çeng ü kanun çalabilmeye öküz gözlüye kör kaçan ola kılaguz taş atana çölmeği tutma siper anlaya halin ki anun aklı var kimyayı sa'adet olmaz her türab her işün içinde vardur bir sebep gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür bu ilmi ledün didügün ışkdan ibaretdür cümle alemi ki anlayu bak revnakdur ışk ışkla cihanı gör ki ne kaim imaretdür bu cümle cihan olmagına ışk sebeb oldı her eşya ki var ışkıla cünbiş hareketdür her ne kelecün var ise bu ışkıla söyle ışk sözi haber söyleme külli fişaretdür bu ışkdan olan derdi gönül tabibe sorma ışk derdlüsine yine heman ışk kefaretdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimyayı sa'adet olmaz her türab her işün içinde vardur bir sebep aşı pişürmege havuç tuz gerek her işün önince kılaguz gerek sag kişiyle menzile yetmez bimar ne bile ilahi sırrı her hımar saga ni'met hastaya turşu gerek ol ki ölmişdür ona ne bu gerek zerre içinde nihan olmaz güneş ayaga ayak dimişler başa baş gülün aslıdur diken andan biter gül diken aslıdur bir kandan biter nura bak kim zulmet içinde ayan zulmeti gör kim nur olmış her mekan dert arasında gözetgil dermanı küfr içinde bile iste imanı yahşıyıla bile gelmişdür yaman yaman içinde biledür yahşi can bir vücudda biledür ayb ü hüner perdedür biri birine ne ki var su biledür suyı göremez balık ten canı görmeg muhaldur iy aşık var var i gönül ışk güneşinde hicab olmaz ışka dolaşan melamet olsa aceb olmaz cümle cihanun bünyadı çün ışkıla oldı ışkıla olan imaret hergiz harab olmaz ışka dolaşan kişi da'im ma'şukı gözler agyar cefası erde ki hergiz hisab olmaz gel gel i gönül anlayı bak iki cihanda bu ışk odıla yanana hergiz azab olmaz aşık mı olur ol ki gönül ışk belasından bu ışk odına cigerüm her dem kebab olmaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün su biledür suyu göremez balık ten canı görmek muhaldür iy aşık her kafaya bak ki biledür yüzi güneşin katında iste yılduzı mevce bak kim yine denizden biter biri birine ulaşık huşk u ter cümle alem bir vücuddur bir vücud kem ü piş ü küfr ü iman ka'be büd dogrı yol oldı sıratu'lmüstakim tabi' oldı cennete narı cahim yar ü agyar bu hayaller küfr ü din birlige batdı yakin oldı yakin zerreyile birlige batdı güneş gevheriyle nice döndi kara taş kemligi kalmadı günden zerrenün derya gizledi içünden katrenün bahri payan görindi her bir çaker matluba maksuda yetdi her sefer bir yüz oldı kanda baksan cümle şey zahir ü batın bir oldı mürd ü hayy yine heman evde bulındı deve kanda baksan düpdüz oldı dağ ova gel gel i gönül ışkıla vuslat taleb eyle geçer bu ömür dünyada bir ad taleb eyle oynat başunı ışkıla bu meydan içinde sen bilmez isen yürü bir üstad taleb eyle bu yolda cana kalma ki ta ışkı bulasın ışkı bulıcak sıdk ile himmet taleb eyle ışk hazinendür çünki gönül canda bulındı bu hazineden gevheri vahdet taleb eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine heman evde bulındı deve kanda baksan düpdüz oldı dağ ova fitnesün külli unıtdı şeyatin gayrı kalmadı tüze duzla emin cümle gözden gitti hicab perdesi hak bilindi imana geldi asi her neye baksan görinen vechi hak vuslat irişdi visal döndi firak zerk ü tezvirün dürildi defteri her dilün hak oldı sözi haberi külli bir can bir vücud oldı alem elif oldı lamelifden gitti lam cümle eşya mir'at oldı şöyle saf simurg ile bunda geldi kuhı kaf zerre içinde nihan oldı güneş ol ki nihan olmışidi oldı faş mülki vahdet eşkere oldı tamam hakikat sırrunı bildi her adem cümleye çünki hak oldı destgir sa'adet gencini buldı her fakir cümle birlikde gani oldı ukul birlik içinde ne sag kaldı ne sol var var i gönülcevr ü cefa canuma yetdi bu ışk kala ar u namusum bile ki gitdi yandı cigerüm derd ile elüm işe varmaz canumda bu ışk hayali çün kaynadı bitdi ışk beni oda yakdı bu gönül belasından idem der idi bana gönül didügin itdi ben bir fakirem ışkı gönül saklayu bilmen faş oldı razum halkı cihan külli üşüşdi diler bu gönül feryad ide diye ene'l hakk didüm ki sabur eyle gönül sekitti gitti mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle birlikden gani oldı ukul birlik içinde ne sag kaldı ne sol zerre güneş yegane oldı heman edeb kaim ü muhkem ü cavidan zann u gümanun yel aldı hırmanun hakikat bozdı ikilik bustanun külli iman oldı güman kalmadı kamile irişdi noksan kalmadı inkar ehli sıdkını kıldı safa yüz görindi aradan gitdi kafa evvel ü ahir her ne var dünyada buna delildür görinür ortada dört anasır şeş cihet ki var ayan cümle varlık bu mekanı lamekan bu suretler zahir ü batın dimek ikrar u inkarı din bu ne dimek heft ü eyyam ruzı gari mah u sal külli tertib ilm ü' amel güft ü kal yedi kat yir yedi kat gök ruz ü sal biş ü kem ü ham u puhte had u hab cümlesin sen bir elif bil iy talib budur uş virdügi nişan iy habib gel gel i gönül ışkıla bednam niçün oldun sen akıl idün divane sersem niçün oldun ışka dolaş iy kişi gönül geşdi namusdan arun varıdı ışkıla hemdem niçün oldun her bir müdde'i söz içün kaçan kuram ışkı bu ışkıla sen puhte iken ham niçün oldun bu ışkı koma değme bir hayvan belasından pes sen i gönül sureti adem niçün oldun henüz dahı sen ışkıla aşina degülsin ben ışkıla sen ruzgarı eyyam niçün oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümlesin sen bir elif bil iy talib budur uş virdügi nişan iy habib yol erisün uşda budur yol sözi yol eri olanlar bilür yol sözi ol ki senden peş irüpdür menzile sen bu yolı ana sor andan dile yolı gözle sahraya düşme nagah ta ki yolda destgir ola o şah gönlüni her bir hayale baglama denizi sen katre bigi çaglama himmetünce söyle her bir sözüni çaglayup vargıl yola kendözüni hünerin var ise gelgil meydana yohsa git derdi ser olma insana gönlüni yanlış hayalden eyle saf söyleme beyhude sözi kılma laf söylerisen yahşısın söyle sözün ta ki sa'id ola burcun yılduzun hasud olma delilün ahmed ise yohsa dönme gönlün andan yad ise yürü var kendü halünden vakıf ol cümle ilmün aslı budur arif ol var var i gönül ışk olana gussa vü gam yok ışk olmaduğı kişide hiç dem ü kadem yok her bir kişinün başına bu ışk bela atdı bir anlayı bak dünyada hiç suzsuz adem yok ışk oldı sebep mansur bigi halk oda yandı her ne dir ise dünyada bu ışka kalem yok ar u namusı kodı gönül melamet oldı divane gibi ışkıla hiç sabr u varum yok maksudı budur gönlümün ışka vasıl olmaya budur dileği gönlümün hiç nesneden kem yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yürü var kendü halünden vakıf ol cümle ilmün aslı budur arif ol kendözüni bil budur menzil heman ta bite gönlün içinde bahri kan arif isen derde vir dermanunı ta ki müşerref idesün canunı kem akıldan sorma kendü işüni başunı bilene tapşur başunı sen bu sırrı ana sor erkan bile insanı cümle aleme can bile öz halüni ol kişiye sor kim ol fark ola anun katında sag u sol yolı koyup yaban düşme sakın hakk'ı koyup yabana düşme sakın ömrüni hiç yire puç eylemegil kendözünden ulu söz söylemegil nerdesün anlayıver sen menzilün sana diger sözi söylesün dilün menzile varmak dilersen yatma dur geç bu efsane hayalden terkin ur sana henuz öz halün oldı hicab bu hal ile menzile yetmek aceb gel gel i gönül ışkı bilen külli can oldı her işüm ışkıla gör ki birden insan oldı bu ışkıla ben bilişeli mertebe buldum küfrüm dahı bu ışkıla nurı iman oldı ışk bana delil olalı ben vuslata irdüm ömrün hasılı gör ki nice cavidan oldı ışk oldı varum külli bu vücudum içinde her lahza gelüp dilüme ışk tercüman oldı ışkdur da'ima dolu bu gönlüm sarayında canumda biter ışkıla gevheri kan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sana henuz öz halün oldı hicab bu hal ile menzile yetmek aceb yatma ki menzile yetdi yoldaşun nice uykudur ahı kaldur başun başunı kaldur gözün aç ürpedür gaflet ile hiç yire geçdi ömür zihayıf kim bilmedün insanı sen ten duzagına bırakdun canı sen nefs elinde şöyle kalmışsun yesir gözüne zerrece gelmez er ü pir aklunı ugurlamışdur bu hayal ziyneti dünya dilerüm zülfi hal bu hevesler gönlüne dalmış tamam yad hayal beyhude söz gussa vü gam bundan özge nesine sıgmaz dahı gönlüne bu sevda dalmış iy ahı kanı sen bu ten yog iken can idün kul degüldün ibtida sultan idün nur idi zahir degüldi bu suret bu suret ile yapışdı bu kıllet bu teni giyelden oldun bende sen düşdügün bu sebeb oldı bende sen var var igönül gizlü razumı açar oldum ışk geldi başa sabr idemezem naçar oldum tablı melamet çalduğumı halk kamu bildi ışk aldı başum ar u namusdan geçer oldum külli beşaret oldı canum ışk safasından bu ışk nurıla hakk'ı batıldan seçer oldum ışkıla canum bilişeli mertebeme bak her nefesile dürr ü cevahir saçar oldum ışkıla gönül çün bihicab vuslat olaldan arife kulum naşi kişiden kaçar oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu teni giyelden oldun bende sen düşdügün bu sebeb oldı bende sen sultan ile bile vuslatda idün şöyle tenha yekta vahdetde idün can idün ol dem yogidi bu tenün lamekan mülkinde idi seyranun dahı henuz perde degüldi suret yogidi tenün can idün pes azat bir ile birlikde idün yegane yogidi henuz bu suret bahane seni don idindi giydi ol gani gelmedün bu mülke kıla seyranı senün ile bile geldi ol kadir oldur ahı sana her dem destgir oldur ahı seni her dem saklayan uyur iken uyanıkken bekleyen gice gündüz hemdemün oldur bile ol senünle silsiledür silsile sen henüz giymezden öndin bu teni perde yogidi görürdün sultanı külli sendün varlıgun oldur heman andan ayru diri olmaz ten ü can gel gel i gönül ışk denizinde yüzer oldum ışkı göreli külli cihandan bezer oldum bu ışkıla ben bilişeli bahdum uyandı sarraflık idüp incü vü gevher dizer oldum genc ü hazine oldı gönül ışkı bulaldan bu hazineyi gönlüm içinde sezer oldum gevheri tanır oldı gönül ışkı bulaldan dürdane içün bahrii muhiti süzer oldum gel gel berü iy talib olan sözümi dinle aşıklar içün ışkıla şekker ezer oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli senün varlıgun oldur heman andan ayru diri olmaz ten ü can aklun içinde odur fikr eyleyen dile gönlünden bu sözi söyleyen oldur iy kim nur olmış bu gözüne hüsn ü revnak oldur ahı yüzüne senden ol ayru degüldür bir nefes mesela ol bir tutidür sen kafes külli oldur sen bahanedür ana sermaye dükkan olupdur ol sana bari ol genci kadimdür sen viran sende ol binişan olmış sen nişan o hümadur gölgesi sensün anun sen nikabısun yüzünde sultanun seni giydi sultanun sensün donı seniniçün düzdi cümle düzgüni senün ile bile geldi bunda şah ol şadilıkdan olursun sen ferah sende oldur hareket cünbiş kılan sen aletsün ana oldur iş kılan külli endamunda oldur varlıgun anun iledür hayatun dirligün var var i gönül dünya ahiret ne dimekdür bu ışk didügün ya'ni ki murad ne dimekdür çünki başuna geldi nagah sevdası ışkun bıllah iy gönül ar ü namus adı ne dimekdür çün ışkıla sen aşinasın sabr ile depren sırrun faş idüp feryad u feryad ne dimekdür bir lahza zahidzühdi ta'at bir dem aşıksın yegrek olugör uş bu hareket ne dimekdür sabr ü tahamül kılmak içün cevrine ışkun katunda gönül ahını pulad ne dimekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle hal içinde heman ol gafur cümle anun zerresidür nar ü nur ol denizdür cümle gark olmış ana dahı kim vardur ki diyem ben sana gel gel i gönül ışk ehline namus ü ar yok her gönüle ki ışk dola hiç sabr u karar yok gark eyledi bu ışk denizi alemi yeksan her kim düşe bu bahra gönül dahı kenar yok çün gitdi hicab aradan vuslat taleb eyle ışk ile gönül ayinesinde çün gubar yok eger dilesen ma'şukıla vuslata irmek ışkdur sebebi dahı ona fethi zafer yok faş oldı nagah sırrı gönül ışk bazarında gönlümde benüm gayrı dahı sevdaya yir yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol denizdür cümle gark olmış ana dahı kim vardur ki diyem ben sana iy talib sen müstemi' ol bu söze özüni bil ki su mısın ya göze özüni bil kul mısun sultan mısun yohsa heman söyle sergerdan mısun aklunı dir kendözüne bir yaren ne kişidür gözün içinde gören kulagunda kim ol sözi dinleyen her sözi aklun içinde anlayan var var i gönül dünya ahiret ne dimekdür bu ışk didügün ya'ni ki murad ne dimekdür çünki başuna geldi nagah sevdası ışkun belle gönül ar ü namus adı ne dimekdür çün ışkıla sen aşinasın sabr ile depren sırrun faş idüp feryadı feryaz ne dimekdür bir lahza zahidzühdi ta'at bir dem aşıksın yegrek olugör uş bu hareket ne dimekdür sabr ü tahamül kılmak içün cevrine ışkun katunda gönül ahını pulad ne dimekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli endamunda oldur varlıgun anuniledür hayatun dirligün sen suretsin sende oldur külli hal vücudun dobdolı oldur malamal zahir ü batın bikülli ol heman gayrı nesine yok hicab cism ü can her cihet kim anı göz görmiş ola her hayal kim ana akl irmiş ola aslı fer'i cümle birdür cümle bir cümle suretde görinen ol kadir cümle dükkanlarda oldur sermaye cümle başu ol salupdur sevdaya kanda baksan anı görür cümle göz hüsn ü revnak andan olmış cümle yüz cümle gönüllerde oldur fikr iden heman oldur ahı cümle can ü ten heman oldur cümle canlarda hayat veli kim cümle alemden ol azat elüne iş buyuruban işleden ayagunda seni yola başladan külli anda bunda nedür varlıgun senüniledür hayatun dirligün sen özün bir kimse misin başuna yohsa şerik kimse var mı işüne neyidün gelmezden öndin bu tona bu tona gelmekde n'oldı bahane bana di kim zerre misün ya güneş nakş mısun halüni söyle ya nakkaş külli halde bile ulaşık mısun yohsa sensin cümleden farig misün var var i gönül ışk odıla canumı yakma namus şişesin taşa çalup taşra bırakma ezelde gönül çünki sana ışk nasib oldı bu sırrı sakın zinhar i her naşiye çakma ışkla henüz aşinalık eyleyimez misin aşıklık adun bari gönül özgeye bakma arsuz idi halk ışka çü ta'ne taşın atdı her naşi gibi sende gönül başuma kakma hercayilığı koy ahı gel ışkıla hur var her ne ki bu göz göre gönül sen ona çakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli halde bile ulaşık mısun yohsa sensin cümleden farig misün yohsa sen bensin o mıdur külli hal bu heman hümada biten perr ü bal yohsa hiç senlik arada yok mıdur zahir ü batın bikülli hak mıdur gel beri halleyle uş bu müşkili bana söyle bilürisen bu dili bu işaret ne dimekdür iy veli bu halin nedür ahir ü evveli cümle varlık dahı henüz olmadın bu kamu eşya vücuda gelmedin hitab olmazdan ilerü kaf ü nun gerdişe gelmezden öndin ay ü gün dahı bu ahter kevakib yok iken arayiş olmazdan öndin bu dükan cümle varlık noktada pinhan iken dahı henuz katreler umman iken aşikar olmazdan öndin ol güher yogiken bu cümle tertib bahr u ber dahı ne evvel var idi ne ahir özi kanda durmuşidi ol kadir gel gel i gönül tesbih ü seccade gerekmez saluslıgı zerk ü riya arada gerekmez mesti laya'kıl itdi beni ışkı hakikat bu ışkıla mest olana hiç bade gerekmez aşıklara halk ta'ne urur ışk sebebinden sabret i gönül arada arbede gerekmez aşıklara bak ışkıla meydanda süvardur atlan i gönül ışk eri piyade gerekmez mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün dahı ne evvel var idi ne ahir özi kanda durmuşidi ol kadir nerede olurdı suret yok iken tertib olmazdan ilerü can ü ten ne idi tanı özi kanda idi mekanı yok pes ne mekanda idi söyle bu hali bilürsen hal dilün hal ide görgil olalı müşkilin ol kadimden bize virgil bir nişan perveriş olsun bu sözden aklı can bu cevabı tutalum senden sevab bu ne ilm ü bu ne hikmet bu ne bab ol kadim sultan ki vardur bizeval kanda olurdı yok iken külli hal şindi anun nerededür meskeni haberi çın şöyle dime insani insani dimege insan bendedür şindi ol özi mücerred kandadur yohsa özi sureti insan mıdur ya hu cümle eşyada pinhan mıdur ya hu külli ol mıdur her ne ki var bize müşkili hallide ihtiyar var var i gönül ışkıla gönlüm latif oldı ışka düşeli gör ki nicesi arif oldı tevhid yazılur da'ima gönlüm varakında zira ki bana ışkı hakikat harif oldı kalmadı hicab perde bu gözüm nazarında ışka düşeli cümle alemden vakıf oldı hayvan ne bilür ışkı gönül hayvana sorma insan dahı bu ışk sebebinden şerif oldı ışkı hakikat kimdeyise nişanı oldur terk etdi kamu sevdayı şöyle elif oldı. mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ya hu külli ol mıdur her ne ki var bize müşkili hallide ihtiyar söyle di kim akluma sıgsun kelam bana bu sırrı ayan it iy adem bilmezsen toz eylemegil meydanı cümle oldur pute kılma insanı sen özünden özge hadis yonmagıl yaradılmışı yaradan sanmagıl sen özün bil kim nesin kendözüni kendözün bil söyle her bir sözüni sureti insanı magrur olmagıl sende şeytan gibi makhur olmagıl bunca şeylerden ki bir insan ola cehd ile katre kaçan umman ola sırrı tevhidden haberün var ise cümle ol derd ü hünerün var ise insanı arada pute eyleme cümlesine çin de hata eyleme cümle bir can bir vücud bil ne ki var uşda budur aslı tevhidden haber güneşi fark eylemegil zerreden şöyle gitmiş tevhid yolınca giden gel gel i gönül ışkıla canum azad oldı terk itdi kamu efsane sözleri yad oldı fikr ü hayali gönlümün ışkdur dü cihanda geçdi kamudan özi bu ışka mürid oldı agyar müdde'i sözi'çün hergiz melul olmaz bu delü gönül ışkıla gör nice şad oldı sanki melamet eytdi bu halk ışk belasından sabr itdi gönül gör nice dervişnihad oldı ağyar cefası gönlümi ışkdan cüda kılmaz ışkla gönül aşina ezel ü ebed oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün güneşi fark eylemegil zerreden şöyle gitmiş tevhid yolınca giden dogrı yoldur bakışun sen dogrı bak gayrı ne var cümle hakdur cümle hak bir denizdür alemi tutmış tamam gark olupdur ol denizde has u am ol denizün mevcidür cümle sıfat evvel ü ahir bu cümle hikayet mevcün aslıdur deniz andan kopar hem denizde mahvolur her ne ki var mevci derya deryadan ayru degül ol da heman deryadan gayrı degül mevc ü derya ikisi birdür heman nitekim birlik görinür ten ü can güneşin nurı güneş birlik ola ayru dimek yolda düşvarlık ola cümle şey' biri biriyle silsile ol ki mevcuddur arada ol bile her cihet ki gözlere karşı durur her sıfat ki akl anı nişan virür her ne vech ile bakarsan bir heman cümle ol yegane dilber mihriban var var i gönül arif isen biusul olma teslimliği tut aşıkisen sen fuzul olma koma elüni cehd ile dilber eteginden çün ışk sana yar oldı gönül hiç melul olma dünya ahiret ışkile vücuda gelüpdür ışkdur alemün maksudı sen kim akıl olma aşıklara halk kaidedür da'na ururlar sen aşıkisen naşi sözinden hacil olma hak it yüzüni ışkı bilenün ayağına ışkı tanımaz naşi katında sebil olma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her ne vech ile bakarsan bir heman cümle ol yegane dilber mihriban bu sözi dinle bilürsen kuş dilin cismi tarh eyle bilesün can ilin suya gark olup susuz olmak aceb gözün aç bak kim açıkdur cümle bab her neye baksan heman ol mihriban ol nura mevcud olupdur dü cihan cümle ol hümadur anun sayesi yirde gökde cümlenün sermayesi yir ü gök ü levh ü kalem bahr ü berr orta yirde cümle varlık hemkenar dü cihan her ne ki vardur kafbekaf bir güher içinde cümle bir sadef cümlesi birlikde şöyle yegane cümle bir kuşdur önünde bir dane cümle bir meclis önünde bir çerag gayrı ne vardur arada cümle hak cümlesi şöyle safidür can bigi cümle katreler heman umman bigi arada gayrı diyecek nesne yok cümle bir evdür içinde bir konuk gel gel i gönül ışkıla işüm temiz oldı perde aradan gitdi bu ışk yüze yüz oldı şek tutma ki sen ma'şuk ile vuslat olursın bu yolda sana çün gönül ışk kılaguz oldı gönlüm hemişe sufisıfat tesbih iderdi ışkı göreli ışkıla gör ne kutuz oldı candur bahası ışkı sen kadrin bilene sor bu ışk i gönül naşi katında ucuz oldı canumda bu ışk odı yanaldan halüme bak sulandı gözüm yaşiyle ağzum susuz kaldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün arada gayrı diyecek nesne yok cümle bir evdür içinde bir konuk cümle bir gül bir gülistandur alem birlige mu'tekıd oldı has u am cümle birlikden dem urdı ne ki var cümle şey' bir sadef oldı bir güher cümle dil bir oldı dirlik söyledi cümle birlikden hikayet eyledi birlik oldı cümle varlık iy hoca arada kalmadı gayrı zerrece her halün gitdi içinde müşkili cümle şey'in birlige söyler dili dahı hiç dolanmaz oldı afitab eşkere oldı açıldı cümle bab uyku gitdi cümle göz oldı bidar cümle yüz bir didar oldı bir nazar ara yirden gitdi her dürlü hicab dilberün yüzinden açıldı nikab kim gerekse görür oldı sultanı katre mahv itdi içinde ummanı pinhan oldı zerre içinde güneş şah ile gör ne iç oldı cümle taş var var i gönül ışk didügün derd ü beladur her kim ki çeker bu belayı ışka saladur gönlümi görün ar u namus yire bırakdı bu ışkıla uş tablı melameti çaladur düşdüm ayaga ışkıla gönül belasından zara ki benüm canuma bu ışk havaledür gönlüme bakın tesbih ü seccadeyi koydı şindi hevesi meyhane vü cam u piyaledür ışkdan yakamı cehd ile kim kurtarıbilsün ezelde bu ışk bana yazılmış ki kıbledür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün pinhan oldı zerrem içinde güneş şah ile gör ne iç oldı cümle taş sırrı ene'lhak söyler her sadada mansur'un tek bir adı var ortada dünyada görinür oldı ahiret cümle bendeler azat oldı azat cümle dikenlerde bitdi taze gül cümle eşya birligi kıldı kabul her kamışda eşkere oldı şeker hasiyyetde nura döndi cümle nar canıla birlige batdı cümle ten iman ile bir vücud oldı güman nur u zulmet bir şey' oldı bir vücud ma'nide birlige batdı ka'be büd nura gark oldı bikülli dağ u taş cümle bir can bir ten oldı gizlü faş tevhid oldı her varakda yazılan gerçek oldı aradan gitdi yalan cümle hicran vuslata yetdi tamam şadilık erişdi gitdi gussa gam birlige yetişdi derman derd ile bir hasiyyet oldı germ ü serd ile gel gel i gönül ışkıla gözde hakir oldum her kim ki beni görse begenmez fakir oldum gerçi ki naşi kişi gözinde fakirem ben veli ki bu ışkı nurla bedri münir oldum halk nükte kılur bana bu gönül belasından halümi kime söyleyem ışka yesir oldum ışkıla gönül belası bagrum kebab eyler çarem ne gönül her hale şükür şakir oldum müdde'i sözi beni bu ışkdan cüda kılmaz bu ışkla aşinayı evvel ü ahir oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün birlige yetişdi derman derd ile bir hasiyyet oldı germ ü serd ile cümle alem eşkere gördi şahı cümle birlik söyledi mahtemahı nur erişdi aradan gitdi zulüm cümlesi bir nura döndi subh u şam cümle aşıklar beşaret kıldılar birlik evini imaret kıldılar süleyman oldı işinde her nemil birlik işaretin itdi her delil her vücuda ol padişahdur hakim külli oldur gayrı kim var gayrı kim aklum irdügi budur kim söylerem ışk denizinde yüzerem boylaram aklumı ışkıla hemdem eyledüm nefsümi sakındum ebsem eyledüm ol sebebden şirin oldı her sözüm kand ü şekeri kesad itdi tuzum gönlüm içinde bulındı cümle kan ol hikayetdür ki söyler bu lisan zerre içinde nihan oldı güneş bunda bulındı ne kim var gizlü faş var var i gönül derdüm içümde biter oldı bu ışk odıyla yandı cigerüm tüter oldı agyar müdde'i geldi bana ışk belasından bu halkı cihan sengi melamet atar oldı gerçek ki bu ışk sırrumı faş eyledi halka canumda veli dürr ü cevahir biter oldı ancak ki direm gönlüme ışkdan hazer eyle namusı kodı ışkıla gönül katar oldı gör gör halümi ışkıla gönül belasından her müdde'inün nüktesi cana yiter oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zerre içinde nihan oldı güneş bunda bulındı ne kim var gizlü faş gönlüm içinde bulındı ol kadim ol sebebden oldum ahı ben hakim zerre içinde bulındı cümle kan ol hikayetdür ki söyler bu lisan cümle varlıgun ben oldum defteri uşda bundadur hakikat gevheri cümle alemde ne kim var bendedür eyyam u devran ruzigar bendedür gönlüm içinde bulındı ol kadim ol sebebden oldum ahı ben hakim ayinesi benem cümle eşyanun varlıgı nakdi içinde her canun benüm ile ayan oldı külli hal beni söyler yirde gökde cümle kul bana secde kıldı gökdeki melek benüm içün gerdişe geldi felek benüm içün zeyn olupdur bu saray zahir ü batın ne kim var cümle cay aklı kül bende bulındı ışkıla cümle varlık gönlüm içinde bile uşda benem cümle varlıkdan murat benüm vücudumda mevcud her sıfat beni don idindi giydi ol hüda cümle şey'in nakdi benem ortada gel gel i gönül sırrunı her bednama virme sen akıl isen şadlığunı ki gama virme razunı sakın sen i gönül çıkma kanundan bu ışk sırrını bilmez olan ademe virme hak it yüzüni arif olanun ayağına puhtelere vir sırrunı zinhar hama virme dünya ahiret ya'ni ki bunlar ne dimekdür çün ışk sana yar oldı kamu aleme virme ışkıla senün razunı sen sakla özünde her bir özini bilmez olan serseme virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün beni don idindi giydi ol hüda cümle şey'in nakdi benem ortada cümle alemde benem maksud heman uş benem gönlüm içinde ol filan uşda ol yegane dilber bendedür cümle alemde ne kim var bendedür benem ol nihani sırrun defteri uşda bendedür o kanun gevheri talibe söyle ki gelsün uş benem ol benüm tenümde candur ben tenem bana gelsün bimar ki ben tabibem veli hiç kimsenem yokdur garibem yalınuz bir vücudum kimsenem yok şeriküm hem tamam atam anam yok dü cihanda heman benem ne kim var dahı hiç var mıdur kimsene deyyar heman ben tenhayem cümle alemde binişan ü bimekanem her makamda da'im özüm özüme seyr iderem kamu yollarca gelürem giderem kamu gönüller içinde nihanem vücudumdur nişan ben binişanem var var i gönül derd ile yandum timar eyle halüme benüm iy ahı bir kez nazar eyle her bir naşi bu ışkdan nükde taşını atdı billah i gönül bu cefayı muhtasar eyle ışkı göreli uşda dahı biter oldı bu nice ki direm sen gönül ışkdan hazer eyle var var i gönül meskeni ışk sende bulındı sen gafletile kılma özüni bidar eyle maksud heman ol sırrunı sakın bihaberden var sohbetüni ışkıla leyl ü nehar eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu gönüller içinde nihanem vücudumdur nişan ben binişanem benem mevcud kamu vücud içinde sebeb bahane ka'be put içinde ben ol sırrum ki alemde nihandur bana perde olan bu cism ü candur münezzehem kamu cism ü suretden müberrayem dahı her bir sıfatdan buna kaçan erişsün fikr ü tedbir yalunuzam dü cihanda birem bir farigam cümle eşyanun işinden süleymanem bilürem kuş dilinden nişanum binişandur kimse virmez benem can cümle cansuz hiç dem urmaz bu kamu eşya içinde benem can ol sebebden olupdur adem insan adum insan veli ben ol fülanem fülanem ya'ni ki ol mihribanem mahabbetüm doludur her gönülde ben özüm zikr iderem cümle dilde benüm ışkum hevasından bu ahbar da'im durmaz döner bu leyl ü nehar gel gel i gönül ışk erine leyl ü nehar yok yırtdı melamet cübbesini namus u ar yok bu ışk sırrını sakla gönül her bihaberden dünyada dahı ışk erine dahı tüccar yok gönlüme bakun tesbih ü seccadeyi koydı ışk oldı da'im fikrhamlara özge bazar yok ışkdur alemün varlığı maksud dü cihanda ışkdur keleci söyler isen dahı haber yok her kimse ki bu ışkıla bağrı kebab olmaz ol bir ağaca benzer i ki bar u semer yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün benüm ışkum hevasından bu ahbar da'im durmaz döner bu leyl ü nehar ay u güneş benüm sergerdanumdur kevakibler dutulmış sayvanumdur denizler mevc urur cuşa gelüpdür bulutlar su daşur saka olupdur yedi kat yir yüzin secdeye urdı bu ışkdan arş dahı kıyama durdı bu hevesden ki gönüller firişde bu cümle eşya her biri bir işde benem heman muradı cümle canun içinde tesbih iden her lisanun benem cümle dilün tesbih ü zikri benem her gönlün içindeki fikri kamu gönülde sır gözde nurem ben kamu eşya içinde mesturem ben benem evvel ahir cümleye maksud benem ma'deni sadef gevher ya'kut kamu eşya benüm ile diridür veli beni bilen binde biridür kamu alem içinde mevcudem ben sureti toprak su yel ü odam ben var var i gönül ışk dahı sana nigerandur ışkdur ki muradum zira ki canuma candur genci sa'adet ışkdur aşıka dü cihanda dahı ne dükan sermaye ne sud u ziyandur dünya ahiret ışk içün hergiz hisab olmaz aşıklara ışk biline can virmek asandur ışkıla canum gussa vü gamdan azad oldı gönlümde bu ışk meş'alesi nurı imandur her bir kişiye dünyada bir mertebe degül ışk senünile olsa gönül sana hemandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem içinde mevcudem ben sureti toprak su yel ü odam ben benem tek bir müfrit dü cihanda sa'adet genciyem her bir viranda budur halüm kamusın söyledüm faş heman benem tura guftem tu hoş baş bu sözümden benüm sen melul olma safi altunsın karındaş pul olma heman ben dahı sen sen dahı benem sen ü ben cümle yeksan ben hemanem beri gel iy talib geç ko hayalden ta ki haberdar olasun bu halden safi kıl bakışun inkarı terk it heman sensün özün bil varı terk it umudun kes kamudan sen özünsin dahı kimsene yok sen kendözünsin bir özüne yören terk it hayali göresin kendözünde sen bu hali gemi n'itsin denize gark olana pulı arz eylemegil genc bulana güneş dogsa dahı meş'al gerekmez hal olıcak arada kal gerekmez gel gel i gönül derd ile derman yaraşur mı ışk olmayıcak insana insan yaraşur mı sen insan isen hayvan ile hemnişin olma hemnişin içün insana hayvan yaraşur mı gönlümde bu ışk bahri muhit mevci bu sözdür mevc olmasa bu deryaya umman yaraşur mı gönlüme bakun ışk odı nihan idinübdür andaki ışk dudı ola pinhan yaraşur mı benüm bu viran gönlüme ışk genci kadimdür genc olmasa bu virana viran yaraşur mı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün güneş dogsa dahı meş'al gerekmez hal olıcak arada kal gerekmez taşı n'itsin ol ki buldı gevheri sogan yanında komaz ol şekkeri o kim sultan ile hemnişin oldı nedür feraşı çün sultanı buldı ne mevci var gölün deniz katında nadan ne söyler akıl sohbetinde bir meclisdeki saki ola sultan arifler mest ü sarhoş ola yeksan hakim oldugı yirde bimar olmaz arif katında söz derdi ser olmaz o kim puhte ola işin ham itmez zag ile bülbüli ol hemdem itmez belinlemez sagır bil ki duhulden farigdür biusul her bir usulden özün bilmek aslı cümle alemün hacaletdür kemali kan u zulmün anun ki kendözünden var haberi sogana virmez ol gülbeşekeri var var i gönül baş ko bu sultan nazarında derdün var ise söyle bu derman bazarında ışk etegini tut ki bu heman ola maksud hayvanlığı ko gel gönül insan nazarında sen ışkı koma cümle cihandan elüni çek maksud heman ışk ola gönül can nazarında ışk bahrı muhit cümle alem katreye benzer katre ne ola deryayı umman nazarında viran vücudum ışkile genci ebed oldı gel gel i gönül genci gör viran nazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün anun ki kendözünden var haberi sogana virmez ol gülbeşekeri haberdar olmayan kendi halinden özi melul olur öz amelünden cahiller sohbetinde pas alur dil arifler haline sunmaya müşkil sakın vahdetüni her bir fuzuldan ana de ki aşıkdur can u dilden müslümanlık halin tersaya sorma yüregi yanana duz em buyurma iman ehli isen baglanma zünnar deniz içinde hiç tutmaya murdar taş atana başunı karşu tutma nasihatdür işin anı unutma yolı bilenile var olma gümrah ta kim yüz görse de gönlündeki şah beri gel sahrada hiç yire gezme gözin aç yolı gözle yoldan azma nice bir gezersin düz ü yabanda bu genci bulmayasın bu viranda duru gel bir gözün aç eyle tedbir öndedür bu genci eyleme taksir gel gel i gönül ışk denizi taşdı gönülde dürr ü cevahir oldı bakun mevci bu dilde sen aşık isen öz halüni ışkıla hoş gör ne maslahatun var i gönül bu kal ü kilde teslimliği tut yüzin ışkıla türab eyle mekan mı tutar ışk i gönül değme fodulda ışkun nişanı kimde ise saki olur ol bu ışkı gönül sorma ki olmaz her bahilde her aklı nakıs noksan ola ışkı ne bilsün ışkun mekanın ister isen aklı kamilde mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün durı gel bir gözün aç eyle tedbir öndedür bu genci eyleme taksir bu genci iste sırrun sende nihandur bu ne kibr ü medih ne ayn u andur bu genci iste kurtul bu rencden ta ki behre tutasun bu gencden zünnaran ki evinde dolu varlık derledügi da'im neccari dirlik özin bilmez bilene dahı sormaz ayandur genc veli ki gözi görmez gözine yad hayal perde olupdur özi bu perde ardunda kalupdur önde dolu bu genc sen şöyle yohsul dur ahı nasihat eyle gör kabul sureti insan özi hayvan olmak ma'nasuz hiç yire sergerdan olmak haşa insanı kamilden bu kemlik meger hayvan sıfat ola bu hamlık bu ne dimekdür insanı kamilden sorun ki size diye bu delilden zira insan kadim ü layezaldür ol insan ki anun aklı kemaldür var var i gönül ışkıla bir dem niyaz eyle efsane sözi kes ahı yiter diraz eyle her bir müdde'i güldi bana ışk belasından ko ahı gönül sen dahı yiter ki baz eyle aşıklara bu ışk içün gülmek ayıb olmaz fikri ko gönül gel berü endişe az eyle ene'lhak urup mansur var meydan içinde çağır i gönül ışkıla bir seragaz eyle ışk içine hiç sığmaya hiç ucb u tekebbür kalenderi var ışkıla tonun pelas eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira insan kadim ü layezaldür ol insan ki anun aklı kemaldür zira insan donında çok suret var heman hayvandur özinün adı var adem suretlü vahşiler öküşdür adem olan özüni bilse hoşdur zira maksud ademdür dü cihandan adem oldı nişan ol binişandan adem diniyle geldi bunda ol şah ademde oldur ahı bile hemrah adem anun nikabıdur nikabı ademe sor ne dimekdür bu babı adem bu don adıdur ya müfessir bu donı giyen oldur bari takdir dahı bu söze hiç eyleme inkar heman oldur bu ademde ne ki var veli farkı var ademden ademün adem'dür aslı fer'i her kelamun adem vardur ki heman bir suretdür sureti adem özi hayvansıfatdur adem var ki anun her bir kılıncı ahiret varlıgıdur dünya genci gel gel i gönül çağır ayıt ki şahı buldum ol benüm ile bile gelen hemrahı buldum sende biledür hakk i gönül söyle utanma ayet ki gönül bendeyimiş allah'ı buldum ışk beni eger oda yakarsa gelesim yok bu ışk nurıyla sırrı ezel ilahı buldum gör gör tali'üm ışkıla gönlüm ferah oldı sevindi canum şadi kılur ferahı buldum bahtum çerağı yandı yine ışkı meyinde gümrah oluban güzer idüp ıragı buldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem var ki anun her bir kılıncı ahiret varlıgıdur dünya genci adem var ki yüzün görmek sevabdur adem var ki heman dive hesabdur adem vardur ki anun külli hali hak iledür anun fikr ü hayali adem var ki yüzi bir pula degmez adem var ki bahası can ola az adem var ki heman nakşi divardur veli müfsid işlere de denidür adem var ki işinde müşkili yok veli şöyle sanasun ki dili yok adem var ki bilmedi başın ayagın adem var ki tokuz itdi yaragın adem var ki hak'la vuslatda olmış adem var ki yolında bu mat olmış adem var ki sözi canda yir eyler adem var ki canından bizar eyler adem var ki da'im menzil içinde adem var ki kaldı gülün içinde adem var ki hak'la vuslatı hemdem adem var kendü işinde henuz ham var var i gönül ışk okın yire koma atma yad endişeler bari gönül derdüme katma bir lahza zahidzühd ü ta'at bir dem aşıksın koy ahı zerrak u saluslıgı bana satma aşıklara halk ışk içün gülmek ayıb olmaz hoş var i gönül ışkıla bu fikre hiç batma var var i gönül aşıkisen ışk eteğin tut aklı uyudup gafletile nefsi uyartma senün muradun ışk ise ışkı koma elden eyle gönül efsane ki sözleri uzatma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem var ki hak'la vuslatı hemdem adem var kendü işinde henüz ham adem vardur da'im sözi yalandur adem var ki nefsi canlara candur adem var ki anun her bir haberi yine gaflete bıragur bidarı adem var kendü işinde süvardur adem vardur ki hayvandan beterdür adem var ki yol içinde yegane adem var aşinalardan bigane adem var söylese tahsin iderler adem var söyleyicek dınma dirler adem var sohbeti candan azizdür adem var ki işinde bitemizdür adem var her işe sahibnazardur adem var ki özinden bihaberdür adem var göresün aynı kemaldür adem var kendü işinde melaldür adem var sohbeti rahatı candur adem vardur ki güli beyabandur adem vardur adem içinde elhak kamu alem ana can ile müştak gel gel i gönül ışk belasına sabır eyle her ne ki gele yoluna ışkdan şükür eyle ışka dolaşan halk ile başa varubilmez ko halk sözini ışkıla bir dem huzur eyle eğer dilerisen ma'şukla vuslata irmek ışka mürid ol ışkı sen özüne pir eyle gel gel i gönül aşıkisen can ü gönülden ışka kuvvet ol bu yolda nefsün hakir eyle ışk gelse başa çünki gönül idimezsin koy ahı gönül bari bu sözi ahir eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem vardur adem içinde elhak kamu alem ona can ile müştak adem disen suretde cümle adem veli kimisi puhtedur kimi ham kimi hayvan bigi nefsine kalmış kimi da'im bu ışk fikrine dalmış budur uş adem içinde geçen hal bu resme düzülüpdür cümle pergal kamu alem ta'accübdür bu halde akıller mat olupdur bu hayalde bu sırra irebilmez aklı tedbir mat olmışdur eger civan eger pir kamu eşya bu halde hayran olmış da'im döner felek sergerdan olmış alem bu deryada gark oldı külli bir nişan virebilmedi bikülli kamu alem adem katunda matdur adem de bilmedi ne hikayetdür cana sorarsan ki can dahı bilmez içinde genci viran dahı bilmez ne can bildi bunu ki ten nedendür heman ten dahı cana hem canandur var var i gönül ol canı yeganeyi buldum bahra daluban gevheri dürdaneyi buldum bahtum çerağı yandı bu ışkun safasında gönlümde nagah dilberi cananeyi buldum gönlümde bu ışk sa'adeti genci ezeldür genc ile dolu gör ki ne viraneyi buldum ol sır ki canum sevdi anun nişanı buldum şükür ki gönül bari bu nişaneyi buldum didüm ki gönül ışkıla sen bednam olursın uslandı gönül çünki bu bahaneyi buldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ne can bildi bunı ki ten nedendür heman ten dahı cana hem canandur bu aceb hikmetün yokdur payanı aklı irmez binişandur nişanı ne kimse bildi nedür ibtidasın ne nişan virdi akıl intihasın ki her kim geldiyse bu milk ü cayı heman şöyle görüpdür bu sarayı haberdar olmadı kimse bu halden ya bu halün nedür aslı ezelden ahiri n'olıcakdur kimse bilmez gerek çok fikr eylesün akıl ger az heman bu ay ü gün dogrı dolanur gice irte bu nişandan bilinür bu hisabı dahı iden ademdür ademiden özgenün aklı kemdür çü adem bu hal içinde nadandur pes hayvan ne bile ki bu nedendür alem yeksan olupdur bu hayalde dirimiz kaldı cevab u su'alde bu hal içinde mahv oldı ne kim var bu ne sırdur bunı bilmedi deyyar gel gel i gönül ışk sadefinde güher oldum muhtasar iken gör ki nice mu'teber oldum uyumış idüm gaflet içinde haberüm yok ışk geldi nagah gör ki asa bidar oldum ışk oldı nasibi sa'adeti çü yar kıldı bihüner idüm gör nice ehli hüner oldum ar u namusı yok idi halk serzeniş eyler ışk geldi başa çünki ne dini naçar oldum kış güni gibi ölmişidüm gaflet elinden ışkı göreli sanasın evvel bahar oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu hal içinde mahv oldı ne kim var bu ne sırdur bunı bilmedi deyyar bu bahrin ne dibi var ne kenarı ne hisabdur ki bilinmez şümarı ne evveldür aceb hiç ahir olmaz ne ahirdür ki hergiz gayrı olmaz ne hümadur alem dolmış sayesi ne haznedür kamunun sermayesi ne suretdür bu ki canı görinmez namı var veli nişanı görinmez bu ne gündür ki hiç irmez zevale bu ne sultan ne kal'adur bu kal'a bu ne cism ü suretdür canı kanda bu ne mülkdür bunun sultanı kanda bu ne kandur ne sadefdür ne gevher bu ne varlık ne divandur ne defter bu ne sırdur ki güneşden ayandur bu ne ayan ki görinmez nihandur bu ne derya ki alem gark olupdur bu ne gark ki alemde fark olupdur bu ne dildür ki tesbihün yanılmaz bu ne haldür bunı kimsene bilmez var var i gönül ışkıla sabr u aramun yok ışk oldı çü dünyada ki hiç dahı gamun yok her kişiye bir iş ucı degdi bu cihanda sen ışkı koma dahı hiç özge makamun yok gerçi bu gönül ışka ki tevbe kılayın dir bivefalığun var gönül senün in'amun yok sen ışkıla bir olalı ben ayağa düşdüm cevr ile beni yakma çü lutfun keremün yok bu tesbihile seccadeyi bir yana koydun ışk oldı sözün dahı hiç özge kelamun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne dildür ki tesbihün yanılmaz bu ne haldür bunı kimsene bilmez bu ne vuslat aceb hicrana benzer bu ne hicran ki vaslı cana benzer bu ne can u dilaramdur gönülde bu ne gulguladur ki cümle dilde aceb derd ki buna derman bulınmaz aceb derman ki derdden fark olınmaz aceb hikmet aceb saki aceb mül aceb bagdur aceb gülşen aceb gül aceb zerre ki güneşden bahtludur aceb güneş ki zerrede doludur aceb sayvan ki bu bunda tutılmış aceb derya ki yire göke dolmış aceb leşker ki hiç yokdur şumarı aceb şah akla sıgışmaz haberi aceb şahbaz bu canı şikar eyler aceb nazar ki bu yogı var eyler aceb yüz ki görenler hayran olmış aceb can ki ten ile yeksan olmış aceb zerre ki güneşden seçilmez aceb keşti ki deryada seçilmez gel gel i gönül iki cihan ışkıla hoşdur sermayedükan rahatı can ışkıla hoşdur maksud buyısa dünyada nişan koyasın sen aşıklara bu nam ü nişan ışkıla hoşdur var var i gönül ışkı koma geç bu hayalden bir anlayu bak cümle mekan ışkıla hoşdur ar u namusı ko berü gel yar işigine yar dahı gönül yine heman ışkıla hoşdur tersada dahı ışk olıcak küfri belürmez müslümanda din ü iman ışkıla hoşdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün aceb zerre ki güneşden seçilmez aceb keşti ki deryada seçilmez neye baksan başına bir kitabdur kamu eşya aca'ibü'lacebdür kamu varlık ulaştı muttasıldur kamu şey' biribirine delildür kamu varlık bir vücud bir can olmış kamu birlik içinde yeksan olmış neye baksan kamu yüzdür kafa yok kamusı bavefadur bivefa yok kamu seda göresin hakk'ı söyler kamu dil sırrı ene'lhakk'ı söyler kamusı şah ile vuslatı hemdem kamu tamamdur arada ne var kim kamu varlık hayatı cavidandur kamusı birlik içinde hemandur kamu gözden hicab perde açıldı kamu şahı evinde gördi bildi şah ile vuslat oldı kamu hicran kamu birlige batdı derd ü derman kamu dikende bitdi güli ahmer karışdı birlik oldı gül ü şeker var var i gönül söyle bu ışkun nişanundan sen ışkıla gice ko bu kan u mekanundan gönlüm viranı ışkıla genci kadim oldı ayırma gönül sen ahı genci viranundan ışk eteğini tut ki senün maksudun ışkdur geç ko i gönül dünyanun sud u ziyanundan ışk sırrını sen bir naşiye eylemegil faş yigrek sakınur aşık olan ışkı canundan ışk küfri gönül yig ola her yüze ki baksan her bir zahidün ra'na bakışı imanundan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu dikende bitdi güli ahmer karışdı birlik oldı gül ü şeker kamu varlık can oldı ten görinmez ikilikden eser nişan görinmez gicesüz irte oldı gitdi agşam kamu ham puhte oldı kalmadı ham kamu katre ki var ummana döndi kamu cism ü suretler cana döndi kamu alem içinde şah bir oldı kamu vücud ile hemrah bir oldı neye baksan heman aynı kemaldür kamu ferhunde tali' yahşı faldür kamu eşya irişdi buldı maksud kamuda bile mevcud oldı ma'bud hicab gitdi ayan oldı o dilber ne sadef kaldı pinhan ne bu gevher seraser cümle dikenler gül oldı kamu hacet kabul ü makbul oldı ya'kut u gevher oldı kamu taşlar sa'adet bahtı buldı cümle başlar kamu noksan irişdi pürkemale görindi hak bakasun her cemale gel gel i gönül ışkıla tenüm cana döndi katre vücudum gör ki nice ummana döndi terk itdi kamu efsane sözlerden azaddur bu ışk nurıla gönlüme bak sultana döndi sen ışkıla hoş kendü işünde firakdasın derd ile benüm cigerüm külli kana döndi her gice işüm subha değin ah u figandur gözümden akan yaş i gönül tufana döndi bu ışkıla sen vallah gönül imaret oldun veli ki benüm vücudum viraneye döndi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu noksan erişdi pürkemale görindi hak bakasun bu cemale kamu eşya halas oldı hayalden kamu haberdar oldılar bu halden ayan oldı bu sır perde açıldı güneş görindi bulutdan seçildi kamu hayyü'lkayyum oldı ne kim var ne bagdad kaldı ne mansur ne hoddar ne dil kaldı ki ol diye ene'lhak ne sır kaldı arada dahı muglak kamu hal oldı hiç kalmadı müşkil çü birlikdür ne yol kaldı ne menzil güneş dogdı aradan gitdi zulmet görindi ol ezel nakkaşı üstat zahir batın kamu ruşen görindi ne kim var cümlesi yeksan görindi götürdi perdesin ten can yüzinden nikab gitdi nagah sultan görindi emin oldı alem çün ü çeradan hal erişdi bu kal gitdi aradan cihan başdan başa bir saray oldı içinde bahtı viran bir ay oldı var var i gönül nice nice avaresin sen ol senün ile gelmeye nice varasın sen sen bir iş içün tut ki senün fermanun olsun derviş kişisin ışkı nice başarasın sen var var igönül hiç bab ile sana in'am yok bir lahza zahid aşıkı sadı göresin sen her lahza gelüp ışkıla gönlüm tiraş itmek kasdun bu mı ki yüregüm külli yarasın sen öldür bari bu ışkıla hiç şefa'at etme başed ki beni bu beladan kurtarasın sen mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cihan başdan başa bir saray oldı içinde baht u viran bir ay oldı bu şadilık aleme doldı yeksan ki bir katre içinde sıgdı umman beşaret oldı cümle ka'inatda ki hak oldı görinen her sıfatda ki bu sırra kamu eşya tanukdur hakikat külli hak'dan gayrı yokdur suret açıldı gitdi can yüzünden haber işitdi can canan sözünden birikdi cümle yol bir menzil oldı kamu şeyde ki haber bir dil oldı açıldı cümle göz ışk tutyasundan silindi kamu dil gaflet pasundan nagah can gözgü'sinden gitdi jengar görindi gönül içinde bu dilber cemalinden bu şah burka götürdi kamu gözler hicabsuz şahı gördi kamu gönül ferah oldı melalden kamu şey' emin oldı yad hayalden kamu alem dahil oldı ademe adem oldı mir'at cümle aleme gel gel i gönül ışkıla hiç müdara yokdur bu ışkdan olan derde gönül hiç çare yokdur ar u namusı koyuban ışka yesir olmış dünyada gönül sencileyin avare yokdur bu ışk denizi alemi gark eyledi yeksan bir bab ile bu denize bir kenar ki yokdur geç kamudan ışk etegini tut ki hemandur hiç dahı gönül arada çun ü çira yokdur revnakı cihan hüsn ile aşıklara ışkdur heman dahı bu arada ak u kara yokdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem dahil oldı ademe adem oldı mir'at cümle aleme adem donıyla geldi bunda sultan adem eşkere oldı özi pinhan kamu gelüp giden gerdiş anundur adem bahane oldı iş anundur o'dur zahir batın adem içinde adem camdur mey oldur cam içinde beri gel iy talib geç endişeden ta ki sen de bilesin bu pişeden ruşen sana bu haller göstere bir yüz ne güneş kala pinhani ne yılduz ne kim vardur kamu alem içinde ayan ola sana bir dem içinde bilesin aslını kim ki nedendür bu ne aklı kifayet ne can tendür ne gülşendür biten bu bag içinde ne sudur bu dolu bardak içinde bu ne handur ne mihmandur bu ne ev bu ne kavga bu ne avcı bu ne av bu ne derya alem mevcinde yeksan güneşden ayan olmış bu ne pinhan var var i gönül ışkı gör vahdet çemeninde genc oldı bu ışk dopdolu gönlüm viranında ışk oldı sözi gönlüme bak dahı haber yok özge keleci kalmadı hergiz lisanında ışk oldı pişe gönlümün dahı pişesi yok bu ışk yazılur da'ima gönlüm divanında bu ışkı diler gönlümi gör maksudı ışkdur dahı haceti kalmadı kan u mekanında mecnun kıssası kanumda efsaneye döndi halince aşık oldı o dahı zemanında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne derya alem mevcinde yeksan güneşden ayan olmış bu ne pinhan bu ne derya ki hiç yokdur payanı bu ne kandur ki belürmez mekanı bu ne yoldur ki bu hergiz belürmez bu ne sa'at gece gündüz belürmez bu ne sultan ki leşkerden farigdür bu ne meydür ki humardan farigdür bu ne sahra ki gelen didi heyhat bu ne handur bu ne sofra ne ni'met bu ne candur ki gerdişden münezzeh bu ne güneş bu ne yılduz bu ne mah bu ne mülkdür ki hergiz viran olmaz bu ne vücud buna kimse can olmaz bu ne nakş u hayaldür her sıfatda bu ne hüsni cemaldür her suretde bu ne çeşme suyı abı hayatdur bu ne telhdür tadı kandı nebatdur bu ne sözdür bunı söyler kamu dil bu ne hal ki buna sıgmadı müşkil bu ne seda ki cümle şey' işitdi bu ne hikmet kamu gönülde bitdi gel gel i gönül ışka sen tüccar gibi bakma yar ol i gönül ışka sen agyar gibi bakma sadık olanun kıblesi ışkdur dü cihanda ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma bu ışk sözini can ile yaz gönlün içinde bu deftere sen evrakı ebter gibi bakma ışk cefasına her kişi sabr eyleyübilmez bu ışk işine gözün aç harkeş gibi bakma ışkı hakikat fark ola bu ışkı mecazdan sen ki toplanma nafeye anber gibi bakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne seda ki cümle şey' işitdi bu ne hikmet kamu gönülde bitdi bu ne varlık ki yoklukdan azaddur aceb haldür aca'ib hikayetdür bu ne satır yazılmış her varakda bu ne nurdur görinür her şafakda bu ne güneş kamu zerreye dolmış bu ne zerre güneşden ruşen olmış bu ne yüzdür mat oldı gülsitanlar aceb genc ki doludur her viranlar aceb yel ki kamu şey'de nefesdür aceb su ki hüccatı am u hasdur aceb toprak ki cevherdür seraser aceb od ki mat oldı güli gülzar aceb can ki kamu canlara candur aceb ten ki hayatı cavidandur aceb haceti kabul her sücudda aceb varlık dolu ka'bede putda aceb akıl ki hiç işin yanılmaz aceb gönül ki sırrın kimse bilmez aceb defter ki okur her hanende aceb binişan olmış her nişanda var var i gönül ışkıla varlık ayan oldı ışkı hakikat gönlümün içinde kan oldı bir yana bu halk bana güler ışk belasından bir yana bu ışk okına canum nişan oldı genc oldı bu ışk dolu bu can hazinesinden veli ki gönül vücudum külli viran oldı ben zahid idüm zühdümi bu ışk yile virdi dilümde bu kez ışk haberi tercüman oldı arsuz diye bu yahşı yaman ta'ne ururlar uslangıl iy ahı gönül şindi evran oldı mesnevi aceb defter ki okur her hanende aceb binişan olmış her nişanda aceb ma'den ki bunda can biter can aceb can ki budur alemde yeksan aceb ışk ki kamu şey' hayran olmış aceb sır ki alem sergerdan olmış aceb gevher bahasın kimse bilmez aceb üstad ki hiç işin yanılmaz aceb haber bu neye işaretdür aceb mülkdür aca'ib imaretdür aceb karhane ki üstad görinmez aceb aşina hiç yadı görinmez aceb gerdişi devran gice gündüz aceb vücud aceb kafa aceb yüz aceb hikmet aceb ilm ü aceb bab aceb düşdür aceb çeşm ü aceb hab aceb ayan ki hergiz pinhan olmaz aceb vuslatımış ki hicran olmaz aceb gül ki da'im solmaz tazedür aceb pergal aca'ib endazedür aceb haber aceb nefes aceb dem aceb derddür aceb hakim aceb dam gel gel igönül bana dahı derdi ser itme ayağa salup sen beni derdi gubar itme ışkdur alemün maksudı sen ışk etegin tut ko ar u namusı ko gönül gel berdar itme nice nice bu cevr ü cefa ışk sebebinden sen beni gönül ahı canumdan bizar itme aşıklara halk ışkiçün i gülmek ayb olmaz efsaneyi ko sen i gönül sözi fişar itme ışk gerek ise aklı dahı ışkla yar eyle aklı uyudup cehlile nefsi bidar itme mesnevi aceb haber aceb nefes aceb dem aceb derddür aceb hakim aceb dam bu aceb ki mat oldı aklı tedbir nişan kimseye virmedi aceb sır ne kimse bildi kim bu can ne candur bu ne hace ne sermaye dükandur her kim gördiyse didi kim aceb hal aceb tali' aceb kısmet aceb fal görenler dedi ki heman acebdür veli hiç kimse bilmedi ne babdur her kim geldi bu karhaneyi gördi heman anı didi ki aklı irdi ol ki bilmez nedür iy kendü canun bu hikmetün nice virsin nişanun kamu alem bu hal içinde kaldı bilmedi nice ki bu fikre daldı bu yirün hu ucuna kimse yetmez yirden çagırsa gökdeki işitmez kamu şey' kendi halinde giriftar adem dahı hemandur şöyle kim var ne hayvanun buna aklı irişdi ne adem bu aceb perdeyi geçdi var var i gönül sun bana ışkun şarabından başed ki canum uyana bu gaflet habından bu ayruya ta'at zerk ü saluslıg hiçmiş hiç haber vir ahı bize gönül ışk kitabından bir ışkı bilür kimse getür bana cihanda tutiya çekün gözüme payı türabından bu ışk odına yandı vücudum küle döndi her bir bihaber geldi bana ışk sebebinden gel varunı ışk yolına ko dermiyan eyle var var i gönül gel ko bu dünya hisabından mesnevi ne hayvanun buna aklı erişdi ne adem bu aceb perdeyi geçdi akıllar hayran oldı bu şumardan alem gark oldı bu sayd u şikardan daniş ehli özin kıldı feramuş sır saldı zira güller oldı hamuş bu meydanda selatinler kodı baş bilinmez bu ne sırdur ki bu ne faş bu ne altı cihet dört anasırdur ortasında görinen sır ne sırdur bu ne candur ki söyler her vücudda heman maksud budur ka'be vü putda kamu alem bu can ile diridür budur hüma alem bal ü peridür evvel ahir can olan can bu candur bu gevherdür bu ma'dendür bu kandur bu şahdur cümle alemde heman şah budur her kişiyle hemrazı hemrah budur her başda sevdayı serencam budur her gönüle ki keşfi ilham budur insana keşf olan keramet budur insan gözin kıldugı halvet gel gel i gönül ışk etegin tut ki hemandur ışksuz kişinün anla ki işi nice nandur ışkıla bakan gözde gönül perde hicab yok sırrı dü cihan bir nazar içinde ayandur külli bu cihan sevdasını kodı elinden gönlüme bakın fikr ü hayali lamekandur ışkdur alemün maksudı naşi bigi bakma ışk olsa sana hemdem ü hemrah ne ziyandur dürr ü cevahir oldı kelecüm lisanumda gönlümde bu ışk fikri zira ma'deni kandur mesnevi budur insana keşf olan keramet budur insan gözin kıldugı halvet budur varlık heman insan içinde ne insan cümle cism ü can içinde alem bu nura mevcuddur seraser bu defterden yazıldı cümle defter bu vahdetden hasıl oldı bu salat bu hikmetden bitüpdür cümle hikmet kamu katre bu deryadan olupdur bu derya cümle katreye dolupdur bunun şemmesidür cümle bu yılduz bu hüsn ile yazan budur kamu yüz bu nurdan oldı bahtı cümle gözler bu sırrı beyan itmez cümle sözler bu sultandur kamu alemde sultan bunun katresidür deryayı umman budur sermayesi cümle alemün zahıir ü batın cümle has ü am'un budur heman alem içinde ma'bud budur ehli niyaz kıldugı maksud neye baksan heman nurı ilahi seraser cümle varlık mahkemali var var i gönül ışk belası beni eritdi her naşinün nüktesi ta bu canuma yetdi faş oldı razum ışkıla benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana key tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi mesnevi neye baksan heman nurı ilahi seraser cümle varlık mahkemali alem bu nur içinde mahvolupdur güneşde zerrede bu nur dolupdur hakikat fark olupdur hak batıldan can ü dil emin oldı ab u gilden talib matluba irişdi bir oldı talib matlub ikisi bir sır oldı kafa yüz oldı yüzden yüz görindi bakasun her yüze yüz yüz görindi görindi eşkere bu genci esrar ayan görindi bu eşya mur ü mar dahı ne kaldı arada nihani ayan görindi bu kez ol fülani bakasun cümle eşya pürnur oldı kamu varlık musa'ya bir tur oldı görindi şah aradan gitdi perde safalıkdur tabib bulındı derde kamu birlikde bir ile yegane çü birlikdür dahı ne var bigane cihan başdan başa buldı sa'adet biliş oldı arada kalmadı yad gel gel igönül bu nam u nişanı ki terk it baykuş gibi gel kalma bu viranı ki terk it zühd ü salusa kalma ki riyayi ameldür sıdkun safa kıl hayal ü efsaneyi terk it bir lahza zahid bir dem aşıksadpare olma koy ahı gönül bari bu bahaneyi terk it ışk gerekise kibri başundan aşağı ko yüzüni suret zinet ü zemanı ki terk it her bir bigane geldi bana ışk belasından aşinasın ışkıla biganeyi ki terk it mesnevi cihan başdan başa buldı sa'adet biliş oldı arada kalmadı yad hicab gitdi heman ten canı gördi kamu ulu kiçi sultanı gördi beşaret oldı cümle ka'inatda ki zat eşkere oldı her sıfatda görindi hak hicab gitdi aradan vahid oldı yaradılmış yaradan dahı zann ü güman kalmadı gitdi zahir ü batın kamu birlige batdı seraser birlik oldı vaslı hicran zahir ü batın birikdi kul sultan güman ehli dürüst kıldı yakini yakin ehli hak'un oldı emini bakasın kamil oldı her kemine yakin ehli dahı geldi yakine kamil oldı hakikat cümle noksan açıla her dikende güli handan kamu şey söyledi bu kuş dilini kamu hall eyledi öz müşkilini kamu alem heman bir suret oldı hayyu'lkayyum içinde hak zat oldı var var i gönül yüz yire ko can nazarında hikmet haberin söyleye lokman nazarında söyle sözüni şöyle ki canlar bidar olsun efsane sözi söyleme sultan nazarında namus şişesin ur taşa gel ışk etegin tut derdüne çare iste bu derman nazarında sor müşkilini ışkıla hall ide aşıklar yüzün yire ko bir kamil insan nazarında ışka mürid ol bağla bilün bilüni gözle sakla evüni sahibi erkan nazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem heman bir suret oldı hayyü'lkayyum içinde bir zat oldı ey salik kulak ur bir dem sözüme anı direm ki görindi gözüme ol haberdür kim didügüm can bilür cümlenün sırrunı bu sultan bilür bulduğum ol hazinedür kim anun varlıgı anda dolupdur sultanun ol şahı direm ki oldur padişah külli anun pertevidür kuhı kah cümle alem andan oldı perveriş zahir ü batın anundur cümle iş ol kerimdür cümlenün razın bilen cümle dili anlayup sözin bilen bezeyen cümle cemali hüsn ile reng ü buyı ol virüpdür her güle cümle şey'de deprenür cümbiş kılan cümle burca seyr idüp gerdiş kılan zerrede güneş güneşde nur olan isa'ya mu'cize musa'ya tur olan yusuf'un hüsni yunus'un ikrarı mustafa'nun nurı şirin güftarı mefailümefailüfeulün gel gel i gönül sıdkıla sen ışk etegin tut ta ki ışkı hasıl ide ışkıla ma'bud ışkdur aşıkı ma'şuk ile vuslata ilten ışkı didiler bari gönül makamı mahmud ışk kullıgına sıdk ile dur ahdi çın eyle ışka kul olan kimse gönül olmaya merdud özini arıt ışkıla gaflet gubarından ta kim bulasın sen i gönül tali'i mes'ud ışkdur alemün maksudı heman dü cihanda ışkıla kaim oldı gönül ka'be eger pud mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yusuf'un hüsni yunus'un ikrarı mustafa'nun nurı şirin güftarı yakin ehlinün safası vuslatı uzlet ehlinün saburı vahdeti ehli takvanun ümidi maksudı cümle eşyanun sani'i ma'budı cümle eşyanun odur nakdi heman padişah oldur ebedi cavidan cümlenün haline vakıf oldurur insanun zatında şeref oldurur cümle can içinde oldur bahane anun ile pür olupdur her hane heman oldur cümle kafanun yüzi cümlenün bahtı tali'i yılduzı cümlenün zatı sıfatı gerdişi cümlenün varlıgı canı cümbişi evvel ü ahir heman oldur kadim cümle mülkde ol hakimdür ol hakim kaygusuz abdal'un fikr ü hayali zatı sıfatı yemini şimali külli ol şahı kadimdür pes heman ol sebebden buldı ömri cavidan var var igönül her dü cihandan güzar eyle ışkıla heman özün maksudı didar eyle ışkdur sa'adet cümle başa devleti ikbal var sen i gönül canunı ışka nisar eyle sen dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek var ışk etegin tut sözi yeter fişar eyle ne akla muhib ne ışka külli yar olursın gör ma'şuka bak ki da'vanda ol karar eyle zahir ü batın cümle sıfat kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni yetir şümar eyle kıt'a fa'ilatünfa'ilün zahir ü batın cümleye sıfatı kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni ki yetir şümar eyle v'allahu'lalem bi'ssavab üç bin yedi yüz beytdür gülistan resulun ruhuna yüz bin salat u selam veresun tiz şefeatini umalım heralem biz bu dörtlüğün müstensih tarafından eklendiği kanaatindeyim. mesnevii baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevii evvel b ilahi alimi sırrı hafiyyat senün sırrunda akıller olur mat bu cümle iş içinde sen hazırsın nazirun yok alemde binazirsin bilürsin her kulun nedür muradı dahı her bir hali vakti sa'ati bu cümle eşyaya mevcud olansın bu mevcud olana vücud olansın dolusın yirde gökde her mekanda binişan sır olursın her nişanda şol ay yüzlerdeki çeşmi siyahsın hace sensin dahı her bir meta'sın kamu gönüller içinde çıraksın yahıne yahın ıraga ıraksın kadirsin her bir işde kudretün var kerimsin am u hasa rahmetün var münezzeh padişahsın ferd ü yekta bu kullar ortasındadur bu gavga geh olur alimü'lesrar olursın gehi ahmed gehi haydar olursın gehi adem gehi şid ü gah eyyub gehi musa olursın gah şu'ayub gehi yahya gehi idris olursın gehi ya'kub gehi circis olursın geh odı halil'e gülşen idersin geh özün zerrede pinhan idersin gehi yunus ile batnı semekde gehi asel olursın her petekde gehi yusuf ile mısır'da sultan gehi firavn ile musa'ya düşman gehi hızr u gehi ilyas olursın gehi mahmud gehi ayas olursın gehi nuh ile keştide selamet gehi münkir ile bile melamet gehi koç ile ismail'e kurban gehi emre muti kim hükme ferman geh olur hud ile uzlet idersin geh olur ki anı da mat idersin gehi mansur ile berdar olursın gehi dana ile defter olursın gehi geyik gehi nafe gehi müşg gehi aşık gehi ma'şuk gehi ışk gehi kamış gehi şekker olursın gehi sadef gehi gevher olursın geh olursın bu işlerden müberra gehi güneş olursın gahi zerre gehi musa ile sohbeti hemdem gehi isa gehi mesihi meryem gehi kayser gehi fagfurı çinsin ki olur yahından da yahınsın gehi davud olursın gah süleyman gehi husrev gehi sam u neriman gehi cimcime geh adli nuşirvan gehi behram gehi rüstemi destan gehi gani gehi fakir olursın geh olur sırr içinde sırr olursın kamu nişan içinde binişan sen dahı kim var heman sensin heman sen kamu ayyarlarun üstadı sensin bu cümle hikmetün bünyadı sensin yaraddun yidi kat yiri mutabbak tokuz eyvan ki döndürür mu'allak on iki burç yidi yılduz ki vardur bu çar fasl ü gice gündüz ki vardur dahı bu dört anasır ki bedendür bu altı cihet oldugı nedendür dahı ferşi öküz balıgı derya ol on sekiz bin alem tag beriyya dahı kürsi vü kalem levhi mahfuz akarsular bunarlar yidi deniz sıratü'lmüstakim yevmü'lkıyamet soru hisab bu cümle bahri hikmet dahı bu yidi tamu sekiz uçmak şah u ferz ü fil ü ferzendi beydak sidretü'lmünteha vü arşi mecid zebur u incil ü furkan u tevrit dahı her bir felekde ki melek var tamam yirlü yirince ne gerek var dahı bu yidi gökdeki sitare bular hükmün ile dün gün avare bu cümle evliya enbiya mürsel dahı bu sa'adet devlet ü ikbal dahı her şuara cihana geldi akıl irdügini lisana geldi dahı her abid ü zahid ki vardır bu cümle şeyh ü hem mürid ki vardır dahı tahte'ssera tabe süreyya yaratulmış bu cümle dürlü eşya bu hikmetde bikülli oldılar mat didiler ki ahir heyhat heyhat sıfatun söylemekte oldılar lal bilimezler ne hikmetdür ne pergal akıllar irdi canlar yolda kaldı da'va kılanlarun fikri azaldı bu hikmetde ne küstah ya ne müştak bu denizde ne keşti ya ne zevrak veli nebi bu yolda hayran oldı kalan mahluk kıyas it kanda kaldı gök ehlidür ki yirde ola ol şah yir ehlidür ki gökde togar ol mah kamu eşya biri birinden ister biri bilmez ki kandadur bu ayyar yaratılmış kamu bilmez ne haldür bu hali ol bilür kim bizevaldür zira kim haddi yok bahri muhitdür hezaran aklı bunda nabediddür gelen gördi ki heman gök ü yirdür eger bin yıl olursa bir nazardur gice gündüz döner giçer bu gerdiş bilinmez ki ne hikmetdür ne cünbiş ne vakt düzüldi bu günbedi gerdun çü bilmezsin bari dek dur i mecnun daim turmaz döner bu çarhı ezrak tılısmı bü'laceb karı mu'allak ol üstad ki bu hengameyi kurmış hezaran hokkabazun boynın urmış odur her bir gönülde fikr ü tedbir odur her bir kemandan atılan tir odur her menzilün de ibtidası odur her bir haberün intihası odur nakş u hayal her bir suretde odur lezzet olan kand u nebatda odur her ayn içinde nur olupdur odur her zerrede mestur olupdur heman yayına hem özidür üstad odur ateş odur ab u hak u bad bu dört divar içindeki çırag ol dahı kim var yahın oldur ırag ol bu cümle alemün oldur hayatı kamu andan bulup durur necatı çün ademsin beri gel hayvan olma bir avuç hak içinde pinhan olma sana bir haberüm vardur işitgil eger bilürisen bana eyitgil elün tutdugı nedür bana söyle dilün söyledügin hikayet eyle sebeb ne kim ayagıla yürürsin kulakdan işidüp gözden görürsin bu hikmet sen misin kimse mi vardur bana de kim bu haber ne haberdür bu teni geymedin kanda idün sen suret miydün ya can mı ne idün sen bilürsen bunı söyle bana abdal nene gerek dahı bu güft bu kal sana ben diyeyin bahri muhitsin çün özün ten bilürsin sen vücudsın vücuddan cana dek bunca sefer var hezaran perdedir bunca haber var tenün çün aslı bünyadı türabdur can olmasa tenün işi harabdur zinadan ki teni bilmedi candan avadanlıgı fark itmez yabandan sana dünya şirin geldi hoşaldun tama' doldı içün ışkdan boşaldun bu nefsün dilegin ışk mı sanursın yoluna dön ki sonra utanursın ulular kılmadugı işi kılma sakın şeytan bigi işün yanılma edebi sakla kim hazırdur allah alimdür ol habirdür sümme v'allah bu gafletde sen uyursın habersiz uyan ahi gözün aç iy nazarsız yören kend'özüne gör kim halün ne ahirün n'olısardur evvelün ne seni nefsün kemendi kıldı berdar tutuldun çün ebed kaldun giriftar aceb ki suretün insana benzer amelün div ile şeytana benzer yiyüben etmegin tuzın basarsın kimesne ki sen anunla yarsın nişin konşuluga dogrı degülsen yolunca var eger egri degülsen da'im konşu haremin gözedürsin yani hak sırrıla iş düzedürsin halkın iyaline egri bakarsın yani arifligile göz kakarsın seversin bir dem avret bir dem oglan tanrı'dan kork ahi ademden utan malun fesad yire harç idersin bu nefsün dilegün çok derc idersin dahı erenlere münkir bakarsın gözün kördür nurı yok kör bakarsın erenler hod sana senden yakındur yakın baksan canundan dahı çindür veli sen baş göziyle taşra bakdun erenlerden özün ırak bırakdun nagah bir dem bir aziz can olursın gahi hayvan ile hayvan olursın hiç yire ömrüni telef idersin ma'nasız da'vayı güzaf idersin gehi kibr u kin u ucb u tekebbür hak'a asi olursın ere münkir gehi laf idüben gögsün gerersin sakal sıgayuban bıyıg burarsın gah olursın aciz derdmend miskin ne hacet kimseye ya kibr ü ya kin gönül birdür karındaş tanrı birdür tagılma her yana kim hak hazırdur ben söz bilsem sana bu sözi derdim gözün görmez seni yolca yedürdüm kuş dilin bilmezem ki söyleyeydüm süleyman bigi hoş seyr eyleyeydüm hakirem fakirem piri mübirem remiz ile sana halümi direm daim kirpügün altından görenem canun sevdügi karşunda duranam yidi kat yir benüm seyrangahumdur tokuz felek dahı mülk ü cahumdur ay ü gün benim içün şem' olupdur alem gönlüm içinde cem' olupdur egerçi bu suretde pinhanem ben beni gören bilür ki ne canem ben kamu alem benem ben kamu alem bana kulluk ider bu cümle alem henüz yogidi evvel var idüm ben sır içimde nihan esrar idüm ben ahir olsa dahı bana ne noksan bana irmez hezar hikmeti lokman gehi tahtı serayam geh süreyya geh olur ki benem bu cümle eşya geh oluram kamu alemde mevcud gehi kamu gönül içinde maksud gehi mescidler içinde hatibem gehi kilisede büt ü salibem gehi cehudlara seri güsale gehi meyhanede cam u piyale bu görünen anasır suretümdür kamu alem benüm dolu zatumdur hakir nazar ile bakma i cüvan bu zat kadim veli kim adum insan iman ehli isen gümana düşme yolı terk eyleyüp yabana düşme hele bu bunda kaldı bir beri bak eger akıl isen olmagıl ahmak benüm kıssama bir lahza kulak dut anun hakkı içün kim adı ma'bud bana bir hal aceb geldi cihanda bu kimdür söylenüpdür her lisanda o kimse kim cihanı ma'mur itdi aceb özin ne yirde mestur itdi bu yirde mi ki aceb ya felekde ademde sır mı ki yohsa melekde aceb güneşde midür yoksa ayda bize de bu haberden ola fayda yahud ılduz ile bile gezer mi vücud mı can mı ya avret mi er mi yahud arşda mıdur bize haber vir kuş'am yokdur kanadum bal u per vir bu yiri didiler ki yidi katdur anda nihan mıdur yoksa ezatdur ferşde midür öküzde ya balukda nered'olaydı ya ahi salıkda bulardan ayru mekanı mı vardur o da vücud mıdur canı mı vardur yogısa cümlesinde ol münezzeh türkce tanrı adı arabca allah yogısa söz midür ki dilde vardur ilerüden işidilmiş habardur evel zamanda ki gelmiş ademler bir aceb dürlü fikir kılmış anlar dimişler bir evi yapmasan olmaz özi hod kendü kendüden yapılmaz adem işlemese bitmeye her iş nice eyleyesin efsane teşviş yiri gögi de bir üstad düzüpdür anunçün şöyle bu ma'mur durupdur benüm istedigüm ol kimsenedür odur baki kalan külli fenadur bilürsen bunı söyle ya müfessir budur derd ü halüm ne ola tedbir anı sen gördün ise bir nişan di eger eşkere dimezsen nihan di görimeden dime yalan olursın o kim şeytan didigün sen olursın bilimezsen fesane dime dek dur muhammed yolıdur şartı yasakdur öli halvası degül ki yiyesin kolayınca ne gerekse diyesin bu haber ol haberdür can içinde diyen başın kodı meydan içinde bu sırrun perdesin her kim ki açdı anun dar ipi boynına dolaşdı bu sır idi heman yine sır oldı anun faş oldugı kendiye kaldı zira bu hazine genci kadimdür bu gencün sahibi hayy ü alimdür hezaran hikmet ü tılsım ü perde bu gencün kapusında her divarda bu sırrı faş iden geçdi başından elin öz kanıla yudı yaşından zihi hazne zihi bab ü zi miftah zihi perde zihi halvet zihi şah zihi derya zihi mevci dürefşan zihi ilm ü zihi delil ü bürhan zihi hüma ki gölgesi sa'adet zihi milki imaret zihi üstad zihi nur ki alemler gark olupdur özü ferdi ehaddür fark olupdur zihi sultan ki ebed ma'zul olmaz zihi devlet ki hergiz za'il olmaz zihi talib zihi matlub zihi hal zihi kısmet zihi tali zihi fal zihi batın ki hergiz zahir olmaz zihi zahir ki ebeden sır olmaz zihi can ki tene muhtac degüldür kutı man'adur ekmek aş degüldür beri gel iy talib söyle halün ne ne istersin digil kim ahvalün ne cihana gelmegün neyidi maksud ne işe virübidi seni ma'bud sana secde nişin kıldı firişte bize de di sebeb nedür bu işde sücud cana mı kıldı ya tene mi yohısa can u ten yaradana mı adem şeytan neyiçün ma'zul oldı işi altun iken nişin pul oldı sekiz uçmag ne sebebden bezendi yidi tamuda od neyişe yandı bu ne hikmet bilür isen eyitgil eger bilmezsen bilenden işitgil aceb pergal aceb tertib aceb iş aceb haldür aca'ib dürlü gerdiş gelen gitdi giden gelmez ne haldür bu hali ol bilür ki bizevaldür gice gider gelür gündüz peyapey döner devran tolınur gün togar ay bu ne hikmet ne haldür akıl irmez nişanından nişan kimesne virmez bu hali her ki bildi hamuş oldı sanasın arslan öninde muş oldı zira bir deryadur yokdur kenarı gavas olan bulur bunda güheri tolu oldur kamu cihan içinde odur munis gönülde can içinde kamu şekl ü suretde revnak oldur anı kim sizmeyesin mutlak oldur neye kim bakar isen anda mevcud neden kim ister isen anda maksud odur bir katre sudan insan eyler odur hüsni latif cismi can eyler kamu alem tolu oldur malamal odur kale kal olupdur hale hal ana her dürlü iş pinhan degüldür can oldur ana kimse can degüldür odur ay u güneşdeki tecelli kamu alem anun ile teselli bu cümle alemün maksudı oldur bu kamu bendenün ma'budı oldur odur vahdet gülistanı odur can odur canı cihan ü nakdi insan odur her cem içinde şem olupdur odur nurı basar u sem olupdur odur kim dilaram u mihribandur gönül içinde sır canda nihandur kamu alem anun ile müzeyyen odur gevher odur sadef odur kan odur kim cümle şeyde can olupdur odur kim eşkere pinhan olupdur gül oldur bülbül oldur gülşen oldur top oldur çevgan oldur meydan oldur dahı ne var digil ki andan ayru kil nesne kim ola sultandan ayru kamu alem içindeki can oldur bu kıssa vü hikayet destan oldur odur vahdet gülistanında bülbül odur vuslat çemeninde biten gül güman kılma ki gayrı yok cihanda odur genci nihan her bir viranda yidi kat yir anun ile sükundür tokuz felek ana mest ü cünundür anunla tazedür her bir gülistan hüner anun odur sahibi meydan odur cümle görinen nakş ü pergal anundur alemi ka'im tutan el el ü ayak bu cümle dürlü endam can oldur anunıla kim urur dem ariflerden sorun bu ne dimekdür bu neye işaret ne söylemekdür yine vahdet gülistanı çin oldı yine gönül aşüfte mecnun oldı yine ol sakii can u dilaram aşıklara sunar tolu demadem aşıklar mest oluban yahu dirler la bilmezler heman illa hu dirler bu meclisde kimisi mest ü hayran aşık katında ne dünya ne de can kimi mest oluban börkin yitürmiş kimisi destarın kavvala virmiş kimi namus şişesin daşa çalmış kimisi kilimini suya salmış kimi sarhoş olup eyler hay u huy ya'ni dir ki bu ne haldür haber duy kimi meyhanede serdih olupdur kiminün işi dün gün ah olupdur kimisi bir hiçe satmış cihanı kamu terk eylemiş sudı ziyanı kimi ma'şuk ile sohbeti hemdem kimisi kim akıldur şöyle sersem kimisi bihaber kendü halinden bihod u mest olup kalmış yolından kimi yol eridür menzili gözler özinden pişvarun izin izler kimi dün gün ta'ate meşgul olmış kimisinün du'ası makbul olmış kimi dünyada bir etmege muhtac kiminün başına devlet kodı tac kimi kuldur kimi sultan olupdur kiminün yatagı külhan olupdur bu meclisde kamu alem harifdür arifleri tanur saki arifdür nice kim söyleyeyin söz öküşdür didiler sözin azı özi hoştur benüm hikayetümi bir işitgil benüm n'ola halüm bana eyitgil cihan hengamesinde kalmışam ben melamet tablın irden çalmışam ben bu nefsüm hevasında kul olup men ne bellü altunam ne pul olup men beni bu ham hayal yoldan çıkardı yolı varan yol ile togrı vardı müsafir dervişem gezdüm cihanda teferrüc eylemişem her mekanda adem kanda ki var bu bir ademdür resm ü adetleri ayruk alemdür matekaddem ki yol varmış erenler binişandan bize nişan virenler cihan içinde cana kalmayanlar cihan sevdasına baş salmayanlar olar kim kend'özini bildi tahkik özin bilene didiler muhakkık özin bilen bilür can neye dirler nemiş insan ü hayvan neye dirler aşık paşa hoca attar u sa'di bular kim bulmış idi her muradı biri her bir haber virdi bu yoldan ne kim bilmiş idi bildügi halden veli aceb haber söylemiş attar kim sırrı gönül içinde esrar attar kim bu mantık'ı o düzmiş kuruda istemiş deryayı yüzmiş dimiş ki kaf tagında bir ulu kuş anı gören özin kılur feramuş simurgun mekanı kuhı kafda işidildi bu haber her tarafda bu cümle kuşlarun sultanı oldur kamu ansuz suretdür canı oldur otuz bin kuş anı isteyi gitdi kalanı yolda kaldı biri yitdi yiten gördi cemali ayinedür bakan öz suretin gördi ya nedür heman öz nakşıdur gördügi anda ne kim gördi anı söyledi bunda budur mantıku'ttayr'un işaratı ne vardur dahı bu sözden muradı bakan gözgide öz nakşını gördi nişan sorana nişan anı virdi olar kim yol varup menzile yitdi bu sözi söyledi bunı işitdi giden gitdi gelecek hod ga'ibdür bu demdür dem bize bu dem nasibdür bu dem idi o demde söylenen dem nazar eyle ki bu demde ne var kem benüm hikayetümi bir işitgil benüm n'ola halüm bana eyitgil müsafir dervişem gezdim cihanda teferrüc eylemişem her mekanda var idi bir hacetüm ol sebebden gezerdüm bu cihanda da'ima ben nagehan bir şara yitdi seferüm kulak dut bana bir işid haberüm aca'ibler öküş gördüm o şarda anı ki görmemişdüm her diyarda nagah menzil ucı ol şara yitdüm tefekkür eyledüm kendüme gitdüm gönül eydür bana bu şara girgil dervişsin karnun aç bir parsa urgıl yüz urdum ki girem bu şar içinde teferrüc eyleyem ne var içinde nagah bu kal'adan bir kimse çıkdı nazar kıldı bana üstüme bakdı bana sordı ki ne yirden gelürsin nedür nakdün ne satarsın alursın didüm ki gelişüm dünya evinden kaçuban gelmişem dünya divinden destur var mı ki bu şara girem ben teferrüc eyleyem yine varam ben didi otur varam sultan katına bu hali arz idem ben hazretine destur olsa gelem sen de göresin neyise maksudun bunda göresin didügi yirde bir zaman oturdum içeri vardı yine geldi gördüm didi ki destur oldı gel içeri teferrüc eyle bu şarı bazarı çü destur virdiler içeri girdüm özüme yörenüp aklumı dirdüm görürem bir ulu şarı mu'azzam ana nisbet degül ne mısr u ne şam yidi yüz yitmiş yididür mahlesi aleme tolmış o şarun gavgası üç yüz altmış altı çarsudur bazar her ne ki vardur cihanda anda var on iki burc u bedeni var tamam dört yüz kırk dört sipahi saklar müdam yarusından yukarusı burc u bar yidi kat gökdür dimişler ihtiyar üstine yapmış bir ulu künbedi arşa nisbet itmiş anı üstadı aşagusı ferşdür öküzdür balık deryadur yildür heman budur salık on iki kapudur üç kat bardur vardur ol şarda her dem vardur iki direk üstinedür bünyadı şöyle bünyad itmiş anı üstadı çok aca'ibler o şarda görmişem varuban sultana yüzüm sürmişem nagehan sultana irişdi yolum arz kıldum sultana külli halüm ne idüm evvel bu demde hem neyem diledüm sultan katında söyleyem nirede konup nireye göçdigüm niye kalup yolda neden geçdigüm diledüm sultan katında söyleyem şöyle muhtasar hikayet eyleyem sultanı gördüm unutdum kendözüm kıyas it kim nirede kaldı sözüm katre ummana yiticek ne kala katre kalmaya heman umman ola zerreler güneş nurıyla eşkere güneşün nurıyla olmış avare kanda güneş olsa zerre andadur güneş olmasa görinmez kandadur ancılayın oldı benüm de halüm zerreyidüm güneşe yitdi yolum hasbetenli'llah bu sözi dinlegil maksudı nedür bu sözün anlagıl teferrüc itdüm tamamet ol şarı kuşe vü mahalle çarşu bazarı içeride taşrada her ne ki var hoş teferrüc eylemişem ihtiyar gördüm ol şarda bu cümle alemi ne ki var alem içinde tamamı ancılayın oldı benüm de halüm zerre idi güneşe yitdi yolum nice gördüm dinlegil kim söyleyem sana ol şarı hikayet eyleyem şişede gözgü düzerler şöyle tub bir latif yirde asarlar anı hub her ne kim ol gözgüye karşu durur aksini ol gözgü içinde görür ol şarun anun bigidür misali bünyadı şöyle düzilmiş evveli arşı gördüm şöyle durmış sernigun çarhı gördüm ki dönerdi dün ü gün gökleri gördüm mutabbak bir kal'e ay u gün ılduzlar olmış meş'ale burçlara bakdum araste pergali ayinede ma'lum oldı eşkali yidi kat yir şöyle deprenmez turur deryalar cuşa gelüpdür mevc urur şeş cihet her ne ki var durur tamam gözgü içinde görinür ve'sselam evvel ahir her ne ki var cümlesi görinüpdür gözgüde sermayesi çünki irişdi seferüm ol şara ne ki var ol şehr de gördüm eşkere budur ol şarun sıfatın söyledüm veli yüz binde birin şerh eyledüm zira kim aklum irişmez deryadur yir ü gök anun katında zerredür müsafirem şöyle bir şar görmişem anla ki bu yolda neye irmişem anı görelden hal oldı müşkilüm özümi bildim ü anladım halüm özümi bildüm ki neyem iy aziz özini bilen olur ehli temiz vücudum zerresi yitdi güneşe nurı dutdı cihanı başdan başa katre ummana yiticek ne kala katre umman küllisi yeksan ola bu ne dimekdür bilürsen söylegil bana bu halden hikayet eylegil bilmesen dek dur fodulluk eyleme bilmedügin sözi zinhar söyleme ana kim yitmedün elün sunmagıl sınacak budaga zinhar konmagıl sırrunı söyleme sakla naşiden kim diye sıddik sözini işiden bitmiyecek yere tohum ekmegil boynunı sun yola başun çekmegil yol ile var kim iresin menzile dilegün kadrüni bilenden dile yolunı gözle yolundan çıkmagıl sil bigi kanda gerekse akmagıl yarasa güneşe karşu uçmaya yahşılıkdan kimse hergiz kaçmaya saksagan şahbaza karşu durmaya dana katında nadan dem urmaya bülbülün leglek degüldür harifi arif olan kişi bilür arifi her dikende güli nesrin bitmeye nakş olan gönülde hergiz gitmeye altuna altun didiler pula pul saga sag didi ulular sola sol her gönül mahremi esrar olmaya cehl olan ışkdan haberdar olmaya her sıgırdan istemegil anberi yolula gel yola gezme serseri zühd ile zerki salusluk satmagıl kalp olur altuna bakır katmagıl ulu katında fodulluk eyleme sözüni bişürmeyince söyleme serçe bülbül karga şahbaz olmaya her kişi şah ile hemraz olmaya sevdigüne karşu zinhar çatma kaş ululara serkeş olma çekme baş akıl olan cahile baş koşmaya bilmezin işine bilen puşmaya her gönülde sırrı esrar bitmeye dünki dem bugünki deme yitmiye ugrıya ısmarlamazlar hazneyi beslesen şahbaz ola mı kargayı evliya bilür bu yolda menzili hall idüpdür zira kim her müşkili evliya hakkına münkir olmagıl binasib bedbaht müdebbir olmagıl erenler sakkala dimez er diyi er olan terk ide cümle sevdayı er olan iki cihana kalmaya zira er çindür salusdan olmaya evliyadur cümle sırrun defteri er olan bilür heman yine eri evliyaya münkir olma iy bahil ikrar eyle imanun ola hasıl suretün adem veli kim cünbişün deprenicek dive benzer her işün toprak ol ucb u tekebbür eyleme hadden artuk keleciyi söyleme kanda bir miskin görürsen dut elin böyle varmışlar bu yolı evvelin gel gül ol bu yolda diken olmagıl yol varan miskine düşman olmagıl bülbül isen gülsitana gel beri canı ko bile cinana gel beri ışkı bul ki irişesin menzile hall idegör kalma yolda müşkile tuz etmek hakkı sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa öz işini kimseye inanmagıl her kişinün gönlini bir sanmagıl degirmene varan ögütdi unın evde oturup nöbet sürmek niçün sencileyin kim akıl kanda ola kısmeti ezelde degdi her kula bir güneşdür ki cihana nur virür tedbiründe fikrüni takdir virür zira kim takdire bagludur her iş nakş u pergal gice gündüz yay u kış ortada sermaye birdür cümlenün ol durur zevk ü safası her canun cümle eşyanun gönülde sırrı ol başda devleti gözinde nurı ol cümle vücud canı oldur iy habib oldur ehli nasibe degen nasib oldur ahi ahmed'ün alnunda nur oldur ahi eyyüb'e şükr ü sabur oldur ahi yusuf'a hüsn ü cemal ya'kub'a oldur firak u hem visal isa'nun dilinde du'a ol durur ölüyi zinde kıluban kaldurur ol idi mustafa'daki mu'cizat anun ile topdoludur her bilad evvelidi tevbe eyledi adem müşerref anunladur her makam evvel ahir heman oldur her hüner dahı kim vardur degül iy merdkar yola gel şeytana nöker olmagıl pir dutungıl hudaperver olmagıl pir gözün açup yolunı göstere seni bu yanlış hayalden kurtara piri olmayan irişmez menzile pir gerek kim ayinen her dem sile pir sana bildüre sana sen nesin sen nesin nedür dilegün kandasın gözün açıla göresin sultanı insden fark eyliyesin hayvanı ilmi şeri'atı bildüre sana azuban tagılmayasın her yana bilesin kim ne dimekdür şeri'at neyimiş bu orta yirde baglı sed pir sana erkanı salat bildüre iman islam farz u sünnet bildüre çünki bildün şeri'at nedür tamam tarikat yolında koyasın kadem pir sana bildüre nedür tarikat dahı tarikat içinde her sıfat tarikat dimek arabca yol durur yolula var kim tarikat ol durur zeni ferzendi atayı anayı terk ide koya bu cümle kavgayı her ne ki pir dir ise anı duta ta kim irişe bu yolda maksuda zişti mel'un u tekebbür olmaya miskin ola cehle magrur olmaya pir ne dir ise işide sözini hak ide pir kademinde yüzini pir yolında yüzini döndürmeye anda kim bakmışdı gözin ırmaya pir ana hakikatını göstere ta'atı yolda yazıla deftere her ne kim pir dise andan çıkmaya cehd ide bu yolda gönül yıkmaya kanda kim baksa pirin hazır göre her kime bakarsa anı pir göre şöyle kim birlige yite pir ile ol pir ile bir ola birbir ile ikilük kalmaya çün birlik ola birlik içinde temiz dirlik ola çünki piri hoşnud ola kendüden ol kişi bu kez uyana uykudan gözi açıla göre kim iş nedür aşikar görmek neyimiş düş nedir şeri'at bile tarikat anlaya hakikat piri ne dirse dinleye her kime kim ola bu üç hassiyet şeri'at u tarikat u hakikat ma'rifet anda biter kan ol durur ma'rifet cevheri ma'den ol durur yol eri oldur bu yolda yol varan yol eridür yolsuza yol gösteren ma'rifetdür yol erinün hüneri ma'rifeti olan er bilür eri ma'rifeti olmayan hayvan olur fi'li iblis sureti insan olur ol haber yitdi bu kez geldün pire pirlik oldur yolsuza yol göstere sakalı aga dimezler pir deyi pirlik oldur terk ide her sevdayı pir gerek kim kendüyi bilmiş ola gönli içinde hak'ı bulmış ola kalmaya bu dört kapuda müşkili pir gerek kim söyleye cümle dili ilmi ledün ne dimekdür pir bile pir gerek talibün aynesin sile talibe göstere matlub kandadur pir dimek uşbu haberdür pes nedür pir diyü çok yaşa dimezler ahi pirlük oldur bilmiş ola ol şahı pir ü mürid talib ü matlub heman cümle bir noktadan oldu iy filan evveli bir nokta idi ka'inat nokta içinde açıldı her sıfat nokta çünkim çekilüp oldı elif elif üç harf oldı dinle iy harif degme harfün üstine bunca haber söylenür cümle cihanda aşikar bu yolun içinde delil söz durur cümle bu dirlikden asıl söz durur söz degül mi ayeti kur'an yire tanrı söyledi evel peygambere söz ile bildürdi ahmed bu yolı söz ile bitdi her işün evveli söz ile ma'lum olupdur mertebe söz bilüp söz anlayana merhaba söz ucından aziz olur her kişi hem yine sözden harab olur işi bunca hikmet ilm ü kitab söz durur dahı ne var ortada hep söz durur söz bilendür kendü halin anlayan ne bilür sözi duşına banlayan sözine bakup bilürler ademi söz durur fark ide puhteden hamı talibe matlub heman söz bildürür söz içinde sırr ile raz bildürür söz ile aşikar oldı gizlü raz söz durur ortada hem naz hem niyaz sözi söyleyen özidür dinlegil sözine kend'özi nedür anlagıl ol durur söz kim bilesin hal nedür bir elifden bunca kil u kal nedür bir elifdür aslı cümle varlıgun her ne ki var yarlıgun agyarlıgun elif içinde açıldı her hüner ne ki var elifden oldı aşikar elifi bilen bilür ki iş nedür togup ölmek hikmeti gerdiş nedür ademün evvel nedendür bünyadı nicesi bünyad idüpdür üstadı evveli bir nutfedendür dinlegil nutfenün aslı nedendür anlagıl nutfe aslı dürlü ni'metdür hoca ni'meti yir bu adem irte gice çünki adem yidi dürlü ni'meti nutfe cem' oldı bu kez gör hikmeti çünki cem' oldı ademün biline yine bir bakgıl bu nutfe haline anda kalmadı yine kıldı sefer ana haznesine düşdi ihtiyar çünki düşdi hazneye nutfe biter dinlegil kim ne imiş iş bu haber çünki yitdi nutfe baglandı suret nutfe gitdi adem oldı bu kez ad çünki adem oldı şekli sureti haznede kaldı yitince sa'atı çün sa'ati yitdi taşra çıkdı ol çıkuban dünya yüzine bakdı ol bakdı gördi dünya aceb gülsitan reng reng şekle tonadur her zaman gitdi kış yaz geldi bu kez oldı yay güz gelür döner bu yıl on iki ay her fasılda göresin ki ka'inat baglanur bir dürlü ayruksı suret yidi yılduz kullık ider oglana ya'ni ki muti' olupdur sultana her birisi kullugın eyler tamam bu kez oglan tutar ayruksı makam üç yıl üstine geçer oglan büyür hikayet bu kez nicedür dinle bir baba ana dir bu kez söyler olur bardagıla su virür kulluk kılur sevgisi düşer atası gönlüne atası da mihrin arturur yine bir zaman bu resme varur ol kişi yine dinle ki nice olur kişi geçdi oglanlık yigit oldı tamam tanır oldı hayr u şerr ü has u'am bitdi yigitlik bu kez dutdı kemal dünya içün eyler oldı kıl u kal bir zaman dahı yigitlik devranı geçdi yakındur göçüser kervanı yigitlikde geçdi ömri bir zaman vaktine pirlik irişdi nagehan pirlik irişdi tamam oldı işi işi bitdi gitmek oldı ol kişi ol kişi bundan gider olsa yine cem' olanlar yine yiter aslına aslına yiter kavuşur cem' olan yine şem'a vasıl olur şem' olan bin sözi bir söz idüben söylese güci yiten şöyle takrir eylese kalmasa kendü yolında nesneye virmese başun bu kurı kavgaya kend'özini bilmiş olsa ol tamam keşf olurdı ana her dürlü makam yol erinün dirlügi temiz gerek can içinde ışk yolunda iz gerek ışk odına yana cümle varlıgı yola dogrula koya ayyarlıgı laf idüben kend'özini satmaya hakikat ışka mecazı katmaya izzete kalmaya koya şöhreti vahdete yitüre yolda uzleti ömri hasılun telef eylemeye bihude söz sakına söylemiye söyler olsa tevhid ola her sözi tevhid ehline kul ola kend'özi kaynaya veli ki hergiz daşmaya kendü haddinden aşurı aşmaya tanrıyı hazır göre bu ortada tevazu' eyleye bilişe yada cehd ide kimseye gayrı bakmaya bekleye hadd ü kanundan çıkmaya yola boyun vire serkeş olmaya vesvasi şeytana yoldaş olmaya yol erine sor ki bilür yol nedür bu yolun içinde sag u sol nedür yol eri bilür ki nedür hayr u şer yol içinde neyimiş ayb u hüner yol erinün ayagına toprak ol yol erine küstah olma müştak ol yol dimeklik yol erinün dirligi yol eri ol ki bilesin erligi yol eridür bu yol içinde çırak yol eri yoluyla varur yola bak yol eri oldur ki cama kalmaya binişan ola nişana kalmaya yol eri tek ide cümle varlıgı bu yola layık dirile dirligi çünki dirlik tamam oldı oldı er mu'teber oldı bu yolda mu'teber erlik oldur duta birlikde makam dimeye birlik yolında hass u am bir göz ile baka cümle varlıga katmaya kalpı hakikat dirlige cümlenün üstine toga gün bigi bir yire baka da'im mecnun bigi çünki birlikde tamam oldı işi bil hakikat evliyadur ol kişi ana sor bu hak yolını ol bilür cümle mahlukun halini ol bilür zira keşşafü'lkulub'dur evliya özini tahkik bilüpdür evliya özini bilen bilüpdür tanrıyı tanrıyı bilen koyupdur gayrıyı ol kişidür ki dimişler yol eri ana sor kim ol görüpdür dilberi da'ima dilber ile hemdemdür ol yol içinde meş'aledür şem'dür ol nurı anundur ki dutmış alemi irte getürmiş gidermiş ahşamı yol varana delil oldur iy dede kamunun çırağı oldur ortada yahtusı aya güneşe nur virür gölgesi hümayı gamdan kurtarur bu kamu eşyadan asıl ol durur ol durur insanı kamil ol durur anı görsen kademinde kurban ol div degül seg hayvan olma insan ol zira insandur kamunun maksudı insanun gönlinde iste ma'budı yirde durup göge bakma iy gafil özüne yören ki sendedür delil ol ki istersin cihan da sendedür ol ki söyler her lisan da sendedür sendedür cümlesi ne var dünyada sen sana nişe gafilsin iy dede sen seni bilsen bilürdün sultanı sende bulunurdı gevher ma'deni zihi hayf ki bilmeyesin sen seni şöyle serseri sürersin devranı özüne yören iy gafil kandasın gördügün var mıdır sultan mahlesin kanda gördün anı bana söylegil beni bu ma'na hvanında toylagıl bize ma'na şerbetinden sun kadeh içelüm bu gönlümüz olsun ferah bu deme yitince geçdi sal u mah niçeye denlü çeküpdür diye ah sadhezar ortada geçdi ay u yıl ta ki ma'na' aşıka oldı hasıl çün gönülde bitdi ma'na bostanı canda çin oldı açıldı gülşeni gayrı gitdi ma'na kaldı canda pes can u gönül ma'nadan geydi libas can ilini tutdı ma'na leşkeri gönüle yazıldı ma'na defteri ma'nasuz nesene yokdur dünyada kulluk eyle kim bilesin üstada ma'na nedür sana üstad bildüre ma'nada sohbeti vahdet bildüre ma'nadan sen de haberdar olasın ma'na beratunda defter olasın gönlün içinde bite her dürlü kan binişandan sende bulına nişan nefesün ölmiş kişiye can ola nazarın dertlüyi derdden kurtara böyle olmak ister isen iy kişi ma'na ile işlegil her bir işi gafil olma nagehan kervan geçer şöyle sen yurtdan kalursın bihaber can bagında gülsitan ol gel beri canı ko bile canan ol gel beri kerkes olma yol içinde şahbaz ol şah kolına kon şah ile demsaz ol dilkü bigi bakma sakın arslana tuti yir şekkeri virme hayvana yapalak şahbaz şikarın dutmaya karkara lokmasın serçe yutmaya eşegi gülşen içinde baglama gevheri harmühre bigi çaglama bir yiri gözetgil olma hercayi ko başundan bu fuşaret sevdayı bu yolı bilmez kişiye sormagıl uşanur şişeyi taşa urmagıl kend'özüne gel tagılma aç gözün ol ki dirsin sen özün sensin özün ol ki dirler ilmi ledün sendedür evvel ahir kaf ile nun sendedür sendedür cümle alemün varlıgı cümlenün sensin yazılan yarlıgı ka'inatda ne ki vardur sende var anda ki var dirler ol hem sende var senün içün gülsitan oldı cihan müşerref senün iledür her mekan hurı cennet senün içün intizar ihtiyar sensin cihanda ihtiyar çarhı felek senün içün deprenür varlıgun cümle cihanda söylenür cümle varlık sende cem' oldı yahın bu yol içinde olasın ehli din suret ü şeklün ademdür sen nesin bir uyan sil ahi gönlün aynesin gözün aç bak gör cihanda hal nedür ortada dönen bu mah u sal nedür gice gündüz ne içün döner felek ya bu yirler ne sebepden durdı dek togup ölmek gelüben gitmek nedür yolda kalmak menzile yitmek nedür nice sözdür ikrar u inkar dimek yar dimek ne neyimiş agyar dimek yidi tamu sekiz uçmag oldugı hayr u şer hesabı sormak oldugı büthane ka'be dimegün maksudı söyle ki neymiş ziyanı vü sudı bir denizdür sadhezaran mevci var bir geyükdür yüz bin avlar avcı var gökde yılduz çok veli birdür güneş sadhezaran nakş u suret bir nakkaş bir çırakdur sadhezaran pervane sadhezaran dürlü kuşdur bir dane bir padişahdur hezaran mülki var hezaran dürlü sadefdür bir güher sadhezaran dürlü çiçek bir çemen hezaran dürlü meta'dur bir dükkan develer çokdur deveci bir durur bir gönülde bunca hikmet sır durur cümle nakşun bir kişidür üstadı bir elifdür bu cihanun bünyadı bir elifden aşikar oldı cihan ne ki var elifden oldı cism u can yirde gökde her ne ki var cümlesi bir elifdür ortada sermayesi cümle dilde söylenen bir söz durur her sözün içinde yüz bin yüz durur her yüze baksan hezaran dürlü hal her halün içinde gizli bin hayal her hayal içinde yüz bin perde var degme bir perde hicabdur sadhezar sadhezar perdeyi yırtar ışk eri ışk erine degdi ma'na defteri ışk eri şemi delildür ortada şefi' oldur cümle bilişe yada cümle sırrun defteridür ışk eri deryadur ışk eri dutmaz murdarı ışk eri ilmi ledüne haznedür ışk eri cümle aleme aynedür ışk eri cümle alemde gülsitan gülsitandur ışk erine her mekan ışk eri ol kim bilesin ışk erin ışk eri bilür bu sırrun defterin ışk eridür yol içinde ihtiyar ışk eri olmaya degme kur ü ker ışk eri gönlinde sırdur gizlü raz ışk eri iki cihanda serfiraz ışk eridür bahri muhitde neheng ışk eri katında birdür sulh u ceng ışk eri canı canandur ışk eri ışk eri cevheri kandur ışk eri ışk erinün etegin dut ışkıla kim ilesin ışk nedür kıldan kıla ışk eri yolında cana kalmaya namı terk ide nişana kalmaya zira kim ışkdur kamunun bünyadı evvel ışkı bünyad itdi üstadı ışk ucından uhur oldı ka'inat ışkıla olsa hasıldur her murat ışkı bilen hall idüpdür müşkilin ışk eri söyleyibilür ışk dilin ışk gülistanında diken olmaya ışk eri işine pişman olmaya cümlesi kuldur bu ışk sultan durur ma'muli ışk bazarında can durur ışk eriysen cana kalma gel beri geç ko bu virana kalma gel beri gözün aç bak kim göresin hikmeti elde iken yile virme fursatı çarhı felek gör ki dün ü gün döner gösterür her dem bir ayruksı hüner kimini devlet atına bindürür kimini tahtdan aşaga indürür kimün elin dutar iltür menzile kimünün işini salmış müşkile gani iken kimisin eyler fakir kimini civan idüpdür kimi pir kimini topraga düşse kaldurur kimüne tablı melamet çaldurur kimin akıl iken eyler divane kimi bu mihnet okına nişane bu felegün gerdişidür ki döner kimi çıkar yukaru kimi iner kim gelür beş gün cihanda eglenür kimi hocadur kimisi beglenür kimi eydür ki benümdür milk u mal kimi bu gaflet içinde paymal kimisi külli dutam dir dünyayı başarur her dem bu yanlış sevdayı kimisi bildi ki cihan hiç durur kimseye sinmez agulu aş durur kimün ömri hiç yire oldı telef kimi de bu kibr ü kinden sinesaf kimisi yinile geldi meydana hoş gelür kendüye çeng u çegane kimine şirin gelüpdür bu cihan kime dikendür kimine gülsitan kimisi terk eylemişdür varlıgı bir lokum bir hırka kılmış dirligi bu cihan baki degüldür paydar suret ü nakşı hayaldür serbeser sen bu halden bir haberdar olmadun uyudun gafletde bidar olmadun bilmedün ki bu ne hikmetdür ne hal neyimiş ortada dönen mah u sal bu sitare gökde niçün seyr ider bu güneş kandan gelür kanda gider ne içün döner felekler turmadın dün ü gün yürür bu sular sürmedin deryanun da'im nedendür cünbişi neyimiş maksud felegün gerdişi evvel ahir ortada varlık nedür asl ü fer' ü yarlık agyarlık nedür zahir ü batın dimegün maksudı neyimiş söyle ki ziyanı sudı ikilik ne birlige yitmek nedür hamuş olmak dimek işitmek nedür nice sözdür ikrar u inkar dimek pir dimek ne neyimiş agyar dimek yirde gökde cümle cism ü can nedür aşikar ne var di kim pinhan nedür sahibi kimdür bu cümle pergalün ya senün nedür ahirün evvelün sen nesin şöyle mücerred söylegil nitelügünden bize şerh eylegil sen heman od u yil toprak su mısın dahı nesnen var mı heman bu mısın sen nesin kend'özini bil iy gafil gaflet uykusından uyan bir ayıl gözün aç bak ki güneş togdı güneş sırrı ezel ıyan oldı şöyle faş birlik içinde bulındı cana yol hakikat külli nur oldı sag u sol saye kalmadı güneş toldı cihan bir vücud oldı misali cism ü can ikilik kalmadı külli oldı bir birlik oldı çi gani vü çi fakir zerre içinde görindü afitab aşikar oldı güneş gitdi hicab külli tevhid oldı sözi her kulun tesbihi ene'lhak oldı bülbülün külli gül oldı vü diken kalmadı ruşen oldı nesne pinhan kalmadı nakş u suret gitdi iyan oldı can genc açıldı külli kat' oldı viran nur u zulmet birlige yitdi tamam birlik içinde bir oldı has u am dahı hiç cihanda gayru kalmadı ikilük bir oldı ayru kalmadı ten ü can birlikde eyledi karar birligi kıldı kamusı ihtiyar birlik oldı il emindür töre tüz birlige yitdi kamu yahşı yavuz asl u fer'i bir şey oldı ka'inat küllisi bir oldı arab türk ü tat çiçay arab türk ü tat durur birlik içinde kamusı mat durur çünki meclis tamam oldı yatma tur külli nur oldı ten ü can külli nur saki sultan oldı yatma iy civan kalma bu gaflet içinde bir uyan bir nazar eyle bak ahi dört yana bu ne gafletdür ki dolaşmış sana seni yolundan çıkarur dembedem nefsi ulaldur veli kim aklı kem kul edinmiş seni dün gün işledür bitmedin bir iş birine başladur kend'özine seni kul itmiş tamam işledür kendü işini dembedem boynuna düşmiş bu gaflet urganı seni komaz ki göresin sultanı kafile gitdi tur yolundan kalmagıl fikri ko yanlış hayale talmagıl yagmur igen eşek aksak yol uzak karnun aç tonun yukadur sen yayak külli iyan oldı açıldı busun gürd bigi henüz komazsın namusun karnun aç ise utanma söylegil neyise halüni iyan eylegil eşegün çamura batmasun sakın etmegi yigil sakıngıl duz hakın yara kardaşa hıyanet olmagıl eylük idene biminnet olmagıl görmedügün yire zinhar atma daş ululara serkeş olma çekme baş kimsenün yolında kuyu kazmagıl yolunı gözle yolundan azmagıl kem tama'luk eylemegil can isen hayvan olma gel beri insan isen bir lisandan iki dürlü söyleme yar isen yara bahillık eyleme kimsenün aybın görürsen kılma faş yolı arıt yola zinhar dökme daş bir gönülde iki sevgü sıgmaya iki dillüden safaluk togmaya hele bir sözdür ki sana söylerem anla ki neye işaret eylerem türkçe bilürsen beri gel bir çagır ol neyidi ki arada oldı sır ol ne yüzdür ki gören hayran olur ol ne sözdür ki işiden can olur ol ne denizdür ki dutmuş alemi ol ne sırdur ki geyüpdür ademi ol ne sultandur ki da'im bakidür kimdür ol ortada her dem sakidür ol ne güneşdür ki zeval irmedi ol ne haldür kimse nişan virmedi bu ne meclisdür kurulmış şahane tolıdur cümle piyale peymane bu ne bargah u sayebandur aceb bu ne leşkerdür bihadd ü bihisab bu ne ışkdur ki alem oldı esir bu ne şahdur ne civan oldı ne pir bu ne gülşendür ki hergiz solmadı bu ne mahdur ki gedilüp tolmadı bu ne candur ki hicab olmaz teni bu ne evdür ki sultandur mihmanı bu ne meydandur ki başlar oynanur bu ne zulmetdür ki ıyan oldı nur külli başdan başa nur oldı cihan gayrı ne vardur ki digil iy filan tag u taş cümle ene'lhak söyledi söz dahı ol idi elhak söyledi ilmi ledün toldı gönül haznesi canı ıyan kıldı bu can aynesi zahir u batın bikülli oldı hak çi cayi in ü inest zik u zak hakikat oldı ki sultan bendedür ne ki var alemde yeksan bendedür gün bigi ruşen görindi gizlü sır ikilük gitdi aradan kaldı bir birlik oldı il emindür töre düz birlik ehli turdı birlikden temiz nur görindi geçdi zulmetün çagı nur ile araste oldı can bagı berser oldı talib u matlub heman her şeye yitdi hayatı cavidan cavidan oldı ebeden cümle şey çünki mevcuddur kamuda bile hayy berser oldı evvel ahir ne ki var ne ene'lhak kaldı ne mansur ne dar şeytanun kalmadı fendi fitnesi oldı bir gitdi ikilük kavgası küfr ü iman vahid oldı bir yire çün batıl gitdi hak oldı eşkere yire göge toldı bu birlik nurı bir vücud oldı misali yaş u kurı hazır u ga'ib birikdi oldı bir birlik içinde ne mürid ya ne pir surete baksan hezaran dürlü hal ma'naya gelsen hayaldür öz hayal reng reng dönen bu suret şeklidür sıfatı bikülli nurdır külli nur gel beri aldanma nakş u hayale kalma bu lezzeti şekker ü bala giç ko bu dünya vü ahret kavgasın sırrı ebed sendedür sen kandasın baş göziyle görmek olmaz sultanı can göziyle bak ki göresin anı yorganun kadar uzatgıl ayagun söz işit sagır degülse kulagun kimseye kem nazarıla bakma sen gönlüni saf eyle tutma intihan fil yükin karunca çekmek ne muhal yirde durup göge bakmak ne hayal gel beri iy kem akıl u bihaber gözün aç kalma feşarenderfeşar azıgun düz yaragun eyle tamam puhte gel bu ışk yolında olma ham yoluna bak ayagun daşdan sakın sırrunı sevdügün kardaşdan sakın her şem'i görürsen olma pervane ışkıla gelgil gelürsen meydane her çiçegün kohusı müşgin degül her kişi yolında ehli din degül degme daş lü'lü ü şehvar olmaya akik ü kehrübar gevher olmaya her kişi şah ile olmaz hemnişin düşmana ısmarlamazlar dost işin niçe bu illet u gafletde esir dutulup kaldun yolundan sen ahir ey gafil ki sen bu cihanda da'im büt idinüben taparsın zer ü sim bütperest hergiz müselman olmaya büte tapan ehli iman olmaya nite kim zahir büte tapan kişi sureta büt düzmiş altun gümişi dün ü gün tapar ana ma'bud diyü kaldugum yirde elümi dut diyü göresin altun gümişdür tapdugı secde kıluban ayagın öpdügi iman ehli büte hergiz tapmaya başını vire yolından çıkmaya sen eger muhammedisen gel beri bütperest olma kesegör zünnarı nemrud olma ibrahim ol ibrahim rencur olmagıl hakim olgıl hakim yol içinde muhannes olma er ol ebu cehil olma zinhar hayder ol cümle pergal senün içün uşdadur hikmet ile her biri bir düşdedür kamu varlukdan murad insan durur kamusı suretdür insan can durur insan idi kim sücud kıldı melek kaçan insan ola degme har haşek degme kişi içebilmez peymane degme kişiyi mi korlar gülşene degme gönülde bu hikmet bitmedi her kişi er menziline yitmedi her kişi büt sıyup zünnar kesmeye la'l ü cevahir ola mı her kaya degme mukallid ne bilür tevhidi çünki can degül bu yolda maksudı her gönülde ma'rifet keşf olmaya her kişi ömrinde lezzet bulmaya her haristanda taze gül mi biter hüner ehline yaraşur her hüner her padişah adl u insaf bilmeye her kuşun gölgesi huma olmaya her kişi vezir ola mı sultana her bihüner giribilmez meydana her kişiye sorma tevhidden haber anlagıl aklın var ahi ol kadar her viranda istemegil genci sen ma'rifet söyleyibilmez her lisan her kişi yolda canından geçmeye her hasis hakkı batıldan seçmeye dünya bir köhne ribatdur hiç ü hiç hiç olursın hiçe kalma giç ü giç sen nesin nedür dilegün bak u bak nice bu tabl u nakkara tak u tak nice bu işret tena'um hay u hay seyl gider yirinde kalur çay u çay nice bu köşk ü seray ü milk ü mal nice bu sensin sen ü ben kil u kal nice bu nukli şarab u tena'um nice bu hikmeti şerbet iy hakim nice bu savulyorut u hay u huy nice bu dilberi mahbub hubruy nice bu fikr u fesad ü ham hayal nice bu gerdişi devran mah u sal nice bu mutrib kavval u hengame çist in berai çi buved in heme an ki bud ender serayı lamekan heman üst evvel ü ahir cavidan ol ne meydür ki humar olmaz kişi ol ne eşyadur ki yokdur gerdişi ol ne denizdür ki cuşa gelmedi ol ne vahdetdür ki kesret olmadı ol ne sırdur ki nişanı binişan ol ne sözdür anı söyler her lisan ol ne şahbazdur şikar eyler canı ol ne sultandur gönülde seyranı ol ne evdür dost olupdur mihmanı ol ne dostdur alemün cümle canı ol ne gönüldür ki da'im fikri hak hakkıla birlikde da'im ittifak ol ne pinhandur ki günden eşkere ol ne hikmetdür ki sıgmaz deftere ol ne hüsn ü ziba gülistan durur hur u melek hüsnine hayran durur ol ne ma'dendür ki anda can biter rence şifa derdlüye derman biter ol ne dilber dilaramdur iy aceb cemalin görmek sevabendersevab anı gören yokluga saydı varın kalemi sındurdı sildi defterin çünki birlik güneşi togdı tamam aşkare ruşen görindi her makam her makamda ne ki vardur eşkere ıyan oldı perde açıldı zira sultanı gönül içinde bildiler velikin gönül içinde buldular güneşün yüzinde kalmadı bulut ibrahim eşkere oldı sındı büt can bagındagı gülistan oldı çin can u gönül canana oldı yahın ten götürdi can yüzinden perdeyi cananun burcında togdı can ayı ten ü can canana birlik oldılar birlik içinde cana yol buldılar ikilik mülkini ışk kıldı harab can u ten hane bir olsa ne aceb çünki güneş togdı mat oldı meş'al ıyan oldı hüsn ü ziba hadd ü hal dilberün yüzinden açıldı nikab can gözinde kalmadı hergiz hicab can gözi gördi ki canan kandadur bildi binişane nişan kandadur kend'özine geldi farig oldı can can bu ten içinde oldı binişan aşikar tendür görinen can nedür ten bir evdür evdeki mihman nedür aç gözüni yırt bu gaflet perdesin ta ki sende bulına islam u din degme yil önince pervaz urmagıl özini bilmeze haber sormagıl emanetse yayı satma kimseye sermayen varısa gelgil ortaya kimsenün aybını görürsen bakmagıl şartı edebdür edebden çıkmagıl erlik oldur ki düşenün dut elin anla her işün ahirin evvelin kendü aybını bilenler oldı er ne bilür ehli hüneri bihüner daş dokınmasın sakıngıl kandile her işi işlersen işle ilm ile hüner ehlin bul hüner ögren hüner ta kim olasın bu yolda mu'teber kend'özinden kimsene yol varmadı yol bilene yoldaş olan ırmadı yol bilendür kendü halin anlayan yol bilene hal ıyanenderıyan yol bilen katında söyle yol sözin ta ki sözün sınmaya ola bütün yolsuza söylemegil yoldan haber bilemez çi sengi hara çi güher her meta'ın ıssı bilür kıymetin zira bahasın virüp aldı satın güneş öninde delil olmaz meş'al arslan öninde çetüke ne mecal zerreyi güneşe nisbet eyleme gevhere boncuk bahasın söyleme ululardan nasihat eyle kabul ta ki mahfilde olasın pürusul kil satana kimyadan sorma haber hiç yire niçün çekersin derdi ser karganun şekker degüldür lokması her başun kaçan bir ola sevdası bellut agacında hurma bitmeye serçe şahbazun şikarın dutmaya adem oldur nurı zulmetden seçe can ola bu nefs dileginden giçe katranı gülbeşekere katmaya kimyayı hurdefuruşa satmaya sırrını gönül içinde saklaya hadden aşmaya edebin bekleye kibri terk ide tekebbür olmaya gaflet uyhusında rencur olmaya gel bu namus şişesini ur daşa ta ki iltesin bu ışkı sen başa ışk ile yırtgıl bu arun perdesin bilesin bu ışk neyimiş sen nesin gel berü kalma bu dünya nakşına ta ki ırakdan gelesin yakına pamık içinde kaçan gizlene od ışk bir oddur pamıga benzer vücud her gönülde ışk kaçan dutdı mekan kanda pinhan ide genci her viran her çiçegün kohusı müşgin degül her kişi ahdinde kavli çin degül her makamun bir aceb menzili var her halun yanında bir müşkili var her kişinün mertebesi bir degül her virane gencile ma'mur degül her gönülde hak kaçan dutdı karar hassiyetde bir mi ola nur u nar her canun menzili canan olmaya her dikende güli handan olmaya cümle eşya bir güneşden aldı nur aşıka her kanda tursa oldı tur her gönülde dürri vahdet bitmedi hikmet ünin her kulak işitmedi her sadefde mi biter dürri yetim bakır ile bir mi olur zer ü sim her gönülde sırrı vahdet pür degül degme bir can ışkıla ma'mur degül iki cihan ışkıla tutdı karar ışka esirdür benüm tek sadhezar cümle maksud ışkıla oldı hasıl ışk çıragından uyandı her delil ışka esir oldı cümle ins ü can canun asli maksudı ışkdur heman kendü halünden vakıf olgıl vakıf bu hal içinde geçersen zihayıf sen özüni ten bilürsin ten misin ten ü cansan küllisi yeksan mısın bil ahi özüni tensin aynesin ten ü cansan küllisi yeksan nesin da'ima gönül hayalenderhayal gözün aç kılma bizümle kil u kal sen bizi cennet'e da'vet eyleme efsane kıssa hikayet eyleme ger bilürsen hak nedür bildür bana ta ki canum kurban idem ben sana bana söyle ki ne imiş hak batıl hak nedür batılı bilmekdür asıl her kişi kim hakkı batıldan seçer ana dimişler bu yolda gerçek er gel beri altuna katmagıl bakır gaflet ile can yüzin eyleme kir vaktı bekle fursatı virme yile ta bu zincirde olasın silsile kendü halünden gafil olma gafil ta ki sana ruşen ola hak batıl uyana can zulmet içinden çıka ruşen ola aşikar hayyu'lbeka feth ola ana bu devlet kişveri kan ola gönlinde ma'na defteri cem' ola anda mekan u lamekan gül ola anun katında her diken cismi kalmaya bikülli can ola katre iken nagehan umman ola cennet ola ana cümle ka'inat gönli içinde yazıla her sıfat mülki vahdetde ulı sultan ola teni külli can canı canan ola cevheri ola bile her cevheri fark idebile akikden gevheri degme bir naşiye sırrın açmaya ne ki hak ferman kılursa kaçmaya oynaya ışk meydanunda başını yandura ışka içini taşını her sözi bişüre andan söyleye nişanın ol binişandan söyleye bile kim canan ne imiş can nedür orta yirde görinen nişan nedür terk ide külli bu dünya mülkini iman ile ma'mur eyleye dini katresin umman içinde gark ide özini cümle alemden fark ide can ola bikülli teni kalmaya binişan ola nişanı kalmaya zerresi gün bigi ola yahtulı isa nefesli ola ahmed huylı gönlü sırrı ma'deni esrar ola canı vahdet ilmine defter ola her bir işe sabr ide eyyub bigi gözleri yaşlı ola ya'kub bigi hulkı muhammed bigi şirin ola her ne ki söylerse sözi çin ola bir nefesde bin ibadet eyleye her sözi mizana tartup söyleye hikmet ile baka her neye baka çıragın hikmet çıragından yaka zahir içinde batını nur ola cismi viran kend'özi ma'mur ola bu nişanı kimde görsen bil yahın oldur er dutgıl etegin öp elin başını ko ayagı topragına canunı yandurgıl ışkun dagına ne kim ol söylerse oldur söz heman gafil olma ana gafil iy filan cümle alem cism ü suret candur ol can içinde gevheri ruşendür ol gün bigi belli cihanda ol kişi aşikar eyler anı her gerdişi bu cihan halkı içinde sırdur ol sadhezar adem içinde birdir ol her kişi ne bile kimdür er kişi er kaçan ola cihanda her kişi er bilür kimdür cihanda evliya hüma gölgesi degüldür her saya evliya gönlinde oldı hak nihan evliyadur talibe matlub heman her kime kim evliya oldı delil dünyada ahretde olmaya zelil imanı nurı tecelli eyleye söylese her sözi hikmet söyleye nur görine çünki zumetden çıka şükr ü minnet eyleye her dem hak'a halis ola er ya dirlikden geçe temyiz ide hakkı batıldan seçe kalmaya gönlinde hergiz gayrı hak bir çıragından uyana bin çırag sa'adet mülkine yite devleti la havfe aleyhim ola ayeti canı ışk nurıyıla ma'mur ola nirde turursa ol ana tur ola ma'na defteri canında cem' ola uyana bu ışk çıragı şem' ola kalmaya gönlinde ayruk yad hayal ırmaya anı yolından mülk ü mal hak kala kend'özi gide ortadan divşüre gönlüni yanlış sevdadan ikilikden birlige yakın ola nefsi mazlum kendi ehli din ola yüzine açıla cümle gülsitan gül katında kalmaya hergiz diken cümle eşyanın canı ola canı gün bigi eşkere göre sultanı ol ola kamu alemün maksudı göreler anun yüzinde ma'budı her nefesi bin isa'ya can ola bin musa sırrında sergerdan ola hikmetinde mat ola bin eflatun sırrı içinde biline kaf u nun yir ü gök öninde sergerdan ola degme bir katresi bin umman ola ay u güneş nazarında şem' ola zahir ü batın katında cem' ola ol sıfatlu insanı görsen habib kurban ol kim derdüne oldur tabib canunı andan dirig eylemegil anı söyle dahı söz söylemegil anı söyle kim heman oldur murad anunıla ıyan oldı her sıfat her sıfat içinde zat oldur heman vir karar anun iledür cism ü can canı cihanun dimişler ol durur sultan oldur kamu ana kul durur kamu sultanlarun oldur sultanı ol kişidür ki geyüpdür insanı oldur ahi aslı fer'i insanun gulgule kılan içinde her canun alemün maksudı oldur pes heman oldur ahi ol binişandan nişan sa'adet mülkinde melik ol durur hüsn ü ışk aşık u ma'şuk ol durur sen anı görmek dilersen gel beri ne içün şöyle gezersin serseri hiç yire ömrün telef oldı telef şöyle mi sandun cihanı sen güzaf gözün aç bir ögüni divşür yara nakdüni aldurmayıgör ayyara ne içün şöyle gafilsin sen aceb niçe bu gaflet içinde hurd u hvab niçe bu çarhıla sergerdan gönül insan isen olmagıl hayvan gönül nice bu illeti gaflet izzi naz kılmadun hergiz cihandan ihtiraz dünya lezzetinden eylegil hazer bir haberdür işidürsen muhtasar dünya bir hiç nesne durur kalmagıl canunı mihnet odına salmagıl 'akıl isen terk idegör dünyayı gel beri çekme bihude sevdayı uyuma gaflet içinde bir uyan ne yatursın çünki göçdi karban bir turugel aklunı divşür yare aldanup kalma yolundan biçare dünya çok senün bigiler aldadı lakabı kulmaş yalancıdur adı kanı şol kim dünyada sultan idi hükmi içinde alem hayran idi yidi iklim dopdolu idi adı dünyadan almışlar idi muradı dünya ahir anlara gör n'eyledi gitdi anlar ortada kaldı adı dünya ribat ehli dünya karban her ki kondı göçiserdür iy filan dünya bir görgeç evidür bir nazar dünyaya gelen yine kıldı güzer hep bilürler dünyanun halin ayyar dünyada kimsene kılmadı karar bir nazarda her ki gördi anladı neyimiş dünya dimegün muradı dünya dimekden murad dünya mıdur yohsa dahı bir ayruk nesne midür bir beri gel aklunı dir başuna bir nazar eyle içüne taşuna dünyaya gelmekde murad mal degül sen sen ü ben ben ü kil u kal degül murad oldur kim bilesin hak nedür her nefesde demi ene'lhak nedür degme bir eşyada bir can oldugı her gülün yanında diken oldugı her sadef içinde bir dürlü güher her güher mevzun u hub u mu'teber degme bir zerre içinde bir güneş nakş içinde eşkere oldı nakkaş katrenün içinde deniz oldugı degme bir cihetde bir yüz oldugı degme bir vücudda bir dürlü suret her suret içinde bin dürlü sıfat her sıfat içinde yüz bin dürlü hal her hal içinde akıllar paymal sadhezaran akl ü pergal cism ü can bu nişan içinde olmış binişan bu deniz mevcinde mahv oldı alem arş u kürsi yir ü gök levh ü kalem bu nişandan kimse nişan virmedi kimsenün aklı bu sırra irmedi evliya enbiya bunda oldı mat degme bir suret içinde bin sıfat her sıfatda dahı bir özge hayal her hayal içinde yüz bin dürlü hal birisi hergiz birine benzemez nice kim fikr eyleyesin çok u az çün suret nakşında budur halimüz ma'naya kaçan irüşür elimüz çünki bu nakş arada oldı hicab nakkaşı kaçan görevüz biz aceb bu hal içinde kamu eşya tamam bilimezler mat olupdur has u'am kimse bilmez bu aceb pergal nedür bu aceb sun'un sani'i kandadur kamu alem cüst ü eyler veli bu ne haldür kimsenün irmez eli mat olupdur vahş u tayr u akl u can bu sıfatı söyleyibilmez lisan bir ademün mikdarı belli ola bu payansuz bahr içinde ne bula gel beri da'vayı güzaf eyleme kadarunca söyle artuk söyleme vacib oldur kim bilesin mikdarun mikdarunca söyleyesin haberün dükkanunda gör ki sermaye ne var sermayence eyleyesin sen bazar ma'nasuz söz söylemekden ne hasıl ma'nasuz da'vayı terk it iy akıl bir sözi söyle ki aslı çin ola yol içinde menzili yakın ola gel beri işün hasıl eyle bugün sen bugün yarın diyince geçdi gün sen uyursın geçdi ömrün karbanı senün ile bile gelenler kanı kanı şunlar ki cihanda var idi akl içinde tertibi tayyar idi cihanı dutmışlar idi serbeser bana di kim kançarı vardı bular ol padişahlar kanı kim leşkeri feth idüp tutmışlar idi kişveri anları gör kim ahiri n'itdiler bir nazar dünyaya konup gitdiler dünyada bunlar sana örnek yiter dünya içün çekmeyesin derdi ser anı iste kim ana yokdur zeval neye gerek zen ü ferzend milk ü mal ol ayun bedrine hilal iremez hiç ana noksan ü melal iremez fani olmakdan münezzeh ol kadim ol kerimdür ol rahimdür ol hakim evvel ahir heman oldur padişah ana ne leşker hacetdür ne sipah andan artuk kimse var mı dünyada gözüni bir sil yine bak iy dede milk içinde topdoludur ol gafur ay u güneş dahı andan aldı nur bu felekler döndügi oldur sebeb oldur ahi cümle bab ilm ü edeb cümle bu yirler anun ile mukim kıymeti andan bulupdur zer ü sim arş u kürsi levh ü kalem bu sıfat anun ile ka'im olmış ka'inat heman oldur cümle şeyde deprenen fikr idüp her bir lisanda söylenen her ki kend'özini bildi sor ana bu nişandan ol nişan vire sana kend'özin bilen bilür kimdür hak'ı bu denizde ol düzüpdür zevrakı ol kişidür yol içinde hakşinas can ile ana aşıkdur amm u has sureta şekli ademdür kend'özi hakkı görür açılupdur can gözi şeri'atde külli işi berkemal tarikatda ol kişidür ehli hal hakikatda külli hak'dur pes heman ma'rifeti kendüye yiter nişan ehli kıble secdeyi ana kılur cümle bu sırrun sıfatın ol bilür ol bilür ki her işün aslı neden ne kişidür söylenüben söyleden kaf u nundan alemi var eyleyen gökleri şöyle bikarar eyleyen yerleri depretmedin ka'im dutan sunmadın eli bu cümleye yiten irteyi iltüp geceyi getüren sırr içinde nice işler bitüren her gönülde kaynayup hikmet olan hikmetinde kamu alem mat olan hüsn ile şirin görinen ferhad'a oldur ahi cümle varlık ortada leyli'nün yüzinde hüsn ü hubcemal mecnun'a ışkı hikayet kil u kal şeytanun ta'atini hiç eyleyen ahmed'e habib diyüben söyleyen halil'i nemrud odından saklayan yunus'ı balık içinde bekleyen yahya'yı dünyada her dem agladan eyyub'un derdile bagrın dagladan musa'yı şuride mecnun eyleyen circis'un halin digergun eyleyen zerreyi gün bigi tabende kılan pinhani gencini viranda kılan cümle bu hikmetün aslı ol sabur asl ü fer' ü nakş u hayal nar u nur ol ki görindi bu cümle gözlere ana ki akl irdi geldi sözlere dört tabi'at altı cihet her alem buna pergaldür arada subh u şam ziyneti dünya kumaş altun u mal et u ni'met aş u etmek yag u bal bu haberler ki orada söylenür bu hayaller kim da'im fikr eylenür kamu bunlar nakş u suret bir nakkaş zerreler içinde heman bir güneş ol güneştür cümleyi ruşen kılan bu tılısmun adını insan kılan insan oldur kim bile kend'özini hadd ile sala her aşun tuzını ulular katında toz eylemeye bihude söz sakına söylemeye sapmaya dogrı yolını gözleye ulular vardugı izi izleye her işi aslın bilüben işleye kaderince gele gelse ortaya yar ile yar ola agyar olmaya sureti adem özi har olmaya her kim ol ister ise hakk'ı bula ne ki gelse yolına hakk'dan bile neye kim baksa hak'ı anda göre gayrı terk ide demin hak'dan ura bilişe hakk'ıla naşi olmaya aşina katında vahşi olmaya nefsine uymaya perhiz eyleye işini akl ile temiz eyleye olmaya herbir naşiyle hemnişin hakk'ı da'im ortada göre yakin anı ki bulmışdur anı saklaya anı ki bulmadı da'im isteye her ki yavuzlık iderse eylük it yol erisin yolı gözle yolca git sufi isen zikr ü tesbih eylegil zahid isen öz huzurun beklegil aşık isen feryad u ah itsene derviş isen öz yolun gözetsene bülbül isen sana gülistan gerek tavus isen seyranı bostan gerek şahbaz isen bu murdar nendür senün kerkes isen üstine kon gövdenün tutiyisen layıkun şekker ola karga isen maksudun murdar ola arif isen her işün vaktini bil cahil isen nene gerekdür bahil akıl isen bekleyesin tertibi deliyisen yabana sal mektubı insan isen keleci birdür heman hayvan isen otun otla iy filan kürd isen sovucak ayran içsene türkmen isen vakdi bilüp göçsene haramiysen yolda kervan gözlegil eminisen öz yolunı izlegil abdal isen dünyayı terk eylegil söyleyicek sözi hikmet söylegil gözlegil kalye pilavı kandadur kanda pilav olsa sen de anda dur bal u yag olsa sogandan ne hasıl halva bigi nesne mi var iy akıl eti semiz olıcaguz keşkegün ne dadı vardur yimege düglegün herise hoşdur yimege tanlacak üstine paluze yisem datlucak sarı pilavun çok olsa samsası bugranun kalaba olsa kalyesi dogrusu hoşdur boranı yimege her kişiye bir ulu gersen dege saklagıl her bir naşiden büryanı etün ekmegün canı vardur canı tograma darı çöregin ayrana ayrana yigdür bal ile kaygana sogan arpa ekmegini kürd'e vir öyüni oldur ol anı yahşi yir türkmen'e vir yahni ile yarmayı arab'un önine dökgil hurmayı aslını bilüben işle her işi ta ki sonra çekmeyesin teşvişi salıvermegil deveyi bostana sıgırı niçün koyarsın harmana leylegün yiri degüldür gülsitan bülbüle gül degdi baykuşa viran kaçan öte saksagan bülbül bigi degme bir çiçek ola mı gül bigi her toprak kimya degüldür iy akıl bu meseldür ki hata kılmaz asil abı hayvan kaçan ola degme su ebleh olup gezmeyesin çubeçu her sadeften istemegil inciyi sermayen kadar gözetgil assıyı degmegin demür pulad olmaz pulad yirlü yiründe yaraşur her adet kılıcunı teşbih itme igneye kılıç işin igne kaçan işleye kuş degül n'ola uçarsa kelebek atıla kaçan bir olısar eşek kerkesün şahbaza yokdur nisbeti cehle ne nisbet akıller sohbeti tavusun niresi benzer kuzguna çetük arslan ile sunmaz bir huna canı sudur sudan ayrılmaz balık diri ola mı kıyas it iy aşık uşadursın çölmegi urma taşa sana ne sansan anı san kardaşa bir içüm suyun hakın bil hak budur hak ki dirler hakikat mutlak budur ayinen musaffa eyle iy safa ger umarsan yolda ahmed'den vefa kendü aslundan bitüpdür her dane bir işaret heman ola insana hayvanun nesine gerek bu haber hayvan yig bin bu sözden bir füşar hayvanun maksudı zira can degül canı n'itsün çün kamil insan degül ne dimekdür her ki bildi bu sözi kend'özini bilmiş ola kend'özi ana sor kim ol nişan vire sana bakıcak görebilesin her yana her bir işün aslını anlayasın fark ide canun hümadan sayesin ne dimekdir halık u mahluk dimek yakın ırak var yok u az çok dimek gül dimegün maksudı ne söylegil bülbülün halin hikayet eylegil ne dimekdür sadef ü inci dimek yevmi haşr u sıratı senci dimek ışk dimegün maksudı nedür aceb aşık u ma'şuk dimekden ne sebeb nice sözdür katre vü umman dimek bag dimek ne neyimiş bagban ne dimek hayr u şer dünya vü ahret neyimiş sen ü ben şakird ü üstad neyimiş neyimiş maksud cihanda söylegil uş bu suret cism ü canda söylegil ne dimekdür vahdet ü kesret dimek bir vücuda iki dürlü ad dimek güneşi bulut içinde gizlemek altunun yüzine bakur yüzlemek kendü bigi insana hayvan dimek ma'nasız olmış kişiye can dimek ayyara aldurmak olur nakdini ıraga iletmek olur yahını ol toz itmekdür bu vahdet meydanın hiç yire bozmakdur ömri bostanun bu hayali eylemez insan olan da'ima cananı gözler can olan yol eri da'im gözedür menzilin yol varan kişiye sorar müşkilin ol sebebden yol eri olmışdur ol yol varuban menzilin almışdur ol ol bulupdur can içinde maksudın kendü nedür kend'özini bildi çün anladı bildi ki nedür kend'özi anun içün delil oldı her sözi her nefesinden hezaran can biter katresinden deryayı umman biter zerresinden ruşen olur ka'inat kend'özin bilmekdür aslı bu sıfat sureta cismi ademdür eşkere ma'nası dopdolu olmış her yire her yire kim sunsa irişür eli evliya tonında sırdur ol veli eşkere derviş görinür ol kişi veli kim aslıyla işler her işi her işün aslını bilür hal nedür nakş u suret ne imiş pergal nedür ol bilür nakkaşı dahı sor ana bu sıfatdan ol nişan vire sana fehm idersen sana delildür bu söz görsedür akluna yüz bin dürlü yüz hakk ile vuslata iltür canunı ka'im eyler ışk ile imanunı bitürür gönlünde dürlü hikmeti giderür komaz bu gayrı illeti ıyan eyler seni şöyle gün bigi safi eyler işüni altun bigi götürür perdesin açar gözüni derman eyler derdlüye her sözüni seni iltür biliş eyler sultana küfrüni kesüben aşlar imana suretin ayine eyler cümleye görsedür seni bu cümle eşyaya nagehan sultan olursın kul iken kızıl altun olur işün pul iken can olursın cümle eşyaya tamam eşkere seni tanurlar hass u'am nefesünden gevheri vahdet biter nazarundan ma'mur olur huşk u ter ister isen buncılayın bir nasib hakk'ı seven kişiyile ol habib tutya kıl ayagı tozın gözüne ögüni dir bir yören kend'özüne nice bir hayvan gezersin sen aceb gözün aç hak rahmetinden açdı bab cümleye irişdi hakk'un rahmeti alemi gark itdi tevhid ni'meti her şeye tevhidden irdi fa'ide yidiler ma'na hvanından ma'ide alemi dutdı bu günün şu'lesi her şeye dopdolu oldı sevdası her gönül içinde gizlendi bu sır her şeye rehber u mürşid destgir her kişiyle yoldaş olupdur bile kıssa vü destan olupdur her dile hayal ü sevda olupdur her başa her işe dahı bir özge kargaşa sa'adet genci dolupdur her viran her viran gönül içinde bitdi kan ol hüma bu kez görindi eşkere devleti gölgesi düşdi her yire cavidan devlete yitdi her fakir padişah cümleye oldı destgir bir güneşden ruşen oldı her diyar ıyan oldı eşkere her ne ki var misl ile bir oldı cümle ka'inat birlik irişdi ikilik oldı mat eşkere açıldı birlik perdesi aleme dopdolı oldı kavgası bir yakadan baş çıkardı cümle şey aslı fer'i birlik oldı kand ü ney alemün yüzi yöneldi bir yana birlik oldı cümle varlık baksana cümle bu cism ü suretün canı bir yirde gökde cümlenün sultanı bir bir denüzdür alemi gark eylemiş cümle birlikden hikayet söylemiş her agacun fer'i aslından biter aslını bilene yokdur derdi ser alemün maksudı birdür pes heman tevhid oldı birlik ehline nişan reng ü buyı birlik oldı cümle gül nedür ol kim bir ile ol bir degül cümle alem birden oldı perveriş hayr u şer birlige yitdi cümle iş birden artuk dahı ne var söylegil ikilik ehli degülsen bir digil yirde gökde dahı kim var gayrı hak gözlerün egri degülse togru bak kanı şol kim birlige inkar ider asan olmış işini düşvar ider cehlile sarf eylemişdür ömrini beri gelsün bir beri gel din anı söyleye kim bu aceb pergal nedür orta yirde bunca kil u kal nedür ne dimekdür tanrı dimek söyleyesin ahmed'ün halin hikayet eyleyesin bize yahod veliden virsün nişan ortanundur söz degüldür imtihan aslı nedür ne dimekdür bu haber bize dahı söylesin ol ihtiyar bu haberi bize beyan eylesin neyise sırrını ıyan eylesin bilmese geçsün bu sözden ol nadan divşüre tasın taragın ortadan açmasun ol ayıbı ki örtemez ol yüki götürmesün ki dartamaz agzına sıgar keleci söylesün bildügi kadar hikayet eylesün eylemesün toz aşıklar medanın yogısa disün görelüm bürhanın cümle eşyanun öninde bir çırak birlik ortasında sıgmaz zik u zak birlik ehlinde bulındı bu nişan birlige birikdi cümle cism ü can bir güneşden aydın olupdur alem birlik oldı kem ü bes ü puhte ham bir çırak nurında cümle pervane sala di gelsün bu cümle bir hvana bir padişahdur görinen bir saray gahi bedr ü gah hilaldür bu bir ay bir vücud oldı bu cümle ka'inat birlige delil olupdur her sıfat cümle alem bir sadefdür bir güher birlik oldı bir gör iy sahibnazar bir gülistandur hezaran dürlü gül bir yire geldi birikdi cümle yol birligi söyler birikdi cümle dil her gönülde bitdi birlikden hasıl ol kişi kim bu haberi söylemiş bir aceb vasfı hikayet eylemiş kaygusuz abdal dimişler bir fakir kulak ol bir dem sözini dinle bir rum ilinde bekdaşidür ol aşık abdal olmış cümle alemden farık evliya oldı delili bürhanı insanı kamilde gördi sultanı maglata dimiş bunı hoş söylemiş bir nice sözler beyanın eylemiş okuyanlar hayr ile yad eylesün hu diyüben ruhını şad eylesün söz budur kim söyledüm hatmi kelam vir resulün ruhına yüz bin selam mesnevii sani mesnevii sani bu ışk mevci yine başumdan aşdı sırum faş eyledi razumı açdı görindi ol kim ol aynı bekadur özin faş eyleyüp özi çıkadur b o güneş togdı ki hergiz tolınmaz gehi yavı varup gehi bilinmez dokuz eyvan yidi şemi münevver yidi kat yir yidi derya bu cevher o sır kim nihan olupdur gönülde o sır kim gulguledür cümle dilde o derya kim alem mevcinde yeksan o suret kim felek nakşında hayran o sır kim şeytanı yoldan apardı o ayyar kim tacı başdan kapardı o nur kim güneş anun şemmesidür o hokkabaz bu gönüller tasıdır o geyik kim göbegi müşg ü anber o kamış kim içinde dolı şekker o sadef kim tolı dürr ü güherdür o deve kim katarda ser neferdür o saki kim zevali yok bakidür müdam kadeh sunan hem ol sakidür anun kim mustafa virdi nişanın bu kur'an'da didi şerh ü beyanın o can kim cümle eşyanun canıdur gedadur cümle sultan ol ganidür sahibi tob ü çevgan ki bu meydan odur gerdiş kılan her tonda pinhan o kim gönülde canda pinhan oldur cihan güneş nurıyla yeksan oldur bu her zerre ki görinen güneşde nakkaşı fehm ider misin bu nakşda bu nakşa bakuban görgil nakkaşı aklı kül ol ko bu aklı ma'aşı bu sahrada neden sergerdan oldun meger kim ab u gilde pinhan oldun a sana senden dimege korkaram ben evel ahir var iden hem varam ben heman sen de benüm bigi ademsin kem eksük yok mükemmelsin tamamsın veli kim kend'özünden sen gafilsin gafil niçün olursın çü akılsın halayık secde kıldugı ademdür bu adem nüshai cümle alemdür sücud eylemeyen düşdi nazardan haberdar ol haber anla haberden cihan suret adem sureti candur filanidür adem ya'ni filandur kamu alem sadef adem güherdür ne kim alemde var ademde vardur adem hüdhüd adem simurg adem kaf ademdür her kitab muhtarı keşşaf ademde aşikar oldı o sultan adem olan neyiçün ola hayvan bu cümle eşyadan maksud ademdür çin içinde tapulan büt ademdür ademi her ki bildi ol can oldı nagehan bende iken sultan oldı sa'adet mülkine yitdi seferi sa'adet bahş olur anun nazarı anun her bir nazarı can bagışlar aşıklara nurı iman bagışlar gözün aç anlayı bak kim göresin sorana sen dahı nişan viresin ne idün sen neden neye gelüpsin ne istersin digil ki ne bulupsın b olar kim bu denizde düzdi zevrak nişanın binişandan virdi mutlak bana di kim binişandan nişan ne anı ki görmedün şerh ü beyan ne bu bahri bipayandan ne nişandur ne suddur bu bazarda ne ziyandur nedür ol kim senün dilün de söyler kamu cismün içinde cünbiş eyler dahı gönlün içinde sır olupdur anunla vücudun ma'mur olupdur bikülli endamun aklun canun ne bu söze ne delildür bürhanun ne özün nesin ne yitürdün ne buldun güneşsin şöyle zerre niçün oldun bu gönüller senünçün gerdiş eyler dün ü gündüz döner yazı kış eyler bu yılduzlar senün içün meş'alde kamer gah bedr olur gahi hilalde tılsımı ab u ateş hak ile bad bulut berf ü baran her dürlü ni'met hurı cennet tuba vü havzı kevser senün içün döner bu çerh ü çenber cihan senün içün gülşen olupdur kamu eşya sana hayran olupdur egerçi eşkere cism ile cansın hezaran sadhezaran piş ezansın eger sen bilmesen bilene sorgıl bu hayvan hasiyetin terkin urgıl gehi insan gehi hayvan olursın gah olur div ile yeksan olursın a ko bu ucbı tekebbüri adem ol bu tevhid yolına sabitkadem ol gehi tensin gah olur can olursın gah olur gulı beyaban olursın hayıf ki sen tegi deryayı umman menim teg bir gözgüde olsa pinhan senün gönlün içinde bunca kandur ma'rifet gencine gönlün virandur özün sen özüni uzun unutdun özün terk eyledin özgeyi dutdun demi hub surete hayran olursın demi melul demi handan olursın geh olursın özün tamam dutarsın geh olur kim işüni ham dutarsın demi begzad demi ayyar olursın demi bengi demi dehri olursın aceb kim bir mekanda yok kararun nedür maksud neyedür intizarun nübüvvet ehli şöyle kim yegane ma'ani kodılar yolda nişane bunı gelen göre kim yol bulındı anı ki canlar ister ol bulındı güneş togdı cihan oldı nurani özin bilen bilür haddi oranı dahı her veli kim geldi bu yolda nişanlar kodılar sagda vü solda didiler kim bu yola kim gelürse saladur kim ki can terkin kılursa bu yolda evliya şem'i delildür delile uymayan hr u zelildür delilsiz bu yola kimesne gitmez giden yolda kalur menzile yitmez bu makamda ne yol vardur ne sahra ne güft ü gu ne cüst ü ne kavga b dahı harami yokdur yol emindür mesela ne ırakdur ne yahındur ne azuk ne su vardur hod ne yoldaş ten ü tenha özi pinhan özi faş bu menzile yiten külli can oldı özi öz sayesinde pinhan oldı nagehan uykuda idi uyandı ögin devşürdi özine yörendi nice kim bakdı alem mahv olupdur teg ü tenha heman özi kalupdur özi didi heman özi işitdi özi tanbur çalup özi eyitdi bikülli vahdet oldı gitdi kesret özi kıldı özine şükr minnet vücudı mutlak oldı ferd ü yekta görinmez oldı ol efsane sevda girü geldi haber virdi o halden bimisl ü bimenend ü bimisalden o makamdan bize haber getürdi ya'ni sarraf olup gevher getürdi didi kim anda bu yaz u kış olmaz varup gelmek bu resme gerdiş olmaz dogup ölmek uyuyuban uyanmak bu suret tertibi sevmek usanmak bunun tek nesneler kesretdür anda sıfat yokdur heman bir zatdur anda a ol anda hoş bu dahı bunda hoşdur yahındur ol dahı bu dahı uşdur göre nedür gör ahi gülsitanı ki gelmez sıfatı şerh u beyanı aca'ib bir gülistandur bu dünya aca'ib kime virandur bu dünya kimine hoş gelür şirin beladur kimi terk eyleyüp elden saladur kimün elin tutar bir sultan eyler kimisinün yirini külhan eyler kimi mü'min kimi derviş olupdur kime hayal kimine düş olupdur kimi bir etmege muhtaç olupdur kiminin karnı tok kim aç olupdur kimi dün gün işi işret tena'üm kimine içmege su da olur güm kimine hoş gelüpdür vakti hoşdur kiminün pulı yok yancugı boşdur budur dünya hali dahı beterdür deniyi terk iden eksüksüz erdür er olan kimsene dünyaya kalmaz tamamet dünyayı bir pula almaz anun külli vücudı nur olupdur yüzinde hak nurı ıyan olupdur isa teg nefesiyle can olupdur özi güneş bigi menşur olupdur olar kim dünyanun terkini kıldı olardur kim hak'ı gönlinde buldı bu dünya halkı ana deli dirler kimi inkar ider kim veli dirler b kimi eydür ki bu abdal olupdur tanur bilür bana ne hal olupdur kimi aydur niçün kırkar sakalın kimi dir ol bilür kim kendü halin kimi aydur bu bir merdi huda'dur kimi dir bunlara bakmak hatadur kimi dir ki bedi'atdur delidür kimi dir ki bular mutlak velidür kimi eydür ki bu dehir bu bengi esrarı yiticek yiye nehengi kimi dir cümle sırrı bilür ol hak yolın gözet bulara dutmagıl dak niçün şeytan bigi yoldan çıkarsın yörene kuyu kazup yar yıkarsın yolun terk eyleyüp gümrah olursın da'im şeytan ile hemrah olursın bu cümle sırrı bilir hak alimdir ne kim gönüldedür ana ma'lumdur er isen kendü aybuna nazar kıl bu işden perhiz eyle key hazer kıl özün aybın koyup özgeye bakma nagehan sel bigi her yana akma özün aybın gören özini bilmez pas olupdur ayinesini silmez kanatsuz kuş tegi yolda kalupdur yol ile kim varursa yol alupdur o zahid olana perhiz gerekdür ibadet kim kılur temiz gerekdür gerek kim halk içinde kıla 'uzlet ta'atın özine eyleye halvet a giçe ucbi tekebbürden yalandan bu yolı sorsa olur yol alandan görinmez yire taş atmak ayıbdur has altuna bakır katmak ayıbdur hasud eylemeklik şart degüldür hakir bakmak ademe farz degüldür özin begenüben nefsin uşatmak canın uyuduban nefsin uyatmak hakk'ı hazır gören bu işi kılmaz menüm teg bihude cünbişi kılmaz özin miskin göre cümle alemden budur pend ü nasihat ol hatemden eger abid eger zahid ya derviş gerek kim hakk'a layık kıla bir iş diler ol kim ta'atından kıla sud hakk'ı terk eyleyüp olmaya merdud kamu birdür hakir bakma i kardeş çiniler arasına atmagıl daş koyunu kurd ile bile koyarsın akı da'im niçün kara boyarsın güneş togdı niçün gafil giçersün yarasa teg da'im gice uçarsın turugıl bagla bilün yolda kalma su katında durup susuz asılma güneş teg kamu yıldızlar tecelli kıla mı bu söze nedür teselli şikarı şahbazun murdar degüldür yiri her bir kuşun gülzar degüldür çü karga bülbüle olmaya demsaz tuti tegi şeker yimeye kerges b çetük arslan ile dutmaya pençe deve yükin çekebilmez karınca teni söyle bari sen can degülsin halün bilgil ahi hayvan degülsin özüne gel niçün kaldun yabanda nedür maksud bilür misin cihanda turugel gözün aç kafile gitdi sen uyursın varan menzile yitdi senün teg murg u şahbaz bu kafesde hayıf ki dutuluban öle habsde san ol hırs u hased rehzen olupdur da'im yolun urur düşmen olupdur hümasın sayen özgeye düşüpdür tecellin güneşe aya düşüpdür nehengsin deryadan yokdur habarun arslansın veli bilmezsin şikarun hünermendsin veli kim bihünersin haberdarsın özünden bihabersin acaibsin acebsin bu'lacebsin özün matlubsın özgeye talibsin cihan başdan başa külli nur oldı her eşyada hakikat menşur oldı dahı her bir sada kıldı ene'lhak ruşen oldı bu ma'na sırrı muglak tag u taş kuh sahra müşgin oldı kohusı her çiçegin gülgun oldı nikabın açdı yüzinden bu dilber bu ne sözdür ne mansurdur ne berdar aşıka her mekan mekke olupdur mekke bilmeyene sevda olupdur a sıratü'lmüstakim düpdüz yol oldı özini anlayan külli ol oldı zihi sa'd ü zihi demdür zi devran yusuf çehden çıkuban oldı sultan musa fir'avn ile birlige yitdi kamu yoldan gelen menzile yitdi güneş nurı şafakı kıldı pinhan ikilik kalmadı bir oldı yeksan nafe cümle geyikde eşker oldı kamu kuşun kanadı teper oldı acı sular kamu bal u yag oldı misali dünya külli pür bag oldı irişdi bag içinde dürlü ni'met çü rahmet geldi şimdi gitdi zahmet açıldı gül öter bülbül bahardur gice gitdi bu dem subh u seherdür kamu körler gözi yine açıldı kamuya nur ile iman saçıldı kamu bay oldılar kalmadı yoksul bir oldı mesela sultan ile kul o iklimde koyuna kurt şikardur kamu sahrada biten daş güherdür ne kim yirsen nur olur aş u etmek ne sefer var ne oturmak ne gitmek bunun bigi yirü gök anda yokdur ne yimek var ne aç olur ne tokdur irüp dinlenmek olmaz ol makamda müezzinler çagırmaz subh u şamda ikilik yok kamu bir yüz olupdur iniş yokuş kamu düpdüz olupdur b sırrı bela sırrı şib olmaz anda dolular boşaluban dolmaz anda meclis birdir saki birdir baki bir bir oldı kamu derya zevrakı bir ki neyzen bir kamu neyler bir oldı kamu küplerdeki meyler bir oldı bir oldı kamu su bir yana akdı birikdi cümlesi birlige çıkdı ne yüzdür kim bunun bunca yüzi var dahı her bir yüzinde bin sözi var hezaran yüz hezaran dürlü eşkal demi hamuş demi güft ü demi kal kimine meyhanede gösterür yüz kimi mescid gözedür dün ü gündüz kimine deyr dahı mekke olupdur kimine aca'ib sevda olupdur kimine can kimine ten olupdur kimine can u ten yeksan olupdur kimi akıl kimi mecnun olupdur kimi elif kimisi nun olupdur kimi gönül içinde derd olupdur gehi cism ü suret gah ferd olupdur kime ıyan kimine sır olupdur kime tesbih kimine ır olupdur veli kim hak tolıdur cümle şeyde o bilür o hakimdür cümle yirde beri gel iy gafil sergerdan olma çü görmezsin yüzini hayran olma eger görmek dilersen geç özünden işaret anla özün öz sözünden a özün ne sen ne söylersin nedür hal bu ne deyrdür ne mutrıbdur ne kavval bu ne hengamedür ki bunda durmış bu ne üstaddur kim yay kurmış atar okın yayını pinhan eyler yüzin gören canını kurban eyler bu ne santrançdur mat oldı leylaç bu ne hundur kanar susuz toyar aç bu ne yüzdür gören geçdi özinden kıyas eyledi kendü kend'özinden saçın gördi utandı müşg ü anber lebin gördi utandı kand u şekker aceb dilber aceb hüsni latifdür acaib sakidür aceb harifdür bahar faslı şivesinden utandı hazan ayagına düşdi uşandı bari ol can kanı aynı hayatdur sıfatı mesela bibeşaretdür deveciyem ya'ni üştürvan oldum gahi gılman gah oldı sarvan oldum gah olur ki özümden bihaber men gah olur kim melekutdan öter men gehi derya gehi neheng olur men gehi sulham gah olur ceng olur men gehi abdal oluram mest ü hayran gehi aşık olur men zar u giryan bu meclisde sakiyem hem arifem bilürem her işün yigin harifem düşümdür ki size haber virür men mısır'dan gelmişem şekker virür men b gülistanem da'im canan bagında menim tek külli biter can bagında kohusından hacildür güli nesrin utanur lezzetinden şehri şirin kohu bundan apardı müşg ü anber buna teşne olupdur havzı kevser kamu eşya bunun içün kıyamda her biri tesbih eyler bir makamda budur ayyar olan bagdad içinde bunun kim zat olur murad içinde arab olur gehi geh türki söyler gehi başdur geh olur börki söyler gehi bülbül gehi gülşen gehi gül gehi saki gehi şişe gehi mül gehi kafes gehi tutiye benzer gehi göze gehi olur suya benzer gehi akıl olur pergal içinde gehi mevcud olur her hal içinde gehi toprak bigi yirde sakindür gehi ırak olur gehi yahındur munun teg bir dakı cazu vü ayyar dakı var mı olasın söyle iy yar bunun nerdinde alem mat olupdur özi tenha da'im vahdet olupdur budur her bir işün içinde üstad özi çün uçmak özine virür ad özini ten sanur bilmez ki candur özi müşgdür teni şehri hutendür kuzesi dolı sudur özi teşne suyı ırakdan ister ya'ni gine azıgı bilesinde karnı açdur eger söyler isen cengi savaşdur deve evde özi yabanda ister bu hayali görün kim kanda ister ne kim yitdiyse evvel evde görgil çü evde bulmasan konşuya sorgıl şarab içmedin esrirsin acebdür görimezsin cihan bir afitabdur ne balık var ne su var tor salarsın balı tutımadın barmak yalarsın ana ki yitemezsin el uzatma ayıbdur kimseneye sanı satma yola varma ki yolundan kalursın budur pend ü nasihat ger alursın döşegün kadar uzatgıl ayagun nasihatdur işidürse kulagun özünden ulu ile pençe dutma çün edeb şart durur şartı unutma eger hayvan isen insan n'içünsin eger sen can isen bican n'içünsin seni bu gaflet uyhusı uyutmış canun aslın anun için unutmış kamu alem suretdür canı sensin bu cümle eşyanın bünyadı sensin senün bigi aziz can bu cihanda hayıf degül mi ki kala yabanda senün içün döner bu cümle pergal gafil olma gözün aç bir beri gel gör ahi kend'özüni sen ne cansın nesin sen tenün içinde nihansın b sana bu cism ü canun ola perde anun içün giriftarsın bu derde eger nesin heman olsın ki varsın anı ki ben direm bin ol kadarsın sana kıldı sücud gökde melekler senün içün döner çerh ü felekler ne diyem çünki bilmezsin özüni gafilsin gaflete açdun gözüni ne cansın sen özüni ten sanursın sen olsın veli sen seni sanursın senün cismün içinde canun oldur gühersin sen veli ma'denün oldur melekut bahri deryayı azimsin adun adem veli zatı kadimsin veli kim hikmet ile togrı bakgıl ikilik rahtını taşra bırakgıl bir ile birlik eyle bir olasın cihanda gün bigi menşur olasın ikilikden hazer kıl birlik eyle bir ile bir yegane dirlik eyle deve gördün mi görmedüm di kurtul dilersen olasın her yirde makbul kösegi yok yalınuz bir devedür bagı bir hezaran dürlü mivedür hezaran dürlü gül bir gülsitanda hezaran dürlü çiçek bir çemende bir attardur hezaran dürlü şerbet şişeler dürlü dürlü birdür üstad bu cümle cism ü canun zatı oldur bu cümle nakkaşun üstadı oldur ne kim gerdiş kılur pergal içinde bu cümle dürlü hikmet hal içinde o nesne kim adı lisana geldi o vahdet kim gönüle cana geldi bu cümle nesnenün aslı ademdür adem didükleri heman bu demdür bu demi anlayan bildi nedür hal bu can gözgüsine ol urdı saykal farig oldı bu cümle kil u kalden bu kamu sevdadan yanlış hayalden nişanı binişan oldı ten ü can ten ü can bir heman bikülli yeksan unutdı kend'özin külli kül oldı bu vahdet gülşeninde bülbül oldı bu vahdet meclisine saki oldur bu ma'na bahrinün zevrakı oldur ol oldur kim teni de cana döndi ana zindan dahı meydana döndi anı görsen kademinde sücud kıl hamuş ol dahı söyleme sükut kıl ana sorgıl haberi oldur insan anun zerresi arş katresi umman odur kim toptolıdur cümle evde odur gönülde sır başdagı sevda odur cümle vücud içinde mevcud odur her dürlü hal her dürlü maksud odur evvel ahir oldur kaf u nun odur aşık odur leyli vü mecnun odur can ikliminün armaganı odur gönülde olmışdur nihani odur külli dahı ne var cihanda odur kim söylenipdür her lisanda odur bu cümle başdagı serencam bikülli ol durur vallahu alem fakirem nesneden yokdur haberüm göricek halvayı kalmaz kararum delüyem bilmezem akdan karayı bir hiçe satmışam her dü sarayı yimege kaymagıla bal latifdür ömür gaflet ile sürmek hayıfdur bu yola varur isen yoldaş iste evel havuç götür andan aş iste ne yitürdün kimün evin sorarsın çekilmiş oka sınuk yay kurarsın seni aldamasun dünya gözün aç yolun gözle ögün divşür beri kaç murad almadı kimesne cihandan ne umarsın bu bir köhne virandan misali dünyanun gölgeye benzer gehi sel bigidür geh çaya benzer kanı anlar ki dutmışdı cihanı belürmez oldı hiç nam u nişanı kanı ol tanrıluk da'vi kılanlar ömür gaflet ile yavı kılanlar kanı nemrud kanı şeddad ü fir'avn kanı ol keykubad cemşid karun kanı efrasiyab ol şahı kisri kanı kayseri rum azizi mısri a gelen geçer cihan köhne ribatdur payanı ham diger karı benatdur gice gündüz döner her dürlü gerdiş bilür misin ne hikmetdür ne cünbiş veli nebi karar kılmadı geçdi bu yurtdur kimi kondı kimi göçdi zira bu yol durur menzilbemenzil konan göçdi adet şöyleyimiş bil yarak eyle ki sen dahı varasın çü karban göçdi sen nice uyursın tene bakma beri gel canı gözle eger bülbül isen gülşeni gözle tutisen ger şekeristan taleb kıl eger tavus isen bostan taleb kıl eger şahbazısan şikar senündür eger sır saklasan esrar senündür eger karnun aç ise nan gerekdür eger sen kürd isen ayran gerekdür eger türkmen isen yaylayı gözle yukaru bakmagıl alçagı gözle eger sen can isen ten neye dirler güher dimek nedür kan neye dirler eger teşne isen söyle utanma bu ışk işin ayıbdur akla danma bicandur bu tenüm bigi haber vir bana can ikliminden bir nişan vir özin bilmeze satmazlar güheri hünerbendden sorarlar her hüneri zihi can iklimi latif gülistan zihi çevgan zihi top zihi meydan b zihi ma'den ki hasılı güherdür zihi nazar ki heman bir nazardur zihi güneş ki tutmışdur cihanı bu acebdür ki belürmez nişanı yine bir dürlü acaib hikayet acaibligine yokdur nihayet düşümde görmüşem bir şehr içinde oturmış padişahı şehri çin'de kurulmış bezmi meclisi şahane kılur işret o sultanı yegane veli nişanı binişan görindi bu aceb şöyle cism ü can görindi görürem cism ü canı nur olupdur özi gonca sıfat menşur olupdur ana didüm ki bu esrarı söyle neyim ben bana bu ahbarı söyle bana dir ki benem sen sen degülsin özini bil ahi hayvan degülsin ol idi kim bu uykudan uyandum ben anun rengine külli boyandum o kaldı külli ben gitdüm aradan ne işümdür dahı akdan karadan ben ana tenüm ol bana can oldı katre ummana yitdi umman oldı ol idi cism içinde can görindi açıldı perde çün sultan görindi o sultan kim alem içinde birdür bu cümle iş içinde ol kadirdür odur ahir heman odur ne kim var bu sözi didi mansur oldı berdar a odur kim cümle şeyde sır olupdur odur güneş tegi menşur olupdur odur suret odur sıfat odur zat odur mısrı cami' ayyarı bagdad odur yar u odur var u ne kim var odur bu gulgule her kanda kim var odur bu şeş cihet dört dürlü erkan odur akl ü odur cism ü odur can odur bu cümle kıssa vü hikayet anun hikmetine yokdur nihayet yine bir dürlü aca'ib nişane gönülden kopdı çün geldi lisana işit söyleyeyin münkir degülsen gözüni aç gör ahi kör degülsen neye geldün cihana maksudun ne bana söyle ziyanun ne sudun ne gözün aç gör hüma birdür saye bir kamunun ortasında sermaye bir bu vahdet gülsitanı çin olupdur bu ışkile nefes müşgin olupdur bu ışkile cihan oldı münevver bu ışkile döner künbedi devvar bu ışkile denizler cuşa geldi bu ışkile felek cünbişe geldi alem bu ışkile pürnur olupdur bu ışkile gönül ma'mur olupdur bu ışkile cihan gavgaya düşmiş bu ışk nurı güneşe aya düşmiş bu ışkdur derde derman zahma merhem bu ışkdur cümle başdagı serencam bu ışk genci sa'adetdür sa'adet bu ışk katında akıller olur mat bu ışk didükleri derd ü beladur bu ışk elinde canlar mübteladur b nice didüm gönül haddünden aşma halün bil varuban ışka dolaşma gönül hergiz benüm sözüm işitmez beni terk eyler ışkun terkin itmez gönül bu cism ü suretdür bu ışk can bu ışk dahı gönülde tutdı mesken zira gönül bu ışk ile ezelden bile imiş bile gelmiş ol elden gönül yoldaşlıgun hakkın unutmaz cihanda ışkdan artuk nesne dutmaz gönül her maksudı ışkdan bulupdur gönül içinde ışk delil olupdur gönülde nice sır pinhan olupdur nefis gevher bu gönül kan olupdur beni ışk cengine gönül salupdur melamet tablını gönül çalupdur gönül içinde gizlenür bu esrar gönül bir lahza yar bir lahza agyar gönül mum bigidür şem' u meş'aldur gönül gah şad olur gahi melaldür gönülde saklanur sırrı ilahi gönülde buldı bulan padişahı gönül hükminde sultanlar esirdür gönül bir dem gani bir dem fakirdür gönüle girenün vakti hoş oldı gönül içinde sultana duş oldı beri gel beri gel yar yine geldi gönül ugrusı ayyar yine geldi yine geldi o sultanı yegane gönülden sözi ol söyler lisana anun söyledügi ilmi ledündür akil anun içün mest ü cünundur a sözin akıl işitse mat olur mat nefesi müşg ü anber izz ü ni'met söz içinde benüm üstadum oldur ben ana bir sıfatam zatum oldur odur bana her iş içinde üstad gözümde nur odur gönlümde hikmet ben ansuz bir pula degmem cihanda hazinem gencüm ol cismi viranda ben ansuz olamazam canum oldur benüm sermayem ol dükkanum oldur benüm genc ü hazinem ol varum ol şanum ol mahbubum ol dildarum ol bana ansuz cihan u can gerekmez n'iderem cennet ü rıdvan gerekmez ışk içinde benüm üstadum oldur evvel ahir heman bünyadum oldur ben ansuz bir viranem gencüm oldur benüm dünyada derdüm rencüm oldur odur gönlümde biten fikr ü tedbir odur canum içinde gizlenen sır odur dahı ne vardur andan artuk dahı sultan mı var sultandan artuk odur pergal odur hikmeti gerdiş odur üstad anun ile biter iş yine gönlüm denizi daşdı çaglar yine bu ışk odı bagrumı daglar yine geldi o mahbubı dilaram yine geldi o sakii gülendam bugün sohbet demidür yar gelüpdür o can içindeki esrar gelüpdür saki meclis beze sultan irişdi bugün sultan bize mihman irişdi gel iy bu can içinde can bulanlar gönülde ma'şukı pinhan bulanlar b yine güller açıldı can bagında sultan işret ider sultan bagında göge istedügin yirde bulındı kamuda var özi erde bulındı erün gönli içinde sır olupdur ezelden şöyle ki takdir olupdur binişandur erün nişanı erdür bu cümle katrenün ummanı erdür erenler derya bigi cuşa geldi erenler şir bigi huruşa geldi erenler himmeti arşdan yücedür er olanlar bilür eri nicedür bu gizlü esrarın mahremi erdür bu şerbet kim içerler camı erdür erenlerden sorarlar her haberi bakırı altun eyler er nazarı erenler halk içinde güne benzer kimi leyli kimi mecnun'a benzer kimi vamık kimi hüsnine garra kimi azra sıfat ışk ile şeyda kimi güneş bigi tabende oldı kimi evde kimi yabanda oldı kimi hayran u mest ü deng olupdur kimi derya bigi neheng olupdur kimi külhan kuşesinde sakindür kimi ışkile mest ü cünundur kimün bu ışk odı bagrını daglar kimi hasret ile dün ü gün aglar kiminün kend'özinden yok haberi kiminün bir sa'at olmaz kararı kimünün ışkile vakti kasardur kimünün vakti hoşdur binazardur kimi bu ışkile bednam olupdur kimisi deng kimi sersam olupdur kimisi söyleyicek tur tur eyler kimisi sohbete gelse dür eyler kiminün her sözi misli şekerdür kiminün söyledigi söz fişardur a kimi buncılayın aklı kalildür kimi bu ışk çıragında delildür nice kim söylesen söz ahir olmaz deveye binen içinde sır olmaz sonucı elde gizlenmez dimişler kargaya karga baza baz demişler kamu kuşlar yine cinsiyle pervaz ördek ördek ile hem baz ile baz sogan satan şeker narhın ne bilsün ademden ademün farkın ne bilsün demürçi ile çulha bir dükkanda barışmaz işleri olur ziyanda gözi gören bilür vakti sa'ati kör olan ne bilür işekden atı işege uyanı vursa at olmaz asılsuzdan temizlük bünyad olmaz delü bigi daim gölgen kovarsın ana ki yitemezsin ha kovarsın ne sen ü ne benüm bikülli oldur gönülden gönüle dosdogrı yoldur sovukda kepenek yagmurda kürk gey dolu yagsa başun aç sonra börk gey közi çölmegile söndürmek olmaz agır yükle uzak yol varmak olmaz ekinci yagmur ister cameşuy gün ezelden düzülüp geldi bu düzgün arife yüzile yumruk işaret halin bilmek imiş bu yolda garet su görmeden etegün çemrenürsin meger sen bülbüli leglek sanursın b çuvalunda yükün közdür ola mı bu söz sana yararsuzdur ola mı nagah minareyi karpuz mi sandun düşün idi senün gündüz mi sandun sayıklarsın meger ki düş görürsin özün gani bizi derviş görürsin kamumuz bir gülistan gülleriyüz kamu bir bahçenün bülbülleriyüz kamumuzda görinen varluk oldur yare yar kıldugı dildarluk oldur ne işün var dahı andan gafilsün teni bildün veli candan gafilsün bu can u ten bikülli yeksan oldur top anundur sahibi meydan oldur odur bülbül odur gül ü gülistan odur bu söylenen kıssa vü destan odur kim cümle cisme can olupdur odur öz nakşına hayran olupdur odur hüsni latif zülfi perişan odur sübhan odur hannan ü mennan odur geyikde müşg kamışda şekker odur kande sadef sadefde gevher odur bu kal'ada pasban olupdur odur bu ugruya zindan olupdur odur kim ferhad'a şirin görindi odur kim çin ola çin görindi odur türkmen evinde çig olupdur odur kim kürd içün çacıg olupdur yare oldur yine merhem uran ol melamet'ışk ile bednam olan ol a odur leyli yüzinde gördi mecnun odur tertib odur her dürlü düzgün odur şekl ü suret her dürlü şeyde odur arif olan buldugı fayda ne ol budur bu sözi çok uzatma halvayı gör dahı nesne gözetme bengi ol balile yagı karışdur kimesne görmesün halvet uruşdur nice söyleyesin kaygusuz abdal bu ne söz yiridür ne güft ne kal hamuş ol söyleme ki hak hazırdur dervişsin karnun aç vaktin fakirdür ma'na söyleyimezsin akl şaşdı tıfıl oglan bigi dilün dolaşdı bu yolda sana bir rehber gerekdür yar içün kurban ol ki yar gerekdür gönül fikr itdügini yazdı kalem ahir oldı kelam vallahü alem mesnevii salis mesnevii salis bismillahirrahmanirrahim n a alem heme kan u ma'den oldı cihan seraser gülistan oldı her zerre içinde togdı güneş ol sırrı ezeli eyledi faş deryayı muhite düşdi zevrak haberi hakikat hak oldı mutlak zevrakda bulundı bahri umman nur oldı zulmet bir oldı yeksan şakird olana bulundı üstad nur oldı tecelli gitdi zulmet her dürlü sada ene'lhak oldı alem cevahiri mutlak oldı göründi ma'şuk her mekanda genc oldı zahir degme viranda birlik alameti menşur oldı her şey musa her cay tur oldı birlik ayinesi oldı sakide birlik şarabı oldı çekide birlik ayinesi oldı saykal birlige birikdi mim ü cim dal birlikde yazıldı kaf ile nun birlikden agaz eyledi kanun sazun dahı sözi tevhid oldı her gice kadir her gün ıyd oldı aynı nefes oldı çeng ile ney hüdhüd ile simurg oldı bir şey ırak yakın oldı gice gündüz birlik aleminde oldı her söz b yahın ile güman bir sır oldı birikdi iki iki bir oldı birlikden ikilik oldı ayru bir oldı heman kalmadı gayru cevheri olana kan bulundı ol genci nihan iyan bulundı agyar ile yar oldı hemrah birlikde yegane bende vü şah her zerre ki var afitab oldı hicran ile vasl bihicab oldı aşık ma'şukına buldı fursat vahdeti bulanlar oldı halvet derdi olana timar irişdi şeb kıldı güzer seher irişdi kimya sıfatını tutdı toprak gül oldı kamu agac u yaprak nakkaş ile nakış oldı yekta in çi haberest imruz ferda diken kamu verdi nesrin oldı alem gülsitanı gülgun oldı abı hayat oldı kamu derya müşgi huten oldı tag u beriyya bülbül avazı toldı gülistan çalındı tabıl bulundı sultan alemde bulundı sırrı esrar adem sureti yazıldı defter menşur adem oldı beli menşur ademi bilenler oldı pürnur ademden beri kadim ü mutlak kevn ile mekan ademe müştak a sırrı dücihan ademde mevcud adem sıfatında göründi ma'bud aklun var ise degülsin ahmak ayine ademdür ayneye bak gör ayinede cemali şahı ta kim bilesin sırrı ilahi sen kend'özüni kime sorarsın kendü düşüni neyeyorarsın delü bigi her yana dagılma su üstinesin susuz asılma ademde tılsım ilm ü hikmet evvel ahiri sıfat ile zat bikülli ademde cem' olupdur ademde alem çü şem' olupdur gel gel beri iy talibi insan insan sıfatısın olma hayvan adem cevahiri lamekandur adem pervanei kevn ü mekandur ol sırrı ebed adem içinde maksud dahı ne alem içinde ol binişana nişan ademdür cümle suret ü can ademdür adem bu ab u gile dimezler cism ü surete dile dimezler bil ahi özüni ger div degülsin adem velisin har u gav degülsin aç bir gözüni yüzüni görgil sensin özün özüni görgil kaçan özüni sen özün bilesin özün özüne sücud kılasın b sende bulına sıfatı matlub sensin yazılan beratı mektub sen her ne isen yahşı yaman sen sen istedügin yine heman sen bu sahrada serseri gezersin bican u suret diri gezersin aç bir gözini cihan nur oldı bu sır nur içinde mestur oldı birlik güneşinden kaçdı zulmet birlik ikiligi eyledi mat külli yir ü gök gülistan oldı can yitdi canana ten can oldı bu can ten ile birlige yitdi birlik sözüni alem işitdi kamu diller bir sözi bir oldı şekli sureti yüzi bir oldı ne kaldı dahı ki yir degüldür birlik ayinesi kir degüldür birlik ikliminde yadlık olmaz birlik kulına azadlık olmaz birlik sarayına kondı sultan birlik topına bir oldı meydan birlige yitene yitdi devlet birlik meta'ın bir olana sat birlik sıfatında safa olgıl birlik sözine sen aşina olgıl özüne yören ki gayrı yokdur senünle biledür ayrı yokdur ol senün ile bile sirişte ayru degül o biledür her işde a ol olmasa sen hamuş olursın tuhafça aca'ib kuş olursın bikülli senün hayatun oldur sıfatun içinde zatun oldur oldur ki seni aziz kılupdur oldur ki cihan içinde iz kılupdur oldur ki senün tenüne candur ol olmasa vücudun virandur billah özine niçe gafilsün bilmezsin özüni kemakilsün dünya hisabında key şatırsın bilmezsin özüni binazirsin gör ahi cihan münevver oldı uyandı her eşya bidar oldı dile söze geldi lima'allah kat' oldı bikülli masiva'llah ışk ayinesi safaya geldi şeytan işine tevbeye geldi has oldı bikülli gitdi vesvas can ayinesinde kalmadı pas birlik güneşi togdı yayıldı gafil dahı gafletden ayıldı murad hasıl oldı bitdi hacat aşinalık oldı kalmadı yad birlik haberine can sevindi şad oldı kamu cihan sevindi birlik beşaretin çaldı sultan şükr itdi sevindi birlige can birlik afitabı açdı perde birlik tabib didi kamu derde birlik şarabını sundı saki evvel ü ahir bir oldı baki b birlik dadı geldi her şarabdan birlik fitnesi uyandı habdan birlik kılıcını sildi üstad birlik güni togdı gitdi zulmet bir oldı alemde her ne vardır birlik bazarı dahı bazardur birlik safası yazıldı canda birlik genci oldı her viranda birlik okına nişane oldum birlikde sahibi nane oldum bu birlik içün canum esirdür birlik haberi cana seyirdür birlik ile vardı yol varanlar birlik ile tutdı işi erenler birlik hasılı gönülde bitdi birlik haberi alemi tutdı birlik haberi aleme doldı birlik şarabı her cana doldı birlik kaldı gönülde gayrı gitdi birlik şarabı her cama yitdi birlik ile ok atıldı yaydan birlik suyı akdı kamu çaydan birlik sırile bu nur göründi birlik oldı varlık nur göründi birlik haberi yayıldı şehre birlik bazarı oldı bazarda her su kim akar gülaba döndi kat' oldı günah sevaba döndi kurd koyun ile bile karışdı ugurı beg ile yol varışdı düşman ile dost oldılar yar birlige bitişdi gül ile har karınca süleyman'a söyledi yol sag oldı bikülli kalmadı sol uçmagıla tamu birlik oldı birlige birikmek erlik oldı birlik kirişinden ok atıldı birlik bazarından can satıldı görebilür oldı her huffaş yakut u cevahir oldı her daş yirde biten otlar güle döndi sular tabi'atı müle döndi gülbeşeker oldı daş toprak abı hayat oldı akan ırmak dost kaldı bikülli gitdi düşman ahseni takvim oldı şekli insan ol sırrı ezel eşker oldı yok kalmadı bikülli var oldı kadri berat oldı kamu dünler bunda sükun oldı her cünunlar günler kamu ıydi nevruz oldı gice kalmadı gündüz oldı ışk bazarganı gevher getürdi mısır taciri şeker getürdi can iklimine irişdi menzil canan haberini söyledi dil diken güle döndi gül açıldı dostlar yüzine güllab açıldı her talib olan murada yitdi aşıklara ışk zevada yitdi can oldı bikülli kalmadı ten aşıklara kaldı top meydan b simurg ile kaf yahın bulundı yarın didügin bugün bulundı feth oldı anı ki can diledi anı ki kamu cihan diledi agyarlıgını kodı agyar safa hatır oldı yar ile yar yiten devenün izi bulundı bu zahmetün perhizi bulundı ölüm eceli getürdi rahmet birlik yazıldı sıfat ile zat derya cuşa geldi kıldı heybet punarlar ayagın eyledi mat şahbazı göricek karga kaçdı hümaya yine hüma sataşdı geyik arslan ile dutdı pençe süleyman işinde oldı karınca örümcek muhammed'e dutdı perde sırrı ebed göründi her çakerde yılduz güneşe beraber oldı her zerre hezar hezar oldı her şey dil olup didi ene'lhak anı ki didi olaydı elhak gül mevsimidür taze bahardur şehrinün içinde şehriyardur her dem didarı nurı safadur her dem nazarı yahşi atadur anı görene zihi sa'adet hasıl ana her denlü makamat her dürlü kainat ana müyesser evvel ü ahir ol oldı server a anı görenün nişanı oldur her dem divanı yargusı oldur söylemese sözi oldur haberi degdürse nur olur dahı nazarı ol kimesne kim anı görüpdür oldur cananı canı görüpdür feth oldı ana açıldı miftah çindür kim işini eyledi şah devlet kapusı ana açıldı eşyadan oldı baki saçıldı o kaldı hak ile gayrı gitdi hakk ne der ise kim ol işitdi çün kıldı anun talii yari gönlünde bulundı dost didarı keşf oldı ana ne var cihanda pinhan o kılur genci viranda anun misali çıraga benzer yahud yemişlü baga benzer ya hazinedür ki gevheri var ya ehli hünerdür hüneri var ya meş'aledür karanu dünde ya hızrı nebidür bu gününde ya ölmüş içün abı hayatdur ya her sıfatun içinde zatdur ya bir güne benzer hiç dulunmaz ya su bigidür susuz olunmaz ya gül bagıdur gülab bazarı ya katmış ola gülbeşekeri ya ayinedür ki pası yokdur ya külli tamam hatası yokdur b ya külli oldur ki sen bilürsin candan anı sen yahın bilürsin ben ne diyeyin ki kemakılsın insansın velikin bihasılsın sensin ki melek sücuda geldi senün içün alem vücuda geldi bilmemişsin özüni bihabersin irmedügün yire daş atarsın süd dilersen çanagun daşırma nadanlugını hadden aşırma anla sadefünde ne gühersin nedür muradun neyi kovarsın nebi didügi sözi işitgil cihana neye geldün ayıtgıl maksud ne idi cihana geldün evvel ne söz ü lisana geldün evvel ne idün bu dem nesin sen özüne yören ki kandasın sen benüm didügün dükkan kimündür genc sahibi kim viran kimündür bu bagçe kimindür ki gezersin bu söz ne dimekdür ki sezersin gerçi bu bagun mivesi vardur sen bilme misin ki ıssı vardur ölümden agır dimişler od'ı sen bilme misin ziyanı sudı şöyle bihaber gafil niçünsün bir dinle ahi fuzul niçünsün türkmanlanma gel ki utanursun bagçeyi meger ıssuz sanursın a her zerre ki var hisab iledür aslı imanun edeb iledür elhaya'u mine'liman degül mi nebi sözüdür iy can degül mi sakla edebi ki hak hazırdur biedeb olan har u hakirdür tanrıyı bilen edeb yanılmaz biedeb olan kişi anılmaz sen öyle ki sen neye talibsin nedür muradun neye galibsin efsanelere niçün dagıldun sahrada meger yolun yanıldun ana bu bela neden ulaşmış gaflet ipi boynına dolaşmış öyle biçare yabanda kaldun sen ne bileyin ki kanda kaldun ol bilmez isen bilene sorgıl ışk ayinesin silene sorgıl ışkı bilene sor ki bilür ol dost otagına kanda varur yol ışkile alem müdevver oldı ışkile cihan münevver oldı ışkile döner bu çerhi çenber ışkile yazıldı cümle defter ışkile alem zuhura geldi ışk idi ki musa tur'a geldi ışk ile muhammed kıldı mir'ac ışk durur alemler ana muhtac ışk okı geçer yidi felekden ışk fark ider ademi eşekden b ışkdur akibet makamı mahmud bu ışkı yerenler oldı merdud ışk meş'aledür gözi görene ışk delil oldı yol sorana ışk can bagınun gülistanıdur ışk kamu alemün sultanıdur ışk idi ki yusuf çaha düşdi ışkile alem feraha düşdi ışk idi ki eyyubu derd ü bela ışk salmış idi anı bu hale her müşkilini sen ışka sorgıl ışk kullıgına ışkına durgıl ışkdur ki alemde nur olupdur ışkdur ki berat u menşur olupdur ışkı iy akıl gafil gözetme saluslugını bu ışka satma ışkdur ki seni diri tutupdur ışkun nehengi alemi yudupdur ışk oldugı yirde müşkil olmaz ışkdur ki ebed ma'zul olmaz ışkı yerenün imanı yokdur ışkun dahı hiç nişanı yokdur ışkdur ki alemde delil ü rehber ışkile düzüldi bahrile ber ışkı bilenün imanıdur ışk ol binişanun nişanıdur ışk ışka gafil olma ışk özidir ışk can kulagı gönül gözidür ışkla bakana ışk delil oldı ışk ile diledügin can hasıl oldı ışk nurı ebedi layezaldür ışkun zevali yok bizevaldür a zeval anadur ki ışkı bilmez ışk ayinesin ışkile silmez hayvan bigi nefsine kalupdur bu nefsi zalim anı alupdur şöyle kim anı çıkardı yoldan fark eyleyimedi sag u soldan kanadı kesilmiş kuşa döndi dünya talebinde muşa döndi dünyayı sever imanı oldur canınun içinde canı oldur sureti ademdür özi hayvan bir akçeyi aziz tutar atından dünya hevesine şöyle düşmiş ömri bihaber gafil savuşmış dünyadur anun dini imanı bir akçe içün söyler bin yalanı bir pulı yeg sever kardaşından bir akçe içün geçer başından bir akçe içün döner dininden ölüyi çıkarur oyar ininden dünyaya zira dinin virüpdür dünyaya andan eli irüpdür dünya hevesine şöyle düşmiş biçare ömüri aklı şaşmış bir işde sanur özin ol ahmak bir dane içün bin kurar fak tanrı'yı hazır görüp utanmaz gaflet ile uyuyup uyanmaz dünyaya cife didi muhammed dünyaya dimezler ahi devlet dünya karun'a ne vefa kıldı ya dakyanus'a ne cefa kıldı b ya nemrud'a n'eyledi bilürsin sen dünya içün niçe ölürsin dünya senün ile baki kalmaz dünyadan kimesne murad almaz evveli şirin hoş safadur ahir bekası yok bivefadur evvel kişinün güler yüzine sonra bıçak çeker bogazına evveli latif şöyle ma'mur ahiri sokar tün kündür satrancile üter her meliki ahir mat ider her bir çapüki her kime sunarsa bir piyale sonunı irgürür bin melale fitnesi öküşdür emin olmaz çün dünya yalandur ki çin olmaz dünyaya gönül viren yanıldı dünyanun adı yalan anıldı evvelide gösterür bir izzet sonunda kılur bin cevr ü mihnet her dürlü fesad bu dünyadandur bu kasd u garaz bu dünyadandur olar kim yol azdı gümrah oldı dünya sebebinden nedür ah oldı dünya safasına aldanursın dünyayı baki kalur sanursun bir gün kimin ile yar olursa bin cevr ider peygamber olursa dünyadur adı budur pişesi rahatına degmez endişesi a dünyanun adına didiler hiç hiç degülisen bu dünyadan giç nice bir gafilsin bu halden bir gün geçemezsin bu hayalden gaflet duzagı seni dutupdur ömrün bihaber gafil ütüpdür var var özüne müdara eyle gaflete dutuldun çare eyle kes bu duzagı ki kurtulasın ömrün hasılı safa bulasın menzilün irişe lamekana ki kalmaz isen nam u nişana şahbaz olasın gide bu gaflet maksud hasıl ola olasın şat bikülli ol kalasın gidesin bu nam u nişanı terk idesin kalmaya dahı hicab u perde bikülli nur görinür bir arada ayan ola ol ki sır olupdur ana kim alem esir olupdur ola ki nihandur ola ayan perde açıldı görine sultan devlet güneşi doga o demde sende görine ne var alemde emin olasın bu kil u kalden fark eyleyesin hakkı batıldan ol dem bilesin bu ne dimekdür neye işaret ne söylemekdür keşf oldı sana bu cümle esrar mansur ne sebebden oldı berdar b sebeb ne idi yusuf satıldı ibrahim oda niçün atıldı muhammed'ün mi'racın bilesin müselmanların hacın bilesin ma'lum kılasın ki ne imiş put ma'bud ne sebebden oldı mevcud şeytan dimegün nedür muradı evvel ne idi şeytanun adı uçmagıla tamu ne dimekdür delil rivayet ne söylemekdür yir yidi kat oldugı ne haldür kürsi vü kalem neye misaldür gök yidi tabaka niçün oldı gökler bezegide niçün oldı ma'lum ola sana bu cümle hikmet tahkikini bilesin olasın şat gönülde nigahı şahı göresin ol bedri münir mahı göresin ol genci ebed bulına sende dolu sen olasın her mekanda gün bigi doga görine dilber biline ne imiş yar ile agyar ışk ola delil ana bu halde müşg ola nefesün her mahalde ilmi ledüni yahın göresin özüne canı canan göresin sayende kala bu cümle pergal sende görine bu cümle eşkal ayinei can ola cemalün baki kalasın gide ecelin bu kamu alem bulına sende sırrı layezal biline sende cümle gönüle cana dolasın ebedü'lebed baki kalasın haber sen olasın cümle dilde mevcud sen olasın her beşerde vahdet denizinde dürr olasın vuslat çıragında nur olasın maksud sen olasın her hünerde mevcud sen olasın her beşerde ömri cavidan ola hayatun layenamu layemut' ola ayatun her kafa öninde yüz olasın her yüzün içinde göz olasın ol dem göresin bu çerhi çenberi bu yidi felek kubbei devvarı kamu kevakib bu yidi yılduz bu nakş u hayale gice gündüz hem resm ü adet ki zahir oldı her ne ki evvel ahir oldı kamu ademe kılur sücudı ulu ta'atı ziyanı sudı arş senün içün durur kıyamda gün bigi zahirsin her mekanda kürsi vü kalem sana mukayyedür cenneti na'im senün ile şaddur çarh senün içün döner felekler senünçün bezendi her bezekler her nakş u hayal var ki sende gülgüle senündür her biladda her sadef içinde ki gühersin muhtasar içinde mu'tebersin b sen halifesin adın ademdür şeytana adun bela vü gamdür şeytan seni görüp iblis oldı pes sürülüben nice pis oldı bahane sebeb seni ademdür her harif elinde dolı camdur her rindün elinde bir piyale her şahsun öninde bir meş'ale her kafile öninde bir kılaguz işretdür müdam gice gündüz söyle sakiye ki meyi getürsin def ile kanun neyi getürsin büryan kebab ile nukl u badem gülbeşeker ile gül dahı hem meclisi bozun ki vakt irişdi fursat tali' vü baht irişdi her meclis içinde gülgüledür her meyhanede. meyhaneye gel ki şad olasın bu meşgaleden azad olasın iç gel ki bu meyi layezalden kurtula canun bu ham hayalden serhoş olasın açıla perde hoş ırlayasın sırrı bazarda her dem diyesin ki yale ley ley çün gönlün içinde bulına mey şehr ehli diye ki buna n'olmuş aceb bu şarabdan bu ne bulmuş kimisi diye saki fasıkdur bu içkici dünyadan farikdür a kimisi diye ki sen sana bak çü cümle kulun sırrın bilür hak dak dutmak ademe hoş degüldür her şeyi ki görürsin boş degüldür her gönül içinde hakk'a yoldur hakk'ı bilene ne sag u soldur her cism ü suretde bir suret var her suret içinde bir sıfat var her şem'ün öninde pervane var her damun içinde bir dane var her gül diken bile bitirmiş ışk sözini can evvel işitmiş o mülki ebedde ışk ile bile can ol demde bile kılurdı seyran hem bunda dahı bile gelüpdür ikisi dahı böyle gelüpdür hem bunda dahı yine biledür can ayinesini ışk siledür ışk bilene canunı kurban kılsan az ola yolunda bin can ışkdur aşıkın dini imanı ışkı bilene sorun nişanı ışkile döner bu yidi seyyar ışkile durur kubbei devvar ışkdur ki alemi nur idüpdür ışkdur ki şeytanı makhur idüpdür ışkdur ki adem tevbeye geldi ışk ile bu sırr araya geldi ışkıla düzüldi cümle tertib ışkdur kamuya degen meratib b ışkı bilmeyenün nasibi yokdur hayvan da disen ayıbı yokdur bu ışk didügin neye işaret maksud ne imiş neye beşaret bu ışk didügin heman bir addur veli ki sıfat içinde zatdur ışkile döner bu cümle pergal ışkla görinür bu cümle eşgal sen yören özüne ki ne kulsun nedür dilegin neyi kurarsın cihana niye gelüp durursın söyle ki niye kalup durursın nedür muradun cihanda söyle derdüni tabibe iyan eyle tabib sana bir ilac u derman başuna koya hoş olasın heman bu gaflet ile canun boyanmış aklun uyumış nefsün uyanmış hayıf diriga ki sen ademsün veli ki adem deminde hamsın bu gaflet ile bimar olupsın haste vü renc ü zar olupsın evvel neyidün ki ten degüldin bikülli ol idi sen degüldin ol dem yogıdı bu cismi pergal küllisi hakdı ahir u evvel çün ten senünile yoldaş oldı bu kargaşaya yolın duş oldı ten toprak ile su od ile yeldür yokdur sebatı gül ki misaldür a ten beş gün ola senünle yoldaş ahir yine aslına çeker baş bardak bigidür tenün misali nagah uşanur yiter eceli ten zahmetidür ki sen çekersin naçar zira ki tene nökersin ten duzagına dutuldı canun ırak ana bilmedün vatanun diriga seni uyutdı gaflet dahı uyanınca sana heyhat gel ben sana bir ögüt vireyin bu yol kolayın göstereyin varun varise biküll yidürgil adun sahibi cömerd didürgil başda anasın anda vatanın aslına yetişe karışa canun hubbu'lvatanumine'limandur dut nebi sözini cana candur mustafa sözini dut ki hakdur geldün yine gitmege yarakdur yaragun idine ki göçersin geldügin cihana geçersin beş gün olasın bu evde mihman yine var asılun dahı bir san andan ne getürdin bile bunda nen var iledesin bundan anda bu kış yaragını bunca gördün bu yol azıgını ne götürdün b getür görelüm nedür yaragun döşegün kadar uzatgıl ayagun sultan içün armagan gerekdür can sevgisine nişan gerekdür canun varise cananı iste sen binişan ol nişanı iste kılma bu suret nakşını hayaldür istegil anı ki bizevaldür yatma durugel ki göçdi kervan sonra uyanup ya nice pişman senden ulunun sözün işitgil şaşma yolunı yolınca gitgil ey gafil uyan ki sen uyursın kanı sen yine kan ile yursın vardur kulagun velikin işitmez gözün nurı dahı yarı itmez hasis tabi'atsın kem akılsın bir nakş u suretsin ab u gilsin hayf ola sana ki dirler insan ey şekli adem fi'ili hayvan leglek bigi sahrada gezersin ne bilürsin ki kanda gezersin yolunu gözet döşün egetme delil ile var başuna gitme sen mektubısın bu gizlü gencin gafil nitesin neyidi rencün çün fark idemezsin teni candan sen ne bilesin sudı ziyandan a toz eyleme var yolına gitgil yogurdun içgil tuşuna gitgil tuhafça kişi acaib kuşsın yükün gülbeşeker sirkefüruşsın gülistana gel dikene düşme yolu koyuban yabana düşme yirde duruban göge bakarsın bir mıhı ki bin nala çakarsın sen bahri muhitsin haberün yok kuşsın veli hiç perr ü balün yok ne kişisin ayıt kimi sorarsın ıragı gözetme tiz ırarsın başın büyük illa boynun azdur fikrün kısacık bu yük dırazdur getür meta'ını ne getürdün fikrüni di kim neye yitürdün bu ham hayali ko fikre talma dünya sana kalmaz sen dahı kalma sen cansın özüni ten bilürsin katunda sudur susuz kalursın yolunı gözet kuyuya düşme köprüyi geçerken suya düşme divşür ögüni gözüni aç bak külli ka'inat dolı durur hak bu kamu alemde görinen oldur gönülden gönüle dogrı yoldur oldur bu kamu alemde varlık oldur yazılan berat u yarlık oldur sadef ü sadefde inci oldur hisabı sırat u senci oldur ebedi hayyu'lkayyumdur her bir iş içinde ol hakimdür ma'şuka özi aşık da oldur azra dahı ol vamık da oldur evvel dahı ol ahir de oldur batın dahı oldur zahir de oldur cana hazine gönüle candur ol her mekan u her zamandur bu çar anasır şeş cihet oldur bu kıssa hikayet dastan oldur oldur ki alemde gulguledür ol olmasa alem pürbeladur dört rüb'a bir akçe dirler eblehi gör ki pul pul hisablar bir akçe diyüben emin olmaz ıragı koyuban yahın olmaz vay sana bir kattal esrar olsa halva vü badem kolay yir olsa kalya pilav kalyalu tutmaç iştahun açuk karnun dahı aç büryan kebab ile turşı aşlar yaglu kuliçe taze lavaşlar bal yaga karışsa yımşak ekmek gelse önüne durur mıdun dek bengi paluze ikisi yardur kaymagile bal da hoş haberdür boranı ile kara kavurma gözet herise gözün ayırma erişte kadayıf yaglu keşkek etmek ile et kalanı lekpek karnı aç olana külli hoşdur bengi aç olana telh turuşdur bu kuş dilini süleyman anlar arif sözüni yerinde banlar anla ahi ki bu ne dimekdür ne bengi vü ne ac ne yimekdür dünya adetidür bu sıfatlar bu nakş u hayal ü hikayetler vahdet güneşinde bulut olmaz tertib bazarı ziyansız olmaz tene tertib yok bikülli candur çi çay suret nam ü nişandur kaygusuz abdal gör ne söyledi tuhaf aca'ib hikayet eyledi sayuklar meger kim düş görüpdür bir iş içinde iş görüpdür varlugı koyuban ere yitdi bihüner idi hünere yitdi abdal musa'ya kul oldı candan çekdi elini iki cihandan gevhername gevhername fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün esselam iy dürri deryayı cemal esselam iy afitabı bizeval esselam iy heşt cennatü'nna'im esselam iy bagı erzaninihal iy sıfatun kulhüv'allahuehad her dem içinde kadirsin her sa'at cümle sırrı sen bilürsin iy kadir bişeriksin bimisalsin binazir cümle sensin mu'teber ü muhtasar ol ki sensüzdür feşarenderfeşar külli sensin aşikare vü nihan yirde gökde yine sensin cism ü can senden özge nesinenün canı yok pürkemalsin kudretün noksanı yok bmalikü'lmülksin kadim ü lemyezel mahlukun halıkı sensin zü'lcelal degme bir zerrede bin dürlü aceb sen bilürsin sen kılursın iy çalab kim akıllar mat u sergendandurur bü'lacebdür kudretün andandurur padişahsın bisipah u bivezir kalmışa hem yine sensin destgir söz öküşdür kendü halüm söylerem derdümi vasfı hikayet eylerem kim bu tenüm yogidi ben can idüm katre degül ezeli umman idüm ol alemde bu adem olmaz idi ay u güneş gedülüp tolmaz idi birlik idi olmaz idi ayrulık yog idi ölmek dirilmek gayrulık hem o demde yogidi ins ü melek gerdişi gerdan degüldi nüh felek dahı yirler kanı ma'dendeyidi katre varı külli ummandayıdı arş u ferş ü gav ü mahi yogidi cümle varlık heman ol allah'idi hem o demde biz dahı andayıduk ol alemde bile cevlandayıduk diledi kim sanii perverdigar kendü kudretin kılaydı aşikar mevce gelüben o derya kıldı cuş mevcile beni kenara saldı uş deryayidüm katre oldı menzilüm buyidi bu hal içinde müşkilüm bmevc içinden taşra düşdi bir güher öyle gevher ki misali mu'teber çünki gevher taşra düşdi deryadan vuslatı fürkat ayırdı ortadan ol gühere bunca zaman tanrı'lık eyleyüben kend'özi oldı aşık ışk ki dahı bünyadı andan durur ışkı varak hem o divandan durur ol güherden bunca hüner eyledi bunca hikmet bahr ü hem berr eyledi aslı hikmet bir o gevherden durur gevher aslı heman ol birden durur ol güherden oldı bu cümle alem ne ki vardur yir ü gök levh ü kalem yidi ılduz hem ol gevherden durur cümle hüner hem ol hünerden durur andan oldı evliya vü enbiya birlik olur karışıcak su suya toprak aslı yine toprakdan durur cümle varlık heman ol hakk'dan durur ol güherin aslı ma'denden idi o heman bir katre ummandan idi ol güherin bir adı mahmud idi baht içinde tali'i me'sud idi ol güher adem tonunı ihtiyar eyleyüben hem o dem kıldı karar adem'i gevhere sadef eyledi ya'ni bu milke müşerref eyledi sadef içinde muradum dür durur dürr ü sadef hak katında bir durur bdürr ü sadef yine ma'denden biter aslı birdür yine bir kandan biter su dilersen bardaga kılma nazar bardag içinde suyı kıl ihtiyar cümle bir çeşme suyıdır iy veli tutalım bardag kiçidür ya ulı külli suyun aslı birdir iy aziz su temizdür bardagun kılgıl temiz ger degül isen bu hikmetten gafil gafil olma yol içinde iy akıl ehli tevhid ol ki canun şad ola şakird olan akibet üstad ola ol güher idi muhammed'ün canı anun içün dutdı cümle sayvanı anun içün oldı cihan gülsitan ud u sandal serv u tuba ergavan hur u cennet vahş ü tayr u akl u can ol güherdür cümlenin aslı heman cümle anun ışkına kıldı karar ihtiyar oldur kamudan ihtiyar bu idi vasf u halümi söyledüm anı ki gördüm hikayet eyledüm her ne ilm üstaddan gördüm ise akl içinde her neye irdüm ise nazm kıldım bir dasitan eyledüm bu idi şikeste beste söyledüm taze gülden desteler çin eyledüm her nefesi buyı müşgin eyledüm benefişi nergise kıldum nisar tutinün öninde komuşam şeker agoncenün yüzinden açdum perdeyi güneş ile bile görmüşem ayı nestereni güle bürka' eyledüm gülşeni bülbüle otag eyledüm ben fakirem kuş dilinden anlamam tutiye şekker gerek hara saman ne ekersen anı bitrür çekirdek tavuk yumurtasundan çıkmaz ördek şahbazun cinsi heman şahbaz ola hümanun hüma bazun baz ola dervişem ben mustafa kıldı nazar hem anun bahşayişidür bu haber yohsa ben kendü halümi anlaram sözümi heman yiründe banlaram aşık isen kaygusuz abdal bigi sana bir halka heman bir şal bigi anı ko kim mustafa murdar didi anı koyana erenler er didi tekebbürlük eyleyen mel'un olur nitekim şeytan bigi bidin olur yol içinde alçaga ko menzilün ta ki hallolmak dilersen müşkilün meskenet topragına her dem yüzün süredur kim ta bilesin kend'özün toprak olmayınca gevher olmadı topraga düşen güher hiç solmadı toprak ol toprak bigi teslim vücud cümle alem topraga kıldı sücud evliyayı bil ki benzün solmaya hiç mukallidler müselman olmaya evliya oldı delil ü bürhanum insanı kamilde buldum sultanum yidi gün yidi gice ol natüvan bekledi peygamberün kabrin heman bu nasibi anda sundılar ana hem didiler adına gevhername kıymetün bilür anun sarraf olan gıll u gışdan kalbi da'im saf olan oldı gevhername burada tamam vir resulün ruhına yüz bin selam minbername minbername fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün eya 'akl ile 'irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hak'ı bildüm diyü irşad idersin yitersin minbere feryad idersin ne bildün niye irdün işbu halde akıllar mat olupdur bu hayalde buna akl ile kimse irmemişdür göziyle hakk'ı kimse görmemişdür bu bir derya durur akıllar irmez özinden geçmeyen rabbini bilmez dilersen bulasın kevn ü mekanı özünden farig ol rabbini tanı ki sen senlügüni gider aradan bilürsin ta seni kimdür yaradan sen ü ben eylemez ol kim kişidür sen ü ben eylemek şeytan işidür özinden gayrı kul görmez arada hak'ı zahir görür ag u karada dilersen olasın mahremi esrar bu dünya kavgasına uyma zinhar feragat kıl cihanun kavgasından ki nefsün kurtarasın fitnesinden heman seyrancısın seyranun eyle sakın dime şu şöyledür bu böyle özüne gel özüne tanrı dostı sana direm budur sözün dürüsti cihan halkınun iş budur hayali hayali gice gündüz mülk ü malı eger söyler olursan hak sözini çevirür yüzini örter gözini azazil'dür hak'a eylemez ikrar gerekse söyle ana bunca tekrar binüpdür nefs atına ha segirdür işitmez kulagı san kim sagırdur heman birbirinün aybın gözedür gönülden dürlü fitneler düzedür nic'idüp n'idecegini bilemez birinün ondugın biri dilemez eger malun varısa kavm u kardaş cihan halkı senünle cümle yoldaş eger kendü halinde bir aşıkdur ana dirler ki iş sevmez ışıkdur aşık olsam adum tenbel ala'i eger sofu isem dirler mürayi danişmende varursam dabbetü'l'arz cahil diyü halkı bir pula saymaz ha bir cenkdür biri birin begenmez arifler hak'dan özge nesne bilmez bulurlar bir sözi bin söz iderler koyup togrı yolı egri giderler söz ile bulmak olsa idi hakk'ı uçup arş'a çıkaydı cüml'afakı cihanda şimdi gavga çogalupdur cihanı fitneyi şeytan alupdur eger alim eger sofi vü derviş heman şöhret olupdur cümle cünbiş dinle imdi hem yine bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher dinle imdi bir acayib armagan yine taşdı gönlüm evinde bu kan yine cuş eyledi ma'na deryası yine geldi başıma'ışk sevdası yine kurdum ışk yayın ok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga kim ki ister ol tırazı uş menem ol canumdur cana perdepuş menem menem ol bagdat'da feryad eyleyen başın oynadup ene'lhak söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka bita'atdur diyen daima söyler bu sözi ol nadan nite kim korkmaz utanmaz tanrı'dan ol salus kim dervişe münkir olur cümle kulun sırrını allah bilür bita'atdur diyü söyler abdala söyleyin gelsün bir ulu meydana görelüm kendü nice tevhid kılur tanrı bu bendesini bibaht bilür tanrı settaru'luyub'dur hem kerim hem rahimdür hemalimdür hem halim tanrı bilür günahın her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kadirdür lutfıla ihsan kılur derdlülerün derdüne derman kılur ben sadıkam zerki tezvir bilmezem her bir işde gayrı tedbir kılmazam velikin salus sevmez yıldızum hak'ı zahir görenedür bu sözüm insanı kamil içündür bu cevab hayvanun nesüne gerek bu hitab bir nasihatdur bu sözüm insana degme kimse giremez bu ummana cihana geldi insan gitmek içün kemali marifet kesbetmek içün dinle imdi bir aca'ib dürlü hal ahiri noksana irer her kemal her sabahun sonı da ahşam olur her şadiligün ahiri gam olur yukaru gök aşaga yir görinür bilinmez biri birine bürinür gice gündüz döner da'im yıkılmaz gögün yüceligi hiç'akla gelmez gögün nerdübanı yokdur çıkılmaz yirün nihayetini kimse bilmez bu ne karhanedür üstad görinmez bilişdür cümle eşya yad görinmez neye baksan payanı yok denizdür bu ne yoldur ne menzildür ne izdür özinden yad olanlar yad olupdur bilişenler heman azad olupdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar hemandem bir vücud bir can ne kim var sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür, dili dil eger dilüm hata söylerse iy dil dilim dilim, dilim, dilim dil iy dil kısa mesneviler kısa mesneviler fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen dahı cehd eyle imdi iy hümam evliyalar işigin eyle makam evliyalar sohbetine iresin anlarun dirlüği nedür göresin evliyalar gevherün ma'denidür cümlemüzün derdinün dermanıdur evliya hoş terbiye kıla seni kurtulasın yarın olasın gani tercemansuz irüşesin tanrı'ya ger kılursan kendözüni biriya gönlüni hakk'dan yana berk idesin evliya gitdügi yola gidesin evliyalar seni kıla ihtiyar evliya sana şefi' ola iy yar imdi gel cehd eyle bu yola düriş evliyanun damenin tut budur iş tevbe kıl özüni oda yakmagıl su gibi her gördügüne akmagıl erlik oldur nefs odını söndüre yüzini ol toğrı yola döndüre cehd idüp terk eyle nefsi şehveti mihnetine değmez anun lezzeti şehvete uyanlarun iy serfiraz tamudur yiri bunlarun çog u az şehveti terk eyleyenler menzili cennet ehlidür bularun mahfili şehveti terk eyleyen bulur sevab söz budur va'llahu alem bi'ssevab hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragumhanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinem dinem imanum habibüm mahbubum hubum sanavberşimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sincuyüm şirinhulkum nazum goncam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanum ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nesibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum bu hüsranile kalmış meni bimar u haste dilrişi men sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum sataram canum yolına kurban iderem ben belirsüz olıcak can u cihanı n'iderem ben şey'en li'llah benüm gaybetüme kılıç salana hercayi yüze gülüci yari n'iderem ben hayvan adama zencir yular dahı tayanmaz ehli tarikı bin nefesde yederem ben hüsnün cemalün göreli geldüm imana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben hal diliyle icazet ister kaygusuz abdal şahum ıssı kal kuşum uçdı giderem ben. sultan kaygusuz baba mifermayed şi'r söz başında zikr idelüm allah'ı niyaz ile can u gönülden direm laf degüldür ya ilahi kapunda birkaç dileklerüm var hele şimdiki halde cengüm var bogaz ile onbin koyun bin deve beş bin de su sıgırı beşbin tavuk bin ördek dahı bunca kaz ile mahazar lokmaları daim nasib kıl bize üçyüz otuz azmani yidibin öküz ile dane pirinç zerdeler paça tirid gördiler taze çevirme biryan kaba halva koz ile on bagçe alma, armudun dahıher dürlüden on dahı şeftalüden zerdalü kiraz ile bin karaoglan bin karavaş hizmetkar on bin rum mahbubı biş bin mogol kız ile hurisıfat nigarlar ilikleri aşikar ibrikleri can alur sükker agzında ezile tabl bostan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutfıla n'ola şahı merdan ali minkelamı kaygusuz baba sultan bihamdü'llah ki vasıl olduk bugün devletlü sultan'a ne huridür ne hd benzer özi bu cismi insana diliyle bir selam eyler cihanı lutfıla toylar melekler vasfını söyler varur cennetde rıvana yüzün cennetdeki güldür yanagun zülfi sünbüldür niceler kapuna kuldur ki benzersün süleymana yüzün nurı hidayetdür kime irse sa'adetdür bu kur'anda bir ayetdür bugün cümle müselmana ta'ala'llah ne kılmışdur cihan medhiyle dolmuştur delil hüccet olmışdur yüzün surei rahman'a yüri var kaygusuz abdal iriş var vaslına dildarun cefasun çekme agyarun cigerün dönmesün kana selamnamei şahı abdal musa ey mahı burcı şerefi subh u mesa zulmeti mihri münevver gibi kılduk ruşena ka'bei ulyaya karsu her kim itse iktida kahrı a'dai fenadan buluser şeksüz neca natıkun ruhu'lkudusdür vechi pakün vedduha didi mevla şanına latuhfevarıbata' es'selam ey nurı ahmed hazreti abdal musa es'selam ey rükni hazreti abdal musa muttalii sırrı ilahi vakıf sensin ezel zatı hakk'un küvvetine kimse. bilmez ma'deni ilmi ledünni hükmi babı mahasl vakıfı inni enellah kim bilürhasl bareka'llah genci kudret mahzeni sıdkı ezel ezel emredüb nusretün velehu evzan sun'ına emr idübsun'ınalailla din olur isem şah idenler oldı ve'svasi'rrahim birinün nasru'nmina'llah kametü kafı kadim nutkun illa yaparlar inşallah kul kaygusuz'a daim du'a bk. hece vezni ile yazılanlar ilahi dost senin yüzünden özge ben kıblei can bilmezem pirün hüsnini severem bir gayrı iman bilmezem bana dirler ki şeyatin senün yolunı azdurur ben şu zerrak sofulardan gayrı bir şeytan bilmezem sofii salus nedendür hüsne münkir geçindügi ne aceb bela gelüpdür ben hakdan gayri bilmezem insanı kamil ki dirler mustafa'dur murtaza'dur dahı kim vardur cihanda ben gayrı insan bilmezem o şahı hüsnün ışkına özümi viran kılmışam kaygusuz abdal'dur adum cübbe vü kaftan bilmezem beglerümüz avlan gölinün üstin avlar gelür sultan abdal musa'ya urum abdalları egnine postın baglar gelür sultan abdal musa'ya abdalları sema' döner dost diyü geydükleri nemed ile post diyü hasteler de gelür derman isteyü saglar gelür sultan abdal musa'ya talib oldur pirün nefesin haklar pir oldur talibi hatadan saklar çalınur kudümler altun sancaklar tuglar gelür sultan abdal musa'ya er oğlınun ikrarıdur yolları mu'annidi çeksen gelmez ilerü ak pınar'ın yeşilgöl'ün suları çaglar gelür sultan abdal musa'ya bezirganlar hind'den gelür yayılur lokması çekilür açlar toyulur hakk'a aşıkolan canlar soyulur begler gelür sultan abdal musa'ya ali zülfikarın aldı destine batın saldı kafirlerün üstine tümen tümen olur gencel'üstine taglar gelür sultan abdal musa'ya matem aylarında kanlar dökerler çeraglar uyarup gülbenk çekerler anlar bir olmış birlige yiterler birler gelür sultan abdal musa'ya benim de niyazum vardur pirimden münkir bilmez evliyanun sırından kul kaygusuz ayru düşmiş pirinden ağlar gelür sultan abdal musa'ya bülbül'e gülzar gerek tuti'ye şekker gerek sarraf'a gevher gerek lailahe illallah can olanı can bilür insanı insan bilür her sırrı sultan bilür lailahe illallah cümle alem zat imiş deryayı hikmet imiş hakk ile vuslat imiş lailahe illallah safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illallah tesbih ü zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illallah bu dünyanun misali mu'azzam şehre benzer veli bizüm ömrümüz bir tiz bazara benzer her kim bu şehre geldi bir lahza karar kıldı girü dönüp gitmeği gelmez sefere benzer bu şehrün hayalleri dürlü dürlü halleri aldamış gafilleri cazu ayyara benzer evvel gönül almagı hublara nisbet ider ahir yüz döndürmeği aciz mekkara benzer bu şehrün evvel tadı şehd ü şekkerden şirin ahir acısını gör bu zehri mara benzer bu şarda hayal çokdur hadd ü şümarı yokdur bu hayale aldanan otlar davara benzer bu şardan üç yol çıkar biri cennet biri nar birisinün arzusı maksud didara benzer kendü mikdarın bilen kişi bildi kendözin anun her bir nefesi şehd ü şekkere benzer her kim kendözin bildi bu şehre sultan oldı kendözini bilmeyen misli himara benzer kaygusuz abdal'ı gör derd ile hazan oldı veli demi ışk ile evvel bahara benzer bihamdi'llah vasıl olduk bugün devletlü sultan'a ne huridür ne hod benzer özi bu cismi insana diliyle bir selam eyler cihanı lutf ile toylar melekler vasfını söyler varur cennet'de rıdvan'a yüzün cennet'deki güldür yanagun zülfi sünbüldür niceler kapuna kuldur ki benzersin süleyman'a yüzün nurı hidayetdür kime irse sa'adetdür bu kur'an'da bir ayetdür bugün cümle müselmana ta'ala'llah ne kılmışdur cihan medhiyle tolmışdur delil ü hüccet olmışdur yüzün surei rahman'a yüri var kaygusuz abdal iriş vaslına dildarun cefasın çekme agyarun cigerün dönmesün kana salatname ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısın tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısın yanar bu yüregüm oddur bilmeyene müşkil dertdür sabah namazı hod dörtdür dahı namaz sorar mısın gah aglaram gah gülerem tanrı'dan hacet dilerem ögleni on kılaram dahı namaz sorar mısın namaz sorıcısın bildüm teftiş itdüm ben de buldum ikindiyi sekiz kıldum dahı namaz sorar mısın ahşam namazı hod beşdür anı kılmak bize hoşdur yatsı namazı on üçdür dahı namaz sorar mısın gündüzle gice kırk rekat on yedi farz yirmi sünnet vitir vacibdür üç rek'at dahı namaz sorar mısın adumı sorsan fakıdur mektebde çocuk okudur cum'a hem bayram ikidür dahı namaz sorar mısın efendi sarıg değirmi işit kulagun sagır mı teravih namazı yirmi dahı namaz sorar mısın zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısın. camilerde olan imam bunı bilmez çoğı tamam dört bin altı yüz seksen selam dahı namaz sorar mısın. kimine vacibdür zekat kimine vacibdür salat yedi bin beş yüz altmış tahiyyat dahı namaz sorar mısın. pirümüzden olsun himmet yaradan allah'a minnet yedi bin iki yüz yirmi sünnet dahı namaz sorar mısın. tamam oldı çünki namaz kimini okı kimin yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısın. kamillerde olur irfan göster hoca bende noksan vitri vacibdür bin seksen dahı namaz sorar mısın. bir namaz vardur cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısın nutuk iy özin insan bilen var edeb örgen edeb iy edeb erkan bilen var edeb öğren edeb edebdür aslı ta'at külli sıfat cümle zat varlıgun edebe sat var edeb öğren edeb gel hakk'a olma asi ta gide gönlün pası dört kitabun ma'nisi var edeb öğren edeb gaflet içinden uyan edebsüz olma iy can edebdür aslı iman var edeb öğren edeb edeb gerekdür kula ta işi temiz ola edebsüz girme yola var edeb öğren edeb edebdür hakk'a yakın bilür isen çok yakin edebsüz olma sakın var edeb öğren edeb bu edeb atayidür aşıka yüz suyıdur evliyalar huyıdur var edeb öğren edeb gel hakk'a ikrar isen aşıklara yar isen yüz suyın ister isen var edeb öğren edeb edeb gerekdür ere ta yolı dogru vara edebsüz olma yire var edeb öğren edeb edebi bekler talib edebdür hak'dan nasib edebsüz olma habib var edeb öğren edeb edeblü ol can isen hakk'ı bil insan isen müştakı sultan isen var edeb öğren edeb edebdür hakk'a delil edebden olma gafil olmayasın bihasıl var edeb öğren edeb kaygusuz abdal uyan ışkı bil ışka boyan şöyle dimişdür diyen var edeb öğren edeb anı ki canun diler sende gözet sendedür in heme ayb ü hüner sende gözet sendedür yir ü gök uçmak tamu her ne ki vardur kamu ayru degül iy amu sende gözet sendedür iy sıratü'lmüstakim cennet ü huri na'im huve'laliyyü'lazim sende gözet sendedür şerifi insan toy çeşmei hayvan toy derya vü umman toy sende gözet sendedür zühre vü mah müşteri çarhı felek çenberi dünya'da ne kim varı sende gözet sendedür ma'deni her sebebün binası her acebün ma'nisi dört kitabun sende gözet sendedür musa vü tur şuma cennet ü hur şuma zulmet ü nur şuma sende gözet sendedür şahidi server toyi ol şahı enver toyi sahibi defter toyi sende gözet sendedür afak ü enfüs varı cümle alem serveri her dü cihan defteri sende gözet sendedür mehdi bizeman toyi canı mizan can toyi yusufı ken'an toyi sende gözet sendedür nurı muhammed toyi deryayı hikmet toyi gülşeni vahdet toyi sende gözet sendedür yidi kat yirler temam kursi vü levh ü kalem rumuzı beytü'lharam sende gözet sendedür rüstemi destan toyi sahibi devran toyi ol şahı merdan toyi sende gözet sendedür burak ile cebra'il ilm ü amel kal ü kil her dürlü olan hasıl sende gözet sendedür velekad kerrem toyi her sırra mahrem toyi mesihi meryem toyi sende gözet sendedür evvel ahir külli hal ömr ü devlet mülk ü mal devr ü eyyam mah ü sal sende gözet sendedür yidi yılduz dört kitab sa'at ü yevmü'lhisab sahayı ilm ü edeb sende gözet sendedür gönüllerün siracı nebi'nün nurdan tacı mustafa'nun mi'racı sende gözet sendedür ente bihamdi şakir ente ganiyy ü fakir ente'ssiracü'lmünir sende gözet sendedür ente kaviyy ü tarik ente muhibb ü sadık ente hakim ü hadik sende gözet sendedür zülfikarı şah toyi ışk ile hemrah toyi her baba miftah toyi sende gözet sendedür sen deryayı azimsin sen ma'nayı kadimsin sen hayy ü kaf ü mim'sin sende gözet sendedür sen bahri melekutsın sen gevheri yakutsın sen mübarek vücudsın sende gözet sendedür adem'ün adı safi sen muhtarun keşşafı simurgı kuhı kaf'ı sende gözet sendedür sen kur'anı mecidsin sen nebkii farizsin sen incil ü tevrat'sin sende gözet sendedür in toyi an ki toyi püser ü cüvan toyi baher zahidi toyi sende gözet sendedür taze gülistan var akça vü miran var emir ü sultan var sende gözet sendedür havva vü adem sende isa'daki dem sende degül ki ne kim sende sende gözet sendedür sen hattı istiva'sın sen kelamı huda'sın sen nurı mustafa'sın sende gözet sendedür sırrı ezeli bildün ayineni saf sildün perde degülse cildün sende gözet sendedür heşt si vü dü penc fark deh gisu düvazdeh imam ya hu sende gözet sendedir kaygusuz abdal kalma dünya içün baş salma söyle sözün oyalanma sende gözet sendedür bu uykudan uyan gönül kendü halünden habir ol yiter ahi kerkes gibi nefsün elinden esir ol terk eyle bu efsaneyi koy ahi bu bahaneyi vuslata irmek istersen vahdet demine kadir ol güneyi kuz eylemegil bu sözi yüz eylemegil sohbeti tuz eylemegil ariflere dilpezir ol çekme bu nefsün kavgasın kendözüni bil ki nesin kendözüni bilicegiz halüne şükr ü şakir ol ışka sabitkademsin özüni bil ademsin kaçan k'özüni bilesin sırrun faş itme sabir ol insansın olma serser kes yabana at zünnarı zulmet içinden çık beri güneş gibi külli nur ol nefsini zebun eylemiş elif iken nun eylemiş bari fodullık eyleme öz künhüne muğbr ol bu yola varmak istesen menzile yitmek istesen geç ko bu yad endşi efsane fitenden dur ol fikr eyle hakk'un hikmetin cümle odur zahir batın ko bu ikilik sıfatın cehd eyle bir ile bir ol aceb niçün yabandasın hakk sende sen ki kandasın ırak yire uzanmagıl kendözüne gel hazır ol kaygusuz abdal gel beri hiç yire gezme serseri güden degülsin bu ışkı bil bil bu ışkla binazir ol bu cihana gelmeden bir ulu sultan idüm ten suret baglanmadan can içinde can idüm cana ten oldı suret adem'e oldı bu ad bu ad u san yoğ iken derya vü umman idüm içüm daşum nur idi nur ile ma'mur idi durduğum yir tur idi musa'ya hemrah idüm can oldı bana hicab can yüzinde ten nikab bu hicabum yoğ iken sureti rahman idüm bu yir ü gök olmadın can bu tene dolmadın o dem cevab gelmedin ismiyle sübhan idüm yoldaş oldum adem'e doldum cümle aleme bu adem suretinde sırr ile pinhan idüm leysefi'ddar yoğ idi gayrı deyyar yoğ idi nutk u güftar yoğ idi yir ile yeksan idüm gah ibret idüm gözde gah hüsn idüm hub yüzde gah oldı kim hatt u hal zülfi perişan idüm gahi eyyub olmışam derde sabur kılmışam gah oldı mustafa'ya delil ü bürhan idüm mecnun oldum bir zeman leyli'yi gördüm ayan gah oldı bu meydanda rüstemi destan idüm kaf dağı'nda bir zeman gurbete düşmiş idüm ben bunda ki gelmişem ezeli o'nda idüm gah danyal'a bokrat'um sırr içinde hikmetüm gah calinus olmışam gahi ben lokman idüm sadhezaran donum var kaygusuz abdal gibi bağdat'da mansur ile menşur olan ben idüm bülbül isen gülşene gel tavus isen bustane gel baykuş isen virana var mürgab isen ummana gel terk eyle bu hasetligi bilmezlige vir biligi varlıgını yoklıga say binişan ol nişana gel terk eyle nefsi fanidür hayal can zindanıdur merdanlarun meydanıdur bu meydana merdane gel iy kendözini can bilen vücudını bürhan bilen delü gibi divane ol divanı bil divana gel gel gel eger insan isen cümle vücuda can isen var var eger hayvan isen il yatıcak harmana gel iy kendözini can bilen ben ne direm sözüm anla dertlü isen dermana var hastayısan lokman'a gel iy da'ima hayvan gibi nefs dilegini gözleyen bir kez n'ola yolun yanıl ışık od'ına mihmane gel iy kendözin insan sayan subh u seher oldı uyan hammal isen var bazara bakkal isen dükkana gel kendözüni yüz bin kerre sorarsa insanı kamil hayvanlıgunı terk eyle var insan katına yine gel kem olmagıl noksan gibi hiç olmagıl hayvan gibi mestaneler sohbetine aşıkısan mestane gel dal bu gönül ummanına yetiş bu ma'ni kanına kaygusuz abdal er isen ışk ile bu meydana gel şathiye dinle imdi şu ben beni ögeyin usta kerem elüm vardur her işde şöyle kesad düşmiş iken. ya alkışda bulınasız ya kargışda durup bir şehre ugruluga vardum bir ok ile bin bir var yimez urdum çarşu çarşu dükkan komadum yardum bin tay ipek çıkardum bir kirişde evvel vardum usta yanında okıdum ustam beni dögdi ben de kakıdum çulla hem bin bir çile bez dokıdum hisabı var argaç ile arışda terziyem parmaga yüksük takaram yanum sıra yitmiş şakird nökerüm bir dürtişde bin bir kafdan dikerüm aslı vardur ignesini sürişde bir sıçrayışda doksan tepe aşdum bir avuçda yüz mut darı saçdum marsuvan'da at katır komadum geçdüm hiç önümde kimse gelmez yarışda dahı yiltenürem illa geçmedüm çok günah işledüm illa açmadum anun da muzlimesinden kaçmadum üç yüz altmış kelek kuçdum oruçda kaygusuz dir günahlarun çok senün günahunı bagışlasun hak senün hiç bu sözde bir kusurun yok senün oranlayup top top idüp sürişde eşekte. yücelerden yüce gördüm erbabsın sen koca tanrı alim okur kelamı ile sen okursın hece tanrı asi kullar yaratmışsın varsun şöyle dursun diyü anları koymışsın orda sen çıkmışsın uca tanrı kıldan köprü yaratmışsın gelsün kullar geçsün diyü hele biz şöyle duralum yigit isen geçtanrı kaygusuz abdal yaradan gel içegör şu cür'adan kaldur perdeyi aradan gezelüm bilece tanrı bir kaz aldım ben karıdan boynı da uzun borudan kırk abdal kanın kurutan kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz sekizümüz odun çeker dokuzumuz ateş yakar kaz kaldırmış başın bakar kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaza virdük bir çok akça eti kemiğinden pekçe ne kazan kaldıne kepçe kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaz değilmiş be bu azmış kırk yıl kaf dağını gezmiş kanadın kuyruğın düzmüş kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazı koyduk bir ocağa uçdı gitti bir bucağa bu ne haldür hacı ağa kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı selki dişi koyun emmiş tilki nuh nebi'den kalmış belki kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı sarı kemiği etinden iri sağlık ile satma karı kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı ala var yürü git güle güle başumuza kalma bela kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz suyına biz salduk bulgur bulgur allah diyü kalgur be yarenler bu ne haldür kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaygusuz abdal n'idelüm ahd ile vefa güdelim kaldurup postı gidelim kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaplu kaplu bagalar kanatlanmış uçmağa kertenkele dirilmiş diler kırım geçmeğe kelebek ok yay almış ava şikara çıkmış donuzları korkutur ayuları kaçmağa ergene'nün köprisi susuzlıkdan bunalmış edrene minaresi eğilmiş su içmeğe kazana balta koydum çervişin deremezem çuval çayırda gezer segürdüben kaçmağa allah'umun dagında üçbin baluk kışlamış susuzlıkdan bunalmış kağnı ister göçmeğe leklek koduk doğurmuş ovada zurna çalar balık kavaka çıkmış söğüt dalın biçmege kelebek buğday ekmiş manisa ovasına sivrisinek dirilmiş ırgat olup biçmege bir sinek bir devenün çekmiş budın koparmış salunuban seyirdür bir yar ister kaçmağa bir aksacuk karunca kırk batman tuz yüklenmiş gahyorgalar gah seyirdür şehre gider satmağa donuz düğün eylemiş ayuya kızın virmiş maymun sındı getürmiş kaftan gönlek biçmeğe deve hamama girmiş dana dellaklık ider su sığırı natır olmuş nöbet ister çıkmağa kaygusuz'un sözleri hindistan'un kozları bunca yalan söyledün girer misin uçmag'a edrene şehrinde bu gün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçesi çok karıya gördi ki beni garibem yoldan irişmiş eribem eydür yigit gel geç otur döşek getürsin cariye sor bana garib misin hiç bu şehri görüp misin yohsa gelişün şindi mi anadolu'dan beriye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü döşek getürsin cariye iy kurban olduğum yiğit gör ne direm sözüm işit bu edrene şehrinde sen gezmeyesin serseriye eydür ki bu rum ilidür sanma ki anadolu'dur bunda esir bendler olur düşmeyesin bazariye harçlıgıçun kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel ye iç otur heman varma akına çeriye çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buharıya aldı beni girdi içerü yapdı kapusını girü getürdi şol ni'metleri kim bakar aka sarıya eydür gülistana yürü var bilmede eyle haber teferrüc idelüm bunı yogıdı defteriyeye akçesi çok ile karı oğlaniledür bazarı gönlek gey burgaz'dan yürü evi yakındur beriye karı beni aldadı çün hükmüne eyledi zebun anca dürişdüm dün ü gün sarlanı kaldum deriye şol hadde irişdi belüm külli unutdum bildügüm başladı şindi iligüm sünük içinde eriye gönlegi kaftan eyledi hükmine ferman eyledi hamama varınca söyledi beni yanınca süriye dişi kırık yüzi sovuk fitnesi çok kendü çabuk ben biçare haberüm yok ugramışam zemheriye ol karıdan kurtılmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum gayret ettim kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya beng ile seyretmege ah bize bir dağ olsa ıssı soğuk olmasa havası hub sağ olsa pireden incinmesek kar u yağmur olmasa sinek hey vızlamasa ona hem yasag olsa dobruca ovasından büyük yağlu çörekler akkerman'ın yağından benzümüz hey ağ olsa cümle cihan koyunın semiz yahni etseler biz yemeğe başlasak engeller ırağ olsa gaziler halvasından cihan dopdolu olsa zülbiye halkasıyla simidi hem çoğ olsa düpdüz bu yaş ovalar her biri boş durmasa sulu şeftalusı çok çok bin üzümlü bağ olsa kanda bir göl var ise badem paluze olup bir yanından diş vursak çevresi bal yağ olsa kaygusuz abdal otur kimin yi kimin götür sofuya koz kalmadı abdala kaymağ olsa bugün bana bir paşacuk uzun börklü derviş didi n'ola bir kez öpsem didüm sögdi bana dürt şiş didi didüm aşık oldum sana sen bir yana can bir yana eydür ki şu dervişe bak sayuklar görür düş didi aşıkam lebi balınun nargın sordum şeftalunun eydür derviş yolun gözet teferrüc eyle geç didi eydür şol torlagı gör sözin bilmez küstahı gör didüm ki kulun olayın hoş geldün hoş hoş didi didüm aşıkam yakmagıl beni dile bırakmagıl eydür ki ben bilmem seni gerek yan gerek piş didi didüm ki bir kez öpeyim kıblem yüzündür tapayım eydür ki sen dilencisin işte etmeg ü aş didi didüm kaygusuz abdal'am eşigünde kemter kulam eydür ki derviş yürü git buradan sıvış git didi bugün bana bir paşacuk zavalluca torlak didi aşıklarum çokdur benüm şu dahı sever bak didi hakk'ı hazır görsen didüm bir şeftalü virsen didüm eydür bu söz nedür senün yüri var iy küstak didi didüm ala gözlü paşa aferin şol göze kaşa buyurdı bir karavaşa şunı taşra bırak didi eydür dostum düşmanum var şunda durma kimse duyar anla ahi iy bihaber dervişsin tur ırak didi döndi yine esirgedi sözi lutf ile söyledi hakk yolında açmış başın yürür yalın ayak didi şol alnı kamer yüzi gün lutf eyledi bana bugün eydür n'ola öpdügiçün bil ki ona hakk didi bu kaygusuz abdal içün dervişi miskinhal içün ben sevdügüm işitmege kulagı nice sak didi manastır'da bir paşacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm fitne gözi cazu kaşı gül yanagı incü dişi naz ile şirin gülüşi cigercügüm deldi benüm bir garibem hatrum sorun delü oldum ögüt virün karabaş olarak da söylenir. sofi idüm şindi bilmen halcaguzum n'oldı benüm salınur karşuma gelür naz eyler şiveler kılur sevdüm seni tanrım bilür canum yesir kıldı benüm didüm gülüm sevdüm seni aşıkam esirge beni dahı beter naz eyledi vay hakkumdan geldi benüm cefasını kıldum kabul ol sultandur ben ana kul görün yine delü gönül arum yire saldı benüm kaygusuz abdal'am didüm bir lutf ile gülüm didüm tapuna kul olam didüm bu sözüme güldi benüm filibe'de yenile bir karı sevdi beni ikiz ikiz dikdurur bana yeni kaftanı bulunuban nazlanur nazlanurken kızlanur teresine su seper tazelenür bostanı sürmeler gözin süzer yürürse müşki tozar ağzında bir dişi yok kemhası gülistanı eydür iy yigit n'ola lutf eyle güle güle gönlüm alasın benüm eyleyesin ihsanı gündüz agır başludur yenincek tutamaz özin akşam olıcak gelür dükkanuma pinhanı ben seni donadayın sırmalı üsküf ideyin harçlıgıçun gam yime sen heman öp kuç beni uşta mal altun kumaş sermaye kul karabaş tek karı dime bana şad eyleme düşmanı yigitler sohbetinde eşün dostun katında her ne kim harcun ola boynuma canum canı dir girelümyorgana virelüm canı cana sen beni kuç ben sana ögredeyin erkanı yanunı halvet bula yatmaga yarak kıla karnın oda kızdurur zira sovukdur teni ol karı şöyle ki var bülle dimegi sever akçala avlar tutar yalun yüzlü oglanı beş vakit namaz kılur halk anı salih bilür böyle çabuk oldugın kim bilür ol fettanı bir dem beni görmese dudagumı sormasa yigirmi kez dolana şol yeni bezistanı karıdan kaçsam direm sofya'ya göçsem direm kişiyi eve götürem eski çürük hem yanı karı bana n'itdügin ne eliyle tutdugın kadıya dahı disem dinlese bu destanı ishak beg'e söylesem halümi arz eylesem karıdan kurtarmaga ola mı ki dermanı bu kaygusuz abdal'un derviş ü miskinhalün şöyle geçer mi aceb ol karıyla devranı bu kez kurtulsa idüm bir necat bulsa idüm dahı karı sevmege and içeydüm kur'an'ı ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı avladı tutdı beni yanbolı'da bir karı veli ki akçası çok karabaşı kulları eydür bana iy cüvan uşta ev uşta dükkan sen gelgil hemen ye iç otur ne gezersin serseri gel benümle sen biliş ye iç otur işleme iş burusa'dan getürdeyüm ben sana gülbeşekeri karı dime al beni ben donatayım seni nene gerekdür senün garibsin akınçeri n'ola eger yigidsen seveni sevmek gerek oglan ademsin veli anla ahi haberi gel benim sözüm işit benümle birlige yit çün seni sevdüm yigit müşteriyem müşteri donadayım ben seni kırmızı kemha ile yanında ikizi ile lökeri yaglıkları yanbolu'ya varıcak mahallesin sorıcak tunca kenarındadır yeni hammam'dan berü beni dahı aldadı tuzaga tutdı heman illa da'im karınun oglan ile bazarı kanda bir yigit görse akçala avlar anı utanmaz oglan sever saçı ak döşi sarı ben de biraz işledüm uş karıyı başladum benüm gibi bin olsa dolduramaz hemyanı sakalun bitdi yigit önümde naz eyleme nazuna kurban olam gel dahı gir içerü bir gice fursat ile koynına girdüm nagah göbeginün sovugı unutturdı mermeri ol karınun havası o ki demi nefesi dinleyi dur turmadı zemheridür zemheri ben dahı kulağumı ana öyle yürüttüm bir dem beni görmese yüz kez dolana şehri karıyla halini göre kaygusuz abdal'bile eti gitmiş sünüge sarlanı kaldı deri allah tanrı yaradan günde beş kez cüradan yar ile yar olagör agyar çıksun aradan gönül bostanın sakın su sıgırı girmesün bekle uçurmayasın kağnıyı minareden fil yükin karıncaya vurma ki çekebilmez la'l ü yakut kıymetin umma sengi hareden özüni akıl sanma sözüni delil bilme çünkü kurtarımazsın nefsüni emmareden aşıklar bu meydanda ışk ile baş oynadı sen dahıaşık isen bakmagıl kenareden dünya vahdet dimeklik biliş ü yad dimeklik uzak hisaba düşme geç ko bu şümareden ger insanı sorarsan hak'dan gayrı degüldür sıfatı nurı mutlak hırkası dört pareden insan nurı kadimdür hasta degül hekimdür eger aklun var ise anla bu işareden dembedem davul gibi tamb u tumb eylemegil mansurlayın olursın bilmezsin müdareden özüni bil ki nesin hakk sende sen kandasın hakk'ı bilmek dilersen geç bu ak u karadan bu kaygusuz abdal'un hüneri ni'met yimek ondan artuk hüneri umma bu biçareden aşık oldum zangadak ırlayuban fingedek yarüm ögütler beni yanramagıl yangadak yarün severse seni sen dahı sevgil anı lutf ile söyle yare söylemegil vangadak yar ile otururken agyar gelse katuna kendözini agır tut durugelme dangadak gördüm yarüm oturur çin ü hıtay ilinde yarüm anda ben burda tapu kıldum zengedek yarüm urum ilinde benem şiraz şehrinde arkıncacuk söylersem şiveyile cingedek yare işaret eyledüm remiz ile söyledüm bir taşcağız atmışam sapan ile fingedek ışk ile hemdem oldum mesih ü meryem oldum çal ahi eyit begüm aklıcagun kangadak ışkun ile faş oldum yolunda tıraş oldum melamet dümbecegin kakı virdüm dümbedek lutf u ihsan eylegil yare eyü söylegil ışkınun denizine ben de düşdüm combadak ben yarün mahallesin yöreneydüm dembedem ağyar görüp urmasa köpek gibi fengedek kaygusuz abdal'ı gör ışk ile oldugıçun aklı deryadur anun kendözi nihek gidek bu cihana gelmedin bir ulu sultan idüm ten suret baglanmadın can içinde can idüm can u ten oldı suret adem oldı bu ad bu ad u san yok iken derya vü umman idüm içüm taşum nur idi nur ile ma'mur idi durdugum yir tur idi musa'ya hemrah idüm can oldı bana hicab can yüzinde ten nikab bu hicabum yok iken sureti rahman idüm bu yir ü gök olmadın can bu tene dalmadın o dem cevab gelmedin ismiyle subhan idüm yoldaş oldum adem'e daldum cümle aleme bu adem suretinde sırr ile pinhan idüm leyse fi'ddar yogıdı gayrı diyar yogıdı nutk u güftar yogıdı bir ile yeksan idüm gah ibret idüm gözde gah hüsn idüm hub yüzde gah oldı kim hadd ü hal zülfi perişan idüm gah eyyub olmışam derde sabur kılmışam gah oldı mustafa'ya delil ü bürhan idüm mecnun oldum bir zeman leyli'yi gördüm ayan gah oldı bu meydanda rüstemi destan idüm kaf dağı'nda bir zeman gurbete düşmiş idüm ben bunda ki gelmişem ezeli anda idüm tanyalı bokrat'am sır içinde hikmetem gah celanus olmışam gahi ben lokman idüm sad hezaran tonum var kaygusuz abdal gibi bağdad'da mansur ile menşur olan ben idüm aşık oldum inlerem hoşça gelür begüme derdüm katıdur katı kime diyeyin kime begüm inek sagarken danası bakdı bana bildüm ki begüm sever söylemedüm paşama bu yıl degül giçen yıl yar bana naz eyledi anun ışkı kızgını şimdi koydı arkama semerkand'dan sevmişem mısır'da bir paşayı aceb ne derman ola başımdagı sevdama bugün ikiyi gördüm armagan virdüm yare aşıkunam biçare kalmamışam dünyama kaygusuz abdal menem arkurı sevdüm yari aceb yar baş koşa mı benüm gibi serseme aceb ben ne müselmanem hakk'a bir şükürüm yokdur bu hakk yolın görebilmen gözümde hiç nurum yokdur fesad endişeden geçmen helalden haramı seçmen dayim bu dünyaya taleb kıluram huzurum yokdur garazdur halka haberüm budur gönlümdeki varum günah yazıldı defterüm dahı hiç defterüm yokdur ayıbın gözlerüm halkun ta ki halka habervirem sözüm yalan özüm kalbüm bu işde taksirüm yokdur zahir gökçek müselmanem içümde putı saklaram zahidem takva bilmezem zakirem zikirüm yokdur bu gafletden uyanmazam hiç ahireti sanmazam düşünmezem. bu az malı begenmezem direm çok filorim yokdur eger bir lutf bana hakk'dan irişse şad olur gönlüm eger bir mihnet irişse dayanacak sabrum yokdur şeytan yolına malumı da'im harç eylerem amma kapuma sail irişse direm ki hazırum yokdur direm cahilem özümi bilmem bitarikem yola gelmem ululardan ögüt almam ki tekebbürem yirüm yokdur hemişe hakk'a inkaram müfsidem şöyle ki varam bu şer işden haberdaram veli hiç haberüm yokdur kaygusuz abdal'am hoca sözüm dinle halüm anla alem ocaga dutuşsa yanacak hasırum yokdur bu ışk elindendür benüm bednam u biar oldugum her gice ta subha degin bican u bidar oldugum cihan suretdür ben canam insandur adum insanam gönli içinde insanun pinhan u esrar oldugum ışk ile olmuşam bidar benem bu cümle assı kar her sedef içinde gevher lü'lüi şehvar oldugum maksudı benem her işün lezzeti benem her aşun sevdası benem her başun her yüzde haydar oldugum benem ahi cümle sıfat her sıfatun içinde zat mü'minlere zühd ü ta'at tersa'ya zünnar oldugum hem zerreyem hem güneşem bu nakş içinde nakkaşem hak u bad ab u ateşem şöyle acebkar oldugum ka'inatun defteriyem cümle vücudun varıyam sadıklarun ikrarıyam münkire inkar oldugum mürde benem zinde benem ırak da ben yakın da ben her kamışun içinde ben kand ü şekker ban oldugum hem firakam hem de visal benem bu cümle kil ü kal her yüzde hüsn ü hubcemal dikende gülzar oldugum katre benem deniz benem yolcı vü yol u iz benem aceb midür geyikde ben nafe vü anber oldugum evvel ü ahir bendedür bu mahı bedri bendedür aceb degül bu vechile cümleye defter oldugum leyli benem mecnun benem fermanı kafunun benem cümle varı eknun benem her dilde güftar oldugum camı elestden içmişem cümle hicabdan geçmişem aceb degül esrük beni peymanı ışkla humar oldugum ariflerün müştakıyam aşıklarun topragıyam hayvanlarun sohbetine varmaga bizar oldugum kaygusuz abdal'dur adum ışkdur ezelde bünyadum bu ışk ile aceb midür abdal u ebrar oldugum öldür sana kanum helal ey geyik gözlüce paşa hatrun bana kılma melul ey şirin sözlüce paşa ben kulunam kılma azad gözlerün süz kaşlarun çat kirpügün okın bana at gel ahi nazluca paşa arastedür hüsnün bagı hoş yaraşur yüzün agı yüzüm ayagun topragı ey güler yüzlüce paşa saçun tara zülfüni çöz şol fitnece gözlerün süz müdde'inün gücüni üz şu sözi dürlüce paşa gel berü vefa eylegil hatrumı safa eylegil eşkere cefa eylegil iy hulkı gizlüce paşa üsküfün gey küpen takın sırrunı agyardan sakın halk katında gelme yakın iy özi gizlüce paşa yanagun al gözün ala agyara kıl cevr ü bela kulun kaygusuz abdal'a naz eyle nazluca paşa yamru yumru söylerem her sözüm düglek gibi ben avare gezerem sahrada leklek gibi işüm kalp sözüm yalan ben ogul adum filan bu halk insansa direm sözüme gerçek gibi ömrüm hasılı gitdi ben özümi bilmedüm bir gün yol erine olmadum müştak gibi ışk kuşları dirilse ışkdan habervirilse usulüm toya benzer avazum ördek gibi i'tikadı saf olan ma'niye müştak olan erenler meclisinde olmaya kostak gibi terk itmedüm benligi bilmedün insanlıgı suretüm adem veli her huyum eşşek gibi arifler sohbetinde ma'rifet söyleseler ben de heman dostuma ürerem köpek gibi gerçi hakk'un halkıyam ma'rifetsüz ılkıyam arifler sohbetinden kaçaram ürkek gibi bu ma'rifet ilminden haberüm yok cahilem benden ma'ni sorsalar sözlerüm sürçek gibi aşıklar can içinde eşkere gördi hak'ı işitmenün ma'nisi olmaya görmek gibi miskin sarayi kaldun nefsüne kulun oldun senin hırs u hevesün dutdı seni fak gibi bu adem didükleri el ayakla baş değül adem ma'naya dirler surat ile kaş değül gerçi et ve deridür cümlenin serveridür hakk'un kudret sırrıdur gayra bakmak hoşdeğül adem ma'nayı mutlak ademdedür nutkı hak ademden gafil olma o hayal ya düş değül adem gerek su gibi arı olsa arınsa adem oldur iy hoca nefsi de serkeş değül ademdedür külli hal ilm ü hikmet güft ü kal adem katında adem danei haşhaş değül adem odur iy hoca gıdası ma'na ola maksud ademden ahı çubiya tutmaş degül kendü özini bilen maksadın bulan kişi hakkı bilen doğrudur yalancı kallaş değül bu kaygusuz abdal'a aşık dimem dünyada nakşu suret gözedür maksudı nakkaş değül yedinci bölüm mensur eserler budalaname bismi'llahi'rrahmani'rrahim elhamdüli'llahi rabbi'lalemin vessalamü ala seyyidina muhammed'ün ve alihi ecmain. amma ba'dahü: bilün ve agah olun ki: bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve siyeri sadık dirler. dahı dirüz. zira akla ağmaz haberlerdür. ve bu aklı maaş merkebi bu yolda lenktür. ve bu aklı ma'aş anadan gözsüz toğmışdur. aklı ma'aş dünyada ve ahiretde amadur. eger kur'an'ı başdan başa ma'nasın dahı virsen yine kara renkden gayri renge inanmaz. zehi nadan ki hakk'ı ister. aklı ma'aş eteğine yapışmışdur. aklı refik itmiş, afitab nurun bulam diyü çalışur. ve bu aklı ma'aş bir nesne ki bulmışdur heman budur diyüp turmışdur. bilmez ki bu yirden ve gökden özge bir yir ve bir gök dahı var. kim anda dürlü dürlü suni settar var. ol yir ile gök arasında iki direklü bir şehir var kim ol şehre girmeyen sırru'llah'dan bir nesne tuymaz. eğer bin yıl dahi çalışursa anun, kim bal yimekden nasibi olmaya, bal dimekle agzı şirin olmaz. aklı ma'aş bilmez ki ariflerün gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur. zira anun ki refiki hakk ola. cebrail'ün güft ü gusın neyler. gel imdi sen de aklı ma'aş irmedügi sözlerden haber al ve anun görmedügi yüzlerden nazar al. ve bu akl her çend ki cidd ü cehd ider. arifler menziline yol bulmaz. zira bu alemde sergerdandur. bu ilmi aklı ma'ad olan bilür ki buna mantıku'ttayr dirler. degme kimseye müyesser olmaz. mantıku'ttayr'ı her bar bilmege ya süleyman gerek yahut attar. pes imdi bu ilmi gönli ve gözi açuk arifler bilür ki ne dimekdür. zira aklı ma'aş ancak zahir mimarlığını bilür. batın ilminden haberi yokdur. eğer marifetu'llah'dan bin söz işidürse gönline bir zerre nesne takmaz. sonra kendüyi kamiller ve ehli diller sohbetine layık ide. ta kim bu ilimden haberdar olup bilmedügi ve işitmedügi mertebeyi bile ve anlaya. midani: pes imdi bir saat dana ve arif sohbetine girüp mest olmak bin yıl kendü başuna ibadet ve riyazat kılmakdan yegdür. ve mümkin degül. bir kimesne dana ve arif sohbetine girmeden murad u maksudına iremez. amma çoklar dahı girdiler bir nesne faide idemediler. ya can u gönülden talib idi, yahud mukallidligi ziyade idi. zira ana ata taklidi azim hicabdur. bu hicabdan merdler geçer, namerdler geçemez ve bu ilmi danalar bilür, nadanlar bilmez. zira aklı ma'ad'ı yok ki anlaya. böyle haberler hod işitdügi yok. sergerdan kalur. ariflerden bir üstadı yok kim anlaya. bu kez gönli bugz u melal ile dolar. naçar kalub eydür ki, bu halkun sözleri küfürdür. az iken bunları kırmak gerek diyü çalışur. amma ol halkun edall ü ebteri bilmez ki hak leşkeri kırmak ile tükenür mi, anlara kim hak mu'in ola. mahluk ne idebilür? eger anlarun biri emmin oglundan su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz u melal ile dola. direm ki molla sevindük oglı toparan aga 'nun ulu babası hızır'dan böyle işitdüm ki direm. kabul iderse ne hoş, kabul itmezse emminogulları hod kabul iderler didi. midani: pes imdi, allah hakkı çün da'vam ol yirdendür ki göz ile görüp gönlüm ile inandum, görmedügüm ve bilmedügüm yirden haber virmezem. elüm irmedügi yire el sunmazam. sözüm geçmedügi yire söz dimezem. her kim benüm gördügimi görübdür ve nişan virdügüme irübdür. tanıkum ol kişidür ve benüm dahı istedügüm oldur bu yolda. bana yoldaş ola ben söyledügümi ol anlaya, ol söyledügini ben dinleyem. ben dahı andan soram müşkilüm hall iderse canumı şükrane virem. bilenden sormak ayıp degüldür. zira şeker içen ola kim kamış sormaya. çün dost bizüm, sözi dahi bizümdür. her dem dost yüzine bakalum özümüzle diyelüm işidelüm. yaranlar hak yola duş idelüm. her dem abı hayat nuş idelüm. sıdk u safası ahd ü vefası olana yoldaş olalum. söyliyen işiden biz olalum didi. pes imdi azizi men sözün aslı budur ki sen seni bil dimekdür. gör ki suret misin, ya can mısın, ya kul ya sultan mısın niçün sen seni bilmeyesin ki şahzade iken geda gibi bineva olasın. mekanun gülşen iken külhana razı olasın. hayfdur ki sultan iken kul olasın, ya can iken ten olasın. eger sultansan emin ol. eger cansan pakbaz ol. aslunı gözle. eger ten isen hod tahte'tturab oldun. heyhat ki bir dahı can olasın. ya kul iken sultan olasın. pes imdi bu hisabı sen senünle eyle ta kim sen seni bilesin. zira kendü özin bilene atası kanı helal, kendüsin bilmeyene anası südi haram ve cümle hacc suresi. ayet: rabbin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir. yidügi abes didi. nittin ki fursat elde iken bu ömri nazenini hebaya virdün ve yar u yoldaşlarundan cüda düşdün yana yana gezersin. ezeli azalde vatanı asliden seni gönderdiler ve ardunca name geldi. ve haberciler dahı sana haber virdiler ki yahşi amel eyle, vatanı asluna girü gitdükde bile alup gidesin didiler. habercilerün sözine amel itmeyüp anlardan yüzün çevirdün. cihanun nakşı seni aldayub gaflet agacına muhkem baglayub cümle işün tamam sandun dahı magbun oldun. amma sen senün bildügüni ko, bir mürşidi kamil'e iriş arif ol, dana ve ehli dil sohbetine gir. ta ki gönlünde hikmet ve ma'rifet çeşmeleri zahir ola, ahiret marazlarından emin olasın. zira insanda gizlü marazlar çokdur. halkun sag salim didügine aldanma 'ucbı şeytani sıfatında kalma. niçün ki bu halkı ki dünyanun şehveti, şöhreti ve zineti aldayub ve meger mekr ü hilesi anları mahrum idübdür kendü hallerinden haberleri yokdur. nagah va'de irişdükde sihir çubuğu ile çalar kimi eşek ve kimi sığır ve kimi hınzır ve kimini maymun ider. her birin bir surete tebdil ider. subhı kıyametde kabrinden turıcak, göre kim suretleri tebdil olmış gam u gussa başına üşmiş hayran ve sergerdan kalmış dahı ne ideceğin bilmez olmış çok peşiman olur. amma ne faide heyhat ki ol suretlerden kurtula. meger bunda iken bir mürşidi kamile irmiş ola. ol kabih suretleri andan def idüb egnine arifane libas geydürmiş ola. subhı kıyametde kabrinden turıcak yüzi ak ve gam u gussası yok, gözi hakk'dan gayri nesne görmiye midani: ihvan sana direm ya'ni bilür misin efendi! sana dahı ruşen haber söyleyem. eger anlamadunsa bu haberden anlıyasun. zira bu arada gizlü ma'na vardur ve ol gönülde yazılıdur dile gelmez. her kim gönülden yana yol buldı, ol ma'na ana feth oldı, hakikat ademlerimden oldı. bu kez anun hükmi kaf'dan kaf'a geçer, her kanda ol olsa hakk anunla olur. zira sözün aslı gönüldür. her kim gönül bahrine yol buldı, bu kez ne dürri isterse dalub çıkardı. anlar ki surete bakdı gaflet ipin boynına takdı. ta'at ü hidmetün oda yakdı, duhanı göklere çıkdı. zira gönli, hakk kendü içün yaratdı. dahı eyitti: herkimbeniistersesınıkgönüllerdebulsun didi. her kim gönle girmedi istedügin anda bulmadı. yarın uçmaga dahı girmedi. padişah, didarın görmedi. gafil mebaş gönle yol bulan kişiye kul olan ma'bun degüldür. eğer ol seni kulluğa kabul iderse zihi devletdür anun kim gönülden haberi olmaya. kamışı şekerden ayırmış ola. ben ana ne diyem ya ol ne anlaya. zira ögüdi ehline dimek evladur. dürr sadefde, nafe ahuda gerek dimişler. pes imdi nadana ma'rifetu'llah dimek şure zemine tohum ekmek gibidür. yahud merkeb boynına cevahir asmak gibidür ve sığır önüne şeker dökmek gibidür. öğüt mü'mine devlet, cahile mihnetdür. zira sırru'llah, hakk taala'nun çerileridür. her kim gönle girdi ne kadar nesne var ise sürüb çıkardı, muhannetleri er ider, erleri şiri merd ider. şiri merdleri ferd ider, ferdleri ehli derd ider. şerbet virüb saf ider. ve men dahale kane aminen, yani evliyaullah zümresine dahil olup emin olur. gel imdi sen dahı gönlü elüne al, ilmi rabbani kitabından oku. gönlündeki devlet ayını ve saadet güneşini gör. ta ki gözünden gaflet hicabı gidüb hakk kitabı ruşen ola. kara dikenden ak güller açıla. vücudun karanulıgından aydınlıklar saçıla. gönlün sarayı ruşen ola ve gayrılara andan kisb ile mülkler dola. zira bu vücud bir d ü k kndur. sana kiraya virilmişdür. içinde oturub rencberlik idesin ve ol dükkanun içinde gizlü hazine vardur. imdi bu dükkan elünde iken kazub ol hazineyi bul, yohsa va'de irişdükde seni bu dükkandan çıkarurlar ve içindeki hazineyi bulurlar. sen dahı ardınca bakakalursun. pes imdi bu vücudun mülki sana ol zaman müsellem olur ki süleyman gibi hatemi, nefsün divinün elinden halas idüb emin olasın. yohsa hatemi div eline virdükde hudaperest iken divperest olursın. mesela bir hatun bir kimseye nikahlu olsa bir kimse dahı anı gayrıya nikah idebilmez. ya'ni gönül eğer dünyaya tabi olsa hakk'un anda tasarruf olmaz. eğer gönül hakk'a tabi ise anda nefsün tasarruf olmaz. imdi bu sözden garaz budur ki talib hodbinliği terk idüb vaz gelmeyince hudabin olmaz. ve gönül velayetleri ana müsahhar olmaz. sana direm kardaş! sana ruşen haber söyleyem. bu kez anlayasın. harif misin, şerif misin, zarif misin gönli bana çevür, gönül gözüyle bak, gönül kulağıyla dinle ve söyleyeni ko, söylede bak: olma sakın kelle göz dinle kabul eyle söz senün kelle gözligün sana disem gönlün bir halden bir hale döner, melul ve mahzun olursın, dimezsem, nidem ki senün senden haberün yok. nazenin, ömri hevaya virdün ve ruzigarun bu hal ile geçdi. subhı kıyametde seni uykudan uyarurlar. ol vakt bundaki canı ve vechi bulamazsın. çok peşiman olursın, vücudun mülki elünden çıkar. feleğün çarhı ol hisarı yıkar, imdi suret ve ma'na ya'ni iki cihan elünde iken niçün can mülkinden haber almayasın. mecma'u'lbahreyn sende iken ve camı cem padişahı iken niçün dilenci olasın. alemün canı ve maksudı sen iken niçün şakird olasın. eger said isen fena donun çıkarub nar donın giydürürler. dünyadaki ömrüni niye sarf itdün diye ve kar u kisbün niye harç eyledün diyü sual iderler: eger cevap virmedünse ali imran suresi. kim oraya girerse güvenlik içinde olur. gel gör ikabı amma neyleyem halünden haberdar degülsin. vücudun seddi iskender olmış nasihat sana kar itmez. midani: noldun sen dahı huşyar ol, aklı ma'ad'a mukarin ol, derd hasıl eyle. ta kim dermana iresin. ama ve biar olma. tapdugun tanrı degül putdur. ka'be arzusın kılarsun, amma gönlün lat u menat ile dolmışdur. zihi nadan ki hakk'ı ister ve ruhu'lkuds taleb ider ve deccali lain'den ayrılmaz. ol vakt çok peşiman olur, amme faide itmeye. pes imdi ruhu'lkuds'ün manasına iren nahv u sarf nakşını neyler? anlar ki arefe'ye irdi arif oldı ve anlarun gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur ve anlara iren mukallid iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken ma'şuk olur. bundan ilerü dahı makam yokdur. buna makamı mahmud dirler. bunı ancak arif bilür. midani: pes imdi bundan garaz budur ki heman hakk'ı bunda iken bul ve hakikat sende iken sen seni bil dimekdür. zira kamu fi'lün ve hal ü kalün mahşerde ayan olacakdur. her bir amelün bunda katre iken anda derya olacakdur. can u ten gömlegünden üryan oldukda cümle hünerlerün ruşen olacakdur. ol vakt kimine nurdan suret olur, kimine nardan kisve olur. cümle yaradılmış dile gelür söyleşür, anları sen ruşen görürsün. ol vakt hakk taala'yı dolu ay gibi ruşen görürsin. anda kim hakk'un likasın görürsün. ben ne diyem ki ne esrüklükler kılursın dil ile vasf olunmaz. anda temaşa baki didar baki, şarab u ıyş baki, rab saki, sekahum rabbuhum baki, ol şarabı hakk olmışdur. anı içen ganiyyi mutlak olur. dahı ne cennet içün şad olur ne cehennem içün havf çeker anda ne akl ne idrak kalur. mesti bibak olur. ıyş da budur, lezzet de budur, şerbet de budur. dahı hur u gılman bu sohbete sığmaz. pes imdi sen dahı ol badenuşun yüzüni gör visali badesini iç. dahı her ne olursa kayurma. yarın bir kıl sana dag gibi görünmeye, bu razı gönlüni sandugunda pinhan eyle. tul u diraz fikirleri ko, makam ehli ol ve hal ehli ol. bu razı ve remzi anla hayf fursatun elde iken kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme. ama gibi deve tepmesini somun sanma. heman sen özüni saldun. hakk ile oldun. hak dahi özin sana bildürür seni kendüye mahbub ider ve rahmet suyına baturur bu kez sevgi yüzünden hakk'a naz ider. tıfl gibi her sözi hak katında makbul olur. hakiki kul ki dirler, ol olur. pes imdi bu sözlerden garaz budur ki her kimse ne yolda oldıgın hod bilür. eğer muvahhid isen anladun ve bildün emin oldun. yohsa mülhiddensin, öz elünle kendüni toprağa göm. zira ki taklidlik hevasi seni göyündürmişdür. ve insan süresi, ayet. rabları onlara tertemiz içecekler içirir. dahi muvalıhidlükden haberün yokdur. heva ve hevesi avurduna doldurmışsın. boş tulumdan agzuna her ne gelürse kırkır söylersin. çünki varlık hevesi seni kaplayupdur. bilürem ki hakk'un gümrahı olmuşsın. zira muvahhidlik kal ile olmaz, mecazi söz hal olmaz, bal dimek ile ağız bal olmaz. dervişlük şemle ve şal ile olmaz. ehli külhan tacı şahı urunmaz. her ahunun göbeğinde misk olmaz. her kuyunun suyu zemzem olmaz. her kamışın içinde şeker olmaz ve her sadefin arasında dürr olmaz. pes imdi sen zahidlik idüb kurı yire başun salub dudağun debredürsin. içündeki ve dışundaki riya amelüni hod hakk bilür. niçün mülhidlük amelini muvahhidlik yerine satarsın ve muvahhid suretinde gösterirsin, har u mühreyi la'l ü gevher diyü satarsın. pes imdi hakikatte anlar dünya cifesinün kuzgunlarıdur. ve cümlesi hakk'un azgınlarıdur. cümlesi ibadat iderler nefs ü heva hoşlıgına giderler. nefsleri dilegün tutup hakk dilegün ayağa salarlar. hakikatte anlar hakk'dan ve nebi'den bihaberlerdür. ve ma'nada uşaklardan uşaklardur. diri degül ölülerdür. uslu degül delilerdür. anlarun gönülleri iki yüzlüdür. gicegündüz havf ü reca içindedürler. anlar hamdur, henüz puhte degüllerdür. zira hakk'dan reca ile müyesser olan muradun zımmında nice murad hünerlik hasıl olur. takdire kail olmamak gibidir. pes imdi zh i d l e r hakikatde ışk meyhanesinün şem ü şarabı sırrından ve harabat elfazınun ibaretünden bihaberdür. haberleri dahi olmasın. zira şeriat ehline kavga düşürürler ve oğul balına arı üşürürler. pes imdi harabat ehli anlardur ki ölmeden öndin ölenlerdür. mutukableentemutuvehasebukabletühasebu sırrına irenlerdür. içi ma'şuk, taşrası aşık olanlardur. bihodluk şarabın içüb ölmeden öndin soru ve hisabın virenlerdür. anlar havf ü recadan kurtulup hayr ü şerden geçüpdürler. ol içmekde, ne leb var ne hod cam ne namus var ne hod nam. bu meydandur ki felekler deng ü hayrandur. bu meydandur ki zemin ü felekler mest ü şeydadur. bu meydandur ki zemin ü asuman cüst ü cudur. bu meydandur ki hur u gılman şetaretdedür. bu meydandur ki yaradıımışun biri içdi akil oldı. birisi içdi aşık oldı. birisi dahi içeli sadık oldı. birisi içdi agzun açub himmet denizün yir ü göği berr ü bahr ü meyhane'yi ve cümle varlığı bir lokma gibi yutdı. sanki boğazından nesne geçmedi. bu kez suret kapusın kapadı. rind ü laübali olup yani ademi takayyüd idüp mürid ve şeyhlikden geçüp ol tuzakları üzüp uçdı. ikrar ve inkardan küfr ü imandan geçdi. varlık yoklık lezzetünden fari' oldı. feragat ismail bin eladuni, keşfu'lhafa; ı, hadis nu:, haleb? alemine kadem basdı dahı anun gönlünde, ne ögünmek ne dava ve nurı keramet kaldı. dahı fikrinde ne teşbih ne seccade ne ibrik kaldı. cümle varlukdan geçüb kamusın bu hamra rehin virdi. ve bu hükme yedildi. söz bildüginden dilin dutdı. daim tek ü tenha olub bu halka bir sa'at karışmaz oldı. anlara zahidler gibi bir libası mahsus degüldür. anlar nefislerün müslüman idüb dirler. felekler sag elinün içinde, melekler sol elini tutubdur. yirde ve gökde imamet anundur. kurıda ve yaşda hızır gibi hakk'un kullarına hazırdur. hakk emriyle kaygu ve şazlık anun hükmindedür. hakk taala anı cümle yaradılmışa her cihetden vesile itmişdür. cümle mahlukun rızkı anun elinden irişür. dünya yüzinde ne kadar kim veliler vardur, anun eli altundadur ve anun başında tacı rahmani var. ve anun sinesi ulumı evveline ve ahirine hazine olubdur. görinen anun öninde zerre gibidür. cihanun genci ana cifedür. hiç nesneye anun ihtiyacı yokdur. cümle yaradılmış ana muhtacdur. kollukcı gibi herbirin bir işe salmışdur. kendüsi şöyle tek ü tenha miskin ve mazlum halk içinde gezer. bir gün aç ve bir gün tok. açlıkdan ziyan ve toklukdan ana faide olmaz. zira anun içidışı hakk nurı ile münevver olmışdur. egerçi suretde ve sıfatda insan gibidür. lakin kimse anı suretinden tanımaz. anun içün bu halkın ekserisi ana uymaz. zira ol daim suretde ve sıfatda halka benzer. yemek ve içmekde, söyleyüb ve işitmekde ve turub oturmakda ve halkla bile gezmekdedür. kimse anı ziyreklik ile fehm idemez. heva ü hevesi ma'lubı olanlar anı bilemez ve bulamaz. meğer hakk taala lutfından bir kula bildüre. yohsa bir kimesnenün eli anun ayagınun tozına irmez, gözüne tutiya ide. amma devri ahir de bir sahibi zaman zuhur ide. yine peygamberün şeriatı üzerine amma suret gizlü olub hakikat aşikare ola. hakikatı islam ve iman, hakikatı savm u salat, hakikatı hacc ü zekat, hakikatı sırat u mizan, hakikatı cennet ve cehennem aşikare ola. ol vakt hakk taala bilavasıta aşikare ola. midani: ihvan, iy yar hevagüzeşt diyüp sükut eyledi. bir nice dervişler didiler. midani nemidani bilmeyüz. kuş dilimi söylersün? türkçe söyle kim anlansun dediler. bu kaygusuz abdal eyitdi: efendi sana bir ruşen haber söylerem ki kendü vasfı halümdür. siz dahı halünüzi bundan kıyas eyleyesüz didi. eyitdi: iy akıllar, iy kamiller, iy hakk'ı kendi vücudunda bulan ehli diller. murad nedür? dinlen. can u dilden anlayın ve hikayetüm nedür dinlen ve bu sözün hakikatına hub nazar idün ki, ne beyan ider didi. ol vakt kim encüm ü eflak anasırı tabayi' bir nesne vücuda gelmemişdür. biz dahı adem kisvetün görmeyüb ve geymeyüb sultan vücudında bir can idük. takdir işin bile iş ler. ol kadim ü layezal dilediği genci mahfisin aşikare idüb kendi kendüsin temaşa ide, bilünsin diye zatına tecelli eyledi ve bu esma ve sıfatıyla kendü kendüsine naz eyledi. kaf u nun'a urdı, bir saz eyledi. bu kez kaf u nun arasından bu karhaneyi bünyad eyledi. cümle yaradılmış bir eksüzsiz yirlü yirinde karar eyledi. padişahı alem heman bu karhanenün içinde sırr oldı. dahı kimse andan nişan virebilmedi. biz dahı padişahı alemden dilek eyledik ki bu karhaneyi seyr iderüz. padişahı alem dilegümizi kabul idüb adem donın bize hil'at virdi. canumuza emr itdi ki ademden aleme geldük. çün bana dahi nevbet irdi. adem tonın giyüb bu mülke seyrana geldüm. bir nesneden haberüm yok idi. çün nefs çerisine duş oldum. ayık iken sarhoş oldum. hoş hal iken hem ma'aş oldum. togrı iken kallaş oldum. nihan iken aleme faş oldum. elkıssa: halik'un emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolab gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah buze düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayaklar altında hiç eyledi, gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah nebat, gah ma' den eyledi. gah yaprak, gah toprak eyledi. gah pir, gah cüvan eyledi. gah şah, gah geda eyledi. gah biliş, gah yad eyledi. gah günde yandum, gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, gah dellal olup satdum. gah oynayup ütdüm, gah bilmeyüp ütildüm. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başçı, gah demürci, gah körikçi, gah kürekçi eyledi. gah beni deryada mahi, gah dağlarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudum. elkıssa. dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm. gah beni ataya oğul eyledi, gah atayı bana oğul eyledi. gah anayı bana kız eyledi, gah kızı bana ana eyledi. gah beni tıfl idüb anlara besletdi, gah anları tıfl idüb bana besletdi. velhasıl: ne başunuz agrıdayum nice bin kerre ata belünden ana rahmüne, ana rahmünden cihana geldüm. nice bin kerre tıfl oldum ve pir oldum yine ecel gelüb beni atam ve anam ardunca gönderdi. nice bin kerre bulıt gibi havaya agdum, nice bin kerre yağmur gibi yire yagdum. nice bin kerre gah çerende, gah perende oldum. nice bir kerre küfr ü iman karışdum. nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum. nice bin kerre dürlü hil'atlar giydüm. nice bir kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm. nice bin kerre isimler ve lakablar urundum. nice bin kerre dürlü dürlü suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam, bu nefs askeri beni gücden güce saldı ve kapdan kaba boşatdı. şehirbeşehir karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. in feşhureş şind in bud manend dide. pes imdi işideni ko, görenden haber al. elbette bir gün sen de göresün, geçen hallerime ha gülesün, ha gülesün. hele söz çok, bu nefs askerine duş oldum. nalan ve giryan olup hergah tazarru' ve zarılık iderdüm. hiç kimse bana rahm itmezdi. nice zamanlar geçdi ve nice devranlar devr itdi. neyleyüb nidecegümi bilmezdüm. hayran olup kalmış idüm. yine bir gün anamı at, atumı deve itmişdüm. teman kulaguma bir sada geldi ki yiter, gel imdi kon sanki yok idüm, var oldum. elkıssa anadan dogub şirhar oldum. tıfl oldum, balig oldum, yigit oldum, pir oldum. nagah bir gün ruhaşinalarına düş oldum. halümden haber sordılar. derviş egri otur dogrı söyle. az söyle öz söyle. çok söz baş ağrıdur didiler. ben eyitdüm. ihvan! benüm sergüzeştüm tul u diraz çendan sefer gezdüm. ya'ni çok haberler getürdüm. amma neyleyem rakiblerün korkası vardur. nihayet muhtasar budur ki yigirmi beş bin aşiyan gezdüm ve seyran itdüm, bilürsen eyüdür. eyü seyr olmaz ve yukarısın bilürsen aladur, bilmezsün hiç bildügin olmaz. her ne görürsün ana bak amma dahl eyleme ve söyleme ve gam dahı çekme. iyi yar şikar giçdi diyüp sükut eyledüm. bana didiler. derviş! aferin şirin hikayet eyledün. amma bu sözler düş midür ya hayalün midür, ya sayıklar mısun didiler. eyitdüm. namerddür ol kişi, kim görmedügini ve bilmedügini söz eyleye. ben alim degilem ilim bilem. veli degilem kerametüm ola. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonub erenler meydanına koram. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. arif olan bildi ki ne didüm. nadan özün hayalda kodı. anlayana bir kitab sözdür, anlamayana bin söz dahı disen faidesi yokdur. efendi söz çok, her sözi söylemek olmaz. söz var halk içinde, söz var hulk içinde. pes imdi bu sözlerden ve haberlerden garaz budur ki sen dahı gönlüni cem eyle, aklı ma'ad'a mukarin ol. dünyaya ilişme. sonun fikr eyle. ve edeb bekle. zira edeb bekleyen enbiya ve evliya oldı. edeb beklemeyen dünyaya ilişüb kaldı. henüz dahı kalmışdur. gafil mebaş bu sarayun ayesi vardur. içinde oturan sultandur. sonra şermende olmayasın. pes imdi halün bil, yolun gözle kimseye adavet eyleme. kimsenün payüne el uzatma. helal ve haramı fark eyle. zira kim helal lokma ve ehli diller sohbeti ademün hublugıdur, ma'murlugıdur. haram lokma ve cahiller sohbeti ademün harablıgıdur. andan sonra nahak işlerden sakın, ibret ile bak, hikmet ile söyle, her yirde edeb birle, debren aşagı yukaru gözleyüp hodbinlik eyleme. hakk'ı her yirde hazır bil. yare yoldaşa emin ol. cahile hilm ile söyle. arifler katında sakin ol. bir söz ki senden sormıyalar söyleme ve eğer sorsalar bilürsen de muhtasar söyle ve eğer bilmezsen özünden söz düzüb söyleme ve kimseye imtihan ile söz sorma. eğer sorarsan kabul it, inad ve mücadele itme, sonra merdudi hakk olursın. zira bu sarayun sabihi vardur ve bu sarayda allah'un hikmeti çokdur. ve bu saray ve bargah anundur. eger kul isen edeb bekle, kulluk halünce depren. eğer sultan isen milk senündur. pes imdi emin ol, yohsa sen seni bilmezsen ehli diller sohbetine gir, bir mürşidi kamile iriş kim seni bilesün. nagah bir gün sultan sarayında hıyanet idersen sonra çok hacalet çekersin, şermende olursın. dahi sultan yüzin görmez olursın. pes imdi bil ki saray içinde oturan sultandur. cümle yaradılmış anun fermanber kulıdur. her nice dilerse ider, hiç ma'ni yokdur didi. midani: pes imdi bu sözlerden garaz budur ki adem dünyaya gelmekden murad heman kendüyi bilüb hakk'ı anlamakdur. ta ki hakk'ı batıldan fark idüb ömrüni telef itmemiş ola. çün sen dahi ademüm dirsin. ibret ile vücudun kubbesine çık, bu sahranun düzine ve enişine bak ve yokuşına nazar eyle. korkulu menzilleri öndin yokla. ta ki yol vurandan emin olasın didi. pes imdi anlar ki hakk'ı batıldan fark itmeyüb dünyayı dolaşdılar henüz dahı dolaşub kalmışlardur. anun çün her kişi kendü işüne kail düşüb hak taala'nun sırlaruna ve hakikatına irmeyüb öz bildükleri anlara azim hicab olmışdur. bu sebebdendür ki halk birbirlerine dirler ki. aceb bu karhaneyi bünyad iden üstad nerede ola? diyü hayran ve sergerdan kalmışlardur. gökdeki mahluk yire bakar ki: aşagıda mı ola diyü. ve yirdeki mahluk göge bakar ki! yukarıda mı ola diyü. şöyle mütehayyir kalmışlardur. kimsenün kimseden haberi yokdur. ta elestübirabbiküm deminden hazreti resul gelince yüz yigirmi dört bin peygamber geldi ve gitdi. her biri bir söz söyledi. hiç biri bunı temyiz idemediler. bu kez hazreti resul dünyaya ki teşrif buyırdılar. hazreti resul, bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içünde bilürdi. ve nişanın bu eşya içinde bildürdi. eger bu kıssadan sen dahi sual idersen emmin oglı eydür ki, bilen bilür ne söyleyem bilmeyen bilmez, hod yine de söylemem. bilen bilür bilmeyen bilmez bilüri. sen seni bilmez isen bulagör bir bilüri. pes imdi ma'lum oldı ki hiç kimse delilsiz hakk'ı bilmez imiş. zira hazreti resul'den ve alinden sonra gelen kamiller dahı; menarefenefsahufekadareferabbahu hakkında didiler. nefsinibilenrabbınıbilürimişdiyü niçe sözler söylediler. amma bu kaygusuz abdal eydür ki; bunefskidirlerademünnesidürveneresindedür? anıbilenrabbısın bilmişola. bu adem hod cümle yaradılmışun ayinesidür. ademün vücudı bir şehirdür. dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od toprak su yel'dür dokuz dürlü cevahirden bünyad olmışdur: bu dört ata canibidür. kemik sinür damar deri bu beşi ana canibidür ilik et kan yag kıl bu beşi ana canibidür. ve bu şehrün on iki kapusı vardur. kapu var ki gah açılur, gah örtülür. kapu var ki daima açıkdur. kapu var ki daima örtülüdür. ve bu şehrün içinde üç yüz altmış ark vardur ki damarlardur. ve yidiyüz yitmiş yidi bendi vardur ki sinirlerdür. ve dört yüz kırk pare direği vardur ki kemüklerdür. ve ortasında bir pınarı vardur ki bu şehrün cümle yirine su andan bahş olur ki cigerdür. araf suresi, ayetben sizin rabbiniz değil miyim? ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb? hadis nu. ve beşpasbanı vardur ki zahirde hayrdan ve şerden her ne zuhur olursa vücudda, ruha haber virirler. görmek işitmek tatmak koklamak doymak gibi. ve bu şehrün yarusından yukarı yidi kat gökdür ve arşdur. ve yarusından aşağı yidi kat yirdür, öküzdür, denizdür, balıkdur. midani: ihvan, bu oturan dervişler eyitdiler: iy canım bu nefse ne dirler? bu şehir midür yohsa ol dahı başka bir nesne midür? anı bilen hakk'ı bilür ola didi, bu dervişler eyitdiler: sen söyle görelüm didiler. bu kaygusuz abdal eyitdi ki: vücudun cemisine nefs dirler. ve dahı vücudda hak'dan gayrı fikirlere vesair eşgale endişelere nefs dirler. ve bu vücud dahı ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurundan bir şemme vardur. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hakk nurundan bir şemme olmaya. kavlehu taala: va'llahübiküllişeyinmühit ayeti kerime değil midür? anun çün komşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. pes imdi tahkik bil kim hakk taala'nun evvelü ahiri ve üstialtı ve sagısolı ve önüardı yokdur. ibtida ve intihası yokdur. bir bahri bikenardur ki cümle alemi kaplayubdur. yani cümle mevcudatun vücudında hak mevcuddur. pes imdi anı ikrah görüb hor bakanlar merduddur. hak, hakkı kabul idenündür. ikrah idenün değildür. zira bir çeragun nurıdur. nihayet sırçası ayrudur. bir güneşin şu'lesidür. amma pençereleri ayrudur. ve cümle mahlukun ma'budı birdür. amma dilleri ayrudur. midani: efendi sana ruşen bir haber dahi diyem. halün ancak binde birisidür. ol vakit kim alemi sabavet'den haleti büluga geldüm. bir zerre gam u gussa yok idi. alemün padişahı idüm. günden güne yigitlük menzilüne kadem ki basdum. bu kez yolum bir beyabana irişdi. baktım ki bu yitmiş iki milletün halkı güruh güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. nisa suresi, ayet: göklerde olanlar da, yerde olanlar da allah'ındır. allah her şeyi kuşatır. ben dahı bu güruhun birine karışdum. gah yavuz olub bu halk ile savaşdum. gah nerm olub yine barışdum. bu beyabanda ben dahı bu halk ile mütehayyir kalmışdum. ve'lhasıl bin dürlü bela ve mihnet ile cidd ü cehd iderek bu halkdan kendümi bir kenara çıkardum. heman gözüme bir şehir göründi. bu kez ol şehirden yana gitmege ne kadar ki cehd eyledüm, gidebilmeyüb aciz kaldum. bu tahayyürde iken heman karşumda bir oglan zahir oldı. bakdum ki bu yüzinün şulesi alemi rusen eylemiş. bana eyitdi: abdal! 'ışk olsun. ben dahı didüm ki meşk olsun! bu sahrada ne gezersün didüm. bu şehirden yana gitmek isterem heman boynuma bir resen takub çekdi ki: gel iy kaygusuz abdal, seni ol şehre iletem didi. ben dahı avcı zagarı gibi yanına düşdüm. ve'lhasıl bu şehre girdüm. heman bu oglan gaib oldı. tek ü tenha kaldum. bakdum ki bu şehirde benden gayrı deyyar yokdur. bu kerre kendüm kendüme didüm ki: şehrsenünhelvasenün bineşegeyihelvayı bu kerre şehri guşe beguşe serbeser temaşa eyledüm. dürlü dürlü cevahirler ve meta'ın nihayeti yok. her neye meyl eyledümse heman ol sa'at mevcud olurdı. men danem ve men danem yani ol kimesneyim ki yine ben bilürem diyüb bir zaman sükut eyledüm. midani: ihvan, pes imdi bu sözlerden garaz budur ki cümle yaradılmışda hak mevcud imiş. eğer hakk'ı eşya içinde istersen delili ademdür. eğer eşyadan ayru istersen yolun uzak menzilün payanı yok. cemi ömrüni de zayi itmiş olup marifetu'llah'dan bir nesne bilmedün, heman cihana hayvan geldün ve hayvan gitdün. kavlehu taala: senüriyehümayatünefi'lafakivefienfüsihümhattayetebeyyinelehüm ennehü'lhak her nesne ki vücuda gelmişdür evvel ü ahir ademün sureti anun defteridür. pes imdi ademün vücudı cami' oldı, cami'a dahil olanun salatı makbul olur. amma söz budur ki adem suretünde olanun cümlesine adem dirler. amma adem var ki hazinedardur. gence batubdur. öz gencünden haberi yokdur. yohsul gibidür. ademi var ki özin bildi. hakk'ı öz şehrinde buldı ya'ni; fussiletsuresi, ayet: onunhakolduğumeydanaçıkıncayakadarvarlığımızınbelgelerinionlarahemdışdünyadavehemdekendiiçlerindegöstereceğiz. ve mendahale kane aminen menziline irdi. emin oldı. peygamber ol adem hakkında buyurdı, halaka'llahuademe'alasuretihive'alasureti'rrahman buyurdı. adem dahı var ki sureti adem, veli sireti dive benzer. ol adem hakkında buyurmışdur ki halaktü'lhimara'alasuretiadem. gel imdi sen sana insaf eyle. gör ki bu suretlerün hangisıyla bile sıfatlanursın. çün bilürsin ki ömrinün bakası yoktur. mesela oglanlık eser yel gibidür. yigitlük akar su gibidür. pirlük üsti çürimiş dam gibidür. ma'nasız da'va eylemek kirişi kırılmış yay gibidür. elün irmedügi yire el sunmakyorganundan dışarı ayak uzatmak gibidür. sözün giçmedügi yire söz söylemek yaysız okataram dimek gibidür. bunlarun cümlesi ümmilerün halidür. heman bir kimse kendüyi bildi cümle eşyanun aslını ve fer'ini bildi. bu kerre kamil vücud oldı. her ne taleb iderse kendüden taleb eylesün. eger cennet, eger cehennem, eger melek, eger şeytan, eger zulmet, eger nur taleb idersen cümlesi ademün vücudunda mevcuddur. adem mevcudat agacınun yimişidür. agacun yimişi olmasa revnakı olmaz. ariflerün bildügi agacun tohmıdur. nadanlar kendülerün hayalde zayi' iderler, zira bilür ile bilmezin farkı uyur ile uyanık gibidür. ana kim hak bildürmedi nice bilsün. ana kim buldurmadı nice bulsun. biçare adem hakk'un haberün nice alsun. her kimden sual eylese, hak heryirdehazırdur dirler. yahud kimi aya, kimi güneşe ve kimi kendü elüyle düzdigi nesneye hak budur diyü tapar. talib bunlarun kangısına inanub itikat eylesün. bu fikirde akıllar sergerdandur. pes imdi bu müşkili güşade kılmaz. illa ki bir piri kamil ola, zira mürşidler hakimi hazıkdur. hastanun marazun bilürler. o maraza ne lazımdur iderler. mürşidi gamhar çöllerde rehber gibidür. pes imdi her ne ki işle! dir işle, işleme! dir işleme. gerek dünyevi, gerek uhrevi, zira hiç kimse öz işini bilmez. cümle işin temam sanur dahı ma'bun olur. amma her mürşid renginde olanun cümlesine mürşid dimezler. zira her nesnesi mürşid gerek. ta ki kümmel olmış ola. pes imdi kamil, mürşid oldur ki özin bilmiş ola. ve hakk'ı öz vücud şehrinde bulmış ola. ve her şeyi sıfatından kurtulup hak sıfatına girmiş ola. ya'ni hakk ile birleşmiş ola. süleyman gibi hatem sahibi olub heft iklimün kabz u bastı ve azl ü nasbı kabzai tasarrufunda ola. zira alemde mürşid bir ali imran suresi, ayet: kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. ismail bin muhammed eladuni; keşfu'lhafa, haleb? hadis nu. eşeğiademsuretindeyaratdım. olur. mürid dahı bir olur. yohsa insan sıfatlu mürşidler çokdur. anlarun şerrinden allah'a sıgınun didi. midani: ihvan, pes imdi öyle mürşidler, kibriyanun müşrikleridür. zira serverlik itdi cühhale düşmişdür. deccalı lain zuhur itmeden şerler zahir olmışdur. hususan bu zamanda hak isteyenleri azdururlar. hak yolından çıkarub nefis yolına salarlar. bunların rehzen olduklarına şek yokdur. zira cihanda şeyhi vaktüz diyü kendülerin özin hazreti hızrteşbih iderler. dahı ayagun hızır izine basdı sanurlar. amma böyle mürşidleri şeyh iden gözsizleri gör. bunlara şeyh olan yüzsizleri gör. ne anlarda hayır ve ne bunlarda devlet var. zira biribiründen fark itmeyen ya sırdan ne haberi var. kel, em eylese öndin öz kendi başuna eylerdi. bunlarun canları ölü, nefisleri diridür. sırrı ilahi'de cahillerdür. dünyalık içün halka kendülerün sevdirüb yalan sözler söyleyüb ve mühmel remizler ile avamı ve cahili inandururlar. peygamberimiz'in buyurdugı din yolınun dikenleri ve halkun çirkin kokuları bunlarun hakkındadur. zira halkı halik'a da'vet iderüz dirler. ve lakin hakikatte halka zarar iderler. ve müridlerinün kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oglan, kimi uşak. dahı kendülerin bilmezler. ve kendilerün şeyh hüseyin şibli, cüneydi bağdadi, bayezidi bestami ve hasanı basri yirlerine koyup da'vayı keramet iderler. bunlar koyun başlı kurtlardur. ve daşları aydın, içleri karanluk. cemi'a lokmaperesti goft horlardur. ve hengamegiri zerrakı saluslardur. peygamberimüz buyurmuşlardur ki: ahir zamanda kurtlar çoban ola, ana uyanlar sergerdan ola. zira kendülere bühtan iderler ki hak bizi halife idübdür diyüb şişüb ve köpürüb kabarurlar. haşa ki sümme haşa ki cife halifei hak olamaz. yalancı veli olmaz. dilenci ba'yı, olmaz, yani gani olmaz. yirde ve gökde halifei hak olanun hayatı ve mematı elinde olub kabz u bast azl u nasba hakim olur. biiznihi taala. pes imdi öyle olan mürşidlerün mezhebi, avam mezhebidür. avam ile hemdem olan ehli şekavetdür. ehli saadet bunlara karışmaz. ömri nazeninlerün zayi' idüb hayvanlara alef irmez. zira halka damı tezvir içün başlarun kabartub bol cübbeler giyüb yünden şemle sarub ve bellerine zünnar gibi tiğ u bend ve kemer baglarlar. ve musahabet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler. benüzlerün sarardub dudaklarun kemerlendürürler. muttasıl oruçdur disünler diyü böyle yaparlar. bunlar her dem başlarun aşagu salarlar ve gah gah sadık ah iderler. gah gah benüzlerün tebeddüle cehd iderler. ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler iderler ki, ya'ni pirinden anlara ziyade nazar olmuşdur disünler. amma riya kaftanı anları kat kat kaplayubdur. hile ve tezvirlik damına giriftar olub dergahı hak'da şermesar ruyi siyah olmuşlardur. dahi hiç bir nev' ile bu hicablardan çıkub kurtula. meger kim öldükten sonra kurtula. amma dünyada itdügi hile ve tezvirligüne bu kerre kendü giriftar olub kalur. dahı heyhat ki ol tuzaklardan kurtula ve halas ola. zira insanun ünsi ve munisi dünyada ne ise ahiretde dahı anlardur. salih, salih ile; fasık, fasık ile haşr olur. gel imdi sen sana insaf eyle! nice kerre sana didigüm budur ki fursatun elde iken ahiret marazlaruna ilaç idesin. ta ki ol korkulu menzilde emin olasın. yohsa yar u yoldaşlarun saz u handan selametde olalar. dahı sen gamu gussa ile dürlü dürlü belalara giriftar olub kalursın. ol vakit çok peşiman olasın. amma faide itmeye. pes imdi fursatun elde iken nadanlığı bırak. dana ol. kendüni arifler ve ehli diller sohbetine ve meclisine layık eyle. mürşidi kamile iriş. ta ki dünya ve ahiret marazlarından emin olasın. bu kerre talib piri kamil'i bulduktan sonra ışkı delili de özin bilüb arif olub hakk'ı vücudunda bula, hulkı hazreti muhammed'e, huyı hazreti ali'ye benziye. deniz gibi derin ola. yir gibi sakin ola ve od gibi çig pişüre, su gibi daim bir yola aka. ve yil gibi her yiri seyran eyleye. tedbiri elden salub takdiri bile. ta ki ömrün zayi itmemiş ola. zira hazreti ali her gah peygamber aleyhisselam'ı halvet buldukça eydür kim: yaresulallahneamel idemkiömrümizayi itmemişolam?. hazreti resul sallallahu aleyhisselam eydür ki: hakk'ıbulmakistersenkendünibil, ariflersohbetinegir. sadıkolubsözi tasdikeyle. birdildenikisözsöylemekimseyemekrühileeyleme. kendüni nesanursan, halkadahıanısan. birkimseyi, rencideidübhoruhakirbakma. elünilekomadıgunşeyigötürme. daimaözünözünedevşir. hemankendüni bildünvehakk'ıbuldun. bukerreseyrünarşaferşeirer.ömrinizayi'itmemiş oldun! dir. pes imdi bil ki allah'a giden yol gayet yakındur ve gayet müşkildür didi. midani: arif olan anladı. horos olan banladı nadana ben ne didüm, ol ne anladı. anlayanlar lezzet aldı. anlamayana yavuz geldi. yani bu haberler kimine söz kimine saz geldi. anladun ise hal oldı, eger anlamadun ise kal oldı didi. efendi sana dahı şirin haber söyleyem. anladunsa bu kerre anlayasun. çün devran beni suretden sıfata, sıfatdan surete derbeder gezdürdi. ahiri kar bana dahi nevbet irişdi. heman bir gün içinde bir sohbete ugradum gördüm ki bu oturanlarun kimi muhammed resulu'llah ve kimi isa ruhu'llah ve kimi musa kelimul'llah ve kimi ibrahim halilu'llah ve kimi adem safiyyu'llah bana yir gösterdiler. oturdum eyitdiler! dervişkuşdilibilürsensöyle, yahuddurgit didiler. ben dahı fikr itdüm. acemi çaylak gibi sayyadlar damına giriftar olduk yagüftüyareft didüm. amma gafil mebaş galat söylemiyesin, diyüb söze başladum eyitdüm: bu cihan kubbe misalidür. aygün kandile benzer. gice ve gündüzi bildürür. yidi kat yirler vücudumdur. sular damarumdur. gökler çadırumdur. arş seyranumdur. çarh devranumdur. yıldızlar meş'alemdür. bu nakşı pergarlar seyranumdur. yidi kat yir bir avuç. dokuz felek bir tekne. yirden göge bir kulaç yerün eni ve uzunı bir kulaç. gice vilayet, gündüz nübüvvet, doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık zindan, yalan dimek zagarlık, dogrı dimek erlik, uyku münacat, uyanıklık ariflik, hulk cennet, kahr cehennem, evliyalar vezir, peygamberler elçi, akıl cebrail, kitaplar vasfı hal, bahiller zahmet, cömerdler rahmet, münkirler zulmet, arifler vahdet, aşıklar rahmet, cahiller melul, nadanlar mihnet, adiller nur, zalimler ateş, pirler bereket, yigitler sıhhat, sabiler selamet. su yukarudan aşaga akar . güneş aşagudan yukaru çıkar. gökler dolab gibi döner. yirler daima durur. bunlarun cümlesi bir vücuddur ki kaimdür. bu dükeli kainatta ben halikam. beglik ve hakimlik ve kulluk benüm mertebemdür didüm. midani diyüb sükut eyledüm. bu meclisde oturanlar eyitdiler: derviş! aferin. eyühikayesöyledün. busözlerdüşünmidürveyahayalinmidürveyahutsayıklarmısun didiler. derviş eyitdi: ol allah hakkı çün karındaşınuz oğlanun sözleri hakdur. öz halidür ki söyledi. görmedügi ve bilmedügi nesneden haber viren er degildür, namerddür. başumdan giçen hikayetdür ki söyledüm. yohsa ben alim degülem ilim bilmem, veli degülem kerametüm ola, derviş dervişane karpuz gibi yogun yumrı söyleyüp sözden top düzdüm. erenler meydanuna koydum. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. anlayana bir kitab söz, anlamayana bin söz dahı disek faidesı yokdur. zira anlar ki kamışı şekerden ayırmış ola. hodbin ve nadan olub özi hayallerde gark olmışdur. dahı sırru'llah ve ma'rifetu'llah sözi ana kar kılmaz. gel imdi, yiter nadanlık eyleme. arif ol. gözün etmek teknesinden ayırma. arif isen insana karış. yohsa nadan gibi hayvanlara karışma. nagah bir gün vücudun şehrinden kafile göçer. dahı her biri geldiği menzile gider. bu kerre sen senünle tenha kalursın. eğer meta'un dürr ü cevahir ise şad u hurrem olub gam u gussa yok. kangı şehre varsan müşteri tacirler meta'ından almak içün kapuna mülazemet çekerler. yohsa metaun hazef ise kangı şehre varsan meta'un kesad bulursın. günden güne müflis ve bineva olursın. gam u gussa başuna üşer. dahı kimse yüzine bakmaz olur. hayran ve sergerdan olursın. dahı nice idecegün bilmezsun. bu kerre nice zamanlar giçe. nice devranlar döne. deryalar soğula, mahiler nabedid ola. heyhat ki kafile başı sana rahm idüb yüzine baka ve yine seni dürr ü cevahir kafilesine kavuşdura. midani: efendi haberdar ol. başunda olan sarhoşlugı gör, bu meseldür. kime tavus gerek ise hindistan seferinün meşakkatun çeksün. pes imdi eger sen dahı hakk'ı taleb iderem dirsen mutu kable en temutu mazmununa masadak olub ölmezden öndin öl ki dirilesün. dünyada harab ol ki ma'mur olasun. cefaya sabr it ki vefaya iresün. yohsa iş bilmez gafil gibi öz bildigüni işledün olursun. cefa vü mihnet çekmiyesün, mukabelesünde ivaz ümidinde iken nagah bir gün işin ıssı işledügün işe pesend itmeyesün. eger idersen bu kerre müzdesin ya'ni sevabsız fail gibi elün boş kala, halün düşvar ola. çok peşiman olursun, amma faide itmez. zira yokuş dibinde merkebe alef virmek gibidür. akil isen duy ne geçdi diyüp. derviş bir zaman sükut eyledi. bu kerre bir gayri söz dahi başladı. bir derviş düşünde kendüsüni bir sahrada görmüş ki ol sahranun hadd ü nihayeti yokdur. ol sahranun ortasunda bir azim yol vardur. derviş ol yolu tutub bir zaman gitdi. gördü ki bu yolun nihayeti yokdur. amma hiç özinden gayri kimse yok. eyitti: bari çagurayım, göreyim, belki bir kimse buluna, bu yoldan haber vire didi. derviş ne kadar ki çagurdı özinden gayrı deyyar yok. eyitdi: men enem ve men danem, ya'ni ben dahı beni bilürem diyüb bu beyti okıdı: alem külli vücuddur can ben oldum cihana can cihana can ben oldum suretimi gören dir ki beşerdür suretle sıfatı rahman ben oldum. yine derviş öz haline mütehayyir oldı. gördi ki gönli emin olmaz. bir kimse diler ki halünden haber sora. görür ki özinden gayri deyyar yok. eyitdi: acebbubenümdüşümmi, hayalümmi, yahayalmiola? diyü biraz fikr eyledi. gördi ki düşi degül. bu kerre özi özine görindi. gördi ki başı tacdan taşra çıkmış. gözi bir sahraya duş oldı. tiz başına özini çekdi. gördi ki ne sahra var, ne yol var. özinden gayri deyyar yok. eyitdi: ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb?, ı, hadis nu. kamu şeyde menem 'aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman menem dahı çün ü çera yok ne mansur u ne bagdad ne ene'lhak derya vü umman menem gevheri kan bendedür ac gözini anlayu bak hem iki cihan bendedür cism ü suret menem delil ü bürhan menem sud menem ziyan menem işde dükkan bendedür maksadı insan menem gerdişi devran menem mektebi irfan menem işde nişan bendedür bagdadı ayyar menem cümleye serdar menem bürhanı esrar menem sırrı nihan bendedür. zahid ü tersa menem mescidi aksa menem mürdei isa menem yahşi yaman bendedür muhiti zevrak menem hak menemdür hak menem tamu ve uçmag menem cümle mekan bendedür evvel ü ahir menem gani ve fakir menem zakir ü mezkur menem küfr ü iman bendedür. cümleye ma'bud menem ka'be menem put menem ademe maksud menem işde fulan bendedür zerre ve güneş menem gizlü menem faş menem her ne ki var uş menem can u canan bendedür kaygusuz abdal menem cümledeki can menem evvel ü ahir menem genc ü nihan bendedür temmetü'lkitab ala yedi derviş yusuf gulamı sultanü'larifin esseyyid eşşeyh muhammed efendi halvetiyyi sinani dimyati kaddesa'llahu sırrahu fi sene. miglataname miglataname bismi'llahi'rrahmani'rrahim esrarı arifin miglatei kaygusuz sultan baba elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'lakibeti li'lmuttakin vela udvani illa ale'zzalimin. ve'ssalatü ve'sselamuala hayri hulkı muhammed ve alihi ve sahbihi ecmain. amma ba'de bilgil ve agah olgıl ki bu cihan içinde bir derviş seyahat aleminde gezerken kendözün bir sahrada görmiş ki hiç nihayeti yokdur. ol sahranun ortasında bir yol var. amma kendüden gayri kimesne yok. ol derviş fikr idüb bu hali kimden sorayım dir. bu derviş durur, dört yana bakar görür ki hiç kimesne yok. yalnız özidür, tek ü tenha öz haliyle danışub eyitti: yabana gitmekden yola gitmek yahşidür didi. derviş ol yolı tutdı gitdi. bir hayli yol çekdi. gördi ki hiç nihayeti yokdur. bu yol gitmek ile tükenmez. ne bu sahranun nihayeti var, ne bu yolun payanı var. bu kerre derviş özinden cuşa geldi. dir kim: alem külli vucuddır can ben oldum vücud can cana canan ben oldum suretümi gören dir ki ademdür suretde sıfatı rahman ben oldum didi. şöyle bir zaman durdı eydür: bari çagurayım, ola ki bir kimesne var ise işide bana gele. andan bir haber soram ki bu yol kanda gelür, kanda gider, görem bana bir haber virebile didi. derviş durdıgı yirde bir na'ra urdı. bu kez eydür, çün kimesne yokdur. derviş bir hamle dahı emin oldı. derviş bir kimesne ister ki kendi halinden haber vire, sora. gördi ki hiç kimesne yok. düş mi ola dir. yarab bu düş midür yohsa hayalüm bimisl ü bimanend oldı misalüm özüm direm işidürem özüme dahı kim var kime diyem bu halim bari emin olayım dir oturdı. gözün açdı bakdı gördi. düşi degül aşikaradür. bu kez naçar olup cümleden ümidi kesdi kendözine yörindi. meğer ki başı bacadan daşra çıkmış. anunçün özi bu sahraya düşmiş. tiz heman başunı özine çekdi. gördi ne sahra var, ne yol var. leysefi'ddarıgayrınadeyyar. kendüden gayrı kimesne yok. gönli cuşa geldi bu beyti eyitti. eydür: kamu şeyde benem 'aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman benem dahı çün ü çera yok ne ene'lhak var ne mansur ne bagdad didi. derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. karşudan bir pir gelür. sakalı akdur, tesbih boynunda, asası elinde ve seccadesi çigninde, zikr tesbihi kavi okur. anı görüb derviş hakka şükreyledi. eydür, hele bu kişi geldi. şimdi bundan haber soram didi. derviş ilerü yüridi ki ol şeyhe selam vire. şeyh dervişi göricek didi: allahu ekber didi. derviş eyitdi. ya şeyh, sana ne oldıdir. şeyh kakıdı. tiz elindeki asayı çekdi. dervişün üstine yüridi. derviş anı gördi. didi ki bu şeytandur ola mı dir, tiz kötegin çıkardı. ana karşu yüridi. bakdı gördi ki şeyh dahı buna gelür. derviş bir kötek çıkarmış kendüye karşı gelür. anun heybetünden korkub şeyh kaçmaga yüz tutdı. derviş anun ardunca sürdi yetdi. seni koşduguna mı korum. benüm elümden kaçmagıla kurtulamazsun didi. yakın vardı. şeyh dervişe tazarru' idüb yalvardı. eydür: lütfeyle asamı al, beni öldürme dir. derviş eyitdi: hay sana bir haber sorayım didi. şeyh eydür: senden korkdum yerinde dur senün gibi kişi yokdur. yirün gögün misafiriyem. ben dahı şeyhem. benüm dahı müridlerüm çokdur. veli hiç senün gibi kişi gördügüm yokdur. ödüm sıtdı, anda haberün varsa sor didi. derviş didi ki: sormak ayub degül, sen ne kişisün? didi. şeyh didi ki: benüm hikayetüm çokdur. sen haberün sor didi. derviş didi ki: bu sahraya irişdüm bu yir ne yirdür. bu sahra ne sahradur? şeyh didi ki: hey bu sahrayı mı sorarsun didi. buna heyhat sahrası dirler. süleyman peygamber bu sahraya gelmişdür. divlerle perilerle irişmişdür. derviş eyitti: sormak ayub degül, sen ne kişisün ve yalnuz bu sahrada neylersün. şeyh eydür: yirün gögün misafirüyem. ben dahı şeyhem. müridlerüm çokdur. amma senün gibi kişi gördüğüm yokdur. derviş eyitti: ya bu sahraya neden düşdin? şeyh, ya ne sorarsun hikayetüm çokdur. başladı başundan geçen sergüzeşti söyledi. eydür: benüm adum bilür misen? dergahı ali'de mukarreb ferişte idüm. bunca ta'at ibadet itmüş idüm. bu dünyada başum dokunmadugı yir kalmadı. evvel adum azazil idi. şimdi şeytan oldı. bu lakab bana yapışdı. imdi derviş anı bildi ki o şeytandur. allah avniyle kodı gitdi, hele çok şükür bu beladan kurtuldum didi. çok zahmet çekmiş idi. oturdı bir hamle rahat olub dinlendi. otururken sag yanı üzere yatdı. uykuya batdı. derviş düş gördi. ne gördi. gördi ki sadhezaran musa her cihetden rabbı erini, diyüb durur. derviş gözin silüb anılayun bakub gördi ki; sad hezaran ibrahim ve isa. her biri bir guşede intizar durmışlardur. derviş uykudan belinledi. gözün açub bakdı. gördi ki düşdür. sübhana'llah didi. yine yatdı. eğer rahmani düş ise yine göreyim didi. bu kerre gördi ki, tuba ağacı dibünde azim bir yıgınak var. peygamberler cümle anda gelmişler. cemiyyet eylemişler. derviş dahı irüşüb eyitdi. ne hoş yire geldüm. bir dem teferrüc ideyüm didi. bir guşede durdı. ol cemiyyete gözkulak urdı. hazır oldı ki göre. bunlar ne söyleşürler dinleye, bir hikmet anlaya. derviş gördi ki, ihtiyar sadrında oturan muhammed mustafa'dur. peygamberler sual iderler ki: ya resula'llah develerün büyügüne deve dirler. amma türk uşagına köçek dirler. ol deve değil midür?. resul dir ki: gerçi devedür. lakin uşak oldıgıçün köçek dirler. derviş tiz durdı. gelüb ilerü yüridi. resul hazretlerinün huzurı şerifine gelüp eyitdi: ya resula'llah! bir müşkil içinde kaldum. bir sahraya düşdüm. bilmezem ki bu sahra ne sahradur. ve bu vadi ne vadidür. şeyh bakdı gördi bir dervişdür ki sakalı kırkık, ya cemilü'ssetr didi. derviş eyitdi: ya resula'llah! beni aceblersin ola mı? didi. şeyh eyitdi: bakara, ya abdallah ne kişisün ve bu makama neden geldün düşdün? dervişün gönli cuşa geldi eydür: aceb niçün nihan oldum bu tende saadet genciyem çün bu divanda acebdür ki görün beni acebler zira bilmezem ki sultanem ya bende anılayın derviş sorar ki: ya resula'llah bu makam ne makamıdur? ve bu ne yirdür? muhammed mustafa eyitdi: bu makama ka'be kavseyn dirler, ve bu agac ki görürsün ana şecerei islam dirler. beş budagı var. beş erkandur. islam içinde didi. derviş ihtiyat eyledi. gördi ki bu agacun iki budagına gün dokınur, üçine dokınmaz. filhal belinleyüb uykudan uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki, kendüden gayrı kimesne yok. bu beyti didi: gönüllerde benem sırrı ilahi seraser cümle varlık mihr ü mahı benem hüsni kamu şekli suretün kamu başda benem devlet külahı bunı didi. derviş dört yana bakdı. kendüden gayrı kimesne görmedi. tek ü tenha heman özidür. veli yirgök gördi. kendi vücudınun içinde sırr olmış cemi' yirdegökde her eşya ki var sadasun işitdi. öz vücudundan gelür. derviş fikr eyledi. eydür: bu aceb ne haldür. bir zaman var idi ki ben yir ü gök içinde idüm. şindi bu yir ü gök benüm içümde görünür. aceb düş midür, yohsa hayalüm midür? dir. gözün açdı gördi çin'dür. düşi degül gönli cuşa geldi eydür: alem külli sadef güher ben oldum bu cümle varlıga defter ben oldum kamu varlık yakin bende bulundı yakin ırak kem ü bisyar ben oldum. çünki derviş cümle alemi kendi vücudunda gördi, haberdar oldı. bu alemden murad olan heman kendidür ve özi imiş. derviş bu kerre akl bazarına girdi gördi sultanı muhammed mustafa'dur. ve ışk bazarına girdi bakdı sultanı ali'yyü'lmurtaza'dur. ilerü geldü ki halin arz ide. şahı merdan dervişi gördi. eydür: ne haber derviş, sözün var ise söyle, halün arz eyle, işidelüm bilelüm dir. derviş şahı merdanun elin öpdi. eydür: sultanum azugum yok, yolum sahraya düşdi. bir yolu tutup giderem hiç neticesi ve nihayeti yok. aceb bunun akibeti ne ola. şahı merdan eyitdi: derviş yukaru bak. derviş yukaru bakdı. gördi her eşya yirli yirince tamam pürkemaldür. hiç noksanı yok. cümle hakk'ın birligine tanukluk virürler. derviş heman secdeye vardı. şükr eyledi. başun toprakdan götürdi. yine bakdı gördi. cümle eşya fasihu'lkelam tevhid dilün söyler. bu şevk ile yine derviş cuşa geldi. bu beyti didi. hakk'a minnet ki hakk oldı muini hicab gitdi ayan göründi sultan gör indi afitab zerrem içinde nihan oldı görin katrada umman derviş ki bunı didi, dahı ilerü yüridi. sual idüb eyitdi: ya şah! bu sayeban ki bunda ki tutulmuş bunun sahibi kandadur? ali eyitdi: sayeban sahibi yine sayeban'un içindedür didi. derviş eyitdi: ya görünmez bana. anı ben görmezem. nice mümkindür. anı görmek. ali eyitdi: bu suretler ki vardur içinde cünbiş kılan şubede gösterün. sayebanun sahibidür. bu sözi ki derviş işitdi. saz oldı. bildi ki zill u hayal gibidür cuşa geldi bu beyti didi. hakk'a minnet bu gün sultan'ı gördüm bihicab cism içinde canı gördüm zerre idüm nagah şemse irişdüm katre mahv oldı ben ummanı gördüm. bunı didi. derviş ilerü yüridi. şahı merdan'un elün öbdi, ayagına yüzin sürdi. ya ali ben sana mürid oluram. erkan u tavrı bana öğret, öğrenmek içün bilmedüklerüm bana bildüresin. ali eyitdi: hoş ola! evvela kendü iradetünle gelmen lazım. var git olmaz bu bir dergahdur ki 'ışk ile her kim geldi nasibün aldı. gelmiyen şöyle mahrum kaldı. derviş bir zaman şahı merdan'un hizmetünde kaldı. can u dilden kulluga bel bagladı. bir gün sual idüb eyitdi: ya ali bundan ilerü bu ten yok idi. ben can idüm. ol vakit düşümde gördüm ki bu cümle alem benüm gönlüm içindedür. lutf eyle bu düşün ta'biri nedür bana bildür didi. derviş ki bu sözi söyledi, dört yana bakdı. kimesne göremedi. yalnuz tek ü tenha özidür. leyse fi'ddaru gayrruhi deyyar. bu şevk ile bu beyti didi. ezel görün bana ne takdir oldı kamu alem vücudumda sır oldı kamu dil söyledi sırrı ene'lhak kamu şeyde hakikat menşur oldı. bunı derviş didi. özidür, dile özi hayran kaldı. bir müddet geçdi, divler, periler, cinniler, ifritler, vuhuş, tuyur, mur u mar her ne ki var, cümlesi ana muti' olmışlar. derviş dahı vardı süleyman peygamber'in divanına girdi ve karşusında durdı, şah ali'yi gördi. süleyman peygamber'ün kirpigi altundan bakar. fi'lhal bildi. tazarruniyaz eyledi. eyitdi: ya şah! ben katı müştakam. sana intizar kıldum. çok zamandur ki isterdüm. şimdi buldum. senün katunda muradum çokdur. ve senden gayri pirüm ve mürşidüm yokdur. şahı merdan dervişe diş kısdı. ebsem ol, tek dur, söyleme dir. süleyman peygamber ile bile geldüm. beni kendözi sanur tek dur. tek dur hatırı kalmasun. derviş hali bildi. sakin oldı. bir zaman hamuş oldı. fursat gözledi. bir gün yine şah'ı halvet buldı. eyitdi: ya ali! yusuf peygamber'den sordum ki seni kuyuya düşdi dirler, girçek rast mıdur? eyitdi: kuyu didikleri bu cism idi. bu kuyudan çıkdum. mısır'a sultan oldum didi. dogrı mıdur yusuf'un sözi? şah eydür: derviş yukaru bak! derviş, yukaru bakdı. gördi ki yüzyigirmi dörtbin peygamber cemii enbiya ve evliya dirilmişler, her biri ali'ye tahsin iderler. derviş muhammed mustafa'yı gördi. yüzi nurundan yirler ve gökler aydun olmış ve cümle peygamberlerün önüne düşmiş hakk dergahına giderler. derviş eyitdi: ve ben dahı bununla gideyim, vakt ola kim dururlar ola didi. bunlara uyub bile gitdi. gördi ki hakk dergahına geldiler. muhammed mustafa ilerü yüridi. eydür: ilahi bari hüda bu cümle mahlukatını yaratmışsun rahmetünle yarlıgagıl dir. hakk sübhanehü taala eydür: ya muhammed sen, sana degeni iste, zira ki her peygamberün benümle bir muamelesi vardır. bu hali derviş gördi. bunlar bu halde iken heman ilerü gelüb eyitdi: ilahi! hüdavendigar ben miskine dahı bir nazar eyle didi. bu hal içinde iken derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı, gördi. düşidür. sübhane'llah didi. yine yatdı uyıdı. bu defa gördi ki yunus peygamber hayalden çıkmış. peygamberler cümle anun katuna gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. derviş anları görüp kasd kıldı ki parsa ura. nagah ol dem de şeytan çıkageldi. derviş anı görüb eyitdi: ya şeyh yine mi geldün bunda dir. şeytan kakıdı. tiz asasun çeküb dervişün üstine yüridi. anı derviş gördi ki geliyor. fi'lhal kötegün çıkardı. ana karşu varub ol ma'reke ki divan içinde şeytan ile derviş birimiyle dutışdılar. peygamberler tuş tuş söyleşirler ki ol miskin derviş zaif ve nahifdür. koman anı şeytan şimdi öldürür dirler. bunlar bu sözde iken derviş heman gayretlendi. arkasundan kepenegün çıkardı. şöyle kodı. heman ilerü yürüyüp hamle kıldı, el sundı. şeytanı muhkem tutdı. ol galebe divan içinde şeytanı basdı. peygamberler şad oldılar. dervişe divan kıldılar. hezaran aferin didiler. şeytan feryad eyledi. derviş anı salıvirdi. kepenegün arkasına giyüb geldi oturdı. muhammed mustafa dervişe eydür: eyü urdın, derviş sen anun hakundan geldün. derviş eyitdi: ya resula'llah kimesnem yokdur. garibem, karnum dahı aç! resul hazretleri buyurdı. derviş'e ta'am getürdiler. yidi, karnun toyırdı. şükr didi. ol demde uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi. düşidür. yalnız kendüden gayri kimesne yok. bu beyti didi: cümle aleme sultan ben oldum saadet gevherine kan ben oldum ben ol bahri muhitem her gönülde veli bu sureti insan ben oldum bu sözi söyledi. derviş kendüyi tenha gördi. ol sohbet canına kar kıldı, hayran kaldı. fikr idüb eydür ki, canımı ben ne hoş yirde idüm ve hoş sohbetde idüm. şimdi kanı ol meclis nice oldı diyüb kendü kendüye söylenürken dervişe yine uyku havale oldı yatdı. düşinde gördi ki, heman ol sohbetdedür evvel görmiş idi. yine ol meclis durmış yirlü yirünce adet üzerine derviş şah ali'yi gördi. ilerü yüridi. elin öpüp eyitdi: ya şah! ol şeyh benümle katı savaşdı. kanı ol şimdi kanda gitdi dir. nagah ol demde şeytan yine çıkageldi. derviş gördi ki ol harifdür. eyitdi: ya ali! ben bu şeyh ile bu kez bir yana oluram. şeyh dahı gördi. derviş gelür, eyitdi: bu ne beladur ki yine ugradumdir. derviş kepenegün çıkardı, şöyle kodı. şeytanun üzerine hamle kıldı. şeytan dahı buna karşu geldi. ikisi tutuşdılar. birbiriyle cenge durdılar. cümle peygamberler turub bakarlardı. anlarun cengini teferrüc iderlerdi. ol ma'reke içinde akibet derviş şeytanı basdı. peygamberler şad oldılar. dervişe aferin kıldılar. her biri tahsin eylediler. şeyh dervişün elinden kurtulub kaçdı. bir kenara çıkdı. dönüb arduna bakdı. dervişe eydür: ben seni halvet buluram. derviş eyitdi: ben de senün hakundan gelürem dir kepenegün giyüb yine geldi. oturdu ali'ye eyitdi: ya şah benümle bu şeyh ne katı uruşdı. şahı merdan eyitdi: gafil olma. derviş bundan ki sakın hazır ol didi. derviş bunı didi: hakk'a minnet seferüm yare irdi can u dil vuslatı dildara irdi irişdi vuslata kalmadı hicran diken gitdi yolum gülzara irdi. bunı dirken derviş gördi ki sımat çekildi. ni'metler döşendi. heman derviş dahı bir kolay yiri avladı, geldi. oturdı. bakdı gördi kim alem aydın olmış. cümle eşya ruşen görinür. şeş cihetde her ne ki var, mu'ayyen görinür. derviş bakdı. tahte'sseraden ta süreyya'ya degin ayan gördi. derviş cennet'i gördi. haber sordı. ya ali bu ne yirdür? şahı merdan eyitdi: buna uçmag dirler. anı derviş hoş teferrüc kıldı. cümle bihişti gördi. enva dürlü köşkler, saraylar, dürlü ni'metler, huriler ve gılmanlar, hizmetkarlar. nagah dervişün gözı tamu'ya tuş olub bildi ki ibret yiridür. tahte'ssera'ya bakdı, ferşi gördi. öküzü, balıgı, deryayı gördi. cümle teferrüc eyledi. göklerün tabakalarun teferrüc eyledi. burçlara bakdı araste pergarı gördi. cümle eşyanun asl u ferin hoş temaşa kıldı. gönli ferah oldı, bu beyti didi: hakk'a minnet canum külli nur oldı içüm taşum nur ile ma'mur oldı uyandı devletüm gaflet habından bir ile külli varlıgum bir oldı. bunı didi. derviş gözin açub bakdı. gördi ki yirdegökde her ne mahluk ve cemi eşya ki var cümle fasih kelam ile söyler. derviş bu kez bunı böyle söyledi: hakk'a minnet ki hak cümlede mevcud kamu şeyde görinen nurı ma'bud ne kim vardur heman nurı tecelli ticaretde kamusı buldılar sud. derviş ki sözi işiddi. kendüye geldi. fikr kıldı. gördi ki cümle alem dil olmış tevhid söyler. alemi halk nura müstagrak olmışlar. cümlesinün ortasında bir çerag yanar. derviş cuşa geldi bu beyti didi: hak'a minnet tenüm dahı can oldı güneş zerrem içinde pinhan oldı bu tevhidden canum gönlüm seraser saadet gevherine ma'den oldı. derviş bu sözi söyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı, gördi. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar. kendidir. gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. ol gördigi ibretleri tefekkür iderken anı nagah bakdı. gördi isa peygamber geliyor. anı göricek derviş eyitdi: yarab bu ne hoş kişidür, aceb kim ola diyü ilerü geldi. isa peygamber'e selam virdi. isa peygamber aleyk aldı. eyitdi: derviş bunda ne istersün. derviş eyitdi: sultanem bu ne yirdür ve ne makamdur? isa peygamber eydür: bu karban sarayını mı sorarsın? bunda çoklar kondı göçdi gitdi. işte bir kafile dahı geliyor didi. derviş bakdı gördü ki firavn şeytanı özine pir edinmiş, gelür. anı göricek derviş hiç tınmadı. anlar dahı geldiler kondılar. çadırlar, haymeler, sayebanlar dutub oturdılar. firavn tahtına çıkub oturdı. kulları karşusında divan durdı. nagah bakdılar. isa peygamberle dervişi gördiler. firavn'a haber verdüler. iki kişi oturmışlar şunda bilmezüz ne kişilerdür didiler. firavn eyitdi: varın söyleyün anlara gelün benüm katuma gelsünler, görem nice kişilerdür, anlardan haber soram dir. iki kişi geldiler bunlara firavn'un sözin söylediler. turun gidelüm didiler. bunlar dahı yirlerinden turdılar. isa peygamber dervişe eyitdi: sen hiç tınma. ben anunla söyleşem didi. derviş eyitdi: neme gerek sen nice dilersen eyle didi. hele bunlar firavn'un katına irişdiler. şeytan bakdı. isa peygamber'i bildi. amma dervişi bilmedi. derviş şeytanı bildi. amma hiç tınmadı. şeytan eydür: isa peygamber içün firavn'a söyle ki bu kişi tanrı vardur dir, eyü halvet bulduk bunun cezasun virelüm, bir dahı öyle söz söylemesün diyüb firavn'la söyleşürler. derviş bunları teferrüc eyler. firavn haber sorub isa peygamber'e eydür: sen mi didün tanrı vardur? diyü. isa peygamber eyitdi: beli ben didüm tanrı vardur diyü. firavn eydür: sen kendü gözünle gördün mi, yoksa kıyas ile mi söylersün? şeytan dir ki isa peygamber'. cümleyi azdurdun cazulukla, şindi geldün bunı dahı azdurmak mı istersün? derviş isa peygamber'e eydür: bunı sen bildün mi kimdür? isa peygamber eydür: ya bilmez miyem şeytandur. derviş eydür: hele vaktine hazır ol, bundan gafil olma! firavn şeytana eydür: bu ne kişidür? bunı dahı gördügin var mı? şeytan eydür: cadudur. sakın bundan gafil olma. seni cadulamasın. derviş ki bu sözi işiddi. sabr idebilmedi. heman yirinden turıgeldi. bir kerre na'ra urub eyitdi: ya şeyh ennahs dahı fodulluğun komadun mı? şeytan bu sözi işidicek gayrete geldi. dervişün üzerine yüridi. hamle kıldı. derviş dahı heman arkasından kepenegün çıkarub şöyle kodı. meydana girüb şeytanun üzerine hamle kıldı. gönlünden eyitdi: ilahi cümlenün sırrın bilen hakk bana bir nazar eyle halüme bak cazudur halkı azdurdı yolundan isa peygamber içündür bu kustak. derviş bunı didi. heman şeytanı tutdı. şeytan dahı bunı tutdı. ol meydanda ikisi tutışdılar. derviş şeytanı derhal yine basdı. bir fitne dagarcugı ve bir asası ve bir torbası var idi. şeytanun elinden aldı. şeytan bakdı gördi. bu ol dervişdür ki mukaddema görmiş idi. anunla tutuşmuş idi. anun kuvvetin bilürdi. heman kaçmaga başladı. bu denlü ma'reke içinde firavn gördi ki piri kaçdı. eydür: dervişi tutun. firavn'un kulları, askerleri derhal dervişün üstine yüridiler. dervişi tutmaga kasd itdiler. derviş heman belünden sapanun çıkarub eline aldı. içine bir taşun koydı. salladı urdı. sapan ile ol leşkeri dagıtdı. ve sındurdı. her biri bir tarafa kaçdılar. firavn bakub dururken, derviş anun başundan börkin aldı, yirine oturdı. isa peygamber dervişe tahsin eyledi. aferin didi. can sana kurban olsun didi. hoş iş eyledün. derviş oturdıgı yirde şeytanun torbasun döküb baş aşaga eyledi. tagarcugın dahı akdardı. gördi ki içinde ne kadar acaib ve garaib nesne çıkdı. ne kadar ki fitnelikleri var ise ol torba içinde idi. derviş, isa peygamber ile oturdılar. firavn leşkeri dirildi. yine geldiler. hep bir başuna yıgıldılar. şeytan geldi. eydür: firavn'a bana ol torbayı alıvir. her nem ki var ise ol torba içinde. benüm ancak dirligüm ol torba iledür didi. bunlar elçileşdiler. torbayı dagarcıgı ata kıl, asayı börki vir didiler. isa peygamber vir kurtulalım gidelüm didi. biz bunları nidelüm. derviş eydür: hele bir dem sabreyle. görelüm. hal neye varur? meger firavn'un başı keçel idi. anun içün hacalet çeküb utandı. ve şeytan dahı torbası içün gussalandı. ve gayret idüb namuslandı. ikileyin kargaşa eylediler. derviş bu hali gördi. isa peygamber'e hazır ol didi. heman kötegin çıkardı. anlarun üzerine yüridi. hamle kıldı. duramadılar. yine kaçdılar. derviş ol leşkeri tartagan eyledi. irüşüb şeytanı tutdı, getürdi. derviş şeytanı ayagundan asdı. bir kötek çıkardı. eline aldı. eydür: ha mel'un niceye degin bunca fitnelükler eylersün? gel bu işden feragat eyle. yohsa sen bilürsün. şeytan feryad eyledi. isa peygamber'ün elin alubdı yalvardı. eydür: lutf eyle! beni bu kişinün elinden kurtar. isa peygamber eydür: dervişe ki gel bunun torbasın al bunı salıvir gitsün. derviş eydür: ya isa! bu şeytandur. yahşı tutduk. şefa'at eyleme. hakından gelelüm dir. isa eydür: canum bu beni ne bildi ki isa peygamberem didi. dervişün gönli cuşa geldi, bu beyti eydür: hakk'a minnet ki hakk oldı bana yar benüm canum içinde bulundı bu esrar müberrayem kamu fikr ü hayalden ne küfr ü din ne savma'a ne zünnar derviş ki bunı didi. şeytan'a feryad eyledi. zarılık idüb agladı. derviş anı indürdi salıvirdi. şeytan yalvardı. bana ol torbayı vir didi. derviş anun torbasını dahı üstine atıvirdi. şeytan hisab eyledi. gördi. torba içinde olan heman bayagıdur. ol mahalde ol derviş uykudan uyanıgeldi. gözin açdı bakdı gördi düşidür. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar kendüden gayrı kimesne yok. gönli cuşa geldi, bu beyti didi: yarab benüm mi ol dilberi ayyar benüm canumda bulundı bu esrar bugün benem kamu alem içinde hacet ü savma'a maksud ü zünnar, derviş bunı didi. secdei şükr eyledi. yine başun kaldurdı gördi sabah olmış. güneş dogmış nurı zulmet irte gice ırak yakin hep bir olmış cümle eşya savt ile hoş avaz ile tevhid dilün söyler. la ilahe illa'llah dir. çünkim derviş hikmeti gördi. özine büründi. bir lahza fikr kıldı. otururken nagah yine derviş uykuya gelebe kıldı. yani murakabeye vardı. gördi ki cümle alemde yaradılmış eşya dükeli cem olub bir yare gelmişler. bu sahrada gezerler, birbirinden sorarlar. isterler ki bu bargahı sayeban ki bunda tutulmuş. aceb. bunı düzen kimdür ve bunun sahibi kanda ola diyü bunlar bu halde iken derviş dahı irişigeldi. bunları görüm, bunlar dahı dervişi gördiler. izzet hürmet idüb aldılar, bir hoş yire geldiler oturdılar. dervişden haber sordılar ki senün dahı hiç bisat u sayebana geldügün var mı? didiler, derviş eyitdi: beli! adem peygamber dirler bir kimesne bu cihana geldi bir zaman bu cihanda oldı. şimdiki ademler ki var anlardan vücuda geldi, çogaldı didi. bunlar dir ki; iy derviş aceb adem didügün kişiyi gördin mi ola ki bu sayvanı düzen kimdür yahud anun oglanlarını gördin mi ola? bunlar, bu sözde iken anı gördiler ki adem peygamber dahı irişi geldi. bunlara karşu yüridiler. selam virdiler. adem aleyk didi. elin öpdiler. andan dahı haber sordılar ki, bu sayvunun ıssı kanda olur gördigün var mı dur? didiler. adem peygamber eyitdi: vallahi ben dahı geldüm, bunı böyle buldum. hazır düzilmüş gördüm dir. bu kez derviş gizlendi, aydur: yarab bu sır ki gönlümde nihandur kamu vücuduma hükmi revandur yani fikr ile aklum buna irdi bu candur kim kamu alemde candur. derviş ki bu sözi söyledi. adem peygamber işitdi: bunlara sordu ki, bu ne kişidür? eyitdiler: biz dahı şimdi gördük bilmezüz kimdür didiler. adem peygamber eyitdi: karındaş sormak ayıb degül sen ne kişisün? didi. derviş eyitdi: ben de müsafir dervişem. ola ki bu yire geldüm. senünle bile. adem eydür: ben seni görmedüm. bilmezem. kanda idün? ben senün vücudunda bile idüm. niçün haberün olmadı. bir bir nişan virdi. başladı adem'ün başından giçen halleri bir bir söyledi. hikayet eyledi. ve adem'den sonra ademoglanlarınun başına gelen ahvallerün söyledi. cümle beyan eyledi: adem eydür: derviş, ibrahim peygamber'i nemrud ateşe atmak ister imiş. gel sen dahı bile varalum didi. durdılar, adem ile ikisi yola girdiler, bir zaman gitdiler bir yire yitdiler. gördiler ki galaba divan durmış bunlar dahı irişdiler. bir halvet idecek yir bulub oturdılar. bakdılar gördiler ki nemrud hükm idüp söyler: tiz durun odun getürün. ateş yakun, yarak eylen. azer oglını ateşde yakın, temaşaya bakın dir. derviş anı gördi. şeytan, nemrud'un varlığı olmış vücudında, şeytan ne ki dirse nemrud anı tutar. derviş bu halde adem'ün yüzine kabuk eyitdi: gördün mi şol oturan hod nemrud'dur. amma ol oturan ak sakallı kimdür bilür misün dir. adem eydür: bilmezem kimdür? derviş eyitdi: şeytandur. bu kadarun içünde nemrud dahı bunları gördi. yanunda şeytana haber sordı. ol oturanlar ne kişilerdür? şeytan bakdı gördi adem'i bildi. ah eyledi. nemrud'a eydür: bu benüm düşmenümdür. bunun içün benüm başuma neler geldi. eyü bulduk elümize girdi. tutalum cezasun virelüm. nemrud eydür: söyle bana bildür ben dahı bilem didi. şeytan eyitdi: bu ol kişidür ki beni dergahdan ma'zul idüb sürmege sebep oldı dir. nemrud eydür: ol kişileri okun bana berü geldün gelsünler görelüm. nice nice kişilerdür haber soralum dir. ol demde tiz adem gönderdiler. iki kişi geldiler. sizi nemrud ister. turun gidelüm didiler. bunlar dahı vardılar. nemrud eydür: oturun şöyle bir hamle karşumda dir. bunlar oturdılar. nemrud şeytana haber sorub eydür: senün didügün kangısıdur? bana göster göreyüm didi. şeytan adem'i gösterdi. amma dervişi bilmedi. derviş dahı hiç tınmadı. ol zamana degin ateş dahı yandı. mancılık kuruldı. yarak tamam oldı. ibrahim peygamber'i getürdiler. nemrud'un karşusına turgurdılar. şeytan, ibrahim peygamber'e dir ki: tanrı vardur dirsin, gel bu küfr sözi terk iyle seni kurtaralum dir. ol zaman derviş sabr idebilmedi. heman yirinden turıgelüb eyitdi: bu ne küfr söyledi? şeytan eydür: nemrud'u tanrılığa beğenmez özüne tanrı vardur dir. derviş eyitti: ya nemrud tanrı mıdur? ben anun togdıgun bilürem. horasan milkinde beykozlu paçan'un oglıdur. ol kaçan tanrı olmışdur? bu söze şeytan kakıdı. eydür: bunı hiç söyletmek olmaz. söziyle bunları kimesne yenmek olmaz. heman ateşe sal yansunlar. nemrud eydür: evvel azer oglun atun ateşe dir. pes nemrud'un kulları geldiler. ibrahim peygamberi tutdılar ki mancılıga uralar. adem peygamber eydür: bari biz gidelüm anun ateşe düşdigin görmiyelüm. şeytan eydür: o köseyi dahı tutun ateşe atun dir. geldiler ki adem'e dahı yapıştılar. anı gördi. derviş hakk'a münacaat eyledi. eydür: ilahi cümleye puşt ü penahsın kamu alem içinde padişahsın seni hakk bilene inayet eyle zira şey bende durur sen ilahsın. derviş allahu taala'yı yad eyledi. enbiyadan, evliyadan istianet diledi. kepenegün çıkardı. tanrınun inayetün geydi, şeytan bakdı gördi. ol dervişdür kim kendünün asasın ve torbasun almış idi. heman nemrud'a eydür: hey ne durursun? başuna bir medar bilürsen eyle dir. bu denlü hengamede derviş heman ilerü yüridi. hamle kıldı. şeytanı kovaladı. ir irüşüb kavradı tutdı. tevhid ipiyle ellerin ayakların muhkem bağladı ve nemrud'ı dahı tutdı. kalan leşkeri tagıldı. kaçdılar. derviş anun ikisin bir yire getürdi. meydan ortasında, yüzyigirmi dörtbin peygamber, cümle enbiya, evliya, yidi tabaka yirde ve tokuz tabaka gökde berr ü bahr içinde cümle yaradılmış eşya hazır idi. hep bakdılar gördiler dükeli tahsin eylediler. dervişe aferin dediler. hep bu işleri şeytan işler. nemrud'un haberi yokdur. bu hususda, nemrud'un suçı yokdur didiler. derviş kasd eyleye kim şeytana muhkem işkence ide. heman bir kötek çıkardı eyitdi: niçe bir fitnelikler ve kallaşlıklar eylersün. şeytan zarlık eyledi. eydür: bu kez beni koyuvirün, dahı şeytanlık eylemiyem didi. andan dokyanuz geldi. eydür: bu piri bana bağışlan salıvirün dir. heman derviş eyitdi: her kişi kendi işine maslahat eylesün. adem peygamber zamanundan berü, ta bu deme gelinceye degin bunı bilür misin ki salihlere neler eylemişdür? didi. ol demde ibrahim peygamber resul hazretlerinün huzuruna gelüb eyitdi: ya resulallah nemrud'un hakkında ne buyurursun? muhammed mustafa eyitdi: derviş ne dirse siz anı tutun. derviş dahı eyitdi: şeytanı bana virün. işüm vardur benüm anunla dir. şeytanı aldı. bir kolayıda geldi. tutdı kaldırdı. yire urdı. iki ellerin ayakların muhkem bağladı. kötegin çıkardı. şeytana birkaç kötek çaldı. eydür: nicedür sen tevbe ider misün? bir dahı şeytanlık eylemiyesün didi. şeytan feryad eyledi. cümle peygamber yine bunda geldiler. eyitdiler: derviş bir saat sabr eyle görelüm hali niye varur didiler. ol demde anı gördiler. kim şeytanun müridleri firavn, dakyanuz ve şeddad, nemrud irişegeldiler. derviş gel bu şeyhi bize sat sana kepenek idelüm ve bir palas dahı virelüm didiler. derviş eydür: bunun bahası mıdur? nemrud eydür: ko bizi halümüze var altın kullugına turmuşuzdur. ol zaman dervişe bir zevk hasıl oldı bunı didi: yarab ol dilberi ayyar benem mi kamu varlık hem ü bisyar benem mi benem bu söyleyen vücud içinde görün sadef mi ya gevher benem mi. derviş bunı didi. anlar dört yana bakarlardı. eyitdiler: derviş bizden feragat eyledi diyüb dagıldılar gitdiler. derviş dahı derhal uykudan belinledi, uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi düşdür. heman tek ü tenha kendü özidür. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar. kendüden gayri hiç kimesne yok. bu sıfatlar ki vardur. şeytan; gerek nemrud, gerek firavn, dokyanuz, şeddad hep hırs u heva vü heves dahı gayri endişeler vücudunda imiş, derviş dört yana bakdı. kimesne görmedi. allah teberake ve taala hazretlerinün birligün yad eyledi. öz derdün dile getürdi. gönli cuşa geldi eydür kim: yarab ben can mıyam bu ten içinde? ya ol fülan mıyam insan içinde? heman benem dahı çun u çera yok sahibi hünerem bu gün meydan içinde. derviş bunı didi, turıgeldi. müsafir oldı. seyahat aleminde gezdi, yüridi. nagah bir zamandan sonra yolı bagdad'a irişdi. ırak diyarun teferrüc eyledi. baydad dirler bir uluhoş şehri gördi. bu şehrün ortasından ulu bir su akar. anun adına dicle ırmağı dirler. kal'anun kapusunı döger. otuz iki gemi üzerine köpri eylemişler. ol şehirde arifler, alimler, devletlüler ve akiller çokdur. derviş şehre girdi. düşünün ta'birün sormaga bir kimesne isterken nagah anı gördi. karşusına behlüli dana çıkageldi. ol dahı bakub dervişi göricek bildi. buna karşu yüridi. ikisi birbiriyle buluşub görüşdiler. hal hatır sorışdılar. dahı bir halvet yire oturdılar. derviş başladı. başından geçen sergüzeşti behlüli dana'ya söyledi. cümle hikayet eyledi. behlul cuşa geldi. eydür: yaran, ben dahı bir düş gördüm. sana hikayet ideyim dir. behlül eydür: ben düşümde gördüm cümle eşya benüm yüzüme karşu secde kılur. sag yanuma bakdum gördüm, musa peygamber durur. selam virdüm. ol hem aleyk aldı. ana haber sordum ki bu sultan meliki bunda düzildügi vakt sen kanda idün? musa peygamber eyitdi ki: tevrat ki geldi tanrı tebareke ve ta'ala hazretleri buyurur ki bu cümle mahlukat kim yaratdum. bu suretlerün içinde hüsn ü revnak viren benem. dahi benden gayri kim vardur? dir. ol vakt ben dahi uykudan belinleyüb uyanı geldüm. gözüm açdum bakdım gördüm ki düşümdür. bu sözi ki derviş dinledi. gördi ki behlül kuş dilün söyler, mermuzat eyler. dervişün gönli cuşa geldi. bu şiiri bünyad eyledi. eydür: evvel bu ten yok idi can idüm ben kul degüldüm o dem sultan idüm ben vücudum yok iken can gülşenünde gülistanı güli handan idüm ben. derviş ki bu sözi söyledi. behlül'e hoş geldi. oturdugı yirden durugelüb yüridi. dervişi koçdı. yakasından içerü girdi. gaib oldı. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı. gördi ki düşidür. bağdad şehri heman özidür. gayri kimesne yok. hayran olub zar u sergerdan kaldı. derviş fikr eyledi. bu kerre gördi ki düşleri vaki' olan işleri yiri, gögi arş u kürsi levhi kalemi onsekiz bin alemi, ve kendü başundan geçen sergüzeştleri ve hikayetleri andı. bu hal içinde yine dervişe uyku havale oldı. yatub uyuyakaldı. düşinde gördi ki cümle alem dil olmuş hak taala hazretlerinün birligün söylerler. yirde ve gökde cümle eşya ruşen fasih kelam ile eydürler kim: la ilahe illa'llah muhammedü'rresula'llah. derviş bu hali gördi. bir yirde galaba divan durmış gördi. aceb ne ola? didi. ilerü yüridi. ol divan içine girdi. bakdı gördi. tanrı tebareke ve taala hazretleri bir nur dur. cümleye ruşenanlık andandur. nagah ol nur berk urdı. cümle eşya uyandı. her biri kendü dilince hakk'un birligüne şükr eyler idi. derviş gördü kim; hisab günidür. sormak istemek günidür, muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem serfiraz olmış cümle eşyanun ortasında aygün gibi. ol nura karşu durmış müste'rak olmış. mahlukat söyleşürler ki zihi kerim ü rahim padişah kimesnenün aybun yüzine getürmedi. her birinün maksudı her ne ise virdiler. derviş bakdı. ol nurı gördi. yirde gökde cümle eşya bu nurun tecellisinden yolun görmiş, işün tamam kılmış ve her biri kendü haline gönlü hoş olmış. derviş gördi ki her eşya kendü cinsiyle çok zevk u sefaya düşmişler. soruhisab tamam olmış. maksud yirin bulmış, cümlesinün suçları bağışlanmış, tanrı'nun hasları bir yire gelmişler. tuba ağacı dibinde sohbet iderler. derviş dahı irişigeldi. bakdı gördi. bunlar bu halde selam virdi. bir halvet yirde oturdı. bunları teferrüc eylerdi. nagah gördi ki şeytan donun değşürmüş ol orada bile turur. derviş anı bildi. hiç tınmadı. şeytan ol orada aşağı yukarı hizmete durmış, bunlar şeytanı bilmezler. zahid tonunda özin gizlemiş şirin şirin söyler, şatır şatır hizmetler eyler. cümlesine kulluk yitürür, hikayetler eyler. ilerüden geçenleri nedimlikler eyler. cümlesi hoş kişidür diyü ana hürmet iderler, riayet iderler. derviş anı keşf eyledi. ol mahalde çagurdılar. didiler kim: derviş gel kurban al yiri götürün, öküzünbalıgun işi bitmiş. hala dervişlere öküzi balıgı, hak taala hazretleri kurban virdi didiler. derviş turdı ki vara musa peygamber eydür: derviş kurbanı alun. dahı bunda gelün sohbet idelüm. şeytan dir ki: bunlardan ne umarsun? derviş mukayyed oldı. ilerü yüridi. geldi gördi ki balıgı öküze yükletmişler geldiler. derviş ilerü yüridi geldi. selam virdi. derviş'e sordular ki, hiçbir sohbet yiri gördin mi? derviş beli var, didi. bunları alub bu meclise getürdi. bunlar gördiler ki dervişler dahı bunda geldiler. hoş geldünüz didiler. her biri yirlü yirün alub oturdılar. pişmek kotarmak oldı. eyit diler: her birünüz hikayet söylen didiler. şeytan cüstelik eyledi, dil yügrüklüğü neyler. hikayetler söyler. gazeller okur. bunlar sohbetle dahı meşgul oldılar. derviş yirinden turıgeldi. eydür ki: canan idüm ezelden cana geldüm canum vücud bigi meydana geldüm teferrüc kılmaga mülki cihanı arifem sureti insana geldüm didi. derviş ki bu sözi söyledi. şeytan işitdi. şeytan dervişe bakdı gördi, eydür. şol kişi dahi gördi kim vardur. derviş eydür: bir hikayet bilürem, söyliyeyim. cümle didiler ki: söyle işidelüm. derviş eyitdi: zamanı evveldeki bu cihan yog idi. hak tebareke ve taala hazretleri var idi diledi ki bu alemi halk idüb vücuda getüre. evvel muhammed mustafa'nun nurun yaratdı. ve anun ruhun halk eyledi. muhammed mustafa'nun nurundan cümle alemi vücuda getürdi. yeri gögi yaratdı. yirde gökde her ne kim var cümle eşya tamam oldı. ol demden ta bu deme degin her eşya kendü haline meşgul oldı. evvel ü ahir ne ki gördi ve bildi ve ne ki hikayet geçdi derviş söyledi. dahı adem'ün hikayeti'ne geldi. her ne ki adem'ün, hali var idi. söyledi. filcümle beyan eyledi. şeytan kulak tutub anı dinledi. gördi ve bildi ol derviş dür ki kendünün asasın ve torbasın almış idi. ve fir'avun'un börkün dahı almış idi. heman şeytan feryad eyledi. eydür: hiç ben senün elinden kurtulamaz mıyam? her kanda ki varsam ve her ne ki surete girsem ben seni anda hazır görürem. bari bu defa senünle bir yana oluram dir. şeytan kakıdı. heman derviş'ün üstine yüridi. derviş gördi ki şeytan hışımla üstine gelür. bu dahı fi'lhal yirinden turıgelüb arkasından kepenegin çıkardı. bu kez bunı didi: yine geldi bize bayram olan gün daim sultan ile hemdem olan gün yine fursat eli vuslata irdi aşıklar ışk ile dirhem olan gün. derviş bunı didi. dahı ilerü yüridi. birbiriyle tutuşdılar. derviş şeytanı meclis içinde tutdı kaldurdı yire urdı. o meclis içinde aman virmedi. muhkem elünayagun bagladı. geldi oturdı. ol sohbet içinde olanlar dervişe aferin didiler. her biri dervişi tahsin eylediler. derviş fikr eyledi. kendi kendine halünden muhabbet alemi cuş itdi: gönli dahı cuşa geldi. bu şi'ri didi. eydür: ben evvel can idüm ten niçün oldum bu ten içinde pinhan niçün oldum ben ol sırram ki alemde yegane aceb sureti insan niçün oldum. derviş ki bunı didi. ol cümle ehli meclis içinde olanlar eyitdiler: derviş ol miskinün elin ayagın niçün bagladun, ne suç eyledi, cürmi ve günahı nedür bize dahı bildür bilelüm didiler. derviş eydür: ya erenler! biz ki evvel ol cihanda idük. o vakit ki yir ü gök var idi. ay, gün, yıldızlar togar tolanurdı. sabah olur ahşam olurdu ol vakt dirlerdi ki tanrı vardur, peygamber, dünya, ahiret, batıl, rahman, şeytan vardur dimezler miydi? uşda bu ol şeytandur didi. geldi bunda şimdi benümle böyle mücadele kıldı. gördünüz akibet anı neyledüm ve nice bağladum eyitdiler: sahihrast söylersün. ol vakt biz anı işidürdük. lakin görmemişdük. ya derviş lütf eyle, bunun elün ayagun açub salıvir, andan dahı bir haber soralum. görelüm ol dahı ne söyler ve ne hikayet eyler didiler. derviş anun elün ve ayagun açdı salıvirdi. çün kim halas oldı. şeytan dile geldi söyledi. eydür: benüm halüme bir nazar idün, bakın görün şimdi vaktüm niye irişdü, cemi enbiya ve evliya ve sulaha, ubbad ve zühhad ne kadar vardur cümlesi benüm elümden aciz zar u sergerdan olmışlar ve aciz kalmışlardı. şimdi görin ki bu kadarca kişi benüm başuma ne haller getürdi. ol vakt derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı gördi bakdı ki düşdür. leyse fi'ddar gayrina deyyar. kendüden gayri kimesne yokdur. gönli cuşa geldi. ol gördigü düşleri vaki olan işlerün, fikrün, hayalün önine getürdi bu iki beyti didi. yolum niçün aceb sahraya düşdi bu sevdadan başum kavgaya düşdi ezel nahnü kasemna tali'um'da bile sultan ile hemsaye düşdi. derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde gördi ki sabah olmış, cümle alem münevver olmış, güneş doğmış ruşen olmış, yidi kat yirde dokuz felek de ne kadar ki yaradılmış eşya var ise dükeli hak sübhanehu taala hazretlerinün birligüne tanıkluk virürler. hoş fasih lisan ile tanrı'yı zikr eylerler. kamusı bir vücud bir baş olmış cümle bir dilden söylerler. cihan başdan başa nurı saadet heman birdür ne hicran var ne vuslat niye baksam heman aynı kemaldür sıfat yokdur hakikatda kamu zat. derviş böyle söyleyüb geçen ahvallerün ve gördigi düşlerün fikrinde iken nagah yine dervişe uyku havale oldı. yatub uyıdı. gördi ki külli kainat bir saraydur. orta yirde bir ayinei kadim, mukimkaim durmış, her eşya ki var bu sarayun divarunda ve kenarında ve ortasunda nakş olmış, aksi bu ayine içinde görinür derviş anı teferrüc eyledi. nagah öz suretinün resmin bu ayine'de gördi. hayran oldı. gönli cuşa geldi. o şevk ile bu şi'ri didi. ben imişem bana maksud cihanda ayan oldı nişanum binişanda benem söz beni söyler kamu dil benem genci nihanda her viranda derviş bu hal içinde söylenürken bakdı gördi ki süleyman peygamber bir gemiye girmiş, deniz ortasında ebed mülkine gider. nagah muhalif rüzgar çıkmış, deniz mevce gelmiş. keşti ufanmış bir tahta üzerinde süleyman peygamber kenara çıkmış anun dahi yolı bu sahraya irişdi. derviş gördi ki süleyman peygamber kendüye karşu gelür. selamlaşdılar. ikisi bir yire gelüb oturdılar. süleyman peygamber şükr eyledi. yine bir adem gördüm dedi. bunlar bu halde iken bu sahrada müşerref menzil gördiler. abı revan, bag, bustan, murgzar, sebzezar anı göricek, süleyman peygamber eydür: ne hoş yirdür bu ne latif menzildür. gel varalum bir lahza oturalum didi. geldiler ikisi oturdılar. meğer kim ol menzil sohbet yiri imiş anı gördiler ki, meger gaib erenleri gelürler. anda otururlar, sohbet iderler imiş. anı gördiler ki gaibden çok çok ademler peyda oldı. geldiler bunları dahı gördiler ki iki kişi oturmışlar selam virdiler. bunlar dahı aleyk aldılar. oturdılar. bir saat ki giçdi gördiler ki bunlar garibdür. haber sordılar ki, ne kişilersiz gelişinüz ne yirdendür didiler. süleyman peygamber başladı başundan geçen sergüzeşti hikayet idüb eyitdi: ben davud peygamber oglıyam. atam vefat itdi. bu dünyadan gitdi, yirine ben geçdüm. halife oldum. bir zaman cihanda hükm ü hükumet eyledüm didi. bu cihanda milke süleyman olduğun, div ü peri, ins ü cin, vuhş u tuyura cümle hükmüne ferman oldugın adl u dad kıldugın cihandan murad aldugın ahir çarh elinden sergerdan oldugın söyledi. cümle keyfiyeti halün hikayet eyledi. bu kişiler işitdiler. katı taaccüb idüb eyitdiler: ya ol yoldaşun ne yirdendür didiler. süleyman peygamber eydür: ben dahı geldüm. bunda gördüm buldumdir. bu sözleri işüdüb derviş tınmadı, didiler. yar senün halün nedür söyle görelüm didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür: yarab ben kandayam bu hal ne haldür nedür maksud bana bu ne hayaldür vücudumda alem mevcud olubdur görün benüm halüm neye misaldür bu sözi derviş seragaz eyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı gördi düşdür. allah u taala hazretlerinü yad eyledi. subhane'llah didi. yine yatdı. rahmani düş ise yine görine didi. derviş gördi ki heman ol meclisdür oturmuşlar. ilerü yüriyüb bunlarun birinden haber sorub eyitti ki yarenler bu yir ne yirdür ve sizler ne kişilersiz? ol eyitti: bunlar külli çendan bir kişidir ki bunlar tanrı haslarıdur dir. evvel ü ahir enbiya evliya külli bundadur dir. derviş ki bu sözi işitdi. aklun başuna devşürdi . eydür ki: ne hub meclise irdüm. tanrı hasların gördüm didi. dervişün gönli ferah oldı. başundan giçen hikayetleri andı, dile geldi, söylemege başladı. eydür ki: benüm bir tonum var idi. adı adem idi. ol ton ile ben bu cihana geldüm dir. dahı hiç kimesne yogi idi. ben yalınuz tek ü tenha olan o yirde eglenemedüm. allahu taala hazretlerine yüz urdum didüm ki yirde gökde bana bir yar u yoldaş vir didüm. tanrı tebareke ve taala hazretleri bana bir yar u yoldaş virdi. bir zaman bu sarayda eglendüm kaldum. o yoldaşumla zevk u safa kıldum. oglum kızum oldu ahirü'lemr ol tonum eskidi. anı bana padişah hil'at virmiş idi. ben ol tonı bırakdum yine sürdüm. yine sultan katına vardum. ehli iyallerüm bunda kaldı. dahı adem yog idi. bir zaman sultan katında oldum. bir vakit uyandum gördüm ki hak sübhanehu taala hazretleri bana hil'at virmiş ki yine ol hil'ate benzer. turdum secdei şükr kıldum. secdeden baş götürdüm. kulaguma bir nida geldi. tur yine ol saraya var didiler. geldüm bu sarayda gördüm ki ehli iyalümden üremiş ve çoğalmış ve tertib düzilmiş. ben dahı geldüm selam virdüm. bunlara halümi söyledüm. bunlar hiç bana bilişik virmediler. ben o zamanda geçen halleri bir bir nişane virdüm. benüm sözim işitdiler. birbirine bakışdılar. eyitdiler: nişanun togrı veli bizüm seni gördüğümüz yokdur didiler. süleyman peygamber zamanı idi. geldi ve kadem sürdüm katına geldüm. uşta süleyman peygamber oturur halumi söyledüm. vakıayı oldugı gibi togrısın dişin dir. derviş ki bu sözi söyledi. didiler ki süleyman peygamber kimdür didiler. yoldaşın gösterdi. süleyman peygamber eydür: bu dervüş'ün verdiği nişan içinde cümlenüz bilesiz hiç aklunuz irmez mi? nedir bu? derviş ne söyler didiler. didiler ki bilmezüz senün sözün girçek' veli bizüm dervişi gördüğümüz yokdur didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür ki: aceb ben ne vücudam bu cihanda ne sud'da şumar oldum ne ziyanda gehi ayan gehi pinhan geçerdüm benüm halüm bu idi her zamanda derviş bunı didi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı, gördi ki sabah olmış, güneş togmış, cihan başdan başa pürnur olmış ırakyakin, gicegündüz yeksan olmış. derviş şükr eyledi. allahu taala hazretlerin yad eyledi secde kıldı. başun yire secdeye kodı, ol secdede iken uykuya vardı. bu şevk ile cihanı görmiş idi. düşünde kendözini ki kudüs'e varmış gördi. ol kudüsi şerif'de yevmü'lhisab olmış. cümle yaradılmış eşya safendersaf hazır durmuşlar. mizanterazi kurulmış. geldi gördi bu hal böyledür. derviş cuşa geldi: vücudum terk idelden can ben oldum hakikataleme yiksan ben oldum zahirbatın ne kim vardur cihanda sahibi gerdiş ü devran ben oldum derviş ki bu sözi söyledi. henüz dahı söz agzından ahir olmadın, bakdı anı gördi. derviş ki cümle eşya yaradılmış yaradan burada cem olmışlardur. derviş dahı bu hali teferrüc eylemek için bir yir bulub oturdı. bunları teferrüc eyler. ta kim bunlarun işi bitdi. her eşya kendü cinsiyle güruh güruh giderler. derviş gördi kim, bu cümle eşyanun ortasından bir kişi çıkdı. ilerü yüridi. hazreti izzet'e selam virdi. eydür: ey hüdavendi kerim bize dahı ne buyurursın dir. derviş ol demde uykudan belinledi. gördi ki düşidür. bu şevk ile cuşa geldi bunı eydür: benem vücud bekülli can benümdür sahibi meydanem meydan benümdür zahir batın ne kim nakş u hayal var hikayet kıssa vü destan benümdür. derviş bu sözi didi yine uykı havale oldı. düşünde gördi ki cümle eşya içinden bir kişi çıkdı ki muhammed mustafa'dur. bir köhne murakka' vasla geymiş bu nakş u hayal ki ol eşya suretlü göriniyordı. ol bu köhne murakka'un renk renk vaslası var olmış. dahı leyse fi'ddari gayrina deyyar. kimesne yok. derviş bu hali gördi. kendi özine yörendi. eydür: canum bir vakt var idi ki yir ü gök var idi. eşya suretlu hayaller görinürdi. bizüm mollalarumuz ve danişmendlerümüz var idi. her nesneye bir dürlü ad virürler idi. men külli muhammed'ün mustafa imiş. derviş bu şevk ile cuşa geldi, eydür ki: kamu dürlü hale bünyad benem ben benümdür karhane üstad benem ben zat u sıfat vücudumda sır oldı heman külli sureti zat benem ben derviş ki bu sözi söyledi. uykusından uyanı geldi. gözin açdı bakdı gördi ki tek ü tenha özidür. heman kendüden gayri kimesne yok. fikr eyleyüb ne hal ne hayaldür, şol düşümde gördüğüm dirken yine gözlerine uyku havale oldı. yatub uyudı kaldı. bu kerre gördi ki dört kişi bir nesneyi getürüb götürürler. meydan ortasına şöyle kodılar. derviş nazar idüb bakdı gördi ki bunlarun getürdigi yir ü gökdür. dahı yirde gökde her ne ki var cümle her nesne ki var anı perverdigarı alem halk idüb yaratmışdur. dünya ve ahiret arş u kürsi levh ü kalem, od, su, toprak, ferş, öküz, balık bekülli pergalı dairei müdevver ile getürdiler. şöyle kodılar. söyleşürler ki açalum her nesneyi yirlü yirünce arayiş idelüm. şimdi padişah gelür dirler. derviş bunları teferrüc eylerdi. bunlar açdılar bargah'ı kurdılar. evvel yili kodılar. bir nesne dahı getürdiler deniz idi. denizi dahı kodılar. balıgı da öküzi de kodılar. ferş üstine yidi tabaka yiri tokuz feleki arşı mecid'i yirlü yirünce areste kıldılar. bu kerre yine dervişün gönli cuşa geldi eydür: zihi fursat bugün sultanı gördüm açıldı ten hicabı canı gördüm ikilik hayalü terk eyleyelden bir imiş gevheri madeni gördüm. derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. bir şahıs geldi. kırk başı var, yidi agzı, üç gözi var. bir vücuddur anı gördi. derviş ki bunı gördi, kendüye fikr idüb eyitdı: ne hoş meclise irişdüm. turıgeldi. ilerü yüridi. ol şahsa selam virdi. bu kişi gördi kim bir dervişdür. bunda çok zahmet çekmiş. haber sorub eyitdi: derviş öndin bunda mıydun yohsa müsafir mi geldün didi. derviş eydür: zihi eyyam zihi devrana irdüm çevganda tob idüm meydana irdüm muradum bu idi maksud bulındı gör ahi ne latif sultana irdüm. bu sözi derviş söyledi. ol demde anı gördi ki leşker irişdi. yemin ü yesar bulındı. her eşya yirlü yirün aldı durdı taht kurıldı. padişah tahta giçdi oturdı. her kişi kendü haline meşgul oldı münadiler çagırdılar ki; ey tanrı bendeleri milke bir sultan geldi. her eşya ki vücuda geldi, vücuda getüreni geyüb geldi. hali hayal içindedür. bu hayali bilen hali bilür. derviş gördi ki hal böyle heman yiründen turıgeldi. şevk ile seragaz idüb bu iki beyti inşa kıldı: zihi vuslat bugün sultanı gördüm bu resm üzre bugün devranı gördüm vücudum milkini seyran iderken içinde sahibi meydanı gördüm. derviş ki bu sözi söyledi. padişah kulagına degdi. eydür ki; şol derviş niçün geldün? dir. derviş ilerü yüridi, padişaha selam virdi. izzetle hizmetine karşu dardı. derviş bakdı gördi padişah yirinde oturan tanrı arslanı ali'dür. derviş şad olub tiz ilerü geldi. elin öpdi eteğine yapışdı ki halin arz kıla. nagah derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açub bakdı gördi ki elinde öz kendi kepeneginün etegidür. gayri kimesne yokdur. dervişün gönü cuşa geldi. bu şiiri söyledi. aceb benüm halüm nedür neyem ben dahı hiç kimsenem yok tenhayem ben kamu şekl ü suretde pinhan oldum kamu baş da hayali sevdayem ben. derviş böyle didi. yirinden turıgeldi. dört yana bakdı fikr ider ki ben ne hoş yire ye ne hod menzile vardum, ne yahşi meclisdeyim. meğer ki benüm vücudumun aksi imiş, ola mı bu gördüğüm düşler nedür dirken dervişe yine uyku havale oldı. bu kez düşünde gördi ki yine o meclis araste pürkemal durmış. bu hali gördi. dervişün gönli cuşa gelüb eydür: kamu alem vücudumda hayaldür bu hayalde cihan noktamisaldür vücudum katresi bahre düşelden yine bakdı kadimi pürkemaldür. derviş bunı didi bakdı gördi ki çok çok kişiler peyda oldı. hep geldiler cinsi cinsiyle oturdılar. derviş bakdı gördi ki meger onlar meşayihler güruhıdur. zahidler, abidler peygamberler ve sufiler her biri kendü güruhıyla geldiler. padişaha selam virdiler. turdılar. derviş bunları teferrüc eyledi. şahı merdan ali dir ki: iy tanrı bendeleri! açun gözlerinizi. ibret ile hakk'un hikmetine bakun. bunlar gözlerün açub bakdılar. derviş dahı bakdı gördi ki yirden göge degin ve gökden arşı alaya degin ve arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya degin ve sidretü'lmünteha'dan makamı kabe kavseyn ev edna'ya degin andan cennetü'lme'va'ya degin ve firdevsi ala'ya degin görünür. bunlarun arasında her eşya ki var cümlesi muayyen oldı, derviş cuşa geldi bunı eydür: bu ne haldür kamu varlık ben oldum kamu alem vüciddur can ben oldum vücudum katresinde sıgdı umman bu resmi hal içinde pinhan ben oldum. derviş ki bu sözi söyledi. cümle bakışdılar. bunlarun aralarından bir kişi çıkdı. ilerü gelüb haber sordu ki bu söyliyen kimdür? anlar dahı dervişi gösterdiler. eydür ki hey gehhay söyleme. padişahdan edeb eyledir. derviş bakdı gördi ki zahidler güruhunun içinde bir müşkil kişi kendüyi arayiş eylemiş. bunlarun arasında ceste ceste söyler. hikayetler eyler. temsiller getürür. heman ol demde derviş cuşa geldi. şevk ile bu şi'ri didi: kamu nakşı hayal benüm sayümdür kamunun nakdı benüm sermeyamür benem hüsni kamu şekli suretün ademsen gör ahi adum ademdür. derviş ki bu sözi söyledi. ol kişi işitdi. kakıdı, gazaba geldi. elinde bir asası var idi. çeküb dervişün üstine yüridi. derviş anı gördi ki gelür. fi'lhal yiründen turub hazır oldı. ol dahı irişdi. ol meydan ortasında ikisi tutışdılar. ol saat derviş anı kaldurdı. yire urdı. şeytanun bir tagarcıgı var idi. elinden alub geldi, oturdı. anı görüb cümlesi tahsin eylediler. imdi şahı merdan ali teferrüc eyler. ol kişiyi görüb feryad eyler. bu kişi beni her zaman rüsva eyler. hiç ben bunun elinden kurtulamaz mıyam? dir. yine ol güruhdan bir kişi ilerü gelüb eydür: şol miskinün günahı nedür? derviş eyitdi: yarenler size bir sualim var. bana cevab virün didi. eyitdiler: sor sualün görelüm bilürsek cevabun virelüm didiler. derviş eydür: ol nedür kim yukarısı yumrı aşagısı çataldur. dört divarı var, altı kapusı var. cümle yaradılmışun, aksi anda muayyen görinür. biri eydür: leklek ola. biri eydür ki: nisbet degül. biri eydür: bunun didügi minare gölgesi ola dir. biri eydür: benzemez. bu kadarun içinde derviş ol kişinün tagarcıgun almış idi. kakıdı, yörendi turdı. katına geldi. derviş gördi ki hal böyle. cuşa geldi bu iki beyti söyledi. kamu vechün benem hüsn ü cemali kamu akillarun fikr ü hayali hakikatde benem cümle vücudun zat u sıfatı yemin ü şimali. derviş bunı didi. ol ma'reke içinde bunı tutdı. kaldurdı. yire urdı. meger ki fitne perdesi anun yüzinde baglu idi. ol demde bagı üzildi. tılsımı bozıldı. sırrı ayan oldı. derviş gördi ki bu şeytandur. ol meclis içinde olanların cümlesi teferrüc iderler. hep bildiler ki şeytandur. ol mahalde şahı merdan ali dir ki: dervişe geldün dir. berü gelsün didi. derviş tiz vardı şah'un elin öpdi, yirinden tıırdı. şeytan infial olub utandı. tiz turıgeldi. ol düzilen aletlerün ol meclisden çıkub gitdi. bu seytandur. dervişi tahsin eylediler. aferin okıdılar. ol sohbette min külli gördiler. bu şeytandur. dervişi tahsin eylediler. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi ki düşidür. o gördügi hikayetler öz kendi kepeneginün gölgesi imiş dahı kimesne yokdur. eydür: benem maksud kamu ehli yakine ne kim var kamil ü ekmel kemine benem hakir kılan sengi harayı benem kıymet viren dürr ü semine. derviş bunı böyle diyü özine yörindi. aklun başuna divşürüb gördi. vücudu bir cihandur. kim bu halkı alemün gözlerine her ne kim cihan suretli görinür kendü vücudınun aksi imiş. ol vakt ki ne vardı bu cihanda bir yar idi. bu sahrayı geçince ve bu tagı aşınca çok zahmet çekmiş idi. şimdi gördi ki kendünün vücudıdur. fi'lhal yirinden turıgeldi. bel bagladı. kim teferrüc ide. nagah derviş uykuya havale oldı. yatdı uyudı. düşünde gördi yirdegökde cümle yaradılmış eşya kendi vücudınun gölgesidür. gönli cuşa geldi, şevk ile bunı didi. eydür: hakikat bu cihan bende bulundı bekülli cism ü can bende bulundı vücudum mahv idelden 'ışk içinde binişan u nişan bende bulundı. derviş ki bu sözi söyledi. gözin açub bakdı, gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kimesne yok. heman özidür. tek ü tenhadur. veli bir kavga ve galabe gelür. derviş dört yana bakdı gördi kimesne yok. kendi fikr kıldı. bir zaman dinlendi gördi ki ol kavga ve galaba öz kendü vücudundan gelür. derviş iki eliyle hırkasınun yakasından tutdı. koynuna bakdı, gördi. yirde gökde her nesne ki var cümle yaradılmış eşya öz kendi koynundadur. ol demde nagah güneş togdı. derviş gördi ki alem, ruşen oldı. yidi tabaka yir, dokuz felek arşı mecid, kürsi, levh ü kalem, onsekiz bin alem her ne ki var bu pergar için de fi'lcümle kendi koynunda gördi. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı, bakdı gördi düşidür. sübhane'llah didi. yine yatdı. eğer rahmani düş ise yine görine didi. başın yire kodu. uykıya vardı. düşinde gördi ki sıfatlar hep yirlü yirince tamam. cuşa geldi eydür: benem genc ü hazine bu viranda benem revnak bıı cümle cism ü canda kamu varlık yakin bende bulındı benem nişan olan o binişanda. derviş kendüye geldi. fikr eyledi. bu gördüklerüm düşüm midür ola dir. gördi ki düşi degül vakıadur. bu kez derviş yirinden turıgeldi. eydür: ben bu şehri ol vakt teferrüc itmek isterdüm. şindi bu benüm koynumda bulundı. ben bunı bir hoş teferrüc ideyüm dir. fi'lhal yirinden turdı. bel bagladı. bu şehri teferrüc eyleye. ol vakt bu şehirde anı gördi ki bir kişi gelür. derviş anı göricek eyitdi: hele bu kişi geldi. vakt oladur. bu yirlü ola dir. bu kadarda bu kişi irişdi geldi. bundan bir haber sorayum belki bu yirlü ola görelüm ne söyler didi. ol kişi yakin geldi. selam virdi. derviş aleyk aldı. oturdılar, birbiriyle haber sorışdılar. ol kişi bir aceb söz söylemiş bir hoş hikayet eylemiş. derviş rivayet eyler ki ol kişi müsafir imiş. alemde seyran iderken bu şehre irişdüm. bu cihan ki bunda var bunun gölgesi düşmiş oldı. bu cihan, suretlü şekil baglamış. her nesne ki bu cihanda var vücudı gölgesi gibi bunda düşmiş. nagah yolum irişdi. ikisinün arasına irişdüm. şöyle ki ikisi dahı görinürdi. o demde ki varayum ol şehri teferrüc ideyim. vardum teferrüc eyledüm. ol dahı heman bu cihana benzer bundaki şeylerün gölgesi depredügi aksi anda düşmiş. heman ol dahı bu cihan suretlü nesne olmış. anda teferrüc iderken yirün gögün aslını her nesne ki dahı yirdegökde var idi. cümlesün teferrüc eyledüm. hikayet çokdur. şimdi benüm gelişüm dahı andandur didi. derviş ki bu sözi dinledi. gördi ki acaib hikayet söyler. derviş eydür: yaren sen söyledün. menüm dahı halümi dinle. hikayet eyleyem didi. dervişün gönli cuşa geldi. bu şi'ri söyledi eydür: alem külli vücuddur can ben oldum vücudda can ile canan ben oldum suretümi görün dir ki ademdür ma'nide sıfatı rahman ben oldum. bir vakit var idi ki benüm bu tenüm yok idi. ben can idüm. henüz sultan vücuında bir idüm. sultandan bu adem tonı bana hil'at geldi. giyüb bu milke seyrana geldüm. nagah bakdım bu sayeban gözüme görindi. sürdüm geldüm. gördüm ki bunda bu sayeban tutılmış bisat döşenmiş çok oyuncular oynamış ütilmiş. her zerrede sadhezar acaib gördüm. bu sayvanda yüridüm, hoş teferrüc eyledüm didi. bunlar bu halde söyleşürken ikisinün sözleri birbirüne karşu düşdi. savaşdılar. el urdılar. birbirün tutdılar. ol kişi dervişi tutdı. derviş dahı ol kişinün yakasına yapışdı. ol demde uykudan belinledi. gözün açdı bakdı gördi ki gölgesi imiş. elinde kendi kepeneginün yakasın tutmışdur. cuşa geldi, şevk ile bu şi'ri didi: zahir batın kamu alem ben oldum ne kim var puhte vü ham ben oldum her ne ki var ayan gizlü cihanda gör ahi cümleye derhem ben oldum. derviş bu sözi söyledi. kendüye fikr idüb turdı. bir zaman taaccüb eyledi. eydür ki; yarenler bunca gezmek, turmak, oturmak görmek işitmek, bunca hal ahval anunçündür. kim bir kişi bulam da haber soram bilem, görem ki irte gice kanda gelür ve kanda gider ve bu pergarı döndüren kimdür. bu sular ki her daim akar. ne yirden gelür, sabah olur, ahşam olur. gündüzgice dirler. ne dimek olur. yil, su, od ve topragun aslı nedür, bana bildire kimdür? bu çarhı müdevveri her daim döndüren bizüm düzilecek degirmenümüz vardı. anı üstad dirler bir kişi bize ol gerek idi. aceb kanda bulsam, makam ve menzilün bilür. adem var mıdur andan haber sorsam, bana bildürse dirken meger kim uyumışdı. derhal uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. başından giçen hikayeleri çendan fikr eyledi. öz vücudundan artuk nesne görmedi. yalnız özidür. bu kez fi'lcümle hayallerden ümidün kesdi, bunı didi. benem bu cümle cism ü can ki dirler bekülli bendei sultan ki dirler heman benem dahı çün ü çera yok gönülde sırr ile pinhan ki dirler. bunı didi. dervişe yine uyku havale oldı. düşinde gördi bir ulu yola düşmiş turmayub gider. nagah ol yolun ucu bir şehre irdi. derviş bakdı gördi ol bir muazzam şehirdür ki üç kat barusı var. oniki burç u bedeni var. azim muhkem kal'adur. oniki kapusı var. tamam yidiyüz yitmişyidi mahallesi var. dörtyüz kırkdört çarşusıbazarı var. üçyüz altmışaltı ark akar. yaz ve kış kesilmez, yürür durmaz ırmaklardur. ol ark içinde bir nişanı dahı oldur ki üstad anı iki direk üstine bünyad eylemiş ve bir nişanı dahı budur ki kadim, mukim degildür. bir yirde durmaz, her daim seyran ider. bu yir yüzinde seyyarmisal gezer durmaz. derviş ol şehre girdi, bakdı gördi. ol şehirde iki sultan var. birinün adı: kabili rahman, birinün adı: azazili şeytan . ikisi her daim durmazlar. ceng iderler. birbirüne mukabele idüb savaşırlar. ikisinün dahı askeri var. ol şehrün bir nişanı dahı budur ki bu şehr ayineye benzer. şeş cihetde her eşya ki var aksi bu ayine içinde görülür. bu hali gördi. derviş cuşa geldi: benem mevcud olan cümle vücudda benem maksud heman kabe'de putda benem neheng benem derya vü umman benem kıymetlü kan bahri muhit de. derviş ol ayineye bakdı gördi. dokuz felek kubbelere benzer. hep birbiri içinde yapılmış. evvela arşa bakdı gördi. mesela ol kubbelerün üstinde ulu sayvan tutılmuş ola. burçlara bakdı, yılduzlara bakdı, mesela kandillere benzer kubbeler içinde asılmış ola. yirün dairesine bakdı gördi ki; rum, şam, meşruk, magrib, zengıbar, habeş, yemen, taif, mısır, diyarbekir, bagdad, ırak, horasan, türkistan, bedahşan, hürmüz, hindistan, keşmir, çin, maçin, hıta vü hoten, desti kıpçak, bulgar, kandehar cemisi bir aradadur. bundan taşrasın deniz gördi. yirlerün tabakasuna bakdı. yidi kat yiri gördi. ferşe bakdı öküzi balıgı gördi. denizden aşagı bakdı yili gördi. bihad, bişümar, dokuz felek arşı mecid yidi tabaka yirleri ol ferş üstine komuş. ferşi öküz üstine, öküzi balık üstine komış, balıgı deniz üstine komış, denizi yil üstine komış, yili tutmış bir şişe gibi ayine düzmiş kudreti hak min külli pergal içinde hali teferrüc eyledi. gördi ki çarh, yil degirmeninün çarhına okına benzer. yil dokınur bu kubbei barigah yilün heybetünden döner. ol şems didükleri bir yılduzdur ki adı güneş' dür. tolab olub döner. varub yine gelince adun irte gice komışlar. adem oglanları öz akıllarunca ad virmişler. güneş aşagı iner yirün gölgesi düşer gice olur. güneş yirden yukarı çıkar alem ruşinalık olur, irte oldı dirler. akabince derviş uykıdan belinledi. gözün açdı bakdı gördi sabah olmış, güneş togmış, alem nur ile münevver olmış. leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. derviş cuşa geldi bu iki beyti söyledi: benem bülbül benem gülşen benem gül benem bu cümle sebebde halli müşkül benem aşık benem ma'şuk benem ışk benem hüsni latif turrei sünbül derviş bunı dıdi. yine uykusı geldi. başun yire kodı, yatup uyudu. uyku içinde gördi ki bu gördügi nakş u hayal ki var, bu şehrün her cihetünde ayinedür, görinür. derviş bu arayi teferrüc eyledi. gördi ki hakbatıl, yolerkan, itabhitab, müstetabkitab dimek cümle bu hikayetler hep adem içindedür. derviş bunları hoş teferrüc eyledi. bundan taşrasın deniz gördi. biryüce yire çıkub oturdu. ala köşk idi. teferrüc eyledi. bir kapusı, dört revzen, iki bacası var idi. taşrada her ne ki sada olsa ol revzenlerden gelür içerü işidilürdi. ve her ne olsa görinürdü. derviş bakdı çepeçevre etrafun deniz gördi. artuk nesne görmedi. akıl tahtasından bir gemi düzdi. fikr mıhıyla mıhladı. tevekkül sakızıyla berkidti. ikrar ipini tınab çekdi. sabr u kanaati azık yaragın eyledi, himmetün lenker eyledi. tedbir ü tedarükle yarag eyledi. giçüb ol gemi içine girdi, oturdu. ışk yili sürdi, ol gemi bir zaman deniz yüzinde çalkandı. nice dalgalar dokındı. circis peygamber zamanı idi. derviş'ün gitdügi yunus peygamber zamanı olmış. bu nice zamandan sonra derviş bir adaya çıkdı. ayagı karaya irdi. gördi ki kuru yirdür. eyitdi: hele bu adayı teferrüc ideyüm diyüb ol gemiyi kuru'ya çekdi. kendi teferrüce düşdi. nagah ol adada gördi ki divler var, ehrimenler, ifritler toptoludur. dervişi görüb kaçdılar. padişahları katuna geldiler. gördükleri yok idi. korkdılar. bir araya cem olub derviş'i görmek isterler. ol vakt derviş gördi ki süleyman peygamber bunlarun içinde sultan'dur. ne ki div ü peri, ins ü cin, ehrimen ve ifrit cümlesi anun hükmüne fermandur. süleyman peygamber dahı bakdı. derviş'i gördi. leşkere söyledi ki turun. leşker turdı. süleyman peygamber ilerü yüridi. derviş'e selam virdi. derviş dahı aleyk aldı. ikisi bir yire gelüb oturdı. süleyman peygamber eydür: ben şam milkinde haleb kurbunda aziz ve kilis dirler iki şehr vardur. birbirine yakındur. ben andanem. ya sen kanda ne yirdensün? derviş eydür: ben orta köylü degirmencinün oglıyam didi. ikisi bilişdiler. süleyman peygamber derviş'i aldı geldi. tahta çıkdılar, oturdılar. divler, ehrimenler, ifritler, cinniler, periler cümle karşu durdılar. bir zaman kaldılar. derviş süleyman peygamber'ün her hünerin ögrendi. bir gün eydür: süleyman peygamber'e haber sorub eyitdi: bundan öte gayri yir var mıdur teferrüc etmege? süleyman peygamber eydür: bundan rubı meskun'a yitmiş yıllık yoldur. sen bunda nice geldün? derviş başladı. başından geçen, hali söyledi. gemi düzdügin bir zaman deniz yüzinde gezdügin, talgalar dokındugın bu adaya geldigün cümle hikayet eyledi. süleyman peygamber eydür: bunda yakin virde bir ada vardur. anda ulu ulu kuşlar vardur. divleri kaparlar yudarlar. gel senünle varalum anları teferrüc idelüm. derviş eyitdi: no'la varalum. ol yiri dahı görelüm. süleyman peygamber yarak eyledi. gemiye girüb oturdu derviş dahı ol düzdigi gemiye girdi. şevk ile bu beyti söyledi: aceb sırrum kamu eşyada mevcud heman benem kamu gönülde maksud sebeb benem kamu dürlü hayalden benem mahmud benem ıkrahı merdud derviş ki bu sözi söyledi. süleyman peygamber işidüb, derviş'i tahsin eyledi. hezaran aferin didi. süleyman peygamber dahı bunı didi: bu tevhidde kamu alem yegane bir oldı cümle kalmadı bigane hayal itme heman ol mihribandur gönülden söz virün cümle lisane şimdi bunlar yarag eylediler. süleyman peygamber'ün tahtını yil götürdi. derviş dahı gemiye girdi oturdı. ol adaya togrı müteveccih oldılar. ol yana kuşlara dahı haber oldı ki süleyman peygamber leşkeri almış bunda gelür didiler. bunı işitdiler. kuşlar dükeli bir yire cem' oldılar. padişahları katına geldiler. vakiayı haber verdiler. ol vakte dek süleyman peygamber dahı geldi. kenar çıkdı. gemiyi karaya çekdi. yüzün yire koyub hak taala hazretlerine şükr eyledi. secde kıldı. süleyman peygamber'ün tahtını yil yire indürdi. kondılar. oturdular. cemi leşkeri karşusına divan tutub turdılar. bir hamle ki oldı. kuşlar dahı geldiler. süleyman peygambere selam virdiler. fi'lcümle karşusına turdılar. içleründen biri ilerü gelüb haber sordı ki: ne kişilersüz, bunda neye geldünüz? süleyman peygamber eydür ki: teferrüce geldik. ol mahalde kuşlar divleri kapmağa başladılar. kavga belürdi. azim galebe peyda oldı. derviş bakdı gördi ki hal böyle hengame çoğaldı. heman dem bunlar bu halde sürdi geldi. ol kuşlara görindi. kuşlar derviş'i gördiler. cümlesi havaya kalkdılar. derviş süleyman peygamber'ün katına geldi. süleyman peygamber eydür: hal ü ahval ne idigün gördün mi derviş? dir. derviş derhal duzak kurdı, bir kuş tutdı. gördü ki tutulan kuş baykuş'dur. antakya şehri viran oldugı vaktin ol baykuş derviş ile ikisi bir viranda bile imişler. bunlar haber sorışdılar. birbiriyle hoş bilişdiler. derviş, baykuş'a dir ki: pes bu cihanun harablıgın ve abadlıgın nice kerre gördün dir. baykuş eydür: yüz bin süleyman misilli padişah görmüşem ola dir. bu kadar da derviş bakdı gördi ki: bu kubbei barigah bu hal ü hayal cümlesi şehrün ayinesinde görinür. derviş ikileyin bakdı gördi bu hali bu zıll ü hayal min külli bu şehrün gölgesi imiş. derviş bu heybetden belinledi. uykusundan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı, gördi. leyse fi'ddarı gayrina deyyar. kendüden gayri kimesne yok. tek ü tenhadur. ne süleyman var, ne baykuş, ne cezire, ne gemi var. gönli cuşa geldi eydür ki: benem cümle hayal ü hal ki dirler bekülli yemin ü şimal ki dirler benem nakkaş bu cümle nakşı perkar bu kamu cevab u sual ki dirler. derviş ki bunı didi. ol gördügi düşleri vaki olan işlerün halün hayalün tefekkür iderken, nagah yine gözlerine uyku geldi. yatub uyudı düşünde gördi ki, bu şehr ayineye benzerdi. kendü öz vücudı imiş. kendözini bu şehirde sultan gördi. cümle yaradılmış eşyayı hükmine ferman gördi. kendözine ferah geldi, bu şi'ri söyledi. eydür: benem assı ziyan cümle bazarda benem yahşı kamu ayn u nazarda kamu eşya ki hisab u şumardur benem hisab olan cümle şumarda. derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde anı gördi ki iki cihan fahri seyyidü'lkevneyn fahrü'l enbiya muhammed mustafa sallaallahu taala aleyhi vesellem hazretleri çıkageldi. derviş hemandem yiründen turdı. ana karşu vardı. izzetle selam virdi. elün öpüb, ayagına yüzün sürdi. tazarru' niyaz ile yürüyüb huzurunda eyitdi: ya resula'llah! ben fakire dahı nazar eyle. resul hazretleri sual idüb eyitdi: derviş gelişün ne yirdendür? derviş eyitdi: sultanum dünya mülkinden gelürem. resul eydür: hangi milkdensin? dir. derviş dir ki: rum'dan. resul der ki: şam'ı dahı gördügün var mıdur, teferrüc eyledün mi? dir. derviş dir: beli sultanum, teferrüc eyledüm. resul eydür: yarab anda bizüm aşıklarımuz var idi. aceb anlarun hali nedür? didi. derviş eydür: sultanum, biribirine uymazlar. hak söze kulak urmazlar. dünya cehdine doymazlar. her biri dürlü dürlü yollar peyda eylediler. şindi görsenüz anlarun halleri nedür dir. resul hazretleri eydür: cümlenün günahları bagışlandı. hak taala hazretleri af idüb yarlıgadı. amma ki şol nabulus kadısı rüşvet aldığı içün, bize anun hali kat'ı müşkildür dir. derviş eyitdi: sultanum, bizüm kelsürt kadısı karpuzı bütün bütün yudar. rüşvet almak ne ola dir. dervişün bu sözi ol hazrete hoş geldi. peygamber eydür: gel bir hamle yoldaş olalum dir. derviş n'ola dir. ikisi bir hamle yoldaş oldılar. resul hazretleri eyitti: derviş misafir görüniyorsun. nereyi teferrüc eyledün? derviş eyitdi: sultanum kadrümce seyahat eyledüm dir. muhammed mustafa başladı: arşı kürsiyi teferrüc itdün mi? dir. arşun dairei müdevverün, tokuz felek, on iki burçları, yidi yılduzları, giceyi gündüzi, yidi tabaka yirleri, ferşi, öküzi, balıgı, denizi, havayı bu menzilgahlari bir hoş teferrüc eyledün mi dir. derviş dir ki: beli sultanum, bir hoş teferrüc eyledüm dir. muhammed mustafa hazretleri dir ki: derviş bir şehr var. iki direk üstindedür. hiç anı dahı gördün mi? didi. derviş igenbeng oldı. yirde midür, ya gökde midür didi. resul eydür: ikisinün arasındadur. derviş cuşa geldi şevk ile bu şi'ri didi. eydür: benem ol gevheri vahded ki dirler benem cümle sıfat u zat ki dirler benem mansur benem demi ene'lhak benem ayyar benem bagdad ki dirler. derviş ki bu sözi söyledi, uykudan belinledi, uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi düşidür. leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. dört yana bakdı. gördi ki ne şehr var, ne bazar var. sabah olmış, güneş doğmış, alem münevver olub, irte gice, ırakyakin cümlesi yeksan olmış. ne yol var, ne yolcı var, ne menzil var, cümle alem bir vücud bir baş olmuş. derviş cuşa geldi heman bu iki beyti söyledi eydür. alem külli vücudumdur vücudum özüm özüme kıluram sücudum özüm özüme söylerem sözümi özüm şeyhüm özümdür hem müridüm derviş ki bu sözi didi. kendi özine fikr eyledi. otururken yine uykusı geldi. başun yire kodı yatdı uyudı. bu kerre yine derviş düşünde gördi ki yir ü gök cümle alem bir hırkadur ki kendinün üstinde şöyle bir hırka sadhezeran dürlü vasla renk renk var. derviş anı gördi. bu hırka eskimekden, yini olmakdan fariğdür. derviş fikr idüb eyitdi: kepenegüm sökülmekden, dikmekden canuma geldüm. bu ne hoş köhne hırka olur. bu benüm elüme girdi. bu hırka ne yini olur, ne eski olur. kendü hırkamı çıkarub, bunı arkama giyeyüm didi. fi'lhal kendü arkasında olan hırkasın çıkarub şöyle kodı. anı arkasına geyüb bakdı. teferrüc eyledi. gördü ki bu hırka da vaslalarun her rengi kişiyi sadhezeran dürlü kişiyi sadhezeran dürlü hayale bırakur. derviş fikr eyledi. bu gördügi düşleri ve başundan giçen işleri dahı avladığı kuşları, vaki olan hikayetleri, gözledügi tuşları taaccüb iderken, nagah derviş bakdı gördi ki; ırakyakin, derd ü derman, yahşı yaman, bir şişe içinde bizüm hacei nasr bazirgan dükkanunda şöyle durmuş anı gördi. derviş eyitdi: bu ihtilafdur. aceb bu kendü kendüye mi geldi? yohsa sayyadlar mı ola? yohsa benüm kuş avladugum gibi avladılar mı? dedi. derviş bu fikr içinde iken nagah bakdı gördi ki özini hıta vü haten milkinde süleyman peygamber av salmış ki meger bu mişki olan geyiki avlaya. anı göricek derviş dahı bir hoş yire geldi oturdı. anı teferrüc eyledi. süleyman peygamber dahı avlayubşikar iderken dervişün katına geldi. selam virdi derviş aleykü'sselam didi. eyitdi: bu kadarda ne avlarsun sultanum? dir. süleyman peygamber dir ki; geyik avlaram dir. derviş eydür: nice geyikdür avladıgun? dir. süleyman peygamber eydür: şol miski olan geyiki avlaram dir. bu kadar da derviş gördi sahrada bir köçek otlayub gezer. şol mıdur avladıgun geyik? dir. derviş süleyman peygamber'e gösterdi. süleyman peygamber bakdı gördi ki istedügidür, hay budur tiz avı baglan, yolları tutun koman dir. kavga peyda oldu. ol geyikün üstine ardınca yüridiler gitdiler. anı tutmaga kasd itdiler. geyik dahı kendi halinde ol sahrada otlayub gezerken kulagına avaz bir ses irişdi. başun kaldurub bakdı gördi. avcılar kasd eylemişler. kendüyi tutmaga gelürler. heman bir kerre turdugı yirden sıçradı kaçdı. yüridi. bunlar dahı anun arduna düşüb kogdılar. ol sahrada aşağı yukarı bu geyikün ardınca çok çalışdılar, tutumadılar. kaça kaça geyük dahı yorıldı. derviş'ün durdıgı tagdan yana kaça geldi. derviş'e yakın geldi. derviş'ün katına geldi. gölgesine irişdi. nabedid oldı. derviş dört yana bakdı, geyiki görmedi. fikr idüb eyitdi. ne aceb ol geyik bu sahradan kaçub bu taga geldi ben teferrüc ider idüm. ol benüm gölgeme geldi, nabedid, napeyda oldı. kanda gitdi? diyüb kendi etrafun tecessüs eyledi. nesne görinmez. kavga galebe iderek sürdiler. ol geyikün ardınca taga çıkdılar. derviş'ün katına geldiler. geyik bunda geldi diyü ol yana bu yana bakdılar, geyiki göremediler. derviş'i gördiler. eyitdiler: bunda heman derviş var, dahı kimesne yok. geyik kanda gitdi didiler. dervişe haber sorarlar. derviş dört yana bakdı ve kulak urdı gördi ki bu geyikün ayagı takıldı, sesi öz vücudından gelür. hiç tınmadı. anlar bir dahı söylediler. kavga galebe eylediler. derviş ol kavgadan belinledi. uyandı başun yirden kaldurdı. gözün açdı gördi ki tek ü tenha heman özidür. dahı kimesne yok. derviş cuşa geldi, bu beyti söyledi. eydür: benem ferd ü vahid faili mutlak benem cümle gönülde sırr u mu'lak benem batın olan cümle zahirde benem mellah benem muhit ü zevrak derviş bu sözi söyledi yine yatdı. rahmani düş ise yine görine didi. uyudu. yine düşinde gördi. bu geyik kendi vücudındadur. süleyman peygamber eydür: derviş geyik'i getür! derviş eydür: ben avumı sana niçün vireyüm? dir. ol benüm avum şikarumdur dir. ikisi gargaşaya düşdiler. süleyman peygamber derviş'i tutdı. derviş dahı anı tutdı. ikisi birbiriyle mücadele iderken nagah bu hal içinde iken anı gördiler ki ol efdali mahlukat ve mefharı mevcudat habibi huda muhammed mustafa salla'llahu aleyhi vesellem hazretleri irişigeldi. bunların halün gördi. derviş ki resul hazretlerün gördi şermend oldı. süleyman peygamberi muhkem tutdı. mecal virmedi. ol mahalde iken derviş uykudan belinledi, uyanıgeldi. gördi ki düşidür. seragaz eyledi bu iki beyti söyledi. eydür: benem hall benem müşkil dirler benem yolcı yol u menzil ki dirler benem sarraf benem lü'lü vü altun benem kıymetlü gevher kan ki dirler. derviş ki bu sözi söyledi. kendi özine fikr eyledi. nice düşdür benüm gördügüm hıta vü hotan mülkine irdi. kim süleyman peygamber ile muaraza kıldugum ve ol mişki olan geyiki buldugum. ne hal ü hayaldür ki uyandum gördüm. ne geyik var ne sahra var. leyse fi'ddarı gayrina deyyar. kimesne yok. tek ü tenha kendözidür. şimdi derviş bu şiiri eydür: benem hal benem müşkil dirler benem yolcı yol u menzil ki dirler benem puthane'de kabe'de maksud benem yolcı yol u menzil ki dirler derviş bu sözi söyledi. bu cümle gördigi düşlerün hayallerün fikr eyledi. aceb benüm bu gördüklerüm vakıa mıdur yohsa vaki midür? ne hal ne hayaldür? bana bir kimesne olsa ki bu gördügüm düşün tabirün haber virse. bilsem müşkilüm hall olsa ki dir. fikr idüb özine yörindi. bildügi cümle gördügi öz hayalidür. kendi öz vücudundan gelür. dahı kimesne yokdur. heman kendü vücudınun hayalidür. yine kendüye teselli virüb bu şi'ri bünyad idüb söyledi. hak'a minnet ki hall oldı bu müşkil bir oldı ma'nide sultan ile kul benem cümle şeyün fikri hayali benem saki benem şişe benem mül derviş ki bu şi'ri söyledi. gözlerün uykuya galebe eyledi. yine başın yire koyub yatdı. uyudı. bu kerre gördi ki kendü mısır camii içindedür. cümle alem burada cem olmışdur. cümle alem anda gelmişler her biri kendü işine meşgul olmış gördi. derviş ki mısır camii'dür. ve sevadı azam'dur. heman gönli cuşa geldi. bu şi'ri dahı bünyad eyledi. eydür: zehi canum zehi menzile irdüm zehi hal o levhi müşkile irdüm niye irdümse bu iki cihanda heman ol sultan ile bile irdüm. derviş bu sözi söyledi, uykusundan belinledi. gözün açdı bakdı. gördi. ol mısır camii ve sevadü'lazam kendi vücudı içinde görünür. fikr idüb eyitti: ne aceb hal ü hayaldür. ben bir zaman var idüm. mısır camii içinde idüm. hala şindi mısır camii sevadü'lazam benüm içimde görünür. aceb bu vaki midür, yohsa vakıa mıdur? ben bu ahvali kimden sorayum dir. fikr iderken nagah sag yanuna bakdı gördi bir çarşu galabalık ve gavga alub satarlar. derviş tiz oturdıgı yirden ayak üzerine turıgeldi. parsaya niyet kıldı, bel bagladı. zenbilün boynına takdı, keçkülün eline aldı sürdi. ol çarşu içine geldi bu şi'ri eydür: kadiri berkemal ki sen hazırsın nazirün yok alemde binazirsin benem ben sen didigümden murad bu ya'ni ki ben degülem sen habirsin. derviş evvel tanrı ismün dile getürdi. bir kerre ya allah didi. meger ki kassabı cömerd dükkanı idi. dervişün ismi hakk'ı zikretdigün cömerd kasab işitdi. eydür: hey derviş senün bu denlü kudretünkuvvetün var mıdur ki bu adı anarsun? didi. derviş anı işidüb bu beyti eydür: benem ol ki kamuda yoldaş oldur kamu başdagı sevdaya baş oldur ben anda gizlüyem kim şol falanı hakikat selim oldur serkeş oldur. derviş bunı didi. dükkan önünden giçdi yüriyivirdi. andan dahı ilerü vardı. bir azim ma'reke gördi. halk bir yire cem olmışlar. alemi dünya bir araya gelmişler. derviş sürdi geldi. ol ma'reke içine girdi. bakdı gördi ki sultanun divanı durmış yemin ü yesar areste olmış. çavuşlar yirlü yirinde durmuşlar. cümle yaradılmışlar eşya anda gelmişler dükeli sultan divanında cem olmışlar. derviş dahı ol arada irişdi, bakdı, nagah sultanı gördi. her birisi sultan ile huş. bu hal içinde ihtiyarı kalmadı bunı didi. selam olsun eya sultanı ekber hakikat ma'deni kıymetlü gevher inayetün kamuya destgirdür ki lütfun cümleye delil ü rehber derviş dahı bu sözi söyledi. sultanun kulagına degdi. bakdı gördi ki müsafir dervişdür. sultan dahı derviş'e eydür: aleyk esselam ey dervişi miskin kamu kul bütün cümle işi çin müberra cümle hayalden ki gümandur hakikatte yakin sultana emin derviş ki bu sözi işitdi. uyanıgeldi. gönü cuşa geldi bu şi'ri didi. eydür: şükür gördüm seni iy şahı sultan yüzündür cümleye kıblei iman sayen altında cümle şey sakindür işün daim kamuya lütfu ihsan derviş ki bu sözi söyledi. sultan dahı cuşa geldi. eydür: iy yüzi kutlu sözü tatlu derviş hakikat cevheri devletlü derviş dane pirinç görünce hoş tabakda kagan arslan gibi heybetlü derviş derviş dahı bu sözi işitdi. cuşa geldi. bunı didi eydür: eya sultan ki ebed kadimsin bu cümle iş içinde sen hakimsin virürsün maksudun cümle talibe senün işün keremdür sen kerimsin derviş ki bunı didi. sultan dahı şevk ile derviş'e dir ki: beri gel otur iy dervişi müfred iy hikmet deryası gevheri vahdet aşinalara bigane degilsün biliş ile bilişsün yad ile yad derviş ki bu sözi işitdi. geldi oturdı. sultana dua eyledi. eydür ki: eya sultan ki sen ihsan idersin kamuya serbeser yeksan idersin denizi sakladun katre içinde güneşi zerrede pinhan idersin bu sözi ki söyledi. derviş anı gördi ki o zaman nimet çekildi. cümleye padişah hanenden nevale geldi. derviş anı teferrüc eyledi. bakdı gördi ki cümle yaradılmış eşya kadirlü kadrince kısmetin aldı ve her biri kendi kısmetine gönli teselli oldı. derviş şad u ferah oldı. gözi gönli pürnur ile toldı. şimdi bunı didi: garibem kimsenem yokdur cihanda binişan olmışam cümle nişanda beni ister kamu talib olanlar külli zamanı ahvanı mekanda derviş ki bu sözi söyledi, ol saat uykudan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki sabah olmış, ırakyakin, gicegündüz cümle yiksan olmış. kendü yalınız tek ü tenha, leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok, heman kendi özidür. ol düşinde gördigi hayalleri fikr eyledi. bu ne hal dür diyü fikr içünde nagah derviş'ün gözlerine yine uyku geldi. yine yatdı, uyudu. bu kerre gördi kim çeharı anasır ve şeş cihet fi'lcümle mu'in görünür. ve gördügi kendi vücudunun gölgesidür. kendüni bu vücud içinde sultan gördi. her cihetine bakdı gördi ki hükm kendünündür. bu kez şevk ile eydür: şükür kim emin oldum her hayalden bu fevk ü taht u yemin ü şimalden bu sen ben sende ya bende dimekden farig oldum şükür bu kil u kalden derviş ki bu sözi didi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. nagah. gözün açub bakdı. cümle alem kendünün yüzüne karşu sücud eylerler. derviş eydür: canum bunlar niye sücud iderler didi. fikr eyledi. kendözine yörindi. bakdı gördi ki kendünün vücudı bu cihandur. kim yüzbin bu cihan gibi nesne anun her köşesünde yiter gaib olur. her nesne ki bu cihanda vardur. min külli kendinün vücudunda mevcuddur. bu hali gördi. derviş hayran kaldı. eydür: canum ben bir zaman bu cihan içinde idüm, bu cihan benüm içimde görinür didi. derviş şevk ile cuşa geldi. bu şi'ri bünyad eyledi. eydür: canım bu cümleye nüsha mıyam ben kamuda şurı ışk kavga mıyam ben kamu gönüllerün fikr ü hayali kamu başlardaki sevda mıyam ben derviş ki bu sözi söyledi. bakdı bu cihan suretlü görünen hayallere külli kendünün vücudunun gölgesi imiş. cuşa geldi. bu şi'ri bünyad eyledi. eydür: benem cümle vücud içindeki can benem külli sıfat her dürli erkan benem leyli benem mecnun ki dirler benem ol ki özüm özüme hayran derviş ki bu sözi söyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki kendüyi şamakı şehrinde bir külhan bucagında yatur buldı. hemen bayagı derviş'dür yirgök dahı fi'lcümle yirlü yiründe bayagı gibi. ol vakt eline divitkalem alub kagıt üzerine başundan geçen sergüzeştleri ve gördügi düşleri, vaki olan işleri yazub mufassal bir kitab eyledi. bu kitab içinde yazmış ki ben bir dervişem. bu cihana geldüm. uyukladum. düş gördüm sayıkladum. düşümde her ne ki gördümse ve her niye irdümse bu kitab içinde yazdum. akillere sorun. size bu düşün ta'birün haber virsün. bu söz ne dimek oldugun ol bilür. arifler manasın söylesünler. bir hoş ayan ve beyan eylesünler. zira ki ben bu sözi söyledüm. kim vaki, kim vakıadur. amma bu sözün ma'nisi ne dimek olur? akıllar anlar, ahmaklar tanlar, müştaklar can ile dinler arifler derundan inler. cahiller döşüne banlar. uçuklular belinler, cinniler sıçrayıvirirler. va'llahu alem vü ahkem geldi ışk vücudumı kıldı helak ışkıla gönlüm içinden gitdi jenk ah itsem tütünümden göynür felek ceşmümün çeşmesinde göyünür melek akla dime bu sözi can söylesin sultanun sözüni sultan söylesin hakikat cümle aleme hak din bu sözi kamil insan söylesin ışk ile tablı melamet çalagör dünya murdardur elünden salagör puteye düşmek dilersen okını ma'niyi ma'na bilenden alagör t e m m e t. risalei vücudname risalei vücudname bismi'llahi'rrahmani'rrahim goftei risalei vücudname hazreti kaygusuz abdal sultan kuddise sırrahu'laziz: elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'ssalatü ve'sselamü ala nuri seyyidina ve alihi ecmain. midani: pes erenler bu fakir dahı bulunan aşikana yadigar eyledüm. emanet irşad içün allah eyva'llah. ma'lum olsun ki evvela adem ki; kudreti hakk'ıla ana rahmine nice düşer ve nice vücuda gelür ve nice ruh virilür ve nice dirilür ve anadan nice ırar. ve adem de kaç burç vardur ve nice hasıl olur ve kevakib nice ider ve ademün zahirinde ve batınında hasiyyeti nicedür ve kaç ruh vardur ve anasırı erbaa niye tabidür ve kaç nefs vardur ve nice gelür ve aleme nice giçer ve kuvvet nelerinde olur ve hasiyyetleri nicedür ve ahvalı alemi var mı ayan ve beyan idelüm: kavlehu taala: velakadhalakne'linsaneminsülaletinmintinin. sümmecealnehünutfetenfikararinmekinin. sümmehalakne'nmutfetealagatenfehalagne'lalagatemuzfatenfehalagne'lmuzfateizamenfekesefna'lizamelahmensümmeenşe'nehühalkanaharefetebarekeallahuahsenü'lhalikine. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer: mü'minun suresi, ayet: and olsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık. sonra onu sarp ve metin bir karargahda, bir nutfe yaptık. sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemike bilahire onu başka yaradılışla inşa ettik. suret yapanların en güzeli olan allah'ın şanı ne yücedir. evvela zuhal terbiye ider kan olur, saniya mirrih terbiye ider et olur, salisa zühre terbiye ider kemük olur, rabia şems terbiye ider ruh olur, hamisa utarid terbiye ider hareket hasıl olur. sadisa kamer terbiye ider vücuda gelür, sabia müşteri terbiye ider cihana gelür. ve dahi gökde on iki burç ki, dokuz felekdedür. afakdür. elfimde dahı mevcud durur. anları dahı ademde ayan ve beyan idelüm: evvela baş: burcı hamel dür. ve alun: seratandur, ve boyun: sevrdür, ve el: cevzadür, ve gögüs: eseddür, ve göbek: mizandür, ve but: kavsdür, ve kasuk: sünbüledür, ve zeker: akrebdür, ve dizler: cedydür, ve baldurları: delvdür, ve taban: hutdür. ademün batınında kevakibi seyyareye müşabih olan yirleri dahı ayanbeyan idelüm: şems: akcigerdür, kamer: karacigerdür, müşteri: yürekdür, mirrih: öddür bögrekdür, zühre: dalakdur, zühal: dimagdur, utarid: deridür. ve ademün zahiründe ve batınunda olan hasiyyetleri dahı beyan, ayan idelüm: zahiründeolanbudurki: evvela budur ki burnundan nefes alur virir ve ten rahat olur, ikinci aguzdur ki her nutuk andan çıkar , üçinci eldür ki anun ile ki her karı işler , dördinci kulakdur ki her sadayı işidür, beşinci gözdür ki her nesneyi görür, altıncı ayakdur ki her mahalle gider, yedinci oldur ki kuvveti buyurur. ve ademün batınunda olan hasiyyetleri beyan idelüm: evvelki hayal, ikinci akl, üçinci fikr, dördinci fehm, bişinci hıfz, altıncı vehm, yidinci zabt. veademderuhdörtdür: ve ademde ki ruhları beyan idelüm: evvelki: ruhı nebatidür ki suya tabidür. ikinci: ruhı hayvanidür ki yimek yimege tabidür. yimek kuvvetidür ki turaba tabidür. üçinci: ruhı insani'dür ki ışk'a tabidür. ışk suya ve ateşe tabidür. dördinci: ruhı melekidür ki kudreti hakk'a yile tabidür. yil ruhun gıdası gibi vaki olmuşdur. ademdeolannefsündörtmertebesinibeyan, ayanidelüm: evvelki: nefsi emmaredür ki ateşe tabidür, azrail'e müşabihdür, ikinci: nefsi levvame'dür ki suya tabidür, mikail'e müşabihdür, üçinci: nefsi hanika'dur ki yile tabidür, israfil'e müşabihdür, dördinci: nefsi mülhime'dür ki topraka tabidür, gelür ve geçer, cebrail'e müşabihdür. dört vech adem, evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür ve geçer. anı beyan ve ayan idelüm: evvela: oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür, ikinci: yigitlikdür ki üç ay yaza müşabih'dür, üçinci: kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür, dördinci: pirlükdür ki üç ay kara kışa müşabihdür. dört melek ve dört melek ademde bu sıfat ile mevsuf ve mevcuddur. evvelki: kulak mikail'e müşabihdür, ikinci: göz azrail'e müşabihdür, üçinci: burun israfil'e müşabihdür, dördinci: dehan cebrail'e müşabihdür. ve ademün başı arşdur ve cesedi kandildür ve ruhı nurdur ki her biri bedenehayatvirür. alemde: kara kış şeriat gibidür, yaz tarikat gibidür, güz ma'rifet gibidür, bahar hakikat gibidür, üçinci: nefsi mülhime'dür ki yile tabidir, cebrail'e müşabihdür. dördinci: nefsi hatınıyye'dür ki hak'a tabidür, israfil'e müşabihdür. kırgıl: saçına sakalına ak düşmüş, kranta, yarısı ak, yarısı siyah olan sakal. saça sakala ak düşmek, olgunlukdönemi, tarama sözlüğü, c, ıv, ankara, ve adem dahı bu vech üzre gelür geçer, ana rahmi şeriat gibidür, cihana gelmek tarikat gibidür, cihanda durmak hakikat gibidür, cihanda gitmek ma'rifet gibidür. ve her adem ki anadan togar kuvvet bulur. yani ademe kuvvet anadandur. evvelki: kudret eline gelür su'ya tabidür, , ikinci: oglanlıkdur ki kuvvet ayağına gelür, hak'e tabidür maildür. üçinci: civandur ki kuvvet belüne gelür, ateşe tabidür, dördinci: pirlukdür ki kuvvet lisanuna gelür, yil'e tabidür. dört alem ve ademde olan dört alem anları dahı beyanayan idelüm: evvelki: alemi nasut ruhı hayvandur, ikinci: alemi melekut ruhı sultanidür, üçinci: alemi ceberut ruhı kudsidür, dördinci: alemi lahut ruhi vahiddür. alemi nasut: dairei hayvanat ve nefsi, alemi melekut: makamı melek ve dairei kalb, alemi ceberut: kerbiyyei melaili'lala, dairei 'ışk, makamı cebrail, aklı kamil, alemi lahut: alemi uluhiyyetdür. ismu'llah ve resm ü sıfat ve na'tı semerei tarikat fenadur. semerei hakikat bekadür, semerei ma'rifet atadur ve ahd'dür. fena kendözinden geçmekdür. beka hakk'a ulaşmakdur. ata, hakk'a varabilmek gibidür. sıfat dörtdür: evvelki: ruhı nebati, ikinci: ruhı hayvani, üçinci: ruhı insani, dördinci: ruhı safi. onsekiz bin alem imdi onsekiz bin alem ki dirler cümlesi zatı hakk'la sıfat cümle vaki olmışdur. anları dahı beyan idelüm: altı bini nebatatdur ki yirlerden biter, altı bini dahı hayvanatdür ki zir ü zemin biri biründen hasıl olur. altı bini dahı insandur ki insana müteallikdür. birü birinden ayrı gayrı degildür. ve adem cümle eşyanun yirde ve gökde her ne ki muradı var ise cümlesinün güzidesidür ve ayinesidür ve dahı: adem, bir şehri azimdür ki nice bin alemler anda mahvolur. ol şehri azimün oniki kapusı vardur. bu alemün oniki burcına mükabildür. ol kapılarun kimisi kapanur ve kimisi açılur ve kimisi gah açılur, gah kapanur. bunlarda hikmet çokdur. ana her akl irişmez. bilmek murad isteyen ehlüne müracaat eylesün. her şeyin miftahı insanı kamildür ve ademün: başı: tacı devletdür, alnı: nurı hidayetdür, kaşı: alemi kudretdür, gözi: nurı vahdeddür, kulağı: pakı nübüvvetdür, burnı: yolı cennetdür, ağzı: kelimei şahadetdür, gönli: mihri mahabbetdür, gögsi: kur'anı hikmetdür, eli: kudretu'llahdur, ayağı: kuvvetu'llahdur, cemali: hikmetu'llahdur. sag ve sol kiramen katibin ona nasib irdi. adem'ünvücudı, aslındayigirmisekizhurufüzreyaradılmuşdur: ademün: başı arşdur ve noktaı ba'dur ve iki kaşı, biri fa'dur ve biri kaf'dur ve iki gözleri, biri ayn'dur ve biri 'dur ve iki kulağı, biri zal ve çenesi, cim'dür ve gerdanı, tasinmim dür ve burnı, elif'dür ve dudağı, te'dür ve üst dudağı, be'dür ve sag kolı, ha, mim, ayın, sin, kaf, eliflammimsad, eliflamyesin. sol kolı, kefeheyeze, aynsad, ali imran, haelifhı, sag bilek parmakları, ismu'llah'dur, sol bilek parmakları, yasin sag yanı, sad, sol yanı, dad, sag memesi, vav. sol memesi, hadür, iman yiri. mimdür, sag bacağı, ta sin mimdür, can yiri, kaf'dür, gönül yiri, nümum'dur. mizan'dur. açık bacagı, lamelif, ikisi birdür, iki kumbarlık, biri yuvarlakdur se akrebdür, iki ayağı, biri ta, biri za'dur. mürşidi kamil'e müracaat oluna ki, bu sırra vakıf olasın ve dahı ademün vücudunda: üç yüz altmış altı damarlar vardur. yidi yüz yitmiş yidi sinir vardur ve dört yüz kırk dört pare kemük vardur. alemde az çok her ne ki var ise adem de dahı aynı ile vardur. ve mevcuddur ki evvela ademde ne vardur ki alemde ne yokdur? ademde olanlar: ademün göbeğinden yukarı boğazına varınca yidi kat gök mukabelesindedür ve girü göbeginden aşağı dizine varınca yidi kat yir mukabelesindedür. resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur ki; elmü'minümir'atül mü'min tanrı'nun adı mü'mindür. ademün adı dahı mü'min ve mü'minedür, nailesi olmışdur. bu hadisi şerif'ün hayli manası vardur. ehline ma'lumdur. ve zatı hak sıfatıdur. ve eşya dahı külliyen sıfat mevcuttur. hayy ü mahvidür. ve zat bakidür ve gerçi zat sıfat ile görinür. vücud vacibdür ki vücudı vahiddür ki hak' dur. küllüşey'inhalikünillavechehü. bu alem kalanı mahvidür. ve dahı bunı beyan idelüm ki haliki alem bu manada hayrandur. bu arada talibe rehber gerekdür. elbette kendi bildügiyle rast gelmez. talim gerekdür. ta ki kendünün hakikatundan haberdar ola ve her ne ki vardur ademde vardur. kavlehü taala: veallemeademe'lesma'eküllehasümmearadahumale'lmelaiketi. yani ademe hak taala ismüni bildürdi. ve pes imdi cemi eşyanun hakikati alemi ademdür. ve ademün hakikati hak'dur. çünki adem cümle eşyanun güzidesi oldı. lacerememazharızatu'llah oldı. ve hakikat muhammedü'lmustafa ve oldı. suretden zuhur eyledi ve hak'un birligüne ol suretle beyan eyledi. zira biri mürşid'dür biri rehberdür ve alem halkuna dahı bildürdi. ol kelamı hakk'ı hak zahir kıldı ve mahbubı rahman oldı. ve salik bir makama irişür ki aynı tevhidi ayne'lyakin hakka'lyakin görür. hazreti hak'dan tanrı taala hazretleründen gayrı eşyanun vücudı hakk taala'nun vücudında mahvolur, heman hak kalur. zira eşya fanidür ve hem baki oldur ki daim kaim oldur. mutlak halik lemyezal'dür. ve alem benüm iledür ve bu alem olmazdan evvel onsekiz bin alem içinde hak celle ve ala kamış içinde şeker, şeker içinde lezzet ve kil içinde ab gibi vaki olmışdur. bilateşbih eğer hakk aradan götürülse bu onsekiz bin alem içinde bir kul kalmazdı mahvolurdu nitekim resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem mü'min mü'minin aynasıdır. muhammed bin abdullah essehavi, elmekasıdu'l hasene, kahire, hadis nu. kasas suresi, ayet. ondanbaşkaherşeyyokolacaktır, hükümonundur. veademebütünisimleriöğretti, sonraeşyayımelekleregösterdi. insan, allah'ınbizzattezahürettiğicisimoldu. yucid en la tecella gayru'llahi leyse şey'ün fi'l hakikati illa'llah yani tanrı'dan gayri hiçbir şey görünmemek gerekdür. anun içün bir şeyün heman vücudı yokdur. heman hakikatde tanrı vücudı vardur. vücudı kadim lemyezaldür ki bu karhaneyi kaf ilenundan bünyad eyledi ve cümle varlık yirlü yiründe karar eyledi ve her şey kendi karına meşgul oldı. ve bu karhane'de görinür illa kargir görinmez kandadur ve bilinmez ve her şey hayran ve mütehayyirdür ve her an diger gün ve mütegayyir kalmışlardur ve dahı biri birleründen istifsar iderler: eya hak kanda ola? dirler. maksud kandadur bilmezler. ve gökde olan mahluk yire nazar iderler aşagıda mı ola? diyü. yirde olan mahluk göge nazar iderler ki yukarıda mı ola? diyü. cümle eşya talib ve ragıb olur. elestübirabbiküm deminden ta adem peygamber aleyhisselam zamanına dek şöyle hayretde kaldılar. şeyi vahdedden ta adem aleyhisselam zamanına dek şöyle hayretde kaldılar. ol dem ki adem aleyhisselam ketmi ademden sahrayı vücuda geldi ve bu karhaneyi gördi. yukarı bakdı gögün nihayeti yok. aşagı bakdı yir katı nihayeti yok. hayran ve sergerdan kaldı ve bu hayretlik içinde başına hezarı neccam geldi. bu yareye çare bulınmadı. gitdikçe derdi ziyade oldı ve ba'dehu yüz yigirmi dört bin peygamberan geldiler ve kendilere her biri mümkün oldukça haber virdiler ve bu karhane sahibinün ismin bilmek babında cidd ü cehd eylediler. temyizde ve teşhisde bir şeye kanaat bulamadılar ve bir şey'e mevkuf olmadılar. ta kim hatemü'lenbiya muhammed mustafa salallahu aleyhi veselem geldi ve bu karhanenün aslını ve fer'ini beyan eyledi ve mu'cizkelam ile şöyle eşyayı külliye hayat buldı. siva ile işaret buyurdı ki; hane sahibinün ismi üç huruf iledür. biri ayn ve biri ye dür. veanun ne evvelinün evveli var ve ne ahirinün ahiri var buyurdı. külliyen evvelünveahirün' eşya ve mahlukat ins ü cin cümleye peygamber oldı ve cümle mahlukat ve mevcudat bu hayra rızası oldukda anun kullugun emrini işlemek kabul eylediler ve anlara külliyen, hayat virdi. hak resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem bizüm oldı ve burada guft ü gu çokdur. bu mana ile gizlü karhaneyi düzen kendüni içinde gizledi. va'llahubiküllişey'inmuhitan ve bu ma'nayı beyan ideyüm: çünki nişan dahı eşya içünde bulundı. allah'dan başkasının tecelli etmemesi icab eder. araf suresi, ayet. ben sizin rabbınız değil miyim?. nisa suresi, ayet. allah her şeyi kuşatır. imdi her kim her şeyi görür hakk'dan ayru nice görür. bunlar hak'dan ayru degildür. çünki hak taala hazretleri eşyaya muhit imiş. yabanda aramanun aslı yokdur. yabanda arayanlar bulmadılar. imdi eşyada aramanun aslı budur ki delili ademdür. yani insanı kamildür. çünki hakk eşyaya muhit itmiş. yabanda dahı hasıl olan noktada mevcuddur. asıl budur. delil ademdür ve sıfat adem sıfatıdur. ve zatı kadim'dür. ezelidür ve ebedidür, tanrı'dur. her mekanlar anundur ve her gönül anundur ve sıfat ve hem alem anundur. hem şekiller ve hem varlık anundur. : bir bazar kurdı ezelden her metaı koydı ol kendi aldı kendi satdı kendi bazar eyledi. ve insanı kamil benüm mürşidüm dimek ile mürşidi olmaz. bizzat hak virmeyince. zatı hak ta ki el virmeyince. zira ki adem hakiki kainatun defteridür. yirlerde ve göklerde her ne ki vardur adem de mevcuddur. bu manaları malum idünüb bilmege belli ki er gerekdür. zira hakk sade bir şey ile bilinmez ve bulunmaz. her bir şey ve her bir eşyayı ve her bir dolu işler ile bilmeyüb ve isbat eylemek gerek. mesela hakk celle ve ala gencinedür. kalbü'lmü'minhazinetullah ve hazinedarı ademdür. kalbü'lmü'minübeytu'llah mü'minün kalbi beytu'llahdur. kalbü'lmü'minüarşu'llahvehazinetu'llah dur. mü'minün kalbi allah'un arşı ve hazinesidür ve cemalu'llah'dur ve bakisin kalbi, hakkı inkar ider. bu hazinenün genci ademün vechinde yazılıdur. bu hattı okuyan hazineden haberdardur. meger kim adem mecmuudur. gerçi her adem bu hazinenün gencile ve hattıyla memludur ve ma'mudur. lakin özin bilmez ve insanı kamile ilişmiş degüldür ki gözin aça, özin görebile. sultan iken kul ve yohsul gezer. adem suretinde olur. fi'ili dive benzer. amma adem vardur ki adem suretinde gezer. fi'ili sireti nurı mutlakdur. kendi hakikiden olmışdur. adem ma'ni olmışdur. egerçi bu iki adem suretde birdür veli bunları fark gerekdür. sureti ademün koyub ma'niyi ademün bulmak gerek. andan kendü hakikatini bilmek gerek. insanı kamil oldur anun gibi adem az vaki olur. zira kendüsin bilen arasında ve bilmeyen arasında fark çokdur. gel imdi kaygusuz abdal berü küfr ü iman didükleri nasıl şeydür: küfr gizlemek, iman bir şeyi ikrar eylemek. bu meydan bihakikat meydandur. mü'minin, kalbi allah'ın hazinesidir. mü'minin kalbi allah'ın evidir. bakınız: ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb, ı, hadis nu. burada hak cümleye yegdür. eger hak dilemez ise bir şey vücuda gelmez. burada bir cümle insanlar birdür. lakin bilen ehliyle bilmeyen arasında fark vardur. imdi bilmeyen kendüsinden, bilen dahı kendüsinden degüldür. mesela bir tıflı mektebe vireler elif diyü okur. elif bilür, ne didigüni bilmez bu gibidür. birlik allah'dadur. hak taala buyurur: ela inne evliyau'llahi la havfün aleyhim velehüm yahzenun öyle olınca hiçbir şeyden faide okumam ve hiçbir şeyden keyf eylemem. ancak allah'ü azimü'şşan ki balada zikrolundı. ol tanrı'dan gayrıya meyl virmem, zira bu manada dahı tanrı bir degüldür. çok tanrılar vardur. resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurdı ki: küllümaksudinmağbudun. bir kişinün maksudı ne ise ma'budı dahı oldur dimek olur. zira özini bir mürşide irişdür. gözin aç özin bakgör heman kul mısun, sultan mısun, geda mısun, şah mısun? adem suretinde olub hayvan gezme. ademün sureti ve fi'li mutlakdur. yani hakikat olmışdur. kendüsin bir mürşide vir. zira yolın sarfe olur. menazili kamer'den biri ve ugradırsun. var ise nasibun alursun anı bulursun. kavlehu taala: kulhelyestevi'llezineya'lamuneve'llezinelaya'lemune. pes adem kendüyi bilmek mücerred hakk'ı bilmek gibidür. ve yine resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur: menarefenefsehufekadareferabbehü. nefsini bilen rabbını bilür. ve bu manayı dahı beyan ideyüm. çünki bir kişinün aklı bu bahrı mana'ya irdi, gavvas oldu. her cihete bakdı azad oldı. elbette ol devleti bulur. ve şeş ciheti gördi ki kendünün gölgesi gibidür ve ol dem bildügi öz bahri muhitdür. ve burada güft ü gu çokdur ve göz akl iman olur. ve burada kişiye hidayeti hak kavi gerekdür. allahümmeyessir vela tüassir. ve girü bu alemün sıfatına onsekiz bin alem insana müteallikdür. onsekiz bin sıfatdur. altı bini nebatata müteallikdür. altı bini hayvanata müteallikdür. altı bini insana müteallikdür. yunus suresi, ayet: iyi bilin ki, allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. bir kişinin maksudı ne ise ma'budu dahi odur. zümer suresi, ayet: de ki; hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?. ismail bin muhammed eladuni, ı, hadis nu. ahmed ibn hanbel, miisned. bunlar biribirine mahlutdur. ve biribiründen ayru degildür. cümlesinün dirlikleri hep birlikdür. cümlesinün rengi vardur. hakk celle ve ala cümlesine muhitdür. yir ferşdür, gök kubbedür. ay ve gün çeraglarıdur. ve yıldızlar kandilleridür. hak celle ve ala, alemi ve ademi yidişer kat halkeylemişdür. ve yidi eşyanun hasiyyetünden zuhura gelürler ve yine mahv olurlar. evvela adem ki yidi kat gök üzre halk olunmuşdur: evvela ilikdür, ikinci kemükdür, üçinci sinirdür, dördinci tamardur, beşinci kandur, altıncı etdür, yidinci deridür. ve alem dahı yidi katdur. hikmetün allah'dan gayri kimse bilmez. bu tertib özde kurulmışdur. eleman burada layık olan budur ki bu eserleri görüb müfessirine şükr ü zikr ü ta'at ü ibadet oluna. inna'llahebiküllişey'inmuhitdir. gel gör ki aferiden gayri bir ferde dilimizden elimizden ve fi'limizden fikr olunmaya. evvel kalben ulu mü'min ve muvahhid olurlar. yohsa dilümüzden mü'min ve muvahhid geçinüb yine dilümüz ve elümüz ile mahlukı rencide iderüz. rast degüldür. zira ki mahluk sıfatı hak'dur. çünki sıfat rencide olur ise zatı dahı rencide olur. elaklu mizanu'llah. çünki akl allahu taala'nun terazisidür. gerekdür ki egri yola gitmeyüz. hayr u şer fark ola, eşyayı mahluk halik'den ayrı degüldür. imdi gerek biz dahı kangı fikr iderüz. nitekim muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: allahümmeerinahakikate'leşyaikemahiyehakkuha yani eşyayı hakikat benem kim taleb itmek her şeye gerek olur. allahümmayessirli zira eşya yir ü gök mahsulidür ve eşya cesedler tılsımıdur, alem zatı hak anlarun ruhıdur. belki ruhun ruhıdur. bir cesedden nisa suresi, ayet;. allah her şeyi kuşatır. akıl allah'ın terazisidir. . allahım, mevcudatın mahiyetini bize olduğu gibi göster. ahmed ibn hanbel, müsned. ki ruh götürüle ve ruhı hakikat deryasında yalnız başına mahvolur, cesed turabda mahvolur. zira ruh yile tabidür. kan ateşe tabidür. yil ile ateş biri birüne müştakdür. ve et dahı suya tabidür. ve kemük türaba tabidür. ve ruh kendüsi yil ile ateşe tabidür. her adem ki fevt olur ruh ervahı aleme gider. cesedi yire defn olur ki anasırı erbaa'dan hasıl olmışdur ve andan hasıl olur ve ateş ile bad ulvidür ve ab ile hak suflidür ve bad dahı oldur ki ulvidür. ruhla kan evvel gider ki yil ile ateşdür ve ruh kan gibidür. sonra et eriyüb su olur. kemük çürür hak olur ki et su olur. küllüşey'inyerci'u bu manayı beyan idelüm. ötesin allah bilür ki ilim anundur. hükm anun ve hikmet anundur. bu alemi halk iki kısımdur. onsekiz bin alemi allah bilür. padişahlar alemi iki kısımdur: biri sahibi tasarruf ki kutbı zahiri, biri sahibi tasarruf ki kutbı batıni'dür. zahiri olan padişahlar ve vezirler ve begler ve agalar gibidür ki zahiren bu memlekete hükm iderler ve bunlardan altun ve gümiş vesaire esbabı zahiriyelerdür. isteyüb rica eylesen virmege kadirlerdür virürler. amma ki batından haberleri yokdur. zira ki münasebetleri yokdur. anlar ki sahibi tasarrufı batinidür. evvela biri kutbul'laktabdur. saniyen üçlerdür. biri kutbu'lalemdür ki velilerün padişahıdur. ve sağında olan mürid makbuldür. ve solunda olan halifedür. ve ba'dehu yidilerdür ve dahı kırklardur ve üçyüzlerdür ve binbirlerdür. ve bunlarun cümlesi bin üç yüz elli neferdür. bunlar dünyanun çar kuşesini devr idüb anlara hükm iderler. gice gündüz yigirmi dört saat kutbı alem daima bu onsekiz bin aleme nazar eyler her ne ki hayr ü şerri, faide ve zarari zuhur eyler ise görürler. sag yanunda olan mürid makbul haber virür ve sol yanunda olan halifeye haber virür. bunlara sırrını söyleyüb keşf ider anlarun dahı eli altında veliler vardur. anlara emr iderler. anlar dahı emri hak her ne ise yirine getürürler. alemi, nizam üzre tutarlar. emri hak celle ve ala olmasa kat'iyyen çöpü çöp üstine komazlar. daima kutbu'l alem nazar iderler. ve ol kutbu'laktabun bu on sekiz bin alemler ve yidi deryayı ve cemi semavat ve arz yanunda bir fafuri tabaka gibidür. her ne ki olur anun emriyle olur. zira hak ile alemi anun feyzine teslim idüb kutbu'l alem nazarıdur ve her biri perverdigar'un emri yasin suresi, ayet: her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz allah, münezzehdir. üzredür. şarkdan garba hükm iderler. her ne ki olur ise, ne vardur ne yokdur bilürler. mededlerine ve emri hak ne ise emr üzre iderler. batın erenlerinün hali budur. bunlarun hakikat hallerini hak'dan gayri kimse bilmez. allamü'lguyubdür. sureta adem çokdur. ademi ma'ni bunlardur. hakk'un hazinesi bunlardur. yirde ve gökde her ne var ise ademdür. işte yirün ve gögün halifesi ademdür. her ne ki istersen ademde bulınur. zira yirün ve gögün halifesidür. hak taala hazretleri davud'a emr eyledi kim: ya davud: bismi'llahirrahmani'rrahim ya davud inna cealna ke halifeten fi'lardı bu manayı beyan idelüm. hak ile hükm ve hükümet adem elindedür. hak ile mektumdur. zira zahirde ve batında yirde ve gökde ademden eşref vücud yokdur. adem makbule'lvücud'dur. adem'den şirin nesne yokdur. mazharı zatdur. sair eşyada bu kabiliyyet bulunmadı. yirde ve gökde olan, bu kabiliyyet bir eşyada yar olmadı. ve hem olmaz. ve anun içün ademün hali cemi eşyanun üzerine malikdür. ve hem alemdür. ve hem haki birdür. cümleye hükm eyler. ademün nihayeti yokdur. alem, ademde sanki bir deryadur ki nihayeti yokdur. ve kenarı bulınmaz. ve vakıa'larına birşey irişmez. ve yine ol giriyü ol bilür ki mevlasıdur. ve yine ol seyr ü herbar anunla kaimdür. her adem, adem degüldür. kabiliyetten ve korkudan özi büküldi. zira gözi görür kördür. kendüden gayriye habir degüldür. belki gördigün dahı bilmez hayvandur, münafıkdur ve mel'undur. bu ayeti kerime mütevafıkınca kavlehu taala: ülaikeke'lenamibelhümedallü. bunları dahı beyan idelüm. bu alemde niceleri vurdur ki suretleri insan, veli siretleri hayvanlardan azılıdur. ve bu alemde nice suretler dahı hayvandur. belhüm edaldür. illa ki anasır libasını bırakınca bir aleme dahı düşerler ahvali anda ma'lum olunmaya. bu mahalde gerçi söz çokdur. veli avamu'nnas karı değidür. kullu mennase ala kaderi ukulihim bu manayı beyan ider sez çokdur. muhtasar gerek anı arif bilür. dahı böyledür. mana virür, böyle beyan ider ve söz dahı çok olur, elarifüyekfiyetü'lişaretü' ve dahı; sad suresi, ayet: ey davud, seni şüphesiz yeryüzünde hükümran. kıldık. araf suresi, ayet. işte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da sapıktırlar. insanlara akılları nisbetinde konuşunuz. arife işaret kafidir, . elilmünoktatüveekserehacahilun. zira alem bir noktadur ki çogu cahil içindür. ve ol noktadur ki besmele altında vaki olmışdur. malum ola gerekdür ki her şey ademde imiş ve ademden taleb eylemek gerekdür. kavlehu taala: velekad kerremna beni ademe. ve salike irer. teslimiyyet mürşidi kamil'e kuvvet ve talibe ışk, zahide cennet ve cahile takva ve akile sabr, yigide selamet, mü'mine rahmet, aşıka vird ve yare cefa ve derde deva ve güle hoş renk, bülbüle feryad, bu cümle takdir ezeli takdir olub herkese recü'ltaksim olınmuştur. zira hak kendi zatıyla daim ve kadimdür. zira bu karhaneyi bünyad eyledi. umur u husus üzerine idi. ta adem gelince umurı insaniyyeti tefviz eyledi. lakin burada hayli ehli şeriat saklanur. nitekim resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurur: elhakkuemreülevkanereddüm hak, münkire acıdur. hak ademe buyurur. bu alemler insanı kamil olan elün altındadur. ve adem anlara her dem nazar olmışdur. burada kelamun çokdur ki söyler. nazm gel berü iy merdi kamil gezme alem serseri evliya bir can gülidür bülbül isen gel beri yohsa var git nisbet itme nevbaharı zehri mar vücud bir gemi akıl dümeni fikr küregi kulak yelkeni kullan gemiyi göreyim seni va'ılahü alamü bi'ssevab. temmetü vücudnamei kaygusuz abdal kaddese sırrahu'laziz. temmetü'lkitab biavni'llahi'l melikü'lvehhab senetü elfin mieteyni seb'a ve selasin hamsi ve ışrune min şehri zilhicce. zilhice. ilim bir noktadır. onu cahiller çoğaltmıştır. isra suresi, ayet: and olsun ki biz adem oğullarını şerefli kıldık. reddedilse bile doğruyu söylemek gerekir.. risalei kaygusuz abdal risalei kaygusuz abdal hezihierrisaletükaygusuzabdalkaddesallah'usırruhu'laziz: iy talibi esrarı ilahi gel ve agah olgıl ki bu ilme ilmi ledünnii ilahi ve ilmi rabbani dirler. zira kim ol mukaddem sadrı tarikat ve ol rehnümayi rahı hakikat ve ol mürşidiale'lıtlak ve ol kutb u bi'l istihkak ya'ni sultanü'larifin fazlı hak kaddesallahu sırruhu'lazizün mübarek nutkından sadır olan kudret kelamıdur. türkiye terceme olundı. ta kim ehli dil ve sadıku'kavl olanlar mutali'a idüb menfa'at bulalar. ta kim taklid zulimatından ve kendünün cehaletinden halas ola. subhı kıyametden durıcak, kabrinden kalkınca yüzi ak ve gam u gussası yok şad u handan ola. pes imdi hakk olan nazenin ömrin aklı ma'aş ile geçürmez, aklı me'ad ehline kendüsün layık eyleyüb ehli diller sohbetine dahil olur, habercilerden haber ala. abı hayat sözlerün can u dilden anlaya bilmedügi işitmedügi sırrı ilahiyi işide ve ma'rifetullah gönlin ruşen eyleye yoksa aklı ma'aş tasavvuratiyle anladum ve bildüm diyü gönlüne teselli virüb heman heman hak taala'nun karhanesine hayvan geldi ve hayvan gitdi ve hayvan oldı. nitekim farisi dimişdür ferni zeyd ferni merd. pes imdi hak taalanun esrar ve envarından mahrum oldı. ehli dünya gibi ahiret ona haram oldı. kale resulu'llah: elahiretüharamünalaehl'iddünyave'ddünyaharamünalaehliahiretüvehümaharamanalaehlü'llah. ehlü'llah, hak cemalüne aşıkdurlar. anunçün anlara dünya ve ahiret haramdur. anlar ne dünya içün şad olur ve ne ahiret içün korku çeker. zira kim her ne yaradılmış vardur ay ve güneş yıldızlar ve nebatat çerinde perinde. hadis kitaplarında, bulunmayan bu ibarenin benzeri manadaki hadisler için bakınız. surenin tefsiri; buhar, ibni mace'de geçen zühd kitabı, bab, nu. fi'lcümle ol hüsn ü cemale aşıkdur gice gündüz cüst ü idüb segirdürler. ta kim ademün hüsn ü cemaline irişeler: inni raeytü ahade aşare kevkeben veşşemse ve'lkamere raeytühüm lisacidin. pes imdi yusuf'un hüsn ü cemalinde taban olan iki cihan güneşi ahmed'ün cemalinden taban olan nurı ilahidür ki ay ve güneş yusuf'a secde eyledi. ve'lhasıl yusuf'un ve adem'ün ve serveri enbiya ahmed'ün cemallerinde taban olan ol nurı ilahidür ki ezelde nakkaşı ezel desti kudretiyle yazmış idi. bu hüsn ü cemallerde alamet gösterdi. kavlehu taala: levlaenraebürhanerabbihi ya'ni rabbı'nun bürhanı ol cemalde gösterilmeseydi kimse aşık olmaz idi. anları dahı aşık iden ol rabbu'lizzet'dür. pes imdi her kişi kim ol cemale özin teslim itdi. tahkik bilün ki, ol kişi hakkıyla ülfet ve muhabbet buldı. zihi devlet ana kim yusuf cemali gibi bir cemale irişe. allahümmearzıkna ol sahibi cemal bir dahı mehdii sahibi zamanı'dur ki devri' ahirde zuhur ider. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur ki: ahirzamandahorasancanibindenisasıfatlubirkimsezuhuride. veliva'ülhamdkibenümalemümdürgetürüpgelsegerekdür. sizolalemdenyana gidün. eğeruşakgibiimeklersizdahı didi. zira ol vakt yir yüzini mehdinün leşkeri tutar adl ü adalet zuhur idüb zulm def olur. ol zaman ona inanub tasdik idenler ehli cennet fırkasundan olur didi. zira ki hazreti resul sallallahu aleyhi vesellem ümmetine nice ki mehdi haberin virdi. musa aleyhisselam, isa haberin kavmine virdi ki bir nice zamandan sonra bir pakize kızoglan doga, kızun adı meryem, oglanun adı isa ola didi. musa aleyhi'sselam, dünyadan gitdik sonda meryem'den ol oğlan dogdı. ol kavm güft ü guya başladılar. bu kez isa'ya peygamberlik geldi, kavmine eyitti ki musa size haber virdügi oğlan benem didi o kavmin bir fırkası inanmayıb eyitdiler. musa haber virdügi oğlan bu denlü degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. bu kez isa sallallahu aleyhi dahı kavmine eyitdi ki; atamkatınagiderem. bir nice zamandan sonra beni haşim kavminden ahir zaman peygamberi gelse gerekdür. incil'de adı muhammed'dür. bir nice on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm demişti. rabbından bir işaret görmeseydi. allahım bizi rızıklandır. zamandansonrabenanunümmetisuretindegelübanunkıblesinenamazkılsamgerekveanunalemikilivaü'lhamddür. getürübolmehdiisahibizaman ben olsam gerek' didi. isa aleyhi'sselam dünyadan gitdi. altı yüz yılı giçdükden sonra muhammed sallallahu aleyhi vesellem zuhur oldı. peygamberlik geldükden sonra ol kavme eyitdi ki isahabervirdügimuhammedbenem, isagökdeninübbenüm kıblemenamazkılsagerekdürvebenümalemümgetürüpahirzamandamehdii sahibi zaman olsa gerek didi. ol kavm iki fırka oldı bir fırkası budur didiler. isa didügi muhammed bu degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. pes imdi musa aleyhisselam kavmine isa haberün virdi, isa dahı muhammed haberün virdi. ol vakt kim mehdi dahi zuhur olanda ol zamanun halkı ana inanmayıb peygamber haber virdügi mehdi'ye sahibi zaman bu degül gelse gerek diyü halk fırka fırka olalar didi. eliyazübillah anlarun hakkında peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyurmuşdur: senüfrikaümmetiala sülasetinveseb'ine firkatüküllühüm fi'nnari'lfırkativahidenehli'lcennet. ya'ni benüm ümmetüm yitmiş üç fırka ola yitmiş ikisi ehli cehennem ola bir fırkası ehli cennet ola. mehdi'nün leşkeri ola. pes imdi iy talibi hak sana bir söz dahı beyan idem ki haberün aslıdur. eğer tasdik ehli isen inanub anlarsun. peygamber sallallahu aleyhi vessellem devri ahirde bir sahibi zaman zuhur ider didügi budur kim ol vakt bir kişi gele kara yigirmi sekiz harf ve otuz iki kelimei ilahi ve ol kişi kendi vücudunda ve cümle kainatda beyan ki eyledi. tahkik bilün ki ol mehdii sahibi zamandur ve livaü'lhamd ki benüm alemümdür. ol kur'anı azimdür. ol kişinün vücudında zahir ola gerekdür ve hakikat manasun ol kişi dürüst virse gerekdür. bilün ki ol isa'dur. ol alemi ki getüre. mecmuı kainat cevr ü zulmden kurtulur. zira hak aşikar olur. cevr ü zulm ademden ve hayvandan götürülür. vahded olur. ol menarei ag ki isa aleyhisselam andan iner didükleri ademün vücudından kinayetdür. ve sidretü'lmünteha didükleri ki cibril makamıdur. ol dahı ademün vücudından kinayetdür ve beytü'lma'mur ve beytü'latik didükleri dahı ademün vücudından kinayetdür ve cibril dahı akıldan kinayetdür. amma ol akl ki hakkı batıldan fark ide, ana aklı ma'ad dirler yohsa ol aklı ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. bunlardan sadece bir fırkası cennete girecektir. . ak minare, şam'da emevi cami'indeki minare. ma'aş degül ki dünya mimarlıgun ide ana aklı cevr dirler. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur: elaklü nurun fi'lkalbi yüferrigu beyne'lhakkı ve'lbatılı, ya'ni kalbinde bir nurdur ki hakkı batıldan fark eyleye ve dahı üç kadeh kim mirac gicesi cibril peygamber'e sundı peygamber birin içdi didükleri ol o sudur ki adem eger hayvan anunla vücuda geldi. söz burada kalsun. zira her sözi dimek olmaz. arif sözden söz alur bilür ki ne dimekdür. ve'lhasıl yaradılmışda ademden şerif mahluk yokdur. mecmu yaradılmışun padişahıdur. yirde ve gökde her ne yaradılmış var ise ademe hidmet içün yaradılmışdur. amma bu söz her adem hakkında degül zira kavlehu taala: huligatü'linsanualasureti'rrahman buyurdu. pes imdi ol adem hakkındadur ki özin bildi ve hakk'ı öz şehrinde buldı emin oldı. menarefenefsehufekadareferabbehu kavlehu taala; huligati'lhimarualasuretiadem. bu söz ol adem hakkındadur ki özi hazinedardır. gence batubdur yohsul gibi binevagiriz. pes imdi her adem suretinde olana adem dimezler. zira ki her nesne ki vücuda gelübdür ademün sureti anun defteridür. yüz yigirmi dört bin enbiya'ullah ki mecmu'a adem'ün ve muhammed'ün cemaline irişmege kulak tutub göz açmışlardı, irişdiler. zira adem'ün ve muhammed'ün vechinde kelimei ilahi mestur ve menşur idi kavlehu taala: ve'tturivekitabinmesturinfirakkınmenşurinve'lbeyti'lma'muri buyurdı. ya'ni adem'ün ve muhammed'ün cemaline beytu'llah ve beytü'lma'mur didiler. anunçün kim encumi eflak afıtab u mahitab insan eğer hayvan eşcar u enhar ve hububat mecmu yaradılmış adem'ün ve muhammed'ün cemalindeki kelimei ilahinün narından ruşendürler. gice ve gündüz cünbiş ve hareket itdükleri budur ki ol cemallerde kelimei ilahinün nurına irişeler. ta kim mütteki ve salih zümresine dahil olalar. eger bir kimse vechi adem'i akıl, kalbdeki hakkı ve batılı fark eden bir nurdur.. insanıdarahmansuretindeyarattım. ismail bin muhammed elacluni, keşfu'l hafa, haleb? nefsini bilen rabbını bildi. hadis kitablarında rastlanılmamıştır. tur suresi, ayet: tur'ayayılmışincederiüzerinesatırsatırdizilmişkitaba, ma'murbir evolankabe'yeyükseltilmişti. . ve vechi muhammed'i bildiyse salih ve mütteki oldı. eğer bilmediyse bin yıl cidd ü cehd iderse kim salih mütteki olmaz. kavlehu taala: enne'lardayerisühaibadi'ssalihun. ya'ni benüm salih kullarum yiri miras yir dimekden murad budur ki yirde gökde olan sırru'llah ve ma'rifetu'llahı bile ve anlıya andan salih ve mütteki olub miras yir. yani enbiyau'llah ve evliyau'llah zümresine dahil olur dimekdür. yohsa şemle ve hırka ve tesbih ve kemer ile salih olub miras yimez. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: elulamai verasetü'lenbiya. yani ulema enbiyanun varisidür didi. amma alimden murad mürşidi kamillerdür. zira mecmu esrarı ilahiyyeye muttali olmışlardur. ya'ni alim olmışlardur ki miras yirler, adem halifetu'llahdur. innica'ilünfi'lardıhalifeten. halife buyurdı, her kim halifei ilahi adem'ün ve muhammed'ün vechinde bildiyse ademün oglı olub babasından miras yidi yohsa bilmediyse bin yıl cidd ü cehd eylese ogul babadan miras yimedi. hak sübhanehü ve taala tevrat kitabında; nüridüennehlüga insenenbişeklinaveheyetina li yekune sultanen lituyuri'lhevavehıytani'lbahriveküllirabbivevechmina'llahizilliila'llahifi'lulviyatıve'ltüfliyyatımuhtelifetademeveallemtühü yani hak taala eyitdi. diledüm ki bir insan halk idem öz şeklümüz üzere ta kim sultan ola. havada uçan kuşlara ve denizdeki balıklara ve her nesne ki canlu ola ta ezelden ebede varınca yukaruda ve aşagıda cümlesine sultan olub hükm eyleye, andan sonra adem'i yaratdum ve esmayı külliyi adem'e bildürdüm. kavlehu taala: veallemeademe'lesmaekülleha. ya'ni cümle yaradılmışun adın bildürdi. min evvelü ile'l ahire. bu kez ol vücuda beytu'llah didiler. anunçün melayike'ye secde itmek emr olundı. ol enbiya suresi, ayet. yeryüzüne ancak iyi kullarımınmirasçı olduğunu yazmıştık. alimler, nebilerin varisleridir ayet: veallahdedi: suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde sürünen her şeye hakim olsun. ve adem'e bütün isimleri öğretti. vechun sırrını bilmeyen keennehü nur hakk'ı bilmedi. taklid zulumatından halas olmayub ma'bun oldı. kavlehu taala: en natmıse vücuhen fenerüddeha ala edbariha. ya'ni kıyamet güni anlarun yüzi ensesine dönüb bir gözlü ola. ya'ni dünya gözi olmaya ahiret gözi olmıya. deccali laginün leşkeri anlar ola. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı. ya'ni deccal medine'ye giremez. medine'nün ol günde yidi kapusı ola. her bir kapusından iki melek ola didi. pes imdi medine adem'ün ve muhammed'ün vücudından kinayetdür. anunçün; enemedinetünvealiyyünbabıha didi. anlarun mübarek vücudları medine'dür. ve yidi kapu yidi satıra kinayetdür. iki kulak iki göz iki burun bir agız ve her biri dört anasurdan mürekkebdür ki yigirmi sekiz kelime olur. bir gün peygamber sallallahu aleyhi vesellem sahabeden su'al itdi ki kaf nedür anlar eyitdiler ki kaf mekke'nün fülan yiri tagıdur didiler. bilmedüler ki kaf didügindc adem'ün ve kendünün mübarek vücudları idi. bu remzi gine güruhı naci anlar. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: bir bazar var hüsn ü cemal satılur. zira ademizat ademizada aşık olur. dahı yimez içmez uyumaz. nam u nengi bir bargeh ider. ol hüsninde kelimei ilahi görür. biihtiyar aşık olur. ol cemal adem'ün ve muhammed'ün cemalidür. amma anı aşık iden ol kadimi layezaldür. menaşıka, feaffefektemfematişehiden. yani bir kimesne aşık ola ışkı gizlese ol ışk içinde ölse şehid olur. amma nefsani ışk değüldür. pes imdi ol cemalde kelimei ilahiyi bilen ve ana inanan alemün taklidatından halas olub fazlı hak güruhına dahil olur. nisa suresi, ayet. yüzlerini silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan. buhari, kitab'ulfiten, bab, istanbul tabı, benşehirim, alidebuşehrinkapısıdır. darekutni, sabit değil; buhari, sahih bir vechi yoktur; tirmizi münkerdir; habibü'l bağdadi ibn main'in aslı yok, yalan dediği zikredilmiştir, ibnü'l cevzi bunu mevzuatında zikretmiştir. hadis'in hasen ve sahih olduğunu söyleyenler de vardır. tafsilat için bakınız; el acluni, hadis nu. her kim ki aşık olduğu halde iffetti yaşar ve aşkını gizli tutarak ölürse şehittir. yani ol güruha dahil olan emin oldu. bu kez ademoglı muhammed'e ümmet oldı. kavlehu taala: ve kezalike cealnakümümmeten vesalen. bu ümmet hakkındadur ki adem'ün ve muhammed'ün cemalinde kelimei ilahi okıdı ve inandı. ol vasatı ümmetden oldı. vasatı ümmet'den murad budur ki kabe dünyanun ortasıdur. adem'ün dahı vücudı kabe'den kinayetdür. pes imdi ka'be'nün sırrına bu ümmet irişdi ve cümle yaradılmışun sırrına irişdi. girçi sa'ir ümmetler de irişdi lakin kema hüve hak'dan bilmediler, heman kendü tasavvuratlarıyla bildük ve anladuk didiler. şol amalarun fil hikayetleri gibi. meger bir gün bir şehre bir fil geldi. bu şehrün kavmi cümle agma idiler. fili görmegi arzu idüb aralarından bir nice akılları gönderdiler ki bunlara filün haberin getüreler. amma kör ne görür ki haber vire. ve'lhasıl filün yanına geldiler. birin elin uzatdı eli filün hortumına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün kulagına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün arkasına tokındı. girü gelüb her biri kavmine eyitdi. fil didükleri heman çomak gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi fil didükleri kalkan gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi: fil didükleri tahta gibi bir nesne imiş diyü her biri kavmini bir nice deliller ile inandurdı. ol kavm fili bildük diyü teselli oldılar. nagah hak taala ol amalardan birinün gözin açdı bu kerre filün haberin aslıyla ne kadar ki söyler inanmayu. dirler ki meger bizüm akıllarumuz yalan mı söylersün kadr bilmezler mi diyü iki fırka oldı. bir fırka inandı ehli tasdik olub havf u hatardan emin oldı bir fırka inanmayub ehli tekzib olub mahrum oldı eliyazü billah. pes imdi iy talibi hak bihicab ve biperde fazlı hak güruhına karışub hable'lmetin'i ki, va'tasimubihablillehidir. ya'ni habl kalbde olan nesneye dirler. vechi adem ve vechi muhammed'den kinayetdür. ona yapışan ki ilmi evvelin ve ahirin sırrı size feth ola. mecmu enbiya ve evliyanun halinden ve sırrından haberdar olasın. hayatı ebediyyeyi layık olub naciler zümresine dahil olasız. zinhar adem'ün ve muhammed'ün vechinden hattı ilahiyi inkar itmenüz kim şeytan gibi merdud olub hak'dan dur olmayasız. zira şeytan dünya ilminde mahir idi. amma hattı ilahi ilmün okuyub bilmedi. merdudı ebedi oldı. ali imran suresi, ayet. kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet olduk. ali imran süresi, ayet: cümlenizallah'ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılmayın. pes imdi dünyada ol vücud ki halk olındı. ademün vücudıdur makamı ibrahim dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol vücudlara inanub dahil olan emin olur. zira dünyada evvel ve ahir kelimei kelam ademündür. ol zamandan adem muhammed idi ve muhammed adem idi anunçün peygamber. her kim adem'i ve muhammed'i bir cemal bilmediyse nuh tufanundan helak olub imansuz gider dir ve dahi nuh'un gemisi ki otuz iki pare tahtadur dirler. ol dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol gemiye giren tufandan emin olur. pes imdi her talibi hak didarın görmese tahkiki hak didarın görmez. kendüsün bilmese hakk'ı bilmez. zira; men ar'efe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. yani hakk'ı bilmeyen ölende cahil oldı. peygamber sallallalu aleyhi vesellem, menmate velem yağrif imame zamanihi fekadmate cahiliyyehu ya'ni bir kimse ölse ve kendi zamanınun imamını bilmese ölen de cahil olur didügi anlardur ki yitmiş üç fırka imiş. yitmiş ikisi kendü zamanlarınun imamını bellü bilmeyüb ölende cahil oldı. ehli nar eldi. ol bir fırka kendü zamanlarınun imanun bilüb güruhı naci'den oldı. ölende ehli cennet oldı. yevmanedükülleünasinbiimamihim. ya'ni kıyamet güni de dükeli nası imamıyla da'vet iderüz didi. anlar güruhı naci'lerdür ki kendü zamanınun imamını bilüb ona tabi oldılar. ali imran, ayet: doğrusu insanlar için ilk kurulanev, mekke'dedünyalar için mübarekvedoğruyolgösterenkabe'dir. oradaapaçıkdelillervardır. ibrahim'inmakamıvardır; kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. adem, su ve toprak arasında indi. bu hadis, bu tarzda hadis kitaplarında mevcut değildir. daha adem yaratılmadan önce ben nebi idim tarzıyla mevcuttur. anlar öldiler dünyayı ilahiyeye irişüb ahiretde hakşinas oldılar. ya'ni ashabı meymene anlardur ki kendü zamanınun imamın bildiler kıyametde kitablarını sag ellerine virildi. arşun sagında turdılar. kitabları dahı yüzleri ag oldı. ashabı meş'eme kendü zamanlarınun imamın bilmediler kıyametde kitabları sol ellerine verildi. arşun solında turdılar kitabları dahı sol ellerine virildi. arşun solında turdılar. kitabları dahı yüzleri kara oldı. eliyazu billah. zira dünyada şeytan gibi bildügine musir olub sırru'llah ve ma'rifetu'llah da vakıf olmadılar. taklid zulumatında kalub zalümen cehule oldılar, ulaike ke'lenami belhüm edallü olmışlardı. bilmedüklerinden halkı dahı azdururlar. hak taala anları ve anlara tabi olanları dost dutmaz. anlarun şerrinden allah'a sıgınun didi. bir gün ashab hazreti ali'den radıyallahu anhu sual itdiler ki peygamber sallallahu aleyhi vesellem şeri'ati beyan eyledi neden hakikati beyan itmedi didiler. hazreti ali eyitti: peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmışdur ki; büistü libeyani'şşariati la libeyani'lhakikati didi. anunçün ki ahir zaman kavmi gayet dünyadar olalar dahı ba'zınun sadakati olmaya sözleri fiillerine uymayıb iki dillü ola. kelimei ilahiye gerçi dil ile hakdur dirler. amma gönül ile inanmayub asi olsalar gerek didi. küllühüm finnar anlarun şanına dimişdür. anlara hiç bir vech ile nasihat kar itmez. zira ki hudaşinas olmaga layık degüllerdür. ol bir fırka ki vahidiyye ki ehli cennet dimişdür. anlar kelimei ilahiyye ve hakikata sadakat idüb hudaşinas olur ve hazreti resul'un mübarek vücudına ilmün şehri ve ali kapusıdur didügi yine anlar bilür ki andan murad ne idi ve bir dahı buyurdı ki; ene ve aliyyünmin nurin vahidin kable en yuhliga ademü be erbeati aşereelfiamin ya'ni ben ve ali bir nur idük. on dört bin yıl adem'ün araf suresi, ayet: herikitarafıdasimalarındantanıyanadamlarvardır. cennetliklere. vakıa suresi, ayet: iyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; nemutlu sağcılara. kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; neyazık o solculara. araf suresi, ayet: işte bunlar hayvanlar gibi, hatta dahada sapıktırlar. şeriatın beyanı için gönderildim, hakikati bildirmek için değil. hadis kitablarında rastlanılmamıştır. murtaza elhüsey halkından öndin didi. zira ki hazreti ali radiyallahü anhu hazreti resul'un sahibi sırrı idi. ve sırrı ilahiyeye mahrem idi ve yine didi ki ol nurı hak taala iki pare eyledi nısfı ben oldum ve nısfı ali oldı didi. ol cihetden ki ben ilmün şehri ve ali kapusıdur didi. pes imdi bu nutkun sırrını yine fırkai naci anlar ki fazlı hakkun güruhıdurlar. zira hakikat anlara beyan ve kelimei ilahi ayandur. anlarun gönülleri ilmi rabbani ve ma'rifeti ilahi ile pürnur olmışdur ki anlar nefsün hakk'a virüb hakdan alurlar. ol cihetden hudaşinas olmışlardur. şeyhü'lislam yahya bin ammar , abdullah ibn ensari'nün üstadı idi. çok kamil meşayıhlara irüb sohbet itmişdi. zahir ve batın ilminde mahir idi. çok kerameti ve teveccüh ve himmeti var idi. ve hudaşinas olmış idi. bir gün yine ehli dilden bilişi haki ki ulemai izamdan idi ve müfessirin idi. bir name yazub gönderdi ki; iy yahya bunca uyumagı olurmı? nagah kafile göçer dahımenzile iremezsindiyüyahyabinammar dahı ona yazdı ki; iy biliş er oldur ki sabaha dek uyuyub rahat olmış ola. yine kafileden tiz menzile vara didi ve yine ehlu'llah'dan şeyhhasannuri kaddesa'llahu sırrahu'laziz ol dahı bir name gönderdi ki; iy yahya ol pehlevani nedür sen ki bir kadeh içdin ezelden ebede dek mest oldın. yahya bin ammar dahı ana yazdı ki; iy hasan, pehlevanlık oldur ki bir nefesde ezelün ve ebedün denizlerün içe. dahı hel men mezid diyü çagıra didi. bir gün yahya bin ammar'dan kaddesa'llahu sırrahu'laziz sual itdiler ki talib hakk'a ne vech ile irişür didiler. buyurdı ki; üç haslet ile irişür didi. evvela: menarefenefsehu. kavlince nefsini bildi hakk'ı buldı. ikinci: samit olub gönlünde hakk'dan gayri nesne olmaya. hazreti ali radiyallahu anhu ekser mübarek ağzında bir nice daş dutardı kim samit ola dirler. ni elfiruzabadi fadaılu'lhamse min essıhahussitte tahran: ya ali, bana senharun'unmusa'yaolandurumundasınhadisindenbaşkayaali diye başlayan hadisler mevzuudur. ali elkarı, elmevzuatu'lkubra. beyrut. üçüncisi: kesretden kaçub uzlet ihtiyar ide. ta kim halk arasında merdudsıfat ola makbulsıfat olmaya kesretden şol mertebe hazer ide. kim yay günlerinde ateşden hazer ider gibi didi. kendüsi şol mertebe hazer idermiş ki yılda mübarek bayram namazında bir sa'at halka karışurdı. anda dahı samit olurdı. bu devlete ekser samıtlıkda irdi didiler. eyitti, allah hakkıçün mahabbeti hak bende safi olmadı. ta halk gözine har olmayınca böyle kamil vücuda hayatda iken ona zındik ve mülhid diyü töhmet iderlerdi. dünyadan nakl itdükde cenazesi üstine yeşil kuş kanat kanata çatub kabre dek bile gitdüler. halk aşikar görürdi. çok peşiman oldılar dahı fa'ide itmedi. ol bedgular cümle bir maraza mübtela olub helak oldılar. ahaliden bir kimesne vakı'asında görüb eyitmiş idi. yayahya! kabirdemünkirnekirilenicesöyleşmen? oyitti: benden sual itdiler ki rabbün kimdür? ben didümki: iy melekler! bu cevabı benden sormagıla ne menüm ne sizün işinüz biter didüm. eyitdiler ki: niçün ben eyitdüm. eger ben yüz bin kere disem ki rabbum allah'dur faide itmez. ta ki rabbım, bir kere yahyabenümkulumdur dimeyince didi. pes hak taala ile nice söyleşdün dimiş yahya eyitdi: bir ulu dergaha vardum ki, bu dil anun beyanından acizdür. benden sual itdüler ki: iy derviş fenadanbakaya ne getürdün ben eyütdüm ki: meger derviş padişahlar kapusına geldükde ana dirler mi ki. derviş ne getürdün, yohsa derviş ne istersün mi? dirler didüm didi. haletü'nnez'de hatunı eyitdi: ya şeyh zahirde ehli iyalün nafakasına ve kisvetine sen sebeb idün. senden sonra ahvalimüz nice olur diyü tazarru eyledi. şeyh eyitti: iy hatun yaradılmışun rızkına allahu taala kefildür. her birine bir nev ile irişdürür gam çekme didi. hatun, şeyhün batın halün bilürdi. tesella olmayub çok tazarru eyledi. bu kez şeyh eyitti: iy hatun, ben allah emrine gitdükden sonra üç buçuk yıl giçer padişahun bir oglı togar nice emzükciler getürürler kimsenün emcigün tutmayub senün emcigün tutar padişah oglınun tayesi olursın gam çekme didi. ve oglanun bazı nişanlarından dahı haber virdi. şeyh hazretleri allah'un rahmetine gitdi. üç buçuk yıl geçdükden sonra hatun bu cevabun intizarında iken nagah munadi nida itdi ki: padişahun oglı dogubdur kimsenün emcegin tutmaz. lalalar ve tayalar aciz kaldı. kimün rızası var ise gitsün diyü çagırurdı. hatun heman turub padişahun kapusına vardı. hadimler hatunı içerü hareme apardılar. hatun oglanı eline alup yüzin açdı. gördi ki şeyh nişan virdügi oglandur. hatun emcegin agzına koydı. oglan muhkem emdi. padişaha müjde virdiler. padişah şad olub hatuna hayli dünyalık ata kıldı. bu kez hatun padişah tayesi oldı devlete ve nimete gark oldı. amin. bendei kazlı çeşme esseyyid ismail hakkı asitani yeni bagçe sene sekizinci bölüm kaygusuz abdal manzummensur karışık eserleri sarayname sarayname bismi'llahi'rrahmani'rrahim b ilahi hudavendi kerim, padişahı alem sultanü'lkadimü'rrahim ve kudretün kabzında cümle calem aciz, sergerdan; hikmetün babında cakiller hayran; rahmetün denizünde külli ka'inat gark; lutfun kemalinde kem yok, sana sıgınan miskine inayet senden. amin ya rabbü'lalemin. şey'i'llah iderem senden ilahi ki sensin cümlenün püşt ü penahı halinden cümle alemün habirsin her işde kudretün vardur kadirsin cinayet nazarun eyle talibe ki sensin şevki vahdet her kulube sana elin sunan, senden ıramaz seni gören dahı gayrı göremez sana müştak olana sen nazar kıl talebi ko nazarı sen kader kıl heman sensin heman calemde varlık senün birlügini bilmekdür erlik heman sensin iki alemde sultan kamu alem senün hükmünde ferman beni sen kurtarıgör benligümden benüm ben didügüm nadanlıgumdan benüm caklum kaçan irsün bu cilme ilahi sen beni mahrum kılma elim tut beni kurtar bu zulümden bana benligüm anlat bu kelamdan ta ben dahı bilem kendü halümi ilahi sana sundum tut elümi aciz kılma beni bu nefs elinden utandırma şahı ahmed yolundan beni mustafa'dan haberdar eyle uyar caklumı bu ışka yar eyle beni evliya safından ilahi ayırma padişahlar padişahı hüdavenda kabul eyle niyazum şikeste kılma beni sıma sözüm heman maksud budur benüm sözimden talib matluba irüşe izümden gel iy menzile yolıyla varanlar her yerde allah'ı hazır görenler beni dinle nedür sözüm haberüm nice menzile irişdi seferüm evel insan tonuyla bu saraya teferrüc itmege bu milke caya bile sultanile seyrana geldüm sureti libası insana geldüm hikayet çok söz öküşdür iy insan döner peyveste muttasıl bu devran bu sarayda gice gündüz ay u gün mizanile düzilmişdür bu düzgün altı kapulu bir evdir bu cihan külli tertib yerlü yerince heman cümle pergali areste berkemal kış u yaz u gice gündüz mah u sal şöyle kim üstad münakkaş eylemiş yerli yerince temam hoş eylemiş yedi tabaka aşag ziri zemin eksügi yok düzmiş üstadı emin yedi tabaka yukarı manzarı cümlesi areste der ü divarı içini taze gülistan eylemiş zihi sultan gör ne ihsan eylemiş şöyle pürkemal areste bu saray cümle hoşnud hem şahı vü hem geday cümle geldiler bu evi gördiler her biri bir nakşa gönül virdiler cümlesi bu evde meşgul işine her biri bir iş tutupdur başına cümle halk ki bu saray içinde var her birisi dürüşür aklı kadar ya'ni her birisi kendü işüni başa ilte duta kendü döşüni kimisi taze gülistan gözledi kimisi geldügi yolı izledi kimisi baglandı nakşı surete kimi meşgul oldu cilm ü hikmete kimisi anladı kendü halini edeb ehlidür gözedür yolını kimisi kendi halinden bihaber özi cahil, sözi hiç, kendü fişar kimisi ayrılur öziçün gönlü hoş kimisü kendü cahil tobrası boş kimisi insan idügin bilmedi bu teferrücünde lezzet bulmadı bu saray içindeki halkun heman dirligi bu resme geçer iy civan her birisi bu hal içünde esir bilmedi kendüyi kaldı muntazır her birisi bu eve benüm didi kimi bagum kimi bostanum didi cümle halk ki bu saraya geldiler her biri bu eve şerik oldılar biri dimez ki bunun ıssı kanı nerede ola bu milkün sultanı cümle halk bu hal içinde kaldılar allah'ın milkine şerik oldılar bunda bunlar bu işe meşgul iken yine gör netdi kadir ü müste'an nebiler gönderdi anda var didi ol varın halkın halini gör didi nebiler de geldi gördi bunları bunlar işüne ısınmış her biri her biri kendü işünde farigat özi emin caklı ferah gönlü şad nebiler de bunlara virdi haber ne ki ferman kılmışidi kirdgar bunların hergiz haberi olmadı nebiler işaretini bilmedi zira bunlar bu sarayda her biri bu benümdür diyü tutmuş bir yeri her biri bir yire şerik oldılar bu saray içinde şöyle kaldılar dimediler ki aceb bu sarayun bu müşerref bürkacı milk ü cayun aceb bunun sani'i kanda ola bunda mı ya gayrı mekanda ola bunlarun hergiz fikrine gelmedi bu acib hikmeti bunlar bilmedi bu saray içindeki halkun varı her biri gözledi kaldı bir yeri nebiler de gördi bunlarun halin hikmetile gözledi kendü yolın nebiler de kendü yolın gözledi ilmile kendü kemalin izledi nebiler tacata meşgul oldılar zühd ile hazrete makbul oldılar yarın olacagı bugün sandılar zira hakk'a sıdkile inandılar temiz eyledi nebiler işlerin her birisi tutdılar öz düşlerin nebiler hakk'a casi olmadılar hakk'a yaramaz işi kılmadılar hakkile birlige yetdi özleri anıniçün delil oldı sözleri kendü işlerini temiz kıldılar allah'un emrine mutic oldılar bu saray içindeki halka temam nebiler bildir yolı vesselam ol ki nebiler sözine uymadı hak batıl dimegı anlar duymadı her biri kaldugı yirde kaldılar bu saray nakşına hayran oldılar nakşa baglandı bularun hatırı nakkaşı fikr eylemedi hiç biri uşda bunlar bu sarayda kaldılar gaflet içinde giriftar oldılar nebiler bu halk u cihan varlıgı uş bu hal içinde geçdi dirligi fasl iy hakk'ı batıldan fark iden gafiller iy allah'ı her yirde hazır gören kamiller hakk tebareke ve tacala celle celalehu ve cammehu bu bargahı cazimi ki bunda düzdi. mesela bir saraya benzer altı kapusı vardur. yedi tabaka yukarı köşki, yedi tabaka aşaga ziri zemin eyledi. her tabakanun içini halkla doldurdı. dahi bu saray ki vardır temam münakkaşdır. her bir yana ki baksan sadhezaran dürlü nakş ü hayal görinür. mesela bu saray padişahındur. içine gelen halk bu müşerref menzili ki gördi, her birisi gönli sevdigi nesne tutdı. anunla munis oldı, kaldı. dahı bu saray sultanındur. içünde hikmet çok; ay, güneş, yıldızlar, irte, gice belürdür. yaz u kış revnak ider. bu sarayın dahı hali çokdur. bu saray padişahun öz milküdür. hocası milkine şerik olan kişilerün şerrinden saklasun allah cümle aşıkları, amin ya rabbü'lalemin. iy talib bir dem kulak ol bu söze bu cata hakk'dan nasib oldı bize nasib oldı halümüzi anladuk hikmeti can kulagınla dinledük çok zaman cışk ocagında canımuz yanmagile geçdi budur devranumuz cakl evine irdi çün kim menzilüm gönlümün seyr itdügin söyler dilüm söyledigüm sözin aslın iy habib ne dimekdür kasdını anlar talib hikmet çok söz öküş, menzil ırak müstemi ol söze iy talibi hakk niye geldi bu saraya yolumuz bu sarayda n'olısardur halümüz sultanundur bu saray cümle varı içindeki yine kendü kulları bu sarayı ol cimaret eylemiş kudretinden gör ne hikmet eylemiş bu sarayda nur u zulmet yaz u kış irtegice, iyiyavuz, yadbiliş vasl u hicran ağlamak gülmek tabi cümle dürlü işün aslı sebebi tamuuçmag sırat u mizan dimek cümle efal insan u hayvan dimek zühd u takva farz u sünnet külli hal derd ü derman cilm u hikmet kil u kal hakbatıl dimek bu sözler iy refik cümle bu evdeki sözdür iy caşık cümle dürlü hasılun aslı heman bu saray içinde biter iy civan cilm ü hikmet cümle varlık insana bu sarayda hasıl olur hem yine zira bu sarayda biter her hasıl vacdeye koma halüni bunda bil bu saraydur sultanun seyrangahı bu saray içinde istersen şahı zira cümle dürlü hikmet bundadur bu sarayı düzen üstad bundadur işüni va'deye salma iy akıl dem bu demdür sen halüni bunda bil bunda bilsen müşkülün kalmaz dahi bunda bilen bildi buldı allah'ı her ki hakk'ı bunda bildi iy safa mürşid olur ana yolda mustafa dem bu demdür gafil olma iy hace ta sana hakk'dan açıla der ü ca sen bu dem kendü halünden habir ol yolda kalan miskine destgir ol sen bu cilmi bu sarayda kıl hasıl aslını sen cümle işin bunda bil bu sarayda biter işi her canun divanı bunda sorulur sultanun bu sarayda hasıl olur hayr u şer dem bu demdür bundadur ol şehriyar bu demi bil sen ıragı gözleme bu safi altuna bakır yüzleme sultanı bu dem hazır gör hak budur hakk'a talib sultana müştak budur insan oldur ol hakk'ı hazır göre kendü nefsün cümleden hakir göre nefsine uymaya canı gözleye küfri terk ide imanı gözleye mutic ola hakk'a casi olmaya pak ola gönlünde pası olmaya mustafa cilminden aça gözüni dembedem topraga koya yüzüni veliler halüne ikrar eyleye cışka caklun sıdkile yar eyleye terk ide yanlış hayali er gibi temiz ola tacatı muhtar gibi yol eründen sora yolda müşkilün yol eründen hasıl ide hal dilün nefsi dilegüne harris olmaya kamiller katunda nakıs olmaya budur uş insan dimegün maksudı bilmege taleb iderse ma'budı gayri hak'dan gönlüni saf eyleye ta ki hak suçunı mu'af eyleye mustafa'nun cilmi ola yoldaşı yol içinde mustafa ola başı şahı merdan gibi gerçek er ola cümle işi allah'a yarar ola gidere allah yolunda şöhretin anlamak dilerse hakk'ın hikmetin zühdi temiz halis ola dirlüği gönlüne keşf ola hakk'un varluğı uşda heman budur insandan murad sultan ile bilişe olmaya yad varlığına sultanun emin ola ta ki yakin ehlüne yakın ola eyle olsa maksudı hasıl olur yol içinde her sözi delil olur bu kez andan emin olur her cadem hoşnud olur dirligünden has u cam heman aslı budur insan dimegün ulu kiçi kul u sultan dimegün gafil olmaya hakk'un cilmünden ol cilm içinde bulabulsa hakk yol bu saraya geldi gitdi her cadem ulu kiçi iyi yavuz has ü am ya'ni maksud allah'ı bilmek içün nakş içünde nakkaşı bulmag içün anlamak içün ki nedür bu saray bu müşerref cay u menzil milk ü cay suncı görüp sani'i bilmek içün insan öz cilmin hasıl kılmag içün budur uş insan dimegün maksudı ki bile özüni bula macbudı yacni bu saray milk u barigah özün cayan kılmag içün düzdi şah özüni insanda maclum eyledi insanı cümleye hakim eyledi cümle şeyde insanı kıldı güzin insana maclum kılubdur kend'özin hem bu ilmi insana bildirdi hakk insanun gönlünde tutdı hak durak insanı bilene feth oldı bu hal insan ile geldi bunda zü'celal insanun seyrangahıdur bu saray insan ile bile geldi bunda hayy yüzine nikab idindi insanı geldi ki bu milke kıla seyranı ne dimekdür bu sözi insan bilür zira ki her hikmeti sultan bilür cümle şeyin sultanıdur bu cadem padişah adem deminden urdı dem bu sarayda maksud ademdür heman cadem ile bile geldi müstecan geldi ki bu milki seyran eyleye özüni cademde pinhan eyleye bu habere müstemi ol iy habib ta cademden olmıyasın binasib ademi bil ki cademdür sultanun varlıgı hem aslı ferci her canun ademisen ademe olma gafil cümle aleme adem oldı delil bu saraydur ademün milk ü cayı şöyle gafil görme sen bu sarayı bu sarayda bildi sultanı adem bu sarayda ma'lum oldı has u am bu saray oldur ki hakk'un varlıgı bu sarayda bildi adem birligi iy saliki hudaşinas hakk tebareke ve tacala bu kainatı ki yaratdı. külli tertibini areste kıldı. yaratdugı mahlukat ki geldi bu sarayı gördi, yukarı ve aşağı tabakalara toldılar, sıgdılar, yerlü yerine ilişdiler durdılar, her birisi durdugı yire ısındı, benüm didi. allah; settarü'lcuyub'dur, kimsenün caybını yüzine urmadı. bu sarayda her birinün ki maksudını neyse virdi. her birisi bir düşe kail oldı, durdı. her birisine durdugı düşi perde oldı. dahı andan artuk nesne görebilmesi, şöyle kaldı. andan hakk tebareke ve ta'ala peygamberler viribdi. bu mahlukat bu hali iclam kıldılar. yirdeki, gökdeki mahlukat bildi ki bu sarayun ıssı vardur. ıssı oldur kim tacate meşgul oldı, perhiz eyledi. ıssı oldur kim şöyle ki kendüye nice hoş geldi ise öyle eyledi. bu saray nizam dutdı, kaldı. şöyle ki ol demden bu deme degin her mahlukat ki yirde gökde vardur, ol haliyle kaldı. bu sarayun evveli şöyle düzildi. imdi bu saray, sultanın öz milkidür. içündeki mahlukat kendünün kullarıdur. gayrı yirden gelmiş nesne yok, gayrı diyecek dahi nesne yok, cümlesi bir padişahun sarayıdur. içündeki mahlukat kendünün çeşididür. kula kulluk düşer, ancak padişah hod alimdür. vesselam bu sarayda hikmeti çok allah'un varlıgı bikülli bunda ol şahun bu saray oldur ki ezel ol kadim mesken içün insana virdi hakim yacni insan allah'a tacat kıla şeytanı bu tevhid ile mat kıla bile adem allah'un hikmetini hikmetile bile hakk'un zatını adem oldur bu haberi anlaya tevhidi can kulagıyla dinleye bu sarayun nakşına aldanmaya sahibi vardur özinün sanmaya hacesinin milkine emin ola sıdkı bütün yolda kavli çin ola bile ki padişahındur bu saray bu cacayib saltanat u milk ü cay yirde gökde cümle tertib külli hal fevkı tahtı dar u yemin u şimal cümlesi seyrangehidür sultanun şerik u hemtası yokdur ol hanun o padişahdur kadim u pürkemal kudreti kabzında anun külli hal insan oldur ol bu hikmeti bile bu sarayda sultan'a emin ola bu saray oldur ki bunda ol kadim kudretin aşkare kıldı ol alim bu sarayda maclum oldu ol kadir bildi insan cayan oldı gizlü sır insana keşf oldı hakk'un kudreti bildi insan cümle cilm ü hikmeti bu kemali insana virdi çalab açıldı insan yüzine cümle bab cümle eşya insana kıldı sücud cümle insan tertibidür ka'be but insanı cümleye server eyledi caklı allah insana yar eyledi cakl ile bildi ki cadem bu saray padişahundur bu cazim milk ü cay bu kez cadem meşgul oldı tacate aklı kabul oldı ilm ü hikmete cümle şeye halife oldı cadem secde eyledi adem'e has u cam bu sarayda ademi ol padişah cümle şeyin üstüne eyledi şah yirde gökde cümle eşyanun adem mürşidi oldı bu yolda vesselam bildi adem allah'un birligini her işün içinde kadirligini bu kez adem allah'a şükreyledi bunda niye geldigin fikreyledi gözin açdı dört yana bakdı adem bu saray içinde dolmuş has u cam yirdegökde cümle dürlü mahlukat irmedi bu sırra kaldı caklı mat cümlesi adem'e secde kıldılar haberin hakk'un adem'den aldılar adem oldı cümle eşyanun şahı zira adem bildi evvel allah'ı bu catayı adem'e virdi kadir aşikar oldı ademde gizlü sır cümle mahlukat içinde ol kadim cümle halka adem'i kıldı hakim adem'e bildürdi allah bu hali adem oldı allah'un kudret eli adem oldı cümle halkun serveri cümle hikmetin divan ü defteri ademe şöyle keramet virdi şah sacadet milkünde adem buldı cah adem oldı bu sarayun emini hem hak ile yakin oldı yakini yirde gökde cümle halka ol gani kılaguz eyledi allah insanı cümle mahlukat adem'e uydular allah'ın sırrın adem'den duydular cümle halka pişiva oldı adem eşkere oldı ademde dem kadem zira adem bildi heman sultanı ademde bildirdi özin ol gani adem'i cümleye delil eyledi cilmile ademi kamil eyledi bu sarayı mescid idindi adem ibadata meşgul oldı subh u şam bu sarayun nakşını gözetmedi sultana gerekmez işi itmedi adem anun içün oldı halife ahdi bütün hakile sıdk u safa adem arasında cadem var ki ol fark degil anun katında sag u sol bir cadem var ki göresin sureti ademile kend'özi divdür katı adem içinde cadem var iy caziz hakk yolunda işüni kılmış temiz adem var ki cilmüni kılmış kemal ruşen olmış kend'özine cümle hal adem içinde cadem var iy veli ka'be kavseyn'e irüşdi menzili kişi var gökleri gönülleri seyran eyledi cışk dilinden cilmi ledün söyledi kişi var ki cümle can sever anı zata yetürmiş sureti insanı kişi var ki cakl irmez işine bihaber serseri gezer döşüne kişi var ki bu sarayda iy adem hakikat mesih deminden urdı dem kişi var ki hak'dur anun varlıgı zira hakk'a kabul oldı dirligi bu cadem içinde adem var ki ol can içinde hazrete eyledi yol kişi var ki şöyle sergerdan geçer kendü divdür kamil insandan kaçar kişi var ki sureta insan veli hakk ile birlige yitmiş her hali kişi var ki ömri geçti bihasıl ne dimekdür anlayamaz hak batıl bir cadem var ki kamildür idrakı nireye baksa hazır görür hakk'ı kişi var ki maksudı hakk'dur heman cömri baki oldı kendü cavidan kişi var ki hayr ü şerden bihaber dünyada hiç yere çeker derdi ser bir cadem var ki işün kılmış temiz hulkı latif kend'özi candan caziz bu saray içindeki halkun temam dirligi bu resme giçer iy adem yirde gökde cümle dürli mahlukat cümlesi kendü halinde gönli şad bu sarayda her birisi bir hale şöyle giriftar kalubdur mübtela yirde gökde cümle dürlü halk ki var herbirisi biribirinden sorar ya'ni bu milkün sahibin bulsalar sıdk ile ıssına minnet kılsalar bu hal içinde kamu halkı cihan aklı irişmez kalupdur hemcinan yirdeki halkun göge irmez eli gökdeki halk dahı bilmez bu hali cümlesi bu hal içinde kaldılar allah'un işüne hayran oldılar bu saray içindeki halkun heman budur uş dirligi hali iy civan imdi iy kend'özini insan bilen kamiller, bu sarayda allah'un kudreti çok, hikmeti binihayet. insan oldur ki öz cakluna bürüne, göre ki bu milk ü saray u barigah kend'özinün midür, yoksa sahibi mi vardur? eger şöyle ki özinün ise emin ola. sahibi var ise edeb bekleye. zira ki utanmak ölmekten artukdur. bilen katunda pes insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur ki her işün önin, sonun sına işleye. hakk tebareke ve te'ala insana bunca dürlü keramet virdi ki yirdeki, gökdeki nesneyi halka bildirdi ki cadem halifedir. pes cadem halife oldugunun nişanı budur ki, hakk'dan korka, peygamberden utana, evliyalara ikrar eyleme. gayri hakk işlerden perhiz eyleye, bakışın ibretle baka, sözin hikmetile söyleye, her nireye ki baksa hakk'ı orada hazır göre. yare, yoldaşa, konşuya emin ola, ulu'lemre casi olmaya, hakk'dan ümidin kesmiye. menzile yolıyla vara, yolı erkanıyla vara, cahillere cilmile söyleye, carifler katında sakin ola. pes bu saray ki biz içindeyüz padişahundur. şöyle ki ulular gitdügi yola varmak gerek, zira ki müslüman olmagın alameti budur ki allah'ı hazır göre, cibadeti dahı kılsa bu vech üzre kıla. vallahu alembi'ssevab her birisi bir işe sundı elin kaldı şöyle anmadı tanrı yolın tanrı'nun adı kerim'dür lutfı çok cadli vardur kullarına zulmı yok kimsenün caybın yüzine vurmaz ol sultandur hakkı batıla virmez ol gerçi kim kuldan gelen daim hata kula hak'dan irüşen lutfu ata iy hace, bir dem kulak ol aç gözin bilmegi taleb idersen kend'özün bu saraya geldügünden iy adem bilesin ki kandadur rabbü'alem cümle calemde bile mevcud mıdur nice şöyle kend'özi vahid midür sordugum ol kişidür ki men sana bakıcak oldur görünen her yana sen evel fikr eyle bu saray nedür bu kevakibler güneş ü ay nedür kavli sultan şükri peygamber dimek ulu kiçi kemter ü server dimek bu sarayda görinen nakş u hayal zahir ü batın görinen külli hal hergiz andan ayrıluk gelmez dahı zira bu dem bildi buldı allah'ı zira bu sarayda bildi özini belidir her kim işitse sözini ol kişidür sana nişan virdügüm ihlas ile bilene can virdügüm bu sarayda hak nişanı buldı ol gayrı gitdi hak ile hak oldı ol heman hakk'un varlıgıdur ol kişi anda işlenür hakk'un külli işi her ki talib ise gelsün sıdkile ol kişiden isteyen nişan bula ana sorsun bu yola menzil nedür bu cibadetden biten hasıl nedür neye yirişe kişi dirligile neden kalur yolda münkirligile ma'nadan ne hasıl olur insana gafletden ziyan ne gelür hayvana cilm ü kitab zühd ü takva hal nedür yol u menzil cevab u su'al nedür tamu uçmag tanrı peygamber dimek bu haberler var yok az çok dimek şeytanun günahı nedür arada cümle işi işliyen hod ol huda bu sarayda gayrı dahı kim ola allah'un işini muhalif kıla çün bu saray sultanundur serbeser sultan ki milkünde gayrı kanda var cümle varlık sultanundur milk anun milkün içinde görinen halk anun cümle halkun nidügin sultan bilür pes anun işine şerik kim olur sultanun milki içinde gayrı yok çün hakim oldur arada gayrı yok gel iy talib hakk'a hilaf eyleme gayrı yokdur beyhude laf eyleme gayrı yok bigula virme insana peyrev olmak istemesün şeytana inkarı ko halis eyle ikrarun islamı anla kes ahi zünnarun insan isen civana olma neseb biedeb olma edeb bekle edeb sıdkile gel hakk'a güman eyleme özini peyrevi şeytan eyleme bu sarayda cümle halkun başısın suretün insan veli sen naşisin bu sarayda şöyle heman iy gafil hiç yire geldün gezersün bihasıl bu sarayda bellü bir iş tutmadun naşilıgun sen henüz unutmadun senün insan oldugundan ıssı ne kullugun yok çün bu saray işine imdi bu saray cemc yiridür. sultanun sultanlugı, kulun kullugu bunda ma'lum oluna gerek. bunca kitablar, peygamberler nişan virdigi yir budur. tanrı hasları ibadet kıldıgı yir budur. bugün bunda işün temiz kılan kişi kurtulmuşlardan oldı. imdi iy talib sen ki insan hilkatin giymişsin, hakk tebareke ve ta'ala insana şol kadar keramet virdi kim gök ehli sücud kıldı. yir ehli mutic oldı. insan ekseri bu tertibi bilse pes bu saraya dahı niye geldügin bilür. çün bu saraya niye geldügin bildi, pes insana keramet vacib olur, çünkü insan özindeki kerameti bilür. pes halifelik mertebesi üzerine hilcat oldı, yirdeki gökdeki halk cümle ana mutic olsa aceb olmaya. zira kim insan bu sarayda cümle halk özine malikdür. hikmeti cümle halkun üzerine revan olur, cümle halk andan ictiraz ider. pes bu cadem bunda cümle halk üzerine ihtiyardur bu sarayda şöyle heman iy cadem nice olursa giçersin puhteham zira ki insanıdıgun bilmedün cümle halka canıdıgun bilmedün oldı tutdı seni bu ab u gil cademlikden nesne kılmadun hasıl suretin insandur illa sen camid insaniyyet aleminde nefsin it libasun gören seni insan sanur bu sarayda mutici sultan sanur haberün yokdur asisin sultan'a hem bu sarayda tüccarsın insana insan ile insan olursın bile veli huyun hayvan ile silsile zihayf ki sen bu insan suretin dive benzetdün cihanda nisbetin bu cihanda insana üns olmadun beli hayvana dahı cins olmadun şöyle heman bu cihanda serseri yürüyüben gezersin etü deri gel iy adem müstemi' ol bu söze cademilikden nişan gerek bize biz surete dimezüz adem deyi cadem oldur terkide ham sevdayı bu cihanun lezzetine kalmaya insan olan hayvana üns olmaya fikr ide evvel ki nedür kend'özi kangı kevakibde togdı yılduzı bu cihanda mertebesin anlaya tınlasa cihanı andan tınlaya şekli insan, özi hayvan olmaya bir avuç toprakda pinhan olmaya terk ide koya bu suret nakşını temiz eylemek dilerse işini hemdem ola bir kamil insan ile hizmet ide edeb ü erkan ile ana sora ki ne yirdür bu saray ne intizar olubdur şah u geday bu sarayun sahibi kanda olur ol kamil insana sorun ol bilür zira kim insan kabildür hikmete bu cevahir heman insanda bite insana keşf ola bu cilmi ledün cümle halka delil insan oldı çün insanun zatında kodı hakk ezel sırr u tevhid macrifet cilm ü kemal bu hikmet vechinde ezel ol gani cümleye halife kıldı insanı bildi insan cümle eşyanun halin macnile keşf itti kendü kemalin insanı çün kim arada padişah cümle halkun üstüne eyledi şah cümle halk insanı sultan bildüler hikmeti insanda pinhan buldılar külli eşya muhib oldı insana zira insan muctekiddir sultana bu hikmetün aslını insan bilür zira insan edeb ü erkan bilür talib olan insanı bilsün heman zira insan oldı sultana nişan bu sarayda sultanı her kim bile pes hakikat ol kamil insan ola helal ola ana insan sureti macnada anlamış ola hikmeti müşkilini külli hal itmiş ola sultan ile birlige bitmiş ola her kim ol insanı bildi hakikat cümle fitneden azad oldı azad zira ol insan bilüpdür sultanı sultan ile birlik olupdur canı can içinde yol bulupdur sultan'a dirligi delil olupdur insana macnada ol cümle halkun başıdur şahun sırrı ahmed'ün yoldaşıdur bu sarayun külli halin ol bilür zira ana bahşayiş hakk'dan gelür zira ol temiz derledi dirligin hak yolına kodı külli varlıgın mustafa'nun dirligin puş eyledi nefsini sükutuhamuş eyledi dirliginde dahı hergiz noksanı kalmadı hakk ile bir oldı canı ruşen oldı ana bu ilmi ledün şevkile gönlü içinde togdı gün ışk güneşi sürdi cümle zulmeti kalmadı canında gaflet illeti can u gönli külli nur oldı heman bu sarayda buldı cömri cavidan baki menzile irüşdi devleti ilmile anladı külli hikmeti kemale yetürdi insan menzilin sıdkile hal itdi külli müşkilin dahı anda kalmadı ben ben dimek ona vacibdür kamil insan dimek gel iy talib bir sacat dinle sözi sultanı görmek dilerse can gözi müstemic ol insanun tevhidine sırrile yol buldı hakk'un zatına gördi insan bu sarayda sultanı zira ki bilür edeb ü erkanı cümle mahluk arasında bu adem allah'ı bilmek deminden urdı dem evveli çindür cademün haberi zira cademdür bu sırrun defteri cümle varlık cemc olupdur cademe adem de muntazır idi bu deme bu dem cademde bulundı külli hal o dem içün gerdiş eyler mah u sal ademün sırrında mat oldı cukul külli hikmet cademe oldı kabul ademe açıldı bu cilmün babı cümle hikmetün akdemdür sebebi cadem içün bu saray evvel gani cimaret eyledi kıldı ihsanı yacni ki cadem bu saraya gele bu sarayda allah'a takva kıla bu sarayda allah'a şevk eyleye tanrı adın diline zikr eyleye bu sarayı özine mescid bile adem oldur ki didi kadid bile her hayale gönlüni baglamaya sakin ola sel gibi çaglamaya ne ki hakk virdiyse ana şükr ide dacima gönlünde hakk'ı fikr ide insan oldur ki hakk'un emrine ol mutic ola gönli olmaya füzul su gibi alçakda ola meskeni ganimet göre sureti insanı kendü cahil nefsi füzul olmaya gayri hakk işlere meşgul olmaya bir kamil insana vire özini vezn ile mizana tarta sözini sureti adem özi ham olmaya cehd ide kemile hemdem olmaya dive benzetmeye insan suretin göre her zerrede hakk'un hikmetin bu saraya niye geldügin bile padişaha can içinde yol bula bu sarayun nakşına aldanmaya ademdür özini hayvan sanmaya imdi iy saliki rahrev, bu saray padişahun seyrangahıdur. cümle halkun meskenidür. bu sarayda hikmet çok. bu saray on dört tabakadur. yedi tabaka aşagı, yedi tabaka yukarı gökde. cümlesine allah'un halkı dolmış, her birisi bir hale meşgul olmış. bu sarayda geçer, ademden artuk kimse bu hali fikr eylemez ki bu saray ne yirdür. bunun sahibi kanda olur, bu muglak sarayı adem fikr eyledi. bu bab ademe feth oldu, adem bildi ki, bu sarayı padişah kullarına ta'at kılacak yir eylemiştir. imdi adem ibret ile bakdı, hikmetle gördi, velayetle anladı ki bu sarayun ıssı var, adem ta'ata meşgul oldı, hakk tebareke ve tacala adem'e bu sacadeti yoldaş eyledi, bu saraydaki halka ademi baş eyledi. çünki adem'e allah'un cinayeti yar oldı, adem cümle eşyanun halinden haberdar oldı. adem bildi ki bu saray allah'a ibadet idecek yirdür, bel bagladı, cibadete meşgul oldı, bu sarayda cümle eşya her birisi bu hal içinde giriftar olmış kalmış, veli insanı kamil anladı ki hal nedür zira cademde bulundı bu nişan cümle varlık uşda cademdür heman bu sarayda cademi ol padişah cümle halka eyledi püşt u penah cümleye adem olupdur destgir ademi hakk eyledi bedri münir cümle halk ademden aldı haberi zira allah ademi kıldı yari çün bu hikmet adem'e görsetdi yüz ademün vasfını söyler cümle söz ademe cemc oldı cümle dürlü hal cilm ü hikmet cömr ü devlet milk ü mal ademe müyesser oldı bu cata layık cadem oldı cilm u vahdete ademi allah aradı aşkere cilmile görsetdi cümle gözlere cümle halk çün kim ademi bildiler ademün yüzüne sücud kıldılar ademe allah'dan oldı bu nazar cümle halka adem oldı ihtiyar cümle halka ademi yüz eyledi kudretin ademde temiz eyledi bu sarayda bunca dürli halk ki var cümlesine cademden oldı haber hakk ademi şöyle çerag eyledi cümle fitnelerden ırak eyledi ademün caklı irüşdi bildi çün bu saraya ne işe geldi bugün ademi allah uyardı cilmile tevhidi gönlünde kodı hilmile adem'e allah'dan oldı inayet şeyatin adem'i gördi oldı mat ademi allah bezedi nur ile macmur itdi gönlüni şükür ile sabrı adem'e hilcat virdi hakk sabrile oldı cademün yüzi ak sabr ile irdi adem bu devlete aklı olan pendi ademden duta ademe sora bu halin müşkilin adem'e bildürdi allah hal dilin yirde gökde cümle halka bu adem tevhid ile pişiva oldı temam ademe cümle sücuda geldiler haberin hakk'un ademden aldılar bu sarayda oldı adem kethüda ademün sem'ine girdi bu sada bu haberi evvel adem dinledi kaf u nun savtını adem anladı bu sarayda evvel ahir n'oldise allah'un hikmeti her ne kıldısa cümlesini bildi cadem cilmile veli ki tahammül itdi hilmile cümle mahluk arasında ol gani halife yirine kodı insanı cümle mahlukat adem'e geldiler cademün ilmine teslim oldılar adem'e hakk'dan irüşdi bu kemal adem hatm oldı geldi külli hal bu hakikat cilmün adem bildi çün ahdi çindür ademün kavli bütün adem olan anlaya bu haberi cömrüni harc eylemeye serseri dilini tevhid yoluna baglaya cigerin ışk odı ile daglaya anlaya kim ne dimekdür bu haber kıla bu ham sevdaları muhtasar gönli füzul kendü bidert olmaya cışk yolunda nefesi sert olmaya macrifet ilmin hasıl etmiş ola efsane'i külli o tutmuş ola kabul itmiş ola insan menzilin komuş ola külli hayvan menzilin bu sarayda özini bilmiş ola kendü kemalin hasıl kılmış ola budur uş insan demegün maksudı ki daim fikr ide dura macbudı bu saray nakşına bakup kalmaya insan nedür hayvan tabicat olmaya nakşı göre nakkaşa vire gönül cışk yolında tevhidi kıla kabul şekli insan özine sabit ola ahdi bütün kavli yolında ola bu sarayda aklını dagıtmaya her hayal gönlünde mekan tutmaya insan olan bu hali fikreyliye suretin insan göre şükr eyliye bu sarayda tacata meşgul ola ne ki mustafa dediyse hak bile tanrı haslarını inkar itmeye can içinde allah'ı unutmaya dive benzetmeye insan suretin fikr ide gönlünde hakk'un hikmetin togrı gele yola kecrev olmaya sureti cadem özi div olmaya sıfatı hayvandan cuzlet eyleye özin insanlıkda isbat eyleye zira insan içün oldı bu mekan insana hayran olupdur cümle can insanun aklına sıgdı bu kelam talibisen insanı bil iy adem insanı bil ki yetsün menzile pes bu muglak sırrı hayvan ne bile bu yakine çünki insan buldı yol ko bu hayvanlık sıfatın insan ol sözüme her dem kulak tut iy adem puhte olmışıken işün kılma ham esfele bırakma insan suretin zira hakk insanda kodı hikmetin imdi insanda ara bul kendini ta bilesin sen seni niydügüni bu nasibi insana virdi kadir cümle halka insan oldı destgir insanı hak cümleye can eyledi kadir'i gör ki ne ihsan eyledi insana virdi çalab caklı kemal cümle sırrın haberin insandan al insana kec nazar olma iy bahil cümle varlıgı heman insanda bil gel iy insan can kulagın aç beri ne yazılmış oku gör bu defteri ne kelamdur bu fakir söyledügi ne denizdür girüben boyladugı neye irüşmiş bu yolda menzili ne haberdür kim daim söyledügi nice saraydur didügi dervişün kim görmiş ta'biri nedür bu düşün bu sarayda dirilen halkun caceb niye cemc oldı nedür bunda sebeb bu görinen künbedi devvar nedür nakş u hayal kevkeb ü seyyar nedür tamu uçmag sırat u mizan dimek havf u reca yol dimek erkan dimek tanrı hasları kime kulluk ider ay u güni kim sorar kim yider gel teferrüc it bu cacib pergali yerlü yerinde komış kudret eli kış u yaz u irte gice hayr u şer cümle varlık mucteber u muhtasar bu sarayda görünen nakş u hayal peygam u kitab u cibril kil u kal bu haberi halka kim virdi caceb evvelinde neden açıldı bu bab bize bu müşkili hall it iy adem halimizi müşkil itme dembedem kuş dilin bilürsen anla haberi hiç yire harc itme cömrün gel berü bu saraya niye geldün anı bil bu sarayda sana ne bitti hasıl insan isen anlayasın bu sözi izliyesin yine geldügün izi imdi iy hakk'a talib olan canlar, iy bu cihanda özini bilen insanlar. gel imdi a bu ibrete nazar eyle gör ki hakk tebareke ve ta'ata bu sarayı bünyad eyledi. bunda hikmet ne hikmet ola ki hakk'un yaratdugı kullar bu saraya geleler. allah'a ibadet ideler, hakk'un ululugu ve kulun kullugu burada maclum ola. pes bu saray bunun içün olmadı ki halk gele üleşe, özi içün yer duta. ne ki gönli dilerse anı ide. zira ki sultan bu sarayı kullarına ibadet idecek yer eylemişdür. zira ki padişah münezzehdür. cümle calemden bu sebep yaradılmış halk içündür. halik sıfatı münezzehlikdür. insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur. zira ki insan bu ibreti gördi, ta'ata meşgul oldı, hayvanlar gördi, hayran oldı. zira ki bu sarayda nakş u hayal çok. insan hakk'un hikmetine bakdı, ta'ata meşgul oldı. hayvanlar gördi, otlamaga meşgul oldı. gel imdi iy saliki rahrev fikr eyle gör ki bu sarayda kankı bölükdensin, her amel ki işleyesin ana göre ola. bu saraya nereden geldün evvel ahiri niye irüşdi bunda hal geldügün vakt suretün insan mıdı suretün insan huyun hayvan mıdı bunda geldün neydi ki evvel işün ahiri hayvana döndi gerdişün zihayf ki bilmedim insanlıgı kabul itdün özine hayvanlıgı bu cihanda guli beyaban gibi düşüne gezme ahi hayvan gibi bir mürebbi bul cihanda sor halün haberün yok sahraya düşdi yolın kendü halünden haberün olmadı hiç özine itibarun kalmadı bu sarayda şöyle kaldun bihaber hasılun yokdur çekersin derdi ser sen uyursun harc olur ömrin geçer sana sendedür yine her ne ki var zira ki sen kend'özini bilmedün insaniyyet halüne yol bulmadun bilmedün çünki özini iy gafil şöyle kaldun bihaber hor u zelil sana helal degil insan kisveti şeklin ademsin özin divsin katı bari hiç fikr eylemezsin ol demi ki sana hak virdi şekli ademi sana bu cadem libasın padişah şükrüni bilmege virdi ol ilah yacni ki sen bu deme şükr idesün bunda niye geldügin fikr idesün anlayasun bu sarayda sultanı hoş göresün bu sureti insanı sen bu insan kisvetünde iy gafil cihana geldün gidersin bihasıl sen ademsin hayvana benzer işün zihayf esfele düşdi gerdişün bu sarayı görüp cibret almadun sen hod bunda kendözünden gelmedün seni bunda getüren sultana sen gafil olmagıl gafil ol cana sen bir uyan aklını divşür gözin aç yüki terk it kimesneye virme baç bu saraya şerik olma ey civan bu sarayun ıssı vardur pehlüvan sen dahı kılasın bu saray ıssına sen seni bilmedügünden assı ne aklını devşir gözin aç bundasın istedügün sendedir sen kandasın sen bu sarayda özinden bihaber uykudasın çarh döner devran geçer insan oldur ki haberdar ola ol cışk evinden tevhide eyleye yol bu sarayda şöyle gafil gezmeye insan oldur ki yolundan azmaya hiç yere harc eylemeye varlıgın sıdk ile temizdür bile dirligin kendi halinden bihaber olmaya bu saray nakşına bakıp kalmaya anlaya bunda ne işe geldügin bunda niye yitüp neden kaldugın bu sarayda merdane bel baglaya kayıra vakt ile işin saglaya nadan ile bile hemdem olmaya ma'nada insanlıgı kem olmaya carif ile hemnişin ola da'im ışk yolunda gizlemeye zer ü sim sıdkile fikrinde daim hakk ola hak yolında varına müştak ola bu sarayda gerçek erenler gibi serbaz ola cışk ile server gibi meyli olmaya anun sim ü zere daima sıdkı ola gerçek ere kanacat ola işi daim anın gözleye emrin o müdam ol hakkun uşda budur macnası insanlıgun gafillikdür nişanı hayvanlıgun gel iy insan kalk ol bir dem beri gök nedür anla bu mahluk haberi hiç yire cömrün hasılı yitmesün kamil insanlar sana tak tutmasın anlayıver bu sarayda hal nedür nakş u suret bu cacib pergal nedür sen de bir kimsene misin başuna bihaber şöyle gezersin duşuna ne belli sultan ne belli kul gibi ne teslimsin belli ne fodul gibi cömrüni harc itti çarhun devranı sen bilemedün sureti insanı şöyle gafil geçti devranun hayf aslı nedür bilmedün canun hayf bu sarayda sen heman baykuş gibi kalmışsın kanadı sınuk kuş gibi derdün artmış neylesün derman sana pes suretsin fayda kılmaz can sana zihayf ki sen bu adem kisvetin dive benzetdün heman zahir batın bu mucamma sırra aklun irmedi nice irsün inkarun yol virmedi bu sarayda nakş u suret gözledün mal u altun katır u at gözledün bagladı tutdı seni bu milk ü mal gaflet uykusunda aklun paymal bu sarayda daima hublar ile cömrüni sarf itmek istersin bile daima fikrinde hublar sohbeti seni yolundan çıkarır nefs citi sevdigün daim kara göz şeftalü bu hayalden delü olmışsın delü bu sarayda işret u tena'um sana allah ışkunı kodurmış bir yana bu sarayda tena'um şemc u şarab hatıruna hoş geldi işreti hor u hab dahı bundan özine nesne görmedün zira kim mürşide boyun virmedün bu sarayda şöyle gezdün düşune sen özün bir kimse sandun başuna gafil oldun öz halünden iy adem nice olursa giçersin puhteham bu sarayda yar kıldun özini sen özin anlayamazsın sözüni bu hevasatler sana oldı hicab hak yolundan kaldugın budur sebeb dahı biter artdı sevdan günbegün bu sarayda cünun olmuşsın cünun zihayf ki sultana bilişmedün bu sarayda hiç bu fikre düşmedün seni bu derdi biderman iy hace zar u giryan eylemiş irte gice haberün yok geçdi cömrün kervanı menzil ırak yolda azugun kanı sana azuk sultana armaganun gerek idi haberün var mı senin yohsa bu sarayda şöyle tevi gibi kendü döşüne gezersin evi gibi uyumak uyanmak acup doymagı vay ki seversin bal ile kaymagı bu sarayda endişen budur heman sultan içün kim kayırsın armagan sen cademsin hayvana döndi işün ademilikde tutamazsın düşün caklun insan olmaga kılmaz yari hayvanla gel ki hayvan ol beri gel imdi iy aklı kamil bu fikri hakkıyla bir nazar eyle. gör ki bu sarayda bu kervanserayda şerikligün ne? bu hod padişahun cimaretidür. yalınuz senün içün olmadı, cümle mahlukatun mekanıdur. her bir kişinün bunda lacerem bir işi var, bir düşi var. hakk tebareke ve ta'ala cümle mahlukatı ki yaratdı, cümlesinün mekanı bunda olur. imdi muhammed mustafa caleyhisselam eydür ki, padişahun dahı bir sarayı vardur, ol bundan latifdür, dir. bunda gelen halk anda dahı varmak gerekdür. bunda ne itdüyse cavazın ol sarayda bulmak gerekdür. pes insan oldur ki sadıku'kavl ola, peygamberin sözine inana, hakk'a muti' ola. a evliyaları inkar eylemeye, cahillerün şirretünden ırak ola. zira ki insan olmagun macnası çokdur. insan oldur ki, bu hallerden gafil olmaya, kesbeti ma'rifet ola, keşfi muttasıl vahdet ola, kemali vuslat ola. gel iy talib bir sa'at dinle sözüm bu sarayda niye düş olmuş gözüm anla bu sarayda bana n'oldugun dinle ahi başuma ne geldügün evvelinde bu saraya halk ile buyruk oldı cümlemüz geldük bile bunda geldük her birimüz bir hale şöyle kalmışuz giriftar mübtela dahı biribirimüzi bulmaduk birimüz işin birimüz bilmedük seray ulu halkı hakdur allah'un hikmetine cakl irüşmez ol şahun şöyle bunlar kendü kendüden midür yohsa allah bunları iden midür insan oldur bu hali fikr eyleye bile özin allah'a şükr eyleye cemc ide aklın bile kend'özini gaflet uykusundan aça gözüni bu saray nakşına gönül virmeye hak bile özin arada görmeye insan ile hayvanun farkı heman hakk'ı bilmek vechinedür iy civan insan oldur ol hakk'a teslim ola nefsi zalim olmaya mazlum ola hulkı mustafa gibi şirin ola şahı merdan gibi kavli çin ola insan oldur ol hakk'ı unutmaya ham hayal gönlünde mekan tutmaya gayrı hakk'dan gönlüni pak eyleye anlaya her sözi idrak eyleye ilm ü hikmet ile aça gözüni insan oldur bile kend'özini kend'özin bilen hakk'ı bilmiş olur hakk'ı bilen cümle halka piş olur gayri hakk'a ol gönül virmez dahı zira ki gönlünde bulur allah'ı allah'ı bilen kişinün iy aziz gayri hakk'dan zahiri olur temiz hayran olur allah'un birligine muhibb olur cümle halk dirligine sıdkı bütün kendü gerçek er olur cümle işi allah'a yarar olur bu sarayda cümle halka hakk anı emin eyler dirliginden iy gani dirligi temiz özü sadık olur her acmali allah'a layık olur uyanur gafletden açar gözüni vezn ile mizana tartar sözüni dirlikile allah'a yakin olur gönlü ilmi ledüne hazne olur çin olur kalmaz halinde müşkili hakk'la birlige yiter her hali gayri hakk'dan gönlüni safa kılur hak yolunda ahdine vefa kılur teslim olur gerçek erenler gibi carif olur ilmiyle muhtar gibi cümle halka delil olur dirligi pür olur gönlünde hakk'un varlıgı tevhidile tende cana döner hayvanken nagah insana döner irüşür bahtı sa'adet tahtına gözün açar hazır olur vaktine gafil olmaz kamil erenler gibi daim uyanık olur hayder gibi server olur cümle cihan halkına benzedür hulkın muhammed hulkına milke emin allah'a veli olur her işün ahiri evveli olur sa'adet milkine yeter seferi ferman olur hükmüne div ü peri seyran ider milke süleyman bigi şehsuvar olur kamil insan bigi öz halinde müşkili kalmaz dahı can göziyle aşkare gördi şahı bu sarayda bu kez anun cümle kul mutic olur hükmini eyler kabul allah anı aziz eyler can gibi halim olur her huyu sultan gibi cümle halka ruşen olur dirligi cem' olur gönlünde hakk'un varlıgı can içinde bilüşür allah ile cümle işi birlik olur şah ile vücudunda gayri hakk kalmaz dahı togrı bakan görür anda allah'ı gönlü hakk'un varlıgına kab olur hakk'ı bilmege özi sebeb olur bu sarayda ay u güneş gibi ol cümle halkun gönlüne olur kabul yirde gökde cümle halka baş olur aklı selim kend'özi yavaş olur bu kez andan emin olur has u am yol içinde dirligi olur temam cümle halka şefi' olur dirligi kendüye müsellem olur erligi bu sıfatlar ki nişan virdi gören yola girip yolda menzile iren can içinde vuslat olan hakk ile ömrini sarf eyliyen müştak ile mustafa'nun kavline muti' olan allah'ı mustafa ilminden bilen gayri hakk'a ol mutic olmaz dahı mustafa yolınca ister allah'ı zira hadd ü menzilin oldur heman mustafa virdügi nişandur nişan gel iy talib bu sarayda yatmagil mustafa'dan gayrı mürşid tutmagil caklını cemc eyle uy mustafa'ya ta ki bu yolda iresün safaya zira oldur cümle halkun mürşidi evvel ol aşkare kıldı ma'budı cümle halka evvel ol virdi haber gafil olman ki bu milkün ıssı var bu saray bir ulu sultanun imiş külli tertib heman ol hanun imiş gafil olma deyi evvel mustafa hitab eyledi bu halka ol safa halkı gaflet uykusundan ol nebi uyardı eydür ki benlik edebi gice gündüz ta'ata meşgul olun bu yolda allah'a yarar iş kılun gafil olman gafillük hoş degül er olan gaflete düşmek iş degül bu haberi halka evvel ol nebi söyledi bildürdi şart u edebi bu temyizi mustafa'dan bildiler bu haberi evvel andan aldılar mustafa bildürdi evvel sultan'ı halka ol kıldı bu lutf u ihsanı bu sarayda halk u cihan intizar şöyle kalmış idi heman hurzar ey hakk'ı bilmege talib olan aşıklar, bu sarayda allah'un kudreti çok. talib, eger her hayal ardınca uzansa matluba irebilmez. pes aşık oldur ki aklına bürüne, göre ki bu saray ne saraydur. kendünün bunda işi ne? eger şöyle ki kul ise buyrulan kullugu yerine getüre, sultansa milk kendünündür, emin ola. pes adem dimekden maksud budur ki, işi hayvana benzemeye, her dürlü halün evvelin ahirin sınaya. zira ki bu saray sultanundur. kul, hocasınun milkine emin gerek. zira ki muhammed mustafa geldi. bu sarayı ki gördi, ta'ata meşgul oldı. hakk tebareke ve ta'ala bu kainatı vücuda getürdi. vücuda getürileden beri muhammed mustafa gibi insanı kamil gelmedi. çün ol geldi, bu sarayı gördi, bil bagladı, kulluga durdı. şol kadar kulluk itdi ki allah'a kabul oldı. hakk tebareke ve ta'alaya mi'raciye okudı. cay u mansub virdi, bildürdi. yirde gökde cümle halka muhammed mustafa'yı baş eyledi. çün ol bu derecata ibadet ile irişdi. pes cümle halka delil oldı kim hakk'a ibadet eyleye. zira ki sebeb söz nesne yok. hakk'un rahmetine kullık tacatı sebebdür ve dahı cümle ta'atün aslı allah'dan korkmakdur. allah'dan korkan, peygamber'den utanur. çün bir kişi allah'dan korka, peygamber'den utana, gayri hakk iş işlemez, yüzi sulu olur, ta'atı temiz olur, ikrarı halis olur, gönli alçak olur, tekebbür olmaz, zira ki tekebbürlük şeytani ameldür. anı allah sevmez. mustafa'dan oldu bu lutf u kerem ki bu muglak sırrı anladı cadem cademe bildürdi allah bu hali bu hikmete ademün irdi eli bu sarayda adem oldı pes emin mustafa'ya sadık allah'a yakin bunca halk ki bu saraya geldiler allah'ı cümle ademden bildiler cümle halka adem oldı kılaguz ilm ü hikmet ademe görsetdi yüz adem aşdı bu makamı müşkili bu yakine ademin irdi eli zira adem eminidür allah'un varlıgı külli cademde ol şahun cadem oldur ol bu hali keşf ide allah'a mustafa yolınca gide muhib ola mustafa'ya can ile biliş olmak isterse sultan ile zira mustafa hakk'un eminidür hakk dahı mustafa'nun yakinidür bu sarayda cümle halka ol nebi ilmiyle bildürdi şart u edebi yirde gökde cümle halka mustafa şefi' oldı lutfile kıldı vefa bu sarayda hikmeti çok allah'un eyle varlıgı ademde ol şahun adem oldur ol bu hali fikr ide sıdk ile allah'a her dem şükr ide bu saraya niye geldügin bile aklı mucamma sırra yol bula şekli adem kendü hayvan olmaya sureti insan özi noksan olmaya aklı kabul ola hakk'un ilmine uymaya nefsi zalimün zulmüne gönli hakk'un ilmine mahzen ola canı vahdet gevherine kan ola fikr ide gönlünde bula sultanı hiç yire harc eylemeye devranı sa'adet bile bu insan suretin bu suretde bile hakk'un hikmetin hem bu ilmi ademe bildürdi hakk cümle halk heman ademe iştiyak ademün sırrında cümle mahlukat hayran oldı şöyle kıldı aklı mat veli adem bildi cümle eşyanun asl u fer'i neden oldı her canun hem bu saray bunda niçün oldugun cümle halk bunda ne işe geldügün yerde gökde cümle hakk'un sırrını adem'e bildürdi allah var'ını ademi cilmiyle ma'mur eyledi cümle halk içinde menşur eyledi cümle halk bildi kim adem sultanun bu sarayda eminidür ol hanun külli bu hikmeti adem anladı zira ki mustafa ilmin dinledi mustafa nuriyle adem gördi yol anınçün oldı hazretde kabul mustafa ilmin adem keşf eyledi hazrete vardugı yoh söyledi yirde gökde cümle halkun bu adem pişvası oldı bu yolda temam cümle halk hakk'ı adem'den sordılar zira varlıgı ademde gördiler ademi allah bu cümle kullara kılaguz kıldı bu müşkil yollara ma'nada gönüllere yol buldı adem ilm ü hikmet külli adem'de temam hem bu yirde yine ademdür delil cümle hakk'un varlıgın ademde bil adem isen adem'e olma gafil seni yolundan komasun ab u gil bu suret nakşı seni aldamasın gaflet uykusı yolundan komasın uyuma gafletden uyan gözün aç varlıgun cışk yolında saçu saç mustafa'nun yolını tut sıdk ile seni heman ol iletür menzile veli cışk olsun bu yolda yoldaşun ta ki asan ola her müşkil işün arif ol sen sıdka vir inkarunı islamı bil kes gider zünnarunı ne ki mustafa didiyse tut sözin anun ilmin cümleden eyle güzin veliler yolını inkar eyleme cehl ile zühdüni zünnar eyleme koma ki hiç yire geçdi devranun gafil olma gözün aç uyar canun hakk yolında temiz eyle dirligün aslını bilmek dilersen erligün mustafa'nun halkını tut gir yola meskeneti yoldaş idin gel böyle mazlum ol özin tekebbür olmasun gafletile inangir olmasun gözin aç eger talibi hakk isen sıdkla gel tevhide müştak isen allah'un bendelerine emin ol dirligün saf eyle hakk'a yakin ol gel berü eger talibi hakk isen füzul olma ahmed'e müştak isen ahmed'ün hulkın ali mürüvvetin yoldaş idin bile zahir ü batın aslını bilmek dilersen her işün mustafa'nun hulkı olsun yoldaşun gözin aç bir anlayıver yolını koma mürşid eteginden elini bari bu saraya gelmekden murad gerek insan tanrı'dan olmaya yad bu sarayda bilişe allah ile bu demde işine ola şah ile zira bu sarayda hakk'un kudreti bunda ma'lum oldı külli hikmeti bu sarayda bildi sultanı bilen bu hazneye bunda buldı yol bulan bu sarayda biter işi insanun maksudı bunda hasıldur her canun bu sarayda hasıl olur hayr u şer cümle hasıl insana bunda yeter bu sarayda biten iş bitti heman bu mekanda ma'lum oldı lamekan insan oldur uş bu demi anlaya bu sözi can kulagıyla dinleye bu saraydan vardı mi'raca nebi bu saraydadur her işün sebebi bu saray oldur ki allah ahmed'i fahri alem mustafa muhammed'i bu sarayda virdi tac u hil'atı bunda bildi nebi'ilm ü hikmeti bunda irüşdi nebi'ye her hüner bu sarayda dindi şaha zülfikar bu sarayda ma'lum oldı külli hal bunda dendi ahmed'e ilm ü kemal bunda irüşdi adem'e keramet şeytanı adem bu demde kıldı mat külli hali bunda anladı adem anınçün melekutdan vurdı dem ademe hakk bu sarayda virdi nur musa'ya tur eyyüb'e şükr u sabur bu saray oldur ki bunda ol gani ibadet içün getürdi insanı imdi iy şükr ü zikr eyleyen sadıklar, iy allah'a ibadet kılan aşıklar, hakk tebareke ve ta'ala bu sarayı kullarına ibadet edecek yer eyledi. ya'ni gele hakk'un kulları bu sarayı göre, ta'ata meşgul ola, bu saray nakşına gönül baglamaya. zira ki bu hikmeti hakk, allah'un kudreti, mustafa'nın mertebesi, evliyanun halin dirligi, şeytanun inkarı, allah'ı bilen aşıklarun zevki külli bu sarayda ma'lum oldı. bu sarayda allah'un halkı çok ola, bu adem gerek ki hayvan gibi olmaya. bu sunca baka, sani'i anlaya. delili mustafa ilmi ola. dirligi evliya hali ola. yalandan perhiz eyleye. hakkına kani' ola. tanrı yarattığı kullara hayr sanıcı ola. her nereye baksa allah'ı orada hazır göre, enbiyalarun b ilmine muhibb ola. evliyalarun kavline sadık ola. bu hali bilmegün aslı özini bilmekdür. imdi özini bilmek budur ki kişi özini insan bile, insan hakdan yaradılmış şeydir. pes özini bilmegün ma'nası budur ki hakk'ı bilmek olur. vallahu'lalem. ya'ni insan bunda ta'at eyleye tevhid ile şeytanı mat eyleye bile insan ki ne yerdir bu saray bu müşerref çetr ü sayvan milk ü cay bu gülistanı mu'azzam bargah kimin içün arayiş eyledi şah bu sarayı ol bizim sultanımuz şöyle pürkemal kılubdur canımuz ya'ni gele kend'özi seyran kıla cümle halk hem bu sarayda yer bula bu saray oldur ki ezel o kadim kullar içün mesken eyledi hakim ya'ni kullar bu saraya geleler allah'a zühd u ibadet kılalar bu sarayda her birisi allah'a sıdk ile ta'at kılurlar ol şah'a bu sarayda anlayalar sultan'ı göreler bunda bileler ol canı bugün bunda bilişin allah ile heman ol birlige yetdi şah ile dahı bu nakş u hayale bakmaz ol edebi bekler kanundan çıkmaz ol emin olur sultan ki varlıgına riya' katmaz sıdkına dirligine bugün bunda sultan'a vuslat olur can u gönli deryayı hikmet olur her kişi ki sultanı bunda bile bugün anun maksudı hasıl ola zira ki bikülli hasıl bundadur peygam u kitab delil bundadur sıdk u safa ma'rifet ilm ü kemal hakk'ı bilmek zühd u takva külli hal bu seray'da hasıl olur insana bunda kılur takva kılan sultan'a bu seraydan vardı mi'raca nebi bu seraydadur her işün sebebi bunda kabul oldı lokman hikmete bunda irüşdi süleyman devlete bu saray'da göge yol buldı isa bu saraydadur bikülli hal kıssa musa tur'a bu saraydan seyr ider cümle menzilün yolı bundan gider bu sarayda ma'zul oldı şeyatin bunda hasıl oldı ahmed'e yakin anlayıbak külli varlık bundadur hüsn u aşk aşık u ma'şuk bundadur bunda dindi nebi'ye külli nasib bunda buldı mertebeyi ol habib gel iy talib müstemi' ol aç gözin neredesin çaglayıvar kend'özin çün ademsin hikmete zulm eyleme bir söz ki akla ziyandur söyleme arif isen eyile virme fırsatı bilmek istersen bu ilm ü hikmeti hemnişin ol bir kamil insan ile boyın vir hizmetin ile can ile va'deye salma bugünki devranı dive benzetme sureti insanı hiç yire harc eylemegil varlıgun hakk yolunda temiz eyle dirligin dem u demdür gafil olma iy adem ademsin adem deminden kalma ham bu dem idi ibrahim'ün da'veti yusuf un hüsnü ya'kub'un hasreti bu dem idi hakk'un uzlet itdügi yunus'ı denizde balık yutdugı bu dem idi musa tur'a vardugı ahmed'ün mi'rac'da didar gördügi bunda bildi şahı merdan ahmed'i bunda aziz kıldı hakk muhammed'i dem bu demdür bu deme olma gafil nemrud'ı bu demde mat itdi halil külli varlık cem' olubdur bu deme bu dem irüşdi keramet adem'e adem oldur ki bu demi dem bile hayvan olmaya özin adem bile zira hakk'un kudreti ademdedür adem'ün dahı demi bu demdedür bu demi bilen ademidür allah'un hikmetine teslim ola ol şah'un cümle demin nakdi bu demdür heman bu demi anlayan oldı cavidan gel iy insan bu deme olma gafil bilmek istersen özini şimdi bil sen bu demde yaragun eyle temam gafil olma dem bu demdir dem bu dem gel iy akil dinle ki ne söylerem talibe neyi işaret eylerem carif isen anla bu haberimi caşık isen dinle ah u zarımı adem isen aklunı vir başuna gözüni aç gafil olma işüne hayvan isen insana tuz eyleme nurı zulmet güni kuz eyleme sarraf isen bil bu latif cevheri her hasis eline virme gevheri talib isen matlubun iste heman binişandan bulmak istersen nişan gözin aç bir berü bak iy akil nefs elinde caklını kılma zelil adem isen anla bu işareti seni zelil kılmasın nefsin illeti müştak isen evliya sohbetine gözini aç uyma nefsün itine ahi bu aklını divşür iy adem ademsin beyhude yire çekme gam bu sarayda şöyle kalma bihasıl ademsin ne işe geldün bunda bil bunda sen bir kişi misin başuna şöyle serseri gezer misin duşuna sen bu saray ıssınun kulu mısın yohsa aklun yok mıdır delü misin bu sarayda şöyle kaldun bihaber sen gafilsin hiç yire ömrün giçer bu saray ıssına kulluk kılmadun varlıgun harc oldı gitdi bilmedün bu ne mi dirsin ki mahluk dirile bunda ne olduysa anda sorıla bu hevasatda gezersin iy gafil sana bundan nesne olmaz hasıl sen bu dem hasıl idegör işüni ki yarın tutabilesün düşüni bir di ya ahi bu sarayun ıssı ne bizüm kul oldugumuzdan assı ne biz hod bu kullugun aslın bilmezüz buyrulan kullugu dahı kılmazuz bu sarayda şöyle cahil kalmışuz bilmezüz bunda ne işe gelmişüz yol bir idi yine dahı uymaduk bunda hikmet var neydi tuymaduk şöyle heman bu cihanda bihaber biz gafilüz ömrümüz cabes geçer kullugumuz dahı bu kadar sultan'a ma'nada tüccar oluruz insana suretimüz insan illa biz divüz meger bu saray içinde ayukavuz bu sarayda her birimüz bir hale şöyle kalmışuz giriftar mübtela bu saray nakşuna şöyle hayranuz ne belli divüz ne belli insanuz pes bu saray sultan'un milkidür. kulların meskenidür. nadanlarun hayalidür. a cariflerün teferrücidür, hayvanlarun otagıdur. kadimde hakk tebareke ve ta'ala bu sarayı ki bünyad eyledi. ya'ni özinün hikmetin ayan kılmak içün oldu. gör ne hakk münezzehdür cümle alemde evvela bu sun'a bakup sani'i bilenler evliya ve enbiya oldı. anlar ki enbiya ve evliya sözine inandı, anlar edebsüzlik kılmadı, hakk'dan utandı. anlar ki evliya enbiya sözine güman eyledi, anlar inkar ehlidür, öz haklarına güman eyledi. imdi iy talib sıdkile can gözin aç bak bu saraya şöyle ki bu sun'a bakup sani'i görebildün ise febiha ve eger görmedin ise işin uzaga düşdi. bu saray nakşına bakup kalanlarla bile kaldun. pes senün işün ol deme kaldı ki tanrı kadı ola, peygam ber şefa'atçi ola, ol dem cümle halkla sen dahı bile gelesin ol dem n'olursa ola dirsen bu dahı vardur, yoksa bugün işini temiz idersen insanı kamil olasın. talibe delil olasın, vahdet kanında biten hasıl olasın. eyle olsa, allah'dan inayet, muhammed mustafa'dan şefa'at evliyadan himmet, dirlügi temiz erenlerden isti'anet bula. vallahu alam bi'ssevab uşda bu saray içinde halimüz kalmışuz nesneye irmez elimüz padişahdan inayet ola meger yohsa kalduk bu sarayda hor u zar insanuz illa hasılsuz insanuz zira ma'rifet deminde hayvanuz bunca halk ki bu saraya gelmişüz bu saray nakşına hayran kalmışuz birimüzün aklı irmez ki bile bu sarayun isteye ıssın bula bu saray oldur ki bunda ibrahim nemrudun putın uşatdı ol selim bu saray oldur ki allah fir'avnı musa içün suya gark itdi anı bu sarayda oldı nuh'un tufanı eyyub'un her hal u derd u dermanı bu sarayda tevbe eyledi adem şeytanun da işi bunda oldı ham bu sarayda hasıl oldı külli hal kamil insan burada buldı kemal bunda ta'at kıldı tanrı hasları burada bildi kemalin her biri bu sarayda buldı mertebe bulan bunda kaldı allah'a takva kılan bunda her kim kend'özini bildise sıdk evinde vahdete yol buldısa anladıysa mustafa'nun dirligin ma'lum itdiyse hakk ile birligin ol bu nakş u surete virmez gönül yol erinden nasihat eyleye kabul ma'rifetin cilmile eyler kemal gaflet uykusunda olmaz peymal hakk ile birlige biter menzili hal olur külli mu'amma müşkili bu sarayda hasıl olur bu kemal bunda bildi vü bulundu külli hal bunda her kim temiz eyledi işin aferin merdane kıldı cünbüşin hakk'a muti' mustafa'ya yar olur cümle hali allah'a yarar olur emin olur padişahun milkine delil olur kendü hakk'un hulkına kili gider gözi önünden hicab özi dinler hem özi söyler cevab ekşiligi gözi önünde dahı gayrı kılmaz aşkare görür şaki zira dirligünde kalmaz illeti hakk'a vuslata yeter vahdeti vücudı canı bikülli nur olur kendü musa durdugu yer tur olur külli varlık anda cem' olur heman bulunur anda nişanı binişan dogru bakan anda görür sultan'ı özi cevher gönli gevher ma'deni ma'rifetiyle kamil insan olur bu sarayda cümle halka can olur halini bilmek bu cümle alemün dirligünden hasıl olur ademün dirligi temiz olanın şöyle bil gönli alçak sıdkı saf aklı kamil dahı hiç şüphesi kalmaz özine zira ki gayrı görünmez gözine vuslat olur bihicab sultan ile tende birlik biter ten ü can ile bu sarayda cümle halka yüz olur hak yolunda her işi temiz olur cümle bu saraya gelen halka ol ma'nile görsedivire togrı yol cümle halka faide ola can gibi şehsuvar ola şahı merdan gibi cümle halka andan fayda bulalar bu yolda pend ü nasihat olalar nasihatun tutan irer menzile gölgesine irişen devlet ile ma'nada halletmiş ola müşkilin nereye irüşdi bile menzilin bu sarayda ancılayın insanı her ki bildi buldı heman sultanı pişiva oldur bu cümle uyula hakkı isteyen kişi andan bula anda ayan ola hakk'un varlıgı cümle halka delil ola dirligi bu hali bilen kişinün ey veli hak'la birlik olupdur her hali hakk'un işi külli anda işlenür anlayamaz halk anı insan sanur zira hakk'a tebdil oldı varlıgı külli bir oldı halk ile birligi cümle bu saraydagı halkun temam hali benüm gibi oldı iy adem bu saray hengamesinde kalmışuz perişanhalüz avare olmışuz her birimize tolaşdı bu hayal bu sarayda şöyle kalduk paymal insanuz illa heman suretile kalduk uş bilişmedük kim zatile geydün illa bu adem kisvetini ana bildirün kim allah'un hikmetini gerçi suretde ademüz iy refik veli hayvan sıdk ile bizden sadık insanuz illa huyumuz div gibi biz bu sarayda gezeniz gav gibi bu sarayun nakşı aldadı bizi gözlemedük nebi vardugı izi bunda gelen halkıla kalduk bile yolı varanlar irişdi menzile gel iy insan öz halinden habir ol yolda kalmış miskine destgir ol bir kamil insana bagla özini ma'nayla güni idegör kuzunı bu sarayda üns olagör insana ta ki huyun benzemiye hayvana bu sarayda insan u hayvan varı nakş u surete tutulmuş her biri hiçbirinün fikrine gelmez nakkaş cümlesinün fikri heman göz u kaş surete baglandı cümle mahlukat ara yirde şöyle nihan kaldı zat kimsenün aklı bu sırra irmedü zat güneş gibi ayandur görmedi zira ki halka hicab oldı suret bu suret nakşında kaldı mahlukat bu sarayda cümlesi bir hallidür ol ki yola vardı er de bellidür yol varana mertebe virdi huda cümle halka delil oldı arada dirligünden yol bulan hal anladı lutfundan talib nasihat anladı fayda oldı bu sarayda can gibi kamil oldı ilm ile insan gibi ulular vardıgı yolı gözledi yol varan kişinün izin izledi bu sarayda her yana tagılmadı anladı hikmeti gafil olmadı kemale yetürdi insan menzilin müşkili kalmadı bildi hal dilin ma'lum oldı halk içinde ol kişi menzilinde bildi vardugı düşi yol içinde dirligin kıldı temam anın ıçün oldı bu yola bigam dirliginde dahı kemi kalmadı külli puhte oldı hamı kalmadı ma'nada merdane vardı hakk yolın zira ki mürşide sordı müşkilin her hayale gönlüni tagıtmadı yolı gözledi yabana gitmedi bu sarayı hoş teferrüc itdi ol dirligiyle menziline yetdi ol ma'rifet cilmini kemal eyledi sıdk ile arzuyı visal eyledi kemale yetürdi yolda kemligin isbat etdi özine ademligin giçdi hayvan menzilinden er gibi ruşen oldı dirligi gevher gibi külli nur oldı vücud u varlıgı yol varana delil oldı dirligi dirliginden cümle halk aldı delil ma'na ile vahdeti kıldı hasıl bu sarayda cümleye baş oldı ol ma'rifeti artdı yavaş oldı ol sakin oldı ilmile deniz gibi cümleye aziz göründü yüz gibi ma'rifet cilmini can kıldı kabul macnası mahfil içinde pürusul ol kişidür bu sarayda yol eri hem bu yolda cümle halkun serveri yol varanun macnası macrifeti hal bilenün külli ilm ü hikmeti bu sarayda ehli divan kıblesi yol içinde cümle mahlukun hası destgir olan bu yolda kalmışa kuvvet olan yolda hakk'ı bilmişe heman ol ademdür anla iy talib bu sarayda yol bulan ehli nasib bu sarayı ol bilür sen sor ana ne nedendür ol nişan vire sana bu sarayda ol ademi iste bul hizmetine boynun uzat teslim ol yol eri oldur ona sor bu yolı hall iden oldur bu yolda müşkili bilen oldur bu cacaib cevheri fark iden sengi haradan gevheri yolda kalan miskine mürşid olan nazarı talibe külli sud olan bu sarayda cümle halkun sultanı ol kişidür ki yakın bildi canı bildi ki ol bu sarayda hal nedür yol içinde noksan u kemal nedür anladı ol her kişinün mikdarun zira kim mürşide harc itdi varun mürşid ile vardı ol bu menzili anın içün menzile yetdi yolı insan oldur bu sarayda iy talib cışkı özine nasib bile nasib bilişe caşkile naşi olmaya cışkun içi ola taşı olmaya cışk ile birlige bite can gibi yolda noksanı olmaya hayvan gibi insan oldur ki haberdar ola ol şimdi kanı bu eve geldügi yol bunda geldi neye irdi menzili bari ne bitdi bu evde hasılı bu sarayda anladı mı sultanı yohsa derde mi degişdi dermanı insan oldur bu hali keşf eyleye cışk yolunda menzil erin soylaya olmaya her naşi ile hemnişin yakın ehline yakin ola yakin kend'özin mertebesin fark ide caklını cışk denizine gark ide insan ola müfid işinden giçe temiz ide hakk'ı batıldan seçe ruhani ola dacima sohbeti vahid ile birlige bite zatı kendü sadık dirligi temiz ola padişahun dostlarına dost ola can göziyle göre heman sultan'ı ta ki şol menzile yite seyranı gözlerinde dahı perde kalmaya hakk'ı hazır göre gafil olmaya bu sarayda gezmeye hayvan gibi gafil olmaya kamil insan gibi vaktile kendü halini anlaya bir yol erinden nasihat dinleye imdi bu sarayda özini insan bilen akıller, iy ma'rifet ilmin hasıl iden carifleri. gel imdi ibret nazarun aç, bu hikmete bak, gör bu sarayda senün nen var ki sen bu saraya bunca özenürsin. eger şöyle ki şerik olıcak nesnen var ise haris ol, yog ise yolın gözle. bu milkin ıssı vardur, sonra utanacak işi işleme, ot olmadan artukdur, bilen katunda bilmek sultanundur. bir kişi kul olsa hocasınun milkine hıyanet eylese fene'uzubillah ki anun hali ne ola. imdi iy talib u caşık sıdk evinde dur, zulmete düşme, zira ki senün elün sana irmez uyumakda uyanmakda, gelmekde, gitmekte ihtivanın yokdur. külli hal içinde senün elün sana irmez. pes sen bu sarayda beyhude laf eylemenin macnası vardur. eger talib isen buyrulan kullugı yerine b getür. matlubı menziline irüşdün ise huyun kerim olsun. gönlün selim olsun aklın alim olsun. kemalün vuslat olsun. zira ki bu saray ibadet yeridür. kul olan kullugundan gafil olmak hoş degül. ganimet göre sureti insanı külli terk ide sıfatı hayvanı zira insan bu sarayda sultan'a can içinde yol bulupdur ol hana bu sarayda insanındur bu yakin bu saray ıssı ne sıdkın kıldı çin şöyle hayvan bigi gafil olmadı teslim oldı hakk'a fatul olmadı anladı adem bu muglak esrarı zira caklı ademe kıldı bari caklı heman insana virdi çalab insana feth oldı açıldı bu bab caklı allah insana yar eyledi insanı uyardı bidar eyledi bildi insan bu sarayda hal nedür bu görünen suret u eşkal nedür bu saraya niye geldügin adem cakl ile anladı bildi vesselam adem akıl birliginden çıkmadı nakkaşı gözledi nakşa bakmadı nakşa bakdı nakkaş'a virdi gönül hem bunca hikmet ademe oldı kabul cümle mahluk arasında bu adem kulluga bel bagladı tutdı kıyam kail oldı allah'un birligine her işin içinde kadirligine hakk'a boyun sundu serkeş olmadı sadiku'kavl oldı kulmaş olmadı bu sa'adet ademe kıldı yari adem anladı bu muglak esrarı hem bu sırrı adem'e bildürdi hakk bu sarayda adem eyledi yarag geldi bu saraya gördi çün adem bu sarayda yaradılmış hass ü am bu sarayda öziçün her biri özine mekan idinmiş bir yeri ıssından dahı yeg olmuş izan her biri turdugı yeri iy civan bu sarayı halk üleşmiş serbeser hoş feragat emin içinde gezer her birisi bag u bustan eylemiş öz içün külli gülistan eylemiş bu benüm dir ol benüm dir her biri bu sarayda şöyle gezer serseri veli cümlenün halini hakk bilür ne ki gelse cümleye hakk'dan gelür gerçi küfr u hatadur kuldan gelen fazl u rahmetdür kula hakk'dan olan zira kim allah kerimdür hem gani irüşür cümleye lutf u ihsanı hakk calimdür kul gibi nadan degil hakk gözinde nesne pinhan degil insan oldur ki bile bu hikmeti zira insan suretidir hilcati bu surete şükr ide kim div degil bu sarayda bir naşi kecrev degil bile ki adem tonıdır kisveti bu sarayda anlaya bu hikmeti cünbişin dahı adem gibi kıla allah'un sırrına caklı yol bula ma'nada zulm eylemese hikmete ta ki hikmet kendü gönlünde bite gümrah oluban yolundan azmaya kimsenin yolunda kuyu kazmaya kendü canı ne sansa cümleye hem anı dileye yoksula baya dirliginden cümle halk emin ola ahdi bütün yolda kavli çin ola dogrı baka bakdıgı yerde dura kanda baksa allah'ı hazır göre bu sarayda cümle halk ile temam dirliginde hoşnud ol hass u amm hassiyyatını hayvana benzetmeye degme bir naşiye gönül katmaya hoş geçire bu sarayda devranı saklaya kaim edeb u erkanı hem nişini bir kamil insan ola hulkı şirin kendü isi dem ola bu sarayda milki süleyman gibi dagılmaya gulbeyaban gibi kanda baksa allah'ı hazır göre kendü deniz gibi alçakda dura bu sarayda nesneye el sunmaya sahibi var şöyle ıssız sanmaya bu sarayda aklını tagıtmaya nakşı görüp nakkaşı unutmaya hakk yolunda merdane bel baglaya gayrı hakk'ı kese yerin taglaya rahmani ola bikülli cünbüşi hakk yoluna layık ola her işi canı gaflet cilletinden saf ola hakk yolunda kendü ehli insaf ola insan içinde biedeb olmaya şekli insan nefsi küllab olmaya terk ide külli sıfatı hayvanı piş tuta dayima huyı insanı bu sarayda ol kişidür ki dayim kendü kendi şehrine oldı hakim ana şöyle mertebe virdi kadir yolda kalmışlara oldı destgir saki menziline irüşdi yolı külli hal oldı bu yolda müşkili bu sarayda özini bildi temam dirligine mutic oldı hass u am ona helal oldı insan menzili bu sarayda sultana irdi yolı bu sarayda gördi bildi sultanı sultan ile birlige yetdi canı birlik iklimin abadan eyledi ikilik şehrini viran eyledi perde gitdi gözi önünden temam isbat oldı özine huyı adem padişahdan mertebe buldı canı kemale irüşdi huyı insanı insaniyyet mertebesinde özi safaya irdi açıldı can gözi özini bildi açıldı gözleri delil oldı cümle halka sözleri bu sarayda cümleye yol başladı zira allah'a yarar iş işledi bu sarayda çün hakk'a yol buldı ol bu sebepden kamil insan oldı ol kemale irişdi gitdi kemligi kamil oldı cilm ile insanlıgı bu sarayda işini sag eyledi vakt ile merdane berrak eyledi cışk yolunda eline aldı başın şehbaz oldı temiz eyledi işin sen ona sor ki ne yerdür bu saray ne içün imaret itdi bunı hayy bu gülistanı ezelde ol kadim cümle halkına mekan kıldı hakim yacni bu saraya gele kulları bunda maksuda irüşe her biri her birisi bu sarayda sultana duşlu duşunda ta'at kıla hana her hal içinde hakk'a şükr ideler anlayalar yolı yolca gideler üşde budur maksud insandan dakı nereye baksa hazır göre hakk'ı gel imdi ey hakk yoluna sa'y eyleyen sadıklar, ey cışk yolında gözin açan aşıklar, a iy tevhid ile ma'rifeti kamil olan arifler, gel imdi sıdk evinden ibret ile bak bu saraya, gör ki her zerrede hakk tebareke ve ta'ala sadhezaran dürlü ibret komış. eger şöyle ki bu ibreti anlayıp, aslın anlamak istersen temyizkar ol, hakk tebareke yaratdıgı halka emin ol, nasibüne şakir ol, kimsenün hakkına tama' kılma. tuz ekmek yedigün yire hıyanet olma. yar u yoldaş konşu oldugun kişi senden emin olsun. carif ile hemnişin ol. özini bilmez kişiden perhiz eyle. sıdkun ibrahim gibi olsun, hulkın muhtar gibi olsun. isa gibi perhizkar ol, eyyub gibi sabrın ilerü götür. veysel gibi yolun gözet, behlül gibi divane ol, macrifet alemin keşf eyle, menzile tarik ile var, tarik u erkan ile var. ulular katında biedeb olma. aslı ibadet budur ki gayri hak işlerden perhiz eyle, hakk'a kail ol. vallahü'lalam bi'ssevab. her hal içinde hakk ile bir ola gayrı koya hakk'a müntazır ola ululara ihtilaf eylemeye vezn ile söyleye laf eylemeye babı cibretden açıla gözleri hikmet aslı ola cümle sözleri insan ola hayvana yol bildüre yol içinde ilm ile hal bildür dil güşa dil güşai kaygusuz abdal b bismi'llahi'rrahmani'rrahim gel iy kendü halüne yol bulanlar manide kendü mikdarın bilenler irişenler bu vahdet menziline can u baş terk idenler ışk yoluna maani burcuna seyran idenler vücudu katresin umman idenler a girüben ışk denizin boylayanlar maani izleyüb soy soylayanlar ne dimekdür bilün ilmi ledünni olan sıdk ile bu ışkun cünunı bu mani bahrine zevrak düzenler bu vahdet kuşlarına fak düzenler irüşenler süleyman menziline olanlarandelib vahdet güline özini sultana vuslat görenler sultanı hayyi özine mat görenler maani meydanında baz olanlar hakikat burcuna şehbaz olanlar bu mani dürrine maden olanlar hakikat kamili insan olanlar kamu eşya hakka mevcud değül mi hakk'a inkar iden merdud değül mi kamu şey hakkıla ile birlikde yeksan kamu vahid olubdur derd u derman kamu varlık kadim ü pürkemaldür hayal yokdur arada cümle haldür kamu varlık hakkun bürhanı olmış kamu gönül hakkun meskeni olmış bakan her yana sultanı görür pes dahı hiç gayri yok canı görür pes can vücudı canana vasıl olmuş birikmiş bire gör nice zer a bürün kendü halüne gafil olma utangıl ahi hakk'dan fuzul olma yüzüni topraga ko sücud eyle dilüni gayri hakk'dan samud eyle utan hakk'dan hakk'ı hazır göresün budur yol eğer yol ile varursun muhammedi isen olma tekebbür utan hakk'dan yüzüni toprağa sür ey bu dünyada male dayananlar gafilün mihnet od'ına yananlar özine yar bilen altun u mali mal içün eyleyen ceng cidali mali kendüzüne devlet bilenler maliyle izzet ü şöhret bulanlar bilüben hakk'ı bilmeze uranlar özini mal ile ulu görenler buna murdar didi seyyidi muhtar eğer mustafa'ya kılursan ikrar karun bu mal ile neye irüşdi ahiri mal ucınden yere geçdi işitdün mal öcünden dakyanusı zelil oldı yele virdi namusı ya nemrud'un ahiri neye irdi hiç eyledi namusı yele virdi bari bu mal ile dahhak u kayser evveli hiç ahiri oldı murdar bu mal çıkardı şeddad'ı yolundan sergerdan eyledi kendü halünden bari bu dünya serbeser hayaldür da'im kişiyi aldar işi aldur nice zireklerün aklun ugurlar gönlinde put olur belünde zünnar niçün terk eyledi ibrahim edhem evvel ki tiryak idi ahiri sem akıllar haber anlar bu haberden zira kim assı yokdur bu bazardan ey bu cihanda insanem diyenler vücud içinde ben canem diyenler görenler hakk'ı her yerde muayyen nedür aslı vücudun ne imiş can sebebinden. bu hikmet neymiş aslı nedendür akıl irmez ne vücuddur ne candur bu sanatdan mat olubdur zirekler ya ne bilsün bunı har u haşekler b yukaru gök aşağı yir görünür bilünmez biribirüne bürinür göğün nerdübanı yokdur çıkılmaz yirün hnihayetini kimse bilmez neye baksan heman bahrı muhitdür akıl irmez heman bunda sükutdur irebilmez akıllar oldı hayran bilinmez ki bu ne topdı ne meydan seyre saldı bu meydanda akıllar beyan kılmadı bu sıfatı dil'ler gel iy aklı kamil bir nazar eyle ışkı can kuşuna bal ü per eyle gözün aç ahi gör bu cihanda talib nerededür matlub kanda bu ne yoldur ki payanı görünmez bu ne yüzdür ki hiç canı görünmez bu ne bünyad u payanı yok denizdür bu ne menzil bu ne yoldur ne izdür bu ne karhanedür üstadı görünmez bilişdür cümle eşya yad görünmez yad olan kendüzünden yad olubdur bilişenler heman azad olubdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar heman bir vücud vardur ne kim var ey aklı kamil bu sözün cevherine bir nazar eyle gör neyi beyan eyler. ol kadimi lemyezel ki bu karhaneyi bünyad eyledi. kaf ile nun içinde tamam kıldı. cümle varlık yerlü yeründe istikamet dutdı, durdı. herşey kendü işüne kail oldu. veli her kişi kendü işüni bilür ancak bu hikmetin hakikatini bilmez. zira kim her kişiye kendü işi hicab oldı. bu hicabdan geçüp aslını görebilmedi. ol sebebden cümle eşya biribirinden sorar ki bu karhaneyi düzen nerede ola der, cümlesi bu hal içinde sergerdan kaldı. gökdeki mahluk yire bakar, alçakda ola der, yerdeki halayık göklere bakar yukarda ola der. cümle eşya heman bu halde biribirinün halinden haberi yok. elestu birabbikum deminden ta adem peygamber zamanına değin şöyle kaldı. ol dem ki adem geldi, ol dahi bu a karhaneyi gördi, yukarı bakdı gök ırak, aşağı bakdı yerün nihayeti yok. ol dahi kendü işüne meşgul oldı. adem peygamber zamanından ta muhammed mustafa zamanına değin her peygamber ki geldi her birisi bir dürlü fikr eyledi, bu karhaneyi düzeni istemek babında temyiz kılmadılar. ta muhammed mustafa geldi, bu halün aslını ferini beyan kıldı, şöyle ki şartdur, karhaneyi düzeni karhane içinde bildürdi allahu bikulli şey'in muhit didi. nişanı yine eşya içinde virdi. muhtarun dahi nişanı bu kadar oldı. imdi her eşya ki göresin kendü vücuduna mevcud olandan haberi yok. her bir kişi bir nesneye ikrar bağladı, kadim sultan ara yerde münezzeh geçdi. illa muhammed mustafa'dan ta bu deme değin arada bunca kamiller giçdi. herbirisi bu babda bir dürlü sıfat söylediler. anda dahi bu babda bir dürlü akl tarikınca didiler. anlar dahi muhtar ilminden delil aldılar ahirü'lemr didiler ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. türk dilince dimek olur ki nefsini bilen tanrı'yı bilür dimekdür. imdi bu derviş dahi; muhammed mustafa'nın sekkiz yüz yılında geldi. ol dahi der kim canum bu nefs ne nesnedür ki anı bilen tanrı'yı bilür' der. her bir kişi yine bu babda bir dürlü sıfat söyledi. illa bu nefs ademün vücudundandır. bunı bilmek gerekdür ki niresindedür ademün niresidür bu nefs dedikleri kim onu bilen tanrıyı bile. veli bu adem cümle yaradılmuş eşyanun ayinesüdür. delil bu ki ademün vücudı bir şehrdür. her ne kim cümle alemde var ise ol şehrde vardur. ol şehrin oniki kapusı vardur. kapu var ki bu şehrde dayim açıkdur, kapu var kim dayim yapukdur kapu var ki dem açılur, dem yapılur. ademün vücudı üçyüz altmış altı damardur, yediyüz yetmiş yedi sinirdür, dörtyüz kırk dört pare kemükdür. yarısundan aşağısı dize değin yedi kat yirdür, ondan aşagası öküzdür, balıkdur. yarısundan yukarı boğaza değin yedi kat gökdür, ondan yukarı arşdur. imdi bu nefs ki dirler bu şehr kendü midür yoksa ol dahi bu şehrde bir nesne midür ki anı bilen hakkı bilmiş olur. nefs iki nesneden ibaretdür. biri bu ki hakkdan gayri hayaller ki vücud içinde endişe olur, ana nefs dirler bu ikincisi de nesnenün tayini kangısıdur? dediler ki vücudun cemidür. imdi bu vücudun aslı dört muhalif nesneden aşikare görinür. onlar da. b oddan, sudan, yelden, toprakdandur. bunlar hod muhaddisdür. bu muhaddis nesne kadimi bilmeğe delil nice ola. imdi ey aziz sen bu haberün hakikatine bir nazar eyle gör ki; gör ki cümle nesnede tanrı mevcuddur. senün ile olsa onsuz nesne olmaya. çün cümle nesne anun ile ulaşıkdur. pes anı ikrah eyleyüp hakir bakmak şeytan fildür. hakk kabul idenündür, ikrah idenün degildür. her şeyin hakikatina baksan aslı hakk'dur. feri eşyadur, hakk nurdur. feri tecelli bikülli nurdan tecellidür. hak nurdur bikülli nurdan tecellidür. arası açık değildür, ulaşıkdur. bu eşya birbirinin ayinesidür hak zatdur, eşya sıfatdur, suret ile malum olur. zat sıfat, sureti hakikatde bir vücuddur. veli bu bir vücudun şeş ciheti var. her cihetine nazar eylesek bir ayruksı sıfat görinür. burada talibe rehber gerekdür. ta işi temiz ola. ey talibi hakk sen bu temyizi bilmek dilersen, muhammed mustafa aleyhis'selam didi ki; men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu. pes nefsini bilmek ol degül ki maişet ü maslahatı ola her eşya ki var cihanda, cümlesi bundan haberdardur. veli, sen hakk'ı görmek istersen özün gör. hakk'ı eşyadan ayru gayru yerde istemek bir babdur. eşya içinde istemek, bir bab dahi var şöyle ki eşyadan ayru isterse yol uzakdur, menzil ırak, payanu belürmez, eğer eşya içinde ister olsa delil ademdür. veli bu adem sureti kayinatun defteridür. şöyle ki cümle alemde ne varsa sıfatı ademde malum görünür. mesela hakk genc'dür, adem sureti hazinedür. bu hazinenün tevarihi ademün vechinde yazıludur. her kim bu hattı okudı, bu hazinedeki gencden haberdar oldı, bildi kim evvel ü ahir vücuda geldi defteri ademdür. imdi adem kisvetin giyenün cümlesine adem dirler. adem var ki hazinedür, gencile mamurdur. özini bilmez yohsuldur. adem var ki özini bildi cümle varlığı kendü şehründe buldı kendüzüne geldi emin oldı. adem var ki fili dive benzer. adem var ki sureti adem, sıfatı nurı mutlakdur. adem var ki hasiyyeti a hayvandur, adem var ki özüni bildi sultandur. ey talib sen bu ademi bileyin dirsen ademi bilmek dürlü dürlüdür. evvel bir bu kim ademden ademi fark eylemekdür. ahiri bu kim adem nedür aslı nedendür bunı bilmekdür. bir dahi bu kim eşyalarun birisi dahi ademdür. veli bu adem cümle şeyin özine malikdür. eğer şöyle kim malik idügüni bildiyse malikdür. eğer bilmediyse heman eşyalarun birisi dahı oldur, pes özüni bilen bilmez arası fark oldı, pes ademi ademden fark eylemek bir babdur. dahı adem nedür, aslı nedendür. bunı bilmek bir bab dahı vardur, adem cümle şeyin üzerine malik idügün bilmek bir bab dahi budur veli özüni bilmek mücerred hakk'ı bilmekdür. bir kişi çün ademden ademi fark eyledi, ademin aslını ferini bildi. adem cümle şeyin özine, malik idügün bildi. bunlar cümle mahlukat sıfatıdur. halik sıfatı mücerred özüni bilmekdür. çün bir kişinün aklı bu muammayı açdı, bildi, okudı bu bahre gavvas oldı. her cihetine ki bakdı gördi ki şeş cihet kendünün gölgesidür. bildi kim bahri muhit özüdür. her nakş u hayal ki sureti bağlar, akıllar hayal olur, kendünde mevcuddur. gönlü emin oldı, burayı mekan idindi. istikamet dutdı, durdı. zatından ışk mevci kopdı, başladı bu sözi dir ki: özin bilen hakikat hakk'ı bildi fena oldı özini baki bildi görünmez oldı ol nakş u hayaller irişti menziline cümle yollar özinde buldı ol maksudı canı heman kendüzi oldı ol fülanı dahi şüphesi kalmadı özine itikad itdi kendü kendüzüne güneş gibi alemde menşur oldı heman sertakadem külli nur oldı can oldı külli kalmadı vücudı kamu alem ana kılur sücudı özi oldı heman zatı mutahhar vücud içinde can fail u muhtar kamu taliblerün matlubı oldı kamu aşıklarun mahbubı oldı saf oldı can gibi zann u gümandan heman ol oldı nişan binişandan götürdi ten hicabın canı gördi can içinde nagah sultanı gördi çü gördi sultanı ol merdi akıl irüşdi maksuda hall oldu müşkil o kim sorardı isterdi cihanda anı gördi gözüm cümle mekanda b anı gördi kamu veche yüz olmuş kamu gönülde sır dil'de söz olmuş heman oldı kamu devlet ü ikbal bu nakşun nakkaşı bu nakş u pergal neye bakdıysa ol dildarı gördi bir imiş yar ile agyarı gördi görünmez oldı ol nakşu hayaller bihamdi'llah ki halloldu bu kaller kamu hicran heman vuslata irdi kamu şey layezal devlete irdi çü gördi bu hali ol merdi akil ticaretinde bunı kıldı hasıl tacirdür metaı getürdügi bu işütdügi ol ilden gördügi bu ne kim gördiyse ol can elinde odur söylediği sözi dilinde ne söz söyler görün ol merdi akıl ki her bir sözi hakk'a oldı delil hakikat ol kadim sultan'ı görmüş vücudı şehr derecatdan işaret melullük ne içün nedür beşaret bu birlügün hükmi bir degül mi tedbir fikr itdügi takdir degül mi hakikat cümle alem bir vücuddur fena söz layenam u layemut'dur kamu alem müberradur fenadan yaradılmışda mevcuddur yaradan heman cümle alem ayni kemaldür kamu varlık bir vücud bir cemaldür musaffadur alem çin ü çeradan bir vücuddur yaradılmış yaradan yakin ehli bilür bu ne dimekdür neyi beyan kılur ne söylemekdür vücudda kendüzüni can bilenler vücudı özine bürhan bilenler b hicabsuz hakk ile vuslat olanlar sıfat içinde külli zat olanlar vücudın can ile yeksan idenler hakkı ayan görüb pinhan idenler bulanlar genci bu viran içinde canana irüşenler can içinde cihanı özine meydan idenler vücud u sebatını can idenler hakk'ı kendü vücudunda bulanlar bikülli varlığını hakk bilenler kamu şeyde hakk'ı hazır görenler hakikat kahr u lütfı bir görenler hakkı bilüp batıla virmeyenler arada kendüzüni görmiyenler özüni bu denizde gark idenler hakkı bilüb batıldan fark idenler hakkı kendüzüne vücud bilenler hakk'ı gayri dimekden ud bilenler eğer bu sözde çin ise haberün unut bu hisabı terk it şumarun budervişeyitdibukitabıyazandervişeki; midanidirsindurursun. hiç Türkçe bilmez misin dedi dir. bir hikaye söyleyiver sen bize dedi dir. derviş eyitdi, dir: başımdan geçen hikayemi söyleyeyim dedi dir. bu kez o derviş, başından geçen hikayeyi şöyle eyitdi ki; dahi bu adem kisvetin giymeden canı dinledi dir. sultan vücudunda bir idik dedi dir. bu yeri düzdü gibi, bu gökleri arayı şeylediği hikayeyi söyledi dir. Nagah gördün, bu yeri gök bu kevkebi seyyar, bu nakış pergale tamam oldu dir. her şey yerli yerinde aldı durdu. Resmü şekil kuruldu dir. padişah-ı Alem bu pergalın içinde sır oldu dir. pergal cünbüşe geldi, her şekil ve suret bir ayruk şey gösterdi dir. o hikaye şöyle oldu dir. padişahtan dilek oldu, padişahtan dilek diledik dir. bu düzülen pergalı teferrüç eyleyecekdir. padişah, adem tonunu bize hilat verdi dir. giydik dir, bu milke seyrana geldik dir, yürüdük dir. bu yeri gök gibi, bu nakış pergalı gördük dir. Yoldaşlarımız her birisi bir nesneyle meşgul oldu. bu sarayı görünce de çekti dir. kimisi dahi dedi ki: Yarenler, biz bunda teferrüce geldik dir, niye dolaşmayalım dir. kimisi dahi, anı bunu duymadı, gönlü dilediğine dolaştı. kimisi dahi sonunu sandı, edep bekledi. o ki edep bekledi, sonunu sandı, evliya enbiya oldu. o ki sonunu sanmadı, dolaştı. henüz dolaşıp durur oldum. bu saat bir bunun gibi hikaye gördüm dir. dahi söyleyeyim mi dir. o derviş eyitdi: Neşir’in hikayesi olur dir. dahi söyledi dir dedi. bari bunlar ki bu sarayda bu hale giriftar oldular. padişah-ı Alem bunları teferrüce gönderdi dir. bunlar kendi haline giriftar oldular, sonunu sanmadılar. padişah-ı Alem bunların fiiline göre bir ev dahi düzdü. sekiz tabaka içinde gülistan eyledi. onun aksine bir yerde dahi düzdü. Zindan suretli kişiler koydu. ikisinün dahi üstüne anda duralar, bunda gelen mahlukat kivar bunlar dahi kendü işüne meşgul ola. bir hamleki oldı. başladı bu şiribünyad eyledi, dir ki: türkçe gel iy arzuyı vaslı can kılanlar vücud u sebatını viran kılanlar görenler canı aşikare vücudda münacat eyleyenler her sücudda kamu şeyde hakkı cayan görenler demini her nefes hakk'dan uranlar ikilik duzağından kurtulanlar bir ile birlik idüb bir olanlar vücudun can gibi aziz idenler özin bilüb işin temiz idenler hakk ile vücudunda bilüşenler vücudun katresi bahre düşenler özini hakk'dan ayrı görmeyenler özinden hakkı gayri görmeyenler b irüşüb menzile saki olanlar fenasız ta ebed baki olanlar bihicab hakk ile vuslat olanlar sıfatı zata irüb zat olanlar beni görün nice menzile irdüm ne isterem neyi buldum ne gördüm bu meclisin arasında sır oldum heman ben dahi bunlardan bir oldum irişdüm baki menzile hakikat vahid oldı ne biliş kaldı ne yad bunı didi seragaz itdi derviş bu meclisde bu haberi kodı biliş bu meclis içinde oturanlar dervişi dinlediler gördüler ki kuş dilin söyler. bu dervişe tahsin eylediler, dervişe hezaran aferin didiler. eyü haber söyledün didiler. hiç bir hikayet bilürsen söyle didiler. yogın yumrı bildügümce eyideyin didi' dir. derviş başladı didi kim; yir vücudum, sular tamarumdur gök çadurumdur, arş sayvanumdur. çarh devranumdur. yılduzlar meşalem, nakş u hayaller teferrücümdür. yedi kat yer, bir avuç. tokuz felek bir değirmen yirdeki gice velayet, gündüz nü büvvet, kış yaz güni toğmak, bahar ölmek, güz sağlık. gülistan sayruluk, zindan yalan söylemek, zagalluk toğrısın dimek. erlik uyku, münacat uyanmak, aşikare bazarı cennet, halkı cehennem, kahrı yirden göğe bir kulaç, yirin eni uzunı bir arş, evliyalar vezir, peygamberler elçi, kitaplar vasfı halüm, külli kainat halkum, beglik hakimligüm, kulluk mertebem' didi dir. derviş şöyle sayıkladı: bu meclis içinde bir kişi durıgeldi, eydür ki derviş düşün mi söylersin' dir. derviş eydür; başumdan giçen hikayetdür' dir. söyledügüm dir sözleri muhalif oldı. derviş bu şiiri bünyad eyledi, başladı dir ki: zihi menzil yolum sultana irdi vücudum katresi ummana irdi güneş doğdı nagah zerrem içinde irişdüm ol deme bu dem içinde fenasuz baki menzile irişdüm ta ebed lamekan tahtına geçdüm irüşdi can murada buldı maksud bile mevcud imiş vücudda mabud bu hali bildi can oldı haberdar ki heman özimiş kan u gevher canum irüşdi vasl oldı canana o sözdür kim canum gelür lisana kul idüm menzili sultana irdüm ne kutlu saat u devrana irdüm o deme iricek gördüm bu dehri temamet kayinat u berr ü bahri felekün kubbesi kevkebi seyyar içi taşı bu pergalün ne kim var benüm yüzüme kılurlar sücudı benem cümlesinün can u vücudı benümçün sema oynar bu devran bu altı cihet dört dürlü erkan zahir batın bu suret u bu pergal uzak yakın gice gündüz mah u sal ana ki akl irüşdi bildi insan o sır kim cümle şeyde oldı pinhan kamu başlar benüm ile hesabdur ey söz bilen işit ki ne cevabdur bu sözi didi hamuş oldı derviş çü bildi ki neymiş hal nedür iş bu cihan bir kubbe misali bir yerdür. ay güneş kandillere benzer erte gece bellüdür. bu evde nakş u hayal çok, talib eğer bu hayalleri görüp ardunca varırsa matlubdan ayrı düşer. pes ışk eri oldur ki aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tamalık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendü vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yer gibi sakin ola, od gibi çigi pişirici ola, su gibi dayima bir yola vara, yel gibi her yeri seyran ide. ol sıfatlu kişi de vardur bu dünyada, cahiller zahmetdedür, hasudlar illetdedür, münkirler zulmetdedür. arifler vahdetdedür. aşıklar ferah, cahiller melul. su aşağı akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar, gök dayima döner, yer dayima b durur. küllisi bir vücuddur, vücud kayim durur. nakş u hayal şubede gösterür. arif teferrücdedür, nadan hayaldedür. zihi devran bu devran, zihi meydan bu meydan, başlar top, eller çevgan, canın sakınan bu meydana girmez, ibret ile bakmıyan bu hikmeti görmez, itikadı saf olmıyan bu menzile irmez. bülbüle gülzar gerek tutiye şeker gerek sarrafa gevher gerek lailahe illa'llah can olanı can bilür insanı insan bilür her sırrı sultan bilür lailahe illa'llah zihi muhiti zevrak gözün aç anlayu bak gayri ne var külli hakk lailahe illa'llah cümle alem zat imiş deryayı hikmet imiş hakk ile vuslat imiş lailahe illa'llah safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illa'llah kalma cihan milkine asluna dön gel yine dahi kuvvetdür dine lailahe illa'llah tesbihu zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illa'llah lailahe illa'llah dimekde aguz tadı gelür. muhammed resulullah dimekde akıl kuvvet dutar. bir bab dahi budur kim, lailaheilla'llah dimek nefyi isbatdır. bu bir yerdedür arasın temiz eylemek çok işdür. anınçün ki taatun icabatı temizlikdedir. pes ey talib, hakk'a taat u ibadet namaz niyaz cümlesi icabat içündür. icabat temizlik üzredür. anınçün ki taat, kul ile kul arasındaki nesne degildür. taat kul ile tanrı arasındaki sebebdür. temiz gerek, temizlik hakk'ı hazır görmekdür. gayri hak'dan perhiz eylemekdür, ibretile bakmakdur, kudretini görmekdür, hikmetle söylemekdür. bir kişi bu mertebeye irişse insaniyyeti kamil olmuş ola. özünün hakikatını bilmiş ola, cehalet zulmetinden kurtulmuş ola. hakk'la vasıl olmuş ola. anun aklı kamil, sözi delil, işi hasıl olur. amma vücud aslı yemekdendür, a yemeğin aslı nebatatlardandur, nebatatların aslı yerdendür. ışk muhabbetden hasıl olur, akıl fikirden biter. imanın aslı ikrardur, marifetin aslı tevhiddur. tevhidin aslı neye ki baksa hakk'ı orada hazır görmekdir. hakk u batıl, murdar u mükemmel noksan u kemalı hayz u nifası gusl u cenabet bunları fark eylemekdür. bir bab dahi temizlik budur ki pes ey müştaku aşık güneşden zerreye değin, ummandan katreye değin hisabile düzülmiş nesnedür. pes insanın sıfatları çokdur. insan var ki sureti insan hasiyyeti dive benzer, insan var ki hor tabiatdur. insan var ki melek sıfatludur, insan var ki ne anı bilür, ne bunı bilür. acur; toyar, uyur, uyanur, maişet u maslahatun bilür. heman bu hakk'un karhanesi içinde idraki yokdur nesneye irüşür. pes ol ki bildi, bildigi nedir özi ol ki bilmedi gam degil. imdi ey adem kisvetin giyenler yerün payanı yok, nakş u hayalün nihayeti belürmez, göge el ir mez, insandan gayri şey insan dilin bilmez, insanı biribirinden sorsalar, halleri şöyle: gel imdi sen özüni fikr eyle ki nesin, toğmakda ihtiyarun yok, ölmekde gine heman öyle. çün senün elün sana irmez ayruga sunmanun manisi yok. eger nesnen yetdiyse evinde iste, evinde bulmasan civara sormak gerekdür. amma nadanlık nişanı budur ki suretin bozar. sözü uzca söyler. cahillik nişanı budur ki ne disen aksine işler. tekebbürlük nişanı budur kim sözi uzca söyler. akıllerün nişanı budur ki her işi deminde işler. devlet nişanı budur ki önün sonun sona işler. hayvanlık alameti budur kim assıdan ziyanı fark eylemez. ariflik nişanı budur ki ikrah eylemez. bahillik nişanı budur ki özine eyülük diler, yar u yoldaşuna dilemez. muhannetlik nişanı budur ki ahd u peymanı dürüst olmaz. b gümrahlık alameti oldur ki özinden alçak miskini beğenmez. kamillik nişanı budur ki zaman u mekanı ahvalin bilür. oğlanlık yel gibi, yiğitlik sel gibi, pirlik üstünleri eskimiş dama benzer. manisiz söz dava eylemek, kirişi üzülmüş yaya benzer. irmedügi yere elin sunmak, yorganundan dışarı ayagun uzatmağa benzer. bu sıfatlar külli ademün halidür. bunları bilmegün aslı özüni bilmekdür. özini bilen her işin aslını ferini bilür. gel iy can iklimine azm idenler bu ışk yolına kendüsüz gidenler hak ile vuslat idenler özini bilenler sözün ardını yüzüni meydanda topı sözden yuvarlayanlar elin irdügi nesneye sunanlar sıfatı şeyden özin kurtaranlar hakikat menziline yol varanlar bu ışk bahrine girüben yüzenler kuruda isteyüb bahri süzenler yolı bilen kişi yoldan ayrılmaz zira bu menzile yolsuz varılmaz yolı yol bilene sordı soranlar bu resme vardı heman yol varanlar olar ki ışkla bilişdi candan nişan virse dürüstdür binişandan zira ışkı bilen maksuda irdi bilişdi hak ile mabuda irdi anun yüzi mübarekdür mübarek anunla yar olubdur hakk tebarek hakk'ı ol buldu bildi can içinde kamil insan odur insan içinde anun ışkına düzüldi bu pergal anun ile ayan oldı kamu hal ol insan kim özin bildi hakikat heman oldur kamu sıfat kamu zat anun zerresi günden bahtludur katresi bahri ummandan uludur kamu nakş u hayal anun vücudı kamu alem ana kılur sücudı heman maksud ol insandur ol insan hakk anun vücudunda oldı pinhan ol insandur heman hakk'un emini dayim hakk iledür anun yakini a her kim hakk'a talib ise hakikat ol insandan özini eylemez yad ol insandur heman hakk'un nişanı ol bilür cümle zaman u mekanı ol insanı bilen irdi murada şefi oldı kamu bilişe yada gel iy talib kulak ur bu habere niçün hiç yere olursın avare gel özini bu sahrada yitürme durıgel yoldaşun gitdi oturma ne yatursun dur ahi sur çalındı varursan bu yola yoldaş bulundı uyuma aç gözün hisab demidür bu gafillük ahi nenün nesidür dur eger tanrı'yı hazır görürsen ne bile etdügün kavle durursan muhammed'den utanursan gözün aç anaru gitme yitersin beri kaç ayine al bak ahi bir yüzine geçer devran müdare kıl özine meğer mustafa yolundan gafilsin anunçün tekebbürsin fuzulsın tekebbür olma yüzin toprak eyle bu demdür bu dem işün sag eyle geçeni ko gelesiyye güvenme ana ki yitmezsin hiç uzanma beri gel nakd ile eyle bazarı eger aklun sana kılursa yari geçer devran sana koymaz durıgel ademsin ahi gözün aç berü gel bu cihan sahrasında kalma zinhar nasihatdur işit ahi canun var geçer bu eyyamı devran bilürsen dahi bu surete kaçan gelürsen eğer talibi hakkisen iy karındaş bu gafletden uyandur ahi götür baş ademsin sana melek secde kıldı dur ahi bir gözün aç sana n'oldu dur ahi fırsatunu yile virme akil isen halli müşkile virme sana rahzen olan bu milk ü maldür zer ü sim ü zen ü ferzend bu haldür yar u yoldaş kavm u kardaş dimeklik ar u namus ekmek ü aş dimeklik heman budur ahi uykuyı gaflet zirekler bu hayalde oldular mat bu dünya lezzetine kalma zinhar yol uzakdur sebükbar ol sebükbar eğer tapmaz isen mülk ü maline özine gel yören kendü halüne işüni vaktiyle temiz eyle nebi ile ahd ü peymanı düz eyle b gafil olma halünden mustafa'nun ta kim ol menzile irişe canun muhalif olma gel hakk'a muti ol gafil olma bu hallerden vakıf ol nasihatdur işid sen bu haberi sarrafa kulluk eyle bil gevheri adem suretlü hayvan olma zinhar eğer kıldun ise ahmed'e ikrar bu duzakdan özün kurtarı görgil yarı kıl yar olana yarı görgil bir sag mürebbi iste bul cihanda camidi hayvan gibi kalma yabanda ademsin ahi bir gözün aç bak bu milke neye getürdi seni hakk kul isen kulluğunda hazır olgıl yiter bu nefs elinde yesir olgıl eğer bir kimse isen öz başuna işün işle yüri var gez döşüne ne dimekdür bu haberden söz anla ki her bir keleciden yüz yüz anla zira insan suretidür libasun saf eyle kalmasun gönlünde pasun bu haberi nasihat bil özüne hayalün perde olmasun gözüne dutulma bu duzaka kurtulagör senden azad olanlardan olagör şerik olma sakın bu milk ü male kime kaldı bu cihan sana kala ya kim kaldı bu milkde buldı maksud baki kalan heman mabud ü mabud gelen geçer konan göçer kalur yir heman şöyledür özüne ögüd vir bunı bil ki bu mülke neye geldün gelicek nice libas giye geldün bunda geldün ne işdesün halün ne ne söylersin bu kal ü makalün ne ne haldesin nedür fikr ü hayalün seni aldar ola mı milk ü malün hayal itme özüni bil ki kulsın çü kulsın teslim ol niçün fuzulsın özüni bil ki sen yoksın arada ta kim virmiyesün ömrüni yada iy tanrı bendeleri bu mülke gelmekten maksad tanrı'ya kulluk itmek içündür. bizüm gönlümüze zen ü ferzend, mal ü altun, mülk ü tecemmül sevdası doldı. geldük ki bu cihanı giyek. yir gördük üleşdük, ekin, tarla, bag bustan eyledük. bunun ıssı var mı, yok mı dimedük. ahirü'emr haber geldi ki bu milk, bir ulu padişah'undur ve bu üleşdügünüz yerlerün, benüm dedigünüz nesnelerün ıssı var imiş didiler. bu haberi dahi işidün, ıssından ıssına dek dedikleri gibi bu maişet hoşumuza geldi. bu sözleri işüdür işütmeze ururuz. hiç bunı fikr eylemezüz kim ol vakitde utanmak ugur işidür. bu cihanda dolaşduğumuz iş bize şirin geldi. ademden gayri kimse yok ki, bunı işlemen diye. adem hubkulli bu işdedür. biribirümüzi anladuk kalduk. bu hal içinde iken peygamberün getürdügi bu milkün ıssı vardur, buyrulan işi işlen, virilen, rızkı yin dir. bu sizden istenecekdür dir. öylemiz dahi var ki bu kavle sadık oldı, öylemiz var ki hiç işitmedi. aydur ki, bu gün bir gündür, irte n'olursa ola dir. bu halde giriftar olduk kalduk. bu saray içinde uşte kulluk halinde işimüz bu peygamber sözin dahi işüdmedük. cihanı giyen nakş u hayalun çok. halkı cihan bu halde giriftar oldı kaldı. her bir kişi bir işe meşgul oldığı iş hakkıla kendü arasında perde oldı. imdi iy talibi hakk, hak ile senün arandagı hicab budır, eğer şöyle kim hakk'a irişmek istersen bu hicabdan geç, yine asluna dön, hakk ile biliş, korkusuz gez, hem emin ol, ömrüni nice bu hayalde sarf eylersin. sen adem'sin gök ehli sana secde kıldı, yir ehli muti oldı. havada gezen gün, bulutlar, yil, yağmur senün içün işler. ay gün senün içün doğar dolanur. mustafa kavlinde eğer özüni bildün ise bunun gibi kerametün var, eğer bilmedün ise neuzu bi'llah esfelü'ssafilindensün. eğer bu hikmetin aslın bileyin dirsen, yürü var bir insanı kamile hizmet eyle, bu şerik olduğun nesneyi ko ki ıssı vardur, dinle utanacagunı bugün san. zira ki müselman olmagun bir şartı budur kim tanrı'yı hazır göre, peygamberden utana, edebsüz olmaya, adetsüz iş işlemeye, özünden uluya küstah olmaya, özünden kiçiye tekebbür eylemeye, kavlinde dürüst ola, hasud olmaya, bahillik eylemeye, yalan söylemeye. şöyle kim uyanık olasın vücudun üstünde bir karınca yürürse sana malum ola. cümle alemi kendi vücudun gibi bil. tama kişiyi hor eyler, tekebbürlük izzetin yeyni eyler, taate sed olmak şevk azluğundandır. döneklik eylemek gafillükdendür. zira kim her yerde dostluk arasına sovukluk girebilir. hulkuni enbiyalar hulkına benzet, evliyalara münkir olmaya. pişkademlere izzet eyle. taliblere rehber ol, düşenün elin tutıvir. durup yola varanun eteğin tut. dava kılma, maniden gafil olma, hak söze beli di. ayb görürsen ört, mecruh miskinlere gülme. allah'a ulu'lemre, ululara, asi olma alimlere muhalefet itme. cahillere baş koşma, eğer insan isen bu sözleri fehm eyle. allah'u alem. erde hüneri bilmeğe yine bir er gerek anlamağa bu hikmeti ere hüner gerek ibret nazarı itmeyen hikmet işitmeye her yerde hakk'ı görmeğe nurı basar gerek arzuman iden hakkıla vuslata irmege sıdk u safa ile cümle hayalden güzar gerek gönül evinde hakkıla ile bilişmek isteyen hulkı nebi'ye dirliği hakk'a yarar gerek hakk'a hakikat irmege taleb iden kişi bu hak yolunda şuğlı cihandan kenar gerek farsça bölüm eyhakk'a talib olanlar, hakk'ımustafa tarikınca isteyenler, helali ve haramı, murdar ve müsmeli, hak ve batılı bilenler, kendü halünden agah olanlar, gayrihakk işlerden perhiz eyliyenler. hakk'amuti olanlar. imdi hakk'unkarhanesi içindehikmetçokdur, kudretibinihayet. göğeel irmez, yerünpayanıyok. hersıfatkimgöresinhaddünihayetiyok. buhayalleriçindetalib, işinitemizeylemeğemürşidgerekdür. zirakimseyyidimuhtardir ki, levlaelmürabbimaarefetrabbididi. dahimürşidikamil gerek, talibiakılgerekdahimülazemetgerek; dahıhakk'ıbilmek, dünyave ahiretifikridenleründegüldür, zirakimdünyaehlikatındamertebedür, ahiret dahimertebedür. hakk'ıbilmekdahimertebedür. bumertebelerünalası, ednasıvardur. ariflerhermenzilikigiçer, hermertebeyekiirişür. gerekkihaberdarola, zirakihakk'ıbilmekariflikdür, gafillükdegüldür. dahimuhammedmustafakırkyıldakamiloldı. ademyaradılalıdanberitabudemedeğin aolsıfatluademgelmedi. anunarifliğihaddikırkyıldaoldı. pesey talibsenkendühalünebürün, aklunabak, ilmünigör, taatnekıldunanıgör, mertebenidahiolkadarbil. birkişinünaklıola, ilmiola, taatıola, terakki, tenezzülbuüçnesnenünüzerinedür. buüçüolankişimenzileirişe. acebdegül olmayankimesnedahigafilolsaoldahiacebdegül. zirakimadembeşerdür. pesmahalli tegayyür dimiş ulular. bir bab dahi budur kim her nesneden kişiyekendüdenkendüyedür. hayreğerşer, zirakihayrişlesehayırbilür,şer işleseşerbilür. birbabdahibudurkihayrşerriminel'lahitealaya'nihayrveşertanrı'dandurkişiye. peseytalibihakkeğerbukavlidutarsankihernesnekişiye kendüdenkendüyedür. bubirbabdur. eğerdirisenkihayruşerrtanrı'dandurbudahibirbabdur. eğerküllihakk'dantutarsan, senortadangit. eğer senden sana ise ibadetün temiz eyle. zira ki aziz olmagun aslı ibadetünü temizeylemekdendür. birkişihakk'danutansa, halkandanutanur. ziraki muhammedmustafaadirkimenkanemaallahikanel'llahumaahu demekoluoluyorki, kimtanrı'ylaisetanrıdahianuniledür, imdiey talibsenözünebürünki, fikreylekim, hakkileolmakyegolsamaksudsen hakkilebilesün, hakksenünilebileidügünbilmekdür. senkendüözindeki mertebeyibilesün. mertebeseniazizeylerdi. zirakierünazizliğiözhalündendür. kimhakk'alayıkamelkılsa, hakanıazizeyler. eybucihandamertebeisteyenler. hernesnekiistersünsendensanadur. sensıdkunısafeyle, ibadetüntemizeyle, perhizkarol. hernekikendücanuna sanursancümlealemedahianısan. peygamberden utan, tanrı'dan kork, erenlere ikrar eyle. hasud olma, bahillikkılma, düşenünelindut, durupyolavaranun, menzileyetenineteğin tut, kimtamalıkeyleme, yalansöyleme, buldugunsakla, hacetüniste. buhallerkidiremmülazemeteyle. buyolasıdkilegir, aşklayürü, allahkerimdür. biravuçtopraközmikdarunbilse, buresmekullugabelbağlasaallahganidür. buişaretlerkidiremsaliklerrahrevleribilürlerkimbunedimekdür. bizdillerdentürkidilinbilürüz, gündogıcakirteoldıdirüz, dolınacak giceoldı bdirüz. suyungeldügündenyanayukarıdirüz, gitdügündenyanaaşağıdirüz. türkidilincehemanbukadarbilürüz. imdi ey hakkşinas şeyi hod vücuddur. vücud, mesela kisvetdür. bir kimsegerek kimbukisveti giye, bu kisvet cünbüşinegele, yoksacamiddür. cünbüşvenutkıyok. pesözinibilenbilmeyenburadadurkiözinibilmekbu degülkiözünivücudbile, vücudcanilediridür.özinbilmenünaslıbudurkim özinihakikatcanbile,şekkikalmaya, gümaneylemiye, aklıburadadolana, herfilinidahibunamünasebetişliye. burayımekanidine. hayye'ıkayyum allah'dur.çünkendüdedügigibiolmaz. her işi takdir işler ileolsakendü aradangitmekdür. işıssıişünbilür. talibinişibuyrulannesneyiişlemekdür. takdiribilmekdür, tedbirikomakdur. pes ey talibnazar eylebu sözün yüzünebak. bumenzile, dilersen yol varanunizinedüş, azma. peseytalibolanlar, hakk'ıistemeğemustafayolunagelenleribadetinitemizkıluphakk'alayıkkılanlar, gönülpasınıtevhid birlesilenlervetemizkılanlar. hakk'ıkendivücudundabulanlar, buşevkile hayranolanlar, hakkcümlealemizatıbirlekablayupdurur, görünmez, yirde degüldür. cümlealemigörür, görmekilebilmekarasındadur. kusursendedür. zirakimbirkişibirnesneyiistese, bulsafaidesiyokdur, zirakihakkemaldür, noksandeğildür. türkçe iy hakk'ı bilmeğe taleb idenler yüzin hakk yolına türab idenler sevenler can u dil'den mustafa'yı koyanlar sıdk ile küfr ü hatayı muhib olan haline evliyanun bilenler aslını ferini canun vücudı sebatını helak idenler canın gaflet pasından pak idenler olanlar her nefes hakk ile vuslat bulanlar bu denizde dürri vahdet ırişüb bu denizde gark olanlar özin bilüb kamudan fark olanlar vücud içinde özin can bilenler öziyle cümleyi yeksan bilenler hakikat cümle aleme hakk diyenler işidüb hakk sözi saddak diyenler a görüben hakk'ı her yerde bilenler hakk ile vuslat olub hakk olanlar bu yolda sıdkını şem eyleyenler özini devşirüp cem eyleyenler bu sözlerden nedür benüm muradum bu dem insan ezel neyidi adum bu söyleyen vücud mıdur benem mi gör ahi bir tenem mi ya canem mi neye geldüm nedür bunda muradum ne sebebdür ki insan oldı adum gök ehli bana niçün secde kıldı o bir kimse niçün şeyatin oldı nedür evvel dimek ahir dimek ne ayan olan ne imiş sır dimek ne murad ne tanrı peygamber dimekden bu sebeb yok dimekden var dimekden bari yakin ırak küfr ü iman ne ne hikmetdür neymiş genc ü viran ne ne haberdür nebiler söyledügi ne sırdur halka ayan eyledügi nedür maksud bari ilm u kitabdan sebeb nedür ne açılur bu babdan ahir ne olur bu sözlerün aslı neymiş yol nedür yolun delili hakikati nedür cümle alemün nedür sırr olan gönlinde ademün kıyasda yani ol ayan değül mi heman oldur dahi kim var degül mi zahir ü batın heman oldur ademde ademde cümle eşyada alemde heman oldur dahi gayri vücud yok o bir gündür ki yüzünde bulut yok zahir anun vücudıdur batın ol heman oldur özüne gel emin ol özüni hakk'a vuslat bil ayırma erisen dahı birlikdür kayırma eğer talib isen bilmeğe hakk'ı özüne gel heman ilmüni okı özin bil kim hakk'ı bilmiş olasın bikülli maksudı bulmış olasın özini kurtarmış olasın hayalden haberdar ola canun külli halden şöyle ki can bigi aziz olasın gide kalbün safi temiz olasın dahı güman ki kalmaya özine sücud eyleyesin sen kendüzüne o menzile irişecek seferün nur idi dahı nur ola nazarun o demde göresin bu cümle pergal dem ü saat gice gündüz mah ü sal b bu hayaller ki görünür alemde o sıfatlar ki söylendi kelamda yol u menzil yakın ırak dimeklik hall ü müşkil ya hakbatıl dimeklik veli nebi tarik peygamber ü cibril yalangerçek dimek noksanı kamil cihan içinde gördüğün hayaller hayal içindeki muamma haller heman bir noktadır bir harfi elif hakikat şöyle ki can bigi latif dahi bundan latifdür ki direm ben irebilmen nice nişan virem ben beri gel iy talib bu sözi dinle haberdar ol ne dimekdür ki anla dahı kasdına bak sen bu kelamun ta kim elif olasın sen içinde o lamun bu sözden öz halüne bir nazar kıl ögüni devşür bu alemden sefer kıl özine gel ko bu yanlış hayali eğer bulmak dilersen zü'celali heman sen kendüzüne ikrar eyle özin sen özin özine yar eyle bu haberdür heman aslı kelamun hakikati varı cümle alemün hakk'ı bilmek budur özün bilesin heman müşkil özin sen hal kılasın ey talib haber anla bu haberden ta ıssun ola kaldugun bazardan eğer söz anlar isen yol göründi açıldı perde sag u sol göründi hal içinde dahi kalmadı müşkil irişdi hadde yol bulundu menzil heman cümle alem bir vücud oldı vücud içinde allah mevcud oldı ey bu cihanda özini aklı kamil bilenler, özini bilüp tevhide yol bulanlar, vücudunı cana iriştürüp can olanlar, mani ile küfrini iman kılanlar. hakk nurdur, cümle alem tecellisidür, aslı hakk'dur, cümle sıfat anun şubedesidür. mesela cümle alem bir can vücuddur. bu can ki giydigi vücud hırkadur. murakka bu hırka astarlı yüzlidür. giyen vücudun rengi bu hırkanun astarı yekrenk, yüzi murakka, bu murakka vasla ki bu hırkada a görünür. astarlı yüzi dürlüdür. her renk ki var bu hırkada görinür. ayruk yirden gelüp düzülmiş nesne degül, aslıdur. dahı hırka vücuda murakka, mutassıldur, arası yok, dahi bu hırkadagı vasla dahi, var renk renkdür. murakka' her rengi hayalengizdür. hayal ehli hayale düşse aceb degül. zira kim hali hayal dimek insaniyyet pergalidür. şey tasavvuridur, eşyalarun aklunca arasındagı adetleridür. anda kim, kadir ü berkemaldür, hiç zişti yokdur. arıdur cümlesi hub u cemaldür. her nesne ki göz ile görünür, hakikatdür kerimi zü'lcelal'dur. külli eşya sa'id ü tali'ü ferhunda'dur, faldur. zerreden güneşe değin, katredan ummana değin hakk dolu, malamaldur. pes ey talib, hakk'ı istersen bilenden iste, bitmeyecek yire tohum ekme. yüri var bir mürşid bulki, özün bilmiş ola, hakk'ı bulmuş ola. şey sıfatundan kurtulmuş ola. insaniyyeti kamil olmuş ola. marifeti kavi, hulkı azim, dünya hisabını itmez, ahirete aldanmaz. fikr ü hayali her lahza, her dem, her saat hakk ile ola. anun gibi bir kamil mürşid iste bul, emin ol. anun kulluğuna er gibi bel bağla, cismüni tarh eyle. şöyle kim bir padişahun kulluğunda bir kişi bir gönlek eskite, ana hizmet ider ol padişah ona gönlek eyler. pes hakk'ı isteyenler, hakk'ı bilmeğe üç nesne sebebdür. evvel mürşidi kamil gerek, ikinci ikrarı sadık gerek, üçüncü kabiliyyeti latif gerek. bir bab dahi budur kim hakk'ı bilmek, hakk'dan inayet gerek: mürşidi kamil ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak bu dört nesne bir yirde olsa, talibün işi noksan olmaz. mürşidi kamil, yol varan, menzile irüşene dirler. ikrarı saf yol varup menzile irüşen kişinün haberine inanmış, olmaya dirler, kabiliyeti latif mürebbi her ne kim irşad itse anun havsalasına sığmak istikamet dutmak demekdür, inayeti hak dimek, nebiler işaretidür. gayb aleminden söyleyenler bizim aklumuz buna irüşmez. zira kim biz aşikare bazar iderüz, gözümüz gördüğü nesneyedür, gönlümüzün eminligi. pes ey talib bu işaretler ki söylendi, bu sıfatlar ki, b ki beyan oldı, bunlar külli vakidür. beni adem içindeki haldür. ey arifi kamil bu işaretler ki söylendi ne dimek olur. bilürsin devranun geçmedin yaragun kılursan, kılavuz bulundı, yol göründi eğer yola gelürsen, zihayf eğer gaflet ile dirilüb gafil olursan insaniyyet hikmetine zulm eylemiş olasın kendüzüni bilmemiş olasın bel hum adallu menzilinde kalmış olasın. kamil insanlar bir yere cem olsa bu hayvan tabiat ile sen nolmuş olasın. ey talib, murakka. yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. bu habere bir nazar eyle bu gaflet uykusundan canunı bidar eyle, taatunı hakk'a, hulkunı mustafa'ya yarar eyle, manana bak davan da ol kadar eyle. kainatda her sada kim işidürsin her nakş u hayali ki görürsin. lebbeyk ur vallah di. zira kim cümle girişme hikmeti kadir ve berkemaldür. şöyle kim gün bigi ruşen, su gibi tahir, şek ü şüphe kılan öz hakkına taksirlik itmiş ola. bir kişinün kim kendü öz hakkına taksirlikdür, ayruğa n'etmiş ola. vallahu alem. bu sözi ko gel berü ey can bilen kendüzüni sureti insan bilen cümle aleme hakikatı hakk diyen cümle şeyi hakk ile yeksan bilen hakikatin kendüzünün sıdk ilen cümle yaradılmışa sultan bilen sarraf olan gevherine hikmetün bu cevheri gör ahi ey kan bilen cümle alem pertevidür ol hakk'un gayri dimez edeb ü erkan bilen hakikatun kendüzinün anlayan her yüzi hakk her sözi kur'an bilen aslını ferini bilür her işün külli zamanu mekanı ihvan bilen pes ey hakk'un buyruğuna muti olanlar, mustafa kavline sadık olanlar, veliler izini izleyenler, hakk'a irişmiş kişilerün menzilin gözliyenler. hakk cümle alem içinde doludur. zerreden güneşe katreden ummana degin malamaldur, şöyle kim orada var ve burada yok demeli degül. her nesne kim sen anı görürsün ki, göz anı gördi, akıller, a ana temessül eyledi. ol nesneler ki gözler anı görmedi hadd u nihayeti bilinmedi. cümle bir güneşdir, bir tecellii hakikat tayini şekk u şübhe yok. zira kim sultanun mülkinde sultan rahatı sıgar, ancak gayri sıgmaz. hakikat nazarın eylesen gayrı dahı yok. her nesne kim senün gözüne hub görinür veya zişt'sin, şeysin senün aklun ol kadardur, görmegün dahı bu zaruret senündür. hakk ile senün arandagı hicab sensin. bu kusur sendedür. her kaçan ki sen aradan gitsen, hemen hakk kalur. hiç gayri yokdur, senün senligünden artık, zira kim kul ile tanrı arasında hicab olan şey kendüdür. ancak ol sebebden şey'i kendüzüni hakk'dan ayru bir nesne sanur haberi yok, kim kendü vücudıdur, vücudı camiddür, hareket u cünbişi yok, hareket u cünbiş hakk'ındur. ansuz cümle eşya deprenmez, hareket kılmaz, ola ki, ' hayyu'lkayyum 'dur. bir kişi allah ister olursa nerede istesün. çün belli bir yiri yok, muayyen mekanı malum degildür. cümle mekandadur. veli bir bab dahi budur ki, muhammed mustafa'dan mervidür ki kalbü'lmu'mini beytul'lah. bu nişan ademdedür. bu dahi bu kim adem biribirinden mi istesün, yahud kendü vücudunda mı istesün? eğer şöyle kim kendü vücudunda istese bu da kavl'dür ayruk babdur. mürşid dahi özgedür, veyahud biribiründen istese bu dahi kavlidür. bir bab dahi budur ki çün belli yiri yok. cümle mekandadur, kanda istersen sıdk ile andadur. her bir kişinün gönli bir nesneye emin oldı kim, aya güneşe tapar, kimi kendü eliyle bir nesne düzmüş ona tapar, kimi allah'a tapar. kimi dahi şöyle geçer, kimi cümlesi bunun pergalinden taşra degildür. küllisi allah'a tapar ki allah'un yedi kudretindedür. bir ademün elinde bir haşhaş danesi ne kadar ise cümle yaradılmış eşya hemin ol mikdar ola. bir bab dahi budur kim, allah'ı istemek ayruluguna tanukluk virmek olur. zira ki allah cümle yaradılmış eşyanın mevcudıdur, cümle şeyde biledür. pes vacib oldur kim; b her şey ve her kişi kendü şehrüne yörene. zira kim allah cümle nesneye mevcud olıcak. ey talib senün vücudunda dahı olmuş olur. senün evünde dogan güneşün tecellisinden cümle alem aydın olmış oldı, cümle eşya uyandı, kendüzüni vahdaniyyet denizünün içinde gark göründi. sen henüz uykudasın istedügün nesne sende. sen özünden gafil yabanda. ey bihaber sen niredesin sultan katında genci edebün hazinesi sensin. sel almış kişi gibi elüni dört yana sunarsın. bir dem mal u altun ardunca, bir dem mülk ü tecemmül ardunca, bir dem mahbubı dilaram ardunca ömrün giçdi. kendüzüni bilmedün. anunçün bir mürebbiden halün sorup nasihat almadun. gel iy can menziline irüşenler gavvaslık öğrenüb bahre düşenler bulanlar gevheri bu kan içinde canana irişenler can içinde vücudın tarh idenler can olanlar irişüb hakk ile yeksan olanlar bu yol içinde menzile yitenler saadet memleketini dutanlar cihan başdan başa pürnur değil mi nur içinde bu sır mestur değil mi göründi cümlede hakk'un sıfatı kamu şeyde muayyen oldı zatı danuklık virdi hakk'a cümle varlık ikilik memleketin dutdı birlik kamu alem emin oldı hayalden inayet buldu cümle zü'lcelal'den hakk'un varlığı cümlede göründi göründi gözün aç sen de gör neydi eğer gafil degülsen öz halünden yol erisin niçün kaldun yolundan berü gel iy talib maden bulundı göründi genci ebed ü kan bulundı hakikat oldı cümlenün yakini kamu şey oldı allah'un emini kamu alem birikdi bir yüz oldı kamu dil söyledügi bir söz oldı topraklar kimya taşlar gevher oldı dahi yok kalmadı külli var oldı a kamu eşya hakk'ı gördi muayyen hakikat birliğe bitdi vücud can hakk u batıl yakin güman dimeklik nur u zulmet küfr u iman dimeklik bu sıfatlar kamu birliğe bitdi bikülli yol heman menzile yitdi talibmatlub sıfat u vasl u hicran zahirbatın hakikat u vücud can şu kim adına şeyatin dimişler olar ki dirliğine çin dimişler bu hayaller ki görünür alemde bu sıfatlar ki pinhandur ademde kamu alemdagı nurı tecelli kamu gönüllere olan teselli kamu şey bir vücud bir can değil mi bikülli pertevi sultan değil mi zahir batın heman cümle alem hakk hakikat külli varlık nurı mutlak nur u zulmet vahid oldı yegane heman birdür çi nadan çi dane bu sıfatlar ki hakbatıl dimeklik sıfatı noksan u kamil dimeklik ademün gönli içinde sır olan cümle şeyde hükmile takdir olan cümle kainatda geçen gulgule kaynayuban söz olan cümle dile revnak u hüsni bu cümle yüzlerün hakikat u aslı cümle sözlerün evliya enbiya virdügi nişan asl u fer'i cümle vücud cümle can ayinedür cümle varlık şöyle saf nurı tecelli dolubdur kafbekaf hak u batıl nur u zulmet külli hal ayet ü hadis ü ahir kil ü kal cümle vücudlar içinde can olan cümle cana hükm idüb sultan olan hayatı dirligi cümle şey'ün hakikat u aslı levh ü kalemün mustafa'nun can içinde gördügi hakk'ı isteyene nişan virdügi gayri yokdur külli hakk'dur iy talib gayri dimez hakk bilür ehli nasib gel iy insan müstemi ol bu söze gören gözle yolun gitme duzehe b yoliyle gelgil yabana düşmegil ıssını gözle ziyana düşmegil insanisen nasihat eyle kabul hak hazırdur gafil olma ey füzul sakin ol nefsün tekebbür itmegil taatün heba vü mensur itmegil şeytana benzemek insan yolı degül riya taat hazrete makbul degül pes iy talib hakk'ı istemek adet iledür, ka'ideden taşra degildür. bu ka'idenün aslı üç nesnedür. evvel bir bu ki tanrı'yı her yerde hazır göre. ikinci bu ki özinden külli fena ola üçinci bu ki taatı temiz kıla. bu üç nesne kim aslidür. üç nesne dahi feri vardır. evvel kamil mürşid gerek, ikinci mülazemet gerek, üçünci kabiliyyet gerek. bu altı nesne ki bir yerde ola, allah'dan hidayet irişse aceb degüldür. çün bir kişiye hakk'dan hidayet irişdi, bakdugın gördi, gördügün bildi. allah'un inayeti demek oldur ki, kişiye bu derecatlar açıla. pes iy talib hakk bir kişiyi bir san'at içün kulluk ider. anun zahmetin çeker. ahirü'lemr üstad olur. maişet ü maslahatunda muhtacı halk olmaz. pes hakk'a kulluk itmek bundan kem degül. iy hakk'ı bilmege müştak olanlar, mustafa tarikinde teslimi hakk olanlar, hakk tebareke ve taala, külli kayinatı zatı birle kablayupdur. şöyle ki zerreden güneşe değin, katreden ummana değin bir kılun ucı degdügünce yer hali degül. akil anlar, ahmak tınlar, müştak can ile dinler, cahil döşüne banlar . yola sıdk ile giren menzile irdi. nazariyle doğrı bakan sultanı gördi. iy talib sen ki bu cihana geldün bile getürdügün nesneden yetmiş nesnen var ise isteye. eğer yok ise hiç yere emek çekme. bir kamil insanı gözle, eteğin dut, izin izle. muhammed mustafa didi ki: kalbul'mu'mini beytul'lah' didi bu sözi derc eyle öz gönlün içinde. zira kim gönül hakk'un evidür. ev ıssı evinden hali degül. bir bab dahi kim gönül hakk'un hazinesidür. bir bab dahi bu olur ki, gönül hakk'un nazargahıdur ve seyrangahıdur. gönlün aslı hakk'un ululugı pertevindendür. akil kadim pertevindendür. ışkı muhabbet şevkidür. külli bu tertib bu remz insanun kendü halidür. bu kitablar, peygamberler, dünya, ahiret, hakk, batıl dimek. insanun kendi halidür. zira kim insan hakk'un kudret elidür. iy talib sen kendüzüne bürün fikr eyle ki bu ne dimekdür. bu dem dünya ve ahiret hevasınde, bir dem zen ü ferzend hevasında, her gün her saatüni geçürüp senün ömrün kesesinden harc olunur, imdi iy talib sen bu halün aslın bileyin dirsen hak'dan gayrı hayalleri terk eyle, hakk'a ka'il ol. mustafa'ya inan, evliya halüne muhibb ol, hulkun şirin eyle, huyunı salihler huyuna benzet, cümle yaradılmış mahlukata emin ol, her menzile ki giçersin yol ile var, erkan ile var. yola varurken müştak ol, menzile yitesen, sakin ol bu ilmi bilsen halim ol, hakk'ı bilene muti ol, bilmeyene ta'n eyleme. arifler ile hemnişin ol, cahillerden perhiz eyle, nadanlara boş koşma ilm ile söyle aslı tevhid budur ki cümleyi hakk bil kendüzin aradan gider. zira kim cümle alem bir can bir vücuddur. her yana ki baksan saniun sunıdur. şöyle ki gün gibi ruşen arada perde yok. sana perde olan senün yadı endişeleründür. bu kusur sendedür, ayineni saf kıl, ahde vefa kıl, her nesne ki isterisen senden sanadur. sen cümle eşyanun ayinesisin ve hem hakk'un hazinesisin, adun insan, huyun hayvan. sen kamilsin işün noksan, sen ayansın hakk senün gönlünde pinhan. mesela hakk vücuddur sensün geydügin bürhan. gel iy daim hakk'a talib olan can yabanda gezme kim hakk sende pinhan özüne gel ne istersin yabanda heman istedügün nesne sende şöyle sen ba'y' iken yogsul niçün sen safi altun gibiiken pul niçün sen nedendür ki bu hikmetden gafilsün meger aklun irişmez kem akılsün maişet maslahatun hoş bilürsin niçün öz hakkuna taksir kılursın b ömr sermayesi hiç yire yitdi fayide bulmadı harc oldı gitdi zihayf ki bu insan suretinde işün divden beter insan katında bunun bigi huyı terk eyle zinhar aklun kendüzüne yar eylegil yar vacibdür ki nedür özün bilesin bu surete yine kaçan gelesin adem suretlü hayvan olma kardaş geçen ömrün sana koymaz hazır baş özün bil kim neye geldün cihana sen öz sevdanı eyleme bahane giçer devran haberdar ol halünden sana fayide yok mülk ü malünden seni yoldan koyan bu mülk ü maldür dahi hiç gayri yok heman bu haldür maişet maslahatında tutuldun unutdun öz halünden gafil oldun şirin geldi sana bu mal u altun yolundan kodı seni kıldı magbun sen ezel can idün suret değildün bilüşdün şahile sen yad degildün niçün anmazsın ol vuslat demini çekersin dayima dünya gamını hoca didüklerüne şad olursın anun içün hocadan yad olursın halkun hoca diyü kılduğu izzet seni kodı yolundan eyledi mat tekebbür eyliyen seni bu maldür yoksa tekebbür olmaklık muhaldür bu cihan halkunun budur hayali özin tekebbür iden mülk ü mali kimi hükmine garradur cihanda kimi legleg gibi gezer yabanda kimi içer doyar uyur uyanur heman insaniyyet bu işi sanur kimi bir etmek içün cevr ü mihnet çeker henüz yimez toyunca nimet kimisi daima işrete meşgul kimi bir ekmeğe muhtaç yogsul kimi heman karaltu bir suretdür kimi tevhid bildi gönlü şaddur kiminün haberi yokdur özinden kiminün can sevinür her sözinden kimisi anlamaz akdan karayı kimi bir pula satmışdur sarayı kimisi dayima derde giriftar ademlikde kimi yokdur kimi var a kimi adem suretlü bir camiddür kiminün kendü divdür huyı itdür kiminün her huyı cana kabuldür kiminün işi hiç kendü füzuldur kimi akıl kimi mecnun kimi hiç arif ol sen ademden ademi siç evvel fark eyle ademden ademi ta kim anlayasın puhteden hamı zira adem suretlü vahşi çokdur safından ademün kalma şeyi çokdur dahı her bir metaı ki alasın gerek aslını ferini bilesin heman maksud budur adem dimekden kim ol fark ide has u am dimekden ey talib sen bu söze bir nazar kıl iyüsün tut ve yavuzundan hazer kıl evvel fikr eyle gör her bir haberi hakk'a yarar sözi tut ko fişarı bu ömr sermayesin yile virme sakın sırrını her mühmile virme ademün huyı hulkıdır bu sözler adem var bakırı altuna yüzler adem var ki işi hakk'a muhalif adem var ki huyı can bigi latif adem var kim heman tek bir suretdür özi insan hal ü sözi fesaddur adem var kim hakk'ı buldı özinde adem var kim hasıl yokdur sözinde iy hakk'ı bilmege talib olanlar hakk'un habibi'ne habib olanlar adem oldur bile hakk'ı batılı muhammed ola bu yolda delili hakk'un dostlarına kılmaya inkar sebükbar ola bu yolda sebükbar erenler gibi ola hakk'a teslim azad ola gözetmiye zer ü sim heman ikrarını saf eyliye saf hakk'a teslim ola eylemiye laf budur hakk'un yolı eger varursan heman yol eşkeredür yol görürsen o kim aslın bilür her bir haberün ol agyare dimez sırrını yarün ey cihanda can menziline irişenler, kul iken sultan menziline irişenler, hakk'ı bilen saliklere yar olanlar, bu gaflet uykusundan bidar olanlar. hikmet ile bir nazar eyle gör ki bu cihanda halün nedür, ne işdesün. evvel kendüb suretüne bak, gör ki insan mısın, yahud hayvan mısın. her fil ü hareket ki işlersin, ona münasib işle, ta ki hikmete zulm eylemeyesin, işün temiz ola. zira ki hakk'un kudreti çok, hikmeti binihayet. her zerrede gör ki güneş ayan oldı. her şey dile geldi, tevhid söyledi. şevk ile cümle alem cuşa geldi ene'lhak zikrin söyler. cümle varlık hakk'un birliğine tanukluk virdi. heman bir mülk, bir sultan, bir meclis, bir saki, bir acaib tınlamak şeyi tasavvuridir. zira kim acaib nesne yok, cümlesi dost tecellisidür. havf u reca insan zaruretidür. zira kim, mahluk sıfatunda giriftar olubdur kurtulubilmez ki halik sıfatına irişe. pes iy talib fikr eyle gör ki hakk senden ayru mıdur, eğer şöyle ki ayrı ise iste. eğer bile ise gafil olma. zira kim külli ibadetün aslı hakk'ı hazır görmekdür. bir kişi hakk'ı hazır gördi, gayrı hakk işi işlemez, gözi açık olur, gönli sebükbar: yükü hafif, eşyası az olan. alçak olur, huyu kerim olur, nefsi halim olur, aklı selim olur. hak'dan utanur, halkun şerrinden kurtulur zira kim adem külli bir hassıyetlü degüldür. huyı birbirine benzemez. kişi var ki bir işi işler ki fitnesinden şeyatin mat olur. kişi var bir iş işler rahman sıfatın gösterür. kişi vardur öz nefsünden acizdür, kişi var can bigi azizdür. kişi var kendü dive işi bitemizdür. pes iy talib ademün hali budur, sen fikreyle kim bunlarun kangısınun güruhundansın. filüni dahi anadur, ta kim ibadetün hasılından sana faide irüşe. vallahu alem gel iy bu hakk yolına talib insan gözün aç gör bu ne topdur ne meydan bu ne sultan ki hiç leşkeri yokdur heman tenha özidür yadı yokdur bu ne hikmet ki hiç akıl irmez bu ne viran ki hiç haddeden aşmaz bu ne milk u bari gahdur ne sayvan bu ne çarhı muallakdur ne devran bu ne kamil ki hiç noksanı yokdur ıyandur her işi pinhanı yokdur ıyandur şöyle ki gözden dolanmaz veli haddü nihayeti belürmez a dogar yılduzlar ay u gün dolınur işine her biri hazır bulınur teferrüc eyle ki bu gice gündüz ne işdedür yay u kış yaz u güz bu gülmek ağlamak ölmek dirülmek bu hengame bu dagılmak dirülmek bu sunun sanii vardur hakikat gafil olma işüne kılma illet bu şerik olduğun bustan kimündür içinde gördügün sayvan kimündür kimündür bu saray mülk ü tecemmül akıl irmez bu ne haldür ne müşkül veli kim cümlenün hakikati ol kamu şey'ün sıfatı ol zatı ol hakikat nesne yokdur andan ayru can oldur vücud olmaz candan ayru veli kim ihtiyat şartdur akıle ta kim her bir işün aslını bile bikülli haddi aşmaya mizandan ışka mizan ola aklı payandan hakim ola bu dört divar içinde bu yil u su türab u nar içinde dahi her bir işün aslını bile kendü vücudunun hakimi ola nasihat işide aklı kamilden bile fark eyliye hakkı batıldan vücudın can gibi kıla müşerref bu vahdet gevherine ola sarraf hakikati bile ki can nedendür vücud eşkere can pinhan nedendür bu ne sırdur ademde bile yoldaş akıl irmez gehi pinhan gehi faş gehi hüsn olur ademin yüzünde gehi ibretile bakar gözinde gehi insan ile sıfatı rahman gehi hayvan ile sureti hayvan gehi gönüller içinde nihandur gehi cümleye gün gibi ayandur gehi akıllara fikr ü feraset gehi her bir gönülde bahrı hikmet heman oldur dahı hiç gayri yokdur yine hem özi özine tanukdur dahi kim var anun mülkinde kim ol eyü yavuz u sag u sol kamu bir can bir vücuddur iy müştak dahi kim var heman hakk'dur heman hak kaygusuz abdal'a sorsan haberi budur canında gönlinde bazarı dahı hiç gayri bilmez bu cihanda heman gördügünü ol cümle mekanda eğer sıdkıla talib ü müştak olsa kanar sözde bu maksudı hakk olsa ey kendüzün bilen salikler, ey hakk'ı özinde bulan aşıklar, menarefe nefsehu: babında bir nice keleci söyledim. aklum irdügi kadar remz eyledüm. alim degülem, ilim bilmen, abid değilem ibadet bilmen. veli degülem keramet bilmen, sözi karpuz bigi yamru yumrı söyledüm. sözden tob yondum. ışk meydanında kadem irüşdügüm menzillere nişan virdüm. gördüğüm nişanları remz ile söyledüm. delüyi zincir ile bagladum. akile nasihat eyledüm. arif bilür ki ne direm, armaganum heman budur, dahi ne virem. nice ki her yana bakdum vücudumdan artuk nesne görmedüm. pes iy talib, hakikat cümle alem bir noktadır. cümle alem bir harf, heman söz muhtasar oldı. vallahualemtemmetbiavni'llehitaala. mef'ulu berü gel ahi ey hurimanzar ey saçı tuba yanağı gülzar ey agızı sadef dişleri gevher ey lebleri bal sözi şeker ey kiprügi ok kaşı hançer ey hublar içinde şahı server gel ki cigerüm dutuşdı yandı hasretine doymayan efendi berü gel eya yüzi gülistan ey kibrügi fitne gözi fettan iy hublar içinde şahı sultan hüsnünde mat oldı mahı taban başum komuşam yolunda kurban ey lütuf ıssı kamil insan sor ki yeridür hatırun al ele bu şikestehatırı müstemendi gel, gel ki bana müdde'i geldi benzim zira kim sarardı soldı aşkare bu halk sırrumı bildi ışkun hevası canuma doldı bu hasret odı uş beni aldı külli cigerüm oda yakıldı gel, gel ahi beni melamet itme bu hasta gönül sana uzandı gel ki cemalün güle tutarduk cemalüne gel canuna müştak sıdkı sani'ün sununa sadak hüsnini kemal yaratmış ol hakk hasta aşukun haline bir bak ey aslı ulu gönüli alçak bir gül inayet nazarın ile hoş gör bu hasta vü derdmendi beri gel ahi iy servi azad ışkun beni külli eyledi mat bana cemalün delili ilet vaslun nasib olısar zikısmet ışkı canıma o kıldı irşad aşina kulunı eyleme yad zülfün girihi cana düşeli bağladı beni saçun kemendi beri gel ahi iy gülüşü usul gül ki cemalünde açıla gül iy turresi fitne saçı sünbül ışkun cefası canuma kabil beri gel hatrımı kılma melul ışkun beni küll eyledi kül gamzen sihri cana dokundı fettane gözün kılalı fendi beri gel seragaz eyle sarayi sevdiyse canun şol yüzi ayı tahlil eyle güzel mehlikayı şol hurisıfat meleksimayı getür sen ele o dilgüşa'yı görmüş olasın nurı hüda'yı lutf ideydün aşıka bir gün sarayi kulun sana inandı hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragumhanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinem dinem imanum habibüm mahbubum hubum sanavberşimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sincuyüm şirinhulkum nazum goncam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanem ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nasibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum kaygusuz abdal külliyatı, var. a bu hüsranile kalmış meni bimar u haste dilrişi men sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum na'at nnfa'ulün yüzün nurı iman elhamdü'li'llah kaşun mihrabı can elhamdü'li'llah dolaşdı boynuma bendi ah zülfün gubarfeşan elhamdü'li'llah cemalün şem'inün tecellisinden nur oldı her mekan elhamdü'li'llah senün ışkun benüm gönlüm içinde ayan oldı ayan elhamdü'li'llah bu genci saadetün varlıgından pür oldı her viran elhamdü'li'llah suretün nakşına hayran olupdur zemin ü asuman elhamdü'li'llah iki cihanda bu kaygusuz abdal seni bilür heman elhamdü'li'llah ben bir inayet yardan umaram nagehani ger olmaz ise terk eylerem nam u nişanı arun namusun terkin urup ışka dolaşdum sevdüm ne diyem ben dahı şol leb ü dehanı yüzün güneşi afitabı zulmeti sürdi saçun kokusı virdi yile müşgi hotanı kaygusuz abdal külliyatı, var. kaygusuz abdal külliyatı, ab; güzel, kaygusuzabdalbibliyografyası ankara, tal'atına mah müşteridür hüsnine hurşid kim sevmiye şol hüsni yusuf hulkı hasanı gönül tapuna vireliden kaygusuz abdal düşdi ayağa kalmadı hiç nam u nişanı fa'ilatunfa'ilatunfa'ilatunfa'ilün hüsnüne benzer cihanda hur u gılman gelmedi sana benzer hüsni latif bir latif can gelmedi iy senün hüsnüne benzer dogmadı felekde ay bu ne hüsni berkemaldür bana noksan gelmedi taha yasin suresi hem hüsnüni tefsir ider suretün nakşını söyler hemçü furkan gelmedi levhi mahfuz kim dimişler ol yüzündür ol yüzün kabı kavseynün menendi kıblei can gelmedi sufiyi zerrakı gör kim hüsnüni inkar ider zira kim bu yüzi görmek ana hakdan gelmedi yazılu sun'unda gördüm dir bedrihayrü'lbeşer sana benzer bir dilaram canı canan gelmedi ı farsça birinci bölümün tercümesi ıçünkü hakk bu sayıya sığmaz. o mal bu pazara gelmez. hak dediğin zaman haktır, batıl olmaz mesele hallolur, artık müşkil kalmaz. yabancı olan alem tek renkli olur herkes tanıdık olur yabancı kalmaz. vahid hakikat ve küfr iman olur dünya tevhid'le dopdolu olur ey hakkı taleb eden, gafil olma. doğruluktan şaşma. salikler şöyle derler: insan; hava, toprak, ateş ve su'dan ibarettir. insan dendiği zaman birkaç şeyin bir araya gelmesinden meydana gelen bir bütün akla gelir. insan mevcudatın en olgunudur ve içinde bütün kainatın yazıldığı bir mektup gibidir. aynı şekilde o, her şeyi gösteren bir aynadır. insan yaratıldığı zaman bütün göklerdeki ve yerlerdeki varlıklar ona secde etti. insan padişah oldu ve bütün herşey onun emrine girdi ve o, her şeyin sahibi oldu. ey aşk talibi, insanlık hilatini giydin. halinden gafil olma. her yıl kendini daha bak. bb. bilindiği gibi dilgüşa, tarihli en eski yazma nüshalardan biri olan marburg nüshası'nın ba varakları arasında yer almaktadır. ancak bu nüshadaki, varaklık dilgüşa'nınvarak'ı farsça, diğer varaklar ise türkçedir. diğer nüshalarda ise bu farsça bölümler bulunmamaktadır. biz de eserde bütünlüğü sağlamak amacıyla, bb, bbvebb varakları arasında yer alanvaraklık farsça metinleri de nüshadaki sırası itibariyle türkçeye çevirerek burada vermeyi uygun bulduk. farsça metinler, mürselöztürktarafındantürkçeyetercümeedilmiştir. kendilerine şükranlarımı arz ederim . genç gösteren bu köhne dünya baştan başa hayaldir. yol kesen daima yolunun üzerinde tetikte beklemektedir. sen bundan haberdar ol. sen kendi başına bir dünyasın. bu dünyada var olan her şey senin içindir. başındaki bir kıl bile ihmal edilmemiştir. bundan ibret al. insanın yüce mertebelere ulaşması için ne yapması gerekir? bazı sahip olduğu sıfatlardan dolayı insan denileni anlamaktadır. çünkü kainatın yaratılmasının maksadı insandır. yüce allah bu dünyayı, öbür dünyayı ve her şeyi yerli yerince yarattı. insan eğer bunlardan şüpheye düşerse, değerini kaybeder. bu iki dünyadan başka bir dünya vardır ki o da insandır. ey aşıklar sizlere müjdem var bu müjdenin ne olduğunu biliyor musunuz? haber şudur: allah insanı elbise içinde gizlediği gibi kendisini de gizledi. eğer insan gerçeğini arıyorsan, hak de, başka bir şey söyleme. kendini kaybetme ve boş hayallere kapılma bahtın açık, talihin yaverdir. sen kendi kendinin maksudı değilsin kendini, kendi şehrinin dışında arama. allah'ı arıyorsan, sahraya gitme. yüce allah daima senin yanındadır. sen, allah'tan ayrı olduğunu düşünme. aradığını kendinde bulacaksın. uyanık ol, aslını unutma. bilgili ol ve sır saklamasını bil. sen benliğini unut, çünkü sen yoksun sen ancak canla varsın. eğer insansan, halinden agah ol. padişahın kölesi olma da emniyette ol. hak lazım olduğu zaman insan geldi insan ortaya çıkınca hakk gizlendi. insan zahiri ve batıni bir hakikattir. hikmet denizinde işaretsiz bir işarettir. eğer insanlık hakikatini bilmiyorsan, var olduğun sürece onu araştır. eğer bu hikmetten haberdarsan, hiçbir zaman ikilikten söz etmezsin. bütün alem hakka kavuşunca artık noksan kalmaz, her şey kamil olur. bütün alem yabancı olur, yabancı aşina olur ve artık yabancı kalmaz. şeytanlar yaptıklarından tövbe ederler ve bütün sırlarını açığa vururlar. dünya baştan başa nurla dolar ey kardeş, bu haberden gafil olma. tuz, şeker; ölüm, hayat olur her şey güzeli gösteren ayna gibi olur. mesele hallolur ve müşkil kalmaz artık suale yer kalmaz. bütün alem, hakikatin nuru olur. sıfata yer kalmaz, her şeyin zatı görünür. batıl kalmaz, her şey hak olur. bütün alem sevgilinin yüzü gibi olur. o sultan her yerde yardıma yetişir. dünya zevk ve safalarla dolar. öyle bir meclis meydana gelir ki, her şey ölümsüzleşir ve ebedi kalır. hak ortaya çıkar ve gizli bir şey kalmaz. süleyman da, karınca da hak oldu. hiçbir üzüntüye yer kalmadı. her taraf hakikat ve sevgilinin yüzü gibi oldu. geliniz ey hakşinaslar, hak açığa çıktı. cisim kalmadı bütün kainat can oldu. herkes hak'tan başka bir şeyin var olmadığını anladı. herşey gül oldu, kuru diken kalmadı. cihan baştan başa vahdete gark oldu her şey hakikat oldu, inkara yer kalmadı. bütün alem haberdar oldu ki allah her şeyin yoldaşı ve sırdaşıdır. bu eski hikayeden daha ne kadar söz edeceksin? bu kurumuş samanları daha ne zamana kadar rüzgarın önüne tutucaksın? her an allah böyle. peygamber şöyle ve filan kimse öyle buyurdu diyorsun fakat kendi ilminden haberdar değilsin. yoksa kendini mi bilmiyorsun? eğer bir şey söylemek istiyorsan söyle sen nesin ve neyin nesisin? bu çölde ne kaybettin ve neyin peşindesin? eğer allah'ı bulmak istiyorsan, o, senin bütün vücudunu kaplamıştır. eğer bundan haberdar değilsen, sahra senin için çok geniş, gök çok uzak ve yer uçsuz bucaksız olur. eğer gökle yer arasına bakarsan hayal içinde hayal görürsün. sen dışarıda kalıyorsun ve gerçeği kendinin dışında arıyorsun. hiç ip üstünde yürüyen bir cambazı emniyette gördün mü? ey kardeşim gel bu hayalden vazgeç. bütün alem sende kaybolmuş, sen hiçbir işin aslını anlıyamıyorsun. eğer hakikati arıyorsan, boş hayallerin arkasından gitme. kendi şehrinden çıkıp çöle gitme. çünkü bunun hiçbir faydasını göremezsin. senin dışında hiçbir şey yoktur. her ne varsa sendedir. enbiya ve evliyanın işaret ettiği yer senin kalbindir. o halde ey talip, gördüğün bu yer, bu gök ve bu yıldızların hepsi hayalden ibarettir. senin müşkülün, senin halinden kaynaklanmaktadır. çünkü allah'ın bulunduğu yer insanın kalbidir. allah'a ulaşmış herkes evine, makamına ve kendi aslına ulaşmış olup, müşkili hallolmuştur. bu yolda olan birinin hakkında hak'tan başka bir şey söyliyemezsin. eğer bu pazarın müşterisiysen, eğer tanrı'yı görmeyi arzuluyorsan, sen kendini var sayma. sen yoksun. ne varsa o'dur. o halde ey talib, eğer bu mertebeye ulaşmayı arzu ediyorsan, su gibi berrak, toprak gibi sabırlı, ateş gibi nurlu, rüzgar gibi hareketli ol. hakkı gözeten ol ve sakin ol. tevhid sırrından haberin olsun. ne dediğime kulak ver. edepsiz olma. edepli ol. çünkü hayat meydanında çok sayıda yırtıcı kuş vardır. allah'tan korkan ol. gaflet uykusundan uyan. aşıklara yoldaş ol. arif ol ve nasihata kulak ver. hikmetten gözünü ayırma. ibret gözünü daima açık tut. eğer hakkı istiyorsan, işin yolu budur. o halde ey salik, her şeyin özü ve temeli hak'tır. sen kendi kendine doğru yolu bulamazsın. eğer huma kuşuna bakarsan, onun dışının tüy ve telekten yapılmış olduğunu görürsün ve vücudunun içine nüfuz edemezsin. bunun gibi rehber olmadan hakikatin özüne ulaşamazsın. eğer hakkı istiyorsan, git muhammed'inahlakıyla ahlaklan. eyyub gibi sabırlı, isa gibi zahit, idris gibi abid, ibrahim gibi seven ol. enbiya ve evliyanın huyunu kendine örnek al. gururlu ve kibirli olma. çünkü kibir şeytanın işidir. hakkı tanı. nimete minnet et. tuzun ve ekmeğin hakkını unutma. komşuna ve arkadaşına karşı dürüst ol. çünkü hakk taala dürüstlüğü sever. daima arayan ol. çünkü arayan bulur. kendi ilminden söz etme. çünkü böyle davranmak kusurdur, insanlara faydalı ol. kimsenin kusurunu arama, ibret gözünü açık tut ve hikmetli konuş. bütün bu dediklerimi göz önünde bulundur. çünkü hak yolu budur. elinden geldiği kadar aşıkların yolundan git. onlann söylediklerine kulak ver. çünkü aşıklar hakkı tanıyan ve doğruyu görenlerdir. aşıkların dışında kalanlar kördürler. bunlar dünya için çalışırlar ve aşıklardan başkalarını kendilerine köle ederler. halbuki aşıklar hakşinastırlar ve müşkillerini halletmiş olup, hedeflerine ulaşmışlardır. bunlar dünyayı düşündükleri gibi ahireti de düşünürler. peygamber'inizindedirler ve başkasına ümit bağlamazlar. bunların haricinde olanlar, abesle uğraşanlardır. doğru yolu tutmuş bir insanın hayalleri, onu bu dünyadan alır, ulvi dünyaya götürür ve hakka ulaştırır. onların yanında hak'tan başka bir şey konuşulmaz. bir de bu dünyaya iman edenlere ve onu ebedi bilenlere bir bak. bunlar arasında açlıktan, tokluktan, uykudan, uyanıklıktan başka bir şey konuşulmaz. bunların ulvi dünyanın işlerinden haberleri yoktur. ey aşk talibi, bu dünya hayallerle doludur. eğer bütün bunlardan söz edecek olursam söz uzar gider. senin aradığın sendedir. sen suyun ortasında susuzluk çekiyorsun. hazinenin içinde fakirsin. saadet iksiri sende olduğu halde, sen kötü sıfatlarınla ondan faydalanamıyorsun. çünkü sen o cevhere talip değilsin. eşya sıfatını seçmişsin. eğer bu bağdan kurtulmak istersen, kamil bir insanın peşinden git. benlik hapishanesinin kilidini kır. kendini onun rehberliğine bırak. hedefine ulaşabilmen için bu işte sebatlı ol. çünkü insan, yaratılış itibariyle eğitime müsait ve saadete açıktır. o hikmet denizi ve kudret kaynağıdır. ey hakşinas, bir şeyler söyle. bu menzilde ne gördüysen onu söyle. de ki: hak her yerde ölçü olunca, sultan ne güzel, onun ihsanı ne güzel. maden ne güzel, onun cevheri ne güzel. rehber ne güzel, divan ne güzel. talip ne güzel, matlub ne güzel, onların buluştuğu yer ne güzel. talih ne güzel, kısmet ne güzel, bahtın ne güzel, ömrün ne güzel ey talipler, bilin ki hak ortaya çıktı. artık hiçbir cisim kalmadı, hepsi can oldu. nur da karanlık da yabancı oldu. bilgi ve bilgisizlik aynı oldu. herkes muradına erdi. bütün alem emniyette oldu. hakikat, küfür ve islam birbirine eş oldu. bütün alem ruhunu aşikar olarak gördü. kendi vücudunu nişansız bir nişan gördü. artık hiçbir hayal ve tereddüde yer kalmadı. herşey aşina oldu, küfür ve iman birleşti. bütün taşlar lal ve mücevher oldu. ayrılık kalktı, bütün varlıklar bir oldu. allah'a hamdolsun bütün hastalar iyileşti. bunların böyle olmasına allah sebep oldu. şeytanlar dükkanlarını kapadılar. cisimlerini unutup gittiler. herşey temizlendi, vesvese kalmadı. bütün varlıklar tertemiz oldu. benlik davasını güdenler kayboldu. rızk sahipleri rızklarına kavuştular, hilekar hayrette kaldı. bütün alem gülistan oldu. ne gülistanı, her şey sultana benzedi. zerreler güneşe ulaştı. katreler birleşip denize dönüştü. her şeyin aslı hak'tır, sen mutlaksın bütün varlıklar vahid'e yönelir. iyilere meyletmek de kötülerden sakınmak da inkar ve ikrar da birleşip bir olacak. musa, firavun'la tanışıp ikisi bir oldu. bu birlikte ibrahim'lenemrut'un ne farkı var? bütün alem hak'tan başka bir şeyin olmadığını bildi. cihan nurla doldu ve şafağa gerek kalmadı. kara toprak tümüyle kimya oldu. bütün taşlar kıymetli mücevher oldu. her şey hakk'ın perdesi altına girdi. herkes arzu ve isteğine ulaştı. cisim kalmadı, her şey can oldu. ey mutrib, gel oyna, eğlen. ister udu çal, ister tamburu. her şey bir oldu. mansur da bir oldu, bağdadi de bir oldu. gel ey güzel yüzlü saki, ölüyü dirilten şaraptan ver. aşıkların meclisi sona erdi, haber ver. gel, geçmiş hikayeleri anlat. kış geçti, ilkbahar geldi. bu mecliste bütün dünya ilkbahara döndü, bu dünyada herkes kardeştirdosttur çünkü saki letafetten yapılmıştır gel saki bana canlılık kadehi sun çünkü biz sarhoş oldukça bağışlarız. gel ey can, eğer bizim dostumuzsan. sarhoş olalım ve kalübela' diyelim. bu mecliste herkes selamete ermiştir. gel, gel bu mecliste allah diyelim, çünkü meclisimizin sakisi allah'tır. gel, gel bu mecliste çaresizlik yoktur kadehi getir, hakk aşkıyla üzüntüyü atalım kadehi getir, üzüntüyü atalım. sarhoş olup kendimizden geçelim. bu mecliste ne hile, ne de hilekar var. batıl kalmadı, her şey hakk'tan oldu. gel, gel bu mecliste cimri yoktur herkes aklı selim sahibi ve akılsız yoktur. gel ey can, sen bu meclisin sultanısın senin gül vücudun bu mecliste candır. ne güzel meclis, ne güzel bade, ne güzel kadeh, ne güzel bülbül, ne güzel bahçe, ne güzel çiçek. ne güzel meclis ki, orada herkes hakk'ı tanıyor orada muhalif yoktur, herkes aynı mutabıktır. ne güzel sultan, o ezeli ve ebedidir o, yalnızdır ve hiçbir eşibenzeri yoktur. ı farsça ikinci bölümün tercümesi ııfarsça başka bir hikaye ey allah'ın kulu ve mustafa'nınümmeti, hiç halinden haberin var mı? bu dünyaya ne için geldin? geldiğin bu saraya kendi isteğinle mi geldin? yoksa seni buraya başka bir yaratan mı getirdi? eğer seni bu dünyaya getirmiş ise bu başka bir hikayedir. eğer sen kendin gelmişsen bu başka bir haberdir. eğer seni biri bu dünyaya getirmiş ve sen o'nu görmüş olsaydın, o sana ne söylerdi ve ne yapardı? senin yücelmeni mi veya düşmeni mi isterdi? bu hikayeden haberin var mı? niçin bu bahçede gafil geziyorsun? eğer mustafa'nın sözüne sadık isen gafil olma. bu gökte, bu yerde ve bu arada ne varsa hayal mahsulüdür. o halde yerden göğe kadar var olan her şeyin hepsi sayılmış olup sayıdan ari değildir. o halde eğer böyle ise sana sayı gerekmez. hepsi gerekir. çünkü sen meydandan meydana yalnızsın. sana allah ve peygamber gerekir. onlar seni günden güne eğitirler. sen artık bu hikayeden haberdar olasın, gafil olmayasın. çünkü insanın eşyaya sahip olan elbisesi vardır. o hikmetler mecmuasıdır. hazreti kul edebilir durumdadır. sen böyle bir hayata damga vurabilecek bir durumdasın. eğer bu hikmetten haberdar olmak istersen iki dünyanın sevdasından vazgeç. şüpheyi ve şekki gönlünden at. çünkü hakk senin varlığında gizlidir. baştan sona kadar seninle yoldaştır. kendi yoldaşlığından utan. çünkü bütün alem bu sözün dışında değildir. artık kendine gel. serkeşlik etme. eğer doğru sözlü mustafa'nın sözü bu ise, yüce, ulu ve nimeti bol olan allah'ın bütün bu kainatı yarattıysa varlık olarak yarattı. kendisi mevcut oldu. görmediğin her nakşı bu alemin dışında sayma.çünkü o, herşeydir. o, şeksiz, şüphesiz doğrulanmıştır. ey hakk'ı arayan yerden göğe kadar hakk'tan arınmış değildir. yalandan ve gıybetten uzaklaş. hayal ve heves tutkunu temelden temizle. gördüğünden başkasını söyleme. hayal olmayan şeyi kalben beyan et. ekmek gibi var olan her şey hakk ile kaimdir. çünkü şaha kadar var olan bütün varlıklarda hakk vardır. o halde ey talib! sen kendini değiştir. sende başka bir varlık vardır. şunu bilmek gerekir ki, senin vücunda ne vardır? bizimvarlığımızınmekanımuayyendir demek başka bir haberdir. veya varlık mevcuttur demek olmaz. hepsi birdir. ve bundan başkası olmaz. ey hakk'ı arayan talib! bütün bu sıfatlar insanın huyudur. insanlar arsında hayvanlık derecesi de vardır. tevhid ehli hayal peşinden gitmekten tasarruf eder. çünkü menzil bir sayıyla birlikte olur. çünkü tanrı mülkünde o'ndan başka iyilik yapacak birisi yoktur. o, bütün alemi kapsayan yaratıcıdır. hepsi bir güneş gibidir. şunu iyi bil ki, bu dünyada herşey bir hesaba göre yaratılmış olup, hesapsız hiçbir şey yoktur. eğer bunları öğrenmek istiyorsan, sana bir rehber gerektir. ömrünü gafletle geçirme. bu dünya sevdasından vazgeç. kalbindeki şüpheyi söküp at. allah, sana görülmemesine rağmen, senin yaptıklarını görür. onun için kötülük yapmaktan çekin. her şeyin yaratıcısının allah olduğunu bil. ey talip güneşten yere kadar bütün varlık allah'tan ari değildir. nefsini, tama'dan, hava ve hevesten arındır. vücut kendi kendine kaim değildir. başka bir şeyle vardır. ey talip, insan yaratıkların en yüksek mertebesinde eşrefi mahlukat' derecesini bulunur. gayesi iyilik olan tevhid ehli her arzuladığını elde eder. velhasıl, yerde gökte ne varsa allah'ın tecelli nurudur. veya kısa söylemek gerekirse, gördüğün bütün alem yekvücut ve bir canın varlığıdır. bu gördüğün hayal nakşı, o'nun kudretinin eseridir. allah'ı tanıyan her aklı kamilin kendinden haberdar olması gerekir. zorlukları halletmesi gerekir. güvenli bir mülke varmış olması gerekir. bu menzile erişen insanın bir adı da mert, bir adı evliya, bir adı da veli olur. bu üç adtan birini taşıyana hil'at olur. eğer hakk'ı görmeseler bile, hakk der ve doğru söylemiş olurlar. doğruyu allah bilir. şiir gel ey talip, ne istiyorsun? sen canı gösteren bir aynasın. bütün alem senin isteklindir. senin gönlünde hakk'ın varlığı gizlidir. sen kendinin can olduğunu sanma sen yüce hikmetin arasında gizlenmişsin. eğer sen kendi şehrinde dolaşırsan, bütün alemin ortasında hürsün. sen gerçek olan aziz bir cansın, yaratılmışın gizli sıfatısın, niçin hacizdesin? gel gel ey gönül, senin canın bir maksattır, asıl olan seni yaratan mevlanı bilmendir. şiir gafil olma, sen senin matlubusun. her şey sensin, dışarıda ne arıyorsun? sen meleklerin secde ettiğisin çünkü allah seni kendi için yarattı. bu mevkiinden ve bu ihsandan sakın gafil olma sen bu dünyanın yaratılmasına bir vesileydin. gizli bir şeydin, zahir ve aşikar oldun. cihan senin için gülistan oldu. her zaman dünya senin emrinde olur eğer kendi mevki ve makamını bilirsen. ebedi ömre kavuşursun, doğru yoldan ayrılmazsan. bu hikmetten haberdar ol ve uyan gönül sahipli bir arif ol. her şey sensin, niye kendinden gafilsin bütün şeylere sen delilsin. söylediklerimin değerini biliyor musun? bunlar denizden çıkarıp parlattığım incilerdir. bilir misin, o nasıl sahili olmayan bir denizdir. onun ucu bucağı ve alanı belli değildir. allah sözü ne sözdür biliyor musun? bunu bilmiyorsan cahilsin. mustafa'nınsözüne uyan kimse velilik ve makam bulur. süleyman'ın ulaştığı nasıl bir makamdı ki, her şey onun emri altına girdi. orası nasıl bir yerdi ki orada hiçbir müşkil yoktu. oranın durumunu anlatmak mümkün olmaz. bu hikmetten haberdar ol, haberdar o mimar seni ne için yarattı? ey kardeş sen bir insansın, niye bundan gafilsin? eğer insan olmak istiyorsan, insanlık yap. bu çölde ne kaybettin de avare dolaşıyorsun? halin ne, ne arıyorsun? derdin ne? söyle bu sahrada neyin peşindesin? ne kaybettin, ne arıyorsun, sen kimsin? eğer maksadın hakk ise, uyan. gözünü kendi şehrine dik. bütün alem senin fermanına itaat etsin bütün şeylere sen sultan olasın. sana bundan daha iyi ne haber söyleyeyim her şey sensin, daha fazla ne söyleyeyim. eğer bu söze inanmazsan, tevhid ehli arasında işin yoktur. gel ey can, eğer hakkı arıyorsan, halinin ne olduğundan haberdar ol. eğer kendi zatını ikrar edersen, bütün halini hak sayarsın. çünkü, bütün alemde hakk'tan başka bir şey yoktur hakikat sıfat, hak mutlaktır. herşeyin göründüğü gibi olduğunu sanma zahir, batın, hakikat hepsi o'dur. neden senin eksikliğin sürüp gidiyor? hakikat böyledir, sen ne sanıyorsun? her şey sensin, kendinden emin ol neden dışarıya gidiyorsun, kendine yaklaş. senin şehrinde bir şehir gizlidir eğer bunu biliyorsan işin kolaydır. ne yitirdin, ne arıyorsun ey insan zannetme ki, maden de cevher de sensin. eğer sen kendi hakikatini bilirsen. araçsız hedefine varmış olursun. her şey sensin, varlığından haberdar ol gafil olma, haline şükredenden ol. ey yol salikleri, ey şah'ın talipleri, ey allah'a itaat edenler, kimin için ibadet ediyorsunuz ve bu zahmetleri niçin çekiyorsunuz. allah ne yaptığınızı biliyor. siz hakk'ı kendi şehrinizin dışında arıyorsunuz. kıldığın namaz, yaptığın niyaz, itaat ve ibadet allah'ın varlığına şahitlik ediyor. bunları allah için yapıyorsun. allah'ın bunları kabul etmesini ve rahmet etmesini istiyorsun. allah, kulunun yaptığı her iyiliğin mükafatını verecektir. bu böyleyken niçin gafilsin ve bütün gücünü bu dünya için sarfediyorsun? yüce allah kur'anı kerim'de şöyle buyuruyor: cinleriveinsanlarıbanaibadetetsinlerdiyeyarattım. bu sözün manasını anlamaya çalış. eğer kulsan niye gafilsin? eğer sultansan niye korkuyorsun? doğruyu yanlıştan ayırt edebilen bir insan olmak istiyorsan perhiz ehli ol ve her işin peşinden koşma. büyüklere hizmet et, küçüklere karşı şefkatli ol. bencil olma. aşk derdinden gafil olma. allah'ı kendi vücudundan dışarıda arama. çünkü bulamazsın. giydiğin insanlık elbisesini ganimet bil. bildiğini yerinde söyle. bilmediğini sor. herkese dürüst davran. kendini beğenmişlerden olma. bir şey kaybetmişsen onu ara. kaybetmediğin bir şey için isyan etme. gündüzü götüren, geceyi getiren, bazen karanlığı, bazen, aydınlığı ortaya çıkaran, bu cihanı halden hale sokan kuvvete sahip olan allah'a asi olma. o halde ey talip, zahiri, batını, önceyi, sonrayı kendi şehrinin dışında arama. çünkü senin dışında bir şey yoktur. varlık sahibi eşyada vardır. insanlar arasında öyleleri vardır ki ruhları güneş gibi aydınlıktır. öyleleri de vardır ki bu hikayeden haberleri yoktur. bu her iki grup da dünyayı kendilerine göre hissederler. aşıklar arasında öyleleri vardır ki, aradıklarını kendilerinde bulmuşlar ve emniyete kavuşmuşlardır. o halde ey hakk'ı arayan kimse, o bütün şeylerde vardır. eğer hakk'ı istiyorsan, onu her yerde araman gerekir. çünkü zerreden güneşe, katreden ummana, yerden göğe kadar her yerde hakk vardır. sözün kısası tevhid ehli hakk'ı her yerde görür. ey talip, sen birkaç günlük insanlık elbisesi giyince mağrur oldun. kim olduğunu neyin peşinde olduğunu unuttun. bütün bu yerlerin, göklerin, gecenin ve gündüzün hayali şekilleri senden kaynaklanmaktadır. sen her şeyin manasısın. eğer bu durumdan haberdar olursan, menziline varmış ve müşkilini halletmiş olursun. insanlık elbisesi giymenin maksadı allah'ı bilmek, peygamber'i bilmek ve kendini bilmektir. insan ile hayvan arasındaki fark, insanın akla ve fikre sahip olmasıdır. bu denizde bütün fakirler zengin oldu geriye hak kaldı, gerisi fani oldu. zahir olan dostluk ve düşmanlık sıfatları can içinde birlik ve beraberlik buldular. artık allah'a şirk koşanlar kalmadı zünnar takanlar da kafirler de imana geldi. bütün şeyleri hakk'tan başka bir şey değildir alem, tecelli nurudur, şafak değildir. talip de matlup da bir oldu hakk ortaya çıktı, gizli bir şey kalmadı, bütün eksiklikler kemale erişti. zahir de batın da allah'ın sıfatı oldu. ne güzel güneş, ne güzel aydınlık veren nur ne güzel ilim, ne güzel kitap, ne güzel defter. ne güzel, sahili olmayan deniz onun alanı, ucu bucağı belli değildir. ne güzel deniz, ne güzel umman ne güzel mücevher, ne güzel maden. ne güzel hakim, ne güzel padişah ne güzel bülbül, ne güzel gül. ne güzel ebediyete kavuşmuş hazine ne güzel kabul eden, ne güzel kabul edilen. ne güzel yol, ne güzel menzil ne güzel gönül, ne güzel akıl. ne güzel perde, ne güzel halvet, ne güzel ne güzel aşk, ne güzel dert ve inleyiş. ne güzel hiç eksiği olmayan kamillik ne güzel hiç ilacı olmayan dert. ne söyleyeyim, bütün alem mutlak nurdur hak'tan başka bir şey yoktur, her şey hakk'tır, ey talip, gel halimizi gör de bu gafletten kalbini uyandır. hazırlıklı ol da gaflet uykusunda kalmıyasın ve kamil insanların yanında şaşkına dönmiyesin. nasihat dinleyen ol, halinden haberdar ol kibirli olma, herkese yardım eden ol. ahmedimuhtar'ın ne söylediğinden haberdar ol bu menzilde ona nasıl layık olacağını düşün. bak bir kere cebrail'in kitabı ne demiş bu menzile ulaşmanın mükafatı nedir? dünya, ahiret ve kıyamet günü nedir? hadis, ayet, ilim vekitapnedir? haberdar ol bu durumdan haberdar neden korkuyorsun, neden bazen neş'eli, bazen üzgünsün. ayrılık kavuşmaya dönüşünce ne söyledi biliyor musun? derdin dermanı nasıl bulundu biliyor musun? rahman ve şeytan hakkında ne bilgin var? iyilik, kötü düşünce ve eksiklik nedir? var olan bütün alem hakk'tan ayrı değildir aşikar olan hakktır, ondan başkası yoktur. kendini bildiğin zaman öğrenirsin ki, senin aradığın şey yine senin kendindedir. gel ey kardeş, bu sahrada hiçbir şey kaybolmaz her şeyin hakikati o hakk'tır. imanın yolu ve usulü budur bunlar nedir diye tereddüte düşüp araştırma. bütün şeyler yekvücuttur. o mananın hakikati eşsiz varlıktır. ey bilgiye susamış kişi şunu. biliyoruz ki, her şey hakk'tır, her şey hakk'tır, her şey hakk. halimiz budur, artık ne söyleyelim biz buyuz, ne kaybettik, ne arıyoruz? söylenen bu sözlerden haberdar ol karanlıktan kurtul, nur saçan ay ol. bu anı müjde say, müjde işaretin rümuzu ancak bu şekilde açıklanır. eğer dostlarından iyilik bekliyorsan, mütevazi ol, mütevazi ol, mütevazi. halini düşün, hayalden vazgeç. her şey sensin, her şey sensin niye üzülüyorsun? ne kaybettin de bu sahrada koşup duruyorsun? her şey sende var, dışarıda ne arıyorsun? kendi şehrinin dışına çıkma sakın çünkü kainatın yaratıcısı oradadır. farsça üçüncü bölümün tercümesi ey hakkı talep eden, yoksa sen hayvanlığını mı kaybettin de onu mu arıyorsun? eğer böyle davranışlarını devam ettirirsen, hayvanlığını kaybetmiş onu arıyorsun demektir. bu ayrı bir sırdır. belki de duyduğun bir hikayeye göre hareket ediyorsun. duyduğun hikaye yanlıştır. yok eğer kendini kaybetmişsen önce kendi kendine sonra da komşuna müracaat edip ona göre hareket et. aradığını bulamazsan gönlünün istediği yere git. eğer durum başkaysa yani başka bir hikaye duyduysan, onu kendi kendine kıyasla ve istediğin şekilde hareket et. çünkü dünya allah'tan hali değildir. o halde ey talip, eğer sen hakk'ın peşindeysen, onun hakkında bir iz, bir işaret buldun mu? yoksa kendi kafana göre mi hareket ediyorsun? ey talip, sen haberin doğrusunu deliden dinle. o konuşurken sen sus. çoğu zaman arasan bile hakikati bulamazsın. bu senin kusurundan kaynaklanır. çünkü sen kendini bir varlık kabul ediyorsun. varlığın kendisi dört unsurdan meydana gelmiş bir şey'dir. bu dört unsur da camid olup natık değildir. bununla beraber vücudu suyla yıkarsın. çünkü vücud elbise gibidir ve yıkanmaya ihtiyacı vardır. o, abdest ve hamam yoluyla temizlenir. öldükten sonra da yıkanır. yıkanan kısım vücudun camid olan kısmıdır. vücudun natık olan kısmı ise hiçbir değişikliğe uğramaz, baki kalır ve ölümsüzdür. o halde ey talip, senin istediğin şey nedir? yoksa kendini mi bilmiyorsun? eğer kendini tanımak istiyorsan, kendini boş sayma. çünkü bütün alem hakk'tır. yerden göğe kadar bütün kainat mutlak varlığın zatıdır. senin söylediğin şey, hayal ettiğin şeydir. o halde ey talip, gözünün önündeki perde senin hayalindir. eğer bu hayalden vazgeçersen, her şeyin sende olduğunu anlarsın. eğer bu söze inanmıyorsan, araştır, doğru olduğunu görecek ve hayalden kurtulacaksın. ey talip, senden önceki talipler de kainatın sırrını aradılar ve kendilerinden başka bir şey olmadığını haber verdiler. ben kendimi bildim diyen insan, hakk taala'nın kendinde olduğunu anlamış demektir. yüce allah, eşsiz ve benzersizdir. onu tasavvur etmek aklın karı değildir. insanın uyuduktan sonra iradesi dışında uyandığı gibi, doğduğunda yaptığı hareketler bilmeden yaptığı hareketlerdir. doğmak, yaşamak ve ölmek de insanın elinde değildir. çünkü insan bir şey'dir. o halde ey talip, insanın kendini tanıması, senin düşündüğünden başkadır. bir defa, yerde ve gökte olanlar, görülenler ve görülmeyenler, velhasıl bütün şeyler tek bir varlığın görüntüsüdür. buna inanmıyanlar, kendilerine göre bir yol tutuyorlar. çünkü allah yolunda yürüyenler, bu yoldan gidip kainatın sırrını aramışlar, her şeyin mutlak varlığın görüntüsü olduğu gerçeğini bulmuşlar ve bize bu kadarını söylemişlerdir.şiir. gel ey can, ben bir iz buldum, her mekanda aynı hakk'ı gördüm. her surette ortaya çıkan şekillerde, o'nun her şeye kadir, eşsiz biri olduğunu gördüm. ortada gördüklerim hayal değildir, açık ve gizli olan her şey o'dur. o'nu aşikar görünce hayran oldum, gördüğüm anda bir damlayken umman oldum. aradığım her şeyde o'nu gördüm, o'ndan başka bir şey görmedim. o'ndan başka bir şey söylemedim, o'nu bütün işlerin arasında gördüm. o'nu bazen suskun, bazen konuşan ve söyleyen halde, bazen güzelliğine hayran, bazen gizli, bazen aşikar. bazen gökyüzünün üzerinde, bazen de dünyada insan şeklinde, bazen hayali bir suret, bazen de celal sahibi biri olarak. o, bazen ahmedi muhtar'a delil oldu, bazen de küfür ve zünnar arasında kaldı. bazen mevcut durumda kalmış, bazen de cisim ve suretle varlık olmuş. bazen akıl sahiplerinin aradığı şey, bazen de bir menzilde gizli kalmış. o, açık ve gizli padişahtır. hayaldeki şekil ve vücuttaki ruh o'dur. niye başkasını söyliyeyim, her şeyde o vardır, hayallerde olanlarla cisimlerde olanlar hepsi o'dur. gel ey hakşinas, doğru haberi dinle. ortada da, kenarda da olanların hepsi birdir. her halükarda her şeyde tecelli eden o'dur, her şeyde hissesi olmasına rağmen o, her şeyden ayrıdır. halk ile hakk arasında perde yoktur, bütün hayaller arasında ortaya çıkan o, rüya değildir. bütün dünya o'nu görüp tanıdı ve emin oldu, talip de tek olan matlubuna kavuştu. talibin gözü, o'nun gören göz olduğunu anladı. bütün alemin hakikati birdir, inanmıyanlar, hayvani hislerine esir olanlardır. artık sen onları insan bilme, onlar hayvandır her sözün özü, kamil bir denizdir, cahil bilgisiz kimse demektir, o, içinde inci olmayan bir sedeftir. onun dünyadan hiç haberi yok, karanlıkta ve bela içinde aylarını ve yıllarını geçiriyor. hakk, her şekilde ve şeyde gizlidir, o'nun ne olduğunu kim bilir? bilmezse cahillikten sanma, her insan tek başına o'ndan haberdar olamaz, bütün taşlara mücevher denilemez. çünkü her başın bir sevdası vardır, herkesin kendine göre bir huyu vardır. bazıları uykuda, bazıları uyanıktır, biri, şaşkın bir şeyin etrafında dönüyor. biri, insan suretinde bir divane gibi, biri kendi halinden haberdar biri de cahil ve yolunu şaşırmış biri, bahtı açık ve doğru yolda biri, yaptıklarından dolayı bela içinde biri, kendini bildi ve günahlardan sakındı, biri cahil kaldı ve saman gibi değersiz oldu. biri dünya malının esiri olmuş, biri halkın sevgisini kazanarak şöhret bulmuş. birinin malı yoktur muhammed'inyolundadır herşey birbirine bağlı olup ayrı değildir gözü hakikatte olan allah'tan başkasını görmez her şey hakk'tır, o işlerin sebebidir her pazarda o'nun malı vardır. hakikat allah'ın mülküdür, başka değildir her şey güneştir, başka ışık yoktur gel ey gözün, her şey bana ayan oldu vücud kalmadı hakikat tamamen can oldu. bütün karıncalar süleyman oldular süleyman her şey ayan oldu, sır ve gizli diye bir şey kalmadı bütün alemin hakikati allah'tır bunda şüphe ve şek kalmadı. ey salikler, bütün alemin hakikatinin hakk olduğunu ve bunda şüphe olmadığını öğrendiğin halde neden bu iyidir, o kötüdür diyorsun? sen kendin bir avuç topraksın. önce senin ihtiyarın elinde değildir. kendini de bilmiyorsun. niçin hakk'ı arayıp onu tastik etmiyorsun? kendini boş sayma. bütün kainat allah'la doludur. güneşten daha aydınlık, yerden ve gökten daha aşikar olan bu delilleri görünce inandın mı? niçin gafilsin? yoksa menfaatin için mi böyle yapıyorsun? nefsinin rahatı için herkese mudara ediyorsun. dünyadaki insanların çoğu da gaflet içindedir. bunlar gafillikten kurtulmakta acizdirler. sen tanımaktan ve bilmekten söz ediyorsun. neden hakk'ı söylemiyorsun? hem yol göstereni hem de yol göreni gördüğün halde niçin yalan söylüyorsun? bu yolda yalnız kalan çoktur. hakikati gördüysen, mert ol ve doğruyu söyle. cömertlik huyuyla huylan. yardım eden ol. engelleyici olma. bütün ibadetlerin özü hakk'ı aramaktır. her şeyin iyisini allah bilir. o halde ey aşk talibi, doğru yolun menzilinde hayal nakışları çoktur. eğer bunların herbirinin peşinden gidersen, hiçbirinin sonunu bulamazsın. o halde hayırı şerden, hakkı batıldan, yakını uzaktan ayırt etmen gerekir. bunları yaparsan ibadetin boşa gitmez. çünkü hakk, doğru işi sever. o halde ey hakk'ı arayan, gözünü aç ve bak. doğru yolu seç de yol kesen sana zarar vermesin. başkası aksini yapsa bile sen allah'ın varlığına şahitlik et. kendini hakk'tan ayırma. allah'a ortak koşmaktan sakın. allah'ın yolundan gidiyorum diye yanlış yola sapma. yüce allah, damladan ummana, zerreden güneşe kadar her ne varsa onda aşikar ve gizlidir. hatta saçın bir kılı bile o'ndan hali değildir. gözünle gördüğün her şeyi gördüğün gibi zannetme. onun içinde onu varlık yapan bir şey vardır. insanın vücudunda da onu hareket ettiren bir şey vardır ki ona ruh denir. ruh ölümsüzdür. eğer o, bir ölünün vücuduna girse onu diri yapar. o halde ruh bütün canlılarda vardır. çünkü vücud ruhla kaimdir. ruhsuz olan her şey camid'dir. camid olan şey ise, değersiz olur. sen ruhtan başkasına önem verme. o halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. insanoğlu suretle örtünmüş, yer ve sema ehli ona secde etmiştir. sen hala durumunu bilmiyor, avare dolaşıyorsun. bunun sebebi dünya lezzetine kapılmandır. bu durumda sen şey sıfatında kalmış, aslını unutmuşsun. ruhunu ihmal etmişsin. o, senin vücudundadır. sen kendini sadece vücud sanıyorsun. halbuki vücud senin gömleğindir. gömlek ise, bir eşya'dır. nasıl ki, gömleği sık sık değiştirmen gerekiyorsa, vücud da değişkendir. o halde ey talip, sen incisin, sedef değilsin. eğer bunu anladıysan kurtuldun ve hakk'ın ne olduğunu bildin demektir. o halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. vücud çölünde şaşkın dolaşıp aslını unutma. sen öyle bir padişahsın ki, bütün kainat seninle diridir. bütün alemin secdegahı senin varlığındır. halbuki sen hayalinin arkasından gidiyorsun. bazen altın ve gümüşün, bazen şöhret ve izzetin peşindesin, bazen de makam ve mansıp hevesinde hep hayallerle yaşıyorsun. sözün kısası, yalnız senin değil, genel olarak beşeriyetin hali böyledir.şiir. gel ey hakk'ı tanıyan, dışarıda ne arıyorsun? kendinden gafil olma, çünkü sen ruh sahibisin. bütün alem senin vücudundur, sen cansın, hakikat sensin, sen işaretlerin işaretisin. insanın zatı mutlak'tan olduğunu gördün, gerçek budur, gerçeğin gerçeği de budur. bunun böyle olduğunu açıkça gördün, rüyanda değil, bütün alem de bu işten haberdar oldu. hakk, kendi lütfuyla kendini aşikar etti. bütün alem o'nu görünce o'na yöneldi. gel, gel o sultan ortaya çıktı, bütün taşlar mücevher madeni oldu. bütün alem gülbahçesi oldu, gülbahçesi, hakikat bir ve dertler derman oldu. nur ve karanlık birleşip tek vücud oldu, bütün şeyler baki kaldı ve ölümsüz oldu. baki olanlara fani deme, onlar fani değildir, her şey bir oldu, yabancı ve tanıdık ortadan kalktı. bütün alem bir noktaya girdi, hakikat ortaya çıktı, noksanlar tamamlandı. şeytanlar, yaptıkları kötü işleri bıraktılar, hakikati buldular ve huylarını güzelleştirdiler. sen bütün alemin maksadısın. ayetsin, delilsin, sözsün. kendi halinden haberdar ol, haberdar, bütün alem sedeftir, sen inci. sen öyle bir hayat suyunun pınarısın ki, bütün alem senin sıfatın, sen zat'sın. bütün devirlerin maksadı sensin, bütün alem sende hayat bulur. gafil olma, sen zat'sın. bütün kitap ve defterlerdeki ilimler sensin. çünkü sen allah'ın nurusun, o halde halinden niye gafilsin. sen her şeyin maksadısın, maksadı, senin halin budur, ben onu açıkça sana söyledim. bildiğim, gördüğüm ve duyduğum bu söylediklerimdir, hakikatin de böyle olduğundan şüphe etme. bizim tekrar tekrar söylediğimiz doğru şeylerdir, bunları samimi olarak içimizden geldiği gibi söyledik. artık bu işin şekki şüphesi kalmadı. bütün taşlar mücevher madeni oldu. bütün kainat bir nur oldu, bu bakımdan her şey mamur oldu. gel ey, hakşinas, her şeyin doğrusunu söyle, şu andaki durumunu unut. her şey hakk'tır, o halde sen neyin peşindesin? kendini kemale ulaşmış sanma. noksan kalma, kemale eriş kemale, hakk'ı bilip tanıyana kadar. ey akıllı niye boş konuşuyorsun? noksan da kamil de aynı şeylerdir. ne hayal görüyor da onun esiri oluyorsun? her sıfatta ve yerde sultan sensin. gel ey talip, hakkın peşinde olan, tanrı nedir, sen kimsin? kendinin filan olduğunu hayal etme, herhangi bir varlık değil, cansın can. bütün işlerde maksat sensin, baştan başa bütün alem sensin. iki dünyada sultan sensin, bütün alem surettir, can sensin. her şey sensin, o halde niçin kendinden gafilsin? yoksa suretin veya balçığın mı esirisin? yahut da şan, şöhret mi peşindesin? taşın ve mücevherin arasındaki farkı öğrenemedin. hayaller arasında doğru olan hayal nedir? doğru hayalin ne hikmeti var, sebebi nedir? bu şekillerin ve hayatın manası nedir? bunlar hikmet mi, vücut mu, can mı? doğru hayalin tarifi için sınır yoktur, doğru halin ismi ve işareti yoktur. fazilet, kerem, lütuf ve ihsan ne kadar güzel, zaman, günler ve devirler ne kadar güzel. hiç eksiği olmayan kemal ne güzel, sonu olmayan deniz ne güzel. gel ey akıllı adam, sen neredesin? her şey sensin, niçin halinden gafilsin? dokuzuncu bölüm abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal menakıbname'si abdal musa velayetnamesi abdal musa velayetnamesi abdal musa hazretleri'nin nasihatnamesi evvel sırrını kavi sakla, çok söyleme, muin ol, kavgalı yerden kaç, bilmediğim kişiye yakın olma, düşmanlığı sabit olan kişi ile dost olma, bir kimsenün başına gelen musibetüne gülme, senden ulu kimesnelerle mücadele etme, doğru ol, musibete sabreyle, once düşün, sonra söyle, her çocuk ve kadına sır ve söz söyleme, ibadete ve mala güvenme, halim ve selim ol, inkarcılara gönül verme, evliyaullahın sözlerini inkarcılara söyleme, dünyaya fazla meyletme, bir menfaat uğruna başkasına dervişlik satma, zahir padişahına yakın olma, işin olmadan vezir ve şair devlet adamlarının yanına varma, bana iyi desinler diye sofuluk satma, düşmanına yüz verme, her bulduğuna şükret. zina'dan uzak dur. elden geldikçe tek başına yemek yeme, pirdaşını gerçek kardaşun bil, evliya ve mürşidden ayrılma, hak divanundan ayrılma, sözünde dur, vaktini boşa harcama. peygamber ve ah evladına can u gönülden dost ol, sev, daima salavat ile onları hatırla. allah dostlarıyla muhabbet ederken; eyvallah, kerem buyurdunuz diyerek saygıda bulun. muhamed ve ali düşmanları olan kafirlerle dostluk yapma, zira bunların dostluğu sana fayda vermez. sakın imamlara ihanet edenlere iyidür deme. dış görünüşünü güzelleştirme, gönlünü güzelleştir. yoldan çıkmış, dönek, pirsiz insanlarla yoldaş olma; zira yol, erkan bozulur. kötü olma, zira bazı kimesneler yirmi dört saatte bin devre girer, sakın sen o kimesnelerden olma! zira o kimesneler bu devrelerin hangisinde bulunursa o sıfatla haşr olur, sen allah yolunda ol, vesselam. ankara genel kitaplık, numaralı yazma, adan sadeleştirilerek alınmıştır. abdal musa velayetnamesi ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve latif gözlü ve güler yüzlü sultan hacı bektaş elhorasani bir gün hayatında oturur iken mübarek nefesünden nutka gelüb eyitdi: yaerenler, genceli'de genç ay gibi dogam, adum abdal musa çagırduram. didi. beniisteyenandagelsünbulsun. didiydi. hünkar hacı bektaş vefat idicek abdal musa zuhura geldi. seyyid hasan gazi oglı seyyid musa anasından yetim kaldı. genceli şehrinün halkı münkir olup abdal musa 'ı sevmediler. bari taala kudretinden bu şehre bir afat virdi. bir bir dagılup gitmege başladılar. bildiler ki abdal musa sahibi velayetdür. gitmege niyyet iden şehirlünün yolları üzerlerine vardı, eyitdi: oturalım, gitmen didi. anlar dahı didiler kim: biz sizün hatırınuz yıkmışuz, huzur idemeyüz. bir yire dahıgidelüm didiler. abdal musa sultan didi ki: kanlu gömlegümi boyumca yugdum. bir kerre gelüp bize halünüzi dimedinüz, münkir oldunuz. ol sebebden afatı semaviyye irişüp sizi allahu taala kahr itdi. istianet taleb idüp meded abdal musa diyü çagırmadunuz. üzerünüzden red itsem gerek idi. pes imdi her birinüz bir vilayete gitdinüz. genceli, elmalı tekke köyü 'ne yaya olarak üç saat uzaklıkta bir örendir. bu köy, daha önce ahalisi iyi iken küfre daldığı için helak olmuştur. : velayetname. andan abdal musa sultan yaylak'dan sahil evine indi. anda bir tekke bünyad itdi. ol tekkeyi yapdıkları yirden bir kazan altun çıkardılar. abdal musa sultan eyitdi: bu malun yetimleri vardur; yimek kan ve irindür. derya kenarında bir kafir gemisi vardur. ol malun varisleri ol gemidedür. varun, söylen, habervirün; gelsünler, alsunlar, gitsünler. didi. abdal gönderdiler. vardı gemiye habervirdi. gemi içinde olanlar sordılar: bu ne kişidür? abdallar eyitdiler kim: bir veliyyullahdan ademdür. velayet ve keramet ehlidür. didiler. bu sizündür. atalarunuzdan kalmışdur. didi. gelsünler, alsunlar. haber vir. didi. biz anun içün geldik. didiler. kafirler bu sözi işidicek gönüllerinden tutdılar kim eger bu kişi hakk veli ise biz varınca bademüz hazır ola ve hınzır çocugı, bişmiş ola. andan bu söz abdal musa sultan'a malum olup şikare abdal gönderdi. akkara canavardan ne düşer ise getürün didi. iki hınzır çocugı bulup getürdiler. bunları yüzüp ocaga kodılar. bişer iken bir kafir dahışarab götürüp giderdi. gördiler. kafirün şarabından alup hazır eylediler. kafirler dahı gemiden gelüp hazır buldılar. bildiler kim gerçek velidür. abdal musa sultan buyurdı: mallarun virün, alsunlar gitsünler. didi. tekkenün yanından akan su içine sandal getürdiler, kazanla malı kodılar, sandala bindiler. sandal yürimedi. ol kadar cehd itdiler ki sandalı yüridemediler. meger kim kazanı abdal musa'ya virelüm diyü ahd itmişler idi. ol hatırlarına gelüp kazanı çıkardılar. ol saat sandal revan olup yüridi. andan sonra malun bulundugını teke begine bildirdiler. teke begi dahıeyitdi ki: ne hoş biz burada islam padişahı iken bize virmeyüp kafire niçün virdi. didi. bir kul gönderdi: varun ol kimesneyi huzuruma alun, gelün didi. bu tekke, finike'nin yaya yolu ityibariyle bir saat doğusunda limirra harabesdi yanında türbenin olması ihtimali kuvvetle muhtemeldir. burası yakın zamana kadarsulak ve pek güzel bir yer idi. tekkenin birçok hücresi ve mutfağı olmasına bakılırsa, buranın bir zamanlar hayli klabalık ve hareketli olduğu anlaşılıyor. tekke'de, metnimizde adı geçen kafi baba türbesi vardır. haır kelimesi ile yazılması gerektiği halde metinde güzel ile yazılmıştır. gelen kul girü gitmedi. tekrar bir kul dahıgönderdi; ol dahıgirü gitmedi. günden güne ikiden üçden kul gönderdi idi. hiç biri girü gelmezdi. heman varanlar abdal musa'ya derviş olurlar idi. bu vechile ta yaz olınca tamam beş yüz kul geldi. bu gelen kullardan hiç birisi girü gitmedi. abdal musa sultan yanında olup kaldılar. teke begi dahı yaraklandı yaylaga çıkdı. abdal musa sultan dahı teke begi genceli'ye çıkdılar. teke begi günde beşden ondan kul gönderür idi. diler ki abdal musa sultan'ı getürde. cemi'i gönderdikleri sekiz yüz kadar kul oldı. cümlesi abdal musa'ya dirviş olup kaldılar; birisi gitmedi. eşrafda olan karye halkı teke begine şikayet itdi. teke begi dahı karye halkına emreyledi: ev başına birer yük odun getürün didi. ataşa atalım. gerçek er ise gelsün odı çignesün geçsün. ben de ana itikad ideyün. siz de itikad idün. didi. karye halkı ev başına birer yük odun hazırlayup cümlesini birikdirdiler; harman itdiler. meger teke beginün yanında bir kulı kalmış idi; veziri idi. eyitdi: buyur sultanum, ben varayun ol ışıgı huzurunuza getüreyüm didi. geldi abdal musa sultan'. çık aşık, padişah kapusına varalum; suçlusın didi.abdal musa sultan vezire eyitdi: adun nedür? vezir eyitdi: seni gerçek er didiler. adumı dahı bilmezsün didi. tekrar abdal musa eyitdi: adun bize bagışla didi. vezir eyitdi: benüm adım kirdeyusuf'dur diyicek, abdal musa sultan eyitdi ki: senün adun kirde yusuf ise benüm adum köselen musa'dur. nice senün gibi kirde'nün kılagısun sildüm. didi. kirde yusuf dahı: ineyim, şol kişi ne kişidür didi. atından aşagı ineyim dirken ayagı üzengiye geçdi. at depüp helak eyledi. abdal musa sultan hu didi. turı geldi cemi fukarasıyla kalkdı. abdal musa sultan eyitdi ki: sizünle şöyle oynayalım kim od'un yiründe çayır bitsün didi. dahı: beni seven yürisin didigi gibi cemi daglar ve taşlar ardınca kopdı bile geldi. genceli şehrini basdı, altına aldı. meger ol şehirde bir koca karıcık var idi. bir inecigi var idi. ol inegün südini her zaman abdal musa sultan'a getürürdi. heman anun evi kurtuldı, kaldı. gayrisi cümle zir ü zeber oldı. fukara eyitdiler: taglar bile yüridi sultanum didiler. abdal musa sultan eyitdi: tur tagım tur. senün yanunda olsun bizüm mezarımuz. didikde tag turdı. bu kez taşlar turmadı. girü geliyorlar, didiler. abdal musa sultan dahı: turmaz mısınuz? diyü kara çomak ile bir kez urdı. tağlar da sakin oldı ve kendi fukarası ile teke begine vardılar. teke begi bir yüksek yirden temaşa iderdi. heman teke begine togrı yüridiler. belki tutayım didi. turmadı, kaçdı. sultan cemii fukarasıyla ataşa girdi. sema tutdı. ataş mahvoldı. yirinde çayır bitdi. teke begi turmadı, ormandan ormana kaçdı. sonra çıkdı: varayun erün elin öpeyin. erün işi keremdür. didi. kalkdı sultan'a togrı vardı. abdal musa sultan'a anun gelecegi malum oldı. kullarına eyitdi: teke begini içünüze koman. ol size beg olamaz didi. bunun kulları dahıgördiler ki begleri geliyor. cümlesi çıgrışdılar; eyitdiler ki: sen bizüm begimüz olamazsun. biz begimüzi bulduk. didiler. teke begi geldi, yüzin yire sürdi. biz kendi bilmezligümüzle itdük, sultanum didi. abdal musa sultan nutka gelüp eyitdi ki: okın atdık, yayın yasdık. atılan ok girü gelmez. başuna yarak eyle didi. teke begi eyitdi: hay sultanum kıyma. ne dilersen dile didi. sultan eyitdi: ne dileyeyin, dünyada dünyan yok, ahretde ahretün yok. teke begi eyitdi: kara çomak, abdal musa'nın asa'sıdır. şimden girü bize yürimek yok. oglı halil bege padişahlık emanetini ısmarladı. abdal musa sultan eyitdi: bizüm saglıgumuzda anun üzerine hiç kimesne gelmesün. teke begi ıstanaz şehrine yetdi. seherden kalkup gitdi. abdal musa sultan namaz vaktinde turı geldi. gördi ki bir kara canavar yir kazup çagırur. kara abdal'a buyurdı: baltanı bile getür. didi. kara canavarı gösterdi: eyle kim segirt. teke beginün ruhıdur. evliya'ya yetişdirmeyelüm. didi. kara abdal dahı kogarak ol canavarı, yetişüp depeledi. meger ol vakt teke begi döşeme derunu'nda antalya'ya gider iken atı sürçdi, atdan yıkıldı. başı daşa tokundı, helak oldı. leşini antalya'ya getürdiler. oglı babasınun halini gördi. buna n'oldı, diyü su'al eyledi. yanında olanlar halini bir bir bildürdiler. abdal musa gerçek er imiş şöyle oldı, didiler. halil beg eyitdi: bu hod er okına ugramış. didi. ol, benüm babam olsun şimden girü didi. heman ol nice askerün alup kalkdı abdal musa sultan'a geldi. abdal musa sultan'un elini öpdi. eyitdi: ne itdi ise, babam itdi. benüm anda suçum yokdur, sultanum. didi. abdal musa sultan eyitdi: var otur aşaga. bizim saglıgımuzda korkma ogul didi. halil beg fıkr itdi: abdal musa sultan, ogluna vezir olmasa begligün idemezin didi. padişah iken sultan vezir eylediler. andan sonra abdal musa sultan kalkdı hareket idüp taga çıkdı. rodos cemea'tine, rodos'a çomagın atdı. erenlerine selam virdi. erzade menteşe bazarından ahmed durı geldi. üç kez selamun aldı. dükkanında nesi var ise devşirdi. evine vardı. degirmene zahire gönderdi. satır arasında, derviş baltası ibaresi var. menteşe: muğla öginen unı tez etmek bişirün. eve adem geliyor. didi. bu yana abdal musa geldi. durdı yirden bir taş aldı, eyitdi: erenler, bir bir taş götürelim sekiz yüz abdal taş götürdiler. üç çatal bir agaç bile kopdı. gitdiler. bu yana ahmed evinde yimek ısmarladı. hazırlan diyüp kendüsi karşu çıkdı. eyitdiler kim: ahmed divane oldı. gözedün, kande gider, didiler. gözetdiler, ahmed'i taga karşu gitdi. ahmed'ün gitdigi yana yola bakdılar ki binihaye adem geliyor. vardı ahmed bunlarun elin öpdi, önine düşdi. geldiler evinün önine. abdal musa sultan elindeki taşı yire bırakdı. bu üç çatal agaç dahıanda karar itdi. abdal musa sultan ol agacun dibinde oturdılar. hep gelenler ellerindeki taşı yire bırakdılar. andan sonra yemek getürdiler. abdal musa sultan eyitdi: yimek yiyelim, gelün. ahmed geldi. yimek yidiler. abdal musa sultan eyitdi: ahmed, siz hocalıgı tamam itdinüz. şimdengirü adun hoca ahmed olsun. şu araya, tekke ve matbah yap didi. senün nasibün ayaguna gelsün. didi. oradan abdal musa sultan kalkdı. yarış çam'a kondı. bir adem kısrak yidüp gider. abdal musa sultan: kanda gidersün didi. ol adem eyitdi: şu kısraga aykıra iletirin didi. abdal musa sultan eyitdi. aykır ıssına ne vireceksün? bize vir. sana gülbenk idelüm. muradun hasıl olsun. didi. abdal musa sultan gülbenk eyledi: var imdi, hacetün kabuloldı. taycagızun sakla. didi. meger bunun ileteceği bir yaglı çörek idi. bir saatden sonra bir kafir geldi. selam virdi. getür kafir. şarabun içelim. didi. kafir eyitdi: bu sana yaramaz, sultanum didi. aykır: aygır, at'ın erkeğine bu isim verilir. üç kerre getür didi. ahiri abdallara getürün şerbeti içelim, didi. abdallar kalkdılar, getürdiler. kafircik dahıbile geldi. şarabun yanına oturdı. kadehin eline aldı. abdal musa sultan abdallara getürün keçküllerinüzi didi. abdallar keçküllerini getürdiler. tulumdan şarabı sıka sıka çıkardılar. gördiler ki tulumdan çıkan bal olmış. kafir eyitdi: behey abdallar, ben bunı kendü elimle şarab toldurdum idi. siz bunı bal eyledinüz. didi. abdalun birisi eyitdi: aç gözün kişi, bunlar gayb erenleridür. didi. kafir didi kim: dinünüz ne dindür? abdal musa sultan: dinimüz muhammed dinidür. iman getür. didi. kafir iman getürdi. müselman oldı. balı çörek ile yidiler. kalkdılar üç kez sema dutdılar. abdal musa sultan eyitdi: bu çamun kabugı her derde derman olsun didi. andan göçdiler, gitdiler. incirli eve yetdiler. öte ucında devletlü veli dede bina yapar idi. bir agacı kısa geldi, yetişmedi. ona çalışurlar idi. abdal musa sultan selam virdi. didiler ki: sizün de begünüz var mıdur? abdal musa sultan eyitdi: leşkerün begi olmaz mı didi. bunlar eyitdiler ki: biz de bilelüm leşkerün begi var idügin. bu kısa gelen dügeri çeksün uzadsun didiler. abdal musa sultan eyitdi: bir babuççı kadar gayretimüz yok mıdur? bir göni çeke çeke uzadur. babucı diker surete getürür. didi. şöyle çekün diyüp yapışdılar. agacı çekdiler. zati agaç ne kadar ihtiyaç idi ise ol kadar dahı uzatdılar. cümlesi bunun eline ve ayagına düşdiler: sultanum, ne ister isen virelüm. didiler. abdal musa sultan eyitdi: heman bize incir getürün didi. bunlar vardılar, incir getürdiler. dökdiler orta yere, sanasun bir çec oldı. üşdiler başına, inciri yidiler. abdal musa sultan su istedi. meger bunlarun suları ırakdan gelür idi. ev ıssı eyitdi: düger: direk anlamında kalın mertek. devletlü, geldün, yetişdün elhamdüli'llah. bize suda da himmet eyle, efendüm sultanum. suyumuz ırakdan gelür. didiler. abdal musa sultan yumrugın yire urdı. ol yirden bir ala su çıkdı. içdiler, kalkdılar gitdiler. bunlar incirün dögmesini devşirdiler, saydılar, sekizyüz dögmedür. abdal musa sultan denüzden çomagın aldı. yine seher vaktinde eve geldüler, indiler. birkaç abdal aldı vardı. bir saşdan iki desti çıkardı. meydana getürdi. birisün ogluna virdi ve birisün kızıl deli sultan'a virdi. ve kırk nefer abdal virdi. hacı bektaş hünkar'un üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapun ve dai'resün ırakdan havlıya alun. içine bakçe dikün. her agaç yemiş virince turun, kulluk eylen. her agaç yemiş virdükde, her biründen alun getürün, meydana dökün; meydan toptolu olsa gerekdür. abdallar dahısize cevab diseler gerekdür. ol söze bakman; dikün kim: hünkar ölüp geldigümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. size virsünler, alun gelün. didi. amma yerün bilmediler. sultan'a abdal gönderdiler, geldi: sultanum, sizün buyurdıgunuz emanetlerün yirini kimesneler bilmediler. yine bizi size saldılar. nerede ise diyüvirün. didi. abdal musa sultan eyitdi: bir evün un anbarındadur; ol sarı alemdür. birisi mermer çerakdur; hacı bektaş hünkarun öninde yanmışdur. birisi yeşil fermandur; ol kadar. ol sarı ismail 'dedür. el uzada, abdal gelinceye kadar sarı ismail göçdi. defn eylediler. kabrini tenhalayup üzerine vardı: ya sultan sarı ismail, benüm hizmetüm hünkar'a geçmedi. yeşil fermanı senden istediler. ne buyurursın? didükde, sarı ismail sultan, kabri içinde yedi beyza gibi bir eliyle sunuvirdi. abdal, alup allah'a ısmarladık diyüp geldi. hacı evinde kızıl deli sultan'a yeşil fermanı virdi. baki anda olan mermer çeragı ve sarı alem'i virdiler. kızıl deli sultan hazretlerine emanetleri teslim eyledi. andan sonra abdal musa sultan kalkdı. denüz kenarına indi ve didi ki: buraya leşker geliyor. karıncıkları açdur. dahı bir şikarcık sunmadılar. karıncıkların toyuralum. didi. bir saatden sonra denüzden bir gemi zuhur itdi. geldiler dergah'ı görince, hay bunda abdallar var ancak didiler. gemiden çıkan, kişiler, abdallarun yanına gelüp: ey abdallar, ne ararsunuz didiler. abdallar didiler ki: bunda gerçek er vardur. size muntazırdur. didiler. ve sizün içün yimek hazırladı. didiler. bunlar dahısürüp erün nazarına geldiler. ocak'da erün haranısun gördiler. bunlara az görindi. didiler ki: hay, sultanum, bu yimek sizün leşkere mi yeter, bizim leşkere mi yeter? didiler. abdal musa sultan kalkdı. haranınun yanına vardı, kepçeyi eline aldı: dinleyün imdi abdallar, bunları siz üleşdirün. didi. bunlar tamam kırkbin er idi. abdallar yimegi üleşdirdiler. dahı yetişmeyenine tekrar yine üleşdirdiler. yimek cümlesine yetişdi. karınları toyduktan sonra önlerinden yemek dökülüp kaldı. yeter sultanım, didiler. abdal musa sultan kepçeyi haranınun üzerine kodı, giri çekildi. abdallar gördiler ki haranı yine evvelki gibi dolup turur; hiç eksilmemiş. abdalun birisi didi ki: niçün girü çekildinüz? hey gaziler, gelün görün, haranı tolu durur. siz bu haranıdaki yemekleri birinüz yirüz sanurdınuz. yine toptoludur. geldiler gaziler temaşa eylediler. bildiler ki bu er gerçek velidür. gazi umur beg geldi didi kim: şimdengirü biz sana çagırıruz efendüm, himmet eyle! didi. abdal musa sultan eyitdi: bir börk getürün. umur beg'e giydirelüm. didi. bir kızıl börk getürdiler. umur beg'ün başına giydirdiler. gaziler, şimdengirü buna gazi umur beg din didi. gazi umur beg, izmir'de şehit düşmüştür. varsun bu beg de gazi olsun gayrü. şimden sonra gazilik virüp dururuz. didi. gazi umur beg eyitdi: bize bir yadigar virün, sultanum. didi. sultan eyitdi: şol kızıl deli'yi size virdük. alun gidün didi. bu gaziler kalkdılar: gider misün baba? didiler. kızıl deli sultan işaretle giderün didi. abdal musa sultan çagırup bir agaç kılıç sundı. kızıl deli sultan aldı, öpdi başına kodı. andan sonra yüridiler. abdal musa sultan eyitdi: din, imdi, hiç bir yire gitmen. dogrı bogaz hisarı'na varun. üzerine düşün. ikdam idün. alursınuz. bogaz hisar'un aldukdan sonra rumeli'n size virdüm. önünüze kimse turmasun. didi. bir gün abdal musa sultan sabahın turdı: abdallar, size bir kişi geliyor. gafil olman. abdallar eyitdi: nice idelüm, sultanım? didiler. abdal musa sultan eyitdi: şöyle urun ateşi, tekye muhkem kızsun ve matbaha ateş eylen. koyu koyu tütünler çıksun ve suyı sık sık ulaşdırun. carunuz çekün, her erkanunuz tekmil olsun. ol gelen adama sofra döşen. bir bir bakdılar gözetdiler. bir kişi ahşama yakın geldi. abdallara eyitdi: abdallar, imdi sizünle üç gün üç gice yimek yimeyelim, oturalım. didi. ol gün yimek gelmedi. sabah furuna, matbaha bakarlaridi, yimek gele diyü. üç gün bu hal üzre yimek gelmedi. dördinci gün oldı, bu konuk acıkdı. birbirine danışdılar: buna gerçek veli diyü geldik. her dil buna müsahhardur. biz buna farisi dilince söyleyelim. didi. eyitdiler: n'ola söyle acem dilince. dile geldi, eyitdi: ateş gerem abı bisyar naan nist hoş abdal musa est. didi. abdal musa sultan eyitdi: ezmiyan dermiyan hezar eşrefi pür haddi abdal kef est. abdal musa, birateşikeremdir. buateşi, fazlasuilesöndürmekdoğrudeğildir. binlerceeşrefi' para, abdal kef'inavcuiçindedir. didi. abdal kef'ün can başına sıçradı. turı geldi. çıkdı vardı. altunı bir tersün altına kodı, geldi. didi kim: altun yokdur. abdal musa sultan eyitdi: varun abdallar, bokı boka katdı. didi. öyle diyicek heman kalkdı acem. altunı getürdi. işte sultanum, artık yokdur. didi. abdal musa sultan: abdal musa sultan: varun abdallar, bunı hep nimete virün: hiç birisün erteye koman didi. vardılar abdallar bunı hep pirince yaga virdiler. bir günde yedi kerre yimek bişirdiler. zerde bişirdiler. zerde'nün balı ve yagı dükendi. abdal kefi gussalandı. aşçı didi: ne gussalanırsun? didi. bunda hikmet vardur. efendimize görinelüm. didi. görelim, ne buyurur? didi. abdal musa sultan eyitdi: ne gam çekersünüz? varun, fülan punardan bal alun. şu punardan yag alun. getürün, yimek bişürün didi. yimek bişürdiler, yidiler. sofra kalkdıkdan sonra abdal musa sultan eyitdi: bal yag olup akarlar mı punarlar? eyledi kim, akarlar sultanum didiler. gelün biz de varalum, görelim. didi. kalkdılar, hep punar üstine vardılar. abdal musa sultan eyitdi: yine su olun, eyle kim. didi. abdallar çagrışdılar kon bal, yag aksun sultanum. didiler. abdal musa sultan eyitdi: şahin yuvası olur, eyle kim konsu olsun. didi. abdallar tınmadı. su akdı tersün: pislik, necaset bu kelime, elimizdekidiğermetinlerde; yok'u, yok'akattışeklindegeçmektedir. baba gaybi odunda idi. geldi. eyitdiler ki: baba gayb, efendimüz; bal yag akıtdu şu punarlardan. sen görmedün. didiler. baba gaybi'ye yimek virdiler, yidi, yine oduna gitdi. gider iken bunu görmedigine gussalandı. efendim, beni sevmez misün? ben senün didaruna toymadım. senden hiç bir nesnecik görmedüm. didi. bana yakındaki hizmetüni göstermezsün, ıraga salarsın. didi. didarundan cüda düşerin. didi. gaybi odundan geldi. abdal musa sultan eyitdi: varun gaybi'ye din, bizden eyüye hizmet eylesün. abdal geldi, gaybi'ye didi. gaybi, gussalandı, eyitdi: şu ben bir padişah oglı idüm. geldim şu dede'ye kulluk eyledüm. işte bildüm: er hakk evliyadur. ben bundan yüz döndürsem, çokdan yüz çevirirdüm. elimden ne gelür? koyup gitmek de olmaz. nazarında yanalum bari. didi. ahşam olınca kendüzin bacadan ocak içine atdı. ocaga düşicek vakt abdal musa sultan, tutun gaybi'yi. didi. abdallar tutup yine kapudan taşra bıragup kodılar. baba gaybi: elimüzden ne gelür? eşige yasdanalum. didi. abdallar hep yatdıkda, baba kaygusız eşigi yasdandı. abdal musa sultan kalkdı, taşra çıkdı. ayagun gaybi'nün üzerine basdı. gaybi tınmadı. abdal musa sultan: kimdür şu? didi. gaybi: lebbeyk sultanım, kulun gaybi'dür. didi. abdal musa sultan: aldun, kaygusızum, aldun kaygusızum, aldun! didi. eline yapışup içerü getürdi. namaz vaktinde abdal musa sultan taşra çıkdı. üç kez çagırdı. üni vardıkça: gelsün, nasib isteyen. didi. heman abdal kefi segirtdi. meded sultanum, himmet eyle! didi. yüri, sana evvel lotanya, ve ahir lotanya'yı . virdüm didi. andan kara ışık baba geldi. yüri, sana tahtalı tagı'nı virdüm. didi. yüri, sana egirdür'ü virdüm. didi. her kim geldi ise nasib virdi. andan abdal musa sultan geldi. oturdı, eliyle ocagı karışdırdı. abdal kefi didi: sultanımun eli yanmaz mı? abdal musa sultan eyitdi: abdallaruz, kattallaruz, uryanlaruz. abdal kefi eyitdi: aceb bu sultan ne soydandur? diyü sordı. abdallar eyitdiler: biz bu sultanun ötesini sormayuz. heman didarınun aşıkıyuz. didiler. abdallara bu müşkil oldı. gönül evinden bunı istediler. abdal musa sultan eydivirdi: kim ne bilür bizi nice soydanuz ne bir zerre oddan ne hod sudanuz bizüm hususımuz marifet söyler biz horasan mülkindeki babdanuz yedi denüz bizüm keşkülümüzde hacım umman oldı biz ol göldenüz hızır ilyas bizüm yoldaşımuzdur ne zerrece günden ne hod aydanuz yedi tamu bize nevbahar oldı sekiz uçmag içindeki kobdanuz. musa turup biz münacat eylerüz neslimüz sorarsan aslı hudanuz ali oldum adem oldum bahane abdalmusa oldum geldim cihane arif anlar bizi nice sırdanuz bilürler meydanı ihvandanuz hakkı bunda iken bulasun ve hakikat sende inen sen seni hakk'ı bul bak yar ararsan kendindür aşık olursın kendi cemalünle aşık ol zira sana senden güzel baki yar yokdur sen ruhundan ayrılma mukaddesdür ruhun cesede araz ve cesedün ruhuna aşıkdur daima birbirlerini arzu iderler birbirlerine müştakdur lakin varlıgun seddi iskender olub ruhuna hicab ref idersün aslına ulaşursun fenadan bekaya iresün ehli cennet olursun vesselam temmeti intiha aslı atamızı ve atamızın atasını ve aslı nereye çıkar. künyesini beyan iderüzsenesi berhayat veli baba. sultan mehmed bin nebi efendi çelebi bin ahmed çelebi bin kara ahmed çelebi bin hacı mehmed çelebi bin budala ahmed çelebi bin deli nebi çelebi bin mustafa çelebi bin hüseyin çelebi bin ahmed çelebi bin nebi çelebi bin şeyh hasan çelebi bin şeyh mustafa çelebi. digeri hüseyin şeyh efendi bin veli baba sultan bin hüseyin seyyidi sülalei tahire zeynel abidin. sene izzetli saadetli benüm biraderüm hüseyin efendi hazretlerine sene pir efendizade mehmed oglu. kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi risalei kaygusuz baba, sultan abdal musa haretlerine, gaybi beg varub irşad olduklarına, eva'ili kitab ama: nüshası. ba'dehu kendülerinün mesnevileri, ba'dehu gazaliyatı şerifeleri ve tercii bendleri, ba'dehu kendülerinün seyri süluk aleminde vakı olan seyranları ve gayrı hem asıl nüshadan ketebe olundı. hal sahibi olan ve dervişan sahibi olan ve dervişan sıfatun aceleylen tahrir olundı. günanei dilgir olmasunlar, kusur olan mahalleri tashih buyursunlar. lakin dervişandan gayrı halsiz kimesne, zinhar okımasun. zira alemi hakikatdür, fehm idemezler. galata düşerler, kendülere gadri külli iderler. ale'ttahkik, kitabtemamkitab, eğer su'al varid olursa, abdal okusun. vesair dervişan okusunlar ve bunlardan gayrı kimesneler okumasun. zahir abdalun dini vesair dervişanlarun dinleri bizüm dinimüzden gayrı mıdur? böylece su'al olunursa fehaşa din birdür, hilaf vehm ider. öyle değildür. bu kitabı, ehli irfan menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak asandur, zira sultankaygusuzbaba kaddessa'llahusırrehü'l'aziz hazretleri'nün kendüleri menzil ü meratib sahibi olmuşdur. bu kerre kemali merhametinden ehli tarik olan kardaşlara kendülere inam olan menzili binihayeden ifade buyurmuşlar ki,bma: nüshası. hazreti allah'un keremi rahmetini ifade idüb, bakun bana ne kerem oldı, sizler dahi say idüb benüm menzilime vasıl olun diyü, yohsa gayrı degildür. bu kerre sen ise bir tarikata girmeden bilmesen. aceb degildür. zira dahi ebcedi okuyub anlamadun pes ve tahaveeliflam'dan söyleyenlerün ve hakayıkdan bahs idüb sultanlarun cevablarun nice fehm idersen, mümkin değildür. sonra galata düşüb, bütün inkar idersin. el'iyaz übi'llah kafiri mutlak olursın. kuranıazimü'şşanun ma'nasına nihayet yokdur. sen henüz, sarf, nahiv, me'aniden haberdar olmadan, kendü nakıs aklınca ma'na virürsin. nice olursa bu tarikatun dahı yolunu ve ıstılahını bilmedün, veliyu'llahun hal kelamını fehm idemez . eserin bu kısmı sadece ma nüshasında mevcuttur ag. nüshasında yoktur. kısaltmalar: ag ma . sakın bu sözlerime darılma! senün selametüni isterüm. eger talib isen, kaygusuz sultan gibi, terk eyle dünyayı bir kamili mükemmel, sadıku'lkavlehü meşayıha teslim ol, bak ne görürsin. fafehamtemmet ma nüshası bundan sonra varak de gazeli vıran abdal, b;ıserlevha şiirle devam ediyor; asıl menakıbname varak da başlıyor. biz bu şiirin, menakıbname ile alakası olmadığı için metnini vermiyoruz. kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuzabdalbabasultanabdalmusaharetlerineirişübirşadoldıgında elhamdüli'lehi veli'yyehü ve'sselatü ve'sselam ala nebi'yyühu muhammedvealihiveashahiecmain bma: nüshası. amma ba'dehu: ehli tarik içinde ma'rufu meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan kaddesa'llahü sırrehü'l'ala alaiye sancağı begi'nün oglı idi. adına gaybi dirlerdi. gayet akil, arif, amil, alim, kamil ve tuvan idi. onsekiz yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. her hal üzerine cümlesin mülzem kılurdı. zira çok kitablar okumışdı. her ulumı, bi'ttamam bilürdi. ve hem ziyade pehlevan idi. zor bazuya malik, at üzerinde silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. bunun gibi işlerde anun naziri yogidi. ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikar iderdi: beber ve peleng ve kaplan ve ahu eline her ne geçirse ve gözi her ne görse kurtulmazdı. günlerden bir gün, tevabi'lerinden bir nice kimesneler ile şikara çıkdılar. vahş u tuyurı şikar iderken, gaybi begzade anı gördi. bir ahu, anun önüne çıkageldi. ve fi'lhal gaybi beg anı göricek tirkeşinden bir ok çıkardı, kirişde kodı gözledi, çekdi. toldurdı, ol ahuyı gözledi,. küşad virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol ahuya dokındı, koltugından geçdi. hayli arb urdı. ol ahu, sıçrayub kaçdı. gaybi beg anun ardına düşdi. kan akardı. gaybi beg, anun kaçduguna bakardı. becid üzerine at sürdi peşteler, daglarvevadiler geçüb, bir sahraya indi. meger kim, ol zamanda velayet erenlerinden bir kimesne var idi. adına abdal musa sultan dirlerdi. bir ali astane bünyad eylemişdi. anun himetin de nice kimesneler mürid ü uhib olub kalmışlarıdı. çok dervişleri varıdı. her biri ayende ve revendeye hizmet iderlerdi. ol ahu kim gaybi beg kogup gelirdi. gaybi beg turub, asitane kapusından içerü girdigin gördi. fi'lhal der'akeb, ol dahı kapudan içerü girdi. ol ahu görinmez oldı. dervişler anı görüb, karşu geldiler. gaybi beg'ün atun tutub: buyurun, ziyaretegeldünüzise, aşagıinün, didiler. gaybi beg eyitdi: benümbundabiroklanmuşşikarumgeldivebenanıokılaurmışam, ol benümşikarumdurniceoldı? anıbanavirün, didi. dervişler eyitdiler: buradaböylebirahugelmedivebizgörmedük, didiler. begzade eyitdi: hiçdervişleryalansöylermi? niçüninkaridersinüz, benolahuyıkendi gözümlegördümbundagelübiçerügirdigün, didi. anlar ta'accüb itdiler bizümhaberimüzyok, bilmezüz, didiler. begzade melul b ve perişan oldı. bir zaman şöyle kaldı, fikre taldı. aceb, buahuniceoldu? didi: bunlardan galabalarından işidüb, vahdedhanesinden abdal musa sultan çagırub eyitdi: dervişler, kiminlesöyleşirsünüz? ag nüshası buradan başlar eyitdiler: sultanum, alaiye sancağı begi oglı gaybi beg bunda geldi, atılabizdenşikartalebider, didiler. sultan eyitdi: anı okuyun, katuma gelsün ben ana cevab vireyüm, didi. ol dervişler eyitdiler: siziokurlar, erenlergelsündiyübuyurup, didiler. hemziyaretidünhem birsaficevabalun, didiler. gaybi beg dahı sultanun hitabun işidüb fi'lhal atundan aşagı inüb eyitdi: n'ola, varalum, olmübarekcemalinigörelümelleriniöpüb, hakipayınayüzümüzisürelüm, didi. içeri meydana girdi, baktı sultanı gördi. kaddi hamide kılub, selam virdi. dahı ilerü ikdam idüb şerefi destpus eyledi. yüz yire koyup ayakları türabına yüzin sürdi, turdı. andan girü çekilüb mukabele daha fazla bilgi için bk. güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ankara,ag nüshası buradan itibaren başlar. bu yazma, varak olarak değil, sayfa olarak numaralandırılmıştır. sinde el kavuşdurub turdı. seyyid sultan abdal musa hazretleri. izzetle anun selamın aldı. hoşgeldünüzoglum, safageldünüz, kademgetirdünüzgönlündilegün nedür? söyleişidelüm, bilelüm, didi. gaybi beg, keyfıyyeti hali ifade eyledi vaki'ayı oldugı gibi şerh eyledi. sultan eyitdi: olahusenünnedenşikarunoldu? gaybi beg eyitdi: sultanum, benanıokılaurmışam dahı üzerine at sürüb hayli kovmışam, çokmenzil aldı yoruldı güç ile bundageldisultanum, didi. sultan eyitdi: olokıgörincebilürmisün? didi, gaybi beg de, bilürem, didi. abdal musa sultan eyitdi: bak imdi, gör okunı, didi. kendü mübarek kolını yukaru kaldurdı, koltugundan gösterdi. gaybi beg bakub gördi ol atdugı ok, sultan abdal musa'nun koltugında sancamış turur. ol ahu suretinde gezerken ol imiş ki, begzade okıla urmış. anı göricek, nadim olub bir zaman kendüden gitdi, şöyle bihod oldı. bir zamandan sonra kendüye geldi. özr diledi. tekrar sultanun elini öpüb ayagına baş kodı. tazarru' vü niyaz eyledi. sultan ol okı çıkarub öninde kodı ve buyurdı kim: dergahı lutf u ihsan, ehli i'tizaza hemişe meftuhdur. ve günahına mu'terifolanda'imamüsabumemduhdur. bizgeçdüksuçundan, bir dahıböyleetmeyesün, didi. hergördügüncanaokatmayasun, didi. begzade eyitdi: sultanum, bubendenüzihizmetinüzelayıkgörübogulluga, kabuleylen, alakudreti'ttakahizmetinüziidelüm, didi. sultan eyitdi: oglum, bu erenler yoluna gitmeklige mutlak mücerredlük gerekdür. sonunı saymayub sonra peşiman olmakdan tek turmak yegdür. zira kim, bu yol ince bir sarp yoldur. ve bu yolun derd ü bela vü mihnet ü cefası boldur. ve bu tarika giren kişi kadir oldugı derece elden gelen kötü işi men'itmeye halkdan kendüye her ne cefa gelürse sabr eyleye canibi hakk'dan ne bela nazil olursa, kendüye ganimet bile feryad u figan kılmaya, incinüb melul olmaya. hakk ta'ala hazretleri'nün her işinde bir hikmet vardur. kahr u lutfına mahar düşmiş, mesela dünya vü ahiret, cehennem ve cennet gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ve şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş, hep birbirüne mukabildür. bunı fehm eyleyen safi dil'dür. hala senün pederün bir sancak begi, hadem ve haşem sahibidür. ol sana bu riyazeti çekmege rıza vermez var, imdi pederünden icazet al, andan bizüm katumuza gel ve hem gönline danış ki sonra peşiman olmayasın! begzade eyitdi: sultanum, benüm pederüm sizsiz bunda kalduguma razı olmazsanuz. ben bundan gayrı yire gitmezem ve bu asitaneyi terk itmezem. gelmek var gitmek ve dönmek yok, didi. pes öyle olsa, sultan buyurdı bir halifesine: gaybibeg'ünbaşuntıraşidüngaybibeg'ünbaşınıtıraş itdiler. erkan üzre tac u hırka giydürdiler tekbirlerile ve pend ü naşihatıla ana kisvet geydirüb, beline kemer bagladılar. ol asitanei sa'adetde erenler naarında yir gösterüb bir post döşediler. gaybi beg, ol post üzerine çıkub, iki diz üzerine edebiyle oturdı. fahr libasını kabul idüb dünyadan el götürdi cümleden farig olup, hakka tevekkül kıldı. amma, begzadenün hizmetkarları, gaybi beg'i cüst ü idüb istediler. tag ve sahrayı tamam gezdiler, bulamadılar ve kanda gitdügin dahı bilemediler. ol hizmetkarlarından birisi, asitanei sa'adete geldi kapudan içeri naar kıldı. bakdı, gördi begzade'nün bindügi at baglu turur. bildi ki, begzade bunda geldi. heman gayrı yoldaşlarına dahı el salub: gaybibeg'ibundabuldum, gelün, didi. filhal ne kadar atlu varısa geldiler atlarından aşagı inüb, içerü, asitane kapusından meydana girdiler. bakdılar, begzadeyi gördiler. alapak derviş olmış atından ve tonından feragat idüb bir post üzerine oturur. selam virdiler keyfiyyeti hali sual itdiler. gaybi beg, vakıayı oldugı gibi gördügün takrir eyledi: şimdidensonrabenümbabamabdalmusasultandur. sizbanadahl uta'rizidemezsünüz. hemanatveton'umıalunbendenfarigolun, didi. çok söylediler ve her biri, dürlü nasihat eylediler. söz geçmedi, ana nasihat kar kılmadı. akıbet farig oldılar. atını ve tonını alup, babası katına geldiler. bevvablar gaybi beg'ün atını ve tonını getürdiler ve hizmetkarlar geldiler. gaybibeg, şikardan gelmedi, ga'ib oldı. hiç görinmez, bilmezüz ne halde ve ne yirdedür, didiler. çün kim beg bu haberi işitdi, aklı başından gitdi. bihuş oldı. kulları başına geldi, yüzine gülab şaçdılar. bir zamandan sonra aklı başına geldi. gözin açub haber şordı: kanıoglumgaybiniceoldı, sizünlebilegitmişidineyledünüz? didi. anlar dahı begzade'nün keyfiyyeti halin gördükleri gibi haber verdiler. dervişolubpostageçmiş,sözümüzidinlemedi.çoksöyledük gelbabanagidelümdedük, fakatbegzade, benümbabambudur, didi, kaldı. çün kim beg, bu sözleri işitdi, canına od düşdi. acısı tepesine çıkdı. fi'lhal yerinden turdı, teke begi'nün katına geldi, selam virdi. yüzin yirlere sürdi, agladı, sultan hazretlerinden şikayet eyledi: biraşıkdünyayıtutdı. dörtbeşyüzabdalvarbaşındabenümoglumı dahısihirileefsunlaridübalıkoymış. banamededeyle, tutanunhakkından gel, didi. bu yanmış yüregüme bir su serpüb, bana derman eyle, yok dirsen, helak olurum. bu gayretden namus u arum gitdi halk içinde vakarum kalmadı namus u arum halk içinde kalmadı. her ne idersen, becid tut, didi. meger kim ol vakt teke begi'nün yanında bir kimesne varıdı. anun adına, kılagılı isa dirler idi. bahadur kişi idi. her ne ceng olsa, anı gönderür idi. ve her ne hizmet olsa, ol görür idi. gayrılarun bitüremedigi işi ol bitürür idi. kuhı kaf'da, süleyman peygamberün divleri olsa, tutub getürüridi. kimse ana mukabil turub ceng idemez idi. teke beg'i anı katüna okıyub eyitdi: var, ol abdalı bana tut, getür. nice kişidür, göreyüm andan haber sorayum, didi. heman kılagılı ısa , el baş üstünde koyub etek dermiyan eyledi. saray kapusunda çıkub, tiz atın egerleyüb üzerine süvar olub, sultan abdal musa'yı getürmege azm eyledi. ta kim, erenlerün asita nei sa'adetüne geldi. bimerhaba, içerü girdi. derviş, anı gördiler, ilerü geldiüer atun başını tutub eyitdiler: in aşagı, atunı baglayalum, didiler. ol eyitdi: ben aşagı inmezem bana tiz haber virün, abdal musa sultan sizün kangınuzdur? ana söylen gelsün benümle teke beg'ine gidelüm. dervişler eyitdiler: ol sultan seccadesinde oturub, halifeleriyle sohbet ider. senün dahı sözün varısa, içerü meydana gir mübarek cemalün destbuseyle. andan ne hacetün varısa, huzurunda arz eyle, gönlün dilegün dile, didiler. kılagılı ısa eyitdi: söyleyüngelsün! ol, banazahmetvirmesün. ben, atumdanaşagıinmezem, didi. sultan, içerüden anun sözin işitdi, nida kıldı, eyitdi: sanakimdirlerveadunnedür? ol kişi eydür: banakılagılıısa dirler. sultan eydür: senüngibiçokkimesnelerünkulagısunaluram. varhemanedebünlegirü dön, geldigün yola git. biz, senün ol didügün adem degülüz, didi. kılagılı isa'ya bu söz hoş gelmedi. gazabıla hemandem kasd itdi kim, atından aşagı ine, içerü girüb, sultan'ı tuta cebren ve kahran taşra çıkarub, alub gide! pes, kılagılı ısa ol kakmakıla böyle niyyet eyledi. sag ayagın üzengiden çıkarub, sol ayagı üzenginün içine girdi. atmun karnına bir depme urdı. ol at ürküb, turdıgı yirden gitdi. kılagılı isa'nun ayagı üzengide takılı kaldı. kurtaramadı ve kurtarmaga mecali kalmadı. at, kapudan çıkup teke ili yolunı tutub gitdi. şöyle kaçdı kim, kuş ardında degül, belki, yil dahı yitmezdi. kılagılı isa, atun yanınca bile sürinüb gitdügün görüb, dahı beter ürkerdi. kılagılı isa, taşdantaşa gökden göge tokınub parepare oldı. başı, kolı tagılub ancak üzengide takılı bir budı kaldı. bu haliyle ol at, menziline geldi. bakdılar, gördiler kim, kılagılı isa'nun atı kaçub gelür, amma üzerinde kimse yok! bunehaldür diyü ilerü vardılar ol atı tutub gördiler ki, sol yanundan üzengiye asılmış bir adam budı var, dahı nesne yok! at segirtmeden kantere batmış kılagılı isa'nun başı, kolı, gövdesi gitmiş, heman bir budı ayagından asılmış. bu ahvali heman teke beg'ine i'lam eylediler. işidüb melul u perişan oldı. gayet gazablandı. zira ki, maslahatgüzar idi. her hizmetün, ol görür idi. acebbunaneoldı?' diyüb fikre vardı. yanında olanlar her biri bir güna sohbet eylediler. teke beg'ini gazabnak eylediler. fi'lhal, hışma gelüb kakıdı cümle adamlarun katına okuyub tenbih buyurdı: askerler atlarına binsünler, fülan yire bir aim ateş yaksunlar ol salusı bakayum, temaşa ideyüm. fi'lcümle askeri at arkasına süvar olub, alemler, sancaklar kaldırub tabl u zurna ve nefirler çaldılar. abdal musa sultan'a kasd kıldılar. beg buyurdı kullarına: öncüleröndegidecek, ateşiyakacaksınuzabdalmusayanacak, bizde arkadangeliyoruz, didi . bu durum abdal musa sultan hazretlerine ma'lum olub, oturduğı yirden fi'lhal nagra urdı. bir kerre, yaallah! diyüb bu ses üzerine halifeler ve dervişler dahı anı görüb, heman anlar dahı sultanıla ma'an sema'a girdiler. asitane kapusundan taşra çıkub teke begi'ne karşu yüridiler. abdal musa asitane'sine yakın bir ulu tag varıdı. heman ol dahı der'akeb yüridi, sultan'un ardınca, görüb sultan, ol taga bakub, mübarek eliyle işaret eyleyüb: durtagum, dur! didi. iki kerre ol tag sultan'un nutkıyla durdı. daha sonra taşlar ve agaçlar turmayub, cuşa geldiler. sultan'un ardınca camus gövdesi gibi dahı büyük ve küçük taş, ol tagda ne kadar varısa, halka olup, sema'a girdiler. ol ateş yakılan yire geldiler. sultan ol ateşün içine sema' idüb bi'lkülliye ateşi mahv idüb söndürdiler. ol yana teke begi askeriyle gelürken bu ahvali görüb fi'lhal girü döndi. çatal derbend'ine togrı müteveccih oldı. askeri dahı anun ardınca çatal derbend'e yakın geldiler. bu tarafdan abdal musa sultan hazretleri, dervişleri ve halifeleri ile evvela o ateşi mahv idüb söyündürdükden sonra, girü asitanelerine müteveccih oldılar. yolda gelüriken anı gördiler kim, tagdan bir kara canavar inüb bunlarun arkurı üzerlerine ugradı. sultan anı gördi eyitdi: işdetekebegi'nünruhı, didi. meger kim, anda bir aziz varıdı baltası gedik adında bir derviş idi. ol vakıt baltasıomuzındatagdanoduntoplayub davarlara yükledüb asitaneye getürürdi. ol balta ile ol canavar kaçub giderken tepesi üstine mutlak yıkıldı, helak oldı heman ol saat teke begi dahı at üzerinden yıkılub canı çıkdı. asker bu ahvali gördiler. her biri bir etrafa gitdiler. cümle perakende oldılar. felakete ugradugun bildiler. gaybi beg'ün babası çün kim bu hali gördi, bildi kim sultan abdal musa hazretleri velayet ve keramet sahibidür. teke begi ana yavız kasdeylemiş idi. ol sebeb ile bu belaya ugradugun bildi kazasmı anladı o kazaya geldi, , itdügi işlere nadim oldı, tevbe vü istigfar kıldı. fikr eyledi, varuboler ilemülakat idelüm, mübarekellerinöpüb, ayaklarınayüz sürübözrdileyevekendüyetabi'ola. ve üç yüz adamla kalkub alaiye'den abdal musa sultan'un asitanei şeriflerine azm eyledi. bunlar gelmede, bizüm sözimüz okınub, sultan abdal musa'ya geldi: halifeleri ve dervişleri ile asitanei şeriflerine oturub sohbet eylerken mübarek başun kaldırub buyurdılar ki: filanmahaldeikipunarçıkdıbiribalvebiriyagrevaneolubakdiyag vebalalubmatbahdabiryietoldurun. bizümgaybi'nünbabasıalaiyebegi sancagıkendüyetabi'üçyüzadamıylagelübbizümlemülakatolmagaazm kıldı. irtebirgüngelürler, anlaraziyafetidübkonuklukiyleyelüm. didi. dervişler işitdiler bilişüb gitdiler. ol, didükleri mahalle vardılar, gördiler kim, iki azim punarlar çıkmış biründen bal ve biründen yag, safirevan akarlar. toldırub, üç gün üç gice her tarafdan bilüb işiden ademler geldiler. ol punarlardan yag ve bal aldılar. her biri kapların toldurdılar. dördüncü gün oldukda, abdalmusa sultan eyitdi: şimdensonraolpunarlardansuaksun, didi. halifeler ve dervişler eyitdiler: sultan'um bu punarları koyun, ta kıyamete degin böyle bal ve yag aksun. nice kimesneler fukaradan mün'im olsunlar, size hayırdu'a kıl sunlar ve hem sizün yadigarınuz olsun, diyü ilhah itdiler ol sultan buyurdı kim: ol, didigünüzolur, lakinmiricanibindenademlergelürler, bizdensonraüzerlerinenaırolurlar.çokmücadeleolurfukarayavirmezler, didi. pes, dördinci gün vardılar, gördiler kim, ol punarlardan su akar. hala dahı ol demden bu deme degin yaz ve kış ol punarlardan sular akardı bal ve yag çeşmesi dirler. ol vilayederdeki meşhurdur. bu tarafda alaiye sancağı begi üç yüz ademle asitane kapusına geldiler. atlarından aşagı indiler. sultandan destur alub içeri girdiler. sultan'un mübarek cemalün gördiler, ellerün öpüb, ayaklarına yüz sürdiler. her biri özrin dilediler: kembizden, keremerenlerden, bizümeksüklügümüzekalmayasuz, didiler. sultan, anlarun özrin kabul idüb buyurdı kim dergahı lutf u ihsan, ehli i'tizara hemite meftuhdur. günahına mu'terif olan daima müşab u memduhdur. hoş geldünüz, her birine yir gösterdiler, menzile yakın oturdılar. üç gün üç gice konukluk itdiler. bunlara azim ziyafet itdiler. dervişler, hizmet gösterdiler. gaybi beg dahı babasıyla görüşdiler. babasınun elün öpdi. babası dahı anun iki gözlerin öpüb nevaziş eyledi. eyitdi: oğlum, fahrinmezidolsun. aklına, fikrinekurbanolayum. bufanidünyadaakiloldurkimmürşidetegineyapışasalihlervelilergüruhunakarışa, ahiretdedahıanlarilehaşrola, didi. o, bugünden şonra sultan'dan destur alub vedakıldı. hasırı safa vü hüsni rıza ile gaybi beg'i, sultan hazretleri'ne teslim idüb, fi'lcümle tevabi'leri ile kalkup, yine geldügi tarafa müteveccih revane oldı. alaiye'ye gelüb makamına karar kıldı. gaybi beg sultan abdal musa hazretleri'nün asitanesinde kaldı. can u dilden erenlere hizmet eyledi. sultan abdal musa hazretleri, sünnet nazarıyla gaybi'nün yüzine bakub eyitdi: kaygudan reha buldun, şimden sonra kaygusuz oldun, didi. gaybi, yüz yire koyup meskenet gösterdi. sultan, bu nutkıla begzadenün ismini kaygusuz' diyü söylerdi. andan sonra adı kaygusuz oldı. rivayet bu vecihledür ki, sultan hazretleri'nün asitanesine kaygusuz kırk yıl, tamam hizmet eyledi nasibün aldı. menzil ü meratib sahibi oldı. gönlünden niyyeti ka'betu'llah tarafına gitmege arzu kıldı. bu şi'ri bünyad idüb söyledi: sataram canum yolına kurban iderem ben belirsüz olıcak can u cihanı n'iderem ben şey'en li'llah benüm gaybetüme kılıç salana hercayi yüze gülüci yari n'iderem ben hayvan adama zencir yular dahıtayanmaz ehli tarikı bin nefesde yederem ben hüsnün cemalün göreli geldüm imana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben hal diliyle icazet ister kaygusuz abdal şahum ıssı kal kuşum uçdı giderem ben. çünki kaygusuz baba bu kelamı söyledi. abdal musa sultan işitdi bana, dividvekalemgetürun diyü buyurdı. fi'lhal getürdiler, hazır eylediler. sultan eline kalem ve kırtasun alub mübarek eliyle kaygusuz'a bir icazetnameyazdı, bu mazmunıla bismillahirrahmani'rrahlm. elhamdü'lillahi'llezica'alekulubü'l'arifınilaahir. hernekimvardur, cevabiçindemesturkıldı. dahıbuyurdıkim: bizümle müşahede kılmak murad eyleyen kaygusuz'a nazar eylesünvebizdenhayırdu'ailtimaseyleyenkaygusuz'danalsun. safa nazarunvehimmetün, recavüniyazkılsunvehernediyarakiarzidüb gerekdürki, olvilayetimekabirvüeşrafuagniyavü fukaraher kim olsa mezbur kaygusuz'un üzerinde bervechile nazarı inayet ü merhametüşefkatdirigbuyurmayalar. bucanibün ri'ayetihatırıiçün ana, izzetühürmetkılalar. anunkademikaduminkendülereminneti azimleraiyetbileler. didarlarıylamüşerrefolub, safanaarıhimmet ilemugtenimolalar. veanaolan ri'ayet bucanibeolmış gibidür. şöyle bileler baki ne ola ki, ma'lumı sa'a det olmaya! ve'sselam. çün kim yazıldı, sultan hazretleri kaygusuz'un eline virdi. kaygusuz aldı, şerefi destbus kıldı. tazarru' vü niyaz idüb meskenet gösterdi. makamına geldi, karar eyledi. şevk ü mahabbetünden ana bir teşnelük susuzluk arız oldı. bir keşkül içinde bir mikdar yogurt koyub üzerine suyıla ayran eyledi. ol, erenlerün virdügi icazetname kagıdun saklamaga hiç bir makul yir bulamadı. gönlünden fıkr idüb eyitdi: baribenbukagıdıkendikalbümdesaklayayum, zayi'olmasun, diyüb ol yogurt ayranınun içine tograyub tenavül eyledi. anda hazır olanlar, bu hale ta'accüb kıldılar. abdal musa sultan hazretleri'ne gelüb vakiayı oldugı gibi, keyfiyyeti hali i'lam eylediler, eyitdiler. sultan'umbirdivaneyebirnicezahmetçeküb, mübarekelünüzleicazetnameyazupverdinüzol, anunkadrükıymetinibilmeyüb, yogurtiletograyub yidi, didiler. sultan bu haberi işitdi, tebessüm itdi: bana, anıçagurunhabersorayumniçünböyleeyledi? fi'lhal kaygusuz'a sultan'un da'vetini bildürdiler. kalkup huzuri şeriflerine geldiler. sultan ana sordı: niçünböyleeyledün? didi. kaygusuz, özr ü niyaz eyledi: sultan'um, sizünyadigarınuzusaklamagiçünhiçbundanma'kulbiryir bulamadumkendikalbümdesaklayam, didi. sultan'a bu söz hoş geldi. buyurdı kim: gayrı kimesneler taşradan söyler, sen içünnden söyleyesün, didi. ol sa'at kaygusuz'un gönül gözi açıldı. cümle tamarlarundan hikmet çeşmeleri cari olub, akmaga başladı ve her bir nazarun ibret göziyle ve her kelamın hikmet söziyle söylemege başladı. ma'ni denüzine taldı, irdigi gevherler olan aldı. meydanı ışka geldi bazar içinde meydanı mahabbetle sarraf olan kıymetün bildi. can virüb satun aldı. derunundan cuş u huruş idüb her kelamun kendüden sadır oldı. bir gevheri hass idi. sanma ki anun gönli, ol nutkıla fethi baba oldı. kaygusuz'un her sözi bir kitab oldı. gelen arifler yazdı anun ma'nasını bildi, anladı. cahiller bilmeyüb anladı. hala biz girü sözümüze gelelüm: sultan abdal musa hazrederinün hizmetinde kaygusuz kırk yıl tamam hizmet eyledi. meger günlerden bir gün ahşam oldı: halifeler ve dervişan cümle meydana gelüb menzili meratibine göre her biri yerlü yerine geçüp, oturdı. seccadeleri üzerinde karar eylediler. sultan abdal musa hazretleri, sadrı alada oturmışidi. kanunı evliya üzre çerag uyarub duayı gülbenk eyitdiler. ol mahalde kaygusuz abdal, oturdugı yirden ayag üzerine turub kapuya vardı. yüz yire koyub erenler karsusında meskenet gösterdi. gitmege destur ve havalet alub, hayırdua temenna kılub sultan'a bu hal ma'lum oldı. çevre etrafına nazar kıldı, buyurdı kim: bizümkaygusuz'a kim yoldaş olur, didi. ol mahalde kırk nefer kişi ayag üzere gelüb, kaygusuz'un yanına urdılar. sultan hazrederi du'a vü gülbenk idüb herkandagidersenüzugurlarınuzhayrola, didi. kaygusuz, tekrar yüz yire koyub tazarru' vü niyaz eyledi. pes, ol gice sabah oldı. ale'sseher bir koyun kurban idüb, bütün söyüş idüb pişürdiler ve anu, kırmızı puryan derviş eylediler. birkaç nan ile püryan ve dervişi kaygusuz'a virdiler. dervişlerden birisi annı, kitefıne alup getürdi ve hem sultan ile halifeler ve derviş kaygusuz, namazı fecri eda kılub, du'a kılduklarından şonra, kendüye tabi' olan kimesneler ile asitane kapusından dışaru çıkub sultan'ı ve halifeleri veda idüb, müteveccih ve revane oldılar. meger kim ol yire yakın bir menzilgah varidi bir ulu kavak agacı bitmiş idi. çevrede etrafı merg ü sebzezar idi bir ulu su akardı. ol su, erenlerün asitanesine gelürdi. çün kim kaygusuz, ol mekana geldi, bir mikdar sakin oldı. ol sofrayı açup, içinde olan sögüş püryanı kısmet eylediler. kırk kimesneye bahş idüp yidiler, şükrin didiler. ellerün yudılar. dahı oturup, sohbete meşgul oldılar. esnayı sohbetde kaygusuz baş kaldırub, ol kavak agacına nazar kıldı acebuluçenardegilmidür, buçenar, didi. ne hoş yirde bitmiş balabülendolmış, diyü. ol, hadkavakagacıidi. ana, zergerdankavak dirler idi. kaygusuz sultan anun kavak idügin bilüridi. imtihan içün böyle didi. anlar eyitdiler: bu,çenardegil, birkavakagacıdur, didiler. kaygusuz sultan eyitdi: ben anı çenar agacı sandum, didi. ayrık dahı hiç bir kelam itmedi. heman kalkub andan girü döndi, asita neye geldi. karar eyledi. sultan kaygusuz'un geldügini halifeler ve derviş gördiler. acebniçüngitmedi, yinegeldi? didiler. keyfıyyeti hal nedür bilmediler. amma, sultan'a malum oldı. kaygusuz'un yoldaşları kendüye tabi' olmadılar. ol gün ahşamı oldı, yine adet üzre' çerag uyardılar. kaygusuz durdı, yine kapuya vardı, yüz yire urdı. peymançe yirine geçdi. sultan buyurdı: budefaevvelkiyoldaşlarıotursunvegayrılarkalkubkaygusuz'unyanınavarubtursunlar. fi'lhal kırk kimesne dahı kalkup kaygusuz'un yanına turdılar. pes, malum ola ki, abdal musa sultan'un hizzmetinde halifeler ve derviş çok idi. beş yüz nefer kimesne, ol asitanei sa'adete baş korlardı. sabıkan yoldaş olanlar, nadim olup, biribirine bakışub eyitdiler: bilmedükmuvafakatkılmadukyekdilyekcihetolmadıkcümlebirdilden söylemekgerek idi. şimden sonrane faide, sonpeşimanlık faide itmez , didiler. sultan kaygusuz'a hayırdu'a gülbenk eyledi. kaygusuz sultan ve yanında olanlar, cümle tazarru' vü niya z idüb meskenet gösterdiler. her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler. ol gice geçdi. yarındası, yine kurban idüb pişürdiler. söviş puryan ve birkaç nan ile sofraya koyub, virdiler. kaygusuz, sultan abdal musa hazretleri'nün elin öpüb, baki halifeleri ve dervişleri vedaidüb asitane kapusından taşra çıkdılar. ol kavak agacı dibine gelüb oturdılar. ta'am yidiler, şükrin didiler. ellerün yudılar sohbete meşgul oldılar. kaygusuz sultan baş kaldırub eyitdi: yaranlar, nehoşçenaruluçenar, didi. ol tevabi'leri gibi cümleden ya'ni bir dilden ötüb, eyitdiler: sultan'um, beligüzelçenardur, didiler. pes ol vakt kaygusuz baba dahı bildi ki, bu yoldaşları kendüye ta bi'dür. cümlesün yekdil, yekcihet olup biribirine muvafakat kıldılar. gönli hoş olub, eyitdi: buçenardanbizebirkimesneolsa,çıkubmiveindürseta'amüstüne anıtenavüleylesek? içlerinden biri heman kalkub dameni dermiyan idüb, ol kavak agacınun üzerine çıkub, iki ayagın basub, iki eliyle bir dalını muhkem tutub, silkivirdi. fi'lhal, kudreti hüda bevelayeti evliya ahir olub ol kavak agacından kırmızı kırmızı almalar döküldi. nice ki, zikrolındı. ol agacun dibinde bir azim su akardı. ol almalarun bir nicesi dahı ol suyun içine düşüp, yuvarlanub ol asitaneye togrı akub gitdi. sultan, içerü vahdethanesinde oturmuşıdı. halifelerine buyurdı kim bizümkaygusuz'unvelayetalmaları'suyılaakubgelür, tiztutun, tenavülidelüm. halifeler ve derviş, erenlerün nutkın işidüb, her biri sür'ade taşra çıkdılar. su içine bakdılar, gördiler kim, kırmızı kırmızı almalar su içinde yüzerler. her biri, beşeronar alma tutub sultan'a getürdiler, tenavül eylediler. ol, bahar eyyamı idi, mive faslı degil idi. görüb işidenler ta'accüb itdiler. bu yana kaygusuz baba, ol almaları ekl idüp, hora geçürdükden sonra kalkdılar. cümle tevabi'yla, mısr diyarına togrı müteveccih oldılar. bu babda söz çokdur. eger mışır'a gelinceye dek vaki olan hali zikr olunursa, gayet mufassal olur. bari maksuda varalum: çün kim mısr padişahı diyarına geldiler ol vilayetün keyfiyyeti halinden haber sorub bildiler kim mısr padişahınun bir gözi ama dur. baba kaygusuz bir gözine penbe kodı, yanında olan yoldaşları anı böyle görüb hemcinan ol kırk kişi dahı her biri öyle kıldılar. azm idüb, dimyad nam kasabadan gemilere binüb nil deryasında bulaknam iskeleye geldiler. gemilerden taşra çıkdılar. kaygusuz baba sultan bir merkebe süvar olub yanında yoldaşları kırk nefer abdal, her biri tennurepuş, uryan papürehne, tayak omuzlarında alub, turna katarı bigi dizildiler. cümlesinün bir gözlerinde penbe yapışlu, mısr şehrine kal'a yolın, tutub gitdiler. hep görenler ta'accüp itdiler. meger kim ol vakt mısr'dan çıkub bulaknam iskeleye togrı azm idüb gelürken yolda gördi kim, bir alay adam, turna katarı olmışlar ve her biri birer tayagı omuzlarına almışlar, cümlesi papürehne kal'ai mısr'a azm idüb gelürler. ol hacib bunları gördi. cümlesinün hep birer gözlerine penbe baglu. ta'accüb ve teferrüc eyledi. ol yolun kenarına turdı. bunlarun cümlesi anun öninde geçdiler. hiç birisi anun yüzine bakmadılar ve her biri selam virmediler. heman her biri kendi aleminde, geçüb gitdiler. ta kim bunlarun cümlesinden sonra baba kaygusuz'ı gördiler. bir merkebe binmiş ol dahı bir gözine penbe yapışdurmış, geldi selam virdi. ol hacib aleyk alub eyitdi: lutfuihsaneyle, sanabirsu'alimvar. banacevabvir, müşkilimhal eylegil. baba kaygusuz eyitdi: buyur, benümoglummüşkilünsu'aleyleakklumuzirersesanacevab virelüm. ol hacib eyitdi: ne diyardan gelürsinüz? baba kaygusuz eyitdi: tekevilayetinden, abdalmusasultanasitanesinden. yine yineol hacib eyitdi: pes, ma'lumkırkneferkimesnefi'lcümlesana tabi'dür. buyolkenarındaturdum, bunlaruncümlesihepbenümönimdengeçdi, hiçbiriselamvirmedisebebnedür? baba kaygusuz eyitdi: bizümmabeynimüzdebirka'idevarduradetimüzbudurki, bizselamı nevbetilevirürüz. onlaruncümlesihepnevbetlerinisavdılar, nevbetbugün benümdür. anunçünsanaselamvirmediler, bizselamvirdük. yine ol hacib eyitdi: birmüşkilümdahıkaldılutfeylebanaanundahıma'nasunbeyaneyle. kaygusuz baba eyitdi: nedürmüşkilün? söyle, . hacib eyitdi: budenlüamalarıkandacem'eyledün? hepbirgözlerinepenbeyapuşdurmışlarvehemsendahıbirgözinepenbekoymışsun sebebnedür? budiyaraneiçüngeldinüz? kaygusuz baba sultan eyitdi: bizüm bu diyara gelmekden muradımuz hacc itmek ve ka'betu'llah şerefehaul'lah tarafına gitmek ve bu diyarı mısr ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. gözlerimüze anunçün penbe koduk ki, zahir gözimüz yumub, batın gözüni açmısuzdur. cümle dünyanun meta'ından geçüb,'ışk u mahabbet şerbetin dost elinden içmişüz. çün kim ol hacib, bu haberlerün künhüne irdi fi'lhal girü dönüb mısr padişahınun huzuruna geldi. padişah anı hizmete göndermiş idi. netizgeldün? diyü haber sordı. ol hacib eyitdi: sultan'um, bir kimesneye rast geldüm yanınca kırk nefer adamı var. cümlehepbirergözlerinepenbebaglamışlar. su'aleyledümtekevilayeti'nden, abdalmusasultandergahındangelürüz, diyü cevab virdiler. padişah ve vezirler bu haberi işitdiler, ta'accüb itdiler. biribirine bakub eyitdiler: ol kişi ziyade akil vü arifdür yahud gayetle nadan vü cahildür. anı imtihan itmek gerekdür. bize anun keyfıyyeti hali ma'lum ola! fi'lva ki' ol kişi bir akil ü dana olursa, müşerref kılalum ve eger cahil olursa, hakkından gelelüm. ve anda hazır olanlarun her biribir dürlü kelam söylediler. vezir eyitdi: sultan'um, biz ol kimesneyi şöyle imtihan iderüz ki, ana bir kimesne gönderesünüz. anı bunda da'vet ideler, gelüb cümle oturduklarında gerekdür ki, evvelüha selam evstuha kelam ahiruha ta'am muktezasınca müsafırlerdür. gelüb evvel selamı verdüklerinde izzetle aleyk alub, anlara yir gösterelüm. çeşnegirler ta'amlar getürsünler. amma kırk dane kaşık yondursunlar herbirinün sapları üçer karışdan ziyade ola ve her biri, ol kaşıklarun yukaru başından tutub tenavül ideler. eger anlar ol ta'amı yirler ise, şükrin dirler ise, ariflerdür. anlarun her biri akil ü kamillerdür, dahı ma'lum olur. eger ol kaşık ile yimezlerse şöyle hayran olub biribirine bakışub kalurlarsa, cümlesi cahillerdür. sonra nice bilürsen öyle idesün. pes, ol vezirün bu sözini ma'kul görüb, mısr padişahı buyurdı anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dane kaşık dahı tedarik itdiler. fi'lhal hazır hazır oldı. her bir kaşık sapı endazeden uzunıdı. ol da'vet itmeğe giden kimesneler geldiler. kaygusuz baba sultan'ı buldılar, selam virdiler: sizi padişah da'vet eyledi buyurun gidelüm, didiler. baba kaygusuz eyitdi: n'ola, da'vete icabet lazımdur varalum ol padişahun mübarek cemalün görelüm, haki payine yüz sürelüm. yanında olan yoldaşlarıyla padişahun sarayına vardılar, içerü girdiler. taht üzerinde oturur. sultanı gördiler. kaddı hamide kılub selam virdiler. padişah bunları göricek izzetle aleyk alup, hoş geldinüz safa geldinüz, kademler getürdinüz, diyüb makamı alisinde yir gösterdi. her biri geçdiler adabıyla oturdılar. padişah buyurdı, çeşnegirler ta'am getürdiler. meydana simat döşediler. ol kırk dane sapı uzun kaşıkları koydılar. meger kim ol vakit padişahun sarayında ulemasulehavüibadvüzühhad, bunlardan ma'ada mısr beglerinden nice begler dahı hazır olmuşlardı. niceler dahı bu ahvale vakıf olub, imtihan tarikiyle teferrüc itmek içün gelmişlerdi. pes lazım oldu ki, ol simat üzerine evvel ulemavü suleha varub emir ü geda vü fukara tenavül ideler. ol kaşıkları görüb taaccüb eylediler. çün kim ellerine aldılar, yukaru başından tutub toldurdılar. agızlarına iletmege kasd idicek, kulaklarına kogrı giderdi. bir çare bulub yiyemediler. ulemavüşülehavüümera ol simat üzerinden kalkub, baba kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. kırk kişinün yigirmisi bir tarafa ve yigirmisi karsu tarafa, karsu biribirine mukabil oturdılar. ol kasukları ellerine aldılar, başından tutub doldurdılar. kaygusuz baba, heman karsusında olan yoldaşlarına balımtolusı' gibi sunuvirdi. ol dahı elindeki kasug kaygusuz baba'nun agzuna virdi. ana gördiler, baki yoldaşlar dahı öyle itdiler. bu nev'ile ol ta'amı cümle yidiler. padişahıla vezirler bakısub bunlarun gördiler ve ba'dehu simat götürildi şekker şerbedleri içildi. dahı söz açıldı. padişah, kaygusuz baba'nun keyfıyyeti halinden su'al idüb bugözlerinizepenbe? niçünkoydmuz? kaygusuz baba eyitdi: sultanum, bizüm adetimüz oldur ki, kangı beldeye vardukda ol vilayetim padişahına muti oluruz ve her kangı dırahtı münteha sayesinde karar kılduksa ana hayırdu'a iderüz. hala, sizün tahtı hükümetinüzde gelüb size tabi' oluruz. sayei devletünüz de bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradumuz idi. siz, bu dünyaya bir gözle bakub, biz iki gözle bakmak reva degüldür. biz dahı bir gözle bakaruz. ki, tabi'inden olavuz. çün kim mısr padişahı kaygusuz baba'nun bu sözlerini işidüb, gönlüne bu hakikadlü cevabun esir itdi. bu söz, gayedle padişaha hoş geldi eyitdi: şeyhi takdir hüda ezeli lem yezel böyle yazmış ne ki hakk'dan geldi hoş geldi. gözlerinüzden penbeyi kaldurun. bu yusuf peygamber tahtını iki gözile ziyaret idün. andan sultan kaygusuz baba: birdu'aeyleyelüm, sizdeamindiyünüz. takihakk sübhane ve ta'ala katında du'amuz müstecab ola. ellerimüzi yüzlerimüzesürelüm. gözlerinüzdenpenbeyikaldıralum. hakkta'alahazredleri'nünkudretinimüşahedekılalum. ol saat, kaygusuz baba sultan iki ellerini semaya kaldurub, dua' kılub resulu'llah salla'llahu ta'ala aleyhi vessellem hazretine ve evladlarını şefi' getürdi. hakk ta'ala hazretine münacat eyledi. padişah dahı veziriyle desti du'aya el kaldurub, aminyamu'in didiler. ve bu du'ada hazır olan ulemavüsulehavaudebavüzühhadvümirügeda herkimvarısa amin diyüb sultan kaygusuz baba ol kırk nefer dervişanıyla du'ayı tamam idüb surei seb'ulmesani vü ümmü'lkur'an okuyub vela'ddallin, amin diyüb ellerin yüzlerine sürdiler. ve gözlerinden penbeyi kaldurdılar. yüzleri ve gözleri açıldı. padişah dahı ellerin yüzine sürdi. ol sa'at hakk ta'ala'nun avnı inayetiyle vel evliyanun velayetii keramatıyla padişahun dahı ol amagözleri açılub ruşen oldı ve dünyayı gördi. gönlüne ilhamı rabbani varid olub bildi kim, kaygusuz baba sultan keramet sahibi ehl'ullah'dur. ve evliyaya hizmet eylemiş, mürşide irişüb bir pir olmış, evliyadan safanazar u himmet olmış, anun kim oldugın bildi. hemandem mısr padişahı ihtiyarsuz yirinden turub tahtından aşagı inüb baba kaygusuz'un elin öpdi ve ayaklarına yüzin sürdi. can u gönülden muhibbü muhlis olub eyitdi: yaşeyh, dilebendennedilersen! ol zama n, baba kaygusuz sultan bu şi'ri bünyad idüb çok nesne diledi. mısr padişahından: sözbaşındazikridelümallah'ıniyazile canugönüldendiremlafdegüldür yailahikapundabirkaçdileklerümvar heleşimdikihaldecengümvarbogazile. onbinkoyunbindevebeşbindesusıgırı beşbintavıkbinördekdahıbuncakazile mahazarlokmalarıda'imnasibkılbize uçyüzotuzazmanıyidibinöküzile danepirinçzerdelerpaçatiridgördiler tazeçevirmebiryankabahalvakozile onbagçealma, armudondahıherdürlüden ondahışeftalüdenzerdalükirazile binkaraoglanbinkaravaşhizmetkar onbinrummahbubı, bişbinmoğol ile hurisıfatnigarlarilikleriaşıkar kibriklericanalursükkeragzındaezile tablzurnaneferlehazretündeçalınur da'immüdde'igörsünanıolkörgözile buncasözisöyledükbizebakikaluryok kaygusuz'anazareylegilbirgüleryüzile çün kim baba kaygusuz bu beyitleri bünyad idüb fi'lhal mısr padişahı huzurunda söyledi. padişah kulak tutub min evle ilaahir fi'lcümle dinledi. gördi kim, baba kaygusuz'un taleb kıldugı şey ga yet mübalagadur, fikr idüb bu sözlerün hakikatine nazar kıldı. bildi kim baba kaygusuz'un muradı mali dünya degüldür. tutalum bu taleb kıldugı şey gayretle mübalağadur. eyitdüklerün cem' idüb virilse dahı neylesün? bunlar dünya sıfatıdur, baki kalmaz. heman mahabbete bir güler yüze ışk olsun. kaygusuz baba, sultan'a nazarda, bir güler yüz ile didiği dem, padişahun gönli hoş oldı. oturduğı yirde tebessüm kıldı, buyurdı kim: ya şeyh, şenimbu istedügımşeyleribizler cümlevielüm, sana, didi. baba kaygusuz eyitdi: padişahım, dünyada muradumuz, padişahun gönli hoşluğı ve beden saglıgıdur, yohsa ciha nda bilinmedük ve görinmedük, nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yagile toldurun, dahı nesne la zım degüldür, kendi elün sunub belinden bir küçigez keşkül çıkardı sunuvirdi. padişah buyurdı kiler emiri olan kimesnelere: alun, şeyhün keşkülin bal ve yagıla toldurun, didi. anlar dahı gelüb baba kaygusuz'un elünden keşküli alub kiler kapusına geldi. kapunun miftahları eline aldı, kapuyı açdı. içerü girdi. fikr eyledi kim, bu keşkülün içine evvela bal mı koyam, yohsa yag mı koyam diyüb, evvel bal koyub üzerine yag koyub virelüm, pes yag küpünün agzun açub bir kefçe ile bir kaç kefçe yag koyub bakdı gördi ki her koydukça, ol keşkülün içinde ga'ib olurdı. ve'lhasıl cümle küpleri boşaldub ne denlü yag va rısa, ol keşkülün içine koyub toldurmadı. fikr eyledi, kim bal ile tolduram. bu defa bal fuçılarınun agzun açub ol kilerün içinde ne denlü bal, yag varısa cümlesün ol keşkülün içine koydı. henüz dahı nısfına geldi kiler emiri bu hale ta'accüb idüb, hayra n kaldı. keşküli anda koyub, geldi. padişahun kulagına söyledi: padişahum, her ne denlü bal ve yag varışa cümlesün koydum, ol keşküli toldurmadum, didi. padişah eyitdi: var, getür, ol keşküli, erenlerün nazarında koyub, özr dile, bundan sonra dahı ne denlü koysan dolduramazsun. heman var getür, didi kiler emiri ol keşküli getürdi. kaygusuz baba'nun nazarında kodı, özr diledi. hazir olan cem'i vüzera vü ümera vü suleha vü ulema vü fakir her kim varısa görüb ta'accüb kıldılar. kaygusuz baba gerçek erdür didiler ve külli hep yirleründen turub ellerin öpüb, ayaklarına yüzlerin sürdiler. kaygusuz baba sultan ol vakt yirinden turub, pa dişa hı sela mlayub vedaeyledi. saray kapusında çıkub yoldaşlarıyla yüridiler. eski mısr didikleri yire, nil deryası kena rında gelüb oturdılar. ol keşküli meydana getürdiler. kırk nefer kimesne kırk güne degün ol keşkülün balın ve yagın yidiler, henüz bir zerre eksilmedi. böylece kırk gün bu tarafda padişahun gönline ilham gelüb baba kaygusuz'un nil kenarında sakin oldugın bilüb fi'lhal buyurdı: olyirebirkasrıalibinaeyleyün. mühendisleresöyleyünkaraftağındantaşlarkesübgetürsünler. ol yire bir ali kasr bina eylediler. adını kasrü'l'aynkıldılar. hala mısr diyarında kasrü'layn dirler, meşhurdur. her dem mısr begleri gelürler, anda sakin olub, teferrüc kılurlar. katibü'lhuruf dahı vardur. mısr padişahunun baba kaygusuz içün bina eyledüği kasrı görüb bu mahalde tahrir ü takrir eyledi. ol, kasrü'layn suretidür ki iki kubbedür. kim, biribirinden içerüdür. bir kubbesinün vasiliği şol denlüdür kim kapudan dibe varınca elli dört kademdür. bir köşesinden bir köşesine yetmiş beş kademdür. yigirmi revzenesi var. bunlardan ma'ada üç ulu revzeneler vardur. teymür münakkaş kanatlu on iki da ne tolap var. içinde cümle müzeyyen vü vü münakkaş ve kiler tamı karar üzerinde teymür zenciriyle asılu kandilleri yanar. dahı sultan seyyidbattal gazi'nün bir ayak çizmesi . ol dahı zencir ile asılu. ululığı şöyledür kim, bir kişi ol çizmenün içine girse sıgar. ve bir balık bedeni var nil derya sından çıkdığı zamanıyla ta'aacüb içün anı dahı asakomışlar. ol kandilün muka belesinde kubbenün orta yirinde, bir beyaz mermer taş, amud dikilmişdür. anun dibinde taşdan taşar misalinde çepçevre yonulmış, içinde anun altı da ne balık yazılmış bulad kalemle ve üsta da ne kazılmış. anun kurbunda bir siyah taşdan, dibek misalinde üstad kavlince dört kuplu kazgan gibi düzmişler, çok zahmetler çeküb hoş üstada ne kazmışlar. vasi'ligi on karış. anun içinde güller ile şekkeri korlar üzerine nili mübarek suyundan getürüb, dökerler. ala şerbet olur. kaygusuz baba anda iki dane ulu kasuklar yadigar komışdur. anlarunla ol şerbetden içerler. teberrük içün ıssı günlerde sakilük iderler. ol kubbenün kıble tarafına bir mihrab yazılmış, ala münakkaş, lacüverdiyle hatlar yazılmış ve ol mihrabun iki tarafına iki dane ezzak amudlar dikilmiş ve dahı ol kubbenün çevre etrafında sekiz dane münakkaş direkler arkun komışlar ve ol direklerde kırk dane teymür halkalar berkitmişler kandil asmak içün ve ol kubbenün çevre etrafı hep müzeyyen ve müzehhebdür. sultanselimhazretleri gelüb bir müddet sakin olmış, bir köşesinde ol oturduğı yire bir ali suffa bağlamışdur. seccade vü rahle ile mushaf komışlar yanında alemdikilüb turur. kendi mübarek eliyle yine tirkeşinden yedidaneok atmış oturduğı yirden yukarusında sançılup durur. ol mihrabun öninde bir kadırga başı müzeyyen ü müzehheb asılubdur, dahı ol kubbe kapusından içerü girdükde iki canibinde iki dane beyaz mermer direklerden sertekye misalinde cehar kuşe müdevver adam başı şeklinde iki seng dahı canıbekyazılmış, dımışk! bulad kalemlehubruşenkazılmışkapu üzerinde tarihi: seb'u semane miye rabiü'a hir' yevmü'lerba'a külli yevmü'lelfve elerahüm masraf yazılıdur. bu zikr olunan kubbenün içerüsi cümle mermer taşlarla döşenmiştür. her gün bin dirhem masraf harcansun. kapu karsusunda olan revze öninde medfun ali mest baba dirler bu aziz, sultanselim hanıla gelmiş, merhum olmış, anda defn eylemişler ve ol zikrolunan ali kubbenün kapusı karşusında bir kubbe dahı yapılmış, biribirine muttasıl iki kubbe olmışdur. anun içinde kırk ayak süllem bünyad itmişler. kubbei ali üzerinde on dane pencere bünyad idüp revzenelerden nil deryası temaşa olunur. çevre etrafı murgzar vü sebzezardur. uki hadikai bag bostan u gül ü gülistandur. içinde enva'i şükufeler ve hub ki, eşcar hurma agacıdur ki, medine hurmasıdur. ve teymür hindi agacı ve firenk yemişi agacıdur kim, ol vilayetün inciri oldur, içinde çekirdeği olmaz. agacun bedeninde biter. biriki yüz danesi bir yire cemi' olub, mesela tesbih dizilmiş gibi biribirine muttasıl arablar anun vaktında çıkarlar, her biri minnet ider. kemalün bulunca, üzerine ag kurarlar, kuşlardan sakunurlar. gayet leziz olur ve andan maada muz agacı vardur ki, her bir yaprağı uzunluğı yidi karış ve eni üç karış olur. katibü'lhuruf', naklider ki; birgünbaranolubbiryaprağıaltındaoturdum, banayagmurtokınmadı dir. veanunmivesihıyarmisalinde, olyapragundibindezuhurider. uzunluğı birkarışkadarvar. anundahıiçindeçekirdegiyok. kabugıüçdörtterekolur. hemanoltereklerünyukarubaşındantutubçekerler, taaşağıvarıncasoyılur. bıçaklazımdegül, sakızgibiçiynerler. ammaşöylelezizolurkişekkermukabilinde, vasfagelmez. dahı bunlardan ma'ada, ol bagçenün içinde firenk inciri olur. anun dahı her bir yapragı mesela mevleviler külahına benzer. butraklu ve hem yassı, biribiri üzerine arkurı biter. safi yaprak. anun agacı adem boyuncave daha ziyadece olur. bu zikr olunan miveler, cümle ol hadikalarun içinde mevcuddur. bir ala su kuyusı vardur üzerine dolab atmışlar, ol bagçeleri suvarmak içün, temmuz ayında her gün öküzler koşub ol kuyıdan variller ile su çeker. üç dane kapu olur. teymür kapulardır. biribirinden içerü muhkem çevre etrafı kal'a gibi. nil deryasınun kenarında yapmışlar. eski mısr kurbunda ummü'lgaya altında her sene su kesimi oldukda azim cem'iyyet olur. mısr halkı cümle anda gelürler, taşra kuyu öninde üç ulu ceviz ağaçları bitmişdür ki, her biri üç dane adem el ele virüb kucaklasalar, kolları irüşmez. şöyle kalundur ve her agacun dibine ala sofalar ve mu'teber şekiller yapmışlar mukabelesi olub at meydanı olur. begler gelürler, her gün ol sekilerün üzerine oturub musahabet iderler. mısr cündileri at segirdürler cirid oynarlar. ve ol şekiler üzerinde asma üzümleri vaktında üzümleri bitüp, salkım olur. servi agaçları, ol sekilerün öninde matbah yapmışlar. nefsi mısr'da, otuz iki sancak begi vardur. ve her begün taşra bir kaşifi vardur. bunlarun üzerine naır begleridür ki, mısr padişahıdur. yusuf peygamber tahtında oturub hükümet ider. ve ol beglerün her biri bir gün gelirler anda şohbet iderler. kaygusuz baba sultan tevabi'iyle bir müddet ol kasr'da sakin olub, ba'dehu hacc niyyetine mısr'dan çıkub, ol kırk nefer yoldaşlarıyla beytu'llah tarafına müteveccih revane oldılar. kanunu ka'ide oldur ki, huccacı müslimin gayrisi cem' olur mısr'dan mahfeli şerif çıkub emiri hacc ile ma'an gice yürüdiler. sabah oldukda konarlar sabah, ta'am pişirüb tenavül idüb, bir mikdar istirahat iderler. ahşam olıcak yine kalkub giderler. amma kaygusuz baba hacc mevsiminden mukaddem miri hacc ile gitmege bakmayub mısr'dan çıkub yoldaşlarıyla gündüz giderler, ahşam olıcak konarlardı. hikmeti hüda, velayeti evliya ahir olub, her gün bir şehre irüşüb her biri tabnak, yorgun sabahahşam olınca yürürlerdi. çün kim ahşam olurdı, ırakdan bakub görürlerdi, bir şehri mu'azzam önlerinde peyda olur idi. her biri parsa idüb, ol şehrden nafaka alub ve dürlü levazımlarun görürlerdi. bir menzilde rahat olub, ol gice sabaha değin dinlenürlerdi. ale'sseher kalkub her biri uykudan bidar olub, gözin açub, bakub görürlerdi ki, ol yatdukları yir, sahrayı berr ü beyaban'dur. ne şehr var, ne bazar var! heman şöyle bir ıssuzsusuz yirdür. ve ahır ta'accüb iderlerdi. yine ahşam olınca giderlerdi. yine karşılarında bir şehir görinür ve şadman olub her biri ol şehrden bazarlıklarını iderlerdi. ol gice yatub, istirahat eyleyüb, sabah kalkub giderlerdi. bu minval üzere tamam kırk gün yol yürüyüb beytu'llah'a geldiler. sakin oldılar. ta kim hacc vakti irişdi. cemii etrafdan hüccacı müslimin geldiler. ka'be şehrinde cem' oldılar. şam'dan ve yemen'den ve mısr diyarından mahfillerle emiri haclar tablhanelerle gelüb arefe güni ka'bei şerifden dahı mahfıli şerifle çıkub arafat'a varub babakaygusuzsultan dahı yoldaşlarıyla mahfelleri ile cebeli arafat'a çıkub vakfe'ye durdılar. ol gün ahşama degin süvari vü piyade cümle kıble'ye müteveccih olub; lebbeykallahümmelebbeykdiyüb taleb iderlerdi. hakktaa'la hazretine du'a vü münacat idüb arzı hacat iderlerdi. çün kim ahşam irişdi. şems mağribe gurub itdükde ka'be kadısı ve şerif du'asena kılub el yüze sürdiler. dahı makreme salub destur virdiler. yemen miri haccı vü mısr u şam miri haclan tablhanelerün çalub, ol mahalde buyurdular kıble' tarafına yüridiler. millerinden çıkub bakmayub biribirine sür'atle müzdelife nam menzile gelüb ol gice anda sakin olub ahşam ve yatsu namazun birlikte eda kıldılar. kum içinde her biri yigirmi bir taş cemretaş devşürdiler. ale'ssabah kalkub, mina bazarına gelüb yolda ismail peygamber 'aleyhi'sselam hazretleri iblis'e taş atdugı yire ugradılar. üç mil yapılmış yedi defa şeytan'aleyhi'lla'ne gelüb anda isma'il peygamberr'e igva virmiş idi. ve hazreti isma'il üç defa şeytan'a cemre taşın atmış idi. şimdi hacılar anunçün taş atarlar, cemre taş dirler. kanun ve kaide üzerine her milün dibinde yedişer taş atub mina didükleri menzilde kurban eylediler. andan kalkub mekkei mükerreme'ye geldiler, tavaf eylediler. ibrahim peygamber'ün makamında tavaf nama zun kılub, safavümerve'yi tavaf idüb abızemzem'den su içüb umre getürüb her hacat kabul olan yirlerde münacat, kılub cemi hacc erkanun yirine getürdükden sonra yoldaşlarıyla kalkub mekkei mükerreme'den medinei münevvere'ye geldiler. ravzai mutahharai resulu'llah ziya ret kıldılar. bir kaç gün sakin oldılar. kaygusuz baba sultan hazretleri cuşa gelüb, bu beyitleri söyledi. gevhernamei baba kaygusuz sultan esselam iy dürri deryayı cemal esselam iy afıtabı bizeval esselam iy heşti cenneti naim esselam iy bagı erzanı nihal iy sıfatun kulhü va'llahu ahad her dem içinde kadirsün her sa'at cümle sırrı sen bilürsin ey kadir bişeriksin bimisalsin binazir cümle sensün muteber ü ihtisar ol ki sensüzdür fişarenderfişar cümle sensün aşikare vü nihan yirde gökde cümle sensün cisme can senden özge cümlenün hiç canı yok pürkemalsün kudretün noksanı yok malikü'lmülksin kadimi lemyezal mahlukun halikısensün zu'lcelal değme bir zerrede bin dürlü acab sen bilürsin sen kılursun iy çalab kim akıllar mat u sergerdan dürur bü'laceb kim kudretün andandurur padişahsun bisipahi bivezir kalmışa hem yine sensün destgir söz öküşdür kendü halüm söylerem derdimi vasf u hikayeteylerem kim bu tenüm yogiken ben can idüm katre degül ezeli umman idüm ol alemde bu adem olmazıdı ay u güneş togmazıdı birlik idi olamazdı ayrulık yogıdı ölmek dirilmek sayrulık dahı yirler kanı ma'dende idi katre varı külli ummanda idi arş u ferş ü gav u mahi yogıdı cümle varlık heman ol allah'ıdı hem ol demde biz dahı andayıduk ol alemde bile cevlandayıduk diledi kim sanii perverdigar kendi kudretini ide aşikar mevce geldi çün o derya kıldı cuş mevcile beni kenare saldı uş deryayıdı katre oldı menzilüm buyıdı bu hal içinde müşkilüm mevc içinde taşra düşdi bir guher öyle gevher kim visali muteber çunki gevher taşra düşdi deryadan vuslat u fürkat ayırdı ortadan ol gühere bunca zaman tanrılık eyleyüben kendüsi oldı aşık ışkun dahıbünyadı andan durur ışk varakı hem o divandan durur aslı hikmet ol bir güherden durur gevher aslı yine ol kandan durur ol guherden oldı bu cümle alem ne kim vardur yir ü gök levhi kalem yidi yıldız hem ol gevherden durur gevher aslı hem ol birden durur andan oldı enbiya vü evliya birlik olur karışıcak su suya toprak aslı yine toprakdan durur cümle varlık heman ol hakdan durur ol güherün bir adı mahmud idi baht içinde talii mesud idi ol güher adem tonını ihtiyar eyleyüben hem adem kıldı karar ademi gevhere sadef eyledi ya'ni bu mülke müşerref eyledi sadef içinde muradum dür durur dürrü sadef hak katında bir durur dürrü sadef yine ma'dende biter aslı birdür yine bir kanda biter su dilersen bardaga kılma nazar bardag içinde suyı kıl ihtiyar cümle bir çeşme suyıdur iy veli tutalum bardak küçükdür ya ulı külli suyun aslı birdür iy aziz su temizdür bardagı eyle temiz ger değülsen sen bu hikmetden gafil gafil olma yol içinde iy akıl ehli tevhid ol ki canun şad ola şagird olan akıbet üstad ola ol guherden oldı muhammed canı anun içün tutdı cümle cihanı anun içün oldı cihan gülsitan ud u sandal serv ü tuba erguvan hur u cennet vahş u tuyur akl u can ol güherdür cümlenün aslı heman cümle anun ışkına kıldı karar ihtiyar oldur kamudan ihtiyar buyıdı vasfı halüm söylerem anı kim gördüm hikayeteylerem her ne ilm üstaddan gördüm ise akl içinde her neye irdüm ise nazm kıldum bir dasitan eyledüm buyıdı şikeştebeste söyledüm benefşeyi nergise kıldum visal tutinün önine koymışam şeker goncenün yüzinden açdum perdeyi güneş ile bile görmişem ayı nestireni göge burka' eyledüm gülşeni bülbüle otag eyledüm ben fakirem kuş dilinden anlaman tutiye şekker gerek harda saman ne eksen anı bitürür çekirdek tavuk yumurtasından çıkmaz ördek şahbaz yavrusı yine şahbaz olur hümanun hüma vü bazun baz olur dervişem ben mustafa kıldı nazar hem anun bahşayışıdur bu haber yohsa ben kendü halümi anlaram sözünü heman yirinde banlaram aşıkisen kaygusuz abdal gibi sana bir hırka heman bir şal gibi anı ko kim mustafa murdar didi anı koyana erenler er didi tekebbürlik eyleyen merdud olur nitekim şeytan gibi bidin olur yol içinde alçaga koy menzilün ta ki hall olmak dilersen müşkilün meskenet topragına her dem yüzin süre gör kim ta bilesün kendüzin toprak olmayınca gevher olmadı topraga düşen güherler solmadı toprak ol toprak gibi teslim ü cud cümle alem topraga kıldı sücud evliyayı bil ki benzün solmaya hiç mukallidler müselman olmaya evliya oldı delil ü bürhanum insanı kamilde buldum sultanum yidi gün yidi gice ol natüvan bekledi peygamberün kabrün heman bu nasibi anda sundılar ana hem didiler adına gevhernüma taze gülden desteler çin eyledüm her nefesi buyı miskin eyledüm kıymetin bilür anun sarraf olan gıll u gışdan kalbi da'im saf ola gevhername bunda hatm oldı tamam vir resul'ün ruhına yüz bin selam çün kim baba kaygusuz sultan medinei münevvere vü ravzai mutahara'da yidi gün yidi gice sakin olub bu gevhernameyi, deryayı mevcuda gavvas olub zuhura getürüb, anda hazır olan, işitdiler. nüsha alub, andan kalkub ve cennetü'lbaki'de olan şühedaları ziyaret idüb, yoldaşlarıyla menzil ü merahil kaş'idüb minvali muharrer üzre kalayı dımışk'a geldiler. hazreti resulsallall u ta'ala aleyhi vessellem gelmişdür, bir şam şehrine girmemişdür. biz dahı girmeyelüm diyü ol kırk nefer yoldaşlarıyla şehre girmeyüb, yanından geçübgitdiler kutayfa nam menzile geldiler. andan karyei nik'e vü kalai humuş'a geldiler. bir kapudan girüb bir kapusından çıkdılar. alai humus ki, halidbinvelidvü babayı amr anda yaturlardı, medfun olmışlaıdı. ziyaret kıldılar. andan kal'ai hama'ya geldiler. asi su üzerine konub oturdılar. bir mikdar şohbet itdiler. muhammeditolabıgördiler kal'aya su çıkarurdı. feryad u figan ile şöyleki anun inildisi ve zarılıgı, bir günlük yoldan gelürdi. babakaygusuzsultan mütala'a kılub, bir zaman nazar kılub, bir zaman hayran oldı, anun zarılıgun işidüp gayetle ta'accüb kıldı. gönli cuşa geldi. bu kaside'yi o anda okıdı ol tolabun adına muhammeditolab'ı dirler idi. anun içün gayet ulu ve hem yüce agaçlı, agır tolab idi. hamakal'ası yüksek kal'a idi. anun içine su çıkarmak içün bir üstad anı yapdı. çok zahmet çekmiş idi. su üzerine kurdılar dönmedi. meger kim, ol tolabı düzen üstad freng kavminden idi nasara idi. melul ü mahzun olup, ol tolabun dönmedügine hatırı münkesir oldı. hazreti isa bin meryem hürmetine dön diyü ol tolaba and virdi, tolab dönmedi. hazretidavudhürmetinedön didi, yine dönmedi. hazretimnhammedmustafahürmetinedön didi, hemandem ol tolab turdugı yirden hareket idüb, su üzerinde dönmege başladı. agır tolab olmagıla zari kılub inledi. üstadı görüb şad oldı. gönli gözi açıldı safa eyledi. bildi kim muhammed dini kutludur ol vakt ikrar idüb kelimeişahadet getürdi, müslimanolub' ol tolaba bunun adı muhammeditolab kaldı. bu haberler etraf aleşhur oldı. nice kimesneler anı görüb gelürlerdi. ol tolabun fan u zari inildisi adamün kalbine te'sir iderdi. ol vilayetün halkı rahat birle yatub gice uykusın uyumazlardı. gerçi alemden seyran u teferrücgah çokdur velakin bunun gibi heybetlu tolab yokdur. ve bu hal ki asmana şerhi dile gelmez, mümkin degildür, va'lla hu'lalem: kasidei tolab mefailünmefailünfeulün su'al itdüm bugün ben bir dlaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba kararun yok gice gündüz dönersün dökersin dertlü gözlerden hunabe elifkaddün bükilmiş çenge dönmiş inildüni düzeltmişsün rebaba gözün yaşı revan oldı sehergah giceler varmadun bir lahza haba niçün feryadıla zari kılursın meger derdün senün gelmez hisaba inildünden delindi derdlü bağrun figanundan ciğer döndi kebaba nice habervirdi sana bu devran ki derdün defteri sıgmaz kitaba ne cevr itdi sana bu çarhı gaddar ki devr içre düşüpsen bu itaba duhanundan boyandı göge gökler firakundan kara yirler türaba su'al itdüm tlabun döndüginden dönüben çün tolab geldi cevaba cevabdadeni tolab baba kaygusuz sultan tolab eydür eya çeşmüm çeragı işidmege cevabum aç kulagı benüm budur sorarsan sergüzeştüm ki ben yaylarıdum bir yüce tagı irişmezdi boyuma altmış arşun belüme dahı on adem kucagı geçürmişdüm seradan göklerümi üreyyaya yitürmişdüm budagı tokuz ay derneşüb bin dürlü kuşlar budagumda tutarlardı otagı öterdi tuti kumri vü dürrac geçürdüm bir zaman bu niçe çagı heva murgı kebuter bagun gezerken örülmiş ömrı kuşunun tuzagı kaza irdi meger desti kaderden ki bir şahs irişüb çaldı bıçagı yıkılub yatdum ol dem yüzüm üzre kırıldı kalmadı budum budagı delüb boyuma takdılar kemendi sürüdiler tolandum her sokagı nice müddet sokaklarda yüzime gelüp geçen basarlardı ayagı yidi eyyub veş bagrumı kurtlar ciger kanun döker çeşmüm kapagı zekeriyya gibi biçüb belümden tolab içün düzeltdiler yaragı temür mıhlar dokunub yüregüme kaza destiyile çarhun çomagı dolab oldum gice gündüz dönerem su üstinde tutar oldum otagı inilerem dün gün dost diyüben gözüm yaşı sular bustanı bagı kime dost oldı devran bu cihanda ki sonra olmadı anunla bagı felek kime tadurdı bir kaşık bal ki sunucı sunar tasıla agı süleyman'un sürerdi tahtına yil kara topraga koymışdur yatagı sikender ki cihanı kafberkaf tutub hükmine sürerdi yasagı girüb zulmetde ister abı hayvan tolu zehr ile sundılar bayagı cihanda varlıgı başdan başa hep fena yurdı durur mihnet ocagı kanı rüstem kanı hüsrev kanı sam belürmez birinün ucı bucagı beka yurdı degüldür ki bekasun fena ehli tutar bunda otagı bu dünya bir büyutü'lankebut'dur pes oldı mekeslerün tuzagı olublar gaybi bunda tekye kılan hakk'un fazlı durur ancak tayagı sabır seccadesin altına salmış tükeliden kuşanmışdur kuşagı sözüni kaygusuz arife söyle ne bilsün şekkeri tana buzagı çün kim kaygusuz baba sultan, ol tolab üzerine bu kasideyi söyledi, tamam eyledi. işitdiler, taaccüb kıldılar ve her biri nüshasun aldılar. kaygusuz baba sultandahı kendü yoldaşlarıyla hama şehrinden kalkub karyei seyhun'a andan muarra kalası'na geldiler ve menzili meratıb'a andan hanei nevmer didükleri yirde bir gice yatub, yarındaşı haleb şehrine geldiler. ulucamiin havlısı ortasında bir gök mermer direk vardur anı; basraşehrindenhazretialikerrema'llahüvechehuatmışdur', diyü rivayet iderler. ol diregün üzerinde, hünkarhacıbektaşıveliyü'lhorasanikaddesa'llahüsırrahu'laziz kendümübarekeliylebirtaşkoymışlar. birzamanolagelübindürevüz', buyurmışdur. amma ol tasun yüksekligi; yukaru üç adam boyunca var. kaygusuzbaba anı ziyaret idüb mankusa kapusında taşra akyol'da sultan baba bayram hazretlerine geldiler, ziyaret kıldılar. birkaç gün sakin oldılar. andan dahı kalkub, uzzazı kilis iline geldiler. davud peygamber'ün kabrin ziyaret itdiler. anda dahı biriki gün kaldılar. andan kalkup birkaç gün yol yüridiler, ayıntab şehrine geldiler. andan fırat suyı üzerine gelüb bincek nam iskeleye geldiler. kalkub su gibi canibi ırak'a akdılar. menzilbemenzil ta kim, bağdad şehrine geldiler. burcı evliyadur. kaygusuz baba yoldaşlarıyla bir müddet sakin olup bağdat şehrin teferrüc itdiler. anda evliyaları ziya ret kıldılar. bağdad'un kal'ası dibünden dicle ırmagun cisr'den geçdiler. ki otuz iki gemi üzerine köpri eylemişler. şat suyundan geçüb, hille şehrine geldiler. fırat suyun dahı cisre'den geçüb ol dahı otuz iki gemi üzerine köpri olmışdur. mescidi şems ve zülkif peygamberi ziyaret idüb, andan kufe şehrine geldiler. mescidi ali'yi ziya ret kıldılar. mülcemoğlı, ol mescid'de hazreti ali'yi şehid eylemiş idi. kaygusuz baba sultan yoldaşlarıyla namaz kılub, hatm okuyub, savabınhazretiimamali'yebağışladılardu'asena kılub andan kalkub necef deryasına hazreti imam ali'yi ziya ret kıldılar. kal'ai necef' de, hazreti adem safıyu'llah ve hazreti nuh, neciyü'limam aliveliyü'llah ol necef kal'ası'nda medfun olmışlardı ziyaret idüb berri mecnun didükleri kumlık, ıssuzlık susuzlık yirden geçüb kerbela 'ya geldiler. anda bir kum tepesi vardur. hala ana, zıllu'sselam dirler. ol kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub imam hüseyn ibni ali kerrema'llahu vechehu hazrederün ziyaret kıldılar. yoldaşlarıyla ba'dehu kaygusuz baba sultan necef' e geldiği vakit bu medhiye'yi söyledi: müstefilünmüstefilün, müstefilün, müstefilün iy talibanı hakşinas her ducihan sultan ali vay aşıkanı hemnişin iy gevheri maden ali vahdet bagında gülistan vuslat deminde cavidan şemsi münir mahı taban iy delil ü bürhan ali iy maksudı cümle alem ibni tefsir u bukelam iy hacei beytü'lharam iy kıblei iman ali iy ahdi çin ü hıta iy yarı canı mustafa iy valii şiri huda iy sıfatı rahman ali cümle sıfatun zatısun cümle şey'ün miratısun innemanun isbatısun iy ma'nii kur'an ali iy cümle şeyde ihtiyar iy cümle sadefde gevher meydan senündür serbeser ey sahibi meydan ali oldur guher oldur sadef oldur bu cümleye şeref oldur bikülli bihilaf iy peyda vü pinhan ali dünyayı denidesuret ol hakk'a hakikat isbat ol cennet bagında nimet ol, ol gülşen bostan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutfıla nola şahı merdan ali çün kim kaygusuz baba kendüye tabi' olan kırk nefer kimesne ile ol zıllu'sselam didükleri kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub, ta'am yiyüb du'a vü şena bir hatm okuyub, bunı ibniimamhüseynvü ali vü abbas'a ve yetmiş iki şühedanun ruhı şeriflerine hibe idüb, andan selamlayub girü döndiler. yanında yoldaşları birbirine bakişub eyitdiler: budenlüseferşirkiçeküb, buıssuz, susuzkumlıklarısöküb berrimecnun'dankerbelayı pürbelagelmekdenmuradbuyıdı kim, bu tengöziylehazretiimamhüseyn'ünmerkadışerifünveravzailatifungöreydük, asitaneisaadetineyüzümüzsüreydükhalamelulümahzunolubgiderüz,' didiler. pes anlarun gönüllerinden geçen zamirleri kaygusuz baba'ya ma'lum oldı. fi'lhal keşfidüb buyurdı kim: merkadıhüseynibniali'nünziyaretineasümandanoldenlümelaike nazilolmışdurkimkanadkanadaçatılmış, zemindenpayıarşaolferiştelerün kanadlarunbasubgeçmekmümkindegül, sizünmuradınuzhazretiimam'un merkadısa'adetungörmekiseberüyanunagelünsizegöstereyüm', diyüb, ol kimesneleri kendü katına da'vet eyledi. yakın geldüklerinde iki eliyle anlarun iki gözlerin silüb açun gözlerinüzi bakun' didi. çün gözlerün açub bakdılar, gördiler kim, ferişteler asmandan inüb çıkarlar kim biribirinden nevbet degmez. baba kaygusuz anlarun hatırlarun teselli idüb cümlesinün gözlerün eliyle sıgadı. hep gördiler. cemi yoldaşlarınun gözlerinden perde ref oldı. hazreti imam hüseyn' nün ravza i şerifini ve abbas ali'nün ve yetmiş iki şühedanun ve ibrahim mücab hazretinün merkadun ve imam hüseyn katlhanesin görüb, yüz sürüb; kurdukları yirden ziyaret eylediler. du'a vü sena kılub baba kaygusuz'un ayagına baş koyub, tazarru' vü niyaz eylediler. fi'lcümle özr dilediler: didiler kaygusuz baba sultan erenlerün özrin kabul idüb buyurdı kim: dergahı lutf ü ihsan, ehli i'tizaza hemişe meftuhdur ve günahına mu'terif olan hemişe müsab u memduh'dur . andan kalkub fırat ırmagun geçüb müseyyib kal'ası'ndan gemiyle geçüb yine bağdad'a geldiler. dicle suyın dahı cisr'den geçüb medayin'e vardılar. takkisra'yı temaşa idüb medayin'de hazreti selmanı farisi, imam musa kazım vü imam muhammedü'lcevad hazretlerini ziyaret idüb, sena kılub, anda samarra 'ya geldiler. imam aliyyü'lhadi vü imam hasanü'l'askeri hazretlerini ziyaret idüb muhammed mehdi hazretlerinün makamın görüb, anda dahı birkaç gün sakin olub hatmi kur'an okuyub du'a kıldılar. andan dahı kalkub musul şehrine geldiler pençei ali'yi ziyaret idüb andan kalkub hayal gedüginden geçüb nusaybin şehrine geldiler. andan kalkub, azmi rum idüb yürüdiler. abdal musa sultan hazretlerinün asitanesine geldiler. baba kaygusuz hazretleri bu nutukları bünyad idüb, söyledi: minkelamı baba kaygusuz sultan beglerimüzçıkdıavlanüstüne o'largelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıhırkavüpostın baglargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıgelürdostdiyü giydüklerinemedilepostdiyü hastalardagelürdermanisteyü saglargelürsultanabdalmusa'ya taliboldurpirünnefesimhaklar piroldurtalibihatadansaklar çalınurkudümleraltunsancaklar tuglargelürsultanabdalmusa'ya eroglununikrarıduryolları muhannidiçeksengelmezileri akpunarunyeşilgölünsuları çağlargelürsultanabdalmusa'ya bezirganlarhind'dengelüryayılur lokmasıçekilüraçlartoyulur hakk'aaşıkolancanlarsoyulur beglergelürsultanabdalmusa'ya alizülfikar'unaldıdestine basunsaldıkafirlerünüstüne tümentümenolurgenceliüstine taglargelürsultanabdalmusa'ya hermatemayındakanlardökerler' uyanırlarhakkçeragunyakarlar deminehudiyügülbenkçekerler birlergelürsultanabdalmusa'ya birniyazumvardurganikerem'den münkirbilmezevliyanunsırrundan kul kaygusuzayrudüşmişpirinden olargelürsultanabdalmusa'ya çün kim baba kaygusuz ol kırk nefer abdal ile sultan abdal musa hazretlerinün asitanei sa'adetlerine yakın geldiler. ol asitane'de olan derviş, baba kaygusuz'un kudümünden haberdar olub, bermenzili istikbal idüb' karsu çıkdılar. baba kaygusuz ile buluşub görüşdiler. fi'lcümle şerefi destpus idüb, baki dervışanıla dahı görişdiler. öne düşüb asita nei sa'adete getürdiler. çün kim baba kaygusuz tekye kapusına geldi, hazır u ga'ib evliya demine hu!' diyelüm, diyüb gülbenk eylediler. cümle dervişan hu!' diyüb gülbenk çekdiler. baba kaygusuz ol asitane'ye yüz sürüb içerü girdi. yoldaşları dahı derakeb biribiri ardınca girdiler. her biri pa vü zarun çıkarub tozdan toprakdan ellerün yüzlerün yudılar. ba'dehu abdest alub şükrane içün namaz kıldılar. andan meydana geldiler. kaygusuz baba sultan, abdal musa sultan hazretlerin gördi yüz yire urdı. huzuri şeriflerinde tazarru' vü niyaz idüb, erkanı tarikat üzre bulusub, görişdi. desti şeriflerin bus idüb haki paylarına yüzin sürdi. abdal musa sultan hazretleri, baba kaygusuz'ı nevahte idüp, hoş gördi, mahabbet eyledi safageldinüz, kademgetürdinüz didi. mübarek eliyle arkasun sıgadı. baki yoldaşları dahı fı'lcümle biribiri ardınca gelüb sultan abdal musa hazretleriyle görişdiler. her biri, mübarek ellerün öpüb, ayaklarına yüzlerin sürdiler. kaygusuz baba, erenlerün hedayesin her ne ise hazır idüb ayag üzre turdı kapuya vardı, sultan'un ve halifelerün bergüzarların yerlü yerince, adet ü erkan üzere herkes yerinde otururken her birinün hedayelerin nazarında koyub özr ü niyaz idüb mısr'da ve bagdad'da ve ırak'da ve mekke'de ve medine'de irişüb ve görüşdüğü esenlerün selamların getürdi. baki dervişe dervişan didi, turdı. sultan abdal musa hazretleri ve halifeleri vesa'ir dervişan, cümlesi ayag üzre turub izzet ü ta'zimile baba kaygusuz'un selamın alub du'a yı gülbenk eylediler. dahı yirlerine geçüb sultan abdal musa ve halifeleri seccadeleri üzerine o turub karar eylediler kaygusuz baba dahı seccadesi üzerine oturdı. ve gönli cuşa geldi bu beyitleri söyledi: minkela mı kaygusuz baba sultan bihamdü'llahkivasıloldukbugündevletlüsultan'a nehuridürnehodbenzerözibucismiinsana diliylebirselameylercihanılutfılatoylar meleklervasfınısöylervarurcennetderıvan'a yüzüncennet'dekigüldüryanagunzülfisünbüldür nicelerkapunakuldurkibenzersünsüleyman'a yüzünnurıhidayetdürkimeirsesa'adetdür bukur'andabirayetdürbugüncümlemüselmana ta'ala'llahnekılmışdurcihanmedhiyledolmuştır delilhüccetolmışduryüzünsureirahman'a yürivarkaygusuzabdalirişvarvaslınadildarun cefasunçekmeagyaruncigeründönmesünkana çün kim baba kaygusuz sultan bu nutukları söyleyüb cemi' halifeler herbiri tahsin itdiler. aferun! didiler. bunun gibi söylemege heves iderlerdi. amma iki sözi bir yire getürüb, nazm idemezlerdi. anı bilmezlerdi kim, hidayeti hakk'dur, şi'r degüldür. kaygusuz baba sultan, abdal musa hazretleri'nün hakk ta'ala hazrederinün avnı inayetile ve kaygusuz baba'nun ışk u mahabbeti iradetiyle ve gönülden mürid olan sıdk u safa itikadıyla kendüyi teslim idüb her hal üzerine mürşidün emrine muti' hükmine ram olub pirine izzet ü hürmedle ve kendinü hizmeti ve mürşidi kamilün kuvvetiyledür kim; bir avıç topraga nazar itse, cevahir olur. bir kara taşa nazar itse, la'l olur. sarraf katında ol taş kıymet bulur. nadan olan anun kadrin ne bilür? abdal musa sultan hazretleri kutbıcihan, veliyyü'zzamanıdı. her sene frengistan'dan bac u harac gelürdi. bir karaçomagı varidi sultan hazredleri ol çomagı kendü eliyle derya ya salardı frengistan'a gönderürdi. senesi geldiği gibi kafirler anun sa'atin bilürlerdi. ol çomagı sahili deryada görüb bulurlardı. her ne ise bac u haraclardan cem' idüb bir kise içine koyub kara çomagı muhkem baglayub gönderürlerdi. ve ol çomak deryanun içinde yüzüb gelürdi. halak içinde ma'ruf u meşhur olmışıdı. hiç kimesne ana kasd idemezlerdi. her kim kasd iderse, fi'lhal helak olurdı ve her kim inad u muhalefet idüb bacın virmekde ta'allül itse, içlerinde veba ahir olurdı. ta'un ol sene çok kimesneleri helak iderdi anun içün bu hali bilürlerdi. heman vakti geldigi günlerde sahili deryaya adamlar koyub, kara çomagı gözedürlerdi. su yüzinde yüzüb gelürdi. adak ve çerag dahı her ne hasıl olursa devşürüb ol çomaga baglarlardı yine deryaya salıvirürlerdi. ol çomag su üzerinde yüzüb gelürdi. anı her kim görse, bilürdi. abdalmusasultan'unçomagıdur diyüb biri birine gösterürlerdi. kimesne ana el uzadub alamazlardı, ol bagladukları şeyi getürüb asitane'ye teslim iderdi. anı, derviş aba vü nemed ü hırka degdirüb arkalarına giyerlerdi. bakiyesün ta'am u lokma vü ganimet idüb yirlerdi ve şükrin dirlerdi. hala ol çomag sultan'un asitanesinde henüz dahı turur. kimesne ana el tokınduramaz. hikmeti huda'yı müte'al her kaçan kim bir diyar ta'un ahir olur ise, turduğı yirde ol çomag hareket ider, sallanur. görenler bilürler. kim, bir vilayetde yine ta'un olsa gerek dirler. zira kim ta'un askeri, alla h emriyle sultan abdal musa hazretlerinün zabtındadur. her kim anun kurbında ve çevresinde ve nezdinde bulunursa allah'u ta'ala'nun avniyle, ol kişi, ta'un şerrinden emin ola. ve her kim, sultan abdal musa hazretlerinün ismi şerifün yazub, kapusı üzerine koyub yapışdurursa, biinayeti hüda, ol eve ta'un girmeye. eger nezir itdügi şeyi, sultan hazretlerinün asitanelerine ulaşdurmak mümkin degül ise mu'temedlerden i'timad itdügi kimesne ile göndere eger göndermek mümkin degül ise anun niyyetine bir fakir dervişe vire: sendahıcehdeyleimdiiyhümam evliyalareşigin eyle makam evliyalarsohbetineiresün anlarundiriliginedürgöresim evliyalargevherünma'denidür cümlemizünderdinindermanıdur evliyahoşterbiyetkılaseni kurtulasunyarınolasungani tercemansuzirüşesintanrıya gerkılursankendüzinibiriya gönlünihakk'danyanaberkidesün evliya gitdügi yola gidesun evliyalarsenikılaihtiyar evliyasanaşefiolaiyyar imdicehdeylebuyoladüriş evliyanundamenin tutbuduriş tevbekılözüniodayakmagıl sugibihergördügineakmagıl. erlikoldurnefsodunısöndüre yüzünioltogrıyoladöndüre. cehdidübterkeylenefsişehveti mihnetinedegmezanunlezzeti. şehveteuyanlaruniyserfiraz tamu'duryiribularımçogu az. şehvetiterkeyleyenlermenzili cennetehlidürbularunmahfili. şehvetiterkeyleyenbulursevab sözbudurva'llahualembi' ssevab rivayet olınur ki baba kaygusuz sultan, abdal musa hazretlerünün hizmetlerinde mukim olub her hale ala kadre, her hizmete canıyla mübaşeret kılub müba rek cemali bakemal müşahadesine bendevar mugtenem olub muradına, maksudına. günlerde bir gün bir şehre geldi meger kim, mübarek cum'a güni idi. müezzinler minanerelere çıkub sala virdiler. halk işidüb, her biri desti namaz idüb cami'e geldiler. baba kaygusuz sultan dahı pak taharetle abdest alub, ol cema'atla cami'e gelüb minber mukabelesinde iki rek'at tahiyyatı secde kılub, tahiyyata oturdı. selam virdi dua vü sena kıldı, sakin olub ba'dehu öğle ezanı okındı. müezzinler mahfele çıkub kur'anı azim okuyub du'a vü senadan sonra cum'a sünnetin eda kıldılar. dahı izzet ü ta'zim ile hatibi minbere çıkardular. hutbe okındı. kamet oldı. cum'a namazı kılınub, dua vü sena oldı. heman ol hatib bir kürsi üzerine çıkub bu halka vaz u nasihat etmege başladı. meger kim, ol kürsi dahı minbere yakınıdı; cema'a t dagılmayub oturdılar. anun vaz u nasihatun dinlemeğe meşgul oldılar. kaygusuz baba dahı oturduğı yirden hareket itmeyüb ol cema'atle, ma'an göz kulak olub dinlerdi. ol va'iz oturduğı yirden mukabelesine baba kaygusuz'ı gördi bir sakalı kırkuk uryan ü büryan u egiryan derviş oturur. başladı cehennem kapusını açmağa: sakalun kırkan, uryan olanlar, uçmaga giremez diyü ba'zı sözler söyledi. halka vaz u nasihat eyledi. namaz kılmayanlarun hali şöyle olur ve namaz kılanlarun hali böyle olur. elhasıl çok dürlü temsiller getirüb hikayetler eyledi. kaygusuz baba anun sözlerün işitdi fi'lhal oturduğı yirden ayag üzerine turub gönli cuşa gelüb, fi'lhal bu nutkı söyledi: minbernamei kaygusuz baba mefailünmefailünfeulün eya akl ile irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hakk'ı bildüm diyü irşad idersün yetersün minbere feryad idersün ne bildün niye irdün iş bu halde akıllar mat olubdur iş bu hayalde buna akl ile kimse irmemişdür göziyle hakk'ı kimse görmemişdür bu bir derya durur akıller irmez özinden geçmeyen rabb'ını bilmez dilersen bulasun kevn ü mekanı özinden farig ol rabbini tanı ki sen senlügüni gider aradan bilürsün kamusın kimdür yaradan sen ben eylemez ol kim kişidür sen ü ben eylemek şeytan işidür özinden gayrı kul görmez arada hakk'ı zahir görür ag u karada dilersen olasun mahremi esrar bu dünya kavgasına uyma zinhar feragat kıl cihanun kavgasundan ki nefsün kurtarasun fitnesinden heman seyrancısun seyranun eyle sakın dime şu şöyledür bu böyle özüne gel özüne tanrı dostı sana direm budur sözün dürüsti cihan halkınun iş budur hayali hayali gicegündüz mülk mali eğer söyler olursan hak sözini çevirür yüzini örter gözini azazil'dür hak'a eylemez ikrar gerekse söyle ana bunca tekrar binüb nefsün atına ha segirdür işitmez kulagı san kim sagırdur heman birbirinün aybun gözedür gönülden dürlü fitneler düzedür nice idüb ne ideceğün bilmez birinün ondugun biri dilemez eğer malun varısa kavm u kardaş cihan halkı senünle cümle yoldaş eger kendü halinde bir aşıkdur ana dirler ki iş sevmez ışıkdur aşıkolsam adum tenbel alayi eger sofu isem dirler mürayi danişmende varursam dabbetü'larz cahil diyü halkı bir pula saymaz ha bir cenkdür biri birin begenmez arifler hakk'dan özge nesne bilmez bulurlar bir sözi bin söz iderler koyub togrı yolı egri giderler söz ile bulmak olsa idi hakk'ı uçub arş'a çıkaydı cümle fakı cihanda şimdi gavga çogalubdur cihanı fitnei şeytan alubdur eger alim eger sufi vü derviş heman şöhret olubdur cümleye ceyş dinle imdi hem yine bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher dinle imdi bir acayib armagan yine taşdı gönülüm evinden bu kan yine cuş eyledi ma'na deryası yine geldi başıma ışk sevdası yine kurdun ışka yayok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga kim ki ister ol tarrazı uş menem ol canumdur cana perde ben menem benem ol bagdat'da feryad eyleyen başun oynadub ene'l hakk söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka bitaatdur diyen daima söyler bu sözi ol nadan meger kim korkmaz utanmaz tanrı'dan ol salus kim dervişe münkir olur cümle kulun sırrını allah bilür bitaatdur diyü söyler abdala söyleyün gelsün bir ulu meydana görelüm kendii nice tevhid kılur bu tanrı bendesini bibaht bilür tanrı settaru'luyub'dur hem kerim hem rahimdür hem alimdür hem halim tanrı bilür günahun her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kadirdür lutfile ihsan kılur derdlülerün derdine derman kılur ben sadikam zerki tezvir bilmezem her bir işde gayrı tedbir kılmazam velikin salus sevmez yıldızum hakk'ı zahir görenedür bu sözüm insanı kamil içündür bu cevab hayvanun nesine gerek bu hisab bir nasihatdur bu sözüm insana degme bir kimse girmez bu ummana cihana geldi insan gitmek içün kemali ma'rifet kesbetmek içün dinle imdi bir aca'ib dürlü hal ahiri noksana irer her kemal her sabahun sonına ahşam olur hem şadiligun ahiri gam olur yukaru gök aşagı yir görinür bilinmez birbirine bürinür gice gündüz döner da'im yıkılmaz gögün yüceliği hiç akla gelmez göğün nerdibanı yokdur çıkılmaz yerün nihayetini kimse bilmez bu ne karhanedür üstad görinmez bilişdür cümle eşya yad görinmez neye baksan payanı yok denizdür bu ne yoldur ne menzildür ne izdür özinden yad olanlar yad olubdur bilişenler hemaıı azad olubdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar heman bir vücuddur bir can ne kim var sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür dili dil eğer dilüm hata söylerse ey dil dilim dilim, dilim dil salatname ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısun tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısun yanar bu yüregüm oddur bilmeyene müşkil dertdür sabah namazı hod dörtdür dahı namaz sorar mısun gah aglaram gah gülerem tanrı 'dan hacet dilerem öğleni on kılaram dahı namaz sorar mısun namaz sorucısın bildüm teftiş itdüm ben de buldum ikindiyi sekiz kıldum dahı namaz sorar mısun ahşam namaz hod beşdür anı kılmak bize hşdur yatsu namazı onüçdür dahı namaz sorar mısun gündüzle gice kırk rik'at onyedi farz yigirmi sünnet vitir vacib üç rik'at dahı namaz sorar mısun adumı sorarsan fakıdur mektebde çocuk okıdur cum'a hem bayram ikidür dahı namaz sorar mısun efendi sarıgun değirmi işit kulagun sagır mı teravih namazı yigirmi dahı namaz sorar mısun zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısun camilerde olan imam bunı bilmez çogı tamam dört bin altı yüz seksen selam dahı namaz sorar mısun kimine vacibdür zekat kimine vacibdür salat yidibinbişyüz altmış tahiyyat dahı namaz sorar mısun pirimüzden olsun himmet yaradan allah 'a minnet yidi bin iki yüz sünnet dahı namaz sorar mısun tamam oldı çünki namaz kimini okı kimini yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısun kamillerde olur irfan göster hoca bende noksan vitir vacib binseksen dahı namaz sorar mısun bir namaz vardur cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısun kim ne bilür bizi nice soydanuz kim ne bilür bizi nice soydanuz ne bir zerre od'dan ne hod sudanuz bizüm hususımuz marifet söyler biz horasan mülkindeki baydanuz yedi denüz bizüm keşkülümüzde hacım umman oldı biz ol göldenüz hızır ilyas bizüm yoldaşımuzdur ne zerrece günden ne hod aydanuz yedi tamu bize nevbahar oldı sekiz uçmag içindeki kobdanuz. bizüm zahmımıza merhem bulunmaz biz kudret okına gizli yaydanuz tur'da musa turup münacat eyler neslimüz sorarsan aslı hoy'danuz ali oldum adem oldum bahane güvercin tonunda kondum bu hane abdal musa oldum geldim cihane arif anlar bizi nice sırdanuz abdal musa'ya medhiye şah abdal musa'ya bende olalı cümlenin muradın verir tez elden kara sancağına yüz sürelim muhammed'in yadigarı ezelden mermer çerağ batın olmaz batından hücceti var şahı merdan zatından halas etti bizi nar'ın katından eşiğin bekleyip tuzun tuzlatan ateşe kül oldu gösterdi nişan hüddam emreyledi, oldu gülistan imana getürdiçok münkir mervan genceli şehrini yıkub düzelden murad eyledi yedi dağı yürüttü mesken idüb dur dağı'nı yer itti nuş eyleyüb yedi deryayı sır itdi hakikat bendini bize çözelden abdal musa hacı bektaş veli'sin deli şükrü abdal musa ali'sin kokmak için on iki imam gülüsin bağlayub da divin bendini çözelden bu son dörtlük, deli şükrü' adlı bir şairin şiiri olup metne sonradan eklenmiştir. selamnamei şahı şah abdal musa ey mahı burcı şerefi subh u mesa zulmeti mihri münevver gibi kılduk ruşena ka'bei ulyaya karsu her kim itse iktida kahrı a'dai fenadan buluser şeksüz neca natıkun ruhu'lkudusdür vechi pakün vedduha didi mevla şanına latuhfevarıbata' es'selam ey nurı ahmed hazreti abdal musa es'selam ey rükni hazreti abdal musa muttalii sırrı ilahi vakıf sensin ezel zatı hakk'un kuvvetine kimse. bilmez ma'deni ilmi ledünni hükmi babı mahasal vakıfı inni enellah kim bilürhasl bareka'llah genci kudret mahzeni sıdkı ezel ezel emredüb nusretün velehu evzan sun'ına emr idübsun'ınalailla din olur isem şah idenler oldı ve'svasi'rrahim birinün nasru'nmina'llah kametü kafı kadim nutkun illayaparlar inşallah kulkaygusuz'a daim du'a bk. menakıbname, ag nüshası,; ankara genel ktp. nu. aa; güzel, kayğusuzabdal,; baba, errisaletü'lahmediyye fitarihi'ttarikatü'l bektaşiyye bemışru'lmahruse, kahire,; dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, elimizdeki kaygusuzabdalmenakıbnamesi'nin, çok hırpalanmış ve yırtılmış olması sebebiyle, metin açık bir şekilde okunamamış ve bu yüzden tamir de edilememiştir. ilerideki günlerde bulunacak yeni metinlerle bu noksanlıkların da giderileceği inancındayım. sonuç ve değerlendirme alaaddin gaybi , Xıv. yüzyılın birinci yarısında doğar, Xv. yüzyılın birinci yarısında da vefat eder. kendisi alaiye sancak beği, hüsamneddinmahmudbeğ'in oğludur.kaygusuz abdal. menakıbname'sinde;. ehlitarikiçindemarufvemeşhurdilgüşa sahibikaygusuzbabasultan, alaiye sancağı beği'ninoğluveadınadagaybi derlerdi. dilgüşa'ında; gayet akil, arif, amil, kamil ve tüvane idi. on sekiz yaşındaonunilekimsemukabeledurubbahsidemezdi. zirao,çokkitablar okımışdı, ulumubi'ttamambilürdivehemziyadepehlevanidi, zribazuya malik, atüzerinde, silahşorlukda, okatmakda, kılıççalmada, gürzsalmakda vesünüoynatmakdahünermendidi. bunungibiişlerdenaziriyogidi. veher daimkendikullarıylaçevreetrafındaolandağlarışikariderdi. bebürvepelengvekaplanvegözihernegörsekurtulmazdı'vasıflarıyla tanıtılmaktadır. işte bu kaygusuz; çocukluğunda alanya sarayı'nda zamanının bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık maharetleri de en mükemmel şekilde öğrenmiş ve tambirbeğoğlu gibi yetişmiştir. o,şeyhiabdalmusa'yaintisabından sonra da anadolu sahasının en güçlü mutasavvıfşairivenasiri olmuştur kaygusuz, bu mutasavvıflık döneminde –bizim tespitlerimize göre civarında manzum, mensurvemanzummensurkarışıkeser yazmıştır. o'nun eserleri; kur'anı kerim, hadisler, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi. vb'leri çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü vermeye çalışmıştır. her bir eserinde hem dünyada, hem de uhrevi hayatda insanların mutlu ve bahtiyar olmalarını istemiştir. o, türk milletinin, bilim ve teknolojide daima üstün olmasını hedeflemiştir. o, milletinin hep ileriye, daima üstün olmalarını ideal haline getirmiştir. böylesine bilimsel verilerle dolu olan kaygusuz hakkındaseneden buyana fazla bir bilgiye sahip olmayışımız da düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden buyana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, gü nümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle çokçok ileri seviyede yazılmış biklimsel eserlerdir. biz de bu doğrultudaki çalışmamızla, o'nun eserlerinden oluşan yüzyıl yazmalarından elde ettiğmiz metinleri kaygusuzabdalkülliyatı' adı altında neşretmeyi hedefledik. eserin basımını sağlayan tdk başkanı sayın gürer gülsever'e bu bilimsel hassasiyetindeki ileri görüşlülüğü sebebiyle bir kere daha teşekkür ederim. bu çalışmamızda kaygusuz abdal'ın; menkıbevivetarihihayatı, eserlerinintavsifvehülasaları, eserlerininşekilvetürbakımındanincelenmesi, türkçesivehamseciliği, dilveüslupözellikleri, dinive tasavvufiunsurlar, simatiyeler, sumotifi ve nevruz geleneği olmak üzere sekiz bölüm halinde vermeye çalıştık. özellikle eserlerinden; divan, gülistan, birinci, ikinciveüçüncümesneviler, gevhername, minbername, budalaname, kitabımiglate, vücudname, saraynamevedilgüşa, şeyhi abdalmusavelayetnamesi ve kaygusuz abdalmenakıbnamesi'ni de, hem muhteva, hem şekil ve tür bakımından inceleme, hem de metinlerintamneşrini' vermeye çalıştık. kaygusuz'un eserlerinde tespit edebildiğimiz; tevhid, ilahi, esmaihüsna, esmainebi, na't, gevhername, vücudn'ame, dolabname, minbername, salatname, nutuk, devriye, şathiye, nevruznamevenasihatname. nazım tür'lerini dini tasavvufi türk edebiyatı' disiplini içinde örneklemelerle değerlendirmye çalıştık. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçevehamseciliği üzerinde durduk. o'nun; türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması bizi fazlası ile sevindirmiştir. döneminin, sekizmüstakilmesnevi'nin olması, o'nun türk edebiyatında, ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. kaygusuz'un üslubu çok hareketli ve çeşitlidir. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözlerive deyimler, halk söyleyişleri; onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. tekrir veseciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer işgal eder. ayrıca kaygusuz'un eserlerinde dinivetasavvufiunsurlarıda örneklemelerle inceledik. o, kelimenin tam manasıyla bir vecdşairi ve bir dini tasavvufi türk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd abdurrahman güzel ve heyecan bakımından son derece başarılı şiirler vermiştir. yunus'un en eski muakkiplerinden olan kaygusuz, san'atı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eser ve şiirlerinin miktarı itibariyle onun çok üstündedir. yirmi bin beyte yaklaşan şiiriyle ve on yedi eseriyle ondan bize büyük bir miras kalmıştır. ancak kaygusuz, eserlerinin bu cesameti içinde kaybolmaz. ufak tefek bazı kısımlar hariç onun şiiri her zaman üstün bir seviye gösterir. işte böylesine dinitasavvufitürkedebiayatı disiplini içinde, kaşgarlı mahmud, yusufhashacib, dedemkorkud, ahmedyesevi'den sonra yunus emre, mevlanacelaleddinirumi, hacıbektaşveli, şeyhedebalı'nın da muakkibi olan bu şahsiyetin Xv. asırdan kalma eserlerini, kaygusuz abdal külliyatı' olarak neşretmemiizin yerinde bir hizmet olacağı kanaatimi vurgulamak istiyorum. bu cümleden olarak, külliyat'ın neşriyle kaygusuz'un; bilimtarihi, türkedebiyatıtarihi, dinitasavvufitürkdüşüncetarihi, tıptarihi, astronomibilimi. vb konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu da sene öncesinden görmekteyiz. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz; kendisinden sonra gelenlere de adeta hocalık yapmış, pekçok şair ve nasiri bilimsel verilerle etkilemiştir. çünkü o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş, hatta marburg nüshası bir külliyat ve mürettep bir divan niteliğini de taşımaktadır. diğer eserlerinin de mükerreren basımı, o'nun ne denli etkili bir murtasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. bu da o'nun kendisinden sonra gördüğü alakanın ve tesirlerinin en açık delilidir. kaygusuz'un tesirini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. netice olarak deriz ki kaygusuzabdal; dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli simalarından biri, hatta bazı bakımlardan birincisidir. işte biz, onun ehemmiyetini eserlerinin bütünü üzerinde yaptığımız bu çalışma ile ortaya koymaya çalıştık. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kaygusuz abdal'ın şahsiyetinden farklı olarak, nisbeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini umuyorum. çalışmamızda görülecek noksaları hoşgörü ile karşılanacağını ümit ediyorum. bu eser ile bilim hayatımıza katkıda bulunabilmiş isek kendimizi mutlu sayarız. tevfik ve inayet allah'tandır. vesselam. ankara, güzel. sözlük sozluk kaygusuz abdal eserleri'nin sözlüğü aa ahd: söz verme, and, yemin devir, zaman. ala kadr: derecesi ve rütbesi yüce. ala kudreti'ttaha: tahanın kudretinin üzerine. ale'ssabah: sabahleyin, erkenden. ale'sseher: seher vakti, gün doğmadan evvel. ale'ttahkik: muhakkak surette, besbelli. alem: belirti, iz, işaret, nişan. alemi hakikat: gerçeklik alemi. aleyk: onların üzerine. amil: sebep. avn: yardım, yardım eden. azim: büyük, yüce, ulu. alapak: çok temiz. ama: kör, cahil. amal: işler, ameller. ab u gil: su ve toprak, su ve çamur. aba: yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş. bu kumaştan önü açık olarak yapılan ve dervişlerce giyilen hırka. abdal: dünya ile alakasını kesmiş, allah'a yönelmiş kişi, derviş. eskiden, gezgin dervişlere verilen ad. abes: boş, manasız, saçma, boş şeylerle uğraşmak, faydasız, değersiz şeyler. abgine: billur, ayna, göz yaşı, şişe, sürahi, kadeh. abı ateş: ateş suyu, gözyaşı. abı hayat: türkçede bengisu diye de anılan, içene ebedi hayat bağışlayan efsanevi bir sudur. kan, ebedi hayata sebep olan hayat suyu bu kelime, edebiyatta çok güzel ifade, latif söz, parlaklık, letafet manalarında kullanılmıştı. abı hızır, abı hayvan, abı beka şeklinde de söylenir. abı hayvan: ebedi hayat verdiğine, insanı ölümsüz kıldığına inanılan efsanevi su, abı hayat. abı revan: akarsu, kalpteki ferahlık. abid: ibadet eden kul, ibadet ehli, takva sahibi. aceb: acaba, acaib, hayret, tuhaf. acem: iranlı, iranlı farsların adı. acib: şaşılan ve hayret uyandıran şey, benzeri görülmeyen, garip. acuze: çok yaşlı kadın, kocakarı. ad urunmak: ad konulmak, isim verilmek, adlanmak. adavet: düşmanlık, yağılık. adem: adam, insan, adem tonı, insan elbisesi . ademi tekayyüd: kayıtsızlık, üzerine iş edinmeme. adil ü alim: adalet eden ve en çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen . alim, cenabı hakk'a mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez. af'a devedikeni ağacının yemişi. afaf afafet. temiz olma, masumiyet, günahsızlık. afatı semaviyye: ilahi afet, büyük felaket. afitab: güneş, pek güzel, çok güzel yüz. afitabı bizeval: sonsuz güneş. ağ u karada: akta ve karada . agah: uyanık, bilen, vakıf, haberli. agmak: çıkmak, yükselmek, yukarı çıkmak. agniya: zenginler, ganiler. agu: zehir, sem. agyar cefası: başkalarının derdi. agyar ü müdde'. başkaları ve iddia eden. agyar: yabancılar, başkaları, rakipler. agyara kıl cevr ü bela: eziyeti düşmana çektir. agyarnı: düşmanını agzı yarı: ağız suyu, salyası. ah u feryad: ah vah etme, vahlanma, yüksek sesle medet isteme, figan. ah ü vah: ağlayıp, sızlanma. ah ü zar: ağlayıp inleme. ah: kardeş, dost, bir kimsenin sevdiği. ahbar: haberler. ahbarı tevhid: birlik haberi. ahd etmek: bir işi yapmak için kendi kendine söz vermek. ahd ü vefa: vadetme, söz verme, yemin, and. ahde vefa: verilen söze, yemine sadık kalma, vefa gösterme. ahdi çın: sözü doğru, vaadinde duran. ahdu peyman: yemin, and ahı: kardeş. ahi: kardeşim. ahilik ocağından olan kimse. eli açık, cömert. ahir: son, nihayet. ahiret baki, dünya fani: ahiret hayatı kalıcı, sonsuz; dünya hayatı geçici, sonludur. ahiret: bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi alem, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yer. ahiruha ta'am: yemekten sonra. ahmak: pek akılsız, sersem, şaşkın. anlayışsız. ahter: yıldız. baht, talih. ahu: ceylan. gözleri çok güzel olan. çok güzel göz. dilber, sevgili. akça akçe. beyaz, oldukça beyaz. para, eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke. akıl tariki: akıl yolu, akla göre. akıl: akıllı, insandaki anlayış kabiliyeti, akılan: akıllılar. akınçeri: akıncı, keşif kolu. akibet: bir şeyin sonu, nihayet, netice, sonuç. akik: meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük akil: akıllı. akkara canavar: canlı, yaşayan. akl u can: akıl ve ruh. akl: akıl, zihin, zeka. aklı başından gitmek: deli olmak. aklı ebter: eksik akıl. aklı kalil: eksik akıl, az akıllı. aklı kamil: tam, olgun, eksiksiz, kusursuz akıl. aklı kül: kainatta görülen umumi ahenk, her şeyi kavrayan akıl. aklı ma'ad: geleceği, bundan sonraki hayatı kavrama, ma'ad işlerini yani dönülüp varılacak yere, ahrete ait halleri düşünen. aklı ma'aş: geçim, kazanç düşüncesi, maişet derdi. adından da anlaşıldığı gibi dünya yaşayışını tedbir eden akli kabiliyettir ve her insanda vardır. eskilere göre akıl, zatı itibarıyla maddeden mücerred. fiili bakımdan bedene taalluk eden bir cevherdir. sofiler; akıl, ahret işlerini tedbir ve tasarruf ederse aklı ma'ad, dünya geçimine teallük ederse aklı ma'aş derler. aklı nakıs: noksan, eksik, tamam olmayan akıl. al ü hayal: hayal ile. al, al: hile. al, ala: yüce, yüksek. al: aile, evlat, sülale. ala külli hal: şöyle böyle, olduğu kadar, olduğu üzere. alat: vasıtalar, aletler. alayiş: bulaşıklık, bulaşma. debdebe, tantana, gösteriş alçak gönüllü olmak mütevazı, sakin, yumuşak olmak. aldamak: kandırmak, yalana inandırmak. aldatmak. ale çok veya en teklifsiz, cana yakın. ale hayvan yemi; ot, saman, yulaf. alem ocağa tutuşsa: alemi sırrı hafiyyat: gizli sırlar dünyası. alemün keminesi: herkesin hakir, aşağı, değersiz, gördüğü kimse. alına: yüce, evlat, çoluk çocuk, sülale, hanedan düzen, hile, elek. ali: peygamber'in amcası 'in oğlu ve damadı, halife. ali: yüce, ulu. abdurrahman güzel alim: bilen, bilgili. çok şey bilen, bilgiç. ilim ile uğraşan. alin al eylemek: hile yapmak. alkış: övme, övüş, dua. allamı uluv: yüceliği bilen. altuna bakır katmak: hile yapmak. alu: alçak, alık, aptal. alude: karışmış, karışık, mülevves. bulaşmış. am u has: halk ve seçkinler . amenna ve saddakna: inandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek söz yok. ami: avamdan, halkın aşağı tabakasından, tasavvuftan, hakikatten haberdar olmayan. amu: amca. amm: umumi herkese ait, umuma mahsus, halk, avam. amud: direk, sütun. anaru: öte, ileri uzak. anber: güzel koku. adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. derisinden kalkan yapılan bir balık. anberi zülü kokulu saç. anda: orada. andelib: bülbül, seher kuşu. resulı ekrem'inbir ismi. anı: onu. anka: ismi olup cismi bilinmeyen bir kuş. çok büyük olduğu anlatılır. zümrüdi anka ve simurg gibi isimlerle de anılır. ankebut: örümcek. anlar: onlar. ansuz: onsuz. anter: ali'nin öldürdüğü rivayet edilen bir bahadır. anun: onun. aparıca: tertemiz. aparmak: götürmek, alıp götürmek. ar: utanma, mahcubiyet. utanılacak şey, ayıp. ar şişesin taşa çalmak: kalenderi davranışlar segilemek, utanma duygusunu bırakmak, utanmamak. ar u namus: utanma, mahcubiyet. utanılacak şey, ayıp. arafat: mekke'de bir dağdır. adem ve havva'nın, cennet'den sürüldükten sonra burada buluştukları rivayet edilmiştir. bakara suresi. ayetinde hac töreni münasebetiyle adı geçer. mekke'de hacıların arefe günü ve gecesi kaldıkları dağ. aram: durma, dinlenme. arasat: arsalar. kıyamette her canlının dirilip toplanacağı meydan, mahşer yeri. araste: bezenmiş süslenmiş. arat: bölge, mıntıka. avlu. arayiş: süs, bezek, ziynet, arbede: cidal, kavga, patırtı. argaç: dokumacılıkta bezin enine atılan iplik, atkı. arı gönül: saf, temiz gönül. arı olsa: arınsa tertemiz olsa. arı: saf, temiz. arış: dokumalarda tezgaha uzunlamasına gerilen iplik. arif ile dildaş olmak: bilge bir kişi ile gönnüldaş, yoldaş olmak. ari irfan sahibi; bilen, bilgili, tanıyan, anlamına gelen bu söz, sufilerce bilgin demek olan alimden üstün dereceye varan kişiye denir. arifler meclisi: bilge kişilerin yaptıkları toplantı, toplandıkları yer. arkıncacuk: yavaşça, hafifçe. arkurı: eğri, yan üstü, tersine, aykırı, yanlamasına, karşı, ters. armağan: armağan, hediye. arslan çetügi: aslan eniği. arş u ferş arş u zemin. arş ve yeryüzü. arş: dokuzuncu gök. bütün alemi çevreleyen, alem. tasavvurun sonu ve en yüksek noktası kabul edilen yer, tavan. arşı ala: eski inanca göre göğün dokuzuncu katı. arşun: arşın, bir uzunluk ölçüsü. cm. uzunluk, bir kol boyu. artuk: başka, gayr; fazla, artık. arturmak: fazlalaştırmak, artırmak. arzuman: dilek, istek. arzuyı dil: gönlün arzusu, isteği. asa: değnek, baston, sopa. asan: kolay. bükülmüş ipin her katı. ashab: peygamberi bizzat görmüş olanlar, sahabeler. ashabı suffa: peygamberin mescidinin koridorunda yatıp kalkan yoksullar. asi suyu: asi nehri. hatay'dan geçen ve akdeniz'e dökülen bir nehir. asi: karşı gelen, şaki, haydut. asitan: astane ve dergah farsçadır; kapı dibi, eşik yanı, bir sayılır. ayrıca, tarikat ehlinin toplandığı, hane; tarikat pirinin, yahut ulularından birinin yattığı tekkedir ki o tarikat ehlince ulu ve muteber sayılır. ayrıca, tarikat ehlinin toplandığı, dervişlerin oturdukları, hizmet ettikleri yerdir ve dergahla tekke sözü umumidir. asitane: kapı eşiği. dergah. tekke. asman: gök yüzü. assı: yarar, çıkar, kazanç, kar. faiz. astane: büyük tekke, eşik. allah'a yakın kimselerin kabri. asuman: gök, sema. aş u nan: yemek ve ekmek. aş yemek, çorba, yiyecek. aşayiş: emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hal. aşı etmeği: yemeği ve ekmeği. aşikare: aşikar, belli, açık, meydanda, aşina bildik, tanıdık. bilen, tanıyan. aşinai ezel ü ebed olmak: geçmişten sonsuzluğa tanıdığı, bildiği, dostu olmak. aşüfte: çıldırırcasına seven, bu yüzden perişan bir halde, azgın ve baştan çıkmış deli gönül gibi olan. iffetsiz kadın, aşifte. at sürmek, at koşturmak. ata kılmak: bağışlamak, bahşiş vermek. ata vü lutf u kerem: bağış, bahşiş, yardım. attar: güzel kokular, iğne iplik vesaire satan kimse, aktar. argaç: dokumacılıkta bezin enine atılan iplik, atkı. arı gönül: saf, temiz gönül. arı olsa: arınsa tertemiz olsa. arı, saf, temiz. arış: dokumalarda tezgaha uzunlamasına gerilen iplik. arif ile dildaş olmak: bilge bir kişi ile gönüldaş, yoldaş olmak. ari irfan sahibi; bilen, bilgili, tanıyan, anlamına gelen bu söz, sufilerce bilgin demek olan alimden üstün dereceye varan kişiye denir. arifler meclisi: bilge kişilerin yaptıkları toplantı, toplandıkları yer. arkıncacuk: yavaşça, hafifçe. arkurı: eğri, yan üstü, tersine, aykırı, yanlamasına, karşı, ters. armağan: armağan, hediye. arslan çetügi: aslan eniği. arş u ferş arş u zemin. arş ve yeryüzü. arş: dokuzuncu gök. bütün alemi çevreleyen, alem tasavvurunun sonu ve en yüksek noktası kabul edilen yer, tavan. arşı ala: eski inanca göre göğün dokuzuncu katı. arşun: arşın, bir uzunluk ölçüsü. cm. uzunluk, bir kol boyu. artuk: başka, gayr; fazla, artık, arturmak: fazlalaştırmak, artırmak. arzuman: dilek, istek. arzuyı dil: gönlün arzusu, isteği. asa: değnek, baston, sopa. asan: kolay. bükülmüş ipin her katı. ashab: peygamberi bizzat görmüş olanlar, sahabeler. avare: serseri, boş gezen, işsiz güçsüz, aylak. dağınık, perişan. avaze: yüksek ses. şöhret, ün. avazum ördek gibi: sesin ördek sesi gibi çıkması. ay oldı şermsar: ayın utangaç olması. ayın bulutların arkasında kalması. ayaga düşmek: acz içinde kalmak, kuvvetten düşmek. değerini ve saygınlığını yitirmek. ayak olmak: ayak uydurmak. ayan: belli, açık, meydanda. ayan olmak: belli olmak, açık olmak, meydana çıkmak. aybın gözetmek: başkalarının ayıbını aramak. aybını yüzine urmak: bir kimsenin kusurunu açıkça dile getirmek. aydur: söyler. ayende: gelici, gelen. ayet: kur'an'ın herhangi bir cümlesi. alamet, nişan. ayıp: utanılacak şey, kusur, leke. ayıtmak: söylemek. aykır: erkek at, aygır. aykıra iletmek: dişi atı, aygır ile çiftleştirmeye götürmek. ayn: göz. aslı, kendisi. bir seyin eşi, tıpkısı. abdurrahman güzel ayne'lyakin: görerek inanmak, görüşle inanca ulaşmak. aynı insan: insanın gözü. aynülkemal: nazar etme, gözün çok tesirli bakışı. ayruk: ayrı, başka, gayrı. ayruksı: başka, başka türlü, farklı. ayş ü tarab: yeme içme, çalgı çengi, eğlence. ayyar: hilekar, dolandırıcı. zeki, kurnaz. çevik, atik. azad olmak: kurtulmak, serbest olmak. azazil: iblis'in melek olarak bulunduğu sıradaki esas adı. azık: yiyecek, yaz yiyeceği, erzak. azm kılmak: kararlı olmak, ısrarla gayret etmek, çabalamak. azmi sefer: sefere niyet etme. azrail: ölüm meleği. azugum yok: yiyeceğinin olmaması. takılan taş. bb ba'dehu: ondan sonra. bab: kapı. babı lut lütuf, kerem, iyilik kapısı. bac: haraç, vergi, bad u ab u ateş: yel, su ve ateş. bad: yel, rüzgar. bade: şarap içki. aşk, allah sevgisi. halk hikayelerinde hızır'ın kahramanlara ve bazı saz şairlerine rüyalarında sunduğu içki. badei ahmer: kırmızı, kızıl şarap. badei cam: şarap, kadehte bulunan içki. badei camı ezel: elestü meclisinin şarabı. badı nevruz: bahar rüzgarı. bagı erzani: nihal ağacı çok bahçe. bagrı büryan: bağrı, göğsü kebap olmak. gönlünün aşk, ayrılık ve özlem ateşi ile yanması. bağdad: ırak'ta bir şehir . bağı hazan: hazan bahçesi. bah: şehvet. baha. kıymet, bedel, değer. bahadır: cesur, yiğit. bahakkı nurı mustafa: mustafa nurunun hakkı için. baharı muştulamak: baharı müjdelemek. bahariyyat: bahar tasviriyle başlanarak birini övmek için yazılan kasidelerin toplandığı kitap. bahil: hasis, cimri, tamahkar. bahilliksiz: nekes olmayan, var yemezlik yapmayan, cimri olmayan. bahr ü hem berr: deniz ve kara. bahr ü umman: deniz ve okyanus. bahr: deniz, büyük göl veya nehir. bahrı melekut: hükümdarlık, saltanat denizi. ruhların ve meleklerin alemi. bahrı muhit: etrafını çeviren, kuşatan deniz, okyanus. bahri: denize ait, denizle ilgili. tüyünden kürk olan, patka da denilen, gagası kaşığa benzer bir çeşit deniz ördeği. bahri bipayan: ucu bucağı olmayan deniz. bahri hikmet: hikmet denizi, bilgi, ilim denizi. bahri umman: okyanus. bahş u ata: bağış, ihsan, bahşiş. bahşayış: bağışlayış veriş, bahtı makhur: kahrolmuş, kötü talih; kara talih. bahtı siyah: kara talih. bakemal: olgunluğuyla, kemalen. baki: kalıcı, sürekli, daimi. bal u per: kanat ve tüy. bal: kanat; kalb, yürek, gönül; hatır. balaban: iri, doğan kuşu. balabülend: uzun boylu. ban: sorgun ağacı, bey söğüdü. sevgilinin boyu. ban: ulu, büyük, ileri gelen, bey. bang: ses, seda. ezan. banlamak: yüksek sesle bağırmak, seslenmek. ezan okumak. bar: tanrı, allah. yük. baran: yağmur. bargah: girmek için izin almak lazım gelen, izinle girilebilecek yer, çadır, yüksek divan. bari giran: ağır yük. bari ta'ala: yaradan, allahuteala. baru: kale duvarı, hisar, burcu, sur. basar: göz, görme. basiret: önden görüş, seziş, öngörü. baş gözi: görünürdeki göz. baş oynamak: hayatını tehlikeye atmak, canını feda etmekten çekinmemek. başa kakmak: yüzüne çarpmak. başed: olur, ola. başına yarag eylemek: başının çaresine bakmak. batıl: boş, beyhude, yalan, çürük. batın: iç, iç yüz, gizli, görünmeyen. bay: zengin, varlıklı. baydak: yaya yürüyen, piyade. baz: doğan , şehbaz, şahin. açık. oynatıcı, oynayan. bazar: pazar, çarşı. bavvab: kapıcı, çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi. bebr: eski kitaplara göre, hindistan'da ve afrika'da yaşayan, kediye ben zer, gayet büyük, sırtı yol yol tüylü, saldrdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arz eden, aslanın bile korktuğu, azgın bir canavar. becidd: ciddi, gerçek. cidden, gerçekten. beidd tutmak: bir işi ciddi tutmak, ciddiye almak. bedi: eşsiz, örneksiz, benzersiz, işitilmemiş, görülmemiş. bedid nabedid. meşhur olmayan, görünmeyen, gizli. bedid: meşhur, görünü, açık meydanda. bedkar: işi, hareketi kötü olan, kötü işli. bednam: kötü adlı, adı kötüye çıkmış. bedr: hz muhammed'in kafirlerle çarpıştığı mekke ile medine arasında bir yer olup, bu savaşa bedir savaşı denir. ayın on dördüncü gecesinde ayın aldığı şekil, dolunay. bedr i münir: parlak dolunay. bedri hilal: hilal şeklindeki ay. bedri mah: dolunay. behişt: cennet, uçmak. behre: hisse, pay, kısmet, nasip. behremend: behreli, hisseli. bek beg. zevç, koca. küçük devletbaşkanı. ileri gelen, sözü geçen, nüfuzlu, zengin kişi. beka: devam, evvelki hal üzere kalmak. bekri: erken, sabah. çok içki içen, içkiye düşkün adam, sarhoş. bela: gam, keder, zor iş, musibet, belde: şehir, kasaba. beli: evet. belinlemek: ürkmek, korku ile sıçramak. bend: bağ, yular, rabıta, bağlama. birini emri altına alma. boğum, mafsal. bende: kul, köle. bendevar: köle gibi. bendi zindan: zindan bağı, kelepçe. benefşe: menekşe. beng: afyon gibi uyuşturucu ve keyif verici ban denilen bir nebat ve bunun tohumu, esrar. küçük çitlenbik. bengi: esrarkeş. berat: rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman. beratı menşur: padişahın; vezirlik, müşirlik gibi rütbeleri verdiğini ifade eden ferman. berayı mabud: allah için. berayı matlub: talep edilen, istenilen şey için. berayı vahdet: birlik için. berca: yerinde, tam, doğru ve münasip. berdar: asılmış . yemişli. bergüzar: hediye, hatıra. berk itmek: katılaştırmak, takviye etmek. berk: şimşek. berr: kara, toprak. beste: müz. şarkının makam ve ahengi. kapalı, bağlı, bitiştirilmiş, bağlanmış. beşaret: beşer, insan. muştu: müjde. beyaban: kır, çöl. beyan kılma: anlatma, açık söyleme, bildirme. beytü'lma'mur: gökte ka'be hizasında bulunan, allah'a en yakın meleklerin tavaf ettiği ev. beyyinat: deliller, tanıklar. bezek: süs, ziynet. bezzaz: bezci, kumaş satan, manifaturacı. çarşı, bedesten. bi nihaye: sınırsız, sonsuz. bi: sız, maz. bi'lkülliye: büsbütün, bütün. abdurrahman güzel bi'ssevab: sevabıyla. bi'ttamam: tamamıyla. biar: arsız, yüzsüz, utanmayan. bibaht: bahtsız. bican: cansız. bid: yok olma. söğüt, salkım söğüt. bidar: uykusuz, uyanık. bidin: dinsiz, acımasız, merhametsiz. bigane: kayıtsız, ilgisiz. yabancı. tas. dünya ilgisini kesmiş olan. bigi: gibi. bigüman: şüphesiz. bihaber: habersiz, bilgisiz, vurdumduymaz. bihila doğru. bihod: kendinden geçmiş, çılgın, bayılmış. bilavasıta: vasıtasız, doğrudan. biliş: bildik, tanıdık, dost, aşina, marifet, tanışmak. bilmeze urmak: bilmez görünmek, bilmezlikten gelmek. bimanend: eşsiz, emsalsiz. bimar: hasta, sayrı. bimerhaba: selamsız, selam vermeden. bimisal: eşsiz, eşi bulunmayan. binazir: eşsiz, benzersiz, allah. bineva: nasipsiz, çaresiz, zavallı. binihaye: sonsuz, nihayetsiz. binişan: işaretsiz. biriya: doğru söyleyen, iki yüzlü olmayan. birle: ile. biryan: tava, tepsi gibi şeylerde susuz veya az sulu pişirildikten sonra kızartılan et kebabı. bisat: kilim, minder, hah, seccade, döşeme, keçe yaygı. bisipahi: askersiz, askeri olmayan. bisyar: çok. bişerik: ortaksız, arkadaşsız, tek, allah. bit pazarı: eski eşyaların satıldığı yer. bita'at: ibadetsiz, ibadet etmeyen. bivezir: vezirsiz olarak. bizeval: fani, geçici olmayan. bokrat: eski yunan hekimi, meşhur hipokratis. bostan: bahçe. boyla: boy ölçmek, boy ölçüşmek boylu boyunca dalmak. sürekli olarak izlemek. börk: başa giyilen külah, kalpak gibi şeyler. börklü: külahlı, kalpaklı. bre: seslenme edatı. bu buy. koku. bud: varlık. bugz: kin, nefret, sevmeme, kalpten düşman olmak. buhl: cimrilik, pintilik, hasislik, el sıkılığı. bulad kalem: çelik kalem. bum: baykuş. bunlardan ma'ada: bunlardan başka. burc: kale, hisar çıkıntısı, kule. burcı cevza: ikizler burcu. burgaz: istanbul'da bir ada. burka. yüze takılan örtü, peçe. bustan: gül ve çiçek kokuların çok olduğu yer, bahçe. buyı muşgin: misk kokusu. burak: muhammed'in miraç'ta bindiği binek. bus: öpme, öpücük, öpüş. buşmak: kızmak, öfkelenmek. bühtan: yalan, iftira. bü'lacebdür: şaşılacak, çok şaşılacak. bünyad: asıl, esas, temel. bina, yapı. bünyad etmek: yapmak, inşa etmek. bürhan: delil, ispat. bürhan ü delil: ispat, kanıt. bürhanı esrar: sırların delili, ispatı. bürka. kadınların örtündükleri peçe, tül, yaşmak, yüz örtüsü. büryan: kebap. biryan veya püryan. büt: put. güzel. bütı tersa: kilise putu. hıristiyan güzeli. büyutü'lankebut: örümcek evi, geçici kısa ömürlü, dünya hayatı. c c caduyı kallaş: kalleş, kancık, hilebaz, dönek cadı. cah: itibar, makam. calinus: ilk çağların ipokrat ile beraber en büyük grek hekimi, galen. cam: sırça, cam, bardak, kadeh. camı cem: şark mitolojisinde şarabın icatçısı sayılan cem' in sihirli kadehi, şarap. camı elest: elestü bezminin kadehi. camiü'ddüvel: devletleri birleştiren camus: manda. can aynası: kalp gözü. can bagı: gönül bağı. can başına sıçramak: şiddetli bir şekilde öfkelenmek, kızmak. can gözi: kalp gözü. can gözi ile bakmak: çok dikkatli bakmak. can iklimi: gönül iklimi. can u cihan: tanrı. can u dil: ruh ve gönül. canı canan: sevgilinin ruhu. canı dilara: sevgilinin ruhu. canib: taraf, cihet, yan. car: çarşaf, örtü. cari olmak: akmak, geçmek, yürümek. cariye: para ile satın alınan halayık, hizmetçi kız. harpte esir düşmüş veya odalık olarak alınmış kız. cavidan: daimi kalacak olan, sonrasız, ebedi. erkek adı. cay u mesken: yer. caygahı imtihan: imtihan yeri. cayı in ü an: onun bunun yeri. cazu: cadı. sihirbaz, büyücü. cebrail: peygamberlere emir ve vahye vasıtave memur olan dört büyük melekten biri. cebren: zorla, zor kullanarak. cefa: eziyet, incitme. cehd: çalışma çabalama. cehd eylemek: çabalamak, çalışmak. cehennem: ahirette günahkar kulların gideceği azap yeri, tamu. cehennem ü fi'nnar: cehennem ve ateşte olmak. cem' eylemek: toplamak, bir araya getirmek. cemal: yüz güzelliği. cemi'. toplamı, hepsi. cemre: ateş halinde kömür, şubat ayında azar azar artan sıcaklık. cemre taşı: hacc töreninde bir defa atılır. ceng ü cidal: savaş, mücadele, vuruşma. ceng: savaşma, vuruşma. cengaver: cenk eden. savaşçı. cennet: ahirette müminlerin gideceği yer, uçmak. cercis: bir peygamber. cesamet: büyüklük, irilik. ceste ceste: azar azar, derece derece. cevahir: cevherler, kıymetli taşlar, elmaslar, öz'ler. cevelan: dolaşma, gezinme. cevher: maya, öz. elmas, değerli taş. cevr: haksızlık, eziyet. tas. tarikat adamının ruhen ilerlemesine engel olan şey. cevr okın atmak: eziyet etmek. cevr ü cefa: haksızlık, eziyet. cevşen: zırh, vaktiyle giyilen savaş elbisesi, ceyş: asker, ordu. ses, seda. cezbe: ruhun hayret ve sevince kapılarak sanki cesetten hariç bulunuyormuş gibi olması, heyecana gelmesi. tarikat ehlinin kendinden geçme hali. cib ü destar: cübbe, sarık. cibril: cebrail, allah'tan peygamberlere vahiy getiren melek, dört büyük melekten biri. cidd: bir işi gerçekten çalışıp işleme, ciddilik. cife: leş. cihanı can: ruhlar alemi. cihet: yan, yön, taraf; yüz, yer; yüz, sebep, vesile. cinan: cennetler, uçmaklar, bahçeler. cirit: at üzerinde ve ucu delmeyen mızrakla oynanan bir oyun. cism ü can: beden ve ruh. cismi pürkal: sözle dolu vücut. cismi viran: geçici, ölümlü varlık. combadak: takla atmak. cud: cömertlik, el açıklığı. cuş: coşma, kaynama. tas. coşma, taşma. cuş u huruş: coşma ve gürültü. cuşa gelmek: coşmak, kaynamak, kendinden geçmek. cübbe: sarıklı din adamlarıyla bazı yaşlı kimselerim giydikleri uzun elbise. cüda: ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış. cüda kılmak: ayırmak. abdurrahman güzel cümlesi: hepsi. cünbiş: kımıldanma, hareket. cünun: delirme, çıldırma, delilik. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi. cür'. yudum, içim. cür'adan: içki kadehinin dibinde kalan kısım. şarap artıklarının döküldüğü kap. cüst ü cu: arayıp sorma, araştırma. cüvan: genç, delikanlı. çç çabüksüvar: iyi at süren, ata iyi binen. çah: kuyu, çukur. çahı zindan: zindan kuyusu. çakmak: geçmek, hakkında söz söylemek. çaker: kul, köle, cariye, yanaşma. çalab, tanrı. çapük: çabuk, tez, çevik. çapükbaz: çevik. çar fasl u çar erkan: dört ana unsur. çar unsur dört unsur: toprak, hava, su, ateş. çarh çerh. çark, tekerlek. felek gök. çarhı felek: sihir, talih. yanarken dönerek ateş saçan donanma fişeği. hanımeline benzer bir çiçek. çarhı gaddar: zalim felek, kötü talih. çarhı gerdun: dönen felek. çarhı kebud: mavi felek. çarhı muallak: asılı boşlukta olan çark, gökteki, gelek, boşlukta dönen, devreden. çarnaçar: çaresiz, ister istemez. çatal derbend: elmalı'da bir yer adı. çec: yığın, samanından ayrılmış tahıl yığını, çegane: tef, çengi tefçiği. çeh: kuyu. çeharkuşe: dört köşe. çehi cayı tak u revak: dünya çend: birkaç çendan: o kadar. çendbar: birkaç defa. çeng: kanuna benzer, dik tutularak çalınır bir çeşit saz. çerag: fitil, mum. otlama, otlak. çerende: otlayıcı, otlayan. çeri: asker, er. çerviş: hayvanın eritilmiş yağı. kavrulmuş un ile yapılan bir çeşit yemek. çeşm: göz. çeşmei hayvan: abı hayat denilen suyun, bengisu'yun çeşmesi. çeşmi giryan: ağlayan göz. çeşn: bayram. ziyafet, şölen. düğün. çeşnegir: aşçıbaşı, sofracıbaşı saraylarda yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse. çeşte: bir çalgı aleti, altı telli. çevgan: guy uçevgan, cirit oyununda topu çelmek için kullanılan ucu eğri deynek. çıkıp varmak: kalkıp birisinin yanına gitmek. çın: duygu. çıra: çerağ. çile zevk ve sefadan el çekerek ıssız ve sakin bir yerde yapılangünlük ibadet. eziyet, sıkıntı. çillei aşk: aşkın çilesi. çin: kıvrım, büklüm, kırışıklık. çomak: başı iri ve toparlak değnek. çun ü çira: nasıl ve niçin. çü çün. gibi, mademki, çünkü, nasıl, niçin. çü: gibi. çüst ü çalak: çok hareketli. dd dabbetü'l'arz: hadisi şerifle ahir zamanda olacağı haber verilen ve ahir zamanın alametlerinden olan bir nevi mahluk. . dad: adalet, hak, doğruluk. insaf. vergi, ihsan. dahhak: çok gülen. iran'da eski tarihte yaşamış çok zalim bir hükümdarın adı. dahı: dahi, bundan başka, aynı zamanda, hem de, ve dahl u ta'riz: işe karışma, dokunma. dahl: girme, karışma; te'sir, nüfuz, niyet, fikir. daire: barınmak için yapılan bir yapının kullanılan herhangi bir bölümü, katı veya bölümü. dak dutmak: kusur bulmak, ayıplamak, kınamak. dakyanus: ashabı kehf zamanında yaşayan bir hükümdar. dalgıç: mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam. dama: deniz, bahr. damen: etek. damı tezvir: tezvir, yalan tuzağı. dana: bilgili, bilen, malumatlı, alim. dane: benler tane tane şeklinde olan benler. dane: tohum, çekirdek. kurşun, gülle, tane. da'ne urmak: kınamak, ta'n etmek. daneyi dam: tuzak tanesi, avlanacak hayvanı tuzağa çekmek için konulan yiyecek taneleri. dangadak: dank diye, birdenbire, ansızın. danişmend: bilgili, ilimli. tanzimattan önceki dönemde, kadıların yanında staer olarak çalışan kimseler. dar: yer, mekan, konak. darb: vurma, döğme, darbe. darı arab ü mülki acem: arapların ve acemlerin yaşadıkları yer. daru'lkarar: kararlı, devamlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. dasitan: destan. daşra taşra. dışarı, dışarıya. davul: vurmalı çalgı aleti. deccali lain: kıyametten az evvel çıkacak ve isa tarafından öldürülecek olan kovulmuş, lanetlenmiş yalancı ve zararlı şahıs, yalancı mesih. dede: tarikat usulüne göre mesafe katetmiş, manevi makam sahibi olan kişilere verilen unvan. mevlevi tarikatında çile doldurmuş olan dervişlere verilen unvan. de vurmalı çalgı aleti. defter ü divan: not yazmaya mahsus kağıttan beyaz kitap. defteri ışk: aşk defteri. bir aşk macerasına ait yaşanılanların tamamı. degin: kadar, denk. degşürmek: değiştirmek, değişmek değirmi: yuvarlak, dairevi. dehan: ağız. dehr: zaman, çok uzun zaman, ebedi. bin yıllık zaman. dünya. dehri: dünyanın sonsuzluğuna inanıp öteki dünyayı inkar eden, ruhun da cesetle birlikte öldüğüne inanan. dehrii bid'at: bidat sahibi, dinsiz. delil: kılavuz, doğru yolu gösteren, meçhulü keşfetmekte ve malumun doğruluğunu ispat etmekte kullanılan vasıta veya unsur. delili ayat: ayetlerin delili. dellal: ilan edici, yüksek sesle bildiren. müşterileri çeken, davet eden. tas. hakka davet eden. dem bedem: bazen, vakit vakit ara sıra. dem ü kadem. dem: nefes, soluk. an, vakit, saat. demi safa gönül: mutlu, ferah gönlün zamanı, mutluluk zamanı. demsaz: arkadaş, refik, hemdem, dost, sırdaş. deng: hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem. iki sert maddenin tokuşmasından hasıl olan ses. deni: soysuz, alçak, ahlaksız. dünyaya ait, fani ve geçici. yakın, karib. denlü: kadar, gibi. depelemek: alt etmek, öldürmek, yenmek. depme: tekme. depredmek: eşelemek, kurcalamak, araştırmak. deprenmek: hareket etmek, harekete gelmek, kımıldanmak, sarsılmak. der: toplamak, biriktirmek. der ü divar: kapı ve duvar. der'akeb: akabinde, hemen arkasından. deraguş: kucakta. derbengi: tiryaki kapısı. derdi bişümar: sayısız dertler. derdi gubar: toz dereli. derdi ser: sıkıntı, baş derdi, baş ağrısı. derdmend: dert sahibi, tasalı, kaygılılar. dergah: cenabı hakk'a ibadet edilen yer. büyük bir huzura girilecek kapı. padişahların kapısı. şeyhlerin tekkesi. deri biyaban: el kapısı olmayan. derman: ilaç, tiryak. kurtuluş sebebi. takat, güç, kuvvet. dermiyan eylemek: ortaya koymak, açığa çıkarmak. dermiyan: ortada olan şey, arada. abdurrahman güzel derneşüb: toplanıp, yığılıp. derun: iç taraf, dahil. kalb. deruni: içle ilgili, gönülden, içten. dervaze: büyük kapı, büyük binanın büyük sokak kapısı, kale ve şehir kapısı. derviş: gayet mütevazi ve kanaatkar olan. kimsesiz, fakir. maneviyatla gönlü zengin olan fakir. mürid veya şeyh. dervişan: dervişler. derya vü umman: deniz ve okyanus. deryayı hikmet: hikmet, bilgi denizi. deryayı külzüm: çalkalanan deniz. deryayı umman: açık deniz, okyanus. dest: el. destar: sarık. destbus eylemek: el öpmek. destgir: muavenet, arka olmak. tutucu, yardımcı. elde tutan. desti kader: kaderin eli. destur: asıl. kanun. veziri azam, baş vezir. devlet ü ikbal: ulviyet, kutluluk ve iyi talih. devleti bidar: uyanık baht açık talih. devleti hüma: saadet, mutluluk kuşu. devleti paydar: sağlam, sürekli talih. devletlü: mutluluk ve refah içinde olan kimse. osmanlı devleti'nde paşa, vezir gibi devlet adamlarına verilen unvan. devran: devir, felek, zaman, deveran, dünya. devri eyyam: günlerin geçişi. devri zeman: zaman, çağ, dönem. devri zuhal: zuhal devri. devriye: osmanlı imparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir paye. devşürmek: derlemek, toplamak, bir araya getirmek. devvar: durmayıp dönen, devreden, devredip gezen. gerdan. kabei muazzama'nın bir adı. haremden alıp beraber tavaf edilen taş. deyr: kilise, manastır. alemi insaniyet, insanlık alemi. deyyar: bir kimse. yurt sahibi birisi. manastır sahibi. dıraht: ağaç. dıraz: uzun. dibad: adaletsiz, zalim. dibek: taş veya ağaçtan yapılmış çok büyük havan, didar: mülakat, görüşme. görünme. yüz, çehre. görüş kuvveti, göz. açık, meydanda. dihban: köy bekçisi. dil: gönül, kalb, niyet. cesaret, yürek. dilaram: gönül alan, gönül kapan, gönül okşuyan. dilber: gönül alan, kalbi çeken. güzel kadın. dilberi mehru: ay yüzlü kadın, sevgili. dildar: kalbi hükmü altında tutan, sevgili. dilgir: gönül tutan, kalbe sıkıntı veren gücenik, kırgın. dilgüşa: iç açan, gönül açan, kalbe ferah veren. dilhun: kalbi yaralı, yüreği kanlı. mükedder, mağmum. dili avare: serseri gönül. dilki: tilki. dilpezir: makam kabul eden gönül. dilriş: yüreği yaralı, dertli. dimyad: mısır'da, süveyş kanalı ağzında bir liman. direm: derim, söylerim. dirig: men etmek. korumak, esirgemek. eyvah, yazık. diriga: yazık, eyvahlar olsun! dirlik: yaşayış, hayat, sağlık, geçim. tahsisat, ödenek. dirneşmek: toplanmak, yığılmak. diş vurmak: yemek, çiğnemek, dişlemek. div: dev. iblis, şeytan. cin, ifrit. divan: eskiden yaşamış şairlerin şiirlerinin toplandığı kitap. büyük meclis. büyük ve idare işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer. divan u evrak: toplantı ve belgeler. divan u yargu: toplantı ve mahkeme. divane: deli, budala, alık. divperest: şeytanperest, şeytana tapan, şeytana uyan. diyüben: deyip, söyleyip. dolabı feryad u zar: dünya. dolabname: don: elbise, kılık, kıyafet. donuz: domuz. döl: yavru. nesil, soy. dönüben: dönüp. dört anasır: dört ana unsur varlık. toprak, hava, su, ateş. dört kitab: zebur, tevrat, incil ve kur'an. dört tabiat: dört unsur, dört mevsim. döymemek: dayanamamak, katlanamamak, tahammül edemek. dudu tuti. dudu kuşu, papağan. duhan: duman. tütün. kur'anı kerim'in. suresinin adı. gaflet ve dalalet dumanı ki, hakikatlerin görünmesine mani olur. kıtlık ve kuraklık. dun gelmek: kalkıp gelmek dur dağı: elmalı'da bir yer adı. dur olmak: uzak kalmak. durugelmek: ayağa kalkmak. duş: rastlama, uğrama, duçar olma. iptila. duzah: cehennem, tamu. keder, külfet. dü cihan: iki dünya, dünya ve ahiret. dü: iki. dü saray: iki saray, iki dünya düçar: yakalanmış, çatmış, mübtela. ulaşmış. düglek: olmamış kavun. düğer: kalın ağaç direk, mertek. dükel: hep, cümle, hepsi, bütün, herkes. düketmek: tüketmek, bitirmek. dümbedek: birden bire, aniden. dün ü gün: gece gündüz. dünya alem: yeryüzü. dünya külli fanidür: dünya tamamen geçicidir. dünya lezzeti: insanın nefsini çeken dünyevi tatlar. dünya metaı: dünya malı. dünya vü ukba: dünya ve ahiret. dünyada dünyan yok, ahirette ahiretin: her iki dünyanı da birden mahvettin anlamında bir deyim. dünyadan el etek çekmek: her şeyden vazgeçmek. dünyaya gelmek: doğmak. dünyayı dun: alçak, kalleş dünya. dünyayı mekkar: hilebaz, aldatıcı dünya. dürdane: inci tanesi. çok güzel ve sevimli çocuk. dürişmek: çalışmak, çabalamak, sebat etmek. karşı karşıya gelmek, çarpışmak, mücadele etmek. dürr dürdane, dürre. inci, inci tanesi. dürr ü cevahir: inci ve mücevher. dürr ü cevher: inci ve mücevher. dürr ü sade inci ve inci kabuğu dürrac. türac denilen kuş. dürri derya: deniz incisi. dürri şahvar: iri ve iyi cins inci. dürri vahdet: birlik incisi. dürri yekta: benzeri olmayan, tek inci. peygamber. dürri yetim: tek, iri, paha biçilmez, eşsiz inci, muhammed. düşmişlerün elin tutmak: yardıma muhtaçlara, yoksullara, sefillere yardım etmek. düşvar: güç, zor. dütün: duman. düval: tasma, kayış. düz: düzgün, gerçeğe uygun, doğru; müsavi, birbiri gibi, ova, düzlük, yazı. düzmek: dizmek, ipliği geçirmek. yapmak, meydana getirmek, tertip ve tanzim etmek hazırlamak, nazetmek, düzeltmek, düzen vermek, süslemek, donatmak. düzgün: doğru. düzülmek: düzelmek, intizama girmek, eski haline dönmek yapılmak, tertip, tanzim olunmak. dizilmek, sıralanmak. ee alleme'lkur'an okumak: kur'an'ı hakkıyla okuyan kimse. ebced: arap harflerinin rakam gibi kullanılışında bir kelime veya ibareden tarih veya bir sayı çıkarılması, ebed mülki ahiret. ebed: sonsuzluk, sonu olmamak. ebedi ömri cavidan: sonsuz ömrün devamı. ebleh: pek akılsız, ahmak, bön. ebrar: özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. sadıklar, iyiler. ebsem epsem. sessiz, ses çıkarmayan, susan. abdurrahman güzel ebter: kuyruğu kesik hayvan. sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. eksik, tamamlanmamış. ecel sayyadı ömür avcısı, azrail. edani: ednalar, en deniler, en alçaklar; alçak, pek bayağı ve aşağılık kimseler. edeb: terbiye, insanlara lütuf ile muamele etmek, güzel ahlak, usluluk haya. edna: pek aşağı, en bayağı, çok alçak. az, pek az. efgan: acı ile bağırıp çağırmalar, feryatlar. eflatun: platon. aristo'nun üstadı, sokrat'ın talebesi, eski yunan filozofudur. efsane: masal. uydurulmuş yalan. hikaye. efsun: büyü, sihir. egin egn. sırt omuz, ehli aşk: aşk ehli, aşkı yaşayan kimse. ehli cihan: cihan ehli. dünyaya, dünya malına hasret kimse. ehli derd: dert ehli, kaygı . ehli dil: gönül ehli. ehli hüner: hüner ehli, maharetli, becerikli kimse. ehli ibadet: ibadet ehli, ibadet eden kimse. ehli irfan: kainatın yaratılış sırrını bilenler. ehli kemal: kemal ehli, olgunluğa erişmişkimse. ehli lakab: isim sahibi. ehli niyaz: niyaz ehli, allah'a yalvaran, yakaran, ibadet eden kimse. ehli şedd: bir yola, bir kimseye sıkı sıkıya bağlıolan kimse. ehli şekavet: bedbaht ehli, kara bahtlılar ehli; eşkıyalar gurubu, haydutlar ehli. ehli tarik: bir yoldan giden, bir yola bağlı kimse. ehli tevhid: cenabı hakk'ın birliğini bilip inananve sadece bir allah'a bağlanıp ibadet eden kimse. ehlu'llah: allah adamı, veli. ejderha: büyük canavar, büyük yılan. ekabir: görgü ve faziletçe büyük olanlar, devlet ricali. ekabir: en büyükler. pek büyükler. devletricali. rütbece büyük olanlar. eki itmek: bir şey yeme, yenilme. ekmel: çok olgun. eknun: şimdi. el'an: hala. el baş üstüne: değer verme. el kavuşturmak: el pençe divan durmak. elest demi: cenabı hakk'ın ruhları yarattığında ben rabbiniz değil miyim? diye sorduğunda, ruhların: evet rabbimizsin. diye cevap vermeleri anına elest meclisi veya bezmi elest denir. elest demi de bezmi elestin gerçekleştiği zamanı işaret eder. elfaz: kelimeler, sözler. elfi tac: yeniçeri üsküfüne benzeyen bir çeşit tac. elhasıl: netice itibariyle, sözün kısası, uzatmayalım. eli arap alfabesinin birinci harfinin adı. ülfet. den bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. ebcedi değeri de bire delalet eder. elifkadd: elif gibi boy, elif gibi düzgün ve uzun boy. elin yumak: elini yıkamak. eline ayağına düşmek: yalvararak yardım istemek, aman dilemek. eliyazü bi'llah: allah'a sığındık, allah esirgesin. elvan: renkler. muhtelif görünüşler. em: ilaç, çare, deva. emcek: meme. emin: emniyet sahibi, korkusuz, şüphe etmeyen, kendisine güvenilen. emini kirdigar: allah'ın kesin varlığı. emri ma'ru akim ve dinin caiz ve güzel gördüğü şey, buyruk. enbiya: nebiler, peygamberler. encum ü eflak: yıldızlar ve semalar. endaze: altmış santimetrelik bir uzunlukölçüsü. enderhezar: binler içinde. ene'l hakk: ben hakk'ım. enek: çene. enfüs: nefisler, ruhlar, canlar, yaşayanlar. enis: dost, arkadaş, ünsiyet edilmişolan, alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. sevgili. ente bihamdi şakir: şükür ve hamd edensin. ente ganiyy ü fakir: zengin ve fakirsin. ente kaviyy ü tarik: yolu güçlüsün. ente muhibb ü sadık: sevgili ve sadıksın ente'ssiracü'lmünir: parlak güneşsin. envar: nurlar, ışıklar, aydınlıklar. maddi veya manevi karanlıktan kurtarmaya vasıta olanlar. epsem eylemek: susturmak. er okuna uğramak: kötü bir işin sonunda bir din ulusunun gazabına uğramak. erbabı ayan: bir memleketin ileri gelenleri, devlet ricali. eren: allah'a yakın, evliyalık derecesinde olan. erguvan: kırmızımtırak, bir çiçek. erkan: rükünler, esaslar, temeller. ileri gelen kimseler. erte gice: sabah akşam, gece gündüz. erte, irte: yarın, sabah. erteye komak: bir sonraya bırakmak, ertelemek. erzan: ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan. layık, münasip, muvafık, müstehak, uygun, yerinde. esbab: sebebler, bir şeye vasıta olanlar, sebeb olanlar. esenlik: dua, selam. selamet, sağlık, huzur, rahat. sağlık dileği. esfel: en aşağı, en alçak, en sefil. esfele safilin: cehennem. esir: kul, köle. harpte teslim alınan düşman, teslim olan. esiri bend: iple bağlı olanlar. esma: adlar, namlar. esmai hüsna: allah'ın isimleri. cenabıhakk'ın güzel isim ve sıfatları. esmai nebi: peygamberimizin güzel isim ve sıfatları. esrar: sırlar, gizli hikmetler ve manalar, bilinmeyen şeyler. keyif veren zehir, uyuşturucu madde. elinde ve el ayasında olan hatlar. esrar sözlü: sözlerinde güzellikle beraber faydave hikmet olan, sözleriyle geleceğe ait birtakım şeyleri işaret eden. esrarı mu'lak: bilinmeyen sırlar. esrarmest: sır sarhoşu. esrimek: sarhoş olmak, aklını yitirmek. delirmek, kendinden geçmek. azgınlaşmak, sertleşmek, çok kızmak. esritmek: sarhoş etmek. esrük: sarhoş. meczup, deli. kızgın, öfkeli. esselam: selamlar, hayır dualar olsun. eşcar: ağaçlar. eşkal: şekiller, kılık. eşkere açık, belli, ortada. eşra şerefliler, ileri gelen büyükler. etek dermiyan etmek: etek öpüp isteğini arz etmek. etmeg ü aş: ekmek ve yemek etmek ekmek. evla: daha uygun, daha layık, daha iyi üstün. evliya eteğin tutmak: velilerle beraber olmak. evliya: veliler; nefsine değil, daima cenabı hakk'ın rızasına tabi olmaya çalışan, ibadet takva ve riyazatta çok yüksek mertebelere ulaşıp allahınsevgisini kazanan ve yakını olan büyük ve ender zatlar. evliya vü enbiya: veliler ve peygamberler. evrak: sahifeler yapraklar. evran: biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim. evsatuha kemam: önce selam. evvelüha selam: önce selam. ey'atı fat: ölümün, ecelin elleri. eya: ey, hey . eydür: dedi ki. eyitmek: demek, söylemek. eyleyüben: eyleyip, yapıp. eyvan: köşk. büyük salon, büyük sofa, davanhane. eyyam u devran: zaman, devir, günler ve devir. eyyam: günler, gündüzler. eyyub: kur'anı kerim'de ismi geçen ishak aleyhisselam'ın oğlu olan ays'ın evladından eyyub aleyhisselam. eyyubveş: eyyub'a benzer, eyyub gibi. ezbahri cevlan: akan denizden. ezel: zamanın ebediliği, başlangıcı olmayan zaman. ezeli: başlangıcı olmayan, allah. ezeli azal: ezeller, öncesi, öncesiz zamanlar. ezrak: saf ve temiz su. gök renkli, mavi. ff fahr: övünme, yaptığını sayarak övünme. övülmeye sebep olacak kimse. fazilet büyüklük, şeref. fahr libası: övgü elbisesi. abdurrahman güzel fahrı alem: alemin övüncü, muhammed. fahte: üveyik kuşu. faideta: faideler. fak: yaşlanmış, ihtiyar kimse. fak: tuzak. fakı: islam hukuku alimi, fakih. fariğ: işini bitirmiş, boş kalmış, alakasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş. fık. tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden. fariza: farz, allah'ın emri, lazım, vacip, gerek, borç, vazife. fasık: allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın günah işleyen, fesatçı, kötülük eden. faslı bahar: ilkbahar mevsimi. faslı hazan: sonbahar mevsimi, güz. faş itmek: açıklamak, meydana çıkarmak, gizli bir hususu açığa vurmak, dile vermek. faş: meydana çıkmış, yayılmış, anlaşılmış olan. fatiha: kur'anı kerim'in suresi; başlangıç, açış, giriş. fazl: alimlere yakışır olgunluk. iman, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, marifet, üstünlük. fehm: anlama, anlayış. fehm itmek: anlamak, kavramak. felek: gökyüzü, sema. fena: yokluk, yok olma. geçici dünya. geçip gitme. fena ehli: kendi varlığından geçenkişi, maddi varlıktan geçmiş kişi. fena: kötü, iyi olmayan, uygunsuz. fenaenderfena: yoklukta yok oluş. feneuzu billah: allah'a sığınırız. fengedek: birdenbire. fer. şube, kol, dal budak. ikinciderecede olan. bir aslın neticesi. feragat: tok gözlülük, hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. şahsi davasından vaz geçmek. ferah: bol, geniş, fazla, ziyade. açık. ferd: tek, yalnız olan şey, çift olmayan, eşi bulunmayan. ferec: sıkıntıdan kederden kurtulmak. genişlik, ferahlık. ferhad: ferhat ile şirin hikayesinin aşkı için her şeyi göze alan erkek kahramanı. ferhunde: mübarek, mesut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu. fer'. asılla ilgili olmayıp, fer'a mensup olan, ayrıntılar, ikinci derecede olan. feridüzzeman: zamanın, asrın bir tanesi. ferişte: melek, günahsız, masum, iyi huylu. fermanı kaf u nun: kur'an. ferraş: cami, mescit, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tabir. ferş: yer yüzü, kır, sahra. feryad: bağırıp çağırma, yüksek sesle medet isteme. figan. feryad u efgan: bağırıp çağırma, yüksek sesle medet isteme. figan. feryad u zar: medet isteme, inleyip yüksek sesle ağlama. feryad ü ah: medet isteme, acılardan dolayı yüksek sesle inleme. feryadı feryaz: feryat, bağırma, konuşma, seslice duyurma. ferzend: oğul, çocuk. fesad: bozuk ve fenalık. karışıklık. fesemme vechu'llah: ne yana dönersen allah'ın vechini görürsün. feşar: sıkıcı, sıkan, sıkıp suyunu çıkaran. feşarenderfeşar: sıkıcılık içinde sıkıcılık. fettan: fitneci, kurnaz, fitne çıkaran, karışıklık çıkaran. fetva: bir olay, olgu veya muamele hakkındaki şer'i yargıyı ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen malumat, bilgi. fırak: fırkalar, partiler. alaylar, bölükler. cennetler. ehli sünnet cemaatinden ayrılan mezhepler. fırsatı devlet: talihin fırsatı. fısk: hakk yolundan çıkma, allah'a isyan etme; ahlaksızlık, kötülük. fi'lhal: hemen, şimdi. figan: ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma. fikr ü meşgulüm: işim, fikrim. fikr ü tedbir: düşünce ve tedbir. fikri bihude: boş düşünce. fikri hayal: hayal etme. filibe: bulgaristan'da bir yer adı. filorüm: altın para. fingedek: hemen. firak: ayrılık, hicran. firak u derd: ayrılık ve ayrılığın acısı. firaset: zihin uyanıklığı. bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. bir kimsenin ahlak ve istidadını yüzünden anlamak. firavun: ilahlık iddia eden dinsiz, azgın veşaşkın insan. mısır'da, hususan hazreti musa zamanında allah'a isyan edip ilahlık davasında bulunan, musa peygamber'e inanmayan hükümdar. firdevs: cennet. cennette altıncı kat. bostan. firişte. masum, suçsuz, günahsız. melek. iyi huylu kimse. firkat: dostlardan ve sair sevdiği şeylerdenayrılış. fişar: taşkın. fitne: insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. karışıklık. ara bozmak. dedikodu. fitnei şeytan: şeytanın insanları hakikatten, allah yolundan saptırması. fodul: üstünlük taslayan, kibirlenen. fuçı: fıçı, tahtadan yapılmış çemberli, ortasışişkin kap. fukara: yoksullar, fakirler. furkan: hak ile batılı birbirinden ayıran, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı fark edipayıran. kur'anı kerim. kur'anıkerim'in. suresinin ismi. furun: fırın. fuzul: fazla şey. lüzumsuz söz. fuzulluk, fudulluk: sıradan, töreden dışarı iş yapma, münasebetsizlik, fodulluk. füruş: döşemeler, yerlere serilen örtüler, yaygılar. gg gaddar: çok zulmeden, merhametsiz. gaddarlık: zalimlik, zulm etme. gadri külli: fazla vefasızlık, merhametsizlik. gaffaru'zzünub: günahları affeden, bağışlayan, günahkarlara çok acıyan . gafil olmak: herhangi bir işin gerçeğini bilmemek, haberi olmamak. gafil: gaflette bulunan, ihmal eden, ilerisini düşünmeyen. gaflet: dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. tas. en mühim vazifeyi düşünmeyip, cenabı hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak, nefsine ve heveslerine uyarak allah'ı ve emirlerini unutmak. gah yer ve zaman bildiren bir ek'tir. gahi gehi. ara sıra, zaman zaman. galaba: kalabalık. galat: yanlış, hata. gam: keder, tasa, dert, elem, kaygı. gamgin: gamlı, kederli. gammhar: gam yiyen, kederlenen, tasalanan gamze: süzgün bakış. gani: zengin, kimseye muhtaç olmayan, varlıklı. bol. gani: kerem tanrı. ganimet: beklenmeyen kazanç, düşmandanalınan mal. garaz: maksat, niyet, gaye, kasıt. kötüniyet, kin. ok atılan nişan. ıstırap, acı. gav: öküz, sığır, bakara. gavvas: çok gayretli, çalışkan. suyadalan, inci arayan dalgıç. gayb erenleri: geçmiş ve geleceğe aitbirtakım bilgileri bilme gücüne sahip olanerenler, veli kişiler. gaybet gıybet. aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, dedikodu. gaybi: kaygusuz abdal'ın asıl adı. gayran: diğerleri, başkaları, yabancılar. gayrı: yabancı, ayrı, başka. gazabnak eylemek: gazaplandırmak, öfkelendirmek, kızdırmak. gazeliyyatı şeri şerefli, güzel gazeller, geda: fakir. kimsesiz. dilenci. geh: ara sıra, bazen. genç: define, hazine, gömülü hazine. genceli: menanıbname'de geçen elmalı'da bir yer adı. genchane: hazinenin bulunduğu yer. genci ebed: ebedi hazine, sonsuzluk hazinesi. genci ezel: bitmez hazine. abdurrahman güzel genci kadim: başlangıcı olmayan hazine . genci külhan: külhandaki hazine, layhar, ateş. genci layefna: tükenmez hazine, kanaat. genci mahfi: gizli hazine. genci nazar: düşünce hazinesi, iltifat hazinesi. genci nihan: gizli hazine. genci revan: karun'un kaybolup giden hazinesi. genci saadet: mutluluk hazinesi. genci viran: viranlık yerdeki hazine. genez: kolay, uygun, kolayca. gerd: gelimelere eklenir ve dönen, dolaşan anlamlarını verir. örneğin: tizgerd: çabuk dönen. gerdan: dönen, dönücü çeviren. gerdiş dönme, dönüş. çevrilme, dolaşma. gerdişi devran: zaman. gerdun: dönücü, dönen, devreden, felek, dünya. gerdun okı zahmı: kaza, insanın başına gelenlergerkes kerkes, akbaba. gevher: akıl ve edeb. asıl ve nesep. elmas, cevher, mücevher, inci. gevheri kan maden ocağındaki cevher, elmas. gevheri pak: saf elmas, saf cevher. gevhername kaygusuz abdal'ınbeyitlik mesnevisi. gevhernüma: cevher gösteren. gezdürevüz: gezdiririz, gezdirelim. gezend: zarar, ziyan, elem, keder, afet, musibet. gezende: gezerken. çok gezen. gıll u gış: aklın muhtelif fikirler üzerindekararsızlığı. gönül darlığı. kin ve hile. hıyanet. gılman: cennet'tekilere hizmet eden güzeldelikanlılar, genç. gil: su ile ıslanmış toprak, balçık. lüleciçamuru, kil. gile: şikayet. gin, gen: geniş, bol. girdar eylemek: meşgul etmek. girdgar: allah, yaratıcı, kudret sahibi. giriftar olmak: tutulmuş, yakalanmış, esir. düşkün, uğramış, tutkun. giriftar: tutulmuş, yakalanmış. girih: düğüm, bağ. girişmek: karışmak, müdahale etmek. giryad: ağlayan. giryan gözyaşı döken, ağlayan. girye: gözyaşı. gonca: tomurcuk, çiçeğin açılmamış durumu. göçmek: ölmek, öbür dünyaya irtihal etmek. gögercin: güvercin. gök ehli: melekler. gökçek güzel, sevimli, hoş. gökçek müselman: iyi, güzel müslüman. gön: büyükbaş hayvan derisi. gönenmek: nimete, refaha kavuşmak, faydalanmak, sevinmek, mesutt olmak. gönlegi kaftan eyledim: gömleği kaftan ettim. gönlek: gömlek. gönül evinden istemek: can u gönülden, içtenlikle istemek göricek: görünce, görklü: güzel, iyi, mübarek. göyünmek: parlamadan içten yanmak. gözgü: ayna. gözi cazu: gözleri cadı gibi olan, gözleri sihirli, büyüleyici olan. gubar: toz. gugu: kuşun cıkardığı ses gulam genç, delikanlı, bıyığı henüz bitmemiş genç. esir, hizmetçi, köle. gulamı şahı merdan: ali'nin kölesi. gulgula. bağrışıp çağrışma, şamata, gürültü, velvele. ağız tarafı dar olan bir kaptan akan suyun çıkardığı ses. güne: tarz, gidiş, yol, tarz. sıfat. gur: mezar, kabir. gurab: karga. guristan: kabristan, mezarlık. gusn: ağaç dalı, budak, filizler. gussa: keder, tasa, gam. boğaza takılanyemek. ağaç, diken. gussalanmak: üzülmek, kederlenmek. guşe: köşe, bucak. guzat: ayıp, zillet, noksanlık. güft: dedi, söyledi. söz, kelam. güftar: sözler, lakırdılar. gügercin: güvercin. güher: mücevher, cevher. güher: mücevher, kıymetli taş, inci, gevher. gül ü reyhan: gül ve güzel koku. gülbank gülbang. bir cemaat tarafındanbirlikte söylenen dua, ilahi, tekbir. gülbeşeker: gülşekeri. gülbün: gül yetişen yer, gül köşkü. gülfeşan camii: alanya'da selçuklularzamanında yapılan cami'in adı. güli beyabani: gulyabani, kötü cin, şeytan. güli gülzar: gül bahçesinin gülü. güli handan: gülen, neşeli gül. güli sürh: kırmızı, kızıl gül. gülsitan: gülyeri, gül bahçesi. gülşen: gül bahçesi, güllük. gülzar: gül bahçesi. güman: zan. tahmin. sanmak. şüphe. gümrah: yolunu şaşırmış, doğru yolan sapmış. bol, gür. günbegün: günden güne. güneyi kuz eylemek: işi zorlaştırmak. güruh: cemaat, bölük, takım. gürz gürz; yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. güsale: öküz, sığır. güyer: bitkinin yeşermesi, güvermek. güza boş, lüzumsuz, beyhude. kuhı burri bir dağ hh hab: uyku. habbe: tane. tohum. ihtiyaç. parça. dirhemin kadarıni ifade eden ağırlık birimi. haberdar: haberli, vakıf, bir meseleden haberi olan. habib: sevilen, sevgili. seven. dost. habir: haberli, haberdar. alim. herşeyi bilen allah. hacc: kasdetmek. ihtilaflı bir olayda deliller ile galip olmak. fık. islam'ın şartlarından ve hali vakti müsait olan her müslümana farz olan, mekkei mükerreme'deki kabei şerif'i usulüne uygun olarak arabi zilhicce ayı, kurban bayramı günlerinde bir defa ziyaret etmek. hacalet: utanma, utangaçlıkla şaşırma, hace hoca, muallim. efendi, sahip, aile reisi. hacei beytü'lharem: kabe'nin hocası. hacet: ihtiyaç, lüzum. hacib: perde. perdeci. kapıcı. eskiden osmanlı imparatorluğu zamanında devlet reisinin en yakın memuru, vezirler veya amirler. kaş. hacil: utanmış, utanan, utanmaktan yüzü kızaran. haddı hudut: çizgi, sınır. hadd ü hal: yanak ve ben. hadd ü şümar: sınır ve sayı. haddüni bilmek: davranışlarda sınırı, çizgiyibilmek. hadem ü haşem: hizmetçiler, hademeler, maiyet. hadeng hadenk. kayın ağacı. kayın ağacından yapılmış ok. hadika: bahçe. hadis: her söylenişinde yeni haber gibidinlenmeğe layık. peygamberimizin sözü, emri ve hareketleri. hadis ü ahbar: hadisler ve haberler. hadisi mezkur: daha önce söylenilen hadis hakayık: hakikatler, gerçeklikler. hakk: doğru, gerçek. vacib ve lazım olan. her sabit ve doğru olan şey. adalet. hak toprak. hak ile yeksan olmak: toprak ile bir olmak, yıkık. hak u bad: toprak ve yel, rüzgar. hakister: kül, ateş külü. haki pa. ayak tozu. haki payi evliya: velilerin ayak tozu. haki payine yüz sürmek: ayak tozunayüz sürmek. hakikat: bir şeyin aslı ve esası, mahiyeti. gerçek, doğru, sahih. hakim: hikmet sahibi olan. tabip, doktor. hakim: haklı ve haksızı ayırıp hak ve adaletüzere hükmeden. başkasını müdahale ettirmeden idare eden, allah. hakim ü dana: hikmet sahibi ve akıllı. hakk evi: gönül, kalp. hakk'a vuslat olmak: hakka kavuşmak. hakk taala: allah, tanrı. hakke'llyakin: bularak inanmak, görüşün olur haline gelmesiyle hakikati, inançla ulaşmak. . abdurrahman güzel hakşinas: hakk'a riayet eden. halas: kurtulma, kurtuluş. halayık: cariye, hizmetçi. haldaş: aynı durumda olan, arkadaş, dost. haleb: suriye'de bir şehir. hale birinin yerine sonradan geçen kimse. hali behali: boş, bomboş. halid bin velid: cahiliye devrinde kureyş eşrafındandı. hudeybiye savaşı'ndan sonra müslüman oldu. resuli ekrem aleyhissalatü vesselam, kendisine seyfullah namını vermiştir. çok kahraman bir gazi idi. suriye, filistin, şam gibi yerler onun gayreti ile fethedilmiştir. halife: öncekinin yerine geçen. fık. ilahi, yani şer'i hükümlerin tatbik ve icrası için peygamber'evekil olan zat. hak: toprak. halik: yaratan, yoktan var eden, allah. halim: yumuşak huylu. halkı cihan: bütün dünya halkı. hallac: pamuk işiyle uğraşan, pamuk atan. hallac ı mansur: asıl adı hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. manevi boyutta hissettiklerini, şeriata zahiren zıt düşen ifadelerle söylediği için, hicrisenesinde idam edilmiştir. hallak: yaratan, her şeyi halkeden, kadiri zülcelal, allah teala hazretleri. halvet: yalnızlık, tek başına kalmak, tenhaya çekilme. gizlilik. ham: olmamış, pişmemiş, çiğ. acemi kimse, tecrübesiz, terbiye görmemiş kişi. hamse sahibi: mesnevi şekliyle yazılmış beş kitaptan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara hamsenüvis, hamseci veya hamse sahibi denir. hamuş: susmuş, sessiz, sakin. han: sofra. han: yolcuların misafir olduğu bina, kervansaray, otel. hane: ev, mesken. bazı kelime lerle birleştirilip birleşik isim yapılan bir ek tir. hastahane, eczahane, yazıhane, kıraathane gibi. han u man: ev, bark, ocak. har: merkep, eşek. çay ve havuz diplerinde olan balçık. idraksiz kimse. har: diken. har: hakir, aşağı, hor, zelil, bayağı. harmühre: katır boncuğu. harab ü virane: viran, ıssız, yıkık, perişan. harabat: harabeler, viraneler. meyhaneler. haram: helal olmayan, dince yasak şeyler ve ameller. allah'ın izin vermediği, menettiği şeyler. haram: tek kulplu bakraç, kazan. harbende: seyis. tar. saray katırcıları. harc: bir iş için kullanılan madde, sarf, gider. harfi dal: arap alfabesindeki dal harfi. hargar: hakaret eden, hakaret edici. harı cenk: savaş kargaşası. haridar: satın alıcı, satın alan. hari arkadaş, meslektaş. harir: ipek, ipekten yapılmış. hararetli, sıcak. harir giyinmek: ipekten elbise giyinmek. harman etmek: karıştırmak. harun: musa peygamber'inyardımcısı ve büyük kardeşi. bağdat abbasi halifelerinden harun reşid. has: hususi, özel; ileri gelenler; tasavvufvarlığından geçip gerçeğe ulaşanlar. has u am: avam ve havas, herkes. has ül has: en güzel, en has, hassın hası, tasavvufta maddi varlıktan tamamıyla kurtulup ilahi varlığa erişen, gerçeğe tam ulaşan. hased: başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek, çekememezlik, kıskançlık. hasıl: peyda olan, husule gelen, ortayaçıkan, meydana gelen. hasılı ömr: ömrün varı. hasib: cömert kimse, hayır sahibi ve eliaçık adam. bolluk yer, ucuzluk. hasise: kötü huy, fena tabiat. ufak, değersiz. tamahkar, cimri. hasiyyet: özellik, hususiyet. hasretün odı: ayrılığın ateşi. hassı havas: hasların hası, gerçeğe ulaşan, alalh'm varlığıyla var olan. haste dil: hasta, bitkin, çaresiz gönül. haşafihaşa: allah göstermesin, katiyyen, asla, haşak: çöp, süprüntü, yonga. haşarı: yaramaz. haşr: toplama, cem etme; ölüleri diriltip mahşereçıkarma, kıyamet. haşr ü neşr, haşirneşir: kıyamette ölülerin biraraya toplanması, sonra cennet ve cehenneme dağılması. haşr olmak: toplanmak, bir araya gelmek. hatb: mühim iş. istemek. konuşmak. nida. hatem: mühür, üstü mühürlü yüzük. hatır: gönül, zihin hattı istiva: denk olma sınırı. hatm: bitirme, tamamlama, havalet havhalat. bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma, ısmarlama, havas: ileri gelenler, muhterem ve yüksekkimseler. haver: doğu, doğu tarafı. hav korku, korkutmak. havf u reca: korku ve ümit, hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. yahut, affedilmek ümidi veya cehenneme gitmek korkusu. havl: güç, kuvvet. havsala: anlayış, akıl, zihin. havva: adem'inmuhterem eşi. hayali: zihnen tasarlanan şey, hakikati bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey, asıl olmayan ve akıldan geçen fikir. hayal ü sevda: hayal ve aşk. hayal ü zann u güman: hayal, zan ve şüphe. hayali ham: gerçekleşmez düşünce. hayali menşur: yaygın hayal. hayali nadan: terbiyesi kıt, kaba nobran adamların zihninde tasarladıkları şey; cahillerin hayali. hayali sevdayı ham: gerçekleşmez hayal. haydar: yiğit, cesur, kahraman. ali'ninbir namı. aslan, gazanfer. hayderi hayber: ali. hayı hışm: öfke narası. hayl: kuvvet. hayli: çok, fazla. hayr: meşru iş, faydalı, nurlu ve sevaplı amel. halkın rağbet ettiği akıl, ilim, ibadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. hayran: şaşmış, şaşa kalmış, şaşırmış, çok tutkun. hayrü'lbeşer: insanların en hayırlısı olan muhammed. hayy: diri, canlı, sağ. hayyü'lalim: her şeyi bilici, bilen, diri. hayy ü kaf ü mim: kaf ve mimin diriliği. haşem: taraftarlar ve hizmetçiler. düşmanlarına karşı koruyanlar. hazan: güz, sonbahar. solgun. haze topraktan yapılan çanak çömlek. hazer: çekinme, zarar verebilecek şeydenkaçınma, korunma. hazer: itmek çekinmek hazık: hazaketli, işinin ehli olanlar, ustalar, eli uzlar. hazine: devlet parasının saklandığı yer, bilginin, ilmin saklandığı yer, gönül. hazinedar: hazinenin idare ve muhafazasına ma'mur edilen kimse. heft ü mah: hafta ve ay. hekimi hazık: hekimin en hazaketlisi, eneli uz olanları. helal: allah'ın müsaade ettiği şey, haramolmayan. heman: hemen, derhal. hemandem: hemen, çabucak, o anda, hemcihan: böyle, böylece, kararsız, sebatsız. hemdem: canciğer arkadaş. hemhane: bir evde oturanların hepsi. arkadaş, refik. hemişe: daima, her zaman. hemnefes: arkadaş hemnişin: topluluk arkadaşı. hemrah: yol arkadaşı, yoldaş. hemrahı merdan: mertlerin aynı yolda olması. hemraz: sıkı fıkı arkadaş, sır arkadaşı. hemsaye: komşu. hemta: eş, denk, benzer. hemtayı hemdem: samimi arkadaş. her baba miftah: her kapıya anahtar olan, her kapıyı açan. hercayi: her yerde bulunur, kendinemahsus belirli bir yeri bulunmayan. serseri, derbeder. kararsız, sebatsız, vefasız, dönek. hergiz: asla, katiyyen, hiçbir suretle. abdurrahman güzel heşt: sekiz sayısı, cennetü'nnaim, heva: heves, istek arzu; sevgi, hoşlanma. hevagüzeşt: arzusu, isteği geçmiş. hevenk: salkım şeklinde veya bir sapakümelenmiş olarak yetişen meyve. hevesat: hevesler. hezar: bin. pek çok. bülbül. hezarı firak: ayrılık bülbülü. hezeliyat: ciddi olmayan sözler, saçmasapan konuşmalar, deli saçması. hezeran: binlerce. hezl: ciddi olmayan söz, saçma, uydurma, yalan konuşmak. hınna: kına. hınna yakmak: kına yakmak. hınzır çocuğu: domuz yavrusu. hıraman: salınarak naz ve eda yaparakyürüyen. hırmeninde: harmanında. mahrum uğunda. hızır: ikinci tabakai hayat mertebesineulaşan ve kur'anı kerim tefsirlerinde ismizikredilen bir zatı kerim. hi segirdür: durmadan koşar. hicab: perde, örtü. utanma, kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. men'etmek. allah ile kul arasındaki perde. gizlemek. hicaz: arabistan'da mekkei mükerreme ile medinei münevvere'nin bulunduğu mıntıka. hidayet: hak yolunu, doğru yolu arama, doğru yola girme. hiffet: hafiflik. onurlu ve vakarlı olmamak. temkinsizlik, akılsızlık. hoppalık. hikmet: bilgelik, felsefe, sebep . hila karşı, zıd, yalan. hil'at: yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen kişilere giydirdiği kıymetli, süslü elbise, kaftan. hilal: yeni ay şekli, yeni ay. hilali bedr: ayın hilal ve dolunay şekli. hille: istasyon, durak. hilm: insanın tabiatından olan yavaşlık. himaye: koruma, korunma, zararlı şeylerden muhafaza etme. himmet: kalbin bütün kuvveti ile cenabıhakk'a ve sair mukaddesata yönelmesi. kalp isteği ile gösterilen ciddi gayret. lütuf, yardım. himmet eylemek: kayırma, yardım etme, manevi yardım. hindistan'un kozları: hindistan cevizleri. hisabı sim ü zer: altın ve gümüş hesabı. hizmetini göstermemek: yapılan yararlıişleri bir başkasına göstermemek, o işlerden habersiz bırakmak. . kendi. hoca: muallim, öğretmen. efendi. muteberve büyük zat. hod: kendi. miğfer, baş zırhı. hodbin: başkasına hak tanımayıp, kendi lezzetve menfaatini takip eden, bencil. kibirli. hodra anku pervaz: her kuş kendisi uçar hn: sofra. hor: kıymetsiz, ehemmiyetsiz, adi. güneş, ışık, aydınlık. yiyen, yiyici anlamında olup, birleşik kelimeler yapılır. örneğin: mirashor: miras yiyen. hra geçürmek: yemek. hu: o manasında zamir olup, kur'ankerim'de, allah'tan başka ilah olmadığını ifade eder. hu: eski dervişlerin aralarında kullandıklarıseslenme sözü. hu çekmek: dervişlerin ayin sırasında sürekli söyleyerek, allah'ı anmaları. hub: hoş, güzel, iyi. hubbu'lvatan: vatan sevgisi. . hub nazar: iyi düşünme, iyi bakma. hubruşen: güzel, parlak, aydınlık. huffaş: yarasa, gece kuşu. hulk: huy, ahlak, tabiat, yaratılıştan olan haslet. insanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhi ve zihni haller. hulkı hasen: güzel huy. hulkı yahşı: huyu güzel. hülle: ağır, pahalı. belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibaret olan elbise. cennet elbisesi. fık. üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikah düşebilmesi için başka birine nikahlanması. humar: sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. sersemlik. bir şeyin acısı burnundan gelmesi. hun: kan. öç, intikam, öldürme. hunab: kan seli, kanlı su, göz yaşı. hur: güneş. huri: ahu gözlüler, gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah; beyaz kısmı pek beyaz olan kızlar. cennet kızları, huriler, sevgili. huru gılman: cennet kızları, huriler ve cennet uşakları. hurimanzar: huri çehreli, huri görünüşlü. hurrem: şen, sevinçli, güleryüzlü, gönül açan, taze. hurrem ü handan: sevinçli, mutlu, neşeli. hurşid: güneş, afitab, mihr, şems. hurşidi haver: doğunun güneşi. hurşidi taban: parlak güneş. husrevi hakan: padişahlar padişahı. huşyar: uyanık, akıllı, zeki, ayık. huve'laliyyü'lazim: o yücedir, büyüktür. huzur etmek: herhangi bir büyüğün yanına, makamına varmak. huzura almak: bir büyüğün, makamca daha küçük olan kişiyi kendi yanına kabul etmesi. hüccacı müslimin: müslüman hacılar. hüccet: senet. vesika, delil. bir iddianın doğruluğunu ispat için gösterilen resmi vesika. şahit. hüda: rabb, cenabı hakk. hüdhüd: bir kuş ismi, çavuş kuşu veya ibibik denilir. peygamber süleyman'ınzamanında, hicaz ile yemen arasındaki saba isimli yerde melike olan ve güneşe tapan belkıs ile peygamber süleyman aleyhisselam arasında haberleşmeye vesile olduğundan meşhur ve mübarektir. hükmi ilahi: allah'ın koyduğu hüküm. hülhül: öldürücü zehir. hüma: devlet kuşu. saadet, kutluluk. hümam: azimli, himmetli. hünermend: hünerli, marifetli. hüsni rıza: iyi kabul, makul karşılama. hüsn: güzel, iyi. güzellik, iyilik. hüsn idüm hub yüzde, hüsn ü rıza: güzel bulup razı olma. hüsni hayal: hayalin güzelliği. hüsrev: eserlerini farsça yazmış bir türk şairi ve edibi olup'de hindistan'da domuştur. hüsrev ü şirin masalının erkek kahramanı. padişah, hükümdar, sultan. hüşyar: aklı başında, akıllı fikirli, aklı kendisine yar olan, yarayan akıllı. ıı ılkı: hayvan, at sürüsü. ırağ: uzak, ırak. ırak: dicle nehrinden aşağı basra'ya kadar şat suyu'nun iki tarafı. ırlamak: şarkı söylemek. ırmak: ayırmak, uzaklaştırmak. ısı, isi: sahip. ıssı: ısı, sıcaklık. ıstılah: terim. ışık: tarikat mensubu, derviş. ışk belası: aşk belası. ışk çeragı: aşk çırası, aşk mumu. ışk delüsi: aşkından çıldırmış, delirmiş. ışk denizi: aşk denizi. ışk elçisi: aşk elçisi. ışk eri: aşk eri, aşkı için her şeyi gözealan kimse. ışk eteği: aşkın eteği. ışk etegin tutmak: aşka düşmek, aşka sıkı sıkıya sarılmak. ışk etegini komamak: aşktan aslavazgeçmemek. ışk ipi boynunda bağ olmak: aşktan kurtulamamak. ışk ipi: aşkın ipi. ışk meş'alesi: aşkın çırası, aşkın mumu. ışk mevci: aşk deryası. ışk od'ı dükkanımı yaktı: ışk od'. aşk ateşi. ışk ok'. aşkın oku. ışk okı canumda uyandı: ışk sevdası: aşk hevesi. ışk tuzağı: aşkın zorlukları. ışk yolı: aşk yolu. abdurrahman güzel ışk: aşk, sevgi. ışkı razı faş eylemek: aşk sırrını açıklamak. ışkı siyeh: kara sevda. ışmar: işaret. ıyan: belli, açık, meydanda. ıyşı sohbet: sohbet yaşayışı. ii izzet: değer, kıymet, kuvvet, kudret, hürmet, saygı. i'bad: kullar, köleler. i'lam eylemek: bildirmek, duyurmak. i'timad: güvenme, güven, emniyet. i'tizar: özür dileme. ibadet: allah'ın emirlerini yerine getirme, tapma, tapınma. ibadetde agsak: ibadette eksik. iblis: şeytan. hilekar. icazet: izin, ruhsat. diploma. eski bir yazıtürü. icazetname: icazet kağıdı, şahadetname, diploma. içegörmek: içivermek, içmek. içerem camı meyi dilşadem ben, ifna: yok etme, tüketme. malı, yersiz sarf etme. ifnayı kül: cümle varlığın yok olması. igen igen: çok, pek, fazla. igva: yolunu şaşırtma, ayartma. ihlas: halis, temiz, doğru sevgi. gönülden gelen dostluk, samimiyet, doğruluk, bağlılık. ihtisar: söz veya yazıyı kısaltma. ihvan: sadık, samimi, candan dostlar; bir tarikatarkadaşları. ikab: eza, cefa, eziyet, azap. ikdam etmek: gayret ve sebatla çalışmak. iki cihan: dünya ve ahiret. iki kapulu han: dünya. ikindi: öğleden sonra akşama yakın vakit. ikiz ikiz dikdürür: tekrar tekrar diktirir. ikrah: birine, zorla iş yaptırma. iğrenme, tiksinme. ikrar: saklamayıp söyleme. dil ile söyleme, bildirme. tasdik, kabul. ikrar etmek: dil ile söylemek, kabul etmek, tasdik etmek. il: memleket, ülke, yurt. il ü şar: memleket ve şehir. il ü ulus: memleket ve millet. ilac u derman: derde deva olan şey. çare, tedbir. ilac u tımar: ilaç ve yara bakımı. ilahi: allah'a mensup, tanrı ile ilgili, tanrısal. dini ve tasavvufi konuları işleyen manzum eser. ilhah etmek: ısrar etmek, üzerine düşmek. ilham: allah tarafından insanın gönlüne bir şey doğdurulma. peygamberin kalbine gelen ilahi düşünceler. gönüle doğan şey içe, gönüle doğma. ilhamı rabbani: allah'tan gelen ilham. illa. den başka, meğer. aksi halde. ille, mutlaka. yalnız. illet: hastalık, sakatlık. sık sık tepenhastalık. sebep. gaye, hedef. ilm ü amel: ilim ve amel. kal ü kıl: dedikodu. ilmi dekayık: incelikler, sırlar ilmi. ilmi esrar: gizlilikler ilmi. ilmi füsus: taş ilmi. ilmi hikayet: efsane ilmi ilmi hikmet: felsefe. ilmi kitab: kuran'ın açıklanma veyorumuna özgü ilim. ilmi ledün: allah'ın sırlarına ait manevi bilgi, gayb ilmi. ilmi marifet: marifet, hakk'ı tanıma ilmi. ilmi tefsir: kuran'ı izah etmenin yollarını, usullerini bildiren ilim. iltimas: kayırma, yapılmasını isteme tutunma, tutma. imamet: imamlık. iman getirmek: dini inancı olmayan, zayıf olan ya da başka bir dini inanca sahip olan bir kişinin allah'ın varlığını ve birliğini ikrar etmesi, diliyle söylemesi. imaret: umran, bayındırlık. yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş olan hayır evi. imdi: şimdi. imruz u ferda: bugün ve yarın in: bu. in ü an: bu, şu; teferruatla meşgul olma. in'am: nimet verme, iyilik etme. in'am eylemek: iyilik etmek. inayet: dikkat, gayret, özenme. lütuf, ihsan, iyilik. inayeti hakk: allah'ın lütfu, allah'ın ihsanı. inci: sadeften çıkan kıymetli taş. incil: allah'ın vahiy yoluyla dört büyük peygambere yolladığı mukaddes dört büyük kitaptan isa'ya gönderilen. incirin düğmesi: incir'in dalına bağlı yuvarlak ve küçük bölümü ki, incir budüğme yarindan koparak yere düşer. incü vü gevher: inci ve cevher, mücevherat. indi: şimdi, imdi. infial: gücenme, güce gitme. inkar: yaptığını saklama, gizleme; yapmadım deme. reddetme, tanımama. innema: ancak edatı ile beyan olunan şey hakkındaki hükmü maadasından nefy etmek için kullanılır. ins ü melek: insan ve melek. insan tonu: insan elbisesi, vücut insanı kamil: güzel huy, tabiat ve yüksek fazilet sahibi olan kimse. insanı şeri şerefli, soylu insan. intiha: nihayet bulma; bitme, tükenme, nihayete erme, son bulma. intisab: bir kimseye mensup olma. biryere bağlanma, kapılanma. birinin adamıolma. intizar: bekleme, beklenilme, gözleme, gözlenilme. iradet: irade dileme, gönül isteği. irgüren: ulaştıran, yetiştiren. irmek: yetişmek, olgunlaşmak, büyümek. erişmek, dokunmak, isabet etmek. ulaşmak, yetişmek. ileri bir dereceyi bulmak. irşad: doğru yolu gösterme, uyarma. tas. irfan sahibi birinin, bir kimseye tarikatı ve tanrı yolunu göstermesi. irşad itmek: doğru yolu gösterme. irte: bir sonraki gün. irürmek: eriştirmek, ulaştırmak, yetiştirmek. irüşmek: erişmek islam: muhammed'in allah tarafından tebliğine memur olduğu din. bu dinde olan kimse, müslüman. islam yolında: işini hakk'a yarar idenislam yolunda işini allah için yapan. israfil: dört büyük melekten kıyamet kopacağınıöttüreceği sur adlı boru ile bildirecek olanı. issi: sahip, malik. isti'anet: yardım. istikbal: karşılama, gelecek zaman. işret: içki. içki içme, içki kullanma işret meclisi, içki meclisi. iştiyag. şevklenme, göreceği gelme, özleme. işüm kalb sözüm yalan işim sahte sözüm yalan. itab: azarlama, tersleme, paylama; darılma. italya: avrupa'da akdeniz'e kıyısı olan ülke. i'tikad etmek: inanmak, kabul etmek. itikat: inanma, gönülden tasdik ederek inanma. i'timab: azarlama, paylama, darılma. i'tizar: özür dileme. ittifak: birleşme, uyuşma, sözleşme. ivaz: bedel, karşılık, karşılık olarak verilen şey. iy: ey. iyan ayan. belli, açık, ortada. iz'an: anlayış, kavrayış, akıl, itaat etme. izz: değer, kıymet. yücelik, ululuk. güçlülük. izz u naz: izzet ve naz. izz ü nimet: saygınlık ve nimet. kk doşru hareket etmesi, ayrılması, ermişlerin gücü. ka'be: hicaz'da, mekkei mükerreme'de haremi şerif'in hemen hemen ortasındabulunana kutsal bina. ka'betu'llah: ka'be'nin bir başka adı. kabe ve büt: ka'be ve put. kabı kavseyn: iki kavis arasındaki mesafe, miraç gecesinde peygamberin hakk'a olanyakınlık derecesini belirtir. kabih: çirkin, yakışıksız, fena, ayıp şey. abdurrahman güzel kabin: nikah. kabz ü bast: kapanıp açılma, daralıp genişleme. kabz: alma, sıkıntıya, gönül darlığına düşme. kabzaı tasarru manevi tasarrufun, feyzin eldeolması. kaçan: ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktaki, nasıl, ne suretle. kadd: boy. kaddesa'llahü sırrehü'l'aziz: allah sırrına mukaddes kılsın. kaddi hamide kılmak: eğilmek, selamlamak. kadem: ayak, adım, uğur. kadem basmak: ayak basmak. kademi kudum: büyüklerin gelişi. kadırga: hem yelken hem de kürekle yürüyebilen eski bir harp gemisi. kadim: eski. öncesi bilinmeyen şey. kadim ü lemyezel: zeval bulmaz, baki, kalıcı, allah. kadim ü nurı ebed layezaldür: kadir tükenmez kudret sahibi olan allah. kadir ü kayyum: allah. kadiri yekta: eşi ve benzeri olmayan allah. kadr u kıymet: değer, itibar. kaf dagı: masallarda zümrüdi anka kuşunun yaşadığı rivayet olunan dağ; şark kavimleri kozmolojisinde arzın etrafını çepeçevre kuşattığı söylenen efsanevi bir dağ. cinlerin, şeytanların, devlerin bu dağın ardında yaşadığı, simurg'un yuvasının da bu dağın tepesinde olduğu söylenir. tasavvufta insan bedeni yerine kullanılan bir semboldür. kaf ile nun: kaf ile nun harfi. ka kef harfinin bir başka okunuşu. kafberka baştan başa. kafiri mutlak: dinsiz, kafir. kahil: tembel. kahr: zorlama, zorla bir iş gördürme. üstün gelerek mahvetme, helak etme, batırma, ezme. çok kederlenme. kail: söyleyen, diyen, razı olmuş, boyuneğmiş. kakaşa kalmak: başına kakmak kakımak: öfkelenmek, kızmak. itirazetmek, karşı gelmek. azarlamak, tekdiretmek. kakule: zencefilgillerden, sıcak memleketlerde yetişen ıtırlı bir nebat ve bunun bahar gibi kullanılan tohumu. kal: söz, lakırdı. kal ü kil: dedikodu. kal ü makal: söz, laf, lakırdı. kal'ai hama: hama kalesi. kal'ai humus: humus kalesi. kalb: yürek, yürek hastalığı, gönül, her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası. kalbi caduyı ayyar: fettan göz. kalbi rencur: sıkıntılı, incinmiş, hasta, dertli kalp. kale kal: söze söz. kalenderi: kalenderlik, feylesofluk, dervişlik; serserilik. halk edebiyatı tabirlerindendir, saz şairlerinin vezninde tertip ettikleri gazeller; sazla çalınıp okunan tasavvuf nazmı. kallaş: kalleş, kancık, hilebaz, dönek. kalu bela beli. evet, dediler. ruhlar yaratıldığı zaman adem oğullarına ben rabbiniz değil miyim? ilahi nidası geldikten sonra müminlerin verdiği cevap. kalye: deniz bitkilerinin yakılmasıylameydana gelen tuz. patlıcan, kabak gibi yemeklerin yağda kavrularak pişirilmişi. kamer: ay, mah. kamet: boy, boybos. kamil: bütün, tam. kemale ermiş, olgun. yaşını başını almış, terbiyeli, görgülü, pişmiş. kammaş: kumaş satıcısı. kamu: alem bütün dünya. kamu: bütünü, hepsi, tamamı, bütün. kan: maden ocağı, maden kuyusu. bir şeyin kaynağı. kan tere batmıştı: kan u mekan: maden ocağı ve mekan. kana'at genci: kısmete razı olma hazinesi, bir şeyi yeterli görüp fazlasını istememe hazinesi. kanca: nereye. kancaru: nereye ne tarafa. kand: şeker, şeker kamışının donmuş öz suyu. kand u nebat: şeker ve bitki. kand u şeker: şeker. kande: nerede. kane: oldu, husule geldi anlamına bazı terkiplere katılır. maşa'allah kane allah'ın istediği oldu. demektir. kangadak: hemen, birdenbire. kangı: hangi. kanı güher: inci definesi, cevher madeni. kanı: hani, nerede. kanı kerem: ihsan, lütuf hazinesi. kanı ma'den: maden ocağı. kanunı evliya: tekkede uyulması gereken kaideler. kapıya varmak: birisinin evine, oturduğu yerevarmak, hanesine varmak. kar: iş güç, kazanç. kar ovadan dağa kaçdı: ovanın karı kalktı. kar u bar: iş güç. kar ü bar: iş güç, kazanç. kara pul: para. karabaş: hizmetçi kadın. karar etmek: durmak. karavaş: cariye, hizmetçi. karban: kervan. kargış: beddua, ilenç. karhane: iş yapılan, kazanç sağlanılan yer. karımak: ihtiyarlamak, yaşlanmak, kocalmak, kocamak. karun: beni israil'de zenginliğiyle meşhur olan bir insan. karye: köy. karyei nebek: nebek köyü. karyei şeyhun: şeyhin köyü. kasd itmek: dövme, öldürme, yaralama gibi işlereniyet etme. kaside: on beş beyitten aşağı olmamak, bütünbeyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleriövmek üzere yazılan nazım. kasidei dolab: dolap şiiri. kasr: köşk. kasrı ali: yüce, ulu köşk. kasrı bü'layn: mısır'da kaygusuz abdal'ın dergahının olduğu yer. kati ümid: ümidi kesmek. katibü'lhuru elde mevcut mektup veya kitabı yazan kişi. katre: damla. katreveş: damla gibi. kattal: ziyade öldürücü, mecazi olarak, inanmayanlara karşı ermiş, abdallarındurumu. kavi: kuvvetli, güçlü. güvenilir, sağlam. kavl: lakırdı, söz. kavli elest: elest bezminin sözü. kavli fesane: efsane sözü. kaygana: ballı, yağlı omlet. kaygu: gam, keder, endişe, gaile. kaygudan reha bulmak: kaygıdan, dertten, kederden kurtulmak. kayser: eski roma ve bizansimparatorlarının lakabı. kayu, kayı: kaygı, endise, tasa. kayyum: allah. kaz: makas. kazgan: kazan, çok miktarda yemek pişirmeye yarayan büyük tencere. kazzaz: ipekçi, ipek işleyen, ipek satan. kebuter: güvercin. keç: eğri. keçel: kel, başda saçların dökülmüş olmasıyla meydana gelen kellik. keçkül: keşkül. gezici bazı dervişlerin vedilencilerin ellerinde tuttukları, hindistan cevizi kabuğundan veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. kefçe: kepçe. keffaret: bir günaha karşı tutulmak üzere yapılan veya tutulan şey. kehle: bit. kelam: söz, lakırdı, söyleyiş, nutuk allah'tan ve allah'ın birliğinden bahseden ilim. kelamı hüda: allah'ın sözü, kuran. kelamı ma'rifet: marifet sözleri. keleci: söz, laf, lakırdı. kelecisi tuzlu: sözü güzel olan, sohbeti hoşolan. kelek: ham, olgunlaşmamış. cahil, kaba, gafil. kem: az, eksik. fena, kötü, bozuk. kem akıl eksik akıl, bozuk, kötülük düşünen akıl. abdurrahman güzel kem nazar: kötü bakış. kemali merhamet: merhamet olgunluğu, merhamet etme. kemend: uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmak üzere atılan ucu ilmekli uzunip. kemer bağlamak: hizmete girmek. kemha: ipek kumaş, havsız kadife. kemine: hakir, zavallı, aciz, değersiz, noksan. kemlik: kötülük, fenalık. kem ma'aş: kötü, bozuk yaşayış. kemter kul olmak: kötü, günahkar kul olmak. kemter: değersiz, değeri az, daha aşağı, eksik, noksan, itibarsız. kenan: yakup'un memleketi, filistin, palestin. kendi özini bilmek: kişinin kendisini, varlığını, alem içerisindeki yerini bilmesi. kendir: kendir bitkisi kendözü: kendisi, kendi özü, zatı, şahsı, nefsi. kenz: hazine, define, yer altında saklanan eşya. kenzi layefna: kanaat tükenmez bir hazinedir kenzi mahfi: gizli hazine. kenzü'lkübara: şeyhoğlu mustafa'nıneseri. kepenek: keçeden yapılan kolsuz çoban yağmurluğu. keramet ehli: keramet gösterme gücüne sahip olan. keramet ma'deni: cömertlik ocağı. keramet: velilerin lüzumu halinde gösterdikleri fevkalade hal. keran: kenar uç. kerbela: ırak'ta imamı hüseyin'inşehit olduğu yer. keremi rahmet: allah'ın lutfu, yardımı. kergez: kerkes akbaba. kerim: kerem sahibi, cömert, ulu, büyük. kerim ü rahim: kerem ve rahmet sahibi allah. kervan kafile: katar, yolcu katarı. kervansaray: kervanların konakladıkları yer. kesad: alışverişte durgunluk, sürümsüzlük, yokluk, kıtlık. kesb: çalışıp kazanma, edinme. kesbetmek: kazanmak. keşfi beyan: açıklama, açıklamada bulunma. keşkeş: çeke çeke, keşkul keşkül. dervişlerin veya dilencilerinkullandığı, hindistan cevizi kabuğundan veyaabanozdan yapılmış dilenci çanağı. keşti: gemi. keştiban: gemici, kaptan. keştivan: gemici, kaptan ketb olunmak: yazılmak. kevkeb: yıldız. kevn ü mekan: kainat. kevser: cennet'te bir ırmak ; maddi ve manevi çokluk, bolluk, hayır ve bereket. key: ne zaman, ne vakit. büyük hükümdar, padişah. keyfiyeti hal: durumun içyüzü. keyl: ölçme, kile; tahıl, hububat ölçüsü, ölçek. keyvan: zühal yıldızı. kezek, kezik: nöbet, sıra. kıble: namaza başlarken yönelinen taraf; mekke tarafı. kıblei can: can kıblesi. kıblei iman: iman kıblesi. kılağısın gidermek: keskinliğini gidermek, köreltmek. kırtas: kağıt, kağıt tabakası, sahife, kağıtçı. kısrak yedmek: bir kişinin, dişi bir atı beraberinde çekip götürmesi. kıssa: fıkra, hikaye, rivayet, vaka, macera. kıssayı dıraz: uzun hikaye. kıssayı enbiya: velilerin hayatını konu edinen hikaye. kıvanmak: sevinmek, memnun olmak. kıyam: kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma, namazın iftitah tekbiriyle rükü arasındaki ayakta durma kısmı; bir işe kalkışma; ayaklanma. kıyl u kal: dedikodu. kızıl elma: ülkü, hedef. kızlık: kıtlık, pahalılık. kızmak: ısınmak. kibr: büyüklük, ululuk, büyüklük taslama, yüksekten bakma. kibr ü acib: tekebbür, gururlanma, büyüklenme kibr ü meni: gurur ve bencillik kibriya: büyüklük, ululuk. kiçi: küçük. kiçkinem: beyceğizim. kil: söz, lakırdı. kil u kal: dedikodu. kimesne: kimse, kişi. kine: kin, düşmanlık, buğz. kiramen katibin: herkesin yaptıklarını yazan melek. kirde: genellikle mısır unuyla yapılan bir tür pide. kiriş: bazı telli müzik araçlarında kullanılan, hayvan bağırsaklarından yapılan tel. kisb: kazanç, iş güç. kise: kese, torba. kisvet: elbise, hususi kıyafet, yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri dar paçalı pantolon. kişt: ekin, tarla. kitab u peygam: kitap ve haber. kitabı dilgüşa: gönül açıcı kitap, okudukça insana ferahlık veren kitap, kaygusuz abdal'ın eserinin adı. kitabı miglate: kaygusuz abdal'ın yazdığı kitap. koduk: eşek yavrusu, sıpa. kolmaş: istek. kopmak: herhangi bir nesne ya da kişinin bulunduğu yerden başka bir yere. kostak: zarif, kibar, çalımlı, iyi giyinmiş, yakışıklı. yiğit, kabadayı, yürekli. koz: ceviz. köçek: erkek deve. köhne: eski, eskimiş. zamanı, modasıgeçmiş. köhne vü viran: eski, yıkık. kös: eski savaşlarda, alaylarda deve veyaaraba üstünde taşınarak çalınan büyük davul. köselen: abdal musa'nın lakabı. kösi sultan: sultan kösü, harp davulu. köşk: büyüklerin oturdukları muhteşem büyük yapı. kötek: baston, sopa. köynük: yanık yara. köynüklü: gönül yakıcı, acıklı, yanık, tesirli. köyündürmek: yakmak, yandırmak. ku ku: kuşun öterken çıkardığı ses ku'ud: oturma. namazın oturarak eda edilen kısmı. kuçmak: kucaklamak, sarılmak. kudret oku: allah'ın güç ve kudretinin tecelli ettiği ok. kudüm: uzak bir yoldan, uzak bir yerden gelme, ayak basma. kuhı ka kaf dağı, masallarda geçen dağ. kul hüv'allahu ahad: allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. kul: allah'a göre insan, şeyhlerin müridleri, öğrencileri. kulagın burmak: kulağını bükmek, uyarmak. burgusunu bükerek düzen vermek. kulağuz: kılavuz, rehber. kulkul: ruhu hafif, eline ayağına çabuk . bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkanses. kullab: çengel, kanca, ucu eğri nesne. kulluk eylemek: bir şeyhe kapılanıp, ona hizmet etmek. kumrı: kumru, güvercinden küçük, boz renkte, boynunda siyah halkası olan bir kuş. kur u ker: kör ve sağır. kur'an: peygamberimize inen kutsal kitabımız. kur'anı mecid: kuran'ın bir adı. kurb: yakın olma, yakınlık. kut u layemut: ölmeyecek kadar az yemekkutlu saat mübarek saat. kutuz: kuduz. kuvveti merdan: yiğitlerin kuvveti, gücü. kuyud: kayıtlar, bağlar. kuz eylemek: zorlaştırmak. kuz: güneş görmeyen serin yer. kuze: su testisi. kuzeger balçığı: çömlekçi çamuru. abdurrahman güzel kuzeger: bardakçı, çömlekçi, testici. küçigez: küçük, küçücük. küfr: allah'a ve dine ait şeylere inanmama, cenabı hakk'a ortak koşma. dinsizlik, imansızlık. küfr ü iman: inançsızlık ve inanmak. küfri mutlak: allah'ı inkar etmek. küfri zünnar: rahiplerin bellerine bağladıklarıkuşak. küfür: islam dinine uymayan davranışlardabulunma, sövüp sayma, fena kaba söz söyleme. kül: kül, odunkömür külü. külhan: külhan han, hamamlarda suyu ısıtmak için ateş yakılan yer, hamam ocağı. küll: bütün. külli: bütün, umumi, tam, hepsi, tamamı; tamamıyla, bütünüyle, tamamen. kümmel: kamiller, olgunlar. kün fe yekun: allah herhangi bir şeyin olmasını irade ederse ona ancak ol der, o da olur. kün: allah'ın olmasını istediği şey ve iş için iradesini ifade için arapçada ol emri. tasavvufta bu kelimenin aklı küll ve nefsi kiili ü işaret ettiği kabul edilir. künc: köşe, bucak. künci meyhane: meyhane köşesi. künh: bir şeyin aslı, hakikati, temeli. künhü'lahbar: haberlerin esası, özü: gelibolulu mustafa ali'nin 'deyayınladığıbölümden oluşan tarih kitabı. küstah: ukala, terbiyesiz, ar damarı çatla mış, insanları hor gören. küstak: küstah. küşad vermek: izin vermek. la yenam: uyumaz, gaflette olmaz. la'l ü yakut: kırmızı renkli bir çeşit değerli taş. la': kırmızı ve değerli bir süs taşı dudak, la'li bedahşan, bedahşan yakutu. la'net: allah'ın mağfiretinden mahrumluk; beddua, ilenç. fena, kötü uğursuz. labela: belasızlık. lacerem: şüphesiz, elbette. lacüverdi: lacivert renkte. laf urmak: laf çarpmak, laf dokundurmak. yüksekten atmak, atıp tutmak, böbürlenmek, övünmek. lahza: an, çok kısa zaman dilimi. lailahe illallah: allah'tan başka yokturtapınılacak. lakabı insan: insan adı. lal: dilsiz. lala: bir çocuğu gezdiren oyalayan uşak. padişahların sadrazamlara hitap ederken kullandıkları unvan. lalezar: lalelik, lale bahçesi. lam: osmanlı alfabesinin yirmi altıncıharfi. şevval . lamekan: mekansız, yersiz, yere ihtiyacıolmayan, allah. lane: yuva. lat: islam'dan önce, arapların ka'be'de bulunan putlarından biri. lati yumuşak, hoş, güzel, nazik, allah'ın adlarından. latife: güldürecek tuhaf ve güzel söz vehikaye, şaka. laübali: ilişiksiz, kayıtsız, saygısız, senlibenli. laya'kıl: dalgın, akılsız, şuursuz. layefna: fena bulmaz, yok olmaz, tükenmez. layemut: ölmez. layezal: zevalsiz, bitimsiz. leb: dudak. leb ü dehan: dudak ve ağız. lebbeyk: buyur, efendim, anlamlarında kullanılır. lebi balı: dudağının balı. ledün: allah yanı. ledün ilmi ledün. allah'ın sırlarına ait manevi bilgi, gayb ilmi. leklek koduk doğurmuş: leylek sıpa doğurmuş. leklek: leylek lemyezal: zeval bulmaz, baki, kalıcı, allah. leng: topal, aksak, yolculuk sırasında birkafilenin bir yerde kalması. leşker: asker. levazım: gerekli maddeler, yolculuk içingerekli olan nesneler askerin yiyecek, giyecek, yakacak ve savaş eşyası ve bu işlere bakan daire. levh ü kalem: allah'ın iradesini yazan kalem. levh: yassı, düz, üzerine resim yapılabilen, yazı yazılabilen nesne. levhi mahfuz: allah tarafından takdiredilen şeylerin yazılı bulunduğu manevilevha, ilmi ilahi. levlak: bir kudsi hadisten slınmış olup, muhammed'e hitaptır. leyl ü nehar: gece gündüz. leyla vü mecnun: aşkları dillere destan hikayekahramanları. leyli: gece ile ilgili, gece olan, gece gibi karanlık, hüzünlü, gece kalınan, yatılı. leysefi'ddar: seyyid nesimi'nin bir gazelindegeçen söz . lezzeti cihan: dünya lezzeti, dünyaya ait, tatlar. libas: esvap, giysi, elbise, don. libası ezrak: mavi, gök renkli giysi. lika: yüz çehre, görme, rast gelip kavuşma. lisan: dil konuşulan dil. lisanı tercüman: tercümanın, çevirmenin dili. lokman: islamlıktan önceki araplarda efsanevi bir şahsiyet olup kuran'da da zikredildiği gibi, sonraki devirlerin efsane ve şiirinde öğüt veren sözleriyle meşhur olan pek eski bir hekimin veya hikayecinin adı. loş: yarı karanlık. löker: hizmetçi. lutf u ihsan: allah'ın bağışlaması ve yardımı. lutf u kerem: cömertlik, ihsan, yardım. lutfunun payanı yok: ihsanının, kereminin sonu yok. luti: lut peygamberin çağrışına ehemmiyetvermeyerek, ahlaksızlığa düşkünlüklerinden dolayı allah tarafından yok edilen sodom ve gomerrah halkı; çıplaklığa ait. lü'lü: inci; bakire, el değmemiş. lü'lüi şehvar: büyük inci, şaha layık inci. mahüve gayrı bikülli hakikat: o, hakikatin kendisidir. ma'an: beraber, birlikte. ma'bud: kendisine ibadet olunan, tapınılan, allah. ma'den: maden. ma'deni kan: maden ocağı, deniz madenin incisi. ma'kule: akıllıca, akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı. ma'lul olmak: illetli, hastalıklı olmak. ma'lum: bilinen, malum olan, biliş. ma'mur: bayındır, şenlikli. ma'na honı: mana sofrası. ma'ni defteri: mana defteri ma'ni şarabından içem: mana sonradan içeyim. ma'nile ihbar eyleye: mana ile haber verse. ma'niyi esrar: sırların manası. ma'rifetsiz: hünerisiz, usta olmayan ma'ru herkesçe bilinen, tanınmış, belli. ma'şuk: sevilen, sevilmiş. ma'zul: azledilmiş, işinden çıkarılmış. mabeyn: ara, orta sarayda devlet büyüklerininmüracaat edecekleri oda. magbun: alışverişte aldanmış olan. şaşkın, şaşırmış. magrib: garb, batı, akşam. mağrur: gururlu, bir şeye güvenen. mah: ay. mah u sal: ay ve yıl. mahali tegayyur: zıt olan yer, başka türlü yer, uymayan yer. mahaza: bununla birlikte. mahazar: önceden hazır bulunan şey. mahbub: muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen sevgili, erkek sevgili. mahbubı can: ruhun, gönlün, canın sevgilisi. mahbubı dildar: gönül alan, gönül çelen sevgili. mahfi: gizli, saklı. mahfil: oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri büyük camilerde padişah. mahı bedir: dolunay. abdurrahman güzel mahı taban: parlak ay. mahlas: halas olunacak, kurtulacak yer; bir kimsenin ikinci adı; eskiden şairlerin de şiirlerinde kullandıkları ad. mahluk: halk edilmiş, yaratılmış, mahlul: hallolunmuş, çözülmüş, dağılmış. erimiş, eritilmiş eriyik. mahmud: hamdolunmuş, sena edilmiş, övülmeye değer. mahmur: sarhoşluğun verdiği sersemlik. uyku basmış, ağırlaşmış göz, baygın göz. mahrem: haram, şeriatın yasak ettiği şey. nikah düşmeyen, şeriatçe evlenilmesi yasak edilen. şeriatçe kadının kendisinden kaçmadığı . çok samimi, içli dışlı olan gizli olan, herkese söylenmeyen. herkesçe bilinmemesi icap eden. mahremi esrar: kendisine sır söylenen kimse; sırdaş. mahşer: kıyamette ölülerin diriliptoplanması ve toplanacakları yer. mahzan: ancak, yalnız, tek. mahzun: hüzünlü, tasalı, kaygılı. maişet: yaşama, yaşayış, geçinme, dirlik, geçinmek için lüzumlu olan şey. makamı ala: yüce makam. makamı mahmud: övülmüş makam, peygamberin ahirette ümmetine şefaat makamıdır. makber: mezar, mezarlık. makreme mahrama. ihram, hacıların giydiği dikişsiz örtü. maksad: kasdolunan, istenilen şey. maksadı canan: sevgilinin maksadı. maksud: kasdolunan, istenilen şey istek. maksudı can: ruhun, gönlün, canın istediği şey. mal: bir kimsenin tasarrufu altında bulunan değerli ve gerekli şey. malamal: çok dolu, dopdolu. malamet melamet. ayıplama, kınama; azarlama, çıkışma. malik: cehennemin kapıcısı ve zebanilerin başı olan azap meleği. malik: sahip, bir şeye sahip olan. malikü'lmülk: allah. ma'lub: mağlub, galebe edilmiş, kendisine üstün gelinmiş, yenilmiş, yenilen. ma'na: mana, iç yüz, akla yakın sebep. mancınık: eski savaşlarda büyük taşlaratan büyük sapan. manend: benzer, eş. mani: mana. mani denizi: mana denizi. mani eri: mana eri, veli, evliya. mansur: hüseyin mansur elhallac elbeyzaci. ıx yüzyıllarda yetişen büyük ve coşkun sofilerdendir. hallacı mansur diye anılır. ene'lhakk, ben hakkım sözü şeriata aykırı bulunmuş ve bağdat'ta asılarak öldürülmüştür. kitabu'ttevasin adlı kitabı vardır. mantıku'ttayr: şeyh feridü'ddini attar'ın ahlaki fikirle süslü meşhur manzum eseri. mar: yılan. maraz: hastalık. ma'reke: savaş meydanı, vuruşma yeri. marifet: ledünni ilmi. marifet: tasavvufi manada rütbeler, dereceler . marifeti keşfi ilmi esrar: sırlar ilmini ortaya çıkarma hüneri. marsuvan: bir çeşit ot. maslahat: iş, emir, husus, madde, keyfiyet. barış, dirlik, düzenlik. maslahatgüzar: iş bitiren, iş bilir. elçi namına işleri takiple vazifeli kimse. ma'şuk: sevilen, sevilmiş . ma'şuka: sevgili, sevilen . mat: satranç oyununda yenilme. mat: şaşma, hayret etme, mağlubiyet, matbah: mutfak. maye: maya, asıl ve lüzumlu madde; asıl, esas. mazhar: bir şeyin göründüğü çıktığı yeri nail olma, şereflenme: bazı tekkelerde oturup uyunurken dayanılan kısa değnek. mazlum: zulüm görmüş. mazmun: gizli, gizlenmiş, mana, nükteli ve incesöz. me'ani: lügat ve sentaks meseleleriyle, sözünmaksada uygunluğundan bahseden ilim. meblul: ıslanmış, ıslak, nemli, yaş. mebsusı avanak: dağılmış, yayılmış, herkestarafından duyulmuş. meclisi divan: oturulacak, toplanılacak yer. meclisi meyhane: içki meclisi. mecma'u'lbahreyn: iki büyük temel şeyin birleştiği yer, iki denizin kesiştiğikısım, ka'be kavseyn mertebesi. mecnun: cin tutmuş, çıldırmış, deli, divane. delice seven, tutkun. mecruh: cerholunmuş, yaralanmış. medain: eski iran'da dicle civarında yedi şehrin adı olup islam fetihleri sırasında başkenti teşkil ediyordu. medar: bir şeyin döneceği, devredeceği yer, etrafında dönülen nokta. medd: uzatma, çekme. yayma, döşeme. meded: yardım, aman, imdad. medfun: defnolunmuş, gömülmüş. medine: hicaz'da muhammed'intürbesinin bulunduğu yer. medinei münevvere: medine şehri. mefane: yok olma yeri. meftuh: fethedilmiş, açılmış, açık, elegeçirilmiş. meftul: fitil haline getirilmiş, bükülmüş, kıvrılmış. mehlika: ay yüzlü, güzel. mehpare: ay parçası; kadın adı. mekes: sinek. mekkar: çok mekreden, hileci, düzenbaz. mekke: hicaz'da muhammed'in doğduğu ve kabe'nin bulunduğu şehir. mekr: hile, düzen. melaik: tahta kaşıklar. melal: usanç, usanma, bıkma. melamet: ayıplama, kınama; azarlama, çıkışma. melamet: daşın atsa yüz bin agyar yüz bin yabancı kınama taşını atsa. melamet dümbecegin kınama: dümbeleğini kınama. melamet tablını kınama: davulunu kınama. melamet u bednam: kınama ve kötü tanınma melül: melalli, usanmış, bıkmış, mahzun. melul olmak: usanmak, bıkmak, mahzun olmak, hüzünlenmek. melul ü perişan: mahzun, dağınık, üzüntülü. memduh: medholunmuş, övülmüş, övülecek kişi. men aleyha fan: yeryüzünde ne varsa geçicidir, ancak yücelik ve kerem sahibirabbı'nın zatı kalıcıdır. menakıbname: menkıbelerden, tarihe geçmiş kimselerin hayatından bahseden eser. menare: minare. menat: ka'be'de hüzeyi ve huzaa kabilelerinin mabudu olmak üzere konulan sanem. meni terk eyledüm: benlikten geçtim. menkabe: çoğu tanınmış veya tarihegeçmiş kimselerin ahvaline durumuna ait fıkralar, hikayeler. mennan: çok ihsan. eden, veren, ihsanı bol. mensube: bir şeyle ilgisi bulunan. menşur: neşrolunmuş, dağıtılmış, ya yılmış. menzil ve meratib sahibi: mesafe ve derece sahibi menzil: yollardaki konak yeri, bir günlük yol, mesafe, hedef. menzilbemenzil: menzilden menzile, menzil menzil. menzile yetmek: hedefe varmak. menzilgah: konaklama yeri. menzili ara cennet ve cehennem arasındaki mesafe. menzili esfel: aşağılık kimselerle olan mesafe. menzili meratib: mertebeler mesafesi. merahil: merhaleler, mesafeler, menziller. meratib: mertebeler, basamaklar, kademeler, dereceler. meratibi erbaa: dört merhale . mercan: denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. merdane: erkekçesine, mertçesine, ere yakışır surette. merdud: reddolunmuş, kabul edilmemiş. merg: çayır, çimen, sebze. mergzar: çayırlık, çimenlik, yeşillik, sulak yer. merkad: mezar, kabir. merkeb: rükub edilecek, binilecek şey, vapur gemigibi şeyler; eşek. merrat: kerreler, birçok defalar. merve: mekkei mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, merve ile safa arasında yedi defa gidip gelirler. meryem: isa aleyhisselam'ın annesinin adı. mesak: bir şey ileri sürmek. sevk edilecek yer. mesalikü'lebsar: dikkat sahiplerinin tuttuğu yollar. mescidi aksa: kudüs'teki meşhur camii. mesih: bir şey üzerinde eli yürütmek. isa aleyhisselam'ın bir ismidir. mesihi meryem: isa, meryem oğlu isa. meskenet: göstermek miskinlik, tembellik, uyuşukluk göstermek. meskenet toprağı: miskinlik, tembellik, uyuşukluk toprağı. meskenet: fakirlik, miskinlik, yoksulluk, itaat. mesmu'at: işitilenler, duyulanlar. mesnevi: ikilik manzume, her beyti ayrı kafiyeliolan manzume. mest: ayakkabı; sarhoş, aklı başında olmayan, kendinden geçercesine haz duymak manasında mest olmak şeklinde kullanılır. mest ü nar: sarhoş ve ateş. mest ü saki: sarhoş ve içki dağıtan. mest ü serhoş: sarhoş, aklı başında olmayan. mest ü şuride: sarhoş, perişan, kafası karışık. mestane: sarhoşçasına, sarhoş bir kimseyeyakışır surette. mesti harab: çok sarhoş olmuş kimse. mestur kılmak: yazmak, çizmek. mestur: örtülmüş, setredilmiş, gizlenmiş. meşayıh: şeyhler. meşhur: şöhretli, ün salmış. meşk: alışmak, öğrenmek için yapılan çalışma, alışma, alıştırma. meşreb: huy, yaradılış, adet, ahlak. meta: fayda. kıymetli eşya. mevc: dalga, denizin dalgası. titreşim. mevcudat: var olan şeyler, mahluklar. mevla: sahip, rabb, cenabı hakk. mey: şarap, içki. meyfüruş: şarap satan, meyhaneci, şarapçı. meyhane künci: meyhane köşesi. meyhane: şarap, içki içilen ve satılan yer. meyi leb: dudağın şarabı. meyi piyale: kadehteki şarap. meyi rengin: renkli şarap. meyl ü vefan yok: aşığın aşkına karşılık vermemek, aşığa yüz vermemek. mezbur: adı geçen, ismi yukarıda geçen. mezid: artma, artırma, çoğaltma, artmış, çoğaltılmış. mezih: artmış, ziyade. mıh: çivi. mısır cündileri: mısır askerleri, süvarileri. mi'yar ölçü, bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan. midani: bil ki, bilesin ki, biliyorsunanlamında. miftah: açan alet. anahtar. mihman misafir. mihnet ocağı: eziyet, dert, bela yeri. mihnet okı: eziyet, dert, bela oku. cevretmek, eziyet etmek. mihnet: zahmet, eziyet, dert, bela. mihnetine değmez anun lezzeti: onunlezzeti zahmete değmez. mihr: muhabbet, sevgi, aşk. mihrabı can: can mihrabı, canın yöneldiği yer. mihriban: merhamet ve şefkat sahibi; muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu vegüleryüzlü. mikail: dünyadaki varlıkların rızkına aracıolan büyük melek. dört büyük melektenbirisi. mikdar: parça, kısım, bölük, kıymet, değer. mikrab: camilerde kıble tarafındaki duvarda bulunan ve imamın namaz kıldırdığı bölüm ümit bağlanan yer. mil: ucu sivri çelik kalem, sivri dağ tepesi, yollardaki mesafeyi tayin için dikilen nişan. milk ü mal: mal. mülk, milk: mülk. milki ebed: ebet, sonsuzluk mülkü, ahiret. mim: arap alfabesindeki yirmi dördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır. min evveli ile'l ahire: geçmişten geleceğe. min ledün: gaybdan, gizli olan şeyden . minber: camilerde hatibin çıkıp cuma hutbesi okuduğu merdivenli kürsü. minbername: kaygusuz abdal'ın bir eseri minnet: bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetme iyiliğe karşı teşekkür etmeşükretme. minneti azim: çok teşekkür, çok şükür. minval: tarz, yol, suret, şekil. mir'at: meşhur bir lale ayna. mi'rac: merdiven yükselecek yer. muhammedefendimizin, receb ayının. gecesinde cenabı hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, halen çıkması mucizesi ki en büyük mucizelerinden birisidir. miran: beyler. miri canib: dört bir tarafın emiri. miri hacc: hacc kafilesi reisi. miri peleng: kaplan bakıcısı. mirrih: merih yıldızı. misali mu'teber: itibar edilen, güvenilen örnek. misk: bir cins güzel koku ismi. miskin: aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz . misvak: peygamberimiz muhammed'intavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça. mişk: aşı dedikleri kızıl toprak. mive: meyve. mizan: terazi, ölçü, tartı. mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adalet ölçüsü olup, hakiki mahiyeti ancak ahirette bilinecektir. mu'a affolunmuş, istisna edilmiş, ayrı tutulmuş. mu'amma: anlaşılmaz iş, karışık şey. bilinmeyen hal. mu'annid: inatçı. mu'arra: soyunmuş. mu'attar: ıtırlı, kokulu. güzel kokulu bir lale çiçeğinin adı. mu'in: yardımcı, yardım eden muteber itibar edilen, güvenilen. mu'temed: kendisine itimad edilen, inanılıp güvenilen. mu'teri kendi kusur ve kabahatlerini gizlemedensöyleyen, itiraf eden. muakkib: takipçi, arkasından gelen, ardından gelen, halef. muakkid: düğümleyen, sihir yapan, cadı. muaraza: kavga, anlaşmazlık. mufassal: tafsilatlı, ayrıntılı. muğlak: kapalı, kilitli. anlaşılmaz, çapraşık söz. mugtenem: ganimet olarak alınmış. mugtenim: ganimet olarak alan, bedavaalan, ganimet bilen. muhaddis: hadis ile meşgul olan, muhammed'in sözlerini bildirmiş olan kimse. muhakkik: hakikati araştırıp bulan. iç yüzüne vakıf olan. hakikat alimi. muhal: imkansız, vukuu mümkün olmayan. batıl, boş söz. muhammed mustafa: peygamberimizin diğer biradı. muhammed: pek çok, tekrar tekrar övülmüş, methedilmiş anlamında bir isim olup peygamberimizin adıdır. muhanid: korkak, alçak, namerd. muhannet: tahnit olunmuş, mumyalanmış. muharrer: yazılmış, yazılı. muhassalü'lkelam: sözün kısası. muhibb: seven, muhabbet eden, dost. muhit: ihata eden, etrafını kuşatan, çeviren. etraf, çevre. büyük deniz, okyanus. abdurrahman güzel muhiti zevrak: mekke çevresi. muhkem: sağlamlaştırılmış, sağlam, kuvvetli. muhlis: halis, katıksız, dostluğu ve samimiliğigönülden içten olan. muhtar: ihtiyar eden, seçilmiş olan. muhtasar: az, kısa, uzun olmayan. muhtemel: ihtimal olan, umulur, beklenir, olabilir, olmayacak şey değil. mukabele turmak: karşılık vermek, karşıgelmek karşılıklı okuma. mukaddem: takdim edilen, önde olan, önde giden, önceki, değerli. mukallid: taklitçi, bir şeyi kuşanan, boynunaasan. mukarreb: takrib edilmiş, yaklaşmış, yakın. mukattam dağı: mısır'da kaygusuz'undergahının bulunduğu dağ. mukayyed: kayıtlı, serbest olmayan, sınırlı, bağlı. deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. mukim: ikamet eden, oturan. mukteza: lazım gelmiş kanun icabına göreyazılmış yazı. mundak: dövülüp ufalanmış. munis: alışılmış, ehlileşmiş, cana yakın, sevimli. muntazır: bekleyen, gözeten. mur: karınca, neml. murad: istenerek, ümit ederek beklenen, arzu edilen şey. gaye, maksat, emel. muradı hasıl olmak: bir kişinin istekleri nin gerçekleşmesi. murakka: yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. murayi: riayet eden, saygı gösteren. murdar: pis, kirli. islamiyet'in gösterdiği kaidelere uygun olmayarak kesilmiş hayvan. murg: kuş. murg u şahbaz: iri ve beyaz doğan kuşu. murgı kebuter: güvercin. murgzar: kuşu bol olan yer, kuş yatağı. murtaza: murteza. beğenilmiş, seçilmiş, makbul. musa: beni israil peygamberlerinden musa'nın ismi. dört büyük kitaptan birisi olan tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. yahudilerin en büyük peygamberidir. musaffa: tasfiye edilmiş, süzülmüş, tyabancı maddelerden ayrılmış. musahabet: sohbet etme, konuşma, görüşme. musahhar: ele geçirilmiş. mustafa: ıstıfa edilmiş, seçilmiş. peygamberimizinadı. mustafa kavli: peygamberimizin sözleri. musul: ırak'ta, daha çoktürkmenlerin yaşadığı bir şehir. muştulamak: müjdelemek, haber vermek. mutah er: temizlenmiş. mu'tekid: itikad eden, inanan, dini bütün kimse. muti olmak: itaat eden, boyun eğen. muttasıl: aralıksız, hiç durmadan, biteviye. muvahhid: tevhidden, allah'ın birliğine inanma. mübaşeret: bir işe girişme, başlama. müberra: beri kılınmış, temize çıkmış, aklanmış. mücavir: komşu. mabet veya bir tekkeyakınlarına çekilip oturan. yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını harameyni şerifeyn'de ibadetle geçiren. mücerred: tecrit edilmiş, soyulmuş, çıplak. mücerredlik: teklik, yalnızlık, tecrid edilme, katıksızlık. müdam: devam eden, süren, sürekli. müdara: yüze gülme, dost gibi görünme. müddei: iddia eden, davacı. müdevver: döndürülmüş yuvarlak, değirmi. müfessir: tefsir eden, açıklayan, kısa şeyi genişletip manasını meydana çıkaran. kuran'ı yorumlayan din alimi. müflis: iflas etmiş, parasız, züğürt, top atmış . müfsid: ifsad eden, bozan. fesatlık eden, ara açan. mühmel: ihmal edilmiş, boşlanmış, bakılmamış, bırakılmış. mühre: bir çeşit yuvarlak şey. mül: şarap, bade. mülaka itmek: görüşmek, karışmak. mülakat: kavuşma, buluşma; birleşme. görüşme, görüşüp konuşma. mülazemet: bir yere veya kimseye sımsıkıbağlanma; gidip gelme; bir işle devamlı meşgulolma, staj görme. mülhid: allah'ı inkar eden dinsiz, imansız. mülk ü mal: sahip olunan mal mülk; ev, dükkanarazi gibi taşınmaz ve gelir getiren mallar. mülk: ev, dükkan, arazi gibi taşınmaz ve gelirgetiren mal. mülki ebed: sonsuzluk ülkesi, ahiret. mülki süleyman: süleyman'ın mülkü. mülzem: lüzumlu, lüzumlu görülmüş. mü'min: iman etmiş, islam dinine inanmış, müslüman, islam. mün'im: iman eden, nimet veren, yediripiçiren; allah. mün'im eylemek: nimetlendirmek. münacaat: allah'a yalvarma, dua etme, allah'a dua konulu manzume. münacat ehli: yalvaran, tövbe eden. münadi: nida edenler, tellal, müezzin. münakkaş: nakşedilmiş işlenmiş. münevver: tenvir edilmiş, nurlandırılmış, parlatılmış, aydınlatılmış. münezzeh: tenzih edilmiş, temiz, arı, uzak. münir: nurlandıran, ışık veren. münkatı. inkıta eden, kesilen, kesilmiş, aralıklı. arkası gelmeyen, son bulan. aradabağ kalmayan, ayrılmış. herkesten ayrılıp birkişiye bağlı kalan. münkesir: kırılan, kırılmış, kırık. münkir: inkar eden, kabul etmeyen. imansız, inanmayan, dinsiz. mezarda soru soracak ikimelekten biri. müntaha: nihayet bulmuş bir şeyin varabildiğien uzak yer, uc. mürai: iki yüzlü. mürde: ölü, ölmüş. mürettep: tertip olunmuş, dizilmiş, yerli yerinekonulmuş. tayin edilmiş; bir yer, bir şey içinayrılmış. mürettep divan: düzenlenmiş eser. mürgab: su kuşu. mürid: irade eden, emreden, buyuran. bir şeyhe bağlı olan kimse. mürşid: irşat eden, doğru yolu gösteren, kılavuz. tarikat piri, şeyhi. gaflettenuyandıran. mürşidi kamil: irşad eden doğru yolu gösteren, tarikat şeyhi, piri. mürüvvet: insaniyet, mertlik, yiğitlik. cömertlik, iyilikseverlik. müsab: sevap kazanmış, sevap kazanan. müsahhar: tutkun, boyun eğmiş, itaatkar. müsellem: teslim edilmiş, verilmiş. su götürmez, doğruluğu, gerçekliği herkesçe kabul edilmiş olan. müselles: üçleştiren, üçlü, üç. üçgen. müstagrak: batmış, boğulmuş. müstecab: isticab edilmiş, kabul olunmuş . müstemi. dinleyen, dinleyici, işiten. bir okula yalnız dinleyici olarak devam eden. müstezad: ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış. bahri hecez vezinlerinden vezninde söylenmiş mısralara parçalarına eşit birer parça katmak suretiyle meydana getirilen manzume. müşahede kılmak: bir şeyi gözle görmek, gözlemek. müşerre şereflendirilmiş, kendisineşeref verilmiş, şerefli. müşgefşan müşk: misk saçıcı; misk saçan. müşgi nafe: göbek miski. müşki hoten: haten miski . müşkil olmak: güç olmak, zor olmak. müşkil: güç, zor, çetin, engel, güçlük, zorluk, çetinlik. abdurrahman güzel müşkin müşgin. miskli, misk kokulu. siyah, kapkara şey. müşrik: allah'a şerik, ortak koşan. müştak: iştiyaklı, özleyen, göreceği gelen, can atan. müt: bir buğday ölçeği. mütala'. okuma, tetkik, düşünce. müte'al: yüksek, yüce. mütehayyir: hayrette kalan, şaşmış, şaşırmış. müteveccih: teveccüh eden, bir cihete, birtarafa yönelen. birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan. bir tarafa gitmeye kalkan. müyesser: kolay bulunup yapılan, kolaylıkla olan, kolay gelen. müzd: ücret, karşılık, kira, mükafat. müzehheb: yaldızlanmış, altın suyuna batırılmış. müzeyyen: süslenmiş, süslü. nn na'at: medh ve sena ederek, vasıflarınıgöstererek bir şeyi manzume ile anlatmak. peygamberimiz aleyhissalatü vesselamı methederek yazılan kaside. na'di: nida eden, haykıran, çağıran. halkın, meşveret gibi, bir şey konuşmaküzere bir yere toplanması. nabedid: gözükmeyen, belirsiz, kayıp, meydanda olmayan. naçar: çaresiz, elinden iş gelmeyen. mecbur kalmış olan. nadan: cahil, bilmez, haddini bilmez. nadan u ebter: cahil, olgunlaşmamış, ham. nadim: pişman. nafe: misk ahusu denilen hayvanın göbeğinden çıkarılan bir çeşit misk, koku, derisinden kürk yapılan hayvan postlarının karnı altındaki deri kısmı; güzelin sevgilinin saçı. nafeyi müşki huten: hıta ceylanının mis kokulu nafesi. nagah: birdenbire, ansızın, hemen. nagd nakd. para. nagehan: birdenbire, ansızın, hemen. nagra urmak: nara atmak, bağırmak. nahak: haksız, beyhude, boş. nahcir: av. nahv, nahiv: yön, taraf, yol, benzer, söz dizimi. nahnü kasemna: biz paylaştırdık. zuhrufsuresi. ayet. nahs: uğursuzluk, yümünsüzlük, uğursuz, bahtsız. nahv u sar söz dizini ve gramer. nahv: söz dizini, sintaks ile ilgili, yan, yön, taraf, cihet. nakam: muradına maksadına erişmemiş. nakıs: noksan, eksik. nakkaş: nakış yapan, duvar nakışları yapanusta; süsleme sanatkarı. nakkaşı suret: suret işleyen, yaratan. nakş birşeyi çeşitli renklerle boyamak. resim, tezyin. nakş u hayal: nakş u suret gözetmek: görünüşe bakmak. nakus: kiliselerde kullanılan çan. nalan: inleyici, inleyen, feryat eden. nam: isim, ad, ün. nam u neng: ün, şöhret, şan. nam u nişan: ün, şan, rütbe. namaz: islam'ın beş şartından birisidir. name: mektup, sevgiye ve aşka dair yazılmış mektup. namus perdesi: ar duygusu. namus şişesi: ar duygusu. namus u ar: edep, utanma. namusı biar: utanmaz, namussuz. nan: ekmek. nanı yemek: ekmek yemek. nar: ateş. cehennem. bir meyve adı. nareste: ergenlik çağına gelmemiş çocuk. narg: baha, kıymet, ölçü. narı cihan: cihanın, dünyanın ateşi. narı şi'r ü cahim: cehennem ateşi. nasara: hristiyanlar. nasib istemek: tarikat usulüne göre, belirli olgunluğa ulaşanlara verilen, belirli yerlerin manevi sahipliği, bunları isteme. nasib ü kuud: pay, hisse, kısmet, cülus. nasib: allah'ın kısmet ettiği şey. nasibi devlet: mutluluk hissesi. nasihatname: öğüt vermek için kaleme alınan eser. naşi: neşet eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş. delil, dolayı, ötürü, sebebiyle. geceleyin meydana gelip zahir olan şey. yetişmiş oğlan veya kız. hangi şey. natüvan: iktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çaresiz. nay: ney, kamış düdük. naz: kendini beğendirmek için takınılan yapmacık; yalvarma, rica; şımarıklık. naza itab yok: nazlanma azarlanmaz. nazargah: bakılan yer, seyredilecek yer. nazarı inayet: yardım, merhamet bakışı. nazenin: cilveli, oynak; çok nazlı yetişti rilmiş, şımarık. nazır olurlar: bakarlar, beklerler. nazil: allah tarafından indirilme. nazir ü gaib: bakan ve olmayan. nazir: benzer, eş. nazük: nazik, kibar, ince. nebat: bitki. nebi: haberci, peygamber . necat: kurtuluş, selamet. nece üzerine su çıkmayan yer. tümsek yer, yüksek, tepe, sırt. ırak'ta bir şehrinadı. nedim: sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı. tatlı konuşan, güzel hikaye anlatan. büyük kişileri hikaye ve fıkralarıyla eğlendiren. nef'. sürme, sürgün etme. nefer: rütbesiz asker, er. nefes ü dem: soluk, üfürülen hava; soluma, soluk verip alma. nefir: boru şeklinde eski bir türk sazı. nefir: cemaat, topluluk. harp için seferber olan cemaat. nefs: ruh, can, hayat; insanın yemeiçmegibi biyolojik ihtiyaçları. kulun kötü ve günah olan hal ve huyları, behimi, hayvani ve süfli arzular, enaniyet, nefsi emmare, ruh, insani ruh, kalp. nefsi emmare: insanı kötülüğe sürükleyen nefis. nefsi füzul: boş şeylerle uğraşan nefis. nefsi mizan: ölçülü nefis. nefsi şehvet: arzulu nefis. nefsi zalim: zalim, kendinin kıyetini bilmeyen nefis. nefsi zulmet: karanlık nefis. neheng: timsah. nemed: keçe. neml: karınca. nemrud: zalim ve gaddar olarak tanınmış ve allah'a karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. peygamber ibrahim aleyhisselam zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mucize ile ibrahim aleyhisselam ateşten kurtulmuştur. nerdiban: merdiven. nergis: iri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. suyu, uyuşturucudur. mahmur bakışı andırır. nerm: yumuşak, latif, mülayim. nesne: şey, bir şey. nessar: dağıtan, saçan, neşreden. parlatan. nestiren: ağustos gülü, yaban gülü. neva: ahenk, ses, güzel sada, nağme, avaz. nevad: zarar, ziyan, hasar. mahzen. dil. nevahte: okşanmış saz çalmış. nevale: yiyecek, ihsan, nasip. nevaziş: okşayış, iltifat. nevbet: sıra, sıra ile görülen iş. padişah ve vezirlerin sarayı önünde günün muayyen vakitlerinde çalınan mızıka, bando . nev'. nevi ile, çeşitli, cinsle, sınıfla ilgili. nevmiz: ümitsiz. nevruz: yeni gün ilkbahar. baharın ilk günü sayılan ve güneşin hamel burcuna girdiğimarta rastlayan gün. bu tarihte gece ve gündüz eşit olur. ney: kamıştan yapılan damaksız düdük. kamış kalem. kamil insan. farsça'da yokluk. neysan: ney gibi, kamış gibi. nezaziş eylemek: okşamak, gönül almak, iltifat etmek. nıs yarım, yarı bir yazı stili. nice: nasıl, ne suretle. nice: ne kadar, çok. niçe bir: ne zaman kadar. nida kılmak: bağırmak, seslenmek. nida: seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak; ses vermek. nigah: bakmak, nazar etmek. bakış. nigahı ışk: aşk, sevgi bakışı. abdurrahman güzel nigar: güzel yüzlü sevgili. nakış, resim. nakşeden. put, sanem. resmi yapılmış, resmedilmiş. nihai: taze, düzgün, fidan, sürgün, nihan: gizli, saklı. bulunmayan, mevcut olmayan. sır. nikab: yüz örtüsü, peçe, perde. nil nehri: mısır'ın bir nevi hayat kaynağı olan en büyük nehrinin ismi. ni'mete vermek: bir miktar paranın tamamını yiyecek ve içecek şeyler için nisar: saçmak, dağıtmak. nisyan: unutma. nişan: iz, alamet, işaret. yara izi. hedef, vurulması istenen nokta. hatıra için dikilen taş. taltif için verilen madalya. evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. tuğra. ferman. nişanı binişan: belirsiz hedef. nişe: çoban düdüğü, kaval. niyaz: yalvarma, yakarma. dua. nöker: hizmetçi, hizmetkar. nuh: kur'anı kerim'de adı geçen bir peygamber ismi. nun: arap alfabesinde yirmi beşinci harf. ebced hesabına göre değeri ellidir. kılıcın ağzı, kılıç. arabi tarihlerde ramazana işarettir. çene çukuru. balık. kaş. nur: aydınlık, parıltı, parlaklık, ışık. kur'anı kerim. iman. islamiyet. peygamber. nurı envar: nurların nuru. nurı huda: allah'ın nuru. nurı iman: iman aydınlığı. nurı kan: hazine parıltısı. nurı muhammed: peygamberimizin nuru. nurı mutlak: allah nuru, ilahinur. nurı tecelli: tecelli nuru, beliren görünen aydınlık; allah'ın lutfuna nail olma. nurı ziyd: bayramın ışığı. nuş itmek: içmek. nuş: tatlı, bal. nuşirevan: iran'da miladi tarihleri arasında hükümdarlık etmiş sasani padişahı olup adalet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur. nutk u güftar: sözler. nutka gelmek: konuşmak, konuşmaya başlamak. nutuk: söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet. dervişlerce büyüklerin manzum sözleri. nühfelek: dokuz gök. nükte: ince manalı söz, idraki ve anlaşılması nezaket ve zarifliğe dayanan nazik husus. ibarenin asıl manasından başka olan nazik ve latif mana, dikkatle anlaşılabilen ince mana. oo obrılamak: devrilmek, çökmek, sarsılmak. od: ateş. od urmak: ateş vermek, ateşlemek. ogrı, ogru: hırsız. ogrılamak: çalmak, hırsızlık etmek. ogulluga kabul eylemek: oğlanlık: gençlik. ok: yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. okumak: çağırmak, davet etmek, okumak. okun atuk, yayın yasdık: artık yapılacak olan herşey yapıldı, bir defa ok yaydan çıkmışür. anlamında kullanılan bir deyim. olıcak: olunca. onmak: isteğine kavuşmak. onmak: iyileşmek, ıslah olmak. oranlamak: ölçmek. otağ: padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar. bunlardan padişahların çadırına otağı hümayun, sadrazamınkine ise otağı asafi denilirdi. ö ö ödü sıdmak: ödü kopmak, ödü patlamak. ödünü sıdırmak öd sıdurtmak. ödünük oparmak, patlatmak. çok korkutmak. öğlen: öğle vakti. ögüni devşirmek: aklını başına almak. öğüt: nasihat, bir kimseye akıl verme, yol gösterme. öğünç: övünme, kıvanç, iftihar. öğüt almak: birisine akıl danışmak. öğüt işitmek: söz tutmak. öğütlemek: nasihat, öğüt vermek. öküş: çok fazla, daha ziyade. ömr kuşu: ömür kuşu, hayat. öndin: önce, ilk önce, önceden, daha evvel, önden. öpüp başına koymak: herhangi bir nesneyi yüce kabul ederek öpme; onu her türlü şart altında kabul etme. ör insanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkar edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şey. öz: bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun. kendi, zat. özge: başka, gayrı. özim özi. nefs, zat, kendisi, benlik. özün işitgil: kendini dinle. özünden geçmek: kendinden geçmek. özüne yörenmek: kendine gelmek. pp papay. ayak, takat, mukavemet. pabürehne: yalın ayak. paça: koyun, keçi, sığır ayağından yapılan yemek bu hayvanların ayağı şalvar, pantolon gibi giyeceklerin dizden aşağı kısmı. padişah: padişah. pak: temiz, saf, katıksız. hep, tamam, mübarek, kudsi. palas dikpalas. eski kilim, keçe, aba, çul. dervişlerin giydiği yünden yapılmış aba. palas eylemek: eskiler giymek. palheng: düzgün, yıllar, kemend. paluze: saf hale getirilmiş, süzülmüş. panbuk: pamuk. par: geçen yıl, bıldır. pare pare: parça parça, pare: parça. parsa: dilencilik. parsa: ibadet eden, dindar, dine bağlı, iffetli, sofu, namuslu, temiz, doğru. paşa: sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin birkısmına verilen resmi ünvan. pay pa. ayak. takat, mukavemet. iz. payan: kenar, son nihayet, uç. tas. ehli tarikatınulaşacağı birlik alemi. akıbet. payanı yok: akıbeti, sonu yok. payimal paymal. ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş. peleng: panter. penah: sığınma. sığınacak yer. penbe: pembe. pamuk. pençe dutmak: güreşmek. pend ü nasihat: öğüt. pend: nasihat, öğüt. pendar pindar. sanma, sanış. böbürlenme. pendüvan: nasihat eden, öğüt veren. perdei hicab: utanma perdesi, ar perdesi. perende: uçan, uçucu. av kuşu. çark gibi dönerek atılan takla. pergal: pergel. pergar: pergel. pertev: ziya, ışık. atılma, sıçrama, hız. pertevi hak: allah'ın ışığı, nuru. pervane: fırıldak çark. geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. haberci, kılavuz. perverdigar: besleyici, terbiye edici, rızıklandırıcı, allah. pes: arka, art, geri. öyle ise, imdi. pesend: beğenen, beğenmiş. peşter: düz maden levha. peyam peygam. haber. peyda: mevcut, var olan, açık, aşikar, meydanda olan. peyda olmak: meydana çıkmak, hazır olmak, mevcut olmak. peyman: yemin, ant. peymançe: tarikatta müridin şeyhi ile muhatap olduğu yer. peymanı ışk: aşk kadehi. aşk yemini. peyrev: ardı sıra giden, tabi olan, izinden giden, uyan. pınar üstüne varmak: çeşmenin, pınarın yanına doğru varmak. pinhan: gizli, saklı, hafi. abdurrahman güzel pir: yaşlı, ihtiyar. reis. bir tarikatınkurucusu. herhangi bir meslek ve san'atınbaşlatıcısı. pir ü cüvan: yaşlı ve genç. piri harabat: meyhaneci. mürşit. pirlik: pir olma durumu, ihtiyarlık. pirvar: pir gibi. piş: huzur, ön, ileri taraf. pişkadem: önden giden, kendisine uyulan. pişe: iş, kar. meşguliyet. alışkanlık, huy, adet. meslek, sanat. piyade: narin yapılı bir çeşit kayık. eskiden ekseriyetle istanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi. ask. orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan askerelere de bu ad verilir. yaya askeri. yaya. piyale: kadeh, şarap bardağı. postnişin: posta oturan, daha evvelkinin yerine geçen. pud u tar: dokumada atkı ve çözgü. puhte: pişmiş, pişkin. olgun, kamil insan. puhte iken ham: ham, olgunlaşmışken. pulat: çelik. pur: oğul, evlad. pusaruk: sis, duman. put: allah'tan başka tapılan herşey. heykel sanem. kendisinden medet beklenen veya layık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi manevi resim, heykel ve her çeşit cisim. puta tapan: allah'tan başka her şeye tapan. putunı sındurmak: hakk'tan başkasınatapmak. pünhan: gizli. pür: çok, dolu, çok fazla, tekrar manalarına gelir, birleşik kelimeler yapılır. sahip, malik. pürgam: gam, keder, dert dolu. pürkemal: olgunluk içinde, tamamen olgunlaşmış, çok olgun. pürnur: çok parlak, çok nurlu. püryan: tava, tepsi gibi kaplarda susuz veya az suda pişirildikten sonra kızartılan et kebabı. püşt: arka, sırt. pütürüklü: sert kabarıkları olan. rr ra'iyyet: bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. devletin idaresindeki umum insanlar. sürü, otlatılan hayvan sürüsü. ra'na: iyi, güzel, hoş, latif. pür ve revnak olan. rabbü'lenam: bütün yaratıkları yetiştiripbesleyen allah. rahat: üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak; istediği her şeyi bulup telaşsız olmak. müsterih. dinlenmek. el ayası. rahatı can: canın rahatı. rahim: acıyan, merhamet eden, esirgeyen, koruyan, ahirette mü'min kullarına merhamet eden . rahle: üzerinde kitap okumak, yazı yazmak için yapılmış küçük ve dar masa. rahm: esirgeme, acıma, koruma. rahman: bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren; nizam ve adalet sahibi . rahrevi: yolculuk, yolu söyleyen. rahtı gümanı dükkanı attar, rahzen: yol vuran eşkıya. ram olmak: itaat etmek, boyun eğmek. ran: süren, sürücü, hükmeden manalarıyla birleşik sözcükler yapar. örneğin: esbran: at süren, hükümran: hüküm süren, kamran: sefa süren. rana: iyi, güzel, hoş, latif. rast: doğru. ravza: ağacı, çayırı, çimeni bol olan yer, bahçe. raz: sır, gizli şey, gizlenen şey. razdaş: sırdaş, sır saklayan. razı açmak sır söylemek. razı nihan: gizli sır, saklı şey. razunı saklamak: sırrını saklamak, kimseye söylememek. rebab: bir çeşit kemençe. reca vü niyaz: yalvarıp yakarma. reca: ümit, umma, dilek, dileme. ref. kaldırma, hükümsüz, geçersiz kılma. refik: arkadaş, yoldaş. reft: gitme, gidiş. reha bulmak: kurtulmak, rahatlamak. rehber ü mürşid: irşad eden, yol gösteren, kılavuz. rehbin: yol gösteren. rehnüma: yol gösteren, kılavuz. rehzen: yol kesen, haydut, hırsız. remz: işaret, işaretle anlatma. renc: sıkıntı, zahmet, eziyet. ağrı, sızı. öfke, gazab, hışım. renci derd ü bela: bela ve dert hastalığı. rençber: tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. amele, ırgat. reng: renk, levn. suret, şekil. oyun, hile, dalavere. resen: ip, urgan, halat. reva: layık, uygun. revan: giden, akıcı. derhal. ruh, can. ed. su gibi akıp giden güzel söz. revan olmak: yürümek, yola koyulmak. revende: gidici, giden, çok yürüyen. revgan: yağ. hafif hafif esen rüzgarın verdiği serinlik, rahatlık. üstü yağ gibi kayan parlak nesne. parlak deri. revnak: zinet. parlaklık. göz alıcılık, güzellik. safa, taravet. revnakı cihan: dünyanın göz alıcılığı. revnakı gül: gülün güzelliği, parlaklığı, göz alıcılığı. revnakı gülşen: gül bahçesinin göz alıcılığı, güzelliği. revzene: pencere. reyhan: hoş güzel koku. rızık ve maişet, rahmet. ekin yaprağı. fesleğen denilen kokulu bir ot. rıdvan: memnunluk, razılık, hoşnutluk. cennet'in kapıcısı olan büyük melek. rıdvan: cennetin bekçisi, kapıcısı olan melek. riayet: iyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. uymak, tabi olmak. otlamak veya otlatmak. hıfzetmek, korumak. ribat: han gibi konaklanacak yer. tekke. bağ, ip. sağlam yapı. rind: kalender, aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. laübali meşrep feylesof. dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kamil olan kimse. rind ü rüsva: kalender, dünya işlerine aldırış etmeyen, gönlüne göre yaşayan. rind: kalender, dünya işlerini hoş gören kimse, aldırışsız. rindi aşık: kalender aşık. rindi harabat: meyhanede gezen. rindi meyhane: meyhanede gezen. risban risman. ip, halat. rivayet: hikaye edilen hadise veya söz. bir hadisenin başkalarına anlatılması. riya: özü sözü bir olmamak, inandığı gibihareket etmeyiş, iki yüzlülük etmek. gösteriş için yapılan hareket. riyazat: nefsi koruma, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma, perhizle, kanaatle yaşama. ru: yüz, çehre. ruhu'lkudüs: cebrail, isa'ya üflenen ruh. rum ili: anadolu. rum mahbubı: anadolu güzeli. rumuz: işaretler, remizler, ince nükteler, manası gizli olan işaretler. rumuzı beytü'lharam: kabe'nin rumuzu, sırrı. ruşen: aydın, parlak, belli, meydanda. ruyı siyah: kara yüzlü, yüzü kara, ayıbı olan. ruzgar: zaman, devir, hengam, vakit. dünya, alem. yel. rübab rebab. müz. gövdesi hindistan cevizi kabuğundan yapılmış bir çeşit kemençe. rüstem: şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve zaloğlu rüstem diye veya rüstemi sistani namıyla meşhur iranlı bir kahramandır. ss sa'adet: mutluluk, mesut oluş. talihiiyi olmak. tas. allah'ın rızasına ermiş olmak. sa'adet ü devlet: mutluluk, kutluluk, talihiiyi olmak. sa'at u yevmi'lhisab: hesap anı, hesap saati. sa'y etmek: çalışmak, çabalamak haccda safa ile mevve arasında koşmak, yürümek. sayruluk: hastalık. sa'adet buyı: kutluluk kokusu. sabahın: sabahleyin, sabah vakti. sabak: ders. abdurrahman güzel sabak sebak: ders, meşk. sabır: acıya ve zorluğa katlanmak. bir musibet ve belaya uğrayanın telaş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. sabi: henüz memeden kesilmemiş erkek çocuk. sabitkadem olmak: kararlı durmak, bir yerde sebat etmek. sabr u aram: durup dinlenme. sabr u karar: sabırlı ve kararlı olma. sabr u lan: sabır ve vefasızlık. sacid: secde eden, alnını yere koyan. saddak: gerçektir, doğrudur. sade deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. sert, parlak ve şeffafa yakın madde, inci kabuğu. sadıku'lkavl: doğru sözlü. sadır olmak: çıkmak. sadhezaran: yüz binlerce. sadık: doğru, gerçek, sadakati içten bağlılığı olan. sadıku'lkavl: doğru sözlü. sadpare: yüz parça. sadr: her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. kalp, göğüs, ön. meclisin önü ve en muteber yeri. reisin oturduğu yer. sadrı ala: en yukarı, oturulacak en yüksek makam. safa: gönül şenliği, eğlence. duru olmak, temiz, safi olmak. hava açık ve ayaz olmak. mekkei mükerreme'de bir yerin ismi. safanazar: saflık, berraklık veren bakış. safanazar himmeti: gönül açan yardım. safi: katışıksız. temiz, süzülmüş ve temiz, bozuk olmayan. halis. sagınç: emel, arzu, istek; mülahaza, düşünce, zan. sagir ü kebir: küçük ve büyük. sağ mürebbi: sağlam, temiz, doğru, terbiyeci, mürşit. sahavet: cömertlik. sahibi devlet: saadete ermiş. sahibi erkan: erkan sahibi, yolyordam bilen. sahibi insa insaf sahibi. sahibi meydan: meydanın sahibi. sahibi neddar: sahibi şemşir: kılıç sahibi. sahibi tarik olmak: yolun sahibi olmak. sahibi velayet: derviş, ermiş olma. sahibi zaman: zamanında başa geçen. sahibkemal: kemal sahibi, olgun insan. sahihrast: doğru. sahil evi: deniz veya göl kenarına yapılmış ev. san alem: san bayrak. sahil: deniz kıyısı. sahra vü berr ü beyaban: kır, ova, çöl, kara, toprak. said: ahiretine hazırlanmış , uğurlu, mübarek, kutlu. sail: saldıran, kibirli olup başkasının hakkına tecavüz eden. saki: sulayan, içecek su veren, sucu. kadeh sunan, içki sunan. saki. kırağı, şebnem, çiğ. sakiyi baki: hep saki olan. sakiyi kevser: kevser şarabı dağıtan, ömer. sal ü mah: yıl ve ay. sala: namaza davet için çağırmak. minarede okunan salavat, dua. salat: namaz; belirli vakitlerde kur'an'da emredildiği tarzda ve peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet. sallallahü aleyhi vesellem: dualarından birini okumak. salih: dinin emirlerine uygun hareket eden. sancamak: saplanmak. salatname: namazname. salık: doğru yolu gösterme, tarif etme, haber verme. salik: bir yolda giden, belli bir yol tutup giden. bir tarikat yolunda olan. salus: hilekar, düzenci, riyakar. saluslanmak: hilekarlık, düzencilik, gösteriş yapmak, riyakarlık. salusluk: hilekarlık, düzencilik. sam: ölüm, mevt. yer altındaki altın damarı. gök kuşağı. ateş. ser semlik hastalığı. hazreti nuh'unoğullarından birinin ismi. samet: son derece yüksek ve daimi olan . esmai hüsna'dandır. samud: az konuşan. susmuş, surat asarak susan. sandal: hindistan'da yetişen dayanıklı ve güzel kokulu sert bir ağaç. sanem: put, sevgili, güzel. sani. sanatkarca yapan, sanat eseri olarak meydana getiren, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren, işleyen, yapan . sanii perverdigar: allah'ın yarattığı. sani'i sultanı yok: allahsız, dinsiz, merhametsiz sanii üstad: usta yaratıcı. sanu, sanı: fikir, düşünce, istek; zan, tasavvur. sarayı emlak: dünya. sarayname: kaygusuz abdal'ın eseri. sar gramer, dil bilgisi. sar harcama, masraf etme çevirme, döndürme. sarfe: menazili kamerden biri, boncuk. sarlanı kalsarılıp kalmak, kavramak. sarra sarfeden. para işleri ile uğraşan. cevherci, kuyumcu. cevherin kıymetini sanatı ile azaltan veya çoğaltan. sataşmak: bir kimseyi rahatsız edecek davranışta bulunmak, musallat olmak. satubazar: alışveriş, satış, pazar. savm u salat: oruç ve namaz. savm: oruç. savmaa: ibadet yeri, tekke, nesara rahiplerinin halktan inkıta ve inzivası için tesis edilmiş olan hücre. saye: gölge. himaye, sahip çıkma, koruma. muavenet, yardım. sayei devlet: devlein gölgesi, devletin himayesi. sayi. çalışma. sayru: hasta. sayuklamak: uykuda veya bir hastalığın verdiği dalgınlık sırasında anlamsız, tutarsız sözler söylemek. sayvan: güneşten, yağmurdan korunmakiçin veya süs olarak bir şeyin üzerine çekilen dam saçağı gibi düz veya eğimli örtü. sayyad: avcı, avcılık yapan. sayyadı ezel: azrail. saz: sıra, düzen; yapan, uyduran; düzen manalarına gelerek birleşik kelimeler yapan. sazkar: uygun, muvafık. sebakdaş: ders arkadaşı. sebil: açık ve büyük yol, büyük cadde. allah rızası için su dağıtılan yer. sebük: hafif. ağırbaşlılığı ve ağırlığı olmayan. sebükbar: yükü hafif, ağırlıksız, eşyasıaz olan. derdi, düşüncesi olmayan. sebz: yeşil, yeşil renkli. sebzezar: yeşillik, çimenlik sebze bahçesi, sefine: gemi. çeşitli mevzulara dairkitap. göğün güney yarım küresinde birburç adı. seğirtmek: çabuk gitmek, koşar gibi yürümek. seha: cömertlik, el açıklığı. seher vakti: tan yerinin ağarmasından az önceki vakit. sehergah: sabahlık, sabah zamanı, sabah vaktine ait. sehli mümteni: ed. kolay ve sade göründüğü halde bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz. sekit: kırağı. sekk: seyahat etmek, gezmek. sekr: sarhoşluk. sekr ü tesbihün sevabı: zikir ve cezbenin sevabı selk: bir yerden haber getirmek. bir kimseyi başı üstüne bırakmak. katı ve sert söylemek. çağırmak. sem: zehir, ağı. sema: gök yüzü, asuman. sema' tutmak: belirli harekeden yaparak ahenkli bir şekilde dönmek. sema. tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi. sera: toprak, yer yüzü. serbeser: baştan başa. semavat'un çeragı: yıldızlar, ay ve güneş. semer: meyve, yemiş mahsul. verim. netice. semine: kıymetli, pahalı. seng: taş, hacer. tartı, ölçü, ağırlık. sengi hare: mermer taşı, pek sert taş. sengi melamet: kınama taşı. ser: baş. tepe, zirve. uç. nihayet. gaye. baş, başkan, reis. ser ü can: baş ve can. sera: saray, büyük konak, hükümet konağı. seragaz itmek: yeniden başlamak. seragaz: yeniden, baştan başlama. serayi: kaygusuz abdal'ın bir diğer takma adı. abdurrahman güzel serbeser: baştan başa, başbaşa, büsbütün. serencam: bir işin sonu, başına gelen, vaka. serfiraz: başını yukarı kaldıran, yükselten benzerlerinden üstün olan. sergerdan: serseri, yersiz, yurtsuz, sefil; başı dönmüş, başı dönen, şaşkın, sersem. sergiran: başı ağır çok sarhoş. sergüzeşt: serüven, birinin başından gelip geçen şey. macera. serkeş: dikbaşlı, baş kaldıran, inatçı, itaatsız. serkurena: baş mabeyinci. sermayei asl: asıl kazanç. sermest: sarhoş, bedmest, serhoş, sekran. sertac: baş tacı olan, çok sevilen, sayılan. sertekye: ana direk, büyük sütun. servi azad: büyüdükçe büyüyen servi. servi reva: yürüyen selvi, uzun boylu sevgili. serzeniş: başa kakma, takaza. setr: örtme, kapama, gizleme. setri muglak: örtülmüş, kaplanmış. settarü'l'uyub: ayıpları, günahları örten, bağışlayan, allah. sevadı azam: ulu şehir, mekkei mükerreme. sevda: fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. aşk. hırs, heves, istek. sevdayı cihan: cihan, dünya aşkı, sevdası. sevdayı ham: boş sevda. seyr ü sülük: tarikatta takip olunan usul. seyran: gezinme, bakıp seyretme. seyrangeh: gezme, seyir yeri. seyyid: efendi. hazreti muhammed'insoyundan olan, onun izinden giden. resüli ekremherkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir. seyyidi muhtar: muhammed. sıddık: sözü ile işi bir olan, sözünün eri, pek doğru. çok samimi, daima doğruluk üzere ve allah'a ve peygamberine çok sadık olan. islam aleminin ilk halifesi ve muhammed'in vefalı dostlarından olan ebubekir'in lakabı. sıdk u sefa: doğruluk ve gönül açıklığı. sıdk: doğruluk, gerçek; iç yürek temizliği. sıdkı himmet: yardım doğruluğu. sıfat: bir kimse veya şeyin hal ve vasfı, özelliği. suret, çehre, yüz. nişan, alamet. bir şeyin özelliğini izah için kullanılan kelime. sıfatı hayvan: hayvan gibi. sıfatı rahman: allah'ın acıma sıfatı. sıfatı subutiye: allah'ın sıfatları: hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, tekvin. sıfatı şeytan: şeytan tabiatlı. sımak: kırmak, bozmak, yenmek; bozguna uğratmak, mağlub etmek. sındı: makas. sındırmak sındurmak. kırmak, parçalamak. bozmak. yenmek, tepelemek. korkutmak, yıldırmak. sınmak: kırılmak. sınuk sınug. kırık. mağlup, yenik, bozguna uğramış. sırat: yol, sırat köprüsü, üstünden geçipcennet'e gitmek üzere cehennemin üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir bir köprü. sıratü'lmüstakim: en doğru yol, islamiyet yolu, hak yolu, allah'ın razı olduğu en doğru yol. sırr: gizli, gizli iş, herkese söylenmeyen şey. insanın aklının ermediği şey, allah'ın hikmeti. sırrı bustan: bahçenin sırrı. sırrı dü cihan: iki cihanın sırrı. sırrı ebed: ebedi, sonsuz sır. sırrı ene'lhakk: ben hakkım. sözünün manası. sırrı eşkal: şekillerin manası. sırrı ezel: başlangıcı olmayan sır. sırrı nefsi: nefse ait gizlilik. sırrı pinhan: gizli, saklanan sır. sırru'lllah: allah'ın akıl ermeyen hikmeti. sırrunı faş etmek: sırını açığa vurmak, başkalarına söylemek. sıvışmak: bulaşmak, yayılmak, sıvaşmak. haber vermeden sessizce gidivermek, kaçmak. sidretü'l münteha: yedinci kat gökte bir makam. arşın sağ tarafındaaltıncı veya yedinci gökte bulunan ağaç. yanında cennet vardır ve cennetin nehirleri onun altından akar. bu ağaca tuba diyenler de olmuştur. muttakilerin ve şehitlerin ruhunun mekanıdır. bu ağacın ötesine hiçbir mahluk geçemez. ötesi allah'ın zat alemidir. beşer bilgisinin ve amellerinin, yıldızların ve ebadın son hududu burasıdır. sihr ü efsun: büyü, gözbağcılık. sihri mekkar: hilecinin, düzenbazın büyüsü. silahşör: silah kullanan, savaşçı, silahlı adam. simat somat. sofra, yemek masası; sofraya gelmiş yemekler, ziyafet. simurg: yuvasının kaf dağında olduğu söylenen efsanevi kuş. iran destanına göre zal'ı yetiştirmiştir. boynu uzun olduğundan ve çok yükseklere uçtuğundan araplar anka derler. türkçe'de simurg'la anka birleştirilerek zümrüdüanka denilmiştir. otuz kuşun şekli onda birleştiğinden simurg dendiği attar'ın mantıku'ttayrında hikaye edilmektedir. devlet kuşu da denilir. tasavvufta maddenin her şekil alma, kabiliyetine ve büyük mürşidlere bu sıfat verilmiştir. simurgı kuhı ka anka kuşu. sin: mezar. sine: göğüs, sadr, kalp. sinle: mezarlık, mezar taşı. sipah: asker, leşker, nefer. ordu. sir u suda: tokluk ve baş ağrısı. sir: tok, doymuş. sirac: ışık, lamba, fener, mum, kandil. siret: bir kimsenin iç hali, tavrı, gidişi, ahlakı; hal tercemesi. sitare: yıldız, kevkeb. sittun: altmış sofii salus: iki yüzlü, yalancı sofu. sofra döşemek: oldukça zengin bir sofrahazırlamak, sofra kurmak. sofu: tasavvuf ehli. sogulmak soğalmak. suyu çekilmek, kaynağı kaybolmak veya kurumak, feri gitmek, solmak, nuru sönmek. darlaşıp çukurlaşmak. sohbeti merdan: yiğit, er kişilerin sohbeti. sohbeti tuz eylemek: sohbeti güzelleştirmek. soy soylamak: söz söylemek. sökel eylemek: hasta etmek. sökel: hasta. söyündürmek: söndürmek. söyüş: sade suda kaynatılmış et. söyüş etmek: dolandırmak. söz: bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil. söz öküş: sözün kısası, hasılı kelam, uzatmayalım. sözinden hacil olmak: sözünden utanmak. su sığırı natır olmuş, su'ban: büyük yılan, ejderha. subh: sabah vakti, sabah, tan vakti, şafak zamanı. subh u ahşam: sabah ve akşam. subh u seher: sabah, seher vakti. subh u şam: sabah akşam subha değin: sabaha kadar. subhı kıyamet: kıyamet günü sabahı. sud: kar, faide, kazanç. sud u ziyan: kar ve zarar. suffa: sofa. sufi: tasavvuf ehli, sofu, mutasavvıf. suhufı ibrahim: ibrahim'in kitabı. suleha: iyi, faydalı, selahiyetli kimseler. sunı settar: allah'ın kudreti, tesiri. sur: kıyamet günü israfil aleyhisselam'ın çalacağı boru. buna surı israfil de denir. boynuzdan yapılan düdük. sur çalınmak: kıyametin kopması. surei seb'al – mesani: fatiha suresi. suret: biçim, görünüş, kılık. sureti ayine: aynanın görünüşü. sureti beşer: insan görünüşü. sureti elvan: renklerin görünüşü. sureti insan: insanın şekli, görünüşü. sureti rahman: hakk'ın cemali. süsen: susam. suvar: ata binmiş, binici. suvarmak: sulamak. suy: cihet, yön, taraf. suyı canan: suz: yanma, tutuşma, sıcaklık, ateş, dert, ıstırap, acı. suzan: yakan, yakıcı, yanan, yanıcı. süzen: iğne. suziş: yanma, yakma, tesir etme, dokunma, yürek yanması, büyük acı. sücud kılmak: secdeye varmak. abdurrahman güzel sücud: secdeye varmak, cenabı hakk'ın huzurunda hiçliğini, aczini bilip teslimiyetle yere kapanıp dua ve tesbih etmek. sükker: şeker. sükut: susma, söz söylememe. sülem: merdiven. sünbül: sümbül. sünü: mızrak. sünük: kemik. sürçek: sürçen, çok sürçen. süreyya: kuzey yarım küresinde görünen güzel bir yıldız kümesi, sürmek: yürümek, ilerlemek, takibetmek, devam etmek, geçirmek, görüp geçirmek, yaşamak, kovmak, uzaklaştırmak, yürütmek, karıştırmak, ilave etmek. süst: gevşek, sölpük, tenbel. süvar: ata binmiş, binici. süvar: olmak binici olmak, ata binmek. şakird: çırak, yamak, talebe. şş şad olmak: mutlu, neşeli olmak. şad: sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar. şad u hurrem eylemek: mutlu etmek. şadı kevn olan: meydana çıkan sevinç. şadi: memnunluk, gönül ferahlığı. şadi kılmak: neşelendirmek. şadi: sevinçlilik, memnuniyet, gönül ferahlığı. şadman: sevinçli, memnun. şagirdi: talebe, öğrenci. şah: padişah. iran veya afgan hükümdarlarının namı. bir yere hakim olan zat. sahip. asıl. atın ön ayaklarını yukarı kaldırarak durması. şah: padişah, iran veya afgan hükümdarı. şahbaz: bir cins iri ve beyaz doğan, yiğit, şanlı. şahı ayyar: yoldan çıkaran sevgili. şahı kadim: allah şahı merdan: mertlerin şahı mealinde hazreti ali radiyallahü anh'ın bir namı. şahı perver: allah. şahı server: uluların şahı, muhammed için serveri enbiya tabiri kullanılır. şahidi gayb: gayb alemi, ahiret şakir: şahitlik yapan, bilen, tanıyan. senet yerine geçecek kadar makul ve muteber sayılan. resuli ekremefendimizin bir vasfı. şakird: talebe, çırak, yamak. şal palas: şal ve çul. şal: bele sarılan bir nevi kuşak. şane: tarak. şar: şehir. şaraben tahüra: tertemiz içecekler içirip. insan suresi. ayetten alınmıştır. şarabı gaflet: gaflet şarabı. şarabı ışk: aşk şarabı. şarabı layezali: hiç yok olmayan şarap. şathiye: yergiye, alaya, şakaya yerveren manzum eser. tasavvuf konularını mizahlı bir biçimde işleyen, coşku halinde söylenen bir şiir türü. şazz: kaide dışı, kaideye uymayan. şebbuy: şebboy adındaki çiçek. şecere: ağaç, kütük. sülale. bir soyunbütün fertlerini gösterir cetvel. şedd: kuşanma. şeddad: yemen'de yaptırdığı büyük binalarla ve irem bağı ile şöhret kazanmış, tanrılık davasına kalkıştığı için allah'ın gazabına uğramış bir hükümdar. ad oğlu. şefaat: af için vesile olmak. fık. ahiret günü bir kısım günahkar mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için peygamber aleyhissalatü vesselam ve sair büyük zatların allah teala'danniyaz ve istirhamda bulunmaları. şefi' olmak: şefaatçı olmak. şefi. şefaat eden, bir suçun bağışlanması için aracılık eden, muhammed. şefi'u'lmüznibin: günahlara şefaatçi. şeha: ey padişah! ey şah! şehd: bal, gömeç balı, asel. şehd ü şeker: bal ve şeker. şehi ayyar: yoldan çıkaran sevgili. şehid: şahid olan. allahyolundacanını feda eden müslüman. hak için hayatını feda ederek ölen. allah'ın rızasına eren. şehri mu'azzam: büyük şehir. şehriyar: hükümdar, şah, padişah. şehsüvar: ata iyi binen. şehvet: nefsin meyli ve arzusu. bir şeyi fazla istemek. cinsel istek. mahbube için olan istek. şekavet: bedbahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk, eşkiyalık, haydutluk. şeker ve güllab: şeker ve gül suyu. şekk: şüphe, zan, bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek. şem. mum, ışık. şem' ü çerağ: mum, kandil, ışık. şemveş: mum gibi, ışık gibi. şem'. ışık, çıra. nur. muma batmış fitil. şemi delil: görünen, kılavuz olan mum, ışık. şemle: araplar'ın baş örtüsü. şemm: bal mumu, mum. şemme: bir kere koklama, pek az şeyi. şems: güneş, afitab. şems ü duha: güneş. şemsi bizevalem: sonsuz güneşim, öğle vakti güneşiyim. şemsi münir: parlayan güneş. şeraver: kanun getiren. şerefi desti bus kıldı: elini öpmekle kutluluk buldu. şerh eylemek: açmak, açıklamak. şerh ü beyan: açıklama. şeriat: doğru yol. allah'ın emri. ayet, hadis, icmai ümmet esaslarına dayanan din kaideleri. şeri şerefli, mübarek, kutsal; soylu, temiz; hüseyin vasıtasıyla muhammed soyundan olan. şerik: ortak ders, mektep, medrese, arkadaş. şermende: utangaç. şermsar: utangaç, mahcup. şeş cihet: altı yön . şetaret: neşe, şenlik, sevinç. şevk: çok istek, şiddetli arzu. neşe. şey'en li'llah: allah rızası için bir şey . şeyatin: şeytanlar. şeyda: aşktan aklını kaybetmiş, divane, düşkün, şaşkın. şeytan: iblis. cenabı hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. şeytanı mutlak: katıksız şeytan. şikak: nifak, ikilik, ittifaksızlık. şikar: av, avlanan hayvan. avlama. düş mandan ele geçirilen mal, ganimet. şikarcık: av hayvanı, avlanılacak şey. şikeste: kırık, kırlmış. yenik, mağlub olmuş. şimal: sol, sol taraf. sağın ve cenubun zıddı. coğ. kuzey. şimşad: şimşir ağacı. şimşiri hayder: ali'nin kılıcı. şindi: şimdi. şir: aslan. süt. şirhar: küçük çocuk. şiri merd: erkek aslan, özü sözü doğru, süt. şirin: tatlı, sevimli, cana yakın. ferhat ile şirin adlı aşk hikayesinin kadınkahramanı. şol: o, üçüncü teklik kişi zamiri. şu'le: alev, ateş alevi. alevlenmişodun. şugl: iş, uğraşacak, meşgul olacak şey, dert. şuglı cihan: dünya işleri. şu'le: alev, ateş alevi, nur, parıltı. şu'lei iman: iman nuru. şuma: siz. şumara: sayısız, sayıya gelmez. şure: çorak, verimsiz toprak. şuride: perişan, karışık. tutkun, aşık, meftun. şüheda: şehitler. şükran: şükran alameti, iyilik bilme nişanesi. şükri ferah: gönül açıklığının şükrü. şükufe: çiçek, süslemede sırf çiçek motiflerine dayanan bir tarz. şümar: sayan, sayıcı. esden, edici. tt tanmamak: seslenmemek, ses çıkarmamak. ta'accüb itmek: şaşırmak. ta'allül: vesile ve bahane arama. tabnak: parlaklık. taban: ışıklı, parlak. ta'am: yemek yenilen şey. abdurrahman güzel ta'. hoş görmemek, kötülemek, birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. küfretmek. muhalifin iddialarını çürütmek. ta'na taşın at: kınamak. ta'na ur: kınamak. ta'un: veba hastalığı. ta'zim: saygı gösterme, ikram etme. taaccüb etmek şaşmak, hayret etmek. taaccüb: hayret. ta'at: allah'ın emirlerini yerine getirme, itaat etme, ibadet etme. tabi: birinin arkası sıra giden, ona uyan, boyun eğen, bağlı kalan, birinin emri altında bulunan. tabl: davul, zurna, kulak zarı. tablhane: büyük davul. tablı melamet: yergi davulu. tablı selameti çalmak: selamet davulu çalmak. tabşurmak: teslim etmek, tevdi etmek, emanetetmek. yetiştirmek, ulaştırmak. tac: bazı tarikatlarda şeyhlerin giydiği başlık. tacı rahim: merhamet tacı. tacir: ticaretle uğraşan. tag: dağ. tagarcık: yiyecek vs. koyulan meşinden torba. tagayyür: değişmek, başkalaşmak. bozulmak, renk değiştirmek. taharet: temizlik, temizlenme. tahayyür: hayran olma, hayrete düşme, şaşakalma, şaşırma. tahir: temiz. tahiyyat: selamlar, hayır dualar, namazda okunan ettehiyyatü duası. tahrir: yazma, yazılma. tahsin etmek: beğenmek, alkışlamak. tahsin: takdir etmek, beğenmek. tahtessera: yerin altı, toprak altı. tak: bina kemeri, yarım daire şeklinde kapı vepencere üstü, kubbe. takdiri hüda: allah'ın takdiri. takrir: anlatma, anlatış. takriri berat: imtayaz bildirimi. taksir: kısaltma, kısma. kusur, hata, kabahat, suç. günah. bir işi eksik yapma. takva: bütün günahlardan kendini korumak, dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. tal'at: vecih, yüz, çehre. görünüş. görüşmek. güzellik. bir şeye çok rağbet etmek. talak: boşamak, boşanmak. bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. tali: talih, kısmet, kader, baht, tulu eden, doğan. tali. doğan, tulu' eden. kısmet, kader, baht. nişangahın arkasına düşen ok. yeni hilal. tali'i me'sud: bahtı açık. talib: isteyen, istekli. talebe, öğrenci. talib ü matlub: isteyen ve istenilen. taliban: istekliler, isteyenler. talibi aşk: aşkı isteyen, aşka istekli olan. talmak: dalmak. tam: damlamak. tamah: bir şeye göz dikip bakma, hırs. tamar: damar. tamu: cehennem. tana: dana. tandur: tandır. tanık: gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimse, şahid. tarik: yol, meslek. tanlamak: hayret etmek, şaşmak, garip bulmak. şaşırtmak. tanrı bendesi: allah'ın gerçek kulu. tanrı dostı: veli, eren. tanuk, tanık: şahit, şehadet. tapşurmak: emanet etmek, teslim etmek, vermek. tar: karanlık. tel, saç teli. tepe. iplik. tarac: yağma, talan, çapul. yağmalama, talan etme. taraş: yontma. tarh: atma, bırakma, uzaklaştırma. dağıtma, bölme, ta'yin. kurma, düzenleme. tarikat: yol, manevi yol. usul, tarz. tarrar: yankesici, hilekar. tasarru sahip olma. idare ile kullanma, tutum. artırma. tasavvurı batıl: kötü düşünce. tashih: yanlışı düzeltme, doğrultma. taş: dış. taşra düşmek: dışarıda kalmak. taşra: dışarı. tavus: meşhur bir süslü kuşun adı. tayak: dayanılacak nesne. tayi. itaat eden, boyun eğen kimse. bir işi kendi isteğiyle yapan. taylasan: başa veya boyna sarılan şal, zahidlerin sarıklarından sarkıttıkları uç. tayr: kuş. uçmak. tazarru vü niyaz: yalvarma ve yakarma. tazarru: kendini alçaltarak yalvarma. te'vil: sözü çevirme, söze ayrı manavermeye kalkışma. tebarüz: iki düşmanın çarpışmak üzere meydana çıkması, görünme, gözükme, belirme. tebdil: değiştirme, değiştirilme, başka bir hale gelme. tebeddül: değişme, başka hale gelme. teberra: beri olma, yüz çevirme, uzaklaşma, çekilme. teberrük: uğur sayma, mübarek sayma, hatıra olarak verme. tecelli: görünme, belirme, allah'ın lütfuna nail olma, tasavvufi manada hak nurunun tesiriyle makbul kulların kalbinde ilahi sırların ayan olması hali. tecemmül: süs, süslenme. tedbir: bir şeyi te'min edecek veya defedecek yol. cenabı hakk'ın hakim ismine uygun hareket, riayet. bir şeyde muvaffakiyet için lazım gelen hazırlık. teferrüc: açılma, ferahlama, gezinti, gezintiye çıkma. teferrüc etmek: ferahlanmak, iç açılmak. gezintiye çıkmak. teferrücgah: eğlence ve gezinti yeri. tehi boş, boşuna. ünersiz, marifet siz, bilgisiz. tekebbür: kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek. tekebbürlük: büyüklenme, kibirlenme. tekerrür: tekrarlanma. teki: gibi. tekmil olmak: tamamlanmış olmak. tekye kılmak: dayanmak. tekye: tekke, tarikatte olan dervişlerin oturdukları, ibadet ve ayin yapüklan yer. telakki: alma, kabul etme. şahsi anlayış, şahsi görüş. tele yok olmak, ölmek, zayi olmak. boş yere harcamak. teman: tamam, son. temaşa: bakıp seyretme. gezme. temenna: eli alnına götürerek selamlama işareti yapma. minnettar olma. temessül: bir şekil ve surete girme, biçimlenme. benzeşme. temyiz: ayırma, ayrılma, seçme, seçilme. iyiyi kötüden ayırt etme. ten gözi: dünyayı görmemizi sağlayan organ. ten: insan vücudunun dış yüzü. tena'um: nimet içinde bolluk içinde bulunarak rahat etmek. tenam: nimetlenen. tenavül: bir şeyi alma. yemek yeme. bahşiş ve ihsanda bulunma. tene'umı eşk: göz yaşı aşı. tenhalamak: hiç kimsenin olmadığı bir vakti kollamak, beklemek. tennure: dervişlerin tören sırasında giydikleri geniş eteklik. tennurepuş: tennure giyen derviş. tenüm: uryan çırılçıplak. tenzil: indirme, azaltma, aşağı düşürme. kur'anı kerim. terane: nağme, ahenk, makam. ed. rübainin başka bir ismi. bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme. terazi: birbirini razı etme, uyuşma. terceman: tercüman. tercii bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç kısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda tekrarlanan kafiyeli bir beyti bulunan nazım şekli. terki sitemkar: sitem etmeyi bırakma. terkibi bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç kısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda ayrı kafiyeli bir beyti bulunan bir nazım şekli. terkin urmak: bırakmak, vazgeçmek, terk etmek. terras: kalkancı, kalkan kullanan ters hristiyan, isevi. abdurrahman güzel teslim: bir emaneti yerine verme. bir şeyi yeni sahibine verme. hakikat olduğu söyleme. teşbih: benzetme, benzetilme. teşne: susamış. istekli, çok arzulayan, heveskar. teşne: lebler susamış dudaklar. teşnelük: susuzluk, çok istekli olma. teşviş: kargaşalık, karışıklık. tevabi: maiyyet, bir kimseye tabi olanlar. iman, islamiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar. uşaklar. bir merkeze bağlıolan yerler. tevhid: birleme. bir allah'tan başka ilah olmadığına inanma, lailahe illallah sözünü tekrarlama; her yerde ve her şeyde allah'tan başkasının tesir hakimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak. ed. allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume. tevhid bagı: allah'ı birleme. tevhid okı: allah'ı birleme. tevhid suyı: allah'ı birleme. tevhid tohumu: allah'ı birleme. tevhid ü sıfat: birleme ve nitelik. tevhid yolı: birleme yolu. teymür: demir. tezvir: söze yalan karıştırma. ara bozmak ve bilhassa kötülük kasdıyla yapılan kovuculuk. tıfl: küçük çocuk. her şeyin cüz ve parçası. batmaya yakın güneş. kıvılcım. tıflı pervane: çok hareketli, dört dönen çocuk. tıman: tedavi. tınab: çadır ipi. tınmak: ses çıkarmak, söz söylemek. timar: yara bakımı. ağaç bakımı. hayvan temizleme, tımar. beslediği sipahilerle harbe giden beylereöşrünü almak üzere ayrılan arazi. tir: ok. tirid: ekmek üstüne et ve et suyu dökülmüşyemek. tirkeş: ok kabı, okluk, kuburluk, sadak. tiryak: zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karşı kullanılan macun. panzehir. afyon. tiz bazara: çabuk pazara. tiz: tez, çabuk, hemen, derhal. tizrek: derhal, çabucak. togrı: doğru. tolab: dolap. tolmak: dolmak. ton: elbise, kılık kıyafet. renk. ton u destar: elbise ve sarık. tonı taylasını: başa ve boyna sarılan şalını torlak: genç, acemi, toy. parlak, güzel tüysüz oğlan. toylamak: ziyafet vermek, yedirip içirmek, ağırlamak. toymak: doymak, tatmin olmak. toz eylemek: tozlanmak. tuba: cennet'de sidre'de bulunan ve dalları bütün cennet'i gölgeleyen ilahi ağaç, güzellik, iyilik, hoşluk. tufanı necat: kurtuluş tufanı. tug: tuğ. bazı kuşların tepesinde bulunan uzunca tüy. tar. padişahların ve vezirlerin başlarına taktıkları başlıkların ön tarafında bulunan tüy veya püskül şeklindeki süs. tugyan: taşma, taşkınlık, azgınlık, coşkunluk. tul: uzunluk, boy, zaman çokluğu, uzun müddet. tuli emel: hırs, tamah, tükenmez arzu, olmayacak dilek. tulum: bazı yiyecek ve içecekler için koruyucu kap olarak kullanılan. tuman: duman. turab: toprak, toz. turaç: bir sülün çeşidi. turak durak. yerleşilen yer, yurt. turfa: yeni yetme, taze. turı gelmek: ayağa kalkmak. turılmak: durulmak, sakinleşmek, açılmak. turmak: kalkmak, yürümek. turra: saç, önden kesilmiş alın üstü saç. turrayı misk: misk gibi kokan alın üstü saç. turrayı müşkin: misk gibi kokan alın üstü saç. turre: tura. tuş eylemek: rast getirmek, karşı karşıya getirmek. tuş: köstek, ayak bağı, bağ. tuş, tüş: cihet, yön, yol. tuş: denk, benzer, eş. tuşlamak: rastlamak, karşılamak. tutaş: rastlama. tuti: dudu, papağan cinsinden taklit yapan bir kuş. tuz ekmek hakkı: komşuluk, arkadaşlık hakkı. tuzag: tuzak. tuzlu: güzel, hoş. tükeli: tamamen, büsbütün, kalabalık. türab: toprak. ali'nin lakabı. tütmek: duman olup gitmek. tüvana: güçlü, kuvvetli. uu ud: ağaç, odun. ulema: alimler, ilim sahipleri. ulum: ilimler, bilgiler. umman: ulu, büyük deniz, okyanus. umre: hacc mevsiminin dışında kabe'yi ve mekkei mükerreme'nin mübarek yerlerini ziyaret etme. uryan: çıplak, yalın. uzzaz: azizler. ucb ü tekebbür: kibirlenme, kendini büyük görme, kendini beğenmişlik. ucbı şeytani: şeytan'ın kendini beğenmişliği. uçmak: uçmağ, cennet. ud u sandal serv u tuba: erguvan, ud ve sandal servi ağacı ve tuba ağacı erguva çiçeği. ud: hayır, edep, ar, hicap, utanma, utangaç. kaygı, tasa. şeref, onur. ugru, ugrı: hırsız. ugrulamak: çalmak, hırsızlık yapmak. uğur: ön, yön. yol. uğurla: çalmak, sirkat etmek. ukba: ahiret, öbür dünya, baki olan alem. ukul: akıllar. ulalmak: büyümek, yetişmek, yaşlanmak. artmak, çoğalmak. ulaşık: ileriden beri ürüp gelen, mütevelli. birbiri ardına, arkası kesilmeksizin. bağlılık, irtibat. ulu: zengin, ağır, büyük, pek önemli, şerefli, saygıdeğer. ulu'lemr: padişah, kanun vazıı. ulum: ilimler, bilgiler. ulum: ilimler, bilgiler. ulus: millet, halk. uluş: köy, şehir. umman: ulu, büyük, umman, deniz, okyanus. umu: ümit, emel, arzu. urgan: büyük, halat gibi ip. urılmak: çalınmak . urmak: vurmak. urmak: giymek . urum: rum, anadolu. uryan bebürehne: başı ve vücudu açık, çıplak. uryan: çıplak, mecazi olarak dervişlere verilenunvan. us: akıl, fikir. usanmak: bıkmak, bıkkınlık gelmek. usul: asıllar, kökler. bir ilmin veya tekniğin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken esas, başlangıç bilgi. başlangıç. yol, yöntem, tertip. birinin soyundangelme kimseler, ana veya baba tarafından atalar. uş: işte, şimdi. çünkü. ancak. uşanmak: kırılmak, parçalanmak, ufanmak, dağılmak, kopmak, toz haline gelmek. uşatmak: parçalamak, ufalamak, kırıp dökmek. uşda: işte. uşşak: aşıklar. utmak: oyunda kazanmak, kar etmek. utlu: utanır, utangaç. uyarmak: ikaz etmek. yakmak. uzlet: bir yana çekilip kendi kendine yalnız yaşama. üü üftade: düşmüş, düşkün, biçare. aşık, tutkun. üleşmek: paylaşmak, bölüşmek. ümmi: anasından nasıl doğmuşsa öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş kimse. ümmü'lkur'an: fatiha suresi. ün: ses, yüksek ses, nida, avaz. şöhret, şan. ünsi: alışmış, sokulgan, arkadaş. ürcufe: yalan, uydurma söz. ürerem köpek gibi: köpek gibi ses çıkarırım. üryan: çıplak. üstad: muallim, usta, sanatkar, öğretmen; bir ilim veya sanat alanında üstün yeri olan kimse. abdurrahman güzel üstadane: üstada yakışır şekilde, ustaca. üşenmek: tedirgin olmak, rahatı kaçmak, çekingen, korkmak. üşmiş üşirmek. üşürmek, üşüştürmek, musallat etmek. ütilmek: oyunda yenilmek. üzengi: ata binenlerin ayaklarını geçildikleri, eyere bağlı yanm daire biçiminde demir halka. üzilmek: kapmak, kesilmek, sökülmek, kopup dağılmak. üzmek: kesmek, kırmak, koparmak. üzülkirişi üzülmüş. kopmak, koparılmak, kırılmak, kopup dağılmak, bozulmak, kesilmek, sökmek. üzüşmek: kesişmek, koparılmak. vv v'escudu adem: adem'e secde ediniz. va'di ebed: sonsuz sözünde durma. va'iz: nasihat veren, dini meseleler üzerinde öğüt veren. vacib: lüzumlu, yapılması gerekli, terki uygun olmayan. fık. yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup farz derecesine yakın olan. va'de: belirtilen zaman, ecel, ecelin takdir edildiği zaman. vahded: çemeni birlik bahçesi. vahdet: birlik, yalnızlık, teklik. tas. allah'a yakınlık, gönlünü, kalbini tamamen allah ile meşgul etme hali. vahdet bagı: birlik bahçesi. vahdethane: tekkelerde şeyhin odası. vahdeti vücud: varlığın tek oluşu, tasavvuf mesleği; her yerde ve her şeyde kalbini yalnız allah ile meşgul etme hali ve yaşayışı. vahid ü samed ü ahad padişahı yekta: allah. vahş: insandan kaçan, yabani ve ürkek. tenha ve ıssız yer. vahş u tuyur: ürkek, yabani hayvanlar ve kuşlar. vakar: ağırbaşlılık, temkinlilik. vakı' olmak: vuku bulmak, olagelmek. vaktı hazan: hazan vakti, sonbahar. vali: bir vilayeti idare eden en büyük memur. devleti temsil eden kişi, vallahu alem: en iyisini allah bilir. vangadak: hemen, birdenbire. varid: ulaşan, yetişen, gelen, erişen. akla gelen. bir şey hakkında olması beklenen, olabileceği düşünülen, söylenip tatbik edilen. visal: ulaşma, bitişme sevgiliye kavuşma. vesvas: şeytan. varid olmak: gelmek, ulaşmak. varis: kendisine miras düşen kişi. vasfı hal: durumun vasfı, anlatılma. vasfı hikayet: hikaye anlatımı. vasıl olmak: ulaşmak, kavuşmak. vasilik: genişlik, açıklık. ve nahnu akrebu ve nahnu akrebu minhüm. ve biz sizden daha yakınızdır manasına gelen bu ibare vakıa suresi. ayetten alınmıştır. vech: yüz, suret, çehre. veçhile: sebeple, suretle. vefa: sözünde durma, sözünü yerine getirme. vefadar: vefalı, sözünde duran. vehm itmek: yersiz korkmak, kuruntu etmek. ve'l hasıl kelam: sözün kısası. velayet: velilik, ermişlik veli ve ermiş olan kimsenin hali ve sıfatı dostluk, sadakat allah dostluğu. veleddalin amin: veladdalin kur'anıkerim'in ilk suresinin en son kısmı. amin, allahım kabul eyle. manasındadır. veli: ermiş, eren. veliyu'llah: allah'ın velisi, dostu, evliya. ve'sselam: işte o kadar, son söz budur, artık bitti. vesvesei şeytan: şeytanın dürtüsü. viribilmek: göndermek, yollanmak. visal: vasıl olma, sevdiğine ulaşma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma. vitiri vacib: yatsı namazından sonra kılınan üçrekat namaz. vuhuş: yabani hayvanlar. vuslat ol. bir şeye ulaşma, yetişme. kavuşma. vuslat: şarabı kavuşma şarabı. vuslat u fursat: kavuşma ve fırsat. vuslat u fürkat: kavuşma ve ayrılık. vuslat visal: sevdiğine kavuşma, ulaşma. vuslata irmek: sevdiğine ulaşmak, kavuşak, ayrılıktan kurtulmak. vücudname: kaygusuz abdal'ın eseri. yy yaban: ıssız kır, ova, insandan boşalmış yer. yabancı. dışarı, başka ülke. yad: hatırlama, anma. hatır, gönül. yad: yabancı, tanıdık olmayan, garip. yadigar: bir kimseyi veya bir olayı hatırlatan nesne veya kişi. yağır: hayvanların sırtında çıkan yara. sırtı yaralı hayvan. yağma: zorla mal alma, çapul, talan, yağma. yağı: düşman. yağlı çöreg: tereyağıyla yapılan bir çeşit çörek. yahni: et yemeği. azık, zahire. pişmiş şey. yahşı: iyi, güzel. yahşı yaman: iyi kötü. yakım: mersiye, ağıt yakmak. yakin ehli: hakk'ı en iyi bilen. yakin: şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. yakut: çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı. yalabılmak: parlamak, parıl parıl parlamak, ışık saçmak. yalap yalap: parıl parıl, alev alev. yalıncak: çıplak. yamru yumrı: eğri büğrü. yamru yumrı söylemek: ileri gerikonuşmak. yarag: hazırlık, levazım, teçhizat. silah. pişkin ve idmanlı. yarag: silah, asker. yaraglanmak: hazırlık yapmak, hazırlanmak. yaran: dostlar, arkadaşlar. yargu divan oldı: toplanıp mahkeme kuruldu. yargu: yargı, adalet merci. yarı peygamber: peygamberin dostu, arkadaşı, ebubekir. yarındası: ertesi gün. yari mahrem: sırdaş, dost. yasdanmak: yaslanmak, yaslanır gibi yatmak. yaşın yaşın: gizli gizli, için için. yavı kılmak: kaybetmek. yavı varmak: kaybolmak. yavız: kötü. yavlak: pek, çok, gayet. yay yay uluş. yaz, sıcak mevsim. yaylak: hayvanların odamasına, yayılmasına uygun olan yer. yed: el. kuvvet, kudret, güç. yardım. vasıta. mülk. yedi beyza: beyaz el. yedi bus: el öpme. yedi derya: yadi deniz yedi kat yiryüzü: dünyanın katmanları. yedi kudret: kudret eli. yedi revzenli: yedi pencereli. yedmek: çekmek, yedekte götürmek. yeg: iyi, daha iyi, üstün, efdal. yegan: birler, tekler. teker teker. yeğrek: daha iyi, üstün, baskın, tercih edilir. yehdillahü limen yaşa: allah' dilediğinidoğru yola götürür sözü yekcihet: tek yön, fikirleri bir olanlar. yekdil: tek gönül, gönül birliği. yeksan: düz. beraber, bir. her zaman. yelmek: yilmek, koşmak. yemin: sağ el, sağ taraf. yensüz gönlek: kolsuz gömlek, kefen. yermek: zemmetmek, kötülemek, beğenmemek, hor görmek, çekiştirmek. yesir: kolay. az şey, az. kumarbaz. yesiri derdmend: dertli esir. yevm: gün, yirmi dört saatlik zaman. yevmü'lhisab: hesap günü. insanların allah'ın huzuruna çıkacakları gün. yidi eyyubveş: yedi eyüp gibi. yidi ılduz: yedi yıldız. yidi tamu: yedi cennet, cennet'in yedi katı. yididörton sekiz: yedi deniz, dört unsur, on sekiz bin aleme işaret eden sayılar. yiğ: daha iyi, üstün. yil: yel, rüzgar. yilsuodtoprak: dört unsur . yog: yok. yoğun yumrı: kaba, sert, eğri büğrü. yohsa: yoksa. abdurrahman güzel yohsul: yoksul, fakir. yol eri veli, eren. yoldaş: aynı yolda giden, arkadaş. yondurmak: yontturmak. yögrük, yüğrük: yörük, tez koşan. yörenmek dolaşmak, yaklaşmak, bir şeyin çevresinde dolaşmak. hatıra gelmek, gönlü kaplamak. yu çok zayıf, yuh, yuf. yular: hayvanları bağlamak için boyunlarınageçirilen ip, zincir veya deriden yapılan dizgin. yumak: yıkamak . yumış oglanı: erkek hizmetçi, hizmetkar. yumuş, yumış: hizmet. yunmak: yıkanmak. yuvuk: geyik. yüğrüklük: yürürlük, hızlı gitme, hızlı koşma, çokkoşan, işlek, taşkınlık. yüreg: yürek. zz zag: karga. zag: yayın ucuna sarılan deri. zahid: züht ve takva ehli, aşırı sofu, her türlüzevkten uzaklaşarak kendini ibadete veren. zahidi mağrur: kibirli zahit. zahidi rana: uygun, güzel zahit. zahidi tersa: hıristiyan softa. zahir: görünen, belli, meydanda dış yüz görünüşü açık. zahirbatın: açıkgizli. zahm: yara, ceriha. zahmı diken: diken yarası. zahr: ihtiyaç zamanı için alınan ve saklanan şey. zakir: zikreden, zikredici, anan; tekkelerde zikir esnasında dervişleri teşvik için ilahiler okuyan kimse. zangadak: hemen, birdenbire, aniden. zan. sanma, sanı, sezme. şüphe, işkil. zann u güman: zan ve şüphe. zannı hayal: sanı, hayal gibi. zar: inleyen, ağlayan. zayıf, dermansız. inleme, ağlayış. zarılık: ağlayış, inleyiş. zari kılmak: ağlamak, sızlamak, inlemek. zari: ağlayıp sızlanma. zari zarafetli, güzel, şık. ince ve nazik avırlı. ince nükteli ve güzel tabirlerle konuşan. zati mutlak: mutlak zat, cenabı allah. zati: kişiyle ilgili, kişiye ait şahsi, zer alan zayi. elden çıkan, kaybolan, yitik, zarar, ziyan. zeban: dil, lisan, lügat, lehçe. zebun: zayıf, güçsüz, aciz. alışverişte aldanan. zebur: kitap. mektup. peygamber davud'avahiy ile gelen mukaddes kitabın adı. zecr: menetme, engel olma, yasaklama. zorlama, zorla yaptırma. kovma. eziyet etme, sıkma. angarya olarak çalıştırma. zehi, zihi. ne kadar güzel, ne mutlu, ne iyi, ne hoş. zehri mar: yılan zehri. zekat: islam'ın beş şartından biri olan, mal ve paranın paklığını ve helalliğini sağlamak üzere, kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtılması. zekeriyya: beni israil peygamberlerinden ve süleyman aleyhisselam'ın neslindendir. beytü'lmakdis'de tevrat yazan ve kurban kesen reis idi. zelil: hor, hakir, alçak; aşağı tutulan, aşağılanan. zemheri: karakış, aralıktanocağa kadar şiddetli soğukların devam ettiği süre. zemin: yer, yeryüzü. zemzeme: ezgili, nağmeli ses, nağme, hoş ses. zenbil: içine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap. zeng: zenci. kir, pas. zil, çalpara. zengedek birdenbire, aniden. zer: altın. akçe. tas. nöbet, oruç, çile. zerdalü: zerdali, sarı erik. zerde: safranla pişirilen bir çeşit pirinç tatlısı.safran, sarı renge boyadığı için bu ad verilmiştir. eskiden düğünlerde pişirilirdi. safran. yumurta sarısı. zerger: altın işleyen, kuyumcu. zergerdan: bir kavak çeşidi. zerk: bir su veya sıvı ilacı ırınga ile vücuda vermek. sofuların giydiği mavi cüppe. dindar görünme. hile, riya, iki yüzlülük. zerk ehli: riya, gösteriş sahibi. zerk ile zünnar: riya ile papaz kuşağı. zerk ü salus: riya sahibi, iki yüzlü. zerk ü tezvir: yalan dolan. zerrak: iki yüzlü. zerver: altın yaldızlı olan. zeval: yerinden ayrılıp gitme. zail. güneşin baş ucunda bulunma zamanı, öğle vakti. zevrak: kayık zevrakı muhit: denizlerin kayığı, gemi. zeyn: zinet, süs, bezek. süslemek. zeyrek: anlayışlı, uyanık, zeki. zımn: açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılmak istenilen söz, gizli maksat, istek. zi: arapçada kelimenin yerine göre za, zu, zi şeklinde okunan, sahib manasını ifade eden ve birleşik kelimeler yapan bir edattır. ziba: süslü. güzel, yakışıklı. zihi: ne güzel, ne iyi, aferin. zikıymet: kıymet sahibi, kıymetli. zindan: karanlık, yeraltı hapishanesi, sıkıntılı ve karanlık yer. zinde: diri, yaşayan, canlı. dinç, sağlam, güçlü, kuvvetli. zinet: süs, bezek. kadınlara mahsus kıymetli eşya. zineti zemaneye: zamanın süsüne. zinhar: sakın, asla, katiyyen, olmaya, aman. zinşeri şerefli. zir ü zeber olmak: alt üst olmak, karışmak. zirek: zeyrak, anlayışlı, uyanık. ziri kelim: söz altı. zişt: çirkin. ziyadeleşme: artma, çoğalma. zuhur etmek: görünmek, meydana çıkmak, türemek. zuhur, zuhurat: zuhur, meydana çıkmak, belirmek demektir. arapça olan sözün çoğulu, zuhur eden şeyler anlamına zuhurat tır. tasavvuf ehli, meydana gelen şeylere zuhurat elerler. zuhurata tabi olmak, beliren, meydana çıkan olaylara uymak, onlara göre hareket etmek anlamına gelir. tasavvuf ehlince varlıklar, tanrı'nın zuhurudur. tanrı'nın kudretinin, yani tanrı varlığının aynaları, mazharlarıdır. tanrı'nın zatı, bu sıfatlarla tezahür eder, fakat her an olup duran bu zuhur, irfana ermeyenlerin nazarında, hep o varlıkların muktezası gibi görünür. zuhura gelmek: ortaya çıkmak, meydana gelmek. zulmet: karanlık. sıkıntı. zurbazu: kuvvetle, zorla kuvvet oyunları gösteren sanatkar. zücace: kalp. zühd ile takva: ibadet ve inanç. zühd ü riya: ibadet ve riya. zühd ü salus: ibadet ve iki yüzlülük. zühd ü savm: ibadet ve oruç. zühd ü ta'at: ibadet. zühd: dünyevi şeylere rağbet etmeyip pehrizkar olmak ve daima takvaya yapışarak ibadette bulunmak. dünyaya buğz ve dünyalıktan uzaklaşma zühd; dünyadan ve dünya malından zühd, halktan zühd, haram ve şüpheli şeylerden zühd, helaldan zühd, olmak üzere çeşitlere ayrılır. asıl zühd, helallerden zühddür. çünkü diğerlerinden zühd, farzdır. zühhad: zahidler, çok aşırı sofular. zühre: astr. çoban yıldızı, sabah yıldızı, venüs, kervankıran, çulpan. zül yüzün iki yanından sarkan saç lülesi sevgilinin saçı. zünnar: papazların bellerine bağladıkları uçları sarkık ipten örme kuşak. züvvar: ziyaretçiler, ziyaret edenler erzurum, temmuz mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve yunan ve ermeni amaline kurban etmemek için açılan mücahedei milliye uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa sıfatı resmiye ve askeriye artık mani olmağa başladı. bu gayeyi mukaddes için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa mukaddesatım namına söz vermiş olduğum cihetle pek aşıkı bulunduğum silki celili askeriye bugün veda ve istifa ettim. bundan sonra gayeyi mukaddesei milliyemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sinei millette bir ferdi mücahid suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim. mustafa kemal. , erzurum, ankara, bitlis, sivas, trabzon, mamuretülaziz, van vilayetleriyle erzincan mutasarrıflığına şifre telgrafname. mustafa kemal ve rauf beylerin hükumetin mukarrerat ve tebligatına muhalif harekat ve tahrikat da devam ve ısrar etmekte oldukları imzaları altında neşrettikleri beyannamelerle vuku bulan işaratdan anlaşılmasına binaen hemen derdest edilerek dersaadet'e izamları meclisi vükela kararıyla tebliğ olunur, harbiye nezaretinden de kumandanlıklara tebligat ifa olunmuştur. fitemmuz sene dahiliye nazırı adil harbiye nezaretinden şu telgrafı aldım: harbiye, temmuz erzurum'da. kolordu kumandanlığına, mustafa kemal paşa ile rauf bey'in mukarreratı hükumete muhalif efal ve harekatlarından dolayı hemen derdestleriyle dersaadet'e izamları babıali'ce bi'ttensib mahalli memuriyetine evamiri lazım verilmiş olduğundan kolordu'ca da ciddi muavenetde bulunulması ve neticesinden malumat itası rica olunur. temmuz harbiye nazırı nazım atideki cevabı yazdım, aynen müfettişliğe. kolordu ve kolordu kumandanlarına da bildirdim: erzurum, ağustos harbiye nezaretine, cevabdır merkez dairesi şifreye: mustafa kemal paşa ile rauf bey'in mukarreratı hükumete muhalif efal ve harekatlarından dolayı derdestleriyle dersaadet'e izamları hakkında mahalli memuriyetine emir verildiği cihetle kolordu'ca da ciddi muavenetde bulunulması emir buyuruluyor. hükumetin mukarrerat ve siyaseti ne olduğunu bilemiyorsam da erzurum'da bulunan mustafa kemal paşa'nın efal ve harekatında vatan ve milletin maksad ve menfaatine ve kavanini mevcudeye muhalif telakki edilecek hiçbir hal ve hareketi olmadığını görüyorum; müşarünileyh, mülkü milletin saadet ve selameti ile alakadar her ferdi vatanperver gibi yaşamaktadır; pontus hükumeti teşkili hulyasıyla trabzon ve samsun havalisine muhacir sıfatıyla akın akın müsellah rum çeteleri çıktığı ve ermenilerin büyük ermenistan hayalini besledikleri ve hudutlarımıza kadar her türlü fecaat ve şenaati yapmakta ve sivas'a diye feryadda devam eyledikleri ve itilaf mensubininin de bunlara hafi ve celi her türlü muavenet ve müzaharetde bulundukları herkesçe malum ve bu hal istanbul gazetelerinin bile neşriyatıyla sabit olduğu halde hükumetin mevcudiyetimiz aleyhine hazırlanan bu müdhiş tehlikelerden bihaber vaziyette kalarak millete hiçbir nefhai ümid ve tatmin vermemesi ve bilakis en münevver ve kıymetdar zevat ve kumandanların birer suret ve bahane ile millet arasından tecrid ve haps ü tevkif edilmesi, bir tarafdan da esliha ve sairinin alınması bilhassa tehlikeyi pek yakın gören ve muhafazai namus ve hayat endişesiyle çırpınan bu mıntıka halkında pek haklı olarak ermeni ve rumların izmir gibi nagehani olarak buraları da işgal edeceği ve bütün müslümanların ayaklar altında çiğneneceği kanaatini hasıl ettirmiştir ve bundan dolayı da millet kendi kuvvetine istinad ederek bu ihtisasatını hükumeti celileye ismaa ve bunun için her fedakarlığı yapmağa ve her ümidden mahrum bir halde namussuzca ermeni ve rumların süngü ve baltaları altında ölmekten ise namuskarane müdafaaya karar vermiş olduklarını evvelce arz etmiştim. geçenlerde vukuagelen sürgü kolu ve kamaların sevkine mani olan ahval de böyle bir azim ve kararın neticesi olduğuna şüphe yoktur. fırka kumandanı kaymakam halid bey'in bile mahfuzen sevkinin efkarı umumiyeye pek fena tesirler yapacağını ve belki de fırkasının mümanaat göstermesini ve isyanını intac edeceğini arz etmiş idim, mustafa kemal paşa gibi memlekette namusuyla ve hidemati güzidei askeriye ve vatanperveranesiyle tanınmış ve bütün askerlerin de pek ziyade hürmetine mahsusasını kazanmış ve bahusus henüz yirmi gün evvel memleketin nısfına kumanda etmiş olan ve hal ve hareketinde menafii vataniye ve milliyeye mugayir hiçbir şey mahsus ve meşhud olmayan bir zatın tevkifine bir sebebi kanuni olamayacağı ve balada arz ettiğim ahval dolayısıyla halk ve ordu nazarında da iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği cihetle müşarünileyhin tevkifine ve kolordu'ca da bunun için muavenetde bulunulmasına halü vaziyetin katiyen müsait olmadığını arz eylerim. bahusus ki memleketi helak ve inkıraz tehlikesinden kurtaracak yegane çarenin tevekkül değil ancak milletin hak ve ruhunu aleme izhar ve teyid kanaatinde olan ve vilayatı şarkiyede ve henüz ermeni süngü ve baltalarının alamı namus şikenanesini unutmuş bir tek insan ve bir tek hanüman bulunmayan bu muhitte böyle bir teşebbüsün icrası değil ihsası bile büyük fenalıkları intac eder. esasen günden güne daha bariz ve pek vasi bir şekil almakta olan endişeyi milliyi tatmin edecek tedabiri sahiha ve vakıfanenin ittihazı ve buna bilhassa zatı samileri gibi dindar ve pek namuskâr tanınmış bir racül kıymetdârını malinüfuz ve irşad buyurması pek ulvi ve tarihi olur. herhalde bura ahvalinin istanbul'da makus telakki edildiğini zann ediyorum; hükumetin en sadık ve hürmetkar bir cüz'ü olduğuna katiyen şübhe caiz olmayan acizleri anadolu'ya dersaadet'den bu kadar yanlış ve hatalı nazarlarla bakılmamasını ve çünkü bu nazarlar netayicinin pek elim ve nedametaver olacağı kanaatini bil münasebet tekrar arz etmeği bir vecibeyi hamiyet ve bir farizai namus addeder ve bugün acizleri dahi şekki mechuliyet içerisinde bulunduğumdan siyaseti umumiyemizden, hükumetin takib ettiği makasıd ve mukarreratdan haberdar edilmekliğimi istirham eylerim. kolordu kumandanı mirliva kazım erzurum, ağustos şarki anadolu müdafaai hukuk cemiyetinden, üçüncü ordu müfettişiliği makamı alisine, şarki anadolu vilayetinin erzurum kongresi beyannamesidir. mütarekenin akdini müteakip gittikçe artan ahdşikenane muamelat ve izmir, antalya, adana ve havalisi gibi aksamı mühimmei memalikimizin fiilen işgali ve aydın vilayetinde ika edilen tahammülsüz yunan fecaiyi ve ermenilerin kafkasya dahilinde hududlarımıza kadar dayanan katliam ve imhayı islam siyasetiyle istila hazırlıkları ve karadeniz sahilinde pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesiyle hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksadla rusya sahillerinden akın akın muhacir namı altında gelen yabancı rumların ve bu minvalde müsellah eşkıya çetelerinin sevk ve celb edilmesi gibi hadisat karşısında mukaddes vatanın inkısam ve inhilal tehlikesini gören milletimiz, hiçbir iradei milliyeye istinad etmeyen hükumeti merkeziyemizin bu alam ve fecaiye çare söz olamayacağına emsalimeşhumesiyle kani ve birçok müessirat tahtında ihtimal ki daha elim ve gayri kabili hazm ü kabul mukarrerata da serfüru edeceğinden tamamıyla endişenak bulunuyor. binaen aleyh kendisini en yakın ve en hunin tehlikeler karşısında gören şarki anadolu vilayetının mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle her taraftan vicdanı milliden doğmuş cemiyetlerin iştirakiyle ahiren münakid olan erzurum kongresi ağustos sene tarihinde mesaisine hitam vererek bilütfihi teala bervechi atimukarreratı ittihaz etti. trabzon vilayeti ve canik sancağıyla vilayatı şarkiye namını taşıyan erzurum, sivas, diyarbekir, mamuretülaziz, van, bitlis vilayeti ve bu saha dahilindeki elviyei müstakile hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve camiai osmaniyeden ayrılmak imkanı tasavvur edilmeyen bir küldür. saadet ve felakette iştirakı tamı kabul ve mukadderatı hakkında aynı maksadı hedef ve ittihaz eyler. bu sahada yaşayan bilcümle anasırı islamiye yekdiğerine karşı mütekabil bir hissi fedakarlık ile meşhun ve vaziyeti ırkiyye ve ictimaiyelerine riayetkar öz kardaşlardır. osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için kuvvayı milliyeyi amil ve iradei milliyeyi hakim kılmak esastır. her türlü işgal ve müdahale, rumluk ve ermenilik teşkili gayesine matuf telakki edileceğinden müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. hakimiyeti siyasiye ve müvazenei ictimaiyeyi muhil olacak surette anasırı hıristiyaniyeye yeni bir takım imtiyazat itası kabul edilmeyecektir. hükumeti merkeziyenin bir tazyiki düveli karşısında buraları terk ve ihmal ıztırarında kalması ihtimaline göre makamı hilafet ve saltanata merbutiyeti ve mevcudiyet ve hukuku milliyeyi kafil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur. vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız anasırı gayrimüslimenin kavanini devleti osmaniye ile müeyyed hukuku müktesebelerine tamamıyla riayetkarız. mal ve can ve ırzlarının masuniyeti zaten mukteziyatı diniye, ananatı milliye ve esasatı kanuniyemizden olmağla bu esas kongremizin kanaatı umumiyesiyle de teyid olunmuştur. düveli itilafiyece mütarekenin imza olunduğu teşrinievvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi şarki anadolu vilayetlerinde de ekseriyeti kahireyi islamlar teşkil eden ve harsi, iktisadi tefevvuku müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayri kabili infikak öz kardaş olan din ve ırkdaşlarımızla meskun memalikimizin mukasamesi nazariyesinden bilkülliye sarfı nazarla mevcudiyetimize, hukuku tarihiye, ırkiyye ve diniyemize riayet edilmesine ve bunlara mugayir teşebbüslerin tervic olunmamasına ve bu suretle tamamıyla hakkı adle müstenid bir karara intizar olunur. milletimiz insanı, asri gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadi hal ve ihtiyacımızı takdir eder. binaenaleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamı mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudut dahilinde milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız ve bu şeraiti adile ve insaniyeyi muhtevi bir sulhün de acilen takarrürü selameti beşer ve sükunu alem namına ehassı amali milliyemizdir. milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde hükumeti merkeziyemizin de iradei milliyeye tabi olması zaruridir. çünkü iradei milliyeye gayri müstenid herhangi bir heyeti hükumetin indi ve şahsi mukarreratı milletçe mutabık olmadıkdan başka haricen de muteber olamadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbuki efal ve netayic ile sabit olmuştur. binaen aleyh milletin içinde bulunduğu hali zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükumeti merkeziyemizin meclisi milliyi hemen bila ifatei an toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği bilcümle mukarreratı meclisi millinin murakabesine arz etmesi mecburidir. vatanımızın maruz kaldığı alam ve hadisat ile ve tamamen aynı maksadla vicdanı milliden doğan cemiyetlerin ittihad ve ittifakından hasıl olan kitlei umumiye bu kere unvanıyla tevsim olunmuştur. iş bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen aridir. bilcümle islam vatandaşlar, cemiyetin azayı tabiyyesindendir. kongre tarafından müntehab bir kabul ve köylerden bil itibar vilayat merakizine kadar mevcut teşkilatı milliye tevhid ve teyid olunmuştur. kongre heyeti iradei seniyye, üçüncü ordu müfettişliğinden mazul ve askerlikten mustafi mustafa kemal bey silki askeriyeden ihrac ve haiz olduğu nişanlar nez ve uhdesindeki fahri yaverlik rütbesi ref edilmiştir. işbu iradei seniyyenin icrasına harbiye nazırı memurdur. fizilkade sene, fiağustos sene mehmed vahideddin sadrazam damad ferid harbiye nazırı nazım erzurum, erzincan ve bayburt mevki kumandanlıklarına, trabzon mevki kumandanlığına. fırka kumandanlıklarına, sivas kongresi eylül sene'de küşad olunmuş ve riyasetine mustafa kemal paşa ve riyaseti saniyeye de hüseyin rauf bey ve ismail fazıl paşa intihab olunmuş ve müzakerat başlamıştır. heyeti merkeziyelere malumatı ita buyurulsun. fırkalara ve erzincan ve bayburd ve trabzon mevki kumandanlıklarına bildirilmiştir. kolordu kumandanı mirliva musa kazım sivas, eylül umumi kongre beyannamesidir. bütün milletçe malum olan mehaliki hariciye ve dahiliyenin tevellid etmiş olduğu intibahı milliden doğan kongremiz mukarreratı atiyeyi ittihaz etmiştir. devleti aliyyei osmaniye ile düveli itilafiye arasında münakid mütarekenamenin imza olunduğu teşrinievvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her noktası islam ekseriyeti kahiresiyle meskun olan memalik osmaniye aksamı yekdiğerinden ve camia-i osmaniyeden gayri kabili tecezzi ve hiçbiriyle iftirak etmez bir kül teşkil eder. memaliki mezkurede yaşayan bilcümle anasırı islamiye yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile ve fedakarlık hissiyatıyla meşhun ve hukuku ırkiye ve ictimaiyeleriyle şera'iti muhitiyelerine tamamıyla riayetkar öz kardeşlerdir. camia-i osmaniyenin tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı muallayı hilafet ve saltanatın masuniyeti için kuvvayı milliyeyi amil ve iradei milliyeyi hakim kılmak, esası katidir. memaliki osmaniyenin herhangi bir cüzüne karşı vaki olacak müdahale ve işgale, ve bilhassa vatanımız dahilinde müstakil birer rumluk ve ermenilik teşkili gayesine matuf harekata karşı aydın, mağnisa, balıkesir cephelerinde mücahedatı milliyede olduğu gibi müttehiden müdafaa ve muavenet esası meşruu kabul edilmiştir. öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bilcümle anasırı gayri müslimenin her türlü müsavatı hukukiyeleri tamamıyla mahfuz olduğundan, anasırı mezkureye hakimiyeti siyasiye ve müvazeneti ictimaiyemizi ihlal edecek imtiyazat itası kabul edilmeyecektir. hükumeti osmaniye bir tazyiki harici karşısında memleketimizin herhangi bir cüzünü terk ve ihmal etmek ıztırarında bulunduğu takdirde makamı hilafet ve saltanatla vatan ve milletin masuniyet ve tamamiyetini kafil her türlü tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur. düveli itilafiyece mütarekenamenin imza olunduğu fiteşrinievvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalub azim ekseriyeti islamiye ile meskun olan ve harsi ve medenifa'ikiyeti müslümanlara ait bulunan vahdeti mülkiyemizin taksimi nazariyesinden bilkülliye feragatle bu topraklar üzerindeki hukuku tarihiye, ırkiye. riayet edilmesine ve buna mugayir teşebbüsatın ibtaline ve bu suretle hakk u adle müstenid bir karar ittihaz olunmasına intizar ederiz. madde aynen milletimiz insanı, asri gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadi halü ihtiyacımızı takdir eder. binaenaleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamı mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudut dahilinde milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız ve bu şera'iti adile ve insaniyeyi muhtevi bir sulhün de acilen takarrürü selameti beşer ve sükunu alem namına ehassı amali milliyemizdir. madde aynen milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devrede hükumeti merkeziyemizin de iradei milliyeye tabi olması zaruridir. çünkü iradei milliyeye gayri müstenid herhangi bir heyeti hükumetin indi ve şahsi mukarreratı milletçe muta olmadıkdan başka haricen de muteber olamadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbuki efal ve netayic ile sabit olmuştur. binaen aleyh milletin içinde bulunduğu hali zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükumeti merkeziyemizin meclisi milliyi hemen bila ifatei an toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği bilcümle mukarreratı meclisi millinin murakabesine arz etmesi mecburidir. vatan ve milletimizin maruz olduğu mezalim ve alam ile ve tamamen aynı gaye ve maksadla vicdanı milliden doğan vatani ve milli cemiyetlerin ittihadından mütehassıl kitlei umumiye bu kere anadolu ve rumeli müdafaai hukuk cemiyeti unvanıyla tevsim olunmuştur. bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından ve ihtirasatı şahsiyeden külliyen müberra ve münezzehtir. bilcümle müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin azayı tabiyyesindendirler. anadolu ve rumeli müdafaai hukuk cemiyetinin fieylül sene tarihinde sivas şehrinde inikad eden umumi kongresi tarafından maksadı mukaddesi takib ile teşkilatı umumiyeyi idare için bir heyeti temsiliye intihab edilmiş ve köylerden vilayet merkezlerine kadar bilcümle teşkilatı milliye takviye ve tevhid olunmuştur. umumi kongre heyeti dahiliye nezaretine şifre, mahreci: erzurum. erzurum ahalisi teşkilatı milliye vücuda getirmişlerse de fikren hükumeti merkeziyeye karşı bir gune emeli muhalefeti mevcut olmayub harbi za'ilde çektikleri mihen ve meşakkattan ve ermenilerin ika eyledikleri taaddiyatdan başka olarak bilhassa ermenistanın ademi teşekkülüne müttehiden mümanaat ve lede'l hace hükumete bu noktadan müzaheret etmek gayesini takib eyledikleri ahalisinin pek saf samimi görülen ifadesinden anlaşılmaktadır. buralarda hali hazırda hıristiyanlar mevcut olmadığı ve vilayetin kürd ve türk ahalisi arasında imtizacı tam cari olduğu nümayan olmuştur. altı mebus çıkaracak olan merkez sancağının bir kazasından maadası intihaba müteallik muamelatı ikmal eylediği ve şimdiye kadar ekseriyeti azimeyi ihraz edenlerin mustafa kemal paşa ile baro reisi celaleddin arif ve albayrak gazetesi müdiri süleyman necatibeyler olduğu ve ancak on güne kadar muamelei intihabiyeyi ikmal edebileceği tahakkuk eden kiğı kazası intihabının mahiyeti ne olursa olsun zevatı mezkurenin ihraz eyledikleri ekseriyeti ihlal edemeyeceği anlaşılmıştır. intihabatda ahalinin kemali serbesti ile bila müdahale rey verdikleri umumen beyan ediliyor. bu vilayet halkının kanaatine göre mustafa kemal paşa teşkilatı milliyenin müvellidi olmayub kendilerinin muhafazai nefs ve vatan endişesiyle tanzimine say eyledikleri harekata iştirak etmiş olmasından naşi kendisine karşı ammede bir hissi hürmet husule gelmiş ve kendisinin arzusu hilafına olarak beş yüz mühürlü mazbata ile ahali tarafından namzed ilan edilmiş olduğu ve kendisine karşı besledikleri hürmeti samimiyeden başka intihabda bir gune maddi ve manevi saik mevcut olmadığı umumen söylenilmektedir. ihrazı ekseriyet etmeleri melhuz olan diğer namzedler miyanında da sui hal ile müştehir adamlar mevcut olmadığı ve memurine karşı hiçbir taraftan müdahale vuku' bulmadığı maruzdur. fimihu aralık ferik fevzi mahkemei temyiz azasından cafer ilhami darü'l hikmeti'l islamiye azasından mustafa tevfik şifre telgrafname, mahreci: ankara , mustafa kemal paşa ve rüfekası dün akşam saat üç raddelerinde ankara'ya dahil olarak doğruca hazreti bayramı veli kaddesesi ruhu'l lala hazretlerinin türbei şerifelerini ziyaret ettikten sonra hükumet pişgahına toplanan binlerce ahali tarafından meserretkarane alkışlarla ortaya alınub kurbanlar zebh ve hilafet penahı azam ve padişahı muazzam efendimiz hazretlerinin devlet ve milletimizle saadeti namına dualar eyledikten sonra mumaileyh tarafından aynı mealde bir nutuk irade edilerek makamı vilayette ve kolordu kumandanlığı dairesinde çay ve kahve ikram edilmiş ve badehu iki seneden beri boş olan ve ikametlerine tahsis olunan ziraat mektebine gitmişlerdir. istikbale şehre üç saatlik mesafeden umum ankara ahalisiyle mülhakatdan gelen eşraf ve ayan ve müdafaai hukukı milliye heyeti idareleriyle kezalik mülhakatdan gelen binlerce süvari kuva yımilliye efradı iştirak ettiği ve yüz binlerce ahali ve kadın ve çocuklarla da bir saatlik mesafeden bed' ile hükumete kadar iki keçeli olarak istikbale şitab ettikleri ve heyetin pek har ve samimi alkışlar içinde geçtiği ve ankara zeybekleri tarafından kılınç ve kalkan oyunu oynandığı ve müstakbilinin bir kısmı mühimimüsellah olduğu halde ufak bir münasebetsizlik bile katiyen vuku bulmadığı ve heyetin hacı bektaş karyesinde çelebi cemaleddin efendi tarafından misafir edildikleri ve dergahi şerif erkanı tarafından ziyafet verilmek ve umum tarikat nazenin ricaliyle alevilerin kuva yı milliye'ye dahil oldukları ve kezalik kırşehir'nde de yağmurların kesreti nüzulüne rağmen pek büyük bir merasim icra edildiği mutasarrıflık vekaletinden alınan telgraf mündericatından müsteban olmağla ilaveten arz olunur. fi kanunı evvel sene vali vekili defterdar yahya galib , kanunı sani sene tarihli ve numrolu tezkerei hususiyei sadaretpenahileriyle tevdi buyurulan program mucibince meclisi umumini bi mennihi'l kerim kanunı saninin on ikinci pazartesi günü vasati saati saatte küşadı makrunı müsaadei seniyyei hazreti padişahi buyurulmuş ve mezkur program dahi tasvibi aliye iktiran ederek leffensavbı sami i sadaretpenahilerine iade kılınmış olmağla ol babda emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fi rebiülahir sene, fi kanunı sani sene serkatibi hazreti şehriyari ali fuad nazırı mehmed şerif paşa hazretlerinden, meclisi mebusan riyaseti celilesine, kanunı sani sene , erzurum mebuslarından süleyman necati, hüseyin avni ve bayezid mebusu şefik beylerin kanunı saninin onuncu günü dersaadet'e müteveccihen hareket ettikleri ve bayburd'da bulunan zihni bey'in de orada muma ileyhi me iltihak eylediği ve mustafa kemal paşa ankara'da ve celaleddin arif ve mehmed ziya beyler istanbul'da olub keyfiyet o vakit kendilerine yazıldığı ve mazabıtı intihabiyenin postanın tatili nakliyat etmesine mebni kanunı sani sene tarihli ve numaralı ariza ile mebus şefik bey'e tevdi an gönderildiği erzurum vilayetinden ve merkez sancağı mebuslarından samih ve mustafa vasıf beyler dersaadet'e azimet ettikleri ve mehmed ziya bey de birkaç gün evvel hareket etmiş ise de karın kesreti hasebiyle yolların kapalı olmasından naşi ilbeylü nahiye si merkezinde tevakkuf mecbur kaldığı ve sivas'da bulunan edhem ve hüseyin rauf beylere tesrii hareketleri tebliğ edildiği ve amasya mebuslarından bekir sami bey hayli vakit evvel dersaadet'e gitmiş olduğu gibi ismail hakkı paşa ile ömer lütfi bey'in ve ömer fevzi efendi'nin istanbul'da bulunduğu ve karahisarışarki mebusu fazıl bey'in bir hafta mukaddem hareket ettiği ve tokad mebuslarının tesrii hareketleri lüzumunun mutasarrıflığa yazıldığı sivas vilayetinden ve ahmed rıfat bey'in bir mah mukaddem dersaadet'e hareket ettiği kayseri mutasarrıflığından ve urfa mebus şükrü nasih bey'in kanunı sani sene tarihinde ayıntab'dan ve siverekli ali efendi'nin de kanunı sani sene minhu tarihinde siverek'ten diyarbekir tarikiyle dersaadet'e hareket ettikleri urfa mutasarrıflığından bildirilmiş olmağla beyanı malumat olunur ol babda. vilayetlere ve müstakil livalara ve kolordu kumandanlarına, ankara, mart, makarrı hilafeti islamiye ve payitahtı saltanatı osmaniye'nin düveli itilafiye tarafından resmen işgali kuvvei teşriiye ve adliye ve icraiyeden ibaret olan kuvayi selasei devletimuhteletmiş ve bu vaziyet karşısında ifayı vazifeye imkan göremediğini hükumete resmen tebliğ ederek, meclisi mebusan dağıtılmıştır. şu halde makamı hilafet ve saltanatın masuniyet ve istiklalini ve devleti osmaniye'nin tahlisini temin edecek tedabiri teemmül ve tatbik etmek üzere millet tarafından salahiyeti fevkaladeyi haiz bir meclisin ankara'da ictimaa daveti ve dağılmış olan mebusandan ankara'ya gelebileceklerin dahi bu meclise iştirak ettirilmesi zaruri görülmüştür. binaenaleyh zired ercedilen talimat mucibince, intihabatın icrası hamiyet ve reviyeti vatanperveranelerinden muntazırdır. ankara'da, salahiyeti fevkaladeye malik bir meclis umurı milleti tedvir ve murakabe etmek üzere ictima edecekdir. bu meclise aza olarak intihab olunacak zevat mebusan hakkındaki şera'iti kanuniyeye tabidir. intihabatda livalar esas ittihaz edilecekdir. her livadan beş aza intihab olunacakdır. her liva kazalarından celb edeceği müntehabı sanilerinden ve merkezi liva müntehabı sanilerinden ve liva idare ve belediye meclisleriyle liva müdafaai hukuk heyeti idarelerinden ve vilayetlerde merkezi vilayet heyeti merkeziyelerinden ve vilayet idare meclisiyle merkezi vilayet belediye meclisinden ve merkezi vilayet ile merkez kazası ve merkeze merbut kazalar müntehabı sanilerinden mürekkeb bir meclis tarafından aynı günde ve aynı celsede icra edilecekdir. bu meclis azalığına her fırka ve zümre ve cemiyet tarafından namzed gösterilmesi ca'iz olduğu gibi her ferdin de bu mücahedei mukaddeseye fiilen iştiraki için müstakilen namzedliğini istediği mahalde ilana hakkı vardır. intihabata her mahallin en büyük mülkiye me'muru riyaset edecek ve selameti intihabdan mes'ul olacakdır. intihabat re'yi hafi ve ekseriyeti mutlaka ile icra ve tasnifi ara meclisin içlerinden intihab edeceği iki zat tarafından fakat huzuri meclisde ifa edilecekdir. intihab neticesinde bi'lumum azanın imza veya zat mühürlerini muhtevi üç nüsha mazbata tanzim olunacak ve bir nüshası mahallinde alıkonularak diğer iki nüshasının biri intihab olunan zata tevdi ve diğeri meclise irsal olunacakdır. azaların alacakları tahsisat bi'lahere meclisce takarrür etdirilecekdir, ancak azimet harcırahları intihab meclislerinin masarıfı zaruriye hesabıyla takdir edeceği mikdar üzerinden mahalleri hükumetlerince te'min olunacakdır. intihabat nihayet on beş gün zarfında ekseriyetle ankara'da ictimaı te'min edebilmek üzere itmam olunarak azalar tahrik ve netice azanın isimleriyle birlikde derhal işar edilecekdir. işbu telgrafın saati vusulü bildirilecekdir haşiye: kolordu kumandanlarına, vilayata, müstakil livalara tebliğ olunmuşdur hey'eti temsiliye namına mustafa kemal ankara, kolordulara, vilayetlere, müstakil livalara, vilayat ve elviyei müstakile müdafaai hukuk heyeti merkeziyelerine, müdafaai milliye heyeti idarelerine, telgraf, müstaceldir, kalbgahı islam olan merkezi saltanatı osmaniyenin düşman işgaline geçmesi ve bütün vatan ve milletimizin en büyük tehlikeye maruz kalması neticesi olarak bütün rumeli ve anadolu'nun girişdiği milli ve mukaddes mücahede esnasında efradı milletin dahili ve harici ensahih havadisi ile tenviri ihtiyacı mübremi nazarı dikkat ve ehemmiyete alınmış ve bi'n netice burada en salahiyetdar zevattan mürekkeb bir hey'eti mahsusa idaresinde ve anadolu ajansı unvanı altında bir müessese vücuda gelmişdir. anadolu ajansının enseri vesa'it ile vereceği havadis ve malumat esasen heyeti temsiliyemizin menabi'i asliya ve mevsukası mahasalı olacağı cihetle bu ajans tebligatının oraca ve ezcümle müdafaai hukuk teşkilatımızca dahi memer ve mecma olan yerlere taliki, tabü teksiri ile tevzii ve hatta nahiye ve köylere kadar isali yolunda mümkün olduğu kadar fazla intişar eyleyebilmesi için tertibatı müstacele alınması ve neticeden malumat itası ehemmiyetle rica olunur. hey'eti temsiliye namına mustafa kemal. kolordu erkanı harbiye şube, aded ankara, nisan sene mevki kumandanlığına. bi mennihi'l kerim nisanın yirmi üçüncü cuma günü cuma namazını müteakib ankara'da büyük millet meclisi küşad edilecekdir. vatanın istiklali makamı refii hilafet ve saltanatın istislahı gibi en mühim ve hayati veza'ifi ifa edecek olan büyük millet meclisi'nin yevmi küşadını cuma'ya tesadüf ettirmekle yevmi mezkurun mebrukiyetinden istifade ve kable'l küşad bi'lumum mebusini kiram hazeratı yla hacı bayramı veli camii şerifi'nde cuma namazı eda olunarak envarı kur'an ve salattan istifaz olunacakdır, bade'ssalat lihyei saadet ve sancakı şerif 'i hamilen da'irei mahsusaya gidilecektir, da'irei mahsusaya dahil olmadan evvel bir dua kıra'atiyla kurbanlar zebh olunacakdır, işbu merasimde camii şerifden bed' ile da'irei mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca kıtaatı askeriye ile tertibatı mahsusa alınacakdır. yevmi mezkur te'eyyüdi kudsiyeti için bugünden itibaren merkezi vilayetde vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle hatim ve buhari'i şerif tilavetine bed' olunacak ve hatmi şerifin aksamı teberrüken cuma namazından sonra da'irei mahsusa önünde ikmal edilecekdir. mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı suretle bugünden itibaren buhari ve hatimatı şerife kıra'at edilerek cuma günü ezandan evvel minarelerde salavatı şerife okunacak ve esnayı hutbede hilafet me'abımız padişahımız efendimiz hazretlerinin namı nami i hümayunuz zikredilirken zatı şevketsimatı padişahilerinin ve memaliki şahaneleriyle bilumum tebaa i mülukanelerinin bir an evvel na'ili felah ve saadet olmaları duası ilaveten tezkâr olunacak ve cuma namazının edasında sonra ikmal i hatim edilerek makamı muallayı hilafet ve saltanatın ve bilcümle aksamı vatanın halası maksadıyla vukubulan mesai i milliye'nin ehemmiyet ve kudsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekilinden mürekkeb olan büyük millet meclisi'nin tevdi eyleyeceği veza'ifi vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkında mevizalar irad olunacakdır, badehu halife ve padişahımızın din ü devletimizin vatan ve milletimizin halası selameti ve istiklali için dua edilecekdir, bu merasimi diniye ve vataniyenin ifasından ve camilerden çıkıldıkdan sonra biladı osmaniye'nin her tarafında makamı hükumete gelinerek meclisin küşadından dolayı resmen tebrikat icra edilecekdir, her tarafda cuma namazından evvel münasib suretde mevludi şerif okunacakdır. işbu tebliğin hemen neşr ü tamimi için her vasıtaya müracaat olunacak ve serian en hücra köylere en küçük kıtaatı askeriyeye memleketin bilumum teşkilat ve müessesatına ilanı te'min edilecekdir, ayrıca büyük levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tab ü teksir ve meccanen tevzi edilecekdir. cenabı hakk'dan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur. hey'eti temsiliye namına mustafa kemal hey'eti temsiliye riyaseti celilesi'nden tebliğ buyurulan beyanname baladadır, bervechi tebliğ ciheti mülkiye ile birlikde merasimi diniye ve vataniyenin icrası rica olunur. kolordu kumandanı vekili miralay mustafa ismet gazi meclisin kuruluşu ve gazi meclisin kuruluşu ve faaliyetleri faaliyetleri yirminci kolorduyı hümayun erkanı harbiyesi şube, aded ankara, mevki kumandanlığına. nisanın yirmi üçüncü cuma günü cuma namazından sonra açılacak olan büyük millet meclisi için yapılacak olan merasimi diniye ve vataniye evvelce tebliğ edilmişidi, yevmi mezkur cuma namazından bir saat evvel hacı bayramı veli hazretlerinin kapısından itibaren topçu alayı kumandanı binbaşı naim bey emrinde muzıka, istihkamdan bir bölük, iki manga jandarma, konya'dan gelen süvari bölüğü ve makineli tüfenk takımı ve karaoğlan çarşısı ağzında olmak üzere bir topçu takımı ahzı mevzi edecek ve hey'et ve ahali i muhteremenin çıkarak meclisi milli binası önüne gelmelerini müteakib sağda muzıka olmak üzere piyade takım kolunda olarak bağçe ile darülmuallimin arasındaki cadde üzerinde ve yüzü meclisi milli'ye müteveccih olarak duracak ve süvari bölüğü ile makineli takım piyadenin solunda bağçe duvarı altında ahzı mevki edecekdir, topçu takımı karaoğlan caddesi boyunca ilerleyerek cebhe istasyon olmak üzere bulunacakdır. duayı müteakib muzıka selam çalacak ve padişahım çok yaşa bağırılacakdır. badehu kurbanlar kesilerek meclis küşad edilecek ve merasim hitam bularak kıtaatı askeriye kışlalarına avdet edecekdir. merasim enöbetçi olmayan ve kıta i muntazır başında bulunulmayan zabitandan maadası iştirak edebilir. akşam askere kavurmalı pilav ve tatlı verilecekdir. ahzı asker hey'eti riyasetine, Jandarma alayı kumandanlığına, mevki kumandanlığına, kolordu şubatına tebliğ edilmiş ve berayı malumat vilayeti celileye arz edilmişdir. yirminci kolordu kumandan vekili miralay mustafa ismet , büyük millet meclisi bu sabah kable'z zeval saat onda re'is sinop mebusu mehmed şerif bey'in riyaseti altında ictima ederek evvela mebusların encümenlerden gelen intihablarını tedkik eyledi. badehu mustafa kemal paşa hazretlerinin evvelden berü geçen ahval ve hadisat. verdiği izahatı istima eyledi. mustafa kemal paşa'nın bu münasebetle irad ettiği nutuk beş dakikalık bir nefes fasılasıyla saat bire kadar iki buçuk saat devam etdikden sonra henüz hitam bulmamış olduğu cihetle yemekden sonra saat ikide yine devam etmek üzere celse tatil edildi. saat üçde meclisin inikadını müteakib mustafa kemal paşa sözüne devam ile damad mehmed ferid paşa'nın sonsükutuna tekaddümeden zamanlardan itibaren son günlere kadar cereyan etmiş bütün ledünniyat ve sera'iri izah etdi. muhtelif yerlerden medid alkışlarla karşılanan bu pek mufassal nutkı tarihi sonunda mustafa kemal paşa bugün tahtı esaretde bulunan hilafet ve saltanatı ve tahtı tehdidde bulunan mukadderatını kurtarmak üzere elbet de fiilen bi'zzat milletin vazı yed etmesine sıra gelmiş olduğunu beyan ile bu esası tavzih eden bir teklifname okudu. bu teklifnatnini aynen vereceğiz. bir müddet müzakereyi müteakib mustafa kemal paşa'nın teklifi kabul olunarak büyük millet meclisi salahiyeti teşriiye ve icra'iye ilk nefesde ictima etmek üzere bu dakikadan itibaren mesalihi umumiye i milliyeye vazı yed etmişdir. finisan sene anadolu ajansı büyük millet meclisi'nin mahiyeti esasiyesi ve usuli idare hakkındaki noktai nazarları tesbit eden ve büyük millet meclisi'nin nisan cumartesi günkü ikinci ictimaında ittifakla kabul olunan mustafa kemal paşa'nın takriri bugünkü müşkil vaziyet içinde vatanı tehlikei inhilal ve izmihlalden kurtarmak için ittihazı lazım gelen tedabir bi'ttab hey'eti muhteremelerine aid olacakdır. ancak bu hususda da kendi tedkikat ve malumatımıza istinad eden kanaatlerimizi meclisi alinize arz etmeği fa'ideli add etmekdeyiz. gerek hukukı esasiye kavaidine gerek tarihdeki emsal i adideye ve gerek zamanımızda aynı şera'it i elime içinde maruzi inhidam kalmış olan milletlerin teşkil etdiği ibret i mü'essireye nazaran memleketi inkısam ve inhilalden kurtarmak için derhal kuvvayı umumiye i milliye i esaslı teşkilatiyle tevhid etmekden başka care yokdur. bunun şekline olmak lazım gelir? işte mes'ele buradadır. Gayri meşru ve gayri mes'ul kuvvetlerin tahakkümüyle kuvvayı devleti tevhid imkanı bulunsa da, bunun temadisi kabil olmadığını bilirsiniz. Esasen meclisi alinizin mevcudiyeti de evvel emirde meşruiyet ve mes'uliyet esaslarının milletçe vacibü'lmüraat görüldüğüne en büyük delildir. Bina'en aleyh, meclis-i alinizde tekasüf eden irade-i aliyye-i milliye'ye istinad etmek suretiyle meşruiyet ve kanuniyetini ve yine hey'eti muhteremenizde tecelli eden vicdan-ı milletin muhakemesine merbut bulunmak cihetiyle de mes'uliyetini takdir ve tesbit edecek bir kuvvetin idare-i umuretmesi zaruridir. Bu kuvvetin şekli tabiisi ise bir hükumettir. Hükumet teşkilatının şekli esasisi gayri mes'ul bir re'isi hükumette tesbit edilen noktai tevazüne istinaden kuvve-i teşriiye vazifesiyle mükellef bir hey'eti murakabe ile vazifede devamı, bu hey'etin inzimamı itimadına mütevakkıf bir kuvve-i icra'iyeden ve bu kuvve-i icra'iyenin veza'ifi milliye'ye göre taksim ve tensikinden ibarettir. Bu şekilde kuvve-i icra'iyye, re'isi hükumet tarafından müntehab ve kuvve-i teşriiyenin itimad ve muvafakatine müstenid bir kuvvettir ki hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl olduktan sonra padişahımız ve halife-i müslimîn efendimiz her nev' cebrü ikrahdan azade ve tamamıyla hür ve müstakil olarak kendini milletinin ağuş-i sadakatinde gördüğü gün meclis-i alinizin tanzim edeceği esasat-ı kanuniye da'iresinde vaz-ı muhterem ve mübeccelini ahz eder. Meclis-i aliniz, murakıb ve müdekkik mahiyetinde bir meclisi mebusan değildir. Bina'en aleyh, yalnız teşri ve teftiş ile vazifedar olarak mes'ul bir mevkiden mukadderat-ı milliyeyi nezaret altında bulunduracak değil, bi'l-fiil onunla iştigal edecekdir. Nitekim fevka'lade ahval içinde bütün milletler bu prensipleri terk ederek ya kuvve-i teşriiyeyi ta'til edüb icra hey'etlerine fazla salahiyetler bahş ederler ve yahud bütün milletin arayı umumiyesine müracaatla ittihazı mukarrerat eylerler. Biz ittifakı cumhura her kuvvetden ziyade salahiyet bahş eden İslamiyet esasatının nazarı dikkate alarak meclis-i alinizi kaffee umur-ı milletde doğrudan doğruya vaz'u'lyed tanımak tarafdarıyız. Bu umde-i esasiyeyi kabul edildikden sonra dâ'ima meclis-i alinizin hey'eti umumiyesi teferruatı umura kadar fiilen tedkik ve müzakere imkanını bulamayacağından hey'eti muhteremenizden tefrik ve tevkil edilecek azanın hükumet teşkilatı hazırasına nazaran icab eden taksim-i mesai esasına göre me'mur edilmesi ve her birinin ayrı ayrı ve cümlesinin müştereken hey'eti umumiye huzurunda mes'ul olması te'min-i maksada kafidir. Bu halde meclis-i aliniz'e riyaset edecek zatın meclis-i alinizi temsil etmesi itibarıyla tevdi-i umuret edilmiş aza-i muhteremeden mürekkeb hey'ete riyaset etmesi ve meclis-i aliniz namına vaz'-ı imza'ya ve tasdiki mukarrerata salahiyetdar olması ve icra'ya aid mesa'ilde diğer aza-i muhtereme gibi hey'eti umumiyye nezdinde tamamen mes'ul olması zaruridir. Bu şekilde hey'eti icra'iyye meclis-i alinizin tasvibiyle tevkiledilecek ve hey'eti umumiyeye karşı mes'ul olacak aza-i muhteremeden ibaret olacak ve hatta isimleri de tesmiye edilecekdir. Re'is olacak zat vakıa ağır bir mes'uliyet altında bulunacakdır. Çünkü hey'eti icra'iyye ve vekilleri ile hey'eti muhteremeni arasında bütün mes'uliyet evvel emirde kendisine raci ve bu mes'uliyet hem meclisi alinizdeki hem hey'eti vekiledeki riyaset makamının ikisine birden saridir. Milletin intihab eylediği hey'eti teşriiye ile müvazenetini hükumet riyaseti makamının teşkil ettiği noktai vahdette bulur. Hükumet teşkilatının bu kuyudu esasiyesine göre içinde bulunduğumuz buhrana ve memleketimizin ahvali hususiyesine nazaran bizim için kabil-i tatbik olup olmadığını düşünmek mecburiyetindeyiz. Bizim bu zemindeki tedkikat neticesinde hasıl ettiğimiz kanaate göre idarenin bu şeklini mahzuran salim görmemekdeyiz. Çünkü Devlet-i Osmaniye diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-ı cismani'si etrafında müteşekkil değildir. Makam-ı saltanat aynı zamanda makam-ı hilafet olmak itibarıyla padişahımız cumhur-ı İslam'ın da re'isi'dir. Mücahedatımızın birinci gayesi ise saltanat ve hilafet makamlarının tefrikini istihdaf eden düşmanlarımıza irade-i milliyenin buna müsaid olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi esaret-i ecnebiyeden tahlis ederek ulü'lemr'in salahiyetini düşmanın tehdid ve ikrahından azade kılmakdır. Bu esasa göre Anadolu'da muvakkat kaydıyla dahi olsa bir hükumet re'isi tanımak veya bir padişah ka'im makamı ihdas etmek hiçbir suretle kabil-i cevaz değildir. Şu halde re'issiz bir hükumet vücuda getirmek zaruriyeti içindeyiz. Halbuki bir noktai vahdetde tevazün etmeyen kuvva-yı devletin ahenki mesaisini idameye dahi imkan yokdur. Diğer taraftan herhangi bir makam'a kuvva-yı devlet ve milleti tevhid ve tevzin salahiyeti bahşederek o makamı gayri mes'ul tanımak mucibi felaketdir. Halifenin mes'uliyetini esas olarak kabul etmiş olan İslamiyet'in böyle sureti tesviyelere müsaid olamayacağı aşikardır. Bu müşkil ve yekdiğeriyle te'lifi imkansız esasat içinde devri dıraz tedkikatı icra ederek nihayet İslamiyet'in şera'i-i esasiyesine müracaatla meclis-i alinizde teksif edilmiş olan ve bütün cumhur-ı İslamın da müzaheret ve muvafakatine mazhar bulunan irade-i milliyeyi bi'l-fiil mukadderat-ı vatana vaz'u'lyed tanımak umde-i esasiyesini kabul ediyoruz. Azayı muhteremenin bu nukatı nazarı hulasa-i tamim olunarak intihabına delalet olunması ve salahiyeti fevka'lade kaydıyla intihab edilmiş bulunmaları ve müntehabların da teksir ve tevsi olunması esas itibarıyla bu umdenin milletçe de tamamen kabul edilmiş olduğuna delildir. Bina'en aleyh meclis-i aliniz ha'iz olduğu salahiyeti fevka'lade'ye bina'en karşısına çıkacak bir kuvve-i icra'iyeyi yalnız murakabe etmek ve mesa'il-i hayatiye-i millet üzerinde böyle bir hey'etle mücadeleye mecbur kalmak gibi vaziyeti hazıranın mütehammil olamayacağı mahdud bir vazife-i teşriiye ile değil idare-i umumiye-i milleti fiilen deruhde ve selameti memleket ve hilafeti bi'z-zat te'min ve müdafaa vazife ve salahiyetiyle teşekkül etmişdir. Ve artık meclisi alinizin fevkinde bir kuvvet mevcud değildir. İşte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhrandan, felaketlerden, kah Avrupa'yı taklid etmek, kah idare-i umur-ı devleti şahsi noktai nazarlara göre tanzim ve tensik etmeye çalışmak, kah kanun-i esasi'yi bile ihtirasat-ı şahsiyeye bazice eylemek gibi pek elim neticelerini gördüğü basiretsizliklerden hasıl olan intibah-ı umumiye tercüman olduğumuz itikadıyla şu müşkil ve buhranlı devri tarihinin mücahedatını bu yolda tensik etmek tarafdarıyız. Bi't-tabhüküm hey'eti muhteremelerinin'dir. Yalnız maruz olduğumuz inhilal tehlikesine ve umur-ı devlet ve milletin uzun müddetden beri mercisiz kaldığına tekrar nazarı dikkati celb ederek bilüzum nazariyata arasında devam edecek münakaşatın enfena idarelerden daha fenada sui te'sirat tevlid edeceğini arz etmeği de vazife-i hamiyet icabı görüyorum. Cenabı Hakk muvaffakiyet ihsan buyursun. Amin. büyük millet meclisi birinci ictima – birinci celse nisan cuma zeval saat re'isi muvakkat sinob mebusu şerif bey: huzzarıkiram, istanbul'unmuvakkatkaydıylakuvvayıecnebiyetarafından işgal olunduğu ve bütün esasatıyla makamı hilafet ve merkezi hükumetin istiklali ibtaledildiğimalumunuzdur. buvaziyeteserfuruetmekmilletimizinteklifolunan ecnebi esaretini kabul etmesi demekdi. ancak istiklali tam ile yaşamak azmi katisinde olan mine'lezel hür ve serazad milletimiz esaret vaziyetini kemali şiddetvekatiyetlereddetmişvederhalvekillerinitoplamağabaşlayarakmeclisi alinizi vücuda getirmişdir. bu meclisi alinizin re'isi sinni sıfatıyla ve tevfiki ilahi ile milletimizin dahili ve harici istiklali tam dahilinde mukadderatını bi'zzat deruhde ve idare etmeğe başladığını bütün cihana ilan ederek büyük millet meclisini küşad eyliyorum. metbuıakdesimizolanbütünmüslümanlarınhalifesiveosmanlıların padişahı sultan mehmed hanı sadis hazretlerinin kuyudı ecnebiyeden tahlisine ve ebedipayitahtısaltanatolanistanbulumuzileişgalaltındaveenvaımezalimve fecayiiçindemaddetenvemanenbilainsafimhaedilmekdebulunanbi'lcümle vilayatı mazlumemizin istihlasına muvaffakiyet ihsan buyurmasını cenabı allah'dan niyaz eylerim. mustafa kemal paşa ankara. meclisialinizmalumıalilerisalahiyetifevka'ladeyiha'izolarakyeniden intihab edilen mebusanı kiram ile duçarı taarruz olan makarrı saltanatdan tahlisinefsileburayagelenmebusanıkiramdanmürekkebdir. tahlisinefsedüb gelebilecekolanmebusanilebirlikdebirmeclisialivücudagetirilmesiancak yeniintihabedilentarzıintihabdamevzuıbahsolmuşdur. buandameclisimiz münakiddir. evvelce intihab edilen mebusanın dahi aynı derecei salahiyetde ifayı vazifeetmesininmebusanıntarzıintihabındandahaziyadeşümulleriolduğuiçin bunu. mustafa kemal paşa devamla: muvafıkolacağıkanaatindeyim. buhususute'yidetmekisterim. mebusanın mazbatalarını tedkik etmek üzere encümen teşkilitensibolunursaomes'eleye geçilsin. muvakkat re'is bey: yalnız mazbatalar mı tedkik edilecek? mustafa kemal paşa ankara. efendim diğer bir şeyi hatırlatmak istiyorum. encümen teşkilini arz etmişdim. bu hususda genclerden iki katib zatı alinize muavenet eylerse. umum: muvafıkdır. muvafıkdır sadaları mustafa kemal paşa devamla: zaten bu iş ile iştigal etmiş olan muhiddin baha bey birisi olabilir. zann ederim. bazı sesler: diğeri de cevdet bey olsun. muvakkat re'is bey: buraya teşrif etsinler. bursa mebusu muhiddin baha bey: mazbataların tedkiki için iki encümen tefrik olunacak: on beşer kişilik. bir mebus: ne yapıyorlar, anlayalım? diğer bir mebus: kuraçekiyorlar, birerdanealıyorlarfakatre'isbeyefendihazretleriikikatib birden zatı alinize muavenet eylerse. umum: muvafıkdır sadaları. müfid efendi kırşehri. henüz burada isbatı vücud etmeyenlerin ismine isabet edenler geçilecek mi? muhiddin baha bey bursa. mevcud olmayanlar yazılmasın zabta geçmesin. ferid bey çorum. mevcud olmayanlar da zabta geçsin. muhiddin baha bey esad bey sesler: namevcud. muhiddin baha bey bey. hüsrev sami bey . darende ka'immakamı süleyman sırrı bey . bidayet azasından abdülgani efendi . hacı hasan ağa zade rüşdü efendi . muvakkat re'is bey: mevcudolmayanları yazmayın. kura neticesinde tedkiki mazabıt encümenlerine ayrılan zevatı mevcude: birinci encümen hüsrevsamibey, süleymansırrı, necibefendi, çelebiefendihazretleri,şerifbey, refikbey,şeyhseyfiefendi, halilbey,ferid bey,nebilbey, miralayismetbey , hacımustafabey,şükrübey, haşim bey , mehmed bey ikinci encümen mustafakemalpaşahazretleri,şemseddinefendi, haydar bey , sabit bey , şevket bey , ibrahim bey , cevdet bey , sırrı bey , eyüb sabri bey , halilibrahimefendi, hakkıbehicbey,müfidefendi , yusuf bey , hamdi efendi , tevfik efendi . muvakkat re'is bey: yarınsaatondatecemmuedilmeküzeremezkureyi tatil ediyorum. sinob müdafaai hukuk hey'eti re'isi rıza vamık bey, kazandığı re'y sinoblu vükelayı deaviden hacı ömerzade şevket efendi, kazandığı re'y sinoblu vükelayı deaviden hakkı hami bey, kazandığı re'y boyabad müdafaai hukuk hey'eti re'isi abdullah efendi, kazandığı re'y kastamonumaarifmüdiriyetindenmütekaidşerifbey, kazandığı re'y hey'eti temsiliye namına mustafa kemal paşa hazretlerinin makamı vilayetin martsenezeylnasiyletebliğbuyurulantelgrafnamesimucebince ankara'da ictima edecek meclisi umumii milli için merkez kazasıyla boyabad, ayancık, gerze kazalarında usulüne tevfikan icra kılınan intihab neticesinde balada esamisimuharrerrızavamık, hakkıhami,şerif, abdullah, şevket bey ve efendilerin isimleri hizasında murakkam re'yi istihsal ile ihrazı ekseriyet eylemiş olduklarını mübeyyin işbu mazbata tanzim ve takdim kılındı. finisan sene trabzon, 'inci kolordu kumandanlığına, pekbüyükbirte'essürlealınanatidekimalumatızatısamilerinekemali telehhüfle arz eylerim: şimdi üçüncü kolordu kumandanı selahaddin bey samsun'dan telgrafla trabzon mebusu eyübzade izzet bey'le gümüşhane mebusu ziya bey'in eşkıyalar tarafından samsun'la çarşamba arasında şehid edildiklerinivediğermebuslarınsalimensamsun'amuvasalateylemişolduklarını bildirmişdir. bu haberi müe'essif hepimizi mateme gark eylemişdir. izzet beygibibirkıymetdarzatınbukaragünlerdebizleriterkederekkaratopraklara böylebirtarzıfecidekavuşmasıpekmü'ellimbirte'siruyandırmışdır. izzetbeyvearkadaşlarıingilizlerdenhavfenünye'yeçıkmışlarveünye'denkara tarikiyle samsun'a müteveccihen hareket etmişler idi. iradei seniyye, kuvvayı milliye unvanı tahtında çıkardıkları fitne ve fesadın ve kanunı esasihilafındaahalidencebrenparatoplamakveaskeralmakvehilafındahareket edenlereişkenceveezayavetahribibiladacür'eteylemeksuretiyleemniyeti dahiliyeyi ihlal eyleyenlerin mürettib ve müşevviklerinden oldukları iddiasıyla maznunün aleyhim olan üçüncü orduyı hümayun müfettişliğinden mazul ve silki askeriden muhrec selanikli mustafa kemal efendi ve yirmiyedinci fırka kumandanı sabıkımiralaylıkdanmütekaidasitanelikaravasıfbeyvesabık yirminci kolordukumandanımirlivasalacaklıalifuadpaşaileesbakvaşingtonsefirive sabıkankaramebusumidillilialfredrüstemvesıhhiyemüdiriesbakıasitaneli doktoradnanbeylervedarü'lfünungarbedebiyatısabıkmuallimesi asitaneli halide edib hanım'ın tafsilatışabanvemayıstarihvenumaralımazbataihükmiyedemuharrerolduğuüzeremülkiye cezakanunnamesininkırkbeşincimaddesininbirincifıkrasıdelaletiyleellibeşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve ellialtıncı maddesine tevfikan ha'iz oldukları rütebi askeriye ve mülkiye ve nişanlarla her gune resmi unvanlarının refine ve idamlarına ve elyevm hali firarda bulunmalarına mebni ol babdaki ahkamı kanuniye mucebince mallarının hacziyle usulü da'iresinde idare etdirilmesine da'ir dersaadet birinci idarei örfiye divanı harbinden gıyaben verilen hüküm ve karar ele geçdiklerinde tekriri muhakeme edilmek üzere tasdik olunmuşdur. işbu iradei seniyyenin icrasına harbiye nazırı me'murdur. firamazan senefimayıs sene mehmed vahideddin sadrazam ve harbiye nazırı vekili damad ferid , dahiliye vekaleti celilesine, haziran, bazıvekayiimühimmeitarihiyeyitebcilvemuhafazaihatıratımaksadıyla her yerde mileli mütemeddinece posta pulları ihdas edildiği malumı devletleridir. eazımın kendi kalem ve kılıclarıyla tarihe yazdıkları mefahiri de tebcil için teşebbüsolunacakhertedbirinmilletinkadirşinaslığıilekarşılanacağınaşübhe edilemeyeceğindenemsalindenalınanilhamileburadadabukabilpullarihdası hakkında varid olan mülahazatı bervechi ati pişi nazarı vekaletpenahilerine arza mücaseret eylerim. evvelakabulbuyurulacakpulserisininbirincisinemevcudiyetimilliyenin muhafazası esbabını ihzar için münevveranı milletin ilk birleşdikleri erzurum şehrinin ve yahud bu makule teşekkül eden kongreye ictimagah olan binanın, saniyenikincipulüzerinekongreninikinciictimagahıolansivasşehrininve yahud meşveretgahı olan binanın, salisen üçüncü pul üzerine büyük millet meclisinin teşekkülünden evvel mukadderatı milliyeyi yedi ihtimamına alan ilk hey'eti temsiliyenin gurub halindeki fotografileri, rabian dördüncüsü üzerine büyük millet meclisi binasının, hamisen beşincisi üzerine ankara şehrinin, sadisenaltıncısıüzerinebüyükmilletmeclisiningurubhalindedörtre'isi muhtereminin, sabianyedincisiüzerinebüyükmilletmeclisininintihabıylavücudbulub hükumetiyediiktidarveihtimamınaalanilkhey'etiicra'iyeningurubhalindeki fotografileri, resmetdirilmeküzeremikdarlarımahdudpullaryapdırıldığıtakdirdebir vazifeitarihiyeifaedilmişolmağlaberabermaddetendefeva'idiazimete'min edilmiş olabileceğinden mazharı tasvibi samileri buyurulduğu takdirde keyfiyetin vekillermeclisialisincetezekkürüyleicabınatevessülüre'yisa'iblerinemenutdur, ol babda emr ü ferman hazreti men lehü'lemrindir. fihaziran müdiri umumisi sırrı şimdilik te'ehhürü. gerek düşman taarruzu üzerine ve gerek harekatı dahiliye sebebiyle cebhelerde vukua gelen ahval büyük millet meclisinde tedkik olunmuşdur. meclisde cereyan eden ciddi münakaşatda muhtelif hatiblerin beyanatında iki noktaiesasiyekatiyetleizharedildi. birisicebhelerdemilletimizinistiklalinive mevcudiyetini müdafaa eden kumanda hey'etlerinin, hey'eti zabitan ve efradın ve umummücahidlerinveale'lumumhey'etime'muriningayretivatanperverane vefedakaranesineistinadedildiğivederuhdeetdikleribüyükvazifelerinifasında bütünmilletimizinkendilerineosuretlezahireimuinolduklarınoktasıdır. ikinci noktai esasiye zabt ü rabtın muhafazası ve vazife ve mes'uliyetin ciddiyetle takib ve taharrisinde umum alakadaran tarafından fevka'lade ciddi davranılması lüzumudur. büyük millet meclisinin izhar etdiği bu intibaatın bi'lumum cebhe kumandanlarına valilere ve müstakil mutasarrıflara tebliğine hey'eti vekilece karar verilmişdir. fitemmuz sene sırf memleketin istiklal ve istihlası için uğraşan müdafaai milliyeye iştiraklerinden dolayı bir takım isnad ve bahanelerle bir çok kıymetli namuskar erkanı ümerayı askeriye ile sivil me'murin ve ahalinin dersaadet hükumetince idam muhtelifsenelerlekürekcezasınamahkumedildiklerindenbahislemüdafaai milliyeyevekaletinintemmuzsenetarihve numaralıtezkereialiyyelerihey'etivekiledelede'ttezekkürbusuretleidamve mahkum edilenler öteden beri kuvvayı milliyeye hizmetde bulunmuş ve bi'lhassa teslimata yardım etmiş zabitan oldukları cihetle istanbul hükumeti tarafından dramalı rızames'elesivesilesiyleveiftiraveisnadilemes'eleyekarışdırılmışolduklarından kendilerinehidematıvataniyetertibindenmikdarımünasibmaaşitasıiçinbir kanunlayihasıtertibvetanzimihususununmüdafaaimilliyevekaletinehavalesi takarrüretmişdir. işbukararnameninicrayıahkamınamüdafaaimilliyevemaliye vekaletleri me'murdur. madde: her livanın büyük millet meclisinde mevcud mikdarı mebusu intihab kanununun taayyün eylediği mikdardan aşağıya tenezzül etmedikce her ne suretle olursa olsun vuku bulacak münhalata yeni mebus intihab edilmeyecekdir. madde: büyük millet meclisi azasından bilamazeret iki ay meclise devam etmeyenler katiyen mustafi add olunurlar. madde: büyük millet meclisi azalığıyla hükumet me'muriyeti bir zat uhdesindeictimaedemez. yalnızhey'eti vekileazalığıvebüyükmilletmeclisinin inzimamı re'yiyle valilik, sefirlik, ordu ve kolordu kumandanlığı ve müfettişi umumilik me'muriyetlerinin büyük millet meclisi azalığı ile cemi ca'izdir. madde: büyükmilletmeclisiazasınınbeherinemeclisinhaliinikadda bulunduğu müddetce şehri iki yüz lira tahsisat ita olunur. madde: her ne suretle olursa olsun me'zun bulunanlar nısf tahsisata kesbi istihkakederler. bilamazeretgaybubetedenazayamüddetigaybubetlerinde tahsisat ita olunmaz. kararname madde: garb cebhesi mıntıkası bervechi zir iki kısma tefrik olunmuşdur. şimal cebhesi: izmit, ertuğrul, eskişehirvekütahyasancaklarını ihtiva eder. şimal cebhesi kumandanlığını seferde ordu kumandanlığı salahiyetiyle erkanı harbiyei umumiye re'isi ismet bey deruhde etmişdir. cenub cebhesi: afyonkarahisar,ısparta, burdur, denizli, aydın, menteşe , antalya sancaklarıyla konya vilayeti ve silifke, niğde sancaklarını ve adanamerkezsancağınıihtivaeder. cenubcebhesikumandanlığınıseferdeordu kumandanlığı salahiyetiyle dahiliye vekili refet bey deruhde etmişdir. madde: şimal ve cenub cebheleri kumandanlıklarının tahtı emrinde bulunacak kıtaat ve veza'ifi askeriyeleri ayrıca erkanı harbiyei umumiye riyasetindentayinvetesbitolunacakdır. herikicebhekumandanlığıdoğruca erkanı harbiyei umumiye riyasetine merbutdur. madde: ikincikolordukumandanlığı kemakan erkanı harbiyei umumiye riyasetine merbut bulunacakdır. madde: ismetbey'inşimalcebhesindebulunduğumüddetce erkanıharbiyeiumumiyeriyasetiilavetenvevekaletenmüdafaaimilliyevekili fevzi paşa tarafından ve refet bey'in cenub cebhesinde bulunduğu müddetce dahiliye vekaleti ilaveten ve vekaleten sıhhiye vekili doktor adnan bey tarafından ifa olunacakdır. madde: işbu kararname hey'eti vekilenin tarihli ictimaındakabulvetarihvenumroilemiralay ismet ve refet beyefendilere, bi'lumum vekaletlere, garb, şark, elcezire cebhesi kumandanlıklarına, maraş'da ikinci kolordu kumandanlığına, üçüncükolordukumandanlığına, kastamonuveboluhavalisikumandanlığına tebliğ kılınmışdır. istiklal madalyası kanunu madde: istiklal madalyası bi'lfiil kıta başında asarıhamasetvefedakarigösterenerkanıümeravezabitanveefrad ve milli kahramanlar ve cebhe gerisinde maksadı ulvinin husulü için azami ibrazı mesaiedenlere, istiklalimilliuğurundafedayıhayatedenşühedanındaekber evladına veya ailesine verilir. madde: davayımuhakkakvemeşruumuzuihzarvebunumüdafaaeden büyük millet meclisi azalarına birer madalya verilir. madde: birinci madde mucebince madalya ahzına kesbi istihkak edenlerin esbabımucibesinigösteririnhalarhey'etivekileyegönderilir. hey'etcemuvafık görüldükden sonra büyük millet meclisince kabul ve tasdiki halinde ita olunur. madde: büyük millet meclisinin münakid bulunduğu mahalde meclis huzurundavemeclisre'isitarafından, taşralardaenbüyükkumandanvemülkiye me'muru huzuruyla ve merasimi mahsusa ile madalyaya kesbi istihkak eden asker ise kumandan ve mülkiyeden ise mülkiye me'muru tarafından talik olunur. madde: büyükmilletmeclisiazalarınaverilecekmadalyanınşeridiyeşilve cebhede bulunanların kırmızı ve cebhe gerisinde olanların beyaz olacak ve şu kadar ki mebus olub da aynı zamanda cebhede bi'lfiil hidematı mesbuk ve birinci madde mucebince madalyaya kesbi istihkak edenlerin şeridi nısfı yeşil nısfı diğeri kırmızı olacakdır ve bu babdaki teklif meclis re'isinin inhasıyla büyük millet meclisince kabul ve tasdiki lazımdır. madde: işbu madalya sağ meme üzerine ve her gün talik olunur. madde: hukukımedeniyedeniskatvecinayetlemahkumolanlarınhakkı taliki olamaz. fakat madalya hatıra olarak veresesine intikal eder. madde: yalnızbirnevolanişbumadalyanınşekliveşeridleribirnumrolu levhada gösterilmişdir. madde: efrad küçük zabitan ve zabitan müstesna olmak üzere madalya harcı olarak üç lira alınır. madde: işbumadalyaashabınaveme'murinimülkiyeveaskeriyeilebi'l umum zabıta ve sa'ire tarafından hürmeti mahsusada bulunulacakdır. madde: işbukanununicrayıahkamınabüyükmilletmeclisime'murdur. işbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyü'licradır. layihai kanuniye, madde: mütarekenin akdinde düşmanın tahtı istilasında bulunan mahallerdenpeyderpeydahileçekilenme'murinvemüstahdiminemart tarihli kararname mucebince verilmekde olan nısf maaş badema ita olunmayacakdır. madde: işbume'murindenbüyükmilletmeclisihükumetininidaresinde bulunan mahallerde ikamet edenler kanunun neşri tarihinden itibaren üç ay zarfında müracaat etdikleri takdirde mazuliyet kanunu mucebince müstehak oldukları mazuliyet maaşı usulen tahsis olunacakdır. madde: işbukanununahkamıüçyüzotuzyedisenesimartıibtidasından muteberdir. madde: hakimiyet bilakayd ü şart milletindir. idare usulü halkın mukadderatını bi'zzat ve bi'lfiil idare etmesi müsteniddir. madde: icra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegane ve hakiki mümessili olan büyük millet meclisinde tecelli ve temerküz eder. madde: türkiyedevletibüyükmilletmeclisitarafındanidareolunurve hükumeti türkiye büyük millet meclisi hükumeti unvanını taşır. madde: büyük millet meclisi vilayetler halkınca müntehab azadan mürekkebdir. madde: büyükmilletmeclisininintihabıikibirkereicraolunur. intihabolunanazanınazalıkmüddetiikisenedenibaretolubfakattekrarintihab olunmakca'izdir. sabıkhey'etlahıkhey'etinictimaınakadarvazifeyedevameder. yeniintihabaticrasınaimkangörüldiğitakdirdeictimadevresininyalnızbir senetemdidica'izdir. büyükmilletmeclisiazasınınherbirikendivilayetininayrıca vekili olmayub umum memleketin vekilidir. madde: büyükmilletmeclisininhey'etiumumiyesi teşrinisaniibtidasında davetsiz ictima eder. madde: ahkamı şeriyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tasdiki, feshi, muahedevesulhakdivevatanmüdafaasıilanıgibihukukıesasiyebüyükmillet meclisine aiddir. kavanin nizamat tanziminde muamelatı nassa erfak ve ihtiyacatızamanaevfakahkamıfıkhiyevehususiyeileadabvemuamelatesas ittihazkılınır. hey'etivekileninvazifesivemes'uliyetikanunımahsusiletayin olunur. madde: büyük millet meclisi hükumetinin inkisam eylediği deva'iri kanunı mahsusu mucebince ittihazkerdesi olan vekiller vasıtasıyla idare eder. meclis icrayı hususat için vekillere veche ta yin ve lede'lhace bunları tebdil eyler. madde: büyük millet meclisi hey'eti umumiyesi tarafından intihab olunan re'isintihabdevresizarfındabüyükmilletmeclisire'isidir. busıfatlameclisnamına imzavazınavehey'etivekilemukarreratınıtasdikesalahiyetdardır. icravekilleri hey'etiiçlerindenbirinikendilerinere'isittihazederler. ancakbüyükmilletmeclisi re'isi vekiller hey'etinin de re'isi tabiisidir. idare madde: türkiye coğrafi vaziyet ve iktisadi münasebet noktai nazarlarından vilayetlere ve vilayetler kazalara münkasem olub kazalar da nahiyelerden terekküb eder. vilayet madde: vilayetmahalliumurdamanevişahsiyetivemuhtariyetiha'izdir. haricivedahilisiyaset,şeri, adliveaskeriumur, beyne'lmileliktisadimünasebat vehükumetinumumitekalifiilemenafiibirdenziyadevilayataşamilolmaküzerebüyükmilletmeclisincevazedilecekkavaninmucebince evkaf, medaris, maarif, sıhhiye, iktisadiye, ziraat, nafiavemuavenetiictimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilayet şuralarının salahiyeti dahilindedir. madde: vilayet şuraları vilayetler halkınca müntehab azadan mürekkebdir. vilayet şuralarının ictima devresi iki senedir. ictima müddeti senede iki aydır. madde: vilayet şurası azası miyanında icra amiri olacak bir re'is ile muhtelif şuubatıidareyeme'murazadanteşekkületmeküzerebiridarehey'etiintihab ederler. icra salahiyeti da'imi bu hey'ete aiddir. madde: vilayetlerdebüyükmilletmeclisininvekilivemümessiliolmak üzerevalibulunur. valibüyükmilletmeclisihükumetitarafındantayinolunub, vazifesidevletinumumivemüşterekveza'ifinerü'yetetmekdir. valiyalnızdevletin umumi veza'ifi ile mahalli veza'if arasında taaruz vukunda müdahale eder. madde: kaza yalnız idari ve inzibati cüz' olub manevi şahsiyeti ha'iz değildir. idaresi büyük millet meclisi hükumeti tarafından mansub ve valinin emri altında bir ka'immakama mevdudur. nahiye madde: nahiye hususi hayatında muhtariyeti ha'iz bir manevi şahsiyetdir. madde: nahiyenin bir şurası bir idare hey'eti ve bir de müdiri vardır. madde: nahiye şurası nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehab azadan terekküb eder. madde: idarehey'etivenahiyemüdirinahiyeşurasıtarafındanintihab olunur. madde: nahiye şurası ve idare hey'eti kaza'i, iktisadi ve mali salahiyeti ha'iz olub bunların derecatı kavanini mahsusa ile tayin olunur. madde: nahiyebirveyabirkaçköydenmürekkebolduğugibibirkasaba da bir nahiyedir. umumi müfettişlik madde: vilayetler iktisadi ve ictimai münasebetleri itibarıyla birleşdirilerek umumi müfettişlik kıtaları vücuda getirilir. madde: umumi müfettişlik mıntıkalarının umumi suretde asayişinin te'mini ve umum deva'ir muamelatının teftişi, umumi müfettişlik mıntıkasındaki vilayetlerin müşterek işlerinde ahengin tanzimi vazifesi umumi müfettişlere mevdudur. umumi müfettişler devletin umumi veza'ifi mahalli idarelere aid veza'if da'imi suretde murakabe ederler. maddeimünferide: işbukanunneşrindenitibarenmeriolubancak elyevmmünaakidbüyükmilletmeclisifieylülsenetarihli nisabı müzakere kanununun birinci maddesinde gösterildiği üzere gayesinin husulünemüstemirrenmüctemibulunacağıcihetleişbuteşkilatıesasiye kanunundaki dördüncü ve beşinci maddeler gayenin husulüne elyevm mevcud büyük millet meclisi adedi mürettebinin sülüsanı ekseriyetle karar verildiği takdirde ancak yeni intihabdan itibaren meriyü'licra olacakdır. cemaziyelevvel seneve fikanunısani sene eskişehir, . fırka kumandanlığına, müdafaai milliye vekaleti celilesinden mevrud türkiye büyük millet meclisininkanunısani sene tarihli yüz otuz beşinci ictimaında ekseriyeti azime ile kabul olunan teşkilatı esasiye kanununun bir sureti müstahrecesi tamimen tebliğ olunur. garb cebhesi kumandanı ismet karaname kanunısani cumartesi günü hey'eti vekile ictimaında tevfik paşa tarafından düveli mü'telifenin mümessilerine lütfenlondrakonferası'namurahhaslarınmüşterekiştirakineda'irvakiolanişar hakkında yapılan müzakerede istanbul hey'eti türkiye büyük millet meclisi namına gönderilmiş iltihak davetini kabul etmediği takdirde bile kendi hükumetimiz namına birhey'etimurahhasagönderilmesikararaltınaalınmışdır. işbuhey'etderakab intihabedilerekmuahedehakkındabirteklifimütekabilihzaredecekdir. ihzar edilen teklifi mütekabilin hututı umumiyesi hey'eti vekilede müzakere edildikden ve büyük millet meclisine arz edilerek tasvibine iktiran etdikden sonra hey'et hemen yola çıkacakdır. kanunısani icra vekilleri hey'eti re'isi fevzi şeriye vekili fehmi müdafaai milliye vekili fevzi adliye vekili namına ahmed muhtar dahiliye vekili namına doktor adnan hariciye vekaleti vekili ahmed muhtar maliye vekili ferid maarif vekili hamdullah subhi nafia vekili ömer lütfi iktisad vekaleti vekili mahmud celal sıhhiye vekili doktor adnan erkanı harbiyei umumiye re'isi vekili fevzi türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal büyük millet meclisi riyaseti başkitabet, zabıt kalemi aded ankara. icra vekilleri hey'eti riyaseti celilesine, numrovetarihlitezkereiriyasetpenahileri cevabıdır. ayntab livası merkezi olan ayntab kasabasının namının a tahviline da'ir olub tarihli 'nci ictimaın birinci celsesinde müttefikenkabuledilenmevaddıkanuniyesuretimusaddakasıleffentakdim edildi. bir sureti berayı neşr ü tebliğ dahiliye vekaleti celilesine yazılmışdır. büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal kararname cüz'danilesenediresmiibrazedemeyeneytamveeramildenbüyükmillet meclisi idaresi dahilindeki mahallere gelenlere mutemedleri vasıtasıyla maaşlarını dersaadet veya memaliki müstevliye ve meşguleden ve büyük millet meclisi dahilindeki diğer mahaller mal sandıklarından almadıklarına da'ir birer beyanname itası ve işbu beyannamede aksi sabit olduğu suretde almış olduğu maaşın maafa'iz tazmin edilerek tatbik olunacak cezaya razı olacağının taahhüd olunması ile beraber ayrıcadakefaletikaviyevemaliyeyerabtıvemuvasalatlarıgünündenitibaren maaşlarının itası maliye vekaletininhaziran sene tarihli ve muhassesatı zatiye müdiriyeti numrolu tezkeresi üzerine icra vekilleri hey'etinin tarihindeki ictimaında takarrur etmişdir. haziran sene icra vekilleri hey'eti re'isi ve müdafaai milliye vekili fevzi şeriye vekili fehmi adliye vekili yusuf kemal dahiliye vekili namına mahmud ata hariciye vekili yusuf kemal maliye vekili hasan hüsnü maarif vekili hamdullah subhi nafia vekili ömer lütfi iktisad vekili mahmud celal sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili doktor refik erkanı harbiyei umumiye vekaleti vekili fevzi türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal türkiyeafganistan muahedenamesi hakkında layihai kanuniye madde: türkiyebüyükmilletmeclisihükumetiileafganistanhükumeti arasında bin üç yüz otuz yedi senesi martının birinci günü akd ü imza olunan muahedename büyük millet meclisince kabul ve tasdik olunmuşdur. madde: işbu kanunun icrasına hey'eti vekile me'murdur. baladaki kanuna merbut türkiyeafganistan muahedenamesinin berayı tasdik büyük millet meclisine sevki icra vekilleri hey'etinintemmuz sene tarihindeki ictimaında karargir olmuşdur. fitemmuz icra vekilleri hey'eti re'isi ve müdafaai milliye vekili fevzi şeriye vekili fehmi adliye vekili refik şevket dahiliye vekili namına refik şevket hariciye vekili yusuf kemal maliye vekili hasan hüsnü maarif vekili hamdullah subhi nafia vekili ömer lütfi iktisad vekili mahmud celal sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili dokor refik erkanı harbiyei umumiye vekaleti vekili fevzi türkiyerusya muahedenamesi hakkında layihai kanuniye madde: türkiyeilerusyadevletleribeynindemartsene tarihindemoskova'daakdüimzaolunanmuhadenetahidnamesibüyükmillet meclisi canibinden kabul ve tasdik edilmişdir. madde: işbu kanunun icrasına hey'eti vekile me'murdur. baladaki kanuna merbut türkiye ve rusya devletleri beyninde münakid muhadenet ahidnamesinin berayı tasdik büyük millet meclisine sevki icra vekilleri hey'etinintemmuz tarihli ictimaında karargir olmuşdur. fişevval senevetemmuz sene icra vekilleri hey'eti re'isi ve müdafaai milliye vekili fevzi şeriye vekili fehmi adliye vekili refik şevket dahiliye vekili namına refik şevket hariciye vekili yusuf kemal maliye vekili hasan hüsnü maarif vekili hamdullah subhi nafia vekili ömer lütfi iktisad vekili mahmud celal sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili doktor refik erkanı harbiyei umumiye vekaleti vekili fevzi türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal paşa hazretlerine başkumandanlıktevdiihakkındabüyükmilletmeclisinin ictimaında ittifakı ara ile kabul edilen kanunname sureti aynen ber veci ati tamim olunur. suret türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal paşa hazretlerine başkumandanlık tevdii hakkında kanun. memleketin mukadderatına bi'lfiil yegane kuvveti aliye olanveazasındanherbirininkanunıesasive teşkilatıesasiyekanunuylahukuk ve masuniyeti teşriiyesi hakkını mahfuz ve şahsiyeti maneviyesi başkumandanlığı ha'iz bulunan türkiye büyük millet meclisi kuyudı atiye ile başkumandanlık vazifei fiiliyesine kendi re'isi mustafa kemal paşa'yı me'mur eylemişdir. başkumandan ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami suretde tezyid ve sevk idaresini bir kat daha tarsin hususunda türkiye büyük millet meclisinin ona müteallik salahiyeti meclis namına fiilen istimale me'zundur. müşarün ileyhin baladaki mevad ile mevdu sıfat ve salahiyeti üç ay müddetlemuteberdir. meclislüzumgördüğütakdirdebumüddetdenevveldahi bu sıfat ve salahiyeti redd edebilir. işbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyü'licradır. işbu kanunun icrasına türkiye büyük millet meclisi me'murdur. dumlupınar. rauf beyefendi'ye telgraf. neşrolunmayacakdır. bukayıdlaverdiğimmalumatınneşriatiyetalik olunacakdır. ağustosda başlayan afyon karahisar dumlupınar meydan muharebesi sabahı hitam bulmuşdur. beş gün beş gece bilainkıta idame edilen bu meydan muharebesine düşmanın müstahkem mevaziini çiğneyerek cebheyi yarmak suretiyle başladık. saat devam eden ve afyon cenub mıntıkasında birinciordumuztarafındanyapılanbuyarmaameliyesineticesindedağıkaraca, dağı çavdarlı, kalecik tepe, aşur dağ hattı umumisindekilometrelik bir hattı işgal eden düşman kuvvetleri terki mevzia icbar edildi. döğer mıntıkasında bulunan ihtiyatlarla tazyik olundukdan sonra birinci, dördüncü, beşinci, yedinci, dokuzuncu, onikinci, onüçüncüfırkalarındanmürekkebolandüşmanordusukısmıküllisibal mahmud, dumlupınarşimendüferyoluylabalmahmud, kızıltaş, dumlupınaryolu arasındaki mıntıkada seri ve şiddetli takibatımız ve düşmanın hattı ricatlerini kat eden muvaffakiyetli tertibatımız sayesinde düşman tekrar muharebeye icbar edildi. birtarafdandaahurdağüzerindedüşmanikincifırkasıtarafındantutulantoklu sivrisi mevazii mühimmesine bir kısım kuvvetimizle taarruz tertib olundu. muhtelif ve kanlı safahatı ihtiva eden bu muharebat esnasında topçularımız büyük bir faaliyet vemaharetledüşmanısıkışdırdı. piyadelerimizkısaateşmuharebelerinimüteakib gündüz ve gece süngü hücumları ve bomba baskınlarıyla düşman kıtaatının büyük karargahlarına kadar içlerine girdi. düşman hattı ricatleri üzerinde bulunan süvari fırkalarımız tarafından topçularını istimal ederken diğer tarafdan yalın kılıncdüşmaniçerilerinesaldırdı. harbvekeşiftayyarelerimizbombavemakineli tüfenkleriylesemadanhücumetdi. hertarafdanyıldırımte'siriyapanbusavletler karşısındadüşmanordusukısmıküllisimağlubedilerekkıtaatıbirbirinekarışmış olduğuhaldeikiyeparçalandı. ikibuçukfırkakadarınımünhezimendumlupınar istikametinden garba atıldı. bunlar toklu sivrisi civarında henüz muharebe etmekde olan ikinci düşman fırkasına iltihak etdi. fakat bu istikametde takib ve taarruz eden kıtaatımız karşısında kamilen ve bir defa daha ezilerek mağluben uşak istikametine atıldı. buistikametdekikıtaatımızbugünsabahdan beri islamköy, ahadköy hattından uşak üzerine yürümekdedirler. düşmanın birinci ve ikinci kolordu karargahlarıyla dördüncü, beşinci, dokuzuncu, onikinci, onüçüncü fırka karargahlarını ihtiva eden dört fırkalık diğer parçası birinci ordumuzun şiddetle devam eden taarruz ve takibiyle kızıltaş deresi içine atıldı. ekred altıntaş hattından ilerleyen kıtaatımızın dahi te'sirinden ve kıtaatımızın düşmandan evvel dumlupınar mevaziinitutmasındanvesüvarilerimizinmuharebemeydanınınşimaligarbiye giden yollara hakim olmasından kızıltaş deresi içinde sıkışdırılmış olan düşman dün sabahdangeceninhululünekadarçalkaryegarbınaaydemir, alınören, adatepe, ağaçköy, ululuk hattında. müdafaa etdi. bu hattı sarmış olan kıtaatımız gurubı şemsleberabersüngüiledüşmaniçinedalubmünhezimdüşmanvarınıyoğunu terk ederek dereler ormanlar içinde perişan bir hale geldi. bunlardan bu sabah yüzlercesiteslimolmağabaşladı. bumuharebedeelegeçendüşmanmalzemesi pekçokdur; tadadolunuyor. yalnızbirfırkamızıncebhesindekısmenkoşuluveon beşlik cebel olmak üzere yirmi beş top, yük otomobili, binek otomobili iğtinam olunmuşdur. gerekkızıltaşderesindenvegerekislamköycivarınınkurtulabilen düşmanaksamınınkamilenimhasıiçintertibatalınmakdadır. bumuvaffakiyeti eltafı sübhaniyeden kuvvetle ümid ederim. şimdiye kadar tesbitine muvaffak olunandüşmanıneskişehirgurubundanbirfırkayımütecavizkuvveti günü seyidgazi civarından akin döğer istikametinden hareketle meydan muharebesine yetişüb kuvvayı imdad etmeğe teşebbüs etdiği anlaşılmışdır. vaziyet ve manzaranın verdiği te'sir üzerine bu düşman kuvveti şimal istikametine çekildi. gerek bu kuvvetin ve gerek eskişehir'de bulunan sa'ir düşman kuvvetlerinin imhası için dahi tertibat alınmakdadır. menderes havalisinde bulunan umum düşman kıtaatı takibatı mütemadiye karşısında terki mevzi ile çekilmeğe başlamışlardır. dumlupınar'dan yazılmışdır. başkumandan mustafa kemal kararname mudanyakonferansımukarreratıvechileşarkitrakya'yıtürkiyebüyükmillet meclisihükumetinamınatesellümetmeküzerebaşkumandanlıktarafındanordu kumandanlarındanmirlivarefetpaşahazretlerime'muredilmişdir. her mahalde hükumeti mülkiye tamamen te'sis eder etmez me'murini hükumet idarei umumiyei vilayat kanunu mucebince mercii resmilerine müracaat ederler. devir teslim muamelatına aid hususatda asayiş ve inzibatın sürati te'sisi için ittihazı tedabirde muamelatı mezkurenin hitamına kadar valii vilayet refet paşa hazretlerinin tahtı emrinde bulunacakdır. türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf şeriye vekili abdullah azmi müdafaai milliye vekili kazım adliye vekili rifat dahiliye vekili ali fethi hariciye vekili yusuf kemal maliye vekili hasan fehmi maarif vekili mehmed vehbi nafia vekili feyzi iktisad vekili mahmud esad sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili doktor rıza nur erkanı harbiyei umumiye vekaleti vekili kazım türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal telgraf, makine başında, garb cebhesi orduları kumandanı ferik ismet paşa hazretlerine, zatı devletlerinin emr ü kumandadaki büyük kudret ve maharetleri eseri olarak ihraz edilen muzafferiyeti askeriyeden sonra yine tarafı devletlerinden büyük bir maharet ve itidal ile idare edilen mütareke konferansında istihsal olunan neticeden dolayı bütün hey'eti vekile arkadaşlarımla beraber tebrikat ve teşekküratı mahsusamızı arz eyliyoruz efendim. fiteşrinievvel sene türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf talimatname. avrupa'da lozan sulh konferansına azimet edecek olan hey'eti murahhasa re'isi ve hariciye vekili ismet paşa hazretleriyle hey'eti murahhasa azasındansıhhiye vekilidoktorrızanurbeyefendiverefakatlerindekimüşavirve katiblere ve diğer me'murine izmit'e kadar ale'lusul azimet ve avdet harcırahı ita olunur. hududdan itibaren murahhaslara yevmiye on ikişer, müşavirlerle başkatibe sekizer, katiblerle sa'ir me'murine altışar ve maiyet me'murlarına ikişer buçuk ingiliz lirası yevmiye ita olunacakdır. hududdanitibarencümlesininyolmasraflarımasarıfıhakikiyeüzerine tesviye olunacakdır. hey'et re'isinin ikametine ve muamelatı resmiyeye aid isticar etdiği da'ire masrafı tahakkuku üzerinden tesviye olunur. murahhaslar için maktuan yüz ellişer ve müşavirlerle başkatib için yüzer ve diğer me'murin ve efrad için ellişer ingiliz lirası ve elbise bedeli verilir. masarıfı muhabere ve vesaik tab ve ihzarı ve ziyafet ve hediye ve propaganda ve sa'ir buna mümasil masarıf evrakı müsbiteye rabtı mümkün olabilen evrakı müsbite ile te'yid edilmek üzere re'isin emriyle sarf edilecekdir. balada altı maddede tadad olunan mebaliği senesi hariciye büdcesine faslı mahsus olarak vazı büyük millet meclisince teşrinisani tarihinde kabul olunan üç yüz bin lira tahsisatdan sarfa hey'et re'isi me'zundur. hey'eti murahhasa ve müşavirlerle katibler ve zabitan ve efrad bervechi zir kadroda tesbit edilmişdir. sarfiyatın hesabını maliye vekaletine vermekle mükellef katib derecesinde maliyeden bir mutemed verilecekdir. işbu talimatnamenin icrasına hariciye ve maliye vekaletleri me'murdur. türkiye hududuna da'ir mukavelename, temmuz 'de imza olunmuşdur. ikametvesalahiyetiadliyeyeda'irmukavelename, temmuz'de imza olunmuşdur. ticaret mukavelenamesi, temmuz 'de imza olunmuşdur. rumve türkahalininmübadelesineda'irmukavelenameveprotokol, kanunısani 'de imza olunmuşdur. sivil mevkufinin iadesine ve üserayı harbiyenin mübadelesine da'ir yunan türk i'tilafı, kanunısani 'de imza olunmuşdur. afvıumumiyeda'irbeyannameveprotokol, temmuz'deimza olunmuşdur. mesa'ili sıhhiyeye da'ir beyanname, temmuz 'de imza olunmuşdur. idarei adliyeye da'ir beyanname, temmuz 'de imza olunmuşdur. devletiosmaniyetarafındanverilmişbazıimtiyazatada'irprotokolve beyanname, temmuz 'de imza olunmuşdur. lozan'da imza edilen senedatın bazı ahkamına belçika ve portekiz'in iltihakına da'ir protokol, temmuz 'de imza olunmuşdur. britanya, fransa ve italya kuvvetleri tarafından işgal edilen türk arazisinin tahliyesine da'ir protokol ile beyanname, temmuz 'de imza olunmuşdur. karaağaç arazisiyle bozcaada ve imroz adalarına da'ir olub britanya imparatorluğu ve fransa, italya, Japonya, yunanistan ve türkiye tarafından imzalanan protokol, temmuz 'de imza olunmuşdur. sırphırvatisloven devleti tarafından muahedei sıhhiyenin imzasına müteda'ir protokol, temmuz 'de imza olunmuşdur. senedi niha'i, temmuz 'de imza olunmuşdur. madde: işbu kanunun icrasına icra vekilleri hey'eti me'murdur. telgrafname, izmit müftiliğine, mahreci: ankara, türkiye devletinin şekli hükumeti cumhuriyet olduğu büyük millet meclisinin teşrinievvelsenetarihliictimaındateşkilatıesasiye kanunuyla bi'littifak tesbit ve ilan olunmuşdur. teşkilatı esasiye kanunu mucebince veaynıictimadaicraolunanintihabdagazimustafakemalpaşahazretleribüyük milletmeclisitarafındanre'isicumhurintihabveilanolunmuşlardır. hertarafa tamimen tebliği. şeriye vekili mustafa fevzi re'is: birincidevreiintihabiyeazasındanbazızevatınnısfıyeşilvenısfıdiğeri kırmızı şeridli istiklal madalyasıyla taltiflerine da'ir türkiye büyük millet meclisi re'isi gazi mustafa kemal paşa hazretlerinden mevrud tezkereyi re'yi alinize arz edeceğim. re'is: okuyoruz efendim! türkiye büyük millet meclisi riyaseti celilesine, türkiyebüyükmilletmeclisibirincidevreiintihabiyeazasındanoldukları haldecebhedevemıntıkasışimalgrubundaasarıhamasetvefedakari gösteren zirde muharrer asker mebuslar ile sivil zevatı kirama dahi istiklal madalyası kanunununikincivebeşincimaddelerinetevfikannısfıyeşilvenısfıdiğerikırmızı şeridli istiklal madalyası itasını rica ederim efendim. türkiye büyük millet meclisi re'isi gazi mustafa kemal gazi mustafa kemal paşa, ankara fevzi paşa, kozan ismet paşa, edirne kazım karabekir paşa, edirne ali fuad paşa, ankara kazım paşa, karesi refet paşa, izmir fahreddin paşa, mersin ali bey, karahisarı sahib avni bey, saruhan hüsrev bey, trabzon cavid bey, kars cafer tayyar paşa, edirne hacı şükrü bey, diyarbekir hoca esad efendi, aydın memduh bey, karahisarı şarki ömer lütfi bey, karahisarı şarki selahaddin bey, mersin celal bey, saruhan necati bey, saruhan reşad bey, saruhan vehbi bey, karesi hamdi bey, ertuğrul hüseyin bey, elaziz rıza bey, muş re'is: efendim! büyük millet meclisi riyasetinden gelen tezkerede isimleri münderic zevatın beyan olunduğu vech üzere istiklal madalyasıyla taltifi hususunu re'yi alinize vazediyorum. kabulbuyuranlarlütfenelkaldırsın! aksinire'yekoyuyorum. kabul etmeyenler lütfen el kaldırsın! kabul edilmişdir efendim. büyük millet meclisi riyaseti celilesine, vatana karşı vuku bulan tecavüze karşı ilk defa müdafaatda bulunan gaziayıntab ve maraş vilayetleri şahsiyeti maneviyelerinin birer kıta kırmızı kurdeleli istiklalmadalyasıylataltifigaziayıntabmebusuvesabıkmaraşvegaziayıntab havalisiumumkuvvayımilliyekumandanıkılıncalibey'ininhasınaatfendahiliye vekaleti celilesinden mevrud tarih ve idarei umumiye müdiriyetinumrolu tezkereleriyle teklif edilmiş ve teklifi vakıın meclisi aliye arzıicravekillerihey'etinintarihliictimaındatensib kılınmışdır. dört yüz numrolu kanun mucebince muktezasının ifasına ve neticesinin işarına müsaade buyurulmasını rica eylerim efendim. dahiliye vekaleti celilesine, tarih ve idarei umumiye müdiriyetinumrolu tezkerei vekaletpenahileri cevabıdır. gaziayıntabvemaraşvilayetlerişahsiyetimaneviyelerininkırmızıkurdeleli istiklal madalyasıyla taltifi hakkındaki teklifi vekaletpenahileri icra vekiller hey'etinin tarihli ictimaında bi'ttedkik tarihvenumrolutezkereilebüyükmilletmeclisiriyaseticelilesinearz edilmişdir efendim. birinci kısm kıyamet ve ahıret önsözü allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyarak, faideli şeyleri yaratıp göndermekdedir. bütün insanların, dünyada ve ahıretde rahat ve huzur içinde yaşamaları için, nasıl hareket etmeleri lazım olduğunu bildirmişdir. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden dilediğine ihsan ederek afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd olsun! onun, verdiği ni'metlere, iyiliklere, sonsuz şükrler olsun! herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi birşeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve şükrlerin hepsi, allahü tealaya yapılmış olur. çünki, herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o hatırlatmazsa, hiçbir kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. kul irade etdikden sonra, o da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse hiçbir kimseye, zerre kadar iyilik veya kötülük yapamaz. onun peygamberlerinin hepsine aleyhimüssalevatü vetteslimat ve önce, onların en üstünü olan muhammed mustafaya aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat selamlar ve düalar olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem ehli beytine ve onun ruhlara şifa olan güzel yüzünü görmekle, faideli sözlerini işitmekle şereflenen, böylece bütün insanların en kıymetlileri olan eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in bizden selamlar ve düalar olsun! müsliman olmak için, denilen sözünü söylemek ve bunun ma'nasını kısaca bilmek ve inanmak lazımdır. bunun ma'nasını bilmek de, altı şeyi bilmek demekdir. bu altı şeye denir. bu altı şeyden beşincisi ahıret hayatına inanmakdır. hicri yılında tevellüd ve de vefat etmiş olan, büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh kıyamet bilgilerini açıklamak için adında ayrıca bir kitab yazmışdır. bu kitabı, da da bildirilmekdedir. kastamoni askeri rüşdiyye, ya'ni ortamekteb arabi mu'allimi ömer beğ, bu kıymetli kitabı, arabiden türkçeye çevirerek, ismini vermiş vekasımvezilka'de hicri yılında kastamonide basılmışdır. şimdi, bu kıymetli kitabı yeniden basdırmak, kitabevimize nasib oldu. başka mu'teber kitablardan alarak sonradan yapılan açıklamalar, bir köşeli parantez içine yazıldı. din kardeşlerimize bu hizmetde bulunmağı ihsan buyuran allahü tealaya sonsuz şükrler olsun! allahü teala hepimize, ehli sünnet alimlerinin bildirdiği doğru bilgileri öğrenmek ve bunlara inanmak ve sevgili peygamberimiz muhammed aleyhisselamın bildirdiği emrlere ve yasaklara uyarak, iyi bir insan olmak nasib eylesin! iyi bir insan, herkese iyilik eder. kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna saldırmaz. devlete, kanunlara karşı gelmez. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. bunun ma'nası insanlar, devletin, kanunların idaresi, himayesi altında, rahat yaşarlar. ibadetlerini rahat yaparlar demekdir. devlet ne kadar kuvvetli olursa, rahat ve huzur da o kadar artar. bunun için, müslimanların devlete daima yardım etmesi, vergilerini vaktinde vermesi, tatlı dil ve güler yüz ile herkese nasihat etmesi lazımdır. din düşmanlarının yalanlarına, hilelerine ve iftiralarına aldanarak, dinine ve devletine hiyanet etmekden muhafaza buyursun! bugün, bütün dünyadaki müslimanlar üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve , cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki, bunların müslimanlara müşrik dedikleri ve kitablarımızda yazılıdır. müslimanlara kafir diyene peygamberimiz la'net etmişdir. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok ve kalbini tasfiye için, ya'ni nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için okumalıdır. ahkamı islamiyyeye uyanın düası muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve haram yiyip içenin, ahkamı islamiyyeye uymadığı anlaşılır. bunların düaları kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri tenbih misyonerler, hıristiyanlığı yaymağa, yehudiler, talmutu yaymağa, istanbuldaki hakikat kitabevi, islamiyyeti yaymağa, masonlar ise, dinleri yok etmeğe çalışıyorlar. aklı, ilmi ve insafı olan, bunlardan doğrusunu iz'an, idrak eder, anlar. bunun yayılmasına yardım ederek, bütün insanların dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmalarına sebeb olur. insanlara bundan daha kıymetli ve daha faideli bir hizmet olamaz. bugün hıristiyanların ve yehudilerin ellerindeki tevrat ve incil denilen din kitablarının, insanlar tarafından yazılmış olduklarını kendi adamları da söyliyor. kur'anı kerim ise, allahü teala tarafından gönderildiği gibi tertemizdir. bütün papazların ve hahamların, hakikat kitabevinin neşr etdiği kitabları dikkat ile ve insaf ile okuyup anlamağa çalışmaları lazımdır. kıyamet ve ahıret hamd, zatının ebedi olduğunu bildiren allahü tealaya olsun. kendisinden başka bütün varlıkların yok olmalarını diledi. kafirleri ve günahkarları kabr azabı ile cezalandıracakdır. kullarının dünya ve ahıret se'adetine kavuşmaları için peygamberleri vasıtası ile emrlerini ve yasaklarını bildirdi. kullarının ahıretde azab veya mükafat görmelerini dünyadaki yapdıkları birkaç günlük amellerine bağladı. ahıret yoluna girip, rızasına kavuşmağı, seçdiği ve sevdiği kullarına kolay eyledi. allahü teala, sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama, onun aline ve eshabına salat ve selam eylesin ki, onların ismlerini müslimanlar arasında pek yüksek eyledi. bilmelisin ki, herşeyi dirilten ve öldüren allahü teala, ali imran suresinin yüzseksenbeşinci ve elenbiya suresinin otuzbeşinci ve elankebut suresinin elliyedinci ayetinin meali şerifinde, buyurdu. bununla alemlerin üç ölümünü bildirdi. dünya alemine gelen elbette ölür. ceberut alemine ve melekut alemine gelenler de elbette ölür. bunlardan dünya aleminde olanlar, ademoğulları ile karada, denizde ve havada olan hayvanlardır. melekuti olan ikinci alem, melekler ile cin sınıflarının bulunduğu alemdir. ceberuti olan üçüncü alem ki, meleklerden seçilenlerin alemidir. nitekim kur'anı kerimde, hac suresinin yetmişbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. işte bu üçüncü sınıf ceberut aleminin ehli, kerubiyan, ruhaniyan, hamelei arş melekleri ve suradıkatı celal ehli olanlardır. enbiya suresinin ondokuz ve yirminci ayetlerinde mealen, allahü tealanın indinde olan öyle melekler vardır ki, kendisine ibadetde, kendilerini beğenmezler ve hiç yorulmazlar. gece gündüz hep allahü tealayı tesbih ederler, usanmazlar buyurularak, bunları bildirmekdedir. allahü teala onları bu ayeti kerime ile medh buyurmuşdur. bunlar çok şerefli olup, cennet bağçelerinde bulunurlar. bunlar kur'anı kerimde bildirilmiş olup, sıfatları anlatılmışdır. bunlar cenabı hakka yakin oldukları ve bulundukları mekanları cennet olduğu halde yine ölürler. allahü tealaya yakin olmaları, ölmelerine mani' olmaz. sana önce dünya ölümünü anlatacağım. haber vereceğim şeyi dinlemek için kulağını iyi ver ki, eğer allahü tealaya ve onun resulüne, kıyamet gününe ve ahırete inanıyorsan; sana insanların bir halden diğer bir hale nasıl geçdiklerini nakl edip, onların hallerini, vasflarını haber vereceğim. çünki, bu haberler ancak delil ve şahid iledir ki, anlatacaklarıma allahü teala ve kur'anı kerim şahiddir. kur'anı kerim ile resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem nakl edilen sahih hadisler sözümü tasdik eder. biter. başlar. ahiret hayatı üç kısmdır: tekrar dirilinciye kadar, dır. sonra, , bundan sonra, dır. bu üçüncü hayat, sonsuzdur. dünyada iyi, faideli şeyler, kötü, zararlı şeylerle karışıkdır. se'adete, rahat ve huzura kavuşmak için, hep iyi, faideli şeyleri yapmak lazımdır. allahü teala çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yaratdı. bu kuvvete denir. temiz ve sağlam olan akl, bu işini, çok iyi yapar, hiç yanılmaz. günah işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar. iyiyi kötüden ayıramaz. allahü teala, merhamet ederek, bu işi kendi yapmakda, iyi işleri peygamberler vasıtası ile bildirmekde ve bunları yapmağı emr etmekdedir. zararlı şeyleri de bildirip, bunları yapmağı yasak etmekdedir. bu emr ve yasaklara denir. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine denir. bugün, yeryüzünde, değişdirilmemiş, bozulmamış tek din vardır. o da islamiyyetdir. rahata kavuşmak için, islamiyyete uymak, ya'ni müsliman olmak lazımdır. müsliman olmak için de, hiçbir formaliteye, imama, müftiye gitmeğe lüzum yokdur. önce kalb ile iman etmeli, sonra da, islamiyyetin emr ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır. sual melekleri kabre geleler, namazını doğru kıldın mı diyeler. hemen kurtuldun mu sandın ölünce, senin için azab hazır diyeler. birinci fasl allahü teala, adem aleyhisselamı yaratınca, belini kudretiyle mesh buyurduğu zeman, ondan iki avuç aldı. birisini sağ tarafından, diğerini ise sol tarafından aldı. her insanın zerresini birbirinden ayırdı. adem aleyhisselam onlara bakdı ki, onların zerreler gibi olduğunu gördü. elvakı'a suresindeki bir ayeti kerimede mealen, işte bu sağdakiler cennet ehlinin amelini yapacaklarından, cennetlik olanlardır. bana bunların amellerinden bir faide ve zarar yokdur. bu soldakiler cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, cehennemlik olanlardır. bana bunlardan da bir faide ve bir zarar yokdur buyuruldu. adem aleyhisselam allahü tealaya, ya rabbi! cehennem ehlinin ameli nedir? diye sordu. allahü teala da, olan emr ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmekdir buyurdu. bunun üzerine adem aleyhisselam, allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! bunları kendilerine şahid kıl. umulur ki, cehennem ehli ameli işlemezler dedi. allahü teala da, nefslerini şahid yapıp buyurdu. hepsi, rabbimizsin. biz şehadet eyledik dediler. allahü teala, melekleri ve ademi aleyhisselam de şahid tutdu ki, onlar allahü tealanın rububiyyetini ikrar etdiler. bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekanlarına gönderdi. çünki bunların hayatları yalnız ruhani bir hayat idi. cismani bir hayat değildi. allahü teala bunları adem aleyhisselamın sulbüne yerleşdirdi. ruhlarını kabz edip, arşın hazinelerinden birinde muhafaza kıldı. bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismani sureti temam olduğu zeman, henüz ölüdür. melekuti bir cevheri olduğundan, cesedin fenalaşması men edildi. allahü teala rahmde ölü olan bu çocuğa ruh vermeyi murad buyurduğunda, arşın hazinelerinde bir müddet gizleyip muhafaza buyurduğu ruhu, o cesede iade eder. çocuk o zeman hareket etmeye başlar. çok çocuk vardır ki, anne karnında hareket eder. validesi ba'zan işitir. ba'zan işitmez. allahü tealanın ruhlara, diye sorduğu misakdan sonraki ölüm ya'ni, ruhunu arşın hazinelerine göndermesi birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayatdır. ikinci fasl bundan sonra, allahü teala, insanı hayatı boyunca, dünyada durdurur. belli olan eceli gelinceye kadar ve rızkı tükeninceye kadar ve ezelde takdir edilmiş olan amelleri bitinceye kadar, dünyada durur. dünyadaki ölümü yaklaşdığı vakt, dört melek gelir. bunların biri, ruhunu sağ ayağından ve biri sol ayağından ve biri sağ elinden ve biri sol elinden çekerler. çok def'a, ruhu gargara haline gelmezden evvel yi görmeğe başlar. melekleri, yapdıkları işlerin hakikatini, alemlerinde durdukları hal üzere görür. eğer dili söyler ise, onların vücudünü haber verir. çok def'a da, gördüğü şeyleri, şeytanın bir işi zan eder. lisanı tutuluncaya kadar hareketsiz kalır. bu halde, yine melaike ruhunu parmak uçlarından çekerler. soluğu ise, sanki saka kırbasından su boşalır gibi, gırıl gırıl öter. facirin ruhu da yaş keçeye takılmış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. bu halde ölü karnını diken ile dolu zan eder. ruhunu da, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor ve gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor zan eder. hazreti ka'bdan radıyallahü anh, ölüm nasıl oluyor diye sual olundu. buyurdu ki: bir diken dalını bir kişinin içerisine koymuşlar. ve kuvvetli bir kimse onu çekiyor. kesdiğini kesiyor. kalan kalıyor gibi buldum. peygamberlerin efendisi sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, . işte bu zemanda insanın cesedi terler. gözleri sür'at ile iki tarafa gider. burnunun iki tarafı çekilir. göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır, benzi sararır. aişei sıddika radıyallahü anha validemiz, resulullah kucağında iken, bu hali görünce, gözünden yaş dökerek şu mealde şi'r söyledi:nefsimi sana feda ederim ya resulallah ki, seni fena hareketlerden birşey kederlendirmedi, incitmedi. bu zemana kadar seni cin de çarpmadı. birşeyden dahi korkmadın. şimdi ne oldu ki, güzel yüzün inci gibi terle örtülmüş görüyorum. her ölünün rengi solduğu halde, senin mubarek yüzünün nurları hakikaten her tarafı aydınlatıyor. ruhu kalbe gelince dili tutulur. hiç kimse ruhu göğsüne gelmiş iken konuşamaz. bunun iki sebebi vardır. biri, iş gayet büyük olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmışdır. görmezmisiniz, insanın göğsüne vurulsa bayılır. ancak az sonra söze kadir olur. çok kerre de söyliyemez. insanın neresine vurulsa seslenir. göğsüne vurulsa, hemen sessiz ölü gibi düşer. ikinci sebebi de, ses akciğerlerinden dışarı çıkan havanın hareketinden hasıl oluyor idi. bu soluk ise kalmadı. nefes alıp veremediği için, bedenin harareti kalmaz, soğur. bu zemanda mevtaların halleri muhtelif olur. ba'zıları vardır ki, melek zehr ile su verilmiş kızgın demir ile vurur. hemen ruh kaçar, harice çıkar. melek onu eline alır, civa gibi titremeye başlar. çekirge kadar insan şeklinde olur. sonra melek onu zebaniye teslim eder. ba'zı mevta vardır ki, ruhu azar azar çekilir. ta ki, boğazında tutulur. boğazında da kalmaz. ancak kalbe bağlı olarak kalır. bu zemanda, melek zehrli kızgın demir ile vurur. zira, o demirle vurmayınca, ruh kalbden ayrılmaz. bu demirle vurmanın sebebi, demir ölüm denizine daldırılmışdır. kalb üzerine konulunca, diğer yerlerine de sirayet eden zehr gibi olur. zira, hayatın sırrı ancak kalbdedir. onun sırrı ancak dünya hayatında te'sir eder. bunun için, ba'zı kelam alimleri ve dediler. ruh çekilip, son bağı kopacağı zeman, kendisine birçok fitneler arız olur. bu, ol fitnelerdir ki, iblis avanını hassaten o kimseye musallat eder. o halde iken o insana gelirler ve onun anası ve babası ve kardeşi ve kızkardeşi ve sevdiği kimselerden vefat etmiş olanlar suretinde görünürler ve ona derler ki:ey filan! sen ölüyorsun. biz, bu halde seni geçdik. sen yehudi dininde olarak öl. bu din, allah indinde, makbul olan hak dindir. eğer bunların sözlerine aldanmaz, dinlemez ise, yanından giderler. başkaları gelip, derler ki, olarak öl! zira o din mesihin, ya'ni isa aleyhisselamın dinidir ki, musa aleyhisselamın dinini, nesh etmişdir. böylece, her milletin dinlerini ona söylerler. o zemanda, cenabı hakkın şaşırmasını dilediği kimse şaşırır. işte bu; ey bizim rabbimiz! dünyada iken bize iman verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma mealindeki ali imran suresinin sekizinci ayeti kerimesinin haber verdiği haldir. cenabı hak bir kuluna hidayet ve imanda sebatını dilerse, o kimseye rahmeti ilahiyye gelir. ba'zıları, bu rahmetden maksad cebrail aleyhisselamdır, dediler. rahmeti ilahiyye, şeytanı uzaklaşdırıp, hastanın yüzünden oyorgunluğu giderir. o zeman insan ferahlar, güler. çok kimselerin bu halde güldüğü görülür ki, allahü teala tarafından rahmet gelmesi ile onu müjdeleyip, beni bilir misin, ben cebrailim. bunlar ise, senin düşmanların olan şeytanlardır. sen milleti hanifiyye ve dini muhammediyye üzre vefat et! der. insana işte bu melekden daha çok sevgili ve ferahlandırıcı bir şey yokdur. ya rabbi, bize rahmetini ihsan eyle. ihsan sahibi ancak sensin meali şerifindeki, ali imran suresi sekizinci ayeti kerimesi, bu hali haber vermekdedir. ba'zı kimseler vardır ki, ayakda namaz kılarken vefat eder. ba'zısı uykuda iken, ba'zısı, bir şeyle meşgul iken, ba'zısı da, çalgı ve oyunlara dalmış iken, kimisi de, serhoş iken, ansızın vefat eder. ba'zı kimselere, ruhu çıkarken kendinden evvel geçen tanıdıkları gösterilir. bunun için, etrafında olan kimselere bakar. bu zemanda, o kimse için horuldamak olur ki, insandan başka herşey onu işitir. insan işitmiş olsa, elbette helak olur, korkudan ölürdü. ölünün his duygularından en son gayb edeceği şey işitmesidir. zira ruh kalbden ayrıldığı vakt yalnız görmesi bozulur. fekat işitmek, ruh kabz oluncaya kadar gayb olmaz. bunun için fahri alem sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz, ölüm hastalığında olanlara şehadeteyni kelimeteyn ki, la ilahe illallah muhammedün resulullahdır. bu kelimeyi telkin ediniz! buyurmuşdur. ölüm halinde olanın yanında çok söz söylemekden de nehy buyurmuşdur. çünki o zeman, insan şiddetli sıkıntı içindedir. eğer ölünün ağzından tükrüğü akmış, dudağı sarkmış, yüzü kararmış, gözü dönmüş ise, bilmiş ol ki, o şakidir. ahıretdeki şekavetini görmüşdür. eğer görür isen ki, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsiyor, gözü dahi kırpık gibidir. bilmiş ol ki, o kimse ahıretde kavuşacağı sürur ile tebşir olunmuşdur. melekler, bu ruhu cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar. o sa'id olan kimsenin ruhu, bal arısı kadar insan şeklindedir. aklından ve ilminden hiçbirşey gayb etmemişdir. dünyada ne yapmış ise, hepsini bilir. o melekler, bu ruhla beraber semaya doğru uçarak yükselirler. bu yükselmeyi ba'zı ölü bilir, ba'zı ölü ise bilmez. böylece, önceki geçmiş peygamberlerin aleyhimüsselam ümmetlerini ve yeni ölmüş olanları, bir yere yayılmış olan çekirgeler gibi görerek geçerler ve birinci kat sema olan dünya semasına varırlar. bu meleklerin başında olan cebrail aleyhisselam, dünya semasına çıkar. kimsin diye sorulur. ben cebrailim, yanımdaki de filandır, diyerek o kimsenin güzel ve sevdiği ismleri ile haber verir. dünya semasının bekçileri olan melekler, bu ne iyi bir kimsedir ki, i'tikadı, inancı güzel idi. ve hiç şübhesi yokdu derler. bundan sonra ikinci kat semaya çıkarlar. kimsin denir. cebrail aleyhisselam birinci kat semadaki meleklere söylediği sözünü tekrar eder. ikinci kat semadaki melekler, o salih ruha, hoş safa geldi. dünyada iken namazlarını bütün farzlarına riayet ederek eda ederdi derler. sonra geçer, üçüncü kat semaya ulaşırlar. kimsin denir. cebrail aleyhisselam daha önce söylediklerini tekrar eder. bunun üzerine denir. oradan da geçerler. dördüncü kat semaya varırlar. kimsin denir. daha önce söylediği gibi cevab verir. denir. sonra geçerler. beşinci kat semaya varırlar. kimsin denir. daha önce söylediği gibi cevab verir. denir. sonra geçerler. altıncı kat semaya varırlar. kimsin denir. evvelce vermiş olduğu cevabı verir. denir. oradan da geçerek denilen, celal perdelerinin bulunduğu bir makama varırlar. kimsin diye sorulunca, öncekiler gibi cevab verir. yine hoş ve safa geldi. çok istiğfar edip, emri ma'ruf yapan, allahü tealanın dinini, onun kullarına öğreten, miskinlere yardım eden, salih kula ve güzel ruha merhabalar olsun denir. sonra meleklerden bir cema'ate uğrarlar ki, hepsi onu cennet ile müjdeleyip, onunla müsafeha ederler. sonra kadar giderler. yine kimdir diye sorulunca, öncekiler gibi cevab verir. denir. bundan sonra ateş tabakasından geçer. sonra nur, zulmet, su ve kar tabakalarından geçer. sonra soğuk denizine uğrar ve geçerler. her tabakanın birbirine uzaklığı bin senelik yoldur. sonra arşurrahman üzerine örtülmüş olan perdeler açılır ki, seksen bin perdedir. her perdede seksen bin şerefe vardır. her şerefede bin kamer ya'ni ay vardır ki, allahü tealayı tehlil ve tesbih ederler. onlardan bir kamer dünyada görünse, nuru alemi yakar ve herkes allahü tealadan başka olarak ona ibadet ederdi. bu zemanda, perde arkasından bir münadi nida eder ki, bu getirdiğiniz ruh kimdir? cebrail aleyhisselam filan oğlu filandır, der. allahü teala, bunu yakınlaşdırın. ve sen ne güzel kulumsun buyurur. allahü tealanın huzuri ma'neviyei ilahiyyesinde durduğu vakt, ba'zı levmü itab ile hak teala onu utandırır. hatta o kul, zan eder ki, hakikaten helak oldu. sonra, cenabı hak onu afv eder. nitekim kadi yahya bin eksem hazretlerinden rivayet olundu. vefatından sonra rüyada görülüp de sual olundu ki, hak teala sana ne mu'amele eyledi. yahya bin eksem, allahü teala beni manevi huzurunda durdurdu. ey şeyhi su ! sen şunu ve bunu işlemedin mi? buyurdu. allahü tealanın yapdıklarımı bildiğini anladığım zeman, beni korku kapladı ve ya rabbi, böyle sual soracağını bana dünyada bildirmediler, dedim. buyurdu. ben de, bana mu'ammer, imamı zühriden, o da urveden, o da aişei sıddika radıyallahü anhadan, o da hazreti peygamberden sallallahü teala aleyhi ve sellem, o da hazreti cibrilden, o da zati tealadan haber verdiler. rauf ve rahim olan allahü teala, buyurdu; dedim. o zeman allahü teala buyurdu ki, sen ve mu'ammer ve imamı zühri ve urve ve aişe ve muhammed aleyhisselam ve cibril sadıksınız. ben de seni mağfiret etdim.kadi yahya bin eksem rahmetullahi aleyh bağdadda kadi iken de medinede vefat etdi. şafi'i fıkh alimi idi. adındaki kitabı meşhurdur. mu'ammer bin müsenna, ebu ubeydi nahvi adı ile meşhurdur. edib idi. da basrada tevellüd, da vefat etdi. harici idi. çok kitab yazdı. hadis ve tarih alimi idi. muhammed bin müslim zühri tabiindendir. kitablarını dıvar gibi dizip, içine kapanarak okumakla vakt geçirirdi. zevcesi bir gün demişdi. de vefat etdi rahimehullahü teala. urve bin zübeyr, zübeyr bin avvamın ikinci oğludur. esma binti ebi bekrin oğludur. fukahai seb'adan biridir. aişeden radıyallahü anha çok hadisi şerif bildirdi. de tevellüd, de medinede vefat etdi rahimehullahü teala. yine, abdül'aziz ibni nübate rü'yada görülüp, allahü teala hazretleri sana nasıl mu'amele buyurdu diye sorulunca, allahü teala bana buyurdu ki, sen şu kimse değilmisin ki, sözünü kısaltır. ve sana bu ne güzel fesahatli söz söyler denilsin diye konuşurdun. ben de, ya rabbi! yüce zatını noksan sıfatlardan tenzih ve takdis ederim ki, ben hakir kulun, dünyada zati rububiyyetini vasf ve medh ve sena ederdim. buyurdu. ben dahi, önce yokdan yaratan, onların yine ruhlarını kabz ederek öldürür. onlara nutk veren, yine nutklarını yok eder. yok etdiği gibi, sonra yine yokdan icad eder. insan öldükden sonra, uzvlarını birbirinden ayırdığı gibi, onları yine kıyamet günü cem' eder dedim. günahları afv edici olan allahü teala, doğru söyledin. git ben de seni mağfiret etdim buyurdu dedi. ibni nübate şair olup, divanı vardır. de bağdadda vefat etdi. mensur bin ammar da rahmetullahi aleyh, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, şöyle cevab verdi. cenabı hak, beni ma'nevi huzurunda durdurup, buyurdu. ben de, ya rabbi, otuzaltı hac ile geldim. onlardan hiçbirini kabul etmedim. ne ile geldin? buyurdu ben de; ya rabbi, senin rızan için, okuduğum üçyüzaltmış hatmi şerif ile geldim. onlardan hiçbirini kabul etmedim. ne ile geldin, ey mensur? buyurdu. ben de ya rabbi, rahmetin ile geldim, dedim. bunun üzerine, allahü teala da, buyurdu dedi. bu hikayelerin çoğu ölümün korkulu hallerini haber verir. ben sana, allahü tealanın yardımı ile, söz dinleyecek kimselerin uyabilecekleri şeyleri haber verdim. ba'zı insanlar vardır ki, kürsiye ulaşdıkları zeman bir nida işitir. ve orada, onu geri çevirirler. ba'zıları da, perdelerden geri çevrilir. allahü tealanın huzuruna ulaşanlar, arifi billah olanlardır, ya'ni evliyai kiramdır. vilayetin dördüncü derecesi ve daha üst makamlarında olan kimselerin dışındakiler, allahü tealanın huzuruna ulaşamazlar. beterdir günbegün halim, begayet, ya resulallah! düzelsin artık ef'alim, inayet ya resulallah! azıtdı bu deni nefsim, beni şeytana uydurdu. ne mümkin bunca isyanla, dehalet ya resulallah! aceb kabil mi kurtulmak, hevayi nefsü şeytandan? erişmezse, eğer senden, hidayet ya resulallah! gelince feyzü ihsanın, günahkar kimseye bir an, onun rahı, düalemde, selamet ya resulallah! emri, nehyi ta'zim etdim, harama demedim halal. her günahın sonu oldu, nedamet ya resulallah! ey insü cinnin resulü, insanların en üstünü, ihlasıma bağışla kıl, şefa'at ya resulallah! üçüncüfasl facirin, ya'ni kafirin ruhu sert olarak şiddet ile alınır ve yüzü ebu cehl karpuzu gibi olur. melekler ona hitaben, ey habis olan ruh! habis olan cesedden çık der. o da merkeb gibi bağırır. ruhu çıkınca, azrail aleyhisselam, onu yüzü gayet çirkin ve siyah elbiseli ve fena kokulu zebanilere teslim eder ki, ellerinde yünden yapılmış, eski kilim parçası gibi bir bez vardır. o ruhu buna sararlar. bu zemanda, çekirge kadar insan şekline çevrilir. bunun sebebi, kafirin cesedi ahıretde mü'minin cisminden büyük olur. hadisi şerifde, buyuruldu. cebrail aleyhisselam, bu kötü ruhu yükseltir ve dünya semasına ulaşırlar. sen kimsin denir. ben cebrailim der. yanındaki kimdir denir. filan oğlu filan diye, kötü, çirkin ve dünyada sevmediği fena ismleriyle onu zikr eder. onun için gök ve sema kapısı açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, bu gibi kimseler cennete girmezler denir. cebrail aleyhisselam bu sözü işitince, onu elinden bırakıverir. rüzgar onu uzaklara sürükler. işte bu, hac suresinde, allahü tealaya ortak koşan kimse, şuna benzer ki, gökden düşüp, kendini ya kuşlar kapışır. yahud rüzgar onu uzak bir yere atar da orada helak olur olan otuzbirinci ayeti kerimenin meali şerifidir. o kimse yere düşünce, bir zebani onu alıp siccine götürür. siccin yerin altında veya cehennemin dibinde büyük bir taşdır ki, kafir ve fasıkların ruhu oraya götürülür. yehudi ile nasaranın ruhları kürsiden kabrlerine geri gönderilir. eğer bunlar kendi dinleri üzere olurlarsa kendilerinin yıkanmalarını ve defn olunmalarını seyr ederler. müşrik ya'ni dinlere inanmayanlar, bunlardan birşey seyredemez. zira kendisi dünya semasından hakir olarak bırakılmışdır. münafık, ikinciler gibi, ya'ni müşrik gibi, allahü tealanın kahrına uğramış ve red olunmuş olarak, mezarına geri gönderilir. mü'minlerden kullukda kusur edenler çeşid çeşiddir. ba'zılarını, kılmış olduğu namazı geri çevirir. zira bir kimse, namazını horozun yem yediği gibi çabuk çabuk kılarsa, namazından hırsızlık etmiş olur. onun namazı eski bir bez parçası gibi toplanıp yüzüne vurulur. sonra yükselir ve sen beni zayi' etdiğin gibi, allahü teala da, seni zayi' etsin der. ba'zılarını zekatı geri çevirir. zira o kimse, zekatını filan kimse tesadduk ediyor, zekatını veriyor desinler diye verirdi. ve çok def'a kadınların muhabbetini çekmek için zekatını onlara verirdi. biz bunları gördük. biz bunu müşahede eyledik. halal olan şeylerle allahü teala herkese afiyet versin. ba'zılarını da orucu geri çevirir. çünki o kimse yemekden oruc tutmuş, fekat malaya'ni sözlerden ve gıybetden ve günah işlemekden kaçınmamış idi. işte bu oruc fuhş ve hüsrandır. bu şeklde oruc tutarken, ramezan ayı çıkar. zahirde oruc tutmuş, hakikatde ise, oruc tutmamış olur. ba'zı kimseleri de haccı geri çevirir. çünki o kimse, hac ediyor desinler diye veya haram mal ile hac etmişdir. ba'zı insanı da anayababaya asi olmak gibi bir günahı geri çevirir. bu halleri, esrar aleminden haberi olanlar ve allahü tealanın rızası için ilm öğrenen alimler bilir. şimdiye kadar anlatdığımız hususlar hakkında, peygamberimizden sallallahü teala aleyhi ve sellem hadisler, eshabı kiramdan ve tabi'inden de haberler gelmişdir. muaz bin cebel radıyallahü anhın rivayetinde bildirildiği gibi, amellerin geri çevrilmesi ve bunun dışındaki hususlarda çok haberler gelmişdir. ben bu mes'eleyi kısaca ayırarak anlatmak istedim. eğer kısaltmamış olsaydım, çok kitabları doldururdum. ehli sünnet i'tikadında olan ya'ni doğru i'tikad ve imana sahib olanlar, çocuklarını bildikleri gibi, bu anlatdıklarımızın doğru olduğunu bilirler. ruh cesede geri döndürüldüğü zeman cesedi yıkanırken bulur ve başı ucunda gasli bitinceye kadar durur. allahü teala iyiliğini istediği kimsenin gözünden perdeyi kaldırır ve o kimse, ölünün ruhunu dünyadaki insan suretinde görür. bir zat oğlunu yıkarken başı ucunda olduğunu gördü. kendisine korku gelip gördüğü tarafdan diğer tarafa geçdi. kefenine sarılıncaya kadar bu hali gördü. kefene sarılınca, o şahsın şeklindeki ruh kefene geri döndü. na'ş, ya'ni tabut içine koyunca da ruhu görenler oldu. nitekim salihlerden çok kimseden rivayet olundu ki, na'ş üzerinde iken filan nerededir. ruh nerededir? diye ses işitildi. kefen göğüs tarafından iki yahud üç kerre hareket eyledi. rebi' bin heysemden rahimehullah rivayet edildi ki, bir zat, yıkayan kimsenin elinde hareket etmişdir. yine ebu bekri sıddik radıyallahü anh zemanında bir ölünün tabut üzerinde konuşduğu görüldü ki, ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma nın faziletlerini zikr etdi. mevtanın bu halini görenler, melekler alemini seyr eden velilerdir. allahü teala dilediği kimsenin gözünden ve kulağından perdeyi kaldırır, o da bu hali görür ve bilir. ölü kefene sarıldığı zeman ruh haricde olarak göğüse yakın gelir. bu sırada onun bağırması ve inlemesi vardır. der ki, beni rabbimin rahmetine acele götürünüz. eğer bana ihsan olunan ni'metleri bilseydiniz, beni götürmekde acele ederdiniz. eğer şekavet ile korkutulmuş ise, der ki, aman bana azabı ilahiden bir müddet mühlet verip, ağır götürünüz. eğer bilseydiniz, elbette beni omuzunuzda taşımazdınız. bunun için, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, bir cenaze görünce, hemen ayağa kalkarlar, kırk adım kadar beraber giderlerdi. sahih hadisde bildirildi. peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem önünden bir cenaze geçirildi. ta'zim için peygamberimiz ayağa kalkdı. eshabı kiram aleyhimürrıdvan dediler. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu. ya'ni insan değil midir? resulullah efendimizin böyle yapmalarının sebebi, mubarek zatına melekler alemi keşf olunmuş, gösterilmişdir. bunun için, cenaze gördüğü vakt neş'eli olurlar idi.de diyor ki, önünden cenaze geçen kimse, cenaze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. cenazeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimizin cenaze görünce kalkdığı, geçdikden sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emr buyurduğu bildirildi ise de, bu emr nesh edildi. ya'ni bir zeman sonra, bu emrini değişdirdi. ve da da cenazeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır. ölü kabre konulduğu zeman, üzerine toprak örtülünce, kabr meyyite şöyle söyler ki, benim üzerimde iken ferah idin. şimdi altımda mahzun olursun. benim üzerimde yemekler yirdin. şimdi de seni benim altımda kurtlar yir. kabr dolup, toprakla üzeri örtülünceye kadar böyle çok acı sözler söyler. ibni mes'uddan radıyallahü anh rivayet olundu ki, ya resulallah, ölü kabre konduğu vakt, ilk karşılaşdığı şey nedir diye sordu. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya ibni mes'ud! bunu bana senden başka kimse sormadı. ancak sen sordun. ölü kabre konulduğu vakt, önce bir melek seslenir. o meleğin ismi dır. kabrlerin arasına girer. der ki, ya abdellah! amelini yaz! o kimse der ki, benim burada ne kağıdım, ne kalemim var. ne yazayım? o melek der ki; bu sözün kabul edilmez. senin kefenin kağıdındır. tükrüğün mürekkebindir. parmakların kalemindir. melek kefeninden bir parça kesip verir. o kul dünyada her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevabını ve günahını, adeta o bir günde işlemiş gibi yazar. bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. o ölünün boynuna asar. bundan sonra resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz, mealindeki isra suresinin onüçüncü ayeti kerimesini okudular. sonra, gayet korkunç iki melek gelir. insan şeklinde görünürler. yüzleri gayet siyah olup, dişleriyle yeri yararlar. başlarının tüyleri yeryüzüne sarkmış görünür. sözleri gök gürler gibi, gözleri şimşek çakar gibidir. nefesleri de, şiddet ile esen rüzgar gibidir. herbirinin demir kamçıları vardır ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, yerden kaldıramazlar. dağlardan daha büyük ve ağırdır. bir kerre, bir kimseye vurursa, mazallah parça parça eder. ruh bunları görünce, hemen kaçar. ölünün burnundan göğsüne girerler. göğsünden yukarısı dirilir. öleceği zemandaki hali gibi olur. hareket etmeğe kadir olmaz. fekat ne söylenirse onu işitir ve görür. bunlar ona şiddet ile sual ederler. cefa ederek onu üzerler. toprak ona su gibi olmuşdur. ne vakt kımıldarsa yer açılıp bir boşluk olur. bu iki melek rabbin kimdir? dinin nedir? peygamberin kimdir? kıblen neresidir? diye sual sorarlar. allahü teala, kimi muvaffak eder ve kimin kalbine hak sözü yerleşdirirse, der ki, sizi vekil ederek bana kim gönderdi ise, rabbim odur. benim rabbim allah, peygamberim muhammed aleyhisselam, dinim dini islamdır. buna ancak, ilmi ile amil olan hayrlı alimler böyle cevab verir. o zeman bunlar da der ki, doğru söyledi. delilini getirdi. bizim elimizden kurtuldu. bundan sonra onun üzerine kabrini büyük bir kubbe gibi yaparlar. onun için sağ tarafına iki kapı açarlar. sonra da kabrini güzel kokulu fesleğenlerle döşerler. cennet kokuları, o meyyitin üzerine gelir. dünyada yapdığı güzel amelleri, en sevdiği dostu suretinde gelip, onu eğlendirir ve ona güzel haberler söyler. kabri nur ile dolar. kıyamet kopuncaya kadar kabrinde neş'eli ve sevinçli olur. o kimseye kıyamet kopmasından daha sevgili bir şey olmaz. ilmi ve ameli az olan ve ilmden ve melekut esrarından haberi olmıyan mü'minlerin derecesi bundan aşağıdır ki, onun yanına rumandan sonra, güzel suretde ve güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak ameli gelir. der. o da der ki, o da der ki, ben senin salih işlerinim. korkma, mahzun olma! biraz sonra, münker ve nekir melekleri gelirler ve sana sual ederler. onlardan korkma der. bundan sonra, sual meleklerine söyleyeceği şeyleri öğretirken, münker ve nekir melekleri gelir. şimdi anlatacağımız şeklde onu sıkışdırırlar. onu oturturlar. ona , ya'ni rabbin kimdir, derler. o da evvelki söylediği gibi söyler: rabbim allahdır. peygamberim muhammed aleyhisselam, imamım kur'anı kerim, kıblem ka'bei şerif ve babam ibrahim aleyhisselamdır ki, onun milleti benim milletimdir der. onun dili hiç tutulmaz. onlar da, derler. önceki melekler gibi mu'amele ederler. fekat onun için sol tarafından cehennemden bir kapı açarlar. cehennemin yılan, akrep, zincir, sıcak suyu ve zakkumu, velhasıl ne varsa hepsini görür. o kimse, onun üzerine pek çok feryad eder. ona korkma, buranın dehşeti sana bir zarar vermez. burası senin cehennemdeki yerindir ki, allahü teala, bunu senin cennetde olan yerinle değişdirdi. uyu, sen saidsin derler. sonra onun üzerine cehennem kapısı kapanır. aylarca, senelerce geçen zemanı bilmez, öylece kalır. birçok kimsenin, ölürken dili tutulur. eğer i'tikadı bozuk olursa, , diyemez. başka söz söylemeğe başlar. melekler bir kerre vururlar, kabri ateşle dolar. sonra söner. birkaç gün sönük olarak durur. sonra yine kabrde, onun üzerinde ateş hasıl olur. kıyamet kopuncaya kadar, bu hal devam eder. birçok kimse dahi, diyemez. bunlar, ya şübhe üzre vefat etmişlerdir. yahud, vefat ederken, kendisine fitnelerden bir fitne arız olmuşdur. buna bir kerre vururlar. kabri, yukarıda denildiği gibi ateşle dolar. ba'zı kimseler ya'ni kur'anı kerim imamımdır diyemezler. çünki bunlar, kur'anı kerimi okurlar, fekat ondan nasihat almazlardı ve kur'anı kerimde olan emrlerle amel etmezler ve nehy etdiği şeylerden kaçınmazlardı. bunlara da öncekilere yapdıkları gibi yaparlar. ba'zı kimsenin de ameli, korkunç şekl alır. bunu çekerler. kabrinde günahları kadar azab olunur. ahbarda varid oldu ki, hunut, hınzır yavrusuna derler. ba'zı kimse de, peygamberim muhammed aleyhisselamdır diyemez. zira bu kimse, dünyada sünneti nebeviyyeyi unutmuş idi. zemana, modaya uymuş idi. çocuklarına kur'anı kerim okutmamış, allahü tealanın emrlerini, yasaklarını öğretmemiş idi. ba'zı kimse, kıblem ka'bei şerif diyemez. zira, namaz kılmak için kıbleye az yönelmiş, yahud abdestinde fesad bulunurmuş, yahud namazında başka şeylere iltifat eder, dünya işleri ile meşgul olurmuş, yahud rüku'ünde ve sücudünde noksanlık olup, ta'dili erkana riayet etmezmiş. sana, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem rivayet olunan giyen kimsenin namazını kabul etmez hadisi şerifi kifayet eder. ba'zı kimse, ya'ni ibrahim aleyhisselam babamdır diyemez. zira, bir gün ibrahim aleyhisselam yehudidir, yahud nasranidir diye söz işitmiş ve bunun için şübheye düşmüşdü. buna dahi evvelkilere yapıldığı gibi yapılır. bunların hepsini kitabımızda geniş olarak bildirdik.yukarıdaki hadisi şerif, namazını özrsüz olarak kılmamış ve derhal kaza etmemiş olan kimsenin, bundan sonra kılacağı namazlarının hiçbirinin kabul olmıyacağını bildiriyor. sonra kıldığı namazlar şartlarına uygun olarak ve doğru, ihlas ile kılınırsa, sahih olurlar, ya'ni namaz kılmak vazifesini yerine getirmiş, bunların günahından kurtulmuş olur. bu namazlarının hiç biri kabul olmaz demek, allahü tealanın va'd etdiği sevablara kavuşamaz, bunların faidesini görmez demekdir. beş vakt namazın sünnetleri, sevab kazanmak için kılınıyor. bu kimsenin sünnet namazları kabul olunmıyacağı için, sünnetleri boşuna kılmış olur. sünnet namazlarının kendisine hiç faidesi olmaz. bunun için, farz namazı özrsüz kılmıyan kimse, bu namazını hemen kaza etmelidir. kılmadığı namazların sayısı çok ise, sünnetleri kılarken, o vaktin kılınmamış namazını kaza etmeğe niyyet etmelidir. böylece, namazını kaza etdiği için, bunun büyük azabından kurtulmuş olur. kazaları çabuk biterek, sünnetlerin sevabına da kavuşmağa başlar. özr ile kaçırılmış olan farz namazlar böyle değildir. bu hadisi şerif, özrsüz olarak, tenbellikle kılınmayan namazlar içindir. bu hususda kitabında, kaza namazları bahsinde geniş bilgi vardır. dördüncüfasl facire, ya'ni kafir olanlara münker ve nekir melekleri dedikleri vakt, , ya'ni der. onlar da, bilmedin ve hatırlamadın derler. sonra onu demirden kamçı ile döverler. ta ki, yedinci kat yerin altına girer. sonra yer silkelenir. yine kabrine çıkar. böyle yedi def'a döverler. sonra da, bunların halleri başka başka olur. ba'zısının ameli köpek şekline çevrilip kıyamete kadar onu ısırır. bunlar, kıyamet ve islamiyyetin bildirdiği hususlarda şübhe edenlerdir. kabrde bulunanların karşılaşacakları haller çeşid çeşiddir. ancak biz burada çok kısa anlatdık. bu azabın aslı şöyledir ki, bir insan dünyada en çok neden korkarsa, kabrde onunla azab olunur. mesela, ba'zı insanlar, yırtıcı hayvan yavrusundan çok korkar. insanların tabi'atleri bunda muhtelifdir. allahü tealadan selamet ve nedametden evvel mağfiret isteriz. mevtalardan çok def'a rivayet olunmuş ve rü'yada görülüp, halleri sorulmuş ve cevablar alınmışdır. bunlardan birisine hali sorulunca, birgün abdestsiz namaz kılmış idim. allahü teala, bana bir kurtcağız musallat etdi. onunla halim pek fenadır dedi. bir diğeri de, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, bir gün cenabetden gusl etmemişdim. allahü teala, ateşden bir elbise giydirdi. onun içinde, kıyamete kadar bir yerden bir yere çevirerek bana azab ediyorlar dedi. bir diğeri de, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, beni yıkayan kimse, bir tarafdan bir tarafa şiddet ile çevirirken, teneşirdeki demir çivi vücudümü tırmaladı. bundan çok zahmet çekdim dedi. sabah olunca, yıkayan kimseden sorulunca, dedi. bir başkası da, rü'yada görülüp, halin nasıldır, sen ölmemiş miydin? diye sorulunca, evet, ben hayr üzereyim, lakin üzerime toprak atılırken, bir taş düşüp, iki kemiğimi kırdı. bana çok sıkıntı verdi dedi. bunun üzerine kabrini açdılar. dediği gibi buldular. bir kimse oğluna, rü'yasında gelip, ey fena oğul! babanın kabrini düzelt! zira, yağmur çok eza verdi dedi. bunun da kabrini açdılar. adeta su arkı gibi dolmuş buldular ki, sel doldurmuş idi. arabiden biri, rivayet eder ki, oğluma, allahü teala sana ne mu'amele etdi diye sordum. dedi. çok def'a haber verilen, bunlar gibi hikayelerden açıkca anlaşılan şudur ki, kabr ehli kabrlerinde azab çekerler. onun için, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ölünün kemiklerini kırmakdan nehy buyurmuşlar ve bir kimseyi kabrin bir tarafında oturduğunu gördüklerinde, ve buyurmuşdur. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem valideleri hazreti aminenin kabrini ziyaret etdiklerinde ağladılar. yanlarında bulunanları da ağlatdılar. buyurdular ki, rabbimden bunun için mağfiret taleb etmeğe izn istedim. izn vermedi, sonra kabrini ziyaret etmek için izn istedim, izn verdi. öyle ise, siz de kabrleri ziyaret ediniz! zira, ziyaret ölümü hatırlamağa sebebdir. resulullaha, mubarek anasına, babasına mağfiret için sonradan izn verildi. zaten mü'min idiler. sonradan diriltilip, bu ümmetden de oldular. bu hadisi şerif, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem muhterem ana ve babasının mü'min olduklarını göstermekdedir. çünki, kafirlerin kabrini ziyaret etmek yasakdır. bunların kabrlerini ziyaret etmeğe izn verilmesi, kafir olmadıklarını açıkca bildiriyor. mağfiret için izn verilmemesinin de sebebi vardı. cenabı hak, habibinin hatırı için, onun şerefi için, mubarek ana babasını daha büyük ni'mete kavuşdurmak istiyordu. ta'yin buyurduğu, takdir etdiği zeman gelince, onları diriltecek, oğullarının peygamberlerin en üstünü olduğunu gösterecek, ona iman edecek, ümmeti olmakla şereflenecek ve sahabilik yüksek derecesine kavuşacaklardı. nişancı zade muhammed bin ahmed efendinin rahmetullahi aleyhyazdığı türkçe kitabı, birinci kısm, ikiyüzyirmiyedinci sahifede diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ana babalarının iman edip etmediklerinde, alimler başka başka söyledi. de vefat eden abdürrahman bin ebi bekr süyuti kitabında ve başka birçok kıymetli kitablarında beş çeşid haber bildirmişdir: nişancızade de vefat etdi. – onların ikisi de, resulullahın dine çağırmasından ya'ni bi'setden önce, cahillik zemanında vefat etdi. şafi'i alimlerinin hepsine ve hanefilerin çoğuna göre, bir peygamberin dinini işitmiyen kimsenin iman etmesi vacib olmaz. çünki, peygamberin dinini işitmeden önce düşünerek imanı akl ile bulmak vacib değildir. işitdikden sonra, allahü tealanın var olduğunu düşünüp anlamak, iman etmek lazım olur. cahillik zemanında, geçmiş peygamberler unutulmuş idi. çünki asrlar boyunca, kafirler, zalimler idareleri ele alarak, dinleri ortadan kaldırmışlar, din adamlarına baskı, işkence yapmışlar, imanlılar azalmış, gizlenmiş, böylece, dini, imanı bilen kalmamışdı. her asrda gelen zalimler, kötü ruhlu, alçak kimseler, böyle çalışmakda, din adamlarını, din bilgilerini yok etmek için imanlılara karşı amansız bir kin ile, canavar gibi saldırmakdadır. ingilizler ve komünistler böyledir. fekat, bu zalimlerden hiçbiri imanı yok edememiş, kendileri kahr olmuş, çok acı, perişan halde, saltanatlarından ayrılmış, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düşmüşler, ismleri la'net ile anılmış veya unutulmuşdur. allahü teala, bir peygamber veya bir alim yaratarak, iman ışığı ile yer yüzünü yeniden aydınlatmışdır. aklı olanların, bundan ibret alması, uyanması, dünyada ve ahıretde rezil olmamak için, din düşmanlarına aldanmaması lazımdır. – cahillik zemanında yaşamış olanlar, kıyamet günü imtihan edilecek, orada iman edenler, cennete girecekdir, diyen alimler de varsa da, bu sözün za'if olduğu kitabında. ncu mektubun tercemesinde açıklanmışdır. – allahü teala, sevgili peygamberinin sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek ana babasını diriltdi. oğullarına iman edip, ona ümmet olmakla şereflendiler ve tekrar vefat etdiler. imamı süyuti rahmetullahi aleyh, bunların diriltildiğini bildiren hadisi şerifi yazıyor. za'if bir hadis ise de, çok kimse bildirdiği için, kuvvetli olmuşdur. alimlerin çoğuna göre, kuvvetli hadisdir. ibadetlerin kıymetini, bir müslimanın üstünlüğünü bildiren za'if hadise uyulur buyuruyor. – fahrüddini razive birçok alimler buyuruyor ki, tevbe suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni bütün kafirler pisdir. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. başka bir hadisi şerifde, her fahrüddin razi da hiratda vefat etdi. asrda, o zemanın insanlarının en hayrlılarından getirildim buyuruldu. kafire hayrlı demek ise, caiz değildir. hele şuara suresindeki ikiyüzondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. buradan, bütün babalarının, analarının mü'min oldukları anlaşılmakdadır. ibrahim aleyhisselamın babası denilen azerin kafir olduğu kur'anı kerimde bildiriliyor ise de, abdüllah ibni abbas ve imamı mücahid, dediler. arabistanda amcaya baba denilir. hadisi şerifde buyuruldu ki, . ebu talibin azabı, azabların en hafifi olunca, resulullahın mubarek anababası cehennemde olsaydı, azabın en hafifi, bu ikisinin azabı olurdu. bu hadisi şerif de, bu bakımdan, ikisinin de mü'min olduğunu göstermekdedir. – alimlerden çoğu, bu mes'elede edebe, saygıya aykırı konuşulmamasını, işin doğrusunu allahü teala bilir deyip, susulmasını uygun görmüşdür. şeyhulislam allame ahmed ibni kemal paşa da, risalesinin sonunda buyuruyor ki, hadisi şerifi ve tevbe suresinin mealindeki altmışikinci ayeti kerimesine göre, diyen kimse mel'undur. ın yazısı temam oldu. peygamberimiz aleyhisselam bir kabr yanında hazır oldukları vakt, dünya ve ahıret selameti, müslimanlardan ve mü'minlerden bu kabrde bulunanların üzerine olsun. biz inşaallah size lahık oluruz . siz bizden evvel göçdünüz. biz de, size tabi' olup, sonradan varırız. ya rabbi! bizi ve bunları mağfiret et ve afvınla günahlarımızdan geç buyururdu. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zevcelerine de radıyallahü teala anhünne kabr ziyaretinde bu kelamı söylemelerini emr ederdi. salihi müzeni rahimehullah buyurdu ki, ba'zı ulemadan diye sual eyledim. bunun hakkında hadisi şerif varid oldu diye haber verdiler. siz kabrler arasında namaz kılmayınız. zira bu, nihayeti olmıyan hasretdir. ya'ni pişman olursunuz hadisi şerifini okudular. isma'il müzeni, imamı şafi'inin talebesi idi. de mısrda vefat etdi. bunun içindir ki, necaset bulunan yerlerde, mesela kabristanda ve hamamda namaz kılmak mekruhdur. bir zatdan rivayet olundu. dedi ki, birgün kabrler arasında namaza durdum. güneşin sıcaklığı pek şiddetli idi. hemen pederime benzer bir şahsı kabrinin üzerinde oturur gördüm. korkarak namazın secdesini noksan etdim. işitdim ki, yeryüzünün genişliği sana dar geldi de, burayı mı buldun? namazınla bir zeman, bize eza edersin dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir yetime rastgeldi. babasının kabri başında, yüksek sesle ağlıyordu. o yetirhamet ederek, kendileri dahi ağladılar. buyurdular ki, ölü elbette yakınlarının bağırarak ağlaması sebebi ile azab olunur. ya'ni hüzn ve fenalık gelir. nice ölü vardır ki, rü'yada görülüp, sual eden kimseye, halim pek fenadır. filan ve filandan eziyyet görüyorum. onların çok ağlayıp, feryad ve figanı bana eza ediyor diye, haber verdiği vaki'dir. lakin zındıklar , bunu inkar ediyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz: buyurdu. yine bunun gibi, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem bir cenaze defninden geldikde, buyurdu. fıkh alimlerinden rahimehümullahü teala, rivayet olunur ki, bir kimse vasıyyet etmeden vefat etmişdi. sonra, gece çoluk çocuğunu dolaşıp filana ve filana şu kadar ekin verin. filan kimseden emanet aldığım kitabını verin dedi. sabah olunca, her biri diğerine gördükleri rü'yayı söylediler. ekini verdiler. lakin kitabı araşdırdılar, bulamadılar. buna te'accüb etdiler. bir zeman sonra, evin bir köşesinde buldular. bir zatdan rivayet olundu ki, babam bizim için terbiye edici bir kimse ta'yin eylemişdi. bize evde yazı öğretirdi. bu zat vefat eyledi. altı gün sonra kabrine vardık. allahü tealanın emrini düşünüyorduk. oradan bir tabak incir geçiriyorlardı. onu satın aldık, yidik. saplarını oraya atdık. o gece bizim üstadımız babamızın rü'yasında görünüp, halin nasıldır, diye sorunca, iyidir, ben de hayr üzereyim. fekat evladın kabrimi mezbele ya'ni süprüntülük etdiler. fena laflar söylediler dedi. babam bize sordu. biz ise sübhanallah! bizi dünyada terbiye etmiş iken, ahırete gitdiği halde, yine terbiye ediyor dedik. bu gibi şeyler hakkında anlatılanlar çokdur. fekat bu kadar va'z ve nasihati kafi gördüm ki, az sözden çok ibret alınsın. beşinci fasl kabrde ölüler dört halde bulunur. ba'zısı ökçesi üzere oturur. gözü dağılıp, bedeni şişip, cismi toprak oluncaya kadar bu halde kalır. sonra ruhu, dünya göğünden başka melekut alemini dolaşır. ba'zısına cenabı hak bir uyku verir. birinci sura kadar ne olduğunu bilmez. birinci surda uyanır, sonra yine ölür. ba'zısı kabrinde iki ay kadar yahud üç ay kadar durur. sonra ruhu bir cennet kuşu üzerine biner, kuş onu cennete kadar uçurur. bunları bildiren hadisi şerifler sahihdir. islamiyyetin sahibi sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: mü'minin ruhu kuş ile beraberdir. cennet ağaçlarından birine asılmış durur. bunun gibi şehidlerin ruhlarından sorulunca: buyurdu. ba'zı insanlar, diledikleri zeman makamlarından yükselirler. ba'zıları da, sur üfleninceye kadar orada durur. dördüncü nev' enbiya ve evliyaya mahsusdur. bunların ba'zısı kıyamete kadar uçar ve çoğu gece görünür. ben inanıyorum ki, ebu bekri sıddik ve ömerülfaruk radıyallahü teala anhüma bunlardandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, üç alemi dolaşmakda serbestdir. buna tenbih ve işaret için bir gün peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, buyurdu. hakikaten, üç aşerat olunca ya'ni otuz olunca, hazreti ali, resulullahın vefatından otuz sene sonra şehid olup, hazreti peygamber yerin ehalisine gücendi. mubarek ruhu temamen semaya yükseldi. bunu ba'zı salihler rü'yasında gördü. bir zat buyurdu ki: ya resulallah! babam, anam sana feda olsun! ümmetinin fitnelerini görmüyor musun? hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, allahü teala fitnelerini ziyade eder. hazreti hüseyni de şehid etdiler. benim hürmetimi muhafaza etmediler buyurdu. daha çok söylediler ise de, diğerlerine ravinin şübheleri olduğundan terk olundu. çünki şeytan her şeye temessül eder. fekat enbiya suretine temessül edemez. bunun için, peygamberimiz aleyhisselam rü'yada görüldükde, elbette sahih ve doğru olur. bu cihetle, bu rü'yalar bize delil olur. bunlardan ba'zısı yedinci kat semayı seçmiş olup, orada bulunur. peygamberimiz aleyhisselam mi'rac gecesi ibrahim aleyhisselama uğradı. gördü ki: beyti ma'mure sırtını vermiş, müslimanların çocuklarına oradan şiddetli nazarla bakmakdadır. isa aleyhisselam da, beşinci kat gökdedir. her gökde resuller ve nebiler aleyhimüsselam vardır ki, oradan çıkmazlar ve gitmezler. kıyamete kadar orada dururlar. bunlardan istediği yere gitmekde muhayyer olanları, ancak hazreti ibrahim ve hazreti musa ve hazreti isa aleyhimüsselamla, hazreti muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellemdir. bunlar, üç alemdeki istedikleri yere gidebilirler. evliyai kiramdan ba'zıları kıyamet gününe kadar tavakkuf ederler, dururlar. nitekim bayezidi bistaminin rahimehullahü teala arşı ala altındaki sofradan yemek yimede olduğu rivayet olundu. işte kabrde olanların halleri bu dört şekldedir. ya'ni azab olunurlar, rahmet olunurlar, tahkir olunurlar, ikram olunurlar. evliyai kiramdan rahimehümullahü teala çok kimse vardır ki, ölüm halindeki bir kimseye dikkat ile bakarlar. o kimseye geniş menziller daralır. çok kerre de açılır. bu hali görürler ve haber verirler. ben, bu cinsden haber vereni gördüm. ba'zı arkadaşlarımı gördüm ki, kalb gözünden perde kaldırılıp, ölmüş olan çocuğunun evine girdiğini gördü. bu batıni faideler, ikramlar ancak kerim yahud nesib, mubarek olan kimseler içindir. kabrde olanlardan ba'zısı, cum'a ile bayramı bilirler. dünyadan bir kimse çıkdı mı onun yanına toplanırlar. onu tanırlar. kimi hanımından sorar. kimi de babasından. her biri kendisi ile alakası olan şeylerden sual ederler. çok ölüler vardır ki, bildiği kimselerden daha önce ölmüş olan birine tesadüf etmez. çünki, onun dünyada iken kendinde bulunan şey, ölüm halinde gitmişdi. bunun içindir ki, ba'zısı yehudi olarak ölür. ba'zısı nasrani olarak ölür de onların içine gider. bir kimse dünyadan çıkıp mevtaların yanlarına vardı mı, mevtalar, ona dünyadaki komşularından sorarlar ve filan nerededir derler. o, çokdan ölmüşdü der. biz onu görmedik, belki haviye cehennemine gitmişdir, derler. bir kimse, rü'yada görülüp diye sorulunca, der. halbuki, onu arkadaşları ile beraber, hariciler ya'ni yezidi denilen sapıklar öldürmüşdü. komşusundan sual olundukda, biz onu görmedik, dedi. halbuki o kimse de, kendini denize atıp boğularak vefat etmişdi. yemin ederek dedi ki: . resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bir kimse kendini bir demir parçasiyle öldürürse, kıyamet gününde, o demir parçası elinde karnına vurarak gelir. cehennem içinde müebbed olarak kalır. ve bir kimse kendisini dağdan atar da öldürürse, kendini cehennem ateşine atar. bir kadın da böyle yapar, intihar ederse, onun acısını sur üfürülünceye kadar duyar. bu hadisi şerif, dünyada sıkıntıdan kurtulup rahata kavuşmak için intihar edenler içindir. çünki böyle düşünmek ahıret azabını inkar etmek olur ki, küfrdür. aklını kaybederek intihar eden veya hemen ölmeyip tevbe eden ise, kafir olmaz. sahih haberde bize geldi ki, adem aleyhisselam musa aleyhisselam ile buluşdu. musa aleyhisselam ona dedi ki: sen o kimsesin ki, allahü teala seni kudretiyle yaratdı ve sana ruh verdi. seni cennetine koydu. niçin ona isyan etdin? adem aleyhisselam da dedi ki: ya musa! allahü teala seninle konuşdu ve sana tevratı indirdi. tevratda görmedin mi ki, musa aleyhisselam, dedi. hazreti adem, dedi. musa aleyhisselam, deyince, yine hazreti adem: dedi. kitabının ikinci kısm, ellinci maddesinde daha geniş yazılıdır. adem aleyhisselamın bu cevabının demek olduğu de uzun yazılıdır. sahih olan hadisi şerifde haber verildi ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi peygamberlerle aleyhimüssalevatü vetteslimat iki rek'at namaz kıldı. harun aleyhisselama selam verdi. harun aleyhisselam da hazreti peygambere ve ümmetine rahmet ile düa buyurdu. idris aleyhisselama da selam verip, o da peygamberimize aleyhissalatü vesselam ve ümmetine rahmet ile düa eyledi. halbuki, harun aleyhisselam peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden evvel vefat etmiş idi. mubarek ruhu göründü. işte bu hayat, hayati ruhanidir. bu dünya hayatından sonra üçüncü bir hayat daha vardır. birinci hayat, ya'ni dirilmek, allahü teala, adem aleyhisselamın belinden çıkarıp şehadet etdirdiği ve buyurduğu vakt, evet, biz kabul etdik. sen bizim rabbimizsin. ya rabbi dedikleri zemandır. dünya hayatına i'tibar olunmaz. zira bu hayat, insanın ni'metlenmesine vasıta olup, geçici ve gidicidir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. bu hadisi şerif üçüncü hayatı, ya'ni kabr hayatını bildiriyor. kabr hayatındaki haller, mevtaların hakikatleri, sıfatları zahir olduğu vaktdeki hallerdir. mevtanın ba'zısı yerinde kalır. ba'zısı dolaşır. ba'zısı döğülür. ba'zısına da şiddetli azab edilir. bunun doğruluğuna delil, mü'min suresinin, nar, füccar üzerine sabah akşam arz olunur. kıyamet gününde de, cehennemde vazifeli olan meleklere, fir'avna tabi' olanları azabın en şiddetli mahalline atın mealindeki kırkaltıncı ayeti kerimesidir. altıncı fasl allahü teala, sur üfürüldükdensonra, kıyametin kopmasını murad buyurduğu vakt, dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeğe başlar. denizlerin ba'zısı ba'zısına taşar. güneşin nuru giderek simsiyah olur. dağlar toz haline gelir. alemler birbirine girer. yıldızlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur. gökler gülyağı gibi erir ve değirmen döner gibi deveran eder ki, şiddetli bir şeklde hareket eder. ba'zı kerre toplanır, ba'zı kerre de dümdüz olur. allahü teala, göklerin parça parça olmasını emr eder. yedi kat yerde ve yedi kat gökde ve kürside diri olarak kimse kalmaz. her canlı vefat etmiş olur ve eğer ruhani ise, ruhu gitmiş olur. her dürlü varlık ölür. yerde taş taş üstünde kalmaz. göklerde hiç canlı kalmaz. allahü teala ilahlık makamında tecelli buyurup, yedi kat gökleri sağ kudreti dahiline ve yedi kat yeri sol kudreti dahiline alıp der ki: ey alçak dünya! senin içinde rablık da'vası edenler ve ahmakların rab tanıdıkları acizler nerededir ve senin güzel ve latif görünerek aldatdığın ve ahıreti unutdurduğun kimseler nerededir? bundan sonra kahr, yok edici kuvveti ve hikmeti ile iftihar eder. sonra, mü'min suresinde bildirildiği gibi, mealen, der. hiç kimse cevab vermez. kahhar olan allahü teala kendi kendine mealen, buyurur. bundan sonra evvelkinden daha büyük bir irade ve kudreti ilahiyye zahir olur. sonra mealen, . benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve benden gayrı, putlara ibadet edenler nerededirler? benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de asi olan cebbar ve zalimler nerededirler? kibrlenen ve öğünenler nerededirler? şimdi mülk kimindir? buyurur. buna cevab verecek kimse bulunmaz. hak sübhanehu ve teala, murad etdiği bir zeman kadar bekler, sessizlik olur ki, o zeman, arşı aladan makamı ehadiyyete kadar düşünen ve görünen bir canlı yokdur. zira cenabı hak, huri ve gılmanın da cennetlerinde ruhlarını kabz etmişdir. bundan sonra allahü teala, cehennem derekelerinden, çukurlarından olan sakardan bir kapı açar. oradan ateş fışkırır. işte bu ateş, her şeyi yakdığı gibi, ondört denizi kurutup, yeryüzünü kapkara eder ve gökleri sarı zeytinyağı yahud erimiş bakır gibi bir hale koyar. sonra, ateşin şiddeti göklere yakın olduğu vakt, allahü teala öyle bir dehşet ile men' eder ki, temamen söner. ateşden hiç eser kalmaz. bundan sonra, allahü teala, arşı alanın hazinelerinden birini açar. onda hayat denizi vardır. bu deniz, allahü tealanın emri ile yer üzerine şiddetli yağmur yağdırır. yağmur, o derece devam eder ki, yeryüzünü kaplayıp, kırk arşın kadar yukarı yükselir. o zeman, toprak olmuş olan insanlar ve hayvanlar, ot gibi biterler. zira, hadisi şerifde buyuruldu ki: insan kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmışdır. sonra yine ondan yaratılacakdır. diğer bir hadisi şerifde, kişinin her yeri mahv olup çürür. lakin, kuyruk sokumu kemiği çürümez. insan ondan çıkmışdı. yine ondan iade olunur buyuruldu. nohud kadar bir kemikdir ki, içinde iliği olmaz. canlılar ve bütün parçaları, mezarlarında yeşil ot gibi biter. her biri o kemikden neş'et ederler. ba'zısı ba'zısına girmiş ağ örgüsü gibi dolanmış olur ki, birinin başı diğerinin omuzunda, öbürünün eli, diğerinin sırtında olarak insanın çokluğundan böyle girift olurlar. allahü teala kaf suresinin dördüncü ayetinde mealen, hakikaten biz biliriz ki, arz onlardan birini noksan etmez. zira, bizim indimizde mahfuz kitab vardır. ya'ni biz yaratdıklarımızın hepsini biliriz buyurur. bu dirilmek hali temam olunca, hesab üzere, sabi, yine sabidir. ihtiyar, yine ihtiyardır. olgun yaşda olanlar, yine öyledir. yiğit olanlar yine delikanlıdır. ya'ni fena alemi olan dünyadan beka alemi olan ahırete geçdikleri zeman ya'ni ölürken ne haldeyseler, yine o suret ile dirilirler. allahü teala, arşı alanın altında bir latif rüzgar esdirir. bu rüzgar yeryüzünü baştanbaşa kaplar. yeryüzü toz gibi ince kum haline girer. bundan sonra, allahü teala, israfil aleyhisselamı diriltir. kudüs şehrindeki mubarek taşdan sur üfürülür. sur, nurdan boynuz gibi bir mahlukdur ki, ondört parçadır. bir parçasında karada olan hayvanların adedince delikler vardır. karada olan hayvanatın ruhları onlardan çıkar. arı sesi gibi sesler işitilir. yerle gök arasını doldurur. sonra her bir ruh kendi cesedlerine girerler. hak sübhanehu ve teala bunlara kendi cesedlerini ilham eder. hatta dağlarda ölmüş olan, vahşi hayvanların ve kuşların yimiş olduğu insanların ruhları, kendi cesedlerini bulur. nitekim allahü teala zümer suresinin altmışikinci ayetinde mealen, kıyametin yok edici surundan sonra, ikinci bir sur üflenir. bu sese bütün beşeriyyet tabi' olur. bu emr ile kalkıp, hazır olurlar buyurur. insanlar kabrlerinden ve yanıp kül oldukları, çürüdükleri yerlerden kalkdıkları vakt görürler ki, dağlar atılmış pamuk gibi, denizler susuz kalmış, yer ise, kendisinde ne iğrilik, ne de yükseklik var. hepsi dümdüz olmuş, bir kağıd sahifesi gibi görünür. işte insanlar, kabrlerinin üzerine oturdukları vakt, uryan olarak, her tarafa hayret ve düşünceli bir şeklde bakarlar. nitekim, hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve sellem sahih olan hadisde: buyurur. fekat gurbetde elbisesiz olarak vefat etdi ise, onlara cennetden elbise getirilir ve giydirilir. şehidlerin ve sünneti seniyyeye tutunup vefat etmiş olanların iğne deliği kadar elbisesiz yeri kalmaz. zira peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: ey ümmetim ve eshabım! siz ölülerinizin kefeninde mübalaga ediniz! zira, benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar. halbuki sair ümmetler çıplakdırlar buyurdu. bu hadisi şerifi, ebu süfyan radıyallahü anh rivayet eyledi. yine peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur ki: . bir hastanın, ölüm haline gelince, bana filan elbisemi giydirin dediğini işitdim. istediğini giydirmediler. ta ki, üzerinde bir kısa gömlek olduğu halde vefat etdi. başka hiç kefen de bulunmadı. birkaç gün sonra, rü'yada görüldü. üzüntülü idi. diye sual olundukda; benden, istediğim elbiseyi men etdiniz. beni bu kısacık gömlekle haşr olunmağa terk eylediniz dedi. yedincifasl bu fasl, iki nefha arasındaki tevakkufu bildirmekdedir birinci nefhada olan ölüm ikinci ölümdür. çünki bu ölüm batıni hisleri de giderir, yok eder. birinci ölüm ise, sadece zahiri hisleri gidermişdi. o zeman ba'zı cesedler hareket ederdi. peygamberlerin kabrlerinde namaz kıldığını bildiren hadisi şerif bunun açık delilidir. buna bozuk i'tikadlı kimseler inanmıyor. ikinci ölümden sonra ise, namaz kılamazlar. oruc tutamazlar. ibadet edemezler. allahü teala bir yere melek koysa elbette orada dururdu. zira melek de aleminde bulunmağa hırslıdır. nefs basitdir. eğer cesedde olursa his etmeğe ve harekete sebeb olur. alimler bu iki nefha arasındaki mevt zemanında ihtilaf etdiler. çok alimlere göre kırk senedir. ilm ve ma'rifetde kamil olduğuna inandığım bir zat haber verip, bunu allahdan başka kimse bilmez. bu ilahi sırlardandır, dedi. yine bana haber verdi ki, ayeti kerimesindeki istisna, hassaten allahü tealadır, dedi. ben de cevaben dedim ki: hazreti peygamber aleyhisselamın, kıyamet gününde, ilk benim kabrim açılacakdır. o zeman, kardeşim musa aleyhisselamı, arşı alanın ayağına yapışmış bulurum. benden evvel mi ba's olundu veya allahü tealanın istisna etdiği kimselerden midir bilmiyorum hadisi şerifinin ma'nası nedir? bizim anladığımıza göre, eğer cismsiz olup, musa aleyhisselamın ruhu cism olarak görülmüş ise, bu hadisi şerifden haric olmaz ve hazreti peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem istisnasından sonra, emri fezada ya'ni dehşet ve korku zemanında olur ise yine böyledir. zira her canlı, o zeman korku ve fezadadır. ya'ni, birinci sur üfürüldüğü vakt insanı korku alır ve hemen vefat ediverir. ikinci nefhaya kadar, o halde devam eder. işte o zeman mahlukatda cesedli, cüsseli birşey bulunmaz. hazreti fahri alemin kendisine yerin yarılması zemanı bu zemandır. nitekim ka'bülahbar rahmetullahi aleyh, hazreti ömerin radıyallahü anh meclisinde, bu makamın korku ve şiddetinden haber verdiği zeman dedi ki: ya hattab oğlu! bu zemanda yetmiş peygamberin amelini yapmış olsan, zan ederim ki, sen kurtulamazsın, bu meşakkat ve feryaddan allahü tealanın müstesna kıldığı kimseler kurtulur. onlar da dördüncü kat semada bulunan kimselerdir. şübhesiz musa aleyhisselam onlardandır. allahü tealanın müstesna buyurması, ilahi sualinin beyanından öncedir. eğer emr olunduğu zeman, bir kimse bulunsaydı, allahü tealanın sualine cevab verip, muhakkak derdi. sekizincifasl herkes kabri üzerine çıkıp, ba'zısı çıplak, ba'zısı siyah, ba'zısı beyaz elbiseli, ba'zısı da nur saçar bir halde oturur. her biri başlarını eğmiş olarak, ne yapacağını bilmiyerek, bin sene kadar dururlar. sonra magribden bir ateş zuhur eder ki, onun gürültüsüyle halk mahşere sürülür. bu zemanda her mahluk dehşete düşer. insan olsun, cin olsun, vahşi hayvanlar olsun, her birini kendi ameli alıp, kalk mahşere git, der. ameli güzel olan kimsenin ameli eşek, ba'zısının da katır suretinde görünür. amel sahibini üzerine alıp mahşere götürür. ba'zısının da, koç şeklinde görünür. ba'zı kerre amel sahibini üzerine alır götürür, ba'zan da bırakır. her mü'minin bir nuru olur ki, önünden ve sağ yanından, o zemanki karanlık içerisinde her tarafı aydınlatır. sol taraflarında nur yokdur. belki karanlıkda hiçbir kimse hiçbirşey göremez. o karanlıkda kafirler hayretde kalır. imanlarında şek ve şübhe olan kimseler şaşırırlar. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olarak doğru inanmış olan mü'minler ise, onların zulmet ve tereddütlerine bakıp, allahü tealanın kendilerine hidayet nuru verdiğine hamd ederler. zira, cenabı hak, mü'minler için, azab gören şakilerin hallerini ortaya koyar ki, bunda ba'zı faideler vardır. nitekim, cennet ehli ve cehennem ehli ne yapmışlarsa hepsi belli olur. onun için, allahü teala mealen, arkadaşına nazar etdi. onu cehennem ateşinde gördü, buyurdu. araf suresinin kırkyedinci ayetinde de mealen: cehennem ehline bakdıkları zeman, cennet ehli: ey rabbimiz! bizi zalim kavmlerle beraber kılma derler buyurdu. zira, dört şey vardır ki, kadrini, kıymetini ancak dört kimse bilir: hayatın kadrini ancak ölü bilir. ni'metin kadrini azab çeken bilir. servetin kadrini fakir bilir. burada dördüncüsü yazılmamış. fekat, cennet ehlinin kadrini, cehennem ehli bilir, demekdir. ba'zısının nuru, iki ayağı üzerinde ve parmakları ucunda görünür. ba'zısının nuru, bir parlar, bir söner. bunların nurları imanları kadardır. kabrlerinden kalkdıkları vakt, hareketleri de, amelleri mikdarıdır. sahih olan bir hadisi şerifde peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem ya resulallah! biz nasıl haşr olunuruz? diye sorulunca, cevabında, buyurdu. allahü teala bilir, bu hadisi şerifin ma'nası: bir kavm, islamda birbirine yardım eder, dini, imanı, halali, haramı birbirlerine öğretirlerse, allahü teala onlara rahmet eder. onların amelinden deve yaratır da, onun üzerine binerler. öylece haşr olunurlar demekdir. bu ise, amelin za'if olmasındandır. çünki bunların, kendi amelleri bir deve olamadığından, ancak bir kaçının ameli bir deve olmakda ve buna müşterek binmekdedirler. bunlar şu insanlara benzerler ki, yolculuğa çıkmışlar. fekat hiç kimsenin bir hayvan satın almağa vakti olmadığından, hayvan alıp gidecekleri yere gidemezler. bunlardan iki veya üç kişi, bir hayvan satın alıp yolda ona müşterek binerler. bu yolda ba'zan bir deveye on kişi binerler. bu acizlik amellerindendir. bunun ma'nası, malda elini kısmakdır. ya'ni hasis olmakdır. bununla beraber, selamete çıkarılırlar. öyle ise, bir amel işle ki, o amel sebebiyle allahü teala sana binek hayvanını nasib etsin. şunu bilmelidir ki, bu kimseler ahıret ticaretinde faide görüp, kar edenlerdir. bu takdirde allahü tealadan korkanlar, allahü tealanın dinini yayanlar, binicilerdir. bunun için, allahü teala meryem suresinin seksenbeşinci ayetinde mealen, buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem birgün eshabına buyurdular ki: beniisrailde bir kişi vardı. çok hayr yapardı. hatta, o zat sizin içinizde haşr olunacakdır. eshabı kiram dediler ki: ya resulallah! bu zat ne hayr yapardı? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ona babasından çok mal kalmışdı. bununla, bir bostan satın alıp, onu fakirlere vakf etdi. rabbim huzuruna vardığım zeman, bu, benim bostanım olur dedi. yine bir çok altın ayırıp, onu fakir ve za'if kimselere verdi. bununla da, cenabı hakdan cariye ve köle satın alırım, dedi. yine birçok köle azad etdi. bunlar dahi, allahü tealanın huzurunda benim hizmetçilerim olur, dedi. birgün de, bir amaya rast geldi. gördü ki, ba'zan yürür, ba'zan düşer. ona bir binecek hayvan satın alıp, bu da, allahü tealanın huzurunda benim binecek hayvanımdır dedi. peygamber efendimiz bu hikayeyi haber verdikden sonra da, nefsim, kudreti elinde olan allahü tealaya yemin ederim ki, bu hayvan onun için eyerlenmiş ve gem vurulmuş hazır olduğunu görüyorum. bu zat, ona biner de mahşere öylece gelir buyurdu. kıyamet ve ahıret mealindeki mülk suresi yirmiikinci ayeti kerimesinin tefsirinde buyuruldu ki, allahü teala, kıyamet günü için mü'minlerin haşr olunması ile, kafirlerin haşrine, bu ayeti kerimeyi misal kıldı. nitekim meryem suresi seksenaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyurdu. bu ma'na, ba'zı kerre yürürler, ba'zı kerre de sürünürler demekdir. çünki, cenabı hak, başka bir ayeti kerimede, buyuruyor. nur suresi yirmidördüncü ayetinde mealen, buyurdu. bunun gibi, ayeti kerimedeki ma'nası da, kafirler, mü'minlerin önünde ve sağ yanında parlayan nurdan mahrum olurlar demekdir. temamen kör olurlar demek değildir. ya'ni karanlıkda kalır, göremezler demekdir. çünki, biliyoruz ki, kafirler semaya bakarlar, bulut ile yarılmış olduğunu, meleklerin indiğini, dağların yürüdüğünü, yıldızların döküldüğünü görürler. kıyamet gününün korkuları, meali, bu kur'anı kerim sihr midir? yahud siz onu göremiyorsunuz olan tur suresinin onbeşinci ayeti kerimesinin tefsiridir. bunun için, kıyametde olan amalıkdan murad, karanlığa dalmakdır. ve allahü tealanın cemali ilahisini görmekden men' olunmakdır. çünki, allahü tealanın nuru ile mahşer yeri aydınlanır. halbuki, o zeman, onların gözlerine perde gelip bu nurlardan birşey görmezler. allahü teala, onların kulaklarına da perde çeker. kelamullahı işitmezler. halbuki melekler, meali şerifi, şimdi sizin üzerinize korku yokdur. siz mahzun dahi olmazsınız. siz ve zevceleriniz, cennete sevincle dahil oldunuz olan araf suresi kırkdokuzuncu ve zuhruf suresinin yetmişinci ayetleri ile nida ederler. mü'minler bunu işitir, kafirler işitmezler. kafirler konuşmakdan da men' olunur. onlar dilsiz gibidirler. bu da, allahü tealanın meali, olan, mürselat suresinin otuzbeş ve otuzaltıncı ayeti kerimelerinden anlaşılmakdadır. insanlar dünyadaki işlerine göre haşr olunur. ba'zıları çalgı çalmakla ve dinlemekle meşgul olmuşdur. her çalgı kasd olunmakdadır. ibadetleri, kur'anı kerim ve zikr okumağı, çalgı ile yapmak da buna dahildir. çünki hiçbir çalgıda allahü tealanın rızası yokdur. hayatlarında çalgı çalmağa ve dinlemeğe devam edenler, kabrinden kalkdığı vakt, sağ eliyle onu alır ve atar. o çalgıya der ki, la'net olsun sana! beni allahü tealanın zikrinden meşgul etdin!. o çalgı ona geri gelir. der ki, allahü teala, aramızda hükm edinceye kadar, ben senin arkadaşınım. o vakte kadar ayrılamam. böylece dünyada alkollü içki içenler, serhoş olarak haşr olunur. başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkan kadınlar, kızlar, buralarından kanlar, irinler akarak haşr olunur. zurnacı zurna çalarak haşr olunur. her kimse, böyle allahü tealanın yolundan ayrılırsa, o hal üzere haşr olunur. sahih olan hadisi şerifde rivayet olundu ki: . zulm edilerek ölenler, zulm olundukları üzre haşr olunurlar. sahih olan hadisi şerifde buyuruldu ki: allah yolunda öldürülüp, şehid olanlar, kıyamet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. rengi kan ve kokusu misk kokusu gibi olur. huzurı mevlaya haşr oluncaya kadar, bu hal üzre bulunurlar. bu zemanda melekler, onları, fırka fırka, cema'at cema'atsevk ederler. herbirinin altında, kendilerine zulm edenler bulunarak haşr olunurlar. insan, cin ve şeytan ve yırtıcı hayvanlar ve kuşlar, bir yerde toplanırlar. o zeman yeryüzü düz beyaz, gümüş gibi düz olur. melekler, yeryüzündeki bütün canlıların etrafında bir halka olmuşlardır. yeryüzünde bulunanlardan on katdan ziyadedir. bundan sonra, allahü teala, ikinci kat gök meleklerine emr eder ki, birinci kat gök meleklerini ve mahlukatı çevirirler. bunlar da, hepsinin yirmi mislinden ziyadedir. sonra, üçüncü kat melekleri nazil olup, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin otuz mislinden ziyadedir. sonra dördüncü kat melekleri, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin kırk mislinden ziyadedir. sonra, beşinci kat göğün melekleri nazil olup, bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin elli mislinden ziyadedir. daha sonra, altıncı kat gök melekleri nazil olup, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin altmış mislinden ziyadedirler. en sonra, yedinci kat gök melekleri nazil olup, bir halka olarak hepsini çevirirler ki, bunlar cümlesinin yetmiş mislinden ziyadedirler. bu zemanda, halk birbirine karma karışık olur. izdihamın çok olmasından birbirlerinin ayaklarına basarlar. herkes, günahına göre, tere gark olur. ba'zısı, kulaklarına kadar, ba'zısı boğazına kadar, ba'zısı göğsüne kadar, ba'zısı omuzlarına kadar, ba'zısı dizlerine kadar, hamamdaki gibi bir tere gark olunmuşlardır. ba'zı kimseler de vardır, susuz olan kimse, su içdiği vakt, nasıl terlerse, o kadar az terler. ki, onlar minber sahibi olanlardır. , terliyenlerdir. , suda boğularak vefat edenlerdir. melekler bunlara: diye nida ederler. ba'zı arifler bana haber verdi ki, bunlar durlar. rahmetullahi aleyh ve gayrıları bunlardandır. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyururdu. bu hadisi şerif mutlakdır. ya'ni bir şarta bağlı değildir. bu üç sınıf, ya'ni mealindeki ali imran suresinin yüzaltıncı ayeti kerimesince, yüzleri beyaz olanlardır. bunlardan gayrisinin yüzleri siyah olur. nasıl ızdırab ve terlemek olmasın ki, güneş başlarına yaklaşmışdır. hatta bir kimse elini uzatırsa yapışacağım zan eder. güneşin harareti şimdiki gibi değildir. yetmiş kat kadardır. ba'zı selef dedi ki: eğer güneş, kıyametde olduğu gibi, şimdi yer üzerine doğsa, elbette yeryüzünü yakar, taşları eritir ve ırmakları kuruturdu. bu zemanda, mahlukat arasat meydanında beyaz yerde, gayet şiddet ile sıkıntı çekerler. bu beyaz yeri, allahü teala, meali şerifi, o gün, vahid ve kahhar olarak yeryüzünü başka şekle, gökleri de başka şekle çevirdiğim zemandır. o gün, herşey bana itaat eder olan ibrahim suresinin kırksekizinci ayetinde beyan buyurmuşdur. o zeman, yeryüzünde bulunanlar, çeşidli şekllerdedirler. dünyada büyük görünenler, büyüklenenler, mahşerde zerre kadardır. hadisi şerifde kibrlilerin zerre gibi olacakları bildirilmişdir. onlar hakikaten zerre kadar küçük değildirler. belki ayaklar altında kalıp çiğnendiklerinden, zelil ve hakir olmalarından, zerreler gibidir buyurulmuşdur. bunların arasında bir kavm, tatlı ve soğuk saf sular içerler. zifudayl de mekkede vefat etdi. ra, sabi, küçük çocuk iken vefat eden mü'min çocuklar, babalarının etrafında, cennet ırmaklarından doldurdukları kaselerle dönerler ve onlara su verirler. selefi salihinden ba'zılarından rivayet olundu ki, bir zatın rü'yasında kıyamet kopmuş. o zat, mevkıfde gayet susuz olarak dururmuş. küçük çocukların su dağıtdığını görmüş. o zat buyurur ki:. içlerinden bir sabi dedi ki: ben hayır dedim. dedi. bu hikayede evlenme ve çocuk sahibi olmanın efdal olmasına işaret vardır. su dağıtan çocukların şartları kitabımızda anlatıldı. bir kısm insanlar da bulunur ki, başlarına yakın bir gölge gelmiş. mahşerin hararetinden onları muhafaza eder. bu gölge ise, dünyada verdiği zekat ve sadakalardır. bu halde bin sene kadar dururlar. kitabımızda anlatılan müddessir suresinde meali şerifi, olan ayeti kerimeyi işitince bu halde dururlar. bu ayeti kerime kur'anı kerimin sırlarındandır. sura üfürmenin dehşetinden tüyler titrer, gözler nereye bakacağını şaşırır ve mü'min ve kafirler sevk olunurlar. bu kıyamet gününün şiddetini ziyadeleşdiren bir azabdır. bu vakt, arşı sekiz melek yüklenip götürür. onlardan bir melek bir adımında, yirmibin senelik dünya yolunu yürür. melekler ve bulutlar, arşı ala karar edinceye kadar, aklların anlayamıyacağı tesbihler ile tesbih ederler. bu şeklde, arşı ala, allahü teala kendisi için halk eylediği beyaz arzın üzerinde karar kılar. bu zeman, hiçbirşeyin takat getiremiyeceği, allahü tealanın azabından, başlar aşağı eğilir. cümle halk sıkıntı içinde mahbus ve şaşkın kalıp, şefkat ararlar. peygamberlere ve alimlere korku gelir. evliya ve şehidler rahmetullahi aleyhim ecma'in hiç takat getirilemiyecek olan allahü tealanın azabından feryad ederler. bunlar, bu hal üzereyken, güneşin nurundan çok daha fazla olan bir nur bunları içine alır. zaten güneşin hararetine takat getiremiyen kimseler, bunu müşahede etdikleri gibi, karma karışık olurlar. bin sene de, bu hal üzere kalırlar. allahü teala tarafından kendilerine bir şey söylenmez. bu vakt insanlar, ilk peygamber olan adem aleyhisselama giderler. ey insanların babası! halimiz pek fenadır. kafirler ise: yarab! bize merhamet et. bizi şu şiddet ve meşakkatden kurtar, derler. insanlar adem aleyhisselama derler ki, ya adem aleyhisselam! sen aziz ve şerif bir peygambersin ki, allahü teala seni yaratdı. melekleri sana secde etdirdi. sana kendi ruhundan üfledi. kaza ve hesaba başlaması için bize şefa'at eyle ki, allahü teala ne murad ederse, onunla mahkum olalım. ve nereye emr ederse, herkes oraya gitsin. herşeyin hakimi ve maliki olan allahü teala, mahluklarına dilediğini yapsın diye yalvarırlar. adem aleyhisselam buyurur ki: ben allahü tealanın yasak etdiği ağacın meyvesinden yidim. bu zemanda allahü tealadan utanırım. fekat siz, resullerin ilki olan nuh aleyhisselama gidiniz. bunun üzerine bin sene aralarında meşveret ederek dururlar. sonra nuh aleyhisselama giderler de: sen resullerin ilkisin. hiç dayanılmayacak bir haldeyiz. bizim muhakememizin çabuk yapılması için bize şefa'at eyle! şu mahşer cezasından kurtulalım diye yalvarırlar. nuh aleyhisselam onlara cevab olarak: ben allahü tealaya düa eyledim. yeryüzünde ne kadar insan varsa, o düa sebebiyle boğuldu. bunun için, allahü tealadan utanırım. fekat siz, ibrahim aleyhisselama gidiniz ki, o halilullahdır. allahü teala hac suresinin son ayetinde mealen, buyurdu. belki o size şefa'at eder der. yine evvelki gibi aralarında bin sene daha konuşurlar. sonra, ibrahim aleyhisselama gelirler. ey müslimanların babası! sen o zatsın ki, allahü teala, seni kendine halil, dost eyledi. bize şefa'at eyle! allahü teala, mahlukat arasında, hükmünü versin derler. ibrahim aleyhisselam onlara: ben dünyada üç kerre kinaye söyledim. bunları söyliyerek din yolunda mücadele etdim. şimdi allahü tealadan bu makamda şefa'at izni istemekden utanırım. siz musa aleyhisselama gidiniz. zira, allahü teala onunla konuşdu ve kendisine ma'nevi yakınlık gösterdi. o, sizin için şefa'at eder buyurur. bunun üzerine yine bin sene durarak birbirleriyle istişare ederler. fekat bu zemanda halleri gayet güçleşir. mahşer yeri ise, çok daralır. sonra musa aleyhisselama gelip, derler ki: ya ibni imran! sen o zatsın ki, allahü teala seninle konuşdu. sana tevratı indirdi. hesabın başlaması için bize şefa'at eyle! zira burada durmamız çok uzadı. izdiham pek ziyadeleşdi. ayaklar birbirleri üzerine birikdi. musa aleyhisselam onlara der ki: ben, allahü tealaya, ali fir'avnın senelerce hoşlanmıyacakları şeylerle cezalandırılması için düa etdim. sonra gelenlere ibret olmalarını rica eyledim. şimdi şefa'at etmeğe utanırım. fekat, cenabı hak rahmet, mağfiret sahibidir. siz isa aleyhisselama gidiniz. çünki yakin cihetiyle resullerin en esahhı, ma'rifet ve zühd cihetinden, en efdali ve hikmet cihetinden en üstünüdür. size o şefa'at eder buyurur. bunlar, aralarında bin sene müşavere ederler. halbuki, onların sıkıntıları daha ziyade olur. sonra isa aleyhisselama gelirler. derler ki: buyurdu. bize rabbinden şefa'at eyle! isa aleyhisselam buyurur ki: benim kavmim, beni ve annemi allahdan başka ilah ittihaz eylediler. nasıl şefa'at ederim ki, bana da ibadet etdiler. ve bana oğul ve allahü tealaya baba ismini verdiler. fekat, siz gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası olmasın. ve ağzı da mühürlü olsun. o mührü bozmadan o nafakaya vasıl olsun. peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu muhammede sallallahü teala aleyhi ve sellem gidiniz. zira o, da'vetini ve şefa'atini ümmeti için hazırladı. çünki, kavmi ona çok kerre eza etdiler. mubarek alnını yardılar. mubarek dişini kırdılar. kendisine delilik isnad etdiler. halbuki, o yüce peygamber sallallahü aleyhi ve sellem onların iftihar cihetinden en iyisi ve şeref cihetinden en yükseği idi. onların tehammül olunmıyacak eza ve cefalarına mukabil, yusüf aleyhisselamın kardeşlerine söylediği, şimdi sizin, başınıza kakmak yokdur. erhamürrahimin olan cenabı allah, size mağfiret eder mealindeki ayeti kerime ile cevab verirdi. isa aleyhisselam, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem faziletlerini anlatır, hepsi muhammed aleyhisselama bir an evvel kavuşmak ister. hemen muhammed aleyhisselamın minberine gelirler. derler ki: sen habibullahsın! habib ise, vasıtaların en faidelisidir. bize rabbinden şefa'at eyle! zira, peygamberlerin birincisi olan adem aleyhisselama gitdik. bizi nuh aleyhisselama gönderdi. nuh aleyhisselama gitdik. ibrahim aleyhisselama gönderdi. ibrahim aleyhisselama gitdik. musa aleyhisselama gönderdi. musa aleyhisselama gitdik. isa aleyhisselama gönderdi. isa aleyhisselam ise, size gönderdi. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! senden sonra gidecek bir yer yokdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellemefendimiz: buyurur., ya'ni celal perdesine varır. allahü tealadan şefa'at için izn ister. kendisine izn verilir. perdeler kalkar. arşı alaya girer. secdeye kapanır. bin sene secdede durur. bundan sonra, cenabı hakkı bir hamd ile hamd eder ki, alem yaratıldığından beri, hiç kimse, allahü tealayı böyle medh etmemişdir. ba'zı arifler dedi ki: . arşı ala, cenabı hakka ta'zimen hareket etmekdedir. bu müddet içinde halleri pek ziyade kötüleşir. meşakkat ve zahmetleri artar. insanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. deve zekatını vermiyenlerin, boynuna deve yüklenir. öyle bağırır ve ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olur. sığır, koyun zekatı vermiyenler de, böyle olur. bunların feryadları adeta gök gürlemesi gibidir. ekin zekatını, ya'ni uşrunu vermiyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir ki, dünyada hangi cins ekinin zekatını vermemiş ise, o nev'den, o denkler dolmuşdur. eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa dolmuşdur ki, ağırlığından altında vaveyla, vasebura diye bağırır. altın, gümüş ve para ve sair ticaret malı zekatından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenir ki, o yılanın başında yalnız iki örgüsü vardır. kuyruğu burnuna girmişdir. boynu ile halkalanmış, boynu üzerinde yüklenmiş, hatta değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. bağırırlar, bu nedir, derler. melekler onlara: derler. işte bu dehşetli hal, ali imran suresinin meali şerifi, olan, yüzsekseninci ayeti kerimesi ile bildirilmişdir. diğer bir fırka ise, avret yerleri gayet büyümüş, cerahat ve irin akar. onların fena kokusundan etrafda bulunanlar çok rahatsız olur. bunlar, zina yapanlar ve başları, saçları, kolları, bacakları açık sokağa çıkan kadınlardır. diğer bir fırka da vardır ki, ağaç dallarına asılırlar. bunlar dünyada livata yapanlardır. diğer bir fırkası da, dilleri ağızlarından çıkmış ve göğüslerine sarkmış, gayet çirkin bir haldedirler ki, insan görmek istemez. bunlar yalan ve iftira söyliyenlerdir. bir fırka dahi, karınları yüksek dağlar kadar büyümüş olduğu halde bulunur. bunlar, dünyada zaruret olmadan ve muamele yapmadan faizli mal ve para alıp verenlerdir. bu gibi haram işliyenlerin günahları, fena halde açığa vurulur. kitabında bildirilmişdir. veyl azab kelimesidir. insan azaba takat getiremediği vakt, böyle bağırır. sebur da helak zemanında kullanılır. dokuzuncu fasl allahü teala mealen buyurur ki, ya muhammed, başını secdeden kaldır! söyle, dinlenir. şefa'at et, kabul olunur. bunun üzerine, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! kulların arasından iyileri ve kötüleri ayır ki, zemanları gayet uzadı. herbiri, günahlarıyle arasat meydanında rezil ve rüsvay oldular der. bir nida gelir: sallallahü aleyhi ve sellem denilir. cenabı hak, cennete emr eder ki, her cins zineti ile zinetlenir. arasat meydanına getirilir. o derece güzel kokusu vardır ki, beşyüz senelik yoldan duyulur. bu halden kalbler ferahlanır. ruhlar dirilir. amelleri habis, kötü olanlar, cennetin kokusunu duymazlar. cennet, arşı alanın sağ tarafına konulur. bundan sonra, cenabı hak, cehennemi getirmeği emr eder. cehenneme korku gelir, feryad eder. kendisine gönderilen meleklere: der. onlar da: allahü tealanın izzeti ve celali ve ceberutü hakkı için, rabbin seninle asilerden, islam düşmanlarından intikam almak için, bizi sana gönderdi. sen ise, bunun için halk olundun derler. cehennemi dört tarafından çekerek götürürler. yetmişbin ip takıp çekerler ki, her bir ipde yetmişbin halka vardır. dünyadaki demirlerin hepsi toplansa onun bir halkası kadar olamaz. her halkada, zebani denilen azab meleklerinden yetmişbin melek vardır ki, yalnız birine dünyadaki dağları koparmak emr olunsa, parça parça ederdi. o vakt, cehennemin bağırması ve gürültüsü ve ateş saçması ve şiddetli dumanı vardır ki, bütün gökyüzünü simsiyah eder. mahşer yerine bin senelik yol kalınca, meleklerin ellerinden kurtulur. gürültüsü ve gümbürtüsü ve sıcaklığı tehammül olunmıyacak derecededir. mahşerdekilerin hepsi, bundan çok korkarlar. bu nedir diye sorarlar. haber verilir ki, cehennem, zebanilerin elinden kurtulmuş, size yaklaşıyor da, onun gürültüsüdür derler. bunun üzerine, herkesin dizinin bağı çözülüp çöküverirler. hatta peygamberler ve resuller dahi kendilerini tutamaz. hazreti ibrahim, hazreti musa, hazreti isa, arşı alaya sarılır. ibrahim aleyhisselam kurban etdiği isma'il aleyhisselamı unutur. musa aleyhisselam biraderi harun aleyhisselamı ve isa aleyhisselam validesi hazreti meryemi unuturlar. her biri: ya rabbi! bugün nefsimden başka birşey istemem der. o zeman muhammed aleyhisselam ise: der. orada buna tehammül edebilecek kimse bulunmaz. zira allahü teala, bunu haber verip; casiye suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, her ümmeti, dizleri üzre cenabı hakkın korkusundan çökmüş olarak görürsün. herbiri, dünyada işledikleri amellerin kitabına da'vet olunurlar buyurmuşdur. cehennemin böyle kurtulup kükremesi üzerine, herkes boğulma derecesinde ve kederlerinden yüzleri üzerine kapanırlar. bu da, allahü tealanın furkan suresinin onikinci ayetinde mealen: buyurmasıyle sabitdir. allahü teala, mülk suresinin sekizinci ayetinde mealen, buyurur. bunun üzerine, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ortaya çıkıp, cehennemi durdurur. buyurur ki, hakir ve zelil olarak geriye dön! ta ki, sana ehlin güruh güruh gelsinler. cehennem dahi ya muhammed, bana müsa'ade et! zira, sen bana haramsın der. arşdan nida gelerek: ey cehennem, muhammed aleyhisselamın kelamını dinle! ve ona ita'at et der. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cehennemi çeker, arşı alanın sol tarafında bir yere yerleşdirir. mahşerdekiler, peygamber efendimizin bu merhametli mu'amelesini birbirine müjdelerler. korkuları bir mikdar azalır. enbiya suresinde yüzyedinci ayeti kerimenin meali şerifi zahir olur. bu zemanda nasıl olduğu bilinmiyen mizan kurulur. mizanın iki kefesi, ya'ni gözü vardır. birisi nurdan ve biri zulmetden ya'ni karanlıkdandır. bundan sonra, allahü teala zemandan, mekandan, cismden münezzeh ve beri, uzak olduğu halde, kudretini izhar buyurması üzerine, insanlar ona ta'zim ederek, secdeye varırlar. fekat kafirler, mürtedler, secde edemezler. zira, onların belleri demir kesilip secde etmeleri mümkin olmaz. işte bu da, nun suresi, kırkikinci ayeti celili ilahiyyesinin gözlerden perde kaldırılıp sıkıntıların artdığı zemanda secde etmeğe çağrılırlar. fekat secde edemezler meali şerifidir. imamı buharinin rahmetullahi aleyh, bunun tefsirinde, muhammed buhari de semerkandda vefat etdi. peygamberimize sallallahü teala aleyhi ve sellem kadar senedini ya'ni ravilerini zikr ederek bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu ki, allahü teala kıyamet gününde sakından keşf eder. paçalar sıvanır. ya'ni çok çetin ve sıkıntılı bir hal olur. secde ediniz denir. bütün mü'minler secde ederler. ben, bu hadisi şerifin te'vilinden korkdum. meseldir diyerek söz söyliyenlerin sözünü dahi beğenmedim. mizan ya'ni terazi de, melekuta mahsus olan bilinmiyen şeylerdendir, dünya terazilerine benzemez. zira iyilikler ve kötülükler, madde ve cism değildir. araz, ya'ni sıfatdırlar. arazları, özellikleri, bildiğimiz teraziler ile, maddeyi dartar gibi, vezn etmek sahih olmaz. ancak, bilinmiyen terazi ile dartmak sahih olur. mü'minler secdede iken, allahü teala nida eder. yakından ve uzakdan işitilir. imamı buharinin rivayet etdiği gibi, cenabı hak ; ben azimüşşan herkese mücazat eden deyyanım. bana hiçbir zalimin zulmü tecavüz etmez. eğer tecavüz ederse, ben zalim olurum buyurur. bundan sonra, hayvanat arasında hükm eder. boynuzlu koyundan, boynuzsuz koyunun hakkını alıverir. dağ hayvanlarıyle kuşlar arasındaki hakları ödeşdirir. sonra da bunlara: der. hemen hayvanlar toprak oluverirler. kafirler, bu hali görünce her biri, nebe' suresi kırkıncı ayetinin mealinde haber verildiği üzere derler. sonra, allahü teala tarafından nida olunup, buyurur. bu ses, akllara hayret verecek suretde işitilir. allahü teala, ey levh! tevrat ve incil ve kur'anı azimüşşandan sende yazdığım şey nerededir? der. levhi mahfuz der ki: ya rabbel'alemin! bunu cebrail aleyhisselamdan sual buyur!. bu vakt, cebrail aleyhisselam getirilir ki, adeta kendisini titremek alır. hayretinden diz üstü çöker. cenabı hak buyurur ki: ya cebrail! bu levh der ki, sen benim kelamımı ve vahyimi kullarıma nakl eylemişsin, doğru mudur? cebrail aleyhisselam der. allahü teala, buyurur. cebrail aleyhisselam, der. bir nida gelir ki; , nuh aleyhisselam getirilir. titrediği halde, huzuri ilahiye gelir. ona hitaben: ya nuh! cebrail aleyhisselam der ki, sen resullerdensin. evet ya rabbi! doğrudur der. yine buyurur ki, . nuh aleyhisselam, ya rabbi! onları gece ve gündüz imana da'vet etdim. benim da'vetim onlara bir faide vermedi. benden kaçdılar. o zeman, yine nida olunarak, denir. onlar bir fırka olarak getirilir. denilir ki, . onlar: ey bizim rabbimiz, yalan söylüyor. bize birşey teblig etmedi derler. risaleti inkar ederler. allahü teala, ya nuh! senin şahidin var mıdır buyurur. nuh aleyhisselam, ya rabbi! benim şahidim, muhammed aleyhisselam ile ümmetidir der. allahü teala, aleyhisselam. bu nuh aleyhisselam risaleti teblig etdiğine seni şahid kılar buyurur. peygamberimiz aleyhisselam, nuh aleyhisselamın risaleti teblig etdiğine şahid olup, hud suresinin yirmi beşinci ayeti kerimesini okur. bu ayeti kerimede mealen, biz nuhu insanlara peygamber olarak gönderdik. onları allahü tealanın azabı ile korkutdu. allahü tealadan başka şeylere ibadet etmeyiniz dedi buyurulmuşdur. cenabı hak, nuh aleyhisselamın kavmine: sizin üzerinize azab hak oldu. zira, azab kafirler üzerine layıkdır buyurur. böylece, hepsi cehenneme atılır. ne amelleri tartılır, ne de hesab olunurlar. bundan sonra diye nida olunur. nuh aleyhisselamın kavmine yapıldığı gibi, hud aleyhisselam ile, kavmi olan ad kavmi arasında mu'amele cereyan eder. peygamberimiz aleyhisselam ile ümmetinin hayrlıları şehadet ederler. peygamberimiz şuara suresinin yüzyirmiüçüncü ayeti kerimesini okur. bu kavm de cehenneme atılır. bundan sonra diye nida olunur. salih aleyhisselam ve kavmi gelirler. inkarları üzerine, hazreti peygamberden şehadet taleb olunur. peygamberimiz aleyhisselam şuara suresinin yüzkırkbirinci ayeti kerimesini okur. onlar da, evvelkiler gibi cehenneme atılır. kur'anı azimüşşanın haber verdiği gibi, ümmetler, birbiri arkası sıra, allahü tealanın huzuruna gelirler. furkan suresinin otuzsekizinci ve ibrahim suresinin sekizinci ayeti kerimeleri bunu haber vermekdedir. bunda tenbih vardır ki, bunlar asi ve azgın kavmlerdir. kavmleri ve bunlar gibi kafirlerdir. bunlardan sonra, nida, eshabı res ve tübba' ve ibrahim aleyhisselamın kavmine gelir. bunların hiç birinde mizan kurulmaz. ve hesab sorulmaz. bunlar, o gün rablerinden mahcubdurlar. allahü tealanın kelamını onlara bir tercüman söyler. çünki, bir kimse, nazar ve kelamı ilahiye mazhar olursa, o kimse azab olunmaz. bundan sonra, musa aleyhisselama nida olunur. şiddetli rüzgarda yapraklar nasıl titrerse, öyle titreyerek gelir. cenabı hak, ona hitaben: ya musa! cebrail sana risaletini ve tevratı kavmine teblig etdiğine şehadet ediyor buyurur. musa aleyhisselam, der. öyle ise, minberine çık! sana vahy olunan şeyleri oku! buyurulur. musa aleyhisselam, minbere çıkar, okur. herkes kendi mevkı'inde sükut ederler. tevratı daha yeni nazil olmuş gibi okur. yehudi alimleri, sanki bundan evvel, tevratı hiç görmemişler, bilmemişler gibi olurlar. sonra da, davüd aleyhisselama nida olunur. bu da, sanki şiddetli rüzgarda yaprak titrer gibi, son derece titreyerek gelir. allahü teala: ya davüd! cibril aleyhisselam zeburu ümmetine teblig etdiğine şehadet ediyor deyince, davüd aleyhisselam, der. cenabı hak, buyurur. davüd aleyhisselam minbere çıkar. güzel sesle zeburu şerifi okur. hadisi şerifde bildirildi ki, davüd aleyhisselam cennet ehlinin münadisidir. nida edince sesini tabüti sekinenin imamı işitir ve cema'atin içine girerek safları yararak, davüd aleyhisselamın yanına gelir. ona sarılır. der ki: . hazreti davüd, çok utanır, sıkılır. cevab veremez. arasat ızdıraba gelir. insanlar davüd aleyhisselamdan gördüğü hallerden dolayı çok üzüntülü olurlar. bundan sonra davüd aleyhisselama sarılıp, huzuri mevlaya çıkarır. üzerlerine perde iner. tabütün imamı der ki: ya rabbi! davüd aleyhisselamın hürmetine bana rahmet eyle ki, bu beni harbe gönderdi. hatta öldürüldüm. nikah etmek istediğim hatunu kendine almak istedi. halbuki o zeman bundan başka, doksandokuz hatunu vardı. allahü teala, davüd aleyhisselama sorar, ya davüd! bunun sözü doğru mudur? buyurur. davüd aleyhisselam utancından ve allahü tealanın azabı korkusundan, mağfiret va'dini rica ederek, başını aşağı eğer. zira, insan birşeyden korkar ve mahcub olursa, başını önüne eğer. birşey umar ve rica ederse, başını yukarı kaldırır. bu vakt, allahü teala tabütün imamı olan zata buyurur ki: ben, buna mukabil, sana köşk ve vildandan şu kadar, bu kadar şey verdim. razı mısın? o zat da: der. o da: der. cenab hak: bu yurur. bu kssa, mevahib tefsirinde, sad suresi yirmiüçüncü ayetinde daha geniş yazldpeygamberler en küçük bir günah işlemez ve günah işlemek, hatrlarna bile gelmez. bu tefsirden okuyunca, hakikat iyi anlaşlpeygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemkur'anı kerimi tilavet edip, gayet güzel ve tatlı bir şeklde okur. mü'minleri müjdeler. onların yüzleri güler ve sevinirler. kur'anı kerime inanmıyanların, bu mubarek kitaba çöl kanunu diyenlerin ise, yüzleri gayet çirkin olur. buraya kadar beyan olunan peygamberlere olunacak suali, araf suresindeki, biz kendilerine peygamber gönderilen kavme elbette sual ederiz. peygamberlere de sual ederiz mealindeki beşinci ayeti kerimesi haber vermekdedir. ba'zıları, maide suresinin yüzonikinci mealindeki ayeti kerime ile haber verilmişdir dediler. o zeman peygamberler: ya rabbi! seni tesbih ederiz ki, bizim için hiç ilm yokdur. sen gaybleri en iyi bilensin derler. evvelki ayeti kerimenin haber verdiğini söyliyen alimlerin sözü daha doğrudur. adındaki kitabımızda da bunu bildirdik. zira peygamberlerin dereceleri vardır. isa aleyhisselam ise, onların büyüklerindendir. zira o dır. dır. peygamberimiz aleyhisselam kur'anı kerimi tilavet buyurduğu zeman, ümmeti zan eder ki, hiç işitmemişlerdir. bu bahsde, hazreti esma'iye dediler ki: sen kur'anı kerimi en ziyade ezberlemiş olansın. sen de, böyle mi olursun? cevabında, buyurdu. kitabların kıra'eti temam oldukdan sonra bir nida gelir ki: ey mücrimler, şimdi sizler ayrılınız! denir. bu nida üzerine, mevkıf ya'ni arasat meydanı harekete gelir. o zeman, herkesi büyük korku alır. birbirlerine girift olurlar. melekler cin ile ve cin insanlar ile karışır. bundan sonra, nida gelir ki: ya adem! evladından cehenneme layık olanı gönder! adem aleyhisselam ise, ya rabbi! ne kadar? diye sual eder. cenabı hak, buyurur ki: . kafirlerden ve ehli sünnetden rahmetullahi aleyhim ecma'in ayrılmış mülhidlerden ve gafillerden, çıkara çıkara, ancak allahü tealanın bir avuç buyurduğu kadar mü'min geride kalırlar. ebu bekri sıddikın radıyallahü anh buyurduğunun ma'nası budur. ebu sa'idi esma'ide basrada tevellüd, de mervde vefat etdi. asl adı abdülmelikdir rahime hullahü teala. bundan sonra iblis şeytanlarıyle birlikde getirilir. bunların mizanının da seyyiatları, hasenatlarının üzerine ağır gelmişdir. her kime ki, din ulaşmışdır, onun sevabları ile günahları muhakkak dartılacakdır. şeytanlar, günahları ağır gelip, azab göreceklerini yakinen bildikleri vakt: bize adem zulm etdi. zebani denilen melekler saçlarımızdan tutarak bizi cehenneme sürükledi derler. bunun üzerine, cenabı hak tarafından bir nida gelir ki, mü'min suresinin onyedinci ayeti kerimesinin, bu zemanda zulm yokdur. allahü teala hesabda sür'atlidir mealindedir. herkes için büyük bir kitab çıkarılır ki, şark ve garb arasını tutar. onda mahlukların bütün amelleri yazılıdır. küçük ve büyük hepsini bildirir. allahü teala, hiçbir kimseye zulm etmez. mahlukların her gün yapdıkları amelleri bu kitab ile allahü tealaya arz olunur. allahü tealanın emri ile abese suresinin onaltıncı ayeti kerimesinde bildirilen meleklerine ya'ni kerim ve ita'atkar meleklere, o amelleri yazmağı emr eder. bu kitab işte odur. casiye suresinin yirmisekizinci ayeti kerimesinin meali şerifi bunu haber vermekdedir. bundan sonra, bir münadi herkesi ayrı ayrı çağırır. herkes, ayrı ayrı hesaba çekilir. nur suresi, yirmidördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. doğru haberde bize bildirildi ki, bir kimse allahü tealanın huzurunda durdurulur. cenabı hak ona ey fena kul! sen mücrim ve asi oldun der. o kul: ya rabbi! ben işlemedim der. denir. o kimsenin hafaza melekleri getirilir. o kimse: der. bu hal, meali şerifi o gün herkes getirilir. herkes kendi nefsi ile mücadele eder olan, nahl suresinin yüzondördüncü ayetinde bildirilmekdedir. sonra ağzına mühür vurulur. bu da yasini şerifin altmış beşinci ayetinin kıyamet gününde, ben azimüşşan, mücrimlerin ağızlarını mühürlerim. ne ki kazanıp kesb etdiler ise, bize elleri söyler ve ayakları şehadet eder meali şerifi ile bildirilmişdir. öyle ise, asilerin azası şehadet edip cehenneme götürülmeleri emr olunur. mücrimler azalarına levm etmeğe, bağırmağa başlar. azası da, der ki, bu şehadet bizim ihtiyarımızla değildir. bizi allahü teala söyletdi. herşeyi söyleten odur. bunlar fussilet suresinin yirmibirinci ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. hesabdan sonra, bütün insanlar sırat köprüsüne gönderilecekdir. sırat köprüsünden geçemeyip düşen mücrimler, cehennem hazenesine, ya'ni azab meleklerine teslim olunurlar. ağlamağa ve inlemeğe başlarlar. hele mü'minin ve müvahhidinin asileri cehenneme konulurken, gayet dehşetli ağlarlar. melekler bunları yakalayıp atarken, derler. bu hal enbiya suresinin yüzüçüncü ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. büyük feryad – cehennem ehlinin çok feryad edip ağladıkları dört yerden birincisi, sur üfürüldüğü vaktde, ikincisi, cehennem meleklerden kurtulup, mahşer ehli üzerine sıçradığı vaktde, üçüncüsü, ademi aleyhisselam allahü tealaya şefa'atci göndermek için çıkdıkları vaktde, dördüncüsü, cehennemdeki azab meleklerine teslim olundukları zemandır. cehennemlik olanlar mahallerine gidip, arasat meydanında yalnız, mü'minler, müslimler, hayr ve ihsan edenler, arifler, sıddiklar, veliler, şehidler, salihler ve resuller kalır. imanlarında şübheleri olanlar, münafıklar, zındıklar, bid'at sahibleri , zaten cehenneme gönderilmişlerdir. allahü teala ey insanlar! rabbiniz kimdir? buyurur. onlar derler. allahü teala: buyurur. derler. o zeman, onlara arşı alanın sol tarafından bir melek görünür. o melek, o kadar azametlidir ki, yedi deniz başparmağının ucuna konsa içine alıp, hiçbir damlası gözükmez. o melek, mahşerde bulunanlara allahü tealanın emri ile, imtihan cihetinden ya'ni, ben sizin rabbinizim der. ehli mahşer: derler. arşın sağ tarafında bir melek görünür ki, eğer ayağının ucu ile basmış olsa, ondört deniz, görünmez olurdu. ehli mahşere der. ya'ni, sizin rabbinizim der. ona dahi derler. bundan sonra, allahü teala, onlara istedikleri şeklde gayet yumuşak ve hoş mu'amele buyurur. mahşer ehlinin hepsi, secde ederler. cenabı hak, onlara buyurur. allahü teala bütün mü'minleri sırat üzerinden geçirir. mü'minler derecelerine göre cennete götürülür. insanlar güruh güruh geçerler. önce resuller, sonra nebiler, sonra sıddiklar, sonra veliler, arifler, sonra hayr ve ihsan edenler, sonra şehidler, sonra diğer mü'minler götürülür. müslimanlardan günahları afv edilmiyenler yüz üstü düşmüş, ba'zıları da arafda mahbus kalırlar. kıyamet ve ahıret imanı za'if olanlardan ba'zısı sıratı yüz senede, ba'zısı da bin senede geçerler. bununla beraber, cehennemde yanmazlar. bir kimse ki, rabbini görür, o kimse cehenneme sokulmaz. müslim ve muhsin olanların makamlarını namındaki kitabımızda anlatdık. onlar yüzü gülenlerdir. çoğu sıratı şimşek gibi geçer. çoğu da, açlık ve susuzlukla giderler ki, ciğerleri parça parça olmuş, solukları adeta duman gibi çıkar. bunlar, kaseleri gökdeki yıldızlar adedince ve suyu, kevser ırmağından ve büyüklüğü kudüsden yemene kadar ve adenden medinei münevvereye kadar olan kevser havzından içerler. işte bu, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem . ya'ni, minberim, kevser havzının iki kenarından biri üzerindedir buyurmasiyle sabitdir. kevser havzından uzak olanlar, kabahatlerinin derecesine göre, sıratda habs olunurlar. nice abdest alanlar vardır ki, abdesti güzel almaz ve temam etmez. ve nice namaz kılanlar vardır ki, sorulmadığı halde, namazını başkalarına anlatır. hudu' ve huşu' ile kılmazlar. eğer kendini karınca ısırmış olsa, namazı bırakıp o karınca ile meşgul olurlar. halbuki, allahü tealanın azamet ve celaletini arif olanların ellerini ve ayaklarını kesmiş olsalar hiç direnmezler. zira onların ibadetleri allahü teala içindir. allahü tealanın huzurunda duran kimse, onun celle celalühü heybet ve azametini bildiği, tefekkür etdiği kadar huşu' eder, korkar. öyle olur ki, padişahlardan birinin huzurunda kişiyi akreb sokar, o da sabr eder. padişaha hürmet için hiç hareket etmez. işte bu, adamların mahlukla beraber olduğu vaktdeki halidir. mahluk ise, o derece menfe'at ve zararını ayıramaz. o, aziz ve celil olan allahü tealanın huzurunda duranın hali nasıl olur ki, heybet ve saltanat ve azamet ve ceberut ve kahrü galebei ilahiyyeyi bilen bir kimsenin allahü tealanın huzurunda durması, elbette ziyade huzuru ve huşu'u icab etdirir. ibadetleri yapdığı halde, zulm eden ve tevbe etdi ise de, mazlumu bulamıyan, bununla dünyadahalalleşmiyen bir kimse hakkında hikaye olundu ki, allahü tealanın huzuruna götürülür. dünyada halalleşemediği kul hakları varsa, meydana çıkarılır. mazlum onun boynuna sarılır. allahü teala mazluma ey mazlum! yukarıya bak buyurur. o mazlum bakdığı vakt görür ki, bir köşk var. gayet büyükdür. zineti ve büyüklüğü akllara hayret verir. o mazlum: ya rabbi! bu nedir? der. allahü teala: bu satılıkdır. benden satın alır mısın? buyurur. o mazlum ise: ya rabbi! bunun kıymetini ödeyecek benim birşeyim yokdur der. allahü teala buyurur ki: . o kul da: ya rabbi! emri ilahin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçdim der. allahü teala tevbe eden zalimlere böyle mu'amele eder. nitekim isra suresinin yirmibeşinci ayetinde mealen, buyurur. tevbe eden, zulmden, günahdan ayrılıp da, ebediyyen bir daha o günahı işlemiyendir. davüd aleyhisselam ile tesmiye olunur. halbuki, davüd aleyhisselam hiç günah işlemedi. ondan sadır oldu. resullerden hazreti davüdun gayrileri de böyledir. ey gönül, yakdı vücudüm, o gizli narın senin, fışkırıp çıkdı semaya ah ile zarın senin! çok garib bir divanesin, niçin hiç uslanmazsın? herkesin rüsvası oldun, yokmudur arın senin? ebedi aşk tuzağına düşdüğün günden beri, meyve mi verecek aceb, soldu beharın senin? onuncu fasl na ve de denir. burada bulunanların nasıl da'vet edileceklerini alimlerimiz başka başka söyledi. tefsirlerde anlatıldığı gibi, sahih hadislerde de bildirilmişdir. allahü tealanın en önce hükm edeceği, katillerdir. ve en önce ecrlerini vereceği kimseler de imanı doğru olan amalardır. evet! bir münadi nida eder ki: onlara denilir ki: . bundan sonra cenabı hak, onlara haya mu'amelesi eder de buyurur. bunlar için bir sancak bağlanıp şu'ayb aleyhisselamın eline verilir. şu'ayb aleyhisselam onlara imam olur. onlarla beraber, nur meleklerinden, hesabsız melek vardır. adedlerini allahü tealadan başka kimse bilmez. onların yanına varırlar. ve sıratı yıldırım gibi geçerler. sabrda ve hilmde onlardan herbiri, abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma ve ona bu ümmet içinde, benzeyen kimseler gibidir. bundan sonra diye nida abdüllah de taifde vefat etdi. olunur. ve meczumin ya'ni cüzzam denilen miskin hastaları ve sari hastalıklara yakalanmış olanlar getirilir. allahü teala, onlara selam verir. onlar dahi sağ tarafa emr olunurlar. onlar için de, yeşil bir sancak bağlanır. eyyub aleyhisselamın eline verilir. eshabı yeminin imamı olur. mübtela olanın sıfatı sabr ve hilmdir. ukayl ibni ebi talib radıyallahü anh ve bu ümmetden onun emsali gibi olanlar böyledir. bundan sonra nida olunur ki: bunlar da getirilir. allahü teala bunlara da selam verip, merhaba, der. ve murad buyurduğu kelam ile iltifat eder. bunlara dahi buyurur. bunlar için de, bir sancak bağlanıp yusüf aleyhisselamın eline verilir. yusüf aleyhisselam onların imamı olur. böyle gençlerin sıfatı haramlardan, yabancı kadın ve kızlardan sakınmakdır. raşid bin süleyman rahimehullahü teala ve bu ümmetden onun emsali gibi olanlar böyledir. bundan sonra bir nida dahi çıkar ki: denir. onlar dahi allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala, onlara da merhaba deyip, ne murad buyurur ise, onunla iltifata mazhar olurlar. sağ tarafa gitmeğe emr olunurlar. allahü tealanın düşmanlarını sevmiyenlerin sıfatı da sabr ve hilmdir ki dünyevi sebeblerden dolayı mü'minlere ne darılırlar ve ne de kötülük ederler. hazreti ali radıyallahü anh ve bu ümmetden ona benzeyenler bunlardandır. bundan sonra, bir nida dahi çıkar ki: denir. onlar da götürülür. bunların gözyaşları, şehidler kanı ve ulemanın mürekkebi ile dartılır. gözyaşı ağır gelir. bunların da sağ tarafa gitmesi emr olunur. onlar için her renkle süslenmiş bir sancak bağlanır. zira bunlar, muhtelif haram işliyenlerin arasında bulunduğu, allah rahimdir, afv eder diye aldatılmağa çalışıldığı halde, haram işlememişlerdi. çeşidli günahlardan sakınarak allahü tealanın korkusundan ağlamışlardı. mesela, biri allahü tealanın korkusundan, biri dünyaya düşkün olmakdan ve öbürü pişmanlıkdan ağlamışdı. bunların sancakları nuh aleyhisselama verilir. alimler onların önlerine geçmek isterler. derler. bir nida gelir ki: . nuh aleyhisselam hemen durur. o cema'at de onunla beraber dururlar. ehli sünnet alimlerinin mürekkebi ile şehidlerin kanı dartılır. alimlerin mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emr olunurlar. şehidler için de safranlı bir sancak emr olunur. yahya aleyhisselamın eline verilir. yahya aleyhisselam önlerinden gider. alimler önlerine geçmek istiyerek derler ki: şehidler bizim ilmimizden öğrenerek çarpışdılar. biz onlardan ileri gitmeğe daha ziyade layıkız. bu zemanda allahü teala lütfünü ortaya koyup, mealen buyurur ki: . alimlere hitaben: buyurur. alimler, ehli beytine ve komşusuna ve mü'min kardeşlerine ve talebelerinden kendilerine tabi' olanlara şefa'at ederler. şöyle ki, alimlerden her biri için bir meleğe nida etdirilir. melek insanlara bağırır ki: filan alime allahü teala şefa'at etmekle emr eyledi. kim ki onun bir işini görüverdiyse, yahud bir lokma yemek yidirdiyse, yahud bir içim su verdiyse, yahud kitablarını yaydı ise, onlara şefa'at edecekdir der. o alime bir iyilik yapanlar, kitablarını dağıtanlar kalkarlar. o alim de, o kimselere şefa'at eder. hadisi şerifde bildirildi ki, en önce şefa'at edenler resullerdir. sonra nebiler aleyhimüssalevatü vetteslimat, sonra alimlerdir. alimler için bir beyaz sancak bağlanır. ibrahim aleyhisselama verilir. ibrahim aleyhisselam gizli ma'rifetleri ortaya çıkarmak bakımından resullerin en ileride olanıdır. bunun için sancak kendisine verilir. bundan sonra yine bir münadi nida eder ki: denir. fakirler de allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala taltif edip, buyurur. bunların da eshabı yemin ile beraber olmaları emr olunur. bunlar için de, bir sarı sancak bağlanıp, isa aleyhisselamın eline verilir. isa aleyhisselam bunlara imam olur. bundan sonra yine bir münadi nida eder ki: denir. onlar da götürülür. onlara ihsan etdiği şeyleri cenabı hak, beşyüz sene ta'dad etdirir. ya'ni zenginlik ile ne yapdıklarının hesabını sorar. bunlar için dahi renklerle bir sancak bağlanıp süleyman aleyhisselama verilir. süleyman aleyhisselam bunlara imam olur. bunlara da, eshabı yemine ulaşmalarını emr buyurur. hadisi şerifde bildirildi ki, dört şey, dört şeye şehadet etmelerini taleb ederler. malları ile, mevki'leri ile müslimanlara eziyyet edenlere nida olunur ki, . onlar der ki: allahü teala bize mülk ve rütbe verdi. bizi onlar, allahü tealanın hakkını yerine getirmekden men' eyledi. yine onlara denir. onlar derler. buyurur. bundan sonra, denilir. onlar da getirilir. onlara denilir ki: onlar da derler ki: allahü teala, bizi dünyada derdlere, sıkıntılara mübtela kıldı. onun için zikrinden ve hakkıyle ibadetden mahrum olduk. onlara denilir ki:. onlar derler. denir. bundan sonra derler. onlar da, allahü tealanın huzuruna getirilir. onlara denilir ki; . onlar da, allahü teala bize cemal ve güzellik verdi. onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. gençlik bizde hep kalacak sandık. allahü tealanın dinini öğrenmedik. hakkını yerine getiremedik derler. memlukler de kölelik ve cariyelik ve beğlere kulluk etdik. dünya büyüklerine tapındık. din cahili kaldık. aldandık. ya rabbi, senin hakkını yerine getirmekden mahrum olduk derler. onlara hitaben denilir ki; onlar derler. denir. bundan sonra diye nida olunur. onlar da götürülür. onlara da, denilir. onlar iş yapmadık. san'at öğrenmedik. allahü teala da, bizi dünyada fakirlik ile mübtela kıldı. fakirlik ve tenbellik bizim kulluk vazifemizi yapmamıza mani' oldu derler. onlara hitaben, diye sual olunur. onlar da derler. denir. bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sahibini düşünsün! peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem düasında ya rabbi! zenginlik ve fakirlik fitnesinden sana sığınıyorum diye düa ederdi. isadan aleyhisselam ibret alınız ki, dünyada birşeye malik olmadı. bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. seyahati esnasında, ancak bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. birgün, birinin, eli ile su içdiğini gördü. bardağı atdı. birgün de, bir adamın eliyle sakalını tararken gördü. tarağı da atdı. der ki, benim hayvanım ayağımdır. evim mağaralardır. yiyeceğim yerin otlarıdır. içeceğim ırmakların sularıdır. halbuki, islam dini böyle değildir. çalışıp halal kazanmak ibadetdir. çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını, islamiyyetin emr etdiği iyi yerlere vermek lazımdır.de yazılı hadisi şerifde buyuruldu ki, eshabım için, fakir olmak se'adetdir. ahir zemanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak se'adetdir. şimdi ahir zemandayız. günah işleyenlerin, fitne çıkaranların, ibadetlere bid'at karışdıranların çoğaldığı bir zemandayız. bu zemanda halalı, haramı, bid'atleri ve küfre sebeb olan şeyleri öğrenmek ve bunlara uymak ve halal yoldan kazanarak zengin olmak büyük ibadetdir. kazandığı ile fakirlere ve ehli sünnet bilgilerini yayan müslimanlara yardım etmek büyük se'adetdir. bu se'adete kavuşanlara müjdeler olsun! allahü tealanın indirdiği ba'zı suhuflarda da bildirilmişdir ki, ey adem oğlu! hastalık ve günah işlemek hayat hallerindendir. müte'ammiden adam öldürmenin keffaretinden, hataen öldürmenin keffareti ehven görülür, buna kısas olunmaz ise de, bu da çok kötü işdir. bundan da sakın! büyük günahların sahibinin kalbinde iman varsa, azabdan sonra şefa'ate kavuşur. allahü teala, onlara ikram eder. binlerce sene geçdikden sonra, onları cehennemden çıkarır. halbuki, cehennemdekilerin derileri yandıkdan sonra, tekrar yaratılmakdadır. haseni basri rahmetullahi aleyh, buyururdu. şübhe yokdur ki, haseni basri haseni basri de vefat etdi. rahmetullahi aleyh ahiret hallerini iyi bilen bir zatdır. kıyamet gününde, bir müsliman getirilir. onun hiç hasenesi yokdur ki, mizanında ağır gelsin. allahü teala, onun imanına hürmeten ona rahmet olarak buyurur ki: insanlara git, sana hasene ve sevab verecek bir kimse ara. onun ikramı sebebiyle cennete giresin!. o kimse gider. insanlar arasında arzusuna kavuşduracak bir kimse arar. halini anlatacak bir kimse bulamaz. kime söyler ve sorarsa: benim de mizanımın hafif gelmesinden korkuyorum. ben senden daha çok muhtacım der. bu haline çok üzülür. yanına bir kişi gelerek, der. bu da, muhtacım. onu belki bin kişiden istedim. her biri behane edip esirgediler der. bu kişi, ona der ki, allahü tealanın huzuruna vardım. sahifemde bir sevabdan başka sevab bulamadım. o da beni kurtarmağa yetmez. onu sana hibe edeyim. benden onu al!. o kimse, ferah ve sevinçli olarak gider. allahü teala, o kulun halini bildiği halde, diye sual eder. o kişi ile olan macerayı haber verir. o hasenesini veren kulu da allahü teala huzuruna çağırır. buyurur ki: iman sahiblerine benim keremim, senin kereminden, ihsanından daha çokdur. din kardeşinin elinden tut, cennete gidiniz. mizanın iki gözü beraber olup, sevab gözü ağır gelmezse, allahü teala buyurur ki: . bunun üzerine, bir melek; bir sahife getirip seyyiat kefesi üzerine kor ki, onda yalnız yazılmışdır. o göz hasene üzerine ağır basar. çünki lafzı, anaya, babaya isyan kelimesidir. kişi bununla, cehenneme atılması emr olunur. o kişi ise, iki tarafa bakınır. allahü teala tarafından kendisinin çağrılmasını talep eder. allahü teala bunu çağırır. ve der ki: ey asi kul! niçin seni çağırmamı istiyorsun? o kul: ya rabbi! anladım ki anama babama asi olduğum için cehenneme gideceğim. onların azabını bana ilave buyur da, onları cehennemden azad et! deyince, allahü teala buyurur ki: anana babana dünyada asi oldun. ahıretde ikram etdin. onların elinden yapış da, cennete götür. cennete gönderilmiyenleri melekler yakalarlar. çünki melekler, ahıret ahkamını çok iyi bilirler. hatta, ahıretden nasibi olmıyan bir kavme nida olunur ki, bunlar ahıretin odunudurlar. cehennemi doldurmak için halk olundular. onlara hitaben allahü teala saffat suresi yirmidördüncü ayetinde mealen, buyurur. bunlar habs olunurlar. ta ki, kendilerine, saffat suresi yirmibeşinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruluncaya kadar kalırlar. böylece, teslim olurlar. günahlarını i'tiraf ederler ve hepsi cehenneme gönderilirler. bu şeklde ümmeti muhammedin büyük günah işliyenleri getirilir. ihtiyar, genç, erkek, kadın nerede ise hepsi bir araya toplanır. cehennemin bekçisi olan onlara bakdığı vakt der ki: siz, eşkiya zümresindensiniz. amma görüyorum ki, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. sizden güzel kimse cehenneme gelmedi. onlar da ya malik! biz muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. lakin işlediğimiz günahlar cehenneme sürükledi. bizi bırak da günahlarımıza ağlıyalım derler. malik onlara: ağlayınız! fekat şimdi size ağlamak faide vermez! der. nice orta yaşlılar diyerek ağlarlar. bir ihtiyar erkek ellerini beyaz sakalı üzerine koyup ah gençlik geçdi. elem, üzüntü artdı. zelil oldum, rezil oldum! diye ağlar. nice delikanlılar ah gençliği elden kaçırdım! ya'ni gençliğimin kıymetini bilmedim! diye ağlarlar. nice kadınlar, saçlarından tutup eyvah! yüzüm kara oldu, rezil oldum! diye ağlarlar. allahü teala tarafından ya malik! bunları birinci cehenneme koy diye nida gelir. cehennem bunları içine alırken, diye bağırışırlar. cehennem bu sözü işitince, bunlardan beşyüz senelik öteye kaçar. in kısmında yazılıdır. ya'ni büyük rakamlar, mikdarı değil, çokluğu bildirirler. yine bir nida gelir ki: ey cehennem! bunları içine al! ya malik! bunları birinci cehenneme koy! bu zeman gök gürültüsü gibi, bir gürültü işitilir. cehennem bunların kalblerini yakmak isteyince, malik, cehennemi men' eder. ey cehennem, kendisinde kur'anı kerim olan ve iman kabı olan kalbi yakma! rahman olan allahü tealaya secde eden alınları yakma! der. bu hal üzre, cehenneme atılır. görülür ki, bir kişinin feryadı cehennem ehlinin seslerinden daha çokdur. bunu cehennemden çıkarırlar. halbuki, sadece derisi yanmış. allahü teala ona: buyurur. o kişi der ki: ya rabbi! beni hesaba çekdin. senin rahmetinden daha ümmidimi kesmedim. bilirim ki, sen beni işitirsin. onun için çok bağırdım der. allahü teala, meali şerifi, bir kimse allahü muhammed ibni abidin da şamda vefat etdi. tealanın rahmetinden ümmidini keserse, o kimse ehli dalaletdir olan hicr suresinin ellialtıncı ayeti kerimesi ile hitab buyurup, der. yine bir kişi cehennemden çıkar. allahü teala: ey kulum, cehennemden çıkdın. hangi amelinle cennete gireceksin? diye sual eder. o kul: ya rabbi! ben acizim, azıcık şeyden başka bir şey istemem der. o kimse için cennetden bir ağaç gösterilir. allahü teala: buyurur. o kul; ya rabbi! izzetin ve celalin hakkı için, başkasını istemem der. allahü teala buyurur. o ağacın meyvesinden yiyip gölgesinde gölgelendikden sonra, ondan daha güzel başka bir ağaç gösterilir. o kimse, o ağaca çokca bakar. allahü teala: sana ne oldu? ona da mı muhabbet etdin? buyurur. o kul, der. allahü teala: buyurur. der. o ağacın meyvesinden yir. gölgesinde gölgelenir. ondan daha güzel bir ağaç gösterilir. bu kimse, ona da bakakalır. cenabı hak ona hitaben: buyurur. der. o zeman, cenabı hak, razı olup, o mü'min kimseyi, afv buyurur. cennete idhal eder. ahıretin şaşılacak işlerindendir ki, bir kişi de allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala, onu hesaba çeker. hasenat ve seyyiati dartılır. o kimse, herhalde bilir ki, allahü teala, o zeman, o kimsenin hesabından başka bir şeyle meşgul olmadı. fekat öyle değil. belki o anda milyonlarca, sayısını allahü tealadan başka kimse bilemiyeceği mikdarda kimselerin hesabına bakıldı. onların her biri zan eder ki, hesab, o anda ancak ona mahsusdur. orada ba'zısı ba'zısını görmez. birisi diğerinin kelamını işitmez. belki, her biri, cenabı hakkın perdeleri altındadır. sübhanallah ki, ne kuvvet ve ne büyük kudretdir. işte bu lokman suresinin yirmisekizinci ayetinin, meali şerifi ile bildirilen zemandır. cenabı hakkın bu kavlinde sırlar vardır ki, o zemansız ve mekansız olmak sırrıdır. çünki, allahü tealanın mülkü için, ef'ali ve işleri için had ve gaye yokdur. fesubhanallah ki, fi'llerinden hiçbiri başka işleri yapmasına mani' olmaz. işte bu zemanda, kişi oğluna gelir ve: ey oğul! ben sana elbiseler giydirdim ki, sen kendin elbise giymeye kadir değildin. seni doyurdum ve su verdim ki, bunlardan elbette sen aciz idin ve çocukluğunda seni muhafaza eyledim ki, sen kendine zarar veren şeyleri def' etmeğe ve faide veren şeyi istemeğe kadir değildin. nice meyveleri benden istedin. satın alıp sana getirdim. sana dinini, imanını öğretdim. seni kur'anı kerim hocasına gönderdim. lakin, işte kıyametin şiddetini görüyorsun. günahımın çokluğunu da biliyorsun. bir mikdarını üzerine al! ta ki, günahım azalsın. bana bir iyilik, bir sevab ver ki, mizanım onun sebebi ile ziyade olsun der. oğlu ondan kaçar ve der ki: . böylece, evlad ile ana arasında bu mu'amele geçer, zevc ve zevce de birbirleriyle böyle konuşurlar. kardeş kardeşle bu mu'ameleyi yaparlar. işte allahü teala hazretlerinin suresinin yirmidördüncü ayetinin, meali şerifi bu hali haber vermekdedir. hadisi şerifde buyuruldu ki, . aişei sıddika radıyallahü anha validemiz, bunu işitdikleri vakt, buyurdu. peygamber efendimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem abese suresindeki, mealindeki otuzyedinci ayeti kerimeyi okuyuverdiler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifi ile murad buyurdular ki, kıyamet gününün şiddeti ile meşakkati, insanların birbirlerine bakmalarına mani' olur. insanlar bu zemanda bir yerde toplanırlar. onların üzerine siyah bir bulut gelir. o bulut insanlar üzerine ya'ni amel defterlerini yağdırır. mü'minin sahifesi, sanki gül yaprağı üzerine yazılmışdır. kafirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir. sahifeler uçarak iner. herkesin sağ veya sol tarafından gelir. bu ise, ihtiyari değildir. nitekim, cenabı hak, isra suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyurur. alimlerden ba'zıları buyurur ki, kevser havzı sıratı geçdikden sonra getirilir. bu ise, yanlışdır. zira sıratı geçen kimse, bir daha havza gelmez. yetmişbin kimse ki sıkıntılı hesaba çekilmeden cennete girerler. onlar için mizan kurulmaz. onlar sahifeler almazlar. ancak onlara verilen sahifeler üzerinde, la ilahe illallah, muhammedün resulullah. bu filan ibni filanın cennete girmesinin ve cehennemden kurtulmasının beratıdır yazılıdır. bir kulun günahları mağfiret olduğu vakt, bir melek onu arasat meydanına götürür. ve nida ederek: bu filan oğlu filandır. allahü teala, onun günahını afv eyledi. bir daha şaki olmıyacak, se'adetle sa'id oldu der. o kimseye, bu makamdan ziyade sevgili hiçbir makam olmaz. kıyamet gününde, resuller aleyhimüssalevatü vetteslimat minberler üzerindedirler. her bir resulün minberi, kendi mertebesi mikdarıncadır. ulemai amilin, ya'ni ehli sünnet i'tikadında olan ve bildikleri ile amel eden alimler rahmetullahi aleyhim ecma'in dahi nurdan kürsiler üzerinde olurlar. allahü tealanın dinini korumak ve yaymak için şehid olanlar ile salihler, ya'ni ahkamı islamiyyeye uymuş olanlar, kur'anı kerimi hürmet ile ve teganni etmeden okuyan hafızlarla, ezanı sünnete uygun olarak okuyan müezzinler, toprağı miskden olan yerlerdedirler. bunlar, ahkamı islamiyyeye tabi' olarak, iyi amel işledikleri için, kürsi sahibidirler ki, adem aleyhisselamdan fahri alem sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimize kadar gelen bütün peygamberlerden sonra kendilerine, şefa'at izni verilecek olanlardandır. hadisi şerifde bildirildi ki, kur'anı kerim kıyamet gününde yüzü güzel ve ahlakı güzel bir kimse suretinde gelir. kendisinden şefa'at taleb olunur ve şefa'at eder. kendisini musiki ile okuyanlardan da'vacı olur. böyle kimselerden hakkını ister. razı olduğu kimseleri alıp cennete götürür. dünya da, ihtiyar, ak saçlı ve kadınların en çirkini suretinde görülür. insanlara denilir ki: onlar: derler. siz dünyada buna kavuşmak için birbirinizle çekişirdiniz. birbirinize de buğz ederdiniz denilir. bu şeklde cum'a dahi sevimli bir insan suretinde gösterilir. mü'minler ona dikkat ile bakarlar. cum'a gününe kıymet verenleri misk ve kafur kumları üzerinde hıfz eder. cum'a namazı kılan mü'minler üzerinde nur bulunur ki, herkes ona bakıp te'accüb ederler. cum'a gününe yapdıkları saygı sebebi ile cennete götürülürler. ey müsliman kardeşim! allahü tealanın rahmetine ve kur'anı kerimin ve islamın ve cum'anın cömerdliğine bak ki, kur'anı kerim ehli nasıl kıymetlidir. namaz, oruc, zekat, sabr ve güzel ahlakdan ibaret olan islamiyyet ise ne kadar çok kıymetlidir. ölüm zemanında insanın çırpınmasından, sıkıntılı görünmesinden ma'na çıkaran kimseye kıymet verilmez. zira yevmi hendekde peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin düası gösteriyor ki, allahü tealanın dilediği her cesed çürür. ve ruhlar da, kıyamet zemanı gelince, fena bulur. bunların hepsinin yaratıcısı ve rabbi allahü tealadır. bu anlatılanların hepsi, ayrı ayrı ilmlere muhtacdır. diğer kitablarımızda bunları anlatdık. imamı gazali rahmetullahi aleyh burada ahıret hallerini gayet kısa bir şeklde anlatdığını haber veriyor. diyor ki, biz bu kitabda, ehli sünnetin tariklerine müslimanlar süluk etsin için, ihtisar kasd eyledik. islamiyyetin aleyhine olan bid'atlere iltifat etme! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden ehli sünnet alimlerinin çıkardıkları, anladıkları ma'nalara sarıl! başkalarının, insan şeytanlarının uydurduğu bid'atlere aldanma! onlardan sakın! bu sebebden, mü'minleri, ehli sünnet yoluna sarılanları müjdele! allahü tealanın emni ve keremi ve ihsanı ile, ismet ve muvaffakiyyet isteriz. amin ve hasbünallah ve ni'melvekil ve sallallahü ala muhammedin ve alihi vesahbihi ecma'in. adem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl, bir nazar, gör bu latif çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar. herbir çiçek bir naz ile, öğer hakkı, niyaz eder, kurdlar, kuşlar, durmaz söyler, ol halıka avaz eder. öğer onun kadirliğin, herbir işe hazırlığın, ille onun kahirliğin, anlayınca, rengi döner. rengi döner günden güne, toprağa dökülür yine, bu ibretdir anlayana, hakikatı, arif sezer. ger bu sırrı duya idin, ya bu gammı yiye idin, yerinde eriye idin, insan değil misin, meğer. bilir, gelen gider imiş, konan geri göçer imiş, mevt şerbetin içer imiş, her kim, bu ma'nadan geçer. kıyamet ve ahıret kitabının son sözü dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmak için, nı öğrenip, imanını buna göre düzeltmek, bundan sonra, fıkh bilgisi öğrenip, onunla amel etmek ve cenabı hakkın dostlarını, sevgili kullarını sevmek ve islam dininin düşmanlarını tanıyıp, onlara aldanmamak lazımdır. ehli sünnet i'tikadını ve farzlardan ve haramlardan lazım olanları öğrenmek, her müslimana farzı ayndır. bunları öğrenmemek suçdur, büyük günahdır. öğrenilmesi zaruri olan bu bilgiler, doğru ve açık olarak ve kitablarında yazılıdır. her müsliman ehli sünnet alimlerinin kitablarından toplanarak hazırlanmış olan bir ilmihal kitabı alıp, çoluğuna çocuğuna, arkadaşlarına, sevdiklerine okutmalıdır. dünyaya ve ahırete faidesi olmıyan, hatta zararlı olan, dini ve ahlakı bozan bölücü gazete, mecmu'a ve kitabları okumamalı, lüzumlu ve faideli olan kitabları okuyup, öğrenmelidir. lüzumlu kitablardan çok kıymetlisi imamı gazalinin kitabları ile, imamı rabbaninin kuddise sirruhüma adındaki kitabıdır. bu ikisinin hal tercemeleri ve diğer kitablarımızda yazılıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, evliyayı severek hatırlayanın, feyz ve berekete kavuşacağını ve düalarının kabul olacağını haber veriyor. herkes muhabbeti mikdarınca, o büyüklerin feyzlerinden ve nurlarından istifade eder. onların bakışları deva, sohbetleri hasta ve ölü kalblere şifadır. onları gören, allahü tealayı hatırlar. şimdi onları bulmak, görmek imkansız oldu ise de, kitablarını okuyup, yüksek, seçilmiş olduklarına inanan ve bunun için onları seven, onların ruhlarından feyz alır, faidelenir. bu hususda, bu kitabımızın içinde okuyacağınız, kısmında geniş bilgi vardır. peygamberler aleyhimüsselam, kulları allahü tealaya yaklaşdıran vasıta ve sağlam ipdirler. hadisi şerifde, evliyanın, ya'ni bildirildi. bunun için, evliya da aleyhimürrahme, insanı, allahü tealanın rızasına ve merhametine kavuşduran vasıta ve ipdirler. kur'anı kerimde, buyuruluyor. bu vesilelerin en büyüklerinden biri peygamberler salevatullahi aleyhim ecma'in ve onların varisleri olan alimlerdir rahmetullahi aleyhim ecma'in. hüccetül islam imamı muhammed gazali ve imamı ahmed rabbani müceddidi ve münevviri elfi sani faruki serhendi rahmetullahi imamı ahmed rabbani de serhendde vefat etdi. aleyhima, bu varislerdendirler. peygamber efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem varisi olan ve onun mubarek kalbindeki nurlarını ve ma'rifetlerini alıp, temiz kalblere ulaşdıran, bu iki büyük zatı vesile ederek se'adete kavuşmak çok kolaydır. zira, bunların eserlerini, hal tercemelerini okuyarak, kendilerini tanımak ve sevmek pek kolay olur. evliyayı sevenler, mağfiret olunmakla müjdelenmişlerdir. aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, islamın hasret ile, beklediği kahraman, ma'şukunun aşkından yanıp yanıp kül olan, ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zeman! ilmile, irfanile, sahib olan ya, iki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, dalıp ucsuz bucaksız, o mu'azzam deryaya, ve bu zikr deryasından en büyük payı alan! kimi sahile gider ve bu bana yeter der; kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner; kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; bir sensin, bu deryadan, içip içip de kanan! kur'andan, hadislerden sonra, gelir eserin, ruhlara şifa olan, o mubarek sözlerin, baş kumandanısın sen velilerin erlerin; ve adını alan! bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, ve cihanda bir tekdir, senin izinde kalan, o, senin aşkınla yanan, hurmetine nasib et, bize şefa'atından! eserinle cihanı, yeniden tenvir eden, sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken ondördüncü yüz yılın, zulmetini gideren, ın ışığıdır, gerisi hayal, yalan! biz onun talebesi, o sizin talibiniz, muhakkak aks yapar, o nurlu kalbleriniz, belli, birbirinize, aşıksınız ikiniz, ve size aşık olur, ı anlıyan! nefs muhasebesi büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyhhicri senesinde tus şehrinde tevellüd etmiş, senesinde, yine orada vefat etmişdir. yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, farisi olarak buyuruyor ki: enbiya suresi, kırkyedinci ayetinde mealen, kıyamet günü terazi kuracağım. o gün, kimseye zulm edilmiyecekdir. herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, teraziye koyacağım. herkesin hesabını yapmağa yetişirim buyurdu. bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına baksın. peygamberimiz aleyhisselam buyurdu ki: akllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yapdıklarını ve yapacaklarını hesab eder. ikincisinde, allahü tealaya münacat eder, yalvarır. üçüncüsünde, bir san'atde veya ticaretde çalışıp, halal para kazanır. dördüncüsünde, istirahat eder ve mubah olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez. ikinci halife, ömerülfaruk radıyallahü anh, senesinde medinei münevverede vefat etdi. hucrei se'adetdedir buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! allahü teala, mealen buyurdu ki: haramlardan almamağa uğraşınız ve bu cihadda sebat ediniz, dayanınız!. bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefs ile alışverişde olduklarını anlamışlardır. bu ticaretin kazancı cennetdir. ziyanı da cehennemdir. ya'ni karı, ebedi se'adet, ziyanı da, sonsuz felaketdir. bunlar nefslerini, ticaretdeki ortak yerine koymuşlardır. ortak ile, önce şartname yapılır, sözleşilir. sonra, işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. nihayet hesablaşılıp, hıyanet yapmışsa mahkemeye verilir. bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: şirket kurmak, onu murakabe edip gözetmek, muhasebe, ya'ni hesablaşmak, mu'akabet ya'ni cezalandırmak, mücahede ya'ni onunla uğraşmak ve muatebet ya'ni onu azarlamakdır: birinci iş, şirket kurmakdır. ticaret ortağı insanın para kazanmakda ortağı olduğu gibi, ba'zan da, hıyanet yapınca, düşmanı olur. halbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkatdir. aklı olan, buna kıymet vermez. hatta, ba'zıları, dedi. insanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazine yapılabilir. asl bunu hesab etmek icab eder. aklı olan kimse, hergün, sabah namazından sonra, hatırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: benim sermayem, yalnız ömrümdür. başka birşeyim yokdur. bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmakdadır. ömr bitince, ticaret sona erer. ticarete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve ahıret uzun ise de; orada ticaret ve kar olmaz. bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izn istenir, fekat ele geçmez. bugün, bu ni'met elimizdedir. aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermayeyi elden kaçırma! sonra ağlamak, sızlamak, faide vermez. bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsa'ade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! o halde, bu günü elden kaçırmakdan, bununla, se'adete kavuşmamakdan daha büyük ziyan olur mu? yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru! cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. bu kapılar senin yedi uzvundur. bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibadet yapmaz isen, seni cezalandırırım! nefs asi, emrleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyazet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sir eder. işte nefs muhasebesi böyle olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bir kerre de buyurdu ki: yapacağın her işi, önce düşün, allahü tealanın razı olduğu, izn verdiği bir iş ise, onu yap! böyle değilse, o işden kaç!. işte hergün, nefs ile böyle şartlaşmalıdır. ikinci iş, murakabedir. ya'ni, nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmamakdır. ondan gafil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. allahü tealanın, her yapdığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. insanlar, birbirinin dışını görür. allahü teala ise, hem dışını, hem içini görür. bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. buna inanmıyan kafirdir. inanıp, muhalefet etmek ise, büyük cesaretdir. allahü teala mealen buyuruyor ki: ey insan! seni her an gördüğümü bilmiyor musun?. bir habeş, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna gelip, çok günah işledim. tevbem kabul okıyamet ve ahıret lur mu? dedikde, buyurdu. o günahları işlerken, o, görüyor mu idi? dedi; buyurunca, habeş, bir ah! çekdi ve yıkılıp can verdi. iman ve haya böyle olur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealayı görür gibi ibadet ediniz! siz, onu görmüyorsanız da, o sizi görüyor. onun gördüğüne inanan, onun beğenmediği birşeyi yapabilir mi? büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. ötekiler, bu hale üzülürdü. her birine bir kuş verip, dedi. hepsi tenha bir yerde kesip getirdi. o talebe ise, kesmeden getirdi. buyurdukda, kimsenin görmediği bir yer bulamadım. o, heryeri görüyor dedi. diğerleri, bunun müşahede makamında olduğunu anladılar. mısr maliye nazırının zevcesi olan zeliha, yusüf aleyhisselamı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örtdü. buyurdukda, ondan utandığım için, dedi. buyurdu. biri, cüneydi bağdadiden kuddise sirruh sorup, sokakda, kadınlara, kızlara bakmakdan kendimi men' edemiyorum. bu günahdan kurtulmak için ne yapayım? dedikde, buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: .kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. imanı olan kadınlar, allahü tealanın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir. abdüllah ibni dinar radıyallahü anh diyor ki, ömer radıyallahü anh ile mekkei mükerremeye gidiyorduk. bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. halife radıyallahü anh buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! ben köleyim. bunlar benim malım değil, dedi. efendin ne bilecek, kurt kapdı dersin! o bilmezse, allahü teala biliyor ya, deyince, ömer, radıyallahü anh ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve azad etdi ve buyurdu. üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhasebedir. her gün yatarken, o gün yapdığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kardan ve zarardan ayırmalıdır. sermaye farzlardır. kar da, sünnetler ve nafilelerdir. ziyan ise, günahlardır. insan, ortağına aldanmamak için, onunla hesablaşdığı gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lazımdır. çünki nefs, çok hileci ve yalancıdır. kendi arzularını, sana iyi, faideli gösterir. her mubahı bile sormalı, bunu niçin yapdın demelidir. zararlı birşey yapdı ise, tazmin etdirmeli, ödetmelidir. ibnissamed, büyüklerden idi. altmış hicri senelik hayatının hesabını yapdı. yirmibirbinbeşyüz gün idi. ah! her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmi bir bin beş yüz günahdan nasıl kurtulurum? halbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryad edip yıkıldı. bakdılar, ruhunu teslim etmişdi. fekat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. eğer her günah işledikde, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. eğer, omuzlarımızdaki katib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lazım gelirdi. halbuki, gaflet ile, çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhanallah desek, tesbihi alır, sayar, yüz kerre söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. saymış olsak, her gün, binleri aşar. sonra da, terazide sevab kefesinin ağır basacağını umarız. bu nasıl akldır. işte, ömer radıyallahü anh, bunun için buyurdu ki: . ömer radıyallahü anh her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yapdın? derdi. ibni selam rahmetullahi aleyh odun yüklenmiş taşıyordu. sen hammal mısın? dediklerinde, nefsimi tecribe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. enes radıyallahü anh diyor ki, ömeri gördüm radıyallahü teala anh, kendi kendine diyordu ki, yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emirülmü'minin diyorlar. ya allahü tealadan kork veya onun azabına hazırlan!. dördüncü iş, nefse ceza yapmakdır. nefs ile hesab yapıp, kusurlarını görüp, ceza verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. kendisi ile başa çıkılamaz. şübheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise, iyi mubahlara bakdırmamalı. her azaya böyle ceza vermelidir. cüneydi bağdadi rahmetullahi aleyh diyor ki, ibnil keziti rahimehullahü teala, bir gece cünüb oldu. gusl etmeğe kalkarken, nefsi tenbellik etdi ve hava soğuk, hasta olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. antari ile gusl etmeğe yemin eyledi. öyle yapdı ve allahü tealanın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezası budur, dedi. birisi, bir kıza bakdı, sonra pişman olup, ceza olarak serin su içmemeğe yemin etdi ve içmedi. ebu talha radıyallahü teala anh bağında namaz kılıyordu. güzel bir kuş, yanına kondu. ona dalarak, kaç rek'at kıldığını şaşırdı. nefsine ceza olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. ebu talha zeyd bin sehli ensari bütün gazalarda bulundu. yılındayaşında vefat etdi. malik bin abdüllahil hes'ami rahimehullahü teala diyor ki, rebahül kaysi rahimehullahü teala gelip babamı sordu. uyuyor dedim. ikindiden sonra yatılır mı dedi ve gitdi. arkasından gitdim. kendi kendine: ey boşboğaz! senin nene lazım ki, başkasının yatmasına karışırsın. ahdım olsun ki, bir sene başını yasdığa koymıyacaksın, diyordu. temimi dari radıyallahü teala anh uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmışdı. nefsine ceza olarak, bir sene uyumamağa ahd etdi. mecma' rahimehullahü teala büyüklerden idi. bir pencereye bakarak, bir kız gördü. bir daha yukarı bakmamağa ahd etdi. beşinci iş, mücahededir ki, ba'zı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, ceza olarak çok ibadet ederlerdi. abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma bir namazda, cema'ate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. ömer radıyallahü anh, bir cema'ati kaçırdığı için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. abdullah ibni ömer radıyallahü anhüma, bir akşam namazını gecikdirmişdi. hava kararıp iki yıldız görünmüşdü. bu kadar gecikdirdiği için, iki köle azad eyledi. böyle yapanlar çokdur. nefsine ibadetleri seve seve yapdıramıyan kimseye en iyi ilac, salih bir zatın yanında bulunmakdır. onun ibadetleri zevk ile yapdığını görerek, kendi de alışır. birisi diyor ki, ibadet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zeman, muhammed bin vasi rahimehullahü teala ile sohbet ediyorum. onunla birlikde bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibadetleri seve seve yapdığını görüyorum. bir allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış, salih insanların hayatını okumalıdır. ahmed bin zerin rahimehullahü teala bir tarafa bakmazdı. sebebini sordular. allahü teala, gözleri, dünyadaki intizama, her şeydeki inceliklere ve onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yaratdı. ibret almadan, istifade etmeden bakmak hatadır dedi. ebüdderda radıyallahü teala anh diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim: uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruc tutmak için ve salih kimselerin yanında oturmak için. ebüdderda muhammed bin vasi de vefat etdi. radıyallahü teala anh eshabı kiramdandır. hazrec kabilesindendir. şamda ilk vali idi. de vefat etdi. alkama bin kays rahimehullahü teala nefsi ile çok mücahede ederdi. nefsine neden bu kadar azab ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim için, onu cehennemden korumak için derdi. sana bu kadar sıkıntı emr olunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. alkama, tabi'inin büyüklerindendir. ibni mes'udün radıyallahü teala anh talebesidir. altmışbirde vefat etdi. altıncı iş, nefsi tekdir etmek, azarlamakdır. nefs yaratılışda iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. allahü teala, bizlere, nefslerimizi, bu huyundan vaz geçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeği emr buyuruyor. bu vazifemizi başarabilmek için, onu ba'zan okşamamız, ba'zan zorlamamız ve ba'zan söz ile, ba'zan da iş ile, idare etmemiz lazımdır. çünki, nefs, öyle yaratılmışdır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakda iken rastlıyacağı güçlüklere sabr eder. nefsin, se'adete kavuşmasına mani' olan en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. gafletden uyandırılır, se'adetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. bunun içindir ki, allahü teala, zariyat suresinde, mealen, onlara nasihat et! nasihat, mü'minlere elbette faide verir buyurdu. senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir. nasihat ona te'sir eder. o halde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla! hatta, onu azarlamakdan hiç geri kalma! ona de ki: ey nefsim! akllı olduğunu iddi'a ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. halbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. senin halin, şu katile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, i'dam edeceklerini bildiği halde, zemanını eğlence ile geçiriyor. bundan daha ahmak kimse olur mu? ey nefsim! ecel sana yaklaşmakda, cennet ve cehennemden biri, seni beklemekdedir. ecelinin, bugün gelmiyeceği ne ma'lum? bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. başına gelecek şeyi, geldi bil! çünki, ölüm kimseye vakt ta'yin etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim dememişdir. herkese ansızın gelir ve hiç ummadığı zemanda gelir. işte ona hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu? o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günahlara dalmışsın. allahü teala, bu halini görmüyor sanıyorsan, kafirsin! eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkar ve hayasızsın ki, onun görmesine ehemmiyyet vermiyorsun! o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! hizmetçin sana ita'at etmezse, ona nasıl kızarsın! o halde, allahü tealanın sana kızmıyacağından nasıl emin oluyorsun! eğer onun azabını hafif görüyorsan, parmağını aleve tut! yahud, kızgın güneş altında bir saat otur! yahud da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamıyacağını anla! yok eğer, dünyada yapdıklarına ceza vermiyecek sanıyorsan, kur'anı kerime ve yüzyirmidörtbinden ziyade peygambere aleyhimüssalevatü vetteslimat inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. çünki, allahü teala, nisa suresinin yüzyirmiikinci ayetinde mealen, buyuruyor. kötülük eden, kötülük görür. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günah işleyince, o kerimdir, rahimdir, beni afv eder diyorsan, dünyada, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çekdiriyor ve tarlasını ekmiyenlere mahsulünü vermiyor! şehvetlerine kavuşmak için, her hileye baş vuruyorsun ve o vakt allahü teala kerimdir, rahimdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! belki inandığını, fekat sıkıntıya gelemiyeceğini söyliyeceksin. fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu sıkıntıyı önlemeleri lazım olduğunu, cehennem azabından kurtulmak için, dünyada zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. bugün dünyanın bir mikdar zahmetine dayanamazsan, yarın cehennem azabına ve ahıretdeki zillet ve alçaklığa ve tard olmağa, kovulmağa nasıl dayanacaksın? o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıkdan kurtulmak için, bir yehudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vaz geçiyorsun da, cehennem azabının, hastalıkdan ve fakirlikden daha acı olduğunu ve ahıretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. yarın tevbe etmeği, bugün etmekden kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. çünki tevbe, gecikdikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeğe benzer ki, faidesi olmaz. senin bu halin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve ilm öğrenmek için, uzun zeman lazım olduğunu bilemez. bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zeman mücahede etmek lazımdır. ömür, boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? ihtiyarlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini niçin bilmiyorsun? o halde yazıklar olsun sana ey nefsim! kışın muhtac olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hazırlayıp hiç gecikdirmiyorsun ve bunları elde etmek için, allahü tealanın merhametine, ihsanına güvenmiyorsun? halbuki cehennemin zemheriri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun da, ahıret işlerinde gevşek davranıyorsun. bunun sebebi nedir? yoksa ahıret ve kıyamet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? bu ise, ebedi felaketine sebebdir. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! ma'rifet nurunun himayesine sığınmayıp da, öldükden sonra, şehvet ateşinin, canını yakmasından, allahü tealanın lutfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himayesine girmeden, kışın soğuğunun, allahü tealanın lutfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye benzer. bu kimse, bilemiyor ki, allahü teala, birçok faideleri sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akl ve düşünce vermişdir. ya'ni, onun ihsanı, elbise te'minini kolaylaşdırmakda olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günahların allahü tealayı kızdırdığı için, azab çekeceğini zan etme ve günahlarımın ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! zan etdiğin gibi değil. seni yakacak olan cehennem azabı, senin içinde ve şehvetlerinden meydana gelmekdedir. nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehrden ve içine giren zararlı şeylerden meydana gelmekde olup, tabibin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hasıl olmuyor. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! ey nefsim! anladım ki, dünyanın ni'metlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kapdırmışsın! cennete ve cehenneme inanmıyorsan, bari ölümü inkar etme! bu ni'met ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! dünyaya niye sarılıyorsun? bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zeman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! ismleriniz unutulacak, hatırlardan silinecek. geçmiş padişahları hatırlayan var mı? halbuki sana dünyadan az birşey vermişler. o da bozulmakda, değişmekdedir. bunlar için, sonsuz cennet ni'metlerini feda ediyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? işte dünya, alınan saksı gibidir. onu kırıldı bil ve ebedi cevheri, elinden çıkdı bil ve sana pişmanlık ve azab kaldı bil! bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! allahü teala, doğru yolda gidenlere selamet ihsan buyursun! amin. ilmsiz birşey olmaz, ilm herşeye başdır, karanlık yollarda o, en aziz arkadaşdır. ondan sadık dost olmaz, ondan vefalı yar yok, herşeyde zarar olsa, onda asla zarar yok. ilm, ucsuz bucaksız, bir ummanı andırır, ilmden başka herşey, insanı usandırır. nasıl kıymetli olmaz, allah onu övüyor, bak! nebiyi muhterem, bir hadisde ne diyor: ara, her yerde ilmi, o yer ister çin olsun! ilm öğrenmek farzdır, her mü'min için olsun. bak! aliyülmürteza, ne diyor dinlesene, . alimler, dini islamı, yıkılmakdan kurtarır, alimler yer yüzünde, zılli sıfatullahdır. mürekkebi ulema, azizdir hatta şundan: fi sebilillah akan, şehidlerin kanından. çünki, cihadı ekber, ancak ilmle olur, dareynde, ilmi ile, amil olan kurtulur. alim, zahidden üstün, zühd, ilmin altındadır, alimler, ahıretde, nebiler yanındadır. dime! cihanda alim, kalmadı, belki vardır, aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır! bu dinin alimleri, hadisle övüldüler, beni isra'ildeki nebiler gibidirler. alimlerin bir sözü, yıllarca, baki kalır, insanı en alçakdan, balalara kaldırır. şimdi alim bulmak zor, o halde ne yapmalı? asarı ulemayı, durmadan okumalı! kitab, altun bir kafes, ilm içinde kuşdur, kafesi satın alan, kuşa malik olmuşdur. sarıl kitablara ki, kalbin nur ile dolsun, önce okuyacağın, kur'anı kerim olsun! sonra, kıymetli eser, buhari ve müslimdir, ba'dehu mektubatı imamı rabbanidir. tesavvuf ile fıkh, burada vaslolmuşdur, öyle bir alimdir bu, hadisle övülmüşdür. harikalar menba'ı, hiç duyulmıyan sözler, asrlarca çözülmez, mu'amma mes'eleler. hepsi mektubatda ve tercemesinde vardır, onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilm, noksandır. eshabı kiram risalesi de, gör, ne iyi, oku! güzel anla da, takdir et sahabeyi. mektubat tercemesi, ebedi se'adetdir, lehülhamd her yerde var, temamı bil, üç cilddir. ibni abidine bak, bir derya ki, sonsuzdur! hanefide en büyük fıkh kitabı budur. gör, ihyaülulumu, kimyaı se'adeti, gazaliyi yadından çıkarmazsın ebedi. riyadunnasıhini okuyunca anlarsın, muhammed rebhamiye, ne büyük alim dersin. şeyhulekber, geylani, öğren beha'eddini, böyle zatlar korumuş, yıkılmakdan bu dini. mevahib, her eserde, adı geçen kitabdır, resuli müctebayı, uzun uzun anlatır. menkıbeler pınarı, çiharı yarı güzin, ihtiyacı çok ona, kararan kalbimizin. merakılfelah ve mevkufat kıymetlidir, mecmu'ayı zühdiyye, sana çok şey öğretir. ma'rifetnameyi gör, ibrahim hakkıyı bil, çok oku birgiviyi, sanma faideli değil. tercemei halleri, tanınmış evliyanın, içinde anlatılmış, reşehat, nefehatın. berekatı ahmedi, mu'cizatülenbiya, ne güzel yazılmışdır, hadikatülevliya. dürri yektayı da gör, hem umdetülislamı, miftahulcenneti, ey oğul ilmihalini. rabıta risalesi, tesavvufu bildirir, musannifi dir. daha nice kitab var, denizde inci bunlar, rahmeti hakda olsun, her birini yazanlar. bizlerden selam eyle, ya rabbi, sen onlara, kolaylık ver onların yolunda olanlara!. ikinci kısm müslimana nasihat önsözü allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem temiz ehli beytine ve adil, sadık eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in hayrlı düalar olsun! allahü teala rabbül'alemindir. her canlıyı, hatta canlı cansız her varlığı, hesablı, düzenli ve faideli olarak yaratmışdır. halık, bari, musavvir, bedi' ve hakim sıfatları ile, varlıkların hepsini, çok düzenli, çok güzel yaratmışdır. her varlığın düzenli ve güzel olmaları için, birbirleri aralarında bağlantılar kurmuş, var olmaları için, düzende kalabilmeleri için, birbirlerine sebeb, vasıta, vesile etmişdir. varlıkların aralarındaki bu bağlantılara, birbirlerinin düzenine sebeb olmalarına tabi'at olayları, fizik, kimya kanunları, astronomi formülleri, fizyolojik fe'aliyyetler gibi ismler veriyoruz. fen bilgisi demek, allahü tealanın yaratmış olduğu varlıkların düzenlerini, birbirlerine etkilerini, aralarındaki bağlılıkları, hesabları araşdırmak, incelemek, böylece bunlardan faidelenmek demekdir. allahü teala, canlı cansız bütün varlıkların düzenli, hesablı olmalarını dilemiş ve dilediği gibi yaratmışdır. böyle yaratmasına, maddeleri, kuvvetleri, enerjileri vesile ve sebeb kılmışdır. allahü teala, insanların yaşamalarının da, düzenli ve faideli olmasını dilemekdedir. bunun için de, insanların iradelerini vesile ve sebeb kılmışdır. insan, birşey yapmak irade eder, ister. allahü teala da isterse, o şeyi yaratır. insanların şahsi yaşamalarının ve aile yuvası kurmalarının ve sosyal hayatlarının düzenli olması için, insanların iyi ve doğru ve faideli şeyleri irade etmeleri lazımdır. iradenin, dileğin iyi olması için, allahü teala, onlara vermişdir. akl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetdir. insanlar çok şeye muhtaç oldukları için ve lazım olan şeyleri elde etmek zorunda oldukları için, bunları elde etmek isteyen denilen kuvvet, aklı şaşırtıyor. lazım olan şey, zararlı olsa da, nefs bunu akla güzel gösteriyor. allahü teala, kullarına acıyarak, denilen seçdiği insanlara, melek ile denilen bilgiler gönderdi. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bu bilgileri insanlara öğretdi. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dini, her yerdeki her insanın karşılaşabileceği, her şeyin iyi veya kötü, faideli veya zararlı olduğunu ayırmakda, faideli şeyleri yapmamızı emr etmekdedir. nefs, insanları yine aldatıyor. din bilgilerine uymak istemiyor. hatta bunları ve iman edilmesi, inanılması lazım olan şeyleri değişdirmeğe, bozmağa kalkışıyor. allahü tealanın peygamberi muhammed aleyhisselam, insanların nefslerine uyarak, islamiyyeti değişdirmeğe kalkışacaklarını haber verdi. buyurdu. bozuk inançlarından dolayı cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırka, meydana çıkdı. bu yetmişiki fırka, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin, açık olmıyan, şübheli olan ma'nalarını yanlış anladıkları için, kafir olmıyorlar. fekat, islamiyyeti değişdirdikleri için, cehenneme gireceklerdir. bunlara veya ehli, ya'ni mezhebsiz ve sapık denir. bunlar, müsliman oldukları için, cehennemden çıkacak, yine cennete gireceklerdir. bunlardan başka, ismini taşıyan, fekat islamiyyeti, bozuk bilgilerine ve kısa görüşlerine göre değişdiren, bunun için, müslimanlıkdan çıkanlar vardır. bunlar, cehennemde sonsuz kalacaklardır. bunlar zındıklar ve reformculardır. şimdi mezhebsizler milyonlarca altın saçarak, kendi inançlarını, her memlekete yaymağa çalışıyor. din cahillerinden çoğunun, bol paraya kavuşmak için, çoğunun da aldatılarak, ehli sünnet alimlerinin bildirmiş oldukları doğru yoldan ayrıldıkları, acı acı görülmekdedir. hatta, ehli sünnet kitablarını lekelemeğe kalkışıyorlar. bunun için, mezhebsizlerin bir kısmı olan vehhabilerin, ehli sünnete uymıyan inanışlarını vesikaları ile ayrıca bir kitab halinde bildirmek ve bu kimselerin müslimanlara yapdıkları zararları sağlam kaynaklardan alarak yazmak zaruret halini aldı. böylece müslimanların sahte, yalan sözlere ve yazılara aldanmakdan korunmaları lazım oldu. abdülvehhab oğlu muhammed isminde bir kimse, adında küçük bir kitab yazdı. torunu süleyman bin abdüllah, bunu şerh etmeğe başladı ise de, binikiyüzotuzüç senesi sonunda, ibrahim paşa der'iyyeye girip, cezalarını verdiği zeman, öldü. ikinci torunu abdürrahman bin hasen, şerh edip, adını verdi. sonra bu şerhini kısaltıp adında ikinci bir kitab hazırladı. şerhin mısrda de, muhammed hamid isminde bir vehhabi tarafından yapılan yedinci baskısına ilaveler de yapıldı. kafirler için gelmiş olan ayeti kerimeleri ve birçok hadisi şerif yazarak, müslimanların gözlerini boyamakdadır. bunlara yanlış, bozuk ma'nalar uydurarak olan doğru müslimanlara saldırmakda, bu temiz müslimanlara kafir demekdedir. kitabının birkaç yerinde, şi'ilere mel'un müşrikler diyerek ateş püskürmekdedir. bu şerhin çok yerlerini ibni teymiyyeden ve onun talebesi ibni kayyımı cevziyyeden ve torunu ahmed bin abdülhalimden almış, birine allame, ikincisine şeyhülislam ve ebülabbas adını takmışdır. ibni teymiyyeye de radıyallahü anh demekdedir. işbu, kitabını hazırlamakda iken, elimize türkçe yazılmış küçük bir vehhabi kitabı geçdi. adındaki bu abdürrahman de öldü. ahmed ibni teymiyye de şamda öldü. muhammed ibni kayyımı cevziyye de vefat etdi. kitab, senesinde ikinci def'a olarak şamda basılmış. türk hacılarını aldatarak, yolundan ayırmak için, parasız dağıtılıyor. allahü tealanın lütfü ve ihsanı ile, bunun da bozuk, uydurma yazılarına, sağlam, vesikalı cevablar yazmak nasib oldu. işbu kitabımız iki kısm olarak hazırlandı. birinci kısmda, kitabından ve sonra kitabından yazılar alınıp, bunlara islam alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından cevablar verildi. böylece, otuzbeş madde hasıl oldu. kitabın ikinci kısmında, vehhabilerin nasıl meydana çıkdıkları, nasıl yayıldıkları ve mal, mevki' ele geçirmek için, vehhabiler arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, müslimanların canlarına, mallarına kıydıkları, islam memleketlerine barbarca saldırdıkları, osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile, tekrar nasıl devlet kurdukları yazılıdır. allahü teala müslimanları mezhebsizlik felaketine düşmekden korusun! bu yollara kaymış olan zevallıları da, bu felaketden kurtarsın! amin. cihanda iki dürlüdür, mürai, ki aldatır bunlar, fakiri, bayi. birisi, yürür eski kisvetle, ki, zahid sanılsın bu suretle. saf kimseleri bunlar, yimek ister, kendilerine derviş denmek ister. giyerler, yamalı, eski came, dilerler böyle görünmek avame. haftalar geçer taramaz sakalın, ki, desinler, unutmuş kendi halin. ikincisi ise, ehli riyanın, işit imdi alametlerin anın. gider ardınca daim niki namın, diler makbulü ola hassu ammın. güzel kumaşları dikdirir ince, giyinir hergün moda adetince. nasihat verir, kitab yazar durmaz. alim geçinir, namaz bile kılmaz. sakın bunlar ile hem sohbet olma, dinini, dünyanı elden kapdırma. cihanda adeti terk eylemeli, hakka halis ibadet eylemeli. müslimana nasihat kitabı içindekiler bu kitabda kırkiki madde vardır. bunların otuzbeş maddesinde ismindeki vehhabi kitabından bir parça bildirilmiş ve bunlara islam alimlerinin kitablarından cevablar verilmişdir. madde numaraları ve her maddedeki, kitabın yazısı ve bunların kitabımızda bulundukları sahifelerin numaraları aşağıda gösterilmişdir. tarafımızdan eklenmiş olan açıklamalar köşeli parantez içinde gösterilmişdir. madde sahife no. kitabından alınan yazı no. tesavvufcuların kitabları şirk ile dolu imiş. buna imamı rabbani hazretleri cevab vermekdedir. ameller, ibadetler, imandan parça imiş. buna, emali kasidesinden ve hadikadan cevab verildi. ölmüşden ve uzakdakinden yardım istemek şirk imiş. tesavvufcular, kafir imiş. mürid şeyhine tapınıyormuş. buna üsulülerbe' kitabından terceme ederek cevab verildi. türbe yapmak, kabr ile teberrük şirk imiş. bu iftiralarına kitabından terceme ederek cevab verildi. eshab ve din büyükleri peygamberimizden başka kimse ile bereketlenmemiş. tesavvuf, hind yehudilerinden alınmış. buna muhammed ma'sum hazretlerinden cevab verilmişdir. ölüden birşey beklemek, evliyanın ruhları hazırdır demek şirk imiş. resulullahı övmek, ondan yardım istemek şirk imiş. buna kitabından cevab verildi. ölüye yalvarmakla, şefa'ati elde edilmez diyor. şeyhlere, ahmed bedevinin mezarına tapınılıyormuş. peygamber yardım edebilseydi, eshab arasındaki fitneyi önlerdi diyor. kasidei bürde gibi, resulullahı medh eden kitablar şirk ile dolu imiş. buna muhammed ma'sum hazretlerinden cevab verilmişdir. türbeleri yıkmalı imiş. buna, ibni hacer hazretlerinin kitabından cevab verildi. mescide girenlerin, hucrei se'adeti ziyaret etmeleri caiz değilmiş. buna kitabından cevab verildi. okunan salevatın resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verildiğini kendi de yazmakdadır. evliyadan yardım istemek şirk imiş. buna, allame ahmed ibni kemal efendiden cevab verilmekdedir. evliyanın kerametlerine küfr, şirk demekdedir. buna, imamı rabbani hazretlerinden ve den cevab verildi. evliya keramet satarmış. veli ve zındıkları birbirlerine karışdırıyor. bana yaklaşmak için vesile arayınız ayeti. allah ve mü'minler sana kafidir ayetini yanlış anlatıyor. buna kitabından cevab verildi. mezheb imamlarına uymak sapıklık imiş. ölülerden şefa'at beklemek şirk imiş. buna kitabından cevab verildi. ehli sünnet, kasidei bürdeyi kur'andan üstün tutuyormuş ölü duymaz, faide vermez. ondan birşey istemek şirk olur diyor. buna kitabından cevab verilmekdedir. vehhabilerin ictihadlarının bozuk olduğunu kendileri de söylemekdedir. kabr ziyaretine izn verildi. sonradan bid'atler karışdı diyor. buna risalesinden cevab veriyoruz. resulullah, salevat okuyanları bilir diyebilmekdedir. eshabı kiramın ve tabi'inin üstünlüklerini bildiriyor. diriden yardım istenir. ölüden istenmez diyor. buna ve den cevab verilmekdedir. ölü için adak yapmak, hayvan kesmek şirk imiş. buna kitabının sonundaki kitabında arabi olarak cevab verilmekdedir. vehhabiler hakkındaki fetva. bu fetvanın aslı kitabının sonunda arabi olarak mevcuddur. adındaki vehhabi kitabına dan cevab verildi. mevlid kıssası ve delailülhayrat okumanın meşru olduğu isbat edildi. tesavvuf ve tarikatler sonradan ortaya çıkdı. bunları islam dini emr etmemekdedir, diyor. buna senaullahı dehlevinin kitabından cevab verildi. tesavvuf ve keramete inanmıyanlara kitabından cevab verildi. kıyamet günü, herkes sevdiğinin yanında bulunacakdır. vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması. gazeteteknik ınserted text vehhabiliğin ortaya çıkışı ve inançları den alındı. vehhabilerin taifde müslimanları öldürmeleri ve yağmaları vehhabilerin mekkede yapdıkları işkenceler den alındı. vehhabilerin medineye girmeleri ve yağmaları.den alındı. mubarek şehrlerin vehhabilerden geri alınması. mekke ve medine şehrlerini osmanlılar vehhabilerden kurtardıkdan sonra, yapılan kıymetli eserler. köyde, yolda namaz kılarken, kıble cihetini anlamak için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir, yahud bir ip ucuna anahtar, taş gibi bir şey bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur. aşağıdaki şi'r, mevlana halidi bağdadinin kaddesallahü teala sirrehul'aziz farisi divanından bir parçanın tercemesidir: ah yazık! ömrüm boş şeylerle geçdi, ah yazık! yarını hiç düşünmedim, ah yazık! hep hevaya bina kurdum, şaşkınca, din temeli çürük oldu, ah yazık! afvı sonsuzdur diyerek, pek azdım, ismini unutdum, ah yazık! daldım günaha, yapmadım hiç hayr niçin doğru yoldan sapdım? ah yazık! mal için, makam için hep uğraşdım, sonsuz ni'metlerden oldum, ah yazık! yol bozuk ve karanlık, önde şeytan, günah ağır, ağlarım hep, ah yazık! hesab defterimde yok bir iyilik, nasıl kurtulur bu halid? ah yazık! büyük islam alimi halidi bağdadi senesinde şamda vefat etdi. müslimana nasihat kısm vehhabi inançları ve ehli sünnet alimlerinin bunlara verdiği cevablar elhamdülillah! herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve şükrlerin hepsi, allahü tealaya olur. çünki, herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o, hatırlatmazsa kimse, iyilik ve kötülük yapmağı irade, arzu edemez. kulun iradesinden sonra, o da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar iyilik ve kötülük yapamaz. kulun istediği herşey, o da irade ederse, dilerse meydana gelir. yalnız onun dilediği olur. iyilik ve kötülük yapmağı, çeşidli sebeblerle hatırlatmakdadır. merhamet etdiği kulları, kötülük yapmak irade edince, o irade etmez ve yaratmaz. iyilik yapmak irade etdikleri zeman, o da irade eder ve yaratır. böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. gazab etdiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, o da irade eder. bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep fenalık hasıl olur. demek oluyor ki, insanlar bir alet, bir vasıtadır. katibin elindeki kalem gibidir. şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevab kazanır. kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. bunun için, hep iyilik yapmayı düşünmeli, hep iyilik yapmayı istemeliyiz! iyi şeyleri öğrenmeliyiz. iyiliklerin kaynağı olan alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarını okuyup, iyiyi, kötüyü anlamalıyız. ehli sünnet alimleri, vehhabiliğin ingilizler tarafından kurulduğunu ve hatalı bir yol olduğunu vesikalarla isbat ediyor. kitabımızın birinci kısmında. derdimsahifeye kadar kıyamet ve ahıret bu vesikalardan otuzbeş danesini sıra ile bildireceğiz. vehhabilerin kitabı, yetmişbeşinci sahifesinde, kitabı ve ahmed ticaninin kitabları, ebu cehlin ve benzerlerinin hatırlarına gelmiyen şirk ile doludur diyor. ahmet ticani rahmetullahi aleyh, de cezayirde tevellüd, de fasda vefat etmişdir. halvetinin bir kolu olan ticanilik yolunun rehberidir. bu yolda yazılmış olan kitabı meşhurdur. insanların üstünlerinin, ya'ni peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü aleyhim ecma'in, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhabi kitabı da yazmakda, meleklerin tesarruf ve te'sirlerine inanmakda, fekat allahü tealanın evliyasına rahimehümullahü teala keramet olarak, te'sir ve tesarruf verdiğine ise inanmamakda, buna inananlara müşrik demekdedir. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, vehhabilerin ortaya çıkacaklarını, keramet olarak, bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevablar yazmışlardır. bu alimlerin başında, muhyiddini arabi ve sadreddini konevi ve celaleddini rumi ve seyyid ahmed bedevi gibi veliler rahimehümullahü teala bulunmakdadır. vehhabiler, işte bunun için, bu velileri beğenmiyorlar. imamı rabbani ahmed faruki serhendi kuddise sirruh ının ikinci cild, ellinci mektubunda buyuruyor ki: islam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. sureti, önce iman etmek, sonra, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakdır. islam dininin suretine kavuşanların nefsi emmareleri inkarda ve ısyan etmekdedir. bunların imanı, imanın suretidir. kıldıkları namaz, namazın suretidir. oruc ve başka ibadetleri de böyledir. çünki, nefsi emmare, insan varlığının temelidir. herkes deyince, nefsini göstermekdedir. işte, bunların nefsleri iman etmemiş, inanmamışdır. böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? allahü teala, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmağı kabul buyurmuşdur. bunları, razı olduğu cennetine sokacağını müjdelemişdir. yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, onun büyük ihsanıdır. evet, cennet ni'metlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. islam dininin suretine kavuşanlar, cenneabdülvehhabi şa'rani de vefat etdi. celaleddini rumi senesinde, sadreddinde konyada vefat etdiler. tin suretinden pay alacaklardır. dünyada, islam dininin hakikatine kavuşanlar, cennetin hakikatine kavuşacaklardır. surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. fekat, herbiri başka tat alacakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek zevceleri radıyallahü teala anhünne cennetde, resulullahın yanında olacak, fekat duydukları lezzet başka olacakdır. eğer, başka olmasaydı, bu mubarek zevcelerin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lazım gelirdi. her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. çünki zevceler, cennetde zevclerinin yanında olacakdır. islam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları zeman, ahıretde kurtulabileceklerdir. buna uyanlar, umumi evliyalığa, ya'ni allahü tealanın rızasına, sevgisine ermiş demekdir. bununla şereflenen, tesavvuf yoluna girebilecek, denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demekdir. bunlar, nefsi emmarelerini itminana ulaşdırabilirler. şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayetde, ya'ni islam dininin hakikatinde ilerliyebilmek için, islam dininin suretini elden bırakmamak lazımdır. tesavvuf yolunda ilerlemek, allahü tealanın ismini çok zikr etmekle olur. bu zikr de, islam dininin emr etdiği bir ibadetdir. zikr etmek, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde övülmüş ve emr edilmişdir. tesavvuf yolunda ilerliyebilmek için, islam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şartdır. farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. tesavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir aramak da, islam dininin emr etdiği birşeydir. maide suresinin otuzbeşinci ayetinde, buyuruldu. . allahü tealanın rızasına kavuşmak için, islam dininin sureti de, hakikati de lazımdır. çünki, evliyalık üstünlüklerinin hepsi, islam dininin suretine uymakla ele geçer. peygamberlik üstünlükleri de, islam dininin hakikatinin meyveleridir. evliyalığa kavuşduran yol tesavvufdur. tesavvuf yolunda ilerliyebilmek için, allahdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır. allahü tealanın ihsanı ile, kalb hiçbirşeyi görmez olursa, denilen şey hasıl olur. temam olur. bundan sonra, denilen yolculuk başlar. böylece, denilen şey hasıl olur ki, aranılan da budur. islam dininin hakikati buradadır. buna kavuşan zata denir ki, allahü tealanın razı olduğu, sevdiği kimse demekdir. burada mutmainne olur. nefs, küfrden kurtulup, allahü tealanın kaza ve kaderinden razı olur. allahü teala da, ondan razı olur. kendini anlar. büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur. tesavvuf büyüklerinden çoğu, nefs itminana kavuşunca da, allahü tealaya asi olmakdan kurtulamaz demişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gazasından dönüşde, küçük cihaddan döndük. büyük cihada başlıyoruz buyurdu. bu büyük cihad, nefsi emmare ile cihaddır demişlerdir. bu fakir böyle anlamıyorum. nefs itminana kavuşunca, hiç ısyanı, kötülüğü kalmaz diyorum. nefs de, herşeyi unutmuş olan kalb gibi, allahdan başka hiçbirşey görmez. mevkı', rütbe, mal, hatta bunların vereceği tat ve acılıklardan kurtulmuşdur. nefs ezilmiş, yok gibi olmuşdur. allah için, kendini feda etmişdir. hadisi şerifde, buyurulması, bedeni meydana getiren maddelerin fizik ve kimya ve biyolojik isteklerine karşı olan cihad olsa gerekdir. şehvet, ya'ni istek kuvvetleri, gadab, ya'ni ürkmek, çekinmek istekleri, hep maddi isteklerdir. hayvanlarda nefs yokdur. fekat bu kötü istekler, onlarda da vardır. her hayvanda bulunan şehvet, gadab, birşeye çok düşkün olmak, hep maddelerin hassalarından ileri gelmekdedir. insanların bunlarla cihad etmesi lazımdır. nefsin itminana kavuşması, insanı bu kötülüklerden kurtarmaz. bunlarla cihadın çok faidesi vardır. bedeni de temizlemeğe yarar. nefs itminana kavuşunca, nasib olur. hakiki iman hasıl olur. yapılan her ibadet hakiki olur. namaz, oruc ve hac, hakiki yapılmış olur. görülüyor ki, tesavvuf ve hakikat denilen şeyler, islam dininin sureti ile hakikati arasındadır. ya kavuşamıyan kimse, mecazi müslimanlıkdan kurtulamaz. hakiki islama kavuşamaz. islam dininin hakikatine kavuşan ve islamı hakiki ile şereflenen kimse, peygamberlik üstünlüklerinden pay almağa başlar. hadisi şerifinde bildirilen müjdeye kavuşur. evliyalık üstünlükleri, islam dininin suretinin meyveleri olduğu gibi, peygamberlik üstünlükleri de, islam dininin hakikatinin meyveleridir. vilayetin üstünlükleri, nübüvvetin üstünlüklerinin suretleridir. islam dininin sureti ile hakikati arasındaki fark, nefsden ileri gelmiş oldu. vilayet üstünlükleri ile, nübüvvet üstünlükleri farkı da, bedendeki maddelerden ileri gelmekdedir. vilayetin kemalatında, maddeler, fizik, kimya ve biyoloji özelliklerine uyar. fazla enerji, taşkınlık yapdırır. maddeler, gıda ister. bu isteğe kavuşmak için, uygunsuz işler yapılır. nübüvvet kemallerinde, böyle uygunsuz işler de kalmaz olur. hadisi şerifi, bu hali bildirmiş olabilir. çünki, insanın dışında şeytan olduğu gibi, içinde de vardır. fazla enerji insanı azdırır. kendini beğendirir. bu ise, fena huyların en kötüsüdür. bunun müsliman olması, bu kötülüklerden kurtulmasıdır. peygamberlik kemalatında, hem kalbin, hem nefsin imanı, hem de bedendeki maddelerin düzeni ve dengesi vardır. nefsin tam itminana gelmesi, bedendeki madde ve enerjinin dengeye gelmesinden sonradır. bu itminandan sonra, artık kötülüğe dönemez. bütün bu üstünlükler, hep islam dininin üstüne kurulmakdadır. ağaç ne kadar dallanır, meyvelenirse, yine köksüz olamaz. her üstünlükde allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak lazımdır. ellinci mektubdan terceme burada temam oldu. görülüyor ki, vehhabi kitabının yazarı, tesavvufdan haberi olmadığı için, evliyai kirama kaddesallahü teala esrarehümül'aziz dil uzatıyor. onları islam dininin dışında sanıyor. vehhabi kitabının kırksekizinci ve üçyüzkırksekizinci sahifelerinde, ameller, ibadetler imandandır. ibadet yapmıyanın imanı gider. iman azalır ve çoğalır. şafi'i ve ahmed ve başkaları bunu sözbirliği ile bildiriyorlar diyor. ibadetin vazife olduğuna inanmak imandandır. inanmak başkadır. yapmak başkadır. bunları birbirlerine karışdırmamalıdır. inandığı halde, tenbellikle yapmıyan kafir olmaz. kitabın yazarı, bu yüzden milyonlarca müslimana kafir damgası basmakdadır. bir müslimana kafir diyenin kendisi kafir olur ise de, te'vil ile söyliyen kafir olmuyor. meşhur kırküçüncü beytinde diyor ki, . bu kasidenin ismindeki arabi şerhi çok kıymetlidir. de istanbulda tarafından basdırılmışdır. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, ameller imandan parça değildir buyurdu. iman, inanmak demekdir. inanmakda azlık çokluk olmaz. ibadetler, iman olsaydı, iman azalıp çoğalırdı. gözden perde kalkıp azab görüldükden sonra olan iman kabul olmaz. o anda, iman ile gidenlerin imanları ancak kalb iledir. ibadetler yapılamaz. ayeti kerimede buna iman denildi. ayeti kerimelerde, imanı olanlara, ibadet yapmaları emr ediliyor. bundan da, imanın ibadetden başka olduğu anlaşılmakdadır. bunlardan başka, kur'anı kerimbu kasidenin müellifi ali uşi de vefat etdi. de, buyuruldu. bu da, ibadetlerin imandan başka olduklarını gösteriyor. ayeti kerimesi, amellerin imandan ayrı olduklarını açıkça göstermekdedir. çünki, şartın meşrutdan başka olması lazımdır. iman edip, hiç ibadet yapamadan, hemen ölenin, mü'min olduğu söz birliği ile bildirilmişdir. cibril hadisinde de imanın yalnız inanmak olduğu bildirilmişdir. imamı ahmed ve imamı şafi'i ve hadis alimlerinden birçoğu ve eş'ariler rahimehümullahü teala ve mu'tezile, ibadetler imanın parçasıdır. iman azalıp çoğalır dediler. iman ile amel, başka olursa, günah işliyenlerin imanları ile, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat imanları bir olurdu dediler. ayeti ve iman artarak, sahibini cennete götürür. azalarak da, cehenneme sürükler hadisi, imanın azalıp çoğaldığını bildiriyor dediler. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, bunlara cevab teşkil eden bilgileri önceden anlatmış, imanın artması, devam etmesi, çok zeman sürmesi demekdir demişdir. imamı malik rahimehullahü teala de böyle dedi. imanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demekdir. mesela, eshabı kiram, önce az şeylere inanırlardı. yeni emrler gelince, imanları çoğalırdı. imanın artması demek, kalbde nurunun artması demekdir. bu parlaklık, ibadet ile artar. günah işlemekle azalır. bu hususda ve kitablarında geniş bilgi vardır. vehhabi kitabının doksanbirinci sahifesinde: eshabı kiramdan biri şerab içmekden vazgeçmedi. kendisine denilen döğmek cezası verildi. eshabdan birkaçı, buna la'net edince, resulullah, ona la'net etmeyin! çünki o, allahü tealayı ve resulünü sever buyurdu diyor. günah işliyenin kafir olmadığını, kendisi de yazmakdadır. büyük günah işliyenler, farzları yapmıyanlar kafir olur diyenleri, bu hadisi şerif red etmekdedir. imanı olan, zina etmez. hırsızlık etmez hadisi şerifinin de, imanın kendini değil, kemalini gösterdiğini, isbat etmekdedir. abdülgani nablüsi, allame birgivinin rahimehümullahü teala yazılarını kitabında açıklarken, ikiyüzseksenbirinci ve sonraki sahifelerinde buyuruyor ki: , muhammed aleyhisselamın allahü teala tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanmevakıf müellifi kadı adud de vefat etdi. abdülgani de vefat etdi. ması ve inandığını dil ile söylemesi demekdir. bu bilgilerin herbirini araşdırmak ve anlamak lazım değildir. mu'tezile fırkası, herbirini anlayıp inanmak lazımdır dedi. ayni rahimehullahü teala, buhari şerhinde diyor ki, muhakkıkin, ya'ni en derin alimler, mesela ebülhasen eş'ari, kadi abdülcebbar hemedani mu'tezili, üstad ebülishak ibrahim isferaini ve hüseyn bin fadl ve daha birçokları, iman, açıkça bildirilmiş olan şeylere yalnız kalb ile inanmakdır. dil ile söylemek ve ibadetleri yapmak iman değildir dediler. sa'deddini teftazani rahimehullahü teala de kitabında böyle söyliyor ve şemsüleimme ve fahrulislam ali pezdevi rahimehümullahü teala gibi alimlerin dil ile ikrar etmenin de lazım olduğunu söylediklerini bildiriyor. kalbdeki imanı dil ile söylemek, müslimanların, birbirlerini tanımaları için lazımdır. söylemiyen de mü'mindir. ameller, ibadetler, imandan parça değildir. alimlerin çoğu, mesela imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala böyle buyurdular. evet, imam–ı ali radıyallahü anh ve imamı şafi'i rahimehullahü teala iman inanmak ve söylemek ve ibadetleri yapmakdır dediler. bu sözleri, kamil olan, olgun olan imanı bildirmekdedir. kalbinde iman olduğunu söyliyen kimsenin mü'min olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. rükneddin ebu bekr muhammed kirmani rahimehullahü teala buhari şerhinde diyor ki, ibadetler imandan sayılınca, iman azalır ve çoğalır. fekat, kalbdeki iman azalmaz ve çoğalmaz. azalan, çoğalan bir inanış iman olmaz. şek olur, şübhe olur. imamı muhyiddin yahya nevevi rahimehullahü teala inanılacak şeyleri inceliyerek, sebeblerini anlamakla imanın kendisi de artar. ebu bekri sıddikın radıyallahü teala anh imanı ile, herhangi bir kimsenin imanı bir değildir dedi. bu söz, imanın kuvvetli ve za'if olmasını göstermekdedir. imanın kendisi azalır ve çoğalır demek değildir. hasta insanla, sağlam insanın kuvvetlerinin bir olmaması gibidir. her ikisinin de insanlığı birdir. insanlıklarında azlık çokluk yokdur. imanın azlığını çokluğunu bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri, imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala şöyle açıklamakdadır: eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in imana gelince, herşeye topluca inanmışdı. sonra, zeman zeman birçok şeyler farz oldu. bunlara birer birer inandılar. imanları böylece, zemanla çoğaldı. bu hal, yalnız eshabı kiram içindir. sonra gelen müslimanlar için, imanın böyle artması düşünülemez buyurdu. sa'deddini teftazamahmud ayni de vefat etdi. ebülhasen ali eş'ari de vefat etdi. ni rahimehullahü teala, de diyor ki, kısaca bilenlerin kısaca inanmaları, etraflı ve inceliklerini bilenlerin etraflı inanmaları lazımdır. ikincilerin imanları, birincilerinkinden elbet çokdur. fekat, birincilerinki de, tam imandır. imanları noksan değildir. abdülgani nablüsi rahimehullahü teala buyuruyor ki, sözün kısası, imanın kendisi azalmaz ve çoğalmaz. imanın kuvveti çoğalır. yahud ibadetlerin az veya çok olması ile imanın kemali, kıymeti değişmekdedir. imanın azalıp çoğalacağını bildiren ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere böyle ma'na verilmişdir. bu bilgi, ictihad edilebilecek bilgilerden olduğu için, çeşidli açıklamalar yapılmışdır. hiçbiri, başka dürlü söyliyeni kötülememişdir. vehhabi kitabı ise, ibadetleri kabul edip de, tenbellikle yapmıyana kafir, müşrik diyor. muhammed hadimi rahimehullahü teala kitabında diyor ki, ibadetler imandan parça değildirler. celaleddini devani rahimehullahü teala buyurdu ki, mu'tezile, ibadetleri imanın parçası saydı. ibadet yapmıyanın imanı yokdur dedi. ibadetler, imanı olgunlaşdırır, güzelleşdirir. ağacın dalları gibidirler. iman ibadet yapmakla çoğalmaz ve günah işlemekle azalmaz. imamı azam ebu hanife ve imamı malik ve imamı ebu bekr ahmed razi ve birçok derin alimler rahimehümullahü teala böyle söylediler. çünki, iman tam inanmak demekdir. bunun azalması çoğalması olmaz. bir kalbdeki imanın çoğalması demek, bunun tersi olan küfrün azalması demekdir. böyle şey olamaz. imamı şafi'i ve ebülhasen eş'ari rahimehümullahü teala iman azalır çoğalır buyurdular. bu sözün, imanın kendisi azalıp çoğalması değil, kuvvetinin azalıp çoğalması demek olduğunu kitabı açıklamakdadır. çünki, peygamberin imanı ümmetinin imanı gibi değildir. işitdiklerini aklı ile, ilmi ile inceliyenin imanı, işitmekle inananın imanı gibi değildir. ibrahim aleyhisselam, kalbinin itminan, yakin hasıl etmesini istedi. bunu kur'anı kerim bildiriyor. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, yerde ve göklerde bulunanların imanları, inanılacak şeyler bakımından azalıp çoğalmaz. itminan, yakin bakımından azalıp çoğalır. ya'ni, imanın kuvveti artıp azalır. fekat yakini, kuvveti hiç bulunmazsa, iman olmaz. in ismindeki arabi şerhi çok kıymetli olup, senesinde issa'düddin mes'ud teftazani de semerkandda vefat etdi. hadimi de konyada vefat etdi. tanbulda basdırılmışdır. hadimiden terceme temam oldu. imamı rabbani ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala kitabında, ikiyüzaltmışaltıncı mektubda buyuruyor ki, iman kalbin tasdiki ve yakini olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. buna zan denir. ibadetleri, allahü tealanın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. haram işleyince, bulanır, lekelenir. o halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. bunlar, sanki, cilalı olmıyan imanı, iman bilmedi. cilalılardan ba'zısını da, iman bilip, fekat az dedi. iman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. cilası çok olup, cismleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çokdur demeğe benzer. başka birisi de, iki ayna müsavidir. yalnız, cilaları ve cismleri göstermeleri, ya'ni sıfatları başkadır demesi gibidir. bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girememişdir. hadisi şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. vehhabi kitabı: hadisi şerifini yazıyor. muhabbet, kalbde olur. kalbin işidir. bunun için, bu hadis, amellerin, ibadetlerin imandan parça olduğunu, imanın şartı olduğunu gösteriyor diyor. muhabbet, kalbin işi değil, sıfatıdır. kalbin işi olduğunu kabul etsek bile, bedenin, organların işi, kalbin işi değildir. büyük günahları işliyen ceza görür. bunları kalbinde bulunduran, yapmağa niyyet eden ceza görmez. kalbin iyi işi, inanmakdır. kalbin kötü işi inanmamakdır, imansızlıkdır. bedenin kötü işi, imansızlık değildir. mesela, yalan söylemek haramdır. yalan söyliyen kötü iş yapmış olur. fekat, kafir olmaz. yalan söylemenin haram olduğunu kabul etmiyen veya beğenen kafir olur.imanın doğru olması, kalbin inanması ve amel etmesi, dilin bunu söylemesi ve ibadetleri yapmakladır. ehli sünnet velcema'at da böyle söylemişdir diyor. üç sahifesinde, diyor. o halde, evliyayı rahimehümullahü teala sevmek, allah sevgisinin alametidir. bu sevgisini açıklıyanlara dil uzatılamaz. vehhabi kitabının da yazdığı gibi, allahü tealanın sevmediklerini sevmek yasakdır, küfrdür. allahü tealanın sevdiklerini sevmek lazımdır ve imanın alametidir. ibadetlerin en üstünü olduğu bildirilen da bu demekdir. kafirler, müşrikler, allahü tealayı sevmiyor. başka şeyleri seviyor. müslimanlar, allahü tealayı sevdikleri için, onun sevdiği peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyayı rahimehümullahü teala seviyorlar. vehhabi kitabı, bu iki sevgiyi birbirine karışdırıyor. birincisinin kötü olduğunu bildiren ayeti kerimeleri, ikinci sevgiye de yaymağa kalkışıyor. yetmişiki fırkasından biri olan lerden bir kısmı ve ler, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere karşı gelmiyor. fekat, ma'naları açık ve kesin olmayıp, kapalı ve şübheli olan nassları yanlış te'vil ederek, bunlardan yanlış ma'na anlıyarak, farzları yapmak ve haramlardan sakınmak, imanın parçasıdır diyorlar. mü'min olmak için, hem imanın altı şartına inanmak, hem de, islamiyyete uymak lazımdır. bir farzı yapmıyan veya bir haram işliyen kafir olur diyorlar. bunun için, müslimanlara kafir damgasını basıyorlar. halbuki, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduğuna inanmak, imandır. inanmamak başkadır. inanıp da yapmamak başkadır. bunlar, bu ikisini birbiri ile karışdırdıkları için, ehli sünnetden ayrılıyorlar. fekat, böyle inandıkları için, kafir olmazlar. bid'at ehli, sapık oluyorlar. fekat, ibadet yapmıyan, bir haram işliyen müslimanlara, nassları te'vil etmeksizin kafir diyenler kafir olmakdadır. hadisi şerifde, bid'at sahibini beğenmiyenin kalbini, allahü teala, iman ile doldurur. bid'at sahibini kötüliyeni, allahü teala, kıyamet gününün korkusundan korur buyuruldu. kitabın doksansekizinci ve yüzdördüncü sahifelerinde, allahü tealadan başka şeylere tapınanların, onları vesile yapanların müşrik olduklarını bildiren ayeti kerimeleri yazarak: diyor. biz müslimanlar, evliyanın rahimehümullahü teala kendiliklerinden birşey yapacaklarına inanmayız. allahü teala, onları çok sevdiği için, onların düa ve hatırı ile yaratacağına inanırız. kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, islamiyyetin dışına çıkmak, onların sözlerini, kitab ve sünnetden üstün tutmak demekdir. islamiyyeti emr edenlere uymak, böyle değildir. buna uymak, islamiyyete uymak demekdir. hayber gazasında, hazreti alinin radıyallahü teala anh gözü ağrıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek tükrüğünü onun gözlerine sürdü ve düa eyledi. gözleri iyi oldu. peygamberin hatırı için, allahü teala şifa ihsan eyledi. vehhabi kitabı da, doksanbirinci sahifesinde bunu yazıyor ve buhari ile müslimin haber verdiklerini bildiriyor. onsekizinci maddeyi okuyunuz. yüzsekizinci sahifesinde: tesavvufcular, şirk ve küfr üzeredir. mürid şeyhine tapınıyor. şa'raninin kitabları, bu küfrlerle doludur. hüseynin babasının ve çocuklarının ve şafi'inin, ebu hanifenin ve abdülkadiri geylaninin mezarlarını putlaşdırıyorlar. onlara tapınıyorlar diyor. kitabının üçüncü kısmında, farisi olarak diyor ki: böyle inanan kimse, gaib olan, ya'ni yanında bulunmıyan bir kimseye, ismini söyliyerek seslenmek büyük şirk olur diyor. böylece, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek ruhunun bile hazır olacağını düşünerek seslenen kimse müşrik olur diyor. yemenli şevkani de, kitabında, dedi. yine o, kitabında da, diyor. mezhebsizlerden bir kısmı burada iki fikr ortaya atmakdadır. bunlara göre, eğer işiteceğini düşünmiyerek, sevdiği için, derse, müşrik olmaz. eğer işiteceğine inanarak söylerse, kafir olur. selefi salihinin rahimehümullahü teala yapdığı şeylere şirk diyen ve müslimanlara müşrik damgasını basan bu kimseye sorarız: sözü ile ne demek istiyorsun? diyorsan, dememiz de şirk olmakdadır. çünki bu, allahü tealanın cennetde görüleceğine de inanmamakdadır. eğer, diyorsan, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarına nasıl yok diyebilirsin. ruhların var olduklarını kitabımızın, ikinci kısmında isbat etmişdik. yok eğer, ruhların var olduklarına ve idrak ve şu'ur sahibi olduklarına, ya'ni anladıklarına, duyduklarına inanırız. fekat, tesarruf yapdıklarına inanmayız derse, bu sözü allahü teala red etmekde, suresinin beşinci ayetinde, buyurmakdadır. tefsir alimlerinin çoğu mesela ve bunun şeyhzade şerhi ve tefsiri abdülkadir geylani de bağdadda vefat etdi. abdüllah beydavi da tebrizde vefat etdi. şeyhzade muhammed de vefat etdi. azizi ve ruhul beyan tefsiri, tefsiri hüseyni, bu ayeti kerime, meleklerin ve evliya ruhlarının iş yapdıklarını bildirmekdedir dediler. ruh, madde değildir. bunun için, melekler gibi, allahü tealanın emri ve izni ile, dünyada iş yaparlar. meleklerin, allahü tealanın izni ile, bu dünyada, iş yapdıkları, yok etdikleri, diriltmek, öldürmek gibi işlerin yapılmasına vasıta oldukları, kur'anı kerimin çeşidli yerlerinde bildirilmişdir. cin ve şeytanlar da, güç şeyleri kolayca yapıyorlar. süleyman aleyhisselama, cinnin hizmetlerini kur'anı kerim haber veriyor. mesela sebe' suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyuruyor. cin, melekler ve ruhlar kadar olgun ve kuvvetli olmadığı halde, büyük işler yapıyor. bu dünyada, göremediğimiz çok şey var ki, insan gücünün yetişemediği işleri yapmakdadırlar. mesela, çok hafif olan ve göremediğimiz hava, fırtına, kasırga şeklinde eserek, ağaçları devirmekde, binaları yıkmakdadır. nazar değmesi, sihr ya'ni büyü ve benzerleri kuvvetleri göremiyoruz. halbuki, korkunç te'sirlerini işitmiyen yokdur. bütün bunların yapdıklarının yapıcısı, hiç şübhesiz, allahü tealadır. bunlar, allahü tealanın yapmasına, yaratmasına sebeb oldukları için, bunlar yapdı sanıyoruz ve bunlar yapdı diyoruz. bunların yapdığını söylemek, küfr, şirk olmıyor da, evliyanın ruhları yapıyor demek niçin şirk olsun? onlar, allahü tealanın izn vermesi ile ve yaratması ile yapdıkları gibi, evliyanın ruhları da, allahü tealanın izn vermesi ile ve yaratması ile yapmakdadır. onların yapdıklarını söylemek de, şirk olur denirse, kur'anı kerime karşı gelinmiş olur. bu kimse, cinnin, şeytanların ve havanın te'sir etdiklerini, kur'anı kerim haber veriyor. bunun için, onlar yapıyor demek caiz oluyor. evliyanın ruhlarının birşey yapdıklarını kur'anı kerim bildirmediği için, ruhlardan birşey istemek şirk olur derse, yukarıda bildirdiğimiz, suresinin beşinci ayeti kerimesini unutdun mu deriz. gözlerinin açılmasını isteyen amaya bildirilen hadisi şerifdeki düa ve çölde yalnız kalanın okumasını emr eden düa ve emri ve osman bin huneyfin radıyallahü teala anh haber verdiği hadise, bundan evvelki kısmda bildirilmişdi. bunların hepsi ve benzerleri daha nice vesikalar, gaib olandan ve kabrdekinden yardım istemenin caiz olduğunu göstermekdedirler. fekat bu kimse, meşhur ve sahih olan bu hadisi şeriflere daif veya mevdu' damgasını basıyor. ehli sünnet alimlerinin ve tesavvuf büyüklerinin sözlerine de kıymet vermiyor. çünki, dört mezhebden birini taklid etmek şirk, küfr olur diyor. mesela, gulam ali kusuri, kitabında diyor. üsulülerbe'dan terceme temam oldu. bu kitab de hindistanda farisi dili ile yazılmış, pakistanda basılmış, de istanbulda ikinci baskısı yapılmışdır. yazarı, imamı rabbaninin rahimehullahü teala soyundan, hakimülümmet hace muhammed hasen can sahibdir rahmetullahi aleyhim ecma'in. bunun kitabı da fırkalarına cevab vermekdedir. arabi olup, urdu tercemesi ile birlikde de pakistanda basılmış, da, istanbulda tarafından ofset baskısı yapılmışdır. yüzonbirinci sahifesinde: hadisi şerifini yazarak, yalnız kelimei tevhidi söylemek, insanın kanını ve malını kurtaramaz. bugün, kabrlere ve ölülere tapınanlar böyledir. bunlar, kur'anı kerimde bildirilen, cahiliyye müşriklerinden daha kötüdür diyor. bazıları da mealindeki ayeti kerimeyi de ileri sürerek, müslimanları öldürmeği, mallarını yağma etmeği istiyor. hurufilerin ve cahillerin küfr ve şirk olan sözlerini yazarak, tesavvufa ve tesavvuf büyüklerine saldırıyor. ağaçlara, taşlara, mezarlara tapınanlar için olan hadisi şerifleri yazarak, kabr üzerine türbe yapmak, kabr ziyaret etmek şirkdir, küfrdür diyor. taşdan, ağaçdan, bilinmiyen mezardan teberrük elbette şirkdir. fekat peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala kabrlerini ziyaret edip, onların bereketi ile allahü tealadan feyz ve bereket beklemeği bunlara benzetmek, ahmaklık ve cahillikdir. bu yüzden milyonlarca müslimana küfr ve şirk damgasını basmak ise, müslimanlar arasında bölücülükdür.nin yazarı, büyük alim süleyman bin abdülvehhabı necdi rahimehümullahü teala muhammed bin abdülvehhabın kardeşidir. kardeşinin muhammed hasen can müceddidi da vefat etdi. muhammed bin abdülvehhab de der'ıyyede öldü. ingilizlerle işbirliği yaparak, ortaya çıkardığı yolunun hatalı olduğunu vesikalarla isbat etmekdedir. kırkdördüncü sahifesinde diyor ki: yolunuzun bozuk olduğunu gösteren vesikalardan biri de, denilen iki doğru hadis kitabında, ya'ni ve kitablarında bildirilen hadisi şerifdir. bu hadisi şerifi bildiren, ukbe bin amir radıyallahü anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, minbere çıkdı. kendisini minber üzerinde son görüşüm bu idi. benden sonra, müşrik olmanızdan korkmıyorum. dünyaya düşkün olarak, birbirinizi öldürmenizden, böylece, geçmiş kavmler gibi, helak olmanızdan korkuyorum buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet gününe kadar ümmetinin başına gelecek olan şeylerin hepsini haber vermişdir. yukarıdaki sahih hadisi şerif, ümmetinin putlara tapmıyacağını, bundan emin olduğunu haber vermekdedir. bu hadisi şerif, bid'at yolunu temelinden yıkmakdadır. çünki vehhabi kitabı, ümmeti muhammedin hepsinin putlara tapdıklarını, islam memleketlerinin putlarla dolu olduğunu, türbelerin puthane olduklarını söyliyor. türbelerden yardım, şefa'at istiyenlerin kafir olduklarına inanmıyanlar da kafirdir diyor. halbuki, müslimanlar asrlar boyunca kabrleri ziyarete gitmiş, evliyaya tevessül ve istigase eylemişdir. böyle yapanlara hiçbir islam alimi müşrik dememiş, müsliman olarak tanımışlardır. sual: bir hadisi şerifde, buyuruldu. buna ne dersiniz? cevab: bu hadisi şerifin ı bildirdiği, diğer hadisi şeriflerden anlaşılmakdadır. şeddad bin evs ve ebu hüreyre ve mahmud bin lebibden radıyallahü teala anhüm gelen böyle hadisi şeriflerin hepsi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetine şirki asgarın gelmesinden korkduğunu bildiriyorlar. hadisi şeriflerde bildirildiği gibi olmuş, müslimanların çoğu şirki asgara yakalanmışlardır. siz, bu şirki asgara şirki ekber diyorsunuz. böylece müslimanları tekfir ediyorsunuz. müslimanlara kafir demiyen mü'minlere de, kafir damgasını basıyorsunuz. den terceme temam oldu. bu kitab ilk olarak binüçyüzaltıhicri senesinde bağdadda, matba'asında basılmış, de istanbulda, tarafından ofset ile ikinci baskısı yapılmışdır.nın dörtyüzellibirinci sahifesinde, ey insanlar! çok gizli olan şirkden sakınınız! hadisi şerifini açıklarken, buyuruyor ki, bu şirk, yalnız sebebleri görmek, allahü tealanın yaratdığını düşünmemekdir. işleri sebeblerin yapdığına inanmak, allahü tealaya şerik yapmak olur. görünen, düşünülen şeyleri şerik yapmağa , denir. şer'an, aklen ve adet ile sebeb olan şeylerin yapdığına inanmağa , denir. abdülhakı dehlevi rahmetullahi aleyh, hadis kitabının birinci cild ellinci sahifesinde diyor ki, denir. küfr olan şirk budur. riya ile, ibadet, iyilik yapmağa denir. bu küçük şirk küfr değildir. bu şirklerin ikisi de şirki celidir.dan aldığımız, yukarıda yazılı hadisi şerifde, ruhlardan ve ölülerden birşey istemeğe şirk denmiyor. görünen veya görünmiyen şeylerden ve insanlardan birşey isterken, ya'ni sebeblere yapışırken, bu işi sebeblerin yapdığına inanmağa şirk deniyor. kısacası, sebeblere yapışmak sünnetdir. sebeblerin yapdığına inanmak şirkdir. sebebler birşey yapamaz, allahü tealanın yaratmasına sebeb olurlar. işleri yapan sebebler değildir, allahü tealadır. canlı veya cansız, herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine, ya'ni yaratacağına inanmak, onu allahü tealaya şerik yapmak olur. bu inançla, ondan birşey istemek, ona ibadet etmek olur. sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, allahü tealanın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. sebebe yapışmak olur. müslimanlar, dirilerden, ölülerden ve görünenlerden ve görünmiyenlerden bir dilekde bulundukları zeman, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. sebebe yapışınca, dileklerini, allahü tealadan bekliyorlar. allahü tealanın yaratacağına inanıyorlar. bunun için, müslimanların ruhlardan ve ölülerden birşey istemeleri, bunlara tapınmak, onları ma'bud yapmak olmaz. allahü teala, herşeyi sebeb ile yaratıyor. sebeblere yapışmamızı emr ediyor. bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeblerine yapışıyoruz. sebeblere yapışmamız şirk olmıyor. günah olmıyor. fekat sebeblerden beklemek, şirk oluyor. her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirki ekber oluyor. allahü tealanın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirki hafi oluyor. sebeblerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız allahü tealanın yaratacağına inanarak, dileği yalnız allahdan beklemek, müslimanlık oluyor. islam dinine uymak oluyor. müslimanların ölülerden ve ruhlardan dilekde bulunmaları böyledir. böyle meşru' dilekde bulunmağa ve denilmekdedir. abdülhak dehlevi de vefat etdi. ölüden veya diriden dilekde bulunanın, ibadet mi, yoksa tevessül mü yapdığını, ya'ni niyyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekde bulunurken islamiyyetin dışına çıkıp çıkmadığına bakılır. islamiyyetin dışına çıkıyorsa ya'ni onun gönlünü hoş etmek için, haram işliyor veya farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır. görülüyor ki, diriden dilekde bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için, islamiyyetin dışına çıkan vehhabiler, müşrik olmakdadırlar. islamiyyetin dışına çıkmadan tevessül eden müslimanlar ise, allahü tealanın emrini yapmakda, ya'ni sebebe yapışmakdadırlar. bunlara müşrik diyenlerden te'vili olmıyanları kafir olur. insan, kendi nefsinin isteklerine, ya'ni şehvetlerine kavuşmak için islamiyyetin dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. fekat nefse tapınmağa, dinimiz şirk dememişdir. ya'ni bunlar kafir değil, fasık olurlar. kitabının yüzkırkikinci sahifesinde: eshab ve onlardan sonra gelenler, peygamberden başka, kimse ile bereketlenmedi. peygambere mahsus olan şeylerde, kimse ona ortak olamaz diyor. bu da, yazarın yalanlarından biridir. hazreti ömer, yağmur düasına çıkarken, hazreti abbas ile bereketlendi. bunu yirmidördüncü maddede uzun bildirdik. lütfen oradan okuyunuz! islam alimleri, resulullaha mahsus olan şeyleri uzun yazmışlardır. mesela, tercemesinde vardır. bu kitabların hiçbiri, resulullahla sallallahü teala aleyhi ve sellem bereketlenmek, yalnız ona mahsusdur. başkaları ile bereketlenmek caiz olmaz dememişlerdir. başkaları ile de bereketlenildiğini bildirmişlerdir. allahü tealanın sevdiği kullarının kabrlerini ziyaret ederek, onlardan bereketlenmeği, lat ve uzza putlarına tapınmağa benzetmek, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere iftira etmekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. kitabın müellifi, ma'naları şübheli olan ayeti kerimelere yanlış ma'na vererek, ehli islama müşrik diyor. yüzyirmialtıncı sahifesinde: görülüyor ki, tesavvufun başlangıcı, hind yehudilerinin bir oyunudur. eski yunanlılardan alınmışdır. böylece, islamiyyeti fırkalara ayırdılar, parçaladılar diyor. pakistanlı mevdudi adındaki mezhebsiz birisi de, kitabında, yukarıdaki yazıları yaymakdadır. sapık kimseler, isteklerine kavuşmak, çıkarlarını sağlamak için, insanlar arasında değer taşıyan kılıklara giriyorlar. aklı ve bilgisi olan, böyle bozuk kimseleri hemen anlar. bunları iyilerden ayırır. fekat cahiller, bunları doğru sanır. tesavvufcu kılığına girmiş bomevdudi da öldü. zuk kimseleri de tesavvufcu sanarak, tesavvuf büyüklerini de bunlar gibi sanır. bu yüzden, tesavvuf büyüklerini de kötülemeğe kalkışır. müslimanlar doğruyu iğriden ayırabilmeli, tesavvuf büyüklerine dil uzatmamalıdır. tesavvuf bilgilerinin mütehassısı, zemanının büyük alimi, evliyanın önderi, imamı muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh kitabının ikinci cildi ellidokuzuncu mektubunda buyuruyor ki: suri ve ma'nevi kemalatın hepsi, muhammed resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem alınmışdır. suri olan emrler, yasaklar, mezheb imamlarımızın kitabları ile bizlere gelmişdir. kalbin, ruhun gizli bilgileri de, tesavvuf büyükleri yolu ile gelmişdir. ebu hüreyrenin radıyallahü anh, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem iki kap doldurdum. birisini sizlere açıkladım. ikincisini açıklamış olsam, beni öldürürsünüz buyurduğu, buharide yazılıdır. yine buhari bildiriyor ki, ömer radıyallahü anh vefat edince, oğlu abdüllah radıyallahü teala anh, ilmin onda dokuzu öldü, dedi. yanında bulunanların, bu söze şaşdıklarını görünce, allahı tanımak ilmini söyledim. fıkh bilgilerini söylemek istemedim dedi. tesavvuf yollarının hepsi, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmekdedir. tesavvuf büyükleri, her asrda bulunmuş olan rehberleri vasıtası ile, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek kalbinden saçılan ma'rifetlere kavuşmuşlardır. tesavvuf ne yehudilerin, ne de tesavvufcuların uydurması değildir. evet, tesavvuf yolunda hasıl olan şeyleri bildiren, gibi ismler, tesavvuf büyükleri tarafından konulmuşdur. kitabında diyor ki, ve kelimelerini ilk söyliyen ebu sa'idilharraz rahmetullahi teala aleyh olmuşdur. tesavvuf ma'rifetleri resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmekdedir. bunların ismleri sonradan konulmuşdur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalb ile zikr etmekde olduğunu, kitablar yazmakdadır. allahü tealaya teveccüh, nefy ve isbat ve murakaba, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında da vardı. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in zemanında da vardı. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem böyle ismler işitilmedi ise de, çok zeman konuşmaması, bu hallerinin bulunduğunu göstermekkıyamet ve ahıret muhammed ma'sum de serhendde vefat etdi. ebu sa'id ahmed harraz da bağdadda vefat etdi. dedir. buyurmuşdur. tefekkür, batıl düşünceleri bırakıp, hakkı düşünmek demekdir. tesavvufcuların, ile zikr etmelerini, hızır aleyhisselam abdülhalıkı goncdüvaniye rahmetullahi aleyh öğretdi. sual: tesavvuf ma'rifetlerinin hepsi resulullahdan geldiğine göre, aralarında ayrılık olmamalı idi. halbuki, tesavvuf yolları çeşidlidir. hepsinin halleri ve ma'rifetleri başkadır? cevab: bu ayrılığa sebeb, insanların isti'dadlarının ve bulundukları şartların başka olmasıdır. mesela, bir hastalığın ilacı bellidir. fekat, hastalara göre, hastalığın seyri ve tedavisi değişmekdedir. bir insanın çeşidli fotoğrafcıda çekdirdiği resmlerinin başka başka olmaları gibidir. her kemal, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem alınmışdır. alış kuvvetine ve şekline göre ufak ayrılıklar olmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, ma'rifetleri, gizli bilgileri, eshabına başka başka sunardı. nitekim hadisi şerifinde, buyurmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ebu bekr ile ince bilgiler konuşuyordu. hazreti ömer yanlarına gelince, sözü değişdirdi. sonra, hazreti osman gelince, yine değişdirdi. hazreti ali gelince daha başka konuşdu. herbirinin isti'dadına, yaratılışına göre, başka başka konuşdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. bütün tesavvuf yolları, imamı ca'fer sadık rahmetullahi teala aleyh hazretlerinde birleşmekdedir. imamı ca'fer sadık da, iki yoldan, resulullaha bağlıdır. birisi, babalarının yolu olup, hazreti ali radıyallahü teala anh vasıtası ile resulullaha bağlıdır. ikincisi, anasının babalarının yolu olup, hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh vasıtası ile resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem bağlanmakdadır. imamı ca'fer sadık rahmetullahi teala aleyh hem ana tarafından ebu bekri sıddik soyundan olduğu için, hem de, onun vasıtası ile resulullahdan feyz almış olduğu için, buyurdu. imamı ca'fer sadıkda bulunan bu iki feyz ve ma'rifet yolu, birbirleri ile karışmış değildir. imam hazretlerinden ahrariyye büyüklerine, hazreti ebu bekr yolu ile, öteki silsilelere ise, hazreti ali yolu ile feyz gelmekdedir. abdülhalık de buharada vefat etdi. ca'fer sadık de medinede vefat etdi.kitabın, yüzyirmiikinci sahifesinde: resulullah, tebük gazvesinden dönerken, münafıkların ismlerini huzeyfetebnilyemana bildirdi. huzeyfe, fitne çıkmasın diye bunların ismlerini kimseye söylemedi. yoksa, tesavvufcu sapıklarının dedikleri gibi, huzeyfede gizli din bilgileri yokdu. çünki, islam açıkdır. gizli bilgiler yokdur diyor. tesavvuf bilgilerinin, yehudi düzmesi, uydurma şeyler olduğunu anlatmak istiyor. otuzuncu sahifesinde ise: resulullahın mu'az bin cebele söylediği din bilgisini, eshabın çoğu bilmiyordu. çünki resulullah, mu'aza bunları kimseye söyleme demişdi. bir maslahat, bir faide için, ilmi saklamak caiz olduğu buradan anlaşılmakdadır diyor. görülüyor ki, kitabın yazıları birbirini tutmamakdadır. beşyüz sahifelik kitabın heryeri böyle uygunsuz yazılarla doludur. yüzlerce ayeti kerime, binlerce hadisi şerif yazarak, herbirine kendine göre ma'nalar verip, okuyanları, doğru yoldan sapdırmağa çalışmakdadır. muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh, ikinci cildin altmışbirinci mektubunda buyuruyor ki: bu dünyada en kıymetli ve en faideli şey, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmakdır. ya'ni onu tanımakdır. allahü tealayı tanımak iki dürlü olur. biri, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala, kitablarında bildirdikleri gibi tanımakdır. ikincisi, tesavvuf büyüklerinin tanımalarıdır. birinci tanımak, inceleme ve düşünme ile olur. ikincisi, kalbin keşf ve şühudü ile olur. birincisinde ilm vardır. ilm ise, akl ve zekadan doğar. ikincisinde hal vardır. hal ise, asldan, özden doğar. birincisinde, alimin varlığı aradadır. ikincisinde, arifin varlığı aradan kalkar. çünki, birşeye arif olmak, o şeyde yok olmak demekdir. nazm: yakın olmak, inip çıkmak değildir, hakka yaklaşmak, yok olmak demekdir! birincisi iledir. ikincisi iledir. birincisinde, nefs, azgınlığından vazgeçmemişdir. ikincisinde, nefs yok olmuş, hep hak iledir. birincisinde iman, imanın suretidir. ibadetler, ibadetlerin suretidir. çünki nefs, imana gelmemişdir. hadisi kudside, nefsine düşmanlık et! o, bana düşmanlık etmekdedir buyuruldu. buradaki kalbin imanına, denilir. bu iman, gidebilir. ikincisinde, insanın varlığı kalmadığı için ve nefs de imana geldiği için, bu iman, yok olmakdan korunmuşdur. buna denir. burada yapılan ibadetler de, hakiki olur. mecaz yok olabilir. hakikat yok olmaz. hadisi şerifde, ya rabbi! senden, sonu küfr olmıyan iman istiyorum buyurulması ve nisa suresi, yüzotuzaltıncı ayetinde mealen, ey iman sahibleri! allaha ve resulüne iman ediniz! emr olunması, bu hakiki imanı göstermekdedir. imamı ahmed bin hanbel rahimehullahü teala bu ma'rifete kavuşabilmek için, ilm ve ictihadda pek yüksek derecede olduğu halde, bişri hafinin rahimehullahü teala hizmetine koşmuşdur. bişri hafinin yanından niçin ayrılmıyorsun dediklerinde, demişdir. kitabın, yüzondokuzuncu sahifesinde diyor ki, imamı ahmed bin muhammed bin hanbelin soyu, nizar bin me'adda, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile birleşmekdedir. fıkh ve hadisde zemanın en üstün alimi idi. vera' ve sünnete uymakda pek ileri idi. yüz altmış dört senesinde bağdadda tevellüd, ikiyüzkırkbir de orada vefat etdi. bişri hafi hazretleri yüz elli de tevellüd, iki yüz yirmi yedi de vefat etdi. feridüddini attar rahimehullahü teala farisi da diyor ki, ahmed bin hanbel, çok meşayıhın sohbetinde bulundu. zünnuni mısri ve bişri hafi bunlardandır. bir hanım, kötürüm olmuşdu. çocuğunu imamı ahmede gönderip düa etmesini diledi. imam abdest alıp namaz kıldı. düa eyledi. çocuk evine gelince, annesi kapıya gelip oğlunu karşıladı. imamı ahmedin düası bereketi ile iyi oldu. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh ömrünün son yıllarında, ictihadı bırakdı. iki sene ca'fer sadık rahimehullahü teala hazretlerinin sohbetinde bulundu. sebebini sorduklarında, buyurdu. her iki imam, ilmde ve ibadetde son derece ileri oldukları halde, tesavvuf büyüklerinin yanına giderek, ma'rifet ve bunun meyvesi olan edindiler. ictihaddan daha kıymetli ibadet olur mu? ders vermekden, islamiyyeti yaymakdan daha üstün amel olur mu? bunları bırakıp, tesavvuf büyüklerinin hizmetlerine sarıldılar. böylece ma'rifete kavuşdular. amellerin, ibadetlerin kıymeti, imanın derecesi ile ölçülür. ibadetlerin parlaklığı, ihlasın mikdarına bağlıdır. iman ne kadar kamil ise, ihlas o kadar çok olur. ameller de, o kadar çok nurlu olur ve kabul edilir. imanın kamil olması ve ihlasın temam olması, ma'rifete bağlıdır. ma'rifet ve hakiki iman, fena hasıl olmasına ve ölmeden önce olan ölmeğe bağlı olduğu için, fenası çok olanın imanı daha kamil olur. bunun içindir ki, ebu bekri sıddikın radıyallahü anh imanının, bütün ümmetin imanlarından üstün olduğu hadisi şerifde bildirilmişdir. buyurulmuşdur. çünki o, fenada bütün ümmetden daha ileridedir. hadisi şerifi, bunu göstermekdedir. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in hepsi fena makamına kavuşmuşdu. bu hadisi şerifde, yalnız ebu bekri sıddikın radıyallahü anh fenasının seçilmesi, bunun fena derecesinin çok yüksek olduğunu göstermekdedir. altmışbirinci mektubdan terceme burada temam oldu. imamı muhammed ma'sum rahimehullahü teala ikinci cildin, yüzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: güzel sözünü çok söyleyiniz! bu zikri, kalb ile birlikde yapınız. bu mubarek söz, kalbin temizlenmesinde pek faidelidir. bu güzel sözün yarısı söylenince, allahdan başka herşey yok edilmiş olur. geri kalan yarısı söylenince de, hak olan ma'budün varlığı bildirilmiş olur. tesavvuf yolunda ilerlemek de, bu ikisine kavuşmak içindir. hadisi şerifde, buyuruldu. çok kimse ile görüşmeyiniz. çok ibadet yapınız. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetlerine sıkı sarılınız! bid'atlerden ve bid'at sahiblerinden ve günah işlemekden çok sakınınız! iyi işleri, iyiler de, kötüler de yapabilir. fekat kötülüklerden yalnız sıddiklar sakınır. halaldan olan çok kıymetli elbiseler giymek, tesavvuf yolcularına zarar verir mi diyorsunuz. fena derecesine kavuşup, kalbinin, allahdan başka, hiçbirşeye bağlılığı kalmıyan kimsenin elinde, üstünde olan şeyler, onun kalbinin, zikr etmesine mani' olmaz. onun kalbinin, dış organları ile ilgisi kalmamışdır. uyku bile, kalbinin zikretmesine mani' değildir. fena makamına varamamış olan böyle değildir. bunun zahir organları, kalbi ile ilgilidir. fekat bunun da yeni, kıymetli elbisesi, kalbinin çalışmasına mani' olur denilemez. din büyükleri, ehli imamları, imamı azam ebu hanife ve abdülkadiri geylani rahimehümullahü teala, çok kıymetli elbise giymişlerdir. ve ve kitabları, resulullahın sallallahü aleyhi vesellem bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe giydiğini bildiriyorlar. dört bin dirhem gümüş değerinde cübbe ile namaz kıldığı görülmüşdür. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala talebesine yeni ve kıymetli elbise giymelerini söylerdi. ebu sa'idi hudriye radıyallahü teala anh soruldu ki, yimekde, içmekde ebu sa'idi hudri de istanbulda vefat etdi. ve giyinmekde olan bu değişikliklere ve yeniliklere ne dersiniz? halal para ile olur ve gösteriş ve riya için olmazsa, hepsi allahü tealanın ihsan etdiği ni'metleri göstermekdir, buyurdu. allahdan başka birşeyi sevmek iki dürlü olur: birincisi, bir mahluku kalb ile ve beden ile birlikde sevmek, ona kavuşmak istemekdir. cahillerin sevmeleri böyledir. tesavvuf yolunda çalışmak, kalbi bu sevmekden kurtarmak içindir. böylece, kalbde yalnız allah sevgisi kalır. insan, şirki hafiden kurtulur. görülüyor ki tesavvuf, insanı şirki hafiden kurtarmak içindir. ey iman sahibleri! iman ediniz! mealindeki ayeti kerimede emr olunan imana kavuşmak içindir. en'am suresinin yüzyirminci ayeti kerimesindeki, mealindeki emr, kalbi allahü tealadan başka şeylere bağlılıklardan kurtarmak lazım olduğunu göstermekdedir. allahdan başkasına tutulmuş olan bir gönülden ne iyilik gelir? allahü tealadan başkasını özliyen bir ruhun allah yanında hiç kıymeti ve ehemmiyyeti yokdur. sevginin ikincisi, yalnız organların sevmesi, istemesidir. kalb ve ruh, allahü tealaya bağlanmışdır. ondan başka hiçbirşey bilmezler. böyle olan sevgiye meyli tabi', iç güdü denir. bu sevgi, yalnız bedenin sevmesidir. kalbe, ruha bulaşmamışdır. bu sevgi, bedendeki maddelerin ve enerjinin özelliklerinden, ihtiyaclarından ileri gelmekdedir. fenaya ve bekaya kavuşanlarda ve yüksek derecelerdeki evliyada rahimehümullahü teala mahluklara karşı bu sevgi bulunabilir. hatta hepsinde vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem serin ve tatlı içmeği severdi. hadisi şerifini herkes işitmişdir. kitabları diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem denilen pamuk ve ketenden yapılmış elbiseyi severdi. nefs, fena ile şereflenince ve itminana kavuşunca, kalb, ruh, sır ve hafi ve ahfa denilen beş latife gibi olur. nefs böyle olunca, yalnız bedendeki maddelerin ve ısı ve hareket enerjisinin kötü isteklerine karşı cihad edilir. buyuruldu. başkalarına te'sirini, bu hadisi şerifden anlamalı. bid'at sahibi olanın ve rüşvet yiyenin ve başkasının hakkını alanın ve günah işliyenin evine gitmek, onun verdiğini yimek caiz olur mu diyorsunuz? gitmemek ve yimemek iyi olur. hatta, tesavvuf yolunda olanlar için, bundan sakınmak lazımdır. zaruret olunca, caiz olur. haram olduğu bilinen şeyi yimek haramdır. halal olduğu bilineni yimek halaldir. bilinmiyorsa, şübheli ise, yimemek iyi olur. sual: tesavvuf bid'at mıdır? yehudilerin uydurması mıdır? cevab: allahü tealayı tanımağa çalışmak, bunun için, tesavvuf yolunu bilen ve gösteren bir rehber aramak ve ona uymak, islamiyyetin emrlerindendir. allahü teala, buyurdu. talebenin mürşidden feyz ve ma'rifet alması, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanından bu zemana kadar yapılagelen ve her müslimanın bildiği birşeydir. tesavvuf büyüklerinin sonradan ortaya çıkardığı birşey değildir. her mürşid kendisini yetişdiren kamile bağlanmışdır. bu bağlanışları, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem kadar uzanmakdadır. ahrariyye büyüklerinin bağlantı dizisi, resulullaha, hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh ile ulaşmakdadır. başka yolların dizisi ise, hazreti ali radıyallahü teala anh ile ulaşmakdadır. buna bid'at denilebilir mi? evet, mürşid, mürid gibi ismler, sonradan çıkdı. fekat kelimelerin, ismlerin değeri yokdur. bu ismler olmasa da, ma'naları ve kalblerin bağlılığı yine vardır. vehhabi kitabı da, kelimelere bakılmaz. ma'nalara bakılır demekdedir. tesavvuf yollarının ortak olan temel işi, zikr yapmasını öğretmekdir. bu ise, dinimizin emr etdiği birşeydir. sessiz zikr etmek, sesle yapmakdan daha kıymetlidir. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde övülen zikr, kalb ile ve öteki latifelerle yapılan zikrdir. resulullahın, peygamber olduğu kendisine bildirilmeden önce, kalb ile zikr yapdığı, kıymetli kitablarda yazılıdır. tesavvuf bilgilerine bid'at demek ve yehudi uydurması demek, hadis kitabını ve fıkh kitabını okumak bid'atdır demeğe benzer. yüzaltıncı mektubdan terceme burada temam oldu. muhammed ma'sum faruki rahimehullahü teala, kitabında, ikinci cildin otuzaltıncı mektubunda diyor ki, denilen tesavvuf yolunun reisi, abdülhalıkı goncdüvanidir rahimehullahü teala. bu yoldaki kayyumiyyet cezbesi, kendisine hazreti ebu bekri sıddikdan radıyallahü teala anh gelmişdir. kendisi de, bu cezbeyi elde etmek yolunu bildirdi. bu yola denir ki, den ibaretdir. bu da, hazreti ebu bekrden gelmekdedir. denilen ikinci yol ise, behaüddini buhariden rahimehullahü teala başlamakdaubeydullahı ahrar da semerkandda vefat etdi. zemanının kutbu olan alaüddini attar rahmetullahi aleyh, bu cezbenin hasıl olması şartlarını koydu. bu şartlara denildi. en yakın olan yolun, alaiyye olduğu bildirilmişdir. de denildi. muhammed ma'sum rahimehullahü teala, ikinci cildin yüzellisekizinci mektubunda buyuruyor ki, se'adetin başı, iki şeye kavuşmakdır. birincisi, batının mahluklara düşkün olmakdan kurtulmasıdır. ikincisi, zahirin ye sarılmakla süslenmesidir. bu iki ni'mete kavuşmak, tesavvuf ehlinin sohbetinde kolay nasib olur. başka yoldan kavuşmak güçdür. islamiyyete tam yapışabilmek ve ibadetleri kolay yapabilmek ve yasak olunanlardan sakınabilmek için, nefsin fani olması, lazımdır. nefs, azgın olarak ve asi olarak ve kendini beğenici olarak yaratılmışdır. bu kötülüklerden kurtulmadıkça, islamiyyetin hakikati hasıl olamaz. teslimden, itminandan önce, islamiyyetin sureti, görünüşü vardır. nefsin itminanından sonra, islamiyyetin hakikati hasıl olur. suret ile hakikat arasındaki fark, yerle gök arasındaki fark gibidir. suret ehli, islamiyyetin suretine, hakikat ehli de, islamiyyetin hakikatine kavuşur. avamın imanına denir. bu iman, bozulabilir ve yok olabilir. havasın imanları zevalden ve halelden mahfuzdur. nisa suresinin yüzotuzbeşinci ayetinde, ey iman edenler! allaha ve onun peygamberine iman ediniz! mealindeki emr, bu hakiki imanı göstermekdedir. muhammed ma'sum rahimehullahü teala, üçüncü cildin onaltıncı mektubunda buyuruyor ki, cahillerin, herşey odur. allah kelimesi, herşeyin adıdır. zeyd isminin bir insanı göstermesi gibidir. halbuki, her uzvunun ayrı ismleri vardır. o halde zeyd, nerdedir? hiçbir yerde değildir. allahü teala da, her varlıkda görünmekdedir. bunun için, herşeye allah demek caizdir. bu varlıklar bir görünüşdür. bunlardaki yok olmak da, bir görünüşdür. hakikatde yok olan birşey yokdur gibi sözleri, bir varlığa inanmağı değil, çok varlığı göstermekde olup, tesavvuf büyüklerinin bildirdiklerine uygun değildir. bu söz, allahü tealayı, madde aleminde göstermekdedir. ayrı bir varlık değildir demekdir. allahü tealanın varlığında ve sıfatlarının varlıklarında, mahluklarına muhtac oldualaüddini attar muhammed de buharada vefat etdi. ğunu göstermekdedir. bileşik cismin varlığının, elementlerinin varlıklarına muhtac olması gibidir. bu ise, allahü tealanın varlığına inanmamak olup, küfrdür. allahü tealanın varlığının, madde ve ma'na alemlerinin varlıklarından ayrı olduğuna inanmak lazımdır. ya'ni, vacib ile mümkinler, ayrı bir varlıkdırlar. ikilik olan herşeyde ayrılık vardır. , hakikatde var olsaydı, o zeman ikilik olurdu. alemin varlığı görünüşdedir denirse, buna cevab olarak, deriz. ya'ni herşey odur denilemez. bu söz ile, hiçbirşey yokdur. yalnız o vardır demek istenirse, o zeman doğru olur. fekat, hakikat olarak değil, mecaz olarak söylenmiş olur. zeydin aynadaki hayalini görenin, zeydi gördüm demesine benzer. teşbih olarak söylemeyip, hakikat olarak söylemek, arslana eşek demeğe benzer. arslan başkadır. eşek başkadır. laf ile, ikisi bir yazılamaz. tesavvuf büyüklerinden, söyliyenler, hakiki varlık, mahluklarda bulunuyor. ayrıca mevcud değildir demedi. dediler. muhyiddini arabi ve ona tabi' olanlar rahimehümullahü teala, bu ma'na ile ya'ni dediler. sözü, alemin kadim olduğunu gösteriyor. böyle inanmak küfrdür. alemin yok olacağını inkar etmekdir. kur'anı kerim, herşeyin yok olacağını açıkca bildiriyor. insanların yok olacağına ve tekrar var olacaklarına inanıyoruz diyenler arasında, ba'zı kimseler insan, toprak maddesinden meydana gelmişdir. ölünce çürüyüp, yine toprak haline dönecekdir. bu maddelerden bitkiler ve bitkilerden hayvanlar hasıl olmakda, bunları insanlar yiyerek, et, kemik ve meni haline dönmekde ve böylece başka insanlar meydana gelmekdedir. kıyamet kopması, insanların tekrar yaratılması, işte böyle olur diyorlar. bu sözdeki madde değişmeleri elbette doğrudur. allahü tealanın adeti ilahiyyesi böyledir. fekat insanların tekrar yaratılması böyle olur demek, haşrı, neşri ve kıyameti inkar etmekdir. kıyamet gününün gelmesi ve ölülerin mezarlarından kalkacakları, bütün canlıların bir meydanda toplanacakları, meleklerin yazdığı kitabların ortaya çıkarılacağı, hesab verileceği, terazinin kurulacağı, mü'minlerin sırat köprüsünden geçecekleri, kafirlerin cehenneme düşecekleri ve sonsuz azabda kalacakları, muhyiddini arabi da şamda vefat etdi. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bildirilmişdir. bu bilinen namaz, cahil halk için emr olunmuşdur. saf, temiz, yükselmiş insanların ibadetleri , zikr ve tefekkürdür. insanın bütün zerreleri ve bütün eşya, her an zikr, ibadet yapmakdadır. insan bunu anlamasa da, böyledir. islamiyyet, aklı az olanlar için gönderilmişdir. böylece, fesad çıkarmaları önlenmişdir gibi laflar, cahillerin ve aklı az olan mezhebsizlerin sözleridir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, namazın dinin direği olduğunu bildirdi. namaz kılan, din binasını yapmışdır. namaz kılmıyan, dinini yıkmışdır. namaz, mü'minin mi'racıdır buyurdu. rahatını, huzurunu namazda bildi. namazdaki yakınlık, başka şeylerde bulunmaz. hadisi şerifde, buyuruldu. her kemal, ya'ni ye uymakla hasıl olur. bu ahkamdan, ya'ni emr ve yasaklardan ayrılan, yoldan sapar. se'adete kavuşamaz. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, bu ahkama uymağı emr ediyorlar. doğru yol, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin gösterdiği yoldur. başka yollar, şeytanların yollarıdır. abdüllah ibni mes'ud diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir doğru çizdi. dedi. sonra bunun sağına, soluna çizgiler çizip, bunlar da, şeytanların yollarıdır. herbirinde bulunan şeytan, kendine çağırır buyurdu ve bu, doğru olan yolumdur. buna geliniz! ayeti kerimesini okudu. peygamberlerin aleyhimüsselam sözbirliği ile bildirdikleri ve islam alimlerinin bizlere ulaşdırdıkları bilgiler, şunun bunun düşünceleri ile, hayalleri ile yok edilemez. ondördüncü asrın müceddidi, zahir ve batın ilmlerinin hazinesi, seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi aleyh kitabı, tesavvufun, ta'rifini, tarihini, mevzu'unu ve ıstılahlarını gayet veciz olarak yazmakdadır. kitab, türkçe olup, senesinde, istanbulda, harbiyye mektebi matba'asında basılmışdır. önsözünde diyor ki: peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakdan daha şerefli, daha kıymetli bir üstünlük olmadığı için, bu şerefe kavuşanlara denildi. onlardan sonra gelenlere, onlara tabi' oldukları için , bunlardan sonra gelenlere de, denildi. daha sonra, din işlerinde yükselmiş olanlara, ve denildi. bunlardan sonra, bid'atler abdülhakim arvasi de ankarada vefat etdi. çoğalıp, her fırka, kendi önderlerine zahid ve abid dedi. ehli sünnet denilen, eshabı kiram yolundaki doğru fırkadan olup, kalblerini gafletden koruyan ve nefslerini allaha ita'ate kavuşduranların bu hallerine, ve kendilerine ismi verildi. bu ismler, hicretin ikinci asrı sonunda işitildi. kendisine evvela sfi denilen ebu haşim sfidir rahimehullahü teala. kufe şehrinden olup, şamda irşad ederdi. süfyanı sevrinin rahimehullahi teala üstadı idi. süfyanı sevri rahmetullahi aleyh de basrada, ebu haşim sfide vefat etmişlerdir. süfyan demişdir ki, ebu haşim sfi olmasaydı, rabbani hakikatleri bilmezdim. onu görmeden önce tesavvufun ne olduğunu bilmiyordum. tekke en önce, ebu haşim için, remleh şehrinde yapılmışdır. sözü onundur. sözünü çok söylerdi. tesavvuf ehli, başka din adamlarında bulunmayan bir ilm ile şereflenmişlerdir. haris bin esed muhasibi rahimehullahü teala de basrada vefat etdi. de, vera' ve takva üzerinde geniş bilgi verdi. imamı abdülkerim kuşeyri rahimehullahü teala, da nişapurda vefat etdi. meşhur risalesinde ve şihabüddini ömer sühreverdi rahimehullahü teala, de vefat etdi. de, tarikat edeblerini ve vecdlerini ve hallerini bildirmişlerdir. imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, bu iki kısm bilgileri, birlikde uzun açıklamışdır. görülüyor ki, tesavvufun başlangıcı, nübüvvetin ve risaletin başlangıcıdır. tesavvuf bilgileri, semavi dinlerin hakikatlerini anlamak ile hasıl olmuşlardır. tesavvufun bir parçası olan ma'rifetlerini, budistlerin, yehudilerin akl ve riyazet ile anladıkları ile karışdırmamalıdır. birincisi, zevk ile anlaşılan ma'rifetler, ikincisi akl ile hasıl olan hayallerdir. bu zevki tatmıyan gafiller, ikisini aynı sanırlar. buyuruyor. ibadet etmek de, kurb ve ma'rifet hasıl eder. demek ki, insanların evliya rahimehümullahü teala olmaları emr olunmakdadır. bu da, farzları, nafileleri birlikde yapmakla ve bid'at sahiblerinden uzaklaşmakla hasıl olur. tesavvuf yolunda yapılan vazifeler, nafile ibadetlerdir. farzların kabul olmaları için bulunması şart olan ihlas, bu vazifelerle elde edilir. vehhabilerin sözünün çok çirkin, yalan ve iftira olduğu, yukardaki bilgilerden pek iyi anlaşılmakdadır. allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşmak için, farzları, sünnetleri ve nafile ibadetleri yapmak lazımdır. bunlar, şartlarını, müfsidlerini bilerek ve ihlas ile yapılır. farzların birincisi, ehli sünnet i'tikadına uygun inanmak, ikincisi haramlardan ve haram nafakadan sakınmakdır. , kalbi masivadan temizlemek ya'ni herşeyi yalnız allah için yapmakdır. bu da mürşidi kamil sohbetinde bulunmakla, az zemanda hasıl olur. mürşid bulunmazsa, bir mürşide rabıta yaparak veya çok zikr yaparak da hasıl olur. mürşidi kamil bir ayna, bir gözlük gibidir. bir kimse, gönül gözüyle, bir mürşidin kalbine bakarsa, orada resulullahın mubarek kalbini görür. o, resulullahın varisidir. ona rabıta yapılınca, resulullaha yapılmış olur. onun mubarek kalbine, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile resulullahın kalbinden gelmiş olan nurlar, bunun kalbine de akar. kalb temizlenerek ihlas hasıl olur. kitabının yüzaltmışsekizinci ve üçyüzelliüçüncü sahifelerinde: allahü teala ile kulları arasında birini vasıta yapmak, ondan birşey istemek, sözbirliği ile küfr olur. ibni kayyım, ölüden birşey istemek, ondan allahü teala katında şefa'at etmesini dilemek, büyük şirkdir, dedi. hanefi kitablarından fetavayı bezzaziyye, ervahı meşayih hazırdır diyen kafir olur demekdedir. meyyitde his ve hareket olmadığı, ayetlerden ve hadislerden anlaşılmakdadır diyor. yetmişinci sahifesinde, ukaşe, cennete hesabsız girmesi için resulullahdan düa istedi. bu da, diriden düa istemek caiz olduğunu göstermekdedir. fekat gaibden ve ölüden düa istemek şirkdir demekdedir. resulullahın düası kabul olduğu gibi, onun yolunda, izinde bulunanların da, düaları kabul olur. kendisi de, üçyüzseksenbirinci sahifede, imamı ahmedin ve müslimin rahimehümallahü teala, ebu hüreyreden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, buyurulduğunu, yazmakdadır. allahü teala, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin etdikleri şeyleri bile yaratınca, düalarını elbette kabul buyurur. allahü teala, mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen, bana düa ediniz! düanızı kabul ederim buyuruyor. düaların kabul olması için fetavayı bezzaziyyenin yazarı ibnülbezzaz muhammed kerderi de vefat etdi. şartlar vardır. bu şartları taşıyan düa elbet kabul olur. herkes bu şartları bir araya getiremediği için, düaları kabul olmıyor. bu şartları yapdıklarına güvendiğimiz alimlerin, velilerin düa etmeleri için, onlara yalvarmak, niçin şirk olsun? biz, allahü teala, sevdiklerinin ruhlarına işitdirir. onların hatırı için, istenileni yaratır diyoruz. allahü teala için hayvan kesiyor ve kur'anı kerim okuyoruz. sevabını meyyitin ruhuna gönderip ondan şefa'at, yardım istiyoruz. ölü için ibadet eden elbet müşrik olur. allahü teala için ibadet edip, sevabını ölüye bağışlıyan müşrik olmaz ve hiç suçlu olmaz. bunları, arabça kitabı da çok güzel bildiriyor. oradan türkçeye terceme ederek yirmidördüncü maddede bildirdik. hazreti meryemin ve esyed bin hudayrın ve ebu müslim abdüllah havlaninin rahimehümullahü teala kerametlerini, kendisi de yazmakdadır. evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarından yardım isteriz. çünki, allahü tealanın sevdiği kullarının ruhları, diri iken de, öldükden sonra da, allahü tealanın verdiği kuvvet ile ve izni ile, dirilere yardım ederler. böyle inanarak evliyadan rahimehümullahü teala yardım istemek, allahü tealadan başkasına tapınmak olmaz. ondan istemek olur. vehhabi kitabının ismini verdiği ve yazılarını kendilerine sened olarak kullandığı ibni kayyımı cevziyye de vefat etdi. bunun da, bir kimse, bir kabri ziyaret edince, kabrde bulunan meyyit, ziyaret edeni bilir. onun sesini işitir. onunla ferahlanır. onun selamına cevab verir. bu hal, yalnız şehidlere mahsus değildir. başkaları için de böyledir. belli bir zemana mahsus da değildir. her zeman böyledir dediği, in yirmiikinci sahifesinde yazılıdır. vehhabinin yukarıdaki yazısı kendi allamelerinin bu sözüne ters düşmekdedir. pakistanda ve de istanbulda basdırılmışdır. kitabının yüz yetmiş dokuzuncu ve yüz doksan birinci sahifesinde: ya fatıma, benden dilediğin malı iste! fekat, seni allahü tealanın azabından kurtaramam! hadisi şerifini yazıp, insandan, onun dünyada yapabileceği şeyi istemek caizdir. günahların afv edilmesini, cennete gidilmesini, cehennemden, azabdan kurtulmasını ve bunlar gibi, ancak allahın yapacağı şeyleri, yalnız allahdan istemek caizdir. istigase, ya'ni sıkıntıdan kurtarması için, ancak allahü tealaya yalvarılır. uzakda olanlardan ve ölülerden istigase edilmez. onlar işitmez. cevab veremez. birşey yapamaz. hazreti hüseyn ve babası, kabrlerinde ni'metler içindedir. ahmed ticani müşriki ve ibni arabi ve ibni farıd gibi ma'bud tanınanlar da, azab içindedir. birşey işitmezler. peygamberden de istigase edilemez. busayri ve ber'i kasidelerinde resulullahı övmekde taşkınlık yaparak, küfre, şirke sürüklenmişlerdir diyor. kitabının birçok yerinde, mesela üçyüzyirmiüçüncü sahifesinde, ölünün veya uzakda olanın düasının faide vereceğine ve zararları gidereceğine inanmak, yahud ona düa edenlere şefa'at edeceğine inanmak şirkdir. allahü teala peygamberini bu şirki yok etmek için ve böyle müşriklerle harb etmek için gönderdi diyor. fethul mecid kitabı, kendi kendini yalanlamakdadır. ikiyüzbirinci sahifesinde, allahü teala, göklerde his ve ma'rifet yaratır. allahdan korkarlar. her zerre allahı zikr etmekde, ondan korkmakdadırlar diyor. buna karşılık peygamberler ve evliya, mezarlarında his etmezler, işitmezler demekdedir. kitabını yazan eyyub sabri paşa rahimehullahü teala, de vefat etmişdir. diyor ki: islam alimleri, her zeman resulullahı vesile ederek, allahü tealadan lutf ve merhamet dilemişlerdir. insanların babası yer yüzüne indirildiği vakt, ya rabbi! beni, muhammed aleyhisselam hurmetine afv eyle! demişdi. allahü teala, bu duayı kabul buyurmuşdu ve sen, sevgili peygamberim olan muhammed aleyhisselamı nereden biliyorsun? ben onu daha yaratmadım! buyurunca, yazılı olduğunu görüp, muhammed aleyhisselamın yaratılmışların en üstünü olduğunu anladım. muhammed aleyhisselamı herkesden çok sevmemiş olsaydın, onun ismini, kendi adının yanına yazmazdın dedi. allahü teala da, ey adem! doğru söyledin. muhammed aleyhisselamı çok severim. ondan daha sevgili, hiç kimse yaratmadım. onu yaratmak istemeseydim, seni yaratmazdım. onun hurmeti için afv dileyince, düanı kabul edip, seni afv etdim cevabını verdi. iki gözü kör bir kimse, gözlerinin açılması için resulullahdan düa istedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de istersen düa ederim. fekat, sabr edip katlanırsan, senin için daha iyi olur buyurdu. sabr etmeğe gücüm kalmadı. düa etmeniz için yalvarırım dedi. buyurdu. bu düa, arabi ve kitabları ile ve bunun şerhinde ve bu ikisinin türkçe tercemesi olan kitabında, sonunda yazılıdır. o kimse, bu duayı okuyunca, allahü teala kabul buyurarak gözlerinin açıldığını, hadis alimlerinden imamı nesai rahimehullahü teala bildiriyor. bunu imamı hasen de tasdik etmişdir. vehhabilerin inanmamaları için hiçbir sebeb yokdur. bunu haber veren osman bin hanif, ayrıca diyor ki, osman bin affan radıyallahü anhüma halife iken, büyük sıkıntısı olan bir kimse, halifenin karşısına çıkmağa utandığı için, bana dert yanmışdı. ben de, hemen abdest al! mescidi se'adete git! şu duayı oku diyerek, yukarıda yazılı kimsenin okuyarak gözlerinin açıldığı duayı okumasını söyledim. adamcağız, duayı okudukdan sonra, halifenin bulunduğu yere gider. halifeye çıkarılır. halife, bunu seccadesi üstüne oturtup, derdini dinler ve kabul eder. adamcağız, işinin birdenbire yapıldığını görünce sevinerek, osman bin hanifi bulup, allahü teala senden razı olsun! halifeye sen söylemeseydin, sıkıntıdan kurtulamıyacakdım der. osman bin hanif radıyallahü anh ise, ben halifeyi görmedim, işinin çabuk yapılması, sana öğretdiğim düadandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o duayı bir amaya öğretirken işitmişdim. vallahi amanın, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem ayrılmadan önce, gözleri açılmışdı dedi. hazreti ömer radıyallahü anh halife iken, kıtlık oldu. eshabı kiramdan bilal bin hars radıyallahü teala anh, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesine gidip, ya resulallah! ümmetin açlıkdan ölmek üzeredir. yağmur yağması için vesile olmanı yalvarırım dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o gece rü'yasında görünüp, halifeye git! benden selam söyle! yağmur düasına çıksın! buyurdu. hazreti ömer, yağmur düasına çıkıp, yağmur yağmaya başladı. allahü teala, sevdiklerinin hatırı için diyerek yapılan düaları kabul buyurmakdadır. allahü teala, muhammed aleyhisselamı çok sevdiğini bildirmişdir. bunun için, bir kimse, diyerek bir düa etse, düası red olunmaz. bununla beraber, ufak tefek dünya işleri için, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile etmek, edebe uygun olmaz. burhaneddin ibrahim maliki rahimehullahü teala de vefat etmişdir. buyuruyor ki, çok aç olan fakir bir kimse, hucrei se'adete gidip, ya resulallah! karnım açdır dedi. az sonra, birisi gelip, fakiri evine götürdü, karnını doyurdu. fakir, yapdığı düanın kabul olduğunu söyleyince, kardeşim! çoluk çoahmed nesai de remlehde vefat etdi. cuğundan ayrılıp, uzak yollardan sıkıntılar çekerek resulullahı ziyaret için geldin. bir lokma ekmek için resulullahın huzuruna çıkmak yakışır mı? o yüksek huzurda, cenneti ve sonsuz ni'metleri istemeli idin! burada istenilen şeyleri allahü teala red etmez dedi. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek şerefine kavuşanlar, kıyamet gününde şefa'at etmesi için, düa etmelidir. imamı ebu bekri makkari rahimehullahü teala bir gün, imamı taberani ve ebu şeyh rahimehümullahü teala ile mescidi se'adetde oturuyorlardı. birkaç günden beri acıkmışlardı. yatsı namazından sonra, imamı ebu bekr artık dayanamıyarak, dedikden sonra, bir köşeye çekildi. iki arkadaşı kitab okuyorlardı. seyyidlerden bir zat, iki hizmetçisi ile gelerek, kardeşlerim! dedem resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem açlıkdan yardım istemişsiniz. biraz uyumuşdum. sizi doyurmamı emr buyurdu dedi. getirdiklerini birlikde yidiler. artanını bunlara bırakıp gitdi. ebülkasım süleyman taberani rahmetullahi aleyh, hadis imamıdır. da taberiyyede tevellüd, de isfehanda vefat etdi. ebül abbas bin nefis rahimehullahü teala ama idi. üç gün aç kaldı. hucrei se'adete gelip, ya resulallah! açım deyip, bir tarafa çekildi. az zeman sonra, biri gelip, bunu evine götürdü. karnını doyurdu ve ey ebül abbas! resulullah efendimizi rü'yada gördüm. seni doyurmamı emr etdi. aç kaldığın zemanlar, bize gel! dedi. islam alimlerinden imamı muhammed musa bin nu'man merakişi maliki rahimehullahü teala de vefat etdi. adındaki kitabında, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile ederek muradlarına kavuşanları yazmakdadır. bunlardan biri, muhammed bin münkedirdir rahimehullahü teala. muhammed diyor ki, bir adam, babama seksen altın bırakıp cihada gitmişdi. bunları sakla! çok muhtac olana da yardım edebilirsin demişdi. medinede kıtlık oldu. babam, altınların hepsini açlıkdan bunalanlara dağıtdı. altınların sahibi gelip istedi. babam, bir gece sonra gel dedi. hucrei se'adete gidip, sabaha kadar resulullaha yalvardı. gece yarısı, bir adam gelip, demiş, bir kese altın verip, sonra hiç görünmemişdir. babam evde altınları sayıp, seksen aded olduğunu görünce, sevinerek hemen sahibine vermişdi. ebuşşeyh bin hayyan abdüllah isfehani da vefat etdi. ibni celah rahimehullahü teala medinede fakir düşmüşdü. hucrei se'adete geçip, ya resulallah! bu gün sana müsafir geldim. karnım çok açdır dedi. bir kenara çekilip uyudu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem rü'yasında görünüp, büyük bir ekmek verdi. diyor ki, çok aç olduğum için, hemen yimeğe başladım. yarısı bitince uyandım. kalan yarısını elimde buldum. ebülhayr akta' rahimehullahü teala medinede beş gün aç kalmışdı. hucrei se'adetin yanına gelip, resulullaha selam verdi. aç olduğunu bildirdi. bir yana çekilip uyudu. rü'yada, resulullahın geldiğini gördü. sağında ebu bekri sıddik, solunda ömer faruk ve önünde aliyyül mürteza radıyallahü teala anhüm ecma'in vardı. hazreti ali gelip, ya ebel hayr! kalk, ne yatıyorsun? resulullah geliyor dedi. hemen kalkdı. resulullah gelip, büyük bir ekmek verdi. ebülhayr diyor ki, çok aç olduğum için hemen yimeğe başladım. yarısı bitince uyandım. kalan yarısını elimde buldum. ebu abdüllah muhammed bin ber'a rahimehullahü teala diyor ki, babam ile mekkede parasız kaldık. ebu abdüllah bin hafif rahimehullahü teala de yanımızda idi. medineye geldik. ben çocukdum. acıkdım diyerek ağlardım. babam dayanamadı. hucrei se'adete gelip, ya resulallah! bu gece sana müsafiriz dedi. bir yana oturdu. gözlerini kapadı. biraz sonra, başını kaldırıp güldü. sonra çok ağladı. gözünü açıp, resulullah elime para verdi dedi. avucunu açdı. paraları gördüm. bunları hem kullandık, hem de sadaka verdik. rahatça şirazda evimize geldik. ahmed bin muhammed sfi rahimehullahü teala diyor ki, hicaz çöllerinde varlığım kalmadı. medineye geldim. hucrei se'adet yanında resulullaha selam verdim. bir yana oturup uyudum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem görünüp, ahmed geldin mi? avucunu aç! buyurdu. avucumu altınla doldurdu. uyandım. ellerim altın dolu idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıklarının temiz kalblerinden çıkan sözler, edebe, saygıya uygunsuz görünürse, bunlara birşey dememeli, susmalıdır. buradaki edeblerden, saygılardan biri de, susmakdır. aşıklardan biri, kabri se'adetin yanında, her sabah ezan okur, namaz uykudan daha iyidir derdi. mescidi nebi hizmetçilerinden birisi, resulullahın sallallahü teala a.ıyamet ve ahıret leyhi ve sellem huzurunda terbiyesizlik yapıyorsun diyerek, bunu döğdü. bu da, ya resulallah! yüksek huzurunuzda adam döğmek, söğmek, edebsizlik sayılmaz mı? dedi. biraz sonra döğen kimsenin felc olduğu, eli ayağı tutmadığı görüldü. üç gün sonra da öldü. bunu, hafız ebülkasım rahimehullahü teala kitabında yazmakdadır. sabit bin ahmed bağdadi rahimehullahü teala de, bunu gördü demekdedir. ibnünnu'man rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, ibnüssa'id rahimehullahü teala ve arkadaşları medinede parasız kalmışlardı. hucrei se'adeti ziyaretden sonra, ya resulallah! paramız bitdi. yiyeceğimiz kalmadı! deyip çekildi. mescid kapısından çıkarken, birisi bunu evine götürüp, bol bol hurma ve para verdi. şerif ebu muhammed abdüsselam fasi rahimehullahü teala diyor ki, medinede üç gün kaldım. minber önünde, iki rek'at namaz kılıp, ey yüce ceddim! açlığa dayanamıyacak hale geldim! dedim. biraz sonra, birisi gelip, bir tepsi yiyecek getirdi. pişmiş et, tereyağı ve ekmek vardı. bana birisi yetişir dedim ise de, hepsini yiyiniz! bunları resulullahın emri ile getirdim. çocuklarım için hazırlamışdım. rü'yada resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. buyurdu. şerif mühessir kasımi rahimehullahü teala, hucrei se'adetin şam tarafındaki teheccüd mihrabı önünde uyumuşdu. ansızın kalkıp, hucrei se'adetin önüne geldi. gülerek geri gitdi. mescidi nebi hizmetcilerinin müdiri olan şemseddin savab, mihrab yanında idi. niçin güldüğünü sordu. birkaç günden beri evimde yiyecek yokdu. hazreti fatımanın makamında, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! aç kaldım demiş, buraya gelip uyumuşdum. rü'yada, yüce ceddim, bir kase süt verdi. içdim. uyandım. kase elimde idi. teşekkür için, hucrei tahire önüne geldim. oradaki zevkden, lezzetden güldüm. işte kase! dedi. kitabı bunu uzun yazmakdadır. ali bin ibrahim busri rahmetullahi aleyh diyor ki, abdüsselam bin ebi kasım sahabi radıyallahü teala anh, hucrei se'adet önünde durup, ya resulallah! mısrdan geldim. beş aydır sana müsafirim. kaç gündür aç kaldım. allahü tealadan yiyecek isebu nu'aym ahmed isfehani şafi'i da vefat etdi. terim dedi. bir yana çekilip oturdu. bir kimse gelip, hucrei se'adete selam verdikden sonra, abdüsselamın elinden tutup, çadırına götürdü. yemek ikram eyledi. biraz yidi. medinede bulunduğu zeman, bu adam onu çadırına götürür doyururdu. imamı semhudi rahimehullahü teala kapısının anahtarını düşürdü. bulamadı. hucrei se'adet önüne gelip, ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem! anahtarımı düşürdüm. evime gidemiyorum dedi. bir çocuk elinde anahtarı getirdi. bunu buldum. acaba sizin mi dediğini, adındaki kendi kitabında yazmakdadır. nureddin ali bin ahmed semhudi, de vefat etdi. ve kitablarında medinei münevvereyi anlatmakdadır. şeyh salih abdülkadir rahimehullahü teala buyuruyor ki, medinei münevverede birkaç gün aç kaldım. hucrei se'adeti ziyaretden sonra, resulullahdan ekmek, et, hurma istiyecek kadar ileri gitdim. sonra, da iki rek'at namaz kılıp, bir yanda oturdum. biraz sonra, kibar bir kimse gelip, evine götürdü. et kızartması, ekmek ve hurma yidirdi. dedi ki, sünnetini yapmak için uyumuşdum. rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz göründü. bu yemekleri size vermemi söyledi. seyyid ahmed medeni, kitabının sahibi olan süleyman cezulinin rahimehullahü teala soyundandır. kitabının yazıldığı senesinde sağ idi. babası fakir imiş. çocuk, elma, armut, hurma gibi şeyler isteyince, satın alamazmış. oyalamak için, git resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem iste dermiş. hucrei se'adet kapısına gidip, dilediğini istermiş. şebekei se'adetin iç tarafından bunlar uzatılır, alır yirmiş. kilisli mustafa ışki efendi rahimehullahü teala tarih kitabında diyor ki, mekkede yirmi sene kaldım. senesinde altmış altın birikdirip, çoluk çocuk ile medineye geldik. paralar yolda bitdi. bir tanıdığıma müsafir olup, hucrei se'adete geldim. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem yardım istedim. üç gün sonra, bulunduğum eve bir beğ gelerek, benim için bir ev kiraladığını söyledi. eşyalarımı oraya taşıtdı. bir senelik kira bedelini ödedi. birkaç ay sonra, bir ay hasta yatdım. evde yiyecek ve satacak birşey kalmadı. zevcemin yarsüleyman cezuli muhammed şazili maliki de şehid oldu. dımı ile dama çıkıp, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesine karşı, sıkıntımı anlatıp yardım dilemek istedim. ellerimi kaldırınca, dünyalık istemekden utandım. birşey söyleyemedim. odama indim. ertesi gün, bir kimse gelip, filan efendi bu altınları sana hediyye gönderdi, dedi. keseyi aldım. geçimimiz düzeldi ise de, hastalıkdan kurtulamadım. yardımla hucrei se'adet önüne gelip, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem şifa istedim. mescidden çıkıp, kimseden yardım istemeden evime yürüdüm. eve girerken, hastalığım hiç kalmadı. nazar değmemesi için, sokağa birkaç gün bastona dayanarak çıkdım. fekat, para bitmişdi. çoluk çocuğu karanlıkda bırakıp, mescidi nebeviye geldim. yatsı namazından sonra, sıkıntımı resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem söyledim. yolda tanımadığım bir kimse yanıma gelip, elime bir kese verdi. içinde, beheri dokuz kuruşluk kırkdokuz altın vardı. mum ve lüzumlu şeyleri aldım, eve geldim. mustafa ışki efendi diyor ki, oğlum muhammed salih kundakda iken, anası hastalandı. sütü kesildi. çok sıkıldık. çocuğu hucrei se'adete götürdüm. perde eteğine bırakdım. allahümme inni es'elüke ve eteveccehü ileyke binebiyyina ve seyyidina muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem nebiyyirrahme, ya seyyidina, ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! inni eteveccehü ila rabbike ersil mürdiate lihazelma'sum diyerek düa etdim. sabah erken, şerif isminde bir subay gelip, efendim! üç aylık kızım vefat etdi. validesinin sütünü kesemiyoruz. acaba, süt anası arıyan var mı? dedi. çocuğu gösterdim. çocuğu bize verirseniz, allahü tealanın rızası için ona süt veririz. iyi terbiye ederiz. zevcem de, buna sevinir dedi. çocuğu götürdü. yine diyor ki, senesinde çok sıkıntı çekdim. istanbula gitmeği düşündüm. gecesinde, ravdai mutahheranın bir köşesinde oturdum. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem izn istemek için, gönlümü hucrei se'adete bağladım. uyumuşum. rü'yada bir ses, üç kerre istanbula git. mustafa paşaya müsafir ol! dedi. eve gitdim. çoluk çocuğa veda edip yola çıkdım. iskenderiye şehrine kadar yürüdüm. vapur param yokdu. çok sıkıldım. hadisi şerifini hatırladım. yazarı olan imamı busayrinin rahimehullahü teala türbesine gitdim. ziyaret etdim. allahü tealanın sevgili kullarından olan bu zatın mubarek ruhunu vesile ederek, cenabı hakdan yardım diledim. dışarı çıkınca, serezli ahmed beğ adında birisi ile karşılaşdım. beni arıyormuş. efendim, osmanlı devlet adamlarından sa'id muhib efendi rahimehullahü teala yola çıkdığınızı işitip, sizi görmekle şereflenmek istiyor. zahmet buyurup, gelirseniz, çok sevinecekdir dedi. konağa gitdik. muhib efendi, büyük bir nezaket ile ve saygı ile karşıladı. dedi. ertesi gün, mısr valisi muhammed ali paşadan rahimehullahü teala üç kese para geldi. vapurla istanbula geldik. yirmibir gün, vapurda karantinada kaldık. cum'a günü, vapurdan çıkınca, doğru eyyub sultana gitdim. halid bin zeyd hazretlerini radıyallahü teala anh ziyaret edip, kendisine garib bir müsafir olduğumu kalbimden geçirip, yardım etmesi için yalvardım. eyyub cami'inde, cum'a namazını kıldıktan sonra, cema'at ile birlikde türbeye girdik. bir yanda oturdum. bilmediğim bir zat, nereye gideceğiz? emr ediniz efendim! dedi. arkamdan, birisi, sırtıma yumruk vurup dedi. yolda giderken: arkama yumruk vuran kim idi dedim. onun ismi mahmuddur. eyyub ehalisi, kendisine meczub derler dedi. beni nereye götürüyorsunuz dedim. bendeniz, eski ser katibi yari ve şimdi ser asker olan mustafa nuri paşanın rahimehullahü teala adamıyım. sizi bulmağı emr buyurdu. mustafa paşa ile tanışmıyoruz. acaba, niçin böyle emr verdiler? orasını bilemem. adınızı saygı ile söyliyerek, sizi beklediklerini bildirdiler. beni bilmez idin. eyyubde hiç bilen de yokdur. acaba yanlışlık olmasın dedim. hayır efendim! paşa hazretleri beni gönderirken, bugün eyyubde, cum'a namazından sonra, şöyle mubarek bir zat bulacaksın. saygı ile, edeb ile, alıp buraya getir dedi. şeklinizi anlatdı dedi. bu sözleri işitince, mustafa paşanın ma'nevi bir işaret aldığını düşündüm. karşısına çıkınca, büyük bir nezaket ile ve edeb ile karşıladı. efendim, benim müsafirimsin. istediğin kadar kalırsın. halid bin zeyd ensari de istanbulda vefat etdi. dilediğin yerleri gezer, dolaşır, yine gelirsin dedi. bir odaya yerleşdirdi. emrime birkaç hizmetçi verdi. ertesi gün, şeyh abdülkadir mevlevi tekkesinin ziyaret günü imiş. gidip bir yanda oturdum. biri gelip edeb ile, efendi hazretleri! mubarek isminiz nedir? ne zeman geldiniz? kimin yanında müsafirsiniz? dedi. cevablarımı dinleyip gitdi. akşam dönüşde, mustafa paşa hazretlerine bu soruları anlatdım. yüce padişahımız rahimehullahü teala, bugün orasını şereflendirdiler. kendileri mekkei mükerreme ve medinei münevverede bulunan müslimanları çok sever ve sayarlar. soran kimsenin padişahımız efendimiz tarafından gönderilmiş olmasını sanırım buyurdu. padişahımızın mubarek yüzünü görmekle şereflenebilir miyim dedim: evet, cum'a namazı kıldıkları selamlığa giderseniz, o şerefe kavuşabilirsiniz dedi. beni, cum'a selamlığına gönderdi. selamlık merasimi, beğlerbeği cami'i şerifinde idi. bir yana durup, sultanın mubarek cemalini görmek için bekledim. padişahımızın hakkı gören mubarek gözleri, bu aşık fakire ilişince, şahlanarak giden atını durdurdu. ser asker paşayı gönderdi. ser asker paşa gelip, ışki efendi! padişahımız selam söylediler! size üçyüz kuruş ma'aş irade buyurdular. çoluk çocuğu düşünerek üzülmesin! istanbulun her yerini gezsin, görsün buyurdular dedi. sultan abdülmecid han rahimehullahü teala efendimizin bu şahane fermanlarının, her zeman işitmiş olduğum keşf ve kerametlerinden biri olduğunu anlıyarak, çoluk çocuk düşüncesinden kurtuldum. birkaç ay sonra, medinei münevvereye döndüm. çoluk çocuğumu rahat ve sevinç içinde buldum. meğer, padişah abdülmecid han rahimehullahü teala hazretleri, benim adım ile, çoluk çocuğuma üçbin kuruş göndermiş. arkamdan da, yedi bin kuruş daha göndererek, hepimizi sevindirdiler. bütün müslimanlar gibi, biz de, her namazda o mubarek padişaha düa eyledik. abdülmecid han rahmetullahi aleyh hazretlerinin ihsanlarını ve kerametlerini anlatmakla şereflenmek için, şu kıt'ayı her yerde okur oldum: şehinşahı mu'azzam hazreti abdülmecid hana, nasıl arzı hal eylesem diye düşdümdü feryada, kerameti çok, ihsanı bol, ol şahı cihan ara, gönlümü anladı, bildi, bir fakir gelmiş üftade. kerametidir beni kaldırdı hakı mezelletden, mu'azzez eyledi fakiri, rağmen çeşmi hüssade. abdülmecid han de vefat etdi. ışki efendinin gitmiş olduğu beşiktaş mevlevihane tekkesi idi. sonradan, eyyubde behariye caddesindeki tekkeye taşınmışdır. o zeman, tekke şeyhi abdülkadir dede imiş. ışki efendi, büyük bir zat olmalıdır. çünki, hucrei se'adet önünde her ne dilemişse, kabul olmuşdur. bahriye şurası katiblerinden hacı tevfik beğ rahimehullahü teala, medinei münevverede iken, gözleri pek ağrımışdı. hucrei se'adeti ziyaret edip, ağrıdan kurtulması veya istanbula gitmesi için düa etmiş, evine dönmüşdü. arkasından evine ışki efendi gelip gözlerine okumuş, üflemiş, ağrı hemen kalmamışdır. istanbullu bir kimse yedi sene medinede kalıp, her gün denilen yerde kitabını okurdu. fekat delaili şerifi, ne zeman okumağa başlasa, üstü temiz, güzel kokulu, sakalı, bıyığı sünnete uygun olarak kesilmiş bir ihtiyarı yanında görürmüş. istanbula döneceği zeman, hucrei se'adetin önünde düa ederken, ya resulallah! biliyorsun ki, bu mubarek yerde, her gün delaili şerif okuyup bitirdim. kabul olduğunu anlıyamadım. o mubarek kitabı okurken, acaba gerekli saygıyı yapamadım mı? dedi. bir kenara oturdu. uyuyuverdi. rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin penceresinden bir kase süt ihsan buyurduğunu görerek, hemen alıp içer, uyandığı zeman, yanında o güzel kokulu ihtiyar görünerek der ve gider. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vesile ederek yapılan düaların kabul olduğunu bildiren ve misaller veren, nice kitablar yazılmışdır. ebu süleyman davüd şazilinin rahimehullahü teala kitabında şaşılacak çok şeyler yazılıdır. ebu süleyman davüd şazili iskenderi de vefat etdi. maliki idi. ibni muhammed eşbili rahimehullahü teala diyor ki, ispanyada gırnata şehrinde, eski bir arkadaşımın evinde müsafir idim. arkadaşım hasta oldu. yaşamasından ümmid kesildi. o zeman vezir olan ibnülhisal rahimehullahü teala hastayı ziyarete geldi. hucrei se'adete götürüp bırakmak üzere bir mektub yazdı. hastanın iyi olması için resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem yardım diledi. hasta, birkaç gün sonra iyi oldu. kitabının tercemesinde ikinci cildde şakayık müellifi taşköprüzade ahmed bin mustafa de istanbulda vefat etdi. diyor ki, osmanlı devletinin ilk şeyhulislamı ve zemanının müceddidi olan büyük islam alimi mevlana şemseddin muhammed bin hamza fenarinin rahimehullahü teala gözlerine perde geldi. göremez oldu. bir gece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdukda, demiş. peygamberlerin tabibi olan resulullah efendimiz, mubarek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mubarek tükrüğü ile ıslatdıkdan sonra, gözleri üzerine koymuşdur. molla fenari uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde bularak kaldırmış, görmeğe başlamışdır. allahü tealaya hamd ve şükr etmişdir. pamukipliklerini saklayıp, öldüğü zeman gözleri üzerine konmasını vasiyyet etmişdir. de bursada vefat edince, vasıyyetini yerine getirdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi vesile ederek allahü tealaya yapılan düalar kabul olduğundan, müslimanların halifesi, hazreti ömer radıyallahü teala anh, medinede kıtlık olunca, abbas bin abdül muttalibi radıyallahü teala anh vesile edinerek yağmur düasına çıkdı ve ya rabbi! sevgili peygamberini sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile yaparak düa ederiz! resulünün muhterem amcası hurmetine, senden yağmur isteriz! düamızı kabul buyur! demişdir. hazreti ömer radıyallahü anh halife iken, bir daha kıtlık olmuşdu. ka'bülahbar rahimehullahü teala hazretleri, ya emirel mü'minin! israil oğulları zemanında, kıtlık olunca, peygamberleri vesile ederek düa olunurdu dedi. bunun üzerine, hazreti ömer, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem minberine çıkıp, ya rabbi! peygamberinin amcasını vesile ederek sana yalvarırız ve onun hurmeti için senden mağfiret ve ihsan dileriz demişdir. cema'ate dönüp, rabbinize düa ediniz! o, düaları kabul edicidir demişdir. halifenin bu emri üzerine, hazreti abbas, uzun bir düa yapdı. düa bitmeden önce, yağmurdan medine sokakları sudan geçilemez oldu. o gün, hazreti abbasın adı oldu. resulullahın şairi olan hassan bin sabit radıyallahü anhüma o gün, hazreti abbası öven bir şi'r okudu. abbasi halifelerinin ikincisi ebu ca'fer mensur, mescidi nebevi içinde imamı malik rahimehullahü teala ile konuşuyorlardı. ey mensur! burası mescidi se'adetdir! hafif sesle söyle! ebu ca'fer de mekkede vefat etdi. hak teala, hucurat suresinde mealen, buyurarak bir cema'ati azarlamışdır. ayeti kerimesi ile de, hafif konuşanları övmüşdür. resulullaha, öldükden sonra saygı göstermek, sağ iken saygı göstermek gibidir dedi. mensur, boynunu bükerek, ya eba abdüllah! kıbleye karşı mı durmalı, yoksa kabri se'adete karşı mı durmalı dedi. imamı malik hazretleri, resulullahdan yüzünü çevirme! kıyamet gününün şefa'atçısı olan o yüce peygamber sallallahü teala aleyhi ve sellem, kıyamet günü, senin ve baban adem aleyhisselamın kurtulması için vesile olacakdır. kabri se'adete dönerek ve resulullahın mubarek ruhuna sarılarak şefa'at dilemelisin! nisa suresinde altmışüçüncü ayetinde mealen, buyuruyor. bu ayeti kerime, resulullahı vesile edenlerin tevbelerinin kabul olunacağını söz vermekdedir dedi. bunun üzerine, mensur, olduğu yerden kalkıp, hucrei se'adet önünde durdu. ya rabbi! bu ayeti kerimede, resulünü vesile edenlerin tevbesini kabul edeceğine söz verdin. ben de, yüce peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem yüksek huzuruna gelip senden afv diliyorum. kendisi sağ iken afv dileyip afv buyurduğun kulların gibi, beni de afv eyle! ya rabbi! nebiyyürrahme olan yüce peygamberini vesile edinerek sana yalvarıyorum. ey peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselam! sana tevessül ederek, rabbime yalvardım. ya rabbi! o yüce peygamberi bana şefa'atçı eyle! diyerek yalvarmağa başladı. arkası kıbleye, yüzü penceresine karşı ayakda durup, düa eyledi. minberi nebevi sol tarafında kalmışdı. dikkat imamı malikin mensur halifeye rahimehümullahü teala verdiği nasihat önünde düa edenlerin çok uyanık olmaları lazım geldiğini göstermekdedir. o makama uygun edebi ve saygıyı gösteremiyecek olanların, medinei münevverede çok kalmaları doğru olmaz. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, buyurdu. anadolu köylülerinden biri, medinei münevverede senelerce malik bin enes bin malik bin ebi amir esbahi de medinede vefat etdi. kalmış, evlenmiş ve hucrei se'adetde belli bir hizmet yaparmış. ateşli bir hastalığa yakalanmış. canı ayran istemiş. eğer köyümde olsaydım, yoğurtdan ayran yapdırıp içerdim, düşüncesini gönlünden geçirmiş. o gece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, efendiye rü'yada görünüp, o kimsenin yapdığı işin başkasına verilmesini emr buyurmuş. şeyhulharem, ya resulallah! o hizmeti, ümmetinden filan kimse yapmakdadır deyince, o kimseye söyle! köyüne gidip, ayran içsin! buyurmuşdur. ertesi gün, bu emr bildirilince, köylü baş üstüne diyerek memleketine gitmişdir. yalnız gönülden geçen bir düşünce, bu kadar zarar verince, allah korusun, şaka bile olsa, uygunsuz bir sözün yahud edebe uymıyan bir hareketin ne büyük bir zararı olacağını bundan anlamalıdır. hucrei se'adeti ziyaret edenlerin çok uyanık olmaları lazımdır. gönlünde dünya düşünceleri bulunmamalıdır. muhammed aleyhisselamın nurunu ve derecesinin yüksekliğini düşünmelidir. dünya işlerini ve büyük kimselerle görüşüp faide sağlamağı ve alış veriş düşünenlerin düaları kabul olmaz. dileklerine kavuşamazlar. hucrei se'adeti ziyaret etmek çok şerefli bir ibadetdir. buna inanmıyanların, müslimanlıkdan çıkmalarından korkulur. çünki bunlar, allahü tealaya ve onun resulüne ve bütün müslimanlara karşı gelmiş olur. maliki alimlerinden birkaçı, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem ziyaret etmek vacibdir demiş ise de, müstehab olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. kitabın ikiyüzsekizinci sahifesinde diyor ki: ibni kayyımi cevziyye dedi ki, şirkin çeşidleri vardır: muhtac olduğu şeyleri ölüden istemek, ölülerden istigase etmek de şirkdir. ölü iş yapamaz. kendine lazım olan şeyi yapamaz ve zarar veren şeyi gideremez ki, başkalarına faidesi olsun. kendisi için allaha şefa'at etmesini ölüden istemek de şirkdir. allah izn verirse, ölü şefa'at edebilir. onun ölüye yalvarması, allahın izn vermesi için sebeb olmaz. bu müşrik, izne mani' olan birşey ile şefa'at istemekdedir diyor. halbuki, allahü tealanın şefa'at edemiyeceklerini bildirdiği şeylerden, ya'ni putlardan, tapınılan, şerik edilen şeylerden, şefa'at istemek yasak edilmişdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, velilerin, alimlerin rahimehümullahü teala şefa'at edecekleri bildirilmişdir. bunların şefa'at etmeleri için, kendilerine yalvarmak, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere inanmış olmağı göstermekdedir. evet, şefa'at, allahü tealanın izn vermesi ile olacak. fekat, izn vereceği kimseleri, kur'anı kerim ve hadisi şerifler bildirmekdedir. bunlar da, dilediklerine, razı olduklarına, şefa'at edeceklerdir. suresinde, buyurması da, bunu göstermekdedir. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala kitabının ondördüncü maddesinde, buyurdu. in, şerhinde, bu hususda geniş bilgi vardır. evliyaya yalvarmak, allahü tealanın, onlara izn vermesi için değil, izn verdiği zeman bize de şefa'at etmeleri içindir. bu inceliği anlıyamıyan bir kimse, sapıtmakda, şefa'at istiyen milyonlarca müslimana kafir damgası basmakdadır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mü'minlere şefa'at edeceğini buyurduğunu, müşriklere şefa'at edilmiyeceğini, kendi kitabları da yazıyor. ölülerden şefa'at istemenin şirk olduğunu kendisi uyduruyor. bu müşriklere şefa'at edilmiyeceğini kur'anı kerim bildiriyor diyerek, allahü tealanın kitabını kendine yalancı şahid göstermeğe kalkışıyor. kitabın ikiyüzonaltıncı, ikiyüzyirminci ve ikiyüzyirmidördüncü sahifelerinde, resulullahın amcası ebu talib için gelmiş olan, kasas suresinin, sen sevdiğini hidayete getiremezsin. fekat, allahü teala, dilediğini hidayete kavuşdurur mealindeki ellialtıncı ayeti kerimesini yazıp, kalbleri küfrden, fıskdan imana ve ita'ate ancak allahü tealanın çevireceğini bildirdikden sonra: tesavvuf büyüklerinden talebesinin kalbine girerek, kalbinde olanları bildiklerini ve kalbini dilediği gibi çevirdiklerini söyliyenler yalancıdır. bunlara inananlar da, allaha ve peygamberlere inanmamış olur. allahdan başka tapınılan herşeye denir. kabr, türbe de vesendir. mesela, mısrlıların en büyük ma'budları ahmed bedevidir. adı belli olmadığı gibi, bir üstünlüğü, ilmi ve ibadeti de bilinmiyor. birgün cami'e girip, bevl yapmış. namaz kılmadan çıkmış olduğunu sahavi, ibni hayyandan haber veriyor. bunu iki cihanda tesarruf eder, yangınları söndürür. fırtınada olan gemileri kurtarır sanıyorlar. ilah, rab ve gaybleri bilir diyorlar. uzakdan işitir ve dilekleri yapar diyor, türbesinin toprağına secde ediyorlar. amman ve ırak ehalisi de abdülkadir geylaniye böyle tapınıyorlar. muhyiddini arabi, yeryüzünün en büyük kafiridir diyor. ebu hanife nu'man bin sabit de bağdadda şehid edildi. tesavvuf büyükleri, allahü tealanın, hidayetlerini ve se'adetlerini dilemiş olduğu, azabdan kurtulacaklarını ezelde takdir etmiş olduğu kimseleri tanırlar. onların irşadlarına sebeb olurlar. evliyaya rastlamak, o seçilmiş büyükleri tanımak, onlara yalvarmak da, allahü tealanın takdiri ve ihsanıdır. allahü teala, ezelde hidayet takdir etmiş olduğu kimseye, ehli sünnet alimlerinin, tesavvuf büyüklerinin kitablarını okumak nasib ederek, se'adete ve şefa'ate kavuşdurur. dalaletini, felaketini dilediklerini de, zındıkların tuzaklarına düşürür. onların bozuk kitablarını, alçak yalanlarını okuyarak cehenneme sürüklenir. vehhabi kitabı, ismleri geçen, allahü tealanın sevgili kullarına, büyük velilere iftiralar yaparak, müslimanlara saldırmakdadır. evet birkaç cahilin ve dinini dünya çıkarına alet eden sapığın, islamiyyete uymıyan çirkin sözü ve hareketi olabilir. fekat, bunları ileri sürerek, bütün ehli sünneti kötülemeğe kalkışması, hıristiyanlar kendisine tapınıyor diyerek, isa aleyhisselama dil uzatmağa benzemekdedir. ahmed bedevi rahimehullahü teala, evliyanın büyüklerindendir. şeyh berinin talebesidir. şeyh beri de, ali bin nu'aym bağdadinin talebesidir. bu da, harikalar, kerametler sahibi, şerif ahmed rifa'inin yetişdirdiği büyük bir velidir rahimehümullahü teala. ahmed bedevi, şeriflerdendir. hicretin senesinde, mısrda vefat etdi. tanta şehrindeki türbesini her yıl yüzbinlerce müslimanın ziyaret ederek feyz aldıklarını ve islamiyyete uymıyan hiçbirşey yapılmadığını kitabı, binkırkdokuzuncu sahifesinden başlayarak, uzun yazmakdadır. abdülkadiri geylani ve muhyiddini arabinin rahimehümullahü teala büyüklüklerini de, ancak onlar gibi yüksek olan islam alimleri anlamış ve yazdıkları yüzlerce kitablarında anlatmağa çalışmışlardır. imamı rabbaninin kitabı, bu yüce velilerin medh ve senaları ile doludur. abdülgani nablüsi de rahimehullahü teala kitabında anlatmakdadır. ikiyüzyirmidördüncü sahifesinde: şa'rani, şeyhi aliyyülhavasın resulullahdan bir an ayrılmadığını yazıyor. bunlar yalandır. doğru olsaydı peygamber gelip, eshabı arasındaki ayrılıkları önlerdi diyor. zerre kadar aklı ve din bilgisi olan, böyle söyliyemez. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı arasında olacak fitnelerin, ayrılıkların hepsini haber vermişdi. gelip de, bunları önlemesi, nasıl düşünülebilir? şa'raninin rahimehullahü teala bildirdiği beraberlik, keşf ve müşahede idi. bu ahmakların anladıkları gibi maddi bir şey değildi. anlamadıklarını, bilmediklerini inkar ediyorlar. ata sözü, burada tam yerini bulmakdadır. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem her an gördüğünü söyler ve senden utanıyorum derdi. otuzikinci maddeyi okuyunuz! yüzsekseninci sahifesinde, imamı busayrinin sinden örnek vererek: bu sözler allahdan başkasına güvenmek, mahluku büyültmekdir. şirkdir diyor. resulullahı, allahü teala övmüşdür. kendisi de, kendisini överek, allahü tealanın kendisine ihsan etmiş olduğu ni'metleri saymışdır. bu övmeleri, o kadar çokdur ki, busayri hazretlerinin övmesi, onların yanında hiç kalmakdadır. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem övmek ibadetdir. eshabı kiramın hepsi övmüşlerdir. bunlardan hassan bin sabit ve ka'b bin züheyrin uzun medhleri meşhurdur. ka'b bin züheyr, kasidesinde, busayriden daha çok övmüşdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu beğenip, ka'bın önceki kusurunu afv buyurmuş ve mubarek hırkasını ona hediyye etmişdi. bu hırkai se'adet, şimdi istanbulda topkapı serayındadır. vehhabi kitabı, busayrinin kasidesindeki, beytini yazarak, resulullahdan istigase şirkdir diyor. bu , ey bütün yaratılmışların en üstünü ve en cömerdi olan yüce peygamber! son nefesimde, sığınacağım senden başka kimse yokdur demekdir. vehhabi yazar, taberaninin bildirdiği hadisi şerifi yazarak, kuldan istigase etmek şirkdir diyor. bu hadisi şerifde, bir münafık, mü'minlere sıkıntı veriyordu. ebu bekri sıddik, gidelim, resulullaha istigase edelim, ona sığınalım dedi. resulullah da, bana istigase olunmaz. allaha istigase olunur buyurdu. vehhabi, bu hadisi şerifi ileri sürerek, ehli sünnete hücum etmek çabasındadır. halbuki hadisi şerif, herkesi her zarardan koruyan allahü tealadır. koruyucu sebebleri yaratan ve bu sebeblere koruma kuvvetini ve te'sirini veren odur. o korumak istemese, sebebe kavuşdurmaz. sebeb olsa da, te'sir edemez demekdir. hadisi şerif, demekdir. hazreti ebu bekr, böyle olduğunu bilmiyor mu idi. elbet biliyordu. fekat kıyamete kadar gelecek olan mü'minlerin, onun bu sözünü yanlış anlamamaları için, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onun bu kısa sözünü açıkladı. bunun için, bütün mü'minler, her zeman, te'siri yalnız allahü tealadan bilirler. imamı muhammed ma'sum, ının birinci cildi, yüzonuncu mektubunda buyuruyor ki: allahü teala, kendi kudretini sebebler altında gizledi. kudret sahibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeblere yapışmağı emr buyurdu. tam müslimanın, sebeblere yapışmasını ve sebeblere kuvvet veren yaratana güveneceğini bildirdi. ya'kub aleyhisselamın bu ikisini birlikde yapdığını kur'anı kerimde bildirerek, onu övdü. yusüf suresinde mealen, ya'kub aleyhisselam, bizim bildirdiğimizi bilir. fekat, insanların çoğu, takdirin tedbire galib olduğunu bilmezler buyurdu. tibyan tefsirinde, bu ayeti kerimeye demişdir. te'siri sebeblerden bilip, allahü tealanın kuvveti ile te'sir etdiklerini bilmiyenler sapıkdır. sebebleri ortadan kaldırmak isteyen de, allahü tealanın hikmetini bilmemiş, allahü tealanın, mahlukları boş yere, faidesiz yaratmış olduğunu söylemiş olur. insanları tenbelliğe sürükler. sebeblere te'sir kuvvetini allahü tealanın verdiğine inanan ise, hak yola kavuşmuş olur. her iki tehlükeden kurtulmuş olur. yüzonuncu mektubun tercemesi temam oldu. bu inceliği anlıyabilen, yukarıdaki hadisi şerifi de doğru anlayabilir. imamı muhammed bin sa'id busayri rahimehullahü teala sfiyyei aliyyenin büyüklerindendir. şazili olan ebulabbasi mürsinin yetişdirdiği evliyadandır. ebülabbasi mürsi de, ebülhaseni şazilinin talebesidir. senesinde mısrda vefat etmişdir. kendisine felc hastalığı geldi. bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. resulullaha tevessül edip, insanların en üstününü öven meşhur kasidesini hazırladı. rü'yada resulullaha okudu. çok hoşuna gidip arkasından mubarek hırkasını çıkarıp, imama giydirdi. bedeninin felcli olan yerlerini mubarek eli ile sığadı. uyanınca, bedeni sağlam idi. hırkai se'adet de arkasında idi. bunun için, bu kasideye denildi. bürde, hırka, palto demekdir. imamı busayri rahmetullahi aleyh sevinerek, sabah namazına giderken, salah ve zühd ile meşhur bir zata rastladı. imama, kasideni dinlemek isterim dedi. benim kasidelerim çokdur. hepsini herkes bilir dedi. kimsenin bilmediği bu gece resulullaha okuduğunu istiyorum deyince, bunu hiç kimseye söylemedim. nerden anladın dedi. o zat da, imamın rü'yasını, olduğu gibi haber verdi. vezir behaeddin bu kasideyi işitince, hepsini okutup, saygı ile ayakda dinledi. hastalara okununca, iyi oldukları, okunan yerlerin derdlerden, belalardan emin oldukları görüldü. faidelenmek için, inanmak ve halis niyyet ile okumak lazımdır. kasidei bürde, on kısmdır: birinci kısm, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem olan sevginin kıymetini bildirmekdedir. ikinci kısm, insanın nefsinin kötülüğünü anlatmakdadır. üçüncü kısm, resulullahı övmekdedir. dördüncü kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya teşrifini anlatmakdadır. beşinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düalarının hemen kabul olduğunu bildirmekdedir. altıncı kısm, kur'anı kerim övülmekdedir. yedinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mi'racındaki incelikleri bildirmekdedir. sekizinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem cihadlarını anlatmakdadır. dokuzuncu kısm, allahü tealadan afv ve mağfiret ve resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem şefa'at istemekdedir. onuncu kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem derecesinin yüksekliği bildirilmekdedir. vehhabi yazar, binlerce müslimanı şehid etmiş olan zalimleri övüyor. onların, ma'sum kanları damlıyan kılınclarını, islam mücahidlerinin mubarek kılınclarına benzetiyor da, allahü tealanın yüce peygamberini övmeği, puta tapanların putlarını övmelerine benzetiyor. resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem övenlere müşrik damgası vuruyor. kafirler putlarını halık, ma'bud olarak övmüşdü. böyle övmek ancak allahü teala için olur. müslimanlar, yalnız allahü tealayı böyle över. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem överek mahlukların en üstüne çıkarırız. resulullaha aşık olan, onu çok öven, islam alimlerinin hiçbiri, o yüce peygamberi halık ve ma'bud derecesine çıkarmamış. allahü tealayı över gibi övmemişdir. bu kitabı yazan, hak ile batılı birbirinden ayıramıyor. kitabını, kafirleri bildiren ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle doldurmuş. bunlara yanlış ma'nalar vererek, islam alimlerine saldırmakda, tesavvuf büyüklerine, allahü tealanın sevdiği müslimanlara müşrik ve kafir demekdedir. bu vehhabi kitabını okuyanlar, her sahifesindeki ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri görerek aldanmakda, bunlara verilen bozuk ma'naları doğru sanarak felakete sürüklenmekdedirler. iki sahifesinden başlıyarak diyor ki: hadisi şerifde, insanların en kötüsü, kıyamet kopacağı zeman diri olanlardır ve kabrleri mescid yapanlardır buyuruldu. islamiyyetden önce, mezarlar mescid yapılmışdı. bu ümmetin sonra gelenleri, cahiliyye ehlinden de ileri gitmiş. sıkışdıkları zeman, allahı unutuyorlar. ölüleri ilah yapıyorlar. ölülerin, kendilerinden istenilenleri yapacaklarına inanıyorlar. abdülkadiri geylani düa edenleri işitir ve yardım eder diyorlar. onun gaybı bildiğini sanıyorlar. halbuki, o ölmüşdür. böyle söyliyenler kafirdir. kur'anı inkar etmiş oluyorlar. ibni kayyım, mezarların üzerindeki kubbeleri yıkmak vacibdir dedi. imamı nevevi, her ne niyyet ile olursa olsun, kabr üzerine türbe yapmak haramdır dedi. mezarlıklar pis olduğu için, orada namaz kılınması yasak edildi diyenler yanılmakdadır. çünki, peygamberlerin mezarları pis olmaz. ibni haceri hiytemi kitabında, mezar üzerine kubbe yapmak büyük günahdır. islam hükumet adamlarının bu kubbeleri yıkmaları lazımdır. önce imamı şafi'inin türbesini yıkmalıdır, dedi. burada da müslimanlara iftira etmekdedir. müslimanlar, hergün beş kerre, allahü tealaya ibadet ediyor. ona yalvarıyorlar. böyle olan bir kimse için, allahı unutuyor demek, açık bir yalancılıkdır. müslimanlar ölüye tapınmaz. allahü tealanın sevdiği kullarının, hatta her ölünün, mezarda işitdiğini, hadisi şerifler bildirdiği için, onun mezarına gidip, onun sebebi ile allahü tealaya düa ediyorlar. meyyitden vesile olmasını, şefa'at etmesini istiyorlar. ölü her dilediğini yapamaz. diri de, her dilediğini yapamaz. fekat, allahü teala, sevdiği kullarının ve en önce peygamberlerin düalarını kabul buyuracağını söz vermişdir. müslimanlar, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyadan rahimehümullahü teala birşey yapmalarını istemez. allahü tealanın birşeyi vermesi için düa etmelerini ister. evliya, kabr başına gelenin dilediğini işitir. bunu vermesi için, allahü tealaya düa eder. allahü teala da, düasını kabul eder. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala kitabının yüzyirmibirinci sahifesinden terceme yaparak, vehhabi kitabının yalanlarını ortaya koyalım: ibni hacer, hadisi şerifleri yazdıkdan sonra buyuruyor ki: şafi'i alimlerinden birkaçı, yukarıdaki hadisi şeriflerden alarak, altı şeyin büyük günah olduklarını bildirmişlerdir. bunlardan biri, kabrleri mescid yapmakdır. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. kabrleri mescid yapanlara la'net edildi ve salihlerin kabrlerini mescid yapanların, kıyamet günü, insanların en kötüleri olacakları bildirildi. mezarı mescid yapmak demek, ona karşı namaz kılmak demekdir. bunun içindir ki, şafi'i alimlerimiz peyabdülkadir geylani da bağdadda vefat etdi. ibni hacerimekkida mekkede vefat etdi. gamberlerin ve evliyanın mezarlarına karşı, onlara saygı olarak namaz kılmak haram olur dediler. haram olması için, iki şart lazımdır. biri, kabrdekinin sayılı, büyük bilinen kimse olması, ikincisi, namazın ona karşı olmasını niyyet etmekdir. mezara kandil yakmak da, ölüye saygı için olunca, haram olur. mezar etrafında dönmek de böyledir. bunlar saygı için değil ise, mekruh olacağı anlaşılmakdadır. kabre secde ederek saygı göstermek, ona tapınmak olur. bu ise büyük günah, hatta küfrdür. hanbeli alimlerinden ba'zıları, kabr yanında saygı namazı kılmak büyük günahdır ve küfre sebeb olur. böyle yapılan türbeleri yıkmalıdır dedi. ibni haceri mekki hiyteminin rahimehullahü teala sinin mısr baskısı, cenaze kısmında diyor ki, her meyyitin gömüldüğü umumi kabristanda, mezar üstüne türbe yapılmaz. bunları yıkmalıdır. umumi olmıyan mezarlıkdaki türbelerin yanına meyyit gömmek için türbeleri yıkmak caiz değildir. onyedinci sahifesinde diyor ki, umumi olan kabristana türbe yapmak haramdır. yapılmış olanı yıkmalıdır. vakf olan kabristanda ve sahibinden izn almadan, bunun kabristanına bina yapmak da haramdır. kendi mülkünde veya başkasının izni ile onun mülkünde türbe yapmak mekruhdur. yirmibeşinci sahifesinde diyor ki, umumi kabristanda türbe yapmak, çok yer kaplıyarak, başkalarının ölülerini gömmelerine mani' olduğu için haramdır. umumi kabristandaki türbeleri yıkmalıdır. şafi'i alimlerinden çoğu rahimehumullahü teala bunun için, imamı şafi'inin rahimehullahü teala türbesinin yıkılmasına fetva vermişdir. çünki, bu türbe umumi kabristandadır. görülüyor ki, ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh her türbe haramdır ve yıkılmalıdır dememişdir. evliyanın kabrleri üzerine türbe yapmanın caiz olduğu da, da ve üsuli erbe'da açık yazılıdır. zevacir kitabı, ikiyüzdokuzuncu sahifesinde, gösteriş için yüksek ev yapmanın da büyük günah olduğunu bildirmekdedir. bu hadisi şeriflere uyarak, türbeleri yıkmayıp, rıyadda, taifde ve ciddede yapdırdıkları sefahet ve fuhş evlerini yıkmaları vacibdir. ikiyüzkırksekizinci sahifesinde, kabrleri ziyaret ediniz! bu ziyaretler, sizlere ahıret gününü hatırlatır hadisi şerifini yazıyor ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek annesinin kabrini ziyaret buyurduğunu bildiriyor. fekat bu hadisi şerif kabrdekine istigase etmeği, ondan birşey istemeği göstermez diyerek peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyanın.ıyamet ve ahıret türbelerini ziyaret etmeği kafirlerin mezarlara tapınmalarına benzetmeğe kalkışıyor. ikiyüzellidokuzuncu sahifesinde, mescidi nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi yasakdır. mescide her girişde, kabri nebiye gitmeğe, imamı malik mekruhdur dedi. sahabe ve tabi'in mescide gelir. namaz kılar ve çıkarlardı. selam vermek için kabre gelmezlerdi. çünki, islamiyyetde böyle birşey emr edilmemişdir. meyyitin ruhunun, kendi şeklinde görünmesi yalandır. böyle görünmek, yalnız mi'rac gecesi olmuşdur. eshabın yapmadıklarını, sonra gelenler yapdılar. eshabdan birkaçı, yalnız uzakdan gelince, yalnız selam vermek için kabre uğrardı. abdüllah ibni ömer yoldan gelince, kabre uğrar selam verirdi. başkasının böyle yapdığı görülmedi. ahmed rıfa'inin peygamberin elini öpdüğü yalandır, uydurmadır. hucrei se'adet önünde düa ederken, kabre dönmeyip kıbleye dönmek lazım olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. hucrei se'adeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek hadis ile yasak edilmişdir diyor. kitabında diyor ki: hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi ibni huzeyme ve bezzar ve ali darekutni ve süleyman taberani rahimehumullah haber vermekdedir. bezzar hazretlerinin bildirdiği başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. müslimi şerifdeki ve ebu bekr bin mekkarinin rahimehullahü teala kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek için medinei münevvereye gelenlere, şefa'at edeceğini haber vermekdedir. imamı taberaninin ve darekutninin ve diğer hadis imamlarının rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ibni cevzi rahimehullahü teala de, bu hadisi şerifi haber vermekdedir. darekutninin haber verdiği başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi imamı malik rahimedarekutni de vefat etdi. taberani de vefat etdi. hullahü teala de bildirmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevab kazanmaları içindir. imamı beyhekinin haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse bana selam verince, allahü teala, ruhumu geri verir. onun selamına cevab veririm buyuruldu. imamı beyheki, bu hadisi şerife dayanarak, peygamberler mezarlarında diridirler buyurdu. mubarek ruhunun geri verilmesi demek, yüksek makamında iken, selam verene cevab verir demekdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarında diri olduğunu bildiren hadisi şerifler o kadar çokdur ki, birbirlerini kuvvetlendirmekdedirler. mesela, kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir buyurulmuşdur. bu hadisi şerifi ebu bekr bin ebi şeybe rahmetullahi aleyhima bildirmişdir ve altı büyük hadis imamının kitablarında vardır. abdüllah bin abbas radıyallahü teala anhümadan ibni ebiddünyanın haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selam verse, meyyit onu tanır ve cevab verir. tanımadığı meyyite selam verirse, meyyit sevinir ve cevab verir buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyanın her yerinde, aynı zemanda salat ve selam edenlerin herbirine ayrı ayrı nasıl cevab verir denilirse, güneşin bir anda binlerce şehre ışık salması gibidir cevabı verilir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerine selam verince, onu tanıdığı ve cevab verdiği anlaşılınca, bir müsliman için bundan büyük bir şeref ve se'adet olabilir mi? ibrahim bin bişar rahmetullahi aleyh, hac etdikden sonra, kabri se'adeti ziyaret için medineye gitdim. hücrei se'adet önünde selam verdim. vealeykesselam cevabını işitdim buyurmuşdur. şi'. sakın terki edebden, kuyi mahbubi hudadır bu, nazargahı ilahidir, makamı mustafadır bu! mura'ati edeb şartiyle gir nabi bu dergahe, metafi kudsiyandır, busegahi enbiyadır bu! hadisi şerifde, buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabrde, bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu göstermekdedir. evliyanın büyüklerinden seyyid ahmed rıfa'inin ve birçok velilerin rahimehümullahü teala, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem verdikleri selamın cevabını işitdikleri ve ahmed rıfa'inin, resulullahın mubarek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitablarda yazılıdır. bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamağa benzer. seyyid ahmed rıfa'i, de basrada tevellüd, de mısrda vefat etdi. ikinci abdülhamid han rahimehullahü teala bunun türbesini ve mescidini ta'mir ve fevkal'ade tezyin etdi. islam alimlerinin büyüklerinden celaleddin abdürrahman süyuti rahimehullahü teala adındaki kitabında muhaliflere vesikalarla cevab vermekde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrinde diri olup, selam verenleri işitdiğini isbat eylemekdedir. bu kitabında bildirdiği hadisi şeriflerden biri dür. bu hadisi şerifi, kitabının sahibi ebu nu'aym rahimehullahü teala da bildirmekdedir. abdürrahman süyuti, de mısrda vefat etmişdir. ebu ya'lanın rahimehullahü teala inde bulunan bir hadisi şerifde, buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem son hastalığında, hayberde yimiş olduğum yemeğin acısını her zeman duyardım. o gün yidiğim zehr, şimdi ebherimi, ya'ni avort damarımı koparmakdadır buyurdu. bu hadisi şerif, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem şehid olarak vefat etdiğini bildiriyor. allahü teala, ali imran suresinin yüzaltmışdokuzuncu ayetinde mealen, allah yolunda şehid olanları, ölü sanmayınız! onlar diridirler buyurdu. resulullah efendimizin de sallallahü aleyhi ve sellem bütün şehidler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmakdadır. imamı süyuti rahmetullahi aleyh kitabında, yüksek derecedeki veliler rahimehümullahü teala peygamberleri ölmemiş gibi görürler. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem musa aleyhisselamı mezarında diri olarak görmesi bir idi. evliyanın da böyle görmeleri dir. keramete inanmamak, cahillikden ileri gelir buyurmakdadır. ibni habban ve ibni mace ve ebu davüdün rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, cum'a günleri bana çok salevat okuyunuz! bunlar, bana bildirilir buyuruldu. öldükden sonra da bildirilir mi denildikde, toprak, peygamberlerin vücudünü çürütmez. bir mü'min bana salevat okuyunca, bir melek baahmed ebu ya'la de musulda vefat etdi. na haber vererek, ümmetinden falan oğlu filan, sana selam söyledi ve düa etdi der buyurdu. bu hadisi şerifler, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mezarında, dünyadakilerin bilemediği bir hayat ile diri olduğunu göstermekdedir. zeyd bin sehl radıyallahü anh buyurdu ki, bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda oturuyordum. mubarek yüzü gülüyordu. niçin tebessüm buyurduklarını sordum. nasıl sevinmiyeyim? biraz önce cebrail aleyhisselam müjde getirdi: allahü teala buyurdu ki, ümmetinden biri sana bir salevat söyleyince, allahü teala, ona karşılık on salevat eder dedi buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem diri iken, eshabına allahü tealanın bir rahmeti olduğu gibi, öldükden sonra da bütün ümmeti için, büyük ni'metdir. iyiliklere sebebdir. mehal bin amr diyor ki, bir gün sa'id bin müseyyib ile birlikde rahimehümullahü teala ümmi seleme radıyallahü anha validemizin odasının yanında oturuyordum. birçok kimse ziyaret için hucrei se'adet önüne geldiler. sa'id, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem kabrde sanıyorlar. peygamberler kabrlerinde kırk günden ziyade kalırlar mı? dedi. halbuki sa'id medinedeki harre denilen felaket gününde, kabri se'adetden ezan sesi işitdiğini haber vermişdir. hazreti osman radıyallahü teala anh evi sarıldığı zeman, buyurmuşdur. mehal bin amrın sa'idden işitdim dediği söz doğru olsaydı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrini ziyaret için çağırmazdı. şöyle ki: bilali habeşi radıyallahü teala anh kudüsün fethinden sonra, rü'yasında resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem aldığı emr üzerine medineye gelip, kabri se'adeti ziyaret etdi. müslimanların halifesi olan ömer bin abdül'aziz radıyallahü teala anh şamdan medineye hususi me'murla salat ve selam gönderirdi. hazreti ömer radıyallahü anh kudüsü aldıkdan sonra, medinei münevvereye dönünce, önce hucrei se'adete girip, resulullahı ziyaret etdi ve salat ve selam söyledi. yezid bin mehri diyor ki, şamdan medineye gidiyordum. mısr valisi olan ömer bin abdül'azize radıyallahü teala anh uğradım. bana dedi ki, ey yezid! resulullahı ziyaret se'adetine kavuşömer bin abdül'aziz de şehid edildi. duğun zeman benden salat ve selam söylemeni rica ederim! abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma, her seferden dönüşde, hucrei se'adete girer, önce resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem, sonra hazreti ebu bekri, ondan sonra babası hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma ziyaret edip, her birine selam verirdi. bunu, imamı nafi' rahimehullahü teala haber vermekdedir. doğru olduğunu vehhabi kitabı da yazmakdadır. hem, peygamberin kabrini ziyaret etmek, islamiyyetde bildirilmemişdir diyor. hem de, yalnız abdüllah bin ömer ziyaret ederdi diyor. başkaları ziyaret etmedi diyor. halbuki, eshabı kiramın çoğunun radıyallahü teala anhüm ecma'in ziyaret etdikleri, kıymetli kitablarda bildirilmişdir. nafi', abdüllah bin ömerin radıyallahü teala anhüma azadlısı idi. de, medinede vefat etdi. abdüllah ibni ömerin islamiyyetde izn verilmemiş bir şeyi yapdığını söylemek çirkin bir iftiradır. kitabın yazarı, işine geldiği zeman, eshabı kiramı çok övmekde, işine gelmediği zeman da, böyle çok çirkin iftira yapmakdan sıkılmamakdadır. kabri se'adeti ziyaret edip, salat ve selam okumak caiz olmasaydı, abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma böyle yapmazdı ve onu gören eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in yasak olduğunu ona söylerlerdi. onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, caiz ve sevab olduğunu göstermekdedir. imamı nafi' rahmetullahi aleyh diyor ki, abdüllah ibni ömerin resulullahın kabri başına gelip, dedikden sonra, dediğini ve sonra dediğini, belki yüzden fazla gördüm. hazreti ali radıyallahü anh, birgün mescidi şerife girip, fatımanın radıyallahü anha odası önünde çok ağladı. sonra hucrei se'adete girip, dedi. yine ağladı. sonra, diyerek, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere radıyallahü anhüma selam verdi. sonra çekilip gitdi. bunun için, fıkh alimlerimiz rahimehümullahü teala hac vazifesini yapdıkdan sonra, medinei münevvereye gelerek, mescidi şerifde namaz kıldılar. sonra ile minberi müniri ve arşı aladan efdal olan kabri şerifi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahy geldiği zeman dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve ta'mir edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü teala anhüm ecma'in geçdikleri yerleri ziyaret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. onlardan sonra gelen alimler, salihler de, hacdan sonra medineye gelirler, fıkh alimlerimiz gibi yaparlardı. bugüne kadar hacılar da, bunun için medinei münevverede ziyaretler yapmakdadırlar. alimler, önce medineye mi gitmeli, yoksa kabri se'adeti hacdan sonra mı ziyaret etmeli sualine başka başka cevab verdiler. tabi'inin büyüklerinden alkama ve esved ve amr bin meymun rahimehümullahü teala önce medineye gitmeli dediler. islam alimlerinin güneşi olan imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala önce hac yapmak, sonra mekkeden medineye gitmek daha iyi olur buyurdu. ebülleysi semerkandinin rahimehullahü teala fetvasında da böyle yazılıdır. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında bundan dolayı osmanlı hacılarının iki bayram arasında medinei münevvereye gidip, hac zemanı gelince, medineden mekkeye gitmeleri adet olmuşdur. hacıların bir kısmı da, önce mekkeye gidiyor. arafatdan sonra medineye gelip ziyaretleri yapıyorlar. buradan yenbu' iskelesine gelip vapurlara biniyorlar. süveyş kanalı yolu ile memleketlerine dönüyorlardı. kitabının yazarı kadi iyad ve şafi'i alimlerinden imamı nevevi ve hanefi alimlerinden ibni hümam rahimehümullahü teala buyurdular ki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini ziyaretin çok sevab olduğu, icma'i ümmet ile belli olmuşdur. vacib diyen alimler de vardır. kabr ziyareti sünnetdir. kabrlerin en kıymetlisi olan i ziyaret, sünnetlerin en kıymetlisi olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem baki kabristanını ve uhud şehidlerini ziyaret ederdi. hindistanın büyük alimlerinden, abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala de vefat etdi. farisi kitabında uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki, ebu ferde radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün uhud şehidlerini ziyaret etdi. ey ibadete layık olan rabbim! senin bu kulun ve resulün şahidim ki, bunlar senin rızanı kazanmak için şehid oldular! dedikden sonra, bize dönerek, bir kimse bunları ziyaret ederse ve selam verirse, bunlar o selam sahibine cevab verirler. abdülhamid han de vefat etdi. kıyamete kadar, böyle cevab verirler buyurdu. peygamberimiz, uhud şehidlerini ziyarete gider, sabr etdiniz. size selam olsun! buyururdu. hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü teala anhüma de, halife iken, uhud şehidlerini ziyaret ederek, böyle söylerlerdi. fatımaı huzaiyye rahimehullahü teala diyor ki, uhud meydanından geçiyordum. dedim. cevabını işitdim. utaf bin halid mahzumi rahimehullahü teala teyzesinden haber verdi ki, uhud şehidlerini ziyarete gitmişdi. şehidlere selam verdi. selamına cevab verdiler ve dediler. nisa suresinin altmışüçüncü ayetinde mealen, onlar nefslerine zulm etdikden sonra, gelirler. allahü tealadan afv dilerler. resulüm de, onlar için istiğfar ederse, allahü tealayı elbette tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulurlar buyuruldu. bu ayeti kerime, kabri se'adeti ziyaret etmeği emr etmekdedir. bu ayeti kerime, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. kabri se'adeti ziyaret ederken, bu ayeti kerimeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmişdir. imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, muhammed bin harb hilaliden radıyallahü teala anh işitdim. dedi ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem defn olundukdan üç gün sonra, hucrei se'adeti ziyaret edip, bir köşeye oturmuşdum. bir köylü gelip, kendini kabri se'adet üzerine atdı. kabri şerif üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçdı. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! hak teala senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu. ben, nefsime zulm etdim. istiğfar için seni vesile ediyorum, dedi. kabri se'adetden bir ses gelerek, sana müjde olsun! günahların afv edildi dediği işitildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, uhud şehidlerini ziyaret için, medineden uhuda teşrif etmişdir. bundan dolayı, kabri se'adeti ziyaret için, medinei münevvereye gitmek de elbette ibadet olur. bunun çok sevab olduğunu, islam alimleri rahimehümullahü teala sözbirliği ile bildirmişlerdir. hadisi şerifi, kabri se'adeti ziyaret için medinei münevvereye gitmenin çok sevab olduğunu göstermekdedir. bu ziyareti yapmıyanlar, bu çok sevabdan mahrum kalırlar. belki de, vacibi terk etmiş olacaklardır. bu üç mescidden başkasını ziyaret için, uzak yola çıkmak, allah rızası için olursa caizdir. başka niyyetlerle olursa haramdır. sual: imamı hasen bin ali radıyallahü teala anh, kabri se'adet yanında ziyaretcilerin kabre yaklaşmalarına izn vermezdi. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, kabrimi bayram yeri yapmayınız! evlerinizi mezarlık yapmayınız! bulunduğunuz yerde bana salat ve selam söyleyin! söyledikleriniz bana bildirilir buyurduğunu söyliyerek, kabri se'adete yaklaşmağa izn vermezdi. buna ne dersiniz? cevab: bu sözler, hadisi şerifine uygun değildir. fekat, bu iki imamın sözü, ziyaretde saygısızlık yapanlar için olsa gerekdir. hatta imamı malik rahmetullahi aleyh, kabri se'adet yanında çokca oturmağa izn vermemişdir. imamı zeynel'abidin rahimehullahü teala hucrei se'adeti ziyaret ederdi. tarafındaki direk yanında durup, selam verirdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başının, hucrenin bu tarafında olduğu, bundan anlaşılırdı. resulullahın mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları içine katılmazdan önce, burası, ziyaret yeri idi. hucrei se'adetin kapısı önünde durup selam verirlerdi. harun bin musa hirevi, ceddi alkamaya sordu ki, peygamberimizin mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları mescidi se'adete katılmazden önce kabri se'adet hangi tarafından ziyaret olunurdu? alkama, hazreti aişenin vefatından önce, hucrei se'adet kapısı kapatılmamış olduğundan, bu kapı önünden ziyaret olunurdu cevabını verdi. hadis alimlerinden hafız abdül'azim münziri rahimehullahü teala, hadisi şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demekdir, dedi. ya'ni, benim kabrimi, yılda bir iki kerre ziyaret etmekle bırakmayınız! her vakt ziyaret ediniz! demekdir dedi. hadisi şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demekdir dedi. mezarlıkda namaz kılmak caiz olmadığı için, abdül'azimi münzirinin sözü doğru olmakdadır. alimlerin çoğuna göre, kabri se'adeti ziyaret için, bayram günleri gibi belli zemanlar ayırmayın demekdir dediler. yehudiler ve hıristiyanlar peygamberlerin mezarlarını ziyaret etmek için çalgılı, oyunlu toplantı yaparlardı. abdül'azim münziri, de mısrda vefat etdi. zeynel'abidin ali de şehid edildi. bunlardan anlaşılıyor ki, kabri se'adeti ziyaret için gelenler, selam verip düa etdikden sonra, durmayıp gitmelidir. müslimanlar, kabri se'adeti ziyaret etmeği, ibadet ve çok sevab bilmeli. ne kadar uzak olursa olsun, ziyaret için medinei münevvereye gitmeli. sık sık ziyaret etmeğe çalışmalıdır. ya'ni hac farizası ömründe bir kerre olduğu gibi, medinei münevvereye gitmeği de, ömründe bir kerreye bırakmamalıdır. gücü yetdikçe gidip ziyaret etmeli. fekat, önünde çok durmamalıdır. islam alimlerinin güneşi ebu hanife rahimehullahü teala, müstehabların en üstünlerinden olan, kabri se'adetin ziyareti, vacib derecesine yakın bir ibadetdir buyurdu. kabri se'adeti ziyaret etmeği adak yapanların, şafi'i mezhebine göre, bu adaklarını yapmaları lazım olur. başka mezarları ziyareti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları için sözbirliği yok ise de, adaklarını yapmaları daha iyi olur. mescidi haramı yürüyerek ziyareti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları lazımdır. çünki, içinde, hac farizeleri yapılmakdadır. de ise, ka'bei mu'azzamadan ve kudüsdeki dan dahakıymetli olan vardır. bu mubarek mescide yürüyerek gitmeği nezr etmek, kabri şerifi ziyaret etmeği de niyyet etmek olduğu için, bu nezri yerine getirmek de, elbet lazım olur.yı ziyaret için yapılan nezri yerine getirmek dört mezhebde de lazımdır. mescidi se'adet ile mescidi aksanın ziyareti için yapılan nezri yerine getirmek lazım olduğunda sözbirliği olmadı. bu ayrılık, mescidi se'adeti ziyaret içindir. kabri se'adeti ziyaret için nezr yapanların, bu adaklarını yerine getirmeleri lazımdır. sual: ebu muhammed bin ebu zeydden rahimehullahü teala soruldu ki, vekil olarak hacca gönderilen ve kabri se'adeti de ziyaret etmesi emr olunan kimse, hac edip, kabri se'adeti ziyaret etmeden geri dönse, ziyaret için, kendisine verilmiş olan parayı geri vermesi lazım olur mu? cevab: ibni zeyd rahmetullahi aleyh cevabında buyurdu ki, bu parayı geri vermesi lazım olur. abdüllah ebu muhammed bin zeyd, maliki alimlerinin büyüklerindendir. da vefat etdi. kabri se'adeti ziyaret için imamı malik rahimehullahü teala buyurdu ki, mescidi şerife girdikde, kıbleyi arkaya almalı, yüzünü hucrei se'adete karşı dönmelidir. edeb ve saygı ile, selam verip, salevatı şerife okumalıdır. mescidi şerife girince, önce iki rek'at namazı kılmalıdır. bunu içinde kıldıkdan sonra, karşısında durup, önce resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, sonra hazreti ebu bekre ve hazreti ömere radıyallahü anhüma selam vermeli, sonra belli düaları okumalıdır. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve her mü'min, ziyarete gelenleri ve bunların selamlarını, düalarını işitirler. dilediği gibi ve hatırına geldiğini söyleyerek düa etmek caiz ise de, alimlerin bildirdikleri belli düaları okumak daha faideli olur. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh buyurdu ki, ben medinede iken, salihlerden eyyubi sahtiyani rahimehullahü teala gelip, mescidi şerife girdi. yüzünü kabri nebeviye döndü. kıble arkasında kaldı. ayakda ağladı. ebülleysi semerkandinin imamı azam ebu hanifeden rahimehümallahü teala haber verdiğine göre, kıbleye dönülür. hucrei se'adet arkada kalır. şeyh kemaleddin ibni hümam, imamı azam ebu hanifenin rahimehümallahü teala müsnedinde bildirdiği üsule bakılırsa, ebülleys ile ona uyanların bildirdikleri, imamı azamın önceki ictihadı olduğu anlaşılır. sonra, hucrei se'adete karşı ziyaret edilmesini bildirmişdir. abdüllah ibni ömer radıyallahü teala anhüma de, hucrei se'adete dönerek selam vermelidir dedi. ibni cema'a rahimehullahü teala kitabında, kabri se'adeti ziyaret eden, resulullahın mubarek başı bulunan köşeyi sol tarafına ve kıbleyi sağ tarafına alıp, köşeden iki metre kadar uzakda durmalıdır. sonra kıble dıvarını yavaş yavaş arkaya alıp, penceresine karşı oluncaya kadar dönmelidir. tam kabri se'adete dönünce selam vermelidir demekdedir. görülüyor ki, hucrei se'adetin, ravdai mutahhera köşesi ile kıble duvarı arasına gelip mubarek başı sol tarafa almalı. iki metre uzak durmalı. sonra yavaş yavaş, hucrei se'adete doğru dönmeli ve kıbleyi arkaya almalıdır. sonra salat ve selam verip, düa etmelidir. imamı şafi'i ve başka imamlar rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, böyle ictihad buyurmuşlardır. şimdi de böyle ziebülleys nasr semerkandi de vefat etdi. yaret edilmekdedir. resulullahın mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları, mescidi se'adete katılmadan önce, hucrei se'adetin kıble tarafında yer pek azdı. muvacehei se'adete karşı durmak güçdü. ziyaretçiler, hucrei se'adetin ravdai mutahhera dıvarındaki kapısı önünde kıbleye karşı durup, selam verirlerdi. sonra imamı zeynel'abidin rahimehullahü teala ravdai mütahherayı arkaya alıp, selam verirdi. mubarek zevcelerin odaları, mescide katıldıkdan sonra, penceresi önünde durup ziyaret edildi. din imamları, medinei münevverede kalacaklar ve ziyaretçiler için birçok edeb ve şartlar bildirmişlerdir. bu şartlar ve edebler, fıkh ve menasik kitablarında yazılıdır. kitabının yazarı eyyub sabri paşanın rahimehullahü teala kitabında hepsi yazılıdır. islamiyyetde ilk yapılan türbe, resulullahın medfun olduğu dır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, çok sevdiği zevcesi aişe radıyallahü anha validemizin odasında, hicretin onbirinci senesi, rebi'ulevvel ayının onikinci pazartesi günü, öğleden önce vefat etdi. çarşamba gecesi, bu odaya defn edildi. aişe radıyallahü anha hazretlerinin odası, üç metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmışdı. biri garb, öteki şimal tarafında iki kapısı vardı. garb kapısı, ravdai mutahhera tarafındadır. hazreti ömer radıyallahü teala anh halife iken, onyedi senesinde, mescidi se'adeti genişletirken, hucrei se'adetin etrafına kısa bir taş dıvar çevirdi. abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anh halife iken, bu dıvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yapdırdı. bu dıvarın üstü açık olup, şimal tarafında bir kapısı vardı. abdüllah bin zübeyr, de şehid edildi. hazreti hasen radıyallahü teala anh, kırkdokuz senesinde vefat edince, vasıyyeti gereğince, hazreti hüseyn, kardeşinin radıyallahü anhüma cenazesini hucrei se'adet kapısına getirip, düa ve istigase edeceği zeman, buraya defn edeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemiyenler oldu. gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, baki' kabristanına defn olundu. ileride böyle haller olmaması için, dıvarın ve odanın kapısını dıvarla örüp kapatdılar. emevi halifelerinin altıncısı olan velid rahimehullahü teala medine valisi iken, dıvarı yükseltdi ve üzerini küçük bir kubbe ile örtdü. üç kabr, dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. ömer bin abdül'aziz rahmetullahi aleyh, medinei münevvere valisi iken, de, halife velidin emri ile, zevcatı tahiratın radıyallahü teala anhünne odalarını yıkdırıp, mescidi se'adeti genişletirken, etrafına ikinci bir dıvar yapdırdı. bu dıvar beş köşeli idi. hiç kapısı yokdu. ırakda zengilerin idare etdiği atabekler devletinin veziri, ya'ni başvekili ve salahuddini eyyubinin amcası oğlu olan cemaleddini isfehani rahimehullahü teala, senesinde, hucrei se'adetin dış dıvarı etrafına sandal ve abanos ağaçlarından bir parmaklık yapdırdı. parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekdi. fekat, birinci yangında yandı. altıyüzseksensekiz senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. bu parmaklığa denir. şebekei se'adetin kıble tarafına , şark tarafına , garb tarafına ve şimal tarafına denir. mekkei mükerreme şehri, medinei münevvere şehrinin cenubunda olduğu için, mescidi nebinin ortasında, ya'ni ravdai mutahherada, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında hucrei se'adet, sağ omuzu tarafında ise, minberi şerif bulunur. senesinde, şebekei se'adetin bulunduğu yer ile dış dıvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. mermerler, zeman zeman değişdirildi. son olarak sultan abdülmecid han rahimehullahü teala döşetdi. hucrei se'adetin beş köşeli dıvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmışdı. bu kubbeye denir. osmanlı padişahlarının rahimehümullahü teala gönderdikleri bu kubbe üzerine örtülürdü. kubbetünnur üzerine gelen, mescidi se'adetin büyük yeşil kubbesine denir. şebekei se'adet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, kubbei hadra altındaki kemerlere asılırdı. bu iç ve dış perdelere denir. şebekei se'adetin şark, garb, şimal taraflarında birer kapısı vardır. şebekei se'adet içine haremi şerif ağalarından başka kimse giremez. dıvarların içine ise, hiç kimse giremez. çünki kapıları ve pencereleri yokdur. yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafes ile kapalıdır. bu deliğin hizasında olarak, kubbei hadraya da bir delik açılmışdır. mescidi şerif kubbesi senesine kadar kurşun renginde idi. sultan mahmudi adli hanın rahmetullahi aleyh emri ile yeşile boyandı. da, sultan abdül'aziz hanın rahsalahuddin eyyubi de şamda vefat etdi. metullahi aleyh emri ile yeniden boyandı. mescidi se'adeti ta'mir ve tezyin için sultan abdülmecid han rahimehullahü teala kadar çok para harc eden ve gayret eden hiçbir kimse olmamışdır. haremeyni ta'mir için yediyüzbin altın sarfetmişdir. ta'mir de temam olmuşdur. hergün resulullaha bir hizmetde bulunmuşdur. bu yolda keşf ve kerametleri de görülmüşdür. sultan abdülmecid han, mescidi nebevinin eski şeklini, istanbulda hırkai şerif cami'inde bulundurmak için emr buyurmuş, bunun için, senesinde, mühendis mektebi hocalarından binbaşı ressam hacı izzet efendi rahimehullahü teala medineye gönderilmişdir. izzet efendi her yeri ölçerek elliüç def'a küçültülmüş bir modelini yapıp istanbula gönderdi. sultan abdülmecid hanın yapdırdığı cami'ine kondu. abdülmecid hanın ta'mirinden sonra, kıble dıvarı ile şebekei se'adet arası yedibuçuk metre, şark dıvarından kademi se'adet şebekesine altı metre, şebekei şami genişliği onbir metre, muvacehei şerife şebekesi genişliği onüç metre, muvacehei şerife şebekesi ile şebekei şami arasındaki uzunluk ondokuz metredir. mescidi nebevinin kıble tarafında genişliği yetmişyedi metre, kıble dıvarından, dıvarı şamiye kadar uzunluğu yüzonyedi metredir. hucrei se'adet ile minberi şerif arası olan genişliği ondokuz metredir. bu ölçüler, bir medine zra'ı kırkiki santimetre olduğuna göredir. hanefi fıkh kitablarındaki şer'i zra ise, kırksekiz santimetredir. süud oğullarından abdül'aziz, osmanlıların haremeyni şerifeyne olan mu'azzam hizmetlerini gizlemek, osmanlıların gözleri kamaşdıran zinetli, kıymetli eserlerini yok etmek için, tarihinde emr ederek, mescidi nebeviyi yeniden ta'mire ve tevsi'a başladılar. de başlayıp, de bitirdiler. bütün sahasımetrekare oldu. bundan evvelmetrekare idi. şark ve garb dıvarlarının uzunluğu, şimal dıvarının uzunluğu metre oldu. ravaklar ya'ni kemerler içindedirek vardır. yeni yapılan iki minareden herbirimetre yükseklikdedir. mekkedeki mescidülharam de genişletildi. metrekare ikenmetrekare oldu. minaresi metre yüksekdir. safa ve merve tepelerinin üzerleri de örtülerek, mescidülharam ile birleşdirildi. birçok yerlerin ismlerini değişabdül'aziz han da şehid edildi. dirip kendi ismlerini koydular. medinenin bir danecik kabristanına ilk olarak osman bin ma'zun radıyallahü anh defn edildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu süt kardeşinin kabrine mubarek eli ile büyük bir taş dikdi. kabr taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmakdadır. medinei münevveredeki türbeleri mezhebsizler yıkmışdı. ikinci sultan mahmud han, hepsini yeniden yapdırdı. birinci cihan harbinden sonra, ingilizler burasını osmanlılardan alıp, abdül'azize verdiler. tekrar hepsini yıkdırdı. mubarek binaları, hatta zemzem kuyusu üzerinde, birinci abdülhamid hanın rahimehullahü teala yapdırmış olduğu san'at eseri binayı yıkdılar. resulullahın dünyaya teşrif etdiği mubarek evi de yıkdılar. yerine çarşı yapdılar. hucrei se'adetden sonra ilk yapılan türbeler, baki' kabristanında, resulullahın mubarek zevcelerinin kabrleri üzerine yapılmış olan kubbedir. zeyneb binti cahş radıyallahü anha validemiz pek sıcak günde vefat etmişdi. hazreti ömer, kabr kazılırken, cema'ati güneşden korumak için, kabr üzerinde çadır kurdurdu. çadır, uzun zeman kabr üzerinde kaldı. bundan sonra, kabrler üzerine çadır, çardak, zemanla, türbeler yapıldı. islamiyyetde ilk tabut da, yine zeyneb validemiz için yapıldı. hazreti ömer radıyallahü anh, cenazeye mahremlerinden başkasının gitmesine izn vermemiş, eshabı kiram bundan üzülmüşdü. esma binti ümeys, habeşde tabut gördüm. cenazeyi örtüyor dedi. bunun anlatdığı şeklde tabut yapılıp, bütün eshab ile birlikde gidilerek defn edildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, her sene uhud şehidlerini ziyaret ederdi. denilen yerde durup, şehidlere selam verirdi. hicretin sekizinci senesinde ziyarete gidince, herbirine ayrı ayrı selam verdi. bunlar şehiddir. ziyaret edenleri tanırlar. selam verince işitir, cevab verirler buyurdu. fatımatüzzehra radıyallahü anha hazretleri de, hazreti hamzanın radıyallahü teala anh kabrini her iki günde bir ziyaret eder, yeri unutulmamak için, işaret kordu. her cum'a gecesi gidip, uzun namaz kılar, çok ağlardı. imamı beyheki rahimehullahü teala bildiriyor ki, abdullah ibni ömer radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, cum'a mahmud han da vefat etdi. beyheki ahmed da nişapurda vefat etdi. günü, güneş doğmadan önce, babam hazreti ömer ile, şehidleri ziyarete gitdik. babam hepsine selam verdi. selamına cevab işitdik. bana, sen mi cevab verdin dedi. hayır, şehidler cevab verdiler dedim. beni sağ tarafına geçirip, herbirine ayrı ayrı selam verdi. her kabrden, üçer def'a cevab işitdik. babam, hemen secdeye kapandı. allahü tealaya şükr eyledi. hazreti hamza ile, kızkardeşinin oğlu abdüllah bin cahş ve mus'ab bin umeyr radıyallahü anhüm ecma'in bir kabrdedir. yetmiş şehidden, geri kalanları da, ikisi üçü bir kabrdedir. birkaçı da baki' kabristanındadır. de yazılıdır. ikiyüzelliyedinci sahifesinde, ebu davüdün rivayet etdiği hadisde bana salevat okuyunuz! her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. demek ki, uzakda yakında okumak arasında ayrılık yokdur. kabri bayram yeri gibi yapmağa hacet yokdur diyor. hucrei se'adeti ziyarete ihtiyac olmadığını göstermek için, resulullahın, salat ve selamdan haber aldığını yazmış, farkında olmıyarak, kendi kendisini yalanlamışdır. ölü his etmez, duymaz diyordu. şimdi de, haber aldığını yazıyor. dörtyüzonaltıncı sahifesinde, ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. ölüden düa, şefa'at istemek, ona tapınmak olur diyor. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem kendisine okunulan salevatdan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamakdadır. bundan başka, ebu davüddeki hadisi şeriflerden birini yazıyor. ikincisini yazmak işine gelmiyor. hadis alimlerinden abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala, kitabının üçyüzyetmişsekizinci sahifesinde diyor ki, ebu davüdün ebu hüreyreden radıyallahü teala anhüma haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse bana selam verince, allahü teala, ruhumu bana geri verir. onun selamını işitir, cevab veririm buyuruldu. ibni asakirin rahimehullahü teala haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ikiyüzyetmişbir ve sonraki sahifelerinde, ümmetimin üzerine sapık imamlar gelmesinden korkuyorum buyuruldu. ya'ni, müslimanları sapıtdıran amirler, alimler gelecek, kitaba uymıyan fetvalar vereceklerdir. bunlardan birçoğu derdleri, dileği olan, mezarıma gelsin, dileğini ona veririm derler. ben allaha çok yaklaşdım. ibadet yapmak, benden afv edildi der. evliya, dilediğine yardım eder. dilekler, onlardan istenilir. sıkışanlar, onların dirilerine ve ölülerine sarılınca se'adete kavuşurlar. onlar dilediklerini yapar. keramet gösterirler. levhilmahfuzu bilirler. insanların gizli düşüncelerini anlarlar. peygamberlerin ve evliyanın mezarlarına türbe yapdırırlar. bunlar, allahdan başka şeylere tapınmakdır. hadisde, münafıklar hak sözleri söyliyerek aldatırlar denildi. hadisde, ümmetimden çokları putlara tapınmadıkça kıyamet kopmaz denildi. kabrlere tapınan, allaha şirk edinenler, buna ne diyecekler? son senelerde putlara tapınmak fitnesi o kadar artdı ki, kimse görmez oldu. muhammed bin abdülvehhab ortaya çıkıp, bunu önledi. hükumetler buna karşı durmak istediler ise de, adı her yere yayıldı. buna inanan da, inanmıyan da çok oldu. ebu tahir diyor ki, sü'ud oğulları, abdülvehhab oğlunun tevhid bayrağını arabistanın her yerine ulaşdırdı. şirkin yayılmasını önlemek, şirki yok etmek lazımdır. kabrler üzerine yapılan türbeler de böyledir. her türbe puthane olmuşdur. yeryüzünde bunları hiç bırakmamalıdır. bunların çoğu lat ve uzza putları gibidir. müslimanların çoğu müşrik oldu. ümmetimden otuz deccal çıkacakdır hadisi meşhurdur. seyyid muhammed sıddik bin hasen han sında, bu deccallardan birinin firenk habisi gulam ahmed kadıyani olduğunu yazmakdadır. bu hindli kafir, önce mehdi olduğunu söyledi. sonra, hıristiyan devletin yardımı ile, peygamber olduğunu bildirdi. abdüllah ibni zübeyrin hilafeti zemanında ortaya çıkan muhtar sekafi de, bu deccallardan biri idi. ehli beyti sevdiğini, hazreti hüseynin katillerinden intikam alacağını söyledi. çok müsliman öldürdü. sonra, peygamber olduğunu, kendisine cebrail geldiğini söyledi diyor. kitabın müellifi, müslimanların üzerine sapık, dinsiz hükumetlerin ve din adamlarının geleceğini haber veriyor. islam alimleri rahimehümullahü teala bu sapık din adamlarının müslimanları doğru yoldan çıkardıklarını bildirmekdedir. mezhebsizler islam memleketlerinde casuslar ele geçirip, bu satılmış mezhebsiz ajanlar ile müslimanları aldatıyorlar. bozuk kitablar basdırarak, ehli sünneti yıkmağa, ehli sünnetin büyük alimlerine, velilerine rahimehümullahü teala leke sürmeğe çalışıyorlar. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz ikiyüzellibeşinci mektubda buyuruyor ki, hazreti mehdi rahimehullahü teala islamiyyeti yayacak. resulullahın sünnetlerini ortaya çıkaracak. bid'at işlemeğe ve bid'atleri müslimanlık olarak yaymağa alışmış olan medinedeki din adamı, mehdinin sözlerine şaşıp, bu adam bizim dinimizi yok etmek istiyor diyecek. hazreti mehdi,.ıyamet ve ahıret sıddık hasen han vehhabi de hindistanda öldü. bu din adamının öldürülmesini emr edecekdir. bu haberden mezhebsizlerin medinede zuhur edeceği ve uzun zeman kalacağı ve hazreti mehdi tarafından büsbütün yok edileceği anlaşılmakdadır. kitabın müellifi, burada da, kafirleri, müşrikleri ve münafıkları bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri yazıyor. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala bunlara yapdıkları açıklamaları uzun bildirerek, doğru yolu savunucu görünüyor. sonra, ehli sünnet olan temiz müslimanlara saldırıyor. türbelere puthane, evliyaya put diyebilmek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'na vermekden sıkılmıyor. te'villi olan ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'na veren kimse, te'vilini biliyorsa, , ya'ni sapık olur. te'vile lüzum olmayan açık nasslara yanlış ma'na vererek, islamiyyete saldıran, müslimanlara müşrik diyen ise kafir olur. nassları yanlış te'vil eden, kafir olmıyor ise de, müslimanlar arasında bölücülük yapıyor. yalnız kendisi müsliman imiş. asrlar boyunca gelmiş geçmiş milyonlarca müsliman müşrik imiş. şimdi yeryüzündeki müslimanların çoğu da ölülere tapınıyorlarmış. hadisi şerifde bildirilen cahil, sapık imamların, kimler olduğu meydandadır. bin seneden beri gelmiş mü'minlerin doğru yollarından ayrılarak sapıtmışlardır. müslimanları doğru yoldan sapıtdıran zalim devlet adamlarının da kimler olduğunu her mü'min bilmekdedir. bunlar, müsliman ve adı ile müslimanlara zulm eden, ehli sünneti, doğru yoldaki mü'minleri öldüren vehhabilerdir. vehhabi yazar, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden yanlış ma'nalar çıkararak, ehli sünnet kitablarına uymıyan fetvalar veriyor. müslimanlara müşrik diyor. hiçbir islam alimi rahimehümullahü teala, dememişdir. bunu, kitabın yazarı uydurmakda, müslimanlara iftira etmekdedir. islam alimleri rahimehümullahü teala, allaha çok yaklaşdım dememişdir. allahü tealanın kendilerine ihsan etdiği kerametlerin duyulmasını bile istememişlerdir. en büyük keramet, islam dininin ahkamına, ya'ni emr ve yasaklarına uymak, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde bulunmak olduğunu bildirmişlerdir. abdülkadiri geylani rahimehullahü teala talebesi ile çölde giderken, hava karardı. şimşekler, gök gürültüleri arasında, bulutlardan bir ses gelerek, kulum abdülkadir! seni çok seviyorum. bugünden sonra ibadet yapmağı, senden afv eyledim! sesi işitildi. o büyük veli kaddesallahü teala sirrehül'aziz hemen, dedi.yalan söyledin! ey yalancı şeytan! beni aldatamazsın. allahın sevgilisi olan muhammed aleyhisselamdan, ibadet afv edilmedi. ölüm hastalığında bile, birisine dayanarak cema'ate geldi. hiçbir kuldan ibadet afv olunamaz! buyurdu. kitabın müellifi böyle mubarek velilere rahimehümullahü teala iftira etmekden haya etmiyor. türbelerdeki evliyaya tevessül etmek, yalvarmak şirkdir diyor. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, zeman, kabrde olanlardan yardım isteyiniz! buyurdu. müslimanların, evliyanın kabrlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadisi şerife uydukları içindir. islam alimleri rahimehümullahü teala, bu hadisi şerife uyarak evliyanın rahimehümullahü teala, kabrlerini ziyaret etmişler, feyz aldıklarını bildirmişlerdir. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz ikiyüzdoksanbirinci mektubunda buyuruyor ki, dehli şehrinde, bayram günü, hocam muhammed baki billahın mezarı şerifini ziyarete gitmişdim. mubarek mezarına teveccüh etdiğim zeman, mukaddes ruhaniyyeti ile iltifat buyurdu. bu garibi öyle okşadı ki, hace ubeydüllahi ahrardan kaddesallahü teala sirrehül'aziz kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. bu nisbete kavuşunca, tevhid ma'rifetlerinin hakikati hasıl oldu. yukarıdaki hadisi şerif, birçok kitabda yazılıdır. müslimanlar arasında meşhur olmuşdur. osmanlı devletinin şeyhulislamlarından dokuzuncusu, büyük alim, müftiüssekaleyn, ya'ni insanlara ve cinne fetvalar vermiş olan ahmed şemseddin ibni kemal efendinin rahimehullahü teala kitabının türkçe tercemesi, hicretinsenesinde istanbulda basılmışdır. bu kitabında diyor ki: iza tehayyertüm filumur, feste'inu min ehlilkubur! ya'ni, işlerinizde şaşırdığınız zeman, kabrdekilerden yardım isteyiniz! insanın ruhu, bedenine aşıkdır. ölüp, ruh bedenden ayrılınca bu sevgisi yok olmaz. ruhun bedene olan bağlılığı ve çekmesi, öldükden sonra yok olmaz. ölünün kemiğini kırmak ve kabr üzerine basmak, hadisi şerifle, bunun için yasak edilmişdir. bir kimse, bir velinin rahimehullahü teala kabrini ziyaret edince, ikisinin ruhu buluşurlar. çok faide hasıl olur. kabr ziyaretine izn verilmiş olması, bu faidenin hasıl olması içindir. bundan başahmed ibni kemal de istanbulda vefat etdi. ka, gizli faideleri de yok değildir. kitabının önsözünde diyor ki, imamı muhammed şafi'i, imamı azam ebu hanifeye rahimehümullahü teala karşı çok edebli, saygılı idi. ebu hanife ile bereketleniyorum. kabri yanına gidiyorum. güç bir sual karşısında kaldığım zeman, kabri yanında iki rek'at namaz kılıp, allahü tealaya düa ediyorum. cevabı hemen hatırıma geliyor buyurmuşdur. kabrdekinin ruhu ile ziyaretcinin ruhu, birer ayna gibidir. ışıkları birbirlerine aks eder. ziyaret eden, kabre bakıp, allahü tealanın kazasına razı olup, ruhu bunu duyunca, ilmi ve ahlakı feyzlenir. bu feyz, kabrdekinin ruhuna aks eder. meyyitin ruhuna, cenabı hakdan gelmiş olan ilm ve feyzler de, ziyaret edenin ruhuna aks eder. şafi'i alimlerinden alaüddin ali bin isma'il konevi rahimehullahü teala, kitabında diyor ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve bütün müslimanların ruhları, kabrlerine ve anıldıkları yerlere inerler. ruhların, kabrleri ile bağlılıkları vardır. bunun için, kabr ziyareti müstehabdır. kendilerine verilen selamı işitirler ve cevab verirler. hafız, ya'ni hadis alimi abdülhak eşbili rahimehullahü teala kitabında diyor ki, hadisi şerifde, buyuruldu. fahreddin gazanfer tebrizi diyor ki, birşeyi çok düşünür, hiç anlıyamazdım. hoca taceddini tebrizinin rahimehullahü teala kabri başında oturup düşündüm. anladım. ba'zı alimler, hadisi şerifindeki , emrine uyarak, tesavvuf yolunda yükselmiş olan evliyadır dediler. ahmed ibni kemal efendinin yazısı temam oldu. bu hadisi şerifin açıklanması, kitabında yazılıdır. bu kitab arabi olup, istanbulda de, ofset baskısı yapılmışdır. hadisi şerifi de, bu kitabın müellifini haber veriyor. kitaba, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri ve ehli sünnet alimlerinin hak sözlerini doldurup, aralarına sapık inançları serpişdirmiş. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrdekilerden yardım isteyiniz buyuruyor. bu ise, böyle yapanlara müşrik diyor. bu hadisi şerifi yasak ediyor. resulullahın emrine şirk diyor. ali konevi de vefat etdi. kitabının yüzaltmışsekizinci sahifesinde, evliya keramet olarak, diri ve ölü iken, istediklerine yardım edermiş. şaşırdıkları, sıkışdıkları zeman, onlara yalvarıyor, yardım istiyorlar. kabrlerine gidip, sıkıntılarının giderilmesini istiyorlar. ölülerin keramet yapacaklarını zan ediyorlar. bunlara ebdal, nükaba, evtad, nüceba, yetmişler, kırklar, yediler, dörtler, kutb, gavs gibi ismler takıyorlar. bunların yalan olduğunu ibnülcevzi ve ibni teymiyye bildirmekdedir. bunlar kur'anı kerime karşı gelmekdir. evliyanın diri ve ölü iken birşey yapacağını kur'an red etmekdedir. herşeyi yapan allahdır. başkaları birşey yapamaz. ayeti kerimeler, ölüde his ve hareket olmadığını bildiriyor. ölü, kendine birşey yapamaz. başkalarına hiç yapamaz. allah, ruhların kendi yanında olduğunu bildiriyor. bu zındıklar ise, ruhlar serbest olup, dilediklerini yaparlar diyorlar. bunların keramet olduğunu söylemeleri de yalandır. kerameti, allah dilediği velisine verir. kendi istekleri ile olmaz. sıkıntılı zemanlarda, onlardan yardım istemek, daha çirkindir. peygamber, melek ve veli, kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. diri olan kimseden maddi yardım istemek caizdir. fekat maddi olmıyan, görülmiyen şeyler için, allahdan başkasına yalvarılmaz. hastanın, boğulacak olanın, fakirin, peygamberlerden, ruhlardan, velilerden ve başka şeylerden yardım istemeleri şirkdir. bunlara keramet demek, puta tapanların koyduğu bir ismdir. allahın evliyası böyle olmaz diyor. ikiyüzdoksandokuzuncu sahifesinde:bir kimse veli olduğunu söylerse, gayb olan şeyleri bilirim derse, bu kimse, şeytanın evliyasıdır. rahmanın evliyası değildir. keramet, allahü tealanın mütteki kulunun elinde hasıl etdiği bir şeydir. düası ile veya ibadeti ile hasıl olur. velinin bunda bir kuvveti ve arzusu te'sir etmez. evliya, veli olduklarını söylemez. allahdan korkarlar. sahabe ve tabi'in evliyanın en yüksekleri idi. bunlar, gaybı biliriz demedi. allah korkusundan ağlarlardı. temimi dari, cehennem korkusundan uyumazdı. evliyanın nasıl olduklarını ra'd suresi bildirmekdedir. böyle olan tesavvufculara evliya denir diyor. önce şunu bildirelim ki, bu son yazısında, işin doğrusunu yazmakdadır. keşki, evliyadan yardım istemeğe ve türbelerde düa etmeğe şirk demeseydi ve kubbeleri yıkmak lazımdır demeseydi, ne iyi olurdu. fekat doğru yazıları arasında zehr saçıyor. müslimanlar arasında bölücülük yapıyor. abdürrahman cevzi hanbeli de bağdadda vefat etdi. veli, keramet ne demek? bunun doğrusunu imamı rabbani rahmetullahi aleyhin kitabının çeşidli mektublarından alarak aşağıda bildireceğiz: keramet hakdır. keramet, şirkden kaçıp kurtulmak, ma'rifete kavuşmak, kendini yok bilmekdir. keramet ile istidracı birbiri ile karışdırmamalıdır. keramet ve keşf sahibi olmak istemek, allahdan başkasını sevmek demekdir. keramet, kurb ve ma'rifet demekdir. kerametin çok olması, tesavvuf yolunda yükselirken pek ileri gitmek ve inerken, inişi az olmakdandır. keramet, yakini kuvvetlendirmek içindir. yakin ihsan olunmuş velinin keramete ihtiyacı yokdur. kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yokdur. evliyanın keşfinde hata olabilir. keşfin yeri kalbdir. sahih olan keşfler, hayal değildir. ilham ile kalbde hasıl olur. hayal karışmış olan keşflere güvenilmez. evliyanın keşfi, islamiyyete uygun olursa, ona güvenilir. böyle değilse güvenilmez. evliyanın keşfleri, ilhamları, başkaları için huccet, sened olamaz. fekat müctehidin sözü, onun mezhebinde olanlar için huccetdir. keşf ve keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. keşfler, tecelliler, tesavvuf yolunun yolcularında hasıl olur. o yolun sonunda olanlar, hayretde ve ibadetdedirler. evliyanın önüne, boynu bükük gelmelidir ki, faide elde edilebilsin. evliyanın elbisesini edeb ve saygı ile giyince, çok faide hasıl olabilir. allahü teala, evliyasını büyük günah işlemekden korur. evliyadan birkaçı, uzak yerlerde görülmüşdür. bu görünüş, ruhlarının, kendi bedenlerinin şeklinde görünmesidir. evliya, küçük günahdan korunmuş değildirler. fekat, hemen gafletden uyandırılıp tevbe eder ve iyi işler yaparak, afv dilerler. evliya, insanları hem islamiyyetin açık emrlerine, hem de ince, gizli bilgilerine çağırırlar. evliyanın bir kısmı, sebebler alemine inmemişdir. bunların peygamberlik üstünlüklerinden haberleri yokdur. insanlara faideli olmazlar. feyz veremezler. evliyanın çoğunda, vilayetin üstünlükleri vardır. kutblar, evtad ve ebdal böyledir. bunların gençleri yetişdirebilmeleri, ali radıyallahü teala anhın yardımı ile olur. velilerin yükseklikleri arasındaki farklar, allahü tealanın bunları sevmesinin derecesine göredir. evliyalık, zıllere, gölgelere kavuşmak demekdir. sevgileri ve zevkleri hep zılleredir. evliyalık, peygamberliğin zıllidir, gölgesidir. evliyalığı abdest gibi, nübüvveti namaz gibi bilmelidir. evliyalık, kötü huylardan kurtulmak demekdir. evliyanın, kendinin veli olduğunu bilmesi lazım değildir. evliyalık verilip de, veli olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz. veli olmak için, dünya ve ahıret sevgisini gönülden çıkarmak lazımdır. peygamberlik üstünlüklerinde, ahırete düşkün olmak iyidir. insanda, ruh aleminden gelmiş olan on latife, on kuvvet vardır. evliyalık ve peygamberlik üstünlükleri, bu on latifede olur. evliyalık, fena ve beka demekdir. ya'ni, kalbi dünyaya düşkün olmakdan kurtarıp, allahü tealaya düşkün olmakdır. evliyalık, akl ile ve düşünmekle anlaşılamaz. evliyalık, allahü tealaya yakınlık demekdir. mahlukları düşünmeği gönülden çıkaranlara ihsan edilir. mahlukların düşüncesini gönülden çıkarmağa denir. evliyalığın bütün üstünlükleri, islamiyyete uymakla hasıl olur. peygamberliğin üstünlükleri ise, islamiyyetin görünmiyen, herkesin bilemediği inceliklerine de uyanlara verilir. peygamberliğin üstünlükleri demek, peygamberlik demek değildir. evliyalık derecelerinin hepsini geçip, sonuna varanların keşfleri ve ilham olunan bilgilerin hepsi, ehli sünnet alimlerinin nasslardan, ya'ni kitab ve sünnetden anlayıp bildirdikleri bilgilere tam uygun olur. evliyalıkda ilerlemenin yarısı yükselmek, yarısı da inmekdir. çok kimse, yalnız yükselmeği evliyalık sanmış, inişe de, peygamberlik üstünlükleri demişlerdir. halbuki, bu iniş de, yükseliş gibi, evliyalıkdır. evliyalıkda cezbe ve süluk vardır. bu ikisi, evliyalığın iki temel direğidir. peygamberlik üstünlükleri için, bu ikisi lazım değildir. evliyalık derecelerinin sonu, kulluk makamıdır. kulluk makamının üstünde, hiçbir makam yokdur. veliler hakka doğrudurlar. peygamberlikde, hem hakka, hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. evliyanın nefsleri mutmainne olmuş ise de, bedendeki maddelerin ihtiyac ve istekleri vardır. evliyalık, beş derecedir. her biri, beş latifeden birinin yükselmesidir. her biri, ulül'azm peygamberlerden birinin yoludur. birinci derecesi adem aleyhisselamın yoludur. evliyalığı birinci derecede olan bir peygamberin evliyalığı, beşinci derecede olan bir velinin evliyalığından daha kıymetlidir. evliyalığın denilen en yüksek derecesine kavuşabilmek için, nefsin fani olması lazımdır. emri, bu faniliği göstermekdedir. evliyalık, ya hassa olur veya umumi olur. , muhammed aleyhisselamın evliyalığıdır. onun ümmetinden, ona tam tabi' olan evliya da bu vilayete kavuşabilir. bu vilayet, tam fena ve olgun bekadır. burada nefs fani olmuş, allahü tealadan razı olmuşdur. allahü teala da, ondan razıdır. evliyalığın yüksekliği, beş latifenin derecesine, sırasına göre değildir. en yüksek derecedeki latifesinin evliyalığına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan evliyadan daha yüksek olmağı göstermez. evliyalığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. kalb denilen aşağı derecedeki latifenin evliyalığına kavuşmuş bir veli, asla daha karib olunca, ahfa latifesinde bulunan, fekat o kadar yakın olmıyan veliden daha üstün olur. muhammed aleyhisselamın evliyalığına kavuşan veli, geri dönmekden korunmuşdur. ya'ni bulunduğu dereceyi kaybetmez. öteki veliler, korunmuş değildirler, tehlükededirler. evliyalık, yalnız kalbin ve ruhun fani olması ile hasıl olabilir. fekat, bunların fani olmaları için, öteki üç latifenin de fani olmaları lazımdır. evliyanın evliyalığına denir. peygamberlerin evliyalığına denir. vilayeti sugranın sonu, enfüsdeki ve afakdaki ilerlemenin sonuna kadardır. vilayeti sugrada, vehmden ve hayalden kurtuluş yokdur. vilayeti kübrada vehmden ve hayalden kurtuluş vardır. vilayeti sugra, beş latifenin, arşın dışındaki asllarını geçdikden sonra başlayıp, bu aslların da aslları olan, allahü tealanın sıfatlarının zıllerini, görünüşlerini geçince, biter. vilayeti sugra afakda ve enfüsde, ya'ni insanın dışındaki ve içindeki mahluklarda olur. ya'ni zıllerde, görünüşlerde olur. bunda sona erenler, ye, ya'ni şimşek gibi çakıp geçen tecellilere kavuşurlar. vilayeti kübra, bu tecellilerin aslında olur. allahü tealaya yakın olan ilerlemedir. peygamberlerin evliyalığı böyledir. burada, tecelliler, daimidir. vilayeti sugra, ile dür. evliyalık kemalatına kavuşmak, süluk, ya'ni çalışarak ilerlemek, kalbin zikr etmesi ve murakaba ve rabıta ile olur. peygamberlik kemalatında ilerlemek ise, kur'anı kerim okumakla ve namaz kılmakla olur. bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebebin te'siri yokdur. ancak, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile olur. ne kadar ilerlerse ilerlesin, islamiyyetden dışarı çıkamaz. islamiyyete uymakda sarsıntı olursa, bütün vilayet dereceleri yıkılır. bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. lutf ve ihsan başkadır. aşk ve muhabbet başkadır. peygamberlerin evliyalığı bile peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. , bütün peygamberlerin vilayetlerini kendisinde toplamışdır. peygamberlerden birinin vilayetine kavuşmak, bu nın bir parçasına kavuşmakdır. velinin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. velinin batını, ya'ni kalbi ve ruhu ve öteki latifeleri zahirinden, ya'ni duygu organlarından ve aklından ayrılmışdır. zahirinin gafil olması, batınına ulaşamaz. hiçbir veli, hiçbir peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in derecesine ulaşamaz. bir veli, bir bakımdan, bir peygamberin üstünde olabilir. fekat, her bakımdan, bu peygamber, bu veliden daha üstündür. veli, küçük günah işliyebilir. fekat, hemen tevbe eder ve velilik derecesinden atılmaz. tesavvuf yolunda aranılan şey, fenanın ve bekanın, tecellilerin ve zuhurların, şühud ve müşahedenin, söz ve ma'nanın, ilm ve cehlin, ism ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir. mürşid ya'ni rehber, insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşduran vasıtadır. talebe rehberini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. mürşid vesiledir, resulullahın mubarek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşr eden bir vasıtadır. maksad, allahü tealadır. mürşidi kamil, emme basma tulumba gibidir. kalb makamına inmiş olup, kendi mürşidinden aldığı feyzleri, ma'rifetleri, talebesine ulaşdırır. rehberini inciten veya inanmıyan, hidayete kavuşamaz. rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden daha iyidir, buyurmuşlardır. rehberine inanmakda, güvenmekde sarsıntı olursa, feyz alamaz. bu sarsıntının ilacı yokdur. rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. rehber ile bulunanların, imanları kuvvetlenir. islamiyyete uymak isteği hasıl olur. rehberin sözleri, halleri, hareketleri, ibadetleri hep islamiyyete uygundur. ona uyan, onu dinliyen, resulullaha uymuş olur. böyle olmıyan kimse, rehber olamaz.doğru yolda olmayıp, sözde rehber geçinenler, talebesini doğru yoldan sapdırır. zararlı olurlar. tesavvuf, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem izinde bulunmakdır. insanların yaratılışlarına göre, ayrı yollar hasıl olmuşdur. tesavvuf, ihlası artdırmak içindir. tesavvuf yolunda rehber lazımdır. rehber, oniki imam ve abdülkadiri geylani ve bunlar gibi olanlardır rahimehümullahü teala. allahü tealaya kavuşduran yol ikidir: nübüvvet yolu, vilayet yolu. nübüvvet yolunda rehber lazım değildir. bu yol asla kavuşdurur. vilayet yolunda rehber lazımdır. nübüvvet yolunda, fena, beka, cezbe ve süluk gibi şeyler yokdur. vilayet yolunda ilerlemek için herşeyi unutmak lazımdır. gönlün bunlara bağlı olmaması lazımdır. nübüvvet yolunda ahıreti unutmak lazım değildir. tesavvuf, imanı kuvvetlendirmek ve islamiyyete uymakda kolaylık duymak içindir. tarikat ve hakikat, islamiyyetin hizmetcileridir. tarikat, mahlukları yok bilmekdir. hakikat, allahü tealayı var bilmekdir. birincisi, herkesden kaçıp, bir yere kapanmak demek değildir. emri ma'ruf, nehyi münker, cihad ve sünnetlere uymakdır. dan terceme burada temam oldu. hiçbir islam alimi rahimehümullahü teala benim kerametim var, dilediklerinize kavuşdururum dememişdir. kerametlerini örtmeğe çalışmışlardır. islam dinini, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin bilgilerini yaymağa uğraşmışlardır. fethul mecid kitabının müellifi, sapıkların, münafıkların, zındıkların yanlış, bozuk sözlerini ve cahil müslimanların bilmiyerek yapdıkları yanlış hareketleri yazarak, islam alimlerine, tesavvuf büyüklerine saldırmakda, doğru yoldaki müslimanlara iftira etmekdedir. yalanlarına, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri de alet etmek çabasındadır. bu ise, sapıklığın en aşağı, en iğrenç ve en kötü bir örneğidir. hiçbir islam alimi, levhilmahfuzu bilirim dememişdir. allahü teala, dilediği, sevdiği, seçdiği kuluna, gaybden bilgi verir. kerametler ihsan eder. fekat bunlar, bu kerametleri kimseye söylemez. kendileri, istemeden hasıl olur. münafıkların, facirlerin, hak sözü de söyliyecekleri hadisi şerifde bildirildi. bu hadisi şerif, mezhebsizlerin, zındıkların ayeti kerimeler ve hadisi şerifler söyliyerek, müslimanları aldatacaklarını haber vermekdedir. allahü teala, sevdiklerinin düalarını kabul edeceğini söz veriyor. müslimanlar da, allahü tealanın bu va'dine güvenerek, islamiyyete uyan, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde giden, islam alimlerinin düalarının kabul olacağına inanıyorlar. bu mubarek insanlara, kendilerine düa ve şefa'at etmeleri için yalvarıyorlar. fatiha suresinde, dememiz emr olundu. bu ayeti kerime gösteriyor ki, allahü tealadan başka hiçbir mahluk, hiçbirşey yaratamaz. allahdan başkasından birşey yapmasını istiyen, müşrik olur. kitabın müellifi, insanları ölü ve diri olarak ikiye ayırıyor. ölüden ve uzakda olandan birşey istiyen müşrik olur. yanında bulunan diriden maddi yardım istemek caizdir diyor. böylece, fatiha suresine karşı gelmekdedir. kur'anı kerimi değişdirmekdedir. çünki, bu ayeti kerime, yanında bulunan diriden de birşey yapması istenilemiyeceğini, allahdan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını bildirmekdedir. bunun için, böyle söyliyenlerin müşrik olmaları lazım gelmekdedir. halbuki, herşeyi yaratan, yapan yalnız allahü tealadır. fekat allahü teala, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. böyle olduğunu ayeti kerimeler, hadisi şerifler ve günlük olaylar açıkça gösteriyor. cahiller de, alimler gibi, böyle olduğunu bilmekdedir. bunun için, dünya hayatına denilmişdir. birşeye kavuşmak için, o şeyin yaratılmasına sebeb olan işi yapmak lazımdır. birşeyin sebebine yapışmak, fatiha suresine karşı gelmek olmaz. hadisi şeriflerde, herşeye kavuşmak için yol vardır. cennetin yolu ilmdir ve ve ve ve ve ve ve buyuruluyor. hadisi şerifler, allahü tealanın, herşeyi sebebler ile yaratdığını göstermekdedir. allahü teala, kehf suresinde, buyurdu. mukaddemede bildirdiğimiz gibi, canlı, cansız, yakın, uzak, herşey, bir olaya, bir reaksiyona sebebdirler. cansızların ve hayvanların bir kimseye faideli sebeb olmaları için, o kimsenin bunları akla uygun olarak kullanması lazımdır. insanın birşeye sebeb olması için, önce sebeb olmağı kabul etmesi, sonra bir iş yapması veya düa etmesi lazımdır. insanın birşeye sebeb olmağı kabul etmesi de, buna lüzum olduğunu kendiliğinden anlaması ile veya kendisinden taleb edilmesi ile olur. kitabın yazarı, cansızların ve hayvanların, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacaklarına, ehli sünnet olan müslimanlar gibi inanıyor. bu sebeblere yapışmağa şirk demiyor. bu sebeblerden beklenen şeyleri allahü tealanın yaratacağına inanıyor. diri ve yanında bulunan insanın yardım talebini işitdiği zeman, bunun düa ile yardım edeceğine de inanıyor. uzakda olanın ve ölülerin ise, hem işitmelerine, hem de düa ile yardım edeceklerine inanmıyor. görülüyor ki, vehhabi yazar, ehli sünnet gibi, sebeblerin yaratıcı olmadıklarına inanmakdadır. böylece müşrik olmakdan kurtulmakdadır. fekat uzakda bulunanın ve ölünün duyduklarına ve ölünün düa edeceğine ve düalarının kabul olacağına inanmadığı için, ehli sünnetden ayrılıyor. ehli sünnete, bunlara inandıkları için müşrik diyor. uzakda olanların ve ölülerin işitdiklerini ve salihlerin düalarının kabul olacağını yirmidördüncü maddede isbat etdik. hadisi şeriflerde, ve ve ve ve buyuruldu. yukarıdaki hadisi şeriflerin hepsi, kitabından alındı. kitabındaki hadisi şeriflerde, ve buyuruldu. daki hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler, salihlerin, velilerin düalarının kabul olacağını göstermekdedir. kitabın müellifi, başdan başa her yerinde, buna saldırıyor. allahü tealanın sevdiklerine yalvarmağa şirk diyor. allahü tealanın sevdiklerine yalvarmak, bunların sebeb olmalarını istemek, allahü tealanın düşmanı olan putlara yalvarmağa, putların yaratmalarını istemeğe benzetilebilir mi? hak ile batıl birbirlerine karışdırılır mı? allahü teala, vehhabilere ve bütün mezhebsizlere akl versin, insaf versin, doğru yola getirsin! müslimanları bu felaketden kurtarsın! bu felaketi ortaya çıkaran kimse, islam dininde büyük bir yara açdı. şimdi, cahiller, islam memleketlerine zehr saçıyorlar. müslimanların, bunlara aldanmamaları için, islamiyyeti, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından doğru olarak öğrenmeleri lazımdır. islamiyyeti doğru olarak öğrenenler, vehhabilerin yalanlarına, yaldızlı yazılarına aldanmazlar. onların sapık, bölücü olduklarını, müslimanları bölmeğe çalışdıklarını anlarlar. vehhabiliğin kurucusu, muhammed bin abdülvehhab, genç yaşında iken, basrada, hempher isminde bir ingiliz casusunun tuzağına düşdü. islamın doğru imanından, temiz ahlakından ayrıldı. ingilizlerin çalışmalarına alet oldu. casusun yazdırdığı bozuk şeyleri, ismi ile neşr eyledi. kitabımızda, vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmakdadır. mehdi rahimehullahü teala ı öldürdükden sonra, mekkeye, medineye giderek, binlerle vehhabi din adamını kılınçdan geçireceği hadisi şerifde açıkça bildirilmekdedir. imamı rabbani rahimehullahü teala, bu hadisi şerifi da uzun açıklamakdadır. vehhabiler, ehli sünnete, doğru yoldaki müslimanlara saldıracakları yerde, kafirlere ve sapık fırkalara saldırsalardı, islamiyyete hizmet etmiş olurlardı. ne yazık ki, islamiyyeti yıkanlara, islamiyyete hizmet etmek nasib olmuyor. büyük islam alimi imamı kastalaninin rahimehullahü teala kitabının tercemesi, beşyüzonbirinci sahifesinde diyor ki: allahü tealanın bu ümmete ikram etdiği kerametlerden birisi, bu ümmet arasında kutblar, evtad ve nüceba ve ebdal rahimehümullahü teala vardır. enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, kırk kişidir. imamı taberaninin rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde buyuruyor ki, yeryüzünde, her zeman kırk kişi bulunur. herbiri, ibrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. bunların bereketi ahmed kastalani de mısrda vefat etdi. ile yağmur yağar. bunlardan biri ölünce, allahü teala, onun yerine başkasını getirir. ibni adi rahimehullahü teala buyuruyor ki, . imamı ahmedin rahimehullahü teala bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu ki, bu ümmetde, her zeman otuz kimse bulunur. herbiri, ibrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. ebu nu'aymın rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde, ümmetim içinde, her yüz senede iyiler bulunur. bunlar beşyüz kişidir. kırkı ebdaldir. bunlar, her memleketde bulunurlar buyuruldu. bunları bildiren, daha nice hadisi şerifler vardır. yine kitabında, ebu nu'aymın merfu' olarak bildirdiği hadisi şerifde, ümmetim arasında her zeman kırk kişi bulunur. bunların kalbleri, ibrahim aleyhisselamın kalbi gibidir. allahü teala, onların sebebi ile, kullarından belaları giderir. bunlara ebdal denir. bunlar, bu dereceye namaz ile, oruc ile ve zekat ile yetişmediler buyuruldu. ibni mes'ud radıyallahü teala anh sordu ki, ya resulallah! ne ile bu dereceye vardılar? buyurdu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. hatibi bağdadi rahimehullahü teala kitabında, üç yüz kişidir. yetmiş kişidir. kırk kişidir. yedi kişidir. dörtdür. birdir. insanlara birşey lazım olsa, önce nükaba düa eder. kabul olmazsa, nüceba düa eder. yine kabul olmazsa, ebdal, daha sonra ahyar, sonra amed düa ederler. kabul olmazsa gavs düa eder. bunun düası elbet kabul olur, dedi. görülüyor ki vehhabi yazar, hadisi şeriflerde bildirilen tesavvuf bilgilerini inkar ediyor. sonra, biz ayetlere, hadislere uyuyoruz diyerek, müslimanları aldatıyor. kerametleri inkar etmek, islamiyyetden haberi olmamağı ve çok cahil olmağı açıkça göstermekdedir. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in hiç keramet göstermedi demek de, alçakça ve çok çirkin bir yalandır. eshabı kiramdan herbirinin yüzlerce kerametlerini kıymetli kitablar yazmakdadır. yusüfi nebhaninin rahmetullahi aleyh kitabında ellidört sahabinin kerametleri, vesikaları ile birlikde arabi yazılıdır. bunlardan birkaçını bildirelim:ın doksanüçüncü ve kitabının beşyüzseksendokuzuncu sahifelerinde diyor ki, hicretin yirmiahmed hatib bağdadi de vefat etdi. üçüncü senesinde, sariye adındaki kumandan nehavendde bir ovada savaşa tutuşmuşdu. iranlılar, müslimanları sarmak üzere idi. o zeman, hazreti ömer radıyallahü teala anhüma, medinei münevverede, minber üzerinde hutbe okuyordu. allahü teala, ona, o anda ordunun durumunu gösterdi. hutbe arasında dedi. halifenin sesini, sariye işitdi. dağa arka verdiler. ovaya hücum ederek düşmanı bozguna uğratdılar. bu keramet, kitabında uzun anlatılmakdadır. kitabında da vardır. beyhekinin ibni ömerden rahmetullahi aleyhima haber verdiği burada yazılıdır. muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh, kitabının üçüncü cildi ondokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, osman radıyallahü anh halife iken, enes bin malik radıyallahü teala anh yanına geldi. yolda bir kadın görmüşdü. hazreti osman, buna bakınca, buyurdu. bu da, hazreti osmanın kerametlerinden biri idi. da da yazılıdır. molla cami, de buyuruyor ki, imamı ahmed bin hanbelden rahimehullahü teala sordular. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in çok keramet göstermedi. onlardan sonra gelenlerde çok keramet göründü. bunun sebebi nedir? cevabında buyurdu ki, eshabı kiramın imanları çok kuvvetli olduğundan, imanı kuvvetlendirmek için, bunlara keramet verilmesine lüzum yokdu. sonra gelenlerin imanları öyle kuvvetli olmadığından, bunlara verildi.de diyor ki, ebu bekr radıyallahü anh vefat edeceği zeman, çocuklarını hazreti aişeye radıyallahü teala anha ısmarladı. bir oğlum ile iki kızım sana emanet dedi. halbuki, hazreti aişeden başka, yalnız esma adında bir kızı vardı. benim bir kızkardeşim var diye sorunca, refikam hamiledir. kızı olacak sanırım buyurdu. hazreti ebu bekr vefat etdikden sonra, dediği gibi, bir kızı oldu.de diyor ki, ali vefat edeceği zeman hüseyne radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, benim tabutumu denilen yere götürünüz. orada, beyaz bir kaya görürsünüz. her yere ışık saçmakdadır. orayı kazıp, beni defn ediniz. öyle yapdılar. dediği gibi buldular.de diyor ki, hazreti hasen, abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anhüma ile yola çıkmışdı. bir abdüllah bin zübeyr de şehid edildi. hurmalıkda dinlendiler. ağaçlar kurumuşdu. abdüllah bin zübeyr, ağaçda hurma olsaydı, iyi olurdu dedi. hazreti hasen, düa etdi. bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. bu bir sihrdir denildi. hasen, hayır, resulullahın torununun düası ile cenabı hak yaratmışdır, buyurdu. yine de diyor ki, ali zeynel'abidin bin hüseyn radıyallahü teala anhüma çoluk çocuğu ile kırda yemek yiyorlardı. bir ceylan yakınlarında durdu. ey ahu! ben zeynel'abidin ali bin hüseyn bin ali, anam fatıma binti resuldür. gel, sen de yi dedi. ceylan gelip yidi ve gitdi. sofradaki çocuklar, yine çağır diyerek yalvardılar. birşey yapmazsanız çağırırım buyurdu. yapmayız dediler. yine çağırdı. geldi, yidi. bir çocuk elini hayvanın sırtına sürdü. ürküp kaçdı. muhammed bin hanefiyye, ali bin hüseyne radıyallahü teala anhüm ecma'in ben senin amcan ve yaşça büyüküm. halifeliği bana bırak dedi. den soralım dedi. muhammed sordu. taşdan ses çıkmadı. ali bin hüseyn, ellerini kaldırıp düa etdi. sonra, ey taş! halifelik kimin hakkı olduğunu allah hakkı için söyle dedi. hacerül esved taşı titredi ve hilafet ali bin hüseynin hakkıdır sesi işitildi. imamı ali rıza rahmetullahi aleyh, bir dıvar yanında oturuyordu. önüne bir kuş gelip ötmeğe başladı. imam hazretleri, yanında oturana bu kuş ne diyor anlıyor musun dedi. hayır, allah ve resulü ve resulünün torunu bilir dedi. yuvama yılan yaklaşdı. gelip yavrularımı yiyecek. bizi bu düşmandan kurtar diyor. kuş ile git! yılanı bul, öldür buyurdu. gitdi, buyurduğu gibi buldu. abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma yolculuk yapıyordu. yolda, bir topluluk gördü. sebebini sordu. yolda bir arslan varmış. kimse ileriye gidemiyor dediler. gitdi. arslanın yanına vardı. sırtını okşayıp, yoldan uzaklaşdırdı. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem azad etmiş olduğu kölelerinden sefine radıyallahü anh diyor ki, deniz yolcusu idim. fırtına çıkdı. gemi batdı. bir tahta üstünde kaldım. dalgalar, beni sahile götürdü. bir orman içine düşdüm. karşıma bir arslan çıkdı. ey arslan! ben, resulullahın sahabisiyim dedim. boynunu bükdü. bana sürtündü. yol gösterdi. ayrılırken mırıldandı. veda' etdiğini anladım. eyyubi sahtiyani rahimehullahü teala, bir arkadaşı ile çölde kalmışdı. arkadaşının susuzlukdan dili sarkıyordu. derdin mi var dedi. susuzlukdan ölmek üzereyim dedi. kimseye söylemezsen sana su bulayım dedi. söylemem diye yemin etdi. ayağını yere vurunca, su belirdi, içdiler. eyyub ölünciye kadar arkadaşı bunu kimseye söylemedi. görülüyor ki, allahü teala, sevdiği kullarına kerametler ihsan etmekdedir. veliler, kerametlerini saklarlar. kimsenin duymasını istemezler. hamidi tavil diyor ki, sabit benaniyi rahimehümallahü teala kabre koyup örterken bir tuğla düşdü. sabit benaninin kabrde namaz kıldığını gördük. kızına sorduk. babam elli sene hep gece namaz kılar ve seher vaktleri düa ederek, ya rabbi! peygamberlerden başka kullarına kabrde namaz kılmak nasib etdin ise, bana da nasib et derdi, dedi. habibi acemiyi rahimehullahü teala terviye günü basrada, ertesi arefe günü arafatda görürlerdi. habibi acemi, haseni basrinin talebesidir. de vefat etdi. fudayl bin iyad rahimehullahü teala diyor ki, gözleri kör biri, abdüllah bin mubarek rahimehullahü teala hazretlerine gelip, gözlerinin açılması için düa etmesini istedi. abdüllah, uzun düa etdi. gözleri hemen açıldı. gözleri açılmış görenler çok idi. abdüllah bin mubarek, imamı azamın rahmetullahi aleyhima talebesidir. de vefat etdi. kitabından aldığımız yukarıda yazılı, eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü teala anhüm ecma'in kerametleri mezhebsizlerin yalan söylediklerini ortaya koymakdadır. eshab ve tabi'in hiç keramet göstermediler diyerek, müslimanları aldatmak istiyorlar. kitabını nurüddin cami rahmetullahi aleyh yazmış, de, hiratda vefat etmişdir. de, istanbulda ofset baskısı yapılmışdır. ehizade abdülhalim de vefat etmişdir. kitabında, evliyanın vefatdan sonra da kerametleri olduğunu isbat etmekdedir. kitabın üçyüzüncü sahifesinde, keramet, allahü tealanın mütteki olan mü'minlere ihsan etdiği bir şeydir. düa veya ibadet edince ihsan eder. velinin dileği ve gücü ile olmaz. ben veliyim, gaybleri bilirim diye ortaya çıkanlar, veli değildir, şeytandırlar diyor. eyyubi sahtiyani de basrada vefat etdi. fudayl de mekkede vefat etdi. kitabın müellifi, burada doğruyu inkar edememekdedir. fekat, evliyanın keramet satdığını söylemesi yalandır. evliyayı ve tesavvufu inkar etmek için, yalan söylemekden çekinmemekdedir. evliyalığı ve kerameti bilmediği için, zındıkların, dinsizlerin bozuk, iğrenç sözlerini tesavvuf büyüklerine bulaşdırıyor. bakınız, tesavvuf büyükleri, evliyalığı ve kerameti, nasıl açıklamışlardır. büyük islam alimi, evliyanın önderi, muhammed ma'sum rahimehullahü teala kitabının birinci cildi, ellinci mektubunda buyuruyor ki: allahü tealayı tanımak, keşf ve keramet sahibi olmakdan daha kıymetlidir. çünki, allahü tealaya arif olmak, onun zatındaki ve sıfatlarındaki gizli bilgileri anlamak demekdir. harika ve keramet ise, mahlukların gizli bilgilerini anlamakdır. allahü tealayı tanıyıp ma'rifet hasıl etmek ile, harika, keramet arasındaki fark, halık ile mahluk arasındaki fark gibidir. ma'rifet, allahü tealayı tanımakdır. harika ve keramet ise, mahlukları tanımakdır. doğru olan marifetler, imanı artdırır, olgunlaşdırır. harika ve keramet, böyle değildir. insanın yükselmesi, keramete bağlı değildir. şu kadar var ki, allahü tealanın çok sevdiği kullarından birçoğunda keramet hasıl olmuşdur. evliyanın birbirlerinden üstünlükleri, allahü tealaya olan ma'nevi kurbları, ma'rifetleri ile ölçülür. kerametleri ile ölçülmez. harikalar, kerametler, ma'rifetden daha kıymetli olsalardı, cukıyye ve berehmen denilen hind kafirlerinin, evliyadan daha üstün olmaları lazım gelirdi. çünki onlar, riyazet çekerek nefsin isteklerini yapmıyorlar. böylece, kendilerinden harika hasıl oluyor. evliyada ise, kurb, ma'rifet hasıl olmuşdur. harika hasıl olmasını istemezler. allahü tealayı tanımak varken, mahlukları tanımak istemezler. harika ve keramet, açlıkla ve riyazet ile, her alçak kimsede hasıl olabilir. bunun allahü tealaya karib olmakla, tanımakla bir ilgisi yokdur. keşf ve keramet istemek, mahluklarla uğraşmak demekdir. şi'. uğursuz, la'in şeytandan, harikalar görünür her an. girer kapıdan, hem bacadan, beden, kalb, olur ona vatan. tesavvuf sözlerini anma! nurdan, kerametden dem vurma! keramet, hakka kul olmakdır, gerisi, riya, ahmaklıkdır! .ıyamet ve ahıret insanın kemali, yüksekliği, fenaya kavuşmak, her şeyi gönülden çıkarmakdır. ibadetleri yapmak, tesavvuf yolunda yürümek ve nefse riyazet çekdirmek, insanın kendi hiçliğini anlaması ve varlığın ve varlık sıfatlarının yalnız allahü tealaya mahsus olduğunu anlaması içindir. bir kimse, keramet göstererek, herkesi yanına toplamak, böylece başkalarından daha üstün tanınmak isterse, kibr yapmış, kendini beğenmiş olur. ibadetlerin, seyr ve sülukün ve riyazet çekmenin faidelerinden mahrum olur. allahü tealanın ma'rifetine kavuşamaz. tesavvuf büyüklerinden şihabüddini sühreverdi rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, kerametler, kalbin allahü tealayı zikr etmesi yanında hiç kalır. şihabüddin sühreverdi, abdülkadir geylaninin rahimehullahü teala talebesidir. de bağdadda vefat etdi. şeyhulislam abdüllahi hirevi rahimehullahü teala buyuruyor ki, ma'rifet sahibi olanların firaseti, ya'ni kerameti, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmağa elverişli olup olmıyan kalbleri birbirlerinden ayırabilmekdir. açlık ve riyazet çekenlerin firaseti ise, mahlukların gizli şeylerini haber vermekdir. bunlar, allahü tealanın ma'rifetine kavuşamazlar. ma'rifet sahibi olan evliya rahimehümullahü teala hep allahü tealadan sözederler. insanlar, mahlukların gizli şeylerini haber verenleri veli sanırlar. evliyayı kiramın rahimehümullahü teala allahü tealanın ma'rifetlerinden söylediklerine inanmazlar. bunlar veli olsalardı, mahlukların gizli şeylerini bilirlerdi. mahlukların gizli şeylerini bilemiyen, allahı hiç bilemez derler. bu bozuk düşünce ile, evliyaya rahimehümullahü teala inanmazlar. allahü teala, evliyasını çok sevdiği için, bunları mahluklarla uğraşmağa bırakmaz. mahlukları bunların hatırlarına bile getirmez. allah adamları, mahluklara düşkün olanları beğenmedikleri gibi, mahluklara düşkün olanlar da, allah adamlarını tanıyamaz ve beğenmezler. allah adamları, mahlukların gizli şeylerini düşünürlerse, başkalarından daha iyi anlar. riyazet çekenlerin ve mücahede yapanların firasetleri kıymetsiz olduğu için, müslimanlarda, yehudilerde, hıristiyanlarda ve her çeşid insanda hasıl olabilir. yalnız allah adamları için değildir. şeyhul islam hirevinin sözü burada temam oldu. allahü teala, faideli olacağı zeman, evliyasının harika göstermesini diler. ma'rifetleri işiten kötü kimselerin, bunları söyliyerek, kendilerini evliya imiş gibi göstermeleri, bu ma'rifetleri lekeliyemez. cevher çöplüğe düşerse, kıymetden düşmez. tesavvuf yolunda rehber lazımdır. feyz rehber vasıtası ile gelir. rehber doğru değilse, yol bulunamaz. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti bereketi ile, tesavvufun yüksek derecelerine vardılar. ellinci mektubdan terceme temam oldu. ellibirinci mektubda buyuruyor ki, suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. tesavvuf büyüklerinden birkaçı, bu ayeti kerimeden anlamışlardır. iyi düşünülürse, iki anlayış da birdir. çünki, ibadetlerin en iyisi, zikr yapmakdır. zikrin en yüksek derecesi, zikr olunanı düşünmekden, kendini unutmakdır. bu ise, ma'rifet demekdir. görülüyor ki, ibadetin en yüksek derecesinde ma'rifet hasıl olmakdadır. ayeti kerimede, nefs ve şeytan karışmadan, ihlas ile ibadet yapılması emr olunmakdadır. bu da, fenaya kavuşmadan ve ma'rifetsiz yapılamaz. görülüyor ki, ma'rifetsiz ibadet halis olamaz. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala ın ikinci cildinin doksanikinci mektubunda buyuruyor ki: velinin keramet göstermesi şart değildir. alimlerin harika ve keramet göstermeleri lazım olmadığı gibi, evliyanın rahimehümullahü teala da, keramet ve harika göstermeleri lazım değildir. çünki, evliyalık, demekdir. ya'ni, allahü tealaya yaklaşmak, ona arif olmak, onu tanımak demekdir. ikiyüzaltmışaltıncı mektubda diyor ki, suresinde, mealindeki ayeti kerime, bana arif olmaları için yaratdım demekdir. görülüyor ki, insanın ve cinnin yaratılmaları, allahü tealanın kemalatına ma'rifet hasıl etmeleri içindir. onu tanımakla kemal bulmaları içindir. bir insana kurbı ilahi ihsan olunur. fekat hiç keramet verilmez. mesela, gayb olan şeyleri bilmez. bir başkasına, hem kurb, hem de keramet verilir. bir üçüncüye ise, kurb verilmeyip, yalnız harika şeyler, gayblardan haber vermek bildirilir. bu üçüncü kimse, veli değildir. istidrac sahibidir. nefsinin cilalanması, gaybleri bilmesine sebeb olmuş, dalalete düşmüş, hak yoldan ayrılmışdır. birinci ve ikinci kimseler, kurb ni'metine kavuşmakla şereflenerek, evliya olmuşlardır. evliyanın birbirlerinden yükseklikleri, kurblarının derecesi ile ölçülür. muhammed ma'sumı faruki rahimehullahü teala senesinde, hindistanın serhend şehrinde vefat etdi. ının ikinci cildinin yüzkırkıncı mektubunda buyuruyor ki: hadisi kudside, evliyamdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları, ona farz etdiğim şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. her istediğini veririm. benden yardım isteyince, imdadına yetişirim buyuruldu. nın yüzseksenikinci sahifesinde de yazılıdır ve de mevcud olduğunu bildirmekde ve burada zikr olunan nafileler, farzlarla beraber yapılan nafilelerdir. bu kulumun gözüne, kulağına, eline, ayağına öyle kuvvet veririm ki, başkalarının yapamadıklarını ihsan ederim demekdir buyurmakdadır. bu ihsana kavuşabilmek için, ehli sünnet i'tikadında olmak ve ibadetleri şartlarına uygun olarak ve ihlas ile yapmak lazımdır. bu doğru i'tikad ve ibadetlerin şartları ve ihlas da, ancak ehli sünnet alimlerinin sohbetlerinden ve kitablarından elde edilir. hulasa, insanı allahü tealanın rızasına kavuşduran , ehli sünnet alimleridir. bu alimlere ve denir. bu vesileyi, ya'ni mürşidi arayıp bulmamızı allahü teala maide suresinde emr etmekdedir. farzların kurb hasıl etmeleri için ve terakki etdirmeleri için, amali mukarribinden olmaları lazımdır. bunun için de mürşidlerin bildirdikleri nafile ibadetleri yapmak şartdır. namaz için, önce abdest almak lazım olduğu gibi, farzların da kurb hasıl etmeleri için, önce tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. kalb ve ruh, tesavvuf ile temizlenmedikce, farzların kurbuna kavuşulamayıp, veli olmak şerefi hasıl olamaz. hadisi şerifde, buyuruldu. unutulmuş sünneti ihya etmek, ya onu yapmakla olur. yahud, hem yapmak, hem de başkalarına öğreterek, onların da yapmalarına sebeb olmakla olur. islamiyyeti ihya etmenin bu ikinci şekli, ala şeklidir. umumi olan birinci şeklden daha kıymetlidir. kitablarını yazanlara, yayanlara ve bunlara para yardımı yapanlara ve kendileri de bunlara tabi' olanlara müjdeler olsun! allahü tealanın rızasına kavuşmak ve kurb derecelerinde ilerlemek, ancak sünnete yapışmakla olur. ali imran suresinin otuzbirinci ayeti olan, onlara de ki, allahı seviyorsanız, bana tabi' olunuz! allah da sizi sever mealindeki emr, bu sözümün vesikasıdır. bid'atden çok sakınmalıdır. bid'at sahibi ile arkadaşlık etmemeli, onunla görüşmemelidir. ya'ni i'tikadı bozuk olan müslimanlarla, mezhebsizlerle ve bid'at işliyenlerle konuşmamalıdır. mesela, sakalı bir tutamdan kısa yapanın, sakal bırakmak sünnetini yerine getirdiğini söylemesi, bid'atdir. çünki, emr olundu. bu emrin, bir tutamdan kısa yapmayınız demek olduğu da ve başka kitablarda yazılıdır. bir tutam demek, sakalı alt dudak kenarından avuçlayıp, avuçdan taşan fazlasını kesmekdir. , emr olunmıyan şeyi veya emri değişdirerek, ibadet olarak yapmak demekdir. emri yapmamak, bid'at olmaz. fısk, günah olur. fasık, ibadet yapdığına değil, suçlu olduğuna inanmakdadır. özrsüz sakal kazımak, bid'at değildir, fıskdır, suçdur. özr ile kazımak, fısk da değildir. bid'at işlemek, en kötü fıskdır. adam öldürmekden de daha büyük günahdır. hoparlör ile ibadet yapmak, çalgı ile, ney ile kur'an, salevat, ezan ve ilahi okumak ve böyle zikr yapmak da bid'atdir. ba'zı bid'atler, küfre sebeb olurlar. bid'at işliyen ve başkalarının işlemesine sebeb olan kimseyi din adamı sanmamalı, ona birşey sormamalı, onun din kitablarını okumamalıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. muhammed ma'sumi faruki rahimehullahü teala ikinci cildin yüzonüçüncü mektubunda buyuruyor ki: kalb ile yapılacak vazifeler beş çeşiddir: birincisi, allahü tealanın ismini zikr etmekdir. insanın yüreğinde kalb denilen bir latife vardır. latife, maddesi olmıyan, cism olmıyan şey demekdir. ruh da bir latifedir. sessiz olarak, hayal ile kalbde allah, allah denir. ikinci vazife, yine hayal yolu ile kelimei tevhidi zikr etmekdir. her iki zikrde de hiç ses çıkarılmaz. üçüncü vazife, dir. bu da, hep kalbini düşünüp, allahdan başka, hiçbir şey hatırlamamak için dikkatli olmakdır. kalb denilen latife hiç boş kalamaz. mahlukların düşüncelerinden temizlenen kalb, kendiliğinden allahü tealaya teveccüh eder. kalbini düşmandan boşalt! dostu kalbe çağırmağa lüzum kalmaz demişlerdir. dördüncü vazife, dır. buna ve de denir. allahü tealanın, her an, herşeyi gördüğünü, bildiğini hep düşünmekdir. beşinci vazife dır. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem tam uyan bir zatın karşısında olduğunu, onun yüzüne bakdığını düşünmekdir. böyle düşünmek, ona karşı hep edebli olmağı sağlar. edeb ve sevgi, kalbleri birleşdirir. o zatın kalbinden, kendi kalbine feyz, bereket akmasına sebeb olur. bu beş vazifeden en kolayı, en faidelisi rabıtadır. resulullaha tam tabi' olmıyan kimse, kendisine rabıta yapdırırsa, ikisine de zarar verir. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh, birinci cildin ikiyüzseksenaltıncı mektubunda buyuruyor ki: tesavvuf yolunda ilerlemek için, kamil ve mükemmil, yolu bilen bir rehberin teveccühü, rehberlik etmesi lazımdır. böyle hakiki bir rehber bulmak, çok büyük ni'metdir. ona isti'dadına uygun olan bir vazife verir. isti'dadına göre, hiç vazife vermeyip, yalnız sohbetinde bulunmasını kafi görmesi de caizdir. onun haline uygun gördüğünü emr eder. rehberin sohbeti ve teveccühü, diğer vazifelerden daha faidelidir. beş vazife ve rehberin sohbeti, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem uymağı kolaylaşdırmak içindir. islamiyyete uyulmadıkca, bu vazifeler ve sohbet faide vermez. yukarıda bildirilen çeşidli mektublardan anlaşılıyor ki, insanların birinci vazifesi, allahü tealanın kurbuna, ya'ni ma'rifetine, rızasına, sevgisine kavuşmakdır. bunun da tek yolu, resulullaha uymak ve bid'atlerden sakınmakdır. resulullaha kolay ve doğru uyabilmek için ihlas lazımdır. ihlas ile yapılmıyan ibadetler faideli olmaz. kabul edilmez. kurb ni'metine kavuşdurmaz. ihlas elde etmek de, tesavvuf yolunda çalışmakla nasib olur. görülüyor ki, tesavvufun bildirdiği vazifeleri yapmak, ibadetlerin ihlas ile yapılması ve kabul olması içindir. makbul olan ibadetler de, insanı allahü tealanın kurbuna, ma'rifetine, rızasına kavuşdurur. eshabı kiramın hepsi, sohbet ve rabıta vazifelerini yaparak, ihlasın en üstün derecesine kavuşdular. onların bir avuç arpa sadaka vermelerinin kıymeti, başkalarının dağ kadar altın vermelerinden katkat ziyade oldu. görülüyor ki, tesavvuf yolu, bid'at değildir. islam dininin temellerinden biridir. eshabı kiram radıyallahü teala aleyhim ecma'in, tesavvuf yolunda bulunan vazifeleri yapmışlar, bu sayede, bu ümmetin en üstünleri olmuşlardır. kitabın üçyüzellidördüncü sahifesinde, enfal suresinin altmışdördüncü ayetinde, allah sana ve sana tabi' olanlara yetişir. ondan başkasına ihtiyacımız yokdur buyurdu. ibni kayyım ve ibni teymiyye böyle olduğunu bildirdiler. bu ayete, sana, allah ve sana tabi' olanlar yetişir demek yanlışdır dediler. allahdan başka kimse kafi olamaz. iki ayet önce, seni aldatmak isterlerse, allah sana elbet kafidir. seni, kendi yardımı ile ve mü'minlerin yardımları ile kuvvetlendirdi denildi. kafi olmak ile kuvvetlendirmek kelimelerini birbirinden ayırdı. kafi olmağı yalnız kendisi için, kuvvetlendirmeği ise, hem kendisi için, hem de kulları için kullandı. mü'minler de, allah bize kafidir, yetişir derler. allah ve peygamber bize kafidirler diyen olmamışdır. yalnız allah kafi olur ve yalnız ona tevekkül olunur diyor. imamı beydavi rahimehullahü teala, tefsir alimlerinin baş tacı olup, de tebrizde vefat etmişdir. bu büyük alim, bu ayeti kerime bedr gazasında bida denilen yerde nazil oldu. yahud, mekkede otuzüç erkek ve altı kadın iman etmişdi. sonra hazreti ömer de iman edince, bu ayeti kerime geldiğini abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüm ecma'in haber verdi diyerek, ayeti kerimenin demek olduğunu bildirdi. hüseyni tefsiri de böyle yazıyor. celaleyn tefsiri, mü'minlerin kafi olduğunu açıkça bildiriyor. imamı rabbani rahimehullahü teala ikinci cildin doksandokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, islamiyyetin, hazreti ömerin yardımı ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını, allahü tealadan istedi. hak sübhanehu ve teala, sevgili peygamberine, hazreti ömerle yardım eyledi ve enfal suresinde mealen, ey peygamberim! sana allah ve senin izinde olanlar, yardımcı olarak yetişirler buyurdu. abdüllah ibni abbas hazretleri, bu ayeti kerimenin, hazreti ömer imana gelince indiğini haber verdi radıyallahü anhüm. muhammed hadimi, kitabının binelliüçüncü sahifesinde diyor ki, kitabında, peygamber hakkı için veya bir velinin ismi hakkı için diyerek, düa etmek, tahrimen mekruhdur buyurdu. kitabı bunu açıklarken, çünki, mahlukların allahü teala üzerinde hakları yokdur dedi. fekat, allahü tealanın sevdiği bir kuluna verdiği hakkı düşünerek böyle düa etmek mekruh değildir denildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, ya rabbi! sana düa edenlerin hakkı için ve muhammed aleyhisselamın hakkı için diyerek düa etdi. bezzaziyye fetvasında da caiz denildi. işte bunun gibi herkese, her yerde, her zeman, her işlerinde, yalnız allahü teala kafidir. ondan başka yardımcı yokdur. ondan hadimi de konyada vefat etdi. başkasından yardım istemek şirkdir. fekat, allahü tealanın verdiği hakkı düşünerek, düa etmek caiz olduğu bildirilmişdir. allahü teala, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat, salih kulları ve fen adamlarını ve çeşidli madde ve kuvvetleri, iş, para ve makam sahiblerini, kendi yaratmasına sebeb kılmışdır. bu sebeblere yapışmak ve allahü tealanın yaratmasını, bu sebeblere sarılmakdan beklemek caiz olur. bunlar, allahü tealanın yaratmasına sebeb olarak bize kafidir, yetişirler demek iyi olur. bunun içindir ki, derin tefsir alimleri, yukarıdaki ayeti kerimeyi olarak açıklamışlardır. vehhabi kitabının da, üçyüzseksenbirinci sahifesinde yazılı, imamı ahmedin ve müslimin rahimehümallahü teala ebu hüreyreden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni sözlerine kulak asılmıyan nice kimseler görürsünüz ki, bunlar, birşey için yemin etseler, allahü teala bu sevgili kullarının hatırı için, o şeyi hemen yaratır. bu hadisi şerif, tesavvuf ilminin ve rehber arayıp onun gönlünü kazanmağa çalışmanın doğru olduğunu gösteren vesikalardan biridir. bu hadisi şerife dayanarak, ve kitablarında, söylenilmesi yasak olan altmış sözün yirmiüçüncüsünde diyor ki, ya rabbi! şu peygamberin veya ölü yahud diri salih, veli, alim kulunun hürmeti, senin ona ihsan etdiğin kıymeti hürmetine senden istiyorum demek caiz, ya'ni halal olduğu, fetvasında yazılıdır. kitabından ve başka eserlerden anlaşıldığına göre, böyle düa etmek müstehabdır. birçok ariflerin talebesine, allahü tealadan birşey istiyeceğiniz zeman, benden isteyiniz! allahü teala ile aranızda, şimdi ben vasıtayım dedikleri kıymetli kitablarında yazılıdır. ebülabbası mürsi rahimehullahü teala talebesine, buyururdu. bunlar, birçok kitablarda ve mesela ve de yazılıdır. kitabının üçyüzseksenbeşinci sahifesinde, din imamlarının ictihad yapmaları caizdir. çıkardıkları hükmleri, delilleri ile yazarlar. bir kimse, eline geçen delile, ya'ni ayete ve hadise uymayıp, imamının hükmüne uyarsa, bu kimse sapık olur. imamı malik ve ahmed ve şafi'i de böyle söyledi diyor. müslim de nişapurda vefat etdi. ebül abbas ahmed de vefat etdi. ehli sünnetin bu üç büyük imamı ve hatta imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyhim, bunu müctehid olan derin alimler için söylediler. bir müctehid, bir ayeti kerime ve hadisi şerif görünce, bu delile uyar. hiçbir müctehidin ve kendinin ictihadlarına uyamaz. çünki, ayetin veya hadisin açıkça bildirdiği bir iş için ictihad yapmak caiz değildir. üçyüzyetmişaltıncı sahifede diyor ki, bizler, müctehid değiliz. bize denir. bizim gibi mukallidler için, delil, sened, fıkh alimlerinin, ya'ni müctehidlerin sözleridir. bildiğimiz ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse, onlara değil, bunların sözlerine uymamız lazımdır. bunlar, onları görmemiş veya görmüşler de anlıyamamışlar demek caiz olmaz. yazar, ahmed ibni teymiyyeyi ve talebesi ibni kayyımı cevziyyeyi müctehid biliyor. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden bunların anladıklarına uyup, din imamlarımızın ictihadlarını beğenmiyor. halbuki, kendisinin de yukarıda bildirdiği gibi, din imamlarımız ictihad buyurdukları hükmleri bildirirken, dayandıkları ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri birlikde yazmışlardır. kitabın müellifi, din imamlarına uyan ehli sünneti, allahü tealanın kitabını bırakıp da, papazlarına, hahamlarına uyan hıristiyanlara ve yehudilere benzetiyor. müslimanlara müşrik diyecek kadar alçaklaşıyor. kendisi, müctehid olmıyan cahillere, ehli sünnet alimlerinin büyüklüklerini anlıyamıyanlara uyduğu için, kendisinin dalaletde olduğunu anlıyamamakdadır. eğer anlıyabilseydi, ne güzel olurdu. ibni abidin, tahareti anlatmağa başlarken diyor ki, . vehhabi yazar, buna da inanmıyor. mu'az hadisini yazıyor. halbuki, bu hadisi şerif, onun sapık inanışlarını çürütmekdedir. memleketinin icabı olarak arabi dilini iyi bildiğinden, her sözünü isbat etmek için bir çok ayeti kerime ve hadisi şerif yazıyor. aklı ermediği, mantık ve muhakemesi olmadığı için, vesika sanarak yazdığı ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin, kendi savunmalarının bozuk, çürük olduğunu açığa vurduğunu anlıyamıyor. imamı azam ebu hanifenin rahimehullahü teala talebesine karşı ayeti, hadisi alınız! benim sözümü bırakınız buyurduğunu da yazıyor. müctehidler için söylenmiş olan bu sözlerin, bizim gibi ve ibni teymiyye, ibni kayyım, muhammed abdüh ve seyyid kutb ve ibni teymiyye de şamda öldü. abduh de mısrda öldü. seyyid kutb da mısrda öldürüldü. mevdudi gibi mukallidler için de olduğunu sanıyor. bunların bir mezheb imamının kitablarını okuyup öğrenmeleri ve mezheb imamına uyarak se'adete kavuşmağa çalışmaları lazımdır. üçyüzdoksanüçüncü sahifede, , ayeti kerimesini yazarak, ehli sünneti bu münafıklara benzetiyor. diyor. burada da, ehli sünnet olan müslimanlara iftira etmekdedir. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden çıkardıkları yanlış, bozuk ma'nalara inanmadığımız için, bize doğru yoldan ayrıldı diyor. buna deriz ki, biz bu ayeti kerimelerden yüz çevirmiyoruz. bu ayeti kerimelere değil, sizin bunlara verdiğiniz yanlış ma'nalara uymayız. bu ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin ma'naları, sizin anladığınız gibi değildir. bunların doğru ma'nalarını peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem eshabı kirama radıyallahü teala anhüm anlatdı. alimleri de rahimehümullahü teala eshabı kiramdan sorup öğrendiler. anladıklarını, kitablarına yazdılar. açık bildirilmiş olanlarını açık olarak yazdılar. kapalı bildirilmiş olanlarını da, ictihad buyurup anladıkları gibi açıkladılar. biz o büyük alimlerin anlayıp yazdıklarına uyuyoruz. mezhebsizlerin yanlış anladıklarına uyarak aldanmak istemiyoruz. kitabdan ve sünnetden ayrılan, bizler değil, sensin diyoruz. kitabının dördüncü aslında, farisi olarak buyuruyor ki, islam dininin hükmlerini biz cahillere derin alimler ve olgun salihler bildirdi. bunlar, ve dir rahimehümullahü teala. hadis alimleri, hadisi şerifleri incelemişlerdir. doğru olanlarını ayırmışlardır. müctehidler de, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden ahkam çıkarmışlardır. biz, ibadetlerimizi ve bütün işlerimizi bu ahkama uygun olarak yaparız. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanından çok uzak olduğumuz ve nassların nasih ve mensuh olanlarını ve muhkem ve müevvel olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadığımız için, bir müctehidi taklid etmemiz lazımdır. çünki müctehid, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanına yakın olduğu için ve derin alim ve çok takva sahibi ve hükm çıkarmakda meharet sahibi olduğu ve hadisi şeriflerin ma'nalarını iyi anladığı için, onun anladığına uymakdan başka çare yokdur. böyle olmıyan bir kimsenin nasslardan, ya'ni kitabdan ve sünnetden hükm çıkarmasının caiz olmadığını, mezhebsizlerin çok büyük alim dedikleri ibni kayyım cevziyye kitabında bildirmekdedir. kitabında diyor ki, kimse, bir hadisi şerif işitince, bundan kendi anladığına göre iş yapması caiz olmaz. belki, onun anladığından başka ma'na verilmesi icab eder. yahud mensuh olabilir. müctehidin fetvası ise, böyle şübheli değildir. şerhi olan de de böyle yazılıdır. bunda, dedikden sonra, demekdedir. seyyid semhudi rahimehullah, kitabında diyor ki: hanefi alimlerinin büyüklerinden ibnülhümam, imamı ebu bekri razinin, sözünü haber vermişdir. senesinde vefat etmiş olan muhibbullah bihari hindinin rahimehullahü teala kitabında ve bunun şerhinde, avamın eshabı kiramı taklid etmekden men' olunmalarını ve bunların, islamiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlaşılan, kısmlara ayırmış olan alimlere uymaları lazım olduğunu derin alimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. takıyyüddin osman ibnüssalah şehri zuri rahimehullahü teala, dört imamdan başkasını taklid etmenin caiz olmadığını buradan çıkarmışdır demekdedir. de diyor ki, kitabında, avam eshabı kiramın mezheblerine uymamalıdır. din imamlarının, ya'ni dört mezheb imamının mezheblerine tabi' olmalıdırlar demekdedir. islam alimlerinin yukarıda yazılı icma'larına uymıyanların sapık oldukları anlaşılır. çünki, eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in cihad ile, islamiyyeti yaymak ile uğraşdıkları için, tefsir ve hadis kitabları hazırlamağa vakt bulamadılar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem nuru, onların mubarek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitabdan öğrenmeğe ihtiyacları kalmadı. herbiri, bu nurun kuvveti ile, doğru yolu bulurdu. asrların en iyisi bitince, fikrlerde, bilgilerde ayrılıklar hasıl oldu. eshabı kiramdan ve tabi'inden nakl edilen haberler, birbirlemuhammed ibni kayyım de vefat etdi. ibnülhümam muhammed da vefat etdi. rine uymaz oldu. hak yolu arıyanlar şaşırdılar. allahü teala, lutf ederek, bu ümmeti merhume arasından salih, mütteki dört alimi seçdi. nasslardan hükm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsan eyledi. bunları taklid ederek bütün müslimanların hidayete kavuşmalarını diledi. bunları taklid etmeği nisa suresinin ellisekizinci ayetinde emr etdi. bu ayeti kerimede mealen, ey iman edenler! allaha ita'at ediniz ve resule ita'at ediniz ve ülülemrinize ita'at ediniz! buyurdu. burada ülülemr, ictihad derecesine yükselmiş olan alimler demekdir. böyle alimler de, herkesin bildiği dört büyük imamdır. ya'ni meşhur olan dört mezhebin imamlarıdır. bu ayeti kerimedeki ülülemr denilen üstün kimselerin, müctehidler olduğunu, nisa suresinin seksenikinci ayeti açıkca bildirmekdedir. bu ayeti kerimede, denilmekdedir. ba'zıları, ülülemr, hakimler, valiler demekdir dedi. bu söz, nasslardan ahkam çıkarabilen hakimlerdir demek ise, doğrudur. bunlar, alim oldukları için, ülülemrdirler. hakim oldukları için değil! dört halife ve ömer bin abdül'aziz radıyallahü teala anhüm ecma'in böyle idi. cahil, fasık veya kafir olan emirler böyle değildir. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. fekat, kanunlara karşı gelmek, hükumete isyan etmek, hiçbir zeman caiz değildir. müslimanlar, her zeman hükumeti desteklemelidir. hükumet za'iflerse, fitne, ihtilal hasıl olur. bunlar ise, en kötü hükumetden daha fenadır. lokman suresinin onbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. hadisi şerif, ülülemrin ne demek olduğunu açıkca bildirmekdedir. abdüllah dariminin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. imamı süyuti ismindeki tefsirinde, ibni abbasın radıyallahü teala anhüma dediğini yazmakdadır. in üçüncü cildinin üçyüzyetmişbeşinci sahifesinde ve imamı nevevinin rahmetullahi aleyh ikinci cildinin yüzyirmidördüncü sahifesinde ve ve tefsirlerinde de yazılıdır. ayeti kerimelerin ve hadis ve tefsir alimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere ita'at etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhebsizlerin sözlerinin bozuk ve saçma olduğunu da ortaya koymakdadır. bu konuda birçok hadisi şerif ve haberler de vardır. bunlardan: yahya nevevi de şamda vefat etdi. ı resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mu'az bin cebeli radıyallahü teala anh yemene hakim olarak gönderirken, buyurunca, allahın kitabı ile dedi. buyurdu. allahın resulünün sallallahü teala aleyhi ve sellem sünneti ile dedi. buyurunca, ictihad ederek, anladığımla dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elini mu'azın göğsüne koyup, elhamdü lillah! allahü teala, resulünün resulünü, resulullahın rızasına uygun eyledi buyurdu. bu hadisi şerif, tirmüzide ve ebu davüdda ve darimide yazılıdır. ülülemrin müctehid demek olduğunu ve buna ita'at edenden resulullahın razı olduğunu, bu hadisi şerif açıkça göstermekdedir. ı ebu davüdün ve ibni macenin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ismindeki şerhi, bu hadisi şerifi, farisi olarak açıklarken, faridai adile, kitaba ve sünnete uygun ilmdir. icma'a ve kıyasa işaretdir. çünki, icma' ve kıyas, kitabdan ve sünnetden çıkarılmakdadır. bunun için, icma' ve kıyas, kitaba ve sünnete mu'adil ve müsavi tutuldu ve faridai adile denildi. böylece, ikisi ile amel etmenin vacib olduğu tenbih buyuruldu. hadisi şerifin ma'nası, dinin kaynağı dörtdür: kitab, sünnet, icma' ve kıyas demek oldu demekdedir. ömeribnülhattab radıyallahü anh, şüreyhi kadi olarak gönderirken, allahın kitabında açık olarak bildirilene bak. bunu başkasından sorma! burada bulamazsan muhammed aleyhisselamın sünnetine tabi' ol! burada da bulamazsan, ictihad et ve anladığına göre cevab ver! buyurdu. ıv hazreti ebu bekre radıyallahü anh da'vacı gelince, allahü tealanın kitabına bakardı. burada bulduğuna göre hükm ederdi. burada bulamazsa, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdiğine göre cevab verirdi. işitmemiş ise, eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in sorup, onların icma'ı ile hükm ederdi. v abdüllah ibni abbasa radıyallahü anhüma birşey sorulunca cevabını kur'anı kerimde bulup, cevab verirdi. kur'anı kerimde bulamazsa, resulullahdan işitdiğini söylerdi. işitmemiş ise, ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma sorardı. cevab alamaz ise, kendi re'yi ile bulup hükm ederdi. süleyman ebu davüd sicstani de basrada vefat etdi. şimdi, müctehid alimlere sormak, dört mezheb imamlarına sormak demek olduğunu açıklıyalım! dört imamı taklid etmenin birinci vesikası: eshabı kiramın asrından ve ondan sonraki asrdan, bu zemana kadar, bütün müslimanlar, bu dört imamı taklid etmişler. bunlara ita'at etmekde icma' hasıl olmuşdur. ve allahü tealanın rızası, icma'dadır. cema'atden ayrılan, cehenneme gider hadisi şerifleri, bu icma'ın sahih olduğunu açıkca göstermekdedir. dört imamı rahimehümullahü teala taklid etmenin vacib olduğunu gösteren ikinci vesika, isra suresinin yetmişbirinci ayetidir. bu ayeti kerimede, buyurulmakdadır. kadi beydavi rahimehullahü teala, bu ayeti kerimenin tefsirinde, dedi. de de böyle yazılıdır. tefsirinde ibni abbas, kendilerini dalalete veya hidayete sürükliyen devlet reisleri ile çağrılır dedi. sa'id bin müseyyib ise, her kavm, kendilerini hayra ve şerre sürükliyen reislerinin yanına toplanırlar dedi demekdedir. tefsiri hüseynide ve da mezhebinin imamı ile çağrılırlar. mesela, ya şafi'i yahud ya hanefi denilir demekdedir. bundan anlaşılıyor ki, kamil ve mükemmil olan imamlar kendilerine tabi' olanlara şefa'at edeceklerdir. da diyor ki, şeyhulislam ibrahimüllakani vefat edince, ba'zı salihler, bunu rü'yada görüp, allahü teala sana ne yapdı dediler. sual melekleri beni oturtunca, imamı malik gelip böyle bir kimseye, allahü tealaya ve resulüne imandan sorulur mu? bunu bırakınız dedi. beni bırakdılar cevabını verdi. yine kitabında, tesavvuf büyükleri ve fıkh alimleri, kendilerine tabi' olanlara şefa'at ederler. ruh teslim ederken ve kabrde münker ve nekir sual ederken ve haşrda, neşrde, hesabda, sıratda yanında bulunurlar. onu unutmazlar. tesavvuf büyükleri, kendilerine tabi' olanları, bütün korkulu yerlerde kollayınca, müctehid imamlar korumaz olurlar mı? bunlar, mezheb imamlarıdır. bu ümmetin bekçileridirler. sevin ey kardeşim! dört mezheb imamlarından dilediğini taklid et de se'adete kavuş!. görülüyor ki, kıyamet günü, herkes mezheb imamının ismi ile çağrılacakdır. imam, kendisini taklid edene, şefa'at edecekdir. dört mezheb imamlarının herbiri böyle yüksek idi. allahü teala, lokman suresisa'id bin müseyyib da medinede vefat etdi. nin onbeşinci ayetinde, buyurdu. bu dört büyük imamın, allahü tealaya inabet, rücu' etmiş oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. taklid etmenin vacib olduğunu bildiren üçüncü delil, nisa suresinin yüzondördüncü ayeti kerimesidir. allahü teala, bu ayeti kerimede mealen, buyurmakdadır. imamı şafi'i hazretlerine icma'ın delil olduğunu gösteren ayeti kerime hangisidir diye sordular. kur'anı kerimi üçyüz kerre okuyarak delil aradı. cevab olarak, bu ayeti kerimeyi buldu. bu ayeti kerime, mü'minlerin yolundan ayrılmağı haram etdiği için, bu yola uymak vacib olur. nesefi abdüllah, tefsirinde, bu ayeti kerimeyi açıkladıkdan sonra, yazılıdır. tefsiri de, bu ayeti kerimeyi açıklarken, bu ayet, icma'dan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. mü'minlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacib olur diyor. bu ümmetin salihleri, alimleri, bir mezhebi taklid etmek vacibdir. mezhebsiz olmak büyük günahdır dediler. alimlerin bu sözbirliğinden ayrılmak, bu ayeti kerimeden ayrılmak olur. çünki, allahü teala, ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, siz, insanlar için hayrlı ümmetsiniz! iyi şeyleri emr eder. fena şeyleri men' edersiniz buyurdu. bu ümmetin alimleri mezhebsizliğin fena olduğunu bildirdiler. mezhebsiz olmayınız dediler. bunun için, mezhebsiz olmak caizdir diyerek, alimlerin bu sözlerinden ayrılan, bu ayeti kerimeyi inkar etmiş olur. sual: kadyaniler ve niçeriler ve diğer mezhebsizler mü'min değil midir? bunlara uymak da, mü'minlerin yolunda olmak değil midir? cevab: bu mezhebsizlerin alimleri, nin dört kaynağından yalnız ikisine uyduklarını söyliyorlar. diğer ikisini kabul etmiyorlar. böylece, müslimanların çoğunun yolundan ayrılıyorlar. yolundan sapıyorlar. bunlara uymak, insanı cehennemden kurtarmaz. ler, , ve ve nesefi da bağdadda vefat etdi. beydavi abdüllah da tebrizde vefat etdi. ahmed kadyani de hindistanda öldü. fırkalarında olanlar da, kendi alimlerine tabi' olduklarını söyliyorlar. mezhebsizlerin, o fırkalara verdikleri cevabları, biz de mezhebsizlere cevab olarak söyleriz. bir mezhebi taklid etmenin vacib olduğunu gösteren dördüncü delil, nahl suresinin kırküçüncü ve enbiya suresinin yedinci ayeti kerimesidir. bu ayeti kerimede mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmiyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emr etmekdedir. ayeti kerimede, sorup öğrenmek herkesden ve din cahillerinden değil, alimlerden sormak ve bilinmiyenleri sormak emr olunmakdadır. bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde arayamaz, bulamazsa, taklid etdiği mezhebin müctehidinden sorup öğrenmesi lazım olmakdadır. sorup, öğrendiğine göre yapan kimse, o müctehidi etmiş olur. sormaz veya müctehidin sözüne uymaz, inkar ederse, mezhebsiz olur. ayeti kerimede bildirilen kimdir? mezheb imamı demek midir? yoksa, cahil din adamları mıdır? bunun cevabını, hadisi şerif bildiriyor: ibni merdeveyh ebu bekr ahmedin bildirdiği ve enes bin malikin haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse namaz kılar, oruc tutar, hac ve gaza eder. fekat münafıkdır buyurulunca, denildi. için münafıkdır. onun imamı, zikr ehlidir buyuruldu. bundan anlaşılıyor ki, ayeti kerimedeki , ülülemr demekdir. ülülemrin ne demek olduğu, birinci delilde bildirilmişdi. sahih olan kavle göre, ülülemr, ulemai rasihin ve dört mezhebin imamlarıdır. ve ve mealindeki ayeti kerimeler, dört mezheb imamlarının üstünlüklerini göstermekdedirler. biraz arabi, farisi öğrenip, zahidlerden, takva ehlinden ve allah adamlarından feyz almamış olan ve nasslara, ya'ni ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere kendi kısa görüşlerine göre ma'na veren cahil ve sapıklar, mezheb imamlarının üstünlüklerinden çok uzakdırlar. bu mezhebsizler, ve bir zeman gelecek, din alimi kalmıyacak. cahiller din adamı yerine geçirilerek, bilmeden fetva vereceklerdir. bunlar, doğru yolda olmıyacak ve herkesi, doğru yoldan çıkaracaklardır hadisi şeriflerinde bildirilen sapıklardır. kitabında, cabir radıyallahü anh diyor ki: yolculukda, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. gusl etmesi icab ediyordu. teyemmüm etmem caiz olur mu, dedi. caiz olmaz, su ile gusl et, denildi. yıkandı. öldü. medineye gelince, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdik. onun ölümüne sebeb oldular. allahü teala da onları öldürsün. bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? cehlin ilacı, sorup öğrenmekdir! buyurdu. bu sahabiler, daha çok bilenlerden sormadan, kendiliklerinden fetva verdikleri için, çok sert sözle karşılaşıp, kendilerine, buyurulunca, şimdi din adamı geçinen bir kimsenin islam alimlerinin kitablarını okumadan, kendi boş kafası ve kısa görüşü ile kur'anı kerime ve hadisi şeriflere ma'na vermeğe kalkışmasına, böylece, müslimanların dinlerini, imanlarını bozmasına ne denileceği meydandadır. böyle kimseye, din, iman hırsızı demek yerinde olur. allahü teala, hepimizi böyle din hırsızlarının zararlarından muhafaza buyursun! amin. ibni sirin buyuruyor ki, . ebu musel eş'ari hazretleri, eshabı kiramın büyüklerinden olduğu halde, abdüllah bin mes'udün yanında fetva vermekden çekinir. derdi. çünki, abdüllah ibni mes'ud, ebu musel eş'ariden daha alim idi. fıkh bilgisi daha çok idi radıyallahü anhüma. imamı şafi'i, derin alim olduğu halde, imamı azam ebu hanifenin mezarı yanında iken, sabah namazında kunut okumağı ve rükü'dan kalkarken iki eli kaldırmağı terk ederdi. bunun sebebini sorana, buyurmuşdu. imamı azam ebu hanife, böyle büyük bir islam alimi idi. onun büyüklüğünü anlıyabilmek için, imamı şafi'i gibi alim olmak lazımdır. bu büyük alim, imamı azamın kabrde diri olduğunu bilmiş, onun huzurunda, onun mezhebine uymıyan iş görmekden sakınmışdır. evet, bu büyük imamlar rahimehümullahü teala fıkh ilminin mütehassısları idi. buharinin bildirdiği, hadisi şerifindeki müjdeye kavuşmuşlardı. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, islam ahkamını, fıkh alimlerinden, mezhebinin müctehidlerinden öğrenmek lazımdır. hadisi şeriflerden ve tefsirden öğrenmemelidir. hadisi şerifi, bu sözümüzün vesikasıdır. hadis alimleri, hadisi şerifleri inceleyip, sahihlerini ayırmak için yaratıldı. tefsir alimleri, kur'anı kerimin ma'nalarını doğru olarak anlayıp, bil.ıyamet ve ahıret dirmek için yaratıldı. bunların ikisi de, vazifelerini yapmak için çok çalışdı. maksadlarına kavuşdular. fıkh alimleri de, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin nasslarından ahkam çıkarmak için yaratıldı. bu büyük alimler rahimehümullahü teala de, bu ilmin son noktasına kadar yükseldi. bizim gibi cahillerin işini kolaylaşdırdılar. derin ilmleri ile ve allahü tealanın kendilerine vermiş olduğu takva yardımı ile, nassların birbirine uygunsuz görünen yerlerini birbirine uydurdular. muhkem olanlarını, te'villi olanlarından ayırdılar. sonra gelmiş olanlarını, önce gelmiş olanlarından, nasih olanlarını mensuh olanlarından ayırdılar. işte bunun için, bu ümmeti merhumenin hepsi, yeryüzünün her tarafında, bu büyükleri taklid etmeğe sarıldılar. bu imamların izinde bulunmağı, islam ahkamının anahtarı bildiler. bütün alimler, fadıllar, salihler, müttekiler, veliler, kutblar, evtad ve allah yolunda olanların hepsi ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıkları, kendilerini islam ahkamının bu önderlerine teslim etdi. hadis alimlerinin ve tefsir mütehassıslarının ve fıkh bilgisinde müctehid olan yüce imamların bilgilerinin biraraya toplanmasından meydana geldi. bizim gibi cahillerin ve şaşkınların bu din büyüklerine iktida etmemiz vacibdir. kurtuluş yolu, ancak bu imamların gösterdiği yoldur. ancak bu yola uyanlar kurtulur. nefslerine uyup, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere kendi düşüncelerine göre ma'na verenlere uyanlar felakete sürüklenir. en'am suresinin doksanıncı ayetinde mealen, allahü teala, onlara doğru yolu gösterdi. onların yoluna iktida et! buyuruldu. kendilerine hidayet verilenler, mezhebsizler değil, mezheb sahibi olan yüce imamlardır rahimehümullahü teala. sual: kendilerine ita'at etmemiz emr olunan ülülemr, müctehid olan imamlar olduğuna inandım. denilen alimler de bunlardır. bunları taklid etmemiz de vacibdir. bunların belli birini mi, yoksa hepsini mi taklid etmek lazım olduğu nerden anlaşılmakdadır? bir işin dört imamdan rahimehümullahü teala herhangi birine uygun olması kafi olur mu? cevab: iki veya üç yahud dört imamı birlikde taklid etmek mümkin değildir. çünki, dört imamın ictihadlarının birbirlerine uymadığı çok iş vardır. bir işi yapmağa biri vacib, diğeri ise haram demişdir. mesela, deriden kan çıkınca, imamı azam, abdest bozulur dedi. imamı şafi'i bozulmaz dedi. erkeğin derisi, kadının derisine değince, imamı şafi'i, ikisinin de abdesti bozulur dedi. imamı azam ise, ikisinin de bozulmaz dedi. imamı malik ile imamı ahmed bin hanbel arasında da böyle ihtilaflar vardır. böyle ihtilaflı olan işlerde, mesela imamı azama uysa, diğerlerine uymamış olur. diğer imamlara uygun yapan da, bu işde imamı azama uymamış olur rahmetullahi aleyhim ecma'in. böyle bir işi, dört mezhebe de uygun yapmak imkansız olduğu gibi, üç imama ve iki imama birlikde uyarak yapılamıyacak işler çokdur. böyle işler, ancak bir imama uyarak yapılabilir. sual: ba'zı işleri bir imama uyarak, başka işleri de, başka bir imama uyarak, daha başkalarını da, üçüncü imama uyarak, başka işleri de, dördüncü imama uyarak yaparsak, dört imama da uymuş oluruz. buna ne dersiniz? cevab: böyle yapmak, dini oyuncak yapmak olur. halal ve haram ortadan kalkar. bu ise, memnu'dur. haramdır. müslimdeki hadisi şerifde, münafık, iki koç arasında dolaşan koyun gibidir. bir ona gider. bir ötekine gider buyuruldu. buharideki hadisi şerifde de, insanların kötüsü, iki yüzlü olanlardır. ba'zılarına bir yüz ile, başkalarına, başka yüz ile görünür buyuruldu. bunlar, tevbe suresinin otuzsekizinci ayetinde bildirilen kimselerdir. bu ayeti kerimede mealen, nesi, küfrde ziyade olmakdır. kafirler bununla aldatılır. bir ayı halal sayarlar. başka sene ise, bu ayı haram sayarlar buyuruldu. ya'ni, birşeye, bir yıl halal derler. başka zemanda haram derler. ibnül hümam, kitabında ve ibnülhacib, kitabında ve da, denilmekdedir. da imamı azamı taklid edenin, hep hanefi mezhebine tabi' olması vacibdir. zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. büyük alim kasımın bildirdiği gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmişdir diyor. kitabında diyor ki, müctehidi taklid etmesi lazımdır. bu kitabı muhibbullah bihari hindi hanefi yazmış, de vefat etmişdir. imamı abdülvehhabı şa'rani, kitabının yirmidördüncü sahifesinde diyor ki, aynülülaya yükselmemiş bir alimin, şa'rani de vefat etdi. dört mezhebden birini taklid etmesi vacibdir. taklid etmezse, doğru yoldan sapar. başkalarını da sapdırır. ibni abidin rahmetullahi aleyh, ın ikiyüzseksenüçüncü sahifesinde diyor ki, aminin mezheb değişdirmesi caiz değildir. dilediği bir mezhebi taklid etmesi lazımdır. ami, müctehid olmıyan demekdir. şah veliyyullahı dehlevi rahimehullahü teala kitabında diyor ki, ictihad derecesine yükselmemiş din adamının, hadisi şerifden anladığı ile amel etmesi caiz değildir. çünki, hadisi şeriflerin mensuh veya te'villi yahud muhkem olduğunu ayıramaz. ibni hacib de, kitabında böyle yazmakdadır. yine şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh, kitabında, hanefi mezhebi, mezheblerin en kıymetlisidir. kitabında toplanmış olan yoluna en uygun olan, bu mezhebdir demekdedir. data genci bahşi lahori rahimehullahü teala, kitabında diyor ki, yahya mu'azı razi rahmetullahi aleyh resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü. ya resulallah! seni nereden arayıp bulayım, dedi. buyurdu. ibni hümam rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, . mevlana abdüsselam, şerhinde diyor ki, . manzumesini şerh ederek, ismini vermiş, de mısrda vefat etmişdir. imamı rabbani müceddidi elfi sani rahmetullahi aleyh, kitabında buyuruyor ki, . şah abdül'azizi dehlevi rahimehullahü teala, allahü teaveliyyullah dehlevi de vefat etdi. ali bin osman data gencbahş de vefat etdi. laya şerik yapma! ayeti kerimesinin tefsirinde buyuruyor ki, . imamı gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, emri ma'rufu anlatırken buyuruyor ki, . abdülhakı dehlevi rahmetullahi aleyh, şerhinde diyor ki, islam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuşdur. bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. işlerinin düzenini bozmuş, doğru yoldan ayrılmış olur. başka bir yerinde buyuruyor ki, alimlerin sözbirliği ve ahırzemanda müslimanlara en uygun yol, dört mezhebden birini taklid etmekdir. din ve dünyanın düzeni böyle olur. herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. o mezhebi taklide başladıkdan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şübhesiz, birinci mezhebe su'i zan etmek olur. işler ve sözler bozulur, karışır. sonra gelen alimler, bunu sözbirliği ile bildirdiler. doğrusu da budur. hayr bundadır. imamı kuhistani rahimehullahü teala şerhinde, den önce diyor ki, mezhebleri dilediği gibi karışdırabileceğini söylediler. ehli sünnet alimleri, hak te'addüd etmez dedi ve aminin belli bir imama uyması lazım olduğunu bildirdiler. kitabı, bunu uzun anlatmakdadır. her mezhebde mubah olanları, kolay olanları araşdırıp, bunları yapmağa, mezhebleri denir. böyle yapan, fasık olur. sa'id bin mes'udün bunu iyi anlatmakdadır. sual: mezhebleri etmenin, din ile oynamak olduğuna inanan ve bir mezhebi taklide başlayınca, başka mezhebe geçmenin caiz olmadığını kabul eden kimse, kendi mezhebinin haklı olduğunu söylemez mi? cevab: her mezhebde bulunanın böyle söylemesi için, vesikaları vardır. burada, hanefi mezhebine tabi' olmanın daha iyi olacağını gösteren vesikaları bildireceğiz. imamı azam ebu hanife nu'man bin sabit rahmetullahi aleyh, dört mezheb imamları içinde, eshabı kirama en yakın olanı, en alim olanı, fıkhda en derin olanı, vera'ı en çok olanı idi. imamı abdülvehhabı şa'rani rahmetullahi aleyh şafi'i mezhebinde olduğunu bildirdiği halde, insaf ile, imamı azamı şöyle tanıtmakdadır: ona hiç kimse dilini uzatmamalıdır. çünki o, dört imamın en büyüğü, mezhebin ilk kurucusu, senedleri resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem en yakın olanı, eshabı kiramın ve tabi'inin yaşayışlarını en çok göreni idi. her sözü kitaba ve sünnete dayanmakdadır. kendi re'yi, düşüncesi ile hiç birşey söylememişdir. imamı şa'rani gibi büyük bir alimin dediği ve kendi re'yi ile hiçbir şey söylememişdir dediği bir yüce imam için ve talebeleri için, birkaç hadis aliminin eshabı re' demeleri çok haksız bir isnaddır. böyle söyliyenleri allahü teala afv buyursun. şafi'i mezhebindeki büyük alimlerden ibni haceri mekki imamı azamı tanıtmak için rahimehümallahü teala ayrı bir kitab yazmışdır. kitabının ismi dır. kitabı da meşhurdur. tahavi, de vefat etdi. hanefi alimlerinden ibni abidin rahimehullahü teala, kitabının önsözünde diyor ki, imamı azamın, büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. diğer mezheb imamları, onun bütün sözlerini sened olarak almışlardır. mezhebinin alimleri, onun zemanından, bu zemana kadar, her yerde onun sözleri ile fetva verdiler. evliyadan çoğu, onun mezhebine göre çalışarak kemale geldiler. anadolu, balkan müslimanları, hind, sind ve mavera'ünnehr , yalnız onun mezhebini bilirler. abbasi devleti, her ne kadar, cedlerinin mezhebinde idi ise de, kadilarının, hakimlerinin, alimlerinin çoğu hanefi mezhebinde idi. beşyüz seneye yakın bu mezhebe göre amel etdiler. bu devletin yerine kurulmuş olan selçuki ve sonra harezmi melikleri ve büyük osmanlı devleti hep hanefi idi. büyük alim muhammed tahir sıddiki hanefi, de vefat etdi. kitabında diyor ki, imamı azamdan allahü tealanın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaşdırmasıdır. bu işde bir sırrı ilahi olmasaydı, yeryüzündeki müslimanların çoğu onun mezhebinde olmazdı. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki kaddesallahü sirrehul'aziz ismindeki farisi kitabının ikinci cildinin ellibeşinci mektubunda buyuruyor ki, imamı azam ebu hanife, isa aleyhisselama benzemekdedir. vera' ve takva ni'metine kavuşduğu için ve sünneti seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakda ve ictihad yapmakda, çok yüksek dereceye ulaşmışdır. ba'zı alimler, onun bu derecesini anlıyamadılar. onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, kitaba ve sünnete uymıyor sandılar. bu yüce imama, re'y sahibi dediler. onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, onun anladığını anlıyamadıkları için, böyle yanıldılar. halbuki, imamı şafi'i aleyhirrahme, onun anladığı bilgilerden, az birşey sezerek, dedi. muhammed parisa rahimehullah, kitabında, inince ictihad ve ameli imamı ebu hanifenin mezhebine uygun düşecekdir buyurdu. bu söz, belki yüce imamın isa aleyhisselama benzerliğini göstermekdedir. ellibeşinci mektubundan terceme burada temam oldu. bu ümmetin alimlerinin, salihlerinin çoğu hanefi mezhebinde idiler. mezhebsizlerin böyle bir alime ve ilmi ile amile dil uzatmaları ve mezheb taklid edenlere kafir sözleri, hatta gibi küstahca konuşmaları, ve başka kitablarda açıkca yazılıdır. bu nasibsizlerin, bu büyük ve mubarek imama böyle saldırmalarının sebebi acaba nedir? bilmiyorlar ki, ona düşmanlık, bu ümmeti merhumeye düşmanlıkdır. kitabından alındı. altıyüzaltmışbeş de vefat etmiş olan ebülmüeyyed muhammed bin mahmud harezminin toplamış olduğu kitabı on nev'dir. birinci nev'de, imamı azamı medh eden haberler ve eserler bildirilmişdir. haber, hadisi şerif demekdir. eser, sahabi sözü demekdir. birinci nev'inde, sadrülkebir şerefüddin ahmed bin müeyyidinin harezm şehrinde kendisine bildirdiği hadisi şerifi yazmakdadır. ebu hüreyrenin radıyallahü anh bildirdiği bu hadisi şerifde, ümmetim arasında ebu hanife denilen biri gelecekdir. o, kıyamet günü ümmetimin ışığı olacakdır buyuruldu. yine bu yoldan gelen bir hadisi şerifde, ümmetim arasında biri gelecekdir. ismi nu'man, künyesi ebu hanifedir. o, ümmetimin ışığıdır buyuruldu. yine bu yoldan gelen enes bin malikin bildirdiği hadisi şerifde, benden sonra bir kimse gelir. ismi nu'man bin sabitdir. künyesi ebu hanifedir. allahü teala, dinini ve benim sünnetimi onun elinde kuvvetlendirecekdir buyuruldu. yine bu yoldan gelen haberde, size, kufe şehrinde gelecek birini bildiriyorum. künyesi ebu hanifedir. kalbi ilm ve hikmet ile doludur. ahır zemanda, denilen kimseler, onun yüzünden helak olacaklardır buyuruldu. mezhebsizler bu hadisi şeriflere karşı gelir. bunları haber verenler arasında, nasıl oldukları iyi bilinmiyen kimseler var derler. onlara deriz ki, sonra gelenlerin bilmemeleri, önce gelmiş olanlara kusur olmaz. bu hadisi şerifler, de yokdur derlerse, hadisi şeriflerin sayısı, kütübi sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. başka hadis kitablarında da sahih hadislerin çok bulunduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. tirmizide yazılı, ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. bunun imamı azamı bildirdiği muhakkakdır. üsuli erbe'dan terceme burada temam oldu. bu kitabı farisi olarak muhammed hasen can serhendi müceddidi rahmetullahi teala aleyh yazmış, da hindistanda vede istanbulda basılmışdır. hasen can, de pakistan haydarabadda vefat etdi. imamı abdürrahman süyutinin kitabında, hakimin abdüllah ibni mes'uddan bildirdiği hadisi şerifde, önce inen kitablar, bir harf ya'ni kelime idi ve birşeyi bildirirlerdi. kur'anı kerim yedi harf üzerine nazil oldu. yedi şey bildirmekdedir: zecr , emr, halal, haram, muhkem , müteşabih ve misaller. bunlardan, halali halal biliniz! haramı haram biliniz! emr edilenleri yapınız! yasak edilenlerden sakınınız! misal ve hikaye olanlardan ibret alınız! muhkem olanlara uyunuz! müteşabih olanlara inanınız! bunlara inandık. hepsini rabbimiz bildirmişdir deyiniz! buyuruldu. bu hadisi şerif, vehhabi kitabının dörtyüzaltıncı sahifesinde de yazılıdır. süriyede hamada sultan cami'i hatib ve müderrisi allame muhammed hamid, kitabında, hanefi mezhebini uzun anlatmakda ve dört mezhebden birine tabi' olmanın vacib olduğunu isbat etmekdedir. kitab de yazılmış, de istanbulda ofset ile tekrar basılmışdır. de mısrda vefat etdi. dörtyüzondördüncü sahifede, allahdan başkasına düa etmek, başkasından sıkıntısını gidermesini istemek, ihtiyaclarını başkasından beklemek, mezarları büyük bilmek, onları putlaşdırmak, üzerine türbe yapmak, türbelerde namaz kılmak, türbedekilere ibadet etmek, kalb ile, söz ile, ibadet ile ölülerden birşey beklemek büyük şirkdir. cehennemde sonsuz kalmağa sebebdirler. allah adı ile yalan yemin etmekden korkmuyorlar. ahmed bedevi adı ile yalan yemin etmekden çekiniyorlar. bu ise, onu allahdan daha üstün, daha kuvvetli bilmekdir diyor. kitabın müellifi, doğru ile yanlışı karışdırmakdadır. kuru yanında yaşı da yakmak istemekdedir. allahü tealayı bırakıp da, başka bir ölüden veya diriden birşey beklemek, başkası adı ile yalan veya doğru yemin etmek, elbet şirk olur. imanı giderir. fekat, birkaç kişi böyle yapıyor diyerek, kabr ziyaret etmeğe, türbede, ka'beye karşı, allah rızası için namaz kılıp, sevabını meyyite hediyye etmeğe, allahü tealanın sevdiği kulunu, allahın yaratması için vesile etmeğe şirk demek, bunun için türbeleri, mezarları yıkmak, islamiyyete ve müslimanlara iftira olur. müslimanlara kafir diyen kimse, bunu düşmanlık ile, inad ederek söyliyorsa, kendisi kafir olur. şübheli olan nassları yanlış te'vil ederek söyliyorsa, kafir olmaz ise de, bid'at sahibi olur. kitabın bu yazısı, cami'lere hırsızlık yapmak için veya mezhebsizlik propagandası için gidenler, vaizlere, hatib efendilere, iftira ederek ihbar yapmak için, göze girmek için, iyi tanınmak için gidenler var, o halde, cami'leri yıkmalıdır demeğe benziyor. böyle söyliyen, bilmez mi ki, cami'ler, o kötü işler için yapılmamışdır. namaz kılmak, va'z etmek, kur'anı kerim dinlemek için yapılmışdır. böyle, birkaç kötülük için, cami'leri yıkmak değil, kötülük yapanları cami'lere, iyi insanlar arasına sokmamak lazımdır. kötü, bozuk kimseleri ileri sürerek, ehli sünnet olan temiz müslimanlara müşrik demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve velilerin, alimlerin rahimehümullahü teala türbelerine saygısızlık yapmak, islam düşmanlığıdır. büyük alim abdülgani nablüsinin rahimehullahü teala kitabının yüzelliüçüncü sahifesinden başlıyarak, sahifelerce yazdıklarının özeti şöyledir: ya'ni din bilgilerinin kaynağı dörtdür: kitab, sünnet, kıyas ve icma. kıyas ile icma', kitabdan ve sünnetden çıkmışdır. şu halde, din bilgisinin ana kaynağı kitab ve sünnetdir. bu ikisinden alınmıyan her bilgi, her iş, dir. bid'at olan inanışlar, bilgiler ve işler, sapıklıkdır. insanı felakete götürür. mesela, tesavvufcu, tarikatcı olduğunu söyliyen kimseler, bir münkeri, ya'ni icma' ile bildirilenlere uymıyan birşeyi yapınca, biz batın bilgilerini biliyoruz. bu iş bize halaldir. siz kitabdan öğreniyorsunuz. biz ise, muhammed aleyhisselamdan sorup anlıyoruz. onun sözüne güvenmezsek, allahdan sorup öğreniyoruz. şeyhimizin himmeti bizi ma'rifetullaha kavuşduruyor. kitabdan, üstaddan birşey öğrenmeğe ihtiyacımız yokdur. allah bilgilerine kavuşmak için kitab okumamak, mektebe gitmemek lazımdır. bizim yolumuz bozuk olsaydı, nurlar, peygamberler, ruhlar, bize görünmezlerdi. biz yanılırsak, haram işlersek, rü'yada bize bildirilir, doğruları öğretilir. ilm adamlarının kötü gördükleri şeyler, bize rü'yada kötülenmedi, iyi bildiğimiz için yapıyoruz diyorlar. bu gibi saçma sözler, zındıklıkdır, sapıklıkdır. islamiyyet ile alay etmekdir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere hakaret etmek, güvenmemekdir. bunlarda yanlış ve zemana uymıyan şey bulunduğunu söylemekdir. böyle bozuk sözlere inanmamalıdır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, vasıtası ile ahkam anlaşılamaz. ya'ni, allahü tealanın, velilerin rahimehümullahü teala kalblerine verdiği bilgiler, halal ve haramlar için delil, sened olamazlar. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek kalbine ilham, her müsliman için seneddir. herkesin bunlara uyması lazımdır. evliyanın ilhamı islamiyyete uygun ise, yalnız kendisine seneddir. başkalarına sened olamaz. ilham, kitabın ve sünnetin ma'nalarını anlamağa yardım eder. ilham, salih mü'minlerde olur. bid'at sahiblerinin ve fasıkların kalblerine şeytanın vesveseleri gelir. kalbe gelen bilgilere denir. bu ilm ruhani veya şeytani olur. birincisine , ikincisine denir. ilham kitaba ve sünnete uygun olur. vesvese, bunlara uygun olmaz. rü'ya da, rahmani veya şeytani olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamber olduğu bildirilmeden önce, altı ay, rü'ya ile amel eyledi. tesavvuf büyüklerinden yüksek veli cüneydi bağdadi rahimehümullahü teala insanları, allahü tealanın sevgisine kavuşduracak yol, yalnız muhammed aleyhisselamın yoludur. bundan başka olan dinler, mezhebler, tarikatler, rü'yalar çıkmaz sokakdır. insanı se'adete kavuşdurmazlar. kur'anı kerimin ahkamını öğrenmiyen ve hadisi şeriflere uymıyan kimse, cahil ve gafildir. buna uymamalıdır. bizim ilmimiz, mezhebimiz, kitab ile sünnetdir buyurdu. muhyiddini arabi rahimehüllahü teala buyuruyor ki, bir vecüneydi bağdadi da bağdadda vefat etdi. li, islamiyyete uydukca ilerler. ilhamları artar. fekat, velilere gelen ilhamlar, kitab ve sünnetin üstüne çıkamaz. sırriyi sekati tesavvufun üç ma'nası vardır. birincisinde sfinin kalbinde allahü tealaya olan ma'rifeti, vera'ının nurunu söndürmez. kalbinde olan ma'rifet nuru ile, maddenin ve enerjilerinin hakikatlerini, özlerini anlar ve allahü tealanın ismlerinin, sıfatlarının tecellilerine kavuşur. bedeninde olan vera' nuru ile, islamiyyetin ince bilgilerini anlar. her işi, islam ahkamına uygun olur. ikinci ma'nasına göre, sfinin kalbinde, kitaba ve sünnete uymıyan ilm bulunmaz. uygun olup olmadığını, zahir ve batın bilgilerinde derin alim olup, tesavvuf büyüklerinin kullandıkları kelimeleri anlıyanlar ayırabilir. tesavvufun üçüncü ma'nasına göre, sfinin kerametleri, islam bilgilerinin hiçbirine aykırı olmaz. islam ahkamına uymıyan şeyler, olmaz. bunlara denir buyurdu. evliyanın sözlerinin, işlerinin islam ahkamına uygun olup olmadığını her ilm sahibi anlıyamaz. tesavvuf bilgilerini iyi bilmek ve tesavvuf büyüklerinin sözlerinin ma'nasını iyi anlamak lazımdır. mesela, bayezidi bistami rahimehullahü teala buyurdu. yalnız zahiri bilgileri olanlar bu sözü, mahluklardaki kusurlar bende yokdur. benim şanım çok büyükdür demek sanır. muhyiddini arabi rahimehullahü teala, bu söz için, allahü tealanın büyüklüğünü, hiç kusurlu olmadığını en iyi olarak bildirmekdedir dedi. tenzihin tenzihidir buyurdu. şöyle ki, allahü tealayı ona layık olarak tenzih ve tesbih edemediğini gördü. allahü teala tam münezzeh olarak tecelli etdiği gibi, onun isti'dadı ve gücü kadar yapdığı tenzihe ve tesbihe uygun tecelliler de olmakdadır. bu tecellileri tesbih etmesini, kendi isti'dadını tesbih etmek görüp, kendimi tesbih ediyorum dedi. böylece, sübhani dedikden sonra, başkalarının tesbihlerinin, daha aşağı olduğunu, onların tenzihlerine göre olan tecellilerde görerek, kendi tesbihinin daha uygun olduğunu görünce, dedi. görülüyor ki, bu sözü ile islamiyyete uygun olan birşeyi anlatmak istemişdir. sekr halinde olduğundan, başka kelime bulamamış, ince bilgilerini, herkesin anlıyamıyacağı kelimelerle bildirmişdir. yine bu büyük veli, bistam şehrinde talebesini alarak, veli olduğu söylenilen bir kimseyi görmeğe gitdiler. zühdü, takvası dillerde dolaşan o kimsenin yanına gidince, kıble tarafına tükürdüğünü gördü. selam vermeyip, yanından uzaklaşdı. bu adam resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı lazım olan edeblersırri sekati de bağdadda vefat etdi. bayezidi bistami de bistamda vefat etdi. den birini gözetmedi. veli olmak için lazım olan edebleri de gözetemez dedi. kıbleye karşı edebsizlik, kötü birşeydir. ehli sünnet alimleri, yatarken ve otururken kıbleye karşı ayak uzatmağa mekruh dedi. allahü teala, ka'beyi tavaf etmeği ve tavafda temiz olmağı emr eyledi. muhyiddini arabi rahimehullahü teala buyuruyor ki, düalarının kabul olduğunu söyliyen bir kimse, islamın edeblerinden bir edebi gözetmezse, çok kerametleri görülse de, ona inanılmaz. yine bayezidi bistami buyurdu ki, . abdürra'üfi münavi rahimehullahü teala, şerhinde diyor ki, avamın ya'ni müctehid olmıyanların, sahabei kiramı taklid etmelerinin caiz olmadığını, alimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu sözbirliğini, imamı ebu bekri razi rahimehullahü teala haber vermekdedir. müctehid olanın, dört mezhebden başka olan ictihadlara uymaları caizdir. fekat, uyarak yapdığı işde, onun bütün şartlarını gözetmesi lazımdır. ebu süleymanı darani rahimehullahü teala buyuruyor ki, çok vakt, kalbime düşünceler geliyor. kitaba ve sünnete uygun bulursam kabul ediyorum. zünnuni mısri rahimehullahü teala buyuruyor ki, da, yüzseksenikinci sahifesinde, imamı kastalaninin kitabından alarak buyuruyor ki, allahü tealayı sevmek ikiye ayrılır: farz olan sevmek, farz olmıyan sevmek. farz olan sevmekle, emrleri yapılır. yasaklarından sakınılır. kaza ve kaderine razı olunur. haram işlemek ve farzları yapmamak, bu sevginin gevşek olduğunu gösterir. farz olmıyan sevgi, nafileleri yapdırır. şübhelilerden sakınmağa sebeb olur. buharinin ebu hüreyreden radıyallahü anh haber verdiği, allahü teala, kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları, ona farz kıldığım şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. her istediğini veririm. benden yardım isteyince, imdadına yetişirim buyurdu hadisi kudsi gösteriyor ki, allahü tealanın çok sevdiği ibadet, farzları yapmakdır. burada bildirilen nafile ibadetler, farzlarla birlikde yapılanlardır. bunlar, bu farzlardaki kusurları temamlar. ömer bin ali fakihani diyor ki, ebu süleyman hattabi diyor ki, . bunların düa etdikleri kimseler, muradlarına kavuşurlar. fakihani iskenderi maliki de vefat etmişdir. ebu süleyman ahmed hattabi büsti, de vefat etmişdir. velilerden düa, yardım beklemek, bunun için onlara yalvarmak şirk olur demek, bu hadisi şerife inanmamak olur. abdülgani nablüsi rahimehullahü teala, buyuruyor ki, cüneydi bağdadiden başlıyarak, buraya kadar yazdıklarımızı, tesavvuf büyüklerinden abdülkerim kuşeyrinin rahimehullahü teala risalesinden aldım. tarafsız olarak bunları incele! adı geçen bu tesavvuf büyüklerinin, velilerin, islamiyyete nasıl yapışmış olduklarını gör! bütün keşflerini, kerametlerini, kalb bilgilerini, ilhamlarını, hep kitab ve sünnet ile ölçmekdedirler. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yolundan ayrılan cahillerin sözleri ileri sürülerek, ehli sünnet alimlerine, tesavvuf büyüklerine dil uzatmak, bir müslimana yakışır mı? bu velilere ve bu allah adamlarını seven müslimanlara, müşrik diyene inanılır mı? evliyanın kerametleri hakdır, doğrudur. ehli sünnet i'tikadında olan ve islamiyyete uyduğu görülen kimselere, allahü tealanın adeti dışında, ikram etdiği, ihsan etdiği şeylere denir. bir veli, keramet sahibi olduğunu söylemez. keramet göstermesini dilemez. keramet, velinin ölüsünde de, dirisinde de hasıl olur. peygamberler ölünce, peygamberlikden ayrılmadıkları gibi, veliler de ölünce, evliyalık derecesinden düşmezler. veliler, allahü tealaya ve sıfatlarına arifdirler. kur'anı kerimde, birçok velilerin kerametleri bildirilmekdedir. isa aleyhisselam babasız dünyaya gelince, hazreti meryemde görülen kerametler bunlardandır. zekeriyya aleyhisselam hazreti meryemin odasına geldiği zeman, yanında yiyecek olduğunu görür. bunu nereden aldın derdi. çünki, onun yanına, zekeriyya aleyhisselamdan başka, kimse girmezdi. o da, allahü teala yaratdı cevabını verirdi. eshabı kehfin kerametleri de, kur'anı kekuşeyri de nişapurda vefat etdi. rimde bildirilmekdedir. mağarada senelerce aç ve susuz kaldılar. asaf bin berhıyanın, belkısın tahtını süleyman aleyhisselama getirmesi de kur'anı kerimde bildiriliyor. eshabı kiramın ve tabi'inin binlerce kerametleri, kitablarda yazılıdır ve dillerde dolaşmakdadır. mezhebsizlerin, kerametlere inanmamalarına pek de şaşmamalıdır. çünki, kendilerinde keramet hiç hasıl olmadığı gibi, hocalarında ve büyük bildiklerinde böyle şeyler görüldüğünü duymuyorlar. imamı necmeddin ömer nesefiden rahimehullahü teala kerameti sorduklarında, allahü tealanın, evliyasına, ya'ni sevdiği kullarına, adetini bozarak, ihsanda bulunması, ehli sünnete göre caizdir buyurduğu, ibni abidinde, mürted bahsi sonunda yazılıdır. evliyanın az zemanda uzak yerlere gitdikleri ibni abidinde, sonunda da yazılıdır. bunun üzerine şafi'i ve hanefi mezheblerinde, fıkh mes'eleleri bile yapılmışdır. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala fetvalarında diyor ki, bir veli, bulunduğu yerde akşam namazını kıldıkdan sonra, garba doğru çok uzağa gitse, gitdiği yerde güneş batmamış olsa, burada güneş batınca, akşam namazını tekrar kılması lazım olmadığını söyliyenler çokdur. şemseddin remli rahimehullahü teala ise, lazım olur buyurdu. ihtiyac olduğu zeman, yiyecek içecek ve giyecek, hemen hasıl olması da çok görülmüşdür. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası oğlu ca'fer tayyarın radıyallahü teala anh havada uçduğu tarih kitablarına geçmişdir. lokmanı serahsinin ve benzerlerinin uçdukları da meşhurdur. su üstünde yürümek, ağaç, taş ve hayvanlarla konuşmak da çok görülmüşdür. allahü tealanın, böyle adetinin ve kanunlarının dışında yapdığı şeyler, peygamberlerde hasıl olursa, denir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat diri olması şart değildir. öldükden sonra da, allahü teala mu'cize ihsan eder. bunun gibi, veliler öldükden sonra da, allahü teala bunlara vermekdedir. hiçbir veli, hiçbir nebinin derecesine yükselemez. veliler, dereceleri ne kadar yüksek olursa olsun, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymaları lazımdır. velilerin en yükseği hazreti dır radıyallahü anh. bundan sonra, en yükseği hazreti dur radıyallahü anh. ömer radıyallahü anh müsliman olmadan önce, otuzdokuz müsliman vardı. gizli ibadet ederlerdi. bu, müsliman olunca, dedi. islamiyyetde, açıkca ilk ibadet eden, dur radıyallahü anh. bu ikisinden sonra velilerin en yükseği, hazreti dir radıyallahü anh. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem rukayye ve ümmü gülsüm adındaki iki mubarek kızı ile radıyallahü teala anhünne ard arda evlendiği için, adı ile şereflenmişdir. bu iki zevcesi ölünce, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bundan sonra, evliyanın en üstünü, hazreti dır radıyallahü anh. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazasına giderken, hazreti aliyi, medinede, ehli beytini korumak için, kendi yerine vekil bırakmağa razı oldu ve sen, bana, harunun musaya olduğu gibisin. şu kadar var ki, benden sonra, hiç peygamber gelmiyecekdir buyurmuşdu. bunun için, kendisine mürteza denildi. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem sonra, bu dördünün hilafeti, üstünlükleri sırasına göre oldu. bunlardan sonra, evliyanın en üstünleri ın hepsidir radıyallahü anhüm ecma'in. eshabı kiramın ismlerini ve aralarında olan muharebeleri söylerken, kalbimizin ve dilimizin onlara karşı saygılı ve iyi olması lazımdır. çünki, onların birbirleri ile muharebeleri, ictihad ayrılığı idi. onların bu işlerine de sevab vardır. yanılanlarına bir sevab, doğru olanlarına iki sevab verildi. denilen on kişinin cennete gideceklerini, resulullah haber verdi. bunlar, dört halife ve talha ve zübeyr ve sa'd bin ebi vakkas ve sa'id bin zeyd ve ebu ubeyde bin cerrah ve abdürrahman bin avfdır. resulullahın mubarek kızı hazreti radıyallahü anha ile bunun iki oğlu, ve in ve ve nın radıyallahü teala anhüm ecma'in da cennetlik olduklarına inanırız. bunlardan başka, hiç kimsenin ismini söyliyerek cennetlik olduğunu söyliyemeyiz. başka alimlerin, velilerin cennete gideceklerini, çok zan ederiz. fekat, kesin söyliyemeyiz. eshabı kiramdan sonra, evliyanın en üstünü, in üstünleridir. onlardan sonra in üstünleridir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. müellif, allahü tealayı sevmenin on sebebi vardır. dokuzuncusu, allahı sevenlerle beraber bulunmak, onların sözlerinden dökülen tatlı meyveleri toplamak, onların yanında, ancak lazım olunca konuşmakdır. bu on sebebe yapışmakla, muhabbet dereceleri aşılır. sevgiliye kavuşulur diyor. biz de, böyle inanıyoruz. tesavvuf büyüklerini bunun için seviyoruz. allahü tealanın sevdiği velilerin yanına onun için üşüşüyoruz. onları bunun için övüyoruz. böyle yapanlara, niçin müşrik diyor anlıyamıyoruz. kitabının, dörtyüzonbeşinci sahifesinde, kasidei bürde, büyük cahillikdir. yalnız peygamberlerin koruması ile necat olurmuş. bu kaside, kitaba ve sünnete karşı gelmekdedir. bu kasideyi kur'andan üstün tutuyorlar diyor. kitabının önsözünde, sü'ud torunu abdül'aziz tevhidi yeniledi. arabistan yarım adasına sulh ve emniyet getirdi. oğlu sü'ud da, geçmişlerinin yoluna hayat verdi. hulefai raşidinin yolunu açdı diyor. sü'ud oğullarının kılınclarının keskin olmasına düa ediyor. yunanistanda, atinanın en lüks otellerinde, yüzlerce gayrı meşru' cariye ile, yunan kızları arasında, yıllarca sefahet, içki ve fuhş alemleri sürerek de zevk, safa, işret içinde ölen sü'udü ve dedelerini övmek için gibi medhiyeler söylemesi, ondan yardım dilemesi şirk, suç olmıyor da, imamı busayrinin rahimehullahü teala, allahü tealanın sevgili peygamberini sallallahü teala aleyhi ve sellem övmesi, o yüce peygamberi, mahlukların en yüksek derecesine çıkarması, müjdesi ile şereflenmiş olan o en yüksek peygamberden yardım ve şefa'at istemesi, suç ve şirk oluyormuş. utanmadan bu yazıları, din kitabı diyerek müslimanların önüne sürmekdedir. gençleri aldatmak, mezhebsiz yapmak için, islam alimlerine, müslimanların gözbebeklerine, müşrik, sapık demekden haya duymamakdadır. imamı rabbaninin rahimehullahü teala birinci cild, kırkdördüncü mektubda bildirdiği hadisi şeriflerde, resulullahın kendi yüksek makamını anlatmasına, acaba ne diyecekdir. peygamberlerin seyyidi, gelmiş gelecek, bütün insanların en üstünü olduğunu bildirdiği için, o şerefli peygambere sallallahü teala aleyhi ve sellem de, kirli kalemini bulaşdırmak küstahlığını mı yapacak? bu konuda, onüçüncü maddede geniş bilgi verildi. lütfen o maddeyi de okuyunuz! bu vehhabi kitabının dörtyüzonaltıncı sahifesinde, ibrahim neha'i, allahü tealaya, sonra sana sığınırım demek caiz olur dedi ise de, bu söz diri ve hazır olup birşey yapmağa gücü yeten ve sebeb olan kimse için söylenir. ölüler his etmez, duymaz, faide abdül'aziz bin abdürrahman bin faysal de öldü. ve zarar yapmağa güçleri yokdur. ölülere ve gaib olan dirilere karşı böyle söylenmez. ölülere herhangi bir suretle bağlanmak caiz değildir. böyle olduğunu, kur'an açıkca bildiriyor. ölülerden birşey istemek, yahud onlara birşey söyliyerek değer vermek, kalbi ile veya bir iş yapmakla bağlanmak, onları ilah, ma'bud, tanrı yapmak olur diyor. bu saçma yazıları ile, kur'anı kerime de iftira etmekdedir. islam alimleri rahimehümullahü teala bu sapık yazılara, ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle cevab vermişler. bunların aldandıklarını ve gençleri aldatarak felakete sürüklemekde olduklarını isbat etmişlerdir. bu kıymetli kitablardan seyyid davüd bin süleymanın rahimehullahü teala kitabı, ofset yolu ile, da istanbulda basdırılmışdır. de ikinci, da üçüncü baskısı yapılmışdır. arabi olan bu kitab, ilk olarakhicri yılında, bombayda basılmışdı. seyyid davüd, derin alim, büyük veli, kerametler sahibi olan mevlana halidi bağdadinin rahimehullahü teala talebesi olup, de bağdadda tevellüd ve da orada vefat etdi. hal tercemesi lügat kitabında isminde yazılıdır. ibrahim neha'i imamı azamın hocasının hocasıdır. da kufede vefat etdi. kitabında diyor ki: ehli sünnet i'tikadından ve mezheblerden ayrılanlar, bugünlerde çoğalmakdadır. bu sapıklar, muhammed aleyhisselamın ümmetine müşrik diyorlar. bu mubarek ümmeti öldürmeli, mallarını almalı diyorlar. bunlar, böylece, felakete sürükleniyorlar. allahü tealanın yardımı ile, vehhabi denilen bu sapıkları, şu küçük kitabımla red etmeğe, yazılarının bozukluğunu isbat etmeğe kalkışdım. bunu okuyarak, belki yanıldıklarını anlar, hidayete kavuşurlar. böylece, büyük bir hizmet etmiş olurum. vehhabiler, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve salih kullardan evliyayı rahimehümullahü teala vasıta yaparak, onları şefa'atcı kılarak, allahü tealadan dilekde bulunmağa ve allahü tealanın keramet olarak onlara verdiği kuvvet ile sıkıntıdan kurtarmalarını istemeğe ve allahü tealanın bir dileğe kavuşdurması veya bu sıkıntıdan kurtarması için, kabrlerine gidip, onlardan şefa'at istemeğe inanmıyorlar. insan ölüp, toprak olunca, işitmez, görmez, kabr hayatı diye birşey yokdur diyorlar. dünyada birşeye kavuşmak için, diriler sebeb yapıldığı halde, ölülerin de, birşeye kavuşmak için sebeb yapılmasına bir dürlü inanmıyorlar. eğer, ölülerin kabr hayatı denilen bir hayat ile diri olduklarına ve bu hayat.ıyamet ve ahıretlarından dolayı, bildiklerine, işitdiklerine, gördüklerine ve kendilerini ziyaret edenleri tanıdıklarına, selam verenlere karşılık selam verdiklerine ve birbirlerini ziyaret etdiklerine, kabrde ni'met veya azab içinde olduklarına ve ni'metin ve azabın, ruh ile bedene birlikde olduğuna ve tanıdıkları dirilerin yapdıkları işlerin kendilerine bildirildiğine ve iyi işleri öğrenince, allahü tealaya hamd edip birbirlerine müjde verdiklerine ve işi yapana düa etdiklerine, kötü işleri öğrenince, bunları yapanlara düa ederek ya rabbi! bunlara iyi işler yapmak nasib et! bize yapdığın gibi, onlara da hidayet nasib eyle dediklerine inansalardı, böyle inkar etmezlerdi. çünki ölmek, bir evden, başka bir eve göç etmekdir. bu bildirdiklerimizin hepsinin doğru olduklarını, kur'anı kerim ve hadisi şerifler ve icma'ı ümmet bildirmekdedir. bunlara inanmıyan, iman edilmesi vacib olan birşeye inanmamış olup, bid'at fırkalarından olur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sünnetinden ayrılmış olur. çünki, mahşer yerinde toplanmak için dirilip, mezardan çıkmağa inanmak, imanın altı şartından biridir. buna inanmıyan kafir olur. ölüler için kabr hayatı olup, ni'meti ve azabı duyduklarına inanmamak, küçük kıyamete inanmamakdır. küçük kıyamet, büyük kıyametin örneğidir.kabr azabına inanmıyan cahiller, mezarda bedenler çürümüşdür. organlar kalmamışdır. duymazlar, görmezler. bedene azab ve ni'met olmaz diyorlar. buna deriz ki, ruhun ölmediğine siz de inanıyorsunuz. bunun için, onun duyduğuna, işitdiğine, gördüğüne de inanmalısınız. böyle olunca, ruhdan şefa'at dilemek, ondan yardım istemek gibi, allahü tealanın yaratmasına vasıta olmasını beklemeğe, karşı olmamanız icab eder. çünki, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmekdedir. diri insanlar, allahü tealanın yaratmasına vasıta, sebeb oldukları gibi, diri ruhların da, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacağı red edilmez. bunu, iyi düşünemediği için, ölüden bir yardım beklenemez. allahü tealanın birşeyi yaratması için, allahü tealanın sevdiği kullarının ruhlarından yardım bekliyen, onlardan şefa'at istiyen kafir olur, müşrik olur diyorlar. osmanlı devletinde yetişmiş olan alimlerin büyüklerinden ehizade abdülhalim bin muhammed rahimehullahü teala, kitabında, allahü tealanın evliyaya keramet verdiğini, kerametlerin öldükden sonra da devam etdiğini vesikalarla isbat etmekdedir. abdülhalim efendi, de vefat etmişdir. merginaninin sine yapdığı şerh ile a ta'likı ve haşiyeleri çok kıymetlidir. sa'düddini teftazani rahimehullahü teala şerhinde, evliyanın kerametlerini uzun yazmışdır. birçok alimler, bu şerh üzerine haşiyeler yapmışlardır. bunlardan biri, hindistan alimlerinden abdül'aziz ferharinin rahimehullahü teala ismindeki arabi şerhidir. buna da, muhammed berhurdar mültani rahimehullahü teala çok kıymetli bir haşiye yapmışdır. bunun. sahifesinde diyor ki, kerametin mevcud olduğunu isbat eden vesikaların en kuvvetlisi, eshabı kiramın çoğundan hasıl olan kerametlerdir. bunları bildiren çeşidli kitablar arasında, imamı ca'fer müstagfirinin rahimehullahü teala kitabıdır. mu'tezile sapık fırkasında olanlar, kerameti inkar etdi ise de, ehli sünnet alimleri bunlara uzun cevablar vermişlerdir. abdül'aziz ferhari de hindistanda, imamı ca'fer müstagfiri nesefi de, de vefat etmişlerdir. şimdi, sü'udi arabistan hükumetinin dünyaya vehhabiliği yaymak için propaganda genel müdürlüğü kurduğunu, bunun için, her sene milyonlarca altın lira dağıtdığını haber alıyoruz. her memleketde bulunan, dinini, vicdanını satabilecek birkaç soysuz, beyinsiz kimse, paraya kavuşmak için, birçoğu da islamiyyeti bilmediğinden, yalanlara aldanarak, dinde reform akıntısına kapıldığı için, mezhebsizlik dellallığı yapmakda, gençleri zehrlemekde, felakete sürüklemekdedir. kendilerini din adamı tanıtan bu cahiller, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri tanımıyorlar. eshabı kiramın ve tabi'ini ızamın sözlerini bilmiyorlar. koyu cahildirler. biraz arabca öğrenince, kendini alim zan etmek, katmerli cahil olmak alametidir. böyle kimse, okuyup öğrenmeğe, adam olmağa özenmez. aldıkları altınlarla, zevk ve safaya dalar. dinden de, dünya bilgilerinden de habersiz kalır. zevallı gençler, böyle kimseyi din adamı, hem de alim sanır. islamiyyeti yıkan, kemiren, bunlardır. din adamı ismi altında, müslimanların başına geçmeleri ise, büyük felaket olur. böyle cahil kalanlar, din bilgisi diyerek, kısa akllarına, boş kafalarına gelen hayalleri yazarlar. sapıkdır ve başkalarını da sapdırmakdadırlar. buharideki hadisi şerif, bunların türeyeceklerini haber vermekdedir. kabrde, hem ruha, hem de bedene ni'met ve azab vardır. buna, böylece inanmak lazımdır. imamı muhammed bin hasen şeybani rahimehullahü teala, manzumesinde, kabr azabı vardır. kabr azabı, hem ruha, hem de bedene olacakdır buyurdu. ya'ni, kabrde ni'metler ve ateftazani mes'ud da semerkandda vefat etdi. zablar, ruha ve cesede birlikde olacakdır. diriler bunu görmezse de, inanmak lazımdır. gaybe iman etmek lazımdır. buna inanmamak, kıyamet günü olan ba' ya'ni, mezardan kalkmağa inanmamağa yol açar. çünki, ikisi de, allahü tealanın kudreti ile olmakdadır. birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur. insan kabr azabını, diri iken anlıyamıyor ise de, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve bu ümmetin önce gelenleri, kabr azabı olacağını haber vermişlerdir. bu haberleri aşağıda ayrı ayrı bildireceğiz. sonra, allahü tealanın sevdiği kullarının mezarlarından şefa'at ve allahü tealanın yaratması için vasıta, vesile olmalarını istemek caiz olduğunu gösteren hadisi şerifleri bildireceğiz. bunları okuyup anlıyanlar, ölülerin kendilerinin birşey yapmadıklarını, mezhebsizlerin iftira etdikleri gibi, onlardan birşey yapmalarının istenilmediğini göreceklerdir. bunlar, dirilerin hareket etdiklerini, iş yapdıklarını görerek, bunlardan yardım, şefa'at istiyenlerin bunların kendilerinden istediklerini sanıyorlar. halbuki, dirilerden istemek de, bunların, allahü tealanın yaratmasına sebeb olmalarını istemekdir. herşeyi yaratan, yapan, yalnız allahü tealadır. diri de, ölü de, canlı da, cansız da, onun yaratmasına sebeb olmakdadır. onun yaratmasına, mahlukların sebeb olmalarını, yine o dilemişdir. alemin nizamlı, düzenli olması için, birçok şeyi, sebeb ile yaratmak istemişdir. dilediği birçok şeyi de, sebebsiz yaratmakdadır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliya rahimehümullahü teala mezarlarında, kabr hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. kendiliklerinden birşey yapamazlar. allahü teala, onlara sebeb olacak kadar kuvvet ve kıymet vermişdir. onları sevdiği için, onlara, adeti dışında olarak ikram, ihsan yapmakdadır. onların hurmeti için, istenileni yaratır. istenilenin yaratılmasına sebeb olmaları onlardan istenir. mezhebsizlerin, ehli sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri yalandır. müslimanlara iftiradır. birkaç cahil veya dinsiz, saf köylüleri soymak, dünya menfe'ati sağlamak için, islamiyyete uymıyan, kötü iş yapabilir. islam bilgileri, islam ahlakı, bir memleketde azalırsa, böyle zındıkların, sapıkların türeyecekleri belli bir şeydir. bunları behane ederek, mezhebsizliği savunmak yerine, bu bozuk işleri düzeltmek, yıkıcı değil, yapıcı olmak icab eder. müslimanlar arasında, kabr hayatına ve kabrde ni'met ve azablar olduğuna inanıp da, peygamberlerin ve evliyanın öldükden sonra, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacaklarına inanmıyanlar var. yahud, allahü tealanın yaratmasını düşünmeden yalnız onlardan isteniliyor, onlardan şefa'at istenmesi, dileklerin onlar vasıtası ile elde edilmesi, islamiyyetde bildirilmemişdir diyenler de vardır. böyle söyliyenler, kabr hayatına inanmıyanlar kadar zararlı değildir. bunlar, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bilmedikleri için yahud inad ederek böyle söyliyorlar. müslimanların inadcı olmaması, doğru sözü kabul etmesi lazımdır. cevablarımızı sekiz kısm halinde bildireceğiz. birinci kısm: peygamberler aleyhimüssalatü vesselam kabrlerinde diridirler. diri olmaları, sözde değildir. tam diridirler. ali imran suresinin yüzaltmışdokuzuncu ayetinde mealen, allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız! onlar, rablerinin yanında diridirler. rızklandırılmakdadırlar buyuruldu. bu ayeti kerime, şehidlerin diri olduklarını bildiriyor. şehidler, başka müslimanlar gibidirler. onlardan bir üstünlükleri yokdur. peygamberler, şehidlerden elbet daha ileride ve daha üstündür. islam alimlerine göre, her peygamber, şehid olarak ölmüşdür. bunu bilmiyen yokdur. burhaneddin ali halebi, ismindeki kitabında, derecesi aşağı olanda, derecesi yukarı olanda bulunmıyan bir üstünlük bulunabilir diyor ise de, bu sözün burada yeri yokdur. çünki bu söz, ayeti kerimede veya hadisi şerifde açıkca bildirilmemiş olan üstünlük içindir. peygamberlerin şehid oldukları, hadisi şerifler ile bildirilmiş olduğu için, halebinin sözü, burada düşünülemez. buharide ve müslimde bildirilen hadisi şerifde, mi'rac gecesinde, musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. mezarında, ayakda namaz kılıyordu buyuruldu. beyhekinin ve başkalarının bildirdikleri bir hadisi şerifde, peygamberler, mezarlarında diridirler. namaz kılarlar buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bunun doğru olduğunu, alimler sözbirliği ile bildirmekdedir. buharide ve müslimde, allahü teala, mi'rac gecesinde, bütün peygamberleri, peygamberimize gönderdi. onlara imam olup, iki rek'at namaz kıldılar yazılıdır. namaz kılmak, rüku' ve secde yapmakla olur. bu haber, diri olarak, cesed ile, beden ile kıldıklarını gösteriyor. musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermekdedir. kitabının son cildinde, babının birinci faslı sonunda, müslimden alarak ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, ka'benin yanında, kureyş kafirleri, bana beytülmukaddesin nasıl olduğunu sordular. oralara dikkat etmemişdim. çok sıkıldım. allahü teala bana gösterdi. kendimi peygamberler arasında gördüm. musa aali halebi şafi'i de mısrda vefat etdi. leyhisselam, ayakda namaz kılıyordu, za'if idi. saçları dağınık ve sarkık değildi. şen'e kabilesinden bir yiğit gibi idi. isa aleyhisselam, urve bin mes'ud sekafiye benziyordu buyuruldu. şen'e, yemende bulunan bir kabilenin ismidir. bu hadisi şerifler, peygamberlerin, rableri yanında diri olduklarını gösteriyor. onların cesedleri , ruhları gibi latif olmuşdur. kesif, katı değildir. madde ve ruh aleminde görünebilirler. bunun için peygamberler, ruhları ve bedenleri ile görünebilirler. hadisi şerifde, musa ve isa aleyhimesselamın, namaz kıldıkları bildiriliyor. namaz kılmak, çeşidli hareketler yapmakdır. bu hareketler, beden ile olur. ruh ile olmaz. musa aleyhisselamı, orta boylu, eti az, za'if, saçları toplu gördüm buyurması, ruhunu değil, bedenini gördüğünü gösteriyor. peygamberler, başka insanlar gibi ölmez. geçici olan dünyadan, sonsuz kalıcı olan ahırete göç ederler. imamı beyheki kitabında buyuruyor ki, peygamberler, mezara kondukdan sonra ruhları bedenlerine geri verilir. biz onları göremeyiz. melekler gibi, görünmez olurlar. yalnız, allahü tealanın keramet olarak ihsan etdiği seçilmiş kimseler görebilir. imamı süyuti de böyle bildirmişdir. imamı nevevi ve sübki ve imamı kurtubi üstadından böyle haber vermişlerdir. hanbeli alimlerinden ibni kayyımı cevziyye da, onun bu haberini yazmakdadır. şafi'i alimlerinden ibni haceri hiytemi ve şemsüddini remli ve kadi zekeriyya ve hanefi alimlerinden ekmelüddin ve şernblali ve maliki alimlerinden ibni ebi cemre ve talebesi ibnülhac kitabında ve ibrahim lakani kitabında ve daha birçok alimler, böyle olduğunu bildirmişlerdir. hicretin altmışbirinci senesinde olayında yezidin adamları medinei münevverede işkence yapdıkları gün, said bin müseyyib diyor ki, mescidi nebide ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, den ezan ve ikamet sesi işitildi. bunu, ibni teymiyye de, kitabında yazmakdadır. çok kimse, selamlara, kabri se'adetden cevab verildiğini, çok zeman işitmişlerdir. başka kabrlerden de, selamlara cevab verildiği, çok işitilmişdir. bunu ileride, bildireceğiz. peygamberlerin mezarlarında diri oldukları sözbirliği ile bildirilmiş olduğu anlaşıldı. sahih hadisde, buyuruldu. bu hadisi şerif, yukarıda bildirilenlere uygun olmuyor denilemez. ya'ni, mubarek ruhunun cesedi şerifinden ayrıldığını, selam verilince geri verildiğini gösteriyor denilemez. böyle söyliyenlere karşı, alimler çeşidli cevablar vermişdir. imamı süyuti rahmetullahi teala aleyh, bu cevablardan onyedisini bildiriyor. bu cevabların en güzeli, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cemali ilahiyi görmeğe dalmışdır. bedendeki duyguları unutmuşdur. bir müsliman selam verince, mubarek ruhu, bu dalgınlıkdan ayrılıp, beden duygularını alır. dünyada, böyle olanlar da az değildir. bir dünya işi veya ahıret işi, aşırı düşünülürken, insan yanında konuşulanı duymaz. cemali ilahiye dalan kimse, bir sesi işitebilir mi? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem uykuda ve uyanık iken görülebilir mi? görülebilirse, görünen, kendisi midir, benzeri midir? alimlerimiz, buna çeşidli cevab verdiler. kabrde diri olduğunu, sözbirliği ile bildirdikden sonra, kendisinin görüldüğünü çoğunlukla beyan buyurmuşlardır. böyle olduğu, hadisi şeriflerden de anlaşılmakdadır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, imamı nevevi hazretleri, onu rü'yada görmek, tam kendisini görmekdir dedi. nitekim, abdürraüf münavinin, kitabında yazdığı ve buharide ve müslimde bulunduğunu bildirdiği hadisi şerifde, beni rü'yada gören doğru görmüşdür. çünki şeytan, benim şeklime giremez buyuruldu. rü'yada benzeri görülmüş olsaydı, doğru olarak görülmüş olmazdı. ibrahim lakani, kitabında diyor ki, hadis alimleri, resulullahın uyanık iken de, rü'yada da görülebileceğini, sözbirliği ile bildirmişlerdir. görülen, kendisi midir, benzeri midir, bunda ayrılmışlardır. çokları, kendisidir dedi. imamı gazali ve ahmed karafi ve birkaç alim ise, benzeridir dedi. kendisi görülür diyenler çoğunlukdadır. içlerinde otuzdan çok hadis imamı, büyük alimler vardır. herbirinin senedlerini, vesikalarını, ayrı bir kitabda bildirdim. ikinci kısm: ölülerin işitmelerine ve görmelerine gelince, şehidlerin, kabrlerinde diri oldukları, kur'anı kerimde açıkça bildimünavi de kahirede vefat etdi. rilmişdir. veliler, allahü tealanın, keramet olarak ihsan etmesi ile, işitir ve görürler. allahü teala, sevdiği kulları için, adetinin, kanunlarının dışında şeyler yaratır. önce peygamberlerin ve hele bunların en yükseği olan muhammed aleyhisselamın ve şehidlerin ve velilerin, mezarlarında işitdiklerine ve görmelerine inanmıyan cahilleri susdurmak için, kafirlerin bile mezarda duyduklarını ve işitdiklerini bildireceğiz. buharinin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. buharide ve müslimde yazılı olan hadisi şerifde, bedrde öldürülen kafirlerin, birkaç gün sonra, bir çukura konulması emr olundu. bundan da birkaç gün sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çukurun başına gelip durdu. çukurdakilere, ismlerini ve babalarının ismlerini birer birer söyliyerek, rabbinizin, size söz verdiğine kavuşdunuz mu? ben, rabbimin söz verdiği zafere kavuşdum buyurdu. hazreti ömer radıyallahü anh bunu işitince, ya resulallah! leş olmuş kimselere mi söyliyorsun? deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, beni doğru peygamber olarak gönderen rabbimin hakkı için söyliyorum ki, siz beni onlardan daha çok işitmiyorsunuz. fekat cevab veremezler buyurdu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. imamı nevevi, müslim kitabını açıklarken, bu hadisi şerif için, dedi. muhammed bin cerir taberi de böyle söyledi. kadi ıyad da, en iyi söz budur diyerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, oğlu için yüksek sesle ağlıyan bir kadını susdurduğunu bildirdi. ey müslimanlar! mezardaki kardeşlerinize yüksek sesle ağlıyarak, onları incitmeyiniz! buyurdu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, meyyit, yakınlarının ağlamalarını işitmekdedir. bununla incinmekde ve azab duymakdadır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, bunun için, esselamü aleyküm! ya ehle darilkavmil mü'minin denir. böyle selamın da, işiten ve anlıyan kimseye söyleneceği belli birşeydir. işitmeselerdi, yokluğa ve taşa selam vermek olurdu. selef, ya'ni, islamın büyük alimleri, böyle selam verileceğini, sözbirliği ile bildirdiler. üçüncü kısm: meyyit, kendini ziyarete gelenleri tanır. ebu bekr abdüllah bin ebiddünya, da diyor ki, hazreti aişenin radıyallahü anha haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ebu hüreyrenin radıyallahü anh bildirdiği hadisi şerifde, bir kimse, tanıdığının mezarı başına gidip selam verince, meyyit onu tanır ve selamına cevab verir. tanımadığı kimsenin kabrine gidip selam verince, meyyit selamına cevab verir buyuruldu. yusüf ibni abdülberr ve kitabının sahibi olan abdülhak, bu hadisi şerif için sahihdir dediler. ibni kayyımı cevziyye, bu hadisi şerifi da bildiriyor. sonra çeşidli haberleri de yazıp, burada yazacak daha birçok haberler vardır diyor. hadisi şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmakdadır. meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. her dilde ve her lügatda, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlıyan kimselerin buluşmasında kullanılır. de anlıyan kimseye söylenir. bir kimse, kabre yakın bir yerde namaz kılarsa, meyyitler bunu görür. namaz kıldığını anlar ve imrenirler. yezid bin harun sülemi diyor ki: ibni saseb, bir cenazede bulundu. bir mezar yanında iki rek'at namaz kıldı. sonra kabre dayandı. diyor ki, vallahi uyanıkdım. kabrden bir ses işitdim. beni incitme! siz ibadet yaparsınız, fekat işitmezsiniz, bilmezsiniz. biz ise biliriz. fekat hareket edemeyiz. bana göre, şu kıldığın iki rek'atden daha kıymetli birşey yokdur dedi. meyyit, ibni sasebin kabre dayandığını ve namaz kıldığını anlamışdı. ibni kayyım, bunu bildirdikden sonra, meyyitin işitdiğini gösteren, eshabı kiramdan gelen çeşidli haberleri yazmışdır. mezhebsizler, ibni kayyım için müctehid diyorlar. onu aşırı övüyorlar. fekat, ibni kayyımın bu yazılarına inanmıyorlar. inananlara da müşrik diyorlar. bu halleri, islam alimlerine kıymet verdiklerini değil, işlerine geldiği zeman övdüklerini, hiçbir alimi beğenmediklerini göstermekdedir. hazreti aişe radıyallahü anha, bedr gazasında çukura konulan kafirlerin işitmediğini söyledi. bunun için, ba'zı kimseler, hiçbir mevta, hatta mü'minler bile mezarda işitmez sandı. ba'zı cahiller, şehidlerin, hatta resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bile, işitmiyeceklerini söylediler. meyyitin işitmesine inanmıyanlar aldandılar. çünki aişe radıyallahü anha, yalnız o çukurdaki kafirlerin işitmediğini söyledi. mezardaki kafirlerin işitmelerini, fatır suresinin yirmiikinci ayetinin, sen ölüye duyuramazsın. sen mezarlarda olanlara işitdiremezsin! meali şerifindeki işitmek gibi olduğunu sandılar. halbuki, böyle değildir. büyük alimler bildiriyor ki, ayeti kerimedeki işitdirememek, işitip kabul etmek ve iman etmek demekdir. allahü teala, bunun gibi ayeti kerimelerde, diri olan ve kulakları, gözleri ve beyinleri olan kafirleri mezardaki ölülere benzetmekdedir. bu benzetiş, duymak ve anlamak bakımından değil, duygusuzluk ve anlayışsızlık, ya'ni kabul etmemek ve inanmamak bakımındandır. hastanın ruhu gargaraya gelince, ya'ni ahıretdeki yerini görmeğe başlayınca, imana gelmesi faide vermez. allahü teala mealen buyuruyor ki, . bunların imana çağrılması, mezardakilerin iman etmeleri gibi, kendilerine faide vermez. çünki kabrdekiler, görmeden inanmaları lazım gelen şeyleri gördükden sonra iman etmişlerdir. böyle imanları kabul olmaz. buradaki işitmek, kabul etmek demekdir. filan kadın şöyledir, hiç söz duymaz denir. böyle söylemek, işitdiği halde kabul etmez demekdir. kafirler için gelmiş olan iki ayet de böyledir. onlar diridirler, gözleri ve kulakları vardır. fekat allahü teala, onları şaki yapdığı için, kalblerini mühürlediği için, peygamberine diyor ki: . ya'ni, senin sözünle imanı kabul etmezler. mezarda olanların imanları kabul olmadığı gibi, onlar da imanı kabul etmezler demekdir. hadisi şeriflerde, ölülerin işitdikleri bildiriliyor. bu işitmek kulakla olan işitmekdir. iki ayeti kerimede bildirilen işitdirememek ise, kabul etdirememek demekdir. aklı olan, iyi düşünebilen bir kimse, bu iki işitmeği birbirinden kolay ayırabilir. allahü teala, neml suresinin sekseninci ayetinde mealen, buyurdukdan sonra, buyurdu. mü'minlerin işitdiğini bildirdi. işitmek, kabul etmek demek olduğu buradan da anlaşılmakdadır. ayeti kerimede işitdiremezsin buyurulması, kulaklariyle duymazlar demekdir denirse, allahü teala, kabrdeki mü'minlerin işitdiklerini bildirmiş olur ki, bizim anlatmak istediğimiz de budur. kabrdeki mü'minlerin işitdikleri, kur'anı kerim ile açıkça bildirilince, buna kimse inanmamazlık yapamaz. kur'anı kerimden sonra müslimanların en sağlam kaynağı olan hadisi şerife inanmıyanın da, buna inanması icab eder. hazreti aişe radıyallahü anha, kabrdeki yalnız kafirlerin işitmiyeceklerini söylemişdir. çünki, yukarıda yazdığımız, onun bildirmiş olduğu hadisi şerifde, buyuruldu. onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını duyduğunu göstermekdedir. aişe radıyallahü anha kafirlerin işitmediğini haber verdi ise de, onların bildiklerini de haber vermekdedir. kendisinin bildirdiği bir hadisi şerifde, buyurulmakdadır. alimler buyuruyor ki, bilmek, işitmekle olur. bunun için, ikisi arasında bir uygunsuzluk yokdur. ibni teymiyye ve ibni kayyımı cevziyye ve ibni receb ve süyuti ve daha birçok alimler, böyle olduğunu bildirmişlerdir. çünki ölmek, ba'zı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. hazreti aişenin bildirdiği, buharide yazılı olan hadisi şerifde, meyyitin bildiği haber verildiği için, duygularının gitmediği anlaşılmakdadır. diğer sahabilerin haber verdikleri hadisi şeriflerde ölülerin işitdikleri bildirilmişdir. hazreti aişenin, bu kelimesinin, kabul etmek, iman etmek demek olduğunu zan etmesi, alimlerin söz birliğine uymamakdadır. eshabı kiramın sözleri ile onun sözünü ve onun haberindeki sözlerini birleşdiren en doğru söz yine onun haber verdiği ziyaret hadisi şerifidir. ibni hümam, olan kitabında diyor ki, hanefi mezhebinin alimleri yemin bilgilerini anlatırken diyorlar ki, meyyit işitmez. bir kimse ile konuşmamak için yemin eden bir kişi, onun ölüsü ile konuşsa, yemini bozulmaz. hanefi alimlerinin yemin için olan sözleri örf ve adete dayanmakdadır. bu sözler, ölünün işitmediğini göstermez. hanefi alimleri, yemin üzerinde bilgi verirken; bir kimse et yimemek için yemin etse, sonra balık yise, yemini bozulmaz. halbuki, allahü teala balığa güzel et demişdir. fekat adetde balık eti, başkadır. bunun gibi bir kimse, birisi ile konuşmamağa yemin etse, öldükden sonra ona söylese, yemini bozulmaz. çünki, adetde konuşmak demek, karşılıklı konuşmak demekdir. meyyit işitir, fekat işitecek gibi konuşmadığı için adete göre konuşulmuş olmaz. bunun için, o kimsenin yemini bozulmaz denilmişdir. meyyit işitmediği için, yemini bozulmaz demek değildir. ibni hümam, hazreti aişenin hadisi şerifine sahih değildir dediğini bildiriyor. aişe radıyallahü anha, allahü teala, sen kabrde olanlara işitdirici değilsin. sen ölüye duyuramazsın buyurdukdan sonra, resulullahın öyle söylediği doğru olmaz demişdir diyor. fekat bu hadisi şerif sözbirliği ile bildirilmişdir. hazreti aişenin buna inanmaması düşünülemez. bu hadisi şerif ile ayeti kerime arasında uygunsuzluk da yokdur. ayeti kerimedeki ölü, kafirleri bildirmekdedir. işitdiremezsin demek de, faideli olmaz demekdir. işitmezler demek değildir. bekara suresinin, mealindeki yüzyetmişbirinci ayeti kerimesi de böyledir. ya'ni kulakları vardır. gözleri vardır. fekat imana ve doğru yola çağırmanı işitmedikleri ve görmedikleri için, allahü teala, onlara sağır gibi ve kör gibi buyurmuşdur. ayeti kerimesi için, imamı beydavi hazretleri, onlar doğru söze karşı kulaklarını tıkayanlar gibidir. allahü teala dilediğine işitdirerek hidayete kavuşdurur diyor. küfrde inad edenleri allahü teala, ölülere benzetiyor. bu ayeti kerime, kasas suresinin, sen sevdiğini imana getiremezsin. fekat allahü teala, dilediğini imana kavuşdurur mealindeki ellialtıncı ayeti kerimesine benzemekdedir. ibni hümam, sözüne devam ederek, ölülere duyurmak yalnız resulullah içindir demekdedir. buna karşılık, bir şeyin resulullaha mahsus olduğunu söyliyebilmek için delil, sened lazımdır deriz. burada böyle bir sened yokdur. hazreti ömerin suali ve verilen cevab da, hususi olmadığını göstermekdedir. ibni hümam, bedr çukurundaki kafirlere söylemek, bir atasözünü tekrarlamak gibi olur diyor ise de, hazreti ömere verilen cevab, böyle olmadığını göstermekdedir. ibnülhümama göre, müslim kitabındaki, meyyitlerin cenazede bulunanların dönüşlerindeki, ayaklarının seslerini işiteceklerini bildiren hadisi şerif, meyyitin kabre konulduğu zeman, sual ve cevab için işitmesini göstermekdedir. ondan sonra, artık hiç işitmiyeceğini bildirmekdedir. çünki, ayeti kerimeden, meyyitin işitmediği anlaşılmakdadır. allahü teala, kafirlerin işitmediğini bildirmek için, onları ölüye benzetmişdir diyor. buna cevab verilir ki, bu söz, kendi kendini çürütmekdedir. çünki, meyyitin kabre konduğu zeman, işiteceğini söyliyenin, her zeman işiteceğine de inanması lazımdır. başka zemanlarda işitmez denilmemişdir. kabre konulduğu zeman işiteceğini söylemenin de, ayeti kerimeye uygun olmaması lazım gelir. kabrde bulunan meyyitlere selam vermenin sünnet olduğunu, ehli sünnet alimleri söz birliği ile bildirmişdir. büyük alim ibni melek kitabını şerh ederken hadisini açıkladıkdan sonra, kitablarında ve hakimin kitabında ve ibni ebi şeybenin kitabında ve beyhekinin kitabında ve tayalisi ile abdü ibni hamidin kitablarında ve hammad ibni sırrinin kitabında ve ibni cerir ve ibni ebi hatemin ve başka alimlerin sahih yollarla bildirdikleri bera' bin azibin radıyallahü anh bildirdiği, hadisinin sonunda,mü'min olan meyyit için, kulum doğru söyledi sesi işitilir. kabre cennetden yaygı serilir. cennet elbiseleri giydirilir. meyyit için cennetden bir kapı açılır. kabre cennet kokuları yayılır. görebildiği yerlere kadar yayılır. güzel yüzlü, güzel elbiseli, güzel kokular saçan birisi gelir. buna, sen kimsin? senin o hayrlı yüzün nedir der. ben, senin salih amelinim der. bunu işitince, ya rabbi! kıyamet çabuk kopsa! ya rabbi, kıyamet çabuk kopsa da, çoluk çocuğuma ve mallarıma kavuşsam der buyurulmuşdur. kafir olan meyyit için, bunların tersi, sıkıntılar olur. bu hadisi şerif, meyyitin işitdiğini ve gördüğünü ve konuşduğunu ve koku aldığını ve anlayışı olduğunu ve düşündüğünü ve cevab verdiğini göstermekdedir. bu işlerin hepsi, kabr sualinden sonra olmakdadır. böyle olduğunu, alimler sözbirliği ile söylemişlerdir. imamı süyuti gibi hadis imamları, bu hadisin , ya'ni en doğru hadislerden olduğunu bildirmişlerdir. bu hadisi şerif, ölülere selam vermenin, dirilere selam vermek gibi olduğunu ve onların da işitdiklerini göstermekdedir demekdedir.. kitabında, kabr ziyaretinin yasak olmadığını imamı azam ebu hanife bildirmişdir. imamı muhammedin sözünden, kabr ziyaretinin, kadınlar için de caiz olduğu anlaşılmakdadır diyor. kitabında, kabr ziyareti müstehabdır. meyyiti ziyaret etmek, yakın ve uzaklığına göre onu diri iken ziyaret etmek gibidir diyor. hüseyn sem'aninin kitabında da böyle yazılıdır. kabrleri ziyaret ederken, ayakkabılar çıkarılır. meyyitin yüzüne karşı, kıbleye arka vererek durulur. esselamü aleyküm ya ehlelkubur! allahü teala sizi ve bizi mağfiret eylesin! siz bizim öncülerimizsiniz. biz de sizin eserleriniziz! denir. kitabında da böyle yazılıdır. kabristanda, yüksek sesle veya yavaşça, okunabilir. diğer surelerin de okunacağı, kitabında, anlatılırken bildirilmekdedir. kadihan hasenin fetvalarında yazılı olduğu gibi, meyyitin kur'anı kerim sesini duyarak rahatlamasını niyyet eden kimse, yüksek sesle okur. böyle niyyet etmiyen kimse, yavaş okur. çünki, allahü teala, kur'anı kerimi nasıl okunursa okunsun işitir. de diyor ki, kabristandaki yeşil otları koparmak mekruhdur. çünki, bu otlar, tesbih eder. bu tesbihler, meyyitin azabdan kurtulmasına yarar. meyyit bu tesbihlerle rahat eder. şernblalinin kitabında ve hanefi alimlerinden başkalarının kitablarında da böyle olduğu yazılıdır. fetva vermek derecesine yükselmiş olan böyle büyük alimlerin bildirdiklerine göre, meyyit dirilerin işitemediği, yeşil otların tesbihi gibi sesleri işitince, kendisine seslenen insanın sesini işitmez olur mu? işitmez diyenler, belki dünyada kulakla işitildiği gibi işitmezler demek istemişlerdir. böyle olunca, fıkh kitablarında yemin bahsinde yemini anlatırken söylediklerinin araları bulunmuş olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şerifine de inanılmış olur. alimler arasında sözbirliği hasıl olur. mezhebin reisi olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh buna inanmadığını bildirdi denilirse, bu yüce imam da, öteki mezheb imamları gibi, buyurmuşdur. hatta, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem pek fazla uyduğu için, , hatta olan hadisi şerifleri bile mezhebine sened olarak almışdır. böyle bir imamın, sahih hadislere uymıyacağı düşünülebilir mi? buradan da anlaşılıyor ki, meyyitin işitmiyeceğini söyliyen birkaç alim, dünyada işitildiği gibi işitmez demek istemişlerdir. çünki, sahih hadisi bırakıp da, başkasının sözüne uymak hiç bir alim için caiz olmaz. resulullah efendimizin ve iki kabr arkadaşı olan ebu bekr ve ömer radıyallahü teala anhümanın mubarek mezarlarını ziyaret etmenin ve onlara selam vermenin ve kendilerinden şefa'at istemenin sünnet olduğunu, hanefi mezhebinin alimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve iki arkadaşının işitdiklerine inanmamış olsalardı, bu sözleri birbirini tutmazdı. hatta, sözlerine uymazdı. bunların yemin üzerindeki sözlerinin, dünyada dirilerin işitmesi için olduğu söylenince, sözlerinin arasında uygunsuzluk hiç kalmamakdadır. kadihan fergani de vefat etdi. faide: ahmed ibni teymiyye, kitabında diyor ki, de çukura doldurulan kafirlerin işitmelerine, hazreti aişenin inanmaması, onun için suç olmaz. çünki o, hadisi şerifi işitmemişdir. fekat başkalarının inanmaması suç olur. çünki, bu hadisi şerif her tarafa yayıldı. zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu. ibni teymiyyenin bu sözü, bedr çukurundaki kafirlerin işitdiklerine inanmıyanların kafir olacağını göstermekdedir. çünki, dinde inanılması zaruri olan birşeye inanmıyanın kafir olacağı mezheb kitablarının hepsinde yazılıdır. meyyitin işitmiyeceğini söyliyen birkaç alim ve mesela aişe radıyallahü anha, kabrdeki kafirlerin işitmiyeceklerini söylemişlerdir. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve ümmeti içinde şehid olanların, veli olanların, kabrlerinde işiteceklerine inanmıyan hiçbir alim yokdur. hazreti aişe de, başkaları da, buna inanmışlardır. zemanımızda türemekde olan mezhebsizlerin ve bunlara aldanan ba'zı cahillerin, meyyit işitmez demelerinin, hatta resulullahı da buna katmalarının kötülüğü, çirkinliği, buradan anlaşılmakdadır. bu cahillerin, bu sapıkların cezalarını, kahhar olan allahü teala elbette verecekdir. ibni teymiyye, ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zeman, bunun geldiğini anlarlar mı? cevabında, diyor. ölülerin buluşduklarını ve soruşduklarını ve dirilerin yapdığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor. hazreti halid ibni zeyd ebu eyyubi ensari hazretlerinin haber verdiği hadisi şerifi abdüllah ibni mubarek nakl etmekdedir. bu hadisi şerifde, bir mü'min vefat ederken, bir rahmet meleği, bunun ruhunu alır. meyyitler, dünyada müjde istiyenlerin toplandığı gibi, bunun etrafına toplanırlar. ona sormağa başlarlar. içlerinden birkaçı da, kardeşinizi bırakınız dinlensin! çok sıkıntılı yerden geliyor derler. etrafına üşüşürler. dünyadaki tanıdıklarını sorarlar. filan adam ne yapıyor? filanca kadın evlendi mi? derler buyurulduğunu bildiriyor. halid bin zeyd radıyallahü anh senesinde, süfyan bin avf emrindeki asker ile istanbulu muhasara ederken dizanteri hastalığından vefat etdi. istanbulda denilen yerdeki türbesi çok muhteşem olup, ziyaretciler, mubarek ruhu ile tevessül etmekdedirler. allahü teala, şehidlerin diri olduğunu ve rızklandırıldıklarını bildirdi. bir hadisi şerifde, şehid ruhlarının cennete girdikleri haibni teymiyye de şamda vefat etdi. ber veriliyor. alimlerden birkaçı, bu ni'metlerin, yalnız şehidler için olduğunu, sıddikların böyle olmadıklarını söyliyorlar ise de, imamlarımızın ve ehli sünnet alimlerinin çoğunun söylediği doğrudur. bunlar, diri olmak ve rızklandırılmak ve ruhların cennete girmesi, yalnız şehidler için değildir dediler. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden böyle anlaşılmakdadır buyurdular. bunların yalnız şehidler için bildirilmesi, şehidlerin ölüp yok oldukları sanılarak, cihaddan korkulmasını önlemek içindir. cihada gitmeğe ve şehid olmağa mani' olan şübheyi gidermek içindir. isra suresinin mealindeki otuzbirinci ayeti de, bunun gibidir. fakirlik korkusu olmadan da öldürmek caiz olmadığı halde, fakirlik korkusu ile öldürenler çok olduğu için, ayeti kerime, vak'alara göre gönderilmişdir. abdülvehhab oğlu muhammed bu ayeti kerimeyi ileri sürerek, kabr ziyaretini yasaklamakdadır. buraya kadar, ahmed ibni teymiyyei harraninin kitabındaki vesikaları bildirdik. vehhabiler, ibni teymiyyenin yolunda olduklarını söyliyorlar. onun büyük alim olduğunu bildiriyorlar. kendisine şeyhulislam diyorlar. halbuki, onun kitablarını ve fikrlerini kabul etmiyorlar. o, bütün meyyitlerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızklandırıldıklarını bildiriyor. onun sözüne uymıyan ve onun sözüne uyanlara kafir ve müşrik damgası basanların, onun yolunda olduklarına hiç inanılır mı? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, işitmez ve ziyarete gelenleri, kendisine yalvaranları görmez, bilmez ve tanımaz diyen ahmaklar, ibni teymiyyenin ve hiçbir kimsenin yolunda değildirler. kendi nefsleri, keyfleri arkasındadırlar. allahü teala, bunlara akl versin ve doğru yolu göstersin. amin! meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, buharideki, her meyyite, her sabah ve her akşam ahıretdeki yeri gösterilir. cennetlik olana, cennetdeki yeri, cehennemlik olana, cehennemdeki yeri gösterilir hadisi şerifidir. gösterilir sözü, gördüklerini bildirmekdedir. allahü teala, ın adamları için, buyurdu. meyyit görmeseydi, gösterilir demek faidesiz olurdu. ebu nu'aym, amr bin dinardan alarak bildiriyor ki, bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir. abdüllah ibni ebiddünyanın amr bin dinardan alarak bildirdiği hadisi şerifde, ibni ebiddünya de bağdadda vefat etdi.bir kimse, öldükden sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. kendisini yıkayanlara ve kefenliyenlere bakar buyuruldu. deki sahih hadisde, münker ve nekir melekleri, sual ve cevabdan sonra meyyite, cehennemdeki yerine bak! allahü teala, değişdirerek, sana cennetdeki yeri ihsan eyledi derler. bakar. ikisini birlikde görür buyuruldu. ibni ebiddünya ve beyheki kitabında, ebu hüreyreden radıyallahü teala anhüm bildirdikleri hadisi şerifde, bir kimse tanıdığı kabr yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevab verir buyuruldu. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmekdedir. görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. birincisini tanıyarak cevabı veriyor. ikincisinin selamına, tanımayarak cevab veriyor. imamı ahmed ve hakim, hazreti aişeden radıyallahü teala anha haber veriyorlar ki, odama girer, elbisemi çıkarırdım. çünki, kabrlerde babam ve zevcim vardı. hazreti ömer radıyallahü teala anh de defn edildikden sonra, odama girince, elbiselerimi çıkarmaz oldum. çünki, o yabancı idi. ondan haya ederdim. kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, meyyitin, ziyarete geleni gördüğünü bildiriyor. görmeseydi, tanımaz ve sevinmezdi. de, amr ibni asdan radıyallahü anh haber veriliyor: öleceği zeman buyurdu ki, beni defn edince, üzerime toprak atınız! sonra bir hayvan kesilerek etleri parçalanacak zeman kadar, kabrimin başında bekleyiniz. sizinle kabrime alışayım ve sizi göreyim. böylece rabbimin gönderdiği sual meleklerine rahat cevab vereyim. kabrdeki meyyitlerin duyduklarını ve gördüklerini bildiren böyle sağlam haberler çokdur. lüzumu kadar bildirdik. uzatmağa hacet olmasa gerekdir. dirilerin yapdığı işlerin ölülere gösterildiğini yukarıda bildirmişdik. onlarda görmek olmasaydı, işlerin onlara gösterilmesi doğru olmazdı. çünki, işlerin gösterilmesi demek, iki omuzda bulunan meleklerinin yazdığı şeylerin gösterilmesi olduğu anlaşılmakdadır. bu da mevtaların gördüğünü bildirmekdedir. bunun için, biz de, ölülerin görmesini anlatdıkdan sonra, dirilerin işlerinin onlara gösterilmesini bildiren hadisi şerifleri yazmağı uygun bulduk. .ıyamet ve ahıret amr ibni as de mısrda vefat etdi. bu bilgileri, cahiller anlamıyor. çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünneti seniyyesini ve bu konudaki hadisi şerifleri işitmemişlerdir. kendilerini alim sanan bu adamlar, o kadar cahil ve o kadar ahmakdırlar ki, kabrde olan peygamberler salevatullahi teala aleyhim ecma'in ve veliler rahimehümullahü teala kabr başına gelip, kendilerinden şefa'at istiyenleri ve yalvaranları nasıl bilirler diyorlar? bunlara deriz ki, o büyüklere dünyada iken birçok şeyler bildiriliyor. öldükden sonra da, niçin bildirilmesin? yahud deriz ki, allahü teala, adeti ilahiyyesinin dışında olarak, bunlara ikram ve ihsan ederek, işitiyorlar ve biliyorlar. dirilerin işlerinin ölülere gösterildiği, hadisi şeriflerde bildirilmişdir. buna inanmıyanlara karşı, vesika olan hadisi şerifleri yukarıda bildirdik. bu hadisi şerifleri okuyup anlamıyan biri, ölü yalnız dünyada iken tanımış olduğu kimseleri görüp işitir derse, ona deriz ki, hadisi şerifler, tanıdık ve tanımadık diye ayırmıyor. fekat bunlar, inad ediyorlar. ölüp de, başlarına gelinceye kadar inanmazlar. ümmetin amellerinin resulullaha gösterildiğini bildiren pekçok hadisi şerif vardır: bezzazın sahih kimselerden alarak, abdüllah ibni mes'ud hazretlerinden haber verdiği hadisi şerifde, hayatım, sizin için hayrlıdır. bana anlatırsınız. ben de size anlatırım. öldükden sonra, vefatım da, sizin için hayrlı olur. amelleriniz bana gösterilir. iyi işlerinizi gördüğüm zeman, allahü tealaya hamd ederim. kötü işlerinizi gördüğüm zeman, sizin için afv ve mağfiret dilerim buyuruldu. bu hadisi şerif, resulullahdan işitdim denilerek bildirildi. başka sağlam kimseler, bunu olarak da bildirmişlerdir. amellerin, işlerin, tanıdıklara gösterildiğini bildiren hadisi şerife gelince, imamı ahmed ve hakimi tirmüzi kitabında ve muhammed bin ishak ibni mende adındaki meşhur hadis alimlerinin bildirdikleri hadisi şerifde, yapdığınız işler, kabrde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. iyi işlerinizi görünce sevinirler. böyle olmıyan işleriniz için, ya rabbi! bizi doğru yola kavuşdurduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuşdur. ondan sonra ruhunu al! derler buyuruldu. büyük hadis alimi süleyman ebu davüd tayalisi kitabında, cabir bin abdüllahdan gelen hadisi şerifi şöyle bildiriyor: yapdığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. işleriniz iyi ise, sevinirler. iyi değil ise, ya rabbi! bunlaibni mende de vefat etdi. ebu davüd da vefat etdi. ra iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler. ibni ebi şeybe kitabında ve hakimi tirmüzi ve ibni ebiddünya, ibrahim bin meysereden haber veriyorlar ki, ebu eyyubelensari, istanbula gaza etmeğe gitdi. birinin yanından geçerken, bir kimsenin öğle vakti yapdığı işler, akşam olunca mezardakilere gösterilir. akşam yapdığı işleri, sabah olunca, mezardakilere gösterilir dediğini işitdi. ebu eyyub hazretleri, böyle ne söylüyorsun dedikde, vallahi bunu sizin için söylüyorum, dedi. ebu eyyub, ya rabbi, sana sığınırım. dedi. o kimse cevabında, allahü teala kullarının kusurlarını örter, amellerinin iyisini gösterir buyurdu. hakimi tirmüzinin kitabında bildirdiği hadisi şerifde, insanların yapdıkları işler, pazartesi ve perşembe günleri, allahü tealaya arz olunur. peygamberlere, evliyaya ve anababaya cum'a günleri gösterilir. iyi işleri görünce sevinirler. yüzlerinin parlaklığı artar. allahdan korkunuz! ölülerinizi incitmeyiniz! buyuruldu. insanların yapdığı işler, mezardaki tanımadıkları ölülere de bildirilir. abdüllah ibni mubarek ve ibni ebiddünyanın, ebu eyyubelensariden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, yapdığınız işler, ölülere bildirilir. iyi işlerinizi görünce sevinirler. kötü işlerinizi görünce üzülürler buyuruldu. hakimi tirmüzinin ve ibni ebiddünyanın ve beyhekinin kitabında nu'man bin beşirden bildirdikleri hadisi şerifde, mezardaki kardeşleriniz için allahü tealadan korkunuz! yapdığınız işler, onlara gösterilir buyuruldu. bu iki hadisi şerif, bütün ölüler içindir. ebüdderda radıyallahü teala anh buyuruyor ki, yapdığınız işler, ölülerinize gösterilir. bununla sevinirler veya üzülürler. ibnülkayyımi cevziyye kitabında, ibni ebiddünyadan, o da sadaka bin süleyman ca'feriden bildiriyor ki, bir kötü huyum vardı. babamın ölümünden sonra, pişman oldum. bu taşkınlıklarımdan vaz geçdim. bir aralık bir kabahat yapdım. babamı rü'yada gördüm. ey oğlum! senin güzel işlerinle kabrimde rahat ediyordum. yapdığın işler bize gösteriliyor. işlerin salihlerin amellerine benziyor. fekat, son yapdığından dolayı çok üzüldüm, utandım. yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma, dedi. bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. çünki, çocuğun işleri babasına gösterildiği zeman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demekdedir. yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rü'yada böyle söylemezdi. hazreti halid bin zeyd ebu eyyubelensarinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde de, tanıdığı bütün ölülere dünyadaki işlerin gösterildiğini, yukarıda bildirmişdik. dördüncü kısm: meyyitlerin birbirini ziyaret etmeleri ve buluşmaları da, sahih haberlerle bildirilmişdir. haris bin ebi üsame ve ubeydullah bin sa'id vayili kitabında ve ukayli, cabir bin abdüllahdan haber verdikleri hadisi şerifde, ölülerinizin kefenini güzel yapınız! onlar, kabrlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler buyuruldu. sahihindeki hadisi şerifde, buyuruldu. çünki, meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler. ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! çünki, birbirlerini kefenleri içinde olarak ziyaret ederler buyuruldu. tirmüzi ve ibni mace ve muhammed bin yahya hemedani kitabında ve ibni ebiddünya ve beyheki kitabında, ebu katadeden bildirdikleri hadisi şerifde, biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! çünki onlar, kabrleri içinde birbirlerini ziyaret ederler buyuruldu.. ibni teymiyye fetvalarının çeşidli yerlerinde diyor ki, kabrlerin bulunduğu şehrler, dünyada birbirlerine yakın olsa da, uzak olsa da, mevtalar birbirlerini ziyaret ederler. uzak şehrlerde bulunan mevtaların ruhları, birbirleri ile buluşurlar. hanefi mezhebinin alimleri, fıkh kitablarında kefenin güzel olması sünnetdir. çünki, mevtalar, birbirlerine övünürler ve birbirlerini ziyaret ederler, yazılıdır. hatta, bütün mezheblerin alimleri, fıkh kitablarında, bunun böyle olduğunu bildirmekdedirler. böyle olduğunu bildiren haberler ve insanı hayrete düşüren vak'alar çok bildirilmişdir. okumak arzu edenler, hadis alimi imamı süyuti hazretlerinin kitabına mürace'at buyursun. mezhebsizler, hadis alimlerine güvendiklerini söylüyorlar. hadis kitablarından, sened, vesika olarak çok hadisler yazıyorlar. en büyük islam alimi ibni teymiyyedir diyorlar. bu hadis kitablarında, ölülerin, bizim bilmediğimiz ve anlamadığımız bir görmekle ve işitmekle duyduklarını okuyorlar da, bunlara inanmıyorlar. resulullah efendimizin ve evliyanın işitdiklerine inananlara kafir diyorlar. müşrik diyorlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek türbesi önünde, diyen hacıları müşrik biliyorlar. bundan dolayı yüzbinlerce hacının da kesdikleri yüzbinlerce kurbana necsdir, leşdir diyerek, bu kurban etlerini yimiyorlar. toprakla örtüp üzerlerinden buldozer geçiriyorlar. müşriklerin kesdikleri yinmez ve satılmaz diyorlar. beşinci kısm: ölüler, dünyada diri olanların yapdıkları işleri, kendilerine gösterilmeksizin de bilmekdedirler. mezhebsizlerin, allame dedikleri, çok büyük bildikleri ibnülkayyımı cevziyye kitabında, şöyle yazmakdadır: fasl: hafız, ya'ni hadis alimi, ebu muhammed abdüllah eşbili rahimehullahü teala burada uzun şeyler bildirmekdedir. ölüler dirilerin işlerinden haber sorarlar. dirilerin sözlerini ve işlerini anlarlar. kitabında, bir sahife sonra, amr bin dinar diyor ki, insan ölünce, geride bırakdıklarındaki olan bitenleri bilir. kendisini yıkadıklarını ve kefenlediklerini görür. onlara bakar. ibni kayyımı cevziyye, kitabında, bir sahife daha sonra, diyor ki, sa'b bin cüsame ile avf bin malik, birbiri ile ahıret kardeşi oldular. hangimiz önce ölürsek, rü'yada görünelim dediler. sa'b önce öldü. avfa rü'yasında göründü. avf sordu: allahü teala sana ne yapdı? afv eyledi dedi. konuşmalarının sonunda, kardeşim: ben öldükden sonra, bana yakın olanların yapdığı herşey bana bildiriliyor. hatta kedimizin, şu kadar gün önce öldüğünü haber aldım. kızım, altı güne kadar ölecekdir. ona vasi ol, dedi. rü'yada söylediği gibi oldu. kitabında bundan sonra, sabit bin kaysın, halid bin velidin radıyallahü teala anh askeri arasında bulunan birisine rü'yasında göründüğünü bildiriyor. halid bin velide git, ona söyle ki, şehid olduğum zeman, islam askerinden birisi yanıma geldi. sırtımdan çelik gömleğimi çıkarıp çadırına götürdü. çadırı, en sondadır. çadırı yanında uzun yuları olan bir at otlamakdadır. gömleğimi ondan alsın, dedi. bu kimse, halide bunları bildirdi. gitdiler. gömleği çadırda buldular. altıncı kısm: dirilerin yapdıkları işleri haber alınca, ölülerin incindikleri, imamı süyutinin kitabında, deyleminin aişe validemizden radıyallahü anha bildirdiği hadisi şerifi yazıyor. burada, buyuruldu. imamı kurtubi kitabında diyor ki, dünyada olanların yapdıkları şeyleri allahü teala bir melek ile yahud alamet ile, işaretle veya başka bir yoldan, ölülere bildirir. ibnülkayyımı cevziyye kitabında diyor ki, dirilerin ruhları ile ölülerin ruhlarının buluşduklarını bildirenlerden biri de şudur: diri, ölüyü, rü'yada görerek, ondan birşeyler soruyor. meyyit dirinin bilmediklerini ona haber veriyor. verdiği, olmuş veya olacak haberler doğru çıkıyor. çok def'a, diri iken gömmüş olduğu ve kimseye bildirmediği malın yerini haber veriyor. alacağı olduğunu ve şahidlerini bildirmesi de çok görülmüşdür. kimsenin bilmediği, kendinin gizli yapdığı bir işi haber vermesi ve bildirdiği gibi çıkması çok görülmüşdür. çok şaşılacak birşey de, şu zemanda öleceksin dediği kimsenin, o zemanda öldüğü görülmüşdür. bir dirinin gizlice yapdığı bir işin, bir ölü tarafından başka bir diriye bildirilmesi de çok görülmüşdür. sa'b ve sabit öldükden sonra rü'yada dirilerle konuşmuşlardır. bunları yukarıda bildirmişdik. imamı süyuti, kitabında, muhammed bin sirinden radıyallahü anh bildiriyor ki, meyyitin bildirdiği şeyler, hep doğrudur. çünki meyyit, hiç yalan ve yanlışlık olmıyan bir alemdedir. o alemde olanlar, hep doğru söyler. gördüklerimiz ve anladıklarımız, bu sözümüzü kuvvetlendirmekdedir. ibnülkayyım ve başkaları da böyle söylediler. ruh, latif olduğu için, duygu organları ile anlaşılmıyan şeyleri anlamakdadır. hakim ve beyheki kitabında, süleymandan haber veriyorlar ki, ümmi seleme hazretlerinin yanına girdim. ağlıyordu. niçin ağladığını sordum. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. ağlıyordu. mubarek başında ve mubarek sakallarında toprak vardı. mubarek yüzünüz niye böyle diye sordum. oğlum hüseynin şehid edildiğini gördüm buyurdu. bunu, hatibi tebrizi kitabında da yazmakdadır. ibni ebiddünya rahmetullahi aleyh, beni esed kabilesinden bir mezarcıdan bildiriyor. mezarcı diyor ki, bir gece kabristanda idim. bir kabrden şöyle ses geldi: ey abdüllah dedi. ne istiyorsun ya cabir, cevabı verildi. yarın bizim yanımıza annemiz gelecek dedi. onun bize faidesi olmaz. bize düa olunmaz. babam ona kızmışdı. düa etmemek için yemin etmişdi, cevabı verildi. sabah olunca, bir kimse geldi. bu iki kabr arasına bir mezar kazmamı söyledi. gece ses işitmiş olduğum iki kabri gösterdi. bu kabrdekilerin ismi nedir dedim. bunun ismi cabirdir. şunun ismi abdüllahdır diyerek gösterdi. gece işitdiklerimi, ona söyledim. evet, onun için düa etmemeğe yemin etmişdim. şimdi yeminimi bozup düa edeceğim ve keffaret vereceğim, dedi.abdüllah eşbili maliki de, sa'b bin cüsame, ebu süfyanın hemşiresi zeyneb binti harbin oğlu olup, hazreti ebu bekrin hilafeti zemanında vefat etdi. ebu şüca şehrdar deylemi de, hakim muhammed nişapuri de, süleyman bin yesar, meymune radıyallahü anhanın azadlısı idi. de, veliyyüddin muhammed hatibi tebrizi şafi'i da, ahmed ibni haceri askalani de mısrda, hafız yusüf ibnü abdilberr maliki de endülüsde, şatibede vefat etdi rahmetullahi aleyhim ecma'in. yedinci kısm: ölülerin iş yapdıkları, allahü tealanın izni ile, onlarda birçok şeyler görüldüğü sahih kitablarda bildirilmekdedir. hadis alimi, imamı süyuti kitabında ve hafız ibni hacer, fetvalarında buyuruyorlar ki, mü'minlerin ruhları denilen makamda, kafirlerin ruhları denilen yerdedir. her ruh, cesedine, bilinmiyen bir halde bağlıdır. bu bağlılıkları, dünyadaki bağlılıklar gibi değildir. rü'ya gören kimsenin gördüğü şeylere olan bağlılığı gibidir. fekat, ölülerin cesedlerine ve başka şeylere bağlılıkları, rü'ya görenin bağlılığından pekçok kuvvetlidir. bunun içindir ki, ibnü abdilberrin, ruhlar kabrlerinin yanındadır sözü ile yukarıdaki sözün arasını bulmak güç olmaz. ruhların kendi cesedlerine te'sir ve tesarruf etmelerine ve kabrde bulunmalarına izn verilmişdir. meyyit kabrden çıkarılıp başka kabre konursa, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. beden çürüyüp, toprak maddeleri, sıvıları ve hasıl olan gazları dağılınca, bu bağlılık yine bozulmaz. imamı süyuti buyuruyor ki, ruhun illiyyinde olduğu halde, bedene bağlanmasına ve tesarruf yapmasına izn verildiğini ibni asakirin, abdüllah ibni abbasdan haber verdiği şu hadisi şerif göstermekdedir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ca'fer tayyar hazretleri şehid oldukdan sonra buyurdu ki, bir gece ca'fer tayyar yanıma geldi. yanında melek vardı. iki kanadlı idi. kanadlarının uçları kana boyanmış idi. yemendeki bişe denilen vadiye gidiyorlardı. ibni adinin hazreti ali ibni ebi talibden haber verdiği hadisi şerifde, ca'fer bin ebi talibi meleklerin arasında gördüm. bişe ahalisine yağmur geleceğini müjdeliyorlardı buyuruldu. hadis alimlerinden hakimin abdüllah ibni abbasdan verdiği haberde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında oturuyordum. esma binti umeys yanımızda idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, aleyküm selam dedikden sonra, ya esma! şimdi, zevcin ca'fer, cebrail ve mikail ile birlikde yanıma geldiler. bana selam verdiler. selamlarına cevab verdim. bana dedi ki, gazasında kafirler ile birkaç gün savaşdım. vücudümün her tarafında yetmişüç yerimden yaralandım. bayrağı, sağ elime aldım. sağ kolum kesildi. sol elime aldım, sol kolum kesildi. allahü teala, iki kolum yerine bana iki kanad verdi, cebrail ve mikail ile birlikde uçuyorum. istediğim zeman cennetden çıkıyorum. istediğim zeman girip meyvelerini yiyorum buyurdu. esma, bunları işitince, allahü tealanın ni'metleri ca'fere afiyet olsun. fekat, herkes bunu benden işitince inanmazlar diye korkuyorum. ya resulallah, minbere çık sen söyle! sana inanırlar dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescide teşrif edip, minbere çıkdı. allahü tealaya hamd ve sena eyledikden sonra, ca'fer ibni ebi talib, cebrail ve mikail ile birlikde yanıma geldiler. allahü teala, ona iki kanad vermiş. bana selam verdi buyurdu. sonra, esmaya haber verdiklerini bir bir söyledi. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, allahü teala, şehid olan ve salih olan kullarına, insanlara faideli olan işleri yapmak için izn vermekdedir. bunu bildiren, daha nice haberleri hadis alimleri yazmışlardır. bunlardan birini, imamı celaleddin süyuti şöyle bildiriyor: ibni ebiddünya diyor ki, ebu abdüllah şami, rumlarla gazaya gitmişdi. düşmanı kovalıyorlardı. iki kişi askerden uzaklaşdılar. birisi şöyle anlatıyor: düşman kumandanına rastladık. üzerine hücum etdik. çok savaşdık. arkadaşım şehid oldu. geri döndüm. askerlerimizi aradım. sonra kendi kendime dedim ki, sana yazıklar olsun! ne için kaçıyorsun. geri döndüm. düşman kumandanına saldırdım. kılıncım boşa gitdi. o, bana saldırdı. beni devirdi. göğsümün üstüne oturdu. beni öldürmek için eline bir şey aldı. tam o sırada, şehid olmuş olan arkadaşım yerinden fırladı. ensesinden saçlarını yakaladı. üstümden çekdi. birlikde kafiri öldürdük. uzakdaki bir ağaca kadar birlikde konuşarak yürüdük. orada ölü olarak yatdı. arkadaşlarıma gelip, olanları haber verdim. hanefi mezhebi alimlerinden kitabının sahibi hüseyn buhari zendüvisti ve kitabının sahibi de, bu vak'ayı bildirmişlerdir. hadis alimlerinden mehamili kitabında bildiriyor ki, abdül'aziz bin abdüllah dedi ki, bir arkadaşla şamda idik. yanında zevcesi de vardı. bunların oğlunun şehid olduğunu daha önceden biliyordum. yanımıza bir süvari geldi. arkadaşım, bunu karşıladı. zevcesine dönerek, bu bizim oğlumuz dedi. zevcesi, şeytan senden uzak olsun. sen aldanıyorsun. oğlunun çokdan şehid olduğunu unutdun mu dedi. adam, söylediğine pişman oldu. fekat, süvariye yaklaşdı. dikkat ile bakarak, vallahi bu bizim oğlumuz dedi. kadın da, bakmak zorunda kaldı. vallahi o diye bağırmağa başladı. babası, oğlum sen şehid olmuşdun değil mi? dedi. evet babacığım. fekat, ömer bin abdül'aziz şimdi vefat etdi. şehidler, onu ziyaret etmek için rabbimizden izn istedik. ben ayrıca size selam vermek için de izn istedim, dedi. veda' edip yanlarından ayrıldı. az zeman sonra, ömer bin abdül'azizin vefat etdiği işitildi. imamı süyuti buyuruyor ki, bu haberler, sağlamdır, doğrudur. hadis alimleri, vesikaları ile birlikde bunları yazmışlardır. bunu, imamı yafi'i rahmetullahi aleyh yazmışdır. onun yazısını kuvvetlendirmek için, ben de bildirdim. böyle vak'alar, imamı süyutinin kitabında çok yazılıdır. anlamak istiyenler oradan okuyabilirler. imamı yafi'i buyuruyor ki, mevtaları iyi veya kötü halde görmek, cenabı hakkın ba'zı kullarına ihsan etdiği bir keşfdir, kerametdir. dirilere müjde vermek, va'z olmak, yahud ölüler için hayrlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. ölüleri görmek daha çok rü'yada olmakdadır. uyanık iken görenler de vardır. evliya için, hal sahibleri için kerametdir. kitabının başka bir yerinde diyor ki, ehli sünnet mezhebinin alimleri buyuruyor ki, ölülerin illiyyindeki veya siccindeki ruhları, arasıra ya'ni allahü teala dileyince, mezarlarındaki cesedlerine red olunurlar. en çok cum'a geceleri, böyle olur. birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. cennetlik olanlar, ni'metlere kavuşur. azab görecekler, azab olunurlar. ruhlar, illiyyinde veya siccinde iken, cesed olmaksızın da, ni'metlenir ve azab çekerler. kabrde ise, ruh ve cesed birlikde ni'metlenir. yahud azablanır. ibnülkayyımı cevziyye da diyorki, bu yazılardan anlaşılıyor ki, ruhun hali, kuvvetli ve za'if ve büyük ve küçük olduğuna göre değişmekdedir. büyük ruhlar için olanlar, başka ruhlar için olmaz. dünyada da ruhların, kuvvetli, za'if, sür'atli olduklarına göre başka başka halleri olduğu bilinmekdedir. bedenin esaretinden ve bağlılığından ve tesarrufundan kurtulan ruhların kuvvetleri, nüfuzları, himmetleri, sür'atleri ve allahü tealaya ve madde alemine te'allukları, bedene bağlı olan ruhlar gibi elbet değildir. ruhun kendisi yüksekdir, temizdir, büyükdür, yüksek himmet sahibidir. bedenden ayrıldıkdan sonra, daha başka olur. başka şeyler yapabilir. insanların öldükden sonra ruhları, rü'yada görülüp öyle şeyler yapmışlardır ki, diri iken, bedene bağlı oldukları zeman bunları yapdıkları görülmemişdir. bir kişi veya iki kişi veya birkaç kişinin, büyük bir orduyu mağlub etmesi çok görülmüşdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma, çok def'a rü'yada görülmüş ve ruhları, kafir ve zalim askerlerini dağıtmış, kaçırmışdır. bu yazdıklarımız, suresinin beşinci ayetinin tefsirinde, ba'zı müfessirlerin mesela beydavinin evliyanın ruhu bedenden ayrılınca, melekler alemine gider. oradan cennet bağçelerinde dolaşır. bedenine de bağlılığı kalıp, te'sir eder demelerine uygun olmakdadır.hüseyn bin yahya zendüvisti buhari de vefat etdi. kitabı meşhurdur. ahmed mehamili şafi'i de bağdadda, ömer bin abdül'aziz de, afifüddin abdüllah yafi'i şafi'i de mekkede, kadi abdüllah beydavi şirazi de tebrizde vefat etdi. sekizinci kısm: dirilerin, mezardaki ni'metleri ve azabları anlaması ve baş gözü ile görmesi caiz olduğu, allahü teala ve resulü tarafından haber verilmişdir. ehli sünnet ve cema'at alimleri, kabrde ni'met ve azab olduğunu, bunun hem ruha, hem de bedene birlikde olduğuna inanmak lazım geldiğini sözbirliği ile bildirmişlerdir. kitabları, bunları uzun uzun bildirmekdedir. kabr azabına yalnız ve inanmıyorlar. kabr azabının doğru olduğu, hadisi şeriflerle ve eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in eserleri ile, selefi salihinin yazıları ile bildirilmekdedir. ba'zı cahillerin kabr azabına inanmamaları, bu vesikalardan haberleri olmadığı içindir. onların imanını kuvvetlendirmek için, vesikalardan bir kaçını bildirmek uygun görüldü. peygamberlerin kabrde bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını, namaz kıldıklarını yukarıda bildirmişdik. peygamberlerin, vefatlarından sonra, hac etdikleri, buharide ve müslimde bildirilmekdedir. peygamber olmıyanlara gelince, ebu nu'aym bildiriyor ki, sabitülbenani diyor ki, hamidi tavile sordum: mezarda yalnız peygamberler mi namaz kılar? hayır başkaları da kılabilir dedi. sabit, ya rabbi! bir kimsenin mezarda namaz kılmasına izn veriyor isen, sabitin de kabrde namaz kılmasını nasib eyle dedi. ebu nu'aym, yine bildiriyor ki, şeyban bin cisr dedi ki, kendinden başka ilah bulunmıyan allahü tealaya yemin ederim ki, sabiti benaniyi mezara koydum. hamidi tavil de yanımda idi. üzerine toprak örtdük. toprak bir yerinden çökdü. kabre bakdım, namaz kıldığını gördüm. ibni cerir kitabında ve ebu nu'aym, ibrahim bin samitden haber veriyorlar ki, seher vaktlerinde kabristandan geçenler, sabiti benaninin kabrinden kur'anı kerim sesi duyduklarını söylerlerdi. ibnül cevzi kitabında da bunu bildirmekdedir. tirmüzi ve hakim ve beyheki, abdüllah ibni abbasdan haber verdiler ki, eshabı kiramdan birkaçı, bir yere çadır kurmuşlardı. burada bir kabr bulunduğunu bilmiyorlardı. çadırda, suresinin okunduğu işitildi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bunu haber verdiklerinde, buyurdu. ibnülkayyımı cevziyyenin kitabında diyor ki, meyyitin kabrde okuduğunu bu hadisi şerif isbat etmekdedir. çünki, abdüllah ibni ömer de bir yere çadır kurmuşdu. çadırda kur'anı kerim sesi işitdi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. bu sözü tasdik buyurdu. hadis alimlerinden abdürrahman ibni receb kitabında diyor ki, allahü teala dilediği kuluna kabrde salih işler yapmağı ihsan eder. insan ölünce amel, ibadet yapmak vazifesi biter. kabrdeki ibadete sevab verilmez. fekat, allahü tealanın ismini söylemekle ve ibadet etmekle zevklenir. melekler ve cennetde olanlar da böyledirler. ibadet yapmakdan lezzet duyarlar. çünki zikr ve ibadet, ruhu temiz olanlar için, en tatlı şeydir. ruhu hasta olanlar, bunun tadını duyamaz. ibnül kayyımı cevziyye da ve ibni teymiyye ve daha birçok alimler ve imamı süyuti kitabında bunu bildirmekdedirler. ebülhasen bin bera' kitabında bildiriyor ki, mezarcı ibrahim, bir mezar kazmışdım. mezardan ve kerpiç parçalarından misk kokusu duydum. kabre bakdım. bir ihtiyar oturmuş kur'anı kerim okuyordu dedi. muhammed bin ishak ibni mende, asımı sekatiden haber veriyor ki, belh şehrinde bir kabr kazdık. yanındaki kabrin içi göründü. içeride yeşil kefenli bir ihtiyar, elinde kur'anı kerim okuyordu. bu kitabda, bunun gibi çok şeyler yazılıdır. hadis alimlerinden ebu muhammed halal kitabında, ebu yusüf gasuliden haber veriyor: şamda ibrahim bin edhem hazretlerinin yanına gitdim. bugün, şaşılacak birşey gördüm dedi. o nedir dedim. karşıdaki kabristanda bir kabr yanında idim. kabr yarıldı. yeşil kefenli bir ihtiyar göründü. ya ibrahim! allahü teala beni, senin için diriltdi. dilediğini benden sor dedi. allahü teala seni nasıl karşıladı dedim. etrafımı kötü amellerim sarmışdı. seni üç şey için afv etdim buyurdu: benim sevdiklerimi severdin, dünyada hiç içki içmezdin, aksakalınla huzuruma geldin. böyle huzuruma gelen mü'minlere azab yapmakdan utanırım buyurdu. ihtiyar, bundan sonra kabrde gayb oldu. ibnül cevzi kitabında mu'azeyi anlatırken bildiriyor: ümmül esved dedi ki, mu'aze benim süt anam idi. birgün dedi ki, ebüssahba ve oğlum şehid olunca, dünya gözüme zindan oldu. hiçbir şeyden tad alamaz oldum. yalnız şunun için yaşamak istiyorum ki, cenabı hakkın rızasına kavuşduracak birşey yapabilsem de, ebüssahba ile ve oğlum ile cennetde buluşabileyim. muhammed bin hüseyn bildiriyor: mu'aze vefat ederken ağladı. sonra güldü. sebebini sorduk. namazdan, orucdan ve kur'anı kerim okumakdan ve allahü tealayı zikr etmekden ayrılıyorum diye üzülmüşdüm. sonra ebüssahbayı gördüm. iki parça yeşil elbise giymiş. dünyada böyle görmemişdim. bunun için de güldüm dedi. mu'aze, hazreti aişeyi radıyallahü anha görmüşdü. ondan hadisi şerif haber vermişdi. haseni basri ve ebu kılabe ve yezid rekaşi gibi büyük alimler, mu'azeden hadis rivayet etmişlerdir.. kabr azabını görenler de vardır. mü'min suresinin kırkaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ve deki hadisi şerifde, buyuruldu. kabr azabı ruha ve cesede birlikde olmakdadır. çünki, küfrü ve günahları ikisi birlikde yapmakdadır. yalnız, ruha azab yapılması, hikmete ve ilahi adalete uygun değildir. alimler buyuruyor ki, beden kabrde çürüyüp yok olmakda görülüyor ise de, allahü tealanın ilminde vardır. eshabı kiramdan birçoğu, ölülerin ruhlarına bedenleri ile birlikde azab yapıldığını görmüş ve haber vermişlerdir. ibni kayyımı cevziyye da ve imamı süyuti da ve abdürrahman ibni receb hanbeli da bildiriyorlar ki, bir kimse, resulullahın yanında toprakdan birinin çıkdığını gördüm. bir adam buna sopa ile vurarak yerde gaib olduğunu, böylece toprağa girip çıkdığını gördüm dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunu işitince, o gördüğün ebu cehldir. kıyamete kadar böyle azab çeker buyurdu. bu ve bunun gibi haberler, peygamberler ve evliya gibi, herkesin de kabrdekileri görebileceğini bildirmekdedirler. evliyanın görmesi, hiç inkar edilemez. allahü tealanın kudreti ile görmekdedirler. buraya kadar yazdıklarımız, mevtaların mezarda, kabr hayatı denilen bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını göstermekdedir. islam alimlerinin hepsi diyor ki, ölmek, yok olmak değildir. bir evden bir eve göç etmek demekdir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve veliler rahimehümullahü teala de, islamiyyeti yaymak için çalışmışlardır. hepsi şehidlik derecesine kavuşmuşlardır. şehidlerin diri oldukları, kur'anı kerimde açıkca bildirilmekdedir. böyle olunca, onlardan tesebbüb ve teşeffu' ve tevessül etmek şaşılacak bir şey midir? demek, onları sebeb yapmak, ya'ni allahü teala katında yardım etmelerini dilemekdir. demek, bizim için düa etmelerini dilemekdir. çünki onlar, allahü tealanın dünyada da, ahıretde de sevgili kullarıdır. onların istediklerine kavuşacaklarını, her dilediklerinin verileceğini, kur'anı kerim bildirmekdedir. böyle olan meyyitlerden, dirilerden beklenen şeyleri bekliyen bir kimse kötülenebilir mi? bunlardan beklenen şeyleri, allahü tealanın yaratacağına, allahdan başka yaratıcı bulunmadığına inanan bir kimsenin, mezardaki peygamberleri, velileri sebeb kılması, vesile yapması, hiç inkar olunabilir mi? bunları, onlar çürüdü, toprak oldu, yok oldu zan edenler inkar eder. islamiyyeti bilmiyenler ve onların büyüklüğünü, yüksekliğini anlıyamıyanlar inanmaz. peygamberlerin ve evliyanın yüksekliklerini ve üstünlüklerini anlamıyan kimseler, din cahilleridir. islamiyyeti anlamamışlardır. onların cahil dedikleri müslimanlar, kendilerinden daha bilgili ve daha anlayışlıdırlar. evliyanın ve peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarına gidip, onların vasıtası ile, onları sebeb kılarak, allahü tealadan birşey istemenin ve kıyamet günü bize şefa'at etmeleri için, kendilerine yalvarmanın caiz olduğu, hadisi şeriflerde bildirilmişdir ve islam alimleri sözbirliği ile haber vermişlerdir. insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamın hadisi şeriflerine ve onun yolunda giden seçilmişlerin, sevilmişlerin kitablarına inanmak ni'metini bize ihsan eden allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! bu büyük ni'meti rabbimiz bize ihsan etmeseydi, kendimiz anlıyamaz, bulamaz, helak olurduk. peygamberlerin ve evliyanın vasıtası ile ya'ni onları sebeb yaparak, vesile ederek, allahü tealanın yaratmasını istemek caiz olduğunu gösteren ayeti kerimeleri bildirelim: maide suresinin otuzbeşinci ayetinde mealen, ey iman edenler! allahü tealadan korkunuz! ona yaklaşmak için vesile arayınız ve isra suresinin elliyedinci ayetinde mealen, ol kimseler ki, düa ve ibadet ederler, rablerine yaklaşmak için, vesile ve sebeb ararlar. sebeblerin allahü tealaya en çok yaklaşdıranını isterler buyuruldu. bu ayeti kerimelerde allahü teala, sebebe, vesileye yapışmağı emr etmekdedir. vesilenin kendisine en çok yaklaşdırıcı bir şey olduğunu bildirmekdedir. vesilenin belli bir şey olduğu bildirilmedi. bunun için, allahü tealanın rızasına kavuşduran herşey, ya'ni haricilerin dedikleri gibi yalnız düaları değil, şefa'atleri ve allahü teala indinde mertebeleri ve kıymetleri ve kendileri hep vesiledirler. kitabının doksanyedinci sahifesinde de bu ayeti kerimelerden ikincisi yazılı olup, katadenin dediğini bildiriyor. vesile, peygamberlerin ve onların yolunda olanların gitdikleri yoldur. onların yolu vesiledir, kendileri vesile değildir diyor. ehli sünnet alimleri ise, peygamberlerin ve onlara tabi' olanların gitdikleri yol, ya'ni iman ve ibadet ve ihlas, vesile olduğu gibi, o büyüklerin şefa'atleri, makamları, kerametleri, düaları ve kendileri de vesiledir dedi. kendileri vesile olamaz diyenler, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere ve peygamberlere ve evliyaya iftira ediyorlar. peygamberlerin ve evliyanın kendilerinin vesile edilmesi, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmekdedir. enfal suresinin otuzüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. tefsir kitablarında ve buharide bildirildiği gibi, kafirler peygamberimiz ile alay ediyorlardı. rabbine söyle de, bize çabuk azab göndersin diyorlardı. bu sözleri üzerine, yukarıdaki ayeti kerime nazil oldu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek cesedi şerifinin kafirler arasında bulunması, onlara azab gelmesini önlemekdedir buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamberlik makamı ile, yahud düa ederek, yahud şefa'at ederek, azab gelmesini önlüyordu denilemez. çünki, kafirlere düa ve şefa'at edilmediği gibi, inanmadıkları peygamberliğin onlara faidesi olamaz. enfal suresinin otuzüçüncü ayetinin devamında mealen, buyuruldu. selefi salihinden birçoğu bu ayeti kerime için, onlardan, istiğfar edecek olan çocuklar dünyaya geleceği için, onlara azab etmem demekdir dedi. allahü teala, kafirlerden mü'minler dünyaya getirmeği ezelde takdir buyurduğu için, o kafirlere azab etmem buyurdu. böyle söyliyen alimlere göre, kafirlerin kanında bulunan, mü'minlerin zerreleri, azabı önlemeğe sebeb olmakdadır. bekara suresinin ikiyüzellibirinci ayetinde ve hac suresi kırkıncı ayetinde mealen, buyuruldu. tefsir alimlerinden birkaçı, bu ayeti kerimeye, allahü teala, mü'minleri yaratmayıp yalnız kafirleri yaratsaydı, yeryüzü karmakarışık olurdu. mü'minlerin vücudları, yeryüzünün karışmasını önlemekdedir dedi. se'adet, insanın kendisindedir. işleri ile hasıl olmaz. bunun için hadisi şerifde, insan, dünyaya gelmeden önce sa'iddir, iyidir. yahud şakidir, kötüdür buyuruldu. insana sa'id olmasında, iyi işlerinin te'siri bulunması, görünüşdedir. hakikatde böyle değildir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, bir kimse, cehenneme götürücü kötü işleri yapar. cehenneme yaklaşır. ümmül kitabda, ya'ni ilmi ilahide sa'id ise, son günlerinde cennete götürücü bir iş yaparak cennete gider buyuruldu. amel, insanı cennete götürmez. cennete gitmeğe sebeb olur. bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyuruldu. senin için de böyle midir? ya resulallah! dediklerinde, benim için de böyledir. ancak allahü tealanın merhameti ile, ihsanı ile kurtulurum buyurdu. iyi işler, ibadetler yapan, elbet cennete gider denilemez. ezelde sa'id yazılmış olan elbet cennete gider denilir. se'adet ve şekavet, insanların işlerine değil, kendisine göredir. allahü tealanın, muhammed aleyhisselamı, insanlar arasından seçmesi ve onu bütün peygamberlerinden üstün yapması, mubarek zatı içindir, kendisi içindir. bunu her mü'min bilmekdedir. resullerin, nebilerin, velilerin üstünlükleri de, hep böyledir. mevkı', mertebe ve her yükseklik zata tabi'dir. zat, mevkı'e tabi' değildir. mesela, insan paşa olduğu için kıymetlidir, denilmez. kıymetli olduğu için, paşa olmuşdur denir. vehhabilerin, madde, cism ve zat, sebeb olamaz sözlerinin yanlış olduğu anlaşıldı. ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünneti seniyyesi, onların yanlış ve bozuk yolda olduğunu göstermekdedir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse temiz toprağı, temiz tükrüğü ile karışdırıp, hastaya ilac yaparsa, allahü teala şifa ihsan eder. toprak ve tükrük ve eczacının te'siri belli olan ilacları, hep maddedir, cismdir, ya'ni zatdırlar. bunların mevkı'i, rütbesi ve şefa'ati düşünülemez. imamı müslim şafi'inin rahmetullahi aleyh kitabındaki hadisi sahihde buyuruldu ki, . zemzem suyu, dünya ve ahıretin herhangi bir faidesi için niyyet ederek içilirse, istenilen faide hasıl olur. böyle olduğu çok görülmüşdür. zemzem suyu, zatdır, maddedir. şifa, faide vermek için, rütbesi ile te'sir etmesi, yahud düa ve şefa'at etmesi düşünülemez. sahih olan hadisi şerifde ve bütün fıkh alimlerinin sözbirliği ile bildirdikleri gibi, ka'be kapısı ile taşının arasındaki tavaf yerine denir. bir kimse, burada karnını ka'be dıvarına değdirip, i vesile ederek, allahü tealaya yalvarırsa, allahü teala onu zarardan, kusurdan korur. böyle olduğu çok tecribe edilmişdir. herkesin bildiği gibi, mültezem, ka'be dıvarında birkaç taşdır. bu taşlar zatdır. ya'ni maddedir. allahü teala, her maddeye belli hassalar, özellikler verdiği gibi, bu taşlara da, hayra, faideye vesile olmak hassasını vermişdir. ka'benin kuzey tarafında bulunan su oluğunun altındaki tavaf yerine ve mescidi haram içindeki, ka'be kapısı karşısında bulunan denilen yere ve denilen ka'be köşesindeki taşı öpmeğe ve elini yüzünü sürmeğe de, böyle faideli hassalar verilmişdir. bunlara tevessül edenlerin, ya'ni bunları vasıta kılarak düa edenlerin, düaları kabul olmak hassasını, kıymetini, allahü teala bu maddelere vermişdir. bu maddelerin, düaların kabul olmasına vesile oldukları biliniyor ve görülüyor ve inanılıyor da, resulullahı ve onun yolunda olan, allahü tealanın sevgili kullarını vesile ederek yapılan düalar hiç kabul olmaz mı? eğer bir kimse, yerdeki toprağın ve ba'zı kimselerin tükrüğünün ve zemzem suyunun ve mültezemdeki taşların ve ibrahim aleyhisselamın mubarek ayaklarının izi bulunan makamı ibrahimin ve hacerülesved taşının, ya'ni bu maddelerin hepsinin faideli şeyler için vesile, sebeb olmaları, peygamberlerin ve evliyanın mezarlarının da, vesile olacağını göstermez derse, bu kimsenin din cahili olduğunu, allahdan ve resulullahdan ve müslimanlardan utanmadığını gösterir. çünki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zatı şerifini çok yüksek bilirler, pek saygı gösterirlerdi. urvetebni mes'udissekafinin de ve başka kitablarda bildirilen sözleri meşhurdur. urve diyor ki, sulhu için, müşriklerin elçisi olarak, resulullahın yanına gelmişdim. işim bitdikden sonra mekkeye, kureyş büyüklerinin yanına döndüm. onlara dedim ki, biliyorsunuz. acem şahı olan kisralara ve bizans kıralı olan kayserlere ve habeş padişahı olan necaşilere çok gitdim, geldim. bunlara yapılan hurmetin, muhammed aleyhisselamın eshabının, muhammed aleyhisselama yapdıkları hurmet kadar çok olduğunu görmedim. muhammed aleyhisselamın tükrüğünün yere düşdüğünü görmedim. eshabı avuçları ile kapışıp yüzlerine, gözlerine sürüyorlardı. abdest almış olduğu suyu da kapışıp, bereket için saklıyorlardı. traş olunca, bir kılı yere düşmeden önce eshabı kapışıyorlardı. en kıymetli cevher gibi saklıyorlardı. saygılarından, edeblerinden, yüzüne bakamıyorlardı dedi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zatından ayrılan en ufak zerrelere, hatta başkaları için pis, çirkin sayılan şeylerine bile nasıl kıymet verdikleri bu haberden anlaşılmakdadır. bu saygı ve edebler mubarek tükrüğünün ve mubarek uzvlarına değmiş olan abdest sularının, onlara düa etmeleri veya şefa'at etmeleri, yahud rütbe ve kıymetleri olduğu içindir denilebilir mi? bunlar, maddedir. fekat, en şerefli bir zatdan, maddeden ayrıldıkları için, kıymetli olmuşlardır. vehhabiler ve onların yolunda olanlar, hakiki din adamıyız, tevhid ehliyiz diyerek övündükleri halde, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem lat putu ile bir tutuyorlar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve onun eshabının radıyallahü anhüm ecma'in yapdıklarını ve emr etdiklerini puta tapmağa benzetiyorlar. onlar gibi söylemekden, onlar gibi düşünmekden ve onlar gibi inanmakdan allahü tealaya sığınırız. peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onların yolunda olan seçilmiş, sevilmiş velileri vasıta kılarak allahü tealadan dilekde bulunmanın caiz olduğunu gösteren hadisi şerifler o kadar çokdur ki, bunlara kötü düşmanlarımız hiç cevab veremiyor. şaşırıp kalıyorlar: buhari ve müslim kitablarında yazılı olduğu üzere, esma binti ebi bekr radıyallahü teala anha ve ebiha yanındakilere peygamberimizin yeşil bir cübbesini gösterdi. yakası ipekden idi. bu palto, hazreti aişenin yanında idi. o vefat edince, ben aldım. bu cübbeyi hastalarımıza giydirerek, tedavi etmekdeyiz. hastalarımız bununla iyi oluyorlar dedi. görülüyor ki, allahü tealanın sevgili peygamberi sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ve bütün üstünlüklerin sahibi giymiş olduğu için, eshabı kiram aleyhimürrıdvan bu cübbeyi şifa bulmak için vesile etmekdedirler. muhammed humeydi ezdi maliki endülüsinin iki sahih kitabdan toplıyarak hazırladığı kitabında, abdüllah bin mevhib diyor ki, zevcem beni, ümmi seleme validemize gönderdi. elime içinde su bulunan bir kadeh verdi. ümmi seleme hazretleri, gümüşden bir kutu getirdi. içinde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sakalı şerifi vardı. sakalı şerifi, elimdeki suya sokup kaşık gibi çalkaladı ve çıkardı. nazar değmiş olanlar ve başka derdi olanlar, su getirip, hep böyle yaparlar, bu suyu içerek şifa bulurlardı. gümüş kutuya bakdım, birkaç dane kırmızı kıl gördüm dedi. .ıyamet ve ahıret humeydi de bağdadda vefat etdi. humeydinin, buhariden ve müslimin sahihinden topladığı kitabında, sehl bin sa'd diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek gömleğini bana hediyye etmiş idi. annem, benden almak istedi. bunu kefen yapmak için, saklıyacağım dedim. resulullah efendimizin mubarek gömleği ile bereketlenmek istedim, dedi. görülüyor ki, eshabı kiram, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek gömleğini, azabdan kurtulmak için vesile ve sebeb yapıyorlardı. buhari ve müslimde ümmi selimden haber veriliyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yanımda uyuyordu. mubarek yüzü inci gibi terlemişdi. terlerini alıp bir yere koyarken uyandı. ya ümmi selim! ne yapıyorsun? buyurdu. ya resulallah! mubarek terin ile çocuklarımızın bereketlenmesini istiyorum dedim. buyurdu. ibni melek kitabının şerhinde diyor ki, bu hadisi şerif gösteriyor ki, tesavvuf büyüklerinin ve alimlerin ve salihlerin kullandıkları şeylerle de, allahü tealanın rızasını kazanmak caizdir. imamı müslim rahimehullahü teala sahihinde diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sabah namazını kılınca, medine halkı, içinde su bulunan kablarla huzuruna gelirlerdi. her kaba mubarek ellerini sokardı. ibnül cevzi kitabında diyor ki, medine ehalisi böylece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bereketlenirler idi. bir alime gelip de böyle bereketlenmek istiyenleri, alimin boş çevirmemesi iyi olur. ibni cevzinin bu sözü ve imamı nevevinin şerhindeki yazıları ve kadi iyadın ve hanefi alimlerinden abdüllatif ibni melekin rahmetullahi aleyhim ecma'in yazılarından anlaşılıyor ki, böyle bereketlenmek, faidelenmek, haricilerin zan etdikleri gibi, yalnız resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mahsus değildir. haricilerin bu alimlerin kitablarından haberleri olmadığı yahud bile bile inad etdikleri anlaşılmakdadır. bu ise, kötü niyyetli, ard düşünceli olmak demekdir. buhari kitabında, ibni sirinden haber veriyor: ibni sirin diyor ki, resulullah efendimizin sakalı şerifinden bir parça elime geçdi. bunu ubeydeye söyledim. bende bir sakalı şerif bulunmasını, dünyada olan herşeyden daha çok severim dedi. buharii şerifde diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem çok zeman hizmetinde bulunmakla şereflenmiş olan enes ibni melek da tirede vefat etdi. bin malik, kendisi ile beraber bir sakalı şerifin defn olunmasını vasıyyet etdi. kabrde, allahü tealanın huzuruna sakalı şerif ile birlikde çıkmak istedi. kadi iyad kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem faziletlerinden ve kerametlerinden ve bereketlerinden birisi de şudur ki, halid bin velid radıyallahü anh, başında sarığı arasında bir sakalı şerif taşırdı. bunu taşıdığı her muharebede zafer kazanırdı. halid, mubarek bir kılı sebebi ile muradına kavuşuyor da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zatı şerifini vesile ederek allahü tealadan dilekde bulunanlar kavuşmaz olur mu? büyük islam alimi, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem aşıkı olan imamı muhammed busayri şazili rahmetullahi aleyh de bu inceliği çok güzel anlatmakdadır. buhari ve müslim sahihlerinde diyor ki, abdüllah ibni abbasın haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem iki kabrin yanına geldi. ikisinin de azabda olduğunu anladı. bir hurma dalı istedi. ikiye ayırıp, kabrler üzerine dikdi. buyurdu. bir kabrde azabın hafiflemesi için, üzerine yeşil hurma dalı konulması, hadisi şerifde bildirilmişdir. allahü teala, yeşil otların bereketi ile kabrdeki azabı hafifletmekdedir. yeşil ot, bir zatdır, bir maddedir. bunu dikmekle azabın azalması, resulullaha mahsus değildir. yeşil hurma dalının her zeman kabr üzerine dikilmesini, islam alimleri, sözbirliği ile bildirmekdedir. islam mezarlıklarına servi ağaçları dikilmesi bundan ileri gelmekdedir. hurma dalı gibi bir madde, azabın azalmasına sebeb oluyor da, varlıkların, maddelerin en kıymetlisi olanı sebeb ve vesile etmek caiz olmaz mı? aklı olan, doğru düşünebilen kimse, buna olmaz diyebilir mi? maddeyi, zatı, allahü tealanın rızasını kazanmağa vesile etmek caizdir. ebu süfyanın zevcesi olan hind, gazvesinde hazreti hamzanın radıyallahü anhüma karaciğerinden bir parçasını, ağzına alarak, çiğnemişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hamza, indi ilahide çok kıymetlidir. onun bedeninden hiçbir parçasını cehennemde yakmaz buyurdu. malik bin sinan radıyallahü anh, resulullahın mubarek kanını içdiği zeman, buyuruldu. bunun gibi, abdüllah bin zübeyr radıyallahü anh, mubarek hacamat kanından içince, insanlardan sana çok şeyler olur. senden de insanlara busayri de mısrda vefat etdi. çok şeyler olur buyurdu. içdiği için darılmadı. mubarek artığını içen kadına da, buyurdu. bu hadisi şerif sahihdir. kadının ismi dir. bunu birçok alimler, mesela kadi iyad, kitabında ve kastalani kitabında yazmışlardır. ey müslimanlar! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek bedeninden ayrılan kan ve benzeri şeyler, bunları içenlerin cehennem ateşinden kurtulmasına sebeb ve vesile oluyor ve ağrıları önlüyor da, mubarek vücudlarının, zatının, bu iyiliklere vesile ve sebeb olmasına niçin inanılmasın? mubarek zatı, allahü tealanın nurundan idi. gölgesi yere düşmezdi. böyle olduğunu, cabir ve başkaları radıyallahü teala anhüm bildirdiler. allahü tealanın sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü için, vesile edilmez, allahü tealanın yaratmasına sebeb olmaz diyen bir kimse, o yüce peygamberin ümmetinden midir, yoksa düşmanlarından mıdır? kafirlere bile rahmet olduğu, ayeti kerimelerde bildirilmişdir. müslimanlar için ve ona aşık olan için, rahmete, vesile ve sebeb olmaz mı? ayeti kerimesinin emr etdiği vesile, hem ibadetlerdir, hem düalardır, hem de mubarek kıymetli zatların kendileridir. yukarıda bildirdiğimiz hadisi şerifler ve olaylar bunu açıkca göstermekdedir. mahluklardan herşeyi, hatta insanın yapamıyacağı, fekat keramet olarak allahü tealanın evliyasına ihsan etdiği şeyleri istemek caiz olduğunu gösteren çeşidli ayeti kerimeler vardır. bunlardan biri suresindeki ayeti kerimedir. bu ayeti kerime, süleyman aleyhisselamın mealen, ey cema'atim! onu kürsisi ile hanginiz getirirsiniz? dediğini bildirmekdedir. cema'atin içinde, cin ve insanlar ve şeytanlar da vardı. cinnin kötü kısmlarından, ifrit, sen yerinden kalkmadan onu getiririm, dedi. süleyman aleyhisselam bundan daha çabuk gelmesini istiyorum dedi. süleyman aleyhisselamın katibi olan asaf bin berhıya, ben daha çabuk getiririm, dedi. belkısın kürsisi yemende idi. süleyman aleyhisselam, şamda idi. arada, , üç aylık yol vardı. oradan şama yer altından hemen getirdi. bu kürsi, altın ve kıymetli taşlarla süslü bir kanepe idi. bu bir keramet idi. allahü teala, velileri için, sevdiği iyi kulları için, adetinin, kanunlarının dışında olarak keramet vermekdedir. allahü teala, salih kulu olan bir velisine verdiği kerameti, kur'anı kerimde, överek bildiriyor. bu kerameti istediği için, süleyman aleyhisselama darılmıyor. ben sana şah damarından daha yakın iken, niçin başkasından istedin? insanların yapamıyacağı birşeyi, benden başkasının gücü yetmiyeceği bir şeyi, niçin benden istemedin demedi. çünki, süleyman aleyhisselam, allahü tealanın peygamberi idi. bu sözün, bu dileğin, sebeblere yapışmak olduğunu ve sebeblere yapışmanın onun dinine uygun olduğunu biliyordu. allahü teala, sebeblere yapışmağı emr etmekdedir. resulullahdan ve şehidlerden ve salih kullardan birşey istemek de, bunun gibidir. allahü tealanın onlara ihsan etmiş olduğu kerametlerden faidelenmekdedir. onlar sebebdir, vasıtadır, vesiledir. yaratan ve yapan yalnız allahü tealadır. velilerin kerameti, peygamberlerin salevatullahi aleyhim ecma'in üstünlüklerinden, mu'cizelerindendir. veliler, peygamberlere uydukları için, onların vasıtaları ile kerametlere kavuşmakdadırlar. allahü tealanın sevdiği kullarına ve herşeyden önce peygamberlerin efendisi olan muhammed aleyhisselama tevessül etmenin, onlardan şefa'at istemenin caiz olduğunu gösteren ayeti kerimelerden birisi de, bekara suresinin seksendokuzuncu ayeti kerimesidir. hadis alimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bu ayeti kerime, hayber yehudileri için gelmişdir. cahiliyye zemanında, ya'ni resulullahdan önce, bu yehudiler, ve kabileleri ile harb ediyorlardı. harb ederken, ya rabbi! ahır zemanda göndereceğin peygamber hakkı için, bize yardım et! diyerek yalvarıyorlardı. ahır zeman peygamberini vesile ederek, zafer kazanıyorlardı. fekat, resulullah gelip, islamiyyeti bildirince, kıskandılar, inad etdiler, inanmadılar. ibnülkayyımı cevziyye kitabında diyor ki, yehudiler, cahiliyye zemanında komşuları olan arablarla harb ederlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya gelmeden önce, onun mubarek vücudu ile allahü tealadan yardım isterlerdi. allahü teala, onlara yardım eder, galib gelirlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyaya gelip, islamiyyeti yaymağa başlayınca, inanmadılar, kafir oldular. dünyaya gelmeden önce inanmamış olsalardı, onun sebebi ile yardım istemezlerdi. tefsirinin ba'zı açıklamalarında, sa'deddini teftazaniden şöyle nakl olunuyor ki, resulullahın mubarek ismini söyliyerek yardım istiyorlardı. mubarek ismini, şefa'atcı ediniyorlardı. salih ve zahid alimlerden takıyyuddin husni, kitabında diyor ki, bir müsliman, resulullahın iyi huylarını, yumuşaklığını, afvını ve sabrını öğrenince, onun allahü teala yanındaki kıymetini, üstünlüğünü anlayıp, her işinde onu vesile eder. çünki o, şefa'atcıdır. allahü teala, onun şefa'atini red etmez. allahü tealanın sevgilisidir. onu vesile kılarak, onu şefa'atcı ederek istenilenleri, allahü teala verir. allahü teala, bunu kur'anı kerimde bildiriyor ve evliyasına ilham ediyor. onun ve bütün müslimanların düşmanı olan bile, onu vesile kılarak, istediklerine kavuşduklarını, kur'anı kerim haber veriyor. onu çok sevdiği, çok üstün yapdığı için, onların dileklerini verdim buyuruyor. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, cahiliyye zemanında, hayber yehudileri, gatfan denilen arab kafirleri ile döğüşürlerdi. yehudiler, mağlub olurdu. allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! ahır zemanda bize göndereceğini söz verdiğin sevgili peygamberinin hakkı için, hurmeti için, bize yardım et diyerek yalvarırlardı. her zeman böyle düa ederek, gatfan kafirlerine galib gelirlerdi. allahü teala, muhammed aleyhisselamı, peygamber olarak gönderince inanmadılar. kafir oldular. allahü teala, bunu, yukarıdaki ayeti kerimede bildirmekdedir. muhammed aleyhisselamın allahü teala yanındaki kıymetine, şerefine ve üstünlüğüne bakınız ki, onu vesile eden kafirlerin bile düasını kabul buyurmakdadır. yehudilerin, o sevgili peygambere en büyük düşman olacaklarını ve o yüce peygamberi çok inciteceklerini bildiği halde, onu vesile ederek yapdıkları düaları kabul buyururdu. dünyaya teşrif etmeden önce, şerefi, şefa'ati böyle olunca, alemlere rahmet olarak gönderildikden sonra, onu vesile ve şefa'atcı etmenin suç olacağını, hangi akllı, insaflı kimse iddi'a edebilir? buna inanmıyanların, yehudilerden daha kötü oldukları anlaşılmakdadır. peygamberlerin aleyhimüsselam birincisi olan adem aleyhisselam da, onu vesile yaparak düa edince, düası kabul olmuş idi. tefsirler ve hadis kitabları, bunu uzun bildirmekdedir. bunları anlıyanlar, onu vesile etmeğe inanmıyanların nasıl kimseler olduklarını iyi anlarlar. fasl: peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyayı rahimehümullahü teala vesile ve şefa'atcı yaparak, allahü tealadan istenilen şeylerin hasıl olması, onların kerametinden ve üstünlüklerindendir. öldükden sonra da kabrlerinde keramet sahibidirler. ehli sünnet velcema'at alimleri, kerametin var olduğunu ve keramete inanmak vacib olduğunu sözbirliği ile bildirmişlerdir. evliyanın kerameti olduğunu, allahü tealanın kitabı haber vermekdedir. ayeti kerime, süleyman aleyhisselamın, belkısın kürsisinin bir anda, yemendeki sebe' şehrinden şama getirilmesini istediğini haber veriyor. bu kürsi, altın ve kıymetli taşlar ile süslenmişdi. bunu, asaf bin berhıya, bir anda getirdi. tahtın hiçbir yeri bozulmadan geldi. asaf, veli idi. tahtı bir anda getirmesi, keramet oldu. hazreti meryemin kerameti de kur'anı kerimde, ali imran suresinin otuzyedinci ayetinde bildirilmekdedir. hazreti meryemin yanına zekeriyya aleyhisselamdan başka kimse girmezdi. zekeriyya aleyhisselam, her girişinde hazreti meryemin yanında taze meyve görürdü. bunların allahü tealadan geldiğini söylerdi. ehli sünnet alimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, peygamberlerin mu'cizeleri olduğu gibi, evliyanın da kerametleri vardır. çünki, peygamberlere tabi' olanları, onlara uyanları, allahü teala çok sever. onlara diri iken de, öldükden sonra da, kerametler ihsan eder. peygamberlerin ve evliyanın öldükden sonra da, mu'cize ve keramet göstermeleri, onların doğru söylediklerini daha iyi bildirmekdedir. çünki, diri iken olan mu'cizeleri ve kerametleri gören düşmanlar, kafirler, bunları başkasından öğrenerek yapıyorlar sanırlar. fekat, öldükden sonra hasıl olan mu'cize ve kerametler için, öyle sanmak ve söylemek olmaz. mu'cizeleri ve kerametleri, allahü teala yaratmakdadır. yalnız onun kudreti ile olmakdadır. peygamberlerine ve velilerine ihsan ederek, ikram ederek, onların sebebi ile, onların şefa'atleri ile yaratmakdadır. peygamberlerden, ise, peygamberin yolunda olduğu bilinen salih mü'minden hasıl olmakdadır. peygamberler ma'sumdur. hiç günah işlemezler. şeytan, peygamberin şekline giremez. evliya da, peygamberlerin varisleridir. şeytan, onlara da yaklaşamaz. ömer radıyallahü anh ve abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh ve daha birçok sahabeden radıyallahü anhüm şeytanın kaçdığı kitablarda yazılıdır. ali uşi ferganevi rahmetullahi aleyh kasidesinde: velinin kerametleri dünyada, vardır, onlar ihsan sahibleridir. buyuruyor. anlayışlı, akllı kimseler için bu beytde takılacak birşey yokdur. çünki, velilerin kerametleri dünyada hasıl olur demekdedir. çünki, ehli sünnet ile mu'tezile arasında dünyadaki keramet için ayrılık olmuşdur. onlar dünyada keramet olmaz dedi. keramet olursa, mu'cize ile karışır. peygamber ile veli ayrılamaz sandılar. ehli sünnete göre, mu'cize sahibinin, peygamber olduğunu bildirmesi lazımdır. keramet sahibinin, veli olduğunu söylemesi yasakdır. söylerse, veli olmadığı anlaşılır. mezhebsizler, bunu anlasalardı, zındıkların, yalancıların çirkin sözlerini ileri sürerek, evliyaya dil uzatamazlardı. yukarıdaki , velinin kerametleri, dünyada da vardır. kendilerinden istenilen şeyleri ve şefa'at etmelerini, allahü teala dilek sahiblerine ihsan eder demekdir. anlayışı az olanlar, yukarıdaki beyti, velinin yalnız dünyada iken kerameti olur sanıyor. veli ölünce, kerameti olmaz diyorlar. böyle anlamak yanlışdır. çünki, derin alimler, mesela şerefüddin halil neccari yemeni hanefi ismindeki emali kasidesi şerhinde ve eşbah muhşisi şeyh ahmed bu beyti bizim bildirdiğimiz gibi açıklamışlardır. hatta insanlar, kıyamet kopuncaya kadar, ya'ni ahıret hayatı başlayıncaya kadar, dünyadadırlar denir. muhammed bin süleyman halebi reyhavi rahmetullahi aleyh, emali kasidesinin şerhi olan kitabında da, bunu uzun açıklamakdadır. velilerin, öldükden sonra, sayılamıyacak kadar çok kerametleri görülmüşdür. alimler bunları, sözbirliği ile bildirmişlerdir. burada yalnız birkaç danesini bildireceğiz: kitabında diyor ki, eshabı kiramdan asım radıyallahü anh, hiçbir müşrike dokunmamak için ve hiçbir müşrikin de kendisine dokunmaması için, allahü tealaya söz vermiş idi. kafirler kendisini şehid edince, yanına yaklaşmak istediler. cenabı hak, arılar göndererek asımı korudu. arılar, o kadar çokdu ki, müşrikler yanına yaklaşamadılar. bu, asıma ölümünden sonra ihsan edilen keramet idi. eshabı kiramdan hubeybi kafirler yakaladı. muhammed yalancıdır dersen seni bırakırız. böyle söylemezsen öldürürüz dediler. muhammed aleyhisselamın mubarek ayağına bir diken batmaması için, canımı feda ederim buyurdu. şehid etdiler. birkaç sahabi gece gelip, şehidin ipini kesdiler. yere düşdü. yerde göremediler. nereye gitdiğini anlıyamadılar. hanzala ismindeki sahabi, resulullah ile gazaya gitmek için acele etdi. gusl abdesti almağa vakt bulamadı. şehid oldu. kendisini melekler yıkadı. bunun için, adı ile meşhur oldu. bunların hepsi, kitabında yazılıdır. muhammed bin abdüllah tebrizi şafi'i kitabında diyor ki, aişe radıyallahü anha buyurdu ki, habeş padişahı imana geldi. kabri üzerinde her zeman nur parladığını çok kimseden işitdim. hazreti alinin kardeşi olan ca'fer, şehid oldukdan sonra, yemendeki şehrine meleklerle giderek yağmur yağacağını müjdelediğini resulullah haber verdi. bunu yukarıda bildirmişdik. hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başı yanında kari', ya'ni hafız, suresini okuyordu. mealindeki ayeti kerimeyi okuyunca, mubarek başdan, sesi işitildi. nasrülhazai me'mun halife tarafından asılhalil yemeni de vefat etdi. tebrizi de vefat etdi. mışdı. elinde mızrak olan biri, yanına bırakılıp, nasrın yüzünü kıbleden çevirmesi emr olunmuşdu. gece karanlık basınca, mubarek yüzü kıbleye döndü. o sırada suresinin meali şerifindeki ikinci ayeti kerimesini okuduğu işitildi. bir kabrde suresinin sonuna kadar okunduğu işitildi. bunu yukarıda yazmışdık. bu haberlerin hepsi doğrudur. hadis alimleri bildirmişdir. ibni asakir ali bildiriyor ki, umeyr bin habbab selemi dedi ki, sekiz arkadaşımla birlikde, emeviler zemanında rumlara esir olduk. bizi, rum kayserine götürdüler. bunların boynunu vurunuz emrini verdi. önce öldürülmek için arkadaşlarımın önüne geçdim. papaslar bana acıdı. benim bu halime şaşırdılar. beni afv etmesi için kayserin elini ayağını öpdüler. papasın biri, beni evine götürdü. güzel bir kızı yanıma getirdi. bu benim kızımdır. sana nikah ediyorum dedi ve bizim dinimize gir dedi. zevce için ve mal için dinimi bırakmam dedim. birkaç gün geçdi. bir gece, papasın kızı beni bağçeye çağırdı. babamın dediğini niçin yapmıyorsun dedi. ben, kadın için, mal için dinimden dönmem dedim. burada kalmak mı, yoksa memleketine gitmek mi istersin dedi. memleketime gitmek isterim, dedim. gökde bir yıldız gösterdi. geceleri bu yıldıza doğru git, gündüzleri gizlen! böylece vatanına kavuşursun dedi ve yanımdan ayrıldı: üç gece yürüdüm. dördüncü günü saklanmışdım. sesler işitdim. umeyr, umeyr diyerek beni çağırıyorlardı. bakdım. şehid olan arkadaşlarımı gördüm. siz şehid olmadınız mı? evet olduk. fekat, allahü teala şimdi şehidlere emr etdi. ömer bin abdül'azizin rahmetullahi aleyh cenazesinde bulununuz dedi. at üzerinde idiler. içlerinden biri, ya umeyr! elini uzat dedi. elimi uzatdım. beni arkasına oturtdu. sür'at ile gitdik. kendimi, elcezirede evimin yanında buldum dedi. abdürrahman ibnül cevzi diyor ki, ebu ali berberi, şamdan tarsusa ilk olarak gidip yerleşen üç kişiden biridir. rumlarla gaza ediyordu. arkadaşları ile birlikde esir oldu. umeyrin başına gelenler, bunlara da oldu. iki arkadaşını şehid etdiler. papaslardan biri, bunu kurtarıp evine götürdü. bunu aldatmak için, kızını araya koydu. fekat allahü teala, kıza hidayet ihsan eyledi. ikisi yola çıkdılar, gündüz saklandılar. ayak sesi duydular. şehid olan iki arkadaşını gördü. yanlarında melekler vardı. iki arkadaşına seibni asakir da şamda vefat etdi. ibnülcevzi hanbeli de vefat etdi. lam verdi. hallerini sordu. allahü teala, bizi sana gönderdi. bu kız ile nikahında sana şahid olacağız dediler. nikahdan sonra gitdiler. bunlar şama geldi. beraber çok yaşadılar. bu hal, şamda yayıldı. muhammed ma'sumı faruki serhendi, senesi ibtidasında, hindistandan ayrılarak, deniz yolu ile, önce medinei münevvereye, sonra receb başında mekkei mükerremeye geldi. mubarek oğulları ile, hac yaparak, başında hindistana avdet eyledi. bu bir sene içinde, cennetül mu'allada ve cennetül bakide ziyaret etdiği zevatı kiram ve hucrei se'adeti ziyaretinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek bedenleri ile görünerek, verdikleri müjdeleri hergün oğullarına haber vermişdir. bunlardan muhammed ubeydüllah, bu haberleri arabi olarak toplamış, hasıl olan risaleye ismini vermişdir. üç sene sonra farisiye terceme edilmişdir. ibni ebiddünyanın kitabında böyle vak'alar ve ölülerin kabr hayatı yazılıdır. ebu nu'aymın kitabında ve ibnülcevzinin ve kitablarında ve daha birçok kitablarda yazılıdır. ibni teymiyye ve ibnülkayyımi cevziyye de, evliyanın kerametlerini güzel yazmışlardır. kitabında, evliyanın keramet sahibi olduklarını vesikalarla isbat etmekdedir. kendisi, de vefat etmişdir. hanefi mezhebindeki birkaç din adamının ve vehhabilerin, evliyanın az zemanda uzak yerlere gitmelerine inanmamaları şaşılacak şeydir. bu da, çeşidli kerametlerden biridir. hanefi alimleri, fıkh ve akaid kitablarında bunlara güzel cevab vermişlerdir. mesela, garbda bulunan bir kimse, şarkda bulunan bir kadınla evlense, zevcesinden uzun zeman uzak kalsa, birkaç sene sonra, zevcesi hamile kalsa, doğacak çocuk, bu adamın olur dediler. çünki, ile zevcesinin yanına gelmesi, mümkindir. böyle keramet sahibi olması caizdir dediler. fıkh alimleri, bunu sözbirliği ile bildirmekdedir. akaid kitablarında da yazılıdır. kitabında, tayyı mesafe, ya'ni bir anda uzak yere gitmek, evliyaya ihsan olunan kerametlerdendir. buna inanmak vacibdir demekdedir. de, de ve ve de ve bunların şerhlerinde ve ve kitablarında ve bunların şerhlerinde de de yazılıdır. buna nasıl inanılmaz ki, ayeti kerimede açıkca bildirilmişdir. ehli sünnet alimleri, ayeti kerimeden alarak yazmışlardır. keramete inanmak, vacibdir demişlerdir. ayeti kerimede bildirilen ın arşının bir anda şama getirilmesi, tayyı mesafenin keramet olduğunu göstermekdedir. hakimi semerkandi ishak bin muhammedin rahimehullahü teala kitabının otuzikinci maddesinde, evliyanın kerameti çok güzel anlatılmakdadır. burada bildirmeği uygun gördük: evliyanın kerametine inanmak lazımdır. evliyanın kerametine inanmıyan, bid'at sahibi, sapık olur. evliyanın kerametine inanmamak iki dürlü olur: kerametleri bildiren ayeti kerimelere inanmıyorsa, kafir olur. bu ayeti kerimelere inanır, fekat onlar peygamber idi derse, yine kafir olur. ayeti kerimelere inanır ve onlar peygamber idi demezse ve ayeti kerimeler, evliyanın kerametlerini bildiriyor demesi caiz olur. çünki, allahü teala, yukarıda bildirdiğimiz ayeti kerimede, belkısın arşını bir anda getirenin ilm sahibi olduğunu bildiriyor. bu da, asaf bin berhıya idi. veli idi. peygamber değildi. süleyman aleyhisselamın ümmetinden idi. süleyman aleyhisselamın ümmetinden birinin kerameti, kur'anı kerimde bildiriliyor da, muhammed aleyhisselamın ümmetinin kerametlerine niçin inanılmasın? muhammed aleyhisselam, süleyman aleyhisselamdan elbet daha üstündür. muhammed aleyhisselamın ümmeti de, süleyman aleyhisselamın ümmetinden elbet daha üstündür. mezhebsizler, bu sözümüze karşılık, bu keramet süleyman aleyhisselamın idi derse, ona deriz ki, bu ümmetin evliyasının kerameti de, muhammed aleyhisselamdandır. meryem suresinin yirmidördüncü ayetinde mealen, hurma kütüğünü kendine doğru çek! sana ondan taze hurma düşer buyuruldu. allahü teala, hurma kütüğünden, hazreti meryem için meyve çıkardığını bildiriyor. hazreti meryem, peygamber değildi. zekeriyya aleyhisselamın, hazreti meryemin yanında gördüğü meyveler ve eshabı kehf vak'ası hep keramet idi. bu kerametlerin sahibleri peygamber değildiler. önce gelen peygamberlerin ümmetlerinde, keramet sahibi veliler bulunuyor da, muhammed aleyhisselamın ümmetinde keramet sahibi evliya niçin bulunmasın? ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, buyuruldu. keramete inanmıyanlar bu sözümüze karşılık, bir kimsenin bir gecede ka'beye gidip gelmesi olamaz derse, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir anda yedi kat göklere ve allahü tealanın dilediği yerlere götürülüp getirildi. bundan büyük semerkandi de vefat etdi. keramet olur mu? yine deriz ki, mü'min mi kıymetlidir, kafir mi? kafirlerden birinin bir anda şarkdan garba gidip geldiğini işitiyoruz ve inanıyoruz. bu kafir bildiğimiz iblisdir. bu kafire verilen şey, allahü tealanın sevgili kullarına niçin verilmez olsun? bunu iyi düşünmek ve insaflı konuşmak lazımdır. kitabının şerhinden terceme burada temam oldu. ibni teymiyye ve başkaları bildiriyor ki, evliyanın kerametlerine inanmıyanlar, hariciler ve mu'tezili ve ba'zı şiilerdir. çünki, bu sapıkların kerametleri yokdur. keramet sahibleri de yokdur. bunun için, görmüyorlar, işitmiyorlar ve inanmıyorlar. ismindeki vehhabi kitabına cevab olarak, davüd bin süleymanın kitabından yapdığımız terceme burada temam oldu. bu hayrlı sebeb ile, kitabın temamı terceme edilmiş oldu.. abdülgani nablüsi kitabında buyuruyor ki, allahü teala, kendisine yaklaşmış olan kullarına kerametler ihsan etmişdir. , evliya denilen insanlarda allahü tealanın yaratdığı, adet ve fen bilgileri dışında olan şeylerdir. allahü teala, kendi kudreti ile ve iradesi ile, ya'ni dilediği zeman, bu şeyleri, bu kullarında yaratmakdadır. kulun kudretini de allahü teala yaratmakdadır. bu şeylerin yaratılmasında, kulun kudretinin ve iradesinin te'siri yokdur. kulun iradesi ve kudreti, kerametlerin yaratılmasına ancak sebeb olmakdadır. kul, istediği zeman, kendi kuvveti ile keramet yapar diyen kimse ve böyle inanan kimse kafir olur. kendisinde keramet hasıl olan veli, bu kerametin yalnız allahü tealanın dileği ile ve kudreti ile yaratıldığını, kendi dileğinin ve kudretinin hiçbir te'siri olmadığını bilmekdedir. bunun gibi, kendi bedenindeki, görmek, işitmek, tad almak, sertlik, sıcaklık duymak, düşünmek, ezberlemek, hatırlamak gibi duygularının ve iç ve dış organlarının hareketlerinin, hasılı bütün işlerinin hep allahü tealanın dilemesi ile ve kudreti ile ve yaratması ile olduğunu her an bilmekdedir. evliyalık da, bu demekdir. ya'ni, böyle olduğunu her an bilen ve inanan kimse, allaha yakin olmuş, veli olmuşdur. bu bilgisi, her an bütün varlığını kaplamakdadır. allahü teala, velisine ba'zan gaflet verir. bu bilgisini unutdurur. bu zeman, veliliği kalmaz ise de, önceki zemanlarında veli olduğu için, böyle zemanlarda da, kendisine veli denilir. bunun gibi, imanı olan insana mü'min denildiği için, uyku zemanında, gaflet halinde olduğu zeman da, kendisine mü'min denilmekdedir. bu gaflet zemanı, evliyanın aşağı halleridir. allahü tealanın sen elbette ölüsün. onlar da ölüdürler! buyurduğu ölü olmak hali de bunun gibidir. bunun için veliler rahimehümullahü teala, her şeylerinin allahü tealadan olduğunu anlamaları hallerine veya demişlerdir. hadisi şerifde, buyuruldu. bütün hareketlerinin ve işlerinin, görünen ve görünmiyen kuvvetlerinin kendisinden olmadığını, başka bir irade ve kudret sahibi tarafından meydana getirildiğini anlıyan kimse, bu kudret sahibi olan allahü tealayı tanımış olur. allahü tealanın emr etdiği farzların hepsini yapan ve ayrıca muhammed aleyhisselamın ibadetlerini, yaşayışını, hallerini, ya'ni nafile ibadetleri de yapan bir müsliman allaha yaklaşır, veli olur. duyguları ve hareketleri kendisinden değil, allahü tealadan olduğu meydana çıkar. böyle olduğunu bildiren hadisi şerif, tesavvuf kitablarında yazılıdır. ariflere göre, veli olmak için, kendisinin denilen bir mevt ile ölü olduğunu bilmek lazımdır. velilerde rahimehümullahü teala kerametin hasıl olması için, böyle ölü olmaları lazımdır. böyle olduğunu anlayan kimse, meyyitde keramet olmaz diyebilir mi? cahiller, gafiller, kendi işlerini kendi iradeleri ile ve kudretleri ile yapdıklarını sanırlar. herşeyi allahü tealanın yaratdığını unuturlar. evliyanın, öldükden sonra da keramet sahibi olduklarını fıkh kitabları da bildirmekdedir. hanefi mezhebinde kabr üzerine basmak, oturmak, uyumak, abdest bozmak mekruhdur. çünki bunlar ihanet, hakaret etmekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. bu sözler, insana öldükden sonra da saygı göstermek lazım olduğunu bildiriyorlar. ya'ni dinimiz, ölülerin keramet sahibi ya'ni muhterem olduklarını bildiriyor. keramet, adet harici yapılan iş demek olduğunu yukarıda bildirmişdik. insanın yer yüzünde yürümesi, oturması adet olduğu için, mü'minin kabri üzerine basılmaması, oturulmaması, ona keramet ya'ni ikram ve ihsan olmakdadır. her mü'mine öldükden sonra böyle keramet veren dinimiz, ilm, irfan sahibi olan evliyaya daha kıymetli kerametler de ihsan olunacağını göstermekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem kabristanını ziyaret eder, mezar yanında ayakda düa ederdi. bu da, ölülerin keramet sahibi olduklarını göstermekdedir. çünki, mü'minin kabri başında yapılan düanın kabul olacağını bilmeseydi, orada düa etmezdi. mü'minin kabri başında düanın kabul olması, onun keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. her mü'min için böyle keramet olunca, evliya için rahimehümullahü teala daha çok olacağı meydandadır. mü'min ölünce, onu yıkamak, kefenlemek ve defn etmek lazımdır. dinimiz bunu emr etmekdedir. bu emr, mü'minin öldükden sonra da, keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. kafirlerin ve hayvanların ölülerinde bu keramet yokdur. mü'min ölürken necasetlenmekdedir. onu bu necasetden kurtarmak, temizlemek için yıkamak emr olundu. bu emr, mü'minin öldükden sonra da keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. kitabında alimlerin ve seyyidlerin mezarları üzerine bina, türbe yapmak mekruh değildir diyor. yine bu kitabda, ölü yıkayanın temiz olması lazımdır. cünüb olması mekruhdur diyor. bu da, her mü'minin öldükden sonra keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. halbuki, diri iken her mü'min keramet sahibi olmaz. yalnız evliya diri iken de keramet sahibidir. imamı abdüllah nesefinin rahimehullahü teala kitabında, her mü'min uykuda da mü'min olduğu gibi, öldükden sonra da mü'mindir. bunun gibi peygamberler, öldükden sonra da peygamberdirler. çünki, peygamber olan ve iman sahibi olan ruhdur. insan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz demekdedir. insan, beden demek değildir. insan ruh demekdir. beden, ruhun konak yeridir. kıymetli olan, ev değil, evde oturanlardır. cebrail aleyhisselam, peygamber efendimize insan şeklinde görünürdü. ekseriye, dıhye ismindeki sahabi şeklinde görünürdü. eshabı kiramdan ba'zıları da, cebrail aleyhisselamı insan şeklinde gördüler. cebrail aleyhisselam insan şeklinden çıkarak, kendi şekline girince, ruh gibi olunca, yok oluyor denilemez. şekl değişdirdi denilir. insan ruhu da, bunun gibidir. insan ölünce, ruhu bir alemden başka aleme geçmekdedir. ruhun böyle değişikliğe uğraması, kerametinin kalmıyacağını göstermez. nın yazarı muhammed semerkandi hanefi da, abdüllah nesefi hanefi da bağdadda vefat etdi. evliyanın öldükden sonra da keramet sahibi olduklarını bildiren bir çok vak'a ve hikayeler kitablarda yazılıdır. mesela, büyük veli, muhyiddini arabinin kitabında, ebu abdüllah bin zeynülbüri işbilinin çeşidli kerametleri yazılıdır. bir gece, ebül kasım bin hamdin ismindeki kimsenin imamı muhammed gazaliyi red eden, kötüliyen bir kitabı okurken, gözleri kör oldu. hemen secde edip yalvardı. bu kitabı hiç okumıyacağına yemin etdi. allahü teala kabul buyurup, görmek ihsan eyledi. bu da, imamı gazalinin öldükden sonra olan bir kerametini göstermekdedir. imamı yafi'i kitabında diyor ki, evliyadan biri, kabrdekilerin derecelerinin kendisine gösterilmesi için düa etdi. bir gece çeşidli kabrler gösterildi. kimi tahta üzerinde, kimi ipek yatakda, kimi kokulu çiçekler arasında, kimi sevinçli, kimi ağlar, kimi güler idi. bir ses işitdi. bu halleri, dünyadaki amellerinin karşılığıdır diyordu. güzel huylular, şehidler, nafile orucları da tutanlar, allahü teala için sevişenler, günah işleyenler, tevbe edenler, ayrı ayrı halde idiler. mezardakilerin halleri ba'zı evliyaya uykuda, ba'zılarına da uyanık halde iken gösterilir. imamı yafi'inin rahmetullahi aleyh kitabında, ba'zı evliyanın babasının mezarına gidip konuşdukları yazılıdır. elkai, kitabında, yahya bin mu'in diyor ki, inandığım, güvendiğim mezarcı bir arkadaşım dedi ki, şaşılacak çok şeyler gördüm. en çok şaşdığım şey, bir meyyitin, müezzinin ezanını tekrar etdiğini işitdim dedi. ebu nu'aym, kitabında diyor ki, şeyban bin cisrden işitdim. sabitülbenaniyi mezara koyduk. hamidüttavil de yanımda idi, kabrin kerpici düşdü. sabitin kabrde namaz kıldığını gördüm. sabit diri iken, her zeman, ya rabbi! bir kuluna kabrde namaz kılmak kerametini ihsan edersen, bana da ihsan et! diyerek düa ederdi. imamı tirmüzi ve hakim ve beyheki bildiriyorlar: abdüllah ibni abbas söyledi ki, birkaç sahabi yolculukda bir çadır kurduk. burada kabr olduğunu bilmiyorduk. birisinin surei mülkü başından sonuna kadar okuduğunu işitdik. medineye gelince, bunu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem söyledik. buyurdu. ebülkasım sa'di, kitabında, bunu anlatıyor ve bu, meyyitin kabrde kur'an okuduğunu isbat etmekdedir diyor. ibni mendeh haber veriyor: talha, ubeydullahdan haber veriyor ki, ormanda idim. akşam oldu. abdüllah bin amir bin hizamın kabri yanında oturdum. kabrde çok güzel sesle kur'an okuduğunu işitdim. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdim. bunu okuyan abdüllahdır. allahü teala ruhları kabz edince, cennetdeki yerlerinde muhafaza olunur. her gece, sabaha kadar, kabrlerine bırakılır buyurdu. insan ölünce, ruh da ölmez. ruh bedenden başka bir varlıkdır. mezardaki beden ile, toprak oldukdan sonra da, ilgisi yok olmaz. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumamış olan cahiller ve mezhebsizler ve cehenneme gidecekleri bildirilmiş yetmişiki fırkadan olan sapıklar, ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bilmiyorlar. insan ölünce, hareketi yok olduğu gibi, ruhun da bedenin bir sıfatı, özelliği olduğunu, hareketin yok olduğu gibi ruhun da yok olacağını sanıyorlar. evliya da, her insan gibi, ölür, toprak olur, insanlığı ve ruhaniyyeti kalmaz diyorlar. mevtalarına hurmet etmiyorlar. hakaret ediyorlar. evliyanın kabrini ziyaret ederek, onlarla bereketlenmeği, tevessül etmeği inkar ediyorlar. bir gün veli arslan dımışkinin kabrini ziyarete gidiyordum. sapıklardan birisi, toprak ziyaret olunur mu dedi. buna çok şaşdım. müsliman olduğunu bildiren bir kimsenin böyle söylemesine çok üzüldüm. hadisi şerifde, kabr, ya cennet bağçelerinden bir bağçedir. yahud cehennem çukurlarından bir çukurdur buyuruldu. bu hadisi şerif, ruhların, çürümüş cesedlerle birleşdiklerini açıkca bildirmekdedir. mü'minlerin mezarlarının muhterem, mubarek olduğunu göstermekdedir. alime hakaret edenin, düşmanlık edenin kafir olmasından korkulur. meyyitler de, diriler de allahın mahluklarıdır. hiçbirinin, hiçbir şeye te'siri yokdur. herşeye te'sir eden, yalnız allahü tealadır. fekat, mü'minin ölüsüne de, dirisine de ta'zim, saygı göstermek vacibdir. çünki, mü'minlerin ölüleri de, dirileri de, allahü tealanın i oldukları için, ta'zim edilmelerini kur'anı kerim emr etmekdedir. hac suresinin otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. şe'air, allahü tealayı hatırlatan, bildiren şeyler demekdir. alimlerin, salihlerin ölüleri ve dirileri şe'airdir. alimleri, velileri ta'zim etmek, bunlara saygı göstermek, çeşidli şeklde olur. bunlardan biri, kendilerine tahtadan tabut yapmak ve mezarları üzerine kubbe yapmakdır. sarıklarının büyük olması, elbiselerinin geniş ve temiz olması da bunları ta'zim etmek içindir. da alimlerin, velilerin, seyyidlerin mezarları üzerine bina, türbe yapmanın mekruh olmadığı yazılıdır. evliyanın kabrlerine nefret edilmemek, saygı göstermek için sanduka, örtü ve sarık koymak, bunları kabr sahiblerini hakaretden korumak, ta'zim ve saygıya sebeb olmak niyyeti ile yapmak, bize göre caizdir. selefi salihin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zemanında bunlar yapılmazdı. fekat, o zeman herkes kabrlere hurmet ederdi. fıkh kitablarında veda' tavafından sonra, geri geri giderek, mescidilharamdan çıkmalıdır. böyle çıkmakla, ka'beye ta'zim edilmiş olur yazılıdır. selefi salihin, geri geri çıkmazdı. fekat onlar, ka'beyi ta'zim etmekde kusur yapmazlardı. ka'beye örtü koymak eskiden yokdu. buna sonradan fetva verildi, meşru' oldu. kabrler üzerini örtmek de, bunun gibi meşru' olmakdadır. hadisi şerifde, buyuruldu.da diyor ki: kabr üzerine el koymanın sünnet veya müstehab olduğunu bildiren bir haber görmedik. caiz olmadığını da söyleyemeyiz. bunların haram olduğunu söyleyenlerin hiçbir delili, vesikası yokdur. bunlara haram diyebilmek için, den veya den veya den yahud dan birinden bir delil göstermek lazımdır. müctehid olmıyanların yapdıkları kıyasların, delillerin hiç kıymeti yokdur. ba'zı cahiller, evliyanın kabrlerine hurmet edilirse, onlardan bereket ve yardım istenirse, bunların dilediklerini yapacaklarını, allahü teala gibi te'sir edeceklerini zan edenler olur. böylece, kafir olurlar, müşrik olurlar. bunun için mani' oluyoruz ve kabrlerini, türbelerini yıkıyoruz. onlara böylece hakaret edince, herkes bunların birşey yapamadıklarını, kendilerini hakaretden kurtaramadıklarını anlıyarak, kafir olmakdan, müşrik olmakdan kurtulurlar diyorlar. sapıkların bu sözleri küfrdür. fir'avnın sözüne benzemekdedir. mü'min suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen, bırakınız musayı öldüreyim. o, rabbine yalvararak, kendini benden kurtarsın. onun dininizi değişdireceğinden ve yer yüzünde fesad çıkaracağından korkuyorum buyuruldu. bu cahiller, allahü tealanın evliyayı sevdiğini ve sevdiklerinin düalarını kabul edeceğini ve öldükden sonra ruhlarının dileklerini yaratacağını inkar ediyorlar. zan.ıyamet ve ahıret ile, şübhe ile, vehm ile ve hayal ile konuşuyorlar. hakkı batıldan fark edemiyorlar. müsliman olan kimse, bin seneden beri gelen nin dalaletde olduklarını söyliyemez. bunlara sui zan edemez. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem münafıkların hepsini, ya'ni kafir oldukları halde müsliman görünenleri bildiği halde, hiçbirini açığa vurmazdı. soranlara, biz söze, işe, görünüşe bakarız. kalbleri ancak allahü teala bilir buyururdu. kitabından terceme temam oldu. bir müslimanın bir sözünde veya bir işinde yüz ma'na olsa, ya'ni yüz şey anlaşılsa, bunlardan biri, o kimsenin imanlı olduğunu gösterse, doksan dokuzu ise, kafir olduğunu gösterse, bu kimsenin müsliman olduğunu söylememiz lazımdır. ya'ni, küfrü gösteren doksan dokuz ma'naya bakılmaz. imanı gösteren bir ma'naya bakılır. bunun için müslimanlara kafir dememeli, müşrik dememelidir. müslimanlara sui zan etmemelidir. bu sözümüzü yanlış anlamamalı! bunu yanlış anlamamak için, iki noktaya dikkat etmek lazımdır. birincisi, söz veya iş sahibinin müsliman olduğu bildirildi. yoksa, bir kafirin, değil bir sözü veya değil bir işi, birçok sözleri ve işleri imanı gösterse de, bu kafire müsliman oldu denilemez. bir fransız, kur'anı kerimi överse, bir ingiliz, allah birdir derse, bir alman felsefecisi, en iyi din, islamiyyetdir derse, bunların müsliman olduğu söylenemez. bir kafirin müsliman olması için, allah vardır. birdir. muhammed aleyhisselam allahın peygamberidir. onu, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlara peygamber olarak göndermişdir. onun her dediğine inandım demesi ve imanın altı şartı ile otuzüç farzı hemen öğrenip, hepsine inanması lazımdır. dikkat edilecek ikinci noktaya gelince, bir sözün veya bir işin yüz ma'nası olsa denildi. yoksa, yüz sözden veya yüz işden biri imanı gösterse, doksan dokuzu küfrü bildirse, bu kimseye müsliman denileceği bildirilmedi. çünki, bir kimsenin yalnız bir sözü veya bir işi, açık olarak küfrü gösterse, ya'ni imanı gösterecek hiçbir ma'nası olmasa, o kimsenin kafir olduğu anlaşılır. başka sözlerinin ve işlerinin imanı göstermeleri, imanlı olduğunu bildirmeleri, o kimseyi küfrden kurtarmaz, müsliman olduğuna hükm olunmaz! kitabı, el yazması olarak, istanbulda, süleymaniyye kütübhanesinde vardır. ilk olarak tarihinde, pakistanın lahor şehrinde, nefis olarak basılmış, senesinde, istanbulda, bunun fotokopisi alınarak kitabı ile birlikde basdırılmışdır. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala haklı olduklarını, vehhabiler de söylemekdedir. allahü teala, bu doğru sözü, onlara da söyletmekdedir. bakınız, bu kitabın dörtyüzotuzikinci sahifesinde ehli sünneti nasıl övmekdedir: buyurdu. allahın kitabı ile dedi. o zeman, resulullahın sünneti ile hükm ederim dedi. buyurunca, ictihad ederek, anladığıma göre, hükm edeceğim dedi. bunun üzerine, buyurdu. muaz eshabı kiramın fıkh, halal ve haram bilgilerini en çok bilenlerden idi. bunun için, ictihad yapabilecek, yüksek alim idi. allahü tealanın kitabında ve resulullahın sünnetinde bulamadığı şeyleri, kendi ictihadına göre hükm etmesi caiz idi. fekat bugün ve bundan önce, allahü tealanın kitabındaki hükmleri ve resulünün sünnetini bilmiyenler, böyle cahil oldukları halde, kendilerinin ictihad edebileceklerini sanıyorlar. bunlara yazıklar olsun diyor. bütün vesikalarını ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından almış olduğu gibi, bu satırlarını da, o büyük alimlerin kitablarından almışdır. çünki, ibni teymiyyeden önce, onun sapık fikrleri gibi yazanlar yokdu. bu çığrı o açdı. ondan sonra gelenler, işi azıtdılar. taşkınlık yapdılar. ehli sünnet kitablarından aldıkları kıymetli yazılara, yanlış bozuk ma'nalar verdiler. herkes, arabi öğrenmeli ve ictihad yapmalıdır dediler. doğru yoldan ayrıldılar. milyonlarca insanı da sapdırdılar. yukarıdaki yazı, kendi iddi'alarını çürütmekde, onlar gibi cahillerin ictihad yapamıyacaklarını, çıkaracakları hükmlerin, ma'naların yanlış, bozuk olacaklarını göstermekdedir. son günlerde, ictihada inanmıyanlar çoğalmakdadır. mezheb ne imiş. mezhebler, müslimanları bölmüşler. dini güç duruma sokmuşlar. allah kolaylık emr ediyor. islamiyyetde mezheb diye birşey yokdur. bunlar sonradan uydurulmuşdur. ben eshabın yolundayım. başka yol tanımıyorum diyorlar. böyle sözleri din cahilleri çıkarmışdır. şimdi de, müslimanlar arasına yayıyorlar. hem de, çok kurnaz davranıyorlar. önce, ehli sünnet alimlerinin kitablarından doğru bir bilgi söyleyip, bundan sonra kendi yalanlarını söyliyorlar. doğrusunu işitenler, hepsini doğru sanıp aldanıyorlar. kurtuluş yolu, eshabı kiramın yoludur rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. beyhekinin haber verdiği ve kitabında yazılı hadisi şerifde, eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz! buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, eshabı kiramdan herhangi birine uyan, onun yolunu tutan, dünya ve ahıret se'adetine kavuşacakdır. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, eshabım, iyi insanlardır. allahü teala, onlara hep iyilik versin buyuruldu. yine deyleminin rahmetullahi aleyh bildirdiği hadisi şeriflerde, ve buyuruldu. eshabı kiramın yolundayız diyenler, bu yolu nereden öğrenecekler? bin sene sonra gelmiş olan mezhebsizlerden mi? yoksa, eshab zemanında bulunan, onların yetişdirdikleri alimlerin kitablarından mı? eshabı kiramın yetişdirdikleri ve onların talebesinin yetişdirdikleri alimler mezhebinin alimleridir rahimehümullahü teala. , yol demekdir. ehli sünnet velcema'at mezhebi demek, resulullahın ve onun cema'atinin ya'ni eshabının yolunda olan müslimanlar demekdir. bu mubarek alimler, hep eshabı kiramdan öğrendiklerini yazmışlardır. kendi görüşleri ile birşey yazmamışlardır. kitablarında, vesikasız, senedsiz bir kelime yokdur. dört mezhebin imanları birdir. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolu, ancak ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenilebilir. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda olmak istiyenin, ehli sünnet mezhebinde olması lazımdır. sonradan türeyen bozuk yollardan sakınması lazımdır. ismindeki vehhabi kitabının dörtyüzseksenbeşinci ve sonraki sahifesinde de, hak olan ehli sünnet bilgilerini yazmak zorunda kalmış, bunların arasında bozuk, zehrli saldırılarından da geri kalmamışdır. diyor ki:resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kabr ziyaret ederken ahıreti hatırlamağı, meyyite düa ederek, ona ihsanda bulunmağı, ona acımağı, istiğfar etmeği emr etmişdir. ziyaret eden kimse, hem kendisine, hem de meyyite iyilik etmiş olmakdadır. müslimin, ebu hüreyreden radıyallahü anh bildirdiği hadisde kabrleri ziyaret ediniz! kabr ziyareti, ölümü hatırlatır buyuruldu. abdüllah ibni abbas diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede, kabristan yanından geçiyordu. kabrlere bakarak, esselamü aleyküm ya ehlelkubur! yagfirullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bileser buyurdu. bu hadisi şerifi imamı ahmed ve tirmüzi bildirmekdedir. ibnülkayyımı cevziyyenin, imamı ahmedden bildirdiği hadisi şerifde, size, kabr ziyaretini yasaklamışdım. şimdi, kabrleri ziyaret ediniz! böylece ahıreti hatırlarsınız buyurdu. ibni macenin abdüllah ibni mes'uddan bildirdiği hadisi şerifde, kabr ziyaretini önce yasaklamışdım. şimdi ziyaret ediniz! böylece dünyaya gönül vermekden kurtulur, ahıreti hatırlarsınız buyuruldu. imamı ahmedin, ebu sa'idden bildirdiği hadisi şerifde, kabr ziyaretini size yasaklamışdım. şimdiden sonra ziyaret edebilirsiniz. böylece, ibret alır, gafletden uyanırsınız buyuruldu. ibnül kayyımı cevziyye, selemetebni verdandan haber veriyor. diyor ki, enes bin maliki gördüm. resulullaha selam verdi. sonra bir kabrin dıvarına dayandı, düa etdi. müşrikler kabr ziyaretini değişdirdiler. dini tersine çevirdiler. kabre giderek, meyyiti, allaha şerik yapıyorlar. meyyite düa ediyorlar. meyyit vasıtası ile allaha düa ediyorlar. ihtiyaclarını meyyitden istiyorlar. bereketin ondan gelmesini bekliyorlar. düşmanlarına karşı onun yardım etmesini diliyorlar. böylece, kendilerine de, ölüye de kötülük yapıyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu kötü adetleri önlemek için, kabr ziyaretini erkeklere yasak etmişdi. sonra, tevhid kalblere yerleşince, kabr ziyaretine izn verdi. fekat kabrde hücr söylemek yasak edildi. hücrün en büyüğü, kabr başında, söz ve hareket ile şirk yapmakdır. şimdi, türbeleri süslüyorlar, cami'lere bakmıyorlar. allahın peygamberlerle bildirdiği dini tersine çeviriyorlar. şi'iler, insanların en cahilleri ve dinden en uzak kalanları olduğu için, türbeleri yapıyorlar. cami'leri yıkıyorlar diyor. cahillerin ve sapıkların kabr başlarında ve türbelerde yapdıkları taşkınlıklara, şirke ve allahü tealanın yaratdığını düşünmiyenlere karşı, biz de vehhabilerle birlikdeyiz. elbet şirkin ve müşriklerin düşmanıyız. bunu imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh çeşidli mektublarında ve ençok üçüncü cildin kırkbirinci mektubunda çok güzel ve açık anlatmakdadır. bu mektub kitabının üçüncü kısmının ikinci maddesinde yazılıdır. fekat, vehhabiler kabr ziyaretine, kur'anı kerim okuyup, sevabını meyyitin ruhuna göndermenin, düa etmenin meyyite faide vereceğine inandıklarını yazdıkları halde, meyyit işitmez, his etmez, ona birşey söylemek, peygamberden şefa'at istemek, evliyayı vesile ederek, allahü tealaya düa etmek şirk olur diyorlar. sözleri birbirini tutmıyor. kitabımızın başından beri görüldüğü gibi, vehhabilerin ehli sünnetden farkı, bu noktada toplanmakdadır. biz de, din kardeşlerimizi korumak için, bu nokta üzerinde durmağı uygun görüyoruz. osmanlı devleti zemanında, mekteblerin, medreselerin, üniversite üstünlüğünde olan adındaki yüksek kısmında, tesavvuf müderrisi ya'ni profesörü bulunan, büyük islam alimi ve olgun veli, seyyid abdülhakim efendi rahmetullahi aleyhhicri vemiladi yılında, istanbulda basılan kitabında buyuruyor ki: allahü tealanın sıfatları ile sıfatlanmış ve müşahede makamına varmış olgun bir veliye, kalbini bağlıyarak, yanında iken ve yanında olmadığı zemanlarda, o zatın yüzünü hayalinde bulundurmağa denir. ve buharide ve müslimde bildirilen hadisi şeriflerinde bildirildiği gibi, bu kemale ermiş olanları düşünmek, insana birçok faideler sağlar. sadık ve temiz bir müsliman, böyle bir allah adamını düşünmekle, onun sıfatları, halleri kendisinde hasıl olur. hadisi şerifler salih müslimanlarla, ya'ni allahü tealanın sevdiği kimselerle beraber bulunmağı emr etmekdedir. deylemide ve taberanide ve künuzüddekaıkde bildirilen hadisi şerifde, ben ilm şehriyim. ali onun kapısıdır buyuruldu. bu hadisi şerifin gösterdiği gibi, allahü tealanın sonsuz feyz deryasının kapısı gibi olan, allah adamlarının kalblerinden, bunları seven ve hatırlayan müslimanların kalbine feyz, ma'rifet, nur akar. bu feyze kavuşmak için, ehli sünnet i'tikadında olmak, resulullaha tam uymak ve allahü tealanın sevdiği allah adamlarını sevmek, kalbinde onların sevgisini bulundurmak lazımdır. bu şartlardan mahrum olanlar, allah adamlarının feyzlerinden, ma'rifetlerinden mahrum kalmışlardır. bilmediklerini, inkardan başka çare bulamıyorlar. allah adamının kalbinden feyz almak için ikinci şart, o zatın resulullah efendimizin tam varisi olması, onun yolunda, izinde bulunması ve allahü tealanın sevgili kulu olması lazımdır. vehhabiler arasında böyle bir allah adamı bulunmadığından da, onlar için feyz ve ma'rifet kapıları kapalıdır. putlara, heykellere tapınan müşriklerin ve cahillere, sahte rehberlere gönül veren zevallı müslimanların bir feyz ve faide edinememeleri, bundan ileri gelmekdedir. ebu cehl, ebu talib ve ebu leheblerin, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem feyz ve hidayet alamamaları ise, birinci sebebin kendilerinde bulunmamasından ileri gelmekdedir. peygamberler aleyhimüsselam, allahü tealanın yeryüzünde halifeleridir. evliyayı kiram, peygamberlerin varisleri oldukları için, onlar da bu şerefden pay almışlar, mubarek kalbleri, allahü tealanın aynası olmuşdur. suresinin yirmialtıncı ve suresinin yüzaltmışbeşinci ayeti kerimeleri ve benzerleri, bu sözümüzün vesikalarıdır. olgun bir velinin rahimehullahü teala kalbine bağlanan bir müsliman, onun mubarek kalbi vasıtası ile allahü tealadan gelen feyzlere kavuşur. deylemide ve künuzüddekaıkde rahmetullahi ala müellifeyhima yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. kalbin feyzlere, ma'rifetlere kavuşmasında, allah adamının diri ve ölü olması arasında hiç fark yokdur. onun kemalatı, ruhaniyyetinden hiç ayrılmaz. ruhaniyyet de, zemana ve mekana ve ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir. yukarıdaki iki şart mevcud ise, her nerede olursa olsun, diri olsun, ölü olsun, allah adamlarına bağlanan, ya'ni onları seven ve hatırlıyan müslimanlar, hemen feyz ve ma'rifete kavuşurlar. bunların ruhlarının tesarrufları, allahü tealanın tesarrufu ile olduğuna inanmak lazımdır. insan, allahü tealadan vasıtasız feyz almağa kadir olmadıkça, allahü tealanın sevdiği, allahü tealadan feyz alıp, talebesine verebilen bir vasıtaya muhtacdır. buhara, hive, semerkand ve hindistan alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, hicretin ikiyüz senesinden, binikiyüz senesine kadar sözbirliği ile bildirmiş olmaları ve yapmış olmaları ve emr etmeleri, yukarıdaki yazımıza en büyük sened ve vesika olmakdadır. bunların üstünde başka bir vesika aramağa kalkışmak, bin seneden fazla bir zemanda, koca asya kıt'asında yetişmiş olan milyonlarca islam alimlerini küçültmek, hatta kötülemek olur. bunların alim ve çoğunun da olgun veli olduklarını gösteren kitabları meydandadır. maide suresinin otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu emrdeki vesile, ya'ni vasıta, bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, ya'ni umumi olarak bildirilmişdir. ibadetler, zikrler, düalar ve evliyanın ruhları bu emrin içinde bulunmakdadır. umumi olan bu emri sınırlamağa kalkışmak, ayeti kerimeye iftira etmek olur. vesilenin resulullah sallallahü aleyhi ve sellem olduğunu, ali imran suresinin otuzbirinci ayeti kerimesi bildiriyor. bu ayetde mealen, allahü tealayı seviyorsanız, bana tabi' olunuz! allahü teala, bana tabi' olanları sever buyuruldu. müsliman olduğunu söyliyen herkesin buna inanması lazımdır. hadisi şerifi, alimlerin, velilerin kaddesallahü teala esrarehüm de vesile olduğunu göstermekdedir. ayeti kerimedeki, emrine uymak için, sevmeden tabi' olmak mümkin olamaz. kitabında diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü anh kalbinden ve hayalinden resulullahın hiç ayrılmadığını söyledi. hatta halada bile hayalinde olduğundan şikayet etdi. tevbe suresinin yüzyirminci ayetinde mealen, ey iman edenler! allahdan korkunuz! sadıklarla beraber bulununuz! buyuruldu. bu ayeti kerimede de bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, umumi olarak emr olunmuşdur. bundan dolayı, beden ile ve ruh ile beraberlik demekdir. beden ile beraberlik, sadıkların yanında edeb ile, saygı ile ve sevgi ile bulunmakdır. ruh ile beraberlik ise, allahü tealanın sevdiği sadık bir kulunu, saygı ile hatırlamakdır. yusüf suresinin yirmidördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. burada bildirilen burhan, ya'kub aleyhisselamın şeklinin görülmesinin olduğunu sözbirliğine yaklaşık olarak bildirmişlerdir. keşşaf tefsirinin sahibi olan zimahşeri, mu'tezili mezhebindeki sapıklardan olduğu halde, bu da, müfessirlerin çoğunluğuna katılarak, ürdünde bulunan ya'kub aleyhisselam mısrda, odada zelihanın yanında bulunan yusüf aleyhisselama göründü diyor. hanefi alimlerinden ve eşbah kitabının muhşisi ahmed hamevi rahmetullahi aleyh, kitabında, evliyaı kiramın ruhaniyyetlerinin, cismaniyyetlerinden daha kuvvetli olduğunu, bunun için aynı zemanda çeşidli yerlerde görülebileceklerini bildirmekdedir. bu yazılarına vesika olarak şu hadisi şerifi yazmakdadır: cennete her kapıdan girecekler vardır. her kapı bunları kendisine çağıracakdır. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, sekiz kapının hepsinden birden giren olur mu ya resulallah dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. insanın ruhu, deki asl mertebesi ile irtibat kurabilecek gücünü kazanınca, insan bir anda çeşidli yerlerde görünebilir. insan ölünce, ruhunun dünya ile ilgisi azalacağından, daha kuvvetli olur. bir anda çeşidli yerlerde görülmesi daha kolay olur. ahmed ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh şemail şerhinde ve celaleddini süyuti kitabında, abdüllah ibni abbasın resulullahı rü'yada gördüm. iltifat buyurdu. uyanınca, mubarek zevcelerinden birisini ziyaret etdim. aynaya bakdım. aynada resulullahı gördüm, kendimi görmedim dediği yazılıdır. bu hal, yalnız resulullaha mahsus olan şeylerden değildir. çünki, islam alimleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hasa'isini toplamışlardır. bu hali hasa'is kitablarına sokmamışlardır. fıkhın ve üsuli fıkhın temel kaidelerine göre, resulullahın hasa'isinden olmıyan her haline ümmetinin alimleri ve velileri varis olurlar. mesela, namazda resulullah ile konuşmak namazı bozmaz. bu, resulullahın hasa'isindendir. ya'ni yalnız ona mahsusdur. alimlerle, velilerle konuşmak, namazı bozar. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gözünün önüne getirerek görür gibi salat ve selam vermek, hasa'isinden değildir. evliyayı da gözünün önüne getirip ruhaniyyetinden yardım beklemek caizdir. şafi'i alimlerinden celaleddini süyutinin kitabında, subkinin kitabından nakl ederek, kerametin yirmiikincisi, evliyanın çeşidli insanların şekllerinde görülmesidir diyor. meryem suresinin onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni cebrail aleyhisselam, hazreti meryeme insan şeklinde göründü ayeti kerimesinden, evliyanın ruhlarının çeşidli şekllerde görüleceğini anlamışlardır. kadibülban hasen musulinin meşhur vak'ası da, bu çeşid kerametlerdendir. kitabında uzun yazılıdır. beşyüzyetmişde musulda vefat etmişdir. şafi'i alimlerinden allame ceyli kitabını şerh ederken, şeytan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem şekline giremediği gibi, onun varisi olan olgun velilerin şekline de giremez buyurdu. hanefi alimlerinden allame seyyid şerif ali cürcani rahmetullahi aleyh, kitabının sonuna doğru, müslimanların yetmişüç fırkasını yazmadan önce ve ayrıca kitabına yapdığı haşiyesinde, evliyanın rahimehümullahü teala çeşidli şekllerde talebesine göründüklerini ve diri iken de, ölü iken de görülen bu şekllerinden, talebesinin feyz aldıklarını, faidelendiklerini yazmakdadır. maliki alimlerinden taceddin ahmed ibni ataullah iskenderi rahmetullahi aleyh, risalesinde, olgun veliyi rahimehullahü teala görmekle veya düşünmekle, onlardan istifade edileceğini bildirmişdir. hanefi alimlerinden allame şemseddin ibnünnu'aym rahmetullahi aleyh da diyor ki, ruh bedende olduğundan başka bir halde de bulunur. evliyanın ruhları dadır. bir yandan ölünün bedenine de bağlıdır. bir kimse, o ruhun sahibinin mezarına gelip selam verse, refikı alada bulunan ruhu, oradan bu selama cevab verir. böyle olduğu, imamı seyyid şerif de şirazda vefat etdi. süyutinin sinde de yazılıdır. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, veliler vefat etdikden sonra, bilemediğimiz kuvvetli bir tesarrufa ve te'sire malikdirler. maliki alimlerinden kitabının sahibi halil bin ishak cendi rahimehullahü teala buyuruyor ki, veli olgunlaşınca, kendisine allahü teala tarafından çeşidli şekllerde görünme kuvveti verilir. bu da, olamıyacak birşey değildir. çünki, başka başka görünen şekller, ruhaniyyetdir. bedeni, cismi, görünmemekdedir. ruhlar, madde değildirler. boşlukda yer kaplamazlar. bu kadar derin alimlerin ve velilerin açıkça bildirmiş oldukları bilgilere ve vesikalara inanmamak, dine ve akla uymamak olur. bu inanışlarından dolayı, ehli sünnet olan müslimanlara kafir ve müşrik damgasını basan vehhabilere, allahü teala, akl ve insaf ihsan eylesin! buna inanan müslimanları, kabrlere tapınan, heykelleri, mahlukları yaratıcı sanan müşriklere benzetenlere yazıklar olsun! kalbi resulullahın ve onun varisi olan evliyanın aşkı, sevgisi ile yanmış, tutuşmuş olan, sultanülaşıkin ismi ile tanınmış, maliki ve kadiri ömer bin farıd rahmetullahi aleyh adındaki meşhur kasidesinde, tesavvuf büyüklerini, şanlarına yakışacak suretde övmekdedir. ezelde, dalalet ve felaket damgası vurulmuş olan sapıklar, ne kadar anlatılsa, vesikalar, hatta kerametler gösterilse, inanmak ni'metine kavuşamazlar. mevlana abdürrahmanı cami rahimehullahü teala aşağıdaki rubaisinde, bunlara çok güzel cevab vermekdedir. cihan arslanları hep, bu zincire bağlıdır. bu zinciri, hileyle, tilki nasıl koparır? evliyaya, bir sapık, dil uzatırsa eğer, onlara birşey olmaz, ahmaklığın anlatır. cenabı hakkın yakdığı çırayı üfürerek söndürmek istiyenin, ancak sakalları tutuşur. kitabının yazısı burada temam oldu. kitabının müellifi, dörtyüzseksenaltıncı sahifesinde de, hakikati yazmak zorunda kalmışdır. ebu davüdün ebu hüreyreden radıyallahü anh bildirdiği, evlerinizi kabr yapmayınız! kabrimi bayram yeri yapmayınız! bana salevat getiriniz! her nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir hadisi şerifini yazmışdır. kendi bozuk inanışlarını isbat etmek için yazdığı bu hadisi şerif, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam kabrlerinde diri olduklarını göstermekdedir. çünki, bir söz, diri olana bildirilir. dörtyüzdoksanıncı sahifesinde: müslim sahihi ve ebu davüd ve tirmizinin, imran bin husayndan radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, ümmetimin en iyileri, benim zemanımda bulunanlardır. onlardan sonra, en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir buyuruldu. bu hadisi şerif, buharide de yazılıdır ve diye başlamakdadır. en iyi olmak, ilmleri, imanları ve işleri en iyi olanlar demekdir. bunlar, çıkan bid'atleri inkar etmişler, yok etmişlerdir. üçüncü asrda bid'atler çoğaldı ise de, alimler çok idi. islamiyyet revacda idi. cihad yapılıyordu. müslim sahihindeki, abdüllah ibni mes'ud tarafından bildirilen hadisi şerif de böyledir. yalnız burada sonra gelen asrlar üç kerre tekrar edilmekdedir. dördüncü asrın sonuna kadar hayrın, şerden çok olduğu anlaşılmakdadır diyor. bu hadisi şerif, ehli sünnet alimlerini övmekdedir. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala en hayrlı olan bu dört asrın en üstünleri, en kıymetlileri idiler. bu üstünlükleri, kendi asrlarında bulunan milyonlarca müslimanın sözbirliği ile bildirilmekdedir. müellif, ehli sünnet alimlerini, işine geldiği yerde övmekde, onların yazılarını, ictihad buyurarak bildirdikleri şeyleri kendi sözlerine vesika olarak yazmakdadır. bir yandan, ehli sünnet alimlerini övmek zorunda kalıyor, bir yandan da ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere ehli sünnet alimlerinin verdikleri ma'naları beğenmiyorlar. bu ma'nalardan birçoklarına şirk diyorlar. ehli sünnete, müşrik damgasını basmakdan haya etmiyorlar. müellif, birçok yerinde, hadis alimlerinden isma'il bin ömer ibni kesir imadeddinin kitablarından vesikalar vermekdedir. çünki, imad bin kesir, ibni teymiyyeye göre fetva verirdi. müellif, beşyüzüçüncü sahifede diyor ki: bir işin yapılması için, diri olan herkesden şefa'at istemek, ya'ni yardım etmesini ve düa etmesini istemek caizdir. hazreti ömer, medineden mekkeye ömre yapmağa giderken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerif, ebu davüdün ve imamı ahmedin müsnedinde yazılıdır. hazreti ömer buyuruyor ki, bu hadisi şerifdeki sözü kadar bana sevgili olan bir sözü hayatımda hiç işitmedim. islamiyyet ölülere yalnız düa etmeğe izn vermişdir. fekat ölüden düa istemek bildirilmemişdir. ayet ve hadisler, bunu yasak etmişdir. fatır suresinin onüçüncü ayetinde, allahü tealadan başka ibadet etdiğiniz putlar, hurma çekirdeği üzerindeki zar kadar bile, size faide veremezler. o putlara düa edersiniz, işitmezler. işitmiş olsalar dahi, faide vermeğe güçleri olmadığı için, size cevab vermezler. kıyamet günü de, putlar, kendilerini allahü tealaya ortak yapmanızın yanlış olduğunu söyler, buyuruldu. bu ayet, ölülerden düa istiyenlerin, kıyametde kafir olacaklarını bildiriyor. böyle olduğunu, ahkaf suresinin altıncı ayeti olan , cümlesi de bildirmekdedir. öyle ise, hiçbir ölü ve gaib olan diri kimse işitmez, faide ve zarar veremez. sahabe ve büyükleri olan hulefai raşidin, resulullahın kabrine gelip birşey istememişlerdir. hazreti ömer radıyallahü anh yağmur düasına, hazreti abbası götürüp, yağmur için düa yapmasını diledi. çünki o, diri idi. rabbine düa edebilirdi. ölüden yağmur düası istemek caiz olsaydı, hazreti ömer ve eshabı kiram, resulullahın kabrinden isterlerdi diyor. kitabın dörtyüzseksenaltıncı sahifesinde, hadisi şerifini yazmış ve bu hadis, sağlamdır ve meşhurdur demişdi. şimdi, resulullahın birşey işitmiyeceğini, düa edemiyeceğini, ondan düa istemenin şirk olduğunu yazıyor. yazıları birbirine uymıyor. vesika olarak yazdığı fatır suresindeki ayeti kerime, allahü tealaya inanmıyan, ona ibadet etmeyip, putlara, heykellere tapınan kafirleri bildirmekdedir. allahü tealanın sevgili peygamberinin veya velisinin kabrine gidip, şefa'at ve düa etmesini istiyen mü'minlere müşrik damgasını basabilmek için, kafirleri anlatan ayeti kerimeleri, vesika olarak yazmak, kur'anı kerime de, mü'minlere de iftiradır. bu ayeti kerime, mezarları ve ölüleri bildirmiyor. allahü tealaya inanmıyan, putlara tapınan kafirleri bildiriyor. mü'minlere karşı, bu ayeti kerimeyi ileri sürenlere hak verdirecek zerre kadar bir vesika yokdur. ahkaf suresinde yazdığı ayeti kerimeden bir önce, allahü teala mealen, buyuruyor. bu ayeti kerime de, kafirleri bildirmekdedir. hazreti ömerin yağmur düasına çıkması, sünnete uymak için idi. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yağmur düası yapdığı için, hazreti ömer de, sünnete uyarak düa yapdı. yağmur düası, bir ibadetdir. ibadetler, elbette sünnete uygun yapılır. böyle olmakla beraber, hanefi mezhebi alimlerinden hasen şernblali, ve bunun şerhi olan kitabında diyor ki, de toplanmaları daha iyi olur. çünki orada, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem başka birşey vasıtası ile, allahü tealadan birşey istenmez ve birşeye kavuşulmaz. resulullah efendimizin de sallallahü aleyhi ve sellem içinde yağmur düası yapmış olduğu buharide ve müslimde yazılıdır. düa edilen yer, ne kadar şerefli ise, rahmet yağması, o kadar çok olur. önce, iki halifesini vesile yaparak, resulullaha yalvarılır. sonra, üçü vesile edilerek, allahü tealaya yalvarılır. kitabın, demesi de iftiradır. da, kabrlere dönülür. kıble arkada bırakılır. her kabrin ziyaretinde de, böyle yapılır denilmekdedir. yağmur istemek için, sünnete uygun toplanarak düa etmek, ayet ile ve sünnet ile belli olan bir ibadetdir. bu ibadeti, sünnete uygun yapmayıp da, kabri se'adete gidip istemek, ibadeti değişdirmek olur. kılınmıyan namazların günahını afv etdirmek için, kazaların kılınması emr olundu. kılınmıyan namazları kaza etmeyip de, afv edilmelerini kabri se'adetden istemek caiz olmadığı gibi, yağmuru da, kabri se'adetden istemek caiz olmaz. fekat, böyle ibadetleri, kabri se'adetin yanında yapmak, başka yerde yapmakdan binlerce def'a faideli olduğu meşhur olan hadisi şerifde bildirilmişdir. evet, evliyaya namaz kılınmaz. evliyanın kabrine karşı namaz kılınmaz. böyle yapmak büyük günah, hatta şirk olur. fekat, evliyanın kabri yanında, yalnız allah için ve kıbleye karşı namaz kılmak çok sevab olur. çünki, evliyanın kabrlerine rahmet yağmakdadır. kabr yanında, türbe yanında namaz kılmak caiz olmasaydı, eshabı kiram, kabri se'adeti mescid içine almazlardı. eshabı kiramın hepsi ve bindörtyüz seneden beri gelmiş olan milyarlarla müsliman, kabri se'adetin yanında namaz kılmışlardır. burada namaz kılmanın faziletinin çok olduğu hadisi şerif ile bildirilmişdir. mescidi se'adetde, arka safda namaz kılanlar, kabri se'adete karşı durmakdadırlar. bindörtyüz seneden beri hiçbir islam alimi buna birşey dememişdir. evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm kabrleri yanında namaz kılmanın caiz olduğuna bundan daha büyük vesika olabilir mi? kabre karşı kılmağı kasd etmek, bu niyyet ile kılmak hadisi şerif ile nehy edilmişdir. fekat, kıbleye karşı kılmağı kasd edince, kabre tesadüf etmesi caiz olduğu icma'ı şernblali de mısrda vefat etdi. ümmet ile sabitdir. ibni haceri hiytemi mekki rahimehullahü teala, kitabında doksanbirinci sahifede diyor ki, buharideki hadisi kudside, allahü teala buyurdu ki, evliyamdan birine düşmanlık eden benimle harb etmiş olur. kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları ona farz etdiğim şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim ve her istediğini veririm buyuruldu. doksanbeşinci sahifesindeki hadisi şerifde, bir kimse bana salevat okursa, bana bildirilir. ben de ona düa ederim buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir müsliman bana selam verince, ruhum bedenime gelir. selamına cevab veririm. peygamberler mezarlarında diridirler buyuruldu. ebüdderdanın bildirdiği hadisi şerifde, toprak peygamberlerin cesedlerini çürütmez. cum'a günleri bana çok salevat okuyunuz! ümmetimin okuduğu salevat, her cum'a günü bana bildirilir buyuruldu. ya resulallah! sen mezarda çürüdükden sonra, selamlar nasıl bildirilir dediler. cevabında, buyurdu. bunlar gibi hadisi şerifler gösteriyor ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarında diridir, çürümezler. evliya da, onların varisidir. ibni ebi şeybenin ve ebu nu'aymin bildirdikleri ve de yazılı hadisi şeriflerde, ve allahü tealanın evliyası vardır. bunlar görülünce, allahü teala hatırlanır buyuruldu. deyleminin bildirdiği ve da bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, cenabı hak, kabrdekilerin sebebi ile ve bereketleri ile, dirilere iyilikler vermekdedir. askerinin bildirdiği ve münavinin kitabında yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. kitabın yüzkırkaltıncı ve yüzellisekizinci sahifelerinde, allahdan başkası için hayvan kesmek haramdır. keserken, bu ümmetin münafıklarının yıldızlara yaklaşmak için yapdıkları gibi, besmele ile kesse bile, mürted olurlar. kesdiklerini yimek halal olmaz. zemahşeri diyor ki, ev satın alınca, yahud yeniden yapdırınca, cin çarpmasın diye hayvan kesmek de böyledir. ibrahim ibni ebi şeybe abdüllah de vefat etdi. meruzi diyor ki, sultan veya devlet adamları gelince, onlara yaklaşmak için hayvan kesmek haramdır. çünki, allahdan başkası için kesilmiş olur. ihlal demek, yüksek sesle başkası için kesmek demekdir. allahdan başkası için yapılan nezr, adak hayvanları böyledir. kesmeden önce söylemek, mesela bu hayvan falan seyyide içindir, filan seyyid içindir demek böyledir. böyle olan nezrleri keserken bismillah demek faide vermez. allahdan başkası için yiyecek, içecek adayarak onlara yaklaşmak da böyledir. ölüler için ve onlardan bereketlenmek için türbelere götürüp, türbe yakınlarındaki fakirlere dağıtılan yiyecek ve içecekleri de, allahdan başkası için nezr yapanlar ve putlar için, güneş, ay için, mezarlar için ve bunlar gibi adak yapanlar, allahdan başkası için yemin edenler gibidir. her ikisi de şirkdir. ba'zı sapıkların mezarlara mum, kandil için yağ adamaları da, müslimanların sözbirliği ile günahdır. türbelerde hizmet eden fakirlere mal adamak, kilisedeki putların hizmetçilerine adamak gibidir. bunlar, ibadetdir. bunları allahdan başkası için yapmak şirk olur. hanefi alimlerinden şeyh kasım, dürer kitabında diyor ki, uzakda yolcusu olan veya hastası olan veya malı gayb olan cahiller, ba'zı salih kulların mezarlarına geliyor: efendim, allahü teala yolcuma kavuşdurursa veya hastamı iyi ederse veyahud da gayb olan malıma kavuşdurursa, sana şu kadar altın veya yiyecek veya su veya mum nezrim olsun diyorlar. böyle nezrler batıldır. adak yapmak ibadetdir. allahdan başkası için ibadet olmaz. ölünün malı mülkü olmaz. ona birşey verilmez. herşeyi allah yapar. ölü birşey yapamaz. öyle inanmaları küfrdür. ibni nüceym, bahr kitabında diyor ki, bu sapıklıklar, ahmed bedevinin türbesinde çokdur. hanefi alimlerinden şeyh sun'ullahı halebi, evliya için hayvan kesmek ve adak yapmak caiz değildir diyor. ahmed bedevinin türbesi tanta şehrindedir. kendisi devletinin bir casusudur. bu devlet, fas tarafında idi. bu casus, hile ve yalanla müslimanları aldatdı. şimdi türbesi bir kilise gibidir. onun için adak yapıyorlar. ona tapınıyorlar. her sene üçyüzbin kişi hac yapmak için bu putun yanına geliyor diyor. kitabın yukarıdaki yazılarına dikkat edilirse, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve ehli sünnet alimlerinin kitablarından kıymetli yazılar yazarak müslimanların gözlerini boyamakda, haramlara, mekruhlara hatta mubah olan şeylere şirk, küfr damgası basmakdadır. allahü tealanın sevdiği salih kullarına ve onların türbelerine put, kilise demekdedir. sapık inanışlı yetmişiki fırkadan olan cahillerin ve ahmakların yapdığı çirkin ve bozuk işleri öne sürerek, ehli sünnet evliyasına rahimehümullahü teala, halis ve temiz müslimanlara kafir ve müşrik damgasını basmakdadır. müslimanların, böyle hilelere aldanmamaları ve ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru yoldan ayrılmamaları için, davüd bin süleyman bağdadinin rahmetullahi aleyh, adındaki kitabının otuzbeşinci sahifesinden i'tibaren on sahifeyi arabcadan türkçeye terceme ediyoruz. bunu okuyanlar, vehhabilerin yalan söylediklerini hemen anlıyacaklardır. kitabı, kitabının devamı olarak tarafından mükerreren basdırılmışdır.önce bu kitabın put dediği ahmed bin ali bedevinin rahmetullahi aleyh hayatını kısaca bildirmek uygun görüldü. şemseddin sami beğ kitabında diyor ki, ahmed bedevi hazretleri, evliyanın meşhurlarından ve şeriflerdendir. ya'ni hazreti hasenin soyundandır. büyük dedesi, haccacın zulmünden, fasa kaçmışdı. kendisi hicretin yılında fasda tevellüd etdi. yedi yaşında iken, babası ve kardeşleri ile mekkeye geldi. altıyüzotuzüçsenesinde, gördüğü rü'ya üzerine ıraka ve şama gitdi. sonra, mısrda tanta şehrinde yerleşdi. çok kerametleri görüldü. yüksek bir veli olduğu anlaşıldı. şöhreti her tarafa yayıldı. ziyaretcileri ve talebesi binleri aşdı. altıyüzyetmişbeş senesinde tantada vefat etdi. vehhabi kitabının, ahmed bedevi hazretlerine devletinin bir casusudur demesi de, alçakça ve çok çirkin bir iftiradır. mülesseme ve öteki ismi olan islam devleti, hicretin dörtyüzkırk senesinde, fasın cenubunda kuruldu. baş şehri idi. ispanyayı ele geçirdi. yüz sene sonra, hicretin beşyüzkırksenesinde yok oldu. yerine devleti kuruldu. ahmed bedevi hazretleri dünyaya geldiği zeman, mülesseme devletinin yerinde yeller esiyordu. kendi gitmiş, adı kitablarda kalmışdı. kitabın müellifi, tefsir ve hadis ilmlerinde cahil olduğu gibi, tarih ve fen bilgilerinde de acınacak bir haldedir. arabca, ana lisanı olduğu için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere ve islam alimlerinin kitablarına çalakalem, bozuk ma'nalar veriyor. bunlardaki ince, yüksek bilgileri, günlük gazete haberi imiş gibi zan ederek, boş kafası ve kısa aklı ile anladığı gibi sanıyor. böyle mezhebsizlerden ve din cahillerinden, seyyid kutb adında biri, kendi anladığına göre bir tefsir yapmış, adındaki bu tefsirini, kahire mason locası başkanı olan, dinde reformcu muhammed abdühün, islamiyyeti yıkıcı, bölücü, bozuk yazıları ile doldurmuşdur. allahü teala, müsliman yavrularını böyle bozuk, zehrli kitabları okuyup aldanmakdan korusun! böyle türedi din adamlarının tuzaklarına düşürmesin! amin. seyyid davüd rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: allahü teala için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevablarını peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyaya rahimehümullahü teala hediyye etmek küfr, şirk olurmuş. bunlara hemen cevab vermek lazımdır. böyle söyliyenler mezhebsizdir. bunlar, mezheb imamlarına, islam alimlerine uymuyorlar. kendi kısa görüşleri ile, noksan aklları ile konuşuyorlar. burada, önce onları red edeceğiz. sonra islam alimlerinin bildirdiklerini yazacağız. bekara suresinin ikiyüzyetmişinciayeti kerimesinde mealen, ve hac suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. dehr suresinin yedinci ayetinde, buyurarak övmekdedir. bu ayeti kerimelerde, allahü teala, nezr edenleri bilirim diyor. nezr edenleri övüyor. nezrin, fakirlere nafaka olduğunu bildiriyor. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize sordular: bir erkek veya bir kadın, mekke şehrinden başka bir yerde, deve kesmeği nezr ediyor. bu, cahiliyyet zemanında, putların önünde kesilen deve gibi mi olur? cevabında, hayır öyle olmaz, nezrini yerine getirsin! allahü teala, her yerde hazır ve nazırdır. herkesin nasıl niyyet etdiğini bilir buyurdu. bu hadisi şerif, sapık sözlere cevab olarak yetişir. allah rızası için kesilmesi nezr edilen hayvanı, salih kimselerin mezarları yanında keserek, etini orada bulunan fakirlere dağıtmak ve sevabını o salih kimsenin ruhuna bağışlamak caizdir. bir zararı yokdur. allah rızası için kesilmesi adak yapılan hayvan elbette kesilecekdir. bu hayvanı kesmek, bir ibadetdir. etini fakirlere dağıtmak da, ayrı bir ibadetdir. bu her iki ibadetin başka başka sevabları vardır. müellifin, ölüler için adak yapılmasını ve mezar yakınında, allahü teala için hayvan kesmesini, puta tapmağa benzetmesi, müslimanlara büyük iftiradır. bu sözünü, ayeti kerime ile ve hadisi şerif ile isbat etmesi lazımdır. adak için, böyle bir isbat yapamıyor. kafirler için, müşrikler için gelmiş olan ayeti kerimeleri müslimanlara bulaşdırmağa kalkışıyor. fıkh alimlerinin kitablarında haram veya mekruh hatta caiz olduğu bildirilen şeyleri yazarak, küfrdür, şirkdir, yaygarasını basıyor. zaten, mezheb imamlarına, fıkh alimlerine kıymet vermiyor. ehli sünneti aldatmak için, müslimanların gözünü boyamak için, işine gelen, çıkarına yarıyan yer.ıyamet ve ahıret leri yazıyor. halbuki, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden kendi anladığına uymakdadır. bekara suresinin yüzyetmişüçüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeyi ileri sürüyor. hep bu ayeti kerimeyi koz olarak kullanıyor. allahü tealadan başka niyyet ile hayvan kesen kafir olur, müşrik olur diyor. bunun sözüne göre, bütün müslimanlar kafir olmakdadır. çünki islam memleketlerinde hergün yimek için milyonlarca hayvan kesiliyor. bunların hiçbiri allahü tealanın rızası için, ibadet olmak için değil, ticaret için veya yimek için kesilmekdedir. allahü tealadan başkası için hayvan kesen müşrik olur diyen kimse, buna nasıl cevab verebilir? başka yerlerde keserek, sevabını ölülerin ruhuna göndermek caiz olur diyorlar. onlara göre, bunun da küfr ve şirk olması lazım gelir. bunları allah için kesiyoruz, etini fakirlere dağıtıp sevabını ölülerimize bağışlıyoruz diyorlar. onlara deriz ki, peygamber için ve evliya için diyerek de bu niyyet ile kesilmekdedir. bunlar için hayvan kesenin niyyetinin bozuk olduğunu nereden anlıyorsunuz? herkesin niyyetini yalnız allahü teala bilir ve onun haber verdiği kimse bilir. başka kimse bilemez. ileri sürdükleri, yukarıdaki ayeti kerimedeki kelimesi, bağırarak söylemek demekdir. cahiliyye zemanında, putlara tapanlar, hayvan keserken ve diyerek bağırırlardı. müslimanlar, veya diyerek keser. müşrikler, allah adı yerine putların ismini söylerlerdi. bir müsliman, allahü tealanın ismi yerine, mesela abdülkadiri geylani rahmetullahi aleyh veya ahmed bedevi rahimehullahü teala için diyerek keserse, bunu bilerek söylemesi, haram olur, bilmiyerek söyledi ise, alimlerin buna öğretmesi lazımdır. buna hemen kafir denemez. bu söylediklerimizi daha da izah edelim: ibni nüceym zeynül'abidini mısrinin ve kardeşi ömer ibni nüceymin kitablarında ve kasım bin katlubüganın şerhinden alarak ın yemin kısmında diyor ki, cahillerin ölüler için yapmakda olduğu adaklar ve evliyaya yaklaşmak için türbelerine götürülen kandil yağları, mumlar ve paralar yalnız ölü için olursa batıldır, haramdır. fekat yine küfr değildir, şirk değildir. fukaraya dağıtmak ve sevabını evliyanın ruhuna göndermek için olursa cazeynül'abidin de vefat etdi. ömer de vefat etdi. izdir. kasım bin katlubüga, nezr yapmak ibadetdir. mahluk için ibadet yapmak caiz olmaz diyor. bu sözü, hadisi şerifine uymamakdadır. bu hadisi şerif, nezrin mekruh olduğunu gösteriyor. mekruh olan şey, ibadet olmaz. müslimanların hayvan adamaları ve başka şey adamaları, hep evliyanın türbesinde bulunan veya başka yerlerdeki fakirlere dağıtmak içindir. malın, etin ölüye verilmesini, ölünün kullanmasını düşünen hiç kimse yokdur. hanefi mezhebinde, nezrin bir yerde yapılmasını belli etmek lazım değildir. belli edilen yerde yapılması da lazım olmaz. mesela, falan veli için nezrim olsun demek caizdir. böyle söylemek, allah için yapdığım nezrin sevabı, bu veli için olsun demekdir. bu hayvanı, bu velinin mezarı yanında kesmek lazım olmaz. başka yerde kesmek, başka yerdeki fakirlere dağıtmak da caiz olur. nerede kesilirse kesilsin, sevabı niyyet edilen velinin ruhuna gider. bununla beraber, yukarıdaki yazı, kasımın sözüdür. kendisi, kemaleddin muhammed ibni hümamın talebesidir. önce gelen alimlerden hiçbiri kasım gibi söylememişdir. yalnız ibni teymiyye söylemişdir. ibni teymiyye, çeşidli adaklar yapmak, bilhassa hayvan kesmeği adamak ve kabr ziyareti gibi işlerde müslimanları kötülemekde aşırı gitmekdedir. kendisine, zemanında bulunan ve sonra gelen ehli sünnet alimlerinin çoğu cevablar vermiş, ortaya atdığı sapık düşünceleri çürütmüşlerdir. kasımın sözüne doğru denilse bile bu sözün müslimanları lekelemiyeceğini islam alimleri bildirmişlerdir. çünki kasım da, fakirlere dağıtmak niyyet edilirse caiz olur demekdedir. bütün müslimanların adaklarını bu niyyet ile yapdıklarını yukarıda bildirmişdik. ehli sünnetin kasıma benziyen sözlerini, vesika olarak ileri sürmeleri, müslimanları aldatmak içindir. çünki onlar, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden başka sözleri vesika olarak kabul etmemekdedirler. biz de, onlara sorarız: peygamberlere ve evliyaya adak yapmanın şirk olduğunu gösteren ayeti kerime ve hadisi şerif isteriz. karşımıza yalnız yukarıda yazdığımız ayeti kerimesini çıkarıyorlar. bu ayeti kerimeye dayanmaları, bir şübhe ve ihtimaldir. şübhe ile ve ihtimal ile mantık yürütülmez. istidlal yapılamaz. fıkh kitabında, bu ayeti kerime için, hayvanı kesip, toprakla örtmek, fakirlere dağıtmamakdır, diyor. görülüyor ki, hac zemanında, minada kesilen yüzbinlerle hayvanı toprak altında bırakmaları, açlara, muhtaclara dağıtmamaları olmakdadır. böyle yapanların müşrik, kafir olmaları icab eder. yimek için, mesela müsafir için hayvan kesmek, ihlal olmaz. çünki, ibrahim aleyhisselamın sünnetidir. yimek için hayvan kesmek ihlal olsaydı, müşriklerin ihlalini ibrahim aleyhisselam elbet yapmazdı.zemahşeri ebülkasım mahmud carullah mu'tezili de cürcaniyyede, ebu ishak ibrahim meruzi şafi'i da, sun'ullah halebi mekki hanefi de vefat etdi. bunun kitabı, evliyanın rahimehumullahü teala kerametlerini uzun anlatmakdadır. şerif ahmed bedevi de mısrda tantada, şemseddin sami beğ de istanbulda erenköyde, vefat etdiler rahmetullahi aleyhim ecma'in. seyyid kutb da mısrda çıkardığı fitne sonunda öldürüldü. kasım bin katlubüga mısri hanefi da vefat etdi. şemsüddin muhammed konevinin ı şerh ederken, nezr, adak bahsinde verdiği bilgileri, ibni abidin açıklamakdadır. tekrar edelim ki, evliya için, ya'ni allahü tealanın sevdiği kulları için hayvan kesmeği adamakda üç niyyet bir arada düşünülmekdedir: hayvanı, allahü teala için kesmek. etini ve başka şeylerini fakirlere dağıtmak. sevabını velinin ruhuna bağışlamak. her müsliman, hayvanını böyle adamakdadır. böyle hayvan adamak, müsafir için kesmekden daha iyidir. çünki, çok olur ki, müsafir zengin olur. sadaka alması caiz olmaz. evet, devlet adamları ve sultan yahud beklenilen yolcu gelince, onlar için hayvan kesmek ve etini fakirlere dağıtmayıp, boş yere bırakmak, kafirlerin putları için hayvan kesmesine benzemekdedir. bu da, şafi'i mezhebinde haramdır. allame ibni haceri mekkiye rahmetullahi aleyh soruldu: diri olan veli rahimehullahü teala için nezr yapmak caiz midir? nezr olunan şeyleri o veliye veya herhangi bir fakire vermek lazım mıdır? ölmüş olan veli için nezr yapmak caiz midir? nezr olunan malı velinin çocuklarına ve akrabasına, yahud onun yolunda bulunanlara, talebesine, hizmetçilerine vermek lazım mıdır? mezar üzerine kabr, dıvar, parmaklık, sıva gibi şeyler yapmak için nezr sahih olur mu? cevab: diri olan veli için adak yapmak sahihdir. adak olunan malı ona vermek vacibdir. başka hiçbir yere vermek caiz olmaz. ölmüş olan veli için nezr yapmağa gelince, mal meyyitin olsun diye niyyet edilirse, nezr batıl olur, sahih olmaz. başka bir hayr için mesela, çocuklarına, talebesine, türbesindeki veya başka yerdeki fakirlere vermeği, yidirmeği niyyet ederse, adak sahih olur. niyyet etdiği şeyleri vermesi vacib olur. adak sahibi hiçbirşey niyyet etmedi ise, zemanındaki müslimanların adetlerine bakılır. hemen her müsliman, ölü için nezrim olsun diyerek, yazdığımız yerlerden birine vermeği ve sevabını ölüye bağışlamağı düşünmekdedir. adak yapan da, bu yerleşmiş, kökleşmiş adetleri bildiği için, onlar gibi nezr etmiş olur. vakfda olduğu gibi, nezri sahih olur. vakfda, şartlarını söylemese, yerleşmiş adetlerdeki şartlara göre vakf etmiş sayılmakdadır. mezarların yapılması, sıvanması için yapılan nezrler batıldır. fekat imamı izra'i ve zerkeşi ve başkaları buyurdu ki, peygamberlerin, evliyanın ve alimlerin mezarlarını ve yırtıcı hayvanların, hırsızların ve düşmanların açmasından korkulan mezarları korumak için üzerlerine dıvar, parmaklık gibi şeyler yapmak caizdir. böyle faideli şeyleri adamak sahih ve caiz olur ve iyi olur. bunlar için vasiyyet yapmak da böyledir. ibni haceri mekkinin fetvası daha uzundur. kitabımıza bu kadarı yetişir. bu konuda hayreddini remlinin de fetvaları vardır. bu fetvaların aslı, imamı rafi'inin rahimehullahü teala cürcandaki kabri için yapılan adak üzerindeki yazılardır. ibni haceri mekki bunları kitabında ve fetvalarında uzun bildirmişdir. şafi'i mezhebinde sözbirliği ile caizdir. kitabında molla husrev rahmetullahi aleyh, yemini anlatırken diyor ki, farz veya vacib olan ibadetlerden birine benziyen ve namaz, oruc, sadaka, i'tikaf gibi başlıbaşına ibadet olan birşeyi nezr edenin, bunu yapması lazım olur. hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, cami'e girmek, yol, çeşme, hastahane, mekteb, cami' yapmak gibi, farz veya vacib cinsinden olmıyan şeyler nezr edilmez. bunlar nezr edilirse, yapılmaları lazım olmaz. allah rızası için receb ayında oruc tutayım demek gibi ve yolcum gelirse, allahü teala için sadaka vermek nezrim olsun demek gibi, istenilen bir şarta bağlanan söylenince, şart hasıl olduğunda, nezr olunan ibadetleri yapmak vacib olur. hadisi şerifde, buyuruldu. hastalıkdan kurtulursam, bir koyun kesmek nezrim olsun demek nezr olmaz ve koyunu kesmesi lazım gelmez. allahü tealanın rızası için bir koyun kesmek demek lazımdır. allahü teala için deyince, nezr olup, kesmesi lazım olur. bin lira sadaka vermeği, nezr eden kimsenin yüz lirası olsa, yüz lira vermesi lazım olur. malı varsa, satıp bin lirasını sadaka verir. şu yüz lirayı, şu günde falan fakire vermeği nezr edip, başka yüz lirayı, başka günde, başka yerde, başka fakirlere vermesi caiz olur. ibni abidin, nafile namazları anlatırken, hadisini bildirerek, bundan, bir nafile namazı kılmadan önce, bunu şarta bağlı nezr etmenin yasak olduğu anlaşılıyor diyor. çünki nezr olunan namazın bir isteğe karşılık olmasını andırmakdadır. buhari kitabını şerh edenler, bunun yasak olması, nezr olunan namazın, şart edilen şeyin hasıl olmasına te'sir edeceğini sanan kimseler içindir dediler ise de, hadisi şerif, nafilelerin mutlak nezr yapılarak kılınmasını da yasaklamakdadır diyor. bundan anlaşılıyor ki, şarta bağlı yapılan nezr, ibadeti, şart edilen şeye karşılık yapmak değildir. allahü tealaya şükr olarak yapılmakdadır. şükr secdesi yapmak gibidir. ibadet ile ve ibadetin sevabı hediyye edilen salih kimsenin düası ile, allahü tealanın merhametini istemekdedir.. maliki mezhebi alimlerinden şeyh halilin i şerhinde diyor ki, niyyet ederek veya söyliyerek, mekkeden başka bir yere, mesela resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem veya bir velinin kabrine, kesmek için deve, koyun gibi hayvan götürürse, bunları keser, etlerini fakirlere dağıtır. bu kabrlere elbise, para, yemek gibi şeyler göndermek isterse, oradaki hizmet edenlere, zengin olsalar bile, dağıtmağı niyyet etdi ise, onlara gönderir. eğer sevabını onlara bağışlamağı niyyet etdi ise, bunları kendi memleketinde fakirlere dağıtır. hiçbirşey niyyet etmedi ise, yahud niyyetini bildirmeden kendisi öldü ise, memleketindeki adete göre olur. ibni arefe ve bürzüli de, böyle yazmakdadırlar. hanbeli mezhebine gelince, mensur behüti, kitabı haşiyesinde ve ibni müflih, kitabında, ibni teymiyyeden alarak bildiriyor ki, belli bir veliden, sıkıntısını gidermesi veya özlediğine kavuşdurması için birşey adamak, allahdan başkası için adamakdır. allahdan başkası için yemin etmek gibidir. başkalarına göre bu nezr, sahihdir. fekat günahdır. buradan anlaşılıyor ki, evliyadan yardım için, onlara nezr yapmak, ibni teymiyyeye göre tenzihen mekruhdur. hanbeli alimlerinden başkalarına göre, günahdır demesi, ibni teymiyyenin günah demediğini anlatmakdadır. peygambere sallallahü aleyhi ve sellem kandil, mum adayan şeyh halil de vefat etdi. kimsenin bunları medine şehrinde bulunan fakirlere vermesini, ibni teymiyyenin bildirmekde olduğu, haşiyesinde yazılıdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve veliler rahimehümullahü teala için hayvan kesmeği adamak, allahü tealanın rızası için keserek sevabını bunlara bağışlamak demekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. ibni kayyımi cevziyye kitabında ve imamı zehebi kitabında ve ibni haceri mekki kitabında, bu hadisi şerifi açıklıyorlar. allahü tealadan başkası için kesmek demek, keserken, seyyidim, filan veli için demekdir diyorlar. kafirler de keserken putun ismini söyliyerek kesiyorlar. allahü tealanın ismi yerine başka ismler söyliyerek kesmek böyledir. imamı nevevi rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, beytullah olduğundan dolayı, ka'be için diyerek kesmek ve resulullah olduğundan dolayı, peygamber için diyerek kesmek caizdir. mekkeye veya ka'beye hediyye göndermek de böyledir. sultan veya devlet adamları gelince, onların gözüne girmek için hayvan kesmenin haram olduğunu yukarıda bildirmişdik. bunlar geldiği zeman, sevinerek kesmek ve çocuğu dünyaya gelince, sevinerek kesmek veya kızmış birinin gönlünü almak için kesmek caizdir. gönlünü almak başkadır, gözüne girmek başkadır. put için kesmek, büsbütün başkadır. cin için kesilen kurbanlara gelince, allah için keserek, allahın, böylece cinden korumasını düşünmek caizdir. böyle düşünmeden kesmesi haramdır. görülüyor ki, islam alimleri, herşeyi cevablandırmışlar, kimsenin birşey söylemesine ihtiyac bırakmamışlardır. herkes aradığını kitablarda bulmuşlardır. bir ahmak ve cahil kimse ortaya çıkarak, müslimanları parçalamak, bölücülük yapmak ve islam alimlerini kötülemek ve hak yolunda çalışanları gözden düşürmek için, bozuk fikrler yayarsa, bunun sapık veya zındık olduğu anlaşılır. aklı olan kimse, buna inanmaz ve aldanmaz. deccalın askerleri gibi olanlar, ancak o ahmaka inanacaklardır. her doğruya iğri, her güzele çirkin diyeceklerdir. müezzin efendi, ezan okurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini söyleyince, bunu işitenler, iki elin başparmaklarının tırnaklarını, gözlerinin üstüne koyarak der. bunu ba'zı alimler, mesela deyrebi kitabında yazmakdadır. bunu bildiren bir hadisi şerif görmedik. fekat hadisi şerifi, bu işin caiz olduğunu göstermekdedir. imamı ahmed ibni hanbel ve ibni cevzi ve ibni hacer, bunun hadis olduğunu bildiriyorlar. imamı süyuti de, bu hadisi de bildirmekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hiç şübhesiz, peygamberlerin ve salihlerin en üstünüdür. onun ismi anılınca, allahü teala rahmet ve merhamet etmekdedir. allahü tealanın rahmet etdiği zemanda yapılan düa kabul olur. ezan okunurken, demek, dünyada ve ahıretde sevinmek için düadır. böyle düa etmek islamiyyete uygundur. hanefi alimlerinden tahtavi, haşiyesinde, kuhistaniden bildiriyor ki, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini ikinci işitince, iki baş parmağı gözler üzerine koyup, demek müstehabdır. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, böyle yapanı cennete götürür. şeyhzade muhammed hanefi, beydavi tefsiri haşiyesinde, ebil vefadan alarak bildiriyor ki, ba'zı fetvalarda gördüm ki, ebu bekri sıddik, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini işitince, iki baş parmağının tırnağını öpdü. sonra, gözlerine sürdü. niye böyle yapdın buyurulunca, senin mubarek isminle bereketlenmek için ya resulallah dedi. güzel yapdın. böyle yapan, göz ağrısı çekmez buyuruldu. tırnakları göze koyunca, demelidir. deylemi, kitabında, ebu bekri sıddikın radıyallahü anh haber verdiği hadisi şerifi yazıyor. bu hadisi şerifde, buyuruldu. tahtavinin yazısı temam oldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. kuhistani, kitabından alarak diyor ki, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini ilk işitince, demek ve ikinci işitmekde, demek, sonra iki baş parmağını gözleri üstüne koyup, çekmeden, demek, müstehabdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz bu kimseyi cennete götürür. kitabında diyor ki, muhammed bin süleymanı medeni şafi'i rahmetullahi aleyhden muhammed bin abdülvehhabı necdi soruldu. cevab olarak, bu adam son zemanın cahillerini sapık yola sürüklemekdedir. allahü tealanın nurunu söndürüyor. allahü teala, müşrikler istemese de, nurunu söndürmiyecek, her yeri ehli sünnet alimlerinin nurları ile aydınlatacakdır dedi. muhammed bin süleymanın fetvalarının sonundaki sual ve cevab da şöyledir: sual: büyük alimler! mahlukların en iyisinin yolunu gösteren yıldızlar! size soruyorum: bir kimse, çeşidli din kitablarını okuyup, bilgilerini kısa görüşü ile ve noksan aklı ile dartarak, bu ümmetin hepsinin dinin özünden ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yolundan ayrıldıklarını, sapıtdıklarını söylese ve kendisinin müctehid olduğunu, allah kelamından ve resulullahın hadislerinden bilgiler çıkardığını ileri sürse, halbuki alimlerin, bir müctehidde bulunması lazım dedikleri şartlardan hiçbiri bunda bulunmasa, bu sözleri yaymasına izn verilir mi? yoksa, vazgeçip, islam alimlerine uyması lazım mıdır? kendisinin imam olduğunu, her müslimanın ona uyması vacib olduğunu, mezhebinin lazım olduğunu söylüyor. müslimanları mezhebine sokmağa zorluyor. kendisine uymıyanlara kafir diyor. bunları öldürmeli, mallarını paylaşmalı diyor. bu adam doğru mu söylüyor? yoksa yanlış mıdır? bir kimsede, ictihad için lazım olan şartların hepsi bulunsa, bir mezheb kursa, herkesi bu mezhebe girmeğe zorlaması caiz olur mu? belli bir mezhebe girmek lazım mıdır? yoksa herkes dilediği mezhebi seçmekde serbest midir? salih bir kulun veya sahabinin kabrini ziyaret eden, buna adak yapan, kabr yanında hayvan kesen, onu vesile ederek düa eden, toprağından alıp bereketlenmek için saklıyan, tehlükeden kurtulmak için, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem veya sahabiden yardım istiyen bir müsliman, dinden çıkar mı? ben bu kabrin sahibine tapınmıyorum, onun birşey yapacak güçde olduğuna inanmıyorum. onun allahü tealanın sevgili kulu olduğuna inandığım için, allahü tealanın dileğime kavuşdurması için, onu vesile, sebeb yapıyorum dediği halde, böyle yapanı öldürmek halal olur mu? allahdan başka birşey ile yemin eden kimse, dinden, imandan çıkar mı? cevab: iyi anlamalıdır ki, ilm üstaddan öğrenilir. ilmi, dini, kendi kendine kitabdan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. bugün, ictihad edecek kimse yokdur. imamı rafi'i ve imamı nevevi ve fahreddin razi dediler ki, bugün hiç müctehid kalmadığında alimler sözbirliğine varmışdır. imamı süyuti gibi, her ilmde deniz gibi olan derin bir alim nisbi müctehid, ya'ni mezheb içinde müctehid olduğunu bildirince, hiçbir alim bu sözünü kabul etmedi. halbuki, mutlak müctehid olduğunu, mezheb sahibi olduğunu söylememişdi. beşyüzden fazla kitab yazdı. her kitabı, tefsir ve hadis ilmlerinde ve din bilgilerinin herbirinde çok yüksek derecede olduğunu göstermekdedir. imamı süyuti gibi bir alimin nisbi müctehid olduğu kabul edilmeyince, onun yüksek derecesinden çok uzak olanların böyle sözlerine inanılır mı? hiç dinlenmez bile. hele islam alimlerinin kitablarının bozuk olduğunu da söylerse, bunun aklından ve dininden şübhe olunur. çünki bu kimse, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiramdan hiçbirini görmediğine göre ilmini nereden öğrendi? birşeyler öğrendi ise, islam alimlerinin kitablarından öğrenmişdir. o alimlerin kitablarına bozuk derse, kendisi doğru yolu nereden bulmuşdur? bunu bize açıklasın! dört mezhebin imamları ve bunların mezheblerinde yetişmiş olan büyük alimler, bütün bilgilerini ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden çıkarmışlardır. bu adam, onlara uymıyan bilgilerini nereden çıkarmışdır? onun ictihad derecesine varamamış olduğu meydandadır. bu adama düşen iş, sahih bir hadis görüp, anlamadığı zeman, müctehidlerin bu hadisi şerifden anlayıp bildirdiklerini araşdırmalıdır. bunlar arasında beğendiğine uymalıdır. böyle yapmak lazım geldiğini, derin alim imamı nevevi rahimehullahü teala kitabında bildirmekdedir. ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri, ancak ictihad derecesine yükselmiş olan derin alimler anlıyabilir. müctehid olmıyanların, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri anlamağa kalkışmaları caiz değildir. abdülvehhab oğlunun doğru yola gelmesi, bozuk sözlerinden vaz geçmesi lazımdır. vehhabi kitabını yazan müellifin, müslimanlara kafir demesine gelince, hadisi şerifde, bir kimse, bir müslimana kafir dese, ikisinden biri kafir olur. söylediği kimse müsliman ise, kendisi kafir olur buyuruldu. imamı abdülkerim rafi'i rahmetullahi aleyh kitabında den alarak diyor ki, müslimana kafir diyen ve te'vil edemiyen kimse, kafir olur. çünki, islama küfr demekdedir. imamı nevevi de, kitabında bunu bildiriyor. ebu ishak ibrahim isferaini ve hüseyn halimi cürcani ve nasrulmukaddesi nablüsi ve gazali ve ibnü dakikiliyd ve daha birçok alimler, te'vil etse de etmese de, kafir olur diyorlar. müslimanların kanı ve malı halal olur demesine gelince, hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, müslimanı öldürmek caiz değildir. bu hadisi şerif, tevbe suresinin altıncı ayetinin, meali şerifinden alınmışdır. tevbe suresinin onikinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir hadisi şerifde, biz görünüşe göre anlarız. gizli olanları allahü teala bilir buyuruldu. kitabın müellifi, bu hadisi şerife de inanmıyor. yüzkırkaltıncı sahifesinde, biz söze bakmayız, maksada ve ma'naya bakarız diyor. bunun gibi, kitabının birçok yerlerinde ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere uymıyan yazılar vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. üsame hazretleri, lailahe illallah diyen bir kimseyi öldürdüğü zeman, kalbinde iman yokdu deyince, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu. bir müctehidin insanları kendi mezhebine girmek için zorlaması caiz değildir. müctehid olan zat, mahkemede kadi ise, o zeman kendi ictihadı ile karar verir ve bu kararın yapılmasını emr eder. evliya için adak yapmağa gelince, şafi'i alimleri bunu uzun bildirmekdedir. kitabı, kitabından alarak bildiriyor ki, ölmüş bir veli için nezr eder ve adak etdiği malın ölünün olmasını niyyet ederse, bu nezr sahih olmaz. ölünün olmasını niyyet etmezse, nezri sahih olup, nezr olunan mal, hizmetcilere, türbe yanındaki mekteb talebe ve hocalarına, fakirlere verilir. türbe yanında adak malını almağa alışık kimseler toplanmış ise ve velirafi'i da kazvinde vefat etdi. isferaini de nişapurda vefat etdi. halimi de vefat etdi. ye nezr olunan malın bunlara verilmesi adet olmuş ise, bunlara verilir. böyle bir adet yoksa, nezr batıl olur. semlaviden ve remliden de böyle haberler gelmişdir. herkes bilir ki, evliya için adak yapanlar arasında hiç kimse yokdur ki, adak olunan malın ölüye verilmesini düşünmüş olsun. çünki, ölünün birşey almıyacağını, birşey kullanmıyacağını herkes bilir. bu malların fakirlere veya türbede hizmet edenlere verileceğini bilmiyen yokdur. bunun için ibadet olmakdadır. çünki, şafi'i mezhebinde mubah olan, mekruh ve haram olan şeylerin nezr edilmesi sahih olmaz. yapması zaten farz ve vacib olmıyan ibadetler ve sünnetler nezr olunur. kabrleri öpmek, yüzünü gözünü sürmek için, caiz olur da denildi. olmaz da denildi. caiz olmaz diyenler mekruh dedi. haramdır diyen olmadı. peygamberleri aleyhimüssalatü vesselam ve salih kulları tevessül etmek, onları vesile ederek allahü tealaya yalvarmak caizdir. hadisi şeriflerle bildirilmişdir. bunları kitabımızın başında bildirmişdik. salih ameller ile tevessül etmek caiz olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır. iyi işlerle tevessül caiz olunca, iyi insanlarla tevessül daha çok caiz olur. allahü tealadan başka şeylere yemin etmeğe gelince, yemin olunan şey, ta'zim olunursa, allahü tealaya şerik, ortak tutulursa, ancak o zeman küfr olur. hakimin ve imamı ahmedin bildirdikleri ve münavide yazılı hadisi şerifi de bunu bildirmekdedir. fekat imamı nevevi rahmetullahi aleyh alimlerin çoğundan alarak, mekruh olduğunu bildirmekde ve müslimanların icma'ı huccetdir demekdedir. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. her mü'minin mezhebine uyması lazım geldiği, bu ayeti kerimeden de anlaşılmakdadır. sürüden ayrılan koyunu kurt kapar sözünü unutmamalıdır. ehli sünnet vel cema'atden ayrılan da cehenneme gider. derin alim muhammed bin süleyman medeninin fetvası uzundur. biz kısaltarak bildirdik. allahü tealanın hidayet nasib etdiği kimseye bu kadar yetişir. bu alim senesinde vefat etmişdir. muhammed bin abdülvehhab senesinde necd çölünde tevellüd ve binikiyüzaltıda öldü. muhammed bin süleyman bunun cahilliğini ortaya çıkardı. sözlerini çürütdü. ictihad ediyorum demesini yalanladı. onun hiçbir islam aliminden ilm ve feyz almadığını, müslimanlara kafir dediği için, kendisinin dalalete düşdüğünü yaydı. hanefi alimlerinden muhammed bin abdül'azim mekkinin rahmetullahi aleyh kitabında, ibni hazm muhammed alinin sapık yazıları bildirilmekde ve cevab verilmekdedir. ibni hazm, herkese ictihad yapmağı emr ediyordu. başkasına uymak haramdır diyordu. bu sözlerini, nisa suresinin ellisekizinci ayetinin, meali şerifi ile isbat etmeğe kalkışıyordu. abdül'azim, buna cevab verirken, biz, elhamdülillah büyük islam alimi imamı azam ebu hanifeye rahimehullahü teala uymak derecesinden dışarıda kalmıyoruz. biz, o yüce imama ve onun büyük talebelerine ve daha sonra gelen, şemsüleimme gibi dünyaya nur saçan derin alimlere ve on asrdan beri yetişen böyle hakiki alimlere rahimehümullahü teala uymakla şerefleniyoruz diyor. ibni hazm, endülüslüdür. zahiriyye mezhebinde idi. bu mezhebi davüdi isfehani kurmuşdu. kendi de, mezhebi de yok oldu, unutuldular. ibnülehed ve zehebi ve ibni hilligan diyor ki, ibni hazma selam verenler, ondan nefret ederlerdi. sözlerini beğenmezlerdi. onun sapık olduğunda sözbirliğine vardılar. onu kötülediler. sultanlara ondan sakınmalarını bildirdiler. müslimanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. ibnül arif diyor ki: ibni hazmın dili ve haccacın kılıncı, aynı şeyi yapmışlardır. ibni hazmın, hadisi şeriflere uymıyan habis, sapık çok sözleri vardır. haccacı zalim, yüzyirmibin ma'sumu sebebsiz ve suçsuz öldürdü. ibni hazmın dili de, hadisi şerif ile bildirilen hayrlı zemanlardan sonra, yüzbinlerle müslimanı doğru yoldan sapdırdı. çünki, kendisi senesinde öldü. allahü teala, bütün müsliman kardeşlerimi sapık ve bozuk yola kaymakdan muhafaza buyursun! hepimize dört mezheb alimlerinin hak olan ictihadlarına uygun iman ve ameller nasib eylesin! kıyamet günü, onların mezhebinde olarak, peygamberlerle, sıddiklarla ve şehidlerle ve salihlerle birlikde haşr eylesin! amin. davüd bin süleymanın kitabından terceme burada temam oldu. bu kitabın yazılması hicretin binikiyüzdoksanüçsenesinde temam olmuşdur. arabiden türkçeye teribni abdül'azim de vefat etdi. cemesi de, senesinde yapılmış ve neşr edilmişdir. adında bir kitab elimize geçdi. islam harfleri ile de şamda ikinci baskısı yapılmış. kitabı yazan anadolunun gümüşhane vilayetinde, eski şiran müderrisi mustafa oğlu osman efendinin oğlu, gümüşhaneli osman zeki adında bir vehhabi imiş. bu çocuğun, şiran kazasından hicaza gidip, sapıtmış olduğu anlaşılmakdadır. bu bozuk ve zararlı kitab, hicazda türk hacılarına, parasız dağıtılmakdadır. din bilgisi az olanlar, kitabdaki yanlış ve yalan yazıları doğru sanarak, felakete sürüklenmekdedir. bid'at ehline aldananların hacları ve hiçbir ibadetleri kabul olmaz. hacı olalım derken, doğru yoldan çıkmış, bid'at, dalalet felaketine sürüklenmiş olurlar. doksanaltı sahife ve küçük olan bu kitabında diyor ki:kur'anı kerim ve resuli rabbil'alemin, namaz kılmıyana müşrik ve kafir dedi. vitr namazını, kunut okumadan bir rek'at kılmak yetişir. resulullah dahi şevval ayının hilalini bilmiyordu. bunun için, filan gaybı biliyor. imdad ediyor diyenler, allahdan korkup, insanlardan utansınlar. çünki, böyle şeyleri kur'an ve peygamber yasaklamışdır. bu utanmazlar, peygamber efendimizle konuşup, onun emri ile hareket etdiklerini, yutduruyorlar. eşekden daha aşağı olduklarını yayıyorlar. bu doğru olsaydı, eshabı kiram arasında harb olmazdı. resulullah ile konuşup, onun emri ile sıkıntıdan kurtulurlardı. vesile ayeti kerimesinin ma'nası, emrleri yapmak, yasaklardan sakınmakdır. nafilelerle meşgul olmakdır. kabrde olanlardan imdad ve bereket istemek değildir. çünki böyle yapmak eşeklik ve müşriklikdir. müslimanlıkda böyle bir şey yokdur. dini islam, böylelere müşrik ve kafir diyor. gayri ihtiyari haricinde farz namazı terk edeni allah ve resulü tekfir ediyor. bunların kaza kılmaları da kabul olmaz. filan falanın sözleri, ahıretde insanı kurtarmaz. kitaba ve sünnete güvenmeyip, filanların sözleri ile ibadet yapanlar, cehenneme gideceklerdir. kabrde o büyük denilen zatlardan sual olmıyacak. allahdan ve resulünden olacakdır. allahü teala, bilmediğinizi ehl olanlardan sorup anlayın buyurdu. yakalarını kurtarmak için kur'anın ve hadisin zahiri ve batıni ma'naları vardır. biz batınisini anlamayız derler. allah, ehli imana, anlıyamıyacağı, yapamıyacağı şeyleri emr etmez. bu hususda nın kitabına bakınız. pırlanta dürbin takınız, diyor. korkulu zemanda, ayakda yürürken de namaz kılmak, bekara suresinin ikiyüzotuzsekizinci ayetinde emr olunuyor. hadislerde kunut okumak emr olunmadı. kunutsuz vitr kılmak sahihdir. yalnız farzları ve bir rek'at vitri kılana dil uzatılmaz. sünnetleri kılanlara sevab vardır. kılmıyanlara günah yokdur. ey kardeşlerim! ayetden, hadisden söyliyorum. kafamdan söylemiyorum. hırlıyan ve uluyan müşrikler, resulullaha yalancı, büyücü diyenler gibidir. kitabı ve sünneti bildirenlerden kaçanlar, hakdan kaçan alçaklara benziyor, diyor. mevlid okumak, tarikatlar, delaili şerif okumak, iskat ve telkin, sonradan ortaya çıkarıldı. batıl ve merduddurlar. bunları çıkaranlar, kendilerini allahü teala yerine koymuş oluyor. kabul edip yapanlar da, bunlara tapmış oluyorlar. dinde herşey bildirildi. söylenmedik kalmadı. buyuruldu. bütün tarikatler batıldır. resulullah zemanında olmıyan şeyler merduddur. kadiri, şazili, mevlevi, nakşibendi, rıfai, ticani, halidi, üveysi. daha nice tarikatler, doğru yoldan ayrılmak, kur'ana uymamakdır. müsliman adından başka her ismi atmalıdır. zemanı se'adetdeki gibi kardeş olmalıdır. selameti, kabrlerden, ölülerin ruhlarından istemek gibi, dini islamda olmıyanı yaparak, kafir müşrik olmamalıdır. dinimiz, zikr, tesbih ve tekbir için boncuklar ve tekkeler ve kabrler üzerine türbe, kubbe yapmağı emr etmedi. türbeleri yıkmağı emr eyledi. allahü teala, bana düa ediniz! kabul ederim dedi. peygamberlere düa ediniz veya evliyaya düa ediniz demedi. ya'ni mevta ile tevessül veya kabrlerinden ve ruhaniyyetlerinden imdad taleb ediniz demedi. peygamberlerin bize faide ve zarar veremiyeceğini allah bildiriyor. kur'anı kerimin yokdur dediğini istemek, allahü tealaya inanmamak olur. mevtadan imdad taleb edenler kafir ve müşrikdirler. peygamberin okuduğu salevatlar vahydir. başkasının söylediği salevatlar bid'atdir. bid'at, vahyden üstün olamaz. delail kitabını yazan, kendini allah makamına koymuş. ibadet icad etmiş. okuması için günler ta'yin etmiş. allaha inabe yerine, şeyhlere inabe ediyorlar. eshabı kiram, tarikat, mevlid ve salevat tertip ve ihdas etmediler. sonra gelenler, vatan himayesi ve düşmanın kahr olması için, , gibi bid'atler emr etdiler. millet, iskat yapılır diyerek, ibadeti terk ediyor. telkini de ölü işitmez. islamda yeri yokdur. vehhabi kafirin yalan, bozuk sözleri temam oldu. allahü teala ve onun resulü, namazın emr olunduğuna inanmadığı, ehemmiyyet vermediği için kılmıyana kafir dedi. tenbellikle kılmıyan kafir olmaz. fasık, günahkar olur. hanefi mezhebinde vitr namazını üç rek'at kılmak vacibdir. peygamberimizin vitri üç rek'at kıldığı, da ve de ve de yazılıdır. kunut düası okumak da vacibdir. imamı ebu yusüfe ve muhammede ve imamı ahmede ve şafi'iye rahimehümullahü teala göre sünnetdir. ebu davüdün bildirdiği ve de yazılı olduğu gibi, kunut olarak, belli olan duayı okumak, sözbirliği ile sünnetdir. bunu bildiren hadisi şerif, şernblalinin kitabında yazılıdır. vacib ve sünneti ehemmiyyet vermediği için terk eden kafir olur. ehemmiyyet ve değer verip tenbellikle vacibi bir kerre, sünneti ise, devamlı terk eden günaha girer. bu alçak vehhabi, hanefi olan müslimanları mezhebinden çıkarmak istiyor. mezhebsiz yapmak istiyor. mezhebsiz olan, ehli sünnetden ayrılmış olur. ehli sünnetden ayrılanın da, ya sapık, yahud kafir olduğu, kitabında yazılıdır. bu kıymetli kitabı hindistan alimlerinden muhammed hamdullah yazmış, de istanbulda da basdırılmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendiliğinden gaybı bilmez. fekat, allahü teala, peygamberine vahy ile ve evliyasına ilham ve keramet ile gaybı haber verir. hazreti ömerin irandaki askeri görmesi ve kumandanları sariyyeye söylemesi, onun da işitmesi, böyle olmuşdur. evliyanın kendisi gaybı bilmez. fekat, allahü teala, dilediği şeyleri onlara bildirir. veya ruhlarına kuvvet vererek, görür ve bilirler. böyle olduğunu kur'anı kerim ve hadisi şerifler haber vermekdedir. vehhabi kitabı d ahifesinde, yeryüzü bana küçültüldü. doğuyu, batıyı, avucumdaki aynada imiş gibi, hep gördüm hadisi şerifini yazmakdadı ahifeden başlıyan yirmidördüncü maddeyi lutfen okuyunuz! resulullah, diri iken de, öldükden sonra da, eshabı arasında olacak fitneleri, dilediklerine söyledi. kazaya razı olmalarını bildirdi. çoğuna şehid olacaklarını müjdeledi. taberaninin haber verdiği ve kitabında yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bunun gibi, hazreti osmanın ve hazreti alinin ve başka sahabilerin radıyallahü anhüm şehid olacaklarını haber verdi. sabr eylemelerini emr buyurdu. eshabı kirama şehid olacaklarını bildirmek, onlara müjde vermek idi. onlar, şehid olmamak için değil, şehid olmak için düa ederlerdi. resulullah, eshabının imdadına niçin yetişmedi sözü, cahilce bir sözdür. allahü teala, uhud muharebesinde resulünün imdadına niçin yetişmedi demeğe benzemekdedir. resulullah, eshabı arasındaki muharebeleri görseydi, seslerini işitseydi, onlara emr verir, sıkıntıdan kurtarırdı gibi ahmakca sözler, haşa allahü tealanın, uhud günü olan faci'a ve sıkıntıları görmediğini, düa ve istigaseleri işitmediğini söylemek demekdir. vehhabi kitabının, böyle ahmakca, alçakça sözlerine inanmakdan, aldanmakdan allahü tealaya sığınırız. din büyükleri, kaza ve kaderi değişdirmek istemez. onu haber alırlarsa razı olurlar. hadisi şerifde, buyuruldu. işlerine gelmiyen hadisi şerifleri örtbas ediyorlar. fekat, güneş balçıkla sıvanamaz. cevab veremeyince, şirkdir, eşeklikdir diye, işi gürültüye getiriyorlar. tenbellik ederek, dünya işlerine dalarak namaz kılmıyan kafir olmaz. namazı vazife, borç bilmiyen, farz olduğuna inanmıyan kafir olur. filan falanın sözleri diyerek, ehli sünnet alimlerine taş atmakdadır. , kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarını ve eshabı kiramdan işitdiklerini kitablarına yazmışlardır. kendi görüşlerine ve düşündüklerine güvenmemişlerdir. her yazdıklarına, ayetden, hadisden veya eshabı kiramın sözlerinden vesikalar, senedler bildirmişlerdir. kitaba ve sünnete uymak ve eshabı kiramın yolunda bulunmak istiyenlerin, ehli sünnet kitablarını okumaları lazımdır. kitabının dörtyüzdoksanikinci sahifesinde de yazılı olan hadisi şerif ile övülmüş, hayrlı asrın en iyileri olan, ehli sünnet alimleri, kitabı ve sünneti anlıyamamış da, bin sene sonra, çölden meydana çıkan vehhabi sapıkları, daha iyi anlamış demek için deli veya ahmak, yahud zındık olmak lazımdır. vehhabi kitabının, akla, ilme uymıyan saçma yazıları, kur'anı kerimi ve sünneti nebeviyyeyi hiç anlamadığını açıkça göstermekdedir. ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri oyuncak yapmış, dilediği gibi ma'na veriyor. kabrde allah ve resulünden sorulacakdır. bu suallere, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi cevab veremiyenler, cehenneme gideceklerdir. mealindeki ayeti kerimeyi kendi de yazıyor. her müslimanın, bu ayeti kerimeye uyarak, ehli sünnet kitablarını okuyup öğrenmeleri lazımdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumıyanlar, bu ayeti kerimeye uymamış olur. cahil kalır. mezhebsizlerin yalanlarına aldanıp, cehenneme gider. deyleminin ve münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, batın ilmi, allahü tealanın sırlarındandır. emrlerinden biridir buyuruldu. resulullah efendimiz, ilmi batını haber veriyor. allahü tealanın emridir diyor. bu kitab ise, ilmi batını, ehli sünnet uydurdu diyor. allahü teala, emrlerini ve yasaklarını herkes için bildirdi. bunlar, anlaşılabilecek ve yapılabilecek şeylerdir. bunlara uymak, herkese farzdır. batın bilgilerini ve müteşabih ayeti kerimeleri ise, herkes anlıyamaz. bunlarda bildirilenleri anlamak ve yapmak, ulemai rasihine mahsusdur. bunlar,.ıyamet ve ahıret tesavvuf yolunda ilerleyip olgunlaşmış derin alimlerdir. bu ilmlerden ve bu rasih alimlerden haberleri olmıyanlar, inkar ediyorlar. ömer rızanın bozuk yazılarını yalnız mezhebsizler beğenir. bekara suresi, düşman karşısında ve boğulmak ve yanmak tehlükesinde olanın ve hayvan saldırırken, mümkin olan tarafa dönerek namaz kılınacağını bildirmekdedir. fıkh kitabları buyuruyor ki, korku artdığı zeman, cema'at ile kılınmaz. yalnız olarak ayakda durarak veya hayvan üstünde kılınır. yukarıdaki tehlükelerden kaçarken, vakti kaçırmamak için, ancak hayvan üstünde giderek kılınabilir. ayeti kerimenin ayakda mümkin olan tarafa dönerek kılmak olduğu haşiyesinde yazılıdır. ayeti kerimedeki kelimesinin demek değil, demek olduğu tefsirlerde ve fıkh kitabında açıkça yazılıdır. bu bozuk vehhabi kitabı, burada da, hanefileri aldatmağa, yürürken namaz kıldırmağa çalışmakda, bunun için de ayeti kerimeye yanlış ma'na vermekden çekinmemekdedir. bir müsliman, sünnetleri, ehemmiyyet vermiyerek kılmazsa kafir olur. ehemmiyyet verip, devamlı kılmazsa, günaha girer. bu kitab, ayetden, hadisden söylüyor ise de, bunlara uydurma ma'na veriyor. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, resulullahın ve eshabı kiramın anladıklarını araşdırıp, onlardan öğrendikleri ma'naları kitablarına yazmışlardır. böyle olduğunu vehhabiler de bildiriyorlar. kitabı. sahifesinde, ebu hanife rahimehullah dedi ki: kitabullaha ve resulullahın hadisine ve sahabenin sözlerine uygun olmıyan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! onları alınız! imamı şafi'i dedi ki: kitabımda, resulullahın sünnetine uymıyan birşey bulursanız, benim sözümü bırakıp, resulullahın sünnetini alınız! diyor. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala, kitabullaha ve hadisi şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı da göstermekdedir. bunun içindir ki, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin doğru ma'nalarını anlamak istiyenler, ehli sünnet alimlerinin kelam ve fıkh kitablarını okumalıdır. kitabı ve sünneti bildiren alimlerinin kitablarından kaçanların, hakdan kaçan alçaklara benzediklerini, kendi kitabları da yazmış oluyor. demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya gelişini, mi'racını ve hayatını anlatmak, onu hatırlatmak, onu övmek demekdir. her mü'minin, resulullahı çok ömer rıza, muhammed akifin damadıdır. mezhebsizdir. de öldü. sevmesi lazımdır. onu çok seven, onu çok anar, çok söyler, çok över. deyleminin bildirdiği ve da yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadis kitabını münavi toplamışdır. resulullahı çok sevmek lazım olduğunu bütün islam alimleri uzun yazmışlardır. vehhabi kitabı bile, üçyüzotuzaltıncı sahifesinde bunu şöyle yazmakdadır: buyuruldu. ya'ni imanı olgun olmaz. allahı sevenin, onun resulünü de sevmesi vacibdir. salih kulları da sevmesi lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mevlid gecelerinde eshabına ziyafet verir, dünyaya teşrif etdiği ve çocukluğu zemanında olan şeyleri anlatırdı. hazreti ebu bekr, halife iken, mevlid gecesinde, eshabı kiramı toplayıp, resulullahın dünyaya teşrifindeki olağanüstü halleri konuşurlardı. doğum gününe önem vermeği hıristiyanlar, müslimanlardan öğrenip almışlardır. dünyanın her yerindeki müslimanlar, peygamberimizin ve eshabı kiramın yapdıkları gibi, mevlid gecesinde, resulullahı anlatan kitabları okurlar ve resulullahın dünyaya teşrif etdiği bu şerefli gecede şenlik yapar, sevinirlerdi. islam alimleri, bu geceye çok önem vermişlerdir. bu geceyi bütün mahluklar, melekler, cin, hayvanlar ve cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekde, fahri alem dünyaya teşrif etdi diye sevinmekdedirler. mevlana celaleddini rumi, buyurmuşdur. mevlidi, nazm, şi'r olarak okumak daha te'sirli ve faideli olur. mevlid okumanın bir ibadet olduğunu ve nasıl okumak lazım geldiğini ve faidelerini bildirmek için, islam alimleri, her dilde kitablar yazdılar. bu kitablardan on adedini, mustafa katib çelebinin rahmetullahi aleyh, kitabından ve zeylinden alarak bildiriyoruz: bursalı süleyman çelebinin türkçe mevlid kasidesi çok şöhret kazanmışdır. osmanlıların ve türkiyenin her yerinde seve seve okunmakdadır. asl ismi dır. süleyman çelebi, yıldırım sultan bayezid rahmetullahi aleyh hanın imamı idi. de bursada vefat etmişdir. muhammed ak şemsüddin efendinin oğlu hamdullah efendi rahmetullahi aleyh de bir mevlid kasidesi yazmışdır. katib çelebi da istanbulda vefat etdi. ak şemsüddin da göynükde vefat etdi. molla hasenül bahri rahmetullahi aleyh de, bir mevlid yazmışdır. de vefat etmişdir. vaız muhammed bin hamza da yazmışdır. şemsüddin ahmed sivasi rahmetullahi aleyh de yazmışdır. da vefat etmişdir. hafız ibni nasıriddin dımışki rahmetullahi aleyh, kitabını yazmışdır. ibni esir muhammed cezri kitabını yazmışdır. de vefat etdi. ebül kasım muhammed lülüvi rahmetullahi aleyh, yazmış, de şamda vefat etmişdir. afifüddin muhammed tebrizi, kitabını yazmış, de medinei münevverede vefat etmişdir. seyyid muhammed kavukcu hanefi, kitabını yazmış, de vefat etmişdir. bunlardan başka, ibni hacer hiyteminin kitabı ve celalüddini süyutinin, kitabı ve yusüf nebhaninin kitabının üçüncü kısmı ile kitabınınve sonraki altı sahifesi ve ahmed sa'idi müceddidinin kitabı ve allame muhammed zerkaninin kitabının birinci kısmının. ve sonraki dört sahifesi, mevlid okumanın ibadet olduğunu vesikalarla isbat etmekdedirler. bu son altı kitab, bir arada senesinde istanbulda basılmışdır. ahmed sa'id faruki müceddidi de medinede vefat etdi. urdu dili ile yazdığı mevlid kitabı ile seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi aleyh türkçe de çok kıymetlidir. hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden mevlana muhammed fadlurresul rahimehullahü teala senesinde farisi olarak yazdığı kitabında, vehhabilere satılmış olan muhammed ishak ismindeki hindistanlı bir din adamının kitabına cevab vermişdir. yusüf nebhani de vefat etdi. fadlürresuli bedayuni rahmetullahi aleyh de vefat etdi. kitabının. derdimsahifesinden başlıyarak diyor ki: mevlid okumak, ilk üç asrda yokdu. bundan sonra meydana çıkdı. bunun için alimler, mevlid cem'ıyyetinin caiz olup olmamasında ihtilaf etdi. sözleri birbirine uymadı. alimlerin bu ihtilafları, kitabında uzun yazılıdır. sireti şami kitabının yazarı, muhammed bin yusüf şamidir rahimehullahü teala. de mısrda vefat etmişdir. kitabında yalnız ihtilafları bildirmiş, bunlar arasında bir tercih yapmamışdır. bununla beraber, mevlid cem'ıyyetinin müstehab olduğunu bildiren birçok büyük alimleri haber vermişdir. üstadlarının, buna karşı olanları red etdiklerini de bildirmişdir. çoğunluğu bırakıp da, birkaç muhalifi ileri sürerek, mevlid cem'ıyyetine caiz değildir denilirse, fıkh mes'elelerinin çoğuna i'timad kalmaz. sireti şamide diyor ki: hafız, şemsüddin muhammed sehavi diyor ki, hakkında, selefden bir haber yokdur. üçüncü asrdan sonra hasıl oldu. her sene, mevlid gecesinde, müslimanlar sadaka veriyorlar, seviniyorlar. hayr ve hasenat yapıyorlar. toplanıp, mevlid kasidesi okutup dinliyorlar. hafız izzeddin ali ibni esir cezri diyor ki, mevlid okumak, bütün sene, zarar ve korkulu şeylerden korur. mevlid okunan yere, o sene, rahmet ve bereket yağar. hafız imadüddin isma'il ibni kesir, erbil emirinin, rebiulevvel ayında büyük mevlid cem'ıyyetleri yapdığını bildirmekdedir. ebülhattab ömer ibni dıhye, kitabında, erbil emirinin yapdığı mevlid cem'ıyyetlerini uzun anlatmakdadır. birçok alimler, mesela imamı nevevinin üstadı hafız ebu şame, bu kitabı medh ve sena etmişlerdir. abdürrahman ebi şamenin, kitabı bu senalarla doludur. allame seyfüddin ibni tuğrul beg, kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıkları, mevlid gecelerinde, mevlid cem'ıyyetleri yapıyorlar. bunlardan biri, ibni efdal ismi ile meşhur olan ebülhasenin mısrda yapdığı büyük mevlid cem'ıyyeti ve üstadımızın üstadı ebu abdüllah bin muhammed bin nu'manın ve cemalüddin acemi hemedaninin ve yusüf bin ali haccarı mısrinin mevlid cem'ıyyetleridir. bunlar, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüklerini ve buyurduğunu söylemişlerdir. ibni battal maliki, fetvasında diyor ki, mevlid gecesinde sadaka vermek, müslimanları toplayıp caiz olan şeyleri yidirmek ve caiz olan şeyleri okutup dinletmek ve salih kimseleri giydirmek, bu geceye hurmet etmek olur. bunları allah rızası için yapmak caizdir ve çok sevab olur. bunları yalnız fakirler için yapmak şart değildir. fekat, muhtac olanları sevindirmek daha sevab olur. zemanımızda olduğu gibi, toplantıda uyuşdurucu şeyler kullanılırsa, genç oğlanlar toplanır, kadın erkek karışık olursa ve şehveti tahrik eden şi'r ve şarkılar okunursa, , çok günah olur. böyle haram şeyleri, ibadet olarak yapmanın, ibadet arasında yapmanın günahı katkat ziyade olur. böyle haramlara, islam müziği diyenlere aldanmamalıdır. ibni battalda vefat etdi. imamı celalüddin abdürrahman bin abdilmelik kettani diyor ki, mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddesdir, mükerremdir. şerefi, kıymeti çokdur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem varlığı, vefatından sonra, ona tabi' olanlar için, kurtuluş vesilesidir. onun mevlidi için sevinmek, cehennem azabının azalmasına sebeb olur. bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebeb olur. mevlid gününün fazileti, cum'a günü gibidir. cum'a günü, cehennem azabının durduğu, hadisi şerifde bildirildi. bunun gibi, mevlid gününde de azab yapılmaz. mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediyye vermeli, da'vet olunan ziyafetlere gitmelidir. allame zahirüddin bin ca'fer diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'ati hasenedir. salihleri toplayıp, salevat okumak, fakirleri doyurmak, her zeman sevabdır. fekat, bunlara haram karışdırmak, çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur. allame nasirüddin diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, sünnet değildir. fekat, o gün sadaka, hediyye vermek, neş'e ve sürur izhar etmek, oğlanlar ve kadınlar karışık olmadan mevlid kasidesi okutmak ve bu cem'iyyete gitmek çok sevab olur. fekat, zaruret olmadan, kimseden birşey istememelidir. zaruret olmadan istemek haramdır. salih müslimanların toplanarak, allahü tealayı zikr etmeleri ve salevat okumaları ibadet olur. sevabı çok olur. allame abdürrahman ebu şame, kitabında diyor ki, rebi, imamı şafi'iden haber verdi ki, bid'at iki kısmdır. bir kısmı, kitaba, sünnete, esere veya icma'a uymaz. bunlar, dalalet, sapıklıkdır. bid'atin ikinci kısmı, bu dört delile uygun olan hayrlı şeylerdir. hiçbir alim bunların kötü olduğunu bildirmedi. ömer radıyallahü anh, ramezan gecelerinde, cami'lerde, cema'at ile teravih namazı kılmağa, dedi. böyle bid'atlere denir. bid'ati haseneyi işlemenin caiz ve müstehab olduğu, sözbirliği ile bildirildi ve bunları allah rızası için yapana sevab verilir denildi. islam ahkamına uygun olan bütün yenilikler böyledir. cami'lere minber, yolculara han, talebeye mekteb, medrese gibi, islam ahkamına uygun olan iyi şeyler, bid'ati hasenedir. bunlar, eshabı kiram ve tabi'ini ızam zemanlarında yokdu. sonradan meydana çıkdı. fekat, allahü tealanın emrlerini yapmak için yardımcı olduklarından, bid'ati hasene denildi. bu bid'ati hasenelerden biri, musul civarındaki erbil şehrinde, her sene yapılan mevlid cem'ıyyetleridir. mevlidi nebi sallallahü aleyhi ve sellem gecelerinde, sadakalar verilir. zinetler ve sevinçler gösterilir. fakirlere ihsanlar yapılır. böylece, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem olan muhabbet ve ta'zim i'lan olunur. bu cem'ıyyeti musulda ilk olarak, büyük alim, salihlerden ömer bin mela yapdı. erbil sultanı , buna tabi' oldu. ebu sa'id, salahuddini eyyubinin rahimehümullahü teala eniştesi idi. senesinde, hıristiyanların denilen saldırılarına karşı yapılan akka kal'ası cihadında şehid oldu. şafi'i alimlerinden allame sadrüddin ömer diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, caizdir. mekruh değildir. niyyete göre sevab verilir. hafız diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'atdir. fekat, iyi, faideli şeyler yapıldığı için, fena şeyler bulunmadığı için bid'ati hasenedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, medine şehrine gelince, yehudilerin, muharrem ayının onuncu gününde oruc tutduklarını gördü. sebebini sordu. bugün, allahü teala, fir'avnı boğdu. musa aleyhisselamı kurtardı. bunun için, sevincimizden oruc tutarak allaha şükr ediyoruz dediler. buyurarak, oruc tutdu. müslimanlaebu şame da vefat etdi. ra da, aşure günü oruc tutmalarını emr etdi. bir ni'met geldiği ve bir sıkıntıdan kurtulunduğu zeman, allahü tealaya şükr edildiği gibi, her sene, o gün yine şükr etmek lazım olduğu, bu hadisi şerifden anlaşılmakdadır. allahü tealaya şükr etmek, secde etmek ile, sadaka vermek ile, kur'anı kerim okumak ile ve bunlar gibi, her ibadeti yapmak ile olur. ihsan sahibi, rahmeti bol olan yüce peygamberin dünyaya gelmesinden daha büyük ni'met var mıdır? her sene, o günü arayıp, bu ni'meti düşünmek lazımdır. böylece, resulullahın, musa aleyhisselamın kurtulması ni'meti için şükr etmesine tabi' olunur. bu düşünülmezse, böyle niyyet yapılmazsa, resulullahın bu sünnetine uyulmuş olmaz, sevabı olmaz. hafız muhammed ibni cezeri şafi'i diyor ki, ebu leheb rü'yada görülüp, ne halde olduğu soruldukda, kabr azabı çekiyorum. ancak, her sene, rebi'ulevvel ayının onikinci geceleri, azabım hafifliyor. iki parmağım arasından çıkan serin suyu emerek ferahlıyorum. bu gece, resulullah dünyaya gelince, süveybe ismindeki cariyem, bunu bana müjdelemişdi. ben de, sevincimden, bunu azad etmiş ve ona süt annelik yapmasını emr etmişdim. bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor dedi. ayeti kerime ile kötülenmiş olan ebu leheb gibi azgın bir kafirin azabı hafifleyince, o yüce peygamberin ümmetinden olan bir mü'min, bu gece sevinir, malını dağıtır, böylece, peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem olan sevgisini gösterirse, allahü teala ihsan ederek, onu cennetine sokar. üstadım fetvalarında diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yaparak, kur'anı kerim ve mevlidinnebi okumak, sonra yiyecek ikram etmek, sonra dağılmak, bid'ati hasenedir. bunu yapana ve orada bulunanlara sevab verilir. hafız, beyhekiden alarak diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamber olduğu bildirildikden sonra, kendisi için, akika kurbanı kesdi. halbuki, dünyaya geldiğinin yedinci günü, dedesi abdülmuttalibin, kendisi için, akika kesmiş olduğunu biliyordu. akikayı tekrar kesmek de caiz değildir. ikincisini, kendisinin alemlere rahmet olarak yaratılmış olduğuna şükr olarak kesdiği ve böyle yapmaları için, ümmetine örnek olmak istediği anlaşılmakdadır. nitekim, ümmetini teşvik için, kendine salevat okuduğu çok görüldü. bunun için, müslimanların, mevlid gecelerinde toplanarak, mevlid kasidesi okumaları, tatlı şeyler yidirmeleri ve hayrat ve hasenat yapmaları, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmeleri, müstehab oldu. şerhinde, haram, yasak şeyler karışdırmadan ibni cezeri da şirazda vefat etdi. mevlid cem'ıyyeti yapmanın bid'ati hasene ve müstehab olduğu bildirildi. veya denilen kitabda, fakihaninin yazıları ve üstadının bunlara vermiş olduğu cevablar, şöyle yazılıdır: fakihani mevlid cem'ıyyeti yapmanın, kitaba ve sünnete uydurulacak bir yeri olduğunu bilmiyorum. üstadı birşeyi bilmemek, onun yok olduğunu göstermez. hafızların imamı ibni hacer, mevlid cem'ıyyetinin sünnetden bir aslı olduğunu bildirdi. biz de, ikinci bir aslı daha bulunduğunu yukarda bildirdik. büyük alimlerden birinin, mevlid cem'ıyyeti yapdığı bildirilmiş değildir. mevlid cem'ıyyetini ilk olarak, alim salih olan bir emir yapdı. bunu allah rızası için yapdı. sayısız alimler, salihler, bu cem'ıyyetde hazır oldular. ibni dıhye, bunu medh eyledi. büyük alimler, emirin bu işini öven kitablar yazdılar. kötüleyen, hiç olmadı. mevlid cem'ıyyeti nasıl müstehab olabilir? müstehab, islamiyyetin taleb etdiği şey demekdir. islamiyyetin taleb etmesi, nass ile veya kıyas ile olur. burada nass yok ise de kıyas vardır. mevlid cem'ıyyetine mubah da denilemez. dinde bid'at çıkarmağa, hiçbir alim mubah dememişdir. bid'at, yalnız mekruh ve haram değildir. mubah, müstehab ve vacib olan bid'atler de bildirilmişdir. imamı nevevi diyor ki, . izzeddin bin abdisselam diyor ki, bid'at, vacib, haram, müstehab, mekruh ve mubah kısmlarına ayrılır. han, mekteb ve her hayr ve hasene, müstehab olan bid'atlerdir. teravih namazı ve tesavvuf yolları da böyledir. beyheki, imamı şafi'iden haber veriyor ki, imam, bid'at, iki kısmdır. kitaba veya sünnete veya esere veya icma'a ters düşenler, dalaletdir. bu dört temelden birine uygun olanlar, dalalet değildir buyurdu. mevlid gecesi, çoluk çocuğunu ve arkadaşlarını toplayıp yidirirse günah olmaz. herkesi toplamak, çirkin bid'at olur. o mubarek gecede, herkesi toplamak, kitaba, sünnete, esere ve icma'a muhalif değildir. bu toplantılarda teganni, raks bulunur ve oğlanlar, kadınlar karışık olursa ve başka haramlar bulunursa, sözbirliği ile haram olur. bu söz doğrudur. fekat, toplantının haram olmasına, bu haram şeyler sebeb olmakdadır. böyle şeyler, cum'a namazı kılmak için yapılan toplantıda da bulunursa, o toplantı da, haram olur. fekat, o toplantı haram olduğu için, cum'a namazı için toplanmak haram olur denilemez. bunun gibi, mevlid gecesi için toplanmak haram olur denilemez. ramezan gecelerinde teravih kılmak için yapılan toplantılara, böyle yasak şeyler karışdırıldığı görülmekdedir. bunlar karışdırıldığından dolayı teravih namazı için toplanmağa haramdır denilebilir mi? asla denilemez. teravih namazı kılmak için toplanmak iyidir. bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karışdırmak fenadır denir. bunun gibi, mevlid için toplanmak iyidir. fekat, bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karışdırmak fenadır demek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem rebi'ul evvel ayında dünyaya geldi ise de, vefatı da, bu ayda olmuşdur. bu ayda sevinmek değil, üzülmek, matem yapmak lazımdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem viladeti büyük ni'met olduğu gibi, vefatı da, şübhesiz büyük musibetdir. dinimiz, ni'metlere şükr etmemizi, musibetlere de sabr ve sükut etmemizi, onları örtmemizi emr ediyor. çocuk olunca, akika kesmeği emr ediyor. ölünce, hayvan kesmeği veya başka birşey yapmağı emr etmiyor. hatta bağırıp çağırmağı, matem yapmağı yasak ediyor. bunun için, bu ayda ferah, neşeli, sevinçli olmak, üzüntülü olmamak, matem yapmamak lazımdır. den terceme temam oldu. müellifi muhammed bin yusüf şafi'i da vefat etdi. ömer bin ali iskenderi maliki fakihani, de, şeyhulislam izzeddin ibni abdisselam şafi'i, da vefat etdi. islam ahkamına göre, hem sevinç, hem de üzüntü bulunan bir günün yıl dönümlerinde, üzülmeyip, sevinmek, o gündeki sevinçli şeyleri hatırlayıp, üzüntülü şeyleri düşünmemek lazımdır. dinimizin bu emrine göre, muharrem ayının onuncu günü matem tutmayıp, resulullahın sünnetine uyarak, şükr etmek, sevinmek lazımdır. evet, hazreti hüseyn radıyallahü anh, o gün şehid edildi. o yüce imamın şehid edilmesi, bütün müslimanlar için büyük musibet ve üzüntüdür. hazreti osmanın ve hazreti hamzanın, pek feci' şeklde şehid edilmeleri de, böyle büyük musibet ve üzüntüdür. fekat, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti hamzanın şehid edildiği günün yıl dönümlerinde matem yapmadı. matem yapılmasını emr etmedi. rast geldiği günlerde kabrini ziyaret eder, düa yapardı. muharremin onuncu günlerinde, aklımıza uyarak, matem yapmamız değil, peygamberimize uyarak, şükr orucu tutmamız, neşeli olmamız lazımdır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem şa'irleri vardı. düşmanların iftiralarına cevab verirler ve resulullahı överlerdi. bunlardan hassan bin sabitin şi'rlerini çok beğenirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mescide, hassan için bir minber koydurdu. hassan buraya çıkıp, düşmanları kötüler, resulullahı överdi. resulullah, buyururdu. hadisi şerifde, buyuruldu. islam memleketlerinde mevlid okunması, bu hadisi şerifdeki emre de uygun bir ibadet olmakdadır. mevlid okumağa karşı gelen bir kimse, resulullahın ve eshabı kiramın yapdıkları birşeyi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadisi şerife de karşı gelmekdedir., bir salevat kitabıdır. bir düa kitabıdır. resulullaha salat ve selam okumağı kur'anı kerim emr ediyor. bu düa kitabını okumağa mani' olan kimse, kur'anı kerimin bu emrine karşı gelmekdedir. her müsliman, her dil ile, düa eder. buna kafir denemez. evet, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde bildirilen düaları değişdirmeden okumak lazımdır. ayeti kerimede ve hadisi şeriflerde bildirilmemiş olan düalar namaz dışında okunabilir. islamiyyet bunu yasak etmemişdir. okunamaz diyen, yalan söylüyor. allahü tealanın ve resulünün yasak etmediği şeye yasak diyenin ve hele küfr, şirk diyenin kendisinin kafir olmasından korkulur. resulullahı, uluhiyyet derecesine çıkarmamak şartı ile, çok övmek, mahlukların en üstüne çıkarmak, allahü tealanın, sevgili peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve ondan şefa'at istemek, büyük ibadetdir. buna karşı koymak, koyu bir cahillik, pek çirkin bir inaddır. hele, delail kitabının yazarı, kitabı yedi parçaya ayırmış, hergün bir parçasını okuyarak, hepsini bir haftada okumalı diyor. bu sözü şirkdir. hergün beş vakt namaz kılınız demek gibi, allahlık makamını işgal etmekdir. kendisini rabbül'aleminden üstün tutmakdır demek, ahmakca bir sözdür. vehhabi kitabı da, üçyüzotuzbeşinci sahifesinde, allahü tealayı sevmek için, on sebeb vardır diyor. bunları sıralıyarak anlatıyor. onların delaili hayrat kitabının yazarına müşrik demelerine karşılık, birisi çıkıp da, onlara imanın şartı altıdır. siz bunu on'a çıkarıyor, müşrik oluyorsunuz demesine benzemekdedir. kitabına çok saldırıyorlar. bu kitabı, ehli sünnet alimlerinden, olgun veli, ariflerin önderi, muhammed bin süleyman cezuli şazili rahmetullahi aleyh yazmışdır. de şehid edildi. resulullaha salevat okumanın önemini ve faidelerini anlatmakdadır. sonra, hadisi şeriflerden çıkardığı ve eshabı kiramın okudukları salevat düalarını toplayıp yazmışdır. delail kitabını kötülemek, islamiyyeti kötülemek olur. tarikat, yol demekdir. tesavvuf yolu demekdir. tesavvufun bid'at olmadığını, hepsinin resulullah efendimizin sünnetine uygun olduklarını, imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki ve muhammed ma'sumi faruki rahmetullahi aleyh ında uzun yazmışlardır. bunlardan birkaçını farisiden türkçeye terceme ederek, yedinci ve ondokuzuncu maddelerde yazdık. lutfen oradan okuyunuz! tesavvufdan haberleri olmıyanlar, buna da saldırıyorlar. müslimanları bu yüzden de kötülüyorlar. muhammed ma'sumi faruki, birinci cildin yüzyetmişyedinci mektubunda, tesavvufun ne olduğunu kısaca anlatmakdadır. bu mektubu da, aşağıya terceme etmeği uygun gördük: keşflere ve rü'yalara güvenmeyiniz! güvenilecek ve insanı cehennemden kurtaracak şey, yalnız kitab ile sünnetdir. allahın kitabına ve peygamberin sünnetine var kuvvetinizle sarılınız! bütün işlerinizin bu ikisine uygun olmasına çok önem veriniz! zikr etmek de, allahü tealanın emrlerinden biridir. çok zikr yapınız! her zemanınızı zikr ile geçiriniz!enfal suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealayı kalb ile ve dil ile çok zikr ediniz. felah bulursunuz! ve cum'a suresinin onuncu ayetinde mealen, her zeman, allahü tealayı çok zikr ediniz! dünyada ve ahıretde felaha kavuşursunuz! ve ahzab suresinin kırkbirinci ayetinde mealen, buyurulmuşdur. tibyan tefsirinde, abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, allahü teala bütün emrleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özr saymışdır. özr olanı afv eylemişdir. yalnız zikr ediniz emri, böyle değildir. bunun için bir sınır ve özr tanımamışdır. hiçbir özr ile zikr terk edilmez. dururken, otururken ve yatarken de zikr ediniz dedi. her yerde, her halde, dil ile ve kalb ile zikr edin buyurdu. beni hiç unutmayın buyurdu. bekara suresinin yüzelliikinci ayetinde mealen, beni zikr edin! ben de sizi zikr ederim! buyuruldu. tibyandaki hadisi kudside, buyuruldu. beyhekinin bildirdiği hadisi şeriflerde, ve ve ve sadakadan, orucdan daha hayrlıdır ve buyuruldu. resulullah, her an zikr ederdi. tesavvuf, allahü tealayı çok zikr etmekdir. böyle tesavvuf kötülenebilir mi? bu yolun en üstün derecesinin, allahü tealaya ma'rifet, ya'ni onu tanımak olduğunu, allah adamları sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu ma'rifet de, allahü tealada yok olmak demekdir. ya'ni, allahü tealayı tanımak demek, yalnız, onun var olduğunu, ondan başka herşeyin yok olduğunu anlamak demekdir. işte, tesavvuf, bu ma'rifete, bu anlayışa kavuşduran yoldur. nazm: kendini yok bil, kemal ancak budur, onda yok ol, kavuşmak, işte budur! bu yokluğa denir. iki dürlü fena vardır: biri olup, kalbin allahü tealadan başka herşeyi unutmasıdır. ne kadar uğraşsa, ondan başka hiçbirşeyi hatırlayamaz. kalb, allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. fenanın ikincisi, dir. nefsin fenası, onun yok olması demekdir. insan kendisine ben diyemez olur. arifin kendisi ve eseri kalmaz. allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. kendine ve başkalarına bir bağlılığı kalmaz. insanları felakete sürükliyen en büyük zehr, allahü tealadan başka bir şeye düşkün olmakdır. böyle bir arifin imanı, parlak bir ayna gibidir. her işi islamiyyete uygundur. allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak, arif olana çok tatlı ve kolay gelir. kendinde ucb ve riya gibi kötü huy hiç yokdur. her işi, her ibadeti ihlas iledir. ya'ni, yalnız allahü teala içindir. nefs, önce, allahü tealanın emrlerine asi ve düşman iken, şimdi itminana kavuşmuş, kuzu gibi olmuşdur. hakiki, tam müsliman olmuşdur. tesavvuf yolunda ilerlemek, kendini yok bilmek içindir. allahü tealaya tam kul olmak içindir. bu yolda ilerlemeğe ve denir. bu yolun sonu ve dır. ya'ni, allahü tealadan başka herşeyi unutmak ve yalnız allahü tealayı var bilmekdir. fena ile bekaya kavuşan kimseye, denir. insanın yapabileceği kulluğu, arif yapabilir. nefsden ileri gelen tenbellik, gevşeklik kalmaz. tesavvuf yolunda olmak allaha kul olmakdan kurtulmak için değildir. kendini, başkalarından üstün yapmak için değildir. ruhları, melekleri, cin ve nurları görmek için değildir. herkesin gözle gördüğü, düzgün, güzel, tatlı şeyler yetişmiyormuş gibi, başka şeyler aramanın ne kıymeti olur? onlar da, bunlar da, hep allahü tealanın yaratdığı varlıklardır. hepsi yok idi. sonradan yaratılmış şeylerdir. allahü tealaya kavuşmak, onun cemalini görmek ise, ancak ahıretde, cennetde olacakdır. dünyada olamaz. böyle olduğunu, ehli sünnet alimleri ve tesavvuf yolunun büyükleri rahimehümullahü teala, sözbirliği ile bildirdiler. dünyada ele geçen, ancak dır. kitabının üçüncü kısmında uzun bildirilmişdir. tesavvuf yolculuğu, dünyada islamiyyeti temamlamak içindir. islamiyyet, üç şeyden meydana gelmişdir. bunlar, ilm, amel ve ihlasdır. tesavvuf, bu üçüncüsünü elde etmek içindir. allahü tealaya yaklaşmak, ona kavuşmak, onu görmek, ancak ahıretde olacakdır. bunun için, bütün gücünüzle muhammed aleyhisselamın yoluna sarılınız! emri ma'ruf ve nehyi münker yapmağı huy edininiz! unutulmuş sünnetleri ortaya çıkarmağa çalışınız! sünnetleri ortaya çıkarırken, fitne ve fesad uyandırmayınız. fitne çıkarmak haramdır. sünnet işleyeceğim derken, haram işlemeyiniz! kaş yaparken, göz çıkarmış olursunuz!. rü'yalara güvenmeyiniz. insan, kendini rü'yada padişah ve kutb olmuş görse, ne kıymeti olur? bu iki mevkı' uyanık iken ele geçerse, kıymetli olur. bir kimse, uyanık iken de padişah olsa, yeryüzünde bulunan herşey onun emrinde olsa, büyüklük sayılır mı? kabr ve kıyamet azablarından kurtulmağa yarar mı? aklı olan, ileriyi görebilen kimse, böyle şeylere gönül bağlamaz. allahü tealanın razı olduğu, beğendiği şeyleri yapmağa çalışır. fena fillah derecesine varmağa uğraşır. yüzyetmişyedinci mektubun tercemesi temam oldu. imamı rabbani rahmetullahi aleyh, birinci cild, üçyüzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: fena fillah, masivayı kalbin unutması demekdir. allahü tealadan başka şeylere muhabbeti, bağlılığı kalbden çıkarmak için, fena bulmak lazımdır. mahluklar unutulunca, kalbin bunlara bağlılığı da yok olur. vilayet yolunda, mahlukları sevmekden kurtulmak için, fena lazımdır. nübüvvet yolunda ise, lazım değildir. çünki, nübüvvet yolunda allahü tealaya muhabbet vardır. bu muhabbet varken, mahlukları unutsa da, unutmasa da, onlara muhabbet olamaz. mahlukları bilmek, onları sevmeğe sebeb olduğu için kötü olmakdadır. mahlukları sevmek kalmayınca, onları bilmek, tanımak kötü olmaz. muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh, birinci cildin. derdimmektubunda buyuruyor ki, fena fillah, batında olur. arif, fenaya kavuşdukdan sonra da, zevcesini, çocuklarını ve ahbablarını, eskisi gibi tanır. kalbin bilmesi başkadır. zahirin bilmesi başkadır. kalb, görmekden, bilmekden kurtulduğu zeman, zahirin görmesi, bilmesi yine devam eder. tesavvuf yollarının hepsi, resulullahdan feyz almakdadır. eshabı kiramın hepsi, o kaynakdan, doğrudan doğruya ışık, ma'rifet aldı. sonra gelenler, bu ma'rifetleri, eshabı kiramdan aldı. yalnız, hazreti ebu bekr ile hazreti aliden alınan feyzler, ma'rifetler bugüne kadar geldi. başka sahabilerden gelen feyzler, birkaç asrdan sonraya varamadı. feyz almak için, bu feyze kavuşmuş olan salih bir kimseyi bulmak, onu sevmek, onun yanında yetişmek lazımdır. vehhabi kitabı da, bunun lazım olduğunu bildiriyor. üçyüzotuzbeşinci sahifesinde, allahü tealayı sevmeğe kavuşduran on sebebden dokuzuncusu, allahın sadık olan sevenlerinin yanında bulunmakdır. onların sözlerini dinleyip faidelenmekdir. onların yanında az konuşmakdır diyor. böyle salih kullara veya denir. taberaninin bildirdiği ve de yazılı hadisi şerifde, herşeyin bir kaynağı vardır. takvanın kaynağı, ariflerin kalbleridir buyuruldu. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, ve ve buyuruldu. muhammed ibni hibbanın bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. kitabında diyor. buradaki hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin ve münavinin rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, her hastalığın şifası vardır. kalbin şiibni hibban şafi'i de semerkandda vefat etdi. fası, allahü tealayı zikr etmekdir buyuruldu. tesavvuf, zikr etmek ve arifleri hatırlamak, onları sevmek ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yoluna yapışmakdır. bu ve benzeri hadisi şerifler ve bunların çıkarılmış oldukları ayeti kerimeler, tesavvufu emr etmekdedir. tesavvuf yollarının çeşidli ismler taşıması, cahilleri aldatmasın! tesavvuf yolunda bulunanlar, kendilerine feyz gelmesine sebeb olan rehberlerin adını söylemiş, bu ismler, tarikat adı haline gelmişdir. mesela, bir memleketde, yüzlerce lise vardır. her lisede aynı, ortak dersler okunur. fekat, hocaları başka başka olduğundan, yetişme şeklleri de başkadır. fekat, her lise me'zunu, ortak bilgilere ve ortak haklara malikdir. herbiri, ölünceye kadar, hocalarını söyler ve över. hocalarının ayrı olması, yetiştodlarının farklı olması, hiçbiri için kusur olmaz. tesavvuf yollarının farklı olması da, böyledir. hepsine resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek kalbinden saçılan feyzler, ma'rifetler gelmişdir. üstadlarının ve ismlerinin başka olması, hiçbiri için kusur olamaz. tesavvuf yollarının başka ismleri taşımalarının sebebi, yedinci maddede de bildirilmişdir. evet, islam ahkamına uymıyan, ibadet yapmıyan, dünya menfe'atleri peşinde koşan, nefslerine, şehvetlerine düşkün, kötü kimseleri, allah da, kul da sevmez. bunların tesavvufcuyum, keramet sahibiyim demelerine inanmamalıdır. fekat bu yüzden tesavvufu kötülememelidir. yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadrü kıymetden demelidir. iskat ve telkin, bid'at değildir. dinimizin emri ile yapıldıkları ve kitablarında vesikaları ile uzun yazılıdır. lutfen oradan okuyunuz! buharide ve müslimde ve imamı ahmedin müsnedinde ve münavide rahimehümullahü teala yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. tenbellerin, kötü kimselerin iskata ve telkine güvenerek ibadet yapmıyacaklarını, kötülük yapacaklarını söylemek, dinimizin bu iki emrini kötülemek olur. tenbeller ve kötüler, allahü tealanın merhametini, afv edici olduğunu ileri sürerek, ibadeti bırakıyor, her kötülüğü, taşkınlığı yapıyorlar. acaba buna karşı ne diyecekler? dinde herşey bildirildi. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, bu bilgileri araşdırdı. eshabı kiramdan işitdiklerini, öğrendiklerini kitablarına yazdılar. biz de, dinimizi bu kitablardan öğreniyoruz. kitabının yazarı, bu bilgileri bozmağa, islamiyyeti değişdirmeğe uğraşıyor. herkesi aldatabilmek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış, bozuk ma'nalar veriyor. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, müsliman adını taşıyanların yetmişüç fırkaya bölüneceklerini, bunlardan yetmişikisinin cehenneme gideceklerini, yalnız eshabının yolunda gidenlerin cennete gideceklerini bildirdi. bu bir fırka, olan müslimanlardır. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, bütün bilgilerini eshabı kiramdan aldılar. her işlerinde kitaba ve sünnete sarıldılar. demek, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ve onun cema'atinin, ya'ni eshabının yolunda olan müslimanlar demekdir. ehli sünneti kötüliyeceği yerde, bozuk ve sapık olan yetmişiki fırkayı kötüleseydi, doğru bir iş yapmış olurdu. fekat, böyle yapmadı. çünki, ayeti kerimelerde mealen, buyuruldu. kendisi de habis, sapık olduğu için, sapıklarla birleşerek, ehli sünnete saldırdı. bütün müslimanların birleşmeleri, kardeş olmaları lazımdır. fekat hak yolda, ehli sünnet yolunda birleşmek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sapıkların birleşemiyeceklerini, yetmişiki fırkaya parçalanacaklarını bildirdi. müslimanlar, sapıtmamalıdır. hak yola, ehli sünnetin doğru yoluna gelmeleri, hidayete kavuşmaları, sapıklıkdan kurtulmaları lazımdır. resulullah efendimiz, buyurdu. eshabı kiramın hepsi, bu hadisi şerife uyarak, kabri se'adeti ziyaret etdi. habibullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem istigase etdiler, yardım dilediler. böylece, muradlarına kavuşdular. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem, vesileye yapışırdı. kul ile istigase ederdi. ibni ebi şeybenin bildirdiği ve münavinin kitabında yazılı olduğu gibi, . böyle yapdığı, imamı rabbaninin rahimehullahü teala ında da yazılıdır. asrlar boyunca, islam alimleri de, veliler de, salihler de, bu hadisi şerife uydu. kitabının yazarı, islamiyyetde böyle şey yokdur diyerek, bu ve benzeri hadisi şeriflere karşı geliyor. yalanlarla, iftiralarla, islamiyyeti bozmağa kalkışıyor. hakiki müslimanlara kafir, müşrik diyor. allahü teala, nice ayeti kerimelerde mealen, zikr ediniz, tesbih okuyunuz! allahü ekber deyiniz buyuruyor. resulullah da, bunları okuyor ve okumamızı emr ediyor. çekirdeklerden dizilmiş tesbihi görüp, mani'.ıyamet ve ahıret olmadı. bu ise, müslimanlıkda böyle şeyler yokdur diyor. güneş balçıkla sıvanamaz! dinimiz türbeleri yıkmağı emr etdi diyerek yalan söylüyor. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesini yıkdı mı? yıkmadılar. türbeyi, ağlıyarak, yalvararak ziyaret etdiler. allahü teala, buyurdu. resulullah da, buyurdu. deyleminin ve münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. müslimanlar, hiçbir kabrden, hiçbir ölüden birşey istemez. meyyit hurmeti ve hatırı için, allahü tealadan ister. allahü teala da, o sevdiği kulunun hatırı için, bu dileği ihsan eder, verir. müslimanlar, bir arifin, velinin rahimehullahü teala ruhundan, feyz ve ma'rifet ister. böylece o velinin ruhaniyyetinden feyz alır. faidelenir. böyle, ruhlardan istifade ederek, veli olanlara, denir. müslimanlar, dünya işleri için hem çalışır, teknikde ilerler. hem de, allahü tealaya düa eder, yalvarır, yardım dilerler. vehhabilerin kitabı, tesavvufa inanmıyor. mezhebler eshab zemanında yokdu. bunlar, sonradan uyduruldu. tesavvuf da, yehudiler tarafından dine sokuldu diyor. bunun yalanlarına, iftiralarına, hindistanda yetişmiş büyük alimlerden muhammed senaüllahi osmani dehlevi rahmetullahi aleyh, adındaki farisi kitabında çok güzel cevablar vermekdedir. senaüllahi dehlevi buyuruyor ki: evliyaya inanmıyan var. evliya vardı, şimdi yok diyen var. evliya hiç günah yapmaz. gaybleri bilirler. her diledikleri hemen olur. istemedikleri hemen yok olur diyenler ve bunun için, evliyanın kabrlerinde dilekde bulunanlar var. böyle sananlar, kendi zemanlarındaki evliyanın böyle olmadıklarını görünce, bunların evliya olduklarına inanmıyor. bunların feyzlerinden mahrum kalıyorlar. müsliman ile kafiri birbirinden ayıramıyacak kadar cahil olanlar da, kendilerinin evliya olduklarını söylüyor. böyle cahilleri evliya sanarak, bunlara bağlanan ahmaklar da var. evliyanın halinde iken, ya'ni allah sevgisi kaplayıp kendilerini unutdukları zeman, bilmiyerek söylediklerini dillerine dolayarak, evliyaya kafir diyenler de var. evliyanın böyle sözlerinden kendilerine göre yanlış ma'na çıkararak, böyle yanlış inananlar, böylece ehli sünnet alimlerinin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden senaüllah panipüti da vefat etdi. çıkarmış oldukları doğru bilgilere inanmıyanlar, sapıtanlar var. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hepsini teblig etmeğe me'mur olduğu zahir bilgilerini öğrenip, resulullahın eshabından dilediğine dilediği kadar bildirmesi için izn verilen tesavvuf ma'rifetlerine inanmıyanlar var. evliyaya kıymet vermiyen, saygı göstermiyenler bulunduğu gibi, evliyaya tapınan, onlar için adak yapanlar, ka'be tavaf eder gibi, kabrleri etrafında dönenler var. bunun için, vilayetin ya'ni evliyalığın ne olduğunu din kardeşlerime bildirmek istedim ve arabi dil ile kitabını yazdım. şimdi de, bunu farisi olarak yazıyorum. bu kitab beş kısmdır: birinci kısm, vilayetin doğru olduğunu bildirmekdedir. ikinci kısm, tesavvuf yolunda gözetilecek edeblerdir. üçüncü kısm, rehberin gözeteceği edeblerdir. dördüncü kısm, tesavvuf yolunda ilerlerken gözetilecek edeblerdir. beşinci kısm, allahü tealaya yaklaşmağı ve yaklaşdırmağı bildirmekdedir. birinci kısm: islamiyyetde vilayet ve tesavvuf ilmi vardır. insanda zahiri olgunluklar, üstünlükler bulunduğu gibi, batıni üstünlükler de vardır. zahiri üstünlükler, ehli sünnet alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anlayıp çıkardıkları bilgilere uygun olarak inanmak ve farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları yapmak ve haramlardan, mekruhlardan, şübhelilerden, bid'atlerden sakınmakdır. batıni üstünlükler, insanın kalbinin, ruhunun yükselmesidir. ve kitablarında, hazreti ömer radıyallahü anh bildiriyor ki, bir gün, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında oturuyorduk. tanımadığımız bir adam geldi. dedi. buyurdu. soran kimse, dedi. sormasına ve sonra, verilen cevabları tasdik etmesine, biz dinleyiciler şaşdık. sonra, dedi. buyurdu. buna da, dedi. sonra, dedi. allahü tealaya, onu görür gibi ibadet etmendir. sen onu görmiyor isen de, o seni hep görmekdedir buyurdu. sonra, dedi. buyurdu. sonra, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kıyamet kopacağı zemanın alametlerini bildirdi. sonra, bize dönerek, bunları sorup giden, cebrail aleyhisselam idi. size dininizi bildirmek için gelmişdi buyurdu. denilen bu hadisi şerif, imamı nevevinin rahmetullahi aleyh, kırk hadisinin ikincisidir. bu kırk hadisi, ahmed na'im efendi rahmetullahi aleyh, türkçeye terceme etmiş ve basılmışdır. mevlana halidi bağdadi rahmetullahi aleyh, bunu farisi olarak açıklamış, ismini vermişdir. feyzullah efendi, i'tikadnameyi farisiden türkçeye terceme ederek, ismini vermiş, senesinde istanbulda basdırılmışdır. bu terceme, latin harfleri ile ismi ilede basdırılmışdır. kemahlı feyzullah efendi de vefat etmişdir. bu hadisi cibrilden anlaşılıyor ki, imandan ve ibadetlerden başka, denilen bir kemal, bir üstünlük vardır ki, biz bu üstünlüğe diyoruz. veliyi allahü tealanın sevgisi kapladığı zeman, onun kalbinde, masivanın varlığı ve sevgisi yok olur. bu hale denir. bu müşahede allahü tealayı görmek değildir. allahü teala, bu dünyada görülemez. fekat, velide allahü tealayı görmüş gibi bir hal olur. bu hal, istemekle hasıl olmaz. işte, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmakla, bu hali haber vermişdir. ikinci olarak deriz ki, bir hadisi şerifde, insanda bir et parçası vardır. bu salih olursa, bütün beden salih olur. fasid olursa, bütün beden fasid olur. bu et parçası, kalbdir! buyuruldu. bedenin salih olması için, kalbin salih olmasına tesavvufcular demekdedir. kalb, allahü tealanın sevgisinde fani olur. onun sevdiği şeyleri seven kalbi olunca, kalbin bu fenası, komşusu olan nefse de te'sir eder. nefs, emmareliğinden kurtulmağa başlar. kazanır. ya'ni allahü tealanın beğendiği şeyleri sever. allahü tealanın beğenmediklerini sevmez. bundan dolayı, bedenin hepsi islamın ahkamına uymak ister. sual: kalbin salih olması için, imandan ve amelden başka bir şey var mıdır? cevab: hadisi şerifde, buyuruldu. bedenin salih olması, islamın ahkamına yapışması demekdir. çok kimse vardır ki, kalbinde iman var iken islamın ahkamına uymıyor. imanı olup da, salih işleri az, bozuk işleri çok olanların cehennemde azab görecekleri bildirildi. demek ki, kalbde yalnız iman bulunması, bedenin salih olmasına sebeb olamamakdadır. o halde kalbin salih olması, imanlı olması demek değildir. kalbin salih olması, hem imanlı olması, hem de bedenin salih işler yapmasıdır da denilemez. çünki, bedenin salih olmasına yine bedenin salih olmasını sebeb göstermek mantıksız bir söz olur. bundan anlaşılıyor ki, kalbin salih olması, iman ve ibadetden başka birşeyin kalbde bulunması demekdir. bu da, tesavvufcuların dedikleri allah sevgisidir. üçüncü olarak deriz ki, eshabı kiramın her birinin, eshab olmıyan müslimanların hepsinden daha üstün oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. halbuki, kıyamete kadar gelecek olan islam alimleri arasında ilmleri ve amelleri, eshabı kiramın ba'zılarının ilm ve amelleri kadar olanları çok vardır: bundan başka, hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiramın ibadetlerinin böyle kıymetli olması, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla, kalblerinde hasıl olan lerinden dolayıdır. onların batınları ya'ni kalbleri, resulullahın mubarek batınından nur aldı. batınları nurlandı. yedinci maddenin birinci sahifesinde bildirdiğimiz gibi, hazreti ömer vefat edince, oğlu abdüllah, buyurdu. orada bulunan gençlerin bu söze şaşdıklarını görünce, sizin bildiğiniz fıkh ve kelam ilmlerini söylemiyorum. resulullahın mubarek kalbinden fışkırmış olan batın ilminin, ma'rifetin onda dokuzu gitdi diyorum dedi. eshabı kiramdan sonra gelen müslimanlar arasında, bu batın nuruna kavuşanlar, rehberlerinin sohbetlerinde kavuşdular. onlar vasıtası ile, resulullahın mubarek kalbinden fışkıran nurlara kavuşdular. bunların sohbetlerinde kavuşulan nur, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinde kavuşulan kadar, elbet olamaz. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlükleri, işte buradan gelmekdedir. bundan anlaşılıyor ki, zahirin kemallerinden, ya'ni üstünlüklerinden başka, batının da kemalleri vardır. bu kemallerin çeşidli dereceleri vardır. böyle olduğunu, hadisi kudsi de göstermekdedir. hadisi kudside, allahü teala buyurdu ki, kulum bana biraz yaklaşırsa, ben ona çok yaklaşırım. kulum bana çok yaklaşırsa, ben ona daha çok yaklaşırım. kulum çok nafile ibadet de yapınca bana öyle yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, düalarını kabul ederim. onun görmesi, işitmesi ve gücü yetmesi benimle olur. allahü tealanın böyle çok sevmesine sebeb olan nafile ibadetler, tesavvuf yolundaki çalışmalardır. dördüncü olarak deriz ki, bin seneden daha çok bir zemanda, dünyanın üç büyük kıt'asında gelmiş olan milyonlarca müsliman, tesavvuf yolunda çalışarak ve salihlerin sohbetinde bulunarak, kalblerinde bir hal hasıl olduğunu söylemiş ve yazmışlardır. yalan birşey için böyle dehşetli bir sözbirliği olabileceğini kimse düşünemez. bu sözbirliği yapanların çoğunun hal tercemeleri kitablarda vardır. hepsinin ilm, takva sahibi, salih kimseler oldukları meydandadır. böyle olgun, iyi kimselerin yalan söyliyecekleri, olacak şey değildir. işte, böyle milyonlarca temiz, olgun insan sözbirliği ile bildiriyorlar ki, herbiri kendi rehberinin sohbetinde bulunmakla, kalbleri resulullahın sohbetinde yayılan nurlara kavuşmuşdur. herbiri, salihlerden birinin sohbetinde bulunarak, kalblerimizde imandan ve fıkh bilgilerinden başka bir hal hasıl oldu. kalblerimizde bu hal hasıl olunca, allah sevgisi ve allahın sevdiklerinin sevgisi ve allahü tealanın emr etdiği şeylerin sevgisi kalblerimizi doldurdu. iyi işleri, ibadetleri yapmak tatlı oldu. ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru i'tikadlar gönüllerimize yerleşdi demişlerdir. kalblerde hasıl olan bu hal, elbet kemaldir, yükseklikdir. kemale sebeb olan bir haldir. beşinci olarak deriz ki, evliyanın kerametleri olur. , allahü tealanın, adeti dışında, ya'ni fen ve tabi'at bilgilerinin dışında yaratdığı harıkul'ade şeyler demekdir. fekat, bir insanda, fen kanunları dışında şeyler bulunması, o kimsenin elbet bir veli olduğunu göstermez. allahü tealanın sevmediği kimselerde, hatta kafirlerde de, böyle adet dışında, şaşılacak şeyler hasıl olabilir. kafirlerde hasıl olan adet dışı şeylere denir. evliyada rahmetullahi aleyhim ecma'in keramet ile birlikde takva da bulunur. takva, allahü tealadan korkmak, onun emrlerine ve yasaklarına uymakdır. vilayet nedir? şimdi evliyalık ne demek olduğunu bildirelim. evliyalık, allahü tealaya yakın olmak demekdir. fekat, insanların allahü tealaya yakın olması, iki dürlü olur: birinci yakınlık, allahü tealanın her insana yakın olmasıdır. kaf suresinin onaltıncı ayetinde mealen, ve hadid suresinin dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ikinci yakınlık, allahü tealanın, insanların yalnız üstün olanlarına ve meleklere olan yakınlığıdır. alak suresinin son ayetinde mealen, buyuruldu. yukarıda bildirdiğimiz hadisi kudside, buyuruldu. bu ayeti kerimede ve hadisi kudside bildirilmiş olan yakınlık, yalnız seçilmiş üstün kimselerde hasıl olur. bu yakınlığa ya'ni evliyalık denir. bu yakınlığa kavuşmak için, önce ehli sünnet i'tikadına uygun iman lazımdır. ali imran suresinin altmışsekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. fekat, mü'minler arasında seçilmiş olanları daha çok sever. her mü'mini sevmesine denir. seçilmiş mü'minleri çok sevmesine, denir. yukarıda yazılı hadisi kudside bildirilmiş olan sevgi, işte bu sevgidir. bu sevginin de dereceleri vardır. şunu da bildirelim ki, allahü teala, insan aklı ile anlaşılamıyacağı gibi, onun sıfatları da insanın aklı ile anlaşılamaz. allahü tealanın kendisi gibi ve i'tibaratından her hangi biri gibi, hiçbirşey yokdur. bunun için, allahü tealanın insanlara olan her iki yakınlığı, insan aklı ile anlaşılamayan, bilinemiyen bir yakınlıkdır. iki zemanın ve iki cismin birbirlerine yakın olmaları gibi değildir. allahü tealanın kullarına yakın olması, akl ile düşünülen ve his organları ile anlaşılan yakınlıklar gibi değildir. ancak ba'zı seçilmiş mü'minlere verdiği ma'rifet denilen ilm ile anlaşılabilir. bu bilgiye denir. bizim bilgilerimiz dir. allahü tealanın, kullarına olan bu iki yakınlığı, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile bildirilmiş olduğundan, her ikisine de inanmamız vacibdir. allahü tealanın bizleri gördüğüne inanmamız lazım olduğu gibi, bize olan bu iki yakınlığına da inanmamız lazımdır. allahü tealanın görmesi, fizik kanunları ile izah edilen, ışığın yansıması ile olan görmek olmadığı gibi, onun bu iki çeşid yakınlığı da ölçü ile, metre ile, angstrom ile bildirilen yakınlık değildir. ba'zı hadisi şeriflerde arşın, zra' , karış, arpa boyu gibi birimler bildirilmesi, ölçü bildirmek için değil, azlık, çokluk bildirmek içindir. sual: vilayet, allahü teala ile kul arasında olan, insanların anlıyamıyacağı bir hal olduğuna göre, bunu niçin yakınlık sözü ile anlatmışlardır? cevab: bu suale cevab verebilmek için, önce iki şeyi bildirmek lazımdır: evliyaya hasıl olan keşf ve herkesin gördüğü rü'yalar, birşeyin misalinin, benzerinin hayal aynasında görünmesidir. uykuda iken olursa, rü'ya denir. uyanık iken olunca, denir. hayal aynası, ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rü'ya, o kadar doğru ve güvenilir olur. bunun içindir ki, peygamberlerin aleyhimüsselam gördükleri rü'yalara tam inanılır ve güvenilir in bir nev'idir. çünki, peygamberlerin hepsi ma'sumdurlar. ya'ni hiç yanılmazlar. hayalleri çok saf, çok temizdir. batınları, ya'ni kalbleri tertemizdir. evliyanın rü'yalarının çoğu da böyledir. doğru olur. çünki eshabı kiramda olduğu gibi, doğrudan doğruya veya eshabdan sonra gelenlerde olduğu gibi, rehberleri vasıtası ile, resulullahın sohbetinde kazanılan nurları ile ve onun emrlerine uymak ile, evliyanın hayalleri temizlenmiş ve kalbleri cilalanmışdır. celalüddini rumi rahmetullahi aleyh, bu inceliği mesnevisinde ne güzel anlatıyor. : evliyayı avlıyan hayaller bilirmisin nedir? huda bostanı güzellerinin görüntüleridir! peygamberlere uymaları sayesinde, evliyanın batınları cilalanır, parlak ayna gibi olur rahmetullahi aleyhim ecma'in. ba'zan batınlarının eski zulmetleri, kara lekeler gibi meydana çıkıp, hayal aynaları bulanır. keşf ve rü'yalarında yanlışlık olur. bu bulanıklık, ba'zan haram veya şübheli birşey yaparak veya haddi aşarak, ba'zan da cahillerden, sapıklardan bulaşarak hasıl olur. günah işliyenlerin rü'yaları çok kerre yanlış olur. batınları zulmetli olduğundan çok yanılırlar. allahü tealanın yaratdığı şeylerin hepsine denir. üç dürlü alem vardır: , bildiğimiz madde alemidir. , maddi olmıyan, ölçüsüz olan ruh alemidir. de maddeli ve maddesiz hiçbirşey yokdur. alemi misalde, birinci ve ikinci alemde bulunan herşeyin ve allahü tealanın, hatta düşüncelerin ve ma'naların misalleri vardır. allahü tealanın misli yokdur. misali vardır denildi. birşeyin kendisine ve sıfatlarına benziyen başka birşeye, birinci şeyin misli denir. allahü tealanın kendinin ve sıfatlarının misli yokdur, olamaz. birşeyin kendine değil, yalnız sıfatlarına benzetilen başka şeye, birinci şeyin misali denir. mesela, güneşe padişah denir. padişah, güneşin misali olur. nur suresi, otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü tealaya misal bildirilmişdir: . bundan dolayı, allahü teala rü'yada görülebilir denildi. yusüf aleyhisselam, kıtlık senelerini za'if sığırlar gibi, bolluk senelerini de, semiz sığırlar gibi ve buğday başakları gibi rü'yada gördü. celalüddini rumi de konyada vefat etdi. kitabında bildirilen bir hadisi şerifde, rü'yada gördüm ki, çok kimseler yanıma geldi. üzerlerinde gömlek vardı. kiminin gömleği göğsüne kadar, kiminin daha aşağı idi. ömeri radıyallahü anh gördüm. gömleği yerlere kadar uzundu buyurdu. ma'nasını sordular. gömlek, ilm demekdir buyurdu. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler gösteriyor ki, misli olmıyan ve madde olmıyan şeylerin misalleri rü'yada görülebilir ve keşf yolu ile görülebilir. yukarıdaki iki açıklama öğrenildikden sonra deriz ki, vilayet denilen, bilinemiyen bir hal vardır. bu hal keşf yolu ile, alemi misalde, iki cismin birbirlerine yakın olmaları gibi görünmekdedir. vilayet hali ilerledikce, keşfde, allahü tealaya doğru yürümek gibi, yahud onun sıfatlarının birinden ötekine gitmek gibi görünmekdedir. evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in bilinmiyen hallerindeki değişmeler, alemi misalde böyle göründüğü için, bu hallere ve değişmelerine de ve gibi ismler verilmişdir. tesavvuf yolunda hasıl olunca geriye dönülmez. geri dönenler fenadan önce dönmüşlerdir. bu fakir bunu, bekara suresinin yüzkırküçüncü ayeti kerimesinin, allahü teala imanınızı gidermez. o, kullarına çok acıyıcıdır meali şerifinden anlamakdayım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, kullarının imanlarını geri almaz. fekat, alimleri yok ederek ilmi giderir. bu hadisi şerif de gösteriyor ki, allahü teala, hakiki imanı ve batın ilmini geri almaz. bu ayeti kerime ve hadisi şerif, eshabı kiramın hiçbirinin, sonradan mürted olmadığının şahididir. çünki, hepsinin imanı, hakiki idi. şi'iler, bu inceliği bilselerdi. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan hiçbirine dil uzatamazlardı. tam takva, ancak evliyada hasıl olur. hased, kin beslemek, kibr, riya, şöhret ve benzeri nefsin kötülükleri büsbütün gitmedikçe, tam takva hasıl olamaz. bunların büsbütün gitmeleri için de, ya'ni nefsin fani olması lazımdır. allahı sevmek, başka şeyleri sevmekden daha çok olmadıkça, hatta kalbde allahdan başka şeylerin sevgisi yok olmadıkça, kamil iman ve tam takva elde edilemez. bu da, ancak ile hasıl olur. fenai kalb için, hadisi şerifde, denildi. ve kitablarında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifin, vehhabi kitabında da yazılı olduğunu bildirmişdik. bir hadisi şerifde, üç kimse imanın tadını bulur: allahı ve resulünü herşeyden daha çok sever. yalnız allahın sevdiği kimseleri sever. imana kavuşdukdan sonra, kafir olmakdan korkması, ateşde yanmak korkusundan daha çok olur buyuruldu. rabi'a hazretleri, bir elinde su dolu, öteki elinde ateş dolu bir kap götürüyordu. böyle nereye gidiyorsun dediklerinde, cehennem ateşini söndürmeğe ve cenneti yakmağa gidiyorum. böylece müslimanları allahü tealaya, cehennem korkusu ve cennete kavuşmak arzusu ile ibadet etmekden kurtarmak istiyorum dedi ki, evliyalık da böyledir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. hucurat suresi onüçüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun için, islam alimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, eshabı kiramın hepsi, bu ümmetin en üstünleri ve en müttekileridir. çünki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in allahın resulünün sohbetlerinde bulunmakla, vilayet makamlarının en ilerisine vardılar. tevbe suresinin yüzbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, eshabı kiramı övüyor radıyallahü aleyhim ecma'in. vakı'a suresinin onuncu ayetinde mealen, imanları ileride olanlar, allahü tealaya yaklaşmakda ileride olanlardır. bunların hepsi mukarreblerdir buyuruldu. batının kemale kavuşması için, tesavvuf yolunda çalışmak vacibdir. ali imran suresinin yüzikinci ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealanın yasak etdiği şeylerden tam olarak sakınınız! buyuruldu. ya'ni zahirdeki işlerde ve batındaki ahlak ve akaidde, allahü tealanın beğenmediği hiçbirşey kalmamasını istedi. bu ayeti kerimedeki emr, tesavvuf yolundaki çalışmanın vacib olduğunu göstermekdedir. tam takva, ancak vilayet ile elde edilebilir. nefsin, yukarıda yazdığımız kötülükleri haramdır. bu kötülükler temizlenmedikçe, tam takva elde edilemez. bunlar da, nefsin fenası ile temizlenebilir. takva, günahlardan sakınmak demekdir. buna hadisi şerifde, denildi. bedenin salih olması için de, kalbin salih olması lazımdır. kalbin salih olmasına tesavvufcular demişlerdir. vilayet, kalbin ve nefsin fani olmaları demek olduğunu bildirdik. tesavvuf alimleri rahmetullahi aleyhim ecma'in buyuruyor ki, vilayet yedi derecedir. beşi, alemi emrden olan kalb, ruh, sır, hafi, ahfa adındaki beş latifenin fani olmalarıdır. altıncısı, nefsin fani olmasıdır. yedincisi, bedendeki maddelerin fani olmasıdır. beden maddelerinin fani olmasına adı verildi. takva, yalnız nafile ibadet yapmakla elde edilmez. takva, farzları ve vacibleri yapmak ve haramlardan sakınmak demekdir. ihlas ile yapılmıyan farzların, vaciblerin hiç kıymeti yokdur. zümer suresinin ikinci ayetinde mealen, allaha ihlas ile ibadet et! ibadet, ancak ona yapılır buyuruldu. haramlardan kaçınmak da, fenai nefs olmadan hasıl olamaz. görülüyor ki, vilayetin kemallerine kavuşmak, farzları yapmakla olur. fekat, vilayete kavuşmak, allahü tealanın bir ihsanıdır. dilediğine verir. çalışmakla elde edilemez. allahü teala, insanlara güçleri yeten şeyleri emr etmişdir. tegabün suresinin onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. görülüyor ki, elden geldiği kadar çalışmak lazımdır. vilayetin dereceleri sonsuzdur. sa'di şirazi rahmetullahi aleyh, kitabında: onun güzelliği sonsuz, sa'dinin sözü uçsuz, hasta içmekle doymaz, deryanın suyu azalmaz! beyti ile bunu anlatmakdadır. bunun gibi, takva dereceleri de sonsuzdur. hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse, vilayet derecelerinde yükseldikçe, allahü tealadan korkusu da artar. hucurat suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. takva dereceleri sonsuz olduğundan, vilayet derecelerinde ilerlemek için, her zeman çalışmak vacibdir. batın ilminin artmasını istemek her vakt farzdır. taha suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, sevgili peygamberim! sen hep, ya rabbi benim ilmimi artdır düasını söyle! buyuruldu. bu ayeti kerime böyle olduğunu bildirmekdedir. bir velinin, kavuşduğu derecede kalması, yükselmek istememesi haramdır. muhammed bakibillah rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: allah yolunda edeb lazımdır edeb! ölünceye dek, taleb gerekdir taleb. deniz dolusu ağzına dökseler de, hiç doymamak, hep su aramak gerek! celalüddini rumi de: kardeşim, bu yolun yokdur sonu, çok gitsen de, yine yürümeli! buyurdu. hace muhammed bakibillah: ne kadar çok içirsen de bana, ateşim artıyor senden yana! buyurdu. batında yükselmeğe çalışmak vacib olduğu için, rehber aramak da vacib olmakdadır. çünki, rehber rahmetullahi aleyh arada olmaksızın allahü tealaya kavuşmak, çok az kimseye nasib olmuşdur. bunun için, celalüddini rumi: rehberden başka yokdur insanı çeken, bir rehber ara, ona sarıl pek muhkem! buyurdu. fekat, yalancı rehberlere aldanmamalıdır. mürşidi kamilin alameti, ehli sünnet i'tikadında olması ve islam ahkamına tam uymasıdır. sözleri, hareketleri islam ahkamına uygun olmıyan, kimse, havada uçsa da, rehber olamaz. müsliman olan, imanı olan kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları, kendilerini yabancı erkeklere göstermeleri haramdır. müsliman erkeklerin, kadınlarını, kızlarını örtmeleri farzdır. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in kitablarına uymıyan kimse, rehber olamaz. bundan, insanın dinine faide değil, zarar gelir. insan veya dehr suresinin yirmidördüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. allahü teala, bu ayeti kerimede, önce günah işliyene ita'at etme buyurdu. ondan sonra, kafire ita'at etme buyurdu. çünki, müslimanın kafirle buluşması az olur. günah işliyenden emr alması daha çok olur. bundan başka, günah işliyen ile birlikde bulunmanın, kafirle beraber bulunmakdan daha çok zararlı olduğunu göstermekdedir. kehf suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeden anlaşılıyor ki, nefse uymak, kalbin gafil olmasını gösterir. bedenin bozuk olması, ya'ni günah işlemek, kalbin bozuk olmasını göstermekdedir.şimdi açık gezen kadınlar, içki içenler, ya'ni günah işliyenler ve ibadet etmiyenler, müslimanlara karşı, sen kalbe bak, kalbimiz temizdir. allah kalbe bakar diyorlar. onların böyle konuşmalarının yanlış ve bozuk olduğunu, bu ayeti kerime göstermekdedir. hadisi şerifde, buyurulduğunu yukarıda bildirmişdik. bu hadisi şerif de, günah işliyenlerin bu gibi sözlerini yalanlamakdadır. allah dışınıza bakmaz. kalblerinize ve niyyetlerinize bakar hadisi şerifi, ibadet yapanlar, hayr işliyenler içindir. ya'ni, ibadetin kabul olması için, allahü tealanın rızası için yapılması lazımdır. mürşidi kamilin ikinci alameti, hadisi şerifde bildirilmişdir ki, onunla konuşmak ve onu görmek, allahü tealayı hatırlamağa sebeb olur. allahü tealadan başka herşey kalbe soğuk gelir. nevevinin bildirdiği hadisi şerifde, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem evliyanın alametleri sorulunca, buyurdu. bu hadisi şerifi ibni mace de bildirmekdedir. muhyissünne hüseyn begavinin, kitabındaki hadisi şerifde, allahü teala buyurdu ki, ben zikr olunduğum zeman evliyam hatırlanır. onlar zikr olununca da, ben hatırlanırım buyurulmuşdur. fekat, allahı hatırlamak için, veli ile bağlılık lazımdır. veliyi inkar eden, veli olduğuna inanmıyan, ona bağlı değildir. inanmıyan, bu ni'mete kavuşamaz. : allahın nasib etmediği kimse, feyz alamaz peygamberi de görse! her velide böyle te'sir vardır. ba'zısında daha kuvvetli te'sirler olur ki, talebeyi çekerek tesavvuf yolunun yüksek derecelerine çıkarırlar. bunlara denir. cahiller ve yalancılar ilk görmekde ve birkaç görüşmekde veliyi rahmetullahi aleyh tanıyamaz. bunların, güvendikleri kimselerden sorup anlamaları lazımdır. allahü teala, nahl suresinin kırküçüncü ayetinde ve enbiya suresinin yedinci ayetinde mealen, buyurdu. hadisi şerifde, buyuruldu. rehber olarak tanınan bir kimsenin yanında yıllarca bulunup da, kalbinde bir değişiklik hasıl olmıyan kimse, onun yanından ayrılmalıdır. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, eshabı kiram radıyallahü anhüm sıra ile dört halifeyi seçdiler. halife seçmek, yalnız dünya işlerini düzeimamı begavi de vefat etdi. ne koymak için değildi. batınlarını kemale getirmek için de seçmişlerdi. sual: evliya ölünce, onun feyz vermesi kesilir mi? feyz almak için hep diri olanı aramak lazım mıdır? cevab: evliya ölünce, feyz vermesi bitmez. hatta artar. fekat, nakıs olanların, kendilerini kemale erdirecek kadar, meyyitden feyz almaları pekaz nasib olur. veliden, öldükden sonra alınan feyz, diri iken alınan kadar olsaydı, medinede yaşıyan müslimanların, bu zemana gelinceye kadar, hepsinin resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem feyz alarak, eshabı kiram derecesinde olmaları lazım gelirdi. kimsenin rehber aramasına lüzum kalmazdı. çünki, rehberden feyz alabilmek için, feyz alan ile feyz veren arasında bağlılık lazımdır. rehber ölünce, bu bağlılık kalmaz. evet, fena ve bekaya kavuşdukdan sonra, batınları arasında bağlılık hasıl olup, kabrden de, çok feyz alınabilir ise de, bu feyz de, diri iken alınan feyz kadar olamaz. ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim ecma'in buyuruyor ki, hiçbir veli, gaybı bilmez. allahü teala keşf veya ilham ile bildirirse, ancak onu söyliyebilir. evliya gaybı bilir diyen kafir olur. evliya, yok olan şeyi var edemez. var olanı yok edemez. kimseye rızk veremez. çocuk veremez. hastalığı gideremez. araf suresinin yüzseksenyedinci ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim! onlara söyle ki, kendime faide ve zarar vermeğe gücüm yetmez. ancak allahın dilediği olur buyuruldu. allahü tealadan başkasından yardım beklemek caiz değildir. fatiha suresinde, dememizi emr etmekdedir. yalnız sana mahsusdur demekdir. bunun için, evliyaya adak yapmak caiz olmaz. çünki, nezr yapmak ibadetdir. evliyadan birine nezr yapan kimsenin, bu nezrini yerine getirmemesi lazımdır. çünki, elden geldiği kadar, günahdan kaçınmak vacibdir. kabr etrafında saygı için dönmek caiz değildir. çünki, ka'be etrafında dönmeğe benzemekdir ki bu dönmek, namaz kılmak gibi ibadetdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve velilerin dirilerine ve ölülerine düa ederek, kendiliğinden birşey yapmalarını istemek caiz değildir. hadisi şerifde, buyuruldu. mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen, bana düa ediniz! düanızı kabul ederim. kibr edip bana ibadet etmek istemiyenler, zelil olarak cehenneme gideceklerdir buyuruldu. cahiller, ya abdülkadir geylani, ya şemseddin panipüti, ya tezveren dede, allah için bana şunu ver diyorlar. böyle söylemek şirkdir, küfrdür. ya rabbi! abdülkadiri geylani hürmeti için bana şunu ver! seyyidet nefise hürmetine hastama şifa ver demelidir. allahü tealaya böyle düa etmek caizdir ve faidelidir. araf suresinin yüzdoksanüçüncü ayetinde mealen, allahdan başka her kime düa ederseniz, onlar da sizin gibi kuldur. kimseye yardım edecek güçleri yokdur buyuruldu. sual: bu ayeti kerime kafirlerin putlarına tapınmalarının şirk olduğunu bildirmek için gelmişdir. evliyayı rahmetullahi aleyhim ecma'in putlara benzetmek doğru mudur? cevab: ayeti kerimede, allahdan başka buyuruldu. bu, allahdan başka herşey demekdir. evet, hadisi şerifde, peygamberi zikr etmek ibadetdir. salihleri zikr etmek günahlara keffaretdir. ölümü zikr etmek sadaka vermek gibidir. kabri zikr etmek, sizi cennete yaklaşdırır buyuruldu. bu hadisi şerif ebu nasr deyleminin rahmetullahi aleyh kitabında yazılıdır. hadisi şerifini de deylemi bildirmekdedir. bu hadisi şeriflerdeki zikr etmek, onların yüksek mertebelerini, hallerini, güzel huylarını hatırlamak, söylemek demekdir. böylece bunları sevmek, allah sevgisindendir. bunları işitenler, bunlar gibi olmağa çalışırlar. yalnız ezanda ve ikametde, allahü tealanın ismi yanında muhammed aleyhisselamın ismini de zikr etmek ibadetdir. inşirah suresi dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. bu yükseltmek, yalnız muhammed aleyhisselam içindir. bir kimse, dedikden sonra, ali veliyyullah dese, bu kimse ta'zir olunur. ya'ni cezalandırılır. muhammed aleyhisselamın ismini zikr etmek de, yalnız dinimizin bildirdiği yerde caiz olur. mesela, ya muhammed, ya muhammed diyerek tesbih çekmek caiz değildir. ismet, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat mahsusdur. ismet, bilerek ve bilmiyerek, büyük ve küçük hiçbir günah işlememek demekdir. evliyada ismet vardır demek küfr olur. eshabı kiramın hepsi radıyallahü anhüm evliyanın hepsinden daha yüksekdirler. tebe'i tabi'inin büyüklerinden olan abseyyidet nefise hazreti hasenin torunu hasenin kızı de mısrda vefat etdi. düllah ibni mubarek hazretleri buyurdu ki, . evliyanın kabrlerini yüksek yapmak, onlara saygı için üzerlerine türbe yapmak, yanında ziyafet vermek, kabrlerinde kandil, mum yakmak bid'atdir. kimisi haram, kimisi mekruhdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti aliyi radıyallahü anh, göndererek, kafirlerin yüksek kabrlerini yıkdırdı ve resmleri yok etdirdi.evliya öldükden sonra da, kendilerini sevmek, hurmet etmek lazımdır. böylece, ruhlarından feyz alınır. istifade olunur. insanın kalbi temizlenir. ziyarete gelenlerin bu kabrin bir veli mezarı olduğunu anlıyarak, saygı göstermeleri için ve ziyaret edenin soğukdan, sıcakdan, yağmurdan, yırtıcı hayvandan korunması için, evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in kabrleri üzerine türbe yapmak caiz, hatta lazımdır. türbe, veli için değil, ziyarete gelen diriler için yapılmakdadır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrini ziyaret etmek için sünnet şöyledir: abdestli olmalı, resulullaha salevat getirmeli, önceden yapmış olduğu namaz, sadaka, oruc, kur'anı kerim okumak gibi hayrlı işlerin sevabını ona bağışlamalı, gönlü uyanık olmalı, onu sevmeği ve sünnetine uymağı, allahü tealadan dilemelidir. eğer, ziyaret etdiği kabr, mensub olduğu velinin kabri ise, kalbinden dünya düşüncelerini çıkarıp, ondan feyz almağı beklemelidir. kabr başında kur'anı kerim okumak sünnetdir. dünyalığa, mala, şöhrete kavuşmak, saygı toplamak için rehberlik yapanlar, şeytanın vekilleridir. müseylemetülkezzab gibidirler. evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in allahü tealadan kendilerine gelen ni'metleri haber vermeleri, bulundukları yüksek dereceleri talebelerine bildirmeleri caizdir. hadisi şerifde, buyuruldu. öğünmek haramdır. kendindeki iyilikleri, ni'metleri, kendinden bilirse, allahü tealanın verdiğini düşünmezse, öğünmek olur. ya'ni olur. bu ni'metlerin allahü tealaabdüllah ibni mubarek de, veysel karani de vefat etdi. dan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünürse, olur. insanların allahü tealaya yaklaşması, ancak allahü tealanın çekmesi ile olur. eğer, vasıtasız doğrudan doğruya çekerse, denir. vasıta ile çekmesi, iki dürlü olur: ibadet yapmak ve riyazet çekmek vasıtası ile yaklaşdırır. buna denir. yahud bir rehberin sohbeti vasıtası ile eder. bütün bu çekişlerin asl sebebi, insanın kendi kabiliyyetidir. bu kabiliyyetleri, insana yaratılışda verilir. insanların kabiliyyetleri, isti'dadları başka başkadır. insanın allaha yaklaşmasına en büyük mani' nefsinin şehvetleri ile bedenin ihtiyac ve kötülükleridir. ikinci mani', latifelerinin kendilerinden ve rablerinden gafil olmalarıdır. insanı allahü tealaya yaklaşdıran ibadetleri, riyazetleri de, bir rehberin göstermesi lazımdır. riyazet ve ibadet yapmakla, hem nefs ve beden tezkiye bulur. ya'ni kötülüklerden temizlenirler. hem de, alemi emrden olan latifeler, beden maddelerinden ve nefsden bulaşmış olan zulmetlerden tasfiye olur. gafletden kurtulurlar. tesavvuf yollarının çoğunda, önce süluk yapılır. önce, iki mani' ortadan kaldırılır. böylece, alemi emrin beş latifesi saf olur ve nefs denilen güzel huylarla bezenir. bundan sonra, rehber saliki allahü tealaya cezb eder. bu salike, denir. böyle ilerlemesine denir. çünki rehber salikin temizlenmesini alemi misalde görerek anlar. bu seyr çok güçdür ve uzun sürer. allahü teala behaüddini buhariye rahmetullahi aleyh sülukden önce cezb yapmasını ilham eyledi. önce teveccüh ederek, her latifede zikr yapdırırlar. her latifede fani olurlar. buna denir. seyri afakinin çoğu da, bununla birlikde hasıl olur. sonra, nefsi ve bedeni temizlemek için riyazet yapdırılır. bu salike, denir. bu seyr kolay ve çabuk olur. nakısların, cahillerin kendiliklerinden yapdıkları ibadetlerle, terakkileri pek az olur veya hiç olmaz. çünki, bunların ibadetlerinin sevabı pek azdır. elli sene ibadet ile vilayetin en aşağı derecesine yetişebilirler. o halde, yalnız mücahede ve riyazet ile vilayet elde edilemez. ibadetlerin, riyazetlerin ancak sünnete uygun olanları faidelidir. bunun için, bid'atlerden sakınmak şartdır. hadisi şerifde, amelsiz söz kabul olmaz. niyyetsiz amel kabul olmaz. sünnete uygun olmazsa, hiçbiri kabul olmaz buyuruldu. ya'ni, hiçbirine sevab verilmez. ibadetlerin, riyazetlerin güç, sıkıntılı olması değil, sünnete uygun olmaları lazımdır. .ıyamet ve ahıret sual: çok sıkıntılı riyazetler çekenlerin çok ilerledikleri, keşf ve keramet gösterdikleri görülüyor. buna ne dersiniz? cevab: riyazet çekmekle keşf, keramet ve dünya işlerinde tesarruf elde edilir. eski yunan felesofları ve hind papasları böyle yaparlardı. allah adamları, bunlara kıymet vermez. nefsi kötülüklerden kurtarmak, şeytanı öldürmek, ancak sünnete uymakla mümkindir. sual: yukarıdaki cevaba göre, yalnız riyazet yapılan tesavvuf yollarında kimsenin veli olmaması lazım gelir. buna ne dersiniz? cevab: tesavvuf yollarının hepsi sünnete uymakdadır. ba'zılarına bir bid'at karışmış ise, başka işlerinde sünnete uymaları, bu bid'ati işlemekden kurtarabilir. bunlara bid'at karışması keşf ve ilhamlarını yanlış te'vil etmelerinden hasıl olur. cahillerin, yalancıların bid'atleri böyle değildir. bunlar zararlıdır. feyzin kesilmesine sebeb olur. nakıs ve kamil, herkes daha kamil olandan feyz alır. vilayet ancak kamilin sohbeti ile elde edilebilir. nakısların, cahillerin sohbeti hiç kimseyi vilayete kavuşduramaz. çünki, bunların hak teala ile münasebetleri yokdur. kamil olan rehberin zahiri halk ile, batını hak ile olduğu için, allahü tealadan aldığı feyzi, insanlara vererek, onları vilayete kavuşdurur. isra suresinin doksanbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, görünüşde kendisi ile münasebet kalmadığı için, herkes kabri se'adetden feyz alamaz oldu. resulullahın varisleri olan alimlerden, rehberlerden feyz alındı. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. kemale yetişen, veli olan kimseler rahmetullahi aleyhim ecma'in, allahü tealadan vasıtasız feyz alabilirler. ibadet yapmakla da yükselirler. ayeti kerimesi bunu bildirmekdedir. bu veli, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyanın kabrlerinden de feyz alabilir. peygamberlerin insanlardan gönderilmesi, sohbetde hasıl olan te'sir içindir. çünki, i'tikad ve fıkh bilgileri meleklerden de öğrenilebilir. cibril hadisi bunu göstermekdedir. çünki resulullah, bu gelen cebrail idi. size dininizi öğretmek için gelmişdi buyurdu. sohbetin te'siri için, rehberlerden feyz alabilmesi için, arada tam münasebet bulunması lazımdır. vilayet elde etmek için de, bu te'sir lazımdır. az kimse vardır ki, isti'dadları çok kuvvetli olup, peygamberin salevatullahi aleyhim ecma'in veya bir velinin rahimehullahü teala ruhundan feyz alarak, vilayet mertebesine kavuşurlar. bunlara denir. eshabı kiramın sohbeti de, feyz verdi. fekat bir sohbet yetişmezdi. çok def'a sohbet etmek lazım idi. sonra gelen evliyanın sohbetleri, ancak riyazet çekmekle birlikde te'sir etdi. allahü teala, insanlarda kendine yaklaşmak ve kendini tanımak isti'dadını yaratdı. bu isti'dadın mikdarı herkesde başkadır. farzları, vacibleri yapdıkdan ve haramlardan, şübhelilerden kaçdıkdan sonra, nafile ibadetlerin en te'sirlisi zikrdir. her zeman allahü tealayı zikr etmelidir. hadisi şerifde, buyuruldu. fenai nefs hasıl olmadan önce, diğer nafile ibadetleri yapmakla ve kur'anı kerim okumakla allahü tealaya yaklaşılamaz. batını temizlemedikçe, bunlarla terakki olmaz. batını temizlemek, allahı zikr etmekle olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, boş zemanlarda hep bu i okumalıdır. zikrin çeşidleri arasında allahü ekber, allahü ekber. la ilahe illallahü vallahü ekber. allahü ekber ve lillahil hamd çok faidelidir. buna denir. bundan sonra kalan zemanlarda, ahıret adamları ile, salihlerle görüşmeli, sohbet etmelidir. salih kimse bulamıyan, bunların kitablarını arayıp, bulmalı, bunları okumalıdır. mürtedlerle, bid'at sahibleri ile, fasıklarla arkadaşlık etmemeli, bunlarla oturmamalıdır. haram işliyenlere denir. din cahilleri ile, dünyaya düşkün olanlarla ve mezhebsizlerle görüşmemelidir. bunlarla görüşmek, insanın batınını harab eder. evliyanın sohbetinde bulunmak, zikrden ve diğer nafile ibadetden daha faidelidir. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm, birbirlerini görünce, biraz benimle otur. imanımı tazeliyeyim derlerdi. celalüddini rumi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: evliya yanında geçen az zeman, faidelidir yüzyıllık takvadan! hace ubeydullahi ahrar rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: kılınabilir her zeman nafile namaz, bizim sohbetimiz bir daha bulunamaz! birisine, bayezidin sohbetinde bulun dediler. ben her an rabbimin sohbetindeyim dedi. bayezidin sohbeti sana daha faidelidir cevabını verdiler. ya'ni cenabı hakdan, ona bağlılığın ve isti'dadın kadar feyz alabilirsin. bayezidin sohbetinde ise, onun yüksek derecesine uygun feyzlere kavuşursun demek istediler. kötü arkadaşla hiç görüşme, o, zehrli yılandan da fenadır! yılan alır insanın canını, o alır canını, imanını! senaüllahi dehlevinin farisi adındaki kitabından seçerek, türkçeye terceme burada temam oldu. senaüllahi dehlevi, mazheri canı cananın yetişdirdiği evliyanın büyüklerinden olup, senesinde hindistanda vefat etdi. paniput şehrindedir. tenbih: muhammed parisa, kitabında buyuruyor ki, yusüfi hemedaniye, kamil bir rehber bulamazsak, ne yapalım dediler. hergün onların kitablarını okuyunuz buyurdu. şimdi, selamete kavuşmak için, imamı rabbaninin rahmetullahi aleyh kitabını okumalıdır. ın birinci cildinin tercemesi, adı ile, de istanbulda basdırılmışdır. se'adete kavuşmak istiyenlerin, bu kitabı okumaları çok faidelidir. abdülgani nablüsi kitabının yüzdoksanıncı sahifesinde buyuruyor ki: ibadetleri iktisad üzere, ya'ni ne az, ne de pek aşırı olmıyarak, orta mikdarda yapmak lazımdır. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, allahü teala, sizin için kolaylık istiyor. güç işleri yapmanızı istemiyor buyuruldu. bunun için, hastanın ve yolcunun oruc tutmamasına izn verdi. bize ağır ve sıkıntılı işler yapmağı emr etmedi. insan iki işden birini yapmak karşısında bulunursa, bunlardan hafif ve kolay olanını yapması daha doğrudur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, birinin mescidde saatlerce namaz kıldığını işitdi. mescide gelip, bunu omuzlarından tutarak, allahü teala, bu ümmetden kolay işler yapmasını istiyor. güç işleri beğenmiyor buyurdu. allahü teala, bu ümmete kolay şeyleri emr etdi. islam ahkamına uymak pek kolaydır. maide suresinin doksanıncı ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealanın size halal etdiği tayyıb, ya'ni güzel şeyleri, kendiyusüf hemedani de hiratda vefat etdi. nize haram etmeyiniz! halallere haram demeyiniz! allahü teala, halal etdiği şeylere haram diyenleri sevmez! buyuruldu. abdülvehhab oğlu muhammed, halal olan şeylere, hatta ibadetlere haram diyor. hatta, şirk diyor. bu ayeti kerime, allahü tealanın bunu sevmediğini bildiriyor. bir mü'min günah işleyince, günahın cezasından, azabından kurtulmak için, allahü teala yol gösterdi. tevbe ile, keffaret vermekle afv edeceğini bildirdi. vehhabi kitabı, devr ile iskat yapılmasına saldırırken, bunlar, kötü kimselerin günah işlemesine yol açan, uydurma şeylerdir diyor. günahların tevbe ve keffaret ile afv edilmeleri karşısında acaba ne diyecek? bunlar, kötü kimselerin günah işlemelerine yol açıyor diyerek, allahü tealanın gösterdiği kolaylığa ve merhamete de dil uzatacak mı? hadisi şerifde, buyuruldu. zaruret olduğu zeman, haram işlemeğe ve farzı terk etmeğe , izn verilmişdir. ya'ni azab yapılmaz. zaruret zemanında da, dinin emrlerini yapmağa denir. ba'zan, azimet olanı yapmak daha iyidir. mesela, ölüm ile korkutulan kimsenin, imanını gizlememesi böyledir. öldürülürse, şehid olur. ba'zan ruhsat olanı yapmak, daha iyi olur. yolcunun oruc tutmaması böyledir. yolcu, orucu tutarak hastalanır, ölürse günaha girer. ahkamı islamiyyeye uymakdan kurtulmak için, mezheblerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araşdırıp, bunlara göre iş yapmak caiz değildir. böyle araşdırmağa denir. ihtiyac olunca, başka mezhebe geçmek veya birkaç şeyi başka mezhebe göre yapmak caizdir. farzı yapmamak veya haramı yapmak için hile yapmak haramdır. buna, denir. birşey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir. buna denir. abdüllah musuli, kitabının şerhi olan kitabında diyor ki, farzları yapamıyacak kadar za'ifleten riyazet, ya'ni az yimek caiz değildir. kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödiyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. bu niyyet ile çalışan kimse, borcunu ödiyemeden ölürse, azab çekmez. hadisi şerifde, kazanması farzdır buyuruldu. bundan fazlası için çalışmamak caizdir. adem amusuli de vefat etdi. leyhisselam buğday eker ve ekmek yapardı. nuh aleyhisselam neccar, marangoz idi. ibrahim aleyhisselam kumaş tüccarı idi. davüd aleyhisselam demirci idi. süleyman aleyhisselam zenbil yapardı. muhammed aleyhisselam, önce koyun güderdi. sonra ticaret yapdı. sonra cihad yapardı. asker idi. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, kumaş tüccarı idi. ömerülfaruk, kösele dikerdi. osmanı zinnureyn gıda maddeleri idhalatçısı idi. ali radıyallahü anhüm işçilik ve cihad yapardı radıyallahü teala anhüm ecma'in. çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplıyacak kadar çalışmak mubahdır. müslimanlara yardım için, cihad etmek için, fazla çalışıp kazanmak müstehabdır, iyidir. hadisi şerifde, buyuruldu. ihtiyar kitabından terceme temam oldu. gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhdur. mülteka kitabında haramdır denildi. çalışmak rızkı artdırmaz. rızkı veren, allahü tealadır. çalışmak, sebebe yapışmakdır. sebeblere yapışmak sünnetdir. çalışan insan beş dürlü olur: birincisi, rızkın yalnız çalışmakdan geldiğine inanır. kafirler böyledir. ikincisi, rızkın allahdan geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır. çalışırken, allahü tealaya asi olmaz. haram işlemez. halis, salih mü'minler böyledir. üçüncüsü, rızkın allahü tealadan geldiğine inanır ise de, çalışırken allahü tealaya asi olur. fasık mü'minler böyledir. dördüncüsü rızkın hem allahü tealadan, hem de çalışmakdan geldiğini sanır. müşrikler böyledir. beşincisi, rızkın yalnız allahü tealadan geldiğini bilir. fekat rızkı verir mi vermez mi bilmez. münafıklar böyledir. alim bin ala, ve ismindeki fetva kitabında diyor ki, cami'de, evde kapanıp hep ibadet etmek ve yiyip içip, evlenmek, gezmek gibi eğlenceleri ve halal kazanmağı terk etmek, tahrimen mekruhdur. sual: din alimlerinin yukarıdaki sözleri, tesavvufcuların rahmetullahi aleyhim ecma'in riyazet ve sıkıntılı yaşamağı övmelerine uymıyor. bu ikisinden hangisi daha iyidir? cevab: tesavvufculardan bir kısmı, dedi. sehl bin abdüllah, onbeş günde bir yirdi. imamı gazali diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü anh altı günde bir yirdi. cüneydi bağdadi hergün dörtyüz rek'at namaz kılardı. sehl bin abdüllah, yedi yaşında hafız oldu. hergün alim bin ala da vefat etdi. oruc tutardı. on iki sene, yalnız arpa ekmeği yidi. abdülvehhabi şa'rani rahmetullahi aleyh hergün akşam ile yatsı arasında kur'anı kerimi iki kerre hatm ederdi. buna inanmakda tereddüd etmemeli. evliyada ruhani kuvvet vardır. ruh, bir anda çok şey yapar. alimler, buyurdu. bu sözleri, bütün ümmet için farz veya vacib veya sünnet olan şeylerdedir. her müslimanın böyle yapması lazımdır. tesavvufcuların çekdikleri sıkıntılar ise, nafile ibadetdir. herkesin yapması lazım değildir. tegabün suresi onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. furkan suresi yetmişinci ayetinde mealen, iman edip tevbe eden ve salih ameller işliyenlerin günahlarını sevablara çeviririm. allahü teala günahları afv edici, acıyıcıdır buyuruldu. vahşi, bu ayeti işitince, afv için şartlar bildiriyor. bu şartları yapamazsam korkarım. bunun daha kolayı yok mudur dedi. buna karşılık, mealindeki ayet geldi. vahşi, bunu işitince, allahü teala, beni afv etmek dilemezse, ne yaparım dedi. bunun üzerine, ey kendilerine zulm eden kullarım! allahın rahmetinden ümmidinizi kesmeyiniz! allahü teala, bütün suçları afv eder. o, gafur, rahimdir mealindeki ayeti kerime geldi. vahşi, bu müjde bana yeter dedi. iman etdi. bu ayeti kerime, kıyamete kadar gelecek olan herkes için müjdedir. su bulamıyanların teyemmüm etmeleri için de, önce ve sonra, mealindeki ayeti kerime geldi. toprağı sürmeği emr eylemedi. emri kolaylaşdırdı. allahü teala, peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem mekke dağlarını altın yapayım ister misin buyurunca, bu altınları allah yolunda ve düşmanlarla cihad için kullanmağı düşünmedi. istemedi. güçlük çekmeği arzu eyledi. tebük gazvesinde ise, buyurarak, eshabından yardım istedi. resulullahın uzun günler orucunu bozmadığı ve açlıkdan mubarek karnına taş bağladığı, kitablarda yazılıdır. mubarek ayakları şişinceye kadar geceleri, çok namaz kıldığı da bildirilmişdir. mubarek zevceleri de radıyallahü teala anhünne, böyle çok ibadet yaparlardı. fekat, ümmetine çok merhamet etdiği için, onların böyle sıkıntı çekmelerini istemezdi. ümmetine ruhsat ile emr ederdi. kendisi azimet ile ibadet yapardı. din demek, yalnız emr demek değildir. ruhsat ile azimetin ikisi de dindir. tahrim suresinde, mealindeki ayeti kerime, ruhsat, izn verilen şeyleri inkar etmeyiniz! bunları haram etmeyip de, terk eder, çekinirseniz zühd olur, iyi olur. yapması ise, günah olmaz demekdir. hadisi şerifde, buyuruldu ki, ruhsat, izn verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren benden değildir demekdir. tesavvuf büyükleri, ruhsat ve azimetden, ikincisini seçmişlerdir. ruhsat ile amel etmeği de inkar etmemişlerdir. herkese ruhsat ile amel etmeği emr etmişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, böyle yapardı. tesavvuf demek, kitaba ve sünnete uymak, bid'atlerden sakınmak ve tesavvuf büyüklerine saygılı olmak ve herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmekdir. ehli sünnet alimleri, azimet ile, vera' ile hareket etdiklerinden, bir haram işlememek için, yetmiş halali terk ederlerdi. ebu bekri sıddik radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu hüreyreye radıyallahü teala anh, buyurdu. bundan anlaşılıyor ki, din demek, yalnız ruhsat, her işde orta yol demek değildir. azimet, zühd ve vera' da dindendir. riyazetin, açlık çekmenin tahrimen mekruh olması, buna dayanamıyanlar, bedenine ve aklına zarar verecek olanlar içindir. çünki, kendini tehlükeye düşürmek haramdır. ruhani kuvvetleri, bu tehlükeyi önliyenler için, riyazet çekmek caiz ve faideli olur. rehberin lazım olduğu buradan da anlaşılmakdadır. kamil olan rehber, talebenin sıhhatini, mizacını, ruhunun kuvvetini anlar. ona uygun olan mikdarda riyazet etmeği emr eyler. onu tehlükeden korur. kamil olan rehber, hem beden, hem de ruh ve din mütehassısıdır. resulullah efendimizin varisi, vekilidir. kamil olan rehberin emri ile yetişenlerde hiçbir zarar ve tehlükeye düşen görülmemişdir. hepsi yükselmiş, olgunlaşmışdır. tesavvuf yolunda ilerlerken, islamiyyete uymakda hiç gevşeklik göstermemişlerdir. farzı terk etmeğe sebeb olan şeyi yapmak haramdır. rehber bundan korur rahmetullahi aleyh. nafile ibadetleri iznle yapmak, bunun için lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetine çok merhametli idi. mi'rac gecesi, elli vakt namazın beş vakte inmesini diledi. ümmetine sıkı emrler gelmesine yol açmaması için, eshabının sıkıntılı riyazetler yapmalarına izn vermezdi. onun, ümmetine çok faideli olacak ibadetleri bildirmiyeceği ve yapılmalarını önliyeceği düşünülemez. herşeyin en iyisini, en faidelisini söylemiş, yapmış ve yapdırmışdır. ruhsat ile amel, aşırı ve noksan olmaksızın kulluk etmek, bütün ümmeti için faideli olacağından, bunları açıkca yapmış ve emr eylemişdir. eshabı kiramın yükseklerine ise, gizli bilgiler ve ibadetler öğretmişdir. bekara suresinin ikiyüzseksenikinci ayeti kerimesinde mealen, allahdan korkunuz! böylece, size çok şeyler öğretir buyuruldu. bu , ilahi ma'rifetler, gizli bilgilerdir. hadisi şerifde, ilmin, inceleri ve gizlileri vardır. bunları ancak allah adamları bilir. bildiklerini söylerlerse, cahiller bunlara inanmazlar buyuruldu. imamı kastalaninin kitabında yazılı olan mi'rac hadisinde, rabbim bana başka başka üç ilm bildirdi. birinci ilmi kimseye bildirme dedi. çünki, bu ilmi benden başka hiç kimse anlıyamaz. ikinci ilmi, dilediğine bildirebilirsin dedi. üçüncü ilmi, ümmetinin hepsine bildir dedi buyuruldu. görülüyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, allahü tealanın bana bildirdiği ilm, yalnız ümmetin hepsine bildirilmesi emr olunan ilmdir buyurmadı. hak olan başka iki ilm daha bulunduğunu haber verdi. resulullahın, dilediğine bildirmesi için izn verilen, ikinci ilm ya'ni evliyalık, tesavvuf ilmidir. bu ilm, islamiyyetin batınını ve hakikatini bildirmekdedir. bu ilm, ancak takva ile elde edilir. kehf suresinde, hızır aleyhisselam için, buyuruldu. bu ayeti kerime, ni bildirmekdedir. herkese bildirilmesi emr olunan , resulullahın mubarek sözlerinden ve hareketlerinden alınmış olduğu gibi, vilayet ma'rifetleri de, onun mubarek kalbinden çıkıp, kalblere akmakdadır. bunun içindir ki, ebu hüreyre radıyallahü anh, resulullahdan iki ilm aldım. birisini sizlere bildirdim. ikincisini bildirmiş olsam, anlıyamaz, beni öldürürsünüz dedi. birincisi, dir. ikincisi dır. bunu ancak, evliya ve sıddiklar bilir. tesavvufcular, batın ilmine kavuşmak için, riyazetler çekiyor, mücahedeler yapıyorlar. ilmi zahirde, sahte, yalancı ilm adamları olduğu gibi, sahte, bozuk kimseler, tesavvufcu kılığına girmişler, bu mubarek yolu, dünya çıkarlarına alet etmişlerdir. bu yalancılardan sakınmak, tuzaklarına düşmemek için, onları tanımak lazımdır. bunun için de, islamiyyeti iyi öğrenmek lazımdır. doğru ile bozuğu ayıran biricik mi'yar islamiyyetdir. islamiyyete uyan bir kimse, tesavvuf yolunda da çalışırsa çok iyidir. fekat, bu yolda ilerlemek için, kamil olan rehberin kontrolü lazımdır. kamil olan rehber, kalb ve ruh mütehassısıdır. talibin kalbindeki hastalığı anlıyarak, ona uygun olan riyazeti ve zikri seçer, yapdırır. bekara suresinin onuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bu hastalığın tedavisi, resulullahın sohbeti ile oluyordu. başkaca bir riyazete, sıkıntıya lüzum kalmıyordu. eshabı kiramın hepsi, o sohbetin bereketi ile resulullahın mubarek kalbinden feyz aldılar. tesavvufun en yüksek derecelerine kavuşdular. kendilerinden sonra gelen evliyanın hepsinden daha yüksek oldular. onlardan sonra gelenler, resulullahın sohbetine kavuşamadıkları için, riyazetler, sıkıntılar çekerek, kalb hastalıklarından kurtulmağa çalışmışlardır. ilmi batın, ilmi zahirden ayrılmaz. her ikisine kavuşanlara, denir. resulullaha varis olan ulema, yalnız bunlardır. riyazet, sıkıntı çekerek, kalblerini tedavi edenler, ilmi batına kavuşunca, riyazeti bırakırlar. yalnız farzları, sünnetleri yaparlar. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm gibi batınları ile de, kalbleri ile de, ibadet ederler. pazarda alış veriş etmeleri onların batın ibadetlerine zarar vermez. allahü tealayı bir an unutmazlar. kur'anı kerimde, bunlar övüldü. nur suresi, otuzyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in riyazet çekmeden bu dereceye kolayca ve az zemanda yükseldiler. hazreti ömer radıyallahü anh, ilk sohbetinde yükseldi. eshabı kirama riyazet çekmeleri için izn verilseydi, din alimleri, mezheb imamları, onların riyazetlerini kitablarına yazarak, bütün müslimanların böyle yapmaları lazım olurdu. hadis alimlerinden muhammed bin abdüllah hakim nişapurinin rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde, deccalın zemanında bulunan mü'minlerin gıdası, meleklerin gıdası gibi, tesbih ve takdis etmek olur. allahü teala, o zeman tesbih ve takdis edenlerin açlığını giderir buyuruldu. bu da gösteriyor ki, allahü teala, dilediği kullarına öyle hal verir ki, yimeğe, içmeğe ihtiyacları kalmaz. deccal zemanında, bütün mü'minlere bu hali ihsan edecekdir. deccalın fitnelerinden biri şudur ki, uğradığı şehrlere, diyecek. ona uyarlarsa, göke emr ederek yağmur yağacak, yere emr ederek, ekin çıkacakdır. ona uymazlarsa, emr edip, hiç yağmur yağmıyacak ve yerden ot bitmiyecekdir. herkes aç kalacakdır. hadisi şerif, bu fitnenin mü'minlere zarar vermiyeceğini bildiriyor. mü'minler tesbih ve takdis okuyarak, açlık duymıyacaklardır. zühd, sabr, riyazet, açlık gibi sıkıntı çekmenin islamiyyete uymadığını zan etmemelidir. çünki islamiyyet, bedene eziyyet ve zarar veren şeyleri yasak etmişdir. bu riyazetler, tesavvufculara zarar vermemekdedir. bunlar da, islamiyyetin her hükmü gibi, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelen islam dininden bir parçadırlar. bu işleri ve bunları yapan evliyayı inkar etmek, dinin bir parçasını inkardır. tesavvufcular riyazet yapıyor diyerek, bunları peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat, hatta eshabı kiramdan rıdvanullahi aleyhim ecma'in daha üstün sanmamalı ve daha üstün tutmamalıdır. evliyanın hiçbirine de dil uzatmamalıdır. evliyanın büyüklüğünü anlıyamadığı için, kusuru kendinde bilmelidir. hadisi şerifde, buyuruldu. sehl bin abdüllah tüsteri buyurdu ki, günahların en kötüsü, müslimana kötü gözle bakmakdır. insanların çoğu, bunu günahdan saymazlar. tevbesini hiç yapmazlar. bir kimse, evliyanın hepsine hüsni zan edip, övse, yalnız bir veliyi, dinimize uygun bir sebeb göstermeden kötülese, o hüsni zanlarının hiç faidesi olmaz. evliyanın hepsini tasdik etmiyen kimse, veli olamaz. allahü tealanın bir velisini, kötü gözle bakarak inciten kimse, dinin bir parçasını kötülemiş olur. muhammed ebülmevahibi şazili rahimehullahü teala buyurdu ki, . muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh buyurdu ki, . abdülvehhabi şa'raninin üstadı, aliyyülhavas buyurdu ki, . veliye ve alime karşı gelmek, dalaletdir. kendini helak etmekdir. bunun için, vehhabilerden uzaklaşmak lazımdır. allahü tealanın velileri, ilmi ile amil olan alimlerdir. bunlardan ölü veya diri olan birisini dil veya kalb ile inkar etmek, açık bir küfrdür. inkar edenin kafir olacağını bütün müslimanlar sözbirliği ile bildirmişlerdir. müslimanların bütün mezheblerine göre kafir olurlar. çünki, dini islamı inkar etmekdir. cahil ve ahmak olduğu için, bu inkarını anlamamakdadır. batıl ve bid'at olan birşeyi ve kendine göre çirkin olan birşeyi inkar etdiğini zan etmekdedir. velinin işini ve sözünü böyle sanarak, bu tehlükeye düşmekde, ona fasık veya kafir, zındık demekdedir. halbuki, allahın velisi, bunun kötülediği şeylerden çok uzakdır. sözleri ve işleri islamiyyete uygundur. ta'at ve kurbetdir. o cahil ise, inad etmekde, evliyanın ilmlerini, sıddikların ma'rifetlerini anlamamakdadır. kalbi ölmüş. hakikati göremiyor. küfr veya dalalet, ilhad ve zındıklık çukuruna kendisi batmışdır. tevhid ehli olduğunu, ta'at yapdığını, insanlara ilm ve feyz verdiğini sanıyor. kıyamet günü küfrünün cezasını bulacak, zulmlerinin, iftiralarının azablarını çekecekdir. dünyada kendine ve benzerlerine kafir demiyor. çünki, hepsi inkarda ortakdırlar. kendilerini müsliman sanıyorlar. halbuki, müslimanlar, bunların kafir olduklarını bilmekdedir. çünki müslimanlar, allahü tealanın evliyasına rahimehümullahü teala inanıyorlar. onların doğru hallerine inanıyorlar. inkar edenlerin anlamamaları, bilmemeleri özr olmaz. çünki, dinini bilmemek özr değildir. bunların evliyayı bilmemeleri, yehudilerin, hıristiyanların ve mecusilerin ve putlara tapanların, muhammed aleyhisselamın hak dinini bilmemeleri gibidir. onların bilmemeleri özr olmadığı gibi, bunların bilmemesi de özr olmaz. allahü tealanın evliyasını rahmetullahi aleyhim ecma'in inkar etmek, islam dininin herhangi bir hükmünü inkar etmek gibi küfrdür. islamiyyeti inkar eden mürtede yapılan cezanın, evliyayı inkar eden kafire de yapılması lazımdır. önce, bu inkarından vazgeçmesini, tevbe etmesini isteriz. evliya ve peygamberler, ne kadar yüksek olurlarsa olsunlar, allaha kul olmakdan kurtulamazlar. harika, keramet hasıl olmasında, kulların hiç te'siri olmadığı gibi, adet üzere yaratılmakda olan şeylerde de, te'sirleri yokdur. herşeyi, yalnız allahü teala yaratmakdadır. evliyanın ve peygamberlerin, hiçbirşeyin yaratılmasında te'sirleri olmaz. fekat allahü teala, evliyasını ve peygamberlerini, başka kullarından üstün tutmuş, başkalarına vermediği ni'metlerini, bunlara ihsan etmişdir. allahü teala, her insanın istekli işlerini, insanların istemelerinden sonra, dilerse yaratmakdadır. insanların istediği şeyleri, o istemezse yaratmaz. insanların istedikleri ba'zı şeyleri, o da hep istemekde ve hep yaratmakdadır. mesela, insan kolunu kaldırmak, gözünü kırpmak isteyince, o da hemen istemekde ve hemen onun kolunu kaldırmakdadır. istememesi pek nadirdir. insanların ba'zı isteklerini ise, o nadiren istemekde ve yapmakda ve çok zeman istemeyip yapmamakdadır. dünyadaki isteklerimizin çoğu böyledir. fekat bu da, insandan insana değişmekde olduğu hergün görülmekdedir. işte allahü teala, evliyasının ve peygamberlerinin isteklerinin çoğunu, kol kaldırmak ve göz kırpmak gibi, hemen dilemekde ve yaratmakdadır. bu onlara karşı, allahü tealanın bir ihsanıdır. burada, evliyanın birbirlerine göre farkları olduğu gibi, hiçbir veli, hiçbir peygamber derecesine varamaz. hiçbiri dünyaya değer vermedikleri için, allahü tealadan dünya için birşey istemezler. dünyadan her istedikleri de ahıret için ve allah içindir. kitabından terceme burada temam oldu. allahü tealanın evliyası rahimehümullahü teala mezhebsizlerin türeyeceklerini ve evliyayı inkar edeceklerini, yüzlerce sene önce, keramet olarak anlamışlar. sapık, hatta kafir olacaklarını bildirmişler. müslimanların, bunlara aldanmamaları için lazım olan herşeyi yazmışlardır. evliyaya inanmak için yalnız bu açık kerametleri yetişmez mi? kitabının altıyüzkırksekizinci sahifesinde diyor ki, ilmi zahirden birkaç şey öğrenip, ilmi batından birşey bilmiyenler, tesavvuf kitablarını okuyunca, ariflerin sözlerini küfr ve dalal sanıyorlar. anlamadıkları ma'rifet bilgilerine inanmıyorlar. muhyiddini arabi ve ömer bin farıd ve ibni seb'in işbili ve afif'üddini telemsani ve abdülkadir geylani ve celalüddini rumi ve seyyid ahmed bedevi ve ahmed ticani ve abdülvehhabi şa'rani ve şerefüddini busayri gibi tesavvuf büyüklerini rahimehümullahü teala beğenmiyorlar. batın ilmlerine inanmıyorlar. batın bilgilerine inanmıyan ise, muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. böyle kimseye bid'at ve dalalet ehli, ya'ni sapık denir. imanlı görünür ise de, münafık gibidir. imamı süyutinin ve hatibin bildirdikleri hadisi şerifde, din bilgisi iki kısmdır: biri kalbde olan faideli bilgilerdir. ikincisi, dil ile anlatılan zahir bilgileridir buyuruldu. yine süyutinin ve deyleminin bildirdikleri hadisi şerifde, batın bilgileri, allahü tealanın sırlarından bir sırdır. onun hükmlerinden bir hükmdür. dilediği kulunun kalbine verir buyuruldu. imamı malik buyurdu ki, ilmi zahire malik olan, ilmi batına kavuşabilir. zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, allahü teala, ona batın bilgisi ihsan eder. ali bin muhammed vefanın arifane sözlerine şaşırıp kalan imamı ömer bülkini, bunları nerden öğrendin deyince, bekara suresindeki, allahdan korkunuz! allahü teala, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir mealinde olan ayeti kerimeyi okudu. ebu talibi mekki buyurdu ki, ilmi zahir ile ilmibatın, birbirlerinden ayrılmazlar. beden ile kalbin birlikde bulunması gibidirler. batın ilmleri, arifin kalbinden kalblere akar. zahir ilmleri, alimin sözünden öğrenilir. kulaklara kadar gidip, kalblere girmez. hadisi şerifde, buyuruldu. bu alimler, yalnız zahiri ilm sahibi olanlar değildir. bu alimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, peygamberlerdeki ilmlerin hepsine kavuşan hakiki alimlerdir. sahiblerinin niyyetleri halis olmadığı ve şehvetlerinin pençesinden kurtulmadıkları için, ilmin nuru kalblerine girmez. beyinlerine işlemez. bunların kalblerini, beyinlerini cehennem ateşi temizliyecekdir. imamı münavi, imamı gazaliden rahimehümullahü teala haber veriyor ki, ahıret bilgisi iki dürlüdür: biri keşfle hasıl olur. buna ve denir. bütün ilmler, bu ilme kavuşmak için sebebler, vesilelerdir. ikincisi dir. ariflerden çoğuna göre, ilmi batından nasibi olmıyanın imansız gitmesinden korkulur. bundan nasib almanın en aşağısı, bu ilme inanmakdır. bid'at veya kibr bulunan kimseye batın ilmi nasib olmaz. dünyaya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, batın bilgisinden hiçbirşeye kavuşamaz. batın bilgisi, temizlenmiş kalblerde hasıl olan bir nurdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, öyle ilmler vardır ki, çok gizlidirler. bunları, ancak ma'rifet sahibleri bilir buyurdu. bu hadisi şerif, batın ilmlerini göstermekdedir. imamı malikin rahmetullahi aleyh ilmi batına kavuşdurur dediği zahir bilgisi, onun zemanındaki, kendisi ile amel olunan ilmdir. şimdi, dünyalığa kavuşmak, şöhret sahibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. allahü tealanın emr ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan bilgileri az zemanda ve kolayca öğrenilebilir. bununla amel edince, ilmi batın hasıl olabilir. batın ilmlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilmlere inanmıyorlar. batın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir cahilden işitdikleri veya batın alimlerinin kitablarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. paslı kalbleri açılmamış, rahmani nura kavuşamamışlardır. kendilerini batın alimi sanan bu cahiller, akllarının esiridirler. o büyüklerin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirdiklerini kısa aklları ile ölçerek yanlış anlamakdadırlar. kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. bozuk, zararlı tefsir kitabları yazıyor. müslimanları felakete sürüklüyorlar. nur suresinin, mealindeki kırkıncı ayeti kerimesi, bunları göstermekdedir.allahü tealaya kavuşmak, allahü tealaya yaklaşmak, allahü tealayı tanımak, allahü tealayı sevmek, feyz almak, nurlanmak, arif olmak, ilmi batın sahibi olmak gibi şeyler, hep kalb ile olur. bunlara akl eremez, anlıyamaz. allahü teala, herşeye kavuşmak için bir sebeb yaratmışdır. birşeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lazımdır. bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi masivadan temizlemekdir. mahlukların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmakdır. buna, denir. kalb, allahdan başka herşeyi tam unutursa, yukarıda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. kalb, görülmiyen, tutulmıyan bir şeydir. ya'ni madde değildir. yer kaplamaz. yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. aklın, dimag ile olan ilgisi gibidir. bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lazım değildir. sıvıyı boşaltmak lazımdır. şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. kalb de böyledir. mahlukların sevgisi, hatta düşünceleri kalbden çıkarılınca, allah sevgisi, feyz, nur, ma'rifet, kendiliğinden kalbe gelir. kalbi mahluklardan temizlemeğe sebeb de, ehli sünnet i'tikadı, haramlardan sakınmak, farzları ve nafile ibadetleri yapmakdır. nafile ibadetlerden, te'siri en çok ve sür'atli olanı, zikr yapmak ve allahü tealanın velilerinden biri ile beraber bulunmakdır. ikinci cild, yüzüçüncü sahifesinde diyor ki, cema'at rahmetdir. ya'ni müslimanların hak üzerinde birleşmeleri, allahü tealanın merhamet etmesine sebeb olur. tefrika ise azabdır. ya'ni, müslimanların topluluğundan ayrılmak, allahü tealanın azab yapmasına sebeb olur. demek ki, her müslimanın doğru yolda olanlara katılması lazımdır. imanı doğru olanlar az olsa dahi, bunlara katılmalı, bunlar gibi inanmalıdır. doğru yol, eshabı kiramın yoludur. bu yolda olanlara, denir. eshabı kiramdan sonra, ortaya çıkan batıl, bozuk kimselerin çok olması insanı şaşırtmamalıdır. imamı beyheki buyuruyor ki, müslimanlar bozulduğu zeman, bunlardan önce olanların doğru yoluna sarılmalısın! bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!. necmeddini gazzi buyuruyor ki, demek, resulullahın ve eshabı kiramın gitdikleri doğru yolda bulunan alimler demekdir. , ya'ni islam alimlerinin çoğu böyle idiler. hak olan cema'at ve yetmişüç fırka içinde cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan bunlardır. kur'anı kerimde, buyuruldu. bu ayeti kerime, i'tikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayınız demekdir. alimlerin çoğu, mesela abdüllah ibni mes'ud, böyle olduğunu bildirmişdir. ya'ni nefslerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayınız demekdir. bu ayeti kerime, fıkh bilgilerinde ayrılmayınız demek değildir. ayeti kerime, bozgunculuk olan ayrılmağı yasaklamakdadır. bu ise, akaiddeki, inanılacak şeylerdeki ayrılıkdır. ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık böyle değildir. çünki bu ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ibadetlerdeki ince bilgileri ortaya koymuşdur. eshabı kiram da, günlük işleri açıklıyan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. fekat, i'tikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yokdu. hadisi şerifde, buyurdu. dört mezhebin amel, iş bilgilerinde ayrılması böyledir. dört mezheb olması, allahü tealanın hidayeti ve rahmetidir. hepsi sevab kazanmışdır. kıyamete kadar, bu mezheblerde olanların ibadetlerine verilen sevabların bir misli de, bunların mezheblerinin imamlarına verilmekdedir. alimlerin amel, iş bilgilerinde çeşidli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. böylece; bir çoğu hadis bilgisinde, birçoğu tefsirde, çoğu da fıkh bilgisinde, arabi bilgilerde yetişmişlerdir. tesavvufcuların riyazet çekmekde ve talibleri yetişdirmekde, ayrı yol tutmaları da, ya'ni çeşidli yolların meydana gelmesi de, bu hadisi şerife uygun olmakdadır. necmeddini kübra rahmetullahi aleyh buyurdu. bu söz de, talibleri yetişdirmek yolunu bildiriyor. yoksa, i'tikadlarında hiçbir ayrılık yokdur. bütün evliyanın i'tikadları, imanları birdir. hepsi, i'tikadındadır. san'at sahiblerinin çeşidli iş kollarına ayrılmaları da öyle rahmetdir. fekat, i'tikadda ayrılmak, parçalanmak, böyle değildir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cema'at rahmetdir. ayrılık azabdır buyurdu. ikinci cild, yüzonüçüncü sahifede diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. kitabında bildirildiği üzere, bir kimse, resulullaha kıyameti sorunca, buyurdu. allahın ve resulünün sevgisini hazırladım dedi. buyurdu. imamı nevevi, bu hadisi şerifi açıklarken, dedi. allahü tealayı ve onun peygamberini sevmek demek, emrlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, bunlara karşı edebli, saygılı olmak demekdir. salihleri severek onlardan faidelenmek için, onların yapdıklarını yapmak lazım değildir. çünki, onların yapdıklarını yaparsa, o da, onlardan olur. hadisi şerifde buyuruldu ki, bir kimse, bir cema'ati sever. fekat onlardan olmaz. onlarla beraber olmak, onların derecesine yükselmek demek değildir. hadisi şerifde, buyuruldu. ebu zer radıyallahü anh: ya resulallah! bir kimse, bir cema'ati sevse, fekat onların yapdıklarını yapmasa, nasıl olur dedikde, ya eba zer! sevdiklerinle beraber olursun buyurdu. fekat, haseni basri radıyallahü anh buyuruyor ki, bu hadisi şerifler seni yanıltmasın! sen iyilere, ancak onların iyi amellerini yapmakla kavuşabilirsin! yehudiler ve hıristiyanlar, peygamberlerini seviyorlar ise de, onlar gibi olmadıkları için, onların yanına gidemiyeceklerdir. imamı gazali bunun için, dedi. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bir cema'ati seven kimse, üç nev' olabilir: onların bütün amellerini ve ahlakını edinmişdir. yahud hiçbirini edinmemişdir. yahud da, birkaçını yapar. başkalarını yapmayıp, bunların tersini yapar. hepsini yapabilen, onlardan olur. onlarla olur. onlara olan sevgisi, onu da tam onlar gibi yapmışdır. muhabbetin en yüksek tabakasına erişmişdir. elbet onlardan olur. sevdiklerine hiç uymıyan, onlara hiç benzemiyen kimse, onlardan hiç olamaz. sevgisi, sözde kalır. kalbine girmez. sevginin yeri ise, kalbdir. ya'ni gönüldür. imamı gazali rahmetullahi aleyh haseni basrinin bunları anlatdığını bildirmişdir. böyle sevgi, yalnız sözde kalmakdadır. yalnız sözde kalan sevmeğe, sevmek denilmez. seviyorum demesi doğru olmaz. sevdiklerinin birkaç ameline uyan kimseye gelince, imanda uymamış ise, onlardan olamaz. onları seviyorum demesi hiç doğru değildir. onun kalbinde, onlara sevgi değil, düşmanlık vardır. din düşmanlığından daha büyük düşmanlık olmaz. yehudilerin ve hıristiyanların, peygamberleri seviyoruz demeleri böyledir. kişi, sevdikleri gibi inanıp, ta'at ve ibadetlerde, onlara tam uymazsa, beğenmediği için uymamış ise, seviyorum demesinin yine faidesi olmaz. onlarla birlikde olamaz. gücü yetmediği, nefsine hakim olmadığı için, hepsine uyamamış ise, onlarla birlikde olmasına mani' olmaz. hadisi şerifler, bu ikinci kısmı bildirmekdedir. bir cema'ati seven, fekat tam onlar gibi olmıyan kimseye karşı söylenmişdir. ebu zer hadisi, bunu açıkca bildirmekdedir. bu hadisi şerif, müslimanları çok sevindirmekdedir. yüzseksenüç senesinde kufede vefat etmiş olan muhammed ibnissemmak rahimehullahü teala, son nefesinde, ya rabbi! sana hep ısyan etdim. fekat, sana.ıyamet ve ahıret ita'at edenleri hep sevdim. beni bu sevgime bağışla! diyerek düa etdi.seyyid abdülhakimi arvasi rahmetullahi aleyh de, ya rabbi! sana layık hiçbirşey yapamadım. yüzüm kara olarak huzuruna geldim. fekat, senin dinini yıkmak, islamiyyeti yok etmek istiyenleri sevmedim. senin için olan bu buğduma beni bağışla! diyerek düa ederdi. necmüddini gazzi rahimehullahü teala, salihleri seven zalimleri, üçüncü nev'in birinci kısmının sevgisine benzetmekdedir. ya'ni sevdiklerinin imanları gibi inanan, fekat onların amellerine ve ahlaklarına uymak istemiyen kimseye benzetmekdedir. salihlere olan muhabbetleri ve yardımları, bu zalimlere faide vermez demekdedir. biz deriz ki, böyle zalimler, ikinci sevmeğe benzemekdedirler. ya'ni sevdiklerinin imanı gibi inanan, fekat onlar gibi olamıyan kimseler gibidirler. ibnissemmak da, böyle olduğunu bildirmişdi. bu zalimler, nefslerine uyarak zulm yapmışlarsa da, salihleri sevmekde, düalarını almağa çalışmakdadırlar. , ikinci cild, yüzyirmidördüncü sahifesinde diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. selefi salihini, ya'ni ehli sünnet alimlerini sevsek, onlar gibi olmasak bile, bu hadisi şerifdeki müjdeye kavuşuruz. allahü tealanın sevdiklerinin ve allahü tealayı sevenlerin dirilerini ve ölülerini seven kimse, büyük se'adete, iyiliklere kavuşur. onları sevmek, mesela onların düşmanlarına karşı ve onları kötüliyen cahillere karşı, onları savunmak, övmekdir. dünyaya düşkün olanların en kötüleri, allahü tealanın sevdiklerini, evliyayı kötüliyenlerdir. dünyaya düşkün olmak, bütün kötülüklere yol açar. hased, hırsızlık, rüşvet, kibr gibi haramlara sebeb olur. cahil din adamlarının kibrli olmaları, hep dünyaya düşkün olmalarından ileri gelmekdedir. muhyiddini arabinin kalbinin açılması, batın ilmlerine kavuşması, tesavvuf büyüklerini sevdiği, onları savunduğu için olduğunu, kendisi bildirmekdedir. kitabında diyor ki, elhamdülillah! cahil din adamlarına karşı, tesavvufcuları hep savundum. ölünceye kadar da savunacağım. bunun için, kalb bilgilerine kavuşduruldum. onlara saldıran, ismlerini söyliyerek kötüliyen, kendisinin cahil olduğunu ortaya koyar. bunun sonu felaket olur. muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh, kendisinin kitabını açıklarken diyor ki, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. buyurdu. hayır, bilmiyorum dedim. buyurdu. sözü doğru olsa da, olmasa da, ona saygı göstermesi, se'adete kavuşmasına sebeb oldu. kendi kusurlarını araşdırıp düzeltmeğe çalışan kimse, başkalarının ayblarını görmeğe vakt bulamaz. hep, kendinden daha iyi olan müslimanları görür. ya'ni her gördüğü müslimanı kendinden daha iyi bulur. veli olduğunu söyliyen kimsenin doğru söylediğine inanır. başkalarının kötülüklerini araşdıran, kendi kusurlarını görmiyen ise, veliye inanmaz. necmeddini gazzi rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, salihleri sevmek, sohbetlerinde bulunmak, ziyaretlerine gitmek, onlarla bereketlenmek lazımdır. evliya bunlardır. şahulkermani buyuruyor ki; evliyayı sevmekden daha kıymetli ibadet olmaz. evliyayı sevmek, allahü tealayı sevmeğe yol açar. allahü tealayı seveni, allahü teala da sever. ebu osman hayri diyor ki, . yahya bin muaz rahimehullahü teala diyor ki, evliyanın sohbetine kavuşan sadık bir kimse, herşeyi unutur. allahü teala ile olur. böyle olmazsa, allahü tealaya hiç kavuşamaz. muhammed bin ırak kitabında diyor ki, fıkh alimlerinden muhammed bin hüseyn becli, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü. hangi amelin en iyi olduğunu sordu. buyurdu. diri iken bulamazsak deyince, buyurdu. imamı birgivi rahmetullahi aleyh düa ederken, ey yardımcıların en iyisi! ey ümmidsizlerin sığınağı! ya erhamerrahimin! ey günahları örten merhameti bol allahım! habibin, sevgili peygamberin hurmeti için ve bütün peygamberlerin ve meleklerin ve peygamberinin eshabının ve tabi'inin hurmetleri için, günahı çok olan bizlere acı! suçlarımızı afv eyle! derdi. allahü tealaya, peygamberi sallallahü teala aleyhi ve sellem ve onun eshabı radıyallahü teala anhüm ecma'in ve tabi'inin hurmeti için düa etmek, düanın kabul olması için bunları vesile etmek caizdir, meşru'dur. onların şefa'atini istemek olup, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala caiz olduğunu bildirmişdir. mu'tezile, buna inanmadı. vesile ederek yapılan düa, o velinin kerameti olarak kabul olur. bu da, öldükden sonra da, kerametin bulunduğunu göstermekdedir. bid'at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor. imamı münavi rahmetullahi aleyh i açıklarken buyuruyor ki, imamı sübki rahmetullahi aleyh düa ederken, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vesile yapmak, onu şefi yapmak, ondan yardım istemek güzel olur. selefi salihinden ve sonra gelen alimlerden hiç kimse rahimehümullahü teala buna karşı çıkmadı. yalnız ibni teymiyye bunu inkar ederek, doğru yoldan ayrıldı. kendinden önce gelenlerden, kimsenin söylemediği bir yola sapdı. ehli islam arasında sapıklığı ile nam aldı buyurdu. alimlerimiz rahimehümullahü teala, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mahsus olan üstünlükleri bildirirken, düa ederken resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vasıta kılmak caiz olur. başkalarını vasıta etmek böyle değildir dediler. fekat, imamı kuşeyri rahmetullahi aleyh diyor ki, ma'rufi kerhi rahmetullahi aleyh talebesine, düa ederken beni vasıta ediniz! ben, allahü teala ile aranızda vasıtayım demişdir. çünki evliya rahimehümullahü teala resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem varisleridir. varis olan, varisi olduğu zatın bütün üstünlüklerine kavuşur. yirminci maddeyi de lütfen okuyunuz! dan terceme temam oldu. abdülkerim kuşeyri de nişapurda vefat etdi. ma'rufi kerhi, sırri sekatinin mürşidi idi. de bağdadda vefat etdi. hak teala, intikamını yine kul ile alır. bilmiyen anı kul yapdı sanır. cümle eşya halıkındır, kul elile işlenir. emri bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir! tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. kısm vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması gücendirmezsen kimseyi, kimse gücendirmez seni, kötülemezsen kimseyi, kimse kötülemez seni. herkese iyilik edersen, herkes iyi bilir seni, allaha kulluk edersen, herkes çok sever seni. osmanlılar, arab yarımadasının çoğuna sahib olunca, her memleketde seçilen bir me'mur ile, o memleket idare edilirdi. sonraları, hicazdan başka yerler kapışanın eline geçdi. şeyhlikle idare edildi. binyüzelli senesinde abdülvehhab oğlu muhammed, ingiliz casusu hempherin londrada hazırladığı inançlarını, az zeman sonra, siyasi hale çevirdi. ingilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, arabistana yayıldı. daha sonra, istanbuldaki halife ikinci mahmud han tarafından mısr valisi muhammed ali paşaya emr verilerek, mısrdan gönderilen asker, de bunların elinden arabistanı kurtardı. vehhabilere inanan der'ıyye hakimi abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud ilk olarak hicretin binikiyüzbeş senesinde, mekke emiri şerif galib efendi ile harb etdi. daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. sayısız müslimanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi. abdülvehhab oğlu muhammed, beni temim kabilesindendir. hicretin senesinde necd çölündeki kasabasında köyünde doğmuş, binikiyüzaltıda ölmüşdü. önceleri ticaret için basra, bağdad, iran, şam ve hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile adını almışdı. dolaşdığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmışdı. senesinde, basrada tesadüf etdiği, ingiliz casusu hempher, bu tecribesiz gencin inkılab yapmak, böylece insanların başına geçmek arzusunda olduğunu anlıyarak, bununla uzun zeman arkadaşlık yapdı. ingiliz müstemlekeler nezaretinden aldığı hile ve yalanları buna telkin etdi. muhammedin bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etdi. bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. casus da, abdülvehhab oğlu muhammed de aradıklarına kavuşmuş oldular. yeni bir din kurmak için, önce medinede, sonra şamda, hanbeli mezhebi alimlerinden okudu. necde dönünce köylüler için küçük din kitabları yazdı. bu kitablara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve mu'tezile ve başka bid'at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karışdırdı. köylülerin çoğu buna tabi' oldular. islamiyyeti içerden yıkmak için, ingilterede kurulmuş olan , bu hali, necd şeyhi olan a bildirdi. çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar va'd ederek, abdülvehhab oğlu muhammed ile işbirliği yapmasını te'min etdi. arabistanda hasebe ve nesebe çok ehemmiyyet verirlerdi. kendisi ise, cahil olduğundan, abdülvehhab oğlu muhammed adını verdiği tarikatini yaymak için, muhammed bin sü'udü maşa olarak kullandı. kendisine , muhammed bin sü'uda ismini takdı. kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini te'min eden bir anayasa yapdırdı. kitabının yazılmış olduğu binüçyüzaltı senesinde necd emiri olan , muhammed bin sü'ud soyundan olduğu gibi, kadiları ya'ni diyanet işleri reisleri de, abdülvehhab oğlu muhammedin neslindendir. abdülvehhab oğlu muhammed, önceleri medinede okurken, medinenin salih, temiz alimlerinden olan babası abdülvehhab ve kardeşi süleyman bin abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride islam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. kendisine nasihat verirler ve müslimanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. fekat, korkdukları çabuk meydana geldi. düşüncelerini adı ile açıkca yaymağa başladı. cahilleri, ahmakları aldatmak için islam alimlerinin kitablarına uymıyan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıkdı. mezhebinde olan doğru müslimanlara kafir diyecek kadar taşkınlık yapdı. peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem ve başka peygamberleri ve evliyayı vesile ederek, allahü tealadan birşey istemeğe ve bunların kabrlerini ziyaret etmeğe şirk dedi. abdülvehhab oğlu muhammedin, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabr başında düa ederken, meyyite karşı söyliyen, müşrik olurmuş. allahdan başka bir kimse veya birşey için, yapdı demek, mesela, veya diyen müslimanlar müşrik olurmuş. abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya atdığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa der'ıyye hakimi muhammed bin sü'udün hoşuna gitdi. cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaşdılar. doğru yolda olan halis müslimanlara kafir dediler. abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, der'ıyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini artdırmak için ve londradan aldığı emrleri yaymak için, abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yapdı. onun fikrlerini her tarafa yaymakda bütün gücü ile uğraşdı. inanmayıp karşı duranlarla harb etdi. müslimanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak halal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, muhammed bin sü'uda asker olmak için yarış etdiler. sü'ud oğlu ile abdülvehhab oğlu elele vererek, vehhabiliği kabul etmiyenlerin kafir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak halal olduğuna binyüzkırküç senesinde karar verip, yedi sene sonra vehhabiliği i'lan etdiler. buna göre, abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikrleri yaymağa başlamış, kırk yaşında i'lan etmişdir. mekkei mükerreme şafi'i müftisi esseyyid ahmed bin zeyni dahlan rahmetullahi aleyh, kitabının ikinci cüz.sahifesinden başlıyarak, başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslimanlara yapdıkları işkenceleri anlatmakdadır. bu kitab senesinde kahirede ve de istanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. bunun. derdimsahifesinde diyor ki, mekkedeki ve medinedeki ehli sünnet alimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. bu adamlar, islam alimlerine cevab veremediler. cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. kafir olduklarını isbat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi. mekke emiri olan şerif mes'ud bin sa'id, bunların habs edilmelerini emr eyledi. birkaçı kaçarak der'ıyyeye gitdi. olanları anlatdılar. zeyni dahlan de medinede vefat etdi. hicazda bulunan dört mezheb alimleri ve bunların arasında abdülvehhab oğlunun kardeşi süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, abdülvehhab oğlunun kitablarını inceliyerek, islam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevablar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitablar yazarak, müslimanları uyandırmağa çalışdılar. süleyman bin abdülvehhabın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, olup, hicretin binüçyüzaltı. senesinde basılmış ve senesinde istanbulda ofset yolu ile ikinci baskısı yapılmışdır. bu kitablar onları gafletden uyandıramadı. müslimanlara karşı olan düşmanlıklarını artdırdı ve muhammed bin sü'udün müslimanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebeb oldu. bu adam, kabilesinden olup, müseylemetül kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. muhammed bin sü'ud, hicretin binyüzyetmişsekizve miladın binyediyüzaltmışbeşsenesinde ölünce, oğlu abdül'aziz yerine geçdi. abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud, hicretin binikiyüzonyedive miladın binsekizyüzüçsenesinde, der'ıyye cami'inde, bir şi'i tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. bundan sonra, oğlu sü'ud bin abdül'aziz vehhabilerin şefi oldu. arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslimanların kanını dökmekde, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalışdılar. abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, allahı tevhidde halis olmak için ve müslimanları şirkden kurtarmak için imiş. müslimanlar altıyüz seneden beri şirk üzere imişler. müslimanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış. bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, ahkaf suresinin beşinci ayeti kerimesini, yunüs suresinin yüzaltıncı ayeti kerimesini ve ra'd suresinin ondördüncü ayeti kerimesini vesika olarak ileri sürmüşdür. halbuki bunlara benziyen, daha birçok ayeti kerimeler vardır. bu ayeti kerimelerin hepsi, puta tapan kafirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir alimleri sözbirliği ile beyan buyurmuşlardır. abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müsliman, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem veya başka peygamberlerden yahud velilerden, salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakda iken bundan etse, ya'ni sıkıntıdan, dertden kurtulması için yardım istese, yahud o zatın ismini söyliyerek şefa'at etmesini dilese, yahud kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müsliman müşrik olurmuş. allahü teala, zümer suresinin üçüncü ayetinde, puta tapan kafirleri bildirmekdedir. peygamberleri ve evliyayı vesile ederek düa eden müslimanlara müşrik diyebilmek için, bu ayeti kerimeyi ileri sürüyorlar. müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, herşeyi allahü tealanın yaratdığına inanıyorlardı diyorlar. hatta ankebut suresinin altmışbirinci ve zuhruf suresinin seksenyedinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. allahü tealanın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. kafirler böyle inandıkları için değil, zümer suresinin üçüncü ayetinde bildirilen, meali şerifini söyledikleri için kafir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. peygamberlerin, evliyanın kabrlerinden şefa'at, yardım istiyen müslimanlar da, böyle söyliyerek müşrik oluyorlarmış. abdülvehhab oğlunun, bu ayeti kerimeyi ileri sürerek, müslimanları kafirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakca ve gülünç bir şeydir. çünki, kafirler, şefa'at etmeleri için putlara tapınıyorlar. allahü tealayı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. müslimanlar ise, peygamberlere, evliyaya tapınmıyorlar, herşeyi yalnız allahdan bekliyoruz. evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz, diyorlar. kafirler, putlarının diledikleri gibi şefa'at edeceklerine, her dilediklerini allaha yapdıracaklarına inanıyorlar. müslimanlar ise, allahü tealanın, sevdiği kullarına şefa'at için izn vereceğini, sevdiklerinin şefa'atlerini ve düalarını kabul edeceğini, kur'anı kerimde bildirdiği için, kur'anı kerimde bildirilen bu müjdeye inandıkları için, allahü tealanın sevgilisi olarak tanıdıkları evliyadan şefa'at ve yardım istemekdedirler. kafirlerin putlara tapınması ile, müslimanların evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. bir müsliman ile bir kafir, görünüşde hep insandır. insanlıkları birbirlerine benzemekdedir. fekat, müsliman, allahü tealanın dostudur. sonsuz cennetde kalacakdır. kafir olan ise, allahü tealanın düşmanıdır. sonsuz cehennemde kalacakdır. görünüşde birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına sened olamaz. allahü tealanın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, allahü tealanın sevgili kullarına yalvaranlar, görünüşde benziyebilirler. fekat, putlara yalvarmak, cehenneme götürür. evliyaya yalvarmak ise, allahü tealanın afv etmesine, merhamet etmesine sebeb olur. hadisi şerifini, otuzuncu maddenin sonunda bildirmişdik. peygamberlere aleyhimüssalevatı vetteslimat, evliyaya rahimehümullahü teala yalvarınca, allahü tealanın merhamet edeceğini, afv buyuracağını bu hadisi şerif de göstermekdedir. müslimanlar, peygamberlerin, evliyanın ilah, ma'bud, allahü tealaya şerik, ortak olmadıklarına inanır. bunların, allahın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmağa, yalvarmağa hakları olmadığına inanır. allahü tealanın sevdiği, düalarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. maide suresi, otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. salih kullarımın düalarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. buharide ve müslimde ve künuzüddekaıkde bulunan hadisi şerifde, elbet, allahü tealanın öyle kulları vardır ki, birşey için yemin etse, allahü teala, o şeyi yaratır. onu yalancı çıkarmaz buyuruldu. müslimanlar, bu ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere inandıkları için, evliyayı rahmetullahi aleyhim ecma'in vesile yapmakda, onlardan düa ve yardım beklemekdedir. evet, kafirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, herşeyi allahü tealanın yaratdığını söyliyorlar ise de, putların tapınmağa hakları vardır. onlar dilediğini yaparlar ve allaha da yapdırırlar diyorlar. putlarını allaha şerik, ortak yapıyorlar. bir kimse, dünyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar. onun her istediği herhalde olur dese, bu kimse kafir olur. fekat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. o bir sebebdir. allahü teala sebebe yapışanları sever. sebeble yaratmak onun adetidir. sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi allahdan bekliyorum. peygamberimiz de sebeblere yapışmışdır. sebebe yapışmakla, o yüce peygamberin sünnetine uymuş oluyorum diyerek birisinden yardım istiyen kimse sevab kazanır. işi olursa, allahü tealaya hamd eder. işi olmazsa, allahü tealanın kazasına, kaderine razı olur. kafirlerin puta tapması, müslimanların evliyadan düa, şefa'at, yardım istemelerine benzemez. aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. birbirinden başka olduklarını iyi anlar. zararı ve faideyi yaratan, ancak allahü tealadır. ondan başkasının tapınmağa hakkı yokdur. hiçbir peygamber, hiçbir veli ve hiçbir mahluk, hiçbirşey yaratamaz. allahdan başka yaratıcı yokdur. yalnız allahü teala, peygamberlerinin, velilerinin, salih kullarının, ya'ni sevdiği kullarının ismlerini söyliyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. dilediklerini verir. böyle olduğunu, kendisi ve peygamberi haber vermişdir. bu haberlere uyarak müslimanlar da böyle inanmakdadır. müşrikler, kafirler ise, putların birşey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve ma'bud biliyorlar. putlara tapınıyorlar. kimisi üluhiyyetde müşrik oluyor. kimisi de, ibadetde müşrik oluyorlar. putlarımız bize şefa'at edecekdir. allaha yaklaşdıracakdır dedikleri için, müşrik olmuyorlar. putları ma'bud bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyurdu. bu hadisi şeriflerin ikisini de abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma bildirdi. bu iki hadisi şerif, mezhebsizlerin, zındıkların türiyeceklerini ve kafirleri bildiren ayeti kerimelerin müslimanlar için geldiğini söyliyeceklerini, kur'anı kerime iftira edeceklerini bildirmekdedir. mü'minler, allahü tealanın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. allahü tealanın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, allaha yalvarıyorlar. peygamberimiz ve eshabı kiram da böyle yaparlardı. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hurmeti için senden istiyorum düasını okurdu. bu duayı eshabına öğretir ve okumalarını emr ederdi. mü'minler de, böyle düa etmekdedir. hazreti alinin validesi olan radıyallahü anhüma vefat edince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabre koydu ve ya rabbi! bana annelik yapan fatıma binti esedi afv eyle! peygamberinin ve benden önce gelmiş olan peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle! diye düa eyledi. gözlerinin açılması için düa istiyen birisine, iki rek'at namaz kılmasını, sonra ya rabbi! kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun peygamberin muhammed aleyhisselamın hurmeti için, onu vesile ederek, senden istiyorum. sana yalvarıyorum. ey sevgili peygamber, muhammed aleyhisselam! seni vesile ederek, düamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi için rabbime yalvarıyorum. ya rabbi! düamın kabul olması için, o yüce peygamberi bana şefa'atcı eyle! düasını okumasını emr buyurmuşdur. adem aleyhisselam, yasak edilen ağacdan yiyerek, ya'ni serendib adasına indirilince, ya rabbi! oğlum muhammed aleyhisselam hurmetine beni afv et! düasını yapdı. allahü teala da, ey adem! muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve gökdekiler için şefa'at isteseydin, şefa'atini kabul ederdim buyurdu. hazreti ömer, hazreti abbası radıyallahü anhüma beraber götürüp, onu vesile ederek, yağmur düası yapmış, düası kabul olmuşdur. gözlerinin açılmasını istiyen birisine, okuması emr olunan düada, ya muhammed! seni. demek, evliyayı vesile ederken ismini söyliyerek yalvarmanın caiz olduğunu göstermekdedir. eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü anhüm hayatını bildiren kitablar, kabr ziyaretinin ve ismini söyliyerek şefa'at istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru' ve caiz olduğunu gösteren vesikalarla doludur. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala şerhi olan kitabına haşiyeleri ile meşhur muhammed bin süleyman şafi'i rahmetullahi aleyh, abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'nalar verdiğini, vesikalarla isbat etmişdir. kitabında şöyle demekdedir: ey muhammed bin abdülvehhab! müslimanlara dil uzatma! allah rızası için, sana nasihat ediyorum. allahdan başka yaratıcı olduğunu söyliyen varsa, ona doğruyu bildir! vesikalar göstererek onu doğru yola çevir! müslimanlara kafir denilemez! sen de bir müslimansın. milyonlara kafir dememek için, bir kişiye kafir demek daha doğru olur. sürüden ayrılan koyunun tehlükede olduğu muhakkakdır. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, doğru yol gösterildikden sonra, peygamber aleyhisselama uymıyan ve imanda ve amelde mü'minlerden ayrılan kimseyi, küfr ve irtidadda bırakır ve cehenneme atarız. o cehennem çok kötü bir yerdir buyuruldu. bu ayeti kerime, ehli sünnet ve cema'atden ayrılmış olanların halini göstermekdedir. kabr ziyaretinin caiz ve faideli olduğunu bildiren hadisi şerifler, pek çokdur. eshabı kiram ve tabi'ini izam radıyallahü anhüm peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini ziyaret ederlerdi. bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faidelerini bildirmek için kitablar yazılmışdır. bir veliyi rahmetullahi aleyh vesile ederek düa etmek, ismini söyliyerek ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. ismi söylenen zatın, te'sir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybleri bileceğine inanmak küfr olur. müslimanlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. müsliman, allahü tealanın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefa'at etmesini, düa etmesini ister. istenileni yaratan yalnız allahü tealadır. maide suresi, yirmiyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bunun için, sevdiklerinden düa istenir. meyyitden, istekleri vermesi değil, allahü tealanın vermesine vasıta olması istenir. muhammed kürdi de medinede vefat etdi. vermesini istemek caiz değildir. müslimanlar bunu istemez. verilmesi için vasıta olmasını istemek caizdir. ve ve kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmağı istemek demekdir. herşeyi yaratan, yapan yalnız allahü tealadır. birşeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebeb yapması, allahü tealanın adetidir. allahü tealanın birşeyi yaratmasını istiyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam, hep sebeblere yapışmışlardır. allahü teala sebebe yapışmağı övmekdedir. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam sebeblere yapışmağı emr etmekdedir. dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermekdedir. birşeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. o sebebi, o şeye sebeb yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlıyan, o sebebe yapışdıkdan sonra, o şeyi yaratan, hep allahü teala olduğuna inanmak lazımdır. böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuşdum diyebilir. bu sözü, o şeyi sebeb yaratdı demek değildir. allahü teala, o şeyi bu sebeble yaratdı demekdir. mesela , , , sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermekdedir. bunlar gibi konuşan müslimanların, yukarıda bildirdiğimiz gibi inandıklarını düşünmek lazımdır. böyle düşünene kafir denemez. vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan birşey istemek caizdir diyor. birbirlerinden ve hükumet me'murlarından çok şey istiyorlar. vermeleri için yalvarıyorlar. uzakda olandan ve ölüden istemek şirkdir. diriden istemek şirk olmaz diyorlar. ehli sünnet alimleri ise, birisi şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. aralarında fark yokdur diyor. her müsliman, imanın, islamın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmakdadır. her müslimanın, yaratıcı, yapıcı yalnız allah olduğuna, allahdan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. namaz kılmıyacağım diyen bir müslimanın, şimdi veya burada kılmıyacağım veya kılmış olduğum için kılmıyacağım demek istediği anlaşılır. ben hiç namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. çünki, söz sahibinin müsliman olması, ona küfr, şirk damgasını vuracak dilleri kesmekdedir. kabr ziyaret eden, meyyitden yardım, şefa'at istiyen, şu işim olsun diyen bir müslimana, küfr, şirk damgasını basmağa kimsenin hakkı yokdur. bu sözleri söyliyenin veya kabr ziyaret edenin, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem, bana şefa'at et diyenin müsliman oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin caiz ve meşru' olan imanla ve düşünce ile olduğunu göstermekdedir. yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, abdülvehhab oğlunun inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, müslimanlara iftira etdiğini ve islamiyyeti içden yıkmağa çalışdığını vesikalarla isbat eden çok sayıda kitab yazılmışdır. müftisi seyyid abdürrahman rahimehullahü teala bunun bozuk yolda olduğunu göstermek için şu hadisi şerif yetişir demekdedir: arabistanın doğu tarafından kimseler çıkar. kur'anı kerim okurlar. fekat, kur'anı kerim boğazlarından aşağı inmez. ok yaydan çıkdığı gibi dinden çıkarlar. yüzlerini kazırlar. yüzlerinin traşlı olması, bu hadisi şerifde vehhabilerin haber verilmiş olduğu açıkca görülmekdedir. bu hadisi şerifi okudukdan sonra, başka bir kitab okumağa lüzum kalmaz. başı, yanakları traş etmeği, abdülvehhab oğlunun kitabları emr etmekdedir. diğer sapık fırkaların hiçbirisinde böyle bir emr yokdur. bir kadının abdülvehhab oğluna verdiği cevab: abdülvehhab oğlu kadınlara da başlarını traş etmelerini emr etdi. bir kadın, bu emre karşı, saç, kadının kıymetli süsüdür. sakal da erkeklerin süsüdür. insanları, allahü tealanın verdiği süsden mahrum bırakmak olur mu? demiş. abdülvehhab oğlu buna cevab verememişdir. abdülvehhab oğlunun gösterdiği yolda bozuk ve çirkin, birçok inanışlar varsa da, başlıca inanışları üçdür: amel, imanın parçasıdır. namaz kılmak farz olduğuna inandığı halde, tenbellikle bir namaz kılmıyanın imanı gidermiş. bir sene zekatını vermiyen hasis bir kimse, kafir olurmuş. böyle olan müslimanları öldürmeli, mallarını, vehhabilere dağıtmalı imiş. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarını vesile etmek ve korkduklarından kurtulup, umduklarına kavuşmak için, düa etmelerini onlardan istemek, şirk imiş. düa kitabını okumak yasak imiş. kabrler üzerine türbe yapmak, türbede hizmet ve ibadet edenler için kandil yakmak ve mezarlara sadaka, kurban adamak şirk imiş. bunların üçü de, allahü tealadan başkasına tapınmak imiş. sü'ud bin abdül'aziz, mekkeye ve medineye hücum etdiği zeman resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem türbesinden başka, eshabı kiramın ve ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in ve evliyanın ve şehidlerin rıdvanullahi aleyhim ecma'in türbelerinin hepsini yıkdılar. kabrleri, belirsiz hale getirdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek türbesini de yıkmağa başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. medineye girdikleri zeman, sü'ud, müslimanları bir araya toplayıp, vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi temam oldu. allah sizden razı oldu. babalarınız kafir idi, müşrik idi. onların dinlerine uymayınız! onların kafir olduklarını herkese anlatınız! resulullahın türbesi önünde durup, ona yalvarmak yasakdır. türbenin önünden geçerken, esselamü ala muhammed denir. ondan şefa'at istenmez gibi, müslimanları kötüliyen şeyler söyledi. vehhabiliği yaymak için kıyasıya müsliman öldüren abdül'aziz bin muhammed, hicretin senesinde, mekkeye üç vehhabi gönderdi. mekkede yapılan toplantıda, ehli sünnet alimleri, ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle bunlara cevab verince, üç vehhabi birşey söyleyemedi. hakkı kabul etmekden başka çıkar yol bulamadılar. ehli sünnetin haklı olduğunu, kendilerinin yanlış ve sapık bir yol tutmuş olduklarını uzun yazdılar. üçü de imzaladı. fekat, abdül'aziz, siyasi emeller peşinde, başkanlık lezzetini artdırmak da'vasında olduğundan, din adamlarının bu nasihatine kulak bile vermedi. din perdesi arkasında, işkencelerini hergün daha artdırdı. üç vehhabinin mekkedeki müslimanlara inandırmak istedikleri yirmi madde idi. fekat bunların hepsi, yukarıda bildirdiğimiz üç maddede toplanmakda idi. abdülvehhab oğlu, ibadetler imanın parçasıdır sözünün, imamı ahmed bin hanbelin rahmetullahi aleyh ictihadı olduğunu ileri sürüyordu. halbuki, imamı ahmedin bütün ictihadları, kitablara geçmişdi. mekke alimleri, bunları inceden inceye biliyorlardı. abdülvehhab oğlunun bu sözünün doğru olmadığını, bu üç vehhabiye isbat etdiler. üç vehhabi, ikinci inanışlarında haklı olduklarına çok güveniyorlardı. kabristanında bulunan mahcubun mezarına giderek: ya resulallah! ya mahcub! ya ibni abbas! diyorlar. imamımız abdülvehhab oğlunun ictihadına göre, deyip de, allahdan gayrıya düa edenler kafir olur. bunları öldürmek ve mallarını paylaşmak halal olur dediler. ehli sünnet alimleri, bunlara, allahü tealanın sevdiği kullarının kabrlerine gidip, onlara tevessül etmek, düa istemek, onlara tapınmak değildir. onlara ibadet etmek için değildir. onları vesile ederek, o sebeblere, vasıtalara yapışarak, allahü tealadan istemekdir dediler. sebeblere yapışmanın caiz, hatta lazım olduğunu vesikalarla isbat etdiler. mahcubun ismi, seyyid abdürrahmandır rahmetullahi aleyh. zemanının en derin alimi idi. binikiyüzdört senesinde vefat edip, mu'alla kabristanında defn edildi. evliyanın kabrlerine giderek, allahü tealadan bir dilekde bulunurken, onları vesile etmek, vesile olmaları için onlara yalvarmak caiz olduğu, çeşidli yollardan isbat edilmekdedir. maide suresi otuzbeşinci ayeti kerimesinde mealen, ey mü'minler! allahü tealadan korkun ve ona yaklaşmak için vesile arayın! buyuruldu. bütün tefsirler, vesilenin allahü tealanın sevdiği, beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. nisa suresinin yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, islam alimlerinin çoğuna göre, birinci ayeti kerimedeki vesile, resulullah demekdir. böyle olunca, peygamberleri ve onların varisleri olan velileri, salih müslimanları vesile etmek, onların yardımları ile allahü tealaya yaklaşmak caiz olmakdadır. peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfr ve şirk olsaydı, namaz kılanların hepsinin kafir olması lazım gelirdi. muhammed bin süleymanın rahmetullahi aleyh yukarıda yazılı fetvasına göre, vehhabilerin de kafir olmaları lazım olurdu. çünki her müsliman, namazda otururken, diyerek resulullaha selam vermekde ve o yüce peygambere düa etmekdedir. kabrleri ziyaret etmekde ve evliyayı vesile ederek düa etmekde faideler vardır. çünki, ibni asakirin bildirdiği ve de yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. dare kutninin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, ruhlar, birbirlerinin aynaları gibidir. birbirlerinde görünürler. kabr başında, o veliyi düşünüp, vesile eden kimsenin ruhuna, velinin ruhundan feyz gelir. hangisinin ruhu za'if ise, kuvvetlenir. birleşik iki kapdaki sıvı gibidir. yüksek olan ruh zarar eder. kabrdekinin ruhu aşağı derecede ise, ziyaret edenin ruhu sıkıntı duyar. bunun içindir ki, islamiyyetin başlangıcında, kabr ziyareti yasak edilmişdi. çünki mezarda olanlar, cahiliyye zemanından kalmış olanlardı. mü'minler de ölmeğe başlayınca, kabr ziyaretine izn verildi. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem veya bir velinin kabri ziyaret edilince, o veli düşünülür. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, kabr ziyaret edene, allahü teala merhamet eder. merhamet etdiği kulunun düasını kabul buyurur. kabr ziyaret edilmez. evliyaya tevessül olunmaz sözünün, senedsiz bir düşünce, bir görüş ayrılığı olduğu meydandadır. hadisi şerifi, bu inanışı kökünden çürütmekdedir. kabr ziyaretinin lazım olduğunu göstermekdedir. bu hadisi şerif, vesikaları ile, kitabında yazılıdır. türbeleri yıkarken, hadisi şerifini ileri sürüyorlar. peygamber zemanında böyle şeyler yokdu. hadisi şerifde, denildi, diyorlar. ikinci inanışlarına karşı verilen cevab, bu sözü de çürütdüğü için, ehli sünnet alimlerinin sözlerini kabul eylediler. binikiyüzon senesinde, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala vehhabileri cevab veremiyecek halde bırakınca, böyle inanmanın müslimanlıkdan ayrı bir yol olduğunu, islam düşmanlarının ve ingilizlerin islamiyyeti içerden yıkmak için sinsice hazırladıkları bir tuzak olduğunu gösteren ayeti kerime ve hadisi şerifler yazılarak, mekkedeki islam alimleri imzaladılar. tevbe eden üç vehhabi de, bu vesikaya şahid oldular. bu vesika her memlekete gönderildi. mekkedeki vehhabi din adamları, der'ıyyeye, abdül'azizin yanına gelerek, cevab veremediklerini, böyle inanmanın islam düşmanlığı olduğu yazılarak her tarafa gönderildiğini anlatdılar. abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud ve adamları, bunları işitince, ehli sünnete diş bilediler. binikiyüzonbeşsenesinde mekkeye saldırdılar. mekke emiri şerif galib bin müsa'id bin sa'id efendi, bunlara karşı koydu. her iki tarafdan çok kan döküldü. şerif galib efendi, bunları mekkeye sokmadı. mekke etrafındaki arab kabileleri, vehhabi oldular. abdül'azizin oğlu sü'ud, de, iki bayram arasında, taif şehrine asker gönderdi. taifde.ıyamet ve ahıret ki müslimanlara yapdıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, ahmed bin zeyni dahlanın kitabında ve eyyub sabri paşanın rahimehümullahü teala senesinde basılmış olan ve kitablarında uzun yazılıdır. yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. de istanbulda basdırılmışdır. taife girdikleri zeman, kadınlara ve çocuklara ve bütün ehaliye yapdıkları işkenceler adındaki islam düşmanı, azgın bir vehhabinin emri ile yapıldı. bu adam, muhsin isminde biri ile birlikde, şerif galib efendi tarafından der'ıyyeye gönderilmişdi. medineye girmelerini ve müslimanlara işkence yapmalarını önlemek için, önceki sözleşmeyi yenilemeğe çalışacaklardı. fekat bu münafık, şerif galib efendinin yanında casusluk yapıyordu. yolda arkadaşı olan muhsini de, bir çok menfe'atler va'd ederek aldatdı. der'ıyyeye gelince, sü'ud bin abdül'azize içlerini dökdüler. sü'ud, bunların, sadık bir köle olduğunu anlayınca, der'ıyye çapulcularını bunların emrine verip, yanındaki denilen yere geldiler. şerif galib efendiye mektub yazıp, sü'ud ve kendilerinin önceki sözleşmeyi tanımadıklarını ve sü'udün mekkeyi almağa hazırlandığını bildirdiler. şerif galib efendi, cevab yazarak, tatlı sözlerle nasihat etdi ise de, islam düşmanı olan bu azgın, mektubları yırtdı. emirin gönderdiği müslimanlara saldırıp, bozguna uğratdı. şerif galib efendi, taif kal'asına çekilip savunma tedbirleri aldı. bu azgın vehhabi, şevval ayı sonunda taife yakın denilen yerde ordusunu kurdu. kendisinden daha taş yürekli ve gönlü islam düşmanlığı ile dolu olan emiri alçağını dahi yardıma çağırdı. salimin yanında yirmi kadar çöl şeyhi ve her şeyhin yanında beşyüz kadar vehhabi şakisi vardı. salimin emrinde ayrıca bin kişi vardı. şerif galib efendi rahmetullahi aleyh, taiflilerle birlikde melisdeki eşkiya üzerine kahramanca saldırdı. salim bin şekbanın binbeşyüz çapulcusunu kılıncdan geçirdi. salim ve yanında kalanlar kaçdı. fekat toparlanarak melis denilen yeri basdılar. ehalinin mallarını yağma etdiler. şerif galib efendi, yardım almak için ciddeye gitdi. taifliler korkup, çoğu, çoluk çocuğunu alıp gizlice kaçdılar. kal'ada sığınan taifliler, ard arda gelen vehhabileri eyyub sabri paşa de vefat etdi. bozup kaçırdılar ise de, düşmana yardımcı da gelmiş olduğundan, kal'aya teslim bayrağı çekdiler. cana ve ırza kıymamak şartı ile teslim olacaklarını bildirdiler. o gün düşman da, çok ölü vererek dağılmağa başlamış idi. anlaşmak için taiflilerin gönderdiği alçak ve südü bozuk bir kimse, düşmanın kaçdığını gördüğü halde, arkalarından bağırmağa başladı: şerif galib, sizden korkup kaçdı. taif ehalisi de, dayanacak halde değildir. kal'ayı size verip afv dilediklerini bildirmek için beni gönderdiler. ben sizi severim. geri dönünüz. bu kadar kan dökdünüz. taifi ele geçirmeden gitmek doğru değildir. size yemin ederek söylüyorum ki, taifliler kal'ayı hemen verecekler. her istediğinizi kabul edeceklerdir dedi. taifin böyle boş yere vehhabilerin eline geçmesi, şerif galib efendinin hatası olmuşdur. o, taifde kalsaydı, müslimanların başına bu felaket gelmiyecekdi. gereğince, bu sözlere inanamadılar. fekat, kal'a üstünde teslim bayrağını görünce, işin iç yüzünü anlamak için kal'aya bir adam gönderdiler. adamı iple kal'aya çekdiler. teslim olmak istiyorsanız, canınızı kurtarmak için bütün malınızı buraya toplayın dedi. ibrahim ismindeki bir müslimanın gayreti ile eşyalar getirildi. bunlar azdır, bu kadar mal ile afv olunamazsınız. daha getiriniz dedi. bir defter verip, mal getirmiyenlerin ismlerini buraya yazınız! erkekleriniz istediği yere gidebilirler. kadınlarınız ve çocuklarınız zincirlere bağlanacakdır dedi. biraz yumuşak olması için yalvardılar ise de, azgınlığını ve sertliğini artdırdı. ibrahim, buna dayanamayıp, göğsüne bir taş vurdu, öldürdü. bunun üzerine, kal'aya saldırdılar. böylece, kurşun ve gülle dokunmasından kurtuldular. demirlerle kapıları kırıp içeri girdiler. önlerine çıkanları, kadın, erkek ve çocuk demeyip öldürdüler. beşikdeki yavruları bile parçaladılar. sokaklarda dere gibi kan akdı. evleri basıp herşeyi yağma etdiler. güneş batıncaya kadar azdılar, kudurdular. kal'anın şark tarafındaki taş evlere giremediler. fekat kurşun yağmuruna tutdular. içlerinden bir habis, sizi afv etdik. çoluk çocuğunuzu alıp istediğiniz yere gidebilirsiniz diye bağırdı. başka yere gitmek için yola çıkanları bir tepede topladılar. bunların çoğu kadın ve çocuk idi. etraflarını sardılar. bunları oniki gün aç, susuz bırakdılar. her biri temiz aile, naz ile büyümüş müslimanlardı. bunlara söz ile, sopa ile ve taş ile eziyyet etdiler. birer birer çağırıp, mallarınızı sakladığınız yerleri bildirin diyerek döverlerdi. merhamet için yalvaranlara, ölüm gününüz yaklaşıyor derlerdi. ibni şekban, taş evleri oniki gün sıkışdırmış, içeri giremeyince, diye söz vermişdi. bu söze inanıp evden çıkdılar. ibni şekban, bunların ellerini arkalarına bağlayıp tepedeki müslimanların yanına gönderdi. böylece üçyüzaltmışyedi erkekle birlikde tepede beklemekde olan kadın ve çocukları kılıncdan geçirdiler rahmetullahi aleyhim ecma'in. şehidleri günlerce hayvanlara çiğnetdiler. yırtıcı hayvanların ve kuşların yimesi için onaltı gün açıkda bırakdılar. müslimanların evlerine saldırdılar. mal, eşya, ne varsa hepsini toplayıp kal'a kapısının önündeki meydana dağ gibi yığdılar. bunların ve topladıkları paraların, altınların beşde birini, sü'uda gönderdiler. geri kalanı aralarında paylaşdılar. hainlerin ve yağmurun götürdüklerinden arta kalıp ehli sünnetin eline geçen kırkbin riyal altın ile sayısız kıymetli eşyadan onbin riyal kadınlara ve çocuklara dağıtıldı. eşya da pazarlarda çok ucuza satıldı. kütübhanelerden ve mescidlerden ve evlerden topladıkları kur'anı kerimleri, tefsirleri, hadis ve çeşidli din kitablarının hepsini parçalayıp yerlere atdılar. kur'anı kerimlerin ve din kitablarının altın işlemeli meşin cildlerinden çarıklar yapıp pis ayaklarına giydiler. ayaklarındaki kitab cildinden çarıklar üzerinde ayeti kerimeler ve mubarek yazılar yazılı idi. kıymetli kitabların yaprakları, yerlere o kadar çok atılmışdı ki, taif sokaklarında basacak toprak kalmamışdı. ibni şekban, yalnız kur'anı kerimlerin parçalanmamasını emr etmiş ise de, çöllerden vurgun için toplanıp gelmiş olan vehhabi haydutları, kur'anı kerimi tanımadıklarından, ele geçirdikleri mushafı şeriflerin hepsini parçalayıp yerlere saçdılar. üzerlerini çiğniyerek geçdiler. koca taif şehrinde yalnız üç mushafı şerif ile bir buharii şerif kitabı bu yağmadan kurtulabilmişdi. mu'cize: yağma yapıldığı günlerde hava durgundu. hiç rüzgar yokdu. eşkiya çekilip gidince, bir fırtına çıkdı. rüzgarlar, yerlerdeki kur'anı kerim ve çeşidli din kitablarının yapraklarının hepsini uçurup götürdü. uçan kağıdların nereye gitdikleri anlaşılamadı. yere düşmüş hiçbir kağıd görülemedi. şehidlerin cesedleri rahmetullahi aleyhim ecma'in tepe üzerinde onaltı gün kalarak sıcakdan çürümüşlerdi. her tarafı fena koku sarmışdı. müslimanlar, ibni şekbana çok yalvardılar, ağladılar, sızladılar. nihayet izn alabilip, iki büyük çukur kazdılar. babalarının, dedelerinin, akrabalarının, arkadaşlarının, çocuklarının kokmuş cesedlerini bu çukurlara doldurup toprakla örtdüler. tanınacak tam bir cesed hiç yokdu. kiminin yarısı, kiminin dörtde biri kalmışdı. yırtıcı kuşların ve hayvanların uzaklara taşıyıp bırakmış oldukları insan parçalarının kokuları, vehhabileri de rahatsız etdiğinden, bunların toplanmasına da izn verdiler. müslimanlar, her tarafı dolaşıp, bunları da topladılar. iki büyük çukura gömdüler. eşkiyanın, şehidleri, çürüyünceye kadar açıkda bırakmaları, müslimanların ölülerine de hakaret etmek ve intikam almak içindi. : yükselmeğe sebeb olur, gam yime düşdüm diye, bina ta'mir edilmez, benzemezse harabeye. bedenleri açıkda kalıp, kuşlara kurdlara yem olan ve çürüyüp kokan şehidlerin rahmetullahi aleyhim ecma'in allah huzurundaki dereceleri katkat artar. eşkıya, taif şehrindeki müslimanları kılıncdan geçirdikden ve eşyaları, paraları yağma edip paylaşdıkdan sonra, her tarafı dolaşarak, eshabı kiramın, evliyanın ve alimlerin türbelerini yıkıp yerle bir etdiler. türbeleri yıkarken, eshabı kiramın büyüklerinden ve peygamber efendimizin çok sevdiklerinden abdüllah ibni abbas hazretlerinin mezarını kazıp, mubarek cesedi şerifini çıkarıp yakmak istediler ise de, toprağa ilk kazmayı vurunca, etrafa yayılan güzel kokudan ürkdüler. bu mezarda büyük bir şeytan vardır. toprağı kazmakla vakt geçirmiyelim. dinamitle havaya uçuralım dediler. çok mikdarda barut getirdiler. pek uğraşdılar ise de, barut ateş almadı. barut ateş almayınca, şaşırıp dağıldılar. böylece bu mubarek mezar birkaç sene düz toprak halinde kaldı. sonra, seyyid yasin efendi gayet güzel bir sanduka yapdırarak bu mubarek mezarın unutulmasını önlemişdir. seyyid abdülhadi efendinin ve daha birçok velilerin rahimehümullahü teala de mezarlarını kazmak istediler ise de, herbiri keramet göstererek, zarar vermelerine imkan olmadı. güçlüklerle karşılaşarak, bu kötü düşünceden vazgeçdiler. osmanı mudayıki ve ibni şekban mel'unları, türbelerle beraber, cami'lerin ve medreselerin de yıkılmasını emr etmişler idi. ehli sünnet alimlerinin büyüklerinden olan yasin efendi, cema'at ile namaz kılmak için yapılmış olan mescidleri niçin yıkıyorsunuz? eğer abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma kabri bulunduğu için yıkmak istiyorsanız, onun mezarı, büyük mescidin dışındaki türbededir. onun için mescidin yıkılması da icab etmez dedi. osmanı mudayıki ile ibni şekban bu söze cevab veremediler. içlerinde bulunan matu' adında bir zındık, diye gülünç bir söz söyledi. yasin efendi buna karşılık, deyince, cevab veremedi. uzun bir sessizlikden sonra, osmanı mudayıki, ikinizi de dinlemiyeceğim. mescide dokunmayınız, türbeyi yıkınız! emrini verdi. taifde müsliman kanı akıtan alçaklar, sonra mekkeye saldırdılar ise de, hac zemanı olduğu için, şehre girmeğe korkdular. mekke ehalisi, taifdeki müslimanların öldürülmesini işitince, şerif galib efendi, vehhabilere karşı koymak için ciddeye asker toplamağa gitdi. fekat mekke ehalisi, taif faci'asından çok korkdukları için, bir hey'et göndererek yalvardılar. senesi muharrem ayında mekkeye girip, inançlarını şehrde yaydılar. kabr ziyaret edenleri, resulullahın türbesine gidip yalvaranları öldüreceklerini bildirdiler. ondört gün sonra, şerif galib efendiyi yakalamak için ciddeye gitdiler. şerif galib efendi, cidde kal'asından merdce saldırarak, vehhabi eşkıyasından çoğunu öldürdü. geri kalanları, mekkeye kaçdı. halkın yalvarması üzerine, şerif galib efendinin kardeşi olan şerif abdülmu'in efendiyi mekkede emir bırakıp, der'ıyyeye gitdiler. şerif abdülmu'in efendi, vehhabilerin işkencesinden mekkelileri koruyabilmek için bu emirliği kabul etdi. şerif galib efendi, eşkiyanın bozguna uğramasından otuzsekiz gün sonra, cidde valisi şerif paşa ile, ciddedeki askerleri alarak mekkeye geldi. burada bırakılmış olan eşkiyayı çıkardı. emirliği tekrar ele geçirdi. eşkiya, mekkelilerden intikam almak için, taif etrafındaki köylere saldırıp çok cana kıydılar. adındaki şakiyi taife vali yapdılar. osman, mekke etrafındaki eşkiyayı da toplıyarak, büyük bir güruh ile senesinde mekke şehrini kuşatdı. mekkedeki müslimanlar aylarca sıkıntı çekdi. aç kaldılar. son günlerde, yimek için köpek eti dahi bulamadılar. şerif galib efendi, milletin canlarını kurtarmak için, düşmanla anlaşmakdan başka çare olmadığını anladı. mekke emirliği kendinde kalmak ve müslimanların canına, malına dokunmamak şartı ile, şehri teslim etdi. mekkeyi aldıkdan sonra, medineye de saldırdılar. şehre girdiler. de bin seneden beri toplanmış olan dünyanın en kıymetli tarihi eşyalarını yağma etdiler. müslimanlara buraya yazamıyacağımız kadar çirkin işler yapdılar. mubarek bin magyan adında birini vali bırakıp, der'ıyyeye gitdiler. mekkede ve medinede yedi sene kaldılar. yedi sene ehli sünnet hacılarını mekkeye sokmadılar. ka'beyi denilen siyah kumaşdan iki örtü ile sardılar. nargile içmeği yasak etdiler. içenleri çok dövdüler. mekke ve medine ehalisi, bunlara hiç sokulmazlar, bunları beğenmezlerdi. mekkedeki müslimanlara yapılan işkenceleri, eyyub sabri paşanın rahimehullahü teala binüçyüzbir senesinde basılan kitabının birinci cildi şöyle anlatmakdadır: mekkei mükerreme şehrindeki müslimanlara ve her sene hacılara yapılan işkenceler sayılamayacak kadar çokdur. sü'ud, mekke ehalisine ve bunların emiri şerif galib efendiye sık sık korkutucu mektublar gönderirdi. birkaç kerre asker göndererek, mekkenin etrafını sardı ise de, binikiyüzonsekiz senesine kadar bu şehri alamadı. şerif galib efendi, binikiyüzonyedisenesinde cidde valisi ile şam ve mısr hacı kafilelerinin reislerini toplayıp, eşkıya mekkei mükerreme şehrine saldırmak istiyor. bana yardım ederseniz, onların reisleri olan sü'udü ele geçirebiliriz dedi. bunu kabul etmediler. şerif galib efendi, kardeşi şerif abdülmu'ini yerine vekil bırakıp ciddeye gitdi. şerif abdülmu'in mekke emiri olunca, ehli sünnet alimlerinden muhammed tahir, seyyid muhammed ebu bekr, mir gani, seyyid muhammed akkas, abdülhafiz acemiyi sü'ud bin abdül'azize gönderip, afv ve iyilik istediler. binikiyüzonsekiz senesi idi. sü'ud, kabul edip, askeri ile mekkeye geldi. abdülmu'ini kaymakam yapdı. türbelerin, mezarların hepsini yıkdırdı. vehhabilerin inancına göre, mekke ve medine ehalisi, allahü tealaya ibadet etmiyorlarmış. türbelere tapınıyorlarmış. türbeler ve mezarlar yıkılırsa, herkes allaha tapınmağa başlarmış. abdülvehhab oğlu muhammede göre, senesinden sonra ölen müslimanların hepsi küfr ve şirk üzere ölmüş. islamiyyetin doğrusu, ona bildirilmiş. vehhabi oldukdan sonra ölenlerin, önce ölmüş olan müşriklerin yanına gömülmeleri caiz değilmiş. sü'ud, şerif galib efendiyi rahmetullahi aleyh yakalamak ve ciddeyi ele geçirmek için, cidde üzerine yürüdü. fekat cidde ehalisi, oradaki osmanlı askeri ile elele vererek kahramanca çarpışdılar. sü'udün askeri fena halde bozuldu. sü'ud, kaçanları toplıyarak mekkeye döndü. şerif abdülmu'in efendi rahimehullahü teala, mekkedeki müslimanları ölümden ve işkenceden kurtarmak için vehhabilere dost göründü ise de, azgın vehhabiler, hergün işkenceyi ve soygunculuğu artdırdılar. şerif adülmu'in efendi, tatlılıkla geçinmeğe imkan olmadığını anladı. şerif galib efendiye rahimehullahü teala haber gönderip, denilen meydandaki çadırlarda olduğunu, bir mikdar askerle gelirse, sü'udün ele geçirilebileceğini bildirdi. şerif galib efendi rahimehullahü teala, bunu duyunca, cidde valisi şerif paşa ile birlikde ve seçme askerleri alarak, bir gece mekkede vehhabilere baskın yapdı. çadırları sardı ise de, süud kaçıp kurtuldu. askerleri de silahlarını teslim etmek üzere afv dilediler. dilekleri kabul olundu. mekkei mükerreme şehri zalimlerden kurtarıldı. bu başarı, taifdeki vehhabileri korkutdu. onlar da, kan dökmeden teslim oldu. osmanı mudayıki zalimi, adamları ile birlikde, yemen dağlarına kaçdı. mekkeden çıkanları, köylerde ve kabilelerde vurgunculuk yapdıklarından şerif galib efendi rahmetullahi aleyh, kabilesine hemen adamlar gönderdi. taife gidip, vehhabileri vurun! ele geçirdikleriniz sizin olsun dedi. beni sakif kabilesi, eşkiyadan intikam almak için, taife saldırdılar. taif de böylece kurtarıldı. osmanı mudayıki, yemen dağlarındaki cahil, vahşi köylüleri toplayıp ve yolda karşılaşdığı vehhabileri de alıp mekkeyi kuşatdı. ehali üç ay kadar şehrde çok sıkıntı çekdi. şerif galib efendi, on kerre çemberi yarmak istedi ise de, başaramadı. mekkede yiyecek kalmadı. ekmeğin okkası beş riyale, sade yağın bir okkası altı riyale çıkmakla beraber, satıcılar bulunamaz oldu. halk, kedi, köpek yidi. sonra bunlar da bulunamadı. ot, ağaç yaprağı yidiler. bunlar kalmayınca, eziyyet etmemek ve kan dökmemek şartı ile mekke şehri sü'uda teslim edildi. şerif galib efendi, bunda suçlu değildi. fekat önceden, kendini dinleyen kabilelerden yardımcı getirmiş olsaydı, bu duruma düşmiyecekdi. hatta, mekkeliler, şerif galib efendiye yalvarıp, bizi seven kabilelerden yardımcı getirirseniz, hac zemanına kadar dayanabiliriz. mısr ve şam hacıları gelince, kurtuluruz demişlerdi. o da, bunu önceden yapabilirdim; şimdi yapılamaz diyerek, önceki yanlışlığını söylemişdir. teslim olmak da istemiyordu. fekat ehali, efendim, mubarek ceddiniz olan resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem düşmanla anlaşma yapmışdı. siz de anlaşarak bizi bu sıkıntıdan kurtarınız. resulullah efendimizin sünnetine uymuş olursunuz. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, anlaşmak ve sözleşme yapmak için hazreti osmanı mekkedeki kureyşlilere göndermişdi dediler. şerif galib efendi, halkın bu isteğini oyalıyarak son ana kadar anlaşma yapmadı. halk dayanamıyacak hale gelince, mekkede bulunan abdürrahman adındaki bir din adamının baskısı ile, sözleşmeğe razı oldu. şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh böyle davranması, pek kurnazca olmuşdu. abdürrahmanın aracılığı ile, sü'udün işkence yapmasını önlemiş oldu. müslimanlara da, anlaşmayı istemiyerek yapdım. hac zemanına kadar bekliyecekdim diyerek, halkı ve askeri kendine bağlamış oldu. bu anlaşma üzerine, abdül'azizin oğlu sü'ud, mekkeye girdi. ka'bei muazzamayı kaba bir keçe ile örtdü. şerif galib efendiyi rahmetullahi aleyh işbaşından ayırdı. fir'avn gibi, öteye beriye saldırmağa, akla gelmiyecek işkenceler yapmağa başladı. şerif galib efendi, osmanlılardan yardım gelmediğine gücenip, sü'udün mekkeye yerleşmesindeki sebeb, osmanlı devletinin gevşekliğidir sözünü halk arasına yaydı. osmanlı devletini harekete geçirmek için de, mısr ve şam hacılarının mekkeye sokulmamasını sü'uda aşıladı. şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh bu sözleri, sü'udün azmasına ve işkencelerini artdırmasına yol açdı. ehli sünnet alimlerinden çoğunu ve mekkenin ileri gelenlerini ve zenginlerini yakalatıp işkence ile öldürtdü. vehhabi olduğunu açıklamıyanları korkutdu. çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, sü'udün dinine giriniz! onun geniş olan gölgesine sığınınız! dedirtdi. müslimanları abdülvehhab oğlu muhammedin dinine sokmağa zorladı. çöllerde olduğu gibi, hak dinini ve doğru mezhebini koruyabilecek sağlam kimseler çok azaldı. şerif galib efendi, bu acı halleri görüp, arabistan çöllerinde olduğu gibi, hicazda ve mubarek şehrlerde de islamiyyetin yok olacağını anlıyarak, sü'uda haber gönderdi: hacdan sonra, mekkede kalırsan, osmanlı hükumetinin istanbuldan göndereceği askere dayanamazsın. yakalanır öldürülürsün. hacdan sonra mekkede kalma, çık, git! dedi ise de, bu sözler sü'udün azgınlığının ve işkencelerinin artmasına yol açdı. sü'ud bin abdül'aziz, her tarafa zulm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, ehli sünnet alimlerinden birini çağırıp, hazreti muhammed aleyhisselam mezarında diri midir? yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür deyince, cevabını aldı. sü'udün bu suali sorması, onun cevab verebileceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi.hazreti peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. saçmasapan sözlerle cevab verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekde inadcı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm dedi. ehli sünnet alimi, dışarıdan birşey gösterip de seni inandırmağa çalışmıyacağım. geliniz, birlikde medinei münevvereye gidelim! penceresi önünde duralım. ben selam vereyim. selamıma cevab verirse, inanırsın. resulullah efendimizin, kabri se'adetinde diri olduğunu, selam verenleri işitdiğini ve cevab verdiğini anlamış olursun. selamıma cevab verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. bana istediğin cezayı verebilirsin dedi. sü'ud, bu sözleri işitince, ehli sünnet alimini salıverdi. sü'ud bu cevaba çok kızmışdı. çünki, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kafir, müşrik olurdu. şaşırıp kaldı. çünki, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yokdu. rezil olmamak için, alimi serbest bırakdı. sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. allahü tealanın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. bu korkunç haber, ağızdan ağıza, o zata kadar ulaşdı. bu mücahid zat, artık mekkede bulunmanın doğru olmıyacağını düşünerek, başka yere hicret etdi. sü'ud, mücahid zatın mekkeden çıkdığını haber aldı. arkasından kiralık katil gönderdi. bu katil, diyerek, gece gündüz durmadan gitdi. mücahid zata yetişdi ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefat etmiş idi. o zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitdi. gelince, yalnız deveyi gördü. o zatı bulamadı. sü'uda gidip olanları söyledi. sü'ud, evet, evet! ben o zatın zikr ve tesbih ile göklere çıkarıldığını rü'yada gördüm. nur yüzlü kimseler, bu cenaze filan zatdır. ahır zeman peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem dürüst inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işitdim cevabını verince, beni böyle mubarek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. allahü tealanın ona olan ihsanını gördüğün halde, bozuk inancını düzeltmezsin diyerek sövüp saydı. kendi tevbe etdi. sü'ud, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi. osmanı mudayıkiyi mekkede vali bırakıp, der'ıyyeye gitdi. sü'ud bin abdül'aziz, der'ıyyede kaldı. medinei münevvereyi de ele geçirdi. hac etmek istiyenleri ve doğru dürüst konuşabilenleri, yanına alarak mekkeye doğru yola çıkdı. vehhabiliği övecek ve yayacak olan din adamları, önde gidiyordu. bunlar mekkeye girince, muharrem ayının yedinci cum'a günü, abdülvehhab oğlunun yazdığı vehhabi kitabını içinde okuyup anlatmağa başladılar. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala bunlara cevab verdi. bu cevabları kitabında yazılıdır. on gün kadar sonra, sü'ud bin abdül'aziz de geldi. şerif galib efendinin denilen yerdeki konağına yerleşdi. şerif galib efendiye dostluk gösterisi olarak, üzerindeki örtünün bir parçasını ona örtdü. şerif galib efendi de, buna dostluk gösterisinde bulundu. şerif galib efendi, sü'ud ile birlikde mescidi harama gidip, ka'bei muazzamayı tavaf etdiler. senesinde, şam kafilesinin mekkeye yaklaşdığı işitildi. sü'ud, bu hacıları mekkeye sokmıyacağını bildirmek için, mes'ud bin mudayıki adında birini kafileye gönderdi. mes'ud, kafileye gidip, siz evvelce bildirilen şartlara uymadınız. sü'ud bin abdül'aziz size salih bin salih ile emr göndermişdi. askersiz geliniz demişdi. yanınızdaki bu askerler nedir? emre uymadığınız için, mekkeye giremezsiniz dedi. hac kafilesinin emiri abdüllah paşa, hac için geldiklerini bildirmek ve izn almak için yusüf paşayı sü'uda gönderdi. sü'ud, yusüf paşayı görünce: paşa! allahdan korkmasaydım, hepinizi öldürürdüm. haremeyn ehalisi için ve arab köylüleri için getirmekde olduğunuz altın torbalarını buraya getirip, hemen geri dönünüz! bu sene hac yapmanızı yasak etdim dedi. yusüf paşa, altın torbalarını teslim edip geri döndü. şam kafilesinin hac yapması yasak edildiği haberi her tarafa yayıldı. işiten müslimanlar şaşkına döndü. mekkedeki müslimanlar, kendilerinin de arafata çıkmaları yasak edildi sanarak ağladılar, sızladılar. ertesi gün, mekkelilerin arafata gitmelerine izn verildi ise de, mahfe ve tahtı revan içinde gitmeleri yasak edildi. hakimler, alimler ve herkes merkeb veya deve ile arafata gitdiler. arafat meydanında hutbeyi mekke kadisı yerine vehhabilerden birisi okudu. hacdan sonra mekkeye döndüler. sü'ud, arafat dönüşünde, mekke kadisı hatibzade muhammed efendiyi işinden ayırıp, yerine vehhabilerden abdürrahmanı getirdi. abdürrahman da, muhammed efendiyi ve medine mollası sü'ada beği ve mekkei mükerreme nakibi atayi efendiyi getirip yerdeki keçe üzerine oturtdu. sü'uda bi'at ediniz dedi. bu alimler, vehhabi inancına göre, diyerek müsafeha etdiler ve yine yerlerine oturdular. sü'ud güldü, ben sizi ve şam kafilesi hacılarını salih bin salihe bırakdım. salih, iyi bir adamımdır. ona güvenirim. mahfe devesi ve yük devesi için üçer yüz ve merkeb için yüzelli kuruş vermek üzere şama gitmenize izn verdim. bu kadar ucuz para ile şama gitmek, sizin için büyük bir ni'metdir. sayemde rahat ve sevinerek gidiniz. bütün hacılar, böylece gidip geleceklerdir. bu da, benim bir adaletimdir. padişahı ali osman sultan üçüncü selim han hazretlerine rahmetullahi aleyh mektub yazdım. kabrler üzerine türbe yapılmasının ve ölülere kurban kesilmesinin ve onları vesile ederek düa okunmasının yasak edilmesini istedim dedi. sü'udun mekkede yerleşmesi, dört sene devam etdi. senesinde, mısr valisi muhammed ali paşa, sultan mahmudı adliden rahmetullahi teala aleyhima gelen emr üzerine ciddeye geldi. ciddeden ve medineden gönderdiği mısr askerleri ile birleşerek kanlı bir muharebeden sonra, sü'udu mekkeden çıkardılar. islam halifelerinin yetmişbeşinci ve osmanlı padişahlarının onuncusu olan sultan birinci süleyman han rahmetullahi aleyh, medinei münevvere şehri etrafındaki dıvarları yenilemişdi. dıvarlar çok sağlam yapıldıkları için medinei münevvere şehri ikiyüzyetmişdört sene, eşkiya baskınına uğramadı. şehrdeki müslimanlar rahat ve huzur içinde yaşadılar. fekat, senesi ilk aylarında sü'udün eline düşdüler. sü'ud, mekkei mükerremeyi ele geçirdikden ve londradan gelen altınlarla mekke etrafındaki köylüleri satın aldıkdan sonra, köylerden topladığı yağmacıları medine şehri üzerine gönderdi. bunların başına beday ve nadi adında iki kardeşi kumandan yapmışdı. yolda karşılaşdıkları müsliman köylerini yağma etdiler. çok cana kıydılar. beday ve kardeşi nadi, medine etrafındaki köylerden çoğunu yakıp yıkdı. eşyalarını yağma etdi. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirmiş oldukları doğru yolda olan müslimanları kılıncdan geçirdi. yakılan köyler, öldürülen müslimanlar, o kadar çokdu ki, belli bir sayı elde edilemedi. medine şehri etrafındaki köyler, ölüm korkusundan ve yağmadan, işkenceden kurtulmak için, vehhabi inanışlarını kabul etdiler. sü'uda kul, köle oldular. sü'ud, salih bin salih ile medine şehrine bir mektub gönderdi. sü'udün medinedeki müslimanlara karşı yazdığı bu mektubun tercemesi şöyledir: kıyamet gününün malikinin adı ile başlıyorum. medinenin alimlerine, me'murlarına ve tüccarlarına bildiririm ki, dünyada rahata ve huzura kavuşmak, ancak hidayet bulanlar içindir. ey medine ehalisi! sizi hak dine çağırıyorum. ali imran suresi, ondokuz ve seksenbeşinci ayetlerinde mealen, allahın doğru bildiği din islam dinidir. islamdan başka din edinenlerin, dinleri kabul olmaz. bunlar, ahıret gününde zarar edeceklerdir! buyurulmuşdur. size karşı olan düşüncelerimin nasıl olduğunu bilmenizi istiyorum. medine ehalisine karşı sevgim ve bağlılığım vardır. yanınıza gelip, resulullahın şehrinde bulunmak istiyorum. beni dinlerseniz, emrlerime uyarsanız, size bir sıkıntı ve işkence yapmam. mekke şehrine girdiğim zeman, orada bulunanlar, benden hep iyilik gördüler. yeniden müsliman olmanızı istiyorum. emrlerime ita'at ederseniz, yağmadan, ölümden ve işkenceden kendinizi kurtarırsınız. allah sizi korur, ben de koruyucunuz olurum. bu mektubumu, güvendiğim adamım salih bin salih ile size gönderiyorum. iyi okuyunuz. onun ile karara bağlayınız! onun sözü, benim sözüm demekdir. salih bin salih ile gelen mektub, medinelileri çok korkutdu. daha önce taifde yapdıkları işkenceleri, kılıncdan geçirdikleri kadınları, çocukları rahmetullahi teala aleyhim ecma'in birkaç gün önce işitmişlerdi. tüyleri ürpermişdi. sü'ud bin abdül'azizin mektubuna evet veya hayır diyemediler. canlarından da, dinlerinden de vazgeçemediler. eşkıyasının başı olan beday haini, mektuba cevab gelmeyince, medinenin iskelesi olan şehri üzerine yürüdü. bunu ele geçirdikden sonra, medineye gelip, şehri kuşatdı. surun, anberiyye kapısına şiddetle saldırdı. o gün şam hacıları abdüllah paşanın emirliği altında çıkageldiler. şehrin sarılmış olduğunu görünce hacılar ve birlikde bulunan askerler, eşkiya ile döğüşmeğe başladılar. iki saat süren kanlı muharebede, ikiyüz kadar şaki kılıncdan geçirildi. geri kalanları dağılıp kaçdılar. abdüllah paşa, hac vazifesini yapıncaya kadar, medinedeki müslimanlar rahat etdiler. fekat, şam hacıları, medineden çıkıp uzaklaşınca, beday haini şehri yine kuşatdı. kuba ve avali ve kurban denilen yerleri ele geçirdi. buralara iki de tabya yapdı. şehrin ulaşdırma yollarını kesdi. denilen su yollarını yıkdı. böylece müslimanları aç ve susuz bırakdı. mu'cize: ayni zerka su yollarını yıkıp şehrde su kalmadığı zeman, mescidi nebideki içindeki kuyunun suyu çoğaldı. acılığı ve sertliği kalmadı. şehrdeki bütün müslimanlar su sıkıntısı çekmedi. daha önce, bu kuyunun suyu acılığı ile meşhur idi. muhasara aylarla uzadı. medinedeki müslimanlar, şam hacıları gelir bizi yine kurtarır diyerek, ağır sıkıntılara katlandılar. fekat, şam hacıları gelince, emirleri olan ibrahim paşa, karşı koyacak askeri olmadığı için, şehri onlara teslim ediniz dedi. medinedeki müslimanlar bunu işitince, ibrahim paşanın beday ile konuşup anlaşdığını, müslimanlara işkence ve zarar yapılmaması için ondan söz aldığını zan etdiler. tercemesi aşağıda yazılı mektubu yazarak, muhammed tayyar ve hasen çavuş ve abdülkadir ilyas ve ali adında dört kişi ile sü'uda gönderdiler. mektub tercemesi: size karşı yapılması lazım olan saygıyı bildirir ve selamlarımızı arz ederiz. allahü teala, rızasına uygun olan işlerinizi başarılı eylesin! ey şeyh sü'ud! şam hacılarının emiri olan ibrahim paşa buraya geldi. şehrin beday tarafından kuşatılmış, susuz bırakılmış ve yollarının kesilmiş olduğunu gördü. sebebini sordu. bu işlerin sizin emrinizle yapılmış olduğunu anladı. bizler, senin medine ehalisine karşı kötü niyyetde olmadığını umduğumuz için, bu çirkin ve kötü şeylerden haberin olmadığını düşündük. başımıza gelenleri sana bildirmek için, ileri gelenlerimiz toplandık. sözbirliğine vararak aramızdan en iyi, temiz olan dört kişiyi seçdik. sana gönderdik. bunların, bizi sevindirecek bir cevab ile geri dönmelerini allahü tealadan düa ediyoruz. sü'ud, mektubu alınca, elçilere çok sert davrandı. medine ehalisine çok kızgın ve düşman olduğunu bildirmekden haya etmedi. elçiler, afv etmesi için çok yalvardılar. onun pis ayaklarına kapandılar ise de, hak olan dinimi kabul etmiyeceğinizi, emrlerimi yapmıyacağınızı, açlıkdan, susuzlukdan ve sıkıntıdan bunalarak, tatlı dille beni aldatmak istediğinizi, sıkıntıdan kurtulmak için yalvardığınızı, mektubu okuyunca anladım. isteklerimi yapmakdan başka kurtuluş yolu yokdur. emrlerini kabul eder görünüp de, uygunsuz söz ve hareketiniz olursa, sizi de taifliler gibi inletir ve yok ederim dedi. müslimanları mezheblerini bırakmağa zorladı. sü'udün, medineden gelen elçilere kabul etdirdiği bozuk ve sapık sözler kitabında uzun yazılıdır. medineli elçiler, sü'udün emrlerini zorla kabul etdikden sonra geri döndüler. medineliler de, bunalmış olduklarından, boğulan kimsenin yılana sarıldığı gibi, başka birşey diyemediler. anlaşmanın yedinci maddesi gereğince beday adamlarından yetmiş kişiye, medine kal'asını teslim etdiler. anlaşmanın bir maddesi, medinedeki türbelerin yıkılması idi. işkencelerden kurtulabilmek için, anlaşmada bulunan emrleri, istemiyerek yapdılar. istemiyerek yapdılar ise de, bu işleri pek kötü sonuçlara yol açdı. istanbula yazılan imdad mektublarına bir cevab alınamadı. medine ehalisi, üç sene işkence altında kaldı. müslimanların, istanbuldan yardım geleceğine ümmidleri kalmayınca, sü'uda mektub yazdılar. afv ve merhamet etmesi için yalvardılar. bu mektubu, hüseyn şakir ve muhammed segayi adında iki kişi ile der'ıyyeye gönderdiler. fekat sü'ud, medinelilerin, önce istanbuldan yardım istemiş olduklarını işitdiğinden, elçileri kabul etmedi. üç seneden beri sıkıntı ve işkence altında yaşamakda olan medinelileri daha çok sıkışdırmak ve hırpalamak için büyük bir haydud sürüsü ile medine üzerine yürüdü. arabistan çölünde bütün vahşiler ve köylüler, sü'udü necd padişahı olarak tanıyorlardı. o ahmak ve alçak da, öteye beriye yazdığı mektublara, diyerek imza ederdi. sü'ud medineye girince, hemen türbelerin yıkılmasını, hem de türbe bakıcılarının yıkmalarını emr eyledi. üç sene önceki anlaşmanın üçüncü maddesine göre, müslimanlar birçok kıymetli türbeleri önceden yıkmışlar, mezarları yerle bir etmişler idi ise de, büyük ve mubarek bildikleri birkaç türbeye dokunamamışlardı. bunları da, kendi hizmetcileri, ağlaya sızlaya yıkmağa başladılar. hazreti hamzanın radıyallahü anh uhuddaki türbesinin bekçisi olan müsliman, çok ihtiyar olduğu için, bu işi yapamıyacağını bildirince, sü'ud kendi kölelerinden bir haini, kubbeyi yıkmak için göndermiş. bu kimse türbeyi yıkmak için kubbe üstüne çıkınca düşüp ölmüş olduğundan, sü'ud habisi, hazreti hamzanın türbesini yıkmakdan vaz geçdi. fekat kapısını sökdürdü. bu bayağı emrini yapdırdıkdan sonra, meydanında kurdurduğu kürsiye çıkıp, bir konuşma yapdı. medinedeki müslimanların kendisine ita'at etmek istemediklerini, korkudan münafık olduklarını, eskisi gibi müşrik kalmak istediklerini söyledi. sonra, kal'ada sığınmış olanların da gelip boyun bükmelerini, gelmiyenler için taife yapdırmış olduğu işkencenin bunlara da yapılacağını, pek çirkin ve şımarık sözlerle anlatdı. herkesin menaha meydanında toplanmasını, sokak sokak bağırarak bildirdikleri için ve kal'a kapıları da kapatıldığı için, herkes korkmuşdu. taifliler gibi işkence ile öldürüleceklerini anlamışlardı. çocuklarının gözlerinden öperek, kadınlarına veda' edip halallaşarak, menaha meydanında toplandılar. erkekler bir tarafa, kadınlar başka tarafa çekilip, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek türbesinin nurlu kubbesine karşı boyun bükdüler. medinei münevverede o zemana kadar, böyle bir kara gün görülmemişdi. sü'ud kuduruyor. müslimanlara karşı görülmemiş bir kin ile köpürüyordu. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bereketi ile, allahü teala, medine şehrini kana boyamakdan korudu. edebe, hayaya sığmıyan çok çirkin ve kötü sözlerle müslimanlara hakaret etdikden sonra, medine kal'asına eşkiyasını yerleşdirdi. en güvendiği hasen çavuş adındaki bir alçağı medineye vali bırakıp, kendisi ye gitdi. hac zemanında mekkeye gelip, hac yapdıkdan sonra, yine medineye geldi. şam kafilesi medineden iki üç konak açıldıkda, sü'ud mahkeme binasına geldi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesinde ve mescidi nebevi hazinesinde bulunan ve bin seneden beri çeşidli islam sultanları, islam kumandanları, islam san'atkarları ve islam ilm adamları tarafından ve bütün islam dünyasından seçilerek ve özenerek gönderilmiş olan pek kıymetli hediyyeleri, tarihi büyük ehemmiyyet taşıyan san'at eserlerini, altınlarla süslü, cevherlerle ve kıymetli taşlarla işlenmiş beha biçilmez eşyayı ve seçme mushaf ve nadide kitabları, taş yüreği ve kara kalbi titremeden yağma etdirdi. bu edebsizlikden ve alçaklıkdan da, müslimanlara karşı olan kin ateşi sönemeyince, yıkılmakdan kurtulmuş olan eshabı kiramın ve şehidlerin türbelerini de yıkdırdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek hücresinin kubbesini de yıkdırmak istedi ise de, müslimanların hıçkırık ağlamaları ve yalvarmaları üzerine, şebekei se'adeti harab edip, dıvarları bırakdı. medine şehrini çeviren dıvarların ta'mir edilmesini emr etdi. medine ehalisini mescidi nebiye topladı. mescid kapılarını kapatıp, kürsiye çıkdı. şöyle dedi: ey cema'at! size nasihat vermek ve emrlerime uymanızı tenbih etmek için buraya topladım. ey medine ehalisi! bugün dininiz temam oldu. müsliman oldunuz. allahı sevindirdiniz. artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! allahın onlara rahmet etmesi için düa etmeyiniz! onların hepsi şirk üzere öldüler. müşrik idiler. allaha nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl düa edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitablarda bildirdim. din adamlarımın bildirdiklerine uymıyanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesi önünde, dedelerinizin yapdığı gibi salat ve selam söylemek için saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasakdır. türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. giderken yalnız, demelidir. peygambere saygı, imamımız muhammed bin abdülvehhabın ictihadına göre bu kadar yetişir. sü'ud, bu sözleri ve bunlara benzer daha birçok yazamıyacağımız çirkin ve kaba sözleri söyledikden sonra, mescidi se'adetin kapılarını açdırdı. oğlu abdüllahı medineye vali bırakıp, kendisi der'ıyyeye gitdi. bundan sonra, abdüllah bin sü'udün medinedeki müslimanlara etmediği fenalık kalmadı. sü'ud, londrada hazırlanan planları, hep ingiliz silahları ve altınları ile ve aldığı emrler ile yapdı. osmanlı devleti, bu senelerde dış devletlerle uğraşmakda ve ingilizlerin körüklediği isyan ateşlerini söndürmeğe çalışmakda idi. bunun için, hicazdaki eşkıyaya karşı, müslimanlara yardım etmek imkanını bulamadı. kitabında diyor ki, de fransızlar mısrı işgal etdi. uzun muharebelerden sonra mısrda istirdad edildi. anadoluda ve rumelide zuhur eden eşkıya ile uğraşıldı. de rusya hotin ve bender kal'alarına hücum etdi. ingiliz donanması, bunu fırsat bilerek marmaraya girdi. yedikuleye kadar gelerek, sahilleri top ateşine tutdu. halicdeki donanmanın kendisine teslim edilmesini istedi. başda padişah üçüncü sultan selim olmak üzere, bütün me'murların gayreti ile sahillere binden ziyade top yerleşdirilerek, ingiliz donanmasına ateş edildi. donanma on gün dayanamayıp kaçdı. fekat, dahili düşmanlar istanbulda ihtilal çıkarıp, de sultan şehid edildi. rusyade tekrar hücum etdi. bu harbbükreş müahedesine kadar devam etdi. senesinde, sü'udun müslimanlara işkenceleri ve islam dinine olan hakaretleri, dayanılmıyacak hal aldığından, müslimanların halifesi sultan mahmud hanı adli rahmetullahi aleyh mısr valisi muhammed ali paşaya rahimehullahü teala ferman gönderip, eşkiyayı terbiye etmesini emr eyledi. muhammed ali paşa, oğlu tosun paşanın kumandasında bir kolorduyu, ramezan ayında mısrdan yola çıkardı. tosun paşa, medinenin iskelesi olan şehrini aldı. cüdeyde yolu ile medineye giderken, vadisi ile cüdeyde boğazı arasında vezilhicce ayı başında büyük bir muharebe olup bozguna uğradı. tosun paşaya birşey olmadı ise de, osmanlı müslimanlarının çoğu şehid oldu. muhammed ali paşa buna çok üzüldü. büyük bir kolordu ile kendisi yola çıkdı. orduda onsekiz top, üç havan topu ve pek çok silah vardı. senesinin şa'ban ayında safra ve cüdeyde boğazlarını geçdiler. ramezan ayında, birçok köyleri harbsiz ele geçirdiler. muhammed ali paşa, çok kurnaz davranıp, bu başarıları para ile sağladı. daha doğrusu, bu kurnazlığı ona şerif galib efendi rahimehullahü teala öğretdi. para ile köyleri ele geçirdi. bu yolda yüzonsekizbin riyal dağıtıldı. tosun paşa da, babası gibi, şerif galib efendi ile görüşmüş olsaydı, koca bir orduyu elinden çıkarmamış olurdu. şerif galib efendi, mekkede vehhabilerin emiri idi. fekat, mekkenin o azgın şakilerden kurtarılmasını gönülden istemekde idi. muhammed ali paşa, zilka'de sonunda medineyi de kansız ele geçirdi. bu zaferleri, halife hazretlerine arz edilmek üzere mısra bildirdi. mısrda üç gün üç gece bayram yapıldı. zafer müjdeleri bütün islam memleketlerine bildirildi. muhammed ali paşa, bir fırkayı da, cidde yolundan mekkeye göndermişdi. bu fırka, muharremi baş.ıyamet ve ahıretlarında ciddeye geldi. mekkeye yürüdü. şerif galib efendinin gizlice göndermiş olduğu planlara uyarak, kolayca mekkeye girdi. osmanlı ordusunun mekkeye yürüdüğü şehre yayılınca, sü'udün askerleri, kumandanları ile birlikde, dağlara kaçdılar. sü'ud bin abdül'aziz binikiyüzyirmiyedisenesinde, hacdan sonra taife gitmiş, islam kanı dökülen yerleri gezmiş, fesad ocağı olan der'ıyyeye dönmüşdü. der'ıyyeye gelince, medinei münevverenin ve sonra mekkei mükerremenin osmanlıların eline geçdiğini işitince, şaşkına döndü. o sırada osmanlı ordusu taife yürüdü. taif zalimi olan , askerleri ile birlikde, korkudan kaçmış olduğundan, şehr harbsiz ele geçirildi. müjde haberi istanbula, müslimanların halifesine arz olundu. sultan mahmud hanı adli rahimehullahü teala bu müjdeye çok sevindi. allahü tealanın bu ihsanına hamd eyledi. muhammed ali paşaya teşekkürler ve ihsanlar gönderip, hicaza tekrar giderek eşkıyayı teftiş ve kontrol etmesini emr buyurdu. muhammed ali paşa, sultan mahmud hanın fermanına uyarak, mısrdan tekrar yola çıkdı. bu sırada, şerif galib efendi, osmanlı ordusu ile birlikde taife gitmiş, elleri kanlı vali osmanı aramağa dağılmışlardı. planlı davranarak, şakiyi yakaladılar. mısra ve oradan istanbula gönderildi. muhammed ali paşa, mekkeye gidince, şerif galib efendiyi istanbula gönderdi. yerine kardeşi yahya bin mes'ud efendiyi rahimehullahü teala emir yapdı. muharrem ayında şakisi de ele geçirilip istanbula gönderildi. binlerle müsliman kanı akıtan bu iki şaki, istanbul sokaklarında dolaşdırıldıkdan sonra, cezaları verildi. yirmialtı sene mekke emirliği yapan şerif galib efendiye sevgi ve saygı gösterilerek selanike gönderilmiş, orada istirahat ederek, de vefat etmişdir. selanikde türbesi ziyaret edilmekdedir. hicazın mubarek şehrleri eşkiyadan temizlendikden sonra, yemene kadar olan yerleri de temizlemek için bir fırka gönderilmişdi. muhammed ali paşa, kendi askeri ile bu fırkanın yardımına gitdi. bütün oraları da temizledi. mekkeye döndü. recebine kadar orada kaldı. oğlu hasen paşayı mekke valisi yapıp, mısra döndü. kadın, çocuk, binlerce müslimanın kanını akıtan ingilizlerin maşası, alçak sü'ud bin abdül'azizsenesi ortalarında öldü. yerine oğlu abdüllah bin sü'ud geçdi. muhammed ali paşa mısra gelince, oğlu ibrahim paşayı bir fırka asker ile abdüllahın üzerine gönderdi. abdüllah ibni sü'ud önceden tosun paşa ile bir anlaşma yaparak, der'ıyye emiri kalmak şartı ile, osmanlılara ita'at edeceğini bildirmişdi. fekat muhammed ali paşa, bu anlaşmayı kabul etmemişdi. ibrahim paşa, senesi sonunda mısrdan yola çıkdı. başında der'ıyyeye vardı. abdüllah ibnüssü'ud, bütün askeri ile karşısına çıkdı. çok kanlı muharebelerden sonra, binikiyüzotuzüç zilka'de ayında abdüllah ibnüssü'ud yakalandı. bu zafer müjdesi mısra gelince, kal'adan yüz top atılıp, yedi gün yedi gece bayram yapıldı. her taraf bayraklarla donatıldı. minarelerde tekbir getirildi ve münacatlar okundu. muhammed ali paşa, arabistanın mubarek şehrlerinin eşkiyadan temizlenmesine çok ehemmiyyet vermiş, muvaffak olmak için çok uğraşmış, bu yolda, sayılamıyacak kadar altın sarf etmişdir. şimdi de, sü'udi hükumetinin, daha çok altın harcıyarak sapık inançlarını bütün dünyaya yaymak çabasında olduğunu üzülerek görmekdeyiz. mezhebsizlik felaketinden kurtulmak için, alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in yazdıkları din kitablarını okuyup, islamiyyeti doğru olarak öğrenmekden başka çare yokdur. abdüllah bin sü'ud yakalandıkdan sonra, müslimanlara işkence yapan azgınlar ile birlikde mısra gönderildi. binikiyüzotuzdört muharreminde, sayılamıyacak kadar çok seyirci arasında kahireye getirildiler. muhammed ali paşa, abdüllah bin sü'udü pek sevinçli olarak ve nezaketle karşıladı. şöyle konuşdular: paşa: çok uğraşdınız! ibnüssü'ud: harb, kader kısmet işidir. oğlum ibrahim paşayı nasıl gördünüz? çok cesurdur. kurnazlığı daha çokdur. biz de çok çalışdık. fekat allahın dediği oldu. üzülme! müslimanların halifesine, senin için şefa'at mektubu yazacağım. kaderde ne varsa, o olur. o çekmeceyi niçin yanında taşıyorsun? babamın, hucrei nebeviyyeden aldığı çok kıymetli eşyaları koydum. şanlı padişahımıza takdim edeceğim. paşanın emri üzerine çekmece açıldı. den çalınmış olan eşya görüldü. içlerinde değer biçilemiyecek kadar süslü üç mushafı şerif ve pek iri üçyüzotuz inci, bir büyük zümrüd ve ayrıca altın zincirler vardı. muhammed ali paşa, bunları gördükden sonra sordu:den alınan kıymetli eşya bu kadar değildir. daha çok şeyler olacakdır? hakkınız var, devletli efendim. fekat ben, babamın hazinesinde bunları buldum. yağmasında babam yalnız değildi. arab beğleri ve mekke ileri gelenleri ve ağaları ve mekke emiri olan şerif galib efendi, yağmada ortak idiler. eşyalar kapanın elinde kalmışdı. evet doğrudur! şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh yanında, çok şeyler bulduk aldık.şerif galib efendinin yanında bulunan eşyanın, vehhabi yağmacılarından kurtarmak için alınıp saklandıklarını düşünmek lazımdır. muhammed ali paşanın, demesi, şerif galib efendinin, yağma etdiğine inandığını değil, eşyanın az olmasının sebebini kabul etdiğini bildirmek içindir. bu konuşmalardan sonra, abdüllah bin sü'ud, suç ortakları ile birlikde, istanbula gönderildi. binlerle müslimanın katili olan bu azgın şakiler, kapısının önünde i'dam edilerek cezaları verildi. ibrahim paşa, der'ıyye kal'asını yıkdı. binikiyüzotuzbeş senesi muharrem ayında mısra döndü. muhammed bin abdülvehhabın bir oğlu da mısra getirilip, ölünciye kadar habs edildi. abdüllah ibnüssü'uddan sonra, o soydan de vehhabilere baş oldu. babası abdüllah, sü'ud bin abdül'azizin amcası idi. da, sü'udün oğlu terkiyi öldürüp yerine geçdi. terkinin oğlu faysal da, meşariyi öldürüp, de vehhabilerin başına geçdi. muhammed ali paşanın yeniden gönderdiği askere karşı koymak istedi ise de, binikiyüzellidört senesinde mirliva hurşid paşanın eline geçerek, mısra gönderildi. habs edildi. sü'udün mısrda bulunan oğlu halid beğ der'ıyye emiri yapılarak şehrine gönderildi. halid beğ, mısrda osmanlı terbiyesi ile yetişmiş, ehli sünnet i'tikadında, nazik bir zat idi. bunun için emirlikde birbuçuk sene kalabildi. adında bir adam, osmanlı devletine sadık görünerek, birçok köyü eline geçirdi. ansızın, der'ıyyeye saldırıp, necd emiri oldu. halid mekkeye kaçdı. mısrda zindanda bulunan faysal kaçarak, emiri ibnürreşidin yardımı ile, necde gidip, ibni sezyanı öldürdü. osmanlı devletine sadık kalacağına yemin ederek, da der'ıyye emiri yapıldı. senesinde ölünceye kadar va'dinde durdu. faysalın isminde dört oğlu vardı. faysal ölünce, büyük oğlu abdüllah, necd emiri yapıldı. kardeşi sü'ud, bahreyn adasından topladığı kimselerle birlikde de isyan etdi. abdüllah, küçük kardeşi muhammed sa'idi, sü'udün üzerine gönderdi. muharebede sa'idin askeri dağıldı. sü'ud, bütün necd şehrlerini ele geçirmek hulyasına kapıldı ise de, abdüllah, osmanlı devletinin bir emiri olduğu için, altıncı ordu kumandanlarından ferik nafiz paşa, sü'udün üzerine gönderildi. sü'ud ile yanındaki bütün çeteciler de yok edildi. necd ülkesi rahata ve huzura kavuşdu. bütün müslimanlar halifei müslimine rahmetullahi aleyh hayrlı düa etdiler. dan sonra, muhammed ibnürreşid, necdi ele geçirdi. abdüllahı esir eyledi. yemeni elde etdikleri zeman, taif ile san'a şehrleri arasında dağları üzerinde yaşıyan bir milyona yakın asirli vahşileri dahi vehhabi yapmışlardı. muhammed ali paşa, eşkiyanın kökünü temizledikden sonra, bu dağlardaki temizliği sonraya bırakmışdı. binikiyüzaltmışüçde sultan abdülmecid han rahmetullahi aleyh zemanında buralar da osmanlıların idaresi ve kontrolu altına alındı. asirlilerin, kendilerinin seçdikleri emirleri ve osmanlıların ta'yin etdiği valileri vardı. yumuşak davranan valilere isyan ederler, kendi emirlerine ita'at etmenin ibadet olduğuna inanırlardı. vali kurd mahmud paşa zemanında isyan ederek, yemendeki hudeyde şehrine bile saldırmışlar, öldürücü sam rüzgarı eserek telef olmuşlardı. binikiyüzseksenyedide de, isyan edip, hudeyde şehrine saldırdılar ise de, şehrde bulunan az sayıdaki osmanlı askerleri kahramanca çarpışdıklarından, şehre giremediler. bunun üzerine, redif paşanın kumandasında bir tümen asker gönderildi. redif paşanın ve osmanlı kurmaylarının güzel planları ve idareleri ile sarp dağlardaki eşkiya yuvaları birer birer ele geçirildi. fitne ve isyan ocakları temizlendi. redif paşanın hastalanması üzerine, yemen çöllerindeki ve asir dağlarındaki vahşilerin kalkındırılması, islam bilgilerinin ve ahlakının oralara yerleşdirilmesi için, gazi ahmed muhtar paşa gönderildi. arabistan yarımadası, mısr fatihi ve ilk türk halifesi yavuz sultan selim hanın rahmetullahi aleyh zemanı olan senesinden beri osmanlıların idaresinde kaldı. şehrler tam bir huzur ve rahatlıkla idare edildi ise de, çöllerdeki ve dağlardaki göçebe, cahil olanlar, kendi şeyhlerinin ve emirlerinin idaresi altında bırakılmışlardı. bu emirler, ara sıra isyan ederdi. çoğu vehhabi oldular. halka saldırmağa, müslimanları soyup öldürmeğe de başladılar. hacıların yollarını kesip, soyarlar ve öldürürlerdi. de, ingilizler hindistanda ihtilal çıkararak, oradaki islam devletini yıkarken, ciddede de fitne çıkardılar ise de, mekke valisi namık paşanın siyaseti ile sulh yapıldı. binikiyüzyetmişyedisenesinde bütün bu asi ve cani emirler osmanlı devletinin ita'ati ve terbiyesi altına sokuldu. kitabının yazıldığı senesinde, arabistan yarımadasında oniki milyon insan yaşadığı bildiriliyor. çok zeki ve anlayışlı iseler de, çok cahil, soyguncu ve kan dökücüdürler. sü'uda tabi' olmaları, onların bu vahşetlerini daha da artdırmışdır. birinci cihan harbinde osmanlılarla birlikde ingilizlere karşı harb eden emir ibnürreşidin büyük dedesi de ibnürreşid idi. bunun oğlu ali, medinenin şimal şarkında bulunan hail şehrinde emir idi. de vefat etdi. yerine geçen oğlu abdüllah elreşid, onüç sene emirlik yapdı. bunun yerine geçen büyük oğlu tallala de, ibnüssü'ud faysal zehrli şerbet içirip deli oldu. tabanca ile intihar etdi. yerine kardeşi mu'teb, hail emiri oldu ise de, iki sene sonra, bender bin tallal, amcası mu'tebi öldürüp emir oldu. fekat bu da amcası muhammedelreşid tarafından öldürüldü. muhammed, necdi ve riyadı ele geçirdi. sü'ud oğullarından emir abdüllah bin faysalı esir alıp haile götürdü. abdüllah bin faysalın kardeşi abdürrahman ve bunun oğlu abdül'aziz kaçarak kuveyte sığındı. muhammedelreşid senesinde vefat etdi. yerine geçen biraderi oğlu abdül'aziz elreşid zalim olduğundan, vehhabiliğin yeniden zuhuruna sebeb oldu. riyad ve kasim ve büreyde emirleri, köyünde bulunan abdül'aziz ile anlaşdılar. abdül'aziz bin abdürrahman bin faysal oniki hecinli ile kuveytden riyada geldi. senesinde bir gece riyada girdi. abdül'aziz ibnür reşidin riyad valisi olan aclanı bir ziyafetde öldürdü. zulmden yılmış olan halk, bunu emir yapdı. böylece, sü'udi devleti riyadda kurulmuş oldu. üç sene çeşidli muharebeler yapıldı. abdül'aziz ibnürreşid öldürüldü. de, osmanlılar işe karışarak, abdül'aziz ibnüssü'ud riyad kaymakamı olmak üzere sulh yapıldı. sonra, reşidilerle sü'udiler arasında kasimde harb olup, abdül'aziz mağlub oldu. riyada çekildi. haziran de abdül'aziz bin abdürrahman ingilizlerin teşviki ile bir beyanname neşr etdi. mekkedeki şerif hüseyn ve onunla birlikde olanlar kafirdir. bunlarla cihad ediyorum diyerek mekkeye ve taife saldırdı. fekat, bu şehrleri şerif hüseyn paşadan alamadı. de ingilizler, mekke emiri şerif hüseyn bin ali paşayı yakalayıp kıbrısa götürdü. paşa de, kapatıldığı otelde vefat etdi. abdül'aziz bin abdürrahman, de mekkeyi ve taifi rahatça ele geçirdi. osmanlı devletinin idaresini ellerine geçirmiş olan ittihadcılarla arası açılan mekke emiri şerif hüseyn paşaya karşı medineyi muhafaza eden osmanlı askerleri, mondros mütarekesine göre,şubat da hicazdan ayrılmış, şerif hüseyn paşanın oğlu şerif abdüllah da medineye yerleşmişdi. babası ölünce, ingilizler bunu da medineden çıkarıp ammana sürdü. da ürdün devletini kurdu ise de, de mescidi aksada namaz kılarken ingilizlerin kiralık katilleri tarafından öldürüldü. yerine oğlu tallal geçdi. fekat, hasta olduğundan yerini oğlu melik hüseyne terk etdi. şerif hüseyn paşanın ikinci oğlu şerif faysal, da ırak devletini kurdu. de vefat etdi. yerine oğlu gazi geçdi. bu da, da, yirmibir yaşında ölünce, yerine oğlu ikinci faysal ırak meliki oldu. fekat, ağustosunun ondördüncü günü ihtilalinde general kasım tarafından, yirmiüç yaşında iken öldürüldü. ikinci bir ihtilalde kasım da öldürüldü. ırak ve süriye devletleri, çeşidli ihtilaller sonunda sosyalist ba' partisinin eline geçdiler ve rusların kolonisi haline geldiler. abdül'aziz bin abdürrahman, medineye çok saldırdı. hücumunda, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini de bombaladı. fekat, şehre giremedi. veeylül da istanbulda çıkan son saat gazetesi, şu haberi vermişdi: medine bombardımanı ibnüssü'ud abdül'aziz tarafından medinei münevverenin bombardıman edilmesi, hindistan halkı arasında galeyan yapdığını yazmışdık. hindistanda çıkan diyor ki:son zemanlarda medineye hücum ve kabri nebeviyi bombardıman haberlerinin hind müslimanlarında husule getirdiği te'siri hiçbir hadise vücude getirmemişdir. hindistanın her tarafında bulunan müslimanlar, bu hadise dolayısı ile, o makamı mukaddese ne derece hurmetkar olduklarını göstermişlerdir. hindistanda ve irandaki bu mühim te'essürat, hiç şübhesiz ibni sü'ud üzerinde te'sir yapacak ve onu bütün islam memleketlerinin nefretini kazanmamak için, böyle alçak hareketlerde bulunmakdan men' edecekdir. hind müslimanları ibnüssü'uda bu fikrlerini açıkça bildirmişlerdir. birinci cihan harbinde, osmanlı devletini eline geçirmiş olan komitacıları din cahili idi. islamiyyetden ve islam terbiyesinden ve islam ahlakından mahrum idiler. iş başındakilerin çoğu ingiliz masonu idi. imperatorluğun her tarafında yapdıkları gibi, arabistanda da, millete zulm, işkence yapılmasına sebeb oldular. müslimanlara kan kusdurdular. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında adalete, merhamete, ihsana ve saygıya alışdırılmış olan arabistan ehalisi, türkleri kardeş gibi severlerdi. ittihadcıların sebeb olduğu zulm, işkenceler karşısında şaşkına döndüler. mekke emiri şerif hüseyn bin ali paşanın rahmetullahi aleyh akrabası ve damadı ve birçok arab beğleri, cemal paşa tarafından şamda işkence ile öldürüldü. adındaki hareket ordusu, selanikden istanbula gelince, ilk iş olarak, londradaki müstemlekeler nezaretinin emri ile, son islam halifesi olan sultan ikinci abdülhamid hanı rahmetullahi aleyh tahtından indirerek, devlet işlerini kendi ellerine aldılar. devlet işleri, ingiliz masonlarının yetiştirdikleri islam düşmanlarının eline geçdi. halife zemanında iş başında bulunanları ve ilm adamlarını ve yazarları, kimini zindanlarda çürüterek, kimini kapıdan, cami'den çıkarken arkalarından vurdurarak öldürdüler. halife yapdıkları sultan reşadı rahmetullahi aleyh kukla gibi ve işbaşına getirdikleri meb'usları, tabanca tehdidi ile, maşa gibi kullandılar. memleketi harbden harbe, felaketden felakete sürüklediler. dini, islamiyyeti bırakarak, işkencelere, eğlencelere, sefahete koyuldular. doludizgin giden bu kudurmuşca akıntıya diyen hamiyyetli vatandaşları, ilerisini gören halis müslimanları sürdüler, asdılar. bu uyanık müslimanlardan biri, şerif hüseyn bin ali paşa idi rahmetullahi aleyh. sultan abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında, istanbulda mühim makamlarda bulunan şerif hüseyn paşa ya'ni beğlerbeği rütbesini taşıyor, halifeye ve devlete hizmetlerde bulunuyordu. ittihadcıların, memleketi felaketine sürüklemelerine karşı çıkdığı için vazifesi ile istanbuldan uzaklaşdırılmışdı. enver paşanınzilhicceveteşrini evvelde hazırlatıp sultan reşada rahmetullahi aleyh imza etdirdikleri harb kararına adını takarak bütün islam memleketlerine dağıtdılar. zevallı sultan reşad kendini hakiki halife sanıyor. arasıra müslimanlıkla bağdaşmıyan emrleri imzalamağa zorlanınca, yakınlarına, diyerek, ortada dönen dolapların farkına vardığını anlatmakdan geri kalmıyordu. şerif hüseyn paşa rahmetullahi aleyh ittihadcıların bir yandan dinden, imandan ve din düşmanları ile cihaddan söz ederken, öte yandan da koca imperatorluğu parçalamağa sürüklediklerini, binlerce müsliman gencini ateşe atdıklarını anlıyor, daldıkları gafletin ve sefahatin, hiç de sözlerine uymadığını görüyor. milleti bu eşkiyanın elinden ve memleketi başımıza gelecek vahim neticelerden kurtarmak yollarını arıyordu. cemal paşanın şamda yapdığı çılgınca eğlenceleri ve şerif hanedanından kıymetli kimseleri öldürdüğünü işiterek, oğlu şerif faysal efendiyi mekkeden şama gönderdi. faysal efendi, bütün bu kötülüklerin vakı' olduğunu anlayıp babasına bildirince, şerif hüseyn paşa, artık dayanamadı. bütün müslimanlara işin içyüzünü bildirmek için,şa'ban tarihli birinci beyannamesini vezilka'dede ikinci beyannamesini neşr etdi. ittihadcılar, bu haklı çağrıya dediler. istanbulda çıkan ittihadcı gazetelerdeki kiralık kalemler, şerif hüseyn paşaya ağza ve akla gelmiyen küfr ve iftiraları savurdular. fekat hadiseler şerif hüseyn paşanın haklı olduğunu gösterdi. ittihadcılar, şerif hüseyn paşanın beyannamelerinden uyanacakları yerde, onu vatan haini i'lan etdiler. üzerine alaylar gönderdiler. senelerce kardeşi kardeşe boğdurdular. mekkeyi ve medineyi o halis müslimanlara, sevgili peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem oğullarına vermemek için, çok ma'sumun şehid düşmelerine sebeb oldular. bununla da kalmayıp, o mubarek yerleri, islam katili, çöl eşkıyası, cahil, zalimlere kapdırdılar. ittihadcılar, koca osmanlı imperatorluğunu da düşmana teslim edip kaçdılar. ağustos tarihindeki türk istiklal zaferi olmasaydı, türklük ve müslimanlık onun dediği gibi, büsbütün yok olacakdı. ingilizlerin sevr muahedesi ile sapladıkları hançer, alemi islamı mahv edecekdi. aşağıdaki iki beyanname dikkat ile okunursa, şerif hüseyn paşanın hiç de diye birşey düşünmediği anlaşılır. o, kavmiyyeti değil, bütün müslimanların islam bayrağı altında kardeşçe yaşamalarını istiyordu. ittihadcıların gazeteleri, kara köpeklere arab arab derken, arab saçı, arab sabunu gibi sözlerle ve kara fatma böceği gibi uydurma ismlerle arab milleti ile alay ederken, mekkedeki ve medinedeki temiz müslimanlar, bütün islam milletlerinin kardeş olduklarına inanıyor, hepsini kardeş gibi seviyorlardı. ne yazık ki, ittihadcı komitacılarda bu imanlı ruh ve bu güzel anlayış yokdu. onlar, bu halis müslimanlara asi derken, isyan halinde olan, türk askerine saldıran ve osmanlı topraklarını kapışmakda olan kimselere, birşey demiyorlardı. mekkedeki peygamberler soyundan olan temiz müslimanlar ile boğuşmağı tekrar tekrar emr eden ittihadcılar, ısyan halinde olan abdül'aziz bin abdürrahman bin faysala dostluk mektubları yazarak, askerinle medineye gel! beraberce mekkeye gidelim. padişaha isyan etmiş olan emir hüseyni yakalıyalım diyordu. abdül'aziz, bu mektublara cevab bile vermedi. çünki o, türklerin mekkeye girmesini istemiyordu. kendisi ingilizlerle anlaşmış olup, arabistanın kendisine verileceği zemanı bekliyordu. öyle de oldu. abdül'aziz, o sıralarda, bahreyn adalarında bulunan ingiliz kumandanı ile anlaşmış, ingilizlerden aldığı silahlarla, basra körfezi sahilindeki osmanlı şehrlerine saldırıp ele geçirmek çabasında idi. şöyle ki: necd çöllerindeki abdül'aziz ile ibnürreşid kabilelerinin senelerce döğüşerek kan dökmelerine son vermek için, faruki sami paşa mutesarrıfı yapıldı. abdül'aziz, sami paşayı ve türk askerlerini bir hücumda esir almak, bağlayıp riyada götürmek üzere sui kasd hazırladı ise de, kasim şehrindeki şeyhler, devletle başa çıkılmaz diyerek, mani' oldular. abdül'aziz, sami paşaya, kasim bu kadar askeri besliyemez. aç kalırsınız. medineye dön dedi. o da, bu sözü dost nasihati sanarak, medineye çekildi. asker çekilince, abdül'aziz, kasim kal'asındaki osmanlı sancağını indirdi. kasimi böyle ele geçirdikden sonra, necd mütesarrıflığının merkezi olan ya saldırarak, osmanlılardan zorla aldı. ittihadcılar abdül'azizi beğeniyorlar, ona birşey demiyorlar. bilhassa dinde reformcu olan basra meb'usu talibünnakib, onun bu saldırılarını hizmet kılığına sokuyordu. abdül'aziz, o sırada ibnürreşide saldırdı ise de mağlub ve perişan oldu. sü'ud oğullarından çoğu öldü. abdül'azizden alınan ganimetler arasında ingiliz silahları ve birçok şapka vardı. abdül'azizin bu darbeyi yimesi, mekke ve medineye saldırmasını gecikdirdi. fekat, ingilizlerin ve meşhur casus yüzbaşı lavrensin körüklemesi ilehaziran de şerif hüseyn paşaya harb i'lan ederek, mekkeye saldırdı. fekat, mağlub olarak necde çekildi. de, mekke ile taifi ve de medineyi ingilizlerden teslim aldı. eylül ayının. derdimgünü de ni kurdu.abdül'aziz bin abdürrahman de ölünce, yerine oğlu sü'ud geçdi. sü'ud oğullarının yirmincisi olan bu adam, sefahate düşkün idi. atinada içkili kadınlı sefahet sürerekde öldü. de, kardeşi faysal bunun yerine geçdi. faysal, petrol şirketlerinden ve hacılardan her sene aldığı milyonlarca altını, vehhabiliği yaymak için, her memlekete saçdı. mart ayında, yeğeni tarafından, riyaddaki serayında öldürüldü. yerine kardeşi halid geçdi. halid de öldü. yerine kardeşi fahd geçdi. fahd, de felç olarak kıpırdayamaz halde, ispanyadaki serayında tedavi edilmekde iken öldü. medine muhafızları basri ve fahri paşalar, abdül'azizin bu hıyanetlerini yakından gördükleri halde, ittihadcılardan aldıkları emrlere uymağı vazife sayarak, şerif hüseyn paşayı ve oğullarını asi ilan etdiler. kardeşi kardeşe boğdurmağa alet oldular. hicaz vali ve kumandanı galib paşa din bilgisi kuvvetli, ileri görüşlü, tecrübeli bir kumandan olup, ittihadcıların emrlerine aldanmadı. uzun ve esaslı inceleme ve araşdırmalar yaparak şerif hüseyn paşanın haklı olduğunu ve iki beyannamesini din ve millet sevgisi ile yazmış olduğunu anladı. şerif hüseyn paşaya yapılan iftiralara karşı aşağıdaki günlük emri yayınladı: emir hazretlerinden hiçbir suretle şübhe edilmemelidir. böyle bir ısyan çıkarması ihtimali asla yokdur. bu yolda çıkarılan sözlerin hiçbiri doğru değildir. şerif hüseyn paşa, halifei müslimine tam bir ita'at ile bağlı olup, ömri şahanelerinin uzaması için her zeman düa etmekdedir. galib paşa, bu yazısından, ittihadcı eşkıyasının elebaşılarından olan dördüncü ordu kumandanı cemal paşaya ve istanbula da gönderdi. bu yazısında şerif hüseyn paşanın, halis müsliman olduğunu, da'vasında haklı olduğunu açıkça savunmuşdu. fekat ne yazık ki, ittihadcılar şerif hüseyn paşayı ve oğullarını, kendilerine büyük bir mani' görüyorlar. bunların milleti uyandırarak, işkence ve taşkınca davranışlarına son verileceğinden çok korkuyorlardı. şerif oğullarını asi durumuna sokmak için, iğrenç hileler hazırlandı. medinedeki kahraman türk subaylarına savaş emri gönderildi. senelerce kardeş kanı akıtıldı. şerifleri asi, hatta hain sanarak onlara ateş açan ma'sum subayların çoğu, sonunda aldatıldıklarını anladılar. başlarında fırka kurmay başkanı albay emin beğ olmak üzere, yüzlerce subay birleşip, kurdular. çeşidli beyannameler dağıtarak, hicazda oynanan cinayetleri bildirdiler. kumandan ve dalkavukları yalan söylüyorlar. arabtürk, iki millet olarak bundan sonra da kardeş gibi yaşıyacakdır. zaten kardeş değil mi idik? tarih ve din bağları ile birbirimize bağlı değil miyiz? kavmi necibi arab istiklalini kazanmakla düşmanımız olabilir mi? onlara da sorarsanız hayır! diyeceklerdir. elbirliği ile çalışacağız. askerlerimizi yenbu' iskelesine kadar göndermek için şerif hazretleri develer hazırladılar. hastalarımıza ilaclar gönderdiler. hepimizin sahile kadar rahat naklini düşündüler. bundan büyük insaniyyet olur mu? bundan büyük kardeşlik olur mu? böyle yapmayıp, medineden yenbu' iskelesine yürüyerek gidiniz deselerdi, hayır biz kahramanız, asarız, keseriz, otomobil isteriz mi diyecekdik? bundan sonra maksadsız olarak ölmeği göze almak yiğitlik değildir. bu yazımız, hakikati anlıyamıyanlar içindir. ekseriyyet anlamışdır. bu zulme, hazreti peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem dahi evet der mi? dediler. medine muhafızı fahreddin paşa, hala ittihadcı hükumetin emrine uymakda ısrar ediyordu. türk subayları, kanuni sani sabahı paşanın yatak odasını sardılar. yaveri mülazimi evvel şevket beğ gürültüyü işitince, dışarı çıkdı. miralaylar, kaymakamlar, binbaşılar, yüzbaşılar, mülazımler, seçilmiş piyade ve jandarma neferleri merdivenleri çıkıyorlardı. yaveri götürdüler. odaya girenler, paşanın bileklerini yakaladı. dışarı çıkarılıp otomobile bindirildi. iki subay arasında, yenbu' iskelesine götürüldü. subaylar ve askerler, anavatana istanbula kavuşmak sevinci içinde idi. fekat, ingilizler hepsini mısra götürdü. mısrda altı ay ingiliz esaretinde kaldılar. paşa, ağustosda, harb suçlusu olarak, maltaya götürüldü. iki sene orada bırakıldı. bu kahraman türk kumandanı, ittihadcıların çılgınca verdikleri emrlere uymağı bir vatan borcu bildiği için, medinede hareketsiz kalmış, azılı islam düşmanı ingilizlerle döğüşmek fırsatını bulamamışdı. ittihadcılar, hükumeti ele geçirdikden sonra, kahramanlar yurdunu parçalamakla kalmayıp, fahreddin paşa gibi nice vatan evladlarının düşman zındanlarında, senelerce inlemelerine sebeb oldular. mekke ve medine gibi mubarek yerlerimizi, peygamber efendimizin soyundan, halis müsliman şerif evladına vermemek için, binlerce ma'sum türk ve müsliman kanı dökülmesine sebeb oldukdan başka, o mubarek toprakları, hakiki müslimanların ve türklerin tarihi düşmanı olan, elleri kanlı, kalbleri katı kimselere bırakdılar. şerif hüseynpaşanın birinci beyannamesinin tercemesi tarihi iyi bilenler pek iyi anlar ki, islam birliğinin kuvvetlenmesi için, islam amirlerinden ve hakimlerinden ye ilk olarak bi'at edenler, bağlananlar, mekkei mükerreme emirleridir. osmanlı sultanlarının ve ı icra ve islamiyyete uymakdaki gayretleri ve bu uğurda vücudlarını feda etmeleri dolayısıyle, bu , osmanlılara her zeman sıkı bağlandılar. hatta, senesinde ben, arablardan meydana gelen bir kuvvetle, arabların üzerine yürüyerek devleti osmaniyyenin şerefini ve haysiyyetini muhafaza için nın kuşatılmasını kaldırmağa çalışdım. ertesi sene, aynı maksadla oğullarımdan birinin kumandasında o hareketi icra eyledim. herkesin bildiği gibi, bu büyük gayeden hiç ayrılmadım.nin ortaya çıkması ve devlet işlerini eline alması ve temelinden bozuk olan idaresi, dahilde ve haricde birçok karışıklıklara ve herkesin bildiği üzere, birçok muharebelere sebebiyyet vermiş, devletin azametini ve kuvvetini sarsmış, hele son harbe gereksiz atılmakla, memleketi gayet tehlükeli bir hale sürüklemişdir. bu acı durumu görmiyen, anlamıyan yokdur. anlatmağa hacet kalmamışdır. biz, bütün ehli islamın bu büyük islam devletine olan bağlarının gevşemesini, üzülmelerini ve sıkılmalarını görmek istemiyoruz. memleketimizin elimizde kalan parçasındaki müsliman ve gayri müslim vatandaşların i'dam edilerek, zindanlarda çürütülerek ve yurdlarından sürülerek, osmanlı milletinin birliği bozulmuş, böylece halkın, malına, canına emniyyeti bırakılmamışdır. bu son muharebeye katıldıkdan sonra, da bulunan ehalinin çekdikleri sıkıntı o kadar büyükdür ki, orta halli olanlar evlerinin kapı ve pencerelerini ve bütün ihtiyac eşyasını satdıkdan sonra, damındaki tahtaları da satmağa mecbur olmuşlardır. ittihadcılar bu kadarla da kalmıyarak, saltanatı seniyyei osmaniyye ile bütün müslimanların arasında yegane bağ olan ve yi bozmağa kalkışmışlar ve nin başkentinde sadrı azam, şeyhulislam ve bütün vezirlerin ve senatörlerin gözü önünde yayınlanan gazetesi, peygamberimize çirkin yazıları ile hakaret etmekden çekinmediği gibi, kimsenin ses çıkaramamasından yüz bularak, kur'anı kerimin ayetlerini değişdirmeğe dahi kalkışmış, nübildiren ayeti kerime ile alay etmek küstahlığında bulunmuşdur. kitabının, kısmında sahifede bildirilmişdir. bunlardan başka, islamiyyetin beş esasından birini yıkmağa kalkışmışlardır. şöyle ki: güya rus ordusu karşısında harb eden askerlere benzemek üzere, ve ve da bulunan müsliman askerlerinin ramezanı şerif ayında oruc tutmamalarını emr etmişlerdir. buna benzer birçok islami esasları yıkmakdan ve allahü tealanın yasak etdiği şeyleri yapmakdan ve yapdırmakdan çekinmemişlerdir. şevketli yüce sultanımızın rahmetullahi aleyh bütün haklarını elinden aldıkları gibi, seraya bir başkatib seçmek ve ta'yin etmek hakkını dahi den esirgemişlerdir. osmanlı sultanını müslimanların işlerine bakmak hakkından da mahrum ederek, kendi yapdıkları ve dünyaya i'lan eyledikleri anayasayı kendileri çiğnemişlerdir. osmanlı padişahını anayasanın vermiş olduğu selahiyyetlerden, mahrum bırakmışlardır. bütün müslimanlar ve bütün yabancılar, bu alçak davranışları görmekde ve iğrenmekdedirler. böyle, islamiyyeti yıkıcı işler karşısında, şimdiye kadar hep anlamamazlıkdan gelmemiz, iyiyeyormamız, müslimanlar arasına fitne ve ayrılık tohumları saçılmaması için olmuşdur.nin idaresi, enver ve cemal ve tal'at paşaların ellerinde kaldı sözünün memleketin her tarafına yayılması, boş yere değilmiş. bunun ne demek olduğu, gün geçdikce açığa kavuşmakdadır. istediklerini yaparlar, dilediklerini yapdırırlar. onların emrleri, anayasanın, kanunların üstündedir, demek olduğunu herkes iyice anladı. mekke na gönderdikleri bir emrde, hakim huzurunda şehadetlerin dinlenmesi ve hakim huzurunda yazılmıyan tezkiyelerin kabul edilmemesi yazılıdır. bu emr, kur'anı kerimde açıkça bildirilen, müslimanlar arasında tezkiye yapılmasını ortadan kaldırmakdadır. bunlardan başka, meşhur islam alimlerinden ve arab vatandaşların büyüklerinden emir ömerel cezairi ve emir arifelşehabi ve şefik beğ ve elmüeyyed şükrü beğ ve aseni ve abdülvehhab ve tevfik beğ ve elbesat ve abdülhamid zeravi ve abdülganielarisi'ler ve bunlar gibi daha nice kıymetli ve faideli kimseler, mahkemesiz ve kanunsuz, asılıyor, kurşuna diziliyor. serhoş iken, şu'ursuz iken verilen emrlerle birçok ocaklar söndürülüyor. katı kalbli, taş yürekli diktatörlerin bile yapamıyacağı bu cinayetlerde ufak bir ma'zeret bulsam bile bunların geride kalan günahsız, ma'sum ailelerinin, kadınlarının, çocuklarının yurdlarından, yuvalarından uzaklaşdırılmasına, sürülmelerine, böylece, felaket üstüne felaket, musibet üstüne musibet çekdirilmelerine ne ma'zeret gösterilebilir? aile reislerinin her ne sebeble olursa olsun öldürülmeleri, zındanlarda çürütülmeleri, evlerini, evladlarını cezalandırmağa kafi iken, bunları ayrıca sürüp inletmek hiçbir suretde mantıka, adalete, insanlığa sığacak birşey olmadığı meydandadır. en'am suresi, yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. adalete ışık tutan bu emr meydanda iken, ittihadcıların o canavarca hareketleri, hangi formül ile bağdaşdırılabilir? bu ikinci cinayeti de bir siyasi sebebe bağlıyarak, bir maddeye uydurabilsek bile, aile reislerini gayb eden kadınların ve çocukların mallarının, mülklerinin ellerinden alınmasına ne denilebilir? haydi bu en alçak hareketlerine de susalım. milletin, memleketin selameti için, ma'sumları, mazlumları korumak vazifemizi de ihmal edelim. fekat, meşhur mücahid, kahraman emir abdülkadir cezayiri'nin namusu mücessem, iffetli ve şerefli kızının tahkir edilmesine, haysiyyet ve namusu ile oynanmasına ne sebeb gösterilebilir? oynatılacak, eğlenilecek bayağı kadınlar bulunamadı da, tarihin vesikalandırdığı, müslimanların gözbebeği mubarek hanımların asaletine, şereflerine saldıranların düşünce ve hedeflerini anlamıyacak kimse var mıdır? ittihadcıların kanun, ahlak, insaf dışı taşkın ve şaşkın hareketlerinden herkesin bildiği birkaç faci'ayı yukarıda bildirdik. bunları bütün insanlık alemine ve bütün imanlı kardeşlerime duyuruyorum. okuyanlar, anlıyanlar, vicdanlarından doğan hükmü vereceklerdir. bu komitacıların islamiyyeti nasıl anladıklarını ve işi nereye kadar götürmek istediklerini bildirmek için, bütün müslimanların kalblerini sızlatan çok alçak, pek küstah bir davranışlarını da yazmadan geçemiyeceğim: mekkei mükerreme halkının, canlarına ve namuslarına yapılan saldırıların durdurulması için hazırladıkları gösteri yürüyüşünde, bir ittihadcı kumandanın emri ile dan müslimanların kıblesi ve mü'minlerin ka'besi olan üzerine atılan topların iki mermisinden birisi mukaddes taşına bir metre, ikincisi üç metre yakın yere isabet etmişdir. yı örten de bu mermilerden ateş almışdır. vatandaşlar kapısını açarak ve üstüne çıkarak yangını söndürmek mecburiyyetinde kalmışlardır. bu sırada yangını gördükleri halde, ve mescidi üzerine sürekli topçu ateşi yapılmış, bir kaç müslimanın şehid olmasına sebeb olmuşlardır. halk, günlerce mescide girememiş, namaz kılınamamışdır. müslimanların mescidlere ve ya hurmet etmeleri ve ta'zim eylemeleri lazım iken, böyle hakaret ve tahrib etmeğe kalkışan kimselerin imanlarının ve düşüncelerinin nasıl olabileceğinin anlaşılmasını bütün dünyadaki müslimanlara bırakıyorum. islam dininin ve bütün vatandaşlarımın geleceğini, bu zihniyyetde ve bu inançda olan ittihadcıların elinde oyuncak olarak bırakamayız. allahü teala, milletimizi gafil avlanmakdan muhafaza buyurdu. hicaz müslimanları, şimdi kendi çalışması ile istiklalini kazanmış, bu yiğitler diyarına musallat olan ittihadcı komitacılarından memleketi kurtarmağa karar vermişdir. hiçbir dış ülke ile anlaşmıyarak ve böyle bir yardımı kabul etmiyerek, kendi iman kuvveti ve tarihde şanlı sahifeler bırakan, kahramanlığı ile tam ve mutlak bir istiklale kavuşmuşdur. ehli islamın üzerine musallat olan ittihadcı komitacılarının zulmü, işkencesi altında inliyen memleketlerden ayrılarak ı korumakdan ve i yükseltmekden ibaret olan mukaddes gayemize doğru ilerliyoruz. islamiyyete yakışan ve uygun olan her dürlü fen bilgilerini öğreneceğiz. ileri sanayi' kuracağız. medeniyyet yolunda can ile, baş ile çalışacağız. bütün islam alemindeki din kardeşlerimizin, vacibi, vazifeyi ifa için olan bu hareketimizi kardeşçe destekliyeceklerini ve bu mukaddes cihadımızda bize yardımcı olacaklarını beklemekdeyiz. ellerimizi rablerin rabbi olan yüce allahımıza kaldırarak, bize doğru yolu göstermesi ve bu yolda başarıya kavuşdurması için onun yüce peygamberi hurmetine düa ve istirham ediyoruz. onun yardımı her yalvarana yetişir ve yeter. o çok iyi yardım edicidir. şa'ban, sene mekkei mükerreme emiri şerif hüseyn bin ali şerif hüseyn paşanın ikinci beyannamesinin tercemesi birinci beyannamede bildirilen sebeblerden dolayı harekete geçen biz hicazlıların gayret ve fikrlerinde, ba'zılarının tereddüde düşebileceğini düşünerek aydın vatandaşlar ve bilgili müslimanlar için bu ikinci beyannameyi de yayınlamağı uygun gördüm. açık ve pek yeni deliller, vesikalar göstererek, milletimizi uyarıyorum. ileriyi görebilen müslimanlar ve osmanlı topluluğunun bilgili ve tecribeli olanları ve bütün dünyanın akllı ve anlayışlı olanları, osmanlı devletinin umumi harbe girmiş olmasına razı değildirler. bunun başlıca iki sebebi vardır: birincisi dahili sebeblerdir. devleti aliyyei osmaniyye, ve muharebelerinden pek yakın zemanda çıkmış, bu savaşlarda askeri ve ekonomik kuvvetleri pek yıpranmış, hatta bozulmuş ve güç kaynağı olan millet za'iflemişdir. osmanlı milletinin askerleri yurdlarına dönerek çoluk çocuklarının nafakasını kazanmak için çalışmağa başlar başlamaz, birbiri arkasından tekrar silah altına çağrılmış, bu hal millet için bir felaket olmuşdur. ittihadcıların yeniden katıldıkları umumi harb ise, öncekilerle ölçülemiyecek derecede korkunç ve yıkıcı olduğundan, yıpranmış bir milletin sırtına ağır vergiler ve işkence şeklinde vazifeler yükleyerek böyle tehlükeli bir harbe milleti sürüklemek akl işi değildir. ikinci sebeb haricidir. ittihadcıların kurduğu hükumet, harb eden iki tarafdan kendine ortak olanı seçerken çok yanılmışdır. osmanlı devleti, bir islam devletidir. topraklarının coğrafi yeri pek mühim ve genişdir. sahilleri, kara sınırlarından daha fazladır. bunun için, osmanoğulları, o yüce sultanlar, hemen her zeman, milletlerinin çoğu müsliman olan ve denizlere hakim bulunan devletlerle işbirliği yapmışlardır. bu siyasetleri, hemen hemen her zeman başarı sağlamışdır. ittihadcıların tecribesiz ve bilgisiz önderleri, görünüşe kapılarak ve ingilizlerin köksüz, yaldızlı sözlerine aldanarak, osmanlı sultanlarının rahmetullahi aleyhim ecma'in bu siyasetini bozmuşlardır. doğruyu iğriden ayırabilenler ve tarih bilgisine vakıf olanlar, bu şaşkın hareketin kötü ve çok acı neticelerini hemen görmüşler. ittihadcılarla işbirliği yapmakdan çekinmişlerdir. hatta, bu son harb felaketine katılmak hakkında fikrim telgrafla sorulduğu zeman, görüşümü uzun açıklamış, tarihi misaller vererek, onları uyarmağa çalışmış idim. cevab olarak gönderdiğim telgraf, düşüncelerimi ve devlete karşı olan iyi niyyetimi ve bağlılığımı ve islamın şerefini korumak için çırpındığımı gösteren sağlam bir vesikadır. harbin başlangıcında, yanarak yakılarak bildirdiğimiz, korkduğumuz, çok acı, yıkıcı neticeler, şimdi ortaya çıkıyor. bugün osmanlı devletinin avrupadaki hududları, hemen hemen istanbul surlarına dayandı. rus ordularının öncüleri, sivas ve musul vilayetlerinde osmanlı halkını çiğnemekdedirler. ingilizler basra vilayeti ile bağdad vilayetini aldılar. elariş çölünde, cemal paşanın ahmakca idaresi yüzünden binlerce osmanlı evladı esir düşdü. hiç şübhe yok ki, bu çok elim gidişi ve ittihadcıların bu gidişle memleketi sürükledikleri felaketi gören sadık vatandaşlar, iki şeyle karşı karşıya kalmakdadırlar. birincisi, osmanlı devletinin haritadan silinmesi, yok olmasıdır. ikincisi, bu felaketden, mahv olmakdan kurtulmanın çarelerini arayıp bulmakdır. bunu araşdırmağı, düşünmeği, meşveret etmeği ve icab eden tekliflerde bulunmağı bütün islam alemine bırakıyorum. tehlükeler vatanı kuşatmadan, milleti mahv etmeden önce, haklı olarak harekete geçdik. bir diktatör, mason azınlığın elinde oyuncak olan osmanlı devletinin böyle gafil ve şaşkın idaresine bağlı kalmakla, devlete, millete faideli olacağımızı, bilsek değil, zan etsek bile, hiçbir şey söylemez, yerimizden kımıldamaz, her dürlü meşakkate, hatta ölmeğe tehammül eder, sabr edenlerden olurduk. fekat, bunun hiçbir faidesi olamıyacağı, ateşi körüklemekden başka bir işe yaramıyacağı, artık gün gibi meydandadır. nasıl meydanda olmasın ki, bizleri yürütmek istedikleri yoldan gitsek, bu yola düşen milletlerin uğradıkları felakete düşeceğimiz yüzde yüzdür. ittihadcıların birkaç sene içinde koca devleti parçaladıklarını, müslimanları ve islam dinini perişan etdiklerini görmiyen, anlamıyan hiç var mı? koca imperatorluk, enver, cemal, tal'at ve arkadaşları gibi masonların keyflerine kurban oluyor. osmanlı sultanlarının asrlardan beri tecribe ederek ve devletin ileri gelenleri ile meşveret ederek kabul etdikleri temelli siyaseti, ingiltere ve fransa hükumetleri ile işbirliği yapmak siyasetidir. bu siyaset, tarih boyunca, devletimize, milletimize hep faideli olmuşdur. son harbde bu siyasetden ayrılmamıza sebeb olanlar, adı geçen ittihadcı diktatörlerdir. şimdi biz, ittihadcıların cahil ve ahmak siyasetlerine ve zalim ve işkenceli idarelerine karşıyız. memleketin felakete sürüklendiğini görüyor, bunu asla tasvib etmiyoruz. herkes anlasın ki, bu muhalefetimiz enver, cemal, tal'at ve yardakcılarına karşıdır. bizim bu haklı hareketimize her müsliman razıdır. her vatandaş haklı yolumuzda bi.ıyamet ve ahıret zimle beraberdir. hatta, devlet başkanı, halifei müslimin de kalbi ile, vicdanı ile, bizimle beraberdir. bu sözümüzün en kuvvetli vesikası, veliahd yusüf izzeddin efendinin ittihadcılar tarafından tecavüze uğraması ve şehid edilmesidir. tekrar ediyorum: koca osmanlı devleti bu diktatörlerin kötü niyyetlerine ve yıkıcı davranışlarına kurban oluyor. biz bunların şerrinden allahü tealaya sığınırız. ittihadcıların bizi uyaran ve harekete getiren kötü bir davranışlarını da şerefli türk milletine duyurmadan geçemiyeceğim: ittihadcı komitanın azgın şeflerinden cemal paşa, da istediğini asmakda, dilediğini kurşuna dizmekdedir. şamda bir pavyon meydana getirmiş, bu fuhuş ve içki batakhanesinde, emrle getirdiği subaylarla birlikde yapdığı alemde, şehrin ileri gelen müsliman ailelerinin kızlarını hizmetci olarak kullanmış, milli ve dini hislerimizi yıkıcı konuşmalar yapılmış, naralar atılmışdır. bu alçakca hareketleri kur'anı kerimde, nur suresinde bulunan emrleri hiçe saymak olduğu gibi, türk ve müsliman kadınının şeref ve haysiyyetini ayaklar altına almak değil midir? cemal paşanın bu hareketi, ittihadcıların islam dinine düşman olduklarını göstermiyor mu? ittihadcı komitacıların, masonların merkezi olan nin emrleri ile çok üzücü ve yıkıcı ve milleti, memleketi felakete sürükleyici davranışlarından birkaçını bildirmiş bulunuyorum. osmanlı topraklarında ve islam memleketlerinde yaşıyan din kardeşlerimi gafletden uyandırmak, böylece milletime ve dinime hizmetde bulunmak için bunları yazdım. bu komitacıların vatan ve milletin mukaddes dinimizin selametini düşünmiyerek, yalnız müstemlekeler nezaretinin emrleri ile hareket etdiklerini ve ilahi emr ve yasaklara inanmak ve saygılı olmak şöyle dursun, bu kudsi hükmleri değişdirmek ve bozmak çabasında olduklarını vatandaşlarıma duyurmak istedim. böylece, bu yıkıcı, bölücü, şaşkın ve alçak gidişlerine yardımcı olmamalarını rica ediyorum. allahü tealaya asi olana, insanlara zulm yapana, ita'at olunmaz. bunun hareketlerini eli ile, dili ile ve kalbi ile değişdirmeğe gücü yeten, bunu yapmalıdır! ittihadcıların zararlarını anlıyamayıp, hareketlerini beğenenler varsa, bunları da dinlemeğe hazırım. doğru yolda olanlara ve faideli iş yapanlara bizden selam olsun. zilka'de mekkei mükerreme emiri şerif hüseyn bin ali yukarıdaki iki beyanname, şerif hüseyn paşanın niyyetinin halis, imanının bütün olduğunu göstermekle beraber, yanlış düşüncelerini ve zararlı hükmlerini de bildiriyor. en büyük hatası, ingilizlerin tarih boyunca, islamiyyete karşı yapdıkları saldırıları anlıyamamış olmasıdır. denizlere hakim, askeri, silahları çok olan ingilizlere karşı harbe girmek, elbet yanlış idi. fekat, bu azılı islam düşmanı ile işbirliği yapmak, daha şaşkın bir hatadır. ingilizlerin üçüncü selim han zemanında, osmanlıları ve islamiyyeti yok etmek için, istanbula kadar yapdıkları baskından habersiz olduğu anlaşılıyor. hele onun zemanında asyadaki ve afrikadaki islam memleketlerine barbarca saldırmışlar, buraları koloni yapıp, sömürmüşlerdi. buralarda, islam alimlerini, islam kitablarını, islam bilgilerini ve ahlakını yok etmişlerdi. osmanlı sultanı abdülmecid hanı rahmetullahi aleyh da aldatarak, devlet koltuklarına masonları yerleşdirdiler. böylece, milletin imanını, ahlakını bozmağa başladılar. birinci cihan harbinde ingilizlere casusluk yapanları, bu masonlar yetişdirdi. içerden ve dışardan yıkarak, bu koca imperatorluğu yok etdiler. sadrı azam sa'id halim paşa, kitabında, devletin nasıl yıkıldığını uzun anlatmakdadır. şerif hüseyn paşa, tarihi vesikaları incelememiş olacak ki, en korkunç islam düşmanının islama yardım edeceğini ummakdadır. ittihadcıların kötü olduklarını anlıyan, onun gibi güçlü bir kimse, şamda cemal paşayı ve ingilizlere satılmış olan soysuzları etkisiz hale getirebilir, post kavgası yüzünden, filistin cebhesinde yapılan hıyanetleri önliyebilirdi. o, bunu kolay yapabilirdi. yapsaydı, osmanlı ordusu bozgundan kurtulurdu. arabistan yarımadasında büyük bir haşimi islam devleti kurulur, mekke, medine, kudüs mubarek şehrleri onun elinde kalırdı. müslimanların halifesi, sultan ikinci mahmudi adli hanın rahmetullahi aleyh emri ile mısr valisi muhammed ali paşa, mubarek hicaz topraklarını temizledikden sonra, eshabı kiramın ve resulullahın zevcelerinin ve şehidlerin radıyallahü teala anhüm türbeleri yeniden yapıldı. ve ta'mir edildi. sultan abdülmecid han, bunların yapılması ve işlenmesi ve bakımı için torbalar doluları yüzbinlerle altın harc eyledi. sultan abdülmecid hanın bu yolda çalışması ve uğraşması, şaşılacak kadar çokdur. bun addenin sonunda bildirmişdik. senesinde, sultan abdül'aziz han rahmetullahi aleyh da, medine çevresindeki sur dıvarlarını sağlam yapdırdı. ayrıca büyük bir tophane, hükumet konağı, bir habshane, bir de cebhane, ya'ni silah deposu yapdırdı. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh şamdan medinei münevvereye demiryolu yapdı. senesinin ondokuz ağustosunda ilk tren, medinei münevvereye girdi. mekkei mükerremede onaltıncı fırka bulunmakda idi. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında mekke şehrinde, minareli altı cami', altmışyedi mescid, altı medrese, iki kütübhane, bir orta, kırküç ilkokul, iki bedestan, dokuz han, ondokuz tekke, iki hamam, yirmibeş mağaza, üçbin dükkan, bir hastahane ve kırk çeşme vardı. ayrıca hacılar için büyük ve konforlu müsafirhaneler yapılmışdı. harunürreşid zemanında, mekkeye üç günlük uzakdan arafata kadar bol su getirilmişdi. sultan süleyman hanın kızı mihrimah sultan, bu suyu mekke şehrine getirdi. o zeman seksenbin nüfusu vardı. medine şehri otuz metre yüksek bir dıvarla çevrilidir. bunun kırk kulesi, dört kapısı vardır. haremi şerifin boyu yüzaltmışbeş, eni yüzotuz adımdır. haremi şerifin cenub batı köşesinde mermerler ve altın yazılar ile süslü kapısı vardır. haremi şerifin içinde cenub doğu köşesinde bulunur. kıble duvarı önünde, kıbleye karşı duran kimsenin sağ tarafında babüsselam, sol tarafında da hucrei se'adet bulunur. bunun her yeri çok kıymetli zinetlerle süslüdür. medine evleri, mekkedeki evler gibi kargir olup, çoğu dört, beş katlıdır. sultan süleyman han rahmetullahi aleyh, dan, şehre su yolu yapmışdır. şehrin iki saatlik şimalinde uhud dağı vardır. on mescid, onyedi medrese, bir orta, onbir ilk mekteb, oniki kütübhane, sekiz tekke, dokuzyüzotuziki dükkan ve mağaza, dört han, iki hamam, yüzsekiz müsafirhane vardı. nüfusu yirmibin idi. de ingilterede basılan atlasının bildirdiğine göre, son yapılan caddelerin uzunlukları, medine ile riyad arası, taif arası, cidde arası, mekke arası, tebük arasıkilometredir. mekke ile riyad arası, taif arası, cidde arası, tebük arası, necran arası, kuwait arasıkilometredir. mekkeden taife giderken, mina, müzdelife ve arafat meydanından geçilmekdedir. mekke ve medine şehrlerindeki kıymetli tarih ve san'at eserlerini vehhabiler yıkmakda, yok etmekdedir.de diyor ki, medine şehrindeki i, hicretin birinci senesinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ile birlikde yapdılar. hicretin ikinci senesi, receb ayında, kıblenin kudüsden ka'beye dönmesi emr olununca, mescidin mekkeye karşı olan kapısı kapatılıp karşı tarafa, ya'ni şam tarafına yeni bir kapı açıldı. şimdi bu kapıya denmekdedir. medinede kudüse karşı onaltı ay kadar namaz kılındı. mekkede iken, önce ka'beye karşı namaz kılınırdı. hicretden az bir zeman önce, kudüse karşı kılınması emr olundu. mescidi şerifin kıblesi değişdirilirken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beyi mubarek gözleri ile görerek, kıblenin cihetini ta'yin eyledi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem namaz kıldığı yer, minber ile arasında olup, minbere daha yakındır. haccacın medinei münevvereye gönderdiği mıshaf, büyük bir sandık içinde olduğundan, bu sandık, bu yerin önündeki direğin sağ tarafına konulmuşdu. buraya ilk mihrabı ömer bin abdül'aziz koymuşdur. mescidi se'adetin ikinci def'a yandıkdan sonra ta'mirinde, senesinde, mermerden şimdiki mihrab yapılmışdır. fekat mermer mihrab hücrei se'adet tarafına biraz daha yakın konmuşdur. de minber yapılmamışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbeyi ayakda okurdu. sonradan buraya bir hurma çubuğu dikildi. daha sonra dört basamaklı bir minber yapıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üçüncü basamakda ayakda dururdu. hazreti mu'aviye zemanında minberin kapısına perde asıldı. zemanı se'adetde mescidi nebinin sekiz direği var idi. mescidin genişletilmesine dinen lüzum görüldüğü zemanlarda direkler artdırılarakolmuşdur. da üç sıra direk vardır. her sırada dört direk mevcuddur. bu direklerin bir kısmı duvarlar içindedir. meydanda olan direk sayısıdur. mescidin cenub dıvarı kıbleye karşıdır. nın kaldıkları çardak, şimal dıvarının dışındadır. bu mubarek yerin zemini, sonradan gayb olmaması için, döşemeden yarım metre kadar yükseltilmiş, etrafına da, yarım metre yükseklikde ağaçdan parmaklık yapılmışdır. mescidi şerif yapılırken, yanına iki için de birer oda yapılmışdı. odaların sayısı zemanla dokuz oldu. tavanları birbuçuk metre kadar yüksek idi. odalar, mescidin şark, şimal ve cenub taraflarında idi. her odanın ve ba'zı sahabi odalarının, biri mescide, diğeri sokağa olmak üzere iki kapısı var idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en çok bulunduğu aişe radıyallahü anhanın odasının mescide açılmış kapısı saç ağacından idi. dört halife zemanında, eshabı kiram, cum'a namazı kılmak için, sekiz odada yer kapışırlardı. hazreti fatımanın odası, hazreti aişenin radıyallahü anhüma odası yanında ve şimal tarafında idi. bu oda sonradan şebekei se'adet içine alınmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, vefatından beş gün önce, mescide açılan kapılardan yalnız ebu bekrin kapısını bırakıp, diğerlerini kapatdırdı. birinci halife ebu bekr radıyallahü anh, ilk iş olarak arabistan yarımadasındaki mürtedlerle uğraşdığı için, mescidi se'adetin genişletilmesine vakt bulamadı. hicretin onyedinci senesinde hazreti ömer radıyallahü anh, eshabı kiramı toplayıp, hadisi şerifini okudu. eshabı kiram sözbirliği ile kabul edip, şam ve garb dıvarlarını yıkarak mescidi onbeş metre genişletdi. birçok ev satın alınarak arsaları mescide katıldı. otuzbeş senesinde hazreti osman radıyallahü anh, ile istişare ederek ve sonra eshabı kiramın sözbirliğini alarak, kıble, garb, şimal dıvarlarını yıkıp, mescidin genişliğini on metre, uzunluğunu yirmi metre kadar genişletdi. bu arada, hazreti hafsanın ve talha bin abdüllahın ve abbasın odaları mescide katıldı. halife velid, medine valisi olan amcasının oğlu ömer bin abdül'azize emr yazıp, seksenyedi senesinde, zevcati tahiratın ve fatımatüzzehranın şark tarafdaki evlerini yıkdırıp yerlerini mescide katdırdı. böylece, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek türbesi mescid içine alınmış oldu. eshabı kiram ve dört mezheb imamı ve bindörtyüz seneden beri, hiçbir islam alimi buna karşı birşey söylememişdir. sü'udi arabistandaki riyad şehrinde bulunan ismindeki medresenin hazırladığı haftalık mecellesinin şa'ban nüshasında, yakında mescidi nebevi büyütülürken, yalnız garb tarafı genişletilmeli, büyük bid'ate son verilmelidir. büyük bid'at, üç kabrin mescid içine sokulmasıdır. şark dıvarı eski haline çekilmeli, kabrleri mescid dışında bırakmalı diyor. mecmu'anın bu yazısı, icma'ı ümmete karşı gelmek, islam cema'atinden ayrılmakdır. bunun küfr olduğunu, dört mezhebin alimleri rahime hümullahü teala sözbirliği ile bildirmişlerdir. sü'udi arabistan hükumetinin bu çirkin işe bulaşmamasını, dünyadaki bütün müslimanların kalblerini yaralamamasını dileriz. hucrei se'adete karşı edebsizlik yapıldığı çok olmuş, fekat allahü teala, yapanları dünyada da cezalandırmışdır. bunların misalleri çokdur. sonunda diyor ki, senesinde hicaz valisi halet paşa, medineye uğradığında, hucrei se'adet hizmetcilerinin başı olan tahsin ağa, paşanın gözüne girmek için, ev hanımlarınıza hucrei se'adeti ziyaret etdirelim. bu fırsat bir daha ele geçmez der. paşa, bundan çekinmiş ise de, ağanın ısrarı üzerine, bir gece yarısı, paşaya uzak, yakın bağlılığı olan kadınları şebekei se'adete sokar. abdestsiz, kirli kadınlar da bulunduğundan, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı bu saygısızlıkdan dolayı, ertesi sabah medinede üç def'a şiddetli zelzele olur. ehali korkudan kaçışırlar. sebebi anlaşılınca, paşa rezil olur. medineden dışarı çıkarılır. az zeman sonra vefat edip, evi barkı dağılmışdır. bunun gibi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem türbesine karşı edebsizlik yapanlar, her zeman mahv ve perişan olmuşlardır. hucrei se'adet hizmetcilerinin başı şemseddin efendi zemanında halebden gelen iranlı birkaç serseri, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin radıyallahü anhüma mubarek cesedlerini çıkarıp kaçırmak için, bir gece mescidi nebiye girdiler. fekat, hepsi yere batıp, yok oldular. bu olay, sonunda ve da uzun yazılıdır. şam yakınlarında bulunan şehrine yakın kal'a ve köylerinin hakimi ertat ismindeki şaki de, senesinde cesedi nebeviyi çalarak memleketine nakl için, küçük gemiler yapdırır. bunları kızıl denize çekdirir. üçyüzelli şaki ile, medinenin iskelesi olan şehrine gönderir. medine şerifleri bunu işiterek, harranda bulunan salahaddini eyyubiye rahmetullahi aleyh bildirirler. salahaddin çok üzülüp, mısr valisi hüsameddin seyfüddevleye rahimehümullahü teala emr gönderir. hüsameddin, lülü' kumandasında asker gönderip, şakiler medineye yakın bir yerde katl ve esir ve mısra sevk edilirler. bu olay da uzun yazılıdır. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı, diri iken de, vefatından sonra da, edebsizlik etmek istiyenler, allahü teala tarafından çok acı şeklde cezalandırılmışlardır. sü'udiler, bozuk inançlarına, kötü düşüncelerine uyarak, böyle alçak bir işe yeltenirlerse, iyi bilsinler ki, o gün, devletlerinin de, mezheblerinin de sonu olacak, kıyamete kadar la'net ile anılacaklardır. ey yarenler, ey kardeşler! ecel gele, ölem birgün. işlerime pişman olup, ah neyledim, diyem birgün. yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim. karşıma gele amelim, netdim ise, görem o gün. üç parça bezdir kefenim, yılan, çıyan yerler tenim. yıllar geçer, bilinmez yerim, unutulup kalam birgün. kabre konurum yalnızca, ne gün tanırım, ne gece. son ümmid sendedir hoca. sana teslim olam birgün. bir mektub tercemesi hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden muhammed ma'sum serhendi rahmetullahi aleyh, kitabının birinci cildin, yüzseksenikinci mektubunda buyuruyor ki: sebeblere yapışmak tevekküle münafi değildir. çünki, sebeblere te'sir etmek kuvvetini de allahü teala vermekdedir. sebeblere yapışırken, sebeblerin te'sirini allahü tealadan bilmeli ve ona güvenmelidir. te'sir etdikleri tecribe edilmiş olan sebeblere yapışmak, tevekkül etmek demekdir. te'siri bilinmeyen, ümmid dahi edilmeyen sebeblere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. te'siri kat'i olan sebeblere yapışmak lazımdır, hatta vazifedir. ateş yakıcıdır. ateşe yakmak hassasını, te'sirini veren allahü tealadır. aç olunca, gıda, ta'am yiyeceğiz. gıdaya doyurmak te'sirini allahü tealanın verdiğine inanacağız. faideli te'siri kat'i olan böyle sebebleri kullanmayarak zarar hasıl olursa, allahü tealaya ita'at etmemiş oluruz. ona karşı gelmiş oluruz. sebebler üç kısmdır: te'siri görülmemiş, işitilmemiş sebebleri kullanmak caiz değildir. tecribe edilmiş, faideli te'sir etdikleri anlaşılmış olan sebebleri kullanmak vacibdir. bunları terk etmek günah olur. te'sirleri şübheli olan sebebleri kullanmak vacib, lazım değil ise de, caizdir. allahü teala, mühim olan işleri yapmadan evvel, bunları tecribeli, bilgili kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, allahü tealaya tevekkül etmemizi, neticeyi ondan beklememizi emr etdi. meşveret etmek de, sebebe yapışmakdır. bu emr, faideli sebebe yapışmanın vacib olduğunu ve sebebin te'sirini allahü tealadan beklemek lazım olduğunu bildirmekdedir. ahıret işlerinde ya'ni ibadet ve ta'at yapmakda tevekkül olmaz. ibadetleri yapmamız, bunun için çalışmamız emr olundu. ahıret işlerinde tevekkül etmek değil, havf ve ümmid etmek lazımdır. bu emrleri yapmak, bunların kabul olunması ve sevab verilmesi için allahü tealanın merhametine ve ihsanına i'timad etmek, güvenmek lazımdır. emrleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazifesidir. dinimizde öyle bir yüksek makam var mıdır ki, insan bu makama varınca kendini ve herşeyi unutmuş olsun? sualinize karşı deriz ki, evet tesavvufda fena denilen bir makam vardır. tesavvuf yolunda çalışan bir kimse, bu makama ulaşınca, kendisini ve herşeyi unutur. fekat, fena ve beka makamına insanın batını vasıl olur. bu hal insanın kalbinde, ruhunda hasıl olur. insanın zahiri , kendi ihtiyaclarını te'min etmek mecburiyyetindedir. insan, pekçok ilerlese bile, bu vazifeden kendisini kurtaramaz. başkalarının düşündüklerini keşf etmek, gayb olan şeylerden haber almak ve yapılan düaların kabul olması, tesavvuf yolunda ilerlemenin, allahü tealanın sevgisine kavuşmanın alameti midir diyorsunuz? muhterem kardeşim! bu saydıklarımız, harik'ulade şeylerdir. allahü tealanın adetinin dışında olan şeylerdir. bir insanda bunların hasıl olması, onun yükselmesinin, kabul olunmasının alameti değildir. bunlar, istidrac sahiblerinde, se'adetden mahrum olanlarda da hasıl olur. riyazet çekerek nefslerini parlatan kafirlerde de hasıl olur. ba'zılarında riyazet çekmeden de hasıl olmakdadır. veli olmak için, ya'ni vilayet derecelerine kavuşmak için riyazet çekmek şart olmadığı gibi, istidrac sahiblerinin harikalar göstermesi ve evliyanın rahimehümullahü teala kerametler göstermesi için de riyazet şart değildir. riyazet çekmek, bunların çok hasıl olmasına yardım eder. evliyanın çoğu ucb denilen günahdan korunmuşdur. fena makamına kavuşanda ucb ve riya kalmaz. evet insanlık icabı hata yapılabilir. çünki, evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in hata yapmakdan mahfuz değildir. fekat, gafletden hemen uyanır, istigfar ederek ve hasenat yaparak onun zararından kurtulur. az yimek ve az uyumak tesavvuf yolunda ilerlemek için faidelidir. fekat, bedene ve akla zarar verecek kadar aşırı olmamak lazımdır. bunları ve riyazetleri sünnete uygun yapmalıdır. aşırı yapılırsa ruhbaniyyet olur. islamiyyetde ruhbanlık yokdur. evliyanın keşfleri, hayali şeyler değildir. kalbe ilham edilen şeylerdir. hayali olan keşflere i'timad edilmez. vehm ve hayal, kalbe gelen bilgilerin anlaşılmasına yardımcı olurlar. halık ile mahluk arasındaki elli bin senelik yol vehm sayesinde az zemanda kat edilir. hayal de ledünni bilgilerin kolay anlaşılmasına yardım eder. tesavvuf yolunda her ikisinin de çok faidesi vardır. ba'zı düaların dünya işlerinde faideli olduğu bildirilmişdir. allahü tealanın ismlerini zikr etmek , daha ziyade faideli olmakdadır. namaz kılarken kendi bedenini hatırlamamak, çok iyidir. namazda hasıl olan şeyler, namazın dışında hasıl olanlardan daha kıymetlidir. namazın ehemmiyyetini iyi anlamalıdır. namazı, müstehab olan vaktlerde ve şartlarına ve ta'dili erkana dikkat ederek kılmalıdır. namaz kılan kimse ile allahü teala arasındaki perdelerin kalkdığı, hadisi şerifde bildirilmişdir. evliyanın rahimehümullahü teala alemi misaldeki suretlerini, şekllerini gördüğünüzü, onlarla konuşduğunuzu yazıyorsunuz. bunlar iyi şeylerdir. fekat maksadımız bunlar değildir. maksadımıza zarar vermedikleri için üzülecek şeyler de değildir. hızır aleyhisselamın hayatda olduğuna inanmak lazım olup olmadığını soruyorsunuz? alimlerimiz bunu sözbirliği ile bildirmedi. evliyadan ba'zıları rahmetullahi aleyhim ecma'in, hızır aleyhisselamı gördüklerini, konuşduklarını bildirmişler ise de, böyle haberler onun hayatda olduğunu göstermez. ruhu insan şeklinde görülmüş, insanın yapacağı şeyleri ruhu ile yapmış olabilir. o zeman hayatda olmuş ise, şimdi de hayatda olması lazım gelmez. kitabında hızır aleyhisselamın yapdığı çok şeyler yazılıdır. alimlerin çoğu hızır aleyhisselamın öldüğünü bildirdi. eğer hayatda olsaydı, peygamber efendimize gelir, birlikde cum'a namazı kılar, sohbetinde ve cihadlarında bulunurdu. vefat etmiş velilerin ruhları ba'zan alemi misaldeki suretleri ile görülür. çünki, dünyada olan herşeyin alemi misalde bir sureti vardır. hatta maddi olmayan ma'nevi şeylerin de orada suretleri vardır. alemi misal, hayali şeyler değildir. bu gördüğümüz madde alemi gibi var olan bir alemdir. evliyanın ruhları, ba'zan kendi bedenleri şeklinde görünür. ba'zan da bedensiz, şeklsiz olarak ruhları insanın ruhu ile buluşur, görüşür. ruhlar ve kabr hayatı hakkındaki bilgiler çok ince bilgilerdir. bunlar hakkında zan ile, tahmin ile konuşmamalıdır. nasslar ile açıkca bildirilmiş olanlara kısaca inanmalı, fazla konuşmamalıdır. kabrde ni'metler ve azablar olduğuna inanmalıdır. mevtaların birbirleri ile konuşdukları da bildirilmişdir. kabrdeki azabdan dolayı bağırır, feryad ederler. feryadlarını insanlardan ve cinden başka bütün mahluklar işitir. ruhları yalnız olarak da, bedenleri vasıtası ile de feryad eder. insan tesavvufda ne kadar ilerlerse ilerlesin, kemale gelsin, kurbi ilahiye kavuşsun, bedeni ile, ruhu da mahluk olmakdan kurtulamaz. allahü tealadan başka herşey hadisdir, mahlukdur. var olmadan önce yok idiler. sonra da yok olacaklardır. müsliman olmak için böyle inanmak lazımdır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, evliyanın ruhları da böyledir. ahıretde azabdan kurtulmak için, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine inanmak, uymak lazımdır. bu kitablara uymayan keşfler, kerametler hiçbir işe yaramaz. tesavvuf yolundan maksad, kendi nefsinin ayblarını, kusurlarını anlamakdır ve ahkamı islamiyyeye uymakda kolaylık ve lezzet hasıl olmakdır ve gizli olan şirkden, küfrden kurtulmakdır. talebelerinizin iyi hallerini yazıyorsunuz. bunun için, allahü tealaya çok şükr ediniz. talebenizin tam müsliman olmaları, allahü tealanın rızasına kavuşmaları için çalışınız! islamiyyetin edeblerini, ehli sünnet alimlerinin edeblerini ve selefi salihinin hallerini, ahlaklarını onlara bildiriniz! onlara va'z ve nasihatden geri kalmayınız! edebsizi allahü teala sevmez. kur'anı kerimi çok okuyunuz. namazlarınızı fıkh kitablarına uygun olarak ve huşu' ile kılınız ve güzel kelimesini her zeman söyleyiniz! allahü teala hepimize merhamet buyursun. hepimize, kendi rızasına kavuşduran iyi işler yapmak nasib eylesin. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selam ve düalar ederim, efendim! şimdi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanı çok uzakda kaldığı ve kıyamet yaklaşdığı için, her tarafa bid'atler yayıldı. bid'atlerin zulmetleri, zararları bütün aleme yayıldı. sünnetler unutuldu. sünnetlerin nurları örtüldü. şimdi, insanı allahü tealanın rızasına kavuşduracak en kıymetli iş, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmak için, ya'ni islam ilmlerini yaymak için çalışmakdır. kıyamet günü muhammed aleyhisselamın yanında bulunmak istiyenlerin, bu yolda çalışmaları lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. sünneti meydana çıkarmak için ilk yapılacak şey, bu sünneti kendisinin yapmasıdır. bundan sonra, başkalarının yapması için çalışmak gerekir. son nefes korkusunu yazıyorsunuz. bu korkudan kurtulan kimse yokdur. peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat başka herkesin son nefesi şübhelidir. son nefesde kurtulabilmek müjdesi ancak vahy ile ma'lum olur. iyi alametler ve eserler ve beşaretler, son nefesin selametini haber verirlerse de, zannı galib hasıl ederler. zan, ne kadar galib, fazla olursa olsun, insanı bu derdden, bu korkudan kurtaramaz. ibadetlerimi ve ta'atlarımı kabul olmağa layık göremiyorum. bunun için ba'zen ibadet yapmakda gevşeklik hasıl oluyor, diyorsunuz. bu dünyada ibadet yapmak için emr olunduk. kabul olunur mu olunmaz mı bilmesek dahi, yapmağa mecburuz. hem ibadet yapacağız, hem de ibadetdeki kusurlarımıza istigfar edip, kabul olması için ağlayarak, sızlayarak yalvaracağız. bu istigfar ve yalvarmak, belki kabul olmasına sebeb olur. biz kuluz. kulluk vazifemizi yapmağa mecburuz. şeytan la'in, kulluk vazifemizi yapdırmamak için, bizi aldatmağa çalışıyor. size karşı olan teveccüh ve sevgimizi soruyorsunuz. bunu bildirmeğe hacet var mı? sizin bize olan sevginiz, bizim size olan sevgimizin eseridir, neticesidir. ağaçda hasıl olan çiçekler, meyveler, hep gövdeden gelmekdedir. bu kaide her zeman böyle gelmişdir. maide suresinin ellidördüncü ayetinde mealen, onları severim. onlar da beni severler ve yüzondokuzuncu ayetinde mealen, allah onlardan razıdır. onlar da allahdan razıdırlar buyuruldu. kendi muhabbetini ve rızasını, onlarınkinden önce bildirdi. mezhebsiz kimse kendi, doğru yolu bulamaz, etse herkesi taklid, bu da, doğru olamaz! dinde alim olmıyan, bir müctehid olamaz, rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! rahmetin mücrimedir, kusurum pek çok benim, edemem cürmüm inkar, halim ma'lumun senin, yüz karasıyle geldim, sürüyerek zincirim, rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! yanılmış şimdi herkes, muhakkak ki hak sensin, gayrı yok, ibadete yalnız müstehak sensin! abdi aciz ne yapar, kadiri mutlak sensin! rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! kadizade ahmed efendi rahimehullahü teala de vefat etmişdir. türkçe ismindeki kitabında diyor ki, bir insan hayrlı bir iş yapıp, sevabını her hangi bir mevtaya hediyye ederse, ona gider. imamı taberani rahimehullahü teala, kitabında bildirdi ki, enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdim: bir kimse, tanıdığı bir meyyit için sadaka verse, cebrail aleyhisselam bu sadakanın sevabını nurdan tabak içinde ona götürür ve ey kabr sahibi! bu hediyyeyi senin ahbabın gönderdi, bunu al! der. meyyit bu hediyyeyi alınca, sevinir. kendilerine hediyye gönderilmiyen meyyitler, bunu görünce, üzülürler buyurdu. ibni ebiddünya, amr bin cerirden rahimehümullahü teala nakl ederek buyurdu ki, bir kimse, ahırete gitmiş olan din kardeşi için düa etse veya hayrlı bir amel işlese ve bunların sevabını ona hediyye etse, bir melek bu sevabları ol meyyite götürüp, imamı müslimin rahimehullahü teala ebu hüreyreden radıyallahü teala anh nakl etdiği hadisi şerifde, bir mü'min vefat edince, bütün amelleri biter. yalnız üç ameli bitmeyip, bunların sevabı amel defterine yazılmağa devam eder. bu üç amel, sadakai cariyye, ya'ni devam edici iyi işleri ve faideli kitabları ve kendisine hayrlı düa eden salih çocuklarıdır buyuruldu. bütün mü'minlere hediyye edilen düalar ve sevablar, bunların hepsine vasıl olur. bir kimse, bir mü'minin kabrine gidip, ona selam verse, kabrdeki meyyit işitip, selamını alır, bildiği kimse ise, onu tanır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrleri ziyaret etmeği ve kabrdekilere selam vermeği emr eyledi. abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir mü'min, peygamberimize sallallahü teala aleyhi ve sellem bir salevati şerife okusa, melekler o salevatı alıp, fahri alem efendimize bildirirler. hadisi şerifde, allahü tealanın yer yüzünde dolaşan melekleri vardır. ümmetimin benim için okuduğu salevatı bana bildirirler ve buyuruldu. bu iki hadisi şerif, demekdir. ravdai mukaddese yanında okunan salat ve selamı kendisi işitip selamına cevab verdiğini bildiren çok hadisi şerif de vardır. peygamberlerin aleyhimüssalatü vesselam mubarek cesedleri çürümez. bunu bildiren çok hadisi şerifler vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ba'zı alimler, şehidler de çürümez dedi. imamı kurtubi rahmetullahi aleyh, sıkıntılara, derdlere sabr eden mü'minlerin ve ahkamı islamiyyeye uyan salihlerin cesedleri çürümez, dedi. günah işlememiş olan cesed çürümez. ilmi ile amil olan alimlerin ve hafızların ve müezzinlerin ve evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz cesedleri çürümez. hatta bunların kefenlerine toprak te'sir etmez. başkalarının cesedleri çürür. bir hadisi şerifde, her meyyitin vücudunu toprak çürütür. yalnız, kuyruk sokumu denilen kemik çürümez buyuruldu. ruhun nasıl olduğunu dinimiz açıkça bildirmedi. ruh madde değildir. sıfat da değildir. fekat, madde gibi kendi kendine vardır. insan öldükden sonra, ruhu yok olmaz. hiçbir maddeye muhtac olmaksızın kendi kendine vardır. idrak etmesi, anlaması da vardır. ruhun nereye gitdiği açıkça bildirilmedi. şerhinde, ibrahim lakani maliki çeşidli rivayetleri yazmışdır. imamı süyuti, kitabında ve ibnülkayyımı cevziyye dediler ki, şaki olanların, ya'ni kafirlerin ve fasıkların ve bid'at sahiblerinin ruhları azabdadır. sa'idlerin, ya'ni mü'minlerin, salihlerin ruhları ni'metler, lezzetler içindedir. yehudinin ruhu, yehudilerin ruhu ile beraberdir. azab olunan ruhların bulunduğu yere denir. ni'metler, lezzetler bulunan yere denir. illiyyinin en yüksek derecesine denir. peygamber efendimiz, vefat ederken, son sözü, ya rabbi! beni afv et! bana merhamet et! beni refiki alaya kavuşdur oldu. burası peygamberlerin makamıdır. bunların dereceleri de farklıdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesinde, adem aleyhisselamı birinci semada, isa aleyhisselam ile yahya aleyhisselamı ikinci semada, yusüf aleyhisselamı üçüncü semada, idris aleyhisselamı dördüncü semada, harun aleyhisselamı beşinci semada, musa aleyhisselamı altıncı semada, ibrahim aleyhisselamı yedinci semada gördü. ehli sünnet alimlerinin ruhları, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ruhlarına yakındır. bir hadisi şerifde, şehidlerin ruhları arşı ilahidedir. istedikleri zeman cennetin diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler buyuruldu. ahıret hayatında sabah ve akşam, gece ve gündüz yokdur. cennet nuranidir. şehidlerin ba'zıları cennete girmez, cennetin yanındaki ismindeki nehr kenarında yeşil kubbeler altındadır. kendilerine sabah ve akşam cennet ni'metleri getirilir. burada sabah ve akşam, muhammed kurtubi de vefat etdi. lakani de vefat etmişdir. dünyadaki zemana benzetilerek, söylenmişdir. böyle sözlere denir. bir rivayetde bütün mü'minlerin ruhları bu kubbeler altında bulunur. şehidler, derler. ali imran suresi, yüzyetmişinci ayetinde mealen, allah yolunda şehid olanlara ölü demeyiniz. onlar diridirler. kendilerine, her zeman rızk verilir. onlarda azab olunmak korkusu yokdur. ni'metlerden mahrum kalmak üzüntüsü de yokdur buyuruldu. dünyada onların cesedleri toprak altında kalınca, çürüyüp, fena kokarlar. hayvanlar etlerini yirler. bu hallerini görenler, bunları acı çekiyor, azab içinde sanırlar. onların kavuşdukları ni'metleri, se'adetleri anlamazlar. şehidler böyle diri olunca, peygamberler de salevatullahi teala aleyhim ecma'in elbette diri olur. çünki, her peygamberde şehadet mertebesi vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. osman bin affan radıyallahü anh diyor ki, resulullahdan işitdim, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ta'un, veba hastalığı gibi sari hastalıklar demekdir. bir kimse, kıyamet günü kimler arasında bulunacak ise, kabr hayatında da, onların arasında bulunur. dünyada iken kimleri seviyorsa, kimlerin arasında yaşıyorsa, kıyametde onlar ile beraber haşr olunacakdır. imamı ahmed bin hanbel rahimehullahü teala dedi ki, mü'minlerin ruhları cennetdedir. kafirlerin ruhları cehennemdedir. ba'zı alimlere göre, cennetül me'vadadırlar. bu cennet, arşın altındadır. zinayı adet edinen, faiz ve yetim malı yiyenlerin ve mezhebsizlerin ruhları cehennemde azab içinde olurlar. üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları cennete girmez. böyle günah işliyenlerin ve zulm edenlerin ruhları da böyledir. evliyanın rahimehullahü teala ve salih mü'minlerin ve ehli sünnet kitablarını yayanların ruhları kabrlerine gelerek, cesedlerini ziyaret ederler. mü'minlerin ruhları birbirlerini ziyaret ederler. bilhassa, cum'a gecelerinde konuşurlar. mü'min vefat edip, ruhu semaya çıkınca, mü'minlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. vasiyyet etmeden ölenlerin ruhlarına konuşmak için izn verilmez. in yazısı temam oldu.de diyor ki, belalardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istigfar çok okumalıdır. ya'ni, çok demelidir. ahmed bin hanbel de bağdadda vefat etdi. hakikat ktabevnn yayın ladıı türk çe ktablar ktabın adı fatı se'adet ebedy ye , sahife, üç ksm bir arada. yüzyirmidokuzuncu bask. mektubat tercemes: sahife. ondokuzuncu bask. fadel bl gler: faideli bil giler ve din adam bölücü ol maz ve doğruya nan, bölücüye al dan ma, ksmlar ile sahife. yetmişdokuzuncu bask. hak sözün vesikaları: huceci kat'iy ye , reddi revafd, tez kiyei ehli , bir leşelimsevişelim, iman ile öl mek için kar deşim ehli ile es hab sev melisin, pey gam ber lik nedir?, ey yühelveled ter cemesi , bir din cahiline cevab, ksmlar ilesahife. ellidördüncü bask. her kese lazım olan iman: her kese lazm olan iman , müs limanlk ve hris tiyan lk, kur'an kerim ve n cil ler, slam dini ve diğer din ler, ksmlar ilesahife. yüzbirinci bask. s lam ah lakı: s lam ah lak , cen net yolu l mihali, ey oğul l mihali, ksmlar ilesahife. yüzonbeşinci bask. es habı kram: es hab kiram müs limanlarn ki göz bebeği, s lam da lk fit ne, ksmlar ilesahife. yetmişikinci bask. kıyamet ve ahıret: kyamet ve ahret , müs limana nasihat, ksmlar ile sahife. seksenüçüncü bask. cevab veremed: . sahife. krkdokuzuncu bask. n glz casusunun 'trafları: sahife. doksanüçüncü bask. kıymetsz yazılar: sahife. krküçüncü bask. namaz ktabı: sahife. yüzyirmidördüncü bask. şevahdün nübüvve: sahife. kırksekizinci bask. menakıbı çhar yar güzin: sahife. kırkbirinci bask. t ısm: kıyamet ve ahıret birinci fasl: allahü teala kullarından misak aldı ikinci fasl: insan, ömrü boyunca dünyada durur. sonra ölür. ölüm halleri; mü'minin ruhu semaları geçer. imanı, namazı, zekatı, ramezan orucu, haccı düzgün olanların, seher vaktleri istigfar edenlerin ruhları yükselir. üçüncü fasl: kafirin ruhunun bedeninden ayrılması. kabr sualleri. mü'minler bu suallere kolay cevab verirler. dördüncü fasl: facir kabr suallerine cevab veremez. beşinci fasl: kabrde ölüler dört halde bulunur altıncı fasl: kıyametin kopması, canlıların dirilmesi yedinci fasl: iki nefha arasındaki tevakkuf sekizinci fasl: herkes kabri üzerine çıkar, haşr başlar. insanlar, hesabın çabuk yapılması için ulül'azm peygamberlerin şefa'atcı olmalarını sıra ile rica ederler dokuzuncu fasl: peygamberimiz muhammed aleyhisselamın şefa'atı. hesabın başlaması. her peygamber tebliginden sual olunur. ümmetleri de kendilerine teblig olandan sual olunurlar onuncu fasl: dünyada ama olanların, islam düşmanlarına aldanmayıp, ehli sünnet i'tikadına sımsıkı sarılanların birbirini allah rızası için sevenlerin, allah korkusundan haram işlemeyip, ağlıyanların, halal kazanmak için uğraşanların, belalalara sabr edenlerin, gençlikde ibadet edenlerin, mal ve mevki'leri ile müslimanlara eziyyet edenlerin, ehli belanın, gençlerin ve köle ve cariyelerin ve tenbel fükaranın haşrları kıyamet ve ahıret kitabının son sözü nefs muhasebesi kısm: müslimana nasihat vehhabilik ve ehli sünnetin cevabı vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması muhammed ma'sum hazretlerinin cil ektubu hakikat kitabevi yayınları mektubat tercemesi ondokuzuncu baskı yzn ariflerin ışığı, velilerin önderi, islamın bekçisi ve müslimanların baştacı imamı rabbani ahmedi faruki serhendi terceme eden hüseyn hilmi ışık rahmetullahi aleyh birinci cild hakikat kitabevi darüşşefeka cad. no:: fatihistanbul tel: fax: http: www. hakikatkitabevi. com. tr email: bilgihakikatkitabevi. com. tr mayıs hilmi! mektubunuza müteşekkir oldum. sıhhatinize şükr etdim. din ve dünyanıza en ziyade yarıyan ve dini islamda misli te'lif olmıyan kitabını okuyup, ba'zısını anlamak, çok ziyade bir fadl ve ihsandır. bu ihsana kavuşduğunu anlayınca, rabbime çok şükr eyledim. abdülhakimi arvasi tenbih: bir çocuk ve bir hayvan yavrusu dünyaya gelir gelmez, bütün azaları ve his organları çalışmağa başlıyor. bunların ahenkli, muntazam çalışmalarıyla yaşamağa devam ediyor. bu hal, bütün akl sahiblerini, bütün ilm adamlarını hayretde bırakıyor. bu organları var eden ve böyle çalışdıran sonsuz kuvvet sahibinin ismi dır. allahın var olduğunu anlamayan kimse yokdur. insanların gözünde kuvvet olsaydı, kendisini görürlerdi. her insana, her iyiliği, her rahatlığı gönderen ve her derdi, her sıkıntıyı gönderen allahdır. ni'met gelince şükr, derd gelince, istigfar ve sabr etmelidir. derdler, ni'metin kıymetinin anlaşılmasına sebeb olmakdadır. istigfarın ve sabrın sevabı pek çokdur. dünyadaki derdler, ahıretde çok sevab verilmesine sebeb olmakdadır. her gün çok okumalıdır. bunun ma'nası, ya rabbi, razı olmadığın, beğenmediğin şeylerden, yapdıklarımızı afv et! yapmadıklarımı yapmakdan koru!dır. kelimei tenzih . bu kelimei tenzih, bu kitabınv ektublarında yazılıdır. bunu, sabah ve akşam yüz kerre okuyanın günahları afv olur. derdlerden kurtulur. bir daha günah işlemekden muhafaza olunur. baskı: ihlas gazetecilik merkez mah. ekim cad. ihlas plaza no: a yenibosnaistanbul tel. mektubat tercemesi önsöz işte budur, miftahı genci kadim: bismillahirrahmanirrahim. allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri yaratıp, dostu ve düşmanı ayırmadan, herkese gönderiyor. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden tevbe etmiyenlere ihsan ederek, onları afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle yüce bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyorum. allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz aline ve ona eshab olmakla şereflenmişlerin hepsine selamlar ve hayrlı düalar olsun! tarih boyunca, imanlılar ile imansızlar çarpışmakda, kuvvetli, çalışkan olan, galib ve hakim olmakda, inançlarını, düşüncelerini yaymakdadır. bu çarpışma, harb vasıtaları ile, döğüşerek olduğu gibi, propaganda ile, neşr yolu ile de yapılmakdadır. şimdi, ikinci savaş bütün hızı ve kuvveti ile hergün devam etmekdedir. imansızlar, alçakça ve açıkça iftira etdikleri gibi, müsliman şekline girerek, din adamı görünerek, islamiyyeti içerden yıkmağa da çalışıyorlar. kitablı ve kitabsız bu kafirlerin, planlı olarak hazırladıkları uydurma kitabları, radyo, televizyon neşriyyatı ve sinema filmleri bir yandan, cahil ve münafık kimselerin, dünyalık ele geçirmek için, ortaya çıkardıkları yanlış, bozuk din kitabları ve sözleri de bir yandan, dini, imanı yok etmekdedir. bu ma'nevi yıkıntıyı durdurabilmek için, ehli sünnet alimlerinin doğru bilgilerini yaymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. bunun için, yıllarca çalışarak, o büyük alimlerin kitablarını inceledim. sonsuz ölüme sürükleyen kalb hastalıklarının ilacı olan kıymetli yazıları toplamağa ve terceme etmeğe uğraşdım. cenabı hakkın yardımı ve ihsanı ile, birkaç kitab hasıl oldu ve basıldı. resulullahın vefatından sonra da, islam düşmanları dine, imana insafsızca saldırmışlardı. allahü teala, hindistanda, imamı rabbani ahmedi faruki serhendiyi kuddise sirruh yaratarak, o korkunç akıntıyı, bunun çalışmaları ile durdurmuşdu. bu yüce imamın mektubları, kitabları, insanları gafletden uyandırdı. dünyaya ışık saldı. kendisi senesinde hindistanda vefat etdi. çeşidli memleketlere göndermiş olduğu mektublardan beşyüzotuzaltı mektubu, üç cild halinde toplanarak kitabı meydana gelmişdir. büyük alim, seyyid , allahın kitabından ve resulullahın hadislerinden sonra, islam kitablarının en üstünü, en faidelisi, imamı rabbaninin mektubat kitabıdır. mektubatda bildirilen tesavvufdan, tarikatden ve hakiki mürşidlerden şimdi hiç kalmadı. bizler, mektubatdaki ince bilgileri, ma'rifetleri anlıyamayız buyurdu. kitabımızda yazılıdır. bu kitabdaki mektubların birkaçı arabi, geri kalanların hepsi farisidir. senesinde, pakistanda, karaşide de gulam mustafa han tarafından, üç cildi iki kitab halinde ve haşiyesinde açıklamalar olarak, gayet okunaklı ve nefis basılmışdır. bu farisi baskının, senesinde, istanbulda, fotokopisi basdırılmışdır. muhammed muradi kazani mekki tarafından binüçyüziki senesinde arabiye terceme edilerek adı verilmiş, da, mekkei mükerremede miriyye matba'asında basılmışdır. de, istanbulda da basılmışdır. muhammed bin abdüllah kazani de mekkede vefat etmişdir. imamı rabbaninin ve oğlu muhammed ma'sumun kitabları müstekimzade süleyman efendi tarafından farscadan türkçeye terceme edilip, hicri senesinde istanbulda taşbasması yapılmışdır. tarih incelenirse, kitablı ve kitabsız bütün islam düşmanlarının ve müsliman ismini taşıyan cahil ve sapıkların alimlerinin kitablarına çamur atmağa, bu doğru yolun bilgilerini çürütmeğe, yok etmeğe saldırdıkları hemen görülür. bir tarafdan da, din cahili münafıkların, dünya çıkarları için, tarikatcılık yapdıkları görülüyor. temiz gençleri, şehid evladlarını bu alçakça saldırılardan korumak, onlara se'adet ve kurtuluş yolunu göstermek ve tarikatcıların tuzaklarına düşmemeleri için, kitabının hepsini, farisiden türkçeye terceme edip, basdırarak, kıymetli okuyucularımıza sunmağı lüzumlu gördüm. ehli sünnet bilgilerini ve çok ince ve derin yazılmış olan tesavvuf ma'rifetlerini kolay anlaşılacak açık kelimelerle yazdım. ba'zı yerleri iyi açıklıyabilmek için, başka kaynaklardan eklemeler yapdım. bu eklemeleri ve te'villeri bir köşeli parantez içine yazarak, dan ayrı olduklarını belli etdim. aylarca geceli gündüzlü çalışarak, birinci cilddeki üçyüzonüç mektubun tercemesi, zilhiccevemartcum'a günü temam oldu. birinci baskısısenesinde yapılarak, kıymetli gençlerin istifadelerine sunuldu. ikinci cildde bulunan doksandokuz mektubdan kırksekiz adedi ve üçüncü cildde bulunan yüzyirmidört mektubdan, otuzsekiz adedi, kitabımda okuyabilirsiniz. işbu kitabında, iman ve tesavvuf bilgilerine ağırlık verilmişdir. bu kitabı dikkat ile okuyan tali'li bir kimse, kamil bir iman ve güzel ahlak sahibi olur. tesavvufu, hakiki tarikati anlıyarak, sahte tarikatcılara aldanmaz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. derin alim seyyid abdülhakim efendi rahmetullahi aleyh de, kitabında, demekevliyanın ba'zı kelimeleri te'vile muhtacdır. te'vil veya mealen bildirmek, muhtelif ma'nalar içinden dine uygun olanı seçmekdir. bunu herkes yapamaz. ve sonraki mektubları okuyunuz! dedir. görülüyor ki, bu kitabımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. bu kitabı anlıyan ve uyan insan, allahü tealanın emrlerine ve devletin kanunlarına ita'at eder. islam dini, hükumete isyan etmeği, kanunlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabul etmemişdir. seyyid kutbun ve mevdudinin ihtilalci, bölücü kitablarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvalarına aldanmamalı, fitne çıkarmamalıdır. müsliman, vatanına, milletine faideli olur. vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere malik olduklarını bilir. kendini kimseden üstün görmez. rahat ve huzur içinde yaşadığı aziz vatanını, milletini ve bayrağını çok sever. herkese iyilik eder. bölücülük yapmaz. gayrı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, yabancı tüccarlara, müsafirlere de hiç kötülük yapmaz. müslimanların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareketleri ile, bütün dünyaya tanıtır. herkesin seve seve müsliman olmalarına sebeb olur. kötülük yapanlara nasihat verir. kimseye hile, hıyanet yapmaz. devamlı çalışır. halal kazanır. kimsenin hakkına dokunmaz. vergilerini, borçlarını vaktinde öder. bunu, allah da sever, kullar da sever. çalışarak halal para kazanmanın lazım ve çok sevab olduğu nin seksensekizinci mektubu sonunda uzun yazılıdır. bu mektub, ikinci kısm sonundadır. allahü teala, bütün insanları, imamı rabbani hazretlerinin yazılarından ve ruhaniyyetinden feyz alarak, küfrden ve sapık inanışlardan korusun! alimlerinin, resulullahdan alarak bizlere ulaşdırdıkları, biricik kurtuluş yoluna kavuşdursun! amin. bugün, müslimanlar üç fırkaya ayrılmışdır. birincisi, eshabı kiramın yolunda olan hakiki müslimanlardır. bunlara ve denir. ikincisi lerdir. bu ikisine denir. çünki bunların müslimanlara müşrik dedikleri kitabımızda yazılıdır. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok okumalı ve nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitablardan gelen küfr ve günahlardan kalbini tasfiye için, kurtulmak için okumalıdır. islamiyyete uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve haram yiyip içenin, islamiyyete uymadığı anlaşılır. bunun düaları kabul olmaz. miladi hicri şemsi hicri kameri aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, islamın hasret ile beklediği kahraman, ma'şukunun aşkından yanıp yanıp kül olan, ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zeman! ilmile, irfanile, sahib olan ya, iki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, dalıp uçsuz bucaksız, o mu'azzam deryaya, ve bu zikr deryasından en büyük payı alan! kimi sahile gider ve bu bana yeter der; kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner, kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; bir sensin, bu deryadan, içip içip de kanan! kur'andan, hadislerden sonra, gelir eserin, ruhlara şifa olan, o mubarek sözlerin, baş kumandanısın sen velilerin, erlerin; ve adını alan! bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, ve cihanda bir tekdir, senin izinde kalan. o, senin aşkınla yanan, hürmetine nasib et, bize şefa'atından! eserinle cihanı, yeniden tenvir eden, sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken, ondördüncü yüzyılın, zulmetini gideren, ın ışığıdır, gerisi hayal yalan! biz onun talebesi, o sizin talibiniz, muhakkak aks yapar; o nurlu kalbleriniz, belli, birbirinize, aşıksınız ikiniz, ve size aşık olur ı anlıyan! mektubatı imamı rabbani birinci cild alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. rabbimizin seveceği ve beğeneceği şeklde ve bütün mahlukların yapdıkları hamd ve şükrlerin katlarından daha çok hamd olsun. onun alemlere rahmet olarak gönderdiği en sevgili kulu muhammed mustafaya salat ve selam olsun. onun mubarek ismini söyliyenlerin her söyleyişinde ve gaflet uykusuna dalarak ismini söylemeyenlerin sayısınca ve ona layık ve yakışık düalar ve selamlar olsun ve onun günahsız, her dürlü aybdan, kusurdan uzak aline ve eshabına da düalar ve selamlar olsun! bu kitab, hakiki alimlerin gavsi, ariflerin kutbu, vilayeti muhammediyyenin burhanı, ya'ni senedi, şeri'ati mustafaviyyenin hucceti, ya'ni senedi, şeyhulislam, müslimanların büyük alimi ve evliyanın önderi sellemehullahü sübhanehü ve ebkahü hazretlerinin adındaki kitabının birinci cildidir. bu cildde üçyüzonüç mektub vardır. bu mektubları, imamı rabbani hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak ilm ve ma'rifet sahibi olan yar muhammedül cedidi bedahşi talkani kuddise sirruh hazretleri toplamışdır. hak tealanın rızasına kavuşmak isteyenlere faideli olmak için bu kitabı vücude getirmişdir. allahü tealadan ismet ve tevfik dileriz, ya'ni bizleri ayblardan, günahlardan korumasını ve ilerlememiz, yükselmemiz için yardım etmesini dileriz. birinci mektub bu mektub, kendi mürşidi, evliyanın büyüğü, kalb ilmlerinin mütehassısı hazretlerine yazılmışdır. ismi zahire bağlı olan halleri ve arşın üstündeki makamlara yükselmeyi ve cennetin derecelerini ve ba'zı evliyanın mertebelerini bildirmekdedir: kamil ve herkesi kemale kavuşduran, vilayet derecelerine ulaşmış, nihayeti başlangıca yerleşdirilmiş olan yolda gidenlerin önderi, allahü tealanın beğendiği dinin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imamımız şeyh muhammed baki nakşibendi ve ahrari kaddesallahü teala sirrehül akdes ve bellegahüllahü sübhanehü ila aksa ma yetemennahü hazretlerine, kölelerinin en aşağısı olan ahmedden en yüksek makama dilekcedir. kıymetli emrlerinize uyarak bu mektubu yüzümün karası ile yazıyorum. dağınık, bozuk olan hallerimi titriyerek arz ediyorum. bu yolda ilerlerken, allahü tealanın zahir ismi o kadar çok tecelli etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. bu taifeye o kadar bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum. onların şeklindeki zuhur başka hiçbir şeyde yokdu. alemi emrdeki latifelerin halleri ve acaib güzellikler bu şeklde görüldüğü kadar başka hiçbir şeyde görülmüyordu. onların yanında eriyordum. yanıp kül oluyordum. bunun gibi her yiyecekde, her içecekde ve her cismde ayrı ayrı tecelliler oldu. lezzetli yemeklerde olan letafet ve güzellik başka şeylerde yokdu. tatlı şerbetler de, tatlı olmayanlardan böyle başka idi. kısaca her tatlı şeyde başka başka kemal vardı. bu tecellinin incelikleri, yazmakla bildirilemez. yüksek hizmetinizde bulunmakla şereflenmiş olsaydım, belki bildirmek nasib olurdu. bu tecellilerin hepsi karşısında, yalnız yı istiyordum. bu tecellilere bakmamağa çalışıyordum, fekat kendimi tutamıyordum. birdenbire, bu tecellilerin, o zemansız, mekansız, hiçbirşeye benzemeyen varlığa bağlılığı değişdirmediğini anladım. batın, ya'ni kalb ve ruh, hep ona bağlı idi. zahire hiç bakmıyordu. zahirde bu bağlılık yokdu. zahir, bu tecellilerle şereflenmişdi. batının gözü bu tecellilere hiç kaymıyordu. bunları bilmekden, görmekden yüz çevirmişdi. zahir, çokluğa ve iki varlığa bağlı olduğundan, bu tecellilere uygun idi. bir zeman sonra, bu tecelliler görünmez oldu. batının şaşkınlığı ve bilgisizliği yine vardı. tecelliler yok oldu. bundan sonra, hasıl oldu. te'ayyün geri geldikden sonra hasıl olan te'ayyüni ilmi, bu fenada yok oldu, bundan hiçbir şey kalmadı. bu zeman islami hakiki başlamağa ve şirki hafinin alametleri yok olmağa başladı. ibadetleri kusurlu ve niyyetleri bozuk görmek ve kulluk ve yokluk alametleri görünmeğe başladı. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin ve merhametinizin bereketi ile kulluk ne demek olduğunu bildiriyor. arşın üstüne yükselmek çok oluyor. bunlardan birinci çıkışda, uzun yolculukdan sonra, arşın üstüne yükselince, cennet yukarıdan kuş bakışı göründü. bildiklerimden birkaçının cennetdeki makamlarını görmek istedim. dikkat etdim. göründüler; makamların sahiblerini de o makamlarda gördüm. dereceleri, yerleri, şevkleri ve zevkleri başka başka idi. başka bir yükselişde büyüklerimizin ve ehli imamlarının ve hulefai raşidinin ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerinin ve başka peygamberlerin makamları ayrı ayrı göründü. meleklerin yükseklerinin makamları, arşın üstünde göründü. arşın üstünde o kadar yükseltdiler ki, yeryüzünden arşa kadar veya bundan biraz daha az, ya'ni hace nakşibend kaddesallahü teala sirrahül akdes hazretlerinin makamına olan uzaklık kadar ilerletdiler. nakşibend hazretlerinin makamının üstünde, büyüklerden birkaçının makamı vardı. bu makamın az üstünde ma'rufi kerhi ve şeyh ebu sa'idi harrazın makamı vardı. başka büyüklerin makamları, bu makamlardan biraz aşağıda ve bir çoğu bu makamda idiler. şeyh alaüddevle ve şeyh necmeddini kübra aşağıda idi. ehli imamları bu makamın üstünde idi. bunların üstünde, dört halifenin rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in makamları vardı. peygamberlerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam makamları, o serverin sallallahü aleyhi ve sellem makamının bir yanında idi. meleklerin büyüklerinin salevatullahi ve selamühü ala nebiyyina ve aleyhim ecma'in makamları, bu makamın öte yanında ve bu makamdan ayrı idiler. o serverin makamı, bütün makamların üstünde, en başda idi. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. allahü tealanın yardımı ile, her istediğim zeman yükseltiyorlar. istemeden de yükseltdikleri oluyor. her birinde başka başka şeyler görülüyor. hepsinin eserleri belli oluyor. bunların çoğu unutuluyor. o hallerin birkaçını yazmak istiyorum, fekat kalemi elime alınca hatırlıyamıyorum. çünki, hiçbirine kıymet vermiyorum. hatta bu hallerden tevbe ve istigfar edeceğim geliyor. onun için yazmağa sıra gelmiyor. bu bozuk yazılarımı doldururken birkaç şey hatırımda idi, fekat hiçbirini yazmak nasib olmadı. saygısızlığımı uzatmıyayım. molla kasım alinin hali çok iyidir. kendini gayb etmiş, şü'ursuz, bitkin bir haldedir. cezbe makamlarının hepsini aşdı. kendi hallerinin, sıfatlarının asldan geldiğini biliyordu. şimdi, o sıfatları kendinden uzak görüyor. kendini bomboş buluyor, hatta sıfatları durduran nuru da kendinden ayrılmış görüyor. kendini o nurun öte tarafında buluyor. sevdiklerimizin hepsinin halleri, her gün daha iyi olmakdadır. bundan sonraki mektubda inşaallahü teala uzun uzun arz ederim, efendim. ikinci mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. terakkilerini ve allahü tealanın ihsanlarını bildirmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmedin yüksek makama dilekcesidir. istihare yapmamızı emr buyuran mektubu, ramezana yakın bir zemanda mevlana şah muhammed getirdi. ramezandan önce kapınızın eşiğini öpmekle şereflenmek için vakt bulamadım. ramezandan sonra bu şerefe kavuşmayı düşünerek seviniyorum. yüksek teveccühlerinizin bereketi olarak, allahü tealadan durmadan birbiri ardı sıra gelen ihsanların hangi birini yazayım. farisi iki tercemesi: ben o toprağım ki, ilk behar bulutu, lutf eder, verir bereketli yağmuru. vücudumun her kılı dile gelse de, şükr edemem ni'metlerinin hiçbirine. böyle halleri bildirmek her ne kadar bir atılganlık ve saygısızlık sanılırsa da ni'metlerle sevinmeyi, övünmeyi de göstermekdedir. farisi tercemesi: beni toprakdan kaldıran, sultan ise eğer, başım gökden yukarı olsa, elbet değer. sahv ve bekaya kavuşmak, rebi'ulahır ayının sonunda başladı. bugüne kadar her anda tam bir beka ile şereflendiriyorlar. önce şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh hazretlerinin tecellii zati dediği halden sahve ya'ni uyanıklık, şü'ur haline getiriyorlar. sonra sekr haline götürüyorlar. inerken ve çıkarken şaşılacak bilgiler, duyulmamış ma'rifetler veriyorlar. her mertebede, bu mertebenin bekasına uygun şühud ile ve ihsanlarla şereflendiriyorlar. ramezanı mubarek ayının altıncı günü beka ile şereflendirdiler. öyle bir ihsanda bulundular ki, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. gücümün oraya kadar olduğunu anlıyorum. halime uygun olan kavuşmak burada nasib oldu. cezbe tarafı şimdi temam oldu. cezbe makamına uygun olan başladı. fena makamı ne kadar temam olursa, hasıl olan beka da o kadar yüksek oluyor. beka ne kadar yüksek olursa, sahv da o kadar çok oluyor. sahv ne kadar çok olursa, islamiyyete uygun bilgiler o kadar çok geliyor. sahvın temamı, bütünü peygamberler içindir aleyhimüssalatü vesselam. o büyüklerin bildirdikleri ma'rifetler de, dinleridir. allahü tealanın zatında ve sıfatlarında bildirdikleri iman bilgileridir. bu bilgilere uymayan ma'rifetler sekrden ileri gelmekdedir. şimdi, bu fakirin üzerine yağan ma'rifetlerin çoğu, islamiyyetin bildirdiği ma'rifetlerin açıklamasıdır ve onları bildirmekdedir. akl ile, düşünce ile anlaşılan bilgiler, şimdi keşf yolu ile ve kendiliğinden hasıl olmakdadır ve topluca kazanılanlar, uzun ve açık olarak ele geçmekdedir. farisi tercemesi: daha söylersem eğer, çok uzun sürer, korkarım, utanmazlığa kadar gider. farisi mısra' tercemesi: köle, haddini bilmelidir! üçüncü mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. sevdiklerinin belli bir makamda kaldıklarını, birkaçının bu makamı geçdiklerini ve tecellii zati makamlarına kavuşduklarını bildirmekdedir: yüksek makamınıza sunulur ki, buradaki sevdiklerimiz ve oradaki sevdiklerimizden her biri, bir makamda kalmışlardır. onları bu makamlardan kurtarıp çıkarmak güç oluyor. o makamlara yakışan bir kuvveti kendimde bulamıyorum. yüksek teveccühleriniz ve merhametleriniz ile hak teala ilerletiyor. bu alçağın yakınlarından biri bu makamdan kurtulup geçdi. allahü tealanın zatının tecellileri başladı. çok güzel bir haldedir. ayağı, bu aşağı kölenizin ayağı üzerindedir. başkalarının da ilerlemelerini umuyorum. oradaki sevdiklerimizden birkaçının yaradılışı mukarreblere uygun değildir. bunların hali, ebrarın yoluna uygundur. halleri böyle iken, elde etdikleri yakin de büyük ni'metdir. bu yolda olmalarına emr olunmaları uygundur. farisi mısra' tercemesi: herkesi bir iş için yaratmışlardır. bunların ismlerini açıklamıyacağım. çünki, yüksek varlığınıza gizli değildirler. çok yazarak saygısızlık etmekden çekiniyorum. bu kağıdı doldurduğum gün, mir seyyid şah hüseyn, çalışırken şöyle gördüğünü söyledi: büyük bir kapı önüne gelmişim. bu kapı, hayret, şaşkınlık kapısıdır dediler. içeri bakdım, o yüksek zatı ve seni gördüm. ben de gireyim diye çok uğraşdım ise de, ayaklarımı kaldıramadım. dördüncü mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kıymeti çok büyük olan ramezan ayının üstünlüklerini ve yi bildirmekdedir: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek katınıza sunar ki, çok zemandan beri yüksek kapınızın hizmetçilerinin hallerini bildiren mubarek mektubunuza kavuşmakla şereflenemedim; gözlerim yoldadır. mubarek ramezan ayının gelmesi hayrlı olsun. bu ayın kur'anı kerim ile tam bağlılığı vardır. bu bağlılıkdan dolayı, kur'anı kerim bu ayda inmeye başladı. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde, buyuruldu. kur'anı kerim, allahü tealanın zatının ve şü'unlarının bütün kemallerini kendinde toplamışdır, asl dairesinin içindedir. ona hiçbir zıl yaklaşmamışdır. onun zıllidir. ramezanı şerif ayının kur'anı kerim ile bağlılığı olduğu için, bu ay da bütün hayrları ve bereketleri kendinde toplamışdır. bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayrlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. bir kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. bu ayı kötülükle geçirirse, bütün senesi kötü geçer. ramezanı mubarek ayı bir kimseden razı olursa, o kimseye müjdeler olsun. bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayrlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! bu ayda, kur'anı kerimi hatm etmek, aslın bütün kemallerine ve zıllin bütün bereketlerine kavuşmak için olabilir. ramezanı şerifde kur'anı kerimi hatm eden kimsenin, bereketlerine kavuşması, hayrlarından pay alması umulur. bu ayın günlerinin bereketi başka, gecelerinin hayrları başkadır. iftarda acele etmenin ve sahuru gecikdirmenin, böylece gecesi ile gündüzünün tam ayrılmasının sünnet olması, bu incelikden ileri gelebilir. yukarıda söylediğimiz ya de denir ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye. bu, bütün sıfatları bulunan demek değildir. büyüklerden birkaçı böyle demiş ise de, öyle değildir. zati ilahinin ilm i'tibarının kabiliyyetidir ki, kur'anı kerimin hakikati olan, zatın ve şü'unlarının kemallerinin hepsine bağlıdır. sıfatlara bağlı olan ve zat ile sıfatlar arasında bir geçit olan , ondan başka bütün peygamberlerin hakikatlarıdır ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat. bu kabiliyyet, kendisinde birçok bulunmak düşüncesi ile, birçok hakikatlar olmuşdur. hakikati muhammediyye olan kabiliyyet, kendisinde zılliyet bulunmakla beraber, sıfatlara benzemez. zati ilahi ile arasında hiçbir perde yokdur. muhammedi yaratılmış olan evliyanın hakikatları, zatı ilahinin ilm i'tibarı ile olan kabiliyyetleridir. bu kabiliyyeti muhammediyye, zati ilahi ile o çeşidli kabiliyyetler arasında bir geçitdir. bu kabiliyyete onlardan birinin adı da verilir. çünki, bu kabiliyyet sıfatlara yakındır. sıfatlarda olan ilerleme, bu kabiliyyete kadar olur. bunun için, bu kabiliyyete denilmişdir. bu kabiliyyeti ittisaf, gözden hiç yok olmadığı için, buna o kabiliyyetlerin de ismi verilmişdir. çünki, hakikati muhammediyye, arada hep perdedir. kabiliyyeti muhammediyye, zati ilahide bir i'tibardır ve salikin gözünden yok olabilir. yok olduğu da bilinmekdedir. kabiliyyeti ittisaf da, i'tibar ise de, arada geçit gibi olduğundan, sıfatlar gibi, zatdan başka, ayrıca vardır ve gözden yok olamaz. bunun için, bu perdenin aradan hiç kalkmadığını söylemişlerdir. asl ve zılli bir arada toplayan makamın böyle bilgileri çok gelmekdedir. bunların çoğu kağıd üzerine yazıldı. , zıl makamının bilgilerinin inceliğinin kaynağıdır. , asl dairesinin ma'rifetlerinin gelmesine vasıtadır. zıl ile aslı birbirinden ayırmak, bu iki ni'mete kavuşmadan olamaz. bunun içindir ki, büyüklerden çoğu, kabiliyyeti ulaya diyorlar ve zatdan ayrı değildir diyorlar. , bu kabiliyyeti görmekdir diyorlar. işin doğrusu, bizim bildirdiğimiz gibidir. allahü teala, işin doğrusunu doğru olarak bildirir ve dilediğini doğru yola kavuşdurur. yazmak emr olunan şeyleri bitiremedim. yazılanlar öylece kaldı. bu duraklamanın hikmeti acaba nedir? mektubu sıkılmadan daha uzatmak edebsizlik olur. beşinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kendisini çok sevenlerden hace bürhanı gönderdiği ve onun ba'zı halleri bildirilmekdedir: yüksek kapınızın hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed, kaddesallahü teala esrarehüm hazretlerinin tarikatını bildiren küçük bir kitab yazarak, mubarek huzurunuza gönderdim. daha müsvedde halindedir, mubarek büyüğümüz okudukdan sonra bir daha yazılacakdır. hace bürhan, yola çabuk çıkdığı için bir daha yazmağa vakt olmadı. bundan sonra, belki başka bilgiler de ona eklenir. bir gün kitabına bakıyordum. kısa aklıma şöyle geldi ki, yüksek makamınıza yazayım. oradaki bilgilerden birkaçı üzerinde ayrıca bir şeyler yazılsın, yahud bu fakirin yazması için emr buyurulsun. bu düşüncem gitgide kuvvetlendi. buna bağlı ba'zı bilgiler, bu müsveddeye eklendi. bu arada, o kitabdaki ba'zı bilgiler de müsveddeye yazıldı. bu bakımdan bu müsvedde, o kitabın eki yapılırsa uygun olur, yahud müsveddedeki bilgilerden uygun olanları seçilerek o kitaba ek yapılırsa, yine iyi olur. daha ileri gitmek edebe aykırı olacakdır. hace bürhan, bugünlerde güzel işler yapdı. cezbe makamına bağlı olan üçüncü seyrden bir şeylere kavuşdu. günlük geçim düşüncesi kendisini üzmekdedir. yüksek kapınıza gelmişdir. kıymetli emrleriniz onun için büyük kazanç olacakdır. binlerce top ve tüfek, yapamaz asla, göz yaşının seher vakti yapdığını, düşman kaçıran süngüleri çok def'a, toz gibi yapar, bir mü'minin düası. altıncı mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. cezbe ve süluke kavuşmağı ve cemal ve celal sıfatları ile terbiye olmağı ve fena ve bekayı ve nakşibendiyye bağının üstünlüğünü bildirmekdedir: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, tam mürşid olan allahü teala, sizin yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, cezbe ve süluk yollarının her ikisi ile de terbiye etmekdedir. cemal ve celal sıfatları ile yetişdirmekdedir. şimdi cemal, celal oldu ve celal, cemal oldu. kitabının açıklamalarından bir kaçında, bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmayıp, hayale gelen şeyleri yazmışlardır. bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmak yerinde olur. başka dürlü yazmak, anlaşılanı başka şekle çevirmek yersiz olur. bu terbiye ile yetişmenin alameti, zati ilahinin sevgisinin hasıl olmasıdır. bundan önce bu sevgi hasıl olamaz. zati ilahinin sevgisinin hasıl olması nın alametidir. , masivayı unutmak demekdir. allahü tealadan başka her şeye denir. bütün ilmler göğüsden silinmedikçe, tam bir cahillik hasıl olmadıkça, fena elde edilemez. bu cahillik ve şaşkınlık, aralıksız olur; hiç yok olmaz. bir zeman hasıl olup başka zeman yok olması düşünülemez. bekadan önce tam bir cahillik vardır. bekadan sonra, bilgi ile bilgisizlik bir arada bulunur. hiçbirşey bilmez iken, şü'uru yerindedir. tam bir şaşkınlık varken, huzur içindedir. bu makam, makamıdır. burada bilgi ve görmek birbirine perde olmaz. bu cahillikden önce bulunan bilginin hiç kıymeti yokdur. bu cahillik varken ilm de verilirse, kendinde olur. , ya'ni batın ile görmek varsa, yine kendindedir. ma'rifet veya hayret ya'ni ma'rifetsiz olmak, şaşkınlık varsa yine kendindedir. kendinden başka şeyleri gördükçe, kendinde de görmüş olsa dahi, ilerleyememiş demekdir. dışarıyı görmesinin büsbütün yok olması lazımdır. hace behaeddin kaddesallahü sirrehül'aziz hazretleri buyuruyor ki, ehlüllah, ya'ni evliya, fena ve bekadan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. her bildiklerini kendilerinde bilirler. onların hayretleri, bilgisiz olmaları kendilerindedir. bundan da açıkça anlaşılıyor ki, şühud ve ma'rifet ve hayret yalnız kendindedir. bunların hiçbiri dışarıda yokdur. bu üçünden biri dışarıda oldukça, kendinde de olsa dahi, fenaya hiç kavuşamamış demekdir. fena olmayınca, beka nasıl olabilir? fena ve beka mertebesinin sonu budur. bu fena tamdır ve tam olan fena her şeyin yok olmasıdır. beka da, fenaya göre olur. bunun içindir ki, ehlüllahdan bir çoğu, fena ve beka hasıl oldukdan sonra, dışarıda da görürler. fekat bizim büyüklerin yolu bütün yolların üstündedir. farisi tercemesi: her aynası olanı, iskender sanma! her saçını keseni, kalender sanma! bu yolun büyüklerinden birini veya ikisini yüzlerce sene sonra bu makama kavuşdurmakla şereflendirirler. başka yolları artık düşünmelidir. bu yol, hace abdülhalıkı goncdevani kuddise sirruh hazretlerine bağlanmakdadır. bu yolu temamlayan, kuvvetlendiren ise, hacelerin hacesi olan hace behaeddini nakşibend kuddise sirruh hazretleridir. bunun halifelerinden hace ala'üddini attar kuddise sirruh hazretleri de bu ni'mete kavuşmakla şereflenmişdir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti acaba kime verirler? şaşılacak şeydir ki, önce, her bela ve sıkıntı gelince sevinirdim, derd ve bela arardım. elimden dünyalık çıkınca da tatlı gelirdi. hep böyle olmasını isterdim. şimdi ise, sebebler alemine getirdiler. kendi zevallılığımı, aşağılığımı görmeye başladım. az bir sıkıntı gelince, hemen üzülüyorum. her ne kadar üzüntü çabuk bitiyor, hiç kalmıyor ise de, önce üzüntü gelmeden olmuyor. bunun gibi önce, belaların ve sıkıntıların gitmesi için düa ederken, bunların gitmesini, yok olmasını düşünmüyordum. emrine uymak istiyordum. şimdi ise, belaların, sıkıntıların gitmesi için düa ediyorum. eskiden korkular, üzüntüler yok olmuşdu, şimdi yine geldiler. eski hallerin hep sekr, şü'ursuzlukdan ileri geldiğini anladım. sahv, ya'ni şü'urlu olunca, cahiller için olan şeyler hasıl olmakdadır. böylece zevallılık, yalvarmak, korkmak, üzülmek, sıkılmak, sevinmek oluyor. başlangıçda düa etmek, beladan kurtulmak için değildi. bunu düşünmek gönlüme iyi gelmiyordu. fekat, hal kaplamışdı. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat düalarının böyle olmadığını düşünüyordum. onlar, bir şeye kavuşmak için düa ediyorlardı. şimdi, bu hal ile şereflendirdiler. işin iç yüzünü açıkladılar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat düalarının zevallılıkla, düşkünlükle, korku ile olduğu, yalnız emre uymak için olmadığı anlaşıldı. yalnız yüksek emrinize uymuş olmak için, hasıl olan şeylerden bir çoğunu arasıra bildirmekle saygısızlık yapmakdayım. yedinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kendisinin şaşılacak birkaç halini bildirmekde ve birkaç şey sormakdadır: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, arşın üstündeki makama, ruhumun yükselerek ulaşdığını anladım. burası hace behaeddini buhari kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerinin makamı idi. bir zeman sonra, maddeden yapılmış olan bu bedenimi de, o makamda buldum. o zeman böyle anladım ki, bu madde alemi ve gökler aşağıda kaldı. ismleri ve nişanları yok oldu. o makamda yalnız evliyanın büyüklerinden birkaçı vardı. o zeman bütün alemi o mahalde ve o makamda kendime ortak buldum. onlardan temamen ayrı olduğum halde kendimi onlarla birlikde görünce şaşırdım kaldım. zeman zeman öyle haller hasıl oluyor ki, ne kendim kalıyorum ve ne alem kalıyor. gözüme hiçbirşey görünmüyor. hatırıma birşey gelmiyor. şimdi de bu haldeyim. alemin varlığını ve yaratılmış olduğunu ne biliyorum ne görüyorum. bundan sonra yine o makamda yüksek bir köşk görüldü. bir merdiven konuldu. oraya çıkdım. bu makam da, alem gibi yavaş yavaş aşağı indi. her an yükseldim. orada abdestin şükr namazını kılmak hatırıma geldi. kıldım. çok yüksek bir makam görüldü. nakşibendiyyenin dört büyük hacesini orada gördüm. seyyidüttaife cüneyd ve bunun gibi birkaç veli de orada idi. birkaç veli bu makamdan daha yukarıda idi. fekat bunun direklerini tutmuş oturuyorlardı. birkaç veli de bu makamdan daha aşağıda idi. derecelerine göre yer almışlardı. kendimi bu makamdan çok uzakda gördüm. hatta bu makamla hiçbir ilgim yok idi. bunun için çok üzüldüm. aklımı kaçıracak gibi oldum. aşırı üzüntüden ve sıkıntıdan canım çıkacak idi. çok zeman bu hal üzere kaldım. sonunda, yüksek teveccühleriniz ve yardımlarınız ile kendimi o makama ilişik gördüm. önce başımı onun yüksekliğinde buldum. kendim de yükselerek o makamın üstünde oturdum. iyice inceliyerek, o makamın tam bir tekmil makamı, ya'ni salikleri kemale erdirenlerin makamı olduğu anlaşıldı. süluk, ya'ni tesavvuf yolculuğunda en son bu makama varılır. tam süluk yapmamış olan meczub bu makama kavuşamaz. o makamda şöyle düşündüm ki, çok zeman önce yüksek kapınızda bildirdiğim rü'ya ile bu makama yetişmiş oldum. o rü'yada emirilmü'minin hazreti ali kerremellahü teala vecheh buyurmuşdu. iyi dikkat ederek bu makamın, hulefai raşidin radıyallahü teala anhüm ecma'in arasında yalnız emir hazretlerine ayrılmış olduğunu anladım. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. kötü huyların her an kendimden ayrılarak uzaklaşdıkları görülüyor. birçoklarının iplik gibi çıkdıkları, başkalarının solucan gibi ayrıldıkları belli oluyor. bir vakt geliyor ki, tam ayrıldıkları anlaşılıyor. başka bir zeman, başka birşey yine görülüyor. ba'zı hastalıkların ve sıkıntıların gitmesi için teveccüh ederken, allahü tealanın bu teveccühden razı olup olmadığını bilmek lazım mıdır, yoksa lazım değil midir? kitabında hace nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerini anlatırken bildirdiklerinden, lazım olmadıkları anlaşılıyor. siz, bunun için nasıl emr buyuruyorsunuz? böyle teveccühde bulunmak bu fakire tatlı gelmiyor. taliblerde huzur hasıl oldukdan sonra, zikr etmelerine son vererek bu huzur üzerinde durmaları lazım mıdır, değil midir? huzurun hangi mertebesinde zikr yapılmaz? burada öyle salikler var ki, başlangıçdan sonuna kadar zikr yapıyorlar. zikri hiç bırakmıyorlar. nihayete kadar yaklaşıyorlar. işin doğrusu nasıldır? ne yapmamız emr buyurulur? yüksek kapınıza dördüncü olarak sunulur ki, hace hazretleri kitabında buyuruyor ki, sonunda zikr yapmak emr olunur. çünki, birçok dilekler vardır ki, zikrsiz ele geçmez. bu dileklerin ne olduğunu beyan buyurunuz. beşinci olarak yüksek kapınıza sunulur ki, çok kimse geliyor tarikat öğretilmesini istiyorlar. fekat, yidikleri lokmaların halal olmasını gözetemiyorlar. bu gevşek davranışları ile birlikde huzura ve biraz şü'ursuzluğa kavuşdukları görülüyor. lokmalara dikkat etmeleri için sıkışdırılacak olursa, istekleri gevşek olduğundan, büsbütün bırakıp gidecekler. bunlara ne yapmamız emr buyurulur? birçokları da, yalnız bu şerefli zincire halka olmak istiyor, zikr öğretilmesini istemiyorlar. bu kadarcık bağlanmaları caiz midir, değil midir? eğer caiz ise, nasıl yapacağımızı emr buyurunuz? sözü daha uzatmak saygısızlık ve tam edebsizlik olur. sekizinci mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. beka ve sahv makamındaki halleri bildirmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza sunar ki, sahva getirdikleri ve bekaya kavuşdurdukları günden beri şaşılacak bilgiler ve işitilmemiş ma'rifetler durmadan, birbiri ardınca ihsan olunmakdadır. bunların çoğu, büyüklerin söylediklerine ve bildirdiklerine uymamakdadır. ve buna benzer şeyler için söyledikleri şeyleri daha o halin başında ihsan etdiler. çoklukda, ya'ni mahluklar aynasında birliği, ya'ni yaratanı görmek hasıl oldu. bu makamdan çok yukarı derecelere çıkardılar. bu bilgilerden çeşid çeşid bildirdiler. fekat, o makamların ve ma'rifetlerin alametleri, işaretleri, o büyüklerin sözlerinden açıkça anlaşılamıyor. büyüklerden birkaçının sözlerinde kısaca ve kapalı bildirilmişdir. bunların doğru olduğuna en sağlam şahid, islamiyyet ve ehli sünnet alimlerinin söz birliği ile bildirdiklerine uygun olmalarıdır. hiçbirşey dini islama uygunsuz olmuyor. hiçbiri felesoflara ve onların kısa aklları ile anlayıp bildirdiklerine uygun düşmüyor. hatta, islam alimlerinden olup da, ehli sünnetden ayrılmış olanların bildirdiklerine de uymuyor. kaza ve kader bilgisinde, kulun kuvveti işe te'sir etdiği gösterildi. işi yapmadan evvel gücü, kudreti yokdur. iş yapılırken kudret verilir. teklif, ya'ni allahü tealanın emrleri ve yasakları, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi sebeblerde ve uzvlarda selamet bulunduğu zeman yapıldığı anlaşıldı. bu makamda kendimi hace nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinin izinde buluyorum. kendileri bu makamda idi. hace ala'üddini attar hazretleri de, bu makamdan pay almışdır. bu yüksek zincirin büyük halkalarından biri, hace abdülhalıkı goncdevani kaddesallahü sirrehül akdes hazretleridir. eski büyüklerden, hace ma'rufi kerhi ve imamı davüdi tai ve haseni basri ve habibi acemi kaddesallahü teala esrarehümül mukaddese hazretleri de bu makamdadırlar. bu makamdaki hallerin sonu, tam bir uzaklık ve yabancılıkdır. iş ilac kabul etmez hale gelmişdir. perdeler arada oldukça çalışarak, uğraşarak perdeler kaldırılabilir. şimdi kendini büyük bilmesi en büyük perdesidir. onu bu dertden kurtaracak bir tabib ve okuyacak bir salih yokdur. sanki tam bir yabancılığa ve ayrılığa, kavuşmak ve birleşmek adını vermişler. yazıklar olsun! yusüf ile zelihanın beyti onun haline uygundur. farisi tercemesi: defi dinliyor ve bu ses dostdandır diyor, def çalanın eline, ondan kuvvet geliyor. şühud nerede ve gören kimdir ve görülen nedir? farisi mısra' tercemesi: yüzünü mahluka nasıl gösterir arabi mısra' tercemesi: toprağa olan nerede, her şeyin sahibine olanlar nerede? kendimi güçsüz yaratılmış bir kul biliyorum. bütün alemi de ve herşeyin yaratanı olan tam kudret sahibini de biliyorum. ve onu yaratıcı ve herşeye gücü yetici olmakdan başka dürlü bilmiyorum. mahluklarına benzemesi ve herşeyde onun görünmesi gibi şeyler bilmiyorum. farisi mısra' tercemesi: hangi aynada görülebilir ehli sünnet alimleri ba'zı işlerinde kusur yapsa bile, onların allahü teala için ve onun sıfatları için söyledikleri bilgiler, o kadar çok doğru ve o kadar çok nurludur ki, o sözlerin güzelliği yanında, o kusurları hiç görünmüyor. tesavvufculardan çoğu, o kadar riyazetler ve mücahedeler, sıkıntılar çekdikleri halde, allahü tealanın zatı için, sıfatları için inanışları, tam doğru olmadığından, bunlarda öyle güzellik görülmüyor. bunun için, alimlere ve ilm öğrenenlere muhabbet çok oluyor. onların hali, tatlı geliyor. onların arasında bulunmak istiyorum. dört başlangıçdan olan kitabını onlarla konuşmak ve fıkh kitabını onlarla birlikde okumak arzu ediyorum. allahü tealanın ilminin bütün mahluklarla beraber olduğunu ve her şeyi kaplamış olduğunu, alimlerin bildirdikleri gibi anlıyorum. bunun gibi, allahü teala bu mahluklar değildir. bunlara bitişik, bunlardan ayrı, bunlarla birlikde, bunlardan uzak, alemi kaplamış, herşeye sinmiş olmadığını biliyorum. insanların kendilerini ve sıfatlarını ve işlerini allahü teala yaratıyor, biliyorum. onların sıfatlarının, onun sıfatı ve onların işlerinin onun işleri olmadığını anlıyorum. her işin onun kudreti ile yapıldığını, mahlukların kudretleri ile olmadığını anlıyorum. ehli sünnet alimleri de böyle söylemekdedir. allahü tealanın yedi sıfatının var olduğunu ve irade sıfatının da olduğunu biliyorum. kudret sıfatının, bir işi yapmağa ve yapmamağa gücü yetmek olduğunu iyi anlıyorum. isterse yapar, istemezse yapmaz demek değildir. çünki, istemezse demek, irade sıfatı yok demekdir. bu ise olamaz. kudreti, felesoflar ve ba'zı tesavvufcular böyle anlamışlardır. bu sözleri, allahü tealanın mecbur olmasını gösterir. onu tabi'at kanunları gibi yapmış olurlar. her şeyi tabi'at yapıyor demelerine uygun olur. kaza ve kader bilgilerini ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi anlıyorum. mal sahibi, mülk sahibi, kendi malını, mülkünü dilediği gibi kullanır. insanların bir işe uygun yaratılmasını, ya'ni kabiliyyet ve isti'dadı, hiç te'sirli görmüyorum. çünki, te'sir olursa insanlar mecbur edilmiş olur. allahü teala seçer, dilediğini yapar. başa gelenleri bildirmek vazife olduğu için, saygısızlık olacak kadar yazdım. farisi mısra' tercemesi: köle, kendi haddini bilmelidir. dokuzuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. geri dönüş makamlarındaki halleri bildirmekdedir: bu köleniz, gaflet uykusuna dalmışdır. yüzü siyahdır, kusurları çokdur, huysuzdur, eline geçen birkaç şeye aldanmışdır. kavuşmak ve yükselmek düşüncesi ile başı dönmüşdür. her işi, sahibine karşı gelmekdir. iyi, faideli şeyleri yapmaz. herkes görsün diye süslenir. allahü tealanın her an gördüğü gönlünü yıkmakdadır. hep gösteriş için çalışmakdadır. bunun için gönlü, ruhu kararmakdadır. sözleri, düşüncelerine uymaz. düşünceleri de hep saçmadır. bu gaflet uykusundan, bu saçma düşüncelerden ele ne geçebilir? böyle sözlerin, böyle düşüncelerin ne faidesi olur? hep zararda, hep alçalmakdadır. anlayışı kıt, gitdiği yol bozukdur. fesad karışdırır, kötülüklere sebeb olur. başkalarına zararı çok, kendi günahları pek çokdur. ayblardan, kusurlardan yapılmış bir heykel gibidir. günahlar yığınıdır. iyilik olarak yapdıkları bir işe yaramaz, hep atılır. faideli ve güzel bildiği işleri hep kötüdür, beğenilmez. hadisi şerifi tam onun haline uygundur. hadisi şerifi onun halini göstermekdedir. bu halde olan bir kimseye ve makamı, derecesi, kemali böyle olana yazıklar olsun. onun istigfar etmesi de, günahlarından daha büyük bir günahdır. tevbesi, başka çirkin işlerinden de daha çirkindir. bozuk olan kimsenin her işi de bozuk olur, demişlerdir. farisi mısra' tercemesi: buğdaydan arpa, arpadan buğday çıkmaz elbet! onun hastalığı, iliğine, kemiğine işlemişdir. ilac faide vermez. temelinden bozukdur, ta'mir ile düzelmez. bir şeyin özünde, yapısında bulunanlar, ondan ayrılmaz. farisi mısra' tercemesi: habeşden siyahlık ayrılmaz, çünki kendi rengidir. ne yapılabilir, bekara, araf, tevbe, nahl surelerinde ve rum suresinin dokuzuncu ayetinde, allahü teala onlara zulm etmedi. fekat onlar kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. evet, tam iyiliğe karşı tam kötülük lazımdır. böylece iyilik tam olarak meydana çıkar. herşey, zıddı ile, tersi ile anlaşılır. hayr ve kemal hazır olunca, bunlara şer ve naks lazım olur. çünki, iyiliğe ve güzelliğe elbette ayna lazımdır. birşeyin aynası onun karşısında olur. bundan dolayı iyiliğin aynası kötülükdür. aşağılık da, üstünlüğün aynasıdır. bunun içindir ki, birşeyde aşağılık ve kötülük ne kadar çok olursa, iyiliğin ve üstünlüğün o şeyde görülmesi de, o kadar çok olur. şaşılacak şeydir. yukarıda saydığımız kötülükler iyiliğe döndüler. bu kötülükler, bu aşağılıklar, iyiliklerin ve üstünlüklerin yeri oldu. işte bunun için, abdiyyet, kulluk makamı, her makamdan daha üstündür. çünki, bu söylediklerimiz, nda tamdır ve en çokdur. sevilenleri bu makama indirmekle şereflendirirler. sevenler, görmenin zevkinden tad almakdadır. kulluğun tadını almak ve ona alışmak ise, sevilenler içindir. sevenler, sevgiliyi görmekle rahatlanır. sevilenlerin rahatlığı ise, sevgiliye kul olmakdadır. onlar kulluğa alışarak bu devlete kavuşdurulur. bu ni'metle şereflendirilir. kulluk meydanında yarışanların başı, din ve dünyanın efendisi, geçmişlerin ve geleceklerin en üstünü ve alemlerin rabbinin sevgilisi olan muhammed aleyhisselamdır. bir kimseyi, ihsan ederek, acıyarak bu devlete, bu ni'mete kavuşdurmak isterlerse, ona resulullaha tam uyabilmek ni'metini verirler. o servere aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha uymakla, o yüksek makama ulaşdırırlar. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsanların sahibidir. şerrin ve aşağılığın çok olması demek, bunu zevkle anlamak demekdir. yoksa, kötü, aşağı bir kimse olmak değildir. böyle anlayışlı kimse, allahü tealanın ahlakını huy edinmiş kimsedir. o ahlakı huy edinmenin faidelerinden biri de, böyle anlayış sahibi olmakdır. bu makamda kötülük, aşağılık hiç bulunabilir mi? ancak bunların bilgisi bulunur. bu ilm, tam bir şühud ile hasıl olduğu için tam bir yükseklikdir. öyle bir iyilikdir ki, herşey onun yanında kötülük görülür. bu görüş, nefsi mutmainnenin kendi makamına inmesinden sonra ele geçer. bunun için kul, zevkinden geçmedikçe ve kendini yere vurmadıkça ve işi buraya vardırmadıkça, mevlasının yüksekliğinden bir şey anlayamaz. nerede kaldı ki, kendini mevla bile ve kendi sıfatlarını onun sıfatları sana. allahü teala, böyle şeylerden çok uzak, çok yüksekdir. böyle bilmek ismlerde ve sıfatlarda ilhaddır, zındıklıkdır. araf suresi yüzsekseninci ayeti kerimesinde, allahü tealanın ismlerinde ilhad edenleri, ya'ni ismleri değişdirenleri terk edin. onlar ahıretde yapdıklarının cezasını çekeceklerdir bildirilen mülhidlerdendirler.bu ayeti kerime, allahü tealanın ismlerini değişdirenlerin, terceme edenlerin, doksandokuz ismden başka ism söyleyenlerin, kıyametde azab çekeceklerini bildiriyor. allah yerine tanrı diyenlerin bu ayeti kerimeden korkmaları, tevbe etmeleri lazımdır. cezbesi sülukdan önce olan herkes sevilmişlerden olamaz. fekat sevilmişlerden olmak için cezbenin önce olması şartdır. evet, her cezbede sevilmişlerden az birşey vardır. çünki sevilmiş olmayanlarda cezbe olmaz. bu az birşey sonradan hasıl olmuşdur. kendinden değildir. kendisinde bulunan mahbubiyyet hiçbirşeye bağlı değildir. sona varan her salik cezbeye kavuşur. fekat çoğu sevenlerdendir. dışarıdan az bir sevilmişlik gelmişdir. bu kadar şey sevilmişlerden olmak için yetişmez. dışarıdan sevilmişliği getiren sebeb, tezkiye ve tasfiyedir, ya'ni kalbin ve nefsin temizlenmeleridir. başlangıçda olan birçok saliklerde de, o servere sallallahü aleyhi ve sellem uydukları için, az bir sevilmişlik hasıl olur. bu sevilmişliği müntehide de husule getiren, yine o servere sallallahü aleyhi ve sellem uymakdır. sevilmişlerde de kendilerine ihsan edilmiş olan bu ni'metin meydana çıkması, yine o servere aleyhissalatü vesselamü vettehıyye uymağa bağlıdır. hatta, kendilerine, sevilmiş olmak ni'metinin verilmesi de, o servere sallallahü aleyhi ve sellem bağlılıkları olduğu içindir. onun rabbi ya'ni terbiye edicisi, yetişdiricisi olan ism, o serverin aleyhissalatü vesselamü vettehıyye rabbi olan isme yakın olduğu için, sevilmişlerden olmuşdur. bunun için bu se'adete kavuşmuşdur. her şeyin doğrusunu allahü teala bilir. herkes, sonunda onun huzuruna çıkacakdır. haklıyı meydana çıkaran allahü tealadır. doğru yolu gösteren, doğru yola kavuşduran odur. niçin küfran eder insan, huda ni'met verir iken, utanmayıp eder isyan, kamuyu ol görür iken. beher an hamdü şükretmez, dahi ihsanı fikretmez, hergün hakkı zikretmez, bedende can durur iken? onuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kurb ve bu'd ve firak ve vaslın bilinmeyen ma'nalarını arz etmekdedir: kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed, yüksek huzurunuza sunar ki, çok zeman oluyor, o yüksek kapı hizmetçilerinden haber gelmedi. gözlerimiz yoldadır. farisi tercemesi: şaşmayınız! ruhuma hayat veriyor her an, haber geldikce hep, uzakda kalan dostumdan. huzurunuza kavuşmak ni'metine layık olmadığımı biliyorum. farisi mısra' tercemesi: hayvanlarınızın çanını uzakdan işitmek bana yeter! şaşılacak şeydir. çok uzakda kalmağa yakınlık adını vermişler. ayrılığın en çoğuna kavuşmak demişler. sanki bu yakınlık ve kavuşmak kelimeleriyle uzaklığı ve ayrılığı bildirmek istemişler. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. bundan dolayı, sonsuz üzülmek ve durmadan düşünmek lazımdır. istenilenlerin de, sonunda isteyeni arayıcı, isteyici olması lazımdır. sevilenin de, seviciyi sevmekle sevici olması lazımdır. o, dinin büyüğü minessalevati ekmelüha ve minettehıyyati efdalüha arananların ve sevilenlerin makamında olduğu halde, sevicilerden oldu. arayanlardan oldu. bunun için, o serverin halini bildirenler: dediler. o server aleyhissalatü vesselam buyurdu. sevenlerin, muhabbet yükünü taşımaları lazımdır. sevilmişlerin bu yükü kaldırmaları güçdür. daha söylersek, sonu gelmez. arabi mısra' tercemesi: aşk hikayesinin sonu gelmez. mektubu getiren şeyhullah bahş, biraz cezbe ve muhabbete malikdir. onun zorlamasıyla, yüksek kapınızın hizmetçilerine birkaç kelime yazıldı. kendisi, yüksek hizmetinizde bulunmağı çok istiyor. bunun için yola çıkdı. önce burada birşeyler istedi. fekat fakirin çekindiğini anlayınca, yalnız görüşmeğe razı oldu. bu birkaç kelimeyi yazdırdı. mektubu daha uzatarak saygısızlık yapmak edebsizlik olur. niçin kılmazsın, farzı sünneti? değil misin muhammedin ümmeti? anmazmısın, cehennemi, cenneti? iman sahibi kul böyle mi olur? onbirinci mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. ba'zı keşfleri ve kusurlarını görmek makamının hasıl olduğu ve şeyh ebu sa'idi ebülhayrın sözünün açıklanması bildirilmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek katınıza sunar. önceleri kendimi içinde gördüğüm makamı, yüksek emrinize uyarak bir daha düşündüm. üç halifenin rıdvanullahi teala aleyhim bu makamdan geçdikleri görüldü. fekat orası makamım olmadığı ve çok kalmadığım için, birinci çıkışımda onları görmemişdim. bunlar gibi, ehli beytin oniki imamından imamı hasen ve hüseyn ve zeynel'abidinden başkaları da radıyallahü teala anhüm bu makamda yerleşmemişdi. fekat buradan geçmişlerdi. çok inceleyerek anlaşıldı. önce kendimi bu makama uygun görmemişdim. uygun olmamak iki dürlüdür. birincisi, yollardan hiçbir yol bulunamamasıdır. bunun için, uygunsuzluk olur. bir yol gösterilince, bu uygunsuzluk aradan kalkar. ikincisi, tam uygunsuzlukdur ki, aradan hiç kalkmaz. o makama kavuşduran yol iki danedir, bir üçüncüsü yokdur. ya'ni bir üçüncü yol görünmüyor. birinci yol, kendini kusurlu ve aşağı görmekdir ve iyi niyyetlerini de beğenmemekdir. kuvvetle çekildiği halde kendini kabahatli bilmekdir. ikinci yol, çekile çekile sülukünü temamlayan ve talibleri de çekip ulaşdırabilen bir mürşidin sohbetine kavuşmakdır. allahü teala, yüksek kapınızda saçılan imkanlarınızın yardımı ile yaradılışdaki isti'dad kadar birinci yoldan ihsan eyledi. yapdığım iyiliklerden hiçbirini beğenmiyorum. o işin ayblarını, kusurlarını bulmadıkça, rahat edemiyorum. sağ omuzumdaki meleklerin yazacağı iyi bir iş yapdığımı bilmiyorum. bu meleklerin elindeki sahifelerin bomboş olduğunu, meleklerin birşey yazmadığını anlıyorum. böyle bir kimseyi allahü teala beğenir mi? dünyada bulunan her insan, hatta frenk kafirlerini ve sapıklarını, zındıkları, her bakımdan kendimden daha iyi görüyorum. bunların en kötüsü olarak kendimi görüyorum. her ne kadar cezbe ile temam oldu ise de, birkaç parçası kalmışdı. bunlar da, makamının ortasında hasıl olan fenada temam oldular. bu fenadaki halleri bundan önce uzun uzun yazarak yüksek kapınıza sunmuşdum. hacei ahrar hazretlerinin sözündeki fena, tecellii zatdan ve seyri fillahdan sonra hasıl olan fena olmalıdır. de bu fenanın dallarından biridir. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! bu makama bağlılığı olmayanların da iki dürlü oldukları göründü: birincileri bu makamı istiyorlar ve ona kavuşduran yolu arıyorlar. ikincileri bu makamı istemiyorlar ve hiç aramıyorlar. yüksek teveccühlerinizin, o makama kavuşduran iki yoldan ikincisi ile olduğu daha çok görülüyor ve bu yola daha uygun oluyor. yüksek kapınızdan aldığım emre uyarak, bir kaç şeyi bildirmek saygısızlığında bulundum. yoksa, farisi mısra' tercemesi: ben o ahmedim ki, eskisi gibiyim, eskisi gibiyim! ikinci olarak sunulur ki, o makamı ikinci olarak incelediğimde, birbiri üstünde, bir çok başka makamlar da göründü. yalvararak, kırılarak uğraşdıkdan sonra, önceki makamın üstündeki makama kavuşuldu. bu makamın hazreti osmanı zinnureynin makamı olduğu, diğer halifelerin de buradan geçdikleri anlaşıldı. bu makam da, talibleri yetişdirmek ve irşad etmek makamıdır. şimdi, bunun üstünde de iki makam bildirilecek ki, bunlar da tekmil ve irşad makamıdır. bunlardan biri, önceki makamın üstünde görüldü. bu makama çıkınca, hazreti ömerülfarukun makamı olduğu anlaşıldı. öteki üç halife de, bu makamdan geçmişlerdir. bu makamın üstünde hazreti ebu bekri sıddikın makamı göründü radıyallahü anhüm ecma'in. bu makama da çıkıldı. büyüklerimizden hace nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretleri her makamda yanımda geliyordu. öteki üç halife de, bu makamdan geçmişlerdi. aramızdaki ayrılık şu idi ki, biz bu makamlardan geçiyorduk. onlar ise bu makamların sahibleri idi. biz, yolcu olarak geçip gidiyorduk, onlar bu yüksek makamlarında kalıyorlardı. bu makamın üstünde, yalnız bir makam vardı. başka hiç bir makam görünmüyordu. bu bir makam, peygamberlerin sonuncusu olan muhammed aleyhisselamın aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha makamı idi. hazreti sıddikın radıyallahü teala anh makamı karşısında, çok yüksek, nurdan bir makam vardı. bunun gibi hiç bir makam görülmemişdi, o makamdan biraz daha yüksek idi. kanapenin yerden daha yüksek olması gibi idi. bu makamın, mahbubiyyet makamı olduğu anlaşıldı. bu makam çok süslü ve işlemeli idi. onun süsleri, nakşları bana aks etdi. kendimi de öyle süslü gördüm. bundan sonra, kendimi de latif, maddesiz buldum. hava gibi, yahud bulut gibi, her tarafa yayılmış olduğumu gördüm. birkaç yeri, daha çok kapladım. hace nakşibend hazretlerini, hazreti sıddikın radıyallahü anhüma makamında ve kendimi onun karşısındaki makamda buldum. bildirdiğim halde idim. bu çok tatlı işleri bırakmak istemiyorum. fekat herkes, sapıklık, taşkınlık denizinde girdaba yakalanarak boğulmakdadır. insanları bu girdabdan kurtaracak kadar güçlü olduğunu anlayan bir kimse, bunların haline nasıl seyirci kalabilir. kendinin başka işi var ise de, bunları kurtarmağa uğraşması lazımdır ve daha iyidir. fekat bu işi başarırken, hasıl olan kuruntular ve bozuk düşünceler için istigfar etmek şartdır. bu iş, ancak bu şartla faideli olur, beğenilir. bu şart yerine getirilmezse, hiç beğenilmez, aşağıya atılır. fekat hace nakşibend hazretleri ve hace alaüddini attar hazretleri kaddesallahü teala esrarehüma bu şartı düşünmeyerek beğenilmişlerdir. bu aşağı kölenizin bu şartı düşünmeksizin çalışması ise, ba'zan beğenilmekdedir, ba'zan da atılmakdadır. kitabında şeyh ebu sa'idi ebülhayrın sözleri arasında diyor ki, ayn, ya'ni kendisi kalmadı, eseri ya'ni izi nasıl kalır. müddessir suresinin yirmisekizinci ayetinde buyurulduğu gibi, geride birşey kalmaz. bu söz, ilk bakışda güç göründü. çünki, şeyh muhyiddini arabi hazretleri ve ona uyanlar diyorlar ki, birşeyin aynı ya'ni kendisi yok olamaz. çünki, allahü teala o şeyin varlığını bilmekdedir. yok olursa, allahü tealanın bilgisi bilgisizlik olur. ayn yok olmayınca eseri nereye gidecek. bu sözleri zihnimde yerleşmişdi. ebu sa'id hazretlerinin sözü çözülemedi. çok uğraşdım, allahü teala, bu sözün iç yüzünü açığa çıkardı. ayn da kalmaz, eser de kalmaz olduğu anlaşıldı. kendimi de böyle olmuş buldum. hiç güçlük kalmadı. bu ma'rifetin makamı da göründü, çok yüksek idi. şeyh muhyiddinin ve ona uyanların söyledikleri makamın üstünde idi. bu iki ma'rifet birbirini bozmuyordu. çünki, biri bir makamda, öteki ise başka makamda anlaşılmışdı. daha çok açıklamak, sözü uzatacak ve usandıracakdır. şeyh ebu sa'id hazretleri bu tecellinin devamlı olduğunu bildirmişdi. bu tecellinin ne demek olduğu ve devamlı olmasının nasıl olduğu da gösterildi. kendimde de bu hadisi ya'ni tecelliyi aralıksız buldum. bu hadisin daimi olması çok az kimselere nasib olur. kelimesi ile anlatdıkları şey, tecellii zati olduğu başka mektublardan anlaşılmakdadır. allahü tealanın zatı, başkalarına çok aralıkla tecelli etdiği halde, kendisine aralıksız tecelli etmekdedir. kitab okumak hiç tatlı gelmiyor. yalnız büyüklerin yüksek makamlardaki hallerinin bir yere yazılmasını, sonra bunları okumağı istiyorum. eski büyüklerin hallerini okumak, her şeyden daha tatlı geliyor. ma'rifetlerin inceliklerini ve hele tevhidi vücudi ve mertebelerin tenezzüllerini bildiren yazıları okuyamıyorum. bu halimi, şeyh alaüddevlei semnani hazretlerine çok uygun buluyorum. bu bilgilerdeki zevkim ve halim onunla birleşmekdedir. fekat eski bilgilerim, bu ma'rifetleri inkar etmeme ve sert karşılamama mani' oluyor. ba'zı hastalıkların giderilmesi için birkaç kerre teveccüh olundu ve te'siri görüldü. bunun gibi, birkaç ölünün mezardaki halleri göründü. bunların da azablardan, sıkıntılardan kurtulmaları için teveccüh olundu. fekat şimdi hiçbirşeye teveccüh etmeye gücüm kalmamışdır. hiçbirşey için kendimi toparlayamıyorum. birkaç kimse bu fakire sert davrandılar ve acı söylediler. bu fakire bağlı olanlardan çoklarını, boş yere incitdiler ve yerlerinden uzaklaşdırdılar. bundan dolayı gönlüme hiç bir toz konmadı, bir sıkıntı gelmedi, nerede kaldı onların kötülüğü zihnimizden geçmiş ola. sevdiklerimizden birkaçı cezbe makamında şühud ve ma'rifet elde etmişlerdi. ve şimdiye kadar süluk konaklarına ayak basmamışlardır. bunların hallerinden az bir şey sunuyorum. cezbeyi bitirdikden sonra, allahü tealanın bunları süluk ni'metine kavuşdurmakla şereflendirmesini umuyorum. şeyh nur, bulunduğu makamda bağlı kalmakdadır. cezbe makamındaki daha yukarı bir noktaya çıkamıyor. üzücü hareketleri ve halleri oluyor. kabahatini anlamıyor. bunun için onun işi ilerlemiyor. bunun gibi, sevdiklerimizin çoğu, edebleri iyi gözetmedikleri için, oldukları makamlarda kalıyorlar. şuna şaşılır ki, bu fakir hiç birinin yolda kalmasını dilemiyorum; hatta hepsinin ilerlemesini istiyorum. fekat, elde olmıyarak işleri öylece duruyor. halbuki bu yol çabuk kavuşdurucudur. mevlana ma'hud son noktaya indi. cezbeyi sonuna ulaşdırdı. o makamın aracılığına kavuşdu ve kafasını bir bakımdan nihayete ulaşdırdı. önce sıfatları, hatta sıfatları durduran nuru kendinden ayrı görmüşdü. kendisini boş bir kalıp olarak bulmuşdu. sonra sıfatları zatdan ayrılmış gördü. bu görüşle, cezbe makamından ehadiyyete kavuşdu, şimdi herşeyi ve kendini yok sanmakdadır. ihata ve ma'iyyet görmemekdedir. gizlilerin gizlisine öyle bağlanmışdır ki, şaşkın ve cahil bir haldedir. seyyid şah hüseyn de cezbe makamının sonuna yaklaşdı ve başı son noktaya ulaşdı. bu da, allahü tealanın sıfatlarını zatından ayrı görmekdedir. fekat bir olan bu zatı her yerde bulmakdadır. bundan zevk almakdadır. meyan ca'fer de son noktaya yaklaşdı. çok sevinçlidir. hareketli ve seslidir. şah hüseyne yaklaşmışdır. diğer sevdiklerimizin halleri de başka başkadır. meyan şeyh ve şeyh isa ve şeyh kemal, cezbe makamında yukarıki noktaya çıkmışlardır. şeyh kemal, inmeye de başlamışdır. şeyh naküri yukarıdaki noktanın altına gelmişdir. fekat daha gidecek çok yolu vardır. buradaki sevdiklerimizden, şimdiye kadar sekiz veya dokuz, hatta on kişi, yukarıdaki noktanın altına ulaşmışdır. birkaçı noktaya gelmiş ve inmeye başlamışlardır. kimisi noktaya yakın, kimisi uzakdır. meyan şeyh müzemmil kendini yok buluyor. sıfatları asldan görüyor. mutlak olan varlığı her yerde buluyor. hatta hiçbirini görmüyor. mevlana ma'huda, talibleri yetişdirmek için izn vermenin iyi olacağı görünüyor. fekat, cezbeye uygun icazet olacakdır. her ne kadar, onun da istifade edeceği birkaç şey kalmış ise de, gitmek için acele etdi, durmadı. yüksek kapınıza kavuşmak için yola çıkdı. ona yarıyacak bir vazifeyi kendisine buyurursunuz. bu aşağı köleniz bildiğini yazdı. emr sizindir. hace ziyaeddin muhammed bir kaç gün burada kaldı. biraz huzur ve cem'ıyyet edindi. fekat, sonunda, geçim sıkıntısından kendini toparlıyamadı, askere gitdi. mevlana şir muhammedin oğlu da yüksek kapınıza doğru yola çıkdı. biraz huzur ve cem'ıyyet edinmişdir. ba'zı engeller dolayısı ile o kadar ilerliyemedi. daha çok yazmak saygısızlık olacakdır. farisi mısra' tercemesi: köle, kendi haddini bilmelidir! mektubu yazdıkdan sonra bir hal kapladı, yazmakla anlatılacak gibi değildir. bu halde iken hasıl oldu. daha önce de, bir şeye istek kalmamışdı. fekat, istek büsbütün yok olmamışdı. o halimi yüksek kapınıza sunmuşdum. şimdi, irade de kökünden kazındı. şimdi ne istenilen birşey var, ne de istek var. bu fenanın şekli de gösterildi. bu makama uygun olan birçok bilgiler de verildi. bu bilgiler çok ince ve karışık olduklarından yazılması güç oluyor. bunun için, bunlar üzerinde kalem yürütemedim. bu fenanın hasıl olduğu ve ilmlerin verildiği zeman vahdetden ileride yepyeni şeyler göründü. vahdetin ötesinde birşey görülemiyeceği, hatta hiçbir bağlılık bulunmadığı belli ise de, bulunanı yazmağı emr buyurmuşdunuz. birşeyi iyi anlamadıkça yazmağa cesaret edemiyorum. bu makamın şekli, vahdetin ötesinde öyle göründü ki, egre şehri delhi şehrinin ötesinde bulunduğu gibi. bu görüşün doğruluğunda hiç şübhe kalmadı. her ne kadar, gözümde ne vahdet var, ne vahdetden ötesi var ve ne de hakikat olarak veya hakkı onun ötesinde bileceğim bir makam var. hayret ve cehalet tamdır. bu görüşlerle, hiçbir değişikliğe uğramamışdır. ne yazacağımı bilemiyorum. hep birbirine uymayan şeyler, hiçbiri anlatılamıyor. fekat, hepsinin varlığında şübhem yokdur. estagfirullah ve etubü ilellah min cemi'i ma kerihallah, kavlen ve fi'len ve hatıran ve nazıran. şimdi anlaşıldı ki, bundan önce sıfatların fenası ya'ni, sıfatları unutmak, sıfatların birbirlerinden ayrılmamalarına sebeb olan şeylerde fena idi. bu şeyler, vahdetde bulunmakda idiler. bunlar yok olmuşlardı. şimdi, sıfatların kendileri de, vahdetde bulunarak olsa bile, yok oldu. ehadiyyet kahramanı, varlıkda hiçbir şey bırakmadı. ilmi ilahide, sıfatların topluca veya birer birer olan ayrılıkları da kalmadı. yalnız haric göründü. allahü teala var idi. ondan başka hiçbir şey yok idi. şimdi de böyledir. bundan önce, bu hadisi şerifi yalnız biliyordum. fekat, bu halde değildim. bu halimin doğruluğunda veya yanlışlığında bu fakiri uyandıracağınızı ümmid ederim. mevlana kasım alinin tekmil makamına erişdiği görülüyor. oradaki sevdiklerimizden birkaçının da, bu makama ulaşdıkları anlaşılıyor. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. onikinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. fena ve beka makamının hasıl olduğunu ve seyri fillah ve tecellii zati bildirilmekdedir: yüksek kapınız kölelerinin en aşağısı olan ahmed, sunar ki, kusurlarımdan hangisini bildireyim. allahü tealanın istediği olur. onun istemediği olmaz. hiç kimsede hareket ve kuvvet olmaz. ancak, büyük ve yüksek olan allahın dilemesi ile olur. ve makamına bağlı olan ilmleri, allahü teala ihsan ederek açıkladı. böylece herşeyin özü anlaşıldı. ve nin ne oldukları ve muhammediyülmeşreb kime dendiği, bunlara benzer şeyler anlaşıldı. her makamda, bu makama lazım olan şeyleri gösterildi ve hepsinden ileri götürüldüm. evliyaullahın haber verdikleri şeylerden, gösterilmedik ve geçirilmedik pek azı kaldı. beğendiklerini sebebsiz olarak beğenirler. herşeyin kendisi, maddesi, mahluk olduğu gibi, yaratılışlarında bulunan kabiliyyetlerin, uygunlukların da, mahluk oldukları anlaşıldı. allahü teala, kabiliyyetlerin te'siri altında değildir. hiçbirşeyin ona hükm etmesi caiz değildir. daha uzatarak saygısızlık yapmakdan çekindim. farisi mısra' tercemesi: köle olan, haddini bilmelidir. onüçüncü mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yolun sonsuz olduğu ve hakikat bilgilerinin, islamiyyet bilgilerine uygun olduğu bildirilmekdedir: yüksek kapınız kölelerinin en aşağısı olan ahmed, sunar ki, bu yolun sonsuzluğundan, bitmez tükenmez olmasından ah ederim! binlerle ah ederim! yolda çok hızlı götürüyorlar ve çok şeyler ihsan ediyorlar. bunun içindir ki, büyükler, seyri ilallah yolculuğunun ellibin senelik yol olduğunu bildirmişlerdir. belki de, me'aric suresinin dördüncüayetinde, melekler ve ruh oraya bir günde varırlar. bu günün uzunluğu ellibin senelik yoldur buyurulmakla bu yola işaret edilmişdir. yolun çokluğu bizi çok üzdü. ümmidlerimiz kesildi. fekat hemen şura suresinin yirmisekizinci ayetinde; müjdesi, bizi sevindirdi. birkaç günden beri eşyada seyr, ya'ni yolculuk hasıl olmuşdur. fekat, talebeler çılgınlık gösterdiklerinden, yine onlarla uğraşmağa başlanıldı. daha o makama kavuşacağımı sanmıyorum. fekat, talebeler sıkışdırdıkları için, haya ve ihsan duyguları ile onlara birşeyler söylüyorum. bundan önce tevhidi vücudi bilgilerine bağlanıp kalmışdım. halimi arka arkaya yüksek kapınıza bildirmişdim. işleri, sıfatları asla vermişdim. işin içyüzü anlaşılınca, o bilgilerden kurtuldum. terazinin kefesinin ağır basdığını anladım. yüksekliğin böyle görüşde olduğunu, demekde olmadığını anladım. fi'llerin ve sıfatların ondan başka oldukları anlaşıldı. herbirini ayrı ayrı göstererek, yukarı mertebeye çıkardılar. şübheler hiç kalmadı. keşflerin hepsi, ahkamı islamiyyenin açık bilgilerine tam uymakdadır. islamiyyetin açıkça bildirdiklerinden kıl kadar ayrılıkları yokdur. tesavvufcuların birkaçı, islamiyyetin açıkça bildirdiklerine uymıyan keşfler bildirmişler ise de, ya yanlış anlamışlar veya sekr, ya'ni şü'ursuzluk halinde iken söylemişlerdir. batının zahire uygunsuz olduğu hiç görülmemişdir. tesavvuf yolunun ortasında, zahire uymayan şeyler görünüyor ise de, bunlar da zahire uydurulur. zahirle batın birleşdirilir. yolun sonuna varanların batını, islamiyyetin zahirine hep uygun olur. alimler ile bu büyükler arasında yalnız bir ayrılık vardır ki, alimler düşünerek ve ilm yolu ile bilirler. bu büyükler ise, keşf ederek, tadını alarak bulurlar. bu büyüklerin hallerinin doğru olmasına birinci alamet, islamiyyetin zahirine uygun bulunmalarıdır. şu'ara suresi onüçüncü ayeti kerimesi bunların haline uygundur. ne yazacağımı bilemiyorum. hallerimin birçoğunu kaleme alamıyorum. mektublarda da yazacak yer kalmıyor. belki bunda da bir hikmet vardır. uzakda kalan bu mahrumu kıymetli teveccühünüzden ve gariblere olan merhametinizden ayırmayınız. yolda bırakmayınız. farisi tercemesi: bu söze sebeb olan sensin, uzarsa uzatan da sensin. mektubu uzatmak saygısızlığından çekiniyorum. farisi mısra' tercemesi: köle olan haddini bilmelidir. ondördüncü mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yolculukda hasıl olan şeyleri ve birkaç talebenin hallerini bildirmekdedir: yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı olan ahmed sunar ki, mahlukların mertebelerinde görülen tecellilerden birazı, önceki mektubda sunulmuşdu. ondan sonra , ya'ni varlığı lazım olan mertebe göründü. bütün sıfatlar bu mertebededir. çirkin, siyah bir kadın şeklinde göründü. bundan sonra ehadiyyet, ya'ni bir olan varlık, ince bir dıvar üstünde duran uzun bir genç adam şeklinde tecelli etdi. bu iki tecelli hakkani olarak göründüler. bundan evvelki tecelliler böyle görünmüyordu. bu zeman ölmek istedim. kendimi büyük bir deniz kenarında ayakda gördüm. kendimi denize atmak istedim. fekat arkamdan bir ip ile bağlanmış idim. bunun için denize atlayamadım. bu ipin, maddeden yapılmış olan bedene olan bağlılıklar olduğunu anladım. ipin, kopmasını istedim. öyle bir hal oldu ki, gönlümün allahü tealadan başka hiçbirşeyi istemediğini anladım. bundan sonra vücub makamının bütün sıfatları göründü. bu sıfatlar, bir bakımdan birçok şeylerin aynaları oldular. daha sonra bu aynalarda görünen şeylerin hepsi aşağı döküldüler. geride yalnız vücub makamının sıfatları kaldı. bunlarda görülen şeylerin ayrılmaları, dökülmeleri de görüldü. şimdi sıfatların asla verildiği anlaşıldı. onlarda görülen şeylerden ayrılmadan önce, asla verilemezlerdi. belki verilmiş gibi görülürlerdi. ye kavuşanların hali böyledir. sıfatlar asla verilince, hasıl oldu. bundan sonra kendimdeki ve başkalarındaki sıfatları birbirinin benzeri buldum. yerlerinin başka başka olması ortadan kalkdı. böyle olunca gizli şirklerin inceliklerinin birçoğundan kurtuldum. şimdi ne arş kaldı, ne yer kaldı, ne zeman, ne mekan, ne altı cihet ve ne de eşyayı ayıran sınırlar kaldı. eğer senelerce düşünsem alemden bir zerrenin yaratılmış olduğunu bilemem. bundan sonra, kendime mahsus olan , kendime mahsus olan vech göründüler. bu te'ayyün, eski ve parça parça bir elbise gibiydi. bir kimse giymiş idi. o kimsenin kendime mahsus vech olduğunu anladım. fekat hakkani olarak anlaşılmadı. daha sonra bu adamın yukarı tarafında ve kendisine bitişik ince bir post göründü. kendimi o post olarak buldum. bu te'ayyün elbisesini kendimden uzak gördüm. o post üzerinde bir nur göründü. biraz sonra gene yok oldu. bu post ve elbise de yok oldular. eskisi gibi cahil ve şaşkın kaldım. bu görünen şeylerden anladıklarımı yüksek kapınıza bildireceğim. doğrusu ile yanlışını işaret buyurursunuz. şöyle ki, o görünen kimse, dir. vücub ile imkan arasında bir geçit gibidir. iki yüzü birbirine benzemez. arasında elbise bulunan ve nur görülen o post da vücud ile adem arasında geçitdir. kendimi o post bulmuşdum. bu da, varlıkla yokluk arasındaki geçite kavuşmakdır. bundan önce rü'yalarda da, kendimi böyle geçit bulmuşdum. fekat o afakda idi. şimdi ise enfüsdedir. ya'ni kendimdedir. ikisi arasında başka bir ayrılık daha görülmüşdü. fekat şimdi yazarken onu unutdum. her zemanki halim şaşkınlık ve cahillikdir. arasıra böyle oyunlar da hasıl oluyor ve sonra yok oluyor. geride ma'rifetleri kalıyor. ba'zı şeylerin ne olduğunu anlıyamıyorum. hatırımda kalanlara da güvenemiyorum. bunun için hemen yazmak saygısızlığında bulunuyorum. böylece, yüksek işaretinizle, bunlara güvenim hasıl olur. kıymetli teveccühleriniz yardımıyla alçak şeylere olan bağlılıklardan kurtulacağımı ümmid ediyorum. imdadıma yetişmezseniz işim çok güçdür. farisi tercemesi: hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan, melek de olsa kurtulamaz yüz karalığından. hindistanın meşhur şeyhlerinden şeyh abdüllahi niyazinin oğlu şeyh taha ve hüddam hacı abdül'aziz yüksek kapınızı çok özlemekdedirler. şeyh taha da mubarek ayaklarınızdan öper ve kabul buyurulması için yalvarır. bu yüksek tarika girmek istiyor, candan yalvardı. istihare yapmasını söyledim. görünüşde çok uygundur. burada zikr etmesini öğrenen sevdiklerimizin çoğu rabıta yapmakdadır. bir kısmı rü'ya, vakı'a esnasında rabıta alıp gelmekdedir. bir çoğu da delhiden gelmeden önce rabıta etmişlerdir. önce huzura ve şü'ursuzluğa dalıyorlar. içlerinden birkaçı, sıfatları asla veriyorlar, ya'ni ondan görüyorlar. geri kalanları böyle değildir. fekat hiçbiri tevhidi vücud ve nurları görmek ve keşflere kavuşmak yoluna gitmiyor. molla kasım ali ve molla mevdud muhammed ve abdülmü'min, görünüşde cezbe makamının üst noktasına varmışlardır. fekat molla kasım ali inmeye başlamışdır. geri kalan ikisinin inmesi bilinmiyor. şeyh nur da noktaya yakındır, fekat kavuşamamışdır. molla abdürrahman da noktaya yakındır. kavuşmasına az kalmışdır. molla abdülhadi o makamda huzura ve şü'ursuzluğa dalmışdır. diyor ki, her bakımdan hiçbirşeye benzemeyen bir varlığı celle şanüh her şeyde hiç birine benzemeksizin görüyorum. her işi onun yapdığını anlıyorum. yüksek ni'metleriniz, taliblere ve elverişli olanlara durmadan yağmakdadır. bu ni'metleri onlara ulaşdırmakda bu aşağı kölenizin hiç hizmeti olmuyor. farisi mısra' tercemesi: ben o eski ahmedim, hiç değişmedim. bir gün vak'alardan bir vak'ayı anlatırken buyurmuşdunuz. bu mahbubiyyetin yüksek ihsanınıza bağlı olduğunu da bildirmişdiniz. bu müjdenizden çok ümmidliyim. bu taşkınlıklarım ve saygısızlıklarım ondandır. onbeşinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. iniş makamındaki halleri ve birkaç gizli bilgiyi açıklamakdadır: hazır olan gaibin, bulmuş olan kaçırmışın, kavuşmuş olan mahrumun sunduğu şöyledir ki: çok zemandır onu arardım, hep kendimi bulurdum. sonra, işim öyle oldu ki, kendimi arasaydım, onu bulurdum. şimdi, onu gayb etdim, kendimi buluyorum. onu kaçırdığım halde aramıyorum, yok olduğu halde özlemiyorum. ilm bakımından huzurdayım, kavuşmuşum, karşılıyorum. zevk bakımından ise, gayb etdim, aramıyorum. zahiri beka, batını fenadır. bekada iken fanidir. fenada olduğu halde bakidir. fekat, ilmle olan fenadır ve zevkle olan bekadır. işi, düşmekde ve inmekdedir. ilerlemekden ve yükselmekden kalmışdır. onu, kalbden kalbin sahibine götürmüşlerdi. şimdi kalbin sahibinden kalb makamına indirdiler. ruh, nefsden kurtulmuşdu. nefs de itminana kavuşdukdan sonra ruhun nurlarının çokluğundan çıkmışdı. şimdi ruh ile nefsi onda topladılar. onu her ikisi arasında geçit yapdılar. bu aracılıkla, yukarıdan almak, aşağıya vermek ni'metini ihsan etdiler. faideli şeyleri alır, aldıklarını başkalarına verir. hem alıcı ve hem vericidir. farisi mısra' tercemesi: daha söylersem, sonu gelmez. yüksek makamınıza sunulur ki, sol el, kalb makamına işaretdir. kalbin sahibine yükselmeden öncedir. yukarıdan indikden sonra kalb makamına getirirler. bu makam başkadır. sağ ile sol arasında geçitdir. kavuşanlar, bunu iyi bilir. süluk yapmamış olan meczublar, kalb makamına varırlar. bunlara denir. kalbin sahibine kavuşmak için süluk yapmak lazımdır. bir makamın bir kimseye verilmesi demek, ona bu makamda hususi bir şan hasıl olması demekdir. bu şan ile, o makamın erbabından ayrılır. ayrılıklarından biri, cezbenin, önce olması demekdir ve o makamda hususi bekası hasıl olarak o makamın bilgilerine ve ma'rifetlerine kavuşur. kalb makamının bilgileri ve cezbenin, sülukün, fena ve bekanın ne oldukları ve bunlara benzer bilgiler, bundan evvelki mektublarda, yazılarak sunulacağı bildirilen kitabda açıklanmışdır. mir seyyid şah hüseyn, acele ile yola çıkdı, temize çekmek nasib olmadı. bu kitab üzerindeki kıymetli düşüncelerinizi ve emrlerinizi okumakla şerefleniriz inşaallahü teala. aziz mütevakkıf cezbe makamında yukarıdan inmişdir. fekat yüzü bu aleme değildir. hep yukarıya bakmakdadır. yükselmesi başkasının çekmesiyle olduğu için cezbeye uygundur. inerken, birlikde az birşey getirdi. nisbetinin aslı, başkasına bağlı olan teveccüh idi. kendisini bu teveccüh yükseltiyordu. bu nisbeti şimdi de vardır. cezbe nisbetinde, ceseddeki ruh gibidir ve karanlıkda bulunan ışık kaynağı gibidir. fekat bu cezbe, büyüklerimizin bildirdiği cezbe değildir kaddesallahü teala esrarehüm. o cezbe, hacei ahrar kuddise sirruh hazretlerine yüksek dedelerinden gelmişdir. ya'ni annesinin dedelerinden gelmişdir. kitabı. o büyüklerin, bu makamda hususi şanları vardır. birkaç talebe rü'yada gördüler ki, yukarıda adı geçen aziz mütevakkıf, haceyi yimişdir. bu rü'ya, bu makamın görüneceğini göstermekdedir. bu cezbenin faide vermek makamı ile ilişiği yokdur. bu makamda, yüz, hep yukarı doğrudur ve hep şü'ursuzluk lazımdır. cezbe makamlarından çoğuna kavuşdukdan sonra bunlar süluke uygun olmaz. bunları yazarken o makama doğru idim. ba'zı incelikleri göründü. sebebsiz teveccüh olunamıyor. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. o aziz, birkaç aydan beri aşağı inmişdir. fekat bu cezbe makamına tam girmiyor. bu makamın şanını bilmediği için giremiyor. dağınık düşünceleri buna sebeb oluyor. bu saçma yazılar yüksek kapınıza kavuşduğu zemanda, bu makama tam gireceğini ümmid ederim. hace hazretlerini bundan sonra tam indirirler. onaltıncı mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yükselmede ve inmedeki halleri bildirmekdedir: talebenizin en aşağısı sunar ki, mevlana ala'üddin okşayıcı mektubunuzu getirdi. yazılı olan şeyleri açıklamak için zeman buldukça müsvedde hazırladım. o bilgileri temamlayıcı birkaç şey daha düşündük, ama, bunları yazamadan mektub yola çıkdı. inşaallahü tebareke ve teala ayrıca yüksek kapınıza sunulur. şimdi, temize çekilmiş olan başka bir kitab gönderildi. bu kitab, dostlarımızdan birkaçının dileği üzerine yazıldı. bu yolda faideli olacak nasihatların yazılmasını istemişlerdi. buna göre, çalışacağız demişlerdi. doğrusu, eşi olmıyan, çok faideli bir kitab oldu. onu yazdıkdan sonra resulullah aleyhissalatü vesselamü vettehıyye hazretlerinin, ümmetinin alimlerinden birçoğu ile hazır oldukları anlaşıldı. bu kitabı mubarek eline aldı. merhameti çok olduğundan, onu öpdü, alimlere göstererek buyurdular. bu bilgileri öğrenmekle şereflenenler nurlu, herkesden yüksek idiler ve çok kıymetli idiler. o serverin aleyhissalatü vesselam karşısında ayakda idiler. sözü uzatmıyalım, bu hali herkese bildirmek için bu fakire emr buyurdular. farisi mısra' tercemesi: kerimlerle yapılan işler zor olmaz. yüksek huzurunuzdan ayrıldığım günden beri, gözüm hep yukarıda olduğu için irşad makamına o kadar hevesim kalmadı. çok zeman oluyor ki, bir köşeye çekilip, oturmak istiyorum. benimle oturmak, konuşmak istiyenler gözüme arslan ve kaplan görünüyor. herkesden uzaklaşmaya karar vermişdim. fekat istihare uygun gelmedi. maksada yaklaşdıran dereceler sonsuz ise de, çok yukarılara yükselmek oluyor. götürüyorlar ve getiriyorlar. allahü tealanın dilediği yere kadar götürdüler. büyüklerin hepsinin makamlarından geçirdiler. farisi tercemesi: bu aşağı aralıkdan bir gül aldılar, elden ele, yüksek yere ulaşdırdılar. bu arada büyüklerin ruhlarının yardımlarını yazacak olsam çok uzun sürer. kısaca bildiriyorum. zıl makamlarından geçirdikleri gibi, bunların aslı olan makamların hepsinden de geçirdiler. allahü tealanın ihsanlarından hangi birini yazayım. dilediği kulunu sebebsiz kabul ediyor. vilayetin çok çeşidlerini, yüksek derecelerini gösterdiler. hangi birini yazacağımı bilemiyorum. zilhicce ayında, derecelerden indirerek kalbin vilayeti makamına kadar getirdiler. burası, başkalarını yükseltebilmek ve irşad etmek makamıdır. fekat bu makam için daha temamlayıcı ve olgunlaşdırıcı şeyler lazımdır. farisi mısra' tercemesi: buna ne zeman kavuşulur, iş kolay değildir. sevilenlerden, istenilenlerden olup, o kadar çok konaklardan geçirdiler ki, müridler, isteyiciler, nuh aleyhisselamın ömrü kadar çalışsalar buna kavuşamazlar. böyle ilerlemek yalnız istenilenler için olsa gerek. müridler bu yola adım bile atamazlar. çünki, efradın çıkabilecekleri makam, asl olan makamların başlangıcıdır. efradın çoğu buraya yol bulamaz bile. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala büyük ihsan sahibidir. irşad ve tekmil mertebelerinde durup kalmanın sebebi budur. nurun bulunmaması da, gayb karanlığının yayılmasından ileri gelmekdedir. başka bir sebeb yokdur. herkes, kendi hayallerinden birşeyler söylüyor. bunlara kıymet vermemelidir. farisi tercemesi: alimi anlamaz cahil, söyler hep kelam, onun için sözü kısa kes, sabr et vesselam. hayal ile, zan ile söylenen şeyler üzerinde durmak, çok zararlı olabilir. o kimselere söyleyiniz ki, bu gönlü yaralının hallerinden hayal olan bakışlarını çevirsinler. bakmak için yer çokdur. farisi tercemesi: gayb olmuşum beni aramayın, gayb olanlara birşey söylemeyin. allahü tealanın gayretini, gazabını düşünmelidir. allahü tealanın yükseltmek istediği birşeyi aşağı düşürücü şeyler söylemek çok uygunsuz olur. allahü tealaya karşı gelmek olur. kalb makamına inmek, hakikatda fark, ya'ni ayrılık makamına inmekdir ki, dır. burada fark demek, nefsin ruhdan ve ruhun nefsden ayrılması demekdir. bundan önce cem' ve fark makamlarından anlaşılan şeyler, ya'ni şü'ursuzlukdan idi. hakkı halkdan ya'ni allahü tealayı mahluklardan ayrı görmeğe diyorlar. bu doğru değildir. böylece bu ruhu hak sanıyorlar ve bunun nefsden ayrılmasını görmeğe, hak tealanın mahluklardan ayrılmasını görmek diyorlar. sekr halinde olanların edindikleri bilgilerin çoğu böyledir. çünki, işin doğrusu, orada bulunmaz. her iş allahü tealanın emri ile olur. cezbe ve süluk sahiblerinin bilgilerini ve bu iki makamın ne olduklarını, ayrı bir kitab halinde uzun yazdım. yüksek huzurunuza sunulacakdır. onyedinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yükselmedeki ve inişdeki hallerden birkaçı bildirilmekdedir: yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed sunar: buradaki sevdiklerimizden biri, çok zemandan beri, olduğu yerde kalmışdı. bu mektubun yazıldığı gün, bu makamdan çıkarılarak aşağı indirildiği anlaşıldı. fekat tam indirilmemişdir. bu makamın altında kalmış olan derecelere de götürüldü. bu üstdeki makamdan inmeğe başlamışdır. bundan sonra her ne hal olursa açığa vurulacak ve yüksek huzurunuza yazılacakdır. bu hale kavuşan da, hali açıldıkdan sonra kendisi birşey yazarsa, doğru olur. bu inişi kuvvetli olduğu için ve bu aşağı köleniz cüllab şerbeti içerek halsizleşdiğim için bu inişin sonunu inceliyemedim. inşaallahü teala onu da bildirirler. onsekizinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. telvinden sonra olan temkini, vilayetin üç mertebesini ve vücudi tealanın zati tealadan ayrı olduğu bildirilmekdedir: yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı, günahı çok ahmed bin abdülehad sunar ki, hallerin ve ma'rifetlerin gelmeğe başladığı günden beri, bunları yüksek kapınıza bildirmek saygısızlığında bulundum ve çok ileri gitdim. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin yardımıyla, hallere bağlı kalmakdan kurtardı. telvinden temkine kavuşdurdu. ya'ni değişik hallerden kurtarıp sükunete kavuşdurdu. şimdi hayret, şaşkınlık ve üzüntüden başka elime hiçbirşey geçmiyor. vasl yerine fasl ve kurb yerine bu'd hasıl oldu. ma'rifetler kalmadı. ilm gitdi. cehl kapladı. bu şaşkınlıkla mektub da yazılamaz oldu. yalnız, günlük olup bitenleri yazarak, kıymetli vaktlerinizi almağa da elim varmadı. kalbimi soğukluk o kadar kapladı ki, hiçbirşeyle kızışamıyor. tenbeller gibi hiçbir iş yapamıyorum. farisi tercemesi: ben hiçim, hiçden de aşağı, hiçden bir iş hasıl olur mu? sözümüze gelelim. şimdi ile şereflendirdiler. burada ilm ve ayn, ya'ni bilmek ve görmek birbirine perde değildirler. fena ile beka bir aradadır. hayret, şaşkınlık içinde ilm ve şü'ur vardır. gayb etmiş iken kavuşmuşdur. ilm ve ma'rifet varken cehl ve dalgınlık içindedir. farisi mısra' tercemesi: çok şaşılır. hem kavuşdum, hem şaşkın oldum. allahü teala yalnız kendi sonsuz merhametiyle yüksek derecelerde ilerletiyor. nın üstünde var. vilayetin, şehadet makamı yanındaki yeri, suretlerin tecellisinin zatın tecellisi yanındaki yeri gibidir. hatta, bu ikisi arasındaki uzaklık, o ikisi arasındaki uzaklıkdan kat kat çokdur. bunu önceden de bildirmişdim. şehadet makamının üstünde var. bu iki makam arasındaki uzaklık, kelime ile anlatılabilenden daha çok ve işaret olunabilenden daha büyükdür. sıddiklık makamının üstünde, yalnız vardır ala ehlihessalatü vesselam. sıddiklık makamı ile peygamberlik makamı arasında başka makam yokdur ve olamaz. başka makam olamıyacağı, açık ve doğru olan keşfle anlaşılmakdadır. ehlüllahdan, ya'ni evliyadan birçoğu, bu iki makam arasında bir makam daha bulunduğunu söylemişler ve buna makamı demişlerdir. buraya ulaşdırmakla da şereflendirdiler. bu makamın ne olduğunu bildirdiler. çok uğraşdıkdan ve pek yalvardıkdan sonra, önce o büyüklerin söyledikleri gibi gösterdiler. sonra iç yüzünü bildirdiler. evet, yükselirken sıddiklık makamı hasıl oldukdan sonra bu makam hasıl olmakdadır. fekat iki makamın arasında bulunması, üzerinde durulacak birşeydir. yüksek kapınıza kavuşduğum zeman, inşaallahü teala, işin iç yüzünü geniş olarak sunacağım. bu makam çok yüksekdir. yükselirken, geçilen konaklar içinde bundan daha üstünü bilinmiyor. allahü tealanın vücudünün, ya'ni varlığının, zatından, ya'ni kendisinden başka olduğu, bu makamda anlaşılıyor. doğru yolun alimleri de allahü teala onların çalışmalarına iyi karşılıklar versin böyle olduğunu bildirmişlerdir. burada, vücud da yolda kalıyor. ondan daha yukarı çıkılıyor. ebülmekarimi rükneddin şeyh alaüddevle, kitablarının bir kaçında buyuruyor. sıddiklık makamı, beka makamlarındandır. çünki, yüzü mahluklara karşıdır. bundan daha aşağıda, ya'ni iniş makamlarının en ilerisinde peygamberlik makamı vardır. bu makam sıddiklık makamından daha yüksekdir. sahv ve beka burada daha çokdur. kurbet makamı, bu iki makamın arasına giremez. çünki bunun yüzü, tam tenzihe doğrudur ve çıkış makamlarının temamıdır. nerede onlar, nerede bu? farisi tercemesi: ayna arkasındaki papağan gibiyim, ezeli üstad ne derse onu söylerim. düşünerek, işiterek anlaşılan ahkamı islamiyye bilgileri, şimdi keşf ile hasıl olmakdadır. keşfler, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerinden kıl kadar ayrılmamakdadır. onların kısaca bildirdikleri şeyleri açıkladılar ve genişletdiler. düşünerek anlamak yerine içden gelerek öğrenmeği ihsan etdiler. bir kimse hace şahi nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinden sordu: sual: tesavvuf yolunda ilerlemek, ya'ni süluk niçindir? cevab: buyurdu. onlardan başka şeyler öğrenmek içindir buyurmadı. evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, bilgiler, ma'rifetler hasıl olmakdadır. fekat, bunların hepsini bırakıp ilerlemek lazımdır. en son makama, ya'ni sıddiklık makamına varmadıkça doğru bilgilere kavuşamaz. şuna şaşılır ki, ehlüllah arasında, bu şerefli makama kavuşduklarını söyleyenlerin bu makama uygun olan bilgileri ve ma'rifetleri acaba neden olmuyor? kaza ve kader bilgisini de açıkladılar. öyle bildirdiler ki, islamiyyetin bildirdiğinden hiç ayrılığı yokdur. bu bilgiye, icab noksanlığı ve cebr lekesi hiç bulaşmamakdadır. bu bilgi, ayın ondördündeki ay gibi açık anlaşılmakdadır. islamiyyetin bildirdiğine hiç uygunsuz olmadığı halde bu bilgiyi niçin herkesden gizlediklerine şaşıyorum. eğer dini islama uygun olmasa idi, o zeman örtmeleri, saklamaları uygun olurdu. ne yapdığından sual olunmaz. farisi tercemesi: onun korkusundan, kim ne yapabilir? teslim olmakdan başka ne diyebilir. ilmler ve ma'rifetler, nisan yağmuru gibi akıyorlar. insanın idraki bunları kavrıyamıyor. laf olsun diye insanın idraki diyoruz. yoksa, sultanın hediyyelerini ancak onun hayvanları taşıyabilir. önceleri, bu şaşılacak bilgileri yazmak istiyordum. fekat başaramadım. bunun için üzülüyordum. sonra, diyerek üzüntümü giderdiler. nitekim mekteblerde talebe diploma almak için çeşidli şeyler öğrenirler. bunları ezberlemek için öğretmezler. bu bilgilerden birkaçını yüksek huzurunuza sunuyorum. şura suresi onbirinci ayetinde onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. ancak o işitici ve görücüdür buyuruyor. bu ayeti kerimenin baş tarafı, allahü tealayı tenzih ediyor. bu, açıkça anlaşılmakdadır. o işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzihi temamlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. şöyle ki, mahluklarda da görmek ve işitmek vardır. mahlukların bu iki duygusu allahü tealanın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. allahü teala, mahlukların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. bu ayeti kerimede, işitici ve görücü yalnız odur, mahluklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. allahü teala, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. allahü tealanın adeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te'sirler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. insanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te'sir etmez. te'sir eder denilirse, te'siri de o yaratmakdadır. mahlukların kendileri te'sirsiz oldukları gibi, sıfatları da te'sirsizdir. herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez. taş, cimad, te'sirsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimaddır, te'sirsizdir. harflerin ve sesin çıkmasında hiç te'siri yokdur. başka sıfatlar da bunun gibidir. bu iki sıfat, daha meydanda olduğu için, allahü teala, mahluklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. mahluklarda başka sıfatların da bulunmadığı bundan anlaşılmakdadır. allahü teala insanlarda önce ilm sıfatını yaratdı. bir şeyi bilmek için, bu sıfatın o şeye teveccühünü ya'ni ilgisini yaratdı. bundan sonra, bu sıfatın o şeye bağlanmasını yaratdı. bundan sonra o şeyin bu sıfat üzerinde görüntüsünü yaratdı. adeti böyle oldu. o şeyin görüntüsünün ilm sıfatında yaratılmasında, bu sıfatın ne te'siri olabilir? bunun gibi, önce işitmek sıfatını yaratdı. bundan sonra sesleri bu sıfata getirecek kulak ve başka sebebleri yaratdı. sonra ses dalgalarını yaratdı. sonra kulağın bu sesi almasını, bundan sonra da sesi duymağı yaratdı. yine bunun gibi önce gözü yaratdı. sonra gözde görüntüyü yaratdı. sonra görüntüyü beyinde yaratdı. daha sonra görmeyi yaratdı. işitici ve görücü o kimseye denir ki, işitmesi ve görmesi, kendisinin bu sıfatları ile olsun. böyle olmayınca, buna işitici ve görücü denmez. bundan anlaşılıyor ki, mahlukların sıfatları da, kendileri gibi cimaddır, te'sirsizdir. sözün kısası, mahluklarda sıfatlar yokdur. bu sıfatlar ancak allahü tealada vardır. bu ayeti kerimede, tenzih ile teşbih bir araya getirilmişdir. hatta ayeti kerimenin hepsi tenzihi bildirmekde, benzeri olmadığını beyan buyurmakdadır. birinci ilm, ya'ni mahluklarda görülen sıfatların hak tealanın sıfatları olması ve mahlukları cimad, ya'ni te'sirsiz bilmek, içinden su akan musluk ve testi gibi bulmak, evliyalık makamına uygun olan bilgidir. ikinci ilm, ya'ni mahlukların sıfatlarını da cimad gibi bulmak ve zümer suresinin otuzuncu ayeti kerimesinde sen, elbette ölüsün. onlar da elbette ölüdürler bildirildiği gibi, mahlukları ölü bilmek, şehadet makamına uygun olan ilmdir. buradan da, bu iki makam arasındaki başkalık anlaşılmakdadır. bir şeyin azının görülmesi, çoğunun bulunduğunu gösterir. bir yerden su sızması, büyük su bulunduğunu haber verir. farisi mısra' tercemesi: senenin iyiliği beharından belli olur. bunun gibi, bu yüksek makamın sahibleri, mahlukların işlerini de, ölü gibi ve cimad gibi bulurlar. bunların işleri, allahü tealanın işidir, bu işleri yapan hep odur demezler. allahü teala, böyle olmakdan çok yüksekdir. bir kimse, bir taşı hareket etdirse, bu kimse hareket ediyor denmez. taşı hareket etdiriyor ve taş hareket ediyor denir. taş cimad olduğu gibi, taşın hareketi de cimaddır. taş hareket ederken bir adamı öldürse, taş öldürdü denmez. taşı hareket etdiren kimse öldürdü denir. ehli sünnet alimleri şekkerallahü teala sa'yehüm de böyle söylemişlerdir. bunlar mahlukların yapdıkları işler, kendi iradeleri ve ihtiyarları ile olmakla beraber, bunları allahü teala yaratmakdadır. bunları allahü tealanın yaratmasında onların işlerinin hiç te'siri olmaz. onların işleri, birkaç hareketdir. işlerin yapılmasında bu hareketlerin te'siri olmaz. sual: böyle olunca, kulların işlerine sevab ve azab yapılması doğru olmaz. bir taşa emr vermek ve onun hareketlerine sevab ve azab yapmak gibi olur. cevab: taşın hareketiyle insanların hareketi başka başkadır. insanlara din gönderilmesi ve emrler, yasaklar yapılması, onlarda kudret ve irade bulunduğu içindir. taşda enerji varsa da irade yokdur. fekat, insanların iradesini de allahü teala yaratdığı için ve bu iradenin işin yapılmasında te'siri olmadığı için, bu iradeleri de ölü gibidir. iradenin yalnız şu kadar te'siri vardır ki, iş, kulun iradesinden sonra yaratılmakdadır. allahü tealanın adeti böyledir. insanların kudreti te'sir ediyor denirse, kudretdeki bu te'sirini de allahü teala yaratmakdadır. kudreti yaratdığı gibi, bunun te'sirini de yaratmakdadır. maveraünnehr alimleri, kudret te'sir eder dediler ise de, bu te'sirde kudretin ihtiyarı hiç yokdur. te'siri, cansızın hareketi gibidir. bir kimse, yukarıdan atılan bir taşın bir hayvanı öldürdüğünü görse, bu kimse, taşın cimad, cansız olduğunu bildiği gibi, onun hareketini ve bu hareket enerjisinin öldürmesini de cimad bilir. görülüyor ki, mahlukların kendileri de, sıfatları da ve işleri de hep cimaddırlar, ölüdürler. diri olan, herşeyi varlıkda durduran, işitici, görücü, bilici olan ve her dilediğini yapan, yalnız allahü tealadır. kehf suresinin yüzonuncuayeti kerimesinde ey sevgili peygamberim, onlara söyle! rabbinin kelimelerini yazmak için deniz mürekkeb olsa, rabbinin kelimeleri bitmeden, o deniz ve onun gibi bir daha deniz biterler buyuruldu. çok saygısızlık yapdım. sonsuz atılganlık yapdım. ne yapayım? her bakımdan güzel olanı anlatan söz de güzel olduğu için ne kadar uzarsa, o kadar tatlı oluyor. onu anlatan sözler güzel oluyor. allahü tealadan konuşmağa ve onun yüce adını dilime almağa hiç layık değil isem de, kendimi tutamıyorum. farisi tercemesi: ağzımı gül suyu ile binlerce yıkasam, ismini söylemeğe yine layık olamam. farisi mısra' tercemesi: köle olan haddini bilmelidir. yüksek teveccüh ve ihsanlarınıza sığınıyorum. çürüklüğümü, aşağılığımı nasıl bildireyim? her gelen lutüfler, ihsanlar, hep yüksek teveccüh ve merhametinizden hasıl olmakdadır. yoksa, farisi mısra' tercemesi: ben hep o eski ahmedim. meyan şah hüseyn, tevhidi vücudi yolundadır. bundan çok tad almakdadır. onu bu yoldan çıkararak hayret makamına kavuşdurmak istiyorum. çünki maksad, oraya kavuşmakdır. muhammed sadık, küçük olduğu için, kendini hiç tutamıyor. eğer yolculukda yanımızda bulunursa çok terakki edecekdir. ya'ni dağ eteği denilen yere giderken yanımızda idi. çok şeyler kazandı. hayret makamına kavuşdu. bu makamda fakire çok benzemekdedir. şeyh nur da, bu makamda çok ilerledi. bu fakirin yakınlarından bir genç vardır. onun hali çok yüksekdir. tecelliyati berkıyyeye yaklaşdı. yaradılışı buna çok uygundur. geçdi, isyan ile ömrüm, neye halim varacak? sızlıyor yaralı gönlüm, onu yokdur saracak. mahşer yerinde, zebaniler elinden, yarab! eğer etmezsen, inayet, beni kim kurtaracak? ondokuzuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. birkaç ihtiyac sahibinin gönderildiği bildirilmekdedir: yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı sunar ki, askerden bir kimse geldi. dehli ve serhend fakirlerinin geçen sonbehar mevsimi için olan haklarının yüksek kapınız hizmetcilerinden hakkı olanlar araşdırılarak, onlara da dağıtılması için size gönderildiğini bildirdi. bunun için saygısızlık yaparak yazıyorum. şeyh ebül hasen adına bin dirhem gönderilmesi. kendisi ilm sahibidir. ve hafız şah hüseyn adına da bin dirhem gönderilmesi lazımdır. şah hüseyn, şeyh nevvab vakfının vekillerindendir. bunların ikisi de hayatdadır ve işleri başındadır. kendilerinin hakları olduğunda şübhe yokdur. vekillerini gönderdiler. askerin söylediği doğru ise, ikisinin hakkını buna vermek uygun olur. kendileri serhenddedirler. yirminci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine gönderilmişdir. bir kaç dileğini bildirmekdedir: yüksek kapınız hizmetcilerinin en aşağısı sunar ki, habibi serhendinin validesi ile zevcesinin ve ismleri ayrıca yazılı olan kimselerin beytülmaldan haklarının alınabilmesi için, yüksek kapınız hademelerini bir kaç mektubla üzmüşdüm. bunların hakları olan eşya, eğer dehliye gelmiş ise, kendilerine verilmesi için mevlana aliye emr buyurunuz. bunlardan bir kaçı vekil göndermişdir. bir kaçı da, kendileri gelmişdir. eğer bunların hakkı dehliye getirilmemiş ise, kendileri hayatdadır ve iş başındadırlar. kendilerine düşen hisselerin tashihini diliyorlar. sözü daha uzatmamız saygısızlık olur. yirmibirinci mektub bu mektub, şeyh muhammed mekki bin hacı musa lahoriye yazılmışdır. vilayet dereceleri ve vilayeti muhammediyyeyi bildirmekde ve tarikati nakşibendiyyeyi övmekdedir: şerefli mektubunuz bu zaif köleye geldi. allahü teala ecrinizi artdırsın ve işlerinizi kolaylaşdırsın ve özrünüzü kabul buyursun. insanların en üstünü, en temizi aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine, bu duayı kabul buyursun! kardeşlerime bildiririm ki: ehlüllahın dedikleri, ölmeden önce ölmek hasıl olmadıkca, allahü tealaya kavuşulamaz. hatta, da, ya'ni insanın dışında bulunan uydurma putlara ve de, ya'ni insanın içinde bulunan nefsinin isteklerine tapınmakdan kurtulamaz. islamın hakikatine kavuşamaz. tam iman elde etmesi kolay olmaz. nerde kaldı ki, abidler arasına karışabilsin ve evliyalar derecesine kavuşabilsin. bununla beraber, bu fena makamı, vilayet derecelerine atılan ilk adımdır. bu yüksek makam daha başlangıcda ele geçer. vilayetin başlangıcı böyle olursa, sonunun nasıl olacağını artık anlamalıdır. başını görünce sonunun yüksekliği düşünülmelidir. şu farisi mısra' ne güzel söylenmişdir. mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de beharımı anla! şu farisi mısra' da öyledir. mısra' tercemesi: senenin iyiliği, beharından anlaşılır. evliyalığın dereceleri vardır. her derece de, birbirinin üstündedir. çünki, her peygamberin makamı altında vilayet ya'ni evliyalık vardır ve herbirinin vilayeti kendilerine mahsusdur. vilayetlerin en yüksek derecesi bizim peygamberimizin aleyhi ve ala cemi'i minessalevati etemmüha ve minettehıyyati eymenüha kademi, ayağı altında bulunan vilayetdir. çünki, ismlerin, sıfatların, şü'unların ve i'tibaratın allahü tealada bulunması bakımından olsun veya bulunmaması bakımından olsun, karışmadıkları zatın tecellisi, yalnız onun vilayetinde olur aleyhissalatü vesselam. var olan ve varlığı düşünülen bütün perdelerin ilmde ve aynda yok olması ancak bu makamdadır ve denilen yakınlık ve tam vecd hasıl olur. onun izinde gidenler aleyhissalatü vettehıyye bu makamdan çok pay alırlar. bu yüksek dereceye ve büyük ni'mete kavuşmak için onun izine sarılınız sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem! zati ilahinin bu tecellisi, tesavvuf büyüklerinin çoğuna göre, şimşek gibi çakıp geçmekdedir. ya'ni, zati ilahiden bütün perdelerin kalkması, şimşek gibi çok az zeman sürer. sonra ismlerin ve sıfatların perdeliği hemen araya girer. zati ilahinin nurlarının parlaklığı da perde gibi örter. zati ilahinin huzuru, şimşek gibi, bir an olur. zatın gaybeti, ya'ni örtülmesi çok uzun sürer dediler. nakşibendiyye evliyasının büyüklerine kaddesallahü teala esrarehüm ise, zatın huzuru daimidir. bu büyükler, çabuk geçen, hemen gaybete dönen bir huzura kıymet vermezler. bu büyüklerin yüksekliği, bütün yüksekliklerin üstündedir ve bunların nisbeti, bütün nisbetlerden daha üstündür. bunlar, zatın devamlı olan huzuruna demişlerdir. buyurmuşlardır. bundan daha çok şaşılacak şey, bu büyüklerin yolunun sonu, başlangıcda yerleşdirilmişdir. burada resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabının yolunu tutmuşlardır. çünki, onlar resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye ilk sohbetinde, sonda varılabilecek şeylere kavuşurlardı. bu ise, nihayetin başlangıca yerleşdirilmesidir. muhammed aleyhisselamın vilayeti, bütün peygamberlerin ve resullerin aleyhimüssalevatü vetteslimat vilayetlerinin üstünde olduğu gibi, bu büyüklerin vilayeti de, evliyanın hepsinin kaddesallahü teala esrarehüm vilayetlerinin üstündedir. nasıl böyle olmasın ki, bunların vilayetleri, sıddikı ekbere bağlıdır. evet onların büyüklerinden çok az velide de bu nisbet hasıl olmuşdur. fekat, sıddikı ekberden almışlardır radıyallahü anh. böyle olduğunu ebu sa'id haber vermekdedir. sıddikı ekberin radıyallahü anh cübbesinin bu veliye geldiği kitabında bildirilmekdedir. bu tarikati aliyyei nakşibendiyyenin üstünlüklerinden az birşey açıklamamız, talebeyi bu yola teşvik içindir. yoksa, ben nerede, onun üstünlükleri nerede? mevlana celaleddini rumi, de diyor ki: iki beytinin tercemesi: yazık olur onu açıklamak, lazımdır, aşk gibi çok saklamak. fekat söyledim ki, yol bulalar, hasret ateşinden kurtulalar. size ve doğru yolda gidenlere selam olsun! yirmiikinci mektub bu mektub, lahor müftisi şeyh muhammedin oğlu şeyh abdülmecide yazılmışdır. ruhun nefse niçin bağlanmış olduğu ve bunların yükselmelerini ve inmelerini ve cesedin ve ruhun fena ve bekalarını ve da'vet makamını bildirmekdedir: nur ile zulmeti birlikde bulunduran allahü teala, her dürlü aybdan, kusurdan uzakdır. mekansız, cihetsiz olan ruhu, cihetli olan, maddeden yapılmış olan bedene yaklaşdıran, rabbimizi tesbih ederiz. zulmetli olan bedeni, nurlu olan ruha sevdirdi. nur zulmete aşık oldu. çok severek, onun ile birleşdi. bu bağlantı ile, nurun cilası artdı. ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. nurun bu hali, ayna yapılacak cama benzemekdedir. cama parlaklık vermek için ve cismleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. karanlık, katı toprak maddeleri ile sıvanan camın parlaklığı artar. kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca, önceden allahü tealaya olan yakınlığını unutdu. hatta, kendi varlığını ve özelliklerini unutdu. karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unutdu. onunla bir arada kalınca, kıymetini gayb etdi. kötüleşdi. bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. buna kavuşamazsa, yükselmeğe uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! allahü teala ona ezelde merhamet etdiyse, onu lutfüne, inayetine kavuşdurdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan ni'metleri hatırlar, eski haline döner. arabi tercemesi: hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır. herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır. nur bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühuduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makama sürükler. buraya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutduracak kadar çoğalırsa, beden de onun nurları ile aydınlanır. nurların müşahedesinde kendini unutur. matlubun huzuruna perdesiz olarak kavuşur. insan, şimdi hem cesedin, hem ruhun fenasına kavuşmakla şereflenir. bu fenadan sonra, bu şühud ile beka hasıl olursa, fena ve beka temamlanmış olur. veli ismini almak hakkı olur. vilayet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: ya, tam şühuda dalar, kendini hep unutur. yahud, insanları hak tealaya çağırmak için geri döner. geri döndükden sonra, batını allahü teala ile, zahiri insanlar ile olur. bu zeman nur, kendisine karışmış olan zulmetden kurtulur. matlubuna, ya'ni hak tealaya döner. den olur. kendisinin sağı solu yok ise de, hali sağ olmağa uygundur. çünki hayrları kendinde toplamışdır, kemale kavuşmuşdur. bu ikisi de sağda bulunur. sağ mubarekdir. buyurulmuş olması da bunun gibidir. . mekansız nur ve batın dediğimiz, ruhdur. ciheti olan karanlık ve zahir ise, nefs demekdir. sual: birinci kısmdan olan, ya'ni geriye dönmeyen evliya da, alemi biliyor, insanlarla birlikde yaşıyor. bunların hep allahü tealaya bağlı olmaları ve kendilerini unutmaları ne demekdir? insanları allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşdurmak için geri dönen evliya ile bunların arasında ne fark vardır? cevab: kendilerini unutmak ve hep allahü tealaya bağlı kalmak demek, nefs ruhun nurları arasına girdikden sonra, ruh ile nefsin birlikde, allahü tealaya teveccüh etmesi demekdir. böyle olduğu yukarıda bildirilmişdir. mahlukları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organları ile olur. bu organlar, nefsin tafsilidir. nefsin arzuları ile işlemekdedir. hulasa olan, kuvvet merkezi olan nefs, ruhun nurları altında allahü tealayı müşahede etmekdedir. bunun tafsili, açıkda olan kısmları, eski şü'uru ile hareket etmekdedir. hulasanın yok hale gelmesi ile, onların hareketinde gevşeklik hasıl olmuyor. bu aleme rücu' etmiş olan evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in böyle değildir. bunların nefsi, mutmeinne oldukdan sonra, ruhun nurları altından çıkıyor. mahluklar alemine bağlanıyor. bu bağlılıkla, insanları allahü tealanın rızasına çağırıyor. nefs hulasadır, toplulukdur dedik. his organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsilidir, açıkda bulunan parçalarıdır dedik. çünki nefsin etden olan kalbe ya'ni yüreğe bağlılığı vardır. yüreğin de, , ya'ni kısaca kalb veya gönül denilen latifeye bağlılığı vardır. yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile, ruha da bağlanmış olur. ruhdan gelen feyzler, bu bağlılıklar vasıtası ile nefse gelir. sonra nefsden organlara ve kuvvetlere yayılır. bunlar nefsde hulasa olarak mevcuddur. bu anlaşılınca, evliyanın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. birincileri, sekr sahibleridir, ya'ni şü'ursuzdurlar. ikincileri sahv sahibleridir. ya'ni şü'urludurlar. birincileri daha şerefli, ikincileri ise, daha üstündür. birincilerin hali evliyalığa uygundur. ikincilerin hali peygamberliğe uygundur. allahü teala, bizleri evliyanın kerametlerine kavuşmakla şereflendirsin ve enbiyaya salevatüllahi teala ve selamühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala cemi'i melaiketil mukarrebin vel'ibadissalihin ila yevmiddin tam uymakla yükseltsin! bu satırları yazan düacınızın, arabisi, farisisinden daha güzel değil ise de, şerefli mektubunuz arabi kelimelerle yazılmış olduğundan, mektubumuzu da, sizin gibi yazdık. sözümüz burada temam oldu. hepinize selam olsun! yirmiüçüncü mektub bu mektub, hanı hanan ismi ile meşhur abdürrahime rahmetullahi teala aleyh arabi olarak yazılmış olup, dini, cahillerden öğrenmeği men' etmekde ve soy adı seçmekden bahs etmekdedir: allahü teala hepimizi lafdan kurtarıp, iş yapmak nasib buyursun. insanların en iyisi ve hepsinin peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem hatırı için, amelsiz ilmden, işe yaramıyan bilgilerden korusun! arabi mısra' tercemesi: bir kimse ki, bu düaya amin diye, hak teala, o kula rahmet eyleye! ey, yüksek yaratılışlı kardeşim! allahü teala, sizin yaratılışınızda bulunan kemalatın meydana çıkmasını ihsan eylesin! bu dünya ahıretin tarlasıdır. burada tohum ekmeyip, yaratılışda bulunan, toprak gibi yetişdirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faidelenmeyenlere ve amel, ibadet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! toprak gibi yetişdirici kuvveti işletmemek, oraya birşey ekmemekle veya zararlı, zehrli tohum ekmekle olur. bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çokdur. zehrli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitablarından okumakdır. çünki, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. dini, işine geldiği gibi söyler. karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. çünki, din cahilleri, din dersi verirken , islamiyyete uygun olmıyanı uygun olandan ayıramaz. gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. kendi gibi, talebesini de cahil yetişdirir. birçok şeyler okuyup ezberlemekle, insan din adamı olamaz, ve din bilgisi veremez. bir din alimi, gençlere din öğreteceği zeman, bunlara önce, dinsizler, islam düşmanları tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehrlerden temizler. zehrlenen ruhlarını tedavi eder. sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, islamiyyeti ve meziyyetlerini, faidelerini, emrlerindeki ve men'lerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı se'adete ulaşdırdığını, onlara yerleşdirir. böylece gençlerin ruh bağçelerinde derdlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir. böyle bir din alimini ele geçirmek, en büyük kazancdır. onun bakışları, ruhlara işler. sözleri, kalblere te'sir eder. dini islamı, hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle bir allah adamının sunması ile mümkindir. allahü teala, hepimizi muhammed aleyhissalatü vesselamın doğru yolundan ayırmasın! amin. çünki, insanları dünya ve ahıret rahatına kavuşduran, ancak bu yoldur. şu farisi ne güzel söylenmişdir. beytin tercemesi: arabistandan doğan, muhammed aleyhisselam iki cihanda, üstün odur, heman! kara toprak altında kalsın, her an, onun kapısında, toprak olmıyan! peygamberlerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat en yükseğine, en üstününe bizden selamlar olsun! ne kadar şaşılacak şeydir ki, kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şa'irlerden birinin, bir kafir ismini soyadı aldığını işitdim. hem de, kendisi seyyidlerden, sevmemiz lazım gelen büyüklerden biridir. keşki bunu duymasaydım. bu alçak ismi acaba niçin aldı? bir dürlü anlıyamıyorum. böyle ismleri almakdan, korkunç arslanlardan kaçmakdan, daha çok kaçmak lazımdır. böyle ismleri, her çirkinden daha çirkin görmek lazımdır. çünki, bu ismler ve onların sahibleri, allahü tealanın düşmanlarıdır. onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarıdır. müslimanların, kafirleri düşman bilmesi emr olunmuşdur. bu gibi pis ismleri, evladına koymamaları, her müslimana vacibdir. benim tarafımdan ona söyleyiniz! bu ismi değişdirsin! onun yerine, ondan hayrlı ve müslimana yakışan bir ism koysun. müsliman olana, müsliman ismini koyması yakışır. allahü tealanın sevdiği ve onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem beğendiği, islam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur.ebu davüd ve muhammed ibni hibban bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet günü ismlerinizle ve babalarınızın ismleri ile çağrılacaksınız. onun için güzel ismler alınız! buyurdu. tirmüzi bildirdiğine göre aişe radıyallahü anha buyurdu ki, . tirmüzi ve ibni mace rahmetullahi aleyhima bildiriyor: abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma buyurdu ki, hazreti ömerin bir kızının adı asıye ya'ni isyan edici idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu değişdirdi. cemile yapdı. bunlar gibi, daha birçok insan, yer ve sokak ismini değişdirerek, müslimana yakışan ismler takdığını ebu davüd bildirmekdedir. hadisi şerifde, emr olundu. dinsizlik alameti olan ve bu zannı uyandıran ismleri koymakdan, kaçınmak, her müslimanın vazifesidir. bekara suresi, ikiyüzyirmibirinci ayetinde mealen, buyuruldu. muhammed aleyhisselamın yolunda gidenlere, allahü teala, selamet versin! amin. malu mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi! bir muhalif yel eser, savurur harman gibi. yirmidördüncü mektub bu mektub, kılınc hana yazılmışdır. sofinin kain ve bain olduğu ve kalbin birden fazla şeye bağlanmıyacağı ve muhabbeti zatiyye hasıl olunca sevgiliden gelen elemlerle ni'metlerin müsavi olduğu ve mukarreblerle ebrarın ibadetleri arasındaki başkalığı ve kendini yok bilen evliya ile insanları da'vet için geri dönmüş olan evliyanın başkalıkları bildirilmekdedir: allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat size selamet ve afiyet versin! hadisi şerifde, buyuruldu. kalbinde, allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak onu teala ve tekaddese dileyen kimselere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in müjdeler olsun. bu hadisi şerife göre, bu kimse, allahü teala ile beraber olur. görünüşde insanlar ile birlikde ve onlarla alış verişde ise de, hakikatde allahü teala iledir. kain ve bain olan sofinin hali böyledir. bu sofi, allahü teala ile dir. ya'ni allahü teala ile bulunur ve insanlardan dir. ya'ni ayrıdır. yahud, görünüşde insanlar ile kaindir. hakikatde ise insanlardan baindir. kalb, ya'ni gönül birden fazla şeyi sevmez. bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. kalbin mal, evlad, mevkı', medh olunmak gibi çeşidli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakikatde hep bir sevgilisi içindir. o biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir. bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. onların nefslerini düşünmemekdedir. nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. bunun içindir ki, kul ile rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. çünki hiçbirşeyi o şey için sevmemekdedir. onun için hiçbirşey perde olmaz. kul, hep nefsini düşünmekdedir. bunun için perde, yalnız kendisidir. başka hiçbir şey değildir. kul, kendinin nefsini düşünmekden büsbütün kesilmedikçe rabbini düşünemez. allahü tealanın sevgisi onun kalbine yerleşemez. bu büyük ni'met, ancak tam fena hasıl oldukdan sonra elde edilebilir. mutlak olan fena da, tecellii zatiye bağlıdır. çünki, ortalıkdan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. denilen bu sevgi hasıl olunca, sevgilinin ni'metleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. bu zeman, ihlas hasıl olur. rabbine ancak onun için ibadet eder. kendi nefsi için değil. ibadeti, ni'metlere kavuşmak için olmaz. çünki, ona göre ni'metlerle azablar arasında başkalık yokdur. işte bu hal mukarreblerin derecesidir. ebrar böyle değildir. bunlar, allahü tealaya ni'metlerine kavuşmak için ve azabından korkdukları için ibadet ederler. bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzularıdır. çünki bunlar, allahü tealanın zatını sevmek se'adetine kavuşmamışlardır. bunun için . çünki, ebrarın hasenatı, bir bakımdan hasenatdır. başka bakımdan seyyiat olur. mukarreblerin hasenatı ise, her bakımdan hasenatdır. ya'ni iyilikdir. evet, mukarreblerden, tam bekaya kavuşdukdan ve bu sebebler alemine indikden sonra, allahü tealaya, korku ile ve ni'metlerine kavuşmak için ibadet eden de vardır. fekat, bunların korkuları ve arzuları kendi nefsleri için değildir. bunlar, allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve onun gazabından, gücenmesinden korkdukları için ibadet ederler. bunlar cenneti de isterler. çünki, cennet, allahü tealanın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. yoksa cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. bunlar cehennemden korkar. ondan koruması için düa ederler. çünki, cehennem, allahü tealanın gazabının bulunduğu yerdir. yoksa, cehennemden korkuları, nefslerini azabdan kurtarmak için değildir. çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuşlardır. allahü teala için halis kul olmuşlardır. bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. bu mertebeye kavuşan, makamına erdikden sonra makamının yüksekliklerinden bir şeylere de kavuşur. sebebler alemine inmeyen ise, müstehlik olan, ya'ni kendini yok bilen evliyadan olur. bunun peygamberlik makamının kemalatından haberi yokdur. başkalarını kemale getiremez. yukarıda bildirdiğimiz birinci sınıf evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in gibi değildirler. allahü teala, insanların en üstünü hürmetine aleyhi ve ala alihi ve etba'ihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha bizleri bu büyükleri sevmekle şereflendirsin. çünki, . evvelimiz ve sonumuz selametde olsun! yirmibeşinci mektub bu mektub, hace cihana yazılmışdır. peygamberlerin en üstününe aleyhi ve aleyhim minessalevati ekmelüha ve minetteslimati etemmüha ve hulefai raşidine uymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala kalbinize selamet versin! göğsünüzü genişletsin! nefsinizi temizlesin! cildinizi yumuşatsın! bunların hepsi, hatta ruhun, sırrın, hafinin ve ahfanın bütün kemalatına kavuşmak, ancak peygamberlerin en üstününe uymakla olur aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. öyle ise, ona uymak için ve onun dört halifesine uymak için çok çalışınız. onun dört halifesi doğru yoldadırlar. ondan sonra, herkesi doğru yola onlar getirmişdir. onlar, insanları doğru yolda ilerleten yıldızlardır. evliyalık semasının güneşleridirler. onların izinde yürümeğe kavuşmakla şereflenenler, tam kurtuluş ile kurtulurlar. onların yolundan ayrılanlar, doğru yoldan sapar, felakete düşerler. mektubun son iki sahifesini okuyunuz! merhum şeyh sultanın iki oğlu çok sıkıntıdadır. geçimleri güç durumdadır. yüksek makamınızdan dileğimiz onların imdadına, yardımlarına yetişmenizdir. bu hayrlı işe siz layıksınız. hatta bütün insanların ihtiyaclarını gidermek için cenabı hak size başarılar vermişdir. allahü teala başarılarınızı artdırsın. hep hayrlı işlere ulaşdırsın. allahü teala, size ve doğru yolda olanlara selamet versin! yirmialtıncı mektub bu mektub, şeyhulalem mevlana hace muhammed lahoriye yazılmışdır. şevk, arzu ebrarda olur. mukarreblerde olmaz. bu makamla ilgili birkaç şey bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi muhammed aleyhisselamın nurlu caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. hadisi kudside, ebrar bana kavuşmağı çok istiyor. ben de onları çok istiyorum buyuruldu. allahü teala, ebrarın şevk, arzu sahibi olduklarını bildirdi. çünki, mukarrebler vasıl olmuşlardır. bunlarda kavuşmak arzusu artık kalmamışdır. şevk, ayrı olanlarda bulunur. mukarreblerde ayrılık gayrılık yokdur. herkes bilir ki, kimse kendi nefsine kavuşmak için şevk sahibi değildir. halbuki kendi nefsini taşkınca sevmekdedir. çünki, nefsinden ayrı değildir. allahü tealada baki ve kendi nefsinden fani olmuş bir mukarrebin allahü tealaya olan yakınlığı, bir kimsenin kendi nefsine olan yakınlığı gibidir. bunun için zevk, yalnız ebrarda bulunur. çünki, ebrar çok sevmekdedir ve kavuşmamışdır. ebrar demek, sona varmamış, mukarreb olmamış salik demekdir. tesavvuf yolunun başında veya ortasında bulunur. sona varmasına kıl kadar ayrılık kalsa bile, mukarreb olmaz. şu farisi şi'rde ne güzel söylenmişdir. farisi beytin tercemesi: dostun ayrılığı az olsa da, az değildir; eğer gözde yarım kıl olsa da, çok görünür. sıddikı ekber radıyallahü teala anh bir kimsenin kur'anı kerim okurken ağladığını gördü. buyurdu. bu söz, kötülemeye benzeyip, övünmek olan sözlerdendir. şeyhimden kuddise sirruh işitdim, buyurdu. şevkın giderilmesi makamın daha yükseldiğini, daha temam olduğunu gösterir. bu makam ye's makamıdır. ya'ni anlayamamakdan hasıl olan üzüntü makamıdır. çünki kavuşulabilecek şey için şevk olur. kavuşmak ümmidi olmayan bir yerde şevk olmaz. yüksek derecelerin sonuna ulaşmış olan bir kamil, bu aleme geri döndüğü zeman, ayrılık ateşine düşdüğü halde, eski şevkı, arzusu geri gelmez. çünki, şevkın gitmesi, ayrılık kalmadığı için değildi. ye's, ümmidsizlik geldiği içindi. geri döndükden sonra da bu ye's kendisinde vardır. birinci kamil rahmetullahi aleyh böyle değildir. o, aleme dönünce, şevk de geri gelir. çünki, önceden yok olmuş olan ya'ni gaybubet, yok olmak, yine hasıl olmakdadır. bir kamil, geri döndüğü zeman, fakd, ayrılık bulunursa, fakdın gitmesi ile yok olan şevk tekrar hasıl olur. sual: vüsul mertebeleri ya'ni kavuşduran yol, sonsuzdur, bitmez tükenmez. ne kadar ilerlese yine uzak olacağı için, hep şevk bulunmaz mı? cevab: vüsul mertebelerinin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda ve şü'unda ve i'tibaratda olan geniş yolculuklardadır. böyle seyr eden bir salik için, yolun sonu olmaz. ondan şevk hiç gitmez. yukarıda bildirilen müntehi ise, bu mertebeleri kısaca geçerek, söz ile, kelime ile, işaret ile anlatılamıyacak makama vasıl olmuşdur. orada hiç ümmidlenmek yokdur. bunun için kendisinde şevk ve taleb kalmaz. bu hal, evliyanın büyüklerinde olur. bunlar sıfatların çukurundan kurtulmuşlar. zati ilahiye tealet ve tekaddeset kavuşmuşlardır. bunlar, sıfatlarda uzun uzun ilerliyen ve şü'unat mertebelerinde seyr eden salikler gibi değildir. o salikler, bitmez tükenmez sıfatların tecellilerine bağlanıp kalırlar. bunlar için olan vüsul mertebeleri kendisini ancak sıfatlara kavuşdurur. zati ilahiye yükselmek ancak sıfatlarda ve i'tibaratda, kısaca seyr etmekle olabilir. ismlerde uzun uzadıya seyr eden bir kimse, sıfatlara ve i'tibarata bağlanıp yolda kalır. böylece şevk ve taleb kendisinden ayrılmaz. vecd ve tevacüdden kurtulmaz. vecd ve tevacüd sahibleri, sıfatların tecellilerine kavuşanlardır. bunlar için yokdur. şevkleri, vecdleri oldukça bu tecellilerden nasib alamazlar. sual: allahü tealaya şevk olması ne demekdir? çünki, allahü tealadan hiç birşey mefkud, yok değildir? cevab: burada şevk demek, belki ile söylenmiş olabilir. çok olduğunu bildirmek içindir. çünki, aziz, cebbar olan allahü tealanın her şeyi şiddetlidir, çokdur. za'if insanların her şeyinden galib ve kuvvetlidir. bu cevab alimlere göre verilen cevabdır. bu fakir kulun başka bir cevabı daha vardır ki tesavvuf yoluna uygun bir cevabdır. fekat bu cevabda biraz sekr, şu'ursuzluk bulunmakdadır. sekr olmayınca, güzel olmuyor. hatta caiz olmuyor. çünki, sekr sahibleri özrlü olur, afv edilirler. sahv, şü'ur sahibleri mes'ul olurlar. sorguya çekilirler. şu anda, tam sahv halindeyim. şimdi o cevabı bildirmek yerinde olmaz. önceleri ve sonraları allahü tealaya hamd olsun. onun peygamberlerine bitmez tükenmez salat ve selam olsun! yirmiyedinci mektub bu mektub, hace ammek için yazılmışdır. tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi övmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevdiği kullarına selam olsun! merhamet ederek bu dostunuza gönderdiğiniz kıymetli mektub gelerek bizleri sevindirdi. selametde olunuz. bu yüksek nakşibendiyye zincirini övmekden başka birşeyle başınızı ağrıtmak istemiyorum. yavrum! bu yüksek zincirin büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm buyuruyorlar ki, . nisbet dedikleri huzur ve agahlıkdır. bunlar hiç gayb olmayan huzura kıymet verir. böyle devamlı olan huzura demişlerdir. bu büyüklerin nisbeti, yadi daşt olmakdadır. bu fakirin anladığına göre, yadi daşt şöyle açıklanmakdadır: allahü tealanın ismleri, sıfatları ve şü'unu ve i'tibaratı birlikde olmaksızın, yalnız zatı ilahinin zuhur etmesine ya'ni kalbe, ruha görünmesine denir. bu tecelliye demişlerdir. ya'ni, şü'un ve i'tibarat perdelerinin aradan kalkması, zatın görünmesi, şimşek çakar gibi bir an sürer. sonra bu perdeler hemen araya girerek örtülür. böyle olunca, gaybsız, devamlı huzur düşünülemez. bir an huzur, ondan sonra devamlı yoklukdur. bu büyükler rahmetullahi aleyhim ecma'in böyle olan nisbete kıymet vermemişdir. halbuki başka silsilelerin, tarikatların büyükleri, öyle olan tecelli nihayete kavuşanlara nasib olur dediler. bu huzur, devamlı olursa, hiç örtünmezse, ismlerin ve sıfatların ve şü'unun ve i'tibaratın perdeleri araya karışmadan tecelli ederse, gaybsız, perdesiz huzur olur. yadi daşt olur. işte, bu büyüklerin nisbeti olan yadi daşti, başkalarının nisbetleri ile karşılaşdırmalıdır. böylece hepsinin üstünde olduğunu anlamalıdır. çok kimse, böyle bir huzurun varlığına inanamaz. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun; zevallı aşık birkaç damla ile doysun. bu yüksek nisbet, öyle garib oldu ki, hatta bu büyük kıymetli zincire bağlanmış bulunanlara da söylense çoğunun inanmayacağı umulur. şimdi, bu büyüklerin yolunda bulunanlara göre nisbet demek, allahü tealanın huzuru ve anlaşılamayacak bir şühududur ve cihetsiz olarak ona teveccüh etmekdir. yukarıda olmak hayale gelirse de, cihetsizdir ve görünüşde devamlıdır. bu nisbet yalnız cezbe makamında hasıl olur. böyle nisbetin başka tarikatlardaki nisbetlerden yüksek bir tarafı yokdur. halbuki, yukarıda bildirdiğimiz yadi daşt, cezbe temamlandıkdan ve süluk makamları sona erdikden sonra hasıl olur. bunun derecesinin yüksekliğini bilmeyen kimse yokdur. eğer gizli kalmışsa, elde edilememesindendir. bir kimse hased ederek inanmazsa ve aşağı bir kimse kendi kusurundan dolayı inad ederse ona bir diyeceğimiz yokdur. farisi iki tercemesi: bir cahil bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez dersem iyi olur. hep aslanlar, bu zincire bağlanmışlardır, kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? evveliniz ve sonunuz selametde olsun! yirmisekizinci mektub bu mektub, yine hace ammeke yazılmışdır. halinin yüksekliğini bildirmekdedir. fekat bu yazıdan, halinin alçaldığı ve uzaklaşmış olduğu anlaşılmakdadır: lütf ederek bu dostunuza gönderdiğiniz merhametli mektub gelerek bizleri sevindirdi. okuyarak şereflendik. hürriyyete kavuşanların, kelepçede olanları hatırlaması ne büyük ni'metdir. kavuşanların, ayrı kalanların dertlerine ortak olması, çok sevindirici birşeydir. ayrı kalan bu zevallı, kendini kavuşmağa layık bulmadığı için, uzak bir köşeye çekildi. yaklaşmakdan kaçarak, uzaklarda soluğu aldı. kavuşmakdan vaz geçip ayrılığa katlandı. hürriyyeti seçmekde zindan hayatını gördüğü için, seve seve zindan hayatını seçdi. farisi tercemesi: sultan birşey beklerse köleden, kana'at kalksın artık ortadan. bozuk yazılarla ve saçma işaretlerle başınızı ağrıtmıyayım. allahü teala, bizi ve sizi peygamberlerin efendisinin yolunda bulundursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha! yirmidokuzuncu mektub bu mektub, şeyh nizameddini tehaniseriye yazılmışdır. farzları kılmağa ve sünnetleri, edebleri gözetmeğe teşvik etmekde ve farzların yanında nafileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı namazını gece yarısından sonra kılmamağı ve abdestde kullanılan suyu içmemeği ve müridlerin secde etmelerinin caiz olmadığını bildirmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi te'assubdan, ya'ni başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz peygamberi hürmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha pişman olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın! insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşduracak işler, farzlar ve nafileler olmak üzere ikiye ayrılır. farzların yanında nafilelerin hiç kıymeti yokdur. bir farzı vaktinde yapmak , bin sene nafile ibadet yapmakdan daha çok faidelidir. hangi nafile olursa olsun, ne kadar halis niyyet edilirse edilsin, ister namaz, oruc, zikr, fikr olsun, ister başka nafileler olsun, hep böyledir. hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok faidelidir. öğrendiğimize göre, emirilmü'minin ömer faruk radıyallahü anh hazretleri sabah namazını cema'at ile kıldıkdan sonra, cema'ate bakdı, eshabından birini bulamadı. buyurdu. orada bulunanlar, o kimse gecenin çok saatlerinde uyumaz. belki şimdi uykuya dalmışdır, dediler. halife, buyurdu. bundan anlaşılıyor ki: bir edebi gözetmek ve tenzihi olsa bile, bir mekruhdan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murakabeden ve teveccühden daha faidelidir. tahrimi olan mekruhdan sakınmanın faidesini, artık düşünmelidir. evet, bu nafile işler, farzları gözetmek ile ve haramlardan, mekruhlardan sakınmak ile birlikde yapılırsa, elbette daha güzel, çok güzel olur. fekat böyle olmazsa, pek zararlı olur. mesela zekat olarak bir dank bir müsliman fakire vermek, nafile olarak dağlar kadar altun sadaka vermekden ve hayrat, hasenat ve yardımlar yapmakdan kat kat daha iyidir, kat kat daha çok sevabdır. bu bir dank zekatı verirken, bir edebi gözetmek, mesela, akrabadan bir fakire vermek de, nafile iyiliklerden kat kat daha faidelidir. bundan anlaşılıyor ki, yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak ve böylece gece namazı sevabını da kazanmayı düşünmek, çok yanlışdır. çünki, hanefi mezhebindeki imamlara göre radıyallahü teala anhüm yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak mekruhdur. sözlerinden de, olduğu anlaşılmakdadır. çünki, yatsı namazını gece yarısına kadar kılmak mubah demişlerdir. gece yarısından sonra kılmak mekruh olur buyurmuşlardır. mubahın karşılığı olan mekruh ise, tahrimen mekruhdur. şafi'i mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak caiz değildir. bunun içindir ki, gece namazı kılmış ol. derdimmektubu okuyunuz! mak için ve bu vaktde zevk ve cem'ıyyet elde etmek için, yatsıyı gece yarısından sonraya bırakmak çok çirkindir. böyle düşünen bir kimsenin, yalnız vitr namazını gece yarısından sonraya bırakması yetişir. vitr namazını gece yarısından sonra kılmak müstehabdır. böylece, hem vitr namazı müstehab olan vaktinde kılınmış olur, hem de gece namazı kılmak ve seher vaktinde uyanık bulunmak ni'metlerine kavuşulmuş olur. o halde bu işden vaz geçmek ve geçmiş namazları kaza etmek lazımdır. imamı azam ebu hanife kufi radıyallahü teala anh hazretleri, namaz abdestinin edeblerinden bir edebi terk etdiği için kırk senelik namazı kaza etmişdir. şunu da söyliyelim ki, abdestsizliği gidermek için veya sevab kazanmak için abdest almakda kullanılmış olan suya denir. bu suyun içilmesi için kimseye izn vermeyiniz! çünki, imamı azama göre müsta'mel su, kaba necsdir. fıkh alimleri bu suyun içilmesini yasak etmişlerdir. bu suyu içmenin mekruh olduğunu bildirmişlerdir. evet, abdest aldıkdan sonra ibrikde kalan kullanılmamış sudan içmek şifa olur demişlerdir. eğer böyle olduğuna inanan bir kimse isterse, bu kullanılmamış sudan veririz. bu fakir, dehli şehrine son gitdiğim zeman bu iş başıma gelmişdi. sevdiklerimizden birkaçına rü'yada, bu fakirin abdestde kullandığı müsta'mel sudan içmelerinin lazım olduğu, içmezlerse büyük zarar görecekleri bildirilmiş. böyle şey olmaz diye çok karşı geldi isem de, faidesi olmadı. fıkh kitablarına bakdım. kurtuluş yolunu şöyle buldum ki, üç kerre yıkadıkdan sonra, ya'ni sevab kazanmak niyyet etmeden, dördüncü yıkamak ile kullanılan su müsta'mel olmuyor. bu sevdiklerimizin yalvarması üzerine niyyet etmeden dördüncü yıkamakda kullanılan suyu içmek için kendilerine verdim: şunu da bildirelim ki, güvenilir birkaç kimsenin bildirdiklerine göre, halifelerinizden birkaçına müridleri secde ediyorlarmış, yeri öpmekle kalmıyarak kendilerine karşı secde yapıyorlarmış. bu işin kötülüğü güneşden daha çok meydandadır. bu işi yasak ediniz! hem de çok sıkı yasak ediniz! böyle işlerden herkesin sakınması lazımdır. hele başkalarına önderlik eden bir kimsenin böyle işlerden sakınması daha çok lazımdır. çünki, onun yolunda bulunanlar, onun yapdıklarını yaparlar ve bu belaya düşerler.allah için yapılan secde, kıbleye karşı yapılır. başka tarafa yapılan secde hiçbir zeman caiz değildir. şunu da bildirelim ki, tesavvuf yolunda ilerliyenlerin bilgileri, hal ile kavuşulan bilgilerdir. haller de, amellerden hasıl olur. amelleri dürüst olan ve ibadetleri hakkı ile yapan kimselerde haller hasıl olur. bu haller, birçok şeyleri öğrenmelerine sebeb olur. amellerin, ibadetlerin düzgün olabilmesi için, bunları tanımak, herbirinin nasıl yapılacağını bilmek lazımdır. bu bilgiler, islamiyyetin ahkamını ya'ni emrlerini ve yasaklarını, mesela, namazın, orucun ve bunlardan başka farzların ve alış verişlerin ve nikah, talak gibi mu'amelatın bilgileridir. kısaca, allahü tealanın insana emr etdiği şeylerin bilgileridir. bu bilgiler, öğrenilmekle elde edilir. bunları öğrenmek, her müslimana elbette lazımdır. herşeyi öğrenmeden önce ve öğrendikden sonra birer cihad vardır. birincisi, ilmi aramak, bulmak ve elde etmek için çalışmak cihaddır. ikincisi, ilmi elde etdikden sonra yerinde kullanabilmek için yapılan cihaddır. bunun için, kıymetli toplantılarınızda, tesavvuf kitabları okunulduğu gibi, fıkh kitablarının da okunulması ve öğrenilmesi lazımdır. farisi dilinde yazılmış fıkh kitabları çokdur. ve ve fıkh kitabları çok kıymetlidir. hatta tesavvuf kitabları okunmasa da, zararı olmaz; çünki, tesavvuf bilgileri hal ile, zevk ile, tadını tadarak elde edilir. okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. fıkh kitablarını okumamak ise, zararlı olabilir. bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. az yazmak, çok şeyleri gösterir. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. allahü teala bizi ve sizi, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam tam olarak uymakla şereflendirsin! otuzuncu mektub bu mektub da, şeyh nizamı tehaniseriye yazılmışdır. afakda ve enfüsde olan şühudları ve abdiyyet makamını bildirmekdedir: allahü teala sizi muhammed aleyhisselama tam uymakla şereflendirsin ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha sünnetlerinin süsü ile zinetlendirsin! ne yazacağımı bilemiyorum. mevlamız, sahibimiz teala ve tekaddes hazretlerinden söz edersem, yalan söylemiş ve iftira etmiş olurum. o, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konuşan aşağı kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. maddeden yapılmış olan, his organlarının esiri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamıyandan ne söyleyebilir? yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? maddeli, zemanlı ve mekanlı olan, maddesiz, zemansız ve mekansız olana nasıl yol bulabilir? zevallı mahluk, kendi aleminden dışarıya nasıl çıkabilir? dışarıdan haber alamaz. farisi tercemesi: çok iyi veya çok fena olsa da bir zerre, ömrünce dolaşsa, gezer kendi aleminde! bu hal, seyri enfüside de hasıl olmakdadır. , bu yolun nihayetinde ele geçer. yüksek hocamız behaeddini nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretleri buyurdu ki, ehlüllah, ya'ni allah adamları, fena ve beka makamına kavuşdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur. zariyat suresinin yirmibirinci ayetinde mealen, buyuruldu. seyri enfüsiden önce olan seyrlerin ya'ni ilerlemelerin hepsi, idi. seyri afakide ele geçen şeyler hiçdir. ya'ni, aranılana göre hiç sayılır. yok sa, şühudi enfüsiye kavuşmak için, önce seyri afaki lazımdır. aldanmamalı! şühudi enfüsiyi, şühudi tecellii suri ile karışdırmamalıdır. haşa ikisi bir şey değildir. tecellii suriler nasıl olursa olsun, salikin nefsinde ya'ni kendinde müşahede olunurlar, ya'ni görünürler ise de, hepsi seyri afakide hasıl olmakdadır. ve mertebesinde hasıl olurlar. şühudi enfüsi ise, mertebesindedir. bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. başka kelime bulunamadığı için şühud diyoruz. çünki, aranılan, istenilen şey, hiçbir şeye benzemediği gibi, ona uygun olan, ona bağlı olan herşey de anlaşılamaz ve anlatılamaz. anlaşılabilen şeyler, anlaşılamıyan şeylere benzemez. farisi iki tercemesi: anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıkdır, nasın rabbi, kuluna böyle bağlıdır! insan bu bağlılığı anlamaz asla, herşeyi bilir, canını bilen mevla! şühudi enfüsiyi bu şühudi suri ile karışdırmak, insanın her iki makamda beka hasıl etmesinden ileri gelmekdedir. çünki, tecellii suri, saliki fani yapmaz. birçok bağlılıklarını yok eder ise de, fenaya kadar götüremez. bundan dolayı, bu tecellide, salikin varlığından birşeyler bulunmakdadır. seyri enfüsi, tam fenadan ve son bekadan sonra olduğundan ve salikin anlayışı az olduğundan, bu iki bekayı birbirinden ayıramaz. ikisini birleşmiş sanır. eğer bu ikinci bekaya denildiğini ve bu varlığa, allahü tealanın verdiği vücud denildiğini bilseydi, ikisini karışdırmakdan kurtulurdu. sual: demek, kendini hak teala olarak bulmak değil midir? cevab: hayır, öyle değildir. tesavvuf büyüklerinin birkaçının sözlerinden böyle olduğu anlaşılmakda ise de, bu beka, birçoklarına, cezbe makamında, kendilerini yok bildikden sonra hasıl olmakdadır. kendilerini böyle yok bilmeleri, fena makamına kavuşmağa benzemekdedir. nakşibendiyye büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu bekaya adını vermişlerdir. bu, fenadan öncedir. bu hal yok olabilir. yok olduğu görülmüşdür de. zeman olur ki, bu hali ondan alırlar. sonra geri verirler. tam fenadan sonra hasıl olan beka ise, hiç yok olmaz. hiç sarsılmaz. bunların fenası, devamlıdır. bekada iken fanidirler. fenada iken de bakidirler. çabuk geçen, tükenen fena ve beka, kalbin halleri ve değişiklikleri sırasında gelip geçici şeylerdir. bizim anlatmak istediğimiz ise, böyle değildir. hace behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, vücudi adem denilen hal, insanın tabi'i haline döner. fekat vücudi fena, insanlık vücudüne dönmez. bunun için fena sahiblerinin halleri elbette hiç değişmez. vaktleri süreklidir. belki, bunların vaktleri ve halleri yokdur. bunlar, vaktleri ile değil, vaktlerin sahibi iledir. bunların işi halleri veren iledir. geçip gitmek, bitmek, vaktde ve halde olur. halden ve vaktden kurtulanlar için bitmek, yok olmak tehlükeleri kalmaz. bu allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. vaktin devamlı olması demek, bu vaktdeki halin bilinmesi ve başka şeyleri gibi eserlerinin, alametlerinin devamlı olması demek değildir. belki, vaktin olduğu gibi devam etmesi ve halin kendisinin devamlı olması demekdir. bir şeyi yanlış zan etmek, onun doğru olmasına ziyan getirmez. hatta çok zanlar vardır ki, günah olur. söz uzadı. biz yine kendimize gelelim! mukaddes meydanda celle şanüh söz binicisini koşturamıyacağımız için, kendi kulluğumuzu, aşağılığımızı ve gücümüzün yetersiz olduğunu anlatalım. insan, kulluk vazifelerini yapmak için yaratıldı. bir kimseye başlangıçda ve ortalarda aşk ve muhabbet verilirse, onun allahü tealadan başka şeylere olan bağlılıklarını kesmesi için verirler. aşk ve muhabbet de aranılacak, özenilecek şey değildir. kulluk makamına kavuşmak için birer aracıdırlar. bir kimsenin allahü tealaya kul olması için, ondan başka şeylere kul olmakdan ve bağlanmakdan tam kurtulması lazımdır. aşk ve muhabbet, bu bağlılıkları kesmekden başka bir işe yaramaz. bunun için, vilayet ya'ni evliyalık mertebelerinin sonu, en yükseği dır. vilayet derecelerinde, abdiyyet makamının üstünde hiçbir derece yokdur. bu makamda, kul ile sahibi arasında, kulun sahibine muhtac olmasından ve sahibin kendisinin ve sıfatlarının hiçbir şeye hiç muhtac olmamasından başka hiçbir bağlılık yokdur. burasını iyi açıklayalım ki, kendisi ile onun kendisi arasında ve sıfatları ile onun sıfatları arasında ve kendi işleri ile onun işleri arasında, hiçbir bakımdan hiçbir benzerlik bulmayacakdır. onun zılli, görüntüsü olduğunu söylemekde, bir benzerlik, bir bağlılık olur. bundan da kaçınmak lazımdır. onu yaratıcı, kendisini yaratılmış bilmelidir. bundan başka hiçbir şeye ağız açmamalıdır. tesavvuf yolunda ilerliyenlerin çoğu rahmetullahi teala aleyhim ecma'in ile karşılaşmakdadır. her şeyi yapan allahü tealadır derler. bu büyükler, bu işleri yaratanın bir olduğunu bilir. bu işleri yapan birdir demek istemezler. böyle söylemek, zındıklık olur. bunu bir misal ile açıklıyalım: kukla oynatan bir kimse, perde arkasında oturur. tahtadan, kartondan insan şeklinde yapılmış cansız şeyleri iple oynatır. seyrciler, perdede oynayan karton, tahta parçalarının birçok şeyler yapdığını görür. aklı olan kimseler bu hareketleri, perde arkasında oturan adamın yapdığını anlar. fekat bu işler, perdedeki tahta parçalarından meydana gelmekdedir. bunun için, bu şekller hareket ediyor denir. perde arkasındaki adam hareket ediyor denmez. bu sözleri, işin doğrusunu göstermekdedir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yolları da böyle olduğunu bildirmekdedir. işleri yapan bir yapıcıdır demek, sekr halinde söylenen sözlerdendir. sözün doğrusu şöyledir ki, işleri yapan çokdur. işleri yaratan birdir. tevhidi vücud bilgileri de böyledir. sekr vaktinde ve hal kapladığı zeman söylemişlerdir. keşf yolu ile edinilen bilgilerin doğru olması, islamiyyetde açıkça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. kıl kadar ayrılık sekrden ileri gelir. din bilgilerinin doğrusu, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in anladıkları bilgilerdir. bunlara uymamak ya zındıklık ve ilhaddır, ya'ni doğru yoldan ayrılmakdır, yahud sekr halinde söylenmişdir. sekrden tam kurtulmak, nda olur. başka makamların hepsinde az çok sekr bulunur. farisi mısra' tercemesi: daha söylersem sonu gelmez. hace behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinden diye sorulduğunda, buyurdu. islamiyyetin bildirdiği bilgilerden başka şeyler öğrenmek için demedi. tesavvuf yolunda ilerlerken, islamiyyetde bulunmayan şeylerle karşılaşılmakda ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin hepsi yok olur. yalnız islamiyyetin bildirdiği şeyler, açık ve geniş olarak bilinir. aklın dar çerçevesinden kurtularak, keşfin sonsuz meydanına açılmak hasıl olur. ya'ni peygamberimiz aleyhissalatü vesselam bu bilgileri melekden aldığı gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalblerine gelen ilham yolu ile aynı kaynakdan alırlar. alimler, bu bilgileri islamiyyetden alırlar. kısaca, topluca bildirirler. bu bilgiler, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat keşf yolu ile geniş, uzun bildirildiği gibi, evliyaya da böylece bildirilmekdedir. ancak peygamberler aleyhimüssalatü vesselam asldırlar, önde gidenlerdir. evliya ise bunların arkalarında, izlerinde gelenlerdir. evliyanın yükseklerinden pek azını rahmetullahi aleyhim ecma'in ancak yüzlerle sene sonra, birbirinden pek uzak zemanlarda seçerek, bu yüksek makama kavuşdururlar. akl ile, düşünce ile anlaşılan bir bilgiyi keşf yolu ile açıklamak istiyordum. fekat kağıdda yer kalmadı. böyle olmasında allahü tealanın hikmeti olsa gerek. vesselam. otuzbirinci mektub bu mektub, şeyh sofiye gönderilmişdir. tevhidi vücudinin hakikati ve allahü tealaya yakın olmak ve beraber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü teala hepimizi, peygamberlerin seyyidinin aleyhimüsselam yolundan ayırmasın! yanınızdan gelen bir zat dedi ki, şeyh nizami tehaniserinin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakir için vahdeti vücude inanmıyor demiş. bu zat, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdeti vücud üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. müslimana karşı kötü zanda bulunmak, günah olduğundan, talebenizi günahdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: muhterem yavrum! bu fakir, çocukluğumdan beri, vahdeti vücude inanmakdaydım. babam kaddesallahü teala sirreh de, buna inandığını, her zeman bildirirdi. mubarek kalbi, vahdeti vücuddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir suretle varılmayan varlığa doğru olduğu halde, bu i'tikaddan hiç ayrılmamışdı. alimin oğlu da, yarım alim demekdir sözü gereğince, bu fakirin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. çok lezzetler almışdım. fekat, allahü teala, sonsuz ihsanı ile, büyük rehber, hakikatlerin, ma'rifetlerin kaynağı, islam dininin hamisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, muhammed baki kuddise sirruh hazretlerine kavuşdurdu. bu fakire tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi ta'lim buyurdu. hiçbirşeye yaramıyan bu miskini, mubarek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemanda, vahdeti vücud bilgileri önüme çıkdı. bu makamın çeşidli ilmleri, ma'rifetleri kapladı. bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. muhyiddini arabinin kuddise sirruh bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydana çıkdı. kitabında yazdığı ve urucun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellii zati ile de, şereflendirdiler. kendisine evliyanın sonuncusu diyerek yalnız evliyanın sonuncusuna mahsus olduğunu yazdığı, bu tecellinin çeşidli bilgilerini, ma'rifetlerini uzun uzadıya, bu fakire bildirdiler. bu ma'rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdeti vücud hali, herşeyi unutdurdu. bu bilgilerin serhoşu oldum. o anlarda, hocamın yüksek huzuruna arz etdiğim mektublarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. uzun zeman, bu halde kaldım. seneler geçdi. nihayet, cenabı hakkın sonsuz lutf ve inayeti, ansızın, imdadıma yetişip, biçun, bi keyf olan cemalden perdeler, birdenbire kaldırıldı. sanki seller, felaketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir anda sıyrılıp, mavi sema açıldı. güneş heryeri aydınlatdı. önceden olan, vahdeti vücud, ittihad, allahü tealanın herşeyle birleşmiş, beraber görünmesi gayb oldu. ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet, ya'ni allahü tealanın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. iyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. ihata, kurb gibi şeyler, ehli sünnet alimlerinin bildirdiği gibi, hep allahü tealanın, ilmi içindir. kendisi için değildir. allahü teala hiçbirşeyle birleşmiş değildir. o, odur, mahluklar, mahlukdur. o, biçundur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. bütün alem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. vacib, mümkin gibidir denemez. kadim olan, hadis olana benzemez. yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. hakikatler değişemez. birisi için olan, öteki için söylenemez. ne kadar şaşılacak şeydir ki, şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh ve onun yolunda giden büyükler , allahü teala, hiçbir suretle anlaşılmaz. hiçbir şeye benzemez dedikleri halde, zati ilahi, herşeyi ihata etmiş, kaplamışdır, herşeye yakındır, herşeyle beraberdir diyorlar. bunun doğrusu, ehli sünnet alimlerinin bildirdiğidir. yakın olan, ihata eden, allahü tealanın kendisi değil, ilmidir. tevhidi vücudi bilgileri yok olup da, başka ilmler, ma'rifetler hasıl olduğu zeman, çok üzülmüşdüm. çünki, vahdeti vücud ma'rifetlerinden daha üstün şeyler bulunacağını bilmiyordum. bu ma'rifetlerin yok olmaması için yalvarıyor, çok düa ediyordum. fekat, perdeler, temamen kalkıp, hakikat bütün açıklığı ile bildirilince, anladım ki, alemler, mahluklar, sıfatı ilahiyyenin aynaları ve esmai ilahiyyenin görünüşleri ise de, var diyenlerin sandığı gibi, görünenler, gösterenin kendi değildir. bir şeyin gölgesi, o şeyin kendisi değildir. sözümüzü bir misal ile daha açıklıyalım: büyük bir alim, düşündüklerini bildirmek için, harfleri ve sesleri kullanır. kafasındaki kıymetli bilgiyi, harflerin, seslerin içinde açığa çıkarır. bu harfler ve sesler, o bilgileri gösteren ayna gibidir. fekat, harfler, sesler bu bilgilerin aynıdır, bilgilerin kendisidir veya bu bilgilerin kendilerini kaplamışdır veya bunların kendilerine yakındır veya bilgilerin kendileri ile beraberdir denemez. ancak, harfler ve sesler, bu bilgileri meydana çıkaran işaretlerdir. bilgilere delalet etmekden, belli etmekden başka, birşey denemez. bilgilerin, harf ve seslerle hiç benzerliği yokdur. benzerlik, beraberlik, vehm ve hayal ile söylenebilir. hakikatda, böyle şeyler yokdur. bu bilgiler ile, harfler ve sesler arasında görünmek, göstermek ve belli olmak, belli etmek gibi bağlılık olduğundan, ba'zı kimselerin vehminde, bu bağlılıkdan, birleşmek, beraberlik gibi şeyler doğuyor. hakikatde bunların hiçbiri yokdur. işte, allahü teala ile, bu alem de böyledir. göstermek ve gösterilmekden, belli etmek ve belli olmakdan başka, hiçbir bağlılık yokdur. mahlukların herbiri, yaratanın varlığını gösteren birer alametdir. onun ismlerinin, sıfatlarının büyüklüğünü bildiren, birer ayna gibidir. bu kadarcık bağlılık ba'zı kimselerin hayalinde büyüyerek, ba'zı şeyler söylemelerine sebeb olmakdadır. bu hal, bilhassa, tevhid üzerinde murakabesi çok olanlarda görülüyor. murakabelerinin sureti, hayallerinde yerleşiyor. ba'zıları da kelimei tevhidin ma'nasını, kısaca düşünüp, çok söylediklerinde, bu hale düşüyor. bunların her ikisi de, ilm ile hasıl oluyor. hal ile ilgileri yokdur. ba'zıları da, aşırı sevgi ile, bu hale düşüyor. allahü tealadan başka, hiçbir şeyin varlığını görmiyorlar. bunların böyle görmesi, herşeyin yok olmasına sebeb olmaz. çünki, hissimiz, aklımız ve islamiyyet, herşeyin var olduğunu bildirmekdedir. bu sevginin taşkınlığı zemanında, ba'zan, allahü tealanın kendisi ihata etmiş, kendisi yakındır sanıyorlar. sevgi ile hasıl olan tevhid, önce bildirdiğimiz iki tevhidden daha yüksek olup, hal ile hasıl olmakdadır. fekat, bu da yanlışdır. islamiyyete uygun değildir. bunu, islamiyyete uydurmağa kalkışmak, boşuna uğraşmakdır. felsefecilerin zan ile, kısa aklları ile söyledikleri, bozuk sözler gibidir. fennin ve islamiyyetin ışıkları altında olmayıp da, yalnız zan ile konuşan felsefecileri, ilm adamı sanan ba'zı müslimanlar, bunların bozuk sözlerini, yazılarını, islamiyyete uydurmağa uğraşıyor. gibi kitablar, böyle çürük sözleri, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbata kalkışan cahiller tarafından yazılmışdır.şimdi de, fıkh kitablarında, haram olduğu bildirilen birçok şeyleri avrupalılar, amerikalılar yapdığı için, bunların haram olmadığını, ayet ile, hadis ile isbata uğraşan amerikan hayranlarını görüyoruz. islamiyyeti, kafirlerin adetlerine, tapınmalarına çevirmeğe uğraşan, bozuk kitabları okumamalıyız. ehli sünnet alimlerinin kitablarında gösterilen, doğru yoldan ayrılmamalıyız. din düşmanlarının, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile süsledikleri, yaldızlı yeni fetvalara, kitablara, mecmu'a ve gazetelere aldanmamalıyız. senenin onbir ayında, din düşmanlığı yapan, ramezan gelince, para kazanmak için, müsliman imiş gibi dinden bahs eden yazıları, din cahili gazeteleri okumamalı, bunlara inanmamalıdır!. evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. bundan dolayı, evliyaya dil uzatılmaz. belki, hata edene de, bir derece sevab verilir. yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevab verilir. evliyanın yanlış keşflerine uyanlara, sevab verilmez. çünki ilham ve keşf, ancak sahibi için seneddir. başkalarına sened olamaz. müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için seneddir. o halde, evliyanın yanlış ilhamlarına, keşflerine uymak caiz değildir. müctehidlerin rahmetullahi aleyhim ecma'in hata ihtimali olan sözlerine de uymak caiz ve hatta vacibdir. tesavvuf yolunda ilerleyen saliklerden ba'zısının, bu mahluklar aynasında gördükleri de, böyledir. ister desinler, ister desinler, allahü tealada, mahluk sıfatları yokdur ki, mahluklarda görülebilsin. mekanı, yeri olmıyan, bir yerde yerleşmez. mahluklara hiç benzemiyeni, mahlukların dışında aramak lazımdır. yeri olmıyanı, madde ve mekanın dışında aramalıdır. afakda ve enfüsde, ya'ni insanın dışında ve kendisinde görülen herşey o değildir. onun alametleridir. evliyanın büyüklerinden behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, görülen, işitilen ve bilinen herşey, o değildir. bunları, la ilahe derken yok etmelidir. farisi iki tercemesi: her şekl dardır, ma'na, nasıl sığar? dilenci kulübesinde, sultanın ne işi var? şekle bakan gafil, ma'nadan ne anlar? cemali görmeyince, cananla ne işi var? sual: nakşibendiyye ve diğer tesavvuf büyükleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, vahdeti vücud, ihata, kurb, ma'ıyyeti zatiyye ve kesretde vahdeti görmek ve kesretde ehadiyyeti görmek gibi şeyler olduğunu açıkça söylemişlerdir. bu sözlere ne dersiniz? cevab: bunları, tesavvuf yolunun ortalarında görmüşlerdir. sonra bu makamları geçmişlerdir. nitekim, bu fakir kendi halimin de, böyle olduğunu yukarıda yazmışdım. şunu da bildirelim ki, ba'zı büyüklerin batını , hiçbirşeye benzemiyen bir mevcudu ararken, zahiri, bedeni mahluklar arasında olduğu için, vahdeti vücud bilgisi ile şereflendirirler. batını, bir olan mevcudu ararken, zahiri, onu mahlukların aynasında görmekdedir. nitekim, kıymetli babamın böyle olduğunu, yukarıda bildirmişdim. vahdeti vücud derecelerini bildirdiğim uzun mektubda, daha uzun anlatmışdım. burada kısa kesmek uygundur. sual: halık başka, mahluk başka olunca ve zati ilahi, mahluklara yakın olamaz, ihata etmez deyince ve allahü teala bu dünyada görülemez ise, bu büyüklerin sözleri yanlış olmaz mı? cevab: bu büyükler, gördüklerini söylüyor. mesela, aynaya bakan bir kimse, şeklimi, suretimi aynada gördüm der. bu söz de, yerinde değildir. çünki, aynada suretini görmemişdir. çünki, aynada suret, şekl yokdur ki görsün. fekat bu kimseye, yalan söylüyorsun demeyiz. bu sözünü ma'zur görürüz. büyüklerin, saklamak gereken böyle hallerini bildirmelerine sebeb, başkasını taklid etmediklerinin anlaşılması içindir. vahdeti vücudu kabul edenler de, inkar edenler de, kendi keşf ve ilhamlarını söylemişlerdir. keşf, ilham, başkalarına sened olamaz ise de, ilham olunan zat için, kıymeti inkar olunamaz. ikinci cevab olarak deriz ki, herhangi iki şey arasında, ortak olan sıfatlar ve ayrı olan sıfatlar vardır. mahluklar, allahü tealanın kendisinden her bakımdan ayrı oldukları halde, görünüşde müşterek olan cihetler de vardır. allahü tealanın sevgisi, bir kimseyi kaplayınca, ayrılığa sebeb olan noktalar, görünmeyip, müşterek olanlar kalıyor. halık ile mahluk, birbirinin aynıdır diyerek gördüklerini doğru söyliyorlar. sözleri yalan olmıyor. zatı ilahinin yakın olması, ihata etmesi için olan sözleri de, böyle söylemişlerdir, vesselam. otuzikinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede yazılmışdır. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan kemalatını ve hazreti mehdiyi bildirmekdedir: lutf ederek gönderdiğiniz mektub geldi. bu garibleri hatırladığınıza şükr eyledim. büyük hocamızın senelerle hizmetinde hiç istifade etmemiş gibiyim diyor ve sebebini soruyorsunuz. efendim! böyle şeylerin cevabını yazmak, hatta anlatmak uygun değildir. çünki, okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. sevgi ve i'timad olmak şartı ile, uzun zeman beraber bulunmak lazımdır. başka yol ile ele geçemez. farisi tercemesi: rahat gece, tatlı mehtab bul bana, her şeyden anlatayım, o zeman sana. her suale cevab vermek lazımdır buyurmuşlar. onun için kısaca bildireyim ki, tesavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, ma'rifetleri, halleri vardır. her makam için ayrı vazife, zikr ve teveccüh lazımdır. ba'zı makamda zikr, başka makamda kur'anı kerim okumak, namaz kılmak, ba'zısında cezbe, ba'zısında süluk, ba'zısında ise bu ni'metin her ikisi vardır. öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve süluk oraya yanaşamaz. bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramının aleyhimürrıdvan hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük ni'met ile şereflenmişdir. bu makamların sahibleri, başka makamların sahiblerine benzemez. başka makamların sahibleri ise, birbirlerine az çok benzer. bu makam, eshabı kiramdan sonra, hazreti mehdide görünecekdir. tesavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermişdir. bu makamın ilmlerinden, ma'rifetlerinden söyliyen ise, yok gibidir. bu makam, allahü tealanın, öyle büyük bir ni'metidir ki, dilediği, seçdiği bahtiyarlara nasib olur. eshabı kiram aleyhimürrıdvan bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbetde ayak basardı ve zemanla bu mertebelerde yükselirlerdi. sonra gelen evliyadan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve eshabı kiramın terbiyesi ile yetişdirmek isterlerse, cezbe ve süluk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifetlerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün aleyhi ve ala alihissalevat sohbeti ile mümkin olabilir. onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsan edebilirler. bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. farisi tercemesi: ruhulkudsün feyzine kavuşursan eğer; mesihin yapdıkları, senden de hasıl olur. cezbe, sülukden önce olduğu zemanlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihayetin halleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. bundan fazla yazmağa imkan bulamıyorum. eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzu ve hevesleri anlaşılırsa, inşaallahü teala bu makamlardan biraz bildirmek nasib olur. insanları herşeye kavuşduran allahü tealadır. sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. bu fakir, hepsinin kusurunu bağışlıyorum. allahü teala, merhametlilerin en merhametlisidir. o afv buyurur. fekat sevdiklerimize nasihat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veya uzakda oldukları zeman üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! ra'd suresinin onikinci ayetinde mealen, insanlar gidişlerini bozmazlarsa, allahü teala da bunlara verdiği ni'metlerini değişdirmez. allahü teala bir millete ceza vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. onların allahü tealadan başka hakimi yokdur buyuruldu. meyan şeyh ilahdad için çok yazmışsınız. bu yazı fakire bir sıkıntı vermedi. fekat, onun halini bozmasından dolayı pişman olması lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. şefa'atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. her ne olursa olsun, bu fakir rahmetullahi aleyh afv etmekdeyim. fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. serhend şehrinde yerleşmelisiniz. muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. daha ne yazayım? allahü teala hepimize selamet versin! yüksek hocamın rahmetullahi aleyh kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düalar ederim. bu mektubu hazırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını daha açıklamayı düşündüm. kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. efendim! yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lazımdır. bu işleri yapanların pişman olması lazımdır. böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. sığınağımız, kıymetli rehberimiz kuddise sirruhül'aziz burada bulunanların gözü önünde, bu makamı şeyh ilahdada bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. bu sözü incelemek lazım gelmekdedir. ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makamında oturmak demek ise, bu olamaz. kendileri ile son buluşduğumda, bu fakire dönerek, şeyh ilahdadın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazife vermesini ve oradakilerin hallerini bize bildirmesini uygun görür müsün? bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hallerini soracak gücümüz kalmadı buyurmuşdu. fakir rahmetullahi aleyh bunun için bile duraklamışdım. zaruret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. bu kadar bildirmek vazifesidir. hele zaruret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. zaruret kadar izn verilir. bu sefaret vazifesi de, onların yaşadığı zemanda idi. vefatından sonra, taliblere ders vermek ve hallerini sormak hıyanet olur. sual: sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. ya'ni artmamış ve azalmamış diyorsunuz. cevab: efendim! tekmili sına'at, telahukı efkar iledir. ya'ni san'atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. sibeveyh tarafından kurulmuş olan nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. hace behaeddini nakşibend hazretlerinin nisbeti, hace abdülhalık hazretleri zemanında yok idi kaddesallahü sirrehüma. her zeman da böyle olmuşdur. bundan başka, yüksek hocamız bakibillah hazretleri rahmetullahi aleyh, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temam olmamış biliyordu. eğer daha yaşasaydı, allahü tealanın iradesi ile, bu nisbeti kim bilir nereye kadar yükseltecekdi. bunun yükseltilmemesi için uğraşmak doğru değildir. fakir, bu nisbetin değişmeden nasıl kalacağını bilemiyorum. sizdeki nisbet bile başkadır. onların nisbetine hiç benzememekdedir. bu sözümüz, onların yüksek huzurunda çok söylenmişdi. şeyh ilahdad fakiri, nisbetin ne olduğunu nereden bilmekdedir? kalbinde bir parça huzur vardır. ne halde olduğunu başkaları da bilmekdedir. o nisbeti kendisine veren kimdir? bunları bana bildiriniz. böylece bu fakir de kendisine yardımda bulunayım. rü'yalara güvenmeyiniz! çünki, çoğu hayal ile görülmekdedir, doğru olmazlar. şeytan, kuvvetli düşmandır. onun aldatmasından kurtulmak güçdür. ancak, allahü tealanın koruduğu seçilmiş kimseler kurtulur. sual: kazanılmış olan nisbetlerin geri alınmasını soruyorsunuz? cevab: efendim! o nisbeti geri almakda rehberin ihtiyarı, iradesi olmaz. birlikde iken de söylemişdim. o hal, şimdi de öyledir, yok olmamışdır. yok oldu sanmak doğru değildir. kalbden işitdiğiniz sesin de, bununla bir ilişiği yokdur. ateşin külü soğuyunca ve içinde ateş kalmayınca da, üzerine su dökülürse, ateşe dökmüş gibi ses çıkarır. sesi duyunca, külün içinde ateş kalmışdır demek doğru olmaz. yine söylüyorum, rü'yalara kıymet vermeyiniz! bu sözüm, bugün sizden gizli ise, yarın inşaallahü teala belli olacakdır. mektubunuzda üzerine çok düşmüş olduğunuz için, cevabını bildirmeğe mecbur kaldım. yoksa, sebeb olmadan bir şey yazılamıyor. otuzüçüncü mektub bu mektub, molla hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. dünyayı seven ve ilmi, dünyayı kazanmağa harc eden kötü ilm adamlarının zararını bildirmekde ve dünyaya düşkün olmayan alimleri medh etmekdedir: alimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine siyah leke gibidir. böyle olan ilm adamlarının, insanlara faidesi olur ise de, kendilerine olmaz. dini kuvvetlendirmek, islamiyyeti yaymak şerefi, bunlara aid ise de, ba'zan kafir ve fasık da, bu işi yapar. nitekim, peygamberlerin efendisi aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat kötü kimselerin de, dini kuvvetlendireceğini haber vermiş ve buyurmuşdur. bunlar, çakmak taşına benzer. çakmak taşında enerji vardır. insanlar bu taşdaki kudretden ateş yapar, istifade eder. taşın ise, hiç istifadesi olmaz. bunların da ilmlerinden kendilerine faide olmaz. hatta, bu ilmleri, kendilerine zararlıdır. çünki, kıyamet günü, bilmiyorduk, günah olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. hadisi şerifde buyuruldu ki, . allahü tealanın kıymet verdiği ve herşeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevkı' kapmağa ve başa geçmeğe vesile edenlere, bu ilm zararlı olmaz mı? halbuki, dünyaya düşkün olmak, allahü tealanın hiç sevmediği birşeydir. o halde, allahü tealanın kıymet verdiği ilmi, onun sevmediği yolda harc etmek, çok çirkin bir işdir. onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demekdir. açıkçası, allahü tealaya karşı durmak demekdir. ders vermek, va'z etmek ve dini yazı, kitab, mecmu'a çıkarmak, ancak, allah rızası için olduğu vakt ve mevkı', mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zeman faideli olur. böyle halis, temiz düşünmenin alameti de, dünyaya düşkün olmamakdır. bu belaya düşmüş, dünyayı seven din adamları, hakikatda dünya adamlarıdır. kötü alimler bunlardır. insanların en alçağı bunlardır. din, iman hırsızları bunlardır. halbuki bunlar, kendilerini din adamı, ahiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. surei mücadelede, onlar, kendilerini müsliman sanıyor. onlar son derece yalancıdır. şeytan onlara musallat olmuşdur. allahü tealayı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etdi. ebedi se'adeti bırakıp sonsuz azaba atıldı mealindeki ayeti kerime bunlar içindir. büyüklerden biri şeytanı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. şeytan cevab olarak, demişdir. doğrusu, zemanımızda islamiyyetin emrlerini yapmakdaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyyetlerinden dolayıdır. din adamları üç kısmdır: akl sahibi, ilm sahibi, din sahibi. bu üç sıfatı da birlikde taşıyan din adamına denir. bir sıfatı noksan olursa, onun sözüne güvenilmez. ilm sahibi olmak için, akl ve nakl ilmlerinde mütehassıs olmak lazımdır. dünyaya gönül kapdırmıyan, mal, mevkı', şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmıyan din alimleri, ahıret adamlarıdır. peygamberlerin aleyhimüsselam varisleri, vekilleridir. insanların en iyisi bunlardır. kıyamet günü, bunların mürekkebi, allahü teala için canını veren şehidlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, daha ağır gelecekdir. hadisi şerifinde medh edilen, bunlardır. ahıretdeki sonsuz ni'metlerin güzelliğini anlıyan, dünyanın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, ahıretin ebedi, dünyanın ise fani geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, baki olana, hiç bozulmıyan ve bitmiyen güzelliklere sarılmışlardır. ahıretin büyüklüğünü anlıyabilmek, allahü tealanın sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. ahıretin büyüklüğünü anlıyan da, dünyaya hiç kıymet vermez. çünki, dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır. birini sevindirirsen öteki incinir. dünyaya kıymet veren ahıreti gücendirir. dünyayı beğenmiyen de, ahırete kıymet vermiş olur. her ikisine birden kıymet vermek veya her ikisini aşağılamak olamaz. iki zıd şey bir araya getirilemez. tesavvuf büyüklerinden ba'zısı, kendilerini ve dünyayı temamen unutdukdan sonra, birçok sebebler, faideler için, dünya adamı şeklinde görünürler. dünyayı seviyor, istiyorlar sanılır. halbuki, içlerinde hiç dünya sevgisi, arzusu yokdur. surei nurda, mealindeki ayeti kerime bunlar içindir. dünyaya bağlı görünürler. halbuki, hiç bağlılıkları yokdur. hace behaeddini nakşibend buhari kuddise sirruh buyuruyor ki, mekkei mükerremede mina pazarında, genç bir tacir, aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış veriş yapıyordu. o esnada, kalbi, allahü tealayı bir an unutmuyordu. otuzdördüncü mektub bu mektub, molla hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. alemi emrdeki beş cevheri uzun ve açık bildirmekdedir: iki cihan se'adetine kavuşmak, ancak, dünya ve ahıretin en yükseğine uymakla ele geçebilir aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. felesoflar, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselam uymadıkları, kalb gözlerini ona uymak sürmesi ile parlatmadıkları için, alemi emrden haberleri bile yokdur. nerede kaldı ki, allahü tealanın zatına ve sıfatlarına erişebilsinler. onların kısa görüşleri, ancak alemi halka yetişebiliyor. bunu bile iyi göremiyorlar. denir. çünki, herşey onun varlığını ve sıfatlarını gösteren, birer alametdir, işaretdir. alem ikiye ayrılır: . madde ve ölçü bulunan şeylerdir. arşın içinde bulunan herşey, canlılar, yer, gökler, cennet, cehennem, melekler, tabiat kuvvetleri, hep alemi halkdır. bu aleme ve de denir. halk, ölçmek de demekdir. . ol emri ile, bir anda yaratılan, arşın dışındaki şeylerdir ki, maddesiz, zemansız, ölçüsüzdürler. bu aleme ve da denir. felsefecilerin beş cevher dedikleri şeyin hepsi, alemi halkdandır., felsefe dilinde, mahiyyet, asl, öz demekdir. kendi kendine bulunan şeydir. bugünkü anlayışımızla madde, bir cevherdir. , sıfat demekdir. araz, cevher üzerinde bulunur. yalnız başına bulunmaz. çok sayıda kitabları bulunan, büyük islam alimi, seyyid şerif ali bin muhammed cürcani rahmetullahi aleyh kitabında buyuruyor ki, felsefecilere göre, beş cevher: heyula, suret, cism, nefs ve akldır. çünki var olan şey, ya maddedir veya madde değildir. ya'ni, mücerreddir. ya'ni, bir maddeye yer olmaz ve kendisi başka bir maddeye yerleşmez. mücerred olan cevher, akl ve nefsdir. mücerred olmıyan, madde dedikleri cevher, mürekkeb ise, cism denir. mürekkeb değilse, başka cevhere yerleşmiş ise suret denir. başka cevhere mahal olmuş ise heyula denir. nefse ve akla, mücerredatdandır demeleri, bunları tanımadıkları içindir. nefs veya nefsi natıka dedikleri cevher, nefsi emmaredir. nefsi emmareyi temizlemek lazımdır. çünki, hep kötülük, aşağılık ister. bunun alemi emrde ne işi var. mücerred olmak nesine gerek. akl da, ancak his uzvları ile anlaşılan şeyleri ölçebilir. his edilmiyen ve his olunanlara benzemiyen şeyleri kavrayamaz. böyle şeyler, akl ile anlaşılamaz. bundan dolayı, alemi emri anlıyamaz. o halde akl da, alemi emrden değildir. ya'ni mücerredatdan olamaz. alemi emrin birinci basamağı dir. kalb, göğüsdeki et parçası değildir. buna yürek denir. kalb, bu yüreğe alakası, ilgisi bulunan, maddesiz, yersiz bir kuvvetdir. kalbin, yürekde bulunması, elektriğin ampulde bulunmasına benzer. elektrik ampulde bulunur. fekat, görünmez, his olunmaz. varlığı, eseri ile mesela ampuldeki ince teli ısıtarak, telin ışık vermesi ile anlaşılır. ikinci mertebesi dur. ruhun üstü, mertebesidir. sırrın üstü, , hafinin üstü mertebesidir. bu beşine, denirse, yeri vardır. işin özünü göremediklerinden, saksı parçalarını cevher sanmışlar. alemi emrin bu beş cevherini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek ancak, muhammed resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem izinde gidenlerin büyüklerine nasib olmuşdur. insana, denir. insandan başka mahlukların hepsine, denir. alemi kebirde bulunan herşeyin, alemi sagirde bir nümunesi, benzeri vardır. insandaki beş cevher de, birer nümunedir. bunların alemi kebirde aslları vardır. alemi kebirdeki o beş cevherin birincisi arşdır. ya'ni insandaki kalbin, alemi kebirdeki aslı, arşdır. bunun için, kalbin bir ismi dır. o beş cevherin, diğer dördü, hep arşın üstündedir. kalb, alemi sagirdeki alemi halk ile, alemi emr arasında ortak bir geçid olduğu gibi, arş da, alemi kebirdeki, alemi halk ile alemi emr arasında bir geçiddir. kalb ile arş, alemi halkda bulunuyor ise de, alemi emrdendirler. bu beş cevheri iyice anlamak, ancak tesavvuf yolundaki mertebeleri etraflıca ve temamen geçip, nihayete varan, evliyanın büyüklerine nasib olur. : her zevallı merdi meydan olamaz; sivri sinek de süleyman olamaz. allahü tealanın lütfü, ihsanı, bahtiyar bir insana yetişip de, kalb gözü açılıp, vücub mertebeleri gösterilirse, alemi kebirdeki, bu beş cevherin mukaddes asllarını da, orada görür ve alemi sagir ve kebirdeki cevherlerin, bunların nümuneleri, suretleri olduğunu anlar. mısra. bu büyük devleti bugün kime verirler. bu, öyle büyük bir ni'metdir ki, allahü teala, dilediği, seçdiği kimseye ihsan eder. alemi emr bilgilerini anlatmak yasak edilmişdir. çünki, çok ince bilgilerdir. dinleyenler yanlış anlar. surei isra, seksenbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. burada bildirilen ilm ile şereflenen, rasih alimler, perde arkasını seyr etmekdedirler. mısra. ni'met sahiblerine ni'metler afiyet olsun. farisi tercemesi: perde ardındaki esrarı açmak, uygun değildir, yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yokdur. mukaddes cevherlerin birincisi, allahü tealanın izafi sıfatlarındandır. bu sıfatlar, vücub ile imkan arasında geçid gibidir. , allahü tealanın ve sekiz hakiki sıfatının mertebesidir. da mahlukların mertebesidir. ikinci cevher, hakiki sıfatlardır. izafi sıfatlar, kalbe, hakiki sıfatlar, ruha tecelli eder. hakiki sıfatların üstünde bulunan üç cevher, zati ilahi mertebesindedir. bu üç mertebenin tecellilerine, derler. bundan fazla yazmak faideli olmaz. farisi mısra' tercemesi: kalem buraya gelince ucu kırıldı. allahü teala size ve hidayete kavuşanlara ve muhammed mustafaya aleyhisselam tabi' olanlara selamet versin! otuzbeşinci mektub bu mektub, meyan hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. allahü tealanın zatını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, beraber olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, insanların seyyidi aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! seyr ve sülukdan maksad, nefsi emmareyi tezkiye etmek, ya'ni temizlemekdir. , gitmek, , bir yola, mesleğe girmekdir. böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, allahü tealadan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. ondan başka, bir ma'budu, maksadı kalmaz. dünyadan birşey istemediği gibi, ahıretden de, birşey istemez. evet, ahıreti istemek iyidir, sevabdır. fekat, ebrar için sevabdır. mukarrebler ahıreti istemeği de günah bilir. zatı ilahiden başka bir şey istemez. mukarrebler derecesine yükselmek için, hasıl olmak lazımdır ve zatı ilahinin sevgisi insanı kaplamalıdır. bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. ni'metler ve musibetler, müsavi olur. azablar da, ni'metler gibi tatlı olur. allahü tealanın her işinden, onun işi olduğu için razıdırlar. fekat, günahlardan, kulun kesbi olmak bakımından razı değildirler. cenneti, allahü tealanın razı olduğu yer olduğundan ve cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. cehennemden sakınmaları da, allahü tealanın gazab etdiği yer olduğu içindir. yoksa, cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. cehennemden kaçınmaları, orada azab ve sıkıntı olduğu için değildir. çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. bunları kendilerinin matlubu, maksadı bilirler. sevgilinin her işi, sevgili olur. işte, tam ihlas budur. yalancı ma'budlardan kurtuluş makamı burasıdır. kelimei tevhidin ma'nası, ancak burada hasıl olur. ismler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız zatı ilahiyi sevmedikçe, bu ni'metler, hiç ele geçemez. böyle sevgi olmadıkça, tam fena nasib olmaz. anası çocuğu ne kadar söğse, döğse, çocuk yine döner, anasına sarılır. insan da, rabbine karşı böyle olmalıdır. farisi beytler tercemesi: aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer, ma'şukdan başka herşeyi yakar, kül eder. hakdan gayrıyı katl için, kılıncı çek, dedikden sonra, birşey kaldı mı bir bak!dan başka ne varsa, hepsi gitdi, sevin ey aşk! hakka ortak kalmadı bitdi. otuzaltıncı mektub bu mektub, hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. ahkamı islamiyye, dünya ve ahıretin bütün se'adetlerini taşımakdadır. ahkamı islamiyye dışında ele geçen hiçbir se'adet yokdur. tarikat ve hakikat, ahkamı islamiyyenin yardımcıları olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, hepimize, muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin dininin hakikatini bildirsin ve bu hakikata kavuşdursun! amin. islamiyyet üç kısmdır: ilm ve amel ve ihlas . bu üçüne kavuşmıyan kimse, islamiyyete kavuşmuş olmaz. bir kimse, islamiyyete kavuşunca, allahü teala, ondan razı olur. allahü tealanın razı olması, sevmesi de, bütün dünya ve ahıret se'adetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, ali imran suresi onbeşinci ve surei tevbenin yetmişüçüncü ayetleri bildirmekdedir. o halde, islamiyyet, dünya ve ahıretdeki bütün se'adetleri ele geçirten bir sermayedir. islamiyyetin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yokdur. tesavvuf büyüklerinin kazandıkları, tarikat ve hakikat, ahkamı islamiyyenin yardımcıları, hizmetcileri olup, islamiyyetin üçüncü kısmı olan ihlası elde etmeğe yarar. tarikata ve hakikata baş vurmak, islamiyyeti temamlamak içindir. yoksa, islamiyyetden başka birşeyler ele geçirmek için değildir. tesavvuf yolcularının, o yolculukda gördükleri, tatdıkları, ahval, mevacid, ulum ve ma'rifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. hepsi, evham ve hayalat gibi, geçici şeylerdir. o yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vasıtadan başka birşey değildir. bunların hepsini geçip arkada bırakıp, na varmak lazımdır. süluk ve cezbe yolculuğundaki makamların, konakların nihayeti, rıza makamıdır. çünki, tarikat ve hakikat yolculuğundan maksad, ihlas elde etmekdir. ihlas da, rıza makamında hasıl olmakdadır. tesavvuf yolcularının onbinlerde birini, ancak, üç dürlü tecellilerden ma'rifete dayanan müşahedelerden kurtarıp, ihlasa ve makamı rızaya ulaşdırmakla şereflendirirler. hakikati göremiyen zevallılar, ahval ve mevacidi, birşey sanır. müşahedeleri, tecellileri arzu eder. böylece, yolda kalıp, vehm ve hayalden kurtulamaz ve islamiyyetin kemaline kavuşamazlar. ayetinde mealen, allahü teala kullarından dilediğini, kendisine seçer. başkasından yüz çevirip, yalnız onu istiyenlere, kendine kavuşduran yolu gösterir buyuruldu. ihlas makamına ve rıza mertebesine kavuşmak için, bu ahval ve mevacidden geçmek ve bu ilm ve ma'rifetleri edinmek lazımdır. bunlar, gayeye götüren yoldur. maksadın başlangıcıdır. böyle olduğu, bu fakire, bu yolculukda, tam on sene sonra bildirildi. islamiyyet güzeli, ancak bundan sonra, sevgili peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem sadakası olarak, cemalini gösterdi. daha önce de, ahval ve mevacide tutulup kalmamışdım. islamiyyetin hakikatına kavuşmakdan başka, istediğim yokdu. fekat ancak, on sene sonra, hakikat güneşi doğdu. bu ihsanından dolayı, allahü tealaya pek çok hamd ederim. denir. allahü tealanın mağfiretine kavuşan, meyan şeyh cemalin kuddise sirruh ölümü, bütün müslimanların üzülmesine sebeb oldu. bu fakir tarafından, çocuklarına ta'ziye buyurmanızı ve fatiha okumanızı diler, selam ederim. otuzyedinci mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. sünnete uymak lazım olduğunu bildirmekde ve tesavvufu medh etmekdedir: ihsan etmiş olduğunuz, latif mektubunuzu okumakla şereflendik. büyüklerimize olan imanınızı ve sevginizi yazıyorsunuz. bunu okuyunca, cenabı hakka hamd eyledim. allahü teala, bu yolun büyüklerinin bereketi, faidesi ile, size sonsuz yükselmeler nasib eylesin! bunların yolu, herşeyden kıymetlidir. sünneti seniyyeye uymakdır ala sahibihessalatü vesselam. bu fakire, bu yol sayesinde, çok zemandan beri ilmleri, ma'rifetleri, halleri, makamları, nisan yağmuru gibi yağdırdılar. allahü tealanın ihsanı ile yapacaklarını, tam yapdılar. şimdi, bütün arzum, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem unutulmuş sünnetlerinden ya'ni allahü teala, dilediklerine doğru yolu ihsan eder. istiyenleri de, adaleti ile, arzularına kavuşdurur. adaleti herkese şamildir. birini meydana çıkarmakdır. tesavvufun halleri ve mevacidi , heyecan ve zevk, istiyenlerin olsun! yapılacak, en mühim iş, batını büyüklerin sevgisi ile yaşatıp, zahiri sünnetlere uymakla süslemekdir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! beş vakt namazı, vaktleri girer girmez kılmalıdır. yalnız yatsı namazını kış aylarında, gecenin, ilk üçde birine kadar gecikdirmek müstehabdır. bu işde, bu fakirin iradesi elinde değildir. namazları, vakt girince kıl kadar gecikdirmek istemiyorum. insanlık icabı, aciz kalındığı zemanlar, tabi'i müstesnadır. otuzsekizinci mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. zati tealaya muhabbeti ve fena mertebelerini bildirmekdedir: mektubi şerifiniz gelerek, fakiri çok sevindirdi. allahü teala, her zeman kendi ile beraber bulundursun! bir an bile, başkası ile bırakmasın! zati ilahiden başka her şeye gayr denir. onun ismleri ve sıfatları da gayrdır. ilmi kelam alimleri, buyurmuş ise de, gayrı kelimesinin kelam ilmindeki ma'nasına göre, böyle demişlerdir. yoksa, lügat ma'nasına göre dememişlerdir. sıfatlar kelam ilmindeki ma'nasına göre değil ise de, umumi ma'naya göre, onun gayrıdır. allahü teala, ancak selb sıfatları ile anlatılabilir. onu, herhangi bir sıfat ile anlatmak, ilhad olur . onu anlatan en iyi kelime, en geniş ibare, şura suresinin mealindeki, onbirinci ayetidir ki, buna farisi dilinde denir. hiçbir ilm, hiçbir şühud, hiçbir ma'rifet, allahü tealayı bulamaz. bilinen, görülen ve tanınan herşey o değildir. bunları ma'bud bilmek, gayra tapınmak olur. derken, bunların hepsini nefy etmek, yok bilmek, derken de; o, birşeye benzemiyen, bir ma'budu var bilmek lazımdır. bu, önce taklid ile, ya'ni öğrenip yapmakla olur. sonraları, kendiliğinden yapılır. sona varmamış olan tesavvuf yolcuları, başka şeyleri, o sanarak tanır, görür. taklid eden mü'minler, böyle tesavvufculardan, katkat iyidir. çünki bunlar, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem gelen bilgilere uymakdadır. bu bilgilerde hata, yanlışlık olamaz. yarı yoldaki tesavvufcular ise, kendi gördüklerine, anladıklarına uymakdadır. bu hareketleri ile, zati ilahiye inanmamış oluyorlar. zati ilahiyi görüyoruz, onun sevgisi içinde yüzüyoruz diyorlarsa da, zati ilahiye olan böyle imanları, hakikatde, inkar demekdir. müslimanların büyük imamı, imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, sana layık ibadeti yapamadığımız, fekat, iyi tanıdığımız, allahımız! sende hiçbir kusur, noksanlık yokdur! buyurdu. ona layık ibadet ya pılamıyacağını herkes bilir. fekat, iyi tanıdığımız buyurması, demekdir. allahü tealayı, herkes bu suretle tanıyamaz. ma'rifet, ya'ni tanımak başkadır. ilm, ya'ni bilmek başkadır. herkes, ilm sahibi olabilir. ma'rifet ise, fena mertebesi ile şereflenenlerde bulunur. fani olmıyana nasib olmaz. mevlevi cami buyuruyor ki: farisi tercemesi: fena makamına varmıyan kimse, oraya yol bulamaz, çok şey de bilse. ma'rifet, ilmden ayrı olduğu için, ilm ile anlaşılanlardan başka şeyler de vardır. bunlar ma'rifet ile anlaşılır. bu ma'rifete de derler. nitekim hafızi şirazi rahmetullahi aleyh diyor ki: feryadı, boşuna değildir hafızın, şaşılacak şey çok, dili altında anın. farisi iki tercemesi: insanların rabbinin, insanların ruhuyla, bir bağlılığı vardır, söz ile anlatılmaz. insan için diyorum, işim yokdur maymunla. ruhsuz olan bir kimse, elbet ruhu tanımaz. fena makamında çeşidli dereceler bulunduğundan, müntehilerin de ma'rifetleri, başka başka olur. fena derecesi yüksek olan bir velinin ma'rifeti daha olgun, fena mertebesi aşağı olan velinin ma'rifeti de, o derece aşağıdır. sübhanallah! söz nereye vardı. kendi cahilliğimi, iflasımı, sapıklığımı ve sebatsızlığımı yazıp dostlardan yardım, düa istemekliğim lazım idi. öyle bilgiler nerede, bu fakir nerede? farisi tercemesi: kendinden haberi olmıyan zevallıya, yakışır mı, ince bilgileri diline ala? fekat yaradılışım, hamurum, aşağılarda dolaşmağa, alçak şeylerle uğraşmağa, hatta bakmağa razı olmuyor. hiç söyliyemese de, hep onu söylemeği, birşey ele geçiremezse de, hep onu aramağı, kavuşamasa da, onu özlemeği istiyor. tesavvuf büyüklerinden birkaçı zati ilahiyi müşahede ediyoruz, demişlerse de, bununla, ne demek istediklerini, ancak, kendileri gibi yüksek olanlar anlar. o dereceye yetişmiyen, anlayamaz. farisi tercemesi: bilmiyenler, tanıyamaz bileni, o halde, sözü kısa kesmeli. mektubunuzun başını kelimeleri ile süslemişsiniz. yavrum! bu sözler, elbette doğrudur. fekat, uzun zemandan beri bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bu sözlerden, tevhidi vücudi ma'nasını anlamıyorum. alimlerin anladığı gibi anlıyorum. alimlerin anladığını, tevhidi vücudi sahiblerinin anladığından daha doğru görüyorum. farisi mısra' tercemesi: herkesi, bir iş için yaratmışlardır. müslimanın önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. nitekim, surei haşrin yedinci ayetinde mealen, resulümün sallallahü aleyhi ve sellem getirdiği emrleri alınız, yapınız! sizi nehy, men' etdiği şeylerden kaçınınız! buyuruldu. ihlas elde etmekle emr olunduk. fena hasıl olmadan, ihlas elde edilemez ve zati ilahiyi sevmedikçe, hasıl olmaz. o halde, fena makamını ve bunun başlangıcı olan yi, ya'ni on şeyi elde etmek lazımdır. fena makamı, her ne kadar, allahü tealanın ihsanı ise de, fekat bu ihsana layık olmağa hazırlanmak, başlangıclarını elde etmek için çalışmak lazımdır. evet ba'zı bahtiyarları, çalışmadan, sıkıntı çekip, kendini temizlemeden ve başlangıcları elde etmeden, fenaya kavuşdururlar. bu bahtiyarlar iki dürlüdür: ya, yükseldiği makamda bırakıp geri döndürmezler veya talibleri, nakısları yetişdirmesi için, bu aleme geri getirirler. birinci şeklde, bu iniş makamlarından geçmemiş olur. bundan dolayı da allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının çeşid çeşid tecellilerinden haberi yokdur. ikinci şeklde ise, bu aleme geri dönerken, onu bu makamların her birinin, her tarafından geçirirler. sonsuz tecellilere kavuşdururlar. mücahede edenlerin, sıkıntı çekenlerin geçdiği yolları, halleri hep görür. fekat, onlar gibi derdli, üzüntülü değil, zevkli, lezzetlidir. zahiri sıkıntıda, batını ni'metde ve lezzetdedir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, acaba kime verirler? sual: ihlas, islamiyyetin bir parçası olunca, bunu elde etmek, herkese vacibdir. hakiki ihlas, fena makamına varmayınca hasıl olmaz ise, ebrarın alimleri ve salih insanlardan fena derecesine varmıyanlar, ihlasa kavuşamıyacakdır. islamiyyetin üçüncü parçası olan ihlası elde etmemeleri günah olacak, değil mi? cevab: alimlerde, salihlerde, ihlasdan bir kısm, bir parça hasıl olur. fenadan sonra ise ihlas, temam olur. her parçası hasıl olur. demek ki, fena olmadan ihlasın hakikati, temamı hasıl olmaz. fekat, bir kısmı hasıl olabilir. otuzdokuzuncu mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. iş kalbdedir. adet olarak yapılan ibadetlerin işe yaramıyacağı bildirilmekdedir: allahü teala, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasib eylesin! işin temeli kalbdir. kalb, allahü tealadan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demekdir. bir işe yaramaz. niyyet doğru olmadıkça, hayrlı işlerin, yardımların ve adete uyarak yapılan ibadetlerin, yalnız hiç faidesi olmaz. kalbin selamet bulması da ve allahü tealadan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lazımdır. ya'ni her yapılan şey, o emr etdiği, o beğendiği için yapılmalı. onun razı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır. herşey onun için olmalıdır. hem, kalbin selameti, hem de bedenin salih işler yapması, birlikde lazımdır. beden salih ameller yapmaksızın, kalbim selametdedir, demek batıldır, boşdur. kendini aldatmakdır. bu dünyada, bedensiz ruh olmadığı gibi, beden ibadet yapmadan ve günahlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz. zemanımızın birçok dinsizleri, sapıkları, ibadet yapmayıp, kalblerinin selametde olduğunu, hatta keşf sahibi olduklarını söyleyip, saf müslimanları aldatıyor. allahü teala, sevgili peygamberinin sadakası olarak aleyhissalatü vesselamü vettehıyye, hepimizi böyle sapıklara inanmakdan korusun! amin.islamiyyetin yasak etdiği şeyler, şiddetli zehrdir. allahü teala, insanları yaratdığı vakt onlara faideli olan şeyleri emr etmiş, zararlı olan şeyleri yasak etmişdir. faidesi kat'i olanların yapılmasını, lüzumi zaruri ile emr etmişdir. bunları yapmak, olmuşdur. faideli şeylerden, yapılması, lüzumi gayrı zaruri olanlar da, olmuşdur. zararı kat'i olanları terk etmek, lüzumi zaruri olup, bunlar olmuşdur. terk edilmesi, lüzumi gayrı zaruri olanlar, olmuşdur. ba'zı işlerin yapılıp yapılmaması, kulların ihtiyarına bırakılmışdır ki, bunlara denir. mubahlar, iyi niyyet ile yapılırsa, sevab verilir. iyi niyyet ile yapılmazsa, günah olur. kırkıncı mektub bu mektub, yine muhammed çetriye yazılmışdır. ihlası bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ederiz. onun peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem düa ve selam ederiz. oğlum! süluk konaklarını ve cezbe makamlarını geçdikden sonra, anlaşıldı ki, seyr ve sülukdan maksad, ya'ni tesavvuf yolculuğundan maksad, ihlas makamına varmakdır. ihlas makamına kavuşabilmek için, enfüsi ve afaki ma'budlara tapınmakdan kurtulmak lazımdır. ihlas, islamiyyetin üç kısmından birisidir. çünki, islamiyyet üç kısmdır: ilm, amel ve ihlas. görülüyor ki, tarikat ve hakikat, islamiyyetin bir kısmı olan, ihlası elde etmeğe yarar, ya'ni islamiyyetin yardımcısıdır. sözün doğrusu da budur. ne yazık ki herkes bunu anlıyamıyor. rü'yalar ile, hayaller ile aldanarak kana'at ediyorlar. çocuk gibi, ceviz meviz ile vakt geçiriyorlar. böyle kimselerin, islamiyyetin üstünlüğünden, inceliğinden ne haberi olur? tarikatin ve hakikatin ne olduğunu nasıl bilirler? islamiyyeti cevizin kabuğu gibi bir örtü sanıp, cevizin özü, tarikatdir, hakikatdir derler. işin iç yüzünü görememişler, aşkdan, zevkden işitdikleri, ezberledikleri sözlerle avunurlar. ahval ve makamlara kavuşmak için can atarlar. bunları birşey sanırlar. allahü teala bunlara, doğru yolu görmek nasib etsin. bize ve size ve bütün salih kullarına selamet versin! amin. kırkbirinci mektub bu mektub, şeyh dervişe gönderilmişdir. sünneti seniyyeye yapışmağa teşvik etmekde ve tarikati, hakikati ve sıddiklığı bildirmekdedir: hak teala, zahirimizi ve batınımızı sünneti seniyyei mustafaviyyeye ala sahibi hessalatü vesselamü vettehıyye uymakla zinetlendirsin! muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mahbubi rabbil'alemindir. ya'ni allahü tealanın sevgilisidir. herşeyin en iyisi, en güzeli, sevgiliye verilir. bunun içindir ki, nun suresi dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. yasin suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. en'am suresi, yüzelliüçüncü ayetinde mealen, onlara söyle: benim gitdiğim yol, doğru yoldur. bu yolda yürüyünüz, başka dinlere, nefslerinize uymayınız. doğru yoldan ayrılmayınız! buyuruldu. onun dinine, buyuruyor. onun dini dışında kalan yollara, felaket yolu deyip, bu yollardan kaçınınız buyuruyor. o server aleyhissalatü vesselam, allahü tealaya şükr etmek ve insanlara hakikati bildirmek için, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. insanın batını, zahirini temamlamakdadır. zahir ile batın, birbirinden kıl kadar ayrılmaz. mesela, ağız ile yalan söylememek islamiyyetdir. yalan söylemek arzusunu, zahmet çekerek, uğraşarak, kalbden çıkarmak tarikatdir. yalan söylemenin kalbe gelmemesi de hakikatdir. görülüyor ki, batın işi, ya'ni tarikat ve hakikat, zahir işini, ya'ni islamiyyeti temamlamakdadır. tarikat yolcularına, yolculuklarında islamiyyete uymıyan şeyler görünür ve gösterilirse, bunlar, o andaki serhoşlukdan ve hal denilen şü'ursuzluğun artmasından dolayı olur. saliki , bu makamdan geçirir, uyandırırlarsa, islamiyyete uymayan birşey kalmaz. mesela, ba'zıları, sekr halinde iken, zatı ilahinin bu alemi ihata etdiğini, kapladığını sanmışdır. halbuki, ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor. allahü tealanın, kendi değil, ilmi herşeyi kaplamışdır diyor ki, alimlerin sözü daha doğrudur. sfiyyei aliyye, bir tarafdan, zatı tealaya hiçbir şeyle hükm olunamaz, hiçbir ilm ona yetişemez diyor. bir yandan da, herşeyi ihata etmiş, herşeye sirayet etmişdir, diyor. sözleri, birbirini tutmuyor. sözün doğrusu, allahü teala, biçun ve biçigunedir. ya'ni, hiçbirşeye, düşüncelere benzemez ve nasıl olduğu bilinemez. ona kavuşan, hayran, şaşkın ve ona cahil olur. orası, mahluklar için, cehl diyarıdır. ihata, sereyan gibi sözlerin, o mukaddes makamda ne işi var? böyle şeyleri söyliyen, eğer zati ilahi yerine, te'ayyüni evveli söyliyoruz derse, sözü o kadar çirkin olmaz. te'ayyüni evveli, zati ilahiden ayrı bilmedikleri için, buna zat diyorlar. te'ayyüni evvele vahdet de derler. mahlukların hepsinde saridir, mevcuddur. bunun için, zati ilahi, herşeyi kaplamışdır diyorlar. ehli sünnet alimleri, zati ilahi, her düşünceden uzakdır. hiçbirşey, o değildir. ondan başkadırlar. te'ayyüni evvel diye birşey varsa, zati ilahiden ayrıdır. bunun ihata etmesine, zati ilahinin ihatası denemez diyor. görülüyor ki, alimlerin görüşü, sfiyyenin görüşünden daha ince, daha yüksekdir. sfiyyenin zati ilahi dediklerini, alimler, zatdan ayrı bilmekdedir. zati ilahinin yakın olması, beraber olması da böyledir. batının, ya'ni tarikat ve hakikatin ma'rifetleri, zahirin, ya'ni islamiyyetin bilgilerine, tam uygun olduğu makam, sıddiklık makamıdır ki, vilayet derecelerinin en üstünüdür. bu makamdaki ma'rifetler, islamiyyetden kıl kadar ayrı olmaz. sıddiklık makamı üstünde, yalnız nübüvvet, ya'ni peygamberlik makamı vardır. peygambere aleyhisselam vahy ile ya'ni melek ile gönderilen ilmler, sıddiklara rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in ilham ile bildirilmekdedir. bu iki ilm arasındaki fark, yalnız, vahy ve ilham arasındaki farkdır. o halde, hiç ayrılık olamaz. sıddiklık makamının altındaki makamların hepsinde az çok, sekr vardır. sekrsiz olan, tam uyanıklık, yalnız sıddiklık makamındadır. peygamberlik ile sıddiklık bilgileri arasında, ikinci bir fark da, vahy elbette doğrudur. ilham ise, zan iledir. çünki, vahy, melek ile gelir. melek, ma'sumdur. ya'ni öyle yaratılmışdır ki, yanlışlık yapamaz. ilham yeri de, yüksek ise de, ya'ni ilham yeri olan kalb, alemi emrden olup, yüksek ise de, akl ve nefs ile birlikde bulunduğu için, yanılabilir. evet, nefs mutmeinne olmuş ise de, farisi tercemesi: olsa da o, mutmeinne, sıfatları gitmez yine. nefs, mutmeinne oldukdan sonra, sıfatlarının, kendisinde bırakılmasında, nice faide vardır. sıfatları yok edilseydi, insan, yüksek derecelere ilerliyemezdi. ruhu, melek gibi olurdu. kendi makamında kalırdı. ruh, ancak nefse uymamakla yükselebilmekdedir. nefsde azgınlık kalmasaydı, nasıl ilerliyebilirdi. kainatın efendisi aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha, kafirlerle cihaddan geri dönünce, buyurdu. nefs ile savaşmağa, dedi. din büyüklerinin nefslerinin azması demek, çok az ve etmesi demekdir. , islamiyyetin izn verdiği şeyleri de yapmamak, da, herşeyin en iyisini yapmakdır. nefs, azimeti ve evlayı istemiyor. büyüklerin nefslerinde, yalnız bu terki istemek vardır. yoksa azimeti ve evlayı terk etmezler. işte, nefslerinin, yalnız bu istemesinden dolayı, cenabı hakka o kadar çok yalvarırlar, o kadar çok pişman olur, sızlarlar ki, başkalarının bir senede kazandıkları mertebelere, bir anda yükselmelerine sebeb olur. yine sözümüze dönelim! sevgilinin ahlakı, sıfatları, her nerede bulunursa orası da sevilir. ali imran suresinde, benim izimde yürüyünüz! allahü teala, sizi sever mealindeki otuzbirinci ayet, bunu işaret etmekdedir. o halde, ona aleyhissalatü vesselam uymağa çalışmak, insanı, mahbubiyyet makamına kavuşdurur. aklı olanların, iyi, doğru düşünebilenlerin zahirleri ile, batınları ile habibullaha aleyhissalatü vesselam tam uymağa çalışması lazımdır. mektub uzunca oldu. afv buyurunuz! her bakımdan güzel olanı anlatan söz, güzel olacağı için, uzadıkça, güzelliği artar. surei kehf, yüzonuncu ayeti kerimesinde mealen, rabbimin kelimelerini yazmak için, deniz mürekkeb olsa, rabbimin kelimeleri bitmeden deniz biter. bir deniz daha getirsek o da biter buyuruldu. vesselam. sözü başka tarafa çevirelim. düalarımı bildiren mektubumu size getiren mevlana muhammed hafız, ilm sahibi olup, çoluk çocuğu fazladır. geçim darlığından askere gitdi. eğer yardım elinizi uzatır, emir nakib seyyid şeyh ciyuya rahmetullahi aleyh maaş alması için veya yardım etmesi için söylerseniz kerem etmiş olursunuz. daha fazla yazıp başınızı ağrıtmıyayım. kırkikinci mektub bu mektub, yine şeyh dervişe yazılmışdır. kalbden, başkalarını sevmek pasını temizlemek için, en iyi ilac, sünneti seniyyeye yapışmak olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizlere selamet versin! insan çeşid çeşid şeylere bağlı kaldıkça kalbi temizlenemez. pis kaldıkça se'adetden mahrumdur, uzakdır. hakikati cami' denilen kalbin allahü tealadan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. bu pası temizlemek lazımdır. temizleyicilerin en iyisi sünneti seniyyei mustafaviyyeye ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye tabi' olmakdır, uymakdır. sünneti seniyyeye uymak, nefsin adetlerini, kalbi karartan isteklerini yok eder. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenenlere müjdeler olsun! bu yüksek devletden mahrum kalanlara yazıklar olsun! allahü teala, size ve doğru yola tabi' olanlara selamet versin!sünnet kelimesinin dinimizde üç ma'nası vardır. birlikde söylenince, kitab, kur'anı kerim, sünnet de, hadisi şerifler demekdir. denilince, farz, allahü tealanın emrleri, sünnet ise, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünneti ya'ni emrleri demekdir. kelimesi yalnız olarak söylenince islamiyyet ya'ni bütün ahkamı islamiyye demekdir. fıkh kitabları böyle olduğunu bildiriyor. mesela nda, diyor. kitabında burayı açıklarken, diyor. kalbi temizlemek için islamiyyete uymak lazım olduğu anlaşıldı. islamiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid'atlerden sakınmakla olur., sonradan yapılan şey demekdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halifesinin radıyallahü anhüm zemanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan, ibadet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. mesela, namazlardan sonra hemen ayetelkürsi okumak lazım iken, önce salaten tüncinayı ve başka düaları okumak şeyh ciyu: nakib, ya'ni diyanet işleri re'isi seyyid ferideddini buhari. bid'atdir. bunları ayetelkürsiden ve tesbihlerden sonra okumalıdır. namazdan, düadan sonra secde edip de kalkmak bid'atdir. dinde yapılan değişiklikler ve reformlar bid'atdir. yoksa, çatal, kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid'at değildir. çünki bunlar ibadet değil, adetdir ve mubahdırlar. haram değildirler. tütün içmek hakkındaki islam alimlerinin sözleri kitabında uzun yazılıdır. bid'at üç dürlüdür: islamiyyetin küfr alameti dediği şeyleri kullanmak en kötü bid'atdir. ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uymıyan i'tikadlar, inanışlar da kötü bid'atdir. ibadet olarak yapılan yenilikler, reformlar bid'at olup büyük günahdır. kırküçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feridi buhari rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. tevhidi şühudi ve tevhidi vücudi bildirilmekde, aynülyakin ve hakkulyakin anlatılmakdadır: allahü teala, size selamet versin! her kusurdan, sıkıntıdan korusun! amin. bu yüksek insanların rahmetullahi aleyhim tesavvuf yolculuğunda, önlerine çıkan tevhid iki dürlüdür: tevhidi şühudi, tevhidi vücudi. bir olarak görmekdir. ya'ni salik , herşeyi yapanı bir görür. ayrı ayrı şeyler görülmez. tevhidi vücudi, var olanı, bir bilmekdir. ondan başka herşeyi yok bilmekdir. yok olmakla beraber, o bir mevcudun aynaları sanmakdır. tevhidi vücudi, ilmülyakin kısmından oluyor . tevhidi şühudi ise, aynülyakin kısmından oluyor . tevhidi şühudi, bu yolda, elbette vardır. çünki, bu tevhid olmadıkça, fenaya kavuşulamaz, aynülyakin nasib olamaz. çünki, birşey görülür ve görünmesi kuvvet bulursa, başka hiçbirşey görülemez. tevhidi vücudi ise, böyle değildir. ya'ni, lazım değildir. çünki böyle ma'rifet olmadan da, ilmülyakin hasıl olur. mevcudun bir olduğunu, ilmülyakin ile bilmek, ondan başka şeyleri yok bilmeği icab etmez. ya'ni, allahü tealayı var bilmek ve bu bilginin, insanı kaplaması, ondan başka şeyleri bilmemeği icab etdirmez. mesela, bir kimsede, güneşin var olduğuna yakin hasıl olunca, bu yakin, bu kimseyi kapladığı zeman, yıldızları yok bilmesi lazım gelmez. fekat, güneşi gördüğü zeman, yıldızları elbette görmez. güneşden başka birşey görmez. yıldızları görmediği için, yıldızları yok bilmez. hatta, var olduklarını, fekat görünmediklerini bilir. bu kimse, bu zeman, yıldızlar yokdur diyenlere inanmaz. sözlerinin doğru olmadığını bilir. işte tevhidi vücudi, bir mevcuddan başka, her şeyi yok bilmek olup, akla ve islamiyyete uygun değildir. tevhidi şühudi ise, mevcudu bir görmekdir ve akla ve islamiyyete uygundur. mesela, güneş doğarken, yıldızlar, yok oluyor demek, doğru değildir. fekat, bu zemanda, yıldızları görmemek doğrudur. güneşin ziyası çok olduğu ve insanın gözü kuvvetsiz olduğu için yıldızlar görülmemekdedir. eğer, güneşin ziyası, insanın gözünü kuvvetlendirseydi, güneşle birlikde yıldızları da görürdü. bu görüş makamında olur. işte sfiyyei aliyyenin büyüklerinden ba'zısının, islamiyyete uymıyor görünen sözlerini, ba'zı kimseler tevhidi vücudi sanmışdır. mesela, ebu mensuri hallacın sözü ve ebu yezidi bistaminin rahmetullahi aleyh sözü ve bunlar gibi sözler, böyledir. böyle sözleri, tevhidi şühudi bilmemiz lazımdır. bu suretle, islamiyyete uygun olurlar. bu büyükler, o hal içinde, allahü tealadan başka, hiçbirşey göremeyince, bu sözleri söylemiş, allahü tealadan başka birşey yokdur, demek istemişlerdir. demek, ben yokum, allahü teala vardır, demekdir. kendini görmeyince, var olduğunu bilmemişdir. yoksa, kendini görüp, hak tealayım dememişdir. böyle söylemek küfrdür. sual: kendinin var olduğunu bilmemek, yok bilmek değil midir? bu da, tevhidi vücudi olmaz mı? cevab: var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir. o zeman, şaşkınlık halidir. akl işlemez. hiçbir şeye hükm, karar verecek halde değildir. sözü de, hak tealayı tenzihdir. kendini tenzih değildir. çünki, kendi varlığını bilmemekdedir. birşeye hükm edemez.de diyor ki, tesavvuf büyükleri, islamiyyete uymıyan sözleri söylerken çok kızan ve çok sevinen insan gibidirler. kızmak ve sevinmek, insanın aklını örter. ihtiyarını giderir. tesavvuf serhoşları da, böyle şu'ursuz konuşmuşlardır. bu hallerinde ma'zur iseler de, böyle sözlerine uymak caiz değildir.. makamı, hayret, şaşkınlık makamıdır. bu makamda, ba'zıları, böyle şeyler söylemişdir. bu makamdan kurtarıp da, hakkulyakin makamına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyliyemez ve haddi aşmazlar. zemanımızda, tarikata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu süsü vererek, tevhidi vücudiyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. ilmülyakine saplanıp, aynülyakinden mahrum kalmışlardır. tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayalleri ile ma'na vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde söylemekdedirler. tesavvuf büyüklerinin kitablarında, tevhidi vücudiyi gösteren, böyle sözler görülürse, ilk zemanlarında, ilmülyakin mertebesinde söylemiş olduklarını, sonra bu makamdan ilerleyip, aynülyakin makamına götürüldüklerini düşünmelidir. sual: tevhidi vücudi sahibi olan, mevcudü bir bildiği gibi, bir vücud görmekdedir. ya'ni aynülyakin mertebesine de malikdir. cevab: tevhidi vücudi sahibleri, tevhidi şühudinin, alemi misaldeki suretini görmekdedir. tevhidi şühudiye kavuşmamışdır. tevhidi şühudi başkadır. alemi misalde gördükleri, bu sureti başkadır. çünki, tevhidi şühudi mertebesinde, hayret, şaşkınlık hasıl olur. hiçbir şeye hükm edemezler. halbuki, tevhidi vücudi sahibi, tevhidi şühudinin, alemi misaldeki suretini gördüğü zeman yine ilm sahibidir. çünki, herşeyin yok olduğunu bilmekdedir. yok demek, bir hükm, karar vermekdir. hayret ile ilm, birlikde bulunamaz. o halde, tevhidi vücudi sahibi, aynülyakin makamına varmamışdır. halbuki, tevhidi şühudi sahibini hayret makamından ileri götürürlerse, hakkulyakin makamındaki ma'rifete kavuşur ki, bu makamda ilm ile hayret birlikde bulunur. hayretsiz olan, hayretden önce olan ilm, ilmülyakindir. bu cevabı, bir misal ile aydınlatalım: devlet reisi olmağa elverişli bir kimse, rü'yada, kendini devlet reisi olmuş, o makamda o işin başında görür. fekat, bu kimse, elbette devlet reisi olmamışdır. yalnız alemi misaldeki suretini, kendinde görmüşdür. devlet reisliği nerede, rü'yada gördüğü suret nerede! şu kadar var ki, rü'yası, alemi misaldeki suret olmakla beraber, bu kimsenin, bu suretin aslı olan makama kavuşmağa elverişli olduğunu haber vermekdedir. eğer çalışır, uğraşırsa, allahü tealanın ihsanı ile, o makama kavuşabilir. bir şeye elverişli olmak ile, o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? aralarında, çok fark vardır. ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline kavuşamaz. onların cemali ile şereflenemez. bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemanımızda ba'zıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve ba'zıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhidi vücudi yolunu tutmuş, sevabı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, allah yapıyor diyor. hatta, herşeyi hak teala biliyorlar. bu kurnazlıkla islamiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. ibadet etmek lazımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islamiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. haşa ve kella! öyle değildir. hiç de, dedikleri gibi değildir. bunların kötü düşüncelerinden, allahü tealaya sığınırız! tarikat ve islamiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. aralarında kıl ucu kadar fark yokdur. ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. islamiyyete uymıyan herşey bozukdur. atılması lazımdır. islamiyyetin istemediği bir müslimanlık, zındıklıkdır. islamiyyete yapışarak hakikati aramak, tesavvufdur. allahü teala, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin aleyhisselam yoluna, hem zahirde, hem batında, tam uymakla şereflendirsin! amin. sevgili hocam kaddesallahü sirreh çok zeman, tevhidi vücudi yolunda idi. risalelerinde ve mektublarında, bu yolu gösterdi. fekat sonra, hak teala lutf ederek, bu makamdan ilerletdi. bu dar bilgilerden kurtardı. talebesinden abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel buyurdu ki, pek iyi anladım ki, tevhidi vücudi, dar bir sokak imiş. ana cadde, başka imiş. böyle olduğunu, önceden de biliyordum. fekat, şimdi, pek yakin anladım. bu fakir , hocama hizmet etdiğim zemanlar, tevhidi vücudi yolunda idim. bu yolu kuvvetlendiren keşfler hasıl olmakda idi. fekat, allahü tealanın ihsanı, bu makamdan kurtarıp, dilediği makamla şereflendirdi. sözü uzatmamak için, burada kesiyorum. vesselam. kırkdördüncü mektub bu mektub, yine nakib, seyyid şeyh feride yazılmışdır. insanların iyisini medh etmekde ve ona uymağa teşvik etmekdedir: merhamet ederek göndermiş olduğunuz, kıymetli mektubunuz, en iyi bir zemanda, fakiri şereflendirdi. okuyarak mesrur olduk. allahü tealaya hamd olsun ki, muhammed aleyhisselamın fakrinden, size miras nasib olmuş. fakirlere karşı teveccüh ve sevgi ve onlara bağlılık, bu mirasdan hasıl olmakdadır. hiçbirşeyi olmayan bu fakir, ne cevab yazacağımı şaşırdım. arabın en hayrlısı olan, büyük ceddinizin üstünlüklerini bildiren haberleri yazarak, bu mektubumu, ahıretde azablardan kurtulmak için vesile yapacağım. aleyhissalatü vettehıyye efendimizi medh etmeğe kalkışmıyorum. yazılarımı, onun ile kıymetlendiriyorum. arabi tercemesi: muhammed aleyhisselamı medh edemiyorum, onunla, yazılarımı kıymetlendiriyorum. allahü tealaya sığınarak ve ondan yardım dileyerek bildiriyorum ki: muhammed aleyhisselam, allahü tealanın resulüdür. adem oğullarının seyyidi, efendisidir. kıyamet gününde, kendisine uyarak cehennemden kurtulanların en cömerdidir.seyyid abdülhakim efendi kaddesallahü teala sirrehül'aziz buyurdu ki: her peygamber salevatullahi teala aleyhim ecma'in, kendi zemanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. muhammed aleyhisselam ise, her zemanda, her memleketde, ya'ni dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncıya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. hiç kimse, hiçbir bakımdan onun üstünde değildir. bu, güç birşey değildir. dilediğini yapan, her istediğini yaratan, onu böyle yaratmışdır. hiçbir insanın onu medh edecek gücü yokdur. hiçbir insanın, onu tenkid edecek iktidarı yokdur. kıyamet günü kabrden en önce o kalkacakdır. en önce, o şefa'at edecekdir. en önce, onun şefa'ati kabul olacakdır. cennet kapısını önce o çalacakdır. kapı, ona hemen açılacakdır. denilen bayrak, onun elinde bulunacakdır. adem aleyhisselam ve onun zemanından kıyamete kadar gelen her mü'min, bu bayrak altında bulunacakdır. bir hadisi şerifde, kıyamet günü, önce gelenlerin ve sonra gelenlerin seyyidiyim. hakikati bildiriyorum, öğünmüyorum buyurdu. bir hadisi şerifde, allahü tealanın habibiyim, sevgilisiyim. peygamberlerin reisiyim. öğünmek için söylemiyorum. bir hadisi şerifde, peygamberlerin aleyhimüsselam sonuncusuyum, öğünmüyorum. ben abdüllahın oğlu muhammedim aleyhissalatü vesselam. allahü teala insanları yaratdı. beni insanların en iyisinde yaratdı. allahü teala, insanları fırkalara ayırdı. beni, en iyisinde bulundurdu. sonra bu en iyi fırkayı kabilelere ayırdı. beni en iyisinde bulundurdu. sonra, bu cema'ati evlere ayırdı. beni, en iyi evden dünyaya getirdi. insanların en iyisiyim. en iyi ailedenim. kıyametde, herkes susduğu zeman, ben söyliyeceğim. kimsenin kımıldıyamadığı vaktde, onlara şefa'at ediciyim. kimsede ümmid kalmadığı bir zemanda, onlara müjde vericiyim. o gün her iyilik, her dürlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. livai hamd benim elimdedir. insanların en hayrlısı, en cömerdi, en iyisiyim. o gün emrimde binlerce hizmetçi vardır. kıyamet günü, peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsine şefa'at edici benim. bunları öğünmek için söylemiyorum. hakikati bildiriyorum. hakikati bildirmek vazifemdir. bunları söylemezsem, vazifemi yapmamış olurum buyurdu. o olmasaydı aleyhissalatü vesselam, allahü teala, hiçbirşeyi yaratmazdı. rab olduğu, ma'bud olduğu meydana çıkmazdı. adem aleyhisselam, su ile toprak arasında iken , o aleyhisselam peygamber idi. farisi tercemesi: günah işlese de, çekilmez hesaba, böyle bir seyyidin izindeki kimse. bütün insanlığın seyyidi, en üstünü olan, böyle bir peygambere aleyhissalevatü vettehıyyat inanan, onun yolunda giden kimse, elbette ümmetlerin en iyisi olur. ali imran suresinin, mealindeki yüzonuncu ayeti bunlara müjdedir. ona inanmıyan, , insanların en kötüsüdür. tevbe suresinin, vahşi, kalbleri katı cahiller, sana inanmaz. daha çok münafıkdırlar mealindeki doksansekizinci ayeti bunları göstermekdedir. dünyanın bugünkü halinde, onun sünneti seniyyesine uymakla şereflendirilenler, ne kadar bahtiyardır. onun dinine inanan, ona ümmet olanın, az bir iyiliğine katkat sevab verilir. eshabı kehf rahmetullahi aleyhim ecma'in bir güzel iş yapmakla, yüksek derecelere kavuşdu. bu işleri de, din düşmanları, her tarafı kapladığı vakt, kalblerindeki imanı korumak için, başka yere hicret etmeleri idi. bugün, ona iman edip, az bir ibadet yapmak, sanki düşman saldırıp, her tarafı kapladığı zemanda, askerin, az bir hareketinin çok kıymetli olmasına benzer. sulh zemanında, askerin, bundan katkat fazla çalışması, böyle kıymetli olamaz. muhammed aleyhisselam, allahü tealanın mahbubu olduğu için, onun izinde giden, mahbubluk derecesine yükselir. çünki, muhib , sevgilisinin ahlakını, alametlerini kimde görürse, onu da sever. ona uymıyanların halini, bundan anlamalı! farisi tercemesi: muhammed aleyhisselam, yüzü suyudur cihanın, kapısının toprağı olmıyan, toprak altında kalsın! eshabı kehf rahmetullahi aleyhim ecma'in gibi hicret edemiyen, batın yolu ile hicret etmeğe çalışmalıdır. düşmanlar arasında bulunurken, gönülleri, onlardan ayrı, uzak olmalıdır. allahü teala, bu suretle de, se'adete kapıları açabilir. nevruz günü , geliyor. o günlerde, ne karışıklık, ne kadar taşkınlık, şaşkınlık olduğunu biliyorsunuz. o karanlık günleri atlatdıkdan sonra, allahü teala nasib ederse, sizinle görüşmek şerefine kavuşmağı ümmid ediyorum. nazik başınızı ağrıtmamak için, mektubuma son veriyorum. allahü teala, kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın! size ve onlara kıyamete kadar selam olsun! amin. kırkbeşinci mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. kendine teşekkür etmekde ve insanın muhtac yaratıldığını, ramezanı şerifi, orucu ve namazı bildirmekdedir: allahü teala sizi, çok kıymetli olan dedelerinizin yolundan ayırmasın! sonu pişmanlık olan işlere karışdırmasın! amin. allahü tealayı sevenler, allahü teala ile beraberdir. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. insanın aslı, ruhudur. ruhun beden ile birleşmesi, allahü teala ile olmasına biraz mani' olmuşdur. bedenden ayrılıp, bu karanlık yerden kurtulunca, rabbi ile beraber, ona yakın olur. bunun için, buyuruldu. ankebut suresinin, mealindeki beşinci ayeti, onun aşıklarına teselli olmakdadır. fekat, büyüklerin huzuru, sohbeti ile şereflenmiyen zevallıların hali harabdır. büyüklerin ruhlarından istifade edebilmek için de şartlar vardır. herkes bu şartları yerine getiremez. bütün ni'metlerin sahibi olan allahü tealaya hamd olsun ki, bu korkunç hadise ve başımıza gelen vahşice hücumlar karşısında, kimsesi olmıyan bu fakirlerin imdadına yine, din ve dünyanın efendisinin sallallahü aleyhi ve sellem ehli beyti yetişmekdedir. bu suretle büyüklerin yolu bozulmakdan kurtuldu. feyzleri kesilmekden korundu. evet, bu mubarek yol, memleketde gizli kalmış ve yolcuları, hemen yok gibi olmuşdu. ehli beytin açdığı yol olduğundan, ta'mirinin, temizlenmesinin de, ehli tarafından yapılması yakışırdı. başkalarına ihtiyac olmaması lazım idi. ehli beytin bu hizmetine şükr etmek, bu fakirlere lazım olduğu gibi, bu devlete şükr etmek, onlara da lazımdır. insanların, batını cem' etmesi lazım olduğu gibi, zahirde birleşmek, yardımlaşmak da lazımdır. hatta, bu topluluk, beraberlik, daha önce lazımdır. çünki, bütün mahluklar içinde, en muhtac olan insandır. insanların, çok muhtac olmasına sebeb, insanda herşey bulunduğu içindir. bunun için, herşeyin muhtac olduklarının hepsi, insana lazımdır. insan muhtac olduğu şeye bağlanır. o halde, insanların bağlılığı, başkalarının bağlılıklarından daha çokdur. her bir bağlılık, insanı, allahü tealadan uzaklaşdırır. bundan dolayı, allahü tealadan en uzak olan, en mahrum kalan mahluk, insandır. farisi iki tercemesi: mahlukların en üstünü insandır, yüksek makamdan mahrum da odur. eğer, toparlanıp, geri dönmezse, ondan daha mahrum, yokdur kimse. halbuki, insanın, her mahlukdan, daha üstün olmasına sebeb de, yine herşeyin, kendisinde bulunmasıdır. herşeyi kendinde topladığı içindir ki, insanın aynası mükemmeldir. bütün mahlukların aynalarında görünenlerin hepsi, yalnız onun aynasında, bir arada görünmekdedir. bunun için de insan, mahlukların en iyisi olmuşdur. mahlukların en muhtacı, en mahrumu, en kötüsü de, yine bu sebebden insandır. bunun içindir ki, muhammed aleyhissalatü vesselam gibi bir peygamber insandır ve ebu cehl gibi bir mel'un da insandır. bu fakirlerin, bir araya toplanmasına, allahü tealanın sebeb kıldığı, büyük ni'met, şübhe yok ki, sizsiniz. batınların cem'ıyyeti de, sizin sayenizdedir. elbette, müjdesine bakarak, bütün ümmidler sizdedir. lutf etdiğiniz kıymetli mektub, bizleri mubarek ramezan ayında şereflendirdi. bunun için, bu büyük ayın üstünlüklerinden birkaç satır yazmak hatırıma geldi: mubarek ramezan ayı, çok şereflidir. bu ayda yapılan, nafile namaz, zikr, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevab, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. bu ayda bir orucluya iftar verenin günahları afv olur. cehennemden azad olur. o oruclunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevab verilir. o oruclunun sevabı hiç azalmaz. bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de afv olur. cehennemden azad olur. ramezanı şerif ayında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasib olur. bu aya saygısızlık edenin, günah işliyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. elden geldiği kadar ibadet etmelidir. allahü tealanın razı olduğu işleri yapmalıdır. bu ayı, ahıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. kur'anı kerim, ramezanda indi. kadr gecesi, bu aydadır. ramezanı şerifde, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnetdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu iki sünneti yapmağa çok önem verirdi. iftarda acele etmek ve sahuru gecikdirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeğe ve dolayısı ile herşeye muhtac olduğunu göstermekdedir. ibadet etmek de zaten bu demekdir. hurma ile iftar etmek sünnetdir. iftar edince, düasını okumak, teravih kılmak ve hatm okumak mühim sünnetdir. bu ayda, her gece, cehenneme girmesi gereken, binlerce müsliman afv olur, azad olur. bu ayda, cennet kapıları açılır. cehennem kapıları kapanır. şeytanlar, zincirlere bağlanır. rahmet kapıları açılır. allahü teala, bu mubarek ayda onun şanına yakışacak, kulluk yapmağı ve rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmağı, hepimize nasib eylesin! amin.oruc tutmak güç olan yerlerde, oruc tutanlara ve din düşmanlarının yalanlarına aldanmayıp, oruclarını bozmıyanlara, daha çok sevab verilir. ramezanı şerif ayı, islam dininin namusudur. aşikare oruc yiyen, bu aya hurmet etmemiş olur. bu aya hürmet etmiyen, islamiyyetin namus perdesini yırtmış olur. namaz kılmıyanın da, oruc tutması ve haramlardan kaçınması lazımdır. bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır. kırkaltıncı mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. allahü tealanın var ve bir olduğu ve muhammed aleyhisselamın onun resulü olduğu bedihidir, pek meydandadır. düşünmeğe bile, lüzum olmadığını bildirmekdedir: kitabının. sahifesinin başına da yazdık. lütfen oradan da okuyunuz! allahü teala sizi, kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın. onların en üstünü olan birincisine ve geri kalanların hepsine, bizden düalar ve selamlar olsun! allahü tealanın var olduğu ve bir olduğu, hatta muhammed aleyhisselamın, onun resulü olduğu ve hatta onun getirdiği her emrin ve haberlerin, doğru olduğu, güneş gibi meydandadır. düşünmeğe, isbat etmeğe hiç lüzum yokdur. kalbin bunlara inanması için, kalbin bozuk olmaması, ma'nevi hastalığı bulunmaması lazımdır. kalb hasta ve bozuk olunca, kalbin inanması için, akl ile düşünmek, incelemek lazım olur. ancak bu suretle kalb bulur, ya'ni hastalıkdan kurtulur. den ya'ni kalb gözünden ma'nevi perde kalkarsa, bunlara seve seve inanılır. mesela, safrası bozuk kimse, şekerin tadını duymuyor. şekerin tatlı olduğunu ona anlatmak, isbat etmek lazım olur. fekat, safra hastalıkdan kurtulunca, isbat etmeğe lüzum kalmaz. hastalıkdan dolayı isbat etmek lazım olması, şekerin tatlılığına bir kusur vermez. şaşı olan, bir şeyi iki görür ve iki kişi var sanır. şaşıdaki göz hastalığı, karşısındaki bir şeyin, iki olmasını icab etdirmez. o iki gördüğü halde, görünen yine birdir. bunun bir olduğunu isbat etmek çok zordur. müsliman olmak için, yalnız kalbin iman etmesi, inanması lazımdır. fekat, her müslimanın kalbine, dahili düşmanı olan nefsinden ve harici düşmanları olan şeytanlardan ve kötü arkadaşlardan hastalık gelmekdedir. nefs, yaratılışda ahkamı islamiyyeye düşmandır. kalbin hasta olması, nefse uyması demekdir, ya'ni islamiyyete uymak istememesidir. ya'ni, islamiyyetin emrlerinin tadını duymamak, yasak etdiklerinden zevk almakdır. bu yasaklara denildiği, yüzdoksanyedinci mektubda yazılıdır. dünyaya düşkün olmak, kalbdeki imanı za'ifletmekdedir. bir kimse, nefslerinin esiri olan gafil insanların sohbetlerinden, sözlerinden, yazılarından, kitablarından, radyolarından, televizyonlarından uzaklaşırsa ve nefsi olursa, ya'ni inkar hastalığından kurtulursa, bu dahili ve harici düşmanlardan kalbe hastalık gelmez. mevcud hastalık da, islamiyyete uyarak, tasfiye edilince, kalb hakiki imana kavuşur. nefsin cibilli hastalığından tezkiyesi ve kalbin haricden gelen hastalıkdan tasfiyesi, mürşidi kamilin sohbetinde bulunmakla, kitablarını okumakla ve ahkamı islamiyyeye uymakla nasib olur. kırkikinci ve elliikinci mektublara bakınız! mürşidi kamil, bütün sözleri, bütün işleri, islamiyyete uygun olan, ehli sünnet alimi demekdir. islamiyyeti iyi bilmesi, derin alim olması lazımdır. din bilgilerini, akl ile isbat ederek inandırmak, kolay değildir. yakini, vicdani bir iman elde etmek için, isbat yoluna gitmekdense, kalbi hastalıkdan kurtarmak lazımdır. nitekim, safra hastasını, şekerin tatlı olduğuna inandırmak için, isbat etmeğe kalkışmakdansa, onu hastalıkdan kurtarmak lazımdır. şekerin tatlı olduğu, ne kadar isbat edilirse edilsin, yakin hasıl edemez. çünki, şeker ağzına acı gelmekde, vicdanı acı olduğunu bilmekdedir. ya'ni bir şeyi kuvveti üçdür: üçünün de doğru anlıyabilmeleri için, bulundukları uzvların hasta olmamaları lazımdır. birincisi, görünen olup, görme, işitme, koklama, gıdanın lezzetini alma ve sıcaklık, sertlik anlama. bu kuvvetler, insanda bulunduğu gibi, hayvanlarda da vardır. bu kuvvetler olmasaydı, insanlar, taş gibi, odun gibi olurdu. ikincisi, olup, hissi müşterek, hafıza, vahime, mütesarrıfa ve hazanetülhayal denilen görünmiyen beş organdaki kuvvetlerdir. bu kuvvetler, insanların dimagında bulunur. hayvanlarda yokdur. bir şeyin varlığını, bu kuvvetler, güvenilen bir haberi işitmekle veya tecribe ile yahud hesab ile anlar. iyiyi fenadan, faideliyi zararlıdan ayırırlar. fen bilgileri, hesab, bu kuvvetlerle yapılır. üçüncüsü, olup, müslimanların havassına, ya'ni yüksek olan seçilmiş kimselere mahsusdur. kalbdeki bu ma'nevi anlama kuvvetine denir. bu kuvvet ile anlaşılan din bilgileri, akl ve his kuvvetleri ile anlaşılamaz. akl kuvvetleri ile anlaşılan şeyleri, insan, hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa, anlatamaz. bunun gibi, kalb kuvvetleri ile anlaşılan bilgileri , bu seçilmişler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlıyamaz. bunlardan daha yüksek seçilmişlerin seçilmişleri vardır. bunlardan da daha üstün nebiler, nebilerden daha üstün resuller, bunlardan da üstün ülül'azm dereceleri vardır. bunların üstünde de kelimiyyet, ruhiyyet, hullet ve mahbubiyyet mertebeleri vardır ki, bu en üstün derece, muhammed aleyhisselama mahsusdur. kalb denilen kuvvet, yürek dediğimiz et parçasında bulunur. elektriğin ampulde, miknatisin elektrik tellerinin makarasında hasıl olması gibidir. insanlarda bulunan nefsi emmare, din bilgilerine inanmamakda, tabi'ati, yaratılışı, islamiyyete uymamakdadır. bunun için, islamiyyete uymak, nefse acı gelmekde, ona uymak istememekdedir. kalb ise, yaratılışında temizdir, salimdir. fekat, nefsin islamiyyete uymak istememesi hastalığı, kalbe sirayet ederek, kalb de islamiyyete uymak istemiyor. islamiyyete inanıyor ise de, uyması acı geliyor. islamiyyetin doğruluğunu isbat için, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, hasta olan kalbde buna yakin hasıl olması, çok güç olur. kalbde yakin hasıl olması için, dahilden ve haricden hastalık gelmemesi, gelmiş olanın da tasfiyesi lazımdır. bunun için, nefsi etmekden, ya'ni cibilli olan inkar hastalığından ve kalbi şeytandan ve fena arkadaşdan kurtarmakdan başka çare yokdur. nefsi tezkiye, ahkamı islamiyyeye uymakla, sonra , sonra bir velinin sohbeti ile, sonra rabıtası ile, sonra hayat hikayesini okumakla olur. kalbin tasfiyesi, ibadet yapmakla, bilhassa farz namazları kılmakla ve çok istigfar okumakla olacağı, kitabınıntarihli baskısının dokuzuncu sahifesinde ve . derdimsahifesinde ve .sahifesinde yazılıdır. kalb böyle temizlendiği gibi, nefsin de, okumak ile temizleneceği. mektublarda yazılıdır. mekteb, meslek arkadaşı, öğretmen, gazete, televizyon, radyo, islamiyyete, ahlaka muhalif ise, bunların fena arkadaş oldukları anlaşılır. kalb, bu üç düşmanın şerrinden, hücumundan kurtulunca, bulur, ya'ni haramları sevmek hastalığından kurtulur. allah sevgisi, kendiliğinden yerleşir. suyu boşalan şişeye havanın dolması gibi olur.veşşemsi suresi dokuzuncu ayetinde mealen, nefsini tezkiye eden kurtuldu. nefsini günahda, cehaletde, dalaletde bırakan, ziyan etdi buyuruldu.nde diyor ki, nefs tezkiye edilince, kalb tasfiye bulur. ya'ni nefs, kötü isteklerden kurtarılınca, kalbin mahluklara, haramlara bağlılığı kalmaz. farisi tercemesi: haramları istemekden, kesilmedikçe nefs, kalb ilahi nurlara, ayna olamaz hiç! nefsin kötülükleri, pislikleri demek, islamiyyetin beğenmediği, haram etdiği şeyler demekdir. şimdi ba'zıları, allahü tealanın fena dediği, yasak etdiği şeylere, moda, asrilik, ilericilik diyor. allahü tealanın beğendiği, emr etdiği şeylere gericilik, cahillik diyor. haram işleyenlere san'atkar, aydın, ilerici insan, müslimanlara mürteci, yobaz, gerici diyenler oluyor. bunlara aldanmamalı. dini, ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenmelidir. görülüyor ki, bu açık, parlak islamiyyete ve temiz, doğru yola inanmıyan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır. farisi mısra' tercemesi: bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne? seyr ve sülukdan maksad, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmekdir. ya'ni nefsi ve kalbi hastalıklardan kurtarmakdır. bekara suresinde, mealindeki dokuzuncu ayeti kerimede bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe, hakiki iman ele geçmez. bu afetler var iken, akl yolu ile kalbde hasıl olan iman, imanın suretidir. çünki nefs, bu imanın tersini istemekde, küfründe inad ve israr etmekdedir. böyle iman, safra hastasının, şekerin tatlı olduğuna iman etmesi gibidir. herne kadar inandım dese de, vicdanı, şekeri acı bilmekdedir. safrası düzeldikden sonra, şekerin tatlı olduğuna hakiki iman hasıl olur. imanın hakikati de, nefsin tezkiyesinden ve kalbin itminanından sonra kalbde hasıl olur. işte böyle hakiki iman yalnız evliyada bulunur ve elden gitmez. yunüs suresinde, mealindeki altmışikinci ayeti kerimedeki müjde, böyle iman sahibleri içindir. allahü teala, hepimizi bu kamil, hakiki imanla şereflendirsin! amin. derdim mektubu okuyunuz! kırkyedinci mektub bu mektub, yine nakib ya'ni diyanet işleri reisi, seyyid şeyh feride gönderilmişdir. geçen senelerdeki kafirlerin azgınlığından şikayet etmekde, müslimanların, dine hürriyyet veren hükumete düa etmesi lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala sizi, iyilerin iyisi olan atalarınızın yolunda bulundursun ve onların önce, en üstününe aleyhissalatü vesselam, sonra geridekilerin hepsine, düalarımızı ve selamlarımızı erişdirsin! islam alimi, milletin yanında, bedendeki kalb gibidir. kalb, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. kalb bozuk olunca bütün uzvlar, hep kötü iş yapar. bunun gibi, alimler iyi ise, millet de iyi olur. ileriye gider. onlar, bozuk olursa, millet de bozulur. felakete gider. ekber şahın hükumeti zemanında, müslimanların başına ne sıkıntılar, ne felaketler gelmişdi, hepimiz biliyoruz. bin yıl önce, müslimanlar kendi dinlerinde olacak, kafirler de kendi yollarında kalacakdı. nitekim, kafirun suresi, bu hali haber vermekdedir. bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslimanların önünde, dinsizliklerini açıkca yapıyor, bu mubarek islam memleketinde ya'ni hindistanda, müslimanlar, ahkamı islamiyyeyi yapamıyorlardı. yerlerin, göklerin, her çeşid enerjinin sahibi olan, allahü tealanın sevgilisi, muhammed aleyhisselama inananların, onun ışıklı yolunda ilerliyenlerin aşağılanması, hırpalanması, ona inanmıyanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. müslimanlar, yaralı kalbleri ile, sabr ediyorlardı. islam düşmanları , alay ederek, taşkınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. hidayet, se'adet güneşi, dalalet ve irtidad bulutları ile örtülmüş, hak, fazilet ışıkları, haksızlık, ahlaksızlık perdeleri altına çekilmişdi. din düşmanı olanların ölmesi, bunların yerine gelenlerin, müslimanlara da hak ve hürriyyet tanımaları haberi işitildiği anda müslimanlar, bunlara her dürlü yardım ve hizmeti kendilerine borç bildi. kavuşulan hürriyyetden faidelenerek, bu temiz mayalı, asil kanlı milletin, islamiyyete yapışmasına, dinin, imanın kuvvetlenmesine çalışmağı en mukaddes vazife bildi. bütün müslimanların, devlete, hükumete sözleri ile, yazıları ile ve elleri ile, işleri ile yardım etmesi zaten vacibdir. islamiyyete yardımın en kıymetlisi ve ehemmiyyetlisi, ehli sünnet i'tikadını ve ahkamı islamiyyeyi meydana çıkarmak, fitne ve fesad ateşini söndürmekdir. islamiyyete, hükumete ve millete, bu imdadı yapacak olan, ancak, doğru yolda olan alimlerdir. böyle alimler siyasetle uğraşmaz. dini, siyasete, mal, sandalye ve şöhret kazanmağa alet etmez. kendilerine din adamı ismini verip kur'an tercemeleri, din kitabları yazan, mal ve makam aşıkları, ahıret alimi değil, dünyalık toplayıcılarıdır. bunların kitabları, mecmu'aları, sözleri zehrdir. dini, imanı bozar ve millet arasına fitne, fesad sokar. farisi tercemesi: din adamı görünüp, dünyaya tapan kimse, kendi yoldan sapmışdır, gayra nasıl göstere? ekber şah zemanında, müslimanların başına gelen belalara hep böyle, din adamı şekline giren, dinsizler sebeb olmuşdu. milleti hep bunların kitabları, gazeteleri kışkırtmışdı. müsliman ismi altında, yanlış yolda gidenlerin başları, hep bu kötü din adamları olmuşdur. din alimi tanınmıyan bir kimse, yoldan çıkarsa, bu sapıklığı, başkalarına bulaşmaz veya nadiren bulaşır. zemanımızın tarikatcıları da, müslimanları doğru yoldan çıkarıyor. bunlar da, sahte din adamlarının yazıları gibi, gençlerin dininin, imanının bozulmasına sebeb oluyor. işte bugün, her müsliman, elinden gelen yardımı yapmayıp islamiyyet yine bozulur, hakaret altına düşerse, hükumete yardımı esirgeyen her müsliman ahıretde mes'ul olacakdır. bunun için, bu fakir gücüm, kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmağa özeniyorum. güçlükleri yenerek, islamiyyete ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. iyilerin çoğalmasını istiyen de, onlardan sayılır buyurmuşlardır. belki, bu zevallıya da, müslimanlara serbestlik veren, onların hakkını koruyan, adil hükumet adamlarına nasib olan, büyük sevabların damlaları bulaşır diye ümmidleniyorum. kendimi, yusüf aleyhisselamı, birkaç iplikle satın almak için, pazara çıkan kocakarıya benzetiyorum. bu günlerde huzurunuzla şereflenmek ümmidindeyim. allahü teala, size din üzerinde konuşmak fırsatını ihsan buyurmuşdur. her konuşmanızda, müslimanların, dinlerini rahatca ve kolayca öğrenmeleri ve ibadet edebilmeleri için gayret buyurmanızı candan diliyoruz. geçici ve sonsuz devletlere kavuşmanız için düa ederim. islamiyyet, allahü tealanın emrleridir. hakim, allahü tealadır. emri de, kur'anı kerimdir. islamiyyet, dünyadan kalkdı. hiçbir yerde kalmadı. allahü teala, kur'anı kerimi, yalnız okumak için göndermedi. amel için, din alimlerinin, anlayıp fıkh kitablarında bildirdiklerini yapmak için gönderdi. bunları yapacak, yapdıracak da hakiki din alimleridir. bunlara denir. mısr, suriye ve ırak çokdan bozuldu. fransızlar, ingilizler, birinci cihan harbinden sonra buraları işgal etdiler. islam düşmanlığını, ahlaksızlığı, merhametsizliği getirdiler. fikr hürriyyeti getiriyoruz diyerek, çeşidli fırkalar, partiler kurdular. her partili, diğerlerine düşman oldu. milleti parçaladılar. ikinci cihan harbinden sonra, çekilip giderlerken de, din cahili, zalim kimseleri müslimanların başında bırakdılar. bu dinsiz hükumetler, zındanları ve i'damları ile, hakiki islam alimlerini imha etdiler. muhammed abduh, reşid rıza ve seyyid kutb ve mevdudi ve tebligı cema'atcılar gibi mezhebsiz, reformcu, sahte din adamları da, kitabları, mecmu'aları ve gazeteleri ile hakiki din bilgilerini, ehli sünnet ilmlerini yok etdiler. müslimanlık, ilm üzerine kurulduğundan, ilm ve alim kalmayınca, islamiyyet bozuldu. bulut olmayınca, yağmur beklemek, mu'cize istemek olur. allahü teala, bunu yapabilir. fekat, adeti böyle değildir. islam alimi yetişebilmesi için, islam ilmleri meydana çıkıp, yayılıp, yüz sene geçmesi lazımdır. müsliman, yaşadığı memleketin hükumetine, isyan etmez. bölücülük yapmaz. fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. kendi imanını, ibadetlerini, ahlakını, hareketlerini düzeltmeğe çalışır. mezhebsizlerin, münafıkların kitablarını, gazetelerini okumaz. ehli sünnet bilgilerini öğrenmeğe ve yapmağa çalışır. kimseye fenalık etmez. kimsenin canına, malına, hakkına, ırzına, namusuna saldırmaz. islamiyyete ve kanunlara uygun yaşar. yukarıda bildirilenlerin hepsi, ehli sünnet alimlerinin yazdığı hakiki din kitablarında mevcuddur. kırksekizinci mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. din alimlerine hurmet etmek lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmeti için aleyhi ve aleyhimüssalevat vetteslimat vettehıyyat, din düşmanlarına karşı olan mücadelenizde yardımcınız olsun! mubarek mektubunuzu okumakla şereflendik. ilm öğrenen ve tesavvuf yolunda çalışan gençlere sarf etmek üzere, bir mikdar para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. ilm öğrenen talebeyi, tesavvufa çalışanlardan önce yazdığınızı görünce çok sevindik. buyurmuşlardır. inşaallah mubarek kalbinizde de, bu talebe, daha önce bulunmakdadır. arabi mısra' tercemesi: her kabdan, içinde olan, dışarı sızar! ilm talebesini ileride tutmak, islamiyyetin ilerlemesine sebeb olur. bunlar islamiyyetin bekçileridir. muhammed aleyhisselamın dinini, soysuzlara karşı bunlar koruyacakdır. kıyamet günü herkese islamiyyetden sorulacak, tesavvufdan sorulmıyacakdır. cennete girmek, cehennemden kurtulmak, ancak islamiyyete uymakla olur. insanların en iyileri, seçilmişleri olan peygamberler salevatüllahi teala ve teslimatühü aleyhim, herkesi islamiyyete çağırmışdır. kurtuluş yolu islamiyyetdir. o büyükler, islamiyyeti bildirmek için gönderildi. o halde en kıymetli ibadet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, islamiyyetin öğrenilmesine, yapılmasına çalışmakdır ve islamiyyetin bir emrini meydana çıkarmakdır. hele, din düşmanları, azgınca, dine saldırarak, islam kitablarını yok etdikleri, müsliman yavrularını aldatdıkları bir memleketde, allahü tealanın emrlerinden bir danesinin yapılmasına sebeb olmak, binlerle, milyonlarla lira sadaka vermekden daha sevabdır. çünki, bu ufak iş, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymak, onların vazifesine ortak olmakdır. halbuki, ibadetlerin en kıymetlisi, sevabların en çoğu onlaradır. milyonla sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak ise, herkese müyesser olabilir. islamiyyetin meydana çıkmasına çalışmak, nefsin istemediği şeydir. buna çalışan, nefsi ile cihad etmiş olur. hayrat yapmak ise, nefsin hoşuna gidebilir. fekat, islamiyyetin öğrenilmesi, yapılması için para sarf etmek, şübhesiz çok kıymetlidir. bu niyyet ile az bir şey vermek, bu niyyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir. her müslimanın, ehli sünnet alimlerinin kitablarını terceme edip, basdıran kurumlara yardım etmesi lazımdır. bunlardan bir iki kitab satın alıp, komşuya, arkadaşa hediyye etmek, hem bu kuruluşlara yardım olur, hem de islamiyyete büyük hizmet olur. sual: nefsine uyan ilm talebesi, nefsi ile cihad eden sfiden nasıl üstün olabilir? cevab: ilm öğrenen kimse, nefsine uymakla kendine zarar yaparsa da, herkes onun ilminden faidelenir. kendini yakarsa da, başkalarının kurtulmasına sebeb olur. sfi ise, kendini kurtarmakla uğraşmakdadır. başkalarına faidesi yokdur. islamiyyet, insanların se'adetine çalışanları, kendini kurtarmağa çalışanlardan, daha üstün tutmakdadır. evet, tesavvuf yolunda ilerliyen bir salik, fena ve beka makamlarına erer ve sonra insanları da'vet etmek vazifesi ile şereflendirilirse, peygamberlik makamından nasibi olur. islamiyyeti bildirenlerden, herkesi se'adete erdirenlerden olur. islam alimleri gibi üstün ve kıymetli olur. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediği seçilmişlere ihsan eder. onun ihsanı pek büyükdür.islamiyyetin öğretilmesine çalışmak, iman edilecek şeyleri, ehli sünnet alimlerinin kitablarında bildirdikleri gibi yaymak ile ve ahkamı islamiyyeyi, ya'ni allahü tealanın emr ve yasak etdiği şeyleri, fıkh kitablarına uygun olarak bildirmek ile olur. evvela, ingiliz casuslarının ve bid'at ehlinin, mezhebsizlerin yalanlarına cevab verilir. böyle çalışanlara, beden ile hizmet edenler ve mal ile, söz ve yazı ile ve düa ile yardım edenler de, bu sevaba kavuşurlar. fekat, bu işleri, yalnız allah rızası için ve kanunlara uygun olarak yapmak ve fitneye sebeb olmamak lazımdır. kırkdokuzuncu mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. zahiri, islamiyyetin emrlerini yapmakla süslemek ve batını, allahü tealadan başka şeylere bağlamamak lazım geldiği bildirilmekdedir: allahü teala, sizi, bilinen ni'metlere ve bilinmeyen se'adetlere kavuşdursun! bilinen ni'metler, zahirin ya'ni bedenin, ahkamı islamiyyeyi yapmakla süslenmesidir ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. görünmeyen, ma'nevi se'adet de, batının ya'ni kalbin ve ruhun, allahü tealadan başka şeylere bağlanmakdan kurtulmasıdır. acaba hangi seçilmiş kimseyi bu iki ni'metle şereflendirirler? rabbigfir verham ente erhamürrahimin teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. ellinci mektub bu mektub, seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh gönderilmişdir. dünyanın aşağılığını, kötülüğünü bildirmekdedir: allahü teala, sevgili peygamberi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, kendinden başkalarına köle olmakdan kurtarsın! bütün varlığımızla kendisine bağlanmamızı nasib eylesin! dünya, görünüşde çok tatlıdır ve güzel sanılır. hakikatde ise, öldürücü zehrdir. işe yaramaz bir maldır. ona bağlananlara, tutulanlara, kurtuluş yokdur. onun öldürdükleri leş olur. aşıkları deli olur. dünya yaldızlanmış pislik gibidir. şeker kaplanmış zehr gibidir. aklı olan, bu bozuk mala gönül kapdırmaz. alimler buyuruyor ki, . çünki zahid, dünyaya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez. dünyaya düşkün olmaması, aklının çok olduğunu gösterir. daha yazarsam çok uzayacak. şunu da bildireyim ki, faziletler sahibi şeyh zekeriyya, bu yaşda defter tutmakla meşguldür. buna tutulmuş olmakla beraber, ahıret muhasebesi yanında çok kolay kalan, dünya muhasebesinden korkmakdadır. sebebler aleminde şerefli teveccüh ve yardımlarınızı kuvvetli dayanak bilmekdedir. yeni divanda da, o yüksek makamın me'murlarından olduğunun bildirilmesini ümmid eder. bana gönül ver ve cesareti gör, tilkini çağır, bak aslan oluyor. allahü teala size görünen ve görünmiyen devlet ve se'adetler versin!akl başkadır, zeka başkadır. akl, iyiyi kötüyü, faideliyi zararlıyı anlar, ayırır. aklı az olanın zekası çok olabilir. zekası çok olan kafirleri, din düşmanlarını, akllı sanmak doğru değildir. allaha kulluk ederim, tapdığım dergah bir, bir lahza ayrılmadım tevhidden, allah bir. ellibirinci mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. islamiyyeti yaymağa teşvik eylemekdedir: allahü tealadan dilerim ki, o büyük sülalenin yardımı ile, islamiyyet güneşi parlasın, ahkamı ilahiyyenin güzelliği, her tarafa yayılsın. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! bugün de, kimsesiz kalan müslimanların, bu dalalet girdabından kurtuluş ümmidi, ancak, insanların en iyisinin evladının gemisindedir. bir hadisi şerifde: ehli beytim, ya'ni evladlarım, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. buna binen kurtulur, binmeyen helak olur buyuruldu. bu büyük se'adeti ele geçirmek için, çok çalışınız! çok şükr, allahü teala, mevkı', kuvvet, te'sirli söz ni'metlerini vermişdir. zatınızın şerefi de, bunlara katıldığında se'adet meydanında bütün akranlarınızdan ileri gitmeniz pek kolaydır. denir. bu fakir, doğru olan bu islamiyyeti kuvvetlendirmeğe ve yaymağa yarayan böyle şeyleri söylemek için, yüksek hizmetinizle şereflenmeğe kalkdım. mubarek ramezan ayının hilali dehlide iken görüldü. kıymetli validenizin, dehlide kalmamızı istedikleri anlaşılarak, kur'anı kerimin hatmini dinlemek için orada kaldık. amir, allahü tealadır. dünya ve ahıret se'adetinize düa ederim. elliikinci mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride yazılmışdır. nefsi emmarenin kötülüğünü ve ona mahsus hastalığı ve ilacını bildirmekdedir: merhamet ederek, düacılarınıza ikram eylediğiniz mubarek mektubu okuyarak şereflendik. allahü teala, büyük ceddiniz aleyhisselam hurmetine, ecrinizi çok, derecenizi yüksek, ilm kaynağı olan göğsünüzü geniş ve işlerinizi kolay eylesin! allahü teala, zahirimizi ve batınımızı, onun yolunda bulundursun ve düamıza amin diyenleri afv eylesin! amin. me'murlarınız arasında, fitne koparmak, fesad çıkarmak istiyen, bozuk ruhlu kimseler bulunduğundan şikayet ediyorsunuz. kıymetli yavrum! insanların nefsi emmaresi mevkı' almak, başa geçmek sevdasındadır. onun bütün arzusu, şef olmak, herkesin, kendisine boyun bükmesidir. kendinin kimseye muhtac olmasını, başkasının emri altına girmesini istemez. nefsin bu arzuları, ilah olmak, ma'bud olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demekdir. allahü tealaya şerik, ortak olmağı istemekdir. hatta nefs, o kadar alçakdır ki, ortaklığa razı olmayıp, amir, hakim, yalnız kendi olsun, herşey, yalnız onun emri ile olsun ister. hadisi kudside, allahü teala buyuruyor ki: nefsine düşmanlık et! çünki nefsin, benim düşmanımdır. demek oluyor ki, nefsi kuvvetlendirmek, onun, mal, mevkı', rütbe, herkesin üstünde olmak, herkesi aşağı görmek gibi isteklerini yapmak, allahü tealanın bu düşmanına yardım ve onu kuvvetlendirmek olur ki, bunun ne kadar feci', korkunç bir suç olduğunu anlamalıdır. allahü teala, hadisi kudside buyuruyor ki: büyüklük, üstünlük, bana mahsusdur. bu ikisinde, bana ortak olmak isteyen, büyük düşmanımdır. hiç acımadan, onu cehennem ateşine atarım. görülüyor ki, mal, mevkı', rütbe, kumandanlık, şeflik gibi dünya zinetlerini, nefse uyarak değil, allahü tealanın emrlerini yapmak ve yapdırmak için ve millete, müslimanlara hizmet etmek için istemelidir. bu niyyet ile istemek ve bunları yapmak ibadet olur. allahü tealanın dünyaya düşman olması, dünyanın bu kadar alçak olması, nefsi isteklerine kavuşdurduğu, nefsi kuvvetlendirdiği içindir. allahü tealanın düşmanı olan nefse yardım eden de, elbette allahın düşmanı olur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, fakirlikle öğünmüşdür. çünki, fakirlik, nefsin isteklerini yapdırmaz. onu dinlemez. burnunu kırar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilmesi ve islamiyyetin emrleri, yasakları, hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. onun taşkınca isteklerini önlemek içindir. islamiyyete uyuldukça, nefsin istekleri azalır. bunun içindir ki, islamiyyetin bir emrini yapmak, nefsin isteklerini yok etmekde, kendi düşüncesi ile yapılan binlerle senelik riyazet ve mücahededen daha kuvvetli te'sir etmekdedir., nefsin isteklerini yapmamak, , nefsle uğraşmakdır. nefsin istemediği şeyleri yapmakdır. hatta islamiyyete uygun olmıyan riyazet ve mücahedeler nefsin isteklerini artdırır. onu azdırır. hindistandaki berehmen papasları ve cukiyye ismindeki sihrbazlar, riyazet ve mücahedede çok ileri gitmiş, fekat hiç faidesi olmamışdır. hatta nefslerinin kuvvetlenmesine, azmasına sebeb olmuşdur.hindistandaki dinsizler, dört ruhani sınıfdan en üstününe, berehmen derler ki, berehmani mezhebinin reisi demekdir. cuki, hind kafirlerinin dervişlerine verilen ismdir. mesela, islamiyyetin emr etdiği zekatdan bir kuruşu, islamiyyetin gösterdiği yere vermek, kendiliğinden, binlerce altın sadaka vermekden, hayrat yapmakdan, katkat ziyade, nefsi tahrib eder. islamiyyet emr etdiği için, bayram günü, oruc tutmayıp yiyip içmek, kendiliğinden, senelerle oruc tutmakdan daha faidelidir. iki rek'at sabah namazını cema'at ile kılmak sünnetdir. bu sünneti yapmak, gece sabaha kadar, nafile namaz kılarak, sabah namazını cema'atsiz kılmakdan daha iyidir. hulasa, nefs temizlenmedikçe ve şeflik, üstünlük hulyasından kurtulmadıkça, felaketden kurtulmak imkansızdır. sonsuz ölüme gitmeden önce, nefsi bu hastalıklardan kurtarmağı düşünmek lazımdır. mubarek sözü, insanın içindeki ve dışındaki, bütün yalancı ma'budları koğduğu için, nefsi temizlemekde, en faideli, en te'sirli ilacdır. tesavvuf büyükleri, nefsi tezkiye etmek için, bunu söylemeği seçmişlerdir. farisi tercemesi: süpürgesi ile, yolu temizlemezsen, serayına varamazsın! nefs, yoldan çıkıp, inada başlarsa, bu kelimeyi söyliyerek imanı tazelemelidir. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu. bunu her zeman söylemek lazımdır. çünki, nefsi emmare, her zeman pisdir. bu güzel tevhid kelimesinin faziletlerini, şu hadisi şerif bildiriyor: . her ne varsa güzel, onu anmakdan başka, hepsi cana zehrdir, şeker dahi olsa! elliüçüncü mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride yazılmışdır. alimlerin birbirleri ile birleşmemesinin, ortalığı karışdıracağını bildirmekdedir: allahü teala, sizi, mubarek babalarınızın yolundan ayırmasın! işitiyoruz ki, temiz kalbiniz, müslimanlığa elverişli olduğu için, dinini seven alimlerden dördünü seçerek yanınızda bulunmalarını ve islamiyyetin emrlerini bildirmelerini, böylece islamiyyete uymayan bir şeyin yapılmamasını arzu buyurmuşsunuz. bu habere şükrler olsun! müslimanlara bundan daha büyük ne müjde olur? kalbleri yanık olanlara, bundan daha tatlı, ne haber olur? fakir , bu hayrlı işin yapdırılması için, yanınıza gelmek istemiş ve geleceğimi, birkaç kerre yazmışdım. bunun için, şimdi de, birşeyler yazmakdan kendimi tutamıyorum. lutfen kusura bakmayınız! demişlerdir. size arz etmek istediğim en mühim şey şudur ki, din adamları içinde, mevkı', ma'aş arzusunda olmıyan, yalnız islamiyyetin yayılması ve yalnız islamiyyetin kuvvetlenmesi için uğraşan, hemen hemen yok gibi olmuşdur. mevkı' almak, sandalye kapmak arzusu araya karışınca, din adamlarından herbiri, ayrı yol tutup, kendi üstünlüğünü göstermek ister. birbirinin sözlerini beğenmez olurlar. bu suretle gözünüze girmeğe çalışırlar. ma'alesef din işi ikinci derecede kalır. geçen senelerde müslimanların başına çöken her bela din adamı geçinen kimseler tarafından geldi. göze girmek için, uydurma kur'an tercemeleri, yanlış fetvalar, ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan din kitabları yazdılar. din düşmanları da, din adamı şekline girip, istedikleri gibi yazdı. islamiyyeti, akla, fenne ve ilerlemeğe uymuyormuş gibi gösterdiler. müslimanlar, şimdi de, böyle beladan korkmakdayız. dinin ilerlemesi nerede? yine yıkılmasından endişe duyuyoruz. allahü teala müslimanları bu sahte din adamlarının şerrinden korusun! dinini seven bir alim bulup, seçmeniz yetişir ve büyük bir ni'met olur. çünki, ahıreti düşünen alimin sözleri, yazıları, aklı, vicdanı olan herkesi yola getirir. kalblere te'sir eder. fekat, şimdi böyle bir alim nerede? bunu bulamazsanız, diğerleri içinden, zararı en az olanı bulmağa çalışınız. , sözü meşhurdur. ne yazacağımı şaşırıyorum. insanların se'adeti, alimlerin elinde olduğu gibi, insanları felakete, cehenneme sürükliyenler de, din adamı şeklinde görünen, din düşmanlarıdır. din adamlarının iyisi, insanların en iyisidir. dini dünya isteklerine alet eden, herkesin imanını bozan din adamı da, dünyanın en kötüsüdür. insanların se'adeti ve felaketi, doğru yola gelmesi ve yoldan çıkmaları din adamlarının elindedir. büyüklerden biri, şeytanı boş oturuyor görüp, sebebini sormuş. şeytan demiş ki: bu zemanın din adamları, bizim işimizi görüyor. insanları yoldan çıkarmak için, bize iş bırakmıyorlar. farisi tercemesi: din adamı görünüp, dünya toplıyan kimse, kendi sapıtmış yolu, gayra nasıl göstere? bunun için, çok düşünerek hareket ediniz! fırsat elden çıkınca, bir daha gelmez. size fikr vermeğe utanmam lazım idi. fekat, bu mektubumu, kıyametde kurtulmağa sened bilerek yazdım. vesselam. ellidördüncü mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. bid'at sahiblerini ve zararlarını, eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü teala, insanların seyyidi aleyhisselam hurmeti için, ecrinizi artdırsın. kıymetinizi, derecenizi yükseltsin! işlerinizi kolaylaşdırsın! kalbinizi genişletsin! insana şükr etmiyen kimse, allahü tealaya da şükr etmez. bunun için biz fakirlerin, sizin ihsanlarınıza şükr etmemiz lazımdır. nasıl şükr etmiyelim ki, yüksek hocamızın, dünyaya nur salmasına sebeb siz idiniz. sizin arkanızdan, bizlere de, orada hak tealayı istemek sırası nasib olmuşdu. sonra, dedikleri gibi, sıra bu fakire gelince, şarkdan, garbdan, hak aşıklarının, bu fakirin rahmetullahi teala aleyh yanına üşüşmesi, hep sizin yardımınız ile olmakdadır. allahü teala, size, bizim tarafımızdan sonsuz mükafatlar, en iyi karşılıklar ihsan buyursun! farisi tercemesi: vücudümün her kılı, dile gelse de, şükr etmiş olamam, ni'metlerine! allahü teala mubarek ceddiniz, peygamberlerin seyyidi aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati vetteslimati etemmüha ve ekmelüha hurmetine, sizi, dünyada ve ahıretde, şanınıza yakışmıyan şeylerden muhafaza buyursun! amin. mubarek sohbetinizden uzak düşdüm. nasıl kimselerle konuşduğunuzu, kimlerin yazılarını okuduğunuzu bilemiyorum. resmi ve hususi görüşdüklerinizin, kimler olabileceğini düşünemiyorum. farisi tercemesi: ciğerleri yakan bu düşünce, uykumu kaçırdı her gün, ki, kimin ağuşuna düşdün, rü'yada kimi gördün? iyi biliniz ki, bid'at sahibi ile konuşmak, kafirle arkadaşlık etmekden, katkat daha fenadır. yetmişiki dürlü bid'at sahibi vardır. bunların içinden en kötüsü, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına düşmanlık edenlerdir. allahü teala, kur'anı kerimde, bunlara kafir diyor. surei fethin son ayetinde mealen, buyuruldu. kur'anı kerimi ve islamiyyeti bizlere bildiren, eshabı kiramdır. onlardan biri kötü olursa, kur'anı kerim, sağlam olmaz. islamiyyete güven kalmaz. kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh topladı. osman radıyallahü anh için, dil uzatılırsa, kur'anı kerime dil uzatılmış olur. zındıkların böyle i'tikadlarından allahü tealaya sığınırız! eshabı kiram arasındaki ayrılıklar, muharebeler, nefslerine uyarak değildi. onların mubarek nefsleri, insanların en iyisinin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla, kalbleri cilalıyan sözlerini dinlemekle, tezkiye bulmuş, emmarelikden kurtulmuşdu. nefslerinde, islamiyyete uymıyan istek kalmamışdı. şu kadar biliyoruz ki, emir radıyallahü anh haklı idi, ona karşı duranlar hata etdi. fekat, bu hataları, ictihadda yanılma idi. ictihad hatası, fısk, günah değildir. hatta, ayblamağa bile izn yokdur. çünki, ictihadda hata edene de, bir sevab vardır. evet, nasibsiz yezid, eshabı kiramdan değildi. onun tali'sizliğine karşı, kim ne diyebilir ki, hiçbir kafirin yapmadığı işi, o bedbaht kimse yapmışdır. ehli sünnet alimlerinden ba'zısının, ona la'nete izn vermemesi, onun işini beğendikleri için değil, belki pişman olmuş, tevbe etmişdir dedikleri içindir. meclisi şerifinizde, kıymetli kitablardan, kutbi zeman bendegi mahdum cihaniyan kitablarından, hergün bir mikdar okutulursa, eshabı kiramın nasıl medh ve sena edildiği, ismlerinin ne kadar edeble yazıldığı görülür. böylece, o din büyüklerine dil uzatanlar, mahcub olur, utanır. bu kötü yolu tutmuş olan zındıklar, bugünlerde işi azıtdı. her memlekete yayılarak, eshabı kiramı aleyhimürrıdvan kendileri gibi sanıp, kötülüyorlar. bunun için, birkaç kelime yazdım, ki meclisi şerifinizde böylelere yer verilmesin! kitabı dörtyüzüçüncü sahifesinde diyor ki, la'net etmek ve millete, mezhebe söğmek çok çirkin, pek kötü bir bid'atdir. bunu, önce yehudiler söyledi. müslimanlar arasında da yayıldı. tirmüzideki hadisi şerifde, buyuruldu. hazreti mu'aviyenin oğlu yezide, hazreti hüseyni öldürmek için emr etdi sanarak, la'net etmek de doğru değildir. kitabında diyor ki, yezidin, hazreti hüseyni öldürdüğü veya öldürmek için emr verdiği hiç belli değildir. belli olmıyan bir kötülüğü söylemek caiz değildir. hele la'net etmek hiç doğru olamaz. çünki, bir müslimana, açıkca bilinmiyen bir günahı yüklemek caiz değildir. hazreti hüseyni öldürene la'net olsun da denilemez. eğer tevbe etmedi ise, la'net olsun denilebilir. çünki, hazreti hamzayı şehid eden vahşi kafir idi. sonra, iman etdi ve tevbe etdi. buna la'net caiz olmadı.. ellibeşinci mektub bu mektub, seyyid şeyh abdülvehhabi buhariye rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. muhabbet bildirilmekdedir: çok zemandan beri, huzurunuzda bulunanlara karşı kalbimde bir muhabbet hasıl olmuşdur. daha önce aramızda bulunan bağlılıkdan başka olan bu sevgi, bizleri uzakdan düanız ile meşgul etmekdedir. alemlerin efendisi ve her varlığın övündüğü, sevgili peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyat buyurdu. fakir de rahmetullahi teala aleyh sevgimi bildirmenin iyi ve uygun olduğunu gördüm. resulullaha aleyhissalatü vesselam yakın olanlara karşı bu sevginin hasıl olması, kıyametde kurtulmak ümmidimizi artdırdı. allahü teala, sizleri hep sevmemizi nasib eylesin. insanların efendisi hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! ne bahtiyar, ol kişi kim, okuduğu, kur'an ola! ezan, ikamet duyunca, gönlü dolu, iman ola! ellialtıncı mektub bu mektub da, şeyh abdülvehhaba yazılmışdır. bir seyyide yardım etmesini dilemekdedir: bereketleri çok olan kıymetli seyyidler rahmetullahi teala aleyhim din ve dünya efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat zerrelerini taşıdıkları için, kırık kalem ve kısa dil ile hallerini bildirmekden ve kendilerini övebilmekden çok yüksekdirler. ancak, se'adete kavuşmağa sebeb olacağını düşünerek bu işe kalkışılabilir. belki de onları ağzına almakla şereflenmeyi ve onlara karşı sevgi beslemek emrini yerine getirmek için bu büyük işe kalkışılır. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmeti için aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalatü vesselam o sevgilileri, bizim de sevmemizi nasib eyle! bu mektubu getiren mir seyyid ahmed, samane şehri seyyidlerindendir. ilm öğrenmekde, islamiyyete sımsıkı sarılmakdadır. geçim sıkıntısından dolayı oraya gelmişdir. yüksek kapınızda yer varsa, kendisi çok yakışır ve uygun olur. eğer yer yoksa, sevenlerinizden birine gönderirseniz, geçim sıkıntısından kurtarılmış olur. hizmetçilerinizin fakirlere ve muhtaclara olan yardımlarını iyi bildiğimden, hele çok kıymetli seyyidlerin imdadına yetişilmesi için birkaç kelime yazmağa kalkışdım. yola çıkarken izn almak se'adetine kavuşamadı ise de, bizi sevenlerdendir. allahü teala sevgisini ve ihlasını artdırsın! daha uzun yazmak saygısızlığından çekindim. elliyedinci mektub bu mektub, şeyh muhammed yusüfe yazılmışdır. nasihat etmekdedir: allahü teala, peygamberlerin efendisi hurmeti için aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha sizi kıymetli babalarınızın yolunda bulundursun! yüksek hanedanınıza bağlı olanların hepsine yükseklik miras olarak gelmekdedir. öyle yaşayınız ki, bu mirası kazanmak hakkına kavuşabilesiniz. zahirinizi islamiyyetin zahiri ile, batınınızı da, islamiyyetin batını ile ya'ni hakikat ile süsleyiniz! çünki, hakikat ve tarikat, islamiyyetin hakikatindendirler. islamiyyet ise, o hakikatin kendisidir. yanlış anlamamalı! islamiyyeti başka, tarikatı ve hakikatı başka sanmamalıdır. böyle söylemek ilhad ve zındıklıkdır. bu fakirin size karşı duygusu çok iyidir. birkaç rü'ya, vakı'a buna şahiddir. rahmete kavuşmuş olan yüksek babanıza bunu biraz duyurmuşdum. ayrıca bildireyim ki, şeyh abdülgani islamiyyete çok bağlıdır. yaradılışda iyi bir kimsedir. işlerinizden birini yaparak yüksek hizmetinizde bulunmak isterse, ihsan buyurunuz! vesselam, vel ikram. me'arif ehlini bul, onu dinle! böylece hakdan ire sana eltaf! ellisekizinci mektub bu mektub, seyyid mahmuda gönderilmişdir. tesavvuf büyüklerinin yolunu ve eshabı kiramın şanının yüksekliğini bildirmekdedir: kıymetli iltifatnamenizi almakla şereflendik. büyüklerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yazılarını zevkle okuduğunuzu anlayınca, birkaç kelime yazarak göndermek icab etdi. böylece, sualiniz cevablandırılmış ve arzumuza teşvik edilmiş olur. yavrum! büyüklerimizin seçdiği tesavvuf yolu, yedi basamakdır. nitekim, insan da, yedi ayrı cevherden yapılmışdır. bu basamaklardan ikisi, beden ile nefsin yolu olup, alemi halkdandırlar. beş basamak ise, alemi emrdendir ve kalb, ruh, sır, hafi ve ahfanın yoludur. bu yedi basamakdan her biri geçildikçe, nurdan ve zulmetden, onbin perde açılır. nitekim, buyurulmuşdur. alemi emrde olan birinci basamakda, allahü tealanın si tecelli eder. ikinci basamakda si tecelli eder. üçüncü basamakda, zati ilahinin tecellileri başlar. erbabına saklı olmadığı gibi bu tecelliler artar. salik, her basamakda, kendinden uzaklaşır ve hak tealaya yaklaşır. yedi basamak bitince, yakınlık da temam olur. fena ve beka ile şereflenir. vilayeti hassa denilen makama erişir. büyüklerimiz, bu yola alemi emrdeki basamakdan başlıyor. bu beş basamağı aşarken, alemi halkı da aşıyorlar. başka tesavvuf büyükleri ise, önce alemi halkdan başlıyor. bu iki basamağı atlamak için senelerle uğraşıyorlar. bunun için, büyüklerimizin yolu, en kısa yoldur. başkalarının sonda kavuşduklarını, bu büyükler, başlangıçda ele geçirir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de beharımı anla! bu büyüklerin yolu eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. hayrülbeşerin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bir kerre bulunmakla, eshabı kiramdan herbiri, öyle bir dereceye yükselirdi ki, onlardan sonra gelen evliyanın en büyüklerinden pek azı, en son olarak, bu dereceye yükselebilmişlerdir. bundan dolayı, uhud gazvesinde hazreti hamzanın radıyallahü anh şehid olmasına sebeb olan vahşi radıyallahü anh iman edip, bir kerre peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunduğu için, tabi'inin en üstünü olan veysel karaniden efdal olmuşdur. bunun için, vahşiye dil uzatmamalıdır. şerab içip, had olarak sopa vuruldu sözü doğru değildir. büyük islam alimi abdüllah ibni mubareke, diye soruldukda, buyurdu. büyüklerimiz, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda yürüdüklerinden, başkalarının, en sonda vardıkları derecelere, daha başlangıçda ermişlerdir. bu yolun sonunun nasıl olacağını, bundan anlamalıdır. bu büyüklerin, nihayetde erişdikleri dereceleri kim anlıyabilir. farisi iki tercemesi: dil uzatırsa, bunlara, eğer bir cahil, allah korusun! ağza almam sözlerini, cihan arslanları, bu zincire bağlıdır, kurnaz tilki, nasıl koparır bu zinciri? allahü teala bizleri ve sizleri, bu büyükleri sevmekle şereflendirsin! amin. ellidokuzuncu mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmışdır. ehli sünnet vel cema'ate rahmetullahi teala aleyhim ecma'in uymıyanların, cehenneme girmekden kurtulamıyacağı bildirilmekdedir: hak teala, hepimize islamiyyet yolunda yürümek ihsan eylesin. kendisine esir eylesin! kıymetli mektubunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakirleri çok sevindirdi. büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı ihlasınızı okumakla mesrur olduk. allahü teala, bu ni'metini daha artdırsın! nasihat istiyorsunuz. yavrum! sonsuz kurtuluşa kavuşabilmek için, üç şey, muhakkak lazımdır: ilm, amel, ihlas. ilm de, iki kısmdır: birisi yapılacak şeyleri öğrenmekdir ki, bunları öğreten ilme denir. ikincisi, i'tikad edilecek, kalb ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki, bunları bildiren ilme denir. ilmi kelamda ehli sünnet vel cema'at alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladığı bilgiler vardır. cehennemden kurtulan, yalnız bu alimlerdir. bunlara uymıyan, cehenneme girmekden kurtulamaz. bu büyüklerin bildirdiği i'tikaddan kıl ucu kadar ayrılmanın, büyük tehlüke olduğu, evliyanın keşfi ve kalblerine gelen ilham ile de anlaşılmakdadır. yanlışlık ihtimali yokdur. ehli sünnet alimlerine uyanlara, onların yolunda bulunanlara müjdeler olsun. onlara uymıyanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini beğenmiyenlere ve aralarından ayrılanlara, yazıklar olsun! ayrıldılar, başkalarını da sapdırdılar. mü'minlerin cennetde allahü tealayı göreceklerine inanmıyanlar oldu. kıyamet günü, iyilerin, günahlılara şefa'at edeceklerine inanmıyanlar oldu. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan kıymetini ve yüksekliğini anlamıyanlar ve ehli beyti resulü radıyallahü anhüm sevmiyenler oldu. ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in diyor ki: . ehli sünnet alimlerinden, eshabı kiram üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, imamı muhammed bin idrisi şafi'i rahmetullahi aleyh, buyuruyor ki: fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem ahıreti şereflendirdiği zeman, eshabı kiram, aradı, taradı, yeryüzünde hazreti ebu bekri sıddikdan daha üstün birini bulamadı. onu halife yapıp emrine girdiler. bu söz, hazreti ebu bekri sıddikın, sahabenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermekdedir. ya'ni eshabı kiramın en yükseği olduğunda icmai ümmet bulunduğunu göstermekdedir. icmai ümmet ise seneddir, şübhe olamaz. ehli için ise, ehli beytim, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. binen kurtulur, binmiyen boğulur hadisi şerifi yetişir. büyüklerimizden ba'zısı buyurdu ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramı yıldızlara benzetdi. yıldıza uyan, yolu bulur. ehli beyti de, gemiye benzetdi. çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lazımdır. yıldızlara göre yürümezse, gemi sahile kavuşamaz. görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lazım olduğu gibi, eshabı kiramın hepsini ve ehli beytin hepsini sevmek, saymak lazımdır. birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazileti, hepsinde vardır. sohbetin fazileti ise, bütün faziletlerin üstündedir., bir kerre de olsa, beraber bulunmak demekdir. da diyor ki, da yazılıdır. emirülmü'minin ali radıyallahü anh vasıyyetlerinden birinde diyor ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim. buyurdu ki, kırk gün içinde bir alim meclisinde bulunmıyan bir kimsenin kalbi kararır. büyük günah işlemeğe başlar. çünki ilm kalbe hayat verir. ilmsiz ibadet olmaz. ilmsiz yapılan ibadetin faidesi olmaz!. daki hadisi şerifde, ve ve ve herşeyin kaynağı vardır. takvanın menba'ı, ariflerin kalbleridir ve ve ve ümmetimin alimlerine hurmet ediniz! onlar yeryüzünün yıldızlarıdır buyuruldu. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, hayatda hakiki rehber islam alimleridir. işte bunun için, tabi'inin en üstünü olan veysel karani, eshabı kiramın en aşağısının derecesine yetişememişdir. denir. göremiyen, fekat eshabdan birini görenlere denir. hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. çünki, sohbete kavuşanların imanları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sayesinde, görmüş gibi kuvvetli iman olur. sonra gelenlerden hiçbir kimsenin imanı, bu kadar yüksek olmamışdır. ameller, ibadetler, imana bağlıdır ve yükseklikleri, imanın yüksekliği gibi olur. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki uygunsuzluklar ve muharebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. nefsin arzuları ile ve cehalet ile değildi. ilm ile idi. ictihad ayrılığından idi. evet bir kısmı ictihadda hata etmişdi. fekat, allahü teala, ictihadda hata edene, yanılana da, bir sevab vermekdedir. işte, eshabı kiram aleyhimürrıdvan için, ehli sünnet alimlerinin tutduğu yol, bu orta yoldur. ya'ni, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. en salim ve sağlam yol da budur.şi'iler, ehli beyti sevmekde taşkınlık yapdılar. ehli beyti sevmek için, üç halifeyi ve bunlara bi'at eden eshabın hepsini radıyallahü teala aleyhim ecma'in sevmemek, hepsine düşman olmak lazımdır dediler. hariciler, ya'ni yezidiler ise, bu sevgide gevşeklik yapdılar. ehli beyte düşman oldular. ilmi ve ameli, islamiyyet gösterir. ilmin ve amelin ruhu gibi, kökü gibi olan ihlası elde etmek için, tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. ya'ni allahü tealaya doğru olan yol gidilmedikce, hasıl olmadıkça, tam ihlas elde edilemez. muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. evet, mü'minlerin hepsi ba'zı ibadetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlas elde edebilir. bizim dediğimiz ise, her sözde, her işde, her hareketde ve hareketsizlikde, her zeman, kendiliğinden kolayca hasıl olan ihlasdır. , halis, temiz etmek, niyyeti temizlemek, yalnız allah için yapmak demekdir. böyle ihlasın hasıl olması için, allahü tealadan başka, enfüsi ve afaki, hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lazımdır. bu da, ancak fena ve bekadan ve vilayeti hassaya kavuşdukdan sonra, ele geçen bir devletdir. güçlükle ele geçen ihlas, devam etmez, biter. zahmet çekmeden ele giren ihlas, devamlıdır ve hakkulyakin mertebesinde hasıl olur. işte, bu mertebeye varan evliya radıyallahü teala anhüm ecma'in ne yaparsa, yalnız allahü teala için yapar. nefsleri için, birşey yapmaz. çünki, nefsleri, allah için feda olmuşdur. ihlas elde etmeleri için, niyyet etmelerine lüzum yokdur. bunlar fenafillah ve bekabillah derecelerine yükselince niyyetleri doğrulmuşdur. bir kimse, nefsine uyduğu günlerde, herşeyi nefsi için yapdığı, bunun için niyyet etmesine lüzum olmadığı gibi, nefsine uymakdan kurtulup, allahü tealaya tutulunca, herşeyi allahü teala için yapar. niyyet etmesine hiç lüzum olmaz. şübheli olan şeylerde niyyet edilir. belli olan şeyleri, niyyet ederek, belli etmeğe lüzum yokdur. bu, öyle bir ni'metdir ki, allahü teala dilediği kullarına verir. devamlı ihlas sahiblerine denir. ihlası devamsız olup, ihlas elde etmek için uğraşanlara denir. muhlaslar ile muhlisler arasında çok fark vardır. tesavvuf yolunda ilerliyenlerin, ilmde ve amelde de kazançları olur. başkalarına, çalışmakla, öğrenmekle, anlamakla, hasıl olan, kelam ilminin bilgileri, bunlara keşf yolu ile hasıl olur. ameller ibadetler kolayca, seve seve yapılıp nefsden ve şeytandan hasıl olan tenbellik ve gevşeklik kalmaz. günahlar, haram olan şeyler, çirkin, iğrenç görünür. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, bakalım kime verirler? sonsuz selam ederim. hak teala, intikamını yine kul ile alır. bilmiyen anı kul yapdı sanır. cümle eşya halıkındır, kul elile işlenir. emri bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir! altmışıncı mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmış olup, allahü tealadan başka, birşey düşünmemeği bildirmekdedir: hak teala, hepimizi, her an kendinin esiri olmak şerefine kavuşdursun! hakiki kurtuluş, ona esir olmak, tutulmakdır. ondan başka birşey düşünmemek, hatıra birşey getirmemek, büyüklerimizin yolunda, pek kolay hasıl olmakdadır. hatta, bu yolun büyüklerinden birkaçı, kırk gün çile çekmiş, kırk gün sonra, hatırlarına dünya düşünceleri gelmez olmuşdur. hacei ahrar kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, yok edilmesi lazım gelen dünya düşünceleri, daima allahü teala ile olmağa mani' olan düşüncelerdir. yoksa bütün düşünceleri yok etmek lazım değildir. bu büyüklerin sevgisi ile dolu olan bir derviş , emrine uyarak, kendi halini şöyle bildirir ki, kalbden, düşünceler, o kadar yok olmuşdur ki, mesela bu kalbin sahibi nuh aleyhisselamın ömrü kadar yaşasa, bu kadar zemanda kalbine bir düşünce gelmez. bunun için uğraşmasına lüzum olmaz. çünki, uğraşmakla olan şey, devamlı olmaz. belki kalbine bir düşünce getirmek için senelerle uğraşsa, getiremez. çile çekmek, uğraşmak demekdir. uğraşmak, tarikatda olur. hakikat ise güçlük çekmekden, uğraşmakdan kurtulmakdır. tarikatda olur. hakikatdadır. düşüncelerin yok edilmesi, uğraşmakla olursa, devam edemez. on gün, kırk gün, bir yerde kapanıp çile çekmekle, düşünceler, devamlı yok edilemez ve allahü teala ile beraberlik, devamlı olamaz. çünki, uğraşmak tarikatda olur. tarikatda kazanılanlar ise, devamlı olamaz, tükenir. hakikatda devam bulunmasına sebeb, hakikatda, uğraşmak olmadığı içindir. uğraşmak bulunan bir mertebede, salike, dünya düşüncesi gelince, allahü tealaya olan teveccühü, bağlılığı bozar. bu yolun başında bulunan saliklerde hasıl olan, devamlı teveccüh, başkadır. yukarda bildirilen devamlı teveccühe denir ki, en yüksek mertebedir. hace abdülhalıkı goncdevani kuddise sirruh buyurdu ki, . tesavvuf hallerini anlatmağa sebeb, bu yolun talebesini teşvikdir. evet, bu yola inanmıyanın, bu yazılara, boş laf diyeceğini biliyoruz. ba'zılarına doğru yolu gösterir. ba'zılarının da, büsbütün sapıtmasına sebeb olur. farisi iki tercemesi: masal diye okuyan için, masaldır. kıymetini anlıyana, tükenmez hazinedir. nil nehri çingeneye kan göründü. musa aleyhisselama ise, saf sudur. ya allah, ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim. fa'fü anni verhamni ve ente erhamürrahimin. altmışbirinci mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmışdır. olgun üstad bulup, cahil şeyhlerden kaçmak lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, kendini aramak arzusunu artdırsın. ona kavuşmağa mani' olan şeylerden sakınmak nasib eylesin! lutf etdiğiniz kıymetli mektub geldi. allahü tealayı istemekde, onun için yanıp yakılmakda olduğunuzu bildirdiği için, çok hoşa gitdi. çünki, istemek, kavuşmanın müjdecisidir. yanıp yakılmak da, kavuşmanın başlangıcı demekdir. büyüklerden biri buyuruyor ki, . istek ni'metinin kıymetini bilip, bunun elden kaçmasına sebeb olacak şeylerden sakınmalıdır. isteğin gevşememesine ve ateşin soğumamasına dikkat etmelidir. bu ni'metin elden çıkmamasına en çok yarayan şey, buna şükr etmekdir. çünki, surei ibrahim yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. hem şükr etmek, hem de, ona sığınmak ve başka birşeyi sevmemek için ağlamak, yalvarmak lazımdır. içden, ağlamak, yalvarmak gelmezse, kendini zorlamalıdır. demişlerdir. kamil ve mükemmil bir zatı buluncıya kadar, bu isteği, bütün sıcaklığı ile kalbinizde saklamak lazımdır. böyle birisi ele geçerse, bütün arzuları, istekleri, onun eline bırakmalı, ölü yıkayıcının elinde teneşirdeki meyyit gibi olmalıdır. önce dir. bu fena, sonra haline döner. ya'ni, tesavvuf yolunun sonuna ermiş ve başkalarını da erdirmek için geri dönüp, herkes gibi görünen, bir kamil bulunca, ona teslim olmalı. önce, kendini onda yok etmeli, ya'ni kendine değil, ona uymalı. böyle olan kimse, yavaş yavaş, allahü tealada yok olur. ya'ni kendi arzuları aradan kalkıp, allahü tealanın iradesi ile hareket eder. kendi iradesi kalmaz. allahü tealadan alıp insanlara verecek zatın, iki taraflı olması lazımdır. insan çok adi, kötü sıfatlı olduğundan, allahü teala ile münasebeti olamaz. iki taraflı bir aracı lazımdır ki, bu da dir. talibin isteğini gevşeten, ateşini söndüren, en kötü şey, nakıs olan, yolu bitirmemiş olan kimseye teslim olmakdır. nakıs demek, süluk ve cezbe ile yolu temamlamayıp, kendisine şeyh, mürşid ismini veren kimse demekdir. nakıs şeyhlerin sohbeti semmi katildir. ona teslim olan, felakete gider. böyle sohbetler, talibin yüksek isti'dadını, kabiliyyetini bozar. mesela, bir hasta, mütehassıs olmıyan, icazeti bulunmıyan bir tabibin ilacını içerse, iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar. iyi olmak kabiliyyeti de bozulur. o ilac, önce, ağrıları durdurabilir. fekat, sinirleri bozduğu, zarar yapdığı için ağrı duyulmaz. bu hal, iyilik değil, kötülükdür. bu hasta hakiki bir tabibe giderse, bu tabib, önce o ilacın zararlarını gidermeğe uğraşır. ondan sonra hastalığı tedaviye başlar. bizim büyüklerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yolunun esası sohbetdir. tesavvuf büyüklerinin birkaç sözünü ezberleyip, söylemekle birşey ele geçmez. hatta, taliblerin isteğinde gevşeklik yapar. ma'rifetler sahibi şeyh tac kuddise sirruh, size yakın bulunmakdadır. onun mubarek vücudü, oradaki müslimanlar için büyük bir ni'metdir. onunla münasebetiniz azdır. münasebet olmayınca, istifade olmaz. ara sıra, halinizi yazarsanız, cevabında kusur etmeyiz. böylece sevgi, ihlas zinciri harekete getirilmiş olur. altmışikinci mektub bu mektub, mirza hüsameddini ahmed rahmetullahi aleyh cenabına yazılmışdır. cezbe ve süluk anlatılmakdadır: allahü tealaya hamd olsun. onun sevdiği, seçdiği kimselere selam olsun! tesavvuf yolu iki kısmdır: cezbe ve süluk. bunlara tasfiye ve tezkiye de denir. , uğraşarak ilerlemekdir. çekilip götürülmekdir. sülukdan önce olan cezbenin, ya'ni tezkiyeden önce olan tasfiyenin kıymeti yokdur. süluk temamlandıkdan sonra olan cezbe ya'ni tezkiyeden sonra olan tasfiye lazımdır ve seyri fillahda hasıl olur. önce olan cezbe ve tasfiye, sülukü kolaylaşdırmağa yarar. süluk olmadan, maksada kavuşulamaz. yol temam gidilmedikçe, cemali ilahi görünmez. önceki cezbe, sonra olan cezbenin sureti, nümunesi gibidir. hakikatda, birbirinden başkadırlar. büyüklerimizin, sözünden maksad, demekdir. nihayetin kendisi, başlangıca sığabilir mi? elbet sığmaz. nihayet, başlangıca, hiç benzemez. o halde suretden, hakikata geçmek lazımdır. hakikati bırakıp, suretle oyalanmak, uzakda kalmak, ilerliyememekdir. allahü teala, hepimizi suretden kurtarıp, hakikata kavuşdursun! amin. altmışüçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. peygamberlerin aleyhimüsselam hep, aynı imanı söyledikleri bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi rahmetullahi aleyhim ecma'in kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın! babalarınızın en üstününe ve geri kalanların hepsine selamlar olsun! allahü teala, peygamberler aleyhimüsselam vasıtası ile, insanlara, sonsuz kurtuluş yolunu göstermiş ve sonsuz azabdan kurtarmışdır. eğer peygamberlerin aleyhimüsselam mubarek vücudları olmasaydı, allahü teala zatını ve sıfatlarını kimseye bildirmezdi. kimsenin, allahü tealadan haberi olmazdı. kimse ona yol bulamazdı. allahü tealanın emrleri ve yasakları bilinemezdi. allahü teala ganidir. ya'ni hiçbir şeye muhtac değildir. insanlara acıdığı için, insanlara iyilik ederek, emr ve yasakları göndermişdir. emrlerin ve yasakların faideleri insanlaradır. allahü tealaya hiç faideleri yokdur. allahü tealanın, bunlara ihtiyacı yokdur. peygamberler olmasaydı, allahü tealanın beğendiği şeyler ve beğenmediği şeyler belli olmaz, birbirinden ayrılamazdı. o halde, peygamberlerin gönderilmesi, pek büyük ni'metdir. bu ni'metin şükrünü hangi dil söyliyebilir. kim, bu şükrü yapabilir? bize ni'metlerini gönderen, bizlere islam dinini bildiren, bizleri peygamberlere aleyhimüssalatü vesselam inanmak se'adetine kavuşduran rabbimize hamd ederiz. bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir. başka başka değildir. hep aynı şeyi söylemişlerdir. allahü tealanın zatı ve sıfatları için, ve için ve peygamberler için ve melek gönderilmesi için ve melekle kitablar gönderilmesi için, cennetin sonsuz ni'metleri ve cehennemin sonsuz azabları için söyledikleri hep aynıdır. sözleri birbirine uygundur. halal, haram ve ibadetler için olan sözleri, ya'ni füru'ata aid sözleri ise, başka başkadır, birbirine uymaz. allahü teala, bir vakt, o vaktin insanları için, zemanlarına ve hallerine uygun emrleri, bir ülül'azm peygambere göndermiş ve o insanların, buna uymalarını emr buyurmuşdur. birçok sebebler, faideler için, allahü teala, ahkamı diniyyede değişiklikler yapmakdadır. çok def'a, din sahibi, aynı bir peygambere, başka başka zemanlarda, birbirine uymıyan emrler göndermişdir. ya'ni, önceki emrleri, sonradan nesh etmiş, değişdirmişdir. bütün peygamberlerin, söz birliği ile söylediği hiç değişmiyen sözlerden biri, allahü tealadan başka, bir şeye ibadet etmemek, allahü tealaya şerik, ortak yapmamakdır. mahluklardan ba'zısını, başkalarına rab, ma'bud yapmamakdır. bu sözü, yalnız peygamberler söylemişdir. onların yolunda gidenlerden başka, hiç kimse bu devletle şereflenmemişdir. peygamberlerden başkaları, bu sözü söylememişdir. peygamberlere inanmıyanlardan bir kısmı, allahü tealanın bir olduğunu söylemişse de, bunlar, ya müslimanlardan işiterek söylemiş veya varlığı lazım olan, birdir, demişdir. ibadet olunacak, yalnız odur dememişlerdir. halbuki müslimanlar hem varlığı lazım olan, hem de ibadet olunmağa hakkı olan birdir, demekdedir. demek, ibadet olunacak, allahü tealadan başka hiçbir şey yokdur. ibadet ancak ona yapılır, demekdir. bu büyüklerin birlikde söyledikleri ikinci söz, kendilerini, herkes gibi insan bilir, yalnız hak tealaya ibadet olunur derler. herkesi, yalnız ona ibadet etmeğe çağırırlar. hak teala, hiçbir şeyle birleşmemişdir. hiçbir maddede yerleşmemişdir derler. peygamberlere inanmıyanlar ise, böyle söylememiş, hatta, başda bulunanlar, kendilerine tapdırmak istemiş, hak teala bize hulul etdi, bizdedir demişlerdir. böylece, kendilerine ibadet olunmak lazım geldiğini, ilah olduklarını söylemekden sıkılmamışlardır. kendileri, kulluk vazifelerinden çekilerek, her dürlü çirkin, kötü şeyleri yapmışlardır. ilah oldukları için, kendilerinin sorumsuz olduklarını, herşeye tecavüz edebileceklerini, kendilerine hiçbir şeyin yasak olmıyacağını sanmışlardır. her sözlerinin doğru olduğunu, hiç yanılmıyacaklarını, her istediklerini yapabileceklerini sanarak aldanmışlar, milleti de, aldatmışlardır. böyle alçaklara la'net olsun! bunlara aldanan ahmaklara, yazıklar olsun! peygamberlerin aleyhimüsselam sözbirliği ile bildirdikleri birşey de, kendilerine melek geldiğini söylemişlerdir. peygamberlere inanmıyanlardan hiçbiri, bu devlete kavuşmamışdır. melekler, muhakkak ma'sumdur. ya'ni vazifelerini elbette doğru yapar. hiç yanılmaz ve hiç kötü, pis değildirler. vahyi, değişdirmeden, unutmadan getirirler. allahü tealanın kelamını taşırlar. işte, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat her sözü, hak tealadandır. her getirdikleri emr, haber, hep hak tealadandır. ictihad etdikleri her söz de, vahy ile sağlamlaşdırılmışdır. ictihadlarında ufak şaşırsalar, hak teala, hemen vahy göndererek düzeltir. halbuki, peygamberlere inanmayıp, kendilerini ilah, tanrı tanıtan, sizi, biz yaratdık, biz kurtardık, deyip kendilerine tapdıran kafirlerin her sözü kendilerindendir. sözlerini doğru sanırlar. o halde, insaf edelim! ahmak, cahil bir kimse, kendini ilah, tanrı sanıp, kendine tapınmasını emr eder, her kötü zararlı işi yaparsa, buna inanılır mı? onun yolunda gidilir mi? farisi mısra' tercemesi: senenin nasıl mahsul vereceği, beharından belli olur. bu kadar uzun anlatmamıza sebeb, açıkça anlaşılmak içindir. yoksa, hak batıldan, nur zulmetden ayrıdır. nitekim allahü teala isra suresi seksenbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruyor. ya rabbi, bizleri, o büyüklerin aleyhimüssalevat yolunda bulundur! amin. seyyid meyan pir kemali iyi tanırsınız. bu hususda birşey yazmamıza lüzum yok. şu kadar var ki, bu fakir, bir müddetden beri onun yakınlığından haz duyuyorum. kapınızın eşiğini öpmek arzusunda idi. amma şu sıralarda hasta olup, yatağa düşmüşdür. düzelince hizmet ve huzurunuza kavuşacakdır. altmışdördüncü mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride kuddise sirruh yazılmışdır. cismin ve ruhun lezzet ve elemlerini bildirmekde ve cisme olan musibet ve acılara, sabr tavsıye edilmekdedir: allahü teala, sizi her sıkıntıdan korusun! dünya ve ahıretin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine dünya ve ahıretin iyiliklerine kavuşdursun! dünya lezzetleri ve elemleri iki dürlüdür: birisi cismin , ikincisi ruhun lezzetleri ve acılarıdır. cisme lezzet veren herşey, ruha elem verir. cismi inciten herşey, ruha tatlı gelir. görülüyor ki, ruh ile cesed, birbirinin nakizi, aksidir. fekat, bu dünyada ruh, cism derecesine düşmüş ve cismle birleşmiş, kendini cisme kapdırmışdır. ruh, cism halini almış, ona lezzet veren şeylerden lezzet duymağa ve cisme acı gelen şeylerden elem duymağa başlamışdır. işte avam, ya'ni cahil halk böyledir. vettin suresinin, , sonra en aşağı dereceye indirdik mealindeki ayeti kerimesi bunların halini göstermekdedir. bir kimsenin ruhu, eğer bu esirlikden, bu bağlılıkdan kurtulmaz, kendi derecesine yükselmez, kendi vatanına kavuşmaz ise, ona yazıklar, binlerle yazıklar olsun! farisi iki tercemesi: mahlukların en yükseği insandır. o makamdan mahrum kalan da, odur. bu yoldan, eğer geri dönmezse, ondan daha mahrum, olmaz kimse. işte, ruhun hastalıklarından biri, elemini lezzet sanması, lezzetini elem anlamasıdır. onun bu hali, mi'desi hasta bir kimseye benzer ki, bu kimse safrası bozuk olduğundan, tatlıyı acı sanır. bu kimseyi tedavi etmek lazım olduğu gibi, ruhu da, bu hastalıkdan kurtarmak, akl icabıdır. ruhun tedavi edilerek cismin elemlerinden, acılarından lezzet duyması, sevinmesi lazımdır. farisi tercemesi: kavuşmak için, bu lezzet ve sevince, can çıkıncaya dek, çalış, gündüz ve gece! iyi düşünerek ve inceleyerek anlaşılıyor ki, dünyada eğer, derd ve musibetler olmasaydı, dünyanın hiç kıymeti olmazdı. dünyanın zulmetini, sıkıntısını, hadiseler, acı olaylar gidermekdedir. dünya dertleri, ruha elem verir. bu elemi, inkisarı, ibadet olur, derecesi yükselir. dertlerin, elemlerin acılıkları, bir hastalığı iyi edecek, faideli ilacın acılığı gibidir. bu fakir, anlıyorum ki, bozuk niyyet ile, gösteriş için, menfe'at için yapılan, ba'zı ziyafetlerde, yemeğe kusur bulmak veya başka suretle, yapılan eziyyet ile, ziyafet verenin kalbinin kırılması, yemekdeki zulmeti, niyyetin bozukluğu ile hasıl olan günahı gidermekde, kabul olmasına sebeb olmakdadır. eğer müsafirlerin şikayeti, hakareti olmasaydı ve ziyafet sahibinin kalbi kırılmasaydı, yemek karanlık ve günah olacak, kabul edilmiyecekdi. kalbin kırılması, kabule sebeb oldu. o halde, hep cism ve cesedimizin rahatını ve tadını düşünen ve hep bunun peşinde koşan bizler, çok zor durumda bulunuyoruz. vezzariyat suresinde, ellialtıncı ayeti kerimede mealen, buyuruldu. ibadet de, kalbin ve ruhun kırıklığı, kendini aşağı bilmesidir. insanın yaratılması, kendini hakir bilmesi, aşağı görmesi içindir. bu dünya, müslimanların ahıretlerine, cennetdeki ni'metlerine göre, bir zindan gibidir. müslimanların, bu zindanda zevk ve safa aramaları, akla uygun olmaz. o halde, dünyada eziyyet, sıkıntı çekmeğe alışmak lazımdır. burada mihnetlere katlanmakdan başka çare yokdur. allahü teala, mubarek ceddiniz hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati eymenüha, biz za'if kullarına bu yolda yürüyebilmek nasib eylesin. amin.da, ubeydüllahı ahrar hazretleri rahmetullahi teala aleyh buyuruyor ki, insanlar ibadet yapmak için yaratıldı. ibadetin hulasası, özü de, kalbin her zeman allahü tealadan agah olmasıdır. ve mektubları v a'sumiyeyi okuyunuz! altmışbeşinci mektub bu mektub, hanı azama yazılmışdır. müslimanlığın bugünkü haline ve müslimanların çekdiği sıkıntılara teessüf etmekdedir: allahü teala kuvvetinizi artdırsın. onun dinini yükseltmek için, din düşmanları ile olan mücadelelerinizde yardımcınız olsun. muhbiri sadık aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha buyurdu ki: islamiyyet garib, kimsesiz olarak başladı. son zemanlarda, başladığı gibi, garib olarak geri döner. garib olan müslimanlara müjdeler olsun!. bundan önceki hükumet zemanında müslimanlar, o kadar garib olmuşdu ki, kafirler, açıkça müslimanlığı kötülüyor, müslimanlarla alay ediyorlardı. dinsizliklerini, ahlaksızlıklarını, sıkılmadan açıklıyordu. çarşıda, pazarda kafirleri ve dinsizliği övüyorlardı. müslimanların, allahü tealanın emrlerinden birçoklarını yapması, yasak edilmişdi. ibadet edenler, islamiyyete uyanlar ayblanıyor ve kötüleniyordu. farisi tercemesi: peri yanaklarını saklamış, şeytan naz ediyor, şaşırdım kaldım, hayretden aklım gidiyor. sübhanallah! ya rabbi, sana hamd ederim! buyuruldu. bu şerefli dinin parlaklığı, hükumet reislerine bağlı kılındı. halbuki iş tersine dönmüş, devlet, hükumet, islamiyyeti yıkmağa uğraşıyordu. bu hale yazıklar olsun, teessüfler olsun, pişmanlıklar olsun! sizin mubarek varlığınızı, cenabı hakkın büyük ni'meti biliyoruz. din düşmanlarının hücumları karşısında, perişan olan mü'minleri kanadı altında koruyacak, sizden başka bir kahraman bilmiyoruz. allahü teala sevgili peygamberi ve onun ehli beyti aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat velberekat hurmetine, kuvvetinizi artdırsın! yardımcınız olsun! hadisi şerifde buyuruldu ki: . bu zemanda, islam sevgisinin, islam gayretinin alameti olan, bu cünun , sizin temiz ruhunuzda görülmekdedir. bu ni'meti veren, allahü tealaya hamd olsun! bugün, öyle bir gündür ki, az bir hareket, hemen kabul olunup pekçok sevab verilir. eshabı kehfin rahmetullahi teala aleyhim, bu kadar kıymet ve şöhret kazanmasının sebebi, yalnız hicret etmeleri idi. düşman saldırdığı zeman, suvarilerin az bir hareketi, çok kıymetli olur. sulh zemanında, pek ince, güç ta'limleri, bu kıymeti alamaz. bugün sizin, söz ile yapdığınız cihad, cihadı ekberdir. size nasib olan bu ni'metin kıymetini biliniz. var kuvvetiniz ile, din düşmanlarını rezil edip, , hakkı söylemeğe çalışınız! bu söz ile olan cihadı, kılınç ile olan cihaddan daha karlı biliniz! bizim gibi eli yazmaz, dili söylemez zevallılar, bu ni'metden mahrumuz. ekber şah, celaleddin muhammed de agrada öldü. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara, ni'metler afiyet olsun, zevallı aşık da, birkaç damla ile doysun! farisi tercemesi: aranan hazinenin yolunu gösterdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da! hacei ahrar kuddise sirruh buyurdu ki, eğer şeyhlik yapsaydım, hiçbir şeyh, bir yerde, bir mürid bulamazdı. fekat, bana başka vazife verildi. o vazife de, islamiyyeti yaymak ve islamiyyeti kuvvetlendirmekdir. bunun için, sultanlara, gidip nasihat verirdi. te'sirli sözleri ile, hepsini doğru yola getirirdi. onlar vasıtası ile, islamiyyeti yayardı. allahü teala, büyüklerimize olan sevginiz ve saygınız hurmetine, sözlerinize te'sir ihsan etmiş, dine olan bağlılığınızı, arkadaşlarınıza heybetli olarak göstermişdir. o halde, hiç olmazsa, müslimanlar arasına yayılmış, adet haline gelmiş olan, kafirlerin adetlerinin müslimanlar arasından kaldırılması için çalışmanızı, müsliman evladlarını kafirlere mahsus olan, bu gibi çirkin şeylerden korumanızı istirham ederim. allahü teala, bizim tarafımızdan ve bütün müslimanlar tarafından size bol bol mükafat versin! bundan önceki hükumet zemanında, islamiyyete karşı, açıkca düşmanlık vardı. şimdi, böyle düşmanlık, öyle kin ve inad görülmiyor. ba'zı kusurlar varsa da, inad ile değil, bilinmediği içindir. bugün müslimanlar da, kafirler gibi serbest konuşabilmekde, onlardaki hürriyyete kavuşmakdadır. kafirlerin kazanmaması, eski kin ve düşmanlığın başımıza gelmemesi, müslimanların zulm ve işkenceye düşmemesi için, düa edelim ve uyanalım. din düşmanlarına fırsat vermiyelim. farisi mısra' tercemesi: imanıma saldırdıklarından, söğüd yaprağı gibi titriyorum! allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevat yolundan ayırmasın! fakir, ani bir yolculukla, buraya geldim. size haber vermeden, birkaç hatıra yazıp bırakmadan ve kalbimdeki, size karşı olan sevgiyi bildirmeden, ayrılmak istemedim. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: . size ve doğru yolda bulunanların hepsine selam olsun! vasıtası ile bütün dünyaya yayılmakdadır. allahü tealanın bu ni'metine ne kadar şükr etsek azdır. akıl isen kıl namazı, çün se'adet tacıdır. sen namazı öyle bil ki, mü'minin mi'racıdır. ubeydüllahi ahrar de semerkandda vefat etdi. altmışaltıncı mektub bu mektub, yine hanı azama rahmetullahi aleyh yazılmışdır. bu yolu medh etmekde ve eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kimselere selam olsun! büyüklerimizin yolunda, nihayet, başda yerleşdirilmişdir. hacei nakşibend rahmetullahi aleyh buyurdu ki: bu yol, tam eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. çünki, o büyükler, o serverin aleyhisselam sohbetinde, daha birinci günde, öyle şeylere kavuşdu ki, sonra gelen en büyük evliya, en nihayetde, ancak, bundan bir parçaya kavuşabilmişdir. işte bunun içindir ki, vahşi, hazreti hamzayı radıyallahü anhüma şehid etmiş iken, müsliman olunca, bir kerrecik, seyyidilevvelin velahirinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbeti ile şereflendiği için, tabi'inin en üstünü olan, veysel karaniden daha yukarı oldu. hayrülbeşerin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbetinin başlangıcında vahşiye radıyallahü anh nasib olanlara, veysel karani, o kadar yüksek olduğu halde, en nihayetde bile kavuşamadı. demek ki, zemanların, asrların en iyisi, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan asrıdır. sonra gelenler, kelimesinden dolayı çok geride kaldı. dereceleri de, hep sona kaldı. abdüllah ibni mubarekden birisi sordu ki, . cevabında buyurdu ki, . işte büyüklerimizin yolu, dir. bu yolun, başka yollardan üstünlüğü, eshabı kiram aleyhimürrıdvan zemanının, sonraki zemanlardan üstünlüğü gibidir. bu yolun büyükleri, öyle kimselerdir ki, allahü teala, bunlara fadl ve merhameti ile, daha başlangıcda, nihayetin tadını tatdırmışdır. bunların derecelerini, başkaları anlıyamaz. bunların vardığı makamlar, başkalarının vardıkları makamların çok üstündedir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! farisi mısra' tercemesi: senenin bereketi, beharından belli olur. bu ni'met, çok büyükdür. allahü teala, bunu ancak dilediğine nasib eder. onun ni'metleri pek çokdur. hace nakşibend rahmetullahi aleyh buyurdu ki: . allahü teala, bizi ve sizi, bu büyükleri sevmekle şereflendirsin ve yollarında bulundursun! amin. senin için olmıyan uykusuzluklar boşunadır, başkalarının firakına ağlamak boşunadır. altmışyedinci mektub bu mektub, hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. bir muhtacın gönderildiği bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizleri peygamberlerin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat yolunda bulundursun. zahirimizi ve batınımızı bu yoldan ayırmasın. bu düamıza amin diyenlere rahmet eylesin! çok mühim olan iki şey, elimde olmıyarak, bu yazımla başınızı ağrıtmağa beni sürükledi. birincisi, incindiğimizi zannetmeyiniz. belki sevgimiz ve ihlasımız artmakdadır. ikincisi fazilet ve salah sahibi olan bir muhtacın ihtiyacını bildirmekdir. kendisi ma'rifet ve şühud zinetleri ile süslüdür. nesebi kerim, hasebi şerifdir. muhterem efendim! doğru sözü bildirmek biraz acı olur. çoklarına çok acı gelir. az kimseye de az acı gelir. bu acılığı bal gibi tatlı olarak alabilecek ve daha var mı diyecek mes'ud bir kimse lazımdır. hallerin değişik olması, mahlukların sıfatıdır, özelliğidir. temkine ya'ni hallerin değişmemesine kavuşanlar da, az da olsa değişiklikden kurtulamaz. zevallı mahluk, çok olur ki, celal sıfatlarının saltanatı altında kıvranır. başka zeman da, cemal sıfatlarının esiri olur. bir zeman ya'ni sıkıntı olan yerdedir. başka zeman , genişlik meydanındadır. her zemanın hükmleri birbirine benzemez. dün öyle idi. bugün böyledir. hadisi şerifde, mü'minin kalbi, allahü tealanın parmaklarından iki parmak arasındadır. kalbi, istediği gibi değişdirir buyuruldu. vesselam. altmışsekizinci mektub bu mektub, yine hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. tevazu' zenginlere, nazlanma da fakirlere yakışır demekdedir: allahü tealanın yapdığında hayr vardır. farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. tevazu', gına sahiblerine yakışır, istigna ise fakirlere yaraşır. çünki, herşeyin ilacı, zıddı iledir. üç mektubunuzdan da yalnız istigna, nazlılık anlaşılmakdadır. tevazu' ya'ni alçak gönüllülük yapmak istediğinizi biliyoruz. fekat, mesela son mektubunuzda diyorsunuz. bu sözü nereye ve kime karşı yazdığınızı iyi anlamalısınız. evet, fakirlere çok hizmet etdiniz. fekat hizmetin edeblerini gözetmek de lazımdır. ancak, faidesine böyle kavuşulabilir. böyle olmazsa boşuna uğraşılmış olur. evet onun aleyhi ve ala alihissalevatü etemmüha ve ekmelüha ümmetinin salihleri tekellüf, gösteriş yapmakdan uzakdır. fekat tekebbür edenlere karşı tekebbür yapmak, sadaka vermek gibi sevabdır. bir kimse, hace nakşibend kaddesallahü teala sirreh hazretleri için, kibrlidir dedi. bunu işitince, buyurdu. bu yolun yolcularını aşağı ve gerici sanmamalıdır. hadisi şerifde, saçı sakalı karışmış çok kimseler vardır ki, hangi kapıya gitseler kovulurlar. allaha yemin etseler, istedikleri şeyi ihsan eder buyurdu. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. size bağlı olanların, sizi sevenlerin, herşeyin doğrusunu düşünmeleri ve size doğru söylemeleri lazımdır. her toplantıda sizin iyiliğinizi ve başarınızı özlemeleri, kendi çıkarlarını düşünmemeleri gerekir. böyle yapılmazsa hıyanet olur. yalnız size birkaç faide sağlamak için, bu sefere başlamışdık. fekat sevenleriniz ve hizmetcileriniz kavuşmamıza sed çekdiler. kusuru bizden bilmeyiniz. bu sözler, her ne kadar acı görünüyor ise de, sağ ol, yaşa diyenleriniz çokdur. onlar size yetişir. fakirlerle görüşmek, kendi ayblarını, kusurlarını anlamak içindir ve gizli kötülüklerini meydana çıkarmak içindir. şunu da bildirelim ki, bu sözlerimiz sizi incitmek için değildir. size iyilik yapmak içindir. kalbinizi yakmak, nasihat yapmak için olduğunu iyi biliniz! hace muhammed sıddik, bir gün önce gelmiş olsaydı, elbette yanınıza gelirdim. fekat serhend yakınlarında kendisiyle karşılaşdık. özrümüzü kabul buyurunuz. hayr yalnız allahü tealanın yapdığındadır. altmışdokuzuncu mektub bu mektub, yine hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. insanı dünyada ve ahıretde yükseltecek olan tevazu'un ne olduğu ve kurtuluşun ancak ehli sünnete uymakla olduğu bildirilmekdedir: her hamd allahü tealaya mahsusdur. allahü tealanın resulüne salat ve selam olsun! kardeşimiz mevlana muhammed sıddik ile gönderilen okşayıcı, kıymetli mektubunuz geldi. lutf buyurmuşsunuz. allahü teala, size hayrlı karşılıklar versin! mektubunuzda, fakirlerin, edeblerini gözetmişsiniz ve alçak gönüllülük göstermişsiniz. hadisi şerifine göre, bu aşağı davranışınızın dünyada ve ahıretde yükselmenize sebeb olacağını umarım. belki de sebeb olmuşdur. size müjdeler olsun! inabet ve rücu', ya'ni bir rehbere bağlanmak kelimelerini yazıyorsunuz. dervişlerden birinin elinde inabet yapdığınızı tesavvur buyurunuz. bunun iyi neticelerini ve meyvalarını bekleyiniz! fekat, bu inabetin haklarını, şartlarını elden geldiği kadar gözetmelidir. vasıyyetlerden, nasihatlardan hangi birini yazayım? ilmlerden, ma'rifetlerden hangisini bildireyim? çünki, müctehid olan derin alimler ve doğru yolda olan tesavvufcular şekkerallahü teala sa'yehüm söylemedik bir şey bırakmadılar. sermayesi az olan bu fakirin rahmetullahi aleyh mektublarından birkaçını, sevdiklerimiz size getirmişlerdir. onları gözden geçiriniz. sözün özü şudur ki, kurtuluş yolu, ancak ehli sünnet velcema'ate uymakdır. allahü teala, onların sözlerine, işlerine, iman edenleri ve ibadetlerdeki bildirdiklerine uyanları çoğaltsın! çünki, cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan bir fırka, bunlardır. bunlardan başka olan fırkalar, helak olacak, felakete sürüklenecekdir. bugün bir kimse, böyle olduğunu bilse de, bilmese de, yarın herkes anlayacakdır. fekat, o zeman faidesi olmayacakdır. ya rabbi! ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır! seyyid ibrahim çok eskiden beri yüksek kapınıza bağlı olanlardandır. düacılarınız arasında bulunmakdadır. kereminizden, ihsanınızdan beklenilir ki, ihtiyarlık ve ihtiyac zemanını, çoluk çocuğu ile üzüntüsüz geçirmesi ve son nefesinizde selamete kavuşmanıza düaya bol zeman bulması için kendisine sığınak olasınız. vesselam. yetmişinci mektub bu mektub, yine hanı hanana yazılmışdır. insanın alemi halkı ve alemi emri kendinde toplaması, hem hakdan uzaklaşmasına, hem de hakka yaklaşmasına sebeb olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, sizi muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem dininin gösterdiği doğru yolda bulundursun! bu düaya amin diyenlere merhamet eylesin! alemi emrin ve alemi halkın insanda toplanması, onun hakka yaklaşmasına, kıymetli ve üstün olmasına sebeb oldu. insanın hakdan uzaklaşmasına, doğru yoldan sapmasına ve ondan cahil kalmasına sebeb olan da, yine bu topluluğudur. bu toplulukdan dolayı insanın aynası, tam olup, hakka yaklaşmışdır. allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının, hatta zati ilahinin kendinde görünmesine müste'id olmuşdur. hadisi kudside, göke ve yere sığmam. fekat, mü'min kulumun kalbine sığarım buyurması, buna işaretdir. insanın, alemdeki zerrelerden, her zerreye muhtac olması, onun hakdan uzaklaşmasına sebeb olmuşdur. çünki, insanın herşeye, her zerreye ihtiyacı vardır. bekara suresinde, mealindeki, yirmisekizinci ayeti kerime, bunu bildiriyor. insan, bu ihtiyacından dolayı herşeye gönül vermekdedir. bu yüzden, hakdan uzaklaşmakda, doğru yoldan ayrılmakdadır. farisi iki tercemesi: mahlukların en üstünü insandır, o makamdan, mahrum kalan da odur. bu yoldan eğer, geri dönmezse, ondan daha mahrum olmaz kimse. görülüyor ki, varlıkların en üstünü insandır. mahlukların en aşağısı, en kötüsü de, yine odur. çünki, alemlerin rabbinin sevgilisi olan muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem insan olduğu gibi, alemlerin rabbinin düşmanı olan ebu cehl bin hişam da insandır. o halde kalb, herşeyi sevmekden kurtulmadıkça, herşeyden münezzeh olan, bir varlığın sevgisine kavuşamaz. bu ise, en büyük harablık, aşağılıkdır. birşeyin hepsi ele geçmezse, hepsi de elden kaçırılmamalıdır, formülüne göre, birkaç günlük ömrü, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselam uyarak geçirmelidir. çünki ahıretin azabından kurtulup, sonsuz ni'metlere kavuşmak, ancak ona sallallahü teala aleyhi ve sellem uymakla olur. bunun için de, altın, gümüş eşyası ve kağıd parası ve ticaret eşyası ve çayırda otlayan hayvanları olanın, islamiyyete uygun olarak, zekat vermesi, böylece mala ve hayvanlara bağlı olmadığını göstermesi lazımdır. yirken, içerken, güzel elbise giyerken, keyfini, zevkini düşünmeyip, ibadetleri yapmak için kuvvetlenmeği ve araf suresinin mealindeki otuzuncu ayeti kerimesine uymağı niyyet etmelidir. bunlara, başka niyyetleri karışdırmamalıdır. böyle niyyet yapılmazsa, yapmak için, kendini zorlamalıdır. ağlıyamazsan, kendini ağlat, sözü meşhurdur. böyle niyyet edebilmek için, durmadan allahü tealaya düa etmeli, yalvarmalıdır. farisi tercemesi: umarım, kabul ede, göz yaşımı, o ki, inci yapar, su damlasını. bunun gibi, her şeyi, dinini seven ve kayıran, doğru alimlerin, yazılarına uygun yapmalı, islamiyyetin izn verdiği lardan kaçınıp, islamiyyetin üstün gördüğü lere sarılan bu alimlere uymağı, sonsuz azabdan kurtulmağa vesile bilmelidir. nisa suresi, yüzkırkaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yetmişbirinci mektub bu mektub, hanı hananın oğlu mirza darab için yazılmış olup, allahü tealaya şükr etmek, islamiyyete uymakla olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, kuvvetinizi artdırsın ve yardımcınız olsun! iyilik edene teşekkür lazım olduğunu akl da, islamiyyet de göstermekdedir. şükrün derecesi, gelen ni'metlerin mikdarına bağlıdır. ni'met, ne kadar çok ise, şükr etmek lüzumu da çok olur. görülüyor ki, zenginlerin, zenginlik derecesine göre, fakirlerden daha çok şükr etmesi lazımdır. bunun içindir ki, bu ümmetin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecekdir. allahü tealaya şükr etmek için, önce ehli sünnet alimlerinin bildirdiğine uygun bir i'tikad edinmek lazımdır. çünki, cehennemden kurtulan, yalnız bu fırkadır. i'tikadı düzeltdikden sonra, islamiyyete uygun hareket etmelidir. islamiyyeti de, bu fırkanın müctehidlerinin kitablarından öğrenmelidir. bundan sonra, ehli sünnetden olan, tesavvuf büyüklerinin gösterdiği yolda tasfiye ve tezkiyeye sıra gelir. şükrün bu üçüncü kısmı, şart değilse de, faidesi pek büyükdür. fekat, iki önceki kısm şartdır. çünki, islamiyyetin aslı, temeli bu ikisidir. islamiyyetin kemali, olgunlaşması ise, üçüncü kısm ile olur. bu üç kısm, ya'ni ehli sünnet i'tikadı ve islamiyyetin emrleri ve tesavvuf büyüklerinin yolu dışında kalan herşey, sıkıntılı riyazetler ve şiddetli mücahedeler olsa dahi, hep günahdır ve ita'atsizlikdir ve şükr etmemekdir. hind berehmenleri ve eski yunan felesofları, çok riyazet ve mücahede yapdı. fekat, peygamberlere aleyhimüsselam uymadıkları için, allahü tealaya şükr değil, günah oldu. hiçbiri kabul edilmedi. kıyametde cehennemden kurtulamıyacaklardır. o halde, seyyidimizin, efendimizin, kurtarıcımızın ve günahlarımızın afvı için şefa'atcimizin, kalblerimizi, ruhlarımızı tedavi eden mütehassısımızın, ya'ni muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve ala alihi ve sellem efendimizin yoluna ve onun dört halifesinin yoluna yapışınız! onun dört halifesi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in hidayete ulaşdırıcı, se'adete erdiricidir. allahü teala, bu yolda gidenlerden razı olur.allah, senden razı olsun demek, bu hal ile razı olsun demek değildir. allahü teala, senin ahlakını, işlerini ıslah edip, seni, razı olduğu hale soksun demekdir. yetmişikinci mektub bu mektub, hace cihana yazılmış olup, ahıreti istiyenin dünyaya düşkün olmaması lazımdır. dünyayı terk etmek nasıl olacağını bildirmekdedir: allahü teala, selamet ve afiyet versin! din ile dünyayı birlikde kazanmak imkansızdır. ahıreti kazanmak istiyenin, dünyadan vaz geçmesi lazımdır. bu zemanda, dünyayı temamen terk etmek, kolay değildir. hiç olmazsa, hükmen terk etmek, ya'ni terk etmiş sayılmak lazımdır. bu da, her işde islamiyyete uymak demekdir. yiyecekde, içecekde, giyecekde ve ev kurmakda islamiyyete uymak lazımdır. islamiyyetin emrlerini aşmamak lazımdır. altın ve gümüşün ve ticaret eşyasının ve kırda, çayırda otlıyan dört ayaklı hayvanların zekatını vermek farzdır. bunların zekatını elbette vermelidir. islamiyyete uymakla zinetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve ahıreti kazanır. dünyayı , böyle hükmen de terk edemiyen kimse, münafık demekdir. imanlı olduğunu söylemesi, ahıretde kendisini kurtaramaz. yalnız dünyada, malını ve canını korur. farisi tercemesi: söyledim sana, işin özünü, ister sıkıl, ister dinle sözümü. dünyanın bu kadar gösterişli hali, hademesi, hizmetçileri, tatlı yemekleri, çeşidli şerbetleri, süslü, cazibeli elbiseleri ve nice zevkleri karşısında, hangi baba yiğit, hangi bahtiyar kimse, bu doğru söze kulak verip dinler? farisi tercemesi: incilerin ağırlığı sağır etmiş kulağını, duymaz olmuş, ne yapayım, ağlamamı, sızlamamı.dünya, edna kelimesinin müennesidir. ya'ni, ismi tafdildir. masdarı, dünüv veya denaetdir. birinci masdardan gelince, çok yakın demekdir. ayeti kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. ba'zı yerde de, ikinci ma'na ile kullanılmışdır. mesela, hadisi şerifinde böyledir. ya'ni, demekdir. alçak şeyler, cenabı hakkın, nehyi iktizai ve nehyi gayri iktizaisidir. ya'ni, haram ile mekruhlardır. şu halde, kur'anı kerimde zem edilen, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. mal kötülenmemişdir. çünki, cenabı hak, mala hayr adını vermekdedir. bu sözümüzü isbat eden vesika, varlığın ve insanlığın ikincisi olan, ibrahim halilürrahmanın malıdır salevatullahi aleyh. yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vadileri dolduruyordu. allahü teala, bizi ve sizi, muhammed aleyhisselamın yoluna uymakla şereflendirsin! şeyh meyan zekeriyya eski defterdardır. alim ve faziletli bir insandır. bir zemandan beri habsdedir. ihtiyarlık, geçim darlığı ve habsde uzun zeman kalması yüzünden muhtac ve acınacak haldedir. fakiri bulunduğu birliğe çağırıp, kurtulmasını istiyor. mesafe uzak olduğu için gelemedim. kardeşimiz hace muhammed sadık, huzurunuza geldiğinden, birkaç sözle başınızı ağrıtdım. inşaallah o zevallı, yüksek teveccüh ve kereminizden umulana kavuşur. çünki, alimdir ve yaşlıdır. vesselam evvelen ve ahıren. yetmişüçüncü mektub bu mektub, kılınç hanın oğlu kılıcullaha yazılmış olup, kaçınması ve yapılması lazım gelen şeyleri bildirmekdedir: allahü teala, muhammed mustafanın aleyhissalatü vesselam parlak olan yolunda yürümekle şereflendirsin! yavrum! bu dünya, imtihan yeridir. dünyanın görünüşü, yalancı yaldızlarla süslüdür. kötü kadına benzer. yüzünü saçlar, kaşlar, ben ile boyamışlardır. görünüşü tatlıdır. taze, güzel, körpe sanılır. fekat aslında, güzel koku sürülmüş bir ölü gibidir. sanki bir leşdir ve böcekler, akrebler dolu bir çöplükdür. su gibi görünen bir serabdır. zehrlenmiş şeker gibidir. aslı harabdır, elde kalmaz. kendini sevenlere, arkasına takılanlara, hiç acımayıp, en kötü şeyleri yapar. ona tutulan aklsızdır, büyülenmişdir. aşıkları delidir, aldatılmışdır. onun görünüşüne aldanan, sonsuz felakete düşer. tadına, güzelliğine bakan nihayetsiz pişmanlık çeker. serveri kainat, habibi rabbil'alemin aleyhi ve ala alihissalevat vettehıyyat buyurdu ki, dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır, birbirine uymaz. birini razı edersen, öteki gücenir. demek ki, bir kimse, dünyayı razı ederse, ahıret ondan gücenir. ya'ni, ahıretde, eline bir şey geçmez. allahü teala, bizi ve sizi, dünyaya düşkün olmakdan ve dünyayı ele geçirmek için insanlık vazifelerini çiğneyenleri sevmekden muhafaza eylesin! yavrum! bu, pek kötü olduğunu anladığın dünya, nedir biliyor musun? dünya, seni, allahü tealadan uzaklaşdıran şeyler demekdir. kadın, çocuk, mal, rütbe, mevkı' düşüncesi, allahü tealayı unutduracak kadar aşırı olursa, dünya olur. çalgılar, oyunlar, ile, ya'ni faidesiz, boş şeylerle vakt geçirmek, , hep bunun için dünya demekdir. ahırete faidesi olmıyan ilmler, dersler de, hep dünyadır. hesab, hendese , astronomi, mantık, eğer allahü tealanın gösterdiği yerlerde kullanılmazsa bunlarla uğraşmak, boşuna vakt öldürmek olur ve dünya olur. bu bilgileri bütün derinliği ile, incelikleri ile okumak, yalnız başına işe yarasaydı, eski yunan felsefecileri se'adet yolunu bulur, ahıretdeki ebedi azabdan kurtulurlardı.liselerde, üniversitelerde okunan ulumi akliyye, ya'ni tecribi ilmler, ya'ni fen bilgileri ve yabancı diller, islamiyyete ve mahluklara hizmet etmek niyyeti ile öğrenilirse ve bu yolda kullanılırsa, faideli olur. bunlara çalışmak lazım olur ve sevab olur. bunun içindir ki, ecdadımız, şam, bağdad, semerkand ve endülüs müslimanları her dürlü fende ve güzel san'atda pek ileri gitmiş, dünya birinciliğini ellerinde tutmuşlardı. avrupanın ilm ve fen adamları, asrlar boyunca, islam fakültelerine gelip ihtisas kazanırlar ve bununla öğünürlerdi. müslimanların o parlak medeniyyetlerinin eserleri, bugün meydandadır ve dünya münevverlerini hayran bırakmakdadır. bugün liselerde, üniversitelerde okutulan ve insanın bütün gençlik hayatına mal olan bilgiler, allahü tealanın emrlerine uyarak kullanılırsa, faideli olur ve dünya ve ahıretin kazanılmasına sebeb olur. medeniyyet demek, yalnız ilm ve fen demek değildir. ilm ve fen, medeniyyet için, ancak bir alet, bir vasıtadır. ilmde, fende çok ileri olan milletlere, fen vasıtalarını ne yolda kullandıklarını incelemeden, medeni demek büyük gafletdir. pek yanlışdır. fabrikaların, motorlu vasıtaların, gemi, tayyare, atom cihazlarının çok olması, gözleri kamaşdıran yeni buluşların artması, medeniyyeti göstermez. bunları medeniyyet sanmak, her silahlıyı gazi, mücahid sanmağa benzer. evet, mücahid olmak için en yeni harb vasıtalarına malik olmak lazımdır. fekat, bunlara malik olan, eşkıyalık da yapabilir. medeniyyet, ta'miri bilad ve terfihi ibaddır. ya'ni, beldeleri, memleketleri i'mar etmek ve bütün insanları, ruh, düşünce ve beden bakımlarından rahat yaşatmakdır. bu iki gayeye vasıl olmak, ancak ve yalnız ahkamı islamiyyeye, ya'ni allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakla olur. islamiyyetden ayrıldıkca medeniyyet geriler. işte liselerde, üniversitelerde öğrenilen bilgiler, bütün fen vasıtaları, fabrikalar, ağır sanayı', memleketleri i'mar için, insanları rahat etdirmek için kullanılırsa, faideli olur, sevab olur. memleketleri tahrib, insanların hürriyyetini ellerinden almak, köle yapmak için kullanılırsa, faidesiz olur, günah olur. bunların faideli olması, medeniyyete hizmet etmesi ancak ve yalnız islam dinine uygun kullanmakla olur. avrupa, amerika, asrlardan beri, islam ahlakını, islam hukukunu inceliyor. islam dininin emrlerini, yasaklarını alıp, kendilerine mal ediyor. onların bugünkü ilerlemesi, kanunlarında bile yer verdikleri, islami kıymetler ve esaslar sayesinde olduğu açıkça görülmekdedir. demek ki, bir milleti, bir gemiye benzetirsek, islam ahkamı, ya'ni allahü tealanın emrleri ve yasakları, bu geminin güverte ve kaptan teşkilatıdır. bütün ilmler, fen bilgileri, endüstri kolları, ağır sanayi' de bu geminin, çarkçı, makinist kısmı demekdir. gemide kaptan da, makinist de lazımdır. biri bulunmazsa, gemi işe yaramaz, helak olur. o halde, dedelerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in dünya çapındaki başarılarını, üstünlüklerini, yine elde etmek için, islam bilgilerinin her iki kısmını, ya'ni hem dinimizi iyi öğrenmemiz ve ona sarılmamız, hem de ulumi akliyyeyi, asrımızın bütün teknik buluşlarını öğrenmeğe ve en iyi şeklde yapmağa çalışıp, bunları islam ahkamına uygun olarak kullanmamız lazımdır. bunu başarınca, maddi, ma'nevi olgunlaşacak, bütün milletlere örnek olacak, bütün dünyaca sevilerek, hakim ve hami seçileceğiz. hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni . bunun için, fen bilgilerine çok çalışmamız, atom bombası, roket, radar, füze yapmamız lazımdır. aksi takdirde din yıkılır. bindörtyüz bu kadar sene evvel, bugünün kurtuluş yolunu, bu hadisi şerif, bizlere göstermişdir. dinleri, kendilerini idare edenlerin dinleri gibi olur! hadisi şerifi de, müslimanların çalışarak, kafirlerden üstün olmasını emr buyurmakdadır. bu hadisi şerifleri iyi anlamalı ve dört el ile sarılmalıdır. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: farisi tercemesi: ne varsa güzel, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker bile olsa. yıldızlarla uğraşmak, ya'ni astronomi ilmi, namaz vaktlerini anlamağa yarar demişlerdir. bunun ma'nası, namaz vaktlerinin bilinmesine yarıyan ilmlerden biri de, ilmi nücumdur demekdir. yoksa kozmoğrafya bilinmezse, namaz vaktleri anlaşılamaz demek değildir. astronomiden haberi olmıyan çok kimseler vardır ki, namaz vaktlerini, bu ilmleri bilenlerden daha iyi anlar. mantık, hesab ve diğer lise dersleri, hep böyle olup, bunların hepsi islamiyyetin gösterdiği yerlerde kullanılırsa ve ilmi kelam da, islamiyyetin tek se'adet ve medeniyyet yolu olduğunu isbat etmek için kullanılırsa caiz olur . mubah olan şeyleri yapmak, vaciblerin, farzların yapılmasına mani' olursa, bunlarla uğraşmak, yine mubah olur mu olmaz mı? elbet olmaz! insaf etmek lazımdır. dini, imanı, farzları, haramları öğrenmeden önce, lise bilgileri ile uğraşmak da bu zaruri bilgileri öğrenmeğe mani' olmakdadır. kitabı ilm kısmında buyuruyor ki: her mü'minin, en önce, ehli sünnet i'tikadını, kısaca öğrenmesi farzdır. bundan sonra, iki şey öğrenmesi lazım olur. biri kalb için olan, ikincisi beden için lazım olan bilgidir. beden için olan bilgi de ikidir. biri yapacağı emrler, ikincisi sakınacağı yasaklardır. emrleri öğrenmek şöyle olur: sabah vakti, yeni müsliman olan kimsenin, öğle vakti gelince abdestin ve namazın farzlarını öğrenmesi, hemen farz olur. sünnetlerini öğrenmesi de sünnet olur. akşam olunca, akşam namazının üç rek'at olduğunu öğrenmesi farz olur. ramezan gelince, orucun farzlarını öğrenmesi farz olur. zengin olunca, bir semektubat tercemesi: ne sonra, zekatı öğrenmesi farz olur. haccı öğrenmesi, hacca gideceği zeman farz olur. işte, herşeyi zemanı gelince öğrenmesi farzı ayn olur. mesela evlenmek istediği zeman, nikah bilgilerini, kadın, erkek haklarını, kadınların özr hallerini öğrenmesi farz olur. bir san'ata, ticarete başlayınca, bunlardaki emr ve yasakları, faizi öğrenmesi lazım olur. hangi san'ata başlıyacaksa zemanın ona aid fen bilgilerini de mektebde öğrenmesi farz olur. mesela diş tabibi olacaksa, liseyi ve dişçi mektebini bitirmesi, staj ve ihtisas yapması farz olur. her san'at, ticaret, zira'at da hep böyledir. herkese kendi san'atını okuması, öğrenmesi farz olur. başka san'at bilgilerini öğrenmesi farz olmaz. harb zemanında da askerliği ve yeni silahları yapmak, kullanmak, korunmak için, fen bilgilerini kısaca öğrenmek, her müslimana farzı ayn, bunlarda ihtisas kazanmak ise farzı kifayedir. haramları öğrenmek de, herkese başka dürlü farz olur. mesela, erkeklerin ipek giydiği bir yerde bulunanların, ipek giymenin haram olduğunu öğrenmesi ve bilenlerin bilmiyenlere öğretmesi farz olur. . alkollü içkiler içilen, domuz eti yinilen, başkasının hakkı, faiz, rüşvet alınan, kumar oynanan yerde bulunanların, bunların haram olduğunu öğrenmesi farz olur. kadın erkek birlikde oturanların da mahrem ve namahrem olan kadınları, ya'ni bakmak caiz olan ve olmıyan kadınları öğrenmesi farz olur. kadınların, kızların açık gezdiği, erkeklerin de dizden yukarısını açdığı yerlerde bulunan müslimanların, örtmesi farz olan yerlerini öğrenmeleri lazımdır. bu yerlerini açmak ve başkasının açık yerine bakmak günah olduğu gibi, bunu bilmemek de ayrı günahdır. kalbe aid bilgileri, ya'ni ilmi ahlak öğrenmek, her erkeğe ve kadına farzı ayndır. mesela ya'ni kin bağlamak, başkasında bulunan ni'metin onda olmayıp, kendinde olmasını istemekdir. onda olduğu gibi, kendisinde de olmasını istemek hased değildir. buna etmek, imrenmek denir ki sevabdır, kendini büyük bilmek, üstün görmekdir. kibrli olana karşı kendini büyük göstermek, kibr olmaz. sadaka vermek gibi sevab olur, etmek gibi şeylerin haram olduğunu öğrenmek, her mü'mine farzı ayndır. görülüyor ki, imanı, ya'ni ehli sünnet i'tikadını kısaca öğrenmek ve iyi ve kötü huyları öğrenmek, farzı ayndır. ya'ni, herkesin öğrenmesi farzdır. abdesti, guslü, namazı ve orucu ve haramları da, her müslimanın öğrenmesi farzı ayndır. cenaze namazını, ölüye hizmeti ve san'at ve ticaret bilgilerini öğrenmek farzı kifayedir. ya'ni lazım olan kimselerin öğrenmesi farz olup, başkalarına farz olmaz. fekat, lüzumu kadar kimse öğrenmezse, bütün müslimanlar, hükumet ve millet, büyük günaha girer. mesela, doktor olacak kimsenin lise ve tıbbiyyede okuması farz olup, mühendis olacak kimsenin tıbbiyyede okuması farz değildir. ibni abidin rahmetullahi aleyh şerhinde, ön sözde diyor ki: ulumi nakliyyeden ya'ni din bilgilerinden kendine lazım olanları öğrenmek farzı ayndır. bundan fazlasını öğrenmek ve ulumi akliyyeden faideli olanları öğrenmek farzı kifayedir. namazda kıra'eti anlatırken diyor ki: bir ayet ezberlemek, herkese farzı ayndır. fatihayı ve üç ayet veya bir kısa sure ezberlemek vacibdir. kur'anı kerimin hepsini ezberlemek farzı kifayedir. kendine lazım olmıyan fıkh bilgilerini öğrenmek, hafız olmakdan daha iyidir. beşinci cildde buyuruyor ki: . yavrum! hak teala, sana çok lutf ve ihsan ederek, bu genç yaşda tevbe etmekle ve islam alimlerinin yolunda bulunan birinin sohbetine kavuşdurmakla şereflendirmişdi. bilemiyorum ki, nefs ve şeytanın ve din bilgisi olmıyan kötü arkadaşların arasında, o temiz halde kalabildin mi? din düşmanları her yoldan gençleri aldatmağa uğraşırken, değişmeden, akıntıya karşı durmak kolay değildir. gençlik zemanıdır. para bol, nefsin her arzusunu yerine getirmek kolay ve arkadaşların çoğu da uygunsuz! farisi tercemesi: canım, yavrum! sana sözüm, yalnız şudur: körpeciksin, yolun da çok korkuludur. kıymetli oğlum! mubahların fazlasından sakınmalısın. mubahları, lüzumu kadar kullanmalısın. bunları da, allahü tealaya kulluk etmek niyyeti ile yapmalısın. mesela, birşey yirken, allahü tealanın emrlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeğe, giyinirken avret yerini örtmeğe ve soğukdan, sıcakdan korunmağa niyyet etmeli ve her mubah için gerekli niyyetler yapmalıdır. büyüklerimiz azimet ile hareket etmiş, ruhsatdan elden geldiği kadar kaçınmışdır. mubahları, zaruret mikdarı kullanmak da azimetdir. bu devlet, bu ni'met ele geçmezse, mubahlardan dışarı çıkmamalı, haram ve şübhelilere taşmamalıdır. allahü teala kullarına çok merhamet ve ikram ederek, mubah olan şeylerle zevklenmeğe izn vermişdir. pekçok şeyleri mubah etmişdir. halal olan bu sayısız zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak, allahü tealaya karşı, ne kadar edebsizlik olur. hem de, haram etdiği lezzetleri, daha fazlası ile mubahlarda da yaratmışdır. halal olan çeşid çeşid ni'metlerin zevkleri bir yana, insanın işinden, rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? bir kimsenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük cefa, sıkıntı olur mu? cennetde allahü tealanın razı olması, cennet ni'metlerinin hepsinden daha tatlıdır. cehennemdekilerden allahü tealanın razı olmaması, cehennem azablarından daha acıdır. biz kuluz. sahibimizin emrindeyiz. başı boş değiliz. her istediğimizi yapmağa serbest değiliz. iyi düşünelim! uzağı gören akl sahibi olalım! kıyamet günü utanmakdan, pişman olmakdan başka, ele birşey geçmez. gençlik çağı, kazanc zemanıdır. merd olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. ihtiyarlık herkese nasib olmaz. nasib olsa da, rahat, elverişli vakt ele geçmez. vakt de bulunsa, kuvvetsizlik, halsizlik zemanında, yarar iş yapılamaz. bugün, her vaz'ıyyet elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük ni'met iken, geçim derdi olmayıp fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özr ile, hangi sebeble, bugünün işi yarına bırakılabilir? peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep ahıret işlerini yaparsan güzel olur. fekat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur. gençlik zemanında, insanı üç din düşmanı olan, nefs, şeytan ve kötü insanlar aldatmağa uğraşmakdadır. bunlar karşısında az bir ibadet pek kıymetli olur. ihtiyarlıkda yapılan, bundan katkat fazla ibadetlerin bu kadar kıymeti olmaz. düşman hücum etdiği zeman, askerin ufak bir hareketi, çok kıymetli olur. sulh zemanında yapılan büyük ta'limlerin, manevraların, bu kadar kıymeti olmaz. oğlum, bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak, keyf sürmek için yaratılmadı. kulluk vazifelerini yapmak için, rabbine ita'at, tevazu', kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faideli şeylerdir. insanlara yaradığı için emr edilmişdir. yoksa, hiçbir ibadetin allahü tealaya faidesi yokdur. candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı. tam teslim olarak, emrleri yapmağa ve yasaklardan kaçınmağa çalışmalıdır. allahü teala hiçbirşeye muhtac olmadığı halde, kullarını emr ve yasaklar vermekle şereflendirdi. herşeye muhtac olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emrleri yapmağa, candan sarılmamız lazımdır. ey oğlum! iyi biliyorsun ki, dünyada biri, mevkı', rütbe sahibi olsa, emrinde bulunanlardan birine, mühim bir vazife verse, bu vazifenin yapılmasında, emr verene de faide olduğu halde, bu işçi, bu vazifeye ne kadar çok ehemmiyyet ve kıymet verir. bu vazifeyi, bana büyük bir zat verdi diye öğünür ve seve seve, zevk ile yapmağa çalışır değil mi? yazıklar olsun! allahü tealanın büyüklüğü, yüksekliği, bu kimsenin büyüklüğü kadar değil midir de, islam dininin istediklerini yapmağa, böyle çalışılmıyor. allahü tealanın emrleri vazife bilinmiyor ve vazife mukaddesdir! önce vazife, sonra namaz gibi şeyler deniyor. halbuki, allahü tealanın emrleri birinci vazife olmak lazımdır. utanmak lazımdır. gaflet uykusundan uyanmamız lazımdır. allahü tealanın emrlerini yapmamak, iki sebebden ileri gelir: allahü tealanın emrlerine, yasaklarına inanılmamışdır. bu ibadetler arablar içindir. çöldeki insanların sağlam olması içindir. bugün isveç hareketleri, spor, fizikoterapi, masaj, namazın işini görmekde, duşlar, banyolar, plajlar, abdestden daha modern temizlemekdedir denilmesidir. allahü tealanın emrlerine ehemmiyyet vermemekdir. bu emrlerin büyüklüğünü, mevkı', kumanda sahibi kimselerin büyüklüğünden aşağı görmekdir. her iki sebeb ile de, ibadet etmemenin şena'atini, çirkinliğini düşünmemiz lazımdır. ey evladım! yalancılığı çok def'a görülmüş olan birisi, düşman bu gece, filan yerden baskın yapacak dese, idareciler, akllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? o kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde, tehlüke bulunan işlerde, ihtiyatlı, tedbirli, uyanık bulunmak lazımdır demezler mi? muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici, doğruluğu ile şöhret bulmuş aleyhissalatü vesselam, tekrar tekrar, açıkça, ahıretin sonsuz azablarını bildiriyor. buna inanmıyorlar. inanılsa da, tedbir, kurtulma çaresi düşünmüyorlar. halbuki, muhbiri sadık, kurtuluş yolunu da, göstermekdedir. o halde, muhbiri sadıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir imandır? imanım var demek, müslimanım demek, insanı kurtarmaz. kalbin inanması, yakin hasıl etmesi lazımdır. halbuki, yakin nerede? zan bile yok. belki vehm bile değil. çünki, tehlükeli zemanlarda vehm edilen şeye karşı da, tedbir almak, akl icabıdır. hucürat suresi, onsekizinci ayetinde mealen, buyurulduğu halde, haramları, yapıyorlar. halbuki, herhangi bayağı bir kimse, bu çirkin işleri görecek olsa, belki görmek ihtimali olsa, yapmakdan vazgeçerler. bu halin iki sebebi olabilir: ya, allahü tealanın verdiği habere inanmıyorlar. yahud da, allahü tealanın görmesine ehemmiyyet vermiyorlar. haramları, bu iki sebeb ile işlemek, imanı mı gösterir, kafir olmağı mı gösterir? yavrum, yeniden imanını tazelemelisin! peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki, sonra, allahü tealanın razı olmadığı işlerinden tevbe etmelisin. yasak etdiği, haram eylediği şeylerden sakınmalısın. beş vakt namazı cema'at ile kılmalısın. gece namaz kılabilirsen, teheccüde kalkabilirsen, büyük se'adet olur.cum'a, arefe, bayram, kadr, berat, mi'rac, aşure, mevlid ve regaib gecelerinde ibadet etmek çok sevabdır. mevlana muhammed rebhami rahmetullahi aleyh kitabının, hind basması, yüzyetmişikinci sahifesinde buyuruyor ki, büyük islam alimi, imamı nevevi rahmetullahi aleyh, kitabında buyuruyor ki, gecenin oniki kısmından bir kısmını ihya etmek, ya'ni okumak, kılmak, düa etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. yaz ve kış geceleri için hep böyledir. in dörtyüzaltmışbirincisahifesindeki yazıdan da, böyle olduğu anlaşılmakdadır. de diyor ki, fıkh kitablarında, saat demek, bir mikdar zeman demekdir. nevevi, şafi'i mezhebinde müctehiddir. hanefilerin de, geceleri, böyle ihya etmeleri uygun olur. kitabı, mahmudi buharinin olup iki cilddir ve nin şerhidir. kıymetli fıkh kitabıdır. mahmudi buhari, senesinde, buharada vefat etmişdir. zekat vermek de, islamın beş şartından biridir. zekat vermek elbette lazımdır. kitabı ondördüncü sahifesinde, , özrsüz gecikdiren günaha girer ve şehadeti kabul olmaz buyurmakdadır. zekatı kolayca verebilmek için, altından ve gümüşden ve ticaret eşyasından, fakirlerin hakkı olan kırkda biri, senede bir kerre zekat niyyeti ile ayrılıp, saklanır. bütün sene içinde, istediği zeman, zekat vermesi caiz olanlardan, dilediğine verir. her verişde, ayrıca zekat için, niyyet etmeğe lüzum yokdur. ayırırken, bir kerre niyyet etmek yetişir. herkes, fakirlere ve zekatdan hakkı olanlara, bir senede ne kadar vereceğini bilir. buna göre zekatından ayırıp saklar. ayırırken, niyyet etmezse, fakirlere verdikleri zekat olmaz. işte böylece, hem zekat verilmiş olur, hem de, her zeman muhtaclara yapdığı yardım, yerini bulur. bir sene içinde, fakirlere yapdığı yardım, zekat için ayrılandan az olursa, artan zekatı, yine kendi malından ayrı saklamalı, gelecek sene ayrılacak olan zekat ile karışdırıp vermelidir. her sene, böyle ayırıp, yavaş yavaş vermek caizdir. yavrum! insanların nefsi bahildir, cimridir, tama'kardır. allahü tealanın emrlerini yapmamakda inadcıdır. onun için, biraz aşırı yazdım. yoksa, malı da, canı da, mülkü de, hep o vermişdir. onun verdiğine el uzatmağa kimin hakkı vardır? o halde zekatı ve uşru seve seve vermek lazımdır. her ibadeti seve seve yapmalıdır. kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanları ödemeğe, titizlikle çalışmalıdır. üzerimizde kimsenin hakkı kalmamasına çok dikkat etmeliyiz! hakkı dünyada ödemek kolaydır. nezaket ile, yumuşaklıkla hakdan kurtulmak mümkin olur. fekat, ahıretde, iş böyle değildir. orada, hak altından kurtulmak çok gücdür, çaresi bulunmaz.kafirlerin haklarını da gözetmek lazımdır. kafir memleketlerindeki kafirlerin de mallarına, canlarına ve namuslarına saldırmamalıdır. kafirlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir. islamiyyeti, dinini iyi bilen ve ahıreti düşünen doğru alimlere sorup öğrenmelidir. böyle mubarek insanların sözleri ve kitabları, te'sirli olur. bunların nefeslerinin bereketi ile, sözlerini yapmak kolay olur. doğru alim, güvenilir kitab bulunamayan yerlerde, bu gibilerden ancak, çok lüzumlu şeyler sorulabilir. va'zları, nutkları dinlenmez. ey oğlum! bizim gibi fakirlerin, yukarıda ta'rif etdiğimiz, alçak dünya düşkünleri ile, ne işimiz vardır ki, onların gidişlerinin iyiliğine, kötülüğüne karışalım? allahü tealanın peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem lazım olan nasihatları, açıkça bildirmiş, söylenmedik birşey kalmamışdır. fekat bu yavru, bu fakirlere gelip, nasihat ve yardım istemiş olduğu için, bu yavrunun nasıl, ne yolda bulunduğu sık sık kalbe gelmekdedir. bu bağlılık bu satırların yazılmasına sebeb olmuşdur. evet, bu yavrunun böyle sözleri çok işitmiş olduğunu biliyorum. fekat, yalnız işitmekle, birşey kazanılmaz. duyduklarını, öğrendiklerini yapmak lazımdır. bir hasta, ilacını öğrenebilir. fekat, ilacı kullanmadıkça, iyi olamaz. ilacı bilmek, onu iyi edemez. bütün peygamberlerin aleyhimüsselam ve alimlerin rahimehümullah milyonlarca sözleri ve binlerle kitabları, hep işlemek içindir. bilmek, kıyametde faideli değil, şefa'atcı değil, azab yapılması için huccet ve şahid olacakdır. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki, . yavrum, o zemanki tevbenin, bağlılığın bir netice vermediğini sen de biliyorsun! çünki, allahü tealayı seven ve unutmıyanlardan uzak kalman, o se'adet tohumunun açılıp büyümesine mani' oldu. fekat, o tohumun çürümemiş olması, bu yavrunun yetişmeğe elverişli, nefis bir cevher olduğunu göstermekdedir. o tevbenin, o bağlılığın bereketi ile, allahü tealanın, bu yavruyu, ergeç, sevdiği, seçdiği yola kavuşduracağı ümmid olunur. herne behasına olursa olsun, allah yolunda bulunanlara olan sevgiyi elden kaçırmayınız! bunlara sığınmak, bunlarla beraber olmak iştiyakını kalbinize yerleşdiriniz! bu büyüklere olan sevginiz sebebi ile, allahü tealanın, kendi sevgisini içinize yerleşdirmesini ve kalbinizi, bu dünya çerçöplerine bağlamakdan kurtarıp, büsbütün kendisine çekmesini isteyiniz! farisi beytler tercemesi: aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer, ma'şukdan başka herşeyi yakar, kül eder. hakdan gayrıyı katl için kılıncı çek, dedikden sonra, birşey kaldımı bir bak.dan başka ne varsa, hepsi gitdi; sevin ey aşk! hakka ortak kalmadı bitdi. yetmişdördüncü mektub bu mektub, mirza bedi'uzzemana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. fakirleri sevmek ve onlara iyilik etmek ve islamiyyete uymak lazım olduğu bildirilmekdedir: şerefli mektubunuz ve latif yazılarınız geldi. allahü tealaya hamd olsun! okuyunca, fakirlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. çünki bu sevgi, se'adetin sermayesidir. onlar, allahü tealanın celisleridir, hep onunla birlikdedirler. ve de bildiriliyor. bir hadisi kudside, ben, kulumun zan etdiği gibiyim. kulum beni zikr ederken, ben muhakkak onun ile beraber bulunurum buyuruldu. buyuruldu. ve sahihinde yazılıdır. onları bulamayıp, kitablarını okuyanlar da şaki olmaz. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem, kafirlere galib gelmesi ve işlerin kolaylaşması için, muhacirlerin fakirleri hurmetine düa buyurduğu, kitabında bildirilmekdedir. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam muhacirlerin fakirlerinin şanlarını bildirmek için, saçları karışmış çok kimse vardır ki, kapılardan kovulurlar. allahü tealaya yemin etseler, yemin etdikleri şeyi elbette yaratıp verir buyurdu. ey mes'ud insan! kıymetli mektubunuzda, yazmışsınız. bu söz, ancak allahü teala için söylenir. elinden hiçbirşey gelmiyen bir köle, nasıl olur da, herhangi bir bakımdan sahibi ile ortaklığı arayabilir? sahib olmak yolunu tutabilir? hele ahıretde. ister hakikat olarak, isterse mecaz olarak düşünülsün, malik ve sahib yalnız allahü tealadır. hak teala, kıyamet günü, buyurur. cevab olarak yine kendisi, buyurur. o gün kullar için, korkudan sığınmakdan başka birşey yokdur. pişmanlıkdan, şaşkınlıkdan başka birşey yapamazlar. allahü teala, o günün şiddetini, kulların sıkıntısının çokluğunu bildirmek için, hac suresinin birinciayetinde mealen, o günün zelzelesi çok büyük şeydir. o gün kadınlar memedeki çocuklarını unuturlar. hamile hatunlar çocuklarını düşürürler. insanlar serhoş olmuşlar sanılır. onlar serhoş değildir. fekat, allahü tealanın azabı çok şiddetlidir buyuruldu. farisi iki tercemesi: sorulur o gün işlerden, sözlerden, kalbi titrer nebilerin korkudan. enbiyanın şaşırdığı bir yerde, günahlara özr bulmak nerede? nasihatların başı şudur ki, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselamü vettehıyye uymak lazımdır. resulullaha uymıyanlar, ahıretde azabdan kurtulamaz. bundan sonra, dünyanın süslerine düşkün olmamak, varlığına ve yokluğuna aldırış etmemek lazımdır. çünki, allahü teala dünyayı sevmez, ona kıymet vermez. bunun için, kulun dünyalığı olmakdansa, olmaması daha iyidir. dünyanın kimseye faide vermediğini ve elden çabuk çıkdığını herkes bilmekde, hatta görmekdedir. dünyanın malına, mevkı'ine düşkün olanların, bunlara kavuşmak için uğraşıp da, ansızın hepsini bırakıp gidenlerin halini görerek ibret alınız! allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin en üstününe aleyhi ve ala alihissalatü vesselam uymakla şereflendirsin! amin. yetmişbeşinci mektub bu mektub, yine mirza bedi'uzzemana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. mahlukların en üstününe uymağı, önce i'tikadı düzeltmeği, sonra fıkh bilgilerini öğrenmeği bildirmekdedir: allahü teala, size selamet ve afiyet versin! dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşmak için, dünya ve ahıretin efendisine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha uymak lazımdır. ona uymak için, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak, önce i'tikadı düzeltmek lazımdır. bundan sonra, o büyüklerin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anlayıp bildirdikleri halal, haram, farz, vacib, sünnet, mendub, mubah ve müştebeh bilgilerini öğrenmek ve bütün işlerini bunlara uygun olarak yapmak lazımdır. bu iki i'tikad ve amel kanadları elde edildikden sonra, eğer ezelde mes'ud olmuş ise, mukaddes aleme uçmak nasib olur. bu iki kanat olmadan yükselmek olamaz. bu alçak dünya, arkasından koşmağa değmez. bunun, malının, mevkı'inin değeri yokdur ki özenilsin. değerli, kıymetli şeyleri aramalıdır. allahü teala, herşeyi bir sebeble yaratdığı, gönderdiği için, kendisine kavuşduran sebebi, o vesileyi ondan istemelidir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir. bu fakirlere rahmetullahi aleyhim ecma'in yakınlık göstererek yardım istiyorsunuz. size müjdeler olsun! sağlam olarak ve kazanarak geri dönersiniz. fekat, bir şartı gözetmek lazımdır. o da, kalbi yalnız bir yere bağlamakdır. kalbi birkaç yere bağlamak, insanı harab eder. bir yerde olan, her yere kavuşur. heryere dağılan hiçbir yer bulamaz sözü meşhurdur. allahü teala, muhammed aleyhisselamın nurlu caddesinde bulundursun. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde bulunanlara selam olsun! yetmişaltıncı mektub bu mektub, kılınc hana gönderilmiş olup, terakki, vera' ve takva ile olur. mubahların fazlasını terk etmelidir. hiç olmazsa, haramlardan sakınıp, mubahları azaltmalıdır. haramlardan sakınmak, iki dürlü olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizi her üzüntüden korusun. insanların en üstününün sallallahü aleyhi ve sellem hurmeti için, her kusurdan muhafaza buyursun! surei haşrin yedinci ayetinde mealen, resulümün getirdiği emrleri alınız, ita'at ediniz! nehy, men', yasak etdiği şeylerden sakınınız! buyuruldu. görülüyor ki, dünyada felaketlerden, ahıretde azabdan kurtulmak için, iki şey lazımdır: emrlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! bu ikisinden, en büyüğü, daha lüzumlusu, ikincisidir ki, ve denir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında, birisinin çok ibadet etdiğini, çok uğraşdığını söylediler. birisinin de, yasak edilen şeylerden, çok sakındığını söylediklerinde, buyurdu. ya'ni, yasaklardan sakınmak, daha kıymetlidir buyurdu. bir hadisi şerifde de, buyurdu. insanların meleklerden daha üstün olabilmesi, vera' sayesindedir ve terakki etmeleri, yükselmeleri bu sayededir. melekler de, emrlere ita'at etmekdedir. halbuki melekler, terakki edemiyor. o halde, vera'a sarılmak ve takva üzere olmak, herşeyden daha lüzumludur. islamiyyetde en kıymetli şey takvadır. dinin temeli takvadır. vera' ve takva, haramlardan kaçınmak demekdir. haramlardan temamen kaçınabilmek için, mubahların fazlasından kaçınmalıdır. mubahları, lazım olduğu kadar, kullanmalıdır. bir insan, mubah, ya'ni islamiyyetin izn verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubah işlerse, şübheli şeyleri yapmağa başlar. şübheliler ise, haram olanlara yakındır. insanın nefsi, hayvan gibi, kendine düşkündür. uçurum yanında dolaşan, birgün uçuruma düşebilir. vera' ve takvayı tam yapabilmek için, mubahları lazım olduğu kadar kullanmalı, zaruret mikdarını aşmamalıdır. bu kadarını kullanırken de, kulluk vazifelerini yapabilmek için kullanmağa niyyet etmelidir. böyle niyyet etmeden, az kullanmak da, günah olur. azı da çoğu gibi zararlı olur. mubahların fazlasından temamen kaçınabilmek, her vakt ve hele bu zemanda, hemen hemen mümkin değildir. hiç olmazsa, haramlardan kaçınmalı, mubahların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmağa çalışmalıdır. mubahlar, lüzumundan fazla işlendikde, pişman olup tevbe etmelidir. bu işleri, haram işlemeğe başlangıç bilmelidir. allahü tealaya sığınmalı ve yalvarmalıdır. bu pişmanlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubahların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin afetinden, zararından korur. büyüklerden biri buyuruyor ki, . haramlardan kaçınmak da, iki dürlüdür: birinci kısmı, yalnız allahü tealanın haklarına dokunan günahlardan kaçınmakdır. ikinci kısmı, insanların, mahlukların hakları da bulunan günahlardan kaçınmakdır. ikinci kısmı, daha mühimdir. allahü teala, hiçbirşeye muhtac değildir ve çok merhametlidir. kullar ise, pekçok şeye muhtac oldukları gibi, hasis ve alçakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: üzerinde kul hakkı olan, mahlukların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce halallaşsın, ödesin! zira o gün altının, malın değeri olmaz. o gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevablarından alınacak, sevabları olmazsa, hak sahibinin günahları, buna yüklenecekdir. kitabını açıklarken, namaza niyyet bahsi, ikiyüzdoksanbeşinci sahifede buyuruyor ki, . bir dank, dirhemin altıda biri, yaklaşık olarak, yarım gram gümüşdür. birgün, eshabı kirama karşı: buyuruldukda: dediler. buyurdu ki: ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyamet günü, defterinde çok namaz, oruc ve zekat sevabı bulunur. fekat, bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. sevabları, bu hak sahiblerine dağıtılır. hakları ödenmeden önce, sevabları biterse, hak sahiblerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. sonra cehenneme atılır. sizin için ne kadar hamd etsek, ne kadar teşekkür etsek azdır. çünki sizin mubarek vücudunüz sayesinde, büyük lahor şehrinde, böyle bir zemanda, ahkamı islamiyyenin çoğu meydana çıkmakda, tatbik edilmekdedir. bu memleketde din kuvvetlenmekde, islamiyyet yerleşmekdedir. bu fakire göre, lahor şehri, hindistanın kalbi gibidir. bu şehrin hayr ve bereketi, bütün hindistan şehrlerine yayılmakdadır. islamiyyetin bu şehrde kuvvetlenmesi, bütün şehrlerde kuvvetlenmesine yol açıyor. allahü sübhanehü ve teala, kuvvetinizi artdırsın. her işinizde yardımcınız olsun! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ümmetimden, hak üzere olan, doğru yolda yürüyen, her zeman bulunacakdır. bunlara karşı duranlar, bunlara zarar yapamaz. bunlar, allahü tealanın takdir etdiği saate kadar, işlerini yapacakdır. ilm deryası, başımın tacı olan hocama karşı kuvvetli bağlılığınızı düşünerek, şu birkaç satırımla, o kıymetli sevgiyi tazelemek istedim. rahatsız etmemek için bu kadar yazıyorum. cenabı hak, zati alinizi hakiki devletlere ve sonsuz se'adetlere kavuşdursun. sevgili peygamberi aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat hurmetine düamı kabul buyursun! amin. yetmişyedinci mektub bu mektub, cebbari hana yazılmışdır. allahü tealaya ibadetin nasıl olacağı bildirilmekdedir: her dürlü hamd, allahü teala içindir. onun seçdiği kullarına selam olsun. farisi tercemesi: allahdan başkasına tapınmak hiçdir, hiç ile uğraşmak ise delilikdir. biçun ve biçigune olan ya'ni nasıl olduğu bilinemiyen bir yaratana celle sultanüh ibadet edebilmek için, ondan başka şeylere kul olmakdan kurtulmak, kalbini ondan başka hiçbirşeye bağlamamak lazımdır. bunun da işareti, alameti, ondan gelen ni'metler ile sıkıntıları birbirinden başka dürlü karşılamamakdır. başlangıçda, onun gönderdiği ni'metler, verdiği sıkıntılardan daha tatlı gelir. fekat, bu makamın sonuna varılınca, her iş ona bırakılır. her gönderdiği uygun gelir, tatlı gelir. onun ni'metine kavuşmak ve azabından kurtulmak için yapılan ibadet, kendi kendine tapınmak olur. kendi kurtuluşu ve rahatlığı için çalışmış olur. farisi tercemesi: arzularının ardında koşdukça sen. aşıkım deyince, yalan söylersin! bu ni'mete kavuşmak, tam fena ile olur. kalbi ona bağlamak, onun zatını sevmekle olur. bu bağlantı, bu teveccüh de, vilayeti hassai muhammediyyenin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye başlangıcıdır. bu büyük ni'mete kavuşmak da, onun dinine tam uymakla ele geçebilir aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha. çünki, her peygambere aleyhimüssalevatü vetteslimat peygamberlik yolundan gönderilmiş olan din, o peygamberin vilayetine uygundur. çünki, vilayetde salikin yüzü, büsbütün allahü tealaya karşıdır. onu peygamberlik makamına indirdikleri zeman, o nur ile birlikde iner. o üstünlük, insanlar arasında bulunduğu zeman da, kendinde bulunur. peygamberlik makamının derecelerine kavuşmak da, hep bu nur ile olur. bunun içindir ki, demişlerdir. görülüyor ki, her peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in yolu kendi vilayetlerine uygundur. onun yoluna uymak, onun vilayetine kavuşmağa sebeb olur. sual: o serverin aleyhissalatü vesselam yoluna uyanlardan birçoğu, o serverin vilayetine kavuşamıyor. başka bir peygamberin makamı altında bulunuyor. onun vilayetine kavuşuyor. bu nasıl oluyor? cevab: peygamberimizin aleyhissalatü vesselam yolu, bütün yolları kendinde toplamışdır. ona indirilmiş olan kitab, gökden inmiş kitabların hepsini içine almışdır. bundan dolayı, bu dine uymak, bütün dinlere uymak olur. salik, yaradılışında hangi peygambere salevatullahi teala aleyhim ecma'in uygun oldu ise, onun vilayetini alır. şunu da bildirelim ki, onun vilayeti aleyhissalatü vesselam bütün peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat vilayetlerini kendinde toplamışdır. onların vilayetlerinden birine kavuşmak, bu vilayetin parçalarından bir parçaya kavuşmak olur. bu vilayetin kendisine ya'ni o vilayetlerin toplamına kavuşamamak, resulullaha tam uyamamakdan ileri gelmekdedir. tam uyamamanın dereceleri vardır. bunun için, elde edilen vilayetler de, başka başka olur. tam uymak ele geçerse, bu vilayetin kendine kavuşulur. başka bir peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in dinine uyan bir kimsede, vilayeti hassai muhammediyye aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimatü vettehıyyat hasıl olsaydı, yukardaki sual sorulabilirdi. halbuki, böyle birşey olmamışdır. bize ni'metlerini gönderen ve doğru yola kavuşduran ve sağlam dini ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! doğru yol, muhammed aleyhisselamın yoludur. onun dinidir. yasin suresinin başında, sen elbette peygamberlerdensin. tam doğru yoldasın! mealindeki ayeti kerimeler, böyle olduğunu göstermekdedir. allahü teala bizi ve sizi, o yüce peygamberin aleyhissalatü vesselam dinine uymakla şereflendirsin. ona tam uyanların ve evliyasının büyüklerinin hurmeti için rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in düamızı kabul buyursun! amin. bu düamızı size ulaşdıran zatın yolculuğu sizin tarafınıza olunca bu birkaç kelime ile muhabbet zincirini harekete getirdi. vesselamü aleyküm ve rahmetullahi sübhanehü ledeyküm. yetmişsekizinci mektub bu mektub, yine cebbari hana yazılmışdır. sefer der vatan ve seyri afaki ve enfüsi bildirilmekdedir: allahü teala, doğru olan bu islamiyyetin caddesinde ilerlemek ihsan eylesin! dehli ve egre yolculuğundan geri döneli birkaç gün oldu. alışdığımız vatanda yine yerleşdik. hadisi şerifinde bildirilen sevgi, kendini gösterdi. de de bildirilmekdedir. vatana kavuşdukdan sonra, yolculuk olursa, vatan içinde olur. nakşibendiyye büyüklerinin kaddesallahü teala esrarehüm temel sözlerinden biridir. bu tarikatde bu seferi, daha başlangıcda tatdırırlar. nihayeti başlangıcda yerleşdirdikleri buradan belli olur. bu yolun yolcularından dilediklerini yaparlar. insanın dışında ilerletirler. denilen bu dış yolculuk bitdikden sonra denilen insanın içindeki yolculuğa başlatırlar. , bu ikinci yolculuk demekdir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, bakalım kime verirler? arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun, zevallı fakir aşık, birkaç damlayla doysun. bu büyük ni'mete kavuşmak, ancak gelmişlerin ve geleceklerin efendisine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha uymakla ele geçebilir. bir kimse, kötü huylarını yok etmezse ve emrlere uyarak ve yasaklardan sakınarak kendini süslemezse, bu ni'metin kokusunu bile duyamaz. islamiyyetden kıl ucu kadar bile ayrılan bir kimsede ahval ve mevacid hasıl olursa, bunlara istidrac denir ki, onu dünyada ve ahıretde rezil olmağa sürükler. allahü tealanın sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha ayak uydurmayan bir kimse, felaketlerden kurtulamaz. birkaç günlük dünya hayatını, hak tealanın razı olduğu şeyleri yapmakla geçirmelidir. bir kimsenin işlerinden, onun sahibi razı olmazsa, onun yaşaması nasıl olur? hak teala, onun büyük, küçük her yapdığını bilmekde ve görmekdedir. hazırdır ve nazırdır. utanmak lazımdır. eğer bir kimsenin, onun çirkin ve kötü işlerini gördüğünü anlasa, onun gördüğü yerde bozuk birşey yapmaz. ayblarını, kusurlarını onun gördüğünü istemez. müslimanlara ne oldu ki, hak tealanın hazır olduğunu bilerek, onun beğenmediği şeyleri yapmakdan sıkılmıyorlar? bu nasıl müslimanlıkdır? hak tealaya, kendi kusurlarını gören bir kimse kadar kıymet vermiyorlar. nefslerimizin kötülüklerinden ve işlerimizin bozuk olmasından allahü tealaya sığınırız. hadisi şerifde, buyuruldu. şanı, şerefi çok büyük olan bu sözle her an, imanı tazelemeli. uygunsuz işlerin hepsinden allahü tealaya tevbe etmeli, ona yalvarmalıdır! belki, tevbe etmek için başka zeman ele geçmez. hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni, iyi işleri gecikdirenler, bu günün işini yarına bırakanlar aldandı, ziyan etdi. boş zemanı kıymetlendirmelidir. bu zemanlarda, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmalıdır. tevbe yapabilmek, hak tealanın büyük ni'metlerinden biridir. hak tealadan, her an bu ni'meti istemelidir. islamiyyeti iyi bilen ve hakikat aleminden haberi olan allah adamlarından yardım beklemeli, bunlardan imdad istemelidir. böylece, hak tealanın lütfuna kavuşarak, onun mukaddes tarafına çekilir. ona karşı baş kaldıramaz olur. islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulundukça, kendini tehlükede bilmelidir. bu ayrılıkların, uygunsuzlukların hepsini yok etmelidir. farisi tercemesi: kurtulurum sanma sakın, ey sa'di hoca! muhammed aleyhisselama uymadıkca. ehlüllah, ya'ni allah adamlarına karşı gelmekden çok sakınmalıdır. hele arada pirlik ve rehberlik bağı varsa ve ondan istifade yolu açılmış ise, onun ufak bir şeyini beğenmemek, öldürücü zehr olur. daha çok yazmağa lüzum yok sanırım. bu birkaç kelime de, aramızdaki muhabbet ve ihlas dolayısı ile yazıldı. sizi usandırmıyacağımızı sanırım. şununla da başınızı ağrıtayım ki, molla ömer ve şah hüseyn, temiz kimselerin çocuklarıdır. hizmetinizde bulunmak istiyorlar. hizmetcileriniz arasına girmeleri umulur. isma'il de bu dilekle hizmetinize gelmişdir. bineceği yok ise de, haline uygun bir iş bulacağı ümmidindedir. başınızı daha ağrıtmıyayım. vesselam, velikram. yetmişdokuzuncu mektub bu mektub, yine cebbari hana yazılmış olup, bu parlak dinin geçmiş dinlerin herbirini bir araya getirmiş olduğunu ve bu dine uymak, bütün dinlere uymak olacağını bildirmekdedir: allahü teala, muhammed aleyhisselamın getirdiği parlak dine uymak ve bu doğru yolda ilerlemek, böylece rızasına, sevgisine kavuşmak nasib eylesin! çünki, allahü teala, bütün ismlerinin ve sıfatlarının kemallerini, üstünlüklerini, en sevgili kulu ve resulü olan muhammed aleyhisselamda toplamışdır. bütün bu üstünlükler, kula yakışacak şeklde onda görünmekdedir. ona indirilmiş olan kitab, ya'ni kuranı kerim, bütün peygamberlere aleyhimüsselam indirilmiş olan kitabların hepsinin hulasasıdır. hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. bu büyük peygambere aleyhissalatü vesselam verilmiş olan din de, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. hak olan, doğru olan bu dinin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmışdır. ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmakdadır. mesela, meleklerden bir kısmına rükü' etmek emr olunmuşdur. birçoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyam, ya'ni ayakda ibadet etmeleri emr edilmişdir. bunun gibi, geçmiş ümmetlerden ba'zısına yalnız sabah namazı emr edilmişdi. başkalarına, başka vaktlerin namazı emr olunmuşdu. geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibadetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri, bu dinde emr olundu. bunun için, bu dini tasdik etmek, inanmak ve bu dinin emrlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdik etmek ve hepsine uymak olur. demek oluyor ki, bu dini tasdik edenler, ümmetlerin en hayrlısı, en iyileri olur. bu dine inanmıyan, beğenmiyen, buna uymak istemiyen de, geçmiş dinlerin hepsine inanmamış, hiçbirine uymamış olur. bunun gibi, insanların en üstünü, iyilerin seçilmişi olan muhammed aleyhisselama inanmıyan, o büyük peygambere dil uzatan bir kimse, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının kemallerine, üstünlüklerine inanmamış olur. resulullaha aleyhissalatü vesselam inanmak, onun üstünlüğünü anlamak da, bütün kemalleri anlamak ve inanmak olur. demek ki, bu yüce peygambere inanmıyan, onun getirdiği dini beğenmeyen kimse, ümmetlerin, insanların en kötüsü, en aşağısıdır. bunun içindir ki, tevbe suresinin doksansekizinciayetinde mealen, buyuruldu. farisi iki tercemesi: arabistanda doğan, muhammed aleyhisselam, dünya ve ahiretin efendisi odur heman! toprak altında kalsın, ezilsin, batsın her zeman, onun kapısında toz, toprak olmak istemiyen! bütün ni'metleri, iyilikleri gönderen allahü tealaya hamd olsun ki, sizin bu islamiyyeti ve onun sahibini sevdiğiniz, iyice inandığınız ve uygunsuz davranışlarınıza pişman olduğunuz görülmekdedir. allahü teala bu uyanıklığınızı artdırsın! amin. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu islamiyyete ve islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselamü vettehıyye güzel i'tikad ve güzel düşünce, güzel şeklde sizde görülmekde ve daima uygunsuz hareketlerinize pişman olmak elinize geçmekdedir. allahü teala daha çoğunu nasib eylesin. ikinci olarak şunu da rica edeyim ki, düacınızın bu mektubunu size getiren şeyh mustafa, kadi şüreyhin soyundandır. o temiz sülalenin çocukları bu memleketde saygı gören büyüklerden olmuşlardır. maddi bakımdan da rahat yaşamışlardır. adı geçen şeyh mustafanın maaşı yokdur. bu yüzden asker olmak yolundadır. senedler ve emrler de yanındadır. umulur ki, sizin vasıtanızla, bu sıkıntıdan kurtulup, cem'iyyete kavuşur. daha fazla yazıp başınızı ağrıtmıyayım. kendisini sadrı azama o şeklde ısmarlayınız ki, işi olsun ve tefrikadan kurtulup cem'iyyete ulaşsın. vesselam vel ikram. sekseninci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. yetmişüç fırka içinde, kurtulan bir fırkanın, ehli sünnet fırkası olduğunu bildirmekdedir: hak teala, muhammed mustafanın ala sahibihessalatü vesselam nurlu caddesinde yürümek nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. hadisi şerifde, müslimanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. bu yetmişüç fırkadan herbiri, islamiyyete uyduğunu iddi'a etmekdedir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemekdedir. mü'minun suresi, ellidördüncüve rum suresi otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alametini, işaretini, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle bildirmekdedir: . islamiyyetin sahibi kendini söyledikden sonra, eshabı kiramı da rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, benim yolum, eshabımın gitdiği yoldur. kurtuluş yolu, yalnız eshabımın gitdiği yoldur demekdir. nitekim nisa suresi, yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. resule ita'at, hak tealaya ita'at demekdir. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymamak, allahü tealaya isyandır. allahü tealaya ita'atin, resulüne ita'atden başka olduğunu sananlar için nazil olan, nisa suresinin, allahü tealanın yolu ile, resulünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. senin söylediklerinin ba'zısına inanırız, ba'zısına inanmayız diyorlar. ikisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. bunlar, elbette kafirdir mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayeti, bunların kafir olduklarını bildiriyor. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda gitmeyip de, peygambere aleyhissalatü vesselam uyduğunu söyliyen, yanılıyor. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymuş değil, isyan etmiş oluyor. böyle yol tutan, kıyametde kurtulamıyacakdır. mücadele suresinin, doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. biliniz ki, onlar yalancıdır, kafirdir mealindeki onsekizinci ayeti bu gibilerin halini gösteriyor. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda giden, hiç şübhe yok ki, ehli sünnet vel cema'at fırkasıdır. allahü teala, bu fırkanınyorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükafat versin! cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. çünki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına aleyhimürrıdvan dil uzatan, bunlara uymakdan, elbette mahrumdur.şi'iler, oniki kısmdır. her kısmı da kollara ayrılmışdır. ba'zısı abdestsiz, guslsüz gezer. namaz kılanları azdır. hepsinin i'tikadı, inanışı ehli sünnetden ayrıdır. alevi değildirler. , ehli beyti seven, onların yolunda giden kimse demekdir. imamı aliye ve bunun hazreti fatımadan olan çocuklarına denir. ehli beyti sevmek şerefini ehli sünnet kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde iman ile gitmenin alameti, işareti demişdir. o halde alevi, ehli sünnetdir. bunun için, alevi olmak isteyen kimsenin, ehli sünnet olması lazımdır. bugün, zındıklar ve müslimanlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubarek alevi ismini ehli sünnetden alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmağa, resulullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar. bu konuda, ve kitablarımızda geniş bilgi vardır. mu'tezili fırkası ise, sonradan meydana çıkmışdır. bunun kurucusu olan vasıl bin ata, haseni basrinin rahmetullahi aleyh talebesinden idi. iman ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, haseni basrinin yolundan ayrıldığı için, haseni basri, buna buyurdu ki, bizden ayrıldı demekdir. diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıkdı. eshabı kirama dil uzatmak, allahü tealanın peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem dil uzatmak olur. buyuruldu. çünki, onların kötülenmesi, sahiblerinin, efendilerinin sallallahü aleyhi ve sellem kötülenmesi olur. böyle yanlış i'tikada düşmekden, allahü tealaya sığınırız! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkan ahkamı bizlere getiren, eshabı kiramdır. onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden düşer. islamiyyeti bizlere getiren, eshabı kiram arasından belli kimseler değildir. bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. hepsi adaletde, doğrulukda, öğretmekde müsavidir. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan herhangi birine dil uzatılınca, dini islam kötülenmiş, söğülmüş olur. allahü teala, bu çirkin hale düşmekden hepimizi korusun! eshabı kirama söğen eğer, biz, yine eshabı kirama uyuyoruz. onların hepsine uymak, şart değildir. hatta mümkin değildir. çünki, sözleri birbirine uymıyor. yolları başka başkadır derse, bunlara deriz ki: eshabı kiramdan ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkar etmemek lazımdır. bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. çünki, mesela emir radıyallahü anh, diğer üç halifeyi büyük biliyor, hurmet ediyor ve uyulmağa layık olduklarını biliyordu. bunlara, seve seve bi'at etmiş, hilafetlerini kabul etmişdi. diğer üç halifeyi sevmedikçe, emire radıyallahü teala anhüm uyduğunu söylemek yalan olur, iftira olur. hatta, emiri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabul etmemek olur. allahü tealanın arslanı ali radıyallahü anh için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce, ahmakca söz olur. allahın arslanının, o kadar ilm ve kahramanlığı ile, tam otuz sene, üç halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini hangi akl kabul eder? en aşağı bir müsliman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. emiri radıyallahü anh bu kadar küçülten, aciz, hileci ve münafık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lazımdır. allah göstermesin, emirin radıyallahü anh böyle olduğunu, bir an kabul etsek bile, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem bu üç halifeyi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? haşa! bu, hiç olamaz. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem doğruyu bildirmesi vacibdir. idare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. ma'ide suresi, yetmişinci ayetinde mealen, ey kıymetli resulüm! rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! bunları, doğru bildirmezsen, peygamberlik vazifeni yapmamış olursun! allahü teala, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur buyuruldu. kafirler diyordu ki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, vahy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. bunun üzerine, bu ayeti kerime gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ahırete teşrif edinceye kadar, üç halifeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hata olamaz, yanlış yol olamaz. iman edilecek şeylerde eshabı kiramın hepsine uymak lazımdır. çünki, i'tikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. füru'da, ya'ni yapılacak işlerde ayrılma olabilir. eshabı kiramdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. çünki, hepsinin imanı, i'tikadı birdir. birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. tekrar söyliyelim ki, islamiyyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. onların herbiri adildir, doğrudur. herbirinin islamiyyetde bildirdiği birşey vardır. herbiri ayeti kerimeleri getirerek, kur'anı kerim toplanmışdır. bir kısmını beğenmiyen, islamiyyeti bildireni beğenmemiş olur. görülüyor ki, bu kimse, islamiyyetin hepsini yapmamış olur. böyle olan da, cehennemden kurtulabilir mi? bekara suresi, seksenbeşinci ayetinde mealen, kur'anı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmakdır. ahıretde de, en şiddetli azaba atılacaklardır buyuruldu. kur'anı kerimi osman radıyallahü anh topladı. hatta, ebu bekri sıddik ile ömerül faruk radıyallahü anhüma topladı. emirin radıyallahü anh topladığı kur'anı kerim, bundan başkadır. görülüyor ki, bu büyükleri kötülemek, kur'anı kerimi kötülemeğe kadar gidiyor. allahü teala, bütün müslimanları, böyle belaya düşmekden korusun! şi'i mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh toplamışdır. onun toplamış olduğu, bu kur'an için ne dersiniz? ona bir kusur bulmakda, hiç faide göremem. çünki, kur'anı kerime dil uzatılırsa, din yıkılır dedi. aklı olan kimse, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği gün, eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. halbuki o gün, eshabı kiramdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve ebu bekri sıddikı radıyallahü anhüm halife yapdı. otuzüçbin sahabinin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdu. emirin radıyallahü anh önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. kendisi de böymektubat tercemesi: le olduğunu bildirmiş ve konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. yoksa, iyi biliyorum ki, ebu bekr radıyallahü anh hepimizden üstündür buyurmuşdu. kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. ya'ni, o zeman, ehli beytin arasında idi. onları teselli ediyordu. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala aleyhim ecma'in arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. çünki onların mubarek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. emmarelikden kurtulmuş, itminana kavuşmuşdu. onların bütün istekleri, islamiyyete uymakdı. ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. doğruyu meydana çıkarmak içindi. yanılanlarına da, allahü teala bir derece sevab verecekdir. doğru olanlara, en az iki derece vardır. o büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. herbiri için hep iyi söylemeliyiz. ehli sünnetin en büyük alimlerinden imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyurdu ki, allahü teala, ellerimizi, o kanlara bulaşdırmadı. biz de dillerimizi bulaşdırmayalım. yine buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, eshabı kiram aleyhimürrıdvan çok düşündü. yer yüzünde ebu bekri sıddikdan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yapdılar. onun emrine girdiler. imamı şafi'inin bu sözü de, hazreti alinin radıyallahü anh hiç ikiyüzlü olmadığını ve ebu bekri sıddikı seve seve halife yapdığını göstermekdedir. meyan şeyh ebülhayrin oğlu, meyan seyyid, büyük zatların evladıdır. dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuşdur. yardım ve iltifatınıza kavuşacağı umulur. mevlana muhammed arif de, ilm talebesi olup, büyükler soyundandır. babası öldü. hoca idi. maaşını almak için yanınıza geldi. kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. vesselam, vel ikram!üç halifeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimanlıkdan büsbütün ayrıldıklarını, hatta islamiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek için, islam alimleri pekçok kitab yazmışdır. bunlardan birkaçının ismi ve yazarı aşağıda bildirilmişdir. alevi olduklarını söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitabları dikkat ile okuyarak, ehli sünnet ile bunların arasındaki ayrılıkları incelemelerini ve akl, vicdan ve insaf ile, doğru yolu seçmelerini ve bölücü cahillerin yalanlarına, iftiralarına aldanmamalarını, kurtuluş, selamet yoluna sarılarak, din ve dünya se'adetine kavuşmalarını, din kardeşliği ve insanlık namına, allahü tealadan düa ederiz. islam alimlerinin müslimanlara nasihat vermek için, yazmış oldukları kitablardan, elimize geçen birkaçı şunlardır: kitabını fadl bin ruzbehan yazmışdır. şi'i fırkasından, ibnülmutahhirin kitabını red etmekde, yanlışlarını vesikalarla çürütmekdedir. kitabı de isfehanda yazmışdır. kitabıdır. farisidir. mirza ahmed bin abdürrahimi hindi yazmışdır. şi'ileri anlatmakdadır. de vefat etmişdir. kitabını, mirza mahdum yazmışdır. kitabını, seyyid muhammed bin abdürresul berzenci yazmışdır. de denizde boğuldu. kitabı, nevakıd kitabının kısaltılmışıdır. muhammed bin abdürresuli berzenci kısaltmışdır. kitabını, şeyh ali bin ahmed hiti de istanbulda yazmışdır. kitabını şihabüddin seyyid mahmud bin abdüllah alusi yazmışdır. bağdadda şafi'i alimi idi. de vefat etdi. kitabını da alusi yazmışdır. hayderi de, böyle bir kitab yazmışdır. kitabını da şihabüddin alusi yazmışdır. kitabını, muhammed emin bin ali bağdadi yazmışdır. ibni ebihadidin iftiralarını cevablandırmakdadır. kitabını, ali bin muhammed süveydi bağdadi yazmışdır. şafi'i olup, de, şamda vefat etmişdir. kitabını, abdüllah bin muhammed bituşi yazmışdır. şafi'i, bağdadi olup, de basrada vefat etdi. kitabını, şah abdül'azizi dehlevi, farisi olarak yazmışdır. de vefat etmişdir. arabiye tercemesi, şükri alusi tarafından kısaltılarak, ismi ile, bağdadda veda istanbulda basılmışdır. kitabını, mahmud şükri alusi yazmışdır. de kahirede basılmışdır. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, çok kuvvetli delillerle açıklamakdadır. kitabını, abdüllahi süveydi, arabi olarak yazmışdır. arabi kitabı ile birlikde, de istanbulda basılmışdır. şihristaninin rahmetullahi teala aleyh kitabında ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde, şi'ilik uzun anlatılmakda ve cevabları verilmekdedir. türkçe kitabı, şi'ilere cevab vermekdedir. yenikapı mevlevihanesi şeyhi, osman efendi tarafından yazılmış, de istanbulda basılmışdır. ile birlikde, latin harfleri ile, istanbulda basılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin rahmetullahi teala aleyh kitabı farisi olup, türkçesi istanbulda basılmışdır. büyük alim, ibni haceri heytemi rahmetullahi teala aleyh, kitabında, şi'ilerin yanıldıklarını ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbat etmekdedir. yine ibni hacerin kitabında, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatılamıyacağını, çok güzel isbat etmekdedir. ibni teymiyye kitabında, şi'i alimlerinden ibnil mutahhirin kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir. yine ibni teymiyye, kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır. tercemesinde ve türkçe da, eshabı kiramın şanları bildirilmekdedir. seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi teala aleyh türkçe risalesi istanbulda basdırılmış olup, çok faidelidir. kitabı, yılında karakaşzade ömer bin muhammed bursavi halveti tarafından yazılmış olup, şi'ilere ve hurufilere cevab vermekdedir. da istanbulda basılmışdır. de edirnede vefat etdi. kitabı, türkçe olup, eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. seyyid eyyub bin sıddik ürmevi yazmışdır. muhtelif zemanlarda basılmışdır. ve istanbul baskıları çok güzeldir. istanbulda çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, ve kitablarında, şi'ilik açıklanmakda, islam alimlerinin bunlara verdikleri nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır. tenasüha inananların ve allah insana hulul etdi diyenlerin, kafir oldukları ve kitablarında yazılıdır. yusüf nebhani, kitabının son kısmlarında, şi'ilere vesikalarla cevab vermekdedir. seyyid ahmed dahlan rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ileri red etmekdedir. bu kitabı, süveydinin si sonunda basılmışdır. şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ilere kuvvetli vesikalarla cevab vermekde, hazreti mu'aviyeyi övmekdedir. bu kitab farisi olup, urdu diline tercemesi ile birlikde, de pakistanda basılmışdır. iki cilddir. seksenbirinci mektub bu mektub, lala beğe yazılmışdır. müslimanlığı yaymak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, bizim ve sizin islamın şerefini anlamamızı ve onu korumak için çalışmamızı artdırsın! yüz seneye yakın bir zemandan beri islamiyyet yardımcısız kaldı. öyle oldu ki, kafirler, müsliman memleketlerinde, yalnız dinsizliklerini, kötülüklerini yapmakla kalmıyorlar; müslimanlığı büsbütün yok etmek istiyorlar. müslimanların ve müslimanlığın izini, adını bile bırakmamak için kıyasıya uğraşıyorlar. işi oraya kadar götürdüler ki, bir müsliman, islamiyyetin emrlerinden birini açıkça yapmağa, hatta söylemeğe kalksa, öldürüyorlar. mesela: kurban bayramında, hindistanda müslimanlar inek kurban ederler. kafirler, müslimanlara vermeğe belki razı olurlar. fekat, inek kesilmesine hiç razı olmazlar. yeni hükümetin ilk zemanlarında müslimanlık yayılırsa ve müslimanlara kıymet verilirse, sonu iyi olur. fekat, allah göstermesin böyle olmazsa, müslimanların işi çok güç olur. ! ya'ni imdadımıza yetiş ya rabbi! bize yardım et ya rabbi! müslimanlara yardımcı ol ya rabbi! bakalım, hangi mes'ud, tali'li kimse, islamiyyete yardım etmekle şereflenecek? bu şerefi bakalım hangi kahraman kazanacak. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine ihsan eder. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin en üstününe uymak şerefinden ayırmasın aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! vesselam. seksenikinci mektub bu mektub, iskender hanı lodiye yazılmışdır. masivayı unutmadıkca, kalbin selamet bulamayacağı bildirilmekdedir: hak teala, hep kendisi ile bulundursun. kendisinden başkası ile olmağa bırakmasın. mi'rac gecesi, gözü allahü tealadan hiç ayrılmayan, insanların en üstünü hurmetine, bu düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat! bize ve size herşeyden önce lazım olan şey, kalbi allahü tealadan başka şeylerin hepsinden kurtarmakdır. kalbin bu selamete kavuşabilmesi için, hak tealadan başka hiçbir şeyin kalbden geçmemesi lazımdır. kalbden hiçbirşeyin geçmemesi için de, masivayı ya'ni allahü tealadan başka herşeyi unutmak lazımdır. bunları unutmağa denir. bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki, . iş, bu dereceye varmadıkca, kalb selamet bulamaz. bugün, bu ni'mete kavuşan kimse, anka kuşu gibidir. ya'ni yokdur. hatta buna inanacak kimse de, kalmamışdır. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara ni'metler afiyet olsun. zevallı fakir aşık, birkaç damla ile doysun. daha çok ne yazayım? önceniz ve sonunuz selamet olsun! seksenüçüncü mektub bu mektub, behadır hana yazılmışdır. zahiri ve batını toparlamakla beraber, islamiyyetin zahirine ve hakikatine yapışmağı bildirmekdedir: hak teala, dağınık şeylere olan bağlılıklardan kurtarsın. mukaddes olan kendisine tam bağlanmakla şereflendirsin. bu düamızı peygamberlerin efendisi hürmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! farisi tercemesi: herne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! insanın zahirini, parlak olan islamiyyetin zahiri ile süslemesi ve batınını da hep hak teala ile bulundurması, çok güç bir işdir. acaba hangi tali'li bir kimseyi bu iki ni'metle şereflendirirler? bugün, bu iki ni'mete birlikde kavuşmak, hatta yalnız islamiyyetin zahirine uymak elegeçmez bir hazine gibi olmuşdur. kibriti ahmerden, daha kıymetlidir. hak teala, sonsuz olan merhameti ile, geçmişlerin ve geleceklerin en üstününe uymakla zahirimizi ve batınımızı şereflendirsin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat! sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor. onların firakından, kemiklerimin ilikleri yanıyor. seksendördüncü mektub bu mektub, seyyid ahmedi kadiriye yazılmışdır. islamiyyetin ve hakikatin başka başka olmadıklarını ve hakkulyakine kavuşmanın alametlerini bildirmekdedir: hak teala, islamiyyet caddesinde ilerlememizi nasib eylesin. bütün gücümüzle onun mukaddes zatına çevrilmemizi ve bizi bizden almasını ve ondan başka herşeyden büsbütün yüz çevirmemizi ihsan eylesin. mi'rac gecesi, ondan gözü hiç kaymayan, insanların en üstünü hurmetine, bu düamızı kabul buyursun aleyhi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! amin. farisi mısra' tercemesi: ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı! her ne kadar dostdan söylenilen şeylerin hiçbiri, onun sözü değilse de, o sözün, herhangi bir bakımdan o mukaddes sevgili ile bir bağlılığı vardır. bu bağlılığı da ni'met sayarak, bu yolda çabalamak ve birşeyler söylemek tatlı olmakdadır. islamiyyet ve hakikat birbirinden başka değildirler. ayrılıkları yalnız, birinde bilgilerin topluca ve ötekinde geniş, açık olmalarında ve düşünce yolu, keşf yolu ile hasıl olmalarında ve görmeden, anlamadan, görerek inanılmalarında ve uğraşarak ibadet etmek yerine kendiliğinden ibadete sarılmakdadır. parlak olan islamiyyetin bildirdiği bilgiler ve hükmler, hakkulyakine kavuşdukdan sonra, hiç değişiklik olmadan, keşf yolu ile geniş olarak anlaşılmakdadır. görmeden inanılan şeyler, hiç değişiklik olmadan kalb gözü ile görülür. sevab kazanmak, ibadet yapmak için uğraşmak, didinmek arzusu, ortadan kalkar. makamına kavuşmanın alameti, o makamdaki bilgilerin ve ma'rifetlerin, islamiyyetin bildirdiklerine tam uygun olmasıdır. kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, hakikate kavuşulmadığı anlaşılır. tarikat büyüklerinden herhangi birinin bilgisinde ve işinde islamiyyete bir uygunsuzluk bulunması, sekrden, şü'ursuzlukdan ileri gelir. sekr, yolda ilerlerken hasıl olmakdadır. tesavvuf yolunun sonuna kavuşanlar, hep sahv, şü'ur, uyanıklık halindedirler. onlar vakte değil, vakt onlara uymakdadır. hal ve makam, onların yüksek derecelerine uymuşdur. farisi tercemesi: sfi denince, ibnül vakt anlaşılır. fekat sfi, vakti ve hali aşmışdır. görülüyor ki, islamiyyete uygunsuzluk hakikate kavuşulamamış olduğunu gösterir. tesavvuf büyüklerinden birkaçı, islamiyyet, hakikatin kabuğudur, hakikat, islamiyyetin özüdür, demişdir. böyle sözler, her ne kadar, söz sahibinin doğru yoldan ayrıldığını göstermekde ise de, belki bu sözle, kısa ve toplu olan şey, açık ve geniş olan şeyin kabuğu gibidir ve düşünerek anlamak, kalb gözü ile görmek yanında, özün kabuğu gibidir demek istemişlerdir. fekat, halleri doğru olan büyükler, böyle lastikli kelimeleri söylemekden kaçınmışlar, kısa ile uzun ve düşünce ile keşf kelimelerinden başka birşey söylememişlerdir. bir kimse, hace nakşibend kaddesallahü teala esrarehül akdes hazretlerinden sordu ki, . cevab olarak buyurdu ki, . allahü teala, bilgilerimizi ve işlerimizi islamiyyete uygun eylesin salevatullahi teala ve selamühü ala sahibiha! ayrıca başınızı ağrıtalım: düacınızın mektubunu getiren meyan şeyh mustafa şüreyhi, kadi şüreyh rahmetullahi aleyh hazretlerinin soyundandır. dedeleri hep büyük insanlar idi. geçim için yardımcı olan vazifeleri ve gelirleri çokdu. kendisi şimdi geçim sıkıntısındadır. senedlerini, fermanlarını ya'ni iyi hal kağıdlarını yanına alarak asker olmak için gelmişdir. yakınlık göstermenizi, ihsan ederek, rahata kavuşmasına, sıkıntıdan kurtulmasına sebeb olmanızı dilerim. başınızı daha çok ağrıtmayayım. seksenbeşinci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. salih işleri yapmak ve namazları cema'at ile kılmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizi, beğendiği işleri yapmağa kavuşdursun! insana önce i'tikadını, imanını düzeltmek lazımdır. bundan sonra, salih, yarar işleri yapmak lazımdır. ibadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı allahü tealaya en çok yaklaşdıran yarar şey, namazdır. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam, namaz dinin direğidir. namaz kılan kimse, dinini kuvvetlendirir. namaz kılmayan, elbette dinini yıkar buyurdu. namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin kötü şeyler yapmakdan korunmuş olur. ankebut suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. insanı kötülüklerden uzaklaşdırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. görünüşde namazdır. bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır. büyüklerimiz rahmetullahi aleyhim ecma'in, buyurdu. sonsuz ihsan sahibi olan rabbimiz, görünüşü hakikat olarak kabul edebilir. böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. bu sözü din düşmanları çıkarmışdır. böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. bu inceliği iyi anlamalıdır. namazları cema'at ile ve huşu' ve hudu' ile kılmalıdır. çünki, insanı dünyada ve ahıretde felaketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. mü'minun suresi başındaki ayeti kerimede mealen, mü'minler herhalde kurtulacakdır. onlar, namazlarını huşu' ile kılanlardır buyuruldu. köyde, yolda namaz kılmak için, kıbleyi bulmak lazımdır. kıble cihetini öğrenmek için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir. yahud bir ipin ucuna anahtar veya taş bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş tarafında olan ucu, kıble ciheti olur. tehlüke, korku bulunan yerde yapılan ibadetin kıymeti kat kat daha çok olur. düşman saldırdığı zeman, askerin ufak bir iş görmesi, pekçok kıymetli olur. gençlerin ibadet etmeleri de, bunun için daha kıymetlidir. çünki, nefslerinin kötü isteklerini kırmakda ve ibadet etmek istememesine karşı gelmekdedirler. eshabı kehf, bir hicret yaparak din düşmanları arasından çıkdıkları için şerefli oldular. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat bir hadisi şerifde, buyurdu. görülüyor ki, din düşmanlarının güçlük çıkarması, ibadetlerin şerefini artdırmakda, sevabı katkat çoğalmakdadır. zarar yapmak istemeleri, müslimanlar için faideli olmakdadır. daha ne yazayım? oğlumuz şeyh behaeddin, allah adamları ile görüşmekden sıkılıyor. zenginlerle, dünyaya düşkün olanlarla bulunmak istiyor. onlarla düşüp kalkmanın, insanı felakete götüreceğini anlıyamıyor. onların yağlı, tatlı yemeklerinin zehr gibi gönlü öldüreceğini, ahlakı bozacağını düşünemiyor. aman, aman kötü arkadaşlardan kaçınız! insanın dinine, imanına saldıran tatlı dilli, güler yüzlü korkunç düşmanlara aldanmamak için, çok uyanık olunuz. sahih olan hadisi şerifde ala masdarihessalatü vesselam, buyuruldu. mal için, mevkı' kazanmak için, islam düşmanlarına eğilenlere, dinlerinden, ibadetlerinden vaz geçenlere yazıklar olsun! sonsuz ni'metleri, se'adetleri, birkaç günlük eğlence için elden kaçırıyorlar. seksenaltıncı mektub bu mektub, perkene şehrindeki hakimlerden birisine yazılmışdır. kalbi, allahü tealadan başka şeylerin sevgisinden kurtarmağı bildirmekdedir: hak teala, aşırı ve gerici olmakdan kurtarıp orta yolda bulundursun! bu düamızı, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha kabul buyursun! bize ve size önce lazım olan şey, kalbimizi allahü tealadan başka şeylere bağlı olmakdan kurtarmakdır. kalbin bu selamete kavuşması için, allahü tealadan başka hiçbirşeyi kalbe getirmemek lazımdır. kalb, allahü tealadan başka şeyleri öyle unutmalıdır ki, eğer bir kimse, bin sene yaşamış olsa, kalbine hiçbirşey gelmemelidir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! buluşduğumuz zeman, bu fakiri okşıyarak, bir işiniz olursa bize yazınız buyurmuşdunuz. bunun için, başınızı ağrıtıyorum. şeyh abdüllahi sofi, iyi insanlardandır. ihtiyaclarını karşılamak için borca girmişdir. alacaklılarından yakasını kurtarabilmesi için yardımcı olmanızı dilerim. vesselam. seksenyedinci mektub bu mektub, pehlivan mahmuda yazılmışdır. allahü tealanın sevdikleri tarafından bir kimsenin kabul olunmasının büyük se'adet olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin ve islamiyyetin doğru caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! kıymetli arkadaşlarımıza birinci müjdem, meyan şeyh müzemmilin oraya gelmesini bildirmekdir. onun sohbetinin kıymetini ve faidelerini nasıl anlatayım? allahü tealanın sevdiklerinin, bir kimseyi kabul etmesi, ne büyük se'adetdir. hele onu severler ve yanlarına çekerlerse, dünya ve ahıret se'adetine kavuşmuş olur. o büyüklerin yanında bulunanlar, kötülüklerden temizlenir. sözün kısası, onun sohbetini büyük ni'met biliniz. sohbetin edeblerini titizlikle gözetiniz ki, faidelenebilesiniz. daha ne yazayım? evveliniz ve sonunuz selamet olsun! seksensekizinci mektub bu mektub, yine pehlivan mahmuda yazılmışdır. bir kimsenin, saçını, sakalını iman ile ve ibadet ile ağartmasının büyük ni'met olduğu ve gençlikde korku, ihtiyarlıkda merhamete sığınmak lazım olduğu bildirilmekdedir: hak teala, her an kendisi ile bulundursun. bir kimsenin saçının, sakalının siyahlığını, iman ile ve ibadetler ile ağartması ne büyük ni'metdir. resulullah aleyhissalatü vesselam hadisi şerifde, buyurdu. allahü tealanın sonsuz merhametini düşününüz. günahları afv edeceğine güveniniz! gençlikde, allahü tealanın kahrından, azabından korkmak, titremek lazımdır. ihtiyarlıkda afvına, merhametine sığınmalıdır. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! afeti gamdan aceb, dünyada kim azadedir? herkesin bir derdi var, madem ki, ademzadedir. bir humayı zevki bin sayyadı gam ta'kib eder, böyle bir mevhuma bilmem, halk neden üftadedir? seksendokuzuncu mektub bu mektub, mirza ali can için yazılmışdır. ölüm için sabr dilemekdedir: hak teala, hepimizi islamiyyetin doğru caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! enbiya suresi otuzbeşinci ve ankebut suresi elliyedinci ayetlerinde mealen, buyuruldu. bunun için, her insan ölecekdir. ölümden kurtuluş yokdur. hadisi şerifde, buyuruldu. dostu dosta ölümle kavuşduruyorlar. bunun için, allahü tealanın aşıkları, ölümü düşünerek teselli buluyor, üzüntüleri azalıyor. ankebut suresinin beşinci ayetinde mealen, allahü tealaya kavuşmak istiyenler! biliniz ki, allahü tealaya kavuşmak zemanı herhalde gelecekdir buyuruldu. evet, biz geride kalanlar ve nefse esir olanlar ve allahü tealanın rızasına kavuşmuş olanların ve dünyaya düşkün olmakdan kurtulanların sohbetlerinden mahrum kalanlar, zararda ve başı yerdeyiz. ni'metlerini size saçan merhume valideniz, günümüzün en kıymetli varlığı idi. onun size olan ihsanlarına karşı, şimdi sizin de ona ihsan etmeniz lazımdır. düa ederek ve sadaka vererek her an yardımına koşunuz! hadisi şerifde, buyuruldu. bundan başka, onların ölümünü görerek, kendi ölümünü de düşünmeli. bütün varlığı ile, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmağa sarılmalıdır. dünya hayatının insanı aldatmakdan başka birşey olmadığını düşünmelidir. dünya kazançlarının allahü tealanın yanında az bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kafirlere ondan kıl ucu kadar vermezdi. allahü teala, bizi ve sizi, kendisinden başka herşeyden yüz çevirmekle ni'metlendirsin! yalnız kendisine bağlanmakla şereflendirsin! bu düamızı, peygamberlerin efendisi hurmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! vesselam, vel ikram. kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime. titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! doksanıncı mektub bu mektub, hace kasıma yazılmışdır. bütün varlığımızla allahü tealaya dönmek lazım olduğu ve bu ni'mete kavuşmak için, ebu bekri sıddikın yoluna sarılmak icab etdiği bildirilmekdedir: hak teala, bu alçak dünyayı gözünüze aşağı ve değersiz göstersin. kalb aynanızı, ahıretin güzel cemali ile süslesin! bu düamızı, mi'rac gecesi, kendisinden gözü hiç ayrılmayan, tertemiz peygamberi hurmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! okşayıcı, kıymetli mektubunuz ve yüksek değerli hediyyeleriniz geldi. lutf eylemişsiniz. allahü teala, hayrlı karşılıklarını ihsan eylesin! sevenlerimize ve iyi gözle bakanlarımıza nasihatimiz şudur: bütün varlığımızla allahü tealanın mukaddes zatına dönmeliyiz! ondan başka herşeyden yüz çevirmeliyiz! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! bugün, bu büyük ni'mete kavuşmak için ebu bekri sıddikın yoluna inanmak ve bağlanmak lazımdır. bu yolda bulunan büyüklerin rahmetullahi aleyhim ecma'in bir sohbeti ile kavuşulan şeyler, sıkı riyazetlerle ve ağır mücahedelerle ele geçemez. nefsin istediklerini yapmamak, haramlardan, mekruhlardan sakınmakdır. , nefse ağır gelen, onun istemediği şeyleri yapmak, farzları, sünnetleri, müstehabları işlemek demekdir. bu büyüklerin yolunda, sonda kavuşulan ni'metler, başlangıçda yerleşdirilmişdir. sona varanların kavuşduklarını, daha ilk sohbetde ihsan ederler. bu büyüklerin yolu, eshabı kiramın yoludur. eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, insanların en üstününün, daha birinci sohbetinde aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat öyle ni'metlere kavuşdular ki, ümmetin evliyası, bunlara en sonda belki kavuşabilir. işte bu, nihayetin bidayete yerleşdirilmesidir. öyle ise, bu büyükleri can ile, gönül ile seviniz! çünki, bütün se'adetlerin temeli, sebebi bu sevgidir. allahü teala, size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selamet versin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! doksanbirinci mektub bu mektub, şeyh kebire yazılmışdır. i'tikadı düzeltmek ve salih, yarar işler yapmak, mukaddes aleme uçabilmek için iki kanat gibidir. islamiyyete yapışmak ve hakikat hallerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi için olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi sünneti seniyyeye uymakla şereflendirsin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! müslimanların birinci vazifesi, i'tikadı düzeltmekdir. ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanmakdır. çünki, cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan bir fırka bunlardır. ikinci olarak, lazım olan şey, fıkh bilgilerini öğrenmek ve herşeyi bu bilgiye göre yapmakdır. iki kanat gibi olan bu i'tikad ve amel elde edildikden sonra, mukaddes aleme uçmalıdır. demek aybdan, çirkin, kötü şeylerden uzak, temiz demekdir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! islamiyyetin emrlerini yapmak ve tarikatin ve hakikatin hallerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi ya'ni küfrden temizlenmesi ve kalbin tasfiyesi ya'ni günahlardan temizlenmesi içindir. nefs temizlenmedikçe ve kalb selamet bulmadıkça, hakiki iman hasıl olmaz. felaketlerden, azablardan kurtulmak için, hakiki imana kavuşmak lazımdır. kalbin selameti için, allahü tealadan başka hiçbirşeyin kalbe gelmemesi lazımdır. bin sene yaşamış olsa, kalbe hiçbirşey gelmemelidir. çünki, bu zeman kalb, allahü tealadan başka herşeyi büsbütün unutmuşdur. eğer, birşeyi hatırlamak için uğraşsa, hatırlayamaz. bu hale denilmişdir. bu yolun basamaklarından birincisi, fena basamağıdır. fena makamına kavuşulmadıkca, hiçbir şey elde edilemez. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! doksanikinci mektub bu mektub, yine şeyh kebire yazılmışdır. kalbin itminana kavuşması, ancak zikr ile olur. incelemekle, düşünmekle olmıyacağı bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi muhammed aleyhisselamın dinine uygun olan işler yapmağa kavuşdursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! ra'd suresinin otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. kalbi itminana kavuşduran tek yol vardır. bu tek yol, allahü tealayı zikr etmekdir. akl ile incelemekle ve düşünmekle kalb itminana kavuşamaz. farisi iki tercemesi: herşeyi akl ile çözmek istiyen kişi, tahta ayak takmış bacaksızlara benzer. kısa aklına uydurmak ister her işi, dün yapdığını, bugün değişdirmek ister. çünki, zikr ederken, o mukaddes zat ile bir bağlılık hasıl olur, her ne kadar, onunla hiçbir bağlılık kurulamaz. ayaklar altındaki toprak nerede, herşeyin sahibi olan nerede? fekat hatırlayan ile, hatırlanan arasında az bir bağlantı hasıl olur. bu bağlılıkdan da, sevgi doğar. zikr edenin kalbini sevgi kaplayınca, kalbde itminan hasıl olur. kalbde itminan hasıl olması, insanı sonsuz se'adetlere kavuşdurur. farisi tercemesi: zikr et zikr, bedende iken canın, kalb temizliği, zikriledir rahmanın. evveliniz ve sonunuz selametde olsun! doksanüçüncü mektub bu mektub, iskender hani lodiye yazılmışdır. her an allahü tealayı zikr etmek lazım olduğu bildirilmekdedir: beş vakt namazı cema'at ile kıldıkdan ve bunların sünnetlerini de kıldıkdan sonra, bütün vaktlerinde allahü tealayı zikr etmek, hatırlamak lazımdır. kalbde başka hiçbirşeye yer vermemelidir. yirken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikr yapmalıdır. zikrin nasıl yapılacağını öğrenmiş idiniz. öğrendiğiniz gibi yapınız! zikr yapmakda gevşeklik duyarsanız, kalbinizin niçin dağıldığını araşdırınız! bundan sonra, kalbi toparlamağa çalışınız! boyun bükerek ve ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için, allahü tealaya yalvarınız. şeyhi, ya'ni zikr etmesini size öğreten kimseyi, araya koyunuz! her güçlüğü, her sıkıntıyı gideren, ancak allahü tealadır. doksandördüncü mektub bu mektub, hızır hanı lodiye yazılmışdır. herkese i'tikadı düzeltmek ve amel etmek lazım olduğu, hakikat alemine bu iki kanat ile uçulabileceği bildirilmekdedir: hak teala hazretleri, muhammed mustafanın dini caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! herkese önce lazım olan şey, ehli sünnet velcema'at alimlerinin anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i'tikadı düzeltmekdir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırka, bu alimlerin fırkasıdır. imanı düzeltdikden sonra, farzları, sünnetleri, vacibleri, müstehabları ve haramı, halali, mekruhu ve müştebehi, ya'ni şübheli olan şeyleri öğrenmek ve bu fıkh bilgilerine göre hareket etmek lazımdır. bu i'tikad ve amel iki kanadına kavuşunca, eğer allahü teala yardım eder, izn verirse, hakikat alemine uçulabilir. bu iki kanat elde edilmeksizin, hakikat alemine uçulamaz. farisi tercemesi: kurtulurum sanma, ey sa'di hoca, muhammed aleyhisselama uymadıkca! allahü teala, bizi ve sizi o yüce peygambere uymak ile şereflendirsin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! doksanbeşinci mektub bu mektub, seyyid ahmedi necvareye yazılmışdır. insan herşeyi kendinde toplamışdır. insanın kalbi de böyle yaratılmışdır. tesavvuf büyüklerinden birkaçının sekr halinde iken, kalbin genişliğini bildiren sözlerine islamiyyete uygun ma'na vermek lazım olduğu bildirilmekdedir: her insan, bir toplulukdur. varlıkda bulunan herşey insanda da vardır. bu imkan aleminde bulunan herşeyin kendisi, vücub aleminde bulunanların ise, suretleri, benzerleri insanda bulunur. hadisi şerifdir. demek ki, vücub mertebesinde ya'ni, allahü tealada ve sıfatlarında bulunanların, insanda birer sureti, birer benzeri vardır. insanın kalbi de, böyle bir toplulukdur. insanda bulunan herşey kalbde de vardır. bunun için, insanın kalbine hakikati cami' denir. tesavvuf büyüklerinden birçoğu, herşeyin kalbde bulunduğunu görünce, kalbin genişliğini bildirmek için, demişlerdir. çünki, bütün maddeler ve gökler ve arş ve kürsi kalbde bulunmakdadır. mekanlı ve mekansız, maddeli ve maddesiz herşey kalbde bulunmakdadır. kalbde, mekansız, maddesiz, herşey bulunduğuna göre, arşın ve arş içinde bulunanların kalbdeki yeri ne kadarcık olabilir? çünki, arş çok büyük ise de, maddeden yapılmışdır ve mahlukdur. mekanı olan ya'ni maddeden yapılmış olan birşey ne kadar geniş olursa olsun, mekansız olanın yanında çok küçük kalır. tesavvuf büyüklerinden sahv sahibi olanlar, ya'ni sekrden kurtulmuş olanlar kaddesallahü teala esrarehüm böyle sözlerin, sekr sözü olduğunu bildirmişlerdir. sekr halinde olanlar, bir şeyin kendisi ile görünüşünü birbirinden ayıramaz. görünüşünü kendisi sanır. arş, tam zuhura kavuşmakdadır. kalbe yerleşmez. kalbde yerleşen, arşın kendisi değildir. örneğidir, görüntüsüdür. bu örneğin, kalbden çok küçük olacağı meydanda bir şeydir. çünki kalbde böyle sayısız örnekler vardır. gök, başka şeyler gibi aynada görününce, ayna gökden daha genişdir denilemez. evet, aynadaki gökün görüntüsü aynadan küçükdür. fekat bundan, gökün kendisinin de aynadan küçük olması lazım gelmez. bunu başka bir misal ile de açıklıyalım: insanda toprak maddeleri vardır. bunun için insan yer yüzünden daha büyükdür denilemez. hatta yer küresi yanında, insanın büyüklüğü, hiç denecek kadar küçükdür. birşeyin nümunesini, örneğini, o şeyin kendisi sanmak, bu yanlışlığa yol açmakdadır. tesavvuf büyüklerinden birkaçının rahmetullahi aleyhim ecma'in sekr halinde iken söyledikleri başka sözler de böyledir. sözleri gibi. muhammed aleyhisselamda, imkanın ya'ni mahlukların kendileri ile vücubün ya'ni allahü tealanın ve sıfatlarının suretlerini, örneklerini bir arada görüyorlar. böylece, muhammed aleyhisselamda, allahü tealada bulunandan daha çok şey bulunuyor sanıyorlar. burada da, birşeyin örneğini kendisi sanarak, yanılıyorlar. muhammed aleyhisselamda bulunan şey, vücub mertebesinin kendisi değildir, örneğidir. allahü teala, hakiki vacib ülvücuddur. vücub mertebesinin kendisi ile örneğini birbiri ile karışdırmasalardı böyle şey söylemezlerdi. işin doğrusu, onların sekr, şü'ursuzluk halinde iken söyledikleri gibi değildir. muhammed aleyhissalatü vesselam sınırlı, küçük bir kuldur. allahü teala ise, sınırsızdır, sonsuzdur. sekr halinde olan şeyler, vilayet makamlarında bulunmakdadır. sahv halinde olan şeyler ise, nübüvvet, peygamberlik makamındadır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yolunda gidenlerin büyükleri, onlara tam uydukları için, o makamın, onların makamının sahvından pay alırlar. bistamiyye denilen büyükler, sekrin sahvdan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. bunun için, şeyh bayezidi bistami kuddise sirruh, dedi. kendi bayrağı vilayet bayrağıdır. muhammed aleyhisselamın bayrağı nübüvvet bayrağıdır. vilayet bayrağında sekr olduğu için ve peygamberlik bayrağında sahv olduğu için, onu bundan üstün tutmuşdur. birçokları da, dedi. velilerin rahimehümullah allahü tealadan yana olduğunu, peygamberlerin aleyhimüssalevat ise, insanlardan yana olduğunu gördüler. hakka karşı olanın, insanlara karşı olanlardan daha üstün olacağı meydandadır. birkaçı da, bu sözü çevirerek, dedi. bu fakire göre, bu sözlerin hepsi, doğru olmakdan çok uzakdır. çünki peygamberler yalnız insanlardan yana değildir. hem insanlardan, hem de, hakdan yanadırlar. batınları ya'ni kalbleri, ruhları hak iledir. zahirleri, halk iledir. hep ve yalnız halk ile olanlar, allahü tealadan yüz çevirmiş olan gafillerdir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, bütün varlıkların en üstünleridir. ni'metlerin en üstünü bunlara verilmişdir. vilayet, nübüvvetin bir parçasıdır. nübüvvet, bütündür. bunun için nübüvvet, her vilayetden daha üstündür. ister peygamberin vilayeti olsun, ister velinin vilayeti olsun! bundan dolayı da, sahv sekrden daha üstün, daha kıymetlidir. vilayet nübüvvetin içinde bulunduğu gibi, sekr de sahvın içindedir. onun bir parçasıdır. cahil kimselerde bulunan sekrsiz sahv, sözümüzün dışındadır. öyle sahvın üstün olduğunu söylemek, saçmalamak olur. içinde sekr bulunan sahvın sekrden daha üstün olduğu meydandadır. islamiyyet bilgilerinin hepsi, nübüvvet mertebesinden çıkmış oldukları için, başdan başa sahvdırlar. bunlara uymıyan bilgiler, nasıl olursa olsunlar, sekrden hasıl olmuşlardır. sekr sahibleri ma'zurdurlar. ya'ni sorguya çekilmez, azab edilmezler. fekat, yalnız sahv bilgileri taklid olunur. sahv bilgilerine uyanlar kurtulur. sekr bilgilerine uyulmaz. bunlara uyanlar, ma'zur olmaz. sorguya çekilirler, cezalandırılırlar. allahü teala, islamiyyet bilgilerine uymakla hepimizi şereflendirsin ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye! bu düamıza amin diyenlere allahü teala merhamet etsin! hadisi kudside, yer yüzüne ve göke sığmam. fekat, mü'min kulumun kalbine sığarım buyuruldu. burada da; vücub mertebesinin kendisi değil, sureti, örneği sığmakdadır. kendisinin sığması düşünülemez. görülüyor ki, kalbin maddesiz, mekansız şeylerden daha geniş olması, onların kendilerinden değil, suretlerinden daha geniş olmasıdır. mekansızlar karşısında, arş ve arşda bulunan herşey, zerre kadar bile sayılamaz. mekansızların kendileri böyledir, suretleri böyle değildir. doksanaltıncı mektub bu mektub, muhammed şerife yazılmış olup, ibadetleri ve iyi işleri vaktinde yapmayıp, yarın yaparım, sonra yaparım diyenlerin aldandıklarını ve muhammed aleyhisselamın yoluna, islamiyyete yapışmak lazım geldiğini bildirmekdedir: ey kıymetli oğlum! bugün, her istediğini kolayca yapabilecek bir haldesin. gençliğin, sıhhatin, gücün, kuvvetin, malın ve rahatlığın bir arada bulunduğu bir zemandasın. se'adeti ebediyyeye kavuşduracak sebeblere yapışmağı, yarar işleri yapmağı, niçin yarına bırakıyorsun? insan ömrünün en iyi zemanı olan, gençlik günlerinde, işlerin en iyisi ve faidelisi olan, sahibin, yaratanın emrlerini yapmağa, ona ibadet etmeğe çalışmalı, islamiyyetin yasak etdiği haramlardan, şübhelilerden sakınmalıdır. beş vakt namazı cema'at ile kılmağı elden kaçırmamalıdır. nisab mikdarı ticaret malı olan müslimanların, bir sene sonra zekat vermeleri emr olunmuşdur. bunların, zekat vermesi, muhakkak lazımdır. o halde, zekatı seve seve ve hatta fakirlere yalvara yalvara vermelidir. allahü teala, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, yirmidört saat içinde ibadete, yalnız beş vakt ayırmış, ticaret eşyasından ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlardan, tam veya yaklaşık olarak ancak, kırkda birini fakirlere vermeği emr buyurmuşdur. birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izn vermişdir. o halde, yirmidört saatde bir saat tutmayan bir zemanı, allahü tealanın emrini yapmak için ayırmamak ve zengin olup da, malın kırkda birini müslimanların fakirlerine vermemek ve sayılamıyacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şübheli olana uzanmak, ne büyük inad, ne derece insafsızlık olur. gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zemandır. böyle bir çağda yapılan az bir amele pekçok sevab verilir. ihtiyarlıkda dünya zevkleri azalıp, güç kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkanı ve ümmidleri kalmadığı zemanda, pişmanlıkdan, ah etmekden başka birşey olmaz. çok kimselere bu pişmanlık zemanı da, nasib olmaz. bu pişmanlık da, tevbe demekdir ve yine büyük bir ni'metdir. çokları bu günlere kavuşamaz. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği sonsuz azablar, çeşidli acılar, elbette olacak, herkes cezasını bulacakdır. insan ve cin şeytanları, bugün, allahü tealanın afvını, merhametini ileri sürerek aldatmakda, ibadetleri yapdırmayıp, günahlara sürüklemekdedir. halbuki, iyi bilmeli ki, bu dünya, imtihan yeridir. bunun için, burada dostlarla düşmanları karışdırmışlar, hepsine merhamet etmişlerdir. nitekim araf suresi, yüzellibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, kıyametde, düşmanları, dostlardan ayıracaklardır. nitekim, yasin suresinde, mealindeki ayeti kerime, bunu haber vermekdedir. o gün, yalnız dostlara merhamet olunacak, düşmanlara hiç acınmıyacak, onlar muhakkak mel'un olacakdır. nitekim, araf suresinde, mealindeki ayeti kerime, böyle olduğunu göstermekdedir. o halde, o gün, allahü tealanın rahmeti, a, ya'ni müslimanlardan iyi huylu ve yarar işli olanlara mahsusdur. evet, müslimanların, zerre kadar imanı olanların hepsi sonunda hatta, çok zeman cehennemde kaldıkdan sonra bile, merhamete kavuşacakdır. fekat rahmete kavuşabilmek için, ölürken iman ile gitmek şartdır. halbuki, günahları işlemekle kalb kararınca ve allahü tealanın emrlerine ve haramlarına ehemmiyyet verilmeyince, son nefesde iman nuru, sönmeden nasıl geçebilir? din büyükleri buyuruyor ki, küçük günaha devam, büyük günaha sebeb olur. büyük günaha devam da insanı kafir olmağa sürükler. böyle olmakdan allahü tealaya sığınırız! farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün; yoksa sözüm çokdur sana. allahü teala hepimizi beğendiği işleri yapmağa kavuşdursun! sevgili peygamberi muhammed aleyhisselamın ve onun kıymetli ali ve eshabı hurmeti için düamızı kabul buyursun! bu mektubu size getiren mevlana ishak, bu fakirin tanıdıklarından ve muhlislerindendir. eskiden beri komşuluk hakkı da vardır. yardım isterse, esirgemezsiniz inşaallah. yazısı ve inşa kabiliyyeti iyidir. vesselam. doksanyedinci mektub bu mektub, şeyh dervişe yazılmışdır. ibadet etmemize emr olunması, yakin elde etmemiz için olduğu bildirilmekdedir: hak teala, peygamberlerin en üstünü salevatullahi aleyhim hatırı için, bir işe yaramıyan bizlere, imanın hakikatini bildirsin! insanların yaratılmasına sebeb, emr olunan ibadetleri yapmakdır. ibadetleri yapmak da imanın hakikati olan, yakini elde etmek içindir. hicr suresi, son ayetinin meali şerifi de, belki demekdir. çünki kelimesi, demek olduğu gibi ma'nasını da bildirir. sanki, ibadet yapmadan önce olan bu iman, imanın kendisi değil, görünüşüdür. ayeti kerimede, ya'ni buyuruluyor. surei nisa yüzotuzbeşinci ayetinde mealen, ey iman edenler! iman ediniz! buyuruldu. bunun ma'nası, ey! imanın suretini edinenler! ibadet yaparak, imanın kendisine kavuşunuz!dur., ya'ni veli olmak, fena ve beka denilen iki ni'mete kavuşmak demekdir. fena ve bekaya kavuşmak, bu yakini ele geçirmek içindir. yoksa, fenafillah ve bekabillah diyerek, allahü teala ile birleşmek, hulul gibi şeyler anlamak, ilhad ve zındıklıkdır.ibni abidin, üçüncü cildde buyuruyor ki: müsliman olmadığı, kafir olduğu halde, müsliman olduğunu söyliyenlere, münafık, zındık, dehri ve mülhid denir. ara sıra namaz kılar, oruc tutar, ba'zan hacca da gidenleri olur. , başka dindedir. muhammed aleyhisselamın peygamber olduğunu söylemez. , allahü tealanın var olduğunu da söylemez. , her ikisine inanır ve inandığını söyler. fekat, küfre kaymışdır, islamiyyetden ayrılmışdır. i'tikadı bozukdur. kendini tam müsliman sanır. kendisi gibi olmayanlara kafir der. , allahü tealaya, islamiyyete, halale, harama inanmaz. hiç dini yokdur. muhammed aleyhisselama inandığını söyler. bunlardan, sapık fikrlerini, müslimanlık olarak tanıtmağa çalışanları çok tehlükelidir. mürted, islamdan ayrılan kimsedir. kafir olduğunu saklamaz. komünistler ve masonlar, dehri kısmındandır. evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, allahü tealaya olan fazla aşk, sevgi sebebi ile serhoşluk gibi, ba'zı haller hasıl olur. bu vakt, ba'zı bilgiler yanlış anlaşılır. böyle halleri geçmek, atlamak lazımdır. böyle anlayışlar için tevbe, istigfar etmek lazımdır. tesavvuf büyüklerinden ibrahim bin şeybani kazvini kaddesallahü teala ervahahüm buyuruyor ki: fena ve beka bilgileri, allahü tealanın bir olduğuna halis inananlarda ve ibadetlerini doğru yapanlarda bulunur. başkalarının fena ve beka olarak söyledikleri, hep yalandır ve zındıklıkdır. bu sözü, tam yerindedir ve kendisinin doğru yolda bulunduğunu göstermekdedir. demek, allahü tealanın razı olduğu, beğendiği şeylerde fani olmak demekdir. ya'ni hep onun sevdiklerini sevmek, onun sevdikle ibrahim bin şeyban de vefat etdi. ri, kendine sevgili olmakdır. ve gibi sözler de böyledir. meyan şeyhullahi bahş, salah, takva ve faziletlerle süslü bir kimsedir. aile nüfusu pek kalabalıkdır. herhangi bir iş için yardımlarınızı isterse, kolaylık göstermeniz ikram olur. size ve doğru yolda olanlara selamlar olsun! doksansekizinci mektub bu mektub, şeyh zekeriyyanın oğlu abdülkadire yazılmışdır. insanlara karşı sert olmağı değil, yumuşak davranmağı, çeşidli hadisi şerifler göstererek bildirmekdedir: allahü teala hepimizi tam orta yolda bulundursun! va'z etmekde, nasihat etmekde ve allahın kullarına müslimanlığı öğretmekde gözetilmesi lazım gelen şeyleri bildiren birkaç hadisi şerif yazıyorum. hak teala, bunlara uygun davranmamızı nasib eylesin! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala refikdir. yumuşaklığı sever. sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder. bu hadis, imamı müslimin rahmetullahi aleyh inde vardır. yine de bildiriliyor ki, aişeye radıyallahü anha, yumuşak davran! sertlikden ve çirkin şeyden sakın! yumuşaklık insanı süsler. çirkinliğini giderir buyurdu.deki hadisi şerifde, buyuruldu.deki hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, kimseye dünya ve ahıret iyilikleri verilmişdir buyuruldu. hadisi şerifde, haya, imandandır. imanı olan cennetdedir. fuhş, kötülükdür. kötüler cehennemdedir buyuruldu. hadisi şerifde, cehenneme girmesi haram olan ve cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. dikkat ediniz! bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren dir buyuruldu. hadisi şerifde, yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, burnuna yuları takılmış deve gibidir. yürütmek istenirse, hayvan ona uyar. taşın üzerine oturtmak istenirse, hayvan oraya oturur buyuruldu.deki hadisi şerifde, bir kimse, kızmazsa, allahü teala kıyamet günü onu herkesin arasından çağırır. cennetde istediğin yere git der buyuruldu., bir kimse resulullahdan nasihat istedikde, buyurdu. birkaç kerre sordukda, hepsine de buyurdu. hadisi şerifde, cennete gidecek olanları haber veriyorum, dinleyiniz! za'ifdirler, güçleri yetmez. birşey yapmak için yemin ederlerse, allahü teala, bu ların yeminlerini, muhakkak yerine getirir. cehenneme gidecek olanları bildiriyorum, dinleyiniz! sertlik gösterirler. acele ederler. kendilerini üstün görürler buyuruldu. hadisi şerifde, bir kimse ayakda iken kızarsa, otursun. oturmakla geçmezse yatsın! buyuruldu. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, allah için aşağı gönüllü olanı, allahü teala yükseltir. bu, kendini küçük görür. fekat, insanların gözünde büyükdür. bir kimse, kendini başkalarından üstün tutarsa, allahü teala onu alçaltır. herkesin gözünde küçük olur. kendini yalnız kendisi büyük görür. hatta köpekden, domuzdan daha aşağı görünür buyuruldu. hadisi şerifde, musa bin imran ala nebiyyina ve aleyhissalevatü vetteslimat, ya rabbi! kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikde, gücü yetdiği zeman afv eden dir, buyurdu buyuruldu. hadisi şerifde, bir kimse, dilini tutarsa, allahü teala onun utanacak şeylerini örter. gazabını tutarsa, kıyamet günü allahü teala azabını ondan çeker. bir kimse, allahü tealaya yalvarırsa, kabul eder buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir müsliman din kardeşinin ırzına veya malına saldırırsa, malın, paranın geçmez olduğu gün gelmeden önce, onunla halallaşsın! iyi amelleri varsa, hakkı ödeninceye kadar bu amellerinden alınır. iyi amelleri yoksa, hak sahibinin günahları buna yükletilir buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. dediler. ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyamet günü namazları ile, orucları ile ve zekatları ile gelir. fekat, kimisine sövmüşdür. kiminin malını almışdır. kiminin kanını akıtmışdır. kimini dövmüşdür. hepsine bunun sevablarından verilir. haklarını ödemeden önce sevabları biterse, hak sahiblerinin günahları alınarak buna yüklenir. sonra cehenneme atılır buyurdu. mu'aviye radıyallahü teala anh, hazreti aişeye radıyallahü teala anha mektub yazarak nasihat yazmasını istedikde, cevab yazarak: allahü tealanın selamı senin üzerine olsun! resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ve selleme işitdim. buyurdu ki, bir kimse, insanların kızacakları şeyde allahın rızasını ararsa, allahü teala onu, insanlardan geleceklerden korur. bir kimse, allahü tealanın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, allahü teala onun işini insanlara bırakır dedi. allahü teala bizi ve sizi, hep doğru söyliyenin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği bu hadisi şeriflere uymakla şereflendirsin! bu hadisi şerifler, her ne kadar terceme edilmedi ise de, şeyh ciyu hazretlerinden bunları sorar ve anlarsınız. bunlara uygun hareket etmeğe çalışırsınız. dünya hayatı çok kısadır. ahıretin azabları pek acı ve sonsuzdur. ileriyi gören akl sahiblerinin, hazırlıklı olması lazımdır. dünyanın güzelliğine ve tadına aldanmamalıdır. insanın şerefi ve kıymeti dünyalıkla ölçülse idi, dünyalığı çok olan kafirlerin herkesden daha kıymetli ve daha üstün olmaları lazım gelirdi. dünyanın görünüşüne aldanmak aklsızlıkdır, ahmaklıkdır. birkaç günlük zemanı büyük ni'met bilerek, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır. allahü tealanın kullarına ihsan, iyilik etmelidir. kıyametde azablardan kurtulmak için, iki büyük temel vardır: birisi, allahü tealanın emrlerine kıymet vermek, saygı göstermekdir. ikinci, allahü tealanın kullarına, yaratdıklarına şefkat, iyilik etmekdir. hep doğru söyleyici aleyhissalatü vesselam her ne söyledi ise, hepsi doğrudur. şaka, eğlence, sayıklama sözler değildir. tavşan gibi gözü açık uyku ne kadar sürecek. bu uykunun sonu rezil, rüsva olmak ve eli boş, mahrum kalmakdır. mü'minun suresinin yüzonbeşinci ayetinde mealen, sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yaratdım sanıyorsunuz. bize dönmiyecek misiniz zan ediyorsunuz? buyuruldu. her ne kadar, böyle sözleri dinleyecek halde olmadığınızı biliyorum. gençsiniz. içiniz kaynıyor. dünya ni'metleri içindesiniz. herkese sözünüz geçiyor. her istediğinizi yapabiliyorsunuz. fekat, size acıdığımız için, iyilik etmek istediğimiz için bunlar yazıldı. elinizden birşey kaçmış değildir. tevbe edilecek, allahü tealaya yalvaracak zemandır. haberleşmemiz lazımdır. farisi mısra' tercemesi: eğer içerde kimse varsa, bir söz de yetişir! doksandokuzuncu mektub bu mektub, molla haseni kişmiriye, cevab olarak yazılmış olup, allahü tealayı hiçbir an unutmamak nasıl olacağı, insanın kendini bilmediği uyku zemanında da, onun unutulmıyacağı bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuzu okumakla şereflendik. bu yolun büyüklerinden ba'zısı rahmetullahi aleyhim ecma'in allahü tealaya her an agah olduklarını ve uyku zemanında da, her an, onu hatırladıklarını haber vermişdir. bunun nasıl olacağını soruyorsunuz. kıymetli efendim! bunu anlatabilmek için, önce birkaç şeyi bildirmek lazımdır. kısaca yazıyorum. dikkatli okuyunuz! insanın ruhu, bu gördüğümüz cesed ile birleşmeden önce, terakki edemez, ilerliyemezdi. kendine mahsus makamda, derecede bağlı ve mahbus gibi idi. fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hassası ve kuvveti ona verilmişdir. bu hassası, onu melekden üstün ve şerefli yapmışdır. allahü teala lutf ederek, ihsan ederek, ruhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir şeye yaramıyan, karanlık cesed ile birleşdirdi. ruh ışığını, karanlık cesed ile birleşdiren, madde olmıyan, zemanlı, mekanlı olmıyan ruhu, maddeden yapılan cesed ile bir arada bulunduran, allahü teala, çok büyükdür. bütün büyüklük, üstünlükler, yalnız ona mahsusdur. onda hiç kusur olamaz. bu sözün ma'nasını iyi kavramak lazımdır. ruh ile cesed, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, allahü teala, ruhu nefse aşık etdi. bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebeb oldu. kur'anı kerim, bu hali bize haber veriyor. vettin suresinin bir ayetinde mealen, buyuruldu. ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeğe benzeyen bir medhdir. işte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefs alemine atdı ve nefse tabi', esir oldu. hatta, kendinden geçdi. kendisini unutdu. nefsi emmare halini aldı. sanki nefsi emmare oldu. ruh, her şeyden daha latif, olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun haline, şekline ve rengine girer. kendini unutduğu için, evvela kendi aleminde, derecesinde iken, allahü tealaya olan bilgisini de unutdu. cahil ve gafil oldu. nefs gibi cehalet karanlığı ile karardı. allahü teala, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve ma'şuku, sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emr etdi. ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felaketden kurtulur. yok eğer, başını kaldırmaz, nefsle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, se'adetden uzaklaşır. bu sözümüzden, ruhun, nefsle birleşmiş olduğu, hatta kendisini unutup, nefs halini almış olduğu anlaşıldı. işte ruh, bu halde kaldıkca, nefsin gafleti, cahilliği, ruhun da gafleti, cehaleti olur. yok eğer, ruh, nefsden yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine allahü tealayı severse ve kendi gibi, bir mahluku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakiki bakiye aşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zahirin, ya'ni nefsin gafleti, cehaleti, batına, ya'ni ruha sirayet etmez. o, allahü tealayı bir an unutmaz. nefsin gafleti, ona nasıl te'sir etsin ki, o nefsden, temamen ayrılmışdır. zahirden, batına hiçbir şey geçmemişdir. işte bu vakt, zahir gafletde iken, batın agahdır, uyanıkdır. her an rabbi iledir. mesela, badem yağı, badem çekirdeğinde bulunduğu müddetce ikisi de aynı birşey gibidir. yağ, posadan ayrılınca, her ikisinin hassaları başkadır ve her bakımdan ayrı iki şey olurlar. işte, bu hale yükselmiş olan, bir mes'ud, bir bahtiyar kimseyi, ba'zan, tekrar bu aleme indirirler. allahü tealaya arif ve alim olduğu halde, bu aleme döndürüp, onun mubarek, şerefli varlığı vasıtası ile, alemi nefslerin karanlığından, cehaletinden kurtarırlar. böyle mubarek bir kimse, insanların arasında bulunur. görünüşde herkes gibidir, fekat ruhu hiçbir şeye bağlı değildir. allahü tealaya olan bilgisi ve sevgisi iledir. istemediği halde, onu bu aleme döndürmüşlerdir. böyle bir müntehi, hakikate erişen biri, görünüşde, başkaları gibi, allahü tealayı unutmuş, mahlukların sevgisine tutulmuş sanılır. halbuki, hakikatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. birşeyin sevgisine tutulmakla, ondan soğuyup, yüz çevirmek arasında çok fark vardır. şunu da bildirelim ki, böyle bir müntehinin, mahluklara olan alakası ve sevgisi, kendi ihtiyarında, elinde değildir. dünyaya rağbet etmez. hatta, allahü teala, bu alakayı istemekde ve beğenmekdedir. başkalarının alakası, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyaya sarılırlar. allahü teala bu alakalarından razı değildir, beğenmez. başka bir fark da, başkaları bu alemden yüz çevirip, allahü tealayı tanımağa ve sevmeğe kavuşabilirler. müntehinin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkan yokdur. onun halk ile olması, vazifesidir. ancak, vazifesi biterse, o zeman onu, bu geçici dünyadan, ebedi, sonsuz aleme nakl ederler. hakiki makamına kavuşur. tesavvuf büyükleri, da'vet makamını, irşad derecesini, başka başka anlatmışlardır. çokları, dedi. sözlerin başkalaşması, söz sahiblerinin halleri, dereceleri başka başka olduğu içindir. herkes, kendi makamına göre, söylemişdir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. seyyidüttaife cüneydi bağdadinin kuddise sirruh, buyurması işte, yukarda bildirdiğimiz da'vet makamına uygun bir ta'rifdir. çünki, başlangıcda, hep mahlukat görülmekde ve sevilmekdedir. nitekim, hadisi şerifi, kendilerinin allahü tealaya olan daimi bağlılık ve uyanıklığını bildirmiyor; belki, kendi hallerine ve ümmetinin hallerine uyanık olup, gafil olmadığını haber vermekdedir. bunun içindir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem uyuması, abdestini bozmaz idi. peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobanı gibi olduğu için, ümmetini bir an unutması, peygamberlik makamına uygun olmaz. bunun gibi, hadisi şerifi de, her zeman değil, ba'zandır. bu zemanlarda da, mahluklardan yüz çevirip, ayrılması icab etmez. çünki, allahü teala, ona tecelli etmekde, görünmekdedir. yoksa o, mahlukları unutup, tecellileri aramakda değildir. ma'şukun, aşıka cilvesi gibi olup, aşık ma'şukun peşinde değildir. farisi tercemesi: suret aynasında sefer, hareket olmaz, çünki onda nurani olmıyan suret olmaz. hulasa, mahluklara dönülünce, önce kalkmış olan perdeler, geri gelmez. arada perde olmadığı halde, onu mahluklar arasına salıp, mahlukların kurtulmasına, uyandırılmasına sebeb ve vasıta kılarlar. böyle bir kimse, böyle bir padişaha çok yakın olan, bir devlet adamı gibidir. bununla beraber, kendisine milletin işlerini görmek, dertlerini çözmek vazifesi de verilmişdir. sona gelip, geri dönmüş olanlar ile henüz başlangıçda olanlar arasındaki farklardan biri de budur. çünki, başda olanlar, perdelerin arkasındadır. geri dönmüş olanlardan ise, perdeler kalkmışdır. allahü teala size ve doğru yolda olanlara selamet versin! amin. ne ki kılmış habibullah, bize tebligi ahkamı kabul etdim anı, amentü billah ve hükmillah. yüzüncü mektub bu mektub, yine molla haseni kişmiriye yazılmışdır. şeyh abdülkebiri yemeninin, allahü teala gaybı bilmez sözüne cevab vermekdedir: okşayıcı, kıymetli mektubunuzu okumakla şereflendik. ihsan ederek yazdıklarınızı anladık. şeyh abdülkebiri yemeni, hak teala gaybı bilmez demiş. bunu soruyorsunuz. kitabında muhammed ruhi okunurken, abdülkebirin bu sözü de görülmekdedir. efendim! bu fakir, bu gibi sözleri dinlemeğe dayanamıyorum. elimde olmıyarak, faruki damarım kabarıyor. bunlardan, islamiyyete uygun bilgiler çıkarmağa vakt bırakmıyor. böyle sözleri söyleyen kimse, ister şeyh kebiri yemeni olsun, ister şeyh ekberi şami olsun, hiçbirini duymak istemiyorum. bize muhammedi arabinin buyurduğu sözler lazımdır aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. muhyiddini arabinin ve sadreddini konevinin ve abdürrezzakı kaşinin sözleri lazım değildir. bize lazımdır. lazım değildir. fütuhati medeniyye varken, kitabına bakmayız. hak teala, kur'anı kerimde, gaybı bildiğini söyliyerek kendini övüyor. olduğunu bildiriyor. , çok çirkin, pek iğrenç bir sözdür. doğrusu, hak tealaya inanmamakdır. gayb kelimesi, başka şeyi de göstermekdedir demek, insanı bu alçaklıkdan kurtaramaz. ağızlarından çıkan sözün büyüklüğünü, kulakları duymuyor. islamiyyete uymıyan böyle sözlerle ne demek istediklerini keşki bilseydim. hallacı mensur dedi ise ve bayezidi bistami dedi ise rahimehümallah suçlu olmakdan kurtulabiliyorlar. kendilerini hal kapladığı zeman, şü'urları, aklları örtülmüş iken, söylemişlerdir. fekat, bunların sözleri, hal bildirmiyor. bir ilm, bilgi anlatıyor. demeleri, onları suçlu olmakdan kurtarmaz. böyle kelimelerin te'vili makbul değildir. çünki, yalnız sekr halinde söylenmiş olan uygunsuz sözlerden, başka şey anlamağa çalışılır. aklı başında olan kimsenin sözünden başka şeyler anlamağa çalışılmaz. böyle şeyler söyliyen kimse, eğer yolunu tutarak, kendini herkesin gözünden düşürmek istemiş ise, bu da çok çirkin ve utanılacak birşey olur. insanları kendinden soğutmak, yanından kaçırmak için, yapılacak çok şey vardır. bunları bırakıp da, kafir olmağa yaklaşmağa ne lüzum vardır? bu sözün ne demek olabileceğini soruyorsunuz. her suale cevab vermek lazım olduğundan, burada birkaç şey bildireceğim: gaybı ancak allahü teala bilir. gayb, yok demek olursa, yok olan şeyler bilinmez demişlerdir. gayb, her bakımdan yok demek olunca, onu bilmek düşünülemez. eğer, bilineceğini düşünürsek, her bakımdan yok olmakdan ve hiçbir şey olmamakdan kurtulmuş olur. bunun gibi, hak teala, kendi şerikini, ortağını bilicidir denilemez. çünki, allahü tealanın şeriki çünki, bu büyük velilerin ba'zı kelimeleri te'vile muhtacdır. te'vil, muhtelif ma'nalar içinden islamiyyete uygun olanı seçmekdir. bunu herkes yapamaz. hiç yokdur. böyle birşey hiç olamaz. evet, gayb kelimesinin ve şerik kelimesinin bildirdikleri şeyler düşünülebilir. fekat biz bu şeylerin kendilerini söylüyoruz. bu kelimelerin ne bildirdiklerini söylemiyoruz. var olamıyacak şeylerin hepsi de böyledir. bunların neler oldukları düşünülebilir. fekat var olmaları düşünülemez. çünki, varlıkları bilinirse, bunlara var olamıyacak denilemez. hiç olmazsa, zihnde var olmaları lazım gelir. mevlana muhammed ruhinin yukarıdaki sözden anladığını beğenmemekde haklısınız. yalnız bir varlık olan o mertebede ilmin bağlılığı yokdur demek, ilm yok demekdir. yalnız gaybın ilmi yokdur demek, değersizdir. mevlananın o sözden anladığının doğru olmadığını şu da gösteriyor ki, o nde ilmin bağlantısı yok ise de, hak tealanın alim olması değişmez. çünki, o mertebede kendisi alimdir. ilm sıfatı ile alim olmaz. çünki, o mertebede, ilm sıfatı yokdur. sıfatlara inanmayan kimseler de, allahü tealanın alim olduğunu bildirmekdedir. ilm sıfatının var olduğuna inanmadıkları halde, bu sıfatda olan bilmenin, zatda bulunduğunu bildirmekdedirler. yukarıdaki sözden sizin anladığınıza gelince, gayb kelimesinden zati ilahiyi anlıyorsunuz. bu gayba hiçbir ilm, hatta vacib tealanın ilmi de yetişemez diyorsunuz. anlaşılacak şeyler içinde, doğruya en yakın olanı sizin bu anlayışınızdır. bununla beraber, vacib tealanın ilmi, kendi zatını bilmez demek, bu fakire ağır geliyor. bilmiyeceğini göstermek için, ilmin, bilinecek şeyi kavraması lazımdır. zati teala ise, ihata edilemez. kavranamaz. bunun için de bilinemez diyorsunuz. bu sözünüz, ilmi husuli için doğrudur. çünki, ilmi husuli ile bilmekde bilinen şeyin sureti, ilm kuvvetinde hasıl olmakdadır. fekat, ilmi huzuri ile bilmekde, suretin ilmde hasıl olması hiç lazım değildir. allahü tealanın ilm sıfatı ilmi huzuridir. bundan dolayı, ilmi ilahi, huzur yolu ile, zati ilahiyi bilir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. allahü tealadan, sevgili efendimiz, muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline radıyallahü anhüm ecma'in salat ve selamet ve bereket dileriz. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! yüzbirinci mektub bu mektub, yine molla haseni kişmiriye yazılmışdır. büyükleri küçük sanarak dil uzatanları bildirmekdedir: allahü teala, halinizi güzel ve kalbinizi temiz eylesin! kıymetli mektubunuzu mevlana muhammed sıddik getirdi. allahü tealaya hamd olsun ki, uzakda kalanları unutmamışsınız. görünüşde, nefsinize karşı olan sözleriniz kısaca anlaşıldı. nefs, emmarelik yapdığı zeman, buna karşı söylenen şeyler doğrudur. fekat nefs, itminana geldikden sonra, ona karşı gelmenin yeri yokdur. çünki, o zeman nefs, hak tealadan razıdır. hak teala da ondan razıdır. nefs beğenilmekde ve kabul olunmakdadır. kıymetli olana karşı gelinmez. onun istekleri, hak tealanın istekleridir. çünki, nefsin itminana kavuşması için, allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanması lazımdır. artık o, mukaddes olmuş, her dürlü kusurdan temizlenmiş, karşı durulacak yeri kalmamışdır. kendisine bakılamıyacak derecelere yükselmişdir. her söylediğimiz bizde kalır. farisi tercemesi: kendinden haberi olmıyan kimse, nerde kaldı, başka şeyleri bile? çok olur ki, cahiller, nefsden hiç haberleri olmadığı için, mutmainneyi emmare sanırlar. nefsi emmareye karşı yapdıklarını, nefsi mutmeinneye de yaparlar. nitekim kafirler, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat başka insanlar gibi sanıyorlar. peygamberliğin yüksekliğine inanmıyorlar. o büyüklere aleyhimüssalevatü vettehıyyat ve onların yolunda gidenlere inanmamakdan allahü tealaya sığınırız! yüzikinci mektub bu mektub, molla muzaffere yazılmışdır. ödünç alıp vermekdeki faizi bildirmekdedir: ödünç verenin fazla olarak istediği malın yalnız faiz olduğunu söylemişdiniz. mesela oniki dirhem ödemesi şartı ile on dirhem gümüş verenin aldığı gümüşden yalnız fazla olan iki dirhemi faiz olur, haram olur demişdiniz. halbuki, daha fazlasını ödemesi şartı ile, ödünç vermek faizdir. ya'ni böyle olan sözleşme haramdır. haram anlaşma ile, ele geçen malın hepsi haram olur. mesela, oniki dirhem ödemesi şartı ile, on dirhem ödünç verilse, alınan oniki dirhemin hepsi haram olur. faiz ile ödünç vermek ve almak haram olduğu, kur'anı kerimde açıkca bildirilmişdir. ihtiyacı olanın da, olmıyanın da, faizle, ödünç alması haramdır. ihtiyacı olana, faiz haram olmaz demek, kur'anı kerimin emrini değişdirmek olur. kitabı, kur'anı kerimin emrini değişdiremez. lahor şehrinin büyük alimlerinden olan mevlana cemal, nin birçok haberleri kıymetli kitablara uymamakdadır. böyle haberlerine güvenilmez buyururdu. nin birçok haberi za'ifdir, güvenilmez buyurmakdadır. bu kitabı, zahidi yazmışdır. nin bu yazısını, doğru kabul etsek bile, buradaki ihtiyac kelimesine, zaruret ve ölüm tehlükesi ma'nasını vermek lazımdır. böylece, maide suresi, dördüncü ayetinin, mealindeki iznden istifade edilmiş olur. çünki, bu ayeti kerime, haramlardan afv olunabilecek özrü beyan buyurmakdadır. faiz ile ödünç almak için, her ihtiyac özr olsaydı, faizin haram edilmesine sebeb kalmazdı. çünki, faiz ödemeği, ancak ihtiyacı olan kabul eder. ihtiyacı olmıyan kimse, açıkdan para vermek istemez. allahü tealanın, bu yasak emri, yersiz lüzumsuz olurdu. allahü tealanın kitabına, böyle iftira edilemez. abes, yersiz, birşey bulunması düşünülemez. her ihtiyacı olanın faiz ile para alması caiz diye, bir an düşünsek, ihtiyaç da, bir nev' zaruretdir. zaruretin dereceleri vardır. ziyafet vermek için, faiz ile para almak ihtiyac değildir. meyyitin bırakdığı malda meyyitin ihtiyacı, kefen ve cenaze masrafı olduğu kitablarda bildiriliyor. onun ruhu için, ziyafet vermeğe, ihtiyac denilmemişdir. meyyit, sadakanın sevabına, herkesden çok muhtac olduğu halde, onun ruhu için yemek dağıtılmasını islamiyyet emr etmemişdir. o halde bunları yapmak, faizle para almak için ihtiyac, özr olur mu? ölünün ihtiyacı kabul edilse bile, faizle alınan para ile pişen yemekleri yimek halal olur mu? çoluk çocuğun çok olması, erkeğin askerde bulunması, özr, ihtiyac sanılarak, faizle para almak caiz ve halal olur demek, bir müslimana yakışmaz. böyle belaya yakalanmış olanlara, emri ma'ruf ve nehyi anilmünker yaparak, doğru yolu göstermek lazımdır. bir müsliman, nasıl olur da, böyle haram işi yapabilir? ihtiyacları te'min edecek yol çokdur. bu zemanda, şübheli olmıyan kazanc kalmadı diyorsunuz. evet öyledir. fekat elden geldiği kadar, şübhelilerden kaçınmak lazımdır. tarlayı abdestsiz sürmek, tohumunu abdestsiz ekmek, rızkın bereketini, tayyıb olmasını giderir demişlerdir. hindistanda, böyle çalışan, hemen yok gibidir. fekat, allahü teala, kulundan, elinden geldiği kadar yapmasını istemekdedir. faiz ile para alıp ziyafet vermekden sakınmak, herkes için kolaydır. halale haram, harama halal diyen kafir olur. fekat bu kat'i, meydanda olan halal ve haramlar içindir. zan olunanlar için değildir. hanefi mezhebinde mubah olan, çok şey vardır ki, şafi'i mezhebinde mubah değildir. bunun aksi de vardır. muhtac olduğu şübheli olan birinin, faizle para alması halal olur demiyene, açık bildirilen harama halal diyemiyene dil uzatılmaz. sapık, gerici denilmez. halal demesi için zorlanamaz. onun haklı olması daha kuvvetlidir. hatta, haklı olduğu meydandadır. ona dil uzatanlar haksızdır ve tehlükededir. mevlana abdülfettah, faizsiz borç almak iyidir. niçin faiz ile alıyorlar? demiş. siz de, böyle söyleme. halali inkar mı ediyorsun? diyerek onu tekdir etmişsiniz. yavrum, bu sözünüz, kat'i olan halal için doğrudur. ihtiyacı olanın, faiz ile borç almasına halal deseniz bile, bunu yapmamak, yine daha iyi olur. vera' sahibleri, ruhsat, izn verilen şeyleri yapmamış, herkese, azimet yolunu göstermişlerdir. lahor şehrindeki müftiler, ihtiyacı olana caiz olur demiş ise de, ihtiyacdan ihtiyaca fark vardır. her ihtiyac, özr sayılırsa, faizin haram olacağı yer kalmaz. faizin haram edilmesi abes, lüzumsuz bir emr olur. oruc, yemin keffareti niyyeti ile de, fakirleri doyurmak için, faiz ile borç almak caiz değildir. fakir doyuramıyan, oruc tutar. islamiyyete uymak ile, az bir takvanın bereketi ile, allahü teala, insanın ihtiyacını kolaylıkla giderir. allahü teala, takva sahiblerini sıkıntılardan kurtarır. yüzüçüncü mektub bu mektub, nakib şeyh seyyid feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. afiyet ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü teala afiyet versin! öyle bir afiyet versin ki, büyüklerden biri, hep düa eder, allahü tealadan bir günlük afiyet isterdi. adamın biri, bu zata, dedi. allahü tealadan öyle bir gün istiyorum ki, sabahdan akşama kadar allahü tealaya hiçbir günah işlemiyeyim. afiyetle geçen gün böyle olur buyurdu. cenabı hak, size de, böyle afiyetli günler ihsan eylesin! çok zemandan beri, serhend şehrinde kadi ya'ni islam mahkemesinin hakimi yokdur. bunun için, islamiyyetin emrlerinden birkaçı yapılamamakdadır. mesela: kardeşimin çocuğu yetimdir. babasından kendisine miras mal kalmışdır. si yokdur. islamiyyetin izni olmadan bu mal kullanılamamakdadır. eğer kadi olsa, onun izni ile iş kolaylaşır. bunun gibi yapılamıyan daha başka şeyler de vardır. bir kefendir akıbet, sermayei beğ ve fakir, varlığa mağrur olan, mecnun değil de, ya nedir? yüzdördüncü mektub bu mektub, perkene şehri kadilarına yazılmışdır. baş sağlığı dilemekdedir: merhum hazretin ölümü acısı, her ne kadar pek şiddetli ve çok çetin ise de, fekat kul için, sahibinin işinden razı olmakdan başka çare yokdur. insan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. çalışmalıyız! çalışıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak birşey yokdur. hatta, böyle ölmek, bir devlet ele geçirmekdir. ölüm bir köprü gibidir. sevgiliyi sevgiliye kavuşdurur. ölmek, felaket değildir. öldükden sonra, başına gelecekleri bilmemek felaketdir. ölülere, düa ile, istigfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdadlarına yetişmek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ölünün mezardaki hali, imdad diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. kendisine, bir düa gelince, dünyanın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekden daha çok sevinir. allahü teala, yaşıyanların düaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. dirilerin de, ölülere hediyyesi, onlar için düa ve istigfar etmekdir., istemek demekdir. aç bir adamın, iştihalı olduğu bir zemanda, yiyecek istemesi gibidir. iman ile ölenlere, hatmi tehlil yapmak, ya'ni yetmişbin kelimei tevhid okuyup, sevabını ruhuna hediyye etmek, çok faidelidir. fekat, bu zemanda iman ile giden pek azdır. kıymetli mektubunuz geldi. hava çok soğuk olduğundan biz fakirler sıkıntıya düşdük. yoksa kendimiz gelecekdik. mektubumuz biraz sert oldu. inşaallahü teala faidesi görülür. daha yazarak başınızı ağrıtmış olmıyalım. sevdiğimiz kadi hasene ve yanınızda bulunan kıymetli kimselere çok düa ederiz. her işinizde, hak tealadan razı olup şükr edesiniz! seslendi ol müezzin, durdu kamet eyledi, ka'beye döndü yüzün, hem de niyyet eyledi. duyunca ehli iman, hurmet ile dinledi, sonra, namaza durup, rabbe kulluk eyledi. yüzbeşinci mektub bu mektub, hakim abdülkadire yazılmışdır. hasta iyi olmadıkça, gıdanın ona faide vermiyeceği bildirilmekdedir: tabibler diyor ki, hasta perhiz yapmalıdır. iyi olmadan önce ona gıda iyi gelmez. yağlı kuş eti bile böyledir. hatta hastalığını artdırır. farisi mısra' tercemesi: hastanın yidiği hastalığı artdırır! bunun için, önce hastayı iyi etmeği düşünmek lazımdır. bundan sonra, uygun gıda vererek, eski kuvvetli haline kavuşdurulması düşünülür. bunun gibi, mealindeki ayeti kerimede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve ta'ati faide vermez, belki zarar verir. hadisi şerifi meşhurdur. hadisi şerifi de sahihdir. kalb hastalıklarının mütehassısları olan tesavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emr buyururlar. kalbin hastalığı, hak tealadan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. belki, kendisine bağlanmasıdır. çünki herkes, herşeyi kendi için ister. çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. malı, mevkı'i, rütbeyi hep kendi için ister. onun ma'budu, tapındığı şey, kendi nefsidir. nefsinin istekleri arkasında koşmakdadır. kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkca, insanın kurtulması çok güç olur. bundan anlaşılıyor ki, aklı başında olan ilm adamları ve kalbi uyanık olan fen adamları, herşeyden önce, bu hastalığın giderilmesini düşünmelidirler. farisi mısra' tercemesi: içerde kimse varsa, bir söz yetişir! yüzaltıncı mektub bu mektub, muhammed sadıkı kişmiriye yazılmışdır. bu yolun büyüklerini tanımak ve sevmek allahü tealanın en büyük ni'metlerinden olduğu bildirilmekdedir: aşırı sevgi ve tam bağlılıkla yazılmış olan güzel mektubunuz geldi. bundan dolayı, allahü tealaya hamd ve şükr olsun! bu yolda olanları tanımak ve sevmek, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir. hangi mes'ud kimseyi acaba bu ni'metlerle şereflendirirler? şeyhulislam abdüllahi ensari hirevi kaddesallahü teala esrarehül'aziz buyuruyor ki, ya rabbi! dostlarını öyle yapdın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan, onları tanımıyor!. bu büyüklere düşmanlık etmek, sonsuz ölüme sürükleyen bir zehrdir. onları incitmek, sonsuz felaketlere sebeb olur. allahü teala bizi ve sizi bu belaya düşmekden korusun! şeyhulislam yine buyurdu ki, ya rabbi! her kimi felakete düşürmek istersen, onu bizim üzerimize atarsın. farisi tercemesi: hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan, melek de olsa, kurtulamaz yüz karalığından. allahü tealanın size yeniden ihsan etmiş olduğu bu tevbeyi ve bu yola kavuşmağı büyük ni'met biliniz! bu yolda ilerlemek için allahü tealaya yalvarınız! allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selamet versin! yüzyedinci mektub bu mektub, yine muhammed sadıkı kişmiriye yazılmışdır. evliyanın kerametlerini bildirmekdedir: hak sübhanehu ve teala, evliyaya inanmakla ve bu yüksek insanları sevmekle, hepimizi şereflendirsin! içinde birkaç sual bulunan mektubunuz geldi. denemek ve üzmek için yapılan sual, cevab vermeğe değmez ise de, belki faideli olur düşüncesi ile cevab veriyorum. birisi anlamazsa da, anlayanlar çok şey öğrenir. sual: eskiden gelmiş geçmiş velilerde çok kerametler, harikalar hasıl olmuşdu. zemanımızdaki büyüklerde ise az görülmekdedir. bunun sebebi nedir? diyorsunuz. cevab: bu suali sormanız, zemanımız büyüklerinde harikalar az görülüyor diyerek bunları küçültmek düşüncesi ile oldu ise, şeytanın aldatmasından allahü tealaya sığınırız. sözün gelişinden düşüncenizin öyle olduğu anlaşılıyor. şeytanın şerrinden allahü tealaya sığınınız! veli olmak için, bir insandan harikaların, kerametlerin meydana gelmesi şart değildir. halbuki, peygamberlerin aleyhimüsselam mu'cize göstermesi lazımdır. bununla beraber, evliyanın hemen hepsinde, keramet görülmüşdür. keramet göstermeyen veli pekazdır. bir veliden, çok keramet meydana gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. evliyanın birbirinden üstünlüğü, allahü tealaya daha yakın olmalarına bağlıdır. daha yakın olan bir veli, pek az keramet sahibi olabilir. allahü tealadan daha uzak olan bir veli, daha çok keramet, harika gösterebilir. bu ümmetin sonradan gelen evliyasında, o kadar çok kerametleri olanlar görülmüşdür ki, eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim hiç birinde, bunun yüzde biri bile, meydana gelmemişdir. halbuki, evliyanın en yükseği, en aşağı derecede olan bir sahabinin radıyallahü anh derecesine yetişemez. görülüyor ki, evliyayı ve onların üstünlüğünü anlıyabilmek için, kerametlerine, harikalarına bakmak, cahillik, kısa görüşlülük olur. o kimsede, o büyüklerin yollarına katılabilmek kabiliyyetinin az olduğunu gösterir. peygamberlerin ve velilerin feyz ve bereketlerine, ancak onlara uymak kabiliyyetinde olanlar kavuşabilir. kendi düşüncelerine, hayallerine uyanlar, kavuşamaz. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, uymak kabiliyyeti sebebi ile, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem birşey sormadan inanıverdi. ebu cehlde bu kuvvet bulunmadığından, o kadar alamet ve mu'cizeler gördüğü halde, peygamberliğe inanmak se'adeti ile şereflenemedi. surei en'amda, senin peygamber olduğunu belirten, açık alametlerin hepsini görseler, yine inanmazlar. yanına geldikleri zeman, terbiyesizlik yapar, mubarek kalbini incitirler ve bu kur'an, eskiden kalma hikayeler, masallardır, derler meali şerifdeki ayeti kerime, böyle tali'sizleri bildirmekdedir. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanına yakın zemanlardaki evliyanın, az keramet gösterdiğini, bütün ömrlerinde üçbeş harikadan başka görülmediğini söyledik. cüneydi bağdadinin on kerameti bile işitilmemişdir. hak teala, kelimi olan, musa aleyhisselama dokuz mu'cize verdiğini bildirmekdedir. bunlar, düşmanlara karşı olan harikalardır. yoksa, peygamberlerden ve evliyadan her saatde, harikalar meydana gelmekdedir. düşmanları bilse de, bilmese de, harikaları güneş gibi görülmekdedir. farisi mısra' tercemesi: kör göremezse, güneşin kabahati ne? sual: temiz olan taliblerin, keşf ve müşahede etdikleri şeylere, şeytan birşey karışdırabilir mi? karışdırabilirse, bunu ayırd etmek nasıl olur? karışdıramaz ise, keşf ve ilham ile elde edilen bilgilerin, ba'zısının yanlış olması nedendir? cevab: herşeyi doğru olarak ancak allahü teala bilir. bilgisini şeytanın karışdırmadığı kimse yokdur. peygamberlere bile karışabileceği, hatta karışdığı halde, evliyaya karışmaz olur mu? nerde kaldı ki, acemi taliblere karışmasın. şu kadar var ki, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat şeytanın karışdırdığı, haber verilir ve yanlış doğrudan ayırd olunur. nitekim hac suresinde, allahü teala, şeytanın karışdırdığını değişdirir. sonra kendi ayetlerini, sağlam olarak bildirir mealindeki ayeti kerime, bunu beyan etmekdedir. evliyaya, şeytanın karışdırdığını haber vermek lazım değildir. çünki veliler, nebilerin izinde yürümekdedir. bunlar, peygamberlerin bildirdiğine uymıyan buluşlarını red ederler, kıymet vermezler. fekat, peygamberin dininin bildirmediği, doğru veya yanlış demediği bilgilerin doğrusunu, iğrisinden ayırmak güçdür. çünki ilham zannidir, şübhelidir. fekat, doğru ilhamları iğrilerinden ayıramamak, veliler için, bir kusur olmaz. çünki dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşmak, islamiyyete uymakla olur. islamiyyetin bildirmediği şeyler, ehemmiyyetli değildir. insanlara, ehemmiyyetsiz şeyleri yapmak emr olunmadı. keşf ve ilhamlarda yanlışlık, yalnız şeytan tarafından gelmez. çok def'a, şeytan hiç karışmadan, hayalde, doğru olmıyan ba'zı şeyler hasıl olur. mesela, ba'zan peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada görüp, ba'zı şeyler öğrenenler oluyor ki, bu öğrendikleri, kitablara uymamakdadır. halbuki, bu rü'yalara şeytanın karışmadığı meydandadır. çünki şeytanın, her ne suretle olursa olsun, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin şekline giremiyeceğini, alimlerimiz bildirmekdedir. işte, böyle rü'yalarda, hayal, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermekdedir. sual: evliyanın kerameti ile, kafirlerde hasıl olan istidrac birbirine benziyor. acemi bir talib, bir harikul'ade görünce, bir velinin rahmetullahi aleyh kerameti, veyahud bir yalancının istidracı mı olduğunu nasıl ayırd edebilir? cevab: bunu ayıracak, talibin vicdanıdır. o kimse ile konuşunca, talibin kalbinde, dünya sevgisi azalıp, allahü tealaya bağlılığı artarsa onun, keramet sahibi bir veli olduğunu anlar. eğer böyle olmazsa, istidrac gösteren bir yalancı olduğu anlaşılır. onun sözleri ile, kalbinde bir değişiklik duymıyan kimse, hayvan gibi olan cahil bir kimsedir. hevesi olan, isteği bulunan talib, kalbindeki bu değişikliği, çok güzel sezer. bu seçilmiş, nurlu insanlar, cahillerin duymamasına ehemmiyyet vermez. çünki ruhu hasta, , kalb gözü kör olanlar, duygusuz olur. kalbdeki bu değişikliğini anlamakdan daha mühim ve daha lüzumlu birçok bilgilerden, bu cahillerin haberi yokdur. demişlerdir. ya'ni allahü tealanın sıfatlarına uygun sıfatlar evliyada hasıl olur. fekat, bu benzerlik, yalnız ismdedir ve uygunluk, sıfatların topluluğundadır. yoksa, sıfatların hususiyyetlerinde beraberlik olamaz. emrini anlatırken, hace muhammed parisa kuddise sirruh, ismindeki farisi kitabında buyuruyor ki, dir. bu, herşeye hakim, galib demekdir. talib tesavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hakim, galib olur ve başkalarının kalblerine te'sir etmeğe başlarsa, bu sıfat ile ahlaklanmış olur. allahü tealanın bir ismi de, dir. ya'ni işiticidir. talib, doğru sözü herkesden kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla, huylanmış olur. bir sıfatı da, dir. ya'ni, allahü teala, herşeyi görür. talibin kalb gözü açılır ve firaset ışığı ile, kendi ayblarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, ya'ni başkalarını kendinden daha üstün görürse ve allahü tealanın her an gördüğünü, göz önünde bulundurarak, hep allahü tealanın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. bir sıfatı da, dir. ya'ni allahü teala dirilticidir. talib, unutulmuş sünnetleri canlandırır, meydana çıkarırsa, bu sıfatla, sıfatlanmış olur. bir sıfatı da mümitdir. , öldürücü demekdir. talib, sünnetlerin yerine yerleşmiş olan, bid'atleri men' eder, yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. bütün sıfatlar, bunlar gibidir. cahiller, bu ahlaklanmayı başka dürlü anlamış ve yoldan çıkmışdır. veliler, ölüleri diriltir, gayb olan şeyleri bilir sanmışlar. böyle, daha nice bozuk düşüncelere saplanmışlardır. halbuki ba'zı zanlar, günahdır. harika, yalnız ölüleri diriltmek, istediğini öldürmek demek değildir. ilham yolu ile gelen bilgiler, kerametlerin en büyüğüdür. nitekim, mu'cizelerin en kuvvetlisi ve kıyamete kadar kalanı kur'anı kerim mu'cizesidir. gözü açmalı, iyi görmeli ki, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri ilmler, ma'rifetler, nisan yağmuru gibi yağmakdadır. o kadar çok oldukları halde, hepsi islamiyyete uygundur. islamiyyetden kıl kadar ayrılanı yokdur. bu da, hepsinin doğru olduğuna açık bir alametdir. zaten, yüksek hocam muhammed bakibillah kuddise sirruh, buyurmuşdur. fekat ne faide ki, hocam hazretlerinin sözü, sizin için güvenilecek sened değildir. kendinize, bir de pirini çok seven diyorsunuz. mektubunuzda, inad ve i'tiraz kokusu vardı. fekat, kıymetli bilgilerin yazılmasına sebeb olduğundan, iyi oldu. farisi tercemesi: elbet bulunur, bir güzellik çirkinde; inci gibi görünür dişler, zencide. şaşılacak şeydir ki, bundan önceki mektubunuzda çok sevgi ve saygı göstermişdiniz. arka arkaya gördüğünüz iki rü'yadan dolayı eski hallerinizden tevbe etdiğinizi ve bu yola sıkı bağlandığınızı ve tecdidi iman etdiğinizi de yazmışdınız. bir ay geçmeden bu halinizin değişdiği anlaşılıyor ve pek çabuk eski halinize döndüğünüz görülüyor. bu gerilemeniz, o iki rü'yanın şeytani olduğu veya yanlış bir keşf olduğu düşüncesini hasıl etmekdedir. o mektubunuz nasıldı, bu mektubunuz nasıldır? farisi tercemesi: söyle ona, neden kötülük yapıyor? bana değil, kendi kendine ediyor. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere allahü teala selamet versin! yüzsekizinci mektub bu mektub, meyan seyyid ahmede yazılmışdır. nübüvvetin vilayetden daha üstün olduğu bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi ve bütün müslimanları peygamberlerin efendisine aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha uymakdan ayırmasın! tesavvuf yolundakilerin büyüklerinden birkaçı, sekr halinde iken, dedi. birkaçı da, diyerek, velinin rahmetullahi aleyh nebiden daha üstün olacağının anlaşılmasını önlediler. fekat, işin doğrusu, bunun tersidir. çünki, peygamberin nübüvveti, kendi vilayetinden de daha üstündür. vilayet makamlarında olanlar, göğüslerinin sıkıntısından, halk ile birlikde bulunamıyorlar. peygamberlikde ise, göğüsleri çok geniş olduğundan, hak teala ile olmaları, halk ile birlikde olmalarına ve halk ile birlikde olmaları da, hak teala ile olmalarına engel değildir. peygamberlikde, yalnız halk ile olmak yokdur. bunun için, yalnız hak teala ile olan vilayet, nübüvvetden daha üstün değildir. allahü teala korusun, cahil insanlar yalnız halk ile olur. nübüvvetin şanı, şerefi bundan çok yüksekdir. bu sözümüzü iyi anlamak, sekr sahiblerine güç gelir. halleri doğru olan büyükler, böyle olduğunu çok iyi bilirler. arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! ayrıca dileğimiz şudur ki, meyan şeyh abdürrahimin oğlu şah abdüllah ile yakınlığımız, kardeşliğimiz vardır. babası, çok zeman behadır hanın emrinde çalışmışdır. oradan geliri vardı. şimdi gözleri kuvvetden düşdü. behadır hanın yanında çalışmak için oğlunu gönderdi. bunun için sizden de bir işaret olursa, faide verecekdir. vesselam. yüzdokuzuncu mektub bu mektub, hakim sadra gönderilmişdir. kalbin selameti ve hak tealadan başka şeyleri unutması bildirilmekdedir: allah adamları kaddesallahü teala esrarehüm, kalb hastalıklarının tabibleridir. batın hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedavisi ile olur. bunların sözleri ilacdır. bakışları şifadır. onlarla beraber bulunanlar kötü olmaz. onlar allah adamlarıdır. onlarla yağmur yağdırılır. onlarla rızk gönderilir. batın hastalıklarının en kötüsü ve kalb bozukluklarının başı, kalbin hak tealadan başka şeylere bağlanmasıdır. bu bağlılıkdan, büsbütün kurtulmadıkça kalb selamet bulamaz. çünki allahü teala, hiçbir yerde ortak istemez. zümer suresi üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. hele, şeriki, ortağı daha üstün tutmak, hayasızlığın, alçaklığın sonu olur. allahü tealadan başka şeyleri, ondan daha çok sevmek, onun sevgisi hiç gibi kalmak, ne büyük hayasızlıkdır! hadisi şerifde, buyuruldu ki, bu haya bildirilmekdedir. kalbin hastalıkdan kurtulmasının, ya'ni hak tealadan başka şeylere bağlılığı kalmamasının alameti, işareti, kalbin ma'sivayı büsbütün unutmasıdır. hiçbirşeyi hatırlayamamasıdır. birşeyi düşünmek için zorlansa, hiç düşünemez. böyle bir kalbin herhangi bir şeye bağlılığı olamaz. allah adamları, ya'ni veliler kaddesallahü teala esrarehüm, kalbin bu haline demişdir. bu yolda birinci adım budur. sonsuz olan nurların görünmesi ve ma'rifetlerin, hikmetlerin gelmesi, bu zeman başlar. fenaya kavuşmadıkça, hiçbirşey ele geçemez. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! yüzonuncu mektub bu mektub, şeyh sadreddine yazılmışdır. insanın, kulluk vazifelerini yapmak ve allahü tealanın sevgisine kavuşmak için yaratıldığı bildirilmekdedir: hak teala sizi, yüksek insanların istediği şeylerin sonuna kavuşdursun! insan, kulluk vazifelerini yapmak için ve hep hak teala ile olmak için yaratıldı. bunlara da, geçmişlerin ve geleceklerin efendisine aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha zahiri ve batını tam uydurmadıkca, kavuşulamaz. allahü teala, bizim ve sizin sözlerimizi ve işlerimizi ve zahirlerimizi ve batınlarımızı ve ibadetlerimizi ve i'tikadlarımızı, o yüce peygambere sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem uygun yapmakla şereflendirsin! amin ya rabbel'alemin. farisi tercemesi: allahdan başka herneye tapınsa, hepsi hiçdir. yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir. hak tealadan başka olarak özenilen herşey, ma'bud olur. hak tealadan başkasına ibadet etmekden kurtulmak için, ondan başka hiçbirşeye özenmemek, hiçbirşeyin arkasına düşmemek lazımdır. ahıreti, cennet ni'metlerini istemek de, böyledir. bunları istemek, her ne kadar sevab ise de, mukarreblerce günah sayılır. ahıretdeki şeyleri istemek böyle olunca, dünya işlerine düşkün olmanın neye varacağını anlamalıdır. çünki dünya, hak tealanın sevmediği şeylerdir . dünyadaki şeyleri yaratdığından beri onlara hiç kıymet vermemişdir. allahü tealanın sevmediği şeyleri sevmek, günahların başıdır. bunlara düşkün olanlar, arkalarında koşanlar merhametden uzak olur. hadisi şerifde, buyuruldu. allahü teala, hepimizi dünyanın ve dünyada olanların şerrinden, zararlarından korusun. sevgili peygamberi ve geçmişlerin, geleceklerin efendisi muhammed aleyhisselamın hurmetine düamızı kabul buyursun! vesselam, velikram. yüzonbirinci mektub bu mektub, şeyh hamidi sünbüliye yazılmışdır. tevhid, kalbi allahü tealadan başka şeylerden kurtarmak olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selamet olsun! kalbi allahü tealadan başka şeylere bağlanmakdan kurtarmak demekdir. kalbi masivaya çok az bile olsa, bir bağlılığı bulunan kimse, tevhid sahibi olamaz. , allahü tealadan başka şeylerin hepsi demekdir. bu ni'meti elde etmeden önce, vahid, birdir demek ve vahid bilmek, huzur sahiblerine göre boş laf olur. evet, iman etmiş olmak için, vahid demek ve vahid bilmek lazımdır. fekat bu, allahü tealadan başka tapınacak hiçbirşey yokdur, demekdir. allahü tealadan başka hiçbirşey var değildir demekle, onun arasındaki başkalık meydandadır. tasdik, iman, ilmle olur. vicdanla anlamak ise bir haldir. bu hale kavuşmadan önce, bunun üzerinde konuşmak doğru olmaz. büyükler arasında, bu halden söz edenler, şu ikisinden biridirler: ya kendilerini hal kaplıyarak örtülmüşlerdir. bunun için, sorguya çekilmez, suçlanmazlar. yahud, hallerini başkalarına örnek olmak için bildirmişlerdir. böylece, başkaları, kendi hallerini, bu büyüklerin halleri ile ölçerek, doğru olup olmadıklarını anlasınlar. bu ikisinden başka sebeble, halini, sırrını açıklamak yasakdır. hak teala, o büyüklerin hallerinden az birşey, biz yabancılara da ihsan eylesin! muhammed mustafanın sünneti seniyyesine yapışmakla şereflendirsin ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye! sevgili peygamberi aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onun ali radıyallahü teala aleyhim ecma'in hurmetleri için bu düamızı kabul buyursun! amin! ayrıca başınızı ağrıtayım ki, bu düacınızın mektubunu getiren, meyan şeyh abdülfettah hafız, olgun bir kimsedir. bir insan evladıdır. bakacağı kimseleri çokdur. kızlar babasıdır. geçim darlığından dolayı ihsan sahiblerine baş vurmakdadır. beklediğine kavuşacağını umarım. başınızı daha çok ağrıtmakdan çekindim. yüzonikinci mektub bu mektub, şeyh abdülcelili tehaniseriye yazılmışdır. birinci vazifemiz, ehli sünnet velcema'at i'tikadını elde etmek olduğu bildirilmekdedir: hak teala, zarar ziyan içinde olan bizleri, doğru oldukları müjdelenmiş olan, ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdikleri i'tikada kavuşdursun! beğendiği işleri yapmakla şereflendirsin! bu iyi işleri yapmakdan hasıl olan halleri de ihsan buyursun! kendi mukaddes makamına çeksin! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir. çünki, bu kurtuluş fırkasının i'tikadı olmadan hasıl olan haller, vecdler, istidracdan başka birşey değildir. insanı harablığa, felakete sürüklerler. bu kurtuluş fırkasına uymak ni'metine kavuşdukdan sonra, her ne verirlerse seviniriz, şükr ederiz. razı oluruz. tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, kendilerini hal ve sekr kapladığı zeman, doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uymıyan bilgiler, ma'rifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. bunun için, suçlu sayılmazlar. kıyametde, bunlar için sorguya çekilmemeleri umulur. bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidirler. onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevab verilir. böyle, birbirlerine uymıyan bilgilerde, hep ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğrudur. çünki bunların bilgileri, peygamberlik kaynağından alınmışdır ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. bu bilgiler, kesinlikle doğru olan vahy ile bildirilmişdir. tesavvuf büyüklerinin ma'rifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmakdadır. keşf ve ilhamın doğruluğu kesin değildir. keşf ve ilhamın doğru olup olmadığı, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış oldukları anlaşılır. işin doğrusu böyledir. işin doğrusu bilindikden sonra, buna uymıyan keşflerin, dalalet, sapıklık oldukları anlaşılır. allahü teala, bizi ve sizi, zahirimizi, batınımızı, i'tikadımızı, ibadetlerimizi, peygamberlerin efendisine aleyhi ve ala alihi minessalevati ekmelüha ve minetteslimati efdalüha uygun eylemekle şereflendirsin! size ve doğru yolda olanlara selamet versin! amin. yüzonüçüncü mektub bu mektub, cemaleddin hüseyn külabiye yazılmışdır. mübtedi ile müntehinin cezbeleri arasındaki farkı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, beğendiği kimselere rahmetullahi aleyhim ecma'in selam olsun! cezbe, ya'ni çekilmek, ancak bir üst makama olur. daha üst makamlara çekilmez. şühud da böyledir. bir makam görülebilir. o halde, kalb makamında bulunup süluk yapmadan, cezb edilenler, ancak kalbin üstündeki ruh makamına çekilirler. allahü tealaya cezb edilmek için, nihayetde bulunmak lazımdır. ya'ni bulunduğu mertebenin üstünde başka makam olmamalıdır. başlangıcda olan cezbede, bir üst makam, ya'ni ruh müşahede edilir. allahü teala, ruhları, kendi suretinde yaratdığı için, ruhu görünce, hak tealayı görmek sanmışlardır. ruhun, bu madde alemi ile, bir münasebeti, bağlılığı olduğu için, ruhu görünce, mahlukat aynasında, hak teala görülüyor demişlerdir. böylece, ba'zıları, ma'ıyyet var sanmışdır. sülukün sonuna varmadıkca ve orada hasıl olmadıkca, hakkın şühudü mümkin değildir. ; kaydsız, şartsız, ya'ni her bakımdan demekdir. farisi tercemesi: bir kimseye, nasib olmazsa fena, bulamaz yol, o makama asla! hakkın şühudünde, bu alemin hiç münasebeti yokdur. şühudi ruh ile, şühudi hak arasındaki fark şudur ki, bu alem ile herhangi bir bakımdan münasebeti bulunursa, değildir. eğer hiç münasebeti yok ise, dir. başka kelime bulunamadığı için, şühud denilmişdir. yoksa, bu görmek değildir. anlaşılamıyan, anlatılamıyan bir haldir. biçun için olan şeyler, bilinen diller ve kelimelerle anlatılamaz. vesselam! yüzondördüncü mektub bu mektub, sofi kurbana yazılmış olup peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama uymağa teşvik eylemekdedir: cenabı hak, hepimizi, dünya ve ahıretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olmak se'adetiyle şereflendirsin! çünki cenabı hak, ona tabi' olmağı, ona uymağı çok sever. ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahıret ni'metlerinden daha üstündür. hakiki üstünlük, onun sünneti seniyyesine tabi' olmakdır ve insanlık şerefi ve meziyyeti, onun islamiyyetine uymakdır. kelimesi, üç ayrı ma'naya gelir. burada, islamiyyet demekdir. mesela, ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, ona uymaksızın, birçok geceleri ibadetle geçirmekden, kat kat daha kıymetlidir. çünki ya'ni öğleden önce biraz yatmak, adeti şerifesi idi. mesela, onun dininin emr etdiği için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, onun yolunda bulunmayıp senelerce tutulan oruclardan daha kıymetlidir. islamiyyetin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekden daha efdaldir. emirülmü'minin ömer radıyallahü anh, bir sabah namazını cema'at ile kıldıkdan sonra, cema'ate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: eshabı dediler ki, geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. belki şimdi uyku basdırmışdır. emirülmü'minin buyurdu ki, . islamiyyetden sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini ve kötü arzularını körletiyor ise de, bu dine uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfe'atden ibaret kalır. halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun birkaçının i'tibarı olsun. bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden daha çok çalışır veyorulur. ücretleri de herkesden aşağıdır. islamiyyete tabi' olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. bunların işi az, kazançları pek çokdur. ba'zan bir saatlik çalışmaları, yüzbinlerle senenin kazancını hasıl eder. bunun sebebi şudur ki, islamiyyete uygun olan amel, hak tealanın makbulüdür, mardisidir, çok beğenir. islamiyyete uymıyan şeylerin hiçbirisini hak teala sevmez, beğenmez. sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevab verilir mi? belki cezaya sebeb olur. bu incelik, dünya işlerinde de vardır. biraz düşünülürse anlaşılır. o halde, se'adeti ebediyyeyi ele geçirten sermaye, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem dinine yapışmakdır. bütün zarar ve fesadların başı, islamiyyetden ayrılmakdır. vesselam. yüzonbeşinci mektub bu mektub, molla abdülhakı dehleviye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. gitdiğimiz yolun yedi basamak olduğu bildirilmekdedir: farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı! bizim gitmekde olduğumuz yol, yedi adımdır. iki adımı dadır. ya'ni, madde aleminde, ölçü alemindedir. beş adımı dedir. ya'ni maddesiz, ölçüsüz alemdedir. alemi emrde olan birinci adım atılınca, hasıl olur. ikinci adımda, hasıl olur. üçüncü adımda, hasıl olmağa başlar. sonra ve daha sonra, ilerledikçe, bu tecelliler artar. tesavvuf yolunda ilerliyenler, bu sözlerimizin ne demek olduğunu daha iyi anlar. bütün bu ni'metlere, ancak geçmişlerin ve geleceklerin en üstününün aleyhi minessalevati ekmelüha ve minettehıyyati efdalüha yolunda, izinde gitmekle kavuşulabilir. bu yol, iki adımdır, diyenler de vardır. bunlar, için birinci adım, için ikinci adım demişlerdir. işi kolay anlatmak için, sözü kısaltmışlardır. işin doğrusu, allahü tealanın yardımı ile, yukarıda bildirdiğimizdir. yüzonaltıncı mektub bu mektub, molla abdülvahidi lahoriye yazılmışdır. kalbin selameti, masivayı unutmakda olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşimin mektubu geldi. kalbin selameti için yazdıklarınız anlaşıldı. evet, kalbin selameti, onun masivayı unutmasına bağlıdır. öyle ki, zorla hatırlatmak isteseler, hatırlayamamalıdır. denir. bu hale denir. bu yolun birinci basamağı, bu fenaya kavuşmakdır. bu fena vilayet derecelerine kavuşulacağının müjdecisidir. salikler, yaradılışlarındaki uygunluklara göre, çeşidli derecelere yükselirler. çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalışmalıdır. çocuklar gibi, yolda önüne çıkan kozalaklara, cam parçalarına bağlanıp kalmamalıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. dünya işleri ile çok uğraşmakda, dünya işlerine gönül bağlamak korkusu vardır. kalbin selamete kavuşmasına da sakın aldanmayınız! yine geri dönebilir. dünya işleri ile, elden geldiği kadar az uğraşınız ki, dünyaya gönül bağlamak tehlükesine düşmeyesiniz! dünyaya düşkün olmak felaketinden allahü tealaya sığınırız. dünyaya gönül bağlamamış olan fakir bir çöpcü, gönlünü dünyaya kapdırmış olan koltukdaki zenginden katkat daha kıymetlidir. birkaç günlük yaşamakda dünyaya gönül vermemek, hiçbirşeye düşkün olmamak için çok uğraşınız! dünyaya düşkün olmakdan ve dünyaya düşkün olanlardan, aslandan kaçmakdan daha çok kaçmalıdır. yüzonyedinci mektub bu mektub, molla yar muhammed kadimi bedahşiye yazılmışdır. başlangıcda, kalb hisse bağlıdır. sona varınca, bu bağlılığın kalmadığı bildirilmekdedir: mevlana yar muhammed bizi unutmamış. kalb, çok zeman his organlarına bağlıdır. duygu organlarından uzak olanlar, kalbden de uzak olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, kalbin duygu organlarına bağlı bulunduğu mertebeyi göstermekdedir. tesavvuf yolunun nihayetine varılınca, kalbin his organlarına bağlılığı kalmaz. hisden uzak olmak, kalbin yakın olmasını bozmaz. bunun içindir ki, tesavvuf büyükleri, başlangıçda ve yolda olanların, olgun şeyhin yanından ayrılmalarına izn vermemişlerdir. . bu söze uyarak bulunduğunuz yolu değişdirmeyiniz! uygunsuz kimselerle arkadaşlık etmekden, elden geldiği kadar sakınınız! meyan şeyh müzzemmilin yanınıza gelmesini, se'adete kavuşmanızın başlangıcı biliniz! onun sohbetinde, yanında bulunmağı büyük ni'met biliniz! vaktlerinizin çoğunu onun yanında geçiriniz! çünki kendisi, ele az geçen ni'metlerdendir. vesselam!. yüzonsekizinci mektub bu mektub, molla kasım ali bedahşiye yazılmışdır. allah adamlarına dil uzatmanın felaket olduğunu bildirmekdedir: bizi sevenlerden mevlana kasım alinin yolladığı mektub geldi. içindekiler anlaşıldı. casiye suresi onbeşinci ayetinde mealen, iyi iş yapan, kendine iyilik etmiş olur. kötülük yapan da, kendine etmiş olur buyuruldu. hace abdüllahi ensari rahmetullahi teala aleyh, ya rabbi! her kimi kovmak istersen, bizim üzerimize saldırtırsın! buyurdu. farisi tercemesi: korkarım ki, derdlilere gülenler, tard olurlar, imanı gayb ederler. hak teala, bütün müslimanları, bu fakirlere inanmamakdan ve onlara laf atmakdan korusun! insanların efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam bu düamızı kabul buyursun! amin. yüzondokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'man bedahşiye yazılmışdır. olgun olan bir büyüğün sohbetinde bulunmağı övmekdedir: mir hazretlerinin kıymetli mektubu geldi. bu yol, aklın ermediği, şaşırdığı bir yoldur. hadisi şerifde, buyuruldu. aklı başından gidince, çoluk çocuğun işlerini bırakır. şunun bunun düşüncesini unutur. kalbin cem'iyyetine kavuşur. dünyaya olan bu soğukluk, sizin yaratılışınızda vardır. fekat, bitmez tükenmez olaylar bunu örtmüşdür. ne yapalım, bu ayrılıkda çok ilgisizlik hasıl olduğu anlaşılıyor. bunu hemen düzeltmelidir. bu güçsüzlüğü güç olarak düşününüz! kendinizi bu ayrılıkdan kurtarınız! allah adamlarının toparlanması, başkalarının toparlanmaları gibi değildir. başkalarının toparlanmasına yarayan şeyler bunların dağılmasına sebeb olur. başkalarının dağılmasına sebeb olan şeyleri yaparak, kendinizi toparlayınız! eğer başkalarının topluluğunda, bunlarda cem'ıyyet hasıl olursa, bu cem'ıyyetden korkmalıdır. bunun zararından kurtulmak için, allahü tealaya yalvarmalıdır. kendini, başkalarının halleri ile ölçmemelidir. çünki, sona varmadan önce olan mertebelerin hepsi çeşidli derecelerde birer noksanlıkdırlar. farisi mısra' tercemesi: dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir! tesavvuf büyükleri, sona gelmiyen kimselere, tesavvufu öğretmek için izn vermişlerdir. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirreh, ya'kubi çerhiye tarikatı öğretdikden ve birkaç konak ilerletdikden sonra, ey ya'kub! bizden sana gelenleri, sen de başkalarına ulaşdır demişdi. böyle olmakla beraber, kendisinden sonra, ala'üddinin hizmetinde bulunmasını ona emr buyurmuşdu. kazancının çoğuna, hace ala'üddin hazretlerinin kuddise sirruh hizmetinde kavuşmuşdu. bunun içindir ki, mevlana abdürrahman cami' kuddise sirruh, kitabında, ya'kubi çerhiyi önce hace ala'üddinin müridleri arasında saymakda, ikinci olarak da hace nakşibend hazretlerine bağlamakdadır. sözün kısası, bu gönül dağınıklığının ilacı, gönlünü allahü tealaya vermiş olanların sohbetidir. böyle olduğu çok çok bildirilmişdir. mevlana muhammed sıddikın, fakirler sohbetini bırakarak, ücretle askere gitdiği işitildi. yazıklar olsun, binlerle yazıklar olsun! bir kimseyi en yüksek makamdan, en aşağıya düşürmelerine yazıklar olsun! askerlikde, gönlünü ya toparlıyabilir veya toparlıyamaz. toparlıyabilirse fenadır. eğer toparlıyamazsa, daha fenadır. ya rabbi! bizlere, doğru yolu gösterdikden sonra, kalbimizi kaydırma! sonsuz rahmetinden bizlere serp! iyilik yapan ancak sensin. vesselam. yüzyirminci mektub bu mektub, yine mir muhammed nu'mana yazılmışdır. cem'ıyyet sahiblerinin sohbetinde bulunmak lazım olduğu bildirilmekdedir: mir hazretleri unutmuş olacaklar ki, bir selam ve bir haber ile hatırlamıyorlar. dünya hayatı pek kısadır. bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir. bu en lüzumlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmakdır. hiçbirşey sohbet gibi faideli değildir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı, sohbet ile, başkalarından daha üstün oldular. peygamberlerden aleyhimüsselam başka herkesden, hatta veysel karaniden ve ömer mervaniden daha üstün oldular. halbuki veysel karani ile ömer bin abdül'aziz bin mervan son dereceye yükselmişler ve sohbetden başka kemalatın hepsine varmışlardı. bunun için, hazreti mu'aviyenin yanılması, resulullahın sohbeti bereketi ile, o ikisinin doğru işlerinden daha hayrlı oldu. bunun gibi, amr ibni asın yanlış bir işi, o ikisinin şü'urlu işinden daha üstün oldu. çünki bu büyükler, resulullahı görmekle ve melekle birlikde bulunmakla ve vahyi ve mu'cizeleri görmekle, imanları görerek inanmak oldu. bu saydığımız üstünlükler, bütün başka üstünlüklerin temelidir, kaynağıdır. eshabı kiramdan başkası bunlara kavuşamamışdır. veysel karani, sohbetin bu üstünlüklerini bilseydi, hiçbirşey onu sohbetden alıkoyamazdı. bu üstünlüğe kavuşmak için herşeyi bırakırdı. allahü teala dilediğine rahmetini saçar. onun ihsanı boldur. farisi tercemesi: iskender, abı hayata kavuşamadı, ni'mete kavuşmak zorla, zerle olmadı. ya rabbi! bu dünyada bizi o büyüklerin zemanında yaratmadın ise de, ahıretde mahşer meydanında bizi onların arasında bulundur! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve aleyhimüssalatü vettehıyyatü vetteslimat bu düamızı kabul buyur! yüzyirmibirinci mektub bu mektub, yine mir muhammed nu'mana yazılmışdır kaddesallahü sirrehül'aziz. bu yolun yedi adım olduğu ve sevilenlerden birkaçının altıncı adıma erişdikleri bildirilmekdedir: mir hazretleri! bol düalarımızı okuyunuz! çok zemandan beri hallerinizi bildirmediniz. buradaki fakirlerden de bir haber almadınız. allahü tealaya hamd ve şükr ederiz ki, bu fakirlerin hali çok iyidir. kısaca, bunlardan az birşey bildireceğim. bizleri seven kardeşim! bu yolun hepsi, yedi adımdır. sevdiklerimizden bir kısmı, işi altıncı adıma ulaşdırdı. beşinci, dördüncü basamaklarda olanlar da vardır. üçüncü basamakda olanlar, talebeye ders vermekdedirler. daha ilerdekilerin nasıl olduklarını artık anlayınız! yüksekleri özlemek lazımdır. aşağı ve az şeylerle doymamalıdır. daha çok yazmağa vaktimiz olmadı. yüzyirmiikinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. yüksekleri istemek, elegeçenlerle oyalanmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: mevlana muhammed tahir, bizi suçlu görmeyiniz! mevlana yar muhammed göç etmenin sebebini bildirecek. hindistan yolculuğuna karar verince gidip çoluk çocukdan haber alınsın! geri kalanı kavuşunca konuşuruz. huzur üzere olmak ve uygunsuz kimselerle görüşmemek lazımdır. çok uğraşmalı! ele geçenle oyalanmamalıdır. farisi tercemesi: cihanı parlatan nura varmak için adım atdık. batıyı, yıldızı, lambaları arkada bırakdık. bu zeman insanların çoğu görünüşe bakmakda ve az birşeyle oyalanmakdadırlar. bunlarla birlikde bulunmak, kalbi öldürür. aslandan kaçar gibi bunlardan kaçmalıdır. bulunduğunuz yolda ilerlemeğe çalışınız! rü'yalara o kadar kıymet vermeyiniz! çünki, rü'yanınyorumlıyacak yerleri pekçokdur. sakın rü'yalara, hayallere bağlanıp kalmayınız! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! vesselam. yüzyirmiüçüncü mektub bu mektub, yine molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. bir farzın elden kaçmasına sebeb olan nafile ibadet, hac bile olsa, hiçbirşeye yaramıyacağı bildirilmekdedir: akllı kardeşim. ismi gibi temiz olan molla tahirin kıymetli mektubu geldi. kardeşim! hadisi şerifde, buyuruldu. bir farzı yapmayıp, bir nafile ibadeti yapmak da, boşuna uğraşmakdır. bunun için, ne ile vakt geçirdiğimizi incelemeliyiz. ne ile uğraşdığımızı anlamalıyız. nafile ibadet mi, yoksa farz olan ibadeti mi yapıyoruz? bir nafile hac yapmak için bir çok yasaklar, haramlar işleniyor. iyi düşünmelisiniz! aklı olana bir işaret yetişir. size ve arkadaşlarınıza selam ederim.. yüzyirmidördüncü mektub bu mektub, yine molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. yolluk bulunması, haccın vücubünün şartıdır. yol parası olmadan hacca gitmek, başka vazifeler yanında vakt gayb etmek olduğu bildirilmekdedir: kardeşim hace muhammed tahiri bedahşinin kıymetli mektubu geldi. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, fakirleri sevmekde ve bağlanmakda gevşeklik olmamış. ayrılık günlerinin uzaması buna yol açmamış. bu haliniz büyük se'adetin alametidir. bizi seven kardeşim! gitmeğe karar verdiniz ve izn istediniz. ayrılırken, belki biz de yolda size kavuşuruz demişdik. bunu çok istedik. fekat, istihareler uygun olmadı. bu yolculuğumuzun caiz olacağı anlaşılmadı. bunun için, vaz geçdik. daha önce sizin gitmeniz de uygun görülmemişdi. fekat, çok istediğiniz düşünülerek, açıkca men' edilmedi. yola çıkmak için, yolluk parası bulunması şartdır. buna gücü olmayanın hacca gitmesi, boş yere vakt geçirmek olur. haccın vücub şartlarından biri, yol parasına malik olmakdır. yol parası olmıyana hacca gitmek farz olmaz. hacca giderse, nafile hac yapmış olur. ömreye gitmek de, zaten farz ve vacib değildir. ya'ni nafile ibadetdir. nafile ibadeti yapmak, bir farzın terkine veya bir haram işlemeğe sebeb olursa, ibadet olmakdan çıkar. günah işlemek olur. mektuba bakınız! daha lüzumlu işi bırakıp da, farz olmayan işi yapmak uygun olmaz. bunları size birkaç mektubda bildirmişdim. elinize gelip gelmedikleri bilinmiyor. bizim sözümüz, bu kadardır. ötesini siz bilirsiniz. vesselam. yüzyirmibeşinci mektub bu mektub, nişapurlu mir salih adına yazılmışdır. alemi sagir ve alemi kebirin, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının görünüşü olduğunu ve allahü tealanın kendisi ile hiçbir münasebeti bulunmadığını ve yalnız onun mahluku olduklarını bildirmekdedir: ya rabbi! maddenin, basit ve bileşik cismlerin, küçük alem denilen insanın ve büyük alem denilen diğer varlıkların yapısını, hakikatlerini, doğru olarak bize bildir! küçük alem ve büyük alem, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır. onun zatında bulunan şü'un ve kemallerin görünüşleridir. bu alemler, kapalı bir hazine ve örtülmüş bir sır idi. bunları meydana çıkarmak istedi. icmalden tafsile getirdi. ya'ni, bir ağacın her parçası, çekirdekde sıkışık olarak bulunurken, hepsinin ağaç üzerinde ayrı ayrı meydana gelmesi gibi, her şeyi, ayrı ayrı yaratdı. kendisine ve sıfatlarına alamet olacak şeklde yaratdı. ya'ni alemin, hiçbir parçasının, allahü teala ile, hiçbir nisbeti, benzerliği yokdur. yalnız, onun mahlukudurlar. ismlerini, şü'unlarını göstermekdedirler. alemin allahü teala ile birleşmiş olduğunu, onun aynı, benzeri olduğunu, alemi çevirmiş, aleme sirayet etmiş, her zerreye girmiş, herşeyle beraber olduğunu zan etmek, ona olan sevginin, tesavvuf serhoşluğunun taşkınlığını gösterir. halleri, görüşleri doğru olan tesavvuf büyükleri, ayılmış olduklarından, allahü tealanın, hiçbir bakımdan, bu aleme benzemediğini, yalnız onun mahluku olduklarını söyler. yalnız ilminin, ihata ve sirayet etdiğini ve herşeyle beraber olduğunu bilirler. ehli sünnet alimleri de, böyle söylemekdedir. allahü teala, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükafatlandırsın! sfiyyei aliyyeden ba'zısı, allahü tealanın zatı, kendisi, bu alemi kaplamışdır. bu alemle beraberdir gibi şeyler söyliyerek, zatı ilahiyi mahluklara benzetiyor. halbuki, zatı ilahinin hiçbirşeye benzemediğine, hatta zatında, sıfat bile bulunmadığına inanmakdadırlar. bunlara çok şaşılır. sözleri birbirini tutmuyor. sözlerinin arasını bulmak için, zati ilahide mertebeler ayırmak, faide vermez. eski felsefecilerin, bozuk fikrlerini, yanlış yollardan isbata kalkışmalarına benzer. keşfi doğru olan büyükler kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, zatı ilahiyi, hiçbir bakımdan, başkalık göstermeyen olarak bilir. bundan fazla olanları, ism ve sıfat sayarlar. farisi tercemesi: sevgilinin ayrılığı, az da olsa, çok acıdır, ufak bir kıl bile kaçsa, nazik gözü pek acıtır. yukarıda bildirilenlerin iyi anlaşılması için, şu misali yazmağı uygun görüyorum: büyük bir fen adamı, senelerle yapdığı tecribelerden elde etdiği, kıymetli bilgileri anlatmak için, harf ve sesleri kullanır. bu harflerin ve seslerin, anlatılan bilgi ve ma'nalarla hiçbir benzerliği ve beraberliği yokdur. yalnız onların aynası gibidirler. o kıymetli bilgiler, bunlarla meydana çıkmakdadır. bu harfler ve sesler, bu ma'naların kendileridir demek yanlışdır. burada ihata, ma'ıyyet yokdur. ma'nalar, saflıkları üzere kalmış, hiç değişikliğe uğramamışdır. fekat, bu ma'nalar ile, harf ve sesler arasında, göstermek ve gösterilmek, anlatmak ve anlatılmak bakımından bir bağlılık vardır. bu bağlılık, ba'zı kimselerin hayalinde büyüyerek, başka benzerlikler hatıra gelir. hakikatde ise, hiçbir benzerlik yokdur. işte, bu mes'elede, bu fakirin anladığı da böyledir. mahlukların ayna gibi olduğunu göstermek için, allahü teala, bu alem ile birleşmişdir, beraberdir, aynıdır ve alemi kaplamışdır gibi şeyler söylemek, tesavvuf serhoşluğundandır. zatı ilahinin bu alemle hiçbir bağlılığı, benzerliği yokdur. onun sıfatlarını gösterdiği için desinler veya demesinler, varlık ikidir: birisi, hakikatde var olan hak tealadır. ikincisi, zıl, gölge gibi olan mahluklardır. eski yunan felsefecilerinden sofistaiyye lerin sandığı gibi, var olan birdir. ondan başkası, hep vehm ve hayaldir demek yanlışdır. farisi iki tercemesi: onu önceden anlayınca sen, kendini o yana tam bağlarsın. kimin zılli olduğunu bilsen, gam yimezsin, kalsan veya ölsen! allaha kulluk ederim, tapdığım dergah bir, bir lahza ayrılmadım tevhidden allah bir! yüzyirmialtıncı mektub bu mektub, yine mir salih nişapuriye yazılmışdır. talibin batıl, bozuk ma'budlardan kurtulması, hak, doğru ma'budü düşünmesi ve hatırına gelen herşeyi de kovması bildirilmekdedir: mir seyyid kardeşim! talib derken, kendi içinde ve dışarda olan bütün bozuk ma'budları yok etmesi ve derken, hak ma'bud olarak fikrine, vehmine gelen şeylerin hepsini de nefy etmesi, koğması lazımdır. hak olan bir ma'budün yalnız var olduğunu düşünmeli, bundan başka hatırına hiçbirşey getirmemelidir. allahü tealanın zatında hiçbirşey ve vücud ya'ni var olması bile bulunmaz. onu, vücudden başka olarak aramak lazımdır. ehli sünnet alimleri allahü teala onların çalışmalarına bol bol iyilikler versin! ne güzel söylemişlerdir. allahü tealanın vücudü, zatından başkadır, buyurmuşlardır. vücudü zatdan başka bilmemek ve vücudden başka birşeyin varlığına inanmamak, kısa görüşlü olmakdır. şeyh alaüddevle kaddesallahü sirrehül'aziz, demişdir. bu fakiri vücud mertebesinden yukarı götürdüklerinde, çok zeman, o halde kalmışdım. zevk ile, vicdan ile kendimi ndan ya'ni sıfatlara inanmayanlardan sanmışdım. allahü tealanın vücud sıfatını bilmedim. çünki, vücud sıfatı geride kalmışdı. zat mertebesinde vücudun yeri yokdu. o haldeki imanım, imanı taklidi idi. tahkiki değildi. sözün kısası, insanın hatırına, hayaline gelen herşey de, kendisi gibi mahlukdur. mahluklarından kendisine doğru hiçbir yol açmayan, yalnız onu anlamakdan aciz olmak, gücü yetememek yolunu açık bırakan rabbimizi tesbih ederiz. o her aybdan, kusurdan, lekeden uzakdır, temizdir. ve denilen mertebelere varmak, mümkin vacib olur demek değildir. böyle şey olamaz. böyle şeyin olması, hakikatleri bozmak, birbirine karışdırmak olur. mahluk, sonradan yaratılmış olanlar, vacib olamayacakları, hep var olamayacakları için, vacibden mümkinin eline geçen şey yalnız onu anlıyamamakdır. farisi tercemesi: anka avlanılmaz, tuzağı topla! tuzağa giren, olur yalnız hava. çok yüksekleri arayan talib, kavuşulamayacak, adı ve nişanı bulunamayacak bir varlığı arar. birçokları ise, kendilerinden başka olmayan varlığı aramakda, ona yaklaşmağa, beraber olmağa uğraşmakdadır. farisi mısra' tercemesi: onlar büyüklerdir, ben de böyleyim yarab! geçmişiniz ve geleceğiniz hayrlı olsun! azıcık müslimanlığı et merak, din büyüklerinin sözüne bir bak! okusan, anlarsın sen de, o zeman, ne diyor muhammed aleyhisselam? yüzyirmiyedinci mektub bu mektub, molla safer ahmedi rumiye yazılmışdır. anaya babaya hizmet, her ne kadar sevab ise de, hakiki matluba kavuşmak yanında, boşuna uğraşmak olur. hatta günah olduğu bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuz geldi. buraya gelemediğinizin sebebini yazıyorsunuz. doğrudur. şimdiye kadar yapdığınızdan daha da çok yapınız. lazım olan hizmeti tam yapamadığınızı düşününüz. ahkaf suresinin onbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. lokman suresinin ondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. böyle olmakla beraber, bütün bu iyi işler, hakiki varlığa kavuşmak yanında boş, faidesiz kalırlar. süluk konaklarını geçmek yanında lüzumsuz, boş şeylerdir. sözünü işitmişsinizdir. farisi tercemesi: herne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! allahü tealanın hakkı, bütün mahlukların haklarından daha önce gelir. onların haklarını gözetmek de, onun emri iledir. yoksa, onun hizmetini bırakıp da, başkalarına hizmet etmek kimin elinden gelebilir? bunun için, başkalarına hizmet etmek, ona olan hizmetlerden biri olur. fekat, hizmetler arasında çok fark vardır. tarlayı sürenler ve ekini biçenler de, padişahlara hizmet etmekdedir. fekat, serayda olanların yapdıkları hizmetlerin şerefi başkadır. bunların yanında, tarlayı sürmek ve ekini biçmek gibi şeyler söylemek, suç bile olur. her işin karşılığı, o işin kıymetine göre ölçülür. tarla sürenler, sabahdan akşama kadar ter içinde çalışır. buna karşılık, az birşey alır. mukarrebler ya'ni sultana yakın olanlar ise, her saatde yüzlerce lira alırlar. böyle olmakla beraber, bunların bu paralarda hiç gözleri yokdur. gözleri, gönülleri hep sultandadır. aralarındaki farkı düşününüz! ferruh hüseyn, oldukça ilerlemekdedir. onun için üzülmeyiniz! daha ne yazayım. vesselam. yüzyirmisekizinci mektub bu mektub, hace mukime yazılmışdır. çok yükseklere erişmeği istemelidir. ele geçenle doymamak lazım olduğu bildirilmekdedir: kıymetli hace muhammed mukim! bu uzakda kalmış olanları unutmayınız! hatta, uzakda sanmayınız! hadisi şerifde, buyuruldu. bu yolun ucu çok uzundur. aranılan sevgili, çok yüksekdir. gücümüz, uğraşmamız ise, sonsuz olarak azdır. erişilen konaklar, aranılanı andıran serab gibidir. allah korusun! bu konakları, yolun sonu sanmakdan, yabancıları aranılan sevgili sanmakdan ve anlaşılabilen şeyleri, anlaşılamıyan sanarak, yarı yolda kalmakdan allahü tealaya sığınırız! çok yüksekleri aramalı, ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır. veraların verasını, ötelerin ötesini aramalıdır. böyle bir istek, böyle çok çalışmak, ancak vazife alınan büyüğün kaddesallahü sirrehül'aziz teveccühü, dilemesi ile elde edilebilir. onun teveccühü de, müridinin ona olan sevgisi, bağlılığı kadar olur. bu ise, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. onun ihsanı pekçokdur. yüzyirmidokuzuncu mektub bu mektub, seyyid nizama yazılmışdır. insanda herşeyin bulunması, onun dağılmasına sebeb olmuşdur. yine bu topluluk, onun yükselmesine de sebeb olduğu bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuz geldi. bütün varlıklardan birer örnek, insanın yapısında vardır. insan, kendisinde bulunan her parçadan dolayı bütün varlıklara bağlanmışdır. onda her varlıkdan birer parça bulunması, onun herşeye bağlanmasına ve bunun sonucu olarak, allahü tealadan uzaklaşmasına sebeb olmuşdur. çeşidli bağlılıkları sebebi ile, insanın allahü tealadan uzaklığı, herşeyin uzaklığından daha çok olmuşdur. herşeyden daha çok mahrum olmuşdur. allahü tealanın yardımı ile, kendini bu dağınık bağlılıklardan toparlarsa, yalnız ona bağlanırsa, büyük kurtuluşa kavuşmuş olur. böyle yapmazsa, yolunu sapıtmış, çok uzaklara düşmüş olur. insan, herşeyi kendisinde topladığı için, varlıkların en üstünü olmuşdur. yine bu topluluğu, onun herşeyden daha kötü olmasına yol açmışdır. bu topluluğundan dolayı, tam bir ayna olmuşdur. fekat, bu aleme yüz çevirirse, çok lekelenir. eğer, allahü tealaya dönerse, çok parlak olur. aynası, herşeyin aynasından daha çok gösterir. insanın, bu çeşidli bağlantılardan büsbütün kurtulabilmesi, yalnız allahın resulü muhammed mustafaya nasib olmuşdur sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem. bundan sonra, başka peygamberler ve nebiler, derece derece kurtulmuşlardır salevatüllahi teala ve teslimatühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala etba'ihim ecma'in ila yevmiddin. allahü teala, bizi ve sizi bu bağlantılardan kurtarsın! kelimeleri ile kur'anı kerimde övülen, allahın resulü muhammed mustafa hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha bu düamızı kabul buyursun! amin. daha çok yazmak usandırıcı olur. vesselam, velikram. yüzotuzuncu mektub bu mektub, cemaleddine yazılmışdır. çeşidli hallerin hasıl olmasına kıymet verilmediği bildirilmekdedir: hallerin değişmesi o kadar kıymetli değildir. kalbe gelenlere ve gidenlere, söylenilenlere ve işitilenlere bağlanmamalıdır. aranılan şey başkadır. o görülmez, kalb ile müşahede edilmez. ondan söz edilmez ve işitilmez. böyle şeylerden münezzehdir, müberradır. salikleri, çocuklar gibi, bu yolun cevizleri ve kozalakları ile oyalarlar. çok yüksekleri aramalıdır. iş, bunlardan başkadır. bunlar, hep rü'ya ve hayaldir. bir kimse rü'yada kendini padişah görebilir. fekat gerçekde padişah değildir. fekat bu rü'ya, bir ümmid uyandırır. nakşibendiyye tarikatinde, rü'yalara kıymet verilmez. şu , onların kitablarında yazılıdır. farisi tercemesi: güneşin kölesiyim, yalnız onu anarım. geceyi, rü'yaları, hep arkaya atarım. hallerden bir hal gelir ve geçerse, sevinmeğe ve üzülmeğe değmez. anlaşılamıyan maksadın hasıl olmasını beklemelidir. vesselam. yüzotuzbirinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. hacelerin yollarının şanını ve bu yolda reform yapanların zararlarını bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! geçmişlerin ve geleceklerin efendisi olan muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline salat ve selam olsun! akllı kardeşim hace muhammed eşref! allahü teala, evliyasına rahmetullahi aleyhim ecma'in ikram etdiği ni'metlerle, seni de şereflendirsin! hacelerimizin yolu kaddesallahü teala esrarehüm kavuşduran yolların en kısasıdır. başka yolların sonunda ele geçenler, bu yolun başında olanlara tatdırılmakdadır. bunların i, ya'ni kavuşdukları huzur, başkalarının nisbetinin üstündedir. bütün bu üstünlükler, bu yolda sünnete yapışmak ve bid'atden sakınmak bulunduğu içindir. ları, ya'ni islamiyyetin izn verdiği şeyleri de, elden geldiği kadar yapmazlar. bunlar batına yarar görünseler bile, izn vermezler. le hareket ederler. ya'ni üzere hareket ederler. kalb kazançlarına faideli görülmese bile, azimeti elden bırakmazlar. hallerin, vecdlerin islamiyyete uygun olmasına dikkat ederler. zevkleri, ma'rifetleri islamiyyet terazisi ile ölçerler. çocuklar gibi, ceviz, kozalak sayılan vecdlere, hallere aldanıp da, islamiyyetin güzel cevherlerini elden kaçırmazlar. tesavvufcuların islamiyyete uymıyan sözlerine aldanıp bağlanmazlar. a kayarak, dan ayrılmazlar. fütuhati medeniyye varken, ye dönüp bakmazlar. halleri devamlıdır. zemanlarında değişiklik olmaz. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen bunlara devamlıdır. çabuk geçen, gayb olan huzura kıymet vermezler. nur suresinin, mealindeki yirmidördüncü ayeti, bunların halini bildirmekdedir. fekat herkes, bu büyüklerin tatmış olduğu şeyleri anlayamaz. bu yolda olan kısa görüşlüler bile, bunların birkaç üstünlüğüne inanmayabilir. farisi tercemesi: bir cahil, bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez desem iyi olur. evet bu yüksek yoldakilerin ba'zısı, son zemanlarda, bu yolda yenilikler yapdılar. büyüklerin izinden ayrıldılar. bunların müridlerinden çoğu, bu yeniliklerle, tarikat olgunlaşdırıldı sandılar. haşa! öyle değildir. ağızlarından çıkan söz çok büyükdür. bu yeniliklerle, reformlarla, hak yolu yıkmağa, elden kaçırmağa çalışıyorlar. yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun! başka yollarda bulunmayan birçok bid'atler, bu yolda meydana çıkarıldı. teheccüd namazını cema'at ile kılıyorlar. geceyarısı, bu namaz için uzaklardan akın akın geliyor, toplanıyorlar. cema'at olup titizlikle kılıyorlar. halbuki bu yapdıkları, mekruhdur. hem de, tahrimen mekruhdur. fıkh alimlerinden birkaçı, bunun mekruh olması için duyurulması, i'lan edilmesi şartdır demişler ise de, bunlar da, nafile namazı cami'in bir köşesinde ve en çok üç kişi cema'at ile kılabilir, demişlerdir. üçden çok kimsenin cema'at ile kılması, sözbirliği ile mekruhdur. bundan başka, teheccüd namazını onüç rek'at kılıyorlar. oniki rek'atini ayakda kılıyorlar. iki rek'atde oturarak kılıp, bunu bir rek'at yerine sayıyorlar. böylece onüç oldu diyorlar. böyle şey olmaz. resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat onüç rek'at kıldığı geceler olmuşdur. onbir, dokuz ve yedi rek'at da kıldığı geceler olmuşdur. fekat, teheccüd namazlarını vitr namazı ile birlikde kıldığı için toplamı tek olmakdadır. bunların dediği gibi, bir rek'at yerine, oturarak iki rek'at kılmak olmamışdır. resulullahın sünneti seniyyesini ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye bilmedikleri ve incelemedikleri için, böyle yanlış şeyler yapıyorlar. müctehidlerin de bulunduğu ve alimlerin çok olduğu şehrlerde böyle bid'atlerin yayılmasına, doğrusu çok şaşılır. halbuki biz fakirler din bilgilerimize, oralardaki büyüklerin ihsanları ile kavuşmuş bulunuyoruz. insanlara herşeyin doğrusunu bildiren ancak allahü tealadır. farisi tercemesi: az söyledim. dikkat etdim, kalbini kırmamağa, bilirim incinirsin, yoksa sözüm çokdur sana! vesselam. yüzotuzikinci mektub bu mektub, molla muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmemeli. dünyanın ne olduğunu iyi bilenlerin sohbetine koşmak lazım geldiği bildirilmekdedir: kardeşim! görünüşe bakılırsa, fakirlerin sohbetinden sıkıldığınız, zenginlerle arkadaşlık kurduğunuz anlaşılıyor. çok fena yapıyorsunuz. bugün gözünüz kapalı ise de, yarın açılacakdır. fekat o zeman, pişmanlıkdan başka ele birşey geçmiyecekdir. haberleşmeliyiz. ey şaşkın! senin şu halin iki şey olabilir: zenginlerin arasında iken gönlünü allahü teala ile yapabilirsin veya yapamazsın. eğer yapabilirsen fenadır. eğer yapamazsan daha fenadır. eğer yaparsan fena olur dedik. çünki istidracdır. istidrac iyi görünür. fekat felakete götürür. böyle olmakdan allahü tealaya sığınırız. onların arasında gönlünü allahü tealaya veremezsen, daha fena olur dedik. çünki, hac suresinin, mealindeki onbirinci ayetinde bildirilenlerden olursun. fakir çöpçüler, koltukda oturan zenginlerden çok iyidir. bu söze belki inanırsın. belki de inanmaz, şaşarsın. fekat, bir gün gelecek inanacaksın. lakin, o inanışın faidesi olmıyacak. yağlı, tatlı yemeklere ve süslü, modaya uygun elbiseye düşkünlük, seni bu belaya da sürükledi. fırsat elden daha gitmemişdir. işin doğrusunu düşününüz! allahü tealanın rızasına, sevgisine engel olanları düşman biliniz! onlardan kaçınız! çok sakınınız! tegabün suresinin, çok doğrudur ki, zevcelerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. onlardan sakınınız! mealindeki ondördüncü ayetini okuyarak gaflet uykusundan uyanmalıdır. birlikde geçirdiğimiz günlerin haklarını göz önünde tutarak, size bir nasihat yapıldı. ister dinleyiniz, ister dinlemeyiniz. önceden de, sizin yersiz davranışlarınızı görerek bu yolda bulunamıyacağınızı anlamışdım. korkduğum başımıza geldi. . doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyatü etemmüha ve ekmelüha! yaradılışdaki iyiliği ve uygunluğu görerek, sizden başka şeyler umuyordum. kıymetli cevherinizi çöplüğe atdınız. . yüzotuzüçüncü mektub bu mektub, yine, molla muhammed sıddika yazılmışdır. fırsatı ganimet bilmek, vakti kıymetlendirmek lazım olduğu bildirilmekdedir: gönderdiğiniz mektub geldi. fırsatı ganimet bilmelidir. vaktleri çok kıymetli ni'met bilmelidir. modaya, adetlere uymakla ele birşey geçmez. yalan sözlerden, kaçamak davranışlardan ancak zarar ve ziyan ele geçer. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha buyurdu. ya'ni sonra yaparım diyenler helak oldular. bugünkü ömrü vehm ve hayal için harc etmek ve hayal olan şeyleri ele geçirmek için, mevcud olanları elden kaçırmak çok çirkin bir işdir. elde bulunan şeyi, en ehemmiyyetli, en kıymetli şey için kullanmak gerekir. karışık, pis, faidesiz şeyler geriye bırakılmalıdır. hak teala, masivası ile ya'ni ondan başka şeyler ile olan rahatlıkdan kurtarmak için, bir parça rahatsızlık versin! dedikodu ile ele birşey geçmez. kalbin selametini istemelidir. asl lazım olan işi düşünmeli, lüzumsuz, faidesiz şeylerden tam kaçmalıdır. farisi tercemesi: her ne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa. habercinin ancak haber vermesi lazımdır. yüzotuzdördüncü mektub bu mektub, yine molla muhammed sıddika yazılmışdır. vazifeyi gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir: hak teala, kendine yaklaşdıran derecelerde ölçüsüz yükselmenizi ihsan eylesin! bizi seven kardeşim! vakt, keskin bir kılınç gibidir. yarına çıkacağımız belli değildir. mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır. aklı olan böyle yapar. doğru düşünen akl, dır. değildir. daha ne yazayım? vesselam. yüzotuzbeşinci mektub bu mektub, yine, hep iyi düşünen, sadık olan muhammed sıddika yazılmışdır. evliyalık mertebelerini bildirmekdedir: vilayet, ya'ni evliyalık, fenaya ve bekaya kavuşmak demekdir. fena, kalbde, mahlukların düşünülmesi, sevgisi kalmamasıdır. beka, kalbde yalnız allah sevgisi bulunmasıdır. bu da, herkes için olur veya belli kimseler için olur. herkes için olan dir. belli kimselere mahsus olan ise, dir ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. buradaki fena tamdır. bekası da ekmeldir. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenen kimsenin derisi ibadet için yumuşar. göğsü islamiyyet için genişler. nefsi, itminan hasıl ederek mevlasından razı olur. mevlası da, ondan razı olur. kalbini sahibine teslim eder. ruhu kurtularak, hakiki sıfatları keşf eder. sırrı, o makamda, şü'un ve i'tibarları müşahede eder ve bu makamda, şimşek gibi çakıp hemen gayb olan lere kavuşmakla şereflenir. hafi denilen latifesi, tenezzüh, tekaddüs ve kibriyanın kemali karşısında şaşkına döner. ahfası, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir vuslata kavuşur. arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! bundan anlaşılıyor ki, ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye, başka vilayetlerin mertebelerine benzemez. yükselirken de ve inerken de onlardan başkadır. yükselirken başkadır dedik. çünki, ahfa denilen latifenin fenası ve bekası yalnız bu vilayeti hassada olur. başka vilayetlerdeki uruc, yalnız hafiye kadardır. fekat çokları, ruh makamına kadar veya sır makamına kadar, birkaçı da hafiye kadar yükselir. herkes için olabilen derecelerinin en sonu, hafi makamıdır. inişdeki başkalığa gelince, ile şereflenen evliyanın, maddeden olan cesedleri de, bu vilayetin derecelerinin kemallerinden pay alır. çünki, bunların peygamberi sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem mi'rac gecesi allahü tealanın dilediği makama kadar, mubarek cesedi ile götürüldü. cennet ve cehennem kendisine gösterildi. kendisine gizli şeyler söylendi. o makamda allahü tealayı baş gözü ile görmekle şereflendi. mi'racların böylesi, bu yüce peygambere aleyhissalatü vesselam mahsusdur. ona tam uyan, izinde giden veliler de, bu hususi mertebeden serpilen kırıntılara kavuşurlar. arabi mısra' tercemesi: kerimlerin sofrasından toprağa da pay düşer. böyle olmakla beraber, allahü tealayı dünyada görmek, yalnız muhammed aleyhisselama mahsusdur. onun ayakları altında bulunan evliyaya kaddesallahü teala esrarehümül'aziz hasıl olan hal, görmek değildir. ikisi arasındaki başkalık, birşeyin kendi ile resmi veya kendisi ile gölgesi gibidir. bunların birbirinden başka olduğu meydandadır. yüzotuzaltıncı mektub bu mektub, yine, molla muhammed sıddika yazılmışdır. işleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir: mektubunuzu getiren yolcu, ramezani şerifin bereketli son günlerinde geldiği için, ramezanı şerifden sonra cevab yazabildik. hani hananın ve hace abdüllahın cevabları da birlikde gönderildi. dikkatle okuyunuz! son olarak askere gidişiniz, bu fakire uygun görülmedi. buna sebeb ne oldu? her iş, allahü tealanın dilemesi ile olur. hak teala size, hergün geçinecek kadar rızk ihsan ediyordu. bunu düşünmeli idiniz. bu ni'mete şükr ederek, kendi işinizi ele almalı idiniz. bugünkü rızkı, ilerdeki günlerin rızkı için vesile etmemeli idiniz. bunun sonu gelmez. çok ilerisini düşünmek, bu yolda küfr sayılır. ödünç almakdan kurtulmanız için, haceginin bir yol gösterip göstermiyeceği bilinmiyor. bunda şübheniz varsa, hacegiye açıkca yazınız! o da size açıkca cevab yazar, sağlam söz verirse, bu niyyetle gidersiniz. fekat, bugünün işini yarına bırakmanın ve gecikdirmenin ilacı ne olabilir? ne yapacaksanız yapınız! fırsat ganimetdir. yüzotuzyedinci mektub bu mektub, efganistanlı hacı hıdıra yazılmışdır. namaz kılmak şerefinin yüksekliğini bildirmekdedir ki, bunu nihayete yetişen büyükler anlayabilir: kıymetli mektubunuz geldi. içindekiler anlaşıldı. ibadetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, allahü tealanın en büyük ni'metlerindendir. hele namazın tadını duymak, nihayete yetişmiyenlere nasib olmaz. hele farz namazların tadını almak, ancak onlara mahsusdur. çünki, nihayete yaklaşanlara, nafile namazların tadını tatdırırlar. nihayetde ise, yalnız farz namazların tadı duyulur. nafile namazlar, zevksiz olup, farzların kılınması büyük kar, kazanc bilinir. farisi mısra' tercemesi: bu iş, büyük ni'metdir. acaba kime verirler?, farz ve vacibden ziyade, başka namazlar demekdir. beş vakt namazın sünnetleri ve diğer vacib olmayan namazlar, hep nafiledir. müekked olan ve olmıyan, bütün sünnetler nafiledir. ve , ve saire. namazların hepsinde hasıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. insan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryad etmekdedir. ya rabbi! bu, ne büyük bir rütbedir! arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! bizim gibi, ruhları hasta olanların, bu sözleri duyması da, büyük bir ni'metdir ve hakiki se'adetdir. farisi mısra' tercemesi: bari kalbimize bir teselli olsun. iyi biliniz ki, dünyada namazın rütbesi, derecesi, ahıretde, allahü tealayı görmenin yüksekliği gibidir. dünyada insanın allahü tealaya en yakın bulunduğu zeman, namaz kıldığı zemandır. ahıretde en yakın olduğu da , ya'ni allahü tealayı gördüğü zemandır. dünyadaki bütün ibadetler, insanı namaz kılabilecek bir hale getirmek içindir. asl maksad, namaz kılmakdır. se'adeti ebediyyeye ve sonsuz ni'metlere kavuşmanızı dilerim. yüzotuzsekizinci mektub bu mektub, şeyh behaeddini serhendiye yazılmışdır. alçak dünyayı kötülemekde ve dünyaya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir: akllı oğlum! allahü tealanın sevmediği bu dünyanın arkasında koşmamalıdır! gönlünü hep allahü tealaya bağlamak sermayesini elden kaçırmamalıdır! ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! dünyayı ele geçirmek için ahıreti vermek ve insanlara yaranmak için allahü tealayı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır, tersidir. ikisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. ikisi bir araya getirilemez. arabi mısra' tercemesi: din ve dünya bir araya gelirse, güzel olmaz! bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, feda et! ahıret azabı sonsuzdur. dünyada olanlar çok azdır. allahü teala, dünyayı sevmez, ahıreti sever. arabi tercemesi: istediğin gibi yaşa, birgün öleceksin! istediğini topla, birgün ayrılacaksın! sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. bunların idaresini allahü tealaya bırak! bugün, kendini ölmüş bilmelidir. onların işlerini allahü tealaya bırakmalıdır. tegabün suresinin onbeşincive enfal suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. onlardan sakınınız buyuruldu. bunu iyi anlayınız! tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemana kadar sürecek! birgün gelip uyanılacak! dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. demişlerdir. biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatıyoruz. bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. kalbin iyiliği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir? sakın! sakın! çok sakın! farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hatta daha çok kaçmalıdır. arslan insanın yalnız canını alır. bu da, ahıretde faideli olur. dünyaya düşkün olanlarla beraber olmak ise, insanı sonsuz felakete ve zarara sürükler. onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. sahih olan hadisi şerifde, buyuruldu. onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makamları için midir, yoksa değil midir? iyi düşünmek lazımdır. malları, mevkı'leri için olduğunda hiç şübhe yokdur. bunun sonu da, dinin üçde ikisinin gitmesidir. artık müslimanlık nerede, kurtuluş nerededir? yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde va'zları dinlemeğe ve nasihatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. hafif sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayacağını biliyorum. sakın! onların sohbetinden sakın! onları görmekden sakın! allahü teala yardımcın olsun! allahü teala, bizi ve sizi, razı olmadığı, beğenmediği şeylerden kurtarsın! mi'rac gecesi, diyerek övülen insanların efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha bu düamızı kabul buyursun! amin. mektub bu mektub, ca'fer beğ tehaniye yazılmışdır. ehlullaha dil uzatan saygısızları, söz ile, yazı ile kötülemek caiz olduğu bildirilmekdedir: okşayıcı mektubunuzu okumakla şereflendik. allahü teala size selamet versin! fakirlerin halini araşdırıyorsunuz. yakınlığı, uzaklığı hep bir tutuyorsunuz. saygılı kardeşim! kureyş kafirleri uğursuzluklarının, aşağılıklarının, taşkınlıklarının artdığı zemanda, müslimanları çekişdirici, kötüleyici şeyler uydururlardı. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam islam şa'irlerinden birkaçına kafirleri kötülemelerini emr buyurdu. o şa'irlerden biri, resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselamü vettehıyye önünde minbere çıkdı. herkese karşı kafirleri kötüleyen şi'rleri okudu. o server aleyhissalatü vesselam, buyurdu. insanların kötülemesi, incitmesi, aşkın ni'metlerindendir. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizleri onlardan eyle! amin. mektub bu mektub, muhammed ma'sumi kabiliye yazılmışdır. sevenlerin sıkıntılara, üzüntülere dayanmaları lazım geldiği bildirilmekdedir: fakirleri seven kardeşim! kalbinde sevgi taşıyanların sıkıntı ve üzüntü çekmeleri lazımdır. dervişliği seçenlerin dertlere, sıkıntılara alışması lazımdır. farisi tercemesi: seni sevmek, dert ve gam tatmak içindir, yoksa, rahat etdirecek şeyler çokdur. sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. sevenin rahatlığı, rahatsızlıkdadır. aşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmakdır. sükunet bulması çırpınmakdadır. rahatı, yaralı olmakdadır. bu yolda istirahat aramak, kendini sıkıntıya atmakdır. bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen herşeyi seve seve kapmak, acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lazımdır. aşk içinde yaşamak böyle olur. elinizden geldiği kadar böyle olunuz! yoksa, gevşeklik hasıl olur. sizin çalışmanız iyi idi. bunun daha artmasını beklerken, azalıverdi. fekat üzülmeyiniz. eğer, kendinizi bu duraklamadan kurtarırsanız, eskisinden daha iyi olur. sizi bu dağınıklığa sürükleyen şeylerin, toparlanmanıza da sebeb olacaklarını biliniz! böylece, çalışmanız artar. vesselam. yüzkırkbirinci mektub bu mektub, molla muhammed kılıca yazılmışdır. bu işin temeli muhabbet ve ihlas olduğu bildirilmekdedir: hak teala, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat size ilerlemek ihsan eylesin! kalbinizin hallerinden arasıra birşey yazmıyorsunuz ki, nasıl olduğunu bilelim. ondan da yazınız ki, uzakdan ilgilenmemize sebeb olur. bu işin temeli, sevmek ve sıkı bağlanmakdır. bir ilerleme anlaşılmıyorsa, üzülmemelidir. kalbiniz bağlı oldukca, senelerin kazancı bir saatde ihsan edilebilir. vesselam. yüzkırkikinci mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandiye yazılmışdır. bu büyüklerin nisbetinden az birşeye kavuşulursa, bunu az görmemek lazım geldiği bildirilmekdedir: okşayıcı, kıymetli mektubunuz geldi. fakirleri sevmek ve onlarla ilgilenmek, allahü tealanın büyük ni'metlerindendir. bunun artmasını hak tealadan diler ve umarız. fakirlere gönderdiğiniz hediyye de geldi. selametiniz için fatiha okundu. öğrendiğiniz yolu ve buradan elinize geçen nisbeti ve bunlar üzerinde hiçbirşey yazmamışsınız. bunlarda gevşeklik olmakdan allahü teala korusun! farisi tercemesi: onun hayalinin bir an görünmesi, güzellerle bulunmakdan daha tatlı. bu büyüklerin nisbetinden az birşey ele geçerse, onu az bilmemelidir. çünki başkalarının, yolun sonunda kavuşdukları, bu yolun başında ihsan olunur. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! fekat, bu nisbeti taşıyanlara olan muhabbet ipiniz kuvvetli bağlanmış olunca, bu gevşeklikden dolayı üzülmemelisiniz. çok kullanılmış olan pardesü gönderildi. bunu arasıra giyiniz ve saygı göstererek saklayınız. çok faideler umulur. bunu abdestli olarak giyiniz ve öylece vazifenize başlayınız! kalbinizi tam toparlıyabilirsiniz. her mektubunuzda, önce batındaki hallerinizden yazınız! batının halleri olmadan, yalnız zahirin hallerine kıymet verilmez. farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden konuşmak daha tatlı! allahü teala, bize ve size, mi'rac gecesi gözleri ondan kaymayan, insanların efendisine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hem zahirde, hem batında uymak nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! yüzkırküçüncü mektub bu mektub, molla şemseddine yazılmışdır. gençliğin kıymetini bilmek, bunu boş yere geçirmemek lazım olduğu bildirilmekdedir: fakirleri seven mevlana şemseddin! allahü teala sizi yükseltsin! gençlik zemanının kıymetini biliniz! bunu, oyun ile, faidesiz şeylerle geçirmeyiniz! ceviz ve kozalak gibi faidesiz şeyler arkasında gençliğini tüketenler, sonunda pişman olurlar, ah ederler. fekat, böyle yapmakla ellerine birşey geçmez. hallerinizi bildiriniz! beş vakt namazı cema'at ile kılınız! halal, haram olan şeyleri iyi öğreniniz! bunları birbirine karışdırmayınız! kıyametde azablardan kurtulabilmek, ancak islamiyyetin sahibine uymakla olur aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır. allahü teala iyi işler yapmağı kolaylaşdırsın! amin. yüzkırkdördüncü mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. seyr ve sülukü bildirmekdedir: allahü teala, yüksek derecelerde sonsuz ilerlemek nasib eylesin! insanların efendisi ve mi'rac gecesi, rabbinden ayrılmayan gözlerin sahibi sallallahü teala aleyhi ve sellem hatırı için, düamızı kabul buyursun! amin. farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden anlatmak daha tatlı!, hareket demekdir. , ilerlemek demekdir. ikisi de ilmin, bilginin ilerlemesidir. madde hareketi değildir. demek, aşağı bilgilerden, yüksek bilgilere ilerlemek, ilmde durmadan yükselmekdir. böylece, mahluklara aid herşey bilindikden sonra, allahü tealanın ilmine kadar varılır. bu bilgiler başlayınca, mahluklara aid bilgilerin hepsi unutulur. bu hale denir. demek, allahü tealanın ismleri, sıfatları, şü'un ve i'tibaratı ve takdisatı ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demekdir. böylece anlatılamayan, işaretle bildirilemiyen ve ism verilemiyen, birşeye benzetilemiyen, kimsenin bilemediği, anlıyamadığı mertebeye varılır. bu seyre denir. üçüncü seyre, denir. bu da, ilmin hareketidir. yüksek bilgilerden aşağı bilgilere inilir. böylece, mahlukları bilmeğe kadar inilir. bütün vücub mertebelerinin bilgisi unutulur. bundan sonra, dördüncü seyr başlar. buna denir. birinci seyrde unutulmuş olan, eşyanın bütün bilgileri, şimdi yavaş yavaş ele geçer. bu dördüncü seyr, birinci seyrin tersidir. üçüncü seyr de, ikinci seyrin karşılığıdır. seyri ilallah ile seyri fillah, vilayeti elde etmek içindir. çünki , fena ve beka demekdir. üçüncü ve dördüncü seyrler, da'vet makamını elde etmek içindir. da'vet makamı, peygamberlere mahsusdur salevatullahi teala ve teslimatühü ala cemi'ihim umumen ve ala efdalihim hususan. o peygamberlerin hepsine ve ayrıca en üstünleri olana, allahü tealanın afv ve selamları olsun! peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de bu makamdan bir pay ayırırlar. yusüf suresinin, ey sevgili peygamberim! onlara de ki, benim yolum budur. sizi gafletden uyandırarak, allahü tealaya çağırıyorum. ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız mealindeki yüzsekizinci ayeti bunu göstermekdedir. işte tesavvuf yolunun başı ve sonu bunlardır. bunları, talibleri teşvik ve saliklerin kıymetlerini bildirmek için yazıyorum. allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selamet, iyi yolculuk versin! yüzkırkbeşinci mektub bu mektub, molla abdürrahimi müftiye yazılmışdır. bu yolun büyükleri, yolculuğa alemi emrden başladıkları bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! bu düaya amin diyen kuluna merhamet eylesin! bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu yolculuğa alemi emrden başlamağı seçmişlerdir. böyle ilerlerken alemi halk da birlikde geçilmekdedir. başka tarikatlerin büyükleri böyle yapmamışdır. onların yolculuğu, alemi halkdan başlamakdadır. alemi halk yolculuğunu bitirdikden sonra, alemi emr yolculuğuna başlarlar ve cezbe makamına kavuşurlar. bunun için, bunların yolu, yolların en kısası olmuşdur. başka yolların sonu, bu yolun başında yerleşdirilmişdir. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! bu yüksek yolun talebelerinden birkaçı, yolculuğa alemi emrden başladıkları halde, çabuk te'siri görünmüyor. cezbenin başlamasında hasıl olan lezzeti, tatlılığı çabuk duyamıyorlar. çünki, bunlardaki alemi emr, alemi halkdan za'if olmuşdur. alemi emrin bu za'ifliği, cezbenin tadını duymalarını gecikdiriyor. bunların alemi emrleri, alemi halklarından daha kuvvetli oluncıya kadar, bu duygusuzluk sürer gider. alemi emrlerini kuvvetlendirmek için, bu yola uygun olan ilac, idare ve tesarruf kuvveti tam olan rehberin tam tesarrufu ve ilgisidir. başka yollara uygun olan ilac ise, nefsin tezkiyesini ve ağır riyazetleri ve güc mücahedeleri, islamiyyete uygun olarak yapmakdır. , nefsin isteklerini yapmamakdır. , nefsin istemediği, ona zor gelen şeyleri yapmakdır. nefs islamiyyete uymağı istemez. te'sirin, lezzet duymanın gecikmesi, yaradılışdaki uygunluğun az olmasını göstermez. yaradılışda tam uygun oldukları halde, bu belaya tutulanlar çokdur. vesselam. gece gündüz dilimde salatü selam, o mubarek ruhuna, ey fahrulenam! yüzkırkaltıncı mektub bu mektub, şerefeddini bedahşiye yazılmışdır. çok zikr yapmağı nasihat etmekdedir: oğlum şerefeddin hüseynin mektubu geldi. allahü tealaya hamd olsun ki, fakirleri hatırlamakla şereflenmekdesiniz. aldığınız vazifeyi çok yaparak zemanlarınızı kıymetlendiriniz! fırsatı elden kaçırmayınız. geçici olan şanlar, şerefler sizi aldatmasın. dünya lezzetleri, hakiki lezzetlerden mahrum etmesin. farisi tercemesi: sana söyliyeceğim hep şudur: çocuksun, yol ise korkuludur. allahü teala, bir kulunu gençlikde tevbe etmeğe kavuşdurursa ve bu tevbesini bozmakdan korursa, ne büyük ni'met olur. diyebilirim ki, bütün dünya ni'metleri ve lezzetleri, bu ni'metin yanında, büyük deniz yanındaki bir damla su gibidir. çünki bu ni'met, insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşdurur. bu ise, dünya ve ahıret ni'metlerinin hepsinin üstündedir. ali imran suresinin onbeşinci ve tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha uymakla şereflenenlere selam olsun! mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. ayrılmak, kavuşmakdan önce midir, değil midir, bildirmekdedir: hak teala, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat sizi yüksek derecelere kavuşdursun! tarikat büyüklerinden birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, dedi. bu büyüklerden başkaları da, dedi. bir üçüncüsü ise, birşey diyemedi. ebu sa'idi harraz kaddesallahü sirreh, ayrılmadıkca, kavuşamazsın ve kavuşmadıkca, ayrılamazsın. hangisi daha öncedir, bilemiyorum dedi. bu satırları yazana göre, ayrılmak ve kavuşmak, birlikde olmakdadır. birbirinden ayrılmaları caiz değildir. ayrılmaksızın kavuşmak olmaz. böyle olmakla beraber, bilinmiyen birşey varsa, kendisi önce olan hangisidir ve hangisi hangisine sebeb olmakdadır? şeyhulislamı hirevi kuddise sirruh ikincisini seçmekdedir ve demişdir. evet öyledir. fekat, ayrılmak öncedir diyenler de, kavuşmanın önce olmasına karşı değildirler. bunların kavuşmak demeleri, tam zuhurdur. bu mutlak zuhurun önce olmasına aykırı değildir. mutlak zuhur, ayrılmakdan önce olur. tam zuhur da ayrılmakdan sonra olur. bu anlaşılınca, sözlerin başkalığı, yalnız kelimelerde kalır. birincisini söyliyenlerin görüşü daha keskindir. az olan şeye kıymet vermemişlerdir. bu açıklama, zeman bakımından önce olmayı da göstermekdedir. bunu iyi anlamalıdır. herşeyin doğrusunu bildiren allahü tealadır. her ne olursa olsun, ayrılmağa ve kavuşmağa mazhar olmalıdır. çünki, bu iki mertebeye varılmadıkça, vilayet mertebesi hasıl olmaz. birinci mertebeye ile varılır. ikinci mertebeye ile varılır. bu iki seyr temam olunca, vilayet mertebesine ve kemale kavuşulur. herkesin kavuşduğu dereceler başkadır. tekmil ve da'vet derecesine kavuşmak için, başka iki seyr daha vardır. farisi mısra' tercemesi: bağırdım iki kerre, içerde kimse varsa! vesselam. yüzkırksekizinci mektub bu mektub, molla sadıkı kabiliye yazılmışdır. kendini kavuşmuş sanan, bir şey elde edemez. büyüklerin ruhlarından faidelenmeğe aldanmamalıdır. onlar, kendi üstadının latifeleridir: iki mektubunuz arka arkaya geldi. birinci mektub, kavuşduğunuzu, doyduğunuzu bildiriyordu. ikincisi, susuzluğunuzu, boşluğunuzu anlatıyordu. allahü tealaya hamd olsun! çünki her işin sonuna bakılır. kendini doymuş sanan, birşeye kavuşmamışdır. kendini boş, uzak sanan, kavuşmuş demekdir. size arka arkaya bildirmişdim ki, büyüklerin ruhlarının zahir olmasına, onların yardım etmelerine, sakın aldanmamalıdır. o büyüklerin suretleri, kendi üstadınızın latifeleridir. o şekllerde görünmekdedir. tek bir yere bağlanmak şartdır. çeşidli yerlere bağlanan, birşey kazanmaz, zarar eder. size çok söylemişdim ki, sona çabuk kavuşmak için, işe, vazifeye sıkı sarılmalıdır. lazım olan şeyleri bırakarak, lüzumsuz şeylerle uğraşmak, akla uygun değildir. fekat siz, kendi görüşünüze uyuyorsunuz. söz dinlemiyorsunuz. siz bilirsiniz! habercinin vazifesi ancak bildirmekdir. allaha tevekkül edenin yaveri hakdır. naşad gönül, birgün olur, şad olacakdır. bu mektub, yine molla sadıkı kabiliye yazılmışdır. allahü teala herşeyi sebeble yaratmakda ise de, belli bir sebebe bağlanmak lazım olmadığı bildirilmekdedir: kardeşim molla muhammed sadık! bütün varlığınızla sebeblere bağlandığınıza şaşılır. sebebleri yaratan teala ve tekaddes, herşeyi sebeblerle yaratmakda ise de, herşey için belli bir sebebe yapışmak doğru değildir. mısra' tercemesi: bir kapı kapanırsa, üzülme ey gönül, başkası açılır! bu kısa görüşlülük, çok uygunsuz kimselerde bulunur. sizin gibilerde bu hali görmek pek çirkindir. biraz kendinize geliniz! bu kötülüğün derecesini anlayınız! hem mütteki olmak, hem de allahü tealanın sevmediği şeylerin peşinde koşmak, çok çirkin bir işdir. bu çirkinliğin, sizin gözünüze güzel görünmesine pek şaşılır. çok lazım olan şeyleri, ihtiyacı giderecek kadar elde etmek için çalışmalıdır. bütün vaktleri oraya vermek ve bütün ömrü onun arkasında geçirmek, tam bir ahmaklıkdır. fırsatın kıymetini biliniz! bu fırsatı, sonu gelmez, lüzumsuz şeyleri elde etmek için kaçıranlara binlerle yazıklar olsun! mektublaşmamız lazımdır. habercinin vazifesi, yalnız haber vermekdir. insanların dedikodularına aldırmayın! buna üzülmeyiniz! size sürmek istedikleri lekeler, sizde bulunmadığı için, üzülmeniz doğru değildir. herkesin kötülediği bir kimsenin iyi olması, çok büyük se'adetdir. fekat, bunun aksi olursa, çok tehlükelidir. vesselam. mektub bu mektub, hace muhammed kasıma gönderilmişdir. aranılmağa, gönlünü vermeğe layık olan ancak vacibülvücud teala olduğu bildirilmekdedir: hace muhammed kasım kardeşimizin okşayıcı mektubu geldi. bizleri sevindirdi. dünya işlerinin bozuk gitmesinden ve halinizi toparlayamadığınızdan hiç sıkılmayınız! çünki dünya işleri, üzülmeğe değmez. bu dünyada olan herşey geçecek, yok olacakdır. allahü tealanın razı olduğu şeylerin arkasında koşmak lazımdır. güç olsa da, kolay olsa da, bunları yapmağa çalışmalıdır. aranılacak, gönül verilecek dan, ya'ni hep varlığı lazım olandan başka hiçbir şey yokdur. hele sizin gibi kıymetli ve akllı insanların, geçici, yok olucu şeylere gönül vermesi, pek yazık olur. bununla beraber, bir hizmet ve bir iş için işaret buyurulursa, onu seve seve yaparız. vesselam. dinle! namaz kılmıyanın hakkında allah, ne demiş, çıksın yer ile gökümden, başka ma'bud, bulsun demiş. getirdi kur'anı resul, etmedi ba'zısı kabul. bir vakt namazı kılmıyan, cehennemde yansın demiş. yüzellibirinci mektub bu mektub, mir mü'mini belhiye yazılmışdır. hocalarımızın kaddesallahü teala esrarehüm yolunun büyüklüğü ve bu büyüklerin kullandıkları kelimesinin ne demek olduğu bildirilmekdedir: farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden konuşmak daha tatlı! yüksek hocalarımızın kaddesallahü teala esrarehüm yolunda çok söylenilen demek, zati tealanın devamlı huzuru, beraberliği demekdir. şü'un ve i'tibarat da arada olmaksızın zuhurudur. eğer huzur olup, sonra gayb olursa, ya'ni şü'un ve i'tibarat perdeleri aradan kalkar, sonra yine araya girerse, bu büyükler böyle şimşek gibi çakıp hemen gayb olan ye kıymet vermezler. yadi daşt, gayb olmayan huzurdur. ya'ni, şü'un ve i'tibarat perdeleri araya girmeyen, hiç gayb olmayan, devamlı olan tecellii zatidir. yadi daşt, bu yolun sonunda ihsan edilir. bu makamda, tam olgun fena hasıl olur. perdeler hiç araya girmez. perdeler araya girerse, huzur kalmaz. gaybet olur. buna yadi daşt denmez. görülüyor ki, bu büyüklerin şühudü, tamdır ve olgundur. fenanın olgun olması ve bekanın tam olması da, şühudün olgun ve tam olmasına bağlıdır. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! yüzelliikinci mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feride yazılmış olup, resulullaha ita'at, allahü tealaya ita'at demek olduğu bildirilmekdedir: cenabı hak, nisa suresi, sekseninci ayetinde, muhammed aleyhisselama ita'at etmenin kendisine ita'at etmek olduğunu bildiriyor. o halde, onun resulüne sallallahü aleyhi ve sellem ita'at edilmedikçe ona ita'at edilmiş olmaz. bunun pek kat'i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, ayeti kerimede, buyurdu ve ba'zı doğru düşünemiyenlerin, bu iki ita'ati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. allahü teala, yine nisa suresinin, kafirler, allahü tealanın emrleri ile peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. yehudiler diyor ki, biz musa aleyhisselama inanırız. isa ile muhammed aleyhimesselama inanmayız. hıristiyanlar ise, yalnız isa aleyhisselama inanıp, ona haşa, allahü tealanın oğlu diyor. bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. hepsi kafirdir. bunların hepsine cehennem azabını, çok acı azabları hazırladık mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayetinde, bu iki ita'ati ayrı görenlerden şikayet buyurmakdadır. meşayıhi kiramdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri zemanda, bu iki ita'atin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söylemişlerdir. birini ötekinden daha çok sevdiğini bildirmişlerdir. işitdiğimize göre, sultan mahmudi gaznevi, bütün asyaya hakim olduğu zemanda, harkan şehrine yakın gelmişdi. adamlarından birkaçını, harkana, şeyh ebülhaseni harkani hazretlerinin huzuruna göndermişdi. şeyh hazretlerini yanına çağırmışdı. şeyh hazretleri gelmek istemezse, mealindeki ayeti kerimeyi kendisine okuyunuz, demişdi. sultanın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu ayeti kerimeyi okudular. şeyh hazretleri buna karşılık, allahü tealanın ita'atine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, resule ita'at etmekden haya ediyorum. amire ita'ate vakt nerede? buyurdu. şeyh hazretlerinin bu sözü, allahü tealanın ita'atini, resulünün ita'atinden ayrı bildiğini göstermekdedir. bu söz, doğru yoldan ayrılmış olmanın alametidir. halleri doğru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. islamiyyetin ve tarikatin ve hakikatin bütün basamaklarında, resulullaha ita'atin, allahü tealaya ita'at olduğunu bilirler. resulullaha ita'at ile olmayan allaha ita'atin, dalalet, sapıklık olduğuna inanırlar. yine işitiyoruz ki, mehene şehrinin şeyhi, şeyh ebu sa'idi ebül hayr ile oturuyordu. horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan seyyid ecel de yanlarında idi. şü'uru yerinde olmıyan bir meczub içeri girdi. şeyh hazretleri, bu meczubu, şeyh ecelin üst yanına oturtdu. bu hal, seyyide ağır geldi. şeyh hazretleri, seyyide dönerek, size olan saygımız, resulullahı sevdiğimiz içindir. bu meczubu ise, allahü tealayı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz dedi. allahü tealanın sevgisi ile, resulullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. allah sevgisinin, resulullaha olan sevgiden çok olmasının, tarikat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. şu kadar var ki, vilayet derecelerinde yükselmiş olanlarda, allahü tealanın sevgisi daha çokdur. peygamberlerin yüksekliğinden birşeyler edinenlerde ise, resulullahın sevgisi daha çok olmakdadır. allahü teala, hepimize, resulullaha ita'at etmek nasib eylesin! çünki bu ita'at, allahü tealaya ita'at demekdir. yüzelliüçüncü mektub bu mektub, meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. masivaya köle olmakdan büsbütün kurtulmak, mutlak fena ile olduğu bildirilmekdedir: gönderdiğiniz mektub geldi. bütün ni'metleri gönderen allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, kendini arayanları sıkıntı ve üzüntü içinde tutmakdadır. bu üzüntüyü vererek, kendinden başkası ile rahat etmekden kurtarmakdadır. fekat, ondan başka şeylere köle olmakdan büsbütün kurtulabilmek için, mutlak fenaya kavuşmak lazımdır. masivanın gönül aynasındaki görüntülerini büsbütün yok etmek lazımdır. , allahü tealadan başka herşey demekdir. ya'ni bütün mahluklar demekdir. hiçbirşey bilmemek ve hiçbirşeyi sevmemek ve hak tealadan başka dilek istek kalmamak lazımdır. böyle fena hasıl olmazsa, birşeye kavuşulmaz. kendini hak tealadan başka birşeye bağlı sanmaz ise de, böyle zan etmesi, doğru olmaz. zan etmekle, işin doğrusu değişmez. farisi mısra' tercemesi: bu ni'meti bakalım kime verirler? hallere, makamlara bağlanmak da, masivaya gönül vermek demekdir. artık, başka şeylere bağlanmanın ne olacağını düşünmelidir? farisi tercemesi: küfr olsa da, iman olsa da, her dilek, dosta kavuşmağa engel olurlar hep! ayrılığımız uzun sürdü. fırsat, büyük ni'metdir. arkadaşlarınız, olgun kimseler ise, onlardan izn almakda niçin gecikiyorsunuz? eğer olgun değillerse, izn almağa ne lüzum var? allahü tealanın razı olmasını düşünmek lazımdır. o razı olunca, başkaları ister razı olsunlar, ister olmasınlar. onlar razı olmazlarsa, ne çıkar? farisi mısra' tercemesi: sevgili razı olunca, herşey razı olmuş demekdir. maksad, dilek, yalnız hak teala olmalıdır. onunla birlikde, her ne olursa olsun güzeldir. onunla birlikde olmıyan herşey, olmaz olsun. farisi mısra' tercemesi: yanağım burda iken, sen güle bakıyorsun. vesselam. yüzellidördüncü mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. kendinden geçmek ve kendinde ilerlemek lazım geldiği bildirilmekdedir: hak teala, kendisi ile bulundursun! bir an başkasına bırakmasın! ya rabbi! bizi kendimize bir an bırakma! bırakırsan, helak oluruz. daha az da bırakırsan, yok oluruz. insanın başına belaların gelmesine sebeb, kendine düşkün olmasıdır. kendi kendisinden kurtulursa, allahü tealadan başka şeylere düşkün olmakdan kurtulur. puta tapanlar, kendilerine tapmakdadırlar. casiye suresinin yirmiikinci ayetinde mealen, buyuruldu. farisi mısra' tercemesi: kendini bırakmak, pek hoş olur ve rahat! kendini bırak, bana gel! kendinden geçmek, farz olduğu gibi, kendinde ilerlemek de lazımdır. çünki o, bu yolculukla bulunabilir. kendinden dışarda yapacağın yolculukla bulamazsın! farisi tercemesi: her ne varsa sendedir, yok sanma! kör gibi, her yana el uzatma., ya'ni insanın dışındaki yolculuk, insanı uzaklaşdırır. , ya'ni, insanın kendinde yapdığı yolculuk, aranılana kavuşdurur. şühud arıyor isen, kendindedir. ma'rifet istiyorsan, kendindedir. , ya'ni anlıyamayıp şaşırıp kalmak ise, yine kendindedir. insanın dışında ayak basacak yer yokdur. söz nereye uzandı? iyi düşünemiyenler, bu sözümü hulul veya birleşmek sanacak. böylece doğru yoldan kayacak, dalalete düşecek. farisi mısra' tercemesi: burda hulul, birleşmek, küfr olur, iyi bil! bu makamlara varmadan, anlamadan önce, bunları düşünmek caiz değildir. allahü teala, bizi ve sizi razı olduğu yolda bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! hallerinizi yazınız! çok faideli olur. çeşidli bağlantılarınız var ise de, bunlardan kurtulunuz. bunlar, ya varmış, ya yokmuş, eşid tutunuz! vesselam, velikram. yüzellibeşinci mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. kendi aslına dönmesini dilemekdedir: hak teala, kendi ile bulundursun! farisi tercemesi: allahdan başka her neye tapılsa, hepsi hiçdir! yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir! cemazilevvel ayının birinci cum'a günü dehli şehrini dolaşmakla şereflendik. muhammed sadık da birlikdedir. allahü teala dilerse, birkaç gün burada kalıp, vatanımıza çabuk döneceğiz. hadisi sahihdir. zevallı nereye gidecek? alnı, allahü tealanın iradesine bağlıdır. hud suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. nereye kaçılabilir? zariyat suresinin ellinci ayetinde mealen, buyuruldu. ondan, yine ona kaçınız demekdir. her ne olursa olsun, aslı temel olarak bilmeli, ondan çıkan dalları, ona bağlı bilmeli, asla sarılmalıdır. farisi tercemesi: her ne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! yüzellialtıncı mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. ehlullahın sohbetinde bulunmasını dilemekdedir: kadizade calendehr ile gönderdiğiniz mektub dehlide geldi. elhamdülillah ki, fakirlere karşı olan sevginiz çokdur. de ve de bildirilen, hadisi şerifine göre, onlarla birlikdesiniz. zeman bakımından, receb ayı yaklaşdı ise de, fekat çok uzak görünüyor. farisi tercemesi: dost ayrılığı, az olsa da, az değildir! gözde kıl parçası da olsa, çok görünür. hak sahiblerinin haklarını yerine getirmek için yapmak istediğiniz şeyleri, hemen yapınız. receb ayına kadar biz de burada kalacağız. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. herşey onun huzuruna çıkacakdır. ömrünüzün birkaç gününü dervişlerle birlikde geçirmek için uğraşınız! kehf suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, rablerine sabah akşam düa eden ve ona kavuşmak istiyenlerle birlikde bulun ve sabr eyle! onlardan başka bir yere bakma! buyuruldu. bu ayeti kerimede, hak teala sevgili peygamberine allah adamları ile birlikde bulunmasını emr buyuruyor aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha ve minettehıyyati eymenüha. büyüklerden biri buyurdu ki, ilahi! dostlarını öyle yapdın ki, onları tanıyan seni buldu. seni bulmadıkça, onları tanımadı. allahü teala, bizi ve sizi, bu yüksek ve şerefli insanları sevmekle rızklandırsın! yüzelliyedinci mektub bu mektub, hakim abdülvehhaba yazılmışdır. allah adamlarının yanına giden kimsenin, kendini boş bulundurması lazımdır. böylece, dolu olarak döner. herşeyden önce, i'tikadı düzeltmek lazım olduğu bildirilmekdedir: iki kerre buraya kadaryoruldunuz. ikisinde de çabuk kalkdınız. sohbetin haklarından birkaçını yerine getirmeğe vakt olmadı. müslimanların bir araya gelmesi, ya istifade etmek veya faide vermek içindir. bu ikisinden biri bulunmıyan topluluğun hiç kıymeti yokdur. din büyüklerinin yanına boş olarak gelmelidir ki, dolmuş olarak dönülebilsin. onların acıması, ihsanda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lazımdır. böylece feyz, ihsan yolu açılır. dolu gelmek, daha doldurarak dönmek iyi olmaz. çok dolmak, doydukdan sonra, daha almak hastalıkdan başka birşey yapmaz. ihtiyacsızlık, azgınlığa sebeb olur. hace nakşibend kaddesallahü sirreh hazretleri buyurdu ki, önce hastanın yalvarması lazımdır. sonra, gönlü kırık olan, ona teveccüh eder. görülüyor ki, teveccühe, ihsana kavuşmak için, yalvarmak lazımdır. böyle olmakla beraber, ilm öğrenmekde olan bir talib gelip, size göndermek için mektub isteyince, onun böyle gelmesini bir hak sayarak, bu hakkı ödemek lazım olduğunu düşündüm. geçmişdeki haklarınızı ve şimdiki hakkı karşılamak için, vakt ve hale göre, birkaç kelime yazarak gönderiyorum. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. herkesi doğru yola kavuşduran ancak odur. ey mes'ud kardeşim! bize ve size herşeyden önce lazım olan, i'tikadı kitaba ve sünnete uygun olarak düzeltmekdir. doğru yolun alimlerinin, allahü teala onların çalışmalarına iyi karşılıklar versin! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i'tikad etmek lazımdır. çünki, kitabdan ve sünnetden bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yokdur. ehli sünnet alimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. bizim anladıklarımız, ehli sünnet alimlerinin anladıklarına uymuyor ise, hiç kıymeti olmaz. çünki her bid'at sahibi, ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynakdan çıkardıklarını söylemekdedirler. bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. ikinci olarak hepimize lazım olan şey, ahkamı islamiyyeyi öğrenmekdir. ya'ni halali, haramı, farzı, vacibi öğrenmekdir. üçüncü olarak hepimize lazım olan şey, bütün işlerimizi, öğrendiklerimize uygun yapmakdır. dördüncüsü, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir ki, bu ikisi tesavvuf büyüklerine mahsusdur kaddesallahü teala esrarehüm. i'tikadı düzeltmeden önce ahkamı islamiyyeyi öğrenmenin hiç faidesi olmaz. bu ikisi birlikde düzelmedikce de, ibadetlerin faidesi olmaz. bu üçü birlikde yapılmadıkca, tezkiye ve tasfiye hiç yapılamaz. bu dört temel vazife, yardımcıları ve temamlayıcıları ile birlikde yapılmalıdır. mesela, farzlar, sünnetleri ile birlikde yapılmalıdır. farzların yardımcısı ve temamlayıcısı, sünnetlerdir. bunlardan biri yapılmadıkca, geriye kalan herşey lüzumsuzdur ve faidesizdir. böyle lüzumsuz şeylere, denir. hadisi şerifde, buyuruldu. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde yürüyenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat! yüzellisekizinci mektub bu mektub, şeyh hamidi bingaliye yazılmışdır. saliklerin yaradılışlarına göre, yükseldikleri mertebeleri bildirmekdedir: saliklerin yaradılışlarına göre, kemal mertebeleri başka başka olur. kemal mertebelerinin dereceleri kemiyyet ya'ni sayı bakımından veya keyfiyyet ya'ni güzellik bakımından veya her iki bakımdan da, birbirinden ayrılırlar. çok kimsenin kemali, ya'ni yüksekliği, iledir. başkalarının kemali iledir. her iki tecellinin de çok çeşidleri vardır. çeşidler birbirlerine benzemezler. bu tecellilere kavuşan kimseler arasında da çok başkalık vardır. çok kimselerin kemali kalbin selameti ve ruhun halası iledir. başkalarının kemali, bu ikisi ile birlikde, sırrın da şühudü iledir. bir üçüncü kemal ise, bu üçü ile birlikde, hafinin hayreti iledir. bir dördüncü kemal daha vardır ki, bu dördü ile birlikde, ahfanın kavuşması iledir. bunlar, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. bu mertebelerin herhangi birisinde kemal hasıl oldukdan sonra, ya geriye inilir, yahud, o makamda kalınır. geriye inenler, tekmil ve irşad makamına kavuşur. allahü tealanın kullarını da'vet için, onlara faideli olmak için, hakdan halka dönerler. ikinciler kendilerini gayb ederler. insanlardan uzak yaşarlar. geçmişde ve gelecekde selametde olunuz! alimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir, bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhanedir. yüzellidokuzuncu mektub bu mektub, şerefeddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. merhum babası için sabr dilemekdedir: başa gelen belalar, sıkıntılar, her ne kadar acı ve üzücü görünür ise de, batına ya'ni kalbe, ruha tatlı gelmekdedir. çünki, beden ile ruh birbirinin zıddı, tersi gibidir. birine acı gelen, ötekine tatlı olmakdadır. yaratılışda duygusuz olan, bu ikisinin ters olduğunu ve hallerini, özelliklerini ayıramaz. böyle kimseleri hesaba katmıyoruz. bu sözlerimizi onlar için bildirmiyoruz. araf suresinin yüzyetmişsekizinci ayetinde mealen, onlar, hayvanlar gibidir. daha da aşağıdırlar buyuruldu. farisi tercemesi: kendinden haberi olmayan kimse, nerede kaldı başka şeyleri bile? bir kimsenin ruhu alçalarak beden mertebesine yerleşse ve alemi emri, alemi halkına bağlansa, bu ince bilgileri nasıl anlıyabilir? ruhu kendi makamına çıkmadıkca ve alemi emri, alemi halkından ayrılmadıkca, bu ma'rifetlerin güzelliğini nasıl görebilir? bu ni'mete kavuşmak için, eceli müsemma gelmeden önce olan ölüme kavuşmak lazımdır. tarikat büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu ölüme adını vermişlerdir. farisi tercemesi: toprak ol toprak ki, gül bitsin sende, toprakdan başka yok, kavuşan güle. ölüm gelmeden önce ölmeyen kimseyi dertli bilmelidir! ona geçmiş olsun demelidir! iyilikle tanınmış olan ve emri ma'ruf ve nehyi münker ibadetini elden bırakmıyan kıymetli babanızın ölüm haberi müslimanları çok üzdü. hepimiz, allah için yaratıldık ve hepimiz onun huzuruna çıkacağız. siz oğlumuz sabr ederek, bizden önce gidenlere, sadaka ile ve düa ile ve istigfar ederek yardım etmeli, imdadlarına yetişmelisiniz! çünki, dirilerin yardımına ölülerin çok ihtiyacı vardır. hadisi şerifde buyuruldu ki, ölü, suda boğulmak üzere olan biri gibidir. babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşından gelecek olan bir duayı hep beklemekdedir. ona bir düa gelince, dünyaya ve dünyada olanların hepsine kavuşmakdan daha çok sevinir. allahü teala, yeryüzünde olanların düaları yardımı ile, kabrde olanlara dağlar gibi rahmet gönderir. dirilerin ölülere olan hediyyesi, onlar için istigfar etmekdir. nasihatların sonuncusu, hep zikr yapmak ve hep allahü tealayı düşünmekdir. çünki, elimizde bulunan zeman çok azdır. bunu en lüzumlu yerde kullanmak lazımdır. vesselam. haşa zulm etmez hiç, kullarına hüdası! herkesin çekdiği, kendi işinin cezası! yüzaltmışıncı mektub bu mektub, kölelerinin en aşağısı olan bu fakire, ya'ni ın birinci cüz'ünü toplamakla şereflenen yar muhammed cedidi bedahşi talkaniye yazılmışdır. tesavvuf büyüklerinin üç dürlü olduğu ve herbirinin halleri bildirilmekdedir: tesavvuf büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm üç dürlüdür: birincilere göre, alem, ya'ni bütün varlıklar, allahü tealanın yaratması ile dışarda vardır. alemde bulunan herşeyin özelliklerini de allahü teala yaratmışdır. insanları cism olarak bilirler, madde olarak bilirler. bu cismi de, allahü teala yaratmışdır derler. yokluk denizine öyle dalmışlardır ki, ne alemden haberleri vardır, ne de kendilerinden haberleri vardır. başkasının elbisesini giymiş kimseye benzerler. bu elbisenin kendilerinin olmayıp başkasının olduğunu bilirler. böyle bilmeleri o kadar artar ki, elbiseyi, sahibinde bilirler, kendilerini çıplak sanırlar. böyle bir kimseyi , şü'ursuzluk halinden kurtarıp, şü'urlu hale getirirlerse, ya'ni fenadan sonra beka ile şereflendirirlerse, elbiseyi kendi üzerinde görür. fekat, başkasının olduğunu iyi bilir. çünki önceki fena, şimdi bilgi ile birlikdedir. elbiseye tutulması, bağlılığı hiç kalmamışdır. bunun gibi, kendi üstünlüklerini, iyiliklerini, elbise gibi başkasının bilirler. fekat, bu elbiseyi vehmde, hayalde bilirler. dışarda elbise yokdur. kendilerini çıplak sanırlar. böyle görüşleri, öyle çoğalır ki, vehmdeki elbiseyi de atarlar. kendilerini çıplak bulurlar. sekrden kurtulup sahva gelince, vehmdeki elbiseyi de yanlarında bulurlar. fekat, birinci şahsın fenası tamdır. bundan hasıl olan bekası da daha olgundur. bunu, inşaallahü teala daha sonra açıklayacağız. bu büyükler, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in kitabdan ve sünnetden çıkardıkları ve sözbirliği ile bildirdikleri iman bilgilerinin hepsine, öylece inanırlar. kelam alimleri ile bunların arasında hiçbir ayrılık yokdur. kelam alimleri, bu bilgileri öğrenerek ve düşünerek bulmuşlar. bunlar ise, keşf ile, zevk ile anlamışlardır. bu büyükler, alemin allahü tealaya hiçbir bakımdan benzerliği, bağlılığı yokdur derler. nerede kaldı ki, onun kendisidir veya parçasıdır demiş olsunlar. allahü teala, malikdir, yaratıcıdır, insanlar ise, onun kullarıdır ve mahluklarıdır derler. kendilerini hal kaplayınca, bu bağlılığı bile unuturlar. tam fena ile şereflenirler. tecelliyati zatiyyeye kavuşurlar. sonsuz tecellilere mazhar olurlar. tesavvuf büyüklerinin ikincisi, aleme hak tealanın zılli, görüntüsü derler. fekat bunlar da, alemin dışarda mevcud, var olduğuna inanırlar. bu varlık, kendi varlıkları değildir. bir görüntü gibi varlıkdır derler. bu varlıklar, allahü tealanın varlığı ile dışarda mevcuddür derler. insan ile gölgesi gibidir. bir insanın gücü yetse, kendi sıfatlarını, özelliklerini, mesela bilgisini, gücünü, iradesini, hatta acı ve tatlı duymasını, kendi gölgesine de verebilse, mesela o gölge ateşe rastlarsa acı duysa, aklı olan ve adetlere uyan bir kimse, o gölgenin sahibi acı duydu demez. üçüncü kısm alimlerinin böyle dediklerini aşağıda göreceğiz. bunun gibi, insanların kötü işlerinin hiçbirine, hak tealanın işidir denilemez. mesela gölge, kendi isteği ile hareket etmiş olsa, gölgenin sahibi olan kimse, hareket ediyor denilemez. o kimsenin gücü ile ve iradesi ile hareket ediyor denilebilir. böylece, mahlukların işlerini allahü teala yaratmakdadır. kötü şeyleri yaratmak, kötü değildir. belki kötü şeyleri yapmak ve kesb etmek kötüdür. tesavvuf büyüklerinin üçüncüsü, vahdeti vücude inanırlar. haricde yalnız birşey vardır derler. bu bir varlık, hak tealanın zatıdır, kendisidir derler. alem haricde yokdur. ilmde vardır derler. varlıkdan hiçbir koku tatmamışdır derler. bunlar da, alemi hak tealanın zılli bilirler. fekat, bu zıl olan, görüntü olan varlık his mertebesindedir. doğrusu dışarda hiçbirşey yokdur derler. hak tealanın zatında kendi sıfatları ve mahlukların sıfatları vardır bilirler. bu sıfatların yukardan aşağı azalma derecelerini, mertebelerini sayarlar. her mertebede, o bir zatı, o mertebeye uygun özelliklerde birlikde bilirler. acıyı, tatlıyı duyan hep odur. fekat vehmde, hisde var olan bu zıl, gölge gibi perdeler arkasında durmakdadır derler. bunların sözlerinin akla ve islamiyyete uymayan yerleri çokdur. böyle yerlere cevab vermek için çok sıkıntı çekerler. bunlar da, kavuşmuş ve kavuşdukları derecelere göre yükselmişdir. fekat bunların sözleri, müslimanların yoldan çıkmalarına sebeb olmakda, ilhad ve zındıklığa sürüklemekdedir. birinciler en kamil, çok tam ve sakatsız ve kitaba, sünnete uygundurlar. sakatsızlıkları ve uygunlukları meydanda ise de, olgun ve temam olmaları şöyledir ki, insanın varlığının birkaç mertebesi, çok latif ve maddelikden çok uzak olup, başlangıca benzemekde, oraya tam bağlılığı bulunmakdadır. insandaki, ve böyledir. bunun için, birçokları, sırrın fenasına kavuşdukları halde, bu mertebeleri başlangıcdan ayıramamışlar. böylece derken, bunları yok bilememişler, bunları başlangıc ile karışdırmışlar, birleşdirmişler. kendilerini hak teala sanmışlar, dışarda yalnız hak teala vardır. bizim hiç varlığımız yokdur demişler ise de, dışarda çeşidli eserler bulunduğundan, ilmde var olduklarını söylemişlerdir. yine bundandır ki, ya'ni eşya, varlıkla yokluk arasında bir geçiddir demişlerdir. mahlukların varlıklarının mertebelerinden birkaçının başlangıcdan başka olmadığını görerek, varlıkları lazımdır diyemedikleri için, varlıkla yokluk arasında geçid olduklarını söylemişlerdir. böylece, mahluklara vaciblikden birşey bulaşdırmışlardır. bu şeylerin, mahlukların olduğunu, fekat ismde ve görünüşde olsa bile, vacibe benzediklerini anlamamışlardır. bu şeyleri başka bilselerdi ve mahlukları vacibden tam ayırsalardı, kendilerini hak teala olarak hiç görmezlerdi. alemi, hak tealadan ayırırlardı. varlığın bir olduğunu sanmazlardı. bir kimseden eser baki kalmadıkca, kendinden eser kalmadığını bilse bile, kendini hak bilmez. bu da, onun kısa görüşlü olmasındandır. ikinci alimler, her ne kadar bu mertebeleri de başlangıcdan ayrı gördüler ve derken yok bildiler. fekat, aslın zıl ile olan bağlılığından dolayı, bunların varlıklarının artıklarından birşey, mevcud kaldı. çünki, zıllin asla bağlılığı vardır. zıl ile aslın başkalığı görüşlerinden gayb oldu. birinci alimler, peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhim minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha çok bağlı oldukları için, mahlukların bütün mertebelerini, vacibden ayırdılar. bunların hepsini derken yok etdiler. mahlukların vacib ile hiçbir bağlılığını görmediler. ona hiçbir benzerlikleri yokdur dediler. kendilerini, güçsüz, kuvvetsiz bir kul olmakdan başka bilmediler. onu, kendi sahibleri ve yaratıcıları olarak bildiler. kendilerini sahib sanmak veya onun gölgesi sanmak, bunlara çok ağır gelmekdedir. arabi mısra' tercemesi: herşeyin sahibine gelen ne, toprağa düşen ne? bu büyükler, herşeyi hak tealanın mahlukları bildikleri için severler. herşey, gözlerine sevgili görünür. mahlukların kendileri gibi, işleri de, allahü tealanın mahluku oldukları için, hepsine boyun eğer, beğenirler. hiçbir işi beğenmemezlik etmezler. islamiyyetin beğenmediği şeyleri, islamiyyete uydukları için beğenmezler. tevhidi vücudi sahibleri, herşeyi, hak tealaya mazhar oldukları için, hatta ondan başka olmadıkları için, sevdikleri ve boyun bükdükleri gibi, bu büyükler, hak tealanın mahlukları oldukları için sever ve teslim olurlar. farisi mısra' tercemesi: yolların nerden ayrıldıklarını iyi gör! sevgili az sevilse de, ondan başka olmıyan şeyin de, o kadar sevileceğini herkes bilir. fekat, sevgilinin kullarını, yapdıklarını ve kölelerini sevebilmek için, sevgilinin çok sevilmiş olması lazımdır. bu büyüklerin vilayet makamlarının en sonu olan , ya'ni kulluk makamından tam payları vardır. bu seçilmişlerin hallerinin doğru olduğunu gösteren en kuvvetli delil, işaret, keşflerinin hepsinin kitaba ve sünnete ve islamiyyetin açıkca bildirdiği şeylere tam uygun olmalarıdır. islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılmamışlardır. ey allahımız! muhammed aleyhisselam hurmetine sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve selleme ve bareke, bizleri, bu büyükleri sevenlerden ve onlara uyanlardan eyle! bu satırları yazan derviş, önce tevhidi vücudiye inanıyordum. çocukluğumdan beri tevhid bilgileri içindeydim. buna inancım tamdı. o zeman tevhid hallerim de yokdu. tesavvuf yoluna girince, önce tevhid yolu açıldı. çok zeman, bu yolun makamlarında dolaşdım. bu makamlara uygun çok bilgiler edindim. tevhidi vücudi sahiblerine gelen haller ve çözülemiyen bilgilerin hepsi, keşflerle ve akıp gelen bilgilerle çözüldüler. çok zeman sonra, bu dervişi başka bir nisbet, bağlılık kapladı. bu nisbet kuvvetlenince, tevhid bilgileri durdu. fekat, o bilgileri yine beğeniyordum, inkar etmiyordum. böyle uzunca bir zeman geçdi. sonunda, onları beğenmez, inanmaz oldum. bu mertebenin çok aşağı olduğunu ve zıl makamlarına yükselmek lazım geldiğini gösterdiler. fekat, bu inkarım elimde değildi. bu makamdan ayrılmak istemiyordum. çünki tesavvuf büyüklerinin çoğu, bu makamda bulunmakdadır. zıl makamına yükselince, kendimi, bütün alemi, zıl, gölge gibi buldum. yukarıda bildirilen, ikinci alimler gibi oldum. önceki makamdan, buraya çıkardıklarını istemedim. çünki, vahdeti vücudü daha yüksek biliyordum. o makam, buna tam uygundu. büyük bir ni'met ve merhamet olarak, ndan da yukarı götürdüler. abdiyyet, kulluk makamına ulaşdırdılar. bu makamın daha olgun olduğu göründü. yüksekliği anlaşıldı. önceki makamlardan pişman oldum. tevbe etdim. bu dervişi, bu yollardan geçirmeselerdi ve birbirlerinden üstünlüklerini göstermeselerdi, bu makama getirilmekle alçaldığımı zan edecekdim. çünki önceleri, tevhidi vücudiden daha yüksek makam yok sanıyordum. doğruyu açığa çıkaran, allahü tealadır. doğru yolu gösteren yalnız odur. bu fakirin mektublarında ve kitablarında ve belki her salikin sözlerinde bulunan bilgilerin ve ma'rifetlerin, başka başka olması, kavuşulan makamların başka başka olmalarındandır. her makamın bilgileri, ma'rifetleri başkadır. her hali bildiren söz başka olur. görülüyor ki, bilgilerde başkalık, ayrılık yokdur. ahkamı ilahiyyenin zemanla değişdirilmiş olması gibidir. bu sözleri, te'assubla, inad ile karşılamayınız! sallallahü teala ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sellem! yüzaltmışbirinci mektub bu mektub, molla salih bedahşi külabiye yazılmışdır. tesavvuf yolunda ilerlemek, hakiki imana kavuşmak için olduğu bildirilmekdedir: süluk konaklarını geçmek, hakiki imana kavuşmak içindir. hakiki imana kavuşmak için, önce nefsin itminan hasıl etmesi lazımdır. nefs mutmeinne olmadıkca, kurtuluş olamaz. nefsin mutmeinne olması da, kalbin onu kontrol ve idare etmesi ile olur. kalbin nefsi idare edebilmesi için, başka şeylerle meşgul olmaması ve allahü tealadan başka hiçbir şeye bağlılığı kalmaması lazımdır. kalbin, hiçbirşeye bağlılığı kalmadığının alameti, işareti vardır. bu da, masivayı unutmasıdır. öyle unutmalıdır ki, allahü tealadan başka herhangi birşeyi kıl ucu kadar düşünürse, masivadan kurtulmamış olur. , bütün mahluklar demekdir. kalbi masivadan selamet bulmuş, kurtulmuş olana müjdeler olsun! kalbin selamet bulması ve böylece nefsin itminana kavuşması için çok çalışmalıdır. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, bunu dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. vesselam. yüzaltmışikinci mektub bu mektub, hace muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. mubarek ramezan ayının üstünlüğünü ve kur'anı kerimin bu ayda indirildiğini ve hurma ile iftar etmenin müstehab olduğunu bildirmekdedir: allahü tealanın zatının şü'unatından biri, kelam şanıdır. bu kelam şanında, zatın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü'unları bulunur. böyle olduğu, önceki mektublarda bildirilmişdi. mubarek ramezan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. her iyilik, her bereket, allahü tealanın zatından gelmekdedir teala ve tekaddes ve onun şü'unlarından hasıl olmakdadır. her kusur, her kötülük de, mahlukların zatlarından ve sıfatlarından hasıl olmakdadır. nisa suresinin yetmişsekizinci ayetinde mealen, sana gelen her güzel şey, allahü tealadan gelmekdedir. sana gelen her kötülük de, kendindendir buyuruldu. bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, allahü tealanın zatındaki üstünlüklerden gelmekdedir. bu üstünlüklerin hepsi de, kelam şanında bulunmakdadır. kur'anı kerim, bu kelam şanının hakikatinin hepsinden hasıl olmuşdur. bundan dolayı, bu mubarek ayın, kur'anı kerim ile tam bağlılığı vardır. çünki, kur'anı kerimde bütün üstünlükler bulunmakdadır. bu ayda da, o üstünlüklerden hasıl olan bütün iyilikler bulunmakdadır. bu bağlılıkdan dolayı, kur'anı kerim bu ayda nazil oldu. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. kadr gecesi bu aydadır. bu ayın özüdür. kadr gecesi, çekirdeğin içi gibidir. ramezan ayı da, kabuğu gibidir. bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayrlı ve bereketli olur. allahü teala, hepimizi bu mubarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşdursun. herbirimize bundan büyük pay versin! resulullah aleyhissalatü vesselamü vettehıyye buyurdu ki, oruclu olan kimse, hurma ile iftar etsin! çünki hurma bereketlidir. o server sallallahü teala aleyhi ve sellem, hurma ile iftar ederdi. hurmanın bereketli olması şöyledir ki, onun ağacına denir. bu ağacın yaradılışında, topluluk ve adalet vardır. insanın yaradılışı da böyledir. bunun içindir ki, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem nahle ağacına, adem oğullarının halasıdır dedi. halanız olan nahleye saygı gösteriniz! çünki bu ağaç, adem aleyhisselamın çamurundan kalan artıkdan yaratılmışdır buyurdu. görülüyor ki, nahle, adem aleyhisselamın çamurundan yaratılmışdır. nahleye bereket buyurması, bunda herşeyin bulunduğu için olsa gerekdir. bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın parçası, dokusu olur. böylece hurmada bulunan herşey, insana da aktarılmış olur. hurmada bulunan sonsuz üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. hurmayı yiyen herkes böyle olur ise de, oruclu kimse, iftar zemanında, şehvetlerden ve dünyanın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifade eder. anlatdığımız faideleri daha tam ve daha olgun olur. o server aleyhi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha, buyurdu. bu da belki, hurma insanın dokularına karışınca, insanın hakikatini temamladığı içindir. oruclu iken, böyle şey olmadığı için, bunun karşılığı olarak sahurda hurma yimenin güzel olduğunu bildirmişdir. hurma yimek, çeşidli yemekleri yimek gibi faideli olmakdadır. hurmanın bu bereketi, kendisinde herşey bulunduğu için, iftar zemanına kadar insanda kalır. hurmanın bu faidesi, ancak islamiyyete uygun olarak yinildiği, islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulunmadığı zemandır. tam faidesine kavuşmak için, bir ağacın bir meyvesi olarak değil, bildirdiğimiz topluluğunu, bereketini düşünerek yimek lazımdır. yalnız bir meyve olarak yinirse, yalnız madde, kalori faidesi elde edilir. işin iç yüzü bilinerek yinirse, bereketine kavuşulup, batını da besler. bereketine kavuşmadan yimek kusur olur. farisi tercemesi: çalış, lokmayı kıymetlendir önce! ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca! iftarı erken, sahuru geç yapmakda da, bu incelik vardır. vesselam. haramdan sakın, farzı yapmağa bak! farzı yapmazsan, olur halin harab! yüzaltmışüçüncü mektub bu mektub, esseyyid ve nakib şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. islam ile küfrün birbirinin zıddı, tersi olduğunu, islam düşmanlarını sevmemeği bildirmekdedir: bize çeşidli ni'metleri veren ve müsliman yapmakla şereflendiren ve muhammed aleyhisselamın ümmetinden eylemekle kıymetlendiren allahü tealaya hamd olsun! dünya ve ahıret se'adetlerine, rahatlıklarına kavuşmak ancak ve yalnız, dünya ve ahıretin efendisi, mahlukların en üstünü, en kıymetlisi olan muhammed aleyhisselama uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. o yüce peygambere ve onun temiz ehli beytine ve eshabının hepsine en iyi düalar ve en üstün selamlar olsun! muhammed aleyhisselama uymak demek, ahkamı islamiyyeye ya'ni islamiyyete uymak ve küfrü ve kafirliği yok etmeğe çalışmakdır. çünki islam ile küfr birbirinin zıddıdır, tersidir. birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. bu iki zıd şey bir arada bulunamaz. birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. kur'anı kerimde, tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, ey yüce peygamber! kafirlere ve münafıklara karşı cihad et! onlara sert davran! buyuruldu. hulki azim sahibi olan, çok merhametli olan peygamberine, kafirlerle cihad etmeği, onlara karşı sert davranmağı emr ediyor. bundan anlaşılıyor ki, islama saldıranlara sert davranmak da, hulkı azimdir. islama izzet vermek, kıymetini artdırmak için, küfrü ve kafirleri ya'ni islam dinine ve müslimanlara saldıranları kötülemek, onları aşağı tutmak lazımdır. böyle kafirlere kıymet vermek, onları yüksek tutmak, islamiyyeti ve müslimanları kötülemek, aşağılamak olur. kafirlere kıymet vermek demek, onları üstün tutmak, karşılarında eğilmek olmakla beraber, onlarla birlikde bulunmak, konuşmak, görüşmek de, onlara kıymet vermek olur. islam düşmanlarından, islamiyyete saldıranlardan, köpekden kaçar gibi kaçmak, onların pis ve alçak olduklarını bilmek lazımdır. islam dinine saldıran, bir mevkı', makam sahibi ise ve bir müslimanın bu kimseye bir işi düşerse ve bu işi muhakkak onun yapması icab ederse, abdesthaneye gider gibi, işi bitirinciye kadar yanına gidilir. fekat, yine o alçağa kıymet verecek birşey söylenmez ve böyle bir hareket yapılmaz. olgun bir müsliman, onun yüzünü görmemek için, o işinden bile vaz geçer. onun zehrli, zararlı sözlerini işitmekden, cehennemlik yüzünü görmekden kurtulur. allahü teala, kur'anı kerimde böyle kafirlerin kendisine ve sevgili peygamberine düşman olduklarını bildiriyor. allahü tealanın ve onun resulünün düşmanları ile düşüp kalkmak, o alçaklarla arkadaşlık etmek büyük cinayet, çok çirkin bir suç olur. bu kimselerle görüşmek, arkadaşlık etmek, çeşidli zararlara sebeb olur. bu zararların en küçüğü, insan onların arasında allahın emrlerini yapamaz. küfre sebeb olan şeylerden kaçınamaz. bu vazifeleri yapmağa sıkılır. arkadaşlarından utanır, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyükdür. allahü tealanın dinine saldıranlar ile arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, insanı allahü tealaya ve onun peygamberine aleyhissalatü vesselam düşman olmağa kadar sürükler. bir kimse, kendini müsliman sanır. kelimei tevhid okur. inanıyorum der. müsliman olduğunu söyler. halbuki kafirlerle, münafıklarla görüşerek, konuşarak onun müslimanlığı, imanı saf ve temiz kalmaz. hatta, büsbütün gider de, farkında bile olmaz. allahü teala, hepimizi, nefslerimizin kötülüğünden ve amellerimizin bozuk olmasından korusun! farisi tercemesi: zavallı cahil, sanır ki, din adamıdır; din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır. hindistandaki islam düşmanlarının azgınlarını görüyoruz. müslimanlarla alay ediyorlar. müslimanları kötülüyorlar. ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, müslimanlara her işkenceyi yaparlar. hatta hepsini öldürürler. yahud onları dinden, imandan ayırırlar. islam terbiyesini, ahlakını, hayasını, şerefini yok ederler. o halde, müslimanların bu azgın kafirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için allahü tealadan haya etmeleri lazımdır. buyuruldu. müsliman olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lazımdır. islam düşmanlarını, allahın emrleri ile alay edenleri, halale, harama aldırış etmiyenleri zararlı bilmelidir. bunları aşağı tutmalıdır. bunlara yardımı dokunan her hareketden sakınmalıdır. islamiyyet, gayri müslim vatandaşlardan cizye denilen verginin alınmasını emr etmekdedir. şimdi hindistanda kafirlerden cizye alınmıyor. islamiyyetin bu emri unutulmuş oldu. bunun da sebebi, hindistandaki müslimanların islam dinini ve müslimanları yok etmeğe çalışan kafirlerle sevişmeleri olmuşdur. kafirlerden cizye alınmasını emr etmekden maksad, onları sıkışdırmak, aşağı tutmakdır. o kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için, kıymetli elbise giyemezler. süslü eşya kullanamazlar. çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. müslimanlara ne oldu ki, cizye almağı unutdular. allahü teala, kafirlerin zelil ve hakir olmaları için, cizye vermelerini emr etdi. böylece, onların aşağı, müslimanların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. farisi mısra' tercemesi: kafirlerin azalması, islama kuvvet verir. bir kimsenin müsliman olmasına alamet, islam düşmanlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. allahü teala kur'anı kerimde, tevbe suresi yirmisekizinciayetinde kafirlere ya'ni pis dedi. doksanbeşinciayetinde de buyurdu. rics de pis demekdir. bunun için, müslimanların kendileri ile alay eden kafirleri pis ve zararlı bilmeleri lazımdır. böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, onlardan sakınırlar. onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. böyle kafirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmanlarına kıymet vermek olur. hem de, onları çok yükseltmek olur. onlardan yardım, şifa beklemek ve hele onlar vasıtası ile düa ve ibadet etmek boşuna uğraşmakdır. mü'min suresinin ellinci ayetinde ve ra'd suresinin ondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, islam düşmanlarının düaları kabul olmaz, hiç faide vermez. kafirler, papazlar vasıtası ile yapılan düaları allahü teala hiçbir zeman kabul etmez. böyle düaların müslimanlara faidesi olmaz. yalnız bu suretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. onlar, düa ederken, putlarını, allahın düşmanlarını araya korlar. onlardan düa beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, müslimanlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır. büyüklerden biri buyuruyor ki: . burada , islamiyyeti yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi faidesini ve zararını hatırına bile getirmemek demekdir. müslimanlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! yeter ki, müslimanlığa bir zarar olmasın! müslimanlık demek, allahü tealanın ve onun peygamberinin razı olduğu, beğendiği şeyler demekdir. allahü tealanın razı olduğu şeyden daha kıymetli ne olabilir? allahü tealanın rabbimiz olmasına ve islamiyyetin dinimiz olmasına ve muhammed aleyhisselamın peygamberimiz olmasına razı olduk, sevindik. farisi mısra' tercemesi: beni bu yoldan ayırma ya rabbi! peygamberlerin efendisi olan muhammed aleyhi ve ala alihi minessalevatü efdalüha hurmetine beni müsliman olarak yaşat ve müsliman olarak öldür ya rabbi! vakt dar olduğu için, bilmesi çok lazım ve zaruri olan şeyleri ancak kısaca yazdım, gönderiyorum. bundan sonra, eğer cenabı hak nasib ederse, bundan daha geniş ve uzun yazar, gönderirim. islam ile küfr birbirinin zıddı oldukları, bir arada bulunamayacakları gibi, ahıret de, dünyanın zıddıdır. dünya ile ahıret, bir arada bulunamaz. ahıreti kazanmak için, dünyayı terk etmek lazımdır. ya'ni, dünyaya düşkün olmamak lazımdır. dünyanın ne demek olduğu, yetmişüçüncümektubda bildirilmişdir. dünya, allahü tealanın beğenmediği, yasak etdiği şeyler demekdir. dünyayı terk etmek iki dürlüdür: birincisi, mubah olan şeylerin hepsini de terk edip, yalnız yaşamak için ve dinini korumak için zaruri lazım olan mubahları kullanmakdır. dünyayı böyle terk etmek çok kıymetli ve çok faideli ise de, çok güçdür. dünyayı terk etmenin ikincisi, haram olan ve şübheli olan şeylerden sakınmak ve yalnız mubahları kullanmakdır. dünyayı böyle terk etmek de, hele bu zemanda, çok kıymetlidir. farisi tercemesi: gök, arşa nazaran pek aşağıdır, toprağa göre ise, çok yüksekdir. hiç olmazsa, bu ikinci şekle göre dünyayı terk etmelidir. allahü tealanın haram dediği, yasak etdiği şeylerden sakınmalıdır. mesela, erkekler altın ve gümüş eşya kullanmamalı ve halis ipek kumaşdan elbise ve çamaşır giymemelidir. altın ve gümüş eşya süs için muhafaza olunursa caizdir. bunları kullanmak haramdır. mesela, bunlarla birşey içmek, bunlar içinden birşey yimek, koku ve sürme kutuları yapmak gibi kullanmak haramdır.altından ve gümüşden yapılmış yüzük, bileyzik, küpe ve gerdanlık gibi süs eşyasını kadınların kullanmaları caizdir. fekat, bunları sokakda ve yabancı erkekler yanında örtmeleri lazımdır. domuz eti yimek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak, faiz vermek ve almak, her dürlü çalgıyı çalmak veya dinlemek, açıkca ve kesin olarak haramdır. kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları ve buralarını yabancı erkeklere göstermeleri haramdır. erkeklerin, dizleri ve göbekden dize kadar yerlerinden herhangi bir kısmı açık sokağa çıkmaları, buralarını herhangi bir kadına veya erkeğe göstermeleri haramdır. kadınların ve erkeklerin sokağa çıkarken, buralarını örtmeleri farzdır. allahü teala, müslimanlara böyle emr ediyor. buraları açık sokağa çıkanlar, haram işlemiş olur. günaha girer. ahiretde cehennemde azab göreceklerdir. eğer açık gezerken: ne olurmuş. sen kalbe bak, kalbim temiz ya! gibi şeyler söylerse, allahü tealanın emrlerine, yasaklarına ehemmiyyet vermemiş, bunları beğenmemiş olur. ahkamı islamiyyeye, ya'ni allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına kıymet vermeyen, beğenmeyen kimselerin imanı gider. müsliman olduğunu söylerse de, müsliman değildir, yalancıdır. bu günahdan ve sözden tevbe edinceye kadar namazları, orucları, zekatları, hiçbir ibadeti ve hiç bir iyiliği kabul olmaz ve ahıretde sonsuz olarak cehennemde azab görür. imanı olan hanımların ve erkeklerin, bir günah işledikden sonra hemen pişman olması, vaz geçmesi, tevbe etmesi lazımdır. günahı bırakmaz ise, sıkılmadan utanmadan hep yaparsa, allahü tealadan korkmıyor demekdir. böyle olunca, imanı gider. mürted olur. allahü tealanın mubah etdiği, izn verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek çokdur. haram etdiği, yasak etdiği şeyler ise, pek azdır. mubahlardaki faide ve lezzet haramlardakinden katkat ziyadedir. mubah işliyenleri allahü teala sever. haram işliyenleri sevmez. aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, çabuk geçen bir lezzet için, allahü tealayı gücendirmeği elbette istemez. hem de, zararlı olan bir lezzeti haram edince, bu lezzetde olan zararsız birçok başka şeyleri mubah eylemişdir. allahü teala, bizi ve sizleri, bu yüce islam dininin sahibinin gösterdiği doğru yoldan ayırmasın! halali, haramı, ibadetlerin nasıl yapılacağını, nelere inanılacağını, her türedi, yalancı kimseye sormamalıdır. kendi aklı ile, görüşü ile, düşüncesi ile konuşan kimse, din adamı değil, din, iman hırsızıdır. müslimanların imanlarını çalar. bunlar, islamiyyete açıkça saldıran kafirlerden daha zararlı ve daha kötüdür. bunların sözlerine, kitablarına, mecmu'alarına aldanmamalıdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okuyan, bilen ve bildiren doğru müslimanları, allah adamlarını aramalı, bulmalı; dini, imanı, halali ve haramı bunlara sormalı, bunların sözlerinden ve yazılarından öğrenmelidir. kurtuluş yolu budur. islamiyyetin dışında olan herşey kıymetsizdir, zararlıdır. islamiyyetden ayrılan, dalalete, felakete düşer. allahü teala halimizi, şanımızı ve sonumuzu hayrlı ve selametli eylesin! amin. insan beşer, durmaz şaşar, eyler hata, üçer beşer. düz ovada yürür iken, ayağı sürter, düşer! yüzaltmışdördüncü mektub bu mektub, hafız behaeddini serhendiye yazılmışdır. allahü tealanın feyz ve ni'metleri, her an, herkese gelmekdedir. bunları almak ve alamamak arasındaki ayrılık insanlarda olduğu bildirilmekdedir: allahü teala hepimizi, islamiyyet yolunda bulundursun! allahü tealanın feyzleri, ni'metleri, ihsanları, ya'ni iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne herkese gelmekdedir. herkese mal, evlad, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermekdedir.kullarının küfrlerini, günahlarını yüzlerine vurmuyor. kendisine karşı gelenlerin, inkar edenlerin, günah işliyenlerin rızklarını kesmiyor. dünya için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor. fark, bunları kabulde, alabilmekde ve ba'zılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır.allahü teala, kullarına zulm etmez, haksızlık etmez. onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile, kendilerine zulm ve işkence ediyorlar. : haşa, zulm etmez kuluna, hüdası, herkesin çekdiği, kendi cezası! nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şeklde, parlamakda iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şeklde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaşdırır; biberi kızartınca acılaşdırır. tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşden değil, kendilerindendir. allahü teala, bütün insanlara çok acıdığı için ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için, dünyanın her tarafındaki, her insanın, her ailenin, her cem'ıyyetin ve milletin, her zemanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lazım geleceğini, dünyada ve ahıretde rahat etmeleri ve se'adeti ebediyyeye kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lazım geldiğini, kur'anı kerimde bildirdi. ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bunların hepsini, keskin görüşleri ile bulup milyonlarca kitab yazarak, bütün dünyaya bildirdi. demek ki, allahü teala, insanları işlerinde başı boş bırakmamış, islamiyyetin girmediği bir yer kalmamışdır. demek ki, islamiyyeti dünya işlerinden ayırmak mümkin değildir. islamiyyeti dünya işlerinden ayırmağa kalkışmak, islamiyyeti ve müslimanları yeryüzünden kaldırmağa çalışmak demek olmaz mı?. insanların, allahü tealadan gelen ni'metlere nail olmamaları, ondan yüz çevirdikleri içindir. yüz çeviren, elbette birşey alamaz. ağzı kapalı bir kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. evet, yüz çeviren birçok kimsenin, ni'metler içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda ni'met olarak görülenler, hakikatde azab ve felaket tohumlarıdır. mekri ilahi ile, istidrac olarak, ya'ni allahü tealanın aldatarak, ni'met şeklinde gösterdiği musibetlerdir. o kimseleri harab etmek için ve daha ziyade azıp, sapıtmaları içindir. nitekim, mü'minun suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, kafirler, mal ve çok evlad gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. peygamberime sallallahü aleyhi ve sellem inanmadıkları ve dini islamı beğenmedikleri için, onlara mükafat mı ediyoruz, diyorlar? hayır, öyle değildir. aldanıyorlar. bunların ni'met olmayıp, musibet olduğunu anlamıyorlar buyurulmuşdur. o halde, hak tealadan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep harablıkdır, felaketdir. şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. onu bir an evvel helake sürükler. allahü teala, bizleri, böyle olmakdan korusun! vesselam. yüzaltmışbeşinci mektub bu mektub, nakib seyyid, şeyh feride kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. islamiyyetin sahibi muhammed aleyhisselama uyanları övmekde ve onun islamiyyetine uymak istemiyenleri sevmemek, onları düşman bilmek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, kureyş kabilesinden ve haşimi soyundan olan, ümmi ve şerefli peygamber muhammed aleyhisselamın soyundan yapmakla şereflendirdiği gibi, ma'nevi mirasına kavuşmakla da şereflendirsin! bu düaya amin diyen kullarını da, kıyametde acıyarak karşılasın! amin! resulullahın soyundan olan, o büyük peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem alemi halkdaki mallarına varis olur. ma'nevi miras ise, alemi emrdeki şeylere kavuşmakdır. onlar da, iman, ma'rifet, rüşd gibi ni'metlerdir. alemi halkdan olup görünen ni'metlere şükr etmek, ma'nevi mirasa kavuşmakla olur. ma'nevi mirasa kavuşmak ise, o yüce peygambere aleyhissalatü vesselam tam uymakla olabilir. bunun için, ona tabi' olmağa çalışınız! onun emrlerine sarılınız ve yasaklarından kaçınınız! muhammed aleyhissalatü vesselama tam ve kusursuz tabi' olabilmek için, onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilmekdir. islamiyyeti beğenmeyenleri sevmemekdir. muhabbete , ya'ni gevşeklik sığmaz. aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. aykırı gidenlerle uyuşamaz. iki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. cemi zıddeyn muhaldir. iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icab eder. işi elden kaçırmadan, iyi düşünmelidir. elden gitmiş olanları da kurtarılabilir. yarın iş elden çıkınca, pişmanlıkdan başka ele birşey geçmez. farisi tercemesi: ortalık aydınlanınca olur belli, herkesin geceyi, kimle geçirdiği! bu dünya malları, mülkleri geçicidir ve aldatıcıdır. bugün senin ise, yarın başkasınındır. ahıretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahıretin en kıymetli insanı olan, muhammed aleyhisselama tabi' olarak geçirilirse, se'adeti ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. yoksa, ona tabi' olmadıkca, herşey hiçdir. ona uymadıkca, her yapılan hayr, iyilik burada kalır, ahıretde ele birşey geçmez. farisi tercemesi: muhammed aleyhisselam, yüzü suyudur cihanın, kapısının toprağı olmıyan toprak altında kalsın! resulullaha sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem uymak şerefine kavuşmak için, dünyada olan herşeyden yüz çevirmek lazım olmaz. böyle yapmak çok zor olur. eğer, farz olan zekat verilir ise, dünya mallarının hepsi terk edilmiş demek olur. böylece insan dünyanın zararından kurtulmuş olur. çünki, bir malın zekatı verilince, o mal zarardan kurtulur. demek ki, dünya malını zarardan korumak için ilac, o malın zekatını vermekdir. malın hepsini allah yolunda vermek, elbette daha iyi ve faideli ise de, zekatını ayırıp, yerine vermek de, bu işi görmekdedir. farisi tercemesi: gökler, arşa göre elbet alçakdır, fekat yer yüzünden pekçok yüksekdir. demek ki, aklı olan, her işini islamiyyete uygun yapmak için çok çalışmalıdır. alimler, salihler gibi, islamiyyet adamlarının kıymetlerini bilmeli, onlara saygı göstermeli, edebli davranmalıdır. islamiyyetin yayılması için, elinden geleni yapmalıdır. nefslerinin istekleri ardı sıra koşanları, bid'at sahiblerini adam yerine koymamalı, onları kıymetsiz, aşağı tutmalıdır. bid'at sahibine kıymet veren, islamiyyeti yıkmağa yardım etmiş olur. allahü tealanın düşmanı ve onun resulünün düşmanı olan kafirleri, kendine düşman bilmelidir. islam düşmanlarını aşağı tutmalı, kıymetsiz, rezil olmaları için uğraşmalıdır. o alçaklara hiçbir zeman ve hiçbir yerde saygı göstermemelidir. onlarla görüşmemeli, hiç buluşmamalıdır. o düşmanlara hep sert davranmalı, elden geldiği kadar, yüzlerini görmemeli, işe karışdırmamalıdır. onlara bir iş düşerse, onlarsız olamıyacak ise, abdesthaneye gider gibi, istemiyerek ve üzülerek iş bitinceye kadar, yardımları istenebilir. o yüce ceddinizin aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat sevgisine kavuşduran, kurtuluş yolu işte budur. eğer bu yoldan ilerlenmezse, o yüksek huzura kavuşmak pek güç olur. bize yazıklar olsun! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! daha çok yazarak sizi usandırmak istemiyorum. farisi tercemesi: az söyledim sana, incitmekden sakındım, sözüm çok ise de, anlatmakdan sıkıldım. yüzaltmışaltıncı mektub bu mektub, molla muhammed emine yazılmışdır. dünyanın birkaç günlük hayatına aldanmamağı ve bu kısa zemanda, çok zikr ederek, kalb hastalığını gidermeğe çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: yavrum! annenin yavrusuna karşı yapdığı gibi, daha ne zemana kadar kendine böyle titreyeceksin? daha ne güne kadar, nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin? yakında, elbet öleceksin! o halde, kendini ve herkesi ölmüş bil! duymaz, kımıldamaz bir taş gibi düşün! zümer suresi, otuzuncu ayetinde mealen, sen elbette öleceksin! onlar da elbette ölecekler! buyuruldu. bu kısa zemanda, yapılması gerekli en mühim şey, çok zikr yaparak, kalbi hastalıkdan kurtarmağı düşünmekdir. çabuk biten bu zemanda, allahü tealayı hatırlayarak, ma'nevi hastalığa ilac yapmak en büyük vazife olmalıdır. allahdan başkasına düşkün olan bir gönülden hiç hayr umulur mu? dünyaya eğilmiş olan ruhdan, nefsi emmare daha iyidir. orada, hep kalbin selametini isterler. ruhun, kurtulmuş olmasını ararlar. biz, kısa görüşlüler ise, hiç durmadan ruhumuzu ve kalbimizi bu dünyaya bağlayacak sebebleri elde etmeği düşünmekdeyiz. yazıklar olsun! yazıklar olsun! ne yapalım? ali imran suresi, yüzonyedinci ayetinde mealen, allahü teala onlara zulm etmedi. onlar, kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. za'if olduğunuz için üzülmeyiniz! inşaallahü teala sıhhat ve afiyet bulursunuz. bu fakir, sizden ümmidsiz değilim. fakirin çamaşırından istemişsiniz. gömlek gönderildi. bunu giyiniz ve faidesini bekleyiniz ki, çok bereketlidir. farisi tercemesi: masal sanana, masal gibi olur, kıymet bilene, çok faideli olur. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselama uyanlara, selam olsun! yüzaltmışyedinci mektub bu mektub, herdiramı hinde yazılmışdır. allahü tealaya ibadet etmeği ve kendi yapdığı tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir: iki mektubunuz geldi. ikisinde de, bu fakirleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. bir kimseye bu devleti ihsan ederlerse ne büyük ni'met olur. farisi tercemesi: bildirmesi lazım olanı söyledim sana! ister kıymetini bil, istersen darıl bana. iyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hatta herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. nasıl olduğu anlaşılamaz. benzeri ve ortağı yokdur. şekli ve görünüşü olmaz. baba, çocuk değildir. onun gibi, ona benzer birşey düşünülemez. onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. onda zeman yokdur. zemanı o yaratmışdır. bir yerde değildir. heryeri o yaratmışdır. hep var idi. varlığının başlangıcı yokdur. hep vardır. varlığının sonu olmaz. her iyilik ve yükseklik onda vardır. hiçbir kusur ve aşağılık onda olamaz. işte bunun için, ma'bud olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız odur. tapınmağa layık olan ancak odur. hinduların ram ve kerşen denilen putları, onun yaratdığı şeylerden zevallı iki danesidir. her ikisinin de anası ve babası var idi. ram, ceretin oğlu ve leknenin kardeşi idi. sitanın kocası idi. ram, kendi çoluk çocuğunu koruyamamışdı. başkalarını nasıl koruyabilir? iyi düşünmek lazımdır. cahillere uymamalıdır. yerleri gökleri yaratana, ram ve kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! bunların hali, büyük bir padişaha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. ram ile rahmanı aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. onlarla birleşemez. ram ve kerşen yaratılmadan önce, alemlerin yaratanına ram ve kerşen denilmiyordu. bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu allaha, ram ve kerşen denildi? ram ve kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin sahibinin adı sanıldı! olamaz, olamaz, hiç olamaz! gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat insanları, yalnız bir yaratana ibadet etmeğe çağırdılar. ondan başkasına tapınmağı yasak etdiler. bütün peygamberler, kendilerinin aciz birer mahluk olduklarını söylediler. allahü tealanın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. hinduların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. kendilerini ma'bud olarak tanıtdılar. bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. fekat, onu kendilerine hulul etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. kendilerine tanrı diyorlardı. her kötülüğü yapıyorlardı. tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. bunlar gibi, daha nice bozuk ve saçma sözleri vardı. kendileri sapıtmış, başkalarını da sapdırmışlardı. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat böyle değildiler. başkalarına yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. farisi mısra' tercemesi: yollardaki ayrılığı gör! nerden nereye? yüzaltmışsekizinci mektub bu mektub, hace emkenegi hazretlerinin oğlu hace muhammed kasıma kaddesallahü sirrehümel'aziz yazılmışdır. ebu bekri sıddikın yolunun yüksekliği bildirilmekde, bu yolu bozanlardan acı acı şikayet edilmekdedir: bütün varlıkların yaratanı olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe sallallahü aleyhi ve sellem bizden salat ve selam olsun! o yüce peygamberin temiz aline ve eshabının hepsine iyi düalar olsun! meşayıhı kiramın yüksek soyundan olan ve evliyanın bizlere kıymetli yadigarı bulunan, siz mubarek evlada bu yandan çok düalar eder ve sonsuz saygılarımızı sunarız. sizlere kavuşmak arzumuzu arz ederiz. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. yüksek bilginize sunarız ki, bu kıymetli yolun üstünlüğü ve bu yolun büyüklerinin yüksekliği, sünnete yapışdıkları ve bid'atlerden kaçındıkları içindir. bunun içindir ki, bu yüksek yolun büyükleri, yüksek sesle zikr etmekden bile sakınmışlardır. kalb ile sessiz zikr etmeği emr buyurmuşlardır. şarkı, kaside, ilahi gibi şeyler okumağı, raks, dans etmek gibi oyunları ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve dört halifesi rıdvanullahi aleyhim zemanlarında olmıyan vecd ve tevacüd, ya'ni kendinden geçmek, şü'ursuz hareket ve sözleri yasak etmişlerdir. o büyükler zemanlarında bulunmıyan halvet ya'ni yalnız başına kalmak ve erba'in ya'ni kırk gün bir yere kapanıp çile çıkarmak yerine, insanlar arasında, kalbini allah ile bulundurmak se'adetine kavuşmuşlardır. sünnete yapışarak, çok kıymetli şeyler elde etmişlerdir. bid'atden sakınarak, yüksek derecelere kavuşmuşlardır. bunun için, başka yoldan ilerleyenlerin, en son ele geçirdikleri şeyler, bu büyüklere, daha başlangıcda verilmiş, bunların yolu, bütün yollardan üstün olmuşdur. o büyüklerin sözleri, kalb hastalıklarına ilacdır. onların, acıyarak bakışları ma'nevi hastalıklara şifadır. talebelerini bir bakışla, dünya ve ahırete düşkün olmakdan kurtarırlar. çok kıymetli, yüksek himmetleri, yardımları; sevenleri, kötülüklerden, ma'nevi çukurlardan çıkararak, ilahi ni'metlere kavuşdurur. farisi iki tercemesi: nakşibend büyükleri öyle, kılavuzdur, ki, yolcularını gizlice kavuşdurur. kuvvetli miknatıs gibi, sevdiklerinden, halvet ve çile fikrini çeker, atdırır. fekat şimdi, bu yol ele geçmez olmuşdur. örtülmüş, görünmez olmuşdur. bu yolda olduklarını söyleyenler, o büyüklerin izlerinden ayrılmış, o büyük ni'metleri elden kaçırmışlardır. her yere baş vurmakda, kıymetli cevherlere arka çevirip, birkaç saksı parçası ile oyalanmakdadırlar. çocuklar gibi, taş toprakla oyalanmakdadırlar. sıkıntılarından, şaşkınlıklarından, o büyüklerin yollarını unutmuşlardır. kimisi, bağırarak zikr etmekde, kimisi şarkılarla, kaside okumakla ve oynamak, zıplamakla vakt geçirmekdedir. halk arasında, allahü tealayı hatırlayamadıklarından, kırk gün bir yere kapanıp halvet yapıyorlar. daha çok şuna şaşılır ki, bu bid'atleri yaparken, o mubarek yolu kuvvetlendirdiklerini, olgunlaşdırdıklarını sanıyorlar. bu yıkıcılıklarına, ta'mir ve onarım diyorlar. allahü teala, bunlara akl ve insaf versin! bu yolun büyüklerinin, yüksekliklerinin kokusunu bunlara duyursun! nun suresindeki ve sad suresindeki ayeti kerimeler hurmeti için, sevgili peygamberi ve onun temiz ali hatırı için sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ecma'in bunları gaflet uykusundan uyandırsın! böyle aslsız ve uydurma şeyler, buralarda yayılmışdır. öyle olmuş ki, büyüklerin yolu büsbütün örtülmüşdür. önüne gelen, reform yapmış, yenilikler ortaya çıkarmış, eski, ana yol unutulmuşdur. bu acıklı hali görerek, içim sızlıyor. bu çöküntüyü, yüksek kapınızdaki hizmetcilerinize duyurmak istedim. böylece, yüreğimdeki sıkıntıyı gidermeği düşündüm. bilemiyorum ki, o yüksek evladın hizmetinde, nasıl kimseler bulunmakdadır? mubarek meclisinizde ne çeşid adamlar yer almakdadır? farisi tercemesi: ciğeri yakan düşünceden gözüme uyku girmedi: acaba o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi? allahü teala, mubarek zatınızı rahmetullahi aleyh bu belaların hepsinden korusun! bu bozuk ve yıkıcı akıntının, o şerefli kapınızdan içeri sızmasını önlesin! muhterem efendim! bu yüksek yola reformlar, sapıklıklar, öyle sokuldu ki, bize karşı olanlar, eğer, bu yol bid'at yoludur, başdan başa sapıklıkdır deseler yeri vardır. gece, teheccüd namazını büyük cema'at ile kılıyorlar. bu bid'atin, sünnet olan teravih gibi, cami'lerde yapılmasına çalışıyorlar. bunu büyük bir ibadet sanıyorlar. herkesi böyle yapmağa çağırıyorlar. bilmiyorlar ki, nafile namazları cema'at ile kılmanın mekruh olduğunu fıkh alimleri bildirmişdir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. allahü teala, o alimlerin çalışmalarına bol bol iyilikler versin! alimlerden birkaçına göre, nafile namazların cema'at ile kılınması mekruh olmak için, herkese duyurmak, herkesi çağırmak şartdır. cami'in bir köşesinde cema'at ile kılmak mekruh olmaz demişlerdir. cema'at üç kişiden çok olursa mekruh olacağını söz birliği ile bildirmişlerdir. bundan başka, teheccüd namazını onüç rek'at kılıyorlar. oniki rek'atini ayakda kılıyorlar. iki rek'at da oturarak kılıyorlar. bu iki rek'at, bir rek'at yerine geçer diyorlar. oturarak kılınan namazın sevabı, ayakda kılınan namaz sevabının yarısı olur sanıyorlar. böyle bilmeleri ve böyle yapmaları da, sünnete uygun değildir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem onüç rek'at kıldı ise de, bunun üç rek'ati vitr namazı idi. vitr namazı üç rek'at olduğu için teheccüd namazı tek rek'at oldu. yoksa bunların zan etdikleri gibi değildir. farisi tercemesi: sakındım lafı uzatmakdan, iki gözüm! kalbini kırmıyayım, yoksa, çokdur sözüm. ne kadar şaşılır ki, ehli sünnet alimlerinin en çok bulunduğu maveraünnehrde, böyle bid'atler değer kazandı ve bu cins bid'atler meydana çıkdı. halbuki, biz fakirler islamiyyet bilgilerini, o büyüklerin hareketlerinden almakdayız. allahü teala doğruyu bildiricidir. allahü teala bizi ve sizi peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem islamiyyeti caddesinden ayırmasın ve bu düaya amin diyene allahü teala merhamet eylesin! ilahi nedir bu aşk, yakdı cismü canımı? bundaki zevk başkadır, duyulur izhar olmaz. ne tarafa giderim, bırakıp sultanımı, seni sevdi bu gönül, ölse ele yar olmaz! yüzaltmışdokuzuncu mektub bu mektub, şeyh abdüssamedi sultanpuriye gönderilmişdir. mürşidi kamil ne zeman ve niçin lazım olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe aleyhimüsselam ve onun temiz al ve eshabına bizden selamlar ve düalar olsun! lutf ve ihsan ederek gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizi çok sevindirdi. birşey soruyorsunuz. yavrum! herşeyden önce istenilecek şey ve en çok aranılacak şey, allahü tealaya kavuşduran yolu bulmakdır. fekat insan, önce dünya işlerine dalmış, birçok ihtiyaclarına sarılmış olduğundan pek kirli, çok aşağıdır. allahü teala ise, her bakımdan yüksek ve kusursuzdur. ondan feyz gelmesi ve gelen feyzlerin, ma'rifetlerin alınması için verici ile alıcı arasında bir bağlantı, bir yakınlık yokdur. bunun için, bu yolu bilen ve gören bir kılavuz elbette lazımdır. bu kılavuzun, hem alıcı ile, hem verici ile bağlantısı olması şartdır. ancak böyle olursa, aracılık yapabilir. alıcı, vericiye yaklaşdıkça, kılavuz kendini aradan çekmeğe başlar. talib ya'ni alıcı, matluba tam bağlanınca, rehber aradan büsbütün kalkar. talibi, matluba, aracı olmadan kavuşdurur. bunun içindir ki, başlangıçda ve yolda iken, aranılan şey, rehberin aynasından başka hiçbir yerde görülemez. sona erenlere, rehberin aynası olmadan, matlub kendini gösterir. vaslı uryani hasıl olur. bu zeman, pir araya girerse, başını keserim denilmesi, sersemce, abdalca bir sözdür. doğru yolda olanlar, böyle konuşmazlar. edebsizlik etmezler. her istediklerini pirin bereketinde ararlar ve bulurlar. vesselam. yüzyetmişinci mektub bu mektub, şeyh nura yazılmışdır. allahü tealanın emrlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak lazım olduğu gibi, insanların haklarını gözetmek ve onlarla iyi geçinmek de lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği kullarına selamlar olsun! ey akllı kardeşim! allahü tealanın emrlerini yapmak ve yasaklarından kaçmak lazım olduğu gibi, insanların haklarını ödemek ve onlarla iyi geçinmek de lazımdır. hadisi şerifi, bu iki hakkı yerine getirmek lazım olduğunu göstermekdedir. bu iki hakdan yalnız birini gözetmek kusur olur. bir bütünün, bir parçası, onun hepsi demek değildir. bundan anlaşılıyor ki, insanlardan gelen sıkıntılara dayanmak lazımdır. onlarla iyi geçinmek vacibdir. kızmak iyi olmaz. sert davranmak yakışmaz. farisi tercemesi: seviyorum diyenin, güzel olsa da pek, nazlılığı bırakıp, naz çekmesi gerek! sohbetde çok bulunmuşdunuz. va'z ve nasihatları çok dinlemişdiniz. onun için, sözü uzatmıyorum. birkaç kelime ile kısa kesiyorum. allahü teala, bizi ve sizi kaddesallahü teala esrarehümel'aziz, islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! amin. yüzyetmişbirinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. tesavvuf yolunda olanın, allah için, aşağılık göstermesi, kulluk vazifelerini yapması ve islamiyyete uyması ve sünneti seniyyeye yapışması ve günahlarını görüp korkması lazım olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin efendisine salat ve selam olsun. onun temiz aline ve eshabının hepsine iyi düalar olsun! sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in. biz fakirlerin, allahü tealaya karşı aşağı, küçüklük düşüncesi içinde olmamız, herşeyi ondan beklememiz, kalbi kırık, hep yalvarıcı ve ona sığınıcı olmamız, kulluk vazifelerini yapmamız, islamiyyetin dışına taşmamamız ve sünneti seniyyeye sıkı sarılmamız lazımdır. hayrlı işler yaparken niyyetlerimizi düzeltmeliyiz. kalblerimizi, dünyaya düşkün olmakdan kurtarmalıyız. her uzvumuz islamiyyete teslim olmalıdır. ayblarımızı görüp, günahlarımızın çokluğunu düşünüp, allahü tealanın intikam almasından korkmalıyız. iyiliklerimizi az görmeli, günahlarımız az olsa da, çok bilmeliyiz. şöhret sahibi olmakdan, insanlar arasında iyi tanınmakdan çok korkmalı, titremeliyiz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, din veya dünya işlerinde iyi tanınarak parmakla gösterilmek, bir kimseye zarar olarak yetişir. bu zarardan ancak allahü tealanın koruduğu kurtulabilir buyurdu. insan, niyyeti ve işleri, ne kadar halis ve iyi olsa da, kendini kusurlu ve kabahatli bilmelidir. tesavvuf yolunda, ele geçen ni'metlere, hallere, zevklere güvenmemeli, ne kadar doğru ve islamiyyete uygun olsalar da, bunlara özenmemelidir. dine yapdığı hizmetlere, islamiyyeti kuvvetlendirmesine ve insanların doğru yola gelmelerine sebeb olmasına güvenmemeli ve bunlarla övünmemelidir. bu güzel işleri, kafirler ve facirler de yapabilir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. dinini öğrenmek, allahü tealanın rızasına kavuşmak için gelenleri, arslan ve kaplan gibi zararlı bilmeli, bunun kendi harablığına sebeb olmaması için çok korkmalıdır. talebe gelince, kendinde sevinç duyarsa, bunu küfr ve şirk bilmelidir. hemen tevbe, istigfar ederek bu sevinci gidermelidir. onun yerine korku ve üzüntü yerleşinceye kadar uğraşmalıdır. hele, talebenin malında gözü olmakdan, ondan faide beklemekden çok sakınmalıdır. böyle olursa, talebe istifade edemez ve pirin harab olmasına sebeb olur. çünki bu yolda, yalnız halis din isterler. zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. allahü tealanın katında şirke hiçbir suretle yol yokdur. kalbe gelen her sıkıntı ve karartı, tevbe, istigfar ve pişmanlık ile ve allahü tealaya sığınarak, kolayca giderilebilir. fekat, bu alçak dünya için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır, harab eder. bunu temizlemek çok güç olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, hadisi şerifi çok doğrudur. allahü teala, bizi ve sizi, dünyaya düşkün olmakdan kurtarsın! dünyaya düşkün olanları sevmekden ve onlarla arkadaşlık etmekden, düşüp kalkmakdan korusun! çünki o, öldürücü zehrdir ve iyi olmaz bir hastalıkdır ve büyük beladır ve bulaşıcı hastalıkdır. akllı kardeşim şeyh hamid yanınıza gelmekdedir. ondan işiteceğiniz yeni, taze haberlerin kıymetini biliniz. gerisini, buluşunca bildiririm. yüzyetmişikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddin hazretlerine yazılmışdır. büyüklerden çok azına bildirilmiş olan birkaç gizli bilgi açıklanmakdadır. bu derecede, arif kendini islamiyyetden dışarı sanır. bunun sebebi ve islamiyyete uygunluğu bildirilmekdedir: önce, allahü tealaya hamd ederim ve onun resulüne sallallahü aleyhi ve sellem salat ve selam ederim. kıymetli kardeşim! iyi biliniz ki, islamiyyetin bir dış görünüşü vardır, bir de içi, özü vardır. dışını, alimler bildirmişlerdir. içini, özünü, tesavvuf büyükleri anlamışlardır. islamiyyetin görünüşünde ilerlemek, mahlukların sonuna kadardır. bundan sonra, eğer vücub derecelerinde yükselmek nasib olursa, dış ile iç birbiri ile birleşir. bunlarla, şanülilme kadar yükselir ki, burası resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mebdei te'ayyünüdür. bundan sonra, ilerlenirse, islamiyyetin içi de, dışı da, yolda kalır. arif, şanı hayatda yükselir. bu şanın, mahluklar ile hiç benzerliği, ilgisi yokdur. hakiki şanlardandır. izafet sıfatları bile, oraya yaklaşamaz. bu şan, maksadın kapısı gibidir. matlubun başlangıcıdır. bu derecede, arif, kendini islamiyyetden dışarda bulur. allahü teala koruduğu için islamiyyetin inceliklerinden bir inceliği bile elden kaçırmaz. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenenler çok az, hem de pekçok azdır. tesavvuf yolcularının çoğu, bu makamın gölgelerine varabilmişlerdir. çünki her yüksek makamın, altında gölgesi vardır. gölgeye varanlar, islamiyyetden dışarıya çıkdık sanmışlardır. kabuğu soyduklarını, öze kavuşduklarını zan etmişlerdir. burası, tesavvuf yolculuğunun tehlükeli yeridir. za'if olanlardan çoğu, burada yoldan çıkmış, mülhid ve zındık olmuşlardır. islamiyyetden ayrılmışlar, hem kaymışlar, hem de başkalarını yuvarlamışlardır. büyükler arasında, vilayet derecelerinden birine kavuşanlar ve o yüksek makamın gölgelerinden birisinde, bu ma'rifeti edinenler, o makamın kendine varamamış iseler de, allahü teala bunları korumakdadır. islamiyyetin edeblerinden bir edebi elden bırakmazlar. bu ma'rifetin iç yüzünü anlamasalar ve işin özünü kavramasalar da, islamiyyetden kıl kadar ayrılmazlar. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, sevgili peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem sadakası olarak, bu bilmece bu fakire çözülünce, işin özü anlaşılınca, az birşey açıklamak uygun oldu. belki, nakısları doğru yola getirir ve olgunlara işin iç yüzü aydınlanır. islamiyyetin emrleri, yasakları, hem bedenedir, organlaradır, hem de kalbedir. çünki nefsin temizlenmesi, bu ikisinin islamiyyete uymasına bağlıdır. işte, o makama erişen büyüklerde, islamiyyetden dışarı aşan, bu ikisinden başka olan latifelerdir. islamiyyete uyması lazım gelen bu iki parça, her zeman uymakdadır. başka latifelere, islamiyyete uymak için emr olunmamışdır. tesavvuf yolunda ilerlemeden önce, beş latife birbirleri ile birleşmiş idi. ruh, sır, hafi ve ahfa latifeleri, kalbden ayrı değillerdi. seyr ve süluk denilen o yolculukda, beş latife birbirinden ayrıldı. herbiri, kendi yerine varıp yerleşdi. böylece, hangisinin islamiyyete uymakla vazifeli olduğu, hangilerinin vazifeli olmadıkları anlaşıldı. sual: o makamda, arif, bedenini ve kalbini de, islamiyyetin dışında buluyor. bunun sebebi nedir? cevab: böyle bulmak, doğru bir buluş değildir. böyle sanmakdadır. kalbini ve bedenini, çok latif olan, başka latifeleri gibi görmekdedir. bunları da, onlar gibi, islamiyyetin dışında sanmakdadır. sual: beden ve kalb, islamiyyetin görünüşüne uymakla vazifeli oldukları gibi, islamiyyetin özü, kalbin dışına da yayılmakdadır. böyle olunca, islamiyyetden dışarı çıkmak, ne demek oluyor? cevab: islamiyyetin özü, ruh ve sır latifelerini aşamaz. hafi ve ahfaya eremez. islamiyyetden dışarda kalanlar da bu ikisidir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. allahü teala bizi ve bütün müslimanları peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendirsin aleyhi ve aleyhim ve ala alihim salevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! yüzyetmişüçüncü mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'man kaddesallahü sirrehül'aziz hazretlerine yazılmışdır. bir sorusuna cevabdır: önce, allahü tealaya hamd ve resulüne sallallahü aleyhi ve sellem selam ederim. yüksek seyyid hazretleri! soruyorsunuz ki: kelimei tevhid söylerken, deyince, görülen ve bilinen herşeyi yok bilmek lazımdır. çünki, allahü teala istenilmekdedir. o da, görülen ve bilinen şeylerden başkadır. hiçbirine benzemez. böyle olunca muhammed aleyhisselamın gördüğünü de yok bilmek lazım gelecekdir. allahü teala, onun gördüğünden de başka olacakdır. cevab: ey kardeşim! muhammed aleyhisselam o kadar çok yüksek olmakla birlikde, yine insan idi. yok iken yaratılmış bir mahluk idi. insan, insanların yaratanını nasıl kavrıyabilir? mahluk olan, hep var olandan ne anlıyabilir? yoklukdan gelen, yok olmıyandan ne elde edebilir? taha suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, buyuruldu. şeyh ferideddini attar rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: görmezmisin ki, peygamber gibi bir sultan, o fakr ile eremedi, uğraşma, heman! ey kıymetli kardeşim! burayı biraz açıklamak gerekiyor. dikkatle okuyunuz! kelimesinin iki makamı vardır. biri yok etmekde, ikincisi var etmekdedir. bu varlığın ve yokluğun da ikişer yüzleri vardır. birinci bakımdan, batıl tanrıların ibadete hakları yok edilmekde ve hak olan ma'budün ibadete hakkı var olduğu bildirilmekdedir. ikinci bakımdan ise, maksud olmıyan ve matlub olmıyan maksadlara olan bağlantılar yok edilmekde ve hakiki matluba olan bağlılığın varlığı bildirilmekdedir. başlangıçda, birinci bakımdan yükseklik, bilinen ve görülen her şeyi derken yok eylemekdir ve varlık makamında, demekden başka birşey düşünmemekdir. birkaç zeman böyle yaparak kalb gözü kuvvetlendikden sonra, derken, varlığı söylenen hakiki var olan da, yok edilenler gibi görünmeğe başlar. fekat salik, o görülenden başkasını aramakda, ondan başkasını istemekdedir. çünki bu kemalin başlangıcında, derken, yok bilinen herşey, ibadete hakları olmıyan mahluklar idi. bu kelimei tevhidi çok söylemenin bereketi ile, ibadete hakkı olan ma'buddan ayrılmışlardır. fekat, kalb gözü kuvvetli olmadığı için, ibadete hakkı olan ve derken var bilinen vücub ya'ni daimi varlık mertebesini görmiyordu. o makamda, demekden başka birşey bilmiyordu. kalb gözü kuvvetlenince, var düşünülen de, yok bilinenler gibi görüldü. vücub mertebesinde ismler ve sıfatlar da bulunduğu için ve salik, herşeyden ayrı bir varı istediği için, istediğini ismlerin ve sıfatların ötesinde aramakdadır. çünki, herşeyden ayrı olan var mertebesinde, ibadete hakkı olmak da, ibadete hakkı olmamak gibi yokdur. farisi beytler tercemesi: aşıkın gönlü bir güzele takılınca, rahat eder mi, başkasına kavuşunca? yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle, koklamaz hiç onu, yine gider bir güle. nilüfer otu, güneşe olunca aşık, ondördüncü ayı görmek ister mi artık? ciğeri yanan, arar hep suyun tadını, çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı. ikinci bakımdan, maksud olmıyan, aranılmayan maksadları yok etmek idi. bunun en yüksek mertebesi, vücub mertebesini görmeği de, mahlukların mertebelerini görmek gibi, derken, yok etmekdir. derken de, bu kelimeden başka hiçbirşeyi düşünmemekdir. farisi, iki tercemesi: kuşumdan nasıl haber vereyim sana? anka ile yaşar hep, gitmez bir yana. anka diye ismini duymuş insanlar, kuşumun isminiyse, hiç bilmez onlar! yüksek yaradılışlı, ileri görüşlü olanlar, öyle bir maksadı ararlar ki, ele geçemez. hatta, ne olduğu anlaşılamaz. cennetde, allahü teala elbet görülecekdir. fekat nasıl görüleceğini düşünürsek hiç anlıyamayız. herkes, ahıretde göreceğiz diye sevinmekdedir. halbuki ben, hiç görülemiyecek bir maksada tutulmuşum. aradığımdan hiçbirşeyin bilinmesini istemiyorum. işitilsin, fekat hiç kavuşulmasın. bilinsin, fekat hiç görülmesin diyorum. ne yapayım. beni böyle yaratmışlar. farisi mısra' tercemesi: herkes, bir iş için yaratılmışdır! bu mertebede, çok şaşkın isem de, edebi gözeterek, çılgınca konuşmuyorum. farisi mısra' tercemesi: benim deliliğim, usta bir sevgilidir. farisi tercemesi: ömr geçdi anlatmadan, derdimi, elemimi, artık sabah oluyor, keseyim hikayemi. doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselamın izinde ilerleyenlere, allahü teala bizden selam eylesin! yüzyetmişdördüncü mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. bu yolun şaşkınları, uzaklık görünen yakınlık ve ayrılık sanılan vuslat ararlar. yazılan rü'yanın cin te'siri ile olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. fakirleri sevdiğinizi ve bu yüksek insanlara sığındığınızı bildirdiği için, bizleri çok sevindirdi. hadisi şerifi, büyük müjdedir. fekat, bu yolun aşıkları, bu kadarla doymazlar. yakınlık görünen uzaklıkla sevinmezler. uzak görünen bir yakınlık ve ayrılık görünen bir kavuşmak ararlar. işin gecikdirilmesine, sonraya bırakılmasına razı olmazlar. tenbelliği, gericiliği çirkin bilirler. kıymetli dakikaları, yaldızlı pislikler için elden kaçırmazlar. ömür sermayesini, sonu gelmez hayaller arkasında geçirmezler. yüksekleri bırakıp, alçaklara bakmazlar. beğenileni verip, gadab olunanı, kızılanı almazlar. tatlı yağlı yemeklere aldanmazlar. ince, süslü elbise için, allahü tealaya kulluk zevkıni vermezler. hükümdarlık koltuğu gibi olan kulluğu, pislik gibi olan dünya bağlılığı ile kirletmekden utanırlar. allahü tealanın mülkünde, memleketinde, lat ve uzza putlarını ona ortak yapmakdan haya ederler. kardeşim! bu makamda, halis din isterler! zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ortaklık tozunu bile kondurmak istemezler. zümer suresinin altmışbeşinciayetinde mealen, buyuruldu. bir an, kendinizi düşününüz! eğer, ortak katılmamış bir dininiz varsa, size müjdeler olsun! eğer böyle değilse, başınıza bela gelmeden önce çaresine başvurunuz! yazdığınız rü'ya, cin görünmesidir. onun boş işleridir. cinnin böyle, bozuk işleri, taliblerde çok görülmekdedir. buna hiç üzülmeyiniz! nisa suresinin yetmişbeşinciayetinde mealen, buyuruldu. eğer yine gelirse, okuyunuz! ya'ni, deyiniz! bunu okumak, cinleri dağıtır, kovar. doğru yolda bulunanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! yüzyetmişbeşinci mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. kalbin telvinlerini ve temkinini bildirmekdedir: kıymetli kardeşimin şerefli mektubu geldi. hallerinin telvinlerinden, ya'ni değişikliklerinden birşeyler yazmışsınız. bu yolun başında da, sonunda da, salikler, hallerin telvininden kurtulamaz. telvinler kalbde ise, salik dan olur. bunlara de denir. kalb, telvinden kurtulmuş, hallere kul olmakdan azad olmuş ve temkin makamına yetişmiş ise, haller artık nefse gelir. çünki nefs, kalbin yerine oturmuş, onun işlerini görmekdedir. nefsin bu telvini, kalbin temkininden, ya'ni değişik hallerin gelmesinden kurtuldukdan sonra olur. bu telvinin sahibine, denilse, yeri vardır. allahü tealanın yardımı ve yalnız onun ihsanı ile nefs de, bu telvinden kurtularak, temkine ve itminana kavuşursa, telvinler çeşidli maddelerden yapılmış olan bedene gelir. bu telvin, artık hiç gitmez. çünki beden, temkine kavuşamaz. beden, latifelerin en üstünü olan ahfaya benzese de, temkine kavuşamaz. ahfaya gelen temkinden bedene de bulaşırsa da, kendi telvinleri yine yok olmaz. herşeyde asla bakılır. dallara, kollara bakılmaz. bu makama eren kimse, üstünlerin üstünü olur. tam ebülvakt işte budur. hadisi şerifinde bildirilen vakt için, bir an diyenler olduğu gibi, uzun sürmekdedir diyenler de oldu. ikisi de doğrudur. yukarıda bildirildiği gibi, insanın ba'zı latifeleri için, az olur ve kısadır. başka latifeleri için ise, uzun sürer. sözün kısası, zahiri, ya'ni görünen organları, parlak islamiyyete uygun olarak kullanmalı, batın için, ya'ni kalb ve öteki latifeler için, alınan dersi çok yapmalıdır. farisi tercemesi: bu sonsuz okyanusda kurbağa gibi, el ayak oynat, zira derindir dibi! kıymetli kardeşimiz muhammed sıddik, egre şehrindedir. sizinle buluşması, onun için büyük ni'met olacakdır. yüzyetmişaltıncı mektub bu mektub, molla muhammed sıddika yazılmışdır. dakikaları kıymetlendirmek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, zemanları kıymetlendirmek lazımdır. böylece, faidesiz, boş yere vakt öldürmekden kurtulmuş olursunuz. şi'r, kaside ya'ni mevlidi nebi okumağı başkalarına bırakıp, sessizce, batındaki nisbeti muhafaza etmeğe çalışmalıdır. arkadaşların toplanmaları, batının dağılmaması içindir. öteden beriden konuşmak için değildir. bunun için, bir köşeye çekilmeyip, birlikde bulunmağı beğenmişlerdir. batının toparlanmasını, toplulukda aramışlardır. gönül topluluğunu bozan toplantılardan kaçınmak lazımdır. batının topluluğunu bozmıyan herşey mubarekdir. bozanlar ise, uğursuz ve bereketsizdirler. öyle yaşamalıdır ki, yanında bulunanların batınları toparlansın. onları gönül dağınıklığına düşürmemelidir. kendini toparlamalı, konuşmamalıdır. nutk çekecek, dedikodu yapacak zeman değildir. farisi mısra' tercemesi: ders verecek, keşşaf tefsiri okuyacak zeman değil! vesselam. yüzyetmişyedinci mektub bu mektub, cemaleddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. i'tikadı, ehli sünnet i'tikadına göre düzeltmek lazım olduğu bildirilmekdedir: hace cemaleddini hüseyn, gençlik zemanını büyük ni'met biliniz! elden geldiği kadar, bu zemanı, allahü tealanın razı olduğu işleri yapmakla geçiriniz! bunun için de, herşeyden önce, i'tikadı, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre düzeltmek lazımdır. ikinci olarak fıkh bilgisini öğrenmeli ve işleri, bu bilgiye uygun yapmalıdır. ancak bunlardan sonra, tesavvuf yolunda ilerlemeğe sıra gelir. bunları yapabilen, felaketlerden kurtulur. yapmıyanlar kurtulamaz. hace muhammed salihin çocuklarına yardım ediniz! onlara yardım, babalarına yardım demekdir. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineyi gösterdim sana! vesselam. yüzyetmişsekizinci mektub bu mektub, mirza muzaffere yazılmışdır. alemlerin efendisine uymak lazım geldiği bildirilmekdedir: allahü teala, ecrinizi artdırsın ve kıymetinizi yükseltsin, işlerinizi kolaylaşdırsın ve kalbinizi genişletsin! resulullahın ahlakı ile ahlaklanmış bir zata ihsan yapmağı ve herkesle iyi geçinmeği hatırlatmağa ne lüzum vardır? ona karşı, bunları söylemek, saygısızlık olabilir. insan muhtac olduğu zeman kurtdan, kuşdan meded umar. za'if ve aciz kimselerden de ihsan bekler. bunun için, başınızı ağrıtıyorum. muhtacların imdadcısı olmak istiyorum. kıymetli efendim! ihsan, kime yapılırsa yapılsın, çok iyidir. fekat yakın olanlara ihsan etmek daha iyidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem komşuların haklarını gözetmeğe o kadar önem verirdi ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan komşulara da, ölüden miras düşecek sanmışlardı. farisi iki tercemesi: öyle yakın olduk ki, birbirimize, sen bir güneş, biz de sanki birer gölge. ne olur ey, kimsesizlerin kimsesi, lutfüne kavuşsa, komşuların hepsi! vesselam. yüzyetmişdokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'manın oğlu mir abdüllaha yazılmışdır. nasihat vermekdedir: kıymetli yavrum! cenabı hak, hayrlı işlerinizde yardımcınız olsun! gençlik çağının kıymetini biliniz! bu kıymetli günlerinizde, islamiyyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun olarak yaşayınız! kıymetli ömrünüzü faidesiz, boş şeyler arkasında geçirmemek için ve oyunla, eğlence ile geçirmemek için çok uyanık olunuz! yüce babanız, birkaç gün sonra, inşaallahü teala, sizlere kavuşacakdır. o gelinceye kadar, yanınızda bulunanlara göz kulak olunuz! farisi mısra' tercemesi: merd isen, kendine baba ol! yüzsekseninci mektub bu mektub, emkenegi hazretlerinin oğlu hace ebülkasıma yazılmışdır kaddesallahü esrarehümel'aziz. bu yolun büyüklerinden, ismleri şaşırılan birkaçı üzerinde bilgi istemekdedir: saygı değer efendim! yüksek hocamız muhammed baki aleyhirrahme hazretlerinden öğrendiğimize göre, hacei ahrar hazretleri ile, mevlana hace emkenegi kaddesallahü esrarehümel'aziz hazretleri arasında bulunan pirlerimiz iki idi. bu iki büyükden biri, mevlana hazretlerinin yüksek babası mevlana derviş muhammeddir. ikincisi, mevlana derviş muhammedin dayısı mevlana muhammed zahiddir kaddesallahü esrarehümel'aziz. geçenlerde, meşihatden hace muhammed mahmud buraya geldi. ilk görüşmemizde, mevlana hazretlerinden söz açdı. mevlana kimseden izn almamışdır. bunun için, önceleri talebe kabul etmezdi. ölümüne yakın, şeyhlik yapmağa başladı, dedi. kendisi çok yüksek idi. cevab olarak: maveraünnehr alimlerinin hepsi, onun üstünlüğünü söylemekdedir. böyle bir kimsenin, izn almadan talebe yetişdirmeğe kalkışması nasıl düşünülebilir? böyle yapmak, hıyanet olur. hiçbir müslimanın böyle yapacağı düşünülemez. nerde kaldı ki, din büyükleri için düşünülsün, denildi. buna karşılık, hace havend mahmud dedi ki: birgün, mevlana hace kelan dehbidi yanıma gelmişdi. hace karpuz yiyordu. mevlana da istedi. hace, dedi. mevlana da, dedi. dedi. mevlana, o zemandan beri, talebe yetişdirmeğe başladı, dedi. hace havendin bu sözü de yerinde görülmiyor. yalnız bu kadarcık sözle, mevlananın talebe yetişdirmeğe başlaması ve şeyhlik yapması, onun büyüklüğüne yakışık olmuyor. hace havend mahmud, daha sonra, hacei ahrar hazretleri ile, mevlana hazretleri arasında bulunduğu söylenen iki büyük kimsenin ismleri de yanlışdır dedi ve başka iki ism söyledi. sonra, mevlana derviş muhammedin kendi dayısına bir bağlılığı yokdur. bir başkasına bağlı idi dedi. bu sözlere çok şaşdık. bunun için, başınızı ağrıtıyoruz ki, bu iki büyüğün ismlerini, senedleri ile yazınız ki, kimsenin şöyle böyle demeğe yüzü kalmasın. iznli olduğunu yazmanıza lüzum görmiyoruz. onun büyüklüğü, en açık şahiddir. bununla beraber eğer yazarsanız, söz atanların dilleri kökünden kesilmiş olur. hace havend mahmudun, bu uygunsuz sözleri neden söylediği anlaşılamadı. belki, bu fakirleri küçük düşürmek istemişdir. çünki üstadı beğenmemek, onun talebesini hiçe saymak olur. bu zevallıları aşağılamak için çok şeyler bulabilirdi. bunu yapabilmek için, din büyüklerine leke sürmesine ne lüzum vardı? yok, başka şeyler düşünerek, büyüklerin kendilerini gözden düşürmek istedi ise, bu daha çirkindir. az bir anlayışı olan, bu çirkinliği hemen sezer. ya rabbi! doğru yolu gösterdikden sonra, sen bizi sapıtmakdan koru! rahmet hazinelerinden bizlere ihsan eyle! sen, büyük ihsanlar sahibisin. peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, bu düamızı kabul eyle! doğru yolda bulunanlara selam olsun! yüzseksenbirinci mektub bu mektub, mubarek oğlu meyan muhammed sadık hazretlerine yazılmışdır kaddesallahü teala esrarehümel'aziz. sualine cevabdır: akllı oğlum muhammed sadık rahmetullahi aleyh soruyor: sual: evliyadan bir kısmını, allahü tealaya yakınlık derecelerinin aşağısında görüyorum. halbuki bunlar zühd, tevekkül, sabr ve rıza makamlarının yüksek derecelerindedirler. bir kısmını da, yakınlık mertebelerinin yüksek derecelerinde görüyorum. halbuki bunlar rahmetullahi aleyhim ecma'in, zühd ve tevekkül gibi makamların aşağı derecelerindedirler. bu makamların yüksek olması, yakinin fazla olmasına bağlıdır. yakinin fazla olması da yakınlık ile artar. acaba biz mi yanlış görüyoruz? yoksa, bu makamların yüksekliği, yakınlıkdan başka birşeye mi bağlıdır? cevab: bu makamların yüksekliği yakın olmağa bağlıdır. çok yakın olanın yakini fazla olur. keşfiniz de doğrudur. yakın olan, latifelerin en latifidir. yakini çok olan da bu latifelerdir. bu makamların yüksekliği, yakinin çokluğuna bağlı olduğundan, o da, bu latifelere nasib olur. bir büyük veli, çok yakın olmadığı halde, latifelerin en latifinin makamlarından birinde bulunabilir ve latifelerin en koyusuna inmemiş olabilir. bu makamda iken, yakınlığı çok olan ve en koyu latifeye ya'ni maddeden yapılmış beden latifesine inmiş olan bir veliden üstün olur. çünki, beden latifesinde o yakınlık olmadığı için, yakin hasıl olmamışdır. bunun için, o makamlar, niçin üstün olur? bu latifeye dönüp inen bir veli, bu latifeye bağlı kalır. önce, başka latifelerde hasıl olmuş olan yakinler örtülür. beden latifesine inmeyen veli böyle değildir. bu en latif olan latifeye bağlıdır. çok yakındır ve yakini de çokdur ve örtülmemişdir. bu makamlarda bulunan rahmetullahi aleyhim ecma'in en yüksek, en üstün olur. geri dönmüş olan, çok yakındır ve yakini de çok olduğu gibi, makamları da yüksekdir. fekat, bunun yüksekliği örtülüdür. insanlara faideli olmak için ve kendisinden istifade olunmak için, onlar gibi olmuşdur. onlar gibi görünmekdedir. bu makam, peygamberlere aleyhimüsselam mahsusdur. bunun için, ibrahim aleyhisselam, kalbinin itminan bulmasını istedi ve yakin hasıl etmesi için herkes gibi, gözle görmeğe muhtac oldu. uzeyr aleyhisselam da buna benzer söyledi. geriye dönmiyen ise, kendi yakinini bildirerek, perdeler kalksa, yakinim artmaz dedi. hazreti alinin radıyallahü anh söylediği denilen bu söz, eğer doğru ise, geri dönmeden önce söylemişdir. çünki geri döndükden sonra, yakin elde etmek için, herkes gibi o da, delile muhtac olur. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz geri dönmeden önce, inanılması lazım gelen şeyler meydanda idi. o bilgilere yakinim, duygu organlarım ile anladıklarımdan daha çok idi. fekat, geri döndükden sonra, o yakin örtüldü. herkes gibi delillere, isbat etmeğe muhtac oldum. farisi mısra' tercemesi: yetişdirdikleri gibi yürüyoruz! vesselam. yüzseksenikinci mektub bu mektub, molla salihi külabiye yazılmışdır. vesveselerden şikayet eden sahabiye karşı buyurulan hadisi şerif açıklanmakdadır: birkaç kişi oturmuşduk. vesvese ve kuruntu üzerinde konuşuluyordu. bu arada, bir hadisi şerif okundu. eshabı kiramdan birkaçı, kötü düşüncelerden, vesveselerden şikayet etmişdi. resul aleyhisselam bunlara, buyurmuşdu. bu hadisi şerifin ma'nasını düşünürken, hatırıma şöyle geldi: imanın olgun olması, yakinin çok olmasındandır. yakinin çok olması da, çok yakın olanlardadır. kalb ve üstündeki latifeler, allahü tealaya ne kadar çok yakın olurlarsa, iman ve yakin de çok olur. bedene bağlılık da, o kadar az olur. bu zeman, bedene vesveseler çok gelir. uygun olmıyan vesveseler hasıl olur. görülüyor ki, kötü vesveselerin gelmesine sebeb imanın kamil olmasıdır. nihayetde olanlarda, uygunsuz vesveseler ne kadar çok olursa, imanlarının o kadar çok olgun olduğunu gösterir. çünki iman kamil olunca, latifelerin en latifleri, bedenden o kadar çok sıyrılır. sıyrıldıkca, bağları gevşedikce, beden boşalır. bulanmağa, kararmağa başlar. böylece kötü düşünceler, vesveseler artar. başlangıçda ve yolda olanlar, böyle değildir. bunların vesveseleri zararlıdır, zehrdir. kalb, ruh hastalıklarını artdırır. bunu iyi anlamak lazımdır. bu bilgiler, bu fakirin ince bilgilerindendir. allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selamet versin! gel kardeşim, inkar etme, kıl insaf! kıymetli ömrünü eyleme israf! kalbini nefsin arzusundan koru, dışın gibi için dahi olsun saf! yüzseksenüçüncü mektub bu mektub, molla ma'sumi kabiliye yazılmışdır. nasihat vermekdedir: allahü teala, muhammed mustafanın aleyhisselam nurlu yolunda ilerlemek nasib etsin! büsbütün kendine bağlasın! çeşidli bağlılıkların ve dağınık düşüncelerin kaplaması, kalbinizin büyüklere olan bağlılığını gevşetmez sanıyorum. siz yine, düşüncelerinizin dağılmasını önlemeğe çalışınız! böylece kalbe sirayet etmelerini önlemiş olursunuz. matluba kavuşmağı durduramasınlar. dünyanın ve dünyada olanların, ne kıymetleri vardır ki, insan bunları ele geçirmek için, kıymetli ömrünü tüketmiş olsun! halinizi bildiriniz. gaflet uykusu, ne zemana kadar sürecek? farisi tercemesi: ey insan! evin, tarlan, bak sana zindan olmuş! ardında koşdukların hep, sana düşman olmuş! ölmeden önce, ahırete yarayan birşey yaparsan, ne güzel! yoksa işin harabdır! kalbini temizliyecek şeylerin kıymetini bilmeli. bunları yapmağı engelleyenlerin düşman olduğunu anlamalıdır. farisi tercemesi: allah sevgisinden başka, her ne güzelse, zehrdir canına billah, şeker de olsa! resulün vazifesi, ancak haber vermekdir. vesselam! yüzseksendördüncü mektub bu mektub, kılıncullaha yazılmışdır. peygamberlerin efendisine sallallahü teala aleyhi ve aleyhim ve sellem uymağı övmekdedir: sevgili ve akllı oğlumun kıymetli mektubu geldi. sevgi ve saygı ile yazılmış olduğu anlaşılarak bizi sevindirdi. allahü teala, size, razı olduğu işleri yapmak nasib eylesin! yavrum! kıyametde işe yarayacak olan şey, islamiyyetin sahibinin gösterdiği yolda yürümekdir aleyhissalatü vesselam. haller, kendinden geçmeler, ilmler, ma'rifetler, işaretler ve kerametler, bu yolda iken hasıl olurlarsa, çok iyidir ve büyük ni'metdirler. bu yoldan sapık iken hasıl olurlarsa, harablıkdır, istidracdır, felakete sebeb olurlar. tesavvuf büyüklerinden cüneydi bağdadi hazretlerini kaddesallahü teala sirrehül'aziz öldükden sonra, rü'yada gördüler. diye sordular. cüneyd hazretleri, cevab olarak buyurdu ki, ilm, ma'rifet dolu sözlerimin hiç faidesi olmadı. işaretleri, kıymetli bilgileri bana yaramadı. bir gece yarısı kıldığım iki rek'at namaz, imdadıma yetişdi. herşeyden önce, muhammed aleyhisselama ve onun dört halifesine uymak lazımdır. sözlerde, işlerde ve inanmakda islamiyyetden ayrılmamağa çok dikkat etmelidir. bunlara uymak, yümün ve bereketdir. ya'ni, hep iyiliklere kavuşdurur. islamiyyetden ayrılmak ise, insanı utandırır ve felakete götürür. gönderdiğiniz kitabın birkaç yerini okudum. iyi göründü. fekat, kitab yazmakdan önce yapılacak daha mühim işler var. önce, onları yapmak, daha uygun ve daha iyi olur. vesselam. yüzseksenbeşinci mektub bu mektub, mensuri araba yazılmışdır. kalbin selameti bildirilmekdedir: allahü teala sizi, muhammed aleyhisselamın islamiyyeti yolunda bulundursun! bütün kuvvetinizle, allahü tealanın rızasına kavuşmak için, çalışmanızı nasib eylesin! bize ve size kaddesallahü teala esrarehümel'aziz lazım olan şey, kalbi, allahdan başka şeylere düşkün olmakdan kurtarmakdır. kalbin bu kurtuluşu da, allahü tealadan başka, hiçbirşeyi düşünmemekle olur. bir insan, eğer bin sene yaşamış olsa, kalbinden hiçbirşey geçmez. çünki kalb, allahü tealadan başka her şeyi unutmuşdur. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başka, herşey hiçdir! mevlana fazıl serhendi, hizmetinizde bulunmakdadır. babası serhenddedir. ihtiyar halinde, oğlunu görmekle sevinmek istiyor. buna kavuşabilmesi için, bu fakiri aracı yapmakdadır. emr, sizindir. daha doğrusu, herşey allahü tealanın emrindedir. vesselam. buna fani dünya derler, durmayıp daim döner, ademoğlu, bir fenerdir, nihayet birgün söner. yüzseksenaltıncı mektub bu mektub, kabil müftisi hace abdürrahmana yazılmışdır. sünneti seniyyeye uymağı, bid'atlerden kaçınmağı istemekdedir: allahü tealaya ağlıyarak, sızlıyarak ve ona sığınarak ve güvenerek yalvarıyorum ki, bu fakiri ve ona bağlı olanları, bid'at olan işleri yapmakdan korusun ve bid'atlerin güzel ve faideli görünmelerine aldanmakdan muhafaza buyursun! seçilmiş olanların, sevilenlerin efendisi, en üstünü hatırı için bu duayı kabul eylesin! demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ve onun dört halifesi zemanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan şeylere denir. bid'atleri ikiye ayırmışlar: ve . resulullahın ve dört halifesinin zemanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmıyan güzel şeylere, demişlerdir. sünneti ortadan kaldıran bid'ate de, demişlerdir. bu fakir, bu bid'atlerin hiçbirinde güzellik ve parlaklık görmüyorum. yalnız karanlık ve bulanıklık duyuyorum. eğer bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid'at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zeman, bunların zarar ve pişmanlıkdan başka bir netice vermedikleri görülecekdir. farisi tercemesi: ciğeri yakan düşünceden, gözüme uyku girmedi, acaba o sevgilim, geceyi kiminle geçirdi? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . atılması lazım olan şeyin neresi güzel olur? bir hadisi şerifde buyurdu ki: sözlerin en iyisi, allahü tealanın kitabıdır. yolların en iyisi, muhammed aleyhisselamın gösterdiği yoldur. işlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. bid'atlerin hepsi dalaletdir, sapıklıkdır. başka bir hadisi şerifde, allahü tealadan korkunuz! sözümü iyi dinleyiniz ve ita'at ediniz! ben öldükden sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. o zeman, benim ve halifelerimin yolumuza sarılınız! dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! çünki, bu yeni şeylerin hepsi bid'atdir. bid'atlerin hepsi dalaletdir, doğru yoldan ayrılmakdır buyuruldu. dinde yapılan her değişiklik bid'at olunca ve her bid'at, dalalet olunca, bid'atlerin hangisine güzel denilebilir? bu hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, her bid'at sünneti ortadan kaldırmakdadır. bid'atlerin, bir kısmı kaldırır, bir kısmı kaldırmaz demek, pek yanlışdır. görülüyor ki, bid'atlerin hepsi seyyiedir, kötüdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: insanlar, ortaya bir bid'at çıkarırlarsa, allahü teala, buna karşılık bir sünneti yok eder. sünnete yapışmak, ortaya bid'at çıkarmakdan iyidir. hassan bin sabitin bildirdiği hadisi şerifde, bir millet, dinlerinde bir bid'at yaparsa, allahü teala, buna benzeyen bir sünneti yok eder. kıyamete kadar bir daha geri getirmez buyuruldu. alimlerimizin hasene dedikleri bid'atlerden bir kısmına dikkat edilirse, sünneti yok etmekde oldukları görülmekdedir. mesela, meyyiti kefenlerken, ölünün başına sarık sarmağa demişler. iyi düşünülürse, bu bid'at, sünneti bozmakdadır. çünki kefende sünnet, üç parça olmasıdır. sarık dördüncü oluyor. sünneti değişdiriyor. değişdirmek, yok etmek demekdir. alimler, sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmak güzel olur demiş. halbuki, iki kürek arasına sarkıtmak sünnetdir. bu bid'at de, sünneti, açıkca yok ediyor. bunun gibi alimler, namazda, kalb ile niyyet etmekle beraber, ağız ile de söylemek müstehab olur demişdir. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, eshabı kiramın ve tabi'ini ızamın rahmetullahi teala aleyhim ecma'in söz ile niyyet etdikleri, ne kuvvetli bir haber ile, ne de za'if bir haber ile bizlere hiç ulaşmamışdır. ikamet okununca hemen diyerek namaza dururlardı. bunun için, ağız ile niyyet etmek bid'at oluyor. bu bid'ate hasene demişlerdir. halbuki anlıyorum ki, bu bid'at, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor. çünki ağız ile niyyet etmek caiz olunca, çok kimse, yalnız ağızla niyyet ederek kalb ile niyyet etmediklerinden hiç korkmuyorlar. böylece, namazın farzlarından biri olan kalb ile niyyet yapılmıyor. bu farz yok oluyor. namaz kabul olmuyor. bunlar gibi daha nice bid'atler, reformlar, herhangi bir bakımdan olsa bile, sünnetden fazla oluyorlar. bu ziyadelik, sünneti değişdirmek demekdir. değişiklik ise, yok etmek demekdir. o halde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine birşey katmamalı ve onun eshabı kiramına rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in uymalıdır. çünki, eshabı kiramdan herbiri, gökdeki yıldızlar gibidir. herhangi birine uyan se'adete kavuşur.ibni abidin diyor ki, namaza başlarken niyyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi. niyyet, yalnız kalb ile olur. yalnız söz ile niyyet etmek bid'atdir. kalb ile niyyet edenin, şübheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyyet etmesi caizdir. kıyas ve ictihad, bid'at değildirler. çünki bunlar, un, ya'ni ayetlerin ma'nalarını meydana çıkarmakdadırlar. bu ma'nalara başka birşey eklemezler. ey akl sahibleri! iyi anlayınız! mealindeki ayeti kerime, kıyas ve ictihadı emr etmekdedir. yüzseksenyedinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. kavuşduran yolların en kısası, rabıta yapmak olduğu bildirilmekdedir: sevdiklerinize yazdığınız mektubu okuduk. içinde bildirilen halleriniz anlaşıldı. kendini zorlamadan, uğraşmadan, üstadın rabıtasının kendiliğinden hasıl olması, üstad ile talebesi arasında tam bir yakınlık olduğunu açıkça gösterir. bu yakınlık, faide vermeğe ve istifade etmeğe yarar. kavuşdurucu yollar içinde rabıtadan daha çabuk kavuşduranı yokdur. hangi tali'li kimseye bu ni'meti ihsan ederler? hacei ahrar kaddesallahü teala sirreh hazretleri risalesinde buyuruyor ki: farisi mısra' tercemesi: önderin görüntüsü, hakkın zikrinden daha faidelidir! ya'ni rehberin hayali, talebesine zikr etmesinden daha çok faide verir. çünki başlangıcda, talibin hak teala ile tam yakınlığı yokdur. bunun için zikr etmekle, çok faidelenemez. önceniz, sonranız selametde olsun! yüzseksensekizinci mektub bu mektub, hace muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. sorularına cevab vermekdedir: kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. üç şey soruyorsunuz: bizi seven kardeşim! latifelerden birkaçının kalb mertebesinde bulunması, yalnız kalbde bulunan latifeler içindir. kalbin dışında bulunan latifeler, kalb mertebesinde bulunmazlar. yaradılışı, kalb veya ruh mertebesine kadar olan kimseyi tesarrufu kuvvetli olan piri, daha yüksek mertebelere ulaşdırabilir. fekat, burada bir incelik vardır ki, ancak uzun anlatmakla bildirilebilir. yazmakla bildirilecek gibi değildir. insanın zahiri, ya'ni görünen organları, batının hallerini, özelliklerini edi nirse ve batın da, ya'ni kalb, ruh ve başka latifeleri, zahirin sıfatlarına bürünürse, zahirde olan şeylerin, batında da olması ve batındaki hallerin zahirde de hasıl olması niçin güç olsun? vesselam! yüzseksendokuzuncu mektub bu mektub, şerefeddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. dünyanın güzelliğine aldanmamalı, islamiyyetden ayrılmamalıdır: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama ve temiz aline ve eshabının hepsine bizden selamlar olsun! akllı ve kıymetli oğlum şerefeddin hüseynin şerefli mektubu geldi. bizi sevindirdi. sayısız bağlılıklar arasında, bu fakirleri rahmetullahi aleyhim ecma'in hatırlamanız ne büyük ni'metdir. bu haliniz, kalbdeki sevginin alametidir. bu sevgi de, ifade ve istifadeye sebebdir. bildirdiğiniz rü'yalar doğrudur ve güzeldirler. kalblerin bağlılığını göstermekdedir. yavrum! dünyanın tadına ve güzelliğine sakın aldanma! onun yalancı gösterişlerine kapılma! çünki, hepsi geçici ve kıymetsizdir. bugün, böyle olduğuna belki inanmazsınız. fekat yarın ölünce, doğru olduğu anlaşılacakdır. o zeman inanmanın faidesi olmıyacakdır. farisi tercemesi: incilerin ağırlığı, sağır etmiş kulağını, ne yapayım, duymaz olmuş, ağlamamı, sızlamamı. kalbin temizlenmesi için olan vazifenizin kıymetini biliniz! bunları yapmağa, canla, başla çalışınız! beş vakt namazı, seve seve ve cema'at ile kılınız! malınızın kırkda bir zekatını, müsliman fakirlere, yalvara yalvara veriniz! haramlardan ve şübhelilerden kaçınınız! herkesle iyi geçinip, hep acıyınız! kurtuluş yolu budur. vesselam! yüzdoksanıncı mektub bu mektub, mir muhammed nu'man bedahşinin çocuklarından birine yazılmışdır. zikr anlatılmakda ve lüzumlu nasihatler verilmekdedir: elhamdü lillahi rabbil'alemin, vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihi ve eshabihittahirin ecma'in. iyi bil ki, senin se'adetin ve belki bütün insanların se'adeti ve herkesin dünya ve ahıret sıkıntılarından kurtulması, sahibimizin zikri ile olur. elden geldikçe her zeman zikr yapmalıdır. ondan bir an gafil kalmamalıdır. cenabı hakka çok hamd ve şükr olsun ki, her an zikr etmek, bu büyüklerin yolunda, daha başlangıcda nasib olmakdadır. sonda kavuşulabilecek ni'metler, başlangıcda tatdırılmakdadır. bunun içindir ki, tesavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin bu yolu seçmeleri en uygundur ve en doğrudur. hatta, lazımdır. bunun için, sana önce lazım olan, herşeyden yüz çevirip, bu yüksek yolun büyüklerine bağlanmandır! o büyüklerin kalblerinden, ruhlarından faidelenmek için yalvarmalısın! önce zikr lazımdır. zikr, hatırlamak, anmak demekdir. göğsün sol tarafındaki kalb, yürek denilen et parçasını düşünürsün. bu et parçası, gönül denilen hakiki kalbin yuvası gibidir. allah mubarek ismini, hayalin ile bu kalb üzerinden geçirirsin. bu anda, hiçbir uzvunu oynatmazsın. yalnız kalbini düşünerek oturursun. kalbin şeklini, anatomik yapısını düşünmezsin. çünki, kalbin yerini düşünmek lazımdır. kalbin kendisini tesavvur etmek, hatırlamak lazım değildir. allah ismini, kalbin bulunduğu yerde hatırlarken, hiçbir şeye benzemez diye düşünürsün! allahü tealanın sıfatlarını da düşünmezsin. hazır ve nazır olduğunu dahi düşünmezsin. böylece, zati teala yüksekliğinden; sıfatlara düşmemiş olursun ve kesretde vahdeti görmek derecesine inmezsin. mahlukları görüp, bunlara bağlı kalıp avunarak, hiçbirşeye benzemiyen varlığa bağlanmakdan mahrum kalmıyasın. çünki mahluklarda görülen, anlaşılan herşey, o olamaz. çoklukda görülenler, bir olanı görmek olamaz. hiçbirşeye benzemiyeni, bilinen, anlaşılan şeylerin dışında aramak lazımdır. ayrılmıyan, bölünmiyen, hiç değişmiyen birşey, çok olan, başka başka olan şeylerde bulunamaz. zikr ederken, bir velinin görünüşü, kendiliğinden hasıl olursa, o görünüşü de kalbde durdurmalıdır. böylece zikre devam etmelidir. veli dediğimiz zat, allahü tealaya kavuşduran yolu gösterendir. yolda, ondan yardım, imdad gelen zatdır. yoksa cübbe, külah, diploma edinip, şeyh efendi olarak köşede oturan cahil değildir. adetlere, gösterişlere, yaldızlı sözlere aldanmamalıdır. evet, kamil ve mükemmil bir zatdan, bereketlenmek, faidelenmek için elbise, çamaşır gibi şey almak, onu inanarak ve saygı ile kullanmak çok faide ve feyz verir. fekat, veren olgun, alan uygun olmak lazımdır. bu yolda rü'yalara güvenmemeli, kıymet vermemelidir. bir kimse, rü'yada, kendini devlet başkanı görse, yahud kutb, veli olduğunu görse, uyanık iken de böyle olmuş değildir. uyku içinde değil, uyanık iken böyle olmak lazımdır. uyanık iken kavuşulan şeyler kıymetlidir. şunu iyi bilmeli ki, zikrin faideli olması ve bunun te'sir etmesi için, islamiyyete yapışmak lazımdır. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri gibi inanmak, farzları, sünnetleri yapmak ve haramlardan, şübhelilerden kaçınmak elbette lazımdır. bunları ehli sünnet alimlerinden ve bunların kitablarından öğrenmelidir. sapık kimselerden, bozuk din adamlarından, din cahillerinin, mezhebsizlerin kitab ve gazetelerinden öğrenilen şeyler insanın dinini bozar. zikrinin, ibadetlerinin faidesi olmaz. dünyada felaketlerden, ahıretde azabdan kurtulamaz. vesselam. yüzdoksanbirinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. peygamberlere uymak lazımdır. islamiyyetin emrlerinde çok kolaylık olduğu bildirilmekdedir: bizlere doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o bize doğru yolu göstermeseydi, biz kurtuluş yolunu bulamazdık. allahü tealanın peygamberlerine inandık. sonsuz se'adete ve hakiki kurtuluşa kavuşmak için, peygamberlere uymak lazımdır salevatullahi teala ve teslimatühü. bir kimse, bin sene ibadet etse ve sıkıntılı riyazetler çekse ve sıkı mücahede yapsa, eğer bir peygamberi zişana sallallahü teala aleyhi ve sellem uymamış ise, bütün bu çalışmalarının bir arpa kadar kıymeti olmaz. çölde görülen gibi, hiçbirşeye yaramaz. hiçbir düşünce ve bir iş olmıyan ya'ni birşeye yaramıyan uyku bile, mesela, gün ortasında bir parça uyumak, o büyüklerin emrine uyarak yapılınca, onlara uymadan yapılan, bin sene ibadetden, mücahededen katkat daha kıymetli olur. kitabı, altmışbeşinci sahifesinde buyuruyor ki: , allahü tealanın düşmanı olan nefsin istemediği, ona zor gelen, sıkıntı veren ağır şeyleri yapmak, nefsle çarpışmak demekdir. , nefsin istediği, ona tatlı gelen şeyleri yapmamak demekdir. allahü tealanın ni'metlerinin en kıymetlisi, bütün emrlerinde kolaylık göstermesidir. islamiyyetin bütün isteklerinde tam kolaylık gözetilmişdir. mesela yirmidört saat içinde, yalnız onyedi rek'at namaz kılmağı emr buyurmuşdur. bunun hepsi, bir saat sürmez. bunu kılarken de, en kolay olanı okumağı kabul etmekdedir. ayakda kılamıyanın, oturarak kılmasına izn vermişdir. oturarak kılamıyan, yatarak kılabilir. rükü' ve secdeleri yapamıyan, ima ile, işaret ile kılabilir demişdir. abdest almak için su kullanamıyana, toprak ile teyemmüm etmesine izn vermişdir. zekat için de, malın yalnız kırkda birini fakirlere ayırmışdır. bunu da, yalnız ticaret eşyasından ve çayırda parasız otlıyan, dört ayaklı hayvanlardan emr etmişdir. ömründe bir kerre hac etmeği farz etmişdir. bu da yalnız, yol parası olanlara ve yol tehlükesiz olduğu zeman farz olmakdadır. sayılamıyacak kadar çok şeyleri halal etmiş, izn vermişdir. dörde kadar kadını nikahla almağı ve sayısız cariye kullanmağı mubah eylemişdir. talak, ya'ni boşamak ile, kadın değişdirmeğe yol göstermişdir. yiyecek, içecek ve kumaşlardan çoğunu mubah etmiş, pekazını haram kılmışdır. haram etmesi de, kullarının iyiliği için olmuşdur. acı, zararlı, kötü olan şerabı yasak etdi ise de, buna karşılık çeşid çeşid tatlı, güzel kokulu, faideli şerbetleri mubah etmişdir. meyve suları, darçın, karanfil ve çiçek suları hep halaldir. bunların hepsi faidelidir. acı, yakıcı, keskin ve aklı giderici ve çok tehlükeli olan birşey, o güzel kokulu şerbetlere benzeyebilir mi? onun haram olması ve allahü tealanın beğenmemesi, bunların ise halal olup, allahü tealanın razı olması da ayrıca bir farkdır. ipekli kumaşlardan bir kısmını erkeklere haram etmiş ise de, buna karşılık süslü, renkli sayısız kumaşları halal eylemişdir. yünlü kumaşların hepsi halaldir. bunlar, ipekden katkat daha faidelidir. bununla beraber, ipekli kumaşları, kadınlara mubah eylemişdir. bunun faidesi de, yine erkekleredir. altın ve gümüş gibi zinet eşyasını kadınlara mubah etmesi de böyle olup, faideleri, erkekleredir. insafsız, taş yürekli bir kimse, bu kadar çok kolaylığı, güç ve ağır yük görürse, kalbinin bozuk olduğunu göstermiş olur. ruhunun hasta olduğu, kafadan sakat olduğu anlaşılır. birçok işler vardır ki, sağlam, normal insanlar bunları kolay yapdığı halde, hasta kimselere güç gelir. kalbin hasta, bozuk olması demek, peygamberlerin aleyhimüsselam getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demekdir. inanmaları, görünüşdedir. içden inanmış değildir. gönülden inanmanın alameti vardır. bu alamet, islamiyyetin emrlerine sarılmakdır. islamiyyeti beğenmiyenlerin, ona uymak istemiyenlerin müsliman olduklarını söylemelerine inanılmaz. bunlara denir. şura suresi, onüçüncü ayetinde mealen, imana, allaha kulluğa çağırmaklığın, onlara ağır gelir. bunun için sana düşman olurlar buyuruldu. allahü teala, dilediğini kendine seçer. onu istiyenlere, kendine kavuşduran yolu gösterir. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selam olsun! yüzdoksanikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddini seharenpuriye yazılmışdır. bir sualine cevab vermekdedir: akllı ve kıymetli kardeşim! hocama yazmış olduğum onbirinci mektubda, hazreti ebu bekri sıddikın makamından daha yüksek bir makam hasıl olduğu yazılıdır. bunun ne demek olduğunu soruyorsunuz. allahü teala, senin bilgini artdırsın! bu yazı, hazreti ebu bekrden daha yüksek olmağı göstermez. bu söz ve o mektubdaki buna benziyen yazılar, bir talebenin kendi rehberine arz etdiği, kendi halleridir. büyüklerimiz buyuruyor ki, bir talib, doğru olsun, yanlış olsun, kendine hasıl olan herşeyi, üstadına bildirmelidir. çünki doğru olmıyan bilgilerden, doğru ma'nalar da çıkarılabilir. bunun için, bunları da bildirmek lazımdır denildi. yukarıdaki söz de, bu sebebden yazılmış olabilir. şunu da söyleyebiliriz ki, peygamber olmıyan birinin, ufak bir şeyde, peygamberden üstün olması caiz görülmüşdür. bunun misalleri de vardır. şehidlerin üstünlükleri sayılırken, peygamberler için bildirilmiyenler de, haber verilmişdir. bununla beraber üstünlük, her bakımdan peygamberlere mahsusdur aleyhimüssalevat vetteslimat. peygamber olmıyan bir veli, peygamberde bulunmıyan bir üstünlükden geçirilirse, buradan geçerken kendini daha yüksek görebilir. bu caizdir. onun bu makama yükselebilmesi, peygambere uyması sebebi ile olmakdadır. bunun için, peygambere de o makamdan nasib vardır. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. peygamber olmıyanın, ufak birşeyde, peygamberden üstün olması caiz olunca, peygamber olmıyanlardan üstün olması da caiz olacağı meydandadır. bunu anlamak güç değildir. vesselam. yüzdoksanüçüncü mektub bu mektub, seyyid ferid rahmetullahi teala aleyh hazretlerine yazılmışdır. ehli sünnet i'tikadına göre inanmak lazım olduğu, fıkh bilgilerini öğrenmenin ehemmiyyeti bildirilmekdedir: allahü teala yardımcınız olsun! işlerinizi kolaylaşdırsın! ayb ve çirkin olan şeylerden korusun! akıl ve baliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, ehli sünnet alimlerinin yazdıkları akaid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmakdır. allahü teala, o büyük alimlerin çalışmalarına bol bol sevab versin! amin. kıyametde cehennem azabından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. denir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabının rıdvanullahi aleyhim ecma'in yolunda gidenler, yalnız bunlardır. kitabdan, ya'ni kur'anı kerimden ve sünnetden, ya'ni hadisi şeriflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan yalnız bu büyük alimlerin, kitabdan ve sünnetden anlayıp bildirdikleri bilgilerdir. çünki her bid'at sahibi, ya'ni her reformcu ve her sapık kimse, bozuk düşüncelerini, kısa aklı ile, kitabdan ve sünnetden çıkardığını söylüyor. ehli sünnet alimlerini rahmetullahi teala aleyhim ecma'in gölgelemeğe, küçültmeğe kalkışıyor. demek ki, kitabdan ve sünnetden çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdiği doğru i'tikadı açıklamak için, büyük alim tür püşti rahmetullahi aleyh hazretleri bir kitab yazmışdır. adındaki bu kitabı çok kıymetlidir ve açık yazılmışdır. kolayca anlaşılabilir. toplandığınız zemanlarda bu kitabı okuyunuz. fekat, bu kitabda, her bilgi, mantık yolu ile isbat edilmiş olduğundan uzamış ve genişlemişdir. öğrenilmesi ve inanılması herkese çok lazım olan bilgileri kısaca anlatan bir kitab olsaydı daha uygun ve daha faideli olurdu. bu arada fakirin de, ehli sünnet velcema'at i'tikadını kısa ve açık olarak yazmak hatırıma geldi. eğer yazmak nasib olursa, size de gönderirim. ve adındaki kitablarda, ehli sünnet i'tikadı açık olarak bildirilmişdir. hakikat kitabevinden alınarak okunmasını ve herkesin okumasına ön ayak olunmasını tavsiye ederiz. i'tikadı düzeltdikden sonra halal, haram, farz, vacib, sünnet, mendub, mekruh olan şeyleri de fıkh kitablarından öğrenmek ve her işi bunlara göre yapmak da lazımdır. talebeden birkaçına emr buyurunuz da, farisi dilinde yazılmış fıkh kitablarından birisini, toplandığınız zeman okusunlar. ve adındaki kitabları okumak çok uygun olur. allah korusun, i'tikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyametde, cehennemden hiç kurtulmak olmaz. i'tikad doğru olup da, işlerde gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de afv olunabilir. eğer afv olunmazsa, cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. görülüyor ki, işin aslı, temeli, i'tikadı düzeltmekdir. hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül'aziz buyurdu ki, bütün iyi halleri ve buluşları bize verseler, fekat ehli sünnet vel cema'at i'tikadını kalbimize yerleşdirmeseler, halimi harab, istikbalimi karanlık bilirim. eğer bütün harablıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi ehli sünnet i'tikadı ile süsleseler hiç üzülmem. allahü umdetülislam farisidir. müellifi abdül'azizdir. da hakikat kitabevi basdırmışdır. teala, bizi ve sizi, ehli sünnet i'tikadından ayırmasın! insanların efendisi hurmetine aleyhissalatü vesselam düamızı kabul buyursun! amin! lahordan gelen bir talebe, şeyh ciyunun eski nahhas cami'inde cum'a namazı kıldığını söyledi. meyan refi'uddin, şeyhin iltifatına kavuşdukdan sonra, kadi şeyh ciyunun, kendi bağçesinde bir cami' yapdırdığını söyledi. böyle haberleri işitdiğimiz için, allahü tealaya hamd olsun! allahü teala böyle iyi işleri artdırsın! saygı taşıyanlarınız, böyle haberleri işitince çok, hem de pekçok sevinmekdeyiz. muhterem seyyid hazretleri kaddesallahü teala sirrehül'aziz! bugün, müslimanlar kimsesiz kaldı. islamiyyete yardım için, bugün bir çiteyl vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetli olur. hangi tali'li kimseye bu büyük ni'meti ihsan ederlerse, ona müjdeler olsun! dinin yayılmasına, islamiyyetin kuvvetlenmesine çalışmak, her zeman iyidir ve kim olursa olsun, böyle çalışan, cihad sevabına kavuşur. fekat, islam düşmanlarının her yandan saldırdığı bu zemanda, ehli beyti nebeviden olan siz kahramanların rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yardım etmesi, elbette daha iyi, daha güzel olur. çünki allahü teala, islamiyyet gibi en büyük ni'metini, kullarına, sizin yüksek ceddiniz ile gönderdi. sizin yardımınız, kendi yapdığı şeye yardım etmek olur. başkalarının yardımı ise böyle olmaz. resulullaha aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati vetteslimati ekmelüha tam varis olabilmek, bu büyük işi yapmakla olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabına karşı buyurdu ki, siz, öyle bir zemanda geldiniz ki, allahü tealanın emrlerinin ve yasaklarının onda birini yapmaz iseniz, helak olur, cehenneme gidersiniz. sizden sonra öyle müslimanlar gelecek ki, allahü tealanın emrlerinin ve yasaklarının onda birini yapabilseler, cehennemden kurtulurlar. işte bizim zemanımız, o zemandır ve müjdelenenler de şimdiki müslimanlardır. farisi tercemesi: se'adet topu ortaya kondu. topu kapan yok, erlere n'oldu? bu yakınlarda, mel'un guvendval kafirinin öldürülmesi çok güzel oldu. onun ölümü, hinduların burunlarının kırılmasına sebeb oldu. ne niyyetle olursa olsun, niçin öldürüldü ise öldürülsün, islama saldıranların alçalması, müslimanlar için bir kazançdır. o kafir öldürülmeden önce rü'yada devlet reisimizin, kafirlerin liderlerinin başını kesdiğini görmüşdüm. doğrusu o kafir, düşmanların önderi ve kafirlerin şefleri idi. allahü teala, o alçakları yardımsız bıraksın! islamiyyetin ve müslimanların yükselmesi, kafirlerin ve kafirliğin kıymetden düşmesine, aşağı olmasına bağlıdır. allahü teala, zimmilerden cizye almağı emr eyledi. onlardan bu vergiyi almak, onları aşağı kılmak içindir. kafirler ne kadar yükselirse, müslimanlar da o kadar alçalır. bu inceliği iyi anlamalıdır. çok kimse, bu bağlılığı anlıyamıyor. bu yüzden dinlerini yıkıyorlar. tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! kafirlerle ve münafıklarla cihad et, döğüş! onlara sert davran! buyuruldu. kafirlerle döğüşmek, onlara sert davranmak, dinde zaruri lazımdır. ya'ni imanın şartıdır. fekat, cihadı hükumet yapar. devletin ordusu yapar. müslimanların cihadı, asker olarak hükumetin verdiği vazifeyi yapmakdır. geçen senelerde, yayılmış olan kafirlik alametlerinden şimdi, ötede beride kalmış bulunması, müslimanlara çok ağır gelmekdedir. bugün, her müslimanın birinci vazifesi, o alçakların kötülüklerini ahbablarına anlatmakdır ve küfr alametlerinin millet arasından kalkmasına çalışmakdır. bu kötü alametlerden ötede beride görülmesi, belki de bunların kötülüğünü anlamamakdan ileri gelmekdedir. elinizden gelirse güvendiğiniz din adamlarına haber yollayınız. bu kafirlik alametlerini, millete duyursunlar. islamiyyetin emrlerini bildirmek için, harika işler yapmak, keramet sahibi olmak şart değildir. bilenlerin, bilmiyenlere öğretmeleri lazımdır. elimde gücüm, kuvvetim yokdu da, islamiyyetin yasak etdiği şeylerin kötülüklerini söyliyemedim diyerek, özr ve behane ileri sürmek, kıyametde insanı azabdan kurtaramıyacakdır. insanların en iyileri olan peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat islamiyyetin emrlerini, yasaklarını bildirirlerdi. ümmetleri mu'cize isteyince, mu'cizeleri, allahü teala yaratır. bizim vazifemiz onun emrlerini bildirmekdir buyururlardı. allahü teala dilerse, ümmetlere merhamet ederek, inanmaları, se'adete kavuşmaları için, o anda mu'cize yaratırdı. her ne olursa olsun, islamiyyeti bildirmek, gençlere öğretmek, faidelerini açıklamak, düşmanların yalanlarını, iftiralarını cevablandırmak elbette lazımdır. bilenler, bildirmezlerse, cezadan, azabdan kurtulamıyacaklardır. bu vazifeyi yaparken, fitne çıkarmamağa, dikkat etmelidir. dikkat ile çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu ni'met bilmelidir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat allahü tealanın emrlerini bildirirlerken, görmedikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmadı. onların en üstünü aleyhim minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha buyurdu ki, . farisi tercemesi: ömür geçdi, derdimi anlatmak bitmedi, bitireyim artık, gece devam etmedi. vesselam. yüzdoksandördüncü mektub bu mektub, mir sadrı cihana yazılmışdır. dini islamı yaymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin! mubarek bedeninize sıhhat ve afiyet versin! islamiyyetin emr ve yasaklarının yayılması ve islam düşmanlarının yüzkaralarının ortaya çıkarılması haberleri, biz kalbi yaralı, ciğerleri yanık müslimanları çok sevindirdi ve canımıza can katdı. bundan dolayı, allahü tealaya sonsuz şükrler olsun! herşeye gücü yeten allahü tealadan, bu sevindirici işlerin artmasını düa ederiz. sevgili peygamberi aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine düamızı kabul buyurmasını umarız. müslimanların önlerinde bulunanların ve değerli alimlerimizin bu sağlam dinin ve bu doğru yolun artması ve kuvvetlenmesi için gizli ve açık olarak durmadan çalışacaklarına inanıyorum. biz za'iflere bu konuda söz düşmiyeceğini de anlıyoruz. yeni hükumet adamlarının, iyi yaradılışlı oldukları için, din adamlarına ve din bilgilerine kıymet verdiklerini görüyoruz. bunun için allahü tealaya nasıl hamd edeceğimizi bilemiyorum. biliyorsunuz ki, geçen senelerde, din düşmanlığını körükleyenler, kötü din adamları idi. ya'ni islam düşmanları, din adamı şekline girerek yazıları ile, sözleri ile ve hükumete yol göstererek, islamiyyeti yıkmağa ön ayak olmuşlardı. şimdi, bu işde çok uyanık davranınız! allahına inanan, dinini bilen ve seven, doğru dürüst din adamı bulunuz. işbaşına, diyanet işlerine böyle sağlam kimselerin getirilmesine çalışınız! satılmış din adamları, din hırsızlarıdır. bunların düşüncesi, mevkı' ve paradır. sandalya kapmak, şöhret salmak sevdasındadırlar. allahü teala, müslimanları, bunların fitnesinden korusun! din adamlarının iyisi rahmetullahi aleyhim ecma'in, insanların en iyileridir. kıyamet günü, bunların mürekkebleri, şehidlerin kanları ile ölçülecek, bunların mürekkebleri ağır gelecekdir. insanların en kötüsü, kötü din adamlarıdır. insanların en iyileri de, iyi din adamlarıdır. şunu da arz edeyim ki, ba'zı niyyetlerim, askerlerle görüşmeği icab etdiriyor. ramezanı mübarek ayında delhide kalacağım. ramezanı mübarekden sonra büyüklerin huzuruna kavuşacağım. vesselam. vefasızdır, ey deni dünya senin her ni'metin! ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif'atın. yüzdoksanbeşinci mektub bu mektub da, mir sadrı cihana yazılmışdır. islamiyyeti yaymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin! amin. alimlerin iyiliği, milletin hepsine yayılır. bunun için de, herkes onları sever. çünki insanlar, kendilerine iyilik edenleri sever. bu sevgi sebebi ile, onların ahlakı ve adetleri, herkese, iyilikden aldıkları paya göre bulaşır. böylece, iyilikler, kötülükler, düzelme veya bozulma, başdan aşağı doğru yayılır. belki de bunun için, buyurulmuşdur. geçen senelerde, başımıza gelen kötülükler, bu sözün doğru olduğunu göstermekdedir. şimdi iyi insanlar işbaşına geçdi. alçakların dine saldırmaları gevşedi. şimdi söz sahibi olan, iş başında bulunan eli kalem tutan bütün müslimanların, elbirliği ile islamiyyeti yaymağa çalışmaları lazımdır. önce yasak edilen farzları, unutdurulan ibadetleri, tekrar meydana çıkarmalı, yayılan haramları, ahlaksızlıkları yok etmelidir. duracak zeman değildir. işi gecikdirmekde faide yokdur. bu gevşeklik karşısında, müslimanların yaralı kalbleri sızlamakdadır. geçen senelerde müslimanlara yapılan baskılar, işkenceler, daha unutulmadı. bunların yine hortlaması, canavarların kuzulara saldırmak ihtimalleri, müslimanların uykusunu kaçırmakdadır. söz sahibleri, sünneti seniyyenin yayılmasında gevşek davranırsa, işbaşında olanların hepsi de, neme lazım derler. birkaç günlük hayatın kıymetini biliniz! eğer ipin ucunu elden kapdırırsanız, müslimanların başına kafirlerin çullanmasına yol açarsınız. sonra ah etmek işe yaramaz. farisi tercemesi: elimden gideni, süleyman kapdırsaydı, hem süleyman, hem peri, hem ehrimen ağlarlardı. müslimanlığın alametlerinden biri, imam yetişdirmek ve bunlara cami'lerde vazife vermekdir. bu iş gevşemişdi. islam memleketlerinin büyüklerinden olan serhend şehrinde kaç seneden beri bir müfti yokdu. bu düacınızın mektubunu getiren kadi yusüfün dedeleri, ta serhend şehri yapılalıdanberi, burada kadilık yapmışlardır. bunun için olan hükumet senedleri yanındadır. kendisi salih ve takva sahibidir. eğer uygun görürseniz, bu ehemmiyyetli vazifeyi ona veriniz! allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! amin.islamın en büyük düşmanı olan ingilizler, yalanlarla, iftiralarla, bütün dünyayı islamiyyete karşı düşman yapıyorlar. harblere sebeb oluyorlar. yapdıkları vahşeti uzakdan seyr ediyorlar. bir tarafdan da, islamiyyeti içerden yıkıyorlar. kadınların, kızların, çıplak gezmelerini, fuhşu, kumarı yayıyorlar. farzları değişdiriyorlar. ezanın tercemesini okumağı, hoparlörle okumağı yayıyorlar. halbuki ezan, arabi kelimeleri müezzinin okumasıdır. hoparlörden çıkan ses, müezzinin sesi değildir. insan sesinin benzeridir. bu seslerin olduğu, büyük alim ebu nu'aymın kitabındaki hadisi şerifde yazılıdır. hoparlör ile okunan ezanın meşru' olmadığı da, bu kitabda yazılıdır. müslimanlar çok uyanık olmalı, ingilizlerin hiylelerine aldanmamalıdır. yüzdoksanaltıncı mektub bu mektub, mensur arab'a yazılmışdır. tesavvuf yolunun yedi konağı olduğu, salik her konakda kendinden uzaklaşıp hak tealaya yaklaşdığı bildirilmekdedir: merhamet ederek gönderdiğiniz ve ihsan ederek yazdığınız kıymetli mektubunuz, en kıymetli bir zemanda geldi. allahü tealaya hamd olsun ki, büyükler, küçükleri hatırlamakda, yüksekler alçakları okşamakdadır. allahü teala, bu tevazu'unuza bizim tarafımızdan hayrlı karşılıklar versin! farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak, daha tatlı! yürümekde olduğumuz tesavvuf yolu yedi adımdır. iki adımla alemi halk, beş adımla alemi emr aşılır. alemi emrdeki birinci adımda, tecellii ef'al hasıl olur. ikinci adımda, tecellii sıfat hasıl olur. üçüncü adımda tecellii zatiyye başlar. bundan sonra kavuşanların bildiği tecelliler hasıl olur. bütün bunlara kavuşabilmek için, insanların efendisi, öncekilerin ve sonrakilerin en üstünü efendimizin, ona ve aline ve eshabına düalar ve selamlar olsun izinde bulunmak lazımdır. tesavvuf yolu iki adımdır diyenler de oldu. kısaca anlatabilmek için ve talebeye kolay göstermek için böyle söylemişlerdir. bu sözle, alemi emre ve alemi halka bir adım demişlerdir. yedi adımdan herbiri ile, salik kendinden uzaklaşır. hak tealaya yaklaşır. bu yedi adımın hepsi geçilince ve hasıl olur. bu ikisi hasıl olunca ile şereflenmiş olur. farisi mısra' tercemesi: bu, ele az geçen büyük ni'metdir. acaba kime verilir? bizim gibi zevallıların, böyle sözleri ağza alması bile uygun değildir. bizlere ancak, büyüklerin ni'metlerinden sızan damlalarla dudaklarını ıslatarak zevklenebilmek yakışır. farisi tercemesi: şekerin yalnız adını duymak bile, daha iyidir zehr koymakdan dile! farisi tercemesi: gök arşa göre aşağıdır, fekat, yerden çok yukarıdır! vesselam evvelen ve ahıren.iyi bir insan, kendine ve başkalarına zararı olmayan kimse demekdir. allahü teala, insanların iyi olmalarını, herkesin rahat yaşamalarını istiyor. buna kavuşmak için, insanlarda kalb, akl ve nefs yaratdı. insanın bedeni, ya'ni bütün uzvları kalbin emrindedir. kalbin arzularına denir. nefs, bedenin muhtac olduğu şeyleri kalbe yapdırmak ister. nefsin isteklerinin hepsi, kendine de, başkalarına da, zararlıdır. akl, faideli ve zararlı şeyleri birbirlerinden ayırmakda, faideli olanlarını yapmasını kalbden istemekdedir. allahü teala, iyi işleri kötülerinden ayırmak için, dinleri gönderdi. sağlam olan akl, kalbin islamiyyete uymasını emr eder. her kalb, islamiyyete uygun hareket ederse, temiz olur, dünyada hiç sıkıntı olmaz. kalbin temizlenmesi ve kuvvetlenmesi için, allahü tealanın ismini çok söylemesi lazımdır. allahü teala, dinleri insanlara sıkıntı vermek için değil, kalbleri temizlemek için gönderdi. kalb, nefse uymaz, aklı dinleyip islamiyyete uyarsa, bütün dünya rahata, huzura kavuşur. aklın vazifesi, islamiyyeti öğrenmek ve bunun her yere yayılması için çalışmakdır. kalb, hep nefse tatlı gelen şeyleri yaparsa, nefse tapmış olur. allahü tealayı unutur. islamiyyete uymak, kalbi ve bedeni kuvvetlendirir, nefsi za'ifletir. yüzdoksanyedinci mektub bu mektub, pehlevan mahmuda yazılmışdır. tali'li kimse, dünyaya düşkün olmıyan ve kalbi allah sevgisi ile çarpan kimse olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! en iyi kimse, kalbi dünyaya bağlı olmıyan ve allah sevgisi ile çarpandır. dünya muhabbeti, günahların başıdır. dünyayı sevmekden kurtulmak da, ibadetlerin başıdır. çünki allahü teala, dünyaya düşkün olmağı sevmez. onu yaratdığı zemandan beri, hiç sevmemişdir. dünya ve dünyaya düşkün olanlar, mel'undur ve allahü tealanın merhametinden uzakdırlar. hadisi şerifde buyuruldu ki, . . sahifeye bakınız! çünki allahü tealayı hatırlıyanlar, hatta onların her zerresi, allahü tealayı zikr etmekdedir. bunun için, allahü tealayı zikr edenler, mel'un değildir. bunlara, dünya adamı denilmez. çünki dünya demek, kalbi allahü tealadan gafil eden, onu unutduran, kalbe allahdan başkalarını getiren şeyler demekdir. allahü tealayı unutduran mallar, sebebler, mevkı'ler, şerefler hep dünya olur. vennecm suresinin, bizi düşünmiyenlerden, bizden yüz çevirenlerden, sen de yüzünü çevir. onları sevme! mealindeki yirmidokuzuncu ayeti, böyle olduğunu açıkca göstermekdedir. işte bu dünya, insanın can düşmanıdır. bu dünyanın düşkünleri, hiç toparlanamaz, kendilerine gelemezler. ahıretde de, pişman olacaklar, çok acılarla karşılaşacaklar. dünyayı terk etmek demek, kalbin onu sevmemesi, ona düşkün olmaması, kıymet vermemesi demekdir. ona düşkün olmamak da, varlığı ile yokluğu müsavi olmakdır. insanın böyle olabilmesi için, allah adamlarının yanında yetişmesi lazımdır. bu büyüklerden biri ele geçerse kıymetini bilmeli, onların emrlerini yapmağa, canla başla sarılmalıdır. şeyh müzzemmil hazretlerinin sizin aranızda bulunması, çok büyük bir ni'metdir. çok az kimselerin eline geçen, bulunmaz bir ni'metdir. kıymeti, hiç ölçülemiyecek kadar büyükdür. fekat, kerem ve ihsan sahiblerinin adeti, isar etmekdir. ya'ni, başkalarının ihtiyaclarını, kendi ihtiyaclarından önce düşünürler. şeyh hazretlerine birkaç gün izn verirseniz, çok yerinde bir iş olur. iş bitince, inşaallah yine geriye döner. uzakdan olan ihlas ve sevginiz de, hizmetinde imiş gibi, size faide verir. daha çok rahatsız etmiyeyim. allahü teala, bizi ve sizleri, insanların en iyisinin aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha yolunda bulundursun! allahü tealanın selamı ve ihsanları size olsun! amin. yüzdoksansekizinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. bu zemanda, din adamlarının, dünya büyükleri ile görüşmeleri güc olduğu bildirilmekdedir:, fütuhati medeniyyenin anahtarı olsun! allahü teala, sevgili peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine bu düamı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalevat vetteslimat! ihsan etdiğiniz kıymetli mektub, fakiri şereflendirdi. sevgimizi artdırdı. size müjdeler olsun, müjdeler olsun! kıymetli efendim! bu zemanda, allah adamlarının, dünya büyükleri ile görüşmesi çok güçleşdi. din adamları, konuşurken ve yazarken, dinin emr etdiği gibi tevazu', aşağı gönüllülük yaparsa, kötü düşünceli olanlar, bunu anlıyamıyarak, birşey koparmak için, muhtac olduğu için, böyle yapıyor sanırlar. bu bozuk düşünceleri, dünya ve ahıret se'adetini elden kaçırmalarına sebeb olur. bu büyüklerden istifade edemezler. eğer din büyükleri, dünyaya ve dünya adamlarına kıymet vermediklerini duyururlarsa, görüşleri kısa olanlar, kötü düşünerek, bunları egoist, kendini beğenmiş sanırlar. halbuki, allahdan başka hiçbir şeye kıymet vermemek de, din büyüklerine lazımdır. hem aşağı gönüllü, hem de yüksek gönüllü olurlar. iki zıd, ters şey, bunlarda bir araya gelmişdir. ebu sa'idi harraz kuddise sirruh buyuruyor ki, . fen ve hesab adamları, bu söze inanmazlar ise de, bizce kıymeti yokdur. evliyanın bildikleri, aklın eremediği şeylerdir. mir ve mevlana, size bizlerden çeşidli haberler vereceklerdir. doğru yolda bulunanlara selam olsun! yüzdoksandokuzuncu mektub bu mektub, molla muhammed emini kabiliye yazılmışdır. vazife isteğinin kabul olduğu bildirilmekdedir: aşırı sevgi ile dolu olan ve çok bağlı olduğunuzu bildiren kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. allahü teala, size afiyet versin! vazife olarak okunacak şeylerden birşey istiyorsunuz. bunun için, kıymetli kardeşim mevlana muhammed sıddikı gönderdim. büyüklerimizin devamlı okudukları bir zikri size öğretecekdir. emr etdiğini yapmak için çok çalışınız! meyvelerini toplamanızı ümmid ederim. yalnız yazmakla olmıyacağı, görüşmek lazım olduğu için, kardeşimiz mevlanayı yormuş olduk. vesselam. ikiyüzüncü mektub bu mektub, molla şekibi isfehaniye yazılmışdır. kitabındaki bir yazıyı açıklamakdadır: her hamd allahü teala içindir. salat ve selam, peygamberlerin efendisine ve onun temiz alinin hepsine olsun! kitabındaki karışık bir sözün açıklanmasını istiyorsunuz. bunun için, birkaç kelime yazmağa kalkışdım. kıymetli efendim! aynülkudati hemedani, hiç gidilmemiş bir yolda, delilsiz, rehbersiz gidenler için diyor ki, bunlardan birkaçını, bir mağlub, kendi sığınağına aldı. sekr hali, bunlara gölge yapmak için geldi. aklı başında olanlar, başlarını kaldırdılar. gidilmiş yol demek, allahü teala bilir, süluk yolu demekdir. bilinen on makama, birer birer ve her inceliklerine varmak demekdir. bu yolda, önce nefs tezkiye edilir, temizlenir. kalbin tasfiyesi bundan sonra olur. bu yolda hidayete kavuşmak için, bir rehbere inabet, ya'ni bağlanmak lazımdır. gidilmemiş yol ise, cezbe ve muhabbet yoludur. bu yolda, kalbin tasfiyesi, parlatılması önce olur. nefsin tezkiyesi sonra olur. seçilenlerin yoludur. bir rehbere bağlanmak lazım değildir. sevilmişlerin ve istenilenlerin yoludur. birinci yol, sevenlerin ve isteyenlerin yolu idi. bunlardan çoğu, kuvvetle çekildikleri ve kendilerini muhabbet kapladığı için, afaki ve enfüsi şeytanlardan korundular. şeytanların aldatmasından, yoldan çıkarmalarından kurtuldular. ve dediği, bu cezbe ve muhabbetdir. bunların rehberleri yok ise de, allahü tealanın ihsanına kavuşmuşlardır. bu ihsan, onlara yol göstererek, hedefe ulaşdırmışdır. şü'urlu olanları, ya'ni çekilmiyenleri ve kendilerini muhabbet kaplamıyanları, rehberleri de olmadığı için, din düşmanları, bunların yolunu kesdi. helake sürükledi. sonsuz olan ölüme yakalandılar. mağlublar arasında, o iki türkmen vardı. hüseyn kassab rahmetullahi aleyh, bu ikisini, işaret ile bildiriyor ve diyor ki, büyük bir kervan ile gidiyorduk. kervan arasından ansızın iki türkmen çıkdı. hiç gidilmemiş olan yolda ilerlemeğe başladılar diye, kitabının farisi ikiyüzseksendördüncüsahifesinde, emir ali abur isminde uzun anlatılıyor. büyük kervanın gitdiği yol, süluk yolu demekdir. bu yolda bilinen on makam, sıra ile bütün incelikleri ile geçilir. çünki, büyüklerden çoğu, hele eskilerin hemen hepsi, bu yoldan vasıl olmuşlardır. bu iki türkmenin gitdiği ve hüseyn kassabın da katıldığı, o hiç gidilmemiş olan yol da, cezbe ve muhabbet yoludur. bilinen birinci yoldan daha kısadır. bu yolun başlangıcı, lezzet almak ve rahatlık duymakdır. bu lezzet, duyguları giderir. şü'ursuzluğa sebeb olur. bu hali, gece olarak göstermekdedir. bu hissizlik ve insanlardan haberi olmamak, allahü teala ile huzura ve ona şü'ura sebeb olduğundan, bu huzura ve şü'ura ay demişdir. burasını biraz daha açıklamak lazımdır. iyi dinleyiniz: cesedi, bedeni idare eden ruhdur. bedeni yetişdiren, kalbdir. ceseddeki kuvvetler ruhdan gelmekdedir. his, duygu da, kalbin nurundan hasıl olmakdadır. cezbe yolunda, kalb ve ruh, allahü tealaya dönünce, başlangıcda bedenin idaresi ve terbiyesi azalır. his kalmaz olur. şü'ur işlemez olur. organların hareketinde gevşeklik olur. insan yere yıkılır. büyük alim şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh bu hale kitabında, ruhun sima'ı demişdir. raks ile ve dönerek olan sima'a da, tabi'i sima' demişdir ve bunu sıkı yasak etmişdir. buradan anlaşılıyor ki, bedendeki duygu ve hareketin azalması, ma'nevi huzuru göstermekdedir. ceseddeki duygusuzluk ruhun şü'uruna alametdir. bunu aya benzetmek uygundur. sözümüze dönelim: ayın kara bulutla örtülmesi demekle, başlangıçda olanların huzurunu örten insanlık sıfatlarının meydana çıkmasını anlatmakdadır. insanlık sıfatlarının huzuru örtmesi, yolun ortasına kadar devam eder. yolun ortasında olanlar, örtüden tam kurtulamazlar ise de, bu kadar örtülüş yokdur. belki bunu anlatmak için, gece yarısı olunca, ay bulutdan çıkdı. o iki gencin ayak izlerini gene buldum demekdedir. çünki, huzur zemanı olan bast halinde yol aydınlanır. çok ilerlemek olur. sabah olunca, ya'ni o hissizlik ve hareketsizlik gidince ve huzur kuvvetlenince ve halk ile de karışınca demek istemekdedir. bu huzuru güneşin doğması diye anlatmakdadır. insanın varlığına dağ demekdedir. bu zeman kendi varlığından haberi olmakdadır. çünki bu yolda, nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesinden sonradır. o iki türkmenin cezbeleri kuvvetlenince ve kendilerini muhabbet kaplayınca, bir kahraman gibi ayaklarını insanlık dağının tepesine koydular ve bir saatde tepeye çıkdılar. biraz fenaya kavuşdular. hüseyn kassabda bu cezbe kuvveti olmadığı için, dağın tepesine çok güç çıkabildi. bu da, o iki türkmenin arkasında gitdiği için oldu. yoksa kafasını uçururlardı. askerlerin bulunduğu yer, yi anlatmakdadır. ayanı sabitede bütün mahlukların leri ve leri birlikde bulunur. sayısız çadırlar, bu te'ayyünleri anlatmak içindir. büyük çadır, yi göstermekdedir. buna, sultanın çadırı demişlerdir. hüseyn kassab, sultanın çadırını işitince, aranılanı buldum sanarak sekr, şü'ursuzluk bineğinden inmek istedi. bu merkeb olmadan bu yolda gidilemez. sağ ayağını dışarı koyarken kulağına bir ses gelerek sultan çadırda yokdur dedi. doğrusu da böyledir. hüseyn kassabı çeken kuvvet yokdur. ufak bir müjde ile sekr halinden çıkdı. iki türkmen ise, kuvvetle çekildikleri için ve kendilerini muhabbet kaplamış olduğu için, bu gibi müjdelerle aldanmadılar ve kahramanca yukarı çıkdılar. hüseyn kassab, bin sene daha beklese, sultanı çadırda hiç bulamaz. çünki hak teala, ötelerin ötesidir. sağ ayak demesi, ruhu anlatmakdadır. çünki, hiç gidilmemiş olan bu yolda, kalb ve ruh ayakları ile gidilir. ilm ve ibadet ile gidilmez. ilm ve ibadet süluk yolunda işe yarar. sekr halinden önce çıkan ruhdur. sonra kalb çıkar. sol ayak kalbi göstermekdedir. sultan oturmuşdur ve ava gitmişdir demek, güzel aynalarda, güzel yerlerde yerleşmişdir ve aşıkların gönüllerini avlamağa gitmişdir demekdir. bu ses ve böyle söylemek, hüseyn kassaba anlatabilmek için idi. onun anlayabileceği gibi söylenmişdi. yoksa, allahü teala için oturmak ve ava gitmek gibi şeyler söylenemez. farisi tercemesi: ve gibi sözler, o makamdan geri dönerler.da den alarak yazılmış olan bu sözlerden başka şeyler de anlaşılıyor ve hak tealanın birliğine ve büyüklüğüne daha uygun oluyor. her ne kadar, o makama tam uygun değil ise de, başkalarından daha uygundur. şöyle ki, vahidiyyet mertebesinin üstündeki te'ayyüni evvel olan vahdet mertebesine oturmuşdur. vahdet mertebesinde ilmi ve ayni te'ayyünlerin hepsi yok olduğu için, hayvanların ve kuşların yok edildiği ava benzetilerek, ava gitdi buyurulmuşdur. şeyh muhammed ma'şuki tusi ve emir ali abur, sultanın avlandığı yere giderek, ona av oldular. ma'şuki tusi daha önde gitdi ve daha yaklaşdı. hüseyn kassab, sultanın geri döneceğini sanarak, çadırlarında kaldı. yukarıdaki sözlerden ne anlaşılacağını doğru olarak ancak allahü teala bilir. tesavvuf yolunun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm hiç gidilmemiş olan yolu seçmişlerdir. bu bilinmeyen yol, bu büyüklerin meşhur kolay yolu olmuşdur. kıymetli teveccühleri ve idareleri ile, herkesi bu yoldan kavuşdurmuşlardır. rehber olan pirin edebleri ve emrleri gözetilirse, bu yol hep kavuşdurur. bu yolda, ihtiyarların, gençlerin, kadınların ve çocukların kavuşmasında hiç başkalık yokdur. hatta ölüler bile bu ni'mete kavuşmayı umarlar. behaüddini buhari kuddise sirruh buyurdu ki, . hace hazretlerinin birinci talebesi olan hace ala'üddini attar kuddise sirruh hazretleri, bunun için buyurdu ki, farisi tercemesi: kapıcının incinmesi olmasaydı, açardım bütün cihan kapılarını. allahü teala, hepimizi bu büyüklerin yolunda bulundursun! vesselam! ikiyüzbirinci mektub bu mektub, küçük beğ hisariye yazılmışdır. bir sualine cevab vermekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! küçük beğ hisari hazretleri soruyor ki, diyor. bu söze inanılır mı? cevab: böyle söyleyen kimsenin bunu işiterek veya kitablardan okuyarak söylediği anlaşılmakdadır. çünki, önceki büyüklerden birkaçı böyle şeyler söylemişdir. hazreti emir kerremallahü teala vecheh de buyurdu. bunu size söyleyen kimse, böyle olduğunu biliyorum demek istemiş ise, iki şey düşünülebilir: bütün bilgilerin ikiüç harfde yerleşdirildiklerini bana bildirdiler derse, bu harfleri bildiğini veya bilmediğini söylese de sözü doğru olabilir. bütün ilmleri, ikiüç harf içinde bana bildirdiler. bu ikiüç harf içinde bütün ilmleri anlıyorum derse yalancıdır. bu söze inanılmaz. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzikinci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. büyüklerle tanışdıkdan sonra ayrılanlara şaşmakda, eshabı kiramın büyüklüğü bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi, sevgili peygamberinin doğru yolunda bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! birgün, tesavvuf büyüklerinin üzülmeleri üzerinde konuşulmuşdu. bu büyüklere bağlanıp da, sonra ayrılanların, başkalarından birşeyler bekleyenlerin sürünecekleri söylenmişdi. bu arada, sizin ve kadi senamın adınız geçmişdi. bu konuşma, iyi bilemiyorum, bir dakika sürmüşmü idi? hem de, sırası gelerek söylenmişdi. allah göstermesin ki, bir müslimanın incitilmesini düşünmüş olayım. yahud kalbimde bir kin bulundurayım. bu bakımdan, mubarek kalbiniz hiç sıkılmasın. bilmeniz lazımdır ki, bizim yolumuz, allahü tealanın ismleri üzerinde çalışmak değildir. bu yolun büyükleri, bu ismlerin sahibinde yok olmağı aramakdadırlar. onlar, daha ilk bakışda, sıfatların dışında olan varlığı istemekdedirler. ismlerden, sıfatlardan geçerek zatı taleb ederler. bunun içindir ki, başka yolların sonu, bunların başlangıcında yerleşmişdir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! o konuşmamız, ağızdan ağza dolaşdıkça, başka şekl alarak, sizi üzecek kadar değişmiş olduğu anlaşıldı. bu üzüntünüzü gidermek için birkaç şey yazmak istedim: sizinle tanışmamız, birşeyimizi artdırmaz. görüşmemek de birşeyi azaltmaz. düşüncemiz, isteğimiz, yalnız sizin iyiliğinizdir. fekat sözünü herkes bilir. iyi biliniz ki, bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz sizin zararınızı istemedim ve inşaallah istemem de. acıdığım için söylenilen birşeydi. din adamları, acıdıklarından, böyle söylerler. hem de, bir sırası gelerek söylenmişdi. hiç üzülmeyiniz! bir kimsenin kendini, hazreti ebu bekri sıddikdan radıyallahü anh daha üstün görmesi, iki şeyden ileri gelir: ya koyu bir zındıkdır. yahud da, kara cahildir. birkaç sene önce, size gönderdiğim bir mektubda, cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan, ehli sünnet velcema'at fırkasını anlatırken bunu da yazmışdım. onu okudukdan sonra, böyle sözlere inanmanıza şaşılır. hazreti aliyi bile, hazreti ebu bekrden radıyallahü anhüma daha yüksek bilen bir kimse, ehli sünnetden ayrılmış olur. kendini yüksek bilenin ne olacağını artık düşünün! bu yolun büyükleri bildiriyorlar ki, . bu ümmetin büyükleri, hazreti ebu bekrin, peygamberlerden başka, bütün insanlardan üstün olduğunu, sözbirliği ile bildirmişlerdir. hazreti hamzayı öldürmüş olan vahşinin radıyallahü anhüma, resulullahın yanında bir kerre bulunduğu için, tabi'inin en üstünü olan veysel karaniden daha üstün olduğunu, kitablarımda ve mektublarımda bildirmişdim. böyle olunca, bunu yazan bir kimsenin böyle söyliyeceğini düşünmek bile, aklı olana yakışdırılamaz. böyle düşünmeğe yol açan yazıyı görerek işin doğrusunu anlaması lazımdır. birşey anlamadan, yalnız çekemiyenlere uymak, uygun olur mu? bununla beraber, büyükler, aşk serhoşluğu denilen hallerinde, uygunsuz şeyler de söylemişlerdir. bayezidi bistami hazretleri, dedi. bu sözünden, onun daha yüksek olacağı anlaşılamaz. çünki, onu söylemek zındıklık olur. bu fakirin yazılarında ise, böyle şeyler, hiçbir zeman bildirilmemişdir. vesselam. ikiyüzüçüncü mektub bu mektub, molla hüseyne yazılmışdır. allah yolunda olanların yanında bulunmağı övmekdedir: allahü teala, hallerinizi güzel eylesin. işlerinizi faideli eylesin! maksadlarınızı ıslah eylesin! şerefli mektubunuz geldi. sevgilerinizi bildirdiği için bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bu yolun büyüklerine olan sevginizi artdırsın! onlara bağlılık arzusunu, ömrünüzün sermayesi yapsın! hadisi şerifde, buyuruldu ki, demekdir. bu büyükleri seven, onlarla beraber olur. onlarla beraber olan, şaki olmakdan korunmuş olur. hadisi şerifde buyuruldu ki, insanların yapdıklarını yazan meleklerden başka melekler de vardır. yollarda, sokak başlarında dolaşırlar. allahü tealayı zikr edenleri ararlar. zikr edenleri bulunca, birbirlerine seslenirler. buraya geliniz, buraya geliniz derler. kanadları ile, onları sararlar. o kadar çok durlar ki, göke varırlar. kullarının her işini bilici olan allahü teala, meleklere sorarak: kullarımı nasıl buldunuz, buyurur? ya rabbi! sana hamd ve sena ediyorlar ve senin büyüklüğünü söylüyorlar ve senin ayblardan ve kusurlardan temiz olduğunu söylüyorlar, derler. onlar, beni gördüler mi, buyurur? hayır görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? daha çok hamd ederlerdi ve daha çok tesbih ederlerdi ve daha çok tekbir söylerlerdi, derler. onlar, benden ne istiyorlar, buyurur? ya rabbi! cennetini istiyorlar, derler. onlar, cenneti gördüler mi, buyurur? görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? daha çok yalvarırlardı, daha çok isterlerdi. ya rabbi! bu kulların cehennemden korkuyorlar. sana sığınıyorlar, derler. onlar cehennemi gördüler mi, buyurur? hayır görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? görselerdi, daha çok yalvarırlardı ve ondan kurtulmak yoluna daha çok sarılırlardı, derler. allahü teala, meleklere, şahid olunuz ki, onların hepsini afv eyledim, buyurur. ya rabbi! o zikr edenlerin yanında, filan kimse zikr etmek için gelmemişdi. dünya çıkarı için gelmişdi, derler. onlar benim müsafirlerimdir. beni zikr edenlerle beraberim. onların yanında bulunanlar da, zarar etmezler, buyurur. bu hadisi şerif ve yukarıda bildirdiğimiz hadisi şerifi gösteriyorlar ki, bu büyükleri sevenler, bunlarla beraberdirler. bunlarla beraber olanlar, kazançlı olurlar. allahü teala, bizi ve sizleri, bu büyükleri sevenlerden eylesin! sevgili peygamberi, ümmi ve haşimi olan muhammed aleyhi ve ala alihi ve eshabihissalatü vetteslimat vettehıyyat hurmetine düamızı kabul buyursun! amin. şeyh ilahdadın mektubunda, kendinizden haber veriyorsunuz. böyle ademler, ya'ni yokluklar, taliblerde çok görülmekdedir. çok çalışınız. ele geçenlerle doymayınız! farisi tercemesi: çok cilve var, aranan sevgilide, kavuşdum sanma, bir cilve görünce! bu büyüklerle birlikde bulunmak, en faideli şeylerdendir. allahü teala, bunların sohbetine kavuşdursun! farisi tercemesi: aşk serhoşlarile bulun, mey yoksa da, koku geçer. koku da bulunmaz amma, onları görmek de yeter. gece gündüz karşısında bulunduğunuz büyük hazretden aldığınız yola sarılınız. mubarek ismini, hiçbirşey düşünmiyerek, kalbinizden geçiriniz! hazır ve nazır olduğunu da düşünmeyiniz! sıfatlarından hiçbirini hatırınıza getirmeyiniz. yüreğinizin bulunduğu yerde, gönülde ismini hep bulundurunuz! çok lazım olan bilgiler, yazmakla anlaşılamaz. anlatmak lazımdır. buluşursak, bildirilir. buluşuncıya kadar, elinize geçenleri yazınız. onları okumak, uzakdan teveccühe sebeb olur. vesselam. namaz kalbi temizler, kötülükden men' eder. münevver olamazsın, namazın kılmadıkça! ikiyüzdördüncü mektub bu mektub, mir muhammed nu'mani bedahşi hazretlerine yazılmışdır. cahillerin dedikodu yapmalarına üzülmemeği bildirmekdedir: mir hazretleri, aşağı kimselerin bozuk sözlerine üzülmeyiniz! isra suresi, seksendördüncüayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, kişinin işi ve sözü, kendinin aynasıdır. alçakların sözlerine iyi veya kötü karşılıkda bulunmamak daha iyidir. yalanın sonu gelmez. onların birbirini tutmıyan sözleri, kendilerini rezil etmeğe yetişir. allahü tealanın aydınlatmadığı kimseye, kimse ışık veremez. siz, verilen vazifeyi yapmağa bakınız! başka şeyleri görmemezlikden geliniz! en'am suresinin doksanbirinci ayetinde mealen, allah deyin, sonra onları bırakın. bozuk işlerinde oynasınlar! buyuruldu. kardeşimiz muhammed sadık, tam vaktinde geldi. ramezanı şerifin son on günü i'tikaf yapdı. ona çok şeyler açıldı. yeni şeylere kavuşdu. allahü tealaya hamd olsun ki, diğer sevdiklerimiz de ilerlemekdedirler. kalbleri uyanıkdır. bu, allahü tealanın büyük ihsanıdır. dilediğine ihsan etmekdedir. onun ihsanları boldur. mahlukların en iyisi olan efendimiz muhammed aleyhisselama ve onun aline ve eshabının hepsine bizden düalar ve selamlar olsun! ikiyüzbeşinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. işin başı, islamiyyetin sahibine uymak olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, muhammed mustafaya tam uymakla şereflendirsin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! çünki, bütün işlerin başı ve sıddikların birinci istekleri budur. bundan başkası, boş vehmler ve bozuk hayallerdir. allahü teala, bizi ve sizi bunlardan korusun! doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü daimen! kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz! ikiyüzaltıncı mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandiye yazılmışdır. dünyanın kötülüğü ve ona düşkün olanların zevallılığı bildirilmekdedir: ya rabbi! ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır! peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalatü vetteslimatü etemmüha ve efdalüha hurmetine, düamızı kabul eyle! tatlı olan mektubunuz ve kıymetli yazılarınız gelerek bizleri sevindirdi. buna karşılık olarak, allahü teala, size iyilikler versin! kardeşim! insanları dünyaya, yalnız yiyip içmek için ve giyinip süslenmek için göndermediler. istediklerimizi toplamak, sevdiğimiz şeylerle keyflenmek ve oynayıp zevklenmek için yaratılmadık. insanların yaratılması, allahü tealaya karşı aşağılığını, gücü yetmezliğini, muhtac, zevallı olduğunu göstermeleri içindir. kulluk da, bu demekdir. fekat, bu kulluk, muhammed aleyhisselamın islamiyyetinin izn verdiği gibi olmalıdır. yoksa, müsliman olmıyanların yapdıkları riyazetler, mücahedeler, bu parlak islamiyyete uygun olmadığı için, zarar ve ziyandan başka sonu olmaz. pişman olmakdan, üzülmekden başka birşey kazandırmaz. ehli sünnet velcema'at denilen doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak i'tikadı düzeltdikden sonra, ibadetleri yapmakla beraber, kalbi allahü tealanın zikri ile süslemelidir. tesavvuf yolunun büyüklerinden alınan vazifeyi sık sık tekrarlamalıdır. bu büyüklerin yolunda, sonda ele geçecek olanlar başlangıcda yerleşdirilmişdir. bunların bağları, başkalarının bağlarından çok üstündür. kısa görüşlü olanlar, inansa da, inanmasa da, bu böyledir. maksadımız, dostları teşvikdir. inanmıyanlara bir diyeceğimiz yokdur. farisi tercemesi: masal sanana, masal gibi olur, kıymet bilene, çok faideli olur. sözün kısası şudur ki, ahıretde kurtulmak, çok zikr etmeğe bağlıdır. enfal suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. bunun için, çok zikr etmek lazımdır. buna mani' olan herşeyi düşman bilmelidir. ahıretde kurtulmanın ilacı, işte budur. bizden, ancak söylemekdir. farisi tercemesi: zikr et zikr, bedende iken canın, kalb temizliği, zikriledir rahmanın. ra'd suresi, otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. allahü teala, size bundan başarı nasib eylesin! çünki, en lüzumlu ve en karlı iş budur. mubarek zemanlarda çok giyilmiş olan antari gönderildi. işleriniz hayrlı olsun! vesselam. ikiyüzyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmışdır. insanların bir arada bulunması, kalblerini beraber edeceği ve islamiyyete uymıyan şeylerin kıymetsiz olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kimselere selam olsun! çok zeman geçdi, sizin ve mahdum zade hazretlerinin ve cemaleddin hüseynin ve orada bulunanların ve hele şeyh ilahdad ve meyan şeyhulhediyyenin selamet haberlerinizi alamadım. herhalde, uzakda kalan bu kardeşlerinizi unutduğunuz anlaşılıyor. evet, yakında bulunmanın, kalblerin birleşmesinde büyük te'siri vardır. bunun içindir ki, hiçbir veli, bir sahabinin derecesine yükselemez. veysel karani rahmetullahi aleyh o kadar şanı yüksek olduğu halde, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem hiç görmediği için, eshabı kiramdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi. abdüllah bin mubarek hazretlerinden soruldu ki, hazreti mu'aviye ile ömer bin abdül'azizden hangisi daha yüksekdir? cevab olarak: buyurdu. burada bulunanların hepsi iyiyiz. allahü tealaya bunun için, belki bütün ni'metleri için hamd ve şükrler olsun. ni'metlerinin en büyüğü olan, müsliman yapdığı için ve mahluklarının en iyisinin yolunda bulundurduğu için, ne kadar çok hamd edilse, yine azdır. çünki, onun yolunda bulunmak, iyiliklerin başı, kurtulmanın çaresi ve dünya ve ahıret se'adetlerinin kapısıdır. allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmetine aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalatü vesselam, bizleri ve sizleri, her zeman bu yolda bulundursun! amin. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! tesavvufcuların sözlerinden, ele birşey geçmez. onların hallerinden insanın birşeyi artmaz. onların vecdleri ve halleri, islamiyyete uygun olmazsa, on para etmez. keşfleri, ilhamları, kitaba ve sünnete benzemezse, yarım arpa kadar değerleri olmaz. tesavvuf yolunda ilerlemenin sebebi, islamiyyetde inanılması lazım olan şeylere, yakinin, imanın artması içindir. hakiki iman da, bu demekdir. ikinci sebebi de, fıkhda bildirilen vazifeleri yapmanın kolay ve tatlı olması içindir. tesavvuf, bu ikisine kavuşmak içindir. bunlardan başka birşey için değildir. çünki, allahü teala, cennetde görülecekdir. dünyada hiç görülemez. tesavvufcuların aradıkları müşahedeler, tecelliler, gölgelere kavuşmakdır ve benzetilen, o sanılan şeylerle avunmakdır. allahü teala, ötelerin ötesidir. şaşılacak şeydir ki, onların müşahedeler ve tecelliler diye övündükleri şeylerin iç yüzleri, eğer anlatılırsa, bu yola yeni girenlerin gevşemelerinden korkulur ve arzuları, istekleri azalır. eğer iç yüzleri anlatılmazsa, doğrusunu bildiğim halde, doğru ile yanlışın birbirlerine karışmalarına göz yummuş olmakdan korkarım. ey, yollarını şaşırmışlara, doğru yolu gösteren rabbim! alemlere rahmet olarak yaratdığın muhammed aleyhisselam hurmeti için, bana doğru yolu göster! halinizi arasıra bildiriniz ki, sevgiyi artdırır. doğru yolda bulunanlara selam olsun! ikiyüzsekizinci mektub bu mektub, kıymetli oğlu meyan muhammed sadıka yazılmışdır kaddesallahü esrarehümel'aziz. salik, kendini peygamberlerin makamında görür. bunun sebebi bildirilmekdedir: sevgili yavrum! soruyorsun ki, salik tesavvuf yolunda yükselirken, ba'zan kendini peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat makamlarında buluyor. ve ba'zan, bu makamların da üstüne çıkdığını anlıyor. halbuki, sözbirliği ile bildirilmişdir ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat herkesden daha üstündür. evliyanın bütün kazançları rahmetullahi aleyhim ecma'in, peygamberlere uydukları içindir. onların yolunda gitmekle, evliyalığa kavuşmuşlardır. cevab: salikin gördüğü makamlar, peygamberlerin uruc etdikleri, yükseldikleri makamlar değildir. o büyükler, uruc ederlerken, o makamlardan çok yukarı yükselmişlerdir. çünki o makamlar, o büyüklerin mebdei te'ayyünleri olan, allahü tealanın ismleridir. allahü tealadan gelen feyzler, ni'metler, hep mebdei te'ayyün denilen bu ismlerden gelir. çünki, allahü tealanın, arada ismleri olmadan, bu alem ile hiçbir ilgisi yokdur. allahü tealanın mahluklara ihtiyacı ve mahluklarla doğrudan doğruya ilgisi yokdur. ankebut suresi, altıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. o büyükler, yükseldikleri makamdan geri inerken, yukarıdaki nurları da birlikde indirirler ve kendilerine mahsus olan bu ismlerde yerleşip kalırlar. bunun için, bir kimse bunları ararsa, bu yerleşdikleri makamlarında bulur. zati ilahiyi isteyen, yüksek yaradılışlı bir kimse, yükselirken bu ismlere yetişir ve onlardan da yukarıya geçer. allahü tealanın dilediği makama kadar yükselir. fekat, bu salik yukarıdan aşağı inerken, kendi mebdei te'ayyünü olan ve peygamberlerin aleyhimüsselam bulundukları ismlerden daha aşağıda olan isme gelip yerleşince, kendi makamı ile onların makamları arasındaki farkı anlar. işte daha üstün olmak, bu makamlar ile ölçülür. makamı yüksek olan kimse, daha yüksekdir. salik, kendi makamı olan isme inmedikçe ve bu makamın daha aşağıda olduğunu anlamadıkça, o büyüklerin daha üstün olduklarına zevkle ve hal ile inanmaz. daha üstün olduklarını, işiterek söylemekdedir. önce iman etmiş olduğu için, yüksek olduklarını söyler. fekat vicdanı, sözüne uygun değildir. bu zeman, allahü tealaya sığınması, yalvarması, cahil ve zevallı olduğunu söylemesi, doğrusunun kendisine bildirilmesi için düa etmesi lazımdır. bu hal, saliklerin ayak kayacak, tehlükeye düşecek yerleridir. bu yazımızı bir misal ile açıklıyalım. biliyoruz ki, duman, sıcak sıvı ve katı zerrelerdir. sıcak oldukları için, genişlemiş, hafiflemiş olan sıvı ve katı danecikler, havada yükselir. bunu görünce, katı ve sıvı daneciklerin havadan daha hafif olduklarını söylemek doğru olmaz. çünki daneler, ısı enerjisi tarafından kaldırılmakdadır. soğudukları zeman, yine geri, aşağı inerler. yere düşerler. kendi yerlerinin havadan daha aşağı olduğu anlaşılır. salik de, o makamlardan yukarı, fazla muhabbet enerjisi ile sürüklenmekdedir. kendi makamı, o makamlardan aşağıdadır. buraya kadar bildirdiklerimiz, müntehi için idi. müntehi, tesavvuf yolunda, çıkabileceği derecelerin sonuna varan veli demekdir. yolun başlangıcında, böyle sanılırsa, kendini büyüklerin makamlarında bulursa, bunun sebebi başkadır. şöyle ki, sonlarda bulunan her makamın, yolun başında ve ortasında benzerleri, görünüşleri vardır. başlangıcda ve yolda olanlar, bu görüntülere gelince, o makamların kendilerine geldiklerini sanırlar. birşeyin görüntüsü ile, kendisini ayırd edemezler. o büyüklerin görüntülerini, benzerlerini de, makamlarının görüntülerinde bulunca, o büyüklerle ortak olduklarını sanırlar. zan etdikleri gibi değildir. bir şeyin gölgesini, kendisine benzetmekden başka birşey değildir. ya rabbi! herşeyin özünü, yapısını bize bildir! sevgili peygamberin hurmetine, bizleri boş, faidesiz şeylerle vakt geçirmekden koru! amin. ikiyüzdokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'mani bedahşi kaddesallahü sirrehul'aziz hazretlerine yazılmışdır. kendinin adındaki kitabında yazılı bir bilgiyi açıklamakdadır: elhamdü lillahi rabbil'alemin. vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihittahirin ecma'in. seyyid hazretleri, kıymetli kardeşim mir muhammed nu'man, allahü teala ile olunuz! buradakiler, çok şükr iyiyiz. insana rahatlık veren o serayınızda, sizden ayrılırken, kardeşim muhammed eşref, kitabındaki bir yazının açıklanmasını istemişdi. vakt dar olduğundan, birşey anlatılamamışdı. şimdi, o yazıyı açıklamağı düşündüm. böylece, dostlarımın sıkıntısını gidermek istedim. o yazı şöyle idi: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin ve birkaç sene geçdikden sonra, hakikati muhammedi, kendi yerinden yükselerek, ka'benin hakikati ile birleşir. bu zeman, hakikati muhammedi ismi, hakikati ahmedi adına döner ve zati ilahinin mazharı olur. iki ism de, ism sahibi gibi olurlar. isa aleyhisselam gökden inerek, muhammed aleyhisselamın dinine göre yaşayacağı zemana kadar, hakikati muhammediyyenin yeri boş kalır. o zeman, isa aleyhisselamın hakikati, kendi makamından yükselerek, hakikati muhammediyyenin boş kalmış olan makamına yerleşir. cevab: bir insanın hakikati demek te'ayyüni vücubi demekdir. o kimsenin te'ayyüni imkanisi, bu te'ayyüni vücubinin zılli, görüntüsüdür. bu te'ayyüni vücubi, allahü tealanın ismlerinden bir ismdir. alim, kadir, mürid, mütekellim gibi daha nice ismlerinden biridir. allahü tealanın bu ismi, o kimsenin rabbidir. ya'ni, ona gelen her feyz, bu ismden gelir. bu ism ile allahü tealanın çeşidli bağlantıları vardır. sıfat mertebesinde, allahü tealaya bu ism verilir. sıfatlar, allahü tealadan ayrı olarak vardırlar. şan mertebesinde de allahü tealaya bu ism verilir. şan mertebesi, allahü tealadan ayrıca var değil ise de, bir bakımdan ayrıca vardırlar. sıfat ile şan arasındaki fark yi anlatan mektubda bildirilmişdi. anlaşılmıyan yerleri varsa, o mektubdan okuyunuz! . şanın varlığı, yalnız i'tibar ile ya'ni bir bakımdan ise de, bu şanın üstünde de, başka bir bakımdan, başka bir mertebe de vardır. o mertebe bu şanın mebdei vücudi i'tibarisidir. allahü tealanın bu ismi, bu mertebede de vardır. bu mertebenin üstünde de, daha başka bir bakımdan daha yüksek mertebe olur. fekat, insan gücü bunu anlıyamaz. bu fakir , bu mertebeyi de geçirildim. fekat, bu mertebenin üstünde, insan yok gibi olmakdadır. . arabi tercemesi: ni'mete kavuşana afiyet olsun! zevallı aşık, bir damla ile doysun! ehlullah ya'ni evliya, kendi yaradılışlarına, güçlerine göre, bu mertebelere kavuşmakda birbirlerinden çok ayrıdırlar. evliya arasında, allahü tealanın ismine yetişenler pek azdır. çoğu, bu ismin zıllerinden bir zılle, bir görüntüye kavuşmuşdur. önce, seyr ve süluk ile, imkan mertebelerinden geçerek, sonra, bir zılle kavuşurlar. yalnız cezbe yolu ile de bu isme kavuşulabilir ise de, bunun kıymeti yokdur. bu ismden daha yukarı yükselenler pek azdır. bir insanın hakikati, onun te'ayyüni vücubisine denildiği gibi, onun te'ayyüni imkanisine de denir. bunları anladıkdan sonra, deriz ki: muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, her insan gibi, alemi halk ile alemi emrden yapılmışdır. onun alemi halkının rabbi olan ismi ilahi, alim şanıdır. alemi emrini terbiye eden de, alim şanının bir bakımdan üstünde olan mertebedeki alim ismidir. hakikati muhammedi, alim şanıdır. hakikati ahmedi, alim şanının üstünde olan ve bu şanın mebdei olan ismdir. bu ism, ka'benin de hakikatidir. adem aleyhisselam yaratılmadan önce, resulullahda bulunan peygamberlik, hakikati ahmedi bakımından idi. hadisi şerifde, bildirilen bu peygamberlik idi ki, alemi emrde idi. isa aleyhisselam kelimetullah olduğu ve alemi emr ile bağlılığı çok olduğu için, resulullahın geleceğini, ahmed ismi ile müjdelemişdi. isa aleyhisselamın, dediğini saf suresi haber vermekdedir. dünyaya teşriflerinden sonraki peygamberliği, hakikati muhammediye bağlı idi. belki de, iki hakikate de bağlı idi. rabbi ya'ni terbiye edicisi, yetişdiricisi olan da, hem bu şan ve hem de şanın üstündeki mertebe idi. bunun için, bu mertebedeki da'vet, önceki mertebedeki da'vetden daha kuvvetli olmuşdur. çünki o mertebedeki da'veti, yalnız alemi emrde idi ve terbiyesi, yalnız a ya'ni ruhlara ve meleklere idi. bu mertebedeki da'veti ise, hem alemi halkda, hem de alemi emrdedir ve terbiyesi, hem maddeye, hem de ruhlaradır. bu dünyada, onun maddi tarafını meleki tarafından daha kuvvetli yaparak, insanlarla ilgisi çoğaltıldı. böylece, insanların faidelenmeleri kolaylaşdırıldı. allahü teala, sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem insanlık tarafını fazla açıklamasını emr buyurdu. mesela, kehf suresi, yüzonbirinci ayetinde mealen, onlara söyle! ben de sizin gibi insanım. bana vahy olundu buyuruldu. buyurulması, insanlığını kuvvetli bildirmek içindir. bu madde hayatından ka'be hayatına geçince ruhani tarafı çoğaldı. insanlara bağlılığı azaldı. dine çağırmak nuraniyyeti değişdi. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan birkaçı buyurdu ki, . evet, öyle oldu. çünki, görerek olan imanları, görmeden olan imana döndü. işleri, görmekden, işitmeğe kaldı. o yüce peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, ruhani tarafı öyle kuvvetlendi ki, insani tarafını büsbütün örtdü. alemi halkı, alemi emr halini aldı. bunun için, alemi halkından olanlar, kendi hakikatlerine döndüler. hakikati muhammedi de yükselerek, hakikati ahmediye ulaşdı. ikisi birleşdi. burada söylediğimiz iki hakikat, onun alemi halkının ve alemi emrinin te'ayyüni imkanileridir. te'ayyüni vücubileri değildir. te'ayyüni imkani bu te'ayyüni vücubinin zılli, görüntüsüdür. çünki te'ayyüni vücubi, yükselmez. iki te'ayyüni vücubi birleşmezler. isa aleyhisselam gökden inerek, ahır zeman peygamberinin dinine uyunca, onun hakikati, kendi makamından yükselerek, ona uyduğu için, hakikati muhammedinin makamına gelir. onun dinini kuvvetlendirir. bunun içindir ki, eski dinlerde, ülül'azm peygamberin vefatından sonra bin sene içinde, yeni bir peygamber gönderilirdi. bunlarla, o peygamberin dini kuvvetlendirilirdi. onun dininin zemanı bitince, başka bir ülül'azm peygamber ile yeni bir din gönderildi. muhammed aleyhisselam, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat sonuncusu olduğu için ve onun dini hiç değişdirilemiyeceği için, onun ümmetinin alimleri, peygamberler gibi oldu. islamiyyeti kuvvetlendirmek işi bunlara yapdırıldı. bunlardan başka, ülül'azm bir peygamber de, onun dinine sokuldu. onun dinini kuvvetlendirmek işi buna da verildi. hicr suresi dokuzuncu ayetinde mealen, kur'anı kerimi sana biz indirdik. biz onu elbette koruyucuyuz buyuruldu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, ümmetinden gönderilen alimlerin sayısı az ise de, bu islamiyyeti tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır. resulullah aleyhissalatü vesselam, hazreti mehdinin teşrif edeceğini haber vermişdir. bin sene sonra gelecekdir. isa aleyhisselam da, bin sene sonra, gökden inecekdir. bin sene sonra gelen evliyanın yükseklikleri, eshabı kiramın yüksekliklerine benzemekdedir. her ne kadar, peygamberlerden sonra, en üstün eshabı kiram ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılamaz gibi olmuşdur. belki de bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? bilinemez buyurdu. yoksa öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? bilmem buyurmadı. çünki, hangilerinin daha üstün olduğunu biliyordu. bunun için, buyurmuşdu. fekat, çok benzedikleri için, şübhe hasıl olduğundan buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in zemanından sonra, tabi'inin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zemanının yüksek olduğunu bildirdi. bundan sonra da tebei tabi'inin zemanının üstün olduğunu bildirdi. bunların da bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. sonra gelenlerin, eshabı kirama çok benzemesi nasıl olur? denilirse; şöyle cevab veririz ki, o iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda evliya rahmetullahi teala aleyhim ecma'in sayısının çok ve bid'at sahiblerinin az olduğu için olabilir. bunun için, sonra gelenler arasında birkaç evliyanın, o iki asrda bulunan evliyadan daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. mesela, hazreti mehdi rahmetullahi aleyh böyledir. farisi tercemesi: yine gelseydi eğer feyz, ruhülkudsden, isa mu'cizesi, görünürdü herkesden. fekat, eshabı kiramın zemanı, her bakımdan, daha yüksekdir. bunun üzerinde konuşmak bile lüzumsuzdur. önce gelenler, onlardır. na'im cennetinde yakın olanlar onlardır. başkalarının dağ kadar altın sadaka vermesi, onların bir avuç arpa vermesinin sevabına kavuşduramaz. allahü teala, dilediğini rahmetine kavuşdurur. kitabında, yukarıda sorulan yazıların daha üstünde yazılı bilgiler de, yukarıdaki cevabımızla açıklanmış oldu. ya'ni, ka'benin hakikati, hakikati muhammedinin ka'besidir, hakikati muhammedi buna secde eder, sözünün anlaşılması kolaylaşmış oldu. çünki, ka'benin hakikati, hakikati ahmedidir. bu ise, hakikati muhammedinin aslıdır. hakikati muhammedi, bunun zıllidir. bunun için, hakikati muhammedi buna secde eder. sual: ka'be, onun ümmetinin evliyasını tavaf etmeğe gelir. onların bereketlerine kavuşmak ister. ka'benin hakikati, hakikati muhammediden üstün olunca, bu tavaf işi nasıl caiz olur? cevab: hakikati muhammedi, muhammed aleyhisselamın mukaddes makamlardan indiği makamların en aşağısıdır. ka'benin hakikati ise ka'benin çıkabildiği en yüksek makamdır. hakikati muhammedi yükselirken, ilk çıkacağı yer, hakikati ka'bedir. onun yükselmesinin sonunu, allahü tealadan başka kimse bilemez. onun ümmetinin evliyasının rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yüksek olanları, onun sallallahü aleyhi ve sellem yükseldiği makamların hepsinden pay aldıkları için, ka'benin bunlardan birşeyler beklemesi, olmıyacak şey değildir. farisi tercemesi: toprakdan çıkan, gökleri aşdı. yer ile zeman, geride kaldı. kitabının o yerinde yazılı olan bir incelik de, böylece anlaşılmış oldu. ya'ni, ka'benin maddeden olan yapısı, herşeyin secde yeri olduğu gibi, ka'benin hakikati de, herşeyin hakikatinin secde etdikleri makamdır sözü anlaşılmış oldu. çünki, herşeyin hakikati, allahü tealanın sonsuz ismlerinden bir ismdir. bu ism, o şeyin varlığı ve varlıkda kalması için lazım olan her feyzin kaynağıdır. ka'benin hakikati, bu ismlerin üstündedir. bunun için, bu hakikat, herşeyin hakikatlerinin secde yeri olur. evliyanın büyükleri, hakikati ka'beden yukarı yükselir ve yukarıdaki nurları alarak, kendi hakikatlerine inerlerse, ka'be, onların bereketlerine kavuşmak ister. kitabında, ülül'azm peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü yükseklikleri de yazılmışdı. ya'ni birbirlerinden üstünlükleri bildirilmişdi. o yazılar keşf ve ilham ile idi. keşf ve ilham ise, tam bilgi değildir. onları yazdığım ve üstünlüklerini ayırdığım için pişman oldum. istigfar ediyorum. çünki, açık delil bulunmadıkça, o yolda konuşmak caiz değildir. estagfirullah ve etubü ileyh min cemi'i ma kerihallah kavlen ve fi'len! mektubunuzda yazıyorsunuz ki, evde iken sormuşdum, taliblere tesavvuf yolunu öğretirsem, iyi olur mu? demişdim. hayır olmaz buyurmuşdunuz, diyorsunuz. her bakımdan olmaz dediğimi hatırlamıyorum. şartlarına uymak lazımdır. şartlara uymadan öğretmek iyi olmaz demek istemişdim. şimdi de böyle biliniz! şartlara uymakda titiz davranınız! gevşeklik olmasın. bildirmek lazım olduğu istiharelerle açıkça anlaşılmadıkca, öğretmemelidir. kardeşimiz molla yar muhammed kadime rahmetullahi teala aleyh de bunu söyleyiniz. tarikati öğretmekde acele etmemesini sıkı tenbih ediniz. kazancı çoğaltmağı değil, allahü tealanın rızasını kazanmağı düşünmelidir. sık sık halinizi yazınız. talebenizden şikayet ediyorsunuz. kendinizden şikayet etmeniz lazımdır. onlarla öyle görüşüyorsunuz ki, sonu üzüntülü olmakdadır. buyurmuşlardır. onlarla senli benli olmamalıdır. arkadaşlık etmemeli, hikayelerle, latifelerle vakt geçirmemelidir. vesselam. ikiyüzonuncu mektub bu mektub, mevlana şekibi isfehaniye yazılmışdır. kitabındaki bir yazıyı açıklamakda ve nasihat vermekdedir: bu fakire kaddesallahü teala sirrehül'aziz lutf ederek gönderdiğiniz şerefli mektubunuzu okumakla sevindik. selametde olunuz. bu yolun büyüklerini seviniz. bu sevgi, ömrünüzün sermayesi olsun. kıyamet günü bu fakirlerin sevgisi ile diriliniz. fakirlikle övünen ve fakirliği, zenginlikden üstün tutan büyük peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hurmeti için, allahü teala, düamı kabul buyursun. ihsan buyurarak, kitabındaki şeyh ibni sekine kuddise sirruh hazretlerinin müridinin hikayesini yazıyorsunuz. şöyle ki, birgün, gusl abdesti almak için dicle nehrine dalmışdı. başını sudan çıkarınca, kendini nil nehrinde buldu. mısra geldi. burada evlendi. oğulları oldu. yedi sene sonra, gusl abdesti almak için nil nehrine daldı. başını çıkarınca, kendini dicle nehrinde buldu. evvelce, dicleye giderken, dicle kenarına koymuş olduğu elbiselerini, koyduğu gibi buldu. bunları giydi. evine geldi. zevcesi, karşılayıp, müsafirlerin için istediğin yemekleri hazırladım dedi. yavrum! bu hikayenin güç gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin, bir anda yapılması değildir. çünki, böyle şeyler çok görülmüşdür. peygamberlerin sonuncusu muhammed aleyhisselam, mi'rac gecesi göklere gidip, binlerle senelik yolları geçdikden sonra, geriye gelince, yatmış olduğu yerin daha soğumamış olduğunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarının durmadığını gördü. kitabında da, bu hikayenin sonunda bildirildiği gibi, allahü teala, zemanı genişletmekdedir. bu hikayenin güç olan yeri, bağdadda bir an olan kısa zeman, mısrda yedi sene uzamakdadır. mesela bağdadda o an, hicretin üçyüzaltmışıncı yılı ise, mısrda, o anda, üçyüzaltmışyedinci yıl olmakdadır. bu ise akla ve nakle uygun olmıyan birşeydir. böyle birşey, bir iki kimse için olabilir. başka başka şehrler ve başka başka yerler için olacak şey değildir. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehul'aziz hatırına şöyle geliyor ki, bu iş uyanık iken olmamışdır. bir rü'ya olabilir. bunu dinleyen kimse, rü'ya sözünü rü'yet olarak anlamış olabilir. uykuda olan, uyanık iken olmuş sanılmışdır. böyle yanlışlıklar, çok görülmekdedir. belki rü'yada görmüş ve rehberine rü'yada söylemiş, sonra çocuklarına anlatmışdır. kitabda, bu hikayeden sonra, muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehul'aziz hazretlerinden haber verdiği hikaye de, bunun gibidir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir.cesedi terbiye eden ruhdur. kalıbı terbiye eden kalbdir sözünün açıklanmasını istiyorsunuz. yavrum! bu sözlerin ikisi de, birşeydir. insandaki alemi halkdan olan maddelerin, alemi emrden olan latifeler tarafından terbiye edildiği bildirilmekdedir. cesed kelimesinin, ruh ile birlikde kullanılması adet olduğu için ve kalıp ile kalb kelimeleri de, birbirine benzediği için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazılmışdır. nasihat istiyorsunuz. yavrum! bu bozukluğum ve dünyaya dalmış halim ve bilgisizliğim ve başarısızlığım ile, size nasihat vermeğe kalkışmakdan haya ederim, utanırım. fekat, emri ma'rufdan kaçınmakdan da korkarım ki, hasislik ve alçaklık yapmış olmıyayım. bunun için, birkaç kelime yazmağa kendimi zorluyorum. yavrum! dünyada kalmak zemanı pek azdır. bu kısa zemanın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. pek azı kalmışdır. ahıret zemanı ise sonsuzdur. orada başa gelecek şeyler, bu birkaç günlük işlere bağlıdır. bundan sonra, ya sonsuz ni'metler, zevkler veya bitmez tükenmez azablar, acılar vardır. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici, bunları haber vermişdir. elbette olacaklardır. aklı olan kimsenin, durmadan çalışması lazımdır. yavrum! ömrün en kıymetli zemanları, boş yere geçdi. allahü tealanın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. şimdi, ömrün en kıymetsiz, başarısız zemanı kaldı. artık, bununla da, allahü tealanın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zemanda elden kaçırılanı, kuvvetsiz, kıymetsiz zemanda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sıkıntı ile, sonsuz rahat ve ni'metlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işlerimizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyamet gününde, allahü tealanın huzuruna ne yüzle çıkabiliriz? oraya ne özr ve behane götürebiliriz? bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? birgün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. kulaklardan gaflet pamuğunu çıkaracaklar. fekat, faidesi olmıyacak. o zeman pişmanlıkdan, utanmakdan başka yapılacak şey olmıyacak. ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli. yüzü ak olarak, allahü tealayı özliyerek can vermelidir. önce, i'tikadı düzeltmek lazımdır. dinden olduğu tevatür yolu ile, ya'ni çok kimselerin söylemesi ile zaruri olarak bilinen şeylere inanmak elbette lazımdır. bundan sonra, fıkh kitablarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak zaruridir. bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. fekat bu, kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmek, kimsenin görmediği gizli şeyleri görmek için de değildir. nurları, renkleri görmek için değildir. bunlar oyun, keyf verici şeylerdir. herkesin gördüğü şeyler ve renkler yetişmiyor mu ki, bunları bırakıp da, riyazetler, sıkıntılar çekerek, bilinmiyen şeyler ve renkler aranılsın? bu şeyler ve renkler de, o şeyler ve renkler de, hep allahü tealanın yaratdığı şeylerdir ve onun varlığını ve yaratıcı olduğunu gösteren işaretlerdir. bu madde aleminde bulunan güneş ve ay ışıkları, alemi misaldeki nurlardan, renklerden katkat daha üstündür. fekat, bunlar her zeman görüldükleri için ve alim de, cahil de gördüğü için, kıymet verilmiyor, herkesin bilmediği, görmediği nurlar aranıyor. farisi mısra' tercemesi: kapı önünde akan su, bulanık görünür! tesavvuf yoluna girmek, islamiyyetin inanılacak şeylerine imanı kuvvetlendirmek içindir. böylece iman, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdani olur ve kısaca inanmak yerine, etraflı ve derin iman hasıl olur. mesela, allahü tealanın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veya başkalarından görerek inanıyordu. tesavvuf yolunda ilerlemek nasib olunca, o düşünerek ve işiterek olan iman, şimdi bularak, anlıyarak hasıl olur. imanı olgunlaşır. inanılacak şeylerin hepsine de, böyle iman hasıl olur. tesavvuf yoluna girmenin ikinci faidesi, fıkhda bildirilen vazifeleri yapmakda kolaylık elde etmek ve nefsi emmareden ileri gelen güçlükleri yok etmekdir. bu fakir, iyi anladım ki, tesavvuf, islamiyyetin yardımcısıdır. islamiyyetden başka birşey değildir. böyle olduğunu, mektublarımda, kitablarımda açıkladım. bu iki faideye kavuşmak için, tesavvuf yolları içinden, ebu bekri sıddikın yolunu seçmek iyi ve daha uygundur. çünki, bu yolun büyükleri sünneti seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır. bunun için, sünnete yapışmak nasib olup da, ellerine birşeyler geçmezse üzülmezler, sevinirler. eğer ahval ve mevacide kavuşur, fekat sünnete yapışmakda gevşek davranırlarsa, o halleri, vecdleri hiç beğenmezler. hace ubeydüllahi ahrar hazretleri buyuruyor ki, ahval ve mevacidi bize verseler, fekat, ehli sünnet velcema'at i'tikadını içimize yerleşdirmeseler, kendimi mahv olmuş bilirim. eğer, ehli sünnet velcema'at i'tikadını verseler, ahval ve mevacid hiç vermeseler, hiç üzülmem. bundan başka, bu yolda, nihayetde kavuşulacak şeyleri, başlangıçda tatdırırlar. bunun için, daha ilk adımda, başkalarının, en son kavuşacaklarını ele geçirirler. arada yalnız icmal ve tafsil bakımından fark olur. ya'ni topluca, kısa ve açık, geniş olmak farkı vardır. bu yol, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem daha ilk sohbetinde öyle şeyler kazanmışlardır ki, ümmet arasındaki velilerin, bunlara, en sonda kavuşdukları bilinmemekdedir. bunun içindir ki, tabi'inin en üstünü olan, veysel karani rahmetullahi aleyh hazreti hamzanın katili olan vahşinin radıyallahü anhüma, resulullahın bir kerrecik sohbetinde bulunmakla yükseldiği mertebeye yetişememişdir. çünki sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. çünki, onların imanları, görerek kuvvetlenmişdir. bu ni'met, başkalarına nasib olmamışdır. farisi mısra' tercemesi: işitmek, görmek gibi olabilir mi? bunun içindir ki, bunların bir avuç arpa sadaka vermekle kazandıkları dereceler, başkalarının dağ kadar altın vererek kazandıkları dereceden katkat daha yüksekdir. eshabı kiramın hepsinin yüksekliği böyledir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. hepsini büyük bilmemiz lazımdır. hepsine iyi gözle bakmalı, hepsini sevmeli, övmeliyiz. çünki, eshabı kiramın hepsi adildir. islamiyyeti bildirmekde, hepsi ortakdır. birinin bildirdiği, ötekinin bildirdiğinden daha kıymetli değildir. kur'anı kerimi onlar topladı. ayeti kerimeler, herbirinin adaletine güvenerek, hepsinden, birer ikişer alınarak, bir araya getirildi. bir kimse, eshabı kiramdan birini kötülerse, bu sözü kur'anı kerime dokunur. çünki, birkaç ayeti kerime, ondan alınmış olabilir. bu büyüklerin aralarında olan çekişmelerin, muharebelerin iyi sebeblerle yapıldığını söylemeliyiz. nefse uymakla, kin ve inad ile olmadığına inanmalıyız. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh hazretleri, eshabı kiramı çok iyi tanıyordu. bu büyük alim buyurdu ki: allahü teala, o kanlara ellerimizi bulaşdırmadı. biz de, onlara dilimizi karışdırmıyalım!. imamı ca'feri sadık hazretlerinin de böyle söylediği haber verilmişdir. vesselamü evvelen ve ahıren. ikiyüzonbirinci mektub bu mektub, mevlana yar muhammed kadimi bedahşiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. mevlananın bir sözünü açıklamakda ve insanları kemale getirmek ve irşad etmek için lazım olan şartları bildirmekdedir: kıymetli kardeşim mevlana yar muhammed kadimin güzel mektubu geldi. bizleri sevindirdi. hak teala, sizi yüksek derecelerin en üstüne ve herkesi yükseltmeğe ve irşad etmeğe kavuşdursun. seçmiş olduğu peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam! sual: mevlana aleyhirrahme hazretleri, demişdir. böyle söylemek caiz midir? cevab: bu yolun yolcuları böyle şeyler çok söylemişdir. bir salik, ye kavuşunca, tecelli eden sureti, görünüşü, hak teala sanıyor. büyük alim imamı rabbani hace yusüfi hemedani hazretleri, bu görünenler, hep hayaldir. bu hayallerle, tarikatin çocuklarını yetişdirirler buyurmuşdur. biz de böyle söyleriz. tesavvufu öğretmek için, size izn verilmişdi. bunun üzerine, faideli birkaç şey yazıyorum. can kulağı ile dinleyin! davranışlarınızı buna göre ayarlayın: tesavvufu öğrenmek için bir talib yanınıza gelince, çok düşününüz! bu yoldan size istidrac yapılabileceğini, yıkılabileceğinizi göz önüne getiriniz! hele talebe gelince, içinizde bir sevinç, bir rahatlık duyarsanız allahü tealaya yalvarınız! ona sığınınız! çok istihare yaparak, ona tarikati öğretmek uygun olacağını ve istidrac ve yıkılmak olmadığını iyice anladıkdan sonra öğretiniz. çünki, allahü tealanın kullarına iş vermek ve onlarla uğraşarak kendi vaktini elden çıkarmak, ondan iznsiz caiz değildir. ibrahim suresinin birinci ayetinde mealen, buyuruldu. büyüklerden biri ölmüşdü. şöyle bir ses işitdi: . cevabını verdi. kullarımı niçin bana bırakmadın? gönlünü niçin bana vermedin? buyuruldu. size ve başkalarına verilen izn, şartlara bağlıdır. allahü tealanın razı olduğunu anlamadan, iş yapmamak birinci şartdır. şartsız, bağlantısız izn verme zemanı daha gelmemişdir. o zeman gelinceye kadar, şartları yerine getirmeği iyi gözetiniz! haberleşmemiz lazımdır. mire de böylece yazmışdım. ondan da bilgi alınız! o zemanın gelmesi için ve şartların sıkıntısından kurtulmanız için çalışınız! vesselam. ikiyüzonikinci mektub bu mektub, mevlana muhammed sıddiki bedahşiye yazılmışdır. suallerine cevabdır: arka arkaya iki kıymetli mektubunuz geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü teala, sonsuz ilerlemeler ihsan eylesin. peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha hurmetine bu düamı kabul buyursun! sual: tesarrufu kuvvetli olan bir rehber rahmetullahi aleyh, yaradılışı elverişli olan bir müridi, kendi tesarrufu ile, onun yaradılışında bulunan mertebenin daha üstüne çıkarabilir mi? cevab: evet çıkarabilir. fekat, onun yaradılışına uygun mertebelere çıkarabilir. ona uygun olmıyan mertebelere çıkaramaz. mesela, yaradılışı, musa aleyhisselamın vilayetinde olan bir müridin yaradılışında bu vilayet yolunun yarısına kadar yükselebilecek kuvvet varsa, tesarruf sahibi olan bir rehber, kendi tesarrufu ile, bu müridi, bu yolun sonuna kadar ulaşdırabilir. fekat, onu vilayeti museviden, vilayeti muhammediye geçirerek bu yolda ilerletmesi işitilmemişdir. sual: insandaki beş latifenin en latifi olan ahfa latifesi, hangi mertebede nefsi emmare gibi olur? alçaklıkda, aşağılıkda ona benzer? cevab: kardeşim! ahfa, latifelerin en latifi ise de, bir mahlukdur. sonradan yaratılmışdır. salik, mahluklar dairesinden dışarı çıkınca, vücub mertebelerinde ilerleyince, o mertebelerdeki zıllerin de asllarına varınca, sıfatların ve şanların sınırlarını aşınca, mümkin ve mahluk olan herşeyi, aşağı, kıymetsiz görür. mahlukların aşağısını da, latifini de aşağılıkda beraber görür. nefs ile ahfayı birleşmiş sanır. sual: sizden işitmişdim veya sizden işiten birisinden duymuşdum ki, ibadet ederken, allahü tealanın hazır olduğunu bilerek ibadet etmek, allahü tealaya kusur olur. köle gibi ibadet etmelidir. ya'ni, allahü tealayı hazır bilerek ibadet etmek, edebe uygun değildir buyurmuşdunuz. bunun açıklanmasını istiyorsunuz. cevab: yavrum! böyle birşey söylediğimi bilemiyorum. başka bir yerde görmüş olmalısınız. rü'yada adem aleyhisselamı gördüğünüzü yazıyorsunuz. çok iyidir. rü'yanız doğrudur. su görmek, ilm demekdir. eli suya sokmak, ilm edinecek kuvvet elde etmekdir. adem aleyhisselamı görmek de, bu ma'nayı kuvvetlendirmekdedir. çünki adem aleyhisselam, allahü tealadan öğrendi. bekara suresi, otuzbirinciayetinde mealen, buyuruldu. bu rü'yadaki ilm, kalb ilmidir. kalb bilgilerinden de, ehli beyte bağlı olanıdır aleyhimürrıdvan. buluşduğumuz zeman daha anlatırım. vesselam. mal sahibi, mülk sahibi, hani, bunun ilk sahibi? ikiyüzonüçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh ferid hazretlerine yazılmışdır. va'z ve nasihat vermekde, ehli sünnet alimlerine uymağı övmekdedir: allahü teala, sizi, zatınıza yakışmıyan herşeyden korusun! yüce ceddiniz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine düamı kabul buyursun! errahman suresinde, altmışıncı ayetinde mealen, buyuruldu. sizin ihsanlarınıza, hangi ihsanla karşılık yapacağımı bilemiyorum. ancak, mubarek zemanlarda, din ve dünya selametiniz için düa etmeğe çabalıyorum. elhamdülillah, elimde olmıyarak, bu vazife nasib olmakdadır. mükafat olabilecek başka bir ihsan da, va'z ve nasihatdir. eğer kabul buyurulursa, bizim için ne büyük ni'met olur. ey asil ve şerefli efendim! va'zların özü ve nasihatların kıymetlisi, allah adamları ile buluşmak, onlarla birlikde bulunmakdır. allah adamı olmak ve islamiyyete yapışmak da, müslimanların çeşidli fırkaları arasında, kurtuluş fırkası olduğu müjdelenmiş olan, ehli sünnet velcema'atin doğru yoluna sarılmağa bağlıdır. bu büyüklerin yolunda gitmedikçe kurtuluş olamaz. bunların anladıklarına tabi' olmadıkça, se'adete kavuşulamaz. akl sahibleri, ilm adamları ve evliyanın keşfleri, bu sözümüzün doğru olduğunu bildirmekdedirler. yanlışlık olamaz. bu büyüklerin doğru yolundan hardal danesi kadar, pekaz ayrılmış olan bir kimse ile arkadaşlık etmeği, öldürücü zehr bilmelidir. onunla konuşmağı, yılan sokması gibi korkunç görmelidir. allahdan korkmayan ilm adamları, hangi fırkadan olursa olsun, zındıkdırlar. yetmişiki bid'at fırkasının hepsi ehli sünnet değildir. bunların en kötüsü şi'iler ile vehhabilerdir. bunlarla konuşmakdan, arkadaşlık etmekden, kitablarını okumakdan, evlerine, köylerine gitmekden de sakınmalıdır. dinde hasıl olan bütün fitneler ve azılı din düşmanlığı, hep böyle zındıkların bırakdıkları kötülükdür. dünyalık ele geçirmek için, dinin yıkılmasına yardım etdiler. bekara suresinin onaltıncı ayeti kerimesinde mealen, hidayeti vererek, dalaleti satın aldılar. bu alış verişlerinde birşey kazanamadılar. doğru yolu bulamadılar buyuruldu. bu ayeti kerime, bunları bildirmekdedir. iblisin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zat, dedikde, demişdi. oradaki talebeden, mevlana ömer, iyi yaradılışlıdır. yalnız, kendisine arka olmak, doğruyu söylemesi için kuvvetlendirmek lazımdır. hafız imam da, aklını fikrini dinin yayılmasına vermişdir. zaten her müslimanın böyle olması lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. biliyorsunuz ki, bu fakir, söyliyerek ve yazarak, iyi kimselerle konuşmanın ehemmiyyetini anlatmağa uğraşıyorum. kötü kimselerle arkadaşlıkdan, bunların kitablarını okumakdan kaçınmasını tekrar tekrar bildirmekden usanmıyorum. çünki, işin temeli bu ikisidir. söylemek bizden, kabul etmek sizden. daha doğrusu, hepsi allahü tealadandır. allahü tealanın hayrlı işlerde kullandığı kimselere müjdeler olsun! zemanımızda, ingiliz casusları, mezhebsizler, zındıklar, din adamı şekline girdiler. hak sözü bilen ve söyliyen din adamı bulunmaz oldu. se'adete kavuşmak için, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumakdan başka çare kalmadı. hakikat kitabevinin bütün kitabları, ehli sünnet alimlerinin kitablarından toplanmışdır. bunları bütün müslimanlara tavsiye ederiz. ehli sünnet kitabları demek, dört mezhebden birinin kitabları demekdir. ihsanlarınızın çokluğu, bu yazılara sebeb oldu. başınızı ağrıtmak ve usandırmak düşüncesini unutdurdu. vesselam. ikiyüzondördüncü mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. dünya, ahıretin tarlasıdır. kafirlere, niçin sonsuz azab yapılacağı bildirilmekdedir: allahü teala, bir kimseyi hayrlı işlerde kullanırsa, ona müjdeler olsun! allahü teala, dünyayı ahıretin tarlası yapdı. tohumunun hepsini yiyen ve toprak gibi olan, yaratılışındaki elverişli haline ekemeyen ve bir daneden yediyüz dane yapmağı elden kaçırana yazıklar olsun! kardeşin kardeşden ve ananın yavrusundan kaçdığı o gün için, birşey saklamıyan, dünyada da, ahıretde de ziyan etdi. eli boş kaldı. dünyada da, ahıretde de pişman olacak, ah edecekdir. aklı olan, tali'li bir kimse, dünyanın birkaç yıllık hayatını fırsat bilir, ni'met bilir. bu kısa zemanda, dünyanın çabuk tükenen ve hepsinin sonu sıkıntı ve azab olan, geçici zevklerine, tadına aldanmaz. bunlarla vakti kaçırmaz. bu kısa zemanda tohumunu eker. bir dane iyi iş yaparak, sayısız meyveler elde eder. bekara suresi, ikiyüzaltmışbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, birkaç günlük iyi işe karşılık, sonsuz ni'metler verecekdir. allahü teala, çok ihsan sahibidir. sual: karşılığın katkat olması, iyiliklerdedir. kötülüklerin karşılığı bire birdir. böyle olunca, kafirlere kısa bir zemandaki kötülükler için, sonsuz azab yapması nedendir? cevab: dünyada yapılan işin karşılığının nasıl olacağını allahü tealadan başka kimse bilmez. insan bilgisi bunu anlıyamaz. mesela, muhsan olan bir kimseyi kazf edene seksen sopa vurulmasını emr eylemişdir. hırsızlık haddi olarak, hırsızın sağ elinin kesilmesini karşılık eylemişdir. zina haddi olarak evli olmıyanlara yüz sopa ile bir sene şehrden sürmek, evli olanlara, taş atarak öldürmek cezasını vermişdir. bu cezaların sebeblerini insanlar anlıyamaz. bunun gibi, kafirlere, kısa zemandaki küfr için, sonsuz azabı karşılık yapmışdır. geçici bir küfrün cezası, sonsuz azabdır. islamiyyetin bütün emrlerini aklına uygun getirmek istiyen, aklı ile isbata kalkışan kimse, inanmamış olur. onunla konuşmak akl işi değildir. farisi tercemesi: kur'an ile hadise, inanmazsa bir kişi, ona hiç cevab verme, konuşma bitir işi! fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz mektubunu getiren meyan şeyh ahmed, merhum şeyh sultan tehaniserinin kıymetli oğludur. babasına olan lutf ve ihsanlarınızı düşünerek bu fakiri araya koyarak, yüksek hiz metinizde çalışmak için gelmişdir. babasına olan ihsanlarınızdan biri, uşrlu bir yerin uşrunun ona verilmesini emr buyurmuşdunuz. emr sizdendir. hakikatde ise, herşey allahdandır. selam sizlere olsun ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat izinde bulunanlara olsun! çalışmakda, yükselmekdedir, hakkın rızası! tenbel olanın elbet gelir, bir gün belası. ikiyüzonbeşinci mektub bu mektub, mirza daraba yazılmışdır. kötü olan dünyanın ne olduğu bildirilmekdedir: yaradılışınızın iyi olduğunu gösteren, çok ince düşüncelerinizi açıklıyan kıymetli mektubunuz geldi. bir işe yaramıyan bu fakirleri okşayan yazılarınıza, allahü teala, habibi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat iyi karşılıklar ihsan buyursun! yavrum! bu dünyaya düşkün olanlar, mal, para peşinde koşanlar, büyük bir belaya yakalanmışlardır. büyük bir derde tutulmuşlardır. çünki, bu dünyada bulunan, allahü tealanın beğenmedikleri şeyler ve her pislikden daha kötü olan pislikler, bu kimselere güzel görünmekdedir. sevimli sanılmakdadır. necaseti yaldızlamak, zehri şekerle kaplamak gibidir. allahü teala insanlara akl verdi. akla bu alçak dünyanın kötülüğünü anlatdı. allahü tealanın beğenmediği şeylerin çirkinliğini gösterdi. bunun için, alimler buyurdu ki, bir kimse, öldükden sonra, malının zemanın en akllı olanına verilmesini vasıyyet etse, zahide vermek lazımdır. çünki zahid, dünyaya düşkün değildir. onun dünyaya kıymet vermemesi, aklının çok olduğunu gösterir. allahü teala çok merhametli olduğu için, yalnız akl şahidini vermekle kalmadı. ikinci ve nakli şahid olarak da peygamberleri aleyhimüsselam verdi. alemlere rahmet olarak gönderdiği peygamberleri ile aleyhimüssalevatü vettehıyyat, bu bozuk malın iç yüzünü kullarına bildirdi. o yalancı kahpenin cilvelerine aldanmamalarını, ona tutulmamalarını açıkça emr buyurdu. şaşmaz, doğru olan bu iki şahid var iken, bir kimse, şeker sanarak zehr yirse ve altına kavuşacağım diyerek necaseti avuçlarsa, elbette çok alçaklık yapmış olur. çok pis olduğunu göstermiş olur. peygamberlere aleyhimüssalevatü vettehıyyat inanmamışdır. müsliman olduğunu söylese de, münafık olur. onun müsliman görünmesi, ahıretde faide vermez. yalnız dünyada canını ve malını korumuş olur. bugün, kulaklardan gaflet pamuğunu atmalıdır. yoksa, ahıretde ah etmekden, pişman olmakdan başka yapılacak şey olmaz. halinizi sık sık bildiriniz! farisi tercemesi: canım yavrum! sana sözüm, yalnız şudur: körpeciksin, yolun da çok korkuludur. ikiyüzonaltıncı mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmış olup, evliyanın kerametini bildirmekdedir: herşeyi yokdan var edip, her an varlıkda durduran, canlıları besliyen, büyüten allahü tealaya hamd ederim. onun peygamberlerine ve bunların en üstünü olan muhammed aleyhisselama ve ona yakın olanlara, salat ve selam eylerim! dağlar, tepeler, dostlarla aramızda perde olduğundan, görünüşdeki uzaklık, buluşmağı, konuşmağı, anka kuşu gibi, ele geçmez bir şekle sokmuşdur. ara sıra yeni bilgileri yazıp, sevdiklerime yollamağı, acizane düşündüm. bunun için tektük gönderdiğim bilgilerden, usanmıyacağınızı ümmid ederim. kıymetli efendim! bugünlerde, her ağızda, evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in kerameti dolaşmakda, cahil halk, harika, keramet aramakda olduğundan, bu yolda, birkaç şey yazmağı uygun gördüm. lütfen dikkatli okuyunuz! vilayet ya'ni evliyalık, fena ve beka demekdir. bu dereceye yetişenlerde, harikalar, keşfler görülür. fekat, harikaların çok olması, vilayetin temamlığını ve olgunluğunu bildirmez. harikaları daha az olduğu halde, vilayeti daha kamil olanlar, çok görülmüşdür. harikaların çok olmasının sebebi ikidir: uruc ederken, pekçok yükselmek. nüzul ederken pekaz inmek. hatta, harikaların çok görünmesinin başlıca sebebi, ikincisidir. ya'ni yukarı makamdan aşağıya inmenin az olmasıdır. çünki, aşağı dereceye inen veli, sebebler alemine inmiş olur. her hadisenin bir sebeble hasıl olduğunu bilir. sebebleri yaratanın celle celalüh, eşyayı sebeblerle hareket etdirdiğini görür. halbuki, aşağı dereceye geri dönmiyen veya az inip, sebebler derecesine düşmiyen evliya, yalnız sebeblerin sahibini, sebeblere kuvvet ve te'sir vereni görüp, sebebleri göremez. allahü teala, herkese layık olanı, umduğunu verdiğinden, bu iki veliye başka dürlü ihsanda bulunur. sebebleri görenin işlerini, arzularını, sebeb ile yaratır. sebebleri görmiyene ise, sebebsiz verir. nitekim hadisi kudside, buyurulmakdadır. bu ümmetde, çok evliya gelip geçmişdir. bunların içinde muhyiddin seyyid abdülkadiri geylaniden kuddise sirruh hasıl olan harikalar kadar, hiçbirinden hasıl olduğu işitilmemişdir. bunun sebebi, uzun zemandan beri, zihnimi kurcalıyordu. bir dürlü anlıyamıyordum. sonra, hak sübhanehü ve teala bu bilmeceyi açıkladı. anlaşıldı ki, o büyük veli kuddise sirruh, evliyanın hepsinden daha yukarı çıkmış, inişde, ruh makamına kadar tenezzül etmişdir. ruh derecesi ise, sebeblerin bulunduğu alemin üstündedir. haseni basri ile habibi aceminin kuddise sirruhüma halini burada bildirmek uygun olur. şöyle ki, birgün, haseni basri, dicle kenarında gemi bekliyordu. habibi acemi çıkageldi ve dedi. deyince, habib, dedi. haseni basri ise, dedi. habib, gemiyi beklemeyip, su üzerinden yürüyüp karşıya geçdi. hasen ise, gemiyi beklemekde kaldı. çünki, sebebler alemine kadar inmiş olduğundan, onun işlerini, sebebler te'siri ile yapıyorlardı. habibi acemi ise, işlerin yaratılmasında, sebebleri görmediğinden, onun isteklerini sebebsiz olarak ihsan ediyorlardı. hasenin derecesi, habibin derecesinden daha yüksekdir. çünki, ndadır. ya'ni, aynülyakini, ilmül yakin ile birleşdirmişdir. hadiselerin husule gelmesini, olduğu gibi, doğru görmekdedir. allahü teala, kudretini, hikmet altında gizlemekde, herşeyi sebebler te'siri ile yapmakdadır. habibe gelince, o, aşkı ilahinin serhoşudur. sebebleri göremeyip, asl yapana bakmakdadır ki, bu görüşü yanlışdır. çünki, arada sebebler vardır. talibleri irşad etmek vazifesi, harikalar göstermenin aksinedir. çünki rehber, ne kadar çok inmiş olursa, irşadı o kadar kuvvetli olur. irşad edebilmek için, talib ile rehberin birbirine yakın olması lazımdır. bu da, rehberin aşağı dereceye ya'ni taliblerin derecesine inmiş olması ile olur. bir veli, ne kadar çok yükselirse, inişi o kadar çok aşağı olur. bunun içindir ki, peygamberlerin son geleni aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, hepsinden yukarı gitdi. inişde de, hepsinden aşağı geldi. bundan dolayı, onun da'veti, irşadı, hepsinden kuvvetli oldu ve bütün insanların peygamberi oldu. çünki inişi fazla olduğundan, mahluklara yakınlığı, daha çok oldu. böylece, kendisinden istifade, daha kolay oldu. tesavvuf yolunda, nihayete varmayıp, ortalarda bulunan veliler, taliblere, nihayete varmış da inememiş velilerden daha çok faideli oluyor. çünki ortalardakilerin hali, başlangıcdakilere daha uygundur. bunun içindir ki, şeyhulislam hirevi abdüllahi ensari buyurdu ki, eğer ebülhaseni harkani ile muhammed kassab bir şehrde bulunsaydı, sizi muhammed kassaba gönderirdim. çünki o, taliblere, harkaniden daha faideli olur. harkani, nihayete varmışdı. talibler, ondan, pek istifade edemezdi. ya'ni aşağı dönmiyen veli, nihayete varmakla, talibleri iyi yetişdiremez. fekat, nihayete varan veliler, geriye indikden sonra, kuvvetli ifade ve terbiye edicidir. çünki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, herkesden daha yükselmiş iken, ifade, terbiye etmesi, herkesden çok idi. görülüyor ki, ifadenin, terbiye etmenin azlığı, çokluğu iniş mikdarına bağlı olup, nihayete varıp varmamağa bağlı değildir. burada, dikkat edilecek bir incelik vardır ki, o da, velinin rahmetullahi aleyhim ecma'in, kendi vilayetini bilmesi lazım olmadığı gibi, kendisinden harika, keramet hasıl olduğunu bilmesi de şart değildir. çok olur ki, herkes onun kerametini görür. onun bu kerametlerden hiç haberi olmaz. ilm ve keşf sahibi olan evliyanın da, kendi kerametlerinden ba'zısını bilmemesi caizdir. ba'zan, bunların alemi misaldeki şekllerini, suretlerini bir anda, çeşidli memleketlerde, herkese gösterirler. uzak yerlerde, şaşılacak işleri yapdıkları görülür. halbuki kendisi, bunları hiç bilmez. hazreti mahdumi mevlana nureddini cami kuddise sirruh buyurdu ki, büyüklerden birine, çeşidli yerlerden gelen tanıdıkları, seni mekkei mükerremede gördük ve birlikde hac yapdık. başkaları da, seni bağdadda gördük ve birlikde şöyle şöyle şeyler yapdık derlerdi. halbuki, o kimse, o günlerde evinden çıkmamışdı ve o kimseleri görmemişdi. acaba niçin böyle söylüyorlar derdi. her işin doğrusunu, yalnız allahü teala bilir. daha fazla yazmağa lüzum yok. merak etdiğinizi, daha çok anlamak istediğinizi öğrenirsem, inşaallah, daha çabuk ve daha çok yazarım. vesselam. ikiyüzonyedinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmış olup, batının hali ne kadar bilinmezse, o kadar iyidir ve evliyanın keşflerinde hata olmasının sebebini, ile i ve dinde güvenilecek şeyin yalnız kitab ve sünnet olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd ederim ve peygamberlerin seyyidine aleyhimüsselam salat ve tertemiz akrabasına ve eshabına selam ederim! uzun zemandan beri, halinizi bildirmediniz. her ne şeklde olursanız olunuz, doğru yoldan sapmamalısınız. iman edilecek şeylerde ve ibadetlerde ve her işde, islamiyyetden kıl kadar ayrılmamağa, çok dikkat etmelisiniz. kalbin nisbetini korumak ve büyüklerimizin gösterdiği şeklde temizlenmesine çalışmak da, çok mühimdir. kalbin hali ne kadar gizli kalırsa, o kadar iyidir ve cehalet, hayret artdıkca, güzel olur. çünki, allahü tealaya aid bilgiler ve ismlerinden kalbe doğan ma'rifetler, tesavvuf yolunun ortalarında hasıl olup, nihayete doğru azalır. vasıl oldukdan sonra, büsbütün yok olur. allahü tealayı tanıyamamak ve ona kavuşamamakdan başka, hiçbir kazanç kalmaz. hele dünyaya, mahluklara aid keşflere , ne diyelim ki, zaten bunlar, çok vakt yanlış olur. böyle bilgilerin olması ve olmaması müsavidir. sual: evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in, mahluklara aid bilgileri, çok vakt yanlış oluyor ve kalbine doğan bilginin tersi, hasıl oluyor. mesela, bir kimsenin bir ay sonra öleceğini veya yolcunun geleceğini haber veriyorlar. bunlar olmuyor. bunun sebebi nedir? cevab: velinin kalbine gelen bilgi, haber verilen iş, çok def'a şartlara bağlı olur. o veli, o anda, o şartları anlıyamaz. o şeyin, şartsız olarak, her halde meydana geleceğini sanır. bundan başka da yazılı, ileride olacak bir işi, arife gösterirler. fekat o iş, değişdirilebilen, silinip yeniden yazılabilen şeylerdendir. gibidir. arif, o işin, bir şarta bağlı olduğunu, silinebilecek şeylerden olduğunu anlıyamayıp, elbette hasıl olacağını sanır ve gördüğünü haber verir. böylece, o iş de, hasıl olmıyabilir. işitdiğimize göre, cebrail aleyhisselam, bir gün, peygamberimize aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat gelip, bir gencin, yarın sabah, erkenden öleceğini haber verir. peygamber efendimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, bu gence acıyıp, huzuri se'adetlerine çağırır. ne isteği olduğunu sorar. der. emr buyurup, ikisini de hemen hazırlarlar. genç, o gece, odasında ailesi ile oturmuş, tatlı yanlarında iken, kapıya bir fakir gelip, der. genç, tatlının hepsini, fakire sadaka verir. sabah olunca, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, gencin ölüm haberini bekler. uzun zeman, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. gencin sağ ve keyf yapmakda olduğunu söylerler. hayret eder. o sırada, cebrail aleyhisselam gelir. ona sorar. cebrail aleyhisselam, der ve gencin yasdığı altında, büyük bir yılanı ölü olarak bulurlar. bu haber, bu fakire hoş gelmiyor. cebrail aleyhisselamın yanılmasını caiz görmiyorum. yahud, cebrail aleyhisselamın ma'sum olması, emin olması ve hiç yanılmaması, vahy şeklinde getirdiği şeylerdedir. ya'ni, allahü teala tarafından indirdiği şeylerde, yanlışlık ihtimali yokdur. bu genç için getirdiği haber ise vahy değildir. levhi mahfuzda görüp öğrendiği birşeyi haber vermişdir. levhi mahfuzda yazılı şeyler, silinip değişdirilebildiğinden, buradan öğrenilen haberler yanlış olabilir. allahü teala tarafından getirilen şeylerin ise, yanlış olmak ihtimali yokdur. şehadet ile ihbar arasında fark vardır. islamiyyetde, şahid olmak kabul olunur. haber vermeğe ise güvenilmez. kaza, ya'ni allahü tealanın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: , . birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz. ikincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir suretle değişmez, muhakkak yaratılır. kaf suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, kazai mübremi bildirmekdedir. kazai mu'allak için de, ra'd suresinde, mealindeki, otuzdokuzuncu ayeti kerime vardır. hocam, muhammed bakibillah kuddise sirruh buyurdu ki, seyyid abdülkadiri geylani kuddise sirruh, ba'zı kitablarında buyurmuş ki, kazai mübremi kimse değişdiremez. fekat ben, istersem, onu da değişdirebilirim. bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. hocamın bu sözü, uzun zemandan beri, zihnimi kurcalamışdı. nihayet, allahü teala, bu fakiri de, bu ni'meti ihsan etmekle şereflendirdi. bir gün, sevdiklerimden birine, bir bela geleceği, ilham olundu. bu belanın geri döndürülmesi için, cenabı hakka çok yalvardım. bütün varlığım ile, ona sığındım. korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. bu belanın, levhi mahfuzda kazai mu'allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. çok üzüldüm, ümmidim kırıldı. abdülkadiri geylaninin kuddise sirruh sözü hatırıma geldi. ikinci def'a olarak, tekrar sığındım, çok yalvardım. aczimi, zevallılığımı göstererek niyaz etdim. lutf ve ihsan ederek kazai mu'allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: birisinin şarta bağlı olduğu, levhi mahfuzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir. ikincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız allahü teala bilir. levhi mahfuzda, kazai mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazai mu'allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. bunu anlayınca, abdülkadiri geylaninin kuddise sirruh sözündeki, kazai mübremin, bu ikinci kısm kazai mu'allak olduğunu ve kazai mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, hakiki kazai mübremi değişdiririm demediğini anladım. böyle kazai mu'allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. ya, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? o sevdiğim kimseye, gelmekde olan belanın, bu son kısm kazadan olduğunu anladım ve hak sübhanehu ve tealanın bu belayı geri çevirdiği ma'lum oldu. allahü tealaya, bunun için çok şükr olsun! ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun ve bütün insanların en üstünü ve peygamberlerin sonuncusu olan muhammed mustafaya aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ona yakın olanların ve eshabının hepsine rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in salat ve selam ve tehıyyetler olsun! allahü teala, onu alemlere rahmet olarak gönderdi. ya rabbi! kalblerimizi onun sevgisi ile doldur. hepimizi onun yolunda bulundur! bu düaya amin diyenlere, allahü teala merhamet etsin! evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz kalbine gelen ilhamlardan ba'zısının yanlış olması, şundan da ileri gelir ki, ilham olunan bilgilere benziyen, ba'zı yanlış başlangıçlar, hatırına gelir. bunları doğru sanır ve ilham olunan şeylere karışdırır. böylece, ilham doğruluğunu gayb eder. ba'zan da, keşflerde, rü'yalarda, gizli şeyler, kendisine gösterilir. bunları gördüğü gibi olacak sanır. halbuki, onlara ma'na vermek, ta'bir etmek lazım geldiğini bilemez. bunun için, söylediği şeyler meydana çıkmaz. işte böyle sebeblerden dolayı, keşf ve ilhamlar, hatalı olmakdadır. hiç yanlış olmıyan, güvenilecek, yalnız kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. çünki her ikisi de, elbette doğru olan, vahy ile bildirilmişdir. ya'ni melek ile indirilmişdir. alimlerin söz birliği ve müctehidlerin ictihadı da, bu iki doğru kaynakdan alınmışdır. işte, islamiyyetin bu dört temeli dışında kalan bilgiler, her ne olursa olsun, bu dört esasa uygun ise, kabul edilir. uygun olmıyanlar, evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz ilmleri, ma'rifetleri, keşfleri olsa da, , kabul olunmaz. kitabının doksandördüncü sahifesinde diyor ki, edillei şer'ıyyenin dört olması müctehidler içindir. mukallidler ya'ni dört mezhebden birinde olanlar için delil, sened, bulunduğu mezheb reisinin ictihadı ve sözüdür. çünki mukallidler, ayetden ve hadisden ahkam çıkaramaz. bunun içindir ki, mezheb imamının sözü, nassa ya'ni ayete ve hadise uymuyor göründüğü zeman mezheb imamının sözüne uyulur. çünki ictihad istiyebilir. yahud, başka nassla değişmesi, te'vil edilmesi, yanlış birşey olması, nesh edilmiş olması mümkindir. bunları da ancak müctehid anlıyabilir. tesavvuf yolunda bulunanların vecd ve halleri, keşf ve ilhamları islamiyyet terazisi ile dartılmadıkca, on para etmez. kur'anı kerim ve hadisi şerif mi'yarı ile yoklamadıkça, kabul edilmez. evliyanın keşf ve ilham ile edindikleri ba'zı bilgilerinde yanlışlık bulunabileceğini işiterek, bu büyüklerin, islamiyyeti bildiren sözlerine inanılmaz demek, pek cahillik olur. bunların, kur'anı kerimden, hadisi şeriflerden ve din imamlarından verdikleri haberler şübhesiz sağlam ve doğrudur. mesela, abdülkadiri geylaninin rahmetullahi aleyh, sözü, keşf ve ilham olmayıp, islamiyyeti bildirmekdedir ve ehli sünnet alimlerinin yoludur rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. din bilgilerini, ilham, keşf sanıp, evliyanın sened, vesika değerindeki sözlerine inanmıyan kimse helak olur. tesavvuf yoluna girmek ve bu yolda ilerlemek islamiyyetin bildirdiği şeylere, kalbin yakin hasıl etmesi, hakiki imana kavuşması içindir ve islamiyyetin emrlerini kolaylıkla, seve seve yapmak içindir. bu ikisinden başka şeyler kazanmak için değildir. çünki, allahü tealayı görmek, ahıretde va'd edildi. dünyada görülemez. tesavvufcuların müşahede, tecelli diyerek övdükleri görünüşler, zıl ile, gölge ile avunmakdır. benzeterek, sanarak, boşuna sevinmekdir. allahü teala, dır. ya'ni ötelerin ötesidir. müşahede ve tecelli dedikleri görünüşlerin iç yüzünü bildirirsem, bu yola yeni girenlerin çalışmakdan vaz geçmelerinden, şevk ve heveslerinin gevşemesinden korkarım. fekat, hiç ağzımı açmazsam, bildiğim halde, herkesin yanlış şeyleri hakikat sanmalarına göz yummuş olmaklığımdan da korkuyorum. onun için, tekrar söyliyeyim ki, tesavvufcuların müşahedelerini, tecellilerini, kelimullah hazreti musanın ala nebiyyina ve aleyhisselam şahid olduğu, tur dağına olan tecelli ile karşılaşdırmalı. ona benzemeyince, gölgenin, hayalin, asl ve hakikat sanıldığı anlaşılmalıdır. o tecelliye benzemiyecekleri şübhesizdir. çünki, o ve onun tecellisi, mahluklara aid sıfatlardan, kaydlardan münezzehdir. bu dünyada ise, bu kaydlardan sıyrılmak mümkin değildir. ister kalbe tecelli olsun, ister dışarda tecelli olsun, bu kaydlar karışacakdır. hatemülenbiya aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalevatü vetteslimat, bundan ayrıdır. o, dünyada gördü ve kıl kadar değişmedi. evet, onun yolunda gidenlerin büyüklerine dünyada, bu ni'met nasib olur ise de, sayısız zıllerden, perdelerden birinin gerisinde olmakdadır. tecelliye kavuşan, bunu anlasa da, anlamasa da bunlara perdesiz tecelli olamaz. kelimullah aleyhi ve ala nebiyyinesselam kendine tecelli etmediği halde, tur dağına olan tecelliyi görünce bayıldı, düşdü. başkaları kim bilir ne olur? şunu da bildireyim ki, sevdiklerimizden birine, talebeyi yetişdirmek için, izn vermekden maksad, imanın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıkdığı, din bilgilerinin unutulduğu, bu fırtınalı zemanda, müsliman evladlarına allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikde, ilerlemesi içindir. bu inceliği iyi anlamalı ve ömrde geri kalan birkaç günlük fırsatda, çalışarak, talebe ile birlikde, ni'mete kavuşmalıdır. yoksa, bu izni, büyüklük ve olgunluk alameti sanıp, maksaddan mahrum kalmamalıdır. bizim vazifemiz bildirmekdir. vesselam. ikiyüzonsekizinci mektub bu mektub, molla davüde yazılmışdır. pirin hakkını gözetmeği bildirmekdedir: kıymetli kardeşim mevlana davüdün mubarek mektubu geldi. bizleri sevindirdi. hak teala, zahirinizi ve batınınızı, razı olduğu şeyleri yapmakla süslesin. sevgili peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam! kalbin çeşidli şeylere dağılması yüzünden, kalb için aldığınız dersi yapmakda ve büyüklerin yolunda ilerlemekde gevşeklik olmamalıdır. bir karartı ve bulanıklık olursa, allahü tealaya yalvararak, boynunuzu bükerek, ona sığınarak bundan kurtulmağa çalışınız. bundan kurtulmanın ikinci ilacı, bu ni'mete kavuşmanıza sebeb olana, sizi bu yolda yetişdirene tam bağlanmanızdır. bu büyük ni'mete kavuşduran zatın haklarını, edeblerini gözetmeğe çok çalışınız. onun rızasını kazanmağı, allahü tealanın rızasını kazanmağa vesile biliniz. kurtuluş yolu ancak budur. vesselam. kamış boşum dedi, şekerlendi, ağaç yükseldi, baltayı yedi. ikiyüzondokuzuncu mektub bu mektub, mirza ebrece yazılmışdır. insan, cahil olduğu için, bedeninin hastalığını gidermeğe çalışmakdadır. kalbin dünyaya düşkün olması hastalığından haberi bile olmadığı bildirilmekdedir: allahü teala, sizi ayblardan, kusurlardan korusun. sizi lekeliyecek şeylerden, geçmiş ve gelecek bütün insanların en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ecma'in minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha muhafaza buyursun! ey mes'ud ve temiz kardeşim! insanın bedenine bir hastalık gelince ve uzvunda bozukluk olunca, o hastalığı gidermek ve o bozukluğu düzeltmek için, o kadar uğraşır da, kalb hastalığı kendisini sonsuz ölüme ve bitmez tükenmez azablara sürüklediği halde, bu korkunç hastalıkdan kurtulmağı hiç düşünmemekdedir ve onu gidermek için hiç kıpırdamamakdadır. kalbin hasta olması demek, allahü tealadan başka şeylere tutulmuş olmasıdır. eğer, kalbin bu tutulmasını hastalık bilmezse, çok alçak kimsedir. eğer bilir de, aldırış etmezse, çok pisdir. bu hastalığı anlamak için, lazımdır. , kısa görüşlü olduğundan, ancak, görünüşe bakar. akli me'aş, dünyanın geçici lezzetlerine bakarak, kalb afetlerini hastalık bile saymadığı gibi, akli mu'ad da, ahiretde verilecek sevablara bakarak, bedendeki bozuklukları, hastalık saymaz. akli me'aş, kısa görüşlü, akli mu'ad keskin görüşlüdür. akli mu'ad, peygamberlerde aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyada bulunur. akli me'aşı, mala düşkün olanlar, dünyaya bağlı olanlar beğenir. aradaki farkı düşünmelidir. akli mu'adı kuvvetlendiren şeyler, ölümü düşünmek, ahıretde olacak şeyleri öğrenmek ve ahıret derdi ile şereflenmiş olanlarla birlikde bulunmakdır. farisi tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da. bedenin hastalığı, ahkamı islamiyyenin yerine getirilmesini güçleşdirdiği gibi, kalb hastalığı da, islamiyyete uymağı güçleşdirmekdedir. şura suresi, onüçüncü ayetinde mealen, ve bekara suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. görünen uzvların kuvvetden düşmesi, ibadeti güçleşdirdiği gibi, kalbde imanın za'iflemesi de güçleşdirmekdedir. yoksa, islamiyyetin her emrinde kolaylık vardır. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, ve nisa suresinin yirmiyedinci ayetinde mealen, allahü teala, emrlerinin hafif olmasını diledi. çünki, insanlar za'if yaratıldı buyuruldu. bu iki ayeti kerime de, sözümüzü isbat etmekdedir. farisi mısra' tercemesi: bir kimse kör ise, güneşin suçu ne? bunun için, bu hastalığı gidermek çok lazımdır. bunun mütehassısı olan hakimlere sığınmak farzı ayndır. resul, ancak haber verir. ikiyüzyirminci mektub bu mektub, şeyh hamidi bingaliye yazılmışdır. tesavvuf büyüklerinin yanıldıkları şeylerden birkaçını bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve eshabının hepsine selam ve düalar olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ecma'in. buradaki fakirlerin hali, hergün daha iyi olmakdadır. hergün daha çok şükr etmek lazım gelmekdedir. uzakdaki sevdiklerimizin de böyle olmalarını istiyoruz. azizim! bu hiç bilinmiyen yolda, yolcuların ayağı kayacak yerler çokdur. i'tikadda ve her işde, islamiyyetin ipinin ucuna yapışmak lazımdır. yanımda olanlara ve uzakda olanlara yapacağım nasihat, yalnız budur. aman, gafil olmayınız! bu yolda, yolcuları şaşırtan birkaç yanlışlığı yazıyorum. bu yanlışlıkların sebeblerini açıklıyorum. dikkat ile, düşünerek okuyunuz! başka yerlerde de, bunlarla ölçerek hareket ediniz! tesavvuf yolundaki yanılmaların birisi, salik, ya'ni yolcu, makamlara yükselirken, alimlerin sözbirliği ile yüksekliklerini bildirdikleri kimselerden kendini daha yüksek bulmasıdır. bu salikin makamı, bu büyüklerin makamlarından elbette aşağıdır. fekat salik, ba'zan kendini, insanların en üstünü oldukları meydanda olan peygamberlerin de aleyhimüssalevatü vetteslimat üstünde görür. böyle görmekden allahü tealaya sığınırız. birçoklarının böyle yanlış görmeleri şundandır ki, peygamberler ve evliyanın hepsi, önce, kendi varlıklarının mebdei te'ayyünü olan ismlere kadar çıkarlar. böyle çıkanlar olur. vilayet mertebesine kavuşur. sonra, bu ismlerde ve ismlerden, allahü tealanın dilediği makamlara yükselirler. fekat, bu yükselmelerde, hepsinin konak yerleri, vücudlerinin mebdei te'ayyünü olan ismlerdir. yükselirlerken, onları arayan, çok zeman, o ismlerde bulur. çünki o büyüklerin, yükselirken, tabi'i yerleri, bu ismlerdir. bu ismlerden, yukarı ve aşağı hareket etmek, sonradan te'sir eden kuvvetlerle olur. yaradılışı yüksek olan bir salik, o ismlerden yukarı ilerler. o ismlerin sahibleri olan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat kendini daha yukarı sanır. önce inanmış, iman etmiş olduğunu unutur. peygamberlerin yüksekliğinde, evliyanın üstünlüklerinde şübheye düşer. bu makam, saliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. bu zeman, salik, o büyüklerin, bu makamlardan sonsuza doğru yükselmiş olduklarını bilemez. o ismlerin, yükselirlerken, tabi'i yerleri olduğunu da bilemez. kendisinin, yükselirken, tabi'i yeri bulunduğunu, kendi yerinin, o büyüklerin yerleri olan o ismlerin altında ve çok aşağıda olduğunu düşünemez. bir kimsenin üstünlüğü, tabi'i yerinin yüksekliği ile ölçülür. o yer, kendi mebdei te'ayyünü olan ismi ilahidir. yine bunun içindir ki, büyüklerden birkaçı demişdir ki, arif yükselirken, büyük aracıyı arada bulmaz. o arada olmadan yükselir. hocam muhammed bakibillah kaddesallahü teala sirrehüma hazretleri, rabi'ai adviyyenin de, bunlardan biri olduğunu bildirmişdi. bunlar yükselirken, büyük aracının mebdei te'ayyünü olan ismden ileri çıkınca, berzahiyyeti kübranın arada kalmadığını sanıyorlar. , hakikati muhammediyyeye diyorlar. işin doğrusunu yukarıda bildirdik. bu yanılmaya, saliklerin kimisinde de, sebeb şu olmakdadır: salik, kendi mebdei te'ayyünü olan ismde seyr ederken, ilerlerken, büyüklerin mebdei te'ayyünleri olan ismleri de topluca geçmekdedir. çünki her ismde, bütün ismler kısaca bulunmakdadır. insanın, herşeyi kendinde bulundurması, mebdei te'ayyünü olan ismde, bütün ismlerin bulunduğu içindir. salik kendi isminde ilerlerken, büyüklerin ismlerini de kısaca geçerek, ismin sonuna gelir. kendinin daha üstün olduğunu sanır. görmüş olduğu ve hepsinin geçmiş olduğu, büyüklerin makamlarının, makamların aslı olmayıp, nümuneleri olduğunu anlıyamaz. bu makamda, kendini, hepsini toplamış ve onları kendinin parçaları sanarak, kendini daha yüksek görür. bayezidi bistami kaddesallahü teala sirrehül'aziz bunun için, dedi. aklı başında olmadığı için, bayrağının, muhammed aleyhisselamın bayrağından değil, o bayrağın görüntüsünden daha yüksek olduğunu anlıyamadı. kendi isminin hakikatinde, o ismin görüntüsünü görmüşdü. yine bunun için, kalbinin çok geniş olduğunu bildirdi. dedi. burada da, birşeyin görüntüsünü, kendisi ile karışdırdı. çünki allahü teala, arşa buyurdu. arifin kalbinin arş yanında ne kıymeti olur, ne mikdarı olur? arşda olan zuhurun yüzde biri kalbde görülmez. isterse arifin kalbi olsun. cennetde olan görmek, arşda zuhur edecekdir. bu söz, bugün tesavvufculardan birçoğuna ağır gelirse de, fekat yarın doğru olduğunu anlıyacaklardır. bu sözümüzü bir misal ile açıklıyalım: insanda elementler bulunduğu gibi, göklerden de benzerler vardır. insan, bütün bunların kendinde bulunduğunu düşünür. bütün elementleri ve gökleri kendi parçaları olarak görürse ve bu görüşü kendini kaplarsa, ben yer küresinden daha büyüküm ve göklerden daha genişim diyebilir. aklı olan kimse, bu sözü işitince, onun kendinde bulunan parçalardan daha büyük olduğunu, yer küresinin ve göklerin ise, onun parçaları olmadıklarını anlar. bunların benzerleri, onun parçalarıdır. o, bu parçaları olan nümunelerden daha büyükdür. yoksa, yer küresinin ve göklerin kendilerinden daha büyük değildir. birşeyin nümunesini, ya'ni benzerini, onun kendisi zan etdiği içindir ki, kitabının sahibi olan muhyiddini arabi kuddise sirruh, dedi. çünki, de ilahi hakikatler ile mahlukların hakikatleri vardır. bunun için, daha geniş olur dedi. halbuki, orada ancak, üluhiyyet mertebesinin zıllerinden, görüntülerinden bir zıllin bulunduğunu, o mertebenin hakikatinin bulunmadığını anlıyamadı. o mukaddes mertebe, azametli ve kibriya sıfatlıdır. cemi muhammedi bunun yanında hiç kalır. bir avuç toprak nerede, herşeyin sahibi nerede? şunu da söyliyelim ki, salik kendi rabbi olan ismde seyr eder, ilerlerken, üstünlükleri sözbirliği ile belli olan büyüklerden birkaçını, kendisi yüksek derecelere çıkardığını, onları ilerletdiğini zan eder. burası da, saliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. böyle sanarak, kendini daha yüksek bilmekden, böylece sonsuz felakete düşmekden, allahü tealaya sığınırız. büyük bir padişah, şerefli bir sultan, emrindeki bir valisine gider, vali yardımı ile, o vilayetin güzel yerlerini gezer ve kıymetli yerleri görürse, buna şaşılır mı ve vali, sultandan daha yüksek sanılır mı? olsa olsa, burada ufak birşeyde üstünlük düşünülebilir ki, hiç kıymeti yokdur. çünki, her çöpcü ve işçi, kendi işinin inceliğinde, büyük bir alimden ve başarılı bir fen adamından üstündür. fekat, bu üstünlüğün kıymeti yokdur. kıymetli olan üstünlük her bakımdan üstün olmakdır. alim ve fen adamı, bunun için yüksekdir. bu fakire de, böyle yanılmak çok oldu. yanlış görüşlere çok yakalandım. bu haller çok zeman sürdü. fekat, allahü teala korudu. önceki inancım hiç sarsılmadı. ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri i'tikadda hiç gevşeklik olmadı. bunun için ve bütün ni'metleri için, allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! ehli sünnet i'tikadına uymıyan görüşlere hiç kıymet vermedim. bu i'tikada uygun ma'nalar verdim. kısaca, şöyle anladım ki, bu görüş doğru ise, ufak birşeyde üstün olmağı gösterir. üstünlük allahü tealaya yakın olmakla ölçülür. bu yükselmenin çok olması da, kurbu, yakınlığı gösterir. o halde, niçin üstünlük ufak birşeydedir diyerek küçültülsün? bu sual doğru ise de, önceki kuvvetli iman yanında, böyle görüş, bu kuruntu yerleşemedi, yok oldu. hatta, bunun yerine, tevbe, istigfar ve allahü tealaya sığınarak, ehli sünnet i'tikadına uymıyan böyle keşflerin, görüşlerin hasıl olmaması için yalvardım, düa eyledim. birgün, böyle yanlış keşfler için beni kıyametde sorguya çekerlerse, azab ederlerse diye çok korkdum. bu korku beni kapladı. hiç rahatım kalmadı. allahü tealaya çok yalvardım. bu sıkıntım çok zeman sürdü. böyle bir zemanımda, bir velinin kabri yanından geçiyordum. bu üzüntümün çözülmesi için, o veliden yardım diledim. o anda, allahü tealanın lutfü, merhameti yetişdi. işin içyüzü, olduğu gibi açıklandı. alemlere rahmet olan, sonuncu yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat ruhaniyyeti hazır oldu. üzüntülü kalbi teselli buyurdu. anlaşıldı ki, allahü tealaya yakınlık, her bakımdan üstünlük ise de, sana hasıl olan yakınlık, senin rabbin olan ismi ilahi mertebesinin zıllerinden bir zılle olan yakınlıkdır. bu yakınlık ise, her bakımdan üstünlüğü bildirmez. bu makamın alemi misaldeki görünüşünü açıkladılar ki, hiç şübhem kalmadı. bütün kuruntular yok oldu. böyle şübhelere yol açan ve iyi ma'nalar verilmesi lazım olan, bu gibi bilgilerden birkaçını kitablarımda ve mektublarımda yazmışdım. böyle bilgilerin yanlış olmasına yol açan yerleri, allahü teala lutf ederek bildirince, bunları da yazarak, yaymak istedim. çünki, . böylece, herkes, bu bilgilerden, islamiyyete uymıyan fikrlere saplanmasın. bunlara saplanarak, doğru yoldan sapmasınlar. yahud da, inad ile ve gösteriş olarak, bu fakire sapık, cahil demeğe kalkışmasınlar. çünki, bu hiç bilinmiyen yolda, böyle güller çok açılmışdır. birçoklarını doğru yola çekmiş, kimisini de yoldan kaydırmışdır. yüksek babamdan kuddise sirruh işitmişdim ki, buyurmuşdu. vesselam. bir göz ki, nazarında, ibret olmasa anın, başının üzerinde düşmanıdır insanın. kulak ki, öğüt almaz, her dinlediği şeyden, akıtsan yeri vardır, kurşunu deliğinden. ikiyüzyirmibirinci mektub bu mektub, seyyid hüseyni mankpuriye yazılmışdır. tesavvuf yolunun üstünlüğünü bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve temiz olan aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! kıymetli kardeşim seyyid mir hüseyn, bu garibleri unutmamışsınız. başka yollardan birçok bakımlardan ayrılmış olan bu yüksek yolun edeblerini gözetmeği elden bırakmamışsınız. halbuki sizinle görüşmek, pek az nasib olmuşdu. bunları düşünerek, bu yüksek yolun birkaç üstünlüğünü ve ince bilgilerini ve yüksek ma'rifetlerini yazıyorum. evet, bu ince bilgilerin ve yüksek ma'rifetlerin işitmekle anlaşılmıyacağını biliyorum. fekat, bu ma'rifetleri, iki düşünce ile açıklıyorum: biri, yazılan kimse, bu işlerden uzak ise de, yaradılışda isti'dadı vardır. ikincisi, mektub görünüşde belli bir kişiye yazılmış ise de, gerçekde, bu işe yakın olan herkese yazılmış demekdir. sözü meşhurdur. kardeşim! bu yüksek yol, hazreti ebu bekri sıddikdan gelmekdedir radıyallahü anh. kendisi, peygamberlerden sonra aleyhimüssalevatü vetteslimat bütün insanların en üstünüdür. bunun içindir ki, bu yolun büyükleri, kitablarında, buyurmuşlardır. çünki, bu nisbet ya'ni bağlantı, huzur ve agahidir. ya'ni, allahü tealadan başka birşey düşünmemek demekdir. bu nisbet ve huzur da, hazreti ebu bekrin nisbeti ve huzurudur. onun huzuru, bütün huzurların üstünüdür. bu yolda, nihayet başlangıcda yerleşdirilmişdir. hace behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz, buyurdu. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! sual: başka yolların sonu, bunların başlangıcı olursa, bunların sonu ne olur? her yolun sonu, hak tealaya kavuşmak olunca, bunlar hakdan nereye ilerlerler? sözü meşhurdur. cevab: bu yolun sonu nasib olursa, dir. buna kavuşan, ye'se düşer. matluba kavuşmakdan ümmidsiz olur. bunu iyi anlamalı. çünki sözümüz, ancak işaretdir. bunu, yükseklerden az kimse anlıyabilir. hatta, en yükseklerin seçilmişleri anlıyabilir. bu büyük devlete kavuşmanın alametini, işaretini onun için bildirdim ki, bu yolun yolcularından yi söyliyenler var. matluba kavuşmakdan me'yus olanları da var. fekat, bu iki sözün birlikde olduğu söylenirse, nerde ise, böyle şey olamaz diyecekler. vaslı uryani diyenlere göre, ye', kavuşamamakdır. ye'se düşenler de, ayrılıkdır demekdedir. böyle sözler, hep, o yüksek makama varamamış olmak alametidir. olsa olsa, kalblerine o yüksek makamdan bir ışık gelmişdir. birçoğu, bunu vasl, kavuşmak sanmış, birçoğu da, ye'se kapılmışdır. böyle ayrı anlamalarının sebebi, isti'dadlarının, yaradılışlarının başka olmasıdır. birçoğunun yaradılışına uygun olan, vasldır. başkalarının yaradılışlarına da, ye's uygundur. bu fakire göre, yaradılışlarına ye's uygun olanlar daha iyidir. bununla beraber, o makamda kavuşmak ve kavuşmakdan ümmidsiz olmak, birbirinden ayrı değildir. ikinci sualin cevabı da, buradan anlaşılmış oldu. çünki, hiçbirşeye bağlı olmıyan vasl başkadır. vaslı uryani başkadır. vaslı uryani demek, bütün perdelerin kalkması ve bütün mani'lerin yok olmasıdır. perdelerin en büyüğü ve mani'lerin en kuvvetlisi çeşidli tecelliler ve başka başka görünüşler olduğundan, bu tecellilerin ve zuhurların temam olması, bitmeleri lazımdır. bu tecelliler ve zuhurlar, isterse mahluklarda görünsünler, isterse vücub aynalarında görünsünler, perde olmakda ayrılıkları yokdur. aralarında şeref ve rütbe bakımından ayrılık varsa da, bu salik bu farkı görmez. sual: yukarıdaki yazıdan, tecellilerin sonu olduğu anlaşılıyor. halbuki tarikat büyükleri, tecellilerin sonsuz olduğunu bildirmişlerdir. cevab: tecellilerin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda, ayrı ayrı, birer birer seyr olunduğu zemandır. böyle olan seyrde, zati tealaya kavuşulamaz. vaslı uryani olamaz. zati tealaya kavuşabilmek için, ismleri ve sıfatları kısaca ve topdan geçmek lazımdır. böyle olan seyrde, tecellilerin sonu vardır. sual: zati ilahinin tecellileri sonsuzdur demişlerdir. molla cami hazretleri kuddise sirruh kitabını açıklarken böyle buyurmuşdur. böyle olunca, tecellilerin sonu vardır demek nasıl doğru olur? cevab: zati ilahinin o tecellileri, şü'un ve i'tibarlardan ayrılmış değildir. bunlardan ayrı olan tecellilerin olduğu düşünülemez. bizim anlatmak istediğimiz şey, ister sıfatlı olsun, ister sıfatsız yalnız zati olsun, bütün tecellilerin bulunmadığı birşeydir. çünki o makamda, herhangi bir tecelli sözünü söylemek caiz değildir. çünki demek, birşeyin, ikinci veya üçüncü veya. sonsuz olan mertebelerde görünmesi demekdir. burada ise, hiçbir mertebe yokdur. uzaklık, uzunluk diye birşey yokdur. sual: bu tecellilere niçin zati denilmişdir? cevab: tecellilerde başka ma'nalar düşünülürse, tecellii sıfat denir. başka olmıyan ma'nalar düşünülürse, tecellii zat denir. bunun için, te'ayyüni evvel olan ve zatdan başka olmıyan vahdetin görünmesine, tecellii zat demişlerdir. biz ise, zati tealayı söylüyoruz. bu makamda, başka olsun, başka olmasın, hiçbir ma'nayı düşünmek, hiç olamaz. çünki bütün ma'nalar, kısaca ve topdan geçilmiş, zati teala hazretlerine kavuşulmuşdur. bu mertebede, kavuşmak sözü de, kavuşulan gibi anlaşılamıyan birşeydir. akl ile, düşünce ile anlaşılan kavuşmanın burada yeri yokdur. o mukaddes hazrete bu ma'na yakışmaz. çünki akla, düşünceye dayanan insan, aklın ermediği şeyleri anlıyamaz. sultanın eşyasını, ancak onun vasıtaları taşıyabilir. farisi tercemesi: anlaşılamıyan bir bağlılık hep, rabla insan arasında var elbet! bu yolun büyüklerinden hiçbiri, kendi yolunun sonundan haber vermemişdir. yolun başlangıcını bildirmişlerdir ki, yolun sonu, burada yerleşdirilmişdir. yollarının başında, sonu karışmış olunca, sonunun da, bu başlangıca uygun olması lazım olur. bu da, yalnız bu fakirin bildirmekle şereflendiği bir sondur. farisi tercemesi: padişah, kocakarı kapısına, gelirse, ey yeğit, sen buna şaşma! bundan dolayı, allahü tealaya sonsuz hamd ve şükrler olsun! kardeşim! ya bu yoldan veya başka yollardan, bu son mertebeye erişen pekazdır. eğer sayıları bildirilirse, bize yakın olanlar belki dağılmağa başlarlar. uzak olanların inanmamalarına hiç şaşılır mı? bütün bu ilerlemeler ve en son kavuşmalar, allahü tealanın sevgilisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat etemmüha ve ekmelüha sadakası olarak ihsan olunmakdadır. bu yüksek yola mahsus olan şeylerden biri:dır. vatanda ilerlemekdir. de denir. seyri enfüsi bütün tarikatlerde de var ise de, bu seyr, ya'ni ilerlemek, yolun sonunda olur. seyri afakinin konaklarını geçdikden sonra, bu seyre başlarlar. bu yolda ise, işe seyri enfüsi ile başlanır. bu seyr ile, seyri afaki de, birlikde gidilir. işte, bu seyrin başlangıçda yapılması, nihayetin başlangıca yerleşdirilmesidir. bu yola mahsus olanlardan başka biri de:dir. başkaları arasında, yalnız imiş gibi olmak demekdir. sefer der vatandan hasıl olur. sefer der vatan nasib olunca, başkaları arasında düşüncenin dağılması da, vatan gibi olan yalnızlığa sefer eder, gider. dışardaki zihn dağınıklığı, kalbe sızamaz. bu yalnızlık, başka tarikatlerde, sona varanlarda da hasıl olur. fekat, bu yolda başlangıcda hasıl olduğundan, bu tarika mahsus sayılmışdır. halvet der encümen demek, vatan gibi olan yalnızlığın kapılarını kapamak, pencerelerini örtmek demekdir. ya'ni, herkesin arasında, hiçbirini düşünmemek, kimse ile konuşmamakdır. yoksa gözleri yummak, kıpırdamamak değildir. bu yolda, bunlar yokdur. kardeşim! kendini bunları yapmağa zorlamak, yolun başında ve ortasındadır. sona varanların, bunlar için kendini zorlaması gerekmez. herkesin arasında iken kalbini toparlamış, gaflet arasında iken, huzurdadır. bunu yanlış anlamamalı. sona varanlar için, herkesin arasında olmakla, yalnız olmak birdir sanmamalıdır. doğrusu şöyledir ki, kalbinin huzurda olmasında yalnızlık ve galabalık birdir. böyle olmakla beraber, zahirini de, kalbi gibi yaparak, zahirini de tefrikadan, galabalıkdan kurtarırsa, elbet, daha iyi olur. allahü teala, müzzemmil suresinin sekizinci ayetinde, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat mealen, rabbinin esmai hüsnasını söyle ve insanlardan ayrıl, onunla ol! ondan başka hiçbir şeyi kalbinde bulundurma! buyurdu. çok zeman olur ki, insanların arasında bulunmak lazım olur. çünki, insanlara karşı olan haklar, vazifeler vardır. bunları yapmak lazımdır. bunları yapmak için, insan arasına karışmak iyi olur. fekat, kalbin allahdan başka şeyleri düşünmesi hiçbir zeman caiz değildir. çünki kalb, yalnız allahü teala için yaratılmışdır. insanın kalbini ve zahirini ikişer kısma ayırırsak, bu dört parçadan üçü, allah içindir. ya'ni kalbin iki kısmı da ve zahirin bir kısmı, allah içindir. zahirin ikinci yarısı, insanların haklarını ödemek içindir. bu hakları öderken de, allahü tealanın emrlerine uymak lazım olduğundan, bu yarım da, allahü teala için olur. her iş, onun içindir. öyle ise, ona ibadet etmelidir. ona sığınmalıdır. insanların yapdıklarının hepsini allahü teala bilir. bu yolda, cezbe sülukden öncedir. seyre ya'ni yolculuğa, alemi emrden başlanır. alemi halkdan başlanmaz. başka yolların çoğunda böyle değildir. bu yolda, cezbe makamlarında ilerlerken, süluk konakları da, geçilmiş olur. alemi emrde ilerlerken, alemi halk da geçilmiş olur. bu bakımdan da, bu yolun sonu, başlangıcında yerleşdirilmişdir denilirse yeri vardır. bu yolda, ilk ilerlemeler, son ilerlemelerle birlikde olur. yoksa, ilk seyri yapmak için, sondan tekrar başa gelinmez. sondaki seyr bitince, başdaki seyr yapılır sanmamalıdır. bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başıdır sanmak yanlışdır. sual: bu yolun büyükleri arasında, şöyle diyenler vardır: . bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başı olmakdadır. çünki, ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyati zatiyyeden önce olmakdadır. cevab: bunların ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyati zatiyyede seyrden sonra değildir. bu seyr ile birlikde, o seyr de yapılmakdadır. böyle olmakla beraber, ismlerde ve sıfatlarda seyr, ba'zı sebeblerden dolayı belli olmakda, tecelliyati zatide seyr, gizli kalmakdadır. bundan dolayı bu seyr biterek, ismlerde ve sıfatlarda seyr başladı sanılmakdadır. böyle sanmak doğru değildir. evet, vilayet mertebelerinde seyr temam oldukdan sonra, insanları hak tealaya çağırmak için, aleme geri inmek başlar. bu dönüşü, onların sonu bilerek, kendi başlangıcları olarak düşünebilirler. fekat, onun üstadları da, sonunda, böyle geri dönmekdedirler. bundan başka, başlangıç ve son demek, vilayetin başlangıcı ve sonu demekdir. bu geri dönüş ise, vilayet seyri değildir. da'vet ve teblig mertebesindendir. bu yol, yolların en kısasıdır. elbette kavuşdurucudur. hace behaeddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, . yine buyurdu ki, . bu düası, kabul buyuruldu. böyle olduğunu, hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin haber verdiği, kitabında yazılıdır. nasıl kısa olmasın ve neden elbette kavuşdurmasın? çünki yolun sonu, başında yerleşdirilmişdir. bu yola girip de, doğru ilerlemeyip, birşey kazanamayana yazıklar olsun! farisi mısra' tercemesi: bir kimse kör ise, güneşin suçu ne? evet, bir kimse, noksan olan birinin eline düşerse, tarikın günahı nedir ve o zevallı kimsenin suçu var mıdır? çünki sözün doğrusu, bu yolun yol göstereni kaddesallahü teala sirrehül'aziz kavuşdurucudur. yoksa kavuşduran, yol değildir. bu yolda, başlangıcda, zevk ve buluşlar vardır. sonunda tatsızlık, kavuşamamak vardır. ye's, böyle olur. başka yollarda, başlarken tatsız ve başarısızdır. sonunda tatlı ve kazançlı olurlar. bunun gibi, bu yolun başında, kurb, yakınlık ve şühud vardır. sonu ise, uzaklık ve mahrumlukdur. başka tariklerde ise tersinedir. yolların başkalığını buradan ölçmelidir ve bu yüksek yolun büyüklüğünü anlamalıdır! çünki kurb ve şühud ve tatlılık ve kazanç, uzaklığı ve ayrılığı gösterir. uzaklık, başarısızlık, tatsızlık ve kavuşamamak ise, yakınlığın çokluğunu bildirir. anlıyan anlar. bu gizli bilgi, şu kadar açılabilir ki, hiç kimseye kendinden daha yakın birşey yokdur. kendisine karşı, kurb, şühud, lezzet, birşey bulmak gibi kazançları yokdur. bunları başkasına karşı kendinde bulur. aklı olana, bu kadar işaret yetişir. bu yolun büyükleri, ahvali ve mevacidi, ahkamı islamiyyeye uydurmuşlardır. zevkleri, ma'rifetleri, din bilgilerinin hizmetçileri yapmışlardır. islamiyyetin nefis cevherlerini, çocuklar gibi, vecd ve hal, ceviz ve cam parçaları ile bir tutmazlar. tesavvufcuların, aslı olmıyan sözlerine aldanmazlar. islamiyyete uymıyan ve sünneti seniyyeye sarılmıyan kimselerde hasıl olan, adet dışı halleri beğenmezler ve istemezler. bunun için şarkı, çalgı ve raks, dans için izn vermezler. yüksek sesle zikr etmeğe bile cevaz vermezler. halleri, kazançları devamlıdır. vaktleri değişmez. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen, zati ilahinin tecellileri, bunlara her andır. çabuk yok olan huzura hiç kıymet vermezler. onların makamları, kazançları, huzurların, tecellilerin çok üstündedir. buna yukarıda işaret etmişdik. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, bu silsilei aliyyenin büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm gösteriş yapanlara, hoplayıp zıplayanlara benzemezler. onların kazançları büyükdür. bu yolda, yol göstermek, bilmek ve öğretmekle olur. külah vermekle ve babadan oğula kalmakla olmaz. başka tariklerde böyle olmakdadır. hatta son zemanlarda pirlik ve müridlik yalnız külah giydirmekle ve babadan kalmakla olur diyorlar. bunun içindir ki, birden ziyade üstad olmaz diyorlar ve yolu öğretene mürşid diyorlar. onu pir, ya'ni şeyh bilmiyorlar. pire lazım olan edebi, saygıyı ona göstermiyorlar. böyle yapmaları, çok cahil oldukları ve yetişmemiş oldukları içindir. bilmiyorlar ki, onların büyükleri, yolu öğretene de, sohbetle yetişdirene de üstad demişlerdir ve birden çok üstad olabilir demişlerdir. hatta, kendi üstadı hayatda iken de, başka yerden daha çok istifade edeceğini anlıyan bir kimse, ikinci bir üstada gidebilir. fekat, birincisini kötülememek şartdır. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bunun caiz olduğunu göstermek için, buhara alimlerinden, doğru fetva almışdır. evet, birinden iradet hırkası almış ise, başkasından iradet hırkası almaz. ikincisinden, bereketlenmek için hırka alabilir. fekat buradan, ikincisine hiç gidemiyeceği anlaşılmaz. birincisinden hırkai iradet alması ya'ni yoluna girmesi, başkasından öğrenmesi, üçüncüsünün de sohbetinde yetişmesi caiz olur. bu ni'metin üçüne de bir yerde kavuşursa büyük kazanç olur. öğrenmesi ve sohbetde yetişmesi, birçok yerden olması da caizdir. pir, ya'ni şeyh ne demekdir? pir, isteyene, allahü tealanın yolunu gösterendir. bu iş, öğretmekle başlar. tarikati öğreten, hem de islamiyyeti öğreten bir üstaddır. hırka veren, böyle değildir. bunun için, öğreticiye karşı çok edebli olmak lazımdır. üstad ismi, bunun hakkıdır. bu yolda, riyazet çekmek ve nefsi emmare ile cihad etmek, ah kamı islamiyyeye uymakla ve sünneti seniyyeye yapışmakla olur. çünki, peygamberlerin gönderilmesi ve kitabların indirilmesi, hep nefsi emmarenin isteklerini yok etmek içindir. çünki, nefsi emmare, allahü tealaya düşmanlık etmekdedir. nefsin isteklerini yok etmek, ancak islamiyyete uymakla olur. bir kimse islamiyyete ne kadar çok uyarsa, nefsin arzuları o kadar azalır. bunun içindir ki, nefse en zor gelen şey, en ağır gelen yük, islamiyyetin emrlerine ve yasaklarına uymakdır. nefsi ezmek için, islamiyyete uymakdan başka yol yokdur. sünneti seniyyeye uymadan çekilen riyazetlerin ve yapılan mücahedelerin hiç kıymeti yokdur. hindistandaki cukiyye ve berehmen denilen din adamları ve eski yunan felesofları böyle idiler. çekdikleri riyazetler, sapıtmalarını artdırdı ve onları zarara sokdu. bu yolda ilerlemek, üstadın tesarrufu, kuvveti ile olur. o sevk ve idare etmedikçe, hiç ilerliyemez. çünki nihayetin, başlangıcda yerleşdirilmesi, onun şerefli teveccühü, merhameti ile olur. anlaşılamıyan, bilinmiyen hallere, hep onun üstün, başarılı idaresi ile kavuşulur. gizli yol dedikleri, kendinden geçme hali, talibin elinde olmıyan birşeydir. zemansız, cihetsiz olan teveccüh talibin anlıyabileceği şey değildir. farisi tercemesi: öyle usta sürücüdür ki nakşibendiyye; yolcuları götürür gizli yoldan evlerine. bu büyükler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, birisini, bu yola sokmağa ve talibe az zemanda huzur ve agahlık kazandırmağa güçlü oldukları gibi, bunları geri almağa da, çok güçlüdürler. kalblerinin bir incinmesi, salikin bütün kazançlarını sıfıra indirir. evet, vermesini bilen, geri almasını da bilir. allahü tealayı gücendirmekden ve onun evliyasını gücendirmekden, allahü tealaya sığınırız. bu yüksek yolda, faide vermenin ve istifade etmenin çoğu, sessizce olur. buyurmuşlardır. kendilerini susmağa zorlamazlar. belki bu sessizlik, bu yolda, kendiliğinden olmakdadır. çünki daha başlangıcda, bu büyükler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zati ilahiyyeyi özlemekdedirler. ismleri, sıfatları bırakıp, zatı isterler. böyle olanların, elbette sesi çıkmaz. sözü de, bunu göstermekdedir. allahü tealaya hamd ederek ve sevgili peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem salat ve selam söyliyerek, bu yazımı temamlıyorum: elhamdü lillahi rabbilalemin vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihittahirin ve aleyhim ecma'in. vesselam. ikiyüzyirmiikinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. vilayetde kendini kusurlu görmek lazım olduğu bildirilmekdedir: ya rabbi! bizleri, beğendiğin işleri yapmağa kavuşdur. önce gelenlerin ve sonra geleceklerin en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat bizleri sana hep ita'at edenlerden eyle! büyüklerden biri buyuruyor ki, . bu, kusurları çok, pek muhtac olan kendimi iyi anlıyorum ki, sağ omuzumdaki melek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamışdır. allahü teala biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. içimden geleni söylüyorum. yine iyi anlıyorum ki, firenk kafiri, kendimden katkat daha iyidir. eğer sorsalar, cevabını verebilirim. yine iyi anlıyorum ki, hatalarla, kusurlarla çevrilmişim ve günahlarımın altında ezilmişim. yapdığım ibadetleri, iyilikleri, sol omuzumdaki melek yazsa, yeridir. sol omuzumdaki melek, hep yazmakdadır. sağ omuzumdaki ise işsiz, boş durmakdadır. sağdaki amel defterim bomboşdur. soldaki ise, dolu ve simsiyah olmuş. ümmidim yalnız allahın rahmetindedir. ancak onun magfiretine sığınıyorum. düasını kendime tam uygun görüyorum ki, ya rabbi! magfiretin, benim günahlarımdan daha genişdir. rahmetin, bence, amelimden daha ümmid vericidir demekdir. şaşılacak şeydir ki, yüksek derecelerde, durmadan gelen feyzler, ni'metler, bu kusurları görmeğe yardım ediyorlar. aybları görmek kuvvetini artdırıyorlar. , ya'ni kendini beğenmek yerine, aşağılık gösteriyorlar. yüksek yerde, , aşağı gönüllülük yolunu açıyorlar. bu an içinde, hem vilayetin en yüksek derecesini ihsan ediyorlar, hem de, kendini kusurlu görmeği sağlıyorlar. ne kadar çok yükselirse, kendini o kadar çok aşağı görüyor. çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeğe sebeb oluyor. yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. eğer, bunun içyüzünü anlamış olsalar, inanırlar. sual: birbirine uymıyan iki şeyin birarada bulunması nasıl oluyor? birbirinin tersi olan iki şeyden birinin bulunması, ötekinin bulunmasına nasıl sebeb olmakdadır? cevab: iki zıd şeyin bir arada bulunmaması, aynı zemanda, aynı yerde bulunamaması demekdir. yukarıda söylenilende ise, yerler başkadır. alemi emrin latifeleri yukarı yükselmekde, alemi halk ise aşağı inmekdedir. insanı kamilin latifeleri, ne kadar çok yükselirse, alemi halkdan o kadar çok uzaklaşırlar. bu uzaklaşma da, alemi halkın çok alçalmasına sebeb olur. alemi halk, çok alçalınca, salik o kadar çok tatsız olur. ayblarını, kusurlarını görmesi artar. bunun içindir ki, geri dönmüş olan büyükler, başlangıcda duydukları ve yolun sonunda elden kaçırmış oldukları lezzetlerin, yine gelmesini isterler. yine bunun içindir ki, , ya'ni yolun sonuna varmış olan, firenk kafirini kendinden daha iyi bilir. çünki, kafirin alemi emri ile alemi halkı karışık olduğundan, nurlu görünür. arifde bu karışıklık kalmadığı için, kendini yalnız alemi halk olarak görür. bu ise, başdan başa bulanık ve karanlıkdır. alemi emrin latifeleri geri gelince, artık alemi halka karışmazlar. başlangıçda olduğu gibi birleşmezler. kardeşim hace muhammed tahir ile gönderdiğiniz mektub geldi. rabıtanın hasıl olması büyük bir ni'metdir. uzakda iken de bağlılığın tam olduğunu göstermekdedir. buluşuncaya kadar, gönüllerin bir olmasını sağlayınız! bununla beraber, buluşmağa çalışınız. çünki ni'metin hepsi, ancak bir arada olunca ele geçer. veysel karani rahmetullahi aleyh gönlü olduğu halde, yanında olmadığı için, yanında olanlardan en aşağıdakinin derecesine yükselemedi. bunun için de, onun dağ kadar altın sadaka vermesi, bir avuç arpa sadakalarının sevabı gibi olamadı. hiçbir şeref, sohbet şerefi gibi olamaz! vesselam. ikiyüzyirmiüçüncü mektub bu mektub, hace cemaleddin hüseyni külabiye yazılmışdır. hallerini ve rü'yalarını bildirmesini istemekdedir: kardeşim hace cemaleddini hüseyn, çok zemandan beri, hallerini bildirmedi. işitmediniz mi, kübreviyye tarikatinin büyükleri rahmetullahi aleyhim ecma'in, hallerini ve rü'yalarını üç gün içinde şeyhine bildirmiyen müridi cezalandırırlar. bir daha böyle yapmasını önlerler. olan oldu; bir daha olmasa iyi olur. hasıl olan herşeyi yazınız! kıymetli kardeşimin oraya gelmesini büyük ni'met sayınız! hizmet etmek ve gönlünü kazanmak için çok çalışınız! onun mubarek sohbetinin kıymetini biliniz! farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineyi gösterdim sana! vesselam. ikiyüzyirmidördüncü mektub bu mektub, mir muhammed nu'manı bedahşiye yazılmışdır. edebleri gözetmek, fakre ve isteklere kavuşamamağa sabr etmek lazım olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşim seyyid mir muhammed nu'manın mubarek mektubu geldi. başında yazılı olanları ve kuruntu, sıkıntı bildiren yerleri anlaşıldı. birçokları size, zemanın en akıllısıdır diyormuş. kendisinden vazgeçemiyeceğiniz, görüşmeyi kesemiyeceğiniz kimselerle aranızda böyle sözler olmasını önliyemezsiniz! böyle şeyler söylendiği için, gönlümüzün size karşı bulanacağını, incineceğimizi düşünmeyiniz! nerde kaldı ki, kalbimiz kırılmış olsun. bize hep iyi görünmekdesiniz. hatalarınız gözümüze çarpmıyor. hiç üzülmeyiniz! bizim de üzüleceğimizi sanmayınız! kalbimizde size karşı hiçbir kırıklık yokdur. niçin kırılalım? ortada kalb kıracak hiçbirşey yokdur. insanlık dolayısı ile, unutarak, şaşırarak yapılan şeyler, göze görünmez. incinmeği hatırdan çıkararak, tarikati öğretmeğe ve talebeye faideli olmağa çalışınız! istihare yapılmasını istemek, bu işi kuvvetlendirmek içindir. yoksa, gevşetmek için değildir. mel'un şeytan ve kötü nefs gibi iki düşman, pusuda beklemekdedirler. bunun için titiz ve önem vererek davranmalıyız! aldatarak yoldan sapdırmaması için uyanık olmalıyız! kötülükleri süsleyerek güzel göstermelerine aldanmamalıyız! büyükler buyuruyor ki, mel'un iblis ibadet yolundan ve nasihat yapdırarak insanı aldatırsa bundan kurtulmak çok güç olur. bunun için her an allahü tealaya sığınmalıyız! ona boyun bükmeliyiz! düşmanın bizi bu yoldan yıkmaması için, kırık kalble ve göz yaşı ile hak tealaya yalvarmalıyız! insanları sonsuz se'adete kavuşdurmak en iyi işdir. bundan da vaz geçmemelidir. bu yolda hem çalışmalı, hem de istidrac olmaması için hak tealaya yalvarmalıdır. fakr, ihtiyac ve isteklerine kavuşmamak, bu yolun zinetidir ve dünya ve ahıretin efendisine benzemekdir aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. hak teala, çok merhametli ve ihsanı bol olduğundan, kullarının rızkına kefil olmuşdur. ya'ni kendi üzerine almışdır. bizi ve sizi bu düşünceden kurtarmışdır. evde bulunanların sayısı çok ise rızkı çok gönderir. biz kullar, bütün düşüncemizi, bütün gücümüzü hak tealanın razı olduğu şeyleri yapmak için kullanacağız. evdekilerin yükünü onun ihsanına bırakacağız. buluşduğumuz zeman bunun üzerinde daha konuşuruz. sizin yanınızdan gelenlerden işitdiğimize göre, size karşı üzüntülü olduğumuzu, daha hala düşünüyormuşsunuz. bu sebeble çok üzülüyormuşsunuz. bunun için tekrar ve kuvvetle bildiriyorum ki, böyle düşünmekden vaz geçiniz. molla yar muhammed kadime nasihat ve va'z olarak yazdıklarımızı uygun bulmamış olacak ki; cevab yazmadı. hatta, bu yüzden düa bile göndermedi. belki bundan üzülecekdir. bu fakire bağlı olanlardan biri yanlış, bozuk bir şey yapınca, bu kendisine bildirilmezse ve yanlışları doğrulardan ayrılmazsa, vazife yapılmış olmaz ve ahıretde sorulunca altından kalkılamaz. ona söyleyiniz. farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. yol göstermek, insanları hak tealaya çağırmak makamıdır. çok yüksek bir makamdır. hadisi şerifdir. cahil, aciz kimselerin bu yüksek makamda ne işi vardır. farisi tercemesi: her dilenci, olur mu bir kahraman, nerde sivrisinek, nerde süleyman? yol göstermek için, talebenin hallerini, makamlarını ayrı ayrı, inceden inceye bilmek lazımdır. müşahedelerin, tecellilerin hakikatini anlamak ve keşflere, ilhamlara kavuşmuş olmak ve rü'yaların ta'birlerini anlamak lazımdır. böyle kamil olmayanlar bu yüksek makama yakışmaz. böyle olmakla beraber, bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm yol göstermek makamına yetişmeyen birine ba'zı faideleri düşünerek, izn verirler. yolculuğu öğretmek için vazife verirler. onların hallerini ve rü'yalarını teftiş eder. izni verenin, izn verilene nasihat etmesi, çok ihtiyatlı hareket etmesini söylemesi ve tehlükeli olan yerleri göstermesi ve kendisinin daha bu makama yaklaşmamış olduğunu bildirmesi lazımdır. kendisinin noksan olduğunu, çok sıkı olarak anlatmalıdır. bu hakikatleri ona bildirmezse, vazifesini yapmamış olur. eğer sözleri ona ağır gelirse, yıkılmasına sebeb olur. çünki allahü tealanın rızası, rehberin rızasına bağlıdır. allahü tealanın beğenmemesi de, rehberin beğenmemesine bağlıdır. ne büyük beladır ki, ayrılmanın kötülüğü nerelere varıyor. ayrılırsa, acaba nereye sığınacak. eğer allah göstermesin böyle bir düşünceye yakalandı ise, kendisine söyleyiniz ki, hemen tevbe ve istigfar etsin! böyle büyük belalara ve tehlükelere düşmemesi için, allahü tealaya yalvarsın! allahü tealaya çok hamd ve şükr olsun ki, sevdiklerimizin saygısızlıkları ve sıkıntı vermeleri, gönlümüze hiç toz kondurmamakda ve bizi üzmemekdedir. bizim halimizi ve durumumuzu, kıymetli kardeşim mevlana muhammed salih rahmetullahi aleyh sizlere uzun uzadıya anlatacakdır. iyi anlaşılmayan yerleri kendisinden sorarsınız. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzyirmibeşinci mektub bu mektub, molla tahiri lahoriye yazılmışdır. bu yolun başında olanlara, sondakilerin halleri ihsan olunur. bunun olgunluk alameti olmadığı bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ederiz. onun peygamberine ve aline ve eshabına salat ve selam eyleriz! kıymetli mektublarınız, ard arda geldi. talebenin ilerlemekde oldukları, bizi çok sevindirdi. bu yolun sonu başlangıçda yerleşdirilmiş olduğundan, bu yüksek yola başlayanlarda, sona varmış olanların hallerine benziyen haller hasıl olur. bunların hallerini, o büyüklerin hallerinden ayırmak güçdür. ancak, keskin görüşlü arif ayırabilir. böyle olunca, hallerin görülmesine güvenerek, hal sahibine yol gösterici olarak izn vermemelidir. izn verilirse, onun zararı, talebelerinin zararından daha çok olur. belki de, kendini olgun sanarak, ilerlemesi büsbütün durur. belki de, büyüklere nasib olan mevkı' ve saygıya kavuşmak arzusu, onu büsbütün belaya sokar. çünki nefsi emmaresi, daha imana gelmemişdir ve tezkiye bulmamış, temizlenmemişdir. olan olmuşdur. icazet, izn verdiğiniz kimselere, tatlılıkla anlatınız ki, böyle izn almak, olgunluğu göstermez. daha yapılacak çok iş vardır. işin başında ele geçenler, sondakilerin başlangıca yerleşdirilmesindendir. uygun gördüğünüz nasihatları yaparsınız. eksik olduklarını kendilerine bildiriniz. icazet vermiş olduklarınızın yol öğretmelerini önlemeyiniz. belki, sizin nefesinizin bereketi ile, hakiki rehber olmakla şereflenebilirler. bu büyük işe başlamış bulunuyorsunuz. mubarek olsun. çok çalışınız! sizin çalışmanız, taliblerin de çalışmalarını artdırır. vesselam. ikiyüzyirmialtıncı mektub bu mektub, kardeşi meyan şeyh mevduda yazılmışdır. dünyanın kısa sürdüğü, buna karşılık olan azabın sonsuz olduğu bildirilmekdedir: kardeşimin kıymetli mektubu geldi. bizleri sevindirdi. kardeşim! allahü teala, bize ve size başarılar versin! dünya hayatı çok kısadır. sonsuz azablar, buna karşılıkdır. bu zemanı, lüzumsuz, boş şeyleri ele geçirmekde kullanan ve böylece sonsuz acılara yakalanan kimseye yazıklar olsun! kardeşim, insanlar, dünya kazançlarını bırakıp, her yerden, karıncalar gibi, çekirge sürüleri gibi yanımıza üşüşüyor. siz ise, bir evden olmak şerefinin kıymetini de düşünmiyerek, dünyanın alçak kazançlarına, seve seve dalmakdasınız. onlara kavuşmak için çabalıyorsunuz. hadisi şerifdir. kardeşim! allah adamlarının böyle toplanması ve bugün serhendde nasib olan allah için toplanmalar, bütün dünya dolaşılsa, bu ni'metin yüzdebiri bulunmaz. buradaki kazançlar ele geçmez. siz, bu ni'meti, boş yere elden kaçırdınız. çocuklar gibi, kıymetli cevherleri, cam parçaları ile ve cevizlerle değişdirdiniz. farisi mısra' tercemesi: utanmalı, binlerle utanmalı! kardeşim! bu fırsat, bir daha ele geçmez. fırsat bulunsa da, böyle toplantılar bulunamaz. o zeman, bu ni'meti, nasıl ele geçirirsin? elden kaçırılanı nerden bulabilirsin? zararları, ne ile yerine koyabilirsin? yanılıyorsunuz! yanlış anlıyorsunuz. tatlı, yağlı lokmalara gönül kapdırmayınız! süslü, renkli elbiselere aldanmayınız! bunlara düşkün olmanın sonu, dünyada da, ahıretde de pişman olmakdır, inlemekdir. eşin, dostların gönüllerini yapmak için, kendini belaya sokmak ve ahıretin sonsuz azablarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir. allahü teala, akl versin ve gafletden uyandırsın! kardeşim! dünyanın vefasızlığı dillerde dolaşmakdadır. dünyaya düşkün olanların alçaklıkları, cimrilikleri herkesce bilinmekdedir. kıymetli ömrünü, böyle faidesiz, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun! haberciye ancak haber vermek düşer. vesselam. ikiyüzyirmiyedinci mektub bu mektub, molla tahiri lahoriye yazılmışdır. yol göstermek makamına lazım olan va'z ve nasihatları bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. oradaki kardeşlerimizin zevklerini ve lezzet aldıklarını yazıyorsunuz. çok sevindik. kardeşim! hak tealanın size ihsan etdiği bu makam için çok şükr ediniz! halkı kendinizden soğutacak bir şey yapmamak için çok dikkat ediniz! yoksa, büyük günaha girersiniz. insanları kendinden kaçırmak, melamilik yoludur ki, emri ma'ruf ile ilişkileri yokdur. hatta, melamilik, bu makamın tam tersidir. bu iki makamı birbiri ile sakın karışdırmayınız! bu makamda iken melamilik yapmak istemeyiniz. zulm etmiş olursunuz. talebe yanında, temiz, iyi giyinmiş olunuz. onlara çok sokulmayın, aralarına karışmayınız! kendinizi küçültmüş olursunuz. sizden istifade edemezler. her sözünüzün, her işinizin islamiyyete uygun olmasına çok dikkat ediniz! elden geldiği kadar ruhsatlardan sakınınız! ruhsatları yapmak, hem bu yolumuza uygun değildir. hem de, sünneti seniyyeye yapışalım demeğe yakışmaz. büyüklerden biri, buyurdu. çünki, ariflerin iyi işlerini göstermeleri, talebeyi allahü tealaya çekmek ve onlara öğretmek içindir. bunun için, avamın halis, allah için olan işlerinden daha faideli ve daha sevab olur. talebe, ariflerin işlerini göre göre öğrenirler ve yaparlar. arifler rahmetullahi aleyhim amellerini, ibadetlerini onlara göstermezlerse, öğrenemezler. demek ki, arifler talebeye göstermek ve öğretmek niyyeti ile yapdıkları için, bu gösterişleri, allah rızası için olmakdadır. ya'ni ihlas olmakdadır. hatta, ihlasdan daha iyi olmakdadır. çünki ihlasın faidesi, kendinedir. bu sözümüz yanlış anlaşılmasın. ariflerin her işlerinin, her ibadetlerinin talebeye gösteriş olmak için yapıldığı, ibadet etmek, kendilerine lazım değildir sanılmasın! allahü teala korusun! böyle düşünmek zındıklık olur. ilhad, ya'ni doğru yoldan ayrılmak olur. arifler de talebe gibi, ibadet yapacakdır. hiçbir kimse ibadet yapmakdan kurtulamaz. böyle olmakla beraber, ariflerin ibadetlerinden talebenin faidelenmesi de düşünülür. bunun için, siz de, sözlerinize ve işlerinize çok dikkat ediniz! çünki, bu zemanda çok kimse, tesavvuf yoluna girmek istiyor. bu makama yakışmıyan birşey yapmakdan çok sakınınız! cahillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! her işinizin islamiyyete uygun olması için, allahü tealaya yalvarınız! başka yolların büyüklerinin nisbetleri hasıl olduğunu yazıyorsunuz. bunun neden olduğunu, size uzun anlatmışdım. bunlardan başka şeyler olduğunu sanmayınız! sonra iyi olmaz. daha yazmağa lüzum yok. vesselam. ikiyüzyirmisekizinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana yazılmışdır. öğretmek, insanları yetişdirmek için lazım olan birkaç şeyi bildirmekdedir: kıymetli seyyid kardeşimin mubarek mektubu geldi. bizleri sevindirdi. kardeşim! size çok bildirdim ki, bu yol iki temel üzerine kurulmuşdur: birincisi, islamiyyete uymakdır. öyle ki, islamiyyetin bir edebini elden kaçırmağa gönlü razı olmamalıdır. ikincisi, yol göstereni sevmek ve ona öyle bağlanmakdır ki, onun her şeyini beğenecekdir. onun her sözünü, her işini güzel görecekdir. allahü teala korusun. bu iki temel işde ufak bir sarsıntı olmasın! allahü tealanın ihsanı ile, bu iki temel sağlam olursa, dünya ve ahıret se'adetleri ele girmiş demekdir. bunlardan sonra lazım olan şeyleri de, siz çok işitdiniz. bunları da gözetmelisiniz! şimdiye kadar olan kusurların bağışlanması için de, allahü tealaya çok yalvarınız! ramezanı şerifin son on günü yapamamış olduğunuz i'tikafın kazası olmak için niyyet ederek, önümüzdeki zilhicce ayının ilk on günü i'tikaf ediniz. böyle niyyet ederek, sünnet sevabına kavuşursunuz. bu i'tikafda, allahü tealaya, boyun bükerek, ağlıyarak, sızlayarak, kusurların afvı için çok yalvarınız! fakir de kuddise sirruh bu on günde, size yardımcı olmağa çalışacağım. inşaallahü teala. izn verdiğimizi yazılı olarak da istiyorsunuz. bunun üzerine çok düşüyorsunuz. size izn verilmişdir. eğer bu izn yetişmezse, yazılı iznin ne faidesi olur. her akla gelenin yapılması lazım gelmez. akla öyle şeyler gelir ki, onları yapmamak daha iyi olur. nefs, inadcıdır. istediğinden vaz geçmez. ona elbette kavuşmak için diretir. onun iyi mi, kötü mü olduğunu hiç düşünmez. gönlünüzü kırmamak için, izn olarak, birkaç kelime yazdım. hak teala, faideli eylesin! kendinizi, son nefesde iman selametine kavuşmanızı düşününüz! icazetname ve müridler, o anda işe yaramaz. kendi işinizi yaparken, eğer bir kimse, candan istekle gelirse, ona tarikatı öğretirsiniz. öğretmeği birinci vazife sanıp, kendi işinizi, bunun gerisinde bırakırsanız, kendinizi başdan başa felakete sürüklemiş olursunuz. ikiyüzyirmidokuzuncu mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede kuddise sirruh yazılmışdır. bu yolun, büyüğümüzün yolu olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına, selam olsun! sizi özliyenlere göndermiş olduğunuz kıymetli mektublar, ard arda gelmekde, sevincimizi artdırmakda ve sevgimizi çoğaltmakdadır. allahü teala, buna karşılık olarak size, bizim tarafımızdan bol bol iyilikler versin! bildirmiş olduğunuz şübhelerden, örtülü kalmış şeylerden birkaçı için kısaca cevab yazıyorum. bizim bulunduğumuz yol, tam o büyüğümüzün yoludur kaddesallahü sirrehül akdes. nisbetimiz, tam onun mubarek nisbetidir. o yoldan daha yüksek ve o nisbetden daha uygun ve üstün bir yol ve bir nisbet yokdur ki, insan onu seçmiş olsun. böyle olmakla birlikde, san'atlerin olgunlaşması ve her nisbetin temamlanması, düşüncelerin, buluşların birbirlerine eklenmeleri ile olur. mesela, sibeveyh zemanında olan nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşüncelerinin eklenmesi ile, binlerce kat artmış, daha düzgün ve temiz olmuşdur. özü yine, sibeveyhin ortaya koyduğu nahv bilgisidir. sonra gelenler, bu özü genişletmiş, süslemişlerdir. şeyh alaüddevle kuddise sirruh buyurdu ki, . böyle, yolu temizlemek, süslemek şeklinde olan yenilikler ve bilgiler, birkaç kimsenin böyle hayaller kurmasına yol açmış. iyi incelenirse, bütün bunların kendiliğinden olduğu, yorularak, uğraşarak yapılmadığı görülür. bu fakirin kuddise sirruh mektublarına ve risalelerine bakacak olursanız, bu yolun, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolu olduğu anlatılmakdadır. bu nisbetin, her nisbetden daha üstün olduğu gösterilmekdedir. bu yol ve bu yolun büyükleri, öyle övülmekdedir ki, bu büyüklerin yetişdirdiklerinden hiçkimse, bunun yüzde birini bile söylememişdir. bundan başka, bu fakir, hergün ve geceleri, her hareketimde ve sözlerimde, bu yolun edeblerini ve emrlerini titizlikle gözetmekdeyim. kıl kadar ayrılığa ve yeniliğe göz yumulmamakdadır. ne kadar şaşılır ki, bütün bu iyi taraflar görülmemekdedir. eğer, üzüntülü bir günde, dostlardan birine biraz sert söylenmiş ise, bu göze çarpmışdır. şuna daha çok şaşılır ki, siz de böyle boş sözlere inanmakdasınız. işitir işitmez rahatınız kaçıyor. iyi gözle bakmak lazım ise bu iyi gözlülük, yalnız, böyle söyliyenler için midir? bize hüsni zan olunmaz mı? sözün kısası şudur ki, dedikodu sözlere inanılacak, dostluk bunlara göre olacaksa, söz taşıyanların ellerinden kurtuluş olamaz. bunun için de sağlam dostluk kurulamaz. dedikodulara kulak vermeyiniz ve geçmişleri unutunuz! böylece dostluk yıkılmasın, eski sıkıntılar aradan kalksın! büyük hocamızın çocuklarının yetişdirilme, okuma çağları geldi ve geçmek üzeredir, diyorsunuz ve kıymetli vasıyyetlerini hatırlatıyorsunuz. kıymetli efendim! başımızın tacı olan çocuklarına hizmetçilik etmekle şereflenmek, biz hizmetçileri için büyük se'adetdir. ne yazık ki, bildiğiniz engellerden dolayı, görünen hizmetleri yapmakla şereflenemiyoruz. yüksek vasıyyetin vaktini bekliyoruz. engellerin ortadan kalkdığını ve dedikodu yollarının kapandığını anlarsanız, hemen işaret buyurunuz. oraya gelip, birkaç gün orada bu hizmetimizi yapmağa çalışalım. iyi düşünülürse bu işde hemen vasıyyet emrini yerine getirmek için gelmeğe çalışacağız. yoksa, zahirlerini ve batınlarını sizin terbiye etmeniz, onlar için bulunmaz bir kazancdır. başkasının yardımı lazım değildir. mevlana abdüllatifden işitdiğimize göre, çocukların okutulmasını, yetişdirilmesini meyan muhammed kılınc kendi üzerine almış, siz de bunu uygun görmüşsünüz. bunu işitince şaşırdık. o, bilmiyerek, birşeyler düşünebilir. fekat siz bunu nasıl uygun buldunuz? muhammed kılıncın üzücü hallerinin, başka yere de bulaşacağından korkuyorum. vesselam. ikiyüzotuzuncu mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. hasıl olan ile doymayıp, daha yüksek şeyleri istemek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği kullarına selam olsun! mubarek hallerinizden birkaçını meyan babu bildirdi. bunların neleri gösterdiğinin bildirilmesini istedi. bunun için birkaç kelime yazıyorum. yavrum! böyle haller, bu yolun başlangıcında bulunan acemilerde çok hasıl olur. bunların hiç kıymeti yokdur. bunları yok etmek lazım olur. sona kavuşmağı göstermezler. son nerede, kavuşmak nerede? arabi tercemesi. sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. allahü teala, bilinemez, anlaşılamaz. görülebilen, anlaşılabilen, şühud ve mükaşefe yolu ile belli olan herşey, o değildir. allahü teala, ötelerin ötesidir. sakın, bu yolda ceviz gibi, cam parçaları gibi parlak görünen değersiz şeylere, çocuklar gibi aldanmayınız ve yolun sonuna kavuşdum sanmayınız! hasıl olan halleri ve rü'yaları, cahil olan şeyhlere bildirmeyiniz! onlar, anlamadıkları için, az birşeyi çok sanırlar. başlangıcda olanları, sona kavuşmuş sayarlar. elverişli olan talib, böylece kendini sona ermiş sanır, çalışması gevşer. olgun kimseyi aramalıdır. gönül hastalıklarının ilacını ondan sormalıdır. kamil olanı buluncıya kadar, hasıl olan halleri derken yok etmelidir. , yok demekdir. sonra, hiçbirşeye benzemiyen, düşünülemiyen hak tealanın varlığını düşünmelidir. hace nakşibendi buhari hazretleri buyurdu ki, görülen, bilinen, işitilen herşey, o değildir. derken, bunların hepsini yok etmelidir!. hasıl olan şeylerin hepsini yok ediniz! hak teala, veraların verası, ötelerin ötesidir. derken, hiçbirşey düşünmemelidir. bu yolun büyükleri böyle yaparlardı. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat uyanlara selam olsun! evliyaya kim bakarsa, ten gözü ile serseri, bi basardır, canı yokdur, ölüdür, değil diri. evliya candır, gerekdir can gözile bakıla, zira ki, canlı kişiler, cana olur, müşteri. ikiyüzotuzbirinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana kuddise sirruh yazılmışdır. yüksek sesle zikrin bid'at olması sebebi açıklanmakdadır: allahü tealaya hamd ederiz. onun sevgili peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem ve aline ve eshabına salat ve selam ederiz! birinci mektub, her ne kadar sıkıntılı idi ise de, ikincisi yumuşak ve uygun yazılmış idi ve çalışdığınızı bildiriyordu. sevgili kardeşim! mir sa'deddin yola çıkarken mektub istedi. o günlerde, gönlümde darlık vardı. aklım başımda değildi. birşey yazamadım. mevlana yar muhammed cedide, yazmasını söylemişdim. aklım başımda olmadığı o zemanda, eğer uygunsuz bir kelime yazılmış ise, kusura bakmayınız. bununla beraber, az birşey sizi incitmemelidir. işinizi karışdırmamalıdır. allahü teala göstermesin aramızda hiçbir kırıklık yokdur. kırılmış, üzülmüş olarak birşey yazılmış değildir. nasihat olarak bir şey yazılmış ise, sevinmek lazım gelir. ikinci mektubunuza çok sevindik. her işde ateşli olmalıdır. soğukluk ve gevşeklik düşmanlara olsun! sual: husul ile vüsul arasındaki fark nedir? cevab: kardeşim! husulde uzaklık vardır. vüsul ise çok gücdür. anka kuşunu, kendimize göre bir şekl vererek düşünürsek, hafızamızda anka hasıl oldu denebilir. fekat, ankaya vasıl olunmamışdır. çünki birşeyin zılli, ya'ni ikinci bir mertebede görünmesi, hasıl olmasına mani' olmaz. fekat, vasıl olmak için, zılden kurtulmak lazımdır. sual: peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mebdei te'ayyünleri olan ismler, evliyanın da, mebdei te'ayyünleri midirler? böyle ise, aralarındaki fark nedir? cevab: peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, mebdei te'ayyünleri, allahü tealanın ismlerinin bütünüdür. evliyanın mebdei te'ayyünleri ise, bu ismlerin parçalarıdır. bu parçalar, o bütünlerin altındadır. parçalarıdır demek, yalnız bir bakımdan düşünülmekdedir demekdir. mesela, bütün irade ile, yalnız birşeyi irade gibidir. evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla yükselebildikleri için, o bir bakımı, ortadan kaldırarak, bütüne kavuşabilirler. bu ayrılığı, birkaç mektubumda açıklamışdım. düşününce hatırlarsınız. sual: yüksek sesle zikr bid'at olduğu için yasak ediliyor. halbuki, böyle zikr etmek tatlı oluyor. insan bırakmak istemiyor. cübbe, kuşak, don ve pantalon ve birçok başka şeyler de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında yokdu. onları niçin yasak etmiyorlar? cevab: yavrum! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kullandığı şeyler, yapdığı işler, iki dürlü idi: biri ibadet olarak yapdığı işler idi. ikincisi, adet olarak yapdıkları idi. ibadet olarak yapdığı işlerin tersi, olur. böyle uygunsuz işleri yasak ederiz. bunlar, dinde reform, değişiklik olur ki, buna hiç izn yokdur. bir şehrin, bulunduğu memleketin adetine uyarak yapdığı işlerin tersine, bu işlerin aksine olan şeyler bid'at olmaz. bunları yasak etmeyiz. böyle işlerin dinle ilgisi yokdur. adet olunca yapılır, adet olmazsa yapılmazlar. din ve ibadet olarak yapılmazlar. çünki, her memleketin adetleri başkadır. birbirlerine uymaz. bir memleketin adetleri bile, zemanla değişir. böyle olmakla beraber, adetlerde de sünnete uymak faideli olur. se'adetlere yol açar. allahü teala bizi ve sizi, peygamberlerin efendisinin yolunda bulundursun aleyhi ve aleyhim ve ala tabi'i küllin minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. vesselam. ikiyüzotuzikinci mektub bu mektub, hanı hanana rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. dünyanın nasıl olduğu bildirilmekdedir: hak sübhanehü ve teala, hiç sevmediği bu alçak dünyanın içyüzünü ve onun aşağı olan süslerinin ve yaldızlarının çirkinliğini, gönül gözünüze göstersin. ahıretin güzelliğini, tatlılığını, cennetlerinin ve nehrlerinin tazeliğini ve hepsinden daha tatlı olan allahü tealanın cemalini görmeği gönlünüze yerleşdirsin! peygamberlerin en üstünü aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine bu düamı kabul buyursun! böylece, bu çabuk biten çirkinden iğrenesiniz. allahü tealanın razı olduğu sonsuz alemi özleyesiniz. bu alçağın çirkinliği anlaşılmadıkca, ona düşkünlükden kurtulunamaz. ona bağlanmakdan kurtulunmadıkca, ahıretde felaketden kurtuluş ve se'adete kavuşmak olamaz. hadisi şerifi şaşmaz bir formüldür. zararları gidermek, tersini yapmakla olduğundan, bu alçağın sevgisinden kurtulmak için, ahırete yarıyan işlere yapışmak, islamiyyetin iyi olarak bildirdiği işleri yapmak lazımdır. hak sübhanehü ve teala, dünyanın beş şey, hatta dört şey olduğunu bildirdi. hadid suresinin yirminci ayetinde mealen, buyuruldu. islamiyyetin diyerek övdüğü şeyler yapılınca, dünyanın büyük parçası olan lehv ve la'b için zeman kalmaz. bu ikisi azalır. erkekler ipek elbise giymez ve zinet eşyasının yapıldığı madde olan altını ve gümüşü kullanmazsa, dünyanın üçüncü parçası olan zinet de azalır. allahü teala, üstünlüğün ve kıymetin vera' ve takva ile olduğunu, sa'y ile, mal ile olmadığını bildirmişdir diyen kimse, hiç öğünmez. evladın ve malın, mülkün artması, allahü tealayı zikr etmeği azaltacağını ve onu unutduracağını bilen, bunları çoğaltmak için uğraşmaz, bunların çoğalmasını ayb sayar. sözün kısası, zararlardan kurtulmak için, haşr suresinin yedinci ayetinin, meali alisine uyarak yaşamalıdır. farisi tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da! meyan şeyh abdülmü'min, temiz ailedendir. ilm öğrendi. tesavvuf yoluna girdi. şaşılacak hallere kavuşdu. çoluk çocuğun çokluğundan, insanlık dolayısı ile sıkılmakdadır. sıkıntısını gidermek için, size başvurmasını söyledim. ihsan sahibinin kapısı çalınınca açılır. vesselam. ikiyüzotuzüçüncü mektub bu mektub, yüksek, nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. birkaç faideli bilgi verilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi, yüksek ceddinizin yolunda bulundursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! hace ciyunun nikah yemeği günlerinde, mubarek dehli şehrine gelmişdim. yüksek hizmetinizde bulunmağı da düşündüm. o gün, yola çıkılacağını işitdik. elde olmıyarak, bu düşüncemize kavuşamadık. derme çatma birkaç kelime ile başınızı ağrıtıyorum. yanınızda olsak da, uzakda bulunsak da, bütün gücümüzle selametinize, yüksek varlığınıza yakışmıyan herşeyden uzak kalmanıza düacıyız. size karşı olan iyi düşüncelerimiz kapladığı zeman, öyle oluyor ki, yüksek meclisinize geleyim, temiz kapınızda bekliyerek, size layık olmıyan birşeyi içeri bırakmıyayım. uygunsuz kimseleri, kıymetli sohbetinize yaklaşdırmıyayım diyorum. bununla beraber, her istenilen şeye kavuşulamıyacağını da bilmekdeyim. boynumu bükerek, arkadan acizane düa etmekdeyim. cenabı hak, belki kabul buyurur. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri, hak tealanın kendisine vermiş olduğu büyüklükle buyurdu ki, bir kimse, öyle büyük olsa ki, onun yıkılması ile bütün alem yıkılmış olsun. böyle olmağı istemek her ne kadar küfr olur ise de, ne yapalım ki, hiçbirimizin elimizde olmıyarak, beni böyle büyük yapmışlardır. bugün böyle bir büyüklük ve genişlik, hemen hemen, sizin yüksek varlığınızda bulunmakdadır. çünki sizin iyi, rahat olmanız, herkesin rahat olması demekdir. aksi de böyledir. bunun için insanların sizin iyiliğinize düa etmeleri, yağmur düası etmek gibi, herkese iyilik istemekdir. fekat çok yazık oldu ki, o büyüklük ve yükseklik, şimdi haşhaş danesi ve parmak yeri kadar kaldı. bu haşhaş danesi, dostların ve düacıların gönlünde büyük bir üzüntü olmakdadır. lutf ediniz! bunların üzüntülerini gideriniz! bu düacınız, çok zemandan beri, böyle şeyler yazmamışdım. çok gelmesinden, usanç vermesinden çekinmişdim. farisi tercemesi: nazlı yarim, esen havadan incinir, gül gibi, sabah rüzgarından incinir. fekat, üzmemek için susmak, sevmeğe yakışmaz. farisi tercemesi: hafız, senin vazifen, yalnız bir düa, duyar mı, hiç duymaz mı düşünme asla! çok zeman olur ki, mekkei mükerreme ve medinei münevvere haresehümallahü anilafat şehrlerini ziyaret etmek istiyorum. dehli yolculuğumuzun sebebi de, bu istek olmuşdu. bu isteğimizin yerine gelebilmesi, sizin uygun bulmanıza ve rızanızı almamıza bağlı olduğundan, dehliden yola çıkmanız, bu ziyaret arzumuzu da geriye bırakdı. iyilik, faide, allahü tealanın yaratdığındadır. vesselam. ikiyüzotuzdördüncü mektub bu mektub, hakikatleri bilen, ma'rifetler kaynağı, allahü tealayı tanıtan bilgilerin sahibi olan büyük oğlu şeyh muhammed sadıka rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. allahü tealanın kendisi varlıkdır. mahlukların aslları ise yoklukdur. kendini anlıyan, allahü tealayı bilir. tecellii zatiyi ve nur ayetindeki incelikleri bildirmekdedir: buyurmuşdur. bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! kıymetli oğlum! hak tealanın hakikati, yalnız vücuddür. var olmak demekdir. allahü tealanın bu vücudü, her hayrın, her kemalin kaynağıdır ve her güzelliğin başlangıcıdır. bu vücud, bir hakiki cüz'dür. bir basitdir ki, buna hiçbirşey karışmış, hiçbirşeyle birleşmiş değildir. böyle olmadığı gibi, olması düşünülemez de. insan, allahü tealanın bu vücudünü anlıyamaz. zati tealanın aynıdır. ondan başka değildir. aynıdır demek bile, başkalığı düşündürebilir. aynıdır da denilemez. zat ile birlikde olan vücud, bu anlaşılamıyan vücudün zılli, görüntülerindendir. bu ikinci vücud, zati tealanın ve mahlukların varlıklarından başka bir varlıkdır. bu ikinci vücud, allahü tealanın hakikati olan vücudün, aşağı mertebelerde meydana çıkmasıdır. bu çeşidli görüntülerin en yükseği, en birincisi ve en üstünü, zati tealanın vücudüdür. demek ki, allahü tealanın hakikati vücuddür denilebilir. fekat, allahü teala, o mertebede mevcuddür denilemez. zıl mertebesinde, allahü teala mevcuddür denilebilir. fekat, allahü teala vücuddür denilemez. tesavvufculardan vücud, zatdan başka değildir diyenler, ikisi arasındaki başkalığı göremediler, zılli asldan ayıramadılar. bunlar ve felsefeciler, zatdan başka olan ve olmıyan vücudleri birbirlerinden ayıramadılar. vücudün başka olduğunu çok güc söylediler. işin doğrusu, allahü tealanın bize ilham eylediğidir. vücudün böyle asl ve zıl olarak başka başka olması, öteki sıfatların da asl ve zıl olmaları gibidir. aslların mertebesi, icmal, topluluk ve anlaşılamamak mertebesidir. sıfatların bu aslları, allahü tealadan başka değildirler. bu mertebede, allahü teala ilmdir denilebilir. fekat böyle söylemek de, bir zıl mertebesi olur. çünki zat mertebesinde, allahü tealaya hiçbirşey söylenemez. allahü teala alimdir de denilemez. çünki ilmin ondan başkalığını gösterir. bu makamda başkalık hiç yokdur. başkalık, zıl mertebelerinde olur. burada zıl yokdur. çünki, te'ayyüni evvelin pekçok üstündedir. çünki topluca bir bağlantı, bu te'ayyünde bulunur. bu makamda, hiçbir bakımdan, hiçbirşey düşünülemez. bu topluluğun açıklanması demek olan zıl mertebesinde, başkalık söylenebilir. uygunluk söylenemez. fekat bu mertebede, sıfatların uygunluğu, vücudün uygun olmasından ileri gelir. bu vücud, her iyiliğin ve kemalin başlangıcıdır. her güzelliğin ve düzenin kaynağıdır. bu fakir kuddise sirruhül'aziz mektublarımda ve kitablarımda, vücud zatdan başkadır dediğim zeman, zıl olan vücudün başka olduğunu bildirmişdim. bu zıl olan vücud de, dışardaki her varlığın başlangıcıdır. bu vücude malik olan mahiyyetler, haricde var olan mertebelerin her mertebesinde bulunurlar. bunu iyi anlamalı. birçok yerde işe yarar. görülüyor ki, allahü tealanın sekiz sıfatı da dışarda vardır. mahluklar da dışarda vardır. ey oğlum! ince bilgileri dinle! allahü tealanın kemalleri, zati ilahi mertebesinde, zatdan başka değildirler. mesela ilm sıfatı, o mertebede, zati tealadan başka değildir. bunun gibi, zatın hepsi kudretdir. zatın bir parçası ilm, başka bir parçası kudret değildir. orada parçalanmak, ayrılmak yokdur. zatda böyle olan bütün kemaller, ilm mertebesinde genişlemişler, birbirinden ayrılmışlardır. zati ilahide, o basitlik, o toplu kemaller hiç değişmeksizin, ilm sıfatında hepsi dağılmışlardır. zatda bulunan bütün kemaller, üstünlükler, ilmde de yerleşmişlerdir. ilmdeki bu kemallerin de, zılleri vardır. bu zıllere denilmişdir. bunların da asl kaynağı zati teala olduğundan, zati tealanın varlığı ile vardırlar. kitabının sahibi, birbirlerinden ayrı olarak ilmde bulunan, ya'ni leri olan kemallere, demişdir. bu fakire göre, mümkinlerin, ya'ni mahlukların hakikatleri, ademlerle bu ademlere yerleşmiş olan kemallerin zılleridir. , yokluk demek olup, her kötülüğün, her bozukluğun kaynağıdır. bunu biraz açıklıyalım. can kulağı ile dinleyiniz! adem, vücudün karşılığıdır. ya'ni yokluk, varlığın tam tersidir. ona bütün bütün aykırıdır. bunun için, her kötülüğün, her bozukluğun başlangıcıdır. hatta kötülüklerin, bozuklukların ta kendisidir. vücud, toplu iken, her iyiliğin, her üstünlüğün ta kendisi olduğu gibidir. o asl mertebede, vücud, zatdan başka olmadığı gibi, o vücudün tersi olan adem de, yokluk mahiyyetinden başka değildir. o mertebede, o mahiyyete yok denilemez. tam yoklukdur. bu yokluk mahiyyetinin ilmi ilahide ayrıldığı mertebelerde, bu mahiyyetden hasıl olan parçalara yok denilebilir. bunlar o mahiyyetden başkadırlar denilebilir. o toplu olan yokluk mahiyyetinden meydana gelmiş gibi olan ve bu mahiyyetin zılli gibi olan adem, o zıllerin her parçasında başka başkadır. bunu daha aşağıda açıklıyacağız. bu adem, o toplu mertebede, her kötülüğün, her bozukluğun tam kendileri olduğundan ve ilmi ilahide, her kötülük, başka kötülüklerden ayrı olduğundan, ilmi ilahide birbirlerinden ayrılmış olan herbir kemal ve her bir hayr karşılarında bulunan herbir kötülük üzerine aks etmiş, birbirleri ile birleşmişlerdir. herbiri kötülük ve bozukluk olan ademler, kendileri ile birleşmiş olan kemaller ile birlikde, mümkinlerin, ya'ni mahlukların mahiyyetleri, ya'ni aslları olmuşdurlar. böyle olmakla beraber, bu ademler, bu mahiyyetlerin aslları, özleri gibidirler. bu kemaller ise, bunların özellikleri gibidirler. işte bu fakire göre, , bu ademler ve bunlarla birleşmiş olan kemallerin her ikisidir. her dilediğine gücü yeten allahü teala, bu yokluk mahiyyetlerini bütün lüzumlu şeyleri ile birlikde ve ilmi ilahide bu ademlere aks etmiş olan vücud zıllerinin kemalleri ile birlikde, mümkinlerin, mahiyyetleri yapmışdır. dilediği zeman, bu mahiyyetleri, ilmdeki vücud zılline yaklaşdırarak, dışardaki varlıkları yaratmışdır. bu mahiyyetleri, dışardaki varlıklara başlangıç eylemişdir. mümkinlerin ayanı sabitesi olan ve onların mahiyyetleri olan, ilmi ilahideki bu suretleri, ilmdeki vücud zıllerine yaklaşdırmak demek, ilmdeki suretlerin ilmden çıkarak dışarıda var olmaları demek değildir. böyle şey olamaz. allahü tealanın ilminden dışarda olmak, allahü tealanın cahil olması demekdir. mümkinler dışarıda, ilmdeki suretlere tam uygun olarak, dışarda ayrıca var olurlar demekdir. ilmdeki varlıkdan başka, onlara tam uygun olarak, dışarda da, ayrıca var olurlar. sanki, marangoz ustası, masanın şeklini zihnde düşünür. onun gibi bir masayı dışarda yapması gibidir. masanın zihndeki şekli, masanın mahiyyeti demekdir. bu mahiyyet marangozun zihninden dışarı çıkmamışdır. zihndeki o şekle tam uygun olarak, dışarda da, ayrıca bir masa vücude gelmişdir. her adem, vücudün kemallerinin, kendine tam karşı bulunan ve kendisine aks etmiş olan zıllerinden bir zılle yaklaşarak, dışarda var olmuş, zinet hasıl etmişdir. tam adem, böyle değildir. bu kemallerin zıllerine karşı olmaz. onlarla birleşerek, dışarda bir vücud kazanamaz. çünki, bu zıllerin karşısında değildir. eğer, karşılığı bulunmasaydı, asl vücude karşı olurdu. halbuki, zatdan başka olmıyan bu asl vücudün karşısında birşey bulunamaz. tam ma'rifet sahibi olan bir arif, asl vücude ilerlerse, tam ademe iner. böylece, bu ademin de, o hazretle bağlantısı olur. zinetlenmiş olur. güzelleşmiş olur. o vakt, arifin kendi mertebeleri demek olan, kendi ademlerinin bütün mertebeleri, topluca olsun, ayrı ayrı olsun, hepsi güzel ve iyi olurlar. kemal ve cemal hasıl ederler. bütün mertebelerinin iyi, güzel olması, yalnız böyle arif içindir. ondan başkasında, iyilik olursa, ya ayrı ayrı ayrılmış ademlerin birkaç mertebesinde olur veya ayrı ayrı bütün mertebelerinde görülür. bu ikincisi de, çok az bulunur. fekat, her çeşid kötülük ve bozuklukdan başka birşey olmıyan tam ve toplu ademin iyi ve güzel olması, yalnız bu arif içindir. bu arifin şeytanı da, tam iyi olarak, islamın güzelliğine kavuşur. nefsi emmaresi mutmeinne olur. mevlasından razı olur. bunun içindir ki, peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, buyurdu. bundan sonra, gazada, hiçbir gazi ondan daha ileri olamaz. iyilikleri şeytan kadar gösteremez. sübhanallah! bu fakirden elinde olmıyarak öyle ma'rifetler hasıl oldu ki, çokları toplanarak çalışsalar, bir benzerine kavuşamazlar. geleceği haber verilmiş olan hazreti mehdinin de bu ma'rifetlerden çok pay alacağı umulur. farisi tercemesi: padişah, koca karı kapısına, gelirse ey yeğit, sen buna şaşma! en güzel yaratıcı olan allahü teala, çok mubarek, pek mukaddesdir. yaratıcı sanılanlara benzemez. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! görülüyor ki, mümkinlerin zatları, aslları, ademlerdir. vücudün kemallerinin zılleri bu ademlere aks ederek, bunları süslemişdir. böyle olduğu için, mümkinlerin zatları, her kötülüğün, bozukluğun kaynağıdır. her çirkinliğin, kusurun yeri olmuşlardır. mümkinlerde yerleşdirilmiş olan her iyilik, her kemal, asl vücudden ödünç olarak gelmişdir. nisa suresinin yetmişsekizinci ayetinde mealen, sana gelen her iyilik, allahü tealadandır. sana gelen her çirkinlik de, kendindendir buyuruldu. allahü tealanın ihsanı ile, bir kimse, kendindeki iyiliklerin ödünc olarak verilmiş olduklarını görürse, üstünlüklerinin başkasından olduğunu anlarsa, kendini yalnız kötülük bulur. tam kusur bilir. kendinde hiçbir kemal göremez. aks yolu ile geldiklerini bile göremez. çıplak kimsenin ödünc çamaşır giymesi gibi olur. çamaşırların ödünc olduğu, kendisini o kadar kaplamışdır ki, hepsini sahibinde sanır. kendini çıplak bulur. üzerinde çamaşır var ise de, kendini çıplak sanır. böyle görüş sahibi olan zat kulluk, makamı ile şereflenir. bu makam, vilayet makamlarının en üstünüdür. tenbih: kötülükle iyiliğin ve aşağılıkla üstünlüğün böyle biraraya gelmeleri, vücud ile ademin bir araya gelmesidir. bu ise, iki ters şeyin biraraya gelmesi değildir. bunun için, olmıyacak şey sanılmamalıdır. çünki tam vücudün tersi, tam ademdir. zıl mertebelerinde ise, tam vücudden aşağı doğru, derece derece inilmişdir. adem tarafında da, en aşağı olan tam ademden yukarı doğru basamak basamak yükselmişlerdir. bunların birleşmeleri, metal atomları ile ametal atomlarının birleşmeleri gibi, çekirdeklerindeki artı elektriklerin birbirlerini itme kuvvetleri, elektron kuvvetleri ile azalarak birbirlerini çekmeğe başlamışlar, iyon şebekesi hasıl etmişlerdir. atom çekirdeklerindeki protonları biraraya toplayan ve iyilik nurları ile kötülük karanlıklarını biraraya getiren allahü tealayı tesbih ederiz. hiçbir ayb ve kusuru ona kondurmayız. sual: biraz yukarıda, tam ademin de, tam vücude yakın olduğu yazılı idi. tam iki zıd, iki ters birleşmiş olmuyor mu? cevab: iki zıd şey, bir yerde birleşemez. birinin, öteki yardımı ile durması ve birinin öteki tersi ile sıfatlanması olamaz değildir. adem, mevcud olabilir. vücud ile yakınlık hasıl edebilir. sual: adem, nazari, teorik birşeydir. bunun dışarda var olması, ne demekdir? cevab: adem, ya'ni yokluk deyince, hatıra gelen şey teorikdir, hayaldedir. fekat, ademin çeşidlerinden birinin sonradan var olmasını söylemek niçin bozuk olsun? eski yunan felsefecilerinin vücud için söyledikleri de böyledir ki, vücud, vacibülvücudün zatından başkadır. çünki vücud, teorik birşeydir, dışarda bulunamaz. vacibülvücudün kendisi ise, dışarda vardır. bunun için ikisi başka başkadır diyorlar. bunlara cevab olarak da deniliyor ki, vücud deyince akla gelen şey nazaridir, dışarda yokdur. fekat, vücudün çeşidlerinden biri böyle değildir. bunun için, vücudün parçalarından biri dışarda bulunabilir. sual: yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, allahü tealanın sekiz hakiki sıfatı, zıl mertebelerinde vardır. asl mertebesinde vücudleri yokdur. bu ise, doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uygun değildir. allahü teala, o alimlerin çalışmalarına karşılık bol bol iyilikler versin! çünki, bu alimler sıfatların zatdan hiç ayrılmadıklarını ve hiç ayrılamıyacaklarını bildirmişlerdir. cevab: söylediklerimizden, ayrılabilecekleri anlaşılmaz. çünki bu zıl, o asla lazımdır. ondan ayrılamaz. böyle olmakla beraber, yalnız zati tealayı arayan, ismleri ve sıfatları hiç düşünmiyen bir arif, o mertebede yalnız zatı bulur. hiçbir sıfatı düşünmez. bu, o zeman sıfatlar bulunmaz demek değildir. görülüyor ki, arife göre, sıfatlar, zati ilahiden ayrılmış gibi sanılmakdadır. dışarda ayrılmış değildirler. bunun için, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olur. bunu iyi anlamalıdır. bu açıklamalardan sonra, sözü iyi anlaşılır. ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh, bu sözün sahibinin hazreti ali radıyallahü anh olduğunu bildiriyor. maverdi, kitabında bunun hadisi şerif olduğunu yazmakdadır. demek ki, ibni hacerin sözü, bunun hadisi şerif olmadığını göstermemekdedir. çünki bir kimse, kendisini kötü olarak ve aşağı olarak tanıyınca ve kendisinde bulunan her iyiliğin ve üstünlüğün vacibülvücud hazretleri tarafından ödünç verilmiş olduğunu anlayınca, hak tealayı iyi ve üstün ve güzel olarak tanır. buraya kadar yapılan açıklamalar anlaşılınca, nur suresindeki, mealindeki ayeti kerimenin özü meydana çıkar. çünki, mümkinlerin hepsi ademlerdir. ademler de hep kötülük ve aşağılıkdır. mümkinlerdeki iyilik ve üstünlük ve güzellik ve düzgünlük, allahü tealanın kendisi olan vücudden gelmişdir. bu vücud, iyiliklerin ve üstünlüklerin kaynağıdır. bu anlaşılınca, göklerin ve yerin nuru bu vücuddür. bu vücud, vacibi tealanın kendisidir. bu nur, göklerde ve yerde, zıllerinin yardımı ile bulunduğundan, zıllerin yardımı olmaksızın, doğrudan doğruya bulunduğunu sanmamak için, bu nuru bir misal ile anlatmakdadır. onun nuru bir fenere benzer. o fenerin içinde zeytinyağındaki fitilde yanan ışık vardır. bu ışıklı fitil cam bir kandil içindedir. mealindeki ayeti kerimeyi inşaallah başka bir mektubda uzun açıklayacağız. çünki, uzun yazılacak şeyler vardır. bu mektubumuza sığdıramayacağız. ayeti kerimeleri böyle açıklamaya denir. kur'anı kerimin tefsiri, ancak resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitildiği gibi yapılabilir. hadisi şerifi, bunu bildirmekdedir. böyle değildir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun olmak şartı ile, her alim, anladığı gibi te'vil yapabilir. mümkinlerin aslları, kendileri ademlerdir dedik. mümkinlerin aşağı, bozuk sıfatları, bu ademlerden, allahü tealanın icad etmesiyle hasıl olur. mümkinlerdeki iyilikler ve üstünlükler, vücudün kemallerinin zıllerinden ödünc olarak alınmışdır ve allahü tealanın icadı ile hasıl olmakdadırlar. birşeyin iyi veya kötü olduğunu anlamak kolaydır. ahıret için olan şeyler, güzel görünmeseler bile, güzeldir. dünya için olan şeyler, güzel görünseler, tatlı ve iyi anlaşılsalar bile çirkindir. dünyanın yaldızlı güzellikleri, hep böyledir. bunun içindir ki, islamiyyetde oğlanların ve yabancı kadınların güzelliğine istek ve şehvetle bakmak yasak edilmişdir. dünyanın yaldızlı, güzel görünen bütün pislikleri böyledir. bunlar hep ademden hasıl olur. ademden ise, hep kötülük ve bozukluk meydana gelir. eğer bu güzellikler, bu iyilikler, vücudün kemallerinden olsa idi, yasak edilmezlerdi. yalnız şurası var ki, asl dururken zılle bakmak çirkin olacağı için, yasak edilebilir ise de, bu yasaklık, ademden olan kötülüklerin yasaklığı gibi haram olmaz, yapmakdan ise, yapmamak daha iyi olur. görülüyor ki, dünyadaki güzellerin güzellikleri, vücudün güzelliğinin zılleri değildir. ademler, kemallerin yanında bulunmakla güzel görünmeğe başlamışlardır. ademin herşeyi gibi, bu güzel görünüşü de çirkin ve kötüdür. şeker kaplanmış zehre benzer. yaldızlanmış necaset gibidir. islamiyyetin, nikah edilen güzel kadınlarla ve güzel cariyelerle eğlenmeğe izn vermesi, çocuk elde etmek ve insanları üretmek içindir. alemdeki düzenin bozulmaması için buna izn verilmişdir. tesavvufculardan birçoğu, güzel yüzlere, tatlı seslere bağlanmışlar. bu güzelliklerin, vacibülvücud teala ve tekaddes hazretlerinin kemallerinden ödünc verilen güzellikler olduğunu sanarak, bunlara bağlanmağı iyi ve güzel bilmişler. hatta, tesavvuf yolunda ilerlemek için yardımcı sanmışlardır. bu fakirin anladığı böyle değildir. yukarda biraz bildirilmişdir. şuna çok şaşılır ki, bunlardan birkaçı, bu yanlış hareketlerini haklı göstermek için vesika da göstermeğe kalkışıyor. oğlanlardan sakınınız! çünki onlardaki güzellik, allahü tealanın güzelliği gibidir sözünü ileri sürüyorlar. allahü tealanın güzelliği gibidir sözü, bunları şübheye düşürmekdedir. halbuki bu söz, onlara yardımcı olmuyor. onların yanlış anladıklarını bildiriyor. bu fakirin anlayışının da doğru olduğunu gösteriyor. çünki buyurmakda, onlara bakmayı yasak etmekdedir. bunun yanlış anlaşılabileceğini de anlatmak için onların güzelliği, hak tealanın güzelliği gibidir. onun güzelliği değildir buyurmakdadır. böylece, yanlış anlaşılmasını önlemekdedir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, dünya ve ahıret, birbirinin zıddı, tersidir. bu ikisinden birisini razı edersen, öteki gücenir buyurdu. bu hadisi şerif de gösteriyor ki, dünyanın güzelliği ile ahıretin güzelliği birbirinin zıddıdır. birbirine uymaz. herkes bilir ki, dünya güzelliğini, islamiyyet beğenmez. ahıret güzelliğini beğenir. o halde, dünya güzelliği kötüdür. ahıret güzelliği iyidir. birincisi ademden, ikincisi vücudden hasıl olmakdadır. evet, ba'zı şeyler vardır ki, bir bakımdan dünyadandır, başka bir bakımdan ahıretdendir. bu şeyler, birinci bakımdan çirkindir. ikinci bakımdan güzeldir. bu iki bakımı birbirinden ayırmak ve herbirinin güzelliğini ve çirkinliğini anlamak, islamiyyeti bilmekle olur. haşr suresinin yedinci ayetinde mealen, resulullahın emr etdiklerini yapınız! yasak etdiklerinden sakınınız! buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, dünya yaratıldığı zemandan beri, hak teala ona beğenerek bakmamışdır. hak teala onu beğenmez. bu hadisi şerifde dünyada ademden hasıl olan kötülüklerin, çirkinliklerin ve bozuklukların beğenilmediği bildirilmekdedir. adem her kötülüğün ve her bozukluğun yeridir. bunun için dünyanın güzelliği, tatlılığı ve tazeliği kıymetsizdir. allahü teala, bunlardan razı değildir. allahü teala, ahıretin güzelliğinden razıdır. ahıret güzelliğine bakar. enfal suresinin altmışyedinci ayetinin meali şerifi, siz dünyayı istiyorsunuz. allahü teala ise, ahıreti istiyor olup, allahü tealanın dünyaya düşkün olanları beğenmediğini bildirmekdedir. ya rabbi! dünyayı, gözümüzde küçült! ahıreti de kalblerimizde büyült! fakr ile öğünen ve dünya güzelliğinden sakınan muhammed aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha hurmetine, bu düamızı kabul eyle! büyük alim şeyh muhyiddini arabi dünyadaki kötülüklerin, aşağılıkların ve bozuklukların özüne bakmadığı için, dedi. dedi. dedi. bunun için de, dedi. mümkinlerin varlığını, vacibin varlığı sandı teala ve tekaddese. kötülük ve aşağılık, iyiliğe ve yüksekliğe göre meydana çıkar. tam kötülük ve yalnız aşağılık diye birşey yokdur dedi. hiçbirşeyin kendisi kötü değildir. küfr ve dalalet, sapıklık bile, imana ve hidayete bakınca kötü olur. yoksa kendileri kötü değil, iyi ve yarar olduklarını sandı. kafirlerde ve fasıklarda bunların bulunması, doğruluk olur, sapıklık olmaz, dedi. hud suresinin ellialtıncı ayetinin, allahü teala, her hayvanı dilediği gibi kullanmağa kadirdir. benim rabbim hak ve adalet üzeredir meali şerifini kendine şahid göstermekdedir. evet, vahdeti vücude inanan herkes böyle sözlerden çekinmez. bu fakire bildirildiğine göre, mümkinlerin mahiyyetleri, hakikatleri, aslları, ademlerle, vücudün bu ademlere aks etmiş ve birleşmiş olan kemalleridir. bunu yukarıda uzun bildirdik. doğruyu meydana çıkaran, ancak allahü tealadır. doğru yola kavuşduran ancak odur. oğlum! allah adamlarının hiçbirinin ne açık olarak ve ne de işaret ederek söylememiş oldukları bu bilgiler ve ma'rifetler, çok şerefli, çok kıymetli bilgilerdir. bin sene sonra meydana çıkan ve vacibi tealanın hakikati ile mümkinlerin hakikatlerini tam uygun olarak anlatan yüksek bilgilerdir. kitaba ve sünnete uymayan ve doğru yolun alimlerinin sözlerine benzemiyen bir yerleri yokdur. resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sanki ümmetine öğretmek için yapdığı, ya rabbi! herşeyin doğrusunu, bize olduğu gibi tam göster! düası, belki de, yukarıda bildirilen hakikatlerin, mahiyyetlerin gösterilmesi içindir. bunlar , kulluk makamında anlaşılır. aşağılığı ve alçaklığı ve kırıklığı görmeğe de işaret buyurmakdadır. bunları görmek, kulluğa uygundur. zevallı bir kulun, kendini sahibi gibi bilmesi, hiç yakışır mı? pek edebsizlik olur. oğlum! şimdi o zemandayız ki, geçmiş ümmetlerde, böyle çok karanlık zeman gelince, büyük bir peygamber gönderilerek, yeni bir din kurulurdu. bu ümmet, ümmetlerin en iyisi olduğu için ve bu ümmetin peygamberi, peygamberlerin sonuncusu olduğu için aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, bunların alimlerine, israil oğullarının peygamberlerinin mertebesi verilmişdir. peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in vazifeleri, bu alimlere yapdırılmakdadır. bunun için, her yüz sene başında, bu ümmetin alimleri arasından bir yenileyici, kuvvetlendirici seçerler. bununla islamiyyeti tazelerler. hele bin sene geçince, geçmiş ümmetlerde bir peygamber gönderdikleri ve onun işini bir nebiye bırakmadıkları gibi, bu ümmetde de, tam ma'rifetli, bilgili bir alim, arif seçilir. bu zat, geçmiş ümmetlerdeki ülül'azm peygamberlerin işini yapar. farisi tercemesi: ruhülkudsün yardımı, imdada yetişirse, mesihin yapdıkları, nasib olur herkese. oğlum! tam varlık, tam yokluğun karşılığıdır. mektubun başında tam varlık, vacibülvücudün hakikatidir. her iyiliğin ve üstünlüğün de tam kendisidir demişdik. böyle söylemek, topluca düşünerek olsa bile, o makam için yakışık alamaz. çünki, zıl olmak anlaşılır. bu vücudün karşılığı olan ademin de, hiçbirşeye bağlılığı, benzerliği yokdur. bu ademin de, her kötülüğün, her aşağılığın tam kendisi olduğunu söylemek de burada yakışmaz. çünki, bir bağlılık anlaşılabilir. birşey, tam olarak ancak kendine tam zıd, tam karşı olan şey üzerinde meydana çıkar. mesela ılık su, soğukda sıcak görünür. siyah nokta, beyaz üzerinde belli olur. yıldız gece karanlığında görülür. herşey, zıddı arasında belli olur. bunun için tam vücud, tam olarak, tam yokluk üzerinde belli olur. tam yokluk, tam varlığa bir ayna olur. tesavvuf yolunda, geri dönüp inmek, ilerlerken yükselmek kadar olur. bir kimse, allahü tealanın yardımı ile tam vücude yükselirse, bu kimse dönüşde, tam ademe kadar iner. yükselirken arifin şü'uru gider, bilgisi kalmaz. inerken şü'uruna ve bilgisine kavuşur. bu şü'ur ve ma'rifet makamında, onu hiç zıl bulunmayan ve zatın şü'un ve i'tibarlarından da uzak olan ile şereflendirirler. bundan önce olan bütün tecellilerin, ismler, sıfatlar, şü'un ve i'tibarat zıllerinden bir zıllin perdesi arkasında olduğunu ona bildirirler. her ne kadar arif, o tecellileri, ismlerin ve şü'unun arada perde olmayarak hasıl olduğunu, tam vücudün perdesiz olarak tecelli etdiğini sanır ise de, bir zıllin perdesi arkasında tecelli etmekdedir. sübhanallah! her kötülüğün, her aşağılığın yeri olan bu adem, vücudün tam zuhuruna vasıta olduğu için, güzellik kazanmakda, hiç kimsenin bulamadığına kavuşmakdadır. kendisi kötü olan şey, araya güzelliğin karışması ile, güzel olmakdadır. insanın nefsi emmaresi de, hep kötülüğe kayar. ademe her şeyden daha çok yakındır. bunun için, tam tecelliye herşeyden daha çok kavuşmakdadır. herşeyden daha yukarı çıkmakdadır. farisi mısra' tercemesi: ihsana en uygun olan, günah işleyenlerdir! ma'rifeti tam olan bir arif, bütün makamlardan ileri yükseldikden ve her mertebeden geçerek indikden sonra, tam ademe inerek vücudi tealaya ayna olunca, sıfatların ve ismlerin bütün kemalleri onda görünür. tam vücudde bulunan bütün latifeler onda görünür. ondan başka kimse bu ni'mete kavuşamaz. bu ayna olmak ni'meti, onun boyuna göre biçilip dikilerek, üzerine giydirilmiş kıymetli bir elbiseye benzer. kemallerin, üstünlüklerin zılleri, suretleri, her ne kadar ilmi ilahide birbirlerinden ayrılmışlar ise de ve arifin ayna olması da, ilm mertebesinde ise de, arifin aynası dışarıda vardır ve bütün kemalleri dışarda göstermekdedir. sual: ademin ayna olması ne demekdir? adem, hiçbirşey değildir. hangi bakımdan vücudün aynası olmakdadır? cevab: adem dışardaki varlıklara göre hiçdir. fekat ilmde bir ayrılık kazanmışdır. hatta, ilmde bir varlık da olmuşdur. tesavvuf yolunun sonuna varanlar kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, ademin zihndeki varlığına, vücudün aynası, şundan dolayı demişlerdir ki, adem mertebesinde bulunan bütün kötülüklerin ve aşağılıkların hiçbiri, ademin karşılığı olan vücudde bulunmaz. ademde bulunmayan her üstünlük de, vücudde vardır. bu inceliğe dikkat edilirse, adem vücuddeki kemallerin görünmesine sebeb olmakdadır. ayna olmak demek de, işte budur. burasını iyi anla! işine çok yarayacakdır. her şeyin doğrusunu bildiren ancak allahü tealadır. oğlum! bu yazılan ma'rifetlerin hepsinin allahü teala tarafından ilham edilmiş olduklarını, şeytan vesveselerinin hiç karışmadığını umarım. buna delil, sened olarak şunu da söyleyeyim ki, bu bilgileri yazmak istediğim ve allahü tealaya sığındığım zeman, meleklerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam sanki şeytanları buralardan kovdukları görüldü. onları buralara yaklaşdırmadılar. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. kıymetli ni'metleri meydana çıkarmak, hamd yollarının en büyüklerinden biridir. bu büyük ni'metleri açıklamağa kalkışdım. , kendini beğenmek sanılmasından uzak olacağını umarım. ucb nasıl olabilir ki, allahü tealanın yardımı ile, kendi kötülüğüm ve alçaklığım hep gözümün önündedir. bütün kemaller, iyilikler de allahü tealanındır. geçmişde ve gelecekde olan her hamd alemlerin rabbi içindir. onun peygamberlerine ve peygamberinin kerim olan aline ve yüksek eshabının hepsine iyi düalar ve selamlar olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! doğru yolda bulunanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere de selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü efdalüha vetteslimatü ekmelüha! ilave: vücud ve adem ve allahü tealanın sıfatları, akl ile anlaşılamaz. allahü teala, akl ile anlaşılamıyan şeyleri görüp anlıyabilen başka bir kuvvet, sevdiği kullarına verir. bu kuvvete ve bu kullara denir. evliya, kalb gözleri ile görüp anlar ve birbirlerine anlatırlar. başkalarının, bu şeyleri akl ile araşdırmalarına izn verilmedi. kalb gözüne kavuşmak için, müsliman olmak ve tesavvuf yolunda çalışmak lazımdır. tesavvuf yolunda çalışmıyan müslimanın kalbi hastadır. müsliman olmıyan bir kimsenin kalbi ölüdür. kalb gözü kördür. otuzdördüncü mektuba bakınız! ikiyüzotuzbeşinci mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandi, haci bey firketi ve hace muhammed eşref kabiliye yazılmışdır. bu yolun büyüklerini sevmek, dünya ve ahıret se'adetinin sermayesi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! bizi sevenler, iyi biliniz ki, arka arkaya gelen kıymetli mektublarınız, sevginizin çokluğunu, bir an önce kavuşmak istediğinizi bildirdiği için, bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bu yolun büyüklerine olan muhabbetinizi artdırsın. bu sevgiyi, dünya ve ahıret se'adetinin sermayesi biliniz! bu sevginizin artması için, allahü tealaya düa ediniz! bu sevgi, insanın islamiyyete uymasını kolaylaşdırır. batının cem'ıyyeti ya'ni, kalbin her an allahü teala ile olması, bu sevgi ile elde edilir. eğer dünyanın bütün sıkıntılarını ve zulmetlerini, lekelerini kalbe doldursalar, bu sevgi bulunursa, hiç üzülmemelidir. ümmidli olmalıdır. eğer kalbe dağlar gibi çok haller ve nurlar yağdırsalar, fekat bu sevgi kıl kadar azalsa, bunları harablık, felaket bilmelidir ve istidrac olduğunu anlamalıdır. buna sıkı yapışıp sonra, işinize bakınız! kıymetli ömrü lüzumsuz şeylerle boş yere geçirmeyiniz! farisi tercemesi: sana söyliyeceğim hep budur: çocuksun, yol ise korkuludur! size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselamın yolunda bulunanlara selam olsun! ikiyüzotuzaltıncı mektub bu mektub, kıymetli oğlu muhammed sadıka kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. ba'zı sırları bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salatü selam olsun! çok kıymetli oğlum! halinizi açıkladığınız mektubunuzdan, vilayeti hassai muhammediyyeye ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye bağlı olduğunuz anlaşılmakdadır. bunun için allahü tealaya çok şükr ediniz! çok zemandan beri, bu ni'mete kavuşmak istiyordunuz. şimdi, cenabı hakdan ümmid ederek, gönlümü size verdim. sizi bu devlete çekmeğe uğraşdım. önce, sizi vilayeti musevide buldum. oradan çekerek, vilayeti hassai muhammediyye içine almak nasib oldu. bundan dolayı allahü tealaya sonsuz hamd ve şükrler olsun! siz, bu vilayete çekerek getirildiğiniz için, yirmi günden çok oluyor ki, koynumdasınız, yetişiyorsunuz. bağlantınız kuvvetli olmadığından, belki sizin hiç haberiniz olmamışdır. şimdi kuvvetlendiği için sizin de, anladığınızı sanırım. allahü tealanın bu günahı çok kuluna, her an durmadan yağan ni'metlerinden hangi birini yazayım? farisi iki tercemesi: ben o toprağım ki, ilk behar bulutu, lutf eder, verir bereketli yağmuru. vücudümün her kılı, dile gelse de, şükr edemem ni'metlerinin hiçbirine. kıymetli oğlum muhammed sa'idin mektubunda bildirdiği halleri pek doğru, çok kıymetlidir. böyle kıymetli haller, tanıdıklardan pekaz kimseye nasib olmakdadır. allahü tealanın, onu da, vilayeti hassai muhammediyye ile şereflendirmesini ümmid ederim. oğlum muhammed ma'sum, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, yaradılışında bu devlete elverişlidir. allahü teala, sevgili peygamberinin sadakası olarak, onda bulunan bu kuvveti meydana çıkarsın! amin. ikiyüzotuzyedinci mektub bu mektub, molla muhammed talibi beyanegiye yazılmışdır. sünneti seniyyeye yapışmağı istemekde, büyüklerin yolunu övmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! kıymetli kardeşim! nakşibendiyye yolunun büyükleri, sünneti seniyyeye uymuş, azimet yolunu tutmuşlardır. sünneti seniyyeye uymakla ve azimet yolunu seçmekle birlikde, eğer ahval ve mevacid ile şereflenirlerse, büyük ni'met bilirler. eğer, ahval ve mevacide kavuşurlar, fekat sünnete yapışmakda ve azimeti seçmekde gevşeklik olursa, bu ahvali hiç beğenmezler ve böyle mevacidi, ya'ni kendinden geçmeği istemezler. bu gevşekliği, felaketin başlangıcı bilirler. çünki, hindistandaki din adamları olan cukiyye ve berehmenler ile eski yunan felesofları da böyle tecelli sanılan tecellilere ve alemi misaldeki keşflere ve vahdeti vücud bilgilerine malik oldular. fekat, rezil ve rüsva olmakdan ve felakete sürüklenmekden kurtulamadılar. se'adetden mahrum kalmakdan başka, ellerine birşey geçmedi. kardeşim! allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, bu büyüklerin yoluna girdiğinize göre, onlar gibi olmanız lazımdır. onların yolundan kıl kadar ayrılmamalısınız! ancak, böylece, onların yüksekliklerinden, birşeylere kavuşabilirsiniz. önce, ehli sünnet velcema'at mezhebi alimlerinin kitablarında bildirilenlere uygun olarak, i'tikadı düzeltmek lazımdır. bundan sonra, farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları, halal ve haramları, mekruhları ve şübheli olanları, ehli sünnet alimlerinin fıkh kitablarından öğrenmeli ve işler, bu bilgiye uygun olmalıdır. bunlar yapıldıkdan sonra, sıra üçüncüsüne gelir ki, bu da, tesavvuf bilgileridir. ehli sünnet i'tikadı ve fıkh bilgilerine uygun işler, tayyarenin iki kanadı gibidir. bu iki kanad sağlam olmadıkca, maddesiz, zemansız aleme uçulamaz. bu iki kanad elde edilmeden, ahval ve mevacid hasıl olursa, felaket uçurumuna doğru yuvarlanıldığı anlaşılmalıdır. böyle hallerden ve vecdlerden kurtulmak için allahü tealaya sığınmalıdır. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! arabi mısra' tercemesi: habercinin işi, yalnız haber vermekdir. kıymetli kardeşim meyan şeyh davüd oraya gelmişdir. onun sohbetini büyük ni'met biliniz. nasihatlarına kıymet veriniz. gösterdiği yolda bulununuz! kendisi, bu yolun büyüklerinin talebesi yanında çok bulunmuşdur. o büyüklerin yolunu ve gidişlerini iyi öğrenmişdir. orada bulunan kardeşlerimiz ve mir nu'man hazretlerinin yardımı ile bu yüksek yola girmiş olanlar, şeyh hazretlerinin sohbetini ganimet bilsinler. onun halkasında, bir yere otursunlar. birbirlerinde yok olsunlar. böylece cem'ıyyete kavuşurlar. ya'ni gönülleri allahü tealaya bağlanır. bu yolda ilerler, yükselirler.ı okuyunuz! çok faidelidir. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana! size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzotuzsekizinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana yazılmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. din kardeşlerinin çoğalmasında iyi ümmidler vardır. müridlerin ma'rifetlere, hallere kavuşması, pirlerin gevşekliğine ve a sebeb olmaması bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin efendisine ve onun temiz olan aline ve güzel eshabının hepsine salat ve selam olsun! hace rahminin adamı ile gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizi çok sevindirdi. talebenin halleri uzun yazılmış olmakla sevincimiz katkat artdı. hadisi şerifinde buyurulduğu üzere, din kardeşlerinin çoğalması ümmid vericidir. suresinin otuzbeşinci ayetinin, meali şerifi de, bu ümmidi kuvvetlendirmekdedir. fekat, önce kendi hallerine ve işlerine bakmak lazımdır. kendi hareketini, duruşunu düşünmelidir. talebenin ilerlemesi, rehberlerin işini gevşetmemelidir. talebenin hararetli çalışması, rehberlerin çalışmalarını soğutmamalıdır. bundan dolayı, çok korkmak ve titremek lazımdır. talebenin hallerini ve makamlarını, kendisi için aslan gibi ve kaplan gibi tehlükeli bilmelidir. onlarla öğünmek ve sevinmek nerede kalır. ucb kapısının bu yoldan açılmamasına çok dikkat etmelidir. hadisi şerifi gözönünde tutularak, müridlerin ilerlemesinden utanmalı ve yüz kızarmalıdır. taliblerin çalışmalarının kızışmasından ibret almalı, çalışmayı artdırmalıdır. işleri, ibadetleri bozuk görmeli, niyyetleri düzeltmeğe çalışmalıdır. söz ile ve hal ile, daha var mı demelidir. sizin güzel hallerinizden bunların umulduğu açıkca belirlidir. fekat, nefsi emmare ve iblisi la'in gibi din düşmanları düşünülerek ağır yazıldı. taliblere olan teveccühünüzün, yardımlarınızın bu yoldan gevşememesi için cevabımız aşırı oldu. iki ni'metin de bir arada bulunması lazımdır. yalnız birini yapmak, aşağıda kalmak olur. hace rahmi kardeşimizin ve seyyid ahmedin hep yanınızda bulunması lazımdır. siz de onlara çok yardım ediniz. mir abdüllatif de, tevbe edebildi ise, ona da yardımınızı esirgemeyiniz. doğru yolda ilerlesin. birkaç talibin kadiri yolunu istediklerini yazıyorsunuz. ebu bekri sıddikın yolundan başka hiçbir yolu, hiçbir kimseye bildirmeyiniz! iki yol birbirleri ile karışdırılmasın! fekat, yalnız külah ve şecere isterlerse ve istihare uygun çıkarsa, kabul edersiniz ve nasihat verirsiniz. allahü teala size ve arkadaşlarınıza ve sevdiklerimize ve talebenize ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selamet versin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! iki mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye yazılmışdır. dostların kusurları afv olunacağı ve istihare yapmak bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve temiz eshabının hepsine ve bütün peygamberlere salat ve selam olsun! merhamet ederek göndermiş olduğunuz kıymetli mektubu okumakla sevindik. hal hasıl olursa bildirilir. buyuruyorsunuz. yavrum, hal hasıl olmasını istemek, halleri veren sevgili olduğu içindir. onun sevgisi var ise, hal olsa da, olmasa da birdir. burada iken, size çok tohum ekildiğini söylediğimizi yazıyorsunuz. yavrum! evet, yazdığınız gibidir. fekat, bunların meyvelerini toplamak için, çok zeman ister. faidesi, belki de öldükden sonra görünür. sevin, fekat acele etme! mevlana muhammed salihin sözlerini yazıyorsunuz. şimdi yanımızda olmadığından, onları niçin söylediğini kendisinden anlıyamadık. onun için, birşey yazamıyacağım. herhalde hayrdır. kalbinize birşey gelmesin. edebe uymıyan şey yapıldığını yazıyorsunuz. kalbi temiz kimselerin hataları afv olunur. gönlünüze hiçbir şey gelmesin! hallerinizin nasıl olduğunu soruyorsunuz. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, kabul olunmuşlardansınız. kabul edilmiş olanlar, sebebsiz kabul olunurlar. iki şeyhzade gelerek, zikr öğretilmesini istiyorlar diyorsunuz. yavrum! yapılacak her iş için istihare yapmak sünnetdir ve mubarekdir. fekat, istihare yapdıkdan sonra, o işin yapılmasını veya yapılmamasını gösteren bir şeyin, uykuda veya rü'yada yahud uyanık iken görünmesi lazım değildir. istihareden sonra, kalbine bakmak lazımdır. o işi yapmak arzusu, eskisinden daha çok olmuş ise, o işi yapmağı gösterir. eğer arzu, çoğalmamış ve eskisinden daha da azalmamış ise, yine yasak olmaz. böyle olunca, yapmak arzusu artıncıya kadar, istihareleri tekrar tekrar yapmalıdır. istihareler yediye kadar tekrar olunur. istihareden sonra, o işi yapmak arzusunun azaldığı anlaşılırsa o işin yapılmamasını gösterir. böyle olunca da, istihareler tekrarlanabilir. hatta, nasıl olursa olsun, istihareleri her zeman tekrarlamak, daha uygun ve daha iyi olur. o işi yapmak veya yapmamakda ihtiyatlı davranılmış olur. risalesindeki, yazısının açıklanmasını istiyorsunuz. canlı insanın yapdığı işleri, ruhun yapması, cesed halini alarak olur. büyüklerin kaddesallahü teala esrarehüm ruhlarının, canlı insanlar gibi yapdıkları yardımlar, hep böyle olmakdadır. düşmanları helak etmeleri ve sevdiklerine çeşidli yardımlarda bulunmaları ve sıkıntıda olanları kurtarmaları hep böyledir. zalimlerin fitnesinden, zararından kurtulmak için düa istiyorsunuz. allahü teala, sizi ve evinizdekileri, belki o mahalledekileri, o zalimlerin şerrinden korumuşdur. gönlünüz hoş olarak, allahü tealaya teveccüh ediniz! bu korumak kısa bir zeman için değildir sanırım. allahü tealanın rahmeti, magfireti elbette çok genişdir. yalnız, orada bulunan kardeşlerimize nasihat ediniz ki, iyi hallerini ve müslimanlara yardımlarını bozmasınlar. ra'd suresi onikinci ayetinde mealen, buyuruldu. vesselam. ikiyüzkırkıncı mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. bu yolun sonsuz olduğunu ve kelimei tevhidin faidelerinden birkaçını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği iyi kullara selam olsun! iyi hallerinizi bildiren mektubunuzu okumakla sevindik. farisi mısra' tercemesi: aşkda böyle şaşılacak şeyler olur! hallerden ileri geçerek, halleri verene ulaşmak lazımdır. orada cehalet, anlıyamamak, bilmemek vardır. ondan sonra, eğer ma'rifet ihsan ederlerse, çok büyük ni'met olur. görülebilen, anlaşılabilen herşey bırakılır, yok edilebilir. bu çoklukda, birliği görmek olsa da, kıymet vermemeli, yok etmelidir. çünki, o vahdet hiçbir çoklukda, hiç bulunamaz. o görünen, vahdetin kendi değil, benzeri, görüntüsüdür. böyle olduğu zeman güzel kelimesini söylemeniz uygun olur. bu güzel kelimeyi o kadar çok söyleyiniz ki, hiçbirşeyi görmez ve bilmez olunuz. hayret, bilgisizlik mertebesine yükseliniz. fena denilen hale geliniz. hayret, bilgisizlik mertebesine erişmedikçe, fena hasıl olmaz. sizin fena mertebesi dediğiniz şey, fena değildir. ona denir. bilgisizlik mertebesine erişip, fena hasıl olunca, bu yola ilk adım atılmış olur. vasıl olmak nerede? kavuşmak kime? arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. halleriniz doğrudur. fekat, bunları bırakıp ilerlemek lazımdır. allah yolunda olanlara selamlar olsun! ikinci nasihatim, islamiyyetden hiç ayrılmayınız! hallerinizi islamiyyet ile ölçünüz. allah korusun, eğer islamiyyete uymıyan söz ve iş olursa, bunu felaketin başlangıcı biliniz! vesselam. ikiyüzkırkbirinci mektub bu mektub, mevlana muhammed salihe yazılmışdır. dostlardan çoğunun ilerledikleri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! kıymetli kardeşim! hamd olsun, hepimiz iyiyiz. mevlana muhammed sıddik kuddise sirruh bugünlerde, vilayeti hassai muhammediyye ile şereflendi. ismin parçalarını geçerek bütününe kavuşdu. bununla beraber, gözü daha yukarılardadır. oradan çok şeyler edindi. geri dönmesi umulur. allahü teala, dilediğini rahmetine kavuşdurmakdadır. kendi hallerinizi ve tarikate girmiş olan ve girmekde olan kardeşlerin hallerini yazınız! birkaç günü orada doğru yolda geçiriniz! vesselam. ikiyüzkırkikinci mektub bu mektub, molla bedi'uddine yazılmışdır. zikri zat ve zikri nefyü isbat bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ve resulüne salat ve selam olsun. size ve bütün din kardeşlerime hayrlı düalar olsun! kıymetli kardeşim! derviş muhammed, şerefli mektubunuzu getirdi. bizleri sevindirdi. kendinizi kusurlu gördüğünüzü ve niyyetlerinizi ve ibadetlerinizi beğenmediğinizi yazıyorsunuz. allahü teala, bu görüşünüzü artdırsın ve beğenmemenizi çoğaltsın! bu yolda, bu iki ni'met işlerin temelidir. sual: ismi zat ile ne zemana kadar çalışılacağını soruyorsunuz. bu isme devam etmekle, ne mikdar perdelerin ortadan kalkacağını ve nefyü isbat ne vakte kadar yapılır ve bu mubarek kelime ile nelere kavuşulur ve ne kadar perde kalkar diyorsunuz? cevab: demek, gafleti gidermek demekdir. başlangıcda da, yolun sonunda da, insanın zahiri, ya'ni bedeni, gafletden kurtulamaz. bunun için, zahir her zeman zikre muhtacdır. ba'zı zeman, ismi zat olan kelimesi ile zikr, daha faideli olur. ba'zan da, nefyü isbat zikri, ya'ni kelimei tevhid söylemek daha uygun olur. batına, ya'ni kalbe gelince, burada da, gaflet büsbütün gidinceye kadar zikr etmek elbette lazımdır. şu kadar var ki, başlangıcda, herkesin bu iki zikre devam etmesi lazımdır. yolun ortasında ve sonunda, bu iki zikr şart değildir. kur'anı kerim okumakla ve namaz kılmakla da gaflet giderilebilirse, bunlarla da olur. yolda olanlara, kur'anı kerim okumak, sonda olanlara ise, nafile namazları kılmak daha uygundur. şunu da biliniz ki, ancak zati tealaya kavuşmak istiyenler için, zati tealanın ismlerle ve sıfatları düşünmekle birlikde hazır olması da, gaflet sayılır. bu gafleti yok etmeleri lazımdır. ötelerin ötesine ilerlemelidirler. farisi tercemesi: dost ayrılığı, az olsa da, az değildir. gözde, kıl parçası da olsa, çok görünür. rü'yaları yazmışsınız. bundan önce de bildirmişdim ki, bunlar müjdecidirler. müjde edilen şeylerin meydana çıkmaları zemanı, daha gelmemişdir. bekleyiniz ve çalışınız! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! vesselam. ey, insan adını taşıyan varlık, kendine gel, uyan gafletden artık! se'adet yolun, göremezsen nadan, niye vermiş sana, bu aklı yezdan? ikiyüzkırküçüncü mektub bu mektub, molla eyyuba yazılmışdır. tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi tergib etmekdedir: allahü tealaya hamd ve peygamberine salatü selam ederim. sizlere ve bütün mü'minlere iyi düalar ederim. kıymetli kardeşim! çeşidli mektublarınız ile, birkaç def'a nasihat istediniz. fekat, bu aşağılığımı düşünerek, kendi çöküntülerime bakarak, cevab yazmağa kalkışamadım. fekat, tekrar istediğiniz için, bir kaç şey yazmağa kendimi zorluyorum. insanlara önce lazım olan, herkesin birinci vazifesi, emrlere uymak ve yasaklardan kaçınmakdır. haşr suresinin yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, islamiyyete uymanın lazım olduğunu göstermekdedir. zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. böylece, herkese, ihlas kazanması emr olundu. fena hasıl olmadıkça, ihlas elde edilemez. zati ilahi sevilmedikce ihlasın varlığı düşünülemez. fenayı hasıl eden ve insanı, zati ilahinin sevgisine kavuşduran şey de, tesavvuf yolunda ilerlemekdir. görülüyor ki, bu yolda ilerlemek, herkese lazım olmakdadır. çünki, ihlasa kavuşmak, herkese lazımdır. yüksek mertebeleri ve bu mertebelere ulaşdırmaları bakımından, tesavvuf yolları çeşidlidir. bunlar arasında, sünneti seniyyeye uymağı ve islamiyyete yapışmağı emr edenleri seçmek daha iyi ve uygundur. bu yol da, ebu bekri sıddikın yoludur kaddesallahü teala esrarehümül aliyye. çünki bu yolun büyükleri, bu yolda, sünneti seniyyeye yapışmışlar, bid'atden sakınmışlardır. elden geldiği kadar ruhsatla iş görmeğe izn vermezler. ruhsat verilen işler, kalbe faideli görünseler de, bunlara izn vermezler. azimet olan işler, kalbe zararlı görünseler de, azimetle iş görmeği elden bırakmazlar. ahval ve mevacidi, islamiyyet terazisi ile ölçerler. zevkleri ve ma'rifetleri, din bilgilerinin hizmetcileri bilirler. çok kıymetli cevahir gibi olan fıkh bilgilerini, ceviz ve cam parçaları gibi değersiz olan vecd ve hal ile, çocuklar gibi değişmezler. tesavvufcuların, ma'nasız sözlerine kıymet vermez, aldanmazlar. ı bırakıp a bağlanmazlar. kitabına bağlı kalmazlar. medinede olan fütuhati bırakıp, ye sarılmazlar. adındaki kitabında yazılı, fıkh bilgilerine uymıyan, ma'rifetlere sarılmazlar. bunun için, bu büyüklere hasıl olan haller gelip geçici değildir. gafletsiz geçen vaktleri çok uzun sürer. denir. masiva sevgisi, kalblerinden öyle silinmişdir ki, masivayı düşünmek için bin sene uğraşsalar, kalblerine getiremezler. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen bu büyüklerden hiç ayrılmaz. çabuk biten huzura hiç kıymet vermezler. nur suresinin otuzyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimede buyurulan kimseler bunlardır. böyle olmakla beraber, bu büyüklerin yolu, yolların en kısasıdır. elbette kavuşdurucudur. başka yolların sonunda ele geçenler, bu büyüklere başlangıcda verilir. bunların kalbleri, hazreti ebu bekrin radıyallahü anh mubarek kalbine bağlıdır. kalblerini bağlıyan bu zincir, bütün başka meşayıhın bağlarından üstündür. fekat herkesin aklı, bu büyüklerin aldığı zevkı anlıyamaz. bu yolda bulunan kısa görüşlü kimseler bile, bunların yüksekliklerine inanamazlar. farisi tercemesi: kötülerse, anlamayan bu büyükleri eğer, haşa! bu iftiradır; cevab vermesem değer. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, bu yüksek zincirin halkaları olan büyükler, her gösteriş yapanlara, oynayanlara benzetilemezler. onların kazancları çok yüksekdir. farisi tercemesi: yazık olur açıklamak onu, gizli kalsın gönül aşkı gibi. fekat gösterdim ki, yol bulalar, bulmayıp üzülmeden yeğitler. bu büyüklere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in verilen ni'metlerle ve üstünlükleri ile defterler doldurulsa, sonsuz denizler yanında bir damla gibi olur. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineden nişan verdim sana. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! ikiyüzkırkdördüncü mektub bu mektub, molla muhammed salihi külabiye yazılmışdır. halinin harab olduğunu bildiren mektubuna cevabdır: kıymetli kardeşim hace muhammed salihin mubarek mektubu geldi. hallerinin harab olduğu yazılı idi. ondan daha çok harab olmasını umarız. bu harablıkların sonunun nereye varacağını, kıymetli oğlum muhammed sadıka rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bugünlerde yazmışdım. oradan arayınız. orada kalmanızın, arkadaşlar için faideli olduğunu anladınızsa, eğer uygun görürseniz birkaç gün daha kalınız! bu fakir de bugünlerde mubarek dehli şehrine yolculuk yapmak üzereyim. istihareler ve teveccühler, bu yolculuğu gösterdi. bu makamı olgun oğluma ihsan eylediler. kendi vilayeti içine aldılar. fakir burada müsafirler gibi, onun vilayetinde oturmakdayım. bu yüksek yola girmiş olan kardeşlere ve önce mir seyyid mürtezaya ve mevlana şükrüllah ile mir seyyid nizama düalar ederim. oğlum hace muhammed sadık ve diğer kardeşlerimiz size ve arkadaşlarınızın hepsine düa ederler. ikiyüzkırkbeşinci mektub bu mektub, seyyid enbiyaya yazılmışdır. zikri, fena ve bekayı ve ebu ali sinayı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ve yüce peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem salat ve selam olsun! size ve bütün müslimanlara düa ederim. gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri sevindirdi. nefyü isbat zikrinin yirmibire ulaşdığını, fekat devam hasıl olmadığını, ara sıra şü'ursuzluk olduğunu yazıyorsunuz. sevgili yavrum! zikr etmenin şartlarından bir şart eksik olmalıdır ki, o sayıya çıkdığınız halde bir te'siri görülememişdir. görüşdüğümüz zeman hatırlatınız da uzun anlatırım, inşaallahü teala. sual: ebu bekri sıddik radıyallahü anh işini sona getirdikden sonra, zikr söylemek laklakadır. ya'ni faidesizdir. kalb ile zikr etmek vesvesedir. ya'ni faidesiz düşüncedir. ruhun zikr yapması, şirk olur. sır denilen latifenin zikri de küfrdür buyurdu. bu söz ne demekdir? cevab: zikrde, bir zikr eden, bir de zikr olunan vardır. hangi zikr olursa olsun, zikr edenin ve zikrin zikr olunanda yok olmaları için yapılır. ya'ni zikr eden ve zikr yok olacaklar, yalnız, zikr olunan kalacakdır. bunun için, zikre laklaka, vesvese, şirk ve küfr buyurmuşdur. farisi iki tercemesi: dostdan seni geri bırakmasın, o şey, küfr veya iman olsa da, seni bu yolda oyalamasın, hiçbirşey, mahi cihan olsa da! zikre böyle çirkin ismler verilmesi, fena ve beka hasıl olmadan öncedir. çünki, fena ve beka hasıl oldukdan sonra, zakirin varlığı ve zikr etmesi, hiç çirkin değildir. bu sözümüzde, anlaşılamayan yer kaldı ise, buluşduğumuz zeman, yine sorunuz. çünki, mektubla bundan fazlası açıklanamaz. şunu da bildirelim ki, bu sözü, ebu bekri sıddik radıyallahü anh hazretlerinin söylediğini ve hele işini sona erdirdikden sonra söylediğini sanmak doğru birşey değildir. sual: şeyh ebu saidi ebülhayr, allahü tealaya kavuşduran bir vasıta bildirmesini ebu ali sinadan istedi. ibni sina da, görünüşde müsliman olmağı bırak. tam kafir ol dedi. şeyh hazretleri, aynülkudatı hemedaniye yazarak, dedi. aynülkudat da buna, diye cevab yazdı. bunun açıklamasını istiyorsunuz? cevab: tam veya hakiki küfr, ikiliği kaldırmak demekdir. çokluğun, ya'ni mahlukların görünmemeleridir. bu da, fena makamıdır. bu makamın üstünde, hakiki islam makamı vardır ki, beka makamıdır. küfri hakiki, islamı hakikiden çok aşağı derecedir. ibni sina, kısa görüşlü olduğu için, islamı hakikiye yol göstermedi. sözün doğrusu şudur ki, onun küfri hakikiden de haberi yokdur. bu sözü, ağızlardan alarak, başkalarına uyarak söylemiş ve yazmışdır. onun, görünüşde müsliman olmakdan başka birşeyi yokdur. sonunda, felsefe pisliklerinde kalmışdır. imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, onun kafir olduğunu bildiriyor. doğrusu da, onun felsefeye dayanan bilgileri, islamiyyetin temel bilgilerine uygun değildir. şunu da bildirelim ki, şeyh ebu said rahmetullahi aleyh, aynülkudatdan kuddise sirruh çok zeman önce idi. ona mektub yazması nasıl olabilir? anlaşılamıyan yer kaldı ise görüşdüğümüz zeman sorunuz! vesselam. ikiyüzkırkaltıncı mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana kuddise sirruh yazılmışdır. aradığı makama kavuşduğu ve kemal ve tekmil mertebeleri ve zeman zeman olan gevşekliğin sebebi bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin efendisine ve onun temiz alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! arka arkaya gelen kıymetli mektublarınız bizleri çok sevindirdi. oraya giden bulunmadığı için, herbirine ayrı ayrı cevab gönderilemedi. afvınızı dilerim. mir davüd ile gönderdiğiniz mektub geldikden sonra, bir sabah namazından sonra kardeşlerimizin arasında oturmuşdum. isteyerek veya istemeyerek sizi düşündüm. eskiden kalanlardan görülebilenlerin de yok olması için ve his olunan karanlıkların ve bulanıklıkların giderilmesi için çalışdım. hilal şeklindeki kemaliniz, tam bedr haline geldi. hidayet güneşinde bulunanların hepsi bu tam ay üzerinde göründü. öyle oldu ki, aranılan ve umulan kemallerden, verilmedik hiçbiri kalmadı. kabın alabildiği kadar dolduruldu. bundan sonra, yavaş yavaş daha da alır. bu halin alemi misaldeki görüntüsü, uzun zeman karşımda kaldı. böylece, doğruluğu iyice anlaşıldı. bundan dolayı allahü tealaya hamd olsun! bu ni'mete kavuşacağınızı, daha önce gördüğünüz bir rü'ya haber vermişdi. bu kavuşmağı çok istiyordunuz. allahü tealaya hamd olsun ve şükr olsun ki, size karşı olan borcumu temam ödemiş oldum. sözümü yerine getirmiş oldum. bu kemale uygun olarak, taliblere çok faideli olacağınızı ve oralarda, çöllerde bulunanların bile, mubarek varlığınızla nurlanacaklarını ümmid ederim. arasıra çalışmanızda gevşeklik olduğunu yazıyorsunuz. aşırı kabz halinin buna sebeb olduğu görünüyor. sizin kabz haliniz, çok ve uzun sürdüğü için bundan hasıl olan durgunluk da uzun sürmekdedir. bununla beraber, ibadetleri yapmak ve vazifeleri yerine getirmek için kendinizi zorlayınız! bu sene, yüksek bilgiler ve kıymetli ma'rifetler ihsan edildi. bunları bildiren iki müsveddeyi kardeşimiz mevlana muhammed emin götürdü. orada, hacemiz hazretlerinin kaddesallahü teala sirrehül'aziz larından birkaçının açıklaması vardır. o ruba'ileri firuzabaddaki kardeşlerimiz okurken yazmışdım. ruba'ileri açıklarken vahdeti vücud bilgileri de yazıldı. alimlerin sözleri ile sfiyyenin vahdeti vücud sözleri birbirlerine uygun getirildi. iki tarafın ayrılığı yalnız sözde bırakıldı. müsveddelerden ikincisi, kıymetli oğlum muhammed sadıka yazılan bir mektubdur. çok uzun ve geniş yazılmışdır. bu bilgilerin derecelerinin yüksekliği okunduğu zeman anlaşılır. bir yerinde şübheye düşerseniz sorunuz! ikiyüzkırkyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmed hazretlerine yazılmışdır. allahü tealanın varlığını gösteren, yine kendisi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealayı delilsiz, vesilesiz olarak tanıdım. daha doğrusu, delilleri, allahü teala vasıtası ile tanıdım. çünki, herşeyin delili, herşeyin varlığını gösteren onun varlığıdır. onu gösteren birşey yokdur. çünki delil olanın, gösterenin, gösterilenden daha çok meydanda olması lazımdır. ondan daha açıkda ne vardır? çünki herşey, onunla meydandadır. herşeyin varlığı ondandır. o, kendini de, herşeyi de göstermekdedir. bunun içindir ki, rabbimi, rabbim vasıtası ile tanıdım ve herşeyi onunla tanıdım deriz. böyle olduğu münazara ilmindeki üsulü ile anlaşılmakdadır. alimlerin çoğuna göre delili ile anlaşılır. , limmeli ya'ni demekdir. niçin sorularını cevablandırmak lazım olur. inni, inneli ya'ni demekdir. belli olduğu için, niçin demeğe lüzum yokdur. delilin limmi veya inni olması görüş ayrılığındandır. doğrusu ise, burada delil aramanın yeri yokdur. çünki, allahü tealanın varlığı meydandadır. meydanda olmasında hiç şübhe yokdur. herşeyden daha açıkdır. ancak, kalbi hasta, gözünde perde olan anormal kimse göremez. herşey, açıkdaki beş duygumuz ile anlaşılır. hepsinin varlığı, allahü tealadandır. böyle olduğunu anlamıyanların çoğu, hasta kimselerdir. onların hasta olması, böyle olmasına zarar vermez. size ve doğru yolda olanların ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlerin hepsine selam olsun aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! ikiyüzkırksekizinci mektub bu mektub, mirza hüsameddini ahmed hazretlerine kaddesallahü teala sirrehul'aziz yazılmışdır. peygambere tam tabi' olanların, onların bütün olgunluklarına kavuşacakları ve hiçbir velinin hiçbir nebi derecesine çıkamıyacağı bildirilmekdedir: bizi bu hale kavuşduran allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. allahü tealanın peygamberleri doğru yolu göstermek için gelmişdir salevatullahi teala ve teslimatü sübhanehü aleyhi ve ala etba'ıhim ve ensarihim ve avanihim ve hazeneti esrarihim. peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların en üstünleri, onlara, çok uydukları ve aşırı sevdikleri için, daha doğrusu, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı olarak, izinde bulundukları peygamberlerin, bütün kemalatını, üstünlüklerini, kendilerine çekerler. büsbütün onlar gibi olurlar. o kadar benzerler ki, yalnız uyan ve uyulan, önce olan sonra olan ayrılığından başka, aralarında hiç ayrılık kalmaz. böyle olmakla beraber, uyanlardan hiçbiri, peygamberlerin en üstününe uyanlardan olsa da, hiçbir peygamberin, peygamberlerin en aşağıda olanının bile, derecesine yükselemez. bunun içindir ki, peygamberlerden sonra, bütün insanların en üstünü olan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh hazretleri, peygamber lerin derecesi en aşağıda olanından da çok aşağıdadır. işte bunun için, peygamberlerin aleyhimüsselam mebdei te'ayyünleri ve rableri olan ismler, asldan, kaynakdandır. ümmetlerin en üstünleri olsun, en aşağıları olsun, hepsinin mebdei te'ayyünleri ve rableri olan ismler, o aslların çeşidli zılleri, görüntüleridir. asl ile gölgesi nasıl müsavi olabilir? saffati suresinin yüzyetmişbirinci ayetinde mealen, elbette kelimemiz, çok önce yapıldı. ya'ni levhi mahfuzda, peygamberlerimiz için yazdık. onlara elbette yardım olunacakdır. onların yolunda gidenler, galib olacaklardır buyuruldu. allahü tealanın zatının tecellisi, yalnız peygamberlerin sonuncusuna olur aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat. bu yüce peygamberin yolunda gidenlerin yüksekleri de, bu tecelliden pay alır. fekat, bu söz, başka peygamberlere zatın tecellisi olmaz, bu ümmetin yükseklerine olur demek değildir. böyle düşünmekden allahü teala korusun! bu söz, evliyanın peygamberlerden daha üstün olduğunu anlatmıyor. çünki, bu tecelli, o yüce peygambere olur demek, bütün peygamberlere de onun vasıtası ile, ona uydukları için olur demekdir aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. bu tecelli, bütün peygamberlere aleyhimüssalevatü vettehıyyat o yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam aracılığı ile olur. bu ümmetin evliyasının büyüklerine ise, ona aleyhissalatü vesselam uydukları için bu tecellinin zılleri nasib olur. peygamberler, bu büyük ni'metin sofrasında onunla birlikde oturmakdadırlar aleyhi ve aleyhimüssalevatü vettehıyyat. evliya ise, o sofranın artıklarını yiyen hizmetcilerdir. sofrasında oturanla, artık yiyen hizmetçi arasında çok fark vardır. bu makam tesavvuf yolcularının ayaklarının kaydığı yerlerden biridir. bunu açıklamak ve şübheleri gidermek için, bu fakir kitablarında, mektublarında çeşidli bakımları bildirmişdir. sözün doğrusu, bu mektubda, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile yazılmış olandır. ma'lumi şerifiniz olsun ki, bu tecelli her ne kadar o yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat aracılığı ile bütün peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat hasıl olmuş ise de, bu üstün vilayet onların ümmetlerinin evliyasına nasib olmamışdır. bu tecelliye kavuşmamışlardır. bunların asllarına nasib olan tecelli, aracı ile ve görüntü olarak olunca, zıllere, artıklara ne kalabilir. bunları açık keşfle anlıyoruz. akl yolu ile değil. yukarıda bildirdik ki, peygamberlere uyanların büyükleri, onların üstünlüklerinin hepsini kendilerine çekerler. bu üstünlükler, uydukları peygamberin üstünlükleridir. her peygamberin üstünlüğü demek değildir. kendi peygamberlerinin vilayetinden pay alırlar. zati ilahinin tecellisi, ümmetler arasında, yalnız bu ümmete olmakdadır. bunun için, ümmetlerin en hayrlısı olmuşlardır. bu ümmetin alimleri, beni israilin peygamberleri gibi olmuşdur. bu, allahü tealanın öyle ihsanıdır ki, dilediğine verir. onun ihsanları pek çokdur. bu vilayetin üstünlüklerinden biraz yazmak istedim. vakt dar olduğundan ve kağıd yetişmediğinden yazılamadı. allahü tealanın lutfü ve ihsanı olarak, ilmler, ma'rifetler yağmur gibi yağmakdadır. şaşılacak gizli bilgilerin incelikleri açıklanmakdadır. bu gizli ve ince bilgileri yalnız, kıymetli oğullarıma, anlayabildikleri kadar açıklamakdayım. sevdiklerimiz birkaç gün huzurdadır. birkaç gün de, gaybet halindedirler. bunun için, veli hiçbir sahabinin mertebesine ulaşamaz demişlerdir. size kavuşmak arzumuz çokdur. bu aşağı kimseye yazdığınız mubarek mektubunuz gelerek şereflendik. amellerini, ibadetlerini kusurlu görmek, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir. fekat, hallerin orta derecede olması, her işde güzeldir. sınırı aşmak, pekaz yapmak gibi, adaletden uzakdır. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat! ikiyüzkırkdokuzuncu mektub bu mektub, mirza daraba yazılmışdır. gelmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe uymanın faziletlerini bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kullarına selam olsun! ahıretde azablardan kurtulmak ve sonsuz se'adete kavuşmak, ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe uymakla olur aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. bunun için, ona uymakla, na erişirler. onun yolunda bulunmakla, allahü tealanın zatının tecellisine kavuşurlar. onun izinde ilerlemekle, bütün mertebelerin en üstünü olan ve mahbubiyyet makamından sonra hasıl olan, mertebesine ulaşırlar. onun izinde ilerliyenlerin büyükleri, israil oğullarının peygamberlerine benzetildi. peygamberlerin en üstünleri olan ülül'azm peygamberler salevatullahi aleyhim ecma'in onun yolunda olmağı istemişlerdir. musa aleyhisselam onun zemanında bulunsaydı, onun yoluna girmekden başka birşey yapmazdı. isa aleyhisselamın gökden ineceği ve allahü tealanın sevgilisine ümmet olacağı herkesin bildiği bir şeydir. onun ümmeti, onun yolunda bulundukları için, ümmetlerin en iyileri oldular ve cennetdekilerin çoğu bunlar oldu. ona uydukları için, ahıretde, bütün ümmetlerden önce cennete girecekler, cennet ni'metlerine kavuşacaklardır. böyle daha nice üstünlükleri vardır. bunun için, o yüce peygamberin sünnetine uyunuz ve ahkamı islamiyyeye yapışınız! ona ve onun peygamber kardeşlerinin hepsine en üstün düalar ve en yüksek selamlar olsun! ayrıca şeyh isma'il, size havale olunur. kendisi, ma'rifetler sahibi hacı abdülhakkın ahbablarındandır. vesselam. ikiyüzellinci mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. tesavvuf yolundaki halleri ve haccın şartlarından birinin, yolun tehlükesiz olması olduğu bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun. onun yüce peygamberine ve aline ve eshabına salat ve selam olsun! din ve dünyanızın iyi olması için düa ederim. biz fakirler çok iyiyiz. allahü tealaya hamd olsun! sizin de afiyetde olmanızı allahü tealadan dilerim. kıymetli mektubunuz geldi. önce olan zevkleri ve ferahlıkları şimdi kendimde bulamıyorum. bunun için, eski derecelerimden düşdüğümü anlıyorum diyorsunuz. kardeşim! önceki haller, vecd ve sima' sahiblerinin halleri gibi idi. bu haller, cesedde hasıl oluyordu. şimdi hasıl olan haller ile cesedin ilgisi pekazdır. daha çok kalbe ve ruha bağlıdırlar. bunu anlatabilmek için, uzun açıklamak ister. kısacası, şimdiki haller, önceki hallerden katkat üstündür. bunlardan zevk duyamamak, tat alamamak, zevk ve tat almakdan daha üstündür. çünki, büyüklere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in olan bağlılık, insanı ne kadar cehalete çeker, ne kadar hayrete düşürürse, o makamdaki cahilliğe denilir. anlıyamamağa da idrak etmek, anlamak denir. nisbetin , önce olan tadı, te'siri şimdi kalmadı diyorsunuz. evet, şimdi, ruha olan te'siri artmışdır. fekat, herkes bunu anlıyamaz. ne yapalım ki siz, bu fakirin yanında az bulundunuz. nasib olan ilmleri, ma'rifetleri az işitdiniz. allahü teala ihsan eder de, ikinci olarak buluşulursa, birkaç gün birarada kalırız. sual: diyorsunuz. cevab: yavrum! fıkh kitablarında, buna cevab olarak gelen haberler çok çeşidlidir. bunlar arasında, fıkh alimi ebülleysi semerkandinin rahmetullahi aleyh fetvası seçilmişdir. bunun bildirdiğine göre, yolda ölüm, hastalık tehlükesi ve düşman korkusu olmadığı düşüncesi çok ise, gitmek farz olur. böyle zan etmesi çok değilse, farz olmaz. fekat, bu şart, haccın edasının, gitmenin şartıdır. haccın vücubünün ya'ni farz olmasının şartı değildir. en doğru haber de budur. bu sebeble gidemiyenin, hac parasını bırakarak, başkasının gönderilmesi için vasıyyet etmesi vacibdir. vakt dar olduğundan, geri kalan suallerinizi cevablandıramadım. başka zeman yazarım. vesselam. ikiyüzellibirinci mektub bu mektub, mevlana muhammed eşrefe yazılmışdır. dört halifenin üstünlüklerini ve eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve temiz ehli beytine ve eshabının hepsine salat ve selam olsun salevatullahi aleyhi ve ala alihi ve eshabih! din ve dünya se'adetinize düa ederim. kıymetli kardeşim! birkaç şaşılacak bilgi ve işitilmemiş gizli şeyler ve cenabı hakkın ihsan etdiği hoş şeyleri bildireceğim. bunların çoğu, şeyhaynın ve hazreti osmanı zinnureynin ve allahın arslanı hazreti alinin üstünlüklerini ve yüksekliklerini göstermekdedir. kısa anlayışıma göre yazıyorum. dikkatle dinleyiniz! hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma, muhammed aleyhisselamın yüksekliklerine ve vilayeti mustafavinin derecelerine kavuşdukları gibi, vilayet bakımından, hazreti ibrahim aleyhisselama ve insanları dine çağırmak bakımından da, musa aleyhisselama bağlıdırlar. hazreti ali ise, her iki bakımdan da, hazreti isa aleyhisselama bağlıdır. hazreti isa, ruhullahdır ve kelimetullahdır. bunun için kendisinde vilayet yüzü, peygamberlik yüzünden daha kuvvetlidir. hazreti ali de, ona bağlı olduğu için, onda da, vilayet yüzü daha kuvvetlidir. dört halifenin radıyallahü teala anhüm ecma'in mebdei te'ayyünleri , ilm sıfatıdır. topluca veya açıkca çeşidli yönlerden ayrılırlar. bu sıfat, topluluk bakımından, muhammed aleyhisselamın terbiyecisidir. genişlik bakımından ise, ibrahim aleyhisselamın rabbidir. her iki bakımdan ise, nuh aleyhisselamın rabbidir. musa aleyhisselamın rabbi, kelam sıfatıdır. isa aleyhisselamın rabbi, kudret sıfatıdır. adem aleyhisselamın rabbi, tekvin sıfatıdır. hazreti ebu bekrle hazreti ömer, resulullahın peygamberlik yükünü taşımakdadırlar. fekat burada da, her ikisinin mertebesi ayrıdır. hazreti ali, isa aleyhisselama bağlı olduğundan ve vilayet yüzü daha kuvvetli olduğundan, muhammed aleyhisselamın vilayet yükünü taşımakdadır. hazreti osmanı zinnureyn, ortada olduğu için, her iki yükü de taşımakdadır. hazreti musa aleyhisselama bağlılığı daha çokdur. çünki, herkesi dine çağırmak, peygamberlik makamına uygun bir işdir. bu iş, bizim peygamberimizden sonra, peygamberler arasında, onda daha çok ve daha genişdir. onun kitabı, kur'anı kerimden sonra, gökden inen kitabların en iyisidir. bunun içindir ki, onun ümmeti, geçmiş ümmetler içinde, cennete en önce girecekdir. ibrahim aleyhisselamın dini ve milleti, bütün dinlerin ve milletlerin en üstünü ve yükseği idi. bunun için, peygamberlerin en üstününe, onun milletine uymak emr olunmuşdur. nahl suresi, yüzyirmiüçüncü ayetinin, meali şerifi, böyle olduğunu göstermekdedir. geleceği haber verilmiş olan hazreti mehdinin rabbi de, ilm sıfatıdır. bu da, hazreti ali gibi isa aleyhisselama bağlıdır. sanki, isa aleyhisselamın iki ayağından biri, hazreti alinin başı üzerinde, ikinci ayağı hazreti mehdinin başı üzerindedir. musa aleyhisselamın vilayeti, muhammed aleyhisselamın vilayetinin sağındadır. isa aleyhisselamın vilayeti ise, solundadır. hazreti ali, muhammed aleyhisselamın vilayeti yükünü taşıdığı için, evliya yollarının çoğu ona bağlıdır. vilayetin yüksek derecelerine kavuşmuş olan ve insanlar arasına karışmıyan evliyanın çoğuna, hazreti alinin yüksekliği, hazreti ebu bekrle hazreti ömerin yüksekliklerinden daha çok bildirildi radıyallahü teala anhüm ecma'in. eğer, ehli sünnet alimleri, bu ikisinin hazreti aliden daha üstün olduğunu sözbirliği ile bildirmemiş olsalardı, bu evliyanın çoğu, hazreti alinin daha üstün olduğunu bildirirlerdi. çünki, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin üstünlükleri, peygamberlerin üstünlükleri gibidir aleyhimüssalevatü vetteslimat. vilayet yolunda olanların elleri, o üstünlüklerin eteklerine yetişemez. bunların, nübüvvetin yüksekliklerinde dereceleri o kadar yüksekdir ki, keşf sahiblerinin keşfleri, o derecelerin yoluna bile varamaz. vilayetin yüksek dereceleri, peygamberliğin yüksek derecelerine çıkabilmek için merdiven gibidir. vasıtanın, aracının, aranılandan ne haberi olabilir? başta olanlar, sonda bulunanlardan ne anlıyabilir? peygamberlik zemanı çok uzaklaşdığı için, bugün, bu sözümüz, çok kimseye ağır gelir. inanmak istemezler. fekat, ne yapılabilir? farisi tercemesi: ayna arkasındaki papağan gibiyim, ezeli üstad ne derse, onu söylerim. allahü tealaya çok hamd ve şükrler olsun ki, bu sözlerimin hepsi, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygundur. onların sözbirliği ile beraberdir. onların akl ile, ilm ile buldukları, bana keşf yolu ile bildirilmekdedir. onların kısaca anladıkları, bu fakire geniş olarak açıklanmakdadır. resulullaha uyarak, peygamberlik makamının yüksek derecelerine kavuşdurulmadan ve o yüksekliklerden doyurucu bir pay verilmeden önce, iki halifenin üstünlüklerini, bu fakire, keşf yolu ile bildirmemişlerdi. ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uymakdan başka kurtuluş yolu yok idi. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o, bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri hep doğru söylemişlerdir. hazreti emirin radıyallahü anh ismi cennet kapısının üzerinde yazılı olduğunu öğrenince, şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma cennet kapısındaki hususiyyet ve i'tibarlarının nasıl olduğunu merak etdim. anlamak için çok uğraşdım. nihayet anladım ki, bu ümmetin cennete girmeleri bu iki büyük zatın emri ve izni ile olacakdır. sanki ebu bekr radıyallahü anh cennet kapısında durup, içeri girmeğe, izn verecek ve ömer radıyallahü anh ellerinden tutarak içeri götürecekdir. bütün cennetin, sanki ebu bekrin radıyallahü anh nuru ile dolu olduğunu his ediyorum. bu fakire göre, şeyhayn hazretlerinin bütün sahabei kiram aleyhimürrıdvan arasında ayrı bir şan ve üstünlükleri vardır. başka hiçbirisi, bunlara ortak değildir. sıddik radıyallahü anh, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile sanki aynı bir evin sahibidir. farkları, bir evin iki katı arasındaki fark gibidir. faruk radıyallahü anh da, ebu bekre radıyallahü anh tufeyl olarak, bu devlethanede bulunmakdadır. diğer sahabei kiramın, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem yakınlıkları, sünneti seniyyesine uydukları kadar, mahalle komşusu veya hemşehri gibidirler. bunlar, böyle olunca, sonra gelenlerin evliyası, nerede kalır, artık düşünmeli! farisi mısra' tercemesi: seslerini uzakdan işitmek de büyük ni'metdir. o halde onlar şeyhaynin büyüklüğünden ne anlıyabilirler? her ikisinin büyüklüğü, o kadar çokdur ki, peygamberler aleyhimüsselam sırasındadırlar. peygamberlik makamından başka, bütün üstünlüklerine malikdirler. nitekim peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: . imamı gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, halife ömer radıyallahü anh şehid olunca, abdüllah ibni ömer, sahabei kirama dedi ki: . ba'zılarının bu sözü anlamıyarak durakladıklarını görünce, ilmden maksadım allahü tealayı bilmekdir. abdest ve guslün bilgileri değildir dedi. ömer böyle olunca ebu bekrin büyüklüğü nasıl anlaşılır ki, ömerin bütün iyilikleri onun bir iyiliğidir. böyle olduğu, hadisi şerifde bildirilmekdedir. ömer ile sıddik radıyallahü anhüma arasındaki fark, sıddik ile resulullah sallallahü aleyhi ve sellem arasındaki farkdan ziyadedir. başkalarının sıddikdan radıyallahü anh ne kadar aşağıda olduğunu bundan anlamalıdır. şeyhayn radıyallahü anhüma öldükden sonra da, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrı kalmadılar. mahşere de onlarla beraber kalkıp gideceğini haber vermişdir. o halde efdaliyyet, üstünlük, ona daha yakınlık demek olup, bu da, ikisine mahsusdur. bu fakirliğim ve aşağılığım ile, onların yüksekliğinden ne anlıyabilir ve söyliyebilirim ve üstünlüklerinden ne anlatabilirim? tozun, dumanın, güneşi anlatmağa gücü yeter mi? bir damla su, büyük denizleri söyliyebilir mi? insanlara nasihat etmek, herkese yol göstermek için geri dönmüş olan evliya, hem vilayet, hem de da'vet bilgilerini ve kıymetlerini taşıdıklarından, keşflerinin nuru ile ve tabi'in ve tebe'i tabi'inden ictihad derecesine yükselen alimler, hadisi şeriflerin derinliklerindeki ma'naları bulup anlamak ile, şeyhaynın radıyallahü anhüma kemalatından biraz anlayarak, hakikatlerinden az birşey ele geçirerek üstünlüklerini bildirmişler ve bunda söz birliği hasıl olmuşdur. bu sözlerine uymıyan keşflerin, buluşların yanlış olduğunu söyliyerek bunlara kıymet vermemişlerdir. bu ikisinin üstünlüğü sahabei kiram arasında zaten şöhret bulmuşdu. mesela, de abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki, biz, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ebu bekr gibi kimseyi bilmezdik. ondan sonra, ömeri, ondan sonra da osmanı radıyallahü anhüm bilirdik, onlardan sonra kimseyi kimseden üstün tutmazdık. ebu davüdün bildirdiğine göre, yine abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki: . evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir sözü, in, sözüdür. ya'ni geri dönmiyen, peygamberlik makamının kemalatından haberi olmıyan evliyanın sözüdür. bu fakir birçok mektublarımda, uzun uzadıya bildirdim ki, peygamberlik, vilayetin üstündedir. hatta peygamberin kendi vilayetinin üstündedir. sözün doğrusu da budur. bunun aksini söyliyen, peygamberlik makamının yüksekliğini bilmiyendir. evliyalık yolları arasında silsiletüzzeheb yolu, sıddiki ekberin radıyallahü anh yolu olduğundan, bu yolun yolcuları uyanık olur. onun için de, yolların en üstünüdür. başka yoldaki evliya, bunların kemalatına nasıl yetişebilir? onların içyüzünü nasıl anlıyabilir? bu yolun yolcularının, bu işde karları müsavidir demek istemiyorum. belki milyonda biri böyle olabilirse ni'metdir, se'adetdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği hazreti mehdi, vilayetin en yüksek derecesinde olacağına göre, o da bu yoldan yetişmiş ve bu yolu temamlamış ve düzeltmiş olacakdır. çünki bütün vilayet yolları, bu yoldan aşağıdır ve ulaşdıkları vilayetlerde, peygamberlik makamının kemallerinden az birşey vardır. bu yoldan kazanılan evliyalıkda ise, sıddikı ekberin radıyallahü anh yolu olduğu için, o kemalatdan pekçok bulunur. farisi mısra' tercemesi: gör ki, yollar arasındaki fark ne kadar çokdur. hazreti emir radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vilayetini aldığı, taşıdığı için, geri dönmiyen ya'ni halk arasına karışmıyan, ya'ni vilayetin kemalatı kendilerinde fazla bulunan evliyanın, mesela kutbların, ebdalin ve evtadın terbiyeleri onun imdadı ve yardımı iledir. ya'ni onun emrinde ve terbiyesindedir . fatımatüzzehra ile hasen ve hüseyn de bu makamda hazreti emir radıyallahü anhüm ile ortakdırlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, eshabının hepsi radıyallahü anhüm büyükdür. her birini büyük bilmek ve söylemek lazımdır. enes bin malik radıyallahü anh buyuruyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. insanların en iyisini bana eshab olarak seçdi. bunların arasından da bana akraba ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. bir kimse, beni sevdiği için, bunlara hurmet ederse, allahü teala, onu her tehlükeden korur. onlara hakaret ederek, beni incitenleri de incitir. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: eshabıma dil uzatanlara, onları söğenlere, allah la'net eylesin. bütün meleklerin ve insanların la'netleri onların üzerine olsun! aişei sıddika radıyallahü anha buyuruyor ki, resul sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: . eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında olan muharebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfe'at için bilmemek lazımdır. çünki, onların ayrılığı ictihad ve te'vil ayrılığı idi. heva ve hevesden doğan ayrılık değildi. ehli sünnet alimleri hep böyle söylüyor. şu kadar var ki, hazreti emir ile muharebe edenler, hata etdi. hak, hazreti emir radıyallahü anh tarafında idi. fekat hataları, ictihad hatası olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. kitabına göre, amidi diyor ki, . ebu şekuri sülemi, kitabında diyor ki, ehli sünnet velcema'ate göre hazreti mu'aviye ve onunla beraber olanlar radıyallahü anhüm hata etmişlerdi. fekat hataları, ictihad hatası idi. ibni haceri mekki kitabında diyor ki: hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile radıyallahü anhüma muharebesi, ictihad sebebi ile idi. ehli sünnet alimleri böyle biliyor. ı şerh edenin, sözünde eshabımız diyerek, kimleri anlatmak istemişdir? ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor, aksini söyliyor. büyüklerin kitabları hep ictihadda hata olduğunu bildirmekdedirler. imamı gazali ve kadi ebu bekr ve diğer imamlar rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bunlar arasındadır. o halde hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere fasık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek caiz değildir. kadi ıyadın kitabında, imamı malik radıyallahü anh diyor ki:peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabından birine, mesela ebu bekre veya ömere veya osmana veya mu'aviyeye veya amr ibni asa radıyallahü anhüm söğen ve onları kötüliyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kafir oldular dedi ise, bu kimseyi öldürmelidir. yok eğer başka bir ayb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenler, şi'ilerin taşkın olanlarının dedikleri gibi, kafir değildir. fasık da değildir. çünki, aişei sıddika radıyallahü anha ve talha ve zübeyr ve sahabei kiramdan birçoğu onlardandır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma cemel muharebesinde, onüçbin kişi ile beraber öldürülmüşdü. hazreti mu'aviye radıyallahü anh bu zeman işe karışmamışdı. bir müsliman, bunlara yoldan çıkdı ve günaha girdi gibi sözler söyliyemez. kalbi bozuk, ruhu pis olan, söyler. fıkh alimlerinden ba'zısı hazreti mu'aviye radıyallahü anh için , ya'ni zulm etdi, demiş ise de, bundan maksadları, hazreti emirin hilafeti zemanında kendini halife i'lan etmesi haksız idi, demekdir. yoksa, yoldan çıkmak ve günah alameti olan zulm demek değildir. bu suretle sözleri, ehli sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. bununla beraber, hakiki din alimleri, böyle yanlış ma'nalar anlaşılabilecek sözleri söylemezler. hazreti mu'aviye için radıyallahü anh zalim, nasıl denilebilir? bunun, allahü tealanın emrlerini ve müslimanların haklarını gözetmekde adil bir halife olduğunu kitabında, allame ibni haceri mekki yazıyor. çirkin hata da dememelidir. hata sözüne eklenen herşey hata olur. hele la'net sözünü kullanmak, zan ve şübhe ile olsa bile hiç doğru değildir. böyle sözleri yezid için söyleseler yeridir. fekat, mu'aviye radıyallahü anh için söylemek çok şeni', çok çirkin olur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh hayrlı düalar etdiğini, hadis alimlerinin hepsi söylüyor. mesela, ya rabbi! ona kitab , hesab öğret ve onu azabdan koru! ve bir kerre de, ya rabbi! onu doğru yola götür ve doğru yola götürücü yap! buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olunacağı ise şübhesizdir. , din kitablarından hiç de haberi olmadığı anlaşılmıyor mu? eshabı kiramın herhangi biri için, böyle uygunsuz sözler söylemek hiç iyi değildir. ya rabbi! unutarak, yahud yanılarak yapdıklarımızı bizlere sorma! imamı şa'bi hazretlerinin hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh kötülediği yolundaki sözleri de doğru değildir. böyle birşey olsaydı, şa'binin talebesi olan imamı azam ebu hanifenin bu sözleri söylemesi lazım gelirdi. imamı malik radıyallahü anh, tebe'i tabi'indendir ve hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh asrında yaşamışdır. medinei münevvere alimlerinin en yükseği olduğu muhakkakdır. işte o büyük alim, mu'aviyeyi ve amr bin ası radıyallahü teala anhüma söğenleri öldürünüz der mi idi? demek ki, onu söğmeği büyük günahlardan sayarak söğenleri öldürmeği emr etmişdir. onu söğmeği, ebu bekr ve ömeri ve osmanı radıyallahü anhüm söğmek gibi bilmişdir. o halde hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek asla caiz değildir. iyi düşünmek lazımdır ki; hazreti mu'aviye radıyallahü anh bu işlerde yalnız başına değildi. eshabı kiramın hemen hemen yarısı onunla beraberdi. eğer hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir veya fasık denirse, dini islamın yarısı yıkılır. zira dini islamı dünyaya yayan, bizlere bildiren onlardır. o halde, onları ancak zındık, ya'ni dini islamı yıkmak için uğraşan kimse kötüler. o muharebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması hazreti osmanın radıyallahü anh şehadeti ile başladı. katillerden kısas istenmesi ile başladı. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma kısas gecikdiği için medinei münevvereden çıkdılar. aişe radıyallahü anha de bu işde bunlarla beraberdi. cemel muharebesi, hazreti osmanın radıyallahü anh katillerine kısas yapılmasının gecikdiği için oldu. bu muharebelerde onüçbin kişi ve talha ile zübeyr radıyallahü anhüma da öldürüldü. mu'aviye radıyallahü anh sonradan şamdan işe karışdı, bunlarla birleşdi. sıffin muharebesi yapıldı. imamı gazali diyor ki, bu muharebeler halife olmak için değildi. hazreti emirin radıyallahü anh hilafeti başlangıcında, katillere kısas yapılması içindi. allame ibni haceri mekki hazretleri de, diyor. hanefi alimlerinin büyüklerinden olan ebu şekuri sülemi rahmetullahi teala aleyh diyor ki, hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile muharebesi hilafet için idi radıyallahü anhüma. çünki, peygamber aleyhissalatü vesselam ona, buyurmuşdu. bunu işitdiği günden beri içinde hilafet arzusu uyanmışdı. fekat, ictihadında hata etmişdi. hazreti emirin radıyallahü anh ictihadı doğru idi. çünki, onun hilafeti zemanı, hazreti emirin radıyallahü anhüma hilafetinden sonra idi. bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlaması kısasın gecikmesi idi. sonradan halife olmak fikri de, ortaya çıkdı. her ne olursa olsun, ictihad yerinde idi. hata eden bir derece, doğru olan iki derece sevab kazandı. bu işde, bize düşen en iyi yol, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm kavgalarına karışmamalıyız. bunları konuşmamalıyız. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, yine buyurdu ki, ve bir hadisi şerifde, buyuruldu. imamı muhammed şafi'i radıyallahü anh diyor ki: . bundan anlaşılıyor ki, onlara hata etdi demek bile caiz değildir. hepsi için hep iyi ve hayrlı söylememiz lazımdır. evet, alçak yezid inadcı ve fasık idi. ona da la'net edilmemesi, ehli sünnetin, kafir bile olsa bir kişiye la'nete izn vermediği içindir. ancak kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net caizdir demişlerdir. ebu leheb ve eşi gibi. yoksa yezide la'net edilmemeli, demek değildir. allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem incitenlere dünyada ve ahıretde, allah la'net eylesin! zemanımızda birçok kimse, hilafet mes'elesini dillerine dolamışlar. sözü evirip çevirip eshabı kiram arasındaki muharebelere getiriyorlar. cahillerin yazdığı tarihleri okuyarak ve bid'at sahiblerinin yalanlarına inanarak, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan çoğunu kötülüyorlar. onlara layık olmıyan şeylerle lekeliyorlar. onun için, bu bakımdan bildiğim hakikatleri yazarak dostlarıma göndermeği lüzumlu gördüm. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ortalık karışıp, yalanlar yayılıp, dinden olmıyan şeyler ortaya çıkınca, adetler, ibadetlere karışdırılır ve eshabıma aleyhimürrıdvan dil uzatılınca, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! allahü tealanın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği halde, bildirmiyenlere olsun! allahü teala, böyle alimlerin ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez. allahü tealaya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemanımızın alimleri rahmetullahi aleyhim hanefi mezhebindendir ve ehli sünnetdir. yoksa iş, müslimanlara çok güç olurdu. bu büyük ni'mete şükr etmek her müslimana lazımdır.her müslimanın, ehli sünnet i'tikadını öğrenip, imanını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitablara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lazımdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını bırakıp da, dinini, imanını, din düşmanlarının hileler ile, yalancı, okşayıcı kelimeler ile yazdığı kitablardan ve mecmu'alardan öğrenmeğe kalkışmak, kendini cehenneme atmakdır. ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerini bildiren kitabları okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. ve ve ve ve kitablarını okumağı tavsiye ederiz. ikiyüzelliikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddin rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. suallerine cevabdır: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği iyi kullarına selam olsun! kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. bizi çok sevindirdi. sorularınız anlaşıldı. hazreti nuh ile hazreti ibrahimin leri, ilm sıfatıdır salevatüllahi teala ve teslimatühü sübhanehü ala nebiyyina ve aleyhima. muhammed aleyhisselamın mebdei te'ayyünü de, yine bu sıfatdır. birçok bakımlardan, birbirlerinden ayrılmakdadırlar. çünki bu sıfatın bir yüzü alime karşı, öteki yüzü ise, bilinen şeye karşıdır. birinci bakımdan vahdete uygundur. ikinci bakımdan kesrete uygundur. bu sıfat da, toplu ve dağınık olur. herbiri, başka bakımlardan, bir büyüğün mebdei te'ayyünü olmuşdur. nübüvvet ve vilayet yüklerini taşımak için olan, başka suallerinizin cevabı, hace muhammed eşrefe gönderilen mektubda uzun yazılmışdır. bir daha yazmıyorum. oradan arayınız! kutb, gavs ve halife arasındaki farkları soruyorsunuz. cevabını yazmak istedim. fekat izn olmadı. başka zemana bırakıldı. vesselam. görmezmisin, boş durdu mu hiç, insin alası, hep uğraşdı, va'd etmiş iken fethi mevlası. ikiyüzelliüçüncü mektub bu mektub, şeyh idrisi samaniye yazılmışdır. tesavvuf yolunu ve beş latifeyi kısaca bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve temiz aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetiniz için düa ederim. buradaki fakirlerin hali çok iyidir. allahü tealaya hamd olsun. allahü teala size de selamet ve afiyet versin. muhammed aleyhisselamın yolunda bulundursun! hallerinizi ve mevacidi, mevlana abdülmü'min anlatdı ve cevabını beklediğinizi de söyledi. buyurmuşsunuz ki, yer yüzüne baksam, yeri göremiyorum. göke baksam, gökü bulmuyorum. bunun gibi, arşın, kürsinin, cennetin, cehennemin var olduklarını bulamıyorum. bir kimsenin önüne gitsem, onun varlığını bilmiyorum. kendi varlığımı da bilmiyorum. allahü tealanın varlığı sonsuzdur. onun sonunu kimse bulamamışdır. tesavvuf büyükleri de, buraya kadar haber verdiler. buraya kadar ilerleyip, daha ileri gidemediler. bundan ilerisini bildirmediler. siz de, yükselmeği buraya kadar biliyorsanız ve bu makamda iseniz, sizin yanınıza gelmiyelim. sizi rahatsız etmiyelim. yok eğer, bundan daha yüksek bir makam varsa, bize bildiriniz de, bu fakir ve bu yolu çok özliyen bir arkadaşım ile yanınıza gelelim. birkaç seneden beri yanınıza gelmediğimiz, hep bunun içindir. yavrum! bu haller ve böyle birçok haller, hep kalbin halleridir. böyle halleri bulan kimsenin, kalbin makamlarından daha dörtde birini geçmemiş olduğu görülüyor. kalbin makamlarından, geri kalan üç kısmını da geçmek lazımdır. böylece kalbin işi biter. kalbden sonra ruh vardır. ruhdan sonra, sır vardır. sırdan sonra hafi vardır. bundan sonra ahfa vardır. bu dört latifeden herbirinin de ayrı ayrı halleri ve mevacidi vardır. herbirini ayrı ayrı geçmek lazımdır. herbirinin yüksek derecelerine ulaşmak lazımdır. alemi emrin, bu beş latifesinden sonra, bunların aslları olan dereceler birer birer geçilir. sonra, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının zılleri, görüntüleri derece derece geçilir. bu zıller, beş aslın da asllarıdırlar. bunlardan sonra, ismler ve sıfatlar tecelli eder. sonra şüun ve i'tibarat görünürler. bu tecellilerden sonra, zati ilahi tecelli eder. bu zeman itminani nefs hasıl olur. allahü tealanın rızasına kavuşmak müyesser olur. burada hasıl olan kemalat ya'ni yüksek dereceler yanında, önceki kemalat hiç kalır. sonsuz bir deniz yanında bir damla su gibidir. bu makamda olur ve ile şereflenir. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. alemi emrin bu beş latifesinin derecelerini ve bunların asllarını ve aslların da asllarını geçmeden önce ismlerin ve sıfatların tecellileri sanılanlar, alemi emrin hassalarından birkaçının görünüşleridir. alemi emr, allahü teala gibi anlaşılamaz, nasıl olduğu bilinemez olduğundan ve maddesiz, mekansız olduğundan, salik bu zuhurları, ismlerin ve sıfatların tecellileri sanarak aldanır. bir salik, bunun için demişdir ki, . nereye kavuşulduğu, kime gidildiği artık anlaşılsın! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! lutf ederek, bu yolun açıklanmasını istediğiniz için, kısaca az birşey yazıldı. herşey, allahü tealanın emrindedir. size ve yanınızda olanlara selam ederim. ikiyüzellidördüncü mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. birkaç sualine cevabdır: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selam olsun! sual: insan her ne yaparsa, zemanın sahibinin emri ile yapmalıdır ki, hayrlı sonuç alabilsin. ta'atleri, ibadetleri yapmak da böyledir demişlerdir. eğer bu söz doğru ise, bize, her hayrlı işi yapmak için emr ve izn buyurmanızı dileriz diyorsunuz? cevab: büyüklerin bu sözü doğrudur. size izn verilmişdir. fekat hayrlı sonuç demek, o işin sonucu olan şey demekdir. her istenilen şeyi elde edebilmek demek değildir. sual: kitabda diyor ki, hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, kur'anı kerimin hakikati, cem' mertebesindedir. ya'ni zati tealanın ehadiyyet mertebesindedir. böyle olunca, kitabındaki, yazısının ma'nası nedir? cevab: burada, ehadiyyet mertebesi demek, hiçbirşeyin bulunamıyacağı zati ehadiyyet değildir. onun için, bu ehadiyyet mertebesinde, sıfat ve şan bulunur. çünki kur'anı kerimin hakikati, kelam sıfatındandır. kelam sıfatı da, allahü tealanın sekiz sıfatından biridir. ka'benin hakikati ise, sıfatların ve şanların bulunamıyacağı, daha üstün bir mertebedendir. bunun için, ka'benin hakikati daha yüksek olmakdadır. sual: birkaç tefsirde diyor ki, ben ka'beye secde ediyorum diyen kimse kafir olur. çünki secde, ka'beye doğru yapılır. ka'beye yapılmaz. başka yerlerinde de diyor ki, . senin için demek zati teala için demekdir. böyle olunca, kitabındaki, sözü ne demekdir? cevab: sözün gelişi böyle olmuşdur. melekler, adem aleyhisselama secde etdiler demek de böyledir. secde, allahü tealaya yapılır celle şanüh. hiçbir mahluka secde edilmez. size ve yanınızda olanlara ve sevdiklerinize ve öncelikle molla pabende ve şeyh hasene selam ederim. ikiyüzellibeşinci mektub bu mektub, molla muhammed tahiri lahoriye yazılmışdır. sünneti seniyyeyi her yere yaymağı ve bid'atleri yok etmek lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun ve onun seçdiği sevdiği iyi insanlara selam olsun! hafız behaeddin ile göndermiş olduğunuz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. ne büyük ni'metdir ki, yanınızda olanlar ve sevdikleriniz, bütün gücleri ile, resulullahın sünnetlerinden bir sünneti diriltmeğe çalışmakdadırlar ve bütün varlıkları ile, kötü ve beğenilmeyen bid'atlerden bir bid'ati yok etmeğe uğraşmakdadırlar. sünnet ile bid'at, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. sünneti diriltmek, bid'ati yok eder. bid'ati diriltmek de, sünneti yok eder. ister hasene, ya'ni güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid'at, sünneti yok eder. belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. hiçbir bid'atin kendisi güzel olamaz. çünki allahü teala, sünnetlerin hepsini beğenir. sünnetlerin zıddı ise, şeytanın beğendiği şeylerdir. bugün, bid'atler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. fekat, ahıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır. işitdiğimize göre, hazreti mehdi, hükumet sürdüğü zeman, dini yayarken ve sünneti diriltirken, bid'at işlemeğe alışmış olan medinedeki alim, bid'ati güzel sandığı ve ibadet olarak yapdığı için, hazreti mehdinin emrlerine şaşarak, diyecekdir. hazreti mehdi rahmetullahi aleyh bu alimi öldürecekdir. onun güzel sandığı bid'atin, kötü olduğunu bildirecekdir. bu, allahü tealanın ni'metidir. dilediğine verir. onun ihsanı çokdur. size ve yanınızda olanlara selam ederim. çok unutkan oldum. mektubunuzu kime verdiğimi hatırlıyamıyorum. suallerinize cevab veremediğim için afvınızı dilerim. meyan şeyh ahmedi garmeli, sevdiklerimizdendir. size yakındır. kendisine teveccüh buyurunuz! ikiyüzellialtıncı mektub bu mektub, meyan şeyh bedi'uddine yazılmışdır. kutb ve kutbülaktab ve gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği insanlara selam olsun. bir dervişle gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. sual: kutb, kutbülaktab, gavs ve halife ne demekdir? herbirinin vazifesi nedir? vazifelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? bir kimsenin kutbülaktab olduğu gaybdan müjdelenirmiş. bu doğru mudur, yoksa hayal midir? cevab: resulullahın aleyhissalatü vesselam izinde ilerliyenlerin büyükleri, ona uyarak nübüvvet makamının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına makamını verirler. başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makamı vermezler. bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. imamet makamını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. bu makama bağlı olan şeylerden mahrumdurlar. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olanların büyükleri, peygamberliğin vilayet derecelerini temamlayınca, bunlardan birkaçına makamını verirler. geri kalanlara bu makamı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. imamet ve hilafet makamları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imamet makamının karşılığı makamıdır. hilafet makamının karşılığı ise makamıdır. aşağıda bulunan bu iki makam, yukardaki o iki makamın sanki zılli, gölgesi gibidir. muhyiddini arabi hazretlerine göre, , kutbi medar demekdir. kutbi medardan başka bir gavslik makamı olmadığını söylemekdedir. bu fakire göre, gavs başkadır. kutbi medar başkadır. gavs kutbi medarın yardımcısıdır. kutbi medar, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. denilen makamlara getirilecek evliyayı seçmekde bunun rolü vardır. kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, da denir. çünki, kutbülaktabın yardımcıları, hizmet edenleri, onun vekilleri demekdir. bunun içindir ki, muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, . makam sahibi olan, bilgi sahibi olur. makam derecesi verilen, fekat makam verilmiyen velinin ilm sahibi olması lazım değildir. yapdığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. gaybden gelen müjde, o makamın derecesine yükseldiğini bildirir. o makamın verildiğini göstermez. sual: hadisi şerifindeki iman nedir? onun imanı niçin daha yüksekdir? cevab: imanın üstün olması, iman edilecek şeyler üstün olduğu içindir. ebu bekrin iman etdiği şeyler, ümmetin iman etdiği şeylerin üstünde olduğu için, hepsinden ağır olmakdadır. yavrum! tesavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki, bir nokta daha çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bütün derecelerden daha yüksekdir. çünki o nokta, aşağısında olanların hepsinden daha çokdur. bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öylece daha yüksekdir. çünki altdaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile birlikde, üstündeki noktadan çok küçükdürler. daha yukardaki bütün noktalar da, hep böyledirler. işte, bir kimsenin iman etdiği şeylerin derecesi yukarda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. bunun içindir ki, arif ilerlerken bir yere gelir ki, bir anda, o ana kadar kazandıklarının hepsini kazanır. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz ölçüsüne göre, bir anda, önceki derecelerin hepsinden daha çok dereceleri geçmekdedir. bu, allahü tealanın ihsanıdır. allahü teala bunu, dilediğine ihsan eder. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sual: şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretleri ve ona tabi' olanlar diyorlar ki, . bu söz ne demekdir? cevab: bu söz doğrudur. çünki iyi belli olmuşdur ki, çok kimselerin yükselmelerine bir kimseyi sebeb eyledikleri gibi, bir kimsenin yüksek derecelere varması için, çok kimseleri sebeb kılarlar. rehber, müridlerin yükselmesi için sebeb olduğu gibi, müridler de, rehberin yükselmesi için sebebdirler. bu fakir, bu sözün doğru olduğunu, yinilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de his ediyorum. yinilen, içilen, herşey, isti'dadı da artdırmakdadır. başka kabiliyyetler de kazandırmakdadır. tatlı şeyler yimek istemediğim zemanlar, isdi'dadın artması için yimek emr olunmakdadır. yimemeğe izn verilmemekdedir. bir kimsenin isti'dadının başkasına geçdiği çok görülmüşdür. biri boş kalmış, ötekinin cem'ıyyeti artmışdır. sual: şeyh necmeddini kübra rahmetullahi aleyh, bir müridini, bir velinin yanına gönderdi ki, kendisinin hangi peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. o zat, müride dedi. şeyh necmeddini kübra, bu sözden, kendisinin musa aleyhisselamın terbiyesi altında olduğunu anladı. o sözden bunu nasıl anladı? cevab: , yehudi demekdir. musa aleyhisselamın ümmetine verilen ismdir. buradan anladı. sual: kitabında diyor ki, bütün veliler ölünce, vilayetleri ellerinden alınır. yalnız dört kişinin alınmaz. bu ne demekdir? cevab: burada vilayet demek, velinin kuddise sirruh tesarrufları, kerametleri demekdir. vilayetin kendisi alınır demek değildir. vilayet, allahü tealaya yakınlık demekdir. kerametleri alınır demek de, çok keramet göstermez demekdir. keramet gösteremez demek değildir. şunu da bildirelim ki, bu söz keşf yolu ile anlaşılan birşeyi anlatmakdadır. keşfde hata, çok olur. ne görmüş, nasıl anlamışdır? birkaç kerametin zuhurunu istiyorsunuz. bekleyiniz! allahü teala, her güçlüğün sonunu kolaylaşdırır. sual: nde diyor ki, , ya harfi ile yazıyor. bunun doğrusu nasıldır. ya ile midir, hemze ile midir? cevab: doğrusu hemze iledir. ya ile yazılı olanlar, kur'anı kerimin meşhur olmıyan okunmasıdır. sual: birkaç kadın vazife istiyor. nasıl yapalım? cevab: mahrem iseler, zararı yokdur. yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarikati alırlar. sual: hadis alimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. bunun için, hadisi şerif de söyliyorlar. ne yapalım? cevab: bu fakirin babası, abdülehad rahmetullahi aleyh buyurdu ki, şeyh abdüllah ve şeyh rahmetullah hadis alimi idiler. haremeynde, bu ikisine şeyhayn denirdi. bir iş için, hindistana gelmişlerdi. bu hadisi, şarihlerinden kermani rahmetullahi aleyh yazıyor. fekat, za'ifdir. bu işde doğru hadis, günler, allahın günleridir. kullar da allahın kullarıdır dediler. yine buyurdular ki, günlerin uğursuzluğu, alemlere rahmet olan muhammed aleyhisselamın gelmesi ile bitmişdir. uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı. bu fakirin anladığı da böyledir. hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. cum'a ve ramezan ve benzerleri günleri, islamiyyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz. peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, hace muhammed eşrefdeki mektublarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. nasıl bulabilirsiniz? o mektub, bugünlerde yazıldı. henüz size varmamışdır. çok uzun bir mektubdur. bir cüz'den çokdur. bir kopyasını size göndermelerini söylemişdim. ikiyüzelliyedinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'man rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. tesavvufu kısaca bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun ve onun sevgili peygamberi, insanların her bakımdan en üstünü olan muhammed aleyhisselama düa ve selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. okuyunca, çok sevindirdi. tesavvuf yolunun bildirilmesini istiyorsunuz. bu konuda birşeyler yazmışdım. nasib olursa temize çeker, gönderirim. şimdilik, bu yolu kısaca yazıyorum. dikkatli okuyunuz! kıymetli seyyid kardeşim! bizim seçdiğimiz yolda ilerlemeğe kalbden başlanır. madde değildir. maddesiz, ölçüsüz olan alemi emrdendir. bu yolda kalbi geçdikden sonra, kalbin üstünde olan mertebelerinde ilerlenir. ruh mertebeleri bitince denilen mertebelerde ilerlenir. sır denilen yerler, ruh mertebelerinin üstüdür. bundan sonra denilen makamlarda, ondan sonra mertebelerinde ilerlenir. bu beş latife geçildikden sonra ve herbirine mahsus olan ilmlere ve ma'rifetlere kavuşuldukdan sonra ve herbirinde başka başka haller, vecdler hasıl oldukdan sonra, bu beş cevherin asllarında, kaynaklarında ilerlemeğe başlanır. bu beş asl, alemi kebirdedir. alemi sagirde bulunan herşeyin aslı, alemi kebirdedir. alemi sagir demek, insanda bulunan şeyler demekdir. alemi kebir demek, insanın dışında bulunan herşey demekdir. bu beş aslda ilerlemeğe dan başlanır. arş, insan kalbinin aslıdır. arşdan sonra, ruhun aslı olan mertebelerde ilerlenir. bu mertebeler arşdan üstündür. bu ikinci aslın üstü, sırrın aslı olan makamlardır. insan sırrının aslı olan mertebelerin üstü, hafi denilen latifenin aslıdır. bunun üstü de, ahfa denilen cevherin aslı olan makamlardır. alemi kebirdeki bu beş aslı her bakımdan geçdikden, son noktasına erdikden sonra, imkan dairesi temam olmuş, bütün mahluklar geçilmiş olur. böylece denilen konaklardan birincisine ayak basılmış olur. bundan sonra, ilerlemek nasib olursa, allahü tealanın ismlerinin, sıfatlarının zılleri, gölgeleri, görüntülerinde ilerlenir. bu görüntüler, vücub ile imkan arasında ya'ni allahü tealanın sıfatları ile mahluklar arasında köprü, ortak gibidirler ve alemi kebirde bulunan beş aslın da aslı, temeli, kökü gibidirler. bu temellerde ilerlemek de, bunlardan hasıl olan beş aslda ve bunların görüntüsü gibi olan beş cevherde ilerlemek sırası ile olur. allahü teala, lutf ederek, ihsan ederek, bu beş zıllin her mertebesi temamen geçilip, sonuna varılırsa, allahü tealanın ismlerinde ve sıfatlarında ilerlemek nasib olur. ismler, sıfatlar tecelli etmeğe baş lar. allahü tealanın şü'unatı ve i'tibaratı zuhur eder. burada, alemi emrin de hepsi geçilmiş, hepsinin hakkı verilmiş olur. eğer allahü teala ihsan ederek, bu makamdan da ilerlemek nasib olursa, nefs itminana kavuşur ve ilerliyerek kavuşulan makamların sonu olan makamı hasıl olur. bundan sonra hasıl olur ve ile şereflenir. bu kemalatın, üstünlüklerinin yanında, alemi emrde olan beş latifenin üstünlükleri, çok aşağı kalmakdadır. okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. bütün bu kemaller, üstünlükler, kemalleridir. kemalleri başkadır. bunlar, yazılamaz, anlatılamaz. bu iki ismin bütün kemalleri, üstünlükleri hasıl olursa, salik, iki kanada kavuşmuş olur. bu iki kanadla, de, ilahi alemde, sonsuz uçabilir. bunları, birkaç mektubda daha yazmışdım. kıymetli oğlum, hepsini biraraya toplamakdadır. kolayını bulursanız, buraya geliniz. fekat, orayı boş bırakmayınız. oranın düzeni bozulmasın. seçdiğiniz birisini yerinize bırakıp, yalnız geliniz! bir daha buluşabilir miyiz, ancak allahü teala bilir. vesselam. ikiyüzellisekizinci mektub bu mektub, şerif hana yazılmışdır. allahü tealanın yakın olduğunu açıklamakdadır: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği temiz insanlara selamlar olsun! lutf ederek göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuz gelerek, biz fakirleri çok sevindirdi. allahü teala da sizi sevindirsin! yavrum! allahü tealanın bizlere, kendimizden daha yakın olduğu, kur'anı kerimde bildirilmişdir. amma ne yapalım ki, allahü teala, akllarımızın, düşüncelerimizin ve bilgimizin ve anlayışımızın ötesindedir. ötelerin ötesidir. şunu da biliyoruz ki, bu ötelik, uzaklık, yakınlık bakımından olup, uzaklık bakımından değildir. allahü teala, her yakından daha yakındır. hatta, onun bir olan zatı ya'ni kendisi, bize sıfatlarından daha yakındır. halbuki bizler, o sıfatlarla var olduk ve varız. bunu akl anlıyamaz. çünki birşeye başkasının, kendinden daha yakın olmasını düşünemez. bunu açıklıyabilmek için, bir misal aradım ise de, bulamadım. bu bilgi, kesin olarak a, ya'ni kur'anı kerime dayanmakdadır. doğru olan keşfler de, böyle olduğunu gösteriyor. tarikat sahibleri, tevhidden ve birleşmekden söz etmişlerdir. yakınlıkdan, beraber olmakdan uzun uzun konuşmuşlardır. fekat, allahü tealanın çok yakın olduğunu hiç söylemediler. insanları şaşkınlıkdan kurtaracak bir açıklama yapmamışlardır. şaşılacak şeydir ki, allahü tealanın bize çok yakın olması, bizim ona çok uzak olmamıza sebeb olmuşdur. bunu iyi anlayınız. sözümüzde işaretler ve beşaretler vardır. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha izinde gidenlere selam olsun! kim bulur, zor ile, maksuduna her zeman zafer? gelir elbet zuhura, ne ise, hükmi kader. ikiyüzellidokuzuncu mektub bu mektubu oğlu, akli ve nakli ilmlerde yükselmiş, hace muhammed sa'id rahmetullahi aleyh hazretlerine yazmışdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilmesinin faideleri ve aklın yalnız başına allahü tealayı tanıyamıyacağı ve dağda büyümüş ve cahillik zemanında ya'ni peygamber gönderilmemiş olan zemanlarda yaşamış kafirlerin ve kafir memleketlerinde ölen kafir çocuklarının ahıretde ne olacakları ve dünyanın her yerine, mesela eski hindlilere peygamberler gelmiş olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya sonsuz hamd olsun ki, bizleri müsliman olmakla şereflendirdi. o, doğru yolu göstermeseydi, kim bulabilirdi? onun peygamberlerine aleyhimüssalevatü vesselam inanırız. hepsi doğru söylemişdir. allahü tealanın, insanlara peygamberleri aleyhimüssalevatü vesselam göndermesi en büyük ni'metdir. bu iyiliğin şükrü, hangi ağız ile yapılabilir? hangi kalb, onları göndermenin iyiliğini kavrıyabilir? hangi vücud ve aza, o iyiliklere şükr olabilecek birşey yapabilir? o büyük insanların mubarek varlıkları olmasaydı, bu alemi yaratanın varlığını, biz kısa akllı insanlara kim gösterirdi? eski yunanlıların ilk felesofları, o kadar zeki ve kurnaz oldukları halde, yaratanın varlığını anlıyamadılar. bu kainat, böyle gelmiş, böyle gider, canlılar da birbirlerinden meydana gelip ürer. bu böylece devam eder, dediler. cahillik devri geçip, yeni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vetlerinin nurları ile, alem aydınlanınca, sonra gelen yunan felesofları, o nurların ışıkları ile uyanarak, üstadlarının sözlerini red etdi. bir yaratanın bulunduğunu kitablarına yazdılar ve bir olduğunu isbat etdiler. o halde, insan aklı, o büyüklerin nurları ile aydınlanmadıkça, bunu bulamıyor. peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat olmadıkca, bizim düşüncelerimiz, doğru yola yaklaşamıyor. ebu mensuri matüridi rahmetullahi aleyh ve yetişdirdiği büyükler, acaba neden allahü tealanın varlığını ve birliğini, aklın yalnız başına bulabileceğini söylediler? dağda, çölde yetişip de putlara tapanların, peygamberlerden haberi olmasa bile cehenneme gideceklerini söylediler. aklları ile bulmaları lazım idi, dediler. biz böyle anlamıyoruz. bunların kendilerine, hakikat duyurulmadıkca, kafir olmıyacaklarını söylüyoruz. bu haber de, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat ile gönderilmekdedir. evet, allahü teala, aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azab yapılmaz. sual: dağda yetişip, hiçbir din duymayıp puta tapan müşrikler, cehennemde sonsuz kalmazsa, cennete girmesi lazım gelir. bu da olamaz. çünki müşriklere, cennet haramdır, ya'ni yasakdır. bunların yeri cehennemdir. nitekim, allahü teala, maide suresi yetmişbeşinci ayetinde, isa aleyhisselamın mealen, allahü tealadan başkasına tapanlar, başkalarının sözlerini onun emrlerinden üstün tutanlar, cennete giremez. onların konacağı yer cehennemdir dediğini beyan buyurdu. ahıretde cennet ile cehennemden başka yer de yokdur. da kalanlar, bir müddet sonra cennete gideceklerdir. sonsuz kalınacak yer, ya cennetdir, ya cehennem! bunlar hangisinde kalacakdır? cevab: buna cevab vermek çok güç! kıymetli yavrum! biliyorsun ki, çok zeman bunu, bana sormuşdun. kalbe rahat verecek bir cevab bulunmamışdı. bu suali, hal etmek için, sahibinin muhyiddini arabi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet günü, bunları dine da'vet eder. kabul eden cennete, etmiyen cehenneme sokulur sözü, bu fakire iyi gelmiyor. çünki ahıret, mükafat yeridir, hesab yeridir. emr yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin! çok zeman sonra, allahü teala, merhamet ederek, bu mes'elenin hallini ihsan eyledi. şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, ne cennetde, ne cehennemde kalmıyacak, ahıretde dirildikden sonra, hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azab çekecekdir. herkesin hakkı verildikden sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır. bu cevabımız peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat huzurunda söylenseydi, hepsi beğenir, kabul buyururdu. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. herkesin aklı, birçok dünya işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmıyan sahibimizin, peygamberleri ile haber vermeden, yalnız aklları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşde yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. böyle kimselerin sonsuz olarak cennetde kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise, sonsuz azab çekeceklerini söylemek de, öyle yersiz oluyor. nitekim, i'tikadda ikinci imamımız ebülhaseni ali eş'ari, bunların cehenneme girmiyeceklerini söyliyorsa da, bu sözünden, cennetde kalacakları anlaşılıyor. çünki, ikisinden başka yer yokdur. o halde, cevabın doğrusu bize bildirilendir. ya'ni mahşer günü, hesabları görüldükden sonra, yok edileceklerdir. bu fakire göre, kafirlerin çocukları da böyle olacakdır. çünki cennete girmek, iman iledir. ya kendisi iman etmiş olacak veya imanlının çocuğu olduğu için, yahud anababası birlikde mürted olunca, kendisi darülislamda kaldığı için imanlı sayılmış olacakdır. darülislamda bulunan müşriklerin çocukları ve zimmilerin çocukları da darülharbdeki kafirlerin çocukları gibidir. çünki bu çocuklarda iman yokdur. bunlar cennete giremez. cehennemde sonsuz kalmak da, teklifden sonra, inanmamanın cezasıdır. çocuk ise, mükellef değildir. bunlar hayvanlar gibi, diriltilip, hesabları görüldükden sonra, yok edileceklerdir. eskiden, bir peygamberin vefatından sonra, çok vakt geçip, zalimler tarafından din bozulup, unutulduğu zemanlarda yaşayıp, peygamberlerden haberi olmıyan insanlar da kıyametde böyle sonradan, tekrar yok edileceklerdir. ey yavrum! bu fakir, çok geniş ve çok derin düşünüyorum da, peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haberi yetişmiyen, yer yüzünde, hiçbir yer kalmadığını anlıyorum. bütün dünyanın, onun da'vet nuru ile, güneş gibi aydınlandığı görülüyor. hatta, dıvar arkasında bulunan, ye'cuc ve me'cuca bile ulaşmış bulunuyor. eski zemanlarda da, bütün dünyada peygamber gönderilmedik bir yer kalmamış gibidir. hatta, bundan en mahrum zan edilen, hindistanda bile hindlilerden bir peygamber yapılmış; allahü tealanın emrleri bildirilmişdir. hindistanın ba'zı kısmlarında, anlaşılıyor ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat nurları, küfr karanlıkları içinde, yıldızlar gibi parlamışdır. eğer merak ediyor isen, bu şehrleri söyliyebilirim. ba'zı peygamberlere bir kişi bile inanmamış, kimse kabul etmemişdir. yalnız bir kişinin inandığı peygamberler de olmuşdur. ba'zılarına da, iki veya üç kimse iman etmişdir. hindistanda bir peygambere, üç kişiden çok inanan olduğu görülemiyor. ya'ni, dört dane ümmeti bulunan peygamber olmamışdır. hindlilerin tapındıkları kimselerden ba'zılarının kitablarında, allahü tealanın varlığı ve sıfatları hakkında görülen yazıları, hep o peygamberin ışıklarının aksleridir. çünki her asrda, her ümmete peygamber aleyhimüssalatü vesselam gelerek allahü tealanın varlığını ve sıfatlarını bildirmişdir. onların mubarek varlıkları olmasaydı, küfr ve günah pislikleri ile kirlenmiş olan akllar, iman devletine kavuşamazdı. bu ahmaklar, çürük aklları ile, herkesi kandırıp, kendilerine tapmağa zorlamış, kendilerinden başka bir kuvvetin bulunmadığını sanmışlardı. nitekim, mısr fir'avnları: demişdi. ba'zıları da, bu kainatın bir yaratanı olduğunu işitdiklerinden, kendilerine yaratıcı , dediremiyeceklerini anlıyarak, bir yaratanın varlığını söylemiş, fekat bunun kendilerine sirayet etdiğini bildirerek, bu hile ile insanları kendilerine tapdırmağa uğraşmışlardır.bugün hindistanda yayılmış olan, berehmen ve buda dinlerinde, oradaki eski peygamberlerin kitablarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgilerin bulunduğu görülmekdedir. berehmen ve buda dinleri, hıristiyanlık dini gibi, eski peygamberlerin aleyhimüsselam bildirdiği doğru dinlerin bozulmuş, değişdirilmiş bir halidir. bunların hepsi, muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları için kafirdir. seyyid şerifi cürcani rahmetullahi aleyh, sonunda, üçüncü maksadda, buyuruyor ki: muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmıyan kafir olur. bunlardan, yehudi ve nasara , başka peygamberlere inanıyor. , ya'ni denir. başka peygamberlere de inanmıyanlardan, berehmenler, allahü tealanın varlığına inanmakdadır. dehriyye ise, allahü tealaya da inanmıyor. herşey tabi'at kanunları ile var oluyor. bir yaratıcı yokdur. dehr, ya'ni zeman ilerledikçe, herşey değişmekdedir diyor. mecusiler, allahü tealanın iki olduğuna, müşrikler ve putperestler ise, çok olduğuna inanıyor. berehmen, mecusi ve putperestler, kitabsız kafirdir. çünki bir peygambere inanmıyor. bir semavi kitab okumuyorlar. komünistler ise, dinsiz, tanrısız kafir olup, dehriyye kısmındandır. şimdi, yeryüzünde, değişdirilmemiş bulunan hak din, yalnız muhammed aleyhisselamın getirdiği islam dinidir. bu dinin, kıyamete kadar bozulmıyacağını, doğru olarak kalacağını allahü teala söz vermişdir. sual: hindistanda, peygamber aleyhimüssalevatü vesselam gönderilmiş olsaydı, biz de işitirdik. dilden dile, her tarafa yayılırdı? cevab: bunlar, bütün hindistana gönderilmiş değildi. ba'zıları, bir şehre, hatta bir köye idi. allahü teala, bir millet veya bir şehr ehalisinden en iyisini bu devletle şereflendiriyor, o da, allahü tealanın varlığını, birliğini ve emrlerini, ondan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını insanlara bildiriyordu. onlar da, ona inanmıyor, inkar ediyordu. cahil, yalancı, deli diye alay ediyorlardı. azgınlıkları, ona eziyyetleri artınca, allahü teala da, onları helak ediyordu. uzun zeman sonra, başka bir peygamberi, böylece gönderiyor ve yine böyle oluyordu. hindistanda böylece yıkılmış, şehr harabeleri çok görülmekdedir. şehrlerin bu sebebden harab oldukları ve peygamberlerin da'vetleri, etrafdaki insanlar arasında yayılıp, uzun zeman dillerde dolaşıyordu. peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam çok kimse inansaydı ve mü'minler hakim olarak kalsalardı, o zeman, bizim de haberimiz olurdu. fekat bir kişi, birkaç gün nasihat edip gider, buna kimse inanmaz ve bir başkasına, ancak bir kişi, iki kişi inanırsa, bize nasıl haber gelebilir. çünki kafirler, dini söndürmeğe çalışıyor, babalarının yoluna uymıyan dini beğenmiyorlardı. kim haber verecek ve kime söyliyecek. sonra resul, nebi ve peygamber kelimeleri, farisi ve arabidir. hind lügatinde bu kelimeler yok idi ki, o peygamberlere de, bu ismler verilmiş olsun. nihayet şunu da söyliyelim ki, hindistanın peygamber gelmiyen ve doğru yol gösterilmiyen yerleri de var dersek, buralardaki insanlar, dağda, çölde yetişen müşrikler gibi olup, inad etdikleri ve herkesi kendilerine tapdırdıkları halde bile, cehenneme girmez ve ebedi azab görmezler. böylelerin cehenneme girmesi, aklı selime, ya'ni şaşmıyan akllara uygun olmadığı gibi, yanılmıyan keşfler de, buna müsa'ade etmez. fekat, bunlardan inad edenlerin bir kısmının cehenneme gitdiklerini görmekdeyiz. herşeyin doğrusunu, ancak allahü teala bilir. kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! ikiyüzaltmışıncı mektub bu mektub, hakikatleri bilen, ma'rifetler sahibi, ilahi feyzlere, sonsuz rahmetlere kavuşmuş oğlu şeyh muhammed sadıka yazılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin yolunu ve vilayeti evliya, vilayeti enbiya ve vilayeti ulyayı ve insandaki on latifeyi bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe salat ve selam olsun! ey oğlum, allahü teala, seni mes'ud eylesin! insana ya'ni küçük alem denir. bu alemi sagir, on parçadan meydana gelmişdir. bu on parçanın beşi dendir. bu beş latife, , , , ve dır. bu beş latifenin aslları, kökleri dedir. , büyük alem demekdir. insandan başka herşey demekdir. insanı meydana getirmiş olan on parçadan dördü katı, sıvı, gaz maddeleri ve enerjidir. bunların aslları da alemi kebirdedir. beş latifenin aslları, arşın dışında görülür. arşın dışı, alemi emrdir. ya'ni maddesiz, hacmsizdir. bunun için, alemi emre denir. imkan dairesi, ya'ni mahluklar, bu beş aslın sonunda biter. arşın içindeki mahluklar maddeden yapılmışdır. zemanlı ve hacmlidirler. bunlara ya'ni ölçü alemi denir. halk, ölçü de demekdir. mahluklar, ademle vücudün birleşmesinden meydana gelmişdir. ademle vücudün birleşmesi, beş aslın sonuna kadardır. akllı, uyanık bir salik , yaradılışında muhammedi ise, alemi emrin beş latifesini, sıraları ile geçdikden sonra, bunların alemi kebirdeki asllarında seyr eder. ya'ni ilerler. allahü tealanın lutfü ile, bu beş aslın herbirini inceden inceye geçerek sonuna gelir. böylece, imkan dairesini ile bitirmiş olur. hasıl oldu denir. şimdi ya başlamış olur. bu vilayete da denir. bundan sonra, bu beş aslın da aslı olan, allahü tealanın ismlerinin zıllerinde seyre başlar. bu zıllerde adem bulunmaz. allahü tealanın ihsanı ile bu zılleri birer birer ile geçerek sonuna varır. böylece, ismlerin zılleri biterek, allahü tealanın ismleri ve sıfatları mertebesine erişir. vilayeti sugrada yükselmek, buraya kadardır. burada tam fena hasıl olmağa başlar. ya ayak basılmış olur. bu vilayete, da denir. peygamberlerden ve meleklerden başka, bütün mahlukların leri, bu zıl dairesinde bulunur. her ismin zılli, bir insanın mebdei te'ayyünüdür. peygamberlerden sonra, insanların en üstünü olan hazreti ebu bekrin mebdei te'ayyünü, bu dairenin en üstündeki noktadır. salik, kendinin mebdei te'ayyünü olan isme varınca ı bitirir demişlerdir. buradaki ism, allahü tealanın isminin kendi değildir. bu ismin zılline varınca demekdir ki, o ismin, zıllerinden bir zıldir. bu zıller, ismlerin ve sıfatların tafsilidirler. mesela ilm sıfatının parçaları vardır. bu parçalar, birer birer bu sıfatın zıllidirler. bu sıfat, o zıllerin icmali, topluluğudur. bu parçalardan herbiri, peygamberlerden başka, bir insanın mebdei te'ayyünüdür. peygamberlerin ve meleklerin mebdei te'ayyünleri, bu parçaların aslları, bütünleri olan ismlerdir. mesela, ilm, kudret ve irade gibi sıfatlardır. birçok kimsenin mebdei te'ayyünleri, tek bir sıfatdır. fekat çeşidli bakımlardan ayrılırlar. mesela, muhammed aleyhisselamın mebdei te'ayyünü ilm şanıdır. yine bu ilm sıfatı, başka bir bakımdan, ibrahim aleyhisselamın da mebdei te'ayyünüdür ala nebiyyina ve aleyhissalatü vetteslimat. yine bu sıfat, başka bir bakımdan da, nuh aleyhisselamın mebdei te'ayyünüdür. bu çeşidli bakımlar, hacı muhammed eşrefe yazılan mektubda açıklanmışdır. büyüklerden kimisi, hakikati muhammedi, dir. her kemalin bir arada bulunduğu hazretdir. buna denir demişlerdir. bu fakirin anladığına göre, bu vahdet mertebesi, bu zıl dairesinin merkezi, topluluğudur. bu sözümü, şu da kuvvetlendiriyor ki, insanların mebdei te'ayyünleri, ismlerin ve sıfatların ilmdeki suretleri, görüntüleridir demişlerdir. ilmdeki varlık, kendisi değil, kendinin zıllidir, görüntüsüdür. bunun için, ilmdeki bu suretler, ismlerin ve sıfatların zılleridir. bizim bu dairemiz, zıller dairesinin çevresi ve merkezidir. asl daire değildir. bu zıl dairesini, te'ayyüni evvel sanmışlar. bunun merkezini topluluk bilerek demişlerdir. bu merkezin açılmasını, ya'ni çevresini vahidiyyet sanmışlardır. zıl dairesinin üstü olan ismlerin ve sıfatların dairesini, te'ayyünlerle bağlılığı olmıyan zati teala sanmışlardır. haşa! öyle değildir. çünki o büyüklere göre, ismler ve sıfatlar, zatın kendisidirler. zatdan ayrı, başka değildirler. bunun için, zıl dairesinin üstü, ya'ni ismlerin ve sıfatların mertebesi, zatın kendisi olur. ondan ayrı olmaz. halbuki, sıfatlar zatdan ayrı olarak var olduklarından, ismlerin ve sıfatların dairesi, zati tealadan ayrı olur. sıfatları zatın kendisi demişler, böyle olmadığını bilememişler. zıl dairesinin merkezi, bu dairenin aslı olan üst dairenin merkezinin zıllidir. üst daire, ismlerin, sıfatların, şanların ve i'tibaratın dairesidir. hakikati muhammedi, bu asl dairesinin merkezidir. ismlerin ve şanların topluluğudur. bu dairede ismlerin ve sıfatların yayılması, vahidiyyet mertebesidir. ismlerin zıllerinin mertebesinde vahdet ve vahidiyyet kelimelerini kullanmak, zılli asl ile karışdırmakdan ileri gelmekdedir. buradaki seyre, demek de böyledir. çünki bu seyr, dır. bu seyrden sonra, eğer yükselmek nasib olursa, zıl dairesinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dairesinde seyri fillah ile seyr olur. vilayeti kübra derecelerine başlar. bu vilayeti kübra, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat mahsusdur. onların izlerinde gitdikleri için, eshabı kiramı da, bu ni'mete kavuşurlar. bu düşey durumdaki dairenin yatay çapının altında bulunan yarım dairede ismler ve bulunur. üstdeki yarım dairede şü'un ve i'tibarati zatiyye bulunur. alemi emrin beş latifesi, bu ismler ve şanlar dairesinin sonuna kadardır. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, eğer sıfatlar ve şanlar makamından yukarı çıkılırsa, bunların aslı olan dairede seyr olur. bu aslların dairesinden sonra, bunların da aslları dairesinde seyr olur. bu daireyi de geçdikden sonra, bunun üstündeki daireden bir kavs, bir yay görünür. bunu da geçmek lazımdır. bu üst daireden, bir yaydan başka birşey görünmediğinden, yalnız kavs diyerek sözü kesiyoruz. burada ince bir sır vardır. bu sırrı bildirmediler. ismlerin ve sıfatların ve şü'unların mebde'leridirler. bu üç asllardaki dereceler, nefsi mutmeinneye mahsusdur. nefs, bu mertebelerde itminana kavuşur. yine bu makamda, olur. salik, ile şereflenir. bu makamda, nefsi mutmeinne, göğse yerleşir ve na kavuşur. bu makam, vilayeti kübranın sonudur. bu vilayete, da denildiğini yukarıda bildirmişdik. seyr, buraya kadar varınca, iş bitdi sanıldı. bunların hepsi, ismi zahirin açıklanmasıdır. bu ism, uçmak için lazım olan bir kanatdır. mukaddes aleme uçmak için lazım olan ikinci kanat olan ismi batın da, böyle birer birer geçilirse, iki kanat elde edilmiş olur sesini duyurdular. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, ismi batında da seyr bitince, iki kanat elde edilmiş oldu. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir. ey oğlum! ismi batındaki seyrden ne yazayım ki, o seyri örtmek, gizlemek lazımdır. o makamdan şu kadar açıklanabilir ki, ismi zahirde seyr, sıfatlarda seyr olup, zati teala ile hiç ilgisi yokdur. ismi batında seyr de, her ne kadar ismlerde seyrdir. fekat bu seyr, zati teala ile ilgilidir. bu ismler, zati tealayı örten perdeler gibidir. mesela, ilm sıfatında zati teala hiç akla gelmez. alim ismi ise, sıfat perdesi gerisinde, zati tealayı bildirmekdedir. çünki alim, ilm sahibi olan zatdır. o halde ilmde seyr, ismi zahirde seyrdir. alimde seyr, ismi batında seyrdir. öteki sıfatlar ve ismler de böyledir. ismi batınla ilgili olan ismler, meleklerin mebdei te'ayyünleridir. bu ismlerde seyre başlamak ya ayak basmak olur. bu vilayete, da denir. cema'at, galabalık demekdir. ismi zahir ile ismi batını anlatırken bildirdiğimiz, ilm ile alim arasındaki farkı az sanmayınız! ilmden alime az yol vardır dememelidir. yer küresi ile arş arasındaki uzaklık, o iki ism arasındaki uzaklık yanında, okyanus yanında bir damla su gibidir. söylemeleri yakın, kendileri çok uzakdır. kısaca söylediğimiz her makam da böyledir. mesela, alemi emrin beş latifelerini geçip, bunların asllarında seyr olunur. böylece, imkan dairesi biter sözü ile, seyri ilallah, başından sonuna kadar anlatılmışdır. demişlerdir. me'aric suresinin dördüncüayetinde mealen, buyurulmakdadır ki, bu sözümüze işaret etmekdedir. böyle olmakla beraber, allahü tealanın ihsanının çekmesi ile, bu uzun zemanlık iş, göz açıp kapayıncaya kadar yapılabilir. farisi mısra' tercemesi: kerimlerle yapılan işlerde güçlük yokdur! yine bunun gibi, işlerin ve sıfatların ve şü'unların ve i'tibaratın dairesini geçerek, bunların asllarında seyr olunur denildi. ismlerin, sıfatların, şü'un ve i'tibaratın hepsini geçmek, söylemekle kolaydır. fekat, bunları geçmek çok zordur. o kadar çok zordur ki, tesavvuf büyükleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, insanı kavuşduran konaklar sonsuzdurlar. bitmez tükenmezler demişler. buyurmuşlardır. farisi tercemesi: onun güzelliği bitmez, sa'dinin sözü tükenmez, istiskali susuz ölür, denizin suyu eksilmez. kavuşmak için geçilecek konakların sonsuz olmasını, sıfatların tecellileri bakımından değil de, zati ilahinin tecellileri sonsuz olduğu için söylenmişdir sanmayınız! bunun gibi, bitmiyen güzelliğin, sıfatların güzelliği olmayıp, zatın güzelliğidir demeyiniz! çünki zatın bu tecellileri, şü'un ve i'tibarat olmaksızın değildir. zatın o güzelliği, cemal sıfatlarının arkasında olmaksızın değildir. çünki bu mertebede, sıfatların perdeleri olmaksızın söz edilemez. allahü tealayı tanıyan kimsenin dili tutulur, söyliyemez olur. her tecellide, biraz zıl, görüntü bulunur. o makamda, şü'unu araya katmadan olamaz. bunun içindir ki, o vüsul konakları ve güzellik mertebeleri, ismlerin ve şü'unların dairesindedir ve onlara göre sonsuzdur. bu fakire kaddesallahü teala sirrehül'aziz gösterdikleri ise, tecellilerin ve zuhurların ötesindedir. ister zatın tecellisi desinler, ister sıfatların tecellisi desinler, hepsinin ötesidir. ister zatın, ister sıfatların güzelliği desinler, bütün güzelliklerin ötesidir. bunun için, yüksek istekleri, çok kıymetli maksadları bu dar kelime kadrosu ile, kısaca anlatmış bulunuyorum. sonsuz denizleri, birkaç şişeye doldurmuş gibi oluyorum. öyle ise, anlamamazlık etme! yine sözümüze dönelim! ismi zahir ve ismi batın iki kanadı ele geçdikden sonra, uçmak nasib olursa, yukarı çıkılırsa, buraya çıkan, insanın enerji, hava ve su parçaları olduğu anlaşılır. melekler de, bu üç parçadan yapılmışdır. hadisi şerifde bildirildi ki, meleklerin bir kısmı ateşden ve kardan yaratılmışdır. bunlar, ateşle karı birarada bulunduran rabbimizde hiçbir noksanlık yokdur derler. bu seyrde iken rü'yada gösterdiler ki, sanki bir yolda gidiyorum. çok gitmekdenyorulmuşum. yürüyebilmek için bir sopa, baston arıyorum. bulamıyorum. ilerliyebilmek için, çalı çırpıya yapışıyorum. bu da olmuyor. öylece yürümek zorunda kalıyorum. bir zeman, böyle ilerledim. bir şehr göründü. yaklaşdım. şehre girdim. bu şehrin, olduğu bildirildi. bu te'ayyün, bütün ismlerin, sıfatların, şü'un ve i'tibaratın mertebelerini ve bu mertebelerin asllarını ve bu aslların da asllarını kendinde toplamışdır ve zati ilahinin i'tibaratının sonudur. bu i'tibarat, ilmi husulide, birbirlerinden ayrıldılar. bundan sonra seyr olursa, ilmi huzuri ile ilgili olur. ey oğlum! o makamda, ilmi husuli ve ilmi huzuri demek, misal ve benzetmek yolu ile söylenir. çünki, zati ilahiden ayrı olan sıfatlar, ilmi husuli ile bilinir. i'tibarati zatiyye, zati tealadan hiç ayrı değildirler ve ilmi huzuri ile bilinirler. çünki bu makamda, ilm, bilinen şeye yalnız bağlanır, bilinen şeyden hiçbirşey ilmde bulunmaz. te'ayyüni evvel demek olan, o büyük şehrde, peygamberlerin ve meleklerin bütün vilayetleri vardır. melei ala denilen meleklerin yükseklerinin sının sonu bu makamdadır. bu makamda, bu te'ayyüni evvelin, hakikati muhammedi olup olmadığı düşünüldü. hakikati muhammedinin, yukarıda söylenilen gibi olduğu anlaşıldı. ona te'ayyüni evvel denilmesi, bu te'ayyüni evvelin zıllinin merkezi olduğu içindir. ismleri, sıfatları, şü'un ve i'tibaratı kendinde toplamışdır. bu şehrin üstünde seyr edilince, e, ya'ni peygamberlik derecelerine başlanır. bu derecelerde, yalnız peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat seyr eder. peygamberlik makamının dereceleridir. peygamberlerin izinde gidenlerin büyüklerine de, tatdırılır. insanı meydana getiren on parça içinde, bu derecelere yükselen toprak maddeleridir. ister alemi emrden olsun, ister alemi halkdan olsun, dokuz parçadan herbiri, bu makamda, toprak maddesinin yolunda ilerler. onun yanı sıra, bu ni'metle şereflenirler. toprak maddeleri yalnız insanda bulunduğundan, insanların üstünleri, meleklerin üstünlerinden daha üstün oldu. toprak maddelerinin kavuşduklarına, hiç kimse kavuşmamışdır. ayeti kerimede bildirilen hasıl oldukdan sonra, tedella sırrı bu makamda hasıl olur. nın içyüzü meydana çıkar. bu seyrde iyice anlaşıldı ki, vilayeti sugra, vilayeti kübra ve vilayeti ulyanın hepsi, peygamberlik makamının kemalatının zılleri, gölgeleridir. bütün o kemalat, o dereceler, bu derecelerin misalleri, görüntüleridir. iyi anlaşıldı ki, bu seyrde, bir nokta ilerlemek, vilayet makamının bütün derecelerinden daha çokdur. bu kemalatın hepsinin ne kadar olacağını bundan anlamalıdır. geçilmiş derecelerin hepsi, bunun yanında, okyanus yanında bir damla gibi kalır. burada, bu orantı bile yokdur. diyebiliriz ki, yanında, , sonsuz yanında, ufak birşey gibidir. sübhanallah! cahilin biri, bu sırdan haber vererek, evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir der. bunları anlamıyan, bir başkası da, bu sözü düzeltmek için, peygamberlerin vilayeti, kendi peygamberliğinden daha yüksekdir der. ağızlarından çıkan, çok büyük oldu. allahü tealanın ihsanı ile ve peygamberinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sadakası olarak, bu seyr bitince, bir adım daha ileri atılacak olsa yok olunur. bunun ötesinin yalnız adem olduğu anlaşıldı. ey oğlum! bu sözlerden, sanmayasın ki, anka kuşu avlanıla. hayır, hayır. öyle değil! farisi tercemesi: anka avlanılmaz tuzağı topla! tuzağa giren, olur yalnız hava! allahü teala, her düşüncenin ötesindedir. o, ötelerin ötesi, ötelerin ötesidir. farisi tercemesi: hiç noksanı olmıyan çok uzakdır, ona yetişiriz sanmak tuhafdır! uzak demekle, arada perdeler var sanılmasın! çünki bütün perdeler aşılmış, hiç perde kalmamışdır. uzaklık, büyüklükdendir. anlaşılamaz. kavranılamaz. bulunamaz. allahü tealanın varlığı, her mahluka çok yakındır. anlamakdan, bulmakdan çok uzakdır. evet, seçilmişlerden çok az kimseyi, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yanı sıra, büyüklük perdelerinin içine alırlar. onlara yapılan ihsanlar bilinemez. ey oğlum! bu işler, yalnız insanın sine olur. bu hey'et, on parçadan yapılmışdır. alemi halk ile, alemi emrin hepsinden meydana gelmişdir. bununla beraber, bu makamda, hepsinin başı, toprak maddeleridir. ondan ötesi, ancak yoklukdur denildi. çünki, dışarda ve ilmde olan varlıkların mertebeleri geçildikden sonra, bunların tersi olan adem hasıl olur. allahü tealanın kendisi, bu varlıkların ve ademin ötesidir. o makamda adem bulunmadığı gibi, varlıklar da yokdur. çünki, tersi adem olan bir vücud, zati ilahiye layık değildir. başka kelime bulunamadığı için, o mertebede vücud, ya'ni varlık dersek, tersi, karşılığı adem, ya'ni yokluk olmıyan vücud demekdir. bu fakir, bir mektubumda , demişdim. bunu, anlamıyarak yazmışdım. işin iç yüzüne varamamışdım. vahdeti vücud gibi birkaç bilgi de, böyle yazılmışdı. işin içyüzünü bildirdikleri zeman, başlangıcda ve yolda iken yazdıklarıma ve söylediklerime pişman oldum. tevbe ve istigfar eyledim. estagfirullah ve etubü ilallah min cemi'i ma kerihallah sübhanehu ve teala. buraya kadar olan açıklamadan anlaşıldı ki, peygamberlik dereceleri, çıkarken geçilmekdedir. peygamberlik yükselmelerinde, insan hakka doğrudur. çokları, vilayetde yükselirken, insan hakka doğrudur. nübüvvetde, mahluklara karşıdır. yükselirken, vilayet dereceleri, inerken peygamberlik dereceleri vardır demişlerdir. bunun için, evliyalığı, peygamberlikden daha yüksek sanmışlardır. evet, vilayetde de, nübüvvetde de, hem çıkış, hem de iniş vardır. her iki çıkışda da, insan hakka doğrudur. inişlerinde ise, mahluklara doğrudur. böyle olmakla birlikde, peygamberlikdeki inişde, insan bütün bütün mahluklara karşıdır. evliyalıkdaki inişde, bütün bütün mahluklara doğru değildir. batını hak ile, zahiri halk ile olur. çünki vilayet sahibi, ya'ni veli kaddesallahü teala sirrehül'aziz çıkış makamlarını bitirmeden, inişe başlamışdır. bunun için, gözü hep yukarıdadır. bütün varlığı ile halka bakamamakdadır. nübüvvet sahibi ise, yükselme makamlarının hepsini bitirip de indiği için, bütün varlığı ile insanları hak tealaya çağırmağa bakmakdadır. bunu iyi anla! bu şerefli bilgileri, şimdiye kadar, hiçbir kimse söylememişdir. yukarı çıkışda, toprak maddeleri, insanın bütün parçaları içinde, en yukarı yükseleni olduğu gibi, inişde de, en aşağı inerler. çünki bunların yaratıldığı yer, hepsinden daha aşağıdır. hepsinden daha aşağı indiği için, onun sahibinin da'veti, daha kuvvetli olur. o, herkesden daha çok faide verici olur. ey oğlum! bizim yolumuzda seyr kalbden başlar. kalb de, alemi emrdendir. bunun için, söze alemi emrden başlandı. başka tarikatlerde, önce nefsin tezkiyesinden, temizlenmesinden başlanır. cesedi temizlerler. bundan sonra, alemi emre sıra gelir. allahü tealanın dilediği kadar yükselirler. bunun içindir ki, başkalarının sonu, bu büyüklerin başında yerleşdirilmişdir. bu tarik, yolların en çok yaklaşdırıcısı olmuşdur. çünki bu seyrde, nefsin tezkiyesi ve cesedin temizlenmesi de birlikde olmakdadır. böylece, yol kısa olur. bunun içindir ki, bu büyükler, alemi halkın seyrini boşuna vakt geçirmek bilirler. hatta, zararlı, işi bozucu olduğunu anlamışlardır. çünki başka tarikatlerin salikleri, sıkıntılı riyazetler ve ağır mücahedelerle tezkiye yaparak, alemi halkın suretinin çöllerini geçdikden sonra, alemi emrin seyrine başlayınca ve kalbin çekilmesi ve ruhun lezzet alması hasıl olunca çok olur ki, bu çekilmeğe ve lezzete bağlanıp kalırlar. alemi emrin mekansız, maddesiz olması bunları aldatır. bu alemin nasıl olduğu anlaşılmaması karşısında, nasıl olduğu hiç anlaşılamıyan maksada, hedefe gitmeği unuturlar. bunun içindir ki, bir salik, demişdir. bir başkası, ayeti kerimedeki nın iç yüzü ve arşın üstündeki münezzeh mertebenin görünmesi, anlaşılması güc olan ma'rifetlerdir demişdir. halbuki, yukarıda bildirilenlerden anlaşıldı ki, münezzeh dedikleri o mertebe, mahluklar dairesindedir. hiçbirşeye benzemez görünür ise de, benzetilir. tenzih gibi görünen teşbihdir. bu yüksek yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehümül'aziz böyle değildirler. seyre, cezbe makamından başlarlar. lezzetlerin yardımı ile, ilerlerler. bu çekiliş ve lezzet bunlar için başkalarının riyazetleri ve mücahedeleri gibi olur. başkalarının kavuşmalarını bozan şeyler, bu büyüklerin kavuşmalarına yardımcı olurlar. alemi emrin mekansızlığını, maddesizliğini, mekanlı, maddeli bulur; tam mekansız olanı ararlar. o alemin anlaşılamazlığını anlaşılabilir bularak, hiç anlaşılamıyana yükselirler. bunun için de, başkaları gibi, vecde, hale aldanmazlar. bu yolun cevizine, cam parçalarına, çocuklar gibi bakmazlar. tesavvufcuların, yaldızlı boş sözleri ile öğünmezler. onların anladık sanarak söyledikleri ile iftihar etmezler. yalnız bir olanı isterler. ism ve sıfatları değil, yalnız zatı ararlar. yukarıda bildirilen yükselme, yaradılışda, tam uygun, muhammedi olanlar içindir. bunlar, alemi emrin, hem alemi sagirde olan, hem de alemi kebirde olan, beş cevherinin bütün derecelerine yükselebilirler. bunların aslları olan, allahü tealanın ismlerinin zılleri dairesinden de pay alırlar. bu zıllerin aslları olan ismlerin ve sıfatların makamında da seyr ederler. yaradılışda tam uygun dedim. çünki muhammedi olduğu halde, alemi emr latifelerinin sonuncusu olan hafinin derecelerine yükselen, fekat bu derecelerin hepsini geçemiyen, sonuna varamıyanlar, başında veya ortasında kalanlar çokdur. ahfayı bitiremeyince, bunun asllarını da, böylece bitiremez. işi sonuna götüremez. alemi emrin başka dört latifelerinde de böyle olur. yaradılışda, her bir mertebeye uygun olan kimse, o mertebenin sonuna kadar ilerler. bir mertebenin başında veya ortasında kalmak, noksan olmağı gösterir. sona kıl kadar bile varamamak, noksanlıkdır. farisi tercemesi: dostun ayrılığı az olsa da, az değildir. göz içinde yarım kıl olsa da çok görünür. bu noksanlık, aslların asllarında da kendini gösterir. aranılana kavuşmağı engeller. yukarıda yazılanlar, muhammedi yaradılışlı olanlar içindir demişdik. çünki, yaradılışda muhammedi olmıyanlardan birinin çıkacağı en yüksek derece, vilayet derecelerinin birincisi olur. birinci derece demek, kalb mertebesi demekdir. bir başkası, ikinci dereceye kadar yükselebilir. ikinci derece, ruh makamıdır. üçüncü bir kimse, üçüncü dereceye kadar çıkabilir. üçüncü derece, sır makamıdır. bir dördüncü kimse dördüncü dereceye kadar yükselebilir. dördüncü derece, hafi makamıdır. birinci derecede, allahü tealanın si tecelli eder. ikinci derecede si tecelli eder. üçüncü derecede, tecelli eder. dördüncü derece, selbi olan sıfatlara uygundur. tenzih ve takdis makamına uygundur. vilayetin her derecesi, ülül'azm bir peygamberin altındadır. vilayetin birinci derecesi, adem aleyhisselamın ala nebiyyina ve aleyhisselam altındadır. onun terbiye edicisi, tekvin sıfatıdır. insanların her işini, her hareketini bu sıfat yapar. ikinci derece, ibrahim aleyhisselamın altındadır. nuh aleyhisselam da, bu makamda ortakdır ala nebiyyina ve aleyhimessalevatü vetteslimat. bunların rabbi, ilm sıfatıdır. bu sıfat, nin en genişidir. üçüncü derece, musa aleyhisselamın ayağı altındadır. onun rabbi, şü'unların makamından, kelam şanıdır. dördüncü derece, isa aleyhisselamın ayağı altındadır ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam. onun rabbi, selb sıfatlarındandır, sübut sıfatlarından değildir. bu derece, takdis ve tenzih makamıdır. meleklerin çoğu, bu makamda, isa aleyhisselamla ortakdırlar. bu makamda büyük şan vardır. beşinci derece, peygamberlerin sonuncusunun ayağı altındadır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. onun rabbi, rablerin rabbidir ve sıfatları, şü'unları, takdisleri ve tenzihleri kendinde toplamakdadır. bütün yüksek derecelerin merkezidir. hepsinin üstünde olan bu rabbe, sıfatların ve şü'unların mertebesinde adını vermek uygun olur. çünki bu şan, bütün derecelerin üstündedir. bu bağlılık içindir ki, onun milleti, ibrahim aleyhisselamın milleti oldu. onun kıblesi, bu ümmete de kıble oldu. vilayet mertebelerinin üstünlüğü, derecelerin önde ve arkada olmalarına bağlı değildir. ahfa sahibinin daha üstün olması lazım gelmez. üstünlük, asla olan yakınlığa, uzaklığa ve zıl derecelerinin az veya çok konaklarını geçmeğe bağlıdır. kalb latifesinin sahibi olan bir veli, asla daha yakın olduğu için, o kadar yakın olmıyan ahfa sahibinden daha üstün olur. birinci derecede olan bir peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem vilayeti, sonuncu derecede olan bir velinin derecesinden elbette daha yüksekdir. latifelerin, kalbden ruha ve ruhdan sırra ve sırdan hafiye ve hafiden ahfaya doğru sülukü, yaradılışında muhammedi olanlar içindir. bu beş latifeyi sıra ile bitirerek, bunların asllarında da, bu sıra ile seyr eder. daha sonra, bu aslların da asllarında, bu sıra ile, seyrini bitirir. bu sıra ile olan yol, yolların en kıymetlisidir. çabuk kavuşdurur. ehadiyyete seyr edenler için, sıratı müstakimdir. başka vilayetlerde böyle değildir. onlarda, maksada kavuşmak için, her dereceden birer dar yol açılır. mesela, kalb makamından bir yol açarak, kalbin aslının aslı olan sıfati ef'ale gidilir. bunun gibi, ruh makamından sanki bir yol açılıp, sıfati zatiyyeye gidilir. allahü tealanın fi'lleri ve sıfatları, zatından ayrı değildirler. ayrılıkları varsa, zıllerde ayrılıkdır. bunun için, fi'llere ve sıfatlara vasıl olanlara, zati tealanın tecellilerinden de biraz hasıl olur. halbuki, ahfa sahiblerine, seyrleri bitince, bu tecelliler hasıl olmakdadır. bu tecellilerin aşağı ve yukarı derecelerde olmaları birbirlerine benzemez. kalb sahibinin tecellisi ile, ahfa sahibinin tecellisi müsavi olmaz. fekat, burasını yanlış anlamamalıdır. bu ayrılık, veliler arasında, birbiri ile olur. kalb sahibi ile ahfa sahibleri, kemale vasıl olduklarından sonra, kalb vilayetinin sahibi, ahfa vilayetinin sahibinin vilayetinden daha aşağıdır. fekat, veliler ile peygamberler arasında bu ayrılık yokdur. çünki, bir peygamberin ndan olan vilayeti, bir velinin ndan olan vilayetinden daha üstündür. o veli, ahfa derecelerinin sonuna varmış olsa da, o nebinin derecesine varamaz. bu velinin başı, her zeman, yine bu vilayetin sahibi olan bir peygamberin ayağı altındadır. saffati suresinin yüzyetmişbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayrılık, peygamberlerin birbiri arasında da vardır. yüksek derece sahibi, aşağı derece sahibinden daha yüksekdir. fekat, peygamberler arasında olan bu ayrılık da, alemi emr kemalatının dairesinin sonuna kadardır. bundan sonra, üstünlük, yüksekliğe ve alçaklığa bağlı olmaz. bu makamda, aşağı derece sahibi, yukarı derece sahibinden daha üstün olabilir. mesela, bu makamda, musa aleyhisselamla isa aleyhisselam arasında üstünlük farkı olduğunu görüyoruz. burada, musa aleyhisselam daha büyükdür ve daha şanlıdır. isa aleyhisselamda bu büyüklük ve böyle şan yokdur. bu mertebede üstünlük başka birşeye bağlıdır. bu derecelerin yukarı, aşağı olmasına bağlı değildir. bunu, daha ileride inşaallah geniş olarak bildireceğim. bunun gibi, ibrahim aleyhisselam ile, başka peygamberler arasında da, ka'benin hakikatine bağlı kemalatda ayrılık bulduk. ka'benin hakikati, insan ve melek hakikatlerinin hepsinden daha üstündür. ibrahim aleyhisselamın o makamda büyük şanı ve yüksek mertebesi vardır ki, muhammed aleyhisselamdan başka hiçbir peygamber, bu şana ve rütbeye yetişememişdir. bu çok yüksek makam allahü tealanın azamet ve kibriyalık perdelerinin göründüğü makamdır. bu makamın merkezinde bütün kemalat toplanmışdır. bu merkezin kemalatı, peygamberlerin sonuncusu içindir. bu makamın başka yerleri, ibrahim aleyhisselamındır. peygamberlerden ve evliyanın yükseklerinden bu makamda görünenler, bu ikisinin yanı sıra gelebilmiş olanlardır. belki bunun için olmalıdır ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, o merkezdeki topluluğun, açıklanmasını istiyerek, ibrahim aleyhisselama yapılan salevat ve berekat gibi, kendisine de salevat ve berekat okunmasını emr buyurmuşdur. bu fakire gösterdiler ki, bin sene geçdikden sonra, o topluluğun tafsili kendisine de verildi. arzusu kabul olundu. bundan dolayı ve bütün ni'metleri için, allahü tealaya hamd olsun! o yüksek makamın kemalatı, vilayetlerin kemalatının ve nübüvvet ve risaletin kemalatının üstündedir. nasıl yüksek olmasın ki, o makam, peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in ve meleklerin, kendisine karşı secde etdikleri şeyin hakikatidir. bu fakirin kitabında yazdığım; hakikati muhammedi, kendi makamından yükselerek, üstündeki, ka'benin hakikati makamına çıkar ve onunla birleşir. hakikati muhammedinin ismi, hakikati ahmedi olur demişdim. burada yazılı olan, ka'benin hakikati, bu hakikatin zıllerinden bir zıldir. ka'benin hakikati, görünmemiş olduğu için, bu zılli hakikat sanmışdım. böyle karışıklık, çok olmakdadır. birşeyin hakikati görünmediği zeman, zıl asl sanılmakda, hakikat diyerek adlandırılmakdadır. bunun içindir ki, bir makam, birkaç kerre görünmekdedir. çünki bu makamın çok görünmesi, zıllerinin görünmesidir. o makamın hakikati, en son görünenidir. bir görünüşün, son görünüş olduğu nasıl anlaşılır denirse, ondan önceki görünüşlerin zıl olduklarını anlamak, buna en güzel şahiddir. çünki bu bilgi, önceki görünüşler zemanında yokdu. her görünüş hakikat sanılıyordu. hiçbiri zıl bilinmiyordu. bu hakikatlerin birbirlerine niçin benzemedikleri bilinmediği halde, hiçbiri zıl olarak bilinmiyordu. ey oğlum rahmetullahi aleyh! yukarıda yazılı ma'rifetlerden anlaşıldı ki, alemi emrin kemalatı, başlangıcdır. alemi halkın kemalatına ulaşdıran merdiven gibidir. alemi emrin kemalatında hep zıl bulunur. vilayet makamlarında ele geçer. alemi halkın kemalatında zıl bulunmaz. nübüvvet makamlarında ele geçer. zıl, dünyada görünenlerde bulunur. görülüyor ki, tarikat ve hakikat, vilayetde olur ve islamiyyetin yardımcılarıdır. islamiyyet, nübüvvet mertebesinde olur. vilayet, nübüvvete kavuşduran köprü gibidir. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, nakşibendiyye büyüklerinin seçdikleri yolda, seyre alemi emrden başlanarak, aşağı olan alemi emrden, yukarı olan alemi halka çıkılmakdadır. bunun için, en uygun, en iyi yoldur. yukarıdan aşağı olan başka seyrlerde, ne kazanılır? bu inceliği herkese bildirmediler. başkaları görünüşe bakarak, alemi halkı aşağı sandı. bu aşağıdan yukarı çıkmağı, yükselmek bildiler. işin doğrusunun böyle olmadığını anlamadılar. aşağı sandıkları, hakikatde yükseklikdir. yüksek gördükleri de aşağıdır. evet, alemi halk, dairenin sonu olduğundan, aslların aslı olan birinci noktanın yanında bulunmakdadır. başka hiçbir nokta, böyle yakın değildir. farisi mısra' tercemesi: afva kavuşan, günahkarlardır bu bilgiler, ancak nübüvvet aynasından görülür. vilayet sahiblerinden, bu ma'rifete kavuşanlar pekazdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat seyre alemi emrden başlamışlardır. hakikatdan islamiyyete gelmişlerdir. seyrleri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat seyrlerine benziyen evliyanın büyüklerinin kaddesallahü teala esrarehümül'aziz seyrleri, islamiyyetin suretinden, görünüşünden başlar. yolun ortasında, tarikat ve hakikat vardır. bu ikisi, vilayetde olur ve alemi emre bağlıdır. yolun sonunda, islamiyyetin hakikatine, özüne varırlar ki, peygamberliğin meyvesidir. görülüyor ki, tarikatin ve hakikatin hasıl olması, islamiyyetin hakikatinin hasıl olması için başlangıcdır. bunun için, evliyanın büyüklerinin başlangıcı hakikatdir. her ikisinin sonu, islamiyyetdir. sözü yanlışdır. bu söz ile, evliyanın başlangıcı ve peygamberlerin sonu, islamiyyet demek istemişler ise de, işin özünü anlamadıkları için, bu yaldızlı sözü söylemişlerdir. bu sözümüzü başka kimse söylememiş, hatta çokları, bunun tersini söylemişdir. çünki, anlaşılması pek güçdür. fekat, insaflı bir kimse, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat büyüklüğünü düşünürse ve islamiyyetin kıymetini anlarsa, bu derin inceliği belki kabul eder. bunu kabul etmesi, imanının artmasına sebeb olur. ey oğlum, iyi dinle! peygamberler yalnız alemi halkın ibadet etmesini istemişlerdir. hadisi şerifi bunu göstermekdedir. kalb alemi halka çok yakın olduğu için, kalbin tasdikını da istemişlerdir. alemi emrin öteki dört latifesinin sözünü etmemişlerdir. bunları hesaba katmamışlardır. doğrusu da budur. çünki, cennet ni'metleri, cehennemdeki azablar ve allahü tealayı görmek ni'meti ve buna kavuşamamak felaketi hep alemi halka olacakdır. alemi emrin bunlarla ilgisi yokdur. bundan başka, farz, vacib ve sünnet ile ibadetler, alemi halkdan olan cesed ile yapılmakdadır. ibadetlerden, alemi emr ile ilgili olanı, nafilelerdir. ibadetlerin sevablarının mikdarı, ibadetin mikdarı ile ölçülür. bunun için, farzlardan hasıl olan yakınlık, alemi halkın yaklaşmasıdır. nafileler de, alemi emrin yaklaşmasına sebeb olur. elbette nafilenin kıymeti, farzın kıymeti yanında hiç gibidir. okyanus yanında, bir damla kadar bile değildir. nafilenin kıymeti, sünnetin yanında bile böyledir. sünnet de, farzın yanında, okyanus yanındaki bir damla su gibidir. bu ikisinin yaklaşdırması arasındaki büyük farkı, buradan anlamalıdır. alemi halkın, alemi emrden üstünlüğünü, bu farkdan ölçmelidir. çok kimseler, bu inceliği bilmedikleri için, farzları bırakıp, nafilelerin yayılmasına çalışıyorlar. cahil sfiler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakda gevşek davranıyorlar. kırk gün çile çekmeği ve riyazetler yapmağı beğeniyor, cum'a namazına ve cema'ate gitmiyorlar. halbuki, bir farz namazı cema'at ile kılmak, onların binlerle, kırk günlük çilelerinden daha faideli olduğunu bilmiyorlar. evet, islamiyyetin edeblerini gözetmek şartı ile, zikr ve fikr çok faideli ve pek kıymetlidir. cahil hocalar da, nafilelerin yayılmasına çalışıyor, farzların yapılmasına aldırış etmiyor, terk edilmesine sebeb oluyorlar. mesela, aşure namazının, resulullahdan aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber verildiği iyi bilinmiyor. bunu cema'at ile ve ehemmiyyet vererek kılıyorlar. halbuki, nafile namazı cema'at ile kılmanın mekruh olduğunu fıkh kitablarında okuyorlar. farzları kılmakda gevşek davranıyorlar. farzları müstehab olan zemanlarında kılanları pekazdır. vaktinde bile kılmıyorlar. farzları cema'at ile kılmağa ehemmiyyet vermiyorlar. bir iki kişiden fazla cema'at toplandığı az görülüyor. çok zeman da yalnız kılıyorlar. din adamları böyle olursa, başkalarının nasıl yapdıklarını artık düşünmelidir. bu kötü hallerden dolayı, müslimanlık za'iflemeğe başladı. böyle işlerin zulmeti ile, günahlar, bid'atler çoğaldı. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim, kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana! nafile ibadetleri yapmak, insanı zıllere kavuşdurur. farzları yapmak ise, asla ulaşdırır. ancak, farzları temamlıyan nafileler , asla kavuşdurmağa yardım ederler. farzlardan sayılırlar. işte, farzları yapmak, alemi halka uygun oldu ki, asla götürür. bütün farzlar asla yaklaşdırırlar ise de, farzların en üstünü, en yükseği namazdır. ve hadisi şerifleri bunu haber vermekdedir. hadisi şerifinde bildirilen, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin en kıymetli zemanları, bu fakire göre, namazdaki zemanıdır. günahları örten namazdır. insanı kötü, çirkin şeyleri yapmakdan koruyan, namazdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurarak, rahatlandırılmak istediği şey namazdır. dinin direği, namazdır. müslimanlık ile, kafirliği birbirinden ayıran namazdır. yine sözümüze gelelim. alemi halkın, alemi emrden daha üstün olduğunu açıklıyalım: alemi emr, bu dünyada nasibine kavuşmakdadır. müşahede, rü'yet hasıl etmekdedir. yarın, cennet ni'metleri, alemi halka olacakdır. nasıl olduğu anlaşılamıyan tam rü'yet ona nasib olacakdır. , zılli görmekdir. kıyametde, allahü tealanın kendi görülecekdir. müşahede ile rü'yet arasında ve zıl ile asl arasında ne kadar ayrılık varsa, alemi emr ile alemi halk arasında da o kadar fark vardır. , vilayetde olur. ise nübüvvetdedir ve peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla şereflenenlere, onlara uydukları için nasib olur. vilayet ile nübüvvet arasındaki farkı, buradan da anlamalıdır. tenbih: alemi emr ile bağlılığı daha çok olan bir arif, vilayetin derecelerine daha çok kavuşur. alemi halk ile ilgisi daha çok olan da, nübüvvetin derecelerine daha çok kavuşur. bunun içindir ki, isa aleyhisselam, vilayetde daha ileri gitmişdir. musa aleyhisselam da, nübüvvetde daha ileri gitmişdir. çünki isa aleyhisselamda, alemi emr kuvvetlidir. bunun için, melekler gibi oldu. musa aleyhisselamda, alemi halk kuvvetli olduğu için müşahede ile doymayıp, rü'yeti istedi. bu mektubun başında, peygamberlerin, peygamberlik derecelerindeki ayrılıklarının sebebini, ileride bildireceğiz demişdik. işte, şimdi anlaşılmış oldu. latifelerinin aşağı veya yüksek olması, burada sebeb olmamışdır. latifelerin aşağı veya yukarı olması, vilayetde te'sirli olur. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bildirir. ey oğlum rahmetullahi aleyh! peygamberlik bilgileri, dinlerdir ve dinlerle bildirilen hükmlerdir. bunlar, daha çok insanın bedeni ile ilgili bilgilerdir. peygamberlerin de aleyhimüssalevatü vetteslimat alemi halk ile ilgileri daha çok olduğu için, peygamberliği, insanları çağırmak için, aşağı inmekdir sanmışlardır. vilayetde olan derecelere yükseldikden sonra inmekdir demişlerdir. yükselmenin sonu ve yakınlığın çokluğu, bu inmekde olduğunu anlamamışlardır. vilayetin yüksek derecelerindeki yakınlık, bu yakınlığın zıllerinden bir zılle olan yakınlıkdır. bu yakınlık, görünüşde uzaklık sanılmakdadır. vilayetde olan yükselme, buradaki yükselmenin görüntülerinden biridir. buradaki yükselme, görünüşde, iniş sanılmakdadır. mesela, dairenin merkezi, çevresinden en uzak olan noktadır. halbuki, dairenin hiçbir noktası, çevreye, merkezinden daha yakın değildir. çünki çevre, merkezin genişlenmiş, açıklanmış halidir. çevrenin ta'rifi bile, merkez noktasının yardımı ile yapılır. çevrenin çizilebilmesi için, pergelin ayağını merkeze koymak lazım gelir. merkez olmazsa, çevre olamaz. bu bağlılık, merkezden başka, hiçbir noktada yokdur. görünüşe bakan cahiller, bu yakınlığı anlıyamazlar. merkez, çevreye en uzak noktadır derler. merkezin en yakın olduğunu söyliyene cahil ve ahmak derler. vilayeti kübra derecesinde, şerhi sadr olunca, nefsi mutmeinne, makamından yükselerek, göğüs makamına çıkar. buraya yerleşir. böylece, yakınlığın sonuna ulaşmış olur. vilayeti kübra mertebesinin yükselmesindeki makamların en üstünü, işte bu dır. bu makama yükselenin görüşü keskin olur ve gizli şeyleri görür. evet, en yükseğe çıkan, en uzağı görür. nefsi mutmeinne, makamına oturdukdan sonra, akl da, yerinden çıkarak, nefsin yanına gider ve ismini alır. her ikisi birleşerek, çalışmağa başlarlar. ey oğlum rahmetullahi aleyh! bu mutmeinne, islamiyyete karşı gelemez. baş kaldıramaz. bütün varlığı ile, rabbine dönmüşdür. ona tutulmuşdur. onun rızasını kazanmakdan başka, hiçbir düşüncesi yokdur. ona ita'at ve ibadet etmekden başka bir düşüncesi yokdur. önce, mahlukların en kötüsü olan nefsi emmare, şimdi itminan kazanmış ve allahü tealayı razı ederek, alemi emrin latifelerinden üstün olmuşdur. arkadaşlarının şefi olmuşdur. evet, muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, buyurmuşdur. bundan sonra, insanda islamiyyete uymamak, başkaldırmak gibi şeyler görülürse, bunlar cesedi meydana getiren maddelerden hasıl olur. gadab, şehvet, hırs gibi aşağı düşünceler bu maddelerden ileri gelmekdedir. birşeye düşkün olmak, cimrilik, bayağı işler hep onlardan doğmakdadır. hayvanlarda nefsi emmare yokdur. halbuki bu kötülükler, hayvanlarda daha çok vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurduğunda, cihadı ekber olarak, çok kimselerin dediği gibi nefsle cihadı değil, belki cesed ile cihadı bildirmişdir. çünki nefsleri itminana kavuşmuş, rablerinden razı olmuş, rableri de o mubarek nefslerden razı olmuşdur. bu nefsler islamiyyetden ayrılamaz. rablerine karşı baş kaldıramazlar. cesedi meydana getiren maddelerin islamiyyete uymuyor görünen arzuları ve baş kaldırmaları, daha iyisini yapmağı istememeleridir. izn verilen şeyleri yapmalarıdır. azimeti ya'ni en iyisini terk etmeleridir. yoksa, haram işlemeği ve farzları, vacibleri terk etmeği istemezler. ey oğlum rahmetullahi aleyh! toprak maddeleri, nefsi mutmeinneden daha yukarı derecelere yükselirse de, nefsi mutmeinne, vilayet makamı ile ilgili olduğu için, alemi emrden olmuşdur. sekr sahibidir . herşeyi unutacak makamdadır. bunun için, nefsde islamiyyetden ayrılacak takat kalmamışdır. toprak maddeleri ise, peygamberlik makamı ile ilgili olduklarından, şü'ur, uyanıklıkları daha çokdur. bunun için islamiyyetden ayrılık gibi şeyler, bunlarda bulunur. böyle olmalarının faideleri vardır. peygamberlik makamı, peygamberlerin sonuncusu ile sona ermişdir aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. fekat, bu makamın derecelerine, ümmetinden ona çok uyanları kavuşurlar. bu olgunluklar, yüksek dereceler, eshabı kiramda çokdur. tabi'in ve tebei tabi'inden çokaz kimseye de nasib olmuşdur. onlardan sonra örtülü kalmışdır. bunun yerine, zıl ile olan vilayet dereceleri çok görülmüşdür. bununla beraber, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, nübüvvet makamının derecelerinin yeniden meydana çıkması umulur. asla bağlı makam ve dereceler, yine yayılır. zıl ile olanlar gizlenirler. hazreti mehdi aleyhirrıdvan, asla bağlı olan bu yüksek yolu, zahir ve batın ile yayar. ey oğlum! resulullaha aleyhi ve ala alihissalatü vesselam tam uyan bir kimse, ona uymakla, nübüvvet derecelerini bitirince, mansab, makam ehlinden ise, verilir. vilayeti kübra derecelerini bitirene, nı verirler. zıl derecelerinde, imamet makamına uygun olan, dır. hilafet makamına uygun olan da, dır. aşağıda bulunan bu iki makam, sanki, yukarıda olan o iki makamın zılli gibidirler. muhyiddini arabi hazretlerine göre, gavs, kutbi medar demekdir. ayrıca bir yokdur demişdir. bu fakirin inandığına göre , kutbi medardan başkadır. kutb, işlerinin birçoğunda, gavsdan yardım ister. ebdalin makamlarına getirilmesinde, gavsin de te'siri vardır. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü tealanın ihsanları pekçokdur. ek: peygamberlik makamına uygun olan ve peygamberliğin vilayetine uygun olan ilmler ve ma'rifetler, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdikleri dinlerdir. peygamberlerin dereceleri ayrı ayrı olduğu için, dinler de, birbirlerinden ayrı olmuşdur. evliyanın, vilayet makamına uygun olan ma'rifetler ve tevhidi, ittihadı bildiren ilmler ve ihata, sereyan haberleri ve yakınlık, beraberlik ve aynalık ve görüntülük ve şühud ve müşahede sözleri ise tesavvufcuların şathıyatı, hikayeleridir. kısacası, peygamberlerin ilmleri, ma'rifetleri, kitab ile sünnetdir. evliyanın ma'rifetleri ise, ile dir. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! evliyanın vilayeti, allahü tealaya yaklaşdırır. peygamberlerin vilayeti, allahü tealanın çok yakın olduğunu gösterir. evliyanın vilayeti, şühud hasıl eder. peygamberlerin vilayeti, anlaşılamıyan şeylere kavuşdurur. evliyanın vilayeti, allahü tealanın pek yakın olduğunu anlıyamaz. buradaki cahilliğin ne demek olduğunu bilemez. peygamberlerin vilayeti, çok yakın olduğu halde, yakınlığı uzaklık bilir. şühudü, görememek sayar. farisi mısra' tercemesi: eğer söylersem, sonu gelmez! ey oğlum rahmetullahi teala aleyh! nübüvvetin kemalatı, ya'ni yüksek dereceleri ve bunun vilayetden üstün olduğu ve üç vilayet, ya'ni, vilayeti sugra ve vilayeti kübra ve vilayeti ulya arasındaki farklar ve herbir vilayetin ayrı ayrı ma'rifetleri ve herbirine uygun olan yerler anlatılırken, söz çok uzadı. çok şeyler ve tekrar tekrar yazıldı. böylece, bu pek şaşırtıcı, yadırgayıcı bilgilerin anlaşılması kolaylaşdırılmış oldu. okuyucular, inanmamak tehlükesinden kurtarıldı. bu bilgiler, keşf yolu ile ve zaruri anlaşılan şeylerdir. fikryorarak ve teori kurarak elde edilmiş değildirler. yapılan açıklamalar, cahillerin kolay anlıyabilmeleri içindir. belki de ilm adamlarının, zeki kimselerin kavrıyabilmelerini kolaylaşdırmak içindir. allahü tealanın bu fakire rahmetullahi teala aleyh bildirmiş olduğu tesavvuf yolu, işte anlaşılmış oldu. başından sonuna kadar bildirildi. bu yolun ana caddesi sıddikıyye yoludur. bu yolda, nihayet, bidayetde yerleşdirilmişdir. bu caddede konak yerleri yapılmışdır. bu cadde olmasaydı, o kadar ileri gidilemezdi. elimize geçen bu leziz meyvenin tohumu, buhara ve semerkanddan getirildi. hindistan toprağına ekildi. bu toprak, medine ve mekke bağçelerinden alınmışdır. senelerce, fadl suyu ile sulandı. ihsan ile terbiye olundu. böylece yetişerek, bu ilm ve ma'rifet meyveleri hasıl oldu. bize bu doğru yolu ihsan eden, allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bizi doğru yola kavuşdurmasaydı, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir. bu yüksek yola süluk etmek, girip ilerlemek, yol gösteren rehberi kaddesallahü teala sirrehül'aziz sevmeğe bağlıdır. o, ile, ya'ni çekilerek, bu yoldan geçirilmişdir. kuvvetle çekilerek, bu kemalata kavuşdurulmuşdur. onun bakışları, kalb hastalıklarına şifadır. onun teveccühü, ya'ni sevgisine kavuşmak, ma'nevi hastalıkları giderir. böyle kemal sahibi bir zat, zemanının imamıdır. asrının halifesidir. kutblar ve büdela onun bulunduğu makamın zıllerine kavuşmak için can verirler. evtad ve nüceba, onun kemalatı denizinden bir damlası ile doyarlar. onun hidayetinin ve irşadının nuru, güneş ışıkları gibi, o istese de, istemese de, herkese gelmekdedir. fekat, istediklerine daha çok gönderir. fekat, onun istemesi de, kendi elinde değildir. çok olur ki, birşeyi yapmak isteğinde bulunur. fekat, içinden o istek gelmez. onun nuru ile aydınlanarak, doğru yolu bulanların ve onun istemesi ile yükselenlerin, bu kazançlarını bilmeleri lazım gelmez. çok olur ki, uydukları şeyhin kemalatına kavuşdukları ve herkese yol gösterdikleri zeman bile, kendi hidayet ve rüşdlerini de, olduğu gibi anlıyamazlar. çünki, herkese ilm vermezler ve makamları birer birer geçmenin ma'rifetini herkese ihsan etmezler. evet, kavuşduran yollardan birinin önderliği kendisine verilmiş olan bir zatın ilm sahibi olması, elbette lazımdır. bunun, yolun inceliklerini bilmesi şartdır. bu bildiği için, yolcuların da bilmesine lüzum görülmemişdir. onlar, bunun önderliği ile kemale kavuşurlar ve başkalarının kavuşmalarına da yardım ederler. fena ve beka ile şereflendirirler. farisi mısra' tercemesi: herkesin işini bitirmek için, birini seçer. bu yolda yetişmek ve başkalarını yetişdirmek aks ile, uzakdan te'sir ederek olur. talib, yol gösteren rehberine kaddesallahü teala sirrehül'aziz karşı kalbindeki muhabbet bağı ile, her an onun gibi olmakdadır. ondan aks eden, yayılan nurlar ile temizlenir. bunları anlamasına lüzum yokdur. nurları saçan da, alan da bilmez. güneş ışınları karşısında, her an olgunlaşan, tatlılaşan karpuzun, bu değişikliğini bilmesine ne lüzum vardır? güneş de, karpuzu olgunlaşdırdığını bilmez. evet, başka yollarda çabalayarak ilerliyenlerin, bunu bilmesi lazımdır. eshabı kiramın yolu olan bizim yolumuzda, ilerlemeği ve çekip götürmeği bilmek hiç lazım değildir. bununla beraber, bu yolun sürücüsü gibi olan önderi, derin ilm ve çok ma'rifet sahibidir. bunun içindir ki, bu yüksek yolda, diriler ve ölüler, büyükler ve çocuklar, gençler ve ihtiyarlar, kavuşmakda müsavidirler. hepsi, sevgi bağları ile veya o ni'met sahibinin kalbi ile çekmesi ile, isteklerinin sonuna varırlar. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sona varmış olanın bilgisi olmaz ise de, harikalar, kerametler gösterir. çok olur ki bunların hasıl olması, kendi isteği ile değildir. çoğundan haberi bile olmaz. herkes, onun rahmetullahi teala aleyh kerametlerini görür. onun ise haberi yokdur. sona ermiş olanda ilm yokdur demek, hiçbir halini bilmez demek değildir. her birini ayrı ayrı inceden inceye bilmez demekdir. bunu yukarıda kısaca bildirmişdik. onun hidayet nuru, müridlerine vasıtasız olarak veya bir, yahud birkaç vasıta ile, onun yoluna bağlı kaldıkları müddetçe akar. onun yolunu değişdirerek, bozarak kirletirlerse , feyz kesilir. ra'd suresinin onikinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ne kadar çok şaşılır ki, tarikatcılar yapdıkları değişiklikleri, reformları, bu yolu düzeltmek, olgunlaşdırmak sanıyorlar. noksanlarını temamlıyoruz diyorlar. bilmiyorlar ki, temamlamak ve olgunlaşdırmak, her cahilin yapacağı iş değildir. birşey eklemek, her ahmağa yakışacak şey değildir. farisi tercemesi: kıldan ince ma'nalar var, kulağını eyle yakın! her kürside nutk çekeni, birşey bilir sanma sakın! sünnetlerin nurunu, bid'atlerin zulmetleri ile örtdüler. resulullahın milletinin parlaklığını ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye yeni yeni işlerin kirleri ile söndürdüler. daha da çok şaşılır ki, birçokları, bu yenilikleri, bu reformları, güzel görüyorlar. bid'atlere adını takıyorlar. bu bid'atlerle, dini yükseltiyoruz, islamiyyetin noksanlarını temamlıyoruz diyorlar. herkesin bu bid'atleri yapmasını körüklüyorlar. allahü teala bunları doğru yola getirsin! bilmiyorlar ki, din bu bid'atlerden önce kamil olmuşdu. allahü tealanın ni'meti temam olmuşdu. allahü teala, bu dinden razı olmuşdu. maide suresinin üçüncüayetinde mealen, bugün dininizi sizin için ikmal eyledim. üzerinize olan ni'metimi temamladım ve size din olarak islamiyyeti vermekle razı oldum buyuruldu. dinin olgunlaşmasını, bu bid'atlerden, bu reformlardan beklemek, bu ayeti kerimeye inanmamak olur. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana! ictihad derecesinde olan yüksek alimler, dinin hükmlerini açığa çıkarmışlardır. dinden olmıyan şeyleri meydana çıkarmış değillerdir. görülüyor ki, ictihad yolu ile bildirilen hükmler, sonradan meydana çıkarılmamışlardır. dinden olan, dinin temeli olan şeylerdir. çünki, din bilgilerinin temelleri dörtdür. dördüncüsü, kıyas ya'ni ictihaddır. ey oğlum! kutbi irşadın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili ma'rifetler, risalesinde, babında yazılmışdı. sırası gelmiş iken, faideli olan bu ma'rifeti de, buraya yazıyorum. orada yazılı olan ile karşılaşdırınız! kutbi irşad, kemalatı ferdiyyeye de malikdir. çokaz bulunur. asrlardan, çok uzun zeman sonra, böyle bir cevher dünyaya gelir. kararmış olan alem, onun gelmesi ile aydınlanır. onun irşadının ve hidayetinin nurları, bütün dünyaya yayılır. yer küresinin ortasından ta arşa kadar, herkese rüşd, hidayet, iman ve ma'rifet onun yolu ile gelir. herkes, ondan feyz alır. arada o olmadan, kimse bu ni'mete kavuşamaz. onun hidayetinin nurları, bir okyanus gibi, bütün dünyayı sarmışdır. o derya, sanki buz tutmuşdur. hiç dalgalanmaz. o büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yahud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. bu yoldan, sevgisi ve ihlasına göre, o deryadan kalbi feyz alır. bunun gibi bir kimse, allahü tealayı zikr ederse ve bu zatı hiç düşünmezse, mesela onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. fekat, birinci feyz daha fazla olur. bir kimse, o büyük zatı inkar eder, beğenmezse, yahud o büyük zat, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, allahü tealayı zikr etse bile, rüşd ve hidayete kavuşamaz. ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. o zat kaddesallahü teala sirrehül'aziz bu kimsenin zararını istemese bile, hidayete kavuşamaz. rüşd ve hidayet, var görünür ise de yokdur. faidesi çok azdır. o zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve allahü tealayı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar. mektub burada temam oldu. farisi tercemesi: susdum artık, zekilere bu yeter, çok bağırdım, dinleyen varsa eğer. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! o, rahmandır ve rahimdir. onun resulü muhammed aleyhisselama ve aline ve eshabına sonsuz salat ve selam olsun! gel aldanma bu dünyaya, sonu viran olur, birgün, senin bu sürdüğün demler, elbet yalan olur, birgün. ikiyüzaltmışbirinci mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'man kuddise sirruh hazretlerine yazılmışdır. namazın kıymetini ve namaza mahsus kemalatı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ederim. onun sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama, salatü selam eder ve sizlere düa eylerim. sevgili kardeşim! allahü teala seni hakiki rütbelere yükseltsin! bilmelisin ki, namaz, islamın beş şartından, dinin beş esasından ikincisidir. bütün ibadetleri kendisinde toplamışdır. islamın beşde bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, müslimanlık demek olmuşdur. insanı allahü tealanın sevgisine kavuşduracak işlerin birincisi olmuşdur. alemlerin efendisi ve peygamberlerin aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam en üstünü olana mi'rac gecesi, cennetde nasib olan rü'yet şerefi, dünyaya indikden sonra, dünyanın haline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuşdur. bunun içindir ki, buyurmuşdur. bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. onun yolunda, tam izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmakdadır. evet, bu dünyada allahü tealayı görmek mümkin değildir. dünya buna elverişli değildir. fekat, ona tabi' olan büyüklere, namaz kılarken rü'yetden birşeyler nasib olmakdadır. namaz kılmağı emr buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? aşıklar, ma'şuku nasıl bulurdu? namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. namaz, hastaların, rahat vericisidir. ruhun gıdası namazdır. kalbin şifası namazdır. hadisi şerif, bunu göstermekde, hadisi şerifi, bu arzuya işaret etmekdedir. zevkler, vecdler, bilgiler, ma'rifetler ve makamlar, nurlar ve renkler, kalbdeki telvinler ve temkinler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecelliler, sıfatlı ve sıfatsız zuhurlardan hangisi, namaz dışında hasıl olursa ve namazın hakikatinden birşey anlaşılamazsa, bu hasıl olanlar, hep zılden, aksden ve suretden meydana gelmişdir. belki de, vehm ve hayalden başka birşey değildir. namazın hakikatini anlamış olan bir kamil, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp ahıret hayatına girer ve ahırete mahsus olan ni'metlerden birşeylere kavuşur. araya aks, hayal karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. çünki, dünyadaki bütün kemalat, ni'metler zılden, suret ve görünüşden hasıl olmakdadır. zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hasıl olmak, ahırete mahsusdur. dünyada asldan alabilmek için, mi'rac lazımdır. bu mi'rac, mü'minin namazıdır. bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsusdur. peygamberlerine tabi' olmak sayesinde, buna kavuşurlar. çünki, bunların peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi dünyadan çıkıp ahırete gitdi. cennete girdi ve rü'yet devleti ile şereflendi. ya rabbi! sen o büyük peygambere sallallahü aleyhi ve sellem bizim tarafımızdan, onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsan eyle! bütün peygamberlere de ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, seni tanımağa ve rızana kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir. tesavvuf yolunda bulunanların birçoğu kendilerine namazın hakikati bildirilmediği ve ona mahsus kemalat tanıtılmadığı için, derdlerinin ilacını başka şeylerde aradı. maksadlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. hatta bunlardan ba'zısı, namazı bu yolun dışında, maksadla ilgisiz sandı. orucu namazdan üstün bildi. kitabının sahibi dedi ki: oruc, yiyip içmeği bırakmak olduğu için, allahü tealanın sıfatları ile sıfatlanmak, ona yaklaşmakdır. namaz ise, başkalaşmak, uzaklaşmak, ibadet edici ve ibadet edilen ayrılığını kurmakdır. bu söz de, görüldüğü gibi, tevhidi vücudi mes'elesinden doğmakdadır. bu mes'ele ise, aşkı ilahi serhoşluğunun bir tezahürüdür. namazın hakikatini anlıyamıyanlardan birçoğu da, ızdırablarını teskin ve ruhlarını ferahlandırmağı, sima' ve nağmede, ya'ni musikide, vecde gelmekde, kendinden geçmekde aradı. maksadı, ma'şuku, musiki perdelerinin arkasında sandı. bunun için raksa, dansa sarıldılar. halbuki, hadisi şerifini işitmişlerdi. evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. birşeyin aşkı, aşıkı sağır eder ve kör eder. bunlara eğer namazın kemalatından birşey tatdırılmış olsaydı, sima' ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeği hatırlarına bile getirmezlerdi. farisi mısra' tercemesi: doğru yolu göremeyince, çöle sapdılar. ey kardeşim! namaz ile musiki arasında ne kadar uzaklık varsa, namazdan hasıl olan kemalat ile musikiden hasıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzakdır. aklı olan, bu kadar işaretden çok şey anlar! bu, öyle bir üstünlükdür ki, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem bin sene sonra meydana çıkıyor. öyle bir sondur ki, baştarafa benzemekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat belki de bunun için, buyurdu da, buyurmadı. demek ki, sonra gelenlerin öndekilere daha çok benzediğini görerek, şübhelendi de, böyle buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: bu ümmetin en faidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. ikisinin arası bulanıkdır buyurdu. evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, başdakilere çok benziyenler olacakdır. fekat, adedleri azdır. hatta pekazdır. ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdarları çokdur. hem de pekçokdur. fekat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da artdırmış, öndekilere daha yaklaşdırmışdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat buyurdu ki, islam dini garib başladı. sonu da böyle garib olacakdır. bu gariblere müjdeler olsun!. bu ümmetin sonu, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene sonra, ya'ni ikinci bin ile başlamışdır. çünki bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyada kuvvetli tebeddül olur. allahü teala, bu dini kıyamete kadar değişdirmiyeceği, için, ilk zemanda gelenlerin tazelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekde ve böylece ikinci bin başında islamiyyetini kuvvetlendirmekdedir. bu sözümüzü isbat etmek için, kuvvetli şahid olarak, isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam ile hazreti mehdiyi rahmetullahi teala aleyh gösteririz. farisi tercemesi: ruhul kudsün feyzine eğer kavuşursan, mesihin yapdıkları senden de meydana gelir. ey kardeşim! bugün bu sözler, çok kimselere ağır gelir. akllarına uygun gelmez. fekat bilgileri, ma'rifetleri insaf ile ölçerlerse ve islamiyyetle karşılaşdırırlarsa, islamiyyete hangisinin daha çok ta'zim ve hurmet etdiğini görüp kabul ederler. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bütün kitablarımda ve mektublarımda tarikatin ve hakikatin, islamiyyete hizmet etdiklerini ve peygamberliğin evliyalıkdan yüksek olduğunu, bir peygamberin vilayetinin bile, kendi nübüvvetinden aşağı olduğunu yazdım. vilayet derecelerinin, peygamberlik kemalatı yanında hiç olduğunu, büyük bir denize nazaran, bir damla kadar bile edemiyeceğini ve bunun gibi daha birçok şeyler bildirdim. hele oğluma gönderdiğim mektubda, tesavvufu nasıl anlatdığımı görürlerse, insafa gelirler. bunları söylemekden maksadım, cenabı hakkın ni'metini göstermek ve gençleri teşvik içindir. yoksa haşa ki, kendimi başkalarından üstün göstermek için değildir. kendini frenk kafirlerinden daha üstün bilen bir kimsenin allahü tealayı tanıması haramdır. ya, din büyüklerinden üstün görenin hali ne olur? farisi beytler tercemesi: beni sultan tutup kaldırsa toprakdan, yakışır başımı yüksek görsem göklerden. ben o toprağım ki, nisan bulutu, acıyıp üzerime serper bereketli yağmuru. yüzlerle dile malik olsa, eğer vücudüm, lutfünün şükrünü, nasıl yapabilirim? bu mektubu okuyunca, içinizde namazın hakikatini öğrenmek ve ona mahsus kemalatdan birkaçına kavuşmak arzusu uyanır ve bu arzu, sizi rahatsız edecek kadar çoğalırsa, istihareler yapdıkdan sonra, bu tarafa gelip ömrünüzün bir parçasını da namazı öğrenmek için harc ediniz! insanlara doğru yolu, se'adeti ebediyye caddesini gösteren ancak allahü tealadır. doğru yolda yürüyenlere ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat tabi' olmakla şereflenen bahtiyarlara, allahü teala selamet versin! ikiyüzaltmışikinci mektub bu mektub, mevlana muhib aliye yazılmışdır. bu yolun bağlıyan bağı, muhabbet olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği insanlara selam olsun! lutf edip yazmış olduğunuz mektub gelerek, bizleri sevindirdi. çok sevdiğinizi ve ihlasınızı bildirdiği için rahatlık verdi. eski günleri anlatıyorsunuz. yavrum! islamiyyete uygun hallerden hangisi üzerinde olursanız olunuz, hiç sıkılmayınız. ancak, bu sevgi bağının da kopmaması lazımdır. hatta muhabbet, hergün artmalıdır. bu ateş sönmemeli, soğumamalıdır. her an alevlenmelidir. çünki bizleri bağlıyan bağ, dir. bu yolun feyzi, ile, kalbden kalbe akarak ulaşır. bu akışda, yakınlık uzaklık farkı yokdur. ancak, feyzin hızlı veya yavaş olmasına ve bu yolun inceliklerini öğrenmeğe te'sir eder. bu noktayı, kıymetli oğluma, tarikati anlatan uzun mektubun mektubun sonunda açıklamışdım. oradan isteyiniz. o mektubun bir suretini, kardeşim seyyid mir muhammed nu'manın arkadaşları da götürdü. onlardan da isteyiniz! daha uzatmıyorum. vesselam. evliyanın kalbleri ayna gibidir. aynaya gelen ışıklar, karşısında bulunan cismler, şekller aynada görülür. aynanın karşısında bulunan ikinci bir aynada ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. resulullahın mubarek kalbinden yayılan feyzler, ma'rifet nurları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. eshabı kiram, resulullahı çok sevdikleri için, bu nurlara kavuşdular. sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. sevmek, inanışı ve işleri ve ahlakı, onun gibi olmakdır. eshabı kiramın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki bunları seven gençlerin kalblerine de geldi. bunların da islamiyyete uymaları kolay ve tatlı oldu. her biri birer veli oldu. uzak memleketde ve mezarda olan veliden de feyzler yayılmakda, aşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nurlanmakdadır. resulullahın mubarek kalbinden yayılan feyzler, her asrdaki aşıkların kalblerinden yayılarak, zemanımızdaki velilerin kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor. ikiyüzaltmışüçüncü mektub bu mektub, meyan şeyh tac için yazılmışdır. ka'bei rabbani hakkındadır ve namazın ba'zı üstünlükleri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ve senalar olsun. onun seçdiği, beğendiği iyi insanlara selam olsun! herkesi sevindiren teşrifiniz haberi, bu aşıklarınızı, sevenlerinizi çok sevindirdi. bunun için de, allahü tealaya hamdler ve şükrler olsun! farisi iki tercemesi: ey mavi sema! insaf et de öyle söyle! bu ikisinden hangisi, daha hoşdur şöyle: ışık saçan güneşinin, çıkışımı şarkdan, cihan dolaşan ayımın, doğuşu mu şamdan? buraya kadar zahmet etmeği arzu buyurduğunuza göre, bari çabuk teşrif ediniz ki, sevenlerinizin gözleri yoldadır. beytullahdan yeni haberler dinlemek istiyoruz. bu fakire göre, insanların ve meleklerin şeklleri, vücudleri, ka'benin şekline, suretine secde etdikleri gibi, bu suretlerin hakikatleri, aslları da, onun hakikatine secde etmekdedir. onun hakikati bütün hakikatlerin üstü ve ona bağlı olan kemalat, diğer bütün hakikatlere bağlı kemalatın üstüdür. bu hakikat, sanki mahlukların hakikatleri ile, ilahi hakikatler arasında bir geçiddir. ilahi hakikatler demek, onun azametinin, büyüklüğünün dereceleri olup, orada sıfat ve keyfiyyet yokdur. ya'ni, nasıl diye sorulamaz ve hiç zıl ve suret yokdur. dünyada olan terakkiler, yükselmeler ve zuhurlar, görünüşler, mahlukların hakikatlerinin sonuna kadardır. ilahi hakikatlerden celle sultanühü nasib almak, ancak ahıretde olacakdır. dünyada bunlardan nasib, ancak namazdadır ki, namaz, mü'minin mi'racıdır. ya'ni dünyadan ahırete yükselten bir merdiven gibidir. namazda sanki dünyadan çıkıp, ahırete gidilir ve ahıretde kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. öyle zan ediyorum ki, namazda bu devletin hasıl olması, ka'beye dönüldüğü içindir. çünki orası, ilahi hakikatlerin teala ve tekaddeset zuhur etdiği yerdir. görülüyor ki, ka'be, dünyada şaşılacak birşeydir. görünüşde dünyadaki evlerden biridir. hakikatde ise, ahıretdendir. ka'be dolayısı ile namazda da, bu hal hasıl olmuş, sureti de, hakikati de, dünya ve ahıreti kendinde toplamışdır. muhakkak olarak anladım ki, namaz kılarken hasıl olan haller, namaz dışında hasıl olan bütün hallerin üstündedir. çünki bu hallerin hepsi, zıl ve suretden kurtulamamış, ne kadar yüksek ve kıymetli olsalar da, asldan nasib alamamışlardır. namazdaki haller ise, asldan nasiblidir. zıl ile asl ve birşey ile gölgesi arasında ne kadar fark varsa, bu iki hal arasında da, o kadar fark vardır. allahü tealanın lutf ve ihsanı ile mü'minlere ölüm zemanında hasıl olan hal, namazdaki hallerin üstüdür. çünki ölüm, ahıret hallerinin başlangıcıdır. ahırete yakın olan herşey, daha temam ve daha üstündür. çünki dünyada suret görünüyor. ahıret ise, hakikatin zuhur etdiği yerdir. aradaki farkı bundan anlamalıdır. bunun gibi, allahü tealanın ihsanı ile, mezarda hasıl olan haller, ölüm zemanında hasıl olan hallerden üstündür. kıyamet gününün hali de, kabr haline göre böyledir. çünki orada görülen, daha temam ve daha kamildir. cennetde görülenler, kıyamet günündekinden daha temam ve daha kamildir. hallerin en üstünü ise peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat haber verdiği ya'ni, allahü teala, ayrıca bir cennet yaratmışdır ki, burada huriler ve köşkler yokdur. burada allahü teala, güler gibi tecelli eder, görünür buyurduğu yerdir. ahıretdeki haller, dünyadaki hallerin, görünenlerin üstündedir. bunların da en üstünü, hadisi şerifde bildirilen cennetdir. hatta dünya aslın, hakikatin zuhur edeceği, görüneceği yer değildir. dünyaya mahsus olan, zıllerin, benzerlerin görünmeleri, bu fakire göre, dünya işlerindendir ve hakikatde, mahluklara, mümkinlere aid şeylerdir. bunlardan bir kısmına sıfati ilahiyyenin tecellisi, ba'zısına da, zati ilahinin tecellisi gibi ismler vermişlerse de, hepsi dünya şeyleri, zıl ve suretler tecellisi, görünüşüdür. bu fakire göre bu dünyada olan herşey, suret ve hayaldir. burada matlubun, maksudun kokusunu bile duymuyorum. dünya ahıretin tarlasıdır ve tohum ekecek zemandır. matlubu burada aramak, boşuna uğraşmakdır. ele birşey geçmez. yahud başka şeyleri matlub sanarak, insan rü'ya ile, hayal ile oyalanıp kalır. nitekim birçok kimse, bu hale düşmüşdür. dünyada asldan haber veren yalnız namazdır. matlubun kokusu, yalnız namazda duyulur. namazdan başka şeylerde, bu koku yokdur. iyiliğe elverişli olmıyan kimse, faidelenemez, peygamberi de görse. ikiyüzaltmışdördüncü mektub bu mektub, mir seyyid bakıri sarenpuriye yazılmışdır. en sonda hayret ve cehalete varmak lazım olduğu, keşf ve kerametlere güvenilmemesi lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selamlar olsun! aşırı sevginizi ve kavuşmak istediğinizi bildiren kıymetli mektubunuz gelerek bizleri çok sevindirdi. işinize bakınız! ismleri ve sıfatları düşünmeksizin, zati tealanın ismini çok zikr ediniz! o makamdan cahil ve anlamakdan şaşkın oluncıya kadar, bu mubarek ismi zikr ediniz! çünki zikr ederken, allahü tealanın ismleri ve sıfatları düşünülürse, çok olur ki, haller hasıl olur. mevacidin zuhur etmesine sebeb olur. hallerde ve mevacidde yanlışlıklar olduğu çok görülmüşdür. burada, batılın hak ile karışdığı çok vakı' olmuşdur. bu günlerde, başka yerde bulunan şeyhlerden biri, bu fakire mektub yazarak halini bildirdi. dedi ki, fena hali beni öyle kapladı ki, her neye baksam, hiçbirşey göremem. yere, göke baksam, hiç göremem. arşı, kürsiyi de bulamam. kendimi düşünsem hiç bulamam. birinin yanına gitsem, onu da bulamam. allahü teala sonsuzdur. onun sonunu kimse bulamamışdır. tesavvuf büyükleri rahmetullahi aleyhim, bu halimi kemal olarak bildirmişlerdi. sen de, bunu kemal biliyorsan, allahü tealaya kavuşmak için senin yanına gelmekliğime lüzum yok. eğer sen, başka birşeyi kemal biliyorsan bana yaz! fakir, ona şöyle cevab yazdım: bu haller, kalbin değişiklikleridir. kalb, bu yolun daha birinci basamağıdır. bu haller bulunan kimse, kalbin daha dörtde birini geçmişdir. kalbin geri kalan üç parçasını geçmesi lazımdır. bundan sonra, ikinci basamak olan ruha sıra gelir. bu mektubdan bir zeman sonra, bu fakirden tarikat dersi alarak memleketine gitmiş olan, sevdiklerimizden birisi, birgün yanımıza gelip, hasıl olan hallerini anlatdı. hali, o mektubu yazan şeyhin haline benziyordu. hatta bu, o makamda, ondan birkaç adım daha ilerde idi. bunun haline teveccüh olundukda, onun bu fenası, hava maddesinde idi. hava, her boşlukda bulunduğu için, onun gördüğü hep hava idi. bunu, sonsuz olan allahü teala sanmışdı. allahü teala, böyle şeylerden münezzehdir. onu ikinci olarak çağırarak halini araşdırdığımda, havadan başka hiçbir şeye tutulmuş olmadığını iyi anladım. böyle olduğunu kendine de bildirdim. o da, vicdanına danışdığında, havadan başka hiçbir kazancı olmadığını kendisi de anladı. o hallerinden tevbe ve istigfar eyledi. ilerlemeğe çalışdı. kalb, alemi halk ile alemi ervah arasında bir vasıtadır. bu her iki aleme de benziyen tarafları vardır. sanki kalbin yarısı alemi halkdan, yarısı da alemi ervahdan gibidir. alemi halkdan olan yarısının da yarısı hava olur. buna göre kalbin dörtde biri hava olur. bu son bildirdiğimiz de, birinci cevaba uygun olmakdadır. bundan fazla yazacak zeman olmadı. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun! madde alemi demekdir. çünki halk, ölçmek ma'nasına da kullanılır. ikiyüzaltmışbeşinci mektub bu mektub, şeyh abdülhadi bedavaniye yazılmışdır. uzlete çekilirken, müslimanların haklarını gözetmeği elden bırakmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! sevgili peygamberine ve aline ve eshabına salatü selam olsun ve doğru yolda olanlara düalar olsun! kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, ayrılık günlerinin uzaması, muhabbeti ve ihlası sarsmamış. bununla beraber, buraya gelseydiniz, daha iyi olurdu. . ya'ni allahü tealanın yapdığında hayr vardır. insanlar arasından ayrılmak, uzlet etmek istiyorsunuz. evet uzlet, sıddikların aradığı şeydir. mubarek olsun! uzleti isteyiniz! bir köşeye çekiliniz! fekat, müslimanların haklarını gözetmeği elden kaçırmayınız! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerifi ebu hüreyre radıyallahü anh haber vermişdir. de ve de yazılıdır. fekat, da'vet etdiği zeman gitmek için şartlar vardır. kitabında buyuruyor ki, . kitabında da yazılıdır. böyle yasaklar bulunan yemeğe gitmek haram veya mekruh olur. çağıran kimse zalim ise veya ehli sünnet değil ise, fasık ise, kötülük yapan ise veya övünmek için, gösteriş için çağırıyorsa gitmek caiz olmaz. kitabında diyor ki, . kitabında diyor ki, . kitabında da böyle yazılıdır. bu yasaklardan hiçbiri bulunmayan da'vete gitmek lazımdır. bu zemanda, bu yasakların bulunmaması güç oldu. bundan başka, farisi mısra' tercemesi: yabancıdan uzlet et, dostdan değil! talebe kardeşleri ile sohbet etmek, bu yolun sünneti müekkedesidir. hace behaeddin buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretleri buyurdu ki, . uzletde şöhret vardır. şöhret de afetdir. sohbet buyurulması, talebe kardeşleri ile birlikde olmakdır. başkaları ile sohbet edilmez. çünki, birbirinden fani olmak, ya'ni başkalarını unutmak, sohbetin şartıdır. bu da, uygun arkadaşla olabilir. hasta yoklamak sünnetdir. hastanın bakıcısı varsa, ona bakıyorsa, başkalarının dolaşması sünnet olur. bakacak kimsesi yoksa, dolaşmak vacib olur. kitabının haşiyesinde böyle yazılıdır. cenazede hazır olmalıdır. hiç olmazsa birkaç adım birlikde gitmelidir. böylece, meyyitin hakkı ödenmiş olur. cum'a namazına ve hergün beş vakt namaz için cema'ate ve bayram namazlarına gitmek islamın zaruri emrleridir. herhalde gitmek lazımdır. bunlardan sonra kalan vaktleri, yalnız geçirebilirsiniz. fekat önce doğru bir niyyet lazımdır. dünya çıkarlarından birşeyi düşünerek uzleti kirletmemelidir. allahü tealayı zikr için, kalbi toparlamakdan ve dünyanın bitmez tükenmez işlerinden uzaklaşmakdan başka birşey düşünmemelidir. niyyetin doğru olmasına çok dikkat etmelidir. niyyetin içinde, nefsin bir arzusu gizlenmiş olmamasına dikkat etmelidir. niyyetin doğru olması için, allahü tealaya yalvarmalıdır. böylece tam niyyet yapılabilir. yedi kerre istihare yapmalı, doğru niyyet ile uzlet eylemelidir. böyle olunca, çok faidesi umulur. buluşduğumuz zeman, daha çok anlatırım. vesselam. islamiyyet enbiyanın sünnetidir, cümlenin ihtidasıdır, islamiyyet. hudanın, leylei mi'rac içinde, habibine atasıdır islamiyyet. ikiyüzaltmışaltıncı mektub ikiyüzaltmışaltıncı mektubu, üstadı muhammed bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin iki oğlu, hace ubeydüllah ve hace abdüllaha yazmışdır. ilham ve firaset yolu ile, mubarek kalbine doğan, akide ya'ni i'tikadından ba'zısını bildirmekdedir. kitablardan alarak ve akl ve düşünce ile bularak yazmadığı halde hepsi, ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerine uygundur. allahü teala, ömr sarf ederek, istirahatlerini feda ederek, durmadan çalışan o alimleri, en üstün iyiliklerle mükafatlandırsın! imamı rabbani müceddidi elfi sani şeyh ahmedi faruki serhendi kuddise sirruh, daha ilm deryasına yeni daldığı sıralarda hazreti peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada görüp, kendisine buyurmuşdu ki: . bu rü'yasını hocasına anlatmışdı. o günden beri, ilmi kelamın her mes'elesinde ayrı ictihadı ve görüşleri vardır. fekat, mes'elelerin çoğunda imamımız ile beraberdir. eski yunan felesoflarının, islamiyyete uymıyan sözlerini red edip, yanıldıklarını isbat etmekde ve tesavvuf büyüklerini tanıyamıyarak ve sözlerini anlıyamıyarak, yoldan çıkan, sapıtan ve kendilerini din adamı sanıp, herkesi de yoldan çıkartan, cahil ve ahmakların yüz karalarını meydana çıkarmakdadır. bu mektubda ayrıca namaza aid birkaç fıkh mes'elesini de bildirmekde ve tesavvufun kıymetini ve yüksekliğini ve bu yoldan yükselmiş olan büyüklerin islamiyyete sımsıkı sarılmış olup, bunları tanımıyan zevallıların iftiralarının çürüklüğünü ve daha birkaç şeyi bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. bütün düalar ve iyilikler, onun peygamberi ve sevgilisi ve bütün insanların her bakımdan en güzeli ve en üstünü olan muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem ve onu sevenlerin ve izinde gidenlerin hepsine olsun! allahü teala, siz yüksek hocamın kıymetli yavrularını da, se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! yüksek üstadımın, beni dünya ve ahıret ni'metlerine kavuşduran kıymetli hocamın sevgili yavruları! biliniz ki, herşeye muhtac olan bu zevallı kardeşiniz, tepeden tırnağa kadar, o yüksek babanızın sadakaları ve ihsanları içinde yüzüyorum. insanlığın elifbasını ondan öğrendim. yükseklikleri haber veren kelimeleri ondan okudum. herkesin, senelerce çalışarak kazanabildiği dereceler, onun huzurunda, terbiyesi altında, az zemanda elime geçdi. insanlara meziyyet, üstünlük veren bütün kıymetler, ona hizmetimin ikramiyesi olarak üzerime serpildi. hiçbir işe yaramıyan ve insanlıkdan haberi olmıyan bu zevallı, onun nurlu bakışları altında, ikibuçuk ay içinde olgunlaşarak, büyüklerin yoluna katıldı. onların allahü tealaya olan yakınlıklarına kavuşdu. böyle az bir zemanda, tesavvufu tadmış olanların, tecelliler, zuhurlar, nurlar, haller ve keyfiyyetler diye anlatmak istedikleri gizli kazançlar, babanızın parlak kalbindeki deryanın damlaları olarak, önüme saçıldı. bunlardan hangi birini anlatayım. onun, lutf ederek, acıyarak mubarek gönlünü bu fakire çevirmesi ile, tesavvufcuların tevhid , kurb , ma'ıyyet , ihata , sereyan gibi sözlerle, anlatmak istedikleri ma'rifetlerden, ince bilgilerden ele geçmiyen, hemen hemen birisi kalmadı. bunların içlerinden, özlerinden bildirilmedik bırakılmadı. vahdeti vücud dedikleri, herşeyde allahü tealanın kemalatını görmek ve vahdetde kesreti bulmak, bu ince bilgilerin başlangıcıdır. islam büyüklerinin erişdiği, tanıdığı bilgileri, kelime kadrosu ile anlatmağa kalkışmak, cahillik ve ahmaklık olur. bunların kavuşdukları, yetişdikleri dereceler çok yüksekdir. anladıkları, edindikleri bilgiler ve zevkler çok incedir. her bilgi satanın, büyük ve önder sanılanların yetişeceği, yanaşacağı yer değildir. o çok yüksek babanızın, bu zevallıya olan ni'metlerine, ihsanlarına karşı, ölünciye kadar, başımı kapınız hizmetçilerinin ayaklarına sürsem, size karşı birşey yapmış olamam. hangi kusurumu bildireyim? mahcubiyyetimden, yüzümün karasından hangisini meydana çıkarayım? allahü teala, hüsameddin ahmedden razı olsun ki, sizlere karşı olan vazifemizi, borcumuzu üzerine alarak, kapınıza kul olmakla, hizmetinizde çalışmakla şereflenmekde, böylece rahat nefes almamıza sebeb olmakdadır. farisi tercemesi: vücudümün her zerresi dile gelse de; şükrünün binde birini yapamam yine! o kıymetler hazinesinin, kapısının eşiğini öpmekle üç def'a şereflenmişdim. üçüncüsünde buyurdu ki: za'if düşdüm. yaşamak ümmidim azaldı. benden sonra, çocuklarımı gözet!. sizleri getirdiler. o zeman daha küçük idiniz. kucakda taşınıyordunuz. size teveccüh etmemi, emr buyurdular. emrlerine uyarak, yüksek huzurlarında, üzerinize o kadar teveccüh olundu ki, te'siri görünüverdi. sonra, buyurdular. yanımızda olmadığı halde, onlara da teveccüh olunmuşdu. emrleri ile ve huzurlarında olduğu için, o teveccühlerin çok faideler sağlıyacağını ümmid ediyorum. babanızın, herhalde yapılması lazım gelen emrlerini ve herne behasına olursa olsun yerine getirilmesi gereken vasıyyetlerini unutacağımı veya dalgınlığıma geleceğini sanmayınız! buna imkan olur mu? ufak bir işaretinizi bekliyorum. şimdilik, birkaç satır nasihat yazıyorum. can kulağı ile dinleyiniz! cenabı hak, ikinizi de, se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! her müslimanın, önce i'tikadını düzeltmesi, ya'ni ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri gibi, inanması lazımdır. durmadan, yılmadan çalışan o alimlere, allahü teala, bol bol mükafat versin! cehennemin ebedi azabından kurtulan, yalnız bunlar ve bunların izinde gidenlerdir. bunların bildirdiği i'tikadlardan unutulmakda olanları anlatacağım:. allahü teala, kendi zatı ile vardır. ondan başka herşey, onun var etmesi ile, var olmuşdur. kendisi ve sıfatları ve işleri yeganedir, birdir. varlıkda, şeriki, ortağı olmadığı gibi, hiçbir bakımdan benzeri yokdur. benzerlik yalnız ismde ve kelimelerdedir. onun sıfatları da, işleri de, kendi gibi, akl ile anlaşılmaz ve anlatılamaz ve insanların sıfatlarına, işlerine, hiç benzemez ve uymaz. onun sekiz sıfatı vardır. bunlara, denir. bunlardan biri, ilm sıfatıdır, ya'ni allahü teala bilicidir. bu sıfatı da, kendi gibi kadimdir. ya'ni sonradan olma değildir. hep vardı ve basit, ya'ni bir haldedir. hiç değişmez, bölünmez ve çoğalmaz. bildiği şeyler değişmekde, her değişmeyi bilmekdedir. fekat, ilminde ve ilminin bu şeylere bağlanmasında, bir değişiklik olmaz. geçmişdeki sonsuzdan gelecekdeki sonsuza kadar, ya'ni ezelden ebede kadar herşeyi, her değişmeği, yalnız bir biliş ile bilmekdedir. ya'ni, bu sonsuz zemanlarda olan herşeyi, birbirine benzeyen ve benzemiyen halleri ile, hem büyüklerini, hem de ufak zerrelerini, herbirini kendi zemanında olarak bir anda bilmekdedir. mesela, bir kimsenin hem varlığını, hem yokluğunu, hem doğmadan evvelki hallerini, çocukluğunu, gençliğini, ihtiyarlığını, diri olmasını ve ölü olmasını, ayakda, oturmakda, dayanmakda, yatmakda, gülmekde, ağlamakda, neş'e ve lezzetde, derd ve kederde, izzet ve kıymetde, zillet ve aşağılıkda, mezarda, kıyametde ve mahşer yerinde ve mesela cennetde ni'metler içinde olduğunu, hep bir anda ve bir halde bilmekdedir. ne ilminde, ne de ilminin bu şeylere bağlanmasında bir değişiklik olmaz. değişiklik olsa, zemanın da, değişmesi olur. halbuki orada, ezelden ebede kadar, parçalanamıyan bir an vardır. daha doğrusu, allahü teala, zemanlı değildir. öncelik ve sonralık yokdur. ilmi herşeye yetişir dersek, herşeyi bir bilmekle ve ilmin bunlara bir bağlanması ile biliyor. bu bir bilgi ve bir bağlantı da, aklın eremiyeceği bir bağlanmakdır. bunu akla anlatabilmek için, şu misali uygun buluyorum: insan, bir kelimenin çeşidli hallerini, birbirine benzemiyen şekllerini bir anda düşünebilir. bir kelimeyi, bir an içinde, hem ism, hem fi'l, hem harflerin kümesi, hem madi, hem müstakbel, hem emr, hem men', hem edatlı, hem edatsız, hem müsbet, hem menfi bilebilir. çeşidli şeklleri bir anda, kelimede ayrı ayrı görüyorum diyebilir. bir insanın, ilminde ve hatta görmesinde, ters ve çeşidli halleri bir araya toplaması, mümkin olunca, allahü tealanın ilminde neden mümkin olmasın? hem de onun ilminde iki zıddın, bir arada bulunması görünüşdedir. yoksa, orada zıdlık yokdur. mesela, bir kimseyi, bir anda, hem var, hem yok bilir. fekat, yine o anda onun varlığını, mesela hicretden bin sene sonra ve birinci yokluğunu, bu varlıkdan evvel, ikinci yokluğunu da mesela, varlığından yüz sene sonra olarak bilmişdir. o halde, arada zıdlık yokdur. zira, varlığın ve yokluğun zemanları başkadır. işte allahü teala, ayrı ayrı, başka başka, zerreleri bir anda biliyorsa da, ilminde değişmek olmuyor. felsefecilerin zan etdiği gibi, ilm sıfatında sonradan birşey hasıl olmuyor. çünki birşeyin bilgisi, evvelki şeyin bilgisinden sonra hasıl olmuyor ki, ilmde değişiklik olsun. herşeyi bir anda bildiğinden, ilminde değişiklik ve yenilik hasıl olmaz. o halde, ilmde değişiklik olmadığını anlatmak için, ilm, eşyaya, çeşidli bağlantılarla bağlanmışdır demek ve bunların değişdiğini söylemek lüzumsuzdur. nitekim felsefecileri susdurmak için, ba'zı büyüklerimiz böyle söylemişdir. bu bağlantıların, eşyaya bağlanmasında değişiklik olur denirse yerinde olur. allahü tealanın sıfatı sübutiyyesinden biri, kelam sıfatıdır. , ya'ni söylemesi de, bir basit kelimedir ki, ezelden ebede kadar, hep o bir kelam ile söyleyicidir. bütün emrler, bütün yasaklar, bütün bildirilen şeyler, bütün sualler, bütün dilekler, hep o bir kelamdır. gönderdiği bütün kitablar ve sahifeler, hep o bir basit kelamdandır. tevrat ondan meydana gelmiş, kur'anı kerim, ondan nazil olmuş, inmişdir. allahü tealanın sıfatıdır. ya'ni yaratıcıdır. bütün yaratdıkları, yapdıkları da, bir fi'l, bir yapışdır ki, ilk yaratdığından, sonsuza kadar yaratmaları, hep o bir fi'l ile var olmakdadır. mealindeki ayeti kerime, bunu gösteriyor. hayat vermesi ve öldürmesi, hep o bir fi'l iledir. yaratması ve yok etmesi de o fi'ldendir. fi'linde de çeşidli bağlantılar yokdur. bir te'alluk ile ilk ve sonradaki herşeyi kendi zemanlarında yaratıyor. akl, onun fi'lini anlıyamıyacağı gibi, fi'lin bağlanmalarına da erememekdedir. aklın oraya yolu yokdur. ehli sünnet alimlerinden, ebülhaseni eş'ari bile, allahü tealanın fi'lini anlıyamıyarak, tekvin sıfatına, ya'ni yaratmasına sonradan olma hadisdir, dedi. ya'ni herşeyi yapması, yapdığı zeman meydana geliyor dedi. halbuki, her zeman yapılan işler, ezeldeki fi'lin eserleri, meydana çıkmalarıdır. yoksa, fi'linin kendisi değildir. tesavvuf büyüklerinden, fi'llerini görüyoruz, ya'ni tecellii ef'ale kavuşduk diyenler de, böyle yanılıyor. herşeyde, allahü tealanın fi'lini görüyoruz sanıyorlar. halbuki, o tecelliler, görünenler, fi'lin kendisi değil, eserleridir. zira, allahü teala, görülemediği gibi, fi'li de görünmez, his olunamaz, düşünülemez ve akl ile anlaşılamaz. onun fi'li de, bütün sıfatları da kadimdir. sonradan olma değildirler. kendisi ile hep vardırlar. onun fi'line denir, mahlukat aynasına yerleşmez ve görülmez. farisi tercemesi: dar olan, şekl ve suret kabına ma'na nasıl sığar? dilenci kulübesinde sultanın ne işi var? bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, allahü tealanın kendi tecellisi olmaksızın, fi'llerinin ve sıfatlarının tecellisi olamaz. sıfatları ve fi'lleri kendinden ayrılmaz ki, kendi tecellisi olmaksızın, tecelli edebilsinler. onun zatından ayrılan, fi'llerinin ve sıfatlarının zılleri, aksleri, görünüşleridir. herkes bunları anlıyamaz. cenabı hak, dilediği kullarına bildirir. onun ihsanı çokdur. yine sözümüze gelelim: allahü teala, hiçbirşeye hulul etmez. hiçbir cism içine işlemez. hiçbirşey ona hulul etmez. fekat, allahü teala, herşeyi ihata etmiş, kaplamışdır ve herşeye yakındır ve herşeyle beraberdir. fekat, bizim alışdığımız ve anladığımız ihata, kurb ve ma'ıyyet gibi değildir. bunlar, ona layık değildir. evliyanın keşf ile, müşahede ile anladığı, ihata, kurb ve ma'ıyyet de, ona layık değildir. zira, zevallı mahlukların hiçbiri, onu ve sıfatlarını ve fi'llerini anlıyamaz, bilemez. anlamadan inanmak lazımdır. farisi tercemesi: anka kuşu avlanamaz, tuzağını topla! bu avlanmada, giren yalnız havadır tuzağa. yüksek rehberimin kaddesallahü teala sirrehül'aziz sinden şu beyti buraya yazmak uygundur. farisi. gidilecek yol uzundur pek, uygun olmaz kavuşdum demek. allahü tealanın, herşeyi ihata etdiğine ve herşeye yakın olduğuna ve herşey ile beraber olduğuna inanırız. fekat, bu ihata, kurb ve ma'ıyyetin, ne demek olduğunu bilemeyiz. demek, kur'anı kerimin açık olan ma'nasını çevirmek demekdir. biz, böyle ma'nalar vermeği doğru bulmuyoruz. allahü teala, hiçbirşey ile ittihad etmez, birleşmez. hiçbirşey de, onunla birleşmez. tesavvuf büyüklerinden, ittihad ma'nası anlaşılan sözler çıkmış ise de, onlar, başka şey demek istemişdir. mesela, sözleri ile, demek istiyorlar. yoksa, o fakir, allahü teala ile birleşir, demek istemiyorlar. bunu demek, kafirlik, zındıklık olur. allahü teala, zalimlerin, kafirlerin sandığı gibi değildir. üstadım buyurmuşdu ki: hallaci mensurun, sözünün ma'nası, demekdir. islamiyyete uyanların böyle sözlerine hüsni zan olunur. te'vil edilir. allahü tealanın zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde değişiklik olmaz. hareketlerin, işlerin olması ile, herşeyi yaratması ile, onun zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde değişiklik olmuyor. vahdeti vücud var diyenler, ya'ni allahü tealanın, bu mevcudatı var etmesi, beş derecede olmuşdur demeleri, onda değişiklik yapacak ma'nada değildir. bu ma'na ile söyliyen kafir olur, yoldan çıkar. bu büyükler, allahü tealanın sıfatlarının zuhurunda, meydana çıkmalarında, beş derecenin aşağıya indiğini söylüyor ki, zatında ve sıfatlarında ve fi'llerinde bir değişiklik olmuyor. allahü teala, dır. ya'ni, hiçbirşey için, hiçbirşeye muhtac değildir. ne kendine, ne sıfatlarına, ne de fi'llerine, hiçbir suretle hiçbirşey lazım değildir. varlıkda muhtac olmadıkları gibi, zuhurda, belli olmakda da, ihtiyacları yokdur. sfiyyenin büyüklerinin, anlaşılan sözleri, bu fakire çok ağır geliyor. yaratılmakla, biz kıymetlendik, şereflendik. allahü tealada birşey artmadı. böyle şeyler söylemek, çok yersiz ve çirkindir. ezzariyat suresinin, mealindeki ellialtıncı ayeti gösteriyor ki, cinnilerin ve insanların yaratılması, allahü tealayı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve se'adetdir. yoksa, onun birşey kazanması için değildir. hadisi kudside, allahü tealanın, buyurması, demekdir. yoksa, demek değildir. bu ma'na, allahü tealaya layık değildir. allahü tealada, noksanlık sıfatları ve mahlukların hassa ve alametleri yokdur. madde değildir. cism değildir. mekanlı değildir. zemanlı değildir. kemal sıfatları, kusursuzluklar yalnız ondadır. sekiz kemal sıfatı olduğunu bildirmişdir ki şunlardır: , diri olmasıdır. , bilmesidir. , gücü yetmesidir. , dilemesidir. , işitmesidir. , görmesidir. , söyleyici olmasıdır. , yaratmasıdır. bu sıfatları, kendinden ayrı olarak vardır. varlıkları ilmde değildir. , haricde ve hakikatde vardırlar. kendi var olduğu gibi, bu sıfatları da ayrıca vardır. vahdeti vücude inanan sfiyyunun sandığı ve farisi tercemesi: akl ve düşünce ile, sıfatlar başkadır. hakikatde ise, hepsi tam kendisidir. sözleri, sıfatları inkardır, inanmamakdır. müslimanlardan, sıfatları inkar eden mu'tezile fırkası ile kafirlerden eski felsefeciler de, sıfatları nazari olarak kendinden ayrı ise de, haricde yalnız kendi vardır diyorlar. , kendinden ayrı olduğunu inkar etmiyorlar. mesela, ilm sıfatının ma'nası, zatın ma'nasının aynıdır demiyorlar. yahud, kudret ve iradet sıfatlarının ma'naları, birbirinin aynıdır demiyorlar. fekat, haricdeki varlıkları, aynıdır diyorlar. o halde, sıfatları inkardan kurtulmak için, haricde ayrı ayrı var olduklarına inanmak lazımdır. nazari olarak ayrı bilmek faide vermez. allahü teala, dir. ya'ni, varlığının başlangıcı yokdur. varlığından önce, yok değil idi, hep var idi. dir. ondan başka, hiçbir varlık kadim, ezeli değildir. din sahibleri, kitab sahibleri, hep böyle iman etmişdir ve allahü tealadan başkasını kadim, ezeli bilenlere, kafir demişlerdir. bunun içindir ki, hüccetülislam imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, ibni sinanın ve farabinin ve daha başkalarının, kafir olduklarını söylemişdir. çünki bunlar aklın, ruhun ve heyulanın kadim olduğuna inanmış ve göklerin içindekilerle beraber, kadim olduklarını söylemişlerdir. kitabında kıyametde dirilmeği inkar eyledi. öleceğine yakın, gusl abdesti alıp, vezir iken yapdığı zulmlere tevbe etdiği söyleniyor ise de, i'tikadı bozuk olanın guslü, namazı ve düası kabul olmaz buyuruldu. üstadım rahmetullahi teala aleyhima buyurdu ki, şeyhi ekber muhyiddini arabi hazretlerinin, sözünün görünüş ma'nasına uymayıp, din sahiblerinin müşterek imanlarına ve sözlerine çevirmelidir. allahü teala, dır. ya'ni dilediğini yapabilir. tabi'at kuvvetleri gibi, elbette işi yapmağa mecbur değildir. eski yunan felsefecileri, aklları ermediğinden, kemal, büyüklük, mecbur olmakda, herhalde yapabilmekdedir deyip, allahü tealanın ihtiyarını, ya'ni seçmesini inkar etdiler. yapmağa mecburdur dediler. bu ahmaklar, allahü teala, birşeyi yaratmağa mecbur olmuş ve sonra başka birşey yaratmamışdır dedi. bu uydurma şeye de, aklı fe'al deyip, herşeyi bu yapıyor dediler. dedikleri şey de, yalnız onların vehmlerinde, hayallerinde olan birşeydir. bunların bozuk inanışlarına göre, allahü teala hiçbirşey yapmıyor. insan sıkışınca, bunalınca, aklı fe'ale yalvarır. allahü tealadan birşey istemez. çünki allahü tealanın dünyada olup bitenlerle hiç ilgisi yokdur. herşeyi yapan, yaratan aklı fe'aldir derler. hatta aklı fe'ale de yalvarmazlar. çünki onu, kendilerinden belaları gidermekde irade ve ihtiyar sahibi bilmezler. bu nasibsizler, ahmaklıkda, sersemlikde, sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. kafirler, her işlerinde allahü tealaya sığınıyor. belaların giderilmesini ondan istiyorlar. bu alçaklar ise, böyle değildir. bu nasibsizlerde iki şey, sapık ve ahmak fırkaların hepsinden daha çokdur. bunlardan biri, allahü tealanın gönderdiği haberlere inanmıyorlar. peygamberlerin bildirdiklerine inad ve düşmanlık ediyorlar. ikincisi, bozuk ön fikrler ileri sürüyor. aslsız, çürük deliller, şahidler göstererek, boş, sapık düşüncelerini isbata kalkışıyorlar. bozuk düşüncelerini isbat için öyle yanılıyorlar ki, hiçbir alçak böyle yanlış, çürük şey yapmamışdır. dünyada olan her işi, durmadan giden, dönen göklerin ve yıldızların değişmeleri ve vaz'ıyyetleri yapıyor diyorlar. gökleri yaratanı ve yıldızları icad edeni ve hepsini hareket etdireni ve aralarında nizam kuranı görmüyorlar. bunu birşeye karışmaz sanıyorlar. ne kadar ahmakdırlar! ne kadar alçakdırlar! bunları akllı bilen, sözlerine inanan ise, bunlardan daha alçakdır. onların akla dayanan, düzgün ilmlerinden biri geometri dir ki, ne dünya se'adetine, ne de ebedi kurtuluşa faidesi yokdur. bir üçgenin, üç iç açısının toplamı, iki dik açıya müsavidir demek ve bunu isbatlamak, insanlığa ne kazandırır. fen bilgileri, modern makinalar ve elektronik aletler ve yeni bulunan herşey, allahın peygamberine uyarak kalbleri temizlenmiş, ahlakı güzelleşmiş imanlı kimseler tarafından yapılmadıkca ve kullanılmadıkca faideli olamazlar. insan haklarını, rahatı, huzuru sağlıyamazlar. harbin ve sefaletin ortadan kalkmasına yaramazlar. zulme, işkenceye vasıta olurlar.imamı gazali rahmetullahi aleyh, kendilerini akllı, ilm adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizleri üçe ayırmışdır. birincisi dehriyyun ve maddiciler olup, bunlar eski yunan felesoflarından asrlarca evvel vardı. bugün de, fen adamı geçinen ba'zı ahmaklar, bu kısmdadır. bunlar, allahü tealanın varlığına inanmayıp alem, böyle kendiliğinden gelmiş ve böyle gidecekdir. canlılar da böyle birbirlerinden üreyip, sonsuz olarak sürecekdir diyor. ikinci kısm, tabi'iyyeciler olup, canlılarda ve cansızlardaki akllara hayret veren, intizamı ve incelikleri görerek, allahü tealanın varlığını söylemeğe mecbur kalmışlarsa da, tekrar dirilmeği, ahıreti, cenneti ve cehennemi inkar etmişlerdir. üçüncü kısm, sonra gelen eski yunan felesofları ve bu arada sokrat ile talebesi eflatun ve onun da talebesi aristonun felsefeleridir. bunlar, dehrileri ve tabi'iyyecileri red ederek, aldandıklarını ve alçaklıklarını bildirmek için, başkalarının sözlerine hacet kalmıyacak kadar şeyler söyledi. fekat bunlar da, küfrden kurtulamamışdır. bu üç kısm da ve bunların yolunda gidenler de, hep kafirdir. ba'zı saf kimselerin bunları, din adamı sanması ve hatta peygamberlik derecesine yükseltmeleri, bu yolda hadis bile uydurdukları hayretle işitilmekdedir. kafirler, herşey söyleyebilir. fekat, müsliman görünenlerin, iman ve küfrü ayırd edememesi, acınacak bir haldir. bu dinsizlerin üç kısmı da , voltaire , aguste conte , karl marx ve dürkheim gibi rönesans, inkilab önderleri ahmaklıkda ve zevallılıkda, herkesden ileri gitmiş, kafirlerin her sınıfını arkada bırakmışlardır. bunların hepsi, hem dinlere inanmıyor ve peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam inad ve düşmanlık ediyor, hem de aile, cem'ıyyet ve din hakkında uydurdukları sözleri ile, birbirlerini ve herkesi kandırmak için, çürük deliller ve şahidler buluyorlar. o kadar yanlış, o kadar gülünç şeyler söylüyorlar ki, hiçbir cahilin, hiçbir ahmağın bu kadar aşağılığı görülmemişdir. bunlar, ne kadar aklsız, ne kadar zevallıdır. bunları akllı, fikrli sananlar da, bunlardan daha zevallı ve daha bedbahtdır. birçok kıymetli bilgileri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam kitablarından çalmışlar ve aralarına, başka şeyler de katmışlardır. bunları imamı gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, uzun uzadıya anlatmakdadır. din sahibleri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam izinde gidenler, birşeyin doğruluğunu isbat ederken yanılırsa, zararı ve tehlükesi olmaz. zira bunlar, bütün ilmlerinde ve işlerinde, onlara uyup, sözlerini isbat ediyor. bunların peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uyması, doğruluklarını bildirmeğe yetişir. o zevallılar ise, peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uymağa, gericilik deyip, sözlerini akla uygun getirmeğe çalışıyor. aklın eremediği şeylerde, şübhesiz yanılıyorlar. allahü tealanın peygamberi olan isa aleyhisselamın sözlerini, bunların en büyüğü tanınan eflatun işitince, dedi. ölüleri diriltiyor, körlerin gözlerini açarak, abraş denilen hastaları iyi ederek kurtarıyor. ya'ni, kendi fenlerinin, tecribelerinin yapamadığı şeyleri yapıyor, diye işitdiği bir kimseyi, gidip görmesi, halini incelemesi lazım iken, görmeden, anlamadan, böyle cevab verdi. bu sözleri çok ahmak olduğunu göstermekdedir.avrupa kitablarında ve tercemelerinde, eflatunun miladdan, ya'ni isa aleyhisselamın dünyayı teşriflerinden, sene önce öldüğü yazılıdır. kendisi meşhur olduğundan, ölüm zemanına inanılırsa da, isa aleyhisselama, ancak oniki havari inanıp, iseviler az ve asrlarca gizli yaşadıklarından, milad, ya'ni noel gecesi doğru anlaşılamamışdır. miladın, birinci kanun yirmibeşinde veya ikinci kanun altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü miladi senenin bir veya dört sene az olduğu, çeşidli dillerdeki kitablarda yazılıdır. o halde, miladi sene, müslimanların senesi olan, hicri sene gibi, doğru ve kat'i olmayıp, günü de, senesi de şübheli ve yanlışdır. imamı rabbaninin kuddise sirruh buyurduğuna göre, üçyüz seneden fazla olarak, noksandır ve isa aleyhisselam ile muhammed aleyhisselam arasındaki zeman, bin seneden az değildir. ikinci cild, üçüncü faslda diyor ki, muhammed aleyhisselam, hicret ederken, tarihcilere göre, şimdi kullanılan miladi seneni enesinde safer ayının son perşembe günü akşama yakın sevr dağında mağaraya girdi. pazartesi gecesi mağaradan çıkıp, efrenci eylül ayının yirminci, rumi eylülün yedinci pazartesi günü medine şehrinin kuba dış mahallesine ayak basdı. bugün, müslimanların sene başı oldu. acemlerin şemsi senesi, bundan altı ay önce, ya'ni martın yirminci günü olan mecusi bayramında başlamakdadır. o gün rebi'ulevvel ayının sekizinci günü idi. o senenin muharrem ayının ibtidası, sene başı kabul edildi. bu kameri sene başı, temmuz ayının onaltıncı cum'a günü idi. kubada dört gece kalıp, cum'a günü çıkdı. o gün medineye girdi. herhangi bir miladi sene başının rastladığı hicri şemsi sene, bu miladi senedennoksandır. herhangi bir hicri şemsi sene başının rastladığı miladi sene, bu şemsi senedenfazladır. oğlum muhammed ma'sum kuddise sirruh bugünlerde kitabını temamladı. derslerinde bu akllı denilenlerin, hatalarını ve kabahatlerini iyice anladı ve çok şey öğrendi. cenabı hakka şükrler olsun ki, bizleri aklın dar çerçevesi içinde bırakmayıp, doğru yola çıkardı. eğer peygamberleri ile aleyhimüssalevatü vesselam doğru yolu göstermeseydi, biz de o zevallılar gibi aklın ermediği şeylerde, zan etdiklerimize inanacak ve helak olacakdık.imamı muhammed gazali, imamı ahmed rabbani ve daha birçok islam büyükleri, eski yunan felsefesini inceleyip, didik didik etmiş ve o felsefecilerin ne kadar cahil, ahmak ve kafir olduklarını bildirmişlerdir. müslimanların, böyle kafirleri beğenmemelerini, onlara aldanmamalarını, birçok kitablarında yazmışlardır. o halde kafirlerin, demeleri temamen yanlışdır. islam alimlerini, onların talebesi ve taklidcisi şekline sokarak, bunları küçültmek için yapılan, iftiralardır. halbuki islam alimleri, eski yunan ve roma felsefelerini çürüterek, yere sermiş, onların hukuk, ahlak ve tıb üzerindeki sözlerinden doğru olanların, eski peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat kitablarından çalma olduklarını bildirmişlerdir. sfiyyei aliyyenin, tesavvufa aid sözleri, cahillerin sandıkları gibi, kitabdan okumakla, başkalarından öğrenmekle ve taklid ile değil, keşf ile ya'ni mubarek kalblerine, temiz ruhlarına akıp gelmekle anladıkları ma'rifetlerdir. eski yunan felsefecileri, herşeyi akl ile anlamağa, akla uydurmağa kalkışan ve yalnız aklın beğendiğine inanan kimselerdir. bunlar, aklın erebileceği şeylerde doğruyu bulabilirler ise de, aklın kavrıyamadığı, erişemediği birçok şeylerde yanılıyor, aldanıyorlar. nitekim, sonra gelenleri, öncekilerinin yanlışlarını çıkarmakda, birbirlerini beğenmemekdedirler. islam alimleri ise, zemanlarına kadar olan fen bilgilerini okuyarak ve islamiyyetin gösterdiği yolda, kalblerini ve nefslerini temizliyerek, aklın erişemediği bilgilerde de doğruyu bulmuşlar, hakikate varmışlardır. islam alimlerine felesof demek, bunları küçültmek olur. eski yunan felsefecileri, yanılıcı olan aklın esiri, mahkumu kimselerdir. bunlar tecribe etmeyip, akl ile söylediklerinde ve deneyleri açıklarken vehmlerine kapıldıkları zemanlarda aldanıyor, zararlı oluyorlar. bunun için ve aklın üstüne çıkamadıkları için, bunlar islam alimi gibi yüksek olamaz. aklı olmıyan delidir. aklını kullanmıyan sefihdir. akla uygun iş yapmamak sefahetdir. aklı az olan da ahmakdır. yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, eski kafalı felsefecidir. aklın erdiği şeylerde, ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, kur'anı kerimin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, islam alimleridir. o halde islamiyyetde felsefe yokdur, islam felsefesi, islam felesofu yokdur. felsefenin üstünde olan islam ilmleri ve felsefecilerin üstünde olan islam alimleri vardır. muhyiddini arabinin kuddise sirruh kitablarından da allahü tealanın, tabi'at kuvvetleri gibi, herşeyi iradesiz yapdığı ma'nası anlaşılıyor. allahü tealanın kudretini anlatırken, eski yunan felsefecilerine uyduğu seziliyor. demiyor da, diyor. büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği muhyiddini arabinin birçok sözlerinin, ehli sünnetin doğru sözlerine uymaması, yanlış olması, ne kadar şaşılacak şeydir. hataları, keşfinde, kalbe doğan bilgilerde olduğu için, belki kabahat sayılmaz. ictihaddaki hatalar gibi birşey söylenemez. onun büyük olduğunu ve hatalarının kusur sayılamıyacağını, yalnız bu fakir söyliyorum. onu büyük bilir ve severim. ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim. sfiyyundan bir kısmı, onu beğenmiyor ve çirkin şeyler söylüyor. bütün ilmlerini yanlış ve bozuk biliyorlar. bir kısmı da ona uyarak, bütün ilmlerini, yazılarını olduğu gibi alıyor. hepsini doğru biliyor ve doğruluklarını isbat etmeğe kalkışıyor. bu iki kısm da yanılıyor, adaletden ayrılıyor. bir kısmı haddi aşıyor. birisi de, büsbütün mahrum kalıyor. evliyanın büyüklerinden olan muhyiddini arabi kuddise sirruh keşflerindeki hatasından dolayı, büsbütün red olunabilir mi? fekat, ehli sünnetin doğru sözlerine uymıyan, hatalı bilgilerine uyulur mu ve herşeyi de kabul olunur mu? burada doğru yol, cenabı hakkın bize ihsan etdiği, iki tarafa sapmıyan orta yoldur. kitabında muhyiddini arabi hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla isbat etmekdedir. ebüssü'ud efendi fetvalarında da ona dil uzatılamıyacağı yazılıdır rahmetullahi teala aleyhim. vahdeti vücud bilgisinde, sfiyyenin çoğunun, muhyiddini arabi ile beraber olduğu meydandadır. kendisi burada da, hususi bir yol tutmuş ise de, sözün esasında ortakdırlar. bu bilgileri de görünüşde, ehli sünnet i'tikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır ve ikisini birleşdirmek mümkindir. bu fakir, cenabı hakkın yardımı ile, üstadımın ını açıklarken, bu bilgileri, ehli sünnetin i'tikadı ile birleşdirdim. aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu göstererek, her iki tarafın şübhe etdikleri yerleri öyle bir aydınlatdım ki, okuyanların hiç şübhesi kalmaz. görünce anlaşılır. ey müsliman! iyi bil ki, gördüğün, işitdiğin her şey, meydana gelen herşey, madde ve cism, bunların hassaları, akllar, fikrler, düşünceler, gökler, yıldızlar, elementler ve bileşik cismler yok idi. hepsi, allahü tealanın istemesi ve yaratması ile var oldu. onun yaratması ile yokdan var oldukları gibi, varlıkda kalabilmeleri, yok olmamaları için de, her an, onun istemesine ve kuvvetine muhtacdırlar. sebeblerin ve şartların değişmesi ile allahü tealanın fi'lini, yapmasını perdeliyor, bizden örtüyor. kuvvetinin, kudretinin meydana çıkması için, yapması ve yaratması için, sebebleri, vasıtaları araya koymuşdur. aklı olan, uyanık olan, kalb gözlerini, peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uyarak, sürmelemiş, cilalamış olan kimse, bu sebeblerin de, vasıtaların da, allahü teala tarafından yaratıldığını ve her an onun kuvvetine muhtac olduklarını, onun ile var olup, onun ile varlıkda kalabildiklerini, yoksa hepsinin cansız, te'sirsiz, hareketsiz ve kuvvetsiz olduklarını ve kendileri gibi olan, başkalarına te'sir edemiyeceklerini ve kendileri gibi olan, başka şeyleri yapamıyacaklarını düşünür. bu sebebleri ve vasıtaları yaratan ve bunlara te'sir ve kuvvet, enerji veren bir kudret sahibinin bulunduğunu anlar. aklı olan kimse, cansız bir cismin hareket etdiğini görünce, bunu hareket etdiren bir kuvvetin varlığını anlar. durmakda olan bir cismin, kendiliğinden hareket edemiyeceğini ve ancak dışardan bir kuvvetin bunu harekete getireceğini bilir. demek ki, cansız bir cismin, hareket etmesi, bunu harekete getiren bir fa'ilin, bir kuvvetin varlığını akl sahiblerinden gizlemiyor. hareket eden cismin cansız olması, bir fa'ilin, bir kuvvet sahibinin mevcud olduğunu, akl sahiblerine haber veriyor. bütün sebebler, vasıtalar da böylece, allahü tealanın varlığını, kudretini akl sahiblerine i'lan ediyor, bildiriyor. fekat eblehler, ahmaklar, cismin hareketini görünce, kendiliğinden hareket ediyor sanarak, kuvvet sahibini, fa'ili göremeyip anlıyamıyor. aklları olmadığından, hareket eden cansız cismi, kuvvet sahibi zan ediyor. bunu hareket etdiren kuvveti, fa'ili inkar ediyor, kafir oluyorlar. allahü tealanın herşeyi sebeblerle, vasıta ile yapması, yaratması, ahmakların, aklsızların inkarına, küfrüne sebeb oluyor. akl ve vicdan sahiblerine de hidayet, kurtuluş yolunu gösteriyor. sebebleri, vasıtaları görerek, allahü tealanın varlığını, birliğini, kudretini anlamak, ancak peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam irşadı ile, uyandırması ile olmakdadır. insan aklı bunu, kendiliğinden anlıyamıyor. ba'zı kimseler, arada sebebler bulunmaması, herşeyin sebebsiz yaratılması, büyüklüğe daha uygun olur sanıyor. sebeblerde te'sir yokdur, sebebler karışmadan herşey doğrudan doğruya, allahü tealanın yaratması ile var oluyor diyorlar. bunlar anlamıyor ki, sebebleri aradan kaldırmak, hikmeti , adetini bozmak demekdir. bu hikmetde ise, nice faideler vardır. ya rabbi! bu varlıkda, hiçbirşeyi hikmetsiz, yersiz, uygunsuz yapmadın! peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat her işlerinde, sebeblere yapışırdı ve bununla beraber, işlerin yaratılmasını allahü tealadan dilerdi. mesela, ya'kub aleyhisselam çocuklarını suriyeden, mısra gönderdiği zeman, nazar değmesin diye, nasihat etdi. bununla beraber, nazar değmemesini allahü tealadan dileyip, bu nasihati yapmakla, allahü tealanın sizin için dilediğini değişdiremem. çünki tedbir, kaderi değişdiremez. her zeman onun dediği olur. sizi ona emanet ediyorum. ona güveniyorum. herkes de, her işinde yalnız ona güvenmelidir. herkesin, zevallı bir vasıtadan başka birşey olmadığını düşünerek, yalnız ona güvenenlerin imdadına elbette yetişir dedi. allahü teala, bu hali yusüf suresinde, o alim idi. kaza ve kaderimi biliyordu. ona bildirmişdim. fekat insanların çoğu, kaza ve kaderimi anlamıyor mealindeki altmışsekizinci ayetinde bildiriyor ve beğeniyor. . insan tedbir alır, sebeblere yapışır, takdiri bilmez, allahın takdiri, kulun tedbiri ile değişmez! allahü teala, peygamberimiz muhammed aleyhissalatü vesselama da sebeblere yapışmasını emr ediyor. enfal suresi, altmışdördüncü ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! sana, allahü teala ve mü'minlerden, sana tabi' olanlar yetişir! buyuruldu. sebeblerin te'sirine gelince, allahü teala, sebeblerde ba'zan te'sir, ya'ni iş yapabilecek kuvvet de yaratıyor. o işi hasıl ediyorlar. ba'zan da, aynı sebeblerde, bu te'siri yaratmıyor. o işi yapamıyorlar. bu hali herkes her zeman görmekdedir. aynı sebeblerin, aynı işi, ba'zan meydana getirdiğini, ba'zan da, işi yapamadığını hepimiz görmekdeyiz. sebeblerde, te'sir yokdur demek, tecribeleri, hadiseleri körü körüne inkar etmekdir. te'sirine inanmalı. fekat, sebeblerdeki bu te'sirlerin de, kendileri gibi, allahü tealanın yaratması ile, vücude geldiğini bilmelidir. bu fakirin rahmetullahi teala aleyh, bu mes'eledeki sözü, işte böyledir. demek ki, sebeblere yapışmak, tevekküle, mani' değildir. aksini tesavvuf yolunda yürüyen ve henüz ilerlememiş olan sfiler söyler. halbuki sebeblere yapışmak, sebebleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir. ya'kub aleyhisselam, hem sebeblere yapışdı, hem de allahü tealaya tevekkül etdi. ciğerler genişleyince, temiz hava içeri giriyor. daralınca, kirli hava dışarı çıkıyor. bu hal, her dakika devam ederek, yaşayabiliyoruz. ciğerleri hareket etdiren kuvvet sahibinin ve havadaki yüzde yetmişsekiz azot ve yüzde yirmibir oksijen mikdarının hiç değişmediğini gören akl sahibleri, allahü tealanın varlığını hemen anlar. bu yaratıcı, var olduğunu haber de veriyor. inanmıyanı sonsuz yakacağım diyor.. allahü teala, hayrı ve şerri, iyiyi kötüyü irade eder, ister ve yaratır. iyilerin de, kötülerin de halıkı, yaratanı odur. fekat, iyiliklerden razıdır. şerlerden razı değildir. ya'ni beğenmez. irade başkadır, rıza başkadır. aralarındaki farkı, yalnız ehli sünnet alimleri görebilmişdir. diğer yetmişiki fırka, bu farkı anlıyamıyarak, hepsi dalaletde kaldı, yollarını şaşırdı. mesela, mu'tezile fırkası, herkesi, kendi işinin halıkı zan etdi ve filanca kimse, filan işi yaratdı dedi ve insanlar, imanlarını ve küfrlerini kendileri yaratıyor dedi. bunlar, bu yanlış inanışı, ayeti kerime ve hadisi şeriflerden çıkardıkları için kafir olmuyor ise de, doğrusunu kabul etmedikleri için, bir müddet cehennemde yanacaklardır. fekat ayetden, hadisden, dinden, imandan haberi olmıyanların, devlet ve saltanat sahiblerine yaltaklanmak, teveccüh kazanmak için, yaratdın demeleri küfr olur. allahü tealadan başkasına yaratdı demek çok tehlükelidir. yurdumuzun dışındaki alevi ismini taşıyan şi'iler de, günahları insanlar yaratıyor. allah, yalnız iyilik yaratır diyor. istanbulda basılan ve kitablarında şi'ilerin bu sözleri yazılmış, çok güzel cevab verilmişdir. şeyhi ekber muhyiddini arabinin kuddise sirruh ve izinde gidenlerin kitablarından anlaşılıyor ki, . bu sözleri de, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğru i'tikada uymuyor ve icaba, iradeyi inkara yaklaşıyor. güneş, aydınlatmakdan razıdır demeğe benziyor. allahü teala, kullarına kuvvet, kudret, irade vermişdir. istediklerini işlerler. insanlar, işlerini kendileri yapıyor. allahü teala da yaratıyor. allahü tealanın hikmeti, adeti şöyledir ki, insan bir işi yapmak isteyince, o da, isterse o işi yaratır. bu iş, insanın kasdı ile, ihtiyarı ile meydana geldiği için, işin mes'uliyyeti, sevabı ve cezası, o insana oluyor. insanın ihtiyarı za'ifdir, azdır diyenler, allahü tealanın iradesinden az olduğunu demek istiyorlarsa, doğrudur. yok eğer, emrleri yapacak kadar değildir diyorlarsa, yanlışdır. allahü teala, insanlara, yapamıyacakları bir şeyi emr etmemişdir. hep kolay emr etmiş, güc şey istememişdir. az zemandaki bir küfre, sonsuz azab etmeği ve az zemandaki imana, sonsuz ni'metler vermeği takdir etmişdir. bunun sebebini anlıyamayız. allahü tealanın yardımı ile, şu kadar biliyoruz ki, insanlara, görünür görünmez, bütün ni'metleri, iyilikleri veren, yerlerin, göklerin, zerrelerin yaratanı ve noksansızlık, kusursuzluklar yalnız ona mahsus olan bir allaha inanmamak elbette çok şiddetli, çok acı azab ister ki, bu da, cehennemde sonsuz yanmakdır. böyle bir ni'met sahibine, görmeden inanmak ve nefsin ve şeytanın ve din düşmanlarının aldatmalarına kanmıyarak, onun sözlerine güvenmek, büyük mükafat ister ki bu da, cennet ni'metlerinde ve lezzetlerinde sonsuz kalmakdır. meşayıhi kiramdan çoğu dedi ki: cennete girmek, yalnız allahın fazlı ve ihsanı iledir. imanı, cennete girmeğe sebeb göstermek, kazanılan ni'metin lezzeti, daha çok olduğu içindir. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz cennete girmek, imana bağlıdır. fekat iman, allahü tealanın fazlıdır, ihsanıdır. cehenneme girmek de, küfrden dolayıdır. küfr ise, nefsi emmarenin arzularından doğmakdadır. nitekim nisa suresi yetmişdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, her güzel, her iyi şey, sana allahü tealadan geliyor. her çirkin, her fena şeye de, nefsin sebeb oluyor buyuruldu. cennete girmeği imana bağlamak, imanın kıymetini bildirmek içindir. bu da, iman olunacak şeylerin kıymeti ve ehemmiyyeti demekdir. bunun gibi, cehenneme girmeği de küfre bağlamak, küfrü tahkir içindir ki, inanılmıyan şeylerin kıymetini bildiriyor ve onlara inanılmadığı için, böyle sonsuz azab veriliyor. ba'zı meşayıhın, başka dürlü söylemelerinde bu incelik yokdur. dünyadan ahırete imanlı giden, cennetde allahü tealayı cihetsiz ve keyfiyyetsiz ve hiçbirşeye benzetmiyerek ve misali olmıyarak görecekdir. buna, müslimanların yetmişüç fırkasından, yalnız ehli sünnet inanmışdır. diğerleri inkar etmiş ve cihetsiz ve keyfiyyetsiz olarak görmek olamaz demişlerdir. hatta, muhyiddini arabi kuddise sirruh, ahıretde allahü tealayı görmek, dir. başka dürlü görmek olmaz diyor. birgün üstadım, muhyiddini arabinin şöyle buyurduğunu söyledi: mu'tezile fırkası, allahü teala, aklın ermediği bir görmekle, cihetsiz, keyfiyyetsiz olarak görülecek demeselerdi, başka şeylerin görülmesi gibi, görülecek deselerdi ve onu görmeği, suri bir tecelli olarak bilselerdi, onu görmeği inkar etmez, görülemez demezlerdi. ya'ni cihetsiz, keyfiyyetsiz olarak görüleceğine inanmıyorlar. suretin tecellisinde ise, cihet ve keyfiyyet vardır. halbuki cennetde allahü tealayı görmeği, suretin tecellisi demek, onu görmeği inkar etmekdir. her ne kadar oradaki suretin tecellisi, dünyada eşya suretlerinin görünmesi gibi değil ise de, yine onun kendini görmek değildir. arabi şi'r tercemesi: iman sahibleri, cennetde allahü tealayı keyfiyyetsiz görecekdir. bu görmeği anlatmak, mümkin değildir.. allahü teala, kullarına acıdığı için, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderdi. eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolu şaşırmış olan insanlara, onu ve sıfatlarını kim bildirirdi? beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? insan aklı, noksan olduğu için, o büyüklerin da'vet nuru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramaz. anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakda şaşırır ve aldanırız. evet akl, doğruyu iğriden ayırmağa yarıyan bir aletdir. fekat, tam olmıyan bir aletdir. o büyüklerin da'veti ile, haber vermeleri ile temam olmakdadır. ahıretin azabı, sevabı, bu da'vet ve haberden sonra olur.akl göz gibidir. islamiyyet de ışık gibidir. ya'ni, insanın aklı, gözü gibi za'if yaratılmışdır. gözümüz karanlıkda göremiyor. allahü teala, görme aletimizden istifade edebilmemiz için güneşi yaratdı. güneşin ve çeşidli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramaz, tehlükeli cismlerden, yerlerden kaçamaz, faideli şeyleri bulamazdık. evet, gözünü açmıyan veya gözü bozuk olan, güneşden faidelenemez. fekat, bunların güneşe kabahat bulmağa hakları olmaz. aklımız da, yalnız başına ma'neviyyatı, faideli, zararlı şeyleri anlıyamıyor. allahü teala, aklımızdan faidelenmemiz için, peygamberleri, islamiyyet ışığını yaratdı. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam, dünyada ve ahıretde rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. tehlükelerden, zararlardan kurtulamazdık. evet, islamiyyete uymıyan veya aklı az olan kimseler ve milletler peygamberlerden faidelenemez. dünyada ve ahıretde tehlükelerden, zararlardan kurtulamaz. fen vasıtaları, mevkı', rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir ferd, hiçbir insan mes'ud olamaz. ne kadar neş'eli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamakdadır. dünyada da, ahıretde de rahat ve mes'ud yaşayanlar ancak, peygamberlere uyanlardır. şunu da bilmelidir ki, rahata, se'adete kavuşmak için, müslimanım demek, müsliman görünmek yetişmez. müslimanlığı iyi öğrenmek, onu doğru anlamak ve yapmak, ona uymak lazımdır. sual: ahıretdeki sonsuz azab, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vetine bağlı olunca, onların gönderilmesi, alemlere rahmet nasıl olur? cevab: onların gönderilmesi, allahü tealanın kendini ve sıfatlarını bildirmek içindir. bu bilgi de, se'adeti ebediyyeye, ya'ni dünya ve ahıretin sonsuz iyiliklerine sebebdir. allahü tealaya karşı, layık olan şeyler, uygun olmıyanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmışdır. zira, bizim kör ve topal olan akllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkda kalamayıp yine yok olmakdadır. o halde, yokluk bulunmıyan ve ismleri ve sıfatları ve fi'lleri sonsuz var olan, ebedi, hakiki varlığa uygun olanı anlıyabilir mi ve ona layık olanı bulabilir mi? münasib olmıyanları ayırd edebilip söylemekden sakınabilir mi? hatta, kendi noksan olduğu için, çok def'a kemali, noksansızlığı, noksan sanır ve noksanı, kemal sanır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, bunları ayırd etmeleri ve bildirmeleri, bu fakire göre, bütün ni'metlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. allahü tealaya uygun olmıyan şeyleri , ona münasib görenlerden daha alçak kim olabilir? batılı hakdan, iğriyi doğrudan ayıran, ibadete, ita'ate hakkı olmıyanları, ibadet edilmesi layık ve lazım olan hakiki vardan ayıran, o büyüklerin sözleridir. allahü teala, insanları doğru yola, onların sözleri ile çağırıyor. kullarını, kendisine yaklaşmak se'adetine, onların aracılığı ile ulaşdırıyor. allahü tealanın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vasıtası ile kolaylaşıyor. bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, maliki, sahibi olan allahü tealanın, mahluklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanmağa izn verdiği ve hangilerine izn vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılıyor. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bu saydığımız ve daha bunlar gibi nice faideleri vardır. o halde, o büyüklerin gönderilmesi, elbette rahmetdir, iyilikdir. fekat, bir kimse, nefsi emmaresine uyarak ve mel'un şeytana kapılarak , peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat inanmaz ve onların sözlerini bildiren, hakiki din alimlerinin, din mütehassıslarının kitablarını okumaz ve emrlerini yapmaz ise, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ne günahı olur ve bundan dolayı, niçin rahmet olmazlar? sual: akl, yaratıldığı şeklde iken, allahü tealaya aid şeyleri anlıyacak kadar temam değil, kusurlu ise de, belki zemanla ilerliyerek ve temizlenerek onun ile bizim anlıyamıyacağımız bir münasebet yapamaz mı? melek vasıtası ile peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat haber gelmeden, bu münasebetle ve kavuşmakla insanlar aklları ile, sonsuz ve hakiki varlığa mahsus şeyleri, doğruca ondan alamaz mı? cevab: akl, böyle bir münasebet elde edebilir. fekat, akl, dünyada kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. bu bağlılıkdan kurtulamaz. bu iğreti varlıkdan alakası kesilmez. vehm, her zeman, aklın etrafında, hayal daima yanında bulunur. , ya'ni kızgınlık ve , ya'ni nefsin arzuları, hep onunla beraber kalır. hırs ve menfe'at, onu yalnız bırakmaz. insanlığın, lüzumlu alameti olan, şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. bu dünyanın hassası olan, yanılmak ve iyiyi kötü ile karışdırmak, ondan sıyrılmaz. o halde, akla herşeyde, nasıl inanılır? aklın vereceği kararlar ve emrler, vehmin karışmasından ve hayalin te'sirinden kurtulamaz ve unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimalinden korunamaz. halbuki, bu kusurların hiçbiri, meleklerde yokdur. bu pislikler ve kötülükler onlarda bulunmaz. bunun için, melekler elbette yanılmaz. meleklere i'timad olunur. meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimali yol bulamaz. ba'zı vaktler, ruh yolu ile gelen ba'zı bilgileri, his uzvları ile bildirmek istediğim zeman, vehm ve hayal yolundan, doğru olmıyan, ba'zı başlangıcların meydana çıkdığını ve elimde olmıyarak, ruhdan gelen bilgilere karışdığını ve bunları bildirirken, aralarını ayıramadığımı duyuyorum. ba'zı vakt de, bunları ayırd etmeği bildiriyorlar. işte bundan dolayı, ruhani bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden i'timad kalkıyor. şöyle de cevab verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmakla, ya'ni ahkamı islamiyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. bunun için de, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam sözlerini, haberlerini öğrenmek lazımdır. onlar haber vermedikce, akl ilerliyemez ve temizlenemez. ba'zı kafirlerde ve fasıklarda görülen, safa ve parlaklık alametleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. nefsin parlaması da, yolu şaşırtmakdan, zarar ve ziyandan başka birşey ele geçirmez. ba'zı kafirlerin ve fasıkların, nefslerinin parlaklığı zemanında, bilinmiyen ba'zı şeyleri, haber vermelerine, denir. ya'ni, bunları derece derece, yavaş yavaş felakete, azaba sürüklemek içindir. allahü teala, hepimizi böyle belalardan korusun. peygamberlerin en büyüğü aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ala alihi ve ali küllin hurmetine, bizi böyle şeylerden korusun! demek ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdikleri ahkamı ilahiyye, hep rahmetdir, iyilikdir. yoksa, bu emrler ve teklifler, mülhidlerin, zındıkların, sandıkları ve söyledikleri gibi, külfet, eziyyet ve işkence değildir ve akla aykırı değildir. bunların sık sık söyledikleri kullarına zor veyorucu şeyler emr edip de bunları yaparsanız cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? birşey emr etmemeli idi. herkesi, kendi başına bırakıp, istedikleri gibi yiyip içmeli, gezip eğlenmeli, yatıp kalkmalı idi. merhamet ve iyilik böyle olur gibi lafları, ne kadar alçakca ve ne kadar ahmakcadır. bunlar, hiç de düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükr etmek ya'ni, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. ahkamı islamiyye, bütün ni'metleri, iyilikleri yaratan, gönderen allahü tealaya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermekdedir. o halde, ahkamı ilahiyye, teklifatı ilahiyye, aklın istediği birşeydir. bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri yapmakla olur. allahü teala, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükden, karışıklıkdan başka birşey olmazdı. allahü tealanın haram etmesi olmasaydı, nefsleri, keyfleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helak olurlardı. memleketlerin ma'murluğu, insanların rahatı, ya'ni medeniyyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı. bugün bile, allahü tealayı inkar eden, islamiyyeti beğenmiyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen cem'ıyyetlerin kanunlarında, allahü tealanın emrlerinden çoğunun yer almış olduğu göze çarpıyor. bütün insanların, din esaslarından uzaklaşdıkca, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülüyor. fen aletleri, medeni vasıtalar, akllara hayret verecek şeklde ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıkdaki sıkıntının azalmadığı, artdığı göze çarpıyor. allahü teala, insanların se'adetlerine sebeb olan şeyleri emr etdi. felaketlerine sebeb olanları yasak etdi. dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek veya bilmiyerek, bu emr ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. faideli ilacı kullanan herkesin derdden kurtulması gibidir. dinsiz kimselerin ve milletlerin birçok işlerinde muvaffak olduklarını görüyoruz. kur'anı kerime uygun olarak çalışdıkları için muvaffak oluyorlar. fekat ahıretde de, se'adete kavuşabilmek için kur'anı kerime iman ederek, niyyet ederek uymak lazımdır. bekara suresinin, ey akl sahibleri, düşününüz! katili öldürünüz diye verdiğim emrde ölüm değil, hayat olduğunu anlarsınız! mealindeki, yüzyetmişdokuzuncu ayeti, bu sözümüzün vesikasıdır. : eğer hakimin sopası olmasaydı, serhoş kafir, ka'be içine kusardı. şunu da söyliyelim ki, allahü teala, herşeyin sebebsiz, şartsız maliki, hepimizin sahibidir. bütün insanlar, onun mahluku, kullarıdır. kullarına verdiği her emri ve herşeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faidelidir. bunda, zulm, fesad olamaz. me'murlar, amirlere, kullar sahiblere emrlerin, işlerin sebebini soramaz. bütün insanları cehenneme koyup, sonsuz azab yapsaydı, kimin birşey söylemeğe hakkı olabilirdi? çünki kendi yaratdığı, yetişdirdiği mülkünü kullanıyor. başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulm denilebilsin. halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatde onların değil, hepsi onundur. bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatde zulmdür. allahü teala, bu dünyanın düzeni için ve ba'zı faidelere yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatde hepsi onundur. o halde, bizim bunları, asl sahibinin mubah etdiği, izn verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat allahü teala tarafından bizlere haber verdikleri herşey ve her emr doğrudur. kafirlere ve iman ile gidenlerden asilere, mezarda kabr azabı olduğunu, muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber vermişdir. kafirler ve mü'minler kabre konulunca, münker ve nekir ismindeki iki melek gelip sual soracaklardır. kabr, dünya ile ahıret arasında bir köprü, bir geçid olduğundan, kabr azabı bir bakımdan dünya azablarına benziyor ki, sonsuz değildir. bir bakımdan da, ahıret azablarına benzer ki, ahıret azabı cinsindendir. mü'min suresinin, mealindeki kırkaltıncı ayeti kerimesi, kabr azabını bildiriyor. kabrdeki ni'metler de, hem dünya, hem de ahıret rahatlıklarına benzer. iyi bir kimse, tali'li bir insan, kusurları, günahları, lutf ve ihsan ile afv olunan ve yüzüne vurulmıyan kimsedir. eğer günahı yüzüne vurulursa ve bunun için de, merhamet olunarak, yalnız dünya sıkıntıları çekdirilip günahları, böylece temizlenen kimse de, çok tali'lidir. bununla da temizlenmeyip, geri kalan günahları için, kabr sıkması ve kabr azabı çekerek günahları biten, kıyamet gününe, mahşer meydanına günahsız olarak götürülen de, ne kadar çok tali'lidir. eğer böyle yapmayıp, ahıretde de cezalandırılırsa, yine insafdır ve adaletdir. fekat o gün, günahlı olan ve mahcub ve yüzleri kara olan, ne kadar güç durumdadır. fekat bunlardan, müsliman olanlara yine acınacak, bunlar, sonunda yine merhamete kavuşacak, cehennem azabında, sonsuz kalmakdan kurtulacaklardır ki, bu da, ne kadar büyük ni'metdir. ya rabbi! bize ihsan etdiğin iman ışığını söndürme, kusurlarımızı ört! sen herşeyi yapabilirsin!. kıyamet günü, elbette vardır. o gün gökler, yıldızlar ve erd, dağlar, denizler ve hayvanlar, nebatlar ve ma'denler, hasılı herşey, yok olacakdır. gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü, dağlar, toz olup savrulacak. bu yok oluş, surun ilk işareti ile olacakdır. ikinci nefhasında, herşey tekrar yaratılıp, insanlar, mezardan kalkacak, mahşer yerinde toplanacakdır. eski yunan felesofları , ya'ni herşeyi aklları ile çözmeğe kalkışanlar, gökler ve yıldızlar yok olmaz dedi. ba'zısının aklı, hiç de işlemediği için, kendilerine müsliman diyor. ahkamı islamiyyeden çoğunu da yapıyor. şuna daha çok şaşılır ki, ba'zı müslimanlar, bunların sözüne, kitablarına inanıp, bunları müsliman, hatta islam alimi, din büyüğü sanıyor. bunların küfrlerini, kafir olduklarını söyliyenlere kızıyor. bu kafirleri medh ve müdafe'a ediyorlar. halbuki bunlar, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere inanmıyor. bütün peygamberlerin sözbirliği ile, bildirdiklerini inkar ediyor. tekvir suresinin, mealindeki ve inşikak suresinin, ve mealindeki ve ennebe' suresinin, mealindeki ayetleri ve bunlar gibi ayeti kerimeler çok vardır. bu kimseler, bilmiyor ki, müsliman olmak için, yalnız kelimei şehadeti söylemek yetişmez. inanmak lazım olan şeylerin hepsine inanmak, tasdik etmek ve küfrden, ya'ni küfre sebeb olan sözlerden ve işlerden uzaklaşmak ve kafirleri sevmemek, müsliman olmak için şartdır. insan, ancak bu suretle müsliman olur. bu şart bulunmadıkca müslimanlık olmaz. ahıretde, dünyadaki işlerden sual ve hesab vardır. ahırete mahsus olan bir terazi ve sırat köprüsü denilen bir geçid vardır. bunları muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber vermişdir. peygamberlik ne demek olduğunu bilmiyen ba'zı cahillerin, bunlara inanmaması, bunların yok olmasını göstermez. var olan şeylere yok demek kıymetsiz, boş söz olur. peygamberlik makamı, aklın üstündedir. peygamberlerin doğru sözlerini, akla uydurmağa çalışmak, peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. ahıret işlerinde, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat, akla danışmadan tabi' olmak, uymak lazımdır. peygamberlik makamı, aklın hududunun, çerçevesinin dışında, üstündedir. akl, eremediği şeyleri, kendine uymıyor sanır. akl, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymadıkca, yüksek derecelere çıkamaz, eremez. uygun olmamak, ya'ni muhalif olmak başkadır, erememek, anlıyamamak başkadır. çünki uymamak, ancak anladıkdan sonra olabilir. cennet ve cehennem vardır. kıyamet günü, hesabdan sonra, birçokları cennete gönderilecek, birçoğu da, cehenneme sokulacakdır. cennetin sevabı, ni'metleri ve cehennemin azabı ebedidir, sonsuzdur. bunlar, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmekdedir. muhyiddini arabi kuddise sirruh kitabında, diyor ve ayeti kerimesini bildirip, kafirler, cehennemde üçbin sene kalarak, sonra cehennem, bunlara serin ve rahat olacakdır, nasıl ki ateş, dünyada ibrahim aleyhisselama selamet olmuşdu. allahü teala azab va'd etdiği sözünden dönebilir diyor. diyerek, burada da, doğru yoldan ayrılmakdadır. araf suresinin, mealindeki yüzellibeşinci ayeti kerimesinin, dünyada rahmetin, mü'minlere ve kafirlere beraber olduğunu gösterdiğini anlıyamadı. ahıretde, kafirlere rahmetin zerresi bile yokdur. cenabı hak, kur'anı kerimde bunu bildiriyor ve buyurdukdan sonra mealen, buyuruyor. muhyiddini arabi kuddise sirruh, ayeti kerimenin başını okuyup, sonunu bırakıyor. yine araf suresinin ellibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. ibrahim suresinin, mealindeki kırkyedinci ayeti kerimesi, diğerlerine verdiği sözden döner demek değildir. burada, yalnız peygamberlerine verdiği sözden dönmez buyurması belki, peygamberlerinin kafirlerden daha kuvvetli ve onlara galib olması için verdiği sözden demekdir ki, böylece hem peygamberlerine, hem de bunların düşmanı olan kafirlere söz verilmekdedir. o halde, bu ayeti kerime, hem peygamberlerine, hem de düşmanlarına verdiği sözden dönmiyeceğini bildiriyor ki, sözünü isbat için yazdığı bu ayeti kerime, onun yanıldığını meydana çıkarıyor. şunu da söyliyelim ki, düşmanlarına verdiği sözden dönmesi, dostlarına verdiği sözden dönmek gibi, yalancılık olur ki, allahü tealaya bunu söylemek çok yersizdir. çünki, kafirlere azab etmiyeceğini biliyorken, bir faide için, bilgisinin aksine olarak, sonsuz azab edeceğim diyor demek, çok çirkin bir sözdür. ehli dilin, kafirlerin cehennemde kalmıyacaklarını söylemeleri de, muhyiddini arabinin kaddesallahü teala sirrehül'aziz keşf ile, ya'ni kalbi ile anlıyarak, söylediği sözlerdendir. kalbe doğan şeylerde, çok hata olur. din büyüklerinin, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiramdan rıdvanullahi aleyhim ecma'in alarak yazdıklarına muhalif olan, böyle keşflerin, kıymeti ve ehemmiyyeti yokdur. . melekler, allahü tealanın kullarıdır. günah işlemez ve yanılmaz ve unutmazlar. tahrim suresi altıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yimezler ve içmezler. erkek ve dişi değildirler. kur'anı kerimde, meleklerin, erkeklere mahsus kelime ve harfler ile bildirilmesi, erkeklerin kadınlardan daha şerefli ve daha üstün oldukları içindir. nitekim, allahü teala, kendini de, bunun için, böyle kelime ve harflerle bildirmekdedir. allahü teala, insanlardan ba'zısını peygamber olarak seçdiği gibi, meleklerden de ba'zılarını, peygamber olarak ayırmışdır. ehli sünnet alimlerinin çoğu buyurdu ki, . imamı gazali, imamı malik ve şeyh muhyiddini arabi, dedi. bu fakirin anladığına göre, meleklerin evliyalık tarafı peygamberlerin evliyalığından üstündür. fekat, nebilerin ve resullerin yetişdiği bir derece vardır ki, melek oraya yetişemez. bu şerefli derece, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat toprak maddelerinden gelmişdir. bu da, insana mahsusdur. yine bu fakire gösterildi ki, peygamberliğin yüksekliği yanında, evliyalığın yüksekliği, hiç kalmakda, büyük deniz yanında, bir damla kadar da görünmemekdedir. o halde, peygamberlik yolundan gelen üstünlük, evliyalık yolundan kavuşulan yükseklikden, katkat daha üstündür. o halde, her bakımdan, toplu üstünlük peygamberlerde, bir bakımdan üstünlük meleklerdedir. sözün doğrusu, ehli sünnet alimlerinin çoğunun dediğidir. allahü teala, onların çalışmalarının mükafatını bol bol ihsan eylesin! demek oluyor ki, evliyadan hiçbiri, hiçbir peygamberin derecesine çıkamaz. velinin başı, daima bir peygamberin ayağı altındadır. şunu iyi bilmeli ki, herhangi bir sözde, alimler ile sfiyye arasında uygunsuzluk bulunursa, iyi ve ince düşünülünce, alimlerin haklı ve doğru olduğu görülüyor. bunun sebebi, alimler peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat tabi' oldukları için, onların peygamberlik derecelerine ve o derecelerin ilmlerine bakıyor. bilgilerini oradan alıyorlar. sfiler ise, peygamberlerin evliyalık derecelerine ve buradaki ma'rifetlere bakıyorlar. peygamberlik derecesinden alınan ilmler evliyalık derecelerinden alınan ilmlerden, elbette daha doğrudur. bu sözlerimi daha geniş, daha derin olarak aklı, ilmi yüksek, hakikatleri anlamış, allahü tealanın rahmetlerine ve feyzlerine kavuşmuş, kıymetli oğlum, muhammed sadıka yazdığım mektubda bildirdim. arzu eden, oradan okusun! mürşidi kamiller, ictihad derecesinde yüksek alim oldukları için, hem ilm, hem de ma'rifet sahibidirler. ya'ni dırlar. akl ile anlaşılan bilgilere denir. kalb ile anlaşılan bilgilere ve denir. iman: ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in kitablarında, dinden olduğu, ya'ni inanılması lazım olduğu bildirilen şeyleri, kalbin tasdik etmesi, kabul etmesi, inanması demekdir. kalbin inandığını, dil ile söylemek de lazımdır demişlerdir. fekat söylemek, imanın kendisi olmayıp, kalbdeki imanın bildirilmesidir. imanı, özrsüz söylemiyen kafir olur. ikrah, ya'ni tehdid ile, ya'ni ölüm veya bir uzvun kesilmesi ile veya şiddetli can yakılmakla zorlanınca, imanını saklamak afv olur ve söylemiyen veya aksini söyliyen kafir olmaz dediler. bu eki kitabından aldık. kalbde iman bulunduğuna alamet, küfrden teberri etmek, kaçınmakdır ve kafirlikden, kafirlere mahsus olan şeylerden mesela beline zünnar bağlamak ve bunun gibi, kafirlik alameti olan şeyleri kullanmakdan sakınmakdır. küfrden teberri demek, allahü tealanın düşmanlarını sevmemekdir. kafirler, kuvvetli, hakim olup da, zararlarından korkulduğu zeman, kalbi ile sevmemek, korku olmadığı zeman, hem kalb, hem de her vasıta ile karşı koymak lazımdır. allahü teala, kur'anı kerimde sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem kafirleri ve münafıkları sevmemeği, çalışıp, onlardan üstün olmağı emr ediyor. çünki, allahü tealanın ve peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarından uzak olmadıkça o ve resulü sevilmiş olmaz ve seviyorum demek doğru olmaz. bir kimse, imanım var dese, fekat küfrden teberri etmese, hem müslimanlığa, hem de dinsizliğe inanmış, iki dinli olmuş olur ki, bunlara denir. bunlara münafık gözü ile bakmak lazımdır. kalbde iman bulunması için, küfrden teberri, elbette lazımdır. bu teberrinin en aşağı derecesi kalb ile teberridir. en yüksek, en iyi derecesi de, hem kalb ile, hem kalıp ile olmakdır. ya'ni, kalbdeki ayrılığı söz ile, hareket ile belli etmekdir. farisi mısra' tercemesi: düşmanlık etmedikce, dostluk olamaz! ba'zıları, sevginin bu şartını, ehli beyti radıyallahü teala anhüm, sevmekde yanlış kullanıyor. bunları sevmek için, peygamberimizin üç halifesine radıyallahü teala anhüm ve müslimanlardan bir çoğuna düşmanlık etmek lazımdır diyor. bu sözleri, çok yanlışdır. çünki sevginin alameti, sevgilinin düşmanlarını sevmemekdir. yoksa sevgiliden başka, herkese düşmanlık demek değildir. aklı olan herkes bilir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı, ehli beyte düşman değil idi. hele eshabı kiramın en büyükleri olan bu üç halife, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem uğruna mallarını, canlarını feda etdi. mevkı'lerini, şöhret ve i'tibarlarını, onun için terk etdi. müslimanların ehli beyti sevmesi, kur'anı kerimde açıkca emr olunuyor. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem se'adeti ebediyyeye çağırması ve kavuşdurması ni'metinin şükrü, karşılığı olarak, ehli beytin rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in sevgisi isteniyor. o halde, nasıl olur da, bu büyüklerin, ehli beyte düşman olması düşünülebilir ve söylenebilir. ibrahim aleyhisselamın bu kadar büyük olması ve bütün insanlar arasında, ikinciliği kazanması ve peygamberler babası olmakla şereflenmesi, hep allahü tealanın düşmanlarından teberri etmesi sebebi ile idi. allahü teala, suresinde mealen, ey mü'minler! ibrahim aleyhisselamın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! ya'ni siz de, onun gibi ve onunla beraber bulunan mü'minler gibi olunuz! onlar, kafirlere dedi ki: bizden sevgi beklemeyiniz! çünki siz, allahü tealayı dinlemeyip başkalarına tapıyorsunuz. o tapdıklarınızı da sevmiyoruz. sizin uydurma dininize inanmıyoruz. bu ayrılık, aramızda düşmanlığa sebeb oldu. siz, allahü tealanın, bir olduğuna inanmadıkca ve emrlerini kabul etmedikce bu ayrılık, kalbimizden silinmeyecek, her şeklde kendini gösterecekdir buyuruyor. bu fakire göre rahmetullahi teala aleyh, allahü tealanın rızasını ve sevgisini kazanmak için küfrden teberri gibi, hiçbir amel ve ibadet yokdur. kafirlere ve küfre, allahü tealanın zatı, kendisi düşmandır. insanların tapındıkları bütün ma'budlar ve bunlara tapanlar, allahü tealanın zatının düşmanlarıdır. cehennemde sonsuz yanmak, bu alçak işin cezasıdır. nefslerin arzusu ve her dürlü günahlar ise böyle değildir. bunlara, allahü tealanın düşmanlığı, kendinden değil, sıfatlarındandır. allahü tealanın günahkarlara gazab etmesi, kızması, kendi gazabı ile değil, gadab sıfatı iledir. bunlara azab etmesi, horlaması hep sıfatları ve fi'lleri iledir. günahkarlar, bunun için cehennemde sonsuz kalmıyacak, belki bunlardan çoğunu isterse afv edecekdir. allahü tealanın küfre ve kafirlere düşmanlığı, zatından olduğu için rahmet ve re'fet sıfatları, ahıretde kafirlere yetişemiyecek ve rahmet sıfatı, zatın düşmanlığını, ortadan kaldıramıyacakdır. zatın düşmanlığı, sıfatın acımasından daha kuvvetlidir. sıfat ile yapılan şey, zatın yapdığını değişdiremez. hadisi kudside buyuruyor ki: . bunun ma'nası, rahmet sıfatım, gadab sıfatımı aşmışdır. ya'ni, mü'minlerin günahkarlarına karşı olan, gadab sıfatımı aşmışdır demekdir. yoksa, rahmet sıfatı, kafirlere, müşriklere karşı olan zatın gadabını aşar demek değildir. sual: allahü teala, dünyada kafirlere merhamet ediyor. nitekim yukarıda söylendi. o halde, dünyada rahmet sıfatı, zatın gadabını aşmıyor mu? cevab: kafirlere dünyada merhamet edilmesi görünüşdedir. ya'ni, merhamet şeklinde görünen, istidracdır, hiledir. nitekim, suresinde mealen, kafirlere çok mal ve evlad vererek onlara yardım mı, iyilik mi ediyoruz? küfrlerine karşılık olarak onlara, bol bol iyilikleri, çabuk çabuk gönderiyor muyuz zan ediyorlar? hayır, öyle değildir. bu yardım, onlara iyilik değil, belki istidracdır. azmaları, kudurmaları ve cehenneme gitmeleri içindir buyuruyor. araf ve nun suresinde, onları yavaş yavaş azaba yaklaşdırıyorum. haberleri olmuyor. onlar azdıkca, dünya ni'metlerini artdırarak, fırsat veriyorum. aldanıyorlar. onlara hazırladığım azab çok şiddetlidir mealindeki ayeti kerimesi de böyle olduğunu açıkca göstermekdedir. faide: cehennemde sonsuz olarak yanmak, küfrün karşılığıdır. burada denilir ki, bir kimse, imanı varken, kafirlerin rüsum ve adetlerini yapar, onların ibadetlerine, adetlerine, bayramlarına kıymet verirse, alimlerimiz, bu kimsenin imanının gideceğini, mürted olacağını bildiriyor. zemanımız müslimanlarının çoğu, bu belaya yakalanmışdır. alimlerimizin bu sözüne göre, zemanımızda, hindistandaki müsliman denilen insanların çoğu, cehennemde ebedi azab çekeceklerdir. halbuki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . sen buna ne dersin? cevab: şöyle deriz ki, bir kimse, dinde inanılması lazım olan şeylerden, bir danesine bile inanmamış veya şübhe etmiş ise veya beğenmemiş ise imanı gider. kafir olur. cehennemde ebedi yanacakdır. bir kimse, kelimei tevhid söyleyip, bunun ma'nasını kabul eder, muhammed aleyhisselam, allahü tealanın peygamberidir, her sözü doğrudur, güzeldir deyip, ona uygun olmıyanlar yanlışdır, fenadır diye inanırsa ve son nefesinde de öyle ölüp, ahırete, bu iman ile giderse, bu kimse, kafirlere mahsus olan adetlere ve bayramlara katılır, kafirlerin mukaddes bildikleri günlerinde ve gecelerinde, onların yapdıklarını yaparsa cehenneme girer. amma, kalbinde zerre kadar imanı olduğu için, cehennemde sonsuz kalmaz. bu fakir, birgün, bir hasta ziyaretine gitmişdim. ölüm halinde idi. kalbine teveccüh etdim. kalbi kararmış idi. o zulmetin temizlenmesi için çok uğraşdım. faide vermedi. uzun zeman yokladıkdan sonra, o siyahlıkların, kafirlik bulaşıklıkları ve sıfatları olduğu ve kafirler ile ve küfr ile olan bağlılığından, beraberliğinden olduğu anlaşıldı. o kadar uğraşdığım halde, o zulmetler temizlenemedi. bunların ancak, küfrün cezası olan, cehennem ateşi ile temizleneceği anlaşıldı. fekat, kalbinde zerre kadar iman nuru da görüldüğünden, bunun sayesinde cehennemden çıkarılacakdır. hastayı bu halde görünce, cenaze namazını kılayım mı, diye düşünceye daldım. kalbimi uzun zeman yokladıkdan sonra, kılmak lazım olduğunu anladım. demek ki, kalbinde iman varken, kafirlerle düşüp kalkan, onların bayramlarına, paskalyalarına uyanların cenaze namazlarını kılmalıdır. bunları kafir bilmemelidir. nitekim bu gibilere, bugün böyle yapılmakdadır. bunların, imanları sayesinde cehennemden çıkacaklarına inanmalıdır. fekat, hiç imanı olmıyanlara afv ve mağfiret yokdur ve küfrlerinin karşılığı olarak cehennem azabında sonsuz kalacaklardır. in rahmetullahi teala aleyh beşinci cildinde, dörtyüzseksenbirincisahifeyi okuyunuz! din düşmanları, müslimanları aldatmak için, kafirlerin adetlerini, bayramlarını, müsliman adeti, müslimanların mubarek günü diyerek, bunların gavurluk ve kafirlik olduğunu örtmeğe uğraşırlarsa, genç ve saf müslimanlar bunlara aldanmamalıdır. güvendikleri halis müslimanlara, namaz kılan akrabalarına, dinini bilen baba dostlarına sorup öğrenmelidir. çünki, bugün bütün dünyada, gerek imanı ve küfrü tanımakda, gerekse ibadetleri doğru yapmakda, cahillik özr değildir. dinini bilmediği için aldanan, cehennemden kurtulamıyacakdır. allahü teala bugün, dinini dünyanın her tarafına duyurmuş, imanı, halali, haramı, farzları öğrenmek pek kolaylaşmışdır. bunları lüzumu kadar öğrenmek farzdır. hulasa, kafirlerin adet ve merasimlerine katılanda, zerre kadar iman varsa, cehennem azabına girecek ise de, cehennemde ebedi kalmıyacakdır. imanı olanlardan büyük günah işleyen lere gelince, allahü teala, bu günahları isterse afv eder, isterse günahı temizleninceye kadar, cehennemde azab eder. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz anladığına göre, cehennem azabı ister sonsuz olsun, ister bir zeman olsun, küfr için ve küfr sıfatları ve bulaşıklıkları içindir. küfrden teberri eden, kaçınan, iman sahiblerinin yapdıkları büyük günahlar, ya imanları hurmetine, cenabı hakkın merhameti ile veya kalb ile tevbe ve dil ile istigfar ederek ve beden ile hayrlı bir iş yaparak veya şefa'ate kavuşmaları ile afv olunur. günahda kul hakkı varsa, hak sahibi ile halallaşmak lazımdır. böyle afv olmıyanlar, dünya sıkıntıları ve derdleri ile veya son nefesde can verirken, çekecekleri zahmetler ile temizlenir. bunlarla da temizlenmezse, ba'zıları kabr azabı çekmekle afva kavuşur. ba'zıları ise, kabr azabı ve sıkıntıları ve kıyamet gününün şiddetleri ile afv olunup, günahları biter ve cehennem azabı ile temizlenmeğe lüzum kalmaz. nitekim, en'am suresi, seksenikinci ayetinde mealen, iman edip de imanlarını şirk ile bulaşdırmıyanlar, cehennemde ebedi kalmakdan emindirler. onlar için, bu korku yokdur buyuruldu. bu ayeti kerime, sözümüzün doğru olduğunu göstermekdedir. çünki burada , şirk demekdir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. sual: allahü teala, küfrden başka, ba'zı günahları işliyenlerin de cehenneme gireceklerini bildiriyor. mesela, bir mü'mini, bile bile öldürenin cezası cehennemde sonsuz kalmakdır buyuruyor. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: buyuruyor. o halde, cehennem azabı, yalnız kafirlere değildir denilirse, cevab veririz ki, cehennem azabı, müsliman öldürmenin haram olmasına aldırış etmiyen, halal diyerek öldüren içindir. nitekim ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, tefsirlerinde böyle ma'na vermişlerdir. küfrden başka günahlara cehennemde azab olunacağını bildiren haberler, hep bu günahlarda küfr bulaşıklığı olduğu içindir. mesela, günahı hafif görerek, ehemmiyyet vermiyerek işlemek, islam dininin emrlerini aşağı görerek, namaz kılmamak ve günah yapmak gibi şekllerdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyuruyor. bir kerre de, allahü tealanın rahmeti, benim ümmetim içindir. bunlara ahıretde azab yokdur buyurdu. yukarıda, ma'nası yazılan ayeti kerime de, bu sözümüzü kuvvetlendirmekdedir. kafirlerin, akıl ve balig olmadan ölen çocuklarının ve dağda, çölde doğup büyüyerek, bir din işitmeden ölen ve eski zemanlarda bir dinin, zalimler tarafından bozulduğu, değişdirildiği ve yeni bir peygamber gelmeden önce ölen dinsizlerin ahıretde ne olacaklarını, oğlum muhammed sa'ide rahmetullahi aleyh yazdığım mektubda, uzun olarak bildirmişdim, oradan okuyup anlayınız! imanın artmasında ve eksilmesinde, alimlerimiz başka başka söyledi. imamı azam ebu hanife radıyallahü anh, iman, artmaz ve azalmaz buyurdu. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, artar ve azalır, dedi. iman, kalbin tasdik ve yakini olduğundan azalması, çoğalması olmaz. azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. buna, denir. ibadetleri, allahü tealanın sevdiği şeyleri yapmakla, iman cilalanır, nurlanır, parlar. haram işleyince, bulanır. o halde, çoğalmak ve azalmak, amelden, işlerden dolayı, imanın cilasındadır. kendisinde değildir. ba'zıları cilalı, parlak imana, çok dedi ve parlak olmıyan imandan, daha çokdur, dedi. bunlar, sanki, cilalı olmıyan imandan ba'zısını, iman bilmedi. cilalılardan ba'zısını da, iman bilip, fekat az dedi. iman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. cilası fazla olup, karşısındaki cismi parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan, daha çokdur demeğe benzer. başka birisi de, iki ayna müsavidir. yalnız, cilaları ve karşılarındakileri göstermeleri, ya'ni hassaları, sıfatları başka başkadır demesi gibidir. bu iki adamdan ikincisinin görüşü, daha keskin ve doğrudur. birincisi görünüşe bakmış, öze, içe girmemişdir. anlatması bu fakire rahmetullahi teala aleyh nasib olan bu misal, imanın azalıp çoğalmadığına inanmıyanların, sözlerini ortadan kaldırmış oldu ve her mü'minin imanı, her bakımdan, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, imanlarına benzemedi. çünki, onların imanı, çok nurlu ve çok parlak olduğundan, ümmetlerinin karanlık ve bulanık imanlarından katkat daha çok meyveler ve kazançlar hasıl edecekdir. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu da, imanın nuru, parlaklığı bakımındandır. fazlalık, aslda, özde değil, sıfatlardadır. nitekim, peygamberler de, herkes gibi insandır. insanlık bakımından, arada fark yokdur. fark, kamil, üstün sıfatlardan ileri gelmekdedir. üstün sıfatları olmıyan, sanki olanlardan ayrıdır. bununla beraber, insan olmakda hepsi birdir. aralarında azlık, çokluk yokdur. insanlık, azalır, çoğalır denilemez. ba'zıları imanı anlatırken, demişlerdir ki, bu vakt, inanmak da, zan etmek de, iman oluyor ve iman, azalıp çoğalabiliyor. fekat, imanın doğrusu, kalbin tasdik, iz'an etmesi, ya'ni inanmasıdır. zan ve şübheye, iman denmez. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, diyor. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh ise, diyor. bu ikisi arasındaki fark, yalnız sözdedir. çünki şimdiki iman söylenirken, elbette mü'minim, demelidir. son nefesindeki iman söylenirken, inşaallah, o zeman da mü'minim demelidir. fekat, inşaallah diyerek şarta bağlamakdansa, her zeman, elbette demek, daha ihtiyatlı ve daha uygundur. evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm kerametine inanmak lazımdır. allahü teala, bu dünyada, her işi, adeti ilahiyyesi, kanuni ilahisi ile yaratmakdadır . evliyasının elinden, adeti ilahiyyesi dışında, ba'zı şeyler yaratır, yapar ki, buna denir. keramete inanmıyan, dünyanın her tarafında, her zeman, sık sık görülmüş ve ağızdan ağıza yayılmış olan vak'alara inanmamış olur. allahü tealanın, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat elinde ve onların sözleri ile, adeti ilahiyyesini bozarak, kimsenin yapamıyacağı şeyler yaratmasına, denir ki, mu'cize gösteren bir kimse, peygamber olduğunu i'lan eder. keramet gösteren kimse ise, peygamber olmadığını ve bir peygamberin aleyhisselam yolunda bulunduğunu söyler. mu'cize, peygamberlere mahsusdur aleyhimüsselam. bu kelimeyi, onlardan başkası için söylemek caiz değildir. hulefai raşidinin, rıdvanullahi aleyhim ecma'in birbirinden üstünlükleri, hilafetleri sırası iledir. ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma, mü'minlerin hepsinden üstün olduğunu, sahabilerin hepsi ve tabi'inin hepsi söylemişdir. bu sözleri, din imamlarımızdan çoğu, kitablarında yazmışdır. bunlardan biri, imamı şafi'i rahmetullahi aleyhdir. ehli sünnet i'tikadını toplamış ve yazmış olan büyük alim, ebülhaseni eş'ari diyor ki, önce ebu bekrin, sonra ömerin, bütün mü'minlerden üstün olduğu meydandadır, muhakkakdır. büyük alimlerden imamı zehebi diyor ki: buyurduğunu işitenlerden seksenden ziyade kimse, bize söyledi. bunlardan çoğunun ismini bildiriyor ve buna inanmıyanlar çok çirkin, çok kötü kimselerdir. allahü teala, onları kıyametde, fena halde karşılayacakdır diyor. dini islamda, kur'anı kerimden sonra en kıymetli ve en inanılır kitab olan kitabının sahibi, imamı buhari diyor ki: ali radıyallahü anh buyurdu ki, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi, en yükseği ebu bekr, sonra ömerdir radıyallahü anhüma. sonra bir başkasıdır. bu sırada oğlu, muhammed ibni hanefiyye, o da sensin! deyince: buyurmuşdur. imamı zehebi ve başka alimler dedi ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, dikkat ediniz, iyi dinleyiniz! ba'zı kimselerin beni, ebu bekr ile ömerden radıyallahü anhüma üstün tutduklarını işitdim. bunlardan biri elime geçerse, iftira edenlerin cezasını ona yaparım. çünki o, iftiracıdır. darekutni diyor ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, . bunlar gibi, daha nice haberler, sahabei kiramın radıyallahü anhüm çoğundan, o kadar gelmişdir ki, kimsenin inkar etmesine yol ve imkan kalmamışdır. hatta, şi'ilerin büyük alimlerinden olan, abdürrazzak diyor ki, ali, ebu bekri ve ömeri radıyallahü anhüm, kendinden üstün tutduğu için, ben de onları üstün tutuyorum. çünki onları üstün tutmaz isem, imamı aliyi radıyallahü anh çok sevdiğim halde, ona uymamış olurum. bu da, benim için büyük bir günah olur. ismindeki kitabında, uydurma hikayeler yazıyor ve üç halifeye kafir diyor. ve kitablarında, onlara güzel cevab verilmişdir. hazreti alinin yolunda olan hakiki alevilerden böyle çirkin, alçak sözler hiç işitilmemişdir. ebu bekr ile ömer radıyallahü anhüma için yazdıklarımızı büyük alim, ibni haceri heyteminin rahmetullahi aleyh kitabından aldık. imamı osmanın imamı aliden radıyallahü anhüma yüksek olduğuna gelince, ehli sünnet alimlerinin çoğu dedi ki: , müslimanların yükseği osmandır. ondan sonra, alidir radıyallahü anhüm. dört mezheb imamlarımız da, böyle buyurdu. imamı malik, osmanın radıyallahü anh üstünlüğünden şübhe etdi, deniliyorsa da, kitabının sahibi kadi ıyad, diyor. imamı kurtubi de, diyor. imamı azam ebu hanifenin, sözünden, iki damaddan birini, diğerinden üstün görmediği anlaşılıyor diyenler varsa da, bu fakirin anladığına göre, imamın böyle söylemesinin, başka sebebi vardır. ya'ni, iki damadın radıyallahü anhüma hilafetleri zemanında, müslimanlar arasında karışıklık çıkmış, fitneler başlamış olduğundan, kalblerde soğukluk ve kırıklık olduğunu gören imam, iki damadı sevmek kelimesini uygun bulmuş ve bunların sevgisine, ehli sünnetin alametidir demişdir. imamı azam ebu hanife için osmanın radıyallahü anh daha yüksek olduğunda şübheliydi, denilebilir mi? çünki, hanefi mezhebindeki alimlerin kitabları hep , yazısı ile doludur. hulasa, şeyhaynın üstün olduğu kat'idir. osmanın, aliden radıyallahü anhüm daha üstün olması, bu kadar kat'i değildir. fekat, osmanın, hatta şeyhaynın üstünlüğünü inkar edenlere kafir demekden kaçınmalıdır. bunları bid'at sahibi ve doğru yoldan ayrılmış müsliman bilmelidir. çünki, alimlerimizin bir kısmı bunlara kafir dememişdir. bunların hali, alçak yezidin haline benziyor ki, alimlerimiz, ne olur ne olmaz diye ona la'nete izn vermemişdir. hulefai raşidini sevmemek yolu ile, peygamber sallallahü aleyhi ve sellemi incitmek, imamı haseni ve hüseyni radıyallahü anhüma sevmemek yolu ile incitmek gibidir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, eshabımı incitmekde, allahü tealadan korkunuz! benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitir. beni inciten de, allahü tealaya eziyyet etmiş olur ki, buna azab eder. ahzab suresi, elliyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. büyük islam alimi, sa'deddini teftazani şerhinde, diyorsa da, onun bu sözü, insafsızdır ve şübhe etmesi yersizdir. çünki büyüklerimiz diyor ki, burada üstünlük demek, sevabları daha çok demekdir. iyilikleri, doğrulukları ile, herkese faideli olmasının çokluğu demek değildir. aklı olan, bunlara kıymet vermez. sahabei kiram ve tabi'ini ızam, bize imamı alinin radıyallahü anh iyiliklerini gösteren, o kadar haller ve hadiseler bildiriyor ki, başka hiçbir sahabiden bu kadar bildirmediler. bununla beraber, yine onlar, üç halifenin daha yüksek olduğunu bildirmişdir. görülüyor ki, üstün olmağa sebeb, faziletlerin, menkıbelerin çok olması değildir. üstünlük başka sebebden ileri gelmekdedir. bu sebebi anlıyanlar ancak, vahyi, meleğin gelmesini görmekle şereflenen, seçilmiş bahtiyarlardır. bunlar, üstünlük sebeblerini açıkca veya işaretle görüp anlamışdır. onlar da, peygamberimizin eshabı kiramıdır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. o halde, şarihinin, demesi yersizdir. çünki bu üstünlük sırası, islamiyyetin sahibi tarafından açıkca bildirilmeseydi, o zeman şübhenin yeri olurdu. bildirildikden sonra, niçin şübhe ediyor? eshabı kiram, bu üstünlüğü açıkca veya işaretle anlamasalardı, hiç bildirirler miydi? dördünü de beraber bilen ve aralarında üstünlük aramak lüzumsuzdur diyenlerin, bu sözü lüzumsuzdur. din büyüklerinin söz birliğine, lüzumsuz laf demekden daha lüzumsuz, daha boş laf olur mu? yoksa, üstün kelimesi mi, onların böyle boşu boşuna söylemesine yol açıyor. muhyiddini arabinin, demesi de, müsavi olmalarını göstermez. çünki halifelik başkadır, üstünlük başkadır. bu sözü, üstünlük bakımından söyledi dersek, yine güvenilecek, şahid tutulacak bir söz olmayıp, onun hatalı sözlerinden biri olmuş olur. onun, ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan birkaç keşfi, buluşları, doğru değildir. böyle sözlere ancak, ruhları hasta, kalbleri bozuk olan veya herşeyi körü körüne taklid eden uyar. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki muharebelerin, ayrılıkların, iyi sebeblerden ileri geldiğine, dünya ni'metleri için, nefsin arzuları için olmadığına inanmak lazımdır. sa'deddini teftazani, hazreti aliyi radıyallahü anh aşırı sevenlerden olduğu halde, diyor ki: onların ayrılıkları ve muharebeleri hilafet için değildi. ictihadda yanılmakdan ileri gelmişdi. kitabına, sa'deddini teftazaninin yapdığı büyük şerhe, ayrıca çok kıymetli bir haşiye yazmışdır. hayali, bu haşiyesinde diyor ki: hazreti mu'aviye radıyallahü anh ve onunla beraber olanlar, hazreti aliye radıyallahü anh uymadı. bununla beraber onun, o zemanda bulunanların en üstünü olduğunu ve halifelik onun hakkı olduğunu biliyor ve söyliyorlardı. hazreti osmanı radıyallahü anh şehid edenleri yakalıyarak cezalarını vermediği için, ısyan etmişlerdi. karamani haşiyesinde, kitabı kenarlarına yapdığı açıklamalarda diyor ki, imamı ali kerremallahü vecheh buyurdu ki: kardeşlerimiz bizi dinlemedi. onlar kafir değildir. günaha da girmediler. çünki dinden, islamiyyetden anladıklarını yapıyorlar. ictihadda yanılmak kabahat olmadığı ve birşey söylenmiyeceği şübhesizdir. sahabei kiramın, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde, dersinde yetişdiklerini düşünerek, hepsini iyi bilmemiz ve hepsine hurmet göstermemiz lazımdır. peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için, hepsini sevmeliyiz! zira, buyurulmuşdur. ya'ni eshabıma radıyallahü anhüm olan sevgi, bana olan sevgidir ve onlara olan düşmanlık, bana düşmanlıkdır. ali radıyallahü anh ile muharebe eden eshabı kiramın bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığımız yok. hatta bu muharebeleri bizi üzüyor, incitiyor. fekat, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı oldukları için, onları sevmekle emr olunduk. herbirini incitmekden, onlara düşmanlık etmekden men' olunduk. o halde, hepsini sevmeğe mecburuz. onları, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için severiz. onlara düşmanlıkdan ve eziyyet etmekden kaçınırız. çünki onların incitilmesi ve düşmanlığı, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize gider. yalnız haklı olanı ve yanılanı söyleriz. ya'ni, hazreti emir radıyallahü anh, haklı idi. ona karşı gelenler, hata etmiş idi. bundan fazla birşey söylemek, doğru değildir. muhammed eşrefe yazdığım mektubda, bunları uzun bildirmişdim. anlamadığınız birşey kaldı ise, o mektubu okuyunuz! kitabına tercemesini eklemişdik. bu kitabda çok lüzumlu ve kıymetli bilgiler ve imamı rabbaninin kuddise sirruh hal tercemesi de vardır. ibadetler: imanı, i'tikadı düzeltdikden sonra, fıkh ahkamını, öğrenmek, elbette lazımdır. farzları, vacibleri, halal ve haramları, sünnet ve mekruhları ve şübhelileri lüzumu kadar öğrenmeli ve bu bilgi ile hareket etmelidir. fıkh kitablarını öğrenmek, her müslimana lazımdır. allahü tealanın emrlerini yapmağa, onun beğendiği gibi yaşamağa çalışmalıdır. onun en çok beğendiği ve emr etdiği şey, hergün beş vakt namaz kılmakdır. namaz, dinin direğidir. namazın, ehemmiyyetinden ve nasıl kılınacağından birkaç şey bildireceğim. can kulağı ile dinleyiniz! önce, sünnete tam uygun olarak, abdest almalıdır. abdest alırken yıkanması lazım olan yerleri üç def'a ve her def'asında, her taraflarını temam yıkamağa çok dikkat etmelidir. böylece, sünnete uygun abdest alınmış olur. başa mesh ederken, başın her tarafını kaplıyarak sığamalıdır. kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. ayak parmaklarını hilallerken, sol elin küçük parmağını, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmişdir. buna ehemmiyyet vermeli, müstehab diyip geçmemelidir. müstehabları hafif görmemelidir. bunlar, allahü tealanın sevdiği şeylerdir ve beğendikleridir. eğer, bütün dünyayı vermekle, beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyayı verip o iş yapılabilse, çok kar edilmiş olur ve birkaç saksı parçası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olur. yahud, birkaç çakıl parçasını verip, ölmüş bir sevgilinin ruhunu geriye getirerek, hayat kazandırmak gibidir. namaz, mü'minlerin mi'racıdır. ya'ni, mi'rac gecesinde peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem ihsan olunan ni'metler, bu dünyada, onun ümmetine yalnız namazda tatdırılmakdadır. erkekler, farz namazları cema'at ile kılmağa çok dikkat etmeli, hatta birinci tekbiri imam ile beraber almağı kaçırmamalıdır. namazları vaktinde kılmak şartdır. yalnız iken, her namazı evvel vaktinde kılmalı, ikindiyi ve yatsıyı imamı azamın kavline göre kılmalıdır. namaz ne kadar geç kılınırsa sevabı o kadar azalır. müstehab olan vaktler, cema'at ile kılmak için, mescide gitmek içindir. namazı kılmadan vakti çıkarsa, adam öldürmüş gibi büyük günah olur. kaza etmekle, bu günah afv olmaz. yalnız borc ödenir. bu günahı afv etdirmek için, tevbei nasuh yapmak veya hacci mebrur yapmak lazımdır. . namazda kur'anı kerimi sünnet olan mikdarda okumalıdır. rüku'de ve secdelerde hareketsiz durmak, herhalde lazımdır. çünki, farz veya vacibdir. rüku'den kalkınca, öyle dik durmalıdır ki, kemikler yerlerine yerleşsin. bundan sonra, bir mikdar, bu şeklde durmak farzdır veya vacib veya sünnet demişlerdir. iki secde arasında oturmak da böyledir. bunlara herhalde çok dikkat etmelidir. rüku'de ve secdelerde tesbih en az üç kerredir. çoğu yedi veya onbirdir. imam için ise, cema'atin haline göredir. kuvvetli bir insanın, sıkıntısı olmadığı zemanlarda, yalnız kılarken, tesbihleri, en az mikdarda söylemesi, ne kadar utanacak bir haldir. hiç olmazsa, beş kerre söylemelidir. secdeye yatarken, yere daha yakın azayı, yere daha evvel koymalıdır. o halde, önce dizler, sonra eller, daha sonra burun, en sonra da alın konur. dizlerden ve ellerden, evvela sağlar yere konur. secdeden kalkarken, yukarıda olan aza evvel kaldırılır. o halde, evvela alın kaldırılmalıdır. ayakda iken, secde yerine, rüku'de iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ellere veya kucağına bakılır. bu söylediğimiz yerlere bakıp da, gözler etrafa kaymaz ise, namaz, cem'ıyyetle kılınabilir. ya'ni kalb de, dünya düşüncelerinden kurtulabilir. huşu' hasıl olur. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle buyurmuşdur. el parmaklarını rüku'de açmak ve secdede birbirlerine yapışdırmak sünnetdir. bunlara da dikkat etmelidir. parmakları açık yahud bitişik bulundurmak sebebsiz, boş şeyler değildir. islamiyyetin sahibi faidelerini düşünerek böyle yapmışdır. bizler için, islamiyyetin sahibine uymak kadar büyük bir faide yokdur aleyhissalevatü vesselam. bu söylediklerimiz, fıkh kitablarında bildirilen şeyleri yapmağa teşvikdir, heveslendirmekdir. allahü teala, bize ve size islamiyyetin gösterdiği salih işleri yapmak nasib etsin! peygamberlerin seyyidi, efendisi, en iyisi, en üstünü hurmeti için aleyhi ve aleyhim ve ala ali küllin minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, bu düamızı kabul buyursun! amin. imanı tashih etdikden sonra, eğer namazın faidesini ve ona mahsus üstünlükleri anlamak isterseniz, üç mektubu okuyunuz! bunlardan birini oğlum muhammed sadıka, ikincisini mir muhammed nu'mana, üçüncüsünü taceddin hazretlerine yazmışdım. ın birinci cildinde , ve derdimmektublardır. insanın yükselmesini, se'adeti ebediyyeye kavuşmasını, bir tayyarenin uçmasına benzetirsek, i'tikad ile amel, ya'ni iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. tesavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, ya'ni benzini demekdir. maksada ulaşmak için, tayyare elde edilir. ya'ni, iman ve ibadet kazanılır. harekete geçmek için, kuvvet maddesi ya'ni tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. tesavvuf, ehli sünnet i'tikadından ve islamiyyetin emrlerinden başka şeylere kavuşmak için değildir. ehli sünnet i'tikadının yakini ve vicdani olması, ya'ni sağlamlaşması, şübhe getiren te'sirlerle sarsılmaması içindir. akl ile, delil ile kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. ra'd suresi otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. tesavvufun ikinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması, nefsi emmareden doğan tenbelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. şunu da iyi anlamalı ki, tesavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybden haber vermek, nurları, ruhları ve kıymetli rü'yalar görmek için değildir. bunların hepsi, boş ve faidesiz şeylerdir. her zeman görülen zıyanın, çeşidli renklerin ve tabi'atdeki güzelliklerin ne kusurları vardır ki, insan bunları bırakıp da, başka şeyler görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. çünki bu zıya da, o nurlar da, bu güzel şekller de, o şeyler de hepsi, allahü tealanın yaratdığı şeylerdir ve hepsi onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şahidlerdir. tesavvuf yolu çokdur. bunların içinde en lüzumlusu ve en uygunu sünnete yapışan ve bid'atlerden kaçan büyüklerimizin yoludur. bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, keramet, hal, görüş ve bilişler hasıl olmaz ise, hiç üzülmezler. fekat bunların hepsi hasıl olup da, sünnete uymakda gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. işte bunun içindir ki, bunların yolunda sima' ve raks, yasakdır. böyle şeylerden hasıl olacak lezzet ve hallere kıymet vermemişlerdir. hatta, yüksek sesle zikr etmeğe bid'at demişler. bundan hasıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır. birgün büyük üstadımın huzurunda, sofrada hizmet ediyordum. kendilerini sevenlerden, şeyh kemal yemeğe başlarken, huzurlarında yüksek sesle besmele çekdi. bu hal, kendilerine çok tadsız gelip şiddetle men' etdiler ve dediler. üstadım hazretlerinden duymuşdum ki, hace muhammed behaeddini buhari kuddise sirruh, buhara alimlerini toplayıp, üstadı, seyyid emir gilal hazretlerinin evine götürdü. yüksek sesle zikr etmek bid'atdir, bundan vaz geçiniz dediler. seyyid hazretleri de, doğru sözü, her nerede olursa olsun, anlayıp seve seve aldıkları için kabul buyurup, artık yapmayız dediler. de yazmakdadır. bu yolun büyükleri, zikrin bile yüksek sesle yapılmasını bu derece men' edince, sima' ve raks, coşmak, zıplamak, na'ra atmak gibi şeylere, bağırmağa ne demezler? bu fakire göre islamiyyetin izn vermediği şeylerin, hasıl edeceği bütün haller, zevkler, hep istidracdır. zira, kafirlerde ve fasıklarda da böyle haller hasıl olmakda ve bu kainat aynasında, onlar da, tevhid, keşf gibi şeyler öğrenmekde, içlerine doğmakdadır. eski yunan felesoflarından ve hindistandaki cukiyye ve berehmen papaslarında da, bu haller görülmekdedir. hallerin doğru olmasına alamet, islamiyyete uygun olmaları ve haram şeylerden hasıl olmamalarıdır. sima ve raks , lehv ve la'bdır, ya'ni oyundur. lokman suresi altıncı ayetinde, teganni ile okumağı yasak etmek için indi. abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma talebesinden olan, imamı mücahid, tabi'inin büyüklerindendir. bu ayeti kerimenin, teganniyi yasak etdiğini bildirdi. nde, sinde, musiki demekdir diyor. abdüllah ibni abbas ve abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anhüm, bu ayeti kerimenin, teganniyi yasak etdiğine yemin etmişdir. imamı mücahid, furkan suresi, yetmişikinci ayetinin meali şerifinin, olduğunu bildirdi. i'tikadda mezhebimizin imamı olan, ebu mensuri matüridinin, zemanımızdaki, teganni ile okuyan hafızların, nağmelerini işiterek, kur'anı kerimi ne güzel okudun diyen kimse, kafir olur. karısı boş olur. o zemana kadar, yapdığı ibadetlerinin sevabı gider dediğini, kitablar yazmakdadır. ebu nasrı debbusi buyuruyor ki, kadi zahireddini harezmi buyurdu ki, bir şarkıcıdan veya başka bir yerden teganni dinliyen veya başka, herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmıyarak, bunlara, ne güzel dese, o anda imanı gider. çünki allahü tealanın emrine ehemmiyyet vermemiş olur. islamiyyete kıymet vermiyen kimsenin, kafir olacağını, bütün müctehidler, sözbirliği ile bildirmişdir. böyle kimselerin ibadetleri kabul olunmaz. önce kazanmış olduğu sevablar yok edilir. böyle felaketden allahü tealaya sığınırız!. musikinin haram olduğunu bildiren, ayeti kerime ve hadisi şerifler ve fıkh alimlerinin yazıları o kadar çokdur ki, saymak güçdür. teganninin caiz olduğunu gösteren, mensuh bir hadis veya bir fetva görülürse, ehemmiyyet vermemelidir. çünki hiçbir alim, hiçbir zemanda, teganninin mubah olduğuna fetva vermemiş, raks etmeğe izn verilmemişdir. imamı zıyaeddini şami rahmetullahi aleyh, adındaki kitabında böyle bildirmekdedir. tesavvufcuların birşeyi yapıp yapmaması, halal veya haram olmasını göstermez. onlara bakılmaz. yapdıklarına da birşey demeyiz. ma'zur görürüz. onların halini, allahü teala bilir ve bildiği gibi karşılar. birşeyin halal veya haram olduğunu anlamak için, imamı azam ebu hanifenin, imamı ebu yusüf ensarinin ve imamı muhammed şeybaninin sözlerine bakılır. ebu bekri şibli ve ebülhüseyni nuri ve cüneydi bağdadi rahmetullahi aleyhim gibi, tesavvuf büyüklerinin yapıp yapmadıklarına bakılmaz. fekat, bunların islamiyyetden verdikleri haberler çok doğrudur. bildirdiklerinin hepsine inanmak ve uymak lazımdır. islamiyyetden ve tarikatden haberi olmıyan, ham sofular, pirimiz böyle yapdı diye, behane ederek, hayhuy etmeği, teganni ve dans etmeği, din ve ibadet haline sokmuşlar. bunlarla sevab kazanıyoruz sanmışlar. en'am suresinin yetmişinci ve araf suresinin ellinci ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! dinlerini, ibadetlerini, oyun ve eğlence haline sokanlardan uzak ol! onlar cehenneme gideceklerdir buyurulmuşdur. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, haram olduğu kat'i olan işleri, beğenen kafir olur. müsliman değildir, mürted olmuşdur. o halde, düşünmeli ki, haramlara kıymet verenlerin ve bunları ibadet bilenlerin hali ne oluyor? cenabı hakka sonsuz hamd ve şükr olsun ki, bizi yetişdiren büyüklerimiz, bu pisliğe bulaşmadı. kendilerine uyarak, bu şeni' şeyleri yapmakdan bizleri kurtardılar. işitdiğime göre, büyük üstadımın kıymetli oğulları, teganniye tutulmuş. cum'a geceleri toplanıp, ilahiler, kasideler okumağı adet edinmiş. orada bulunan tanıdıklarımızın çoğu da, bunlara uyup, geliyormuş. bunu duyunca çok, hem de pekçok hayret etdim. başkalarının talebesi, kendi üstadlarının yapdığını behane ederek, onlar da yapıyor. islamiyyetin yasak etdiğini, pirlerinin yapması ile örtbas ediyorlar. hakları olmamakla beraber, kendilerine pirlerini siper ediyorlar. halbuki, bizim arkadaşlarımız, bu kabahatlerine acaba neyi behane edebilecekler? hem islamiyyet haram etmiş, hem de büyüklerimiz kaçınmışdır. bu işi, islamiyyet de, tesavvuf da beğenmiyor. islamiyyet men' etmeseydi bile, yalnız büyüklerimizin yolunda bulunmıyan şeyleri yapmak, ne kadar çok şeni' olurdu? ayrıca, islamiyyet de haram etdiğinden, şena'atin büyüklüğünü düşünmelidir. hepinize selam ederim.imamı rabbani kuddise sirruh hazretleri, üçüncü cildin yetmişikinci mektubunda, hace hüsameddin ahmede buyuruyor ki:kur'anı kerimi, kasideleri ve mevlidi güzel sesle okumak caizdir. haram olan, nağme yapmak, ya'ni sesi musiki perdelerine uydurmakdır ki, harfler değişmekde, ma'na bozulmakdadır. bunları, nağme yapmadan ve allah rızası için okumak şartı ile, güzel sesle okumak caizdir. fekat, dinlerini kayırmıyanlar, bu şartları gözetmiyeceklerinden, buna da müsa'ade etmemek, bu fakire daha uygun geliyor. kadın, erkek, bir arada olmamak da lazımdır. ikiyüzaltmışyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmışdır. esrar ve dekaık bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine ve aline salat ve selam olsun! size ve bütün müslimanlara düalar olsun! lutf ederek, bu fakire gönderdiğiniz mektubu okumakla şereflendik. allahü teala, buna karşılık olarak size iyilikler versin! allahü tealanın, ihsan eylediği ni'metlerden hangisini yazayım? onlara karşı şükrü nasıl bildireyim? allahü tealanın tevfikı ile yağdırılan ilmlerin ve ma'rifetlerin çoğu yazılıyor. anlıyan, anlamıyan herkes okuyor. fekat, ayrıca verilen ince ve gizli şeylerden hiçbiri açığa vurulamıyor. hatta harfle, işaretle de, birşey söylenemiyor. bu fakirin ma'rifetlerini toplamış olan kıymetli oğlum, süluk ve cezbe makamlarına yükselmiş iken, ona da, bu ince bilgilerden söz edilemiyor. bunların örtülmesine titizlikle çalışılıyor. evet oğlum, bu gizli bilgilere kavuşmuşdur ve yanılmakdan, şaşırmakdan korunmakda olduğunu biliyorum. fekat, çok ince olduklarından dil tutuluyor. gizlilikleri, ağzın açılmasını önlüyor. halim, eşşuara suresi, onüçüncü ayetinin, meali şerifine uygundur. bu sırlar, beyana gelmiyen cinsden değil, belki beyana sığmıyan sırlardır. hafızın feryadı boşuna değil, şaşacak şey çokdur onda, iyi bil! saklamak için uğraşdığımız bu ni'metlerin hepsi, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat peygamberlik kaynaklarından gelmekdedir. meleklerin yüksekleri de, bu ni'mete ortakdırlar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat izinde gidenlerden dilediklerini de bu ni'metle şereflendirirler. ebu hüreyre radıyallahü anh hazretleri buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden iki ilm öğrendim. bu iki ilmden birini size açıkladım. ikinci ilmi eğer bildirir isem, beni öldürürsünüz. bu ikinci ilm, gizli olan ilmdir. bunu herkes anlıyamaz. bu, allahü tealanın büyük ni'metidir. bu ni'meti dilediğine verir. allahü teala, büyük ni'metler vericidir. çok kıymetli hocamın çocuklarına yazılan mektubu, lutfen gözden geçiriniz! kıymetli efendim! bu fakire göre, tesavvufda bid'at meydana çıkarmanın çirkinliği, dinde bid'at yapmanın çirkinliğinden az değildir. tesavvufun bereketleri, bid'at çıkmadığı müddetçe akar gelir. tesavvufda bir değişiklik yapılınca, feyzler ve bereketlerin gelmesi de durur. bunun için tarikatde bir değişiklik olmamasına çok dikkat etmelidir. tarikatden olmıyanlarla görüşmemelidir. her nerede ve her kim olursa olsun, tarikati değişdiren birşey görülürse, zorla ve elbette önlemelidir. tarikatin doğrusunu kuvvetlendirmeli ve yaymalıdır. vesselam, velikram. ikiyüzaltmışsekizinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. peygamberlere varis olan alimlerin kimler olduğu ve gizli bilgilerin neler olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! buradaki fakirlerin hali hamd etmeğe layıkdır. sizin de selametde, afiyetde ve doğru yolda olmanıza düa ederim. konumuz, ilmde varis olmak olduğundan, vaktin izn verdiği kadar, birkaç kelime daha yazıyorum. hadisi şerifde, buyuruldu. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bırakdığı ilm iki dürlüdür: ahkam bilgileri, esrar bilgileri. bir alimin varis olması için, bu ilmlerin ikisinden de pay alması lazımdır. yalnız birisinden pay alan kimse varis olamaz. çünki varis, bırakılan malın herbirinden pay alır. bir kısmından alıp, başka parçalardan almaması olamaz. belli bir kısmdan payı olana varis denilmez. buna alacaklı denir. alacaklı olan, yalnız hakkı olan maldan alır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam başka bir hadisde, buyurdu. burada bildirilen alimler de, varis olan alimlerdir. alacaklı gibi olanlar değildir. alacaklı olanlar, kalan malın yalnız bir kısmından alırlar. çünki varis çok yakın olduğu için ve şahidi olduğu için malı bırakan kimse gibidir. alacaklı olan ise, böyle değildir. işte varis olmıyan, alim olamaz. buna belki belli birşeyin alimidir denilebilir. mesela, fıkh alimidir denir. , varis olana denir ki, her iki ilmden de nasibi vardır. ilmi esrar deyince, çok kimse, tevhidi vücudi, bilgileri sanır. der. haşa! böyle değildir. bu bilgiler, esrar bilgileri değildir. bunlar, peygamberlik makamına yakışacak bilgiler değildir. çünki bu bilgiler, tarikat serhoşluğu, hallerin kapladığı zeman hasıl olur. bunlar, ayık, şü'urlu olanların bilgileri değildirler. peygamberlerin bilgileri ise, hem ahkam bilgileri, hem esrar bilgileri, hepsi ayık, şü'urlu bilgilerdir. hiçbirine, dalgınlık bilgileri hiç karışık değildir. dalgınlık bilgileri, vilayet derecelerine uygundurlar. çünki veliler, sekr, dalgın halde olurlar. bu bilgiler, olsa olsa, vilayetin esrarı olurlar. nübüvvetin esrarı değildirler. her ne kadar peygamberlerin de vilayetleri varsa da, vilayete bağlı olan şeyler, bu büyüklerde küçük kalmakda, peygamberliğe bağlı şeyler yanında yok gibi olmakdadır. farisi tercemesi: güneş doğar, aydınlanır memleket, sabah yıldızı görünemez elbet. kitablarımda, mektublarımda açıkladım. yine bildiriyorum ki, peygamberlik derecelerinin üstünlüğü büyük bir deniz gibidir. evliyalık dereceleri, bu denizin yanında bir damla gibi kalır. fekat, ne yapayım ki, peygamberliğin derecelerine yetişemiyen çok kimse, dedi. birçoğu da, bu sözü çevirerek, dedi. bunların hepsi de, peygamberliğin ne olduğunu anlıyamamışlardır. anlamadan konuşmuşlardır. sekr, sahv, ya'ni uyanıklıkdan üstün görenleri de böyledir. sahvın ne olduğunu bilmiş olsalardı, sahvın yanında sekri dillerine bile almazlardı. farisi mısra' tercemesi: toprak nerede, temiz alem nerede? bunlar yüksek insanların sahvını, cahillerin sahvları gibi sanmış olacaklar ki, sekri sahvdan üstün tutmuşlar. keşki, cahillerin sekrini de, yükseklerin sekri gibi bilselerdi de, öyle söylemeselerdi. çünki aklı olan herkes bilir ki, sahv, sekrden, ya'ni ayıklık serhoşlukdan elbette iyidir. cahillerin sahvları da böyledir. büyüklerin sahvları da böyledir. evliyalığı peygamberlikden ve sekri sahvdan üstün tutmak, kafirliği, müslimanlıkdan üstün tutmağa ve bilgisizliği ilmden daha üstün tutmağa benzer. çünki küfr ve cehl, evliyalığa benzer. islam ve ma'rifet ise, peygamberlikde olur. hallacı mensur kaddesallahü teala sirrehül'aziz diyor ki, arabi tercemesi: allahın dinine inanmıyorum, küfr lazımdır, müslimanlar beğenmeseler de, bence böyledir! muhammed aleyhisselam küfrden sakınmış, allahü tealaya sığınmışdır. isra suresinin seksendördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. islamiyyetde, islam küfrden iyi olduğu gibi, hakikatde de, islamın küfrden iyi olduğunu bilmek lazımdır. çünki islamiyyet, hakikatin suretidir. sual: evliyalığın denilen derecelerinde, küfr, cehl ve sekr bulunduğu gibi, daha üstündeki denilen derecelerinde, islam, sahv ve ma'rifet vardır. böyle olunca, küfr, sekr ve cehl, vilayet derecelerinde bulunur demek nasıl olur? cevab: fark derecelerinde bulunan sahv ve benzerleri, cem' derecelerindeki koyu sekre göre olan sahvdır. oradaki sahv, sekr ile karışıkdır. oradaki islam da, küfr ile karışıkdır. ma'rifet de, cehl ile bulanmışdır. eğer yazılabilseydi, fark derecelerindeki halleri, ma'rifetleri uzun uzadıya bildirir, o mertebede sekr ve benzerlerinin karışmış olduklarını açıklardım. zeki olanlar, böyle olduğunu, düşünerek de anlıyabilirler. şaşılır, doğrusu çok şaşılır! şu kadar bilmek lazımdır ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bütün o büyüklüklerini ve üstünlüklerini, peygamberlik yolunda buldular. vilayet yolunda değil! evliyalık, peygamberliğin hizmetcisinden başka birşey değildir. evliyalık, peygamberlikden üstün olsaydı, meleklerin yüksek olanlarında evliyalık, başka vilayetlerden üstün olduğu için, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat daha yüksek olurlardı. evliyalığı peygamberlikden daha üstün bilenlerden birçoğu, meleklerin yükseklerindeki vilayetin, peygamberlerdeki vilayetden daha üstün olduğunu görerek, dediler. böylece ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in çoğunlukla bildirdikleri yoldan ayrıldılar. bu yanlışlıkları, hep peygamberliği anlıyamamakdandır. peygamberlik zemanı uzaklaşdığı için, şimdi herkes peygamberlik derecelerini, evliyalık derecelerinden aşağı sanıyorlar. bunun için, bunun üzerinde sözü uzatdım. işin içyüzünü biraz aydınlatmış oldum. ya rabbi! günahlarımızı afv eyle. ayaklarımızı doğru yolda bulundur! kafirlere karşı savaşırken bize yardımcı ol! amin. kıymetli kardeşim meyan şeyh davüd, yanınıza geliyordu. bu yazılara sebeb oldu. vesselam. ikiyüzaltmışdokuzuncu mektub bu mektub, mürteza hana yazılmışdır. din düşmanlarını aşağılamak, uydurma putlarını yıkmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! herkesin bir isteği vardır. bu fakirin arzusu, allahü tealanın düşmanlarına ve onun sevgili peygamberinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam düşmanlarına sertlik göstermek ve o alçakların alçaklıklarını açıklamakdır. onları ve tapındıkları şeyleri aşağılamakdır. allahü tealanın en çok beğendiği işin bu olduğunu iyi biliyorum. işte bunun için, sizi de, tekrar tekrar, bu çok beğenilen işi yapmağa çağırıyorum. bu işin, müslimanlığın en mühim vazifelerinin birincisi olduğunu anlatmak istiyorum. siz oraya gelince, oradaki islam düşmanları rezil oldu. dilleri tutuldu. kalemleri yazmaz oldu. önce, bunun şükrünü yapmak lazımdır. tapınmak için, müslimanlara karşı gösteriş yapmak için oraya yığın yığın gidiyorlardı. allahü tealaya şükrler olsun ki, bizleri bu belaya düşmekden korudu. bu büyük ni'mete şükr etdikden sonra, bu alçakların aşağı, kötü yolda olduklarını yaymağa çalışmalıdır. bunları ortadan kaldırmak için, açıkdan ve el altından, gücünüz yetdiği kadar çalışınız! puta tapınan bu ahmakları elden geldiği kadar aşağılayınız! şimdiye kadar olan gevşekliklerin zararı, böylece belki azaltılabilir ve o kusurların keffareti olur. za'if oldum ve havalar çok soğuk gidiyor. yoksa, hemen huzurunuza gelir, sizi bu işe teşvik ederdim. o alçakların putuna tükürürdüm. bu işimi, se'adete kavuşmaklığım için sermaye yapardım. daha ne yazayım? vesselam. ikiyüzyetmişinci mektub bu mektub, şeyh nur muhammede yazılmışdır. ba'zı sohbetlerde bulunmak, bir yana çekilip yalnız yaşamakdan daha iyi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşimiz şeyh nur muhammed, bu fakirleri öyle unutdu ki, bir selamla, bir haberle bile hatırlamamakdadır. bir köşeye çekilip, uzlet etmek istiyordunuz. ona kavuşdunuz. fekat, öyle sohbetler vardır ki, uzletden daha kıymetlidir. üveysi karniyi rahmetullahi aleyh düşününüz! uzlet etmek istedi. bunun için, insanların en iyisinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbetine kavuşamadı. sohbetin yükseltdiği derecelere erişemedi. tabi'inden oldu. birinci derecede olmakdan ikinci dereceye düşdü. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, hergün bir başka sohbet olmakdadır. hadisi şerifde, buyuruldu. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde bulunanlara selam olsun! gelin namaz kılalım, kalbden pası silelim, allaha yaklaşılmaz, namaz kılınmadıkça! nerde namaz kılınır, günahlar hep dökülür, insan kamil olamaz, namazı kılmadıkça! ikiyüzyetmişbirinci mektub bu mektub, şeyh haseni berkiye yazılmışdır. bir rü'yanın ta'biri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli kardeşim şeyh hasenin mektubu geldi. allahü teala ona iyi haller versin. yüksek derecelere ulaşdırsın! gördüğünüz rü'yayı yazmışsınız. iyi anlaşıldı. ümmidli olunuz. emr edilmiş olan vazifenizi yapmağa can ve gönülden çalışınız. islamiyyetin emrlerine uymakda kıl kadar gevşeklik göstermeyiniz. ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun, doğru i'tikad ile kalbinizi süsleyiniz. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! ananız babanız izn verirse ve kardeşleriniz razı olurlarsa, hindistana gelmeği büyük ni'met biliniz! vesselam. ikiyüzyetmişikinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. imanı gaybın imanı şühudiden üstün olduğu ve tevhidi şühudi ile tevhidi vücudi bildirilmekdedir: önce, allahü tealaya hamd ve resulüne salat ederim! kıymetli kardeşim seyyid mir muhibbullah! biliniz ki, allahü tealanın var olduğuna ve sıfatlarına, gaybden, görmeden inananlar, peygamberlerdir ve onların eshabıdır aleyhimüssalevatü vetteslimat. geriye tam dönmüş olan evliya da, çok az, hem de pek çok az sayıda olup, eshabı kiram gibidirler. alimler ve bütün mü'minlerin imanları da, gaybdan imandır. , ya'ni yalnız yaşıyan velilerin ve ya'ni insanlar arasına karışmış velilerin imanları ise, imanı şühudidir. ışretde olan tesavvufcular da geriye dönmüşdürler. fekat, tam dönmüş değildirler. batınları, yukarıya bakmakdadır. zahirleri, ya'ni bedenleri halk arasında, batınları ise hak teala iledir. bunların imanı, bunun için, hep imanı şühudidir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat geriye tam dönmüşlerdir. zahirleri ile de, batınları ile de, insanları allahü tealaya çağırmakdadırlar. bunların imanları, bunun için, gaybden ya'ni görmeden inanmakdır. ba'zı kitablarımda yazılı olduğu gibi, geri dönmüş olmakla birlikde, yukarıya bağlı kalmak bir kusurdur. sona varmış olmamakdır. tam olarak geri gelmek, en sona varmış olmağı gösterir. tesavvufcular, iki tarafa da bağlı kalmağı üstünlük sanıyorlar. teşbih ile tenzihi kendinde toplıyanları yüksek biliyorlar. farisi mısra' tercemesi: onlar, onlardır, ben de böyleyim yarab! peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vet makamından ayrılıp da, baki olan ahıret alemine girince ve geri dönmekle yapdıkları vazifeleri temam olunca, diyerek, tam olarak allahü tealaya dönerler. yakınlık mertebelerinde ilerlerler. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun, zevallı aşık, birkaç damla ile doysun! bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz üstünlük, yükselirken çokluğun hepsini unutmakdır. hatta, allahü tealanın ismlerini ve sıfatlarını da unutmakdır. batının, allahü tealanın zatından başka birşeyi görmemesidir. sonra, olan olur. geri inerken de, yalnız çokluğu görmekdir. her mü'min gibi, o da mahluklardan başka birşey görmemelidir. ibadet etmekden ve insanları allahü tealaya inanmağa ve emrlerine uymağa çağırmakdan başka birşeyle uğraşmamakdır. bu da'vet işini bitirip, bu fani alemden ayrılınca, bütün bütün allahü tealaya dönmekdir. imanı gaybden kurtulup, imanı şühudiye kavuşmakdır. işitdiklerini önünde bulmakdır. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, ancak dilediğine verir. onun ihsanları pekçokdur. yarıda kalmış olanlar, tam dönmeği noksanlık sanır. batının allahü tealaya dönmesini, insanları da'vet etmek ve yükseltmek için onlara dönmesinden daha üstün bilirler. halbuki, insanlara dönen, kendi isteği ile dönmemiş, allahü tealanın dilemesi ile, yukarıdan aşağı inmişdir. kavuşmuş iken, ayrılık hicranına düşmüşdür. bunun için geri dönen, her an, allahü tealanın iradesi iledir. kendi iradesi yok olmuşdur. allahü tealaya teveccüh eden ise, kavuşmak ve batını ile görmek zevkleri içindedir. yakınlıkla, beraber olmakla sevinmekdedir. farisi tercemesi: sevgilinin istediği ayrılık, bana, binlerce daha tatlıdır, kavuşmakdansa! arabi şi'r tercemesi: kavuşmak, nefsinin dileğidir, ayrılık, efendinin emridir. her an dost ile beraber olmak, nefse uymakdan daha sevgilidir! geriye dönmenin üstünlükleri, yükseklikleri çokdur. yukarıya doğru olan veli, geri dönmüş velinin yanında, deniz yanındaki bir damla su gibidir. geri dönmek, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat üstünlüklerindendir. yukarıya teveccüh ise, evliyalıkdadır. aradaki uzaklığı buradan anlamalıdır. bu inceliği herkes anlıyamaz. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ni'metler sahibidir. tenzih ile teşbihi kendinde toplıyanlardan birçoğu da diyor ki, bütün mü'minler tenzih ile, görmeden iman ediyorlar. bu iman ile birlikde teşbih imanına da kavuşan arif olur. bu arif, mahlukları, allahü tealanın zuhuru olarak görür. mahlukları, vahdetin muhtelif şekller almış hali olarak bilir. yaratanı yaratdıklarının içinde görür. bunlara göre, yalnız tenzih ile olan, ya'ni yaratana, hiçbirşeye benzemeyen, anlaşılamayan bir varlık olarak inanmak noksanlıkdır. bir olan varlığı bu çoklukdan ayrı olarak düşünmeği ayb bilirler. hiçbirşeyle bağlılığı olmıyan, hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa inananları aşağı derecede sanırlar. çokluğu düşünmeden, yalnız bir varlığı düşünmeği sınırlı dar bir çerçeve içinde kalmak sanırlar. sübhanallah! allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin hepsi, , ya'ni insanın dışında olan ve , ya'ni insanın içinde olan putları yok etmeğe uğraşdılar. bu putların yok edilmesini herkesden istediler. hiçbirşeye benzemiyen, nasıl olduğu anlaşılamıyan ve varlığı lazım olan yaratanın bir olduğunu bildirdiler. hiçbir peygamberin, mahluklara benziyen bir yaratana iman edilmesini emr etdiği ve mahluklar yaratanın görünüşleridir dediği hiç işitilmemişdir. bütün peygamberler, varlığı lazım olan yaratanın bir olduğunu, söz birliği ile bildirmişlerdir. ondan başka hiçbirşeye tapılamıyacağını söylemişlerdir. allahü teala, ali imran suresinin altmışdördüncüayeti kerimesinde mealen, kitablı kafirlere söyle! aramızda ortak olan kelimeyi söyleyiniz! ya'ni allahü tealadan başka hiçbirşeye tapınmayınız! ona hiçbirşeyi ortak etmeyiniz. içimizden hiçbir kimseyi yaratıcı rab tanımayız deyiniz! buyuruyor. bu tesavvufcuların sözleri, sonsuz rab tanıdıklarını göstermekdedir. herşey, bir olan rabbimizin görünüşüdür, diyorlar. bu sözlerine şahid olarak hadid suresinin üçüncüayeti kerimesindeki, ve enfal suresinin onyedinciayeti kerimesindeki, o atdığın oku sen atmadın. allahü teala atdı ve feth suresinin onuncuayeti kerimesindeki, okuyorlar ve ya rabbi! herşeyin başlangıcı sensin. senden önce birşey yokdu. sen en sonsun. senden sonra birşey yokdur. sen meydandasın. senden daha açıkda birşey yokdur. sen gizlisin. senden daha gizli birşey yokdur hadisi şerifini okuyorlar. bu ayeti kerimeler ve bu hadisi şerif, onların doğru söylediklerini göstermiyor. ayeti kerimede, allahü tealanın yalnız kendini bildirmesi, mahlukların varlıklarının tam bir varlık olmadığını gayet güzel göstermekdedir. yoksa var olmadıklarını bildirmek değildir. mesela, hadisi şerifde, ve buyuruldu. bunun gibi, daha nice ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. ayeti kerimeye ve hadisi şeriflere bu ma'nayı vermemize, te'vil diyorsunuz demeleri de yersizdir. bu ma'nayı vermemiz, ayeti kerime ve hadisi şeriflerin çok beliğ olduklarını göstermekdedir. dünya işlerinde de böyle sözler çokdur. mesela, bir kimse gönderdiği me'mura olan güvenini bildirmek için, veya der. bu söze kelimelerin ma'nası verilemiyeceği meydandadır. i'timadın çok olduğunu gayet güzel anlatmakdadır. bir hizmetçinin yapdığı iş, onun gücünün, kuvvetinin üstünde olursa ve efendisi bu işe çok ehemmiyyet ve kıymet verdiğini bildirmek isterse, bu işi ben yapdım, sen yapmadın diyebilir. bu söz efendi ile hizmetçinin tek bir adam olduklarını göstermez. kölenin, hizmetcinin işi, kuvvet sahibinin işi olmadığı meydandadır. kendisi de, elbette o değildir. bu tesavvufcular, peygamberlik derecesini anlayamamış olacaklar. o büyükler, iki varlık bildirmekdedir. bu iki varlık birbirinden başkadır demişlerdir. peygamberlerin sözlerinden tevhid ve ittihad ma'nalarını çıkarmak, boş yere uğraşmakdır. onların dediği gibi, var olan, bir olsaydı ve herşey onun görünüşü olsaydı, mahluklara ibadet etmek, ona ibadet etmek olurdu. böyle yanlış söyliyenler de yok değildir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, böyle şeyi çok sıkı yasak etmişler. allahü tealadan başkasına tapınanlara sonsuz azab yapılacağını bildirmişlerdir. mahluklara tapınanların allahın düşmanı olduklarını bildirmişlerdir. bu tesavvufculara yanlış anladıkları bildirilmediği için ve cahillikle, yaratanı yaratdıklarına benzetmek felaketinden kurtarmadıkları için ve mahluklara ibadeti allahü tealaya ibadet sanmakdan vaz geçmedikleri için, birçoğu diyor ki: peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, kalın kafalıların yanlış anlamamaları için, ince olan tevhidi vücud bilgilerini sakladılar. çok varlık bulunduğunu söylediler. bu sözler, ba'zılarının, hazreti aliyi radıyallahü anh iki yüzlü yapmalarına benziyor ki, elbette kulak verilmez. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat herşeyin doğrusunu bildirmesi lazımdır. varlığın bir olması doğru olsaydı ve ondan başka hiçbirşey var olmasaydı, bunu elbette saklamazlardı. doğruyu bırakıp yanlışı bildirmezlerdi. hem de, allahü tealanın zatı ve sıfatları ve işleri için olan bilgide doğruyu söylemeğe titizlikle çalışacakları meydandadır. kalın kafalılar anlıyamasa da, doğruyu söylemekden çekinmezlerdi. görmüyorlar mı ki, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde, denilen ince bilgiler vardır. müteşabihati, değil kalın kafalılar, keskin görüşlü ve ince düşünüşlü olan büyükler bile anlıyamamakdadır. bununla beraber, bunları bildirmekden çekinmediler. cahiller anlıyamaz diyerek bildirmekden vaz geçmediler. bu tesavvufcular, varlığın iki olduğunu söyliyenlere ve allahü tealadan başkasına ibadetden kaçınanlara, müşrik diyorlar. varlık birdir diyen bir kimseye, binlerle puta tapınsa bile muvahhid diyorlar. bunlara göre o putlar, allahü tealanın görüntüleridir. onlara tapınmak, allahü tealaya ibadet olur diyorlar. insaf olunsun ki, bu ikisinden hangisi müşrikdir ve hangisi muvahhiddir? peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat vahdeti vücud bildirmediler. varlık ikidir diyenlere müşrik demediler. ma'budün, tapınacak varlığın bir olduğunu söylediler. ondan başkasına tapınmağa şirk dediler. bu tesavvufcular, mahlukları allahü tealadan başka bilselerdi, başka şeylere tapanlara, müşrik olmaz demezlerdi. onlar bilse de, bilmese de, mahluklar mahlukdur. o değildirler. bunların sonra gelenlerinden birkaçı, dediler. herşeye o demekden kaçındılar. herşey odur diyenleri beğenmediler. bunun için, şeyh muhyiddini ve onun yolunda olanları inkar etdiler ve aybladılar. fekat bunlar, bu alem allahü tealadan başkadır da demiyor. o değildir, ondan başka da değildir diyorlar. bunların sözü de, doğru değildir. iki şey elbet birbirinden başka olur. ikiliğe inanmamak, akla uymamak olur. evet, ehli sünnetden kelam alimleri, allahü tealanın sıfatları o değildir. ondan başka da değildir dediler ise de, buradaki başka sözü, lügat ma'nasında değildir. başka olan iki şeyin birbirinden ayrılması caiz olur demekdir. çünki allahü tealanın sıfatları, zatından ayrılmış değildir ve ayrılmaları caiz değildir. bunun için, allahü tealanın sıfatları o değildir. ondan başka da değildir sözü doğrudur. alem ise, böyle değildir. allahü teala var idi. hiçbirşey yok idi. bunun için alem, ondan başka değildir demek, hem lügat bakımından, hem de ikinci bakımından doğru olmaz. bunlar, ilerliyememiş olduklarından, alemi ya'ni mahlukları, allahü tealanın sıfatları gibi sandılar. sıfatlar için söylemesi caiz olanı, alem için de söylediler. alem odur demediklerine göre, ondan başkadır demeli idiler. böylece, tevhidi vücudi yolundan kurtulmalı idiler. varlığın çok olduğunu anlamalı idiler. tevhidi vücudi sahibleri mesela şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehül'aziz ve onun yolunda gidenler, herşey odur diyor. bu sözleri, alem allahü teala ile birleşmiş demek değildir. haşa ve kella! bu sözleri, alem yokdur. ancak allah vardır demekdir. mektublarımda bunu uzun açıklamışdım. sual: tevhidi vücude inanan tesavvufcuların iki varlığa inananlara müşrik demeleri, onlar iki varlık gördükleri içindir. iki varlık görmek ise, tarikatde şirkdir. cevab: tarikatde şirk olan, iki varlık görmeği önlemek için, tevhidi şühudi yetişir. burada tevhidi vücudi hiç lazım değildir. fena hasıl olması için, salikin bir mukaddes zatdan başka hiçbirşey görmemesi ve düşünmemesi lazımdır. böylece, tarikatdeki şirkden kurtulmuş olur. insan gündüz güneşi görüp yıldızları görmeyince, hergün binlerce yıldız var olduğu halde, iki varlık görmekden kurtulmuş olur. yıldızlar var olsa da, yok olsa da, istenilen şey, yalnız güneşi görmekdir. işin doğrusu da şudur ki, salik aradığı hakiki varlığa o kadar çok bağlanmalıdır ki, herşey var olduğu halde, o hiçbirine bakmamalı, belki hiçbirşeyi görmemeli, onun kalb gözüne hiç birşey gelmemelidir. fenanın en olgun hali de budur. eğer hiçbirşey var olmazsa, salik kimden fena bulacakdır? kimden fani olacak, kimi unutacakdır? tevhidi vücudiyi ilk olarak açıklıyan şeyh muhyiddini arabidir rahmetullahi aleyh. ondan önce gelen büyüklerin sözleri de, her ne kadar, tevhidi ve birleşik olmayı gösteriyorsa da, bu sözlerden tevhidi şühudi de anlaşılabilir. çünki, allahü tealadan başka hiçbirşey görmeyince, kimisi demiş, kimisi diyerek, hiçbirşeye benzemiyen varlık olduğunu bildirmiş, kimisi de diye bağırmışdır. bunların hepsi, bir varlık görme dalında açan çiçeklerdir. hiçbiri vahdeti vücudü göstermemekdedir. vahdeti vücudü ilk olarak açıklıyan, kısmlara ayıran, bir gramer kitabı gibi parça parça anlatan, şeyh muhyiddini arabidir. bu bilginin birçok derin ve ince yerlerini yalnız ben buldum demiş, hatta, demişdir. vilayeti muhammedinin sonuncusu olarak da, kendini bilmekdedir. onun kitablarını şerh edenler, bu sözünü şöyle açıklıyor: bir zengin, kendi hazinesinin bekçisinden birşey alırsa, kendisi için bir küçüklük olmaz. sözün kısası şudur ki, fena ve bekaya kavuşmak ve ve nın derecelerine yükselmek için, tevhidi vücudi hiç lazım değildir. tevhidi şühudi lazımdır. ya'ni, var olanı bir bilmek değil, bir görmek, ondan başkasını görmemek lazımdır. böyle görmekle, hasıl olur. allahü tealadan başka herşey, ya'ni unutulur. bir salik, başdan sona kadar ilerler de, tevhidi vücudi bilgileri kendine hiç gösterilmiyebilir. hatta, bu bilgilere inanmıyacak gibi olur. bu fakire göre, saliki, bu bilgiler gösterilmeden ulaşdıran yol, bu bilgilerin gösterildiği yoldan daha çabuk ilerletir. bu yolun saliklerinin çoğu, istenilene kavuşurlar. o yolda olanların çoğu ise, yarı yolda kalırlar. deryayı ararken, bir damla ile avunup kalır. aslı ile birleşmiş sanarak, gölgeye tutulurlar. böylece asla kavuşamazlar. böyle olduğunu tecribe ile anlamış bulunuyorum. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. bu fakir, her ne kadar ikinci yoldan ilerledim ve tevhid ma'rifetleri ve ilmleri çok gösterildi ise de, allahü tealanın lutfları çok olduğu için ve sevilenlerin götürülmesi ile ilerlediğim için, bu yolun vadilerinden ve çöllerinden lutf ve ihsan ile geçirildim. büyük lutf ile gölgelerden atlatılarak asla kavuşduruldum. sıra, talebe yetişdirmeğe gelince, öteki yolun daha çabuk kavuşdurduğu anlaşıldı. bizlere, doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bize doğru yolu göstermeseydi, kendiliğimizden bulamazdık. rabbimizin peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat doğru sözlü olarak gelmişdir. tenbih: yukarıda yazılanlardan anlaşıldığı üzere, birden fazla varlık olduğu halde, ya'ni allahü tealadan başka varlık bulunduğu halde, ve elde edilmekdedir ve ve hasıl olmakdadır. çünki demek, masivayı unutmak demekdir. masiva yok olmayacakdır. bu sözümüz meydanda olan birşeyi bildirmekde ise de, büyüklerden çoğu bunu anlıyamamışdır. artık cahillerin nasıl olacağını düşünmeli. tevhidi şühudinin tevhidi vücudi olduğunu sanıyorlar. vahdeti vücud bilgileri, bu yolda elbette lazımdır diyorlar. iki vücude inananlara sapık ve başkalarını da şaşırtıcı diyorlar. hatta bunlardan çoğu, allahü tealayı tanımak, tevhidi vücud bilgileri ile olur sanıyorlar. mahlukların aynasında bir varlığı görmek, bu yolun sonuna varmak demekdir diyorlar. hatta bunlara göre peygamberimiz aleyhi ve ala cemi'i ihvanihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, peygamberlik derecelerini temamladıkdan sonra, çoklukda ya'ni mahluklarda vahdeti ya'ni bir olan varlığı, ya'ni allahü tealayı görmek derecesine kavuşdu. ayeti, bu makama erişdiğini göstermekdedir dediler. bu ayeti kerimede mealen, buyuruyor dediler. öyle sanıyorum ki, kevser kelimesinde, harfinin, kesret ya'ni çokluk bildiren üç harfin arasında bulunmasından, böyle anlamışlardır. haşa ve kella! peygamberlik makamında böyle bilgiler yokdur. çünki, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa inanmağı emr buyurmuşlardır. mahluklar aynasında görülebilen hiçbir şeyin, o bir varlıkla ilişiği olamaz. bunların hepsi, anlaşılabilen ve ölçülebilen şeylerdir. allahü teala, bu tesavvufculara insaf versin! peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi derecelerindeki terazi ile ölçmeğe kalkışıyorlar. o büyüklerin derecelerini kendi dereceleri gibi sanıyorlar. ağızlarından çok büyük söz çıkarıyorlar. farisi tercemesi: taş içindeki böcek sanır, yer ve gök hep orasıdır. diyorlar. bu fakire başlangıcda böyle bilgiler hasıl olmuşdu. sonra pişmanlık, tevbe ve istigfar nasib oldu. o görünenleri, hıristiyanların putları gibi, allahü tealadan uzak buldum. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki, . bunun için, kesretde vahdeti görmek de, nefy edilecekdir. nefy edilmesi lazım gelen şey, o mukaddes varlıkda bulunamaz. hace hazretlerinin o sözü, beni bu şühudden kurtardı. şühudün, görmenin zevklerine bağlı kalmağa son verdi. ilmden cehle çıkardı. ma'rifetden hayrete ulaşdırdı. allahü teala, o büyük veliye bizim tarafımızdan çok iyilikler versin! bu sözümle, o büyük rehberin müridi olduğumu, onun kölesi olmakla şereflendiğimi bildiriyorum. doğrusu, evliyadan çok azı, onun gibi söylemişdir. müşahedeleri onun gibi yok eden pek az olmuşdur. şahı nakşibend hazretleri, buyurmuşdur. bu sözle ne demek istediği şimdi anlaşılmakdadır. çünki bayezid, çok yüksek derecelere yükseldi ise de, şühudden ve müşahededen kurtulamadı. çerçevesinin darlığından dışarı çıkmadı. behaüddini buhari hazretleri ise, bir kelimesi ile, bütün müşahedelerini, gördüklerinin, bulduklarının hepsini yok etdi. hepsini allahü tealadan başka bildi. bayezidin tenzih sanmış olduğunu, teşbih bildi. onun dediğine dedi. onun kemal gördüğünü, noksanlık gördü. bunun için, onun teşbihden ileri gidemiyen sonu, bu büyük hocamızın başlangıcı oldu. çünki teşbihden başlayıp, tenzihe vardı. belki bayezidi bistami hazretlerine son günlerinde bu kusuru bildirmiş olacaklardır ki, buyurmuşdur. huzur, şühud dediklerinin, gaflet olduğunu bildirmişdir. onun huzur ve şühud dedikleri, allahü tealanın huzuru değildi. gölgelerden bir görüntünün huzuru idi. sonsuz zuhurlardan biri idi. bunlara bağlanarak, allahü tealadan gafil kalmışdı. çünki allahü teala, veraların verası, ötelerin ötesidir. zıller, görüntüler, zuhurlar, bu yolun başlangıcında olur ve ilerletmeğe yararlar. behaüddini buhari hazretleri, buyurdu. bu sözü, tam yerindedir. çünki ta başlangıcda yalnız bir varlığı aramakdadır. ismlere, sıfatlara bakmayıp, ancak zatı özlemekdedir. bu yüksek yola giren uyanık bir talibde bu ni'met, bu kemale kavuşmuş olan rehberinden saçılarak, yayılarak hasıl olur. talib bu kazancını bilse de, bilmese de, hiç değişmez. bunun için, nihayetde kavuşulan dereceler, bu büyüklerin başlangıcında yerleşmiş bulunmakdadır. bu yolun başında hasıl olan, bir varlığı özlemek ni'meti, salikde kuvvetlenirse, batındaki bu arzu, zahirine de işlerse, mahlukların aynasında görünen aşağı müşahedelerden kurtulur ve teşbih bilgilerinden sıyrılır. eğer o teveccüh kuvvetlenmeyip, yalnız batınında kalırsa, çok olur ki, kesretde vahdeti görmek lezzetine takılır. tevhid ve ittihad zevklerine dalar. fekat bu yolda, tevhid müşahedesi, yalnız zahirde kalır. batına bulaşmaz. batınları ya'ni kalbleri ve ruhları, yine bir varlığı özlemekdedir. zahirleri, kesretde vahdeti görmekdedir. çok olur ki, zahirlerindeki müşahede kuvvet bularak, batındaki teveccüh belli olmaz. yalnız zahirin şühudü bilinir. bu satırları yazan fakir de, başlangıcda böyle idi. zahirdeki kuvvetli olduğundan batındaki yalnız bir varlığa teveccüh belli olmamışdı. kendimi temamen şühudüne müteveccih buluyordum. bir müddet sonra, allahü teala, batındaki teveccühü de bildirdi. batına da yardım eyledi. şimdiki derecelere kavuşdurdu. bunun için, allahü tealaya sonsuz hamd olsun. bu yolun büyüklerinden birkaçında görülen tevhid ma'rifetleri ve aşağı müşahedeler de böyledir. bu büyüklerin hem zahirleri, hem de batınları, bu müşahedelere bağlanmamışdır. bu ma'rifetlere tutulmamışdır. başka yollarda olanlar böyle olmayıp, zahirleri de, batınları da, bu müşahedelere tutulmuşdur. bu şühudü, tenzih ile teşbihi birleşdiriyor sanmışlar, kemal bilmişlerdir. fekat, bunların batınları da, tenzihe inanmakda ise de, başka şeye tutulmuşlar, başka şey bilmişlerdir. tenzihe inanmıyanlar ve aşağı müşahedelerden başka bir varlığa iman etmiyenler, mülhiddir, sapıkdır, sözümüzün dışındadırlar. mahlukların aynasında hak tealayı müşahede etmeği, tesavvufcular kemal sayıyor ve teşbih ile tenzihin birleşmesi diyorlar. bu fakire göre, bu müşahede, allahü tealayı müşahede etmek değildir. bunların gördükleri, vehm ve hayal etdikleri şeylerdir. mümkinde gördükleri, vacib değildir. mahlukda buldukları, kadim değildir. teşbihde görünenler, tenzih değildir. sakın tesavvufcuların, boş sözlerine aldanmayınız! hak olmıyanı, hak sanmayınız! bu tesavvufcular, şü'ursuz bir halde olduklarından özrlü sayılırlar. yanılan müctehid gibi hesaba çekilmezler ise de, bunlara uyanlara acaba ne yaparlar bilemem. keşki bunları da, yanılan müctehidlere uyanlar gibi afv etseler! fekat afv etmezlerse, işleri çok güç olur. kıyas ve ictihad, islamiyyetin dört temelinden birisidir. buna uymağa emr olunduk, evliyanın keşf ve ilhamları, böyle değildir. bunlara uymağa emr olunmadık. ilham, yalnız sahibi için delildir, huccetdir, seneddir. başkaları için sened değildir. ictihad ise, her müsliman için huccetdir, seneddir. bunun için müctehid olan alimlere uymak lazımdır. dinin temellerini, bu alimlerin bildirdiklerine uygun olarak öğrenmelidir. tesavvufcuların, bu alimlerin bildirdiklerine uygun olmıyan sözlerine ve işlerine uymamak lazımdır. bununla beraber onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şü'ursuz olan sözlerinden saymalıdır. açık olan yanlış ma'naları bırakıp doğru ma'nalar çıkarmalıdır. şuna çok şaşılır ki, tesavvufculardan çoğu, vahdeti vücud gibi keşf ve ilham ile anlaşılan bilgilere inandırmak için insanları zorluyorlar. onların da, böyle söylemesini istiyorlar. inanmıyanlara azab olacağını bildiriyorlar. keşki bu bilgileri inkar etmemeleri için zorlasalardı. inkar edenlere azab var deselerdi. çünki iman başkadır, inkar etmemek başkadır. bu bilgilere inanmak lazım değildir. fekat inkar etmekden de sakınmalıdır. çünki bu bilgileri inkar etmek, bu bilgilerin sahiblerini inkar etmeğe gidebilir. hak yoldaki evliyaya düşmanlığa sebeb olabilir. sözün kısası, hak yolda olan ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre inanmalı ve hareket etmeli ve tesavvufcuların keşflerine iyi gözle bakmalıdır. bu sözlere evet veya hayır demekden sakınmalıdır. aşırı gitmekle geri kalmak arasındaki iyi, orta yol da budur. herşeyin doğrusunu bildiren allahü tealadır. ne kadar şaşılır ki, tesavvufcu olduğunu söyliyenler arasında, bu müşahedelerle doymıyarak, hatta bu görüşleri aşağı sanarak, dünyada allahü tealayı görüyoruz diyenler çıkmışdır. hiçbirşeye benzemiyen vacibülvücudü gördüklerini söylüyorlar. peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam mi'rac gecesinde bir kerre kavuşduğu ni'mete biz her gün kavuşuyoruz diyorlar. gördükleri nuru, sabahları tan yerinin ağarmasına benzetiyorlar. bu nurun anlaşılamayan bir mertebe olduğunu sanıyorlar. tesavvuf yolunun sonu, bu nurun görünmesine kadardır diyorlar. allahü teala, zalimlerin dedikleri şeylerden çok uzakdır. o, çok büyükdür. bu da yetişmiyormuş gibi, allahü teala ile konuşduklarını bildiriyorlar. allahü teala böyle buyurdu diye birçok şeyler söylüyorlar. düşmanlarına, allahü teala size şöyle böyle yapacağını bildirdi diyorlar. sevdikleri kimselere de müjdeler veriyorlar. kimisi de, gecenin üçde ikisi veya dörtde üçü geçdikden sonra, rabbim ile konuşdum, çok şeyler sordum, cevablarını aldım diyor. bunların sözlerinden anlaşılıyor ki, o gördükleri nuru hak teala sanmakdadırlar. o nuru, allahü tealanın görünüşlerinden bir görünüş olarak ve zıllerden bir zıl olarak değil de, allahü tealanın zatı, kendisi sanıyorlar. halbuki, o nura allahü tealanın zatı demek, büyük iftiradır. tam bir sapıklık ve zındıklıkdır. cenabı hak, ne kadar çok sabrlıdır ki, böyle iftiracılara çeşid çeşid azablar yapmak için acele etmiyor ve bunları yok etmiyor. allahü tealanın ilmi çokdur, hilmi de çokdur. kudreti büyükdür. afvı da büyükdür. musa aleyhisselamın kavmi, allahü tealayı görmek istedikleri için yok edildiler. hazreti musa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam allahü tealayı görmek isteyince, araf suresinin yüzkırkikinci ayetinde mealen, cevabını aldı. aklı başından gitdi. bu isteğinden tevbe etdi. muhammed sallallahü aleyhi ve sellem rabbül'aleminin mahbubudur. gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. mubarek bedeni ile mi'raca çıkdığı halde ve arşı, kürsiyi geçdiği ve zemandan, mekandan dışarı çıkdığı halde ve allahü tealayı gördüğüne kur'anı kerimde işaretler bulunduğu halde, alimlerimiz arasında görmedi diyenler de vardır. alimlerin çoğu, görmedi demişdir. imamı gazali de, görmemiş olması daha doğrudur buyurmuşdur. bu cahiller ise, bozuk hayalleri ile hergün gördüklerini sanıyorlar. halbuki islam alimleri, muhammed resulullahın sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem bir kerre görmesinde sözbirliğine varamamışlardır. bunların sözlerine dikkat edilirse, iki kimsenin karşı karşıya konuşdukları gibi, allahü teala ile konuşduklarını sanıyorlar. bu da, tam sapıklıkdır. haşa ve kella! kelimeleri yanyana dizerek, birbirinden önce ve sonra sıralıyarak konuşmak, mahluk olmağı gösterir. allahü teala, böyle konuşmaz. tesavvuf büyüklerinin sözleri, bunları yanıltmış olacak. tesavvuf büyükleri de, allahü teala ile konuşulacağını bildirmişlerdir. fekat bu büyükler, allahü tealanın bu sözleri arka arkaya söylediğini bildirmiyorlar. allahü teala, bu kelamı yaratdı diyorlar. bu sözleri hiç yanlış değildir. musa aleyhisselamın mubarek ağaçdan işitdiği söz de, allahü tealanın kelamı idi. söz mahluk, allahü teala halık idi. yoksa, iki kimsenin konuşması gibi değildi. cebrail aleyhisselamın allahü tealadan işitdiği kelam da, böyle idi. bu kelamlar da, allahü tealanın kelamıdır. buna inanmıyan kafir ve zındık olur. allahü tealanın kelamı, ile arasında sanki ortakdır. araya hiçbirşey karışmadan allahü teala onu yaratmakdadır. bundan anlaşılıyor ki, kelamı lafzi de allah kelamıdır. buna inanmıyan da kafir olur. burasını dikkatle okumalıdır. bu açıklama çok yerde işe yarayacakdır. insanı herşeye kavuşduran allahü tealadır. mümkinlerin ya'ni mahlukların vücudleri ya'ni varlıkları da, bütün sıfatları ve kuvvetleri gibi pek za'ifdir. mümkinin ilmi, vacibi tealanın ilmi yanında nedir ki? mahlukun kudretinin, ezeli olan kudret yanında ne değeri olabilir? bunun gibi, mümkinin varlığı, vacibi tealanın varlığı yanında hiçdir. bu iki varlığa bakan bir kimse, ikisi arasındaki ayrılığın çokluğunu görünce şaşıracak ve bu ikisine de varlık demek acaba doğru mudur? yoksa, birisine var demek doğrudur da, ikincisine, varlığa benzediği için mi var denmişdir diye soracaklardır. görmüyor musun? tesavvufcuların çoğu ikinci soruya inanarak, mahlukların varlığına, mecaz yolu ile vücud demişlerdir. mahlukların varlığını söyliyen, ya cahil müslimanlardır. yahud, insanların en yüksekleridir. insanların en yüksekleri, peygamberlerdir aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ümmetleri arasında, peygamberin vilayetine kavuşmakla şereflenen, zıl dairelerinin hepsini geçenlerdir. herşeyin içini anlıyamayıp yalnız dışlarını gören cahiller, vacibi tealanın varlığı ile, mümkinlerin varlığını tam varlık sanırlar. her ikisini mevcud bilirler. insanların en yüksekleri keskin görüşlüdür. bu iki varlığı, tam varlık bulurlar. vücudün parçalarının dereceleri arasındaki ayrılıkların, vücudün sıfatlarında ve i'tibarlarında olduğunu, özlerinde ve zatlarında olmadığını söylerler. böylece, birisi, tam varlık, öteki mecaz olarak varlık olmakdan kurtulur. insanların orta derecede olanları, cahillerden üstün ve en yüksek olanlardan aşağı derecelerde olduklarından, mahlukların var olduklarına inanmaları ve bunların vücudlerine tam varlık demeleri çok güçdür. bunun içindir ki, mümkinin varlığı, tam varlığa benzediği için, ona mevcud denilmişdir derler. güneşde durmuş suya, güneşlenmiş su demeğe benzemekdedir. vücud, onunla bulunmuyor ki varlığı doğru olsun. bu tesavvufculardan birkaçı da, mahlukların vücudü üzerinde birşey söylememişdir. vücudleri vardır veya yokdur diye açıkça konuşmamışlardır. birkaçı ise, mahlukların vücudü yokdur dedi. vacibi tealadan başka mevcud yokdur dediler. birkaçı da, mahlukların vücudünü vacibi tealadan başka bilmezler. iki vücud birdir de demezler. birkaçı ise, mahlukları allahü tealanın var olduğu vücud ile mevcuddürler dedi ki, bu söz mahlukların ayrıca vücudleri yokdur demekdir. mahlukların vücudü vardır demek için keskin görüşlü olmak lazımdır. allahü tealanın vücudü ya'ni varlığı yanında, mahlukların vücudünü, bunlar görebilir. keskin görüşlü olanlar, gündüzün, güneşin vücudü yanında yıldızları görürler. görmesi kuvvetli olmıyanlar ise göremez. mahlukların vücudü, gündüz yıldızların vücudü gibidir. görüşü kuvvetli olanlar görebilir. görmesi az olanlar görmekden mahrum kalır. sual: cahillerin görmesi za'if ve basiretleri, ya'ni kalb gözleri kör olduğu halde, mahlukların vücudünü nasıl görebiliyorlar. vacibi tealanın vücudünün ışıkları, onların görmesine niçin mani' olmıyor? cevab: cahiller, birşeyi öğrenmekle anlar. görmekle anlamaz. biz burada öğrenerek değil, görerek anlıyanları söylüyoruz. öğrenmekle anlıyanlar için birşey demiyoruz. vacibi tealanın vücudünün ışıkları, cahillere göre sanki yok gibidir. bunun için, mahlukların, vücudünü görmeğe mani' olmaz. şöyle de cevab veririz ki, ışıkların görünmesi, mahlukların vücudünü görmeğe mani'dir. mahlukların vücudünü bilmeğe mani' değildir. çünki bir şeyi bilmek, çok olur ki, işitmekle ve başkalarına uymakla da hasıl olur. düşünmekle ve benzetmekle de bilinebilir. görüşleri za'if olanlar da, gündüzleri yıldızların vücudünü bilir. güneşin ışıkları, bu bilgiye mani' olmaz. cahiller, mümkinlerin vücudünü bilmekdedir. görmekde değildirler. çünki şühud, ya'ni görmek, kalb gözü ile olur. bunların basiretleri ya'ni kalb gözleri ise, kördür. görülecek şey, melek de olsa veya melekut veya ceberut yahud lahut da olsa göremezler. mahlukların vücudü var demekde, cahiller en yüksek alimler gibidir dedik. başka birçok yerlerde de onlar gibidirler. bunun içindir ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat birçok işleri cahiller gibi yapmakdadırlar. herkes ile ve çoluk çocukları ile, onlar gibi yaşarlar. insanların en iyisinin aleyhissalatü vesselam çoluk çocuğuna karşı güzel işlerini herkes bilir. mesela birgün, insanların en iyisi aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hazreti hasen ile hazreti hüseyni öpdüler. onlarla sevinçli ve güler yüzlü vakt geçirdiler. orada bulunanlardan birisi, ya resulallah! onbir oğlum var. şimdiye kadar hiçbirisini öpmedim dedi. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buyurdu ki, bu merhametdir. kullarından dilediğine ihsan eder. en yüksek olanlar, birçok işlerinde cahillere benzemekdedir. bu benzeyiş, her ne kadar görünüşde ise de, cahiller, işin iç yüzünü anlıyamadıklarından, o büyüklerden faidelenemiyorlar. o büyükleri kendileri gibi sanıyorlar. kendilerine benzemiyenlere bakıyorlar. onları büyük biliyorlar. evliyanın ahlakı ve işleri kendilerine benzemediği için onları, huyları, işleri ve sözleri kendilerine benziyenlerden daha üstün sanıyorlar. kendilerine benziyen ahlak ve işler, peygamberlerde bulunsa bile, onları daha üstün biliyorlar. işitdiğimize göre, şeyh ferideddini şekergenç rahmetullahi aleyh hazretlerinin çocuklarından biri ölünce, bunu haber aldığı zeman, hiç üzülmedi. dedi. insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamın oğlu ibrahim vefat edince, yanına gelip ağladı ve çok üzüldü ve ya ibrahim! senin ayrılığınla çok üzüntüdeyiz buyurdu. üzüldüklerini çok çok bildirdiler. şimdi düşünelim! şeyh ferideddin mi daha üstündür, yoksa seyyidülbeşer mi? cahiller, hayvan gibi olduğundan, şeyhin işini daha üstün görürler. onun dünyaya bağlı olmadığını anlarlar. resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam işini ve sözlerini dünyaya bağlılık sanırlar. bu kötü inanışlarından allahü tealaya sığınırız! bu dünya imtihan, deneme yeridir. cahilleri en yükseklere benzetmenin çok faideleri ve sebebleri vardır. . ya'ni, ya rabbi! doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymağı bize nasib et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasib et! insanların en üstünü hurmetine bu düamızı kabul buyur!. yine sözümüze dönelim. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onların eshabının ve eshabın izinde giden evliyanın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in imanları, önce şühudi iken, insanları allahü tealaya çağırmak için geriye döndükden sonra, gaybi olmuşdur. şuna benzer ki, bir kimse gündüz, güneşi görür. güneşin vücudüne imanı şühudi ile inanır. gece olunca, bu imanı şühudisi, imanı gaybi olur. alimlerin imanı, gaybi ise de, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat izinde gitdikleri için bu imanı gaybileri, vicdani ve anlayışlı olmuşdur. nazari, teorik olmakdan kurtulmuşdur. alim deyince, ahıret bilgilerine alim olan kimse anlaşılmalıdır. dünya alimleri anlaşılmamalıdır. çünki dünya alimleri, bütün mü'minler gibidir. bütün mü'minlerde bulunan gaybden imanın çok dereceleri vardır. bu imanın en yüksek derecesi, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla hasıl olan imandır. ya'ni, allahü teala şöyle buyurdu ve resulullah sallallahü aleyhi ve ala alihi ve sellem böyle buyurdu diyerek öğrenilen imandır. sual: ehli sünnet alimleri buyuruyor ki, istidlal ile ya'ni akl ile bularak hasıl olan iman, taklid ile ya'ni başkasına uyarak hasıl olan imandan daha üstündür. hatta, alimlerin çoğu, istidlal imanın şartıdır. taklid ile hasıl olan iman, iman olmaz buyurmuşlardır. siz ise, imanı taklidi daha üstündür diyorsunuz? cevab: peygamberleri aleyhimüssalevatü vettehıyyat taklid ederek hasıl olan iman, imanı istidlalidir. çünki o büyükleri taklid eden kimse, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdiği her şeyin doğru olduğunu, aklı ile, düşüncesi ile anlamışdır. çünki allahü tealanın, bir kimsenin sözlerinin doğru olduğunu bildirmesi için, ona, mu'cizeler vermesinden, o kimsenin elbette doğru sözlü olduğu anlaşılır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat hepsinde mu'cizeler bulunduğu için, hepsi doğru sözlüdür. başkasına uyarak hasıl olan imanın kıymetsiz olması, babalarından görerek iman etdikleri içindir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat doğru söylediklerini, bildirdikleri herşeyin doğru olduğunu düşünmeden, yalnız anadan babadan ve etrafdan görerek hasıl olan imandır. böyle olan imanı taklidi, alimlerin çoğuna göre kıymetsizdir.hıristiyanların ve yehudilerin imanları ve komünistlerin, masonların ve şimdiki türedi ilericilerin imansızlıkları ve din düşmanlıkları da, böyle imanı taklidi gibidir. hiç kıymeti ve ehemmiyyeti ve doğruluğu yokdur. anadan, babadan ve yaldızlı propagandalardan hasıl olan yanlış ve temelsiz birer inanışdır. mantığa dayanarak, akl ile, düşünce ile hasıl olan imana gelince, bu yoldan iman elde edilebilir. fekat elde edenler pekazdır. allahü tealanın varlığını bu yoldan isbat etmekde, mevlana celaleddini devani rahmetullahi teala aleyh gibi biri daha bulunduğunu bilmiyoruz. çünki bu, hem muhakkıkdır ve hem de sonra gelenlerdendir ve bu yüksek varlığı isbat etmek için çok uğraşmışdır. böyle olmakla beraber, ondan sonra gelenlerden onun yazılarını açıklayanlar, onun ileri sürdüğü düşüncelerden, olaylardan yanlış veya kusursuz olanını görememişlerdir. açıklarken çok fikrleri değişdirmek zorunda kalmışlardır. bundan anlaşılıyor ki, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat taklid etmeğe dayanmadan, yalnız istidlal ile iman hasıl edenlere yazıklar olsun! allahü teala, imanın nasıl elde edileceğini bize gösteriyor. ali imran suresinin elliüçüncü ayetinde mealen, ya rabbi! senin indirdiğine inandık. resulüne uyduk. bizi şahid olanlarla birlikde bulundur! buyuruldu. ikiyüzyetmişüçüncü mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. salik kendine yol gösterene bağlı olup, başkalarına bakmaması lazım olduğu ve rü'yalara kıymet verilmemesi bildirilmekdedir: bizlere doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bizlere doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberlerinin her sözü doğrudur. lutf ederek bu fakire gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bunun için size iyi karşılıklar versin! buyuruyorsunuz ki: sual: teganni ile okumayı ve dinlemeyi sıkı yasak etdiğimiz gibi, mevlidi de yasak edecek miyiz? halbuki mevlid resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem anlatan ve öven kasidelerle çeşidli din ve ahlak bilgisi veren şi'rlerdir. kıymetli kardeşimiz muhammed nu'man rahmetullahi teala aleyh ve buradaki sevdiklerimizden birkaçı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin bu mevlid cem'iyyetlerini çok beğendiklerini rü'yada görmüşlerdir. mevlid dinlemekden vaz geçmek, bunlara çok güç gelmekdedir. cevab: kıymetli efendim! rü'yaların kıymeti olsaydı, rü'yada görülenlere güvenilseydi, müridlerin rehberlere hiç ihtiyaçları olmazdı. allahü tealanın ma'rifetlerine kavuşmak için, tarikatlerden birine bağlanmak lazım olmazdı. çünki her mürid, rü'yada gördüğüne göre, işini yoluna kordu. yaşayışını, rü'yalarına göre düzenlerdi. rü'yaları, rehberin yoluna uygun olsun, olmasın, rehberi beğensin beğenmesin, onlara uyardı. böyle olunca, rehberlik müridlik zinciri kopar, her cahil, her ahmak, kendi görüşüne göre hareket ederdi. sadık olan bir mürid, rehberi varken, binlerce rü'yaya on paralık değer vermez. akllı, uyanık olan bir talib, pir ni'metine kavuşmuş iken, rü'yaları hayal sayar, hiçbirini hatırına bile getirmez. mel'un şeytan, güçlü bir düşmandır. sona varanlar bile, onun aldatmasından korkusuz değildirler. onun yalanlarından korkmakda, titremekdedirler. sondakiler böyle olunca, yolun başlangıcında ve ortasında olanları artık anlamalı. halbuki, allahü teala, sondakileri korumakdadır. şeytan bunları aldatamaz. başlangıcdakiler ve yoldakiler ise böyle değildir. işte bunun için, onların rü'yalarına güvenilmez. düşmanın aldatmasından korunmuş değildirler. sual: rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem görülürse, o rü'ya doğrudur. şeytanın aldatmasından korunmuşdur. çünki şeytan, onun şekline giremez. böyle bildirildi. onun için, kardeşlerimizin rü'yalarının doğru olması lazımdır. şeytanın aldatması olmaz değil mi? cevab: kitabının sahibi, , şeytan, medinei münevverede medfun bulunan muhammed aleyhisselamın kendi şekline giremez diyor. başka suretlerde de, resulullah olarak görünemez diyenleri kabul etmiyor. resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam kendi şeklini ve hele rü'yada tanıyabilmek çok güç olacağı meydandadır. bunun için, rü'yalara nasıl güvenilebilir? alimlerin çoğunun dediğine uyarak ve resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam yüksek şanına yakışacak üzere, şeytanın hiçbir şeklde o serverin ismi ile görünemiyeceğini söylersek, o şeklden emrler almak ve onun beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir. mel'un şeytan düşmanlığını burada da gösterebilir. araya karışarak, olmıyan şeyi olmuş gibi gösterebilir. rü'ya göreni şaşırtır. kendi sözlerini ve işaretlerini, o şeklin ala sahibihessalatü vesselam sözleri ve işaretleri imiş gibi gösterir. çoğumuzun bildiği gibi, birgün seyyidülbeşer aleyhi ve ala alihi ve eshabissalatü vesselam eshabı ile oturuyordu. kureyşin ileri gelenleri ve kafirlerin şefleri orada idiler. seyyidülbeşer aleyhi ve ala alihissalatü vesselam onlara suresini okudu. onların putlarını anlatan ayeti kerimeye gelince, mel'un şeytan putları öven birkaç sözü, o serverin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sözüne ekledi. dinleyenler, bunları da o serverin sözü sandılar. şeytanın sözlerini ayeti kerimeden ayıramadılar. orada bulunan kafirler bağırmaya başlıyarak, muhammed aleyhissalatü vesselam bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. orada bulunan müslimanlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. o server aleyhissalatü vesselam şeytanın sözlerini anlamadı. diye sordu. eshabı kiram, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam düşünceye daldı ve çok üzüldü. hemen cebraili emin ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam vahy getirdi. o sözleri şeytanın karışdırdığı, bütün peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildirdi. allahü teala, o sözleri ayeti kerime arasından çıkardı. kendi kelamını sapsağlam yapdı. görülüyor ki, o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hayatda iken ve uyanık iken ve eshabı kiram arasında, şeytanı la'in o serverin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sözüne kendi bozuk şeylerini karışdırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam vefat etdikden sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rü'yanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değişdirmediğini anlıyabilir? şunu da söyliyelim ki, mevlid okuyanların ve dinleyenlerin zihnlerinde resulullahın bu işden razı olduğu yerleşmiş bulunmakdadır. çünki övülen kimseler, övenleri beğenir. bu düşünce, hayallerinde yerleşerek, hayallerindeki şekli, sureti rü'yada görebilirler. bu rü'ya doğru olmadığı gibi, şeytan da karışmış değildir. şunu da bildirelim ki, rü'yalar doğru olsa bile, arasıra göründüğü gibi çıkar. mesela, rü'yada birisi görülürse, o kimsenin kendisi anlaşılır. doğru olan rü'yalar, çok olur ki, görüldüğü gibi çıkmaz. bundan başka birşey anlamak, ya'ni ta'bir etmek lazım gelir. mesela, rü'yada ahmed görülür. ahmed ile mehmed arasında sıkı bağlantı olduğundan, bu rü'yadan mehmed anlaşılır. bu bildirdiklerimiz gösteriyor ki, oradaki sevdiklerimizin gördükleri rü'yalara şeytan karışmamış olsa bile, bu rü'yaların, görüldüğü gibi olduğu nereden anlaşılır? bunları ta'bir etmek lazım olmadığı ve başka şeyleri göstermedikleri nasıl söylenebilir? demek ki, rü'yalara kıymet vermemelidir. herşey, insan uyanık iken vardır. bunları uyanık iken görmeğe çalışmalıdır. uyanık iken görülen, bulunan şeylere güvenilir. bunlar, ta'bir etmek istemez. rü'yada ve hayalde görülen şeyler de, rü'ya ve hayaldir. oradaki sevdiklerimiz, çok zemandan beri kendi kendilerine yaşıyorlar. dilediklerini yapıyorlar. fekat, mir muhammed nu'manın, büyüklerin yoluna uyması elbette lazımdır. yasak edildikden sonra, bir an bile duraklamakdan allahü teala korusun. eğer duraklarsa, kime zararı olur? yolumuza uygun olmadığı için, yasak etmekde sıkı davranıyorum. yolumuza uymıyan şey şarkı, raks, dans olsun veya mevlid, kaside, okumak olsun birdir. her yolun maksuda kavuşduran özel şartları vardır. bu tarikde maksada kavuşabilmek, bu işleri yapmamağa bağlıdır. bu yolda ilerlemek istiyenlerin bu yola uygun olmıyan şeylerden sakınması lazımdır. başka yollarda yapıldığına bakmaması lazımdır. behaüddini buhari kuddise sirruh buyurdu ki, . ya'ni bu iş, bizim yolumuza uygun olmadığı için yapmayız. fekat başka tarikatlerin büyükleri yapdıkları için, inkar da etmeyiz. firuzabad ya'ni delhi şehri, biz fakirlerin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in sığınağıdır. bize bağlı olanların en kıymetlileri oradadır. bu yüksek yola uygun olmayan birşeyin orada görülmesi, biz fakirleri ne kadar üzse yeridir. bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin kıymetli oğulları oradadır. onlara, yüce babalarının yolunu korumak daha çok yakışır. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri vefat edince, onun mubarek yolu her tarafda bozulmağa başlarken, oğulları sımsıkı sarılıp, bu yolu korudular. değişiklik yapanlara karşı durdular. böyle olduğunu siz de biliyorsunuz. hocamız bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin selim, yumuşak huylu olduğunu yazıyorsunuz. evet, başlangıcda, ba'zı işlerde melamilik yolunu tutarak, kolaylık gösterirlerdi. melamet yolunu benimsiyerek ba'zı şeylerde azimeti bırakırdı. son zemanlarında bu işlerin hiçbirini yapmadılar. melamet kelimesini ağızlarına almadılar. insaf ederek söyleyiniz! eğer kendileri şimdi hayatda olsa idi, o cem'iyyetinize, toplantınıza razı olurlar mı idi? beğenirler mi, yoksa beğenmezler mi idi? bu fakir iyi biliyorum ki, hiç izn vermezlerdi. elbette inkar ederlerdi. bunları yazmakdan maksadım, işin doğrusunu bildirmekdir. dinleseniz de, dinlemeseniz de, hiç sıkılmam ve birşey söylemem. eğer, kıymetli oğulları ve oradaki sevdiklerimiz, o işlerden vazgeçmezlerse, onlarla görüşmemiz sona erecekdir. başınızı çok ağrıtmıyayım. sonunuz selamet olsun. ikiyüzyetmişdördüncü mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. çok yükselmek için çalışmak, yolda görülen şeylere bağlanıp kalmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! iyi düalarımı bildiririm. gönderdiğiniz üç mektub geldi. bildirdiğiniz rü'yalar, haller ve kerametler anlaşıldı. son halinizin kesretde vahdeti görmek olduğunu yazarken diyorsunuz ki, sona kavuşmak demek, ilk hale dönmek demekdir ve yok olmakdan kurtulmak demekdir. ya'ni bir kulum, yokdan var edilmişim ve muhammed mustafa sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem hazretlerinin ümmetiyim diyorsunuz. bu hal doğrudur. önce bildirdiğiniz hallerin üstündedir. fekat yolun sonu başkadır. bu halinizden çok hem de pekçok uzakdır. farisi tercemesi: gidilecek yol uzundur pek; uygun olmaz kavuşduk demek. bundan evvelki mektubumda yazıldığı gibi, güzel kelimesini çok söylemek, kesreti görmeği yok etmek içindir. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu güzel kelimenin bereketi ile, o şühud sizde kalmamışdır. daha çok ilerlemek isteyiniz ve bunun için çalışınız. yoldaki çocuk eğlencelerine takılıp kalmayınız! allahü teala, yüksek arzuları olanları sever. dar tevhid yolundan çıkarak ana caddeye kavuşmuşsunuz. bu, çok büyük bir ni'metdir. eski hallerinizi düşünmeyiniz! kesretle karışık olan şühudün lezzetlerini hatırınıza getirmeyiniz! bir zemanınızı bu yolda ilerlemekle geçiriniz. çok afyon çekenleri gördüm. afyondan vaz geçmişler di. onun kötülüğünü anlamışlardı. çok zeman sonra, afyon içdikleri günleri ve o hallerdeki zevkleri hatırlıyarak ve konuşarak, sonunda eski hallerine döndüler. yavrum! kesret aynalarında olan şühud, insana tatlı gelir. hiçbir mahlukla ilişiği olmıyan şühud ise, herşeyi unutdurur. insana hiç tatlı gelmez. rehberin yardımı olmadan bu yolda ilerlemek çok güçdür. kıymetli kardeşim, mevlana ahmedi berkiyi oradaki insanlar, zahir ilmlerinde alim sanıyorlar. kendisi de, kendi hallerini ve arkadaşlarının hallerini bilmiyor. çünki batını, hiçbirşeyle ilişiği olmıyan şühud iledir. bu şühud ise, herşeyi unutdurur. onun imanı, gaybden inanan alimlerin imanı gibidir. onun batını, yüksek yaradılışlı olduğu için, kesretle karışık şühudü istemiyor. zahiri de tesavvufcuların anlamadan söylediklerine aldırmamakda ve aldanmamakdadır. onun kıymetli vücudü, oradaki kardeşlerimiz için büyük bir ni'metdir. sizde hasıl olduğunu bildirdiğiniz hal, onda çok önce hasıl olmuşdur. o, hallerini bilse de bilmese de, bu fakire göre, oraların feyz ve bereketi mevlana ahmedin vücudüne bağlıdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. oradaki keşf sahiblerinin bunu anlamamış olmalarına çok şaşılır. bu fakirin bildiğine göre, mevlananın büyüklüğü güneş gibi meydandadır ve açıkdadır. daha yazarak başınızı ağrıtmıyayım. son nefesimiz için düa buyurmanızı dilerim. vesselam. ikiyüzyetmişbeşinci mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye yazılmışdır. kabul edilip edilmediği sualine cevab vermekde ve islamiyyet bilgilerini yaymak lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ve resulullaha salat ve selam ederim. size de iyi düalar eylerim. şeyh hasen ve arkadaşları iki mektubunuzu getirdi. bizleri çok sevindirdi. bir sahifesinde hace üveysin halleri yazılı idi. ikinci sahifesinde, kabul edilip edilmediğinizi soruyorsunuz. bunu okuyunca, sizin halinizi araşdırdım. oradaki insanların size doğru koşdukları ve size sığındıkları göründü. sizi, oradaki insanların se'adete kavuşmaları için vasıta yapdıkları ve o yerleri size bağladıkları anlaşıldı. bunun için, allahü tealaya hamd ve şükr olsun! bu görüşümüzü, rü'ya, hülya sanmayınız! rü'ya ve hülya şübheli olur. ikisine de güvenilmez. bizim yazdıklarımızı, gözle görülür, elle tutulur gibi sağlam biliniz! sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. kalb ile zikr yapmak için size izn verilmişdi. buna çalışmanız da, ahkamı islamiyyeye yapışmanız ve nefsi emmarenin azgınlığını gidermeniz için yardımcı olur. bu vazifenizi de, elden bırakmayınız. kendi hallerinizi ve sevdiklerinizin hallerini bilmediğiniz için üzülmeyiniz. halleri bilmemek, hiçbirşey ele geçirmemek olacağını sanmayınız! sevdiklerinizin halleri, sizin yüksekliğinizin aynalarıdır. sizin halleriniz onlara ışık salmakda ve görünmekdedir. gece karanlıkda taşların aydınlanması, ışık kaynağı sayesinde olur. ışık kaynağı olmazsa, taşlarda hiçbir şey görünmez. şeyh hasen, sizi durduran direklerden biridir. sizin kıymetli yardımcınızdır. eğer maveraünnehr veya hindistana gitmek isterseniz, orada yerinizi tutacak şeyh hasendir. ona elinizden gelen yardımı yapınız! onu gözetiniz! onun, zaruri olan din bilgilerini, bir an önce öğrenip bitirmesi için, çok uğraşınız! onun da hindistana gelmesi, hem onun için, hem de sizin için çok faideli olur. allahü teala bizi ve sizi milleti islam doğru yolunda bulundursun ala sahibihessalatü vesselam! o kardeşimizin altı aydan beri ilerlemekde olduğunu yazıyorsunuz. gaybet ve şü'ursuz hallerinde gördüğü temiz ruhları, şimdi uyanık iken görüyor diyorsunuz. yavrum, ruhları görmek yüksekliği göstermez. ister şü'urlu görsün, ister şü'ursuz görsün, kıymetsizdir. bu yolun birinci adımı, allahü tealadan başka hiçbirşey görmemekdir. daha başlangıcda, dan hiçbirşey düşünmemekdir. bu sözümüzle, mahlukları allahü tealadan başka görmemeli ve masiva olarak bilmemeli demek istemiyorum. böyle görmek ve bilmek mahlukları görmek demekdir. allahü tealadan başka hiçbirşeyi görmemeli ve bilmemelidir. bu hale denir. fena makamı, bu yolun konaklarından, daha birinci konakdır. fena hasıl olmadıkca hiçbir şeye kavuşulamaz. farisi tercemesi: varmadıkca bir kimse fenaya, yol bulamaz hiç o, kibriyaya. bu günlerde yazılmış olan mektublar pek kıymetlidir. çok faideli şeyleri bildirmekdedirler. mektubların bir kopyesini şeyh hasen götürdü. dikkatle okuyunuz, iyi düşününüz. validenizin magfireti için düa istiyorsunuz. gereği yapıldı. buradakilerin hallerini şeyh hasen size geniş bildirecekdir. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati vetteslimati ekmelüha izinde gidenlere selam olsun! bu fakir ve çocukları kaddesallahü teala sirrehül'aziz, son nefesde selametimiz için düa buyurmanızı dileriz. vesselam. ikiyüzyetmişaltıncı mektub bu mektub, meyan şeyh bedi'uddine yazılmışdır. kur'anı kerimdeki muhkem ve müteşabih olan ayeti kerimeleri bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama aleyhi ve aleyhim ve ala alihi ve eshabihittayyibinettahirin ecma'in salat ve selam olsun! allahü teala, bizi ve sizi ilmde rasih olanlardan eylesin! kardeşim! allahü teala, kendi kitabını ikiye ayırdı. ve . bunlardan birincisi, islamiyyet bilgilerinin ve ahkamının kaynağıdır. ikincisi, hakikatlerin ve sırların hazinesidir. el, yüz, ayak, baldır, parmaklar ve parmak uçları, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde yazılıdır. bunların hepsi, müteşabihatdandır. bunlar gibi, kur'anı kerimdeki surelerin başında bulunan harfler de müteşabihatdandır. bunların ne demek olduğu, yalnız denilen büyüklere bildirilmişdir. ayeti kerimedeki kelimesinin, kudret demek olduğunu ve kelimesinin zat demek olduğunu sanmayınız! bunlar çok gizli, derin bilgilerdir. en yüksek olanlara bildirilmişdir. surelerin başındaki denilen harfler ile ne bildirildiği nasıl anlatılabilir? çünki bunların her harfi, aşık ile ma'şuk arasındaki gizli esrarın denizleridir. sevenle sevgilinin ince işaretlerinden örtülü birer işaretdir. muhkemat, her ne kadar kur'anı kerimin temelleridir. fekat, bunların meyveleri ve neticeleri olan müteşabihat, kur'anı kerimin maksadları, gayeleridir. temel, binayı tutmakdan başka birşeye yaramaz. neticeleri, meyveleri elde etmek için vasıtadan başka birşey değildir. bundan dolayı, kur'anı kerimin özü müteşabihatdır. kur'anı kerimdeki muhkemat ise, bu özün, bu çekirdeğin kabuğudur. müteşabihat, şifre ile, işaret ile, aslı, özü bildiriyor. uluhiyyet mertebesinin inceliklerini haber veriyor. muhkemat böyle değildir. müteşabihat, hakikatlerdir. muhkemat ise, müteşabihatın yanında, o hakikatlerin suretleri, görünüşleridir. kur'anı kerimdeki bilgilerin özü ile kabuğunu ve hakikati ile suretini birlikde elde edebilen alime denir. zahir alimleri, bu ilmlerin yalnız kabuğunu öğrenirler. yalnız muhkematı bilirler. ise, muhkemat bilgilerini elde etdikden sonra, müteşabihat ile ne denilmek istenildiğini anlarlar. suret ile hakikati, ya'ni muhkem ile müteşabihi birleşdirirler. fekat, muhkematı öğrenmeden ve muhkematın emrlerini ve yasaklarını yapmadan, müteşabihate ma'na vermeğe kalkışan ve sureti bırakarak hakikati arıyan kimse, cahildir, hem de kendi cehaletini anlamıyan kara cahildir. doğru yoldan çıkmışdır da, kendi sapıklığından haberi yokdur. bu dünyada suret ile hakikatin bir arada bulunduğunu bilmiyor. bu dünya durdukça, hiçbir hakikat, suretden ve şeklden ayrılmaz. hicr suresinin doksandokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. burada yakin demek, mevt, ya'ni ölüm olduğunu, tefsir alimleri bildirmekdedir. allahü teala, bu ayeti kerimede, ölüm gelinceye kadar ibadet yapılmasını emr etmekdedir. ölüm de, bu dünyanın sonu demekdir. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. ahıret hayatında hakikatler meydana çıkacakdır. orada suretler hakikatlerden ayrılacakdır. dünya hayatı başkadır. ahıret hayatı başkadır. bu iki hayatı birbiri ile karışdıran, ya cahildir veya zındıkdır. zındık, din perdesi altında islamiyyeti yıkmağa çalışır. çünki, islamiyyetin cahillere olan her emri, alimlere de ve tesavvuf yolunun sonuna varanlara da emr edilmişdir. islamiyyetin emrlerini yapmakda, bütün mü'minler ve ariflerin en yüksek derecede olanları arasında hiç ayrılık yokdur. tesavvufcuların cahil olanları ve mülhidler ya'ni zındıklar, islamiyyetin emr ve yasaklarından kendilerini sıyırmak istiyorlar. bu emrler ve yasaklar, yalnız cahil kimseler içindir diyorlar. tesavvufculara ve tarikatcilere yalnız ma'rifet ve hakayıkı kur'aniyyeyi öğrenmek emr olundu diyorlar. o kadar cahildirler ki, amirlere, kumandanlara ve devlet adamlarına da yalnız adalet ve insaf etmeleri emr olundu. bunlara başka bir ibadet emr olunmadı diyorlar. islamiyyet, ma'rifet elde etmek için lazımdır. ma'rifet elde edenlerin islamiyyete uymalarına lüzum yokdur diyorlar. yukarıdaki ayeti kerimede yakin demek, ma'rifetullah demekdir. sehl bin abdüllahi tüsteri de böyle demişdir diyorlar. bu ayeti kerime, demekdir diyorlar. ehli sünnet alimlerinden bu ayeti kerimedeki yakine ma'rifetullah diyen olmuş ise de, ma'rifetullah elde edinciye kadar, ibadet zahmeti, güçlüğü bulunur. sonra bu güçlük kalmaz demişlerdir. yoksa, sonra ibadet etmek kalmaz dememişlerdir. böyle söylemek, ilhad, zındıklık olur. bunlara göre, arifler, ibadet yapmakla emr olunmadı. bunlar, gösteriş için ibadet ederler. talebelere, kendilerine uyanlara öğretmek için yaparlar. yoksa, ibadet yapmağa, ihtiyacları yokdur derler. bu sözlerine herkesi inandırmak için, ehli sünnet alimlerinin, sözünü ileri sürerler. bu zındıkları, allahü teala yok eylesin! bilmiyorlar ki, ariflerin ibadete ihtiyacları o kadar çokdur ki, cahillerin ihtiyacı bunun onda biri kadar bile değildir. çünki arifler, ibadet etmekle yükselebilirler. onların ilerlemeleri, islamiyyete uymağa bağlıdır. ibadetlerin cahillere kıyametde verilecek olan karşılığına, arifler bu dünyada kavuşmakdadır. bundan dolayı, ariflerin ibadet yapması daha çok lazımdır. bunların islamiyyete uymağa ihtiyacları daha çokdur. islamiyyetin sureti ve hakikati vardır. bu ikisine birlikde din denir. suret dediğimiz dinin bilinen emrleri ve yasaklarıdır. hakikat de, islamiyyetin iç yüzüdür. kabukla özün her biri, islamiyyetin parçasıdır. muhkem ve müteşabihden herbiri, islamiyyetin kısmlarıdır. ulemai zahir, islamiyyetin yalnız kabuğunu öğrenmişlerdir. ulemai rasihin kaddesallahü esrarehümül'aziz, islamiyyetin kabuğunu ve özünü birlikde elde etmişlerdir. suret ile hakikati bir araya getirmişlerdir. islamiyyeti bir insana benzetebiliriz. onun da insan gibi, suret ve hakikati vardır. çok kimseler, onun suretine tutulmuşlar, hakikatine, özüne inanmamışlardır. rehberlerini yalnız doğru yolu gösterici ve kalbi temizleyici olarak bilmişlerdir. bunlar zahir alimleridir. birçok kimse de, islamiyyetin yalnız hakikatine tutuldular. fekat, bunu islamiyyetin hakikati bilmediler. islamiyyet, yalnız suretdir ve kabukdur dediler. islamiyyetden başka bir öz, bir hakikat vardır dediler. bununla beraber islamiyyete tam uydular. islamiyyeti elden bırakmadılar. sureti elden kaçırmadılar. islamiyyetin bir hükmünü yerine getirmiyene yıkıcı ve sapık dediler. bunlar, allahü tealanın evliyasıdır. allahü tealanın sevgisine dalmışlar. onun masivasını unutmuşlardır. birçokları da, islamiyyet suretle hakikatin ikisine birlikde denir dedi. öz ile kabuğun ikisinin de islamiyyet olduğuna inandı. islamiyyetin hakikatini bırakarak yalnız suretine sarılmağa kıymet vermediler. suret olmadan, yalnız hakikati elde etmek de tam olmaz, noksan olur dediler. hakikati elde etmeden, yalnız surete sarılanı da müsliman bildiler ve kıyametde kurtulacağını söylediler. ulemai zahir ve bütün mü'minler böyledir dediler. surete sarılmaksızın hakikat elde edilemez dediler. elde edilir diyenlere zındık ve sapık dediler. bu keskin görüşlü büyüklere göre, görünür görünmez bütün üstünlükler, hep islamiyyetin içindedir. ilahi ilm ve ma'rifetler, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleridir. binlerce şühud ve müşahedenin kıymeti, bir i'tikad bilgisi olan, sözünün kıymeti ile bir olamaz. islamiyyetin hükmlerinden bir hükmüne uymıyan bir kimsede hasıl olan hallere, vecdlere, tecellilere ve zuhurlara hiç değer vermezler. bunların istidrac olmasından korkarlar. böyle söyliyenler allahü tealanın hidayetine kavuşan ulemai rasihindir. hakaıkı kur'aniyye, işin iç yüzü bunlara bildirilmişdir. islamiyyetin edeblerini gözetdikleri için, islamiyyetin hakikatine kavuşmuşlardır. yukarıda bildirilen ikinci kısm, böyle değildir. bunlar da, hakikati arıyor, hakikate tutulmuş ve islamiyyetin ahkamına, elden geldiği kadar sarılmış iseler de, bu hakikati islamiyyetin dışında biliyorlar. islamiyyeti, bu hakikatin kabuğu sanıyorlar. bunun için, bu hakikatin görüntülerinden, zıllerinden bir zılle bağlanıp kalmışlardır. bu hakikatin özüne, içyüzüne kavuşamamışlardır. bunun için, bunların evliyalığı bir zılde kalmış, allahü tealanın sıfatlarının görüntülerine varabilmişlerdir. ulemai rasihinin evliyalığı ise, asldadır. asla kavuşduran yolu bulmuşlardır. zıllerin perdelerinin hepsini aşmışlardır. bunların evliyalığı, peygamberlerin vilayetidir aleyhimüssalevatü vetteslimat. öteki evliyanın vilayeti ise, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat vilayetinin gölgesidir. çok zemandan beri bu fakir, müteşabihatin neyi gösterdiğini yalnız allahü teala bilir sanıyordum. ulemai rasihin, yalnız bunlara iman eder diyordum. alimlerin ve tesavvufcuların, müteşabihat için verdikleri ma'naları uygun bulmuyordum. örtülebilecek olan ma'naların bunlar olduğunu sanmıyordum. mesela, aynülkuddati hemedani rahmetullahi aleyh hazretleri, den elem, derd ma'nasını anlamışdır. çünki, aşk ve muhabbete elem lazımdır. çok zeman sonra, allahü teala lutf ederek, ihsan ederek, müteşabihatin te'vilinden ya'ni işaret etdikleri ma'nalardan bu fakire rahmetullahi aleyh az birşey bildirdi. bu büyük denizden bu miskinin uygun yaratılmış toprağına birkaç damla serpildi. ulemai rasihine de, müteşabihatin te'vilinden, işaret etdikleri ince bilgilerden çok şeyler ihsan edildiğini anladım. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri hep doğru söylemişlerdir. bildirdiğiniz rü'yaların ta'birini, buluşduğumuzda söylerim. onun yerine ince ma'rifetleri yazdım. kusuruma bakmayınız! size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala ihvanihissalevatü vetteslimatül ula izinde gidenlere selam olsun! zikr et zikr, bedende iken canın! kalbin temizliği zikr iledir rahmanın! ikiyüzyetmişyedinci mektub bu mektub, molla abdülhay için yazılmışdır. ve ve bildirilmekdedir: allahü teala, size herşeyin hakikatini, doğrusunu bildirsin! allahü tealanın zatını, kendisini tanımakda demek, onun kudretini gösteren ayetleri, alametleri görmekdir. bu ayetleri ile ya'ni kalb gözü ile görmeğe derler. zati ilahinin şühudü ve huzuru ise, yalnız ile ilerlemekde olur. bu seyr, salikin kendinde olan ilerlemekdir. farisi tercemesi: ömür boyu yol alsa, hep seyr eder kendinde. salikin kendi dışında olan müşahedeleri, allahü tealanın zatını bildiren, işaretleri, alametleri görmekdir. allahü tealanın kendisini müşahede etmek demek değildir. hakaıkı kur'aniyyeyi bilenlerin başı ve ariflerin büyüğü, islam dinine yardım edenlerin önderi olan hace ubeydüllah kuddise sirruhül akdes buyurdu ki, seyr, ya'ni ilerlemek, iki dürlüdür: doğru üzerinde seyr ve daire üzerinde seyr. doğru üzerinde seyr, uzaklarda dolaşmakdır. daire üzerinde seyr ise, yaklaşmakdır. bir doğru üzerinde seyr, dileği kendi dairesinin dışında aramakdır. daire üzerinde seyr ise, kendi kalbinin etrafında dönmekdir ve dileği kendinde aramakdır. görülüyor ki, his edilen veya alemi misalde görülen, şekllerden herhangi biri olan ve nurlar, ışıklar gerisinde bulunan tecelliler, görünmeler hep hasıl eder. her ne şekl olursa olsun ve nasıl nur olursa olsun, renkli nur olsun, renksiz nur olsun, sınırlı olsun veya sonsuz olsun, bütün dünyayı doldursun veya doldurmasın, nurların ve şekllerin hepsi, ilmülyakin içindedir. mevlana abdürrahmani cami kuddise sirruhüssami hazretlerinin kitabındaki beytlerden farisi bir beytin tercemesi: ey dost! seni her yerde ararım, her an senden haberler sorarım. beytini açıklarken buyuruyor ki: bu , dostu, afakda ya'ni insanın dışında görmeği haber veriyor. ilmülyakini bildiriyor. bu şühud, maksaddan, dilekden haber vermediği için, onun huzurunu, ancak işaretlerle ve düşüncelerle hasıl etdiği için, ateşi bildiren dumanın ve hararetin şühudü gibidir. bunun için, bu şühud, ilmül yakinden ileri gidemez. bilgisi hasıl edemez. salikin varlığını yok edemez. aynülyakin ise, ilmülyakin ile bilindikden sonra, allahü tealayı müşahede etmekdir. bu şühud, salikin varlığını yok eder. bu şühud çoğalınca, salikin te'ayyünü büsbütün yok olur. kendi te'ayyününden hiçbirşeyi müşahede etmez. ya'ni kendini müşahedede fani olur. bu kaddesallahü teala esrarehüm arasında bu şühude denir. de derler. bu idrak, cahillerde de, yüksek olanlarda da vardır. fekat, birbirlerine benzemez. yüksek olanlarda mahlukların şühudü, allahü tealanın şühudüne mani' olmaz. belki onlar, allahü tealadan başka hiçbirşeyi müşahede etmezler. cahillerde böyle değildir. mahlukların şühudü, hak tealanın şühudüne mani' olur. bu şühudden haberleri olmaz. bunu idrak etmezler. bu aynülyakin, ilmülyakini örter. önceden ilmülyakin de, aynülyakini örtüyordu. bu şühud hasıl olunca şaşkınlık ve bilgisizlik olur. ilm kalmaz. büyüklerden birkaçı kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, ilmülyakin, aynülyakini örter. aynülyakin de ilmülyakini örter. yine buyurdular ki, tam ma'rifet hasıl olduğunu anlamak için, kendi sırrına bakmak ve orada hiçbir bilgi bulmamak lazımdır. böyle olan kimsenin ma'rifeti tamdır. ma'rifetin bundan ötesi yokdur. büyüklerden birkaçı da kaddesallahü teala esrarehümül aliyye buyurdu ki, allahü tealayı en çok tanıyan arifin, allahü tealayı bilmesi çok az olur, hayrete düşer. şaşırır kalır. demek, yakin ya'ni anlamak kalmadıkdan ve arif yok oldukdan sonra, allahü tealayı müşahede etmekdir. amma arifin hak tealayı şühudü, hak teala iledir celle ve ala. kendi müşahedesi değildir. sultanın eşyasını ancak kendi vasıtaları taşır. hakkulyakin bilgisi, makamında hasıl olur. hadisi kudside, buyuruldu ki, bu makamı göstermekdedir. salikde tam fena hasıl oldukdan, zati ilahide ve sıfatlarında fani oldukdan ya'ni zatdan ve sıfatlarından başka herşeyi unutdukdan sonra, allahü teala salike yeni bir vücud, varlık ihsan eder. onu şaşkınlıkdan, şü'ursuzlukdan kurtarır. şü'ur ve uyanıklık verir. ihsan olunan bu varlığa denir. bu makamda, ilmülyakin ile aynülyakin birbirini perdelemez, örtmez. şühud ile birlikde ilm vardır. ilm var iken de, müşahede etmekdedir. arif bu makamda kendi te'ayyününü hak teala sanmışdır. kendisinin mahluk olan te'ayyünü olduğunu anlamamışdır. çünki, hiçbir mahluku müşahede etmemekdedir. tecelliyati suriyyede kendi te'ayyünlerini ve suretlerini, hak teala olarak tanımakdadır. onlar kendisinin mahluk olan te'ayyünleridir. bu te'ayyünlerinde fani olmadığı için bunların müşahedesini, şühudi hak sanmakdadır. bu nerde, o nerde? toprak için olan nedir, herşeyin sahibi için olanlar nedir? cahiller bu sözleri işitince, ile in birbirlerinden başka olmadığını sanırlar. her ikisi de kendini hak teala sanmakdır. fekat arif, tecellii suride kendi suretine, şekline der. hakkulyakinde ise, kendi hakikatine, özüne der. tecellii suride hak tealayı kendi görür. bu makamda ise, hak tealayı hak teala ile görür. kendisi göremez. görülüyor ki, tecellii suride şühud sözü bir bakımdan söylenebilir. çünki, hak teala ancak hak teala ile görülebilir. bu da, hakkulyakin mertebesindedir. burada şühud demek, tam yerinde olur. zemanımızdaki birkaç şeyh, bu inceliği ve ayrılığı anlamadıkları için ve yakinlik deyince, maddelerin birbirine yakın olmasını düşündükleri için, din büyüklerine dil uzatıyorlar. hakkulyakini yukarda açıkladığımız gibi bildirenleri kötülüyorlar. allahü tealayı tanımak, tecellii suride hasıl olur diyorlar. halbuki tecellii suri sülukün ya'ni bu yolculuğun başlangıcında hasıl olmakdadır. onlar buna hakkulyakin diyorlar. halbuki hakkulyakin, yolun sonunda ele geçebilir. onların yolun sonunda kavuşdukları ve hakkulyakin dedikleri, bize yolun başında tecellii suri olarak hasıl olmakdadır. allahü teala, dilediğini doğru yola kavuşdurur. vesselam. ikiyüzyetmişsekizinci mektub bu mektub, molla abdülkerimi sennamiye yazılmışdır. herkese, i'tikadı düzeltdikden ve işlerini islamiyyete uydurdukdan sonra, kalbin selametde olmasına çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşimin kıymetli mektubu geldi. bizleri sevindirdi. dostlarımıza olan nasihatımız şudur: i'tikadı, imanı, ehli sünnet velcema'at alimlerinin kitablarında bildirdiğine uygun olarak düzeltmelidir. allahü teala onların çalışmasına bol bol iyilikler ihsan eylesin! bundan sonra farz, vacib, sünnet, mendub, halal, haram, mekruh, müştebeh olan fıkh hükmlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır. imanı ve işleri düzeltdikden sonra, kalbi allahü tealadan başka şeylere tutulmakdan kurtarmak lazımdır. kalbin selameti için de, kalbe allahü tealadan başka hiçbirşeyin düşüncesini getirmemek lazımdır. eğer bir kimse, bin sene yaşamış olsa, kalbine allahü tealadan başka hiçbir düşünce hiçbir zeman gelmemelidir. bu sözümüz yanlış anlaşılmasın. kalbde düşünülen şeyler, allahü tealadan başka bilinmemeli demek istemiyoruz. çünki, tevhidi murakabe edenlerde de başlangıcda bu hal hasıl olur. bizim dediğimiz, kalbe hiçbir zeman, hiçbir düşünce gelmemelidir. kalbe hiçbir düşüncenin gelmemesi için, allahü tealadan başka herşeyi unutmak lazımdır. öyle unutmalıdır ki, birşeyi düşünmek için kendisini zorlasa, düşünemez olmalıdır. bu çok kıymetli ni'mete denir. bu, yolun başlangıcında ele geçer. vilayetin bütün derecelerine bundan sonra kavuşulur. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! bu büyük ni'mete kavuşduran yolların en kısası, ebu bekri sıddikdan gelen yoldur radıyallahü teala anh. çünki, bu büyüklerin yolu, alemi emrden başlamakdadır. kalbden, kalbin sahibine yol aramışlardır. başka tarikatlerdeki riyazetler ve mücahedeler yerine, sünnete yapışmışlar, bid'atden sakınmışlardır. nefsin istediklerini yapmamakdır. , nefsin istemediklerini yapmakdır. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, . lakin sünnete yapışmak çok güç birşeydir. bu büyüklere uyanlara, onların yoluna katılanlara müjdeler olsun! mevlana nureddini cami hazretleri buyurdu ki, farisi beytler tercemesi: behaiyye, ne güzel götürücüdür! yolcuları gizlice yerine götürür. sözlerinin tadı saliklerin kalbinden, halvetde çile çekmek fikrini süpürür. bir cahil bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez dersem iyi olur. hep arslanlar, bu zincire bağlanmışlardır, kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? kadi muhammed şerifin mektubu geldi. fakirlere olan aşırı sevgisi anlaşıldı. hoşumuza gitdi. fakirin düasını kendisine ulaşdırınız. kardeşimiz şeyh habibullahın kıymetli mektubu da geldi. babasının vefat etdiği yazılı idi. hepimiz allahü teala için yaratıldık. sonunda onun huzuruna varacağız. fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz düasını ulaşdırıp başsağlığı dileyiniz! kendisine söyleyiniz ki, düa ile, fatiha ile, istigfar ile merhum babasına imdad ve yardım eylesin! çünki mezardaki ölü, denizde boğulmak üzere olan kimse gibi imdad bekler. oğlundan veya anasından, babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek olan bir duayı bekler. şeyh ahmedinin bu büyüklerin yoluna katıldığını ve faidelendiğini bildiriyorsunuz. allahü teala, bu doğru yolda ilerlemesini nasib eylesin! kendisi yeni müsliman olduğu için, ona farisi kitablarda yazılı olan iman bilgilerini ve fıkh hükmlerini öğretiniz! farz, vacib, sünnet, mendub, halal, haram, mekruh ve müştebeh olan şeyleri öğrensin ve bunlara göre işlerini düzeltsin! , kitablarını öğrenmek ve öğretmek, iman ve fıkh bilgileri yanında, boşuna vakt geçirmek olur. vesselam. ikiyüzyetmişdokuzuncu mektub bu mektub, molla haseni kişmiriye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. kendisinin tesavvuf yoluna girmek ve muhammed bakibillah hazretlerinin kuddise sirruh sohbet ve hizmetinde bulunmak ni'metine sebeb olduğu için, ona şükr etmekde, bu arada allahü tealanın, kendilerine verdiği ni'metleri bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! ihsan ederek, okşıyarak gönderdiğiniz kıymetli mektubunuzu mevlana mehdi ali getirdi. bizleri çok sevindirdi. selametde olunuz! şeyh muhyiddini arabinin kuddise sirruh kitabının beşyüzellisekizinci babında ve abdülvehhabi şa'raninin kitabında yazılı olan hilafetlerinin sırası, ömrlerinin sırasına göredir sözünün, onun hangi kitabında yazılı olduğunu soruyorsunuz. kıymetli kardeşim! bu yazıyı, bundan çok önce kitabında görmüşdüm. şimdi çok düşündüm. kitabdaki yerini hatırlıyamadım. yine görürsem inşaallah bildiririm. ni'mete kavuşmaklığıma sebeb olduğunuz için, size ne kadar şükr etsem azdır. o ihsanınızın karşılığını ödiyemediğimi biliyorum. bugünkü se'adetimiz ve kazancımız, hep o ni'metden hasıl oldu. bugünkü alış verişimiz, hep o ihsanınızdan meydana geldi. sizin o güzel aracılığınızla öyle şeylere kavuşuldu ki, onları çok az kimseler görebilmişdir. sizin bereketli vasıtanızla öyle şeyler verildi ki, pekaz kimse onların tadını duyabilmişdir. ihsanların en kıymetlilerinden o kadar gönderdiler ki, çoklarına ihsanların en aşağılarından o kadar gelmemişdir. ahvalin, makamların, zevklerin, vecdlerin, ulum ve ma'rifetlerin, tecellilerin ve zuhurların hepsini yükselmek için merdiven gibi önüme serdiler. yakınlık derecelerine ve kavuşmak konaklarına ulaşdırdılar. anlatacak söz bulamadığım için, kurb ve vüsul kelimelerini kullandım. yoksa, kurb ve vüsul kelimeleri o makama yaklaşamaz. söz ile, işaret ile, şühud ile, hulul ile, ittihad ile, keyfiyyet ile, makam, mertebe demekle, zeman, mekan, ihata, sereyan, ilm, ma'rifet, cehl, hayret kelimeleri ile anlatılamaz. farisi iki tercemesi: kuşumdan nasıl haber vereyim sana? anka ile birlikde yaşar daima! ankanın adını herkes bilir amma kuşumun adını kimse bilmez asla. allahü tealanın bu ihsanları, bu sebebler dünyasında sizin sebebinizle nasib oldu. sizin sebeb olmak ni'metinizle ele geçen bu ihsanları saymak, sizin ni'metinize de şükr etmek olacağı için, kısaca yazıldı. böylece, sizin ni'metinizin şükründen az birşey yapılmış oldu. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selam olsun! ikiyüzsekseninci mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. bu büyükleri sevmenin bütün se'adetlerin sermayesi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! önce iyi düalarımı bildiririm. mevlana mehdi ali ile gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri sevindirdi. allahü tealaya hamd olsun ki, fakirlere olan sevginiz çokdur. bu sevgi dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşduran sebebdir. ayrılık günlerinin uzaması, bu sevginizi sarsmamışdır. iki şeyi elden kaçırmamak lazımdır: birincisi, islamiyyetin sahibine uymak aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. ikincisi, bağlı olduğu rehberini rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yalnız allah için sevmekdir. bu iki şey varken, hiç bir şey verilmese, hiç üzülmemelidir. birgün gelir, elbet verirler. fekat, allah göstermesin, eğer bu ikisinden birisi sarsılırsa, hasıl olan halleri ve zevkleri istidrac bilmelidir. bunları harablık ve yıkım saymalıdır. doğru yol işte budur. insanı herşeye kavuşduran ancak allahü tealadır. vesselam. ikiyüzseksenbirinci mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'mana kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. silsilei aliyyei sıddikiyyeye bağlanmağa şükr etmekde, bu yolu övmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! bu büyük ni'metin şükrü hangi dil ile yapılır? allahü teala, biz fakirleri, imanımızı, i'tikadımızı ehli sünnet velcema'at alimlerinin şekkerallahü teala sa'yehüm bildirdiklerine göre düzeltdikden sonra, sıddikdan gelen yola süluk etmekle şereflendirdi. bizleri, o büyüklerin mensubları yapdı. bu fakire göre, bu yolda bir adım ilerlemek, başka yollarda yedi adım ilerlemekden daha faidelidir. peygamberlere uyarak ve varis olarak, onların kemalatına kavuşduran yol ancak bu yüksek tarikdir. başka yollar, vilayetin kemalatının sonuna ulaşdırır. oradan peygamberlik kemalatına kavuşduran yol açılmamışdır. bunun içindir ki, bu fakir kitablarımda ve mektublarımda, bu büyüklerin yolunun, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolu olduğunu yazdım. eshabı kiram veraset yolu ile, peygamberlik kemalatından çok şeylere kavuşdukları gibi, bu yolun sonuna varanlar da, onlara uydukları için, o kemalatdan çok şeylere kavuşurlar. bu yolun başında ve ortasında olanlar, sonunda bulunanları çok sevdikleri için, hadisi şerifindeki müjdeye kavuşurlar. ve bildirmekdedir. da da yazılıdır. bu yola girip de, birşeye kavuşamıyan ve zarar eden kimse, bu yolun edeblerini gözetmiyen ve yenilikler, reform yapan ve edeblere uymayıp, rü'yalarına, hulyalarına uyan kimsedir. bu kimsenin yoldan çıkmasında, felakete sürüklenmesinde, yolun günahı nedir? o, rü'yalarının, hulyalarının yolunda gitmekdedir. türkistan yoluna dönmüşdür. ka'be yolundan sapmışdır. elbette hacı olamaz. farisi tercemesi: korkarım ki, ey cahil, ka'beye varamazsın! ka'beyi sayıklama, türkistan yolundasın! oradaki sevdiklerimizin ve bu tarika girenlerin toplandıkları ve çalışdıkları bir sırada sizin oradan ayrılmanızı iyi görmüyorum. bundan önce bize gelmenizi işaret etmiş idi isem de, bu yolculuğunuz şartlara bağlı idi. şimdi de bu şartları gözetmelisiniz! birkaç istihare yaparak kalbinizde rahatlık, genişlik olduğunu iyi anladıkdan sonra ve yerinize birini oturtarak oradaki çalışmaların sarsılmayacağı te'min edildikden sonra, buraya gelmeniz doğru olabilir. bu şartlar yapılmazsa, oradaki çalışmaları bozmayınız! taliblerin topluluğunu gevşetmeyiniz! daha çok yazmıyorum. vesselam. yüzbin ok ve kılınc yapamaz asla, göz yaşının seher vakti yapdığını. düşmanı kaçıran, süngüleri, çok def'a, toz haline getirir, bir mü'minin düası. ikiyüzseksenikinci mektub bu mektub, bediuzzemana gönderilmişdir. hızır aleyhisselam ve ilyas aleyhisselam ile buluşmağı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! çok zemandan beri, sevdiklerimiz hızır ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam için soruyorlar. onun için bu fakire lazım olan bilgi verilmediğinden cevab yazmıyordum. bugün sabah vakti toplanmışdık. ilyas aleyhisselam ile hızır ala nebiyyina ve aleyhimessalevatü vetteslimat ruhani şekllerde geldiler. hızır aleyhisselam ruhani olarak dedi ki, biz ruhlar alemindeniz. allahü teala, bizim ruhlarımıza öyle kuvvet vermişdir ki, insan şeklini alırız. insanların yapdığı işleri, bizim ruhlarımız da yapar. insanların yapdığı gibi yürürüz, dururuz, ibadet ederiz. dedim. biz islamiyyete uymakla emr olunmadık. kutbi medarın işlerine yardım ederiz. kutbi medar şafi'i mezhebinde olduğu için, biz de onun arkasında şafi'i mezhebine göre kılıyoruz dedi. bu sözünden anlaşıldı ki, bunların ibadetine sevab yokdur. yanında bulundukları kimseler gibi ibadet ederler. ibadetin yalnız şeklini yaparlar. bu konuşmadan da anladım ki, vilayetin kemalatı şafi'i mezhebine uygundur. peygamberlik kemalatının hanefi mezhebine bağlılığı vardır. kıyamete kadar hiç peygamber gelmiyecekdir. bu ümmete bir peygamber gönderilse idi, hanefi mezhebine göre ibadet ederdi. hace muhammed parisa kuddise sirruh hazretlerinin, kitabındaki, sözünün ne demek olduğu şimdi anlaşıldı. bu iki büyükden yardım ve düa istemeği düşündüm. dedi. sanki kendilerini aradan çekdiler. hazreti ilyas ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam bu konuşmaya hiç katılmadı. birşey söylemedi. vesselam. ikiyüzseksenüçüncü mektub bu mektub, sofi kurbana yazılmışdır. resulullahın mi'rac gecesinde allahü tealayı görmesi dünyada olmayıp ahıretde olduğu bildirilmekdedir: sual: ehli sünnet alimleri, sözbirliği ile diyor ki, allahü tealayı dünyada kimse görmez. hatta, ehli sünnet alimlerinin çoğu, dediler. huccetülislam imamı gazali, demişdir. sen ise, o serverin mi'rac gecesinde gördüğünü bildiriyorsun. bunu nasıl açıklarsın? cevab: o server aleyhissalatü vesselam mi'rac gecesinde, rabbini dünyada görmedi. ahıretde gördü. çünki, o server aleyhissalatü vesselam o gece, zeman ve mekan çevresinden dışarı çıkdı. ezeli ve ebedi bir an buldu. başlangıcı ve sonu, bir nokta olarak gördü. cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, cennete gidişlerini ve cennetde oluşlarını o gece gördü. eshabı kiram arasında malı en çok olanlardan abdürrahman bin avf, eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in fakirlerinden beşyüz sene sonra cennete girecekdir. onun beşyüz sene geçdikden sonra cennete girdiğini gördü. ona, niçin geç kaldığını sordu. işte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. ahıret görmesi ile görmekdir. ehli sünnet alimleri, dünyada görülemez buyurdular. biz ise, ahıretdeki görmekle gördüğünü söylüyoruz. bu görmeği dünyada gördü demek de, mecaz olarak denilmişdir. dünyadan gidip gördüğü ve yine dünyaya geldiği için denilmişdir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. ikiyüzseksendördüncü mektub bu mektub, molla abdülkadiri enbaliye yazılmışdır. haller, vecdler, alemi emre bağlı şeylerdir. bunları bilmek alemi halk ile olur. bu mektubda bildirilenler, eski ma'rifetlerdir. bunların yenisi büyük oğluna yazdığı mektubda bildirilmişdir: insanın bir görünen zahiri vardır. bir de görünmiyen batını vardır. insanın zahiri alemi halkdan yapılmışdır. batını alemi emrdendir. tesavvuf yolunun başında ve ortasında haller, vecdler, müşahedeler ve tecelliler hasıl olur. bunlar insanın batını olan alemi emre bağlı şeylerdir. bu yolun sonunda hasıl olan şaşkınlık, cehalet, acz ve ümmidsizlik gibi şeyler de, alemi emre bağlıdır. insanın zahiri kuvvet bulunca, bu da bu şeylerden pay alır. her ne kadar devamlı olmaz ise de, birşeyler hasıl olur. sözünde olduğu gibi, alemi emrde olanlardan alemi halka da biraz serpilir. zahirin asl işi, bütün bunları bilmekdir. çünki, batında bunlar hasıl olur. fekat bunları bilmez. zahir olmasaydı, birşey bilinmez, hasıl olan şeyler birbirinden ayırd edilemezdi. tesavvuf yolunda ilerlemenin ve makamların alemi misalde işaretlerle gösterilmesi, zahirin anlaması içindir. görülüyor ki, haller batın içindir. bu halleri bilmek zahir içindir. bundan anlaşılıyor ki, hallerini bilen evliya ile hallerini bilmiyen evliyada hallerin bulunması bakımından ayrılık yokdur. bu halleri bilmek bakımından fark olabilir. bunun gibi, bir adam çok acıkır, açlık dayanamıyacak kadar artar. adam kıvranır durur. bu sıkıntılara açlık dendiğini de bilir. başka birisi de, böyle açlıkdan kıvranır. fekat, bu sıkıntılara açlık denildiğini bilmez. bunların ikisinde de açlık hali vardır. aralarında ayrılık yokdur. ayrılıkları, yalnız açlık denildiğini bilmekde ve bilmemekdedir. hallerini bilmeyenler de ikiye ayrılır: birincileri, hallerin hasıl olduğunu bilmez. değişik değişik haller olduğunu anlamaz. ikincileri, bu değişiklikleri bilir. fekat, her bir halin ne olduğunu bilmez. bu ikincilere de ilm sahibi denir ve irşad etmeğe elverişli olurlar. halleri birbirinden ayırmak, her rehberin yapacağı iş değildir. belki, yüzlerce sene geçdikden sonra, bu ni'mete kavuşan biri bulunabilir. başkaları kendi hallerini, bu ni'met sahibinden öğrenirler. ülül'azm olan peygamberler salevatüllahi teala ve teslimatühü aleyhim birbirinden yüzlerce sene sonra gönderilirdi. ayrı hükmler, başka başka dinler, bunlar ile gönderilirdi. başka peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat onların dinlerine uyarlardı. yalnız onların hükmlerini bildirirlerdi. farisi mısra' tercemesi: herkesin işi için, yaratır bir kulunu. vesselam. ikiyüzseksenbeşinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. sima', raks ve vecd üzerinde bilgi vermekde, ruhdan açıklama yapmakdadır: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! allahü teala, sana herşeyin doğrusunu düşünen ve doğrusunu bulan akl versin ve herşeyin doğrusunu bildirsin! vecd ve sima' ya'ni kaside, ilahi dinliyerek kendinden geçmek, kimlere faidelidir? bunlar, halleri değişen, her zemanda başka dürlü olan, bir zeman şü'urlu, bir zeman şü'ursuz olan kimseler için faidelidir. bunlara denir. bunlara allahü tealanın sıfatları tecelli eder. her sıfatın tecellisinde başka bir hal alırlar. sonsuz olan sıfatların ve ismlerin tecellileri, te'sirleri altında halden hale dönerler. halleri değişir, dilekleri hep değişir. bunlar devamlı bir halde kalamaz. zemanları değişmeden olamaz. bir zeman ya'ni sıkıntı, başka zeman sevinç içindedirler. bunlara de denir. hallerin te'siri altında mağlubdurlar. bir zeman yükselirler. başka zeman, aşağı derecelere düşerler. tecelliyati zatiyyeye kavuşanlar kalb makamından yukarı çıkmışlar, kalbin sahibine varmışlardır. hallere köle olmakdan kurtulmuşlar, halleri verene ulaşmışlardır. bunların vecd ve sima'a ihtiyacları yokdur. çünki, zemanları değişmez. halleri devamlıdır. daha doğrusu vaktleri ve halleri yokdur. bunlara ve denir. bunlar kavuşmuşlardır. hiç geri dönmezler. birşey gayb etmezler. birşey gayb etmiyen, birşey bulmaz. evet, sona kavuşanlar arasında, vaktleri devamlı olduğu halde, sima'dan faidelenenler de vardır. bunları biraz aşağıda açıklayacağız. inşaallahü teala. sual: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerif vaktin devamlı olmadığını göstermiyor mu? cevab: bu hadis doğru ise, alimlerin çoğu, burada bildirilen vaktin devamlı olduğunu anlamışlardır. şöyle de deriz ki, devamlı olan vaktde arasıra hususi haller de olur. bu hadisi şerif, bu halleri bildirmekdedir. sual: teganni dinlemek, bu hallerin bulunduğu zeman belki faideli olur. böyle olunca, nihayete kavuşanlar da, bu halleri elde etmek için sima'a muhtac olur. cevab: bu haller, namaz kılarken hasıl olmakdadır. namazın dışında da hasıl olursa, namazın te'siri iledir. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, belki çok seyrek olan bu halleri göstermekdedir. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. alak suresi ondokuzuncu son ayetinde mealen, buyuruldu. allahü tealaya yakınlık çok olduğu zeman, başkalarının bulunması, araya karışmaları da o kadar azalır. bu hadisi şerif ve bu ayeti kerime gösteriyor ki, o vakt, namazda olan vaktdir. vaktin devamlı ve kavuşmanın aralıksız olduğu, tesavvuf büyüklerinin söz birliğinden de anlaşılmakdadır. zünnunı mısri buyuruyor ki, geri dönen, yalnız yoldan dönmüşdür. kavuşan, geri dönmez., devamlı huzur demekdir. her an allahü tealanın huzurunda olmakdır. bu ni'met, bu yolun büyükleri olan, hacegan kaddesallahü teala ervahahüm ve esrarehüm hazretlerinin yolunda çalışanların eline geçmekdedir. vaktin devamlı olduğunu inkar etmek, sona varamamayı gösterir. büyüklerden birkaçı, mesela ibni ata ve benzerleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, demişdir. bu sözden, vaktin devamsızlığı anlaşılır. fekat, sözlerine dikkat edilirse, diyorlar. demiyorlar. çünki, insanlık sıfatlarına dönen hiç olmamışdır. böyle olduğunu erbabı iyi bilir. buradan anlaşıldı ki, tesavvuf büyükleri, vasıl olanın geriye dönmiyeceğini sözbirliği ile bildirmişdir. bu sözbirliğinden ayrılan birkaç kişi, dönmek caizdir demişdir. sona varanlardan birçokları yüksek derecelerden bir dereceye kavuşdukdan ve yi müşahede hasıl oldukdan sonra, kendilerine soğukluk ve gevşeklik hasıl oluyor. böylece kavuşdurucu mertebelere yükselmeleri duruyor. bunların daha kavuşduracak konakları aşması lazımdı. yaklaşdıran derecelerin hepsini geçmemişlerdi. bu soğuklukla beraber, yükselmek, yaklaşmak arzusundadırlar. işte bu vakt sima' bunlara faide verir. hararetlerini, enerjilerini artdırır. sima' yardımı ile yaklaşdırıcı mertebelere yükselir. sükunet buldukdan sonra, bu mertebelerden geri dönerler. fekat inerken, o makamlardaki hallerini gayb etmezler. bu vecd, bu buluş, gayb etdikden sonra olan buluş değildir. çünki vuslatı, huzuru hiç gayb etmezler. her an kavuşmuş oldukları halde, kavuşdurucu konaklara yükselmeleri içindir. sona gelenlerden vasıl olanların sima'ları, vecdleri de böyledir. fena ve bekaya kavuşanlara cezbe verirler. lakin soğuklukları, gevşeklikleri olduğu için, yüksek konaklara çıkabilmek için, yalnız cezbe iş göremez. sima' da lazım olur. tesavvuf büyüklerinden birçokları da kaddesallahü teala esrarehüm, vilayet derecesine kavuşdukdan sonra, nefsleri kulluk makamına iner. ruhları, kendi makamlarında cenabı hakka karşıdır. kulluk makamında bulunan nefsi mutmeinneden her zeman ruha yardım gelir. ruh bu yardımı ile matluba aşina olur. bu büyükler, ibadetle rahat ederler. kulluk vazifelerini görmekle sükunet bulurlar. yükselmek arzuları azdır. islamiyyete uymak nuru ile parlamışlardır. kalb gözleri, sünnete uymak sürmesi ile kuvvet bulmuşdur. bunun için, keskin görüşlüdürler. uzakdan öyle şeyler görürler ki, yakında olanlar onları göremez. yükselmeleri az ise de, nurları çokdur. aslın nurları ile aydınlanmışlardır. bu makamlarında iken şanları, kıymetleri büyükdür. sima'a, vecde ihtiyacları yokdur. sima' yerine ibadetlerden istifade ederler. asldan aldıkları nurlar, yüksek makamlara çıkmış gibi faide verir. sima' ve vecde düşkün olan taklidciler, bunların yüksek şanlarını bilmedikleri için kendilerini aşık, bunları zahid sanırlar. aşk ve muhabbet yalnız raksda, vecdde bulunur derler. sona kavuşanlardan birçokları da vardır ki, yolculuğundan ve makamına kavuşdukdan sonra, bunlara kuvvetli cezbe ihsan ederler. kanca takıp çeker gibi sürüklerler. orada soğukluk bulaşmaz. gevşeklik gelmez. yükselmek için, şaşılacak şeylere ihtiyacları yokdur. bunların dar olan halvetlerine sima' ve nağme yanaşamaz. vecd ve tevacüd ile ilişikleri yokdur. yetişebilecek en son mertebeye çekilir, ulaşdırılırlar. o servere aleyhissalevatü vetteslimat vettehıyyat uymak sayesinde, o servere sallallahü aleyhi ve sellem mahsus olan makamdan pay alırlar. böyle kavuşmak ancak denilen seçilmişlere nasib olur. lar da, bu makamdan pay alır. ancak allahü tealanın ihsanı ile, sonun sonuna kavuşan bir seçilmişi, bu aleme geri çevirirlerse ve yaradılışda uygun olanları yetişdirmek vazifesi buna verilirse, nefsini kulluk makamına indirirler. ruhu, nefsden ayrı olarak, allahü tealaya doğru olur. işte bu, ferdiyyet kemallerine sahibdir. kutbların yetişdirme yetkisine malikdir. burada, kutb dediğimiz, dır. değildir. zıl makamlarının bilgileri ve asl makamlarının ma'rifetleri kendisine verilmişdir. daha doğrusu, onun makamında, ne zıl vardır, ne de asl vardır. zılden, asldan ileri geçmişdir. böyle bir kamil ve mükemmil çok ender yetişir. asrlardan, uzun yıllardan sonra, bir dane bulunursa, yine büyük ni'metdir. herşey onunla nurlanır. onun bir bakışı, kalb hastalıklarını giderir. bir teveccühü, beğenilmiyen kötü huyları silip süpürür. uruc makamlarının hepsinden daha yukarıya çıkmış kulluk makamına inmişdir. ibadet etmekde rahat bulmuşdur. vilayet makamlarının en üstünü olan makamında yerleşen seçilmişleri de vardır. na kabiliyyet de buna verilir. bu ise, vilayet mertebesinin bütün kemallerini taşımakda ve da'vet derecesi makamlarının hepsini içine almakdadır. dan ve ndan pay almakdadır. onun şanını şu mısra' kısaca bildirmekdedir. farisi mısra' tercemesi: bütün güzellerde bulunan, yalnız sende vardır! başlangıcda olanlara, vecd ve sima' zararlıdır. yükselmesine engel olur. şartlarına uygun olsalar da zararlıdırlar. sima'ın şartları, bu mektubun sonunda, inşaallah bildirilecekdir. bunun vecdi bozukdur. hal kaplaması suçdur. hareketleri tabi'idir. isteklerine, nefsinin şehvetleri karışmışdır. başlangıcda olan, mübtedi denilenler, olmıyanlardır. erbabi kulub olanlar yoldakilerdir. mübtedi ile müntehi arasında bulunanlardır. müntehi demek, sona varmış, ve olmuş demekdir. bunun da dereceleri vardır. kavuşmanın da mertebeleri vardır. her derece, her mertebe, birbirinin üstündedir. bu mertebeler sonsuzdur. kavuşmakla bitmez, tükenmez. sima', yoldakilere ve müntehilerin birkaçına faidelidir. bunu, yukarıda bildirmişdik. şunu da bildirelim ki, erbabi kulub, sima'sız olamaz demek istemiyoruz. cezb olunmıyanlar, , sıkı riyazetler, ağır mücahedeler yardımı ile ilerliyebilirler. sima' ve vecd, yalnız bunlara yardımcı olur. erbabi kulub, meczublardan ise, cezbe yardımı ile ilerlerler. sima' bunlara lazım değildir. şunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen erbabı kulub için, sima' her zeman faideli olmaz. bundan yardım görebilmek için şartlar vardır. bu şartlar gözetilmezse zararlı olur. sima'ın şartlarından biri, kendini yüksek bilmemekdir. temam olduğunu sanırsa ilerliyemez. evet, sima' bunu da biraz ilerletirse de sükun buldukdan sonra, o makamdan geri iner. sima'ın bundan başka şartları, tesavvuf büyüklerinin kitablarında, ve benzerlerinde yazılıdır. zemanımız tarikatcilerinin çoğunda, bu şartlar yokdur. şimdi yapılmakda olan sima' ve raksların ve toplantıların zararlı olduğu açıkdır. bunların ilerletmeleri nerede? hiç ilerletmezler. yardım etmekden çok uzakdırlar. faide yerine zarar verirler. tenbih: , ilahi, mevlid ve kaside ve kur'anı kerimi teganni ile okuyanları dinlemek demekdir. , eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans demekdir. sima' ve raks, müntehilerden birkaçına da lazımdır dedik. çünki yükselecek çok mertebeleri bulunduğu için, yolda sayılırlar. erişilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehi olmaz, sona varmış sayılmazlar. seyri ilallah sonuna vardıkları için, bunlara müntehi denilmişdir. bu seyrin sonu, salikin mazhar olduğu isme kadardır. fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve isme bağlı şeylerde de seyr vardır. bu ismdeki ve kavuşanların bildikleri şeylerdeki seyrden sonra, ismin sahibine varıp, burada fena ve beka hasıl edince, tam müntehi olur. seyri ilallahın doğrusu da budur. isme kadar olan seyre de, denilmiş, o mertebede olan fenaya ve bekaya da, adı verilmişdir. sonsuzdur denilmesi, bekadaki seyr içindir. bütün konakları geçdikden sonradır. bu seyrin sonsuz olması demek, o ismde seyr olunursa ve bu ismdeki şü'unların herbiri ile ayrı ayrı ahlaklanırsa, sonuna varılmaz demekdir. çünki, her ismde sonsuz şü'unlar bulunmakdadır. eğer yükselirken, onu bu ismden geçirirlerse, bir adımda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. eğer orada yok olursa, çok şerefli olur. yok eğer insanları yetişdirmek için, geri indirirlerse, çok büyük üstünlük olur. bu isme kavuşmanın kolay bir şey olacağını sanmamalıdır. bu ni'mete kavuşabilmek için, can feda etmek lazımdır. acaba kimi bu büyük ni'mete kavuşdurmakla şereflendirirler? tenzih ve takdis sanılan mertebe çok olur ki, teşbih ve tenkisdir. hatta çok mertebeler vardır ki, tenzih sanılırlar. halbuki, ruh makamından da aşağıdırlar. arşın üstündeki tenzih gibi görünen de, teşbih dairesinin içinde olabilir. münezzeh olarak görünen şey, ruh aleminden olabilir. çünki arş, maddeli, cihetli, ölçülü şeylerin sonudur. ruh alemi, cihetli, ölçülü alemin dışındadır. çünki ruh, mekansızdır. bir yere sığmaz. ruhun, arşın dışında olduğunu söylemek, seni şaşırtmasın. ruhu kendinden uzak sanma! aranız çok açık zan etme! öyle değildir. ruh mekansız olmakla beraber, onun için her yer birdir. arşın dışında demekle, başka şey anlatılmakdadır. oraya varamıyana anlatılamaz.ruh, radyo dalgalarına benzetilebilir. bu dalgalar madde değildir. yer kaplamazlar. böyle olmakla birlikde, her yerde vardırlar denir. çünki, her yerde bulunan radyoda ses hasıl ediyorlar. tesavvuf büyüklerinden birçoğu, ruh makamına varınca, onu arşın üstünde buluyorlar. ruhun tenzihini , allahü tealanın tenzihi sanıyorlar. ruh makamının bilgilerini, ma'rifetlerini, ince, gizli şeyler zan ediyorlar. allahü tealanın arş üstünde istivasını anladık diyorlar. halbuki onların gördükleri nur, ruhun nurudur. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'azizde, bu makam hasıl olunca, şaşırıp kalmışdım. bereket versin, allahü tealanın yardımı imdadıma yetişerek, bu tehlükeden kurtarılmışdım. o nurun, ruhun nuru olduğunu, allahü tealanın nuru olmadığını anlamışdım. bize bu doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi biz onu bulamazdık. ruh, mekansız olduğu için, anlaşılamıyacak bir mahluk olduğu için, insanı şaşırtmakdadır. doğruyu açığa çıkaran allahü tealadır. doğru yolu gösteren ancak odur. bunlardan birkaçı, arşın üstündeki ruhun nuru ile nurlanarak geri dönerler ve onunla beka hasıl ederler. kendilerini, teşbih ile tenzihi birlikde taşıyor sanırlar. bu nuru kendilerinden ayrı bulurlarsa, cem'den sonra fark, ya'ni birleşdikden sonra ayrılmak makamına kavuşduklarını sanırlar. tesavvufcuların böyle yanılmaları çok olmuşdur. insanı böyle yanılmakdan ve korkulu yerlerden koruyan ancak allahü tealadır. ruh, bu madde alemine göre, her ne kadar maddesiz ve anlaşılamıyacak ise de, hiç anlaşılamıyana göre anlaşılır olmakdadır. sanki bu madde alemi ile, hiç maddesiz olan mukaddes varlık arasında bir geçid gibidir. bunun için, her ikisine de yakınlığı vardır. her iki bakımdan da incelenebilir. hiçbirşeye hiç benzemiyen varlık ise böyle değildir. maddeli varlıkların, aklın, anlayışın, ona hiçbir bağlılığı yokdur. bundan dolayı salik, ruhun bütün makamlarını geçmedikce, o isme varamaz. görülüyor ki, önce göklerin her tabakasını ve arşı geçmek lazımdır. madde aleminden büsbütün çıkmalıdır. bundan sonra mekansız, maddesiz olan mertebeleri de aşılmalıdır. bundan sonra bu isme varılabilir. farisi tercemesi: efendi, yükseldim, kavuşdum sanıyor, kendini beğenmiş, yerinde sayıyor. allahü teala, mahluklara benzemekden çok uzakdır. o ötelerin ötesi, daha ötesidir. bu denilen madde, ölçü aleminin ötesi dir. alemi emrin ötesi, ismlerin ve şü'unların zıllerinin ve asllarının topluca ve ayrı ayrı mertebeleridir. bu zıl ve asl ve mahluklar ve ilahi ve toplu ve ayrı ayrı bütün mertebelerin ötesinde hakiki matlubu aramalıdır. böyle aramak ni'metini acaba kime ihsan ederler? hangi tali'liyi bu se'adetle şereflendirirler? bu allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. çok yüksekleri istemelidir. yolda ele geçenlerle oyalanmamalıdır. bunların ötesini aramalıdır. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! tenbih: sonsuz kavuşmak ve devamlı vakt, ancak mutlak fenadan sonra, bekabillah ile şereflenen kimseye nasib olur. bunun si, ye dönmüşdür. bu sözümüzü daha açıklıyalım: bir kimsenin, kendi dışında bulunan birşeyi bilmesi için, o şeyin görüntüsünün zihnde hasıl olması lazımdır. görüntü hasıl olmaksızın bilmeğe, denir. insan kendisini, ilmi huzuri ile bilir. çünki kendisi, kendi zihninde vardır. de, bilinen şeyin görüntüsü zihnde bulundukca, o şey bilinir. zihndeki suret yok olunca, o şey unutulur. bundan dolayı, ilmi husuli devamlı olamaz. ilmi huzuri böyle değildir. bilinen şey, hiç unutulmaz. insan kendisini, ilmi huzuri ile bilmekdedir. kendisi zihnde hep var olduğundan, insan kendini hiç unutmaz. bekabillah, ilmi huzuri ile olur. hiç unutulmaz. bunu yanlış anlamamalıdır. bekabillah, kendini hak bulmakdır sanmamalıdır. tesavvufculardan birkaçı burada yanıldı. in böyle olduğunu sandı. öyle değildir. tam fenadan sonra hasıl olan bekabillahın böyle bilgileri yokdur. onların söyledikleri hakkulyakin, cezbede hasıl olan bekabillah ile uygundur. bizim bildirdiğimiz beka ise başkadır. farisi mısra' tercemesi: bu şerabı tatmadıkca, tadını anlıyamazsın! görülüyor ki, bekabillah devamlıdır. burada unutmak hiç olmaz. bekabillah hasıl olmadıkca devam olamaz. çoklarına ve hele ebu bekri sıddikdan gelen yolda olanlara, bu makama yetişmeden önce, devamlı görünür ise de doğrusu, bizim bildiğimizdir. işin içyüzü, bize bildirilen gibidir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. herkesin dönüşü onadır. geçmişde ve gelecekde her hamd, alemlerin rabbi olan allahü teala içindir. onun resulüne devamlı ve sonsuz düalar ve selamlar olsun! ikiyüzseksenaltıncı mektub bu mektub, mevlana emanullaha yazılmışdır. kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkarılan doğru i'tikadın, ehli sünnet i'tikadı olduğu bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü teala, sana doğru yolu göstersin! iyi bil ki, allah yolunda bulunmak isteyene, önce lazım olan şey, i'tikadını düzeltmekdir. doğru i'tikad, ehli sünnet alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden ve eshabı kiramdan öğrendikleri, anladıkları i'tikaddır. kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin ma'nasını doğru anlıyan, doğru yolun alimleridir. bunlar da, ehli sünnet velcema'at alimleridir. bunların anladığı, bildirdiği ma'nalara uymıyan herşeye, akla, fikre, hayale iyi gelse de ve tesavvuf yolunda keşf ve ilham ile anlaşılsa da, hiç kıymet vermemelidir. bu büyüklerin anladığına uymıyan bilgilerden, buluşlardan allahü tealaya sığınmalıdır. mesela, ba'zı ayetlerden ve hadisi şeriflerden anlaşılmakdadır. ba'zılarından da, ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet ma'naları çıkmakdadır. fekat, , bu ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden, böyle ma'nalar anlamadı. ya'ni allahü tealanın bu alem içinde olmasını, mahlukları kapladığını, bunlarla birleşik olduğunu, kendisinin yakın olduğunu, beraber olduğunu anlamadılar. böyle olmadığını söylediler. o halde, tesavvuf yolunda ilerliyen bir kimseye böyle bilgiler hasıl olursa, her varlığı, bir varlık olarak görürse, yahud herşeyi bir varlığın kapladığını, allahü tealanın zatının, mahluklara yakın olduğunu anlarsa, bu bilginin, görüşün yanlış ve tehlükeli olduğunu anlamalıdır. böyle bir yolcu, bu zemanında, serhoş gibi bir halde olduğundan, özrlü, suçsuz sayılırsa da, böyle tehlükeli bilgilerden kurtulması için, allahü tealaya yalvarmalı, ağlamalı, sızlamalıdır. ehli sünnet alimlerinin bildirdiği doğru hallere, görüşlere kavuşmak için düa etmelidir. bu büyüklerin bildirdiği doğru i'tikaddan kıl kadar ayrı şeylerin gösterilmemesi için allahü tealaya sığınmalıdır. demek ki, tesavvuf yolcularının keşflerinin, buluşlarının doğru olup olmadıkları, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğru ma'nalara uygun olup olmamaları ile anlaşılır. bu yolculara ilham olunan bilgilerin doğruluğu, ancak o doğru ma'nalara uymaları ile belli olur. çünki, onların bildirdiği ma'nalara uymıyan, her ma'na, her buluş kıymetsizdir, yanlışdır. çünki her sapık, her bozuk kimse, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uyduğunu sanır ve iddi'a eder. yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış ma'nalar çıkarır. doğru yoldan kayar. felakete gider. bekara suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen, kur'anı kerimde bildirilen misaller, örnekler, çoklarını küfre sürükler. çoklarını da hidayete ulaşdırır buyuruldu. ehli sünnet alimlerinin anladıkları ma'nalar doğrudur, kıymetlidir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. bunlara uymıyanlar kıymetsizdir. çünki bu ma'naları, eshabı kiramın ve selefi salihinin eserlerini inceliyerek elde etmişlerdir. o hidayet yıldızlarının ışıkları ile parlamışlardır. bunun için, ebedi kurtuluş bunlara mahsus oldu. sonsuz se'adete bunlar kavuşdu. allah yolunda giden kafile bunlar oldu. kurtuluş, ancak allah yolunda bulunanlar içindir. i'tikadı bunlara uygun olan din alimlerinden biri, fer'ıyyatda, ya'ni islamiyyete yapışmakda gevşek davranırsa, kusurlu olursa, buna bakarak, bütün alimleri kötülemek yersiz olur. inadcılık olur. onların doğru bilgilerini inkar etmek, kötülemek olur. çünki, doğru bilgileri bizlere ulaşdıran onlardır. kurtuluş yolunu, bozuklarından, sapıklarından ayıran onlardır. onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. doğruyu, bozuk olanlardan ayırmasalardı, bizler taşkınlık, azgınlık uçurumlarına düşerdik. islamiyyeti bozulmakdan koruyan, her yere yayan onların çalışmasıdır. insanları kurtuluş yoluna kavuşduran onlardır. onlara uyan kurtulur, se'adete kavuşur. onların yolundan ayrılan sapıtır, herkesi de sapdırır. iyi biliniz ki, tesavvuf yolunun sonuna, ya'ni bu yolun konaklarının hepsini geçerek, vilayet derecelerinin sonuna varanlara hasıl olan i'tikad, ehli sünnet alimlerinin bildirdiğine tam uygun olur. bu doğru i'tikada, ehli sünnet alimleri, kur'anı kerimden, hadisi şeriflerden ve eshabı kiramdan alarak, tesavvuf büyükleri ise, keşf veya kalblerine ilham olunarak kavuşmuşlardır. evet, ba'zı tesavvuf yolcusuna, yolda iken, tesavvuf serhoşluğu ve hal kaplaması ile, bu i'tikadlara uymıyan ba'zı şeyler hasıl olmuşdur. fekat, bu hallerin kapladığı makamları geçip, ilerleyince, nihayete varınca, bu uygunsuz şeyler yok olur. eğer ilerlemeyip, yarı yolda kalırlarsa yok olmaz. bozuk görüşlere saplanıp kalırlar. fekat, böyle kalanlara kıyametde ceza yapılmaz. bunlar, yanılan müctehidlere benzer. müctehid, ictihad yaparken yanılmışdır. bu ise, keşfinde yanılmakdadır. tesavvuf yolcularının yanıldıkları şeylerden biri, vahdeti vücud görmeleridir. yukarıda bildirildiği gibi, allahü tealanın, mahlukları ihata etdiğini, bunlarla beraber olduğunu, kendisinin yakın olduğunu sanırlar. allahü tealanın sekiz sıfatının ayrıca var olduklarına inanmıyanları olur. halbuki, ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, bu sekiz sıfatın haricde, ayrıca var olduklarını bildirmekdedir. bunların, sıfatları inkar etmesi, bu sıfatlar ayna gibi olup, bu aynada, zati ilahiyi müşahede etdikleri içindir. aynada birşeye bakan kimse, o şeyi görür. aynayı görmez. bunun gibi, sıfatları göremedikleri için bunların haricde varlıklarını kabul etmezler. sıfatlar var olsaydı bunları görürdük derler. görülmiyen şeyi, yokdur sanırlar. sıfatların haricde var olduğunu söyliyen alimlere dil uzatırlar. hatta, bunlara kafir, müşrik de diyenleri olur. din alimlerine, böyle yersiz dil uzatmağa kalkışmakdan allahü tealaya sığınırız! bunları, bulundukları makamlardan ileri geçirirlerse, böylece şühudlerini şaşırtan perdeler aradan kalkarsa, sıfatları ayna sanmakdan kurtularak, onları haricde, ayrıca var olarak görürler. varlıklarını inkardan vaz geçerler. alimlere dil uzatamaz olurlar. bunların ehli sünnet i'tikadına uymıyan bir işleri de, allahü tealanın ba'zı şeyleri yaratmağa mecbur olacağını gösteren sözleridir. her ne kadar, mecburdur demiyorlar, irade ederse, isterse yaratır diyorlarsa da, sözlerinden, irade sıfatına inanmadıkları anlaşılmakdadır. bu sözleri hiçbir dine de uymamakdadır. uymıyan sözlerinden bir başkası da, allahü teala kudret sahibidir diyorlar ve istediğini yapar, istemediğini yaratmaz diyorlarsa da, hep ister, istememesi olmaz diyorlar. böyle söylemek, allahü tealayı yaratmasında mecbur bilmek demekdir. hatta, kudretini inkar etmek olur. çünki bütün din sahiblerine göre, allahü tealanın kudreti, dilerse yaratır, dilemezse yaratmaz ma'nasına olan kudretdir. bunların sözünden ise, yapmağa mecbur olan, yaratmamasına imkan olmıyan bir kudret anlaşılmakdadır. bu sözleri, hükemanın, felesofların sözüne benziyor. bunların, elbette ister, istememesi olamaz diyerek, irade sıfatına ma'na vermeleri, böylece kendilerini felsefecilerden ayırmaları bir işe yaramaz. çünki irade etmek, dilemek, eşid olan iki işden birini seçmek demekdir. iki iş eşid olmazsa, irade de yok demekdir. bunların sözünde, lazım olmak ve yok olmak tarafları müsavi değildir. bunların uygunsuz işlerinden biri de, kaza ve kaderi anlatmalarıdır. burada da, cebre kaymakdadırlar. hakim, mahkum da olur. mahkum, hakim de olur diyorlar. allahü tealayı mecbur bilmek şöyle dursun, onu birisine mahkum bilmek, üzerinde bir hakim bulunacağını söylemek, çok çirkin bir sözdür. ehli sünnete uymıyan sözlerinden biri de cennetde, allahü teala, ancak tecellii suri ile görülebilir demeleridir. bu sözleri, allahü tealanın cennetde görüleceğine inanmamak demekdir. sureti görülebilir demeleri, kendi görülemez demekdir. benzeri görülür demek olur. allahü teala görülecek, nasıl olduğu anlaşılamıyacakdır. birşeye benzetilemiyecekdir. olgun, yüksek insanların ruhlarına kadim demeleri, bunları ebedi bilmeleri de, ehli sünnet alimlerine uymamakdadır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. çünki alemlerin hepsi, bütün zerreleri ile birlikde yok idi. hepsi sonradan yaratıldı. ruhlar da, alemden bir parçadır. allahü tealadan başka, herşeye denir. görülüyor ki, tesavvuf yolcusunun, işin iç yüzüne varmadan önce, kendi keşf ve ilhamına uymasa da, ehli sünnet alimlerine tabi' olması lazımdır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. alimleri haklı, doğru, kendini yanlış bilmelidir. çünki, ehli sünnet alimleri, bilgilerini, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat almışdır. bu bilgiler, vahy ile gelmiş olup sağlamdır. yanlışlıkdan, şaşırmakdan korunmuşdur. bu bilgilere uymıyan kendi keşfi ve ilhamı ise yanlışdır, bozukdur. bunun için kendi keşfini, alimlerin sözünün üstünde tutmak, vahy ile inmiş olan sağlam bilgilerin üstünde tutmak olur. bu ise, sapıklığın ta kendisidir ve zarar, ziyandan başka birşey değildir. kitaba ve sünnete, ya'ni kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun i'tikad lazım olduğu gibi, müctehidlerin kitab ve sünnetden çıkardıkları ahkama, ya'ni islamiyyete uygun işlere, ahkamı islamiyyeye uymak lazımdır. bu ahkam, halal, haram, farz, vacib, sünnet, müstehab, mekruh ve şübheli olan işler demekdir. bu ahkamı öğrenmek de lazımdır. dir veya dir. müctehid olmıyan her müslimana mukallid denir. mukallidlerin, kitabdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları caiz değildir. kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabul olmaz. her mukallidin bir müctehide uyması, ya'ni bir mezhebe girmesi lazımdır. bulunduğu mezhebin muhtar olan, ya'ni alimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır. ruhsatdan, izn verilen işleri yapmakdan sakınmalı, azimet ile amel etmelidir. kendi mezhebine uymakla beraber, başka mezheblere de uymağa çalışmalıdır. böylece müctehidlerin sözbirliğine uyulmuş olur. mesela, imamı şafi'i rahimehullah abdest alırken, niyyet etmek farz demişdir. hanefiler de, abdest alırken niyyet etmelidir. bunun gibi, uzvları yıkarken sıra gözetmek ve birbiri ardına çabuk yıkamak lazımdır. imamı malik, abdest uzvlarını uğmak farz demişdir. elbette uğmalıdır. şafi'i mezhebinde, elin yabancı kadına ve kendi zekerine dokunması abdesti bozar. hanefi olanın eli, kendi zekerine veya onsekiz yakın kadınından başka bir kadına dokununca, abdestini tazelemelidir. hanbeli mezhebinde erkeklerin avret mahalli, yalnız zeker ve şercdir. diğer üç mezhebde olanların, harac olduğu zeman hanbeli mezhebini taklid etmeleri lazımdır. her işi, dört mezhebe de uygun yapmağa çalışmalıdır. kırkıncı sahifesi başında diyor ki, . i'tikadı ve ameli doğrultdukdan, bu iki kanadı ele geçirdikden sonra, allahü tealaya yaklaşdıran yolda ilerlemek sırası gelir. zulmani ve nurani konakları aşmağa başlanabilir. fekat şunu iyi bilmelidir ki, böyle konakları aşarak yükselebilmek ancak, yolu bilen, yolu gören, yol gösteren, kamil ve mükemmil bir rehberin teveccühü ve tesarrufu ya'ni idare etmesi ile olabilir. bunun bakışları, kalb hastalıklarına şifa verir. onun teveccühü, ya'ni kalbini bir kimseye çevirmesi, kötü, çirkin huyları insandan siler, süpürür. bunun için önce, bir rehber aranır. allahü teala, lutf ve ihsan ederek, bunu tanıtırsa, bunu tanımağı en büyük ni'met bilmelidir. ondan ayrılmamalıdır. ona ve bütün emrlerine uyulur. abdüllahi ensari buyuruyor ki, ya rabbi! dostlarını nasıl yapdın ki, onları tanıyan, sana kavuşuyor. sana kavuşamıyacaklar, onları tanıyamıyor. kendi arzu ve isteklerinden geçer. onun isteklerine uyar. hiçbir isteği kalmaz. ona tabi' olmağa canla, başla uğraşır. se'adetini, onun emrlerini yapmakda bilir. uyduğu rehber de, isti'dadına elverişli olan vazifeyi, buna emr eder. zikri veya teveccühü, yahud murakabeyi işaret eder. yalnız sohbetin kafi olacağını anlarsa, yalnız bunu emr eder. bir kamil ve mükemmilin sohbeti ele geçerse, tesavvuf yolunda ilerleten şartlarından hiçbir şarta, artık lüzum kalmaz. talibin haline uygun gördüğünü, ona emr eder. şartlardan ba'zısında kusuru olursa, onun sohbeti, bu eksiklikleri temamlar. teveccühü, kusurlarını giderir. böyle bir sohbet ile şereflenemiyen bir kimse, eğer muradlardan, seçilmişlerden ise, onu çekerler. sonu olmıyan lutflarla, onun işini bitiriverirler. kendisine lazım olan her şartı, her edebi ona bildirirler. tesavvuf yolunda ilerlemesi için, eski büyüklerden ba'zısının ruhlarını ona rehber, vasıta yaparlar. çünki, allahü tealanın adeti ilahiyyesi şöyledir ki, bu yolun konaklarını aşabilmek için, büyüklerin ruhlarını vasıta, sebeb kılmışdır. bu kimse, eğer müridlerden ise, bunun işi, rehbersiz tehlükeli olur. rehber buluncıya kadar, rehbere kavuşdurması için, allahü tealaya yalvarmalıdır. tesavvuf yolunda gözetilmesi lazım olan şartları da öğrenmesi ve bunlara ri'ayet etmesi lazımdır. bu şartların en başda geleni, nefse uymamakdır. bu da, vera' ve takva ile olur. vera' ve takva, haramlardan sakınmak demekdir. haramlardan sakınabilmek için, mubahların lüzumundan fazlasını terk etmelidir. çünki mubahları, , alabildiğine yapan kimse, şübheli olanları işlemeğe başlar. bunlar ise, harama yakındır, ya'ni haram işlemek ihtimali çok olur. uçurum kenarında yürüyen, içine düşebilir. demek ki, haramdan sakınabilmek için, mubahların fazlasından kaçmak lazımdır. bu yolda ilerlemek için vera' sahibi olmak şartdır dedik. çünki insanın işleri, iki şeyden biridir: ya emr edilen şeydir, yahud yasak edilmiş şeylerdendir. melekler de, emr edilen şeyleri yapmakdadır. bunu yapmak, insanı ilerletseydi, melekler de, terakki ederdi. meleklerde, yasak edilen şeyden sakınmak yokdur. çünki onlar, yasakları yapmıyacak şeklde yaratılmışdır. yasakları işleyemezler. onun için, meleklere birşey yasak edilmemişdir. demek ki, terakki etmek, yasaklardan sakınmakla olabilmekdedir. bu sakınmak ise, nefse uymamak demekdir. allahü teala, dinleri, nefsi isteklerinden kurtarmak için, karanlık, kötü adetleri yok etmek için gönderdi. çünki nefs, hep haram işlemek veya mubahları lüzumundan fazla yaparak, böylece harama kavuşmak ister. demek ki, haramlardan ve mubahların fazlasından sakınmak, nefse uymamak demekdir. sual: nefs, ibadet yapmak istemiyor. ibadet yapmak da, nefse uymamak oluyor. o halde, emrleri yapmak da, terakkiye sebeb olmaz mı? meleklerin emrleri yapması, nefse uymamak olmadığı için onlar terakki etmiyor. cevab: emrleri, ya'ni ibadetleri yapmağı nefsin istememesi, emr altına girmek istemediği içindir. nefs, bir emr altına girmek, birşeye bağlanmak istemez. nefsin bu hali, haramdır veya mubahların fazlası demekdir. demek ki, emrleri yapmakla, bu haramdan veya mubahın fazlasından sakınılmış oluyor. bunun için de, nefse uyulmamış oluyor. yoksa nefse uymamak, yalnız emrleri yapmak demek değildir. insanı kemale kavuşduran, olgunlaşdıran yollar çokdur. bunların en faidelisi, çabuk ulaşdıranı, nefsle mücadelesi çok olanıdır. ruhsatdan sakınan, azimet ile amel edenlerin yoludur. , haramlardan ve mubahların fazlasından sakınmak demekdir. ise, yalnız haramlardan kaçınmakdır. tesavvufcuların çoğu ve yapıyor. ya'ni nağme ile okuyorlar ve dönüyorlar, oynuyorlar. birçok şartlarla ve evirip çevirip, sima' ve raksa ruhsat denilebilir. bunların azimetle hiç ilgisi yokdur. hatta yüksek sesle zikr etmek bile, olsa olsa, ruhsat olabilir. birçok rehberler, iyi düşünceler ile, bulundukları yolda yenilik, değişiklik yapmışdır. bunlara da, pek iyimseyerek, nihayet ruhsat denilebilir. halbuki, azimet ile hareket eden büyükler, den, ya'ni islamiyyetden kıl kadar ayrılmamışdır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. yollarına hiçbir yenilik, bid'at karışdırmamışdır. bunların yolunda, nefse uymamak, nefs mücadelesi tamdır. o halde, yolları en iyi, en faideli yoldur. çabuk ulaşdırıcıdır ve çok yükseklere ulaşdırmakdadır. fekat son zemanlarda, bu yolu da bozanlar oldu. o büyüklerin izinden ayrılanlar çoğaldı. değişiklikler, bid'atler yapıldı. sima' ve raksa ve yüksek sesle zikre başladılar. bunları, o büyüklerin niyyetlerini kavrıyamadıkları için yapdılar. bid'atler karışdırmakla, zemana uymakla, bu yolu daha kıymetlendirdiklerini, olgunlaşdırdıklarını sandılar. bunlar ile, bu yolu yıkdıklarını, ellerinden kaçırdıklarını anlıyamadılar. hakkı, doğruyu meydana çıkaran ve insanı hidayet yoluna kavuşduran ancak allahü tealadır. yukarıdaki yazılardan anlaşılıyor ki, dünya ve ahıret se'adetine kavuşmak için, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumak lazımdır. bu kitabları bizlere bildiren ve tanıtan da imamı rabbanidir. imamı rabbaniyi bizlere tanıtan da seyyid abdülhakimi arvasi hazretleridir. seyyid abdülhakimi arvasi hazretlerini tanıtan da, hakikat kitabevinin kitablarıdır. vücud, lutfi ilahi, hayat, rahmeti kerim, ağız, atıyyei rahman, kelam fadlı kadim! beden, binayı huda, ruh, nefhai tekrim, kuvvet, ihsanı kudret, duygular, va'zı hakim, bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var? ikiyüzseksenyedinci mektub bu mektub, hakikatleri bilen, kardeşi meyan gulam muhammed hazretlerine yazılmışdır rahmetullahi aleyhima. cezbe ve süluk ve bunların ma'rifetleri bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. peygamberlerin hepsi salevatullahi teala aleyhim ecma'in doğru olarak gelmişdir. onların sonuncusu ve en üstünü olan muhammed aleyhisselam hep doğru söylemişdir salevatullahi sübhanehu ve berekatühu ve tehıyyatühu aleyhi ve aleyhim ve ala men' tabe'ahüm ecma'in ila yevmiddin. taliblerin, gevşek ve yaradılışları aşağı olduklarından ve kamil ve mükemmil olan bir rehber bulamadıklarından, uzun yolu kısaltdıkları ve yüksekleri bırakıp, aşağı şeyler arkasında koşdukları görülmekdedir. yolda ellerine geçen en değersiz şeyleri bile birşey sanıp, onlara bağlanıp kalmakda ve onları aranılan şey sanarak, yolun sonuna vardık, kamil ve müntehi olduk demekdedirler. yolun sonuna varanların ve aranılana kavuşanların, yolun sonundan ve vardıkları yüksek makamlardan bildirdiklerini, bu aşağı yaradılışlı olanlar, hayalleri geniş olduğu ve nefslerine uydukları için, kendi bozuk hallerine benzetmekdedirler. farisi mısra' tercemesi: fare, rü'yada deve olmuş! büyük denizden bir damlaya, hatta damlanın görüntüsüne ve okyanusdan bir sızıntıya, hatta bunun görüntüsüne kavuşunca, suya kavuşduk sanmışlardır. maddeden yapılmış olan şeylerin ba'zısını, maddesiz, anlaşılamıyan şey bilmişler. bunları görünce, allahü tealaya kavuşduklarını sanmışlardır. benzeri olanı, benzeri olmıyana benzetmişler, onu bırakıp, buna sarılmışlar. anlaşılamıyan bilgileri, başkalarından öğrenerek inananlar ve anlaşılamıyanı arayanlar, süluk yolunu temamlamıyan bu taliblerden ve serab ile avunan bu susuzlardan katkat daha iyidirler. haklı ile haksız arasında ve doğru yolda gidenle yoldan sapan arasındaki ayrılık pekçokdur. aradıklarına kavuşamıyarak, mahluku sonsuz bilen taliblere yazıklar olsun! anlaşılabilen şeyleri anlaşılamıyan sanıyorlar. suçları, keşflerinin yanlış olmasına bağışlanmayıp da, hesaba çekilirlerse, vay hallerine! ya rabbi! unutduklarımızdan, yanıldıklarımızdan bizleri sorumlu tutma! bir kimse, hacca gitmek istiyor. sevinerek yola çıkıyor. yolda, ka'beye benzer bir ev görüyor. yalnız şekli benziyor ise de, onu ka'be sanıyor. orada kalıyor. bir başkası, hacca gitmiş olanlardan duyarak ka'beyi öğreniyor. onu seviyor. hacca gitmek istiyor. fekat yola çıkmamış, bir adım atmamışdır. bununla beraber, başka birşeye ka'be dememiş, yalnız ka'beye, doğru olarak inanmışdır. bu kimse, yanılmış olan birincisinden daha iyidir. ka'beye varmamış, fekat başka bir binayı da ka'be sanmamış olan üçüncü bir hac yolcusu, doğru inanan, fekat yola çıkmamış olandan elbette daha iyidir. çünki bu, hem inanmakda, hem de, kavuşmak için yolculuk yapmakdadır. bunun daha üstün olduğu meydandadır. doğru yolu bulamıyanlardan bir kısmı da, kendilerini maksada ermiş sanarak ve kavuşduklarını hayal ederek, şeyhlik yapmakda, herkese yol göstermeğe kalkışmakdadırlar. kendileri bozuk oldukları için, bu yola uygun olan çoklarını da bozmakdadırlar. sohbetleri, kalbleri karartdığı için, taliblerin isteklerini, çalışmalarını yok etmekdedirler. kendileri sapıtdıkları gibi, başkalarını da, doğru yoldan sapdırmışlardır. kendileri yıkıldıkları gibi, başkalarını da yıkmışlardır. kemale geldiğini, kavuşduğunu sanmak, süluk yapmamış meczublarda, cezb edilmiyen saliklerden daha çok olmakdadır. çünki, mübtedideki ve müntehideki cezbeler, görünüşde ortakdır. aşk ve muhabbetleri, görünüşde eşiddir. işin içyüzü böyle değildir. halleri başkadır: farisi mısra' tercemesi: toprak başkadır, temiz alem başkadır. nefsin istekleri karışmış olan herşey bozukdur. doğru yolda olanın her işi, hak içindir. bunu biraz sonra, inşaallahü teala açıklıyacağız. görünüşdeki bu benzerlik ve bağlılık, yanlış hayallere yol açmışdır. ebu bekri sıddikdan gelen yolda cezbe sülukden önce olduğu için, bu yolda, süluk ni'metine kavuşmamış olan meczublarda, böyle hayaller ve bu gibi vehmler çok olur. bunlardan birçoğuna, cezbe makamında, çeşidli haller hasıl olur. bir halden, başka bir hale dönerler. bunları, süluk konaklarında ilerlemek ve yolculuğu sanırlar. bu değişmeleri görünce, kendilerini bilirler. bunun için, kısa aklımla düşündüm ki, cezbe ve sülukün ne olduklarını, bu iki makam arasındaki ayrılıkları, herbirinin, kendisini diğerinden ayırmağa yarayan hassalarını ve mübtedi ile müntehinin cezbleri arasındaki farkları ve tekmil ve irşad makamlarının ne olduğunu ve bu makama bağlı olan bilgileri yazayım. böylece, doğruyu açığa çıkarayım. yanlış olanların bozukluğunu göstereyim. suçlular, beğenmeseler de, bu hizmeti yapmağa, allahü tealanın yardımı ile başladım. doğru yolu gösteren ancak odur. o, çok iyi bir sahib ve çok iyi vekildir. bu mektubda, iki maksadla bir hatime vardır: birinci maksadda, cezbe makamındaki ma'rifetler bildirilmekdedir. ikinci maksadda, süluk bilgileri vardır. hatimede, taliblere çok lüzumlu ve faideli olan çeşidli bilgiler vardır. birinci maksad: sülukü bitirmemiş olan meczublar, çok çekilseler de ve hangi yoldan çekilseler de, dandırlar. süluk yapmadan ve olmadan, kalb makamından ileri geçilemez. kalbin sahibine varılamaz. onların çekilmeleri, kalbe olan çekilmedir. onların sevgileri kendilerinden değildir, dışardandır. kendileri içindir. sevilen için değildir. çünki bu makamda, nefs ruh ile birleşmişdir. zulmet, nur ile bir aradadır. kalb makamından kurtulmak ve kalbin sahibine kavuşmak ve ruhun aranılana çekilmesi, ruh nefsden kurtulup aranılana dönmedikce ve nefs ruhdan ayrılarak kulluk makamına inmedikce, olamaz. bu ikisi, bir arada kaldıkca, sağlamdır ve ayakdadır. yalnız ruhun çekilmesi düşünülemez. ruhun nefsden kurtulması ancak, süluk konaklarını geçdikden ve seyri ilallah yolculuğunu bitirdikden ve seyri fillah başladıkdan ve belki de, yolculuğundaki makamına kavuşdukdan sonra hasıl olabilir. farisi tercemesi: her dilenci, olur mu bir kahraman? nerede sivri sinek, nerede süleyman? müntehi ile mübtedinin cezbleri arasındaki fark anlaşılmış oldu. erbabi kulub meczublarının şühudları, kesret ya'ni mahluklar perdesi arkasında olur. anlasalar da, anlamasalar da böyledir. bu kesretde gördükleri de, yalnız alemi ervahdır. ruhların alemi, letafet, ihata ve sereyan bakımlarından, görünüşde, kendini yaratana benzer. hadisi şerifi, böyle olduğunu bildirmekdedir. bunun için, ruhun şühudünü, hakkın şühudü sanırlar. ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet de böyledir. çünki salik, bulunduğu makamın bir üstünü görebilir. daha üst makamları göremez. bunların bulunduğu makamın üstü, dır. bunun için, ruh makamından yukarısını göremezler. ruhun şühudünden başka, şühudleri olmaz. ruhun üstünü görebilmek için, ruh makamına kavuşmak lazımdır. muhabbet ve çekilmek de, şühud gibidir. hak tealanın şühudü için, belki ona muhabbet ve çekilmek için, seyri ilallahın sonundaki fenanın hasıl olması lazımdır. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! başka söz bulunamadığı için şühud diyoruz. yoksa, bu büyüklerin işi, başkalarının dedikleri şühudün çok ilerisindedir. bunların aradıkları, anlaşılamıyan bir varlık olduğu gibi, ona kavuşmaları da, anlaşılamıyan bir kavuşmakdır. maddeli, ölçülü olan, ona yol bulamaz. sultanın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşıyabilir. farisi tercemesi: anlaşılmaz, ölçülmez bağlantılar, hak ile ruhumuz arasında var! süluk sahiblerinden hakikate varmış olanlara göre, hak tealanın ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyeti ilm yolu ile anlaşılmakdadır. doğru yolun alimleri de böyle söylemişlerdir. allahü teala, bu alimlerin çalışmalarına bolbol mükafat versin! o büyüklere göre, allahü tealanın kendisi bu aleme yakındır, sereyan etmişdir sanmak, birşeye kavuşmamış olmağı, uzakda kalmış olmağı gösterir. yaklaşmış olanlar, allahü teala yakındır demezler. büyüklerden biri buyurdu ki, yakın olduğunu söyliyen, uzakdadır. uzakdayım diyen yakındır. tesavvuf da budur. bilgileri, kalbin çekilmesinden ve muhabbetden hasıl olmakdadır. cezb edilmiyen, süluk yolunda ilerliyen bu bilgilere yakalanmaz. süluk ile kalbden büsbütün ayrılıp, kalbin sahibine dönmüş olan meczublar da, bu bilgilerden uzaklaşırlar. tevbe ederler. meczublardan birçoğu, süluk yoluna girdikleri ve bu yolun konaklarında ilerledikleri halde, eski makamlarını unutmazlar. yukarı makamlara bakmazlar. tevhid bilgileri, bunları bırakmaz. bu tehlükeden kurtulamazlar. bunun için, yakınlık konaklarına ve mukaddes makamlara yükselmezler. ya rabbi! bu zalimlerin şehrinden bizi çıkar. senden bize bir sahib gönder. senden bize bir yardımcı ihsan eyle! aranılana kavuşmak, bu bilgilerden kurtulmakla belli olur. çünki, hiçbirşeye benzemiyene yaklaşdıkça alem, yaratandan o kadar uzak bulunur. bu zeman alemi yaratandan başka bilmemek ve yaratanı, alemi çevirmiş sanmak gibi şeyler olmaz. arabi mısra' tercemesi: toprağa düşen nerede? herşeyin sahibine olan nerede? ma'rifet: hace nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretleri, buyurdu. bu söz, müntehilerde olan cezb ve muhabbet, bu yolda, başlangıcda olanlara olan cezb ve muhabbetde yerleşdirilmişdir demekdir. çünki müntehinin çekilmesi, ruhun çekilmesidir. mübtedinin cezbi ise, kalbin çekilmesidir. kalb, ruh ile nefs arasında geçid gibi olduğundan, kalb çekilirken, ruh da cezb olunmakdadır. başlangıcda bu yerleşmenin, yalnız bu tarikde olması, büyüklerin bu yolu, bunun hasıl olması için, koymuş olduklarındandır. bu yolu, buna kavuşmak için, kurdukları içindir. yoksa, bütün cezblerde de, bu yerleşmek vardır. fekat, başka tarikatlerde, rastgele hasıl olabilmekdedir. buna kavuşmaları için, belli bir yolları yokdur. bundan başka, bu büyüklerin yolundaki cezbe makamı çok şanlıdır. başkaları böyle değildir. olsa da, çok azdır. bunun için, bunların bir çoğuna, bu makamda, süluk konaklarını aşmamış olsalar bile, süluk edenlerin karışdıkları fena ve bekaya benzeyen fena ve beka hasıl olur. , ya'ni başkalarını yetişdirebilmek makamından birşeylere kavuşurlar ki, yolculuğu makamına benzemekdedir. böylece uygun yaradılışlı olanları yetişdirebilirler. aşağıda, bunu daha açıklıyacağız. inşaallahü teala. burada bir incelik vardır: şöyle ki, ruh bu bedene gelmeden önce, mukaddes alemi biraz biliyordu. bedene gelince, bu bilgisi kalmadı. bu yolun büyükleri, ruha eski bilgisini hatırlatacak bir yol buldular. fekat ruh, bedene bağlı kaldıkca, o mukaddes makama dönen kalb oluyor. kalbin dönmesi, nefsin ve ruhun da dönmeleri demekdir. ruhun maksada dönmesi, kalbin dönmesinde yerleşdirilmişdir. müntehilerde, ruh fena buldukdan ve hakkani vücudle beka buldukdan sonra, ruh maksada dönmekdedir. ruhun o bekasına denir. kalbin teveccühü içinde bulunan, ruhun teveccühü ve belki ruhun bedene gelmeden önceki teveccühü, ruhun varlığı ile birlikde olan teveccühüdür. ruh daha fani olmamışdır. ruhun varlığı ile olan teveccühü ile, ruhun fenası ile olan teveccühü başka başkadır. kalbin teveccühü içinde olan ruhun teveccühüne nihayet denilmesi, nihayetde yalnız ruhun teveccühü kaldığı içindir. nihayetin, bidayetde yerleşdirilmesi demek, nihayetin görüntüsünün bidayetde yerleşdirilmesidir. kendisinin yerleşdirilmesi demek değildir. o bidayetde yerleşdirilemez. görüntünün yerleşdirildiğini açıkça söylememeleri, belki, bu talebesini çalışdırmak için olabilir. işin doğrusu, allahü tealanın yardımı ile, bizim bildirdiğimizdir. sabıkların çekilmeleri kaddesallahü teala esrarehüm, çalışmakla, uğraşmakla değildir. rehberin teveccühü ve huzuru iledir. onlarınki de, kalbin çekilmesidir. ruhun bedene gelmeden önce olan teveccühünden de, biraz kalmışdır. ruhun bedene gelmeden önceki teveccühünün meydana çıkması için uğraşmak, bedene gelince, teveccühü unutanlar için lazımdır. çalışmaları, sanki önceki teveccühü hatırlatmak içindir. o kaçırılmış olan ni'meti bulmak içindir. eski teveccühü unutanlar, adı geçen sabıklardan daha latif yaradılışlıdırlar. çünki eski teveccühün hepsini unutmak, teveccühün tam olduğunu ve onda yok olmuş olduğunu gösterir. teveccühü unutmamak, böyle değildir. böyle olmakla beraber, sabıkların teveccühleri, bütün varlıklarına yayılmış, işlemişdir. bedenleri de, ruhları gibi olmuşdur. sevilmiş ve seçilmiş olanlar da böyledir. fekat, sevilmişlerdeki yayılış ile sabıklardaki yayılış, başkadır. birşeyin kendisi ile görüntüsünün başka olmaları gibidir. buna kavuşanlar, böyle olduğunu iyi bilirler. evet, kavuşan muhiblerde ve olgunlaşan müridlerde de bu yayılış vardır. fekat, şimşek gibi gelip geçicidir, sürekli değildir. devamlı yayılma, ancak sevilmiş olanlar içindir. ma'rifet: erbabı kulub meczubları, kalb makamında yerleşince ve o makamın ma'rifetine ve şü'uruna kavuşunca, taliblere faideli olabilirler. bunların yanında bulunanlarda, kalbin çekilmesi ve muhabbeti hasıl olabilir. fekat kendileri, kemale yetişmiş olmadıkları için, yanında bulunanlar da olgunlaşamazlar. demişlerdir. bunlar, yanındakileri kavuşduramaz iseler de, süluk erbabından daha faideli olurlar. çünki, sülukün sonuna varsalar ve müntehilerin cezbine kavuşsalar da, ile, kalb makamına indirilmemişlerdir. bu aleme döndürülmemiş olan müntehi, başkalarını yetişdirmek, onlara faide vermek makamına malik olmaz. onun aleme teveccühü, bağlılığı kalmamışdır ki, faide verebilsin. kendisine uyulan kimse, bir geçiddir. çünki, geçid makamı olan, kalb makamına inmişdir. ruhdan ve nefsden faidelenmekdedir. ruh yolu ile, yukarıdan istifade etmekde, nefs yolu ile aşağıya faide vermekdedir. onun allahü tealaya teveccühü ile insanlara teveccühü bir aradadır. ikisinden biri, ikincisine perde olmaz. ifadeyi ve istifadeyi birlikde yapmakdadır. tesavvuf büyüklerinden birkaçı şeyhin bir geçid olmasına, hak ile halk arasında aracı olmasıdır diyorlar. teşbihi ve tenzihi kendinde toplamışdır diyorlar. iyi bilmelidir ki, geçid olmağı böyle anlamak sekrden ileri gelmekdedir. rehberlik ise, sahv halidir. şü'urlu olmakdır. öyle sözler, bu makamına yakışmaz. çünki bu makamda, onların nefsleri, ruhun her tarafı kaplayan nurları içindedir. nurların içinde bulunması, sekre sebeb olmuşdur. kalbin geçid olması makamında ise, nefs ve ruh birbirinden ayrılmışdır. bundan dolayı, burada sekr olamaz. burada, da'vet makamına uygun olan sahv vardır. olgun olan zatı kalb makamına indirdikleri zeman, geçid gibi olduğu için, alemle bağlılık hasıl eder. yaradılışı uygun olanları yetişdirir. halleri değişmiyen meczubun da, kalb makamında bulunduğu zeman, alemle bağlılığı vardır. taliblere teveccüh eder. kalbin çekilmesi ve muhabbeti olsa bile, çekilmeğe ve muhabbete kavuşmuşdur. bundan dolayı, taliblere faideli olur. şunu da bildirelim ki, hali değişmeyen meczubun verdiği faide mikdarı, geri dönmüş müntehinin yapdığı faideden daha çokdur. müntehinin faidesi ise, meczubun faidesinden daha kıymetlidir. çünki geri dönmüş müntehinin alem ile bağlılığı var ise de, bu bağlılık, görünüşdedir. doğrusuna bakılırsa, alemden ayrıdır. asla doğrudur. onunla bakidir. meczub ise, aleme sıkı bağlıdır. alemin bir parçasıdır. alemin baki olduğu beka ile bakidir. işte bunun için, talibler, meczuba tam yakındırlar. bunun için, ondan daha çok faide hasıl ederler. geri dönen müntehiden ise, daha az istifade ederler. fekat vilayet kemallerinin mertebelerine yükselmek, ancak müntehinin yardımı ile olur. bundan dolayı, müntehiden istifade etmek daha kıymetlidir. bundan başka, müntehinin hakikatde himmeti ve teveccühü yokdur. meczubun ise, himmet ve teveccühü vardır. himmet ve teveccüh ile talibi ilerletir ise de, kemale ulaşdıramaz. şunu da bildirelim ki, taliblerin meczublardan edinecekleri teveccühün sonu, ruhun unutmuş olduğu eski teveccühüdür. bunların sohbetinde, ruh eski teveccühünü hatırlar. kalbin teveccühünde, eski teveccüh de birlikde hasıl olur. müntehilerin sohbetinde hasıl olan teveccüh böyle değildir. eskiden bulunmıyan yeni bir teveccühdür. ruhun fenasından belki de ile bekasından sonra hasıl olan bir teveccühdür. bundan dolayı, birinci teveccüh kolay hasıl olur. ikinci teveccüh güc hasıl olur. kolay olan, çok olur. güç olan, daha az olur. bunun için, demişlerdir ki, cezbe hasıl etmek için şeyhin faidesi olmaz. çünki, o bağlılık önceden var idi. ruh bedene gelince unutuldu. hatırlatmak, uyandırmak lazım oldu. bunu hatırlatan zata, denir. denmez. süluk konaklarında ilerletmek için yetişdirici şeyh lazımdır. onun yetişdirmesi lazımdır. yetişdiricilerin, hali değişmiyen böyle meczublara, talibleri yetişdirmek için izn vermesi uygun değildir. bunları kemale erdirmek, yetişdirmek için bırakması doğru olmaz. çünki, talibler arasında yüksek yaradılışlı olanlar vardır. olgunlaşacak ve başkalarını da yetişdirebilecek yükseklikde yaradılmışlardır. bunlar, böyle bir meczubun eline düşerse, yaradılışlarındaki olgunlaşma kuvvetleri yok olabilir. yükselmez olurlar. buğday yetişdirmeğe elverişli bir toprağa, iyi buğdayın sağlam tohumu ekilirse, toprağın kuvvetine göre iyi buğday elde edilir. kötü buğday tohumu veya nohud ekilirse, iyi buğday vermek şöyle dursun, toprağın yetişdirme kuvveti bozulur. eğer bir meczuba izn vermekde faide görür ve onun taliblere faideli olacağını anlarsa, onun talibleri yetişdirmesini birkaç şarta bağlar. bunlardan biri, talib onun yetişdirme yoluna uygun olmalıdır. onun yanında talibin yaradılışındaki kuvvet bozulmamalıdır. kendi nefsi de, bu başkanlıkdan dolayı taşkınlık yapmamalıdır. çünki nefsi tezkiye bulmamış, kötü isteklerden vaz geçmemişdir. bundan başka, talibin kendisinden herşeyi aldığını ve daha da alacak kuvvetde olduğunu anlarsa, bunu ona bildirmeli, başka rehbere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in giderek onun yanında işini bitirmesini söylemelidir. kendini müntehi olarak tanıtmamalı, başkalarını aldatarak, herkesin yolunu kesmemelidir. işte, meczubun haline ve zemana göre, bu şartlardan uygun olanı bildirmeli, bunları gözetmesini sıkıca söyliyerek izn vermelidir. geri dönmüş olan müntehinin talibleri yetişdirmesi için, böyle şartlar lazım değildir. çünki o, hakka teveccüh ile halka teveccühü kendisinde toplamış olduğundan, her tarika ve her yaradılışdaki talibe uygundur. herkes, yaradılışındaki kuvvet kadar ve ona bağlılığı kadar, ondan istifade edebilir. her ne kadar, şeyhlerin sohbetinde, onlara bağlılığın az veya çok olmasından dolayı, çabuk ve yavaş ilerlemek ayrılıkları olabilir. fekat hepsinin yetişdirme kuvvetleri birdir. talibleri yetişdirirken, hasıl olacak şöhretin allahü tealanın bir hilesi, aldatması olmasından korkması, bunun için hak tealaya sığınması ve onun merhametine sarılması lazımdır. çünki, bu işte ve bütün işlerinde ve bütün zemanlarında hak tealaya sığınması, ona ihsan edilmişdir. hiçbir vakt, hiçbir işinde ondan ayrılmaz. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. ikinci maksad: burada süluk anlatılacakdır. bir talib, süluk yolu ile yükselmek istediği zeman, kendi rabbi, yetişdiricisi olan isme varır ve bu ismde fani, yok olursa, na kavuşmuş olur. bu ism ile beka buldukdan sonra, na kavuşmuş olur. bu fena ve beka ile, vilayetin birinci mertebesine yükselmekle şereflenmiş olur. bu sözümüzü açıklamak ve incelemek lazımdır. açıklama: allahü tealadan gelen feyz iki dürlüdür: birincisi, var etmek, varlıkda durdurmak, yaratmak, rızk vermek, hayat vermek, öldürmek gibi ni'metlerdir. ikincisi, iman, ma'rifet ve vilayet ile peygamberlik mertebelerinin başka başka kemalleridir. birinci feyzler, ihsanlar, allahü tealanın sıfatlarından gelir. ikinci feyzlerin bir çoğu, yine sıfatlardan ve başka bir çoğu da, şü'unlardan gelir. sıfatlar ile şü'unlar arasında çok ince ayrılık vardır. bu başkalıklar, ancak muhammed aleyhisselamın vilayetine kavuşanlardan pekaz kimselere bildirilir. bunları bildiren hiç kimse yokdur. kısaca söyleriz ki: sıfatlar, allahü tealanın zatından ayrı olarak dışarda vardır. şü'unlar ise, zati ilahide var denilen şeylerdir. mesela, su öyle yaratılmışdır ki, yukardan aşağı düşer. onun bu düşmesi, kendisinde, hayat, ilm, kudret ve irade varlığını düşündürür. çünki ilm sahibleri, ağır oldukları için ve bildikleri için yukardan aşağı inerler. yukarıya bakmazlar. ilm ise, diri olanda bulunur. irade, ilme bağlı olur. kudretin de var olması lazım gelir. çünki irade, gücü yeten iki şeyden birini seçmekdir. suda bunları düşünmek, şü'unlara benzer. bu şü'unlar var iken, suyun başka sıfatları da olabilir. bu sıfatlar, sudan ayrı olarak var olur. yukarıdaki düşüncelerle, ya'ni şü'unlarla, su diridir, alimdir, kadirdir ve dileyicidir denilemez. bunları söyleyebilmek için, ayrıca sıfatların bulunması lazımdır. alimlerden birkaçı, su için bu ismleri söylemişler ise de, sözleri, şü'un ile sıfatları birbirlerinden ayıramadıkları için olmuşdur. sıfatların yokluğunu söyliyenler de, bu ikisini ayıramıyanlardır. sıfatlar ile şü'unlar arasında ikinci bir ayrılık daha vardır: şü'unların bulunduğu makam, dalgalanan şanlı bir makamdır. sıfatların makamı böyle değildir. muhammed resulullaha sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ve onun gölgesinde bulunan evliyasına kaddesallahü teala esrarehüm, ikinci feyz, şü'unlardan gelir. başka peygamberlere salevatullahi teala ve berekatühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala cemi'i etba'ihim ve onların gölgesinde bulunan evliyaya bu feyz, hatta birinci feyz de sıfatlardan gelir. resulullahın aleyhissalatü vesselam rabbi olan ve ikinci feyzin gelmesine vasıta olan ism, ilmin şanının zıllidir. ilm şanı, toplu olan ve birbirinden ayrılmış olan bütün şü'unları kendinde toplamakdadır. ilm şanının bu görüntüsüne denir. ilm şanı ve bunun kendinde toplamış olduğu bütün şü'unlar, zati tealanın kabiliyyetidir. bu kabiliyyet, zati teala ile ilm şanı arasında bir geçid ise de, bunun zati teala tarafı anlaşılamaz olduğundan, bu geçid yalnız ilm şanına karşı olan tarafı ile anlaşılabilmekdedir. bunun için, bu kabiliyyete ilm şanının zılli denilmişdir. bir şeyin zılli, o şeyin ikinci bir mertebede görüntüsüdür. onun kendisi değildir, benzeridir. bu kabiliyyetin hasıl olması, iki tarafının hasıl olması demekdir. bundan dolayı, bu geçid, mükaşefede, ilm şanının altında görünmekdedir. bu şandan sonra ve onun altında göründüğü için, onun zılli demek uygun olmuşdur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve selleme ve bareke gölgesinde bulunan evliyanın rableri olan, onlara ikinci feyzin gelmesinde geçid olan ismler, bu kabiliyyetin zılleridir. bu toplu olan kabiliyyetin açılmış, dağılmış parçalarıdır. başka peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü ala nebiyyina ve aleyhim rableri ve hem birinci, hem ikinci feyzlerin gelmesine geçid olan, ayrıca dışarda bulunan sekiz sıfatın zati tealadaki kabiliyyetidir. o peygamberlerin görüntüsü altında bulunan evliyanın rableri, hem birinci ve hem ikinci feyzin gelmesinde geçid olan bu sekiz sıfatdır. resulullaha aleyhissalatü vesselam birinci feyzin gelmesinde geçid olan, allahü tealanın sıfatlarının, zati tealadaki kabiliyyetidir. sanki, başka peygamberlere salevatüllahi ve berekatühü ala nebiyyina ve aleyhim feyzlerin gelmesinde geçid gibi olan kabiliyyetler, bu toplu olan kabiliyyetin zılleri, açılıp yayılmış şeklidir. resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye görüntüsü üzerinde bulunan evliyaya birinci feyzin gelmesinde geçid gibi olanlar da başkadır. çünki bunlar, sıfatdırlar. görülüyor ki, muhammedi olan evliyaya birinci feyzin gelmesindeki geçidler, ikinci feyzin gelmesindeki geçidlerden başkadır. başka evliyada ise, bu geçidler başka değildir. tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, dediler. bu sözleri, şü'un ile sıfatları birbirinden ayıramadıklarını göstermekdedir. hatta şü'un makamını bilmediklerini göstermekdedir. doğruyu meydana çıkaran, ancak allahü tealadır. doğru yolu gösteren odur. resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye rabbi, ya'ni her iki feyzin de gelmesine geçid olan, hem şü'un makamındaki ve hem sıfatların makamındaki rabbi, bütün rablerin rabbidir. ya'ni ana geçid, ana yol olduğu iyi anlaşıldı. bundan başka, resulullahın aleyhissalatü vesselam vilayetinin kemalleri mertebelerine feyz, doğrudan doğruya geçid olmaksızın, zati ilahiden gelmekde olduğu da anlaşılmış oldu. çünki şü'unlar, zatdan başka değildirler. zatdan başkalıkları, yalnız akl iledir. bundan dolayı, , yalnız resulullah için oldu sallallahü aleyhi ve sellem. onun izinde gidenlerin büyükleri, onun yolundan feyz aldıkları için, bunlar da, o makamdan birşeye kavuşmuşlardır. başkalarının feyz almalarına, sıfatlar geçid olmakdadır. sıfatlar, ayrı bir varlıkda dışarda mevcud oldukları için, arada sağlam perdedirler. bunlar ye kavuşurlar. sıfatların zatdaki kabiliyyeti, akl ile, düşünce ile vardır. dışarda varlığı yokdur. sıfatlar, dışarda vardırlar. bunların kabiliyyetleri ise, dışarda yokdur. fekat kabiliyyetler, zat ile sıfatlar arasında geçid gibidirler. belki de şü'unlarla sıfatlar arasındadırlar. geçidin iki ucu, iki tarafındakine benzer. bunun için, kabiliyyetler de, sıfatlar gibi olarak, perdelik yapmışlardır. farisi tercemesi: dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir. gözde yarım kıl olsa, çok görünür. yukardaki bildirilenlerden anlaşıldı ki, zati tealanın perdesiz olarak görünmesi, de olabilir. fekat de olamaz. bu nun için, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, vilayet kemallerinin feyzinin gelmesinde hiçbirşey perde olmamakdadır. vücudün feyzinin gelmesinde ise, sıfatların zatdaki kabiliyyetleri perde olmakdadır. bu, yukarda bildirildi. sual: şü'un ve bunların kabiliyyetleri, akl ile düşünülür şeyler olunca, zihnde var olurlar. ilm, bunlara perde olur. bununla beraber, sıfatların perdeleri dışarda, şü'unun perdeleri ilmde olmaz mı? cevab: zihnde var olan şey, dışarda var olan iki şey arasında perde olamaz. dışarda var olan şeye, yine dışarda var olan şey perde olur. zihnde var olan şey, perde olsa bile, ba'zı ma'rifetler hasıl olunca, bu perde aradan kalkar. dışarda var olan perde ise, aradan hiç kalkmaz. yukardaki bilgilerden anlaşılıyor ki, muhammedi olan kimsenin denilen yolculuğunun sonu, onun rabbi olan isme kadardır. bu ism de, şanın zıllidir. bu ismde fena buldukdan sonra makamına kavuşmakla şereflenir. eğer bu ismde baki olursa makamına kavuşur. bu fenaya ve bekaya kavuşmakla ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye vilayetinin birinci mertebesine ayak basmış olur. muhammedi olmıyan bir veli, rabbi olan sıfata ve o sıfatın kabiliyyetine yetişir. eğer kavuşmuş olduğu bu ismde, ya'ni sıfatda ve kabiliyyetde fani oldu ise, ona denilemez. bunun gibi, bu ismde beka bulunca da, değildir. çünki ismi bütün şü'unları ve sıfatları bulunan bir mertebenin ismidir. şü'unun zatdan başka olması, akl ile olduğundan, şü'un zatdan ve birbirlerinden başka değildir. bundan dolayı şü'unda bir bakımdan fena bulmak, her bakımdan fena bulmak olur. belki de, zati tealada fena bulmak olur. bunun gibi, şü'unda bir bakımdan beka bulmak, her bakımdan beka bulmak olur. bundan dolayı, böyle olunca ve demek doğru olur. halbuki sıfatlarda böyle değildir. çünki sıfatlar, zatdan ayrı olarak dışarda vardır. bunlar, zati tealadan ve birbirlerinden başkadırlar. bir sıfatda fena bulmakla, her sıfatda fena bulmuş olmaz. sıfatlarda beka bulmak da böyledir. bunun için, böyle fani olana, fanifillah denilemez. belki, yalnız fani ve yalnız baki denilebilir. yahud, sıfatın ismi söylenerek denilir. ilm sıfatında fani veya bu sıfatla baki gibi denilir. bundan anlaşılıyor ki, muhammedi olan evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz fenası tamdır. bekası da kamildir. muhammedi olan veli, şü'una doğru yükselir. şü'unun bu alemle hiç ilgisi yokdur. çünki alem, sıfatların zıllidir. şü'unun görüntüsü değildir. bundan dolayı salikin şanda fenası, onun tam fenası olur. öyle olur ki, salikin varlığı ve eseri, izi hiç kalmaz. bekasında da, bütün varlığı, o şan ile baki olur. sıfatda fani olan böyle değildir. kendisi ve eseri büsbütün yok olmaz. çünki, salikin varlığı o sıfatdandır ve o sıfatın zıllidir. aslın görünmesi, kendi zıllini büsbütün yok etmez. hasıl olan beka da, fenası kadardır. bundan dolayı, muhammedi olan veli insanlık sıfatlarına geri dönmez. koğulmak korkusundan mahfuzdur. çünki, kendisinden büsbütün geçmişdir. hak teala ile baki olmuşdur. bu makamdan geri dönmek olamaz. sıfatlarda fena bulmak, böyle değildir. çünki bu fenada, salikin varlığının eseri izi yok olmadığı için geri dönebilir. vasıl olan velinin insanlık sıfatlarına dönmesi caiz olur diyen ve olmaz diyen alimler vardır. böyle başka söylemeleri, yukarda bildirdiğimiz ayrılıkdan ileri gelebilir. bu sözün doğrusu, muhammedi olan, geri dönmekden korunmuşdur. başkaları için bu korku vardır. salik fenaya kavuşdukdan sonra, varlığının eseri de yok olur denildiği gibi, yalnız varlığı yok olur, eseri yok olmaz diyenler de olmuşdur. bu sözün doğrusunu, biraz açıklamak ister. şöyle ki, muhammedi olan salik fani olunca, hem kendi, hem de eseri yok olur. başkalarının ise, eseri yok olmaz. çünki, salikin aslı olan sıfat yok olmamışdır. bunun zılli de yok olmaz. burada bir incelik vardır, şöyle ki: aynın ve eserin yok olması demek, görünmemeleri demekdir. varlıkları yok olmak değildir. varlıkların yok olması ilhada ve zındıklığa yol açar. tesavvuf büyüklerinden bir çoğu, kendisi yok olur dedi. eser yok olmaz dediler. eseri yok bilmek, eserin yok olacağını söylemek, ilhad ve zındıklık olur dediler. burada da, sözün doğrusu, allahü tealanın bildirmesi ile bizim söylediğimizdir. ne kadar şaşılır ki, vücud yok olur dedikleri halde, kendisi de yok olur demişlerdir. çünki, vücudünün kendisi yok olur demek de, eser yok olur demek gibi, ilhad ve zındıklık olur. sözün kısası, kendisinin de ve eserinin de vücudü yok olamaz. aynın ve eserin de şühudleri yok olabilir. yok olmuşdur da. fekat, yalnız muhammedi olanlarda yok olmuşdur. muhammedi olan evliya, kalb makamından büsbütün kurtulmuşlar, kalbin sahibine kavuşmuşlardır. halleri değişmez. masivaya köle olmakdan tam azad olmuşlardır. başka evliyada eserlerin vücudü bulunduğundan, halden hale dönerler. kalb makamından dışarı çıkamazlar. çünki, eserlerin varlığı ve hallerin değişmesi den olur. başka evliyanın şühudleri, perde arkasında olur. çünki, salikin varlığı ne kadar çoksa, aranılanın perdeleri de o kadar çok olur. eser kaldıkca, perde de bu eserdir. ma'rifet: eğer salik, bilinen sülukden başka bir süluk yolu ile, yüksek mertebelerden bir mertebede, rabbi olan isme yetişirse veya bu isme yetişmiyerek, bu mertebede fani olursa, buna da, demek doğru olur. bu mertebede da böyledir. fenafillahı bu ism için söylemek, bu fena, başka fenaların mertebelerinin birinci mertebesi olduğu içindir. ma'rifet: sülukün çeşidleri vardır. birçoğunda önce, cezbe yokdur. birçoğunda ise, önce cezbe vardır. birçoğunda da, süluk yolundaki konakları geçerken, cezbe hasıl olur. bir başkaları, süluk konaklarını geçer. fekat cezbe hasıl olmaz. sevilmişlerde, cezbe önce olur. öteki çeşidleri, sevenler içindir. muhiblerin, ya'ni sevenlerin sülukü, bilinen on makamı geçmekdir. sıra ile, birer birer geçilir. mahbubların, ya'ni sevilmişlerin sülukünde, on makam, topdan hasıl olur. sıra ile, birer birer geçmelerine lüzum kalmaz. bilgisi ve buna benzer olan, ihata, sereyan, zati ilahinin ma'ıyyeti gibi şeyler, önce olan veya ortada hasıl olan cezbelerde olur. cezbesiz olan sülukde ve müntehilerin cezbelerinde, böyle bilgiler hasıl olmaz. bunu yukarıda bildirmişdik. müntehilerde hasıl olan in de, tevhidi vücudiye bağlı olan bilgilerle bir ilgisi yokdur. her nerede, tevhidi vücudi saliklerinin makamlarına uygun olan hakkulyakin bildirilmiş ise, bu, mübtedi olan veya ortada olan meczubların hakkulyakinidir. ma'rifet: tesavvuf büyüklerinden birkaçı buyurdu ki, talibde cezbe hasıl olunca, bundan sonra, onun yol göstericisi, artık bu cezbedir. başka yol gösterici istemez. bu cezbe ona yetişir. bu cezbe sözü ile, eğer seyri fillahın cezbesini demek istiyorlarsa, evet öyledir, yetişir. fekat, yol gösterici demeleri, bu isteklerine uygun olmaz. çünki, seyri fillahdan sonra, yol kalmamışdır ki, yol gösterici lazım olsun. sülukdan önce olan cezbe de olamaz. sözlerinden de, bunun olmadığı anlaşılmakdadır. geriye ortadaki cezbeyi dilemiş olmaları kalıyor. bunun yalnız başına, talibi aradığına kavuşdurabileceği bilinememekdedir. çünki ortada bulunanlardan çoğu, bu cezbe hasıl olduğu zeman, yukarıya yükselmekden vaz geçmekdedirler. bu cezbeyi, müntehilerin cezbesi sanmakdadırlar. yolda hasıl olan cezbe, eğer yol göstermek için yetişseydi, bunları yolda bırakmazdı. evet, başlangıcdaki cezbe, sevilenlerde hasıl olduğu için, buna yetişir denilirse, yeri vardır. mahbubları ihsan çengeli ile çekerler. bunları yolda bırakmazlar. fekat, başlangıcda hasıl olan her cezbenin de yetişeceği söylenemez. arkasından süluk gelen cezb, yol göstermek için yetişir. süluke kavuşmazsa, kısır bir meczubdur. sevilmişlerden değildir. son: tesavvuf büyüklerinden birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, şü'urü giderir ve hissi yok eder dediler. bunlardan birkaçı, kendi hallerini şöyle anlatdı: tecellii zati hasıl olunca, uzun zeman hissiz, hareketsiz düşmüşüm. herkes, beni öldü zan etmiş. birkaçı da, tecellii zati üzerinde konuşmağı ve başka şeyleri yasak etdiler. sözün doğrusu ise, bu tecellii zati, ismlerden bir ismin perdesi arkasından olmakdadır. perdenin arada kalması, tecelliye kavuşanın, varlığında kalan eserin çokluğu kadar uzun sürer. şü'urun gitmesi de, kalan bu eserden ileri gelmekdedir. eğer tam fani olup da, ile şereflenirse, bu tecelli onun şü'urunu hiç gidermez. arabi tercemesi: ateş, içine düşen kimseyi yakar, ateş olmuş kimse ise, nasıl yanar? bir kimse ateşe düşerse yanar, kül olur. bir kimse, yanıp ateş olmuş ise, ateş artık onu yakamaz. perde arkasında olan tecelli, değildir. demekdir. resulullah için olan tecellii zat, perdesiz olan tecellidir aleyhissalatü vesselamü vettehıyye. perde bulunması, şü'ursuzluk olması ile anlaşılır. şü'ursuzluk, uzaklığı gösterir. şü'ur, perdesizliği gösterir. şü'ur, tam olan huzurda olur. büyüklerden biri, perdesiz olan tecellinin biricik sahibi olan muhammed aleyhisselamın halini şöyle anlatıyor. farisi nazm tercemesi: musa aleyhisselam, sıfatlardan, bir ışık görüp, aklı gitdi temam. sen ise muhammed aleyhisselam! zatına bakar ve gülerdin müdam. perdesiz olan bu tecellii zati, sevilmişler için aralıksızdır. sevenler için ise, şimşek gibi gelip geçicidir. çünki mahbubların bedenleri, ruhları gibi olmuşdur. bu benzerlik bütün bedenlerine işlemişdir. sevenlerde, bedenin bu benzeyişi çok az olur. hadisi şerifde, buyuruldu. burada bildirilen vakt, şimşek gibi gelip geçen tecelliler değildir. çünki o server aleyhimüssalevatü etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha, sevilmişlerin şahıdır. o tecelli, o server için süreklidir. belki bu aralıksız tecellide bulunan şeylerden biri bildirilmişdir ki, bu şey az zeman hasıl olmakdadır. tadını tadanlar, bunu iyi anlar. ma'rifet: hadisi şerifini anlatırken, tesavvuf büyükleri ikiye ayrılmışdır: birçoğu, burada bildirilen vakt, sürekli, kesiksiz vaktdir dedi. başkaları ise, arasıra olan vaktdir dedi. sözün doğrusu şöyledir ki, sürekli olmakla beraber, bunun arasıra olan yerleri de vardır. yukarıda buna işaret etmişdik. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, arasıra olan vakt, namazda olmakdadır. belki, bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyurularak, buna işaret olunmuşdur. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. alak suresinin ondokuzuncuayetinde, buyuruldu. allahü tealaya yakınlık ne kadar çok olursa, başka şeylerin araya karışması o kadar az olur. sual: tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala ervahahüm kendi hallerinin kuvvetini, sürekli olduğunu bildirmek için, diyor. yukarıdaki hadisi şerif, hatta ayeti kerime ise, halin sürekli olmadığını bildirmekdedir. bu nasıl olur? cevab: zemanın sürekli olduğu meydandadır. söz konusu olan, bu sürekli zeman içinde ayrıca az bulunan zemanların da olup olmamasıdır. bu az zemanların bulunduğunu anlamıyanlar, buna yok demişlerdir. bu makama kavuşdurulanlar ise, varlığını bildirmişlerdir. sözün doğrusu şudur ki, resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye artıklarını toplamakla şereflendirilen bir kimse, namazda gönlünü toparlayıp, namazdaki o ni'metden biraz tadabilir. fekat namazda resulullaha mahsus olan ni'metin artıklarını toplamakla şereflenenler pekazdır. allahü teala, sonsuz olan ihsanı ile ve muhammed aleyhissalatü vesselam hurmetine bu makama bizleri de kaddesallahü teala sirrehül'aziz kavuşdursun! ma'rifet: sıfatların sahiblerinden olan müntehiler, bilgiler ve ma'rifetler bakımından meczublara yakındırlar. her ikisinin şühudleri birbirine benzer. çünki, ikisi de dendirler. bununla beraber, sıfatların sahibleri, bilgilerin ve ma'rifetlerin inceliklerini anlarlar. meczublar böyle değildir. bundan başka, sıfatların erbabı, süluk etmekle ve yukarı yükselmekle, yükselmemiş meczublardan daha çok yaklaşırlar. lakin aslın sevgisi meczubları sarmışdır. arada perdeler varsa da, hadisi şerifine göre meczublar da, asla yakın ve beraber sayılır. meczublar, sevgi bakımından, muhammedi olan evliyaya benzerler. çünki, arada perdeler bulunsa bile, meczublarda da aslın sevgisi vardır. ma'rifet: tesavvuf büyüklerinden birkaçı, demişlerdir. bu sözleri üzerinde biraz düşünmek lazımdır. çünki, kutb yaradılışda muhammedidir. muhammedi olanlar, tecellii zata kavuşur. evet, bu tecellinin de çeşidleri vardır. ın kavuşduğu kurba, kavuşamaz. fekat ikisi de, zatın tecellisine kavuşur. bunlar belki kutb demekle, demek istemişlerdi. çünki bu kutb, israfil aleyhisselamın zılli üzerindedir. muhammed aleyhisselamın zılli üzerinde değildir. ma'rifet: hadisi şerifde, buyurdu. allahü teala, madde değildir. benzeri yokdur. nasıldır denilemez. ademin ruhu, kendi hulasası, özüdür. allahü teala, ademin ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yaratdı. allahü teala mekansız olduğu gibi, ruh da mekansızdır. ruh da madde değildir. ruhun bedene bağlılığı, allahü tealanın alem ile olması gibidir. ne içindedir, ne dışındadır. ne bitişikdir, ne ayrıdır. yalnız onu varlıkda durdurmakdadır. bedenin her zerresini diri tutan ruhdur. bunun gibi, alemi varlıkda durduran, allahü tealadır. allahü teala, bedeni ruh vasıtası ile diri tutmakdadır. insana gelen her feyz, önce ruha gelir. ruhdan bedene yayılır. ruh nasıl olduğu anlaşılmaz olarak yaratılmış olduğu için, hiç anlaşılamıyacak olan allahü teala onda yerleşmekdedir. hadisi kudside, yere ve göke sığmam. fekat mü'min kulumun kalbine sığarım buyurdu. çünki, yer ve gök çok geniş olmakla beraber maddedirler. mekanlıdırlar. birşeye benzetilebilirler. nasıl oldukları anlaşılır. mekansız olan, nasıl olduğu bilinmiyen mukaddes varlık, bunlarda yerleşemez. mekansız olan, mekanda yerleşmez. benzeri olmıyan, benzeri olanla bir arada bulunmaz. mü'min kulun kalbi ise, mekansızdır. nasıl olduğu anlaşılamaz. bunun için, burada yerleşir. mü'minin kalbi denildi. çünki kamil, olgun mü'minlerden başkasının kalbi mekansızlık derecesinden aşağı düşmüşdür. mekanlı ve maddeli şeylere karışmışdır. onlar gibi olmuşdur. böyle düşmekle ve maddeli varlıklar gibi olmakla, onlardan sayılmışdır. anlaşılacak hale gelmişdir. anlaşılamıyanı yerleşdirmek gücü kalmamışdır. araf suresinin yüzyetmişsekizinci ayetinde mealen, onlar, hayvan gibidir. belki hayvandan daha sapıkdır buyuruldu. tesavvuf büyükleri arasında rahmetullahi teala aleyhim ecma'in kalbinin geniş olduğunu söyliyenler, kalbinin mekansız olduğunu anlatmışlardır. çünki, mekanlı ne kadar geniş olsa da, yine dardır. arş, madde aleminin en büyüğü, en genişidir. fekat, mekanlı olduğundan, mekansız olan ruha göre, hardal danesi gibi kalır. belki daha da küçükdür. şunu da söyleriz ki, mü'minin kalbi, sonsuz olan nurların tecelli yeridir. belki, sonsuz olanla baki olmuşdur. arş, içindekilerle birlikde, bu kalbin içinde, yok gibi kalırlar. eserleri, izleri bile kalmaz. seyyidüttaife cüneydi bağdadi, bunu anlatırken, buyurdu. bu, ruh için dikilmiş bir elbisedir. melekler de, buna kavuşamaz. melekler de maddedir. mekanlıdır. nasıl olduğu anlaşılabilir. bu bilgilerden insanın nasıl olduğu anlaşılır. birşeyin sureti, onun halifesidir, vekilidir. birşey onun suretinde yaratılmazsa, onun halifesi olamaz. halife olmağa yakışmıyan, emanet yükünü taşıyamaz. sultanın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşır. ahzab suresinin yetmişikinci ayetinde mealen, emaneti göklere ve yere ve dağlara bildirdik, yüklenmek istemediler. ondan çekindiler. onu insan yüklendi. insan zalim oldu. cahil oldu buyuruldu. insan kendine çok zulm etdi. varlığından ve kendi ile birlikde var olanlardan bir iz, bir eser kalmadı. çok cahil oldu. çünki, maksadı kavrıyamadı. aranılandan bilgi edinemedi. o mekanda, anlayamamak, anlamakdır. bilmediğini söylemek, bilmekdir. allahü tealayı bilmemek, şaşıp kalmak, onu tanımakdır. tenbih: yazılar arasında, allahü tealanın yerleşmesi veya onda birşeyin yerleşmesi, ona yaklaşmak anlaşılan kelimeler bulunursa, başka kelime bulunamadığı için olduğunu anlamalı. böyle sözleri, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olarak anlamalıdır. ma'rifet: insan, dir. insandan başka olan herşey dir. alemi sagir ve alemi kebir, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının görüntüleridir. zatındaki kemallerin ve şü'unün aynalarıdır. alemler kapalı bir hazine idi. gizli bir define idi. bunları meydana çıkarmak diledi. toplu iken açmak, yaymak istedi. aslını göstermek için, özünü belli etmek için, alemi yaratdı. alemin, kendi yaratanı ile biricik bağlılığı, onun mahluku olmasıdır. başka hiçbir ilgisi yokdur. onun büyüklüğünü, yüksekliğini, kemallerini göstermekdedir. bundan başka bağlılık söylemek, mesela birleşmek, benzemek, etrafını kuşatmak, beraber olmak gibi sözler, hep sekrden ve hallerin kaplamasındandır. halleri doğru olan büyükler rahmetullahi aleyhim ecma'in, sekrden kurtulmuş, sahve, şü'ura kavuşmuşlardır. böyle şeyler söylemezler. söylemiş iseler, tevbe ve istigfar ederler. yolda ilerlerken, bunlardan birçoğuna böyle bilgiler hasıl olur ise de, nihayete kavuşunca, bu bilgiler yok olur. islamiyyete uygun olan ledünni bilgiler ihsan olunur. bunu iyi anlatabilmek için, şöyle benzetebiliriz: fen sahibi, derin bir alim, bilgilerini, fenlerini dışarı çıkarmak, anlatmak isterse, harfler ve sesler kullanır. bu harflerin ve seslerin içinde bilgilerini ortaya döker. bu harfler ve sesler, bilgileri göstermekdedir. alimle hiçbir bağlılıkları yokdur. yalnız, alim bu harflerin sahibidir. bunlar da, onun yüksekliğini gösteren işaretlerdir. harflere ve seslere, alimin kendisidir, yahud bilgilerin kendisidir denemez. harfler ve sesler, bu bilgileri kaplamışdır, beraberdir gibi şeyler de söylenemez. bilgiler, alimin kafasında olduğu gibidir. hiçbir değişikliğe uğramamışlardır. evet, harflerle sesler, bunları göstermekde, bunlar da onlar ile gösterilmekdedir. bu kadarcık bağlılık, aslı olmıyan birkaç şey hayale getirir. bu şeylerin alimle ve bilgilerle hiçbir ilgisi yokdur. bu harfler ve sesler dışarda vardırlar, alim ve onun bilgileri dışarda vardır, harfler, sesler ise, vehm ve hayaldir demek yanlışdır. bunun gibi adı da verilen alem, dışarda vardır. bu varlık, bir görüntü ve asla bağlı olan bir varlık ise de, dışarda vardır. alem vehm ve hayaldir demek yanlışdır. eski yunan felsefecilerinden sofistai denilen birkaçı böyle söylemişdir. böyle söyliyenlerin, alem için bir hakikat vardır demeleri, alemi vehm ve hayal olmakdan kurtarmaz. o zeman, hakikat var olmuş olur, alem değil. çünki, alemi o hakikatden başka bilmekdedirler. veya denir. tenbih: alemin ismlere ve sıfatlara ayna olması demek, ismlerin ve sıfatların suretlerine, görüntülerine ayna olması demekdir. alem, ismlerin ve sıfatların kendilerine ayna değildir. çünki ism de, ismin sahibi gibi, hiç bir mertebe ile çevrilemez. sıfat da, sıfatın sahibi gibi hiçbir aynada görülemez. farisi tercemesi: dar olan şekl ve suret kabına ma'na nasıl sığar? dilencinin kulübesinde, sultanın ne işi var? ma'rifet: o serverin aleyhissalatü vesselam izinde gidenlerin büyükleri, ona uydukları için, onun için olan tecellii zatiden pay alırlar. başka peygamberlere ise ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat tecellii sıfat vardır. tecellii zat, tecellii sıfatdan daha şereflidir. fekat, şunu da bilmelidir ki, peygamberlere ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat tecellii sıfatda, kurb mertebeleri hasıl olmakdadır. bu ümmetin büyüklerine, tecellii zatdan bir pay düşdüğü halde, bu mertebeler hasıl olmaz. bunun benzeri şöyledir ki, bir kimse, güneşe aşık olarak, güneşe doğru yükselse ve yaklaşsa, güneşle arasında ince bir perdeden başka uzaklık kalmasa, başka birisi de, güneşi çok sevse, fekat ona yaklaşmasa, güneşle arasında hiçbir perde olmasa, birincinin güneşe daha yakın olduğu ve onun üstünlüğünü daha iyi anlıyacağı meydandadır. daha yakın olan ve ma'rifeti daha çok olan, elbette daha üstündür. bunun içindir ki, ümmetlerin en hayrlısı olan bu ümmetin evliyasından hiçbiri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat en üstün ise de, hiçbir peygamberin derecesine yetişemez. bu veliye, kendi peygamberini en üstün yapan üstünlüklerden, ona uyduğu için, verilmiş ise de, peygamberler, her bakımdan üstündürler. evliya, artık toplayıcıdırlar. sözümüz burada temam oldu. bundan dolayı ve bütün ni'metlerinden dolayı, allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve hepsine ve mukarreb meleklere ve sıddiklara ve şehidlere ve salihlere salat ve selam olsun! ikiyüzseksensekizinci mektub bu mektub, seyyid enbiyai mankpuriye yazılmışdır. nafile namazları cema'at ile kılmak caiz olmadığı bildirilmekdedir: bizleri, peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendiren ve dinde bid'atler çıkarmakdan koruyan yüce allaha hamd olsun! dalalet, sapıklık yuvalarını yıkan ve hidayet sancağını dalgalandıran resule ve onun temiz aline ve seçilmiş eshabının hepsine salat ve selam olsun! zemanımızda alim olsun, cahil olsun, müslimanların çoğu, nafile ibadetleri yapmağa çok önem veriyorlar. farzları yapmakda gevşek davranıyorlar. farzların içinde bulunan sünnetleri ve müstehabları gözetmiyorlar. nafilelere kıymet veriyorlar. farzları aşağı görüyorlar. farz namazları müstehab olan zemanlarında kılan yok gibidir. sünnet olan cema'atin çoğalmasına, hatta namazı cema'at ile kılmağa aldırış etmiyorlar. farzları, gevşeklikle, üşenerek kılmakla, vazifeyi bitirdiklerini sanıyorlar. aşure gününe, berat gecesine, receb ayının yirmiyedinci gecesine ve bu ayın, regaib gecesi dedikleri ilk cum'a gecesine çok önem veriyorlar. bu zemanlarda, büyük cema'atlerle nafile namazlar kılıyorlar. bu cema'atleri iyi ve güzel sanıyorlar. bunların, şeytanın aldatması olduğunu, günahları sevab olarak gösterdiğini anlıyamıyorlar. şeyhulislam usameddin isferaini hirevi rahmetullahi teala aleyh, nde, buyuruyor. nafile namazları cema'at ile kılmak mekruh, kötü olan bid'atlerdendir. son peygamberin aleyhi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, hadisi şerifinde bildirdiği bid'atlerdendir. nafile namazı cema'at ile kılmanın mekruh olduğu fıkh kitablarının çoğunda yazılıdır. herkes çağrılır, büyük cema'at yapılırsa, mekruh olur diyenler de vardır. buna göre, herkese haber vermeden, cami'in bir köşesinde, bir iki kişi cema'at ile kılarsa mekruh olmaz. üç kişi kılarsa mekruh olur ve olmaz da diyenler oldu. dört kişinin cema'at ile nafile kılması, sözbirliği ile mekruhdur denildi. doğrusu böyledir diyenler de oldu. fetva kitabında, teravih ve güneş tutulması namazlarından başka olan nafileleri cema'at ile kılmanın mekruh olduğu bildirilmekdedir. fetva kitabında, şeyhulimam serahsi rahimehullah buyuruyor ki, nafile namazı cema'at ile kılmak, ramezandan başka zemanlarda, herkes çağrılırsa, mekruh olur. bir iki kişi imama uyarsa mekruh olmaz. üç kişi olursa şübhelidir. dört kişi olursa, sözbirliği ile mekruh olur dedi. kitabında, nafile namazı cema'at ile kılmak, herkesi çağırarak olursa, mekruhdur. ezan ve ikamet okunmadan, cami'in bir köşesinde kılınırsa, mekruh olmaz diyor. şemsül eimmei hulvani buyurdu ki, imamdan başka üç kişi ise, sözbirliği ile mekruh olmaz. dört kişi ise, mekruh olur da denildi, olmaz da denildi. fekat, mekruh olması daha doğrudur. şafi'i fetvalarında, nafile yalnız ramezanda cema'at ile kılınır. herkese haber verilirse, ya'ni ezan ve ikamet okunursa, bu da mekruh olur. kimseyi çağırmadan ve bir iki kişi kılarsa mekruh olmaz. üç kişi olursa, şübhelidir. cema'at dört kişi olursa, sözbirliği ile mekruh olur diyor. böyle haberler daha pekçokdur. fıkh kitabları bu haberlerle doludur. sayı bildirmiyerek mekruh olmaz diyen bir haber işitilirse, bunu yukarıda bildirdiğimiz gibi anlamak lazımdır. genel olarak bildirileni, şartlı olarak anlamalı, iki üç kişi için caiz olduğu bildirilmişdir demelidir. çünki, hanefi mezhebindeki üsul kitablarında, şartsız olarak bildirilen, şartsız bırakılır ise de, şartsız bildirilen haberlerden, şartlısını anlamak caiz, hatta lazım olduğu da bildirilmişdir. şartlı olarak anlamadığımızı, şartsız olduğunu anladığımızı bir an için düşünürsek, bu şartsızlık yukardaki şartlı haberlere aykırı olur. iki kuvvetli haber, birbirini bozmuş olur. halbuki, bu iki haberin kuvveti eşid değildir. çünki, mekruh olduğunu bildiren haberler hem daha çokdur, hem de beğenilmiş ve fetva halini almışlardır. caiz diyen haberler böyle değildir. iki haber de kuvvetlidir dersek, birşeyin hem mekruh, hem de mubah olduğunu bildiren haberler olunca, mekruh olduğu kabul edilir. böylece ihtiyat gözetilmiş olur. alimleri böyle buyurmuşdur. yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldı ki, aşure günü ve berat ve regaib geceleri, cami'lerde toplanarak cema'at ile namaz kılan yüzlerle kişiler, bu toplantılarla sevab kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkh alimlerinin sözbirliği ile mekruh dedikleri işi işlemekdedirler. mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir. çünki, haramı mubah bilmek, küfr olur. mekruhu mubah bilmek, ondan bir basamak aşağıdır. bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır. mekruh olmakdan kurtulmak için, ezan ve ikamet okumadıklarını ileri sürüyorlar. evet, ezan okumayınca mekruh olmıyacağını bildiren birkaç haber vardır. fekat, bir iki kişi olmak ve cami'in bir köşesinde kılmak şartı ile mekruh olmaz demişlerdir. böyle olmazsa, bu alimlere göre de mekruh olur. haber vermek, yalnız ezan ve ikamet demek değildir. birbirlerine söylemekle de olur. böylece binlerle kimse, nafile kılacaklarını birbirlerine yaymakdadırlar. aşure günü ve sayılı zemanlarda mahalle mahalle, birbirlerine haber veriyorlar. filan şeyhin, filan imamın cami'ine gidelim, cema'at ile namaz kılınacak diyorlar. böyle haberleşmek, ezandan ve ikametden daha kuvvetli olmakdadır. haber vermek şartı, tam yerine gelmekdedir. haberleşmenin ezan ve ikametle olacağını açıklıyan birkaç habere uysak bile, yukarıda bildirdiğimiz gibi, bir iki kişinin cami' köşesinde kılması şartı da vardır. şunu da bildirelim ki, nafile ibadetleri gizli yapmak lazımdır. böylece, riya ve gösteriş tehlükesi olmaz. cema'at ile kılmak böyle değildir. farzları açıkca yapmak, herkese göstermek lazımdır. çünki farzlarda gösteriş lekesi olmaz. bunları cema'at ile kılmak, bunun için uygundur. bundan başka, cema'atin çok olması, fitne uyandırır. bunun içindir ki, cum'a namazında sultanın veya vekilinin bulunması şart olmuşdur. böylece, fitne çıkmak tehlükesi ortadan kalkmış olur. bu mekruh cema'atlerde fitne uyanma korkusu daha çokdur. bu bakımdan da, bu toplantılar, islamiyyete uygun değildir. yasakdır. hadisi şerifde ala sahibihessalatü vesselam, fitne uykudadır. bunu uyandırana, allah la'net eylesin! buyuruldu. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, islam valilerinin, hakimlerinin ve koruyucu kimselerin, böyle toplantıları dağıtmaları lazımdır. bunun için sıkı davranmaları, sıkışdırmaları yerinde olur. böylece, fitneye yol açan bir bid'at, ortadan kaldırılmış olur. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. doğru yolu gösteren ancak odur. ikiyüzseksendokuzuncu mektub bu mektub, mevlana bedreddine arabi olarak yazılmışdır. kaza ve kaderin ince bilgilerini anlatmakdadır: allahü tealanın ismine sığınarak, mektubumu yazmağa başlıyorum. kaza ve kaderin ince bilgilerini, kullarından seçilmiş olanlara bildiren ve doğru yoldan sapmamaları için, cahillerden saklıyan, allahü tealaya hamd ederim! kaza ve kaderin esrarını, din cahilleri anlıyamayıp, doğru yoldan kayar. insanları işlerinde mecbur, esir veya hakim, yaratıcı sanmak tehlükesine düşerler. allahü teala, peygamberlerinin en üstünü ile, kullarına doğru yolu, doğru bilgiyi gösterdi. yanlış düşünen cahillerin ve asilerin özr, behane etmelerine meydan bırakmadı. o büyük peygambere ve akrabasına ve eshabının hepsine, bizden iyi düalar ve selamlar olsun sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve eshabih! onun eshabının herbiri, allahü tealaya ita'at edenlerin ve kadere inanıp, kazaya razı olanların en iyisidir. kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlıyamamış, doğru yoldan ayrılmışdır. bu bilgi üzerinde akl yürütenler, vehm ve hayallerine kapılmışdır. bunlardan bir kısmı, insanların istiyerek yapdığı işlerinin cebr, zor ile olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yapdığını, istiyerek yapılan işlere, allahü tealanın karışmadığını söylemişdir. üçüncü anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, islamiyyeti iyi anlıyanların sözüdür ki, bunlar, ismi ile müjdelenmiş olan radıyallahü teala anhümdür. allahü teala, o yüksek alimlerden ve onların yolunda gidenlerden razı olsun! bunlar, birinci ve ikinci kısmda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir. ehli sünnetin reisi olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, imamı ca'feri sadıkdan radıyallahü anh sordu: allahü teala, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır? allahü teala, rübubiyyetini, aciz kullarına bırakmaz, buyurdu. kullarına, işleri zor ile mi yapdırıyor? allahü teala adildir. kullarına zor ile günah işletip, sonra cehenneme sokmak, onun adaletine yakışmaz, buyurdu. o halde, insanların, istekli hareketi, kimin arzusu ile oluyor, kim yapıyor? işleri insanların arzusuna bırakmamış ve kimseyi cebr etmemişdir. ikisi arası olagelmekdedir. yaratmağı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yapdırmaz. işte, ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim diyor ki, kulların ihtiyari hareketlerini, işlerini allahü teala icad etmekde, yaratmakdadır. onun kudreti ile var oluyorlar. fekat, insanın kudreti de karışmakdadır. istekli hareketlerimiz, allahü tealanın kudreti ile ve bizim kudretimiz ile olur. ehli sünnetden, ebülhaseni ali eş'ariye göre rahmetullahi teala aleyh, insanların istekli işlerine, kendi ihtiyarları, hiç karışmaz. yalnız, kul bir iş yapmak isteyince, allahü teala, o işi hemen yaratmakdadır. adeti ilahisi hep böyledir. işin yapılmasında kulun kudretinin te'siri olmaz. bu sözü, mezhebinin sözüne yakındır. bunun için, eş'ari mezhebine denilmekdedir. büyük alim, ebu ishak isferaini buyurdu ki, insanların yapdığı, istekli hareketlerinin meydana gelmesinde, kendi kudretleri de işe karışmakdadır. iş iki kudretin bir araya gelmesi ile yapılıyor. biri, kulun kudreti, ikincisi allahü tealanın kudretidir. ayrı iki kuvvetin te'siri ile, bir iş meydana gelir diyor. eş'ariden kadi ebu bekri bakıllani buyuruyor ki, insanın kudreti, işin meydana gelmesine değil, işin iyi veya fena olmasına, ya'ni ta'at veya günah olmasına te'sir eder. matüridi mezhebi de böyledir. bu za'if kulun anladığına göre, insanın kudreti, işin yapılmasına da, iyi veya fena olmasına da, birlikde te'sir etmekdedir. çünki, işin meydana gelmesine te'sir etmeyip, yalnız iyi veya fena olmasına te'sir eder demek ma'nasızdır. çünki, işin iyi veya kötü olması, işin yapılması ile meydana çıkar. fekat, bunun için de, aynı kuvvetin ayrıca te'sir etmesi lazımdır. işin yapılması başkadır, iyi veya fenalığının yapılması başkadır. o halde, işin iyi veya fena olması için de, kuvvetin ayrıca te'siri lazımdır demek, yanlış olmaz. ebülhaseni eş'ari, böyle demiyor. halbuki, insanların kudretini allahü teala yaratdığı gibi, bu kudretin te'sir etmesini de allahü teala yaratmakdadır. bunun için, kulun kudretinin te'sir etdiğini söylemek, hakikate daha yakın olur. eş'ari mezhebi, allahü tealanın, kullarını cebr etdiğini bildirmiş oluyor. çünki, kulda ihtiyarın ya'ni beğendiğini yapmak bulunmadığını ve kulun işinde, kendi kuvvetinin hiç te'siri olmadığını bildiriyor. bu mezhebi, cebriyyeden ayıran şey, cebriyye mezhebinde, bir insan, bir işi yapdı demek, mecazdır. ya'ni, o istekli işi, yalnız allahü teala yapmışdır. o insanın eli ile yapmışdır. insanda kudret yokdur derler. eş'ari ise, işi yapan, hakikatde insandır. ancak, insanın isteği ile değil, allahü tealanın istemesi ile yapmışdır. insanda ihtiyar yokdur diyor. ehli sünnetden, eş'ariden başkaları, kulun kudreti, yapdığı istekli işde te'sir eder diyor. eş'ari ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebeb olup, yaratılmasında te'siri olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yapdı demek doğru olur. ehli sünnet, cebriyyeden, böylece ayrılmış olur. cebriyye mezhebinin, insanın, istekli işlerini hakikaten yapdığını kabul etmemesi, işi insan yapdı demek mecazdır demesi küfrdür, kur'anı kerimi inkar etmekdir. kitabının sahibi diyor ki, cebriyye mezhebinde, işi insanın yapması mecazdır, görünüşdür, insanda kudret yokdur. kullar, rüzgarla sallanan yaprak gibidir. insanların her hareketi, ağacın hareketi gibi mecburidir diyenler kafir olur. yine diyor ki, cebriyyenin, kulların iyi, kötü, bütün işleri, hakikatde onların değildir. ihtiyari hareketleri de yapan, yalnız allahdır sözleri de küfrdür. sual: imamı eş'ari rahmetullahi aleyh insanın işinde, kudretinin te'siri yokdur, hakikatde insanın ihtiyarı da yokdur dediği halde, işi yapan hakikatde kuldur demesi, doğru mudur? cevab: insan kudretinin, işinde te'siri yok ise de, allahü teala, işi yaratması için, onun kudretini sebeb kılmışdır. allahü tealanın adeti şöyledir ki, insan kudretini ve ihtiyarını bir iş için kullanınca, allahü teala, o işi yaratıyor. insanın kudreti, böylece, işin yapılmasına sebeb oluyor. işlerin yapılmasına te'sir etmiş oluyor. çünki, kulun kudreti olmadıkça, adeti ilahi o işi yaratmamakdadır. bu adete göre, işi yapan, insandır demek, hakikatde doğru oluyor. eş'ari mezhebini doğru yola uydurmak, ancak böyle olur. başka dürlü anlatanları şübheli dinlemelidir. ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim, kadere inanmış, kaderin hayrlısı, şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep allahü tealadandır demişdir. çünki , var etmek, yaratmak demekdir ve herşeyi yapan, yaratan, ancak allahü tealadır. , ya'ni kaderiyye fırkası kaza ve kadere inanmadı. işlerin, yalnız kulun kudreti ile hasıl olduğunu zan etdi. şerler, kötülükler, allahü tealanın kazası ile olsaydı, bunlar için azab yapmazdı. bunlara azab yapması zulm olur dedi. böyle sözleri söylemek zulmdür. cahilce sözdür. çünki, kaza ve kadere inanmakla, kulun ihtiyarı ve kudreti gitmez. demek, bir insanın bir işi kendi ihtiyarı ile yapıp yapmayacağını, allahü tealanın, önceden bilmesi demekdir ki, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermekdedir. kazaya inanmak iradenin, ihtiyarın yok olmasına sebeb olsaydı, allahü teala da, yaratmağa mecbur veya memnu' olurdu. çünki, ezelde, her şeyin var olacağını bildi ise, onu yaratmağa mecbur olurdu. yokluğunu bildi ise, yaratması memnu' olurdu. kazaya inanmak, kulda ihtiyarın bulunmasına inanmağa mani' olsaydı, allahü tealada irade ve ihtiyarın bulunmasına inanmağa da mani' olurdu. allahü tealanın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani' değildir. evet, insanların kudreti azdır. işi yalnız insan kudreti yapar demek, pek aklsızlık olur ve düşüncesizliğin son derecesidir. mu'tezilenin, burada da, doğru yoldan ayrılmış olduğunu, maveraünnehr alimleri bildirmiş, bunların sözü, mecusilerin sözünden daha fenadır demişlerdir. çünki mecusiler, allahü tealanın bir şeriki, ortağı var sanmışdır. mu'tezile ise, sayısız ortak var demekdedir. , insan asla bir iş yapmaz, cansızlar gibi hareket eder. insanın kudreti, kasdı, ihtiyarı yokdur diyor. insanlar iyi iş yapınca sevab kazanmaz, kötü işlerine azab yapılmaz sanıyor. kafirler, günah işliyenler ma'zurdur, mes'ul olmazlar. çünki, insanın her işini, yalnız allah yapıyor. insan istese de, istemese de, allah günah yaratıyor. insan günah yapmağa mecburdur diyorlar. bu sözleri küfrdür. bunlara de denir ki, mel'undurlar. günah, insana zarar vermez. asi, fasık, azab görmiyecekdir dediler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . mezhebleri temamen yanlışdır, bozukdur. çünki, ihtiyari, istekli hareketimiz ile, titreme, refleks hareketlerinin başka olduğu meydandadır. elimizle birşey tutmamız, elbette ihtiyarımız iledir. göz seğirmesi, kalbin çalışması ise, böyle değildir. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, bu mezhebin bozuk olduğunu bildirmekdedir. nitekim, secde ve ahkaf ve vakı'a surelerinde, ve kehf suresinde, meali şerifleri ile buyurmakdadır. insanların çoğu, tenbel olduğundan ve niyyetleri kötü olduğundan özr, behane arıyor. sualden, azabdan kurtulmak için, eş'ari, hatta cebriyye mezhebine yanaşıyor. bunlar, ba'zan, insanın hakikatde ihtiyarı yokdur. işi insanın yapması mecazdır, görünüşdedir diyor. ba'zan da, insanın ihtiyarı azdır. herşeyi yapan, allahü tealadır diyor. bu söz, cebriyye mezhebine kayıyor. bunlar, ba'zı tesavvuf büyüklerinin sözlerini öne sürüyor. mesela, işleri yapan birdir. hiçbirşey yokdur, yalnız o vardır. insanın işinde, kudretinin te'siri yokdur. insanın hareketi, ağacın sallanması gibidir. insanın varlığı da, işleri de, çöldeki serab gibidir, bir görünüşden başka birşey değildir gibi sözler, bu gevşek, tenbellerin kötü söylemelerini ve işlemelerini destekliyor. herşeyin doğrusunu, ancak allahü teala bilir. bildiğimiz kadar, bunlara şöyle cevab veririz ki: eş'arinin dediği gibi, eğer ihtiyar, hakikaten bulunmasaydı, allahü teala, kulların zulm etdiğini bildirmezdi. insanın yapdığı işde kendi kudreti te'sir etmeyip, kudreti, yalnız işin yaratılmasına sebeb olsaydı, insanların kötü işlerine zulm denmezdi. halbuki allahü teala, kur'anı kerimin birçok yerinde, insanların zulm işlediğini bildiriyor. insanın gücü, işin yaratılmasına te'sir etmeyip, yalnız sebeb olsaydı zulm buyurmazdı. evet, allahü tealadan gelen elemlerde, azablarda, insanın ihtiyarı karışmıyor. fekat, bu zulm olmaz. çünki, allahü teala, kaydsız, şartsız malikimiz, sahibimizdir. mülk yalnız onundur. mülkünü, istediği gibi kullanır, hiç zulm olmaz. fekat insanların zulm etdiklerini bildirmesi, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermekdedir. burada zulmün mecaz olması düşünülemez. hakikatler, zaruret olmadıkca mecaz yapılmaz. insanların iradeleri, ihtiyarları za'ifdir, azdır sözüne gelince, eğer allahü tealanın ihtiyarı yanında azdır denirse veya insanların ihtiyarı yalnız olarak işleri meydana getiremez demek istenirse, doğru olur. fekat, eğer ihtiyarları, işlerin yapılmasına te'sir etmez denirse, doğru olmadığını yukarıda bildirdik. allahü teala, kullarına yapabilecekleri şeyleri emr etmişdir. insanları za'if yaratdığı için, her emrinde kolaylık göstermişdir. nisa suresi yirmiyedinci ayetinde mealen, allahü teala, size hafif, kolay emr etmek istedi. çünki, insan za'if yaratılmışdır buyuruldu. allahü teala, dir. herşeyi yerinde, uygun olarak yapar. dur. . dir. ahıretde sevdiklerine, ya'ni küfranı ni'met etmiyenlere, ya'ni mü'minlere cenneti ihsan edicidir. kullarına yapamıyacakları şeyi emr etmek hikmetine, re'fetine yakışmaz. kullarına, kaldırılamıyacak, büyük kayayı kaldırmağı emr etmeyip, herkesin çok kolay yapacağı kıyam, rükü', secde, ufak bir ayet okumak ile meydana gelen namazı emr etmişdir. namaz kılmak, herkes için çok kolaydır. ramezanı şerif orucu da, pek kolaydır. zekatı da, çok hafif emr etmiş, malın hepsini değil, kırkda birini verin demişdir. hepsini veya yarısını vermeği emr etseydi, kullarına güç olurdu. merhameti, pek fazla olduğundan, emri tam yapılamaz ise, daha da hafifletmişdir. mesela, abdest alamıyanlara, teyemmüm etmeğe, namazda ayak üzere duramıyanlara, oturarak kılmağa, oturamıyanlara da, yatarak kılmağa, rükü' ve secde yapamıyanlara, ima ile kılmağa, bunlar gibi, daha nice kolaylıklara izn vermişdir. islamiyyetin emrlerine dikkatle ve insafla bakan, bu kolaylıkları görür. allahü tealanın, kullarına ne kadar çok merhametli olduğunu, pek iyi anlar. emrlerin pek kolay olmasının bir şahidi de, çok kimselerin, emr olunan ibadetlerin, daha artmasını istemesidir. namazın, orucun artmasını istiyen, çok görülmüşdür. evet, ibadet yapmak güç gelen kimseler de, yok değildir. böyle kimseler, normal insan değildir. böyle bozuk kimselere, ibadetlerin zor gelmesine sebeb, nefslerinin karanlığı ve şehvani arzularının kötülüğüdür. bu karanlık ve kötülükler, nefsi emmareden hasıl olmakdadır. nefsi emmare, allahü tealanın düşmanıdır. şura suresi onüçüncü ayetinde mealen, ve bekara suresi, kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bedenin hastalığı, ibadetlerin yapılmasını güçleşdirdiği gibi, ın hasta olması da güçleşdirir. allahü teala, islamiyyeti, nefsi emmareyi, arzularından, adetlerinden vaz geçirmek için gönderdi. nefsin istekleri ve islamiyyetin istekleri birbirinin zıddıdır, aksidir. o halde, ibadetleri yapmakda güclük çekmek, nefsin kötülüğünü gösteren bir alametdir. nefsin arzularının kuvveti, bu güçlüğün çokluğu ile ölçülür. nefsin hevası kalmayınca, güçlük de kalmaz. sfiyyei aliyyeden ba'zısının, insanda ihtiyarın bulunmadığını veya kuvvetsiz olduğunu gösteren birkaç sözünü yukarıda yazmışdık. tesavvuf büyüklerinin, islamiyyete uymıyan sözlerine, hiç kıymet verilmez. nerde kaldı ki, huccet ve sened olarak kullanılsın. ya'ni, bir iddi'ayı, düşünceyi isbat için böyle sözleri şahid getirmek, hiç doğru olmaz. şahid, sened olacak, uyulabilecek, ancak ehli sünnet alimlerinin sözleridir. sfiyyei aliyyenin sözlerinden, alimlerin sözüne uygun olanlar, kabul edilir. uymıyanları, kabul edilmez. burada da yine bildirelim ki, sfiyyei aliyyeden, halleri, keşfleri doğru olanlar, islamiyyete uymıyan hiçbirşey söylememiş ve yapmamışdır. keşflerinden, hallerinden, islamiyyete uymıyanların, yanlış olduğunu anlarlar. islamiyyete muhalif olan sözlere ve hareketlere doğru diye sarılmak, zındıklık, ilhad ya'ni dinsizlik alametidir. şunu da ilave edelim ki, sfiyyei aliyyenin islamiyyete uymıyan ba'zı sözleri, halin kapladığı zemanda, keşf yolu ile anladıkları bilgilerdir ki, o zeman, akl ve şü'urları örtülü olduğundan, özrlü sayılırlar ve keşfleri yanlış olmuşdur. başkalarının, böyle keşflere, sözlere uyması caiz değildir. böyle sözlere, islamiyyete uyacak şeklde ma'na vermek, kelimelerden anlaşılan ma'nayı bırakıp, meşhur olmıyan ma'nalarını vererek, islamiyyete uydurmak lazımdır. çünki aşıkların, muhabbet serhoşlarının sözleri, çeşidli ma'nalara gelir. bu ma'nalar arasından, doğru ve onların büyüklüğüne yakışan ma'nayı bulup, öyle kabul etmek lazımdır.zemanımızdaki din cahilleri, muhyiddini arabi, celaleddini rumi, niyazii mısri gibi büyüklerin kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, böyle sözlerini ele alarak, tesavvufa, tesavvufculara saldırıyor. yazdıkları kitablarda, evliyanın sözlerine yanlış ma'nalar vererek, hatta, onların sözü diyerek, uydurma şeyler yazıyor. o derin alimleri, islamiyyet düşmanı imiş gibi göstermeğe çalışıyorlar. cenabı hak, böyle zevallılara, islamiyyeti, tesavvufu anlamak nasib etsin! amin. ikiyüzdoksanıncı mektub bu mektub, molla muhammed haşime yazılmışdır. allahü tealanın, imamı rabbani hazretlerine başlangıcda ihsan etmiş olduğu yolu bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz olan alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! tesavvuf alimlerinin yolları arasında en kısa, en uygun, en sağlam, en salim, en kuvvetli, en doğru, en iyi, en yüksek ve en olgun olanı ebu bekri sıddikdan gelen yoldur. bu yolda bulunanların ruhlarını ve sahiblerinin sırlarını, allahü teala takdis eylesin! bu yolun bütün bu üstünlükleri ve bu yolda yetişenlerin şanlarının üstün olması, sünneti seniyyeye yapışdıkları ve bid'atlerden sakındıkları içindir. eshabı kiramda olduğu gibi aleyhimürrıdvan minelmelikilmennan, bu büyüklerin de, bidayetlerinde, nihayetlerinin kazancı yerleşdirilmişdir. yüksek dereceye kavuşdukdan sonra, huzurları devamlı olmuşdur. başkalarının huzuru geçicidir. kardeşim! allahü teala, seni doğru yola ulaşdırsın! bu fakir, bu yola özendiğim zeman, allahü teala, işimi kolaylaşdırdı. vilayet kaynağı, hakikatin mütehassısı, nihayetin başlangıcda yerleşdirilmiş olduğu yolun kılavuzu, vilayet derecelerine kavuşduran caddenin sürücüsü, dinin koruyucusu, şeyhimiz ve imamımız, şeyh muhammed baki kaddesallahü teala sirreh hazretlerine kavuşdurdu. bu yoldaki büyüklerin seçkinlerinden olan bu yüksek zat, allahü tealanın ismini zikr etmeği öğretdi. teveccüh buyurdu. bu fakirde, zikrin tadı tam hasıl oldu. sevincimin çokluğundan ağladım. birgün sonra, bu büyüklerin kıymet verdikleri ve dedikleri, şü'ursuzluk hasıl oldu. kendimden geçince, büyük bir deniz gördüm. dünyadaki şeklleri, suretleri, bu deniz içinde gölge gibi gördüm. şü'ursuzluğum çoğaldı. bir sa'at, iki sa'at sürdüğü günler oldu. bütün geceyi kaplamağa başladı. olanları, kendilerine arz etdim. dan biraz hasıl olmuş buyurdu. zikr etmeği yasakladı. dedi. iki gün sonra, bilinen hasıl oldu. arz eyleyince, buyurdu. fenanın fenası hasıl oldu. arz eyledim. buyurdu. dedim. buyurdu. hemen o gece, buyurduğu gibi, fena hasıl oldu. bunu ve bundan sonra olanı arz eyledim ve allahü tealayı, ilmi huzuri ile bildiğimi ve kendisinde bulunmıyan sıfatlarla birlikde bildim dedim. bundan sonra, bütün eşyayı kaplıyan bir nur göründü. onu hak teala sandım. bu nur siyah idi. arz eyledim. nur perdesi arkasında hak teala görülmüşdür. bu nurdaki genişlik, ilmdedir. zati teala herşeyle ilgili olduğu için, geniş görünmekdedir. bunu yok etmek lazımdır buyurdu. sonra, bu nur küçülmeğe başladı. darlaşdı. nokta gibi oldu. buyurdu. öyle yapdım. hayal olan nokta da yok oldu. hayrete daldım. hak teala, kendini kendi görür gibi göründü. arz eyledim. buyurdu. bu yoldakilerin nisbeti, bu huzur demekdir. bu huzura, gayb olmıyan huzur da denir. nihayetin bidayetde yerleşmesi, burada olur. bu yolda, talibe bu nisbetin hasıl olması, başka yollarda, talibin maksada kavuşmak için, çalışılacak zikrleri ve vazifeleri rehberlerinden almalarına benzer. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! bu fakirde bu nisbetin hasıl olması, zikr öğrendiğim günden, iki ay ve birkaç gün sonra başladı. bu nisbet hasıl oldukdan sonra, denilen, başka bir fena hasıl oldu. kalb o kadar genişledi ki, yer küresinin ortasından arşa kadar, bütün alem, bu genişlik yanında, hardal danesi kadar bile değildi. bundan sonra, kendimi ve alemin her parçasını, hatta her zerreyi, hak teala olarak gördüm. bundan sonra alemin her zerresini birer birer hep kendim gördüm. kendimi onların herbiri olarak gördüm. sonra, bütün alemi, bir zerrede yok buldum. sonra, kendimi ve her zerreyi, o kadar geniş gördüm ki, bütün alemi hatta alemin birkaç katını içimde gördüm. kendimi ve her zerreyi, her zerreye yayılmış, sızmış olan nur gördüm. alemdeki şekller, suretler, bu nurda yok oldular. sonra kendimi ve hatta her zerreyi, bütün alemi tutuyor, varlıkda durduruyor gördüm. arz eyledim. tevhidde mertebesi işte budur. bu makamdır, buyurdu. önce, alemin şekllerini, suretlerini hep hak teala bulmuş olduğum gibi, bunlardan sonra, hepsini hayal gördüm. önce, hak bulduğum her zerreyi, şimdi hep vehm ve hayal buldum. çok şaşırdım. bu sırada, kitabındaki, kıymetli babamdan işitdiğim, bu aleme isterseniz hak deyiniz, isterseniz mahluk deyiniz. isterseniz, bir bakımdan hak deyiniz ve başka bir bakımdan, mahluk deyiniz. isterseniz, ikisi arasını ayıramıyarak şaşkına döndüğünüzü söyleyiniz! sözünü hatırladım. bu söz sıkıntımı giderdi. bundan sonra yanlarına giderek arz eyledim. huzurun daha saf olmamışdır. vazifene devam et de, var ile yok birbirinden tam ayrılsınlar buyurdu. ayrılamıyacağını anlatan, ün yazısını okudum. şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü sirrehül'aziz, olgun bir velinin halini bildirmemiş. birçoklarına göre de ayrılamazlar buyurdu. emrlerine uyarak, verdikleri vazifeye devam etdim. onların çok kıymetli yardımları ile, allahü teala, iki gün sonra, var ile yokun ayrıldığını gösterdi. hakiki varlığı, hayal olandan ayrı buldum. dışarda, bir varlıkdan başka, hiçbir var görmedim. kendilerine bunu bildirince, mertebesi, işte budur. çalışmakla, buraya kadar varılabilir. bundan ilerisi herkesin yaradılışında bulunana uygun olarak ihsan olunur. tesavvuf büyükleri, bu mertebeye demişlerdir buyurdu. bu fakiri kaddesallahü teala sirrehül'aziz ilk olarak, sekrden sahva ve fenadan bekaya getirdikleri zeman, kendi bedenimin her zerresine bakdığım zeman, hak tealadan başka birşey bulamadım. her zerremi, onu gösteren bir ayna gibi gördüm. bu makamdan, yine hayrete götürdüler. kendime getirdiklerinde, hak tealayı kendi vücudümün, her zerresinde değil, her zerresi ile buldum. önceki makamı, ikinci makamdan aşağı gördüm. yine hayrete daldırdılar. kendime gelince, hak tealayı, alemle ne bitişik, ne ayrı, ne içinde, ne de dışında bulamadım. önce bulmuş olduğum, beraberlik, etrafını çevirmek ve içine işlemek gibi şeylerin hepsi, şimdi yok oldu. böyle olmakla beraber, yine öyle görüldü. sanki his olunuyordu. alem de, o anda görülmekde idi. fekat, bu bağlantıların hiçbiri, allahü tealada yokdu. yine hayrete daldırdılar. sahva getirdikleri zeman, allahü tealanın, alem ile, önce görülen bağlılıklardan başka bir bağlılığı olduğu anlaşıldı. bu, hiç anlaşılamıyan bir bağlılıkdır. hak teala, hiç anlaşılamıyan bir nisbet ile görüldü. yine hayrete daldırdılar. bu mertebede biraz kabz, sıkıntı hasıl oldu. yine kendime getirdiklerinde, hak teala, o anlaşılamaz nisbetden başka olarak göründü. bu alemle, anlaşılan ve anlaşılamıyan hiçbir nisbeti, bağlılığı yok idi. alem de böylece görülmekde idi. o anda, öyle bir ilm ihsan olundu ki, bu ilm, hak teala ile mahluklar arasında hiçbir bağlılık bırak madı. her iki şühud var iken, bildirdiler ki, böylece, hiçbir bağlılık olmadan görülen, hak tealanın kendi değildir. tekvin sıfatının alemle olan bağının, alemi misalde olan suretidir. çünki, onun zatı, mahluklarla bir ilgisi olmakdan çok uzakdır. anlaşılabilen veya anlaşılamıyan hiçbir bağlantısı yokdur. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. kıymetli kardeşim! hallerin hepsini açıklamağa ve ma'rifetleri anlatmağa kalkışırsam, çok uzun sürer. dinliyenleri usandırabilir. hele ma'rifetleri, herşeyin zıl, görüntü olduğu anlatılırsa, sonu gelmez. bütün ömürlerini tevhidi vücud ma'rifetlerinde geçirenler, bu sonsuz deryadan bir damla ele geçirememişlerdir. şuna da, çok şaşılır ki, onlar, bu fakiri, tevhidi vücud sahiblerinden saymazlar. tevhid bilgilerine inanmıyan alimlerden sanırlar. görüşleri kısa olduğu için, tevhid ma'rifetleri üzerinde durmağı olgunluk bilirler. bu bilgilerden ilerlemeği, gerilemek sanırlar. farisi tercemesi: cahildirler, kendilerini de bilmezler, hüner sanmakdan aybları çekinmezler. bunların dayandıkları birinci sened, eski tesavvufcuların tevhidi vücudi üzerindeki sözleridir. allahü teala, bunlara insaf versin! o büyüklerin, bu makamlardan ilerlemediklerini, o makamda bağlanıp kaldıklarını nerden biliyorlar? biz, tevhidi vücudi ma'rifetleri yokdur demiyoruz. var olduğunu, fekat bu makamdan daha yüksek makamlara ilerleneceğini de söyliyoruz. eğer, bu makamları aşanlara, bu bilgilere inanmıyor adını takıyorlarsa, ona bir diyeceğimiz yokdur. yine sözümüze dönelim. birşeyin örneği, o şeyi tanıtır. bir damla sızıntı, bir su menba'ını buldurur. biz de az bildirdik. bir damla ile haber veriyoruz. kardeşim! kıymetli hocamız, beni yetişdi ve yetişdirebilir görerek, tarikati öğretmek için izn verince ve taliblerden çoğunu, bu yana gönderince, kemale gelmiş olduğuma ve talibleri yetişdirebileceğime inanamıyordum. bu işde duraklama! büyüklerimiz, bu makamların, kemal ve tekmil makamı olduğunu bildirmişlerdir buyurdu. dedi. emrlerine uyarak, tarikati ta'lim etmeğe başladım. taliblere çalışmalarına yardımcı olmağa uğraşdım. bu uğraşmalarımın taliblere çok faideli olduğu görüldü. öyle oldu ki, senelerce çalışarak kavuşulabilenler, birkaç saatde ele geçiyordu. birkaç zeman uğraşdım. sonra, yine noksan olduğumu, aşağıda kaldığımı anladım. tesavvuf büyüklerinin, son mertebe dedikleri, gelip geçici ler, bu yolda hiç hasıl olmamışdı. ve ne demek olduğunu bilmiyordum. bu kemallere de kavuşmak lazımdı. bunları düşündükce, aşağıda kalmış olduğumu iyi anladım. yanımda bulunan talibleri toplıyarak, geride olduğumu, hepsine bildirdim. dağılmalarını söyledim. fekat bu sözlerimi aşağı gönüllülük, bir incelik sandılar. yanımdan ayrılmadılar. az zeman sonra, allahü teala, umduklarıma kavuşdurdu. sevgili peygamberinin sadakası olarak aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat ihsanda bulundu. fasl büyüklerimizin kaddesallahü teala esrarehüm yolunun temeli, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in i'tikadına uygun olarak inanmak ve sünneti seniyyeye yapışmakdır ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. bid'atlerden ve nefsin isteklerinden de sakınmak ve işleri, elden geldiği kadar azimetle yapmak, ruhsat ile hareketden kaçınmakdır., halal olduğu belli olmıyan şübheli şeyleri de yapmamak, haram ve mekruhlardan herhalde kaçmakdır. , islamiyyetin izin verdiği, caiz olur dediklerinden sakınmamakdır. önce, cezbe hasıl olup kendinden geçer. buna denir. bundan sonra bulup kendine gelir. buna denir. bu adem ve kendinden geçmek, hissi gayb etmek, duygusuz olmak değildir. az kimsede, his de gidebilir. bu beka sahibi, insanlık isteklerine dönebilir. nefsin huylarına uyabilir. fenadan sonra hasıl olan bekada ise, geri dönmek caiz değildir. behaüddini buhari, vücudi adem, insanlık arzularına döner. fekat, vücudi fena, geriye hiç dönmez sözünü, belki bunun için söylemişdir. çünki, birinci bekanın sahibi, daha yoldadır. yolda olan geri dönebilir. ikincisi, müntehidir, kavuşmuşdur. kavuşan, geri dönmez. büyüklerden biri, yolda olan döner. kavuşmuş olan dönmez buyurdu. vücudi adem sahibi, her ne kadar yolda ise de, nihayet, bidayetde yerleşdirilmiş olduğu için, nihayetde olanları bilir. müntehinin, yolun sonunda kavuşdukları, buna topluca tatdırılır. bu nisbet, müntehide bol olduğundan, ruhuna da, bedenine de yayılır. vücudi adem sahibinde ise, yalnız kalbindedir. müntehide yayılmış, dağılmışdır. o, insanlık sıfatlarına dönmez. çünki, bu nisbetin, onun bedeninin her mertebesine yayılması, onun sıfatlarını yok etmiş, fani yapmışdır. bu , allahü tealanın büyük bir ni'metidir. allahü teala, azmıyan kulundan, ni'metini geri almaz. vücudi adem sahibi, böyle değildir. bu nisbet, onun bedenine geçmemişdir. böyle olmakla beraber, bedenin mertebeleri kalbe bağlı olduğu için, bu nisbet kalb yolu ile, bütün bedene de, toplu, kısa olarak geçer. bedenin isteklerini azaltır. fekat, tam yok edemez. bunun için geri dönebilir. çünki azalmış, yok olmamışdır. yok olan, geri dönmez. bu yüksek zincirin büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, bidayetdeki kendinden geçmeğe ve bundan sonra hasıl olan bekaya ve demişlerdir. bu mertebede, olur. hak tealanın zatı görünür de demişlerdir. bu bekanın sahibine, , kavuşmuş demişlerdir. devamlı huzur, müşahede demek olan de, bu mertebede hasıl olur sanmışlardır. bütün böyle sözler, nihayetin bidayetde yerleşdirilmiş olmasından ileri gelmekdedir. çünki, fena ve beka, yalnız müntehiye hasıl olur. ancak, müntehi kavuşmuşdur. tecellii zati, yalnız buna olur. allahü tealanın devamlı huzuru, ancak müntehi içindir. çünki, o hiç geri dönmez. fekat, birinci söz de, bu bakımdan doğrudur. sağlam bir görüşe dayanmakdadır. hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinin kitabındaki fena ve beka ve tecellii zati ve zati ilahinin şühudü ve vasl ve yadi daşt yazıları da, bunlar gibidir. büyüklerden biri buyurdu ki, hace hazretlerinin, sevdiklerinden birkaçına yazmış olduğu mektublardan ve risalelerden meydana gelmiş olan bu kitab, başlangıcda olan ma'rifetleri mübtedilere anlatmak için yazılmışdır. gözetilerek yazılmışdır. kitabı da böyledir. hacei ahrar hazretlerinin sözlerine uygun olarak yazılmışdır. dinin kuvvetlendiricisi, yüksek hocamız mevlana muhammed baki hazretlerinin, kitabı da böyledir. bu beka, hatta cezbede hasıl olan her beka, ile karışıkdır. bunun içindir ki, büyüklerden birçoğu, hakkulyakini anlatırken tevhidi vücudi ile karışdırmışdır. birçoğu da bu sözlerden şübheye düşmüşler. bunların hakkulyakini, cezbede olmuşdur demişlerdir. çünki böyle ma'rifetler, o makamda hasıl olur. başka şeydir. ne olduğunu, kavuşanlar bilir. kesret aynasında vahdeti görürken, ayna belli olmaz, yalnız sonsuz var olan görünürse, bu makama demişlerdir. yadi daşt bu mertebenin adıdır demişlerdir. buna, ve de demişlerdir. bu makama, demişlerdir. bu yok olmaklığa demişlerdir. farisi mısra' tercemesi: sen onda yok ol! kavuşmak budur. bu ismleri koyan, dinin yardımcısı, hace ubeydüllahi ahrar hazretleridir. daha önce gelen büyüklerden hiçbiri böyle ismler hiç söylememişlerdir. farisi mısra' tercemesi: güzellerin yapdığı, güzel olur! o büyük zat buyuruyor ki, dil kalbin aynasıdır. gönül de, ruhun aynasıdır. ruh, insanın hakikatinin aynasıdır. insanın hakikati de, hak tealanın aynasıdır. bilinmiyen hakikatler, bilinmiyen zatdan çıkıp, bu uzun yollardan geçerek, dile gelir. söz halini alarak, hakikatlere uygun yaradılışlı olanların kulaklarına gelir. yine buyuruyor ki, büyüklerden birkaçının hizmetinde bulundum. bana iki şey ihsan etdiler. birisi şudur ki, herne yazsam yenilik olur. eski birşey söylemem. ikincisi de, her ne söylesem beğenilir, red edilmez. bu mukaddes kelimeler, söyliyenin büyüklüğünü göstermekdedir. bunları söylerken, kendisinin arada olmadığı anlaşılmakdadır. ayna olmakdan başka birşey değildir. onların içyüzlerini ve derecelerinin yüksekliğini, ancak allahü teala bilir. kendi hallerine uygun olarak, bu mesnevileri söylerdi. farisi iki tercemesi: herkes, birşey sanarak sevdi beni; gel de, içimden dinle esrarımı! sırlarım, iniltimden ayrı değil, fekat, anlıyacak göz, kulak var mı? bu fakir, o büyük velinin bilgilerinden ve ma'rifetlerinden, bir parça, bu mektubun sonunda, kısa anlayışıma göre yazmağa çalışacağım. her iş, allahü tealanın dilediği gibi olur. allahü teala, bir kimseyi, cezbe hasıl oldukdan ve temam oldukdan sonra, süluk ni'meti ile şereflendirirse, bu kimse cezbenin yardımı ile çok uzun bir yolu, çok kısa bir zemanda geçer. bu yolun, ellibin senelik olduğunu bildirmişlerdir. me'aric suresinin dördüncü ayetinin, meali şerifindeki uzunluk bunu gösteriyor demişlerdir. böylece, fenafillah ve bekabillah makamının kendisine kavuşur. sülukün sonu, seyri ilallah yolculuğunun sonuna kadardır. buraya denir. bu makamdan sonra, cezbe başlar. buna, seyri fillah ve bekabillah denir. seyri ilallah, salikin ismine kadar olan yolculukdur. seyri fillah, bu ismde olan seyrdir. çünki her ismde sonsuz ismler bulunur. bunun için, bu ismdeki yolculuk sonsuz olur. bu fakirin bu makamda, ayrıca bir ma'rifeti vardır. biraz sonra, inşaallahü teala bildirilecekdir. yükselirken, bu ism, nin üstündedir. çünki, salikin ayni sabitesi, bu ismin zıllidir. onun ilmdeki suretidir. allahü tealanın lutf ederek seçdikleri, bu ismden de ileri yükselirler. allahü tealanın dilediği kadar, sonsuz ilerlerler. arabi tercemesi: bundan sonrasını anlatmak çok incedir, anlatmamak daha iyi olan da vardır. başka yollardan vasıl olanlar da, ikincisinde, bunlarla ortak iseler de ve fenafillah ile bekabillaha kavuşmuşlarsa da, onların riyazetler çekerek ve mücahedeler yaparak, çok uzun zemanda sonuna varabildikleri yolu, bu yolun büyükleri, tadını alarak ve şühud ni'meti ve maksuda kavuşmanın zevkı ile, çok kısa bir zemanda geçer, aradıklarına kavuşurlar. kavuşdukdan sonra da, sonsuz ilerlerler. süluk ile sona varanlar arasında, böyle ilerlemeğe ve yakınlığa kavuşan pekazdır. çünki, cezbenin sülukden önce olması için, biraz sevilmiş olmak lazımdır. istenmedikce çekilmek olmaz. çekilirse, daha yakın olur. istenilen ile isteyen arasında çok ayrılık vardır. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. farisi iki tercemesi: sevilenlerin aşkı, gizli ve keskindir. sevenlerin aşkı, davul zurna iledir. sevenler, aşk ateşi ile erir, biter, sevilen, hem semizler, hem de daim güler. sual: başka silsilelerdeki sevilenler de, böyle ilerliyor ve yaklaşıyorlar. onlarda da cezbe, sülukden önce oluyor. böyle olunca, bu yolun, başkalarından üstünlüğü ne olur? niçin daha yakın olur? cevab: başka tarikler, bu işi elde etmek için kurulmamışdır. bunlarda bulunan pekaz kimseyi, rastgele bu ni'metle şereflendirirler. bu yol ise, bu ni'meti elde etmek için kurulmuşdur. bu yolun büyüklerinin sözleri arasında yer alan , cezbe ve sülukün her ikisi de hasıl oldukdan sonra ele geçebilir. buna nihayet demek şühud ve huzur mertebelerinin ötesidir. bunu şöyle açıklıyalım: şühud, ya suret aynasında, veya ma'na aynasında olur. yahud da, suretin ve ma'nanın ötesinde olur. bu perdesiz olan şühude , ya'ni şimşek gibi demişlerdir. ya'ni, bu şühud şimşek çakar gibi hasıl olup, sonra hemen araya perde girer. allahü tealanın büyük ni'meti olarak, bu şühud, perdelenmeyip, devam ederse, buna demişlerdir ki, gayb olmıyan huzur demekdir. çünki şühud, perdelenirse, gayb olur. perdelenmeden devamlı olmadıkca, yadi daşt denilmez. burada bir incelik vardır: her kavuşan, geriye döner. fekat huzuru devam eder. fekat, bu nisbetin onda bulunması, şimşek çakar gibi olur. mahbublarda ise, böyle değildir. çünki bunlarda, cezbe, sülukden öncedir. huzurun bunlarda bulunması, devamlıdır. bütün varlıkları bu nisbet olmuşdur. yukarıda buna işaret eyledik. bedenleri, ruhları gibi olmuşdur. batınları, zahirleri gibi ve zahirleri, batınları gibi olmuşdur. bunun için, bunların huzurları süreklidir. nisbetleri, bütün nisbetlerden üstün olmuşdur. kitablarında ve risalelerinde, böyle olduğu bildirilmekdedir. çünki , huzur demekdir. huzurun son mertebesi de, perdesiz devamlı olmasıdır. bu yolun büyüklerinin, bu nisbet yalnız bizimdir demeleri, bu yolu, bu ni'meti elde etmek için kurdukları bakımındandır. böyle olduğunu biraz önce bildirmişdik. yoksa, başka silsilelerin büyüklerinden birkaçına hasıl olması da caizdir ve hasıl olmuşdur. evliyanın büyüklerinden şeyh ebu sa'idi ebülhayr kaddesallahü sirreh bu huzura işaret etmekde ve üstadından bunu açıklamasını istemekdedir. bu iş devamlı mıdır demiş. üstadı ise, hayır devamsızdır demişdir. tekrar sormuş. tekrar bu cevabı almış. üçüncü soruşunda, üstadı, devamlı olabilir. fekat, çok az kimselere nasib olur buyurmuşdur. şeyh bunu işitince raks ederek, bu, o çok az rastlananlardan biridir demişdir. mutlak nihayet, ötelerin ötesidir demişdik. bunu açıklıyalım. bu huzur hasıl oldukdan sonra, ilerlenirse, hayret girdabına düşülür. bu huzur da, başka mertebeler gibi, arkada kalır. bu hayrete, denir. büyüklerin büyükleri içindir kaddesallahü teala esrarehüm. böyle olduğu, kitablarında bildirilmekdedir. büyüklerden biri, bu makamda şöyle bildiriyor. farisi tercemesi: güzelliğin beni alt üst etdi. birşey bilmiyorum, aklım gitdi. bir başkası buyuruyor ki, farisi tercemesi: hiç yok, yalnız o var dediler, yükseldiler. yüce seraydan, hepsi eli boş döndüler. bu hayret hasıl oldukdan sonra, vardır. acaba kimi bu ni'mete kavuşdururlar? hayret makamı olan den sonra, ye kavuşdururlar. işin iç yüzünü bilenlere göre, aranılan en son makam budur. da'vet makamı ve islamiyyetin sahibine tam uymak burasıdır aleyhissalatü vesselamü vettehıyye. yusüf suresinin yüzsekizinci ayetinin, meali şerifinde bildirilen da'vet, bu makamda yapılır. o, dinin ve dünyanın efendisi aleyhissalatü vesselam, ya rabbi! bana, doğru iman ve sonu küfr olmıyan yakin ihsan eyle! diyerek, bu imanı istemişdir. hayret makamı olan den allahü tealaya sığınmış, buyurmuşdur. bu mertebe, hakkulyakin mertebelerinin son mertebesidir. bu makamda, bilmek ve görmek, birbirlerine perde olmazlar. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun? zevallı aşık, birkaç damla ile doysun! iyi dinle! allahü teala, anlayışını artdırsın! bu büyüklerin cezbeleri iki dürlüdür: birincisi, hazreti ebu bekri sıddikdan gelmekdedir. bu bakımdan, yolları, bu hazrete bağlıdır radıyallahü anh. buna kavuşmak, hususi bir teveccüh ile olur. bütün varlıkları, varlıkda durduran budur. kendinden geçmek ve kendini yok bilmek bu cezbede olur. bu yolun ikinci cezbesi, behaüddini buhariden gelmekdedir. zati ilahi ile olmakdan hasıl olur. bu cezbe, hace hazretlerinden, birinci talebesi olan, hace ala'üddin hazretlerine geldi. kendisi, zemanının kutbi irşadı olduğundan, bu cezbeyi elde etmek için de bir yol kurdu. bu yola, bu silsilei aliyyede, denildi. büyükler buyuruyor ki, en kısa yol, dur. bu cezbe, behaüddini buhari hazretlerinden gelmekde ise de, bu elde etmek yolunu bulan, hace ala'üddini attar hazretleridir kaddesallahü teala esrarehüma. doğrusu, bu yolu çok bereketlidir. bu yolda az ilerlemek, başka yollarda çok ilerlemekden daha faidelidir. zemanımıza gelinciye kadar, alaiyye ahrariyye silsilesinin büyükleri, bu ni'mete kavuşmuşlardır. talibleri bu yolda yetişdirmişlerdir. hace ubeydüllahi ahrar hazretleri, bu büyük ni'meti, ya'kubi çerhi hazretlerinden aldı. ya'kubi çerhi aleyhimürrıdvan, hace ala'üddin hazretlerinin halifelerinden idi. hazreti ebu bekri sıddikdan gelen cezbeyi elde etmek için de, başka bir yol kurulmuşdur. bu yol dir. cezbeden sonra hasıl olan süluk de, iki dürlüdür, hatta çok dürlüdür: birisi, ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh hazretlerini maksada kavuşduran yoldur. peygamberlerin sonuncusu aleyhissalatü vesselamü vettehıyye de bu cezbe ve bu süluk ile vasıl olmuşdur. eshabı kiram rıdvanullahi teala ve tekaddese aleyhim ecma'in arasında resulullaha en çok ihlası olan ve resulullahda fani olan, hazreti ebu bekri sıddik olduğu için bu yola kavuşdu. bu cezbe ve süluk, imamı ca'feri sadık hazretlerine olduğu gibi ulaşdı. imamın annesi, hazreti sıddikın soyundan olduğu için, imamı ca'feri sadık, buyurmuşdur. imam hazretleri, yüksek babalarından da, başka bir nisbet almış ve bu iki yolu kendisinde toplamışdı. bu cezbeyi, onlardan gelen süluk ile birleşdirdi. bu süluk ile maksada vardı. iki süluk arasındaki ayrılık şöyledir ki, hazreti emir kerremallahü vecheh, ile ilerlemişdir. hazreti sıddikın sülukü, afaka o kadar bağlı kalmaz. cezbe odasının dıvarı delinerek maksada yetişdirmeğe benzer. birinci sülukde ma'rifetler hasıl olur. ikincisinde, talibi muhabbet kaplar. bunun için, hazreti emir, ilm şehrinin kapısı oldu. hazreti sıddik ise, o serverin aleyhissalatü vesselam hılletinden pay aldı. hadisi şerifde, buyuruldu. hazreti imamı ca'feri sadık cezbe ile süluki afakiyi topladığı için, muhabbetden ve ma'rifetden çok pay aldı. çünki, cezbesi muhabbete, süluki ise ilmlere ve ma'rifetlere kaynak idi. imamı ca'feri sadık rahmetullahi aleyh bu birleşik nisbeti, sultanül'arifin bayezidi bistami hazretlerine kaddesallahü teala sirreh emanet olarak bırakdı. bu emanet, sanki onun sırtında kalmışdır. yavaş yavaş, elverişli olanlara ulaşdıracakdır. bu emaneti yüklenmeden önce, başka tarafa bakıyordu. bu nisbetle ilgisi yokdu. bunu yüklenmesinde nice hikmetler vardır. bu nisbeti taşıyanlara, her ne kadar bundan az pay düşer ise de, bu nisbetde büyüklerin nurları çok bulunur. şöyle ki, bu nisbetde bulunan az bir sekr, sultanül'arifinin nurlarından bulaşmışdır. bu sekr, mübtedilerin hissini giderir. aklını dağıtır. sonra kendisi, yavaş yavaş yok olur. sahv kaplar. bu nisbet, sahv mertebelerinde de bulunur. görünüşde sahvdır. içi ise, sekrdir. şu bunların halini anlatmakdadır. farisi tercemesi: içerden aşina ol, dışardan yabancı, böyle güzel yürüyüş az bulunur cihanda! bunun gibi, her büyükden bir nur alarak, elverişli olanlara ulaşmışdır. arifi rabbani hace abdülhalıki goncdevani hazretleri, hacelerimiz zincirinin baş halkasıdır kaddesallahü teala esrarehüm. bunun zemanında, bu nisbet yeniden tazelendi. meydana çıkdı. bundan sonra, bu yolda , yine örtüldü. cezbe hasıl oldukdan sonra, süluk başka yollarla yapılarak yükseldiler. hace behaüddini buhari kaddesallahü sirrehül akdes dünyaya gelinceye kadar böyle kaldı. bunun zemanında, bu nisbet, bu cezbe ve süluki afaki ile birlikde yine meydana çıkdı. her ikisi ile, ma'rifeti ve muhabbeti bir araya topladı. bununla birlikde, hazreti sıddikdan gelen başka bir cezbeyi de, şah hazretlerine ihsan etdiler. bunu yukarıda bildirmişdik. hace ala'üddini attar hazretleri, halifesi olunca, şah hazretlerinin kemallerinden çok pay aldı. her iki cezbe ve süluki afaki ile şereflendi. kutbi irşad makamına ulaşdı. hace muhammed parisa hazretleri de, şah hazretlerinin kemallerinden tam pay aldı. şah hazretleri, son günlerinde, buyurdu. bir kerre de, , buyurduğunu kendisi haber vermişdir. muhammed parisa hazretlerine, nisbetinin kemallerini, mevlana arifi kerani hazretleri son günlerinde ihsan eylemişdir. bu nisbet kendisini kapladığı için şeyhlik yapamadı ve talebeyi kemale kavuşduramadı. yoksa, kemalin ve kemale erdirmenin en yüksek derecesinde idi. hace behaüddini buhari muhammed parisa için, buyurmuşdu. mevlana arif, bu ferdiyyet nisbetini zevcesinin pederi mevlana behaeddin hazretlerinden almışdı. ferdiyyet nisbetinde yüz, hak tealaya karşıdır. şeyhlikle, talebe yetişdirmekle, öğretmekle ilgisi yokdur. eğer bu nisbet, da'vet makamı olan ve talibleri kemale kavuşduran nisbeti ile birleşirse, ferdiyyet nisbeti ağır basınca, irşad etmek ve kemale kavuşdurmak az olur. eğer iki nisbet de tam ise, görünüşde halk iledir. içi ise, hep hak teala iledir. insanları yetişdirmekde, en yüksek derece, bu iki nisbeti taşıyan zatın makamıdır. nisbeti de, yalnız başına insanları kemale erdirmeğe yetişir. fekat bu büyüklerin bu makamda ayrı bir mertebeleri vardır. bakışları, kalb hastalıklarına şifadır. onların yanında bulunmak, kötü huyları yok eder. seyyidüttaife cüneydi bağdadi, bu büyük devlete kavuşmuşdu. bu yüksek makamla şereflenmişdi. kutbiyyet nisbeti, kendisine sırrii sekatiden gelmişdi. ferdiyyet nisbeti de, muhammed kassabdan hasıl olmuşdu. cüneyd hazretleri buyurdu ki, herkes beni sırrinin müridi sanır. ben muhammed kassabın müridiyim. bu sözü, nin çok olduğunu, ni, onun yanında yok bildiğini göstermekdedir. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin talebelerinden sonra, bu yüksek zincirin büyük halkası, hacei ahrar hazretleridir. hacelerin cezbesini temamladıkdan sonra, ye başladı. seyrini isme kadar ulaşdırdı. isme girmeden önce, fena hasıl oldu. sonra yine cezbeye döndü. böylece, ayrı bir fena sahibi oldu. ayrıca bunun bekasına da kavuşdu. bu makamda büyük şan sahibi oldu. fena ve beka bilgileri ve ma'rifetleri, kendisine bu makamda verildi. makamlar ayrı olduğundan, bilgileri de başkadır. birisinde tevhidi vücud vardır. ötekinde yokdur. tevhid ile ilgileri olan ihata, sereyan, zati ilahi ile beraberlik, kesretde vahdeti görmek, kesretin, gayb olması, öyle ki, salik kendisine diyemez gibi bilgiler de hep böyledir. mutlak fenadan sonra hasıl olan bilgiler böyle değildir. bunların hepsi, islamiyyet bilgilerine uygundur. hiçbirini islamiyyete uydurmak için sıkıntı çekilmez. soruya cevaba yer kalmaz. fekat, hangi cezbe olursa olsun, cezbede olan beka, sekrden kurtulmaz. tam sahv olmaz. baki olduğu halde, kendisine ben diyemez. hiçbir kelime ile kendisine işaret edemez. çünki, cezbede muhabbet kaplar. muhabbet kaplayınca, sekr lazım olur. bunun için, hiçbir zeman sekrden kurtulamaz. bilgileri de sekrle karışık olur. vahdeti vücudü anlatır. çünki vahdeti vücud, sekrden ileri gelir. muhabbetin kaplamasından hasıl olur. masiva görünmez. sahva gelirse, mahbubu görmek başka olur. masivayı görmek başka olur. vahdeti vücude inanmaz olur. mutlak fenadan sonra olan beka, sülukün sonudur. sahvın ve ma'rifetin başlangıcıdır. bu makamda sekr bulunmaz. fena halinde, salikden gayb olan şeylerin hepsi geri gelir. fekat şimdi, asl olarak gelmişlerdir. da, bu demekdir. buradaki bilgilerde sekr olmaz. bütün bilgileri, peygamberlerin bilgilerine uygundur aleyhimüssalevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekatü ila yevmiddin. büyüklerden birisinden işitdiğime göre, hacei ahrar hazretleri, annesinin babasından da bir nisbet almışdır. büyük babası şaşılacak hallere ve kuvvetli cezbelere sahibdi. hace hazretleri, oniki kutbun makamından da çok pay almışdır. dini kuvvetlendirmek, bu kutblara bağlıdır. muhabbetde büyük şanları vardır. hacei ahrarın islamiyyeti kuvvetlendirmesi ve dine yardım etmesi, aldığı bu paydan ileri gelmekdedir. mubarek hallerinden birazı, yukarıda bildirilmişdi. hacei ahrardan sonra kaddesallahü teala sirrehül'aziz bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeblerini her yere ve en çok, bunların kemallerinden hiç haberleri olmayan hindistan memleketlerine yayan ariflerin büyüğü ve ma'rifetlerin kaynağı ve allahü tealanın razı olduğu dinin bekçisi, üstadımız ve efendimiz muhammed baki sellemehüllahü teala olduğu, güneş gibi meydandadır. kemallerinden az birşey mektubuma eklemek istedim. buna razı oldukları anlaşılamıyarak, bu işe cesaret olunamadı. ikiyüzdoksanbirinci mektub bu mektub, mevlana abdülhayy için yazılmışdır. tevhidi vücudi ve tevhidi şühudi mertebeleri bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. bu mektubu yazarken, allahü tealadan yardım istiyorum. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! allahü teala senin de anlayışını artdırsın! birçoklarına tevhidi vücud bilgisinin hasıl olması, tevhid murakabesini çok yapdıkları içindir. kelimei tayyibesini, allahü tealadan başka hiçbirşey yokdur diye çok düşünmekden de hasıl olur. tevhid bilgilerinin, böyle uğraşarak elde edilmesi, hayalin kaplamasından olur. tevhidin ma'nası çok düşünülünce, hayalde yerleşir. sonradan elde edildikleri için, bu bilgiler kalıcı olmaz. tevhid bilgilerinin sahibi, hal sahibi değildir. çünki hal sahibleri, dürler. bunun ise, o zemanda, kalb makamından haberi yokdur. yalnız nin bilgisini elde etmişdir. ilmin de dereceleri vardır. herbiri, birbirlerinden üstündürler. tevhidi vücudi bilgileri, birçoklarında da kalbin muhabbetinden ve çekilmesinden hasıl olur. önce, ma'nasını düşünmeden çok zikr ve murakabe yapılır. böyle çalışarak veya yalnız allahü tealanın ihsanı olarak, na gelir. bu makamda, cezbe hasıl olur. eğer, bunlarda, tevhidi vücudi cemali hasıl olursa, özlediklerini çok sevdikleri için olur. sevdiklerinin masivası gözlerinden örtülür. masivasını görmeyince ve bulmayınca, halıkdan başkasını yok bilirler. böyle tevhid, hallerden hasıl olur. vehm ve hayal ile ilişiği yokdur. böyle olan erbabı kulub eğer, aleme geri döndürülürlerse, sevdiklerini alemin her zerresinde görürler. herşeyi, sevgililerinin güzelliklerini gösteren birer ayna bilirler. eğer, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, kalb makamından çıkarak, kalbin sahibine dönerlerse, kalb makamında hasıl olmuş olan, tevhid ma'rifeti, yok olmağa başlar. ne kadar çok yükselirlerse, kendilerini bu ma'rifetden o kadar daha ilgisiz bulurlar. bunlardan birkaçı, bu ma'rifet sahiblerini beğenmemeğe, onlara dil uzatmağa bile varmışlardır. rükneddin ebülmekarim alaüddevlei semnani böyledir. başka birkaçı da; bu ma'rifet yok oldukdan sonra, bu bilgileri savunmakla veya kötülemekle hiç ilgilenmezler. bu satırları yazan , tevhid ma'rifetinin sahiblerine dil uzatmakdan sakınırım. onlara, yakışmıyan birşey söylemem. onlarda bu hal, kendi istekleri ile olsaydı, o zeman, beğenmemenin ve dil uzatmanın yeri olurdu. onlarda bu hal, istemiyerek, ellerinde olmıyarak hasıl olmakdadır. bu hal, onlara hakim olmuşdur. bunun için birşey denilemez. sıkışık olana birşey söylenemez, kötülenemez. fekat, bu ma'rifetin üstünde başka ma'rifetin bulunduğunu da bilirim. bu halin ötesinde başka hal de vardır. o makamda kalmış olanlar, birçok üstünlüklere kavuşamazlar. yüksek makamlara çıkamazlar. sermayesi az olan bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, zikrler ve murakabeler yaparken, tevhidin ne demek olduğunu düşünmeden, hatta hiç uğraşmadan, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, feyzler, nurlar kaynağı, hakikatlerin, ma'rifetlerin üstadı, allahü tealanın razı olduğu dinin kuvvetlendiricisi, üstadımız ve efendimiz muhammed baki kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerinden zikri öğrendikden ve yüksek teveccüh ve iltifatlarına kavuşdukdan sonra, kalb makamına çıkardılar. bu ma'rifeti açdılar. bu makamın bilgilerini ve ma'rifetlerini bol bol ihsan eylediler. bu ma'rifetlerin inceliklerini gösterdiler. uzun zeman, bu makamda bulundurdular. sonra, köle okşamak olgunluğu ile, bu köleyi, kalb makamından çıkardılar. bu ma'rifet yok olmağa başladı. yavaş yavaş azalarak, büsbütün yok oldu. bu hallerimi anlatmak, bu yazıların keşf ve zevk yolu ile yazılmış olduğuna inandırmak içindir. başkalarına uyarak, öyle sanarak yazılmadığını göstermek içindir. birçok evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz başlangıcda tevhid ma'rifetlerini bildirmeleri, onları hiç küçültmez. bu ma'rifetler, kalb makamında iken hasıl olur. bu fakir de, o zeman, tevhid bilgileri, risaleleri yazmışdım. sevdiklerimizden birçoğu, o yazıları her yere yazdıkları için, onları toplamak güçleşdi. toplamayıp, öylece bırakıldı. tevhid ma'rifetlerini söyliyenler, o makamda kalır, ileriye geçemezlerse, o zeman aşağılık olur. tevhid erbabından birkaçı da, kendi şühudlarında, tam yok olur. bu şühudde yok olmağı, elden hiç kaçırmamak, varlıkdan hiçbirşeyin kendilerinde kalmamasını isterler. kendilerine demeği küfr bilirler. bunlara göre, en son mertebe, mertebesidir. ya'ni, yoklukdur. müşahedeyi bile, bir bağlılık bilirler. bunlardan birkaçı buyurmuşdur. varlığı hiç istemezler. muhabbete feda olmuşlardır. hadisi kudside, buyuruldu. öldürülenler, bunlardır. varlık, onlarca ağır bir yükdür. bunların rahatları hiç yokdur. çünki, gafletde olan rahat olur. bunlar devamlı olarak yok olmuşlardır. gafletin yeri yokdur. şeyhülislam hirevi buyuruyor ki, . insanın yaşıyabilmesi için gaflet lazımdır. allahü teala, çok merhametli olduğundan, onların herbirini yaratılışlarına uygun olan işle uğraşdırmakdadır. böylece gaflet hasıl olmakdadır. varlık yükü hafiflemişdir. birkaçını da sima' ve raksa alışdırmışdır. birçoğunu kitab yazmak, ilm ve ma'rifetler yaymak yoluna koymuşdur. kimisini de, mubah olan işlerle meşgul etmişdir. şeyh abdüllahi ıstahri, köpeklerle sahraya giderdi. bir kimse, büyüklerden bunun sebebini sordu. buyurdu. allahü teala, bunlardan kimisine de, tevhidi vücud ve kesretde vahdeti görmek bilgilerini verdi. böylece bu yükden birkaç saat rahat oldular. sıddikiyye büyüklerinden birkaçında kaddesallahü teala esrarehüm tevhid ma'rifetlerinin görünmesi, bunun içindir. bu büyüklerin nisbeti, tam tenzihe varır. alem ile ve alemde şühud ile işleri yokdur. rehberlerin başı, hakikatlerin ve ma'rifetlerin kaynağı, dinin yardımcısı hace ubeydüllahi ahrarın tevhidi vücud ve kesretde vahdeti görmek bilgilerine uygun ma'rifetleri yazması da böyledir. kitabında, tevhid ve buna benzer bilgiler vardır. bu bilgiler ve ma'rifetler, kendisinin alem ile oyalanması içindir. yüksek hocamızın da, kitabındaki bilgilere benzer ma'rifetler yazması böyledir. bu tevhid bilgileri, ne cezbeden ve ne de görülenin sevgisinin kaplamasından değildir. bunların alemle ilgileri yokdur. onlara alemde gösterilenler, onların görmekle şereflendikleri hakikatlerin zılleri, benzerleridir. şuna benzer ki, bir kimse güneşe aşık olsa, hep güneşe bakarak kendini ve alemi unutsa, kendini hatırlaması için ve güneşden başka şeylere bağlanarak, onun ışıklarının parlaklığından biraz kurtularak rahat etmesi için, güneşi bu alemin aynalarında gösterirler. böylece, onun bu alemle ilgisini sağlarlar. ara sıra, bu alem güneşin kendisidir, güneşden başka hiçbirşey var değildir derler. başka zeman da alemin her zerresinde güneşi gösterirler. sual: alem, güneş değildir. bunu güneş olarak bildirmek, yanlış değil midir? cevab: alemde bulunan herşeyin ortak oldukları yerleri vardır. birbirlerine benzemiyen yerleri de vardır. hak teala, sonsuz kudreti ile, birçok faideleri sağlamak için, bunların benzemiyen yerlerini, gözlerinden örter. yalnız ortak olan yerlerini görürler. hepsi birdir, ayrılık yokdur derler. böylece güneşi de, bu alem olarak görürler. hak tealanın bu alemle hiçbir ilişiği yokdur. fekat, ism benzerliği bakımından, alemle birleşmiş görürler. şöyle ki, hak teala vardır. alem de vardır. bu iki varlık, her ne kadar başka ise de, ism benzerliği vardır. bunun gibi, allahü teala bilicidir, işiticidir, görücüdür, diridir, gücü yeticidir, dileyicidir. alemin birkaç parçası da böyledir. ondakilerle bunlardakiler birbirlerine, her ne kadar benzemezler ise de, sonradan olan varlığın çürük yerleri ve sıfatlarının aşağı tarafları, onların gözünden örtülmüşdür. bunun için, hak teala alem ile birleşmişdir diyebilirler. tevhidin böylesi, en yükseğidir. böyle ma'rifet sahibleri, bu hale mağlub değildirler. bu ma'rifetleri sekrden ileri gelmemişdir. bir faide için, bu hale düşürülmüşlerdir. bu ma'rifet, onları sekrden sahva getirir. kendilerine rahatlık verir. başkalarına sima' ve raks ile ve birçoğuna da, mubah işlerle meşgul etmekle rahatlık vermeleri gibidir. tesavvuf büyüklerinden çoğunu, kendi gördüklerine benzemiyen şeylerle oyalarlar. bu büyükler ise, gördüklerine benzemiyen şeylere dönüp bakmazlar. onlarla oyalanmazlar. bunun için, alemi bunların gördüklerine benzetmişlerdir. yahud, onu alemin her parçasında göstermişlerdir. böylece, birkaç zeman yüklerini hafifletmişlerdir. bu aşağı kul, tevhidin bu son şeklini keşf ve zevk ile bilmiyordum. yukarıda yazılmış olan ikisini biliyordum. bu sonuncusunun da bulunduğunu sanıyordum. bundan dolayı, kitablarda ve mektublarda, yalnız ikisini, hatta yalnız ikincisini yazmışdım. tevhidi vücudiyi yalnız böyle bildirmişdim. fekat, büyük hocamızın vefatından sonra, mubarek mezarını ziyaret için, allahü tealanın belalardan koruduğu dehli şehrine gitmişdim. bayram günü, mubarek mezarını ziyaret etdim. mubarek mezarına teveccüh edince, mukaddes ruhundan çok iltifat göründü. kimsesizleri okşamak yüksekliğinden dolayı, kendi nisbetini bu fakire ihsan buyurdu. bu nisbet, hacei ahrar hazretlerinden gelmekde idi. bu nisbete kavuşunca, bu bilgilerin ve ma'rifetlerin içyüzünü zevk yolu ile anladım. böylece, bu büyüklerdeki tevhidi vücudinin, kalbin cezbesinden veya muhabbet kaplamasından olmadığı, belki yüklerinin hafifletilmesi için ihsan edildiği anlaşıldı. bu anlayışı açıklamayı çok zeman uygun bulmadım. fekat, birkaç kitabımda, o eski iki ma'rifet yazılmış olduğundan, kısa görüşlü kimseler, bu yazılardan o iki büyük zatın küçültülmesi lazım olacağını zan etdiler. çünki, o iki büyük zatın yolu, tevhid yolu idi. bu kısa görüşlüler, fitne çıkaran sözlere başladılar. öyle oldu ki, bu hayalleri, istekleri az olan talebelerin çalışmalarına gevşeklik verdi. bunları görünce, tevhidin bu kısmını da açıklamayı uygun buldum. bu yazıma vesika olmak için, herkesce bilinen bir olayı da bildiriyorum. hocamızı çok seven bir zat dedi ki, hocamızdan işitdim: bizim, tevhid sahiblerinin kitablarını okuyarak bir nisbet edindiğimizi söylüyorlar. böyle değildir. maksad, kendimizi biraz gafil etmekdir buyurdu. bu sözleri, yukarıdaki yazılarımızı kuvvetlendirmekdedir. faziletli şeyh abdülhaki dehlevi, hocamızı çok sevenlerdendir rahmetullahi teala aleyhima. o söyledi ki, hace hazretleri vefatından birkaç gün önce buyurdu ki: çok iyi anladım. tevhid, dar bir sokak imiş. geniş cadde başka imiş. böyle olduğunu önceden de biliyordum. fekat şimdi çok iyi anladım. bu sözünden anlaşılıyor ki, son mertebelerinde, tevhid ile ilgileri kalmamışdı. başlangıcda tevhid ma'rifetlerinin de bulunması, bir leke değildir. büyüklerden çoğunda, ilk zemanlar, böyle bilgiler hasıl olmuşdur. sonra, buradan ilerlemişler, yükselmişlerdir. sıddikıyyenin cezbe makamına kavuşdukdan sonra, hace behaüddin hazretlerinin yolu ile hacei ahrar hazretlerinin yolu birbirinden ayrılmakdadır. ilmleri ve ma'rifetleri de başkadır. hacei ahrar hazretlerinin teveccühünde, annesinin babalarının nisbeti çokdur. bu nisbet, dedelerine birbirlerinden gelmişdir. yukarıda bildirilen fena ve yokluk, o büyüklerin nisbetindendir. bu fakir, gençlere daha faideli olmak için, talibleri hace behaüddin hazretlerinin yolu ile yetişdirmeği uygun buldum. bu yolun ilmleri ve ma'rifetleri, islamiyyetin ilmlerine daha yakındır. islamiyyetin temelden sarsıldığı böyle bozuk bir zemanda, o yolun bilgilerini yaymağı uygun buldum. talebeyi yetişdirmek için bu yolu seçdim. hak teala, eğer yolunun bu fakir ile yayılmasını dileseydi, alemi onun nurları ile doldururdu. çünki, bu iki büyüğün her birine, nurlarını bol bol vermişdir. her iki büyüğün yetişdirme yolunu açmışdır. ihsan sahibi, yalnız allahü tealadır. dilediğine verir. allahü tealanın ihsanı çokdur. farisi iki tercemesi: o padişahın ihsanı boldur. iki alemi bir fakire verir. padişah, bir fakir kapısına, gelirse şaşma, büyüklük budur! vedduha suresi onbirinci ayetinin, meali şerifine uyarak, birkaç gizli bilgiyi açıkladım. hak teala, hak taliblerini, bundan faidelendirsin! inanmıyanların inkarlarının artmasından başka birşey olmıyacağını biliyorum. fekat, yalnız taliblerin faideleneceklerini düşünüyorum. inanmıyanlar hesaba katılmaz ve onlara bakılmaz. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, onunla, çoğunu yoldan kaydırır. çoğunu da, doğru yola kavuşdurur buyuruldu. keskin görüşlü olanlar, iyi bilir ki, bir faide düşünerek bir yolu seçmek, bunun başka yoldan üstün olduğunu göstermez. öteki yolun daha aşağı olduğu anlaşılmaz. farisi tercemesi: kolay olur şehrin kapısını kapamak. mümkin olmaz, düşmanın ağzını kapamak. bütün ni'metlerin ve ihsanların sahibi olan allahü tealaya her zeman hamd olsun! onun peygamberine ve seçilmiş olan aline ve en iyi olan eshabına sonsuz salat ve selam ve düalar olsun! ikiyüzdoksanikinci mektub bu mektub, abdülhamidi bingaliye yazılmışdır. tesavvuf yolcusuna lazım olan edebler ve onların birkaç şübhelerinin giderilmesi bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. peygamberinin edebleri ile bizleri edeblendiren ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha ahlakına kavuşduran allahımıza hamd olsun! bu yolun salikleri ikiye ayrılır: ya mürid olurlar, yahud murad olurlar. murad olanlara müjdeler olsun! cezb ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler. aradıklarına ulaşdırırlar. lazım olan her edebi, pir yardımı ile veya arada pir olmadan, bunlara öğretirler. yanıldıkları zeman, haber verirler. ondan dolayı birşey yapmazlar. eğer rehbere ihtiyacı olursa, kendisi aramadan, uğraşmadan ona kavuşdururlar. kısaca, allahü tealanın sonsuz olan ihsanı, onun her zeman imdadına yetişir. sebeb yaratarak veya sebebsiz olarak, işini görürler. şura suresi onüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. talib olanların, arada vasıta olmadan kavuşmaları çok güçdür. cezbe ve süluk ni'metlerine kavuşmuş olan, fena ve beka ile şereflenmiş olan, ve ve ve yollarını geçmiş olan bir vasıtanın yardımı lazımdır. bunun cezbesi, sülukünden önce olmuş ise ve muradlardan olarak yetişdirilmiş ise, bulunmaz bir ni'metdir. onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devadır. bakışları şifadır. taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur. böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczub olan salik de, büyük bir ni'metdir. bu da talibleri yetişdirebilir. onun yardımı ile, fena ve beka ni'metine kavuşurlar. farisi tercemesi: gökler, arşa bakılırsa aşağıdır. yoksa, toprağa göre, çok yüksekdirler. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zat ele geçerse, onun şerefli vücudünün kıymetini bilmelidir. kendini ona tam teslim etmelidir. kendi se'adetini onun rızasına kavuşmakda aramalıdır. onun razı olmadığı şeyleri, kendi için felaket bilmelidir. kısaca, bütün istekleri, onun rızasına kavuşmak olmalıdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha, buyurdu. sohbetin edeblerine uymak ve şartlarını gözetmek, bu yolda herhalde lazımdır. feyz yolu, ancak bununla açılır. bunlar gözetilmezse, hiçbirşey elde edilemez. ondan kaddesallahü teala aleyhim ecma'in faide elde edilemez. çok lazım olan edeblerden ve şartlardan birkaçını bildiriyorum. can kulağı ile dinleyiniz: talib, gönülden, herşeyi çıkarıp, bütün varlığı ile pirine bağlanmalıdır. onun yanında, ondan izn almadan, nafile ibadet ve zikr yapmamalıdır. onun yanında iken, ondan başka hiçbirşeye bakmamalıdır. bütün gücü ile, ona bağlanıp oturmalıdır. o emr etmedikce, zikr bile yapmamalıdır. onun yanında farz ve sünnet namazlardan başka namaz kılmamalıdır. bir sultanın veziri, sultanın yanında iken, kendi elbisesine bakar. eli ile kuşağını düzeltir. o anda, sultan ona bakıyordu. kendinden başkası ile olduğunu görünce, onu azarlıyarak, benim vezirim olasın da, benim karşımda, elbisenin kuşağı ile oynıyasın. buna dayanamam diyerek onu azarlar. düşünmelidir ki, bu alçak dünyanın işleri için, ince edeblere dikkat edilince, allaha kavuşduran işlerde edebleri tam ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lazım olacağı anlaşılır. kendi gölgesi, onun elbisesine veya gölgesine düşmiyecek bir yerde durmağa veya oturmağa dikkat etmelidir. onun namaz kıldığı yere hiçbir zeman basmamalıdır. onun abdest aldığı yerde abdest almamalıdır. onun kullandığı kabları kullanmamalıdır. onun yanında, birşey yimemeli, içmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. hiç kimseye, hiçbir yere bakmamalıdır. o yok iken, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalıdır. o yere doğru tükürmemelidir. onun her yapdığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru ve iyi bilmelidir. o herşeyi ilham ile ve izn ile yapar. bunun için, hiçbir işine, birşey söylenemez. ilhamında hata olsa bile, ilhamda yanılmak, ictihadda yanılmak gibidir. ayblamak ve karşı gelmek caiz olmaz. bu yolda vasıta olanı seven bir kimseye, onun her yapdığı ve her sözü sevgili gelir. ona karşılık vermenin yeri olmaz. her işde, yimekde, içmekde, elbise giymekde, yatmakda ve ibadetlerde, hep ona uymalıdır. namazı onun gibi kılmalıdır. fıkhı, onun ibadetlerini görerek öğrenmelidir. farisi tercemesi: bir güzelin yanında bulunsa kişi, bağ ve bostan ve güllerle olmaz işi. onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal danesi kadar bile karşılık vermemelidir. karşılık veren mahrum kalmakdan kurtulamaz. insanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur gören kimsedir. allahü teala, bu büyük beladan bizleri korusun! onda bir harika, bir keramet aramamalıdır. gönlünden böyle birşey geçirmemelidir. bir mü'minin, bir peygamberden, bir mu'cize istediği, hiç görülmüş müdür? kafirler ve inanmıyanlar mu'cize ister. farisi iki tercemesi: mu'cizeden maksad, düşmanı kırmakdır. nebiyi sevmek demek, ona uymakdır. imana gelmez herkes, mu'cize ile, imana kavuşur insan muhabbetle. gönlünde bir şübhe hasıl olursa, hemen bildirmelidir. şübhesi çözülmezse, kusuru kendinde bilmelidir. pirde hiçbir kusur görmemelidir. rü'yalarını ondan saklamamalıdır. ta'birlerini ondan beklemelidir. kendi yapdığı ta'biri de söylemeli, doğru olup olmadığını sormalıdır. kendi keşflerine güvenmemelidir. bu dünyada, doğru ile yanlış karışıkdır. haklı ile haksız bir aradadır. sıkışmadıkça ve izn almadıkça ondan ayrılmamalıdır. ondan ayrılıp başkasına gitmek, müridliğe yakışmaz. sesini, onun sesinden yükseltmemelidir. onunla yüksek sesle konuşmak, edebsizlik olur. kendine gelen her feyzi, her keşfi, ondan bilmelidir. rü'yada, başka şeyhlerden feyz geldiğini görürse, onları da, kendi şeyhinden bilmelidir. bütün üstünlüklerin ve feyzlerin onda bulunduğunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze uygun olan bir zat şeklinde olarak ondan geldiğini ve onun latifelerinden, o feyze uygun bir latifenin, o zat şeklinde göründüğünü bilmelidir. kendisi yanılarak, onun latifesini, başka zat sanmış, feyzi ondan geliyor bilmişdir. bu büyük bir yanılmakdır. hak teala yanılmakdan korusun! insanların en üstünü hürmetine, se'adete vasıta olan zata inancı ve sevgiyi doğru eylesin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. kısacası, , ata sözü olmuşdur. edebi gözetmiyen bir kimse, allahü tealaya kavuşamaz. edeblerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edebleri yerine getiremezse ve uğraşdığı halde başaramazsa, afv olunur. fekat, kusurunu bildirmesi lazımdır. eğer allah korusun, edebleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin faidesine ve bereketine kavuşamaz. farisi tercemesi: se'adet yazılmamışsa bir kimseye, faidelenmez peygamberi görse de. bir kimse, vasıtanın yardımı ile fena ve beka mertebesine kavuşarak, ilham ve firaset yolu kendisine açılırsa ve ondan bu müjdeyi alırsa ve kemale geldiğini işitirse, o zeman, ilham olunan birkaç şeyde ona uymaması ve kendi ilhamına göre hareket etmesi caiz olur. çünki böyle yükselen bir mürid, rehbere uymakdan kurtulmuşdur. başkasına uyması hata olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı ictihad işlerinde ya'ni kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmemiş olan şeylerde, o serverin ictihadından ayrılmışlardır. bunların birkaçında, eshabın ictihadı doğru olmuşdur. çok okuyanlar, böyle olduğunu bilirler. bundan anlaşılıyor ki, olgunlaşan birinin vasıtaya uymaması caizdir. ona uymaması edebsizlik olmaz. hatta bu mertebenin edebi, ona uymamakdır. eğer böyle olmasaydı, edeblerin en yüksek mertebesine varmış olan eshabı kiram, hiç uymamazlık etmezlerdi. imamı ebu yusüfün, ictihad mertebesine yükseldikden sonra, imamı azam ebu hanifeye uyması doğru değildir. kendi re'yine uyması, imamı azama uymaması doğrudur radıyallahü anhüma. imamı ebu yusüfün, dediği meşhurdur. san'atların ilerlemesi, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. bir düşünce ile kalsaydı, ilerleme olmazdı. sibeveyh zemanında olan nahv bilgisine yeni buluşlar ve yeni görüşler eklenerek, bugün yüz kat fazla artmışdır. fekat, bu ilmin temelini kuran odur. üstünlük onundur. herşeyin üstünü, kurucusudur. yükseltmek şerefi ise, sonra gelenlerindir. bundan dolayıdır ki, hadisi şerifde, ümmetim, yağmura benzer. öndekiler mi, sondakiler mi daha iyidir, belli olmaz buyuruldu. ek: okuyanların şübhelerini gidermek için, şunu ekliyelim ki, vasıta diriltir ve öldürür. o makamın öldürme ve diriltme gücü olması lazımdır demek, ruhu diriltmekdir. cismi, bedeni diriltmek değildir. öldürmek de ruhu öldürmekdir. cismi değil. ruhun dirilmesi ve ölmesi, fena ve bekasıdır ki, na ve kemale ulaşdırır. olgun bir zat, allahü tealanın izni ile, bu iki şeyi yapabilir. bu zatın öldürmesi ve hayat vermesi lazımdır. hayat vermek ve öldürmek demek, beka ve fena makamına kavuşdurmak demekdir. bedeni öldürmek ve ölüyü diriltmekle, bu makamın bir ilgisi yokdur. o, bir miknatısa benzer. miknatısın te'sir etdiği iğne, saman çöpü gibi şeyler, onun arkasında sürüklenir. ondan miknatıs enerjisi alırlar. evliyanın harikalar ve kerametler göstermesi, insan toplamak için değildir. görünmiyen kuvvetlerle çekerler. onları tanımıyan ve sevmiyenler, onlardan istifade edemez, yükselemezler. binlerle mu'cize, harika ve kerametler görseler, hiç faide olmaz. bu sözümüze inanmak için, ebu cehli ve ebu lehebi gözönüne getirmek yetişir. allahü teala, en'am suresinin yirmibeşinci ayetinde, kafirleri bildirirken mealen, ayetlerin hepsini görseler de, onlara inanmazlar. hatta, sana geldikleri zeman, seninle döğüşürler. kafirler bu söylediklerin, olsa olsa, eskilerden kalan hurafelerdir, uydurma şeylerdir, derler buyurdu. vesselam. ikiyüzdoksanüçüncü mektub bu mektub, şeyh muhammed çitriye yazılmışdır. hadisi şerifdir. ebu zeri gıfari de böyle söylemişdir. niçin söylemişdir? abdülkadiri geylani hazretleri, demişdir. bu sözün ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. allahü tealanın sevdiklerinin bu fakirleri hatırlaması, bizim için ne büyük ni'metdir. soruyorsunuz ki, resulullah aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. ebu zeri gıfari radıyallahü anh da böyle buyurmuşdur. bu nasıl olur? ayrıca şeyh muhyiddin abdülkadiri geylani kuddise sirruh hazretleri, demişdir. bir başkası da, böyle demişdir. bu iki söz üzerinde zeman zeman, arkadaşlar arasında çatışmalar oluyor. merhamet buyurarak, bu iki sözün ne demek olduklarını ve herbirini söyliyenlerin başka başka ne demek istediklerini uzun yazınız ve bu garibin anlaması için, açıklıyarak gönderiniz diyorsunuz. kıymetli yavrum! bu fakir kaddesallahü sirrehül'aziz kitablarımda yazmışdım ki, o serverin sallallahü aleyhi ve sellem tecelliye kavuşması devamlı idi. ara sıra, daha yakın olduğu zemanları da vardı. bu nadir zemanları, namazda idi. bunun için, buyurdu. hadisi şerifi de, bu sözümüzün doğru olduğunu göstermekdedir. ebu zeri gıfari, o servere tam uyduğu ve ona varis olduğu için, bu ni'mete kavuşmuşdur. çünki, o serverin tam izinde gidenlerin büyükleri, onun varisi olurlar. onun bütün üstünlüklerinden çok pay alırlar. şeyh abdülkadiri geylani hazretleri kuddise sirruh, buyurmuşdur. kitabının sahibi olan şihabüddin hazretleri, ebünnecibi sühreverdi hazretlerinin talebesi idi. onun terbiyesi ile yetişmişdi. ebünnecib hazretleri de abdülkadiri geylani hazretlerinin talebesi ve çok yakın olanlarından idi. kitabında, kendini beğenmeği gösteren böyle sözlerin büyüklerden, ilk zemanlarında sekr hallerinin sonlarına doğru söylenmiş olduğu bildirilmekdedir. kitabında, abdülkadiri geylani hazretlerinin üstadlarından olan hammadi debbasın bir sözü yazılıdır. firaset ile buyurmuş ki, . görülüyor ki, bu sözü söylemesi emr olunmuşdu. bütün evliyanın boynu üstünde olduğunu söylemesi lazımdı. her ne olursa olsun, bu mubarek zatın sözü doğrudur. ister sekr kalıntıları ile söylemiş olsun, isterse söylemesi emr edilmiş olsun, mubarek ayakları kendi zemanında bulunan evliyanın hepsinin boynu üzerinde idi. o zemanki evliyanın hepsi, onun ayakları altında idi. fekat, şunu anlamalıdır ki, kendi zemanındaki evliya böyledir. daha önce gelmiş olan ve daha sonra gelecek veliler, bu sözün dışında kalmakdadır. hammadın yukarıda yazılı olan sözünde de ayakları, kendi zemanındaki evliyanın hepsinin boyunları üzerinde olduğu bildirilmekdedir. bağdadda bir gavs vardı. abdülkadiri geylani ve ibnüssakka ve ebu sa'id abdüllah bunu ziyarete gitdiler. gavs, firaset ile anlayarak, abdülkadiri geylaniye dedi ki, . bu gavsin, bu sözünden de anlaşılıyor ki, geylaninin sözü, yalnız kendi zemanındaki evliya içindir. şimdi de hak teala bir kimsenin gözünü açarsa, o gavsın gördüğünü o da görerek, o zemanın evliyasının boyunlarının geylaninin ayağı altında olduğunu anlar. bu söz başka zemandaki evliya için değildir. daha önceki evliya için, nasıl olabilir ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan da bunların içindedir. eshabı kiramın, geylaniden daha üstün oldukları meydandadır. geylaninin zemanından sonra gelen evliya da, bu sözün içine nasıl girebilir? çünki, resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam ahır zemanda geleceğini müjdelediği ve halifetullah dediği hazreti mehdi, bu evliyanın içindedir. ülül'azm peygamberlerden olan hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam sabikundandır. bu islamiyyete uyacağı için, peygamberlerin sonuncusunun eshabından olacakdır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. bu yüce peygamber, abdülkadiri geylani hazretlerinden elbette katkat daha yüksekdir. belki de, bu ümmetin sonda gelenlerinin üstünlüğünü bildirmek için, o server aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. sözün kısası, abdülkadiri geylani hazretlerinin vilayeti çok şanlıdır. derecesi pek yüksekdir. vilayeti hassai muhammediyyeyi sır latifesi yolundan, başından sonuna kadar temamlamışdır. vilayet zincirinin baş halkası olmuşdur. bunu işitince, abdülkadiri geylaninin bütün evliyadan üstün olduğu anlaşılmamalıdır. çünki, vilayeti muhammedinin baş halkası olması, sır yolundandır. her bakımdan baş halka olsaydı, o zeman üstün olurdu. şunu da söyleyelim ki, vilayeti muhammediyyenin her bakımdan baş halkası olmakla da, daha üstün olmak lazım gelmez. çünki bir başkası, muhammed aleyhisselamın peygamberliği kemalatına varis olarak daha üstün olabilir. abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin talebesinden birkaçı, kendisini sevmekde taşkınlık yapıyorlar. hazreti aliyi radıyallahü teala anh sevenlerin taşkınlıkları gibi aşırı gidiyorlar. sözlerine bakılırsa, kendisini, geçmiş ve gelecek bütün evliyadan daha üstün bildikleri anlaşılıyor. peygamberlerden salevatullahi teala aleyhim ecma'in başka kimseyi abdülkadiri geylaniden üstün gördükleri işitilmemişdir. sual: abdülkadiri geylanide görülen harikalar ve kerametler, o kadar çokdur ki, başka hiçbir velide bu kadar keramet görülmemişdir. hepsinden daha yüksek olduğu buradan anlaşılmaz mı? cevab: harikaların ve kerametlerin çok olması, daha üstün olmağı bildirmez. hiç harikası görülmeyen bir veli, harikaları ve kerametleri çok görülen bir veliden daha üstün olabilir. sühreverdi, kitabında, evliyanın harikalarını ve kerametlerini anlatdıkdan sonra buyuruyor ki, bunların hepsi allahü tealanın ihsanlarıdır. dilediğine ihsan eder. fekat bunlardan hiçbiri verilmeyen bir veli, bunların hepsinden daha üstün olabilir. çünki, harikalar ve kerametler yakini, güveni artdırmak içindir. kendisine yakin ihsan edilmiş olanın, kerametlere ihtiyacı kalmaz. bu kerametlerin hepsi, kalbin zikre alışması ni'metinden daha aşağıdır. harikaların çok görünmesini üstünlük bilmek, hazreti alinin iyi ve üstün hallerini görerek onu hazreti ebu bekrden daha üstün bilmeğe benzer. çünki, onda bu kadar üstün ve iyi haller görülmemişdir radıyallahü anhüma. kıymetli kardeşim! harikalar, kerametler, ikiye ayrılır: birincisi, allahü tealanın zatına ve sıfatlarına ve işlerine aid olan bilgiler ve ma'rifetlerdir. bunlar akl ile, düşünce ile elde edilemez. seçdiği kullara ihsan eder. ikincisi, mahlukların şekllerini keşf etmek, madde alemindeki gaybleri bulmakdır. birinci kerametler, doğru yolda bulunanlara, allahü tealanın sevdiklerine verilir. ikincisi, doğru yolda olana da, bozuk yolda olana da verilir. çünki, istidrac sahibi olan kafirlerde de, ikinci harikalar görülmekdedir. kerametlerin, harikaların birincisine, allahü teala şeref ve kıymet vermişdir. bunları yalnız sevdiklerine ihsan eder. düşmanlarını bunlara ortak etmez. cahiller, harikaların ikincisine kıymet verirler. onları üstün ve yüksek görürler. bunları kafirlerde bile görünce, kalın kafalı oldukları için, onlara nerede ise, tapınacak olurlar. onların iyi ve kötü her isteklerine boyun eğerler. bu ahmaklar, belki de, harikaların birincisini harika bilmezler ve keramet saymazlar. harika deyince, yalnız ikincisini anlarlar. keramet deyince, yalnız mahlukların, madde aleminin bilinmesini, gayblerden haber verilmesini sanırlar. mahlukların bilinen veya bilinmeyen hallerinden haber vermenin ne kıymeti ve hangi şerefi olabilir? bunların bilinmemesi, bilinmesinden belki daha uygundur. mahlukların hallerini, inceliklerini unutmak, belki daha yakışık alır. şerefli ve kıymetli olan ve saygı göstermeğe, üstün görmeğe layık olan, uygun olan ancak allahü tealanın ma'rifetidir. farisi tercemesi: melek yüzünü örtmüş, şeytan naz yapıyor: şaşırdım kaldım, hayretden aklım gidiyor. şeyhülislam hirevi velimamülensari abdüllah kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin, kitabında ve buna kendi yapdığı şerhinde buyuruyor ki: tecribe ile anladım ki, ma'rifet sahibi olanların firaseti allahü tealaya yarayan kimselerle, ona yaramıyan kimseleri ayırmakdır. allahü tealayı zikr edenleri ve na kavuşanların yaradılışlarındaki uygunluğu anlamakdır. ma'rifet sahiblerinin firaseti budur. açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefslerini temizleyenlerin, fekat hak tealaya yaklaşmıyanların firasetleri cismleri, maddeleri keşf etmek, mahlukların gayblerini haber vermekdir. bunlar, yalnız mahluklardan haber verir. çünki, hak teala ile aralarında perde vardır. ma'rifet sahibleri ise, allahü tealadan kendilerine gelen ma'rifetlere kavuşurlar. hep allahü tealadan haber verirler. insanların çoğu, allahü tealadan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşf edenlere, mahluklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. onları büyük bilirler. onları evliya ve allahü tealanın seçilmiş kulları sanırlar. hakikatden haber verenlere dönüp bakmazlar. bunların allahü tealadan bildirdiklerine inanmazlar. bunlar, dedikleri gibi evliya olsalardı, bizim hallerimizden ve mahlukların hallerinden haber verirlerdi. mahlukların hallerini bilmiyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir? derler. bu bozuk ölçüleri ile evliyaya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. allahü tealanın, bu büyükleri, cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bırakmadığını bilmezler. bunlar mahlukların hallerine dönüp baksalardı, hak teala ile olmağa yakışmazlardı. böyle hak adamlarından birinin maddelerin, cismlerin hallerine az bir bakışla, başkalarının anlıyamadığı şeyleri firasetle anladıklarını biz çok gördük. bunların firaseti hak tealaya olan ve onun yakınlığına olan firasetdir. nefslerini temizleyenlerin mahluklara olan firaseti, hak tealayı ve ona yakın olan şeyleri anlıyamaz. bu firaset müslimanlarda olduğu gibi, hıristiyanlarda, yehudilerde ve başka milletlerde de vardır. çünki, allahü teala buna kıymet vermez. uygun olan kimselere verir. denir. ikiyüzdoksandördüncü mektub bu mektub, oğlu zahiri ilmlerin ve batın ma'rifetlerinin sahibi mecdeddin hace muhammed ma'sum kuddise sirruh hazretlerine yazılmışdır. allahü tealanın sekiz sıfatını ve peygamberlerin ve bütün insanların mebdei te'ayyünlerini ve tecellileri bildirmekdedir: varlığı lazım olanın sekiz hakiki sıfatının birincisi hayat sıfatı, sonuncusu tekvin sıfatıdır. bu sekiz sıfat üç dürlüdür. birincisinin aleme bağlılığı çokdur. mahluklarla ilgisi çokdur. tekvin sıfatı böyledir. bunun içindir ki, ehli sünnet alimlerinden çoğu, tekvinin hakiki sıfatlardan olmadığını, izafi sıfatlardan olduğunu söylediler. sözün doğrusu, tekvin hakiki sıfatlardandır. fekat, mahluklara bağlılığı çokdur. sıfatların ikincilerinin mahluklarla bağlılığı azdır. ilm, kudret, irade, sem', basar ve kelam sıfatları böyledir. üçüncüsü, en yüksek olan sıfatıdır. alemle hiç ilgisi yokdur. hayat sıfatı böyledir. hayat sıfatı, bütün sıfatların anasıdır. hepsinin temelidir. hepsinden daha öncedir. buna en yakın olan sıfat, ilm sıfatıdır. ilm sıfatı, peygamberlerin sonuncusunun üdür aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. öteki sıfatlar, başka insanların mebdei te'ayyünleridir. , zuhur etmek, meydana çıkmak demekdir. , meydana çıkmanın, var olmanın başlangıcı, kaynağı demekdir. her sıfatın, çeşidli şeylere bağlılığı olduğu için parçaları vardır. şöyle ki, tekvin sıfatının, yaratmak, rızk vermek, diriltmek ve öldürmek gibi çeşidli bağlılıkları olduğu için, parçaları olmuşdur. bu parçalar da, bütünleri gibi, insanların mebdei te'ayyünleri olmuşdur. mebde'leri, sıfatların parçaları olan te'ayyünler, mebdei te'ayyünü, sıfatın bütünü olan kimseye tabi' olur. onun ayağı altında, gölgesinde yaşar. bundan dolayı, demişlerdir aleyhimüssalevatü vettehıyyatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. bu parçalar, eğer süluk yolu ile aşılır ve bütünlerine katılır ve parçaların şühudü, bütünlerin şühudü olursa, aralarında yalnız asl olmakdan ve tabi' olmakdan başka ayrılık kalmaz. birisi doğrudan doğruya, ikinciler ise, bunun dolayısı ile kavuşur. çünki tabi' olan, herneye kavuşur, her ne görürse aslından alır. aslı arada olmadan birşeye kavuşamaz. tabi', kendi kusurundan dolayı, aslının arada bulunduğunu bilmiyebilir. fekat aslı, onunla meşhudü arasında bir perdedir. ayıran, önliyen perde değil, kavuşduran, gösteren perdedir. sinema perdesi, şeklleri saklamaz, örtmez. onları gösterir. perde olmazsa, birşey görünmez. gözlük de böyledir. gözün önündeki gözlük, görmeyi önlemez. görülemiyen şeyleri gösterir. parçaların, yükselerek, kendi bütününden ayrılıp, başka bir bütüne girmeleri, bu bütünün gördüğünü müşahede etmeleri caiz değildir. böylece musa aleyhisselamın ayağı altında olanların isa aleyhisselamın ayağı altına geçmeleri olamaz. fekat, muhammed aleyhisselamın ayağı altına girebilirler. çünki hepsi, onun ayağı altındadırlar aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam. muhammed aleyhisselamın rabbi, onun mebde'i olan ism, dır, kaynakların kaynağıdır. bütünlerin bütünüdür. parçaların, asllarının aslıdır. muhammed aleyhisselamın ayağının altına yükselmek, aslın aslına yükselmek demekdir. başka bir asla girmek değildir. parçalarla, bütünleri arasında, şu ayrılık vardır ki, parçanın önünde iki perde vardır: birincisi, kendi bütünü olan aslıdır. ikincisi, aslının aslıdır. kendi bütününün perdesi ise, yalnız aslının aslıdır. bundan anlaşılıyor ki, muhammed resulullah, arada te'ayyünlerin perdesi olmaksızın şühud eylemekdedir. başkalarının şühudleri ise, te'ayyünlerin perdesindedir. hiç değilse, muhammed aleyhisselamın te'ayyünü perdesindedir. bunun içindir ki, , yalnız muhammed aleyhisselama olur, başkalarının tecellileri sıfatların perdesindedir demişlerdir. hiç olmazsa, muhammed aleyhisselamın rabbi olan, rablerin rabbi perdesindedir. muhammed aleyhisselamın rabbi olan ism, hayat sıfatından başka, bütün ismlerin ve sıfatların üstündedir. sual: başka peygamberlerin şühudü ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat muhammed aleyhisselamın rabbi mebdei te'ayyünü perdesinde oluyor dediniz. onun ümmetinin evliyası, onun ayağı altında oldukları için, bunların şühudleri de, başka peygamberlerin şühudleri gibi, perdesindedir. böyle olunca, başka peygamberler ile, muhammed aleyhisselamın ümmetinin evliyası arasında ne fark olur? cevab: peygamberlere, hakikati muhammedi perdesinde olan şühudden başka, kendi mebdei te'ayyünleri yolundan hasıl olan, başka bir şühud daha vardır. kalb gözlerine kendi gözlüklerini takarak, gaybı görürler. bu iki şühud, birlikde olmaz. aslların aslına yükselirlerse, şühudleri, perdesinde olur. isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam gökden yere indikden sonra, bu ni'mete kavuşmakla şereflenecekdir. buraya yükselmek pek gücdür. hemen hemen olamaz gibidir. ancak, allahü tealanın büyük ihsanı lazımdır. bu sebebler aleminde, muhammedi meşreb olan zatın merhamet buyurup yardım etmesi lazımdır. kendi aslından ileri geçemez, kendi hakikatini aşarak, a varamazsa, şühudü, kendi hakikatinin perdesinde olur. hakikatülhakaıkdan allahü tealanın zatına yol vardır. pek çok konakları geçdikden sonra kavuşulabilir. bunun gibi, bütün olan başka hakikatlerden de, zati tealaya birer yol vardır. pekçok konakları aşdıkdan sonra, bu yollardan da kavuşulabilir. böyle olmakla beraber, hakikatülhakaık yolundan, ye kavuşulur. başka yollardan da, zata kavuşulabilirse de, hakikatülhakaıkın ya'ni hakikati muhammedinin ince perdesi arada bulunur. kalın değilse ve mani' olmaz ise de, bu kadarcık perdenin bulunması, demeğe mani' olmakdadır. yoksa, bütün peygamberlere salevatullahi teala aleyhim ecma'in de, zati tealadan, doğrudan doğruya nasib vardır. sual: hayat sıfatı, ilm sıfatının üstünde olunca, hakikatülhakaık yolunda da, hayat sıfatının te'ayyünü perde olur. böyle olunca, vaslı uryani nasıl olur? niçin tecellii zat denilir? cevab: hayat te'ayyünü, late'ayyün gibidir. çünki yüksek mertebelerde, bu te'ayyün yok olur. zati teala mertebesinde, bunun hiçbir değeri kalmaz. zati teala mertebesinde, her ne kadar, başka sıfatların da, hiçbir değerleri yok ise de, onlar zat mertebesine yetişmeden önce yok olurlar. hayat sıfatı ise, oraya yetişir de yok olur. bundan dolayı, hakikati muhammedinin te'ayyünü ve bütün başkalarının te'ayyünleri devamlıdırlar. hiçbir mertebede yok olmazlar. evet, birşeye yetişmek başkadır. bu şeyde yok olmak başkadır. büyüklerden çoğunun sözlerinde mahv olmak, yok olmak denilmekdedir. bu sözler, yok gibi olmak demekdir. yok olup kalmamak demek değildir. salikin te'ayyünü görünmez olur. yok olmaz. yok bilmek, ilhad olur. zındıklık olur. bu yolda geri kalmış olanlar, bu sözlerden, kendi yok olur sanarak, zındık olmuşlardır. ahıret ni'metlerine ve azablarına inanmamışlardır. vahdetden kesrete geldikleri gibi, başka zemanda, böylece, kesretden vahdete döneceklerini sanmışlardır. bu kesretin o vahdetde yok olacağını söylemişlerdir. bu zındıklardan birçoğu, bu yok olmağı, kıyametin kopması sanmışlar. haşrı, neşri, hesabı, sıratı ve işlerin ölçülmesini inkar etmişlerdir. doğru yoldan ayrılmışlar, birçoklarını da sapdırmışlardır. bunlardan birini gördüm. kendini haklı göstermek için, mevlana abdürrahmani caminin kuddise sirruh şu beytini okuyordu. farisi tercemesi: cami! dünya ve ahıret, ikisi birdir. ortada görünen bu çokluk, hep hayaldir! mevlananın bu beytde bildirdiği, vahdete dönüşün görünmesidir. dönüşün kendisi değildir. şühudünü anlatmakdadır. bu varlıkdan başka, hiçbirşey görmediğini bildirmekdedir. çokluk, yok olmamış, onun görüşünden örtülmüşdür. yoksa, ayn ve varlık rücu' etmemişdir. bunlar kör gibidirler. hiçbir velinin rahmetullahi aleyhim ecma'in aczden, kusurdan ve ihtiyacdan kurtulamadığını görmüyorlar mı? böyle olunca, varlıklar birleşmişdir, çokluk birliğe katılmışdır denilebilir mi? eğer insanlar öldükden sonra, vahdete rücu' ediyor derlerse, kafir ve zındık olurlar. çünki bu söz, cehennem azabına inanmamak olur ve peygamberlerin bildirdiklerine inanmamak olur aleyhimüssalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. sual: birkaç yazınızda, diyorsunuz. bu sözü açıklar mısınız? cevab: yukarıda bildirilenlerden anlaşıldı ki, vaslı uryani, ancak vilayeti muhammedide olmakdadır. başka vilayetlerde, aradan perdeler kalkar ise de, ince bir perde yine kalmakdadır. bu ince perde, hakikati muhammedinin arada bulunmasından hasıl olmakdadır. bunu yukarıda bildirmişdik. insan mertebelerinin en sonudur. en yukarıdaki mertebedir. aradaki perdenin mikdarına göre, geride birşey kalır. bu kalanı düşünerek, tam fena caiz olmaz. böyle bir artığın kaldığını muhammedi meşreb olandan başka kim anlıyabilir? muhammedi meşreb olanlardan da, milyonda birine bu keskin görüş verilirse yine büyük ni'metdir. tesavvuf büyükleri, ruha ve sırra kadar kavuşdular. hafiden söz eden çok az oldu. ahfadan kim ne diyebilir? ahfa deryasına dalarak onun sonsuz damlalarından bir danesine kavuşabilen ve anlıyabilen çok az, hem de pekçok az bulunur. bu, öyle bir ni'metdir ki, allahü teala dilediğine ihsan eder. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sual: sana göre, peygamberin her kavuşduğu şeyden aleyhi ve ala alihissalatü vesselam onun izinde gidenlerin büyüklerine de pay düşmekdedir. buna göre, onların da vaslı uryaniye kavuşmaları lazım olur. halbuki, kendi peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat arada perde olmakdadır. bu nasıl olur? cevab: vaslı uryanide peygamberin aleyhimüssalevatü vetteslimat perde olması zarar vermez. çünki, peygambere uyduğu için, bu vasla kavuşmakdadır. doğrudan doğruya kavuşmuş değildir. peygamberin arada bulunması, ona uymanın kuvvetli olduğunu gösterir. çünki uymak demek, uyulanın arada bulunması demekdir. aradan çıkması demek değildir. aradan çıkması, uymak olmaz. doğrudan doğruya kavuşmak olur. görülüyor ki, uyulan peygamber arada bulunacak, ona uyulduğu için vaslı uryani de hasıl olacakdır. sual: peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların yükseklerine ve deniyor da, başka peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat için bu kelimeler kullanılmıyor. halbuki peygamberimiz aleyhimüssalatü vesselam, bunlara da ve onlara da perde olmakdadır? cevab: ona uyanların yüksekleri için bu kelimeleri kullanmak, ona uydukları içindir. çünki, peygamberlerin perde olmasının, bu sözü değişdirmiyeceği, bundan evvelki cevabda anlaşılmışdır. başka peygamberler için ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vettehıyyat böyle söylemek caiz olursa, uymakla değil, doğrudan doğruya kavuşmakla olur. çünki o büyükler, doğrudan doğruya konakları aşmışlar, zati tealaya kavuşmuşlardır. doğrudan doğruya olan kavuşmakda, aracının bulunması, bu kelimenin kullanılmasını uygun yapmaz. aradaki fark anlaşılmış oldu. kendi kendine kavuşmakla, kavuşana uyarak kavuşabilmek başkadır. bu başkalıkdır ki, geçmiş peygamberlerin, bu ümmetde peygambere uyanların en yükseklerinden daha üstün olduklarını göstermekdedir. doğrudan doğruya kavuşan, istenilendir. başkasına uyarak, onun kavuşduğuna kavuşan böyle değildir. resulullaha uyanların büyükleri için ve kelimelerini kullanmak doğrudur. başka peygamberler için kullanmak, doğru olmaz dedik. fekat, doğrudan doğruya kavuşan ile başkasının yanı sıra kavuşan, bir olabilir mi? ikisi nasıl bir olabilir ki, ni'met birincisinde tamdır ve olgundur. ikincisinde ise, yalnız ismde ve görünüşdedir. şu kadar var ki, bu benzerlik, uyanları uyulanlar gibi yapmakdadır. bunun içindir ki, peygamberlerin sonuncusu aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam, buyurdu. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu ümmetin evliyasından tecellii zatiye kavuşanlar, tecellii zatiye kavuşmıyan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat daha üstün olamazlar. burasını iyi anlamak lazımdır. çünki, burada çok kimselerin ayağı kaymışdır. allahü tealanın, sevgili peygamberi muhammed aleyhisselamın sadakası olarak bu fakire bildirdiklerini size yazdım. sual: bu varlıkların hepsi, muhammed aleyhisselam için yaratıldı aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. başkaları varlığa ve yüksekliklere onun yanı sıra kavuşdular. ona uymakla yükseldiler. bunun içindir ki, kıyamet günü, adem aleyhisselam ve bütün başkaları, onun sancağı altında bulunacaklardır. sen ise, başka peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ona uyarak değil de, doğrudan doğruya kavuşduklarını söylüyorsun. bu nasıl olur? cevab: muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için, kendi hakikatinden zati tealaya yol olduğu gibi, her peygamberin de ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi hakikatlerinden zati tealaya kavuşduran yolları vardır. bu yollardan, başkasına uyarak değil, kendi kendilerine kavuşurlar. ümmetler böyle değildir. peygamberlere uyarak, kendi yaradılışına uygun olan peygamberlerin hakikatinden, aradıklarına kavuşurlar. ümmetler kendi kendilerine kavuşamaz. böyle olmakla beraber, başka peygamberler kendi kendilerine kavuşsalar bile, vaslı uryani değildir. çünki, peygamberlerin sonuncusunun hakikati arada ince perdedir aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. bunun için, gelen her feyz, önce bu hakikate gelir. sonra buradan başkalarına ulaşır. uymak demek de, uyulanın arada bulunması demekdir. bundan dolayı, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi kendilerine kavuşmaları, böyle uymaları ile birlikde bulunabilir. ümmetlerin uymaları böyle değildir. onların uymaları ile, kendi kendine kavuşmak birlikde olamaz. bunu yukarıda birkaç yerde bildirdik. sual: yükselirken hayat sıfatına da kavuşulabilir mi? cevab: evet kavuşulabilir. sual: dediniz. kamillerin, yok olmak makamından ellerine geçen nedir? yukarıda bildirdiğinize göre, hakikatlerin te'ayyünlerinin aynları ya'ni kendileri yok olmaz. eğer yokluk varsa, nazaridir, görünüşdedir. aynın yok olması ilhad ve zındıklık olur demişdiniz? cevab: aynın yok olması, niçin lazım olsun? varlığını görememek yetişir. böyle nazari yok olmakda da çeşidli mertebeler vardır. burasını iyi anlamalıdır. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafaya uyanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati vetteslimati etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzdoksanbeşinci mektub bu mektub, hacı yusüfi keşmiriye yazılmışdır. ve ve bu yolun temel bilgilerinden olduğu bildirilmekdedir: bizim yolumuzun kaddesallahü teala esrare erbabiha temel bilgilerinden birisi, dir. demek, bu yolda yükselirken, adımdan daha ileriye bakmamak ve adım atmadan önce yükselmemek demek değildir. çünki, büyüklerimiz böyle yapmamışdır. adımdan ileriye bakmak ve adımını, bakdığı yere atmak demekdir. çünki, yüksek mertebelere çıkmak, önce bakmakla, bundan sonra adımını atmakla olur. bakılan yere basınca, daha yukarıya bakılır. sonra adım da oraya atılır. bundan sonra, daha yükseğe bakılır. böylece ilerlenir. eğer, adım atılamıyacak yere bakmamalıdır denilirse, bu da doğru olmaz. çünki adım atılacak yer bitdikden sonra, daha yükseğe bakılmazsa, yüksek mertebelerden çoğuna varılamaz. demek istiyoruz ki, ayak basılacak yerlerin sonu, salikin yaradılışına uygun olan mertebelere kadar değildir. salikin yaradılışında varabileceği makam, zıllinde bulunduğu peygamberin yaradılışında olan makamın sonuna kadardır. fekat adım atabileceği yerlere kendiliğinden varabilir. ikinci makamlara, peygambere uymakla varabilir. yaradılışına uygun olan makamdan ileriye adım atamaz. fekat, ilerisini görebilir. görüşü ne kadar keskin olursa olsun, zılli üzerinde bulunduğu peygamberin gördüğü makama kadar görebilir ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. çünki, peygambere uyanların büyükleri, peygamberlerin kemallerinin hepsinden pay alır. fekat kendi kendine varabileceği ve peygambere uymakla kavuşabileceği mertebelere kadar, ayak ve görüş birlikde ilerler. bundan sonra, adım atamaz. görüşü yalnız olarak ilerliyerek, peygamberin görebileceği mertebelerin sonuna kadar yükselir. görülüyor ki, peygamberlerin görüşleri de, adımlarından daha yukarı çıkmakdadır aleyhimüssalevatü vetteslimat. bunlara uyanların büyükleri de, bu büyüklerin gördüğü makamları görebilirler. peygamberlerin ayak basdıkları makamlardan pay aldıkları gibi, gördükleri makamlardan da pay alırlar. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ayak basdığı en son makamın üstünde vardır. bu makam başkalarına ahıret için söz verilmişdir. başkalarına veresiye olan, ona peşin olmuşdur aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. ona uyanların yükseklerine bu makamdan da pay vardır. fekat bunlar için tam görmek yokdur. farisi tercemesi: hafızın bağırması boşuna değildir; söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir! yine sözümüze dönelim. ayağın, görüşden ayrılması, hiçbir zeman gördüğü yere adım atmaması demek ise iyidir. çünki, böyle yapmak, yükselmeğe mani' değildir. bunun gibi, insanın görünen ayağı ve bakışı demek denilirse de, yeri vardır. çünki, yürürken insanın gözleri öteye beriye dağılıyor. birçok şeyler görüyor. yürürken hep ayağının üstüne bakarsa, gönlünü toparlaması kolay olur. böyle anlamak, kelimesine de uygun olmakdadır. birinci kelime, öteye beriye bakarak gönlün dağılmasını önlemek içindir. bu ikinci kelime ise, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler. üçüncü kelime, dır. bu kelime, insanın kendinde seyr etmesi, ilerlemesidir. bu yüksek yolda bulunan, nihayetin bidayetde yerleşdirilmesi, bu seyrden hasıl olmakdadır. insanın kendinde seyr etmesi, bütün tarikatlerde var ise de, hasıl oldukdan sonradır. bu yolda ise, seyre bu den başlanır. seyri afaki, seyri enfüsinin içine yerleşdirilmişdir. bu yüksek yolda, bu bakımdan da, nihayet bidayetde yerleşdirilmişdir demek yerinde olur. dördüncü kelime, dir. denilen yolculuğa kavuşulunca, herkesin arasında da bu seyr yapılır. dışardaki dağınıklıklar, içeri girmeğe yol bulamaz. fekat, içeriye girilecek yolları, kapıları, pencereleri kapamak lazımdır. herkesin arasında, söyliyen ve dinliyen ayrılığı olmamalı, gönlünde kimseye yer vermemelidir. bunlar, başlangıcda güc olur. uğraşmak lazımdır. fekat, yolda iken ve nihayete varınca, kendiliğinden hasıl olur. hiç uğraşmak istemez. herkesin arasında iken, kalbi toparlanmışdır. gaflet içinde iken huzurdadır. bu sözden, müntehinin gönlünün dağınık olması ve olmaması eşiddir sanmamalıdır. elbette başka başkadır. bu söz, kalbdeki topluluk için, dışardaki dağınıklık ile topluluk arasında başkalık olmadığını anlatmakdadır. böyle olmakla beraber, zahirle batını birbirine uygun olarak yapmak, zahirden de dağınıklığı gidermek daha iyi ve daha uygun olur. allahü teala, müzzemmil suresinin sekizinci ayetinde, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam mealen buyuruyor ki: rabbinin ismini zikr et. gafiller arasında bulunma! çok olur ki, insan zahirini dağınıklıkdan kurtaramaz. çünki, ödenecek haklar, yapılacak vazifeler vardır. bunları yapmak için zahirin mahluklara dağılması lazım olur ve güzel olur. fekat batının ya'ni kalbin ve ruhun mahluklara dağılması, hiçbir zeman iyi değildir. batın yalnız hak teala içindir. demek oluyor ki, her bir kulun dörtde üçü hak teala için olacakdır. batının temamı ile zahirin yarısı. zahirin ikinci yarısı, mahlukların haklarını ödemek için kalır. bu hakları ödemek, allahü tealanın emrlerine uymak olduğundan, zahirin bu yarısı da, hak teala için olmuş olur. herşey, ona dönecekdir. öyle ise, ona kulluk ediniz! vesselam. ikiyüzdoksanaltıncı mektub bu mektub, oğlu hace muhammed sa'id kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerine yazılmışdır. hak tealanın sıfatlarının basit olduğunu, eşyaya bağlanmakla değişmediklerini bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz olan alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! allahü teala, seni se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! allahü tealanın sıfatları, onun zatı gibi anlaşılamaz. tam basitdirler. hiç değişmezler. mesela, ilm sıfatı, hiç değişmez. yayılmış, basitdir. önceki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar bilinenler ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedirler. kudret sıfatı da, olgun, genişdir. herşey bu sıfatla var olmakdadır. kelam sıfatı da basitdir, yayılmışdır, hiç değişmez. ezelden ebede kadar, bu bir kelamla söyleyicidir. sekiz sıfatın hepsi böyledir. ilm sıfatının bilinen şeylere, kudret sıfatının yaratılmış ve yaratılacak şeylere bağlantıları çok ise de, bu sıfatlarda çokluk ve değişiklik yokdur. hak teala, herşeyi bilir ve herşeye gücü yeter. fekat ilm ve kudret sıfatlarının hiçbirşeye, hiçbir ilişiği yokdur. akl, bunu düşünemez ve anlıyamaz. yalnız akla uyanlar, felsefeciler, böyle şey olamaz derler. hak teala herşeyi bilsin. fekat, onun ilmi hiçbirşeye bağlanmasın. bunun gibi, herşeye gücü yetsin. fekat, kudretin hiçbirşeye ilişiği olmasın. böyle şey olamaz derler. bunlar bilmiyorlar mı ki, ezel ve ebed o mertebede, bir aradadır. an denecek zemanın bile orada yeri yokdur. o makama en yakın ve en uygun, an kelimesinden başka birşey olmadığı için an denilir. ezeldeki ve ebeddeki varlıkların hepsi, o bir anda vardır. yok olanlar da, o bir anda yokdur. o bir anda bir kimseyi hem yok olarak, hem var olarak, hem dünyaya gelmeden önceki halini, hem çocukluğunu, hem gençliğini, hem ihtiyarlığını, hem diriliğini, hem ölülüğünü, hem kabrde, hem haşrda, hem cennetlerde olarak bilir. o anın bu varlıklarla hiçbir ilgisi yokdur. eğer bir ilgisi olursa, anlıkdan çıkar. uzun zeman olur. geçmiş zeman ve gelecek zeman ayrılır. bu varlıklar, o bir anda, hem vardırlar, hem yokdurlar. tam basit, değişmez bir yayılmadır ki, bu varlıklardan hiçbiri ile bağlılığı yokdur. bilinen şeylerin hepsi, ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedir. bu, şaşılacak bir şey değildir. çünki zıd olan, ters olan şeyler, bu makamda ve bir zemanda, bir arada bulunmakdadırlar. o makamda zeman yokdur. zemanda da değişiklik yokdur ki, zeman denilsin. bir kimse bir kelimeyi bir anda hem ism olarak, hem fi'l olarak, hem geçmiş zeman, hem gelecek zeman olarak düşünebilir. bunları bir anda bir arada görüyorum der. kelimenin çeşidli ve ters hallerini bir arada gördüğüm gibi, kelimenin bunların hiçbiri ile ilgisi yokdur derse, akla uyanlar, felsefeciler buna karşı birşey diyemezler. benzetmek gibi olmasın, bizim sözümüze niçin karşı geliyorlar? inanmakda niçin duraklıyorlar? kimseden böyle birşey işitmedik derlerse, kimsenin söylememesi, olamaz demek değildir. söylenilen, işitilen sözlere uymıyan, onları değişdiren birşey de değildir. sonsuz varlık mertebesine uygun olmıyan bir şey de değildir. farisi mısra' tercemesi: karpuzun ebu cehl karpuzu ile ne ilgisi var? bu sözümüzü aydınlatmak için mahluklar arasında şunu söyliyebiliriz: birşey, bir sebeble bilinse, o sebeb bilindiği zeman, o şey de bilinmiş olur demişlerdir. bu şeyin bilinmesinde, zihn yalnız sebebe bağlanmakdadır. bu şeyi bilmek, bunu ayrıca düşünmeğe lüzum kalmadan, sebebinin bilinmesine bağlı olarak kendiliğinden hasıl olmakdadır. fekat felsefeciler, burada da, zihnin ikinci bir bağlantısı olmadıkca, bu şeyin bilineceğine inanmazlar. bu bağlantı, doğrudan doğruya olmasa bile, lazımdır derler. fekat bundan daha yakın bir misal bulamadım. maksadımız anlatmakdır, inandırmak değildir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara salat ve selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati vettehıyyati velberekat! ikiyüzdoksanyedinci mektub bu mektub, mevlana bedreddini serhendiye arabi olarak yazılmışdır. hak tealanın ihatasını ve sereyanını açıklamakdadır: allahü tealanın bu eşyayı ihata etmesi, ve bunlara sereyan etmesi, sözleri, toplu birşeyin, bunu meydana getiren parçaları, zerreleri ihata etmesi ve onlara sereyan etmesi gibidir. mesela bir kelime, kendisinin bütün şekllerine, sereyan eder. kelime, ism olunca, fi'l olunca ve harf olunca, bunların da parçaları olunca, geçmiş zemanı, gelecek zemanı, emr, yasak, masdar, ismi fail, ismi mef'ul, şartlı şartsız olunca, bir harf eklenince, iki harf eklenince, çeşidli ma'nalar veren harfler eklenince, bunlar gibi daha nice haller alınca, bu kelime değişmiş olmaz. daha doğrusu, bütün bu haller, kelimenin içinde yerleşmiş bulunmakdadır. insan aklı, kelimenin bu çeşidli hallerine başka başka ma'nalar verir. halbuki dışarda var olan yalnız bu kelimedir. bunun için hepsine bu kelime demek doğru olur. lakin her bir halin, kendine uygun özel bir ismi ve vazifesi vardır. bu ism ve vazife başka halde bulunmaz. mesela, zeman bildirirse, fi' olur. zeman bildirmezse denir. birşeyi yalnız başına bildiremezse denir. geçmiş zemanı bildirince, denir. şimdiki ve gelecek zemanı bildirince, denir. dokuz sebebden ikisi birlikde bulunduğu zeman, denir. bulunmazlarsa, denir. harf olunca, esre okutursa, denir. üstün okutursa denir. bunlardan birinin ismini başkası için söylemek ve birinin vazifesini başkasına yapdırmak doğru bir iş olmaz. dalalet olur. hepsi, bu bir kelime oldukları halde, müdari yerine madi ve carre yerine nasıba denilemez. allahü teala, herşeyi daha iyi bilir. biz, şu kadar söyliyebiliriz ki, allahü tealanın varlığından inen mertebelerin herbirinin ismi ve vazifeleri vardır. bunlar, yalnız bu mertebe içindir. varlığı lazım olan zat ve hiçbirşeye muhtac olmıyan zat, yalnız ve mertebesidir. var ve yok olabilen zat ve muhtac olan zat, ve mertebesidir. birinci mertebe ve mertebesidir. ikinci mertebe, ve mertebesidir. bu ikisinden birinin ismini, ötekine söylemek ve nasıl olduklarını karışdırmak zındıklık olur, küfr olur. mülhidlerden ve zındıklardan birçoğuna ne kadar şaşılsa yeridir. bunlar nasıl oluyor da ikisini birbirine karışdırıyorlar? birinin nasıl olduğunu, öteki için söyliyorlar. mahluklara vacibin sıfatlarını yakışdırıyorlar. vacibe de, mümkinin sıfatlarını söyliyorlar. halbuki, mümkinlerin çeşidli olduğunu ve her çeşidin de başka başka sıfatları bulunduğunu biliyorlar. mesela, ışıkda ısı ve ışık enerjilerinin bulunduğunu, suda bunlardan birinin bulunmadığını, suyun soğuk ve ateşin sıcak olduğunu biliyorlar. zevcelerinin, annelerinden başka olduğunu ve kendilerine karşı, yerlerinin ayrı olduğunu biliyorlar. insanları doğru yola kavuşduran ancak allahü tealadır. doğru yolda olanlara selam olsun! ikiyüzdoksansekizinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. nihayete kavuşmayı kısaca bildirmekdedir: allahü teala, anlayışını artdırsın! uzun zemandan beri seyr zıllerdedir. zılle kavuşmakla, ayn ele geçmiş sanılmışdır. şimdiye kadar, bunun aslına kavuşulamadı. yalnız zılle kavuşuldu. bir kimsenin elindeki aynanın, o kimsenin zatından değil, suretini göstermekden nasibi vardır. işaretle bildiriyorum. iyi anlayınız! tarikı bildirmek için kısaca ve işaretle yazılmış olanları bu makama uygun bularak, bu mektubda da yazdım. iyi anlayınız! yolu bilen rehberden öğrenilen zikre çok devam etmelidir. allahü tealanın fadlına, ihsanına sığınmalı. ondan dilemelidir. bundan başka, her ne varsa, hepsi hayaldir. doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselama uyanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha! ikiyüzdoksandokuzuncu mektub bu mektub, şeyh feridi rahboliye yazılmışdır. başa gelen sıkıntıya sabr dilemekde, ta'undan ölmenin kıymetini ve ta'un olan yerden kaçmanın günah olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim. kıymetli mektubunuz geldi. sıkıntılarınızı yazıyorsunuz. bekara suresi yüzellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. sabr etmek ve dayanmak lazımdır. kazaya rıza lazımdır. farisi tercemesi: beni incitirsen çok, senden dönmem asla. hoş olur dayanmak, sevgilinin nazına. şura suresi otuzuncu ayetinde mealen, size gelen sıkıntılar, kendi kazandıklarınızdır. çoğunu da afv edip, size göndermiyor buyuruldu. rum suresi kırkbirinci ayetinde mealen, insanların yapdıkları işlerle, karada ve denizde fesad hasıl oldu. herşey bozuldu buyuruldu. bu veba hastalığında, işlerimizin kötülüğünden dolayı, önce fareler öldü. çünki, insanlara çok yakın olan bunlardır. insanların üremesine ve yer yüzüne yayılmalarına yarayan kadınlar, erkeklerden daha çok öldüler. veba olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! kaçmayıp da ölenlere müjdeler olsun! bunlar şehid sevabına kavuşurlar. şeyhülislam şeyh ahmed bin ali bin haceri askalani rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, ta'undan ölen kimseye sual sorulmaz. çünki, muharebede ölen şehid gibidir. ta'unda, allahü teala yazmadı ise bana zarar gelmez diyerek, allah rızası için orada kalıp, başka bir hastalıkla ölen kimse de, sual ve azab görmiyecekdir. çünki, bu da düşman karşısında nöbet beklerken ölen kimse gibidir. bunun gibi, büyük alim imamı celaleddini süyuti rahmetullahi aleyh kitabında, bu sözün doğru olduğunu bildirmekdedir. veba olan yerden kaçmayan ve ölmeyen kimse de, gaziler ve mücahidler ve belalara sabr edenler gibidir. herkesin bir sı vardır ki, azalmaz ve çoğalmaz. kaçıp da kurtulanlar, ecelleri gelmediği için ölmemişdir. yoksa kaçmak, onları ölümden kurtarmış değildir. kaçmayıp, sabr edip ölenler de, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. veba olan yerden kaçmak, insanı kurtarmaz. veba olan yerde sabr edip kalmak, insanı öldürmez. veba olan yerden kaçmak, gazada düşman karşısından kaçmak gibi büyük günahdır. kaçanların ölmemesi ve sabr edenlerin ölmesi, allahü tealanın mekridir, aldatmasıdır. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, allahü teala, onunla çoklarını yoldan çıkarıyor. çoklarını da, doğru yola sokuyor buyuruldu. sizin sabrınız ve dayanmanız ve müslimanların yardımlarına koşmanız ve imdadlarına yetişmeniz işitildi. allahü teala, buna karşılık size çok iyilikler versin! çocukların terbiyesinde ve sıkıntılarına dayanmakda üzülmeyiniz! bunun için çok sevab kazanacağınızı düşününüz! daha ne yazayım? vesselam. üçyüzüncü mektub bu mektub, oğlu akl ve nakl bilgilerini toplamış olan hace muhammed ma'sum sellemehullahü teala hazretlerine gönderilmişdir. derin, ince bilgileri ve şaşılacak ma'rifetleri ve makamını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! olgun bir insan ismlerin ve sıfatların mertebelerini, ayrı ayrı geçerek tam cami' olunca ve allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının kemallerine ayna olunca ve bu kemallerin aynası olan kendi ademi, büsbütün görünmez olunca ve kemallerden başka hiçbirşey görülmezse, ademin örtülmesi ile hasıl olan tam fenadan sonra, o kemallerin görünmesi ile hasıl olan bekaya kavuşmakla şereflenir. vilayet makamına ermiş olur. bundan sonra, eğer allahü teala ezelde dilemiş ise, arifin beka bulmuş olduğu bu kemaller, ikinci olarak zati tealanın aynasında görünür. bu zeman, ne demek olduğu anlaşılır. aynada görünür demek, bu makamında aynadaki şey ile ayna arasında, anlaşılamıyan bir bağlılık hasıl olur demekdir. yoksa, ortada ne ayna vardır, ne de aynada görünen birşey vardır. allahü teala birşeye benzetilemez. arifin beka bulduğu kemaller, allahü tealanın aynasında görülünce orada onlarla, anlaşılamıyan bir bağlılık hasıl olunca, arifin kendisine dediği kelimesi, o makamda, o kemallere söylenir. kendini o kemaller olarak görür. benliğin makamında ulaşdığı en son makam burasıdır. oğlum, iyi dinle ve iyi anla! güzelliğin ve iyiliğin göründüğü suretleri gösteren ayna canlı olsa ve bilici olsa, güzelliği, iyiliği göstermek ona tatlı olurdu. bundan çok sevinirdi. hakikati gösteren aynada, tatlı ve acı olmaz. çünki, lezzet ve elem, mahluklarda olur. fekat, o yüksek makama uygun olan ve noksanlık ve değişiklik olmıyan birşey vardır. farisi tercemesi: hafızın bağırması boşuna değildir; söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir! o mertebede anlaşılmaz hale gelen, bu kemaller, insandaki alemi halka nisbetle alemi emr gibidirler. sözünün inceliğini buradan anlamalıdır. o yüksek aynada görünen kemaller, zati ilahideki topluluğun açılmış, yayılmış halleridir. o toplulukla anlaşılmaz bir bağlantı hasıl etmişlerdir. anlaşılmaz olarak birleşmişlerdir. cemali ilahinin aynası olmuşlardır. o toplulukda, vehm ve hayal bakımından bir açılmak, yayılmak hasıl olmuşdur. bu da, arifin benliğinin yükselmesine sebeb olmuşdur. bu kemal ayeti kerimesinde bildirilen makamdır. farisi mısra' tercemesi: buraya gelince, kalemin ucu kırıldı. nihayetin nihayeti, sonun sonu, işte bu kadar anlatılabilir. yüksek mertebedekiler de, bunu anlamakdan çok uzakdır. cahiller için artık ne denilebilir? yükseklerin seçilmişleri arasında da, bu ni'mete kavuşan ve bu ma'rifete erişen pekazdır. farisi tercemesi: dilenci evine, gelirse sultan, ey hoca, sen bu işe şaşma heman! bu nihayet, zuhurlar, tecelliler bakımından nihayetdir. bundan sonra, hiçbir tecelli ve zuhur olmaz. arabi tercemesi: bundan sonrasını anlatmak çok incedir, anlatmamak daha iyi olan da vardır. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi ve ala cemi'ilenbiyai velmürselin ve ala ali küllin ve ala melaiketilmukarrebin salevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekatü etemmüha ve ekmelüha ulaha ve alaha ve edvamüha ve ebkaha ve e'ammüha ve eşmelüha! üçyüzbirinci mektub bu mektub, mevlana emanüllaha yazılmışdır. peygamberliğin yakınlığı ve vilayetin yakınlığı ve peygamberliğin yakınlığına ulaşdıran yolları bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! oğlum mevlana emanullah! nübüvvet, allahü tealaya yakınlık demekdir. bu yakınlıkda, arada hiç zıl bulunmaz. yükselirken, hep hak tealaya karşıdır. inişinde, mahluklara karşıdır. böyle kurb, peygamberler içindir aleyhimüssalevatü vetteslimat. bu makam yalnız bu büyüklere mahsusdur aleyhimüssalevatü velberekat. bu makamın sonuncusu, insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamdır aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam, gökden yer yüzüne indikden sonra, peygamberlerin sonuncusunun dinine uyacakdır. böyle olmakla beraber, uyanlar ve hizmetciler, sahiblerinin ni'metlerine, artıklarına kavuşurlar. bunun için, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların üstünleri, peygamberlerinin yakınlığından da pay alır. bu makamın bilgilerinden, ma'rifetlerinden ve kemallerinden bir mirasa kavuşurlar. farisi mısra' tercemesi: bir kulunu, herkesin işine sebeb kılar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat sonuncusunun izinde gidenlere, ona uydukları için, peygamberlik kemallerinin verilmesi, onun son peygamber olmasını lekelemez aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. bunu iyi anlamalıdır. oğlum iyi anla! allahü teala seni mes'ud eylesin! insanı peygamberlik kemallerine kavuşduran yollar iki ana caddedir: birinci yol, vilayet makamının kemallerini birer birer geçiren caddedir. bu yolda, zıller tecelli eder. sekr ma'rifetlerinden, vilayet makamına uygun olanlar hasıl olur. bu kemalleri geçdikden ve bu tecelliler hasıl oldukdan sonra, peygamberlik kemallerine sıra gelir. bu makamda asla kavuşulur. zıllere bakmak günah sayılır. ikinci yolda, böyle vilayet kemalleri hasıl olmaksızın, doğruca peygamberlik kemallerine kavuşulur. bu ikinci yol, ana caddedir. çabuk kavuşdurur. peygamberlik kemallerine kavuşan bir arif, bu yolda, allahü tealanın dilediği kadar ilerler. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve bunların eshabı da, bu büyüklere uydukları için böyle ilerlerler. birinci yol çok uzakdır. geç kavuşdurur. kavuşdurması da gücdür. evliyadan birçoğu kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, nda, inmek şerefine kavuşdukları zeman, iniş makamlarında olan kemalleri, sanmışlardır. mahluklara karşı bulunmağı, onları çağırmak makamı olduğu için, peygamberlik makamının incelikleri anlamışlardır. bu anlayışları, doğru değildir. bu inişleri, çıkışları gibi, vilayet yolculuğudur. vilayet makamının üstünde, başka bir uruc ve nüzul vardır ki, dur. bunların, mahluklara karşı olması, peygamberlikde, mahluklara karşı olmak gibi değildir. bu çağırmaları, peygamberlikde olan da'vetden başkadır. ne yapsınlar? vilayet kemallerinden dışarı çıkamamışlar. peygamberlik kemallerinin ne olduğunu anlıyamamışlar. vilayetin yarısı olan yükselişi, vilayetin hepsi sanmışlar. ikinci yarısı olan nüzulü, nübüvvet makamı anlamışlar. farisi tercemesi: taş içindeki böcek sanır. yer ve gökler, hep orasıdır. bir salikin yalnız birinci yoldan kavuşması ve vilayetle nübüvvetin kemallerini birlikde elde etmesi ve bu iki makamın kemallerini birbirinden ayırması ve herbirinin urucunu ve nüzulünü ayrı ayrı yapması ve nübüvvetin vilayetden daha üstün olduğunu anlaması hasıl olabilir. ikinci yoldan kavuşanlar için, vilayet makamının kemalleri, ayrı ayrı hasıl olmaz ise de, vilayetin özü, toplu olarak, çok iyi olarak ele geçer. hatta, vilayet sahibleri, vilayetin kabuğuna varmışlardır. o ise, vilayetin özüne varmışdır. evet, vilayet sahiblerine hasıl olan sekr bilgileri ve zıl tecellileri, onda çok az bulunur. fekat bu ayrılık, vilayet sahiblerinin daha üstün olduklarını göstermez. hatta, ikinci yoldan kavuşmuş olan arif, bu bilgileri ve görünenleri aşağılık bilir. bunlara bakmakdan utanır. belki onları, günah ve edebsizlik bilir. çünki asla kavuşmuş olan, bu aslın zıllerinden, görüntülerinden kaçınır. onlara bakmakdan sıkılır. zıllere tutulmak, asla kavuşamamakdır. asla kavuşdukdan sonra, zıl görünmez olur. zılle bakmak edebsizlik olur. yavrum! peygamberlik kemalleri, ancak allahü tealanın ihsanı ile hasıl olur. çalışmakla, uğraşmakla, bu büyük ni'met ele geçemez. hangi çalışmak, bu büyük ni'meti ele geçirebilir? hangi riyazetler ve mücahedeler bu yüksek ni'mete kavuşdurabilir? vilayet kemalleri böyle değildir. bunların başlangıcı elde edilebilir. riyazet ve mücahede ile hasıl olabilir. pekaz kimseyi, çalışmadan, uğraşmadan da, vilayet ni'metine kavuşdurabilirler. vilayet, fena ve beka demekdir. fena ve beka da, allahü tealanın ihsanıdır. çalışarak, başlangıcları elde edildikden sonra, allahü teala, dilediğini, fena ve beka ni'metini ihsan ederek şereflendirir. o serverin aleyhi ve ala cemi'il enbiyai velmürselin ve alelmelaiketilmukarrebin ve ala ehlitta'ati ecma'in salevatü vetteslimat peygamber olduğu bildirilmeden önce ve ondan sonra mücahedeler yapması, bu ni'mete kavuşmak için değildi. başka faideler içindi. hesabın az olması, insanlıkla yapılan yanlışlıkların giderilmesi, derecelerin yükselmesi, yimesi, içmesi olmıyan melekle konuşmakda edebi gözetmesi, peygamberlik makamında lazım olan harikaların, mu'cizelerin çok olması gibi incelikler içindi. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bu ni'mete, aracısız, geçidsiz olarak kavuşdu. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat eshabı onlara uydukları için, varis oldular. peygamberlerinin aleyhimüssalevatü velberekat aracılığı ile bu ni'metle şereflendiler. peygamberlerden ve eshabından sonra aleyhimüssalevatü vetteslimat çok az kimse, bu ni'metle şereflenmişdir. başkasına da uymakla, varis olmakla bu ni'meti ihsan etmeleri caizdir. farisi tercemesi: ruhulkudsün feyzleri gelirse yine, isanın yapdığını, yapar herkes de. bu ni'metin, tabi'inin büyüklerine de ışık salmış olduğunu sanırım rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. tebe'ı tabi'inin büyüklerine de gölgesi düşmüş olduğunu umarım. onlardan sonra, örtünmeğe başladı. resulullahın bi'setinden bin sene geçdikden sonra aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, peygamberlerin sonuncusuna uymak ve ona varis olmakla, bu ni'met, yine meydana çıkdı. sonra gelenleri, önce gelenlere benzetdi. farisi tercemesi: dilenci evine gelirse sultan, ey hoca, sen bu işe şaşma heman! doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! üçyüzikinci mektub bu mektub, zahir bilgilerini toplamış ve batın sırlarına kavuşmuş olan oğlu şeyh muhammed ma'sum hazretlerine yazılmışdır. vilayeti evliya ve vilayeti enbiya ve vilayeti melei ala arasındaki farklar ve peygamberliğin, evliyalıkdan üstün olduğu bildirilmekdedir: allahü teala anlayışını artdırsın! , evliyalık demekdir. allahü tealaya yakın olmakdır. bu yakınlık, araya zıl karışmadan olamaz. arada perdeler bulunur. evliyanın vilayetinde zıl olduğu meydandadır. peygamberlerin vilayeti aleyhimüssalevatü vetteslimat her ne kadar zıllerden kurtulmuş ise de, ismlerin ve sıfatların perdeleri araya karışır. ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, her ne kadar, ismlerin ve sıfatların perdelerinin üstünde ise de, zati ilahinin i'tibarlarının ve şü'unun perdelerinden kurtulamaz. kendisine zıl hiç karışmıyan makam, yalnız ve dir. bu makam, sıfatların ve i'tibarların perdesi üstündedir. bundan dolayı, peygamberlik, evliyalıkdan üstündür. nübüvvetin yakınlığı, zatadır, asladır. nübüvveti ve inceliğini anlıyamıyan, vilayeti, nübüvvetden daha üstün sanır. görülüyor ki , ya'ni kavuşmak, nübüvvet mertebesindedir. ise, vilayet makamındadır. çünki, zıl karışmadan hüsul olmaz. vüsul ise, zıllerin dışındadır. bundan başka, hüsulün sonunda, ikilik kalkar. vüsulün sonunda ise, ikilik vardır. ikiliğin kalkması, na uygundur. ikiliğin kalması ise, na yakışır. ikiliğin kalkması, vilayet makamına uygun olduğu için, vilayet makamında, her zeman sekr bulunur. nübüvvet mertebesinde ikilik bulunduğu için, bu mertebede hep sahv, şü'ur bulunur. bundan başka, ister suretlerle, şekllerle olsun, ister renklerin ve nurların perdeleri altında olsun, bütün tecelliler vilayet makamlarında ve bu makamların başlangıcında olur. nübüvvet mertebesinde ise, asla vüsul nasib olmuşdur. tecellilere ve zuhurlara lüzum kalmamışdır. çünki bunlar, aslın zılleridir, görüntüleridir. asl mertebesine varmadan önce, başdan ilerlerken de bu tecellilere ihtiyac yokdur. eğer, asla vilayet yolundan yükseliyorsa, tecelliler olur. fekat, bu tecelliler peygamberlik kemalatına kavuşduran yoldan değil, vilayet yolundan gelmekdedir. sözün kısası, tecelliler ve zuhurlar, zıllerden olur. zıllere bağlı olmakdan kurtulmuş olanlar, tecellilere muhtac olmakdan kurtulmuş olanlar, tecellilere muhtac olmazlar. vennecmi suresindeki, ayeti kerimesinin inceliğini buradan anlamalıdır. yavrum! aşk feryadları, muhabbet gürültüleri, aşırı istek gösteren bağırmalar, kavuşamamak üzüntüsünden doğan iniltiler, vecd, tevacüd, çırpınmak, zıplamak gibi şeylerin hepsi, zıllerin makamlarında olur. tecellilerde, zıllerin görünmesinde hasıl olur. asla kavuşdukdan sonra, bunların hiçbiri olamaz. bu makamda muhabbet, ibadetlere sarılmak ile kendini gösterir. alimlerin bildirdiklerini yapmak ister. bundan başka olan zevkli ve şevkli şeyler burada yokdur. tesavvufculardan çoğu, böyle şeyleri muhabbet sanmışlardır. yavrum! iyi dinle ki, vilayet makamında ikiliğin giderilmesi istenildiği için, evliya, iradelerini yok etmeğe uğraşırlar. bayezidi bistami hazretleri, dedi. nübüvvet mertebesinde ikiliği yok etmek lazım olmadığı için, iradeden kurtulmak istenilmez. çünki irade, kamil sıfatlardan biridir. eğer iradeye bir aşağılık bulaşmış ise, iradenin bir aşağı şeye bağlanmasından olmuşdur. demek ki, irade sıfatını pis şeye, beğenilmeyen şeye bağlamamalıdır. hep hak tealanın beğendiği şeyleri istemelidir. bunun gibi, vilayet makamında, insanlık sıfatlarının hepsinden kurtulmağa çalışır. nübüvvet mertebesinde ise, bu sıfatların kötü şeylere bağlanmaması aranılır. bu sıfatların kendileri, kamildirler. ilm sıfatının kendisi, kamil sıfatlardan biridir. eğer buna bir aşağılık gelmiş ise, kötü bir şeye bağlandığı içindir. demek ki, bunu kötü şeylere bağlamamak lazımdır. yoksa, sıfatın kendisini yok etmek lazım değildir. bütün sıfatlar da, hep böyledir. öyle ise, nübüvvet makamına vilayet yolundan gelen kimsenin, yolda iken, sıfatların kendini yok etmesi lazımdır. vilayet yolundan gelmiyen bir kimsenin, sıfatların kendilerini yok etmesi lazım olmayıp, bu sıfatların kötü şeylere bağlanmalarını yok etmesi lazımdır. yukarıda bildirilen vilayet, zıllerde olan vilayetdir. buna veya denir. başkadır. zılden ileri geçmişdir. bu vilayetde, insanlık sıfatlarının kötü şeylere bağlanmasını yok etmek lazımdır. sıfatların kendilerini yok etmek lazım değildir. sıfatların kötü şeylere bağlanmaları yok edilince, hasıl olur aleyhimüssalevatü vetteslimat. vilayeti enbiyadan sonra olan yükselmeler, makamlarında olur. bundan anlaşılıyor ki, vilayetin aslı olmadan, nübüvvet olamaz. çünki vilayet, nübüvvetin başlangıcıdır. fekat kemalati nübüvvete kavuşmak için, zıllerdeki vilayet hiç lazım değildir. birçok evliyada, bu da bulunur. birçoğunda ise, bu vilayetden hiç geçilmez. burasını iyi anlamalıdır. sıfatların kendilerini yok etmek, bunların kötü şeylere bağlanmalarını yok etmekden daha gücdür. bundan dolayı peygamberlik kemalatına kavuşmak, vilayet kemalatına kavuşmakdan daha kolay ve daha çabuk olur. asla kavuşmakda olan herşeyde de, böyle kolaylık ve çabukluk vardır. asldan uzaklaşdıkca, kolaylık ve çabukluk azalır. herkes bilir ki, aslın kimyası, ya'ni kıymetli maddesi çok olan filizinden, bu maddeyi elde etmek, kolay bir iş ile ve çabuk hasıl olur. kıymetli maddesi az olan bir filizin işlenmesinde sıkıntılar ve güclükler artar. kıymetli maddeye kavuşmak için, bütün bir ömür elden gider, yine de kavuşamaz. şöyle böyle ele geçenler de, kıymetli maddeye benziyebilir. çok olur ki, benzeyiş de, zemanla yok olarak, kendi aslına döner. yalancılık ve adam aldatmak olur. madde filizinin aslına kavuşan, böyle değildir. maddeye kolay işle ve çabuk kavuşduğu gibi, yalancılık ve aldatmak tehlükesi de yokdur. bu yolun saliklerinden birçoğu, güc riyazetler ve ağır mücahedeler çekerek, zıllerden bir zılle kavuşdukları zeman, güc riyazetler ve ağır mücahedelerle aranılana kavuşulur diyorlar. bundan daha kısa, başka bir yolun bulunduğu ve nihayetin nihayetine kavuşdurduğunu bilmiyorlar. allahü teala ihsan ve ikram ederek seçdiği kulunu bu yolla kavuşdurur. onun için bu yola yolu denir. onların seçdikleri ve mücahede çekdikleri yola yolu denir. inabe yolundan kavuşanlar pekazdır. ictiba yolundan kavuşanlar pek çokdur. peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat, ictiba yolundan gitdiler. peygamberlerin eshabı da, onlara uydukları için, varis olarak, ictiba yolu ile vasıl oldular. ictiba yolunda riyazetler çekmek, kavuşmak ni'metine şükr etmek içindir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize birisi sordu: cevabında: buyurdu. inabet yolunda gidenlerin mücahedeleri ise, kavuşabilmek içindir. aralarındaki farkı düşününüz! , çekip götürmek yoludur. ise, gitmek yoludur. götürmek ile gitmek arasındaki fark, pek büyükdür. çabuk çekerler ve çok uzaklara kavuşdururlar. yavaş giderler ve yolda kalırlar. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri, buyurdu. evet, ihsan edilmemiş olsa, başkalarının nihayeti, bunların bidayetinde nasıl yerleşdirilmiş olur? bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. yine sözümüze dönelim. bu fakir, yüksek hocama kuddise sirruhüma yazdığım mektublardan birinde, bütün istediklerim ortadan kalkmışdır. fekat, isteğin kendisi daha yerindedir, demişdim. bir zeman sonra, bu isteğin de, istenilen şeyler gibi yok olduğunu bildirmişdim. hak teala, peygamberlerine varis yapmakla şereflendirince aleyhimüssalevatü vetteslimat iradenin kötü şeylere bağlanmasının yok olduğunu anladım. iradenin kendisi yok olmamışdı. iradenin kötü şeylere bağlanmasının yok olması için önce kendisinin yok olması lazım gelmez. çok olur ki, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile öyle şeylere kavuşulur ki, uğraşmakla ve sıkıntılar çekmekle, bunun onda biri elde edilemez. oğlum! vilayet makamında, dünyadan ve ahıretden vaz geçmek lazımdır. ahırete bağlanmağı, dünyaya bağlanmak gibi bilmelidir. ahıret için çalışmanın, dünya için çalışmak gibi iyi olmadığını bilmelidir. imamı davüdi tai buyuruyor ki, selamete kavuşmak istersen, dünyadan selamet bul, kurtul! kıymetlenmek istersen, ahıret için eğilme!. tesavvuf büyüklerinden biri buyuruyor ki, ali imran suresi yüzelliikinci ayetinin, meali şerifi ikisini isteyenleri de şikayet etmekdedir. kısacası, , hak tealadan başka herşeyi unutmak demekdir. dünyayı da, ahıreti de unutmak lazımdır. fena ve beka, vilayetin birer parçalarıdır. bunun için, vilayetde, ahıreti unutmak lazımdır. kemalati nübüvvet mertebesinde ahırete gönül bağlamak iyidir. ahıret için çalışmak beğenilir, makbul olur. hatta, bu makamda yalnız ahıret için çalışılır. yalnız ahıret düşünülür. secde suresi onaltıncı ayetinde mealen, ve isra suresi elliyedinci ayetinde mealen, ve enbiya suresi kırkdokuzuncu ayetinde mealen, buyurulmuşdur ki, bu makam sahiblerinin halini göstermekdedir. bunlar, ahıret hallerini düşünerek ağlarlar. kıyamet hallerinin korkusundan sızlarlar. kabr fitnesinden her zeman, allahü tealaya sığınırlar. cehennem azabından kurtulmak için, ona yalvarırlar. bunlara göre, ahıretden korkmak, allahü tealadan korkmak demekdir. allahü tealayı istemek ve sevmek, ahıreti istemek ve sevmekdir. çünki allahü tealaya kavuşmak, ahıretde va'd edilmişdir ve allahü tealanın kulundan rızası, ahıretde belli olacakdır. hak teala, dünyayı sevmez. ahıreti sever. sevilmiyen, sevilen ile hiçbirşeyde bir tutulamaz. çünki, sevilmiyenden yüz çevrilir, beğenilene dönülür. beğenilenden yüz çevirmek, sekrdir. allahü tealanın da'vet etmesine ve beğenmesine karşı gelmekdir. yunüs suresi yirmibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime sözümüze şahiddir. allahü teala, aşırı olarak ve sıkı olarak ahırete çağırmakdadır. ahıretden yüz çevirmek, hak tealaya karşı gelmek olur. onun beğendiği şeyi ortadan kaldırmağa uğraşmak olur. imamı davüdi tai, çok büyük olduğu halde, vilayetde ileri gitmiş olduğundan, dedi. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan hepsinin ahıret için çalışdıklarını, ahıret azabından titrediklerini bilmiyormuş gibi konuşdu. hazreti ömerülfaruk radıyallahü anh birgün, deve üstünde, bir sokakdan geçiyordu. birisi vetturi suresinin yedinci ayetini okuyordu. meali şerifi, rabbinin azabı elbette vardır. onu önliyecek yokdur olan ayeti kerimeyi işitince, aklı başından gitdi. deveden aşağı yıkıldı. kaldırıp evine götürdüler. günlerce hasta yatdı. herkes, ziyaretine gelirdi. evet, sona varmadan önce, fena makamında iken, dünya ve ahıret unutulur. ahırete bağlılığın, dünyaya bağlılık gibi olduğu sanılır. fekat, beka şerefi ile şereflenerek, nihayete kavuşunca ve nübüvvet kemalatı ışık salınca, her an ahıret düşüncesi ve cehennem korkusu vardır. bundan allahü tealaya sığınmakdadır. rabbinden cenneti istemekdedir. cennetin ağaçları, nehrleri ve hurileri, gılmanı, dünyada olanlara hiç benzemez. bunlarla hiçbir ilgileri yokdur. hatta, bunların zıddı, tersidirler. kızmak ile beğenmek birbirinin tersi oldukları gibidirler. cennetin ağaçları, nehrleri ve orada olan herşey, dünyadaki ibadetlerin, iyiliklerin sonuçları, meyveleridir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, cennetde ağaç yokdur. oraya çok ağaç dikiniz!. oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde, buyurdu. ya'ni, diyerek cennete ağaç dikiniz buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. görülüyor ki, cennet ağacı, dünyada harfler ve sesler şeklinde, bu kelimeye yerleşdirilmiş olduğu gibi, cennetde, bu kemaller ağaç şeklinde bulunmakdadır. bunun gibi, cennetde bulunan herşey, dünyadaki ibadetlerin, iyi işlerin neticeleridir. allahü tealanın kemallerinden herhangi biri, bu dünyada, iyi sözlerde ve iyi işlerde yerleşdirilmiş olduğu gibi, bu kemalat, cennetde, lezzetler, ni'metler perdesi altında meydana çıkar. bunun içindir ki, oradaki lezzetleri, ni'metleri allahü teala beğenir. bunları tadmak, cennetde sonsuz kalmağa ve allahü tealaya kavuşmağa sebeb olur. zevallı rabi'a rahmetullahi aleyha eğer bu inceliği anlamış olsaydı, cenneti yakıp yok etmeği düşünmezdi. ona bağlılığı, allahü tealaya bağlılıkdan başka sanmazdı! dünya lezzetleri, dünya ni'metleri böyle değildir. bunların başlangıcı hep kötülük ve aşağılıkdır. bunların neticeleri, ahıret ni'metlerinden mahrumlukdur. allahü teala, bizi bundan korusun! dünya lezzetleri, eğer islamiyyetin mubah etdiklerinden ise, ahıretde bunların hesabı olacakdır. allahü teala, eğer merhamet etmezse, hesaba çekilenlerin vay haline! eğer mubah olmıyan lezzetler ise, azab yapılacakdır. ya rabbi! kendimize zulm etdik. eğer bizi afv ve magfiret etmezsen, bizlere acımazsan çok ziyan ederiz. görülüyor ki, dünya lezzetleri başka, ahıret lezzetleri başkadır. dünya lezzetleri zehrdir. ahıret lezzetleri, faideli ilacdır. ahıreti, ya mü'minlerin cahilleri düşünür, yahud da, en yüksek olanlar düşünür. en yüksek olmıyanlar ahıret için üzülmezler. keramet, ahıret için üzülmemekdir derler. farisi mısra' tercemesi: onlar onlardır; ben de böyleyim yarab! üçyüzüçüncü mektub bu mektub, müezzin hacı yusüfe yazılmışdır. ezan kelimelerinin ma'nalarını bildirmekdedir: evvela allahü tealaya hamd ederim! sevgili peygamberine salevat eder, iyilikler dilerim! biliniz ki, ezanın kelimeleri yedidir: allahü ekber: allahü teala, büyükdür. ona birşey lazım değildir. kullarının ibadetlerine de muhtac olmakdan büyükdür. ibadetlerin, ona hiç bir faidesi yokdur. bu mühim ma'nayı, zihnlerde iyi yerleşdirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir. eşhedü en la ilahe illallah: kibriyası, büyüklüğü ile ve kimsenin ibadetine muhtac olmadığı halde, ibadet olunmağa ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehadet eder, elbette inanırım. hiçbirşey ona benzemez. eşhedü enne muhammeden resulullah: muhammedin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, onun gönderdiği peygamberi olduğuna, onun istediği ibadetlerin yolunu bildirici olduğuna ve allahü tealaya, ancak onun bildirdiği, gösterdiği ibadetlerin, yaraşır olduğuna şehadet eder, inanırım. hayye alessalah, hayye alelfelah: mü'minleri, felaha, se'adete, kurtuluşa sebeb olan, namaza çağıran iki kelimedir. allahü ekber: ona layık bir ibadeti kimse yapamaz. herhangi bir kimsenin ibadetinin ona layık, yakışır olmasından, çok büyükdür, çok uzakdır. la ilahe illallah: ibadete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak odur. ona layık bir ibadeti kimse yapamamakla beraber, ondan başka kimsenin ibadet olunmağa hakkı yokdur. namazın şerefinin büyüklüğünü, onu herkese haber vermek için seçilmiş olan, bu kelimelerin büyüklüğünden anlamalıdır. farisi mısra' tercemesi: senenin bereketi, beharından belli olur. ya rabbi! peygamberlerin efendisi, en üstünü hurmetine ve şerefine aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizleri, istediğin gibi namaz kılanlardan ve azabından kurtulanlardan eyle! amin. üçyüzdördüncü mektub bu mektub, mevlana abdülhayy için yazılmışdır. kur'anı kerimin birçok yerinde, işliyenlerin cennete girecekleri bildirilmekdedir. bunu açıklamakda ve şükr etmeği ve namazın esrarını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd etdikden ve peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem salevat getirdikden sonra, se'adeti ebediyyeye erişmenize düa ederim. allahü teala, birçok ayeti kerimede, amali saliha işliyen mü'minlerin, cennete gireceklerini bildiriyor. bu lerin neler olduğunu, çok zemandan beri araşdırıyordum. iyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. birkaçı ise, acaba hangi iyi işler isteniliyor? nihayet, allahü teala, lutf ederek şöyle bildirdi ki, , islamın beş rüknü, direğidir. islamın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusursuz yaparsa, cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. çünki bunlar, aslında salih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmakdan korur. nitekim, ankebut suresi, kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir insana, islamın beş şartını yerine getirmek nasib olursa, ni'metlerin şükrünü yapmış olur. şükrü yapınca, cehennem azabından kurtulmuş olur. çünki, nisa suresi, yüzkırkaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. o halde, islamın beş şartını yerine getirmeğe can ve gönülden çalışmalıdır. bu beş arasında bedenle yapılacakların en mühimmi, namazdır ki, dinin direğidir. namazın edeblerinden bir edebi kaçırmıyarak kılmağa gayret etmelidir. namaz temam kılınabildi ise, islamın esas ve büyük temeli kurulmuş olur. cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. allahü teala, hepimize rahmetullahi teala aleyhim ecma'in doğru dürüst namaz kılmak nasib eylesin! namaza dururken, demek, bildirmekdedir. namaz içindeki tekbirler ise, gösterir. rükü'deki tesbihlerde de, bu ma'na bulunduğu için, rükü'den sonra, tekbir emr olunmadı. halbuki, secde tesbihlerinden sonra emr olundu. çünki, secde tevadu' ve aşağılığın en ziyadesi ve zıllet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkı ile, tam ibadet etmiş sanılır. bu düşünceden korunmak için secdelerde yatıp kalkarken, tekbir söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbihlerinde ala demek emr olundu. namaz, mü'minin mi'racı olduğu için, namazın sonunda, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri ya'ni, ettehıyyatü. yü okumak emr olundu. o halde, namaz kılan bir kimse, namazı kendine mi'rac yapmalı. allahü tealaya yakınlığının nihayetini namazda aramalıdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buyurdu ki, . namaz kılan bir kimse, rabbi ile konuşmakda, ona yalvarmakda ve onun büyüklüğünü ve ondan başka herşeyin hiç olduğunu görmekdedir. bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hasıl olacağından, teselli ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki def'a selam vermesi emr buyuruldu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifde, emr etmişdir. bunun sebebi, bu fakirin anladığına göre, namazdaki kusurlar ile örtülür. layık olan, tam ibadet yapılamadığı bildirilir. ile, namaz kılmakla şereflenmenin onun yardımı ve erişdirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük ni'mete şükr, hamd edilir. ederek de, ondan başka ibadete layık kimse olmadığı bildirilir.bu mühim sünneti elden kaçırmamalı. cami'lerde, cenaze olduğu zemanda da, ayetelkürsi ile tesbihleri terk etmemelidir. namaz,şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınır ve yapılan kusurlar da böylece örtülüp, namazı nasib etdiğine de şükr edip ve ibadete, başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve halis olarak, kelimei tevhid ile bildirilince, bu namaz, kabul olunabilir. bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. ya rabbi! peygamberlerinin en üstünü hurmeti için aleyhi ve ala alihimüssalevatü vetteslimat bizleri kaddesallahü teala esrarehümül'aziz namaz kılan ve kurtulan, mes'ud kullarından eyle! amin. üçyüzbeşinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullaha yazılmışdır. namazın temam ve kamil olmasını ve mübtedi ile müntehi namazları arasındaki farkı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selam ve rahatlıklar olsun! allahü teala seni doğru yoldan ayırmasın! namazın kusursuz, kamil olması, bu fakire göre, fıkh kitablarında uzun uzadıya yazılmış olan farzlarını, vaciblerini, sünnetlerini ve müstehablarını yerlerine getirmekle olur. namazı temamlamak için, bu dört şeyden başka yapılacak birşey yokdur. namazın u , bu dört şeyi yapmakdır. kalbin u, da yine bunları temam yapmakla olur. ba'zıları, bu dördünü uzun uzadıya öğrenip ezberlemekle, namazımız temam oldu deyip, bu öğrendiklerini iyi yapmakda gevşek davranmışlar. bundan dolayı namazın kemalatından az birşey kazanabilmişlerdir. bir kısmı da, namazda dünyayı unutup, kalblerinin allahü teala ile olmasına ehemmiyyet verip, azaların edebli bulunmasını gözetmemişler. yalnız farzları ile sünnetlerini yerine getirmişlerdir. bunlar da namazın hakikatini anlıyamamışdır. namazın kemal bulmasını, namazdan başka şeyde aramışlardır. çünki, namazda kalbin hazır olması, şart değildir. hadisi şerifde, buyuruldu ise de bu, kalbin, yukarıda bildirilen dört şeyin yapılmasında hazır olması, uyanık olması demekdir. ya'ni bunların hepsinin yapılmasında gevşeklik olmamasına dikkat etmekdir. kalbin bundan başka, hazır olmasını bu fakir düşünemiyorum. sual: namazın temam olması ve kemal bulması, bu dört şeyi yapmakla olunca ve bundan başka birşey ile kamil olmıyacağına göre, başlangıcda bulunan bizim gibilerin namazı ile nihayete kavuşmuş büyüklerin namazları, hatta, bu dört şeyi yapan cahillerin namazları arasında ne fark kalır? cevab: namazlar arasındaki fark, kılanlar arasındaki farkdan gelir. bir ibadeti yapan iki farklı kimseye, eşid sevab verilmez. bir makbul, sevgili kula, başkalarının o işine verilen sevabdan çok sevab verilir. bunun içindir ki, demişlerdir. ariflerin halis amellerine kimbilir ne kadar çok verilir? bunun içindir ki, ebu bekr radıyallahü anh, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem bir yanılmasını, kendi doğru ve halis amelinden daha kıymetli olduğunu bilerek, demiş, bütün ibadetlerini verip onun aleyhissalatü vesselam bir yanılmasını almak istemişdir. ya'ni onun bir sehvi olmağı istemişdir. bütün amellerini, hallerini, onun bir yanlış işinden aşağı bilmişdir. mesela, onun dört rek'atli namazda yanılıp, ikinci rek'atde selam vererek kıldığı bir namazına, bütün ibadetlerini değişdirmek istemişdir. işte nihayete yetişmiş büyüklerin namazlarına dünya ve ahıretde çok şeyler verilir. başlangıcda olanların ve cahillerin namazı böyle değildir. farisi mısra' tercemesi: toprağın temiz alem ile ne ilgisi var? nihayetde olanların kaddesallahü teala esrarehümül'aziz namazlarından birkaç şey söyliyelim de, başka taraflarını bunlara benzetirsiniz! öyle olur ki, nihayete ermiş olan, namazda okurken ve tesbih ve tekbir ederken, dilini, musa aleyhisselama söyliyen ağaç gibi bulur. bütün azasını, vasıta ve alet olarak görür. öyle zemanlar olur ki, namazda batını, hakikatı , zahirinden, suretinden ayrılıp gayb alemine karışır ve bilmediğimiz bir bağ ile, o aleme bağlanır. namazı bitince, yine dünyaya döner. bu sualin cevabında şöyle de deriz ki; bu dört şeyi kusursuz yapmak, ancak nihayetdekilere nasib olur. işin başında olanlar ve cahiller, bunları tam yapamaz. ya'ni yapmaları mümkin ise de, yapabilmeleri çok gücdür. allahü teala, doğru yolda olanlara kaddesallahü teala esrarehümül'aziz selamet, rahatlık versin! üçyüzaltıncı mektub bu mektub, mevlana salihe gönderilmişdir. hakikatleri bilen, ma'rifetlerin kaynağı olan büyük oğlu hace muhammed sadık aleyhirrahme hazretlerinin ve iki küçük oğlu merhum muhammed ferruh ve muhammed isa rahmetullahi aleyhima hazretlerinin kemallerinden ve iyiliklerinden birkaçını bildirmekde ve vilayet sahiblerinin fenasını ve nübüvvet yolunda fena lazım olmadığını bildirmekdedir: allahü tealanın ni'metlerine hamd olsun ve onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşim molla salih! serhendde bulunanların başına gelenleri dinle! büyük oğlum radıyallahü anh iki küçük kardeşi muhammed ferruh ve muhammed isa ile birlikde ahırete gitdiler. inna lillah ve inna ileyhi raci'un. allahü tealaya sonsuz hamd olsun ki, önce geride kalanlara sabr etmek gücünü ihsan eyledi. bundan sonra, bu beladan razı olmağı nasib eyledi. farisi tercemesi: beni ne kadar incitsen, dönmem senden yine, dayanmak tatlı olur sevgili elemine. merhum oğlum, hak tealanın ayetlerinden bir ayet idi. rabbül'aleminin rahmetlerinden bir rahmet idi. yirmidört yaşında iken, öyle şeylere kavuşdu ki, az kimseye nasib olur. mevleviyyet mertebesine ve nakli ve akli ilmlerin profesörlüğüne yükselmişdi. öyle olmuşdu ki, yetişdirdiği gençler tefsirini, ve benzeri yüksek kitabları okutuyorlardı. ma'rifet ve irfanını anlatmak ve şühudünü, küşufünü yazmak başarılacak şey değildir. bildiğiniz gibi, daha sekiz yaşında iken, kendisini öyle hal kaplamışdı ki, hocamız kuddise sirruh hazretleri, halini yumuşatmak için, pazarların şübheli olan yemeklerini ona yidirirlerdi. muhammed sadıkı rahmetullahi teala aleyhi ve ala ebihi, sevdiğim gibi, hiçbir kimseyi sevmiyorum. kendisi de, bizi sevdiği kadar kimseyi sevmiyor buyururlardı. onun büyüklüğünü bu sözden anlamalıdır. yi son noktasına ulaşdırmışdı. bu vilayetin işitilmemiş, şaşılacak şeylerini anlatırdı. allah korkusundan her an yüreği titrer, edebi gözetirdi. ona sığınır, ona yalvarır, ona boyun büker ve onun huzurunda eğilirdi. evliyadan herbiri, hak tealadan birşey istemişdir. ben, ona sığınmağı ve ona yalvarmağı istedim buyururdu. muhammed ferruhdan ne yazayım ki, onbir yaşında ilm talebesi idi rahmetullahi teala aleyhi ve ala ebihi. kafiye okuyordu. tam anlıyarak ders görüyordu. daima ahıret azabından korkar ve titrerdi. çocuk iken, bu dünyadan ayrılmak için ve böylece, ahıret azabından kurtulmak için düa ederdi. ölüm yatağında iken, kendisine hizmet edenler, hiç işitilmemiş ve şaşılacak şeylerini gördüler. sekiz yaşında vefat eden ve bu yaşda çok keramet ve harikaları görünen muhammed isadan ne yazayım rahmetullahi teala aleyh. oğullarımın her üçü de, nefis birer cevher idiler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. bize emanet verilmişdiler. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu emanetleri razı olarak sahibine teslim eyledik. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizi onların sevabından mahrum bırakma! onlardan sonra, bizleri fitneye düşürme! farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı!, hak tealanın masivasını, unutmak demekdir. fena, hak tealadan başka şeylerin sevgisinden kurtulmak içindir. çünki, allahü tealadan başka herşeyin kendileri ve sıfatları ve işleri görünmez ve bilinmez olunca, onları sevmek, onlara bağlanmak da, kendiliğinden yok olur. vilayet yolunda, allahü tealadan başka şeyleri sevmekden, onlara tutulmakdan kurtulmak için masivayı unutmakdan başka çare yokdur. nübüvvet yolunda ilerlerken, mahluklara gönül bağlamakdan kurtulmak için, bunları unutmak hiç lazım değildir. çünki, nübüvvet yolunda, güzel ve tatlı olan asla bağlılık o kadar çokdur ki, her bakımdan çirkin ve kötü olan mahluklara gönül bağlanamaz. mahluklar unutulsa da olur, unutulmasa da olur. çünki, eşyayı bilmek, eşyaya bağlanmağa yol açdığı için kötü olmuşdur. eşyaya bağlanmak da, allahü tealadan yüz çevirmeğe sebeb olur. nübüvvet yolunda, eşyaya bağlılık kalmadığı için, eşyayı bilmek kötü olmaz. eşyayı bilmek, nasıl kötü olabilir? hak teala, herşeyi bilmekdedir. bunları bilmek, kamil sıfatlardan biridir. sual: hak tealadan başka olan şeyleri bilmek ile, hak tealayı bilmek, bir arada nasıl olabilir? hak tealayı bilmek için başka şeyleri unutmak lazım gelmez mi? cevab: hak tealadan başka şeyleri bilmek, gibi bir bilgi ile olur. hak tealayı bilmek ise, ye benzeyen bir bilgi ile olur. bu iki ilm, bir anda, bir arada bulunabilir. sakınacak birşey olmaz. her ikisi de olsaydı, o zeman, ikisi bir arada bulunamazdı. ilmi husuli ve ilmi huzuri gibi dedik. çünki o makamda, ne hasıl olmak, ne de hazır olmak yokdur. hak tealanın eşyayı bilmesi, ile değildir. çünki hak tealada ve onun sıfatlarında hiçbir şey hasıl olmaz ve hulul etmez. bu arifin bilmesi de, o ilmi huzuriden bir ışıkdır. hak tealayı bilmeğe, ilmi huzuri de denemez. çünki, hak teala insanın sine , bu müdrikenin kendisinden daha yakındır. allahü tealanın ilmi yanında ilmi huzuri, ilmi huzurinin yanında, ilmi husuli gibidir. bu ma'rifet, aklın ve düşüncenin varacağı, kavrıyacağı şey değildir. tatmıyan anlıyamaz. görülüyor ki, arifin hak tealadan başka olan şeyleri bilmesi, başka bir ilm iledir. hak tealayı bilmesi de, başka bir ilm iledir. bu iki ilm bir arada bulunabilir. bundan dolayı, hak tealayı bilmek için, mahlukları unutmak lazım gelmez. vilayet yolunda ise, böyle değildir. orada eşyayı sevmekden, onlara bağlanmakdan kurtulmak için, onları unutmak lazımdır. çünki vilayetde gönül, zıllere bağlanmakdadır. zıllere bağlanmak, o kadar kuvvetli değildir ki, eşya bilinirken bunlara bağlanmayı yok edebilsin. işte bunun için, vilayet yolunda, kalbin eşyaya bağlanmasından kurtulmak için, önce eşyayı unutmak lazımdır. bu ma'rifeti hak teala yalnız bu fakire ihsan eyledi. başka hiç kimse bunu söylemedi. bu ma'rifeti bize ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! o bize bildirmeseydi, kendimiz hiç bulamazdık. rabbimizin peygamberleri salevatullahi teala vetteslimatü aleyhim ecma'in doğru olarak gönderilmişlerdir. üçyüzyedinci mektub bu mektub, mevlana abdülvahidi lahoriye yazılmışdır. güzel kelimesini açıklamakdadır: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine bizden düalar ve selamlar olsun. bir kul, ibadet ederken, bu ibadetde bulunan her güzelliği ve iyiliği allahü tealadan bilmelidir! çünki, onun güzel terbiye etmesinden ve ihsanındandır. ibadetde kusur ve aşağılık bulunursa, bunların hepsi kuldan gelmekdedir. kulun özünde bulunan kötülükden hasıl olmakdadır. hiçbir kusuru, aşağılığı hak tealadan bilmemelidir. o makamda, yalnız iyilik, güzellik ve kemal vardır. bunun gibi, bu alemde bulunan her güzellik ve üstünlük allahü tealadandır. her kötülük ve aşağılık da, mahluklardandır. çünki mahlukların aslı, özü ademdir. de, her kötülüğün ve aşağılığın başlangıcıdır. , yokluk demekdir. güzel kelimesi, bu iki şeyi açıkca bildirmekdedir. hak tealanın tenzihini ve takdisini ya'ni ona yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu çok güzel bildirmekdedir. bu güzel kelime, şükr yapmağı, hamd etmekle bildirmekdedir. çünki hamd, her şükrün başıdır. hak tealanın güzel sıfatlarına ve işlerine ve bütün ni'metlerine ve büyük ihsanlarına hamd kelimesi ile şükr edilmekdedir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, bir kimse, bu güzel kelimeyi gündüz veya gece, yüz kerre söylerse, o gün veya o gece, hiç kimse onun kadar sevab kazanamaz. ancak onun gibi söyliyen kazanır buyuruldu. başkalarının ibadeti, onunla nasıl bir olabilir ki, o kimse, bu güzel kelimenin son parçası ile, bütün iyiliklerin ve ibadetlerin şükrünü yapmış olmakdadır. bu güzel kelimenin baş tarafı ise, ayrıca hak tealayı kötülüklerden ve aşağılıklardan tenzih ve takdis etmekdedir. o halde, bu güzel kelimeyi her gün ve her gece yüz kerre okumalıyız! insanları iyi işleri yapmağa, ancak allahü teala kavuşdurur. sual: hadisi şerifde buyuruldu ki, ve ayrıca, buyuruldu ve ayrıca, buyuruldu. bunların hiçbirinde sayı bildirilmedi. bir kişiden başka sayı bildiren olmadı. adede halkıhi hangi bakımdan söylenmişdir? rıdae nefsihi ne demekdir? ve zinete arşihi nasıl olur? kelimelerin mürekkebi nasıl doğru olur? teraziyi nasıl doldurur? bütün insanların yapdığı hamddan katkat fazla ne demekdir? cevab: insanda, hem vardır, hem de vardır. alemi halkda ve alemi emrde bulunan herşey, insanda vardır. bundan başka, insanda denilen bir topluluk da vardır. bu topluluk, alemi halk ile alemi emrin birleşmesinden meydana gelmişdir. bu hey'eti vahdani, insandan başka hiç bir mahlukda yokdur. bu topluluk şaşılacak bir şeydir. işitilmemiş bir eserdir. bunun içindir ki, insanın yapdığı hamd, bütün mahlukların yapdıkları hamdlerden katkat çok olur. diğer sualler de, bundan anlaşılabilir. bütün mahluklar demek, insandan başka olan şeyler demekdir. buna insanı da katarsak, kamil bir insan, her mahluku kendinin bir zerresi bulduğu gibi, insanları da, kendinin bir zerresi görür. kendini her mahlukun bütünü bilir. bunun için, kamil insanın yapdığı hamd, bütün insanların yapdığı hamdlerden de katkat çok olur. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha! üçyüzsekizinci mektub bu mektub, feydullahi pani pütiye arabi olarak yazılmışdır. bir hadisi şerifi açıklamakdadır: iyi dinle! allahü teala anlayışını artdırsın! peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, iki kelime vardır. söylemesi çok kolaydır. terazide çok ağır gelirler. allahü teala, bu iki kelimeyi çok sever. sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahilazim buyurdu. çok kısa olduğu için, bunu söylemenin çok kolay olduğu meydandadır. fekat, terazide çok ağır olmaları ve allahü tealaya çok sevgili olmaları şöyledir ki, birinci kelimesi, allahü tealayı, ona yakışmıyan herşeyden ve mahlukların alametlerinden ve yok olmakdan tenzih ve takdis etmekdedir. uzaklaşdırmakdadır. son kelimesi, bütün kemal sıfatlarının ve güzel şü'unların onda bulunduğunu bildirmekdedir. üstünlükler ve ihsanlar sahibi olduğu gösterilmekdedir. birinci ve sonuncu kelimeler, istigrak ile, birbirine izafet edilmiş, bağlanmışdır. bu iki kelimenin böyle bağlanması, bütün tenzihlerin ve takdislerin ve bütün kemallerin ve cemallerin onda bulunduğunu göstermekdedir. başdaki iki kelime, bütün tenzihleri ve takdisleri ona getirmekde, bütün kemal ve cemal sıfatlarının onda olduğunu bildirmekdedir. sondaki iki kelime de, bütün tenzihlerin ve takdislerin ve azametin ve kibriyanın onda olduğunu bildirmekdedir. bu kelimenin bütünü onda hiçbir noksanlığın bulunmaması, ancak azametinden ve kibriyasından ileri geldiğini göstermekdedir. bundan dolayı, bu iki kelime terazide çok ağır gelmekde ve rahmana çok sevgili olmakdadır. bundan başka, tesbih, ya'ni demek, tevbenin anahtarıdır, hatta özüdür. böyle olduğunu, birkaç mektubumda açıklamışdım. bunun için, tesbih etmek günahların yok olmasına ve kötülüklerin afv olmasına sebeb olur. bundan dolayı da, terazide çok ağır gelir. hasenat kefesini doldurur. rahmana da sevgili olur. çünki allahü teala, afv etmeği sever. bundan başka, tesbih eden ve hamd eden bir müsliman, hak tealayı, ona yakışmayan şeylerden uzaklaşdırınca ve kemal ve cemal sıfatlarının ancak onda olduğunu bildirince, kerim olan, ihsan sahibi olan allahü tealanın da, o kulu uygunsuz şeylerden uzaklaşdırması ve ona kemal sıfatlarını ihsan etmesi umulur. errahman suresi altmışıncı ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime de, bu ümmidi kuvvetlendirmekdedir. bunun için, bu iki kelime çok okundukca, günahları yok etmekde, mizanda çok ağır gelmekdedir. güzel huyları getirdiği için de, rahmana çok sevgili olmakdadır. vesselam. üçyüzdokuzuncu mektub bu mektub, mevlana hace muhammed firketiye yazılmışdır. gündüz ve gece kendini hesaba çekmeği ve hadisi şerifini bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim. meşayıhı kiramdan birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, muhasebe yolunu seçmişlerdir. her gece, yatacağı zeman, o gün yapmış olduğu işlerini, sözlerini, hareketlerini, hareketsizliklerini, düşüncelerini, herbirinin niçin olduğunu anlarlar. kusurlarını ve günahlarını temizlemek için, tevbe ve istigfar ederler. allahü tealaya boyun bükerler, yalvarırlar. ibadetlerini ve iyiliklerini de, allahü tealanın hatırlatması ile ve kuvvet vermesi ile olduğunu bilirler. bunun için, hak tealaya hamd ve şükr ederler. kitabının sahibi, kuddise sirruh, bu muhasebecilerden biri idi. buyuruyor ki, ben kendimi hesaba çekmekde, meşayıhı kiramın hepsinden ileri gitdim. niyyetlerimi, düşüncelerimi de hesaba katdım. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, muhbiri sadıkdan gelen haberlere uygun olarak aleyhi ve ala alihissalatü vesselam her gece yatarken, yüz def'a okursa, tesbih ve tahmid ve tekbir eylemiş olur. böylece, muhasebe yapmış olur. kendini hesaba çekmiş sayılır. tesbih söylemek, tevbenin anahtarıdır. bunu çok okumakla, kusurlarının, günahlarının afv edilmesini istemiş olur. bu günahlardan dolayı, hak tealaya bulaşdırılmış olan lekeleri tenzih ve takdis etmiş olur. günah işleyen bir kimse, bu emrlerin ve yasakların sahibinin azametini ve kibriyasını düşünmüş olsaydı onun emrlerine karşı gelemezdi. günahları yapması, onun emrlerine ve yasaklarına kıymet vermediğini göstermekdedir. böyle şeyden, allahü tealaya sığınırız. kelimesini, çok okumakla, bu kusur afv olunur. etmek, günahların örtülmesini istemekdir. kelimesini okumak ise, günahların yok olmasını istemekdir. o nerede, bu nerede? şaşılacak bir kelimedir. söylemesi çok kısadır. ma'naları ve faideleri ise pekçokdur. kelimesini çok okumakla, allahü tealaya şükr edilmiş olur. onun verdiği ni'metlerin şükrü yapılmış olur. kelimesi, allahü tealanın, kulların yapdığı şükrlerden çok yüksek olduğunu, ona yakışan şükr yapılamıyacağını göstermekdedir. çünki, ona yapılan istigfarlar, afv dilemekler için de, çok istigfar etmek lazımdır. ona yakışan hamd, ancak onun tarafından yapılabilir. bunun içindir ki kendisi, saffati suresinin son ayetinde, buyurmuşdur. kendini hesaba çekmek istiyenler, bu ayeti kerimeyi çok okumalıdır. böylece istigfar ve şükr etmiş olurlar. istigfar ve şükr edemediklerini de ve kusurlarını da bildirmiş olurlar. ya rabbi! bizim kusurlu, bozuk olan düalarımızı, tevbelerimizi kabul buyur! sen herşeyi işitir ve bilirsin. efendimiz, yüce peygamberimiz muhammed aleyhisselama ve onun aline ve hepsi temiz, seçilmiş olan eshabının herbirine salat ve selam olsun sallallahü teala ve selleme aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! allahü teala hepsine bereket versin! kelimesi yerine dememelidir. böyle bozarak okumanın caiz olmadığı kitabının üçyüzdoksanikincisahifesinde uzun yazılıdır. üçyüzonuncu mektub bu mektub, mevlana muhammed haşimi keşmiye yazılmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. insanın herşeyi kendinde topladığını ve ba'zı ince ma'rifetleri bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! insanda bulunan bütün kemaller, iyilikler hep te'alet ve tekaddeset mertebesinden gelmişdir. onun ilmi, o mertebeden, kudreti de, o mertebenin kudretindendir. bütün yükseklikler de, hep böyledir. fekat, her mertebenin kemali, o mertebeye göredir. insanın ilmi, o mukaddes mertebenin ilmine göre, sonsuz var olanla yok olanın karşılaşdırılması gibidir. bunun gibi, insanın kudreti, gücü, vacibi teala ve tekaddesin kudretine göre, bir üflemesi ile yerleri ve gökleri ve dağları ve denizleri yok eden güc sahibinin, kendini dokumacı ustası sanan örümcekle karşılaşdırılması gibidir. bu ikisinden başka olgunlukları da, bunlardan anlamalıdır. başka kelime bulamadığımız için, bu karşılaşdırmayı yapdık. yoksa, farisi mısra' tercemesi: toprak nerede, temiz alemler nerede? bundan anlaşılıyor ki, insandaki kemaller, vücub te'alet ve tekaddeset mertebesinin kemallerinin suretleri, görüntüleridir. insandaki kemallerin, vücub mertebesindeki kemallere yalnız ismleri benzemekdedir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyuruldu. sözünün inceliği, buradan anlaşılmakdadır. çünki insanın nefsinde bulunan herşey, birer suretdir, görüntüdür. bu suretlerin hakikati, aslı, vücub mertebesindedir te'alet ve tekaddeset. insanın halife olmasının inceliği buradan anlaşılmakdadır. çünki, birşeyin sureti, o şeyin halifesidir. vekilidir. zındıklar ve allahü tealaya madde diyen adındaki kafirler, burada çok yanıldılar. allahü tealayı insan suretinde, şeklinde sandılar. ahmak oldukları için, allahü tealanın, insanlarda olduğu gibi organları, duygu aletleri var dediler. böylece, doğru yoldan sapdılar. çok kimseleri de sapdırdılar. allahü tealanın sureti ve misli gibi şeyler söylemek, benzeterek anlatmak içindir. yoksa, benzetilen şeyin kendisidir demek olmadığını anlıyamadılar. çünki suretin, görüntünün hakikati, aslı, parçalardan, zerrelerden meydana gelen bir toplulukdur. vücub mertebesinde ise, böyle şey olamaz. kadim olan, sonsuz olan, parçalanamaz, ayrılamaz. kur'anı kerimdeki denilen ayeti kerimeler de, böyledir. bildirdikleri şeylerin kendileri anlaşılmamalıdır. uygun olan başka şeyler anlaşılmalıdır. ali imran suresi yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. demek ki, müteşabih olan ayeti kerimelerin ne demek olduğunu, ancak allahü teala bilir. bu ayeti kerime gösteriyor ki, müteşabih olan ayeti kerimeler, gösterdiklerinden başka şeyleri bildirmekdedir. allahü teala da, bu başka şeyleri bilmekdedir. denilen derin ehli sünnet alimlerine de, bu başka bilgiler ihsan olunmuşdur. bunun gibi, gayb olanları yalnız allahü teala bilir. peygamberlerin yükseklerine bu bilgisinden ihsan etmekdedir. demek, ayeti kerime ile ve hadisi şerifler ile bildirilmemiş olan ve his organları ile, tecribe ve hesab ile anlaşılamıyan şeyler demekdir. müteşabih olan ayeti kerimelere, anlaşılandan başka ma'na vermeğe denir. te'vili yanlış anlamamalıdır. ayeti kerimedeki kelimesine kudret demek ve kelimesine, allahü tealanın kendisi demek, te'vil olmaz. böyle kelimelerin te'vili ince, gizli bilgilerdir. ancak, seçilmişlerin seçilmişlerine bildirilmişdir. kitabının sahibi rahmetullahi aleyh hazretleri ve ona uyanlar, allahü tealanın sıfatları, allahü tealanın kendinden başka olmadıkları gibi, birbirlerinden de başka değildirler diyor. böylece, ilm sıfatı, zati ilahiden başka olmadığı gibi, kudretden, iradeden, işitmekden ve görmekden de başka değildir diyorlar. sıfatların hepsini de, böyle biliyorlar. bu fakire göre, bu sözleri doğru değildir. çünki, bunlar sıfatların dışarda ayrıca var olduklarına inanmıyorlar. ehli sünnetden ayrılmış oluyorlar. çünki, ehli sünnetin büyük alimlerinin anladıklarına göre, allahü tealanın sekiz veya yedi sıfatı, kendisi gibi dışarda ayrıca vardır. onları, sıfatların zatdan başka olmadığına sürükleyen şey, belki, o makamdaki başkalığı bu dünyadaki mahluklardaki başkalık gibi sanmalarından olsa gerekdir. allahü tealanın sıfatlarının kendinden başka olmasını, bizim sıfatlarımızın kendimizden başka olması gibi bulmadıklarından ve o başkalığı bu başkalığa benzetmediklerinden, sıfatların zatdan başka olmadığını sandılar. sıfatlar, zatın aynıdır dediler. o makamdaki başkalığın da, allahü tealanın kendisi gibi ve sıfatları gibi anlaşılamıyacağını, mahluklara benzetilemiyeceğini anlıyamadılar. oradaki başkalık, buradaki başkalığa benzemez. yalnız görünüşde ve ismde benzerlik vardır. bundan anlaşılıyor ki, o makamda başkalık, ayrılık vardır. fekat, biz bunu anlıyamayız! anlıyamadığımız şeylere yok diyemeyiz ve dememeliyiz! doğru yolun alimlerinden ayrılmamalıyız! herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. üçyüzonbirinci mektub bu mektub, hakikatleri ve ma'rifetleri bilen, akl ve nakl bilgilerinin kaynağı, kıymetli oğlu hace muhammed sa'ide yazılmışdır. ince bilgileri ve işitilmemiş hakikatleri işaretle anlatmakdadır:, farisi beytler: harfi bizi yetişdirendir. ise rabbi habibullahdır. halilullahı yetişdirmişdir. kelimullahı bildirmekdedir. bu kelimenin başında bulunan harfinin hakikati, kelimullah musa aleyhisselamın mebdeidir. bu fakirin işinin başlangıcı da, onların yolunda bulunmakla ve hadisi şerifde bildirilen varis olmak şerefine kavuşmakla, bu harfin hakikatidir. fekat, kelimullah musa aleyhisselam ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam, bu kelimenin harfinin hakikatine gelmişdir. bu aşağı kulun geldiği yer ise, harfinin hakikatidir. bu fakirin şimdi bulunduğu ve sığındığı yer, işte bu harfin hakikatidir. bu hakikate denir. bu hakikat rahmet hazinesidir. dünyada olan bir rahmetin ve ahıret için ayrılmış olan doksandokuz rahmetin hepsi burada, bu hakikatde bulunmakdadır. sanki, bu hazineden bir musluk dünyaya akmakdadır. öteki rahmet musluğu ahıret içindir. erhamürrahimin sıfatı, bu hakikatden çıkmakdadır. bu makamda, yalnız sıfatı zuhur etmekdedir. sıfatından hiçbirşey bulunmaz. sevdiklerine dünyada verdikleri bütün sıkıntılar ve üzüntüler, sıfatı ile terbiye etmekdir. celal olarak görünmekdedir. böyle yapması, allahü tealanın mekridir, aldatmasıdır. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat yapılanların başlangıcı, hakikatinin üstünde olan bir hakikatdir. halilullah ibrahim aleyhisselama ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam yapılanların başlangıcı da, bu yüksek makamın hakikatidir. böyle olmakla beraber, peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat yapılanların başlangıcının hakikati, o yüksek hakikatin icmalidir, topluluğudur, bütünüdür. halilullahın ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam başlangıcının hakikati ise, o icmalin, o topluluğun tafsili, açılmışı, yayılmışıdır. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat rücu' etdiği, geldiği hakikat, harfinin hakikatidir. halilullahın ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam gelip yerleşdiği hakikat ise, harfinin hakikatidir. evet icmalin, topluluğun, vahdetle ilgisi daha çokdur. bunun için e gelmesi kolay olmuşdur. çünki, harfi vahdete yakındır. açılmak, dağılmak, çokluğa daha uygundur. bunun için, çokluğa yakın olan a kavuşmuşdur. bundan dolayı hazreti ibrahim ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam hem başlangıcda, hem de sonunda çok bereketli olmuşdur. işte bunun içindir ki, insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselam, halilullah ibrahim aleyhisselamın salevati ve bereketi gibi olan salevat ve bereket istemişdir. allahü tealanın ismlerinin mertebesi, sıfatlarının mertebesinin üstündedir. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat rabbi, ya'ni yetişdiricisi olan ismi ilahi, mubarek ismidir. bu fakirin rabbi olan ism, mubarek ismidir. bu aşağı kulun, kelimullah ile bağlılığı olduğu için, o büyük peygamberden ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam bu aşağı kula çok bereketler ve yardımlar gelmişdir. bu fakirin vilayeti, herne kadar değil ise de, bu vilayetin bereketleri içindeyim. bu yolda çok ilerledim. bu aşağı kulun bu vilayetden faidelenmesi, bu vilayetin icmalinden, topluluğundan olmuşdur. büyük oğlumun aleyhirrahme istifadesi ise, bu vilayetin yayılmışından, açılmışından olmuşdur. bu fakirin, den gelen vilayeti, fir'avn soyundan olan mü'min kulun vilayeti gibidir. oğlumun aleyhirrahme vilayeti de, fir'avnın imana gelen sihrbazlarının vilayetleri gibidir. vesselam. üçyüzonikinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'manın kuddise sirruh suallerine cevab olarak yazılmışdır. namazda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir: alemlerin, bütün mahlukların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyaclarını gönderen allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed mustafaya aleyhissalatü vesselam ve onun peygamber kardeşlerine ve meleklere ve onun yolunda gitmekle şereflenenlere salat, selam ve iyi düalar olsun! molla mahmud ile gönderdiğiniz kıymetli mektub gelerek bizleri sevindirdi. soruyorsunuz ki: sual: alimler, medinedeki denilen yer, mekke şehrinden daha kıymetlidir diyor. halbuki, muhammed aleyhisselamın sureti ve hakikati, ka'bei mu'azzamanın suretine ve hakikatine secde etmekdedir. ravdai mubareke nasıl olur da, daha üstün olur? denir. , bağçe demekdir. o zemanki minberi şerif, üç basamak ve bir metre yüksek idi. yangınında temamen yandı. çeşidli yıllarda, çeşidli minberler yapılmış, bugünki, oniki basamaklı mermer minberi, sultan üçüncü murad han de istanbuldan göndermişdir. cevab: yavrum! bu fakire göre, yeryüzünün en kıymetli yeri ka'bei mu'azzama denilen cami'dir. bundan sonra, medinedeki ravdai mukaddesedir. üçüncü olarak, mekkei mükerreme şehridir. görülüyor ki, ravdai mutahhera, mekkeden daha üstündür demek doğrudur. sual: hanefi mezhebinde olan bir müsliman, namazda otururken, parmağı ile işaret eder mi? cevab: yavrum! şehadet parmağı ile işaret etmenin caiz olduğunu bildiren hadisi şerifler çokdur. hanefi mezhebindeki alimlerin bir kısmı da, böyle söylemişdir. hanefi mezhebindeki kitablar, çok dikkatle okunursa, parmak kaldırmanın caiz olduğunu bildiren haberler, değildir. mezhebin değildir. imamı muhammed şeybani, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mubarek parmağı ile, işaret ederdi. biz de, onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. imamı azam ebu hanife de böyle söyledi diyor ise de, imamı muhammedin böyle dediği, haberlerindendir. haberlerinden değildir.de diyor ki, kitabında, kitablarında bildirmedi. sonra gelen alimler de, başka başka söyledi. işaret edilmez diyenler oldu, işaret edilir diyenler de oldu. imamı muhammed, üsul kitablarından başka kitablarında, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem işaret ederdi diyor ve imamı azam da rahmetullahi aleyh bunu haber verdi buyuruyor. işaret etmek sünnetdir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır diyor. fetavai garaibde bundan sonra diyor ki, doğrusu, işaret etmek haramdır.de diyor ki, namazda eşhedü en la. derken, şehadet parmağı ile işaret mekruhdur. kitabı da, böyle diyor. alimler bunu beğeniyor. fetva da böyle verilmişdir. çünki, namazda hareketsiz, vekarlı olmak lazımdır. fetva kitabında, diyor ki, otururken şehadet parmağı ile işaret edilmez. fetva böyledir. muhtar olan, beğenilen de budur. muhammed kuhistani rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, işaret edilmez ve parmak bükülmez. mezhebin üsul bilgilerine göre böyledir. zahidinin kitabında da böyledir. fetva da böyle verilmişdir. , , ve daha başka kitablarda da böyle yazılıdır. büyüklerimiz, parmak ile işaret etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir. hazinetürrivayat kitabında, kitabından alarak diyor ki,teşehhüdde otururken, la ilahe illallah derken, sağ el şehadet parmağı ile işaret eder mi? imamı muhammed bunu, üsul haberlerinde bildirmedi. sonra gelenler, başka başka söyledi. bir kısm alimler, işaret edilmez dedi. da böyle yazıyor. fetva da böyledir. bir kısmı ise, işaret edilir dedi. görülüyor ki, işaret etmenin haram olduğunu söyliyen alimler vardır. mekruh olduğunu bildiren fetvalar mevcuddur. işaret edilmez, üsul haberleri böyledir diyenler çokdur. o halde, bizim gibi mukallidlerin, hadisi şerif vardır diyerek, işaret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvaları ile haram veya mekruh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz. yasak olduğunu bildiren fetvalar karşısında, hanefi mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işaret etmesi, iki fikri gösterir: ictihad derecesinde, yüksek olan bu din alimlerinin işaret edileceğini bildiren, meşhur hadislerden haberleri yok imiş demek olur. yahud, hadisi şerifleri işitmişler, fekat, bu hadislere uymamışlar. kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. böyle sanmak için, pek bayağı veya çok inadcı olmak gerekir. kitabındaki, eski alimler, namazda şehadet parmağı ile işaret ederdi. sonraları, şi'iler, bu işde taşkınlık yapdığından, sonra gelen hanefi alimleri, işaret etmeği, ehli sünnete yasak etdi. böylece, sünniler, şi'ilerden ayırd edilmiş oldu sözü de, kıymetli kitablardaki haberlere uygun değildir. çünki, alimlerimizin , işaret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor. ya'ni, eski alimler işaret edilmez buyurmuşdur. o halde, bu işin şi'ilikle bir ilgisi yokdur. işaret edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize düşen söz şöyle olmalıdır: bu büyükler, işaret etmenin haram ve mekruh olacağına bir delil, vesika elde etmeselerdi, haram veya mekruh demezlerdi. işaret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra, buyurmazlardı. demek ki, bu din büyükleri, işaretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesikaların doğru olduğunu anlamışlardır. sözün kısası, bizim gibi cahillerin, birkaç hadisi şerif işitmemiz, delil ve sened olamaz. din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. eğer, denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin halal veya haram olmasına vesika olamaz. birşeyin halal veya haram olması için, müctehidin zan etmesi lazımdır. müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve hanefi mezhebinin ne bozuk, çürük demek ve alimlerin, fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberi hiçe saymak ve bu haberlere yanlış demek, dini islamda büyük bir yara, gedik açmak olur. islamın büyük alimleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem parlak zemanına yakın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok olduğu ve haramdan, günahlardan sakınmaları, allahü tealadan korkmaları, son derece fazla olduğu için, hadisi şerifleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olmıyan, işitdiği birkaç sözü ilm sanan, boş cahillerden, elbette daha iyi tanır ve anlarlardı. doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş olanlarını, bizden daha iyi ayırd ederlerdi. bu hadisi şeriflere uymamak lazım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesikaları mevcuddur. bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işaretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadisi şerifler vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. bu çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işaretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. ba'zı haberler, parmakları yumruk haline bükmeden işaret edileceğini, ba'zıları bükerek edileceğini bildirmekdedir. işaretin, parmakları bükerek yapılacağını bildirenlerden bir kısmı, parmaklar kitabında, parmak işaretleri ile sayıları göstermek için kullanılan şeklleri açıkca anlatdığı üzere elliüç rakamı şeklinde, bazıları da yirmiüç rakamı şeklinde büker diye bildirmekdedirler. ba'zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka yapıp, şehadet parmağı ile işaret edilir diyor. bir habere göre, yalnız baş parmak, orta parmağın üzerine koyup işaret edilir. başka bir haberde, sağ eli, sol el ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine koyup, işaret edileceği bildiriliyor. ba'zı haberlerde, bütün parmakları kapatarak işaret olunması, ba'zılarında ise, şehadet parmağı kımıldatılmadan işaret edilmesi buyurulmakdadır. bunlardan başka, tehıyyatda işaret olur deyip yeri kesin bildirilmemekde, ba'zı haberlerde, şehadet kelimesi okunurken işaret olunur denilmekdedir. ba'zı rivayetlerde ise, otururken düa zemanında, ey kalbleri istediği gibi çeviren allahım! benim kalbimi, kendi dinin üzerinde bulundur! denir ve bunu söylerken, parmakla işaret olunur buyurulmuşdur. hanefi mezhebinin alimleri, işaret için bildirilen hadisi şeriflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, namaz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan, fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. çünki namazda esas, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. bundan başka, bütün alimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki, parmakları, gücü yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. hadisi şerifi, bunu açıkça emr etmekdedir. eğer sorulursa: hadisi şeriflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği zeman, işi güçleşdirir. halbuki, işareti bildiren hadisi şeriflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. çünki, çeşidli hadisi şerifler, başka başka zemanlarda duyulup, haber verilmiş olabilir. cevab olarak deriz ki, haberlerin çoğunda kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde ma'nasınadır. bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez. imamı azam ebu hanife, buyurdu ise de, bu sözü, kendi işitmemiş olduğu hadisi şerifler içindir. işitmemiş olduğum bir hadisi şerife uymıyan sözümü bırakın demişdir. halbuki, işaret hakkındaki hadisi şerifler, böyle olmayıp, meşhur olmuş, yayılmışdır. imamı azam bunları, belki duymamışdır denilemez.hanefi alimleri arasında, işaret edilir diyenler, böyle fetva verenler de vardır. birbirine uymıyan fetvalardan, herhangi birine uyulursa caiz olmaz mı? denirse: cevab olarak deriz ki, fetvaların uymaması, şeklinde olduğu zeman, caiz değildir veya haramdır diyen fetvalara uymak esasdır. ibni hümam rahmetullahi aleyh diyor ki, ibni hümama ne kadar şaşılsa azdır. kitabında, diyerek, ictihad derecesindeki büyük islam alimlerini cahil ve ahmak yapmakdadır. mezhebin zahirine ve üsul haberlerine göre, ictihad ve kıyas, edillei şer'ıyyenin dördüncüsüdür. ictihada nasıl dil uzatılabilir? bu zat, birbirine uymıyan rivayetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki, hadisi şerifinin de, hadisi da'if olduğunu söylemekdedir. akllı, olgun oğlum muhammed sa'id kaddesallahü teala sirrehül'aziz, parmakla işaret üzerinde bir risale yazmakdadır. temam olunca, bir suretini inşaallah gönderirim. sual: sizin yolunuzda çalışanlar her yerde çokdur. içlerinden birinin, arkadaşlarına başkanlık etmesini kimseye söyliyemedim. bunun için, kendime güvenemedim. sizin işaret buyurmanızı bekliyoruz. uygun gördüğünüzü bildiriniz de, arkadaşlarının başına geçirelim diyorsunuz? cevab: bu iş, sizin uygun görmenize bırakılmışdır. istihareden ve teveccühden sonra, siz emr ediniz! size ve yanınızda olanlara selam ederim. üçyüzonüçüncü mektub bu mektub, hace muhammed haşime rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. eshabı kiramın üstünlüklerinin nasıl olduğunu ve tarikati aliyyei nakşibendiyyede riyazet çekilmesi olmadığını ve bu yolun niçin hazreti ebu bekre bağlı olduğunu ve bir peygamberin vilayetindeki saliki, başka bir peygamberin vilayetine geçirmeği ve gömleğin önü açık olmalı mı yoksa olmamalı mı ve kelimei tevhid ve zikri ve birkaç edebi bildirmekdedir. bu mektub, mektubatın birinci cildinin son mektubu olmakdadır. hepsi, resuller adedince ve bedr gazvesindeki mücahidler adedince, üçyüzonüç olmakdadır. bu mektubun sonuna, büyük oğlunun birkaç mektubunun da eklenmesini emr buyurdular. böylece, düa ve fatiha okunmasını dilediler: allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim! kardeşim, muhammed haşim rahmetullahi teala aleyh! mir seyyid muhibbullahın mektubunda da bildirdiğiniz sorulara, bildiğim kadar cevab yazarak gönderiyorum: sual: allahü tealaya yaklaşmak için, fenafillah ve bekabillah ve cezbe ile süluk makamlarının hepsini geçmek lazımdır. eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, mahlukların en iyisinin aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat sohbetinde bir kerre bulunmakla, bütün ümmetin evliyasından daha üstün oldular. acaba bütün bu seyr ve süluk ve fena ve beka, bunlarda bir sohbetde mi hasıl oldu? yoksa, bu bir sohbet, seyr ve sülukun ve fena ve bekanın hepsinden daha mı üstün idi? eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in fena ve bekaları, o hazretin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam teveccühü ve tesarrufu ile mi idi? yoksa, yalnız müsliman olmakla mı idi? bunlar süluk ve cezbe hallerini ve makamlarını biliyorlar mı idi? yoksa, bilmiyorlar mı idi? eğer biliyorlar idi ise, bu hallere ve makamlara ne ism vermişlerdir? eğer onlarda süluk ve cezbe yolları yokdu denirse, bu tarikatlerin bid'ati hasene olmaları lazım gelmez mi? cevab: bu güc sorularınızı cevablandırmak, yazmakla olmaz. bir arada bulunmak, uzun zeman hizmet etmek lazımdır. bu kadar zeman içinde kimsenin söylemediği şeyleri bir def'ada söylemek ve bir kalemde yazmak kolay olur mu sanıyorsunuz? fekat, sorduğunuz için, cevabsız bırakmak da olamaz. elimden geldiği kadar bunu çözmeğe çalışacağım, iyi dinleyiniz! fena ve beka ve süluk ve cezbe ile olan yaklaşmağa denir. bu ümmetin evliyası, bu yaklaşmak ile şereflenmişlerdir. eshabı kiramın, hayrülenamın sohbetinde aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam kavuşdukları yakınlık ise, dir. resulullaha uyarak ve ona varis olarak kavuşmuşlardır. böyle yaklaşmakda, ne fena vardır, ne beka ve ne cezbe vardır, ne de süluk. bu kurb, vilayet kurbundan katkat daha yüksek ve üstündür. çünki bu kurb, asla yaklaşdırır. vilayet kurbu ise, zılle, gölgeye yaklaşdırır. ne kadar başka olduklarını buradan anlamalıdır. fekat, herkesin anlayışı bu ma'rifetin tadını alamaz. nerde ise, bu ümmetin yüksekleri de, bu ma'rifeti anlamakda, cahiller gibi kalırlar. farisi tercemesi: ebu ali sina kalenderlik yapsaydı, kalenderlerin hepsi sofi olurlardı. evet, eğer peygamberlik kurbunun kemallerine, vilayet kurbu yolundan çıkılırsa, o zeman fena, beka, cezbe ve süluk lazım olur. çünki, vilayet kurbunda yükselmek için, bunlar lazımdır. fekat, vilayet yolundan gidilmeyip, peygamberlik kurbunun caddesi seçilirse, fena, beka, cezbe ve süluk hiç lazım değildir. eshabı kiram, nübüvvet kurbunun caddesinden ilerlediler. bunun için, cezbe, süluk, fena ve beka, bunlara hiç lazım olmadı. bu ma'rifeti, mevlana emanullaha yazılan mektubda da arayınız! bu fakir, mektublarımda ve kitablarımda, halimin süluk ve cezbenin ötesinde ve tecellilerin, zuhurların ötesinde olduğunu yazmışdım. o yazılarımda, işte bu nu bildirmişdim. hacem hazretlerinin hizmetlerinde iken, bu devlet hasıl olmuşdu. bunu hace hazretlerine şöyle bildirmişdim: bende öyle bir hal hasıl oldu ki, o halin karşısında, , gibi oldu. bu halimi bildirmek için bu kelimelerden başka söyliyecek birşey bulamadım. bu şaşılacak halim, seneler geçdikden sonra, yerleşmeğe, anlaşılmağa başlayınca, kısaca yazmağa kalkışmışdım. bu ni'meti ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! allahü teala ihsan etmeseydi, biz bunu bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru olarak gönderilmişlerdir. yukarıda bildirdiklerimizden anlaşılıyor ki, fena ve beka ve cezbe ve süluk ismleri sonradan konulmuşdur. meşayıhın meydana çıkardıkları kelimelerdir. mevlana cami aleyhirrahme kitabında yazıyor ki, . sual: tarikatı aliyyei nakşibendiyyede sünnete uyulur. halbuki o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam şaşılacak riyazetler ve sıkıntılı açlıklar çekdi. bu yolda ise, riyazetleri yasak etmişlerdir. hatta riyazetler, suretlerin, görüntülerin keşflerine sebeb olduğu için, zararlı olduklarını bildirmişlerdir. sünnete uymakda zarar bulunabileceğini düşünmek, şaşılacak birşey değil midir? cevab: sevgili kardeşim! riyazetler çekmenin bu yolda yasak olduğunu yazıyorsunuz. riyazetlerin bu yolda zararlı bilindiğini nerede işitdiniz? bu yolda, nisbeti hep korumak ve sünneti seniyyeye uymak ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye ve hallerini örtmeğe çalışmak ve orta halli yaşamak ve yiyecekde, giyecekde ve herşeyde orta hali gözetmek vardır. bunların hepsi, riyazati şakka ve mücahedati şedidedir. cahiller bunları riyazet saymazlar. mücahede bilmezler. bunlara göre, riyazet ve mücahede, yalnız açlık çekmekdir. çok aç kalmağı pek kıymetli sanırlar. çünki, hayvanlar gibi yaşayan bu kimseler, yimeğe, içmeğe çok önem verirler. hep bunları düşünürler. bunun için, yimemek, içmemek bunlara ağır riyazet görünür ve sıkı mücahede olur. bu cahiller, nisbetin hep korunmasına ve sünnete uymağa ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye ve benzerlerine hiç kıymet vermezler. bunun için, bunları yapmamağı çirkin görmezler. yapmağa çalışmağı da riyazetden saymazlar. görülüyor ki, bu yolun büyüklerine, hallerini örtmeğe çalışmak ve cahillerin kıymet verdikleri riyazetleri yapmamak lazımdır. böyle riyazetleri cahiller beğenirler. aralarında yayılarak şöhrete ve afete sebeb olur ve sonu kötü olur. resulullah, dinde ve dünyada parmakla gösterilmesi, insana kötülük olarak yetişir. bundan ancak allahü tealanın koruduğu kimse kurtulur buyurdu. bu fakire göre, uzun açlıklar çekmek, yimekde ve içmekde orta dereceyi gözetmekden çok daha kolaydır. pek hafif olur. orta hali gözetmek riyazetinin, çok aç kalmak riyazetinden daha üstün olduğu meydandadır. yüksek babam kuddise sirruh buyurdu ki, sülukü anlatan bir kitabda görmüşdüm. maksada kavuşmak için, yimekde, içmekde orta dereceyi gözetmek yetişir. bunu gözetince ayrıca zikr ve fikr lazım olmaz. sözün doğrusu da budur. yiyecekde, giyecekde ve her işde orta dereceyi gözetmek çok iyidir. farisi tercemesi: ağzından taşacak kadar çok yime, açlıkdan ölecek kadar az yime! hak teala, peygamberimize aleyhi ve ala alihissalatü vesselam kırk erkek kuvveti ihsan eylemişdir. bu kuvveti ile ağır açlıklara dayanırdı. eshabı kiram da, insanların en iyisinin sohbeti yardımı ile aleyhi ve ala alihissalatü vesselamü vettehıyye bu yüke katlanırlardı. bu yüzden işlerinde ve çalışmalarında hiçbir bozukluk ve gevşeklik olmazdı. aç iken muharebede düşmana öyle güclü saldırdılar ki, tok olanlar bunun onda birini yapamazlardı. bunun içindir ki, sabr eden yirmi kişi, ikiyüz kafire galib gelirdi. yüz kişi de, bin kişiye galebe çalardı. eshabı kiramdan başkaları, öyle aç kalsalar, edebleri ve sünnetleri yapamaz olurlar. belki çok olur ki, farzları yapamaz hale gelirler. gücü yok iken, bu işde eshabı kirama benzemeğe kalkışmak, kendini sünnetleri ve farzları yapamıyacak hale sokmak olur. işitdiğimize göre, ebu bekri sıddik radıyallahü anh o server gibi aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, hergün oruc tutmak istedi. za'ifledi, takati kalmadı. birgün yere yıkıldı. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buna üzülerek, içinizde benim gibi kim vardır? rabbimin huzurunda kalırım. oradan yirim ve içerim buyurdu. görülüyor ki, gücü yetmediği şeyi yapmağa kalkışmak iyi değildir. eshabı kiram, insanların en iyisi kadar aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat açlığa dayanamadılar ise de, onun sohbetinin yardımı ile uzun açlıkların zararlarından korunmuş idiler. başkaları, onlar gibi korunmuş değildirler. bunu şöyle açıklarız: açlığın safa verdiği, temizlediği meydanda birşeydir. çok kimselerin kalbine safa verir. çoğunun da nefsine safa verir. kalbin safa bulması, insanı doğru yola götürür ve nurlandırır. nefsin safası, dalalete sürükler ve zulmeti artdırır. nefs, alemi halkdan olduğu için, alemi halkdaki, bilinmiyen, gayb olan, gizli olan, çalınan şeyler, hastalıkların teşhisi, tedavisi, cin ile tanışma gibi şeyler hasıl olur. böyle kafir ve sapık kimseler, müslimanların imanlarının bozulmasına sebeb olurlar. ahmak eflatun, nefsinin safasına güvendi. hayaline gelen görüntülere uydu. bunları değerli birşey sanarak, kendini beğendi. hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam eflatun zemanında peygamber olmuşdu. ruhullah olan o yüce peygambere inanmadı. biz gericilikden kurtulmuş kimseleriz. bizi doğru yola götürecek öndere ihtiyacımız yokdur dedi. eğer kalbini karartan safası olmasaydı, hayalindeki suretlere aldanmaz, se'adete kavuşmakdan geri kalmazdı. maksada ulaşmasına engel olmazlardı. bu karanlık safayı görerek, kendini nurlu sandı. bu safanın, nefsi emmarenin ince kabuğundan içeri giremediğini, nefsinin eskisi gibi kirli, pis olduğunu anlıyamadı. nefsinin ancak, şeker kaplanmış necasete döndüğünü göremedi. kalb böyle değildir. o, yaradılışda temizdir. nur ile doludur. yalnız, karanlık nefse yakın olduğu için, üzeri kararmış, kirlenmişdir. az bir tasfiye, temizlemek ile, üzerindeki pas giderek, eski haline döner. nur ile dolar. nefs ise, yaradılışda karanlıkdır, pisdir. kalbin emri, idaresi altına girmedikce, daha doğrusu sünnete uymadıkca, islamiyyete sarılmadıkca ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye, hatta ve hatta, ancak allahü tealanın ihsanına kavuşmadıkca, tezkiye bulamaz, içerden temizlenemez. yaradılışındaki pislikden kurtulamaz. se'adete, iyiliğe eremez. eflatun, hiç aklı ermediği için, nefsinin safasını, isa aleyhisselama inanan kalbin safası gibi sandı. o imanlı kalbin sahibi gibi, kendini de, nurlu ve temiz gördü. bunun için de, o yüce peygambere ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam uymak ni'meti ile şereflenemedi. sonsuz felakete sürüklendi. böyle belaya düşmekden allahü tealaya sığınırız! açlığın böyle zararı da bulunduğu için, bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm açlıkla riyazet çekmek yolunu tutmamışlar, yimekde, içmekde, orta dereceyi gözetmek riyazetine, tam ortada kalmağa çalışmak mücahedesine sarılmışlardır. açlığın bu büyük tehlükesine düşmemek için, faidelerinden de, vaz geçmişlerdir. başkaları, açlığın faidelerini düşünerek, zararlarını göremediler. açlık çekmeği emr etmişlerdir. aklı olanlar, bir zarardan kurtulabilmek için, birçok faidelerin bırakılacağını söylemişlerdir. islam alimlerinin, sözleri de, akl sahiblerinin bu sözlerine benzemekdedir. çünki bu iş, bid'at ise zararlıdır. sünnet ise, faideleri vardır. zararlı olabileceğini, önde tutmuşlar, bid'at olabileceği için bu işi yapmamalıdır buyurmuşlardır. açlıkla riyazet çekmek sünnetinin başka yoldan da zarar getirebileceği, şaşılacak birşey olmaz. bu sözle demek istiyoruz ki, bu sünnet, yalnız eshabı kiram için olabilir. o zeman için olması, çok ince ve örtülü bildirilmiş olduğu için, tesavvufcuların çoğu bunu anlıyamamış, kendileri de, böyle riyazet yapmışlardır. birçoğu ise, bunun o zeman için olduğunu anlıyarak, kendileri yapmamışlardır. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. sual: bu yolun büyüklerinin kitablarında yazıyor ki: bizim nisbetimiz, hazreti ebu bekre bağlanmakdadır. başka yollar böyle değildir. yolların çoğu, imamı ca'feri sadıka bağlanmakdadır. bu imam da, hazreti sıddika bağlıdır. başka yollar da, hazreti sıddika bağlanmış olmuyorlar mı? cevab: imamı ca'feri sadık kuddise sirruh hazretleri, hem hazreti sıddika, hem de hazreti emire bağlıdır radıyallahü teala anhüma. kendisinde bu iki nisbet birleşmiş olduğu halde, her iki nisbetin kemalleri ayrı ayrı idi. birbirleri ile karışmamış idi. birçokları, imam hazretlerinden, hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh nisbetini aldı. bunların yaradılışları sıddika uygundu. yaradılışları hazreti emire uygun olanlar da, hazreti emirin nisbetini aldılar. hazreti emire bağlandılar. bir aralık, benaris gölünün yanına gitmişdim. kenk ve çemen nehrleri bu göle akmakda idi. her iki nehrin sularının gölde hemen karışmadıkları görülüyordu. sanki araları bir perde ile ayrılmışdı. kenk nehrinin akdığı tarafda bulunanlar, bu nehrden gelen suyu içiyorlardı. çemen nehrinin akdığı tarafda bulunanlar da, çemen suyundan içiyorlardı. hace muhammed parisa hazretleri kuddise sirruh, kitabında buyuruyor ki, hazreti ali, peygamberlerin sonuncusundan aleyhi ve ala alihissalatü vesselam terbiye gördüğü gibi, hazreti sıddikdan da yetişmişdir. bunun için, hazreti alinin nisbeti, hazreti sıddikın nisbetinden başka değildir denilirse, evet nisbetleri başka olmasa da, birçok incelikleri bulunduğu yerlere göre, birbirlerinden ayrılırlar. tek bir su, bulunduğu yerlere göre, başka başka özellikler aldığı gibi, ikisinden herbirine, ayrı incelikleri bakımından, ayrı bir tarikat bağlanmış olabilir. sual: molla muhammed sıddika yazılan mektubda, yaradılışı, vilayeti museviye uygun olan bir talibin, rehberi tarafından vilayeti muhammediyyeye getirildiği hiç işitilmemişdir deniliyor. büyük oğlunuza yazılan mektubda ise, sizi vilayeti museviden vilayeti muhammediye getirdiler deniliyor. bu nasıl olur? cevab: molla muhammed sıddikın rahmetullahi teala aleyh mektubunda, vilayeti museviden vilayeti muhammediyyeye geçirilmiş olduğu işitilmemişdir denilmekdedir. bunu yazarken, geçirildiği bilinmiyordu. bunu bildirdiklerinden sonra ve geçirmeğe kudret verdiklerinden sonra, sizi o vilayetden bu vilayete geçirdiler diye yazıldı. bu iki mektub, başka zemanlarda yazılmış oldukları için, birbirlerinin zıddı olmazlar. sual: buradaki sfiler, önü açık antari giyiyorlar. antarinin önü açık olması sünnetdir diyorlar. hazreti mirin adamları ise, yakası halkalı, kapalı yapıyorlar. bunun doğrusu hangisidir? cevab: biz de bunu iyi bilemiyoruz. arabistan ehalisi önü açık antari giyerler. sünnet böyledir derler. hanefi mezhebinin kıymetli kitablarından birkaçında, erkeklerin kadın elbisesi giymemeleri lazım olduğu yazılıdır. imamı ahmed ve ebu davüd, ebu hüreyreden haber veriyorlar ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. kitabında, kadın, erkeklere ve erkek de kadınlara benzemesin! benzeyenler mel'undur denilmekdedir. önü açık antarinin din adamları ile ilm sahiblerinin elbisesi olmadığı anlaşılmakdadır. bundan dolayı, zimmilerin ya'ni gayri müslimlerin böyle giymeleri caiz görülmüşdür. kitabında, kitabından alarak, diyor. alimlerden çoğuna göre, önü açık ise antari olmaz, manto olur. bunlara göre, , yakası omuzlarda açık olandır. da, kadın kefenini anlatırken böyle demişdir. kitabında, kamis yerine dir' demekdedir. göğse kadar açıkdır. kamisin önü omuza kadar açıkdır. çoğuna göre ikisi birdir. bu fakire göre, doğrusu şöyle görünüyor ki, erkeklerin kadın elbisesi giymeleri yasak olduğu için, kadınların önü açık antari giydikleri yerde, erkekler, kadınlara benzememek için, yakası kapalı giymelidirler. maveraünnehrde ve hindistanda kadınlar, önü açık antari giymekdedir. erkeklerin, yakası kapalı giymeleri lazım olmakdadır. meyan şeyh abdülhakı dehlevi rahmetullahi teala aleyh dedi ki, ben mekkede iken şeyh nizamı narnulinin talebesinden biri, yakası kapalı antari ile tavaf ediyordu. arablardan çoğu, onun kadın antarisi giymiş olduğunu görünce şaşırdılar. görülüyor ki, adete göre hem arablar doğrudur, hem de hindistan ve maveraünnehr erkeklerinin giydikleri doğrudur. bekara suresi yüzkırksekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. önü açık antari giymek sünnet olduğu iyi bilinseydi, hanefi alimleri, zimmilerin böyle giymelerine izn vermezler, yalnız din adamlarının ve ilm sahiblerinin giymelerini bildirirlerdi. bu elbisede kadınlar başda geldikleri için, erkeklerin elbiselerini kadınların elbiselerine benzetmemeleri uygun görülmüşdür. sual: bu yolun talibleri, başlangıçda, tam ehadiyyeti arıyorlar. kelimei tevhidi söylemek bunlara nasıl uygun olur? çünki, tapınacak birşey yokdur derken, ondan başkaları düşünülmekdedir. cevab: ondan başkalarının düşünülmesi, ehadiyyete bağlanmayı düzeltmek ve terbiye etmek içindir. başkalarına tapılamıyacağını söylemek, ona bağlı kalabilmek içindir. yok etmek için başkalarını düşünmek, bir varlığa bağlanmağa uygunsuz olmaz. bir varlığa bağlanmağa uygun olmıyan, başkalarına bağlanmakdır. yok etmek için, onları düşünmek değildir. bu ikisini birbirine karışdırmamalıdır. zikrin çeşidleri çokdur. bunlardan çok faidelisi, allahü ekber, allahü ekber. la ilahe illallahü vallahü ekber. allahü ekber ve lillahil hamddır. buna denir. her gün çok okumalıdır. sual: bu yolda yeni başlıyanların ağızları ile söyledikleri zikri, kalbleri de söylemekdedir. kelimei tevhid ile zikr ederken, kalb de bunun hepsini söyliyor mu, söylemiyor mu? kalb de hepsini söyliyorsa, derken yukarıya doğru, derken, sağa doğru söylemek nedendir? cevab: eğer kalb, kelimesinin hepsini söylerse, niçin bu kusur olsun? derken, hayali ile, göbekden yukarı doğru söyler. derken, yukardan sağına doğru, derken sağdan kendine doğru söyler. yahud, bu kelimeleri, bu üç tarafa doğru hayali ile götürür. ağzı ile birşey söylemez. böylece, kalbin ağız ile birlikde olması şartı ortadan kalkar. sizin bu son iki sualiniz, fahreddini razinin şübhelerine benzemekdedir. iyi düşünseydiniz, sormanıza hacet kalmazdı. ek: son olarak, şunu da bildirelim ki, oradaki kardeşlerimiz arka arkaya yazarak, mir hazretlerinin bu günlerde talebeyle az çalışdığını, ev yapdırmakla uğraşdığını, eline geçenleri ev yapmağa harc etdiğini, talebenin, kendisinden faidelenemediğini bildiriyorlar. bunları öyle yazmışlar ki, beğenmedikleri, istemedikleri anlaşılmakdadır. iyi biliniz ki, bu yola bağlı olanları beğenmemek, öldürücü zehrdir. bu büyüklerin sözlerine, işlerine karşı gelmek, insanı sonsuz felakete götürür. uçuruma sürükler, hele kendi rehberini beğenmez, ona karşı gelirse, üstadını incitirse, neye varacağını düşünmelidir! bu büyüklere inanmıyanlar, bunların bereketlerine kavuşamaz. bunlara karşı gelenler, her zeman ziyan eder, aldanır. rehberin rahmetullahi teala aleyh her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikce, onun yüksekliklerinden hiçbirine kavuşamaz. eline birşeyler geçerse, istidrac olup, sonu yıkım ve çöküntü olur. üstadına aşırı sevgisi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu kendi için felaket, yıkım bilmelidir. onun üstünlüklerinden hiçbirine kavuşamıyacağını anlamalıdır. rehberin işlerinden birini beğenmezse ve bundan kendini kurtaramazsa, karşı gelmiş olmıyacak bir yol ile, kendisinden bunu sormalı, inanmamış görünmemelidir. bu zemanda, doğru ile yanlış, iyi ile kötü birbirleri ile karışıkdır. rehberin ara sıra, islamiyyete uymıyan birşey yapdığını görürse, kendisi bunu yapmamalı, iyi gözle bakarak, islamiyyete uygun görmeğe çalışmalı, iyi tarafını aramalıdır. iyi ve uygun yerini bulamazsa, bu beladan kurtulmak için, allahü tealaya yalvarmalıdır. üstadının bundan kurtulması için, ağlıyarak, düa etmelidir. üstadının mubah olan birşeyi yapmasından şübheye düşerse, bu şübheye kıymet vermemelidir. herşeyin sahibi olan allahü teala, mubah şeyleri yasak etmemiş, beğenmemezlik etmemiş iken, başkası, kendiliğinden nasıl karşı gelebilir. çok yer vardır ki, birşeyin daha iyisini yapmamak, yapmakdan daha iyi olur. hadisi şerifde ala sahibihessalatü vesselam, buyuruldu. mir hazretlerinin kabz hali, sıkıntılı hali çok olduğu için, böyle zemanlarında, talebesi ile uğraşamayıp da, birkaç mubah işle kendini avutmak isterse, buna karşı durmak doğru olur mu? abdüllahi ıstahri hazretleri, böyle zemanlarında, av köpekleri ile birlikde, ormana ava giderdi. büyüklerden birçoğu da, böyle zemanlarda, sima' ve nağme dinlemekle kendilerini avuturlardı. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! birinci ariza merhum büyük oğlu muhammed sadık aleyhirrahme tarafından yazılan birinci mektub: kölelerinizin en aşağısı muhammed sadık, şerefli kapınıza bildirir ki, buradakilerin halleri, durumları, yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, çok iyidir. bedenlerimiz bir arada olduğu gibi, kalblerimiz de toparlanmış olarak yaşamakdayız. çok zemandan beri, hizmetcilerinizi düşünüyor ve ayrılık sebebi ile üzülüyorduk. bu satırların yazıldığı gün, meyan bedreddin gelerek afiyetde olduğunuzu bildirdi. bizleri sonsuz sevindirdi. rahatlığa kavuşduk. bunun için, allahü tealaya çok hamd olsun! gönüllerimizin kıblesi efendim! hafız burhaneddin, ramezanı şerifin onüçüncü gecesi kur'anı mecidi hatm eyledi. ondördüncü geceden beri, hafız muhammed musa başladı. her gece beş cüz' okuyor. yarın gece, ondokuzuncu gecesi olup, hatm edecekdir. ramezanı mubarekin son onunda, hafız behaeddin hatm edeceğini söyledi. hak teala selamet versin! bir gece, teravih namazında, hafız kur'anı kerim okuyordu. çok nurlu bir makam göründü. sanki, kur'anı kerimin hakikatinin makamı idi. her ne kadar, bunu söyliyemezsem de, hakikati muhammedinin aleyhissalatü vesselam bu makamın icmali, ortası olduğu anlaşıldı. sanki, büyük bir denizi, bir destiye doldurdular. bu makam, muhammed aleyhisselamın hakikatinin tafsili, yayılmışı, açılmışı idi. peygamberlerin aleyhimüsselam ve velilerin kuddise sirruhüm büyüklerinin çoğu, yaradılışlarındaki gücleri kadar, bu makamdan birer parça pay almışlardı. bizim peygamberimizden aleyhi ve ala alihissalatü vesselam başkasının, bu makamın bütününe kavuşduğu anlaşılmadı. bu aşağı köleye de bir pay verildi. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, tam bir pay almak nasib eylesin! şu ana kadar, bu makam, tam açık görülmedi. bundan başka zemanlarımızda, kendimizi toparlamakdayız. bu yüce ayda, çok bereket hasıl oldu. kardeşim muhammed sa'idin halleri bir düzende gitmekdedir. zemanları zikr ile geçmekdedir. şehrlerdekiler de, seve seve geliyorlar. bu fakir, şimdiye kadar dört cüz'den çok ezberledim. bayrama kadar beş cüz' ezberlemiş olacağımı umuyorum. köleniz. ikinci ariza kölelerinizin en aşağısı muhammed sadık, yüksek kapınıza bildirir ki, burada bulunanların haline şükrler olsun! dileklerimizin ka'besi olan yüksek zatınızın, hizmetcilerinizin ve sevdiklerinizin hepsi ile iyi olmanıza düa etmekdeyiz. bütün dileğimiz, ancak budur. başımızın tacı olan mektubunuz, değeri ölçülemez olan yazılarınız, isma'il eli ile bizleri şereflendirdi. okumakla çok sevindik. hak sübhanehu ve teala, alemlerin kıblesinin ihsan gölgesini, bütün müslimanların üzerinden eksik eylemesin! ümmi olan peygamberleri ve onun temiz olan ali hurmetine bu düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! ey, gönüllerin kıblesi! hallerimin yıkılmakda olduğunu nasıl bildireyim? çirkin işlerimden ve geçmişdeki ve şimdiki iyi hallerin elden çıkmasından dolayı ah etmekden başka bir işim yokdur. hiçbir zemanın ve anın, onun beğenmediği bir halde geçmemesini istiyorum. fekat, bu ni'met ele geçmiyor. tek ümmidim, yüksek kapınızın hizmetcilerinin teveccühlerinin yardımına kavuşmakdır. farisi mısra' tercemesi: büyük ihsan, kerimlere güc gelmez! allahü tealaya hamd olsun, şükr olsun ki, kıymetli teveccühlerinizin yardımı ile, bu ana kadar, emr buyurulan yolda çalışırken, az bir gevşeklik hiç olmadı. hergün ilerleyiş ve artış umuyoruz. sabah, öğle ve ikindi namazlarından sonra toplanıyoruz. hafız behaeddin, zeman bulunca, kur'anı kerim de okuyor. bu fakir, ara sıra oluyorum. sonra hasıl oluyor, açılıyorum. kabz, bast, teveccüh, zevk ve sükun ve benzerleri, yalnız bedende hasıl olmakdadır. bedenden başka yere bulaşmıyorlar. altı latife, ne teveccüh ediyorlar, ne de gafildirler. teveccüh ederlerse, teveccühleri, ilmi huzuri gibidir. hatta, tam öyledir. teveccüh, zevk ve benzerlerinin hepsini zıllerin içinde bilmekdedir. zılden dışarda bulmamakdadır. latifeler, önce beden ile karışık idi. kalb gözü, bedenden başka birşey görmüyordu. böyle olduğu, çok sevinçli olan huzurunuzda da bildirilmişdi. şimdi, bedenden ayrı bulunmakdadır. bu makamı, olarak bilmekdedir. bekadan sonra, latifelerde yine bir fena hasıl oldu. bekadan sonra olan bu fena hasıl olmadıkca, işin temam olamıyacağı anlaşıldı. birkaç günden beri yine vardır. sevindirici haller pekaz olmakdadır. bakalım ne olacak. şu ana kadar bu aleme hiç teveccüh olunmadı. halleri bildirmek lazım olduğu için, birkaç kelime ile arz etmeğe kalkışıldı. ey gönüllerin kıblesi! bu fakir, hemen hemen her gece, hazretinizi rü'yada görmekle şereflenmekdeyim. bundan daha çok ne yazayım. daha çok yazmak, resmi şeyler eklemek olur. köleniz. üçüncü ariza kölelerinizin en aşağısı olan muhammed sadık, yüksek kapınıza sunar ki, bu aşağı kul, çok zemandan beri halinde olup, çok sıkılıyordum. sonunda, allahü tealaya çok şükrler olsun, ancak yüksek teveccühünüzün yardımı ile, büyük bir , gönül açıklığı ihsan olundu. bu sıkıntısız halde iken, önceleri bu kimsenin yapdığı zikr ve teveccüh ve herşey, şimdi onun teala ve tekaddese tarafından yapılmakdadır. kendinde, bunları alabilmekden başka, birşey bulamamakdadır. üzerine güneş ışınları gelen ayna gibidir. bu ışıkların doğması ile, bedendeki ve latifelerdeki bütün karanlıklar ve bulanıklıklar yanıp temizlendi. bunların hepsinde nur ve bereket hasıl oldu. oldu. kalb genişledi. bedenin hepsi nur olup, ruhun ve sırrın eski parlaklıklarından daha çok ışık saçdı. latifeler arasında, en kamil tecelli kalb üzerine oldu. kalbe bakıp, içinde başka bir kalb görüldü. buna da tecelli vardı. bu kalbin kalbine bakınca bunun içinde de, başka bir kalb göründü. buna da tecelli vardı. böylece, sonsuz olarak, her kalbin içinde, başka bir kalb vardı. şimdi bunların bir kalbde sona erdikleri sanılıyor. fekat böyle olduğu iyi anlaşılamamakdadır. şimdiki halin yanında, eski hallerin ancak bir özenilecek şey olmadığı anlaşıldı. bu makamın ismi biliniyordu. edebe uygun olmaz korkusu ile yazılmadı. ey gönlümün kıblesi kaddesallahü teala sirrehül'aziz! bütün bunlar, temiz teveccühünüzün sebeb olduğu ihsanlardan birer zerredir. farisi tercemesi: vücudümün her zerresi dile gelse de; şükrünün binde birini yapamam yine! hazretinizin selameti ve yüksek kapınızda hizmetcilik edenlere katılabilmek için olan isteklerimizi nasıl açıklıyayım, nasıl yazabileyim? gece gündüz ve belki her an, bu yüksek arzumuza ve çok kıymetli isteğimize kavuşduracak olan, güzel vaktin ve tatlı saatin ne zeman geleceğini düşünüyoruz. fikrimizde, gönlümüzde, bu istekden, bu dilekden başka, hiçbir düşünce yokdur. hak sübhanehu ve teala, en güzel şeklde ve en uygun yol ile, bu büyük ni'mete kavuşdursun! sevgili peygamberi ve onun temiz ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha! amin. köleniz. muhammed sadık bu hallerin, zevklerin, tercümanı mektubat, kitabıdır ki, ondan neşr oluyor füyuzat. ilahi nurlar ondan yayılıyor cihana, her ne müşkilin varsa, yalnız sen başvur ona. onu çok oku dostum, bak nurla dolacaksın, bizzat musannifinden, feyizyab olacaksın. öyle kitabdır ki o, misli islamiyyetde, ne mazide yazılmış, ne yazılır atide. kur'andan, hadislerden sonra gelir bu kitab, herkese var içinde, kendine göre hitab. ilm, ihlas menba'ı, harikalar diyarı, onda bulur arayan, eşi olmıyan yarı. kayyumi alem diyor, her mektubu babamın, bir deryayı muhitdir, sonu görünmez anın. tarikat ve islamiyyet, vasl olmuşdur burada, se'adet menbaıdır, dünyada ve ukbada. budur tabibi hazık, budur her derde deva, budur kalblere şifa, budur ruhlara gıda. budur hakkın sevdiği, sevgililerin sözü, budur islamın aslı, hem de irfanın özü. budur evliyaların, çeşid çeşid lisanı, ehli sünnet yolunun, gayet açık beyanı! aşkla yanan talibe, en iyi haber budur, bilinmiyen yollarda, salike rehber budur. gece gündüz daima, oku bu mektubatı, gayret et duymak için, o lezzeti, o tadı. oku, gülen gözlerin yaş doluncaya kadar, oku, hakiki aşka, kavuşuncaya kadar. oku, elbet o güzel, birgün runüma olur, muhabbetle okuyan masivadan kurtulur. saatlerce, günlerce, hep onunla meşgul ol, bu sözler te'siriyle, açılır kalbe bir yol. bir kalb ki, meşgul olur, bu ma'nayla her zeman, elbet imdada gelir, birgün bunları yazan. tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. hatimetü'leşar, fatin davud tarafından yazılmış en hacimli şuara tezkiresidir. toplamşairi ihtiva eder. her şeye rağmen hatimetü'leş'ar, edebiyat tarihi için önemli bir kaynak hüviyetini taşımımaktadır. meclisi vala azası subhi bey, çoktandır layıkıyla bir şuara tezkiresi tertib edilmediği için son devir şairlerin çoğunun unutulduğuna ve yazdıklarının kaybolduğuna işaret ederek hatimetü'leşar'ın bu bakımdan yapacağı hizmete dikkat çeker. fatin, kendisinden önceki tezkire sahiplerinin aksine şairleri hiçbir elemeye tabi tutmadan, bir tarih mısraı olanları dahi tezkiresine dahil etmiştir. gördüğümüz kadarıyla fatin, tanınmayan bazı şairleri yersiz bir şekilde yüceltirken nedim gibi tanınan meşhur şairlerin haklarını ise teslim etmemiştir. bu yüzden zamanla çok tenkitlere maruz kalmıştır. başka hususiyetlerden dolayı da tenkit edilen fatin tezkiresi herşeye rağmen iyice tetkik edilerek değerlendirilmelidir. birtakım kusurlarından dolayı ehemmiyetsiz görülmemeli. zira salim efendi'nin bıraktığı yerden kendisine kadarki devrede yaşayan şairlerin hepsini bir arada vermek hem de her sınıftan tespit ettiği şairler ve onlardan seçtiği şiir örnekleriyle o dönemde eski türk şiiri'nin yayıldığı alanı ve kimler tarafından temsil edildiğini gözler önüne sermektedir. tezkireye bir de bu nazarla bakılmalıdr. fatin'in bu hizmetine rağmen sadece rabia rütbesine yükselmek için bu tezkireyi kaleme aldığı söylentileri ise fazla ehemmiyet arz etmiyor. çalışmam esnasında hiçbir yardımını esirgemeyen hocam sayın hasan kavruk'a; sayın yaşar aydemir'e teşekkürü bir borç bilirim. ayrıca çalışmamın her aşamasında, göstermiş olduğu sabır ve hoşgörüsünden dolayı eşime teşekkür ederim. giriş fatin davud'un hayatı ve edebi şahsiyeti fatin davud 'te drama'da doğmuştur. babası drama ayanından hacı halid bey'dir. hayatı hakkında başlıca bilgiler, oğlu rasim tarafından divanı'nın başına konulan hal tercemesinden ibarettir. asıl adı davud'dur. fatin efendi'te mısır'da bulunan amcası mehmed hüsrev bey'in yanına giderek sekiz sene orada kalmış. girdiği bu yeni ve farklı kültür merkezinin elverişli şartları içinde tahsilini ilerleterek eli kalem tutacak dereceye varan fatin, aynı çevrede bulunan şairlerle tanıştığı gibi ilk şiir denemelerini de burada ortaya koymaya başladı. kahire'ye gelen kandiyeli salih racih efendi'den ders görmüştür.de istanbul'a gelerek, divanı hümayun kaleminin mühimmenüvisligine tayin olunmuş ve kalemin ananesine göre, kendisine fatin mahlası verilmiştir. daha sonra sadaret mektubu kalemine giren fatin efendi'nin bilemediğimiz bir sebepten dolayı, bu vazifeden ayrılmak mecburiyetinde kalması onu çok üzmüş ve bu memuriyeti tekrar elde etmek için muhtelif teşebbüslerde bulunmuş ise de hiç bir netice elde edememiştir.te ticarethanei amirede ilamat odasına mukabeleci tayin edilen fatin efendi, salim ve safayi tezkirelerine zeyil olarak yazdığı hatimetü'leşar adlı tezkireye mukafat olarak rabia rütbesine terfi ettirilmiştir. fatin efendi, tutulduğu göğüs darlığı hastalığından kurtulamayarak, safer'te ölmüş ve göksu deresi sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir. daha mısır'da iken şiir ve edebiyatla iştigale başlayan fatin, istanbul'a geldikten sonra, devrinin genç ve ihtiyar şairleri ile tanışır ve o muhitin tesiri ile kasideler, tarihler, gazeller ve şarkılar yazmağa başlar. ölümünden sonra oğlu rasim efendi tarafından toplanıp divaan şekline konulan ve 'de istanbul'da bastırılan manzumeleri onun hayatı ve muasırları ile olan münasebetleri hakkında malumat vermektedir. kazım , hakkı arif, nihad bey ve saffet efendi gibi muasırlarına nazireler yazan şairin bilhassa senih efendi ve ziya bey ile samimi dost olduğu, onlar ile müşterek yazdığı gazellerden ve onların şiirlerine yaptığı nazirelerden anlaşılıyor. senih divanı'nın tabına tarih düşüren fatin'in divanı basıldığı zaman senih efendi de ona tarih söylemiştir. ebuzziya tevfik bey nümunei edebiyatda ziya paşa'dan bahs ederken babı aliye devama başlayıp da zamanının erbabı irfanı ile düşüp kalktığı sırada şuaradan tezkire sahibi fatin efendi merhumla da muarefe peyda eder. kendi itirafına göre inşaı nazma iktidarı ondan sonra kuvvet bulur. demektedir. fatin davud da; hazreti miri ziya'ya peyrev olmazdım fatin tabı mevzunum gazelgulukta mahir olmasa beyti ile bunu adeta tasdik ediyor. devrinde, şair sıfatı ile oldukça şöhret kazanmış, edebiyat dünyasının önde gelen simaları arasında görülmüştür. başta şinasi olmak üzere çağdaşlarınca kendisinden şairi meşhur, şairi nadiregu, şuarayı benam diye bahsedilen ve hatta bazı şarkıları muasır bestekarlar tarafından bestelenen fatin, sanat bakımından o kadar da değerli bir şair değildir. inal, ibnülemin k, son asır türk şairleri dergah yayınları, istanbul dikkat olsa belki katiblikten isnaddır bana her hususta sahibi irfan ararsan işte ben bir işim yok saçma sözler söylemekten maada bir acep mecnunı sergerden ararsan işte ben tabı nahemvar ile arzı kemal itme fatin kuvvet ister şairi üstadı kamil etmege kabilinden olan sözleriyle hakşinaslık gösterdiğini anlıyoruz. inal bir gece fakirhanemizde hersekli arif hikmet bey ve bazı edibler ve şairlerle sohbet edilirken şair fıtnat hanım'ın mufassal tercümei halini yazacağımı söylediğimde hüzzardan biri tezkirei fatin'i mehaz olarak tavsiye ettmesiyle fatin'de fıtnat yoktur' demiştim. bu sözü hersekli merhum, pek ziyade takdir etmişti. demektedir. bütün bunlara rağmen edebiyat tarihinde adının unutulmamasının tek sebebi, son şuara tezkiresini yazmış olmasıdır. ben her ne kadar şairi mahir değilsem akranıma nisbetle benim de hünerim var beytinde söylediği gibi şairi mahir değilse de akranına nisbetle hünerver olduğu müsellemdir. şiir denilebilecek sözler söylememiş ise de emsali şairler arasında yalnız o ortaya bir tezkirei şuara koymuştur ki tarihi edebiyat ile iştigal edenler için az çokbir faide temin eder. eserleri divan: şiirleri, ölümünden sonra oğlu rasim tarafından fatin divanı adıyla bastırılmıştır. divan'ın ilk sayfasında şairin kısa bir özgeçmişi yer almaktadır. fatin, divanı'na esmai hüsnadan olan mecid ismi şerifine dair bir mesnevi ile başlar. bu mesneviden sonra bir nat, begli sultan için bir kaside, abdülmecid han'ın cülusı hümayunu ve doğumu için yazılmış birer tarih görüyoruz. kasaid başlığı altında sırasıyla kamil paşa, sami paşa, fahreddin efendi, hazinei hümayun kethüdası için yazdığı kasideler yer alamaktadır. ibtidai tevarih başlıklı bölümde ise yaklaşıktarih bulunmaktadır. bu bölüm hacim itibariyle divanın mühim bir kısmını teşkil etmektedir. ibtidai gazeliyat adlı bölümde gazeli, iki de müstezadı vardır. tahmis başlığı altında da iki tahmisi bulunuyor. ibtidai şarkiyat kısmındaşarkısı, bir sitayiş bir de lügazı mevcuttur. kıtaat başlığı altındakıta, ebyat başlığı altındabeyit, mısra başlığı altında damısra kayıtlıdır. en son sayfada ise senih efendi'nin bu eser için yazdığı üç tarih yer alıyor. yüzüncü yıl üniversitesi kütphanesinde bulduğumuz divin, cemaziye'levvel sene 'de istanbul'da bastırılmıştır. hatimetü'leşar: fatin, salim ve safayi tezkirelerine zeyil olarak kaleme aldığı hatimetü'leşar adlı eserine 'den sultan abdulmecid zamanına dek yetişen şairleri almıştır. fatin böyle davranmakla ramiz tezkiresiyle ondan sonrakileri ya görmemiş ya da onlara değer vermemiştir. ahmet cevdet de salim'in bıraktığı yerden devam eden eserin ahlaf ile eslaf arasında bağ kurduğunu ve bu yönden teşekkürü haiz bir eser olduğunu belirtir. gerek subhi bey, gerek ahmet cevdet'in salim tezkiresi'nden sonra yazılan diğer tezkirelerden bahsetmeyişleri ve fatin'in de bu tezkire sahiplerinin hal tercemelerinde bu eserlerin varlığından haber vermeyişi, hatimetü'leş'ar yazılırken zikr olunan bu tezkirelerin henüz bilinmediğini gösteriyor. birçok şairin ay ve gününe kadar doğum tarihlerini belirtmesi ve memuriyetleri yanında hayatlarındaki mühim olayları tarihleriyle birlikte vermesi, bu bilgilerin bizzat bu şairler tarafından kendisine gönderildiği intibaını uyandırır. fatin, tezkirenin başında; ibtidai saltanatı seniyyei osmaniye'den bin yüz otuz beş tarihlerine kadar güzeran iden şuaranın tercemei ahval ve bazı eşarı renginmeallerini cami erbabı maarif taraflarına müteaddid tezkireler tertib ve tanzim olunmuş ve muahharen tezkiretü'şşuara tertib ve tanzimine muvaffak olmuş olan sudurı izamdan mirzazade salim efendi ile ecillei ricali devleti aliyeden safayi efendi merhumlar tezkirelerini bin yüz otuz beş tarihlerinde residei hüsni hitam iderek hatmı kelam eylemiş olduklarından tarihi mezkureden asrı maarifhasrı cenabı şehriyariye gelinceye degin işbu cisri fenadan nüzhetserayı bekaya mürur u ubur iden şuara ile muassır olduğumuz şuarayı şiraranın haklarında dahi tezkiregune bir eser tertibi bazı ashabı kemal taraflarından bu abdi hakir fatini pürtaksire emr u ilhah buyrulmuş diyor. burada, salim ile safayi efendilerin hatmı kelam eylediklerini söyledimesi de fatin'in, ramiz tezkiresi ile ondan sonraki tezkireleri görmediğini gösteriyor. hatta bazı şairlerin tercümei hallerini yazarken tercemei hali salim efendi tezkiresi'nde dahi mukayyetdir demesi de bu iddiayı kuvvetlendiriyor. buna rağmen onlara değer vermemiş olduğuna dair açık bir kapı bırakmada fayda vardır. böyle bir tezkireyi yazmayı hiçbir zaman kendisi istememiştir. ashabı kemalin emr u ilhahlarına binaen bu tezkireyi yazmıştır. bu tarz ifadeleri, bu tür eserleri vücuda getiren insanların hemen hepsinde bulabildiğimiz için bunun öylesine söylenmiş bir söz olduğuna hükmedebiliriz. müellif bu yolla ya tevazu etmek istemiştir ya da kendi meziyyet ve kabiliyetini başkaları vasıtasıyla ıspatlamak istemiştir. şir ile me'luf ve maruf olup irtihalı darı beka iden ashabı maarif ile mevcud olan şuarayı belağatpiranın mümkün mertebe tercemei ahval ve bazı eşarı renginmealleriyle o sırada genc u mar u gül ü har u gam u şadi behemend' mısraı müfadınca şair geçinen bir takım herzetırazların dahi bazı güftarı zihkasarını sebt u kayd eylemesinden anlaşılıyor ki asıl şairlerle beraber, ömrü boyunca biriki beyit ya da biriki tarih mısraını yazan bazı kimselerin tercümei hallerine de tezkirede yer vermiş. bunların biyografilerinin sonunda şir ile şöhreti yoktur, bazı eşarı olduğu mervidir, balada mestur olan mısraı tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamışdır türünden bilgiler vermektedir. tezkire'nin başında altı sayfalık bir takriz bölümü vardır. takriz kısmından sonra tezkirenin asıl bölümü geliyor. fatin, tezkireye hamdele ve salvele ile başlıyor. bunu takiben silahdarzadetezkirei şuara,; esrar dedetezkirei şuarayı mevleviyye,; akifmiratı şi'r,; şefkattezkirei şuara,; es'adbağçei safaenduz, arif hikmettezkirei şuara, şiirin faziletini anlatır. bu anlatım, bu tarz eserlerin hemen hepsinde mevcuttur. daha sonra kab bin züheyr'in peyganber'e sunduğu kasideden dolayı peyganber'in de ona hırkasını hediye ettiğini ve zikrolunan hırkai şerifenin dersaadet'e şerefi nakline kasidei mezkure sebebi müstakil olmuş olduğundan nazımı müşarünileyhin isrinde bulunmak ümmüyei halisesiyle selatini izam hazeratından bazıları sahai şire rağbet ettiklerini ve bu yolla şöhret sahibi olduklarını belirtiyor. bilhassa sultan. ahmet han ile asrı maarifhasrı mülukaneleri şuarasını teşvik u terğib niyeti halisesiyle şiir yazan sultan. selim han'ın şiirlerinden örnekler veriyor. daha sonra salim efendi ile safayi efendilerin tezkireleriyle bu yolda hatmı kelam eylediklerini, bazı ashabı kemalin emriyle bu tezkireyi kaleme aldığını dile getiriyor. bütün bunlardan sonra tezkirenin çatısını oluşturan hal tercemeleri bölümüne geçiyor. fatin, diğer tezkirelerin aksine önce şairin bir gazelini veya biriki beyitlik şiirini yazdıktan sonra, biyografisini anlatıyor. birkaç istisna hariç biyografileri dar tutmuştur. önce şairin babasını, sonra memleketini, ana hatlarıyla hayatını, görevlerini ve eserlerini yazar. bazı şairlerin şiirlerini kafiye ve redif uygunluğu bakımından tenkid edip yapılan yanlışlıkları nazara verimştir. hatimetü'leşar neşredilkten birbuçuk sene sonra müellifi, eserin yeni bir baskısını hazırlamak ve üzerinde bilgi bakımından birtakım ilave ve düzeltmelerde bulunmak gereğini hissetmiş. bu maksatla ceridei havadis gazetesine verdiği ilanda, kitapta tercemei haline yer vermediği şairlerin hal tercemelerini ve şiirlerinden örnekler göndermelerini ister. ayrıca biyografilerinde mevcut hata ve noksanlıkların giderilemesi için doğru bilgilerin bildirilmesini; örnek olarak verilen şiirlerin değiştirilmesini isteyenlerin, başka şiirlerini yollamalarını ister. fakat onun bu teşebbüsü neticesiz kalır. onun bu girişiminden yedi sene sonra şinasi tasviri efkar gazetesinde yayınladığı bir makalesinde eserin, bazı mühim kusurlarının düzeltilmesi için fatin davud'un isteği üzerine işin sorumluluğunu üzerine aldığını, yapmayı şart koştuğu bazı değişiklikleri kabul ettiğine dair ondan bir senet aldığını, meclisi umumiyei maarif tarafından da bunu tasdik eden bir vesika düzenlendiğini belirtiyor. fatin efendi ile şinasi'nin verdikleri ilanlara baktığımızda, hatimetü'leşar'ın yeniden neşri için fatin efendi yapmak istediği yeniliklerle şinasi'nin yapmak istediği yenilikler arasında önemli bir fark vardır. fatin efendi'yi yeni bir neşre zorlayan düşüncelerin başında adi bir kağıt üzerine yapıldığından dolayı silik ve yer yer okunmaz hale gelen bu taşbasması yerine daha kaliteli bir kağıda ve matbaa harfleri ile yazılmış güzel bir baskısını yapmak arzusu gelmektedir. şinasi'nin amacı ise bazı nüfuz ve mevki sahibi birtakım kimseler hakkında yazılan mübalağalı ifadeleri çıkartmak, edebi meselelere ait açıklayıcı bilgilere yer vermek, lafız ve manadaki muhtemel yanlışlıkları düzeltmek ve tezkireyi bir hal tercemesinden ziyade çeşitli edebi meseleleri tertışan bir eser haline getirmektir. müellifin gazeteye verdiği anket mahiyetindeki ilanda istediği hususlar şunlardır; aevvelki baskıda tezkireye girmemiş olanların hal tercemeleri ile şiirlerinden birkaç nümunenin gönderilmesi. bilk telifte tezkireye dahil olan şahısların o zanamdan bu yana hal tercemelerinde meydana gelen değişikliklerin bildirilmesi. chal tercemelerinde hata yapılmış olan kimselerin, bunları işaret ve tashih etmeleri. ceridei havadis, nr. muharrem tasviri efkar, nr. rabiülahir akün, ömer faruk. şinasi'nin bu güne kadar ele geçmeyen fatin tezkiresi baskısı. türk dili ve edebiyatı dergisi istanbul şiirlerine örnek olarak verilmiş olan parçayı değiştirmek isteyenlerin bunun yerine seçecekleri bir başka manzumeyi göndermeleri. şinasi'nin ise yeni baskıda yapmak istediği değişiklikler şunlardır; atezkireye muhtelif edebi bahisler hakkında haşiye ve izahların konulması lazımdır. bher biri bir söz rüşveti mahiyetinde olan mübalağalı hüküm ve ifadeler tamamen çıkarılmalıdır. ctezkire'de asıl değer verilmesi gereken şey, her şairin ilim, fen ve sanat gibi muhtelif kültür sahalarında gösterdiği kabiliyet ve meydana koyduğu eserler ile umuma yani cemiyette olan hizmetlerinin belirtilmesidir. dtezkire'de şairlerden örnek olarak alınan manzumelerden intihal eseri olduğu anlaşılanlar gösterilmelidir. enihayet tezkirenin ifade ve mana yanlışları bakımından da düzeltilmesi gerekir. aşağıda verilen örnekler karşılaştırıldığındabaskısıyla şinasi baskısı arasındaki farkı ve şinasi'nin neler yapmak istediğini daha rahat görebiliriz. medinei izmir'de tennurebendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesine dehalet ve bir müddet sonra mahrusaı edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede vaki muradiye dergahı hademesi silkine dahil olarak tekrar dersaadet'e avdet ve birçok vakt ikametten sonra asitanı saadetaşiyanı hazreti pir rumalı ubudiyyet olmak üzere konya'ya azimet ve bir müddet ol bargahı feyziktinahda edayı hizmet eyleyerek bin iki yüz tarihinde kütahya'da kain arguniye nam hankah meşihatine revnaktırazı irşad olup elli sene müddet hankahı mezkurda şeyh bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk sekiz tarihinde tair ruhu lanegahı fenadan pervaz ile nahlı tuba'da aşiyansaz olmuştur. izmir'de mütevellid olup dersaadet'e bilmuvasala bir müddet köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesinde ikametten sonra edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı mevleviyyeye intisab ve muradiye dergahı hademesi silkine insilak ile dersaadet'e avdet ve bir aralık konya'ya azimet ve müddeti medide ikametle bin yüz iki tarihinde kütahya'da kain arguniye dergahı meşihatine nail olup elli sene mürurunda ki bin yüz kırk sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. yüz altmış yedi tarihinde rüznamçei evvel mansıbına ve yüz altmış sekiz tarihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel defterdarlığı memuriyeti behiyyesine memur ve tayin buyrulmuş iken senei merkuma hilalinde azimi huldi berin olmuştur. mumaileyh mukaddema medinei siroz'a nefy u ibad olunarak balada muharrer olan makta beytini nazm u inşad eyledigi reisülküttab vasıf efendi merhumun eseri himmeti olan tarihde mutalaagüzarı acizi olmuştur. yüz altmış sekiz tairihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel memuriyetine tayin olunmuş ve senei merkume hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. siroz'a nefy u iclasında balada muharrer olan makta beytini inşad eyledigi vasıf tarihinde mukayyeddir. baskısı egriboz muhafızlığına revnakbahşa ve badehu cezirei girid'de vaki hanya mansıbına ve muahharen mansıbı kandiye eyaletine tebdil olunup yüz otuz sekiz tarihinde kendisi debdebei vezaretden iba iderek mansıbı mezkurdan istifa itmiş olduğundan rütbei vezaretin uhdesinden sarf u tahviliyle eyaleti mezkure mahsulü tekaüdlük vechile kendisine ihsan ve ita buyrulup o suretle resmo nam mahallde imrarı subh u mesa itmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde azmı darı beka eylemiştir. egriboz muhafızlığına ve badehu hanya ve oradan kandiye mansıblarına nail ve yüz otuz sekiz tarihinde terki dağdağai vezaretle resmo nam mahallde imrarı vakt u saat etmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde darı bekaya müntakil olmuştur. ömer faruk akün, şinasinin yeni baskısı için tertip ve baskı hatalarından uzak, mükemmel bir baskı hususiyeti gösteren yeni baskının, süt beyaz renkte çok iyi cinsten kalınca kağıt üzerine nesih matbaa hurufatı ile dizilmiş dörder sayfalık formalar halinde olduğunu; mukaddime kısmına ait ilk dört sahife ile, aradan. sahifeler eksik olmak üzere, eserin baştansahifeden ibaret olupbaskısının. sahifesine kadar olan kısmına tekabül ettiğini söylemektedir. yeni baskıdayeni hal tercümesine yer verlmiş ve şairin de ilk baskıdaki şiirleri çıkarılarak yerlerine yeni manzumeler konulmuştur. sonuç hatimetü'leşar, basıldığı tarihten itibaren edebiyat tarihi için önemli bir kaynak hüviyetini taşımıştır.şairi ihtiva etmekle edebiyatımızın en hacimli tezkiresi olma özelliğini kazanmıştır. kendi devri için tek kaynak olmasına rağmen gene de çok fazla abartılmamalıdır. şair olan olmayan pek çok kişiyi tezkirede görebiliriz. fatin, tanıdığı şairlere yersiz bir biçimde değer vermiştir. buna karşılık hakettiği değeri bulamayan şairler de mevcuttur. pek çok şairi birkaç satırlık bilgi ile geçiştirmiştir. bu yüzden zamanla çok tenkitlere maruz kalmıştır. fatin tezkiresi, gerek baskı kalitesi, gerek basıldığı kağıdın kalitesi açasından son derece kötü bir şekilde bastırılmıştır. pekçok yerde mürekkebinin dağılmış olması harflerin iç içe girmesine sebep olmuş ve okunamaz hale getirmiştir. fatin'in, şinasi ile beraber başlatmış oldukları yeni baskı eğer bitirilmiş olsaydı hiç şüphesiz ki yapılan bütün eleştirilerden kurtulmuş olacaktı. edebiyat tarihi için de çok önemli bir eser olma özelliğini hakkıyla kazanmış olacaktı. eserin yazma nüshasını getirtmek için bazı girişimlerimiz oldu fakat bu nüshayı getirtmemiz mümkün olmadı. dolayısıyla çok hatalı ve kötü bir baskı olan matbu metin üzerinde çalışmak zorunda kaldık. eserin tek metne dayalı olması ve birçok yerin okunamaz halde bulunması sağlıklı bir oukumaya engel teşkil etmiş ve olası hatalara sebebiyet vermiştir. berlin sefareti seniyyesine revnakefza mekatibi umumiye nazırı sabık saadetli kemal efendi hazretlerinin himmet buyurdukları takrizdir: barekallah zehi neveseri paki güzin oldu şayan u sena layıkı medh u tahsin eyledi ıkdi leali gibi cem u tertib şairi nadiregu münşii bimisl fatin bu tezkirei latife ve mecellei celilei nefise ki düreri güreri asarı şuarayı mütekaddimin ve cevahiri zevahiri efkarı büleğayı müteahhirin ile memlu bir hazinei giranbaha dinmege şayan u sezadır. şuarayı asrın ercümendi ve büleğayı dehrin serbülendi davud fatin efendi eyledi ikmali tasnifin fatini berkemal mısraından müstefad olan tarihinde tertib u te'lifine muvaffakiyetle güzeşteganı erbabı suhana iadei hayat kılup suhansencanı asra dahi ilkayı meserrat eylemiştir. cenabı nazımı kevn u mekan, bi hürmeti min kal kılup şuarai hazainü'rrahman müellifi mumaileyhin sa'yini meşkur ve husulı emniyye ve amaliyle kalbini mesrur eyleye amin. meclisi vala azayı kiramı maarifiktisamından saadetli subhi beyefendi hazretlerinin himmet buyurdukları takrizdir: görmedi cevheri verayı suhan amedi ziasuman becayı suhan medlulunca güzel sözden kıymetli cihanda bir şey olmadığı erbabı indinde müsellem ve tabı asarı selef ikmalı insaniyet u şeref itdigi emri gayrı müphem olmağla erbabı hüner u marifet mütalaai asarı pişin ve cemi eşar olunarak cevheri giranmaye iderek ahlafa birer bergüzar yadigar itdiler. lakin hayli zamandan beri itibar ve tetebbua şayeste bir tezkiretü'şşuara tedvini müyesser olamayup asarı müteahhirin mecmuai efkarı cühal gibi perişan ve şuaranın tercümei halleri zatları gibi matmusı pençei nisyan olmuştu. mahsudı isarı evvel ve pesendidei cemii düvel olan ahdı hümayun hazreti abdulmecid hanı gazi'de her nev ilm u hüner mücellayı teyessürde cilveger olmasıyla nazm u nesrde asarı dürri manzum ve mensur gibi makbul olan şuarayı benamdan fatin efendi bu defa salim efendi tezkiresi'ne zeyl olmak üzere cemine himmet buyurdukları tezkirei latife mütalaaya şayan ve calibi sitayiş u istihsan olduğu itiraf ile beraber tebrik ve tes'id ve sayei maarifpirayei hazreti şehenşahide nice nice asarı nafiaya muvaffakiyetlerini arzu ve temenni eyledigimi te'yid eylerim. medinei münevvere kadısı faziletli tevhid efendi hazretlerinin takrizidir: hamd u sipas ve şükri bikıyas ol mübdii mübdeata sezadır ki kemali icaz üzre kur'anı mübini münzel ve tahmirgerdei yedi kudreti olan tineti ademi mücellayı ilm u irfan kılınmağla insanı kudsiyandan efdal kıldı salavatı vafiyatı ruşenbeyan vema yentiku ani'lheva aftatı maşrık inhüve illa vahyun yuha aleyhi mine'tteslimatı ezkaha hazretlerine ahradır ki ityanı bürhanı tibyanı fe'tü bisuretin min mislihi ile erbabı belağatı ifham ve ilanı hücceti ene efsahu'larap ile ashabı muhacce ve fesaheti ilzam buyurdular. ve al ve ashabı saadetintisab hazeratına şayandır ki sinnei elsine ile katı elsinei müşrikin ve rivayeti natı paki seyidi'lmürselin eylediler. ve bad bu nakşı rengini reşkbahşayı nigarhanei çini tutukı nevarusı mana ki haclepirayı zihni vakkadı fatindir. maşitai kalemi tarifi tenasubı hüsn ü anında arzı çehrei istiğnayı heftderheft eyledigi bedahete karindir. yeketazı mizmarı belağatfüruşanı hayli fesahat nezdi irfanı vakurlarında hakka ki müellifin bu vadide haizi kasabu'ssabak olduğu ezharu mine'şşems ve ebyeni mine'lemsdir. felillahi darruhu vecealallahu sayehu meşkura: meclisi maarifi umumiye azasından faziletli ahmed cevdet efendi hazretlerinin himmet eyledikleri takrizdir: metalii mehasini mecamii tahiyyat divanı ehadiyyetünvan ve bedayii meyamindevayii salat bargahı risaletpenahı hatimetmeaba arz u teslim ve pişgahı hidayeti destgahı al ve ashaba tamim kılındıktan sonra duayı vacibu'liddiayı padişahı islama bu vechile girizgah olunur ki şuarayı benamdan fatin efendi, salim efendi tezkiresi'ne zeyl olmak üzre, gerek eslaftan tercümei hali nakşı sahifei tahrir kılınmamış olan ve gerek muasırinden bulunan şuaranın tercümei halleriyle bazı asarını cem iderek hüsni edayı münşiyane ile silki beyana çeküp hatimetü'leşar ismiyle tesmiye itdigi işbu mecellei cemile ve manzumei celile mısraı bercestei mecmuai ezman olan zamanı maarifşanı şahanenin nahnu fi bahsihi bir zeyli celilü'litibar olarak hakka ki bergüzidei asar ve ahlafa bir güzel bergüzar olup egerçi sahifei alemde ibkayı asar ile eslaftan ahlafa yadigar bırakılmak ve tarafı ahlafdan dahi buna nazire olarak eslafı hayr ile yad ve tezkar kılmak bu vezngahı havadisin mısraeyni mukaddem ve muahherinde kadimi bir usul ve nizamı muteber ise de mumaileyh bu babda ahlafdan başka muassırının kendi hakkında hüsni edayı teşekkürünü celb itmiş olduğundan böyle bir eseri cemile muvaffakiyetinden tolayı cümle şuara tarafından tebrik olunur. ancak her asrın asarı padişahı asrın ilm u maarife rağbet ve itibarı muvazenesince olduğundan gerek sadrı selefde ve gerek asrı halefde duayı selatini maarifelifi serlevhai asar u tesanif kılınageldigi cihetle varakgerdeni divanı atifet u ihsan, şirazebendi ceridei emn u eman essultan ibnü'ssultan sultanü'lgazi abdülmecid hanı gazi efendimiz hazretlerinin duayı bekayı şevket u şanı hatimei kelam u şahbeyti keşidei meram kılınır. burusa esbak kıbrısizade faziletli ismail hakkı efendi hazretlerinin işbu tezkirei acizanemizin hitamına dair tanzim eyledigi tarihi yektadır: haleb kadısı esbak meclisi nafia müftüsü faziletli şakir efendi hazretlerinin işbu tezkirei acizanemizin hitamına dair inşad eyledigi tarihi bihemtadır: fatini pürhüner gavvası bahrı gevherin mutad ider gevherfüruşan daima kendinden istimdad ne rana cem idüp ashabı tabı eylemiş tedvin ne rengintavr ile koymuş bu dünyada güzel bir ad selefde gerçi gördük nice asarı hiredfersa bunun manendini kimse cihanda itmemiş irad seza olsa hezar encüm virirdim müşteri dirmiş harabdarım ne dirlerse disinler her çi bad abad okundukça bu nadide eser dürr eylesin allah fatini pürkemalin daima her haline imdad yazup takrizgune bibedel tarihini şakir fatini pürhüner kıldı bu ehli hali bir bir yad zamanı devleti şahenşahı hünerverde pür oldu ehli maarifle serteser dünya tırazı nüshaı şevket ki sayesinde anın nice güzide nevasar olmada peyda birisi işte ez an cümle bu kitabı nefis ki misli olmadı manzurı didei füseha nice kitab ki herbir fusulu manidar nice fusul ki her fıkrası nüketpira degil kitab bu bir genci pürletaifdir misali kenzi dili şairanı mucizeda mübeyyen neveseri muteber ki serteser yazıldı tercümei hali zümrei şuara bu gune bir eseri dilpezir ve misli adim karini rağbeti ehli maarif olsa beca ale'lhusus ola piraneye bahşı ağuşu yegane sadrı reşid seramedi vüzera sütude asafı zişan veziri biakran hidivi nazm u cihanbanı kişveri mana ne nüshadır bu ki feyzi edayı paki virir demi mütalaada çeşmi ruha tab u cila zehi kitabı fesahatnisab kim yazdı fatin efendii nazmaverii hünerara dakikadanı mezamini muşikafı suhan güzide şairi devran u münşiyi yekta hemişe zatı dü alemde kamyab olsun bihakkı nazmı celil hudayı bihemta hitamına bu kitabın teşekküren hakkı olundu bu iki tarihi cevherin imla yapıldı tezkirei nev belütfi rabbi celil menakıbı şuara zeyli oldu vasfa seza zamanı madeletinde cenabı padişehin pür itdi alemi ehli maarifin hüneri fatin efendi de virdi zamanı adlinde bu nev eser ile bezmi kemala zib u feri yapub bu tezkirei biadil u bimisli getirdi yada nice nüktedan u nükteveri olundu işte nüvişte hurufı hecada esamiyi şuaraya ihale kıl nazarı yazıldı yani yüz otuz sene hilalinde bu alemi vatan itmiş suhanverin eseri yapılmadı ana manend tezkire şimdi bulundu madeni fenn u maarifin güheri nezaresinde letafet o mertebe var kim virir deruna safa hep heba ider kederi olundu mısraı tarihi taliba tanzim fatin efendi'ye oldu atayı hak eseri kemal u marifet ehli ider pesend u kabul bu nev kitabı güzide halelden oldu tehi seza yazar ise vacid misali dürr tarih fatin efendi kitabın tamam kıldı zehi cenabı abdulmecid ol şehi melekseyri ebednümun ide hakk bir seriri dadgeri mehasini nazarı padişah çün mehzul bekam olmada alan hünerverin beheri açıldı mektebi irfan okunmada şimdi maarifin zerendudı nushai hüneri ulum u marifet u danişi kemal u fünun olunca şahı cihanın bu rütbe muteberi hurufı marifeti zibi levhai ezhar heman itmede asrın şahenşinasları bu şevk u haiş ile kıldı himmeti mamur fatin efendi zebangeri tiği nükteveri menakıbı şuarada nazir u misli adim kitab eyledi te'lif ihale kıldı naziri beyanı mümkün olan karnı mazi vü halin esamii büleğası bütün kalemgüdarı muvaffak eyleye emsaline huda itdi maarif ehline nevyadigar bu eseri kitabı gaybdan aldım resa bu tarihi fatin efendi kodu nev zehi bihin eseri tezkirei hatimetü'leşar sipası bikıyas meliki'nnas ünvanı celiliyle mevsuf ve mümtaz olan halıkı künh ü esas hazretlerine seza vü revadır ki nevi beni ademi ahseni takvim üzre mahluk ve nimeti natıka ile merzuk eylemiştir. güldestei salat u selam ol fahrı enamın reşkaveri gülzarı cinan olan ravzai muattarasına takdim ve tebliğ olunur ki ümmeti merhumesi ümemi salifeye her halde müreccah ve her cihette cümlesinden eblağ u efsahdır. zebanı tardiyye evladıkiram ve ashabı zevi'lkadri ve'lihtiramı haklarında gevherefşanı te'diyedir ki her biri bahrı fezail ve mekadirin dürri yektası ve madeni ilm u kemalin gevheri bihemtasıdır. fi'lcümle ashabı güzin hazeratından olup beyne'lfüseha şir u inşası makbul ve merğub olan natguyı cenabı peygamberi kab bin züheyr hazretleri evaili hallerinde medayihi aliyyei hazreti nebevi'yi şamil bir kasidei güzide tanzimiyle fihristi ceridei celalet şehbeyti kasidei risalet sultanı enbiya sipehsaları etkiya aleyhi'sseniyyü'ttahaya efendimiz hazretlerinin huzurı faizü'nnur risaletpenahilerine arz u takdim eylediklerinde kasidei mezkure mahzuziyeti aliyei cenabı peygamberiyi müstelzim olmuş olması cihetiyle kasidei mezkureye caize olarak o esnada telebbüs buyurmuş oldukları hırkai şerifeleri madihi müşarünileyhe iksa vü ihda buyrulup nazımı müşarünileyh rahilebendi darı ahiret olduktan sonra zikr olunan hırkai şerife iptida hulefayı emevi'ye canibine ve muahharen devleti aliyyei osmaniye eyyedellahü taala ila yevmi'latiye tarafına nakl iderek sarayı hümayunda mahalli mahsusada mahfuzı gencinei tazim u tekrim kılınmış olmağla her şehri siyamı mağfiretittisamda ziyaretleriyle teşerrüf olunmakta olduğu mustağnii tarif u beyandır. işbu nimeti vacibü'lmahmidete yani zikrolunan hırkai şerifenin dersaadet'e şerefi nakline kasidei mezkure sebebi müstakil olmuş olduğundan nazımı müşarünileyhin isrinde bulunmak emniyyei halisesiyle selatini izam hazeratından bazıları sahai şire isperanı rağbet olup çevganı himmetleriyle kuyı şöhreti rübude eylemişlerdir. hususiyle selatini izam müşarünileyhümden bin seksen üç tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup bin yüz on beş tarihinde erikepirayı saltanat ve bin yüz kırk dokuz tarihinde azimi suyı cennet olan sultan ahmet hanı salis hazretleri dahi gah u gah nazmı eşara himmet buyurmuşlardır. hatta kıta: çerağımsın benim sen hem veziri nüktedanımsın nazirin yok sadakat ile meşhurı cihanımsın beni sen eyledin davet ne mümkün eyleyem ben red derununda olan mihrim gibisin hırzı canımsın kıtai münifesi dahi eseri kalemi renginrakamları olduğu bazı asarda mütalaagüzarı acizi olmuştur. yine selatini izam tabe serah hazeratı sülalei tahiresinden bin yüz yetmiş beş tarihinde zibaveri kehvarei vücud olup bin iki yüz üç tarihinde revnakdihi hilafet ve bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde şaribi şehdi şehadet olan sultan selim hanı salis hazretlerinin dahi asrı maarifhasrı mülukaneleri şuarasını teşvik u terğib niyeti halisesiyle aralık aralık tanzimi eşarı gevherayar buyurmuş olduklarına. ruz u şeb didelerim derdin ile kan ağlar vakıf olan benim esrarıma her an ağlar kimse fehm itmedi hayfa ki nedir maksudum gice gündüz ne içün didei giryan ağlar dağı sinem göricek hun ile alude benim rahm idip halime ezharı gülistan ağlar gördü çün derdi dili zarımı rahm itdi tabib didi ey hastai hicran sana derman ağlar yine rahm eylemez asla bana ol afeti can beni bimari görüp halime yaran ağlar gam degil bilmez ise halı derunum ol yar fehm ider niyyetimi sahibi irfan ağlar derd ile ruyuna bakdıkça senin ilhami gerçi handan olur amma cigeri kan ağlar gazeli bibedeli şahidi adildir. ennas ala dini mülukihim kelamı latifi ve fehvayı münifi üzre her bir asırda bulunan ashabı tabiat tahsili sanayii şiriyyeye sarfı nakdinei gayret ve nice nice eşarı güzide ve asarı pesendide nazm u inşadına bezli vusu makaddiret eylemiştir. iptidayı saltanatı seniyyei osmaniye'den bin yüz otuz beş tarihlerine kadar güzeran iden şuaranın tercemei ahval ve bazı eşarı renginmeallerini cami erbabı maarif taraflarından müteaddid tezkireler tertib ve tanzim olunmuş ve muahharen tezkiretü'şşuara tertib ve tanzimine muvaffak olmuş olan sudurı izamdan mirzazade salim efendi ile ecillei ricali devleti aliyyeden safayi efendi merhumlar tezkirelerini bin yüz otuz beş tarihlerinde residei hüsni hitam iderek hatmı kelam eylemiş olduklarından tarihi mezkurdan asrı maarifhasrı cenabı şehryariye gelinceye degin işbu cisri fenadan nüzhetserayı bekaya mürur u ubur iden şuara ile muassır olduğumuz şuarayı şiraranın haklarında dahi tezkiregune bir eser tertibi bazı ashabı kemal taraflarından bu abdi hakir fatini pürtaksire emr u ilhah buyrulmuş olduğuna ve niamperverdesi olduğumuz şehenşahı cihanşah şehryari felekiktinah padişahı bahr u berr kişvergüşayı iskendereser padişahımız e'ssultanü'lgazi abdülmecid han ibnü'ssultan mahmud han ibnü'ssultan abdülhamid han etalallahu taala ömrehu ve edama ikbalehu hazretlerinin asrı maarifhasrı mülukanelerinde herbir sahibi marifet bir gune ibrazı malumat u kudrete sarfı himmet eylemekte olduğuna binaen bu kem bidaa dahi tarihi mezkurdan bu zamanı sadiktirana kadar şir ile me'luf ve maruf olup irtihalı darı beka iden ashabı maarif ile mevcud olan şuarayı belagatpiranın mümkün mertebe tercemei ahval ve bazı eşarı renginmealleriyle o sırada; genc u mar u gül ü har u gam u şadi behemend mısraı müfadınca şair geçinen bir takım herzetırazların dahi bazı güftarı dihkasarını sebt u kayd eyleyerek hatimetü'leşar isminde acizane ve fakirane bir tezkire tanzimine cüret eylemiş olduğumdan ashabı fehm u zekadan niyaz ve matlab oldur ki bu sırada vaki olan hata ve noksanı acizaneme atfı nigahı tayib eylemeyüp sehv u hatayı hakiranemi dameni tashih ile mestur u puşide buyuralar. vebillahi'ttevfik. harfı elif kıta nigahı iltifatın mayedarı izz u şan oldu hitabı müstetabın ruhbahşı cism u can oldu acep mi kılsan ihya makdemi lutfunla hünkarım kulun bir zerreyim zatın bana mihri cihan oldu nazımı maarifpira sadrı esbak damad ibrahim paşa karaman sancağında vaki nigde kazasında ka'in kadimi maşkara ismiyle maruf iken muahharen müşarünileyhin desti mimarı lutf u himmetiyle kesbi me'muriyet u abadani itmiş olan nevşehir nam kasabai latifede zinetefzayı gülzarı vücud olup bin yüz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve sarayı hümayunı mülukane teberdaranı silkine bir müddetcik ikametle sarayı mezkur evkafı kitabetine nail ve müddeti kalile zarfında yazıcı halifeligi hizmetine vasıl olarak cennetmekan gazi sultan ahmed hanı salis hazretleri zamanında sureta darü'ssaade ağası yazıcısı ve manen hakanı müşarünileyhin mukarrib u sevgilisi olduğu halde güzarendei subh u şam iken çorlulu ali paşa sadaretinde ki bin yüz yirmi bir senesi şehri saferinde haremeyn muhasebeciligi mansıbı uhdesine tevcih olunmuş ise de o esnada baltacı mehmed paşa'nın saniyen makamı sadarete kuudu cihetiyle beynlerinde olan münafeseye binaen senei mezkure şehri recebinde betariki'nnefy mahrusai edirne'ye azimet ve üçdört sene müddet ikametden sonra sadrı reşid ali paşayı şehid zamanında dersaadet'e avdet ve mansıbı kadimi olan mezkur haremeyn muhasebeciligi hizmetine nakl u ricatla o esnada orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibinde biraz vakt geşt u güzardan sonra ruznamçei evvel mansıbına ve badehu emiri ahurı ula memuriyetinebi'lvüsul bin yüz yirmi sekiz sali meyaminfalinde uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih kaimmakamlık mesnedi celiline nail ve yüz yirmi dokuz senesi şehri rebiü'levvelinde sıhriyyeti cenabı şehryari şerefine dahi mazhariyetle mümtazı akran u emasil buyurularak bin yüz otuz senesi şehri cemaziye'lahiresinde makamı valayı sadarete ikad ve ol vechile neyyiri ikbal u iclali isad buyrulup infazı ahkamı padişahı keremmutad itmekte iken bin yüz kırk üç senesi şehri rebiü'levvelinde güruhı mekruhı mülganın şemşiri fesadlarıyla işhad olunup dersaadet'de şehzade camii şerifi civarında vaki ismine mensub olan medresei münifesi cünbünde kain kabristanda bazı eczayı vücudu süpürdei hakı ıtrnak olmuştur. müşarünileyh kesirü'lhayrat bir veziri hayrayat olup mikdarı asar u hasenatı müstağnii tarif u beyandır. hasretinle ruz u şeb giryan olan çeşmimdir ol iştiyakın ile hunrizan olan çeşmimdir ol döndü aşkınla senin deryaya eşkim ey peri katresi bir lüccei umman olan çeşmimdir ol ney gibi efgan iden bezminde dildir sakiya badeasa kıpkızıl cuyan olan çeşmimdir ol bisteri hicranda subh u mesa kan ağlayup çeşmi mestim gibi biderman olan çeşmimdir ol göreli gül hüsnünü bülbül gibi dilbestedir ihsanasa ruyuna hayran olan çeşmimdir ol nazımı mumaileyh mehmed ihsan efendi ati'tterceme cevdet efendi merhumun hemşirezadesi olup metruk başmuhasebe kalemine bir müddetcik müdavemetle on yedi yaşında bir nevcüvanı sahibirfan iken bin iki yüz elli beş senesi hilalinde mahı hayatı münhasifi memat ve cismi nazenini puşidei ebri rahmeti bigayat olmuştur. mumaileyhin eşarı rengin ve güftarı kendi gibi latif u dilnişin vaki olmşudur. kıta gönül ister ki devr itsin felek kendi meramınca felekden o felek ondan haberdar olmamış bildim şuunatı ilahi hem tabiat seyrini anlar aristalisi tedkikatı ahmed kalmamış bildim nazımı müşarünileyh ahmed paşa cezirei mora'da kain arhos kasabası müderrisi ali efendi nam bir zatın mahdumu olup pederi vefatında yerine müderris ve bi'lahire tebdili tarik iderek kisvei mültezimini labis olduğu halde bazı mahallerde mütesellimlik ve voyvodalık ile bir müddet güzarendei eyyam olduktan sonra kendisine kapıcıbaşılık rütbei refiası bi'ttevcih naili meram ve bin yüz elli sekiz tarihinde uhdesine rütbei valayı vezaret tevcihiyle ikram buyrularak cezirei mora'ya ve müddeti kalile zarfında bi'linfisal birkaç mahalle dahi vali nasb u tayin buyurulmuş ise de muahharen terki dağdağai vezaret eyleyerek vatanı asliyesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp bin yüz yetmiş tarihinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. müşarünileyhin vatanı aslisi olan arhos kasabasında pırhasa denilen sebze gayet cesametlice olduğundan ve ahalii kasaba ekline mecbur bulunduğundan mütercimi müşarünileyh zamanında pırasa ahmed paşa lakabiyle şöhretşiar olmuş olduğu tahkikgerdei acizi olmuştur. hüsni mir'atında aksi aha gisu koymuş ad kasei mühre müzab itmiş gülü ru koymuş ad berki ruyiyle iki tiği siyehtabı o mah itmiş iki gurrei rahşende ebru koymuş ad darçini hiddeti kafurı vazı baridi haveni sengini dilde mezc idüp hu koymuş ad eşki terden fitnei haşrı kaza sirab idüp eylemiş nahlı mücessem kaddi dilcu koymuş ad hat çeküp remmalı hüsn ismin dimiş çini cebin dökdügü her noktaya bir hali hindu koymuş ad penbeyi ol şuh idüp sihr ile şahı yasemen kol atınca bağı hüsne simi bazu koymuş ad eyle ihya şivei icazı hüsne bir nazar nergisi guya idüp çeşmi suhangu koymuş ad nazımı mumaileyh şerif yahya ihya efendi galata'da vaki arab camii şerifi imamı müteveffa mahmud efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz sekiz senesi hilalinde inayet eyledi sultan selim ihya rüus oldu tarihi müfadınca bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olarak usulı tariki vechile vasılı muvassilei süleymaniye olmuş iken bin iki yüz yirmi sekiz salinde intikal eyledi şair ihya tarihi mantukunca darı ukbaya müntakil olmuştur. dili bimarı sual itmege canan geldi mürdei hecr u firaka yeniden can geldi derdi firkatle zebun olmuş idi hayli zaman bu gün ol afeti gördüm bana derman geldi yine mehtab idecek sen dili nalanda bu şeb burcı hüsnün mehi tabendesi mihmangeldi bade sun nuş idelim zevk iderek ey saki ki bu dem meclise canan yine handan geldi kaçan ihya güli ruhsarei yari gördü defi gam eyleyüp asayiş ile yan geldi nazımı mumaileyh elhac yahya ihya beg ati'tterceme begligçii divanı hümayun esbak izzet beg merhumun biraderi valagüheri olup sarayı hümayunda neşv ü nema bularak cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri zamanında tüfenkçibaşılık rütbesini haiz ve bi'lahire kütahya defter eminligi nanparesiyle miyanı çırağanda mütemayiz olduktan sonra bir müddet rumeli ve anadolu caniblerinde bazı memuriyeti cesimede müstahdem ve bahusus karahisarı sahib muhassıllığıyla muğtenim ve bir aralık uhdesine rütbei salise tevcih ve ihsaniyle beyne'lakran muazzez ve mükerrem olarak muahharen muhassallıkı mezkurdan mazulen dersaadet'e mevsul olup üsküdar'da kain hanesinde ikamet üzre iken bin iki yüz altmış yedi senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. gönülde tiri müjen bir nihali zibadır dirig barı anın bağı dilde eyvadır figan u nale vü gül dergehinde sultanım garaz bu halı dili haki paye inhadır cemali yare nazar kılmadan gına gelmez o şahı mülki melahat acep temaşadır siyahı zülfi hamenderhamı şebi tarik ruhı münevveri bir mahı alemaradır cemali yar ki gülzarı hüsn ü behçetdir edib o gülşene dil bir hezarı şeydadır nazımı mumaileyh vakanüvis mehmed edib efendi cennetmekan sultan selimhanı salis hazretleri asrı ricalinden olup bir müddet vakanüvislik ve teşrifatçılık hizmetlerinde bi'listihdam meclisi cennatı firdevse nedim olsun edib tarihi natık olduğu vechile bin iki yüz on altı tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh tavr u tarzı acib bir şairi edib olup bir kıta tarihi ve bazı mertebe eşarı dahi vardır. halimi arz it saba dildara allah aşkına şurişi dilden haber vir yara allah aşkına ey tabibi hazıkı nabzaşiyanı derdi dil hastai hecrim bana bir çare allah aşkına vir zekatı busei kalayı hüsn ü anını saili derkefasayı zara allah aşkına ruşen itsin zulmeti şeb zindedaranı gamı mihri ruyun göster ey mehpare allah aşkına hatırı uşşaka ol gahi tesellibahşı cud karını cevr eyleme yekpare allah aşkına bu tehiceybi visal u cayii hicrana vir nakdı hüsnünde şeha bir pare allah aşkına harfı vaslı kakülün ketm it lisanı şaneden keşfi esrar eyleme ağyara allah aşkına küştei saturı hunrizi nigah olsun gönül bismilasa idi vaslı yara allah aşkına eylemişken vaslın ikrar ile ishak'a kerem var mı ol lutfu mecal inkara allah aşkına nazımı müşarünileyh şeyhülislam ishak efendi şeyhülislamı esbak ismail efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bir müddet teftiş ve kısmet memuriyetlerinde bulunduktan sonra izmir mevleviyyetine ve badehu istanbul kadılığı mesnedi refiine ve bin yüz kırk bir senesi anadolu sadaretine mevsul ve hasbe'lkader sadareti mezkureden mazulen alatarikü'nnefy ibtida kütahya'ya ve muahharen kasabai izmid'e menkul olup kasabai mezburede ikamet üzre olduğu halde yüz kırk altı senesi rumeli sadareti payesi kendisine ihsan buyrularak bir mah mürurunda makamı valayı meşihata revnakdihi kadr u şan buyrulmuş iken bin yüz kırk yedi senesi hilalinde eceli mevudiyle azmi kurbgahı cenabı rabbi mabud eylemiştir. müşarünileyh cemi ulumı aliyeye aşina bir fazılı bihemta olup şifayı kadı iyaz'a bir kıta tercemesi olduğundan fazla on bir aded natı şerifi peygamberiyi cami bir kıta divançei dilnişini ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı eseri regini vardır. nazm encümengahı fenadan nice oldumsa nihan levhi kabrimde de namım olur elbet pinhan umarım rahmeti settar u kerim u hayy'dan cürm ü isyanımı da setr ide keffi mizan nazımı mecmuai hünermendi mollacıkzade ishak efendi dersaadet'de kademnihadei mehdi vücud olup bin yüz kırk üç tarihinde tariki tedrise duhul ile bir müddet sonra edirne mevleviyyeti ve yüz yetmiş altı senesi mekkei mükerrevleviyyeti payei muteberesini ihraz ve yüz seksen üç senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz doksan dört senesi anadolu ve doksan beş senesi rumeli sadaretlerine mukarenetle beyne'lemasil kesbi imtiyaz itmiş iken senei mezbure hilalinde sadareti merkumeden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. naşı mağfiretnakşı tabhanei amire civarında vaki kapudanı esbak merhum elhac ibrahim paşa camii şerifi makberesinde medfundur. müşarünileyhin balada mestur kıtasından başka asarına zaferyab olunamayup kıtai mezkure dahi kendi zadei tabı olarak sengi mezarında mukayyed bulunmuş olmak takribiyle nakli ceridei acizi kılınmıştır. zehr urup sinedeki zahmıma merhem yerine kase kase içerim hunı dili dem yerine ayşı yekruzei sad sale humaraverdir koyalım kim bu fena bezmini alem yerine ol bütün nakşı bahariyyei hüsnünde huda bir güzel gonca komuş gül yüzüne fem yerine naleler eyleyerek lutfuna irdik ahir eyü sarf olmuş imiş suzişi nalem yerine tavrımız hayli pesendidedir amma esrar komadı gitdi o afet bizi adem yerine nazımı mumaileyh mehmed esrar dede dersaadet'de serzedebüruzı alemi rumuz olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile galata mevlevihanesi'nde çilekeşi fakr u faka olarak ol vakt hankahı mezkurun postnişini irşadı şeyh galib efendi merhumun hemdem u celisi ve mahrem u enisi olduğu halde hiç bir vakt u demininey u meyle itlaf ve israf itmeyüp nakdinei evkatını iktisabı cevahiri maarife sarf eylemekte iken bin iki yüz on bir salinde tariki sikkei hayat olup tennurebendi hankahı memat olmuştur. merkadı paki dergahı mezkur kabristanında medfun fasih dede merhumun kabri şerifi ittisalindedir. vefatına süruri efendi'nin inşad eyledigi tarihdir; hayflar göz yumup esrar dede sır oldu. mumaileyh bişnev esrarına agah bir dervişi sahibnigah olup eşarı suznak ve güftarı pakenderpak vaki olmuştur. bu şeb mestane bezmi fikre ol ruhı revan geldi kıyas itdim ki cismi mürdeye şevk ile can geldi nola can içre saklarsam hadengi gamzei yari bu tirin her biri ol kaşı yadan armağan geldi gönül sad şevk ile raksan olursa var yiri zira bu şeb ağuşı hülyaya o şuhı mumiyan geldi görüp bu dudı ahım dameni dildarı terk itti rakibi bedlika fehm itdigim işler duman geldi nisar itdim o şuhı bivefaya cümlei varım fakat can nakdi kalmışdı anı da aldı yan geldi rakibi kinecuya karşı ey şuhı sebükmeşreb bana böyle hafifce aşinalık pek giran geldi senin şevki kudumunla kadehler başladı devre meyinde aksi ruyunla biraz benzine kan geldi o şuhun naili azarı olmuş galiba esrar deri dildardan zira bu gün pek şaduman geldi nazımı mumaileyh esrar efendi aydınoğlu tekyesi şeyhinin ferzendi ercümendi olup evaili halinde dairei hümayunı mülukaneye memur ve çırağ buyrularak bir müddet hanendeganı şehryari çavuşluğu hizmetinde istihdam olunduktan sonra dairei hümayundan ihraç olunup tekyei mezkurede iskan ile imrarı leyl u nehar itmekte iken: tuyıcak ahbabı fevtin didiler tarihini vay vay esrar efendi aramızdan oldu sır tarihi mealince bin iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azimi darü'lkarar olmuştur. mumaileyh esrarı şire mahrem bir şairi mucizdem olup eşar u güftarı müstahsen ve müsellem vaki olmuştur. kıta büride eyledim tarı ümidi ben alayıkdan anınçün bilmezem nef u zarı asla halayıkdan acep mi tirehatır olmasam amedşudı gamdan tehidir serbeser sahnı dilim gerdi avaikden nazımı maarifpira esad paşa sadrı esbak köprülüzade şehid mustafa paşa merhumun mahdumu olup bin yüz yirmi dokuz tarihinde uhdesine rütbei saminei vezaret bi'ttevcih egriboz muhafızlığına revnakbahşa ve badehu cezirei girid'de vaki hanya mansıbına ve muahharen mansıbı kandiye eyaletine tebdil olunup yüz otuz sekiz tarihinde kendisi debdebei vezaretden iba iderek mansıbı mezkurdan istifa itmiş olduğundan rütbei vezaretin uhdesinden sarf u tahviliyle eyaleti mezkure mahsulü tekaüdlük vechile kendisine ihsan ve ita buyrulup o suretle resmo nam mahallde imrarı subh u mesa itmekte iken bin yüz otuz dokuz salinde azmı darı beka eylemiştir. müşarünileyh sahibü'llika bir veziri sahibseha olup hecri mahlasında bazı eşarı olduğu mervidir. ne ol peri gibi bir dilrüba görülmüştür ne ana bencileyin müptela görülmüştür olur mu safhai ruyi hataverine nazir hezar nüshai ibretnüma görülmüştür o ebruvan gibi sanma hilal u sununda selisi matlaı garra dila görülmüştür hevayı mutrib u meyden geçer mi rindan kim teraneler işidilmiş safa görülmüştür hakikata nazar it durbin isen zahid mecaz ayinesinden riya görülmüştür keminemanzarı dehr ol ki çesmi suzundan nigahı ibret ile masiva görülmüştür safayı rü'yetini esad idemem tabir o yar düşde dahi vakıa görülmüştür. nazımı müşarünileyh şeyhülislam mehmed esad efendi dersaadet'de bin doksan altı tarihinde şeyhülislamı esbak müteveffa ismail efendi'nin sulbünden sahai vücuda mevrud olup yüz yirmi iki tarihinde haric rütbesiyle silki müderrisine dahil ve bir müddetten sonra müfettişlik hizmetine ve badehu fetva eminligi hizmetine ve daha sonra selanik mevleviyyetine nail olduğu çok vakt mürur itmeksizin mekkei mükerrevleviyyeti payei aliyyesini bi'lihraz rumeli canibine sevk olunmuş olan orduyı hümayun kadılığı cahı mefharetiktinahına dahi vasıl olarak yüz elli yedi tarihinde rumeli sadaretine ve yüz elli dokuz tarihinde saniyen sadareti merkumeye revnakbahşa ve yüz altmış bir senesi şehri recebinde mesnedvalayı meşihata zinetefza buyrulup yüz altmış iki senesi şehri şabanında makamı fetvadan azl ve gelibolu nam mahalle nakl ile bir müddet ikametden sonra dersaadet'e avdet ve bin yüz altmış altı salinde darı bekaya rihlet eyleyüp ruhı pürfütuhu dahili surda vaki aşık paşa mahallesinde kain pederi müteveffayı müşarünileyhin asarı hayriyyesinden olan camii şerif haziresinde muntazırı rahmet olmuştur. müşarünileyh efdalı füzela ve alemi ulema bir şairi bihemta olup fenni musikide kemal u mahareti ve ulumı sairede dahi akran u emsaline her vecihle tefevvuk u rüçhaniyyeti olarak tefasiri şerife'ye dair nice nice eseri muteberi ve fenni musikiye müteallik birkaç adet risalei şevkaveri olduğundan başka mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. hayli uşşaka kesel virdi zuhurı hattın aleme tiz yayılır kara haber çok sürmez nazımı mecmuai serbülendi hamzazade mehmed esad efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik izmir kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra binyüz seksen tarihinde azimi darı cinan olmuştur. tanı rakib manii teşrifin olmasın sen kalma ana gel kerem ile mürüvvet it ögren lisanı asr u rüsumı zamaneyi bak tabı nasa vakti münasib tekellüm it nazımı mecmuai hünermendi meşalecizade esad begefendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade itmekte iken bin iki yüz sekiz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. cennet içre kıla esad beg'i hemdemi süeda mısraı vefatına tarihdir. nerm ise ger meşrebin pamal olur yine adu badei şişeşiken olmaz mı mağlubı kedu gurre olma mestii ikbale aklın var ise sernigun olur ayakdan mest yapıldım deyu türşii ruyı şita feyzi bahar iras ider naili vuslat olur ahir cüvanı tündhu şemmehah oldum riyazı arızı canandan ıtrbahşı hatır oldu didi ya bir iş mi bu bir içim su cüstcusudur seni seyyah iden esada deryayı gurbet içre böyle subesu nazımı müşarünileyh sahhaflar şeyhizade vakanüvis elhac mehmed esad efendi dersaadet'de bin iki yüz bir tarihinde arayişdihi mehdi vücud olup istidadı zatiyesi muktezası üzre unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek tariki pürtevfiki tedrise nail ve hasbe'listitaa beyne'lefazıl mümtazı emasil olup niyabet suretiyle birkaç defa rumeli ve anadolu canibine azimet ve bir müddetden sonra dersaadet'e avdet eyleyüp dersaadetçe bazı gune hidematı şeriyyede istihdam ile imrarı subh u şam eyledikten sonra iki yüz otuz dokuz senesi vakanüvislik memuriyeti ve iki yüz kırk dört senesi üsküdar mevleviyyeti uhdesine tevcih u ihsan buyrulup bi'lahire takvimhanei amire nezaretine ve iki yüz kırk dokuz senesi istanbul kadılığına revnakbahşı izzet ü ikbal ve bir müddet sonra cahı sefaret memuriyetiyle iran canibine azimet ve bir sene zarfında tekmili hizmeti memuriyet eyleyüp dersaadet'e muvasalatı hengamında tahaffuzhane nezaretine ve badehu azadan olmak üzre meclisi valayı ahkamı adliyeye ve iki yüz elli yedi senesi nekabet makamı aliyesine ve iki yüz altmış senesi rumeli sadaretine ve iki yüz altmış iki senesi mekatibi umumiyye nezaretine sayeendazı fazl u kemal buyrularak iki yüz altmış dört senesi evaili saferinde meclisi maarifi umumiyye riyasetine memuriyetini müteakıben irtihalı darı beka eyleyüp ruhı şerifi nahlı tuba'da aşiyansaz ve cismi latifi ayasofya camii şerifi civarında vaki yerebatan mahallesinde kaini ihyagerdesi olan kütüphane havlusunda defini hakı niyaz olmuştur. müşarünileyh sahhaflar şeyhizade dinmekle arif bir zatı şerif olup cenabı maarifmeabının bir kıta müretteb divanı belagatünvanı ve bir adet mükemmel münşeatı fesahatbeyanı ve güruhı mekruhı mülga haklarında üssi zafer isminde bir kıta nusretnamesi ve müstazraf nam tarihe bir kıta tercemei letafetallamesi vardır ki müşemmil olduğu sanayi u bedayiin tarif u tavsifi hayyizi imkanda degildir. natışerifi dü alem nurı zatından eserdir ya resulallah vücudundan halayık behreverdir ya resulallah cebinin ahteri burcı hidayet ehli irfana dü çeşmin manzarı levhi kaderdir ya resulallah nihalin sayesi mürgi hümadır hake meyl itmez uluvvı şanına bürhanı ferdir ya resulallah dili uşşakı bülbülveş nevasaz eyleyen her dem cemalin goncasından buyı terdir ya resulallah aduyı bedzebana cayı emn olmazdı dünyada veli asarı feyzin serteserdir ya resulallah ne mümkündür beşer künhi şerifin eyleye idrak sana vassaf olan rabbi kadirdir ya resulallah şefaatla bula fevz u felahı esadı asi eger olmazsa hali derbederdir ya resulallah nazımı mumaileyh ahmed esad efendi manisa müftüsü merhumun sulbünden bin yüz doksan üç tarihinde medinei manisa'da kademnihadei sahai vücud olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle pederi mumaileyhden bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddet dahi alemi ulema mevlana hace abdurrahim efendi merhumun halkai dersine müdavemet ve hace neş'et efendi merhumun meclisi feyzenisine muvazabatla tekmili nüsahı ilmiyye ve tahsili fünunı farisiye eyleyüp iki yüz otuz dokuz senesi tariki tedrise dahil olarak vatanı asliyyesi canibine azimetle iki yüz elli iki senesi medinei mezbure müftülügü hizmetine ve iki yüz altmış dokuz senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olmaşdur. mumaileyh ilm u fazlı zahir bir fazılı sahibmekadir olup nasihatü'lmüluk nam risaleye türki bir kıta tercemeye dahi muvaffak olmuştur. ve ati'tterceme mütercimi kamus asım efendi'nin tuhfei arabiyye'sinin nısfı ıstılahatına kadar şerhine dahi sarfı himmet eylemiştir. matekaddem tarikatı kadriyyeye mensubiyeti ve muahharen niğde kazası dahilinde vaki bor kasabasında postnişini irşad olup iki yüz altmış beş senesi irtihalı darı beka itmiş olan ati'tterceme şeyh ahmed kuddusi efendi merhumun dahi hilafeti olmak mülabesesiyle zahir ve batını mamur bir zatı faziletmevfurdur. diyarı karelerde mutena bir sur olmuş fes anınçün avrupa kuffarına mahsur olmuş fes ayaklanmış serapa hep sipahı kişveri zülfü fesad u fitneyi bastırmağa me'mur olmuş fes seraser çıktı başdan serseridir şimdi uşşakı görünce ol periruyun serinde dürr olmuş fes düşürmüş püskül u gisuyu kil u kali teşvişe saba tahriki aşub eylemiş pürşur olmuş fes o püsküllü bela yarin başından gitmiyor esad neden bu mertebe cevr itmege mecbur olmuş fes nazımı mumaileyh hüseyin esad efendi izmiri kebir vücuhundan mansurizade mehmet emin efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz altı senesi kademnihadei sahai vücud olup bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nailiyetle ili olan izmir mahkemesinde edayı hizmeti kitabet eylemekte bulunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam gül gibi olmak dilersen şad u handan ey gönül laleveş elden bırakma camı bir an ey gönül nekbeti gerduna olma hergiz ey dil gamgüsar nevbet ile izzetine olma şadan ey gönül bulsa mesken ravzai kuyunda ol alişehin bağı dehri ihtira eyler mi insan ey gönül olmuş aşüfte asifasa o maha aftab seyr ider me'vasını aşkıyla her an ey gönül nazımı mumaileyh mehmed asif efendi kütahya kazasında vaki tavşanlı nam kasabada tennurebendi hankahı vücud olup meşahiri meşayihi mevleviyyeden sakıb efendi merhumun dameni terbiyesine avihte ve hubbu'lkabiliye bir müridi edebamuhte olarak maskati re'si olan mezkur tavşanlı kasabasında muahharen bir bab mevlevihane bünyad itdirüp kendisi dergahı mezkurda postnişini irşad olduğu halde bin yüz kırk beş tarihinde azimi kurbgahı rabbi ibad olmuştur. mumaileyhin eşarı hub u ziba olup tarizden azade vaki olmuştur. sıdkı mahlasında dahi bazı eşarı olduğu mervidir. tarih kademin basdı şerif bin iki yüzde dehre nazımı mecmuai hünermendi ali eşref efendi şeyhülislamı esbak çelebizade asım efendi merhumun akribasından surre eminizade ömer tahir efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile eşref ali efendi mesken ide naimi tarihi mealince bin iki yüz altı senesi hilalinde darü'nnainkul olmuştur. mumaileyhin balada mestur olan mısraı tarihinden başka asarı manzurı acizi olmamıştır. füruğı hüsn ile ol meh şehi alicenab oldu cihanı bendei ferman idüp malikrikab oldu meyaşamana her şam aynı nevruzı füruzandır ki camı cem sipihri bezmi aba aftab oldu firakı nakli gülbusı lebinle girye itdikçe sirişki lali kevnin sakiya reşki şarab oldu meger behzadı vaslın ey büti çin eyleye abad nigaristanı dil badı firakınla harab oldu füsun adabını gamzenden itmiş guyiya tahsil nigahı pürfeninde ey peri hazırcevab oldu siyehkar olsa da balanişinan sudı bahşadır sadef çün dayemendi mayei feyzi sehab oldu kemal u saib ister eşrefa sahnı belagatda sana yarana peyrevlik hayali nasevab oldu nazımı mumaileyh mustafa eşref efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç salinde dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi harbiyye şakirdanı sınfına ilhak olunup mektebi mezkurda tahsili ulumı arabiye ve taallümi fünunı hikemiyyede bulunduğu esnada kethüdazade ati'tterceme arif efendi'den dahi fünunı farisiyeyi bi'letraf tahsil eyleyerek muahharen asakiri hassai şahane alay kitabeti hizmetine memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem rumeli orduyı hümayunu canibine sevk u izam olunmuştur. mumaileyh akranına faik bir şairi müdakkik olup tanzimi kasayidde yedi tula ashabındandır. safhai hüsnün şeha bir gülşeni arestedir belki bağı cenneti ala disem şayestedir aşkına gönlüm virüp aldım hayatı tazeyi nazeninim sevdigim bir dilberi nevrestedir şöyle yakdın ateşi aşkınla hayfa bendeni dudı ahım ebrasa göklere peyvestedir canibi tahlise pervaz ide bir vechile mürgi dil zenciri gisusıyla yarenbestedir gamzesiyle yaralanmakta iken can u gönül kim dimiş eşref belayı yardan varestedir. nazımı mumaileyh mehmed eşref efendi burusa hanedanından kassabzade ali rıza beg'in sulbünden bin iki yüz kırk yedi salinde panihadei sahai vücud olup mahrusai mezbure ulemasından ebezade abdurrahman efendi'den bir mikdar ulumı arabiyye tahsil ve ati'tterceme burusevi osman izzet efendi'den dahi bir müddet fünunı farisiyeyi tahsile sarfı mahasalı kesir u kalil eyledikten sonra mesleki küttaba süluk ile mahrusai mezburede vaki tahrirat kalemine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh şiri latif bir şairi zarifdir. sevdaya saldı aklımı zülfi perişanın senin fütade itdi gönlümü ruhsarı tabanın senin nim iltifatın kesmesin narı firaka yandı ten çekmekdeyim goncedehen cevri firavanın senin göz yaşını itdim revan rahm itmedin taze fidan vaslın dimişdin sen nihan yandırdı hicranın senin sadık muhibbim ben sana lütf eyle vaslın sen bana olan cefa hep bir yana var ise imanın senin efgende kim ebrukeman eşref kulun eyler figan lütf eyle artık elaman şayeste ihsanın senin nazımı mumaileyh eşref efendi şehriyyü'lasl olup mektebi maarifi adliyyede bir mikdar tahsili ulumı arabiye eylediktensonra bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde maliye hazinesi dahilinde vaki varidat muhasebesi ketebesi silkine dahil olmuştur. şemi bezmi yar olup suzan u giryan oldum ah reşk ider alem çerağı hassı canan oldum ah ey güli şadab ümmidi visalinle bu şeb ta seher bülbül misali zar u nalan oldum ah püşt berdivarı hayret kaldım ayine misal resmi ebruyı hilali yare hayran oldum ah badezin cem'iyyeti hatır bana emri muhal kim esiri damı gisuyı perişan oldum ah sihi cevri canıma kar eyledi asaf benim narı aşkı yar ile suzan u büryan oldum ah nazımı mumaileyh muhammed emin asaf beg dersaadet'de bin iki yüz on tarihinde kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul iderek müddeti medide niyabetle mudanya ve kazdağı ve bilecik ve hasköy caniblerine azim ve iki yüz kırk sekiz senesi mevleviyyetle medinei üsküdar'a hakim olduktan sonra iki yüz elli altı senesi evkafı hümayun müfettişi nasb u tayin buyrulup iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azimi firdevsi berin olmuştur. mumaileyh tersane eminizade dinmekle arif bir şairi zarif olup eşar u güftarı hub u latif vaki olmuştur. gazeli natamam devri cem'den bezmgahı dehre ziverdir şarab rehrevanı rahı aşka pir u rehberdir şarab nab u tab ile gezer elden ele ilden ile sed çeker ye'cucı ekdara sikender'dir şarab sureta pendi pederveş telhdir amma müfid namı duhterdir velikin zevke maderdir şarab nazımı mecmuai hünermendi esseyid mehmed emin asaf efendi bin iki yüz otuz altı senesi şehri amid'de kademnihadei mehdi vücud olup tüfuliyetleri hengamında pederleri şehri mezkur ulemasından müteveffa elhac ahmed efendi'nin istishabiyle şamı şerife nakl u hicret eyleyerek evaili halinde müteveffa mumaileyhdenarabi ve farisi ulum u kavaidinden bazı mertebe kesbi malumat ve muahharen yine şamı şerifde mukim eşşeyh yakub buhari nam zatdan fünunı farisiyeye müteallik bazı mezayin u nükatin taallüm u tahsili ile imrarı avan u evkat eyleyüp iki yüz altmış iki senesi dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh nahifüvvücud bir şairi maarifnümud olup hayliden hayli kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide tarh u tanzime muvaffak olmuş ise de muahharen mazbatai eşarını izaa eylemiş olduğundan eşar u güftarı madum u namevcuddur. tarih hacei hacegan didi tarih cayı seyre halife olduk emin nazımı manzumei hünermendi mehmed agah efendi şehriyyü'lasl olup süleymaniye camii şerifi ruznamçeciligi hizmetinde müstahdem iken bin yüz elli sekiz salinde tariki alemi fani ve azimi kurbgahı cenabı rabbani olmuştur. balada mestur tarihinden başka eşarı manzurıacizi olmamıştır. natı şerif senin zatın kamu medhe ehakdır ya resulallah ne denli medh olunsa masadakdır ya resulallah döner tazimine heft asuman olmuş durur şahid güruhı ehli aşka hoş sebakdır ya resulallah siracı nurı hüsnündür iden afakı pürenvar bu kursı şems ana zerrin tabakdır ya resulallah dü alem ehline feryadres zatı şerifindir cemii kainata fazlı hak'dır ya resulallah şefaatden cüda itme emina bendeni yarın ki lutfun ehli cürme müttefikdir ya resulallah nazımı mumaileyh tokadi hace mehmed emin efendi şehri amid'de kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde medinei tokad'a hicret ve bir müddetden sonra dersaadet'e muvasalat ve badehu canibi hicaz'a azimet ve bir müddet ikametle tarikatı aliyyei nakşibendiyeye süluk iderek naili hilafet olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp bir müddet dahi eba eyyub ensari hazretlerinin türbedarlıkları hizmeti müstelzimü'lmefharetinde bulunarak muahharen meserretgüzini inziva olduğu halde revan allah diyüp ruhı emin tarihi garrası mealince yedi yüz elli sekiz salinde ruhı paki evci alaya pervaz eyleyüp cesedi şerifi zeyrek camii civarında vaki makberede defini haki itizaz olmuştur. kıta bak seyli eşki çeşmime kan söylerim sana guş eyle iştikamı figan söylerim sana seyr eyle ayeti hattın ihlas ile emin sersurei güzini dehan söylerim sana nazımı mumaileyh emin efendi ati'tterceme burusevi abdulhadi efendi merhumun mahdumu olup haric itibariyle sınfı müderrisine mülazım ve hasbe'ttarik evvelen kayseriye ve saniyen filibe kazalarına kadı ve hakim olmuş iken müddeti örfiyyesi tamam olmaksızın medinei filibe'de bin yüz elli dokuz tarihinde darı bekaya azim olmuştur. mumaileyhin asarı tabı latif u rengin vaki olmuştur. nihali bağı ansın ruyi alin verdi cennet'dir dili zarımda cana ah o bağa mürgi zinetdir emin genci kemali muhabbet oldu gönül acep ki müflisi erbabı vuslat olmuştur. nazımı mumaileyh mehmed emin beg cezirei mora'da kain avarin kal'ası sükkanından olup ol vaktin tabiratı üzre kalyonciyan zümresine dahil olarak tunus ve trablus ve cezayiri bahri sefid kurbunda ve bir vakt ol havalide meks u ikamet iderek bin yüz altmış tarihlerinde azimen irtihali darı ahiret eylemiştir. sana ey kaşı kemanım olalı üftade dili biçare neler çekdigi gelmez yade bivefalıkda senin şöyle kemalin var kim bu kadar ey şuhı cefapişe işin ziyade bakmadın ey güli nevreste misali bülbül gice gündüz bu kadar eyledigim feryada dün gice mest iderek ben haber aldım ağyar seni aguşuna çekmiş düşürüp tenhada elvirir kaküli huban ile düşdün dama envera kaydı beladan yeter ol azade nazımı mumaileyh enver efendi dersaadet'te çehrenümayı alemi şühud olup metruk başmuhasebe kaleminden neş'etle bir müddet defterdar mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra ihtisab başkitabetine memur ve bin iki yüz elli senesi kendisine hacelik rütbesi bi'lita mesrur buyrulup muahharen kitabeti mezkureden vukuı infisaliyle mektubii maliye hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış dört tarihinde tahrirat kitabeti memuriyetiyle şamı şerif canibine azim u rahil olmuştur. zülfünle halin ilmi vefa bahsin ider hep biri kara cahil birisi cehli mürekkeb nazımı mecmuai hünermendi vakanüvis sadullah enveri efendi trabzoniyyü'lasl olup sevki takdiri cenabı rabbi vedud ile deri aliye'ye bi'lvürud tahsili ilm u maarife sayi namadud eyleyerek hacelik rütbei refiasını ihraz ve bir kaç defa vekayinüvislik hizmetine ve bir aralık tezkirecilik ve teşrifatçılık memuriyetlerine nailiyetle kesbi imtiyaz eyledikten sonra anadolu muhasebeciligi memuriyeti uhdesinde bulunduğu halde bin iki yüz dokuz sali hilalinde tayyı tumarı hayatı müstear eyleyüp ceridei vakai zindeganisin perakendei ruzgarı ziverkar eylemiştir. müverrih süruri efendi mumaileyhin vefatına işbu tarihi inşad itmiştir: enveri'nin ide pürnur mezarın mevla mumaileyhin hüsnı süluk ile maruf ve salahı hal ile mevsuf olduğu bazı asarda mütalaagüzarı çakeri olmuştur. nalesin ney sırrını ana kudum eylemiyen ne bilür dairei hazreti mevlanayı nazımı mecmuai hünermendi mustafa enis efendi mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup ati'tterceme şeyh enis efendi merhuma intisab ile tarikatı aliyyei mevleviyyede naili meratibi aliye ve bi'lahire mısrı kahire'de kain mevlevihane'de mürşidi valapaye olduğu halde bin iki yüz kırk tarihinde darı ukbaya rihlet eylemiştir. mumaileyh keşf u kerameti zahir bir şairi mahir ise de balada muharrer olan beytinden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. aşinayı ruhı kudse haletefzadır sema teşneganı bezmi aşka şevkbahşadır sema beyti mamurun tavaf sırrına arifi ukul hayretefzayı melaik sırrı mevladır sema her tarik ayini baisdir vüsulı hakk'a lik ehline malumdur ol katrei deryadır sema dil safayı çün ziyayı mihr ise herdem enis çarhı aşka aftabı alemaradır sema nazımı mumaileyh receb enis efendi mahrusai edirne'de tennüre bendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala kasımpaşa nam mahallede kain mevlevihane'de çilekeşi feyz u vicdan olarak edirne'de vaki muradiye dergahı meşihatine revnaktırazı irşad olduğu halde elli sene müddet meşihatı mezkurede bulunarak imrarı vakt u saat eyleyüp kürsii cennet'de mevlana enis ola celis tarihi selisi natık olduğu vecihle bin yüz kırk yedi tarihinde tariki libası hayatı nefis olmuştur. mumaileyh mazannei kiramdan bir zatı sahibihtişam olup müretteb bir kıta divanı belagatittisamı vardır. tarih beyti vahidde enisa bu mücevher tarih oldu silki suhanın zineti çün faslı hitab bahrı cud şehi cemkudrete sürdü yüzünü süzülüp ziveri bahri yeme manendi gurab nazımı müşarünileyh reisülküttab numan enis efendi mektubii sadrı ali odasından neş'etle cennetmekan sultan mahmud hanı evvel hazretlerinin zamanı saltanatlarında birçok vakt tezkirecii sani ve evvel memuriyetlerinde ve badehu cizye muhasebeciliginde ve bir müddet dahi defter eminligi memuriyetinde bulunarak bin yüz yetmiş altı tarihinde cahı valayı riyasete revnakbahşı ikbal ve bir sene mürurunda bi'linfisal yüz yetmiş yedi senesi evasıtında nişancılık memuriyeti behiyyesine ve bir aralık vukuı azliyle yüz yetmiş sekiz senesi ahirinde saniyen memuriyeti mezkureye ve birkaç mah zarfında betariki'nnakl metruk yeniçeri kitabetine sayeefgeni kadr u kemal buyrulup senesi hitamında kitabeti mezkureden mehcur ve bin yüz seksen salinde azimi darı sürur olmuştur. müşarünileyh ashabı daniş u hünerden olup sülüs ü nüsah u divani vü rik'a hatlarında mahareti kamilesi ve şir u inşada dahi malumatı tamme vü şamilesi olduğu bazı asarı selefde mütalaagüzarı çakeri olmuştur. harfi'lba tarih muhammed begefendi şıkkı evvel oldu devletde nazımı mecmuai hünermendi abdülbaki efendi ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun biraderzadesi olup dersaadet'e muvasalatla iptida mesleki kazaya süluk itmiş ise de muahharen uhdesine rütbei hacegani bi'lita amedi odasına memuriyeti icra buyrularak bin iki yüz üç senesi tezkirei sani memuriyeti uhdesinde olduğu halde memuren rumeli canibine azimet eyleyüp iki yüz yirmi yedi salinde şumnu'da baki efendi oldu taundan şehid tarihi mantukunca medinei şumnu'da irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin çendan eşarı manzur degildir. kıta sipihre gönderelim nalei bülendimizi cihana bildirelim bari kendi kendimizi bu nazm ile varalım haki payi devletine çok oldu görmeyeli bahira efendimizi nazımı müşarünileyh mustafa bahir paşa sıdkı abdurrahman paşa merhumun mahdumu olup silahşoranı hassa zümresinde perverde olarak serbevvabini dergahı ali sınfına dahil ve bin yüz elli dokuz tarihinde mirahurı sani ve altmış üç tarihinde mirahurı evvel hizmetlerine nail olduktan sonra altmış beş tarihinde def'aten uhdesine rütbei sayei vezaret bi'ttevcih makamı sadarete ikad ve altmış sekiz senesi mora mansıbıyla mesnedi sadaretden ibad olunup altmış dokuz senesi saniyen makamı sadarete ve yetmiş senesi bi'linfisal cezirei rodos'a nefy u icla ve müddeti kalile zarfında zuhurı ıtlakıyla egriboz ve yetmiş bir senesi mısrı kahire ve yetmiş üç senesi ciddei mamure ve yetmiş beş senesi halebi şehba eyaletlerine ve yetmiş yedi senesi salisen makamı sadarete revnakefza ve senei mezbure hilalinde damadı şehryari olmağa namzed u seza buyrulmuş iken bin yüz yetmiş sekiz senesi şehri şevvalinde mesnedi sadaretden dur ve midilli ceziresine nefy ile rütbe ve cahından mehcur olduğu halde maktulen azimi darı sürur olmuştur. müşarünileyh ebu eyyub ensari hazretlerinin ismi şeriflerine mensub beldei tayyibede müceddeden bir camii şerif ve tarikatı aliyyei nakşiye fukarasıçün bir bab hankahı latif bina ve inşasına muvaffak olmuştur. tahmis nesli paki enbiyadır ol şehi nevrestedil kerbelayı aşkı içre olmuşuz hep bestedil narı hasretle yakılmış bahrii şikestedil bir içim su istedi hecrinde baki hastadil virmedi kata cevab ana dayadı hançerin nazımı mumaileyh bahri efendi medinei adana'da sahilresi bahrı vücud olup tahsili fenni kitabet bi'lahire medinei izmir'de edayı hizmeti kitabet eylemekte iken gariki bahrı rahmet olmuştur. mumaileyh bahrı kemalin gavvası meali olup eşar u güftarı manendi gevher pakize ve muteberdir. tarih şahı şahanı cihan abdülmecid han müdam hak'dan olmuş fevz ile iclal u ünvan mevhibe bedriya dildadedir bu mevlidi tarihine sulbi han abdülmecid'den oldu sultan mevhibe nazımı mumaileyh ahmed bedri efendi matlaı irfan olan dersaadet'de bin iki yüz otuz üç senesi hilalinde manendi bedri felekpira ziyapaşı çeşmi dünya olup iki yüz kırk sekiz salinde mektubii maliye odasına memur ve iki yüz elli beş senesi darbhanei amire tahriratı odasına nakl ile bir müddetden sonra uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih vayedarı sürur u hubur buyrulmuştur. mumaileyh her ne kadar tabiatı şiriyyeye mazhar bir zatı zibaeser ise de şir ile müştehir degildir. binikab u banikab arzı cemal eylerdi yar geh belalı bedrine bedri hilal eylerdi yar geh tecahül geh tegafül geh cefa gahi itab itdigi cevri gehi benden sual eylerdi yar gah küstahane harfendazı vasl oldukça ben desti nazın perdei ruhsarı al eylerdi yar gah teşviki visal u gah tenbihi firak geh ferağı aşk ile emri muhal eylerdi yar gelmez idim geh vefamanend pertev yadına geh benimçün gayr ile ceng u cidal eylerdi yar nazımı mumaileyh müvakkitzade vakanüvis muhammed pertev efendi dersaadet'de ruşenabahşı çeşmi vücud olup metruk anadolu muhasebesi kaleminden neş'et ile bi'lahire amedi odasına nakl iderek bir müddet vakanüvislik hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylediktensonra uhdesine amedii divanı hümayun hizmeti bi'lihale orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde mahrusai edirne'de bin iki yüz yirmi iki senesi hilalinde şairanın şemi ümidinde pertev kalmadı tarihi menkut u mantukunca neyyiri hayatı kesafeti memata münkalib ve ruhı revanı riyazı cinana müntesib olmuştur. mumaileyh hace neş'et efendi merhumun şakirdanı sahibirfanından olup bir kıta divanı belagatünvaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. akın akın nola erbabı arzuyı bahar olursa sahile mail misalı cuyı bahar gubarı hatırı sildi süpürdü eşki sürur göründü sahai gabrada şüst ü şuyı bahar degil o serkeşe müsmir sirişki ehli niyaz telefdir arara nisbetle abruyı bahar taraf taraf gamı hattıyla giryei uşşak misali cuşişi enharı subesuyı bahar o nev hatın ki makamın arardım ah iderek saba iderdi o demlerde cüstcuyı bahar dem oldu kendimi kendimden aldı şurişi dil savurdu hırmeni aşkı hevayı kuyı bahar göründü beyti hazende nümayişi gülşen nesimi goncei çeşmi dil oldu buyı bahar lebi hataveri söylet kalırsa ey bülbül dehanı goncada vabeste güftguyı bahar huzurı şemse eger baş egerse pertevveş külahı lale ider sanma serfüruyı bahar nazımı müşarünileyh pertev paşa izmid kazasında vaki darıca nam karyede zinetefzayı alemi şühud olup dersaadet'e nakl u hicret ve bir müddet rüus kalemine müdavemetle hilkatı zatiyesinde meknuz ve fıtratı asliyesinde merkuz olan maarif u kemalat iktizasınca amedi odası'na ve bi'lahire amedii divanı hümayun mesnedi refiine ve birkaç sene mürurunda divanı hümayun beglikçiligi mesnedi aliyesine ve bin iki yüz kırk iki senesi makamı valayı riyaseti küttaba pertevefzayı kadr u şan buyrularak iki yüz kırk beş senesi riyaseti mezkurdan infisali cihetiyle bir müddet hanesinde ikametsazı istirahat olduktan sonra bi'lmemuriye canibi mısır'a badbangüşayı azimet ve ifayı lazımei memuriyetle yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim mısraı fehvasınca fekklengeri ikamet eyleyerek dersaadet'e muvasalat eyleyüp o esnada sadareti uzma kethüdalığı makamı valasına revnakbahşı ikbal ve iki yüz elli bir senesi barütbei samiyei müşiri mülkiye nezareti celilesine sayeendazı iclal buyrulup imrarı ruz u leyal itmekte iken iki yüz elli üç senesi dane virmez hırmeninden merdümi danaya çarh mısraı mısdakınca nezareti mezkureden münfasilen mahrusai edirne'ye müntakil ve senei merkume şehri şabanında ruhı revanı darı cinana vasıl olmuştur. müşarünileyh muhibbi dervişan bir müşiri alişan olup şir u inşada müşarünileyh bi'lbenandır. bir kıta matbu divançesi dahi vardır. taninendazı tası çarh olan feryad u zarımdır zemini garkai tufan iden hep eşkbarımdır tehidest aşıkım ey nurı didem gayri nem vardır benim de haki paye gevheri eşkim nisarımdır ayağım elde destim ziri serde mesti layakıl deri meyhanede üftadelik eski şiarımdır rakib itdi bize öz suretin gösterdi dildara sebeb işkestii mir'atı yare inkisarımdır ruhansız aya bakmak ey efendim tirerevlikdir kadeksiz servi görmek servkaddim pek çınarımdır gülüm meyli çemenzar eylemez mürgi dili zarım hayalin gülsitanım dağı hasret lalezarımdır beli hadden füzundur perteva tanzire kalkışmak cenabı hayri'ye peyrevlik itmek iftiharımdır nazımı mumaileyh ibrahim edhem pertev efendi meşhurı memaliki rum u arab olan şehri erzurum'da bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup avanı tüfuliyetinde şehri trabzon'a nakl u hicret ve tahsili fenni maarife bezli vusu gayret iderek vali konağında bir müddet hizmeti kitabet eyledikten sonra iki yüz altmış üç senesi dersaadet'e muvasalatla mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak ile'lan kapudanı derya halil paşa'nın divan kitabeti hizmetinde mustahdem bulunmuştur. haylice eşarı vardır. gönül gönül dedigim bir harabe hane imiş meger ki bumı gumuma ol aşiyane imiş zamane müddeti ömrüm hazan idüp her hal dırahtı cismimi huşk itmege nişane imiş cihana geldigime badi lal u halindir bahane amed u refte bu ab u dane imiş ulaşmadı emelim tiri maksadım yerine felek deyu boşa taş atdım asumane imiş muhabbet ali ruhı yarı mustafa pertev dime hikayeti eşarına fesane imiş nazımı mumaileyh mustafa pertev efendi ankara ulemasından ati'tterceme sadullah efendi'nin ferzendi ercümendi olup elveledi sırrı ebihi mısdakınca tariki kazaya duhul ile iki yüz elli bir tarihinde bir müddet ankara nüfus defteri mukayidligi hizmetinde sarfı enfası gayret eyleyerek muahharen bir müddetcik dahi ankara kazası mal kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra kazayı mezbur zabtiye başkitabetine tayin kılınmıştır. meyi nabı satar piri mugan havf u yasak tutmaz gelen rindanı yollar birine hiç bir çanak tutmaz şu denli badei duşineden mestane olmuş kim vücudu camı mey manendi ditrer el ayak tutmaz bu gündür ayş u nuşun vakti fevt itmek degil layık bilirsin karbanı ömrü zahid o tarak tutmaz asa ile içirdi dime sufi piri meyhane elinde ihtiyarın başına kimse çomak tutmaz mezak olmuş gam u efkar ile tan eyleme sufi kelamı nasezaya bezmii şeyda kulak tutmaz nazımı mumaileyh muhammed bezmi efendi tekfurdağı nam mahallde şuledarı bezmi vücud olup bin yüz kırk dokuz tarihinde bezmgahı cihandan nabud olmuştur. boyadı reng ile ol hunu ala didelerim hayal her dem ider san piyale didelerim ider remedle temaşa kelale didelerim gözüm büründü siyeh destmale didelerim safa nazar ile hoş gör iderse çeşmi çerez ki ruha mahazar eyler nevale didelerim görür çü nahlei badam o servden semere dikildi kaddi bülendi nihale didelerim nazarda kasrı bebek gibi gösteriş buldu nesimin olalı şahı hayale didelerim kemer gözünden ider abı halkalı san cuş idince eşki müjemden isale didelerim gubarı hattını gördü o merdümi çeşmin besim dikkat ider iktihale didelerim nazımı mumaileyh mehmed besim efendi şeyhülislamı esbak aşir efendi merhumun akribasından olup tariki tedrise duhul iderek bin iki yüz kırk üç senesi kudsı şerif mevleviyyeti'ne nailiyetle muahharen azimi gülzarı naim olmuştur. narı aşkı femi canana kodı şivei hak güheri mübhemi bir kana kodı şivei hak resmi aşkı idecek ehli hired çün tertib beni mecnun ile yan yana kodı şivei hak ah idince nola her dem şererefşan olsam ateşi aşkı dil u cana kodı şivei hak bir zaman yar ile hembezmi mey u sohbet iken şimdi peygulei hicrana kodı şivei hak şemi fanusı hayali ruhı dildara besim dili şurideyi suzana kodı şivei hak nazımı mumaileyh salih besim efendi dersaadet'te kademnihadei sahai vücud olup bir müddet mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle bir aralık izmir valisi müteveffa hasan paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunup rütbei haceganiyi ihraz ile hanesinde peygulegüzini itizaz olduğu halde bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde tair ruhu şahı tuba'da aşiyansaz olmuştur. hunı mecnun'u döküp şol rütbe rengin itdiler rehgüzarı leyliyi ol dem ki tezyin itdiler yareler vaz itdiler ta sinei aşıklara kendi kanıyla şehi mansur'u tekfin itdiler virmediler sünbülistanı hayatımdan haber dostlar kanım döküp bi'lcümle temkin itdiler yanmadan itmez hazer düşmüş kemali hayrete haleti pervaneyi ateşle telkin itdiler girdiler zenciri zülfe ta ezel divaneler basriya aşkın yolunda can terhin itdiler nazımı mumaileyh hasan basri efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli yedi senesi hilalinde enderunı hümayuna çırağ ve iki yüz altmış yedi salinde hanei hassa nam mahalle nakl ile şirindimağ olmuş ve ile'lan tahsili maarifde bulunmuştur. nazm tekyegahı kabei uşşak eşrefzade'nin namı olmuş şöhrei afak eşrefzade'nin merkadi valasına olsa mümasil vechi var görünen bu taremi nüh takı eşrefzade'nin ruhı pakinden ianet iltimasiyle beliğ rü'yeti didarına müştak eşrefzade'nin nazımı mumaileyh ismail beliğ efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup tahsili ilm u kemala sayi beliğ eyleyerek muahharen mahrusai mezbure muaccelat nezareti kitabeti hizmetine nail u vasıl olmuş iken bin yüz kırk üç sali hilalinde tariki hidematı dünya ve muntazırı mahkemei ruzı ceza olmuştur. mumaileyh ashabı ilm u hünerden olup vefeyat isminde bir kıta kitabı muteberi ve diger tezkiregune bir eseri vardır. maksudunu say ile tarikinde bulunca deryaya irer abı revan gitse yolunca elbetde olur zalime vasıl eseri ah duymaz elemi zahmını adem urulunca mağbunii kalayı fena zahir olur hep sabr ile bu bazarı nedamet bozulunca erbabı kemalin yeri hakisteri gamdır hak üzre düşer meyve kemaliyle olunca rahat yine ukbadadır insana ki salik her yirde bulur nermii pisteryorulunca tıflı dile virmez mi o duşizei rana bostançei narencini sağınca solunca söz yok suhanı ragıb efendi'ye beliğa alemde kişi böyle gerek şair olunca nazımı mumaileyh mehmed emin beliğ efendi rumeli'de vaki yenişehiri fenar nam memleketde ziyagüsteri fanusı vücud olup rumeli kuzatı silkine duhul ve bi'lahire eşrafı kuzatdan olduğu halde zağrai atik ve ana mümasil nice nice menasıbı cesimeye vüsul ilebeyt: ehli mansıb geçemez daiyei mansıbdan çalışır ta adem abadi idince te'bid beyti latifi mealince gailei menasıbı kaza ile imrarı subh u mesa itmekte iken mansıbı olan zağrai atik nam kasabada bin yüz yetmiş iki tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ati'tterceme akadalızade ahmed hatim efendi merhumun şakirdanından olup bir kıta divanı belagatünvanı ile ceridei alemde ibkayı nam iden şuaradandır. tarih ali eşrefzadegan'dan şöhret u şanı şeref himmeti balası ile itdi tecdidi makam harfı cevherdar ile tarihini didi baha eymeni evkat içinde oldu bu buka tamam nazımı mumaileyh şeyh muhammed bahaeddin efendi meşayihi izamdan ati'tterceme şeyh ismail hakkı efendi merhumun mahdumu olup pederi mumaileyhin azimi halvetsarayı ukba olduğu tarihde müteveffayı mumaileyhin mahrusai burusa'da tuzbazarı nam mevkide inşagerdesi olan zaviyei halvetiyyede calisi seccadei meşihat ve bir sene mikdarı revnakefzayı postkeramet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin yüz otuz sekiz sali hilalinde hankahı bekaya nakli bisatı rihlet eylemiştir. mumaileyh nevresteeda bir zatı bihemta olup asarı tabı bimisl u baha vaki olmuştur. kimi gördük garaz icrasına düşmüşlerden işinin evveli sad ahiri firuz oldu durmayup harcamada su gibi nakdi varın ne yaman tıfla sirişkim şerefamuz oldu beni lerzende iden mevsimi sermayı firak ahiri faslı rebi u demi nevruz oldu gönül sabr idelim biz de cefayı dehre sabrda çünkü ferec nüktesi mermuz oldu üç gün aramı safaya nice fırsat bulunur behçeta meskenimiz şimdiki siroz oldu nazımı mumaileyh behçet efendi haceganı divanı hümayundan olup menasıbı divaniyeyi devr iderek bin yüz altmış yedi tarihinde rüznamçei evvel mansıbına ve yüz altmış sekiz tarihinde ol vaktin tabiratı vechile şıkkı evvel defterdarlığı memuriyeti behiyyesine memur ve tayin buyrulmuş iken senei merkuma hilalinde azimi huldi berin olmuşdır. mumaileyh mukaddema medinei siroz'a nefy u ibad olunarak balada muharrer olan makta beytini nazm u inşad eyledigi reisülküttab vasıf efendi merhumun eseri himmeti olan tarihde mutalaagüzarı acizi olmuştur. kıta eylesek desti lebi çahı dehana isal batını kefde olur neşf u rutubet peyda amed u refti nefes nolduğun idrak eyle iki delv ile ider mai hayatı ifna nazımı manzumei hünermendi seretbayı şehryari mustafa behçet efendi haceganı divanı hümayundan müteveffa muhammed emin şükuhi efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin yüz altı tarihinde tariki tedrise duhul ile ulumı aliyede mümaresei kamile hasıl eyleyerek fenni tıbda dahi mümtazı emasil olduktan sonra iki yüz on sekiz tarihinde makamı riyaset tebabetine nail ve iki yüz yirmi bir tarihinde izmir mevleviyyetine vasıl olarak iki sene mürurunda riyaseti mezkureden müfarakat ve iki yüz yirmi altı tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mukarenetle tekmili müddeti malume eyledigi halde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e muvasalatı esnada istanbul kadılığı payei celilesini ihraz ve iki yüz otuz iki tarihinde saniyen riyaseti mezkureye vüsul ile kesbi imtiyaz eyleyüp iki yüz otuz beş tarihinde anadolu sadareti payei celilesini haiz ve iki yüz otuz altı tarihinde sadareti mezkure makamı alisine bi'lvürud temayüz olmuş ise de beş mah zarfında bazı zevatın sevk ve işaretine binaen kasabai keşan'a menfiyyen nakl u hicret ve on bir mah mürurunda afv u itlakı karini müsaadei padişahı sahibşefkat buyrulmağın dersaadet'e avdet birle iki yüz otuz sekiz tarihinde rumeli sadareti payei celilesine şayan ve senei merkume hilalinde salisen riyaseti mezkurede talii mesudu dırahşan olmuş ve iki yüz otuz dokuz senesi defai ula ve kırk altı senesi defai saniye olmak üzre bi'ttekrar rumeli sadaretine revnakbahşı kadr u itibar buyrulmuş iken sinnini ömrü haddı sülüs ü sittine yakin olduğu halde iki yüz kırk dokuz senesi şehri zi'lhiccesinde hekimbaşı iri behçet efendi gitti ukbaya mısraı natık olduğu vecihle tekbirzeni arafatı vefat olarak ruhı şerifi mahmiyei üsküdar'da vaki kutbü'larifin şeyh nasuhi efendi türbesinde müntazırı rahmeti bigayat olmuştur. müşarünileyh akl u temkin ve reyi metin ashabından olup haylice eşarı rengini olduğundan başka elsinei ecnebiyeye dahi vukuf u ma'lumatı olması cihetiyle arabiyyü'libare bir aded tarih ile lisanı efrenciye'den müretteb fünunı tıbbiye dair olan bir kıta risaleye ayrıca birer kıta tercemei dilnişini vardır. mürgi hayal her gehi bir gülsitan bulur her çupda kelimnazar nurı an bulur bulmaz misalin alemi siretde dil senin mihrin yanında ayine mahı nihan bulur virane dilde ehli dil esrarı gayb ile açsa tılısmı aşkı nice genc u kan bulur fikr eyledikçe goncei envarı lalini dilhastei hazanı elem taze can bulur cana güli hayali terinden izarının kamı derun nükheti bağı cinan bulur erbabı zevki talibi feyzi müşahede bulsa cihanı şevkde binam u şan bulur bir şuledir ki ruyu degil kabili hicab pervanei şühudı nigarı ayan bulur bulsam da behçeta iderem gayb kendimi ben bulmadımsa bende o şuhu cihan bulur nazımı mumaileyh mehmed behçet beg ati'tterceme ali namık paşa merhumun sulbünden mahrusai selanik'de kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli bir tarihinde pederi müşarünileyh ile beraber dersaadet'e muvasalat ve o aralık üçdört mah müddet mektebi harbiyeye müdavemetle ulumı arabiye ve farisiyede olan malumatı icabınca mektubii sadrı ali odasına memur ve iki yüz elli dört senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi ve ikyüz elli altı salinde salise rütbesi bi'ttevcih vayedarı sürur u hubur buyrulup meclisi vala mazbata odasına nakl ile beş sene müddet odai mezbura müdavemet eyledikten sonra zabtiyye meclisi azası sınfına ilhak olunmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti vardır. bilinmez nice gündür ey saba yarim ne alemde kiminle salınır ol laleruhsarım ne alemde acep kimlerle lebberleb safalar itmede ol şuh gül endamım efendim lebi gülnarım ne alemde var ey badı seher cananımın devletsarayına yatar mı habı istiğnada hünkarım ne alemde kimin gamhanesin ruşen ider nurı cemaliyle lebi goncem benim yari vefadarım ne alemde gelir mi hatırı pürnuruna ben bendesi aya acep der mi ki ol peyrevi bimarım ne alemde nazımı mumaileyh mustafa peyrevi çelebi tekfurdağı sükkanından ve taifei kalyonciyan'dan olup bin yüz elli tarihinde geştii hayatı gariki bahrı memat olmuştur. nigahendaz olup ayinei ruhsarı canana derunumda olan razı nihanı yare gösterdim nazımı mecmuai hünermendi mehmed piri efendi şehriyyü'lasl olup sınfı müderrisine duhul ile devriye mevalisinden olduğu halde diyarbekir ve bağdad ve kudsı şerif mevleviyyetlerine bi'lvüsul metruk üsküdar kazası mevleviyyetine dahi mevsul olduktan sonra nazır lafzı tarihinde ki bin yüz elli bir sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. harfi'tte kıta görüp bihude rizan oldu sanma ebri baranı kudumı şehryarı dehre eyler gevherefşanı yahod gerdi kederden hıfz içün tabı hümayunu felek defi gubarda heme tayin itdi nisanı nazımı manzumei hünermendi osmanzade ahmed taib efendi haceganı divanı hümayundan müteveffa osman efendi'nin ferzendi ercümendi olup tariki tedrise duhul ile bin yüz yirmi dokuz tarihinde halebi şehba mevleviyyetine badelvüsul yüz otuz beş tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mevsul ve müddeti muayyenesini tekmil ile mevleviyyeti mezkureden mazulen kahirei mezburede bin yüz otuz altı senesi şehri ramazanında darı bekaya menkulolmuştur. vefatına şeyhülislamı esbak çelebizade asım efendi merhum işbu tarihi nazm u inşad eylemiştir. göçtü osmanzade taib ah ah mumaileyh ashabı ilm u kemaldan olup müverrihlikde ve kıtagulukta şöhreti şayiası olduğu ve ehadisi şerifei erbain'e bir aded şerhi metini ve hadikatü'lvüzera isminde bir kıta eseri rengini ve birkaç kıta diger asarı dilnişini bulunduğu bazı tarihde mütalaagüzarı çakeri olmuştur. mürettep divanı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı renginbeyanı vardır. sihi gamında lahtı ciger kim kebab olur hunabı eşki çeşmim o bezme türab olur tebhaleler ki tarfı dehanında runüma sahbayı lali nabına guya hayat olur devre çıkınca mahfeli gülzara andelib meclisde gonce micmer u şebnem gülab olur ferhad u kays kıssası aya bir iş midir her harfi dasitanı dilin bir kitab olur virane bimi seylden elbet emindir mamur olur o dil ki bu yolda harab olur ayatı beyyinatı hatı lali dilbere ihamı buse manii faslü'lhitab olur izzet selam u ramiz u tahsini yekzeban oldukda böyle bir gazeli müstetab olur nazımı müşarünileyh muhammed tahsin beg dersaadet'te kademnihadei gehvarei vücud olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle bin iki yüz on üç tarihlerinde mısır canibine sevk olunan orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde sadareti uzma mektupçuluğu memuriyyetine ve badelavde bir müddet dahi orduyı hümayun dahilinde bulunarak rumeli canibinde geşt u güzar eyledikten sonra dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde ol vaktin tabiratı üzre çavuşbaşılık mansıbından münfasilen şıkkı evvel defterdarlığı mesnedine nail olmuş iken senei mezbure şehri ramazanı leylei kadr'inde zuhur iden vakai müvahhişde güruhı mekruhı mülga tarafından şaribi şehdi şehadet olup rağibi ravzai cennet olmuştur. müşarünileyhin eşarına zaferyab olunamadığından salifü'tterceme begligçii divanı hümayun izzet beg merhumun divanı'nda müştereken mukayyed olan gazeli bibedelleri teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. gendümi masiyeti çekme çekil mur gibi ele al adem isen sübhayı memur gibi sırrı teklife vücudı adem oldu mahrem mehbiti feyzi tecelli olalı tur gibi bakamaz çeşmi basiret şafakı mihri dile habı gaflet bürümüş didei mahmur gibi hasreti yar ile yaralanup oldu akik sürerem gerdenine çeşmii kafur gibi subhı sadık gibi manzurı şafak gerdanı şebi yelda arasında görünür nur gibi ne ki tahrir ider ise kara yüzlü kalemim gösterir rengi dili leylei mehcur gibi yar için ezdil u can terki vücud eyleyenin söylenir elsinede şöhreti mansur gibi açılır gül gibi esrarı visalı dildar ele al gönlümüzü namei memhur gibi nazmı tahsinim olup farkı maarif tacı okunur desti müşirideki menşur gibi nazımı müşarünileyh elhac hasan tahsin beg kıbrıs muhassılı esbak surre emini müteveffa hacı mehmed ağa'nın sulbünden cezirei kıbrıs'da kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle pederi mumaileyhin cezirei mezbureye muhassıl nasbı esnasında kıbrıs'a avdet ve bin iki yüz otuz dokuz senesi canibi hicaz'a azimet ve o hengamda mekkei mükerremede ikametsazı keramet olan tarikatı aliyyei nakşibendiye meşayihinden şeyh mehmed can efendi merhumdan ahzı yedi inabetle ifayı farizai haccı şerif eyledikten sonra cezirei mezbureye avdet ve iki yüz kırk iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil ve bi'lahire saniyen canibi hicaz'a azimetinde şeyhi mumaileyh tarafından ridayı hilafeti bi'liksa mümtazı emasil olduğu halde deri aliye'ye avdet eyleyüp iki yüz altmış dört senesi hizmeti müstelzimü'lmefharetnikabete nail ve bir sene mürurunda meclisi vala azası sınfına dahi dahil olarak iki yüz altmış dokuz senesi şehri ramazanında meclisi mezkureden rumeli sadaretine menkul ve bir sene hitamında sadareti merkumeden mazulen hanesinde peygulegüzini istirahat olmuştur. müşarünileyh ashabı servet ve erbabı tabiatdan olup bir mikdar eşar u güftarı vardır. biz de cuylar gibi alçaklara artık akalım sureti matlabımızda görünür mü bakalım hep feramuş idelim suz u güdazı hecri gel gel ey afeti can biriki bade çakalım şevki ruhsarın ile bezmimizi şuleleyüp bu şeb ehli hasedin başına ateş yakalım eyle vaslın ile mesrur da sonra güzelim felegin cevrini hep başına bir bir kakalım esbi tabında silinmiş idi tahsin tebarı himmeti raşid ile bir iki üç mıh çakalım nazımı mumaileyh hasan tahsin efendi dergahı ali kapıcıbaşlarından ve edirne vücuhundan emrullah ağa'nın mahdumu olup mesleki küttaba dahil ve edirne meclisinde tahrirat katibi bulunduğu halde bin iki yüz elli altı senesi hacelik rütbei muteberesine bi'lvüsul muahharen kitabeti mezkureden infisali vuku bularak iki yüz altmış iki senesi uhdesine rütbei rabia bi'ttevcih pederi mumaileyhin pirizrin sancağı kaimmakamı bulunduğu esnada livayı mezburun tahrirat kitabetinde ve badehu yine pederi mumaileyhin sakız ceziresi muhasıllığında bulunduğu hengamda kethüdalık hizmetinde bulunup iki yüz altmış altı senesi evasıtında saniyen edirne meclisi hizmet kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. ricayı vuslatınla cüst ü cular hep seninçündür rehi aşkında bezli abrular hep seninçündür niçin gisuyı anberbuyunu ruhsare dökmezsin çemende hasretinle taze bular hep seninçündür idelden çeşmi mestin zümrei uşşakını medhuş nevayı bülbülasa hay u hular hep seninçündür dehanın bir muamma servi kaddin mısraı rana miyanı halkda bu güftgular hep seninçündür kadem rencide kıl teşrif ile dilhanemi şad it adunun bağrın üz cam u sebular hep seninçündür nola tevhidi zarı bahşi buseyle bekam itsen rehi aşkında bezli abrular hep seninçündür nazımı mumaileyh şeyh hakkı efendizade ahmed tevhid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile ati'tterceme kethüdazade arif efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ve tekmili fünunı farisiye eyledikten sonra bin iki yüz elli beş senesi hilalinde baimtihan mektebi irfaniye şakirdanı haceligine nasb u tayin ve müddeti kalile zarfında gevheri yekdanei bahrı maarif olan zatı sütudesıfatı bahriye meclisi müftülügüne lengerendazı temkin buyrulup bir müddetden sonra vukuı infisaliyle iki yüz altmış üç senesi darı şurayı askeri azası sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi betariki'nnakl mekkei mükerreme hükumeti ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında medinei münevvere mevleviyyeti ile mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh sahibi kemal bir şairi mahiri renginmakal olup hayliden hayli kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide tanzimine muvaffak olmuş ve ilmi nücumda mahareti derecei kemali bulmuştur. gazeli natamam kenarı lali dilberde hatı menşur bulmuşlar lebi sükkerde guya nakşı payı mur bulmuşlar muhabbet tekyesinde her dili sengin nerm olmaz çekenler çillei aşkı katı pek zor bulmuşlar bu gün uşşakı hubanı idüp taksim hep tevfik senin de hissene bir dilberi mağrur bulmuşlar nazımı mumaileyh mustafa tevfik efendi şehriyyü'lasl olup sarayı hümayunı mülukanede neşv u nema bularak muahharen çırağ buyrulup guşegiri ferağ olduğu halde bin yüz yetmiş beş salinde azimi darü'lkarar olmuştur. virmiş şeha çü devleti hüsnü sana huda itmiş serinde zülfünü zıllı hüma huda çün hüsn ü aşkı eyledi madumü'linfikak mümkün mü yari eyleye benden cüda huda itse ne denlü sudei hakisteri gumum mir'atı taba virmededir incila huda her demde badı şurtai tevfik olur vezan fülki tevekküle olıcak nahuda huda mümkün degil naziresinin nazm u şirine vassafı devlet itdi seni vasıfa huda nazımı müşarünileyh şeyhülislam tevfik yahya efendi müderrisinden müteveffa eyyub efendi'nin sulbünden bin yüz yirmi yedi tarihinde gehvarei zibi vücud olup yüz kırk dokuz senesi hilalinde baimtihan bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve tekmili medarisi mutade ile yüz seksen bir senesi selanik mevleviyyetine vasıl olarak zadei tabları olan kıta: subhı vuslat olup eseri nabud şebi hicret cihanı tar itdi hevesi zülfi yar ile tevfik şamı cennetmeşama dek gitdi kıtai latifi meali üzre canibi dımışk'a azimet ve badelavde bazı mahalle hediye irsalinde kıta: lutf u ihsan u kerem seyyidi münam işidir cürm ü taksir ü güneh bendei nakam işidir yok tefariki haleb kim anı kılsın ithaf kadıı şam hedayası dahi şam işidir işbu kıtai rengini bi'ttanzim takdim eyledikleri menkuldur. yüz doksan iki senesi şehri muharremü'lharamında mekkei mükerrevleviyyetine bi'lvüsul yüz doksan dokuz senesi şehri ramazanında istanbul kadılığı payei refiasını ve iki yüz iki senesi gurrei zilkaidesinde anadolu sadareti payei muteberesini ve bir sene mürurunda rumeli sadareti payei celilesini haiz ve iki yüz iki senesi şehri rebiü'levvelinde bilfiil rumeli sadareti behiyyesine mukarenetle beyne'lemasil mütemayiz olmuş iken sadareti merkumeden mazul ve iki yüz üç senesi saniyen sadareti merkumeye menkul olmuş ise de beş altı mah zarfında yine sureti azli ayinei kaderden aksnüma ve iki yüz dört senesi şehri cemaziye'lahiresinde nikabeti hizmeti aliyesiyle şerefpira olup iki yüz beş senesi şehri recebinde revnakbahşı mesnedi fetva ve on üç gün mürurunda ruhı şerifi azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. naşı mağfiretnakşı sultan mehmed hanı gazi camii şerifi civarında kain küçükkaraman nam mevkide vaki inşasına muvaffak oldukları medresei münife haziresinde medfundur. müşarünileyh sadefi vizri ulum u maarif ve madeni güheri fünun u letaif bir fazılı arif olup ulumı akliye vü nakliyede kudret ve mahareti olduğu varestei kayd u beyandır. bu gülistanı dehrde safa mı var yoktur gülünde bülbüle sor hiç vefa mı var yoktur şemimi zülfüne miski huten dimekle şeha bu sözde fehm idemem bir hata mı var yoktur hadenki naz u nigahın beni helak idiyor kemendi zülfi siyehden reha mı var yokdur fütadı kanına asla terahhum itmezsin cihanda sen gibi bir pürcefa mı var yoktur humarı aşka ilac ister isen ey tevfik piyale çekme gibi bir deva mı var yoktur nazımı mumaileyh ahmed tevfik beg bin iki yüz yirmi tarihinde dersaadet'de revnakbahşayı gehvarei vücud olup iki yüz otuz altı tarihinde mektubii sadaretpenahi odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz kırk iki senesi memuren gümüşhane ve oradan dahi sivas canibine azimet eyleyüp hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetden sonra bir müddet odai mezkura müdavemetle uhdesine hacelik rütbei muteberesi ihsan u inayet ve iki yüz elli üç senesi barütbei salise maliye mektupçuluğuna ve bi'lahire barütbei saniye deavi nezareti celilesi muavini evvelligine ve badehu meclisi valayı ahkamı adliye başkitabeti memuriyetine ve iki yüz elli dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odası serhalifelikte sayebahşı atifet buyrulduktan sonra bir müddetcik hanesinde ikametsazı istirahat olarak iki yüz altmış bir senesi memuren niş ve sofya caniblerine azimet ve ifayı mesalihi memuriyetiyle dersaadet'e avdet eyleyüp bir sene mürurunda ticaret nezareti muavinligine memur ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde ticaret müsteşarlığı ünvaniyle uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih iki yüz altmış dört senesi azadan olmak üzere darı şurayı askeri azası sınfına ilhak olunup iki yüz altmış beş senesi mektubii sadrı ali vekaletine ve iki yüz altmış altı senesi bi'lisale mektupçuluk mesnedi refiine ve iki yüz altmış dokuz senesi defterhanei amire emanetine revnakefza buyrulmuştur. nesr u inşada müşarünileyh bi'lbenandır. sanma sunulan sagarı sahbayı nedamet işretkedei aşk degil cayı nedamet sür camı cem'i hısnı gama hüsrevi aşk ol ta ceyşi neşat eyleye yağmayı nedamet bu bezmi fenada arasan belki bulunmaz sahbayı gama dil gibi minayı nedamet kimdir ki bu karhanede urulmaya ahir pişanii amalına tamgayı nedamet her dun u hasisin niamın ağzına alma bir lokma için olma lebarayı nedamet bihude bu gün cürm ü günah itmege degmez hatırda iken vadei ferdayı nedamet asarı nedem remz ider oldu suhanında hall oldu mu tevfika muammayı nedamet nazımı mumaileyh tevfik efendi islambol kadısı şükrü efendi'nin mahdumu olup tariki pürtevfiki tedrise duhul ile tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyerek itmamı devri medarisi mutade ile bin iki yüz altmış yedi senesi havassı refia kazası mevleviyyetine nail olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. harfi'sse kemergiriftei aşkız kenare dek gideriz refiki mevcei şevkiz kenare dek gideriz hevayı kaküli dildaredir alaka heman burakı azm ile miracı dara dek gideriz olunca goncei dil gül güli nesimi bahar ziyareti seri kabri hezare dek gideriz külah u hırka meyaludı çarpare bedest verayı perdei namus u ara dek gideriz garibi sadvatanız hemdem istemez meşreb gubarı hatır ile ta murad'a dek gideriz eger bu kevne revişlerle hak iderse bizi dü çeşmi keçnigehi ruzgara dek gideriz figan ki şehrimiz aldı riya ile sema peyamı şeyh işidilmez diyare dek gideriz penahımız odur ağyar define sakıb hümayı kadimei çar yare dek gideriz nazımı mumaileyh şeyh mustafa sakıb efendi medinei izmir'de tennurebendi hankahı vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala köprülüzade müteveffa mustafa paşa'nın dairesine dehalet ve bir müddet sonra mahrusaı edirne'ye azimet eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede vaki muradiye dergahı hademesi silkine dahil olarak tekrar dersaadet'e avdet ve birçok vakt ikametten sonra asitanı saadetaşiyanı hazreti pir rumalı ubudiyyet olmak üzere konya'ya azimet ve bir müddet ol bargahı feyziktinahda edayı hizmet eyleyerek bin iki yüz tarihinde kütahya'da kain arguniye nam hankah meşihatine revnaktırazı irşad olup elli sene müddet hankahı mezkurda şeyh bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk sekiz tarihinde tair ruhu lanegahı fenadan pervaz ile nahlı tuba'da aşiyansaz olmuştur. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup asarı belagatnisarından olmak üzre bir kıta divanı fesahatünvanı ve menakıbı urefayı mevleviyyeyi cami bir kıta sefinei letafetbeyanı vardır. ey dil bu kadar nale vü feryad nedendir itmek ili kendiye mutad nedendir bir dil biline hali dili söyler idim ah bilseydi dili zarımı naşad nedendir bin kere kırar şişei kalbim o perizad gayri anı adem deyu tadad nedendir perçemi tir aratırdı bu bahtı siyaha hattınla yine zulmı nev icad nedendir gün görmedi devrinde o mahın dahi sakıb ister yine dil devrini müzdad nedendir nazımı mumaileyh enderuni mustafa sakıb efendi canibi anadolu'da kain engürü nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalatla bin iki yüz on yedi tarihinde enderunı hümayun agvatı zümresine ilhak olunarak yirmi seneden mütecaviz sarayı hümayunı mülukanede istihdam olunduktan sonra bir mikdar maaş tahsis u ihsan ile çırağ buyrulup iki yüz elli sekiz tarihlerinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh hurdesal bir şairi şirinmakal olup ekser şarkıları latif u renginmeal vaki olmuştur. zülfi ejderhamların idamda gülfem gösterir dilrübalar birbirine bunda perçem gösterir sıfrveş kudsiyanın hiçe almazlar sözün şirei engurlar cayında herdem gösterir şahabı aşkın süvarı damı gisudan sakın rehzeni çarhı giyahı hişk şebnem gösterir desti istiğnaya darb ile hıyamı himmetin yevmi layenfa günehkaran ebkem gösterir sakıba nurı ilahiye yüzün dut her seher bestei zenciri huban olma pürgam gösterir nazımı mumaileyh hakim sakıb efendi muahharen rusya ülkesine rübude olan mahmiyei ahısha'ya iki saat mesafede vaki vifor nam karyede imamet hizmetinde müstahdem bir zatın sulbünden panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde pederi merhum ile beraber dersaadet'e bi'lvürud ırgadbazarı'nda kain karamustafa paşa medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde tahsili ulumı aliye ve taallümi fünunı saireye say u gayret ve bi'lahire bir kıta müderrislik rüusi hümayununa dahi nailiyetle fenni tıpta olan malumatı iktizasınca muahharen süleymaniye camii şerifi mukabilinde vaki tiryaki çarşısında kain metruk tıbhane haceliginde bulunarak bir müddet ilmi tebabet talimiyle güzarendei eyyam u şühur olduktansanra ihtiyarı tekaüdi eyleyüp hanesinde peygulegüzini ikamet olmuş iken bin iki yüz altmış dokuz senesi evahirinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin sinnini ömrü yüz yirmi adedine reside olduğu bazı ehibbasından mesmuı acizanem olmuştur. şir ile çendan şöhret u ülfeti yoktur. tarih gel tavaf it cudı han abdulmecidi pürhimem eyledi manendi kabe camii ali bina say idüp sakıb kulu cevherle tarihin didi buldu camile makamı hırkaı pak intiha nazımı mumaileyh süleyman sakıb efendi canibi anadolu'da kain karahisarı sahib nam şehri latifde panihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz beş tarihinde şehri mezkureden hareketle sevadı azamı bilad olan darü'lhilafetü'laliye'ye nakl u hicret eyleyüp anadolu kuzatı silkine duhul ile mukaddema bir müddet mevalii izamdan keçecizade izzet efendi merhumun mektupçuluk hizmetinde ve muahharen sudurı izamdan keçecizade halim efendi merhumun rumeli sadaretinde bulundukları hengamda tezkireci yamağlığı hizmetinde bulunup iki yüz altmış yedi senesi hilalinde arzuhalii hazreti fetva penahi efendi maiyetine memuren mübahi ve hasbe'ltarik mukaddem ve muahher iki defa sitte mansıbına nailiyetle mazharı eltafı namütenahi olmuş ise de muahharen kitabet hizmetiyle ihtisab nezareti canibine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh şir ile mütearif olan zevatdan degildir. işaret ile ko ağmazı aynı ey servet bu feyz başka kalemdir devatveş gözün aç matla şakk ideyazdı harfbeharf eyleyüp vukuf bak o müzellifin hattına temmetü'lhuruf mukatta meger kilki kader ol tıflı ebcedhanın ey servet celi hattıyla yazmış levhai ruhsarına temmet nazımı mumaileyh enderuni osman servet efendi şehriyyü'lasl olup bir müddet darü'ssaadetü'şşerif'e başmemuru maiyetinde yazıcılık hizmetinde bi'listihdam muahharen sınfı hacegana dahil olarak naili meram olduktan sonra bin yüz seksen tarihinde medinei maraş'da destkeşi alemi pürgiş olmuştur. bir kıta divançesiyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. tarih müşiri şehryari bir veziri madeletkarı cenabı hazreti bari kerem kıldı sana aydın o mahsudü'sselef hayrü'lhalef bir zişerefdir kim ne manendin görür sonra ne gördü sabıka aydın o desturı keremmevfurun oldu şimdi mesruru bulur zira gubarı dergehinden kimiya aydın veziri muhterem damadı şahı azam u ekrem hidivi muhteşem görsün müşiri mutena aydın fuhulun ercümendi gelmemişdir dehre manendi olur şahid hocendi itse böyle iddia aydın sipihri danişin tabende mihri pertevefşanı füruğı nurı fazlından ider kesbi ziya aydın makasıdbahş talibezkiyayı asrına galib ümidvarı metalib olsa lutfundan reva aydın keremcuyanı sahvı dergehi olmuş degil mahrum nola servet gibi cudundan olsa kamreva aydın iki tarihi mübhem kıldım izbar eylesin ezber anı evradına zamm eyleyüp subh u mesa aydın halil paşa kılındı aydın'a ikbal ile vali bulup rıfatla şanın oldu reşki her liva aydın nazımı mumaileyh hasan servet efendi ism ü mahlası tarihi veladeti olduğu vecihle izmir efrenc gümrügü başkatibi müteveffa sadık efendi'nin sulbünden medinei izmir'de bin iki yüz yirmi dört salinde panihadei sahai vücud olup muahharen gümrüki mezbur başkitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh ashabı malumatdan olup eşar u güftarı manidar ve üstüvar vaki olmuştur. harfi'lcim gazeli natamam hava güzel yine gülşende gösteriş günüdür çemen çemen salın ey servkadd reviş günüdür kenare doğru salındır o servi azadı gel ey nesimi saba hizmetin var iş günüdür yeridir eyleyelim gahvare düşmez mi tamam o tıflı nevamuzu perveriş günüdür gönül semendini bir nevcüvana çek cazim fezayı aşkı dolaşdır biraz biniş günüdür nazımı mumaileyh zeyrekzade mehmed cazim efendi şehriyyü'lasl olup bin yüz otuz sekiz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyhin balada muharer olan gazelinin kafiyeleri serapa sakıt vaki olmuştur. istitrad: gazeli mezburda olan reviş ve perveriş kelimelerine ki ismi masdar ıtlak olunur. iş bu kelimeler ile buna mümasil olan ismi masdarlar lisanı farisi ve türkide emri muhattab kelimesinin ahirine bir şin harfi ilavesiyle ismi masdara mübeddel olmuştur. lisanı türkide gidiş ve görüş ve lisanı fariside reviş ve biniş misillü ki asılları git ve gör rev ve bin kelimeleridir. bu suretde gerek fariside ve gerek türkide bunların birbirine kafiye kılınmaları sahih olamaz. biniş kelimesine aferiniş, görüş kelimesine soruş kelimesini kafiye ittihaz itmek lazım gelir yohsa biniş kelimesine reviş, görüş kelimesine geliş kelimesi kafiye kılınması gayri sahihdir. lisanı fariside ismi fail itibar olunan handan, nalan, suzan kelimeleri dahi iş bu kaide üzre emri muhattab kelimesinin ahirine büran lafzı ilavesiyle ismi fail tebdil olunmuştur ki asılları hand, nal, suz kelimeleridir ki emri muhattabdır. beyan olunduğu vechile ahirine an lafzı ilave olunmağla manayı ismi faili ifade eylemiştir. bu kaide lisanı türkide dahi ayniyle caridir. gelen, alan, gören kelimeleri misillü bunların dahi asılları gül, al, gördür. gelenin alana görenin bulana kafiye olması sahih olmadığı gibi lisanı fariside olan handanın suzana nalanın puyana kafiye kılınması dahi teslim olunamaz. suzana füruzan puyana cuyan kelimelerini kafiye irad eylemek iktiza eyler. zira emri muhatab kelimelerinin gerek lisanı türki ve gerek fariside ahirlerinde olan harfı şin ile an lafzı asıl kafiye olmayüp redif hükmünde olacağından emri muhattab kelimesine mürücaatla sıhhatı kafiye biline. celi müstağnii tarifdir. bu üslub üzre lisanı fariside asıl ismi fail itibar olunan goyende suzende kelimelerinin dahi birbirine kafiye kılınmaları caiz degildir. bunlar dahi emri muhattab kelimesinin lisanı fariside ahirine bir nun, bir dal, bir ha, ve lisanı türkide bir ya, bir cim yine bir ya harfi ilavesiyle ismi fail olmuştur. suzende goyende kelimelerinin asılları suz, goy kelimeleridir. lisanı türkide asıl olan ismi fail ki alıcı verici ve emsali kelimelerdir. bunların dahi asılları al ver kelimeleridir. ahirlerine hürufı mezkure zamimesiyle ismi fail olmuştur. bu kaidei merciye üzre suzendeye ferzende goyendeye cuyende kelimelerini kafiye itthaz eylemek lazım gelir. yohsa cuyendenin nalendeye nalendenin ayendeye kafiye kılınması bir vecihle tecviz ve kabul olunamaz. madem ki lisanı türkide olan gelicinin gidiciye kafiye edilmesi sahih degildir gaflet olunmaya eslafa tabiiyyet ademi vaktdir. tahmis acep kimlerle saki tarhı bezmi ülfet itmiştir arakriz oldugundan belli zannım sürat itmiştir olup yakutreng elde ayağ ünsiyet itmiştir lebi meygunu yarin nuşı camı işret itmiştir soruldukça anınçün keşfi razı haclet itmiştir süzünce çeşmin ol şehbazı evci naz mestane olur ramgerde mürgi dil düşer elbet beyabana bırağup yek nazarda ateşi fitne dil u cana gazalı vadii vahşet iken ol çeşmi bigane nigahı şuhı merdümle acep ünsiyyet itmiştir arakdır mayebahşı tendurüsti alemi aba rakib uğramasın virir kesafet badei naba periruyam tekellüfle vücudun sokma itaba misali ruh olur hiffetle cismi bezmi ahbaba miyanı ülfetinde kim ki tarhı külfet itmiştir bakılsa didei iman ile bi'lcümle mevcudat olur vahdetnümayı sırrı hak manendei ayat nakışdan fili nakkaşı gerekdir eylemek isbat degildir çeşmi siretle hakayıkbini masnuat o kim ayinesi meşgulı hüsni suret itmiştir baharın var hazanı gonceler de hardan şekva zamanı enbiyanın feyzi fi'lcümle olur peyda gülistanı cihanın reng u buyu böyledir hala füyuzatı baharı sun ile hallakı bihemta güli ruhsare hattı rengi mişki nükhet itmiştir neler zahir olur günden güne bu rubı meskunda ne sırdır kimse bilmez cazima aciz felatun da ne suretler nümayandır bakılsa talii dunda temasili havadis safhai mir'atı gerdunda nice hikmetşinası mübtelayı hayret itmiştir nazımı mumaileyh cazim efendi dersaadet'te kademnihadei sahai vücud olup babı defteride vaki metruk başmuhasebe kaleminebir müddet müdavemetle bin iki yüz elli bir tarihinde divanı hümayun kalemine çırağ olunup bir kaç sene mürurunda kalemi mezbura mülhak mühimme odasına ve birkaç sene sonra mektubii maliye odasına nakl eyleyerek fenni inşada olan malumatı iktizasınca hacelik rütbesini bi'lihraz iki yüz altmış senesi barütbei salise ankara kazası malmüdürlügüne memur ve bir sene zarfında memuriyeti mezkureden mehcur olmuş olmasıyla deri aliye'ye avdet ve bir müddet daha odai mezbura müdavemetle iki yüz altmış sekiz senesi erzurum defterdarlığı uhdesine bi'ttevcih mahalli memuriyetine azimet eyelemiştir. mumaileyhin haylice eşarı vardır. çerb u şirin olma halka lokmaveş yerler seni telh u güftar olma zira akreb eylerler seni cinsine sır söyleme cinsi hased anlardadır çahdan çaha atarlar ol biraderler seni hali hubana bakup halin digergun eyleme ibtida sayd etmek için hayli yemlerler seni var ise nakdı hüner izhara kalkışma sakın akibet tezyif iderler süfleperverler seni bumveş künci feragat tutmaga bu mu sebeb bülbülasa camiya ehli suhan dirler seni nazımı mumaileyh ahmed cami efendi şehriyyü'lasl olup ayasofya camii şerifi kurbunda vaki pederinden müntakil camcı dükkanında camcılık sanatıyla iştigali esnada ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi tahsil ve bir müddet mektebi harbiyede bulunan şakirdana bazı mertebe ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi talim u tefhim eyledikten sonra ellibeş senesi hilalinde babı seraskeride vaki basmahanei amirede bir vakt musahhihlik eyleyüp mezkur basmahane bir aralık lağv olunmuş olmağla külli şeyin yercii illa aslihi medlulunca ikametgahı kadimi olan dükkanı mezkura ricat ile attarlık ticaretiyle me'luf iken işbu tezkirei acizanemizin tabından çend mah mukaddem menzulen darı bekaya menkul olmuştur. mumaileyh her ne kadar şir ile şöhretşiar olan şuaradan degil ise de bazı kütüb ü divanlarda tevarihi müteaddidesi mestur u mukayeddir. şebi mehtab olur peyda şerarı dudı ahımdan şihabı lemai hasret uçar burcı nigahımdan fezayı ateşini aşka düştüm germcevlanım şuaı şulei cevvale kalkar gerdi rahımdan eger bu suzı hasretle gidersem hake bişüphe olur fevvarei ateşfeşan peyda giyahımdan vücudum nokta nokta kurai ahter şinasasa bulunmaz cayı hali dağberdağı siyahımdan saidayı suhansazı ne mümkün eylemek tanzir sadefveş çıksa cavid lü'lüi mazmun şifahımdan nazımı mumaileyh cavid beg dersaadet'de arayişdihi gehvarei vücud olup bir müddet mekutbii sadrı ali odasına müdavemetle derkar olan hüner u marifeti iktizasınca uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih muahharen kasabbaşı esbak şatırzade müteveffa şakir efendi'nin kitabet hizmetinde bulunduğu halde imrarı eyyam u şuhur itmekte iken irdi cavid beg bekaya bir güzel şair idi tarihi mantukunca bin iki yüz elli tarihinde irtihalı darı sürur eylemiştir. mumaileyh bimisl u akran bir şairi sahibirfan olup eşarı ateşnisarı suzişfikeni dili şairandır. benim bilmem niçün dünyada asla gönlüm eglenmez cihanda kanda gidersem dıriğa gönlüm eglenmez geleli darı dünyaya gönül şad olmadı gitdi degildir galiba maksudu dünya gönlüm eglenmez gülistanı cihan zindan olur guya ne seyrandır temaşagahı alemde temaşa gönlüm eglenmez düşeli aşk ile sevdaya bir yerde kararım yok acep bilmem ne sevdadır bu sevda gönlüm eglenmez ne gicem gicedir ne gündüzüm gündüz benim cafer yitirdim gündüzüm billah hayfa gönlüm eglenmez nazımı mumaileyh cafer efendi tekfurdağı nam mahallde panihadei sahai vücud olup mahalli mezkurda vaki mehmed paşa camii şerifinde müezzinlik hizmetiyle güzarendei evkat iken bin iki yüz kırk dokuz salinde vefat eylemiştir. tarih seyyidi esadşiyem oldu behakkı sadrı rum oldu sadrı rum hakka esadı seyyidşiyem nazımı mecmuai hünermendi karslızade muhammed cemal efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade eyleyerek selanik kazası mevleviyyetine bi'lvüsul muahharen tophanei amirede musahhihlik hizmetine memur ve tayin kılınıp bin iki yüz altmış iki senesi burusa mevleviyyetine nail olmuş iken kazayı mezkuru zabt itmeksizin darı bekaya müntakil olmuştur. balada mestur tarihinden başka eşarı manzurı acizi degildir. vekayinüvisanı devleti aliye hakkında tezkiregune bir eseri latifi vardır. gazeli natamam dil ki olmuştur muhabbet şeminin pervanesi suzişi firkattir artık vuslatı cananesi zabt olunmaz degme bir zincir ile şimden giru ol perişan kakülün olmuş gönül divanesi hayli demdir meclisi meyden ayağı çekmemiş neyleyem kim huşyar olmaz gönül mestanesi sagarı aşkı cemili nuş iden rindin olur bezmgahı zevk içre tacı cem peymanesi nazımı mumaileyh mehmed sadullah cemili beg mirmirandan ankara mutassarıfı mütefeffa ali rıza paşa'nın sulbünden dersaadet'te bin iki yüz kırk bir senesi evahirinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli dört senesi divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve o esnada mektebi maarifi adliyeye nakl iderek tahsili ulumı aliyeye sarfı himmetle muahharen bir müddetcik emtia gümrügü tahrirat odasına devam eyledikten sonra iki yüz altmış senesi evailinde hazinei hassa muhasebesi ketebesi sınfına dahil ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde refiki evvel namiyle hazinei merkume tahrirat odasına naklı memuriyet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. tarih gelip bafeyzi ilhamı hüma cevdet didim tarih sezadır yine esadzad'efendi geldi fetvaya nazımı mumaileyh halil cevdet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tarihi tedrise duhul ve medarisi mutadeyi devr u tekmil ile izmir kazası ve bin yüz doksan dokuz salinde edirne ve badehu mekkei mükerrevleviyyetlerine nail olduktan sonra iki yüz beş senesi istanbul kadılığı mesnedi refiine revnakefza ve iki yüz dokuz senesi hilalinde azimi darı me'va olmuştur. balada muharer nükteli olan tarihinden başka eşarı bulunmamışdır. macerayı eşkimi pek ter geçer madam su idemez bahrı muhitin şerhini itmam su çeşmi giryanım gibi horhor akar kim itmede aksaraylı bir perinin vaslına ikdam su her yek oğlan eylemez sirabı taksimi ezel nuş ider bu çeşmeden ölçüyle has u amm su havzına bu gülşenin fıskiyyesi denk olmadı nafile fevvare koydu başına sersam su derkenar itmek içün ol nevbaharı işveyi semti sadabad'a yaydı bir yeşil ihram su suyı vasla köprü kurdu selsebili şevkden virmedi devran geçid kaldı yine nakam su katrenin camı karardı akibet bahr olduğun fehm iden dilteşnei feyze ider ikram su gündüz ağlar gice çağlar dağda hecri yar ile aşıkı sadkadr itmez bir nefes aram su meylin ol servi revanın suyı ağyara görüp eylemişmiş yaş zebanı hal ile iham su çünki dönmez asiyabkam bervefki murad ben gibi olsa nola dünyada püralam su zabt idüp tufandan tarihi devri alemi maveraü'nnehr'e dek sürsen ider ilam su hep sükunetdir sonu cuş u huruşı nahvetin ki akar gahi turur güllerde bir eyyam su aşk ile ferhadveş dağlar başın cay eyleyüp dögünür taşlarla cevdet şimdi subh u şam su nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup nakdinei evkatını iktisabı gevheri marifete sarf iderek ulumı arabiye ve fünunı farisiyede kesbi maharet eyledikten sonra babı alide vaki dahiliye kalemi hulefası sınfına bi'lilhak kalemi mezkura müdavemetle tahsili nam u şöhret eylemekte iken bin iki yüz kırk yedi senesi katibi ecel tumarı ömrüne hatarı butlan keşide eyleyüp nushai kübrayı kemal olan zatı feriştesimatını debiristanı cennata reside eylemiştir. mumaileyh her vecihle temeddüh ü sitayişe layık ve her hususda akran u emsalini faik bir şairi müdakkik olup nevadirü'lasar ismiyle muanven bir eseri rengini ve zinetü'lmecali isminde müzeyyen diger bir kıta yadigarı dilnişini olduğundan başka bir kıta divançei hoşlehçesi vardır ki müştemil olduğu eşarı belagatşiarı kabili tahrir u işar degildir. safa virir bize yar itse püritabı hitab ki telh olunca ider tabı neş'eyab şarab hevayı nefs ile mağrur olan tenkmağzın yakın vakitde olur hali çün habab harab safayı badei gülgunu istemez zühhad olur mu neş'e beraverdei gülab kilab vatan cilası cefasın sorar isen saki nevayı nalei çini virir cevab çü ab lebi nigarda bin nice bin neşat virir ki nokta nakş ile cevdet olur serab şarab nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi rumeli'de vaki lofça nam kasabada bin iki yüz otuz sekiz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli beş senesi dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiye eyleyerek iki yüz altmış bir senesi tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz altmış altı senesi meclisi maarif azası sınfına bi'lilhak mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh fartı zekası müsellem bir şairi pakizeşiyem olup divan olacak mikdar eşarı fesahatdisarı olduğundan başka şafiyei ibni hacib'e gayatü'lbeyan isminde bir şerhi metin ve müteveffa hace fehim efendi'nin gazeliyyatı saib'in bazılarına olan şerhi nakısını bi'litmam bir eseri dilnişin ve hariri maruf'un ahvali tarihiye'siyle emri terbiyesine dair kitabı harir isminde diğer bir eseri rengin ve kavaidi osmaniyeye müteallik müştereken bir kıta kitabı güzin ve medhali kavaid namında muhtasarca bir risalei mübin ve hutbe ve dibace hakkında beyanü'lünvan isminde diger bir risalei sıhhatkarin ki tamamen altı aded asarı fevaidnisarın te'lifiyle diger müteaddid resaili güzide tertibine müvaffak olmuştur. ati'tterceme reisü'lküttab vasıf efendi'nin keşidei silki sütur itmiş olduğu tarihi maruf senei hicretin bin yüz seksen sekiz tarihine kadar sinnini malumede olan vukuatı mübeyyin olup mahud kaynarca muahedesinden vakai hayriye'ye gelinceye kadar müddette olan vukuat tafsil üzre zabt u tahrir olunmamış olduğundan ihata vecihle vukuatı mezkureyi dahi tahrire himmet eyleyüp senei mezkureden bida ile iki yüz senesi nihayetine kadar olan vukuatı elli cüzden mürettep bir cilde derc u tahrir eyleyerek residei hüsni hitam itmiş ve sinnini müteahire vukuatını dahi tahrir itmekte bulunduğu misillü ati'tterceme şeyhülislamı esbak sahib efendi merhumun sülüsan'ını terceme eylemiş olduğu mukaddimei halduniye'nin bakisini dahi terceme eylemektebulunmuştur. bir mehin aşk u hevasıyla ider dil pervaz olalı zülfi siyahı ile bahtım hemraz bineva gönlümü döndürdü hezarı zara olalı gülşeni hatırda o gül cilvetıraz bir periçehre yine gönlümü itdi teshir ne füsun eyledi bilmem feleki şubedebaz koma dembeste gel uşşakı ferahnak eyle ikide birde efendim neyimiş naz u niyaz perdei ahıma oldukda saba şevkefza oldu aheng ile kanunı felek nağmenevaz kısa kes turrasının bahsin uzatma diyerek kil u kal oldu bu gün vaiz ile tul u dıraz sufiyan sığmadı nüh dairei eflaka mutrib itdikçe usuliyle nühufteagaz buselikde tolaşıp virmedi bir şeyde karar cevdeta gezdi gönül semti muhayyerde biraz nazımı mumaileyh ahmed cevdet efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk beş tarihlerinde divanı hümayun kalemine çırağ olunarak bir mikdar tahsili ilm u kemal eylediktensonra kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memur ve tayin kılınmıştır. şir ile mütearif degildir. taştir halıkü'lavama olsun şükr ü hamdı bikıyas eyledi feyziyle halkı alemi mesrurbal bak nihayet var mıdır lutfi cenabı izzet'e kim idüp inamı amm itdi yine irsali sal gitdi köhnesal ile müjde gamı ehli dilan buldu şimdi ukdei derdi derun hep inhilal kalmadı dillerde alam u kuduretden eser aleme virdi neşatı taze geldi salı hal bu ferahla sali tebrikin vesile eyleyüp şairan itmekte inşad ile isarı lal lafzen ü manen didim tarihi mucem ey şefik sen de söyle cevdeta bir digerin balamisal bin iki yüz altmış altıncı senedir sal bu sal eyleye sad asafı zişana hak celle celal nazımı mumaileyh cevdet efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bi'lahire mısrı kahire canibine azimetle muahharen tabhanei mısriyyenezaretine memur ve tayin kılınmıştır. ati'tterceme şefik beg'in mukaddemen mısır valisi abbas paşa hakkında tanzim itmiş olduğu kaside ile salı tarihine olan taştirinden başka mütercim mumaileyhin eşarına zaferyab olunamadığından kasidei mezbureden bazı ebyat bi'ttefrik ceridei aciziye kayd u izbar olunmuştur. kıta çünkü ilm u edebe itdik edeble rağbet daima sahibi irfan ile eyle sohbet gayreti tineti darb it eseri eslafa mahlası marifetin ola cihanda neş'et nazımı mecmuai hünermendi dayezade cudi efendi cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrı serlevhai suhandanı ve hace neş'et efendi merhumun üstadı sahibirfanı olup padşahı müşarünileyh hazretleri zamanında azimi darü'lcinan olmuştur. mumaileyhin balada sebt u kayd olunan kıtasından başka eşarı görülememiştir. harfi'lha tarih gitdi tarihi zehabım söyledim şaklabani gitdi dergehden didim nazımı hüner beraverde hafız ebubekir dede medinei manastır'da tennurebendi hankahı vücud olup kendisi ashabı mal u cahdan olmuş iken muahharen dersaadet'e muvasalat ve tarikatı aliyyei mevleviyyeye dehaletle galata mevlevihanesi'nde hücregüzini ikamet olduğu halde bin iki yüz on sekiz senesi hilalinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh her ne kadar suretde ehli harabatdan gibi ise de siretde ashabı kerametden olduğu balada muharrer tarihinden müsbet olmuştur ki tarihi mezburu vefatından altı gün evvel bazı ehibbasına kıraatla vefatını işaret eylemiştir. ve tarihi mezbureden başka eşarı manzur degildir. kıta evveli evveli alem deri mevlanadır ahiri ahiri adem deri mevlanadır mazharı cemi şuun dairi arşı azam mevci mevci yemi salim deri mevlanadır nazımı mecmuai hünermendi şeyh hafız mehmed efendi mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye dehaletle muahharen bazı memalik u buldanda bir müddet seyr u seyahat eyledikten sonra güzelhisar nam memleketde vaki mevlevihane'nin meşihatine nail ve bin iki yüz on iki tarihinden sonra kurbgahı cenabı perverdigara azim u nakil olmuştur. mumaileyhin iş bu balada mestur kıtasından gayri şiri manzurı acizi olmamıştır. hayretefzayı ukul olsa da minayı vatan binde mest eyleyemez akili sahbayı vatan berheva ile atar sahili gurbetgedeye küştii cismimizi cuşişi deryayı vatan dehri süflide garib olduğuma çok acırım hatıra geldigi dem alemi balayı vatan adem iskenderi vakt olsa dahi gurbetde cilve eyler yine gönlünde merayayı vatan kaysı dil silsilei gurbete pabend olmaz eline girse eger dameni sahrayı vatan derdi hicranı beni şöyle ki bimar itdi bana timar idemez cümle etibbayı vatan hasan u raşid ü fazıl ile hafız şimdi aynı ibret görünür dide'vayı vatan nazımı mumaileyh hafız mehmed ağa şehri ayıntab'ın hanedan u ashabı irfanından olup kendisi her ne kadar mahallince hasırcızade mehmed ağa dinmekle maruf ise de ulumı arabiye ve fünunı edebiye ve lugatı farisiyede yegane ve hüsni eşar ve letafeti güftar ile bimisl u bibahane olduğundan başka ağa ünvanı muzafı namı olduğu halde her fende hemasrı olan zevatı meşhureye faik ve fartı hafıza ve kuvvei ihata ve hususiyle meclisaralık bahsinde pek çok medh u sitayişe layık olduğu misillü mahzuzatı olan ebyatı arabiye ve farisiye ve türkiye hadd u hasrdan birun ve tevarih u kasayid u sair eşarı letafetdisarı mertebei hadd u ihsadan efzundur. o nevnihal ki servi revan olur giderek yolunda cuyı sirişkim revan olur giderek önünde şemi hidayet delil olursa sana serairi rehi vahdet ayan olur giderek yolunca rahı rızada azimet ehli olan şaki de olsa saadetnişan olur giderek mukarin oldu yüzünde hilal ile hurşid o tıflı gör ki ne sahibkıran olur giderek gönül hikayei mecnun gibi senin halin zebanı halkda bir dasitan olur giderek şeraa darı şeriat olanlar elbetde resideganı kenarı eman olur giderek elinde sayrefiyanı maarifin hafız bahayı cevheri nazmım giran olur giderek nazımı mumaileyh hafız ismail müşfik efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup fartı zekası muktezası üzre sekiz yaşında iken tekmili hıfzı nazmı celil eyleyüp iki yüz elli senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı zümresine ve bir sene mürurunda kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve birkaç sene zarfında mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak fenni inşada olan malumatı iktizasınca muahharen ceridehane kitabetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra tarikatı aliyyei halvetiyyeye olan mensubiyeti münasebeti ile bi'lahire hanesinde peygulegüzini ikamet olmuştur. mumaileyh hafızı şirazimanend bir şairi hünermend olup şir u inşada olan miknet u kudreti eşarı mevcudesiyle zaman kitabetinde kaleme alınup neşr olunmuş olan ceridei havadis nüshaları mealinden malumı ashabı maarifdir. kendisinin bazı eşar u neş'etini cami müşakkikname isminde bir kıta eseri matbuu vardır. lügaz nedir ol sureti nurı ezeli eseri hamekeşi lemyezeli mazharı feyzi tecellii kadim mahı zibende füruğı tazim şekli nurani vü evsafı celil zatı pakizei mevsuf delil yani bir şahidi şirin etvar çeşmi uşşaka cilayı ebsar oldu efgendesi hep hur u melek dahi dildadesi mehtabı felek arızı hub u müdevver çehre çehresayanı bulurlar behre zer u ziverle mahalli bedeni bir siyeh çerde güzeldir adeni mahdır kendi hilali hale deheni gonce izarı lale çar goncayla açılmış güli ter nefhai paşendei mişkezfer iki ebruları manendi hilal oldu avizei mihrabı celal aşıkı hüsnü ider idi bihuş ruyunu eylemese mukniapuş nola ram itse eger şiri neri ismi azamdır anın tacı seri iden ol sureti zibaya nazar şübhe yok hasıl ider nurı basar ruymal it ana her subh u mesa olagör izzet ile nasıyesa hakim ol ehli dile halka beguş idegör marifeti kurta beguş yürü deryuzei irfan ile bu lügaz hallini iman eyle nazımı mumaileyh vakanüvis seyyid mehmed hakim efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle sınfı haceganiye dahil ve bir aralık metruk silahdar kitabeti hizmetine ve badehu vekayinüvislik hizmetine nail olarak bin yüz seksen dört senesi vasılı kurbgahı cenabı rabbi celil olmuştur. derdmanı hüsn ü anın hanmanıdır gönül kişveri aşk içre yani mısrı sanidir gönül ram ider belkısı kamı ol süleymanmenkabet mülki aşkın öyle bir sahibkıranıdır gönül ruzgarın perverişle hasılı unsur degil aşıkana alemi gayb armağanıdır gönül pakzer itsin seni ey simten gel altına kıblegahı kalbin altın navdanıdır gönül tabişinden feyz alup bir şemsrunun hakima şimdi hep gönüllerin ateşfeşanıdır gönül nazımı mumaileyh abdüşşekur hakim efendi dersaadet'de şeyhizade müteveffa mehmed emin efendi'nin sulbünden kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz on dokuz senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı zümresine dahil ve iki yüz yirmi iki senesi kalemi mezbura mahsus zeametlerden bir kıta zeamet nanparesine nail olduktan sonra bir müddet taşra memuriyetlerde istihdam ve bi'lahire yine kalemi mezbura devam ile kendisi müsinn u ihtiyar olduğundan muahharen ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp üsküdar'da caygiri ikamet olmuştur. bulunmaz bir gühersin hiç baha vü kıymetin yokdur velikin teşnelerde sirabı vuslatın yokdur perisin bibedelsin tarz u tavrın hep müsellemdir ne çare bivefasın ah insaniyyetin yokdur sen ey tiği tegafül gamzeden gaddarı kafirsin niçin bin zulm u bidad ile bilmem şöhretin yokdur tabibi can u dilsin mihribansın neyleyem amma mürüvetsiz dili bimara asla şefkatin yokdur terahhum mihribanlık şöyle dursun sevdigim canım budur zannım hafice bir nigaha niyyetin yokdur niçün terk eyleyüp zar u perişan eyledin böyle senin haletle ey biganehu az ülfetin yokdur nazımı mumaileyh seyyid mehmed said halet efendi eşrafı kuzatdan müteveffa kırımi hüseyin efendi'nin ferzendei ercümendi olup mesleki kazaya süluk ile şeyhülislamı esbak şerif efendi merhumun dairesinde perverişyaftei ilm u daniş olarak müşarünileyhin vefatından sonra ati'tterceme reisülküttab mehmed raşid efendi merhumun mesnedi riyasetde bulunduğu avanda mühürdar yamaklığı hizmetine muvazabet ve bi'lahire terki memuriyet iderek yenişehiri fenar naibinin kethüdalığı ünvaniyle canibi merkuma azimet ve badehu dersaadet'e avdet eyleyüp bazı küberanın dairelerinde edayı hizmeti kitabet itmekte iken derkar olan liyakat ve ehliyeti iktizasınca begligçi kisedarı muavinligine memuren defaten silki haceganiye idhal ve müddeti kalile zarfında ikamet elçiligiyle paris canibine sevk u isbal olunup bin iki yüz yirmi iki tarihinde divanı hümayun beglikçiligi mesnedine ve iki mah mürurunda usulı kadime vecihle rikabı hümayun riyasetine revnakbahşa ve senei merkume evahirinde makarrı nefyi rüesa olan medinei kütahya'ya nefy u icla ve bir sene tamamında afv u itlakı karini müsaadei şehenşahı keremferma buyurduğu halde dersaadet'emuvasalat ve üç mah ikamet itmeksizin memuriyeti cesime ile canibi bağdadı behiştabada azimet ve ikmalı emri memuriyetle deri barı şevketkararı mülukaneye ricat eyleyüp muvaffak olduğu hüsni hizmet u sadakata mükafat olmak üzre iki yüz yirmi altı senesi evailinde rikabı hümayun kethüdalığı hizmeti müstevcibü'lmefharetine ve üç sene mürurundan sonra ki iki yüz otuz ve iki yüz otuz yedi tarihlerinde bi'ttekrar tevkiii divanı mümayun memuriyetine sayebahşı itila buyrulup iki yüz otuz sekiz senesi şehri saferinde medinei konya'ya nefy u icla olunarak kazaya rıza kaziyyesini guya olduğu halde ruhı şerifi azimi halvetserayı ukba ve cesedi latifi hazreti mevlana kudduse sırruhu'lala merkadı şerifi civarında vaki kabristanda defini haki müşk olunmuştur. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye müntesib bir şairi muhibb olup galata'da kain mevlevihane dahilinde bir bab sebil ile bir bab kütübhane inşa ve zadei tabı olan bir kıta divançei matbuası ile dahi mecmuai alemde namını ibka eylemiştir. gazeli natamam hattı şebgun gelirse ruhuna dildarın sünbülün seyr ideriz bu sene bu gülzarın doğrusu ey dili şeyda eger incitse dahi çekemem çillei hecrin o periruhsarın çünki dili şiftei zülfüsün ol mehrunun hamida olsa perişan ne acep güftarın nazımı mumaileyh ahmed hamid efendi şehriyyü'lasl olup tahsili fenni hatt ile alemde bir hattı gevhernokta olmuş iken bin yüz seksen bir tarihinde azimi darı beka olmuştur. busı lebi laline kandır beni şol keremi it ki utandır beni korktu gözüm cevr u cefadan aman itmamına gayri inandır beni habı giran u gam u enduhdan pekçe çal ey saat uyandır beni cem ola etrafıma pervanegan ol kadar aşkın ile yandır beni derdini sor hamid'in ey mahru bir gice ta subh boşandır beni nazımı mumaileyh mehmed hamid beg ferikandan müteveffa abdullah kamil paşa'nın sulbünden bin yüz elli bir tarihinde dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup yüz yetmiş iki tarihinde enderunı hümayunda vaki kiları hassa odasına çırağ olunarak nakdinei evkatını tahsili maarife sarf ile her fende kesbi maharet ve bahusus fenni musikide akranını sebkat itmiş iken yüz doksan iki senesi vuku bulan vebai kebirde matunen darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyh şirinzeban bir şairi hoşelhan olup eşarı bikayd u noksan vakiolmuştur. dili sevdazede gisularına beste midir yok heman bir başıboş aşıkı vareste midir tiri tiznigehin karına yokdur aram zahmın ey kaşı keman sineme peyveste midir ah servi dili uşşaka dayanmaz didiler servi nazım o kadar taze vü nevreste midir her zaman yada gelir kameti bilmem ki acep beyti endişeme bir mısraı berceste midir sürat itmez rehi eşarda tabı hamid yohsa de'bi şuara cünbüşi aheste midir nazımı mumaileyh mehmed hamid tayfur beg ati'tterceme sadrı esbak hekimoğlu ali paşa merhumun hemşirezadesi olan serbevvabini dergahı aliden müteveffa nuh beg'in sefinei sulbünden zevrekçesüvarı bahrı vücud olup bin yüz doksan dört tarihinde sarayı hümayunı mülukaneye cırağ buyrularak bir mikdar tahsili ilm u kemal eyledikten sonra serkitabeti hizmetinden münfasilen tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz tarihinde halebi şehba mevleviyyetine nail olmuş ve bin iki yüz otuz iki salinde dersaadet'te irtihalı darı beka eylemiştir. habı nazın nükheti gisu şebi yeldasıdır fikri hattın fitnei habidenin rü'yasıdır gamzei pürfitnenin şakirdidir sihri helal hikmetü'lişrak berki çeşminin imasıdır bir hevayı sünbülidir zülfüne tulı emel ruzı mahşer kameti balasının ferdasıdır mahşere zencir olur hasretle mevci eşkimiz didei hunbar guya kim cünun deryasıdır noktai mevhum dirlerse yine virmem vücud cevheri ferd ol dehanın sureti manasıdır nola mazmunlar raıyyet itse şahı tabına hamid'in serhadı iklimi suhan ilkasıdır nazımı mumaileyh nazifzade ahmed hamid efendi hacegandan nazif efendi merhumun mahdumu olup tabiratı kadime vechile müddeti medide kethüda kalemine müdavemet ve rütbei haceganiyi bi'lihraz nice nice menasıbı divaniyeye nailiyetden sonra ki cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrında galata mevlevihanesi şeyhi bulunan galib efendi merhumun meşihatları hengamda tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bi'lahire bulunduğu mansıbdan gerduntab olarak yeniköy nam mahallde kain sahilhanesinde izzetnişin olduğu halde sinnini ömrü haddi semanini mütecavizen bin iki yüz kırk sekiz senesi ruhı revanı azimi huldi berin olup naşı mağfiretnakşı sahilhanesi pişgahında vaki sofada defini ziri zemin olmuştur. müretteb divanı eşarı ve hattı talik ile fenni musikide sayt u iştiharı vardır. ey rengi ruhu bir güli ranayı muhabbet v'ey turraları sünbüli sahrayı muhabbet iller o siyeh haline dirlerse karanfil bizler de deriz fülfülı zibayı muhabbet meclisde nice cuş u huruş eylemesin dil şevkaver olur kulkulı minayı muhabbet bezminde bu dehrin olalım dafii alam saki içelim gülmüli hamrayı muhabbet şevki güli sadbergi izarın ile hamid olmuş hele bir bülbüli guyayı muhabbet nazımı mumaileyh hace hamid efendi mütercimi kamus ati'tterceme müteveffa asım efendi'nin mahdumu olup maskatre'sleri olan medinei ayıntab'dan dersaadet'ebi'lmuvasala ulumı arabiye ve fünunı farisiyede mahareti kamilesi olmak cihetiyle bir müddet babı ali pişgahında vaki beşir ağa camii şerifi derununda ketebeden bazı talibi fenn u edebe talimi ulumı aliye ve tefhimi fünunı farisiye eylediktensonra ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp canibi üsküdar'da kain hanesinde ikamet üzre iken raşa illetine mübtela ve ol vecihle güzarendei subh u mesa olmakda iken bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. hace hamid menzilin kılsın livaülhamd ilah mısraı vefatına tarih vaki olmuştur. virmek istersen cihanda nam manendi nigin merkezinde göster istihkam manendi nigin kavişi hakkake sabr itmek gerekdir eyleyen sim u zer tahsiline ikdam manendi nigin fassı hatemveş virip zinet yakışmışdır tamam hanei zeyne o simendam manendi nigin hatemi bifas fası bihat gibi olma akim halka kıl asarı lutfun amm manendi nigin geh çıkar nakşın beyaza geh olur ruyun siyah itme razın herkese ilam manendi nigin ali kübra yüzkarası hamiya tahsilimiz olmuşuz farza ki sahibnam manendi nigin nazımı mumaileyh hami efendi şehri diyarbekir'de kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra kitabet tarafına meyl u rağbetle bir müdet bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bi'listihdam bin yüz altmış tarihinden sonra maskati re'si olan şehri amid'de azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh üstadı kamil bir şairi fazıl olup bir kıta divanı dahi vardır. sevdigimde hüsn ü an olsun direm meşreb bu ya nevreside nevcüvan olsun direm meşreb bu ya bağı dilde sayei vaslın temenna itdigim bardır nevres fidan olsun direm meşreb bu ya pertevi mihri ruhu düşdükçe zerratı dile ebri zülfü sayeban olsun direm meşreb bu ya nehri sail eyleme saki akıt cular gibi bezmgaha mey revan olsun direm meşreb bu ya durmasın aksın zülalı feyz mecrayı dile sagarı mey navdan olsun direm meşreb bu ya neylerem tenha enini deff u çengi bezmde hem ney olsun hem keman olsun direm meşreb bu ya yağmalansın kalei ümmidi sukı masiva sudı amalim ziyan olsun direm meşreb bu ya kecrevişle hamiya şebdizi kilki zaika esbi tabım heminan olsun direm meşreb bu ya nazımı mumaileyh hami efendi mahrusai selanik'de çehrenümayı alemi şühud olup kitabet tarafına meyl u rağbet ile bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. firakınla gönül bir dem mi var kim zar zar olmaz döküp seyli sirişki dideden gevher nisar olmaz safayı alemi pek bilmeyen bilmez gamı dehri beli asarı neş'e olmayan serde cemal olmaz bulanmaz paktinet tanei erbabı suretden bu zahirdir ki mir'atı mücellada gubar olmaz vücudun putesin kal it çalış tehzibi ahlaka eger zer saf u halis olmasa kamil gubar olmaz bilir mi ruz u nevruzı visalin kadrini cana firakınla o kim manendi lale dağdar olmaz hayali hattı ruhsar ile hassan didei hasret acep bir dem mi var kim reşki ebri nevbahar olmaz nazımı mumaileyh mehmed hasan beg ricali devleti aliyyeden recaizade müteveffa süleyman hadi beg'in ferzendi ercümendi olup bir müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle muahharen bazı esbaba mebni terki memuriyet ve bin iki yüz kırk iki tarihinde ifayı feraizi haccı şerif eylemek üzre canibi hicazı mağfirettiraza azimet ve bade'lhac dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz elli yedi senesi üşri muharreminde işbu matemgahı fenadan nüzhetfezayı ukbaya nakl u rihleteylemiştir. andelibi dili şeyda ki hevadarındır arzumendi güli arızı biharındır hevesi danei halin ideli mürgi dilim riştei zülfüne pabeste giriftarındır vadi vasl itmiş iken vade vefa eylemeden bildim ey şuh bu igva yine ağyarındır sakın aldırma elinden gamı zinhar hassan nice demdir ki senin yari vefadarındır nazımı mumaileyh hasan ağa tekfurdağı ahalisinden olup unfuvani şebabetinde bin yüz kırk salinde irtihalı darı beka itmiştir. mevc urur didemde her dem cuybarı intizar servkaddim ile gül seyri kenara intizar gerdi payınla olurdum kambini ruzgar ah bir kerre göz açdırsa gubarı intizar hanei didem misafirden görünmez oldu ah kandadır aya o şemi çeşmdarı intizar olduğuçün ah o şuhu göz göre gözcesine oldu dil gözden düşüp şimdi duçarı intizar teşnedar olmazdan evvel badei vuslat ile keyf ider hüsnüi gamharı humarı intizar nazımı mumaileyh hasan hüsnü efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet sarayı hümayunda hizmet eyledikten sonra divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup kalemi mezbura müdavemet ve o esnada ati'tterceme müteveffa daniş beg ile ihtilat u ülfet itmekte iken mir mumaileyhin vefatı vuku bulmuş olmasıyla ölme var ayrılma yokdur şöyle dutdum damenin mısraı mealince sivas canibine memuriyetde olduğu halde matunen azimi darı beka olmuştur. mumaileyh bir şairi tazezeban olup eşarı safabahşı dil u can vaki olmuştur. ne zaman eylese taksim suyolcuzade subesu su akıdır lulemisali çeşmim beyti latifi hanendeganı hazreti şehryariden suyolcuzade salih efendi hakkında silki beyana keşide eylemiştir ki elsinei nasda mezkur u meşhurdur. tengmeşrebsin levendim badehar oldukça sen kabına sığmazsın asla neş'edar oldukça sen cümleden evvel getir yada beni ey bivefa vadini incaz içün aşıkşumar oldukça sen pest olur hurşid kadri ey mehi alinijad günbegün hüsnüyle sahibiştihar oldukça sen hiç fikri nimeti gelmez dili pürşuhuma bana sultanım ne gam alemde var oldukça sen tutii tabı hasib olsa nola şirineda ey kamertalat bana ayinedar oldukça sen nazımı mumaileyh ahmed hasib efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bin yüz yirmi dokuz tarihinde sınfı müderrisine duhul ile tekmili devri medaris eyleyüp bir aralık saraybosna'ya hakim ve badehu şehri tokad'a hükumetle azim olduktan sonra medinei kayseriye'ye ve badehu şehri bağdad'a kadı ve molla ve biraz vakt mürurunda medinei manisa mevleviyyetine nailiyetle mümtazı ehibba olmuş ve muahharen mevleviyyeti mezkureden mazulen dersaadet'e menkul olunarak misafireten ikamet üzre iken yüz altmış altı tarihinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh sahibi hüner bir şairi pakgevher olup eşarı latif u muteber vaki olmuştur. matla ilm u maarifde benim üstadım olmuştur tamam üstadı sanii zaman göçdü didim tarihi tam nazımı mecmuai hünermendi abdulhalim hasib efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muvasalai süleymaniye medresesine mevsul olmuş iken bin yüz yetmiş üç sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. balada muharrer olan tarihinden başka eşarı görülmemiştir. ruhsat bulunur dameni canan ele girmez canan bulunur guşei imkan ele girmez ruhsarını azürdei desti taleb itme efserdih olur ol güli handan ele girmez her danesin arayişi tarı nazar eyler eşkim gibi bir sübhai mercan ele girmez arz itme abes çakı giribanı niyazı feryad ile serriştei ihsan ele girmez koynundan ayırma bil anın kadrini ey şuh haşmet gibi bir nushai irfan ele girmez nazımı mumaileyh haşmet efendi sudurı izamdan abbas efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade itmekte iken bin yüz yetmiş beş senesi hilalinde haklarında zebandirazlık töhmeti isnad ve ati'tterceme kerkügi nevres efendi merhum ile beraber mahrusai burusa'ya nefy u ibad olunup müddeti medide burusa'da meks u ikamet eyledikten sonra menfası cezirei rodos'a bi'ttahvil cezirei mezkureye azimet ve bin yüz seksen iki senesi hilalinde azmı darı ahiret eylemiştir. naşı mağfiretnakşı cümle taife beyninde malum olan murad reis merhumun kabri civarında defini ziri türab ve ol vecihle muhtacı rahmeti cenab olmuştur. bir kıta divanı belagatünvanı vardır. tarih makamın boldu resmi payı sultanı rüsul hakka nazımı mecmuai hünermendi mehmed hıfzı efendi şehriyyü'lasl olup tekmili hıfzı nazmı celil ve tahsili hattı bimisl u adil eyledikten sonra bir müddet sarayı hümayunı mülukanede bi'listihdam muahharen emtia gümrügü başkitabeti hizmetiyle çırağ u bekam buyrulup bin yüz yetmiş üç salinde azimi darü'sselam olmuştur. gazeli natamam ne rencişi üstad ne sözı pederim var kalbimde babadağı kadar bir kederim var sarf eyledigim yoluna hep nakdi sirişkdir alemde benim bir gelirim yok giderim var eşarımı hep kağıdı yelpazeye yazdım yarana benim badı heva çok eserim var nazımı mecmuai hünermendi hıfzı efendi ankara kazası dahilinde vaki ayaş nam kasabada tevellüd eyleyüp bi'lahire kasabai mezkur mahkemesinde mülazım ve katip ve evaili devri selim hanı salis'te darı bekaya azim u zahib olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan ebyatından başka eşarına destres olunamamıştır. nurı zata ermege mahvı sıfat itmek gerek masivaya cümle terki iltifat itmek gerek cümle efal u sıfatı salikin bulsa fena zatı hak'da akibet efnayı zat itmek gerek bunda fetvanın esası münhedemdir ey gönül bunda takvadan libası kat kat itmek gerek görmege hakk'ın cemalin alemi sırr içre sen göz yumup bu cism u canından fiil itmek gerek hakkıya cana gerekse hikmeti hak'dan gıda daima perhiz u terki tayyibat itmek gerek nazımı mumaileyh ismail hakkı efendi aydos nam kasabada bin altmış üç tarihinde revnakefzayı alemi şühud olup unfuvani tüfuliyetinde medinei edirne'ye nakl ile bir müddet tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden abdulbaki efendi merhumun ziri terbiyesinde bulunup badehu dersaadet'e muvasalat ve yine tarikatı aliyyei mezkure meşayihi izamından şeyh osman efendi merhumun hizmetine müvazabatla mahrusai burusa'da mesnednişini hilafet buyrulup yüz otuz tarihinde şamı şerife azimet ve üç sene müddet dahi mahmiyei üsküdar'da guşegiri inziva vü halvet olduktan sonra mahrusai burusa'ya azimet ve makamı kadiminde ikametle bin yüz otuz beş tarihinde mahrusai mezburede tuzbazarı nam mevkide camii muhammediye isminde müceddeden bir bab zaviye bina vü inşasıyla halvetgüzini irşad u keramet olduğu halde bin yüz otuz yedi sali hilalinde terki hankahı fena ve azmi kurbgahı cenabı mevla eyleyüp zaviyei mezkure havlusunda defini haki itila olmuştur. mumaileyh alamı ulema efdalı füzela bir mürşidi kerametnüma olup bazı te'lifat u tasnifat u şerh u tercemeye dair yirmi bir aded asarı letafetdisarı vardir ki esamisiyle zirde sebt u tahrir olunmuştur. ruhü'lbeyan isminde bir kıta tefsiri şerif, şerhi hadisi erbain, şerhi adab, şerhi muhammediye, şerhü'lmesnevi, şerhü'lkübera, şerhi pendnamei şeyh attar, şerhi tefsiri fatihai şerif, kitabı kebir, kitabü'nnetice, kitabü'l hitab, kitabü'nnecat, kitabü'lhakkı tasrih ve'kkeşfü'ttashih, usulı hadisten, haşiyei tuhfetü'lfikr, tuhfei hasakiye, tuhfei islamiye, fakkü'l hal, varidatı kübra, tamamü'lfeyz, kitabü'zzikrü'şşeref, vesiletü'lmeram, ve bir kıta divanı belagatünvaniyle meşhur u benam olmuştur. dostum zerreler ayinei didarı keder nefsini bilmiş o arif ki haberdarı keder gerçi candan bana nezdiksin ey canı cihan cümleden devr bana vadei didarı keder kalbimin derdine kimden taleb itsem derman ki etıbbayı cihan cümlesi bimarı keder mahv olur nurı muhabbetle ana niyetler söyle mansur'a ki bu aşk neden karı keder nam u şan ister isen afeti şöhretdir aşk sanma ol gül yeri bu guşei destarı keder dil u dildarın arasında bu can hail imiş aşka can vir ki diyarı dil o dildarı keder can u canan u dili dilber u din ey hakkı aşkdır aşk ki o menbaı güftarı keder nazımı mumaileyh erzurumi ibrahim hakkı efendi eyaleti erzurum'da kain hasankalası nam kasabada dervişandan bir zatı sütudesıfatın sulbünden bin yüz on beş tarihinde sahai vücuda gelmiş ve hadimi aşk terkibi veladetine tarih vaki olmuştur. tahsili melekei sefid u sevad eylediktensonra diyarbekir eylatine tabi siird kazasında vaki tillo nam karyeye azimet eyleyerek tarikatı aliyyei kadriye meşayihinden şeyh ismail tilloyi hazretlerinin ziri terbiyelerinde bulunduğu halde tekmili süluk eyleyüp bi'lahire şeyhi mumaileyh tarafından labisi libası hilafet ve ol vechile müşkilgüşayı meselei marifet iken yüz seksen altı tarihinde hankahı bekaya rihlet eyleyüp karyei mezburede vaki postnişini irşad olduğu dergahın hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh fünunı maarife aşina bir şeyhi sahibittika olup marifetname isminde bir cild kitabı müstetabı ve bir aded matbu divanı nesayihnisabı vardır. bezmi uşşakı cihana ne gelir var ne gider halini arz u beyana ne gelir var ne gider mürgi dil kaldı bu günler aralıkda bihud gülşeni vaslı cinana ne gelir var ne gider damı zülfüyle şikar itdi beni şehbazım çok haber gitdi o cana ne gelir var ne gider ol siyeh kaküli nazikteri dilber bu gice başladı nay u kemana ne gelir var ne gider hünerin kadrini bilmez cühelaya düşdüm hakkıı fazlı ayana ne gelir var ne gider nazımı mumuileyh ismail hakkı efendi silivri'de ahıshalı osman efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz beş tarihinde çehrenümayı alemi vucud olup pederi muma ileyhden ulumı arabiyeyi bi'ttahsil tariki kazaya duhul ile bahrı siyah canibinde vaki eregli nam kasabada hizmeti niyabetde iken bin iki yüz altmış bir senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. bağı hüsünde servi revan söylerim sana gülzarı naza taze fidan süslerim sana nur ayeti cebin u cemalin sıfatıdır işte bu gizli sırrı ayan söylerim sana geh mah u gah mihr didim ruyuna senin hayretteyim ki nice yalan söylerim sana ikbali dehri kesret derd u mihenledir nefsimde tecrübemle inan söylerim sana ey nefsi biedeb bu kadar seyyiat ile halin olur netice yaman söylerim sana vaslın zamanı faslı bahar ile bir degil zevki visali ayşı cinan söylerim sana tiri müjen aman ne yaman sineduzdur seyr eyle şerha şerha nişan söylerim sana bu gice ben ne çekdim elinden rakibin ah zahmı derunı canı nihan söylerim sana ziver efendi hazretinin nazmı pakini hakkımisal ruhı revan söylerim sana nazımı mumaileyh esbak hakkı paşa ati'tterceme kamus mütercimi vakanüvis asım efendi merhumun biraderi ayıntab nakibü'leşrafı kaimmakamı emin efendi'nin sulbünden medinei ayıntab'da bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde ziyapaşı yümni vücud olup istidadı zatiyesi iktizasınca medinei mezkur ulemasından küçük hafız efendi merhumdan bir mikdar tahsili ilm u kemal eyleyerek iki yüz elli dört tarihinde konya valisi hafız paşa'nın hazinedarlığı hizmetinde bulunduğu halde dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesi ve iki yüz altmış yedi senesi istablı amire müdürlügü payei refiasını haiz ve senei mezbure hilalinde uhdesine rütbei mirmirani bi'ttevcih beyne'lemasil mütemayiz buyrulup o esnada arabistan orduyı hümayunu müşiri nasb u tayin buyrulmuş olan sadrı azam mehmed paşa'nın kethüdalık memuriyetiyle şamı şerif canibine azimet ve iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde şamı şerif valisi bulunan izzet paşa'nın ciddei muazzama eyaletine naklinde dört buçuk mah müddet kaimmakamlık vechile şamı şerifde idarei umurı memleket eyledikten sonra dersaadet'emuvasalat ve bir müddet ikametle işbu tezkirei acizanemizin tabdan mukaddem cahı kaimmakamlıkla azurnik canibine azimet eylemiştir. müşarünileyh nazm u neşre muktedir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı ve haylice tevarihi letafetdisarı vardır. ilmi kitabet ve fenni inşada olan malumat u mahareti ati'tterceme sadrı esbak mustafa reşid paşa'nın tercemei hali saadetiştimaline dair keşidei silki imla eylemiş olduğu sudei gevherbahanın müfadı dilarasından müstefad olacağı cihetle tafsili makaleden sarfı nazar olundu. tarihi milad virdi ibrahim baha gülzarı dehre buyı fer itdi sulbi mustafa'dan fatıma kevne vürud recebde mir ibrahim geldi gülşeni kevne kondu kehvarei dünyaya nebihe hanım tarihi vefat nale kılsın ins u cin gitdi süleyman fehim bulmadı gitdi hekim beg de ilacın mevtin neyzeni dembeste itdi nalei deffi ecel kırdı camcızadenin billurveş camın ecel meded sırr oldu gitdi kabe'de mollaydı sırrı kabei adeni tavaf eyledi ruhı halil nazımı tevarihi dilpesendi kıbrısizade ismail hakkı efendi tersane emini elhac ali ağa'nın sulbünden dersaadet'de bin iki yüz tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup iki yüz yirmi sali hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz sekiz senesi selanik kazası ve iki yüz altmış sekiz salinde mevleviyyetle burusa kazası mevleviyyetine vasıl ve nail olmuştur. mumaileyh muhibbi ali aba bir müverrihi tarihaşina olup daima ashabı kemala mütevazıane hareket vü erbabı maarif ile cabeca tarhı encümeni ülfet eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekteve her ne kadar gazelguluk vadisine isperan degil ise de nazmı tarihde süruri efendi merhuma heminan olan müverrihlerden olduğu gün gibi zahir u nümayandır. hattı talikde manendi imadı meşhurı ibad olan hattatinden olduğu haysiyetle kendisinin çırağı bihadd ve şakirdanı biadadı vardır. olaydı hahişi nuşı şarabı nab sana olurdu sağarı zerrin afitab sana içince hahişin artar nedir bu keyfiyet virir mi hunum acep neş'ei şarab sana karini yek nigehi hışmın olmasın yohsa cihanı eyleme bir iş midir harab sana fütadei elemi aşkı cangüdazı keder düşer mi hakkıı zar neden içtinab sana nazımı mumaileyh hasan hakkı beg şeyhü'lvüzera işkodralı mustafa paşa'nın necli necibi ve ferzendi edibi olup unfuvani tufuliyetinde dürrbarı şevketkararü'lmülukaneye bi'lmuvasala nakdinei himmetini iktisabı cevahiri maarife hasr u sarf ile ilmi kitabet ve fenni inşada tahsili miknet u kudret eyledikten sonra kadimi haiz olduğu mirmiranlık rütbesini bin iki yüz altmış iki senesi bi'liltimas rütbei saniyeye tahvil itdirerek hariciye tahrirat odası sınfına ilhak olunmuştur. mumaileyh elsinei selaseye aşina bir şairi pakizeeda olup divançe olacak mikdar eşarı belagatşiarı ve haylice tevarihi fesahatdisarı vardır. kaside zehi lutf u atası mahmidet efzayı sübhanı ki memduhı güzinim itdi berdesturı zişanı ne destur ol müşahhas cevheri evvel ki olmuştur sıfat u zatının ruhı mukaddes deng u hayranı sütude şebçerağı dudei ibai ulviyyin yegane gevheri zibendei nüh dürcı imkanı mehi kudsı füruğı evci ulyayı hudavendi güli hurşid tabı gülsitanı feyzi yezdani serefrazı serefrazanı alem daveri azam veziri cemi hışm manayı maksudı cihanbanı cenabı heft gerdunun yegane hasılı devri şehenşahı cihanın zübdei erkanı divanı cenabı sami paşayı keremgirdarı alem kim olursa püraşur kevn ü mekan mahkumı fermanı taalallah zehi desturı alicahı azam kim pür itdi gulgulı kusı celalı guşı devranı o yekta feylesofı vakıfı esrarı hikmet kim sebakdaşı kemalı aklı faal olsa erzanı besatı bargahı atlası gerdunı miyanı hafizi asitanı devleti eyvanı keyvanı zamiri tabnakı mehbiti envarı lareybi kelamı dilpeziri zübdetü'lesrarı vicdani zülal meşrebinden hızr olaydı zerrece agah dilinden mahv iderdi arzuyı abı hayvanı ger olsa sadmeefgen pençei zuraveri kahrı iderdi çakberçak atlası gerdunı gerdanı olur bir gülnihal üstünde peyda bin güli hurşid nesimi himmeti pürderde itse bağ u bostanı safayı rayını ger eylese endişe bir şair ider tabı hayali alemi manai nurani o dem kim turrai mişkin şemimi şahidi halkı bu neyli sahai gerduna itdi nefharizanı gazali mihr olup avare eyler ruz u şeb cevlan gehi sahrayı mağrib gah sahtı haveristanı bülend ol mertebe takı sarayı kadr u cahı kim kaza olur iken ana nigahendazı hayranı külahından zemini lamekana düşdü destarı görünen sanma kat kat çenberi nüh çerhi gerdanı müşiri danişefruza veziri aklı gülfehma aya menşurı valayı celal u cahı ünvanı sen ol arayişi divanı uzmayı vüzeratsın ki mislin görmemişdir hanedanı ali osmani getirmez kevne zatın gibi bir desturı danayı kaza eylerse icbarı ümehatı çar agani olanlar nazra efken nüshai idrakvalana görürler noktasında sırrı deştikevn u imkanı rahiki nazmın ol simayı püresrarı hikmetdir ki mest olur hayali reşhasiyle ruhı nakanı o üstadı dakayıkperveri mazmun u manasın ki itsen tarhı terkibi suhanda hamecünbani olur levhi beyan üzre debiri fikri derrakin zamiri cevheri evveldeki esrarı pinhanı hudavenda kusurum afv kıl tedkiki manada beni lal itdi dehrin rencişi bihadd u payanı senin gibi vezirin böyle tarh itmezdim evsafın dilimde ger olaydı zerrece asarı şadani degildir bu kasidem layıkı takdimi dergahın ki sensin gevheri pakizei kanı suhandani beni şerminde itdi çarhı dun zatı bülendinden gice tahtü'lsaraya dilerim ecram u eyvanı ki bir dem koymadı gönlümde asarı safa ta kim virem vasfı kemalatinde dadı nazmı selmani bütün mahv eyledi esbabı ayş u zevk u samanım idüp mevkufı hayret hatırı gamgin u nalanı beni bir şuhizarın esiri itdi kim çeşmi olur afetresan sad dili şibli vü sanan'ı inüp ger sidre'den görseydi hüsnün bir nazar cibril iderdi haşr olunca alemi süflide puyanı cüda düştüm o şuhı dilsitanı alemaradan yiridir çak idersem desti hasretle giribanı beyan itmek içün hali dili pürsuzı nalanım sezadır bu mahallde eyler isem ger gazelhani kararım oldu ol şuhun nigahı çeşmi fettanı acep mi serseri geşt eylesem deşt u beyabanı harimi hecrine bir özge fanusı hayal oldum yakup sinemde yir yir sad fitil dağı hiramanı hayali arızıyla ebri ah u eşki huninim bitirdi her büni harı müjemde verdi handanı dili derdazma vü bikararın hecri zülfüyle iner ta mecmaı ruhaniyana bangı efganı yakar suzı safirim enfes u afakı ey hakkı benim gülzarı nazmın bülbüli şurideelhani benim ol şairi kadir ki tavrı şiri renginim virir hüsnı edayı nazmı üstadı sifahani nevayı kilkime dilbeste tabı bülbüli şiraz edayı nazmıma aşüfte hakanii şirvani zebanım razı darı hazini gencinei ilham kelamım mağzı esrarı tecelliyatı rabbani dili pakimdir ol gülzarı firdevsi maani kim akar her guşesinden selsebili bağı rıdvani düşer edna gubarı zerdei gerdunı icaza idince rahşı tabım arsai manide cevlanı iderdi noktasın tahkiki mahiyyat içün bürhan göreydi nushai asarım eflatunı yunani acepdir pertevi envarı tabım anlayup gerdun soyundurmazsa arından çerağı mihri tabanı ne bu lafı temeddüh hem bu rütbe şekvai bica duaya başla ey dil buldu nazmın hadd u payanı veziranı güzinin vasfını ta kim suhansencan ide daim medarı keremi bazarı irfani bulup zatı şerifi rütbei iclal ruzı efzun hasud cahı olsun vartaduşı çahı hizlani idüp şevki huburı tabı pakin nevbenev mezdad vire zatına allah ömr u iclalı feravanı nazımı mumaileyh ibrahim hakkı beg misivri muhafızı esbak müteveffa ismail paşa'nın sulbünden misivri'de bin iki yüz otuz sekiz senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz elli dokuz senesi hilalinde evkafı hümayun hazinesi dahilinde vaki muhasebe kalemine bir müddet müdavemet ve iki yüz altmış yedi senesi hazinei merkume tahrirat odası silkine dehalet eylemiştir. mumaileyh: beyti latifi meali münifi üzre hakikati vechile mezayayı şiri tedkike muktedir bir şair olup müddeti ömründe bir kıta tarih söylememiş ve evaili halinde bir vakt gazelguluk meydanında azmayişi tabiat eylemiş ise de muahharen kasideperdazlık tarafını iltizam iderek kendiye mahsus olan vadiye puyan ve ol suretle cabeca silsilei medh u hicayı cünbandır. her nigahı cansitanından ki dil me'yus olur ruhı kudsu serbeceybi kuşei efsus olur itmem ol nahvetperesti naza arzı iştika çakı sinem korkarım ayinei namus olur dil ki bezmi gamda sergermi hayalindir o dem dudı ahım şemi dağı sineme fanus olur rahibi deyri mecazım kim bagizi aşkı pak vecd u hali tabıma badi demi nakus olur alemi manide hakkı eylesem bastı kelam feyzi enfası mesih endişe'nus olur nazımı mumaileyh hakkı efendi tarikatı aliyyei mısriyye meşayihinden ati'tterceme burusevi müteveffa zaik efendi'ninsulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz kırk sekiz senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala babı seraskeri dahilinde vaki masraf nezareti tahrirat odası ketebesi silkine dahil olmuştur. mumaileyh salifü'tterceme ismail paşazade hakkı beg'in şakirdanından olup mesleki şirde mumaileyhin isrine puyan ve etvar u güftarda kendisine akran u hemzeban olduğundan iddiai şairiyyet itmemek hülasasiyle muahharen fevzi tahallüs eylemiştir. gazeli natamam niçün nurı ilahiden kaçar imana gelmezsin seninçün münzel olmuştur niçün kur'an'a gelmezsin dokuz türlü maraz sende gözün görmez derununda şifayı bulmağa ana niçün lokman'a gelmezsin yüzü güldür saçı sünbül anın ismi muhammed'dir cemali bağına anın niçün ihsana gelmezsin hakiri sırr ile söyler nihan ilmin ayan eyler haber sor bağı vechinden niçün irfana gelmezsin nazımı mumaileyh mehmed hakiri efendi canibi anadolu'da vaki sandıklı nam kasabada panihadei sahrayı vücud olup muahharen mahrusai burusa'ya nakl u hicretle tarikatı aliyyei halvetiyyeye dehalet ve bin yüz seksen altı salinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyhin eşarı ilahiyyat nevinden olup şeyhane vaki olmuştur. gülşen ki feyzi nur ile sirabdır bu şeb her gonce bir güliçei mehtabdır bu şeb bidar ider mi bangı niyazım sepidedem bahtı siyahı ruzı giranı habdır bu şeb mest itdi huşu bezmi çerağanı mahitab kim zibi duşu ferdei sincabdır bu şeb ayinei cemal hüneri bahtı tiredir zulmeti har tabişi şebtabdır bu şeb hikmet bu ateşin suhanı dilfüruz ile ruşençerağı meclisi ahbabdır bu şeb nazımı müşarünileyh şeyhülislam elhac ahmed arif hikmet begefendi matlaı danişveran olan darü'lhilafetü'laliye'de veziri maarifsemir raif ismail paşa merhumun mahdumı fezailmevsumu sudurı izamdan ismet beg merhumun sulbünden bin iki yüz bir senesi hilalinde manendi mahı mesud ziyagüsteri alemi vücud olup iki yüz on bir tarihinde namı feyzittisamı defteri tedrise revnakdihi itila vü medarisi mutadeye sırasıyla zinetbahşa olduktan sonraneyyiri azamı ikbali iki yüz otuz bir senesi kudsı şerif ve iki yüz otuz altı senesi mısrı kahire ve iki yüz otuz dokuz senesi medinei münevvere mevleviyyetlerinde tali ve iki yüz kırk iki senesi darü'lhilafetü'laliyye kazası payei muteberesini haiz ve iki yüz kırk altı senesi nekabeti hizmeti müstevcibü'lmefharetiyle mütemayiz buyrulup iki yüz kırk dokuz senesi anadolu ve iki yüz elli dört senesi rumeli sadareti payei refialarını bi'lihraz ibtida meclisi valayı ahkamı adliye ve muahharen darı şurayı askeriye azası sınfında lami olmuş ve iki yüz altmış iki senesi şehri zi'lhiccesinde linamıkihi arif beg'i irfan ile hakk şeyhülislam eyledi tarihi menkutu mantukunca nüshai ilm u kemal olan zatı feriştemisali fazılanesi vediai mesnedvalayı meşihatü'lislamiye kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından evvelce makamı meşihattan müfarakatla sahilhanelerinde peygulegüzini istirahat olmuşlardır. müşarünileyh camii zühd ü takva bir fazılı bihemta olup eşarı belagatşiarına ruhani saib u ürfi hayran ve neş'eti letafetayatına nergisi vü veysi engüşt berdehandır. cenabı faziletmeabı medinei münevverede malumü'laded kütübi nefiseyi cami bir bab kütüphanei hayrnişanebina vü inşasına dahi muvaffak olmuştur. matla fezayı dergehin kanı atadır ya resulallah cenabın melcei ehli recadır ya resulallah nazımı mecmuai hünermendi abdullah hilmi efendi şeyhü'lkurra yusuf efendizade mehmed efendi'nin sulbünden bin seksen beş tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup tahsili ulumı aliyeye say u guşiş ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bi'lahire sarayı hümayun haceligine meyl u rağbet ve bazı te'lifat u tasnifata sarfı yarayı himmet eyleyerek altmış sene müddet neşri ulumı aliye eyledikten sonra bin yüz altmış yedi senesi evahirinde nakli kasrı cennet eylemiştir. mumaileyh bir alimi amil ve bir fazılı kamil olup buharii şerif'e mufassal bir aded şerhi metini olduğundan fazla bazı kütübi mutebereye haşiye vü tefasiri şerife ve fünunı saireye dair dahi kırk yedi aded risalei renginmakalesi olduğu bazı tarihde mestur u mukayyeddir. balada muharrer matla gazellerinden maada eşarı manzurı acizi olmamıştır. matla kırılır üstüne uşşak o gözü badamın zeri mahbub ile fındıklı'ya çek al kamın bir mecaz eylesek uşşaka o şeh naz eyler uymaz ahengine erbabı tarab yanılır nazımı hüner beraverde abdullah hilmi dede kasımpaşa mahallesi sakinlerinden olup evaili halinde kuzat güruhundan iken muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile tahsili irfanı bihisab iderek bin yüz seksen tarihinde seyahat tarikiyle arabistan canibine azimet ve senei mezbure hilalinde yine canibi rum'a avdet eylemek üzre rakibi sefine olduğu halde gavtaharı bahrı rahmet olmuştur. mumaileyhin balada mestur iki aded beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. usandık ak deniz'den keştii aramı kaldırsak açıp yelkenleri bahrı siyah'a doğru saldırsak muvafık ruzgar ile kıç üstünde idüp aram gehi ney üflesek gahice ol tanburu çaldırsak çanaklık semtini zabt eyleyüp de zevke gark olsak safa deryasına fülki dili nakamı daldırsak bulurduk lacerem ursa yüce bir cayı asayiş usuliyle reise yanaşup da lenger aldırsak baba amr'ın dağarcığı gibi şeyler zuhur eyler eger sandukai endişeyi hilmi boşaldırsak nazımı mumaileyh kıbrıs müftüsü hasan hilmi efendi bin yüz doksan yedi senesi cezirei kıbrıs'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye sarfı evkat ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp muahharen cezirei mezbure müftülüğü hizmetine memur ve tayin kılınmış ve iki yüz altmış dört senesi azimi huldı berin olmuştur. mumaileyh alim ve fazıl bir zatı hamidehasail olup eşar u güftarı amr ile zeyd'in makbul u müstahseni olduğundan başka hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mahmud hanı gazi tabe serah hazretleri dahi kendisine sultanı şuara ünvanını tahsis ile iltifat buyurmuş oldukları mumaileyh tarafından işidilmiştir. şemi dil ateşi aşkıyla fitil oldu çü mum göricek semti fezada bu gice bir büti rum hançeri gamzei kafir nigehi cana geçer bu bakışla acep imana gelir mi mersum narı nurı ruhu ateşkedei sinefüruz buyı zülfünden olur nükheti meryem meşmum kil u kal olsa da ger mabhesi zülfünde dıraz harf sığmaz o mehin sanki dehanı madum hilmiya eylemiş evrengi sitiğnaya cülus mülki dil zabtına ol padişehi kişveri rum nazımı mumaileyh mustafa hilmi efendi mahrusai burusa'da çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala birkaç sene mürurunda maliye mektupçusu odası ve iki yüz altmış altı senesi meclisi muhasebei maliye mazbata odası ketebesi sınıfına dahil olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. çeşmi hakbinde ağyar ile yar ikisi bir bağı tevhidde zira gül ü har ikisi bir gah ruhsara vü geh zülfe bakar nevhevesan ehli tahkike göre leyl u nehar ikisi bir şahlar haki siyah içre fakirane yatur dergehi hak'da siğar ile kibar ikisi bir ehli tevhidde yokdur ikilik allah bir nazarımda güli firdevs ile nar ikisi bir bezmi alemde bana sensiz olunca cana neş'ei bade ile renci humar ikisi bir ittihad eyleyeli aşk ile divane gönül telhii firkat ile zevki kenar ikisi bir virdiler vasıl olup bezmi selamiye selam bu sene geldi halim iyd u bahar ikisi bir nazımı mumaileyh halim giray sultan selatini cengiziye evladı valanejadından olup müddeti medide deri aliye'de ikametsazı übbehet u iclal olunduktan sonra silivri kazasında kain çatalca nam karyeye nakl u hicretle bin iki yüz otuz dokuz sali hilalinde kebki ruhu giriftarı pençei ikabı eceli semmi olup karyei mezburede vaki ferhad paşa camii kabristanında defn olunarak müntazırı rahmeti cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh nükteperver bir şairi sahibhüner olup selatini cengiziye haklarında gülbünhanan isminde bir eseri güzide ve bir kıta divançei pesendide nazm u inşad ile ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. infial itmiş geçende ol mehi ruşen bana badezin zindan olur seyran ile gülşen bana ol peripeyker ile hemdem olursam gam degil yarsiz yeksan olur gülşen ile külhen bana açmasam razı derunum dostlar gönlüm yanar derdi aşkım söylesem handan olur düşmen bana dinlemez derdi derunum hatırım eyler şikest ol zebankarın elinden her demim şiven bana ülfeti ağyar ider uşşakı mecruhü'lfuad ol mehin cevri gelir her vechile ehven bana gelse hatt ruhsarı dildara halima gam yimem cümle hubanı zamandan ol peri ahsen bana nazımı mumaileyh abdulhalim efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı sınfına bi'lilhak iki yüz altmış üç senesi üsuli imtihaniyeleri bi'licra maliye hazinesinde vaki varidat muhasebesi ketebesi ve iki yüz altmış sekiz senesi dahiliye kalemi hulefası sınfına dahil olmuştur. tarih oldu subhizade abdullah efendi kethüda nazımı maarifpira mustafa hilmi paşa şehriyyü'lasl olup ruznamçei evvel kaleminden neş'etle bir müddet kalemi mezbur kisedarlığında bi'listihdam bin yüz altmış dört tarihinde şıkkı evvel defterdarlığına nail ve üç sene mürurunda barütbei miri mirani uhdesine sayda eyaleti bi'ttevcih mahalli merkuma azim u nakil ve bir sene zarfında vaki olan istifasına binaen rütbei mezkure uhdesinden sarf u tahvil ile tekrar tariki aslisine dahil olduktan sonra bir zaman metruk başmuhasebe ve ruznamçei evvel ve diger bazı menasıbı celilede varakgerdanı defatiri leyl u nehar olup yüz altmış dokuz tarihinde saniyen defterdarlıkı mezkur memuriyeti kendüye ihale ve ita ve o aralık memuriyeti mezkureden azli zuhuriyle limni ceziresine nefy u icla olunup müddeti kalile zarfında afv u itlakı vukuuna mebni dersaadet'emuvasalat birle salisen mesnedi defteriye nail ve onsekiz mah mürurunda ki bin yüz yetmiş üç senesi evasıtında haizi rütbei valayı vezaret olduğu halde mansıbı olan eyaleti musul'a vasıl olmak üzre canibi mezkura azim u nakil olmuşiken matekaddem hilafı rıza vukua gelen bazı harekatı nabecası mesmuı cenabı şehryari olmuş ve bozcaada'ya nefy u tağrib olunmasına iradei katıai padşahi celadetrizi sünuh buyurulmuş olduğundan esnayı rahda vaki izmid'den mübaşir marifetiyle menfası olan bozcaada'ya sevk u irsal olunup adai mezburede maktulen tariki debdebei cah u ikbal olmuştur. müşarünileyh selikai şiriyyesi zahir bir şair olup divanı dahi olduğu tahkik kılınmış ise de balada muharrer olantarihinden başka eşarı manzurıacizi olmamıştır. nat o şeb kıldın uruc sidreye cibril ile himmet sema arz oldu nurunla ki nurı pürziyasın sen gelüp beyti mukaddes'de salatı eyledin itmam o dem cem oldular ervah imamı muktedasın sen nazımı mecmuai hünermendi ahmed hamdi efendi adana ulemasından olup neşri ulumı aliye ile evkatgüzar iken bin iki yüz elli iki senesi azimi darü'lkarar olmuştur. o şuhı nazperver mahı taban oldu gitdikçe gönülde şevki mihri ateşefşan oldu gitdikçe silahşor olmuş ebr u gamzeler celladı hunrizi güzellik kişverinde miri miran oldu gitdikçe firakı lali itdi rizei elmasveş te'sir cigerde dağlar kanı bedahşan oldu gitdikçe açınca badbanı hasreti ummanı eşkimde nazardan geştii ümmid pinhan oldu gitdikçe nola peyrevlik itse arif mazmunı perdaza bu vadilerde hamdi beg suhandan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh ahmed muhtar hamdi efendi sudurı izamdan ati'tterceme kethüdazade arif efendi merhumun biraderi valagüheri olup evaili halinde defteri müderrisine ismi kayd olunmuş ise de kendisi menasıbı dünyeviyeye ademi rağbetle mecazibi hakiki meslekine süluk iderek mukabele günleri zevaya ve hankahı saireye azimet ve istilzazı vecd u halet eyleyerek güzarendei vakt u saat olduğu müstağnii tarif u işarettir. mumaileyhin ahvali malumesiyle bu mertebe tahsili ulumı aliye eylemesi ve bu metanetde inşa vü nazma muktedir olması doğrusu hayretdihi havsalai ukaladır. ne kadar çerhi deni eylese zinet izhar ne kadar bağı irem gibi açarsa ezhar ne safaaver olur dilde neşat olmayıcak ne halavet bulunur sağarı mey pürekdar gerçi zahir görünür cayı melahat amma har olur didei ibretle bakılsa gülzar bülbülün nalesini sanma güli gülşen içün haleti mazii dehri bulamaz eyler zar kalmamış bağı cihan içre letafet hamdi olamaz neş'efeza gelse dahi vakti bahar nazımı mumaileyh mustafa hamdi efendi canik sancağında vaki ünye nam kasabada bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli üç salinde dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar ulumı arabiye tahsiline gayret eyleyüp ferikü'lhac ali rıza paşa'nın imamet hizmetinde bulunarak anadolu orduyı hümayunu canibine azimet eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı vardır. bezmi irfan ehlinin menzilgehi viranedir mülki dil mamurasın sanma tehi bir hanedir görmiyen desti felekden darbı tiği afeti kerbelaya düşse bilmez matem u gavga nedir halei aguşa almış dün gice mehparesi bilmeyen nadan ki ferda akibet rüsva nedir dürri vazın guşvar eyler mi vaiz söyleme alemi lahuta varmış mescidi meyhanedir öyle bir mesti harabat olmuşum hamdi bu dem masivadan bilmezem dünya nedir ukba nedir nazımı mumaileyh mehmed hamdi efendi şehri dağıstan'da bin iki yüz otuz beş tarihinde panihadei sahai vücud olup medinei amasya'ya nakl ile şeyh şirvani efendi merhumun dersine hazır olarak tekmili nusahı ilmiyye eylediktensonra dersaadet'e vasıl ve iki yüz altmış dokuz senesi darü'lmuallimin haceleri sınfına dahil olmuştur. tarih hanifa badua geldi dile bu mısrai tarih ola lali efendi'nin makamı cenneti ala nazımı mumaileyh ibrahim hanif beg şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile galata ve badehu burusa mevleviyyetlerine bi'lvüsul hatimei kamilan terkibi mealince bin yüz seksen dokuz sali hilalinde darü'lbekaya menkul olmuştur. balada mezkur tarihinden başka asarına zaferyab olunamamıştır. mesnevi seyyidü'lkevneyn habibi kibriya sadrı alayı sudurı asfiya nurı pakı cebhei adem safi cevheri asliyei kenzi hafi nurı akdem hatmı kur'anı rüsul mübteda vü müntehayı her sebil canı alem alemi canı visal canlar olsun yolunda paymal nazımı mecmuai hünermendi ibrahim hanif efendi haceganı divanı hümayundan olup bin iki yüz on bir tarihinden sonra irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh siyeri hazreti nebevi'ye müteallik üç cildi şamil bir kıta manzumei latife tertibine muvaffak olmuştur. balada muharrer olan ebyatı güzide dahi manzumei mezkureden me'huzdur. hakikat gülşeninde gül de bülbül gibi der hu hu kamunun maksadı hakdır gerek la la gerek lu lu gülistanı hüviyyetde ötüp hu hu diyen mürgan ne hu hu der ne yu yu der ne bu bu der ne hem maarif bahçesinde bülbülüm diyen hezar amma kimi ak ak kimi lak lak kimi şak rak kimi ku ku bu kesret aleminde sırrı vahdet bilmesi müşkil bilir ancak akalimi akayıkda gezen su su hayati bahrı hayyın sahili payanı var sanma ne bu cuya gu guveş de itsen subesunu nu nazımı mumaileyh elhac ahmed hayati efendi maraş sancağı dahilinde kain elbistan kasabası müftüsü müteveffa ahmed efendi'nin sulbünden bin yüz altmış beş tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek validi mumaileyhin vefatı cihetiyle kasabai mezkurede seccadenişini fetva ve bir müddet hizmeti mezkurede güzarendei subh u mesa olduktan sonra dersaadet'e nakl u hicretle ayasofyai kebir camii şerifi derununda neşri ulumı aliye ile meşgul ve o esnada bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nailiyetle sadrı esbak yusuf ziya paşa merhumun haceligine dahi mevsul olarak iki yüz yirmi dört tarihlerinde saraybosna mevleviyyetine ve iki sene mürurunda ırakı arap mevleviyyetine mazhar ve iki sene müddet canibi bağdad'da mesnedgüzini şeri enver olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala hanesinde peygulegüzini ikamet olduğu halde mürdi hayatı rahı mematı kendiye cayı necat ittihaz iderek iki yüz yirmi dokuz senesi seferü'lhayrında vefat eylemiştir. hatta ferzendi ercümendi ati'tterceme halil şeref efendi vefatını işbu tarih ile isbat itmiştir. tefe'ülümde şeref çıkdı bir güzel tarih hayati buldu hayatı ebed cinan içre mumaileyh alim ve fazıl bir zatı kamil olup te'lifat u tasnifatı olmak üzre isafü'lminne fişerhi ithafü'lcenne namında maametn bir kıta şerhi ve ilmi adab ve mantıkı vafiyeye müteallik maaşerh bir aded manzumesi ve ati'tterceme sünbülzade müteveffa vehbi efendi'nin lugatı farisiyeye dair olan tuhfesine bir aded şerhi ve şahidi merhumun kezalik lugatı farisiyeden olan risalesine bir kıta şerhi ve alayimi kıyamete dair tehafüti müstehace isminde maaşerh bir aded risalei arabiyyesi ve bunlara mümasil nice nice resaili adidesi ve bir daireyi müştemil maaterceme arabiyyü'libare bir aded kasidesi olduğundan başka mumaileyh vehbi efendi'nin nuhbe nam lugatnamei belagatallamesini dahi şerh eylemege ihtimam itmekte bulunmuş ise de ömrü vefa itmemiş olmasıyla şerhi mezkuru muahharen mumaileyh şeref efendi itmam eylemiştir. şemi vahdetden yanup bu şeb çerağ oldu gönül kurb u budun suzişinden pek ırağ oldu gönül alem içre himmeti ağyara muhtac olmayup mumiyanı dilbere bir özge bağ oldu gönül ta sabahı haşre dek tenvir eyler alemi şamı vahdetde yanan kandile yağ oldu gönül fahr idüp isa disem nola efendim pirime ölmüş iken sayei mollada sağ oldu gönül haydera galib efendi dahi nutk itmiş idi rahberler kesretinden kemsürağ oldu gönül nazımı mumaileyh hasan haydar paşa rumeli'de vaki dırama kasabasında kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz altı tarihinde sadrı esbak hurşid paşa'nın turhala valiligi hengamda müşarünileyhin iltimasina binaen silahşorluk rütbesi kendisine bilita muahharen mısrı kahire canibine azimet ve müddeti medide hidematı mısriyye'de bi'listihdam iki yüz altmış beş senesi mısır valisi abbas paşa'nın iltimasiyle uhdesine rütbei miri mirani tevcih u ihsan buyrulup altmış yedi senesi kahirei mezbureden katı riştei alaka ile dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış sekiz senesi şehri saferinde mütasarrıfı kazayı biga ve iki yüz altmış dokuz senesi şehri şabanında azimi darı beka olmuştur. gazeli natamam şevki lalinle yanar nurı çerağı yakut reng alır ateşi ruyundan ayağı yakut laledir sanma anı şahı baharı hüsnün hükmidüp şaşaadan kurdu otağı yakut fikri gülbusei ruyun ile guyan olsam tarh olur safhai nezzareye bağı yakut döndü bir sübhai lü'lüye sirişkim hayret katrei hun arasında sürağı yakut nazımı mumaileyh hayret efendi canibi anadolu'da kain darende nam kasabada zibendei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde ulumı cüz'iye vü külliyeyi tahsil u tekmil ile dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen rütbei haceganiyi ihraz eyleyerek birçok vakt sadrı esbak yusuf ziya paşa ve celal paşa ve kaimmakamı esbak ahmed şakir paşa ve sadrı esbak mehmed galib paşa merhumların divan kitabeti hizmetlerinde bulunduğu halde tahsili nam u şöhret eyleyüp bin iki yüz otuz dört tarihinde mısrı kahire canibine azim ve beşaltı sene mikdarı mısır valisi mehmed ali paşa'nın divan kitabeti hizmetine mülazım olduktan sonra ki iki yüz kırk tarihlerinde işbu darı gururdan semti bekaya mürur eylemiştir. mumaileyh nergisimanend bir katibi hünermend olup hayliden hayli eşarı hayretfezası olduğundan başka mütavvel bir aded münşeatı letafetallamesi ve bir aded manzum farisi lugatnamesi ve ilmi nahvden elifiyye nam risaleye bir kıta şerhi renginmakalesi vardır. gülşeni hüsnün güzide bir güli ranasıdır ruz u şeb feryad idenler bülbüli şeydasıdır aks idelden leylii hüsnü o mihrin aleme kaysveş san cümle alem aşıkı şeydasıdır şahı gamzen aşıka divanı aşkda subh çeküp katline ferman iden ol kaşları tuğrasıdır rindi meyharı sakın zemm itme ey mahı münir mest iden halkı o şuhun badei hamrasıdır ateşi hecr ile her dem alemi suzan iden hayreta ol kafirin hep cevr u istiğnasıdır nazımı mumaileyh mehmed hayret efendi şehriyyü'lasl olup tefriki nik u bede kesbi iktidar eyledikten sonra divanı hümayun kalemine çırağ olunup kalemi mezbura devam itmekte iken bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. çarşanbabazarı'nda vaki kabristanda medfundur. eyleye me'va behişti hakk muhammed hayret'e mısraının harfi menkut u vefatına tarihdir. mumaileyhin divanı hümayun kalemi ketebesinden olup balada muharrer olan gazelinin üçüncü beyti mealinden dahi istifade olunur ki usulı kaleme muvafık vaki olmuştur. harfi'lhı gönüller her biri bir vechile meftunun olmuştur dili zarım çerağı tarzı gunagunun olmuştur hezaran kumrui seraşinayı gülşeni iffet dilaşubı nihali kameti mevzunun olmuştur hilafı tarzı ayini vefadır ey periçehre adular nevşuhundan bendeler mahzunun olmuştur açılsın mihri ruhsar güle gülşen gelsin ey mehru dehanı goncei subh handeveş memnunun olmuştur tekellüf bertaraf malumun olsun ey saçı leyla senin bin canile hatem kulun mecnun'un olmuştur nazımı mumaileyh akovalızade ahmed hatem efendi yenişehiri fenar ismiyle şöhretşiarolan beldei cesimede nakşbendi nigini vücud olup bin yüz altmış sekiz tarihinde beldei mezkurede azimi darı beka ve terakkübi şefaatı hatemü'lenbiya olmuştur. salifü'terceme beliğ efendi merhum vefatına işbu tarihi latifi tarh u inşad eylemiştir. resul i ekrem'e ahmed efendi hemcivar olsun. mumaileyh zadei tabı olan bir kıta divanı fesahatbeyaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan itmiştir. kıta kerem mukataası ta zamanı hatem'den kalıp mezarda bir kimse olmayup talib kimin nukudı atayası var anı alacak meger cenabı sadaretpenah ola rağib nazmı divanı hünermendi mehmed haki efendi beriyyetü'şşam canibinde kain kilis nam kasabada çehrenümayı alemi vücud olup dersaadet'e bi'lvüsul sınfı hacegana duhul ile hak ol ki huda mertebeni eyleye ali mısraı mealince mütevazıane hareket ve bi'lahire defterdar mektupçuluğu memuriyetine nailiyetle karini ricali devlet olmuş iken bin yüz yetmiş iki senesi hilalinde ruhı paki azimi suyı eflak ve cesedi derdnakı dahili ziri hak olmuştur. aslında kıtagulukla şöhretşiarı avanı şuaradandır. demi aşkın cefasın çekdigimden öyle ah itdim tahammül itmeyüp ruhsarına yarin nigah itdim ne aşıklar hevayı aşk ile zar u zebun oldu anınçün narı hicrana yanup bin ah u vah itdim düşüp sevdaya bu gönlüm perişan oldu mihnetle cünudı derd u alama vücudum şahrah itdim kime arz eyleyem hali perişanım hezarasa düşüp bir gonceveş mahbuba ben ömrüm tamah itdim giriftar oldum ey halid belayı hecri dildara dü çeşmim kan döker bilmem acep ben ne günah itdim nazımı mumaileyh halid efendi medinei silivri'de muallimi sübyan ibiş efendi'nin sulbünden bin iki yüz yirmi altı salinde çehrenümayı alemi şühud olup ahıshalı osman efendi'den bir mikdar ulumı arabiye ve hace kerimi efendi'den bazı mertebe fünunı farisiye taallüm ü tahsil iderek kitabet tarafına meyl u rağbetle ile'lan medinei mezburede hizmeti kitabetde bi'listihdam güzarendei şuhur u eyyamdır. gören kevnide cuşı mevci giryem yem kıyas eyler o gül ruhsar ise manendi şebnem nem kıyas eyler eger zehr olsa nuş eyler rakibin sunduğu camı ben ana abı hayvan dahi virsem sem kıyas eyler dil istibad ider ol denli neyli devleti vaslı eger ram olsa ol ahuyı mahrem rem kıyas eyler gamı lali ile hunabepaşı mihnet oldukça sirişki çeşmi seyir iden adem dem kıyas eyler senin her bir sözün bir gevheri sencidedir halis veli kesrtab olan yaranı ebkem kem kıyas eyler nazımı mumaileyh şeyh ahmed halis efendi salifü'tterceme sakıb efendi merhumun ferzendi ercümendi ve hayrü'lhalefi dilpesendi olup elveledi sırrı ebihi sırrı kalbi latiflerinde runüma olarak tarikatı aliyyei mevleviyyede behremendi feyzi mevlana ve pederleri mumaileyhin irtihalinden sonra kütahya'da kain arguniye hankahı meşihatine revnakbahşı itila olup kırk beş sene müddet meşihati mezkurede imrarı vakt u saat eyleyerek bin yüz doksan bir senesi azimi kurbgahı mevla olmuştur. mumaileyh adimü'lakran bir şairi mucizbeyan olup eşar u güftarı biayb u noksan vaki olmuştur. bülbülmisal gül yüzünü andım ağladım manendi gonce kanlara boyandım ağladım bir şemi meclis oldum o canana dün gice ta subh olunca halimi hep yandım ağladım göz kana kana ağlamağa teşnedil idi hunı sirişki hasret ile kandım ağladım zevki visale almış idim yari koynuma rüya görürmüşüm meger uyandım ağladım düşdü gözümden eşk düri itibarveş halis o şuhu rahm idecek sandım ağladım nazımı mumaileyh yusuf halis efendi dersaadet'te bin iki yüz yirmi senesi hilalinde kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz otuz beş senesi divan kalemine ve üç sene mürurunda terceme odasına memur u tayin kılınup iki yüz kırk dokuz senesi serkitabeti hizmetiyle londra tarafına iki yüz altmış bir senesi yine kitabeti mezkure ile trablusşam canibine azimet ve hitamı memuriyetle avdetinde lisanı arabiyede olan malumatı icabınca barütbei saniye arabi mütercimligi hizmetine memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyh tahir ömerzade ati'tterceme fazıl beg'in akribasındandır. haki kademim sayei zülfünde yerim var üftadeyim amma o kadar bal u perim var aşıklar aman sana ne canlar virecekdir aguşa gel ey tıflı cefa bak nelerim var işte yolumuz mahkemei ruzı cezadır ben gönlümü bir gayriye virmem huzurum var derdim çekemez kudreti yokdur dimiş ol mah hakka ki güzel söylemiş amma kederim var dün gice senin ağzını pek çok aramışlar hüsrev hele divane demişler haberim var nazımı mumaileyh mehmed hüsrev efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve merhum halet efendi'nin dairesine dehaletle perverdei lutf u inayet olarak bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetlerinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra vatanı asliyyesi olan adana'da muahharen irtihalı darı ahiret eylemiştir. gazeli natamam ana üftade der halk aşıkı ranayı bilmez ol daha pek nareside tıfldır dünyayı bilmez ol sakın aşık gücenme arzı hüsn eyler sana bir gün henüz taze cüvandır remz ile imayı bilmez ol oturmuş bisteri naz üzre istiğna seririnde sırı goyende olan ah u vaveylayı bilmez ol hikaye eyleyüp aşkı didi rana cevabında nice mümkün ola hüsrev ki lailayı bilmez ol nazımı mumaileyh mehmed hüsrev beg rumeli'de kain drama kazası hanedanından ve dergahı ali kapıcıbaşlarından müteveffa halil ibrahim ağa'nın ferzendi danişmendi olup avanı tufuliyet ve unfuvani şebabetinde tahsili ilm u maarife say u gayret ve ol vecihle bir mikdar kesbi hüner u marifet eyleyerek hasbe'lkader mısrı kahire canibine azm u sefer ve bir müddet başıbozuk asakiri sergerdelerinden bulunduğu halde imrarı şam u seher eylediktensonra mısır valisi sabık mehmed ali paşa'ya damad ve birçok vakt mürur itmeksizin mısır defterdarlığı memuriyeti dahi uhdesine bi'ttevcih sürur u dilşad buyrulup muahharen canibi sudan'a revan ve birkaç sene havalii merkumede güzarandei avan u zaman olarak memaliki sudan'ı zabt u rabt ile kahirei mezbureye avdet eyleyüp gah mahrusai mısır'da özbekiye nam mevkide kain konağında ve gah mahrusai mezbure haricinde vaki kasrı nil nam sahilhanesinde ve bazen mahrusai mezbure kurasından münifiye nam karye civarında bulunan konağında ve bazen dahi mahrusai mezbure civarında mevcud cezirei muhammed nam mahallde olan konağında peygulegüzini istirahat olduğu ve defterdarlıkı mezkur uhdesinde bulunduğu halde ki bin iki yüz kırk dokuz senesi evasıtında ta'ir ruhu kafesi bedenden pervaz ile nahli tuba'da aşiyansaz ve naşı mağfiretnakşı kıdvetü'lulemaü'tteşriin imamü'lmüslimin imamı şafii hazretlerinin türbei şerifleri civarında vaki kabristanda defini haki niyaz olmuştur. mumaileyh manendi hüsrevi dehlevi mülki maarifin nazım u rahrevi olup haylice eşarı nefise tanzimine muvaffak olmuş ise de eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuştur. bu abdi aciz mumaileyhin biraderzade bulunduğum hasebiyle indi acizanemde çend aded ebyatı mevcud olduğundan ismi sahayifi alemde mestur kalmak emeliyle ebyatı mezkure tezkirei aciziye keşidei silki sütur olmuştur. olalı zahirde cismi natüvan u zarı aşk doğdu burcı kalbime hurşidi pürenvarı aşk yusufı mısrı muhabbet daima olur aziz eylese tabir rü'yayı letafet yarı aşk dilde kuhı bisütun'ı şevkile ferhad kim eyledi vah canı şirin'i fidayı yarı aşk sayei simintenanda padişahı mülki naz giydirir uşşaka daim hilatı zertarı aşk pendi erbabı maarif aşıka budur müdam meclisi ağyarda itme sakın izharı aşk bahrı feyze daldı gavvası muhabbet öyle kim cüst ile çıkardı gevheri şehvarı aşk akifi beytü'luluma peyrev oldum hızriya hazretile nola itsem daima güftarı aşk nazımı mumaileyh sahhaf elhac hızır efendi güraniyyü'lasl olup seyr u seyahat tarikiyle dersaadet'e bi'lmuvasala zenbil berduş olarak kitapfüruşluk ticaretine rağib ve bazı ashabı münasibe kaside, tarih takdim iderek zuhur iden caizesini cem u iddihar ile malı kesire sahib olmuş ise de sureta mübtela olduğu zulümatı fakr u fakadan rehayab olamayup bin iki yüz altmış iki senesi evahirinde abı hayatı ömrü sahrayı ademde manendi serab olmuştur. mumaileyh pirhordesal bir şairi rağbetahval olup ekser nazm u güftarı müşevveş ve bimeal vaki olmuştur. kıta şehenşahı cihan sultan mahmud'un budur işte bütün dünyayı teshir eyleyen tuğrayı fermanı temaşa it nişanı hükmünü seyr itmek istersen medarı zabtı ins u can olan mühri süleymanı nazımı mecmuai hünermendi mustafa hatti efendi vüzeradan müteveffa çerkes osman paşa'nın divan kitabetinden neş'et eyleyüp mürurı ezmine ile menasıbı divaniye ricali sınfına dahil ve bir aralık metruk muhasebe haceligine nail olduktan sonra sefaret memuriyetiyle nemçe memaliki tarafına azimet ve bade'lavde saniyen muhasebei mezkure haceligine ve muahharen defteri şıkkı sani memuriyetine revnakefza buyrulmuş iken bin yüz elli beş tarihlerinde azimi darü'lme'va olmuştur. fındıklı nam mahallde kain perizad hatun zaviyesi mukabilinde vaki kabristanda medfundur. müşarünileyhin balada muharrer kıtasından başka eşarı görülmemiştir. kıta gönlüm yine bir servkadda yar olayım der azade iken derde giriftar olayım der şimdi yeni başdan yine divanelik ister aşüftei serturrai tarrar olayım der nazımı mecmuai hünermendi mustafa huldi efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilm u hünere hasr u sarf iderek kitabet hizmetiyle mahrusai mezbure muhasebe kalemine müdavemet itmek üzre iken bin yüz otuz sekiz tarihinde azimi huldı berin olmuştur. mumaileyhin zadei tabı olan güftarı şayanı kabul u itibardır. gazeli natamam bulunca arzuhale ol şehi bidadı bir yirde beni bir yirde bulmuşlar dili naşadı bir yirde yıkılsa gitse de aşık seri kuyundan ayrılmaz bilir tutmaz temel kalbi harabadabı her yirde neden bihalet olmuş kargahı bisütun aya şikeste tişesi başka yanar feryadı bir yirde gehi zülfünde geh çahı zenehdanında ah eyler reha bulmaz hulusun hiç dili azadı bir yirde nazımı mumaileyh ismail hulus dede dersaadet'de hırkapuşı alemi nükuş olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile hissemendi feyzi bihisab olduktan sonra ki ati'tterceme sultanı şuara şeyh galib efendi merhumun galata'da vaki mevlevihanei feyzaşiyaneye sayebahşı irşad oldukları hengamda dergahı mezkur işçibaşılığı hizmetine nailiyetle lezzetyabı mübahat olup bin iki yüz yirmi tarihinde azimi cennatı aliyat olmuştur. mumaileyh bir şairi puhteasar olup eşarı tamebahşı sigar u kibar olmuştur. gönül o yari işveye mail ne faide olmadı bana buseye kail ne faide gark oldu filki dil yemi ruhsarı dilbere gerçi göründü hattı çü sahil ne faide üryan ider muhabbeti leyla her ademi mecnun egerçi olsa da akil ne faide tohmı vücudu mezraai hake ekmeden dihkanı ruzgara ne hasıl ne faide sud eylemez metaını dehrin olup halil itdin nükudı ömrünü zail ne faide nazımı mumaileyh halil efendi mahrusai ruscuk'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili maarif eylemekteiken bin yüz otuz dört tarihindeazimi darı beka olmuştur. gazeli natamam koyma ayağı bir dem elinden ki iş budur nuşı şarabı nab idegör hemmeniş budur arz eyle gah bedrini gahi hilalini mahım felekde vadiyi tarzı derviş budur ağyara munis oldu o vahşi gazalımız ahir şikar olur göresin gösteriş budur. cevre tahammül eyle meded vaslı yarda handi rakibe afeti can serzeniş budur nazımı mumaileyh şeyh handi efendi cezirei kıbrıs'da vaki lefkoşe nam mahallde sikkepuşı dergehi huş olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet galata mevlevihanesi'nde ikametle muahharen cezirei mezburede kain mevlevihane meşihatine nail ve bin yüz kırk tarihinde işbu çilehanei fenadan semahanei bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh bir şairi zarif olup eşarı hub u latif vaki olmuştur. sırrı vahdet cilveengizi mezahirdir bütün noktai merkez celisazı mezahirdir bütün mevci derya pençesinden dameni sahil çıkar matlabından desti ehli feyzi kasirdir bütün lafza nazındır viren manayı hüsnı iştihar gösteren icazı enzarı cevahirdir bütün müntehayı ahdı hüsnünde kıyametler kopar fitnei devri kamer hattında zahirdir bütün çeşm u ebr u halı gisu serbeser cevr u sitem ruyı canan levhi ayatı zevacirdir bütün keşfi esrarı sevadı didesinde çeşmimiz hikmetü'laynı fünunı naza nazırdır bütün ihtilafatı şuunun gayeti tevhiddir gösteren ecsamı ezdadı anasırdır bütün şerha şerha kıldı hayri dilleri tiği nigah tişei çeşmi bütan keşfi zamairdir bütün nazımı mumaileyh reisülküttab mehmed hayri efendi bolu sancağına tabi viranşehir kazasında vaki ömerli nam karye ahalisinden kastamonu mütesellimi müteveffa yahya ağa'nın sulbünden bin yüz kırk tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalat ve o esnada kethüda kalemi hulefa silkine dehaletle nümayan olan malumat u kitabeti iktizasınca bir aralık kalemi mezkur serhalifeligine memuren bekam ve bir müddet sonra ki yüz seksen beş tarihinde orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde kethüda kitabeti ve yüz seksen sekiz tarihinde divanı hümayun beglikçiligi memuriyeti uhdesine bi'lisale naili meram buyrulup muahharen vukuı infisaliyle samako'ya nefy u icla kılınmış ise de kable'lazime afv u itlakı zuhuruna mebni dersaadet'e avdet ve saniyen beglikçiligi mezkur memuriyetine ve yedi sene tamamında yani yüz doksan beş tarihinde makamı riyaseti küttaba ve yüz doksan yedi tarihinde sadareti uzma kethüdalığı mesnedi celilesine nailiyetinden sonra mesnedi mezkureden azl ve yüz doksan dokuz tarihinde çavuşbaşılık mesnedi celilesine nakl ile müddetikalile zarfında mazul ve senei mezbure hilalinde tersanei amire emanetine mevsul olup iki yüz tarihinde saniyen makamı riyaseti küttaba kuud ve iki yüz bir tarihinde saniyen kethüdalık mesnedi celilesine suud iderek tekrar mesnedi mezkureden rugerdan ve birçok vakt mürur itmeksizin nişancılık memuriyetiyle orduyı hümayun canibine puyan ve iki yüz üç tarihinde salisen makamı valayı riyasetde hiraman olmuş iken seferber bulunduğu halde iki yüz dört senesi mora nehrini mürur esnasında kazaen süvar olduğu hayvan kari nehre galtan olup ol hal ile zatı bimisali gavtahorı bahrı gufran olmuştur. serlevhai müvarrihin süruri efendi merhum vefatı müşarünileyhe işbu tarihi inşad eylemiştir. söyledim tarihi menkut eyleyüp bezli vücud basdı seylabı adem hayrii safitineti müşarünileyh nazm u inşaya kadir fünunı saireye ıttılaı zahir bir şairi mahir olup eseri kalemi mucizrakamı olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. o yusufkıymetin bir dürlü kaçmazdım bahasından haridaran elin çekseydi zılli ibtilasından isabet itdim amma haline tabiri anberde hatın mişke müşabihdir didim tevbe hıtasından tasavvur eyledikçe sinesin ağuşı vuslatda dili aşık döner mir'atı hurşid'e safasından varup meyhaneye ferşi hasiri ayş u nuş itsek usandık zahidi mescidnişinin bu riyasından ruhı saki ne mihri alemaradır ki aks itse döner cam u hilali bedre te'siri ziyasından anıp gülnarı lalin eyleme azerdei dendan ki can virsek de sonra kurtuluş yok diş kirasından bu gülşende açılmaz goncei ümidi ehli dil gelürse nefhai isa dahi badı sabasından viren bu ab u tabı eşk u ahı aşıkan sanma sitanbul dilberi nazik olur ab u havasından bu ruyı tabnak ile ne bağa cilveriz olsa güli hurşid olur işkefte zerratı fezasından bana piranı devran ile ülfet hoş gelir hayri cihanın nevcüvanan vü atasız bivefasından nazımı mumaileyh hayrullah hayri efendi: daima bir gülizarın narı aşkıyla yanar ibni vehbi nesli sünbülzade'den hayrii zar beyti latifi müfadından müstefad olduğu üzre şairi mahir sünbülzade vehbi efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz doksan beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mesleki kazaya dahil ve hasbe'ttarik haylice cesimce mansıblara nail olmuş ise de ahir ömründe fakrı hale duçar olduğundan ashabı menasıba cabeca tarih ve kaside takdim iderek zuhur iden caizesiyle taayyüş eylemekte iken iki yüz altmış yedi senesi şehri zilkaidesinde irtihalı darı beka eylemiştir. keman ebrularından yarimin hayli sual oldu siyeh kaküllerinden söz uzandı kil u kal oldu kurunca sahnı sinemde safı müjganları ordu ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng u cidal oldu acep tarif olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvah halas olmak bu ateşden bana emri muhal oldu ne hüsrev gördü bu derdi ne buldu çaresin ferhad kıyas itme benim çekdiklerim kısa misal oldu ehibbada vefa yok aşina biganedir hayri bu alem bildigim alem degil bilmem ne hal oldu nazımı mumaileyh hayrullah efendi sudurı izamdan seretbayı şehryari abdullah efendi merhumun necli necibi olup sinni on bire reside ve ismi ceridei tedrise keşide olduktan sonra bir müddet mektebi tıbbiyei şahaneye müdavemetle ulumı hikemiye ve fünunı edebiyede kesbi mahareti kamile eyleyerek bin iki yüz elli sekiz senesi izmir mevleviyyetine nail ve bir sene mürurunda mekkei mükerreme payesini hamil olmuş ise de fünunı mütenevviada olan malumatı nezdi maarifvüfudı mülukanede karini semapaş u tahsin buyrulmuş olduğundan muahharen uhdesine rütbei saniye bi'ttevcih ziraatı meclis ve iki yüz altmış altı senesi barütbei ula meclisi maarifi umumiye ve müddeti kalile zarfında encümeni daniş riyaseti saniyesi dahi uhdesinde olmak üzre meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak mümtazı emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında mekatibi umumiye nezareti uhdei istibhaline tevcih u ihale buyrulmuştur. müşarünileyh pakizegevher bir şairi rengineser olup ilmi ziraata dair bir kıta kitap ile tarihi osmaniye isminde eczayı müteaddideyi şamil diger bir eseri renginhitabı vardır. nedir o şuhda aya bu dilşikenlikler kırıp geçirdi bizi bu sitemfikenlikler görünce didei bimar u goncei mestin gelir mi hatırıma hiç sağ esenlikler tariki sabrını hep çaldı çarpdı uşşakın o düzdi gamzeye vireni bu rahzenlikler taraf taraf lebi cularda mahir dillerle henüz ne semtde kaldı acep o şenlikler libası fahr ise de halkı aleme yekser kaba gelir bize hayri kabayı benlikler nazımı mumaileyh hayri efendi mahrusai edirne'de sahai zibi vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbetle mukaddema sadrı esbak müteveffa reşid paşazade emin paşa'nın ve muahharen mirza said paşa'nın divan kitabetleri hizmetinde bi'listihdam bin iki yüz altmış iki senesi rütbei refiası ihsan buyrulup bekam olduktan sonra bir müddetcik dahi rumeli ordusu müşiri ömer paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunarak iki yüz altmış altı senesi hilalinde rütbei sanii saniyeyi bi'lihraz orduyı mezkur muhasebeciligi memuriyetine nailiyetle mazharı imtiyaz olmuş ve muahharen infisali vuku bulmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından altı mah makdem silistre defterdarlığına memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin haylice eşarı dilnişini ve divanı şevket'e mazbutça bir şerhi metini vardır. görüp ey şuh mutrib sanma bir bir üstühandır bu senin oklar sürüp inletdigin sinekemandır bu gönül fanusı püreşkale döndü şemi ruyunla sabahı haşre dek sönmez yanar bir şemdandır bu sakın berki niyazı vaslı tahmil eyleme ey dil o nevres nahlı bağı işveye barı girandır bu füruğı neyyiri ruhsarı tutdu şemsi paşa'yı geçen gün gördüm ol mihri sipihri hüsn ü andır bu alup hülyada ol taze nihalı nazı aguşa didem bir kühne nahle vasl olmuş nevfidandır bu beli asan gibi bin ince belden geçmeden güçdür aşılmaz maverası pürhatar bir mumiyandır bu degildir dağı tiri gamzesi geçdikçe taş dikdi fezayı sinem okmeydanıdır sengi nişandır bu tehi dönmez gelen dergahı mevlana'ya ey hayri mütafı kudsiyandır bir mualla asitandır bu nazımı mumaileyh salih hayri efendi ayaş nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz elli altı senesi tahaffuzhane ketebesi silkine dahil ve iki yüz altmış bir senesi vuku bulan surı hümayunı meserretnümunı mülukane esnasında hacelik rütbesine nail olmuştur. mumaileyhin haylice eşarı vardır. piç u tabı çekdigim kendi günahımdır benim ol sebepden genci firkat nalegahımdır benim sanma ey sufi muziki çilledir alem bana kaydsızlık vüsatı mülki refahımdır benim ol kadar aksi ruhun itdi rübude çeşmimi vechin üzre nevhatı müjgan günahımdır benim her zaman cevr itdigin üftadeye hadden füzun nezdi ağyar ol sebeb cayı penahımdır benim sanma zahid kim dili hayri günahdan fikr ider aff u izid melceimdir tekyegahımdır benim nazımı mumaileyh müderriszade ahmed hayri efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve bir müddet kitabet hizmetiyle mektebi tıbbiyede bi'listihdam bin iki yüz altmış sekiz senesi halebi şehba mevleviyyetinden mazulen darı bekaya müntakil olmuştur. harfi'ddal sebzi hat abı hayatı la'linin ihyasıdır mevti ahmer gamzei hunrizinin imasıdır bir nigahı rahm eylerdi o çeşmi nimhab lik bahtı tiremiz balini istiğnasıdır tiği cevre eşki bülbülden o gülruh virmiş ab kim dehanı zahmımız pürnalei şekvasıdır degme şurişden ayılmaz mesti seyri kametin kim beyazı subhı mahşer penbei minasıdır şulei ahım urur çün nalei zenciri mevc sanki gönlüm ateşi şevki cünun deryasıdır görmedim gitdikçe hicran içre subhı vuslatı ol mehi habidenin bahtım şebi yeldasıdır aşkile can virmedikçe vasla daniş irmez el alemi hüsnün o kamet alemi balasıdır nazımı mumaileyh daniş beg dersaadet'de bin iki yüz yirmi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve muahharen kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memur ve tayin buyrulup nümayan olan marifet u ehliyeti iktizasınca umurı mehammı seniyyede bi'listihdam tuğrayı garrayı kemalini balayı tevkii maarife keşide itmekte iken zeameti ömrünün kılleti cihetiyle adedi nükudı enfası harcı beratı tulı hayata kafi olmayup bin iki yüz kırk beş senesi genc idi daniş beg itdi irtihal tarihi menkutu mantukunca kurbgahı cenabı rabbi izzete azim u rahi olmuştur. mumaileyh pakgevher bir şairi danişver olup bir kıta divanı belagatünvanı yadigarı ashabı ilm u hüner olmuştur. bülbül ağlar gül olur handekeşayı gülşen nice muhrik geliyor guşa sadayı gülşen var ol ey servii serefraz senin sayende itsin üftadelerin zevk u safayı gülşen yine ol goncei nevrestede ısrar bize remz ider nükte ile badı sabayı gülşen çün bahariyyeden ol mihri zahım itdi tahur lerzetak oldu kıyamet gibi cayı gülşen sana bir har kadar bar degildir daniş ey nihali gülüm itsin ko safayı gülşen nazımı mumaileyh hasan daniş beg tophane meclisi selanikli ferik said musa paşayı şehidin sulbünden bin iki yüz kırk dokuz senesi hilalinde gehvarei zibi alemi şühud olup bin iki yüz altmış iki senesi tophanei amire şakirdanı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan ilmi maarif tahsilinde bulunmuştur. mumaileyh riyazı ilm u hünerin nihali danişperveri olup nevbadei tabı nazikanesi lezzetbahşı şevk u taravetdir tarih matbahı ayşını işal emeliyle yerden göklere uçdu o müflis sakarı itdi sefer söyledi mürgı kaza cevvi hevada tarih kürei nara çıkup yandı komiski bu sefer nazımı maarifpira davud paşa gürciyyü'lasl olup şehri bağdad'da nevş u nema bularak şehri mezburun vücuhundan olduğu halde bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih bağdad eyaletine revnakefza ve iki yüz kırk altı senesi eyaleti merkumeden kefi yed iderek deri barı şevketkararı mülukaneye dehalet ve bir müddet ikametle iki yüz elli dört senesi müceddiden babı alide teşkil olunan darı şura riyasetine ve badehu bosna eyaletine zinetbahşa buyrulup muahharen bir vakt dersaadet'de ikametsazı istirahat olduktan sonra iki yüz altmış üç salinde intihayı mesanidi dünyevi ve ibtidayı makasıdı uhrevi olan şeyhü'lharemlik hizmeti müstelzimü'lmefharetine memuriyeti bi'licra müftehir u mübahi ve iki yüz altmış altı salinde çend mah müddet infisali vuku bulmuş ise de saniyen hizmeti celilei mezkure uhdesine bi'lihale mazharı eltafı namütenahi olmuş iken iki yüz altmış yedi senesi hilalinde ruhı revanı ravzai cinana revan olmuştur. müşarünileyh ulemai mütehayyirinden olup şehri bağdad'da vali bulunduğu hengamda dahi neşri ulumı aliye ile evkatgüzar olduğu tevatüren malumı sigar u kibardır. kendisinin tabiatı şiriyye ashabından bulunduğu ve iki yüz altmış iki salinde vuku bulan surı hümayunda balon tabir olunan haymiyyü'şşekl bir alet ile haydar paşa sahrasında berheva olup telef u napeyda olmuş olan komiski nam sahibi cesaret hakkında balada muharrer tarihi latifi nazm u inşad itmiş olduğu bazı tarafdan rivayet ve ihbar kılınmış olmağla teberrüken ceridei aciziye sabt u kayd olunmuştur. bir ermeni mahbubuna dil düşdü yine ah divaneye dönderdi bu ben bendeyi nagah kan ağlamadan döndü gözüm beyzei surha eşkim cereyan itmede her şam u sehergah vardım seheri deyre temaşa içün anı yokdur o peri çün bana sahn oldu sanemgah göstermedi ruyunu bana ol büti tersa deyr içre heman büt gibi kaldı dili agah derviş bana cevr itmede ol yarı cefakar razı ola mı hazreti isa ana billah nazımı mumaileyh derviş ahmet dede tekfurdağı ahalisinden olup bin yüz elli yedi salinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. kendisi mühtedizade olması cihetiyle elsinei mileli iseviyeyi bi'ttahsil her lisanda bir nev türrehatı vardır. o şeb ki sakii rana yürür turur oturur ayağ u şem u ehibba yürür turur oturur ne haldir bu ki seyyare vü sevabit u hak hevayı aşk ile hala yürür turur oturur bahara şükr iderek cuy u serv u sebzei bağ bu gülşen içre ne ziba yürür turur oturur düşüp telatumı girdabı bahrı aşka gönül misali deryayı geşti yürür turur oturur bilir mi sor harekat u sükunı hayretini egerçi dürrii şeyda yürür turur oturur nazımı mumaileyh ahmed dürri efendi şehri van'da sahilresi bahrı vücud olup gencinei ilm u irfan olan darü'lhilafetü'laliye'ye reside ve bir aralık divanı hümayun kalemi ketebesi silkine keşide olduktan sonra dürdanei vücudu silkü'lleali haceganda dahi manendi lali bedahşan rahşan olduğu halde bin yüz otuz iki senesi hilalinde sefaret memuriyetiyle misali gevheri galtan memaliki iran'da bir zaman deveran eyleyerek dersaadet'e bi'lvüsul metruk başmuhasebe haceliginde dahi bir müddet güzarendei avan olduktan sonra bin yüz otuz yedi salinde gevheryektayı vücudu defini gencinei türab olup muntazırı ruzı hisab olmuştur. mumaileyh sadefi belagatın dürri yektası ve bahrı fesahatın gevheri alembahası olup salim efendi tezkiresi'nde dahi tercemei hal ve bazı eşarı renginmeali mevcud u mukayyeddir. haki payin kühli için bu iki çeşmi sefid birbiriyle ceng idüp ahir biri oldu şehid mütercim mumaileyh bu matlaı garra ile aynı vahid olduğunu ima eylemiştir. nükudı şire ol mehru nedir atfı nazar bilmez efendi sim u zer yoksa seni ol simber bilmez tehidil olsa da şeyhin gelir dergahına derviş menasıb ehlinin var u yoğun ashabı cerr bilmez metaı fabrika sanma makamatı haririyi ne sanat var o kalada anı her pişeger bilmez ne bilsin şebpere pervazını balada şehbazın sikenderseyr olan halin gedayı derbeder bilmez nedir mahiyyeti nutkun bilir feyzii mucizgu dürefşan olduğun dürri güruhı pilevar bilmez nazımı mumaileyh süleyman dürri efendi şumlu nam kasabada müderrisinden müteveffa tayyib efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz altı senesi panihadei sarayı vücud olup iki yüz altmış iki senesi rumeli canibine şerefvuku olan seyahatı hümayunı mülukane esnasında hacelik rütbesine nail ve o aralık dersaadet'e bi'lvüsul bir müddet tophanei amire mektupçuluğu odasına müdavemetden sonra iki yüz altmış altı senesi mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olmuştur. sünbülzade vehbi efendi merhumun tuhfesi'ne naziregune güherriz ismide bir kaç cüzden mürekkeb bir adet lugatnamei mürettebi vardır. kim söyler acep ruyuna mekkare nigara kimdir diyecek çeşmine sehhare nigara aklın şaşırır raşa tutar yarini görse takrir idemez derdini biçare nigara hıfz eyler anı görse de kendi nazarından cür'et idemez itmege nezzare nigara didar şu benim gözlerimin yaşına bir bak çeşmim ola pür eşkile fevvare nigara nazımı mumaileyh maden eminizade osman didar beg maadini hümayun emini abdi paşa merhumun mahdumu olup bin iki yüz on yedi tarihinde tariki tedrise dahil ve iki yüz kırk altı senesi galata ve iki yüz elli dört senesi burusa mevleviyyetlerine nail olduktan sonra iki yüz elli altı senesi arzumendi didarı cenabı perverdgar olduğu halde azimi darü'lkarar olmuştur. harfi'zzal hevesi aşkı yar var dilde sayd olunmaz şikar var dilde olmaya arş u kürsi küncide bir garib intizar var dilde ne zaman nakş olundu bilmem hiç müstaid bir nigar var dilde mesti camı şarabı aşk olalı ta bemahşer humar var dilde bir gülün şemmesine degmez iken arzuyı hezar var dilde leylii hüsne doğrusu zaik arzuyı her nehar var dilde nazımı mumaileyh şeyh mehmed emin zaik efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup salikanı mısriyye silkine dahil ve muahharen mevlana şeyh mısri hazretleri zevayasından birinin meşihatine nail olmuş ise de iki yüz elli bir senesi dersaadet'e hicret ve bir müddet ikametden sonra iki yüz altmış dokuz senesi mahrusai mezburede darı bekaya rihlet itmiştir. durubdur zaiki neyşekkeri mısrı hünerhardan mısraını vefatından beş altı mah mukaddem inşad eylemiştir ki mühmel u mucem tarihdir. mevaliden kıbrısizade ismail hakkı efendi dahi mumaileyhin vefatına işbu tarihi mucemi inşad itmiştir. zaiki devran tatdı cürai camı ecel mütercim mumaileyhin müsvedde olarak divançe olacak mikdar eşarı manidarı vardır. bu mürde cismiminsan canıdir feyz bu dertli sinemin dermanıdır feyz semayı sadrımın levhinde cana yazılmış derd ile divanıdır feyz bu gün hakkın atasıdır kıl izan huda'nın bir ulu mihmanıdır feyz atayı hak egerçi çokdur amma gönüller bağının baranıdır feyz cihanı canı eyler cümle tenvir dil u canın mehi tabanıdır feyz huda'ya hamd u şükr it durma zati anın hem lutf ile ihsanıdır feyz nazımı mumaileyh şeyh süleyman zati efendi rumeli'de kain keşan nam kasabada panihadei sahai vücud olup tariki aliyyei halvetiyye meşayihi izamından salifü'tterceme burusevi şeyh hakkı efendi merhumun müstahliflerinden olduğu halde kasabai mezkurede vaki hankahı halvetiyyeye postnişini irşad iken bin yüz elli bir tarihlerinden sonra cahı halvetserayı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyhin eşarı ve güftarı şeyhane ve tasavvufane olup matbu bir kıta divanı vardır. gehi cuş eyleyüp deryayı bipayan olur gönlüm gehi bir katre içre gizlenüp nihan olur gönlüm gehi şems u gehi bedr u gehi necm u gehi kevkeb gehi zerre gehi katre gehi umman olur gönlüm tecerrüd aleminde arşı evsafı vücud imiş libası masivadan cümleten üryan olur gönlüm bulup bir kez layığını irişdim devleti fakra vücud iklimine şimden geru sultan olur gönlüm kamu yüzden hitabı sümme vechullah bolup zahir o vechile demadem vale vü hayran olur gönlüm seyahat eyleyüp kevni dokuz eflakı seyr itdim fezayı lamekana akibet mihman olur gönlüm hadisi men arefden ders alaldan mektebi serde haberdarı rumuzı alleme'lkur'an olur gönlüm içüp camı meyi aşkı bu yolda can fida itdim zekayi mübtelayı cezbei rahman olur gönlüm nazımı mumaileyh şeyh mustafa zekai efendi üsküdar muhafızı miri miraniden ibrahim beg merhumun sulbünden mahmiyyei üsküdar'da kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemet ve pederi mumaileyhin vefatından sonra terki memuriyet iderek tariki şabaniyeden ahzı yedi inabet birle ala'ttarikü'sseyahe simav kazasına azimet ve şeyh ve mürebbisi bulunan hasan efendi merhumdan labisi libası hilafet olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp zekayi ehli keşftir ki ümmi sinan oldu tarihi menkutu mantukunca bin iki yüz yirmi salinde dersaadet'de şehremini nam mevkide vaki ümmi sinan dergahı meşihatine nail ve bin iki yüz yedi senesi hilalinde kurbgahı cenabı mennana azim u rahil olmuştur. mumaileyh zahir ve batını mamur bir şeyhi maarifmevfur olup bir kıta divanı dahi alemde maruf u meşhurdur. cuş idelden beyti kalbimde humı sahbayı aşk bir acep halet getirdi nefsime sevdayı aşk cah u çah u medh u zem yeksandır yanımda kim olmuşum aşüfte vü gavtahorı deryayı aşk şişei arım kırıldı laubali meşrebim böyledir hakkımda hükmi hazreti darayı aşk zahira vardır neşatı inbisatım halk ile batınım amma makarrı şuriş u gavgayı aşk zahirimde gerçi yokdur zahm u dağı zahire batınım hakister itmiş ateşi uzmayı aşk gözlüdür dü zahmı mahfidir cihanda dağı dil vasf u tarifi ne mümkün nüktei fehvayı aşk zikriya men lem yezuk lem yarif olan halı dil hoş bilirsin kale gelmez ya nedir şekvayı aşk nazımı mumaileyh ibrahim zikri efendi mukaddema belgırad kalesine müzafe öziçe nam memleketde bin iki yüz on tarihinde kademnihadei sahai vücud olup muahharen bosna canibine azimet ve bir mikdar tahsili ilm u marifet eylediktensonra mahrusai mezkureye muvasalat ve orada tavattun ve ikamet eyleyüp bi'lahire mahrusai mezkurede küçük ağa dinmekle arif bir zatı şerif olup haylice eşarı ve çend kıta te'lifata dair asarı olduğu bazı tarafdan ifade ve icbar kılınmıştır. harfi'rra hayatı taze virüp dehre mukaddemi nevruz hoşa irişdi meşamı deme demi nevruz tağıtdı leşkeri sermayı sahnı gülşenden kurunca bargehin şahı ekremi nevruz nizamı taze bulup mülketi çemen şimdi yetişdi vakti ferehrayı hurremi nevruz besatı işretini bastı bezmi şevk itmiş seriri hıtai bağa yine cemi nevruz giyip kabayı rebiisini güli şadi nişini gülbün olup oldu hemdemi nevruz taravet ile yüzü güldü goncei bağın olunca mazharı feyz u mükerremi nevruz açıldı bahtı yine lalei siyahdilin olup karini atayayı hatemi nevruz harimi bağ o kadar cilverizi şevk olmuş ki görse bağı behişt ola mülzemi nevruz nazımı mecmuai hünermendi abdullah ra'fet begefendi mehmed rami paşa merhumun mahdumu olup nice nice menasıbı divaniyeye nailiyetden sonra surrei hümayun emanetiyle canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde vadii fatıma nam mevkide bin yüz elli yedi salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mestur u mukayyeddir. kuyı yari andılar dildar geldi hatıra cenneti vasf ittiler didar geldi hatıra gün batınca dün gice imsaka niyet itmedim buselerle itdigim iftar geldi hatıra derkenar ile beratı hüsne tuğra çekdiler hat ile zabt itdigim timar geldi hatıra bir pul itmez bin yarin yanında anladım puseveş dil yanarak dinar geldi hatıra zahir oldu cephei ruyunda ra'fet nur u nar yari gördüm tavrı ateşzar geldi hatıra nazımı mumaileyh mehmed ra'fet efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile muahharen dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp sinnini ömrü haddı sülüsüne reside olduğu halde bin iki yüz yirmi sekiz senesi hilalinde matunen darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyh selaseti tabı zahir bir şair olup divançe olacak mikdar eşarı dahi vardır. kıta çok surete girdim geleli bezmi cihana bin hey'ete koydu beni evzaı zamane mersum cehli sal olalı nüshai ömrüm üstadı herem başladı tefsir u beyana nazımı maarifpira süleyman re'fet paşa sultan selim hanı salis hazretlerinin evahiri saltanatlarında rikabı hümayunda çukadar ağalığı ünvanını ihraz itmiş olan mustafa ağa merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi iki tarihinde zinetefzayı kehvarei vücud olup unfuvani şebabetlerinde enderunı hümayuna çırağ buyrularak perverişyaftei ilm u kemal ve her vecihle mazharı hüsnı hisal oldukları halde iki yüz kırk beş tarihinde ol gevheri yeganei genci irfan silki ile'laskeride dırahşan olup bir müddetden sonra derkar olan dirayeti kamile ve cerbezei şamileleri iktizasınca miralaylık rütbei refiasını bi'lihraz muahharen mirliva ve badehu ferikanı kiram sınfına dahilen darı şurayı askeriye reisü'rrüesa ve iki yüz altmış senesi uhdelerine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih meclisi vala riyasetine arayişdihi kadr u itila buyrulup iki yüz altmış bir senesi seraskerlik mesnedi celilesine zinetefza buyrulmuş iken senei mezbure hilalinde seraskerliki mezkureden müfarakat ve sefareti memuriyeti behiyyesiyle paris canibine azimet ve iki sene müddet ikamet eyledikten sonra iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e avdetleri hengamda ticaret nezareti behiyyesine ve iki yüz altmış beş salinde müsaadei şürtei ikbal ile kapudanı derya makamı aliyesine ve iki yüz altmış yedi senesi mesnedi kapudaniden münfasılan meclisi vala azası sınfına dahil olduktan sonra iki yüz altmış sekiz senesi hudavendigar eyaletine ve iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında halebi şehba eyaletine atıfetpira buyrulmuştur. müşarünileyh umurı devleti mihveri layıkında müdir bir müşiri müşteritedbir olup şir u inşası bimisl u baha olduğu varestei kayd u imladır. tarih rezm olup üryan kaçup aldı hisarın taybe'nin şah mahmud'a bu fethin eyleye yezdan said tarihi diger mefharı tüccar elhac ali ağa yapup bu musaffa çeşmeyi sarf itdi zer manendi mü'minine re'fet işrab eyledim tarihini gel iç abı kevseri aynı ali'den subesu nazımı müşarünileyh abdullah re'fet beg şeyhülislamı sabık arif hikmet begefendi'nin biraderi valagüheri olup tariki tedrise duhul ile devri medarisi mutade eyleyerek izmir mevleviyyetine ve bir müddet mürurunda şamı şerif mevleviyyetine ve badehu medinei münevvere mevleviyyetine ve iki yüz altmış dokuz senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine nail ve senesi hitamında uhdesine anadolu sadareti payei muteberesi bi'ttevcih mümtazı emasil buyrulmuştur. müşarünileyh güzidei efazıl bir alimi fazıl olup kendisinin haylice eşarı rengin ve tevarihi dilnişini vardır. dili danayı şeyda eyleyen gisuyı dilberdir beni her kardan hali koyan hali muanberdir degişmem mülketi fağfura çini ebruvanın ben gözüm nurudur ol ahu cemali mahı enverdir hilal ebruları çeşmanı dilcu hattıdır şebbu kadi zibası bir ter dilberi ferhundeahterdir olur her bir sözümden şivei diger zihi peyda cihanda var ola yokdur misali bende perverdir onun tarifi hüsnü hayli müşkildir huda alim ne yapsın re'feti naçar kim kemter suhanverdir nazımı mumaileyh salih re'fet efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli tarihlerinde atiki babı defteride vaki metruk mevkufat kalemine müdavemete mübaşeretle iki yüz elli sekiz tarihlerinde maliye hazinesinde vaki ceride muhasebesine naklı memuriyet eyleyüp derkar olan liyakat u kabiliyeti iktizasınca iki yüz altmış iki senesi uhdesine hamise rütbesi tevcih buyrulmuştur. mumaileyhin bir mikdar tevarihi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. yedi beyzayı kelimimde asadır hamem düşmenin sihrine icaznümadır hamem lutf ile kalıbı elfaza revan virmekde demi isa gibi pek ruhfezadır hamem rütbei nazmı iriştirdi mehi gerduna guyiya sayei şehbali hümadır hamem ger utarid gibi ayinei hurşid üzre dasitanı keremi yazsa sezadır hamem olaturdukça cihan cahı sadaretde bekam dembedem yazdığı re'fet bu duadır hamem nazımı mumaileyh elhac mehmed re'fet efendi bağdad eyaletinde vaki süleymaniye kasabatından darü'lilm dinmekle arif bir kasabai latifde çehrenümayıalemi şühud olup bin iki yüz elli üç tarihinde dersaadet'e muvasalatla lisanı fariside derkar olan malumatı iktizasınca iki yüz altmış dört senesi hilalinde sultan bayezid hanı veli camii şerifi nezdinde vaki rüşdiye mektebine muin nasb u tayin kılınmıştır. mumaileyh tabiatı şiriyeye mazhar bir şairi sahibhüner olup henüz şivei zebanı türkiyyeyi kema yenbaği tahsil idememiş olduğundan türkçe eşarı kalil u ender görülmüştür. düşüp izarına aksi piyalei gülreng çerağ yaktı gülistana lalei gülreng dehanı surh degil feyzi mihri ateşi aşk bitirdi sünbüli aha kelalei gülreng baharı hat gelecek halli badei lebine yazıldı gülvarak üzre risalei gülreng sunar fütadeye nevruzı vasl irişdi deyu dehanı hokkai şeker nevalei gülreng gelince hat dili pürhunu tuhfe kıl yare geçer baharda makbule kalei gülreng hayali vasfı lebi lali yar ile raif çekide oldu kalemden makalei gülreng nazımı mumaileyh tacikzade mehmed raif efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile bir müddet rumeli kadıları kassamlığı hizmetinde istihdam olunduktan sonra bin iki yüz otuz dokuz senesi yenişehiri fenar kazasında molla iken senei mezbure hilalinde azimi darı me'va olmuştur. çeküp bu kafilei firkatı bahar bahar hevayı vaslile gurbetde yüz diyar diyar misali lale derunumda dağı hasret var takılsam açılamam gül gibi hezar hezar güli izarına hembu bulunmaz alemde riyazi dehrde geşt eylesek diyar diyar hayat çeşmesinin katrei keminesine akıtdı didelerimden felek pınar pınar sadası sayhaı zağ oldu bülbülün sensiz seherde nalelerin dinledim hezar hezar olursa raik eger muariz muhabbetde bu nazmı tuhfei bezm idelim kibar kibar nazımı mumaileyh ali raik efendi bozoklu müteveffa mustafa beg'in atikasından olup sarayı hümayuna çırağ buyrularak bir müddet hazinei hümayun kitabetinde bi'listihdam bir aralık mabeyncilik memuriyetine ve bir müddet sonra hazinei hümayun kethüdalığı memuriyetine bi'lvüsul bir müddet ol vecihle imrarı vakt u saat eyleyerek hazinei hümayundan huruc ile o esnada rütbei haceganiyi bi'lihraz başmuhasebe haceligine ve bir vakt mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyetine ve badehu baruthane nezaretine ve bin iki yüz iki senesi şıkkı evvel defterdarlığına ve muahharen nice nice menasıbı samiyeye nail olup iki yüz sekiz senesi hilalinde tarihali raik alelrik abı kevser içdi cennet'de tarihi menkutu mantukunca cennetü'lme'vaya müntakil olmuştur. tarihi natamam gelince şahidi aşkı ezel arzı tecellaya dili bimasiva guya ki döndü turı sina'ya iderdim mürgi dille yare irsal arzı hal amma bu yirlerden kuş uçmaz neyleyim semti dilaraya nükuşı böyle ursun kaleyafanı suhan rabıt perendi nevnesici lafzı rengin tarı manaya nazımı müşarünileyh ahmed ratıb paşa şehid ali paşazade sadrı esbak topal osman paşa merhumun sulbünden yenişehiri fenar nam memleketi cesimede zinetefzayı fanusı vücud olup pederi müşarünileyhin vefatında uhdesine rütbei samiyei vezaret bi't tevcih bin üçyüz elli altı sali hilalinde mesnedi kapudaniye revnakbahşa ve muahharen sıhriyyeti cenabı mülukane şerefine nailiyetle dahi kamreva buyrulup bi'lahire mora eyaleti uhdesine tevcih ve ihale buyrularak bin yüz yetmiş beş senesi eyaleti merkumede irtihali darı beka eylemiştir. mansıbın kişveri me'va ola ahmed paşa mısraı vefatına tarihdir. müşarünileyh nükatı şire aşina bir şairi nazikeda olup bir kıta divançei eşarı dahi vardır. fenni hatda olan mahareti cihetiyle tuhfetü'lhattatin nam tezkirede tercemei ahvali mestur u mukayyeddir. kıta bir vahidi nahuda destinde sükkanı umur fülki devlet lengerendazı karar olsun mu hiç kilki fikrim reşhapaşı münkalaşubdur narı nemrud'a nemi bülbül bahar olsun mu hiç nazımı mecmuaı hünermendi reisülküttab ebubekir ratıb efendi tosya nam kasabada kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar tahsili hüner u marifet eyleyüp o esnada tahvil kalemine memur ve bi'lahire amedi odasına nakl ile uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih mesrur buyrulduğu halde birkaç sene mürur eyleyerek amedii divanı hümayun memuriyetine ve bin iki yüz iki tarihinde büyük tezkirecilik vekaletine ve üç mah tamamında bilacünha bozcaada nam mahalle nefy u icla ve bir müddet ikametle ittilakı zuhurunda güruhı mülğa kitabetine ve iki yüz altı tarihinde metruk başmuhasebe haceligine ve badehu cizye muhasebeciligine ve bir müddetden sonra saniyen mezkur başmuhasebe haceligine ve iki yüz dokuz tarihinde hamdullah ratıbı alicenab oldu reis tarihi natık olduğu vecihle makamı riyaseti küttaba revnakbahşa buyrulup iki sene müddet riyaseti mezkurede imrarı vakt u saat eyledikten sonra riyaseti mezkureden mazulen cezirei rodos'a nefy u icla ve üç sene mikdarı cezirei mezburede iskan ve iva ile iki yüz on dört tarihinde maktulen azimi darı beka olmuştur. müşarünileyh elsinei selasede nazm u inşaya kadir bir şairi mahir olup eşar u güftarı bimisl u nadirdir. gönülde ateşi hasret füruzan oldu gitdikçe dü çeşmi hunfeşanım aynı umman oldu gitdikçe yine bir mehveşin mecburı hüsnü oldum alemde sipihri dilde mühri mihri taban oldu gitdikçe elinden dad u feryad itmemek mümkün müdür zira cefası ol mehin bihadd u payan oldu gitdikçe çeker dil intizar subhı visali yari hasretle dırazii şebi firkat nümayan oldu gitdikçe nihayet yok yemi hicrana ratıb neyleyem bilmem uzandı sahili maksud nihan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh ratıb beg serbevvabini dergahı aliden mütevffa yenişehirli hacı şerif ağa'nın necli necib u ferzendi edibi olup unfuvani tüfuliyetinde ki bin iki yüz altmış tarihinde pederi mumaileyh ile beraber canibi hicaz'a azimet ve ifayı farizai hac ile dersaadet'e avdetinden sonra musikai hümayun hademesi sınfına dahil ve hasbe'listidad muahharen onbaşılık rütbesine dahi nail olmuştur. mumaileyh nazm u güftarı ziba bir şairi zibendeedadır. gerçi kim dil tarı gisusunda yarin bestedir kaydı zenciri gumumundan cihanın restedir tiri dilduzı nigehle katli uşşak eylemek ey kemanebru senin çeşmine ol dilbestedir gamzei hunrizine söz yok ve likin dembedem afeta göz degmesin ol çeşmi mestin hastadır gafil olma ihtiraz it ahı alemsuzdan nalesi uşşakı zarın arşa dek peyvestedir çeşmi lutfunla derunda ey şahı iklimi naz aşıkı işkestehatır bendei ahestedir vadii nareftei fehmide cevlan idemez payı esbi hamei racih benim işkestedir nazımı mumaileyh salih racih efendi cezirei girid'de vaki kandiye nam mahallde gehvarei zibi vücud olup tahsili ilm u kemale sarfı vusı mahasıl eyleyerek bir fazılı bimisl u bedel olduğu ve bin iki yüz kırk dört tarihinde mısrı kahire'ye muvasalat ve kahirei mezburede bulak nam mevkide vaki tabhaneye musahhih ünvaniyle dörtbeş sene müddet müdavemet eyledikten sonra vatanı aslisi olan kandiye'ye avdet eyleyüp bazı ashabı istidada taallümi ulumı arabiye ve tefhimi dakayıkı farisiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh ulumı mütenevviada akranına müreccah bir şairi efsah olup haylice eşarı fesahatdisarı vardır. tarihi mezkurda abdi hakir dahi mahrusai mısır'da bulunup gah gah meclisi feyzenisleriyle teşerrüf eyledigimde eşarı acizanemi zatı hucendisıfatı fazılanesine arz u tashihini niyaz iderek sanayii şiriyye vü sairede bahrden katre mesabesinde hıfz u zabt eylemiş olduğum kavaid u kelimatın ekserisi mumaileyhin semerei nihalı himmeti olduğunu bi'litiraf üzerimde olan hakkı üstadenin resmi teşekkürünü ifa eylemek emniyesiyle tercemei hali mumaileyhe keyfiyet bu kadarca zeyl u ilave kılınmıştır. hakiri aşıkı zara inayet eyle gel cana zelil acizi ednaya riayet eyle gel cana ezayı tarzı istiğnayı serkeşlikten el çek sen tesellihatırı naşadı adet eyle gel cana nazar kıl nice hali ateşi zenciri aşk içre esiri derdi hicranı ziyaret eyle gel cana saadet kanısın iksiri hadii nigahınla dil u nasikkeyi nakdi saadet eyle gel cana ezelden saliki aşkız ki kaldık tarı hasretde tecellialii zatın delalet eyle gel cana senin didarına gayet katı can iştiyak eyler ana rahı liyakatda nezaret eyle gel cana aziza izzetin hakkı ki ihsanınla raci'yi sarayı hassı dergaha hidayet eyle gel cana nazımı mumaileyh osman raci efendi bafra nam kasabada bin iki yüz yirmi yedi senesi panihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra medinei trabzon'a avdet birle hazinedarzade miri mirandan müteveffa memiş paşa'nın yanında beşaltı sene müddet edayı hizmeti kitabet eyleyüp muahharen dersaadet'e vasıl halıcılarköşkü nam mahallde vaki öksüzce hatib camii imameti cihetine nail olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan nazmında okunmada şefeteyn birbirine dokunmamak sanatıvardır. hezaran cilveler vardır kazai asumanide ki serinden işaret yazmamış ilmi maanide gerek ulvi gerek süfli görüp tan eyleme zahid nice esrarı hak vardır ealide edanide beka mülkünde sen gülzarı huldu kıl taleb yohsa fenadır bağı dünyanın baharı da hazanı da cemali yaredir maksudum ancak zahir u batın virilse istemem mülki cihanı da cinanı da celali zatı paki hakk'dan istersen eser razi tecelli bahsini fikr eyle bezmi lenteranide nazımı mumaileyh hafız mustafa razi efendi edirne eyaletinde kain çermen kasabası mütevattınlarından mehmed efendi nam bir zatın mahdumu olup tahsili fenni kitabete say u gayretle bir müddet kasabai mezbur voyvodaları yanında edayı hizmeti kitabet ve bin iki yüz elli üç senesi medinei edirne'ye azimet eyleyüp vali konağında bir müddetcik kitabet hizmetinde bi'listihdam tekrar kasabai mezbura azm u hiram, bidayeti tanzimatı hayriyye esnasında zağrai atik muhassılı maiyetinde bulunduğu halde dahi bir zaman imrarı subh u şam eylediktensonra yine edirne'ye azimetle eyaleti mezkure meclisi tahriratı kitabetine nasb u tayin kılınup iki yüz altmış bir senesi hilalinde uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih iki yüz altmış iki senesi canibi merkumeye şerefvuku olan seyahatı seniyyei cenabı şehryaride kendisine rütbei rabia ihsan buyrulmuştur. mumaileyh laubalimeşreb bir şairi bu'lacep olup inşası biayb u halel ve eşarı dahi manidar ve güzeldir. yanmakta narı suzana gönlüm bilmem ki nice büryana gönlüm camı humarı nuş eyleyelden eylemez oldu mestane gönlüm vadiyi aşka azm itdüm amma oldu cihana efsane gönlüm gülzarı aşka girdik de geldik bülbül gibice efgane gönlüm bir büte akdı eşki terim kim ummandan atdı ummana gönlüm bir zülfü leyli aşk ile kıldı mecnun'a hempa divane gönlüm tabı şerifi izzet'den aldı mazmunu razi irfana gönlüm nazımı mumaileyh mehmed razi efendi harput eyaletinde vaki arabgir nam şehirde bin iki yüz kırk dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi idadiye şakirdanı silkine bi'lilhak beş sene müddet tahsili maarife sarf u gayret eyleyerek muahharen mektebi arabiyeye nakl eyleyüp istidad u kabiliyeti iktizasınca birkaç sene zarfında mektebi mezbur sınfı salis müstaiddanı sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam çeşmi ruhuna hatile giryan nice olmaz pür olsa hava ebr ile baran nice olmaz çak itdi giribanı puser pençei gamla gerdun ile desti giriban nice olmaz ayineye bak sen dahi insaf eyle ey şuh bir kere gören hüsnünü hayran nice olmaz hergiz görür ayinede ol şemi cemalin ol muğbeçe aya ki müselman nice olmaz nazımı mecmuai hünermendi mehmed rasih efendi dersaadet'de rumelihisarı nam mevkide panihadei sahai vücud olup bin yüz otuz bir senesi kendisine pederi mahlulundan mezkur rumelihisarı dizdar ağalığı hizmeti tevcih ve ihsan buyrularak ol vecihle güzarendei avan ile bin yüz seksen bir sali hilalinde azimi darı huban olmuştur. mumaileyhin fenni hatda olan mahareti iktizasınca tercemei ahvali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mezkur ve balada muharrer ebyatı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. kalayı dile gamzen olup müşteri virdim mey virmiş idi ahiri amma geri virdim ey meh nigehi lutfun ile talibi oldun geldi sana dil virmenin artık yeri virdim hiç atfı nigah eylemedim sud u ziyana ya faide yahud zarar anı verivirdim mihrabı dü ebruna idüp meyl u teveccüh ben hankahı aşkına postu serivirdim tatarı nigahın getürüp müjdei vaslın hizmet deyu nakdinei eşki teri virdim bir şuhı melekmeşreb arardı dili rasih sultanımı afv ile kulun gösterivirdim. nazımı mumaileyh rasih efendi enderunı hümayun hademesinden mehterbaşı osman ağa'nın mahdumu olup unfuvani şebabetinde sarayı hümayuna çırağ buyrularak müddeti medide hidematı seniyyede istihdam ile bulundukları tarikçe bazı memuriyetlere ve ale'lhusus çukadar ağalığı hizmetine mürur ve muahharen hudavendigar eyaleti nanparesiyle çırağ ve mesrur buyrulup hanesinde ikamet üzre iken bin iki yüz elli üç tarihinde azimi darü'ssürur olmuştur. mumaileyh ilmi musikiye aşina bir şairi bihemta olup eşarı dahi hub u ziba vaki olmuştur. nazm derdi biçareme sen kıl tedbir meded it bendene ya hazreti pir karı düşvarımı eyle tesyir meded it bendene ya hazreti pir ey şehi tuhfetina rabbani sana yok lutf u keremde sani sensin ihsan u mürüvvet kanı meded it bendene ya hazreti pir gerçi şayan degilim lutfuna ben lik deryayı inayet sensin kesmem ümidimi asla senden meded it bendene ya hazreti pir böyle avare bırakma kulunu şöyle biçare bırakma kulunu ateşi firkata yakma kulunu meded it bendene ya hazreti pir çaresiz derdime sen derman it kerem u atıfete şayan it bana ihsanı alelihsan it meded it bendene ya hazreti pir hali naçarımı kıldım terkim süddei lutfuna itdim takdim emr u fermanına oldum teslim meded it bendene ya hazreti pir minnet allah'a kulun rasihi zar eylemişken sana ez can ikrar anı elbet de komazsın naçar medet id bendene ya hazreti pir nazımı mumaileyh rasih efendi tarikatı muhammediye nam kitabın şarihi arifi ve ulumı zahire vü batınanın alimi vakıfı olan mehmed efendi merhumun evladı kiramından hadim müftüsü ahmed efendi merhumun sulbünden medinei konya'dan müftü bulunduğu esnada bin iki yüz otuz sekizinci salinde zinetefzayı kehvarei vücud olup unfuvani şebabetinde pederi mumaileyh ile beraber şehri hadim'e azimet ve bir müddet ikametden sonra pederi mumaileyhin vukuı irtihalinde medinei konya'ya avdet ve medinei mezkure müftüsü abdulahad efendi'den tahsili ulumı aliyeye sarfı himmetle iki yüz kırk dört senesi tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek kendisi evladı sadatı kiramdan olduğundan başka sülalei tahire cenabı mevlana'dan hala erikepirayı meşihati mevleviyye olan çelebi eşşeyh said efendii valapayeye münasebeti karabeti olmak cihetiyle senei merkuma hilalinde sihriyyeti tamme dahi hasıl eyleyüp neşri ulumı aliye eylemekteiken muahheren uhdesine barütbei hacegani salise rütbesi bi'ttevcih tarsus kaimmakamlığı memuriyetine revnakefza buyrulmuştur. mumaileyh ashabı kemaldan olup haylice eşarı renginmeali vardır. kıta bir kıta nazmın itdim ise rasih arzu vasfı güzin piri muallacenabda pek çok tecessüs eyledim amma ki şanına layık lugat bulunmadı hiç bir kitabda kendisinin tarikatı aliyyei mevleviyyeye olan mensubiyet ve muhabbetine merkezdih olduğu balada muharrer kıtai latifi mealinden malumdur. behçetefzadır arak lalinde ol nazik femin goncaya mahzı taravetdir vücudu şebnemin ey büti sayyadı icazaferin aya nice sayd ider mürgi dili bidane damı perçemin bir perişan tavrı serkeşdir siyehdildir sakın yüz virüp başdan çıkarma turrai hamderhamın iftiharı danişi ecdad ile gelmez şeref neş'e virmez namı bezmi bimeye camı cem'in sagarı rehrabı gamdır mest iden rasim dili meclisinde görmedik camı safasın alemin nazımı mumaileyh üstadü'lmerasim egrikapulu mehmed rasim efendi dersaadet'de molla aşki mahallesi imamı yusuf efendi merhumun sulbünden bin doksan dokuz salinde kademnihadei mehdi vücud olup mürekkebatı evkatını tesvidi fünunı hututa hasr u sarf ile resmi hatda nümayan olan kudret ve mahareti icab u iktizası üzre sarayı hümayun yazı haceligi hizmetine memur u tayin buyrulup ol vecihle güzarendi eyyam u sinnin iken rasim üstad geçdi badehu ceffü'lkalem tarihi mantukunca bin yüz altmış dokuz salinde tumarı hayatı desti memat ile tayy olunup ruhı paki azimi kurbgahı cenabı hayy olmuştur. mumaileyh ilmi hatda meşhur bir şairi maarifmevfur olup eşar u asarı mutedaveli avanı dühurdur. müstakimzade süleyman efendi merhumun asarından olan tuhfetü'lhattatin nam tezkirede ve salim efendi tezkiresi'nde tercemei ahvali bervechi tafsil beyan ve izah kılınmıştır. sanmanız şimdi bendedir gönlüm bir şehi hüsne bendedir gönlüm kıl nevaziş anı garib itme sevdigim çünkü sendedir gönlüm kandı lali lebin sorup gitdi ben de bilmem ki kandadır gönlüm bir tebessümle şad olur cana arzumendi handedir gönlüm gah cevr u gehi cefa rasim dürlü dürlü muhandadır gönlüm nazımı mumaileyh esseyyid ömer rasim efendi bin yüz doksan iki tarihinde rumeli'de vaki firecik nam kasabada kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e nakl u hicretle bir müddet metruk defterdar mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra uhdesine hacelik rütbei mutebeberesi bi'ttevcih bir müddet odaı mezbur serhalifeliginde ve dört sene mikdarı metruk defterdar kisedarlığı memuriyetinde ve bir müddet dahi mevkufat kalemi haceliginde istihdam olunarak mukaddemen ve muahharen birkaç defa memuriyeti cesime ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve tekmili mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp bi'lahire kendiye muteveffa maaş tahsis ve tayiniyle mütekaiben hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyerek iki yüz altmış bir senesi hilalinde havalii merkumede darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyh şir u inşada bimisl u manend bir şairi hünermend olup eşar u güftarı şayanı tahsin u pesend vaki olmuştur. pir itdi beni yare cüvanım dimiş oldum hun itdi dili goncedehanım dimiş oldum müjganları da gamzelere eyledi hempa tiği nigehin kesdi amanım dimiş oldum ayende varup eylemiş alemlere destan faş itme sakın razı nihanım dimiş oldum artırmadadır cevri o demden beri hala dilhasta vü bitab u tüvanım dimiş oldum terk itdi mey u meclisi rasim dem o demdir sakiye meded bir dahi canım dimiş oldum nazımı mumaileyh fedulacızade ahmed rasim efendi üsküdar'da kademnihadei mehdi vücud olup evaili halinde bir müddet mektubii sadrı ali odasına devam ve muahharen reisi esbak hüsnü beg merhumun mühürdarlık hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyledikten sonra üsküdar'da vaki hanesinde otuz beş seneden beri guşegiri inziva olduğu halde işbu tezkirei acizanemizin tabından beş mah makdem azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup elsinei selasede nazm u güftara muktedir olduğu müstağnii tarifi tebyindir. hatta müretteb bir kıta divanı belagatünvanı vardır. bezmi aşkın telh olur ah sağarı sahbaları aşıkı dembeste eyler sakii ranaları mihri hüsnünde füruzan eylemiş mahdan çerağ ol peri pervane itmiş aşıkı şeydaları gamzei celladını tabur gibi çekmiş o şuh fitnei ebrusu eyler katlime imaları cuş eyler korkarım tufanı eşkim nuhveş alemi eyler ihata çeşmimin deryaları ruzı mahşer istemezsem hakkımı ol şuhdan fasl olunmaz rasima halkın diger davaları nazımı mumaileyh hüseyin rasim efendi medinei şumnu'da bir attarın oğlu olup babası isrine rahi ve bir vakt bayii attar şahı olduktan sonra şumnu'da müstahdem yerli topçu asakiri tabur kitabetine nakl eylemiştir. hodfüruşane hünermayei ikbal olmaz camei zer sebebi izzeti delal olmaz haksarii hünerpişeyi zillet sanma pertevi mihr yire düşse de pamal olmaz harfı pir olduğuna sehmi kemanı te'sir elifi kameti hamgeşte gibi dal olmaz halis olmaz mehi zertab gibi aslı makal girse bin putei tabire yine kal olmaz raşida tevbei imsakı mehi ruze naam manii gerdişi camı mehi şevval olmaz nazımı müşarünileyh vakanüvis mehmed raşid efendi mevalii izamdan malatyalı müteveffa mustafa efendi'nin mahdumu olup bin yüz dört tarihinde tariki tedrise dahil ve ilm u inşada olan mahareti iktizasınca müddeti medide vakanüvislik hizmetinde bi'listihdam yüz otuz dört tarihinde halebi şehba mevleviyyetine nail olduktan sonra yüz kırk bir tarihinde sefaretle canibi iran'a azimet ve ifayı levazımı memuriyetle deri aliye'ye avdet eyleyüp istanbul kadılığı mesnedi refiine revnakefza buyrulmuş iken bir aralık hasbe'lkader menfiyyen mahrusai burusa'da bir müddet ikamet ve yüz kırk altı tarihinde vukuı ıtlakına binaen dersaadet'e muvasalatla bin yüz kırk yedi senesi hilalinde sadareti anadolu makamı celiline zinetbahşa ve müddeti örfiyyesini tekmil itmeksizin senei merkume hilalinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh münşi ve şair bir fazılı sahibmekadir olup mürettep divanı ve iki cildi şamil bir kıta tarihi letafetbeyanı vardır. arızı dilberde sanma hattı anberfamdır aksi dağı sinei üftadei nakamdır tiği hecrin dağdar itdi dili mecruhumu pehlevanım ol kemanebru reki heccamdır geh dönende danei hakı siyeh gisulara mürgi dil üftadedir guya esiri damdır kılca kaldı dil deyu uşşakı zarın şekvası mumiyanın vasfını cana sana ihamdır manii mehtab olan sanma hüsufı haledir arızı yar üzre raşid hattı anberfamdır nazımı müşarünileyh reisülküttab mehmed raşid efendi divanı hümayun kalemi ketebesinden kayseriyeli cafer fevzi efendi nam bir merdi sahibhiredin sulbünden bin yüz altmış yedi tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup leyl u nehar tahsili maarife sarifi iktidar ve kalemi mezbura müdavemetle emsali beyninde hüner u haysiyeti bedihi ve aşikar olduğu halde ibtida beglikçi kisedarlığı hizmetine ve bir müddetden sonrra beglikçilik memuriyetine ve muahharen sadareti uzma mektupçuluğuna memur ve tayin buyrularak bi'lahire mazulen bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra tekrar beglikçiligi mezbur memuriyetine iki yüz iki senesi rabiü'levvelinde reisi feleki devlet raşidi danişpesend oldu tarihi menkut u mantukunca makamı valayı riyasete ve badehu tabiratı ahdı kadim vechile çavuşbaşılık mesnedine ve yedi sekiz mah mürur itmeksizin saniyen makamı valayı riyasete ve iki sene tamamında zühurı azliyle bir buçuk sene müddet hanesinde ikamet eyleyüp tersanei amire emanetine ve iki yüz on iki senesi evailinde betarikü'nnakl salisen riyaseti valayı küttaba sayebahşı atıfet buyrulup senei merkuma şehri ramazanında ruhı paki azimi kurbgahı cenabı vehhab ve cesedi naziki sultan bayezidi veli hazretleri camii şerifi kabristanında defini ziri türab olmuştur. müşarünileyh akl u kiyaset ve fehm u feraset ashabından olup şir u inşası dahi makbulı erbabı tabiat vaki olmuştur. bihamdillah yine fettahı babı müşkili alem rehini inbisat itdi dili ala vü ednayı cenabı hakk umumen kainatı eyleyüp ihya safayab eyledi kalbi hıdivi kişverarayı cenabı hazreti sultan selimi madeletguster ki derban eylemez dergahına cemşid u darayı hıdivi kahramansavlet ki ferri tairi bahtı verayı kafı ihfaya girizan itdi ankayı hücumı fartı şadiden cihan ol rütbe hurrem kim feramuş itdiler yekser gamı imruz u ferdayı nazımı manzumei hünermendi mehmed raşid begefendi sarım ibrahim paşa merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile yenişehiri fenar kazası mevleviyyetinden mazulen bin iki yüz on dokuz salinde darı bekaya menkul olmuştur. mürettep divanı olduğu mervidir. sanma kim neş'ei rindan mey u sahbadandır tabişi meclisi mül sakii zibadandır sakın aldanma temennayı arusı dehre mihri evham u hayal gördügü rü'yadandır ehli hak zerre havadisle mükedder olmaz kil u kalı da cihanın kuru gavgadandır gönlümü aldadırım çare ne bugün yarin yar ile hatırımın vuslatı hülyadandır tutii hamem olup şevkile natık raşid lezzeti kandı suhan iffeti guyadandır nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi mahrusai burusa'da ati'tterceme müteveffa nüzhet efedi'nin sulbünden bin yüz doksan beş tarihinde panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk iderek bakırcılık sanatiyle me'luf ve meşgul olduğu halde bin iki yüz otuz bir tarihinde darı bekaya menkul olmuştur. dudı ahım aşkile her şeb felekfersa olur ol kesafetle mehi nev çün hatı tersa olur leblerindir küşteganı aşkını ihya iden sanma lalin gibi bir mucizdemi isa olur subesu işrab içün hep macerayı aşkımı eşki ter yüz yirde haki payine ruhsar olur goncai lali yine reng aldı buyı badeden narai mesti meyi aşkı hezarasa olur raşida düşse hamı zülfü hilalebrusuna reşkile elbet mehi nev çün hatı tersa olur nazımı mumaileyh mehmed raşid beg sudurı izamdan halil paşazade müteveffa arif beg'in mahdumu olup tariki feyzrefiki tedrise duhul ile bin iki yüz kırk beş senesi havassı refia kazası mevleviyyetine ve iki yüz kırk dokuz senesi mısrı kahire mevleviyyetine bi'lvüsul mısır canibine azimet ve bir müddet mahalli merkumede revnaktırazı gülbüni şeriat olduktan sonra dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz elli iki salinde andelibi ruhu gülzarı bekada aşiyansazı mağfiret olmuştur. mumaileyh bir şairi zarif olup eşarı rengin ve latif vaki olmuştur. izarından kemendi turrasın gülşende yar itdi kopardı sünbülü reşkiyle hep badı bahar itdi taninendazı afak olmasın mı saytı efğanım felek camı dili nakama sengi inkisar itdi mukimi gülşeni naz idin amma semti uşşaka seni var ise ey bergi güli ter ruzigar itdi görenler hali hindusın izarı ateşininde sitendasa vücudun nara hep biihtiyar atdı yine fıskiyyei mecrayı feyzi hamei raşid fezayı nevzemini şire nazmı abdar itdi nazımı mumaileyh raşid beg medinei ayıntab'ın hanedan u ashabı fazl u irfanından olup fenni inşada olan behresi ikitizasınca ati'tterceme maraş kaimmakamı mütevffa fevzi paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bin iki yüz otuz dokuz tarihlerinde güruhı mekruhı mülganın zuhur iden fitne vü fesadları hengamda şaribi şehdi şehadet ve sahibi makamı cennet olmuştur. mumaileyhin bir mikdar tevarihi nefise ve eşarı selisesi ve hususiyle fatihai şerifeyi mütazzamın bir adet kasidei pesendidesi vardır. gönülde tabişi hasret nümayan oldu gitdikçe tenimde rencişi firkat firavan oldu gitdikçe çıkınca zülfü fesden başka revnak buldu yar amma benim şirazei aklım perişan oldu gitdikçe sehabasa hatı nev kaplamış ruhsarını eyvah o şuhun mahı hüsn ü anı pinhan oldu gitdikçe o servi kamete meyl itdi çokdan su gibi gönlüm anınçün didei gamdide giryan oldu gitdikçe tasalluf itmem amma raşida böyle zeminlerde bana açmak rehi narefte asan oldu gitdikçe nazımı mumaileyh mustafa raşid efendi filibe mütevattın u ulemayı mütefenninlerinden şehzade ibrahim edhem efendi nam bir zatın sulbünden bin iki yüz otuz sekiz senesi evailinde kademnihadei mehdi vücud olup fetaneti zatiyesi üzre tahsili ulumı aliyeye meyl u rağbet ve kazayı mezbur müftüsü müteveffa mehmed raşid efendi'nin meclisi derslerine müdavemetle ulumı aliyede geregi gibi kesbi miknet u kudret eyledikten sonra kitabet tarafına dahi hamekeşi himmet olarak ilmi inşada nümayan olan malumatı iktizasınca bir müddet filibe ve havalisinde edayı hizmeti kitabet ve muahharen samako sancağı tahrirat kitabeti hizmetinde dahi üç sene müddet ibrazı hüsnı gayret eyleyüp iki yüz altmış beş senesi hilalinde hizmeti mezbureden infisali vukuuna mebni dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış yedi senesi darı bekaya rihleteylemiştir. sevadı noktai ruhsarını zann eyleme mudan çekide katrei müşgindir asarı gisudan ne rengamizi sanat gösterir tabı suhanguyu füsunsazii şiri meşk idelden çeşmi cadudan ilel sencana şiddet virmede karurei hikmet deva me'mul iken bimara te'siratı darudan acep yağma ider tatarı gamı variyet nutku meselde sakini bağdad'a vakidir hulagu'dan mey iç mahbuba bak zahid gibi sahibriya olma bu pendi ziver guş eyle raşidi tabı dilcudan nazımı mumaileyh raşid efendi alanya kazası dahilinde kain iradi nam kasabada bin iki yüz yirmi senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup tariki kazaya dahil ve yoluyla anadolu eşrafı kuzatı silkine vasıl olarak niyabet tarafına dahi temayülü cihetiyle ekser memalik u buldanda seccadegüzini hükumet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi musul niyabeti uhdesine bi'ttevcih senei merkume hilalinde mesmumen muvassılı darı cinan olmuştur. mumaileyh tabı metin bir fazılı nüktebin olup haylice kasayidi güzide ve gazeliyyatı pesendide nazm u inşadına müvaffak olmuştur. iderdi gülşeni razı nihani bağban ezber ne hikmetdir duyup ezhar itmiş rayigan ezber meger bülbül gülistanın seherde hafızı olmuş anınçün şemiyi pervanedih eyler şeban ezber mutavveldir hadisi zülfü ey dil muhtasar kıl kim maanii bedii hüsnün itsinler beyan ezber acep mi nergisi ezber iderse katibi çeşmin o bir nadide inşadır ki eyler münşiyan ezber sana bir hace bulsunlar oku gör fenni tarihi niçün raşid naimaveş idersin dasitan ezber nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz on sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup evaili halinde üç sene müddet mühendishanei amireye müdavemetle hilkatı zatiyesi iktizasınca bazı ashabı maarifden ilmi kitabet ve fenni inşayı bi'ttahsil bazı vüzeranın kitabet hizmetlerinde bulunduğu halde taşralarda bir zaman geşt u güzar eyleyerek iki yüz kırk dört senesi mısrı kahire canibine azimet ve bir sene zarfında deri aliye'ye avdet eyleyüp o aralık bir müddetcik damga ve ihtisab kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra iki yüz kırk beş senesi maliye mektupçusu odasına biraz vakt müdavemetle kırk dokuz senesi hilalinde izmid mütesellimi maiyetine ve muaharen uhdesine kocaeli ve bolu sancakları zamimete tevcih ve ihale kılınmış olan kapudanı derya müteveffa firari ahmed paşa'nın kitabet hizmetine bi'lnakl elli iki senesi izmid'e şerefvuku olan azimeti şahane esnasında huzurı hümayunda uhdesine hacelik rütbei muteberesi ita ve bir sene mürurunda hizmeti mezkureden müfarakat ve dersaadet'e muvasalatı akabinde tersanei amire sergi eminligi hizmetine ve badehu barütbei rabia mezkur mektupçu odası ikinci mümeyyizligine memuriyeti bi'licra birkaç sene mürurunda serkatibliği ünvaniyle sırbistan canibine izam u isra kılınup beşaltı mah müddet havalii merkumede ikametden sonra dersaadet'e bi'lmuvasala barütbei salise meclisi muhasebei aliye başkitabetine tayin kılınmış iken bi'listifa mazul ve o esnada serasker bulunan rıza paşa'nın divan kitabetine menkul olarak beş sene müddet umurı memuresini idareye sarfı himmet eyleyüp muahharen müşarünileyhin seraskerlik memuriyetinden infisaline mebni mumaileyhin dahi memuriyeti müstağnii muvazabet olmuş olduğundan amasya ve çorum sancakları uhdesine bi'lihale mahalli memuriyetine azimet eylemiş ise de dokuz mah zarfında bi'listifa azl ve deri aliye'ye nakl ile iki yüz altmış dört senesi barütbei saniye dersaadet orduyı hümayunu muhasebeciligine altmış altı senesi trabzon defterdarlığına memur ve tayin buyrulup senei mezbure hilalinde bi'linfisal dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mededkaranı asrın yüzleri her yirde ağ olsun kederden ben ölürsem dositan dünyada sağ olsun şikayet eylemem cevr u cefayı tengüdazından o yarin daima derdi derunı dilde dağ olsun metaı aşkına nakdi dili biçareyi virdim revacı vaslı sukı dehrde varsın yasağ olsun gözümden dur olursa ol güli gülzarı istiğna demadem nükheti fikr u hayali derde ağ olsun niçün muhtac idersin ey felek danayı nadana reva mıdır ki bülbül tabii fermanı zağ olsun bed u niki bu zulmethanei alemde fark it kim mueyyed meclisinde neyyiri azam çerağ olsun ezelden camı dil müştakı mevlanayı rumi'dir o şahın feyzi ehli hasrete raşid sürağ olsun nazımı mumaileyh raşid efendi bendeganı saltanatı seniyyeden olup bin iki yüz elli sekiz senesi mektubii maliye hulefası sınfına dahil ve senei mezbure hilalinde katibi evvel namıyla darı şurayı askeriye bi'lnakl mümtazı akran u emasil olduktan sonra fenni inşada nümayan olan mahareti icabınca iki yüz elli dokuz salinde barütbei salise dersaadet orduyı hümayunu başkitabetine memuriyeti bi'licra cerbezei zatiye ve istidadı müsellemesi iktizası üzre iki yüz altmış dört senesi memuriyeti müstakille ile eflak ve boğdan caniblerine sevk u izam olunup dersaadet'e avdetinde arabistan orduyı hümayunu mümeyyizligi ünvaniyle mektubii seraskeri odasına tahvili memuriyet iderek birkaç mah mürurunda bamemuriyet sisam adasına ve badehu vodin canibine azimet ve avdetini müteakıben barütbei saniye vodin eyaleti meclisi riyasetine ve iki yüz altmış yedi senesi evahirinde niğde kazası kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulup iki yüz altmış dokuz senesi evailinde memuriyeti mezkureden infisali vuku bulmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından altı mah makdem sumaku kazası kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyhin haylice kasayidi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. padişah eylediihsan zevi'lirfana nişan yakışır sinei sahibhüner ü şana nişan ziverefzayı giribanı ekabir olalı handezen olmada bu mihr u rahşana nişan olalı cevherinin kadri bu devletde füzun iftihar itmededir kanı bedehşana nişan ağlayan nam u nişan sahibidir alemde rahşişi berkin olur kasveti barana nişan itdi biminnet anı padişehe aşk ihsan sinede dağı tiri aşıkı nalana nişan her kimin zat u zamanı ola şuhurı enam alır elbetde bu devletde iki dane nişan anı bir nokta ile eyledi sani tayin haldir busegehi arızı hubana nişan fahr iderse nola eflaka bu nüh beyti bedi döndü her beytde elması ferefşana nişan kavişi tişei endişe ile buldu zemin işte raşid dahi nasb itdi ümidane nişan nazımı mumaileyh ibrahim raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde iktisabı gevheri maarife nakdinei evkatını hasr u sarf ile ulumı farisiyeyi ati'tterceme ayni efendi merhumdan tahsil eyleyüp bağdad valisi mehmed necib paşa'nın daavi nezaretinde bulundıkları hengamda dairei müşarünileyhe bi'lmünasebe kesbi tereddüd eyleyerek iki yüz elli iki senesi daavi kisedarı yamağlığı hizmetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei hacegani daavi kisedarlığına memur u tayin buyrulup bir sene mürur itmeksizin kisedarlıkı mezbureden infisali cihetiyle dahiliye kalemi hulefası sınfına dehalet ve muahharen kapudanı derya tahir paşa'nın edirne valisi oldukları esnada divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde edirne'ye azimet eyleyüp rumeli canibine şerefvuku olan seyahati hümayunı şahanede rabia rütbesine nail olarak dersaadet'e avdet itdikten sonra iki yüz altmış dört senesi hilalinde belgırad valisi bulunan hafız paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuriyeti zuhur itmiş olmasına binaen belgırad canibine azimet ve bir müddetcik ikametden sonra tekrar dersaadet'e avdet ve iki yüz altmış sekiz senesi zarifi mustafa paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle erzurum'a azimet eylemiştir. mumaileyh mezaminaşina bir şairi rengineda olup eşarı latif u selis ve münşeatı makbul u nefistir. gerçi geldikde neharı bize şam eyledi hatt lik ol serkeşi uşşakına ram eyledi hatt mürgi vahşi ise de sayd ideriz ol şuhu danei haline kendisini dam eyledi hatt bağı hüsnün gülü var sünbülü var bülbülü var çemeni yokdu fakat geldi tamam eyledi hatt çar ebrular ile ülfeti teshil iderek nice biçareyi dilşad u bekam eyledi hatt raşid erzanii kalayı visale dair müjde olsun bize irsalı peyam eyledi hatt nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi medinei ayıntab'da kademnihadei sahai vücud olup mikdarı vafi ulumı arabiye tahsilinden sonra bin iki yüz elli altı senesi dersaadet'e bi'lvüsul ibtida divanı hümayun kalemi ketebesi zümresine ve badehu kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve daha sonra cahı mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış iki senesi odai mezbur mümeyyizligi hizmetine ve iki yüz altmış dört senesi barütbei saniye meclisi vala başkitabeti vekaletine memur u tayin kılınmış ve birkaç mah zarfında vekaleti mezkureden müfarakat ve hizmeti kadimiyle odai mezkura ricat eyleyüp iş bu tezkirei acizanemizin tabından beş altı mah makdem mektubii vekaletpenahi muavini memuriyetine nakl iderek muahharen rütbei haliyesi rütbei saniye sınfı evveline tahvil buyrulmuştur. mumaileyhin fenni inşada olan kudret ve miknetine nümune olmak üzre ahmed rasim efendi merhumun eseri kalemi olan sefinetü'rrüesa nam kitabı nefisin zeyli latifine zeylgune bir eseri ve bir mikdar eşarı muteberi vardır. dil sadefdir mahzeni lü'lü' degildir yandır bu cihetden her sözüm inci degildir yandır savbı maksuda seferden men ider dil rehrevin payı bendi gönlümüz gisu degildir yandır hecr ile keşkül bedest itdim seyahat ihtiyar karımız şimden giru ya hu degildir yandır deşte düşmüşdür firakı leyli'den mecnun gibi hemnişini aşıkın ahu degildir yandır şol hilal ebruların fikriyle incelmiş midir raşidin bak cismi zarı mu degildir yandır nazımı mumaileyh ahmed raşid efendi diyarbekir ulemasından olup mukaddema kürdistan valisi müteveffa esad paşa'nın bir müddet kitapçılık hizmetinde bi'listihdam muahharen şehri amid'de caygiri ikamet olarak mevalii devriyyeden bulundugu halde ile'lan neşri ulumı aliye ile imrarı subh u şam eylemektebulunmuştur. düşdü aşkınlakafir çok azaba gönlümüz eylemez gayri tahammül piç u taba gönlümüz ateşi cevrin o rütbe kalbe te'sir itdi kim yandı sayhı gamda bak döndü kebaba gönlümüz kaddimiz olsa dü ta ebruyu ima eyleriz pir olsak dahi meyleyler şebaba gönlümüz geldi imana o kafir gördügü dem halimi hem murada irdi hem girdi sevaba gönlümüz nazmını tanzir eylersem acep mi raşida pek muhibbdir vacidi alicenabagönlümüz nazımı mumaileyh mehmed raşid beg salifü'tterceme dıramalı hasan haydar paşa'nın sulbünden mısrı kahire'de bin iki yüz kırk altı tarihinde revnakdihi kehvarei vücud olup sevad u sefidi fark u temyize kesbi iktidar eyledikten sonra fünunı idarei mülkiye vü saireyi tahsil eylemek sırasında iki yüz altmış tarihinde mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın bazı evlad u ahfadı ile beraber fars canibine sevk u izam olunup dörtbeş sene müddet aram u ikametle kahirei mezbureye hini avdetinde çend mah müddet meclisi ahkamı mısriyye azalığında bulunarak iki yüz altmış yedi senesi evahirinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp lisanaşina olduğu münasebetle terceme odası hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış dokuz senesi uhdesine rütbei salise bi'ttevcih mümtazı akran u emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından sekiz mah makdem erdek kaimmakamlığına ve muahharen gelibolu kaimmakamlığına memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh hatırşinas bir şairi maarifistinas olup nümunei tabı olmak üzre lisanı franseviyeye dair dört cüzden ibaret bir kıta manzumesi dahi vardır. nigeh itmez o peri hali perişanımıza nice rahm eyler acep didei giryanımıza hazer it ey dili şeyda o kemanebrudan tiri müjganı bütün kasd idiyor canımıza felege virse tezelzül nola feryadımız ah neler itdi sitemi sinei suzanımıza sakın ey sufii har bizleri tayib itme sebeb ol muğbeçedir çakı giribanımıza elemi hecr ile raşid yine pervane gibi yanalım yakılalım şemi şebistanımıza nazımı mumaileyh mehmed raşid efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki senesinde enderunı hümayun agvatı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan tahsili maarif eylemektebulunmuştur. davet itdim yar ile ağyar gelsin gelmesin nik u bed budur sözüm her bar gelsin gelmesin şadi vü gamla alışdı hatırı azademiz gönlüm ister istemez naçar gelsin gelmesin nevbahar ile hazan derpey gelirler gülşene verdi ahmer andelibi zar gelsin gelmesin rahı aşk asan gelir uşşak vuslathanene isterem ağyara hep düşvar gelsin gelmesin tevemandır sur ile şuri bu dehrin raifa şevk ile hemhatıra hemvar gelsin gelmesin nazımı mumaileyh mehmed raif beg ati'tterceme reisülküttab arif efendi merhumun mahdumu olup evaili halinde birkaç mah müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle bi'lahire tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz beş senesi üsküdar mevleviyyetine ve iki yüz kırk beş senesi edirne mevleviyyetine ve iki yüz kırk dört ve elli yedi senelerinde iki defa darü'lhilafetü'laliye hükumetine nail olduktan sonra iki yüz elli dokuz senesi anadolu sadaretinden mazul ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. sanma menşurı hıred baiffet u takva yürür bezmi cemdir bunda hükmi camı gam fersa yürür bisütunu zurı ferhad eyledi sail mesel himmeti uşşak olunca kuhı pa berca yürür imtiyazı sabit u seyyar mı müşkildir hayal zann ider sekanı küşti sahili derya yürür geçse de zemmi rakibi hoş geçer tabirde aşıkın hakkında zalim ah biperva yürür tutdu şark u garbı sertapa sadayı talatı medhine ol mehveşin ragıb degil dünya yürür nazımı müşarünileyh sadrı esbak mehmed ragıb paşa defterhanei amire ketebesinden müteveffa şevki efendi'nin mahdumu olup unfuvani şebabetinde bir müddet defterhanei amireye müdavemetle bin yüz otuz beş tarihinde tiflis canibine izam ve badehu itmamü'lmemuriye kendisine revan deftardarlığı ihsanıyla ikram olnup bi'lahire canibi bağdad'a azimet ve bağdad valisi müteveffa ahmed paşa'nın naili iltifatı bigayatı olduğu halde yüz kırk iki tarihinde dersaadet'e avdet eyleyüp o esnada maliye ve cizye mansıblarına ve bir müddetden sonra derkar olan cerbeze ve istidadı icabınca mektubii sadaretpenahi memuriyetine ve yüz elli üç tarihinde mesnedi riyaseti küttaba ve yüzelli yedi tarihinde barütbei vezaret mısrı kahire eyaletine sayebahşı atıfet buyrularak beş sene mikdarı ol havalide icrayı ahkamı cenabı şehryari eylediktensonra: kelal geldi tasarrufdan ümmi dünyayı yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim beytini tanzime himmet ve o münasebetle eyaleti mezbureden mazulen müfarakat eyleyüp aydın eyaletine ve yüz altmış sekiz tarihindehalebi şehba eyaletine sayeendazı ikbal ve iki sene mürurunda şamı şerif eyaletine revnakbahşai kemal olmuş iken canibi dımışk'a azimet itmeksizin makamı sadareti uzmaya nakli tensibgerdei cenabı padişahi buyrulmuş olmasıyla dersaadet'e bi'lmuvasala asrı sultan mustafa hanı salis'te sihriyeti şehryari şerefine dahi nail olduğu halde altı buçuk sene müddet sadrnişini übbehet olduktan sonra ruhı mesudu sadrgüzini cennet ve nüshai kübrayı vücudu laleli camii şerifi civarında vaki ihyagerdesi olan kütüphane havlusunda şirazebendi rahmet olmuştur. müşarünileyh seddü'lvüzera ilkabına reva bir veziri bihemta olup eseri kalemi mucizrakamı olarak sefinetü'lulum isminde bir kıta mecmuai güzidesi ve fenni aruza dair tedkik ve tahkik isimleri ile müsemma iki aded risalei pesendidesi olduğundan maada mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. kaçırma zevki saydı dipdiri bend itme fezake heman dem kandırıp bir zağ vir ol tiği çalake hezar suret görünse hatıra mir'atı ümidden nazar takribi teşhis iledir durbini idrake aşupdur dilfikarı aşıka cümle teselliler nemekriz olma bir kat dahi dağı pürelemnake vücud virdiyse zahid bu riyayı hasılı ömre ilişmez laubali böyle çöpçe nakşı haşake yüzün döndürme ragıb gerdişi gerdunda yohsa safayı arıziden geç keder virme dili pake nazımı müşarünileyh şamlı mehmed ragıb paşa şamı şerif ruznamçecisi müteveffa hüseyin beg'in mahdumu olup şamı şerifde bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp ibtida divanı hümayun kalemine ve badehu mektubii sadrı ali odasına bir müddet müdavemetle bi'lahire müteveffa cezar ahmed paşa'nın muhalefatı kabzına memuren mahrusai akka'ya azimet ve tasviyei umurı memuriyetle deri aliye'ye avdetinden sonra baruthanei amire emanetine mevsul ve bir aralık sefaretle evvela fransa ve badehu iran taraflarına azimet veavdet birle sadareti uzma kethüdalığı mesnedi celilesine menkul ve cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında rütbei samiyei vezarete nailiyetle karini memul olmuş ise de bermuktezayı gerdişi çarhı devvar ekser evkatı menfadegüzar eyleyüp muahharen menfiyyen medinei konya'da ikamet eylemekte iken sinnini ömrü haddi seman sebine yakin olduğu halde bin iki yüz kırk dört senesi evasıtında tariki kisvei hayatı müstear ve cenabı monla hünkar hazretleri türbei şerifesi civarında dahili mezar olmuştur. müşarünileyhin alemde saytı vezaretle şöhret u şanı olup hemmahlas olduğu cihetle şirde sadrı esbak ragıb paşa merhumun isrine gitmek emelinde bulunmuş ise de maniyü'zzamirini zahire ihrac idemeyüp bihude tabiatını izac eylemiştir. unudub aşıkını terki siva niyyetine dili ağyara girer beyti huda niyyetine mushafı aşk u muhabbetde çıkar ayeti nur kim tefaul ider ol mahlika niyyetine ziri zülfünde ruhı yare teveccüh ideriz müteheccid oluruz şimdi duha niyyetine devşiren meyvei kamını yemiş bu bağın muzı ekdarını gülnarı safaniyyetine lutf umar yardan ağyar u rakib u aşık aldanup zannına ya zahmına ya niyyetine sarf ider ömrünü dünyaya iden girye vü ah malihülya yerine badı heva niyyetine vuslatı yar içün ağyara mudarra iderek zehr içer aşıkı dilhasta şifa niyyetine bu ruyı sepiddir deyu fahriyye yazar ragıba bak kalemin bunda ene niyyetine nazımı mumaileyh ahmed ragıb efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz yedi senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile iki yüz elli iki senesi dersaadet'e hicret eyleyerek bi'lahire devriye mevalisi silkine dahil ve iki yüz altmış altı salinde betariki'nnakl trabzon kazası mevleviyyetine ve muahharen şamı şerif mevleviyyetine nail olmuştur. haylice eşarı belagatşiarı vardır. kıta biter hakinde tohmı aşkdan anın hezaranı gül o sine üzre kim bir dağı mihri mehlika kaldı yazılsın defteri amala bir bir cevri cangahı mahalli dava ancak rakıma ruzı ceza kaldı nazımı mumaileyh ibrahim rakım efendi mahrusai burusa'da hamekeşi debistanı vücud olup evkat u ezmanını tahsili hüner u marifete hasr u sarf ile ashabı maariften olarak mahrusai mezburede vaki ali paşa camii şerifinin imamı ve mahalli mezkur mahkemesinin ikinci katibi benamı olduğu halde güzarendei eyyam iken bin yüz altmış üç sali hilalinde gülşenarayı bekaya hiram eylemiştir. mumaileyhin asarı kalemi şayanı tahrir u rakamdır. gazeli natamam terk eylemiş cihanı gönül yahud itmemiş barı giran olur mu hiç abdala keşkülü eşarı abdarı hakikatmealden her harfe dinse var yeri şeftaluyı hali piraneser gönül seri rahı mecazden doğruldu gitdi rehber idindi tevekkülü her hoş zemine meşki tetebbuda rakıma kimdir muciz olmaya devri teselsülü nazımı müşarünileyh mehmed rakım paşa defterdarı şıkkı evvel ibrahim efendi'nin mahdumu olup yoluyla kibar asrına akran ve nice nice menasıbı celileye bi'lvüsul muahharen barütbei samiyei vezaret mısrı kahire eyaleti uhdesine bi'ttevcih kamran olduktan sonra cidde'ye nakl ile medet rakım muhammed paşa terkibi müfadınca bin yüz seksen üç tarihinde azimi cennetü'lme'va olmuştur. alınca alı ruhsarın hayale inceden ince süzüldü meclisi meyde piyale inceden ince safayı saidi simini dildarına mest oldum bu bir haldir ki gelmez kil u kala inceden ince sana yanığlığım dudı siyahım ile zahirken aman artık ne hacet bu suale inceden ince kalem kaşın siyeh zülfün ucundan çekdigim derde idem tertib bir hoşça risale inceden ince visale yol bulup gitmek ne mümkün var iken ağyar akarsın ey gönül semti muhale inceden ince ben ol müstağraki bahrı gamım kim kays ile ferhad yanımda idemez serdi makale inceden ince karardı gözlerim tabı ruhundan ey gözüm nuru gubarı payın aldım iktihale inceden ince idüp tanziri nazmı kazım'ı rakım bu vadide ayak bas sen de davayı kemale inceden ince nazımı mumaileyh abdulaziz rakım beg giridlizade mehmed paşa biraderi hasan beg merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde kademnihadei mehdi vücud olup unfuvani şebabetinde paşayı müşarünileyhin silistre valiliklerinde bir müddet mahrusai ruscuk'da ikamet ve dersaadet'e avdetinden sonra iki yüz elli senesi şehri ramazanında divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve birkaç sene zarfında kalemi mezbur dahilinde vaki mühimme odasına nakl iderek mukaddema babı alihacesi ayni efendi merhumdan ve muahharen haleb kadısı sabık şakir efendi'den ulumı arabiye ve fünunı farisiyeyi tahsile sarfı himmetle bidayeti tanzimat'dan evvelce tahriri emlak memuru maiyetiyle gelibolu ve tekfurdağı taraflarına azimet ve bade hitamü'lmemuriyye deri aliye'ye avdet eyleyüp bir müddetcik dahi odai mezbura müdavemetinden sonra hacelik rütbei refiasını bi'lihraz mühimmatı harbiye tahrirat kitabetine memur ve iki yüz altmış dört senesi barütbei salise tophanei amire mektubu odası mümeyyizligine nakl ile mesrur buyrulup iki yüz altmış altı senesi tophanei amirede vaki meclisi askeri başkitabetine revnakdihi re'y u şuur buyrulmuştur. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup şir u inşası teslimgerdei münşiyan u şairandır. gören nurı cemalin ya celaleddini mavlana okur ismi celalin ya celaleddini mevlana nazımı manzumei hünermendi ramiz efendi muhibbanı tarikatı aliyyei cenabı mevlana'dan olup orduyı hümayun dahilinde seferber olduğu halde bin iki yüz iki tarihinde darı bekaya azm u sefer eylemiştir. heman aynı muhammedle ali'dir şems u mevlana mumaileyhin balada mestur beyti latifiyle enfaı dahili silki sütur olan mısraı garrasından başka asarı manzurı acizi olmamıştır. urulursam nolur ey afeti tannaz sana harbe vü nize sunar gamzei gammaz sana merdi meydanı cefa şuh levendaneeda dilrüba fitnei dünya dirisem az sana yine sürgün avına çıkdı meger gamzelerin sürüsüyle tutulur aşıkı serbaz sana esbi tazı sola sağa sürerek elde cirid rast geldi gönül ey şuhı çebendaz sana yürü var mürgi dili zarını pek tut ramiz yoksa sayda süzülür gamzesi gammaz sana nazımı müşarünileyh abdullah ramiz paşa muahharen rusya ülkesine rübude olan şehri kırım'da panihadei sahai vücud olup unfuvani tufuliyyetinde ki bin yüz seksen dokuz tarihlerinde şehri mezkur ulemasından pederleri feyzullah beg'in istishabiyle dersaadet'e muvasalat ve validi mumaileyhin vefatında dokuz yaşında bir tıflı nazende olduğu halde tahsili ulumı aliyeye say u gayretle sekiz sene zarfında baimtihan bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve ol vecihle mümtazı emasil olarak bi'lahire niyabet suretiyle kudsı şerif canibine azimet ve birkaç sene mürurunda dersaadet'e avdetle bir sene müddet dahi mahmud paşayı veli camii şerifi havlusunda vaki mahkemede niyabet eyledikten sonra iki yüz on üç tarihinde uhdesine orduyı hümayun kadılığı bi'ttevcih mısrı kahire canibine azim u rahi ve o esnada barütbei hacegani küçük ruznamçe memuriyetine ve badehu kahirei mezbure ruznamçeciligi hizmetine nailiyetle müftehir ve mübahi olmuş ise de ol arazinin ab u havasiyle imtizac idemediginden bir sene müddetde dersaadet'e avdet eyleyüp humbarahane ve hendesehane nezaretleri inzimamiyle metruk başmuhasebe mansıbı bi'lita o aralık orduyı hümayun dahilinde bulunmak üzre şumnu canibine izam u isra olunup iki yüz yirmi iki senesi sultan selim hanı salis hazretleri hakkında zuhur iden hali müteassirü'lmenin vukuunda cezirei kavala'ya nefy u iclası muktezayı iradei seniyyei şehenşahiden bulunmuş olmasıyla menfasına azimet itmek üzre filibe nam kasabaya muvasalatında alemdar mustafa paşa'nın kethüdası ve müşarünileyhin hempası olan köse kethüda kendisini mübaşiri yedinden reha ve müşarünileyh mustafa paşa tarafına bas u isra itmekle müşarünileyh dahi bi'listishab dersaadet'e dahmeendazı şitab ile cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin tarihi cülusı meymenetmenusı şahaneleri olan iki yüz yirmi üç salinde mustafa paşayı maruf sadareti uzma mesnedi celilesine ikad ve mütercimi müşarünileyh dahi barütbei samiyei vezareti rumeli eyaletiyle mesrurü'lfuad buyrulup sadrı müşarünileyh herbir umur u hususunda kendisini yarı gayyur ittihaz eylemiş olduğundan diyarı baideye azimetini tecviz itmiyerek on sekiz gün mürurunda kapudanı derya memuriyeti behiyyesini kendiye tevcih u ita itdirüp filikesüvarı maksadı aksa olmuş iken güruhı mekruhı mülga tekrar icrayı ayini zorba ve babı aliyi muhasara ile envaı evzaı nabeca itmiş olduklarından sadrı müşarünileyh çarnaçar kendisini ziri mahzende ihrakı bi'nnar ve o suretle defi fesad u hasar eylediginde kapudanı müşarünileyh dahi tarafdarlığı münasebeti ve kendisine olan muhabbet u sadakati iktizasınca deryayı gayreti cuş u huruşa gelerek güruhı mekruhı merkumeden ahzı sar eylerim hülyasıyla halici darı saltanatü'sseniyyeden birkaç kıta sefayini nusretberahini galata pişgahına sevk u ihrac eyleyüp paşakapısı ve ağakapısı caniblerine birkaç top endaht ile birtakım fukara ve zuefayı tahvif u izac eyledikten sonra artık dersaadet'e aramı kendisine mevrisi alam olacağından guyendei eynelmefer olduğu halde mahrusai ruscuk'a nakl u güzer eyleyüp refiki şefiki olan merkum köse kethüda'nın hanesine dehaletle imrarı şam u seher itmekte oldukları hengamda idamına dair hakkında fermanı celadetünvanı padişahi şerefsünuh buyrulduğu residei guşı huşları olur olmaz kethüdayı merkum ile bi'littifak hemcivarı kadimi olan rusya memleketine firar ve iki sene mikdarı ol canibde aram u karar ile bazı tarafdan hakkında şefaat u iltimas vukuuna mebni iki yüz yirmi altı senesi afv u ıtlakı karini müsaadei şehryari buyrulmuş olmağla bulunduğu mahallden hareket ve orduyı hümayun canibine azimet itmek sırasında katı merahil ve tayyı menazil ile dört saat mesafe mahale vürudunda sadrı esbak müteveffa hurşid paşa canibinden güzergahı olan tarikin iki tarafına birçok asker ikame olunmuş olmasıyla müşarünileyh hintevsuvar olduğu halde mezkur tarikten güzar eyledigi esnada üzerine tarafeynden beşon aded tüfenk atılarak üç aded kurşun vücuduna isabetle mecruh olup derhal teslimi ruh itmiştir. mahalli mezkur civarında vaki karayalısı'ndan çend nefer müslimin naşı hunnakşını bi'listishab yergügi kalası haricinde defini ziri türab eylemiş oldukları mervidir. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir hünerdanı renginüslub olup nazm u inşası selis u hub vaki olmuştur. meğazi pişehan abdulmecidi hazreti allah ezelde eylemiş osmaniyanın şahı mümtazı cihada azm u niyyet eyledikde fisebilillah mesubatı gazayı bedrin oldu bişek enbazı guzatı mü'minin azm eyleyüp bir cuma gün rezme irişdi çarha dek top u tüfengin rad u avazı o cuma ittifakı dindi gazi şahı zişana müyesser oldu bu fazlın o şahenşaha ihrazı duaya başla ey hame idüp tayyı suhan zira bu yolda iltizam elzemdir itmek silki icazı recai bende bir abdi zelili padişahidir sürurundan ana lazımdır itmek hüccet ibrazı anı isbat içün yazıldı cevherdar bir tarih imamü'lmüslimin içün dinildi nasr ile gazi nazımı müşarünileyh mehmed recai efendi maliye hazinesi dahilinde vaki isham muhasebesi idaresinde bulunan maden kalemi serhalifesi elhac hafız ahmed efendi merhumun sulbünden bin iki yüz on sekiz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evaili halinde bir müddet kalemi mezbura ve badehu divanı hümayun kalemine ve muahharen metruk defterdar mektupçusu odasına devam eylediktensonra iki yüz kırk sekiz tarihinde serasker bulunan halil refet paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuriyeti bi'licra ol vecihle güzarendei subh u mesa iken teslimgerdei havass u avam olan kitabet u inşası iktizasınca iki yüz elli sekiz senesi amedi odası hulefası sınfına dahil ve salifü'tterceme vakanüvis esad efendi'nin vukuı vefatiyle iki yüz altmış dört senesi vakanüvislik memuriyeti uhdesine ihale kılınarak kendisine rütbei ula sınfı sanisi bilita mümtazı emasil buyrulup iki yüz altmış beş senesinde ol nushai kübra ve ol dibaçei kitabeti ilm u zeka takvimhanei amire nezaretine revnakefza olmuş ve iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında nezareti merkume ile memuriyeti mezkureden infisali vuku bulmuş ve iş bu tezkirei acizanemizin tabından dörtbeş mah makdem meclisi maarif azası sınfına ilhak olunmuştur. müşarunileyh maarifi külliye vü cüziyeye aşina ve fenni inşada misl u naziri nadir u napeyda olan zevatı sütudesıfatdan olup kendisinin hututı mütenevviada kemali mahareti ve fünunı şettada dahi hakkı üzre miknet u kudreti olduğu varestei kayd u işarettir. bazı mahali mübarekede vaki puşidei şeriflerin ekserisi masnuı destgahı himmet u sanatı olduğundan başka kitabei rengin ve kıtaatı dilnişinleri dahi asarı kalemi olduğu malumı sigar u kibardır. eşarını ketm u ihfa eylediginden balada muharrer olan tarihinden başka eşarına destres olunamamıştır. debiri sun kim tevkii ebrusun ezel yazdı beratı hüsnünün divanı sersatrın güzel yazdı zuhurı hattı reyhaniye talikiyle vaslin yar cevabı rikasın ehli niyazın tahamül yazdı derunum kırmadan şahım sakın defternüvisi aşk yerine kays u ferhad'ın beni nimelbedel yazdı sülüs hatla utarid resmin itsin takı gerduna ki kilki şivezayı rahmi böyle bir yazdı nazımı mumailyeh abdurrahman rahmi efendi şehriyyü'lasl olup metruk ruznamçe kalemine bir müddet müdavemet ve iki yüz otuz yedi tarihinde canibi hicaz'a azimet eyleyüp mısrı kahire'de darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. seyr it o mahı mihri felek söylerim sana hüsni periyle reşki melek söylerim sana uşşaka hattı arızıdır dersi imtihan halı lebin çü noktai şek söylerim sana eyler ayan ayarı mecaz u hakikati hattı bütanı aşka mehekk söylerim sana nerm olmuyor sirişti bütan suzı ah ile fulad u sengdil daha pek söylerim sana emsem diyu hemişe lebi yari rahmiya çekdiklerim göreydin emek söylerim sana nazımı mumaileyh kırımi rahmi efendi muahharen rusya memalikine rübude olmuş olan cezirei kırım'da çehrenümayı alemi şühud olup nakdinei himmetini iktisabı cevahiri maarife sarf u harc ile düreri ilm u hüneri gencinei kuvvei ilmiyyesine cem u derc iderek muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala tersanei amirede vaki kurşun mahzeni kitabetine memur ve tayin olunduktan sonra bin yüz altmış tarihlerinde sefaretle iran canibine sevk u izam olunmuş olan hacı ahmed paşa'nın mektupçuluğu hizmetiyle canibi iran'a azimet ve bir kaç sene zarfında dersaadet'e avdet eyleyüp bin yüz altmış dört senesi hilalinde matunen irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin üsküdar'dan memleketi hemedan'a varınca esnayı rahda vaki medayin u kasabat u karaduhan ve menazili sairenin esami vü aralarında vaki mesafe ve saatı mübeyyen ve o aralık vukuyafte olan bazı keyfiyatı mutazammın birkaç cüzü şamil bir aded sefaretnamesi ve haylice eşarı letafetallamesi vardır. tarih suyun buldu bu çeşme cudı ibrahim paşa'dan nazımı manzumei hünermendi hace rahmi efendi sultan selim hanı salis hazretleri asrı ulemasından olup bin iki yüz yirmi üç sali hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. hace rahmi eyledi dehre vedatarihi garrasını şeyhülislam arif hikmet begefendi nazm u inşad buyurmuşlardır. mütercim mumaileyhin balada muharrer tarih mısraından başka eşarına destres olunamamıştır. kıta heman ol maha bir ruhsatdihi zevki visal olsun bana ey şuhı zalim itdigin kat kat helal olsun bir ateşparedir çün tıflı dil benden ırağ olsun sarayı padişahı aşka virdim bir çerağ olsun nazımı manzumei hünermendi abdurrahman rahmi efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tezkirei evvel memuriyetinde iken bin yüz kırk tarihinde azimi darı naim olmuştur. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mevcud u mukayyeddir. bir dil ki hakı fahrı resulden cila alır mihri cihannüma o gönülden ziya alır hikmet ne olduğun marazı aşkda anlayan lokman olur o cümle giyahdan deva alır kafı gönülde tairi aşk olsa lanesaz bahrı muhiti ilmi ledünden gıda alır yağdırsa ebri ahı seher eşki hasreti feyzi visalden çemeni dil nema alır mısrı vücuda malik olursa azizi aşk aşık o demde yusufı candan baha alır surahı kalbi aşıka ayb itme zahida revzen olursa darda günden ziya alır maksud sanma kalei aşka revac yok kalayı tazedir anı arz it resa alır nazımı mumaileyh mustafa resa efendi sevahili nehri tuna'da vaki mahrusai ruscuk'da bin iki yüz on beş senesi hilalinde işbu alemi işbaha reside olup yirmi sene müddet tahsili ilm u marifete say u gayretle muahharen mesleki küttaba dahil olarak vüzeradan bazılarının divan kitabeti ve bazılarının dahi kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri asrında silki haceganiye insilakla mümtazı akran u emasil olduktan sonra bir müddet dahi memaliki mahrusada geşt u güzar eyleyüp iki yüz altmış beş senesinde dersaadet'e nakl u hicret eylemiştir. mumaileyh ulumı aliyede mahareti zahir bir şair olup haylice eşarı ve kasidei bürde'ye türki ibare ile matbu bir tahmisi dahi vardır. hele ehli taassub badenin germiyyetin bilmez humaraludei subh olmayan keyfiyyetin bilmez görüp mihrabı ebrusun ider arzı ubudiyyet güzel idrak ider fehmi velikin niyyetin bilmez düşürdü ruzgar elbet libasın menzili hake yine pervazı ulvidir hüma süfliyyetin bilmez yakar pervane kendin ta olunca naili vuslat ne haletdir ki biçare yine mahviyyetin bilmez resima tineti merdüm hemişe müstaiddir bil küşade babı himmet hep veli ehliyyetin bilmez nazımı mumaileyh şeyh ahmed resima efendi mahmiyei üsküdar'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab iderek bin yüz doksan sekiz tarihlerinde yenişehiri fenar'da vaki mevlevihane'nin meşihatine vüsul ile şemi amali ziyamendi husul olmuş iken bazı avarızı suriye sebebiyle dersaadet'e nakl u ricat eyleyüp hanesinde guşegiri uzlet olduğu halde bin iki yüz on sekiz tarihinde darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyh bir şairi hoşreftar olup eşarı şayanı tahrir u tezkardır. ıttırad üzre degil ise de çarhın güzeri yine bir hal ile tekdir ider ehli hüneri kaydı efkar idemez dağdağai cah u emel bezmi tefvizde olan arifi sırrı kaderi ehli daniş sitemi dehr ile pamal olmaz görse mecnun bile hak üzre bırakmaz güheri canibi hakka giden tiri duayı ihlas getirir bezmi ilahiden icabet haberi dağıdıp zülfünü bidar ider ol şuhu saba şebi tariki gamın elbet olur bir seheri himmeti naili maksud ider ali tabı zannı mikdarı alır feyzi huda'dan eseri biivazdır keremi hazreti bari rüşdü şah olur mura eger olsa inayet nazarı nazımı müşarünileyh kaimmakamı esbak mehmed rüşdü paşa medinei erzurum'da ulemadan bir zatı sütudesıfatın sulbünden kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarif u kemalata hasr u sarf ile fenni kitabetde tahsili meleke eyleyerek evaili halinde mektupçuluk hizmetiyle bazı vüzeranın maiyetlerinde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen inabe valisi ferruh ali paşa'ya katibi divan ve müşarünileyhin iltimasiyle dahili sınfı hacegan olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala kapudanı derya cezayirli hasan paşa merhumun divan kitabetine memur ve müşarünileyhin vefatından sonra dersaadetçe bazı mansıblara nailiyetle mesrur buyrulup devri selim hani'de mısır canibine sevk olunan orduyı hümayunun nüzul emanetinde biraz müddet imrarı vakt iderek o esnalarda bazı vüzeranın kapu kethüdalıklarına ve bir aralık selanik mübayaai miriyyesine ve badehu mahud yeniçeri efendiligi tabir olunan memuriyete ve biraz vakt mürurunda metruk baş muhasebe haceliğine ve daha sonra cahı nişancılık mansıbına vukuı memuriyetiyle bin iki yüz yirmi dört senesi sofya nezaretine memur ve iki yüz yirmi yedi senesi şehri ramazanında barütbei vezaret rikabı hümayun kaimmakamlığı mesnedi refiine revnakbahşı sürur u hubur buyrulmuş ve cerbezei zatiye vü dirayeti külliyesi iktizasınca nice nice hüsnı hizmete muvaffakiyetinden başka bahçekapısı haricinde vaki makarrı fesde olan melekgirmez nam mahallin dahi güruhı mekruhı mülgadan tahlis u tathiriyle ibadetgahı müslimin olmasına muvaffak olmuş iken on sekiz mah zarfında makamı kaimmakamiden mehcur ve gelibolu'da ikamete memur kılınıp bi'lahire uhdesine silistre ve vodin eyaletleri ve iki yüz otuz beş senesi inebahtı ve müteakıben bosna eyaleti bi'ttevcih müddeti kalile zarfında bervechi ikamet iskeçe nam mahalle azimet birle iki yüz otuz altı senesinde ankara ve kangırı sancakları kendisine ihale ve o hengamda sofya muhafazasına dahi memuriyeti irade buyrulmuş olduğundan sofya'ya muvasalatının on beşinci günü sinnini ömrü yetmiş iki adedine yetmiş olması takribiyle füstahserayı ukbaya azm u rihlet eylemiştir. müşarünileyh tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye mensub bir veziri pesendideüslub olup nazm u inşası makbul ve mergubdur. gitdi hasretile koyup yalnız ol mah beni bu güne saklar imiş hazreti allah beni sana vuslat mutaassir bana sabr itme muhal anarım ağlayarak gah seni gah beni müteferrik olup eczayı vücudum sensiz ar ider itmege sayem dahi hemrah beni korkum oldur şereri ateş ile döne döne çıkarır göklere bu ahı sehergah beni rüşdüya matem ile hüznı mücessem oldum göricek fark idemez aynii agah beni nazımı mumaileyh elhac veliyüddin rüşdü efendi canibi anadolu'da vaki nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir müddet ikametden sonra bin iki yüz elli bir senesi sefaretle iran canibine izam kılınmış olan sudurı izamdan salifü'tterceme nakibü'leşraf mehmed esad efendi'nin kitabet hizmetine memuren canibi mezkura azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp bi'lahire hacelik rütbei muteberesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz u serefraz olmuşken iki yüz elli sekiz senesi hilalinde mekan tutdu veliyüddin efendi kurbı sübhanda tarihi natık olduğu vecihle azimi kurbgahı rabbi bienbaz olmuştur. mumaileyh kudemayı şuarayı zamandan olup eşar u güftarı şairane vü aşıkane vaki olmuştur. pirameni şemi ruhuna ben dolaşırdım yanmaklığa ateşgedenizde yaraşırdım gül ruyuna bülbül gibi efganlara düşdü gülzarı visalinde senin aklı şaşırdım ah sahili vuslat nerede kaldı der iken deryayı muhitden gemiyi işte aşırdım ben mesti meyi meykedei ehli harabım abı tarabı şişei surhumda taşırdım rüşdü ne beladır acaba aşk eseri var bulsam idi bir hakimi hazık yanaşırdım nazımı mumaileyh celil rüşdü efendi mahrusai selanik'de mütevattın taifei meçhuleden mütevellid olup dersaadet'e muvasalatla tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra mahmud paşa camii şerifi civarında bir bab mektupçu dükkanı güşad ile imrarı subh u mesa eylemekte iken bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyhin bimeal u mani haylice eşarı vardır. bağı hüsnün seyr için gelmiş degil didare hal pasban olmuş meger ruhsarı yare kara hal pek tehidest sanma vechi yara nazır olduğun vakıf olmuş gülşeni hüsnündeki esrara hal ziri fesden tarh idüp arş itdi fesli askeri oldu seraskeri cünud hazreti hünkara hal tarı zülfi yardan ru gösterüp aşıkların akibet başdan çıkardı eyledi avare hal yek cihet olmuş dili uşşakı nalan itmede gamzei hunrizi dilber katili gaddare hal hayli kuşbazlıklar itmiş mürgi dil sayd itmede dane dökmüş dam kurmuş kaküli ruhsare hal hale halim arz idüp bildim o halin halini o da yanmış ben gibi bir aşıkı biçare hal ben sanırdım bir haramizade halı meks ider genci hüsn üzre mütelsimmiş meger dildare hal kevn yüzünde rüşdüi dilsuza gün göstermeyüp itdi içilden fesad u fitneler mekkare hal nazımı mumaileyh mehmed rüşdü efendi tekke sancağında vaki barla nam kasabada bin iki yüz altı senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz on dokuz senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet yağlıkçılık ticaretiyle me'luf olarak bir aralık rumeli kuzatı silkine dehaletle birkaç menasıbı kazaya nail olduktan sonra terki ticaret eyleyüp hanesinde ikametle ahyolu kazasından mazulen müterakkıbı nasbı digerdir. mumaileyhin asarından olmak üzre hali huyul isminde bir aded baytarnamesi vardır. birdir safayı vasl safa bir degilse de birdir cefayı hecr cefa bir degilse de bala veziri bir görürüm fartı neşveden birdir gözümde arz u sema bir degilse de birleşdi rengi zülf ü binaguş nazrada birdir bana sabah u mesa bir degilse de bimarı aşkım istemem asla ilacı derd birdir yanımda derd u deva bir degilse de rüşdü sünuhşinas bilir tarz u şivesin birdir edayı şir eda bir degilse de nazımı mumaileyh şirvanizade mehmed rüşdü efendi ulemayı mütebahhirinden ve tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihi güzininden şirvani şeyh ismail siracüddin efendi merhumun sulbünden medinei amasya'da bin iki yüz kırk beş sali hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi mümaileyhden tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eylemiş olduğu halde iki yüz altmış yedi senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet sultan bayezidi veli hazretleri camii şerifinde neşri ulumı aliye ile imrarı vakt u saat eyledikten sonra mezkur amasya kazası muaccilat nezareti kendiye bi'lihale mahalli mezkura azimet eyelemiştir. mumaileyhin fazl u irfanı müstağnii tarif u beyandır. görünen kendi zatındır bu sırrı söyler ayine bu yüzden seyri vechi hüsnı yari gözler ayine temaşayı ruhı dildar içün divara yaslanmış anınçün ruz u şeb ayrılmayüp da bekler ayine cemalin zevkini bilmez hayali yari hiç görmez bakıp da kendini seçmez o merdüm neyler ayine mücella eyleyen mir'atı kalbin sırrı vahdetle görür bir vechile herşeyde bin alemler ayine cenabı mürşidi pakin gubarı payını rüşdü gözünde daima bak tutiya var eyler ayine nazımı mumaileyh hüseyin hüsnü rüşdü efendi ecillei devleti aliyeden maliye meclisi reisi ismail efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz otuz beş senesi şehri muharreminde kademnihadei sahai vücud olup temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed sıralarına sinni reside oldukda tahsili ilm u marifete say u gayret ve iki yüz kırk dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odasına müdavemete mübaşeretle iki yüz elli bir senesi vuku bulan surı hümayunda hacelik rütbei refiasını bi'lihraz iki yüz altmış bir senesi meclisi vala nezareti dahilinde vaki tahriratı samiye odasına naklı memuriyet eylemiştir. mumaileyh mensubı tarikat bir zatı sütudehaslet olup kendisinin te'lifata dair çend aded asarı ve hakikata müteallik bir mikdar güftarı vardır. şahane tavrı cihanın gedaların gördük gedaya gıbta ider padişaların gördük yine çıkar sonu hamyazei humarı gama bu meclisin meyi haletfezaların gördük derunu başladı hindular ile yağmaya o çini kaküle meylin hıtaların gördük şikestegii dile çaresaz olur sanma tabibi tesliyetin mumiyaların gördük yine mukaddere vabestedir husulı meram sahifei talebin biz duaların gördük atası kama delili serabı hırmandır kibarı asrımızın çok ataların gördük pesendi tabı reşida'ya gerçi kim dehrin hezar şairi sihirazmaların gördük nazımı mumaileyh çeşmizade vakanüvis mustafa reşid efendi dersaadet'de çehrenümayı çeşmi vücud olup tariki tedrise duhul ile bir müddet vakanüvislik hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra tarih; reşidi çeşmizade ide me'vayı mekan amin tarihi natık olduğu vechile bin yüz seksen bir senesi hilalinde azimi darı me'va olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. yari tenhada bulup ifşayı raz itmek de güç halk içinde ol mehe arzı niyaz itmek de güç çilei aşka tahammül eylemek emri asir tiri cevri dilrübadan ihtiraz itmek de güç çeşmi mestin süzerek bin dürlü naz icad ider her nigahın birbirinden imtiyaz itmek de güç kıblei hacatı dil mihrabı ebrusundadır bu cihetle aşıka terki namaz itmek de güç derdi aşka sabr u takat hayli müşkil ey reşid gerçi terki nazenini dilnevaz itmek de güç nazımı müşarünileyh tatarcıkzade ahmed reşid efendi sudurı izamdan abdullah efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz on altı senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz yedi senesi anadolu sadaretine ve kırk bir senesi nekabeti mesnedi celilesine ve bir sene mürurunda rumeli sadaretine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup iki yüz elli beş senesi şehri şabanında azmi gülzarı cinan eylemiştir. mumaileyhin müsvedde olarak divançe olacak mikdar eşarı vadır. bahs idermiş eşki çeşmimle sabah akşam su korkaram kim eyleye dolab idüp ilzam su berki itmiş gamzede zehrab ile amihte tiği ateşbarına virmiş o hunaşam su geh riyazet geh rasad geh seyri eflak itmege geh sahab u geh büni çahda olur kemnam su meyli bir leylii hüsne akmış ol divanenin aynı mecnun deşt u sahrada gezer sersam su cüstcu itmektedir bir servi dilcu kaddı kim geşt ider her su çemende eylemez aram su sen de gerdişden reha bulmazsın ey çarhı felek çeşmi terden böyle hasretle akar madam su meyvei nazmım reşida abdar olsa nola bağı taba virdi bir desturı ebr inam su nazımı mumaileyh reşid efendi şehri ayıntab'ın hanedanından ve asrının suhanşinasanından olup fenni inşada mahareti kamilesi bulunması cihetiyle bağdad valisi esbak ati'tterceme ali rıza paşa merhumun canibi bağdad'a azimetlerinden mektupçuluk hizmetiyle mahalli mezkura azimet ve bin iki yüz kırk dokuz tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin bir kıta divanı olduğu rivayet kılınmıştır. hastai natıkaya ruhfezadır hamem zatı isa gibi icaznümadır hamem reşhai feyzine erbabı fesahat teşne guyiya çeşmei ilhamı hudadır hamem oldu icrayı suhan itmege zerrin mizab kabei maniye asılsa sezadır hamem sırrı şahenşehi endişeye konsa yeri var evci alayı maarifde hümadır hamem bimuhaba rehi narefteye gitsem de ne var kahrı hasm eylemege elde asadır hamem neyşeker mi acaba mısrı maanide reşid bak halavetdihi tabı büleğadır hamem nazımı müşarünileyh sadrı esbak mustafa reşid paşa hakanı said sultan bayezid tabe serah berahmetü'lmelikü'lmecid hazretleri evkafı şerifleri ruznamçecisi merhum ve mağfurünleh mustafa efendi nam zatı hucestesıfatın matlaı neyyiri saadet olan sulbi pakinden bin iki yüz on altı senesi şehri şevvalü'lmükerremenin on altıncı günü misali mihri enver afakı şühuda nur u fer virüp sinnleri temyizi beyaz u sevad ve tefriki noksan u ziyad derecesine vasıl oldukda rehberii bahtı hudadad ve irşadı istidadı maderzad ile tahsili mayei maarife guşiş u işbah u emsal arasında icrayı hüsni muaşerete verziş eyleyerek meali hikmeti iştimalini pişe vü celb kılup kühan u muhanı nekavei endişe edinmekle mektubii sadrı ali odasına rehini hüsni kabul u davet olarak nefsi nefislerinde merkuz olan kemali rüşd ü zeka itilayı kadr u mertebelerine rehnüma olmağla az vaktde beyne'lakran müşarünbi'lbenan olup gars itdikleri nihalı say u himmetleri karini neşv u nema ve bi'lahire bir şeceretün tayyibetün asluha sabit u ferğuha fi'ssema olacağı runüma olduğuna mebni kırk iki senesinde serzedei vuku olan rusya seferinde orduyı hümayun maiyetinde bulundukları halde bi'listihkak silki ile'lhedyi hulefaya iltihak itmiş ve orada amedcilik vekaleti makamında bulunarak haylice müddet sarfı himmetle sayleri meşkur ve hizmetleri memduh u mebrur olduğu halde edirne mükalemesi meclisi serkitabetini dahi ifa ile dersaadet'e avdet ve kırk altı senesinde pertev paşa merhumun memuren mısır'a azimetinde bairadei seniyye müşarünileyhe mürafakat ve bade'linsiraf betekrar amedçilik vekaletiyle icrayı hüsni memuriyet eyleyüp bu müddetlerde ehliyet u liyakatleriyle meşammı zamana muattar u kümeyti hamei küheyli nijadları muzmarr fesahat u belagatda mertebeçalak ve sebükreftar olduğu cilveger olarak vela temeddunne li'lulya minke yeden hatta tekule leke'lulya hat yedek me'vasına mutabık olmak üzre uluvvi şanları zatı mekarimnişanlarını davet itmekle kıldı hakk mir reşid'i sali nevde amedi tarihi menkutu hesabınca bin iki yüz kırk yedi senesi şehri muharremü'lharamının üçüncü salı günü amedii divanı hümayun mesnedi refiine bi'lasale sayei sayı ihtiram olmuşlardır. kırk sekiz senesi şehri rebiü'levvelinde sadrı azam bulunan merhum reşid paşa'yı dersaadet'e daveti memuriyetle üsküb'e azimet ve senei mezkure şehri şabanı şerifinde tophanei amire müşiri bulunan halil rifat paşa memuriyetle mısır'a giderken bairadei seniyye müşarünileyh dahi refakat eyleyüp kırk dokuz senesinde mısırlı ibrahim paşa'ya bazı tebligat icrasıçün memuren kütahya'ya isra ve elli senesinde amedçilik mansıbı refii üzerlerinde olduğu halde orta elçilik ünvaniyle paris sefareti seniyyesine memuriyetleri icra buyrularak biraz zaman orada aram u ikametden sonra me'zunen ve muvakkaten dersaadet'e bi'lvüsul elli bir senesinde büyük elçilik ünvaniyle saniyen paris sefareti seniyyesine mevsul buyrulup elli iki senesinde oradan londra sefareti seniyyesine nakl u tahvil ile ifayı hizmeti sefaret itmekte iken senei merkume şehri şabanı şerifinin on dokuzuncu pazarertesi günü nezareti celilei hariciye müsteşarlığına revnakefkeni ikbal ve elli üç senesi şehri rebiü'levvelinin altıncı cuma günü uhdei bahirü'listihallerine rütbei samiyei müşiri tevcihiyle makamı nezareti celilei hariciyeye sayeendazı übbehet u iclal olup senei mezkure şehri zilkaidesinin ikinci günü vezaret ve paşalık ünvanı ihsaniyle nezareti uhdelerinde olduğu halde üçüncü kere paris sefareti seniyyesine memur buyrulmuş ise de muahharenazimetleri teehhür idüp elli dört senesi şehri cemaziye'levvelinin on altıncı salı günü kezalik nezareti uhdelerinde bulunduğu halde muvakkaten londra sefareti seniyyesine memuriyetleri runüma olup elli beş senesi rebiü'lahirinin on dokuzuncu pazartesi günü şerefvuku bulan cülusı hümayunu müteakıben dersaadet'e avdet ve yine nezareti hariciyede pertevendazı sahai übbehet olarak senei mezkure şabanı şerifinin yirmi altıncı pazar günü gülhane'de kıraat buyurdukları hattı hümayunı adaletmerhun hazreti şahane mucibince tanzimatı hayriyye usulı madeletşümulünün icrayı mevaddı esasiyesi ve mısır meselesinin hall u tesviyyesi hitamından sonra yani elli yedi senesi şehri saferinin altıncı pazartesi günü nezareti hariciyeden infisal ile senei merkume cemaziye'levvelinin yirmi altıncı salı günü rabian paris sefareti seniyyesine memuriyetleri zuhur iderek elli sekiz senesi zilkaidesinin on dördüncü günü sefareti mezkureden fekki rabıtai ittisal ile dersaadet'e avdet idüp elli dokuz senesi şehri rebiü'lahirenin on yedinci çarşamba günü edirne valiligine memuriyetleri vuku bulmuş ise de inhirafı mizacları bu memuriyetden afvlerini calib olarak senei mezbure şehri şevvali şerifenin yirmi birinci pazartesi günü hamisen paris sefareti seniyyesine tayin buyrulmuş. altmış bir senesi şehri şevvali şerifenin yirmi ikinci perşembe günü saniyen nezareti hariciyeye revnaktırazı ittisal olarak dersaadet'e avdetle ol makamı alizat mahirü'lmealileri mukarenetiyle münşerif u mütelali olduğu halde ahzu'lkavs barı baha sırrı zuhur iderek iki yüz altmış iki senesi şehri şevvalü'lmükerreminin yedinci pazartesi günü beytü'şşeref hurşidi iclal ve intihayı meratibi ikbal u iclal olan makamı sadareti uzma ve mertebei vekaleti kübraya şaşaanisarı şan u şerefi bihemal buyrulmuş ve altmış dört senesi şehri cemaziye'levvelinin yirmi dördüncü perşembe günü makamı sadaretden müfarakatları runüma ve senei mezbure şehri recebi şerifin yirmi üçüncü pazar günü meclisi aliye memuriyeti celilesine ruhbahşa ve yine senei merkume şehri ramazanı mağfiretfeyzanının on üçüncü cumartesi günü saniyen makamı vekaleti kübrada fermanferma olup altmış sekiz senesi şehri rebiü'lahirenin dördüncü pazartesi günü vukua gelen infisalden iki gün sonra yani şehri mezburun altıncı çarşamba günü meclisi vala riyasetine memur buyrularak kırk bir gün zarfında ki senei mezbure şehri cemaziye'levvelinin on beşinci cumartesi günü yine oldu vekili mutlak faiz reşid paşa tarihi natık olduğu vecihle makamı vekaletıtlak likayı sad iltifayı daveraneleriyle salisen müceddeden işrakı istihkak olup senei mezkure şehri şevvalinin on dokuzuncu perşembe günü yine müfarakatı makam ile devlethanelerinde istirahat u aram üzre oldukları halde devleti aliye ile rusya devleti beyninde sernümayı zuhur olan meselei malumanın ibtidalarında yani altmış dokuz senesi şehri şabanı şerifin altıncı cuma günü salisen makamı nezareti hariciye cevheri yektayı zatı memduhu'ssıfatlarıyla ez sırrı nev kesbi envarı mefharet itmiştir. kıta nazırı muallimeseri müşarünileyh eslafı izamına faik ve adl u rahmet ve icrayı ahkamı hakkaniyet ve kemali zeka vü fıtnat ve nihayeti dirayet ile dillerde dair ve her lisanda meseli sair olduğu misillü leyse minellahi bimustenkir en yecmee'lalem fi vahid meali dilarasıyla vasf u sitayişe seza vü layıkdır. şu rütbe ki cud u ihsanı hatem'in namını tayy itmiş ve cevdeti fikr u endişesi aristo ve eflatun'u deryayı hicahice bırakmıştır. ve hanedanlıkta dahi ana bir sabıka vü mevcudeyi sebkat idüp besatı nimetleri bay u gedaya meftuhdur. fenni inşada muvaffak oldukları evvelini derecei mahareti seniyyelerine kıyas ile hacei cihan henüz mektebe gitmekte olan tıflı ebcedhan u sehmü'ssaadei beraai belagatları te'sirinden okçuzade verayı hisarı ihtifaya girizandır dinmek ve yusuf nabi bimaye vü nadan mesabesine ve nergisi ile veysi dahi bağı hünerde pejmurde bir şükufe sırasına konulmak reva vü şayandır. medihasınca memduh u müsellemalim olan eseri hamei müşkinallameleri temaşasına muvaffak olanlara göre siyahii zülfi huban ve surhii ruhsarı mahbubandan feragat olunmak emri tabiidir. eşarı letafetbeyanları dürci düreri maani olup lafzı selis ve tabiri nefis ile bimisl u bibedel ve şayestei darbü'lmeseldir: masdukai ve inne mine'şşiri lehikme olarak nihayet meratibi icazı haiz ve şuarayı asrın derecei fesahat u belagatlarını mabeyne'larz ves'sema mütecaviz olmuştur. ve külli yevmi rü'yeti mesalihi mühimmeden maada geceleri dahi mütalaai umurı memureleriyle şahidi siyehçerdei hab u huzur ru didei iştigallerinden mehcur olduğu malumı siğar u kibardır. huzurı feyzmevfurlarına vasıl olanlar nail oldukları nevazişi ihsa nümayişlerinden dünya vü mafihayı unutmakda olup aczmendei kan u biçaregan haklarında merhamet ve şefkat ve mededres ve inayeti aliyyeleri ise cümle indinde müsellem u zahir ve bu keyfiyyet daima ve müstemirren avn u inayeti hazreti müteali calib idügi münceli ve bahirdir. ikiyüz elli beş tarihinde tanzimatı hayriyyenin vaz u te'sis ve mısır meselesi gibi bir ukdei müşkilenin ve muahharen dahi yunan ve memleketin ve mülteci meseleleri misillü birer emri cesimin ve daha nice nice misalı zülfi siyehkar ukdebendi efkar olan umurı müşkilenin benanı re'yi zerrin isabetkarinleriyle rehini inhilal olması sitayişi zatı fehametsimatlarına bir kat daha alemi mecbur eylemiştir. velhasıl vücudı mesudı alileri merhamet u fetaneti mücessime olup her hususda eslafı izamını sabık ve hamei aczi beyan her ne dereceye kadar evsafı celilelerin beyana kudretcünban olsa layık olduğundan bir bendesin tahrir ile ihtiyarı ihtisar kılınmıştır: la zale mahrusen biayni inayeti'lmeliki'lmüteal ve me'nusen bienisi'ddevleti ve'likbal fi külli hal tariki nakşibendi ehlinin feyzi huda'dandır oların nisbeti cümle resüli müçtebadandır ebubekr u ali'dir bu tarikin şah u serdarı şüyuhı hacegani hep kibar u evliyadandır bu yolda ittibaı sünnet oldu baisi vuslat cemii bidatı terk itme bunda ihtidadandır azimetler ameller işleyüp ruhsatdan el çekmek bu yolda salike böyle süluk itme revadandır tariki cezbedir bunda irer tiz menzile salik ki bunda salikin seyri tariki ihtifadandır devamı zikr ile saht oldu nakşibendiler karı anın çün bunların feyzi heman kalbe ciladandır tariki nakşibendin cilası asandurur sanma bu yolda can fida itmek şurutı ibtidadandır reşida gel hazer kıl dil uzatma nakşibend'esen yakin bil kim olara tan idenler eşkiyadandır nazımı mumaileyh ahmed reşid efendi musilei süleymaniye rütbesini ihraz ile mehmed paşa medresesi müderrisi iken bin iki yüz on sekiz senesi irtihalı darı beka itmiş olan nevşehirli süleyman efendi'nin sulbünden dersaadet'de cennetmekan sultan ahmed han hazretleri camii şerifi civarında vaki nahlbend mahallesinde kademnihadei sahai vücud olup sinni tefriki surh u sefide reside oldukda erzincani müftüzade mehmed sadık efendi'nin tilmizanından hafız mustafa efendi'den ilmi sarfdan bida ile şerhi akayidden olan ve ilm bahsine ve üstadı mumaileyhin canibi hicaz'a azimetinde konevi mukarrer esseyid hüseyin efendi'den muhtasar müntehaya kadar tahsil ile tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra iki yüz otuz iki senesi zeynelabidin efendi merhumun meşihati hengamda baimtihan tariki tedrise duhul iderek mahmud paşa mahkemesi ve badehu darü'lhilafetü'laliye hükumeti dahilinde vaki babı niyabeti mukayyedliği hizmetinde bir müddet istihdam olunup iki sene müddet ahi çelebi mahkemesi niyabetinde ve yirmi dört sene müddet dahi davud paşa mahkemesi niyabetinde bulunduğu halde dameni kanaati ve hususiyle tariki istikameti elden bırakmayarak edayı hizmeti şeriat eyleyüp ya rabbi bize beraber bulunup himmet ider mi mısraını guya olarak imrarı subh u mesa itmekte iken iki yüz altmış beş senesi kudsı şerif mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce ki mesnedarayı meşihatı islamiye mehmed arif efendii valapayenin avanı meşihatlerinde ve ömer ağazade muhammed tevfik beg'in rumeli sadaretine nakilleri esnada müşarünileyhümaya olan tereddüd ve taalluku münasebetiyle maliye hazinesi dahilinde vaki beytü'lmal kassamlığı memuriyeti kendüye tevcih ve ihale buyrulmuştur. mumaileyh evaili halinde tariki aliyyei nakşibendiyye meşayihi izamından kaşgari elhac abdullah nidayi efendi merhumdan ahzı yedi inabet itmiş ve bidayetinden nihayetine kadar mesnevihan elhac hüsameddin efendi'nin halkai ders u ifadesine devam ile ifadei nekaheti mesnevi ve idarei rumuzatı manevi eylemek şerefine dahi me'zuniyet u mazhariyet hasıl eylemiştir ve elhasıl kendisi ulumı zahire vü batınaya vakıf bir zatı arif olup keşküli safiye alelvaridatü'ssadiyetü'lvafiye isminde bir kıta şerhi muteberi ve füyuzatü'lhubbiye ala'ssalavatü'lmüşeyşiyye isminde diğer bir eseri olduğundan başka safi mahlasıyla dahi tarikata dair bir mikdar güftarı hakikatnisarı vardır. gazeli natamam müptela oldum bu gün bir dilberi ranaya ben kalmayup sabra mecalim olmuşum bivaye ben şive vü reftarı hoş çok dilbere meyl eyledim düşmedim alemde böyle afeti yektaya ben herkesi bir gune taltif eyleyüp memnun ider bende oldum biirade ol yüzü hüsnaya ben bahrı ummanı muhabbet içre gavvas olmuşum dalmamış idim reşida böyle bir deryaya ben nazımı mumaileyh ahmed reşid efendi akşehir nam şehri cesimde bin iki yüz yirmi dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli iki salinde dersaadet'e muvasalatla şehzade camii şerifi civarında vaki ibrahim paşa medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde imamzade efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra bi'listihkak bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail ve iki yüz altmış üç senesi mektebi maarifi adliye ve muahhren sultan bayezidi veli tabe serah hazretleri camii şerifi cünbünde vaki mektebi rüşdiye şakirdanı haceligine memuren mümtazı emasil olmuştur. mumaileyh akran u emsaline, hemsinn u hemsaline faik bir fazılı muhakkik olup ile'lan neşri ulumı aliye ile me'luf ve meşguldur. diyarı dilde bana hemzeban bulunmadı hiç lisanı aşkı bilir terceman bulunmadı hiç semendi şevki sibak eylemek ne mümkündür ana bu arsada bir heminan bulunmadı hiç bu rehgüzarı tevekkülde şehri irşada asayı pir olacak bir cüvan bulunmadı hiç yaman bildigimi yahşi anladım şimdi özümden özge cihanda yaman bulunmadı hiç bu karhanei gabrada hacei emele kumaş arz idecek bir dükkan bulunmadı hiç hümayı tabı bülendi rıza'ya şayeste bu mürgzarda bir aşiyan bulunmadı hiç nazımı mumaileyh neccarzade şeyh mustafa rıza efendi dersaadet'de bin doksan tarihinde panihadei hankahı vücud olup evaili halinde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyerek bin yüz yirmi üç tarihinde tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile bi'lahire kasabai beşiktaş'ta kain ismine mensub olan dergaha postnişini irşad buyrulup otuz sene müddet seccadegüzini feyz u ikamet olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp yüz elli dokuz tarihinde hitabı irciiye tabi ve ol vecihle makamı asliyesine raci olarak cesedi şerifi dergahı şerifi mezkur hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh ashabı keşf u kerametden olup muhtasarü'lvalaya nam kitabı nefise türkçe bir kıta tercemei renginü'lhicesi ve natı şerifei cenabı risaletpenahiye dair bir aded matbu u masnu divanı belagatünvanı vardır. neş'eyab olmadı saki dili avare dahi teşnedir busı lebi sağarı serşara dahi senin üftadei cevr u sitemin olmuş iken ah u zar eylemesin mi dili biçare dahi nigehi tirine amac olalı cismi nizar açtın ey simtenim sineme sad pare dahi ab u tabı ruhı renginine müstağrak olur meh u hurşid u felek sabit u seyyare dahi bu nevasarı rıza virdi zeban eyleyerek sebt ider şermile mecmuai eşara dahi nazımı mumaileyh rıza efendi kethüdayı sadrı ali esbak küçük raşid efendi merhumun mahdumu olup müddeti medide mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle rütbei haceganiyi ihraz eyleyüp muahharen divan kitabeti memuriyetiyle medinei konya'ya azimet ve ol havalide azmı gülzarı cennet eylemiştir. kalem alırsam elime idüp hitabı suhan didi ki eyle sözün cem idüp kitabı suhan kilidi kenzi maaniye hamedir miftah hudayı fatih ider bize fethi babı suhan iden derununu gencinei maarifi hak olur muhabbeti piranile kamyabı suhan şükür iderdi tefekkür iderse manada şebi mezamine vardı hayali habı suhan gönülle padişehi aşka intisab ideli yeter rıza yerini buldu bu nisabı suhan nazımı müşarünileyh ali rıza beg sadrı esbak hekimoğlu ali paşa merhumun hafidi olup tariki feyzrefiki tedrise dahil ve bin iki yüz on altı senesi üsküdar mevleviyyetine ve iki yüz yirmi dört senesi burusa mevleviyyetine ve iki yüz kırk üç senesi anadolu sadaretine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi hilalinde hülulı ecel mevudiyle irtihalı darı beka eylemiştir. amed u refti hayali vuslatın ey servkadd körfezi derya gibi sinemde eyler cezr u med halka halka payine gördüm dolaşmış gisular bestehablı vuslata re'si ezel payı ebed tabı nezzare ne mümkün pertevi ruhsarına afitabı hüsnün itmiş menzilin burcı esed hürmetinden mey düşer gahi ayağa düşmede gelmede bintü'lineb ta devri cem'den yedbeyed kati hüccet eylemez tebriyei hüsne hatın mushafı ruyunda buldum ben rıza'ya yüz sened nazımı müşarünileyh ali rıza paşa trabzon sancağı dahilinde kain bir karyei sağirede kademnihadei mehdi vücud olup evaili halinde bir müddet akrebi akribasından olan nazır ahmed paşa merhumun devatdarlık ve mühürdarlık misillu hizmetlerinde bulunduktan sonra bir aralık manisa müstemlegine ve badehu izmir gümrükçülügüne ve bir müddetden sonra melemen voyvodalığına memur ve tayin buyrularak bin iki yüz kırk dört senesi uhdesine istablı amire müdürlügü payei muteberesi bi'ttevcih halebi şehba kaimmakamlığına ve bir sene mürurunda barütbei vezaret haleb eyaletine ve iki yüz kırk altı tarihinde bağdad valisi bulunan davud paşa'nın bazı mertebe mugayyiri rızayı ali vukua gelen harekatı nabecasından dolayı müşarünileyhin bağdad eyaletinden ihraciyle eyaleti merkumeye mensubiyeti hususi şerefsünuh u sudur buyrulan iradei aliyye muktezası münifinden bulunmuş olmasına mebni bağdad canibine azimet ve sayei kudretvayei cenabı cihanbanide müddeti kalile zarfında valii müşarünileyhi bi'lahz deri barı şevketkararı mülukaneye isale hüsni muvaffakatiyle eyaleti merkumeye sayeendazı mecdi vabeste ve iki yüz elli yedi senesi şamı şerif eyaletine şerefbahşayı şan u şöhret buyrulup iki yüz altmış bir senesi hilalinde eyaleti merkumeden infisalini müteakiben azimi darı beka ve meşamı cennetmeşamda defini haki ıtrnak olan bilalı habeşi hazretlerinin türbei felekmertebeleri kurbunda muntazırı rahmeti huda olmuştur. müşarünileyh manendi hatem bir veziri sahibkerem olup eşarı belagatşiarı beyne'şşuara müstahsen u müsellem olduğu müstağnii tahrir u rakamdır. melcei ehli muhabbetdir külahı mevlevi sakfı bünyanı hakikatdir külahı mevlevi bir gün elbette konar başa hümayı feyzi aşk lanei ankayı devletdir külahı mevlevi ziri takında bulur mihrabı aşkı ehli hal kubbei eyvanı himmetdir külahı mevlevi tezbadı masivadan lemai şemi dili hıfz içün fanusı vahdettir külahı mevlevi ruzedaranı rıza'ya matbahı hünkarda kasei iftarı vuslatdir külahı mevlevi nazımı mumaileyh ali rıza efendi bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde mahrusai burusa'da zinetefzayı kehvarei vücud olup nakdinei himmetini iktisabı gevheri marifete sarf eyleyerek mearici maarife uruc u suud ile gevher aguşı madenden dur olur kıymetlenir mısraı müfadınca iki yüz elli salinde ol gevheri yeganei bahrı nezaket gencinei kadr u rıf'at olan darü'lhilafetü'laliye'ye nakl u hicret ve o hengamda mektubii sadrı ali odasına vazı kalemdanı himmet eyleyüp elli üç senesi hacelik rütbesini bi'lihraz bir sene mürurunda odaı mezkur sınfı ula hulefası silkine dahil ve o esnada rabia rütbesine dahi nail olduktan sonra senei markume hilalinde müceddeden babı seraskeriye mektupçuluk ünvaniyle memur u tayin buyrulup ilmi inşada derkar olan mahareti iktizasınca iki yüz elli dokuz senesi rütbei ula sınfı sanisiyle mabeyni hümayunı mülukane kitabeti memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış altı senesi rütbei mezkurenin sınfı ulayla evkafı hümayun nezareti celilesine ve bir sene tamamında defter emanetine hamekeşi atıfet buyrularak iki yüz altmış dokuz senesi meclisi vala azası sınfına ilhak olunmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce meclisi mezkur memuriyeti uhdesinde olmak üzre barütbei bala anadolu orduyı hümayunu müsteşarlığı memuriyeti behiyyesine revnakbahşa buyrulup yedisekiz mah mürurunda dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh fenni inşada bi'lbenan bir zatı zişan olup şir ile ademi tevağuluna binaen eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. işretabad olduğu çün daima dünya evi gösterir camı hilaliveş felek mahı nevi mihri bahtım olalı burcı kesafetde nihan şebçerağı ahımın afakı tutmuş pertevi goncei ruhsarını ol nevnihali işvenin beslemiş rengi tebessümle baharı manevi garkai girdabı hayret olmadıkça aşıkan hankahı aşkda dönmez o şuhı mevlevi neşveyab oldu rıza tabı suhanperdazımız olacak alemde erbabı kemalin peyrevi nazımı mumaileyh mehmed rıza serbevvabini dergahı alide ismail ağa nam bir zatın sulbünden edirne eyaleti dahilinde kain burgaz nam kasabada bin iki yüz kırk yedi senesi kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mektebi maarifi adliyede bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra maliye mektupçusu odası hulefası ve muahharen meclisi muhasebei maliye ketebesi silkine ilhak olunmuştur. merdümi çeşmim demadem kendüye tapudadır her cihetle dil hevayı gayriden asudedir oldu mişkatı zuhurum zatıma misbahı nur narı nur iden hidayet kasesi peymudedir evveli yok ahiri yok lemyelüddür zatı hu kulhuvellahu ehad şanı anı fermudedir layezalidir sıfaten ismine allah didim zatı lemyuled şühudu aynile meşhudedir aynile ayn oluben ol aynı ayanda görüp la ile illayı virdim ayna mülküm hudadır mülk olaldan hu bana dil gayra itmez iltifat lamekan u bisada biharfi güft u gudadır halkai zikrinde eylerken hevayı hay u hu buldu söz aynın sözümde dil bekaaludedir utlubu'lilme velev bi'ssin'i tasdik eyleyen ilme gayet virmeyüp hemvare cust u cudadır zahida sanman salat erkanıdır şekli rüku bu sıratı çarpada kalmanız bihudedir vabud emri çün sana hatti'lyakini remz ider kametin dal itme zira festekim fermudedir hacem arifdir bu sırra şimdi rana gönlümüz ahseni takvim üzre bir kadi dilcudadır nazımı mumaileyh mustafa rana efendi rumeli'de kain nevrekop nam kasabada neşv u nema bularak evaili halinde kitabet hizmetiyle dırama nam kasabada bir müddet ikamet ve muahharen mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bir çok vakt ruznamçe kaleminde kitabet eyledikten sonra hanesinde guşenişini istirahat olduğu halde illeti fellaceye mübtela ve iki sene mürurunda ki bin iki yüz kırk sekiz tarihinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh muahharen mısır eyaletine sayebahşı atıfet buyrulan ibrahim paşa merhumun hakkında tanzim eyledigi kasidesinde illeti mezkureye mübtela olduğunu şir irad etmiş olduğu. acaba yad ider mi o vezir ibni vezir iki yıldan beru mefluc olan ranayı mukattaının mısraı sanisini badehu vefatı ati'tterceme nihad beg bu vecihle tanzim itmiştir. kaldırüp bir yire defn eylediler ahbabı iki yıldan beru mefluc olan ranayı mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi rana olup hacı bektaşı veli hazretleri muhibbanından bulunmuş olduğu haysiyetle ekser eşarı tasavvufane ve şeyhane vaki olmuştur. ziri fesden dilbera oldu nümayan kakülün meh cebinin üzre çok gösterdi ünvan kakülün ziri fesde haps idüp yüz virme lutf it elaman eyledi cemiyyeti iklim perişan kakülün her telinde guyiya asıldı bir tiri kaza bağladı her muyuna bin merdi meydan kakülün rubı meskunu musahhar itmege kasd eylemiş kendi başına ider hükmi süleyman kakülün hake saldı sayeveş ahir refahi çakerin bir nefes güldürmedi bidin u iman kakülün nazımı mumaileyh refahi hacı giray sultan silivri kazasında vaki vize nam kasabada bin iki yüz otuz tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup muahharen silivri kasabasına nakl u hicret ile ile'lan kasabai mezkurede peygulegüzini ikametdir. mumaileyh hace kerimi efendi şakirdanından bir zatı sahibirfandır. o şahı şehlevendimin atalar meşrebindendir ider uşşakına ihsan sehalar meşrebindendir içer camı meyi her dem olur mestane ol şahım geçer işretle eyyamı safalar meşrebindendir beni divane kılmışdır o şuhı nazenin amma yolunda can feda olsun vefalar meşrebindendir cemali nuruna baksam kesafet mahv olur dilden kılur alemleri ruşen ziyalar meşrebindendir ganidir aşkile gönlüm sever mahbubı ranayı taaccüb eyleme rıfat gınalar meşrebindendir nazımı mumaileyh çelebi hüseyin rıfat efendi devri sultan selim hanı salis'te asitanei cenabı hudavendigaride serirarayı irşad olan çelebi elhac mehmed emin efendi merhumunferzendei ercümendi olup bin iki yüz on iki tarihinden sonra irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup işbu balada muharrer gazeli bihalel mumaileyhin unfuvani şebabetinde nazm u inşad eyledigi asarı belagatşiarındandır. hele ol afetile ülfetimiz tazeledik yine ol mahile biz kaleyi endazeledik şereri hecri derunda elemi dilde müdam ateşi aşkı yeniden yine yelpazeledik parelenmişdi muhabbet varakı hayli zaman defteri aşkı bu gün biz yine şirazeledik dün gice meclisi meyde o kamertalat ile yidik içtik neler itdik de neler bazeledik bunca demler idi kim rıfat'a küsmüştü o yar hele ol afet ile ülfetimiz tazeledik nazımı mumaileyh ali rıfat beg mirahurı evvel şehryari müteveffa hasan beg'in mahdumu olup evaili halinde metruk silahşoranı hassa silkine insilak ile ihtisabı memuriyetinin bidayeti esnasında memuriyeti merkuma ile medinei manastır'a azimet eyeleyüp bin iki yüz kırk üç tarihinde mahalli mezkurda darı bekaya azm u rihleteylemiştir. bir şuha gönül ver kim ola medhe seza ol alemde kerempişe olan şaha geda ol dil hastası ol öyle tabibi dil u canın kim eyleye lokman gibi bimara deva ol canana sitem eylese uşşaka degil gam lutf itdigi dem gayrilere cevr u cefa ol gül gül olacak meclisi sahbada ruhı yar ey bülbüli dil sen de biraz nağmesera ol meyl itme fürumaye olan afete rıfat üftadei hubanı pesendideeda ol nazımı mumaileyh ebubekir rıfat efendi kırımiyyü'lasl olup fenni kitabetde olan malumatı iktizasınca bir nice müddet bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bi'lahire bağdad valisi esbak necib paşa merhumun dairesine intisab ile müşarünileyhin bin iki yüz kırk altı senesinde surrei hümayun emaneti memuriyeti celilesiyle canibi hicaz'a azimeti esnada kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde azimi beytü'lharem ve bade'lhac medinei münevverede ihrambendi darı islam olmuştur. mumaileyhin ferzendi ercümendleri musa safveti paşa mukaddem ve muahher iki defa maliye nezareti celilesine revnakefza olmuştur. bir kıta matbu divanı dahi vardır. cana tiri kemandır gamzen nizedarı cihandır gamzen gareti hanmanı can u dile hançeri hunçekandır gamzen sinei aşıka urur zahmı neyleyem biemandır gamzen bir görünmez bela imiş hasıl fitnedir hem yamandır gamzen gerçi zahirde yoğ ise eseri aleme raygandır gamzen kakülü kıssası dolandı dile saili in u andır gamzen sabit oldu tevatüren rifat rüstemi dasitandır gamzen nazımı mumaileyh halil ibrahim rıfat beg miri ilm dinmekle meşhurı alem olan iskeçe ayanı müteveffa mustafa ağa'nın mahdumu olup avanı cüvanide tariki tedrise dahil ve muahharen maskati re'si olan iskeçe nam kasabadan dersaadet'e muvasalatla hasbe'ttarik talii kendüye yar u refik olarak bin iki yüz elli senesi havassı refia kazası mevleviyyetine nail olmuş iken dayini ecel kendisine rahzeni emel olmağla mevleviyyeti mezkure müddetini itmam itmeyüp iki yüz elli bir senesi şehri ramazanında kurbgahı cenabı mennana hıram eylemiştir. mumaileyh efsahı füseha bir şairi zibendeeda olup eseri tabı olmak üzere iki yüz elli tarihinde şerefvuku olan surı hümayuna dair gülşeni hurremi isminde bir adet manzumei renginbeyanı ve aynı zafer namında mürettep bir kıta divanı fesahatünvanı vardır. kaşın gözün ki şeratla tir ü kemanlıdır tut kim o sehme sinei aşık nişanlıdır sırrı lebin mezakına irdim dimiş rakib sormak muhal kaide bu söz gümanlıdır ahı sevadı çekse dili natüvan nola zülfün revakı vaslı acep nerdebanlıdır iki vecihle gaybı hayalı dü gamzeler çıkmaz yüze her anda adı yamanlıdır vasfı dehende şirini şayi ne eylesin rifat makamı sanide mahfi dükkanlıdır nazımı mumaileyh abdurrahman rifat beg harput eyaletinde kain adıyaman ismiyle meşhurı cihan olan hısnı mansur kasabası hanedanından derviş begzade mustafa beg sulbünden bin iki yüz yirmi üç senesinde panihadei sahai vücud olup tarikatı bektaşiyyeye süluk ile müftehir u mübahi ve tariki aliyei saireye dahi kemali muhabbetle mazharı feyzi namütenahi olan dervişandandır. birkaç sene zarfında ale'ttarikü'sseyahe dersaadet'e muvasalat eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı olduğu kendisinden mervidir. seherler daima vakti safayı ehli irfandır seherler vakti rahmettir seherler vakti ihsandır seherde açılır gül goncei eltafı yezdani seherlerde hezarı ehli haldir şad u handandır seherde mazhar olmuştur olanlar sırrı tevhide seherde keşf olan sırra hakikat ehli hayrandır seherde yüz süren dergahı mevlaya bekam oldu seherde habı gafletde olan sonra peşimandır seher vaktinde gökmenzade rıfat olma gafletde seherlerde niyaz ehli olanlar lutfa şayandır nazımı mumaileyh elhac hüseyin rıfat efendi mahrusai burusa'da bin iki yüz dokuz tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarife sarf iderek muahharen mekteb haceligine meyl u rağbetle bazı sıbyana talimi kur'anı azimü'şşan ve bazı talebeye dahi iraei hattı sülüs eyleyerek güzarendei evkat u avandır. mumaileyhin müretteb bir kıta divanı ve ilmi irtifa'a dair hülasatü'lirtifa isminde bir adet risalei seriü'lbeyanı olduğu menkuldur. eşarı kelamı mevzun kabilindendir. safayı fakrı bilmez ol ki kesbi servet etmiştir mezellet zevk olur ol mürde terki uzlet etmiştir benim de sinei safımda yari gördügüm vardır meraya sırrını vaz eyleyenler külfet etmiştir mizacı alemi bilmek gerekdir şeyh u dervişe bu iklimi fenadan çok erenler uzlet etmiştir surufatı maarif fazl u hakdır nevi insana bu sırrı mübhemi zahir bilenler sohbet etmiştir kühensalı felek ta çaldırınca zahide sazı bu işretgahı rindana ziyade himmet etmiştir sıkıştırdıkça leylii hayali kaysı evhamı nice akil bu sahrayı cihanda cennet etmiştir mey u mahbuba meyl itmek hatası hoş gelir taba selef bilmem nedendir nefret etmiş iffet etmiştir zamiri aşıkı şuridede yokdur has u haşak semenderveş mukaddem ateş ile ülfet etmiştir huzurı hazrete arzı bir tavrı küstahı buna cür'et ederse biedeptir rıfat edmiştir nazımı mumaileyh salih rifat beg serbevvabini dergahı aliden müteveffa elhac dırbaz ağa'nın mahdumu olup metruk başmuhasebe kaleminden neş'etle bir müddet mektubii maliye odasına müdavemet eyledikten sonra odai mezbur mümeyyizligine umur ve biraz vakt mürurunda ki bin iki yüz altmış altı senesi barütbei saniye sivas defterdarlığına ve birkaç sene zarfında kürdistan eyaleti defterdarlığına nasb u tayin kılınup işbu tezkirei acizanemizin tabından beşaltı mah makdem trabzon eyaleti defterdarlığına mesrur olmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti olup şir ile şöhreti yoktur. tarih şehi şevketpenah abdulmecid'in daima mabud ide farkı ibada sayei ikbalini memdud o hurşidi memalikperverin devranı adlinde basite arsai dünya bisatı cennet'e mahsud kibar ile siğar bendeganı pürşevk u asayiş huda'ya şükr ola cevr u sitem anka gibi nabud bu dem ol şehryarı bahtiyarı dadı fermanın gelip sali cedidi basuud u yümni namadud teşerrüf itmege rıfat kulu tarihi tebrikin ararken buldu hamd olsun acep bir dürri naşühud huda şah zamanı abdülmecid'e her gelen sali sürur ile cihan durdukça ide eymen u mesud nazımı mumaileyh rüstem rifat beg hersek valisi müteveffa ali paşa'nın mahdumu olup bin iki yüz altmış bir tarihinde uhdesine rikabı hümayun kapıcıbaşılığı rütbei muteberesi bi'ttevcih iki yüz altmış altı salinde paşayı müşarünileyhin vukuı vefatında mahrusai burusa'ya azimet ve muahharen dersaadet'emuvasalat eylemiştir. gazeli na tamam söyündürmez iken bu eşk çeşmi ateşefşanı nice teskin ider deryayı umman bahrı hicranı bu hüsn u bu melahatla seni ey mahı kenanım didim evvel görüşde işte budur yusufı sani ayağı bus idüb piri muganın himmetin aldım benim şimdi bu işretgahı aşkın mest u hayranı gubarı kineden mir'atı kalbin saf kıl rifat bu çirkabı fenada kurtaram dirsen giribanı nazımı mumaileyh halil rifat efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk üç senesi kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz elli yedi tarihlerinde maliye hazinesinde vaki sergi muhasebesine müdavemete mübaderetle iki yüz altmış bir senesi postahane kitabetine ve badehu canibi ihtisaba nakli me'muriyet eylemiştir. mumaileyh nevayindih bir suhandanı hoşguyendedir. arş u kürsiden geniş kaşane kim gönlümdür ol tahtgahı kişveri canana kim gönlümdür ol merkezi arz u sema şekli sanevber sureta bir mutalsım kenz ana virane kim gönlümdür ol meyperesti sakii bezmi elestiz zahida neş'egahı vahdete meyhane kim gönlümdür ol bezmi meyde yar ile zanubezanu canfeza badei safı içen mestane kim gönlümdür ol afitabım gam yimem gerçi tehi destim veli lali nabınla dolu peymane kim gönlümdür ol kaysveş bazarı aşk içre eya leylisıfat yoluna can baş komuş divane kim gönlümdür ol ruyı red görmez gelenler bargahı pirde şimdi andadır güşa mihmana kim gönlümdür ol artar eksilmez derunı sinede suz u güdaz vadii hayretde ateşhane kim gönlümdür ol huşı derdim elyelüp rıfkı diyarı aşkda peyrev olmuş hazreti zişana kim gönlümdür ol hasbetullah her dem eyleyen hayır dua hak kabul itsin şehi devrana kim gönlümdür ol nazımı mumaileyh şeyh mehmed rıfkı efendi bahrı siyah sevahilinde vaki kasabalardan birinde çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz yirmi sekiz tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala cennetmekan sultan ahmed hanı gazi hazretleri medresesinde hücregüzini ikamet olduğu halde tahsiliulumı aliyeye say u himmetle o esnada fünunı farisiyeyi dahi ati'tterceme vahyi efendi merhumdan tahsil eyleyerek mahmiyei üsküdar'da vaki selimiye hankahı şerifi şeyhi tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihinden şeyh ali behçet efendi merhumdan iki yüz otuz üç tarihinde ahzı yedi inabet eyleyüp birçok vakt hankahı mezkurda halkagüzini ikamet olduktan sonra iki yüz kırk sekiz senesi hilalinde unkapanı civarında kain ahmedü'nneccari dergahı meşihatiyle naili eltafı namütenahi olmuştur. ile'lan bazı erbabı istidada talimi fünunı farisiye eylemektedir. mumaileyhin eşarı şeyhane ve mütasavıfane vaki olmuştur. natı şerif bu şeb hurşidi evrengi risalet geldi dünyaya muhammed mustafa'nın nuru saldı aleme saye donandı alemi bala seraser nur ile bu şeb kadem basdı vücud iklimine ol asumanpaye acep mi andelibi nağmepira olsa natınla meded ey serveri yesrib kerem kıl bu refiaya nazımı mumaileyh seretbayı şehryari katibzade mehmed refi efendi dersaadet'de kademnihadei mehdi vücud olup bin yüz yirmi altı tarihinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve yoluyla galata ve burusa mevleviyyetilerine nail olduktan sonra mekkei mükerrevleviyyeti payesini bi'lihraz yüz yetmiş iki tarihinde riyaseti etıbbaya nailiyetle mümtaz u serefraz olduğu halde darü'lhilafetü'laliye hükumeti ve badehu anadolu sadareti ve bir müddet sonra rumeli sadareti mesnedi alisine revnakbahşa buyrulup tarih: kıla adn içre mekanı ruhı reisü'lhükema tarihi mealince bin iki yüz seksen üç sali hilalinde azimi darü'lme'va olmuştur. müşarünileyhin talik ve hütutı sairede derkar olan mahareti münasebetiyle tercemei ahvali müstakimzade merhumun tuhfetü'lhattatin isminde olan tezkiresinde mestur ve bazı asarı dahi salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mezkurdur. meskenimden dur idüp gurbetde sergerdan iden kısmetim mi taliim mi yohsa cana sen misin nazımı manzumei hünermendi elhac ahmed refi efendi şehriyyü'lasl olup sarayı hümayunı mülukanede perverişyaftei fazl u kemal olarak hacelik rütbei behresini bi'lihraz cennetmekan sultan ahmed hanı gazi ve sultan mahmud hanı evvel hazeratı asırlarında müsahibi şehryari olduğu halde beyne'lemasil serefraz u mümtaz buyrulup gah u gah mazharı eltafı şehenşahı felekcah olmakta iken mahmiyei edirne'ye nefy u icla olunup bir müddet ikametle şarkı vadisinde birkaç inşad ve bir bestei tarbefza tertib u icad ile şarkıı mezkur mesmuı padişahı adaletmevfur olduğu anda mumaileyhin kaydı nefyden tahlis u ıtlakı hususuna ferman buyrulmağın dersaadet'e avdet ve o esnada mahdumu ati'tterceme hace neş'et efendi merhumu bi'listishab canibi hicazı mağfirettıraza azimet eyleyüp bade'lavde yine müsahabeti şehenşahide bulunduğu halde bir müddetcik imrarı vakt u saat eyledikten sonra ruhı paki azimi suyı eflak olup na'şı mağfiretnakşı topkapı haricinde vaki şarihi mesnevi sarı abdullah efendi merhumunkabrine karib mahallde defini hak olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülememiştir. ancak sulbünden ati'tterceme mumaileyh hace neş'et efendi gibi bir ferzendi ercümendin zuhuru kendisine ila ahirü'zzaman sebebi ilkayı nam u şan olacağı müstağnii tarif u beyandır. kıta ol tıflı laza of deyüp itdi nigah kerem yüzü soğuk rakib trabzan babasıdır ibriki mey ki sagarın emzikli maderi piri mugan da sakilerin süd babasıdır nazımı manzumei hünermendi refi efendi şehri diyarbekir'de kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mısrı kahire kuzatı silkine dahil ve hasbe'ltarik birkaç defa mansıbı kazaya nail olduktan sonra bin iki yüz otuz bir senesi hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. şeyhülislam arif hikmet begefendi'nin vefatı mumaileyhe tarh u inşad buyurmuş oldukları tarihi garradır. tarih: adnı mekan eyledi şair refi mütercim mumaileyhin bir kıta müretteb divanı fesahatbeyanı olup vefatından sonra galata mevlevihanesi kütüphanesine vazıla ziveri sahayıfı asar kılınmıştır. mumaileyh deli refi dinmekle mütearifdir. kıl tebessüm lebin ey goncei handan göster ni'colur şaşaai mihri süleyman göster ebruvanın çıkar ey mah hamı zülfünden savmekaranı gama gurrei şaban göster ateşi aşkı olur hasılı teskine medar hilyei hüsnünü ey servi hiraman göster çehrei şahidi maksudunu bir zevki meram kime gösterdi bu ayinei devran göster şerha vü dağı dil u sineni arz it yare gülşeni aşk u muhabbetde çerağan güster ya ilahi dili ehli hünere yar olanın hanei serveti samanını viran göster arz idüp bu gazeli nadii ahbaba refi bezmine gülvarakı sebzei irfan göster nazımı mumaileyh mehmed refi efendi esirizade ismail efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz doksan sekiz tarihinde tariki tedrise dahil ve bin iki yüz yirmi iki tarihinde galata mevleviyyetine ve iki yüz otuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine ve iki yüz otuz bir senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz üç tarihinde istanbul kadılığı payei muteberesini bi'lihraz vasılı sermenzili itizaz olmuş iken bin iki yüz otuz dört senesi hilalinde tair ruhu gülzarı cinanda aşiyansaz olmuştur. üsküdar'da selimiye hankahı şerifi karşısında medfundur. divançe olacak mikdar eşarı vardır. aklı tamın çaldı uşşakın o saatçı gice zarfı tenden zahmı zülf akrebi işler iyice görmedim ol parisi hüsne gelir at başı bir esbi dil zülfüne kösteklendi anın haylice çok mu rakkası felek bir aftaba meyl ile tası çarhı çaldırüp oynarsa her gün her gice basma bir saat demiştim bir yol olmaz mı didi bekledim semti vefadan belki ol bir yol geçe hiç gurub etmez ider mihri ruhundan ihtiraz kendi efkarı visalin söyler amma gizlice aşıkı derya dile hep gösterip alışveriş nevresan ile kurar kum saatini her gice yüz ayaridir o simincebhe hüsn ü an ile tuhfei hale nazar kıl sevmiyem anı nice münharif turmuş bakar zahid gubarı hüsnüne şöyle kim divarı hayretde dönüp bir kerpice şemsi hüsni akrebi zülfünde alem müşteri karı vaslı çıkmada saatbesaat rayice eşki çeşmim sil disem naz ile ol saat siler indirüp bindirmede uşşakını çekmez güce bir usul ile beni zenciri zülfe bağladı çıkdı andan saniyen ah u eninim harice bir usulı çaryek çaldırsa oynardım refi irtifaı evci hüsnü öyle gayetle yüce nazımı mumaileyh kalayi refi efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup tariki kazaya duhul ile müddeti medide zarfında menasıbı kazayı tekmil eyleyerek sitte mansıbından mazulen sinnini ömrü haddi semanine vüsul olduğu halde bin iki yüz otuz yedi senesi hilalinde metaı hayatı mikrazı memat ile çak çak ve vücudı mağfiretaludu topkapı haricinde vaki kabristanda defini ziri hak olmuştur. vefatı mumaileyhe salifü'tterceme kıbrısizade ismail hakkı efendi işbu tarihi latifi nazm u inşad eylemiştir. tarih: aldı hakk'dan can kalayi kumaşı cennet'i mumaileyh evkat u ezmanını nushı kalayı suhana harc u sarf ile karhanei alem'de bir şairi mahir olmuş ve kumaşı ilm u hüneri bazarı fazl u maarifde hayliden hayli revac u kıymet bulmuştur. pederi kumaşcı esnafından olmak mülabesesiyle kendisi beyne'zzürefa kalayi refi dinmekle arif olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan gazelinin bazı kafiyeleri sakıtca vaki olmuştur. şöyle ki gazeli mezkurda kafiye irad olunan beçe, haylice, gice, gizlice, peçe, yüce kelimelerinin ahirlerinde olan harfı ha nefes kelimeden olmak hasebiyle anların birbirine kafiye olacakları müstağnii tarifdir. ancak iyice, gerice, harice, rayice, gice, güce lafızları ki ahirlerinde olan ha harfi nefes kelimeden olmayup alameti meful olacağından harfı mezkur bu mahalde redif hükmünde tutulup makablinde olan cim harfı kafiye olmak iktiza eyler. bu suretde elfazı merkumede olan cim herfinin dahi makablinde gelen harfin harekesine nazar olunmak lazım gelir. bu takdirce bunların harekeleri birbirine mübayin geleceğinden birbirlerine kafiye kılınmaları gayri sahihdir. zira asılları iç, güriç, haric, rayic, geç, güç lafızlarıdır. iç lafzının haric lafzına, kerpic lafzının rayic lafzına, geç lafzının güç lafzına kafiye olamayacağı bedihi ve celidir. dikkat ve insaf buyrulup bu sırada rakımü'lhurufa tecvizi kusur olunmaya. kumaşı intizarı serdi didem rehgüzar üzre iki gözüm kudumınçün dü çeşmim intizar üzre gehi it talatınla hanei tarikimi telmi cenabı aftab eyler tenezzül haksar üzre ne gülşendir bu gülşen olmuş aya aşiyanı mar dökülmüş piçi zülfü zammı necm ol gülizar üzre yazılmış kilki kudretle kitabı hüsnü cananın nukatdır anberin haller o hattı müşkbar üzre sunar mı sakii devran acep kim camı ikbali yahud ömrüm geçer mi bezmi fanide humar üzre gülistanı cihanda goncei maksudu açmazken hezarın geçdi ömrı nazenini ah u zar üzre cenabı izzet'in tanziri nazmı pakine hamem refia ictisar itdi veli çok itibar üzre nazımı mumaileyh hasan refi efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine bir müddetcik müdavemetle muahharen trablusgarb valisi sabık izzet paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle trablus canibine azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi evahirinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şir ile şöhreti yoktur. celb u teshiri maanide lebi harutuz cem u tefriki suhanda nazari marutuz sayemizde bulur ankayı hıredmayei feyz nahlı beraveri deşti hikemi lahutuz bu'lacep gevheri şeffaf u şahı aşkız aleme bahşişi ebri feleki nasutuz sayt ile velveleendazı kıbabı eflak mebhasi ahzı metalibde veli mebhutuz tev'emiz asım ile tab u tecellide refi alemi reşkile dilseyr ider bir kutuz nazımı mumaileyh emin refi efendi kisedar biraderzadesi esad efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bir müddet canibi fetvahanede müsveddelik hizmetinde lede'listihdam niyabet tarafına mail ve rağib ve çend sene zarfında birkaç mahale hakim ve naib olduktan sonra üsküdar niyabetine ve badehu konya kazası niyabetine ve bin iki yüz altmış sekiz senesi antalya kazası niyabetine memur u tayin olunup muahharen yine niyabet hizmetiyle tatarbazarı canibine azimet eylemiştir. mumaileyhin haylice eşar u güftarı vardır. guyiya vuslatda dil amma ki firkat herdemi vazı nahencardır avare eyler ademi tesliyetbahş olamaz derdine pendi zahidan bir gama uğradı dil bulunmaz asla hemdemi pek de makbulum değil ağyarı bedgirdar ile ıydgehde ol şehı hubanı seyranım demi ben enisi mihnet u dildarı pürşevk u tarab nağme senci ye's olan bulmaz zamanı hurremi iştiyakım hazreti ragıb efendi'ye refik izdiyad olmakdadır suzı firakı matemi nazımı mumaileyh mehmed refik efendi medinei manisa'da burusevi osman efendi nam bir zatın sulbünden bin iki yüz bir tarihinde panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde mahrusai burusa'ya nakl u hicretle askeri kassamı kalemine müdavemet itmekte iken bin iki yüz kırk altı senesi hilalinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyhin asarı tabı olan eşarı etvarı kudemada vaki olmuştur. hatın olmakda mahı hüsne hale inceden ince göründü işte serrişte visale inceden ince degil hatt gerdi ruhsarında süs virmiş yedi kudret siyeh bir kıl kalemle verdi ala inceden ince derağuşı miyanın düşde neyli bile düşvarken ne çare sardı zihnim bu hayale inceden ince ne sırdır sakii meclis eger meşrebce olmazsa virir bir derdi ser her bir piyale inceden ince mukavves kaşlara bilmem kiriş midir refikasa keman eyler yine bezm içre nale inceden ince nazımı mumaileyh osman refik efendi eyyub ensari hazretlerinin ismine mensub olan karyei latifede bin iki yüz on yedi tarihlerinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde bir müddetcik atiki babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine devam ile bi'lahire vüzeradan müteveffa salih paşa'nın ibtida hazine kitabeti ve muahharen divan kitabeti hizmetinde bir çok vakt bi'listihdam güzarendei eyyam olduktan sonra bir müddet dahi cennetmekan hibetullah sultan merhumenin kethüdası duhan gümrükçüsü esbak müteveffa hacı mustafa ağa'nın kitabet hizmetinde bulunup iki yüz elli beş senesi hilalinde rütbei haceganiyi bade'lihraz biraz vakt mürurunda asakiri hassai şahane tahriratı kitabetine ve badehu asakiri hassa ruznamçeciligi ve muahharen darı şurayı askeri dahilinde vaki hassa ruznamçeciligi memuriyetine nasb u tayin kılınmıştır. şir ile şöhreti yoktur. kıta hazreti hakkı efendi kim odur salikanı halvetiye mukteda eyledi bu camie sarfı himem kıldı ihdayı resulı kibriya her ziyaret eyleyen dir remziveş barekallah cilvegahı etkıya nazımı mumaileyh mehmed remzi efendi memaliki anadolu'da vaki şehri karaman'da kademnihadei sahai vücud olup mahrusai burusa'ya nakl u hicretle bi'lahire sınfı müderrisine dahil ve bin yüz kırk üç tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. ey gönül ister isen itmege kesbi hasene nazarı pak ile bak mushafı vechi hasene kızıl elmaya degişmem zekanın sultanım gerdenin ak deniz'e lalini mülki yemen'e halı hinduna olur mu habeş iklimi baha çini zülfün viren aldandı hıta vü hotan'a oldu padergili aşk ol dahi azade iken fahte vasf idecek kaddini servi çemene yadı mir'atı ruh u kandı lebinle remzi şimdi nevbet mi virir tutii şekerşikene nazımı mumaileyh osman remzi efendi salifü'tterceme tekfurdağlı bezmi efendi'nin biraderi güheri olup bin yüz otuz yedi tarihinde darı bekaya güzar eylemiştir. lali lebine can u dilin iştihası var zira o yirde haylice şeker safası var cennet dinilse mevkiidir kuyı dilbere ol cadu çünki ademe uçmak hevası var nadan hemişe zevk u safayı sürer veli cevri felekden ehli dilin iştikası var bari cefa vü mihneti gam çekdirirse de üftadesine gahice lutf u atası var saki getir piyaleyi zeyn eyle meclisi sun badeyi ki ehli dilin ibtilası var mağrur idüp vefasına bir mehveş aşıkı rusvayı alem eyledi hayli belası var ben mübtelayı işvei balayı yar olup sevdayı zülfü başıma düşdü hevası var tahsin dinilse layık olur mir muhlis'e nazmı selisinin nice renginedası var remzi makalı mahlası tanzire cür'etim çünkü kemali ehline hüsni rızası var nazımı mumaileyh ali remzi efendi medinei adana'da kademnihadei mehdi vücud olup muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil ve bir müddet haremeyn müfettişliginde istihdam olunduktansonra bin iki yüz elli dört senesi kudsı şerif mevleviyyetinden münfasılen darı bekaya müntakil olmuştur. ol zamandan beri kim suzı firakı çekerim sanki bir külhan olur sinede dağı cigerim gam u hecr u ferahı vuslatı didarın ile yokdurur duzah u firdevsten asla haberim fikri zülfünle gamı tanı adu başımda biri püsküllü beladır birisi derdi serim göz dikerse degil ağyarı cihan göz dikse atamam göz göre gözden seni nurı basarım nagehan ateşi tennurı dilimden rumi bin semender kül ider düşse eger bir şererim nazımı mumaileyh rumi efendi gavur izmiri dinmekle şehir olan şehri kebirde çehrenümayı deyri vücud olup bin iki yüz altmış tarihlerinde dersaadet'e muvasalatla tahsili ulumı aliyede bulunarak bir müddet güzarendei evkat olduktan sonra kitabet tarafına mail ve yüz altmış altı salinde darı şurayı askeri tahrirat odası ketebesi silkine dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedi sekiz mah makdem tahrirat kitabeti hizmetiyle anadolu orduyı hümayunu canibine azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. harfi'zze hanei dil geh cevri yar ile berbad olur lik zerre iltifat görse yine abad olur zülfi şubesi güli ruhsara kıldıkda nikab ruz u şeb bülbül gibi karım benim feryad olur gamzei tiğin çeküp uşşakdan dad almağa çeşmi hunrizi o şuhun özge bir cellad olur ta ezelden böyledir kılmam şikayet yardan dilbere cevr aşıka sabr eylemek mutad olur sayei monlada me'yusi kalırsan hiç zeki lutfı sultan kim gedalar üzre bitadad olur nazımı mumaileyh mehmed zeki dede salifü'tterceme refik efendi'nin sulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz otuz yedi tarihinde sikkepuşı hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mahrusai mezburede kain dergehi mevlana'da hücrenişini feyz u irşad olmuştur. çü bülbül itdi beni ol piyalei gülreng derunı sineciğim kıldı lalei gülreng humı şaraba düşünce o sakii gülruh ihata itdi dimiş mahı halei gülreng ne dem ki gamzei hunrizi kasdı can eyler olur fütadelerine nevalei gülreng bu şeb bezimde idi çün o mahru zühdi alındı hattı ruhundan makalei gülreng nazımı mumaileyh fetva eminizade mehmed zühdi efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen tebdili tarik eyleyüp sınfı haceganiye bi'lilhak bir müddet beytü'lmal müdürlügü memuriyetinde bulunarak imrarı mah u sal eyledikten sonra bin iki yüz elli dokuz tarihinde bilecik nam mahallde kaimmakam iken azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyh fünunı farisiyede malumatı tammesi olmak hasebiyle gazeliyatı şevket'den bazılarını şerhe muvaffak olmuştur. aynı ibretle cihanda çok göze kıldım nazar görmedim bir böyle çeşmi hub mazaga'lbasar ebruvanı kavsı kudretdir o şuhı dilkeşin bir bakışda tiri müjganı heman candan geçer gülsitanı hüsnüne verdi mutarra ruhları la'li nabı gülşekerdir aşıkın bağrın ezer gerdeni billurı manendi surahi pak saf sinei simini berayinedir dünya deger nafei mişkini guya hokkai anber şiyem fark olunmaz mumiyanı ol kadar barikter söz bulunmaz bundan aşağısına dilberlerin kim cesaret eyler ise şer anın dilin keser sen de zühdi ebsem ol hayli perişan söyleme şuaraya hiç ülfetin yok olsa dayeter nazımı müşarünileyh ismail zühdi beg dergahı ali kapıcıbaşılarından müteveffa süleyman ağa'nın sulbünden dersaadet'de aşık paşa mahallesinde bin iki yüz on dört tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup temyizi sefid u sevada kesbi istidad eyledikten sonra atiki babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine ve badehu divanı hümayun kalemine bir müddetcik müdavemetle iki yüz otuz altı senesi hacelik rütbei refiasına nail ve mektubii sadrı ali hulefası sınfına dahil olarak iki yüz kırk dokuz senesi odai mezbur serhalifeligine ve iki yüz elli iki senesi sadareti uzma mektupçuluğu mesnedi refiine ve iki yüz elli beş senesi rütbei ulayı haiz olduğu halde deavi nezareti vekaleti inzimamiyle harbiye nezareti behiyyesine ve muahharen bi'lfiil deavi nezaretine ve iki yüz elli yedi senesi tersanei amire müsteşarlığı mesnedi alisine ve iki yüz elli dokuz senesi sadareti uzma müsteşarlığı makamı valasına revnakdihi kadr u itila ve uhdesine rütbei bala dahi tevcih u ita buyrulup iki yüz altmış dört senesi tersanei amire nezaretine mukarenet ve iki yüz altmış beş senesi nezareti merkumeden müfarakatla meclisi vala azası sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi saniyen tersanei amire nezareti celilesine nail ve muahharen nezareti merkumeden münfasil olmuştur. müşarünileyh vükelayı fehhamı saltanatı seniyyenin fartı akl u dirayetle maruf ve kemali sıdk u istikametle meluf olan zevatı sütudesıfatından olup fenni inşada mahareti ve selikai şiriyede dahi derecei nihayede kemal u kudreti olduğu erbabı nazm u inşa beyninde malum u müsellem ve müstağnii tahrir u rakamdır. mukaddema bazı husus zımnında rumeli canibine azimet itmiş olması münasebetiyle manastır nam memleketde işbu matlaı garrayı silki nazma keşide eylemiştir; hayal u fikri dilber yoğiken etrafı hatırda kapıldım ezkaza bir kafir hüsnüne manastırda hakke'linsaf matlaı mezkur gayet latif u saf vaki olmuştur. mushafı ruhsarına bir dilberin kıldım nazar serbeser ayatı kur'aniyeyi tefsir ider gör halakne'lnutfeyi fi ahseni takvime bak bil ne kudret sahibidir hazreti rabbü'lkader zülfü pişanında ya nurün ala nur ola ya biri veleyl u biri ve'şşemsden söyler haber çeşm u ebrusun gören vechinde labüd çağırır ya ali bubekr ömer osman u ya hayrü'lbeşer beyni haddeyninde anın binii nazikteri sanki engüşti nebidir eylemiş şakkı kamer dir elif lam mim tenzilel kitabın sırrıdır kadd u zülfüyle dehanın seyr iden ehli hüner bir kıyametdir o kamet maşeri uşşaka kim kopsa eflakı yakar avazei eyne'lmefer aşıkanın her biri bir gune can virse ne var ol melektal'atına mahza beşer söyler gezer laline ger surei kevser disem budur cevab nağmei min indina amma ki teczi menşeker virsem e'rrahman bana ol alleme'lkur'an okur yok mudur vuslat acep yarab kelemhin bi'lbasar ol kelamullah'dan her gün olurken bir sebak mahı ruze gitdi zühdi geldi eyyamı keder nazımı mumaileyh mehmed zühdi efendi mahrusai trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup bir bab kağıdçı dükkanı güşadıyla imrarı subh u mesa eylemekte bulunmuştur. bin iki yüz altmış üç senesi hilalinde dersaadet'ebi'lmuvasala ali beg nam bir dilaramı simendamın evsafı hüsnüne dair balada muharrer olan gazeli keşidei silki sütur eylemiştir ki nazmı mezkur kuvvei tab'ına nümunei kafidir. sineçakı hançeri azarı aşkım elgiyas elgiyas üftadei ekdarı aşkım elgiyas rahma gelmez cevrden geçmez o şuhı bivefa neylesem nitsem acep naçarı aşkım elgiyas damı mihnetden reha mümkün değildir gönlüme ta ezelden çünki ben gamharı aşkım elgiyas seyr idelden arızı gülgunı yari dembedem bülbüli nalendei gülzarı aşkım elgiyas zülfi piçapiçinin meftunudur mansurı dil anın içün mübtelayı darı aşkım elgiyas künci gamda her gice kan ağlamakdan subha dek zühdii gamharveş bidarı aşkım elgiyas feyzi paki hanedana mazhar it yarab beni haki payi bendei kerrarı aşkım elgiyas nazımı mumaileyh ahmed zühdi efendi üsküdar'da bin iki yüz kırk sekiz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış sekiz senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı zümresine ve iki yüz altmış dört senesi maliye hazinesi dahilinde vaki esham muhasebesi ketebesi sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. felekdir eyleyen her dem bu sinem yara ya rabbi çevir devr eylesin çarhı visali yara ya rabbi muradım eylesin ita ümidim daima senden bırakma hecr u firkatla derunum nara ya rabbi kerem kıl eyleme mahrum beni ihsan u lutfundan el irmez gayri mahşerde heman bir kara ya rabbi bu dil mecruh iken böyle eser ki şiddeti nardan heman şad ile ilka it gül u gülzara ya rabbi bu zihni kemteri rüsvay itme ruzı mahşerde yüzün ak eyle her demde sen itme kara ya rabbi nazımı mumaleyh ali zihni efendi karahisar nam kasabada tevellüd eyleyüp dersaadet'ebi'lvüsul tabur kitabeti hizmetiye silki askeriye duhul eylemiştir. güftarı zihni gibi perişandır. seba mülkün virir bada dağıtdıkça saba zülfün yıkar çin mülkünü ahir harab eyler hıta zülfün olalı rum'a serasker çekildi şam'a halk ekser habisde kesdi çok server o mehdi macira zülfün buhara belh u kirman'a haber gitdi horasan'a düşüp bazarı tahran'a senin iranbaha zülfün yürütdü hükmi çevganı kızıl elmay'a fermanı çeküp bende tatar hanı şeha rüstem seha zülfün gider aşıkların dada elinden zihni feryada yeniden sahnı bağdad'a kurupdur kerbela zülfün nazımı mumaileyh zihni efendi anadolu'da vaki yaybod kasabasında panihadei sahai vücud olup memaliki mahrusada bir müddet seyr u seyahat ve bazı voyvodegan ve mütesellimin maiyetlerinde edayı hizmeti kitabet eyleyüp bir aralık mısrı kahire canibine azimet ve bir vakt ikamet eyledikten sonra tekrar canibi rum'a nakl iderek muahharen bir kıta hacelik rüusi hümayununa nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında dersaadet'e muvasalat eylemiştir. bir mikdar eşar u güftarı vardır. kıta bir nigahı iltifata irtikab itmez misin padişahım vakt u ümidi hisab itmez misin hasretinle gerçi kıldın kaddimi hem çün keman tiri ahımdanzalim içtinab itmez misin nazımı manzumei hünermendi esseyid ziver efendi ismail ferruh efendi merhumun mahdumu olup metruk babı defteride vaki malikane odasına devam itmekte iken sinnini ömrü haddi işrini güzar itmeksizin bin iki yüz kırk beş senesi hilalinde riyazı cinana hıram eylemiştir. eşarı birkaç gazelden ibaretdir. hat gelse sanma aşıka ol şuh yar olur derdi izarı yaralar açıcı har olur badı saba eser ise semti ırak'a dek ahengi dil o kaküle bestenigar olur müjganı çeşmi aşıkı canlandırır sirişk görmez misin ki kıl suda turdukça mar olur kalmaz hazanı ye's bu bağı meramda nahlı emelde bir gün olur berg u bar olur sen ketmi razı aşka sakın eyleme heves can gibi saklasan da anı aşikar olur ahvali ehli caha kıl insafile nigah ikbali hademi dehrde pek kuçekar olur hünkarı ekberin sayılır kullarındanım bu nisbeti idadda ziver kibar olur nazımı müşarünileyh ahmed ziver efendi muhibbanı cenabı mevlana'dan ve defterhane ketebesinden münif efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz sekiz tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup defterhane kalemine bir müddet müdavemetle darbhanei amire tarafına naklı memuriyet eyleyüp meşayihi mevleviyyeden seyyid ali dede merhumun veledi manevisi ve şeyh galib efendi merhumun ridaen necli hakikatenisi bulunduğu şerefe binaen ol hengamı meserretittisamda vükelayı saltanatı seniyyenin mümtazı ve müntesibanı cenabı molla hünkarın serfirazı halet efendi merhum kendisini sekiz sene müddet kitabet hizmetinde bi'listihdam müşarünileyh vefatından sonra izmir'de müste'menana mahsus olan gümrüge gümrükçü nasb olunup o aralık mütesellimlikle aydın'a azimet ve yedisekiz mah mürurunda bi'linfisal dersaadet'e muvasalatla o esnada rumeli seraskeri bulunan ağa hüseyin paşa'nın kitabet hizmetinde iki sene müddet bi'listihdam o hengamda uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih dersaadet'e avdetinde bir müddet dahi harir nazırı müteveffa ömer lütfü efendi'nin kitabet hizmetinde bulunup kırk dokuz senesi temyiz müdürlügüne ve elli bir senesi tersanei amire müdürlügüne ve elli üç senesi evkafı hümayun nezaretine ve o esnada meclisi vala azası sınfına bi'lilhak bir müddetden sonra nezareti merkumeden müfarakatla bağdad ve musul valileri kapu kethüdalıkları uhdesine bi'lihale iki sene mikdarı meclisi valada ikamet eyleyüp elli beş senesi harbiye nezaretine ve bir mah mürurunda darbhanei amire nezaretine ve elli sekiz senesi rumeli defterdarlığına ve dört sene hitamında azadan olmak üzre bervechi te'bid meclisi maarifi umumiyyeye ve altmış üç senesi emlakı hümayundan olan fabrikalar nezaretine ve altmış dört senesi tersanei amire nezaretine ve altmış altı senesi hekimbaşılık tabirinin lağviyle barütbei bala mektebi tıbbiyei şahane nezaretine ve altmış sekiz senesi nezareti merkumeden munfasılan meclisi vala azası sınfına dahil olarak senei merkume evasıtında saniyen evkafı hümayun nezaretine zinetbahşa olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında saniyen hazinei hassa nezaretine revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir zatı pakizeüslub olup divanı eşarı meşhur ve ebniyei miriyenin ekserinde tarihleri mahkuk u mesturdur. şarabı aşkdan dilde dolu peymanemiz vardır dükenmez ta kiyamet badesi humhanemiz vardır biz ol hanebeduşanız kim iklimi melametde dilasa bir mualla mürtefi kaşanemiz vardır şebi deycurı gamda şulever oldukda vechi yar olur suzan muhabbet şemine pervanemiz vardır harabat içre fariğ olmuşuz kaydı alayıkdan gına mamuresi mülki dili viranemiz vardır dolaşmış perçemi yare çözülmez aklımız ziver egerçi dürri şiriyle musanna şanemiz vardır nazımı mumaileyh tarınkçızade ziver beg mahmiyei üsküdar'da ziri kehvarei vücud olup tariki tedrise duhul ile niyabet suretinde bir müddet memaliki mahrusai şahanede geşt u güzar iderek iki yüz altmış dokuz senesi halebi şehba mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında istanbul kadılığı dahilinde vaki babı niyabeti memuriyetine tayin kılınmıştır. mumaileyhin bir mikdar tarihi güzide ve eşarı pesendidesi vardır. harfi'ssin gönül yap zahida beyti hudadır taat istersen muhakkakdır ki babı cennet'i hatırşiken açmaz nazımı divanı serbülendi şeyhülislam osman sahib efendi ati'tterceme şeyhülislamı esbak pirizade mehmed sahib efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile tekmili devri medaris iderek mekkei mükerrevleviyyeti payei refiasını bi'lihraz pederleri müteveffayı müşarünileyhin meşihatleri esnasında istanbul kadılığı mesnedi refiine bi'lvüsul beyne'lemasil mümtaz olduktan sonra bin yüz altmış beş tarihinde anadolu sadareti celilesine ve yüz altmış dokuz salinde rumeli sadareti behiyyesine revnakefza buyrularak senei merkuma hitamında bermuktezayı şivei kadr menfiyyen mahrusai burusa'ya azm u sefer eyleyüp bir müddet mahrusai mezburede aram u ikametle dersaadet'e bi'lmuvasala yüz yetmiş beş tarihinde saniyen sadareti merkumeye menkul ve yedi mah zarfında mazul ve yüz yetmiş dokuz salinde salisen sadareti mezkureye mevsul ve senesi tamamında mazul ve ol hal ile güzarendei avan u füsul olmuş iken yüz seksen iki sali meyaminfalinde mesnedvalayı meşihata kuud ve bin yüz seksen üç senesi şehri zilkaidesinde ruhı pürfütuhu evci alayı illiyyine uruc ve suud eylemiştir. naşı mağfiretnakşı aksaray civarında vaki murad paşa camii şerifi kabristanında süpürdei hakı ıtrnak olmuştur. pederleri müşarünileyh sahib ve kendileri sahib mahlaslarıyla şöhretşiar olup bazı eşarı letafetdisarı dahi olduğu asarı selefde mütalaagüzarı acizi olmuş ise de müşarünileyhin balada muharrer beyti dilarasından başka eşarına zaferyab olunamamıştır. kasidegune natı şerif zehi sultanı zikudret ki bimanend u hemtadır kadim u ferdi biçün sani u hayy u tüvanadır medarına revakı bisütun emriyledir daim karar u hestii kevn u mekan hükmüyle bercadır ne bienbazı künhi zatını evham ider idrak uluvvı şanının balasına ne akl tevelladır vücudı evveli labüd gerekdir lamekan olmak ki zatı akdesi ismi mekan vasfından evladır kemali sununa kevn u mekan isbatı şe'n olmaz kitabı kudretinden kaf u nun bir harfi hicadır karibi kurbı alemdir ki alem cüstcusunda benim her didedir her dideden pinhan temaşadır esiri aşk kılmış kendiye kendi tecellası gezen sahrayı vaslın sureta mecnun u leyla'dır dinilse kendi hadi akl acizdir bu vadide hod enver cevheri feyyazı evvel hulkı uhradır müşirayı iradet tarh idince resmi imkanı ki maksud ol bedayiden rumuzı künti kenzadır nühüstin aşikar itdi cebinin nurı mesudun hem ol nurun zuhuru badii icadı eşyadır yekunı küheni maksad nebii eşraf u emced resuli haşimi ahmed serirarayı bathadır kudumı nevbahar itdi seraser eski devranı taalallah ne dilber kim vücudı alemaradır safayı arızı mahyulı vehm olsa melahatda cemali yusuf'u bi'lfarz suretse o manadır vücudu lutfı manası sevadı kadri sevdası hak'ın nurı tecellası cebininde hüveydadır kemalı hüsnünü teşbih ile çün ü çıradan geç o bezmara ki mahbubı huda'dır gör ne zibadır olan şuridei aşkı melametguyı nas olmaz o şuha olmayan şeyda iki alemde rüsvadır anın dilbendi hüsnü gayriye sarfı nigah itmez ki mazaga'lbasar kehili çeşmi cilveefzadır tadan şehdi lisanından nider geçmez de canından ki ol gonce dehanından çıkan söz dahi yücedir hemin üstada sordum kadrı kurbun kabı kavseynin didi ol nükteebruyı dilarasından imadır yolunda acz ile baş koymayan gerdunfiraz olmaz gubarı makdemin kuhl itmeyen göz mutlak amadır felek bir kemterin çaker getirmiş bir tabak cevher seri kuyun döner bekler garaz arzı hedayadır bu gün hattı nübüvvet namına uhrada hatm oldu yarin ruzı mükafat enbiya silkinde evladır muazzam mebdei levlak mükerrem şahı erselnak atabahşayı ataynake menşurunda tuğradır nigara kaddi mevzunun nasıl teşbih olur serve dü kevne saye bahş itmiş bu reşki aynı tubadır saçın ve'lleyli yağşidir yüzün haverden icladır dişin lü'lüyi laladır lebin lali musaffadır güzer kılmak gerekdir kangı çarhı farkı iclalin ki naleynin türabı fevki arşa revnakefzadır hemana dergehin ferraşı cibrili emin olsun ki carub u sarayı servetin müjganı huradır bu şan u hüsni haşmetle nasıl inkar ider münkir eğer insaf ise zatın sana bürhanı garradır hidayet olmayınca hasmı iğna itmez icazın yine takdirdir labüd ki seddi çeşmi adadır degil sanat kamer şakk itmek engüşti işaretle kaşın oynat ki halin merkezi çarhı mualladır eya muhtarı mülki fakr u ey sultanı dervişan ki dergahında şahanı cihan ednadan ednadır gönül şerh itmek ister surei vasfı cemalinden didim şu kurduğun ey bineva pek ince sevdadır didi pervanei aşka seriri pürneva olmaz bu ancak kahı serden baş viren devri tevelladır muhin ankayı vasfı lokma olmaz her dehendaza semendi midhatı nüh derhorı her biser u padır dimişken medhini mennanmeseldir harfı in u an serapa ayeti kur'an anın vasfından imladır ela ey rahmetenlilalemin şahenşehi kevneyn ki dergahın melaz u melcei ala vü ednadır ezelden halli müşkil dilde muzmer arzular var ki cahı mülki cavidanda bir edna temennadır baharı ömr geçdi olmadı nahlı emel hurrem vücudı kamı dil guya beden mülkünde ankadır keminmikdar u harem çeşmi keçbinanı alemde ne yar u yaveri dehrim ne bahtım yar u yaradır perişanhal iken mehcur u sergerdan u gurbet hem hemişe çekdigim devran elinden tab u izadır cefayı çarha yanmam hem söz olmaz cevri ağyara helaki nefsime öz nefsi dunum müşkiladadır cemadinzevreki enbuhı cürmüm ya resulallah hamulem vezn olursa parı sengi heft deryadır bu girdabı belada lutfı hasın olmasa yaver esiri nefsi şumum caygahım be'si me'vadır giçermiş sayt u isyanı hududı afvdan sai şefaatbezl olunca pek günehkarana hemladır behanı lutf u ihsansın dürudı hakka şayansın hem evladın hem ashabın dü alemde mukeffadır nazımı mumaileyh sai efendi hududı iraniye'de kain şehri tebriz'de bin iki yüz on sekiz sali hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk senesi şehri mezkurdan müfarakatla ala'ttarikü'sseyahe memaliki osmaniye dahilinde vaki şehri bayezid'e bi'lmuvasala el garibu ke'lama velev kane basiran müfadınca garibü'ldiyar olduğu halde evkatı yevmiyyesinin zuhuruna terekküp ve intizar ile imrarı leyl u nehar eylemekte iken ülfetgir olduğu ahaliden birisi mührünü izaa eyleyüp o aralık mühri mezkura ihtiyacı mess eylemiş olduğuna ve şehri mezkurede mihr hakk idecek kimse bulunmadığına binaen merkum şu hale mütekeddir ve mumaileyh emri taayyüşü mütefekkir oldukları halde esnayı ülfetde birilerine ruzgarı zurkardan şikayete mübaşeretle merkum vukuı hali bateessüf hikaye itmekle cemii tenayi u bedayide bimisl u hemta olduğu misillü fenni hakka dahi aşina olduğunu mumaileyh bi'lima telakkiyi mafat eylemek üzre ihtiragerdesi olan sanatı cifir ile kendisine bir kıta mihr hakk eylemesini taahhüd eyleyüp irtesi günü bir aded mihri bibaha hakk u imla ve merkuma teslim u ita eylediğinde merkumun manendi hatem mevchizi lutf u kerem olarak halince kendisine ikram kaydında bulunduktan sonra bulunduğu meclis u mahafilde mumaileyh hakkında medh u sitayişe dehenkeşa olmakda bulunması mumaileyhin fenni hakk ve maarifi sairede olan malumatın kemali şuyuunu müstelzim olmuş olmasıyla sanatı mezkuru kendüye medarı taayyüş eyleyerek bir müddet şehri mezkurda ikamet itdikten sonra dersaadet'e bi'lmuvasala yine sanatı mezkur ile idare olunmakta iken iki yüz elli bir senesi mısır valisi asbek mehmed ali paşa merhumun işaratı vakıası üzerine canibi mısır'a izam olunup kendisinin resmi hatda imadı sani ve ressamlıkda ise misali behzad u mani olması cihetiyle mısır darü'ttabaasına memuri bi'licra bir vakt mürurunda eyaleti merkumede vaki hangeh nam mahallde olan mektebin şakirdanının mevaddı imtihaniyeleri dahi ilavei memuriyeti kılınarak ol vecihle on dört sene müddet kahirei mezburede güzarendei vakt u saat olmuş ise de; yeter şu kahire'nin kahrı azmı rum idelim mısraı mealince iki yüz altmış beş tarihlerinde ki valii müşarünileyhin irtihali akabinde tetrar dersaadet'e bi'lvüsul tabhanece olan malumatı iktizasınca dört beş sene mikdarı nazırı sani mesabesinde takvimhanei amire umurunda muazizen bi'listihdam muahharen tebeddüli nezaret münasebetiyle beyti latifi meali münifi üzre o hengamda mumaileyhin dahi bulunduğu hizmetden müfarakatı vuku bulmağın kendi tarafından idare itmek şartiyle ahmediye meydanında muhtasarca bir bab tabhane güşad eyleyüp bir müddet kütüb u devavin tab u temsiliyle varakgerdeni sahayifi subh u mesa olduktan sonra betekrar kahirei mezbureye azimet eylemiştir. her fende yedi tulası olduğundan başka ilmi hatda olan mahareti saire mikyas olmadığı mumaileyhin ihtiraitmiş olduğu huruf basması ile tab olunmuş olan kitaplardan harfaşinayanı asrın malumlarıdır. şöyle ki hattı talik kavaidi icabınca huruf tağyir u tezayüd itdikçe kelimatın evail ve evahiri teali ve tevati itmekle mahalli vasl u şebuku tahallüf eyleyeceginden devri daim vechile tab u temsiline yol bulmak pek çok ilmi hendese bilmege ve dakiki efkara mütevakıf olacağından mumaileyhin berminvalı muharrer tertibi hurufda derkar olan maharet u himmeti bir vaktde inkar olunamayacağı bedihi ve aşikardır. kendisi mecazamiz sözlerin tahririne rağbet itmediginden natı şerifi cenabı nebeviyi şamil mukaddemen silki sütura keşide eylemiş olduğu kasidei güzidenin işbu tezkirei acizanemize sebt u tahririni ilhak itmiş olduğundan kasidei mezkurenin tahririyle iktifa olundu. esrarı hande goncei lali lebindedir feyzi neşat keyfi melek talebindedir sibi behişte eylemem ölsem de iltifat ol nahlı naziki ah gönül gabgabındadır bahtı siyehden itme küleh kamcuy isen gör kadri mahı ruzenin ey dil şebindedir kejdüm nihad olanlara ikbal ider bu çarh ahkamı vakti saata bak akrebindedir hahişger olma devleti dünyayı salima harman bu mansıbın ezeli matlabındadır nazımı mumaileyh trabzoni mehmed salim efendi medinei trabzon'da panihadei sahai vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala muahharen sınfı haceganiye duhul ile cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrında sefaret memuriyetiyle hind canibine izam olunup esnayı rahda azimi darü'sselam olmuştur. tezkirei salim efendi'de dahi tercemei ahvali mukayyed u mezkurdur. eşki terimi dide ruhı yare düşürdü üftadeligi şebnemi gülzara düşürdü olsam ne acep eşki revanım gibi pamal gözün beni ol şuhı sitemkara düşürdü derdi dili dildareyi gör saiki takdir azade iken surrei tarrara düşürdü dil bahrı muhabbetde şinaverlik iderken filki emelin sahili efkara düşürdü mürgi dili avaremizi badı muhabbet sahnı haremi gülşeni ruhsara düşürdü irfan'a olan meyli bizi asafı asrın salim yine hep vadii eşara düşürdü nazımı müşarünileyh mirzazade mehmed salim efendi şeyhülislamı esbak mirza mustafa efendi merhumun necli necibi ve ferzendi edibi olup bin yüz on altı tarihinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile yüz yirmi beş tarihinde selanik mevleviyyetine ve yüz yirmi altı tarihinde resmi kadim üzre galata mevleviyyetine bi'lvüsul yüz yirmi yedi senesi mekkei mükerreme ve yüz otuz iki senesi darü'lhilafetü'laliye payei muteberelerini haiz ve yüz otuz beş salinde bilfiil darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz kırk üç salinde anadolu ve yüz kırk sekiz senesi hilalinde rumeli sadaretlerine nailiyetle beyne'lakran mütemayiz olduktan sonra bin yüz elli altı senesi azimi darı islam olup dersaadet'de bozdoğan kemeri nam mahallde vaki kabristanda medfunen mürakkibi ruzı kıyam olmuştur. müşarünileyh bir fazılı müstecmiü'lfezail olup te'lifat u tasnifatından olarak terceme vü şerh u haşiyeye dair resaili müteaddidesi ve ilmi tasavvufa müteallik dörd cildi şamil mahiyetü'laşk isminde bir eseri camiü'lfaidesi olduğundan başka işbu zeyline müvaffak olduğum tezkirei nefisenin tertib u tanzimine ve haylice eşarı selise nazm u inşadına muvafık olmuştur. hatta tezkirei mezkuresinin dahi bazı asarı letafetdisarı mestur u mukayyeddir. dili bimarı hasret döndü nale inceden ince idüp hep pisteri hecrinde nale inceden ince sana işkestehatır olduğum iham ider olsun bu narı inkisar ile piyale inceden ince kitabı hüsnünü şerh eyledi devri teselsülle düşüp gisuları çok kil u kala inceden ince sirişkim cevr ile cuy olduğun telmih için yare su işlendi miyanındaki şale inceden ince yedi nessacı tabım destgahı nazmda salim güzel nesc eyledi bir özge kale inceden ince nazımı mumaileyh mehmed salim efendi çerkesiyyü'lasl olup seraskeri esbak mehmed hüsrev paşa'nın gulamanı silkine perverişyaftei ilm u kemal olduktan sonra tarikatı aliyyei sadiyyeye süluk ile bin iki yüz altmış yedi senesi alettarikü'sseyahe çanakkalası nam mahale azimet eyleyip senei merkuma hilalinde kasei hayatı sengi memat ile şikest, ruhı revanı azimi bezmi elest olmuştur. mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi rengineda olup eşarı hub u ziba vaki olmuştur. dilbera sözı nihanımdan sakın tiri ahı biamanımdan sakın ateşi aşkım seni bir gün yakar bari pek yaklaşma yanımdan sakın tiği gamzenle beni itme helak canıma gel kıyma kanımdan sakın gözlerim yaşı seni gark itmesin cuşişi eşki revanımdan sakın gel lebi şirinini vir ağzıma korkma sır çıkmaz dehanımdan sakın mest u hayran olduğum tan eyleme sorma zahid hal u şanımdan sakın aşıkım zühd ü riyadan salimim şairim tiği zebanımdan sakın nazımı mumaileyh salim efendi canibi anadolu'da vaki osmancık kasabası mahkemesi başkatibi elhac mehmed şükrü efendi'nin sulbünden bin iki yüz dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi yedi tarihinde dersaadet'e muvasalat ve tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra kitabet tarafına meyl u rağbet ve bi'lahire maliye mektupçusu odasına bir vakt müdavemetle bir müddet dahi rumeli ve anadolu caniblerine kitabet hizmetinde bulunup muahharen mahrusai burusa'da zabtiye başkatibligi hizmetine memur ve tayin kılınmıştır. derdi firakı yar ile nalansın ey gönül her dem esiri bisteri hicransın ey gönül hemraz u hemdem olmuş idin bir zaman bana bais nedir ki şimdi girizansın ey gönül sinem misali şane benim çak çak ise manendi turra sen de perişansın ey gönül merhem peziri afiyet olmaz ümidi kes mecruhı zahmı naveki müjgansın ey gönül tutimisal itmedesin güftgu her an mir'atı hüsnı yare mi hayransın ey gönül herbir sözünde nüktei esrar muhtafi müşkilşinası alemi irfansın ey gönül gelmez hayali samiha alemde infikak mensubı babı hazreti canansın ey gönül nazımı mumaileyh samih efendi üsküdar'da defini hakı ıtrnak olan şeyh nasuhi efendi merhumun ahfadından vekayii şeriyye katibi esbak müteveffa ibrahim efendi'nin hafidi ve hala rumeli sadareti vekayii şeriyyesi katibi çavuşzade abdulaziz efendi'nin ferzendi raşidi olup evkat u ezmanını tahsili maarife hasr u sarf ile bin iki yüz altmış senesi hilalinde tariki tedrise dahil olmuş ve ile'lan pederi mumaileyhin maiyetinde umurı kitabetde müstahdem bulunmuştur. gözümde ruzı ruşen tardır çeşmi siyahından dilim hasretle pek bimardır çeşmi siyahından karardı hep hayali hali ruhsarınla çeşmanım dahi çok renge meyli vardır çeşmi siyahından perişan hakı kafirde olsa rahm ider ey şuh dili biçare çokdan zardır çeşmi siyahından gözüm görmez iken asla cihanı kara bahtımdan bana berkan da şimdi tardır çeşmi siyahından müjen göz göz idüp samil gibi cismim bu günlerde dilim hasretle pek bimardır çeşmi siyahından nazımı mumaileyh mustafa samil efendi salifü'tterceme cevdet efendi merhumun biraderi maarifperveri olup ibtida sarayı hümayuna ve muahharen divanı hümayun kalemine memur ve çırağ olunup bi'lahire terceme odasına nakl ile sınfı hacegana dahil olmuş iken bin iki yüz elli altı hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. bir kıta divançei eşarı vardır. nedir sevdi bu bazarı fenada celbi emvalin gına virmez metaı müstearı duşı dellalin hababasa giribanı sımahı zühdü çak itdi şikesti tevbeden avazı nuşanuşı sualin giran canan u zühdamal ile uçmak ümid eyler olur mu makiyane lutfı pervazı per u balin serabım ebre erse katrei baran zuhur eyler olur idbar elbet maverası fıratikbalin ider harı müjem azerde payı nazikin şayet degilsem ey güli nevreste mazur ola pamalin çekilmez vazı nasazı sükut eylerse de nadan işaratı bedeldir güftguya merdümi lalin temizi nik u bed aynı zarardır hurdebinana bu vakit cismini surah surah itdi giribalin tecehhül mihnete sermayei emri taayyüşdür olur nefifüzun barı giran oldukça hamalin ne mümkün peyrev olmak nabii üstada ey sami sevadı nabecadır meşki şiri kilki etfalin nazımı mumaileyh vak'anüvis mustafa sami beg menasıbı kadime ashabından olan arpa emini müteveffa osman efendi'nin necli cemil u ferzendi asili olup sınfı hacegana duhul ve nice nice menasıbı divaniyyeye vüsul ile cennetmekan sultan mahmud hanı evvel asrında bir müddet vak'anüvislik hizmetinde bulunduğu halde güzarendei avam u şuhur olduktan sonra bin iki yüz kırk altı salinde müteveccihi kurbgahı cenabı rabbi gafur olmuştur. lafzı mezahir vefatına tarihi zahirdir. mumaileyh arpa eminizade dinmekle arif bir şairi vacibü'ttavsif olup zadei tabı olan divanı belagatünvaniyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. şöyle ki şuarayı memaliki rum'un müsellem u azamı gazelde sami kasayidde nef'i olduğu gün gibi bedihi ve celidir. ancak asrımızda biriki müteşairi hodmübeyyin mumaileyhümanın işbu rüçhaniyetlerinde hakkı görmeyüp kendilerini anlardan ali zann iderek bazı mahafil u mecalisde kendi güftarı hezlasarlarını arz u beyan ile onlara tefevvuk eylemek sevdasında oldukları gah u gah işidilmekde ise de zehi tasavvurı batıl zehi hayali muhal mısraı o makulelere cevabı kafidir. mütercim mumaileyhin ilmi hatda dahi mahareti kamilesi olmak hasebiyle tercemei hali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mezkur ve bazı eşarı belagatşiarı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. rind olan yeksan bilir hecr ile zevki vuslatı pula saymaz hali hırmanında kenzi fırsatı haksarı irtifaı kadre badi olmasa guşei damen ne yüzden buldu aya rağbeti ey olan kaşanenahvetde sermesti gurur bir de fikret haki zilletde humarı mihneti şehsüvarı arsai miknet dahi olsun meram sahnı acze rıfkile atf it inanı kudreti hikmetü'laynın işaratın nükatın bilmeyen şivei gamzenden ögrensin rumuzı hikmeti benzedirsem laline sahbayı rengin söylerim kanda bolsun badei telh öyle şirin lezzeti bir tarh eyledin sami fasihane yine var ise kasdın beliğ eyle maani hücceti nazımı müşarünileyh sami ebubekir paşa osman paşa merhumun mahdumu olup abdulhamid hanı gazi hazretleri zamanında ki bin yüz doksan sekiz salinde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih silistre eyaleti ihsan ve iki yüz on üç tarihinde ki ziya paşa merhumun sadareti ulaları hengamda kaimmakamlık mesnedi celilesine nailiyetle mazharı eltafı bipayan buyrulup bade'linfisal dahi bazı eyaletlere vali ve hükümran buyrulmuş ise de muahharen mazulen maskati re'si olan mahrusai egriboz'da ikamet üzre iken bin iki yüz yirmi dokuz sali hilalinde nüzhetefzayı ukbaya menkul olmuştur. müşarünileyhin vefatına mevaliden ati'tterceme nebil beg merhum işbu tarihi inşad eylemiştir; tam olur tarihi fikri hazf ismiyle nebil ebubekir paşa bula firdevs'te sami makam müşarünileyh sarığıgüzel bekir paşa dinmekle şehir bir veziri binazir olup bir kıta divançei eşariyle ceridei alemde ibkayı nam eylemiştir. ancak balada muharrer gazelin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. istidrad; çünki sülasi masdarlarının masdarı gayri mimileri birkaç nev üzre olup şöyle ki fili mazinin müfred müzekker gaib kelimesinin lamü'lfili makabline hurufı illetden bir harf ve mabadine bir ta ve bazen ahirine fakat bir ta ziyade kılınarak kelimei mezkure masdara tahvil olunur. sadaret, vekayet, vesayet, küduret, şeriat, tarikat, nusret, haşmet, rıfat ve bunların emsali masdarlar ki bunların fil ve isim ve masdarı mimi ve masdarı gayri taileri yekdigere kafiye olmayup herbirine kendi mislinden kafiye tedarik olunmak lazım gelir. sadarete nezaret, vekalete asalet, nusrete kudret ve emsali olan masdarlara asıllarında lamü'lfilleri kangı harf ise ol harfı kafiye ittihaz eylemek icab ider. nezaret masdarına cesaret, asalet masdarına delalet, vesayet masdarına himayet, kuduret masdarına zaruret, tarikat masdarına hakikat, devlet masdarına vuslat, illet masdarına killet ve buna mümasil masdarlar ki mazide lamü'lfilleri birbirine tevafuk eyler. işte bunların yekdigere kafiye olması caizdir. şöyle ki; nezaretle cesaretin kelimei mazide ahir harfleri ra, asaletle delaletin lam, vekaye ile himayenin ya, kuduretle zaruretin ra, devletle savletin vav, illetle killetin lam vaki olmuştur. bu cihetle bunların birbirine kafiye olması ilelden salimdir. yohsa ilmin cehle, nazmın nesre, devrin seyre, kafiye olması sahih olmadığı misillü bu masdarların dahi ahir harfleri ta olmak münasebetiyle birbirine kafiye olmaları icab itmez. sadaretin vekalete kafiye olması gibi eger işbu alameti masdar olan ta harfinin bulunmasiyle kafiye olmaları lazım gelse türkide olan masdarlar dahi birbirine kafiye olmak lazım gelir idi. gelmegin gitmege, almağın olmağa, girmegin görmege, kafiye kılınması misillü halbuki bunların birbirine kafiye kılınması muhallattandır. eger ahirlerinde olan huruflara itibar olunmak lazım gelmiş olsa birbirine kafiye olmaları mümkün olur idi. zira işbu türki masdarının dahi bazısının ahir harfı kef bazısının kaf vaki olmuştur. gelmek ve olmak gibi ancak türki'de işbu mek ve mak lafızları alameti masdar olup kafiye kılınmak murad olundukda ol masdarı türkiyenin emri hazırına bi'lmüracaa zabtı kafiye olunur. mesela gelmek masdarının emri hazırı gel ve gitmek masdarının git ve görmek masdarının gör ve almak masdarının al ve olmak masdarının ol olduğu gibi kendilerde bulunan masdar alameti ıskat olunduğu anda ol masdar emri hazıra tebdil olup yekdigere kafiye olup olmayacağı tebeyyün ider. gelmek ve gitmek masdarlarından mek lafzı sakıt olduğu halde gel ve git kalır ki birinin harfi ahiri lam ve birinin harfı ahiri ta'dır. işte bunların birbirine kafiye olmayacağı müstağnii tarifdir. almak, dalmak, çalmak, salmak, kalmak masdarlarının her biri kafiyei sahihadır ki harfı ahirleri birbirine tevafuk eylemiştir. ancak işbu emri hazır kelimeleri birbirine tevafuk itmedigi halde yekdigere kafiye kılınmadığı misillü sülasi bablariyle müfaala babının masdarı tailerinin kelime mazilerinde lamü'lfilleri cinsi vahid olmadığı takdirde ol masdarların birbirine kafiye olmaları gayri caizdir. mesela bazı kelimenin fili mazide harfı ahiri lam ve bazı kelimenin harfı ahiri mim veyahud sair bir harf olsa işte ol kelimelerin masdarı tailerinin birbirine kafiye kılınması bir vecihle sahih degildir. sadakatin vikayete, selasetin halavete, mukavelenin muhaveleye, menazirenin menakşeye kafiye kılınması gibi mücerred misillü kafiye fesaddan hali olmaz. her nekadar selefde güzeran iden ashabı maarif taraflarından müsamaha olunmuş ise de gaflet olunmaması muktezayı fetanetdendir. bu suretle gazeli mezburda olan masdarların fili mazilerine nazaran birbirine kafiye olmaları sıhhatı gayri mukarendir. kelimei fili mazi muahhaz kafiye itibar olunduğu halde iptida kelimei fili mazinin lamü'lfiline nazar olunmuş lazım gelir. eger ol masdarların kelimei mazilerinin lamü'lfilleri birbirine tevafuk eyler ise yekdigere kafiye kılınmaları sahih olur ve illa harfı ahirleri birbirine tahallüf eyledigi suretde ol kelimelerin masdarı tailerinin birbirine kafiye olması sıhatdan dur ve sekametden gayri mehcurdur. ismi fail sigalarının ulema, suleha şifaa, hulefa, rufeka şeklinde olan cemi müzekker sigalarının dahi yekdigere kafiye kılınması gayri caizdir. zira bunların müfred müzekker sigalarının herbirinin kelimei mazilerinde olduğu misillü harfı ahirleri harfı aher olup ahirlerinde ceme alamet olan harfı elif redif hükmünde olacağından müfred müzekker sigalarına tatbiken kendilere kafiye tedarik olunmak icab ider. urefaya zurefa, küremaya nüzema, vüzeraya ümera lafızları misillü. dil hamuşii lebi naziki rencidesidir neş'ei darı suhan gevheri sencidesidir yirdeki yüze basılmaz dinir amma kulunun ayak altında kalan cebhei malidesidir hat degil zahir olan tarfı lebi alında aşıkın tarı şuaı nigehi didesidir cadı mişkindir iden aşıka irası zarar genci hüsnün var ise ejderi piçidesidir halimi ben bilemem nemdir iden faş hele sami'nin eşki teri didei gamdidesidir nazımı mumaileyh enderuni sami efendi salifü'tterceme enderuni rasih efendi merhumun biraderi mihteri olup cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında enderunı hümayunı mülukanede vaki hanei seferliye çırağ ve bir müddetden sonra silki serhengana dahil ve giderek tekmili rüsumı tarik ile hanei hassaya vasıl olmuş ve hudavendigarı sabık sultan mahmud hanı sani hazretleri asrında mikdarı vafi nanpare ile çırağ u şirindimağ buyrulmuşken bin iki yüz altmış tarihlerinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh söz anlar bir şairi sahibhüner olup eşarı mevcudesi makbul ve muteberdir. her ne kadar izzet mahlasıyla şöhretşiar olmuş ise de eşarında sami tahallüs eylediginden tercemei hali harfı sinde irad olunmuştur. sarayı hümayunda bulunduğu esnada rüfekasından yanar ateş dinmekle arif bir şuhı zarifin ateşkedei aşkında bir zaman sabr u samanı suzan ve dili suzandesi şerarepaşı narı hicran olmuş olduğundan matla güli gülzarı ibrahim naz u şivesi dilkeş firakı narı nemrud iştiya bir yanar ateş matlaı garrasını tabı şevk u muhabbetle guya olduğu bazı ehibbası tarafından ifade ve ebna kılınmıştır. hasretinle camı dağ laledir çeşmanıma katrei mey lalsiz tebhaledir çeşmanıma eyledikçe arızın ey mahru zibi hayal halkai devri derunum haledir çeşmanıma fikri zülfünle demadem eylerim icrayı eşk her müjem bir sünbüli pürjaledir çeşmanıma aksi camı meyle ruhsarın görünce tabdar bezmi gamda ateşi seyyaledir çeşmanıma tar u pudı riştei medhi nigahımdır benim samiya bu nevgazel bir kasedir çeşmanıma nazımı müşarünileyh abdurrahman sami paşa cezirei mora'da vaki trapoliçe nam şehri cesimin vücuhundan ve tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihi izamından ati'tterceme şeyh necib ahdi merhumun sulbünden zinetefzayı alemi vücud olup cezirei merkumada vuku bulan ihtilalden sonra mısrı kahire'ye nakl u hicret ve bir müddet merhum ibrahim paşa'nın mektupçuluğu hizmetinde ve birkaç sene dahi takvimi vekayi nezaretinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk yedi senesi mirlivalık mertebesi ve muavini evvel ünvaniyle mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın maiyeti memuriyetine bi'lnakl iki yüz elli dokuz senesi uhdesine feriklik rütbei muteberesi bi'ttevcih muahharen valii müşarünileyhin vukuı vefatiyle iki yüz altmış beş senesi turhala mutasarrıflığı uhdesine bi'lihale mahalli mezkura azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi şehri muharreminde barütbei samiyei vezaret rumeli teftişi memuriyetine ve senei merkuma evasıtında trabzon eyaletine ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri cemaziye'lahiresinde eyaleti merkumeden bi'linfisal senei merkuma şehri ramazanı şerifde vodin eyaletine revnakdihi izz u ikbal buyrulmuştur. müşarünileyh tabı latif bir veziri zarif olup şir u inşası makbul ve mergubdur. bir derde duçarım ki müdava da bulunmaz bir hastai hecrim ki tesella da bulunmaz kıl nahunı takdire havale el uzatma her ukdei tedbiri temenna da bulunmaz gül bülbül u bülbül de dikenden mütevazı bu bağda hiç kayıddan azade bulunmaz Jengi kederi alemi gafil bilir ancak ayinei saf dili danada bulunmaz miftahı teşekkürdür anın halıka sami gencinei ümid bu şekevada bulunmaz nazımı mumaileyh sami efendi şehriyyü'lasl olup metruk defterdar mektupçusu odasından neş'etle mukaddema bir müddet hamallar kitabetinde ve badehu ihtisab canibinde ve bir müddet dahi bazı vüzeranın kitabet hizmetlerinde bi'listihdam muahharen viyana canibine azimet ve dersaadet'e avdetinde amedi odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık takvimhanei amire nezareti memuriyetine nail olmuş ise de bir sene zarfında nezareti mezkureden bi'linfisal üçbeş sene müddet hanesinde ikametden sonra ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak bin iki yüz altmış üç senesi maslahatgüzarlık namiyle viyana canibine ve badehu sefaret suretinde berlin canibine ve iki yüz altmış altı senesi yine hizmeti sefaretle iran tarafına azimet eyleyüp iki yüz altmış sekiz salinde dersaadet'e avdet eylemiş ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında darı bekaya rihlet eylemiştir. dili zara gelirken piç u tab ahvali sünbülden perişan oldu aklım gitdi bu sevdayı kakülden gülistanı cihanda bunca demdir ah u zar eyler acep buyı cefa görmüş müdür sor bülbüle gülden günüdür bana bin dürlü cefayı çekdiren yohsa o şuhun aşıka azarı haricdir tahammülden itabamiz hançer çekse gamzen kayd olunmazdı kesildi riştei ümidimiz tiği tegafülden müheyya ol mükafata sitem gördükçe gerdundan sakın ayrılma sermed halkai babı tevekkülden nazımı mumaileyh mehmed sermed efendi dersaadet'de bin iki yüz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi altı senesi babı alide vaki kethüda kalemine bir müddetcik müdavemet ve müddeti medide hanesinde ikametle iki yüz kırk bir tarihinden sonra canibi ihtisabda altı sene ve ebniyyei hassa müdürü maiyetinde üç sene ve karantina nezareti canibinde beş sene müddet hizmeti kitabetde bi'listihdam hacelik rütbesine nailiyetle bekam olduktan sonra beş sene müddet bilamemuriyet hanesinde peygulegüzini ikamet olup iki yüz altmış iki senesi barütbei salise zabtiye meclisi kitabetine nail ve birkaç mah zarfında meclisi mezbur azası sınfına ve muahharen vüzera kapukethüdaları silkine dahil olmuş iken iki yüz altmış dört senesi darı bekaya müntakil olmuştur. bir kıta matbu divançesi vardır. mühmel ve muaccem tevarihi müteferrika sultan osman mülk alup oldu serefrazı müluk oldu şehi alihimem adl ile sultan bayezid recebde kıldı sultan ahmed'i şahı cihan allah süleymanı zaman fermanrevayı ins u can oldu hamd ola mehdi şevket oldu makamı mahmud şehzade makdeminden irdi murada alem şeref geldi vücudı fatıma sultanla dehre beşiktaş içre kondu şah sultan mehdi ikbale sali han abdülhamid'i hakk hümayun eyleye salini mesud ide sultan mahmud'un huda hasan paşa'ya mihrin eyledi sultan selim ihsan cihana müjdeler sadrı güzin oldu hasan paşa oldu dürrizadei valagüher müftiyü'lenam virdi salimzade fetva alemin ıslahına rüus ihsan idüp ihya'yı itdi padişah ihya rüus ile külahizade tahir serfiraz oldu kıldı adnı şerif efendi makam kıldı kamil efendi huldı makam sevbi mevti geyveli'ye giy veli didi ecel kıldı tatlı sözlü balcızadeyi abdi şehid hak bu anbarı hasimi ide kenzi berekat hak bu etbarı bülendi ide kenzü'lberekat nazımı divanı hünermendi mustafa süruri efendi medinei adana'da bin yüz altmış beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup nakdinei himmetini iktisabı gevheri ilm u hünere sarf u harc ile dürri maarife ve kalayı gencinei tabına cem u derc eyledikten sonra ki yüz doksan üç tarihinde dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp tariki kazaya duhul ile ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun kethudalık hizmetinde bulunduğu halde birkaç mahalle azimet eyleyerek ezcümle zağrai atik kazası niyabetinde bulundukları hengamda naibi mumaileyhi bazı esbaba mebni ahalii belde mahbus eylemeleriyle naibi mumaileyh vukuı hapsini mumaileyhin iğvasına azv eyleyerek dersaadet'e vürudunda aleyhinde bulunacağını kendisine ima eylemiş olduğundan nazm habsden kurtulup istanbul'a varırsan eger vehbiya atdıracaksın beni bahre hey'at geştii arz u vakarın karaya urdu senin varsa aklıncünüb var denize kendini at kıtasını inşad itmiş olduğu mervidir. mumaileyh evkat u ezmanını tanzimi eşar ve tertibi asar ile imrar u güzar eylemekteiken süruri'nin vefatı mucibi hüzün oldu ahbaba tarihi natık olduğu vecihle bin iki yüz yirmi dokuz senesi şehri saferinde işbu teneknayı gururdan füstahserayı sürura mürur u ubur eylemiştir. mumaileyh müverrihini dehrin baisi serveri ve nükteveranı asrın şairi sahibziveri olup divanı belagatünvanı yadigarı ashabı maani olmuştur. kendisinin tarihçe şöhreti şayiası olduğuna mebni sihri helal nevinden olan bazı tevarihi güzidesi sebti ceridei acizi kılınmıştır. dağlar yadigarı hecri keder sinede bergüzarı hecri keder hab u rahat görür mü tabesabah dideşeb zindedarı hecri keder bağı mihnetde çeşmi giryanım menbaı cuybarı hecri keder görünen dağ sanma sinemde gel al barı hecri keder kal iden canı aşıkı zarı bütei gamda narı hecri keder gönül ey mihri burcı hüsn ü baha zerreveş bikararı hecri keder mesti sahbayı vasl olan sırrı nübtelayı humarı hecri keder nazımı müşarünileyh selim sırrı paşa bin iki yüz on beş tarihinde yanya nam şehri dilgüşada zinetefzayı alemivücud olup pederleri veli paşa'nın vefatından sonra ki iki yüz otuz sali hilalinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle rumeli ve anadolu caniblerinde voyvodalık ve mütesellimlik misillü bazı hizmet ve memuriyetlerde biraz vakt güzar itdikten sonra ilmi kitabetde derkar olan malumatı icabınca ibtida maliye tezkireciligine ve badehu fetihhane nezaretine ve iki yüz altmış bir senesi rütbei ulayı bi'lihraz erzurum defterdarlığına ve muahharen defterdarlıkı mezkurdan infisaliyle meclisi muhasebei maliye azası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış iki senesi ayvalık kazası kaimmakamlığına sayeendazı mecd u izaz buyrulup kaimmakamlıkı mezkurdan infisali vukuuna mebni bir müddetcik dahi meclisi mezkura müdavemetle iki yüz altmış üç senesi barütbei vezaret belgırad muhafızlığına revnakbahşı atıfet buyrulmuş ve merkezi memuriyetine muvasalatını biraz vakt mürur itmeksizin darı bekaya rihlet eylemiştir. müşarünileyhin haylice eşarı güzidesi vardır. keşfi raz eyler isem kasei dünya dutuşur ketm ider isem eger dilde süveyda dutuşur irişir devri şerernakı dilim eflaka suzişi ahım ile atlası mina dutuşur kaddı mevzununu yad eyleyerek gülşende ahı serd itsem eger servi dilara dutuşur sen o dem itmiş idin hasretile bağrımı nar bu o ateş ki beyim sönmedi hala dutuşur sırrıya yazsam eger suzı dili ahbaba kilk u evrak yanup manii imla dutuşur nazımı müşarünileyh sırrı paşa halebli melek ahmed paşazade müteveffa osman paşa'nın sulbünden medinei konya'da bin iki yüz on yedi senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi dokuz senesi kapıcıbaşılık rütbesini ihraz eyledikten sonra bazı hidematı seniyyede bi'listihdam güzarendei şuhur u avam olduğu halde iki yüz altmış senesi mirümeralık rütbesine bi'lihraz van kazası kaimmakamlığına ve badehu kars kaimmakamlığına ve iki yüz altmış altı senesi yemen eyaletine revnakbahşı atıfet buyrulmuş ve iki yüz altmış sekiz senesi eyaleti merkumeden infisali vukuuyla dersaadet'e muvasalat eylemiş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem anadolu orduyı hümayunu canibine sevk u izam olunmuştur. müşarünileyh dirayetkar bir veziri pesendideetvar olup eşarı kabul u tahsine şayan u sezavardır. ati'tterceme vahid paşa merhumun nazm: keşfi raz itmez salabetkar olan kable'lfena yanmadıkça avd sırı beyan itmez aşikar beyti dilnişini letafetkarinine nazm: bir tahammüldür bu meydanı salabetde dönen avdveş suzan isen de buyun itme aşikar beyti suzişefgeni ile vadiyi tanzire gitmiş ve ilhakı meydanı suhandeguyı müsabakını rübude itmiştir. mürabba hamdullah irdi şimdi sur ile leyli berat alemi nur ile tezyin eyledi zikainat kim anın üftadesidir eylesin alihimem fahrı alem aşkına virsin bize darü'nnecat vuslatın vad eyledi ol gicede şahım benim hulf idüp göstermedi ruyun bile mahım benim şad olup hande nedir artmakdadır ahım benim eşki çeşmi cevr ile oldu begim nehrü'lfırat bilmezem ağyar mı geçdi ol mürüvvet kanına yanarım pervaneveş şol ateşi suzanına görsen ey meh rahm iderdin hecri dil nalanına ne olur bir busecik ihsan ideydin iltifat kail idim bir nazar kılsan perişan halime lutf idüp köhne beratım virse idin elime vuslatı ress olsa hiç gam gelmez idi balime böyle bir mehveş ki sırrı yok imiş asla sebat nazımı mumaileyh şerif sırrı efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz otuz altı tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup tariki tedrise duhul ile bi'lahire niyabet tarafına meyl u rağbet eylemiştir. mumaileyhin sırrı mahlasıyla gofte bazı eşarı napuhtesi vardır. alem ateşbaz olur derd ile ah itdikçe ben ah idüp dehre garibane nigah itdikçe ben kim bilirdi kavsı mihnet böyle tirendaz olur arsai hahişde meni bargah itdikçe ben levhi takdirde utarid taliim kılsın beyaz safhai evrakı hamemle siyah itdikçe ben paymal eyler kader seraskeri tedbir ile mülki maksud üstüne sevki sipah itdikçe ben eylese tashih u tanzire şefik beg rağbeti sırrı eşarda o tahriri penah itdikçe ben nazımı mumaileyh sırrı beg rumeli'de vaki kırkkilis nam kasabada panihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç tarihlerinde dersaadet'e muvasalat ve o aralık bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen hariciye mektupçusu odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire hacelik rütbesine dahi nail olmuştur. bülbüli gülzarı aşkım aşiyan olmaz bana mürği lahutum anınçün bir mekan olmaz bana gülsitanım taze taze güllerim açmaktadır arzuyı nevbahar itmem hazan olmaz bana bütei zilletde kal itdi beni üstadı aşk zeri safiyim muhkem imtihan olmaz bana suretim siretde nihan eylemiştir canımı siretim suretde can oldu zaman olmaz bana ey sezayi şemi vasla per yakar pervaneyim haleti vaslın safasından figan olmaz bana nazımı müşarünileyh şeyh hasan sezayi efendi cezirei mora'da revnakefzayı alemi vücud olup medinei edirne'ye nakl u hicret ve tarikatı aliyyei gülşeni meşayihi izamından şeyh mehmed lali efendi merhumdan ahzi yedi inabet iderek muahharen müşarünileyh lali efendi yerine edirne'de kain gülşeni dergahı meşihatine revnakbahşı himmet ve bin iki yüz elli bir sali şehri ramazanına azimi kurbgahı cenabı rabbi ahyed olmuştur. bir kıta divanı belagatünvanı vardır. kim ki mağrur olur kuvvetine kıl gibi intikamın züafa eyler ebabil gibi ateş u ab ile pür havf u reca it de dilin yak yakıl kabe'de büthanede kandil gibi sürmedan gibi cilabahşı uyun ol halka rusiyah olma göze girmek içün mil gibi bostanı emeli halkı iderisen iska artar efzayişin alemde senin nil gibi seri ebnayı zaman üzre dönenler süeda piç u tab olmak olur adeta mendil gibi nazımı mumaileyh sadullah efendi medinei ankara'da gunudei pisteri rahmet olan hacı behram veli hazretlerinin sülalei tahire ve ol mahallin ulemayı bahiresinden müderriszade müteveffa abdülkerim efendi'nin sulbünden panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyerek mesleki niyabete meyl u rağbetle bin iki yüz yirmi sekiz ve otuz yedi tarihlerinde mükerreren ayaş kazası niyabetine ve bin iki yüz yirmi dokuz ve otuz iki ve otuz beş tarihlerinde bizzat ankara kazası nekabetine memuriyetinden sonra dersaadet'e muvasalatla havassı refia kazasına muzafa südlüce ve hasköy nahiyelerine nakib nasb u tayin olunarak o esnada ilmi hendeseyi mühendishanei amire hacesi elhac ishak efendi'den ve ilmi nücumu dahi mukaddema müneccimi evvel rakım efendi'den muahharen müneccimi sani turak paşazade ibrahim beg'den tahsil u tekmil ile iki yüz kırk tarihinde medinei ankara'ya avdet eyleyüp iki yüz kırk iki senesi kazayı mezkur müftülüğüne iki yüz elli sekiz senesi beypazarı ve kalecik ve kangırı kazaları niyabetine memur ve tayin kılınmış ve bi'lahire niyabeti mezkureden dahi katı riştei iltifat ile maskati re'si olan ankara'da guşenişini istirahat olmuştur. mumaileyh alim bir şairi kamil olup mürettep bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. münacat yarab kalemim muyı fenadan sakla tahririmi tanı süfehadan sakla tevfikin idüp kanda gidersem bana rehber şehrahı şeriatda hatadan sakla nazımı divanı serbülendi müstakimzade süleyman sadettin efendi dersaadet'de bin yüz otuz bir senesi şehri recebde kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye sa'y u himmetle tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra tarikatı aliyyei nakşibendiye meşayihi izamından salifü'tterceme tokadi şeyh mehmed emin efendi merhumdan ahzı desti inabet eyleyüp bi'lahire naili rütbei hilafet eylemiş ise de halvetgüzini uzlet olduğu halde bin iki yüz iki senesi hilalinde işbu karehi fenadan bargahı cenabı mevla'ya teveccüh ve azimet eylemiştir. lafza teşebbüs rihletine tarih vaki olmuştur. naşı mağrifetnakşı deri aliye'de zeyrek yokuşu'nda soğukkuyu nam mevkide vaki piri mehmed paşa camii şerifi hatırasında şeyhi merhumun kabri kurbunda defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyh alimi amil bir fazılı kamil olup kendisi bimisl u hemta olduğu misillü asarı dahi latif u zibadır ki zirde esamisi tahrir u imla kılınmıştır. altı cildi şamil tercemei mektubatı ahmedi faruki, şerhi divanı ali , tuhfetü'lhattatin, devhatü'lmeşayih, mecelletü'nnisab, tercemei natı kanunü'ledep, şerhi kasidei müzarriye, şerhi virdi seyyid yahya, tercemei fkhı ekber, risalei tac, risalei hadisi min ürf, risalei ebeveyn, şerhi hizbü'lhafız, haşiyei hizbü'lazam, hülasatü'lhediyye, tercemei murassaı ibni esir, risalei taun, tercemei ukudü'llü'lüiye, risaletü'lhay fi beyanü'lkey, şerhi ebyatı bazı mesnevi, risalei hüsnı takvim, risalei adetü'lbedr fi beyanı şuhurı isna aşer, risalei salavatı vusta, risalei adabı ulu'lbab, risalei hisalı aşere, şerhi hur erbaası, risalei iradetü'laliyye fi iradetü'lcezaiye ve'lkaliye, cedveli eimmei isna aşer, cedveli aşerei mübeşşere, menakıbı ashabı bedr, menakıbı imamı azam, akidetü'ssofya, tercemei ahvali şuyuhı ayasofya, şerhi salavati abdulkadiri'lgeylani, şerhi binokta, hadisi erbain, risalei tenşitü'lensar fi hakkı levni'lahmer, risalei cevahiri hamse ki işbu otuz yedi aded asarı belagatdisarından başka nice nice asarı ve haylice eşarı dahi olduğu derkar ise de bervechi tafsili tahkik u tahsil mümkün olamamıştır. gam çeker sineye dil şuhı dilara yerine nuş ider hunı ciger badei hamra yerine sahnı sinemde hem hecr u firakınla şeha dağlar oldu nümayan güli ziba yerine itme ümidi vefa saymaz o hunı bilirim lüccei eşki teri mevcei derya yerine adeti meclisi huban budur alemde hunı aşık içilir sağari sahba yerine itdim eglence bu şeb katrei eşkim sadi aldatup tıflı dili lü'lüi la la yerine nazımı müşarünileyh arabzade sadullah efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz yirmi beş senesi izmir mevleviyyetine ve iki yüz otuz beş senesi mekkei mükerrevleviyyetine ve iki yüz otuz altı senesi darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve iki yüz kırk iki senesi anadolu sadaretine ve iki yüz kırk sekiz ve elli beş seneleri mükerreren rumeli sadaretine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup kudemayı sudurı izamdan bulunması cihetiyle muahharen reisü'lulema ünvanı celilini dahi bi'lihraz iki yüz elli sekiz senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı rabbi bienbaz olmuştur. müşarünileyhin şir ile ademi tevağuluna mebni eşarı çendan manzur değil ise de hattı talikde mahareti kamilesi olduğu beyne'lcumhur mütearif u meşhurdur. safhayı ruyı cihanefruzuna cananımın desti kudret bir kalem çekmiş de ebru koymuş ad nazımı menzumei hünermendi şeyh said efendi mahrusai belgırad'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bi'lahire mahrusai mezkure mevlevihanesi postmeşihatine kuud ve bin yüz kırk tarihinde nuşı daruyı şehadetle ruhı pürfütuhu makamı valayı sura suud eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülmemiştir. hayali murı hattınla dönüp dildazii nemle süleymanım hıridarı visalin olayım nemle nem itmiş kaküli boyayı dökmüş ruyı nemnaka reyahinzarı hüsnün eylemiş tezyin nim nemle fütur iras ider guş eylesek dünyaya gelmekden acep tahvif ider vaiz bizi narı cehennemle visalin arzusuyla firengistanı gezmiş dil kızıl elmayı almış muğtenimden mal muganımla saida eşki bülbül bergi verde reng bahş eyler taravetyab olur her goncei gül çünkü şebnemle nazımı mumaileyh esseyyid sadullah said efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup müddeti medide bazı vezirlerin kethudalık ve divan kitabetligi misillü hizmetlerinde bi'listihdam muahharen hacelik rütbesini bi'lihraz bin iki yüz otuz yedi senesi hilalinde mısrı kahire canibine azimet eyleyüp tabhanei mısriyye başmüsahhihligi hizmetinde bulunduğu halde iki yüz kırk yedi salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. çend aded risalei manzumesi vardır. itikadı ehli sünnetden ayırma daima açıver rahı necatı ey kerim zevi'lata cürm u isyanımla geldim dergehi gadranına kuvveti imanıma idem hemişe iltica hamdullah itikadı ehli sünnetmeslekim mezheb u dinim içün can u dilim olsun feda keyd ü mekri nefs ü şeytanı leimden sakla kim din u imanımla mahşur olayım ruzı ceza hazreti fahrı cihanın hürmetine lutf idüp havlı mahşerde said'e şefkatin eyle reva nazımı mumaileyh feraizizade mehmed said efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile sultan emir hazretlerinin mahrusai mezburede vaki camii şerifleri hitabeti hizmetine dahi bi'lvüsul vasılı sermenzili memul olmuş iken bin iki yüz elli bir senesi hilalinde füstahserayı ukbaya menkul olmuştur. tevarihi salife mealinden ibaret olarak gülşeni maarif isminde iki cildi şamil bir kıta tarih inşadına müvaffak olmuştur. şir ile çendan şöhreti yoktur. itmedi gitdi eser nalei cangah sana merhamet virmedi mi hazreti allah sana nalem itmiş seni habidei naz u nahvet zannıma ninni gelir rahı sehergah sana akıbet ömrümü hüsnün gibi itdin itlaf kaldı sermaye heman ah bana rah sana beni şad eylemedin bir kere insaf eyle acaba neyledim ey talii bedhah sana tükenir bihaber ana reviş elbetde said akibet rehber olur bu dili agah sana nazımı mumaileyh hızır ağazade said beg dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup enderunı hümayun iğvatı silkinde perverdei ilm u kemal olmuş iken iki yüz elli iki senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. masnu ve matbu bir kıta divançesi vardır. dili mehcurı götürmez mi acep yada dahi o tegafülmeniş aşıkküş u mağzada dahi bir deyaku güzeli gönlümü almış gitmiş beklerim hasretile ben deri kilisde dahi o büti sibi zenehdan ki bulunmaz arasan ana manend u nazire kızıl elmada dahi aldı gönlüm hatı nevhizi lebinden bir zevk virmez ol neş'eyi papaskarası bade dahi ben esiri gamı zünnari isem çok mu said yiri vardır gamının ta dili babada dahi nazımı mumaileyh said efendi valide sultan kethudası müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup dahiliye odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet odaı mezbura müdavemetiyle sadrı esbak mehmed hüsrev paşa'nın iptidaki seraskerligi hengamında bir müddet kitabet hizmetinde bulunup bir müddet muahharen darı bekaya müntakil olmuştur. şir ile şöhreti yoktur. aldatup laf u güzafına inandırdı beni vadei vaslile hayli oyalandırdı beni ruhı huygerdesini laleye benzetmiş idim anda yok buyı vefa deyü utandırdı beni celbi hubana sebebdir diyerek piri mugan al ile badei gülrenge boyandırdı beni kalei sabrı alıp virdi nükudı eşki hacegizade dolabıyla dolandırdı beni putai aşk u muhabbetde saida dilber yanı molla gibi kal eyledi yandırdı beni nazımı mumaileyh çarşanbazade esseyid mehmed said efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz elli dokuz senesi kudsı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış sekiz senesi mısrı kahire mevleviyyetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında mekkei mükerreme payei refiasını bi'lihraz ticarethane meclisi müftülügü memuriyetine nasb u tayin buyrulmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. rüstemi rezmi cefayım derdi cevşendir bana dağı ateştabı sinem zineti tendir bana ben şehidi tiri kavsı asumanı mihnetim tabişi berki kaza bir özge me'mendir bana filki cismi gavtahorı kulzumı eşk itdi aşk nahudayı akl u dil bu yolda rehzendir bana ben hezarı nağmeperdazı beyabanı gamım rengi hun alır dağım verdi gülşendir bana deyri hecri yare duçar olduğum günden beri nağmei kanun u nakus ah u şivendir bana didedir banı elem hatırda pürazar u gam böyle bir ali misafirhanemeskendir bana vasılı çini meram olmak muhal ender muhal sayei bahtı siyahım seddi ahendir bana ey hülaguyı adem feryadres ol bari sen bu hayatı nabecadan merg ehvendir bana laubali meşrebim mesti müdamı hayretim ziri ham meyhanede ziba nişimendir bana hanei dil zibi aşkınla müzeyyen olalı bikri mazmunı dilara şuhı pürzendir bana sadrı divanı suhanda asafı ahdım said celbi belkisi belagat kemterin fendir bana nazımı mumaileyh mehmed said efendi üsküdar'da medfun şeyh nasuhi efendi merhumun ahfadından vekayii şeriyye katibi esbak ibrahim efendi'nin hafidi ve çarşanbalı hacı mollazade ladesii kuzatdan mehmed salih efendi'nin mahdumı saidi olup rumeli kuzatı silkine duhul ile muahharen midilli kazasına nail olmuştur. bir mikdar eşarı muteberi vardır. bu renci bişümarçarhın elbet de gayeti vardır. dila şamı firakın da neharı vuslatı vardır miyanınla dehanın bahsini benden sual itme o mabhesde kimin cana suale kudreti vardır nice elden kosun camı şarabı ruz u şeb rindan anın zira lebi sakiye pek kurbiyeti vardır dolaşma yelkovanveş taliin akrebdedir vasla anın da ey dili şeyda zaman u saati vardır said anın bu halı pürmelal u sözüne badi felekde ateşefruzı cihan bir afeti vardır nazımı mumaileyh hafız said efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet metruk başmuhasebe kalemine müdavemet eyledikten sonra maliye hazinesinde vaki bedelat odasına nakl u memuriyet eyleyüp bi'lahire odai mezkurda mertebei rabiayı ihraz ile mümeyyizi sani olmuştur. mumaileyh ilm u muhasebede misli nadir bir muhasibi mahir olup eşarı birkaç ile biriki kıtadan ibaretdir. sezavar ise sultan olur çün efseri zerrin isabet etmiyen karında her bimezheb u bidin metaı cehl u kalayı düruğı bifüruğ ancak cihan dad u sitedgahında rayic böyledir hemin sipehsaları alam u firakım hüsni matemde şehenşahı cünun itdi beni bu leşkere tayin felek ehli dili şad eylemez ferhad'dan farz it nasibi kamı diger oldu zevki vuslatı şirin felek şartı vefayi kimsede ecramı kalmışdır feramüş eyledi ahir saidi hemdemi deyrin nazımı mumaileyh mehmed said efendi mahrusai burusa'da paşakapısı civarında kain tarikatı aliyyei nakşibendiye dergahı şeyhi ali baba nam bir zatın mahdumu olup bin iki yüz altmış tarihinde pederi mumaileyhin vefatı cihetiyle dergahı mezkur meşihatine nail olmuştur. ruhunda hayli arandı tarandı mebhası zülf nihayetinde kitaba tayandı mebhası zülf bu rence tarfı binaguşu üzre perçemini gice safaveş açıldı kapandı mebhası zülf hayali alemi nurı siyahdan dolayı şikesti tarhı külaha dolandı mebhası zülf riyazı fikretim andırdı sünbülistanı midadı kilki hünerle sulandı mebhası zülf periderengi ruhun derhayal idince heman hevayı şevke çıkıp kuşkulandı mebhası zülf selam uzatma sözü kıssayı dıraz itme yeter yeter keselim pek uzandı mebhası zülf nazımı müşarünileyh tahir selam beg dersaadet'de zinetefzayı alemi şühud olup unfuvani şebabetinde mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle sarfı himmetle tahsili ilmi kitab ve tekmili hüner u marifet eyleyüp müddeti medide sadrı ali mektupçuluğu mesnedi valasına ve ol vaktin istilahı üzre bir müddet dahi çarşıbaşılık cahı mealiiktinahına ve bi'lahire mükerreren metruk başmuhasebe ve büyük ruznamçe hacelikleri mansıblarına revnakbahşı itila buyrulduktan sonra meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak muahharen rütbei ulayı ihraz ile dava nezareti celilesine sayeendazı übbhet u azasına buyrulup bir müddetden sonra nezareti merkumeden infisali cihetiyle hane vü sahilhanesinde peygulegüzini istirahat iken bin iki yüz altmış beş senesi şehri ramazanı mağrifetnişanında saimen nüzhetsarayı darü'sselama azim olmuştur. müşarünileyh ulumı cüziye vü külliyede kudret u mahareti zahir bir şairi mahir olup semerei nihalı tabı olan divanı belagatünvanından maada ulemayı mutebahhirinden ahmedi'lkuduri hazretlerinin ulumı fıkhiye ve mesalii diniyeye dair te'lifgerdesi olan kitabı müstetab'a bir kıta şerhi metini ve ulumı edebiyeden makamatı hariri nam kitab ile mizanü'ledeb nam kitabı renginhitaba dahi birer kıta tercemei dilnişini vardır ki kütübhanei alemde yadigarı erbabı maani olmuştur. edna kuluyum fahri resulü'ssakaleynin ol nurı ehad ahmedi ceddü'lhaseneyn'in can tiğini üryan iderim cismi gılafdan kanlar saçarım fethine ol bedri huneyn'in nuş eyler isem şah hasan aşkına zehri çekmem elimi yoluna baş gitse hüseyn'in hunabei eşkimle cihan kana boyansın giryan olarak derdine ol kurrei aynın evlad ile ashaba selam eyle selami şad ola dahi ruhı şerifi ebeveynin nazımı mumaileyh şeyh selami efendi medinei izmir'de sahazibi alemi şühud olup evaili halinde memaliki mahrusanın ekser mahallerinde seyr u seyahat ve bir müddet nüküs'de ikamet eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp karyei eba eyyub ensari 'de vaki ismine mensub olan dergahda postnişini irşad olduğu halde usulı nakşiyye üzre ifazai seyr u süluk eylemekteiken bin iki yüz yirmi sekiz tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. dergahı mezkure hatırasında medfundur. mumaileyhin natgune olan beş aded beyti latifi numunei tabı şerifi olmak üzre sebti ceridei acizi kılınmıştır. natı şerif şefaat kanı olduğun ider te'yidi erselnak lamirin tacını giydin ki dindi şanına levlak selami mücrimi kandır şefaat kefseri birle ki zatındır ali hulkı azim ey şahı itinak nazımı mumaileyh abdusselam selami efendi medinei ahısha'da vani kara müftü ünvaniyle meşhur u mütearif olan müteveffa mehmed efendi'nin sülalesinden süleyman efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz otuz bir senesi dersaadet'e muvasalatla dersaadet ve taşraca bazı mahallerde kitabet hizmetinde bulunduğu halde bir müddet ikamet eyledikten sonra iki yüz elli dört tarihlerinde maliye mektupçusu odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh halim ve selim bir zatı lazımü'ttekrimdir. gazeli natamam garib ol gurbet ehli derde sahrayı selametdir bu halk içre kişi bigane olmak başka halvetdir sadayı sayt u şöhretden sakın kim şöhret afetdir ney u tanburu seyr eyle seraser dağı hasretdir meyi aşk ile sermest ol da dünyayı temaşa kıl selima kendiden gitmek acep seyr u seyahatdir nazımı mumaileyh mehmed selim efendi bosna mollası müteveffa hüseyin efendi'nin mahdumu olup bin doksan dokuz tarihinde tariki tedrise duhul ile yüz yirmi sekiz tarihinde üsküdar kazası mevleviyyetine ve yüz otuz iki tarihinde sarayı hümayun haceligine mevsul ve yüz otuz beş salinde galata mevleviyyetine ve senei merkume hilalinde fetva emanetine menkul olduktan sonra yüz otuz sekiz senesi şehri recebinde mekkei mükerreme payesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olmuş iken senei mezbure şehri zi'lhiccesinde emini fetva bulunduğu halde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup salim efendi tezkiresi'nde bazı eşarı mestur u mukayyeddir. kıta haki payin tutiya iden ulu'lebsar olur cennet'i mutad iden can bendei ensar olur bir geda kemter gulamındır semahuddin veli mültefit bilferd olur ihsan vücud ihzar olur nazımı mumaileyh şeyh ömer semahat efendi rumeli'de kain yenişehiri fenar nam memleketi cesimede ziyapaşı bezmi vücud olup asitanı hazreti pir azimetle bir müddet hizmet itdikten sonra memleketi mezkurede vaki pederlerinden müntakil mevlevihane'nin meşihatine ve bir müddetden sonra medinei edirne'de kain muradiye nam mevleviyye meşihatine ve badehu hasbe'listihkak dersaadet'de kasımpaşa mevlevihanesi meşihatine ve muahharen saniyen mezkur muradiye dergahı meşihatine nail olmuş iken bazı avarızı suriye münasebetiyle tekrar dersaadet'e muvasalat eyleyüp civarı hazreti halid'de misafireten ikamet üzre iken bin iki yüz dört tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. bergi gülreng bulur arızı dilcusundan sünbül aşüfte olur zülfı semenbusundan şehri bağdad gibi kişveri dil oldu harab o cüvanın sitemi çeşmi hülagusundan nazarım gah ruh u gahice zülfünde kalır bağı hüsnün geçemem lale vu şebusundan dilde kim aşk ola ızmarı olur mu kabil şemin elbet görünür şulesi fanusundan o perişana duçar olalı akl u fikrim tar mar oldu perişanii gisusundan kabei hüsnü nola kıblei uşşak olsa takı mihrabı bedidardır ebrusundan deşti hüsn içre seniha o gazeli nazik şekli vahşet görürüm didei ahusundan nazımı mumaileyh süleyman senih efendi ıstablı amire payelilerinden elhac şerif ağa'nın mahdumı maarifperveri ve meclisi vala azasından salifü'tterceme ali rıza efendi'nin biraderi valagüheri olup bin iki yüz elli bir senesi hilalinde maskati re'sleri olan mahrusai burusa'dan dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine ve badehu mektebi maarifi adliyeye devam ve muvazabetle bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz elli sekiz senesi kalemi mezburı mühimmenüvisanı silkine ve iki yüz elli dokuz senesi mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil olarak uhdesine rütbei salise bi'ttevcih amedi odasına namzedlik ile mümtazı akran u emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem anadolu müsteşarı maiyeti tahrirat başkitabeti memuriyetiyle mahalli mezkura azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı belagatşiarı vardır. gazeli natamam kemerveş bend idüp bazuyı vaslı mumiyanından muradım üzre devri çarhı nahemvare gösterdim döküp hunabı eşki sinei pürdağı suzana çırağan içre guya ateşin fevvare gösterdim niyamı sineden uryan idüp ah gelir sözü rakibi bednihada hışmile gaddare gösterdim yine bir nevzemin taze nazm eyleyüp seyyid nazirecuy olup kamii sihrasara gösterdim nazımı mumaileyh seyyid mehmed sadrettin efendi sudurı izamdan uşşakizade seyyid abdullah efendi'nin mahdumu olup tariki tedrise duhul ile tekmili devri medaris eyleyerek halebi şehba ve badehu şamı şerif mevleviyyetlerine muvasalat ve hükumeti esnadaki bin yüz kırk altı salinde darı bekaya rihleteylemiştir. seyyid mahlasiyle salim efendi tezkiresi'nde dahi terceme vü asarı mukayyed u mesturdur. idince gönlümü divane arzuyı bahar müselsel oldu zebanımda güftguyı bahar kalırdı elde misali şemamei anber rübude olmasa çevganı çarhaguyı bahar feda idüp bizi gitmişdi şimdi güller açup kızardı hacaletavdetle sanki ruyı bahar o servi kameti bağı hayale aldıkça döker sirişkini siretmisal cuyı bahar duayı bülbüle aminhan olup mürgan açıldı müşterii aşka çarsuyı bahar nazımı mumaileyh şerif paşazade said siret beg cidde valisi esbak müteveffa şerif paşa'nın mahdumu olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz sekiz senesi galata mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz kırk altı tarihinde mekkei mükerreme mevleviyyetinden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. siret mahlasiyle bir mikdar eşarı vardır. aşıkı şuridehaliz zardır eglencemiz genci gamda derdi aşkı yardır eglencemiz eylesen endişeme yok zülfi perçemin nola hall olunmaz ukdei düşvardır eglencemiz gabgab u lalin o nahlı nazik elbet ohşarız tıflı aşkız sib ile gülnardır eglencemiz bir bölük pervanei bezmi bela vü mihnetiz pertevi şemi ruhı didardır eglencemiz sanmasın siret bizi eglencesiz ehli heva ney gibi her demde ah u zardır eglencemiz nazımı mumaileyh şehbaz giray sultan salifü'ttercerhum halim giray sultan'ın ferzendi ercümendi olup dersaadet'de bin iki yüz elli iki tarihlerinde şehbaz ruhu hazizi darı fenadan evci alayı bakaya pervaz eylemiştir. siret mahlasiyle bazı eşarı görülmüştür. müseddes bilmedim ben neyleyem asla dili naşadıma halka itdigim perestişdir sebeb berbadıma senden olmazsa inayet ruz u şeb feryadıma hasılı bir çare yok gamdan benim azadıma kimseden ümid u istimdad gelmez yadıma ey benim feryadres rabbim yetiş imdadıma karı isyan siret'in ey zatı rabbü'lalemin her gice itsem sezadır subha dek ah u enin ismi pakin çün beni kıl narı duzahdan emin kesmem ümidim ki sensin aleme rabbü'lmuin kimseden ümid u istimdad gelmez yadıma ey benim feryadres rabbim yetiş imdadıma nazımı mumaileyh osman siret efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz iki senesi kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet tophanei amire ruznamçe odasına müdavemetle bi'lahire bir müddet dahi hizmeti kitabetle rumeli ve anadolu caniblerinde imrarı vakt u saat eyledikten sonra dersaadet'e avdetinde evkafı hümayun hazinesinde vaki tahrirat odası sınfına dahil ve iki yüz altmış iki senesi hacelik rütbei muteberesine nail olmuştur. mumaileyh seyri mergube ashabından olup şir ile çendan tevagulu yoktur. çekeli tuğı vezaret ile rayet perçem ittihaz itdi fes iklimin eyalet perçem çekilince ruhuna hattı şerif ol şuhun yine kesb eyledi rıfatla sadaret perçem ola şur çin ile maçin'e dahi sevdana zulümata el atup eyler imaret perçem dökülüp mahı ruhu münhasif itmiş birden koparır başımıza şimdi kıyamet perçem nice bin dilleri berbad u perişan itdi dolaşır gerdene aşüftekıyafet perçem buna zihnim dolaşır mucize mi ya efzun seri her muyuna bend itdi bin afet perçem buna perçem mi dinir sanki bir ejderhadır idiyor dahmei hüsn üzre nezaret perçem o şehin mihneti mamurei hüsn ü anın heme an itmededir hıfz u himayet perçem bana zenciri cünun oldu yüzü ağ olsun bu vecihden bize bahş eyledi şöhret perçem seheri ahı cigergahile olmuş tel tel yine kesb eyledi bir başka letafet perçem dili sevdazedemiz şane misali seyfi ideli yarelidir bahs u hikayet perçem nazımı mumaileyh osman seyfi beg medinei kayseri'de çehrenümayı alemi şühud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra kitabet tarafına rağbet ve bazı vüzeranın yanında bir müddet edayı hizmeti kitabet eyleyüp müddeti medide bağdad valisi ali rıza paşa merhumun divan kitabetinde bulunarak muahharen uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'lita kürdistan defterdarlığı ve bin iki yüz altmış üç senesi kütahya defterdarlığı memuriyetine tayin kılınup iki yüz altmış dört senesi mahalli merkumede irtihali darı beka ve kedisine gılafı mezarda me'va eylemiştir. divan olacak mikdar eşarı vardır. harfi'şşin bütperestem dimezem sana gönül virsem ah bütperest olduğumu duydu cihan kafir ah bend iderse dili ol zülfi ham ender hamına şaneveş belki anı kurtara bu bahtı siyah yiter itdin yiter ah bunca cefayı zalim nolur itsen bana bir kere tebessümle nigah dili viranımı yıkdınsa benim var olasın seni mesrur ide her şam u seher rab ilah çare ne sevdi seni şarıkı rüsvayı cihan avf ile eyle adalet eger itdiyse günah nazımı mumaileyh emin şarık baba dersaadet'de bin yüz doksan tarihinde panihadei sahai vücud olup kaşıkçılık sanatiyle me'luf ve kaşıkçı emin baba dinmekle maruf olduktan sonra iki yüz elli sekiz tarihinde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e avdetle tarikatı aliyyei rufaiyyeye olan mensubiyeti muktezasınca bir müddet laleli camii şerifi civarında kain mercümek tekyesine müdavemet eyleyüp muahharen ala'ttarikü'sseyahe selanik canibine azimet eylemiştir. mumaileyh bir piri ruşenzamir olup eşar u güftarı latif u dilpezirdir. meyl itmek ile dilberi mehveş bahasına aldı ketanı sabrımı ateş bahasına yağma idince gamzei tatarı dilleri virdim o şaha canımı tirkeş bahasına çokdur niyazı vasl iderek nakdı can bekef naz eylesin o yusufı serkeş bahasına çıkmazsa alma hattı siyeh ruyı aline degmez metaı sade münakkaş bahasına sevki hünerde bu gazeli penc beyit ile virdim kumaşı nazmı terim baş bahasına nazımı manzumei hünermendi vakanüvis hüseyin şakir begefendi gümrükçü hüseyin paşazade mevaliden mustafa beg'in mahdumu olup tariki tedrise duhul ile muahharen vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale bin iki yüz elli yedi salinde halebi şehba mevleviyyetinden mazulen darı bekaya menkul olmuştur. safayi efendi tezkiresinde dahi tercemei hali mesturdur. tabişi ruhsarei cananı gördükçe fakat meh diyüp hurşide teşbih itmeyen eyler galat şimdi menşurı melamet hükmünü terkin için safhai ruyi dilaraya çekildi taze hat tarı zülfünde reha buldukça tabı natüvan mumiyane bend olur lahayr ilafi'lvasat serbeçe benler midir ruyunda vecdengiz olan mushafı hüsne ya nakş olmuş mudur renginnükat çek halayıkdan eli kat it alayıkdan dili şakira imdadı rabbani sana besdir fakat nazımı müşarünileyh kaimmakamı esbak ahmed şakir paşa medinei trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalatla çok müddet ecillei devleti aliyyeden müteveffa firdevsi efendi'nin imamet hizmetinde bi'listihdam sahibiyarlık memuriyetine ve badehu darbhanei amire imametine ve muahharen darbhanei amire nezaretine revnakefza olduktan sonra bin iki yüz yirmi beş senesi barütbei vezaret kaimmakamlık makamı aliyesine nakl ve bir sene mürurunda kaimmakamlıkı mezkureden münfasilen gelibolu'ya müntakil olup bir müddetcik ikametle kütahya eyaleti uhdesine bi'ttevcih iki sene müddet eyaleti merkumede iki buçuk sene dahi mora eyaletinde icrayi emri hükümdari itdikten sonra eyaleti merkumeden infisali vukuuyla gelibolu'ya azimet ve birkaç mah zarfında dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz otuz dört senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. şir ile şöhreti şayıası yoktur. hayretzedeyim aşk ile harem neme lazım camı cemi feyzim ki benim cam neme lazım gülzarı emelde nice bin seyle duçarım subhı keremi minneti şebnem neme lazım tiği sitemi hecr ile sadpare iken dil dağı emeli sineye merhem neme lazım elde kalemi münis u gamhar tururiken esrarı dili zarıma mahrem neme lazım ey didei hunabei şakir ne bu girye te'siri nigar eylemeyen gam neme lazım nazımı mumaileyh esseyid mehmed şakir efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bin yüz seksen sekiz tarihinde sarayı hümayuna çırağ buyrularak şemi kemali şulepaşı feyz u ikbal olduktan sonra livayı şerif şeyhligi hizmeti müstevcibü'lmefhareti ile naili amal olmuş iken iki yüz elli iki senesi ruhı şerifi azimı darı beka, vücudı latifi hazreti halid civarında vaki kabristanda muntazırı rahmeti huda olmuştur. mumaileyh alim u fazıl bir şairi ferhundehasail olup mesnevii şerif'e türkçe bir kıta manzum tercemesi ve baharistan nam kitabı latifeye bir aded şerhi ve bir kıta müretteb divanı belagatünvanı vardır. şemi ruhsarı o şuhun nur şeklin gösterir guyiya musai aşka tur şeklin gösterir kangı suretle acep sayd eylesem ol afeti gah adem geh peri geh hur şeklin gösterir kursa da tel bahsi zülfünde rakibi rusiyah bezmi cananda yine mazur şeklin gösterir hayretindendir sakın berdar sanma aşıkı bendi zülfi yar olan mansur şeklin gösterir bimuhaba açılır biganeye ol mesti naz meclisi uşşakda mestur şeklin gösterir ruzı uşşakı iderse mihrruyı ruşena zülfi müşkini şebi deycur şeklin gösterir şakira bişübhe mahzun u harab olur o ki bu harababadda mamur şeklin gösterir nazımı mumaileyh şakir efendi midilli müftüsü elhac ebubekir efendi merhumun sulbünden bin iki yüz on yedi tarihinde kehvarei zibi vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyleyüp iki yüz elli salinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile ibtida babı ali küttabına ve muahharen mektebi maarifi adliye şakirdanına bir müddet talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eyledikten sonra zabtiye meclisi ve bi'lahire ziraat meclisi müftülügü memuriyetine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup iki yüz altmış yedi senesi mevleviyyetle halebi şehbaya azimet ve hitamı müddetle dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh hilm u fazlı nümayan bir fazılı nüktedan olup avamil risalesi'ne türkçe bir aded tercemei manzumesi ve haylice eşarı letafetallamesi vardır. ne şah u mirden şekva ne an u inden feryad dila ancak o zülfü anber u müşginden feryad ne denli ahı germ itdimse te'sir itmedi yare gönül eyler demadem ol dili senginden feryad bana rahat görünmez ferşi cennet olsa da hak çün eyler lacerem bimar gamı balinden feryad dil ol şehbazdan gayr içün ah itmez berayı kevn figanı cevri gülden eylemez nesrinden feryad henüz o nevbenev itmekte cevri ol peri yohsa ider mi şekve dil derd u gamı pişinden feryad görünür bana herbir tarı zenciri belaasa gamımdan dad ey meh perçemi pürçinden feryad acep mi mürgi canım damı zülfünden figan itse ider asfur elbet pençei şahinden feryad gözetmekden rehi tannazı yari yaş döker daim idersem var yiri bu didei nemginden feryad o ferhadım kalırsam şakira hatır belasıyla tuhi sengi cefada eylemem şirin'den feryad nazımı mumaileyh şakir efendi müteveffa köse mehmed paşa'nın atikasından olup mısrı kahire'ye azimetle bir müddet iskenderiye tersanesi muavinligi memuriyetinde bi'listihdam olunduktan sonra ihtiyarı guşei tekaüdi eylemiştir. mumaileyhin fevki mahlasıyla dahi bazı eşarı vardır. tarih teceddüd eyledi sali ferahbahşayı şevk olsun sürur u surı nev ile cihanbanı felekşana o hakanı zamanın vasfını tadad ne mümkündür suhandan aczini izhar iderler hep zarifane kerametle zekavetle adaletle sehavetle tefevvük eyledi cümle mülukı ali osman'a beni red eylemez haşa kerem eyler bu tarihde ide vehhab mübarek salini abdülmecid han'a nazımı mumaileyh cerrah şakir efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema cerrahlık sanatiyle me'luf iken bir aralık heftan emanet hizmeti müstelzimü'lmefhareti kendüye bi'lihale canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyledikten sonra barütbei salise bilecik kazası kaimmakamlığına ve biraz vakt mürurunda denizli kazası kaimmakamlığına ve bin iki yüz altmış beş senesi barütbei samiye tekfurdağı kaimmakamlığına memur ve tayin kılınmış ve muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan mazulen dersaadet'emenkul olmuştur. eşarı çendan manzur degildir. yar gelüp aşıkın menzilini kılsa cay itmiye mi gün yüzü dideleri ruşen ay yanaşup ol maha ta hançeri sertiz gibi eylesem ağyarının sinesi hemçu nay yan virüp ey mehlika kaçma bu gamhardan ateşi hicranına yanmağa görme revay yaver olursa eger lütfı huda bir kula bir kula muhtac iken dehre olur padişay yaş döküp dideden ruyun ider arzu kudret ile gün yüzün olmada şebnem rubay yabı rehi tecridde akil isen ber ribat kafilei ehli aşk eyleye karbansaray yari serefrazsın sende bu göz kaş ki var katli içün aşıkın yana gerek ok u yay yayüp ona güllerin gün yüze kıldın nikab menzili akrebde ta münhasif olmuştur ay yar dilerse eger sinemizi kailiz tek bizi ol mehlika lütfuna kılsın sezay yazı semender gibi yanmağa taliblinim ey kalem arz it eger diler ise ol hümay ya mehi rahşende mi dehre ziyabahş olan talatı ruyun mudur aleme viren cilay ya lec idüp müddei gün yüzün inkar ider eyler idi ol gabi akil ise zerre ray yare ider ehli aşk durmayup arzı hüner nevbeti arzı hüner sende mi şahin giray nazımı mumaileyh şahin giray han sultan topal ahmed giray sultan'ın şahbazı lanegahı amalı yani ferzendi mazarratiştimali olup biraderi sahib giray sultan'ın mesnedhanide bulundukları hengamda kalgaylık mansıbına nail ve bin yüz doksan bir tarihinde şahbazı ikbali evci alayı hanide pervazei mütemail olarak kendisi mümtazı emasil olmuş iken doksan altı tarihinde mesnedhaniden müfarakat ve müddeti kalile zarfında saniyen mesnedi mezkura mukarenet itmiş ise de bin yüz doksan sekiz sali hilalinde iklimi kırım'ın rusya memaliki idadına dahil olmasına sebebi müstakil olmuş olmasından dolayı o aralık çarnaçar rusya devleti tarafına firar eyleyüp bin iki yüz bir senesi hilalinde deri devleti müdara ilticasınca cezirei rodos'a nefy u icla olunarak senei mezbure şehri şevvalinde tair ruhu pençei ikabı ecele giriftar ve ol vecihle kendisi müterakıbı ruzı şümar olmuştur. müşarünileyhin meşhurı afak olan daire şeklinde vaki ebyatı pesendidesinin sabt u tahririyle iktifa olundu. bu alemde deli şeydalarız biz demadem aşkile rüsvalarız biz bizi görmez bakan suret gözüyle ki kafberkaf uçan ankalarız biz sakın bakma hakaretle bize sen iki alemde bildanalarız biz bizi inkar idenden havfımız yok bu meydan içre bipervalarız biz giderdin can gözünden çün hicabı bu gün seyyid şerefbinalarız biz nazımı mumaileyh eşrefzade seyyid şeref efendi mahrusai burusa'da bin seksen tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup bin yüz dört tarihinde labisi hırkai hilafet ve yüz beş tarihinde mahrusai mezbure sancağı dahilinde vaki kumlai sağir nam karyede kain zaviyede calisi seccadei meşihat olduktan sonra mahrusai mezburede vaki eyyub efendi hankahı meşihatine bi'lnakl bin yüz kırk beş senesi canibi hicaz'a azimet ve bade edayı hac mahrusai mezbureye avdet eyleyüp bin yüz kırk altı sali hilalinde halvetserayı ukbaya rihlet eylemiştir. kıta beni hemhalet idüp ciddi felek mecnun'a döndü seylabı sirişki terimiz ceyhun'a gayriye itdigi lutfun şeref ol mihri kemal zerresin itse yeter aşıkı dili pürhuna nazımı mumaileyh mehmed şeref efendi ati'tterceme abdurrahim faiz efendi merhumun mahdumu olup tariki tedrise duhul ile bin yüz altmış tarihinde darı bekaya menkul olmuştur. salim efendi tezkiresi'nde dahi terceme vü asarı mestur u mukayyeddir. cemali bağı ne hoş gülsitanı hikmetdir gönüller anda gezer bülbülanı hikmetdir aman o gamzeler afet girişmeler hikmet şaşırdım anı görünce çü yaman hikmetdir çü cüzi layetecezza ve noktai mevhum bilinmedi kim umurı dehanı hikmetdir güneş yüzünde görünce hilalı ebruyu dimişdir ehli felek bu kıranı hikmetdir bakılsa kudreti bari müşahid olunur sahifei ruhu ayniyedanı hikmetdir bu kaşların ki çekilmiş yıraı kudretle beratı hüsnüne ey şeh nişanı hikmetdir rızayı busi leb ol hikmeti şeref sorma hulasa abı hayat taze canı hikmetdir nazımı mumaileyh hayatizade halil şeref efendi maraş eyaleti dahilinde vaki elbistan nam kasabada bin iki yüz on bir senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi emcedi salifü'tterceme hayati efendi merhumdan bir mikdar ulumı arabiye tahsil eyledikten sonra mumaileyh ile beraberce dersaadet'emuvasalat ve beş sene müddet tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyliyerek tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp vatanı asliyesi canibine azimet ve bir aralık sünbülzade vehbi efendi merhumun asarından olan nuhbe nam kitabı şerhe sarfı himmet birle iki yüz altmış senesi dersaadet'e bi'lmuvasala şerhi mezkuru huzurı faizü'nnur hazreti mülukaneye batakdim kendisi baitibarı haric tariki tedrise dahil olduktan sonra heyeti cedideye dahil olan esrarü'lmelekut nam kitabı lisanı türkiye terceme idüp efkarü'lceberrut ismiyle namzet ve kendisi ol suretle dahi tahsili namı ebed eyledigi halde iki yüz altmış altı senesi mevleviyyetle canibi bağdad'a azimet ve hitamı müddetle vatanı asliyesine avdet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. mumaileyhin arabi ve türki hayliden hayli eşarı güzide ve resaili pesendidesi vardır. candan tenha dilermiş yar vuslathaneyi hanei tenden çıkardım ben de ol biganeyi firkatı yar ile aşık naşı biruh olduğun his idüp mürgan seri mecnun'da yapmış laneyi eylemiş suzan u giryan şemi evvel aşkile eyleyen suzanı şevki şem ile pervaneyi şimdi hakinden sebuyı mey yapar üstadı çarh doldururken bir zaman cem zevkile peymaneyi galiba sevdayı sarmış zülfi canana şeref bendi gisusunda görmüşler dili divaneyi nazımmumaileyh mehmed şeref efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz dört senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli üç senesi evkafı hümayun hazinesinde vaki gedikler odası ketebesi silkine ve iki yüz altmış iki senesi hacelik rütbei refiasını bi'lihraz iki yüz altmış yedi senesi hazinei merkume tahrirat odası ketebesi sınfına dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem divan kitabeti hizmetiyle rumeli canibine azimet eylemiştir. mumaileyh mezamini şire vakıf bir şairi pürmaarif olup bir mikdar eşarı vardır. münaacat ya ilahi degilim müstehak ihsan eyle kerem u lutfunu hakkımda feravan eyle nat u mersiyye münacat u sitayişlerimi sebebi mağfiret it ziveri divan eyle ekleyim nik u bedi hayrı şeri bi'lcümle bildirüp ilmi ledün sırrını irfan eyle cümle erbabı kemalin nazarından dilerim ne kadar var ise noksanımı pinhan eyle vezn u manadan eger olsa da ari şeref'in şirini müntehabı hazreti hasan eyle şairei mumaileyha şeref hanım şeyhülislamı esbak arif efendi merhumun akribasından ati'tterceme nebil beg merhumun sulbünden bin iki yüz yirmi dört senesi hilalinde zinetefzayı alemi vücud olup pederi merhumun isrinde bulunarak haylice eşarı latife tanzimine himmet eylemiştir. gazeli natamam itdim güzeller içre alaka efendime sad aferin tabiatı dilber pesendime tarfı ruhunda kakülün ol meh görüp dimiş kıldım rübude mihre varınca kemendime ilbas idüp güzellere tercihi hilatin buldum bu nice came hele şahlevendime nazımı divanı serbülendi şeyhülislam mehmed şerif efendi meşayihi izamdan ismail efendizade salifü'ttercehmed esad efendi merhumun sulbünden bin yüz otuz altı tarihinde şerefbahşı kehvarei vücud olup yüz elli bir tarihinde tariki tedrise dahil ve devri medarisi mutade eyleyerek yüz altmış yedi tarihinde diyarbekir mevleviyyetine vüsul ile yüz yetmiş üç tarihinde burusa mevleviyyetine nail olduktan sonra yüz seksen senesi şehri recebde istanbul kadılığı mesnedi refiine ve yüz seksen beş senesi şehri rebiü'lahiresinde anadolu sadareti celilesine ve yüz seksen dokuz senesi şehri cemaziye'levveliyesinde evvel olmak üzre rumeli sadareti behiyyesine ve yüz doksan iki senesi hilalinde sani itibariyle sadareti mezkureye revnakdihi ilm u kemal ve yirmi gün mürurunda cayı valayı fetvaya şerefrizi ikbal buyrulup dört sene müddet icrayı ahkamı şeri bimisal eyledikten sonra infisali vukuuyla sahilhane ve saadethanelerinde ikametsazı istirahat oldukları halde iki yüz üç senesi şehri zilkaidesinde saniyen makamı valayı meşihata kuud ve iki mah tamamında bi'listifa tariki cahı fetva olup bin iki yüz dört senesi şehri ramazanı mağrifetnişanın dokuzuncu günü ruhı şerifleri evci alayı illiyine suud eylemiştir. müşarünileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup füsulü'lara fişanü'lmüluk ve'lvüzera isminde bir risaleleri ve müntehabatı eşara dair letaifü'lkemal isminde bir mecmuai renginmakaleleri olduğundan başka mürettep bir kıta divanı belagatünvanları dahi vardır. tarih menbaı lütf u ata efdalı sınfı füzela fahrı eşrafı sudur yani ki eşref molla hüsn ü takririni görseydi celal baş kesüp lal olurdu bilip aczin diyemezdi hiç la aklı kül olur idi zatına teşbihe seza cism u suretden eger olmasa ari ferda vasfı kabil degil ol bahrı kemalatin çün eyleyüp tayyı makal gayri şerif eyle dua söyle bu mısraı berceste ile tam tarih oldu revnak rumeli sadrına esad molla nazımı mumaileyh abdurrahim şerif efendi selanik nakibü'leşrafı kaimmakamı müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz otuz beş tarihinde haric itibariyle tariki tedrise dahil ve bir müddet selanik müftülügü hizmetinde bi'lisihdam muahharen hizmeti mezkureden infisaliyle iki yüz kırk altı senesi belgırad kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli tarihlerinde betarikü'nnakl metruk üsküdar mevleviyyeti payesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olmuş iken iki yüz altmış senesi hilalinde mahrusai mezburede irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh tabı zarif bir zatı şerif olup eşarı selis u latif vaki olmuştur. matla mey u mahbubdan el çekmek nasib olmadı pir oldum eyü vardım sefahat eyledim şeyhi kebir oldum nazımı mumaileyh şerif efendi medinei engürü'de panihadei sahai vücud olup işbu alemi pürmelalda mücerredü'lhal olduğu suretde bir vakt imrarı mah u sal eyleyüp sinnini ömrü haddi semanine karin olduğu halde bin iki yüz otuz beş tarihinde ruhı şerifi azimi huldi berin olmuştur. mumaileyh salahı hal ile maruf u mevsuf bir zatı sahibvukuf olup sayf u şitada sırrı bir nevi şükufeden biri olmadığından beyne'zzürefa asrında çiçekli şerifi dinmekle arif olduğu bazı hemşehrilerinden işidilmiştir. mürurı ezmine ile eşarı kazazedei ruzgar olmuş olduğundan balada muharrer olan beytinden başka asarına destres olunamamıştır. o cefapişe sitemgerlige mutad gibi felegin devri dahi tavrına münkad gibi bisütun olsa dilin ey sanemi şirinkar tişei ahım açar yol ana ferhad gibi hilatı atlası irfanıma alem muhtac büni kühencamei peşminede fırsad gibi bu perişan suhanı sadei dervişana var mı tanzir idecek arifi üstad gibi serveri ehli suhandır o bigane şimdi şefkata fazl u hüner anda hudadad gibi nazımı mumaileyh şefkat efendi bağdadiyyü'lasl olup bi'lahire canibi rum'a muvasalat ve bir müddet kırım hanları maiyetlerinde ve muahharen bir vakt dahi dersaadet'de eflak ve boğdan begleri yanlarında kitabet hizmetiyle imrarı vakt u saat eyledikten sonra müsinn u ihtiyar olduğu cihetle kuruçeşme nam mahallde kain hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp üçdört sene müddet sahibi firaşı illet olduğuhalde bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde darı bakaya rihleteylemiştir. mumaileyhin hadikatü'lvüzera nam kitaba zeyl olarak birkaç cüzden ibaret bir eseri muteberi vardır. narı aşkın dili suzanımı tennur itdi gamı hecrin gözümü çeşmei horhor itdi hevesi zülfi siyahın bana hemdem olalı kalbi pürahımı efganile tanbur itdi esbi nazı ile çignetti beni sim tenim bana bu şiveyi ol gerdeni kafur itdi dönmedi kutbı muradım üzere bir devre o deni çarh benim kaddimi kanbur itdi şefkati bu gice ol çeşmi gazalin şevki yine bir nevgazelin nazmına destur itdi nazımı mumaileyh hafız edhem şefkati efendi rumeli'de kain zağrai atik nam kasabada panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra rumeli valisi esbak müteveffa sirozlu yusuf paşa'nın kitapçılık hizmetiyle manastır canibine azimet ve muahharen mahalli mezkurda tedris cihetlerinden birine nailiyetle caygiri ikamet olmuştur. şir ile şöhreti yoktur. gonca vü harı iden seyran hem ağlar hem güler yar u ağyarı gören her an hem ağlar hem güler girye vü handemde ey leylii devran yok sebat sanki mecnun'dur dili nalan hem ağlar hem güler rengi zülf ü ruyi canana kemali reşk ile ebr u hurşid eyleyüp devran hem ağlar hem güler nüktei mesturı aşkı şemi remzagaha sor hem ider pervaneyi suzan hem ağlar hem güler aşka geldikçe hayali hatt u ruyun sevdigim şefkatii tirebahtünvan hem ağlar hem güler nazımı mumaileyh ahmed şefkati efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli üç senesi divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup iki yüz elli beş senesi mektebi maarifi adliyeye nakl ile bir mikdar tahsili ulumı arabiye ve tekmili fünunı farisiye eyledikten sonra iki yüz elli sekiz senesi evasıtında usulı imtihaniyesi bade'licra mektubii sadaretpenahi odası hulefası sınfına dahil ve muahharen tahriratı hariciye odasına bi'lnakl iki yüz altmış tokuz senesi salise rütbesine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem izmir valisi ismail paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyhin eşarı birkaç ile biriki şarkıdan ibaret olup fenni kitabetde mahareti vardır. kıta hüsnı hattı ukala hiç ana görmez şayan meşk u talime taalluk idemez divana hattı talik nedir bilmez iken ol allak sin u kafı çıkarır gösterecek sıbyana nazımı manzumei hünermendi mehmed şefik efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz yetmiş bir salinde darı bekaya mevsul olmuştur. balada mestur olan kıtasından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. eylese bahtı siyahım ile ülfet perçem düşürür gönlümü sevdalara elbet perçem şahı hubandan alup tuğı vezaret perçem kıldı mülki fesi kürsiyi eyalet perçem mağribidir ki çıkup semti diyarı fesden şark serhaddine dek kıldı seyahat perçem çini ebrusuna sarkındılık eyler fesden mülketi hüsn ideli neşri hükumet perçem kalbi uşşakı karıştırdı arap saçı gibi ziri fesden kılup izhar ol afet perçem hüsn u harı gam u ekdarı bırakmaz süpürür olsa beyti dile çarub muhabeti perçem kıl kadar eyleme ümidi kerem alemde viremez kel olanın başına zinet perçem kıl ayıbsız nola olursa şefika şirim ki virir tabıma serriştei kuvvet perçem nazımı mumaileyh ibrahim şefik beg reisülküttabı esbak elhac recai efendi merhumun hafidi ve tezkirecii sani müteveffa mehmed celaleddin beg'in veledi reşidi olup veladetlerinin dördüncü senesi pederleri mumaileyh irtihalı darı beka ve üçbeş sene mürurunda validei müşfikeleri dahi naklı haremgahı ukba eylemiş olmasıyla manendi dürri giranmaye bir yetimi bivaye olduğu halde halitesi hanımın ziri himayesinde bulunarak gülpazarı şakir efendi'den bir mikdar ulumı arabiye tahsil ve cerrahpaşalı hamdi efendi merhumdan dahi resmi hattı averdei desti tekmil eyledikten sonra bin iki yüz elli tarihinde mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve hasbe'listidad usulı kalemi tahsil ile cennetmekan sultan osman hanı gazi hazretlerinin cülusı hümayunlarından cülusı meşadedmenusı cenabı şehenşahiye gelinceye kadar müddetde güzeran iden selatini izam hazeratının erikepirayı saltanat olduklarına dair inşad itmiş olduğu tevarihi güzidesini huzurı faizü'nnur hazreti mülukaneye bi'ttakdim eylemiş olduğu tarih mukabilinde bir kıta mülğa rabianişanı gevherefşanını dahi hamil olarak meclisi vala nezareti dahilinde vaki tahriratı samiye odasına nakl ile iki yüz altmış üç senesi sayda valisi kamil paşa'nın divan kitabeti hizmetine memuren mahalli mezkura azimet ve birkaç mah zarfında dersaadet'e avdet ve iki yüz altmş beş senesi mısır valisi abbas paşa'nın kezalik divan kitabeti memuriyetiyle canibi mısır'a revan ve birkaç mah mürurunda valii müşarünileyhin iltiması ve kendisinin istihkakı muktezası üzre uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'lita kamran olduktan sonra iki yüz altmış yedi senesi memuriyeti mezkuresinden istifa iderek dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz altmış sekiz senesi evkafı hümayun muhasebeciligi memuriyetine revnakdihi kadr u mezellet buyrulmuştur. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nazikterin olup divan olacak mikdar eşarı dilnişin tanzimine muvaffak olmuş ise de sayda'ya azimetinde mecmuai eşarı kazazedei ruzgar olmuş olduğu istihbar kılınmıştır. kendisinin iradı mezamine kemalı mecburiyeti cihetiyle ekser mazmumları tahsine şayan ve zevkbahşı dili şairandır. tarih sikke giydi müjdeler osman efendi'den şefik tarihi menkutu mantukunca yenikapı mevlevihanesi şeyhi osman selahaddin efendi'den sikkepuşı intisab olduğu leylei miracı hazreti nebevi'ye tesadüf eyleyerek salifü'tterceme ziver efendi darbhanei amire nazırı bulunduğu halde mevlevihanei mezkurede bulunup hazırmeclis olmasiyle mütercim mumaileyh ayini mevleviye üzre sikkepuşı intisab olduğu hengamda işte darbhane nazırı efendi hazırmeclis iken sikke giydik inşaallahutaala manevi ayarımız halisdir diyerek iradı mazmun eyledigi bazı mevlevi canlardan mervidir. müşarünileyh ziver efendi'nin mühürdarlık hizmetinde bulunduğu müddetde müşarünileyhin hudavendigarı sabık cennetmekan sultan mehmud hanı sani hazretlerine takdim eyledigi tevarih u kasidelerin ekserisi mumaileyhin hattiyle muharrer olup eşarı mezkureden bazısını esnayı mütalaada ziver efendi ne güzel şir söyler ve ne ala yazı yazar acaba bu yazı dahi kendi yazısı mıdır deyü atikarayı tahsin olmalarıyla mumaileyhin eseri kalemi olduğu ifade ve tayin olundukta hüsni hattı mezkuresine pesend u tahsin buyrulduğu sırada odai mezkura devam eylemesi hususunda dahi fermanı kerametünvanii şahane şerefsünuh buyrulmuş olduğu mumaileyh tarafından barı iftihar kılınması üzerine keyfiyyeti tercemei hali zeyline zamm uilave kılınmıştır. subh dem açdı saba bendi nikabı gonce itdi tatiri çemen ıtrı gülabı gonce itdi avazı gelu giri nevayı bülbül cümle zağ u zağanı mest u harabı gonce bezmi afaka saba müjderesan oldu kim açdı leb naz u tebessümle cenabı gonce perdede kalmışidi bendi hacleyle hele gayreti hüsnü bu dem açdı hicabı gonce şükrüya faslı rabi ile haber geldi hemen gitdi evrakı hazan geldi kitabı gonce nazımı mumaileyh mustafa şükrü efendi kürdistan eyaleti'nde vaki süleymaniye tabir olunan mahallde panihadei sahai vücud olup bin iki yüz elli iki tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise duhul ile bir müddet neşri ulumı aliye eyledikten sonra cennetmekan valide sultan hazretlerinin dersaadet'de fazlı paşa nam mahallde müceddeden inşa buyurmuş oldukları darü'lmasarif nam mektebin haceligine memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında topkapı sarayı hümayunu hademesi haceligine tahvili memuriyet eylemiştir. mumaileyh ashabı faziletden olup şaki mahlasıyla mütearifdir. bir mikdar eşar u güftarı vardır. bu gülşende acep mi cevriveş dil bikarar olsa yanımca salınır bir servi kamet dilberim yoktur nazımı manzumei hünermendi şeyh şekib efendi dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile ibtida karahisar mevlevihanesi meşihatine memur ve tayin kılınarak bin iki yüz otuz beş tarihinde azmı huldı berin eylemiştir. mumaileyhin balada sebt u tahrir olunan beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. şarkı itmiş mukadder ol ratbı izzet tacilimizdir suretde hücnet yoktur fakiri ilzama hacet bermuktezayı cürm ü kusurum takdire tedbir gelmez muvaffık tedbire takdir belki mutabık neymiş benim bak hakkımda layık bermuktezayı cürm ü kusurum gafletle geçdi her sal u mahım hadden tecavüz zannım günahım eksikligimdir bi'lcümle şahım bermuktezayı cürm ü kusurum her işde şemsi adildir allah layıksız inmez istiğfar allah bilmez miyim ben elhamdülillah bermuktezayı cürm ü kusurum nazımı mumaileyh şemsi beg dersaadet'de tabendei sipihri vücud olup evaili halinde enderunı hümayuna çırağ ve bi'lahire huzurı faiz'ünnur cenabı mulukanede terennümsazı fahrı mübahat olan hanendegan sınfına bi'lilhak şirindimağ buyrulup muahharen memur olduğuhizmetden dur u mehcur ve ol zemzeme ile tanbur neşati şikest u meksur olmakdan naşi. ab u hakinde var asarı ferah meykedenin kim ki enduh ile azm itse meserretle döner beyti neş'ebahşını guya olduğu halde gah meyhane mastaba ve gah kahvehane peykelerinde sazende vü hanendelik eyleyerek güzarendei subh u mesa iken bin iki yüz altmış iki salinde şemsi hayatı küsufı memata mukabil ve ol suretle şuaı hayali çeşmi alemden zail olmuştur. mumaileyh fenni musikide mahareti hüveyda bir şairi nağmepira olup eşar u güftarı zişt u ziba nevinden vaki olmuştur. çarh elinden kimse yok alemde giryan olmamış dehr içinde var mıdır bir sine büryan olmamış evveli derd u beladır ahiri cevr u cefa kimse bunda tat alup ömründe handan olmamış kanda bir dil ki anın derdiyle olmaz mübtela ya çeker gahi anın zahmıyla pürkan olmamış ademin ömrü eger bin yıl olursa akibet dem gelir san bir gice alemde mihman olmamış şemiya buukdenin hallinde acizdir ukul kangı akildir anın fikrinde hayran olmamış nazımı mumaileyh şemi efendi konya eyaletinden ve tarikatı aliyyei mevleviyye müntesiblerinden olup helvafüruşluk sanatıyla imrari sinnin u şuhur eylemekteiken bin iki yüz elli yedi senesi hilalinde şemi hayatı ruzgarı memat ile mürde olarak ziri haka süpürde olmuştur. mumaileyhin balada mestur olan gazeli her ne kadar halavetsizce vaki olmuş ise de sair asarına destres olunamadığından anınla iktifa olundu matla razıyım her ne iderse bana serv u semenim tiği cevri ile sad pare kılarsa bedenim matlaıyla olan gazeli meşhur müteveffayı mumaileyhe gah gah isnad olunduğu mesnu ise de üskübi şemi merhumun asarından olarak hasan çelebi tezkiresinde mestur u mukayyeddir. o mehrunun gönülde hali anberfamı kalmışdır derunı sine içre dağı hecri şamı kalmışdır meyanı mumiyanı kil u kala oldu çün bais dehanı tenginin bir noktaı ihamı kalmışdır visali id içün çokdan çeker dil ravzai hecrin kadembusı visale irmege bayramı kalmışdır nükudı ömrü cafer eylemiş ihsana sarf amma nihayet zibi tarih olmuş ismi namı kalmışdır bu bezmi alemin cam u ayağı olmuş işkeste neşat u neş'esi gitmiş meyi alamı kalmışdır şarabı cah u ikbalı ile sermest u medhuşun humarı cam u gamla badei sersamı kalmışdır çerağı şemi taban oldu bezme lik pervane fitil olmuş yanar ne sabr u ne aramı kalmışdır cenabı hazreti müfti'lenamın haki payinden kemine bendesi amalını ilamı kalmışdır penagah ümemidir dergehinde feth olur hacat inayet abdı memluku kerem huddamı kalmışdır nice sahibemeller bir işaretle bekam oldu bu bir ısrarı hikmet çakeri nakamı kalmışdır bu nice lutfuna ihsanına mustağrakım el'an karini itibara cilvei aklamı kalmışdır meşihat mesnedinde müstedamı ömr ide mevla bu çarhın ta ki devr itmekte subh u şamı kalmışdır nazımı mumaileyh meşrebzade damadı mehmed şemi efendi medinei maraş'da bin iki yüz yirmi üç tarihinde şaşaapaşı encümi vücud olup unfuvani şebabetinde bir müddet tahsili ulumı arabiyeye say u gayret ve iki yüz kırk bir senesi dersaadet'ebi'lmuvasala hizmeti kitabetle bir mikdar mahmud paşa camii şerifi havlusunda vaki mahkemeye müdavemet eyleyüp iki yüz kırk dokuz senesi bir kıta edirne müderrisligi rüusuna nail ve niyabet tarafına mail olarak bi'lahire maraş mevleviyyetine mevsul ve mukaddem u muahher anadolu ve rumeli canibinde nice nice niyabeti cesimeye menkul olduktan sonra iki yüz altmış sekiz senesi siroz niyabetinden mazulen dersaadet'e bi'lvüsul müdürlük vechile malı eytamın hüsni idaresi uhdesine ihale kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında betarikü'nnakl ve baitibar mahreci izmir mevleviyyeti payesini ihraz ile mümtazı emasil olmuştur. payei mezkurenin tevcihine kıbrısizade mevaliden hakkı efendi'nin inşa eyledigi tarihdir. şulelendi payei izmir şeminden pedid mumaileyh maarifpira bir şairi şirara olup bidayeti saltanatı seniyyei osmani'den bin iki yüz altmış beş sali meyaminfaline gelinceye kadar müddetde sadrı güzin olmuş olan vüzerayı fehham ile mesnednişini fetva olan meşayihi izamın nasb u azlleri tarihlerini mübeyyin esmarü'ltevarih isminde matbu bir eseri masnu tertibine muvaffak olmuştur. tarih zehi mecrayı dilcu terke abı nabın iskender içeydi badema maü'lhayatı eylemezdi yad şinasimeşrebi nükteşinasana müvafıkdır şu dört tarihi kim bir içinde ideyim inşad sarayı dilpesend u pertevefzasın idüp abad bu havzı adile sultan mücedded eyledi bünyad nazımı mumaileyh şinasi efendi dersaadet'de tophane nam mahallede tevellüd eyleyüp muahharen tophanei amire mektupçusu odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık hacelik rütbesine nail olduktan sonra lisanı ecnebiyeyi tahsil eylemek üzre paris canibine azimet eylemiştir. kıta yine bir nevcüvan aldı başımdan akl u imanım siyah gisuları itdi beni mecnun u avare gece gündüz hayali ile girmez çeşmime uyhu nola bir kez terahhum eylese bu şevkii zare nazımı mumaileyh ahmed şevki efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dokuz sali meyaminfalinde şevkefzayı alemi vücud olup unfuvani tufuliyetinde cennetmekan sultan süleyman hanı gazi camii şerifi civarında vaki mektebi edebiyeye müdavemete mübaderetle fartı istidad ve kabiliyeti maderzadı muktezası üzre üçdört sene müddetle hayliden hayli tahsili ulumı arabiye vü farisiye eyledikten sonra kendisinin mevhibei ilahiyye olan hüsni hattı iktizasınca bin iki yüz altmış dört senesi mektubii seraskeri odasına memuriyeti ayinei kaderden suretnüma olmuş. ve hasbe'listitaa odai mezbur hulefası sınfında geregi gibi imtiyaz bulmuştur. mumaileyh memduhü'sseyr bir şairi zibendeeser olup müşevviki hakikinin teşvik u ianesiyle gah u gah nazm u güftara bezm u say u iktidar eyleyerek bir mikdar eşarı selis tanzimine muvaffakiyeti inayetgerdei cenabı rabbi perverdgar olmuştur. aşıkım şuhı cefakar isterem meşreb bu ya dilberi hunhar u gaddar isterem meşreb bu ya sebzei hattın dili zarın takatı gülşeni bülbülüm sahnı çemenzar isterem meşreb bu ya istemem ağyar ile bezme o mahın geldigin goncamı alemde bihar isterem meşreb bu ya akl u fikrim sabr u samanım alırsa gam degil çeşmini caduyı sehhar isterem meşreb bu ya sunma yarim camı al saki ayağın öpeyim sagarı sahbayı serşar isterem meşreb bu ya bezmi meyde eylemem her şuh elinden nuşı cam simi saidli kadehkar isterem meşreb bu ya itse bin dürlü eza şevki yine ah eylemem aşıkım şuhı cefakar isterem meşreb bu ya nazımı mumaileyh hasan şevki beg rikabdarı şehryari müteveffa abdurrahman ağa'nın sulbünden dersaadet'de iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz tarihinde enderunı hümayun iğvatı silkine bi'lilhak tahsili maarife say u gayretle iki yüz altmış beş salinde memuren canibi bağdad'a azimet ve bir sene zarfında dersaadet'e avdet eyleyüp hidematı seniyyede bi'listihdam güzarendei şuhur u avamdır. mumaileyhin bir mikdar eşarı şevkefza ve ebyatı ferahfezası vardır. tarih şehenşahı muazzam han mahmudı cihanbanın zekai cud u ihsanı ziya virdi bu devrana şuaı şemsi fanus adlı me'nusu hakana sima itse sipihri dun seza manendi pervane seraser zib u fer virdi füruğı şevketi dehre baharı ebri lütfuyla cihan döndü gülistana reva zatı hümayuna bu cayı mesadetpira kudumun eylesin esadı hakk o zılli yezdana çıkup balayı arşa şöhreti tarihi şevket bak ne ali tarzı nev oldu bu zi'lvechini şayana nazımı mumaileyh mehmed şevket efendi darü'lhilafetü'laliye saimen allahu taala ani'lafatü'lbaye hısnı dahilinde kain mahallatdan çinili hamam civarında vaki şahı huban mahallesinde bin iki yüz on dokuz senesi şehri cemaziye'levvelinin on beşinci çarşanba günü zinetbahşı sahai vücud olup istidadı maderzadı iktizasınca iktisabı gevheri maarife nakdinei evkatını sarf u hafr ile iki yüz otuz iki senesi telebbüs u nüsahda ahzı icazetnamei ketebe eyleyüp iki yüz otuz beş senesi divanı hümayun kalemine müdavemete mübaşeret ve o esnada ulumı arabiyeyi midillili müteveffa elhac hafız ali efendi'den ve fünunı farisiyeyi dahi bazı farisihananı asırdan ve betahsis murad molla hankahı şeyh mehmed murad efendi merhumdan tahsile sarfı himmet birle kalemi mezbura mülhak mühimme odasına memuren bekam ve bir müddet odai mezbura devam ile müddeti medide kapudanı esbak dürri ahmed fevzi paşa'nın kitabet hizmetinde bulunduğu halde güzarendei eyyam olduktan sonra tophanei amire müşiri ahmed fethi paşa'nın divan kitabetleri hizmetine memur ve ol vecihle dahi bir vakt imrarı avam u şuhur eyleyüp bir aralık hassa kitabetine nakl itmiş iken iki yüz elli beş senesi hilalinde yine müşiri müşarünileyhin divan kitabetleri hizmetine bi'lnakl mesrur buyrulup iki yüz elli yedi senesi barütbei salise sınfı haceganiye dahil ve bir sene mürurunda haiz olduğu rütbei mezkura saniye rütbesine bi'tterfi mümtazı emasil olduğu halde iki yüz altmış yedi senesi evahirinde asakiri hassai şahane orduyı hümayun muhasebeciligine revnakefza ve iki yüz altmış dokuz senesi evaili şehri şevvalinde memuriyeti mezkureden infisali suretnüma olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce dersaadet orduyı humayunu muhasebeciligine memuriyeti icra kılınmıştır. mumaileyh nazm u neşre kadir bir zatı sahibmekadir olup cinası hatti vü lafziye dair eseri şevket isminde bir aded kitabı renginmakale tertibine dahi muvaffak olmuştur. olurken hançeri ebruları hep kasdı can üzre ne hasretdir kılıç asmış o siminten miyan üzre ruhı zibasını taklid ider bedri felekpira mehi nev meşk ider ebrusu resmin asuman üzre görünce ateşin ruyı araknakı nezaketle ne hikmetdir didem olmuş anasır iktıran üzre turur taburı müjganı cünudı aklı yağmaya o bir tiri sitemdir şevketa hazır keman üzre celaleddin efendim kımmei tacı velayetdir müreccahdır yanımda hakı dergahı cinan üzre nazımı mumaileyh şevket efendi medinei maraş'da kademnihadei sahai vücud olup bazı vüzerayı izamın divan kitabetleri hizmetinde bulunarak muahharen sınfı hacegana duhul ile dayemendi şadi vü sürur olmuştur. mumaileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir şairi zibendeüslubdur. kıta mehveşim divançei hüsnünde matla gösterir ebruvanın şakkı mahasa dü mısra gösterir vechi vardır kıtai mir olsa bahattı imad hüsnı hatt ile uçar ebru murakka gösterir nazımı manzumei hünermendi mustafa şehri efendi maskati re'si olan medinei antakya'dan dersaadet'e vüsul ve muahharen sınfı hacegana duhul ile bin yüz kırk tarihinde tariki libası hayat ve şaribi şehdabei memat olmuştur. safayı hatırım gönlüm süruru ey gözüm nuru sana aşık olan görmez huzuru ey gözüm nuru güzel ruhı müsavver bibedel nurı mücessemsin münasip sana mahlas olsa nuri ey gözüm nuru koyup firdevsi alayı iderdi kuyunu me'va seni görseydi gılman ile huri ey gözüm nuru rakibi bihaya vü ırz u binamusu terk eyle kapından sür o müflismendi yüzü ay gözüm nuru nigahı aşıkane itdiginden gayri şehri'nin beyan eyle nedir cürm ü kusuru ey gözüm nuru nazımı mumaileyh mehmed şehri efendi tekfurdağı nam şehri cesimde kademnihadei sahai vücud olup meşhur sabit efendi merhumdan tahsili maarifi bişümar eyleyüp beyne'lfüzela kemaliyle şöhretşiar olmuş ve şehri mezkurda hamamcılık ile me'luf olduğu halde imrarı eyyam u şuhur eylemektebulunmuş iken bin yüz kırk yedi senesinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh şehri mezkurda kuloğlu dinmekle şahir bir şairi binazir olup müretteb bir kıta divanı ve ol mikdar tevarihi letafetbeyanı olduğu bazı asarda mütalaagüzarıacizi olmuştur. irişmez ise kuyı yara ahım berturağ itmez gice gündüz yürür yollarda beytutet konağ itmez bu cansuz ahıma hiç benzemez şairlerin ahı figanı bülbüli şuridei dilsuzı zağ itmez yanar elbette efzun ateşi mihnetle ruşendil yakup yandırasıca kimseyi gerdun çerağ itmez fakat pervane gönül şemi bezminde düşüp mehcur yakar pervaneyi gerçi çerağ amma ırağ itmez şahidi kalben mehcur isem de hazırım kalben mukarreb aşıkı canan huzurundan uzağ itmez nazımı mumaileyh edhem şahidi beg rumeli canibinde vaki tiran nam şehri kebirin vücuh u hanedanından olup bir müddet mahalli mezkurda mütesellimlik eyledikten sonra tanzimatı hayriyye usulı mehasinşümulu icab ve kendisinin ol tarafca olan malumatı iktizası üzre mahalli meclis azası sınfına dahil ve bin iki yüz altmış beş senesi darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin mahallice tarihguluk ile şöhreti şayiası var ise de eşar u güftarı gibi tarihleri dahi selaset u letafetden hali ve envaı uyub u ilel ile malidir. fikri lebin itdi dilimi hunile memlu şol şişe gibi badei gülgunile memlu bir arsa ki aşkdar olsa acep olmaz her guşesi sad vamık u mecnunile memlu erbabı dil olmaz yine server olursa ceybi dili gencinei karunile memlu sersebzii bağı emele çare mi vardır alem ki ola vadei kemunile memlu bu tarzda mestane olsa da olmaz peymanei dil şeyhi gülfüsunile memlu nazımı mumaileyh şeyh mehmed şeyhi efendi mahrusai burusa'da vaki yeşil imaret nam mevlevihane'nin şeyhi müteveffa mehmed efendi'nin mahdumu olup bin yüz otuz bir tarihinde dergahı mezkur meşihatine nail ve bin yüz elli bir tarihinde kurbgahı cenabı mennana vasıl olmuştur. kul oldum bir cefakara cihan bağında gülfemdir mecalim yokdur inkara firakı bana matemdir gönül sevdi o şehbazı dögünmez şive vü nazı güzellerin serefrazı gören vaslına irsem dir nazımı hüner beraverde hafız abdurrahim şeyda dede dersaadet sekenesinden ve tarikatı aliyyei halvetiyye fukarasından bir dervişi dilrişk semerei nahlı fevadı olup bi'lahire çeşmi cihanbinine ümmi illeti tari olmuş ise de kendisinin fenni musikide nümayan olan malumatı iktizası üzre muahharen yenikapı mevlevihanesi neyzenbaşlığı hizmetine nail ve bin iki yüz on iki tarihinden sonra ruhı şerifi derunı surı marufa dahil olmuştur. mumaileyhin balada mestur ebyatından başka eşarı görülmemiştir. harfi'ssad tarı zülfün seyr idince gerdeni simabda mihri sandım zahir olmuş bu gice mehtabda dilde varken çaşnii busei lali lebin hiç arar mı neş'eyi camı şarabı nabda hatıra gelse eger mihri füruğı arızın kalmaz ey meh zerreveş takat dili bitabda reşk ider bu hüsnile elbet felekte aftab noktai dilcuyu görse ol ruhı pürtabda hatıra geldikçe saib mumiyanı dilruba hab u rahat kalmaz oldu didei hunabda nazımı mumaileyh ahmed saib efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde çehrenümayı alemi şühud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve muahharen kalemi mezbura mülhak mühimme odasına bir müddet müdavemetle iki yüz elli üç senesi tomruk kitabetine memur ve iki yüz altmış iki senesi rabia rütbesine nailiyetle mesrur olmuş iken senei merkuma hilalinde azimi darü'ssürur olmuştur. arzı meydan itse aşıka o nevres anıdır ta bilinsin kim bu kuyun sahibi çevganıdır hali ruhsarı dili derbendi gisu eyledi danei damı bela mürgün hevesgerdanıdır niknamı yolların gerçi kaderdir sedd iden lik sengi tana bednam sebebi erzanidir bu'lacep sandukai attara benzer zahidin hücrei hası nigu sazendei avanıdır bada virdi hasılı ömrüm cefayı ruzgar saiba evrakı tedbirin kazasız aynıdır nazımı mumaileyh mehmed saib efendi darende nam kasabada bin iki yüz otuz altı senesi darendei desti vücud olup tahsili ulumı aliyyeye say u gayretle iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala medaristen bezmdihi hücregüzini ikamet olarak iki yüz altmış dört senesi mektebi maarifi adliye haceleri sınfına dahil ve iki yüz altmış altı senesi baimtihan bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra nazm: aşıka tan itmek olmaz mübteladır neylesin o mehe mihr u muhabbet bir beladır neylesin matlaı garrası meali dilarası üzre şakirdanından nazif isminde bir şuhı zarifin belayı aşkına duçar ve bermuktezayı aşk u muhabbet mahbubı mezbura bimuhaba aşinalık itmek degil belki bigane nigah eylemege bile cesaret idemeyüp nazm: sabrı güç çaresi güç derde giriftar oldum mısraını kendüye hasbihali vakıa eyleyerek güzarendei leyl u nehar olduğu halde ağyarı mefsedetkaranın tefevvühü caiz olmaz derecede hakkında vaki olan ifk u iftiraları üzerine biçare memuriyeti mezkureden yani mektebi mezkurede olan hacelik hizmetinden dur u ibad olunup bir aralık kurai askeriye imtihanı memuriyetle rumeli canibineazimet ve hitamı imrarı memuriyetle dersaadat'e avdetinde nazm: koymayup bir halde rusvay ider aşk adamı mısraı mefhasınca lali lebi cananı yad u tahayyülle nuşanuşı badei gülreng olmağa mecburiyet hasıl itmiş ve bi'lahire ayyaşinden olmuş olduğu cihetle nazm: ab u hakinde var asarı ferruhi meykedenin kim ki enduh ile azm itse meserretle döner beyti müfadınca gah meyhane guşelerinde karar ve gahice bisır veya sokaklarda geşt u güzar eyleyüp bazen dahi osmaniye camii şerifi havlusunda teseül iderek evkatını imrar itmekte iken şuuruna bazı mertebe halel gelmiş olmasıyla müdavemet olunmak üzre muahharen darı şifaya izam olunup birkaç mah zarfında ki iş bu tezkirei acizanemizin tabından yedi sekiz mah makdem şifahanei bekada devapeziri siga olmuştur. divan olacak mikdar eşar u güftarı vardır. garibe: mumaileyhin darı şifaya duhulundan bir iki gün makdem şir u inşaya dair birkaç torba dolusu müsvedat ile evrakı perişanı sairesini bi'listishal mekatibi umumiyye nazırı sabık kemal efendi'nin konağına gelüp evrakı mezkureyi takımiyle müşarünileyhe tevdi ve teslim eylemiş olduğu nazırı müşarünileyhten mesmuı acizanemiz olmuştur. olmasa bu kevne hemreng arızı dildare gül zib u zinet virmez idi açılüp gülzare gül servler haka fütade oldu reftarın görüp düştü sevdayı ruhunla sevdigim bazara gül kokla fırsat variken korkma gül maksudunu geçmeden ey andelibi zar desti hara gül çak çak idüp giribanın kızarmazdı yüzü bağda reşk itmese elbet o güli ruhsare gül eyledi nalan beni saib bu şeb bir goncefem baisi efgan imiş bildim hezarı zara gül nazımı mumaileyh saib efendi terceme odası hulefasından salifü'tterceme şamil efendi merhumun hemşirezadesi olup bin iki yüz elli beş senesi hilalinde ihdas olunmuş olan mektebi maarifi adliye şakirdanı silkinde bulunarak bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz elli dokuz senesi usuli imtihaniyeleri bi'licra mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve biraz vakt mürurunda rabia rütbesini ihraz ile mümtazı akran u emasil olarak izmir valisi ismail paşa'nın hekimbaşı bulunduğu esnada kitabet hizmetinde ve müşarünileyhin ticaret nezaretine nakilleri hengamında ticarethane mektubu odası mümeyyizligi hizmetinde bir müddet istihdam olunduktan sonra mektubii hariciye hulefası sınfına bi'lilhak iş bu tezkirei acizanemizin tabından makdemce vüzera kapu kethüdaları silkine dahil ve o sırada salise rütbesine dahi nail olmuştur. mumaileyh tabı latif bir şairi zarif olup bir mikdar eşarı vardır. nükhet mi virir zerre kadı zülfi dütalar bihude hevalarda yiler badı sabalar daim o bütün kabei kuyun gözedirler bildim katı ahendil imiş kıblenameler dil filki yemi gamda yatur kaldı şikeste peyderpey olup yine gelir mevci belalar fikri deheninle yirimiz suyı ademdir ya hevesini şimden geru ey şuh dualar ancak sana mahsusdur ey sahibi hoşdem bu taze zebanlar hele bu hüsnı edalar nazımı mumaileyh ismail sahib dede mahrusai burusa'da tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyye meşayihi kiramından mütevvefa mehmed sahib efendi'den hırkapuşı iradet olarak tekmili hizmetle bir müddet bazı memalik u buldandan seyr u seyahat eyledikten sonra mahmiyei üsküdar'a muvasalat ve birkaç zaman ikametle bin yüz kırk tarihinde rahı cananda fedayı keşi can eylemiştir. mumaileyh sahibi irfan bir şairi renginbeyan olup eşaru güftarıbiayb u noksan vaki olmuştur. gazeli masnu eseri suzı dil uşşaktan maşuka aiddir sırac anınçün olsa add ile pervane variddir müsavidir meges mizanı adlı hakda fil ile müsavat olduğun mizanda hak kulu mümehheddir kemendi muyı zülfi yardır bendi diliaşık anınçün kaydı kakülden reha sevdayı fasiddir görünmez habı rahat didei pürnemde çok demde olup yeksan sabahile mesa davaya şahiddir hesab itdikçe dağı sinei mecruhu sehv itdim sayılsa derdi hecr ile ne nakısdır ne zaiddir revadır tıbbı nedide mey u gül sun gamı ufka bu kavi tevbe olmakla peşimanı müekkeddir niza u sulhu bir add ile terk it cevr u azarı bu alem olduğu fani bu manaya müsaiddir bu nev vadide peyrevlikde nabii suhansence emin ol dahleden sahib ki dava gayri variddir nazımı müşarünileyh pirizade şeyhülislam mehmed sahib efendi piri ağa nam bir zatın sulbünden dersaadet'de bin seksen beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz on üç tarihinde tariki tedrise duhul ve yüz otuz beş tarihinde selanik mevleviyyetine vüsul ile yüz otuz yedi tarihinde yenişehiri fenar kazası mevleviyyetine bi'lnakl yüz kırk tarihinde imamı sani sultanı ve muallimi şehzadeganı hakani nasb u tayin buyrulup yüz kırk iki tarihinde burusa mevleviyyetine nail ve o esnada mekkei mükerrevleviyyeti payei refiasını hamil olduğu halde yüz kırk üç salinde imamı evvel şehryari memuriyeti aliyesine ve o aralık istanbul kadılığı mesnedi alisine dahi vasıl olduktan sonra yüz kırk altı tarihinde anadolu sadareti behiyyesine ve yüz elli tarihinde evvel yüz elli altı tarihinde sani itibariyle mükerreren rumeli sadareti celilesine şerefpira ve yüz elli sekiz senesi şehri saferinde makamı valayı meşihata zinetefza buyrulmuş iken yüz elli dokuz senesi şehri rebiü'levvelinde alilü'lmizac olduğu cihetle sadrı fetvadan müfarakat ve o hengamda canibi hicaz'a azimet eyleyüp avdetinde iptida gelibolu'da ve muahharen tekfurdağı'nda bir müddetcik meks u ikamet eyledikten sonra medinei üsküdar'a muvasalatla bin yüz altmış iki senesi şehri recebinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. müşarünileyh feridi ruzgar bir fazılı sahibiktidar olup haylice eşarı belagatşiarı olduğundan başka mukaddimei halduniye gibi bir kitabı müstetabı tercemeye dahi muvaffak olmuştur. görünce tabı meyli ruyı alın böyle tabende girüp ziri sehaba şahı haver kaldı şerminde hayali hidvi ruyun bir nefes dilden cüda olmaz acepdir böyle şahı gül yetişmek semti külhana o şuha aşıkın feryadı itmezse nola te'sir ki ah itdikçe bülbül itmede hemvare gül hande gören hattı gudar u kaküli hoşbuyı cananı sanur reyhan u sünbüldür ki bitmiş tarfı gülşende kimi tezlil ider bu sahibi zarı kimi teclil görür alemde herkes şahsını mir'atı ruşende nazımı mumaileyh mehmed ruşen sahib efendi dersaadet'de ruşenabahşı kehvarei vücud olup bir müddet metruk başmuhasebe kalemine müdavemetle rütbei haceganiyi bi'lihraz muahharen mektubii vekaletpenahi odasına dahi bir müddet müdavemet iderek birkaç defa memuriyeti cesime ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye olan intisabı cihetiyle hanesinde guşegiri feragat olduğu halde bin iki yüz elli beş senesi hilalinde kurbgahı cenabı rabbi izzet'e azimet eylemiştir. mumaileyh ilmi inşada bimisal bir şairi sahibkemal olup şir ile çendan şöhreti yoktur. bilinmeyüp hünerim hattı çünki pest oldu hattım da şişei kalbim gibi şikest oldu nazımı manzumei hünermendi hasekizade mehmed sadık efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin iki yüz doksan altı salinde darı bekaya menkul olmuştur. itdi zenciri gamı gerdanıma gerdunı dun sana kaldı işimiz gel kanda isen ey cünun devri aks u cevri yar ile aya çarhı düta ben sana nitdim ki kıldın kametim manendi nun subhdem surhı sipihri sen görüp sanma şafak her gice mazlumlar canın yakup içdigi hun bezmi alemde kime sundu şarabı bihumar yağdırır gerçi tolu amma bu camı sernigun guş idüp derdim kemali hayretinde sadıka sinesinde yaralar açdı tabibi zifünun nazımı mumaileyh sadık efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz kırk yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde dersaadet'e muvasalatla iki yüz altmış dört senesi hilalinde enderunı hümayun iğvatı sınfına ilhak olunmuş ve ile'lan tahsili maarif eylemekte bulunmuştur. tenimde zafdan nalı kalemasa ne halet var ki muyun kilk ile tasvir olunmuş resme halet var sikalı huşkde tefsidde lebi gülden olup teşne hezarasa sirişkefşanii sözüm hararet var nihalı nazeninkad üzre sanman şahme ebru livayı hızrı simin mehcesinde iki ayet var cebini üzre sanman halleri kim bir iki hindu şinaverlik ider simabı bahrinde sebahat var meh u mihri müşabid çarhının sarım yuvarlakdır nihanı hokkai leyl u nehar eyler hayalet var nazımı mumaileyh mustafa sarım efendi canibi anadolu'da vaki medinei amasya'da kademnihadei sahai vücud olup medinei mezkurede hafızı ketebelik hizmetinde bulunduğu halde bin iki yüz elli dokuz tarihlerinde darı bekaya intikal eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer gazeline nisbetle arabi ve farisiye dair fünun u kavaidde oldukça malumat u behresi olduğu zahir u nümayan ise de şirce kendiye mahsus olan vadiyi garibeye puyan olduğundan eşarı mevcudesi çendan istihsana şayanı makuleden olmadığı müstağnii tarif u beyandır. görelden ruyunu ya hu senin ey gözleri ahu geçer arşı sadayı hu gönül bir ah çeker bir hu gönül turmaz eder devran sema vü vecd ider hayran kudumunla olur şadan gönül bir ah çeker bir hu geçer bin nayı efganım aman ey derdi handanım tecelli ile sultanım gönül bir ah çeker bir hu müdam virdi zebanımsın cilayı cism u canımsın azizim hüsn ü anımsın gönül bir ah çeker bir hu şarabı safı sübhanı sakahüm rabbuhum şanı yedi kudret sunar anı gönül bir ah çeker bir hu nazımı mumaileyh şeyh ahmed safi efendi şehri tokat'da çehrenümayı alemi şühud olup bin iki yüz kırk bir tarihlerinde medinei kayseriye'ye azimetle bazı ashabı ulumdan bir mikdar tahsili ulumı aliye eyleyüp iki yüz elli tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala kethüdazade arif efendi'den heyet u hikmete dair ulumı nafıa ile fünunı farisiyeyi bi'ttahsil molla cami merhumun aruz nam risalesine camı muzaffer isminde bir şerhi ve hace ayni efendi'nin nazmı cevahir isminde olan kitabına izzi zafer namında bir şerhi ile bir mikdar eşarı vardır. kendisi tarikatı aliyyei mevleviyye mensubatından bir zatı saftinet ve bir şeyhi pakizehaslet olup bazı erbabı istidada taallümi fünunı farisiye ve tefhimi dakayıkı mesneviye eyleyerek imrarı evkat eylemekte bulunmuştur. mısra her şamı kadr u id olur subhi muhammed'in nazımı müşarünileyh vakanüvis mehmed subhi efendi sabıkan beglikçii divanı hümayun müteveffa halil fehmi efendi'nin mahdumu olup mektubii sadrı ali odasından neş'etle ibtidayı halinde bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bir müddet taşralarda seyr u seyahat eyledikten sonra dersaadet'e avdetinde uhdesine hacelik rütbesi tevcih u ihsan buyrularak bazı menasıbı divaniyeye nail ve bi'lahire beglikçiligi mezbur memuriyetine vasıl olup bir müddet sonra maliye mansıbına ve badehu darbhanei amire mansıbında ve daha sonra cahı arpa emaneti ve defter emanetine ve bir vakt mürurunda başmuhasebe mansıbına ve muaharen güruhı mekruhı mülğa kitabetine nailiyetle kadri mübeccel iken bin yüz seksen üç salinde sabahı hayatı şamı memata mübeddel olmuştur. mumaileyh şir u inşası latif bir şairi zarif olup sami ve şakir beg merhumların kaleme almış oldukları vekayi ile zamanında olan bazı vukuatı mübeyyin bir kıta tarihi nefis tertibine dahi muvaffak olmuştur. kendi mühründe mahkuk olan mısraından maada eşarına destres olmamış olduğum cihetle eger maksad ererse mısraı berceste kafidir mefhumu üzre mısraı mezkurun sabt u tahriri ile iktifa olundu. mahı ruyun göricek aksini yar ayinede hüsnüne mail olup itdi karar ayinede o mehin ayineye baktığını sanma abes bulmadı mislini hubanda arar ayinede sünbül zülfü güli ruyu o servi nazın aks idince görünür özge bahar ayinede çeküp ayinei mihre siyeh perdei şam tabı zülfün taradı bu gice yar ayinede subhiya şekeri lütfuyla cenabı ziver tutii tabım ider nazmı nisar ayinede nazımı müşarünileyh abdullatif subhi beg salifü'tterceme vodin valisi abdurrahman sami paşa'nın necli necib u ferzendi edibi olup pederi müşarünileyh ile beraber mısrı kahire canibineazimet ve müşarünileyhin ziri terbiyesinde bulunduğu halde tahsili ulum u marifete say u himmet eyleyüp muahharen usuli mısriyye vechile miralaylık rütbesini bi'lihraz beyne'lemasil naili imtiyaz olduktan sonra ilmi inşada olan malumatı iktizasınca muavvini evvel ünvaniyle mısır valisi esbak müteveffa mehmed ali paşa'nın maiyeti memuriyetine bi'lnakl bazen dahi kahirei mezkurede ve bazen dahi iskenderiye'de ikametsazı itizaz olmakda iken muahharen valii müşarünileyhin vefatı vukuuna mebni kahirei mezbureden katı riştei münasebetle dersaadet'ebi'lmuvasala bin iki yüz altmış altı senesi meclisi maarifi umumiyye azası sınfına dahil ve iki yüz altmış yedi senesi rütbei ula sınfı sanisine nail ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında rütbei ulanın sınfı ulayla meclisi vala azası sınfına dahil olmuştur. müşarünileyh kasidei belagatın şehbeyti dilarası ve müstezadı fesahatın matlaı garrası olup haylice eşarı rengini ve tarihi ibni haldun'un cildi saniyesine otuz cüzü şamil bir kıta tercemei sıhhatkarini vardır. al şane destine sanema tara tellerin gönlüm gibi dağıt yine ruhsara tellerin tutmuş günün tabağını zülfün kenara çek itmiş acep kara günümü kara tellerin bimarı aşk u hasta vü rencurum ey tabib kılmaz neden bu derdime bir çare tellerin bülbül gibi nevaya gelip eylerim huruş itmiş esir her gülü bir hara tellerin bildim yuvancı eyleyecek ahir ey sanem sanan gibi saburide zünnare tellerin nazımı mumaileyh hüseyin sabur efendi memaliki iraniye'den olan tebriz nam şehri cesimde kademnihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra bazı memaliki iraniyeyi geşt u güzar ile bi'lahire darsaadet'e muvasalat eyleyüp hattı talikde mahareti olmak münasebetiyle tahriri ketebe vü devavin eyleyerek imrarı subh u mesa itmekte iken bin iki yüz altmış dokuz salinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin divan olacak mikdar eşarı olduğumervidir. çeksem acep mi meşalei ahı intizar meddi nigah oldu bana rahı intizar her lahza ahuvanı hisalı dü çeşmile müjganı didem oldu çıragahı intizar deşti emelde barikareftarı ahile biki hayalim olmada hemrahı intizar çeşmimde hecri noktai haliyle ol mehin pürkara döndü gerdişi cangahı intizar şiri jiyanı dameni kuhı feragatım olmam firibhurdei rubahı intizar aklım keser ki riştei tuli emel sabih olmaz güsiste çün regi kutahı intizar nazımı mumaileyh ahmed sabih efendi şehriyyü'lasl olup fenni inşada olan behresi iktizasınca galata gümrügü ketebesi silkine bi'lilhak imrarı subh u şam eylemekte iken bin yüz doksan sekiz tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. vefatına müstakimzade merhumun inşad eyledigi tarihi garradır. ruhun abad ide mevla rahmetullahi aleyh muma ileyhin bir mikdar tevarih u kaside ve gazeliyyatı pesendideden mürekkep mürettep bir kıta divanı sabahatbeyanı vardır. ah derdi elemi çarhı sitemkardan ah ah bahtı siyeh u talii mekkardan ah şereri ateşi ahımla yanardı eflak eylesem derdi cigersuzı dili zardan ah var mıdır sudu acep gerdişi çarhı nushun görmedim zerre şeref encümi seyyardan ah mürgi canım yoluna kurdu kemendi müşgin riştei pürşikeni turrai tarrardan ah macerayı dili takrire ne hacet sıdkı bilinir hali dilin didei hunbardan ah nazımı mumaileyh şeyh süleyman sıdkı efendi tarikatı aliyyei sadiyye meşayihinden hasırcızade müteveffa hacı mustafa efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz otuz dokuz senesi pederi mumaileyhin makarrı meşihatı olan südlüce nam mahallde vaki hasırcı dergahı meşihatine nail olmuş ve iki yüz elli üç senesi işbu tekyegahı fenadan hankahı bekaya intikal eylemiştir. mumaileyh sülün efendi dinmekle arif bir zatı şerif olup bir mikdar eşarı latifi vardır. safayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cefayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim bu ruzgarda yokdur bize enis u celis hevayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim tinini şöhretimizle pür oldu kubbei çarh darayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim fütade oldu gönül damı zülfi canana belayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim ilac bulamadı asla tabib derdimize revayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cihanda görmedim ehli safayı ey sıdki vefayı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim nazımı müşarünileyh mehmed sıddık begefendi mesnedarayı meşihat arif efendii alihimmetin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk altı senesi hilalinde kehvare pirayı alemi vücud olup iki yüz elli salinde namı mesadetittisamı defteri tedrise keşide kılınarak sinnleri temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed derecesine reside oldukda ulemayı zevilkadrı ve'lihtiramdan hala darı şurayı askeri azayı kiramından şehri hafız efendi'den tahsili ulumı aliyeye say u himmetle fartı zeka ve isdidadı biintihaları muktezasınca yedisekiz sene müddetde ulemai emri mezuniyete kesbi liyakat eylemiş ise de tekmili nusahı ilmiyyei mutade itmek usulüne riayetle ile'lan efendii müşarünileyhin meclisi maarifenis derslerine müdavemet eylemektebulunduğu halde iki yüz yetmiş senesi şehri cemaziye'lahiresinde ulviyyetle galata mevleviyyetine revnakbahşı kadr u mezellet buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce ki iki yüz yetmiş senesi şehri şabanı muazzamında zatı feriştesıfatı alisine mekkei mükerreme payei muteberesi tevcih u ita buyrulmuştur. müşarünileyh mecmuai ilm u kemal bir şairi mahiri bimisal olup bir mikdar eşarı belagatşiarı ve güftarı fesahatdisarı vardır. zatı alinin lutf u ata vü kemali cud u seha ile muanven u araste vü hulkı hüsn ü nezaket ve tabı müstahsen ile müzeyyen u piraste olduğu cümle indinde malum u muayyendir. gazeli natamam devr ider ol servkamet gülizarım mevlevi neyveş efzun eyledi feryad u zarım mevlevi gitmek ile hep rikabı esbi nazikde senin fahr ider erbabı dil yektasüvarım mevlevi serbürehne sana eyvallah dir abdal kim mülki hüsnün padişahı tacdarım mevlevi güli kudumunla şeref kıl gönüller tahtını müstemend keder safayi şehryarim mevlevi nazımı müşarünileyh mustafa safayi efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup divanı hümayun kaleminden neşetle sadrı esbak elmas mehmed paşa merhumun sadareti hengamında defter emanetine ve şehid ali paşa sadaretinde mektupçuluk memuriyetine nail olmuş iken bir aralık memuriyeti mezkureden dur ve nice müddet hanesinde menkuben güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra damad ibrahim paşa merhumun mesnedarayı sadareti uzma bulundukları esnada mukataa ve kala tezkireciligi mansıblarına ve muahharen şıkkı sani defterdarlığı mansıbına zinetefza buyrulup bin yüz doksan altı tarihinde defterdarlıkı mezkur uhdesinde bulunduğu halde sarayı safaefzayı cinana nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh hünerpira bir şairi bihemta olup zadei tabı olan eşarından başka bin elli iki tarihinden bin iki yüz otuz üç senesine degin işbu güzergahı fenadan mürur u ubur iden şuaranın tercemei hal ve bazı asarı renginmealini müşir bir kıta tezkirei mutebere tertib u tanzimine dahi muvaffak olmuştur. salim efendi tezkiresi'nde bir kaç kıta gazeli mestur u mukayeddir. nazm yari sordum nerdedir ol didiler üstündedir eylemiş tahmili aşkı hayli bar üstündedir gah file gah esbe ey piyade rakib ol askeriyle şahı gör kim tar u mar üstündedir nazımı manzumei napesendi safvet efendi rumeli'de vaki filibe nam şehri cesimde panihadei sahai vücud olup mukaddemen voyvodalık misillü bazı hidematda bi'listihdam muahharen bir müddet çavuşbaşı kisedarlığı hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eylediktensonra bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. eşarı kelamı mevzun kabilindendir. düşme dirdim dahi bir derde gönül ah sana yine düşdün yeni bir aşka kim eyvah sana bağlayüp zülfü ile bu gice muhkem duydum eski divane didi ey gönül ol mah sana nice bir rahı mecaza gideceksin yahu bildire doğru yolu hazreti allah sana dün görüp hali diğergunumu itdin insaf galiba itmiş eser ahı sehergah sana safveta razı dilin kimseye izhar itme gün olur yardım ider bir dili agah sana şairei mumaileyha nesibe safvet hanım begligçi i sabık müteveffa muhib efendi'nin kerimesi ve salifü'tterceme mir alimzade mevaliden müteveffa rıfat beg'in halilesi olup muktezayı tabiat tahsili fenni şire meyl u rağbetle haylice eşarı latif tanzim eyledikten sonra bin iki yüz elli üç tarihlerinde işbu alemi pürpuç u tabdan gerduntab ve ol vecihle civarı hazreti halid'de vaki pederi mumaileyhin kabri yanında defini ziri türab olmuştur. yazanlar vasfı halim serteser efsane yazmışlar rakibi vasla mahrem aşıkı bigane yazmışlar seni ey servi nazım kameti dilkeş hıramınla melamet gülşeninde misli yok bir dane yazmışlar sana ayin u resmi dilnişini şakk için cana dakayıkdanı razın mektebi irfana yazmışlar yazarken kilki kudret zülfi perçemin izarında dili nalanı sayda dam u halin dane yazmışlar dimiş yok hatırımda namı safvet aşıkım bilmem anı sen şaha aşık yaz hamişler yana yazmışlar nazımı mumaileyh mustafa safvet efendi şehri amid'de kademnihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsilifenni kitabet eylediktensonra bir müddet canibi anadolu'da bazı vüzera ve mütesellimin ve voyvodeganın kitabet hizmetlerinde bi'listihdam bin iki yüz yirmi dört tarihinde dersaadet'emuvasalat ve bi'lahire rumeli canibine azimet eyleyüp bazı vüzeranın divan kitabetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat itdikten sonra dersaadet'e avdet birle bir vakt duhan gümrügü sandık emirligi hizmetinde bi'listihdam muahharen hizmeti kitabetle ebniyei hassa müdürü maiyetine nakl eyleyüp iki yüz altmış üç senesi hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. her zaman bir vamık u azra olur alem bu ya nevbenev efsaneler peyda olur alem bu ya kabz u bastı kıl tefekkür aleminde ol gönül faslı sermanın sonu germa olur alem bu ya görme ahker kimseyi cana kader meçhuldur hakk'ın edna bir kulu mevla olur alem bu ya zevki vasla telhkamı hecr irer encamı kar sabr ile aşık kuruk helva olur alem bu ya geç geçenden eyleme müstakbeli yahu hayal bak neler olmuş neler hala olur alem bu ya al cüvanlık aleminde ahımı ey bivefa vakti ile başına sevda olur alem bu ya keşfi mir'atı serair eyleme ahbaba da belki bir suret ile ada olur alem bu ya sorma saki macerayı alemi abı bana katresin nakl eylesem derya olur alem bu ya kaçma taburı muhabbetden yerinde rahat ol zevkine bak sulh olur gavga olur alem bu ya hakı mevlana'yı safvet sürmei çeşm eyleyen on sekiz bin alemi bina olur alem bu ya nazımı mumaileyh mustafa safvet efendi dersaadet'de galata nam mahallede bin iki yüz dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz sekiz senesi tophanei amire nezareti dahilinde vaki ruznamçe kalemine memur ve müddeti medide kalemi bezbura müdavemetle güzarendei eyyam u şuhur olunduktansonra iki yüz kırk dokuz senesi tersaneiamire ruznamçeligi memuriyetine menkul ve üçdört sene mürurunda memuriyeti mezkureden mazul olarak üçdört sene müddet hanesinde ikametle iki yüz elli yedi senesi karantinahane ikinci kitabetine yedisekiz mah zarfında başkitabetine memuriyeti icra ve o esnada kendisine hacelik rütbesi ve iki yüz altmış bir salinde salise rütbesi tevcih u ita olunmuş iken iki yüz altmış iki senesi hilalinde hizmeti memuresinden müfarakatla peygulegüzini istirahat olmuştur. mumaileyh ihtiraı mezamine kadir bir şairi mahir olup divan olacak mikdar eşarı letafetşiarı vardır. derdi aşka mübtela bir nay bir ben bir gönül zar ider subh u mesa bir nay bir ben bir gönül dağlarile serteser efğan ider hasret çeker nağmeperdazı cefa bir nay bir ben bir gönül ibtilasın bildirir pürhun derdim gösterir dershanı macera bir nay bir ben bir gönül zerdi rudur hecr ile pek hastadır ah itmede dembedem hayretfeza bir nay bir ben bir gönül her nefesde huşı derdim sırrını tefhim ider derdhahı bineva bir nay bir ben bir gönül mahremi ehli bela erbabı aşka pişva daima firkatsera bir nay bir ben bir gönül feyzi mevlana ile safvet bu devr içre heman derdi aşka mübtela bir nay bir ben bir gönül nazımı müşarünileyh mehmed esad safvet efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz bir tarihinde zinetefzayı alemi şühud olup ibtida divanı hümayun kalemine ve badehu terceme odasına bir müddet müdavemetle iki yüz elli beş tarihinde takvimhanei amire nezaretine ve iki yüz elli altı tarihinde tercümanii divanı hümayun mesnedi refiine ve birkaç sene mürurunda hariciye kitabeti memuriyeti behiyyesine revnakdihi kadr u mezellet buyrulduktan sonra fenni inşada derkar olan maharet u malumatı iktizasınca iki yüz altmış bir senesi hilalinde mabeyni hümayunı mülukane küttabı make'lkabı sınfına dahil ve uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih mümtazı akran u emasil buyrulmuştur. müşarünileyh maarifperver bir şairi pakgevher olup şir u inşası erbabı maarif indinde pesendide vü muteberdir. ilahi ey talibi irfan olan gel halveti erkanına cuyendei gufran olan gel halveti erkanına babı sarayı vahdeti feth itmek istersen eger sıdk u hulusı kalbile gel halveti erkanına sırrı hakikatdan haberdar olmayan napuhtenin bakma sakın inkarına gel halveti erkanına bul hakkı sen çık aradan kurtul riya vü ucubdan kalsın fenada bu beden gel halveti erkanına müsterşad ol bil nefsini mürşidden oku dersini sarf eyle zikre vaktini gel halveti erkanına oldun sufi bimarifet garkabı bahrı masiyet şayet ider hak mağfiret gel halveti erkanına nazımı mumaileyh elhac mustafa sufi efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup evaili halinde dersaadet'e muvasalat ve tahsili ulumı aliyeye say u himmetle tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra medinei bolu'ya nakl u hicret ve tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihi kiramından çerkes elhac mustafa efendi merhumdan ahzı desti inabet ve mumaileyhin irtihalinden sonra geredeli merhum halil efendi'den telebbüsi libası hilafet eyleyerek medinei mezkurede vaki aktaş tekyesinde postnişini irşad olduğu halde otuz beş sene müddet imrarı vakt u saat eyleyüp sinnini ömrü haddi sülüs u sittine kariben bin iki yüz altmış üç senesi üşri muharreminde azimi kurbgahı cenabı rabbi mucib eylemiştir. tekyei mezbur sahasında medfundur. mumaileyh keşf u keramet ile maruf bir mürşidi sahibvukuf olup bazı ilhamatı meşhur u mütearifdir. ey kaşı keman tiri müjen canıma geçti biganelerin her biri bir yanıma geçti bu geçnigehe sabr u tahammül nice mümkün ol nazarın sinei suzanıma geçti bilmezlik ile zülfüne sarkındılık itdim zülfi siyehin halkası gerdanıma geçti kafir midir ol çeşmi siyeh fülfüli hindu bir bakmak ile dinime imanıma geçti beş beytile davayı kemal itme salahi bin böyle defter u divanıma geçti nazımı müşarünileyh eşşeyh abdullah salahi efendi medinei balıkesir'de bin otuz tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz elli tarihinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet tahvil kalemine müdavemetle ati'tterceme hekimoğlu ali paşa merhumun ula mektupçuluk ve badehu divan kitabeti hizmetinde birçok vakt istihdam olunup bir aralık medinei edirne'ye azimet ve tarikatı aliyyei uşşakiyye meşayihi izamından olan merhum cemaleddin uşşaki efendi hazretlerinden ahzı desti inabet ile naili meram olduktan sonra yine paşayı müşarünileyh maiyetinde bulunduğu halde mısrı kahire canibine azimet ve bir müddet ikametle dersaadet'e avdeti hengamda ki yüz yetmiş dört tarihinde ebulfeth sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki tahir ağa dergahı postnişinligine revnakdihi irşad olduğuhalde müşkilinkimseye zahirde salahi sormaz hacei batına sordu soracak esrarı mealince ihtiyarı guşei vahdet eyleyüp evkat u ezmanını te'lifat u tasnifata hasr u sarf ile salahi şevki envarı cemale oldu pervane tarihi natık olduğu üzre yüz doksan yedi tarihinde ruhı revanı meclisi nefesi inse revan ve nakşı mağfiretnişanı dergahı mezkur hatırasında defun u nihan olmuştur. mumaileyh kesirü'tte'lifat bir mürşidi sütudesıfat olup tercemei hali te'lifatından elli dört farzı mübeyyin olan risalesi balasında mufasalai tevzih u tasrif kılınmıştır. derinden ser cüda kılmam kader bir yana salmazsa ten u canım dıriğ itmem ecel destinden almazsa şebim hemkadr ruzum reşki id olmaz mı sultanım senin ol tatlı vadi vuslatın ferdaya kalmazsa bulunmaz zerre vuslat olmayınca gavtahorı aşk ki gavvas sudmend olmaz eger deryaya dalmasza iderdim beyti hüzni dil içün bastı teselliler metaı sabrı düzdide nigehle yar çalmazsa çeküp gurbetden el tutmaz mı suni dameni yari ne yapsın desti tedbiri oralarda kısalmazsa nazımı mumaileyh ibrahim suni efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz sekiz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mektebi maarifi adliyede bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra ibtida mektubii maliye odasına bir müddet müdavemet eylemiştir. mumaileyhin sanayii şiriyyede bir mikdar behresi vardır. harfi'zzad camı enduhı felekden şimdi mahmurlardanız yani bezmi dilrübadan dur u mehcurlardanız birbirin takib idüp gelmekdedir sengi kaza her tarafdan hatırı naşad u meksurlardanız cevri nasazı felekden çekdigim mevla bilir gerçi biz ikbalile alemde meşhurlardanız serfüru itmez iken dünya için alalara şimdi ednaya mümaşat ile mecburlardanız kim baha bulsa nola kalayı şirin ey ziya kadrı eşar ile biz mazur u mağdurlardanız nazımı müşarünileyh sadrı esbak yusuf ziya paşa gürciyyü'lasl olup müteveffa koca yusuf paşa'nın dairesinde perverdei ilm u kemal olduktan sonra cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında madeni hümayun emaneti tahtı idaresinde bulunduğu halde uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih erzurum eyaletine sayefikeni atıfet ve bin iki yüz on üç tarihinde padşah madende buldu mihrine layık güher tarihi mealince makamı valayı sadarete ziyapaşı übbehet buyrulup o esnada mısrı kahire üzerine sevk olunmuş olan orduyı hümayunu canibine atfı inanı azimet ve belutfı taala kahirei mezkureyi yedi adadan tahallüs ile dersaadet'e avdet idüp bir müddet makamı sadaretde ikamet birle muahharen mansıbı sadaretden müfarakat ve bazı menasıbı aliye ile taşralarda bir zaman imrarı vakt u saat eyledikten sonra iki yüz yirmi dört senesi saniyen makamı sadarete nakl ile orduyı hümayunu bi'listishab rumeli canibine azm u şitab eyleyüp iki yüz yirmi altı senesi makamı sadaretden mehcuren ibtida dimetoka nam mahallde ve muahharen cezirei rodos'da ikamete memur buyrulup bir müddetden sonra uhdesine egriboz muhafızlıgı bi'ttevcih mahalli mezkura revan ve bir sene mürurunda vukuı infisaliyle sakız ceziresine puyan olarak guşegiri ikamet olduğu halde iki yüz otuz dört tarihlerinde hululı ecel mevuduyla irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin tabiatı şiriyyesi olup olmadığı meçhul ise de sadareti hengamında söylenmiş olan tevarihin bazılarında şairiyetine dair birkaç görülmüş olmağla kendüye isnad olunan gazeli bihalel teberrüken tercemei hali balasına sebt u kayd olunmuştur. tarih hazreti vacid efendi'nin olup bir duhteri düşdü yaranı safa tarih içün hulyaya hep hamei cevherle yazdım ben de tarihin ziya geldi zinet neyyire hanım ile dünyaya hep nazımı mumaileyh mehmed ziyaeddin beg mekatibi umumiye nazırı sabık ati'tterceme kemal efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz elli altı senesi muharreminde mesaili mihr u cihanara ziya paşı arz u sema olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle unfuvani tufuliyetine nazm u güftara tahsili meleke eylemiş ve fartı zekası derecei nihayede bulunmuş olmasıyla isdidadı zatiyesi kuvveden file getirmek üzere darü'lmaarif nam mektebin şakirdanı zümresine bi'lilhak ulumı arabiye ve fünunı farisiye ve riyaziyede kesbi meleke vü maharet eyledikten sonra az vakt zarfında lisanı fıransa'yı dahi tekellüme kudret hasıl eylemiş olduğuhalde iş bu tezkirei acizanemizin bidayeti tabında ki iki yüz yetmiş senesi şehri şabanın yedinci perşembe günü mektebi mezkurda tabı nezakettebine bir nev keseli ar şemasiyle evvel lü'lü la la'yı bahrı kemali mektebi mezkurdan saadethanelerine kademkeşi hüzn ü melal olup otuz altı saat mikdarı gah makamı sahv ve gah alemi bihuşide seyr u hareketle tedbiri müdavemete her ne kadar say u himmet olunmuş ise de takdiren mümtenii'ltağyir hükmünü icra birle ol mahı evci maarif şehri mezkurun dokuzuncı cumaertesi günü vakti zevalde misali mihri garraazimi burcı me'va olmuştur. limertebe genc iken mihri ziya'ya irdi şemasa zeval tarihi menkut u baletaif tanzim olunup tercemei hali zeyline terkim olundu. nazm: olur gayetle müşkil merg avanı cüvanide mısraı mealine vakıf olan aşina ve bigane mir mumaileyhin vefatına narı teessüfle suzan ve pederleri müşarünileyh ise bir müddet bu elem u enduh ile guşegüzini beyti ahzan olup nihayet mekatib nezaretinden avfını hakı payı aliden istida ve istirham eyledigine binaen uhdei mekarimi iştimallerine berlin sefareti seniyyesi tevcih olunarak nezareti mezkure dahi salifü'tterceme hayrullah efendi'ye ihale kılınmıştır. kelamı sihrasa der methi daveri adlara emel oldur ki ola mahremi esrarı kelam gele irsalı melaikle ana her ilham ekmel oldur ki ana tar gele kuhsarı kemal edhemi kilki dile hem ura medhinle likam ismin olursa reşidu'lvükela ahir ider k'olmada emrine mahkumı umur u ahkam ulema ilm u kemalinde olurlar valih keremin amdır olur sana dildade avam gelse dergahına ikram görürler kürema kürema dergehine gelse görürler ikram dergehinde olur olursa husulı amal harı hass seddin olur dehrde mahv u kiram dili kavusa gelir sadmei adlinle hiras hem olur alemi ervahda sersem seri sam himeminle emele olmada herkes vasıl alem olursa muhaldir sana ger ismi humam hükema ola melul u gele her derde deva heme malulı derinde eger olsa itam kör olur mahasal ol kimse ola sana adu ger hirasınla reva görmese ada ahlam mülki dil surhı mualla ki ana saha olur haremi alemi ervahda olsa evham davera dadvera serveri valagühera sana mahkumı mesalih sana malumı meham gelmese hali haremde de reva ana kelal hasr olur medhine mahsulı havasım madam dergehi hasid olurlarsa muhibbdir herkes k'olmada mülhimei gönlüdhin ilham alimi sihri helalim ki olur asarımda alemi sihrde her sahire aram haram askeri mülhime geldikte haremgahı dile mahrem olurlar olurlarsa eger derihram daveri marekei ilm u kemali dehrim rumhı kilkimle hemare olur adam idam mısrı dilde olur ol denli musari muhkem hasid olursa mahal tarhı esası ihram hakimi mahkemei ehli kemalim daim ram olur hükmüme her meselei ilmi kelam kümeli alemi ervah heddahım var mahal olsalar alam ile hussad litam ah her demde olur hisse dile hemm u elem her emeldara ata vü keremindir esham olmada kam dili alem elinle hasıl taliim olsa husule gelir amal u meram gah ol denli gelir gönlüme evhamı melal taliimde ararım her kime dair ahkam matlaı olsa eger rahma gelir me'mulüm matlaımla ola ahvalim o maha ilam turra turra turur ol kaküli tarrar müdam olmada sad dile her turra mahalli aram elemim var olamam vadi visale sürur taliim olsa müsaid olur ol mehru ram ah sevdageri vaslında olurdum amma gönlüme olmadadır silsilei kakül dam ola mesrur visalinle gönül alemde sana dildadedir avare ziyade ile kam davera sana duadır emelim her demde demi maluma dek ol sadrı muallada müdam hall ola her girihi kamı dilin hemvare dili hussad ki hemdem ola daim alam nazımı mumaileyh abdülhamid ziya beg dersaadet'de bin iki yüz kırk beş sali hilalinde manendi mihri cihanara ziyabahşendei çeşmi dünya olup misali bedri felekpira olduğu avanda matlaı ulumı camia vü her cemi fünunı lamia olan süleymaniye camii şerifi kurbunda vaki mektebi edebiyeye nakl ile nümayan olan fetaneti zatiye ve zekaveti asliyesi iktizasınca beşaltı sene müddetle ulumı arabiye ve fünunı farisiyede geregi gibi kesbi malumat eylemiş olmasıyla iki yüz altmış iki senesi mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil ve üç sene mürurunda hamise ve iki yüz altmış altı senesi salise rütbesine nail ve muahharen teşkil olunmuş olan meclisi tanzimat'ın tahrirat odasına memuren mümtazı emasil olunmuştur. mumaileyhin dahi ati'tterceme sünbülzade vehbi efendi merhumun tuhfei farisiyesine naziregune bir aded lugatnamesi ve kamus mütercimi asım efendi'nin tuhfei arabiyesine bir kıta şerhi nafizi ve kavaidi osmaniye ismiyle muanven olan kitabın her mahalline zamime ve ilave olarak tafsil u tevziha dair bazı kelimatı ve divan olacak mikdar gazeliyyatı vardır. balada muharrer kasidei güzide misillü nadide bir eseri pesendide olduğundan sebti sahifei ceride kılınmıştır. nik u bedden her ne geldiyse dilimdendir bana gah dost kendi lisanım gah düşmendir bana ol kadar revnakfezadır kim sipihri taliim her şebi tarik guya ruzı ruşendir bana ol peri teşrife rağbet itmek isterse eger ehli dil kaşanesi şimdi neşimendir bana cennetasa olsa da gitmem rakibin cayına kuyı dilber cennetasa cay u meskendir bana ayş ü nuş u dehr içün ala vü ednaya ziya hep tekapu itdiren bu bir kuru tendir bana nazımı mumaileyh yusuf ziyaeddin efendi karahisarı sahib kazası ulemasından ali efendi'nin veledi sulbü olup bin iki yüz altmış iki senesi dersaadet'e muvasalatla bir mikdar ulumı arabiye tahsil itdikten sonra iki yüz altmış altı senesi hilalinde mektebi maarifi adliyede farisi haceligine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin usulı kafiye ile edevatı farisiyeye dair bir kıta matbu risalesi vardır. harfi'ttı naz itme o şivekara mahsus ah itme bu dilfikara mahsus uşşakı bütün kül itmek ancak yarim gibi şehryare mahsus ben hahişi perçemle geldim yek başıma bu diyara mahsus gönderdi kabul ider mi bilmem talib bu selamı yara mahsus nazımı mumaileyh seyyid mustafa talib elefendi dersaadet'de bin iki yüz üç senesi kademnihadei sahai vücud olup divanı hümayun kalemine müddeti medide müdavemetle kalemi mezbura mahsus olan zeametlerden birine nail ve iki yüz kırk sekiz senesi kitabet hizmetiyle medinei şumnu'ya azimet ve ikameti esnada ki iki yüz elli üç salinde hudavendigarı sabik cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin medinei mezkureyi teşrifi hümayunları hengamda uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih mümtazı emasil olduktan sonra dersaadet'e bi'lmuvasala hanesinde peygulegüzini ikamet olduğu halde beşaltı mah müddet guşenişini illet olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında yani iki yüz yetmiş senesi şehri şevvalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. li mertebe: talibi didarı hakk kıldı behişti caygah mumaileyh tarihgulukta yekta bir şairi suhanpira olup eşarı gevheriyarına suhansencanı maarif müşteri vü talip ve tevarihi alembahasına sevdagiranı maani hahişger u rağibdir. divan olacak mikdar eşarı vardır. aşkın ey meh rehberi rahı hakikatdir bana guşei ebruların mihrabı taatdir bana cayigahım ger deri devletmeabın olmasa sernigun peymaneler tacı kasavetdir bana dilde ey gül arzuyı la'li handanın ki var gülşeni endişe san bağı letafetdir bana derdi hecrinden şikayet itmezem olsam yine cevr u azarın begim aynı inayetdir bana nüktenabinan ne bilsin kadrı şirin talib'in her sözü bir gevheri bahrı belağatdir bana nazımı mumaileyh süleyman talib efendi trabzon eyaletinden üçüncüzade hüseyin ağa nam kimsenin sulbünden bin iki yüz yirmi dokuz senesi panihadei sahaı vücud olup bir aralık silki askeriye dahil olmuş ise de bir müddetden sonra silki askeriyeden ihrac olunmuş ve muahharen şuuruna bazı mertebe halel gelmiş olmasiyle dersaadet'e isal ve kendüye müdavemet olunmak üzre darı şifaya idhal kılınmıştır. divan olacak mikdar eşaru güftarı olduğu mervidir. kendisi memleketi canibinde ata mahlasiyle mütearifdir. kişveri hüsne gelüp zabtı dehan eyledi hatt evrada kendüye tayini mekan eyledi hatt itdi nur ayetini ruyı periden mestur küfrünü bahtı siyeh gibi ayan eyledi hatt yetişirken nice ruşeni dile zülfi canan kara sevda ile mecnunı zaman eyledi hatt itmesin gayri cefa aşıka ol afeti can yüzüne azlı içün çünki nişan eyledi hatt badezin görmiyecek gün gözümüz ey tahir ebrasa ruhı dildarı nihan eyledi hatt nazımı mumaileyh mehmed tahir beg meclisi vala evrak müdürü esbak hüseyin efendi merhumun mahdumu olup bir müddet mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle bin iki yüz altmış üç senesi barütbei vala amedi odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mumaileyhin fenni inşada mahareti ve oldukça şir ile ülfeti vardır. dükkanda satardım koyu yazana mürekkeb dirhemcigi bir pareye ummana mürekkeb cizvice mürekkeb yalamış dirler efendi ağzında bulaşmışlara her yane mürekkeb hiç yazı nedir bilmeyene al denilir mi lazım olur elbet yine yazana mürekkeb kar isteyen olurdu sitilli şişelerle mekteb dolaşır satmağa sibyana mürekkeb hep kara kura duş gibi bilmem bana tırsi döküldü bulaştı hele hemyana mürekkeb nazımı mumaileyh ibrahim tırsi efendi filasl anadolu eyaletinden olup dersaadet'e bi'lmuvasala muahharen sınfı hacegana duhul ile bin yüz kırk sali hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. tuhfetü'lhattatin ismiyle mevsum olan tezkirede dahi tercemei ahvali mukayyed u mesturdur. bulsam bu aşk ilinden iderdim sefer mefer bilmezdim anda cana ne gamlar deger meger her şeb hücumı ceyşi hayali o mehveşin itdi bürucı kalbimi misli kamer memer azm eyle suyı yare dila vuslat ihtimal ikbali caha virmededir çün hazer mazer ağyarı kuyı dilberi gezsin ko hırsile yılmakda payı kelbe virir mi keder meder talat kümeyti hamene hempa olam diyen olur fezayı nazmı suhanda teker meker nazımı mumaileyh talat efendi tekfurdağı'nda çehrenümayı alemi şühud olup bir aralık dersaadet'e nakl u hicret ve bir müddet ikametle kitabete dair bazı hidematda bi'listihdam muahharen vatanı asliyesi canibineavdet eylemiştir. sayd idince ben seni ey mahveş çekdim emek ateşi firkatla pişti sinem içre bin semek uğruna canım fedadır hasılı ömrüm benim sukkeri vaslından özge uşşaka olmaz yemek meh gibi ruşen iken yandıklarım bezminde hep böyle sevmezsin yolu layık mı canım söylemek kimse görmez belki sevmezdi cihanda bir güzel olmasaydı ger derunı çeşmimizde merdümek rahı aşkında senin her demde maksudum benim talatı mihri ruhundan kesbi envar eylemek nazımı mumaileyh şerif talat efendi mahrusai edirne'de bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde talatnümayı alemi şühud olup ilmi kitabetde bir nebze behresi olmak mülabesesiyla gah mahrusai mezburede ve gah memaliki mahrusai şahanede kitabet hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylemektedir. eşarı şütur gürbe nevinden olup kelamı mevzun kabilindendir. derdimiz canana söylenmiş deva söylenmemiş macera söylenmiş amma müddea söylenmemiş söylemişdim çekdigim alamı bir bir yare hep birisin bilmez o zalim guyiya söylenmemiş perçemi vasfında eşarım görenler diyemez metni aşk üzre acep şerhi bela söylenmemiş vasfı hubanda denilmiş nice tabiri cefa sevdigim bilmem niçindir kim vefa söylenmemiş ayağına dökülünce eşki çeşmim dideler cuybarı serv elhak nabeca söylenmemiş katlime amadedir çeşmin didem geldi didi mezhebi aşk içre asla hunbaha söylenmemiş söylenir itdiklerin şimdi beyim tayyar'e hep kalmamışdı gerçi dünyada cefa söylenmemiş nazımı müşarünileyh kaimmakam mahmud tayyar paşa trabzon valisi esbak canikli müteveffa battal paşa'nın şahbazaşiyanı sulbü olup bin iki yüz beş tarihinde enabe kalesi muhafızı bulunduğu halde saydgahı esre duçar ve ol vecihle bir zaman güzarendei leyl u nehar olduktan sonra iki yüz sekiz senesi pençei husemadan tahlisi bendi zat eyleyerek dersaadet'e tahriki cenahı selamet ve bir müddet aram u ikametle iki yüz on beş senesi uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih trabzon eyaletine sayeefkeni atifet buyrulup birkaç sene mürur itmeksizin hakkında fermanı celadetünvanı padşahi sudur itmegin kemali haşyetinden kırım canibine firar ve bir müddet ol havalide enfası hayatını itlaf u isar itdikten sonra zamanı sultan mustafa hanı mağfiretnişanda bamüsaadei aliye tekrar dersaadet'e muvasalat ve iki yüz yirmi iki salinde mesnedi kaimmakamiye nailiyetle sahibi şan u şöhret olmuşken iki yüz yirmi üç senesi cahı kaimmakamiden mazul ve nefy tarikiyle evvela dimetoka'ya badehu hacıoğlu bazarı nam mahalle menkul olup senei merkuma hilalinde maktulen kurbgahı cenabı hannana mevsul olmuştur. müvverrih süruri efendi merhum hakkı müşarünileyhümden ismi tarihi silki beyana keşide eylemiştir. tayyarı evci himmet paşayı paktinet maktulen oldu cennet bağında aşiyansaz tarihi tamın izhar itdi süruri hezar ankayı ruhı tayyar ukbaya kıldı pervaz müşarünileyh eba anced vezirzade pürdesturı maarifmevfur olup bir kıta divançei eşarı vardır. tahriri müşarünileyhin balada muharrer gazelinin altıncı beyti teşeüm olunur makuleden olmağla bu misillü kelamı tefevvuh eylemetden begayet tehaşi itmek lazımdır. hatta mütercimi müşarünileyhin katli maddesi dahi beyti mezkurun şeametine delili kafidir. tarih huda zatı hümayunu cihan durdukça bi'liclal ide fevz u zaferle ta ebed zib u serirebra bu defa daiyanından nakib esad efendiyi götürdü sadrı rum'a zaten ol şahı keremferma kemali şevkile tarihi tamın söyledi tayyib nakib esad efendi sadrı rum'u kıldı hakka ca nazımı mumaileyh tayyib beg imamı şehryari abdulkerim efendi merhumun mahdumu olup mukaddema tariki tedrise dahil olmuş ise de muahharen tebdili tarik eyleyüp salise rütbesine nail olmuştur. selanik vücuhundan olması münasebetiyle mahalli meclisi azası silkine dahi ilhak olunmuştur. tarih asım üstadı kül ehli hünere nazımı eşaru danayı cihan nakşibendimeşreb u ali resul hacei bimisli devran u zaman bülbüli cennet misali akibet gülşeni firdevsi kıldı aşiyan geldi bir tarih tayibi fevtine ruhı asım itdi pervazı cinan nazımı mumaileyh mustafa tayibi efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup mahrusai mezburede vaki sultan orhan gazi camii şerifi hitabeti hizmetinde olduğu halde bin yüz yetmiş dört sali hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. fenni hatda behresi olmak hasebiyle tuhfetü'lhattatin nam tezkirede dahi tercemei hali mestur u mukayyeddir. harfi'zzı mesnevi kangı kimse halka bühtan eyleye meskeni ukbada niran eyleye hem cihanda ömrüne toymaz dahi bu sıfatdan içtinab it ey ahi kimseyi bühtan ile alma dile dağile taşdan ağır bühtan hele hasbihalin mahfi yazan kimsenin namesine sakınıp bakma anın belki gizli söz ola içinde hem bakdığın ola ana dürlü elem adam olam dirsen ey hulkı hasen biedeblikdir buları itme sen nazımı manzumei hünermendi ömer zarifi efendi sevahili tuna'da vaki ruscuk nam memleketde kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei sadiyyeye süluk ile calisi seccadei hilafet olduğu halde bin iki yüz on senesi hilalinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyh bir kıta divanı eşar ile bir aded nasihatname tanzim ve tertibe müvaffak olmuş ise de vefatından sonra divanı eşarı yedi naehle geçerek kazazedei ruzgar olmuş olduğundan mezkur nasihatname'den çend aded ebyatı mesnevisi teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. ilmi hatda dahi behresi olmak mülabesesiyle müteaddid mesahifi şerife tahririne dahi muvaffak olduğu mervidir. harfi'layın zatı pakindir aya hazreti sultanı sema şerefi dairei mecmaı divanı sema yeridir mahşeri ervah mücerred olsa çünki cevlanına rum'un ola meydanı sema böyle bir meclisi pürmaidei şevk içre yaraşır ruhu halil'in ola mihmanı sema dağı uşşak güli ravzai aşk ideni dudı ahı fukara sünbülı bostanı sema kereminden umulur arifi mahşerde dahi idesin dahili cemiyyeti yaranı sema nazımı mumaileyh şeyh ahmed arif efendi peçevi nam şehirde tennürebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile mukaddema şehri mezbur mevlevihanesi meşihatine ve badehu rumeli'de filibe nam kasabada vaki mevlevihane ve muahharen dersaadet'de vaki yenikapı mevlevihanesi meşihatine revnaktırazı irşad olmuşken bin yüz otuz yedi tarihinde azimi kurbgahı cenabı rabbi ibad olmuştur. tahmis bu cudgahda ol yeke tazı manayım rehi talebde şitabendei temennayım fezayı aşkı muhabbetde badı peymayım ben ol sebükrevi desti fenaya hempayım nişini kuhı kanaat nedimi ankayım olunca tabıma feyzi ilahi cilvenüma cevahiri suhanım buldu kıymeti vala cihan nola düri manam ile bulursa gına kilidi genci maarif müsellem oldu bana seriri memleketi maniye cudarayım gehi hücumı gam u hayretile hamuşum misali mevci yemi aşk gahi pürcuşum şarabı zahir ile sanma mest ü medhuşum sebu bedesti elestim meyi lebi nuşum şikeste şişei huşum ki mesti esmayım ümidi şöhreti alemde hay u hu itmem husulı devleti dünyaya arzu itmem tariki vadii ikbali cüstcu itmem sikender olsa da nadana serfüru itmem cenabı dergehi monlaya çün cebinsayım bu tekyegahı muhabbetde arifa nagah olunca himmeti feyzi pederle dil agah küşade eyledi çeşmi derunu avnı ilah siyahi gibi olunca gariki nurı siyah fünunı sihr u beyanda demi mesihayım nazımı mumaileyh şeyh arif efendi cezirei kıbrıs'da kain lefkoşe kasabası mevlevihanesi şeyhi mustafa seyyahi efendi'nin mahdumu olup ibtida mısrı kahire mevlevihanesi meşihatine ve muahharen cezirei mezburede vaki hankahı mevleviyye meşihatine nail ve bin yüz otuz sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. çıkmazdı dide bamı temaşayı ibrete mahrem olaydı razı şebistanı vahdete hatırnevazı alem u kadraşina gerek malik olan hazaine ikbalı devlete devri hoşamedi feleke itmez itimad yekpare çeşm olan ruhı mir'atı hayrete dareyn virir muamelei yek piyaleye düşmez fütademeşreb olan kaydı nekbete dilsiri bezmi ülfeti ihvanı asr olup arif çekildi guşei bigerdi külfete nazımı müşarünileyh çelebi elhac arif efendi çelebiyanı zişandan abdurrahim efendi merhumun mahdumu olup asitanı pir 'de başkıdveti erikei meşihat olduktan sonra bin yüz elli dokuz tarihinde azmı diyarı ahiret eylemiştir. ham itdi kametim ol çini ebru gösterişcikler itab eyler yüzünden vechi ihsana girişcikler yüzün gösterecek yüz virmemekdir mihre maksudu idüp destin nikab ol naz u nohutla gülüşcükler ne bülbülden ne tutiden işitdim bezmi gülşende o lüknetle o şekernandelerle söyleşecekler revacı kadrı hüsnün kasd ider uşşakı nalana tecahül ilişecekler bilişler bilişicikler helak itdi beni baziçei tıflanesi arif sadedi kuy niyazı vasla geldikçe çelişcikler nazımı mumaileyh süleyman arif beg haceganı divanı hümayundan olup bazı menasıbı divaniyeye nailiyetle bin yüz yetmiş yedi tarihinde metruk silahdar kitabetine ve bir sene mürurunda süvari mukabeleciligi memuriyetine ve yüz seksen iki tarihinde defter eminligi memuriyetine nasb u tayin buyrulup o esnada rumeli canibinde bulunan orduyı hümayun memuriyeti cihetiyle canibi merkumeye azimet ve yüz seksen üç tarihinde isakçı nam kasabada eceli mevudiyle füshatserayı ukbaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh maarifperver bir şairi nüktever olup müretteb bir kıta divanı vardır. balada muharrer olan gazelinin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. gazeli mezburun redifi bulunan ismi tasğir ile alameti cemin makablinde olan şin alameti masdar olup işbu ismi masdar lisanı türkide istimal olunduğu misillü zebanı fariside dahi ayniyle müstameldir. şöyle ki emri muhattab kelimesinin ahirine bir şin ziyade kılındığı halde kelimei mezbur ismi masdara mübeddel olur. fariside biniş ve daniş ve türkide görüş ve biliş kelimeleri misillü işte işbu kelimelerden ve sair buna mumasil kelimatdan alameti masdar olan mezkur şin iskat olunduğu halde kafiyenin galat ve sakıt olduğu tebeyyün ve tahakkuk eyler. bu suretde gazeli mezbur kelamı mevzun kabilinden olmak lazım gelir. teğafülle yeter memnun idersin bendeyi var ol yürü var sevdiğim gayri nevazşikarı ağyar ol sana el virdi mi biganelerle aşina olmak berayı tecrübe cana biraz da aşıka yar ol feda itdin yeter feryad u aha eyledin mıstar beni naçar teşhir eyledin sen dahi naçar ol efendim bezme gel lutf it sana teklifi ham olmaz eger isterse canın raks it istersen kadehkar ol o gülruya bu gün ben söyledim arif nedimasa hücumı nalei şebgirden zalim haberdar ol nazımı müşarünileyh reisülküttab mehmed arif efendi medinei kastamonu'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'ebi'lmuvasala tahsiliilm u maarifeazm ve o esnada melik paşazade dergahı ali kapıcı başlarından müteveffa ahmed beg dairesine mülazım olduğuhalde mecmaı fazl u kemal olan hace neş'et efendi merhumun dersine müvazaat ve ol vecihle iktinabı gevheri maarife sarfı nakdinei himmet eyleyüp ol vakt darü'ssaadetü'şşerife memurları maiyetinde müstahdem bulunan ketebe silkine dahil ve müddeti kalile zarfında darü'ssaadetü'şşerife başmemuru müfeveffa idris ağa'nın kitabet hizmetine nail olarak bi'lahire hizmeti mezkureden azl ile rütbei haceganiyi bi'lihraz haremeyn mukataacılığı memuriyetine ve bir müddetden sonra rikabı hümayun küçük tezkireciligi ve badehu büyük tezkireciligi mansıblarına ve bade'linfisal tezkirecii sani ve badehu tezkirecii evvel memuriyetlerine revnaktırazı itizaz buyrulup muahharen mezkur tezkirecilik memuriyeti uhdesine bi'libka merhume bican sultan hazretleri'nin kethüdalık hizmetleri dahi kendisine ihale ve yusuf ziya paşa sadaretinde tezkireciliki mezkur uhdisenden sarf u izale kılınarak bin iki yüz on dört tarihinde ruznamçei evvel haceligi cayına ve iki sene mürurunda ol vaktin tabiratı üzre çavuşbaşılık mesnedine ikad ve o suretle mesrurü'lfevaid buyrulmuş iken az vaktde mesnedi mezkureden azl u ibad olunup iki yüz yirmi senesi şevvalinde anadolu muhasebiciligine ve bir sene tamamında mahud güruhı mülga kitabetine ve bir kaç mah zarfında saniyen çavuşbaşılık mesnedine ve badehu mesnedi valayı riyaseti küttaba ve bir müddet sonra tekrar çavuşbaşılık mesnedine ve birkaç mah mürurunda betarikü'nnakl tevkiii divanı hümayun memuriyetine ve iki yüz yirmi üç şevvalinde vekaleti riyaseti mezkureye ve badehu birkaç defa dahi mezkur nişancılık memuriyetine sayeendazı ikbal buyrulup sinnini ömrü isni ve sebine yakin olduğuhalde iki yüz yirmi sekiz senesi evailinde ruhı şerifi azmı huldı berin ve cismi latifi sovukçeşme pişgahında kain zeyneb sultan camii şerifi hatırasında defini ziri zemin olmuştur. müşarünileyh arif u kamil ve iradı letaifi suhanda nadirü'lemasil olup eşarı belagatşiarı makbulı ehli fezaildir. garibe: müşarünileyhin büyük tezkirecilik hizmetinden azli letaifden olmak mülabesesiyle tafsile ibtidar olundu. sadrı esbak müteveffa yusuf ziya paşa sadareti uzmada bulunduğu esnada şairi mahir müteveffa pertev efendi: dili gamdidenin bir dahi handan olduğun gördük o naşadın hele bir kere şadan olduğun gördük redifinde olan kasidesinin sadrı müşarünileyhe arz u takdim olunmasını efendii müşarünileyh ifade ve tefhim eylemiş olduğundan efendii müşarünileyh dahi kasidei mezkureyi huzurı müşarünileyhde kıraat ve tekmil eyledikde sadrı müşarünileyh asarı gadabı müstevli olarak maşaallah bu pertev efendi ne güzel şair imiş. hatta kasidesinin her beyti kafiyesinde görükmezi yüzümüze urmuş cevabını irad ile münfail ve bir kaç gün zarfında efendii müşarünileyhi tezkirecilik hizmetinden münfasil etmiş olduğu ceride nazırı sabık müteveffa süleyman faik efendi'nin eseri kalemi olan sefinei rüesa zeylinde mestur u merkumdur. dil viren dilber u ana dile dilgir olmaz sade efsun u fesan ile de teshir olmaz ne cihan dideleri eyledi habalude çeşmi mestanesi bir vechile tabir olmaz mubemu dikkat idüp bu gice behzadı hayal çini zülfe didi şebu gibi tasvir olmaz ya ne mümkin bu zeban vasf ide ziba ruhunu buyı gülsuret ile kabili tahrir olmaz yokdur arif o hüma meşrebi sayda tedbir kimsenin damı hayalatına nahcir olmaz nazımı mumaileyh mehmed arif ağa dersaadet'de bin yüz seksen üç tarihinde panihadei sahai vücud olup enderunı hümayuna çırağ olunarak bi'lahire kiları hassa tabsir olunan mahalle bi'lnakl bir vakt rikabı hümayunı mülukanede çukadar ağalığı hizmetinde istihdam olunduktan sonra cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretleri zamanında mikdarı vafi nanparesiyle çırağ ve uhdesine kapıcıbaşılık rütbesi bi'ttevcih şirindimağ buyrulmuş iken iki yüz otuz beş senesi hilalinde ayini zifafı icraa eyleyeceği ahşam esnayı taamda fucaeten haclegehi darü'sselama hiram eylemiştir. haylice eşar u güftarı vardır. sinem hayali mihri ruhundan ferağı var kaşanedir ki kendi odundan çerağı var turmaz solarsa nola fezayı muhabbeti sakayı kalbi dide gibi bir yamağı var meclisde buse virdigin ağyara dün gice bir bir tuyuldu suğraların da kulağı var itdi diriği iydi visalinde lalini şehri safada badeye bayram yasağı var arif hemişe puhtedir eşarı dilkeşin beyti tabiatında maarif ocağı var nazımı mumaileyh mütercimi arabi arif beg şehriyyü'lasl olup aklamı şahanede perverişyaftei ilm u kemal olduktan sonra amedi odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire arabi mütercimligi hizmetine dahi nail olmuş iken memuren kayseriye canibine azimet eyleyup cennetü'lme'vayı arif begefendi kıldı cay tarihi natık olduğu vecihle bin iki yüz otuz sekiz senesi mahalli merkumede rahilebendi darı ahiret olmuştur. sevadı hali mişkengiz kim ta ziri kaküldür girih pürpiçi habım her gice hep tohmı sünbüldür cihangir oldu dudı şulei avazei zencir ki kim berki cünunı aşkile ateşi zengeldir ider bezmi dübala güftguyı neş'ei serşar lebi nabı surahiden nevasencii kulkuldur olur meddiyemi ihsanı arif digere amma bana mevci nigahı cevheri tiği tegafüldür nazımı mumaileyh tüfenkçibaşı mehmed arif efendi kasabai izmid'de bin yüz yetmiş bir senesi kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala sarayı hümayunı mülukanede perverişyaftei maarif olduktan sonra iki yüz on sekiz senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi yenişehiri fenar mevleviyyetine ve iki yüz otuz iki senesi edirne mevleviyyetine nail olarak iki yüz otuz dokuz senesi mekkei mükerreme mevleviyyeti payei refiasını ve iki yüz kırk iki senesi istanbul kadılığı rütbei celilesini ihraz ile iki yüz kırk beş senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh müdderiszade dinmekle arif bir zatı şerif olup eşarı mevcudesi garib u acib vaki olmuştur. beyzai tavusı cennet'dir külahı mevlevi kulei servi hakikatdir külahı mevlevi mihri serbesti açıkdır gül gibi sahibdile goncai bağı letafetdir külahı mevlevi şekli mahrutişekerdir lezzeti dilimle de bezmi helvayı halavetdir külahı mevlevi camii feyzi çerağı mollayı rumi'de hep sernigun kandili hayretdir külahı mevlevi sayesinde arifa katı merahildir murad goncai rahı velayetdir külahı mevlevi nazımı müşarünileyh kethüdazade mehmed arif efendi sudurı izamdan kethüdazade müteveffa sadık efendi'nin nahlı necibi olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik mutad olan mevleviyyetlere nail olarak kendisi itikadı felasifeye zahib olduğundan menasıbı tarika rağib olmamış iken muahharen darü'lhilafetü'laliye hükumeti ve bir müddet mürurunda anadolu sadareti payei muteberesini dahi hamil olduğu halde bin iki yüz altmış beş senesi hilalinde tariki mansıbı dünya ve azimi darü'lbeka olmuştur. müşarünileyh ulumı akliye vü nakliye ve fünunı arabiye vü farisiyede bimisl ü hemta bir şairi maaniaşina olup mürettep divanı belagatünvanı vardır. tarih tam tarihdir birisi cevheridir digeri eyledi arif kulu inşad bir beytü'lkasid mevkiinde böyle kışla yaptı şah abdülmecid çend yine nadide kışla yaptı han abdülmecid nazımı müşarünileyh mehmed arif paşa dersaadet'de bin iki yüz yirmi beş senesi kademnihadei sahai vücud olup maliye hazinesinde vaki malikane kalemine bir müddet devam itdikten sonra iki yüz kırk bir senesi hizmeti kitabetle asakiri nusretmüessiri şahane sınfına nail ve muahharen silki ile'laskeriye dahil olarak yoluyla katı meratib eyleyüp iki yüz altmış bir senesi livalık ve badehu feriklik rütbei refialarını bi'lihraz mümtazı emasil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasındaki iki yüz yetmiş senesi şehri zilkaidesi evahirinde arabistan orduyı hümayunu müşirligi inzimamiyle uhdesine rütbei vezaret bi't tevcih şamı şerif eyaletine revnakbahşı izz u ihtişam buyrulmuştur. müşarünileyh dirayeti kamile ashabından olup fünunı şire vakıf bir şairi arifdir. kıta hamdı bihadd o kerem fermaya beni fermanber iden bigaya kıldı ezcümle o hallakı kerim beni azadei serdesti le'im nazımı maarifaşina mehmed arifi sahibzeka selanik eyaletinde kain dırama kasabasında panihadei sahai vücud olup hali şebabetindeki bin iki yüz kırk altı salinde mısrı kahire'ye azimet ve bir mikdar tahsili ilm u marifet eylediktensonra aklamı mısriyye'de bir mikdar bi'listihdam ümerayı mülkiyei mısriyye'ye mahsus olan rütbelerden miralaylık rütbesini bi'lihraz darı şurayı mısriyye azası sınfına ilhak kılınarak ol tarafın tabiratı vechile iki yüz altmış beş senesi bahire müdürlügüne nasb u tayin kılınüp mısır valisi mehmed ali paşa merhumun vefatından sonra terki memuriyetle iskenderiye'de bir müddet ikametsazı istirahat olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında darı şurayı mısriyye başkitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyhin dakayıki şire aşina bir şairi şirineda olduğu müsellem ise de tazmingune inşad itmiş olduğu balada muharrer iki aded beytinden başka asarına destres olunamamıştır. aşıka rencişi dilber kerem olmaz da nolur adm u rucefa renc u gam olmaz da nolur gülşeni hüsnünü fikr eyleyen erbabı dilin sahnı endişesi bağı rem olmaz da nolur işve vü naz ile ol şuhı zarifane reviş sakii encümeni bezmi cem olmaz da nolur tutsa damenini bir bende dü destiyle kavi mazharı lutfı veliniam olmaz da nolur tabı arif'de muhabbet eser eylerse eger şairi mahiri alihimem olmaz da nolur nazimı mumaileyh arif beg salifü'tterceme rüşdü paşa merhumun akribasından haceganı divanı hümayundan müteveffa ali beg'in sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk sekiz salinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli sekiz senesi pederi mumaileyh ile beraber canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde mısrı kahire'de yedi sene müddet ikametle dersaadet'e bi'lmuvasala babı seraskeride masraf hazinesi dahilinde vaki tahrirat odası ketebesi sınfına dahil olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında tahrirat kitabeti hizmetiyle hakkari canibine azimet eylemiştir. mumaileyhin dahi sühbülzade vehbi efendi merhumun tuhfei farisiyesine bir kıta şerhi natamamı vardır. beyti güzide itmez tariki hakta olan halka serfüru egmez minare kametini bad eserse de nazımı maarifpira reisülküttab arifi ahmed paşa şehriyyü'lasl olup müteveffa topal yusuf paşa'nın mühürdarlığından neş'etle rütbei haceganiyi bi'lihraz bin yüz yirmi senesi mektubii sadaretpenahi memuriyetine ve yüz yirmi üç senesi tezkirecii evvel memuriyetine ve yüz yirmi yedi senesi metruk süvari mukabeleciligi mansıbına bi'lnakl yüz yirmi dokuz senesi mesnedi riyaseti küttaba revnakefza olduktan sonra yüz otuz senesi uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih tekke sancağına ve badehu niğbolu eyaletine nakl ile yüz otuz senesi revan seraskerligi ünvaniyle şöhretşiar ve yüz kırk dört senesi van eyaletine bi'lnakl kamkar olmuş ise de mansıbı saniyen tekke eyaletine tahvil olunup havalii merkumede avangüzar iken bin yüz kırk altı salinde maktulen darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülmemiştir. encümengahı ezelde aşka kabildir deyü ateşi suzan komuşlar sineme dildir deyü sineçakımdan dili pürhunumu arz eyledim ol bütı muğbeçeye sahbaya maildir deyü hal sanma nokta koymuş katibi divanı hüsn matlaı ebruyı yare halli müşkildir deyü nik u bed nakşı dü alem cilvegerdir anda hep sineme ayine koymuşlar mekri dildir deyü cuş ider hunı şehidi aşk kanda gitse tutmak ister yari katildir deyü errei müjganların ey gamzei hunu yetiş tutmak isterler o çeşmi mesti kanzeldir deyü hastekara meh mübarek olsun ancak asıma istemem ben devleti dünyayı zaildir deyü nazımı müşarünileyh çelebizade şeyhülislam ismail asım efendi reisü'lküttabı esbak müteveffa çelebi mehmed efendi'nin mahdumu olup bin yüz yirmi tarihinde tariki tedrise dahil ve tekmili devri medarisi mutade ile bin yüz otuz beş tarihinde vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale yenişehiri fenar kazası mevleviyyetine nail olarak şemi amali füruzan ve yüz ell iki tarihende mahrusai burusa'ya hükümran ve yüz elli yedi tarihinde mevleviyyetle medinei münevvere tarafı eşrefine revan ve yüz altmış tarihinde darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve yüz yetmiş salinde anadolu sadaretine nailiyetle şadman olduktan sonra rumeli sadareti payesini bi'lihraz cahı fetva olsun ismail efendi'ye said tarihi latifi mealince yüz yetmiş iki senesi şehri zilkaidesinde makamı valayı meşihata kuud ve ol vecihle evci alayı meratibe suud eylemiş iken sekiz mah mürurunda azmı darü'lhalvet eylemiştir. vefatı müşarünileyhe ati'tterceme nevres efendi merhumun inşad itmiş olduğu tarihdir: asım ismail efendi kıldı firdevsi mekan müşarünileyh ulemayı mütebahhirinden olup manendi gevher nice nice eseri muteber tertibine müvaffak olduğundan başka raşid efendi merhumun eseri hamesi olan tarihe bir mikdar zeyli ve matbu bir kıta divanı belagatünvanı dahi vardır. nice bir hizmeti mahluk ile mahzul olalım saili hak olalım naili mes'ul olalım akalım payına bir bahrı hamiyyet bulalım sılai himmetine ma gibi mevsul olalım biz de suret virelim kendimize kabil ise girelim ehli safa bezmine makbul olalım götür ey saki yeter eyledin işğal bizi bir zaman da meyi bigiş ile meşgul olalım kalmadan hakı mezelletde heman ey asım azimi suyı semasayi sitanbul olalım nazımı mumaileyh vakanüvis ahmed asım efendi medinei ayıntab'da tabendei aynı şühud olup nakdinei himmetini ve belki definei vus u kudretini tahsili ulumı aliye ve tekmili fünunı hikemiyeye harc u sarf ile gevheri ilm u hüneri gencinei tabı maarifnebine cem u derc eyledikten sonra allamei zamane ve bir fazılı yegane olduğu halde balada muharrer matbu beytinde tasrih kılındığı vecihle medinei mezbureden hareket ve dersaadet'e muvasalat eyleyüp bin iki yüz on bir senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi selanik mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz otuz beş senesi hilalinde kurbgahı cenabı mennana vasıl olmuştur. üsküdar'da nuhkapısı nam mevkide vaki kabristanda medfundur. müteveffayı mumaileyh bir alimi mütebahhir ve bir fazılı kesirü'lmaser olup kendisinin tercemei kamusı kebir'den başka tercemei bürhanı katı, kitabı seyri merhü'lmaali fi şerhü'lamali, tuhfei lugatı arabiye, tarihi vekayii selimiye isimlerinde olan beş aded eseri muteberiyle daha nice nice asarı belagatkesiri vardır ki her biri bir gencinei ilm u hüner ve bir hazinei dürr ü güherdir. bu cümle ile fazl u kemalini tafsil eylemek hasılı tahsil dimek olacağından tatvili makaleden sarfı nazar olundu. gülşeni hüsnünde içmiş lale sünbül yasemen gül cemalin fark olunmaz gülden ey nazikbeden ruhların gülden gülab almış lebinden badenin sakiya peymane devr itdin mi cem bezminde sen kıldı afakı muater buyı zülfün badezin hake düşsün nafesi yine harab olsun hıtan habı nazından imızganmış çözülmüş dügmeler cismi paki nazeninden sen de çık ey pirahen asımı mestim rehı aşkında layıkdır bana derbeder mecnun olup gerdana takdırsam resen nazımı mumaileyh ibrahim asım beg medinei amasya'da çehrenümayı alemi şühud olup kendisi medinei mezburenin vücuh u hanedanından olmak mülabesesiyle umurı memlekete müteallik bazı hidematda istihdam olunmakta olduğu halde bin iki yüz elli dört senesi şehri ramazanı mağfiretnişanında iftar vakti fücaeten azimi darü'lkarar olmuştur. mumaileyh memleketçe yegenzade dinmekle müştehir bir şair olup eşarı mevcudesi zişt u ziba nevinden vaki olmuştur. ol peri adnı hüsünde hur şeklin gösterir didei cismi latifi nur şeklin gösterir bu ne sırdır kim bakın ayineye endamı yar bir mücessem nurdur billur şeklin gösterir öyle bir sakii siminsaka sad tahsin kim çeşmi geh mest u gehi mahmur şeklin gösterir giryesi meşşata olmuştur arusı handeye matemi erbabı aşkın sur şeklin gösterir milketi manayı asım hame teshir eyledi bir süleymandır ve likin mur şeklin gösterir nazımı mumaileyh yakub asım efendi mevaliden kütahyalı müteveffa halil rüşdü efendi'nin mahdumu olup tariki tedirse duhul ile bir müddet evkafı hümayun hazinesi dahilinde vaki münakkaş kalemine devam eyledikten sonra mesleki niyabete süluk iderek rumeli ve anadolu canibinde bazı mahallere niyabetle azim ve bin iki yüz altmış beş senesi hasbe'ttarik mevleviyyetle trabzon eyaletine hakim olduktan sonra iki yüz altmış dokuz senesi evasıtında niyabetle cezirei kıbrısi'ye ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında medinei trabzoni'ye azimet eylemiştir. mumaileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup divan olacak mikdar eşarı rengini vardır. dil suzı firakınla uyanıkdır efendim derdim kime yansam o da yanıkdır efendim herdem kızılırmak gibi cuş itmede eşkim ağlatma gözüm kana boyanıkdır efendim bir mertebe cuş itdi ki seylabı sirişkim derya avakandiyle bulanıkdır efendim bir şey dir ise hakkıma bühtan idüp ağyar kafirlere aldanma münafıkdır efendim asım yanarak halimi arz eylerim amma derdim kime yansam o da yanıkdır efendim nazımı mumaileyh mehmed asım efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz kırk tarihinde metruk defterdar mektupçusu odasına müdavemete mübaderet ve iki yüz elli yedi senesi masraf nezareti dahilinde vaki tahrirat odasına naklı memuriyet eyleyüp iki yüz altmış bir senesi hilalinde rabia rütbei refiasına nail olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı rengini vardır. asitanı şehi devranı tebah eyleyemem yani hüsni nazarım hakka güvah eyleyemem mısrı dilde ola ta tahtnişini iclal yok yire yusuf'u üftadei çah eyleyemem narı aşk olmuş iken şulefüruzı şebi hecr mahı pertevfikeni meşalı rah eyleyemem elde sad hayfa ki sabunı maazir yokiken tenim amihtei çirki günah eyleyemem hükmi makziye kemerbendi itaat lazım asıma ömrü niza ile tebah eyleyemem nazımı mumaileyh asım efendi cezirei kıbrısi'de kain lefkoşe nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup ile'lan kasabai mezburede kitabet hizmetinde istihdam olunmakta bulunmuştur. mayedarı emeli akibet ol mur gibi aldırup mameleki inleme zenbur gibi sadedillikle olur şöhreti temkin bulamaz mütelevvin olanın meşrebi billur gibi perdesi sıyrık olan tazeye söz olurdu yatmasa herkesin aguşuna tanbur gibi nice kim eyleyelim dudı siyahı ahı ateşi hecr ile dil yanmada tennur gibi o gelir kalmaz idi zahmı firakı sinem sarsam ol simteni merhemi kafur gibi atıfa eyledi hame yine teşhiri miyan galiba hizmeti tanzirede memur gibi nazımı müşarünileyh defterdar mustafa atıf efendi dersaadet'te panihadei sahai vücud olup bin yüz elli bir tarihinde şıkkı evvel defterdarlığından mazul ale'ttarikü'nnefy kasabai gelibolu'ya menkul olduktan sonra bin yüz elli iki salinde vukuı ıtlakına binaen dersaadet'e avdet ve saniyen defterdarlıkı mezkura nailiyetle bin yüz elli dört tarihinde infisali vuku bularak canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde salisen defterdarlıkı mezkur uhdesine tevcih ve ihale buyrulmuş iken bin yüz elli bir tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. müşarünileyh erbabı hüner u marifet ve ashabı ecsan u atıfetden olup fazl u kemali mübeyyin mürettep bir kıta divanı belagatünvanı ve hayr u hasenatı mütezammin şeyh ebu'lvefa hazretleri türbei şerifesi civarında bir bab kütüphanei mağfiretresanı vardır. düşürdü aşıkanı kil u kala inceden ince hilalebru ile müşkil kelale inceden ince dolaşdı riştei fikrim o gisuyı dilavize zamirimden geçen bak şu hayale inceden ince miyan u kametin seyr eyleyince şahı gülasa sarıldı tarı dil ol verdi ale inceden ince kitabı hüsnı dildarda hatı nevnakşı gördükçe ider ehli nazar vakti meale inceden ince kemendi zülfüne bend eyleyüp ol şehsüvarı baz şikarı hatırım çekdi suale inceden ince didim ki korkarım bir tel kırar şayed dili keşşah o rütbe düşme istiknahı hale inceden ince benim karım degil atıf hünermendane peyrevlik neler çekdim olunca nushı kale inceden ince nazımı mumaileyh süleyman atıf beg reisü'lküttabı esbak atıf efendi merhumun mahdumu olup mukaddema tariki tedrise duhul ile pederi müşarünileyhin vefatından sonra tebdili tarik eyleyüp bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemet ve bi'lahire bir vakt dahi kalemi mezbura mülhak mühimme odasına muvazabetle rütbei haceganiyi bi'lihraz bin iki yüz elli senesi begligçi kisedarlığı memuriyetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei saniye maliye hazinei celilesinde vaki evamiri maliye müdürlügü memuriyetine revnaktırazı mağfiretnişanında irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin şir ile şöhreti olmayup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. gazeli mühmel mailim ol turrai tarrara ah ahdır karım demadem ah ah andırır maha o dildarım hele halei kakül olur ana güvah elde mül gelse o gül sırdır mahal sahai dilde ana aramgah vaslına amadedir her dem gönül hemdemim hem olmasa ger seddi rah anladım her kudeke dildadedir atıfa alude gönlüm ah ah nazımı müşarünileyh ahmed atıf beg dersaadet'de bin iki yüz dokuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup on üç sene mikdarı mektubii vekaletpenahi odasına müdavemetle ilmi kitabetde derkar olan mahareti iktizasınca odaı nezbur serhalifeligine ve üç sene zarfında sadareti uzma mektupçuluğuna ve üç sene mürurunda küçük tezkirecilik memuriyetine ve üç sene tamamında ol vaktin tabiratı üzre mansur mektupçuluğuna ve üç sene tekmilinde bir mah mikdarı takvimhanei amire nezaretine ve badehu meclisi valayı ahkamı adliye başkitabetine ve muahharen meclisi mezkur azası sınfına bi'lilhak üç sene mürurunda barütbei ula tersanei amire müsteşarlığına ve bir sene tamamında iki mah müddet ticaret müsteşarlığına revnaktırazı atıfet buyrulup tanzimatı hayriyye usulı mehasınşümulunu tesviye ve icra eylemek üzere iki yüz elli yedi senesi kütahya defterdarlığına memuren canibi merkuma azimet ve bir sene ikametden sonra dersaadet'e avdet eyleyüp o aralık anadolu defterdarlığına ve üç sene mürurunda masraf nezaretine revnakefza olmuş iken birkaç mah namizac olarak iradı hayatı masrafı memata vefa itmeyüp iki yüz altmış üç senesi şehri muharreminde vefat eylemiştir. müşarünileyh çavuşzade dinmekle arif bir şairi zarif olup nüshayı tabı manendi hatem meşhurı alem ve şir u inşası müsellemi ashabı nazm u kalemdir. olalı rengi ruhun şermi ile dembeste gül sır virüp balini gülbünde yatur dilhasta gül besleyüp hunı cigerlerle hayali ruyunu ziveri minayı çeşm itdim gör ey nevreste gül dağı berdağ ile gülzar eyledim sinem veli nazrai ihsanı yare kopmadı şayeste gül seyr kıl dudı kebudı ahı ateşbarımı görmedinse sevdigim ger sünbüle peyveste gül şimdi kopdu gülşeni tabımdan ihda eyledim akifa bezmi ehibbaya seza bir deste gül nazımı müşarünileyh elhac mehmed akif paşa medinei bozok'ta bin iki yüz iki tarihinde panihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili hüner u marifete harc u sarf ile bir müddet bozok ayanı müteveffa cebbarzade süleyman beg kitabet hizmetinde bi'listihdam iki yüz yirmi sekiz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve akribasından reisi esbak müteveffa mustafa mazhar efendi'nin sevk u himmeti ile divanı hümayun kalemine çırağ buyrulup altı mah müddet kalemi mezbura müdavemetle malumı siğar u kibar olan inşadı kitabeti mucib u muktezası üzre amedi odasına memur ve iki yüz kırk bir senesi amedii divanı hümayun cahı maarifiktinahına ve iki yüz kırk iki senesi beglikçii divanı hümayun mesnedi refiine ve iki yüz kırk beş senesi makamı valayı riyaseti küttaba ve iki yüz elli bir senesi riyaseti mezkure tabirinin lağviyle baünvanı müşiri hariciye nezareti celilesine noktarizi re'y u şuur buyrulmuş iken bir aralık nezareti merkumeden müfarakat ve bir müddetcik hanesinde ikametle iki yüz elli üç senesi salifü'tterceme pertev paşa merhumun yerine metruk dahiliye nezareti behiyyesine menkul ve bir sene mürurunda nezareti merkumeden mazul olduğu halde bir vakt hanesinde istirahat birle iki yüz elli altı senesi mülhikatiyle kocaeli sancağı uhdesine bi'ttevcih bir müddet havalii merkumede imrarı vakt u saat ve muahharen eyaleti merkumeden azl ile ale'ttarikü'nnefy mahrusai edirne'ye nakl idüp biraz vakt dahi mahrusai mezburede meks u ikamet eylediktensonra afv u ıtlakı vukuuna mebni darsaadet'e muvasalat ve hanesinde ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp iki yüz altmış üç senesi canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdeti esnasında iskenderiye nam mevkide darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. müşarünileyh cemii uluma vakıf bir şairi sahibmaarif olup münşeatı müsellemi alem ve eşarı müstahseni erbabı nazm u kalem olduğu varestei kayd u rakamdır. taştir hastai natıkaya ruhfezadır hamem eylese davayı lokmani becadır hamem nice bin mürde mezamini nev ihya eyler zatı isa gibi icaznümadır hamem riştei feyzine erbabı fesahat teşne aynı siyeh abını tabı şuaradır hamem cereyan itmededir abı zülalı maani guyiya çeşmei ilhamı gıdadır hamem seri şehenşehi endişeye konsa ne var cevheri tacı kemal üzre ziyadır hamem bimuhaba rehi nasitteye gitsem de ne var nev zeminlerde acep rahgüşadır hamem düşmene hazreti musa gibi galib olurum kahrı hasm eylemege eldeasadır hamem ney şeker mi acaba mısrı maanide reşid böyle şirinsuhanı tutiedadır hamem lezzeti nutkı virir kandı mükerrer taamın bak halavetdihi tabı büleğadır hamem akifa afv u hata puşuna mağrur olarak böyle taştir ile pürcürm u hatadır hamem nazımı mumaileyh müstafa akif efendi şehri van'da bin iki yüz yirmi yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli iki senesi şehri mezkur müftülügü hizmeti uhdesine ihale kılınmış ise de muahharen hizmeti mezkureden infisali vukuuyla iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e bi'lvüsul hacelik rütbesine nailiyetle vasılı sermenzili me'mul olduktan sonra iki yüz altmış beş senesi kaimmakamlık ile trablusgarb eyaletinde vaki bingazi nam mahale azimet eyleyüp birkaç sene mürurunda rütbei saliseyi bi'lihraz muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan ma'zulen dersaadet'e bi'lvüsul işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem kaimmakamlık memuriyetiyle medinei maraş'a menkul olmuştur. mumaileyh kara müftüzade dinmekle arif bir zatı şerif olup müretteb bir kıta divanı eşarı vardır. tarmarı zülfü yarin şur şeklin gösterir gamzei aşık kişi teymur şeklin gösterir nazdan bernesc olan al şale kaplanmış gibi zülfı canan ferdai semmur şeklin gösterir sahai hüsnünde seyr itdim alayı hattını deşti talime çıkan tabur şeklin gösterir ateşi firkat ile yanmışlara ol afetin sinesi hep merhemi kafur şeklin gösterir şiri paki safveti akif hele tanzirde zümrei ehli suhan mazur şeklin gösterir nazımı mumaileyh yusuf akif efendi şumnu hanedanzadelerinden olup fenni kitabetde olan behresi iktizasınca mukaddema şumnu muhassıl u ayanı bulunanların bazen kitabet ve bazen kethüdalık hizmetlerinde bi'listihdam muahharen hace rütbesine nailiyetle vasılı sermenzili meram olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında kitabet hizmetiyle rumeli orduyı hümayunu dahilinde bulunarak canibi eflak'da vaki bükreş nam mahallde bulunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. hamei kudret hatin ruhsare takyid itmeden ben usanmışdım anı tebyiz u tesvid itmeden sinei suzana olup gamnak idim ta felek zevk ile bezmi raksı nahid itmeden tinetim perverdei hali deri dildar idi gerdi rahın tutiyayı çeşmi ümid itmeden camı aşkile hayatı taze buldum ta ezel yani kim hızr nuşı abı ömrı cavid itmeden akifa ol pertevi ruhsardan pürnur idi mahı enver iktibası nurı hurşid itmeden nazımı mumaileyh akif efendi antakya ulemasından ömer feyzi efendi'nin veledi sulbü olup fenni kitabetde bir mikdar behresi olmak mülabesesiyle mahallinde kitabet hizmetinde istihdam olunmakta bulunmuştur. bize lutf itdi huda şöyle ki gelmez kale şükrü mümkün mü ola bu keremin her hale ol kadar virdi gına bana cenabı mevla itibar eylemezem cevhere cemi mala sudı yok hırs u tama eylemenin dünyada virmeyince sana bari ne idersin nale bize lutf ile suveydayı derunun zinhar mürgi dil zabt ola ta konmaya daldan dala uyma vesvase hele hatırayı def eyle sana reng eylemesin uğrama ali ale nazımı müşarünileyh sadrı esbak hekimoğlu ali paşa hekimbaşı esbak müteveffa nuh efendi'nin geştii sulbünden filikesüvarı bahrı vücud olup ibtida silahşorluk ve badehu dergahı ali kapıcıbaşılığı rütbelerine nail ve o esnada zile kazası voyvodalığına memuriyeti vukuuyla kazayı mezkureye nail olarak üç sene mürurunda uhdesine mirmiranlık rütbei refiası ve bin otuz yedi senesi rütbei valayı vezaret tevcih u inayet buyrulup rumeli ve anadolu caniblerinde birkaç eyaletlere sayeendazı atıfet olmuş ve ezcümle bosna eyaletine üç defa ve mısrı kahire eyaletine iki defa ve makamı valayı sadarete üç defa revnakbahşı übbehet buyrulmuş iken yüz altmış sekiz senesi şabanında salisen makamı sadaretden mazul ve yüz yetmiş bir senesi hilalinde anadolu eyaleti uhdesine bi'ttevcih medinei kütahya'ya muvasalatını bir hafta mürur itmeksizin darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyh darb u harba kadir ve kerem u sehası zahir bir veziri bahadır olup rumeli ve anadolu'da hayliden hayli futuhatı ve dersaadet'de haseki nam mahallde latif ve metin bir camii hayrayatı ve bir mikdar eşarı vardır. naşı mağfiretnakşı vefatından kırk gün sonra dersaadet'e bi'lnakl camii mezkur hatırasında defn olunmuştur. ah eyledigim şuhı dilara çelebidir kan ağlar isem gam değil asla halebidir takrir idemem pertevi mahiyeti hüsnün zannım o mehin hazreti yusuf nesebidir ebrusu siyeh perçemi anber femi gülter bu hüsnile üftadelerin müntehabıdır bülbül gibi gülşende hezar aşıkı zarı avare vü dilbeste iden gonce lebidir şem itmesin ağyar mededi buyı visalin ali kulunun ez dil u can bu talebidir nazımı mumaileyh ali efendi tarikatı aliyyei nakşiye meşayihi izamından ve ali elmansuri evladı kiramından şeyh mehmed ata efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz doksan dokuz salinde kademnihadei sahai vücud olup ati'tterceme şeyh galib efendi ve neş'et efendi merhumlardan bir mikdar tahsili hüner u marifet eyledikten sonra mektubii sadrı ali hulefası sınfına bi'lilhak muahharen bir müddet kapudanı derya hacı muhammed paşa ve küçük hüseyin paşa merhumun mektupçuluk hizmetlerinde bi'listihdam badehu tophanei amire nazırı müteveffa çelebi efendi'nin mühürdarlık hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyleyüp bi'lahire kitabetle darbhanei amire canibine menkul ve iki yüz dokuz senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih biraz vakt mürurunda darbhane başkitabetine memuren naili me'mul olmuş ve müddeti kalile zarfında menasıbı divaniyeden olan metruk cebeciler kitabeti uhdesine bi'lisale mezkur başkitabet hizmetinden ve bir sene mürurunda kitabeti mezkureden dahi azl u tebeddülü vukuuna binaen ihtiyarı tekaüdi eylemiş ve iki yüz kırk dokuz senesi şehri muharremü'lhareminde irtihalı darı ahiret itmiştir. mumaileyhin eşarı birkaç gazelden ibaretdir. bir hayli dem ki didelerim kan döker yeter ey hunı artık elverir artık yeter yeter sinem o kaşı ya hedefi tiri cevr ider bu çilleyi gönül ne vakitdir çeker yeter sermest eyle badei firkatla sakiya zira humarı firkat ile derdi ser yeter fikre hevayı silsilei zülfün ile dil deşti cünunu gezdi bütün serteser yeter kar eylemez firağ u eninin o zalime bu ah u girye nice bir ali yeter yeter nazımı müşarün ileyh sadrı esbak esseyid mehmed emin ali paşa mısırçarşılı ali rıza efendi merhumun sulbünden dersaadet'de mercan ağa camii şerifi havlusuna nazır olan hanelerinde bin iki yüz otuz senesi şehri rebiü'levvelinde zinetefzayıalemi şühud olup iki yüz kırk beş senesi şehri zilkaidesinin besinci günü divanı hümayun kalemine memur ve manii tahsili destmayei ilm u marifet olan belayı zarurete gerdendadei teslimiyyet olarak iki sene müddet güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra ali mahlası aliyesine nail ve badehu mühimme odasına ve oradan dahi terceme odasına dahil u nakil olduğuhalde biraz eyyam mürurunda rütbei behiyyei haceganiyi ihraz ve ehibbayı sıdkı intimasından birisi hacei divan ali oldu bir alikab tarihiyle icrayı resmi tebrike agaz ile tophanei amire miri ahmed fethi paşa'nın iki yüz elli bir senesinde viyana sefareti seniyyesine memuriyetlerinde ikinci serkitabeti memuriyetiyle viyana canibine azimet ve müşiri müşarünileyhin delalet ve himmeti mahsusalarıyla kendilerine rütbei rabia ihsan olunarak bir buçuk sene mahalli mezkurede ikametle iki yüz elli üç senesi rusya memaliki hareminden dur eyleyerek müşarünileyh ile beraber dersaadet'e avdet eyleyüp viyana'da ikameti müddetince nushai nefisei zatiyesinde nakştiraz olan fetaneti dirayeti müselleme iktizasınca fransızca lisanını ve sair maarifi lazımeyi kema yenbeği tahsil olduğundan iki yüz elli üç senesi şehri şabanın on dokuzuncu günü tecelli efendi yerine barütbei salise divanı hümayun tercümanlığı memuriyeti behiyyesiyle kadri ala ve bu memuriyet uhdelerinde iken kendilerine rütbei saniye dahi tevcih u ita buyrularak beyne'lakran kadr u şanları dü bala buyrulup o esnada hariciye nezaretinde bulunan sadrı esbak mustafa reşid paşa tereddüdleri münasebetiyle iki yüz elli dört sensi kendilerinin nezareti müşarünileyh uhdelerinde olarak londra sefaretine memuriyetlerinde tercümanlık hizmetine halel gelmemek üzre memurı maiyetleri olduğu halde sefaret müşteşarlığı ünvanı ile londra canibine azimet ve bir seneden mütecaviz ikametden ve bir müddetcik dahi maslahatgüzarlıkdan sonra müşarünileyh ile beraber cahı deri aliye'ye bi'lmuvasala iki yüz elli altı tarihinde hariciye nezareti celilesi müsteşarlığı vekaletine ve bir iki mah mürurunda ki iki yüz elli altı senesi cemaziyelahiresinin yirmi yedinci günü rütbei ulayı haiz olduğu halde müsteşarlıkı mezkureye bervechi asalet revnakefzayı ikbal ve iki yüz elli yedi senesi şehri zilkaidesinde sadrı esbak izzet mehmed paşa'nın sadaretleri hengamda müsteşarlıkı mezkureden münfasilen büyükelçilik ünvaniyle londra sefareti seniyyesine memuriyetleri vukuuna binaen teberrai canibi merkuma azimet ve üç buçuk sene müddetle dersaadet'e avdetleri hengamda meclisi valada azadan olarak birkaç mah evkatgüzar olduktan sonra iki yüz altmış bir senesi şehri şabandan hariciye nazırı bulunan şekib paşa'nın cebeli lübnan nizamına memuriyetleri esnasında müşarünileyh yerine nezareti müşarünileyhe vekaletine ve senei mezbure şehri şevvalin yirmi ikinci günü rütbei ula sınfı ula tevcihiyle müşarünileyh reşid paşa'nın paris sefareti seniyyesinde bulundukları avanda nezareti mezkure müşarünileyh uhdesine ihale buyrulmuş olmağla yine vekaleti mezkure uhdelerinde bi'libka müşarünileyhin dersaadet'e vürudlarında ki senei mezbure şehri zi'lhiccesinin on altıncı günü begligçiligi divanı hümayun memuriyeti inzimamiyle saniyen mezkur hariciye müsteşarlığı memuriyeti celilesine ve iki yüz altmış iki senesi şehri şevvalin yedinci günü rütbei bala ile bi'lnakl nezareti celilei hariciye mesnedi valasına sayebahşı mecd u iclal buyrulup iki yüz altmış dört senesi şehri recebin yirmi dokuzuncu günü uhdei istihallerine rütbei saminei müşiri bi'ttevcih karini izaz ve senei mezbure şehri cemaziye'lulası selhinde hasbe'lkader vukuı infisalleriyle bir buçuk ay mikdarı sayei ihsa nevvabei hazreti mülukanede sahilhanelerinde aramsaz olduktan sonra senei mezbure recebi şerifin yirmi altıncı günü eltaf u ihsanı bigiranı hazreti şahane ve avatıfı aliyyei cenabı mülukaneden olmak üzre meclisi vala riyaseti cahı meali iktinahına ve bir buçuk mah zarfında yani senei mezbure ramazanı mağfiretnişanın on üçüncü günü saniyen makamı valayı ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri şevvalin yirminci günü makamı valayı sadarete revnaktırazı şan u übbehet buyrulup senei mezbure şehri zi'lhiccesinin on yedinci günü mansıbı sadaretden bi'linfisal iki yüz altmış tokuz senesi şehri rebiü'lahirinde aydın eyaletine revnakbahşı atifet olmuş ve beş mah mürurunda eyaleti merkumeden münfasilen iki yüz yetmiş senesi hilalinde hudavendigar eyaletine ve iki yüz yetmiş bir senesi evailinde meclisi tanzimat riyasetine ve iki mah zarfında salifü'tterceme mustafa reşid paşa'nın rabian sadareti uzmaya nakillerinde salisen hariciye nezaretine sayeendazı übbehet buyrulmuştur. müşarünileyh fetanet u nezaket ve iffet u istikamet ile mevsuf u şöhretşiar ve bi'lvücuh kafei ahlakı memduhayı cami bir müşiri felatunefkar olup kemalı tevazuunu mübeyyin sudurı izamdan vakanüvis esad efendi merhum hak ol ki huda mertebeni eyleye ali mısraını hakkı müşarün ileyhte kıtagune bu vecihle tanzim eylemiştir. ey sahibi cah işbu tevazula senindir ta ömrı tabiiye kadar cümle meali keşf ile bilüp vasfını sabıkda dimişler hak ol ki huda mertebeni eyleye ali eşarı ziba ve münşeatı bimisl u hemta olduğu müsellemi erbabı nazm u inşadır. cana geçsin tiği gam cisminde canın duymasın parelensin cismi zarın üstühanın duymasın dağ yak suzı nihandan sinei hurşidde sinei hurşidde suzı nihanın duymasın zerre zerre katre katre lema lema bad bad unsurun dağıt vücudı natüvanın duymasın naleden kıl alemi suz peşziri iştiyak her sözün ateşfeşan olsun zebanın duymasın tut ki bulsun aliya senden tecelli kainat kainat ahvali seyri binişanın duymasın nazımı mumaileyh ali efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine ve badehu kalemi mezbura mülhak mühimme odasına devam itdikten sonra bin iki yüz altmış bir senesi niyabet hizmetiyle şamı şerife azimet ve bir kaç sene ikametle dersaadet'e avdetinde bir aralık meclisi muhasebei maliye ketebesi silkine dahil olmuş ise de muahharen sabite hizmetiyle ceridehane tarafına müntakil olmuştur. mumaileyhin fenni inşada olan miknet u kudretine merkezdih olduğu zamanında neşr olunan ceridei havadis nüshaları mealinden anlaşılacağından tafsili makalden sarfı nazar olunmuştur. bir mikdar eşarı vardır. nazm meclise ateş ki oldu şulei cuşı nuhbar eylesin gayri mahalli saykalı lale makam biz de şebuyı kadehle idelim gice safa şebde kıldı goncei nevruz tatiri meşam sen sehi servin görünce cünbüşi reftarını tıflı nevres gibi izhar eyledi raksa kıyam mutribi nevruz gül devrine agaz eylesin kasei tanburveş al sen de saki deste cam neş'ei buyiyle mesti kanzel itdi amiri geldi ol gün kandil ile sünbüli firuzefam nazımı mumaileyh vakanüvis amir beg dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrında bir müddet menasıbı divaniyede deveran iderek orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibinde dahi bir müddet güzarendei evkat u ezman olduktan sonra vakanüvislik hizmeti uhdesine bi'lihale varakgerdeni sahayifi divan iken amedii divanı hümayun mesnedi refiinden mazulen bin iki yüz senesi hilalinde darı bekaya menkul olmuştur. mumaileyhin diger asarı tabına destres olunamayüp ati'tterceme beglikçii divanı hümayun izzet beg merhumun divanında mestur olan müşterek tahmisten beş aded beyti latifi bi'lihrac teberüken tezkirei aciziye sebt u kayd olunmuştur. kıta göz yum cihandan aç gözünü dem gelir geçer sen göz yumup açınca bu alem gelir geçer abdulhak adem ol da bırak nam dünyada alemde nam kalır nice adem gelir geçer nazımı müşarünileyh seretbaı şehryari abdulhak efendi hekimbaşı esbak hayrullah efendi merhumun hafidi olup bin iki yüz on altı senesi hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve iki yüz kırk dört senesi yenişehiri fenar mevleviyyetine nail olduktan sonra kırk altı senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve kırk dokuz senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payelerini bi'lihraz elli iki senesi anadolu sadaretine ve elli yedi senesi rumeli sadaretine ve altmış dört senesi meclisi maarifi umumiyye riyasetine ve altmış beş senesi üçünçü defa olmak üzere riyaseti tebabete ve altmış beş senesi saniyen rumeli sadareti behiyyesine revnakbahşı fazl u kemal buyrulup altmış dokuz senesi reisü'lülema ünvanı dahi zamimei şöhret u şanı kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce irtihalı darı beka eyleyüp naşı mağfiretnakşı cennetmekan sultan mahmud hanı sani hazretlerinin türbei şerifleri haricine defn olunmuştur. müşarünileyh ashabı dirayet ve erbabı fehm u ferasetten olup mezamini şire istinad ve fayiki maarifi saireye müşkilgüşa olduğu müsellemi ashabı akl u zekadır. tarih hitamın guş idince bendei deyriyyesin abdi muvaffık oldu elhak böyle bir tarihi dilcuda duagune yazılsın takı arşa böyle tarihi ola baki bu kasrı dilküşa sultan mahmud'a nazımı müşarünileyh reisü'lküttab abdi efendi şehriyyü'lasl olup sultan mahmud hanı evvel tabe serah hazretlerinin zamanı sudiktiranlarda nice nice menasıbı divaniyeye nail ve bi'lahire ecillei devleti aliye sınfına dahil olarak bin yüz altmış sekiz tarihinde nail olduğumakamı riyasetden azl ve menfiyen cezirei girid'de vaki resmo nam mahale ve muahharen kasabai gelibolu'ya azm u nakl ile yüz altmış dokuz senesi zuhurı ıtlakına mebni dersaadet'e vürud ve yüz yetmiş bir tarihinde saniyen cahı valayı riyasete kuud eyledikten sonra beyninde çok vakt mürur itmeksizin yine nefy suretiyle mahrusai burusa'ya azimet ve müddeti kalile zarfındaafv u ıtlak olunmuş olmasıyla betekrar deri aliye'ye muvasalat ve yüz yetmiş iki senesi şehri şevvalinde büyük ruznamçecilik mansıbına ve yüz yetmiş dört senesi şehri şabanında şıkkı evvel defterdarlığı mesnedi celilesine mukarenetle bir sene mürurunda mesnedi mezkurdan mazul ve yüz yetmiş yedi salinde salisen makamı riyaseti küttaba mevsul olmuş iken bin yüz yetmiş sekiz senesi şehri saferinde enderunı hümayunda bulunduğu halde fücaeten darı bekaya menkul olmuştur. müşarünileyh mühürdar abdi efendi dinmekle şehir bir reisi maarifsemir olup şir u inşası latif u dilpezir vaki olmuştur. tarih abdiya tarihi mihrin didi ehli arş u ferş moskoy kıldı müdemmir seyfi sultan mustafa nazımı mumailyeh abdi efendi dersaadet'de bin yüz on sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz kırk dört tarihinde tariki tedrise duhul ve bi'lahire kudsı şerif mevleviyyetine vüsul ile bir müddetten sonra şamı şerif mevleviyyeti payesini haiz ve yüz yetmiş dört tarihinde medinei münevvere mevleviyyetine nailiyetle beyne'lemasil mütemayiz olarak yüz seksen bir salinde istanbul kadılığı payesi ve badehu orduyı hümayun kadılığı memuriyeti uhdesine bi'ttevcih orduyı hümayun canibine azimet ve bir müddet ikametle bin yüz seksen üç tarihinde isakçı nam kasabada işbu rezmgahı fenadan bezmgahı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh alim ve fazıl bir şairi kamil olup haylice eşarı olduğu rivayet edilmiş ise de balada mestur tarihinden başka şirine destres olunamamıştır. serair ehli daim sinede razı nihan saklar yerinde cevher u sim u zeri elbette kan saklar çeker aguşı dügeh akibet ferzanei alem miyanı nevarusı razı kim halkı cihan saklar serapa kaplayan cevvi semayı dudı ahımdır mehi alemsitanı sanma ebri asuman saklar o şuhı dilrübadan leylei vaslı sakın sorma şebi kadr'i cenabı kibriya kılmaz ayan saklar çekinme nazma çek bu ratb u yabes sözleri abdi o zatı muhterem elbet kusurun bilmeyen saklar nazımı mumaileyh abdi efendi karahisarı şarki nam mahallde panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir mikdar tahsili ulumı aliye eyledikten sonra ibtida belgırad muhafızı müteveffa selim paşa'nın ve badehu harput valisi müteveffa hüsrev paşa'nın kitabet hizmetlerinde ve muahharen halebü'lşehba valisi esbak mustafa mazhar paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış senesi meclisi vala mazbata odası hulefası sınfına dahil ve bir aralık salise rütbesine nail olduktan sonra bosna meclisi tahrirat başkitabetine memur ve iki yüz altmış dokuz senesi memuriyeti mezkureden mehcuren dersaadet'e menkul olmuştur. mumaileyhin napeyda isminde fenni münazaraya dair bir kitabı ve bir mikdar eşarı vardır. natı şerif vücudun pertevi nurı hakikat ya resülallah visalin aşıka tacı saadet ya resulallah cemalin nuruna mazhar olunca şems u mah encüm cihanı kaplamışdı ebri zulmet ya resulallah bizi çirki maasiden hemişe pak idensin sen kudumun lüccei deryayı rahmet ya resulallah niyazı acizanem hazretinden yüz sürem her dem gubarı payına vir zerre rahşa ya resulallah ziyayı nurı zatın mahv ider zulmeti haşri bu ibret rusiyaha kıl şefaat ya resulallah nazımı mumaileyh mehmed ibret efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup bir müddet mahrusai mezbure mahkemesinde edayı hizmeti kitabet eylediktensonra tariki tedrise duhul ile bin iki yüz otuz tarihlerinde canibi hicaz'a azimet ve bade'lavde iki yüz otuz altı tarihinde dahi şehri bağdad'a tahriki kademi azimet ve o esnada şehri mezkurda seccadenişini irşad olan kutbü'larifin şeyh mehmed halid efedi hazretleri caniblerinden ahzı desti inabet eyleyüp bir müddet ikametden sonra yine mahrusai mezbureye avdet ve mürur katibliği hizmetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eylemekteiken bin iki yüz altmış bir senesi şehri ramazanında azimi tekyegahı darı ahiret olmuştur. hevayı perçemi sevda mıdır nedir bilmem hayali halı süveyda mıdır nedir bilmem çıkan bu ahı şererpaşı nayı sinemden mı suzı dilara mıdır nedir bilmem hayali dide vü dilde girişmesaz o mehin nihan mı aşıka peyda mıdır nedir bilmem tuluı mihri meserret mi yoksa sakinin elinde sağeri sahba mıdır nedir bilmem kemini fitne midir sayd kılup uşşaka şikenci zülfi mutarra mıdır nedir bilmem sualı busı lebi lalin eylesem irfan cevabı vadei ferda mıdır nedir bilmem nazımı müşarünileyh irfan beg defterdar mektupçusu halil efendi merhumun necli necibi olup bin iki yüz kırk iki tarihinde mektubii defteri odasına müdavemete mübaşeretle kırk dokuz tarihinde vodin valisi maiyetinde bulunduğu halde silki hacegana ilhak olunup fenni inşada olan malumat u mahareti iktizasınca elli üç tarihinde defterdarlık tabirinin maliye nezaretine kalbiyle nizamatı maliyenin tecdidi hengamda mektubii maliye odasına mümeyyizi sani ve müteakıben mümeyyizi evvel olarak elli yedi tarihinde ibtidaları rütbei salise ve badehu rütbei saniye sınfı sanisine dokuz sene müddet serhalifelik mesnedinde imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış beş senesi rütbei saniye mümayiziyle maliye mektupçuluğu memuriyeti behiyyesine ve muahharen evamiri maliye müdürlügü memuriyetine ve iki yüz altmış altı senesi saniyen mektubii maliye mesnedi refiine noktarizi kadr u kemal buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem uhdesine rütbei ula sınfı sanisi tevcih u ita buyrulmuştur. müşarünileyh mezaminaferin bir şairi nüktebin olup her vecihle eşarı renginter ve münşeatı gayet makbul ve muteberdir. ebruya yar çini girihgir virmesin zinhar desti düşmene şemşir virmesin billah kendi hüsnüne hayran olur meded ayine desti dilbere tasvir virmesin sırbeste razı aşkı olur faş kimseler ol çeşmi meste ruhsatı takrir virmesin bir gün ider zuhurı tebaşir subhı kam dil desti aha nalei şebgir virmesin takdire sernihade ol izzet ki guşişin bihude taba zahmeti tedbir virmesin nazımı müşarünileyh kaimmakam ali izzet paşa damad mehmed paşa merhumun mahdumu olup bin yüz otuz yedi tarihinde mektubi defteri memuriyetine revnakefza ve bir müddetden sonra defterdarlık mesnedine zinetbahşa buyrulup bin yüz kırk dört tarihinde kaimmakamlık memuriyeti inzimamiyle uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih birkaç mah mürurunda mazul ve bin yüz kırk beş tarihlerinde bağdad canibine sevk olunan orduyı hümayuna memuren canibi merkuma menkul olup bin yüz kırk yedi tarihinde iran seraskerligi uhdesinde bulunduğu halde havalii merkumede kurbgahı cenabı rabbi izzet'e mevsul olmuştur. müşarünileyh ashabı dirayet ve erbabı hüner u marifetden olup haylice eşarı güzidesi vardır. derdi aşk aşıkı kemterde de dilberde de var gör ki suziş dili mücmerde de anberde de var dilberin lazım olan cazibe vü işvesidir kameti rast sanevberde deararda da var hüsn olur gah neşataver vü gah hunriz abı seyr eyle ki cevherde de hançerde de var o mehin halı da ruhsarı gibi rahşandır nab u fer mihri münevverde de ahterde de var destşuyı niamı her dü cihanız yohsa bize neş'ei mey ahmerde de kevserde de var tac şahana vü şahan dahi taca seza kabiliyeti acep serde de efserde de var dili aşık dili zahid gibi geç gel olmaz gör ki ayine sikender'de de berberde de var nevzemin söylesin izzet yine bu hamei ter yohsa nazmı kühen ezberde de defterde de var nazımı müşarünileyh begligçi izzet beg begli arif beg merhumun necli mecibi olup bin iki yüz sekiz tarihinde hacelik rütbesine nail ve o esnada mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olduktan sonra müddeti kalile zarfında amedi odasına naklı memuriyetle iki yüz yirmi iki senesi orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde bebligcik mesnedi refiine revnakefza ve iki yüz yirmi üç senesi murahhası salis ünvanı ve ruznamçei evvel payesi ihsaniyle mesalihi musalahaya memureneflak ve boğdan canibine sevk u isra kılınüp ifayı hizmeti memuriyetle dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz yirmi dört senesi hilalinde hakkında isnad olunan bazı gune kelimatı nabecaya mebni üsküdar'da kadıköyü nam mahallede kazaya rıza kaziyyesini guya olduğu halde azimi darı beka ve mülazımı bargahı rahmeti huda olmuştur. müşarünileyh dirayetkar ve her vecihle müstakimü'letvar bir miri alitebar olup ulumı arabiyeyi osmaniye hafızı kütübü ati'tterceme nusret efendi'den ve fünunı farisiyeyi dahi hace neş'et efendi merhumdan tahsil eyleyüp türki ve farisi haylice eşarı güzide tanzimine müvaffak olmuştur. matbu bir kıta divanı eşarı vardır. ah ey büti biganeeda mahremin olsam ahvalimi hep söyler idim hemdemin olsam sanma kapılırdım güli hurşide felekde düşsem çemeni vuslatına şebnemin olsam hall eyler idim meselei cevheri ferdi öpsem lebini vakıfı sırrı femin olsam gülşende ne aynımda idi destei sünbül ger destzeni kaküli hamenderhamın olsam billur gibi gerdenine sabır idemezdim sarkındılık eylerdim eger perçemin olsam sinemde bakup zahmıma rahm eylemedin hiç bir kere tabibim demedin merhemin olsam hep hatırı izzet'de varır sakin olurdum alemde senin ey bütı işve gamın olsam nazımı mumaileyh izzet efendi yenişehiri fenar ismiyle meşhur olan şehri cesimde şaşaapervazı bezmi vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eyledikten sonra şehri mezkur müftülügü hizmeti uhdesine bi'ttevcih hizmeti mezkurede bulunduğu halde imrarı eyyam u şuhur itmekte iken sinnini ömrü haddi erbaine reside olmaksızın bin iki yüz otuz yedi sali hilalinde ruhı revanı kurbgahı cenabı rabbi izzet'e rihlet eylemiştir. mumaileyh ülfetmeşreb bir şairi alineseb olup divanı eşarı medh u senaya şayan u ensebdir. nazm: üftadei hubanı yenişehir fenarız aldık fitili mum gibi şimdi yanarız matlaı garrası beyne'zzürefa meşhur u zibaterdir. müreccahdır künuzı dehre dilde mayei ihlas kabayı ziver olmaz hemseri pirayei ihlas olur dad u sitadı mektebi kalayı maksudu bu benderde o kim amal ider sermayei ihlas kabulı indiras itmez nikabkarii düşmenle esası müstakimi kasrı gerdunpayei ihlas acep mi müşfik olsa aşıkı zar u dilfikare mürebbidir o mahdumı güzine dayei ihlas masun eyler dili tabı temuzı mekri adadan sezadır izzet olsun ziveri sermayei ihlas nazımı mumaileyh ahmed izzet beg mahrusai egriboz'dakademnihadei sahai vücud olup bir müddet salifü'tterceme sami ebubekir paşa merhumun hazinedarlık ve kethüdalık hizmetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp paşayı müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala ol vaktin tabiratı üzre babı alide vaki kethüda kalemi hulefası sınfına ve bir müddetden sonra darbhanei amire ketebesi silkine dahil olarak bir aralık rütbei haceganiyi bi'lihraz sadrı esbak müteveffa reşid paşa'nın buselik nam mahalle azimetinde divan kitabeti hizmetine memuriyeti vukuuna mebni buselik tarafına azimetinde ve bir müddet ikametle dersaadet'e avdet ve biraz vakt mürurunda ki bin iki yüz kırk bir senesi hilalinde mahalli mezkura azimet eyleyüp yenişehiri fenar civarında vaki serince nam mahallde eceli mevuduyla irtihalı darı ahiret eylemiştir. şair izzet beg bekaya gitdi hay mısraı vefatına tarihi muaccemdir. mumaileyh sanayii şiriyyeyi bervefki dilhah tahsil eylemiş olması cihetiyle dakayıki şire ve nükatı nazma bervechi kemal aşina bir şairi bimisl u bihemta olduğu erbabı maarif indinde müsellem olduğundan başka kendisinin zadei tabı olmak üzre bir kıta divanı dahi vardır. muhtel olalı şehri püraşubı muhabbet düşdü semeni kalei merğubı muhabbet menguşı mücevher gibidir darda mansur hoşdur bize nezzarei maslubı muhabbet maksud kolaylıkla azizim ele girmez çeşm itdi feda yusuf'a yakubı muhabbet tophanei ukbada olur illeti malum her hasta ider davii eyyubi muhabbet kurtulmadı zenciri sitemden daha mecnun hak düşmanımı itmeye mayubı muhabbet izzet kuluna namesidir hazreti aşkın elden ele gezmez mi bu mektubı muhabbet nazımı müşarünileyh keçecizade mehmed izzet efendi bin iki yüzde sudurı asrı hamidi'den salih efendi'nin sulbünden dersaadet'de zinetefzayı alemi vücud olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz otuz sekiz senesi galata mevleviyyetine nail olduktan sonra tenzili ikbalı haleti ile keşan'a menfiyen gidüp bir sene ikametle avdet iderek memduhı mahmudü'lhisal olan hakanı cennetmekanın mazharı hüsnı kadr u enisi olmakla kesbi imtiyaz ve iki yüz kırk bir senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve kırk iki senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payelerini ihraz eylemiş iken iki yüz kırk beş senesi meydanda olan rusya seferinin devamını isteyen cenkçilere karşı sulhçu olduğundan gamz u nifak ashabı şikak ile şehri sivas'a nefy u icla olunup senei merkume hilalinde azimi darı beka olmuştur. vefatına şeyhülislamı sabık arif hikmet begefendi'nin eseri hameleri olan tarihi garradır: izzet şaire de kıydı cihan müşarünileyh akranı nadir bir şairi mahir olup biri baharefkar ve digeri hazanasar namiyle iki kıta divanı belagatünvanı ve mihnetkeşan ve gülşeni aşk isminde dahi iki kıta asarı mucizbeyanı vardır. kıta asumanı vücudı haydar'da pürziya neyyireyndir hüsnün neşri envarı ali zehra'ya maşrıkın oldu izzet ol kamerin nazımı mumaileyh izzet efendi salifü'tterceme hazinei hassa nazırı ziver efendi'nin biraderi pakizegevheri olup defterhanei amire kalemine müddeti medide müdavemet iderek bi'lahire hacelik rütbesine nailiyetle bekam olduktan sonra odun emaneti hizmedinde müsdahdem olduğu halde; vasılı cennet ide izzet efendi'yi vedud tarihi adedince bin iki yüz altmış iki senesi irtihalı darı ahiret eylemiştir. balada muharrer olan kıtasından başka asarına destres olunamamıştır. tarih izzeta ezberleyüp tarihi tamın söyledim mushafı ruyı zeki'de hat pedid oldu bu sal nazımı mumaileyh hafız izzet efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema bir müddet evkafı hümayun nazırı esbak şevki efendi'nin imamet hizmetinde bulunup muahharen nezareti merkuma dahilinde vaki muhasebe odasına biraz vakt müdavemet ve badehu mülhikat zimmeti odasına naklı memuriyet eylemiş iken bin iki yüz altmış sekiz salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şir ile söhreti yoktur. gönül bir bosnevi boşnakpeçenin oldu hayranı rehi aşkında itdi bu dili şuride puyanı ham idüp kametim hamyazei çilei ebrusu dili mecruhumu sadpare kıldı tiri müjganı ne çekdi dil lisaniyle idince ülfet ol şuhun veli sevdayı aşkından yine çekmedi dameni silah belde bıçak elde gelecek pürgazab bezme dili biçareyi lerzan idüp kıldı hirasani delikanlıdır izzet kan ider belki hazer eyle çalış rıfk ile sayd eylemege ol vahşi ceylanı nazımı mumaileyh mehmed izzet beg filibe kazası vücuhundan küçük hüseyin beg'in veledi sahibhiredi olup kırk yaşından sonra tahsili uluma hahiş iderek filibe müftüsü mehmed raşid efendi'nin meclisi dersine hazır olduğu halde beş sene zarfında mezuniyet şerefine nail ve baitibarı haric tariki tedrise dahil olduktan sonra bin iki yüz altmış iki senesi rumeli canibine şerefvuku olan seyahatı meali menkabeti cenabı şehryari esnasında fizanlık nam mahallde huzurı lamii'nnurı hazreti tacdaride uhdesine bosna kazası mevleviyyeti tevcih u ihsan buyrulup naili me'mul olmuş ve işbu tezkirei acizanemezin tabından makdem darı bekaya rihlet itmiştir. takvimi vekayi nüshalaranda bazı tarihleri mestur u mukayeddir. natı şerif aya şahenşehi iklimi sübhan eseri isra veya fermanı revayı hatı ulyayı uma mı hidivvi enbiya sahibi serir kurbı evadna habibi hazreti mevla şefii ruzı vaveyla münevver eylemişti alemi lahutu envarın şu demler kim bu alemler idi nabud u napeyda hitabı rahmetenlilalemine eyledi mazhar huda zatı şerifin ey resulı muhatabpira bütün bay u geda siyyan olan divanı kibriya usatı ümmete sensin penah u melcei me'va şefiü'lmüznibinsin bir siyehru bendeyim ben de beni aludedaman itdi çirki masiyet cifa gariki bahrı isyanım hariki narı tuğyanım vücuhiyle perişanım zelil u mücrim u rusva şefaat eyle havlı ruzı rustahizden kurtar beni ziri livayü'lhamda kıl lutfun ile isra eli bağlı esiri duzah itme ya resulallah ne denlü mücrim ise ümmetindir izzeti şeyda nazımı müşarünileyh ahmed izzet paşa erzincanlı elhac osman paşa merhumun girid valisi bulunduğu hengamda ki bin iki yüz yirmi dokuz tarihinde girid ceziresinde vaki resmo nam kasabada sulbı müşarünileyhden kademnihadei sahai vücud olup muahharen müşarünileyhin vefatı vukuuyla dersaadet'e muvasalat ve dört sene müddet ikametle erzincan kazasına azimet eyleyüp iki yüz kırk iki senesi kazayı mezbur voyvodalığına nasb u azlinden sonra iki yüz elli bir senesi hilalinde erzurum eyaleti dahilinde bulunan asakiri redife binbaşılığı hizmetiyle silki askeriye dahil ve bir sene mürurunda miralaylık rütbesine nail olarak iki yüz elli altı senesi çıldır kazası kaimmakamlığına memur ve bir sene müddet kaimmakamlıkı mezkurda güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra iki yüz elli yedi senesi livai muzaffer lafzı tarih olduğu vecihle uhdesine livalık rütbei muteberesi bi'ttevcih anadolu orduyı hümayunu erkan meclisi azası silkine bi'lilhak iki yüz altmış dört senesi dersaadet'e bi'lmuvasala o aralık uhdesine feriklik rütbesi bi'ttevcih muahharen teşkil olunmuş olan ırak orduyı hümayununa memuriyeti bi'licra bağdad canibine sevk u isra kılınmış iken iki yüz altmış beş senesi hilalinde barütbei samiyei vezaret hakkari eyaletine ve iki yüz altmış altı senesi eyaleti merkumeden bi'linfisal dersaadet'e muvasalla altmış yedi senesinde şamı şerif eyaletine ve iki yüz altmış sekiz senesinde ciddei muazzam'a revnakefza olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem eyaleti merkumeden münfasilen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. müşarünileyh dirayeti kamile ashabından olup bir mikdar eşarı dahi vardır. cümle müjganıma dürri teri tanzim ideyim nakdi aşkım diyerek yarime teslim ideyim cevr u eltafı ile mümtezicahval oldum nuhus u sad ile veli nüshai takvim ideyim gücenüp yar bu mazmum ile ağyara didi lutf u ihsanımı uşşakıma tamim ideyim eyledi şahı hüsün hatile hep cevre yasağ resmi ümidi vefayı dile terkim ideyim silki gevher gibi tahmis ile balater ide izzeta nazmını nazmavere takdim ideyim nazımı mumaileyh osman izzet efendi salifü'ttercehmed raşid efendi merhumun sulbünden mahrusai burusa'da bin iki yüz yirmi altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mevrusı pederi olan tabiatı şiriyyesi ikdizasınca mektebi ilm u marifete say u gayret ve ati'tterceme iffet efendi merhumdan fununı farisiyeyi ve mahrusai mezbure uleması sınfından ali rıza efendi'den dahi ulumı arabiyeyi tahsil u tekmile bezl u say u mukadderet eyleyüp iki yüz elli bir senesi baibtidayı hariç bir kıta burusa müderrisligi rüusı hümayununa dahi nail olmuş ise de ile'lan hakkaklık sanatiyle me'luf olarak ihtilası vakt eyledikçe bazı ashabı istidada taallümi fünunı farisiye ve tefhimi ulumı saire eylemekte bulunmuştur. müşarunileyhin divan olacak mikdar eşarı olduğundan başka bin iki yüz yetmiş senesinden bin dört yüz senesi gayetine kadar müddetde çehrenümayı alemi şühud olacak etfalı islama ism u lakab tayin olunacak suretde ve ol ism u mahlas ile müsemma olacak etfalin tarihi veladeti beyan eyleyecek heyetde birtakım ism ile mahlası cami bir kıta mecmuai latife tanzimine dahi muvaffak olmuştur. mecmuai mezkureden nümune olmak üzere bin iki yüz yetmiş bir senesi ibtidasından bin üç yüz senesi nihayetine kadar müddetle tevellüd idecek etfala ism u mahlas olacak suretde altmış aded esami vü mahlas teberrüken zirde tahrir u işaret kılınmıştır ki balalarında olan hatdan müstefad olacağı vecihle her biri birer seneye tarihdir. mustafa beliğ, ömer kazım, ebubekir latif, abdulgani nedim, abdulgani sehil, abdulhadi mazhar, ebubekir beliğ, halil rabıt, hüseyin mazhar, ahmet mazhar, halil sakıb, salih mazhar, yakub nizameddin, abdulhamid served, ibrahim mazlum, ishak servet, yusuf hurşid, abdurrahim fazıl, abdulsalif latif, abdulgani sübhi, süleyman nizameddin, halil pertev, abdullatif beliğ, abdullatif sami, abdulgani ali, osman hayret, abdulkerim sabit, ishak zati, mehmed zarif, abdulgani vesim, abdulgani vesayi, abdulgani hakkı, abdurrahman ferruh, ömer fahreddin, selim mazhar, abdulgani ahsen, abdulgani ihsan, abdullah mazhar, abdulgani enis, halil hayret, abdulkerim fazıl, abdulgani nesib, idris mazlum, ibrahim galib, abdulmuin mazlum, yakub servet, abdulgani ürfi, ahmed muhtar, muhammed ragıb, abdulgani hüsnü, abdurrahman fahri, osman halit, süleyman servet, numan nizameddin, ismail nizameddin, abdulgani salim, hafız ömer, yakub zati, ibrahim nazif, ali zarif mumaileyhin işbu tertibi esamide vaki olan himmeti şayanı teşekkür bir keyfiyetdir. besmeleyle kıldım ahvali beyana ibtida hamdı bihad halıkı kevn u mekana biriya ola ruhı şahı kevneyne nice yüz bin salat cevheri zatiyle zinet buldu cümle masiva alına ashabına her demde olsun tardiye her biri oldu semayı şere necmi ihtida besmeleyle hamd idüp kıldım salat u tardiye eyledim kur'anile isri resul'e iktida izzeta dibace şeklinde bu bihemta matlai serlevhai eşarım olduysa seza nazımı mumaileyh izzet efendi mevalii izamdan ati'tterceme abdulaziz efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk bir senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli bir senesi tariki tedrise duhul ile bir müddet babı fetvayı niyabetde hidematı şeriyyede bi'listihdam fenni inşada olan miknet u kudreti icab u iktizası üzere muaharen anadolu sadaretine ve haric kitabetinde dahi bir vakt imrarı subh u şam eyledikten sonra iki yüz altmış sekiz senesi validi mumaileyhin mevleviyyetle şamı şerife azimetinde beytü'lmal kassamlığı memuriyetine memur u tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında batum canibinde bulunan orduyı hümayun kadılığı memuriyetiyle mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. nigahı merhamet itmez misin ey kaddı mevzunum perişandır seri zülfün gibi hali digergunum gidelden ey mehi suzefgene sen mülketi dilden ne gözler yaşları döktürdü bilsen talii dunum bırakmam kaydı zülfün elden efzun olsa da cevrin sana ezcan u dil aşüfte vü hayran u meftunum dolaşdı maveraü'nnehir'den nil murad üzre şatı hecrine duş oldu nihayet çeşmi ceyhunum nice danaları lal eyledi hayretle ey izzet kümeyti tabıma peyrev olaldan kilki gülgunum nazımı mumaileyh hüseyin izzet efendi rumeli'de kain karaferye nam kasabada bin iki yüz kırk beş tarihinde panihadei sahai vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbetle ile'lan medinei silivri'de kitabet hizmetiyle istihdam olunmakta bulunmuştur. nükuşı rengi rudan sanii bir nur göstermiş taayyün mazharında sanma ayni dur göstermiş tecellii ayanı runümadır cemi vahdetde kelime zatı mutlak guyiya kim tur göstermiş teni puşidei can eylemiş çün hullei zinur ne sırdır sunı hak ol hahişi mestur göstermiş merayayı ayana münakis ol mahru amma uyunı geçnigaha bir şebi deycur göstermiş idüp deşti güdarı kakül ü zülfi siyeh rupuş misali leşkeri kafir acep tabur göstermiş nice ayinei asarda manzurı vecih üzre huda abdülmecid han'ı şehi mansur göstermiş o şeh kim hat keşide eylemiştir safhai hüsne yeniden hükmi aşka azmiya menşur göstermiş nazımı mumaileyh şeyh azmi efendi gelibolu mevlevihanesi şeyhi izzet efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz kırk bir senesi pederi mumaileyhin vukuı vefatiyle dergahı mezkur müşeyyihi uhdesine tevcih kılınmıştır. fünunı farisiyede bir mikdar behresi olmak hasebiyle bazı dervişana talim u tefhimi müşkilatı mesnevi eylemekte bulunmuştur. natı şerif vücudun pertevi nurı hudadır ya resulallah cemalin mihri rahşanı hudadır ya resulallah füruğı talatından iktibası nur içün her dem derinde mihr ile meh cebhesadır ya resulallah zehi bedrü'ddüca kim şulei mihri cebininden dili zulmetsera pertevrübadır ya resulallah vücudı rahmeti mahfın zuhura gelmeden maksad usatı ümmete haktan atadır ya resulallah nice bimarı dilanı yek nefeste zinde eylersin makalin abı hızrı canfezadır ya resulallah kalemcünbanı nat olmak ne haddi abdi naçizin senin meddahı hüsnün kibriyadır ya resulallah hezarasa kalemi şahı benan fikrim üzere nevalar itse vasfınla becadır ya resulallah günahkarım siyehruyum eger ki ruzı mahşerde şefi olmaz isen halim fenadır ya resulallah meded ol destgir u çaresazı azmii zarın garib u haksar u binevadır ya resulallah nazımı mumaileyh mehmed azmi efendi elhac mehmed cinnet efendi nam bir zatın sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli altı senesi mektebi maarifi adliye şakirdanı silkine bi'lilhak iki yüz altmış üç senesi lede'limtihan maliye hazinesinde vaki anadolu müsarefat muhasebesine müdavemete mübaderet ve iki yüz altmış sekiz senesi tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden kuşadalı elhac ibrahim efendi merhumun halifelerinden ve meclisi maarif azasından ruscuklu ali fethi efendi'den ahdı niyabet eylemiştir. zadeganı ebyatını cami mecmuagune bir eseri matbuu ve bir mikdar eşar ı masnuu vardır. kıta her nazarbazı felekten sakla mihri sineni pek sakın senin havadisden hüma ayineni saderuyanın idüp fikri hatın ey tıflı dil fikri şamı şenbeden tar eyleme azineni nazımı manzumei hünermendi vakanüvis süleyman izzi efendi baltacılar kethüdası halil ağa nam bir zatın ferzendi ercümendi olup divanı hümayun kaleminden neş'etle fenni inşada nümayan olan mahareti iktizasınca bir müddet vekayinüvislik hizmetinde ve muahharen teşrifatii divanı hümayun memuriyetinde bir müddet ibrazı sıdk u istikamet eyleyüp bin yüz altmış sekiz tarihinde memuriyeti mezkur da uhdesinde olduğu halde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh maarifpira bir şairi nüktever olup tarih u divanı müsellem u meşhur ve bazı asarı salim efendi tezkiresi'nde mukayyed u mesturdur. tarihi güzide oldu şahı dadver dördüncü sultan mustafa mülki kurbı hakta sultan mustafa kıldı makam mevlidiyle ayişe sultan cihanı kıldı şen vezaret aldı baba mahv idüp seyfiyle rus'u nazımı manzumei hünermendi numan izzi efendi kastamonu ahalisinden olup dersaadet'e bi'lmuvasala salifü'tterceme süruri efendi merhumdan bir mikdar tahsili ilm u marifet eyledikten sonra ki bin iki yüz yirmi beş sali hilalinde medinei izmir'e azimet eylemek üzere dersaadet'den hareketle şaban içinde gitdi mülki bekaya izzi tarihi mantukunca esnayı rahda fücaeten irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin balada keşidei silki sütur olan çend aded tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. nazm payei kadrini derk itmege sarih olamaz kılsa sellem eger endişe bu nüh eyvanı nati paki şehi kevneyne ne mümkün ki aziz viresin hamei idrakin ile payanı nazımı mumaileyh şeyh abdulaziz efendi bağdad mevlevihanesi postnişini yahya efendi merhumun mahdumu olup bir müddet bazı memalik u buldandan seyr u seyahat ve bir vakt dahi dersaadet'de ikamet eyledikten sonra asitanı cenabı molla hünkar'da çilekeşi hizmet olarak muahharen bağdad'da pederleri müteveffayı mumaileyhden müntakil hankahı mezkure meşihatine nail ve bin yüz elli tarihinde kurbgahı cenabı mabuda azim u vasıl olmuştur. tarih salikanı halvetiyye mürşidi şeyhü'şşüyuh yani kim şeyh hikmeti kabrinde rahatlar bula geldi bir tarih aziza tabıma fevti içün caygahı hikmeti mevla kasurı adn ola nazımı mumaileyh abdulaziz efendi burusevi abdulhadi efendizade salifü'tterceme emir efendi merhumun mahdumu olup bin yüz elli beş tarihinde baitibarı haric tariki tedrise dahil ve bin yüz yetmiş beş sali hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada keşidei silki sütur olan tarihinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. kıta yekcamı vazgun ile çarh u siyehkar mest u harabı gaflet ider ehli devleti itdin o yare gerçi hekimane intisab likin bir özge derde düşürdün tebabeti nazımı mecmuai hünermendi seretbayı şehryari abdulaziz efendi salifü'tterceme müverrih suphi efendi merhumun mahdumu olup hasbe'listidad fenni tebabetde tahsili miknet u maharet eyleyerek bir aralık etbayı şehryari sınfına dahil ve bin yüz yetmiş bir tarihinde bir kita müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra yüz seksen dokuz tarihinde riyaseti tıbbiyeye mevsul ve bir sene mürurunda riyaseti mezkureden mazul olarak yüz doksan yedi salinde metruk üsküdar mevleviyyetine makrun ve müddeti örfiyyesin bade'ttekmil cezirei istanköy'e nefy u tağrib kılınması runümun olmağla cezirei mezbureye azimet eyleyüp senei mezbure hilalinde şifahanei darı ukbaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh ashabı ilm u maarifden olup ahkamı felekiyyata dair müneccim alişah harezmi'nin eşcarü'lesmar nam kitabiyle mehmed şerif bikri'nin bürhanü'lkifaye isminde olan kitabı farisiyesine türkçe tercemeleri ve ahlaka müteallik bir risalei mutebereleriyle mürettep bir kıta divanı fesahatbeyanları olduğu mütalaagüzarı acizi olmuştur. ne zaman fikri lebi hatırı nakama düşer sanki bir dane kiras sağarı gülfama düşer daima fikri sürur eyleyen ehli amal şivei cevri felekle bütün alama düşer pek suhuletle eger matlaba el irmez ise o zaman desti emel dameni ibrama düşer düşürür bir gün olur lağzişi payı ikbal fikri rıfat ile ol kim hevesi kama düşer gördügüm şevki hisab itsem aziz alemde yılda bir iki olursa o da bayrama düşer nazımı mumaileyh abdulaziz efendi dersaadet'de bin iki yüz on altı tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz beş tarihinde tariki feyzrefiki tedrise duhul ile beş sene mürurunda mesleki niyabete rağbet ve ol vecihle on mah müddet nazilli nam kasabada ve yirmi mah mikdarı cisri erkene tabir olunan mahallde ve otuz mah müddet medinei manisa'da ve altı mah mikdarı medinei ısparta'da ve otuz dört mah müddet medinei tırnovi'de ve yirmi iki mah mikdarı tekfurdağı'nda ve on mah müddet uzuncaabad hasköyü nam memleketde ve otuz mah mikdarı medinei kütahya'da ve otuz iki mah müddet medinei kayseriye'de ve on altı mah mikdarı saniyen medinei manisa'da ikametle bervechi hakkaniyet icrayı ahkamı şeriat eyledikten sonra iki yüz altmış iki senesi beytü'lmal kassamlığı memuriyetine revnaktırazı fazl u kemal buyrulup iki yüz altmış üç senesi izmir mevleviyyeti payesini ihraz ile naili mukaddemei amal ve iki yüz altmış sekiz senesi şehri şabanında şamı şerif mevleviyyetine revnakbahşı kemal olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem manisa kazası niyabetine memuren mahalli mezkura azimet eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemalden olup devhatü'lmeşayih nam eseri muteberesi tanzimiyle müvaffak olduğundan başka haylice eşarı belagatşiarı dahi vardır. gazeli natamam aşıkın kadrini bilmez dilrübalardan meded kulları halini anmaz padişahlardan meded her biri mihri cihanara gibi hercayidir zerrei naçize bakmaz mehlikalardan meded her yüreksiz ol kaşı yayı çeker pehlusuna ok gibi amma kaçarlar mübtelalardan meded ey azizi hecr ile ölmekten özge çare yok derdi aşka hergiz umma bivefalardan meded nazımı mumaileyh şeyh azizi efendi ibtida tarikatı aliyyei bektaşiyyeye süluk ile muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye nakl eyleyüp gelibolu mevlevihanesi şeyhi kadri efendi merhumun zanuyı iradetine sernihadei tazim ve bir müddet bazı memalik u buldanda seyr u seyahatla sakin ve mukim olduktan sonra rumeli'de kain kasabai vodin'de vaki hankahı mevleviye meşihatine nailiyetle bin yüz kırk tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şarkı aşkınla şeha yandığımı idemem izhar ey kanı kerem cud u seha madeni dildar her meyde birer buse meze virmege ikrar ey kanı kerem cud u seha madeni dildar sahba lebini sunmağile yare doyulmaz pek vahşidir ünsiyeti güç caha soyulmaz havf eyleme esrarımız ağyara duyulmaz ey kanı kerem cud u seha madeni dildar lahur şalı muyı miyana kuşanırsın üftadına cevr itmege daim uzanırsın mahbubı dilaramı görünce gücenirsin ey kanı kerem cud u seha madeni dildar sen söyle demişsingüzel geçti zamanım dünyaya degişmem seni ben kaşı kemanım uşşakını sen itme fida ruhı revanım ey kanı kerem cud u seha madeni dildar nazımı mumaileyh muhammed uşşaki efendi uşşak kazası ahalisinden olup bin yüz doksan tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala ulumı aliyeyi palabıyık hace merhumdan tahsil iderek bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olmuş iken iki yüz elli yedi senesi darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh tarikatı bektaşiyye mensubatından olmak hasebiyle eşarından buyı tasavvuf istişmam olunur. tarih hemcivarı ahmed ide vasıkı hayy u kadim nazımı mumaileyh muhammed ismet efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye dahi süluk eyleyüp bin yüz altmış sali hilalinde darı bekaya rihlet eylemiştir. şahidi merhumun lugatnamesine bir kıta şerhi ve bir aded tarih ile bir aded risalesi olduğu tuhfetü'lhattatin nam tezkirede mestur u mukayyeddir. nahlı meşrebe nice meyva olur alem bu ya zevke bak yokdan neler peyda olur alem bu ya görme ahker kimseyi yek beyzei naçizden refte refte mürgi bihemta olur alem bu ya yakma bu deryayı mihnet içre bir dil keştisin badbanı aşka bir ihda olur alem bu ya gamzei sertiz yine dil bağlamakdan aşıkan derd alır derman bulur şeyda olur alem bu ya suzı ah u medd ahımdır bu gün ey mehlika ahkeri dilden şererefza olur alem bu ya çek tekapu aleminde bu firakı serteser bir temennayı visal ima olur alem bu ya gamgüsar olsam ne mani zerdei hicran ile keymiyayı behçeti me'va olur alem bu ya alemefruz bir güzel can u ciğer mevcud iken zahidin derdi nüketkeşta olur alem bu ya gel revan ol ya gibi cuyı iradetle müdam menzilin mevla bilir ala olur alem bu ya gam yeme ağyar içün zerre gönülden istima çünki her firavn'a bir musa olur alem bu ya nazımı mumaileyh ismet efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup bin iki yüz otuz bir tarihlerinde mısrı kahire tarafına azimet ve yirmi sene mikdarı hidematı mısriyye'de istihdam olunduktansanrı dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle canibi anadolu'ya azimet ve bazı mütesellimin ve voyvadaların kitabetle maiyetlerinde bir zaman meks u ikamet eyleyüp muahharen kastamonu defterdarı ve badehu sivas defterdarı maiyetlerinde dahi bir vakt hizmeti kitabetde bulunduktan sonra musul valisi müteveffa incebayrakdaroğlu mehmed paşa'nın divan kitabetine memur ve o suretle dahi bir müddet güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra paşayı müşarünileyhin vefatında dersaadet'e avdet ve bir vakt mürurunda hazinei celilei maliye tarafından tahrirat kitabeti hizmetiyle canibi anadolu'ya azimet ve bir kaç sene zarfında hizmeti mezkureden müfarakatına mebni trablusgarb canibine revan ve ol havalide dahi bir zaman puyan olarak iki yüz altmış yedi tarihlerinde deri aliye'ye bi'lmuvasala paşakapısı kurbunda bir bab mektupçu dükkanı güşadiyle guşegiri aram olmuştur. mumaileyhin neşr u nazma dair haylice güftarı ve kendüye mahsus etvarı vardır. gönülde şulei cansuz u dudı ah var serde yine oldum duçar aşk ateşiyle bir gamı serde hayali lali şirininle ey sakiyi gülçehre ne kanlar nuş ider erbabı işret bezmi sağarda gamınla bana dünya duzah oldu ey kıyametkadd giribanın nola derdest idersem ruzı mahşerde begim uşşaka vaz geç naz u nohut eylemekten kim seni rencidehatır itmesinler tarzı aherde bu nayistanı alem içre ismet görmedik asla senin izharı hamende olan lezzatı şekerde nazımı mumailyeh ismail ismet efendi kemalpaşa mahallesi imamı ali efendi'nin mahdumu olup bin iki yüz elli sekiz senesi maliye hazinesinde esham muhasebesi dahilinde vaki maden kalemi ketebesi silkine bi'lilhak kalemi mezbura müdavemetle bir mikdar tahsili kitabet eyledikten sonra iki yüz altmış yedi senesi trabzon eyaleti tahrirat kitabeti hizmetine memuren mahalli merkuma azimet eylemiştir. mumaileyhin haylice eşarı vardır. zuhurı hat ile ruyı arakrizi hacaletdir bulutdan nem kapar ruhsarı yar ateştabiattir metaı vuslata harç itmeyüp böyle geh u bigah nukudı eşki bihude nisar itmek sefahatdir cemali yare düzdide nigahın bezmi işretde aman ey gamze ifşa eyleclis emanetdir saçup lü'lüi nazmı hame hergiz sahnı irfanı göherpaşı maarif olması hayli semahatdir tecahül kıl bu eyyam hüneri düşmende akilsen sakın izharı ilm itme ata gayet cehaletdir nazımı müşarünileyh şeyhülislam mehmed ataullah efendi şeyhülislamı esbak esad efendizade mehmed şerif efendi merhumun sulbünden bin yüz yetmiş üç senesi şehri cemaziye'levvelinde zinetefzayı kehvarei vücud olup yüz seksen beş senesi hilalinde tariki feyzrefiki tedrise dahil ve yüz doksan yedi senesi şehri muharreminde galata mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz dört senesi şehri rebiü'levvelinde edirne mevleviyyeti payesini ihraz ve iki yüz altı senesi mekkei mükerrevleviyyetine mazhariyetle azmı canibi hicaz eyleyüp bade'lavde iki yüz sekiz senesi şehri şevvalinde kazayı darü'lhilafetü'laliye ilavesiyle hizmeti müstevcibü'lmefharetnikabına memur ve iki yüz on üç senesi şehri şabanında anadolu ve iki yüz on beş senesi şehri mezkurunda rumeli sadaretleri payei muteberelerini haiz olarak iki yüz on dokuz senesi şehri şabanında rumeli sadaretiuhdesine bi'ttevcih vayedarı şadi vü hubur buyrulup iki yüz yirmi bir senesi şehri recebinde labisi libası fetva ve iki yüz yirmi iki senesi şehri cemaziye'levvelinde makamı valayı meşihatden müfarakat ve ertesi günü samiyen cahı valayı mezkura mukarenetle kamreva buyrulmuş ise de iki yüz yirmi üç senesi şehri cemaziye'levvelinde makamı valayı fetvadan mazulen bebek nam mahallde vaki sahilhanesinde ibadatı cenabı rabbi kadir ile meşgul iken akçakaranlık nam kasabaya sevk u isra ve iki sene mürurunda arpalığı olan medinei güzelhisar kendüye cay u me'va kılınüp bin iki yüz yirmi altı senesi şehri ramazanı mağfiretnişanında azimi darı me'va olmuştur. medinei mezburede vaki camii atik sahasında medfundur. müşarünileyh ilm u fazlı zahir bir fazılı sahibmüessir olup haşiye ve fununı saireye dair müteaddit risale ve mürettep bir kıta divançei renginmakale ile ceridei halde ibkayı nam eylemiştir. kerem u lutf u ata itdi bana hazreti şeyh feyzbahşayı hayat oldu dile şerbeti şeyh ben esir olmuş idim nefs u heva destinden kim halas itdi beni tantanai himmeti şeyh okunur hutbei namide minaberde veli şanı kutbiyet ile buldu şeref şevketi şeyh işte gavsiyet u ferdiyetine oldu delil arab u rum u acem'de çalınır nevbeti şeyh istigase iderek dirsen eger sadeddin irer imdada ki bu mucizei kudreti şeyh evliya içre beni şeybe deyü yad oldu cümlesin itdi tefevvuk hele ferdiyyeti şeyh bendei efkar u naçiz ata kemterinin sayeban oldu serinde ilimi nusreti şeyh nazımı mumaileyh çırçırlı ata efendi aksaray mektebi muallimi sibyan müteveffa abdullah efendi'nin sulbünden bin yüz altmış dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divanı hümayun kalemine devam ve bir müddet dahi taşralarda bazı voyvodegan u mütesellimin beşli zevatın kitabet hizmetlerinde bulunarak imrarı şuhur u avam eyledikten sonra bin yüz doksan sekiz tarihinden tarikatı aliyyei sadiyyeye dehaletle dersaadet'de çırçır nam mahallde kain hanesinde peygulegüzini ibadet iken bu yıl allah deyü göçti ata aşk ile lahuta tarihi natık olduğuvecihle iki yüz otuz senesi hilalinde ruhı şerifi alemi lahuta azim ve cesedi latifi mahalli kilis camii hatırasında rahmeti hakk'a mülazım olmuştur. mumaileyhaşkı ilahiye mazhar bir zatı ferhundeseyr olup mübtelayı yarı aşk tarihi veladeti ve adedi lafzaı celal tarihi müddeti hayatı vaki olmuştur. mürettep divanı eşarı vardır. her dil olmaz cilvegahı şahidi esrarı feyz degme bir gonceye düşmez jalei asarı feyz aşık olmazsa çahı zindan ifetdihi mukim yusufasa olamaz şayestei bazarı feyz itme iskender gibi abı hayatı cüstcu neş'ebahşı cavidandır sagarı sersarı feyz suzeni tevbihi mürşid zahmdar eylerse de rabt ider çakı dili elbet şuaı taze feyz sen heman seylab kıl eşki nedametle ata bağı alemde virir nahlı hulusun barı feyz nazımı müşarünileyh ata beg sudurı izamdan halil mehmed paşazade müteveffa arif beg'in mahdumu mısrı kahire kadısı salifü'tterceme raşid beg merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi dört senesi hilalande kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz dokuz senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz elli dokuz senesi sofya mevleviyyetine ve iki yüz altmış iki senesi kahirei mezbure mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz altmış dört senesi darü'lhilafetü'laliye hükumeti payesini haiz ve muahharen meclisi maarifi umumiyye azası sınfına ilhak olunarak iki yüz altmış altı senesi anadolu sadareti payei refiasını ihraz ile beyne'lemasil mütemayiz olmuşken iki yüz altmış sekiz senesi şehri muharreminde ruhı revanı gülzarı cinana revan olmuştur. müşarünileyh ahlakı hasene ile mevsuf ve kemali insaniyetle maruf bir şairi maarifme'luf olup nazm u neşrinin kemali belagat ve fesahati müstağnii tahriri hurufdur. suzişi dilde karar eyledi narı gurbet goncei hatıra kar eyledi harı gurbet gurbetin derdi dili zarımı zar eyler iken iki başdan bana cevr itmede barı gurbet serseri gezmede biçare gönül avare beni candan geçiren zar u nizarı gurbet eyleme gamla tevaggul gider elden gamzen hoşça geçsin gönül o barı diyarı gurbet hiç yok çare ata vasla sabırdan gayri gider elbette gönülden şu gubarı gurbet nazımı müşarünileyh ahmed ata beg enderunı hümayundan mahrec müteveffa tayyar efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup sarayı hümayunda bir müddet hidematı seniyyede istihdam olunduktan sonra darı şurayı askeriyenin hini bidayetinde hizmeti kitabetle darı şurayı mezkura birkaç sene müdavemet ve iki yüz elli altı senesi hacelik rütbesine nailiyetle girid valisi esbak mustafa paşa'nın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde cezirei mezburede bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp iki yüz altmış senesi şurayı mezburda vaki hizmeti kadimine bi'lmüracaa iki yüz altmış bir senesinde barütbei salise adana malmüdürlügüne ve iki sene mürurunda kendisine rütbei saniye ita ve o esnada halebi şehba eyaleti malmüdürlügüne memuriyeti icra kılınüp iki yüz altmış beş senesi dersaadet orduyı hümayunu muhasebeciligine memur u tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin hitamından sonra uhdesine rütbei ula sınfı ula bi'ttevcih rumeli orduyı hümayunu müşteşarlığı memuriyeti behiyyesine revnakefza olmuş ve muahharen memuriyeti mezkureden münfasilen dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh fenni tebabete aşina bir miri maarifpiradır. gazeli rengintirazı dehandır söyle ey aşıkı şuride nedir bunca hicab yok mu sende dahi nezarei ruhsar mehtab nice aşık denilir böyle revişlerle sana yanarak olmalısın ateşi aşka kebab yoksa bilmez misin adabı niyazı sen de okumadın mı acep tarzı muhabbetde kitab hele havf eyleyegör varken iraden elde böyle endişei ham ile yanup olma harab gice gündüz benim endişeiata bilirim çekmedesin duzahı aşkda azab nazımı mumaileyh ata efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi kademnihadei sahai vücud olup bir mikdarulumı arabiye vü farisiye tahsil eyledikten sonra bin iki yüz elli dokuz senesi maliye hazinesi dahilinde bulunan esham muhasebesine müdavemete mübaşeretle iki yüz altmış beş senesi muhasebei mezkureye mülhak tatbik odasına naklı memuriyet eylemiştir. bir mikdar eşarı vardır. filki kudret şakk olup nakşı hilal olmuş sana levhden nur ayeti inmiş cemal olmuş sana mezc olup tarı şebi yelda ile rengi şafak birisi kakül biri ruhsarı al olmuş sana bilmezem ki kangı mezhebdensin ey aşubı can besmeleyle bismili aşık helal olmuş sana intisabı dergehindir maksadı ins u melek çün esas aferiniş imtisal olmuş sana galiba yağmalamış saman u sabrın bir peri bildigim iffet degilsin başka hal olmuş sana nazımı mumaileyh mehmed iffet efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile o esnada mahrusai mezburede ikametsazı irşad olan meşayihi izamdan selimiye dergahı şeyhi ali behçet efendi merhumdan ahzı inabet eyleyüp bazı hahişgeranı ilm u kemala talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eylemekte olduğu halde imrarı vakt u saat itmekte iken bin iki yüz elli sekiz senesi hilalinde işbu tekyegahı fenadan nüzhetserayı bekaya nakl u rihleteylemiştir. mumaileyh zahir ve batını mamur bir şairi maarifmevfur olup eşarı aşıkane ve üstadane vaki olmuştur. hatta müretteb bir kıta divanı matbuu vardır. hezl u mizaha bazı mertebe meyl u rağbeti olmak hasebiyle salifü'tterceme şeyh zati efendi'nin hakkında ale'ttarikü'ltayife işbu beyti latifi nazm u inşad eylemiştir: nazm şeyh emini müslüman olsun direm meşreb bu ya ben zemini asuman olsun direm meşreb bu ya beyti mezkur kemali kinaye vü mübalağayı şamil olarak sihri helal nevinden ve sehli mümteni cinsinden olduğu varestei beyan u işaratdır. matlaı güzide çü nokta mahvı vücud eyledim dehan diyerek misali muyı nazarım miyan miyan diyerek nazımı manzumei hünermendi mustafa iffeti efedi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile bin yüz otuz dokuz salinde darı bekaya menkul olmuştur. devri hatı dilberde ruhun anını seyr it bir içre mehin pertevi rahşanını seyr it üftadesine hamle içün ol şehi hüsnün safbeste olan leşkeri müjganını seyr it peymanei serşar o mehin meclisi meyde öptü lebini gözgöre tuğyanını seyr it itdi meyi mahbuba teneffür dimiş ağyar kat kat bana itdikleri bühtanını seyr it dur olma afifa sırı muini hatadır devri hatı dilberde ruhun anını seyr it nazımı mumaileyh salih afif efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup silki kazaya süluk ile babı fetvayı penahide edayı hizmeti kitabet ve muahharen sudurı izamdan imamı evvel şehryari sabık zeynelabidin efendi'nin mektupçuluk hizmetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat itdikten sonra babı seraskeride vaki terceme odasında kitabet hizmetinde istihdam olunmakta iken bin iki yüz elli dokuz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. kıta sultanı aşkı münzelidir dil medinesi halvetserayı sinedir anın hazinesi hahişgeranı mekkei irfana müjde kim yerdir nükudı şevkile kalbim definesi nazımı manzumei hünermendi çelebi seyyid ali efendi çelebiyanı alimekandan olup nice müddet türbei fülki mertebei cenabı mevlana'da mesnevii şerifi ifadei latifi ile güzarendei eyyam u avam olduktan sonra bin yüz doksan tarihinde azimi darı cinan olmuştur. gice yaran ile geh hançerin andık geh ebrusun biraz söyleşdik ol mahın orasından burasından itdi bizi tiri gamı hicrana nişane bilsen acaba neyledik ol kaşı kemana nazımı şöhretefza mir süleyman anka memleketi şiraz'da aşiyansazı alemi vücud olup bir aralık asitanei saadetaşiyane tarafına sevki cenahı muvasalat eyleyerek bir müddet lanegiri aram u ikamet ve her vecihle sahibi nam u şöhret olmuş iken bin iki yüz yirmi beş tarihinden sonra kuşça olan canına kuhı kafı ademde me'va ve kendisini hemnamı olan anka gibi uyunı insandan nabedid u napeyda eylemiştir. beyzai tabı olmak üzre ikiaded beyti pesendidesi teberrüken keşidei ceridei acizi kılınmıştır. natı şerif resul hakka ki kevneynin şehidir risalet burcunun mihr u mahıdır nebiler cümle makbulı huda'dır senin zatın hak'ın manzargehidir ledünni ilmine alem olupdur hakikat sırrı vahdet agehidir şefi olan kıyametde bize ol amelden üstümüz zira tehidir yeter izzet bu avni der deminde habibi hazretin hakı rehidir nazımı mumaileyh şeyh avni efendi eyyub efendi zaviyesi şeyhi salifü'tterceme eşrefzade şeref efendi merhumun sulbünden mahrusai burusa'da bin yüz yirmi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir aralık mazharı tacı hilafet ve bin yüz kırk altı tarihinde pederi mumaileyhin rahatlarında zaviyei mezkurede naili meşihat olmuş iken yüz elli sali hilalinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyhin eşarı şeyhane vaki olmuştur. gazeli natamam tiri müjen takınca kemana birer birer amacı canı aldı nişane birer birer dur olsa iltifatı nigahın fütadeden elbet gelir kapına emana birer birer piçide hale çünkü girihgiri kakülün arar tararsa cünhamı şane birer birer maksat üsulı aşk ise kanunı sinede mızrabı ahı urarak cana birer birer nazımı manzumei hünermendi yağcızade mehmed avni efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye salik ve bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde libası hayatı müstearı tarik olmuştur. mumaileyhin eşarı aşıkane vaki olmuştur. oldu rühsarına taklid ile gül har ile hor göz diker didene nergis ola bu kar ile kor tiğine berki tecelliyle su virmiş ol mah turı hakimde yanar meşalei nar ile nur sevki ülfetle beni tebzedei hecr itdi canıma işte o ateşleri bu kar ile kor ram idüp kabzaya aldı o kaşı yayı gönül gerçi ya hakk diyerek eyledi çok zar ile zur rahı tahkike girüp kafilei aşka uyup zahidi har mineti barı gamı yar ileyor piç u tab u hat u gisu ile yatdım bu gice alemi habda üşüdü başıma mar ile mur dil heva vü hevese uydu cihana geldi itdi ayni vatanımdan beni bu dar ile dur nazımı mumaileyh hasan ayni efendi medinei ayıntab'da bin yüz yetmiş tarihinde tabendei alemi şühud olup iki yüz beş tarihinde dersaadet'e bi'lmuvasala tariki tedrise dahil olmuş ise de muahharen tariki mezbura ademi rağbet ve mikdarı vafi maaşa nailiyetle ihtiyarı tekaüdi eyleyüp iki yüz kırk yedi senesi bazı ketebeye talimi ulumı arabiye ve tefhimi fünunı farisiye eylemek üzere hacelik ünvaniyle babı aliye memur ve tayin olunup nazm: ayni'ye virdi padişah lütfen nişanı iftihar tarihi rotası mealince iki yüz altmış yedi senesi lağv olunmuş olan nişanlardan bir kıta salise nişanı gevherefşanı talike giribanı mefhareti tezyin kılınmış iken ayni'ye ömrü gelmedi lemhi basar kadar tarihi adedince bin iki yüz elli dört senesi şehri saferinde darı bekaya nakl u sefer eylemiştir. tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensubiyeti münasebetiyle naşı mağfiretnakşı galata mevlevihanesi hatırasında süpürdei hak olmuştur. mumaileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup bir kıta divanı ve nazmı cevahir isminde bir aded lugatnamei sahibü'lbeyanı vardır. harfi'lgayın her babda bir derde düşer derbederi aşk haşa ki kedersiz geçile rehgüzeri aşk geh nefy u geh ısbata düşer hulkı dehanın bibehredir ol meselede behreveri aşk mahmurunu hüşyar ider camı muhabbet sahibi haberi hayret olur nice aşık nüh kubbei eflakı yıkar zor ile amma kırmaz yine zencirini divane seri aşk kim kadir ilac eylemege hükmi kaderdir tarihi imiş galibi zarın eseri aşk nazımı müşarünileyh şeyh mehmed esad galib efendi ketebeden mustafa reşid efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz yetmiş bir senesi zinetefzayı alemi vücud olup divanı hümayun kalemine bir müddetcik müdavemetle muahharen tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile konya'ya azimet eyleyüp çilekeşi hizmeti tarikat olmuş iken hizmeti memuresi residei hitam olmaksızın validi mumaileyh tarafından vaki olan eşara mebni dersaadet'e avdetle yenikapı mevlevihanesi'nde tekmili hizmet eyledikten sonra galata mevlevihanesi'nde nice müddet postnişini irşad ve cümle indinde makbul bir mürşidi kerametmutad olduğu halde canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dil mısraını guya buyurarak iki yüz on üç senesi hilalinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. müşarünileyh fazl u kemali zahir bir şeyhi kerametmüessir olup nazmı suhanda olan kudret u mikneti divanı belagatünvaniyle sair eseri kalemi olan güftarı fesahatdisarından bedihi vü celidir. ol şuhı güzelgerden bensiz hulkunda da hüsnünde de guya ki dehensiz ruhsarına ol sebzei hat virdi letafet yok revnakı bağın eger olursa çemensiz tiz gelse devamı olamaz devleti dehrin yok lezzeti vaslın olacak hecr u muhansız fasl oldu bahar sayfile hem kühneyi hüda dil istemedi azmı rehi gülşeni sensiz galib çalışır pir u arifan olayım dir debi şuara şöyleki turmazdı suhansız nazımı müşarünileyh sadrı esbak seyyid mehmed said galib paşa mektubii sadrı ali odası serhalifesi müteveffa ahmed efendi'nin sulbünden bin yüz yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bir müddet odai mezbura devam iderek silki haceganiye duhul ile bekam buyrulup iki yüz on senesi evailinde odai mezkur serhalifeligi memuriyetine ve iki sene zarfında memuriyeti mezbureden vukuı infisaliyle metruk cebeciler kitabetine ve bir müddetcik sonra amedii divanı hümayun memuriyetine menkul ve beş sene tamamında muahedat tanzimiçün paris canibine mevsul bade tamamü'lsulh dersaadet'e avdetinde hilafı me'mul büyük tezkirecilik hizmetine mevsul olarak üç sene müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra ki iki yüz yirmi bir senesi makamı riyasete ve bir sene mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyitine ve iki yüz yirmi iki senesi saniyen makamı riyasete ve iki yüz yirmi altı senesi sadareti uzma kethüdalığına ve iki yüz yirmi dokuz senesi salisen makamı riyasete revnaktırazı izaz buyrulup üç buçuk mah mürurunda riyaseti mezkureden azl ile makarrı nefyi rüesa olan kütahya'ya nakl eyleyüp müddeti kalile zarfında rütbei samiyei vüzeratı bi'lihraz bolu ve viranşehir sancaklarına ve beş altı mah mürurunda sivas sancağına ve iki sene müddetde niğde ve yenişehir sancaklarına ve badehu ankara ve kangırı sancaklarına ve bir müddetten sonra tekrar bolu ve kastamonu sancaklarına sayeendaz olmuş iken. mısdakınca az müddetde bazı münafeseye mebni refi vezaretiyle medinei konya'ya azimet ve bir vakt ikamet eyledikten sonra vezareti bi'libka bozok ve kayseriye sancaklarına ve altı yedi mah zarfında hudavendigar ve kocaeli sancaklarıyla bahrı siyah boğazı muhafızlığına olan memuriyetini bir mah mürur eyledikte yani iki yüz otuz dokuz senesi rabiü'lahirinde makamı valayı sadarete ikad ve dokuz mah tamamında makamı sadaretden azl ile iptida gelibolu'ya ve birkaç mah mürurunda manisa'ya nefy u ibad olunup münefasına kable'lvürud saniyen vezareti ibka ve şark seraskerligi inzimamiyle erzurum eyaletine sayebahşı itila buyrulduğu halde üç sene mikdarı eyaleti merkumede icrayı hükümdari eyledikten sonra iki yüz kırk dört senesi hilalinde salisen rütbei vezaret uhdesinden sarf u tahvil olunarak balıkesir nam kasabaya nefy u tesbil olunup kasabai mezbureye vüsulunu müteakiben azimi kurbgahı cenabı rabbi celil olmuştur. müşarünileyh fenni kitabet ve inşada nadirü'lakran ve süratı kalem ve irası hüsnı makalde müşarünileyh bi'lbenan bir veziri alişan olup eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. daima bir kays bir leyla olur alem bu ya bir güle bin bülbülı şeyda olur alem bu ya iltifat it herkese itme hakaretle nigah vakt olur kim rütbesi ala olur alem bu ya leylei hecr u firaka kıl tahammul çekme gam doğmadan gün bak neler peyda olur alem bu ya asr u yesri kıl tefekkür ruz u şeb zevkinde ol gündüz olur leylei zülma olur alem bu ya bir kuluna rabbim eyler ise tevffikin refik maliki dünya vü mafiha olur alem bu ya gerçi biberg u semerdir nahlı ümidim veli giderek pürberg u müstesna olur alem bu ya sikkesi altına galib kim girüp olursa kul mahremi esrarı mevlana olur alem bu ya nazımı mumaileyh abdulhalim galib paşa dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup maliye mektupçusu odasından neş'etle kapudanı derya tahir paşa merhumun mukaddema mühürdarlık ve muahharen divan kitabeti hizmetine memur ve bir müddet dahi marmara voyvodalığı'nda güzarendei eyyam u şuhur olduktan sonra sadrı esbak izzet paşa'nın divan kitabeti hizmetiyle beritü'şşam canibine azimet ve bir vakt ikametle dersaadet'e avdetinde bir müddet postahane kitabetinden ve badehu postahane nazırı sabık hüseyin beg'in mühürdarlık hizmetinde bi'listihdam sabıkan mabeyni hümayun başmemuru hamid paşa'nın kitabet hizmetine nakl ile bir kaç mah zarfında uhdesine salise rütbesi bi'ttevcih viranşehir kaimmakamlığına ve biraz vakt mürurunda ankara defterdarlığına memur ve iki yüz altmış beş senesi kaimmakamlıkla batum nam mahale azimet eyleyüp iki yüz altmış yedi senesi hilalinde tırnova kaimmakamlığına memuriyeti bi'licra uhdesine mirümeralık ve iki yüz altmış dokuz senesi evahirinde miri miranlık rütbei refiası tevcih u ita buyrulmuştur. mumaileyhin eşarı adisinden başka etrakı biidraki taklid suretinde haylice eşarı letafetdisarı vardır. alemi devr itse de zahid cihan peymayı aşk meskeni kalbi muhabbetdir yine me'vayı aşk niş u zehre bayı ayş u nuş olur her katresi bezmi zevke muttasıldır var ise minayı aşk böyle hamuş olma ey gül goncei rana gibi ta besubh efgan eyler bülbülı şeydayı aşk şivei reftarını seyr eyleyen hayran olur kametindir ey peri sırr u çemenarayı aşk sırrı ruyun fehm ider mi galiba her geçnazar noktai hali siyehde gizlidir manayı aşk nazımı mumaileyh mustafa galib beg çıldır sancağı kaimmakamı ismail paşa'nın sulbünden leskofça kasabasında bin iki yüz altmış üç senesi pederi mumaileyh ile beraber dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış altı senesi mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış sekiz senesi bosna valisi veli paşa'nın divan kitabeti hizmeti ile mahalli mezkura azimet ve biraz müddet mürurunda eyaleti bosna'da vaki banyoluka kazası kaimmakamlığına mevsul ve iki yüz altmış dokuz senesi kaimmakamlıkı mezkurdan mazulen dersaadet'de bi'lvüsul işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında orduyı hümayunı bahriye kitabetine memuren kırım canibine badı benekşayı azimet olmuştur. bir mikdar eşar u güftarı vardır. şikeste nahlı kadem kameti dildarı gördükçe olur sadpare cismi gamzei hunharı gördükçe seri kuyunda cana ağlarım gördükçe ağyarı figan itmez mi bülbül devri gülde harı gördükçe dilim handan olur ol lali şekerbara bakdıkça gözüm giryan olur ol didei güdarı gördükçe bulur ten taze bir can vuslatın tekrarını görsem kararım mahv olur hecrinde istikrarı gördükçe tutar dünyayı ahım şevki lali tabnakından nihali avdı galib nice yanmaz narı gördükçe nazımı mumaileyh ismail galib beg hamid sancağı kaimmakamı sabık surre emini hacı mustafa ağazade izzet beg'in sulbünden dersaadet'de bin iki yüz kırk beş senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz elli dokuz salinde mektubii sadrı ali hulefası sınfına ilhak olunmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce hacelik rütbei refiasına nail olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. tarı zülfün dili avareye zencir itdim ahseni vechile divaneye tedbir itdim gör yanar namei aşkımda sakın surh sanma kilki müjganı hunalud ile tastir itdim gerçi kim seyri cemalinden ırağ itdi beni defteri aşkına namım hele tahrir itdim şebi firkatda hayali beni tenha komadı subh olunca ana ahvalimi tefsir itdim serfiraz olsa garibi nola aşk içre bu gün hizmetinde o şehin kendimi çün pir itdim nazımı müşarünileyh çelebi esseyid ebubekir garibi efendi salifü'tterceme çelebi elhac arif efendi merhumun mahdumu olup müşarünileyhin vefatından sonra ki bin yüz elli dokuz tarihinde asitanei cenabı mevlana'da serirarayı irşad olmuş ve bin yüz doksan dokuz tarihinde azmı kurbgahı cenabı rabbi ibad olmuştur. nazm hamd ola irdi sitanbul'dan bu dem merdi huday payei tedrisle oldu zatı paki rehnumay rindei danişveran hoş yerlerinde ehli fazl imtihan içün heman rumeli'de şöhretnumay ilm ile kenzi edeb aslı şerif valaneseb lutf ile tullaba hep itdi sualatı becay şevkile tutii gülzar hod niyazi mahlası bezmi kurada güherbar bülbülı gülşenseray en geride vakti teşrifin sorarsın ey gulam asumandan indi ali tarihi mergubı nay nazımı mumaileyh gulam efendi eregri nam mahallde mütevellid olup tariki şazeliye süluk eyleyerek mahalli mezkurda zaviyedar olduğu halde ile'lan neşri ulumı aliye eylemektebulunduğu mervidir. güftarı kelamı mevzun kabilindendir. harfi'lfe feryadımız ol yare de ağyare de kalmaz ahı dili bülbül güle de hare de kalmaz tiği nigehin kim dokuna bir dili zara sadpare de olmazsa o yekpare de kalmaz evrakı kitabı emelim itdi perişan cemiyyeti dil çarhı sitemkara da kalmaz zülfünden anın oldu nice mürgi dil azad ol damda kebki dili avare de kalmaz elbet de gelir yoluna itdikleri faiz hunı dilimiz gamzei hunhara da kalmaz nazımı mumaileyh abdurrahim faiz efendi esadzade müteveffa said efendi'nin mahdumu olup bin yüz altı tarihinde tariki tedrise dahil ve tekmili devri medaris ile galata kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra bin yüz otuz sekiz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine mevsul ve o suretle mısır hükumetine menkul olarak senei merkuma şehri cemaziye'levvelinde kahirei mezburede hakim bulunduğu halde fücaeten darı bekaya azim olmuştur. mumaileyh idarei bahs u kelama kadir bir şairi mahir olup hattı talikde yekta ve nazirepervazlıkta bihemta olduğundan başka satrançbazlıkda şahane ve ihtiraı mensubede ferzane olduğu varestei kayd u sütur ve salim efendi tezkiresi'nde birkaç aded gazeli bibedeli mukayyed u mesturdur. kuyı vasla hattı canan per u balimdir benim daldan dala konan mürgi hayalimdir benim öyle zib itmiş ki hüsnün hat ile ol mumiyan kıl kadar yok aybı varsa kil u kalimdir benim dağdarı harı cevri olsam ol şuhun nola bağı dilde kad keşide gülnihalimdir benim maha teşbih eyledim ol mihri hüsnü didi kim duşı nazımda kamer bir köhne misaldir benim aşıkı mümtazın ol şekerlebe sordum dedi faiki tutizeban şirinedalımdır benim nazımı mumaileyh ömer faik efendi mukaddema mühürdarlık hizmetiyle bazı vüzera kapu kethüdaları maiyetlerinde bir müddet istihdam olunup muahharen uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih bazı menasıbı divaniyeye nail olduktan sonra bi'lahire ol vaktin tabiratı üzere şıkkı salise defterdarlığı memuriyetine bi'lvüsul faiki akran u emasil olmuş iken bin yüz kırk beş salinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh tarikatı aliyyei nakşiye muhibbanından olup bir mikdar eşarı vardır. mukbilin cahına mı malına mı tan idelim müdbirin karına mı haline mi tan idelim olmadı mes'elei müşkilimiz şerh ile hal hacenin kilına mı kalına mı tan idelim o bütün ateşi ruhsarı beni yandırdı vechinin eline mi nalına mı tan idelim gam ile geçmededir vaktimiz eyvah eyvah felegin mahına mı saline mi tan idelim hazreti miri suhanpervere olmaz tanzir faik'in tabına mı kalına mı tan idelim nazımı mumaileyh süleyman faik efendi sakız muhassılı müteveffa hafız ali ağa'nın sulbünden cezirei sakız'da bin yüz doksan sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani tufuliyetinde pederi mumaileyhin istishabiyle dersaadet'e bi'lvürud sinni farkı temyizi nik u bede mürur olduğu avanda mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve müddeti kalile zarfında hacelik rütbesine nail olduktan sonra mukadem ve muahher bir kaç defa memuriyeti mahsusa ile rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz yirmi altı senesi orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde sergi muhasebesi nezaretine ve iki yüz yirmi dört senesi mezkur mektubi odası serhalifeligine ve iki yüz yirmi dokuz ve otuz iki ve sekiz seneleri iki defa esham muhasebeciligine mevsul ve muahharen metruk kalyonlar kitabetine menkul olduktan sonra iki yüz kırk bir senesi mektubii sadrı ali memuriyetine ve bir müddet mürurunda mevali mühasebeciligine ve iki yüz kırk beş salinde haremeyn muhasebeciligine iki sene tamamında ruznamçei evvel mansıbına ve iki yüz elli senesi ceride nezaretine revnakefza olmuş iken iki yüz elli üç senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh fenni inşaya aşina bir katibi hoşeda olup sefinetü'rrüesa nam eseri latife bir mikdar zeyli ve bir mikdar eşarı vardır. ilahi gülsitanı vahdetin bülbülleri busitanı marifet sünbülleri cümlesi bağı hakikat gülleri halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur sıdkile sen de yürü var bende ol asitanı pire serefgende ol sen de bul sen de ara var sen de ol halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur aşkdan zatında var ise eser almak istersen muhabbetten haber talib isen çalma bundan gayri der halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur dergehi şaban efendi er yeri zatı paki evliyanın serveri feyzi toldurdu anın bahr u beri halvetiler vakıfı irfan olur her ibiri mülki dile sultan olur can içinde cana vuslat isteyen aşkile faik gibi daim yanan gelsin işte pir işte asitan halvetiler vakıfı irfan olur her biri mülki dile sultan olur nazımı mumaileyh mehmed faik efendi salifü'tterceme şeyh mustafa safi efendi merhumun sulbünden bin yüz otuz dokuz tarihinde medinei bolu'da panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tahkiki müşkilatı maneviye itmekte iken bin iki yüz altmış bir senesi hilalinde azimi darı cinan olmuştur. ider bir lahzada şahı gedaya hu zamandır bu gedaya bahş ider tahtı süleyman'ı cihandır bu gel ey tıflı müeddeb kırma bica şişei kalbi kabulı iltiyam u cebri müşkil bir ziyandır bu görüp sinemdeki dağı cünunu sanma bihude şehenşahı muhabbetden virilmiş bir nişandır bu cihanın germ u serd u nik u bed ahvaline sabr it maarifperveranı asra darı imtihandır bu sözün kes yohsa kat eyler zebanın hameveş tiğ nazire söylemek haddin mi faik çok tabandır bu nazımı mumaileyh süleyman faik beg mahrusai bağdad'da bin iki yüz otuz senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup belgırad muhafızı hakkı paşazade izzet paşa'nın feriklikle bağdad'da bulunduğu avanda bir müddet kitabet hizmetinde bi'listihdam iki yüz elli yedi senesi müşarünileyh ile beraber dersaadet'e muvasalat ve muahharen hacelik rütbesine nailiyetle müddeti medide müşarünileyhin divan kitabeti hizmetinde bulunduktan sonra iki yüz altmış dört senesi teşkil olunmuş olan ırak orduyı hümayunu meclisi kitabetine ve muahharen bağdad eyaleti nüfus kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. ol peri madam vazı dilnevaz eyler bana her ne rütbe çarh cevr eylerse az eyler bana ben o mecruhı hadengi gazayım ey bihaber kim tabibi ruzgar arzı niyaz eyler bana mürgi bikaydım benimçün gayriden yok ihtiraz her ne eylerse o çeşmi şehbaz eyler bana kabeyi kuyı dilarayı sual itdikçe ben zahidi kemrah tarifi hicaz eyler bana faika bilmem bu istiğna nedir kim badezin çar ebrulandı ol afet ne naz eyler bana nazımı mumaileyh salih faik beg manastır hanedanından olup unfuvani şebabetinde bin iki yüz yetmiş altı senesi hilalinde dersaadet'e bi'lmuvasala altmış yedi salinde kendisine rikabı hümayun kapıcıbaşlığı rütbesi bi'lita altmış sekiz senesi evahirinde harput eyaletinde vaki siverek kaimmakamlığına memur ve muahharen kaimmakamlıkı mezkurdan buuden dersaadet'e menkul olmuştur. nazımı mumaileyh abdulkerim faik efendi bağdadiyyü'lasl olup bi'lahire canibi iran'a azimet ve müzehhiblik sanatını tahsile say u gayretle muahharen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh sanatı mezkurede mahareti şahir bir şair olup eşarı farisiyesine kemali itinası olmak mülabesesiyle bir kıta farisi nigahı tezkirei acizanemize tahririni ilhah eylemesi üzerine balada muhharer gazeli sebti ceride kılınmıştır. hep bozuldu nefhai sazı nevayı merhamet hayli demdir guşuma gelmez sadayı merhamet bilmezem bu hilkatı alemde mi insaf yok olmadım mı yohsa ben hergiz sezayı merhamet bu ne haletdir cila bulmaz uyunı şairan haksar olsa cihanda tutiyayı merhamet istikametden düşüp burc u hisarı kalmamış kalbi aşıklar gibi olmuş binayı merhamet müttali oldum ki fatih defteri afakta lafzı bimana gibi kalmış semayı merhamet nazımı mumaileyh fatih efendi şirvaniyyü'lasl olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet tahsili ulumı aliyede bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen divanı hümayun kalemi şakirdanı silkine dahil ve bi'lahire hacelik rütbesine nail olduktan sonra mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bin iki yüz eli senesi hilalinde kahirei mezburede darı bekaya rihlet eylemiştir. fatiha oku efendi fatih'e tarihini kıbrısizade ismail hakkı efendi inşad itmiştir. gönül meyl eyledi şimdi yine bir taze canana melahat mülkünün sultanıdır ol çeşmi mestane açılır nazile ruyunda güller hande itdikçe olur bülbül gibi üftadeler hep mest u hayrane zelihayı zamandan bir nişan kalmış bu alemde anınçün eylerem canım fida ol cana dermane perişan zülfünü gördüm görelden pek perişanım dağıldı akl u fikrim başladım feryad u efgane yanup mecnunveş sevdayı aşka şimdicik fatih cemali şemi yare olmada biçare pervane nazımı mumailyeh fatih efendi mevaliden ahmed zihni efendi'nin sulbünden edirne eyaletinde vaki bikarhisarı nam mahallede bin iki yüz kırk iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mahrusai edirne'de bir mikdar fünunı arabiye ve farisiye tahsil eyledikten sonra iki yüz altmış altı salinde dersaadet'e bi'lvüsul mektubii maliye hulefası sınfına duhul eylemiştir. natı şerif ey tabı eltafı keremi kenzi hakikat ey sahibi mirac u kerem ayeti rahmet pervanei dil bir gice yansa nola ansız nurı ruhunun şemine ey şemsi nübüvvet keşf ile yüzünden okuyam ayeti ruyun ey mecmaı esrarı huda hacei hikmet almışsa da perde yüzümün karesi çak it kurtar şebi zulmetden aya nurı hidayet ümidi visalinle gönül yanmada her gah fahir ne yapar nusretin itmezse inayet nazımı mumailyeh elhac halid fahir efendi eşrafı kuzatdan çavuşzade müteveffa hasan efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi bir tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz otuz beş senesi rüus kalemine çırağ olunarak iki sene mürurunda tobhanei amire nezaretinde vaki ruznamçe odasına müdavemete mübaşeret ve o esnada selimiye dergahı'na postnişini irşad olan burusevi behçet efendi merhumun asitanı feyzaşiyanına dehaletle hizmetlerine muvazabet üzre iken müşarünileyhin irtihali vukuuyla iki yüz kırk tarihinde canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve dersaadet'e avdetinde yine odaı mezbura müdavemete mübaderet eyleyüp ilmi inşada olan malumatı icabınca iki yüz elli dört senesi odai mezbur başkitabetine ve iki yüz elli altı senesi kitabeti mezburenin lağviyle dikimhanei amire ruznamçeciligi memuriyetine ve birkaç mah zarfında elbisehanei amire nezaretine ve badehu mektubii maliye odasına nakl ile muahharen nizamiye hazinesinde vaki tahrirat odası başkitabeti memuriyeti bi'licra iki yüz altmış dört senesi kendisine rütbei saniye tevcih u ita buyrulmuştur. mumaileyhin şir ile şöhreti yoktur. o şuhun arızı huygerdesi durmaz her an ağlar hatı nev geldiginden zannım oldur hüsn u an ağlar nice tabaver olsun didei gamnakı uşşakı hirası gamzesinden belki lafzı elaman ağlar şikenci zülfü kim üftadegana zehri kand eyler o bir dahhak marıdır ki andan ejderan ağlar derunı laleyi hali siyahın çak çak eyler güli handanı ruhsarın görünce bülbülan ağlar acep noldu yine bu fazılı pürmihnet u zara bu eyyamı sürurefzada böyle ne yaman ağlar nazımı mumaileyh hüseyin fazıl beg akka kalasına muzafe sogd nam beldede kademnihadei sahai vücud olup bin yüz seksen tarihinde vadii tuğyana puyan olan ceddi tahir ömer nam şakinin idamında mir mumaileyhi kapudanı derya müteveffa gazi hasan paşa bi'listishab her barı şevketkararı mülukaneye isal ve enderunı hümayuna çırağ ile naili amal eyleyüp devri abdulhamid hanı gazi'de enderunı hümayuna ihrac ve zamanı selim hanı salis'te kendisine rodos tevliyeti erzan veuhdesine hacelik rütbei muteberesi ihsan buyrularak bir müddet halep defterdarlığı ve muavini hümayun emaneti misillü hizmetlerde istihdam olunduktan sonra hakkında bazı gune şikayet vukuuna mebni iki yüz on dört tarihlerinde cezirei rodos'a nefy ile izac olunup bu esnada salifü'tterceme reisü'lküttab ratıb efendi'nin sureti idamı ayinei fezada cilvenüma olduktan mumaileyh kemaliyle havfa tabi olup o münasebetle illeti ummaya mübtela olarak muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala yedi sene müddet sahibfirraşı illet olduğuhalde tarih; göçdü fazıl beg gice ahbabı nalan eyledi tarihi mantukunca iki yüz yirmibeş tarihinde ruhı revanı azimi riyazı cennet ve didei giryanı civarı hazreti halid'de vaki kızılmescid nam mahallede kain kabristanda muntazırı rahmeti cenabı rabbi ehadiyet olmuştur. müşarünileyh ashabı fazl u kemaldan olup bir kıta mürettep divanı belagatünvanı ile hubanname ve zennanname isminde iki aded eseri renginbeyanı vardır. tarih şehenşahı cihanban hazreti abdulmecid hanı huda tahtı hilafetde kıla devlet ile mevcud ola dihimi şevketde burucı sabite manend yaza levh u kalem günden güne evkatını mahmud yazılsın günbegün nusret tevarihi didi fazıl ide abdulmecid han'a bu nevsali said mabud nazımı mumaileyh muhammed fazıl paşa ebu'lbekai kufi sülalesinden ve eşrafı kuzatdan ahmed şerif efendi merhumun hafidi sofya kadısı esbak müteveffa mustafa nureddin efendi'nin sulbünden saraybosna'da kademnihadei sahai vücud olup tahsili ilm u kemala say u gayretle bin iki yüz otuz dokuz senesi bir kıta edirne müderrisligi rüusı hümayununa nail ve iki yüz kırk iki senesi saraybosna nikabeti kaimmakamlığına memuren mümtazı emasil olduktan sonra iki yüz kırk dokuz senesi mevleviyyetle belgırad kazasına hakim ve badehu kazayı bosna'ya mütesselim nasb u tayin buyrulup iki yüz elli senesi salise rütbesi ve iki yüz elli üç senesi livalık rütbei refiası uhdesine bi'ttevcih mütesellim bulunduğu halde kazayı mezkurda ve mahalli sairede bervefki dilhah emri askeriye ve mehammı seniyyei saireyi hüsnı idare ile bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh tabı latif bir fazılı zarif olup kendisinin bir mikdar tevarihi güzidesi vardır. gazeli zevi'lkafiyeteyn sanmasın zülfi siyahın ey gönül tumar mar eylemiş her tarını hak kuy içün dildar dar iki ebru kıblesiydi secdegahı aşıkan hattı geldi ol bütün simdi olur naçar çar meyvei vaslin gehi izhar ider ol nevnihal runümude olmuyor alemde bak her bar bar sen terahhum itmedin ey gül figan u ahıma nalei bülbül içün olmuş bütün gülzar zar zehri merdümkeşden ümidi şifa itme abes olsa mümkün mü fuada sana hiç ağyar yar nazımı müşarünileyh mehmed fuad efendi salifü'tterceme keçecizade izzet efendi merhumun nazm; budur izzet'e çarbağ ola şad fuad u reşad u murad u sedad beytinde tadad eylediği dört nefer evladı valanejadının birincisi olup bin iki yüz otuz tarihinde zinetefzayı mehdi vücud olarak pederi sağlığında tariki tedrise duhul ile ulumı arabiye ve farisiyeyi bi'ttahsil mümtazı akran u emasil olduğu halde mektebi tıbbiyei şahanede dahi bir mikdar tahsili fünunı edebiye vü hikemiye ile bir aralık asker tebabeti hizmetiyle trablusgarb'a gidüp geldikten sonra tebdili tarik iderek hacelik rütbei refiasını bi'lihraz terceme odası hulefası sınfına ilhak olunup odai mezbura mütercimi evvel olduğu halde sefaret serkitabeti hizmetiyle londra'ya azimet ve üç seneden sonra avdetle bir iki sene mürurunda sefaretle ispanya ve portekiz devletleri nezdine azimet idüp bade'lavde iki yüz altmış senesi divanı hümayun tercümanlığı memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış üç senesi barütbei ula amedii divanı hümayun mesnedi refiine nail olup iki yüz altmış beş senesi hilalinde memuriyeti mahsusa ile eflak ve boğdan canibine azimet, iki yüz altmış altı senesinde oradan doğru büyükelçilik ünvaniyle petersburg'a memuren gidüp ifayı hizmeti sefaret eyledigi halde orada iken barütbei bala sadareti uzma müsteşarlığı makamı aliyesine ve iki yüz altmış sekiz senesi evahiri şehri şevvalinde hariciye nezareti celilesine revnakbahşı atıfet buyrulup iki yüz altmış dokuz senesi şehri cemaziye'lulasında hini tahriri tezkiremizde devam iden rusya muharebesinin mebdeatı olmak üzre rusya elçisi mançikof'un nazareti hariciye makamına vuku bulan muamelei dürüştkarisi üzerine vaki olan istifası ile nezareti merkumeden münfasil olup sahilhanesinde aramsazı ikamet iken muahharen ayanos ve turhala taraflarına hücum iden eşkiyayı yunaniye'nin def u tardı memuriyetiyle ol taraflara azimet ve altı mah zarfında hüsnı muvaffakiyetle tekmili memuriyet iderek dersaadet'e avdet eyleyüp işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında iki yüz yetmiş bir senesi evaili şehri muharreminde devleti aliyede müceddeden teşkil olunmuş olan meclisi tanzimat azası silkine ilhak buyrulmuştur. mumaileyh dirayetkar ve her vecihle akran u emsaline tefevvuku derkar bir zatı alitebar olup meclisi maarifi umumiyye azasından salifü'tterceme ahmed vahdet efendi ile müştereken kavaidi osmaniye isminde bir kıta kitabeti fevaidnisabı ve bir mikdar eşarı belagatmeabı vardır. benim ol mebdei efyazı vücud benim ol menşei esrarı şühud banadır cümle hitabeti ilah benim ol hamii misak u uhud hele gez gönlümü başdan başa bak gör ki ekvanı dile var mı hudud fatihi memleketi gaybım ben baş keser seyfime adayı unud bildigin aynı ali işte benim fethi suret sana gösterdi vedud nazımı mumaileyh ali fethi efendi mahrusai ruscuk'da bin iki yüz on dokuz tarihinde panihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde tahsili ulumı aliye eylemek üzre mahrusai edirne'ye azimet ve müddeti medide ikametle iki yüz otuz dokuz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve bir müddet neşri ulumı aliye ile imrarı vakt u saat ve iki yüz kırk beş senesi hilalinde mahrusai ruscuk'a avdet eyleyüp iki yüz elli bir senesi deri aliye'ye bi'lmuvasala tariki tedrise duhul ile birkaç sene müddet neşri ulumı aliye ile güzarendei subh u şam olduktan sonra iki yüz elli beş senesi hilalinde ihdas olunmuş olan mektebi maarifi adliye şakirdanı haceligine memur ve tayin kılınmış ise de iki yüz altmış üç senesi hilalinde bazı esbaba mebni memuriyeti mezkuresini terk iderek cennetmekan ebulfeth sultan mahmud hanı gazi hazretlerinin inşagerdeleri olan camii şerifde tefsiri şerif mütemmimiyle me'luf olduğu halde iki yüz altmış altı sali evahirinde meclisi maarifi yevmiye azası sınfına ilhak buyrulmuştur. mumaileyh vatanı asliyesi canibinde osman begzade dinmekle şöhretşiar olup kendisinin sahibi ilm u kemal olduğuna delil olmak üzre hayrü'lhüsni fi şerhi istişarü'lmutemen isnimde yedi cüzü şamil bir kıta kitabı rengini hilyei saadet tercemesine dair hilyei sultan namında bir kıta eseri dilnişini ve ehadisi şerife tercemesine mütealik sermayei necat isminde bir risalei masnuu, belagatı ilmi aruz namında bir kıta tercemei matbuu ve haylice eşar ı letafetdisarı vardır. nazm doğdu ol sultanı kevneyn nura gark oldu cihan basdı evci lamekana mahve vardı hanman zulmetabadı ademden çıkmaz idi kainat ger vücudun olmasaydı ey şefii ins u can sad hezaran taslıya ruhı şerifine senin fahrii biçareden ey mefhari pir u cüvan nazımı mumaileyh elhac mehmed fahreddin efendi mahrusai burusa'da bin yüz yirmi yedi tarihinde salifü'tterceme eşrefzade şeref efendi'nin sulbünden kademnihadei sahai vücud olup bin yüz kırk altı tarihinde labisi hırkai hilafet ve yüz elli beş tarihinde eyyub efendi zaviyesi ve yüz altmış bir tarihinde emir sultan zaviyesi meşihatine revnakdihi kadr u mezellet olmuş iken bin yüz yetmiş altı sali hilalinde matunen hankahı ukbaya azm u rihlet eylemiştir. mülki aşka ey gönül şah ol ki sultanlık budur talibi dünya olup kalma peşimanlık budur her ne var ademde var ademde bul her varı sen olma ademden cüda alemde şaytanlık budur sırrı hakka mahrem ol geç katreden deryayı bul ahseni takvimini bil işte insanlık budur salma filki çeşmini bahrı amiki kesrete düşme emvacı belayaya perişanlık budur zühd u takvanın hakı bilmekde yokdur medhali mescidi irfana gel fahri müselmanlık budur nazımı mumaileyh şeyh ahmed fahreddin efendi rumeli'de vaki şarköyü nam kasabada panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden salifü'tterceme şeyh zati efendi merhumdan telebbüsi sevbi hilafet ve muahharen dersaadet'e hicret eyleyüp bin iki yüz on dört salinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. kasımpaşa civarında vaki ali efendi tekyesi hatırasında medfundur. mumaileyhin divançe olacak mikdar eşarı vardır. bezme rana aşkile pürcamı enverdir ruhun gösterir ahvalini uşşaka manzardır ruhun hüsn ü anın çaldı gönlü aşinayı çeşm idüp kıldı suz encam çün suzana mazhardır ruhun nice hayret nice nükhet nadiye gelsen zuhur çün kelamın dilfirib hem derdi ahmerdir ruhun zulmeti ayandan imha eyleyüp envarı hat pek mücella görünür gayet münevverdir ruhun gülşeni tabımdan olur arzı gülbuveş sena her nazar fahri'ye bir dürlü ziyadadır ruhun nazımı mumaileyh hacı fahri efendi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup evkafı hümayun hazinesinde vaki gedikler odasına bir müddet müdavemetle muahharen hazinei merkuma tahrirat odasına naklı memuriyet eyleyüp bir aralık kendisine hacelik rütbesi bi'lita odai mezbur mümeyyizligi hizmetine memuriyeti runüma olmuştur. göçersin kusı rihlet urulur bir gün bu menzilden otağın padişahım laleveş sahrada kurdun tut vücud ikliminin ferda ki olmuşsun süleymanı adem deryasına o saltanat mihrin düşürdün tut muradınca bu alem mürgzarından şikar olup şeha bazuyı devletden nice şehbaz uçurdun tut getirir bezmi kesretden ayağı her kişi ahir firaki bir el aldın aleme vahdet duyurdun tut nazımı mumaileyh firaki dede dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup evaili halinde güruhı mekruhı mülğadan iken muahharen çirkabei mezelletden abı nedametle tathiri kalb eyleyüp tarikatı aliyyei mevleviyyeye bi'lintisab bin yüz eli beş tarihinde işbu alemi faniden gerduntab olarak ruhı pürfütuhu dersaadet'de molla gürani türbesinde muntazırı rahmeti cenabı rabbi vehhab olmuştur. mumaileyhin her ne kadar selaseti tabı eşarından malum ise de balada muharrer olan gazelinin kafiyeleri gayri sahih vaki olmuştur. ruhı cananı görmek daima fikr u hayalimdir semender teg yanar ateşde olmak hasbihalimdir duyarlar ricat eylermiş giden dünyayı faniden bana ricat günü cananıma ruzı visalimdir müsinn ruyı koyup da bütei dil içre zevb itdim o iksiri gamı tarh eyledim zer oldu malımdır egerçi burcı akrebde olanda mah çok bedre ve likin zülfü içre yar ruyu niki falimdir bana nasih didi terki cünun u kesbi akl eyle veli divanelik bilmez benim akl u kemalimdir hızır abı hayat içdi fena dünyada bakidir beni hayy eyleyen lali lebi canan zülalimdir bakan camı cihanbine görür alemleri daim benim camı cihanbinim bu mir'atı cemalimdir nazımı manzumei hünermendi ferecullah efendi memaliki iraniye'de vaki şehri tebrizi anberhizde buyaveri meşammı vücud olup bir mikdar tahsili maarif eyledikten sonra tebriz hükümdarı şehzade melik kasım mirza'nın kitapçılık hizmetinde bulunarak bir müddet istihdam olunup muahharen ticaret tarikiyle dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz altmış sekiz tarihinde rahilebendi darı ahiret olmuştur. yuşa hazretleri civarında medfundur. mumaileyh lisanı türkiye vü fıranseviyeye aşina bir şairi rengineda olup kendisinin haylice eşarı vardır. tarih cami oldu daiyane kamet idince menar nazmıı manzumei hünermendi ismail ferruh efendi kırımiyyü'lasl olup ashabı servet u saman iken bir aralık emlak u akarı kazazedei ruzgar olmuş olduğundan dersaadet'e bi'lmuvasala ulumı aliye ve fünunı sairede mahareti kamilesi olmak hasebiyle uhdesine rütbei hacegani bi'ttevcih kesbi tahrir eylemiş ve bin iki yüz elli altı senesi hilalinde mübarek adem idi göçdü ferruh tarihi müf'dınca azimi darı beka olmuştur. mumaileyh ulumı şitada yedi tulası hüveyda bir fazılı bihemta olup lugatı türkiye ile bir kıta tefs'ri şerifi ve salifü'tterceme süleyman hanifi efendi merhumun asarından olan mesnevi tercemesine sabi olmak üzre bir cild tercemei sıhhatredifi ve haylice eşarı latifi olduğu meşhur u mütevatir ise de eşarını ketm u izae eylemiş olduğundan sair asarına destres olunamayup balada muharrer tarih mısraının tahririyle iktifa olundu. muahharen şerefharab u minaresi beraber türab olmuş olan büyükdere nam mahallde vaki camii şerifenin sakfiyle sair muhtacı tamir olan mahallerini termim u tamir ve minaresini müceddeden binavü inşa iderek bir mikdar musakkafat ilavesiyle vakfı camii mezkuru ihya vü teksir eylemiş olduğu tezkiretü'lcevami'de mukayyed u mesturdur. gerçi ehli zevk ile rindanemeşrebdir kadeh pek içilmez zahide biganemeşrebdir kadeh cem idüp cümle müridi badeyi dergahına halkada devran ider şeyhanemeşrebdir kadeh cuş ider gahi müselsel bir kızıl zencir ile elde zabt olmaz olur divanemeşrebdir kadeh meclisi meyde olur sultanı aşıkın hemdemi tahtı fağfura çıkar şahanemeşrebdir kadeh herkesin ferdi ider izharı mahfi meşrebin bilmedik mahiyetin aya ne meşrebdir kadeh nazımı mumaileyh elhac ferdi efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nusahı ilmiyye eylediktensonra aydın eyaletinde vaki kasaba nam mahallin müftülügü hizmetine memur ve tayin kılnüp mahalli mezkurda tevattun eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup haylice eşarı regini vardır. kuhı gurbetde olan dilde şetaret olmaz neş'ei aşksız insanda letafet olmaz şerbeti aşkile sirab ola gör dünyada ki hararet bulunan dilde halavet olmaz nası teftin ide gör ehli basiretden ise halkı tahmik gibi dünyada hamakat olmaz dil müderris iken ol medresei aşkında mevsili sahnı cünun olmaya rahat olmaz ey ferid hasreti dildar u hayali yaran var iken çeşm u dilimde o taravet olmaz nazımı mumaileyh mehmed bahaeddin ferid efendi şeyhülislamı esbak aşir efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz on üç tarihinde tariki tedrise dahil ve iki yüz otuz senesi halebi şehba mevleviyyetine ve iki yüz kırk bir senesi mısrı kahire mevleviyyetine ve iki yüz kırk dokuz senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi hilalinde darı bekaya nakl olmuştur. müntehabı ruyuna dikkatle çeşmim kan olur şamı vaslin her sehergeh guşei mihman olur her nedem mamur olur bünyadı kasrı beytin tişei cevrinle bu eyvanı dil büryan olur bir humapervaza düşdü hecr ile cismi nizar üstühanı mürgzarım hasılı püryan olur tab u suzı hasreti canana takat kalmadı şöyle kim hunabı didem bir yemi umman olur hambeham gisuların dökmüş izarı pakine tarı her zülfü ferida kabili çevgan olur nazımı mumaileyh ibrahim ferid beg haceganı divanı hümayundan ismail efendi nam bir zatın mahdumu olup bin iki yüz üç tarihinde sarayı hümayunı mülukaneye dahil ve hasbe'lkabiliye hazinei hümayun ketebesi sınfına dahil ile cennetmekan hudavendigar sabık sultan mahmud hanı sani hazretlerinin zamanı saltanatlarında merhume ve mağfurünleha mihr u mahı sultanı mağfiretnişan hazretlerinin üsküdar'da kain ihyagerdeleri olan camii cedidin tevliyeti hizmetine nail olduktan sonra iki yüz elli sekiz senesi sarayı hümayun emaneti hizmeti müstelzimü'lmefhareti uhdesine bi'lihale canibi hicaz'a azimet etmek üzre deri aliye'den hareketle şamı şerife muvasalat ve orada ikameti hengamda gülzarı cinana nakl u rihleteylemiştir. fikr idüp bahtı siyahım katı yandım bu gice cevri dildar ile canımdan usandım bu gice şol kadar hecrin ile akdı gözümden hunab başdan ayağa degin kanıyorum bu gice hab içinde görüp ol mahı olunca bidar şevki hüsnü ile etrafım arandım bu gice harc itdimse nola simi sirişkim yoluna sen gibi bir mehi namihri kazandım bu gice şöyle mest itdi beni camı meyi mihneti aşk bilmedim yarimi biganeyi sandım bu gice şebi firkat uzadı derdi muhabbet gibi ah gah habide olup gah uyandım bu gice ah u zarıma yakup kıldı terahhum bana yar ey feride hele ben andan utandım bu gice şairei mumaileyha feride hanım kastamonu eyaletinden hamami raşid efendi'nin kerimesi ve ketebeden raif efendi'nin halilesi olup işbu tezkirei acizanemizin tabından mukaddemce dersaadet'e hicret eylemiştir. balada muharrer olan gazeli bihalel yedi sekiz sene makdem bedri sipihri hüsn ü an olduğu avanda keşidei silki sütur eyledigi eşarındandır. olmada diller rübude gamzei cadusuna deşti hüsnün sayd olurlar şirler ahusuna rengi buda zülfi canana müşabih olmasa kim bakar gülzarı dehrin sünbül ü şebusuna sad hezaran natına meftun bir nigah şuhuna bin dili harutbeste her hamı gisusuna çilei sahtın çeker her dem keman ebruların aferin erbabı aşkın kuvveti bazusuna cismi hak it ol sehikaddin yolunda fıtnat nail olmaksa muradın devleti pa busuna şairei mumaileyha fıtnat hanım meşayihi izamı mağfiretittisamdan ismail efendizade esad efendi merhumun duhteri sudahteri ve şerif efendi merhumun haheri aligüheri ve sudurı izamdan müteveffa derviş efendi'nin hemseri nezaketperveri olup eba enced kendisine mevrus olan fetaneti asliyye ve tabiatı şiriyye icad u iktizası üzre arayişi haclegehi ilm u kemal ve ol vecihle arzı cemali şiri bimisal iderek güzarendei ruz u leyal iken bin yüz doksan dört sali hilalinde ruhı şerifi azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. mumaileyhanın zadei tabı nazikanesi olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatünvanı vardır. tarih sadrı fetvaya yine esad efendizade barekallah hüner u izzetile basdı kadem nazımı manzumei hünermendi mehmed fikri efendi müderrisinden olup devri medarisi mutadeyi tekmil itmeksizin bin iki yüz yirmi dört sali hilalinde naklı beka eylemiştir. mumaileyhin balada mestur olan tarihinden başka eşarına ve tercemei ahvaline zaferyab olunamamıştır. ümidi busei lalinle cana ıydı adhada bıçağı gamzene kurban olur bu canı üftade ger ikbal eylemezsen camei rengi nevicada ne reng istersin ilbası fiteni ıyde amade bahariye nihalı kadd ki giydikçe akı sade sanır zülfün gören sünbül biter servi temennada senin hüsni hudadadın gören mir'atı alemde ne yüzle baksın aya bir dahi tasviri behzada nigahı iltifat ile kerem kıl paymal itme sana üftadedir bunca zaman fennii şeydada nazımı mumaileyh fenni beg hotin muhafızı esbak ahmed izzet paşa'nın mahdumu olup validi müşarünileyhin vefatından sonra sarayı hümayuna çırağ olunarak bi'lahire hazinei hümayun ketebesi sınfına dahil ve cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında serkitabeti memuriyetine nail olmuş iken bin iki yüz yirmi üç senesi şehryarı müşarünileyhin vukuı halinde hakkında eceli kaza çehrenüma ve o yüzden azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh erbabı tabiat ve ashabı marifetden olup eşarı selis u nefis vaki olmuştur. gazeli natamam biz ki insanız beni ademleriz degme kesler bilir kim kimseleriz sırrımızdır nefhai ruhu'lkudus eşrefü'lmahluk hem ekremleriz hay u huy u güftguyı dehrden fariğiz azadeyiz edhemleriz sanma fenni yüz cihanda yalınız biz dahi nice fünunalamlarız nazımı mumaileyh mehmed teymur fenni efendi salifü'tterceme edhem pertev efendi'nin pederi olup bin iki yüz kırk dört tarihinde maskati re'sleri olan şehri erzurum'dan medinei trabzon'a nakl u hicretle bir müddet gümüşhane emanetinde ve badehu lazistan ve karahisarı şarki kazaları müstemleklerinde ve muahharen canik kazası muhasallığında imrarı evkat itdikten sonra medinei trabzon'da ihtiyarı guşei uzlet eyleyüp iki yüz altmış bir senesi hilalinde alemi fenadan darı ukbaya rihleteylemiştir. nazm kimedir şivesi dehrin bu istiğnası kime ya kime naz u edası kuru gavgası kime kahr u lutfu alimallah bize hep yeksandır sitem u cevr u cefası keremi nası kime ne felekmeşreb olup alemi ulvide ne hak pest u alası cihanın zir u belası kime bu gün alemde safayab olalım bir lahza taabı tişe çeküp hem gamı ferdası kime uçurup mürgi dili alemi fevzi geçtim laneberduşı cihanım gamı dünyası kime nazımı mumaileyh fevzi paşa sadrı esbak derviş paşa merhumun akribasından olup müşarünileyhin maiyetinde müddeti medide istihdam olunduktan sonra uhdesine rütbei mirmirani bi'ttevcih bekam olmuş ve bin iki yüz otuz sekiz tarihlerinde makarrı memuriyeti olan maraş canibinde darı bekaya rihlet eylemiştir. tabiatı hezl u mizaha mail olduğundan ekser eşarı hezlgunedir. mürği dilimi dama düşürdüm yine kendim püsküllü beladır sırı meh zülfi kemendim hercayi niçün eyledin ağyar ile ülfet sen yarı vefadarını terk itdin efendim ateşkedei aşkda gör mahvı vücudum aksi nigehi afete guya ki sipendim ey dili nağam pişrevi tul u diraz it raksan ola ta şevke gelüp servi bülendim fevzi suhanım tutii mucizdeme layık takdime seza bu gazeli şahpesendim nazımı mumaileyh mehmed fevzi efendi kırkağaç nam mahallde çehrenümayı alemi vücud olup bir aralık dersaadet'e muvasalat ve yedisekiz sene müddet mektebi harbiye'de ikametle bir mikdar tahsili fenn u marifet eyledikten sonra vatanı asliyesi canibine avdet eylemiştir. gazeli natamam ruhsarı alın üzre hatın demide göster çeşmi gazalin ey şuh sünbül çeride göster ruyuna yarin ey dil kıl ol kadar nezzare zahmı müjeyle cismin sen dide dide göster tahrik ise muradın o nevnihalı nazı badı baharı ahın herdem varanda göster nazımı munzumei hünermendi abdurrahman fehmi efendi şehriyyü'lasl olup usulı kadime üzre şeyhülislam nezaretinde vaki teftiş kitabeti hizmetinde bulunarak bir müddet güzarendei avan u avam olduktan sonra bin yüz otuz sekiz salinde tariki alemi nasut ve azimi bezmgahı lahut olmuştur. tercemei ahvali salim efendi tezkiresi'nde dahi mevcud u mukayyeddir. itabamiz edalarla o şuh naz itse de fehmi olur hembezmi uşşakın niyazı adet itseydin nazımı mumaileyh çukacızade ibrahim fehmi efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup bin yüz elli bir tarihinde haric itibariyle tariki tedrise dahil ve devri medaris itmekte iken bin yüz seksen dokuz tarihinde darı ukbaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı görülememiştir. hayalin ruşenasazı dü çeşmi intizarımdır o mürgi vahşi guya bestei damı şikarımdır ko itsün iltizamı naz u istiğna o mehi bikr hevayı zülf ü ruyu matlabı leyl u neharımdır o servin sayei lutfundan olmaz hatırım azad misali lale dağı aşkı dilde bergüzarımdır niçün tiri nigahı meyli semti gayr ider bilmem fezayı sinede rengin nihali itibarımdır o şuhun aşıkane vasfı hüsnı dilrübasında tarh eylemek fehmi medarı iştiharımdır nazımı müşarünileyh mustafa mazlum fehmi beg osman efendi merhumun sulbünden cezirei girid'de vaki kandiye'de zinetefzayı kehvarei vücud olup heşt sale bir tıflı şirin makale olduğu halde bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde valideleri hanımın istishabiyle dersaadet'e bi'lmuvasala sinleri temyizi surh u sevad ve tefriki noksan u ziyad derecesine reside oldukda tahsili hüner u maarifde sarfı vusu mukadderetle iki yüz kırk bir tarihinde harir nazırı ömer lütfü efendi merhuma damad ve iki yüz elli iki senesi afyon müdürlügüne ve iki yüz elli üç senesi tophanei amire nezaretine nakl ile mesrurü'lfuad olduktan sonra iki yüz elli beş senesi tersanei amire müsteşarlığı memuriyetine revnakefza ve on mah mürurunda memuriyeti mezkureden infisali runüma olmakla meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak bir sene zarfında bamemuriyeti mahsusa yani firari ahmed paşa'nın ibtidayı cülusı mealimenusı hümayunda bi'listishab iskenderiye'ye götürdüğü runümayı hümayunu celb eylemek memuriyeti hayriyesiyle canibi mısır'a azimet ve hüsnı muvaffakatiyetle ifayı memuriyet eyleyüp dersaadet'e avdetinde masraf nezaretine ve bir seneden ziyadece müddet mürurunda nezareti mezkureden müfarakatla saniyen meclisi valayı mezkur azası sınfına ilhak olunarak iki sene mürurunda dava nezareti celilesine revnakbahşı izz u rıfat ve iki yüz altmış iki senesi uhdesine rütei bala bi'ttevcih naili atıfet u übbehet buyrulup iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde nezareti merkumeden vukuı infisaliyle iki yüz altmış dokuz senesi ticaret nazırı sabık namık paşa'nın memuriyeti mahsusa ile londra canibine azimetinde vekaleti ticaret nezareti celilesine revnakbahşa ve muahharen nazırı müşarünileyhin dersaadet'e avdeti münasebetiyle vekaleti mezkure aksamın intiha olmuş olmasıyla iş bu tezkireiacizanemizin esnayı tabında ki iki yüz yetmiş senesi şehri şevvalinde serasker müsteşarlığı makamı aliyesine sayeefgeni kadr u mezellet buyrulmuştur. müşarünileyh sipihri akl u dirayetin mihri cihanarası ve evci kemal u marifetin mahı ziyabahşası olup hayliden hayli eşarı belagatşiarı ve münşeatı fesahatdisarı olduğu müstağnii tahrir u eşardır. el virdimmahbubı zamanım dimiş oldum aldırmadı hiç şuhı cihanım dimiş oldum aldı yürüdü meclisi rindanda seyr it bir lahza eyleş nazlı cüvanım dimiş oldum pek itti şikest riştei aşkı dili zarım incinme aman ince miyanım dimiş oldum geç geç diyerek eyledi tekdiri mükerrer hembezm olalım bu gice canım dimiş oldum peyrev olamaz böyle tarhına fehmi mecliste fakat nükteveranım dimiş oldum nazımı mumaileyh mehmed fehmi efendi medinei trabzon'da bin iki yüz otuz dokuz senesi panihadei sahai vücud olup anadolu kazası sınfına duhul ile iki yüz altmış senesi dersaadet'e muvasalat ve muahharen memleketi canibine avdet eylemiştir. hattı sebzi gülruhan rengin olur ayineden tutii nezzare revnakçin olur ayineden hande itse cevheri eşkim görüp olma cebin dürri dendan huşei pervin olur ayineden düşmeni ruşenzamirandır sipihri tireru gerçi zengi şerm idüp pürkin olur ayineden cuşişi eşke sükunet virdi şevki arızın cilvei simab pürtemkin olur ayineden sürmei bahtım degil çeşmin sebeb hamuş deyü sırrı hayret her nefes telkin olur ayineden görmesinler sinei pürafeti siminberan dilberi nahvetnigeh hodbin olur ayineden camı meydir saltanat ihsan iden iskender'e rindi bezmi bade cemayin olur ayineden nevzemin açdı fehima tişei ferhad külük safveti cuyı hüner şirin olur ayineden nazımı mumaileyh hace süleyman fehim efendi dersaadet'de bin iki yüz üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema divanı hümayun kalemi dahilinde vaki umurı mühimme odasına bir müddet müdavemet ve muahharen darbhanei amire tarafına naklı memuriyet eyleyüp bi'lahire memuriyetden sora müddeti medide ol vaktin tabiratı üzere voyvodalık ve mütesellimlik misillü hidematda bi'listihdam muahharen dersaadet'e avdet birle karagümrügü civarında kain hanesinde peygulegüzini istirahat olduğuhalde bazı hahişgeranı nükat u kemala tefhimi fünunı farisiye eylemekteiken iki yüz altmış iki senesi şehri rebiü'levvelinin on beşinci günü mısraı müfadınca azimi darü'sselam olmuştur. vefatına kıbrısizade ismail hakkı efendi'nin inşad eyledigi tarihdir: nale kılsın ins u can gitdi süleyman fehim mumaileyh suhanperver bir üstadı sahibhüner olup devletşah tezkiresi'ne terceme olarak sefinetü'şşuara isminde bir tezkiresi ve gazeliyatı saib'in bazı müntehib gazellerine otuz cüzü şamil bir kıta şerhi, müretteb ve matbu bir aded divançesi vardır. nazm doğruluk olmasaydı rahı sevab eylemezdi süluk ulu'lelbab lik tenha tarik olduğu çün nadiratdan olur iyab u zihab rahı hakka revan olan adem mekri iblisden olur bitab bak hicaz'da neler çeker hüccac barı ekdar dürlü dürlü itab lik nezdi huda'da bakidir hak yolunda kazansan ecr u sevab rastguluk degil mi böyle fehim sinede eyleyen harab u yebab hak yolunda ayırmasın mevla ne kadar halk iderse itsin itab nazımı mumaileyh ibrahim fehim beg cezirei girid'de vaki hanya nam memleketde bin iki yüz yirmi sekiz salinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk sekiz salinde mısrı kahire'ye azimetle bazı umurı mühimmei mısriyye'de bir müddet istihdam olunduktan sonra iki yüz altmış yedi tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala yakve kazası müdürlügüne memuren mahalli mezkura azimet ve bir sene mürurunda dersaadet'e avdet eyleyüp mısır valisi merhum mehmed ali paşazade meclisi vala azasından muhammed ali paşa'nın kethüdalık hizmetinde bulunduğu halde saniye rütbesini bi'lihraz muahharen canibi mısır'a azimet eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı güzidesi vardır. kıta ol kadar cismim nizar olmuş ki olsam pişrev ey kemanebru hedef zihgirdir sensiz bana baht eger devri revan itse makamı evcde dest gerdenbestei zencirdir sensiz bana nazımı manzumei hünermendi ibrahim feyzi efendi şehrüyyü'lasl olup eyyub ensari hazreteleri türbei şerifesi semtinde vaki koca mustafa paşa cami i şerifi imameti hizmetinde imrarı vakt u saat itmekte iken bin yüz otuz altı salinde tariki camii hayat ve tekbirzeni musallayı memat olmuştur. tercemei ahvali tuhfetü'lhattatin nam tezkirede muharrerdir. kemalin bulmuş ol nevres nihalim pek görülmemiş femi uşşaka layık meyvei cismi asıllanmış turunc u sibi bostanın çürütmüşler kıyas itme o bir nevbadei terdir heman cür'etce allanmış hataver sanma ey dil sen izarın ol melekzarın kitabı hüsnü bir bir hamei kudretle tellenmiş veziri kıtaguya cismi bir abadi kağıddır fakat şeklinde her hali zer u ziverle hallanmış o servi kametin salındığın ayb itme ey aşık hevayı aşkla me'luf olalıdan başı yıllanmış cihanda gerçi hüsnünde yegane çok güzel amma habibim ravzai cennet'de rıdvana bedellenmiş izalı çeşmini vasf itmegiçün ben o dildarın bu nazm u şirim ey feyzi yine hoşça gazellenmiş nazımı mumaileyh seyyid feyzi efendi burusa vaizlerinden müteveffa hasan efendi'nin mahdumu olup aftabı feyzi ilahiden istifazei nurı şuur eyleyerek evkat u ezmanı tanzimi eşar ve terkimi asar ile güzar eylemekteiken bin yüz seksen beş sali hilalinde azimi darü'lkarar olmuştur. gazeli mukaffa behuruf kametin servi sehi cana ruhundur mim u ha zülfün amber lalin ama hemçü sin u kef u ra hastai bitabı aşkın oldum ey isi nefes sendedir derdi dilin çünki devası lam u ba düşse guristanı uşşaka rehi canan eger mürdeler ihya ider çün ayn u ya vü sin u ya meclisi yaranı teşrif ile bir şeb sevdigim hep müheyya çeng u nay u mim u ya vü dal u fa ruhunu şad eyledi sadii merhumun hele nazm idüp bu penç beyiti fa vü ya vü dat u ya nazımı mumaileyh mehmed emin feyzi salifü'tterceme veliyüddinrüşdü efendi'nin sulbünden medinei ayaş'da bin iki yüz yirmi iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk tarihinde pederi mumaileyh ile beraber dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık kitabet hizmetiyle canibi anadolu'da vaki bazı bilad u memaliki seyr u seyahat ve ezcümle iki yüz elli bir tarihinde vakanüvis esad efendi merhumun iran canibine sefaretle azimeti hengamında pederi mumaileyhin maiyetinde bulunduğu halde canibi iran'a azimet ve iki yüz elli iki tarihinde dersaadet'e avdet eyleyüp vüzera kapu kethüdalarından müteveffa palabıyık mehmed beg yanında bir müddet edayı hizmeti kitabet ve muahharen mir mumaileyhin vukuı vefatiyle bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra iki yüz elli yedi senesi darı şurayı askeri başkitabetine nasb ile bir sene zarfında rabia rütbesini bi'lihraz iki yüz altmış bir senesi serasker bolan süleyman paşa'nın divan kitabeti hizmetine naklı memuriyetle o esnada kendisine salise rütbesi bi'lita muahharen paşayı müşarünileyhin makamı seraskeriden infisaliyle sadrı esbak hüsrev paşa'nın saniyen seraskerlik memuriyeti celilesine nakilleri hengamda iki sene mikdarı müşarünileyhin divan kitabeti hizmetinde bulunup iki yüz altmış dört senesi müşarünileyh süleyman paşa'nın ticareti nezaretbehiyyesine memuriyetinde yine müşarünileyhin divan kitabeti hizmetine bi'lnakl senei mezbure hilalinde mısır valisi nasb olunmuş olan abbas paşa'nın mektupçuluk hizmetine memuren mısrı kahire canibine azimet ve yedisekiz mah zarfındaavdet eyleyüp iki yüz altmış altı senesi kendisine rütbei saniye bi'lita tersanei amire mektupçuluğuna memur ve tayin kılınmış ve işbu tezkirei acizanemizin tabından birkaç mah makdem bahriye meclisi başkitabetine tahvili memuriyet eylemiştir. mumaileyh tarikatı aliyyei mevleviyyeye mensub bir şairi pesendideüslub olup nazm u inşası latif u merğubdur. bu demde gönül vaslına layıkdır efendim ağyarda yok şimdi aralıkdır efendim busı lebe ruhsat mı verir çeşmile gamzen mest olsa biri birisi ayıkdır efendim gördümgözüm nuru nice dilberi amma hüsn ü revişin cümleye faikdir efendim bak ateşi ruyunda olan anberi hale ben gibi o da odlara yanıkdır efendim berdar ise maksudun eger feyzii zarı mansurı dilim zülfüne layıkdır efendim nazımı mumaileyh halil feyzi efendi medinei edirne'de bin iki yüz sekiz tarihinde panihadei sahai vücud olup iki yüz kırk sekiz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık uhdesine hacelik rütbei muteberesi bi'ttevcih balık emaneti ve badehu tersanei amire dahilinde vaki sürgü emaneti hizmetlerine bi'listihdam memuren bir müddet dahi karantina hizmetiyle trabzon ve izmir ve trablusgarb caniblerinde güzarendei şuhur u avam olduktan sonra iki yüz altmış yedi senesi kalai sultaniye karantinası hizmetine memur u tayin kılınmıştır. canda hiç telhii hicranile lezzet mi kodun zehri gamla dehen dilde halavet mi kodun yanılup aşıka da lutf itzalim noldun itmedin zümrei ağyara inayet mi kodun çeşmi celladına can virmege ol şuhun hiç hele bir sen de rakiba bize nevbet mi kodun her gelen oldu peşiman yine döndü gitdi ey felek halkı bu kaşanede rahat mı kodun feyziya boşla bu rüsvalığı uslan gayri aşkile itmedik alemde melamet mi kodun nazımı mumaileyh mustafa feyzi efendi konya sancagı dahilinde vaki içel kazası karasından limas nam karyede bin iki yüz kırk iki senesi panihadei sahai vücud olup iki yüz altmış üç senesi dersaadet'e muvasalat ve bir müddet darü'lmuallimin nam dershanede taallümi hüner u marifet itdikten sonra altmış sekiz senesi hilalinde süleymaniye camii şerifi nezdinde vaki mektebi edebiye şakirdanı haceligi hizmetine memur ve tayin kılınmıştır. gülistanı muhabbetde benim bir gül izarım var anınçün her seher bülbül gibi efgan u zarım var senin ol tiği gamzenle hemişe ey meleksima gönülde lalezarasa nice bin dağdarım var firakı ruyı alin bendeni zar u zebun itdi ve likin nazeninim şevki aşkınla vakarım var yetişdir ey tabibi can u dil gel merhemi vaslin ki her dem hasretinden dilde derdi bişumarım var gönülasa ben ey feyzi garib u miskin olmuşken ne ala zülfi dilberde benim şimdi kararım var nazımı mumaileyh mehmed ali feyzi efendi dersaadet'de bin iki yüz elli iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz altmış iki senesi enderunı hümayun igvatı sınfına ilhak olunmuş ve hala tahsili maarif eylemekte bulunmuştur. harfi'lkaf surei ve'lleyl yazup safhai ruhsara hat eyledi mecnun yine çok aşıkı avare hat münakis bahtı siyah u dudı ahımdır benim sanma miratı ruhı berrakı kıldı kara hat hattı reyhani ile ferman virdi şahı hüsn murveş ol yüzden üşedi lalı sekri yare hat ruzı ruşen didei aşıklara tarikdir perdei beşerin olmuş rü'yeti didare hat her vecihden hoş gelir taba kabuli doğrusu zinetefzayı cemali yardir hemvare hat nazımı mumaileyh muhammed kabuli efendi tahvil kalemi ketebesinden emin kabuli efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz yedi senesi zinetefzayı kehvarei vücud olup iki yüz elli üç senesi divanı hümayun kalemi ketebesi silkine ve iki yüz elli beş senesi mektebi maarif şakirdanı sınfına bi'lilhak iki yüz elli altı senesi terceme odasına nakl ile iki yüz elli yedi senesi barütbei hacegani odai mezkur sınfı sani hulefası idadına dahil olduktan sonra iki yüz altmış bir senesi purusya sefareti başkitabetine memuren berlin canibine azimet ve ol tarafda bulunduğu hengamda rabia rütbesini bi'lihraz iki sene mürurunda dersaadet'e avdet eyleyüp bamemuriyeti kalai sultaniye ve trabzon ve tuna sevahilinde ve burusa'da bir müddet geşt u güzar eyedikten sonra uhdesine rütbei salise bi'ttevcih iki yüz altmış beş senesi ingiltere sefareti serkitabeti memuriyetiyle londra'ya azimet ve bir sene mürurunda kendiye rütbei saniye sınfı sanisi bi'lita iki sene müddet kitabeti mezkure ve bir sene mikdarı dahi maslahatgüzarlık ile mahalli mezburda ikamet ve dersaadet'e muvasalatındaki iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde cerbeze vü malumatı iktizasınca rütbei saniye mütemayiz ve fevkalade orta elçiligi ünvanı ile atina sefaretine tayin buyrulup mahalli mezkura azimet ve altı mah zarfında uhdesine hariciye kitabeti memuriyeti bi'ttevcih dersaadet'e muvasalatla iki yüz yetmiş senesi meselei hazıradan tevellayı memaliki mahrusaya gelmiş olan ingiltere ve fransa devleti fahimeleri asakirinin tehiyyei levazımatı zımnında gelibolu'da teşkil olunan komisyona memuren beş mah mikdarı gelibolu ile edirne'de ifayı hizmet eyleyüp hitamı memuriyetiyle dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz yetmiş bir senesi şehri rebiü'levvelinde kitabeti mezkure memuriyetinden infisali runüma olmuştur. mumaileyh kethüdazade salifü'tterceme arif efendi merhumdan tahsili ilm u hüner itmiş ve nazmen ve neşren akranına tefevvuk eyleyüp haylice eşarı güzide tanzimine dahi müvaffak olmuştur. o şuhun pertevi ruhsarı keyvanı çalar çarpar sevadı şulei lali bedehşanı çalar çarpar hayali ceyşi müjganından olmaz burcı dil hali harami gözleri çok kişveri canı çalar çarpar nigahı şahbazı takı ebrudan sürüldükçe degil anka hümayı şahı hubanı çalar çarpar sikenderveş meger suyı lebinde hali hindular zülamı hatın içre abı hayvanı çalar çarpar sakın dil verme kudsi gamzei mekkarei yare o cadu sahraü'lcinnidir insanı çalar çarpar nazımı mumaileyh arec hace kudsi efendi cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri asrı ulemasından olup neşri ulumı aliye iderek imrarı subh u mesa eylemekteiken bin iki yüz on dokuz senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. vefatına süruri efendi merhumuninşad eyledigi tarihdir; hace kudsi'ye cinanı ide kuddusi mekan mumaileyhin biraz eşarı vardır. ilahigune gelin ey yaran rüfekacasına olalım ihvan sülehacasına giyelim tacı olalım zacı dün ü gün naci fukaracasına girelim raha varalım şaha irelim caha nukabacasına alalım himmet bulalım vuslat kılalım uzlet nücebacasına yanalım her an olalım hayran kılalım seyran gurebacasına koyalım gayri tuyalım seyri diyelim şiri şuaracasına alalım cebli salalım neyli çalalım tablı ümeracasına bolalım teslim alalım tenim kılalım talim ulemacasına yiyelim kandı koyalım fendi diyelim pendi hutebacasına geçelim yemler içelim cemler saçalım demler şühedacasına açalım meydan saçalım mercan uçalım her an zurefacasına verelim biz can görelim canan sürelim devran şürefacasına bulalım bürhan olalım lokman kılalım derman hükemacasına gele kardaşlar bana haldaşlar dökelim yaşlar züafacasına eyle kuddusi hak ile ünsü ko kamu tası ukalacasına nazımı mumaileyh şeyh kuddusi efendi canibi anadolu'da kain nigde kazasında vaki bor nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei kadriyyeye süluk ile müddeti medide rumeli ve anadolu caniblerinde seyr u seyahat ve badehu canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve on yedi sene müddet ol arazii mukaddesede mücavereten iskan ve ikamet eyledikten sonra tekrar kasabai mezbureye avdet eyleyüp zaviyei mahsusasında guşegiri inziva olduğu halde bin iki yüz altmış beş senesi şehri cemaziye'lahiresinde kurbgahı cenabı kuddus'a nakl u rihlet eylemiştir. mumaileyh meşayihi mutasavıffadan bir şeyhi sahibhimmet olup ekser eşarı şeyhane ve galib güftarı tasavuffane vaki olmuştur. bir kıta mufassal divanı dahi vardır. tesdis şiraz u horasani degil ankaraviyüz ne surhı sırız ne suveriz biz aleviyüz bizler hafi mezheb u sünniseneviyüz sır vermeyerek ser viririz ahde kaviyüz haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz isni aşer amma ki imam ali cenabdır iran'da makam yerleri vala mehtabdır iklimi vilayatda kamu şahı şebabdır bu taze beyan ukde akayidde kitabdır haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz candan severiz cümleten ashabı güzindir ashabı mübeşşer hepisi anla berindir lanetkeşi avanı yezid ol ki laindir bu beytle sini seri süruh bini mübindir haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz tağuta zeni bahrı fikir olma bu razda ala ile edna dime ol nazm u niyazda ol ehli tarik gezme dila şeyb u firazda bu beyti hümayunu neva eyle hicaz'da haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz galip nice keşf eyledin ol razı nihandır ta beynehümada olan ol ukdei candır ol habli metin esbi dili besteinandır davayı karari ki hemen cayı beyandır haki kademi ali aba mustafaviyüz bubekr ömer osman u ali mürtezaviyüz nazımı mumaileyh karari efendi ankaraviyyü'lasl olup tariki kazaya rızadade ve ol suretle dersaadet'de imrarı subh u mesada iken bin iki yüz kırk üç tarihinde azimi darü'lkarar olmuştur. vefatına karari kalmadı gitdi cihandan tarihini mevaliden salifü'tterceme kıbrısizade ismail hakkı efendi inşad eylemiştir. harfi'lkef tarih lemapaş oldu dile bir rütbe envarı neşat kim dırahşan oldu cezm itdi saadet ahteri cuşı feyz ile cihana geldi şöyle inkişaf kim tecessüm itdi manayı sürurun peykeri künhünü tahkik içün bu haleti pürbehçetin dil iderken vadii endişede cevlangeri geldi bir şahsı beşuş u pürşitab u huyfeşan eyledi bir böyle mısrala beşaretgusteri silki nazm itmez vefa kaşifdir evsafına eyle tanzim duasıyla edayı çakeri defteri aklamı hakanide ta kim sebt ola masraf u iradı sultanı adaletperveri mesnedi valada asarı füzunı devleti şanı pürnevle olan tumarı dehrin ziveri nazımı müşarünileyh reisü'lkuttab mehmed emin kaşif efendi beyne'lkibar şatırzade emin kethüda dinmekle şöhretşiar olan kaşif efendi'dir ki mektubii sadrı ali odasından neş'etle iptida odai mezbur serhalifeligine ve badehu sadareti uzma mektupçuluğuna ve bin yüz yetmiş bir tarihinde makamı riyaseti küttaba ve bir aralık vukuı azliyle yüz yetmiş üç senesi evahirinde saniyen riyaseti mezkure mesnedi valasına ve yüz yetmiş beş senesi şehri saferinde sadareti uzma kethüdalığı makamı celilesine ve bade'linfisal defterdarlık caygahı valasına ve bir müddetden sonra defterhanei amire emanetine memuren naili makasıd u amal buyrulup muahharen saniyen sadaret kethüdalığı makamı alisine revnakdihi izz u ikbal buyrulmuş iken bin yüz seksen bir senesi şehri cemaziye'lahirinde azimi kurbgahı cenabı rabbi muteal olmuştur. müşarünileyh nazm u inşada kadr u mahareti zahir ve hüveyda bir şairi maarifaşina ise de balada muharrer tarihinden maada eşarına destres olunamamıştır. rübai fikri seri zülüfünile perişan olmam her ateşi ruhsar ile suzan olmam olsam da eger gariki bahrı ekdar minnetkeş u destpesti nadan olmam nazımı manzumei hünermendi mehmed kazım efendi eyyub ensari hazretleri ismine mensub olan karyede kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile bin yüz otuz dokuz senesi hilalinde irtihali darı beka eylemiştir. mumaileyh cevdeti hatt ile şöhretşiar bir şairi pakgüftar olup salim efendi tezkiresi'nde bazı asarı mestur u mukayyeddir. natı şerif mualla dergehin arş asitandır ya resulallah mutafı ins u can u kudsiyandır ya resulallah görenler ravzai cennetmisalin duzaha girmez usatı ümmete darü'lamandır ya resulallah sen ol şahenşehi levlakmesnedsin ki bin musa asa berkef kapında pasibandır ya resulallah gubarı haki payin kuhlı çeşmi alem olmuştur bana her nakşı payin sürmedandır ya resulallah ruhun verdi tecelli nükheti gülşenserayı dil muanber kakülün reyhanı candır ya resulallah nazir olmaz o hattı müşkfam u hüsni dilsuza seraser surei nurı duhandır ya resulallah ne haddim medhin itmek olacak illa vassafın muradım halimi arz u beyandır ya resulallah perişan ruzigarım hane berduşum siyehruyum gönül aşuftei zülfi tabandır ya resulallah olupdur hem felekler bari isyanımla vezn olsa muhakkak cürm u isyanım girandır ya resulallah bulunmaz hadd u gayet rütbei adadı cürmümde hezar emsali necmi asumandır ya resulallah gariki lüccei eşki nedameti tehidestim makalim elaman u elamandır ya resulallah heman sermayem elde hubbı zat u ehli beytindir ümidim iltifatı hanedandır ya resulallah ne hacet rütbei aşk u vedadim eylemek tarif sözümden suzişi kalbim ayandır ya resulallah fakirim müstemendim acizim kazım gibi her dem işim feryad u efkarım figandır ya resulallah hemişe kuyı cennetbuyuna cuyı tahiyyatım misali cuşişi eşkim revandır ya resulallah nazımı mumaileyh musa kazım beg koniçeli müteveffa hüseyin beg'in sulbünden mezkur koniçe kasabasında bin iki yüz otuz yedi senesi kademnihadei sahai vücud olup pederi mumaileyhin istishabiyle dersaadet'e bi'lmuvasala sinni tefriki siyah u sevad derecesine reside oldukda divanı hümayun kalemine ve bir müddet mürurunda kalemi mezbura mülhak mühimme odasına müdavemetle bi'lahire maliye mektupçusu odasına dahi bir müddet devam eyledikten sonra kitabet hizmetiyle asakiri hassai şahane silkine dahil ve birkaç sene zarfında liva kitabeti hizmetine nail olarak işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında alay eminligi memuriyetine nakl ile mümtazı akran u emasil olmuştur. mumaileyh her nevde şir inşadına muktedir bir şairi mahir olup nazmı kasayidde sahibi yedi tula ve ol fende akran u emsaline tefavvuk u rüchaniyeti zahir u hüveyda olduğundan başka mersiyegulukda kemalı mahareti ve divan olacak mikdar eşarı müstelzimü'lbelagatı vardır. şahı velayet efendimiz'in haklarında keşidei silki sütur eylemiş olduğu kıtaatdan bir kıtası teberrüken tercemei hali zeyline tahrir u ilave kılınmıştır. cuş idüp badı muhabbet ile deryayı ezel oldu bir cevheri şehdane dü reng üzre celi didi sarrafı hüviyyet görüp ol renglerin birine nurı muhammed birine nurı ali işbu kıtai latife mümasil daha pekçok eseri renginteri olduğu bireyb u riyadır. sinanı gamzei canana girmiş sine ayine bu suretle müşabih aşıkı gamgini ayine görüp ayinei ruhsarı zibası hicabından büründü başına bir perdei peşmine ayine bakup ayineye çini cebini eylemiş ayin kalır hayretde ol ayine her ayine ayine abes ayinei şeffafa bakma ey meleksima görür mü ruberu gelse biri birine ayine nola mir'atı dil kazım çerağı bezmi yar olsa yakışmaz mı acep ol bezmi cemayine ayine nazımı mumaileyh hüseyin kazım efendi dırama kazasına tabi sari şaban nahiyesinde vaki ulucak nam karyede bin iki yüz otuz tarihlerinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk yedi senesi dersaadet'e bi'lmuvasala kadıçeşmesi civarında vaki medreselerden birinde hücregüzini ikamet olarak ulumı arabiyeyi kavalalı yusuf efendi'den fünunı farisiyeyi dahi salifü'tterceme hace fehim efendi merhumdan tahsil ile iki yüz altmış iki senesi bir kıta müderrislik rüusı hümayununa nail olduktan sonra mısır valisi esbak ibrahim paşa merhumun mahdumu mustafa beg'in kethüdalık hizmetinde bulunarak birkaç defa canibi mısır'a azimet ve muahharen dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh nükteperdaz bir şairi mümtaz olup kedisinin bir mikdar eşarı hayalamiz ve güftarı hayretengizi vardır. aferinler yine koz bekçisine seyr idenler didiler cümle beli pehlevan böyle gerekdir hakka şimdi meydanın odur bibedeli tutuşan kimdir anınla acaba birinin var ise gelmiş eceli berki hatif gibi taban göricek ateşi zarb ile yandı fareli kamilin oldu hoşayinde yine pehlevanane bu ziba gazeli nazımı mumaileyh kamil beg salifü'tterceme şairi mahir fazıl beg merhumun biraderi kemalaveri olup büyük pederleri tahir ömer nam şakinin vefatından sonra deri barı şevketkararı mülukaneye muvasalatla enderunı hümayunda vaki haceyi seferliye çırag buyrulup şemi amalı fanusı ikbalda şulepaşı kemal olmamış iken bin iki yüz bir senesi hilalinde mizbanı kaza fitilei hayatın mikrazı memat ile büride iderek ruhı revanı darı cinana reside olmuştur. şahı hubana naz ider gönlüm gahi arzı niyaz ider gönlüm ateşi firkatile yandıkça mevsimi dide yaz ider gönlüm damenaludei münahidir tövbeden ihtiraz ider gönlüm kabei matlaba irer bir gün arzuyı hicaz ider gönlüm cüstcuda hakikat alemini geşti deşti mecaz ider gönlüm semti yari tasavvur itdikçe tayyı dur u diraz ider gönlüm sırrına kamil olmadık agah sanma kim keşfi raz ider gönlüm nazımı mumaileyh yusuf kamil paşa gümrükçü osman paşa merhumun biraderzadesi ve siğarsal ve evaili halinde niamperverde vü terbiyetgerdesi olup devr u ikamet eyledigi eyalet u memleket ve dersaadet'de dairelerine müdavim ulemai benamdan tahsili ilm u marifet ve iktisabı sanatı kitabet eylemesi sırasında biraz vakt divanı hümayun kalemine müdavemet ve bin iki yüz kırk dokuz sali evailinde canibi mısrı zatü'lihrama azimet eyleyerek hazinei mısriyye kitabetinde müstahdem ve yedisekiz mah mürurunda mısır valisi merhum mehmed ali paşa'nın maiyeti kitabeti hizmetiyle mübtehic u hıram olunmasını mütevaliyen rütbei kaimmakamiden bida ile beş sene zarfında miri liva ve beyne'likfa namdar ve kamreva olup iki yüz altmış senesi evasıtında babı ikbalı erbabı amal olan deri barı şevketmedara irsal olunmağın rütbei refiai miri mirani ihraz ile münşerihü'lfevaid ve mısır'a avdetinde valii alihimmete damad oldukda beş sene sonra tebeddülatı valat ve vukuı vefat hengamelerinde hasbe'lkader aksayı benadiri saidiyeden olan bendi rasivanda üç ay kadar kaşanenişini vahdet ve badehu vasılı asitanei saadet olarak ezminei pirede rumeli beglerbeyi payesiyle ahkamı adliye ve maarifi umumiyye meclisleri azalığına memur u şadan ve çok geçmeden rütbei samiyei vezaret ihsan ve altmış sekiz senesi ticaret nezareti celilesiyle kalayı kadr u haysiyeti nigahi itibara şayan buyrulup muahharen fethi paşa'nın menasıbı memuriyeti aliyeleriyle nasblarının beşinci ayında nezareti müşarünileyhadan münfasilen yine meclisi vala azası sınfına dahil olmuş ve iki yüz yetmiş senesi evahirinde saniyen ticaret nezaretine ve bir mah mürurunda meclisi vala riyasetine revnakdihi şan u übbehet buyrulmuştur. müşarünileyh mahirü'lirfan bir müşiri alişan olup mütalaai kütüb u tevarih u ebyatda şöhreti kamilesi ve münavelei akdahı şiri saziye killeti rağbetiyle beraber tedkiki nükatı ebyat u mutayebatda mahareti şamilesi menkuldur. başladır medh u senaya halkı zişan kakülün söyledir bülbül misali çok suhandan kakülün şöhretin afaka çıkdı bilmeyen var mı seni meclisi uşşak içre oldu destan kakülün itmesin tayibi alem bu dili aşüfteyi bilmez itdi kendimi bana o fettan kakülün ukde olmuş kalbi aşıka anın her turrası bend ider bir mu yine bin merdümiden kakülün daima kamil kulun söyler sehavetbahşını hatemi tayy gibi oldu sahibihsan kakülün nazımı mumaileyh ahmed kamil efendi salifü'tterceme silivrili ismail hakkı efendi'nin biraderi gühteri olup pederleri ahıshalı osman efendi'den bir mikdar ulumı arabiye ve hace kerimi efendi'den bir bend fünunı farisiye tahsil iderek mükaddema rumeli canibine şerefvuku olan seyahati meali menkabeti cenabı şehriyari esnasında bir kıta müderrislik rüusi hümayununa nail olmuştur. tekyei yahya efendi'nin mübarek şeyhi kim hazreti nuri efendi dilmünevver çün sirac nice eyyamdan mükaddem zatı alisireti olmuş idi bazı suri arız ile namizac kurbı sarıyir'de tebdili heva vü ab içün kıldı iskan çend ruz ol piri sahibibtihac hamdullah hazreti irfan bedidi müjdebad himmeti piran ile buldu müdavat u ilac müddeti endekte baeltafı sanii kerim o mahallin halkı ile itdi ala imtizac böyle ranayı feride akibet lazım müdam kim vire hakka vücudu mesleki zikre revac kamila beher duayı sıhhatı tabı heman daima dergahı feyyazı kerim'e destin aç nazımı mumaileyh cerrah kamil efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz beş tarihinde panihadei sahai vücud olup bir müddet mektebi tıbbiyei şahanede tahsili maarifde bulunduktan sonra salifü'tterceme cerrahbaşı şakir efendi'nin yanında müddeti medide hizmet ve bir mikdar tahsili sanat eyleyüp muahharen bir bab çırağ dükkanı güşadiyle imrarı evkat itmekte iken işbu tezkireiacizanemizin tabından makdem orduyı hümayun canibine izam kılınmıştır. gazeli masnu olma sihamı desti kazadan emin aman tir aşikare gelmededir derkemin keman lali lebinde zahir olup nev demide hat didim huceste badı nigin zemini zaman başınçün itme vadei teşrifine düruğ ey cevrpişe oldu düruğa yemin yaman eksik degil rakibi cudarı semaniye olsun gerekse dilber dürı semini saman şirin muvaşşah eyle sanayile kamiya ister edayı taze ve hem nevzemin zaman nazımı mumaileyh mehmed kami efendi mahrusai edirne'de kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala bin iki yüz iki tarihinde tariki tedrise duhul ve bin yüz on altı tarihinde şehri bağdad'a kadı ve badehu fetva emaneti ve yüz yirmi dört tarihinde galata mevleviyyetine ve bir müddetden sonra evkafı hümayun müfettişliği memuriyetine ve yüz otuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine vüsul ile bin yüz otuz altı tarihinde mekkei mükerreme payei celilesini bi'lihraz rumelihisarı'nda kain sahilhanesinde aramsazı itizaz olmuş iken senei mezbure hilalinde dayini ecel kendisine mütekaz olmağla irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup salavatı mesudi nam kitaba bir kıta terceme ve ilmi fıkha dair riyazü'lkasımin isminde bir aded risalei mutebere telif ve tertibine müvaffak olduğundan başka müretteb bir kıta divanı belagatünvanı ve salim efendi tezkiresi'nde haylice eseri renginbeyanı vardır. sageri binti'lineb hicranının mahrumuyuz arzuyı vuslatının çıkmaz hayali devriyi olmuşuz sengi kazanın bir nişangahı ayan ta lekedharı felek müşkülünün makduruyuz dutmadı devran bizimle kaldı hayret mahşere sahai nakam içinde dillerin meksuruyuz kurbı vuslat bulmadık düşdük hevayı firkata kendi kadrin bilmeyen bir nahalef mecburuyuz kılmaz iken şahlara kıldık aduya serfüru kamiya ikbal ile guya cihan meşhuruyuz nazımı mumaileyh şaban kami efedi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup bir müddet mısrı kahire'de ikametden sonra vatanı asliyesine ricatla tarikatı aliyyei kadriyyeye olan mensubiyeti münasebetiyle mütasarrıf olduğu haneyi zaviye şekline bi'lifrağ ile'lan icrayı ayini dervişane ile melufdur. natı şerif gubarı ravzanın kuhlı ciladır ya resulallah gözümde hakı kuyun tutiyadır ya resulallah cebinin surei ve'şşems sinen matlaı ve'lfecr saçın ve'lleyl u yüzün ve'dduhadır ya resulallah şebi miracda nalı şerifin nakş almış çarh biri meh birisi mihri semadır ya resulallah şemimi çini zülfün şemmesidir mişk ile anber anınçün mişke teşbihi hatadır ya resulallah ne yüzle varayım yüz virmez isen babı rahmana yüzümde rusiyehlik runümadır ya resulallah gubarım ruzigar atmazsa semti ravzai pake demi mahşerde de işim hevadır ya resulallah o denli mücrimim zerre sevabım varsa defterde ya sehvi katiban ya iftiradır ya resulallah egerçi dameni lataknatu derdestdir amma yine her halde ümidim sanadır ya resulallah o denli lutfuna ümidvarım havf olup madum zebana her gelen harfı recadır ya resulallah derunum zikr u fikri hazrete biganedir gerçi nice bihude fikre aşinadır ya resulallah rehi mescidde sist u natüvan üftan u hizandır tariki fıskda pek tizpadır ya resulallah eger ruzı cezada sahib olmazsan degil cennet cehennem de bana nefretnümadır ya resulallah şefaat suçluya dirler meseldir söylenir daim kulun kani de bir mücrim gedadır ya resulallah nazımı mumaileyh ebubekir kani efendi cennetmekan sultan abdulhamid han hazretleri asrı şuarasından olup divanı hümayun kaleminden neş'etle hasbe'listitaa rütbei haceganiyi bi'lihraz bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunarak beyne'lemasil tahsili nam u şöhret eyledikten sonra guşegiri inziva olduğu halde tekmili nakdinei enfası hayat eyleyüp bin iki yüz altı tarihinde vefat eylemiştir. reisü'lmüverrihin süruri efendii danişkarinin vefatı mumaileyhe inşad eyledigi tarihi rengindir; her sözü madeni cevher idi gitdi kani mumaileyh şir u inşada yegane bir şairi bibahane olup nazm u neşri şairane ve münşiyane olduğu erbabı maarif indinde malum ve müsellemdir. bir kıta müretteb divanı belagatünvanı ve birkaç cüzü müştemil hezlgune bir eseri letafetbeyanı dahi vardır. latife; mütercim mumaileyh evaili halinde ayyaşin güruhundan olduğu halde kitabet hizmetiyle erzurum canibinde bulunduğu hengamda meclisi ülfetine alufte olan ashabı suhandan erzurumlu hakkı nam ehli zimete bir gün esnayı işretde latife tarikiyle kabulı islamiyeti teklif eylediginde o esnada medinei erzurum'da salahı hal ile maruf ve keşf u keramet ile mevsuf olan salifü'tterceme sahibi marifetname şeyh ibrahim hakkı efendi dahi berhayat olarak zemmii mersum cevabında; islamiyeti kabul eyledigim halde şeyh hakkı efendi ayarda bir müslüman olabilirmiyim didiginde şairi mumaileyh; anın kabına irmek derecei imkanda degildir didigi anda zemmii mersum; öyle müselman olmayup da senin gibi müselman olacak olur isem benim terki din eyledigim neye yarar diyerek mumaileyhi cevabdan aciz eyledigi menkuldur. ancak mumaileyhin her nekadar mukaddema bazı evkat u ezmanı o suretde güzeran itmiş ise de muahharen kendisi tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile tasfiyei kalb itmiş ve cemi mekkare vü isyanını şayanı avf u mağfiret eylemiştir. o nevreste nihalin şahı tuba kaddı dilcusu şemimi bağı cennet sinei safı semenbusu o mular kim dökülmüş ziri fesden arızı paka hayatefzayı alemdir nesimi çini gisusu füsunı ilmin feramuş etdirir harut u marut iki sehharedir uşşaka yarin çeşm u ebrusu nigahı dehşetinden lerze düşdü rebi meskuna anınçün naferizan oldu çinin hüsnı hevası o şehbazı hümapervazı dil sayd itmek isterdi maarif saydgahında olaydı zurı bazusu görünce gerdeninde kumruveş tavkı siyeh famı çözüldü zümrei erbabı aşkın bendi zanusu kerimi'nin ne derdi bidevaya düşdügün bilse tutardı cümlesi mazurı devranın suhangusu nazımı mumaileyh süleyman kerimi efendi lefke nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz yirmi dokuz senesi dersaadet'e bi'lmuvasala zihneli abdurrahman efendi merhumun halkai dersine hazır olarak tekmili nüsahı ilmiyye ve her fende mümkün mertebe tahsili meleke eyledikten sonra fatih sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki medaristen birinde hücregüzini ikamet olduğu halde bazı ashabı istidada taallümi fünunı farisiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh kelamı latif iradına kadir ve her nevde söz söylemege muktedir bir şair olup şirde kendiye mahsus etvarı ve hayliden hayli eşaru güftarı vardır. tarih zehi necli mükerremzadei izzet efendi kim idüp teşrihi lihye virdi şadi ta azirimde müveccihdir yazarsa kıl kalemveş hame tarihin yazılsın ahseni hat safhai vechi azizimde nazımı manzumai hünermendi şeyh seyyid kemal efendi dersaadet'de panihadei sahai vücud olup tariki aliyyei halvetiyyeye süluk ile meşayihi izamdan olduğu halde hanesinde ikametle evkatgüzar iken tekmil kıldı devrin seyyid kemal efendi tarihi natık olduğu üzere bin iki yüz otuz dört salinde kurbgahı cenabı mennana müteveccih olmuştur. mumaileyh ashabı fazl u kemaldan olup ilmi kefde dahi mahareti olduğu rivayet kılınmıştır. kerimezadesi salifü'ttercevalii izamdan abdulaziz efendi'nin lihye irsaline dair balada muharrer olan tarihi inşad eylemiş olduğu bazı tarafdan icbar olunmuş olmakla teberrüken tezkirei aciziye sebt u kayd olmuştur. nurı aynım tiz giçüp ömrı şitabanım gibi bir dem aram itmeden bu çeşmi giryanım gibi korkarım kaldın gönül sevdayı zülfi yarda gördügüm yokdur seni habı perişanım gibi rahneyab olmaz yine dilde binayı aşkı yar perdei sinem de çak olsa giribanım gibi kaçma ruhum böyle ihsan ile gel aguşuma sine dirler namına bir sadra geç canım gibi cüstcuyı yarda cular dahi şimdi mühmal subesu olmuş revan eşki firavanım gibi nazımı müşarünileyh mekatibi umumiyye nazırı sabık seyyid ahmed kemal efendi dersaadet'de bin iki yüz yirmi üç senesi hilalinde zinetefzayı alemi şühud olup iki yüz kırk bir senesi defterdar mektupçusu odası hulefası sınfına bi'lilhak merkuzı gencinei tabı nazikanesi olan cevahiri maarifin iktizası üzre iki yüz kırk altı senesi ceride muhasebesi başkitabetine nakl eyleyüp iki yüz elli senesi uhdesine hacelik rütbei muteberesi ve iki yüz elli bir senesi rabia rütbei refiası bi'ttevcih o esnada sefaretle iran canibine izam kılınmış olan vakanüvis esad efendi merhumun namına olmak üzere cem u te'lif eyledigi müntahabatı şehname nam kitab ile bazı kasaidi farisiyesi müşarünileyhin teveccühatını istihsale vesile olarak serkitabetine memuren canibi iran'a azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetlerinde ol vaktin tabiratı üzere mülkiye nazırı bulunan pertev paşa merhum zatı alisini mektubii vekaletpenahi odasına nakl itdirüp o esnada dersaadet'e gelmiş olan şehzadegan u suğrayı iraniye'nin istintak u mukalemelerinde azimet ve iki sene müddetde tekmili mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdetindeki iki yüz elli altı senesi bi'listihkak odai mezbur mümeyyizligine memuriyetinden sonra bazı mevaddı mühimme tasviyesiçün mısır canibine azimet ve hüsnı hitamı memuriyetle deri aliye'ye müvalasatında mektubii sadrı ali muavinligi memuriyetine revnakefza buyrularak iki yüz elli dokuz salinde uhdesine rütbei salise ve bir müddet mururunda rütbei saniye bi'ttevcih memuriyeti müstakile ile cizre canibine azimet ve ifayı memuriyetle dersaadet'e avdet eyleyüp müşarünileyh esad efendi merhumun iki yüz altmış iki senesi mekatibi umumiyye nezaretine memuriyetleri hengamda muavin ünvaniyle maiyeti müşarünileyhe memuriyeti icra ve iki yüz altmış dört senesi nezareti merkume müdürlügü memuriyetine zinetefza ve senei merkuma şehri şabanında rütbei ulayı haiz olduğu halde mezkur mekatibi umumiyye nezaretine nazarbahşı kemal u zeka buyrulup dirayeti kamile ve her fende malumatı şamilesi olduğu misillü avrupa canibinde bulunan mekatib u maarif mahallerini dahi görüp usulı nizamlarına kesbi ıttıla eylemek üzere bairadei seniyyei hazreti şahane canibi mezkura izam kılınmış olmağın ekser düveli ecnebiyyenin makarrı saltanat u memaliki meşhurelerini geşt u güzar ile dersaadet'e avdetinden üç sene mürurunda mahdumı maarifmelzumları salifü'tterceme ziya beg merhumun tercemei halinde beyan olunduğu vecihle nezareti merkumeden vaki olan istidası üzerine işbu tezkirei acizanemizin esnayı tabında zatı pesendidesıfatı alisi berlin sefareti seniyyesi memuriyetine revnakbahşa buyrulmuştur. müşarünileyh muhterii mezamin bir şairi seheraferin olup ulumı arabiye ve fünunı farisiyede malumat u mahareti berkemal ve şir u inşada binazir u bimisal bulunduğu misillü fransa lisanına dahi aşina olduğuvarestei kayd u imladır. müşarünileyhin eseri hamei mucizrakamı olmak üzere müntahabatı şehname isminde bir kıta risalei rengini ve kavaidi farisiyeye müteallik nice nice resaili güzide ve eşarı belagatşiarı pesendidesi vardır. tahmis yine bezmi safada bir çerağı dilsitan yandı atıldı üstüne sad şavkile pervanegan yandı semenderveş düşüp suzı derunı aşıkan yandı füruğı hüsnüne bir şuhı rakkasın cihan yandı tutuşdu serteser iklimi cismi natüvan yandı dila gördün mü böyle dilberi tannaz ı nazamuz nedir ol tabişi hüsn u nedir ol cilvei dilduz serapa nur virirdim olmasaydı bazı manisuz güneş doğdu sakın zann itme kim bir berki samansuz sipihri nazdan samsun'a düşdü hanuman yandı yanarken şevkile kanunı dil manendei külhan iderken tabı ruhsarı serapa meclisi gülşen o şuhu bezmi vaslında acep germiyyeti dilden bu şiri ateşini bilbedahe tarh iderken ben fitil oldu elimde hamei mucizbeyan yadı füruğı hüsnü gerçi mihr amma kendi mahı nev şuaı şur ile seyyareler olmuş ana peyrev sakın bu narı mey yanar mı sorma kemali sev yakup yandırmasaydı tabı ruyı alemi pertev dimezdi ehli dil bihude ol şuha cihan yandı nazımı mumaileyh ali kemali efendi salifü'tterceme erzurumi teymur fenni efendi'nin sulbüden medinei erzurum'da bin iki yüz otuz dört senesi kademnihadei sahai vücud olup iki yüz kırk altı senesi medinei trabzon'a nakl u hicretle bazı vali paşaların mektupçuluk hizmetlerinde bulunarak bir müddet istihdam olunup muahharen kapudanı derya halil rifat paşa'nın kitabet hizmetinde bulunduğu halde dersaadet'e muvasalat ve bir müddetcik hariciye mektupçusu odasına müdavemet eyledikten sonra yine müşarünileyhin divan kitabeti hizmetine ve bi'lahire kethüdalık memuriyetine nakl u ricat eylemiştir. mumaileyhin fenni inşada şöhreti şayiası vardır. harfi'llam olma ferhad ey dil ol şuhun lebi şirinine dağ dayanmaz tişei teklifi cevr ayinine sahili rahat görülmez bir heva altındayız hak selamet vire düşdük bahrı aşk enginine kimse bilmez ben kimin dilhastai hicranıyım nabzı dil gelmez tabibin ısbıı tahminine gah zülfün eledim geh ruhların bus eyledim nail oldum mülki hüsnün çin'ine maçin'ine geçmede eyyamı perhiz u riyazetle müdam bu tabiat zahidi döndürdü isa dinine mesti nahvetsinzalim düşmeni insafısın bakmadın bir kez lebib'in hatırı gamginine nazımı mumaileyh lebib efendi şehri diyarbekir'de panihadei sahai vücud olup salifü'tterceme hami efendi merhumdan tahsili ulumı aliye ile ama olduğuhalde yirmi sene müddet şehri mezkurda seccadepirayı fetva olmuş ve iki yüz altmış tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. dil mürgü damı aşka düşüp zara uğradım gisu ucundan ukdei düşvara uğradım yad eyle kays'ı deşt u beyabana düşdün ah ferhad gibi aşkile kuhsara uğradım çarpıldı dil görüp o perizadı akibet evvel nazarda çeşmi füsunkara uğradım bir kere vadi vasl ile tatyib itmedin canana bais oldu bu azara uğradım derdi ruhunla servi kadin fikrime alup vakti baharveş yine gülzara uğradım uğrar deyü suale lebib oldu hastadil bu intizar ile acep efkara ugradım nazımı mumaileyh vasıfzade abdullah lebib efendi ati'tterceme reisülküttab vasıf efendi merhumun mahdumu olup bin iki yüz on üç senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz kırk üç senesi kudsı şerif kazası mevleviyyetine ve bir müddet mürurunda burusa kazası mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz elli üç senesi mevleviyyetle mekkei mükerremeye azimet ve hitamı müddeti örfiyye itmeksizin taif nam mahallde irtihallı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. gelse beytü'lhazanı aşkdihi seyranıma ah eyler insaf benim çakı giribanıma ah sebzi berg ile gelir semti riyazı gamdan müjdei hatla bu şeb bezmi şebistanıma ah neyleyem perde olur dudı siyahı bahtım meşalefzuna niyaz olsa da sultanıma ah dağı pürdağ ise de ayni basiret görünür çeşm u guşı heves olsa nola her yanıma ah bana ol çeşmi siyahmest haber virdi lebib yar olurmuş nazarım nergisi mestaneme ah nazımı müşarünileyh muhammed lebib efendi tophanei amire rüznamçecisi metevaffa mustafa efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz üç senesi kademnihadei sahai vücud olup mezkur rüznamçe odasına bir müddet müdavemetle pederi mumaileyhin vefatında salifü'lbeyan rüznamçecilik hizmetine bi'lnakl on üç sene müddet hizmeti mezkurede bulunarak muahharen vukuı infisaliyle müddeti medide hanesinde ikamet ve bi'lahire uhdesine hacelik rütbesi bi'ttevcih memuriyeti müstakile ile birkaç defa rumeli canibine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdetinden sonra bir aralık cizye imametine ve badehu tersanei amire müdürlügüne memur ve iki sene mürurunda müdürlüki mezkurdan mehcur olmuş ve biraz vakt mürurunda harir nezareti hable'lmetin idaresine rabt olunmuş ise de memuriyeti mezkureyi tarpudı nezzareye alır almaz oradan dahi serriştei memuriyeti münkatı olarak hanesinde ikamet üzere olduğu halde muahharen babı aliden tesis u teşkil olunmuş olan darı şura azası ve badehu ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak o esnada tahaffuzhane nezaretine mevsul ve müddeti kalile zarfında halebi şehba defterdarlığına menkul olup mahalli merkuma azimet ve iki sene müddetde mazulen dersaadet'e avdet ve birkaç mah mürurunda defterdarlık ile rumeli canibine azimet ve üç sene hitamında mezkur defterdarlıkdan infisaliyle deri aliye'ye muvasalat eyleyüp barütbei ula meclisi vala azası sınfına dahil ve iki yüz altmış beş senesi hilalinde meclisi muhasebei maliye riyasetine nail olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabından makdem riyaseti mezkureden münfasilen meclisi vala azası sınfına ilhak olunmuştur. müşarünileyh sür'atı taba mazhar bir şairi kesirü'leser olup eşarı şairane ve üstadane vaki olmuştur. vaslı kaydı vasla manidir kerem kani dede vasıl olur hakk'a ol kim masivayı terk ide nazımı manzumei hünermendi şeyh mehmed lütfü efendi bayram çelebi evladı kiramından manisa mevlevihanesi şeyhi ali nakşi efendi merhumun mahdumu olup mumaileyhin vefatından sonra dergahı mezkur meşihatine nail ve bin yüz elli tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin balada muharrer beytinden başka şiri manzurı acizi olmamıştır. ey gönül tigi nigahından o yarin feryad canımı itdi helak cismi nizarım berbad nigehi pürfetanı şur u şirev arbedehiz tiri müjganına şayeste ne itsem isnad aldı ceyşi sitemi ta ki harimi canı kalmadı kişveri gönlümde hiç asude bilad mülketi candan eser kalmadı gönlüm evini yıkamazsın evi şayestedir olsun bağdad nice asayiş olur lütfü'ye her an söyle idesin ey mehi tabende çekem cevr u inad nazımı mumaileyh hafız halil lütfü beg tırnova kazası hanedanından olup bin iki yüz elli beş tarihinde dersaadet'e muvasalat ve beş sene mikdarı ikametden sonra memleketi canibine avdet eyleyüp kıldı hafız beg bu yıl gülzarı firdevsi mekan tarihi menkut u mantıkına iki yüz altmış bir senesi üşri muharreminde işbu matemgahı fenadan nüzhetserayı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh tarikatı aliyyei sadiye mensubatından olup haylice kelamı mevzun inşadına müvaffak olmuştur. hatı anberfeşanın manii buyı izar olmaz müsellemdir bu dava kim hututa itibar olmaz cefayı çarhile olmaz mükedder hatırı aşık ruhı mir'atı tabı saftinetde gubar olmaz niyazı vaslı mümkün mü o mehruhsarı gördükde hücumı şevkden güftara tab u iktidar olmaz görüp ruhsarı pürtabında ol haki cihansuzun acep kimdir gamı aşkınla cana dağdar olmaz şikesti tişei cevr u cefayı yar olmuştur nihali maksadın min badı lütfü meyvedar olmaz nazımı mumaileyh lütfü efendi diyarbekir müftüsü müteveffa ali efendi'nin veledi sulbü olup tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye ile muahharen bir müddet diyarbekir eyaleti nüfus nezareti hizmetinde istihdam olunup neşri ulumı aliye ile imrarı subh u şam itmekte iken bin iki yüz altmış üç senesi azimi darü'sselam olmuştur. amudı subhı ihlasa dilim bir özge çadırdır muhabbet deştine varmış derunum pek bahadırdır mühimmatı ümurumdandır icra eylemek emrin buyur ey şehlevendim emrine uşşak mebadirdir safı müjganını tertibi dil almak için yohsa o fitnehiz u hunrizi cefakarım ne gaddardır emeli gavgay itmişse huzurum ceyşini tefrik yine cemi cünudı hatıra mevlam kadirdir hulasa hazreti fehmi beg'in remzi mürüvvetde nazir u heminanı lütfüya bişübhe nadirdir nazımı mumaileyh ahmed lütfü efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliyeye say u gayret ve müddeti kalile zarfında beyne'lulema kesbi şöhret eyleyüp bin iki yüz elli iki senesi bir kıta dersaadet müderrisligi rüusı hümayununa nail ve bir sene mürurunda ki salifü'tterceme vakanüvis esad efendi merhumun takvimhanei amire nezaretinde bulunduğu hengamda takvimhanei mezkure mukabeleciligi hizmetine bi'lnakl iki yüz elli yedi senesi tarikini tebdil iderek uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olmuş ve birkaç sene odai mezkura devam eyledikten sonra iki yüz altmış bir senesi imarı mülki memuriyetiyle rumeli canibine azimet ve dersaadet'e avdetinde kendisine rütbei salise bi'lita zabtiye meclisi kitabetine memuriyeti icra kılınmış ise de iki yüz altmış üç senesi takvimi vekayiin bazı mertebe tecdidi nizamatı sırada takvimhanei mezkureye tahvili memuriyet eyleyüp muahharen anadolu müfettişi maiyetinde bulunarak kitabet hizmetiyle anadolu canibine azimet ve iki seneden mütecaviz ikametden sonra dersaadet'e muvasalatla ile'lan takvimhanei mezkure tahrirat başkitabetinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh tabı latif bir zatı şerif olup kendisinin bir mikdar eşarı güzide ve çendaded tercemei pesendidesi vardır. bir lebi mül aşıka dildar dirsen işte sen hayret almış gönlünü naçar dirsen işte sen hambeham zülfi siyah alemde çeşmi fitneger var mıdır böyle peri mekkar dirsen işte sen narı hasret sinesin suz u kebab itmiş hele kimdir ol dilhasta vü bimar dirsen işte sen cevr idüp üftadesin dürlü cefaya uğradan bimürüvvet dilrüba her bar dirsen işte sen zar u zari guşei tenhada ah eyler müdam iki çeşmi eşkile cuybar dirsen işte sen naz ile aguş ider aheste gonca destesin rengi gül hemsinesi gülzar dirsen işte sen ta seher bin derd ile bülbül gibi feryad ider hecre karşı subha dek dilzar dirsen işte sen sormaz asla hatırı mecruhu zalim bir nefes kalbi taş ya ahını pürkar dirsen işte sen lütfü söyle tekyei gamlarda firkat camesin var mı giymiş hırkai efkar dirsen işte sen nazımı mumaileyh ömer lütfü efendi medinei adana'da bin iki yüz otuz üç senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup bi'lahire vücuhı belde sınfına dahil olmuş ve muahharen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. vilayeti canibinde musa balizade dinmekle arifdir. gazeller gül gül olmuş gülbüni eşarı mecmua nihali gül varaklar şiri gül gülzarı mecmua tesellibahş olur erbabı aşka genci mihnetde olur her dem enisi aşıkı gamharı mecmua dimem mecmua ol evraka kim çıkmaz meal andan odur mecmua kim zevki ola derkarı mecmua lisanı halime keyfiyeti aşkı beyan eyler anınçün itmez elden levhiya her barı mecmua nazımı mumaileyh levhi efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup harici itibar ile tariki tedrise dahil ve muahharen mahrusai mezburede vaki hasan paşa medresesi müderrisligine nail olmuş ve bin yüz altmış beş sali hilalinde darı bekaya irtihal eylemiştir. natı şerif devadır hakı kuyun hastegana ya resulallah şifa bahş itdi nutkun cism u cana ya resulallah kevakib saymadan isyanımın mikdarı müşkildir eger afv itmesen sıgmaz cihana ya resulallah buyurdun ümmetim isyan ider ahirzaman olsa meseldir afv olur hali zamana ya resulallah huzura varmağa barı günahdan yok mecalim ah şebabetde dönüp kaddim kemana ya resulallah bu kara yüzle duzahdan dahi şerm eylerim allah degil leyla kulun layık cinana ya resulallah şairei mumaileyha leyla hanım sudurı izamdan moralızade hamid efendi merhumun duhteri pakizesi olup akribasından salifü'tterceme keçecizade izzet efendi merhumdan bir mikdar tahsili hüner u marifet eylemiş ve evaili halinde bir hafta mikdarı arayişnümayı haclegehi izdivac olmuş ise de zenn u şuher beyninde keşide olan bisata ihtilatı deride ve o sırada merbut olan riştei inbisatı beride eyleyip guşegiri tecerrüd olduğu halde evkat u ezmanını mütalaai eşar ve tanzimi güftar ile imrar u güzar eylemekte iken bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde darü'sselama hıram eylemiştir. vefatına burusa kadısı sabık kıbrısizade hakki efendi'nin nazm u inşad eyledigi tarihdir. aldı leyla'yı telef itdi ecel mecnun'u mumaileyhanın mürettep bir kıta divanı matbuu vardır. harfi'lmim ukdebendi hatırı azadegandır perçemin baisi dilbestegii bidilandır perçemin bestedir her tarı müjganında bir nurı siyah halegerdi mahitabı hüsn ü andır perçemin zeyn olur zülfi arusuyla şebistanı bahar deste deste tuhfei sünbülsitandır perçemin mürgı dil serpençei şehbazı çeşminde zebun çinden gelmiş kemendi ahuvandır perçemin vasfı zülfünde gönüller bağlı diller bestedir şairane baisi ıkdı'llisandır perçemin saye salmış ebruvanınla siyeh müjganına kabza almış maliki tir u kemandır perçemin ben de aldandım siyeh rengi füsunı gamzene mahir'e serriştei sihr u beyandır perçemin nazımı mumaileyh numan mahir beg egriboz kazası hanedanından olup mukaddema tariki tedrise duhul ile bin iki yüz otuz sekiz senesi dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp iki yüz otuz dokuz senesi tarikatı bi'ttebdil hacelik rütbesine nail mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil olduktan sonra iki yüz kırk yedi senesi amedi odasına nakl ile iki yüz elli iki senesi hariciye kitabetine ve bir müddet mürurunda takvimi vekayihane nezaretine ve iki yüz elli beş senesi amedii divanı hümayun memuriyetine ve iki yüz elli altı senesi barütbei ula evkafı hümayun nezaretine revnakefza olmuş ve muahharen nezareti merkumeden münfasilen hanesinde ikamat üzre iken iki yüz elli dokuz senesi hilalinde darı bekaya azm u rihlet eylemiştir. mumaileyh nazm u nesre kadir bir şairi mahir olup müretep divanı eşariyle bir kıta münşeatı vardır. gözden o nurı basıram oldu nihan bu şeb mahı felek gözümde degil elaman bu şeb gelsin deyü o nahlı emel bağı vuslata payı niyaza oldu sirişkim revan bu şeb ol şemi hüsne suzişini ey gönül aman yakıl yıkıl gelirsen eger yanbeyan bu şeb şebreng turranın açılüp bahsi şurişi ey meh müselsel oldu bize dasitan bu şeb gördü hezar bülbülü suzişden ah ider pervane oldu mahir ile hemzeban bu şeb nazımı mumaileyh mehmed mahir beg salifü'tterceme pertev paşa merhumun biraderzadesi olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen kalemi mezbur mühimmenüvisanı silkine ve bir müddet mürurunda mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına bi'lilhak bir müddet umurı mehammı seniyyede istihdam olunduktan sonra fenni inşada olan mahareti iktizasınca amedi odasına memur ve tayin buyrulup barütbei saniye kadarı terfi kılınmış iken bi'lahire illet u reme duçar ve bir müddet azurdei ruzgarı ziverkar olduktan sonra nihalı vücudı sarsarı ecele mukabil ve o suretle bin iki yüz altmış dört senesi hilalinde riyazı cinana mütemayil olmuştur. mumaileyhin ömrü gibi şiri dahi kalildir. kıta korkudur vaiz beni yarın kıyametdir deyü yardan ayrıldım bu gün kopdu kıyamet başıma öldügümden sonra bir devlet bilirdim mahiya yar işigi taşını dikse alamet başıma nazımı mumaileyh mahi efendi kangırı nam kasabada talatnümayı alemi vücud olup evkat u ezmanını tahsili maarife hasr u sarf ile tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp kasabai mezkurede neşri ulumı aliye eylemekte iken bin iki yüz on tarihinde mahı hayatı münhasifi memat olmuştur. alem ol azra izarın sakiya mestanesi zühre bezminde o şemi zahirin pervanesi nazımı manzumei hünermendi ali meseli efendi ishakzade mehmed zuhuri efendi'nin mahdumu olup rumeli kuzatı silkine dahil ve bin yüz seksen dokuz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. makamı avnı hakd'an dem urur nazikedadır ney tehidil sanma zahid ta ezelden bir hevadır ney asayı piri aşkı hemçü tuba desti mutribde dü çeşmi münkirane sureta bir ejdehadır ney nal eylemiştir bütei aşkı ilahide kolak tutmaz nice bir kil u kala pürsafadır ney heman bir nalei dilsuzu vardır zadı rihlet de rehi teslimi aşka rehberi babı fenadır ney müsaffadır derunu mecdiya jengi riya tutmaz anınçün herdem ülfetgiri yaranı safadır ney nazımı mumaileyh manavzade mustafa mecdi efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup yüz on altı tarihinde haric itibariyle katar müderrisine dahil ve devri medaris eyleyerek hudavendigar medresesi müderrisliğine nail olmuş iken bin yüz elli bir sali hilalinde darı bakaya müntakil olmuştur. bir lebi lal u güli ruhsara ben kıldım heves bülbülı şeyda olup gülzara ben kıldım heves lane tutmuş kafı istiğnada simürgi gönül ol sebebden hubru hünkara ben kıldım heves hali hindular mıdır bilmem arakrizin midir ben ben olmuş ol cemali yare ben kıldım heves hayli demdir guşei hasretde kalmışdır muhib lutfuna şayeste kıl didare ben kıldım heves nazımı mumaileyh mustafa muhib efendi şehri diyarbekir'de bin iki yüz yirmi yedi tarihinde panihadei sahai vücud olup bir mikdar tahsili ulumı aliye eylediktensonra bin iki yüz elli yedi tarihinde dersaadet'e muvasalat eylemiştir. gazeli rengintirazı dehanı dilber şuledar oldu felek şemai didarımdan eylerim dehri çerağ ateşi ruhsarımdan şevkime yanmağa mum oldu seraser dünya alemi ruşen idersem nola envarımdan öyle şemim ki cihan şevkime oldu fitil yanmadan fark idemez nurumu hiç narımdan mescidi aşkda kandili tecellii zaman şuleyab olmada şevkaveri etvarımdan mumcu bir afetin ağzından alındı bu mahrema şule vire dillere güftarımdan nazımı mumaileyh mahrem dede mahrusai edirne'de kademnihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bir müddet memaliki mahrusada geşt u güzar eyledikten sonra medinei izmir'de muahharen aram u karar eylemiştir. tiği müjenin halkda bin yarası vardır yüzlerle anın ben gibi avaresi vardır mecnun gibi bu leylii gamda beni ağyar kaçdı göricek var ise yüz karası vardır ey küştii dil dalmasana bahrı gumuma çatmaklığın ol dilbere bir çaresi vardır hali göricek ruyuna itdim nazar amma sayd oldu gönül didei sehharesi vardır muhsin seni elbetde şehid eyler o kafir madem ki anın gamzei hunharesi vardır. nazımı mumaileyh muhammed muhsin efendi vodin valisi esbak müteveffa aga hüseyin paşa'nın hazine katibi ati'tterceme salih vehbi efendi merhumun sulbünden dersaadet'de şehremini nam mahallede bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde çehrenümayı alemi vücud olup iki yüz elli beş senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı silkine ilhaken o esnada mektebi maarifi adliyeye nakl ile mikdarı kafi ulumı arabiye vü farisiye tahsil eyledikten sonra maliye mektupçusu odası hulefası sınfına bi'lilhak ilmi kitabet ve fenni inşada kesbi meleke iderek iki yüz altmış senesi üsküb eyaleti tahrirat kitabetine ve iki yüz altmış dört senesi islimye mal başkitabetine ve iki yüz altmış yedi senesi hamid sancağı malmüdürlügüne memur ve tayin kılınup mahalli mezkureye azimet ve bir müddet hidematı seniyyede bi'listihdam iki yüz altmış dokuz senesi barütbei rabia sınfı hacegana duhul ile naili me'mul olmuş ve iki yüz yetmiş bir senesi evailinde bilistifa memuriyeti mezkureden münfasilen dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyh tabı latif bir zatı şerif olup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. dili nalanımı inletti seher nalanın nedir ey bülbüli şuride ne bu efganın kızılın urdu yüzüne meye yek reng oldu ruhı gülgun ile saki lebi ol cananın götür ey badı saba bağa peyamın o mehin şebi hecrini münevver idelim devranın mey u mahbub ile gülşende heman şad olalım yeter oldu gamını çekmiyelim dünyanın meye meyl eylemesin mahvi neye meyl itsün ki komaz zerre kadarca kederin insanın nazımı mumaileyh mahvi efendi rumeli'de vaki hayrabolu nam kasabada tevellüd eyleyüp bir mikdar ulumı aliye tahsil eyledikten sonra tarikatı aleyyii halvetiyyeye süluk ile bin yüz elli tarihinde rahı huda'da mahvı vücud eylemiştir. mürettep divanı olduğu bazı asarda mütalaagüzarı acizi olmuştur. dilavaz mahfi genc ol ko seni virane sansınlar meseldir bu ki dirler akil ol divane sansınlar mukimi mescid ol batında dayim hakkı zikr eyle nağam erbabı zahir menzilin meyhane sansınlar tevella vü teberra aleminden içtinab eyle varıp sen aşina ol hakka ko bigane sansınlar vücudun derdi aşk ile fena mülkünde mahv it kim beka esrarına vakıf olan merdane sansınlar var esbabı kemala mahviya arz eyle eşarın garez ehli kelamın ko senin efsane sansınlar nazımı mumaileyh hasan mahvi efendi memaliki iraniye dahilinde vaki makarrı urefa ve mecmaı zürefa olan tebriz nam şehri şöhretengizde bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup nakdinei enfas u evkatını tahsili destmayei hüner u marifete harc u sarf ile ekser fünun u maarifde bir mikdar kesbi malumat eyledikten sonra bazı biladı iraniyeyi geşt u güzar iderek ala'ttarikü'sseyahe iki yüz altmış üç tarihlerinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp hattı talikde olan behresi mülabesesiyle ile'lan tahriri kütübi nefise ve mütalaai eşarı selise eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh ashabı mahviyetden bir zatı sencidetabiat olup kendisinin türki ve farisi bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam görünen berk degil şulei ahım görünür şebi firkatda o şule ile rahım görünür bu karanlık ki zuhur eyledi sanman gicedir kaplayıp alemi dünyayı günahım görünür ay olur ki göremem ol mehi tabanımı ben lik ağyara gice gündüz o mahım görünür leylei gamda tasbir idegör mahzuli akibet bir gün olur lutfı ilahım görünür nazımı mumaileyh ismail mahzuli efendi rumeli'de vaki lofca nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup muahharen medinei filibe'ye hicret ve bir müddet tahsili uluma say u gayretle bi'lahire medinei mezburede bir bab dükkançe güşad eyleyüp mücellidlik sanatiyle şirazebendi sahayifi şuhur u avam olmuştur. razı aşkı söyleme alem hevadan nem kapar pek dakik olmuş cihanasa begim dirhem kapar labile taliki vakt eyler visali bezmini lik hasta aşıkın nakdini pek muhkem kapar şahidi gül olmağa ol goncei naz getiren gülsitanı bezmgehde busei gülfam kapar dilrübalar iltifat itmez muhibbi sadıka ol metaı bibahadır anı hep alem kapar muhlisa terki mecaz it rütbei tahkika er kim bilirsin pirine mahrem olan mahrem kapar nazımı mumaileyh halil muhlis beg mora hanedanından koca halil begzade müteveffa abdi beg'in veledi sahibhıredi olup hanedanı zadegandan olduğu haysiyetle dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesini bi'lihraz beyne'lemasil mümtaz olduktan sonra bin yüz yetmiş tarihinde iritihalı darı beka eylemiştir. balada muharrer olan gazeli pürhalel vaki olmuştur. hisabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim kitabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim bu bezmi gamda bulunmaz suale ehli hired cevabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim cehimi hecrine düşdüm o maliki hasenin gadabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim urur mu guşunu herbir tehidilanı cihan hitabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim degil verasına zühhad mutekif vakıf hicabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim uluvvı himmeti uşşaka feyz ider ihsan cenabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim neler çeker güzelim firkatinle muhlisi zar itabı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim nazımı müşarünileyh sirozlu yusuf muhlis paşa siroz ayanı müteveffa ismail beg'in mahdumu olup bir müddet medinei siroz'da mütesellimlik eyledikten sonra bin iki yüz otuz üç senesi memuren yanya canibinde bulunduğu halde uhdesine rütbei samiyei vezaret bi'ttevcih egriboz muhafızlığına ve badehu saruhan eyaletine ve iki yüz otuz sekiz senesi haleb eyaletine sayebahşı izz u itila ve bir aralık kütahya'ya nefy u icla ve müddeti kalile zarfında karaburun ve iğneadası muhafızlığı inzimamiyle menteşe ve karahisarı sahib sancakları kendiye tevcih u ita buyrulup bi'lahire infisali cihetiyle dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametden sonra iki yüz elli bir senesi belgırad muhafızlığına ve iki yüz elli altı senesi tekrar saruhan eyaletine ve müteakıben rumeli eyaletine sayeendazı atifet olmuş ve iki yüz elli sekiz senesi eyaleti merkumeden infisali vuku bulmuş olmağla medinei siroz'a azimet eyleyüp iki yüz elli dokuz senesi hilalinde azmı riyazı cennet eylemiştir. mütevefayı müşarünileyh mısrı belagatın şairi sahibşöhreti olup asarı tabı sencidesi seraser güzide ve muteber vaki olmuştur. derdi aşkın merdi sahib zur şeklin gösterir ki hulagu gahice timur şeklin gösterir yanmağa mecbur iden bilmem nedir pervaneyi var ise nar ehli aşka nur şeklin gösterir serde ateş dilde dud u eşki yem dü dide çarh cismi aşık sureta vapur şeklin gösterir böyle dirler mülki mahviyetde resmi devleti kim süleymancah olursa mur şeklin gösterir herkese halince vardır bir tecelligahı aşk bisütun ferhad'a göre tur şeklin gösterir gayreti erbabı aşka aferin sad aferin dayima mahzun iken sürur şeklin gösterir benzer erbabı riyanın hali ol kaşaneye iç yüzü viran dışı mamur şeklin gösterir neş'ei zatı mıdır çeşminde cananın acep her nigehde aşıka mahmur şeklin gösterir bir periruhsara çarpıldık ki muhlis elaman sureta insan amma hur şeklin gösterir nazımı müşarünileyh muhammed esad muhlis paşa ayaş kazası müftüsü müteveffa hasan efendi'nin mahdumu olup bir aralık kazayı mezkur voyvodalığı uhdesine bi'lihale silahşorluk payesini ve bin iki yüz yirmi bir senesi dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesini ihraz eyledikten sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle emiri ahurı sani hizmeti uhdesinde oldugu halde müteveffa mahmud paşa'nın muhalefatı tahrir u tasviyesine memuren dırama canibine azimet ve bir sene zarfında hitamı memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamda ki iki yüz otuz dokuz senesi hilalinde barütbei vezaret edirne eyaleti uhdesine bi'ttevcih beş sene müddet ikametden sonra eyaleti merkumeden mazulen mahrusai burusa'ya menkul olmuş ise de müddeti kalile zarfında konya eyaletine ve biraz müddet mürurunda erzurum eyaletine yedi sene tamamında vukui infisaliyle dersaadet'e muvasalat eyleyüp o esnada babı maliyede müceddeden teşkil olunmuş olan darı şura azası sınfına bi'lilhak iki yüz elli beş senesi bahrı sefid muhafızlıgına ve dörtbeş mah mürurunda sivas eyaletine ve badehu haleb eyaletine ve biraz vakt mürurunda sayda eyaletine ve üç sene edirne'de bi'linfisal bervechi ikamet mahrusai burusa'ya azimetle yirmi gün mürurunda saniyen erzurum eyaletine ve bir sene tamamında ikinci defa olmak üzere sivas eyaletine ve birkaç mah zarfında musul eyaletine ve iki yüz altmış üç senesi kürdistan eyaletine revnakefza olmuş iken iki yüz altmış yedi senesi hilalinde merkezi eyalet olan şehri amid'de azimi darı beka olmuştur. müşarünileyh dirayeti müsellem bir müşiri sütudeşiyem olup umurı memuresinde hüsni muvaffakiyetle devletde sayt u şöhret kazanmış ve bir kıta divançei eşariyle ceridei alemde ibkayı nam u şan eylemiştir. verdi nazım kalbi nalanım hezarındır senin aşıkı hasretkeşi nazın izarındır senin tazelersin nevbenev zatı kadimin yohsa kim aşıka cevr etmek ey meh eski karındır senin bülbüle taklidi terk it hisse al pervaneden vuslatı dildara mani ah u zarındır senin bellidir ey mumiyanım nasiyen izhar ider merhamet şefkat mürüvvet hep şiarındır senin subha şeklin gösteren destinde muhlis ol mehin eşki çeşmi lü'lüı lala nisarındır senin nazımı mumaileyh ali muhlis beg dergahı ali kapıcıbaşlarından mustafa paşazade müteveffa ömer tahir beg sulbünden bin iki yüz yirmi yedi tarihnde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddetcik enderunı hümayuna ve badehu divanı hümayun kalemine mülazemet ve müdavemetle muahharen seraskeri esbak mustafa nuri paşa'nın dairesine kesbi tereddüd iderek bir müddet hazine kitabetinde ve birçok vakt dahi hazinedarlık hizmetinde bi'listihdam bi'lahire sınfı hacegana duhul ile naili meram olduktan sonra iki yüz altmış tarihlerinde dairei müşarünileyhden müfarakat ve bir müddet hanesinde ikametle kendisine rütbei saniye ita ve o esnada niş defterdarlığına memuriyeti icra buyrulup mahalli mezkura azimet ve iki yüz altmış beş senesi infisali vukuuna mebni dersaadet'e avdet eyleyüp iki yüz altmış altı senesi hilalinde konya defterdarlıgı idaresine bi'lihale iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde irtihalı darı beka eylemiştir. ne sakisi bu bezmin ne meyi gülfamı kalmışdır mey aşmamane ancak bir humaralamı kalmışdır. ne rütbe itibarı var cihanda şimei adlin gidüp nuşirevan alemde bir hoş namı kalmışdır ne denli leşkeri hat hanı hüsnün itse de yağma leb u çeşmin gibi bir sukkerin bademi kalmışdır o mahbubı ümidi almadım aguşı teshire meger vaktinde tezkar olmadık esma mı kalmışdır heyulayı visale muhlisa virmek için suret bu levhi hatıra nakş olmadık hülya mı kalmışdır nazımı mumaileyh muhlis efendi menşeen erbabı kemalat ve mevridi ashabı malumat olan şehri ayıntab'da hanedanı şehri mezkurdan hasırcızade müteveffa mustafa efendi'nin sulbünden bin iki yüz otuz bir tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilm u maarife hasr u sarf ile fenni inşa ve resmi imlada sahibi şöhret olduktan sonra menbaı feyzi bipayan olan şehri sitanbul'a muvasalat ve evkatı hümayun hazinesi dahilinde vaki tahrirat odasına bir müddet müdavemet ve iki yüz altmış dokuz senesi kitabet hizmetiyle haleb canibine azimet eylemiştir. mumaileyh nazm u neşre kadir bir şair olup bir mikdar eşarı vardır görüp zann eyleme cana şahabı asumandır bu göğe çıkmış şerarı dudı ahı aşıkandır bu acep mi kaysveş sahrai nevridvahşet oldumsa cihanda aşıkı divane dirler nam u şandır bu niçün sık sık kırarsın kalbimi manendi baziçe usandırdın beni ey tıflı nazım her zamandır bu baharı hüsnünü baranı eşkim itdi perverde zamanıyla benim göz dikdigim bir nevcüvandır bu cenabı muhlis'e midhat degil maksud peyrevlik kemali aczimi tefhim içün bir tercemandır bu nazımı mumaileyh ahmed midhat efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup bir müddet divan kalemine müdavemetle mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına ilhak olunarak mukaddema sayda defterdarı müteveffa faik efendi'nin maiyetinde bir müddet hizmeti kitabetle bi'listihdam muahharen selanik valisi müteveffa sami paşa'nın divan kitabeti hizmetinde dahi bir müddet güzarendei subh u şam olduktan sonra bin iki yüz altmış altı senesi meclisi vala mazbata odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet mürurunda odai mezbur mümeyyizligi hizmetine nail olmuş iki yüz altmış yedi senesi barütbei saniye odai mezbur serhalifeligi memuriyetine ve iki yüz altmış dokuz senesi memuriyeti mezkurenin lağviyle barütbei ula meclisi vala ikinci kitabetine revnakefza buyrulmuştur. mumaileyhin fenni inşada şöhreti şayiası vardır. senindir cümleten mülki hidayet ya resulallah beni rahı sevaba kıl delalet ya resulallah huda'nın arşı alası türabı zılli payından şebi israda kesb itdi şerafet ya resulallah benim cürmüm nihayet tutmaz inkara mecalim yok senin de lutfuna yok hadd u gayet ya resulallah beni leylii dünya aldatup mecnunsıfat oldum cünunumdan kerem kıl vir ifakat ya resulallah muradı derdmendin cümleten ahvali malumun anı takrir u tahrire ne hacet ya resulallah nazımı mumaileyh şeyh elhac muhammed murad efendi tarikatı aliyyei nakşiyye meşayihinden abdulhalim efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz üç senesi şehri muharreminde panihadei sahai vücud olup tekmili hıfzı kur'anı azimü'şşan iderek ulumı aliyede dahi müşarünbi'lbenan olduğu halde dersaadet'de çarşanbabazarı nam mevkide vaki murad molla dergahı meşihatine nail ve selatini izam hazeratı camii şerifesi meşayihi zümresine dahi dahil ve bi'lahire sultan ahmed han hazretleri camii şerifi şeyhliği hizmetine vasıl olmuş iken iki yüz altmış dört senesi şehri şabanide fücaeten darı ukbaya müntakil olmuştur. dergahı mezkur civarında kain ihyagerdesi olan darü'lmesnevi havlusunda medfundur. mumaileyh muhibbi ali aba bir şeyhi sahibenfa olup fununı farisiyede olan malumatı iktizasınca mukaddema dergahı mezkurda ve muahharen darü'lmesneviyü'lmezburda bazı erbabı istidada mesneviyi şerif takrir ile güzarendei eyyam u leyal olduğu halde haylice asarı güzide tanzimine muvaffak olmuştur ki esamisi ile zirde tahrir u işaret olmuştur. hülasatü'şşüyuh isminde şerhi mesnevii şerif, mahazer isminde şerhi pendnamei şeyh attar, şerhi tuhfei şahidi, şerhi kavayidi farisiye ve bir kıta müretteb divanı türkiye ki mecmuu beş adetdir. mumaileyhin mürurı ezmine ile keşf u keramatı dahi nakl olunmak me'mul u muhtemeldir. müstezat vechinde görüp bir güli zibayı muhabbet bülbül gibi dil itdi temennayı muhabbet ey gözleri afet zar olup elbet ol bezmi ezel lezzetidir bezmi cihanda halk birbirine itdigi sevdayı muhabbet şimdiki zamanda eskidir o ülfet mahbub temaşası bir esrarı hükümdür kim mest ider uşşakı tecellayı muhabbet hakdan bu keremdir hal ehline devlet tarife gelir mi gönül ahvali kalemle meydanı erenlerde ko davayı muhabbetyorulma elemle yokdur bu ne sohbet nakşındaki nakkaşı bilüp arifi hak ol tahkiki muradi budur ol cayı muhabbet sen var yüzü ak ol pirden ola himmet nazımı mumaileyh şeyh muradi efendi dersaadet'de bin iki yüz on beş tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bi'lahire sumaku nam mahale hicret ve mahalli mezkur meşayihinden şeyh abdurrahman efendi'den ahzı desti inabet eyleyüp iki yüz elli beş salinde labisi libası hilafet olduktan sonra yine dersaadet'e avdet eylemiştir. mumaileyh hezarfen bir zatı pakdamen olup haylice asar u güftarı olduğundan başka kendi hattiyle ayine üzerine yazılmış birçok kıtaat u ebyatı dahi vardır. öyle bir şehbazı aşkım ki şikarım dildedir öyle simürgüm ki kafı iftiharım dildedir bir hümayım ki mekanım lamekan şehrindedir bir hezarım ki nigarım gülizarım dildedir bir gedayım sureta amma ki şahı alemim fatihi iklimi aşkım kar u barım dildedir bana mevrusı pederdir haydarı kerrar'dan kahiri ceyşi aduyum zülfikarım dildedir vuslatı dildar içün ağyara minnet eylemem ilticayı nasa yok hacet ki yarim dildedir nükheti nüzhetine gülzarı dehri neylerim mürgi lahutum safayı mürgzarım dildedir öyle müştakım ki müştakı huda dirler bana bendei naçizim amma şehryarim dildedir nazımı mumaileyh şeyh mustafa müştak efendi canibi anadolu'da vaki bitlis nam mahallde çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei kadriyyeye süluk ile bi'lahire dersaadet'e muvasalat eyleyüp eyyub ensari hazretleri ismine mensub olan karyei latife dahilinde vaki selami efendi hankahı meşihatine naileyetle bir müddet hankahı mezkurda ikamet eylediktensonra bin iki yüz kırk yedi tarihlerinde memleketi canibine avdet eyleyüp müddeti kalile zarfında şaribi şehdi şehadet ve ol suretle azimi halvetserayı cennet olmuştur. mumaileyh mezinnei kiramdan olup bir kıta divanı benamı vardır. natı şerif tabı pakim ki kumaşı marifet dükkanıdır feyzi bipayanı hak gevherlerinin kanıdır neşri envarı füyuzatı ilahi itmede alemi kevnin mahı hemneyyiri rahşanıdır cümle halk üftadesi olmuş zelihalar gibi guyiya hubanı asrın yusufı kenanıdır feyzinin her katresi bir dürri nabı marifet sanki nisanı kemalin ebri pürbaranıdır gevheri nayabveş manzumesi bi'lintihab şairanı alemin serlevhai divanıdır davai rüçhan idüp mahz itmesin mi herkese şahı kevneynin mediha kuyı dürefşanıdır padişahı mülki din fahrı nebiyy ü mürselin rahmetenlilalemin zatı şerif ünvanıdır öyle sultanı rüsul kim zatı paki emcedi kainatın baisi mevzuı çar erkanıdır andan istimdad iden zann itme ancak mücriman asfiya vü etkiya yekser mededcuyanıdır serverasından meded olmazsa ferda ümmete yad olmuşdan kimin der uhdei imkanıdır bahusus bu abdi aciz kemterin meşhuri kim daima fikri cezayı kesreti isyanıdır nazımı mumaileyh ahmed meşhuri efendi mahrusai selanik'te kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet bazı mütesellimin ve voyvodaganın kitabet hizmetlerinde bulunduğu halde memaliki mahrusada vaki bazı mahallerde geşt u güzar iderek avangüzar olduktan sonra mahrusaı mezburede bir kıta çiftçilik tedarikiyle seyr u seyahatdan feragat ve bi'lahire bir kıta müderrislik rüusı hümayununa dahi nailiyetle selanik'te bazı çelebilere talimi fünunı farisiye eyleyerek imrarı vakt u saat eylemekte bulunmuştur. mumaileyh mahrusaı mezburenin şairi meşhuru ve bir katibi maarifmevfurudur. gün yüzün sevdası itdi bikararı intizar subha dek oldum bu şeb encümşumarı intizar ahı servim eşki çeşmim intifabahş olmadı oldu gitdikçe füzunter dilde tarı intizar lal olur gerçi makamı sabrda sengi siyeh hun ider amma derunu harharı intizar halı maziden kıyas it neş'e mütekabili zevkine degmez bu alemde humarı intizar kıl teenni hırs ile itges gibi şitab ankebudasa da olma vakfı tarı intizar aynı alam olduğun amalin aslın fehm iden kalbini teşviş ile itmez medarı intizar bimi hecr ümidi vasl eyler tekabül daima böyledir amedşudı leyl u nehar intizar olmak istersen muammer hatırı azad ile çekme her bir kam içün herbar barı intizar nazımı müşarünileyh muhammed muammer paşa kaimmakamı şuhur salifü'tterceme reşid paşayı mağfurun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi yedi salinde cilvegeri ayinei zuhur olup unfuvani tüfuliyetde ki iki yüz otuz yedi tarihinde enderunı hümayuna çırağ buyrularak hasbe'listidad tahsili maarifi biadad ile iki yüz kırk yedi tarihinde binbaşılık rütbesiyle asakiri müntazamai şahane silkine dahil ve derkar olan dirayet u liyakatı iktizasınca birkaç sene mürurunda miralaylık ve sırasiyle livalık rütbelerine nail olduktan sonra ikiyüz altmış üç senesi uhdesine feriklik rütbei refiası bi'ttevcih anadolu orduyı hümayununa reisi erkan ve o aralık bir müddet dahi orduyı mezkur kaimmakamlığıyla sahibünvan buyrulup senei mezbure şehri zi'lhiccesinde darı şurayı askeri azası sınfına bi'lilhak iki yüz altmış dokuz senesi reisü'rrüesa mesnedi refiine revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyh nazm u inşada kudret u mikneti nümayan bir şairi nüktedan olup cerbeze ve dirayeti teslimgerdei erbabı ilm u irfandır. sanman figanı bülbüli şeyda baharadır uşşaka biedebligini itizaradır sevdim o şuhı dilberi tannaz ı gizlice aşkı deruna sığmadı hayf aşikaredir manendi lale dağı dili itdim aşikar zira ki rağbeti o gülün lalezaradır gülzarı dehre eylemezem çeşmi iltifat meylim hezar şevkile ol gülizaradır düşdüm hayali zülf ile tuli emellere fikrim heman o hal u hatı müşkbaradır yadı lebinle meclisi hasretkeşanda meylim hemişe badei şiringüvaradır izzet muin ile seri fıskiyede bu gün macerayı hame bu gazeli abdaradır nazımı mumaileyh muin efendi medinei manastır'da suretnümayı alemi vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve bi'lahire hacelik rütbei refiasını bi'lihraz odai mezburda farisi mütercimligi hizmetine nail olduktan sonra bin iki yüz otuz altı tarihinde azimi darü'nnaim olmuştur. vefatına talib efendi merhumun zadei tabı olan tarihdir; muini pürhüner gitti naime muin ile naim lafızlarında tevavukı harf vakiolması hüsni tefaül nevindendir. mumaileyh ati'tterceme hace neş'et efendi merhumun şakirdanından olup tabiatı şiriyye ashabından bulunmuş ise de balada muharrer olan gazeli müşterekden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. sadayı razı aşkı maveradan tuydu yemliha işitdi megselina lal u hamuş oldu meslina müsavi gerdişi tesbihe devri sagarımız nuş meger bezmi deyirnuş halkai tevhid idi guya şarabı layezalin mesti şazzı şazzı nuş oldu ayağın kesmedi ol kehfi rindi aramdan kata hele kalmış idi camı cürca anı kıtmir de nuş eyleyüp boş kalmadı zira olup peygulegiri inziva ol tekyei aşkda çıkardım çileyi meftuniya ashabı kehfasa nazımı mumaileyh meftuni efendi sivas kazası eyaletinden olup fenni kitabetde bir mikdar behresi olmak mülabesesiyle dersaadet'e muvasalat eyleyüp kitabet hizmetiyle canibi ihtisaba müdavemet eylemekte bulunmuştur. kıta busı lalin virdi cana neşvei diger bana şimdi rengi bihudedir gerdişi sager bana sünbül u gülden gelir yüz vechile zülf ü ruhun ey baharı arzui hoşbuy u hem hoşter bana nazımı manzumei hünermendi şeyh abdulkerim müfid efendi burusa'da panihadei sahai vücud olup tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile labisi sevbi hilafet olduktan sonra bin yüz otuz dokuz senesi tariki hacda rahilebendi darı ahiret olmuştur. kıta bak saata bir dakika fevt eyleyüp oynatmada rakkası derunum her gah miftahı inabetle kur işlet sen de dil saatini besavtı allah allah nazımı manzumei hünermendi ismail müfid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise dahil ve hasbe'ttarik birkaç mahalin mevleviyyetine nail olduktan sonra tarikatı aliyyi nakşibendiyyeden olan hilafeti mülabesesiyle seccadepirayı zühd u takva olduğu halde bin iki yüz on yedi senesi hilalinde azimi halvetsarayi darı me'va olmuştur. vefatına süruri efendi merhumun inşad eyledigi tarihi muaccemdir. nazm; eylesin yezdan müfid'i rahmetinden müstefid mumaileyhin tarikatı mezkureye dair birkaç aded resaili mutberesi vardır. derkefi takbil idüp vaiz riya sermayesin bedri hüsni dilberane hale eyler ayesin sayeendazı letafetdir kenarı cuyda servi nazım hissemendi lutf ider hem sayesin goncalar etfalı gülşende sipihre famkeşa şiri şebnemden olur her gice feyzi dayesin cevheri zatı gerek yok ihtişama itibar feyzi gevher neylesin sim u zerin piranesin bir gün eyler kasrı ali takı ikbala suud sellemi haysiyetin efzun idenler payesin lutfı tevfiki huda'dan feyz alup mekkizade hamesi üstada arz eyler kemine dayesin nazımı müşarünileyh şeyhülislam muhammed mekki efendi mekkei mükerreme kadısı müteveffa halil efendi'nin sulbünden mekkei mükerremede bin yüz yirmi altı tarinide kademnihadei sahai vücud olup pederi mumaileyhin vukuı vefatına mebni unfuvani şebabetinde bi'lvasıta dersaadet'e vüsul ve yüz kırk yedi tarihinde tariki tedrise duhul ile yüz yetmiş dokuz tarihinde selanik mevleviyyetine ve yüz seksen beş tarihinde şamı şerif mevleviyyetine ve yüz doksan salinde medinei münevvere mevleviyyetine nail olduktan sonra ki yüz doksan sekiz senesi şehri ramazanında darü'lhilafetü'laliye hükumetine ve iki yüz elli iki senesi şehri rebiü'lahirinde anadolu sadareti celilesine zinetbahşa ve senei mezbure hilalinde dürr mekki efendi kıblei müstakiyan oldu tarihi menkut u mantukunca revnakdihi mesnedi fetva buyrulup üçdört mah mürurunda makamı meşihatdan müfarakat ve iki yüz beş senesi şehri recebinde saniyen mesnedi mezkura mükarenet birle iki yüz altı senesi şehri zilkaidesinde mansıbı fetvadan münfasil ve iki yüz on iki sali hilalinde işbu darı gururdan füshatsarayı sürura müntakil olmuştur. şeyhülislam bahayi efendi türbesinde medfundur. müşarünileyh bir fazılı yegane ve bir alimi bibahane olup müretteb bir kıta divanı belagat ünvanından başka evaili beyzaviye bir haşiyei bibedel ve kasidei bürde'ye türkçe bir şerhi müvassal u mübahisi hamd u şükre mütealik bir risale ve yine mübahise dair diger bir risale ve usulı fıkhiyeye dair bir risale ve tevzihden mükaddematı erbaa üzre müretteb bir risale ve hususı ahiri mübeyyen bir risale ki beş aded resailin tezyif u te'lifine muvaffak olmuştur. veledi emcedi mustafa asım efendi dahi müddeti medide seccadenişini mabedi fetva olup iki yüz altmış üç senesi şehri zi'lhiccesinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. üftadei damı seri zenciri cefayız biz zülfi siyehkara kul olmaga sezayız ger şahı seriri dar olursa nola canan gammı çekeriz biz dahi goyende gedayız itmeklik için haki rehin dideye sürme her şam u seher talibi teşrifi sabayız bir pula satarsa bizi agyaraacep mi ol afeti gülçehreye çok badı hevayız eylerse nevayi nola eşarımı tahsin biz silsilei ali kırım mengli girayız nazımı müşarünileyh mengli giray han sultan, pederi valagüherleri elhac selim giray han merhumun cezirei rodos'da peygulegüzini ikamet oldukları avanda zinetefzayı kehvarei vücud olup pederleri müşarünileyhin hengamı hükumetlerinde bir müddet canibi kırım'da seraskerlik memuriyetinde bulunarak imrar u vakt eyleyüp biraderleri gazi giray han zamanında ol tarafın tabiratı üzere nureddinlik rütbei muteberesi bi'lihraz serefraz u mümtaz ve diger biraderleri kaplan giray han zamanında dahi kalgaylık mansıbıyla karini şöhret u itizaz olduktan sonra biraderlerinin mesnedhaniden müfarakatları esnada silivri civarında vaki kadıköyü nam mahale nakl u hicret ve bir müddet ikametle bin yüz otuz yedi senesi hilalinde kırım hanlığı mesnedi celiline revnakbahşı kadr u rıfat buyrulup bin yüz kırk üç senesi mesnedhaniden müfarakat ve cezirei rodos'da bir müddet ikametden sonra ki bin yüz elli tarihinde saniyen tırazendei mesnedhani ve mazharı ihsanı şahenşahı cihanbani olmuş iken bin yüz elli iki senesi şehri ramazanı mağfiretnişanın dokuzuncu günü azimi sarayı cavidani eyleyüp naşı magfiretnakışları bahçesaray nam mahallde vaki han camii hatırasında defini hakı ıtrnak olmuştur. müşarünileyh akil u kamil bir hakimi sahibfezail olup haylice eşarı pesendide nazm u inşad eylediktenbaşka canibi kırım'da karasu nam kasabada bir kıta camii rana ve bir hankahı dilara ve tatarbikarı nam mevkide çend aded odayı şamil medrese ve dersaadet'de tophane semtinde bir bab gülşenihane inşadı bünyada dahi muvaffak olmuştur. ümidi meyve itmekdir nihalı serviden lafark kerem me'mul olunmak şimdi bu asrın kibarından beyti diger mahv olmayınca çirki siva kalb olur mu saf safvet gelir mi bu suya ta kim durulmaya beyti diger akar bir kanlı sudur hecri yar ile gözün yaşı kızıl ırmağdır guya ciger dağındadır başı nazımı manzumei hünermendi ibrahim münib efendi reisü'lküttabı esbak recai efendi merhumun mahdumu ve salifü'tterceme müteveffa cevdet efendi'nin validi olup bir müddet mektubii sadrı ali odasına müdavemetle rütbei haceganiyi bi'lihraz tezkirecilik memuriyetine mevsul olmuş ve sinnini ömrü henüz haddi sülüsüne reside olmamış iken bin iki yüz yirmi tarihlerinde darı bekaya menkul olmuştur. o miri mülkibaha eyleyince azm u sefer izin sürüp hele gördüm ki gitmiş izmir'e tarih yazdı kilki münib bir tarih cayı üftaniye şerif oldı nazımı müşarünileyh hace münib efendi bin yüz seksen iki tarihinde maskati re'si olan medinei ayıntab'dan dersaadet'e bi'lmuvasala yüz seksen dokuz salinde tariki tedrise duhul ile bir müddet sarayı hümayun haceliginde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra iki yüz dokuz senesi izmir mevleviyyetine bi'lvüsul iki yüz on dört senesi mekkei mükerrevleviyyeti ve iki yüz on sekiz senesi darü'lhifatü'laliye hükumeti ve iki yüz yirmi iki senesi anadolu sadareti payei muteberesini bi'lihraz beyne'lemasil serefraz u mümtaz olmuş iken bin iki yüz otuz sekiz senesi hilalinde menfası olan aydın güzelhisar'ında irtihalı darı beka eyleyüp mahalli mezkurda kain camii atik sahasında müntazırı rahmeti cenabı rabbi şefik olmuştur. müşarünileyh alemi ulema bir fazılı bihemta olup siyeri kebir nam kitabı nefise tercemesi ve devhatü'lmeşayihe bir mikdar zeyli olduğundan başka bir mikdar eşarı dahi vardır. garibe; nazımı müşarünileyh salifü'tterceme şeyhülislamı esbak şerif efendizade ataullah efendi merhumun üstadı olmak mülabesesiyle birbirleriyle ihtilat ve ülfetleri derecei kemalda olduğu misillü bi'lahire nazımı müşarünileyhin dahi aydın güzelhisar'ında vukuı vefatiyle merkadlarının birbirine karibi tesadüf eylemesi tevafukı acib nevinden olmağla tercemei hali zeyline işaret olunmuştur. itse acep mi aşıkına bihisab naz ol şahı hüsne itmededir intisab naz nazımı manzumei hünermendi ahmed bahaeddin münir efendi şehriyyü'lasl olup galatasaray şakirdanı zümresine çırağ ve muahharen bir mikdar nanpare ihsaniyle şirindimağ buyrulup orduyı hümayun dahilinde bulunduğu halde rumeli canibine azimet ve isakçı nam mahallde bin yüz seksen üç salinde darı bekaya rihleteylemiştir. balada mezkur beytinden başka asarı görülememiştir. füruğı mihr mir'atı dile jengardır sensiz hariri pertevi meh duşı cana bardır sensiz midadı noktai merdümden olmaz pabirun hergiz nigeh çeşmimde hemçün noktai pergardır sensiz nola halhalı sakı arş olursa halkai mevci felek eşki firavanımla tufanzardır sensiz degil hamuş olursa cayı hayret her gören namem elimde hamei mil sürmei güftardır sensiz eger ayinei şavk olsa herbir zerrei alem bana aksim dahi hemsureti ağyardır sensiz kemend u hiddet ile şulei cevvalei şemi ibadethanei endişeme zünnardır sensiz geçer hurşid geçse şem ile fikri münifa'dan güzergahı hayali şöyle teng u tardır sensiz nazımı mumaileyh mustafa münif efendi medinei antakya'da kademnihadei sahai vücud olup bin yüz otuz tarihinde dersaadet'e muvasalat ve o esnada sefaretle canibi iran'a izam kılınmış olan sahibi tarih müteveffa raşid efendi'nin refakatinde bulunduğu halde iran tarafına azimet eyleyüp hitamı mesalihi memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamında defterdar atıf efendi merhuma kesbi tereddüd eyleyerek rütbei haceganiyi bi'lihraz beyne'lemasil serefraz u mümtaz buyrulup ibtida kethüdayı sadareti uzma kitabetine ve badehu metruk küçük ruznamçecilik hizmetine ve muahharen iki defa maliye tezkireciligine memuren haizi kadr u haysiyet olduktan sonra hanesinde peygulegüzini istirahat olmuş iken defterdar müşarünileyhin vukuı vefatı kendüye kemali rütbe tesir itmekle nazm; kalmazsa eger guşei dame elimizde elden ne gelir çakı giriban elimizde beyti guya olduğu halde bin yüz elli altı tarihinde azimi darı me'va olmuştur. mumaileyh fazl u kemal ashabından olup bir kıta divanı belagatünvanı ve bazı eseri mucizbeyanı vardır. sanma ancak dili biberg u neva yangındır ateşi aşka bütün ehli heva yangındır çak çak eylerisem nola kabayı sabrı çünki bir şuhı cefakara aba yangındır bir yalın yüzlü çömez afeti var medresede ben degil suhte güruhu hep ana yangındır şebi firkatda çıkan şulei dudı ahım seyr idenler didiler kim ne fena yangındır nola ger buhte vü pürsuz ise eşarı münif çünki ey şuhı dilfüruz sana yangındır nazımı mumaileyh mehmed tahir münif efendi ati'tterceme nafi efendi'nin sulbünden medinei ayıntab'da bin iki yüz kırk dört salinde kademnihadei sahai vücud olup hengamı tüfuliyet ve unfuvani şebabiyetinde familyasıyla beraber mısrı kahire canibine rahilebendi hicret ve müddeti medide aguşı ümmi dünyada şirharı hüsnı terbiyet olarak menasıbı mevkiiye hasebiyle ulumı arabiye'den hisseyab ve bahusus füsehayı iraniye'den olup o esnada kahirei mezburede bulunan mirza senglah nam zatdan dahi şivei zebanı farisi istikmal ile vasılı derecei nisab olduktan sonra ki iki yüz altmış dokuz senesi hilalinde dersaadet'e vasıl ve kendisinin fransa lisanında dahi mahareti kamilesi ve lisanı mezbur üzre terceme yolunda oldukça behresi olmak mülabesesiyle terceme odası hulefası sınfına dahil olmuştur. bir mikdar eşarı vardır. tariki mevlevide mazharı esrarı ins oldum ayıtsam sırrı mevlanadır ey munis behamdullah nazımı mumaileyh munis dede mahrusai edirne'de tennurebendi hankahı vücud olup kırk beş tarihinde defini ziri türab olmuştur. mumaileyhin balada mestur beytinden gayri şiri gayri manzurdur. atınca naveki sertizi müjgan doğrudan doğru o kaşı yan çevirdi cana peykan doğrudan doğru geçen egrikapudan doğru geçdik sevrkadlarla hilafım yok behakkı kaddi canan doğrudan doğru rakiba egri bügrü semti cananı dolaşmakda adem semtine gitmek sana şayan doğrudan doğru dü ta olsa seza reşkiyle arar sahnı gülşende sehi kadem olunca geh hiraman doğrudan doğru niçün uşşaka doğru egri egri nim nigah itdin ne cürm itmişse söyle itme nihan doğrudan doğru saladır şairanı nüktesencana bu vadide rehi tanzire çıksın işte meydan doğrudan doğru recai vü şefik u izzet'e peyrev olup mihri rehi nazma bu yolda oldu puyan doğrudan doğru nazımı mumaileyh mihri efendi medinei izmir'de çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı mevleviyyeye duhul ile bin iki yüz elli beş tarihlerinde dersaadet'e bi'lmuvasala muahharen üsküdar'da vaki hassa meclisi ketebesi silkine ilhak olunmuştur. mumaileyhin neyzenlik fenninde mahareti vardır. harfi'nnun kasidei natamam şehenşahı kadirden hazreti abdulmecid hanı huda mazhar buyurdu her hususda şahı deveranı hudavend muazam kutbı alemi gavsı ayni dem medarı rahatı berrin u bahreyn fatihi sani nice şehzadeganla alemi ihya idüp mevla iki şehzadesin birden hıtan'a oldu ilanı uzatma naila tul u dıraz elfazı kasr eyle duaya başla kim buldu kaside hadd u payanı kemalı pir idüp allah seni tahtı hilafetde cihan durdukça tur eyle hitan şehzadegananı nazımı mumaileyh abbas nail paşa bozok kazası hanedanından ve cebbarzade süleyman beg'in evladından olup sigarı sininde kendisine dergahı ali kapıcıbaşılık rütbesi bi'lita muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala bir müddet bazı hidematı seniyyede istihdam olunduktan sonra ıstablı amire müdürlügü payesini haiz olduğu halde surrei hümayun emaneti celilesiyle canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdetinde mabeyni hümayun tarfı eşrefinde bir müddet kapıcılar kethüdalığı hizmetinde bi'listihdam bin iki yüz altmış iki senesi barütbei miri mirani balıkesir kazası kaimmakamlığına nail ve bir sene mürurunda kaimmakamlıkı mezkurdan münfasilen dersaadet'e muvasalat ve iki yüz altmış dört senesi mütasarrıflık ile sivas'a azimet eyleyüp bir müddet ikametle iki yüz altmış beş senesi mütassarıflıkı mezkurdan mazulen deri aliye'ye menkul olmuştur. şir ile şöhreti şayiası yoktur. münceli subhı ezel tarfı binaguşunda muhtafi şamı ebed zülfı siyehpuşunda yok o hasiyeti dem nutkı mesiha'da bile ki var ol ruhı revanın lebi hamuşunda tavkı gisuda görüp gerdenini reşk ile mah halkabendi gam olur halei aguşunda ehli dil sayine tehi meyi kam olsa dahi neş'ei feyzi safa var dili pürcuşunda yarsiz nuş olunan camı cem'in nailiya ne tolusunda safa var ve ne de boşunda nazımı mumaileyh salih naili efendi medinei manastır'da bin iki yüz otuz dokuz senesi kademnihadei sahai vücud olup tahsiliulumı aliye eylemek üzre iki yüz elli dokuz salinde dersaadet'e muvasalatla mehmed paşa medresesi'nde hücregüzini ikamet olmuştur. mumaileyhin ilmi hatda behresi ve haylice eşarı vardır. gazeli natamam nedimi vasl iken biganei birağbet oldum ben baid oldum nazardan mübtelayı firkat oldum ben o şuhun mazharı lutfu iken nabi nice eyyam yüzünü görmeye şimdi diriğa hasret oldum ben nazımı mumaileyh halil nabi çelebi tekfurdağı ahalisinden ve kahveci esnafından olup bin yüz kırk beş tarihinde berşi mevti nuş eyleyüp sermest u medhuş olmuştur. bir kıta divanı eşarı vardır. rehi canan hayli demdir ey dil intizarımdır te'essüf itmem ol ahuyı vahşi çün şikarımdır tahayyül eylemem ruz u şebi dildarı gördükçe anın zülfi siyahiyle ruhu leyl u neharımdır kadin bin naz ile cana büyütdüm ravzai dilde su virdim abı çeşmimle nihalı itibarımdır hezaran suzişi hasretle her dem her zaman her şeb beni bülbül gibi nalan iden ol nevizarımdır bu nazmı paki tanzim eylemek haddim degil amma tarh itme naci neyleyem pek eski karımdır nazımı mumaileyh hulusi naci beg südurı izamdan imamı evvel şehryari zeynelabidin efendi merhumun sulbünden dersaadet'de bin yüz kırk iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema tariki tedrise duhul ile muahharen tarikini bi'ltebdil barütbei hacegani mektubii sadrı ali odası hulefası sınfına dahil ve iki yüz altmış üç senesi hilalinde salise rütbei muteberesine nail olmuştur. mumaileyhin bir takım eşar u güftarı vardır. kendisi hulusi mahlasiyle mütearifdir. bir zaman ben mahremi her razın oldum bilmeden bir zaman pamalı esbi nazın oldum bilmeden bir zaman vadi visal itdin tegaful eyledin bir zaman şayestei incazın oldum bilmeden bir dem oldu sen de cevri yar ile kan ağladın ben o demlerde senin demsazın oldum bilmeden sen de zannım ben gibi bihuşsun ey andelib bir zaman gülşende hemavazın oldum bilmeden aklım aldın dün gice meclisde sen bir nağmede mutriba pek mübtelayı sazın oldum bilmeden nakdı can sarfın taahhüd eyledim yolunda ben cümlei uşşakdan mümtazın oldum bilmeden başımı kuy eyledim çevganı desti nazına naşidasa sevdigim sırbazın oldum bilmeden nazımı mumaileyh ibrahim naşid beg salifü'tterceme ratıb ahmed paşa merhumun sulbünden cezirei mora'da bin yüz altmış iki senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup pederi müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala enderunı hümayuna çırag olunup bi'lahire bir müddet mabeyncilik memuriyetinde istihdam olunduktansonra yüz seksen yedi salinde uhdesine dergahı ali kapıcıbaşlığı rütbesi bi'ttevcih iki yüz üç senesi cennetmekan emine sultan merhumun kethüdalığı hizmetine memur buyrulmuş iken iki yüz altı senesi hilalinde azimi darı beka olmuştur. mumaileyh nüktedan bir şairi ateşzeban olup bir zadei tabı olarak bir kıta divanı belagatünvanı vardır. gönlüm bu günki bir sanemin aşinasıdır sevdayı zülfü başa görünmez belasıdır itmez firarı nalei cansuzdan bu dem meftunı mesti dideeda mürebasıdır ayinedarı mihri ruhı tabdarıdır bu çeşmi ter ki hakı rehi tutiyasidır itmez mi tigi reşki dunum çeşmi zarımı her meclisin o mah ki tabişfezasıdır naşid nedir bu derde giriftar iden seni ol afetin o kameti tubaedasıdır nazımı mumaileyh safvet naşid efendi yenişehiri fenar ismiyle şöhretşiar olan şehri cesimde bin iki yüz kırk üç senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup ile'lan kitabet hizmetiyle şehri mezkurda istihdam olunmakta bulunmuştur. gönül bakup ruhı canana mest olup kalmış misali ayine bidest u pa olup kalmış geçer mi dil hevesi hali ziri zülfünden sevadı çinde ahterperest olup kalmış ümidi lali dilara tehi bu talia nik serimde bade gibi neş'epüşt olup kalmış dıriği camı ümidim yedi teemmülde hezarı sengi elemden şikest olup kalmış tefekküri sitemi dilber ile dili nasır hemişe guşei hayretneş'et olup kalmış nazımı mumaileyh nasır abdulbaki efendi yenikapı mevlevihanesi şeyhi ebubekir efendi merhumun mahdumu olup milas müftüsüzade halil efendi merhumdan ulumı arabiye ve maarifi saireyi tahsil eyledikten sonra biraderi valagüherleri ati'tterceme şeyh nutki ali efendi'nin dergahı mezburda meşihatı esnasında hankahı mezburun neyzenbaşılık hizmetine nail ve bin iki yüz on tokuz salinde şeyh mumaileyhin irtihali vukuuyla hankahı mezkur meşihatine vasıl olarak mümtazı akran u emasil olmuş ve iki yüz otuz altı senesi irtihali darı beka eylemiştir. mahdumı maarif melzumları şeyh osman selahaddin efendi ile'lan dergahı mezkurda postnişini irşad olduğu halde bazı dürefşanı müstaiddana ifazai feyzi biadad eylemektedir. mütercim mumaileyhin bir kıta divanı belagatünvanı olduğundan başka meşayihi mevleviyeden trablusi musa şafi efendi'nin te'lifgerdesi olan taribi şahidi nam kitaba bir kıta şerhi ve menakıbü'larifin nam kitaba bir aded tercemesi vardır. fenni musikide olan maharet u malumatı icab u iktizası üzre makamatı musikiden isfehan ve hicaz ve ucve nihavend ve bunların emsali on bir aded terkibi ihtiraı edvarı musikiye zeyl u ilave ile bir nota dahi icad u ibda eylemiştir. acem ve buselik ve isfehan makamlarında iki aded ayini tavile bir nev bestei berceste terkib u tertib eylemiştir ki her mukabele günleri mezkur ayinler hankahı mevleviyyede kıra'at ve icra olunmaktadır. hulasa mumaileyh ilmi ve amelide fenni musikinin müşarünbi'lbenanıdır ve ol ilmin üstadı bimisl u akranı olup hakkında farabii sani dinmek elyak u erzanidir. gönül yapmak düşerken şanına şirin dehenlikden nedir maksudun ey tutisıfat bu dil şikendlikden sefidi vech mahvı vücud itmekiledir ey dil siyehru olma halasa sakın davayı benlikden temaşayı hatı nevhiz hoş buyile cananın hayalistanı dil bir kıta düşdür feslegenlikten tolanınca hevayı şemmi ruhsarile ol serve olur eyyamı vuslat bir numune yasemenlikden kenarı çeşmi terde hasreti ruyunla ey gülruh hası müjganı aşık fark olur mu bu dikenlikden eger bir zevki şirin olmasaydı hasılı ferhad dönerdi telhii mihnet görünce kuhkenlikden gülistanı maarifde seriri hameme nazım acep mi gıbtares olsa hezarı zar çimenlikden nazımı mumaileyh nazım efendi şehriyyü'lasl olup divanı hümayun kaleminden neş'etle mukaddema bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde bulunduğu halde taşralarda bir müddet geşt u güzar eylediktensonra dersaadet'e muvasalat eyleyüp kalemi mezbura mülhak mühimme odasına ve badehu ticarethane mektupçusu odasına ve bi'lahire meclisi vala mazbata odasına bir müddet müdavemetle muahharen ziraat meclisi azası sınfına bi'lilhak bin iki yüz altmış altı senesi uhdesine rütbei ula sınfı sanisi bi'ttevcih burusa meclisi riyasetine ve birkaç mah mürurunda bosna meclisi riyasetine nail olmuş ve iki yüz altmış sekiz senesi bosna defterdarlığı dahi zamimei memurini kılınmış iken iki yüz altmış dokuz senesi şehri rebiülahiresinde memuriyeti mezkurdan infisalini müteakıben irtihalı darı beka eylemiştir. kendisinin fenni inşada haylice malumatı olup şir ile şöhreti yoktur. natı şerif cemalin ziverefzayı cinandır ya resulallah hayalin pertevefruzı cinandır ya resulallah vücudun hilkatı hestiy u nistiye sebeb ancak vürudun rahmeti her dü cihandır ya resulallah zebanın bülbülı hoşlehçei gülzarı vahdetdir dehanın dürri bağı lamekandır ya resulallah düri yek danei dendanı cüra camı mey lalin dili uşşaka canı cavidandır ya resulallah degişmem zerrei mihri cebinin şemsi eflaka seri muyunda sad hurşid nihandır ya resulallah açılmış bağı cennet'de ruhun gülgoncei ziba nihalı kametinde gülfidandır ya resulallah deri dergahının kemter gubarı cevherin kuhlı cilasazı dü çeşmi huriyandır ya resulallah felekfersa deri devletmeabı türbei ravzan makamı kıblegahı ins u candır ya resulallah peri namusı ekber sengise sahnı hariminde süruşanı sema carubkeşandır ya resulallah yek engüşti işaretle dü şak itdin mehi bedri bu icazın müşarünbi'lbenandır ya resulallah sen ol sultanı zinetbahşı evrengi risaletsin ki ömrün tacı berser nurfeşandır ya resulallah sen ol mülki melahat şahısın kim hazreti yusuf derinde bendei bihüsn ü andır ya resulallah sen ol memduhı mevlasın ki evsafı cemilinde suhansencanı alem bizebandır ya resulallah acep noldu sebeb bilmem o mehruyı peripeyker nihandır dideden hayli zamandır ya resulallah günahkarım siyehruyum rezili has u ammım ben benim halim cihana dasitandır ya resullalah demi tabişnümayı mihri mahşer sayei lutfun seri ehli günaha sayebandır ya resulallah usatı ümmetin tabaver olmaz narı nirana hususan çakerin kim natüvandır ya resulallah sefine cism u dil derya reisi akl u huy ruzgar ana nefsim güşade badbandır ya resulallah o rütbe kaddimi barı güneh hamgeşte itdi kim güman eyler gören yaran kemandır ya resulallah beni ruzı cezada sen şefaatla kayır yohsa kasem billah halim pek yamandır ya resulallah nesimi iltifatınla açıldı laleler güller derunum sahnı guya gülsitandır ya resulallah zehi gülzarı ranayı hakikat kim dili zara o gülşende hezarı nathandır ya resulallah bana düzdi havadisden ne gam dünya vü ukbada nigahı dilnevazın pasibandır ya resullah gülistanı dilimde destei gül goncei natım deri dildara naçiz armağandır ya resulallah nemedpuş nazımı dervişi dilriş iltifatınla suhan mülkünde şahı cemnişandır ya resulallah nazımı mumaileyh hüseyin nazım efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dört senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup mektebi maarifi adliye şakirdanı zümresine ilhak olunarak nakdinei ömrünü iktisabı cevahiri maarife harc u sarf ile iki yüz altmış üç senesi usulı imtihaniyeleri bi'licra mektubii maliye odasına memuriyeti runüma iki yüz altmış sekiz senesi hilalinde tarikatı aliyyei halvetiyye meşayihinden kuşadalı elhac ibrahim efendi merhumun hulefasından ve encümeni daniş azasından salifü'tterceme ali fethi efendi'den ahzı desti inabetle saliki rahı huda olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. hüsnü mahlasiyle mütefarifdir. mümkün olsaydı eger tağyiri kilki kudreti nesh iderdim levhi alemden kitabı hasreti camı lalin nuş iden bezmi visali yarda bir dahi çekmez cihanda hiç humarı firkati mahrular ey felekmeşreb sipihri hüsnde iktibas itmekte hurşidi ruhundan zineti yok temaşayı ruhı renginine tabı nigah tutii kalbe virir mir'atı hüsnün hayreti peyrev oldun nazıma tabı hümayı raşid'e sayesinde kam alırsın ger olursa himmeti nazımı mumaileyh mehmed nazım efendi şehri ayıntab'ın vücuhzadelerinden ve ashabı istidadından olup işbu tezkirei acizanemizin tabından makdemce dersaadet'e muvasalatla rumeli'de vaki zafermakrunı cenabı şehenşahi canibine azimet eylemiştir. mumaileyh sanayii şiriyyeye vakıf bir zatı arifdir. girince guşei çeşmi hayale danei hali süveydayı dilimde dağdan yer kalmadı hali şikest eyledi kadri haleyi namı felek üzre takındıkça o simin sakına zerrini halhalı huda göstermesin tali teveccüh itse edbara hezar efsun ile bend eylesin ram olmaz ikbali dili suzanımı pervaneden sor şemden sorma bilir hal ehlinin ahvalini elbetde hemhali cihanda hahişin nakamlık olsun heman nafi seriri kamuranide dilersen izz u iclali nazımı mumaileyh nafi efendi ayıntab ulemasından arap tahir efendi nam zatın mahdumu olup sinni mertebei temyizi sevad u beyaza vasıl oldukda nazmı celili kıraatı seba üzre hıfz ile ulumı arabiye ve lugatı farisiyeyi tahsil ve kavaidi şir u inşayı tekmil eyleyerek naili nisabı kafi ve hüsnı ülfet u muaşeretle dahi akran u emsali beyninde haizi imtiyazı vafi olduğu halde birçok müddet medinei ayıntab'da neşri ulumı aliye eyledikten sonra ki bin iki yüz elli tarihinde canibi mısır'a azimet ve müteveffa ibrahim paşa'nın mahdumlarına fünunı farisiyeyi talime himmetle on beş sene müddet kahirei mezburede ikamet eyleyüp iki yüz altmış altı tarihlerinde medinei mezbureye avdetini az vakt mürurunda darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin gazeliyyatı nefise ve kasayidi seliseden mürekkeb ve müretteb bir kıta divanı vardır. olaldan dudı ahımla şafak me'nusı gülgundur ki aksi şulei rengin ile fanusı gülgundur degil balayı nahlı verdi terde goncei mişkin ruhı alındaki ey goncefam gülbusı gülgundur gönülden çıktı ol hunin ama düşmana has gördün demi hasretle hala çeşmi pürefsunı gülgundur hayali lalile reng almış ol gonce dehanından bedehşandan gelen ateş gibi casusı gülgundur gidermez reng utabı tabı nafi perdei efkar hele yakutı ahmer olsa da mekpusı gülgundur nazımı müşarünileyh mehmed nafi efendi şehriyyü'lasl olup mukaddema divanı hümayun kalemine ve badehu kalemi mezbura mülhak mühimme odasına bir müddet müdavemetle amedi odasına naklı memuriyet eyleyerek birkaç sene mürurunda beglikçii divanı hümayun kisedarlığı hizmetine ve badehu begligçiligi mezkur memuriyetine badehu rütbei ulayı bi'lihraz babı seraskeri müsteşarlığına ve bir müddet mürurunda tersanei amire müsteşarlığına ve bir müddet cahı dava nezareti celilesine revnakbahşı itila buyrulup nezareti mezkureden infisalini müteakıben sefiri evvel ünvaniyle paris canibine azimet ve iki sene müddet ikametle dersaadet'e avdet ve bir müddetcik hanesinde ikamet eyledikten sonra yine sefaret memuriyetiyle viyana canibine azimet ve bir sene tamamında dersaadet'e avdetle bin iki yüz altmış dört senesi meclisi valayı ahkamı adliye azası sınfına bi'lilhak müddeti kalile zarfında saniyen babı seraskeri müsteşarlığına zinetbahşa buyrulup işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında memuriyeti mezkureden münfasilen meclisi vala azası sınfına dahil olmuş ve birkaç mah mürurunda barütbei bala tersanei amire müsteşarlıgına revnakefza buyrulmuştur. müşarünileyhin şir ile ademi tevagulu cihetiyle eşarı nadir u nayabeddir. o meh ağyar ile tenhaca kerem ülfet itmiştir anınçün surhı ruh ezharı rengi haclet itmiştir müzab oldukca mey inbiki lali ateşfeminde lebi bigaleyi tebhaledarı haşyet itmiştir ne rütbe itse de merdümleri terğibi ünsiyet sirişti çeşmi ahusuyla meyli vahşet itmiştir şikest oldukça can u dil temasili olur mezdad o meh nehci teşennünde acep cemiyyet itmiştir idüp sergeşte ashabı ukulü gerdişi gerdun nice ruşendili lafzide payı gaflet itmiştir hakiki seyr idenler danehayı inkilabatı dakayıkbini çeşmin asiyayı ibret itmiştir minayı nisbeti şeyhülenama tevseni nafi rehi nareftei hikmetde azma cür'et itmiştir nazımı mumaileyh abdülnafi efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup mukaddema tariki tedrise dahil ve muahharen tarikini tebdil eyleyerek hacelik rütbei refiasına nail olduktan sonra bir müddet medinei mezbure mal müdürlügü hizmetinde istihdam eyleyerek iki yüz altmış yedi senesi halebi şehba meclisi riyasetine ve iki yüz altmış dokuz senesi saniyen sınfı evvel mütemayizi rütbei muteberesini bi'lihraz harput defterdarlığına nailiyetle beyne'lemasil mümtaz olmuş ve işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında defterdarlıkı mezkur memuriyetinde infisali vuku bulmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. mürabba can u gönlüm müjei seyfine kurban olsun şemi ruyunla gönül hanesi viran olsun kasrı sinem nazarendazına şayan olsun cenneti hüsnüne dil bülbüli nalan olsun ruz u şeb ah iderem gonca ruhun şevki ile yanarım güftei nazendefemin aşkı ile neş'eyab oldu gönül lali lebin zevki ile bezmi dilde lebi lalin şekerefşan olsun olduğum mürgi şebaviz saçı sünbülüne gülşen oldu bu gönül savtı dili bülbüline gülü teşbih idemem lali lebin gülgüline gülgüli lali lebin nali'ye peyman olsun nazımı mumaileyh numan nali efendi kalkandelen nam mahallde panihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala cennetmekan sultan mehmed han hazretleri camii şerifi civarında vaki medarisden bezmdihi hücregüzini ikamet olduğu halde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp muahharen tariki tedrise dahil ve ol suretle mümtazı akran u emasil olmuş ve neşri ulumı aliye ile imrarı evkat eylemekte bulunmuştur. gülşende hezar nağmei demsaz ile mahzuz mutrib tarab u sazı hoşagaz ile mahzuz bihude komaz kimseyi tesliyeti hatır muhtacı kerem vadei incaz ile mahzuz piçide olur dameni gayret kemerinde erbabı neberd şöhreti mümtaz ile mahzuz vadii tekapuya nigah eylemez ol kim ihsanı hudavendiyi enbaz ile mahzuz namık heme hal sıdk u ubudiyeti daim sultanı selatini serefraz ile mahzuz nazımı müşarünileyh ali namık paşa cezirei mora'da vaki inebolu nam mahallde bin yüz doksan iki tarihinde kademnihadei sahai vücud olup iki yüz yirmi iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir aralık hacelik rütbesini ihraz eyleyüp iki yüz otuz beş tarihlerinde rumeli valisi müteveffa hurşid paşa kethüdalık hizmetiyle yanya'ya azimet ve müddeti kalile zarfında barütbei vezaret inebolu kalası muhafızlığına memuriyeti bi'licra mahalli merkuma azimet ve birçok sene ikametden sonra medinei izmir'e nakl u hicretle iki yüz kırk bir senesi inebahtı eyaleti uhdesine bi'lihale iki yüz kırk dört senesi ikiüç mah müddet filibe'de menfiyyen ikamet eylediktensonra bosna'ya ve iki yüz kırk yedi senesi vodin'e ve altı mah mürurunda işkodra ve ohri ve ilbissan sancaklarına vali olmuş ve iki yüz kırk dokuz senesi vukuı infisaliyle selanik'e azimet ve iki sene müddet ikametle dersaadet'e muvasalat eyleyüp iki yüz elli iki senesi darı bekaya rihleteylemiştir. hastai lali lebin timara itmez iltifat mesti aşkın hanei humara itmez iltifat gah olur kays eylemez ruhsarı leyla'ya nigah desti peymayı cünun gülzara itmez iltifat düşmez elbet kaydı dehre rızkına kani olan bak hümalar damı çinedara itmez iltifat degme bir büt nakşı ile her dil olmaz çak çak şanei zülfi suret divara itmez iltifat gerçi kim taltif ider her aşıka dirler o şuh neyleyem nayabı mihnetkara itmez iltifat nazımı mumaileyh şeref nayab efendi tahvil kaleminden neş'etle amedii divanı hümayun odası hülefası sınfına ilhak olunup bir aralık uhdesine bazı vüzeranın kapu kethüdalıkları hizmeti bi'lihale muahharen guşegiri uzlet olduğu halde bin iki yüz kırk sekiz tarihinde irtihalı darı ahiret eylemiştir. mumaileyhin mahlası gibi eşarı dahi kalil u nayabdır. mübtelası olduğum dilber bilir bilmezlenir sergüzeşti mihri ol ezber bilir bilmezlenir pay busuyla şerefyab olduğundan zevk ider nüktelerle ol peripeyker bilir bilmezlenir kendi çok cevr itdiginde gayri ol nahlı safa tanı ağyarı dahi ekser bilir bilmezlenir yalınız çeşmim degil sahba vü saki camı lal leblerin rengi meyi ahmer bilir bilmezlenir anlamazsın nağmei zevki meyi sen zahida mest iken nayi anı anlar bilir bilmezlenir nazımı mumaileyh şeyh osman nayi efendi dersaadet'de tennurebendi hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye süluk ile fenni musikide derkar olan malumatı iktizasınca hayli dem galata mevlevihanesi neyzenbaşlığı hizmetinde müsdahdem olunduktan sonra bin yüz dokuz tarihinde dergahı mezkur meşihatine revnakdihi irşad olmuş iken bin yüz kırk iki tarihinde azimi kurbgahı cenabı mevla olmuştur. neyzenlik fenninde mahareti olmak mulabesesiyle nayi mahlası kendüye mucibi şöhret olmuştur. tarih suzı gamla yakar erbabı dili bu devran döndü tennura bakup cümlesi bu ahvale yani şeyhi galata hazreti galib dede kim şir u inşada ne mümkün gele vasfı kale can atup gitdi behişte dönerek ruhu anın çıka rıdvanı kudumu içün istikbale mermere sikke kazar bendei mevlanalar rağbet itsün mi bu dünyadaki cah u mala diyelim çare yok ey merdi huda eyvallah zeni dünya hele şayeste degil ikbale didi tarihini bu demde fikilki nebil göçdü galib dede yahu deyüp ehli kemale nazımı mumaileyh muhammed nebil beg meşayihi izamdan aşir efendi merhumun hafidi ve vakanüvisi esbak ati'tterceme nuri beg merhumunmahdumı reşidi olup bin iki yüz on senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz yirmi altı senesi havassı refia mevleviyyetine ve iki yüz otuz dört senesi mısrı kahire mevleviyyetine nail olduktan sonra iki yüz otuz altı senesi zabt itmek üzere medinei münevvere mevleviyyetine namzed olmuş iken canibi hicaz'a kable'lazime kahirei mezburede bin iki yüz otuz beş senesi hilalinde kafilebendi rahı ahiret olmuştur. mumaileyhin bir kıta divançei eşarı vardır. kumaşı marifet endazelendi gönül mecmuası şirazelendi olup aşufte bir ateşmizaca muhabbet ateşi piyazelendi idüp bir mehle tecdidi muhabbet yine derdi atikim tazelendi zifaf itdikde damadı hayalim arusı bikri fikrim gazellendi perişanhatır olmuşken necati gönül mecmuası şirazelendi nazımı mumaileyh şeyh elhac ibrahim necati efendi metruk babı defteride vaki maliye kalemi serhalifesi müteveffa ahmed efendi'nin mahdumu olup evaili halinde bir müddetcik kalemi mezbura müdavemet eyledikten sonra tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye salik ve muahharen bahariye nam mevkii ferahfezada vaki merhume ve magfirünleh şah sultan hazretlerinin ihyagerdeleri olan hankahın meşihatine malik olarak mukaddem ve muahher iki defa canibi hicaz'a azimet ve edayı haccı şerif ile dersaadet'e avdet eyleyüp ile'lan hankahı mezkurda seccadepirayı meşihatdir. mumaileyh sahibi ilm u kemal bir mürşidi ehli hal olup bir mikdar eşarı vardır. gazeli natamam yarin görünce ahuyı çeşmi remidesin nergis çemende hayret ile açdı didesin bir küşte eylemek seni şayed murad ider çarhın tevazu anlama kaddı hamidesin görmekle lali nabını seyr eyle zahidi tagyiri meşreb eyledi bozdu akidesin dilden gubarı gussayı ref eyler ey necib gör safhai ruhunda hatı nev demidesin nazımı mumaileyh suyolcuzade mehmed necib efendi eyyub ensari hazretleri ismine mensup olan karyei latifede kademnihadei sahai vücud olup mısrı kahire kuzatı silkine duhul ile haremeyn müfettişi maiyetinde hizmeti kitabetde istihdam olunmakta iken bin yüz yetmiş bir tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin hattı sülüsde mahareti olmak mülabesesiyle esamii hattatini şamil devhatü'lküttab isminde bir kitabı rengini ve haylice eşarı metini vardır. yedi beyzayı tecelliden olur ferr mehtab mehi nevle ider engüştünü enver mehtab dökdü çil akçelerin şulei cevvala degil makdemi yara nisar eyledi dirler mehtab çahı nahşeb'de bulup yusufı zerrinresini delvi teşrif ile tebşirini eyler mehtab gice mihrin sakızın aldı ağız miski deyu deheni dilbere teşbih ile çekinir mehtab felegin hasılı nevbadesi yek sünbüledir ne çeker re'si hilalini çü hançer mehtab peyrev meslegi sen hazreti nureddin'in nola destinde necib olsa musahhar mehtab nazımı mumailyeh şeyh necib efendi cezirei mora'da vaki medinei tırapoliçe'de çehrenümayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei halvetiyyeye süluk ile tarikatı mezkure meşayihinden ve medinei mezbure hanedan u vücuhundan olduğu halde imrarı subh u şam eylemekte iken bin iki yüz otuz altı senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin haylice eşarı rengin ve güftarı dilnişini vardır. abdali tekyegahı gamın köhnesaliyiz çilekeşanı mihnet u aşk ehli haliyiz ebruların hayali ham itdiyse kaddimiz biz şimdi asumanı kemalin hilaliyiz gisuyı müşkbarın içün hun olur gönül sünbülsitanı aşk u muhabbet gazaliyiz hat çıktı refiçün bizi zülfünden ol şuhun biz mülki hüsnünün sebebi kil u kaliyiz rencişpeziri zerdi humar olalı necib hamyazekarı neş'ei camı visaliyiz nazımı mumaileyh mustafa necib efendi şehriyyü'lasl olup mektubii sadrı ali odasına bir müddet müdavemetle odai mezbur serhalifeligine ve bi'lahire ibham mukattaacılığına ve bir müddet mürurunda metruk başmuhasebe haceligine ve badehu ruznamçei evvel haceligine nail olmuş ve bin iki yüz kırk yedi senesi hanesinde mazulen ikamet üzre iken darı bekaya irtihal eylemiştir. mumaileyhin bir mikdar eşarı vardır. baisi fikr u hayali arifandır perçemin mültecayı dudı ahı aşıkandır perçemin şahısın iklimi hüsnün kimse itmez kil u kal neyyirasa şuledir cevherfeşandır perçemin mülki fesden çıkdı celbi dil içün her canibe leşkeri safbestei ecsad u candır perçemin danedir hali ruhun hem damdır zülfi hamın mürgı şehbali hayale aşiyandır perçemin merdümi çeşmi necibi zarinin hasretgehi ferşi semmurı siyah olmuş mekandır perçemin nazımı mumaileyh nuh necib beg masarifat muhasebecisi raşid beg'in biraderi maarifperveri olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine müdavemetle muahharen kalemi mezbur mühimme nüvisanı sınfına ilhak olunup umurı mehamı seniyyede istihdam olunmakta iken bin iki yüz elli iki senesi matunen azimi darüsselam olmuştur. mumaileyhin bir mikdar eşarı letafetdisarı vardır. kimsenin sermayei aramı garet olmasın kimseler avarei deşti melamet olmasın bir seramed dilrüba gördüm didin gülzarda gördügün ey badı subh ol servkamet olmasın kase kase zehri gam nuş eyledim aşkın içün desti cevrinden neler çekdim şikayet olmasın gam yime bir gün irersin vaslıma dirsin bana mevudı vaslın sakın ruzı kıyamet olmasın ol kadar amadedir çakı giriban itmede çeşmi şuhundan nahifi'ye işaret olmasın nazımı mumaileyh süleyman nahifi efendi şehriyyü'lasl olup bir müddet umurı mehamı seniyyede bi'listihdam bin yüz tarihlerinde diyarı acem'e sefaretle azimet itmiş olan müteveffa mehmed paşa maiyetinde bulunduğu halde canibi merkuma yüz otuz tarihinde dahi engerus elçisi ibrahim ağa maiyetiyle mahalli mezkura sevk u izam olunup bin yüz elli bir salinde darı bekaya hiram eylemiştir. topkapı haricinde maltepe nam mevkide vaki kabristanda medfundur. sengi mezarında işbu tarihi nefisi mukayyeddir. bu süleyman nahifi ruhuna elfatiha. mumaileyh bir şairi yegane olup güftarı aşıkane ve eşarı gayet üstadane vaki olmuştur. natı cenabı peygamberiyi şamil hilyetü'lenvar isminde bir eseri güzini ve mevlidi saadetmevrudı hazreti risaletpenahiyi şamil bir manzumei rengini ve mesnevii şerife manzum ve matbu bir aded tercemei sıhhatkarini olduğundan başka salim efendi tezkiresi'nde mukayyed bazı asarı dilnişini dahi vardır. tahammül mülkünü yıkdın hülagu han mısın kafir aman dünyayı yakdın ateşi suzan mısın kafir kızoğlan nazı nazın şehlevend avazi avazın belasın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kafir ne mani gösterir duşundaki ol ateşin atlas ki ya'ni şulei cansuzı hüsnı an mısın kafir nedir bu gizli gizli ahlar çakı giribanlar acep bir şuha sen de aşıkı nalan mısın kafir sana kimisi hanım der kimi canan deyu söyler nesin sen ben de bilmem can mısın canan mısın kafir şarabı ateşinin rengi ruyun şulelendirmiş bu haletle çerağı meclisi mestan mısın kafir niçün sık sık bakarsın böyle mir'atı mücellaya meger sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir nedimi zarı bir kafir esir itmiş işitmişdim sen ol celladı din ol düşmeni iman mısın kafir nazımı mumaileyh ahmed nedim efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise duhul ile muahharen mahmud paşa camii şerifi havalisinde kain mahkemede bir müddet icrayı emri hükumet eyeledikten sonda bin yüz kırk üç tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh kemal u fazlı nümayan bir şairi ateşzeban olup metaneti tabına yadigarı ruzgar olan divanı belagatünvanı bir bürhanı kavi ve bir hücceti metini manevidir. salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı letafetşiarı mestur u mukayyeddir. şuaı şarkı vaslı yar pürşur oldu gitdikçe o şuhun hüsnı alemsuzu meşhur oldu gitdikçe felekde sinesin mecmuai hakkake dönderdi o mahın defteri dağında mestur oldu gitdikçe kırıldı şişeveş sengi gamıyla kalbi üftade heman kasrı dili ağyar mamur oldu gitdikçe ne hikmet pertevi lutfun diriğ itmez iken evvel o mihr u hüsni alemtaba mağrur oldu gitdikçe humarı keyfi vuslat çekmezem dirdi nedim amma şarabı şivei aşkınla mahmur oldu gitdikçe nazımı mumaileyh mahmud nedim beg serbevvabini dergahı aliden genç halil ağa nam bir zatın mahdumu olup evaili halinde sarayı hümayuna çırag ve bir müddetden sonra duhan gümrügü emaneti uhdesine bi'ttevcih mestur u şirindimağ buyrulup bazı vüzeranın kapu kethüdalıkları hizmeti dahi uhdesinde bulunduğu halde muahharen tabiratı kadime üzre kasapbaşılık memuriyetine nail ve ol vechile mümtazı akran u emasil olmuş iken bin iki yüz elli üç tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. matlaı garra tefekkür itmeli de bu cihana bir gelişi gidermeli kederi bakmalı safaya kişi nazımı divanı serbülendi mahmud nedim begefendi bağdad valisi esbak necib paşa merhumun necli necibi olup mektubii vekaletpenahi odasından neş'etle seraskeri esbak said paşa'nın iptidaki seraskerlikleri hengamda divan kitabetlerinde ve muahharen sadareti uzma muavinligi memuriyetinde bulunduğu halde bir müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra fenni inşada olan malumat u mahareti icab u iktizası üzre amedi odasına memuriyeti icra ve bin iki yüz altmış üç senesi uhdei istihaline rütbei ula bi'ttevcih mektubii sadrı ali memuriyeti behiyyesine ve iki yüz altmış beş senesi evasıtında bi'lvekale ve iki yüz altmış altı senesi şehri muharreminde bi'lisale amedii divanı hümayun mesnedi refiine ve bir müddet sonra begligçii divanı hümayun memuriyeti behiyyesine ve iki yüz yetmiş senesi rütbei balayı bi'lihraz sadareti uzma müşteşarlığı ve çend mah mürurunda hariciye nezareti celilesi müsteşarlığı makamı alisine revnakefza buyrulmuş ve muahharen memuriyeti müstakile ile varna canibine azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdet eylemiştir. müşarünileyh dirayetkar ve müstakimü'letvar bir şairi alitebar olup bir mikdar eşarı belagatşiarı vardır. nümunei tabı maarifnebi valaları olmak üzre balada muharrer matla gazellerinin sebt u tahririyle iktifa olundu. ey gülizar nalişi dili bülbülanedir güftarı ehli aşk hemin aşıkanedir evcaşinadır ehli muhabbet o rütbede mürgi şikestebal dili arş aşiyanedir dil aşina olalı o kaşı kemanile sinem hadengi deri belaya nişanedir huşenki aklı itdi şikest zurı gamzesi hakka o tavr u işveye ki kahramanedir kanunı dilde puhte bu güftarı ateşin nüzhet beyanı suzı deruna bahanedir nazımı mumaileyh bakırcılar kethüdası osman nüzhet efendi mahrusai burusa'da panihadei sahai vücud olup erbabi hirfet ve ashabı sanatdan olduğu halde tahsili ilm u marifete say u gayretle bir mikdar tahsili maarif eylemiş ve muahharen tarikatı aliyyei nakşibendiyyeden dahi hisseyabı feyz u bereket olmuş iken bin iki yüz yirmi tarihinde işbu mihnetserayı fenadan nüzhetfezayı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. iden israfı nakdı eşki cana işte çeşmimdir bifei merdümi lakaydı dünya işte çeşmimdir ümidi vasl u bimi firkatı rahatgüzarınla olan bidarı subhı haşre dek ta işte çeşmimdir hayalin eyleyüp seyrangah hatırım temlik iki fevvarei hun itdi inşa işte çeşmimdir görülmüş mü ki olsun saika barandan sakın iden eşkiyle berki ahım itfa işte çeşmimdir dırahtı erguvan müjganı hunin cuyi eşk üzre hıyaban resmini itmekte icra işte çeşmimdir o kafir beççenin tennurdili pürtabı aşkiken kılan tufanı nuh'u remz dayima işte çeşmimdir olup bir lalezara dağı gamla sinei zarım iden ol lalezarı nüzhet ibka işte çeşmimdir nazımı mumaileyh mehmed nüzhet efendi dersaadet'de bin iki yüz kırk dört senesi kademnihadei sahai vücud olup mektebi harbiyede bir mikdar tahsili fünun eyledikten sonra iki yüz altmış bir senesi maliye mektupçusu hulefası sınfına bi'lilhak muahharen kitabet hizmetiyle rumeli canibine azimet eylemiştir. bir mikdar eşarı nüzhetfezası vardır. degil heman yüzüne canı natüvan aşık sana felekde melek yirde ins u can aşık ne gülşenin gülüsün kangı burcun ahterisin ne mihirsin sana bin canile cihan aşık pür itdi velvelei tabı hüsnün afakı zemin cemaline hayran u asuman aşık çemende hiçe satıldı metaı goncelerin olaldan ey güli ter sana bülbülan aşık şu rütbe eyledi aşkın vücuduma süryan tenimde oldu benim her bir üstühan aşık saba varır isen ol nahlı işveye söyle sana selamlar eyler cihan cihan aşık nesibi zarı suçun afv idüp kabul eyle bulunmaz ey güli ter böyle her zaman aşık nazımı mumaileyh ikiyapraklızade mehmed nesib efendi dersaadet'de bin yüz elli üç tarihinde kademnihadei sahai vücud olup unfuvani şebabetinde haleb valisi bekir paşa'ya mühürdarlık ünvaniyle bir müddet hizmet eyleyüp muahharen mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına bi'lilhak bir vakt odaı mezbura müdavemet itdikten sonra rütbei haceganiyi bi'lihraz odaı mezbur serhalifeligine ve birkaç mah mürurunda sadaret mektupçuluğu vekaletine ve badehu küçük tezkirecilik vekaletine nail ve bi'lahire terki memuriyetle peygulegüzini uzlet olduğu halde yedisekiz sene müddet imrarı vakt u saat eyledikten sonra tekrar bazı menasıbı divaniyeye nailiyetle bekam ve iki yüz iki tarihinde rikabı hümayunda şıkkı evvel mektupçuluğu ve maliye tezkireciligi vekaletlerine memuren naili meram buyrulup yarısına tamamında vekaleti mezkureden münfasil ve iki yüz dört senesi hilalinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyh ulumı arabiye ve fünunı farisiyeye aşina bir şairi zana olup bir kıta matbu divanı vardır. tahmisi mutarraf merhaba ey hazreti sahibkıranı manevi şevketin mezdad ola ey kahramanı uhrevi satvetinle kişveri aşka götürdün pertevi kıldın adayı tariki heybetinle münzevi nazımı manzumei silki leali mesnevi mesnevi amma ki her beyti cihanı marifet menbaı ilmi ledün mucizbeyanı marifet defteri zibası feyzi lamekanı marifet katresi deryayı şevki rayganı marifet zerresiyle aftabının beraber pertevi hüsrevi endişe kim aşkı hüsam aldın ele eline nasuta virmekde kudumü velvele zülfikarı manevisiyle cihana galgala geldi temyiz eyledi virdi safa ehli dile oldu tigi batını dünyaya bürhanı kavi ilmi vahdetde sebükdaşı imamı evliya bazı evci lamekan hünkarı bezmi asfiya mesnevi'den ahz ider esrarı cümle etkıya hacesi ilmi hakikatda resuli kibriya hikmeti maanide şakirdi hakim gaznevi haki payi şeyh attarım ki oldu himmeti buldu feyziyle derunum bağı rağı zineti ney mi virdi kalbime bilmem rübab mı rikkati himmeti olsun ziyade oldu yadı sohbeti tabıma üstadı dersi müşkilatı mesnevi nefiyi mucizbeyanım bendei monlayı rum rahı aşkında nesiba eyleyüp terki rüsum dinleyüp ezcan u dil avazei nay u kudum hamdullah bendesine keşf olur herbir ulum ne hakimi izzi neviyim ne miri dehlevi nazımı mumaileyh hüseyin nesib efendi tarikatı muhammediyye nam kitabın şarihi olan hadimi efendi merhumun ahfadından karaman müftüsü elhac hasib efendi merhumun sulbünden karaman kasabasında bin iki yüz otuz dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup sinnleri tefriki noksan u ziyad derecesine reside oldukda tahsili ilm u kemale say u ihtimam ile fenni kitabet ve ilmi inşada olan malumat u mahareti iktizasınca hacelik rütbei refiasını bi'lihraz bidayeti tanzimatı hayriyye'de karaman kazası müdürlügü hizmetine memuren bekam ve bir müddet hizmeti mezkurede bulunduğu halde güzarendei subh u şam olduktan sonra dergahı felekiktinahı hazreti mevlana'da mesnedgüzini hilafet olan mehmed said efendii maarifpesendin mumaileyh hacı hasib efendi ile derecei nihayede ülfet u muhabbetleri olmak cihetiyle iki yüz altmış beş tarihinde mütercimi mumailyeh müşarünileyhe damad olması münasebetiyle medinei konya'ya nakl u hicret eyleyüp muahharen müşarünileyh iltiması ve kendisinin liyakat u istihkakı muktezası üzre salise rütbesine nail ve ol vecihle konya meclisi azası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh ashabı fetanet ve nezaketden olup işbu tezkirei acizanemizin tabı esnasında inşadı nazm u eşarsarfı himmetle ibtida silki nazma keşide eylemiş olduğu altı bendi cami tahmisi nefisi teberrüken sebti ceridei acizi kılınmıştır. tiri nigehin eyledi öz canıma te'sir cana bu kemankeşlik ile pir olasın pir şol hançeri gamzen idi dilden geçen amma çekdi yine ebruyı siyeh sineme şimşir sevda ile divaneligim gördü benim yar kıldı o siyeh kakülünü boynuma zencir ben yusufı sani desem olmaz mı sana kim çün eylediler dilberi bu hüsnile tabir lutfundan eger olsa nesiba'ya da rahmet binden birisin eyleye ahvalini tabir şairei mumaileyha tevfike nesibe hanım cidde valisi şerif paşazade salifü'tterceme said beg'in kerimesi olup bin iki yüz altmış senesi darı bekayarihlet eylemiştir. nazm çarhın hemişe tavrı geçendamdır bana devr eylemekte aksine eyyamdır bana ol lali yar u dilberi şirinime bedel hep kuhsarı firkat u alamdır bana nazımı manzumei napesendi salih nesim efendi sudurı izamdan imamı şehryari kırımi ahmed kamili efendi merhumun veledi sulbü olup tariki tedrise duhul ile galata mevleviyyetine muahharen burusa mevleviyyetine nail ve bin iki yüz elli sekiz senesi darı bekaya müntakil olmuştur. ey ahı serd bir eserin yok mudur senin ey eşki germ bir hünerin yok mudur senin oldu harabı seyli sirişki hanmanı dil ey dilnişini büt haberin yok mudur senin nurı sevadı dide misin gerden üzre sen ey hal hiç gayri yerin yok mudur senin bir şemme yok mu perçemi pürçinden saba iklimi çin'e bir seferin yok mudur senin şehbazı saydgahı meram olmamak acep neş'et himemle bal u perin yok mudur senin nazımı mumaileyh hace süleyman neş'et efendi medinei edirne'de salifü'tterceme refi efendi'nin sulbünden hudaya iki alemde aziz eyle süleyman'ı tarihini natık olduğu vecihle bin yüz kırk sekiz senesi hilalinde zinetefzayı alemi vücud olup unfuvani tüfuliyetinde dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili maarifi külliye eylediktensonra tarikatı aliyyei nakşibendiyyeye süluk ile burusevi şeyh emin efenedi merhumdan ahzı yedi inabet eyleyüp dersaadet'de molla gürani nam mahallde kain konağında ikametle züemadan bulunduğu halde bazı heveskarana fünunı farisiye talimi birtakım mesnevi hamiline müşkilatı kitabeti mesnevi tefhimi ile güzarendei ruzı leyal iken iki yüz yirmi iki salinde azimi kurbgahı cenabı rabbi müteal olmuştur. vefatına süruri efendi'nin söyledigi tarihdir. neş'et efendi göçdü cinan ola menzili. müşarünileyh ulumı aliye ve fünunı farisiye vü sairede naziri nayab bir hacei maarifmeab olup kendisinin bir kıta divanı belagatünvanı ile tufanı marifet isminde bir eseri mucizbeyanı vardır. humarı badeden meynuşa sor kim bak neler çekmiş biraz sürmüşse zevkin bir zaman da derdi ser çekmiş reha olsa nola ebnayı gerdun zahmı gerdundan ki yokdur darı dünyada cefasın ben kadar çekmiş perişanii ağyara sebeb olmağiçün aşık enin u nale vü efgan ile ahı seher çekmiş kızıllık asumanda sanma te'siri şafakdandır şerarı dudı ahımdır ki ta eflaka ser çekmiş tecahülden tegafülden gelüp ol mesti nevsazım dimiş ki var mıdır neş'et gibi benden zarar çekmiş nazımı mumaileyh neş'et efendi konya valisi işkodralı mustafa paşa'nın mektupçuluk hizmetinde müstahdem arabgiri ziver efendi'nin sulbünden bin iki yüz elli iki salinde kademnihadei sahai vücud olup kitabet tarafına meyl u rağbet ve bir mikdar tahsili fenni kitabet eylemiş olmasıyla ile'lan valii müşarünileyhin kitabet hizmetinde bi'listihdam imrarı subh u şam eylemektedir. mumaileyhin bir mikdar eşaru güftarı vardır. kadrin bilirse taatı neyler günah iden teshir ider meramını vaktinde ah iden beyti diger pir isen kılma habeş cariyesin istifraş seferi bahrı siyah itme kasımdan sonra nazımı manzumei hünermendi hace nusret efendi cennetmekan sultan osman hanı salis hazretleri ismine mensub olan camii şerifin havlusunda vaki kütüphanenin hafızı ketebelerinden olduğu halde bazı heveskarana talimi fünunı farisiye eyleyerek güzarendei avam u şühur iken bin iki yüz sekiz senesi hilalinde azimi darı sürur olmuştur. vefatına süruri efendi merhumun inşad itmiş olduğu tarihdir; nusret efendi eyledi azmı beka meded mumaileyhin fenni tıb ve ilmi havassa dair bir risalesi ve gazeliyyatı saib'e bir mikdar şerhi renginmakalesi vardır. eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuştur. cefa vü cevri terk itmek nedir ol cilveger bilmez çocukdur şimdilik tayib olunmaz hayr u şer bilmez sebakhanii lutf u rahmde bibehredir amma cefa vü naza geldikde o mehparem neler bilmez nedir hali dilim tiri nigahı hunfeşanından heman ol meh kemanebruların her dem çeker bilmez dilim tabaveri suz u güdazı bütei gamken ayarı kadrimi hala benim ol simber bilmez nedendir vadii biganegide kalmış ol canan tariki aşinayiden meger bir rehgüzar bilmez begim kesbi kemal it sen de gel cehl ile mevsuf ol ki dehri sifleperver kıymeti ehli hüner bilmez kümeyti kilki nusret nevzemini şiri dürride tariki peyreviyi bilse de pek ol kadar bilmez nazımı mumaileyh mehmed nusret beg kürdistan eyaleti esbak esad paşa merhumun medinei erzurum'da şark seraskeri bulundukları hengamda ki bin iki yüz kırk dokuz senesi hilalinde medinei mezburede sulbi müşarünileyhden zinetefzayı alemi şühud olup dersaadet'de sultan bayezidi veli hazretleri türbei şerifesi kurbunda vaki mektebi rüşdiyede perverişfaytei fenn u kemal olduktan sonra mümtazı akran u emasil olduğu halde iki yüz altmış yedi salinde mektubii vekaletpenahi odası hulefası sınfına dahil olmuştur. mir mumaileyhin nusret mahlasına mazhariyeti şol vecihle mir'atı kaderden cilveger olmuştur ki pederi paşayı müşarünileyh tarihi merkumada erzurum valisi ünvaniyle şark seraskeri bulunup o esnada birtakım elhi tuğyanı bi'listishab erzurum havalisinde sureti garatgiride gerdentab olan kapıkıran nam şahsı bednihadın mefsedetvakasının def u refiyle kendisinin ahz u girift olunması hususuna iradei seniyyei şehryari celadetrizi sünuh olmuş ve merkumun ele getirilmesi harici hayyizi imkan bulunmuş iken hasankalası nam mahallde mir mumaileyhin veladeti beşaretiyle beraber şakii merkumun ele geçmiş olduğu haberi meserreteseri residei guşı müşarünileyh oldukda mir mumaileyhi mahlası mezkur ile meşhur eyledikleri rivayet olunmuş olmağla tercemei haline zeyl uilave kılınmıştır. ziyares oldu yine taba afitabı ferec münevver itdi şebi tarı derdi tabı ferec hemişe sahai dilden gumumun ardınca gece nesim gibi esbi pürşitabı ferec gamında şadii digerle eylemiş ülfet ider mi aşıkı gamhar irtikabı ferec ümidi busei vad ile eglenir aşık rakamı zühatın olmuş ider hisabı ferec zevali alemi derk eyliyen dil agahlar ne dilşikestei gamdır ne zevkyabı ferec yeter bu mevize tehdidi rinde ey vaiz kitabhanede yok mu acep kitabı ferec unutdurur gamı sad saleyi derunundan iderse hame eger nasfet intihabı ferec nazımı mumaileyh mustafa nasfet efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup sarayı hümayunı mülukaneye çırağ ve bi'lahire hazinei hümayun ketebesi sınfına ilhakla şirindimağ buyrulup cennetmekan sultan mustafa hanı rabi hazretleri zamanında haftanii şehryari memuriyetine mevsul olmuş iken bin iki yüz yirmi üç salinde şehryarı müşarünileyh hazretleri hakkında zühur iden halin vukuu esnasında maktul ve o suretle darı bekaya menkul olmuştur. dil harabı çeşmi mestinken bu dünyalar senin guşei gamzende ihyayı mesihalar senin hakı berser asitanında olurlar lanegir izz u istiğna ile maruf ankalar senin handei gülriz ki lebbestedir gül gonceler lal olur güftarına tutii guyalar senin cünbüşi ebrusuna vabestedir sırrı hayat suretarayı nigahındır heyulalar senin öyle jengaludedir olmaz pezir ey akus tabı didar gele mir'atı mücellalar senin gülşeni amal sersebzi talebdir subesu payına rizan olur verdi temennalar senin hıyrelendi pertevi hüsnı nazarsuzun ile didei huffaşveş çeşmi temaşalar senin nasfeti aşüfteye bir hemzeni aram olan hep hevayı kakülündendir bu sevdalar senin nazımı mumaileyh ahmed rıza nasfet efendi bin iki yüz yedi senesi dersaadet'de çehrenümayı alemi şühud olup iktisabı hüner u marifete say u gayretle gerek ulumı arabiye ve gerek fünunı farisiyede hayliden hayli tahsili miknet u kudret eylemiş ise de işgali ahere mebni aklamı şahaneden birine müdavemet idemeyüp mukaddema bazı ebniyei miriyede bir müddet istihdam olunmuş ve muahharen kendisine müstafi maaş tahsis u ihsan buyrulmuş olmasıyla ihtiyarı guşei tekaüdi eyleyüp niamü'lenis kitabı nefisi müedasınca asarı selefi mütalaa ile imrarı ezman u avan eylemektebulunmuş. mumaileyh rıza mahlasiyle söhretşiar bir şairi hoşgüftar olup bir mikdar eşarı vardır. kıta görelden tabı ruyun mihri enver dağı berdildir tuyaldan buyı zülfün avd u anber dağı berdildir hayal u arzuyı hal u ruhsarınla sahrada derunı lale herdem hemçü ahker dağı berdildir nazımı mumaileyh ali nutki dede bosna'da sikkepuşı hankahı vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye bi'lintisab bin yüz kırk tarihinde işbu alemi nasutdan gerdentab olarak süpürdei ziri türab olmuştur. mumaileyhin balada mestur kıtasından başka nutku manzurı çakeri olmamıştır. ah eyle gönül ateşi aşkiyle zamandır her dem işimiz firkatı yar ile yamandır bilmem ne zaman dil ola vaslınla müşerref zira ki firakınla derunum yanağandır elden koma sabrı ki cihanda neler olmaz elbetde niyaz ehline çok naz olağandır ayb eylemeniz subha degin nale vü zarın yalvarmak içün yare o bir başka zebandır nutki görebilsin ne virirsin bana yari zira görünürse bana yar sana nihandır nazımı mumaileyh nutki ali dede efendi yenikapı mevlevihanesi şeyhi ebubekir efendi merhumun ferzendi ercümendi olup şeyh mumaileyhin vefatından sonra halefi müftehirü'lselefleri olmuş ve bin iki yüz on dokuz tarihinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyhin nutkı şerifleri tahsingerdei ashabı maarifdir. sine gül ser gül kadem gül hatırı bimar gül dağı hasretle egil cismimde var beyaz gül gülruhanı şehri istanbul açamaz hatırım hasretinle hardır didemde her bihar gül bülbüli goyende olmaz mı güli tasvirler ruyı alında açıldıkça hezar ezhar gül şermile açmaz giribanın hezara görmesin ruyı alin ateşi aşkım benim zinhar gül pek sovuk kılup müderris gibi nazmi'nin sözü ger dilersen hilmiya bu nutka bir mikdar gül nazımı mumaileyh nazmi efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup muahharen tariki terdise dahil olmuştur. paymalı esbi nazın olmağa dil hak olur her safı müjganı çeşmi hasretim haşak olur kimde sevdayı seri zülfün olursa ukdesi dameni sabr u şekibi şaneveş sad çak olur genci gamda hasteganın itse ahı suznak şulesi ateşfiruzı harmeni eflak olur ey güli nevreste sensiz çeşmi firkatbinime guşei kaşane zindan gülşen ateşnak olur ey kemanebru nazif biçareye cevr eyleme binevadır tiri ahı elhazer çolak olur nazımı müşarünileyh mustafa nazif efendi şehriyyü'lasl olup enderunı hümayunda bir müddet hidematı seniyyede bi'listihdam muahharen başmabeyncilik memuriyetinde dahi bir zaman güzarendei eyyam olduktan sonra tersanei amire emanetine nakl ile bi'lahire surrei hümayun emaneti celilesi memuriyetiyle canibi hicaz'a azimet ve dersaadet'e avdeti hengamda ol vaktin tabiratı üzre şehreminligi memuriyeti uhdesine bi'lihale biraz vakt mürurunda keraste nezaretiyle izmid'e azimet eyleyüp ah göçdü nazif efendi ah tarihi müfadınca bin iki yüz kırk senesi hilalinde darı bekaya rihleteylemiştir. zuhurı hattın ey meh muhtasar manzumedir şimdi peyam u vaslin anda nüktei mektumedir şimdi kenarı arızında hali şebu yek kıyas itdim heyuladan mürekkep nüshai mevhumedir şimdi garezi nefyi miyan isbatı hüsn ü andır yohsa dehanı bahsi bir keyfiyeti madumedir şimdi havalii harimi sinei cananadır kasdim hücumı leşkeri endişe arzı rum'adır şimdi bu bazarı maarifdir nazifa laf almazlar haridaranı nazmın rağbeti malumadır şimdi nazımı mumaileyh ahmed nazif beg şehriyyü'lasl olup bin iki yüz kırk tarihlerinden sonra cahı mısrı kahire tarafına azimetle silki askeriye dahil ve bi'lahire miralaylık rütbesine nail olduktan sonra iki yüz elli sekiz tarihinde darı bekaya müntakil olmuştur. mumaileyhin güzeran iden şuaranın bazı eşarını cami müntehabatı nazif isminde bir eseri matbuu vardır. itme istiğna ile gel tireşeb aramımı aç hicabı sinei billuru subh it şamımı sergüzeştin kays tayy itdirdi aşkın badezin dasitanhanı muhabbet ezber itsin namımı busı ruhsarın teraşı hattına talik ile vakfı hengamı sabah eyle husulı kamımı setri asarı muhabbet eylesem de sinede keşf ider ahım o mehruhsara şevki tamımı hasreti laliyle nuşı mey ümid itsem nazif sakii gam eşki çeşmimle pür eyler camımı nazımı mumaileyh süleyman nazif efendi kitabeti maarifnisabdan vecdi efendi merhumun mahdumu olup bir müddet diyarbekir mahkemesinde başkatib olduğu halde imrarı vakt u saat eyleyüp muahharen bazı vüzeranın divan kitabetleri hizmetinde dahi bir vakt bi'listihdam bin iki yüz altmış tarihlerinde azimi darü'sselam olmuştur. naili gerden u siminberinim yok haberin ben senin bendei fermanberinim yok haberin güzel amma bu temayul arada kaçmana ya aşıkı sadıkı ranaterinim yok haberin cevheri nazm ayag altına hayfa gidiyor vasfı hüsnünde suhanperverinim yok haberin seveni sevmeyeni sen büti nazikbedeni anı benden ara sor defterinim yok haberin sinei safına bakdıkça nazifa der imiş naili gerdeni siminberinim yok haberin nazımı müşarünileyh hazine kethüdası muhammed nazif efendi şeriyyü'lasl olup enderunı hümayunı mülukaneye çırağ buyrularak bir müddet hırkai saadet serhademeliği hizmeti müstevcibü'lmefharetine nail ve bin iki yüz altmış beş senesi evasıtı şehri rebiü'levvelinde rütbei ula sınfı sanisiyle hazinei hümayun kethüdalığına memuren mümtazı akran u emasil olmuş iken senei merkuma şehri cemaziye'lahiresinde sovukçeşme civarında vuku bulan harikde alay köşkü nam kasrı hümayuna muvasalatını müteakıben azimi kasrı cinan olmuştur. müşarünileyhin şivelice bir mikdar eşarı vardır. tecelli eyleyüp ol demde kim didar göstermiş hatın tekşif idüp bürhan içün envar göstermiş zehi nakkaşı kudret eyleyüp ruhı revan tasvir nesimi feyzi kırba şivei reftar göstermiş dili hun küştei uşşakı mir'at eyleyüp anda ruhu tabı nazardan sureti azar göstermiş virüp cemi süveydayı dile şeklin perişani çıkarmış halkı başdan turrai tarrar göstermiş acep mi serbezanuyı tahayyür itse insanı bu nazm içre nazif bir neşvei esrar göstermiş nazımı müşarünileyh şeyhülislam hasan nazif efendi medinei yenişehir'de ulemayı zevi'lihtiramdan mühadis elhac halil efendi merhumun sulbünden bin iki yüz dokuz tarihinde kühnesarayı vücuda ruşenabahşı vürud olup müddeti sinnleri temyizi nik u bed ve tefriki ezel u ebed derecelerine reside oldukda nakdinei himmet ve sermayei vus u kudretini tahsiliulumı aliye ve istikmalı maarifi cüziye vü külliyeye hasr u sarf iderek yeganei ilm u marifet ve dürdanei bahrı fazilet olduğuhalde iki yüz kırk altı senesi canibi hicazı mağfirettıraza azimet ve edayı farizai haccı şerif ile vatanı aslisi canibineavdet idüp muahharen dört defa kabetü'luşşak olan asitanı feyznişanı cenabı monla hünkar'a dahi ruhsudei hülusı teviyyet ve tekmili hizmeti tarikat ile sikkepuşı hilafet olduktan sonra medinei mezburede vaki küstümsuyu kenarında haceratı müteaddideyi şamil müceddeden bir bab mevlevihanei dilkeş bina vü inşa ve on iki sene müddet dervişanı hücrenişinana talimi rusumı tarikat ve tefhimi rumuzı hakikat eyleyerek imrarı subh u mesa eylayüp işbu tezkirei acizanemizin tabından yedisekiz mah makdem zatı sütudesımatı baişareti aliyye dersaadet'e muvasalatla beşiktaş karyesinde vaki mevlevihane'de postnişini irşad u keramet olmuştur. zatı hak terkibi veladetine mısra: zatı hakka irdiler ehli dilan mısraı menkutu meşihatla tarih vaki olmuştur. müşarünileyh vakıfı esrarı ehlullah bir mürşidi agah olup kendisinin bir mikdar eşarı belagatşiarı olduğundan başka mevlana celaleddini rumi hazretlerinin sülalei tahire ve silsilei bahirelerini mübeyyin üç sınıf üzre levha şeklinde masnu u matbu bir eseri hayretnisarı ile hayratı müberratından olarak nehri mezkur üzerine mebni bir cisri üstüvarı dahi vardır. nat ya resulallah ravzan huldı cennet'dir senin nutkı canbahşın seraser hayr u hikmetdir senin hamdullah biz dahi bir asi ümmetlerdeniz ümmetin olmak da çünkim ulu nimetdir senin mihr u meh fermanberdir ey şehi levlak sana mahı iki şakk iden şol bir işarettir senin cümle nurundan yaradıldı ne varsa kainat bas olunduğun beşer izharı kudretdir senin barı isyaniyle cihanın nazifi derdmend aciz u biçare muhtacı şefaatdir senin nazımı mumaileyh ahmed nazif efendi sahhaflar şeyhizade salifü'tterceme vakanüvis esad efendi merhumun biraderi başmüsevvid müteveffa mustafa efendi'nin veledi ercümendi olup bin iki yüz kırk altı senesi tariki tedrise dahil ve iki yüz elli yedi senesi kudsı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış yedi senesi şamı şerif mevleviyyetine ve iki yüz altmış sekez senesi itmamı müddet itmek üzere mekkei mükerreme hükumetine nail olmuştur. mumaileyh bir şairi fazıl olup divançe olacak mikdar eşarı olduğundan fazla on iki aded terceme ve şerh u mevadı saireye dair asarı vardır ki esamisi ile zirde tahrir u beyan olunmuştur. mensur olarak riyazü'nnukaba, kapudanı derya hakkında, sefinetü'lvüzera, tercemei nisabü'lihtisab, tercemei nuhbetü'zzikr, tercemei telhisü'lmeani, tercemei risalei kevakibi, tercemei talimü'lmütealim, tercemei tabakatı şurtubi, türkçe şerhi kasidei lamiye, lugatı kafiye manzum olarak; seragazı hıcaz, surnamei meserretallame. ne hacet vasfı dildarı beyana inceden ince niçün arz eyleyem hali beyana inceden ince bu bağı bivefada bergi gülden bahs ider bülbül zamiri gülse efğanı miyana inceden ince güzel sevmek murad eylerse bir uşşak mukaddemen çeker kendüye etrafı nihana inceden ince cihanda her biri mezakını zevk eylemiş gördüm hele ahdır kemali yane yane inceden ince hakikat bezmine vasıl olan merdi suhandanın o dildara heveskari bahane inceden ince takılsa zenciri zülfi dilarama dili uşşak ona kamın buna kamı nişane inceden ince nazifa babı kesretden feragat ile vahdet kıl o vadinin hümavarı ziyana inceden ince nazımı mumaileyh mehmed nazif efendi karamaniyyü'lasl olup hadim nam mahallde tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bin iki yüz kırk bir senesi dersaadet'e bi'lmuvasala bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve ol vecihle sınfı müderrisine dahil olmuştur. mumaileyhin kelamı mevzun kabilinden olarak bir kıta divanı matbuu vardır. nazimasa nola garralanırsam hüsnı tabımla begendirdim neşati gibi bir üstada eşarı nazımı mumaileyh yahya nazim efendi malumı şeyhi düşab olan şeyh neşati efendi merhumun şakirdanı sahibirfanından olup mahrusai edirne'de bin yüz otuz dokuz tarihinde azimi darü'nnaim olmuştur. mumaileyh her ne kadar ashabı nazm u suhandan ise de işbu balada keşidei silki sütur olan beytinden başka eşarına nazaryab olunamamıştır. tarih bahrı emvacı kerem hazreti sultan mahmud lutfuna nisbet ile katre degildir derya eyledi hazreti hakk ol şehi alibahta böyle bir dürri giranmaye veziri ita kanı feyzi güher ol asafı vala himemin ahdı adlinde suyun buldu umurı dünya fatih'in türbei pürnuruna ol kanı kerem tarafeyninde iki çeşmei nev kıldı bina ruhı mağfurı ebu'lfethe çü mürgi kudsu bu iki çeşme cenaheyn ola uçmağa seza hak bu kim mevkiini buldu bu hayrı cari nail icra ide banisini hayy u dana evvel abın içüp andan didi nimet tarih mukassem aynı ata çeşmei ahmed paşa nazımı müşarünileyh nimet efendi dersaadet'de bin yüz on iki tarihinde panihadei sahai vücud olup yüz kırk üç tarihinde tariki tedrise duhul ile bir aralık silki müderrisinden ihrac ve o suretle kendisi bir müddet izac olunduktan sonra tekrar tariki mezkura dahil ve bazı hidematı şeriyyede bi'listihdam hususiyle haremeyn müfettişligi hizmetine dahi nail olarak yüz altmış sekiz tarihinde galata mevleviyyetine ve badehu mısrı kahire mevleviyyetine ve biraz vakt mürurunda mekkei mükerrevleviyyetine nailiyetle vasılı sermenzili meram ve bi'lahire darü'lhilafetü'laliye kadılığı payesini ihraz eyleyerek bekam olmuş ve yüz seksen üç tarihinde salifü'tterceme abdullah efendi'nin vefatında orduyı hümayun kadılığı memuriyetine revnaktirazı izaz kılınmış iken bin yüz seksen altı salinde medinei şumnu'da nimeti hayatdan dilsir ve zayfı mihmanhanei cenabı rabbi kadir olmuştur. müşarünileyh nessacı karhanei maaniyi alemin bir şairi mucizbeyanı olup haylice eşarı güzidesi ve dersaadet'de çeşme ve mahalli sairede birçok tevarihi pesendidesi vardır. atbazarı nam mahallde vaki çeşmede muharrer nazm; abı hayvan dolu dizgin girdi atbazarı'na mısraı bercestesi müşarünileyhin eseri kalemi olduğu mervidir. hatta çeşmei mezburun bin iki yüz altmış dokuz senesi tamir u inşasında yazdırılan tevarihin ebyatı arasında mısraı mezkur dahi muharrer u mesturdur. gazeli natamam meylim ne gülistana ve ne verdi aledir kuyı behişti yarda seyri cemaledir derhab seyr iden ruyı huygerdesin seher dir katre katre verdi ter üstünde jaledir layık kısasa revzenei didei rakib zira harimi kasrı cemale havaledir bir hoş nezaket ile naim al ayağını meyli bu çarhı hayla gerek mekr u aledir nazımı mumaileyh mehmed naim efendi dersaadet'de kasımpaşa nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup muahharen mahrusai burusa'ya nakl u hicret ve bir müddet kazzazlık sanatiyle imrarı vakt u saat eyledikten sonra mahrusai mezbure mahkemesi ketebesi silkine dahil ve bin yüz altmış altı sali hilalinde darı naime müntakil olmuştur. kıta matlaı mihri müniri hüsn ü andır ruhların maşrıkı şemsi tecelliveş ayandır ruhların iki mehdir guyiya deryayı nura aks ider anda kallaşı tahayyür ahterandır ruhların nazımı manzumei napesendi naim efendi cezirei mora'da vaki arhos kasabası eyaletinden olup tariki tedrise duhul ile bir müddet tırapoliçe kazası niyabetinde bulunduğu halde imrarı vakt eyledikten sonra dersaadet'e nakl u hicret eyleyüp bin yüz yetmiş tarihlerinde darı bekaya rihlet eylemiştir. yine bir buse kopardım kadı şimşadımdan yire degmez ayağım raks iderek şadımdan bu kadar aşıkına lutf u mürüvvet çok şey hiç ümid itmez iken gamzesi celladımdan bana keşf oldu bütün nüktei şir u inşa geçdi hep manii mevhum benim yadımdan ögredir ilmi ledün istese tabım hızr'a kutblar gavsı hak oldu benim irşadımdan ders okutdukça ana hayr dua eyle naim feyz buldum nefesi hamdiyi üstadımdan nazımı mumaileyh ahmed naim efendi medinei adana'da kademnihadei sahai vücud olup nakdinei evkatını tahsili maarife sarf ile adana mütesellimi bulunanların kitabet hizmetinde bulunarak taayyüş itmekte iken bin iki yüz kırk yedi tarihinde medinei mezbura hazine katibi bulunan yusuf efendi nam şahsı bazı sebebe mebni hicv eylemiş olduğundan merkumun iğvad u ifsadiyle adana mütesellimi hasan paşaoğlu hacı ali beg nam kimesne kendisini idam ve ol vecihle darü'sselam'a izam eylemiştir. kaküli şebrengini itdikçe ol meh piç u ham aşıkı mehcur yine gelmek gerek bin derd u gam haline ben danei damı dili şeyda didim vechi ahsenle bize yüz virmedi ol goncefam gülşeni dil o gülün cayı kararıdır heman bülbülasa nice efğan itmiyem her subhdem nüktesencide bulunmaz peyrevi nefi bu gün reşk ider eşarına baki olursa muhteşem nazımı mumaileyh nefi efendi erzurum eyaletinden olup muahharen şamı şerife azimetle vali konağında kitabet hizmetinde bi'listihdam güzarendei subh u şamdır. resul mahlasiyle mütearifdir. tarihi cevher şair anın cem idüp asarını bi'limtihan yapdı bir mecmuai rana nazifi hoşnüvis birbirine nakl ile ehad u işarat u mat heşt tarih oldu nakşı işte bu beyti selis ne nefis oldu nazif ahmed beg'in mecmuası oldu nev mecmuası ahmed nazif'in pek nefis nazımı mumaileyh şeyh nakşi efendi mahrusai edirne'de nakşbendi alemi vücud olup tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ile bin iki yüz kırk tarihlerinde mısrı kahire'ye azimet ve bir müddet ikametle iki yüz elli dört senesi hilalinde kahirei mezbure mevlevihanesi meşihatine revnaksazı irşad olmuştur. görmem hevesi tulı emeli hiç serimde yok rişteye hayfa ki güzergeh güherinde geldikçe dü ebruyı siyehtabına cünbüş peykanı hadenki müjen oynar cigerimde hayretzedeyim şöyle ki kursı meh u hurşid ayniyle bir ayineye benzer nazarımda seyyarei talide midir şivei nasaz te'sir mi yok bilmezem ahı seherimde bir dağ da sen ur mehi dili zarıma nevres gel tesliyet itme beni vakti kederimde nazımı mumaileyh abdurrezzak nevres efendi kerkükiyyü'lasl olup dersaadet'e bi'lmuvasala bir kıta tedrisi rüusı hümayununa nail ve bi'lahire mevalii devriye sınfına dahil olmuş iken bin yüz yetmiş beş senesi şehri şevalinde zebandirazlık töhmetiyle dersaadet'den medinei burusa'ya nefy u tağrib olunup mahalli mezbura muvasalatını birkaç gün mürur ider itmez zuhurı eceli nagah ile azimi kurbgahı cenabı ilah olmuştur. mumaileyhilm u kemali zahir bir şairi mahir olup vadii şirde zatına mahsus tavr u edası ve zadei tabı olmak üzre müretteb bir kıta divanı belagatefzası vardır. müteyakkız eger olmazsa dili akilimiz korkaram ahiri derdi ser olur hasılımız özleriz kabei ikbala vüsulu amma bir alay fazl u hüner rehzenidir hailimiz geçdi hadden elemi minneti o cananın akibet havf iderim gayret olur katilimiz bize mümkün degil izharı tarab alemde ki demadem hedefi tiri cefadır dilimiz gerçi ahmak gibiyiz sureti zahirde ve lik hikmetamuzı felatundur en cahilimiz kalmadı kudretimiz rahı talebde meşime nidelim dameni ikbala erişmez elimiz dost sandıklarımız çıkdı bütün bigane ah nevres ki bin oldu bir iken müşkilimiz nazımı mumaileyh nevres efendi bağdad valisi esbak müteveffa ali rıza paşa'nın atikasından olup dairei müşarünileyhde perverişyaftei ilm u kemal olarak bir müddet kitabet hizmetinde istihdam olunup müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e muvasalat ve bir müddetcik hariciye tahriratı odasına müdavemetle muahharen canibi bağdad'a azimet eylemiştir. mumaileyhin eşarı farisiyesi türkçe olan nazm u guftarına galibdir. bu şeb hülyayı zülüfünle dili bipiç u tab itdim görünce ta beseher subh cemalin terki hab itdim anup ruhsarı alin döndü çeşmim tası pürhuna bezimde huni eşkimden dolu nuşı şarab itdim yüz üzre maili hali ruhun sad yüz kadar varmış bir anber sübha ile ben de bu yüzden hisab itdim miyanın aldım aguşı hayale hayli eglendim ne ağyara haber virdim ne sana bir azab itdim değildir arızı ali ibadın şevki gönlümde ezel bezminde ben nevres o baba intisab itdim nazımı mumaileyh muhammed nevres beg derviş paşazade mehmed beg'in sulbünden kasabai beşiktaş'ta bin iki yüz kırk bir sali ferruhfalinde kehvarei zibi alemi şühud olup istidadı maderzadı iktizasınca tahsili ilm u kemala say u gayretle iki yüz elli tarihlerinde enderunı hümayuna çırağ olmuş ve iki yüz altmış beş senesi hacei hassa tabir olunan mahalle nakl iderek mesrur u şirindimağ buyrulmuştur. mumaileyh ulumı arabiyeden behrever bir şairi nevreside eser olup fünunı farisiyede dahi emsal u hemsalinden kamil u balaterdir. nazm gülgunedanı arızı yar oldu gonce lik kızdı kızardı gonce ki yüzler kızartmadı yüzler ağardıram dir iken sayebahş olup sünbül açıldı zülfüne yüzler ağartmadı nazımı manzumei hünermendi tumanzade nevres efendi cezirei mora'da vaki inabolu nam hısnı hasinde çehrenümayı alemi vücud olup bin yüz seksen iki tarihinde cezirei mezbure rüayası tarafından şaribi şehdabei şehadet olmuştur. nükheti zülfün dilara şemm iden şeydalanır gam mı mecnun olsa alem kakülün leylalanır nazımı manzumei hünermendi nuri baba efendi medinei ankara'da defini hakı ıtrnak olan hacı bayramı veli hazretleri sülalesinden şeyh halil efendi merhumun mahdumu olup ecdadı kerametmutadından olan müşarünileyh hacı bayramı veli hazretleri tariki feyzrefikine meyl u süluk ile şeyh u mürebbisi bulunan çerkes mustafa efendi merhumdan libası hilafeti badehu telebbüsi melamiyyundan olduğu halde güzarendei şühur u avam iken iki yüz iki senesi hilalinde azimi darü'sselam olmuştur. mumaileyhin şuhmeşreb alineseb latifegu bir zatı pakhu olduğu ve bir kıta mürettep divanı mevcud idügi bazı tarafdan rivayet olunmuş ise de balada muharrer olan beytinden başka eşarına zaferyab olunamamıştır. cuyı vaslından içen bir katre su kevser u tesnimi itmez arzu başım üstünde çevirse asiya ben yine ağyara itmem serfüru buse vad itdi rakibe nisbeten baisi devlet olur gahi adu hüsnüne hat virmemiş asla halel dikkat itdim muyı yare mubemu zülfünü şemm itmege kıldı heves nuri'ye bir başka sevda oldu bu nazımı mumaileyh vakanüvis halil nuri beg abdullah naili paşazade müteveffa şakir beg'in ferzendi ercümendi olup mesleki küttaba süluk ile tezkirecilik ve ruznamçecilik ve amedçilik misillü bazı memuriyetlerde bulunduğu halde bir müddet imrarı subh u şam eyledikten sonra vakanüvislik hizmetine memur ve ol vecihle güzarendei eyyam u şuhur iken bin iki yüz on üç salinde azimi darı sürur olmuştur. vefatına müverrih sühuri efendi merhum işbu tarihi natıkı inşad eylemiştir. mir nuri medfenin hak mehbitü'lenvar ide mumaileyh şir u inşada üstadı yegane bir şairi bibahane olup kendisinin bir kıta divanı belagatünvanı ve bir aded tarihi letafetbeyanı vardır. gazeli natamam dilimde dağı aşkın dilbera tamgayı izzetdir serimde kakülün sevdası cana kaydı rıfatdır nigeh gülruya serzanuya gerden zülfı hoşbuya dehen kandı lebi dildara çok demdir ki hasretdir hevayı istivayı kametinle kavs olup kaddim sirişkim katrı mai gözlerim şakulı hayretdir nigahı ragıba'nın raşida kalayı nuri'ye sipihri tılsıma suzefgeni reşkin melaletdir nazımı mumaileyh nuri paşa bin yüz yetmiş üç tarihinde medinei ayıntab'da tabendei çeşmi vücud olup mecbul olduğu rüşd ü zeka iktizasınca yirmi yaşına kadar ekser ulum u fünunu bervechi kemal istihsal ve saytı fazilet ve hüner u marifeti mesamii sigar u kibara isal eyleyerek etvar u mişvarı nezdi devletde makbul olmuş olması cihetiyle barütbei miri mirani ayıntab mutasarrıflığı uhdesine tevcih ve devletce kadr u meziyyeti terfi u tenevir kılınmış iken mütercimi kamus asım efendi merhumun tarihinde müfassalen beyan ve tasrih olunduğu üzre ayıntab civarında bulunan vulatı mütasarrıfin taraflarından kendüye dürlü dürlü efk u iftira ve tarafı zişerefi saltanatı seniyyeye bihilaf vuku bulan inhaya binaen hakkında sadır olan fermanı kaza cereyan iktizasınca yirmi sekiz yaşında idam olunup ol suretle darı bekaya hiram eylemiştir. mumaileyhin dersaadet ve memaliki mahrusai şahanede ziverzebanı hanendegan olmuş nice nice dilkeş ve musanna şarkıları olduğundan başka bir kıta divanı dahi vardır. ah eyleşdigi gül dildare bir ben bir gönül şaneveş olmakdadır sad pare bir ben bir gönül intizarı vuslatı dilber ile şebtaseher kalmışız bitakat u biçare bir ben bir gönül devr ider vadii aşkı yine merkezde mukim bu revişle benzedi pürkare bir ben bir gönül gördü nazmı raşidi çün bülbülasa başladı gülşeni tanzirde güftara bir ben bir gönül bir güli rana içün gülşenserayı dehrde nuriya uydu hezarı zara bir ben bir gönül nazımı mumaileyh mustafa nuri efendi şehriyyü'lasl olup tariki tedrise dahil ve bin iki yüz altmış bir senesi mekkei mükerrevleviyyetine nail olarak canibi hicaz'a azimet ve hitamı müddeti hükumetle dersaadet'e avdetinde esnayı rahda vaki kasir nam mahallde darı bekaya nakl u rihleteylemiştir. bir kıta divançesi vardır. tarihi tam tibei tayyibeden oldu havarici matrud tarihi tam vahidi asr emini defter oldu tarihi tam atıldı ruhı helvayi dede top gibi hayata tarihi muaccem hu didi kaygusuz oldu azimi darı cihan nazımı manzumei hünermendi elhac muhammed nuri efendi dersaadet'te fatih sultan mehmed hanı gazi hazretleri camii şerifi civarında vaki ismi şeriflerine mensub camii şerif cenbinde defini hakı ıtrnak olan emir buhari hazretleri evladı inasından metruk başmuhasebe kaleminin serhalifesi ve tarikatı aliyyei mevleviyyenin serfiraz u güzidesi müteveffa mehmed tayyib efendi'nin ferzendi hıredmendi olup elveledi sırrı ebihi sırrına mazhariyetle tarikatı aliyyei mezkure dervişan u muhibbanı silkine dahil ve zamanı meserretiktiranı cenabı selim hanı salis'te aksaray'da karagülhane civarında vaki zevayayı nakşiyyeden olanlar tekyesi ismiyle maruf olan dergahın meşihatı cihetine nail olmuş ise de muahharen cehti mezkuru ahere kasrı yed eylemiştir. bir mikdar tevarihi güzidesi vardır. pek nadimem ifşayı melal eyledigimden ol gonceyi diltengi makal eyledigimden terdir gözüm ümid ile hala ki sirişkim paşidei damanı visal eyledigimden halis diyerek gördü seza sikkeye canan nakdı dilimi aşkile kal eyledigimden celb itmege mahbubu yeter nüshai şirim her beytini bir sihri helal eyledigimden rahm eyledi hunı dilime nuri o fettan hasretle gözüm yaşını al eyledigimden nazımı mumaileyh osman nuri paşa diyarbekirli şeyhzade müteveffa ibrahim paşa'nın mahdumu olup mukaddema canibi bağdad'a azimet ve bir çok vakt ikametle bağdad valisi esbak ali rıza paşa merhumun ceht u iltimasiyle uhdesine rütbei miri mirani bi'ttevcih müteveffayı müşarünileyhin vefatından sonra dersaadet'e bi'lmuvasala iki yüz altmış dört senesi urfa sancağı ve iki yüz altmış altı senesi kars sancağı ve badehu muş kazası ve muahharen mardin sancağı kaimmakamlığına memur ve tayin buyrulmuştur. mumaileyhin divançe olacak mikdar eşarı vardır. gülzarı vasla zibi güli encümün diken deşti firaka lale vü sünbül çemen diken sökdü kabayı gülşeni idrisi ruzgar eglenmez oldu halei adnı söken diken olur hazizi duzaha hammaletü'lhatab şehrahı paki yari huday'a degen diken ağyarı yara gecnigeh itmiş dü çeşmine tiri nigahı olsun iki dağzeni diken ey mah oldu nurii bimar hecrine her şeb nükuşı pisteri habı vatan diken nazımı mumaileyh osaman nuri efendi esham muhasebisi ketebesinden mehmed emin efendi'nin sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi dokuz senesi hilalinde kademnihadei sahai vücud olup sehm kalemine bir müddet müdavemetle muahharen tarikatı aliyyei üveysiyyeye süluk iderek iki yüz altmış bir salinde bazaristanda vaki mübayaa kitabetine memur ve tayin kılınmıştır. mumaileyh muhibbi ali aba bir şairi şiraşina olup muahharen mürebbisi tarafından kendisine şemsi mahlası verilmiş olduğundan mahlası mezkur ile dahi bazı eşarı vardır. tarih hazreti abdulmecid han'ın ulüvvi himmeti itdi müstağrak cihanı bahusus surı hıtan vasf olunmaz surı nevdir hem dahi mümkün degil böyle bir surı hümayun görmedi çeşmi cihan hamdullah kıldı ihya sünneti peygamberi surı nev olsun hümayun şahı devrana heman bendesi nuri didi sad şevkile tarihini barekallah oldu ziba sünneti şehzadegan nazımı mumaileyh abdulkerim nuri efendi medinei ısparta'da bin iki yüz yirmi dört senesi hilalinde panihadei sahai vücud olup tahsili ulumı aliye eylemek arzusuyla iki yüz kırk üç senesi dersaadet'e bi'lmuvasala aksaray'da horhor nam mevkide vaki medresede hücregüzini ikamet olduğu halde bir mikdar tahsili ulumı arabiye eyledikten sonra bir müddet şeyhülislamı esbak kadızade tahir efendi'nin kethüdalık hizmetinde ve badehu üç sene müddet dahi sultan bayezid hanı veli hazretleri camii şerifi efkafı kaimmakamlığı hizmetinde bi'listihdam muahharen tariki tedrise dahil ve beşiktaş kazası niyabeti hizmetine nail olmuştur. haylice eşar u güftarı vardır. lebleri gonce misali ruhları güldür bana dahi ol servi revanın saçı sünbüldür bana gahice ol meh bize şarkı okur bin naz ile gülsitanı alem içre sanki bülbüldür bana aldı gönlüm bir peri ki ben de bilmem n'olduğum gayri sabr itmek bu cevre çok tahammüldür bana bağlamışdır sihri zülfüyle o rütbe gönlümü eylemez zencir bana kar bendi kaküldür bana nuriya badearak nuş itmezem şimden geru öyle bil ki sevdigimin lebleri müldür bana nazımı mumaileyh osman nuri efendi dersaadet'de bin iki yüz otuz tarihinde kademnihadei sahai vücud olup pedermande olan dükkanında mürekkepçilik sanatiyle meşgul olduğu halde tahsili maarife dahi say u gayret eyleyüp tabiatı şiriyyesi iktizasınca mukaddema nazmı güftar ile bir müddet tevagul eylemiş ise de muahharen terki gailei eşar eylemiştir. cularla kuhsarda çağlardı kuhken zannetme kendi kendine ağlardı kuhken şirinin acı sözlerini eyledikçe yad zenciri eşke dağları bağlardı kuhken bazarı derdi aşkda her barı karını nakdinei sirişkle sağlardı kuhken dağlarca yar içün elemi var iken yine narı elemle gönlünü dağlardı kuhken kuhi belada ben dahi giryan idim nihad zan itme kendi kendine ağlardı kuhken nazımı mumaileyh nihad beg şerif paşazade salifü'tterceme said siret beg merhumun sulbünden bin iki yüz on dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup mukaddema bir müddet divanı hümayun kalemine devam muahharen mısrı kahire canibine azimet eyleyüp bir vakt hizmeti kitabetde istihdam ile bi'lahire ihtiyarı tekaüdi eyleyerek kahirei mezburede guşegiri istirahat ve bir vakt mürurunda mekkei mükerremeye azimetle bir kaç sene müddet peygulegüzini mücaveret olduktan sonra kahirei mezbureye avdet ve bir müddet ikamet ile iki yüz altmış senesi dersaadet'e muvasalat eyleyüp saniye rütbesine nail ve ziraat meclisi azası sınfına dahil olmuştur. mumaileyh bezlegu bir şairi handerev olup divançe olacak kadar eşarı ve hezlgune bir mikdar güftarı vardır. tahzir: siğar u kibardan kendisiyle ülfet u ihtilat itmiş ve belki kazaen bir mahallde kendüye aşinalık eylemiş olanlardan bir nev hicv u zemmine veyahut bir suretle şeameti kademine uğramamış ferdi aferide kalmamışdır. binaenaleyh tesmea bi'lmuaydiyyi hayrün min en terahu kelamı zamimei tercemei hali melametencamı kılınmıştır. perişan eyleyen aklımı zülfi mişknabındır hücumi leşkeri hattınla dil bir rahneyabındır hayatı sermedii hızra reşk itmez dili teşnem şehidi gamzei dilduzı çeşmi mesti habındır dahili halkai uşşak olalı bu dili naçar sarayı nazı cevrinde serim sengi rikabındır çekildi safhai ruhsarına hattı siyeh ey şah var ise aşıkı bidillere kati cevabındır niyazi lutfile bir dem de şadan ile gül yohsa humulı cevr gibi payan u zulmı bihisabındır nazımı mumaileyh hasan niyazi dede medinei konya'da sikkepuşı hankahı vücud olup mevlevizade olması cihetiyle tarikatı aliyyei mevleviyyeye süluk iderek bi'lahire dersaadet'e hicret ve yenikapı mevlevihanesi'nde tekmili lazımai hizmet eyleyüp dergahı mezkurda hücrenişini uzlet olduğu halde bin iki yüz sekiz tarihinde darı bekaya nakl u rihlet eylemiştir. talatı dildara hayli intizar itdim bu şeb subha dek fikri visali ihtiyar itdim bu şeb macerayı hecri tafsil eyleyüp cananıma bahsi aşkı aded üzre ihtisar itdim bu şeb subha dek suz u güdazı hali anberbu ile dildeki nakşı nihanı aşikar itdim bu şeb nalesenci derdi verdi arızı dilber olup gülşeni imkanda teşviki hezar itdim bu şeb eyleyüp ben de niyazi fehmi eşarı selis meyli tanziri fehimi ruzigar itdim bu şeb nazımı mumaileyh mehmed niyazi efendi karahisarı şarki nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup bin iki yüz kırk sekiz senesi dersaadet'e bi'lvüsul vükelayı fahhamı saltanatı seniyyeden serasker müsteşarı sabık mazlum beg'in kitabet hizmetinde bulunduğu esnada himmeti müşarünileyh ile iki yüz altmış bir senesi hacelik rütbesine nail ve iki yüz altmış sekiz senesi evahirinde canibi mısır'a müntakil olmuştur. müstakarr olmaz dili uşşakda her yar yar müstakildir yarim amma gah olur ağyar yar ey gönül kamı cihan ister isen matlabres ol haki payi yara azm it durma çok yalvar var pek de kurbiyyet tedarik eyleme canın yakar ateşi meşrebyadında daima oynar nar hatırı ağyarı abad itmeden eyle hazer incidirmiş darını tamir iden mimarı mar bağı tabında niyazi nazm ile itme figan badı sarsarveş harab eyler imiş gülzarı zar nazımı mumaileyh mehmed niyazi efendi karahisarı sahib nam kasabada mütevellid olup ibtida sivrihisar'da ve muahharen medinei konya'da bir müddet tahsili ulumı aliyede bulunup tekmili nüsahı ilmiyye eyledikten sonra ki bin iki yüz altmış üç senesi hilalinde dersaadet'e muvasalat eylemiştir. nigahı iltifatı aşina bilmezmiş ögretdim eline tiğ virdim merhaba bilmezmiş ögretdim olup divane vü üftade bir şuhı sitemkara seri şurideme sengi cefa bilmezmiş ögretdim o rütbe lageri aşkım ki bir demde hayalasa delil oldum rehi yari ziya bilmezmiş ögretdim yeniden dağlarile eyledim sertakadem mecruh dili sadpareye şimdi deva bilmezmiş ögretdim düşüp mestane zülfi müşgbarın eylerim teşmir dili sergeşteye buyı safa bilmezmiş ögretdim olup rumalı iksiri gubarı dergehi hünkar hele biçare neyyir kimiya bilmezmiş ögretdim nazımı mumaileyh abdulhalim neyyir dede dersaadet'de tabendei alemi şühud olup tarikati aliyyei mevleviyyeye intisab ile galata mevlevihanesi postnişini irşadı şeyh galip dede merhumun ziri terbiyesinde bulunduğu halde tekmili hizmet ve müteveffayı müşarünileyhin vefatından sonra seyr u seyahat tarikiyle rumeli canibine azimet eylayüp yenişehiri fenar'da kain hankahı mevleviyyede hücrenişini ikamet iken bin iki yüz on beş senesi hilalinde şemi ömrü badı hazanı mevt ile mürde, vücudı nadirü'lmevcudu ziri hakı siyehde pejmürde olmuştur. hengamı visal akibet ağyara da kalmaz encama irer mevsimi gül hara da kalmaz bir şuhun olur ol dahi dermandei aşkı itdikleri ol şuhı sitemkara da kalmaz çok kuhkeni aşkın irişdi sıra karı kuhsarı bela da dili biçare de kalmaz ağyarın ider hanei ümidini ruşen bir gice o meh aşıkı avaza da kalmaz bir gün tükenir nalei bülbül dahi neyli encama irer mevsimi gül hara da kalmaz nazımı müşarünileyh ahmed neyli efendi istanbul kadısı sabık müteveffa mirzazade mehmed efendi'nin sulbünden bin seksen dört tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz dokuz tarihinde tariki tedrise duhul ile bermuktezayı resmi mutade nice nice medarisi müessisede rahlezibi ifade olarak yüz yirmi dokuz tarihinde izmir kazası mevleviyyetine nail ve yüz otuz dokuz tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine ve yüz kırk dört tarihinde mekkei mükerrevleviyyetine vasıl ve yüz kırk dokuz tarihinde anadolu sadareti behiyyesine nailiyetle sudurı izam silkine dahil olduktan sonra yüz elli dört tarihinde mukaddem yüz altmış tarihinde muahher olmak üzere mükerreren rumeli sadareti celilesine revnakbahşı fazl u kemal buyrulmuş iken müddeti muayyinesini tekmil itmeksizin bazı mertebe münharifülmizac olmuş olduğundan kendisine mudavat u ilac eylemek kasdiyle makamı sadaretden istifa ve yirmi gün mürurunda ki bin yüz elli bir senesi şehri rebiü'lahiresinde azmı gülgeşti me'va eylemiştir. vefatına şeyhülislam asım efendi merhum işbu tarihi garrayı tarh u inşad eylemiştir. mirzazade ahmed neyli sahnı firdevsi eyledi mesken mütercimi müşarünileyh alemi ulema azamı eshiya bir fazılı bihemta olup ulumı arabiyeye dair haylice tasnifat u te'lifatı ve nice nice kütübi nefiseye haşiyei selisü'lifadatı ve kütübi fıkhiyyeye müteallik altmış aded hayratı amimetü'lberekatı olduğundan fazla bir kıta divanı belagatünvanı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı eşarı letafetbeyanı vardır. harfi'lvav sen oldun mebdei mecmuı alem ya resulallah ki sensin baisi icadı alem ya resulallah recayı mağfiretle yüz sürüp geldim bu dergaha siyehru vasıkı aşuftehalim ya resulallah nazımı mumaileyh ibrahim vasık efendi salifü'tterceme egrikapulu rasim efendi'nin biraderi olup ilmi hatla me'luf ve yatağan camii imamı dinmekle maruf olduğu halde bir müddet imrarı evkat eyledikten sonra bin yüz altmış sekiz salinde canibi hicaz'a azimet ve avdetinde esnayı rahda kain antakya nam memleketde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyh ahlakı hasene ve etvarı müstahsene ashabından olup tuhfetü'lhattatin nam tezkirede dahi tercemei hali ve bazı eşarı renginmeali mestur u mukayyeddir. garibe: sadrı esbak şehid ali paşa merhumun egrikapı dahilinde kain ihyagerdesi olan çınarlı çeşscidi şerifin bina vü inşasına medar ve mübaşeret olduğu esnada müşarünileyh nemçe devleti hükumeti dahilinde vaki varadin muharebesine memuriyeti vukuuyla mahalli mezkura azimet edecekleri akşam mescidi mezkur civarında defini hakı ıtrnak olan ebuzer gıfari hazretlerini alemi menamda bi'lmüşahade kendilere türbe inşa ettirilmesini müşarünileyhe ima buyurmalarıyla bin yüz yirmi sekiz salinde türbei şerifi mezkurun emri inşası rehini hitam olarak nazm: bu kabri eyledi ihya şehid ali paşa tarihini mütercim mumaileyhe alemi manada tanzim eyleyüp senei merkume şehri şabanı muazzamında müşarünileyhin şehiden vukuı irtihali yani kendisinin şehadetinden makdem tarihi mezkurun sünuh eylemesi ahvali garibe ve tesadüfi acibe nevinden olması takribiyle vakai muharrere mumaileyhin tercemei haline zeyl uilave olundu. dal itdi beni kaşı kemanım dimiş oldum nal itti teni muyı miyanım dimiş oldum dar itti benim başıma dünyayı o demde cevr itme bana hokka dehanım dimiş oldum meclisde boyun egdi sükut eyledi dilber bir kere salın servi revanım dimiş oldum kasd eylemege hazır imiş canıma hayfa sevdim seni ey ruhı revanım dimiş oldum yarin bana vacid bilirim cevri nedendir avf it suçumu gayricanım dimiş oldum nazımı mumaileyh ahmed vacid efendi ceylanlı elhac mustafa paşa'nın silahdarı müteveffa elhac mehmed ağa'nın sulbünden dersaadet'te bin iki yüz kırk bir senesi kademnihadei mehdi vücud olup iki yüz elli dört senesi divanı hümayun kalemi şakirdanı ve iki yüz elli beş senesi mektebi maarifi adliye mülazımanı sınfına bi'lilhak üç dört sene müddet mektebi mezbura devam eyleyerek bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyledikten sonra tekrar kalemi mezbura ricat ve bir müddet dahi kalemi mezbura mülhak mühimme odasına müdavemetle iki yüz altmış dört senesi bi'listihkak hacelik rütbei refiasına nail ve senei merkuma hilalinde meclisi maarifi umumiyye ketebesi sınfına dahil olmuştur. mumaileyh müstakimü'letvar bir şairi pesendidegüftar olup kendisinin bir mikdar eşar u tarihi vardır. canibi eflak'da vaki yerköyü nam memleketi iki yüz yetmiş sali zaferiştimalinde asakiri nusretmüessiri şahane harb u darb ile rusyalı'dan zabt u teshir eylediklerine dair mumaileyhin rakamzedi kalemi olan nazm yerköyüyü bed aduvvdan aldı himmetle cüyuş mısraı tarihi teberrüken tercemei hali zeyline sebt u tahrir olundu. kıta ruz u şeb çekdigim meşakkatlar gayra oldu neticebahşı meram nahlı irfanı gars iden ben idim sahai dehrde nice eyyam vakti geldikde bar virdikde kıldı ağyarı hayf şirinkam nazımı divanı serbülendi reisülküttab ahmed vasıf efendi bağdadiyyü'lasl olup mukaddema van ve kars ve haleb caniblerinde birçok zaman ikametle tahsili hüner u marifet eyleyüp muahharen dersaadet'e bi'lmuvasala bazı küberanın kitabet hizmetlerinde bulunarak rütbei haceganiyi bi'lihraz amedi odası hulefası sınfına dahil ve bir müddet odai mezbura müdavemetden sonra mevkufat kalemi haceligine ve badehu küçük ruznamçe hizmetine ve bir aralık metruk kalyonlar kitabetine ve bir vaktten sonra anadolu muhasebeciligine ve bin iki yüz elli tarihinde metruk başmuhasebeciligine ve birkaç defa dahi tekrar anadolu muhasebeciligine nail olmuş ise de ol vakte göre menasıbı mezkure çendan idarei hale medar olmadığından ekser evkatı fakr u faka ile heba ve kendisi vakanüvislikle varakgerdeni sahayifi subh u mesa olmakda bulunup o esnada bazı ashabı garazın ifsad u iğvasına mebni midilli ceziresine nefy u icla ve mahalli mezbura kable'lazime avf u itlakı karini müsaadei şehenşahı keremferma buyrulmuş olduğundan tekrar salifü'lbeyan anadolu muhasebeciligine ve müddeti kalile zarfında saniyen metruk başmuhasebe haceligine ve bir sene tekmilinde büyük ruznamçe mansıbına nailiyetle bekam ve bir müddet mürurunda tevkiii divanı hümayun memuriyetine revnaktırazı ihtişam buyrulduktan sonra bade'linfisal tekrar ruznamçei kebir mansıbında bir müddetcik istihdam olunup iki yüz yirmi senesi evasıtında makamı valayı riyasete kuud ve bir buçuk sene mikdarı emri riyaseti idareye bezli mechud eyleyüp iki yüz yirmi bir senesi evahirinde sui mide illetine duçar ve ol suretle umurı memuresini idareye adimü'liktidar olmuş olmasıyla riyaseti mezkureden mazul ve sinnini ömrü haddı sebine mevsul olduğu halde ruhı paki azimi darı cinan olup civarı hazreti halid'de vaki valide sultan mektebi haziresinde muntazırı rahmeti cenabı mennan olmuştur. müşarünileyh ifadesi hub bir aded tarihi merğub tanzimine muvaffak olmuştur. eşarı mürurı ezmine ile kazazedei ruzgar olmuş olduğundan hiç bir ve diger eserine destres olunamayup vakanüvislik memuriyetinden infisalinde silki nazma keşide eyledigi işbu kıtai latifi teberrüken tezkirei aciziye sebt u tahrir olunmuştur. mürgı dil sayd olıcak mertebe ahmak degil halkaı zülfi siyahı o mehin fak degil bu nasıl bus idiş ey sufii harircüste o büti goncefamın gerdeni kaymak degil ne kırarsın ikide birde benim hatırımı gönlüm ey tıflı ziyankar oyuncak degil seyr idüp raks u hiramın nice azmaz sufi gören ey meh seni oynar bile azmak degil dasitanım niçin ısgadan iba eylersin kıssai aşkdır avazei laklak degil zineti cana degil hüsni edadır matlub meyvedir lazım olan nahlda yaprak degil gönlün olursa da olmazsa da vasla sağ ol vasıfın sana rica itmesi mutlak degil nazımı mumaileyh enderuni vasıf osman beg bostancıbaşı müteveffa arnabud halil paşa'nın akribasından olup müddeti medide enderunı hümayunda hidematı seniyyede bi'listihdam muahharen müstevfa nanpare tayiniyle çırağ u bekam buyrulup hanesinde guşegiri ikamet iken bin iki yüz kırk tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin matbu bir kıta divanı eşarı vardır. rehi aşka gidenler başına derdi bela almış bu yolda ser virenler yarini bad u heva almış delinmiş göz göz olmuş tiri müjganıyla ten guya açılmış hanei deycura revzen ruşena almış dökülmüş ruyuna gisuları baş gösterüp her su gidilmez şehri hüsne şimdi anı ejdeha almış olur mu bikri neş'e hiç zaili bezmi alemde demiyle piri meyden duhterin pek çok dua almış dimiş nabzım tutup dil hastasına ol tabibi naz saçağım geçmiş amma vasıfım berdi cefa almış nazımı mumaileyh mehmed vasıf efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup fenni kitabetde bazı mertebe behresi olmak mülabesesiyle burusa muaccelat nezareti dahilinde hizmeti kitabetde istihdam ile güzarendei şuhur u avamdır. zebanı hamei vakıf güherfeşanlık ider bu gune bir gazeli abdar ünledikçe nazımı mumaileyh mehmed vakıf efendi mahrusai burusa'da kademnihadei sahai vücud olup tariki tedrise duhul ile güzarendei eyyam u şuhur iken bin yüz otuz yedi tarihinde cisri fenadan semti bekaya mürur eylemiştir. balada muharrer olan beytinden başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. gülşensarayı tabına gülçinkam olur hep gülbüni muhabbeti vakıf diken dürüst nazımı mumaileyh seyyid yahya vakıf efendi şairi mahir abdurrahim efendi merhumun veledi sahibhıredi olup tariki tedrise duhul ile bir müddet kassamı askeri hizmetinde bi'listihdam tekmili devri medaris eyleyüp halebi şehba mevleviyyetine mazhar ve muahharen darü'lhilafetü'laliye hükumeti dahi kendüye mukadder olduktan sonra nazarı lafzi tarihinde ki bin yüz elli salinde darı bekaya azm u sefer eylemiştir. mumaileyh dakayıkı şire vakıf bir şairi sahibmaarif olup terceme vü asarı salim efendi tezkiresi'nde dahi mestur u mezkurdur. kemalin feyz almış cahile arz eyleme vecdi sana sonra kadir'de arzı ruyı infial eyler nazımı mumaileyh ahmed vecdi ağa cezirei mora'da kain gerdus nam serhad beytinde bir imamı benamın necli asili olup bir müddet müezzinlik hizmetinde bulunarak imrarı subh u şam eyledikten sonra terki memleket eyleyüp dersaadet'e muvasalat ve kitabet tarafına meyl u rağbetle şehid ali paşa ve damad ibrahim paşa merhumlara kesbi münasebet u hususiyet iderek bir aralık serbevvabini dergahı ali igvatı silkine dahil olmuş ise de medarı feyz olacak mertebe bir mansıb u memuriyete nail olamayüp piraneser bin iki yüz kırk bir tarihinde medinei izmir'de darı bekaya azm u sefer eylemiştir. mumaileyhin balada muharrer olan beytinden başka eşarı bulunmamışdır. nazımı manzumei hünermendi hace vecdi efendi memaliki hint'te vaki binkala nam mahallin kibarzadelerinden olup tariki mal u cah ve saliki rahı ilah olarak bir müddet memleketi şiraz'da ikamet eyledikten sonra medinei konya'ya muvasalat ve calisi mesnedi meşihatı mevleviyye ati'tterceme çelebi mehmed said efendi'ye talimi hakaiki mesneviyye ve tefhimi dekayiki maneviye eyleyerek bir müddet imrarı vakt u saat eyleyüp bin iki yüz kırk altı senesi irtihalı darı ahiret eylemiştir. naşı mağfiretnakşı asıtanı cenabı pir 'de vaki niyazpenceresi kurbunda medfundur. balada muharrer farisi beytinden başka eşarına destres olunamamıştır. görmedik sultan ahmed hanı gazi gibi biz şiri düşmengir bir merdi dilir u kahraman eyledi bir niçe destur hizberanı sireti hizmeti mihri vekaletle müşarün bi'lbenan itmedim tafdili keyfiyetle teksiri sevad cümlenin bir vefki icmal eyledim halin beyan iktiza itdim hadaik isrine çün gönl u gök rehnümalık itdi bana taibi tazezeban yani damengiri oldum bu kasirü'ddenk ile cümle noksanı ola manzurı inde'lmünşiyan ismi tahrir olunan cümle zevatı ekremin her biri olsun ilahi dahili darü'lcinan nazımı manzumei hünermendi dilaver ağazade ömer vahid efendi dersaadet'de kademnihadei sahai vücud olup defterhane kaleminden neş'etle cennetmekan sultan ahmed hanı salis hazretleri asrında sınfı haceganiye dahil ve devri menasıbı divaniye iderek teşrifatçılık hizmetine nail olduktan sonra bir müddetcik dahi metruk başmuhasebe mansıbında bulunup müsinn u ihtiyar olduğu cihetle ihtiyarı guşei uzlet ve tarikatı aliyyei mevleviyyeye intisab ve dehaletle imrarı vakt u saat eylemekte iken salifü'tterceme mehmed ragıb paşa merhumun makamı sadarete revnakefza oldukları sali meyaminfalda ibtida vaki olan tevcihatda efendii mumaileyh dahi usulı kadime üzre atiyyei mutadesini ahz eylemek zımnında babı ali'ye azimet itmiş ve sadrı müşarünileyhin kendisi ile muarefei kadimesi ve ikisinin bir kalemden neş'et eylemiş bulunması münasebetiyle kendisini hafice arz odasına davet u ilbas hilatı riyasetle huzurı sadrı azamiden defteri tevcihat elinde olduğu halde huruc ve hususı tevcihata mahsus olan odaya vüluc ile bade hitamü'lmemuriye isabeti ayna duçar ve kırk elli gün mürur itmeksizin hululı ecel mevudiyle azimi darü'lkarar olmuştur. müşarünileyh inşası müsellem bir katibi mucizrakam olup kendisinin osmanzade taib efendi merhumun hadikatü'lvüzera nam eseri latifine bir mikdar zeyli vardır. balada muharrer olan ebyatından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. yarin visale rağbeti olmuş çifaide harfı reca zebanım ile aşina degil keşfi raz itmez salabetkar olan kable'l fena yanmadıkça avd sırrı buyın itmez aşikar iltizam eyleyenin mazbatı keyfince gerek arakaşame sakız badekeşana erdik bu degirmeni fenanın elemi devri aman danei aklımı un itdi elekden eledi nazımı maarifpira reisü'lküttab mehmed emin vahid paşa kilis nam memleketde kademnihadei sahai vücud olup tufuliyeti esnasında validesiyle beraber dersaadet'e dahil u güzer eyleyüp unfuvani şebabetinde atiki babı defteride vaki maliye kalemine bir müddet müdavemetle sultan selim hanı salis hazretlerinin zamanı saltanatlarında zecriyye başkitabetine ve badehu zecriyye muhasallığı memuriyetine ve bin iki yüz yirmi bir senesi mevkufat mansıbına ve o esnada memuriyeti mehsusa ile paris canibine azimet ve avdetinde ki iki yüz yirmi dört senesi evasıtında defterhanei amire emanetine ve bir mah mürur itmeksizin rikabı hümayun dahilinde olmak üzere makamı riyaseti küttaba mukarenet ve üç mah mürurunda riyazeti merkumeden müfarakatla menfiyyen medinei kütahya'ya azimet ve bir buçuk sene müddet ikametden sonra avf u itlakı vukuuna mebni tekrar dersaadet'e bi'lmuvasala tophanei amire nezaretine ve iki yüz yirmi yedi senesi tersanei amire emanetine mevsul olup senesini itmam ile mazul olduğu halde iki yüz yirmi dokuz senesi muhalefat memuriyetiyle tekke kazasına izam ve o aralık uhdesine rütbei vezaret bi'ttevcih tekke ve hamid sancaklarına ve birkaç sene mürurunda cezirei girid'te kain hanya muhafızlığına memuren hükümranı izz u ihtişam buyrulmuş ise de bermuktezayı şivei kadr on üç sene zarfında haiz olduğu rütbei vezaret üç defa uhdesinden sarf u tahvil olunarak her birinde bir mahale nefy u icla vukuı tali hasebiyle tekrar vezareti kendiye terk u ibka buyrulup defai ulasında mezkur hanya muhaffızlığından cezirei sakız'a ve defai seniyyesinde cezirei merkume muhafızlığından karahisarı sahib nam mahale ve iki yüz kırk iki senesi defai salisesinde halebi şehba eyaletinden mahrusai burusa'ya nefy u tağrib ile iki yüz kırk üç senesi evahirinde bahrı sefid boğazında kalai sultaniye mukabilinde vaki eski istanbulluk tabir olunan mahallin emri muhafazasına ve bir kaç mah zarfında bosna eyaletine memur ve tayin buyrulmuş iken eyaleti merkume canibine azimiyeti mümeyyezkerdei cenabı rabbi ehadiyet olup iki yüz kırk dört senesi evailinde mahalli mezkurda işbu mihirgahı masivadan füshatserayı bekaya azmı rihlet eylemiştir. müşarünileyh vahidü'lasr dinmege şayan bir veziri alişan olup eseri kalemi mucizrakamı olmak üzre remyi kavsa dair minhacı remmat isminde bir aded risalei muteberesi ve asarı hayretdisarından olarak medinei kütahya'da bir bab kütüphanei muhtasaresi vardır. balada muharrer ebyatından başka eşarı manzurı acizi olmamıştır. müşarünileyhin kilisli olması cihetiyle hasb u nesebcehakkında bazı gune zikri gayrı caiz sözler tefevvüh ve istinad olunmuş olduğundan şehriyyü'lasl olduğunu ilan eylemek gareziyle nazm: ferzendi sitanbulum ferzendi sitanbul mısraını bir çok zaman evradı zeban eylemiş olduğu zeyli sefinetü'rrüesa'da mestur u mukayyeddir. şebi yeldayı zülfün tarını bildim teemmülle hayal u zılle benzetdim mehi ruyun tahayyülle hayalin danesiyle mürgi dilzarı seherlerde düşürdün mahı ruyum damı zülfe hali fülfülle o çeşmi fitne pürzarın beni meftunı aşk itdi ne yapsam neylesem bilmem acep bu hali müşkille kimi gördük safa ile cihana geldi de gitti elemdir karı alem anı def it cam ile mülle vahid erbabı sabrı telhii gam zevkyab eyler meseldir bu kuruk helva olur sabr u tahammülle nazımı mumaileyh ahmed vahid efendi sayda eyaletinde vaki biladı beşare nam mahallde panihadei sahai vücud olup bir aralık dersaadet'e muvasalat ve bir müddet ikametle bin iki yüz kırk yedi tarihlerinde mısrı kahire'ye azimet ve bir sene müddet hizmeti kitabetde istihdam olunduktan sonra dersaadet'e avdet ve bir müddetcik canibi ihtisabda kitabet hizmetiyle bi'listihdam muahharen anadolu canibine azimet eyleyüp bazı vüzeranın divan kitabeti hizmetinde bulunduğu halde imrarı subh u şam eylemektedir. mumaileyhin bir nebze tabiatı şiri var ise de sirkatı şir töhmetiyle müttehem olduğu bazı şuara beyninde müsellemdir. bahanecuyı vuslat olduğum yare duyurmuşlar nifak itmişler ana manevi himmet buyurmuşlar bu rütbe bivefalık eylemezdi ol kerempişem seni sevmez deyu tağlit ider bazı kudurmuşlar çekilmez gerçi hemyazei aşkı ol kaşı yayın ne çare sehmendazı kader bu kevne kurmuşlar dayanmaz ol kadar mızrabı naz u cevre sultanım derunum sazı nasazın kulağın pekçe burmuşlar nevalı vuslatı barı mecaza kalmadı hahiş bihamdillah dili neşemi hakikle doyurmuşlar bilenler genci baraver olur badı heva her dem bu divanı süleymani'de bilmezler duyurmuşlar seri adaya meydanı seri kuyun iderdim teng semendi badı payı himmeti vahyi'yiyormuşlar nazımı mumaileyh hace vahyi efendi sevahili tuna'da kain ibrail nam kasabada panihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve o esnada malumı sigar u kibar olan tarikatı aliyyei nakşibendiyye meşayihi izamından burusevi şeyh emin efendi merhumdan ahzı desti inabet eyleyüp bir müddet salifü'tterceme hace neş'et efendi merhumun dairei feyzi bahirelerine müdavemet eyledikten sonra çatladıkapı civarında vaki hanesinde bazı ashabı istidada talimi fünunı farisiye ve tefhimi dakayıki mesneviye iderek imraı subh u şam itmekte iken bin iki yüz otuz üç tarihinde azimi darü'sselam olmuştur. naşı mağrifetnakşı topkapı haricinde kain kabristanda vaki hace neş'et efendi suffasında defini hakı ıtrnak olmuştur. mumaileyhin fazl u kemali müstağnii tarif u beyandır. müsellem mülki alemi sürur mekkardır kakül güruhı ehli derde hakim u serdardır kakül dü sad satrı sevad amma muharrer kilki mularla ki levhi saderuda surei esrardır kakül degil illa müsavver resmi dudı ah dillerde seri her mahruda gör ki hala vardır kakül dü serverdir ki ol melek sevadı dehre malikdir ki her dem hemkülahı turraı tarrardır kakül vesimasa sıla ehli kelamı asra her dürlü ki davada güvahı adilim derkardır kakül nazımı mumaileyh ahmed vesim efendi kuzatdan müderriszade müteveffa mektubi muhammed salim efendi'nin sulbünden dersaadet'te beşiktaş nam mahallede bin iki yüz yirmi tarihinde kademnihadei kehvarei vücud olup pederi mumaileyh ile beraber bir çok vakt anadolu taraflarında seyr u seyahat ve aram u ikamet eyledikten sonra iki yüz otuz iki senesi babı defteride vaki metruk başmuhasebe kalemine müdavemete mübaderet eyleyüp iki yüz kırk üç senesi asakiri mansura tabur kitabetine ve bir sene mürurunda canibi ihtisabda kitabet hizmetine ve iki yüz kırk altı senesi babı seraskeri ruznamçe odasına ve iki yüz elli üç senesi elbise anbarı kitabetine ve iki sene mürurunda masarifat hazinesine ve iki yüz elli dokuz senesi dikimhane ruznamçeligine ve bir sene sonra nizamiye hazinesi ruznamçe odası dahilinde vaki rumeli orduyı hümayunu mukayyedi ula hizmetine nakl ile sınfı hacegana dahil ve muahharen rumeli orduyı hümayunu ruznamçeciligi hizmetine nail olmuştur. mumaileyh mukaddema kethüdazade arif efendi ve muahharen hace fehim efendi merhumlardan bir mikdar ulumı arabiye ve fünunı farisiye tahsil eyleyüp haylice eşarı güzide tanzimine muvaffak olmuştur. kıta bilindi sırrı lali harfi düşnamın vürudundan o şuhun oldu sabtı nüktei nabudu budundan biz ol sevdageri berçide kalayı diliz vassaf metaı hahişin asudeyiz hüsran u sudundan nazımı mumaileyh şeyhülislam vassaf abdullah efendi akhisar nam mahallde kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tahsili ulumı aliye ve tekmili nüsahı ilmiyye eyleyüp bin yüz on bir tarihinde tariki tedrise duhul ve bir müddet mürurunda selanik kazası mevleviyyetine ve yüz kırk tarihinde mısrı kahire mevleviyyetine nail olduktan sonra akaide dair bazı mesail u müşkilatı hall u tefhim eylemek üzre canibi iran'a azimet ve hitamı memuriyetle dersaadet'e avdeti hengamda anadolu sadaretine ve yüz altmış iki tarihinde rumeli sadaretine ve üç sene mürurunda saniyen sadareti merkumeye ve yüz altmış sekiz salinde makamı valayı meşihata revnakbahşı fazl u kemal buyrulup sekiz mah mürurunda vukuı infisaliyle mirgünoğlu nam mahallde vaki sahilhanesinde ikametle güzarendei ruz u leyal olmuş iken bin yüz yetmiş dört senesi şehri zilkaidesinde sinnini ömrü mahı kamileyi mütecavizen azimi kurbgahı rabbi bizevali olmuştur. müşarünileyh ırkı tahir bir alimi mütebahhir olup kendisinin bin beş yüz aded beyti şamil behçetname isminde bir manzumei muteberesi ve hattı talikte kemaliyle behresi olduğu ve abdi ve vassaf mahlaslariyle haylice eşarı bulunduğu reisü'lküttab vasıf efendi tarihinde mestur u mukayyeddir. cihanda ademe ibkayı nam itmek saadetdir anın esbabı amma hüsnı hizmetle saadetdir eger dirsen su getirenle destiyi kıran birdir yine ehli vukuf indinde tefriki ne devletdir nazımı manzumei hünermendi suyolcuzade mehmed salih vasfi efendi suyolcular kethüdası esbak elhac hasan ağa merhumun sulbünden dersaadet'de bin iki yüz yirmi iki senesi şehri rebiü'levvelinin on beşinci günü kevseraşamı aynı vücud olup sinnleri tefriki surh u sevad derecesine reside oldukda nakdinei evkatını tahsili cevahiri maarife hasr u sarf ile taksimi ezelde kendüye ihsan olunmuş olan hüsni sada münasebetiyle iki yüz otuz beş tarihinde salifü'tterceme halet efendi merhumun dairesinde bir sene müddet müezzinlik hizmetinde bi'listihdam iki yüz otuz altı salinde sarayı hümayunı mülukaneye çırağ olunarak bekam u şadan ve on sene müddet mürurunda müsahabeti cenabı şehenşahi hizmeti müstelzimü'lmefharetiyle dahi mazharı eltafı bipayan olduktan sonra uhdesine hacelik rütbei refiası bi'ttevcih islimye kazası kaimmakamlığına memuriyeti icra ve bir sene mürurunda kaimakamlıkı mezkurdan infisali runüma olmuş ise de altı mah mürurunda kazayı mezkurda vaki çuka fabrikai hümayunu nezareti inzimamiyle saniyen kaimmakamlıkı mezkur uhdesine ihale büyrulup on üç mah mürurunda bi'linfisal dersaadet'e muvasalatla iki yüz altmış dokuz senesi hilalinde fabrikai mezkur bervechi iltizam uhdesine ihale kılınarak ile'lan karyei beşiktaş'ta vaki hanesinde terennümsazı ikamet olduğu halde daavatı hayriyetayatı cenabı mülukaneye müdavemet eylemektebulunmuştur. mumaileyh mutribhanei kemalin farabii meşhurı sani dinmekle şayan bir musikişinası hoşelhan olduğundan başka fenni musikide olan malumatı tammesinin semeresi olmak üzre kavaidi şiriyyede dahi indi olarak geregi gibi kesbi miknet eyleyüp bir kaç aded kıtai latif inşadına dahi himmet eylemiştir. ne cevraşina ne düşmeni bidinden feryad heman ol çeşmi mesti dilberi hodbinden feryad abesdir sanma gülbangı eninim sahai tende gönül eyler hirası gamzei huninden feryad degil radkeş sadası sakinanı alemi ulvi iderler çarhı gerdunı cefa ilinden feryad seriri hame zann itme yazarken vakai halim kalem eyler elimde talii pürkineden feryad hezarkeş nağmesin ahenge nisbet eyleme vasfi ider derdi firakı goncei parineden feryad nazımı mumaileyh rüstem vasfi efendi medinei sofya'da meşhur u mütearif olan isfendiyar beg'in sülalesinden olup sigarı sinninde mahrusai vodin'e hicret ve bin iki yüz elli dokuz senesi dersaadet'e muvasalatla ebulfeth sultan mehmed hanı gazi camii şerifi civarında vaki kıbrıslı abdullah efendi medresesinde hücregüzini ikamet olduğuhalde tahsili ulumı arabiye eylemekte bulunmuştur. mumaileyh talebei ulumun sahibşuuru ve sahai fünunun rüstemi pürzuru olup bir mikdar eşar u güftarı vardır. mümkün mü bendi zülfi siyehtabdan halas kabil mi mürgi cana o kullabdan halas dil görse tabı arızını çak çak olur kettan olur mu pençei mehtabdan halas kim buldu cevri gerdişi eflakdan halas kabil midir keşakeşi girdabdan halas insanı zurı mürg ider pest akibet asfur olur mu pençei ikabdan halas vehbii zarı lutfunla eyle ya allah cevri adu vü minneti ahbabdan halas nazımı mumaileyh seyyid hüseyin vehbi efendi şehriyyü'lasl olup bin iki yüz yirmi üç tarihinde tariki tedrise duhul ve bi'lahire halebi şehba mevleviyyetine nail olduktan sonra canibi hicaz'a azim u rahi ve ifayı farizai hac ile mazharı füyuzatı ilahi olarak deri aliye'ye avdet eyleyüp bin yüz kırk dokuz salinde darı bekaya rihlet eylemiştir. dersaadet'de cerrahpaşa camii şerifi civarında vaki canbaziye nam mescidi şerif hatırasında medfundur. vefatına suyolcuzade salifü'tterceme necib efendi merhumun inşad eyledigi tarihdir. nazm: ah vehbii hünerpişe cihandan gitdi mumaileyh ilm u fazlı zahir bir şairi mahir olup bir kıta surnamei meserretallamesi ve müretteb divanı eşarı olduğundan başka babı hümayun pişgahında vaki çeşmesarı dilcuda haylice ebyatı abdarı ve salim efendi tezkiresi'nde dahi bazı asarı letafetdisarı mestur u mukayyeddir. kalei vuslatı biz gizlice aldık satdık bu bazarlıkda rakiba seni pek aldatdık çü mülkü sürmüşidin ateşe davet idicek o peri duymadı ardında ne iş kaynatdık kapudanzade yemi firkata boğmuştu bizi zevreki vaslına bir hamle de kıçdan çatdık pisteri vuslata yatmam deyu eylerdi inad bu gice yar ile çok arbede itdik yatdık fikr idüp suzeni elmas gibi müjganın subha dek habgehi gamda huzara baktık didi bir yıldızı yüksek güzele düşkündür talii aşkı müneccimbaşıyla yoklattık soyu pek sert idi ol şuhı turunçsitanın hele soyunca varıp ohşayarak yumşattık ziri nafende olan gizli şikafın zevkin açmadık kimseye ancak kaleme çatlattık gelemez kızdı keduyı meyi itdikde şikest zahidin biz dahi başında kabak patlattık deri meyhaneyi şuha kapamak isterimiş ayağı deng alarak gizli kapağı atdık virdi sahba çıkarup piri mugan çaşni helal boş bulunduk inanup kafire vardık tatdık sarp iken vadii sabit bir eyü dizgin idüp vehbiya anda dahi atımızı oynattık nazımı mumaileyh sünbülzade vehbi efendi medine i maraş'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e bi'lmuvasala tariki kazaya duhul ile bazen kendi mansıbıyla ve bazen niyabet suretiyle rumeli ve anadolu caniblerine azimet ve ol vecihle edayı hizmet i şeriat eylemekteiken cennetmekan sultan selim hanı salis hazretleri zamanında tebdili tarik eyleyüp sınfı haceganiye bi'lilhak sefaret hizmetine memuren iran canibine azimet ve itmamı memuriyetle dersaadet'e avdetinden sonra külli şeyin yercii illa aslihi müeddasınca tekrar tariki kazaya ricat ile bazı medayin u kasabatda icrayı ahkamı şeriat iderek imrarı evkat itmekte iken bermuktezayı havadisi kevniyye bir maraza duçar olmuş olduğundan beş sene müddet dersaadet'de kain hanesinde esiri ferraşı illet olup bin iki yüz on dört tarihinde darı bekaya rihlet eylemiştir. gameksar u enisi müteveffa süruri efendi vefatına işbu tarihi selisini tarh u inşad eylemiştir. nazm: cennet olsun ruhuna vehbi efendi'nin mekan mumaileyh sünbülzade ünvaniyle arif bir şairi zarif olup asarı adidesinden olmak üzre nabi efendi hayriyesine naziregune lütfiye isminde bir eseri güzidesi ve şevkengiz isminde bir aded hikayetnamei pesendidesi ve lugatı farisiyeye dair tuhfe isminde bir kitabı renginhitabı ve lugatı arabiyeye müteallik nuhbe isminde diger bir kitabı müstetabı olduğundan fazla arabi ve farısi ve türki olarak müretteb ve matbu bir kıta divanı belagatünvanı vardır ki cem olduğu maani vü mezamini müstağnii tarif u temyizdir. gazeli musannaı besanatı müsavii aded bu suret ıttıradı babı asl u fere dairdir muhabbetle meveddet ey dilara manide birdir nihanı noktai nun olsa sırrı hey'eti eşya mebadii nazardan remzi bünyana mebadirdir serirarayı arş olsa bu fer kürsiyi evaız yine ehli riya ziri çomağı rindi zacirdir kerem temliki mahlul kaldı mergi bermekilerle berat eyler kederde başkalem maktuı çakerdir bu tire talii bedbahta zeyfi sim ise bais gınayı tesliyetbahş eyleyen safı zemayirdir dila lutfı edaniden tama ümmidini kaldır bu mevsimde gider desti atayayı ekabirdir eger tardı gama zorı meyi gülfam ile şimdi hünerkaranı alem itiyad itmezse nadirdir şifa virse acep mi sadrı bezme işvei kanun bu bir tavrı tarabza kubbei minaya dayirdir gazelguluk lugaz şeklinde örf olduysa ey vehbi şiarı kaydı derdi halline memurı şairdir nazımı mumaileyh vehbi efendi hersek eyaleti dahilinde kain istivlice nam kasabada kademnihadei sahai vücud olup tariki kazaya duhul ile niyabet suretinde bazı bilad u kasabatda müddeti medide hükumet eyledikten sonra bin iki yüz on altı tarihlerinde eyaleti merkumede vaki travnik nam kasabada irtihalı darı beka eylemiştir. bir mikdar eşarı vardır. latife; mumaileyhin bazı eşarı salifü'tterceme sünbülzade vehbi efendi'ye azv olunarak kendisine irae olundukda mütercimi mumaileyhin yek çeşmligine işaret ve kendüye isnad olunan anın zadei tabı olduğuna alamet olmak üzre o makule gazelin makta beytinde vaki vehbi lafzında olan ha'nın bir gözüne cüz'i mürekkeb vazıyla mumaileyhin kendi gibi mahlası dahi görleyüp tefriki zat eyledigi bazı zürefayı asrdan samiaresi acizi olmuştur. gazeli natamam biz andelibiz istemeyiz yüce haneyi gülşende cana hoş tutarız aşiyaneyi yokdur nevayı saza bizim ihtiyacımız her dem bu bağda guş ideriz hoş teraneyi vehbi kenarı defter u divana kayd idüp hıfz it güzelce bu gazeli aşıkaneyi nazımı mumaileyh salih vehbi efendi şehriyyü'lasl olup kitabet tarafına meyl u rağbetle muahharen vodin valisi müteveffa ağa hüseyin paşa'nın hazine kitabeti hizmetinde bulunduğu halde rumeli canibine azimet eyleyüp bin iki yüz kırk dört tarihinde misivri civarında vaki ihleli nam karyede darı bekaya rihlet eylemiştir. mumaileyhin fenni musikide ve hususiyetle neyzenlik ilminde kemali mahareti olup eşarı birkaç gazelden ibaretdir. harfi'lhe ateşfikeni ruhun ufukı asmana dek hattın zuhuru fitnei ahirzamana dek hugerde olsa halveti germabede teng mevcefgeni letafet olup camekana dek ey bade kimse bilmedi billahi hürmetin düştü ayağa devleti islamiyane dek seyr eyle keşfi babı keramet nice olur var asitanı hazreti piri mugana dek hatif kümeyti hame taliki'linandır bu sehli mümteni revişi şairane dek nazımı mumaileyh hasan hatif efendi mahrusai burusa'da bin yetmiş yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup bin yüz on bir tarihinde haric itibariyle sınfı müderrisine dahil ve ol vaktin usulü vechile yüz kırk tarihinde gence kazası mevleviyyetine ve badehu revan kazası mansıbına nail olduktan sonra iki yüz kırk altı tarihinde kayseriye kazasına yüz elli bir tarihinde şehri bağdad'a kadı olarak yüz elli yedi tarihinde medinei tokad'da hakim iken dayini ecel kendüye mutekazi olup senei mezbure hilalinde medinei mezburede emri şerifi irciiye razı olmuştur. mumaileyh meşahiri şuaradan olup bir kıta müretteb divanı ile ibkayı nam eylemiştir. dil giriftarı kemendi halkai gisusudur ahuvanı çin esiri gamzei cadusudur haller iyarı hüsnün fitnei cadusudur gamzeler çeşmi siyahı işvenin casusudur saye salmış şehperi cibrili manii hayal baği hüsnün sanma nevhat sünbül ü şivesidir encümengahı felekde şulei tevhidi şevk meyi pürsitan hayalin narai ya husudur pek tulek nevrestedir düşmez kemendi ülfete hatifa deşti hayalin nazenin ahusudur nazımı mumaileyh ali hatif efendi şehriyyü'lasl olup mücellidlik sanatına olan mahareti iktizasınca cennetmekan sultan abdulmecid han hazretleri asrında mücellidbaşılık hizmetinde bir müddet istihdam olunup muahharen bazı mütalaaya binaen tulumbacılar cemaati merkume silkinde bulunduğu halde hace neş'et efendi merhumdan bir mikdar tahsili hüner u marifet eyledikten sonra bin iki yüz yirmi üç tarihinde nezdi şahenşahide müsahiblik hizmetine nail ve iki yüz otuz bir senesi başmusahiblik memuriyetine nakl ile mümtazı akran u emasil olmuş iken iki yüz otuz dokuz salinde irtihalı dari beka eylemiştir. nazm: pir idi hatif efendi eyledi adnı makam tarihini ehibbasından müteveffa hace fehim efendi nazm u inşad eyleyüp ifayı lazımai hubb u vedad eylemiştir. mumaileyh kendüye mahsus olan vadide haylice muhayyel kelimat nazm u inşad itmiş ise de ekserisi müşevveş u galat ve bazısının imlaları dahi yanlış ve sakıtdır. hane berduşı cihan kim didiler işte biziz özge bikaydı zaman kim didiler işte biziz herkesin kendine mahsus merakı vardır akil u pir u cüvan kim didiler işte biziz öyle mestim ki ayak vaktimi bilmem hala ezeli badekeşan kim didiler işte biziz birtakım derdkeşi meykedei aşk içre hadimi piri mugan kim didiler işte biziz seri kuyunda o mahın dolaşıp sergerden eyleyen ah u figan kim didiler işte biziz aşikar oldu bize bud u nebudı alem vakıfı sırrı nihan kim didiler işte biziz yok mudur ehli maarif edebiyat anlar şairi tiri zeban kim didiler işte biziz her vakit aleme bir gune haberler dağılır hatifi müjderesan kim didiler işte biziz dergehi hazreti mollaya dayandım ya hu aşıkı mevleviyan kim didiler işte biziz nazımı mumaileyh sahhaf mehmed hatif efendi manisa sancağında teymurcu kazası dahilinde kain kulağuzlar karyesi ahalisinden olup bin iki yüz otuz iki senesi dersaadet'e bi'lmuvasala şeyh ebu vefa medresesinde ikametle bir mikdar tahsili ulumı arabiye ve fününu farisiye eyledikten sonra nazm: felegin gerdişi biinsafı hatif'i itdi ayak sahhafı beyti müfadınca bir müddet zenbilberduş olduğu halde kitapfüruşluk eyleyüp muahharen sahhaf çarşısında bir bab dükkançe güşad ile me'lufı ahz u ita iken iki yüz altmış iki senesi şehri saferinde irtihalı darı beka eylemiştir. mumaileyh hoşsohbet bir şairi paktinet olup tahriri hatdan bibehre iken bazı tevarihı mutebere tarh u inşadına muvaffak olmuştur. eşarı bir kaç gazelden ibaretdir. balada muharrer olan gazelinin bazı kafiyeleri sakat vaki olmuştur. şöyle ki; derdkeşan, piri mugan, mevleviyan lafızlarının ahirlerinde olan an lafzı kaidei farisiye üzre ceme alamet olup redif hükmünde olacağından lafzı mezkur hazf olunduğu anda redife kafiye olamayacakları tebeyyün eyler. bu siyak üzre türkçe olan muzari kelimelerinin dahi ale'lulum birbirine kafiye kılınmaları gayri sahihdir. gider kelimesinin geçer kelimesine, içer kelimesinin keser kelimesine, kaçar kelimesinin tutar kelimesine kafiye kılınması misillü zira işbu fili muzari kelimelerinin lisanı fariside ahirleri harfi dal ve lisanı türki'de harfı ra olması muktezayı kavaidden olduğundan ahirlerinde olan müzaraat harfı redif hükmünde tutulup makabllerinde bulunan harfı harfı reviyy itibar eylemek lazım gelir. işbu harfı reviynin dahi gerek farisi gerek türki kelimelerde kelimenin emri hazırına müracaatla zahire çıkacağı emri bedihidir. gider kelimesinin emri muhatabı git, geçer kelimesinin geç, içer kelimesinin iç, kaçar kelimesinin kaç, tutar kelimesinin tut kelimesidir. ki bunların bir birine kafiye olamayacağı müstağnii tarif u beyandır. bu suretde gider kelimesine ider kelimesi, içer kelimesine biçer kelimesi, kaçar kelimesine açar kelimesi, keser kelimesine eser kelimesini kafiye eylemek lazım gelir ki gaflet olunmaya. bu şeb bezmi aduda gerçi kim ol mehlika kaldı hele derd u gamı hicranide tenha bana kaldı çıkardı arzuyı merhemi behbudu hatırdan dimağı zahmımızda lezzeti tiği cefa kaldı o şehnazın gice agazei taksimi lutfundan sımahı can u dilde bir acayip hoş sada kaldı şaraba nakdi aklı olmaz oldular harabatın ne bazarında germiyyet ne bir beg u şira kaldı bu nazmı hadiya bir nüktedan vasfiyle itmam it yazıkdır natamam ol nuhsai medh u sena kaldı nazımı mumaileyh abdulhadi efendi mahrusai burusa'da vaki hisar camii şeyhi müteveffa abdulbaki efendi merhumun mahdumu olup haric itibariyle tariki tedrise dahil ve bin yüz on altı tarihinde tire kazası hükumetine nail olarak yüz on dokuz tarihinde trablusşam kazasına ve yüz yirmi üç tarihinde beldei kayseriye'ye kadı ve hakim ve badehu hükumetle medinei manisa ve şehri diyarbekir'e rahi ve azim olduktan sonra mahmiyyei üsküdar'da seccadenişini şeri enver olduğu halde bir müddet imrari şam u seher eyleyüp bin iki yüz kırk üç senesi canibi hicazı mağfirettıraza azimetle senei mezbure hilalinde beyne'lharameyn naklı niyazı cennet eylemiştir. mumaileyhin eşarı şairane ve üstadane vaki olmuştur. şarab u nab u hiddetden içüp hayran olan gelsin hakikat cenneti kudsa bu gün sekran olan gelsin bihamdillah hakikatle fena buldu fena bezmi beka bezminde sohbetle hemin sekran olan gelsin irişdi katremiz bahre görünmez sahil u karı vücudu katresin bahra konup umman olan gelsin ledünni ilmidir daim okunan mektebi dilde alup ders hacei dilden sözü kıran olan gelsin hak'ın zat u sıfatiyle görüp bir zerreyi kaim merayayı zuhur içre özü seyran olan gelsin geçüp cümle meratibden nümudarı olup kevnin devirden neşr ile haşri görüp devran olan gelsin erenler sohbetin herdem hakikat isteyen canlar geçüp hep cümle varından bıkup kurban olan gelsin kamu arazı cevherde görüp zatı sıfatımı gelüp terkibe haşimle bu gün bürhan olan gelsin nazımı müşarünileyh üsküdari şeyh muhammed haşim efendi medinei üsküdar'da zinetefzayı alemi şühud olup tarikatı aliyyei celvetiye meşayihi izamından bandırmalı eşşeyh yusuf efendi merhumdan labisi libası hilafet ve muahharen medinei üsküdar'da inadiye nam mahallde vaki ismine mensub olan dergahı latifde calisi mesnedi meşihat olarak tesliyetbahşı sigar u kibar olduğu halde imrarı leyl u nehar itmekte iken bin yüz doksan yedi salinde ruhı pürfütuhları azimi suyı eflak olup cesedi şerifleri dergahı mezkurede defini hakı ıtrnak olmuştur. ila rahmeti rabbi'lkerim terkibi irtihallerine tarihdir. müşarünileyh keşf u kerameti zahir bir mürşidi renginmüessir olup eşarı kerametşiarları tasavvufane ve şeyhane vaki olmuştur. bir kıta müretteb divanı fesahatbeyanları dahi vardır. tercii bend camı yara mübtela meclise mahremdir şarab fahr idüp gerduna eyler başı üstünde müsab aşıkan canın virir canan o bezmi işrete sen eger saki olup bağda olursa mahitab bir kadehle şöyle sermest eyledin saki beni danei hardal kadar gelmez gözüme nüh kıbab cürasın içeydi zahid terk iderdi varını bezmi nuşanuşide nağme iderdi çün rübab cürasın görseydi ger iskenderi sahibkıran abı hayvanı virirlerse iderdi reddi bab ben de bilmem sen mi mest itdin beni ya bade mi zerrece gelmez gözüme mahitab u aftab sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni ah geldi hatıra yine o lütfi nevbahar haymesin kurmuşdu bağa naz ile ol şivekar meclis ol meclis idi kim kaydı alem yoğidi devr iderdi badeyi bizzat lutf ile o yar gam nedir gussa nedir hicran nedir bilmezidim hatıra geldikçe oldum şimdi böyle zar zar ayrı gayri yoğ idi cümle beraber bir idi cümleye didarını arz eyler idi ol nigar gerçi kalmadı o demler lik kaldı şevkimiz aşk dirler adına kalbime düştü bir şerar ateşe yandı derunum şevki ruhsarı güle bir kadeh meyle yetiş imdadıma ey şehsüvar sakiya allah içün mazhun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni düşdüm işte haki payına aman u elaman bu humar u derd u serden va figan u va figan şöyle düşdüm zillete yeksan oldum hakile bir ayağ ile elem al kalmadı tab u tüvan kıssai hecrini yazsam uzanır zülfün gibi söylesem alem yanar manendi kalbi aşıkan kalbi beytü'lhüzüne gelse hayalin gül gibi firkatin tecdid ider virmez visalinden nişan bir tarafdan derd u gam bir yaneden cevr u sitem bir tarafdan hecri dilsuz bir tarafdan zahmı can canıma kar eyledi tak oldu takat mehveşa asitanı şevketinden başka yok darü'laman sayika allah için mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni şöyle tursun derd u gam toldur heman peymaneyi cennetasa pürneşat eyle bu dem meyhaneyi terk idüp firdevsi huriler tavafa geldiler mü'min u kafir unutdu kabe vü büthaneyi hüsnünü görünce adem terkin itdi cennet'in reşk ider zülfün görünce cümle alem şaneyi ab u hakiyle hevası canfeza meyhanenin terk ider aşık görünce bağ u rağ u haneyi hırkanı seccadeni imanını rehinşarab eylemezsen zahida bulman rehi cananeyi lali nuşun lik kafidir alamam kevseri haki payından ayırma bu dili divaneyi sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni pek şikestehatırım başın içün ey mehlika virmesen peymaneyi can u tenim olur heba cümle varım ile canım nezri didar eyledim din u imanım dahi olsun sana ey meh fida niceler sirabı lutfun oldu ben kaldım fakat guşei hicranda dilteşne mahrumı safa namı kalmış camı iskender deyualemde lik sinei billuridir ayinei alemnüma reşk iderken hüsni bihemtana yusuf dilbera layıkı şanın mıdır bezminde olsun bineva sayika allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni sen kerimsin sen rahimsin gayra hacet eylemem yok yoğa mihnet iderse ben hamakat eylemem mimi kesret mahvolunca bir olur ahmed ahed ben vücudum var deyu bihude şirket eylemem sen anasır perdesin giyüp göründün aşıka bütperest olup cihanda hiç kesret eylemem abid u mabudu bir bilsem de bilmem aynı şirk kendimi mü'min sanup böyle denaet eylemem hasılı gören görünen cümle sensin cümlesin bu makamı aşka vardım hiç hiyanet eylemem nurı zatsın mazharı zatı sıfatsın nevres ilticam ancak sanadır gayra minnet eylemem sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni yanmadan yakılmadan böyle harab u natüvan ol harimi hassa mahrem olmadır maksad heman sensiz almam habbeye hur u behişt u kevseri sen olunca bana külhan da olur darü'lcinan gülleri bu gülşenin hep har görünür gözüme teng olur hep başıma sensiz bu alem bilmeden pare pare itseler de sonra ihrak itseler kuvveti aşkınla tuymaz zerrece can u revan sakiya feyzi ilahi zatı pakindir senin ol şarabın cürasın itme diriğ ey canı can lutfun ümidi ile geldi kapına zar zar eyleme red hemdemi ey padişahı kün fekan sakiya allah içün mahzun itme bendeni dur idüp meyhaneden mağbun itme bendeni nazımı müşarünileyh çilpi esseyyid muhammed said hemdem efendi nazm; nazımı silki ile'lmesnevi revnakefzayı kitabı manevi pişvayı evliya vü etkiya rehnümayı asfiya vü eshiya mevlana celaleddini rumi hazretleri'in evladı kiramından ve medinei konya'da kain dergahı feyziktinahı mevleviyyenin meşayihi izamından çilpi elhac muhammed efendi merhumun sulbünden medinei mezburede bin iki yüz yirmi iki sali hilalinde piranebahşı kehvarei vücud olup iki yüz senesi pederi büzürgvarları müşarünileyh azimi simahanei beka olmazdan üç gün makdem dergahı mezkurda hücregüzin olan dervişanı mevleviyye ile sair huzuru lazım gelen sertarik ve sertabbah ve türbedar dede efendileri meclisi feyzenisine davet ve baişareti maneviye mütercimi müşarünileyhe tefvizi emri meşihat itdikten sonda memuriyetlerini mutazammın bir kıta tavsiyename tahrir u imla ve dükkandan birine tevdien deri barı şevketkararı mülukaneye irsal u isra eyleyüp hudavendigarı sabık cennetmekan gazi sultan mahmud hanı sani hazretlerinin asrında bervechi muharrer meşihatlerini cebini balası hattı hümayunı mesadetmakrunı cenabı şehenşahi ile muanven u müzeyyen bir kıta beratı şerifi alişan tasdir u ita buyrulmuş ise de kendilerinin o esnada hadisü'ssin bulunmaları cihetiyle bir mürebbii suriye mülaki olmaları iktiza eylediğinden validi mesacidleri merhum müşarünileyhin amileri olup kendilerden makdem dergahı mezkurda postnişini irsal olan çilpi ebubekir efendi merhumun halifei maneviyeleri sertarik hasan emir dede efendi merhumdan adabı tariki ve sair hakayiki reşadetrefiki taallüm u tahsil itmekte iken mumaileyhin iki yüz otuz beş tarihinde halvetsarayı bekaya rihletleri vukuuna binaen müteveffayı mumaileyhin halifei maneviyesi teslimatı dede efendi'den iki yüz kırk tarihinde tamamii seyr u süluk ile cemi i dakayık u hakayıkı tariki averdei desti tekmil eyledikten sonraulumı farisiye ve rumuzatı maneviyei saireyi dahi nazımı divanı serbülendi zanii hakani vü hacendi salifü'tterceme hindi hace vecdi efendi merhumdan iki yüz kırk altı salinde ahzı tahsil ile mümtazı akran u emasil olmuş ve ile'lan dergahı şerifi mezkurda sübhecünbanı irşad oldukları halde muhibbanı mevleviyyeye taallümi dersi mesnevi ve tefhimi sırrı manevi eylemektebulunmuştur. etalellahu taala ümrehu ve zaafe ecrehu müşarünileyh kamil u arif ve esrarı tarike hakiki vecihle aşina vü vakıf bir mürşidi müstecmiü'lmaarif olup ilm u irfanı derecei kemala reside vü eşarı fesahatbeyanı cümle indde makbul u pesendidedir. ilmi fariside sahibi yedi tula oldukları bedihi ve hüveyda olmak mülabesesiyle balada muharrer bir aded farisi gazeli bibedelleri dahi teberrüken ve teyemmünen tercemei halleri zeyline zemm u ilave kılınmıştır. harfi'lye gazeli müsanna ve sanatı kalbi lafıza ey ruyu verdi handei gülzarı zibeda adabı nazı mevhibe olmak gerek sana eksik olur mu sihi firakında barı derd derya ki derdi hecrine kes bulmadı deva od yakdı cangahına uşşakın ey diriğ gayri vedadı hubda yokdur dila beka ikbali dun u bahtı deni taliim yaman namem uttarid ekse yanar encümi sema emsem lebini aynıma gelmez şarabı huld dil hasta şübhe var mı bulur dilbera şifa ifşa ider mi sırrı dehanın bilen hazin ney zar iderse zarını eyler mi runüma aman aman çarha inanmakda var mı sud duşı felekde gördü mü kes halima vefa efvaha düşdü gerdişi navengin ey felek gel fariğ ol ki gayri gamın oldu hem kafa ufkı merama mihri emel varsa ankarib bireybdir husule gelir kamı aşina inşa olurdu bin ol şuhı baferah harfi visali gelse firak üzre cabeca aç barı cevri hecr günü kim çeker müdam madam ki aşıkane ola derd u gam reva urmaz mı ah o hubı cigergaha dağı zehr rehzennigahı tiği zeni eyler iddia adayı gerçi redd idemez ol melekreviş şuride kanı aynına almaz o dilrüba ebri leimi zulmü yakar ahı suznak kanunı gamda bir nefesim eylemem heba ebhem olaydı razı derun gibi ukdede hud hud olur mu name ile azimi saba ebsem ruhunda naklı safa vardır ademe hemdem olaydı bari bu şeb bezmde dila elde bulundu gayretiirfan olur revay yaver bize degildir emel şöhret u riya nazımı mumaileyh yaver efendi medinei trabzon'da kademnihadei sahai vücud olup dersaadet'e muvasalat ve bir müddet divanı hümayun kalemine müdamevet itdikten sonra bazı vüzeranın divan kitabeti memuriyeti ve bazı mahallin tahrirat ketabeti hizmetiyle müddeti medide imrarı vakt u saat eyliyerek rütbei haceganiyi bi'lihraz muahharen tahrirat kitabeti hizmetiyle yanya canibine azimet eyleyüp mahalli mezkurda caygiri ikamet olmuştur. haylice eşar u güftarı vardır. nazm germ u serdin bize çekdirmek içün çarhı leim bivakit oldu azimetgehimiz rahı kırım cümle yaran safalarda ola biz bunda çekelim sünneteyi çün bu imiş emri hakim tuna'ya saldı felek keştii amalimizi ne bilir halimizi perverişi naz u naim şebi tariki gam u mevci yemi hecr u elem sergüzeştim nice tarif ile olsun tefhim çekmedir çaresi çün bahatı takdiri ezel danemiz böyle perakende olunmuş taksim ola kim lafzı ile hayr ide hak encamın her umurum yedi tefvizine kıldım teslim atılup taşra lebi bahrı vatandan ahir çok göründü sadefi şumnu'ya birdir yetim nazımı mumaileyh yetimi efendi şumnu hanedanından ve züema zümresinden olup ilmi kitabetde bazı mertebe ile ve fenni inşada şöylece medhali olmak hasebiyle birçok müddet özi kalası muhafızının kitabet hizmetinde ve bir vakt dahi kırım hanları maiyetlerinde bulunduğu halde imrarı vakt u saat eyledikten sonra bin yüz altmış altı salinde irtihali darı ahiret eyleyüp şumnu'da vaki çavuşzade camii hatırasında gunudei bisteri rahmet olmuştur. bir kıta divanı eşarı vardır. mübtelayı mihneti dildar ider aşk adamı gah olur mansurveş berdar ider aşk adamı takılan zencirine yokdur hulasa çare hiç akibet suzan olarak nar ider aşk adamı dünya vü ukba görünmez çeşmine asla anın şöyle bil ey müddei hünkar ider aşk adamı perdei namus u arı mahv ider her leması sıdkile pürrü'yeti didar ider aşk adamı aşka bend ol sen de yahya koyma elden camı mey bir gün ava vakıfı esrar ider aşk adamı nazımı mumaileyh yahya efendi karahisar nam kasabada vaki mevlevihanenin postnişini irşadı çelebiyanı kiramdan şeyh osman efendi merhumun nevbadei dırahtı ömrü ve gülgoncei gülzarı fahrı olup bir nevnihali bağı irfan iken bin yüz seksen bir tarihinde mütemayili bağı cinan olmuştur. mumaileyhin nümunei nihali tabı hayliden hayli rengin u şirin vaki olmuştur. dil itdi vürudı mehi tabanı terakkub bülbül gibi ol goncei handanı terakkub oldum o kamertalata hasret ile saim iftar için itdim lebi cananı terakkub geçdi ramazan vasıl olup ıydı saide mücrimler ider rahmeti yezdanı terakkub ben muntazır oldum rehi dildara bu bahtım itdirdi bana hecr ile ahzanı terakkub eyvah yaman oldu bu gün hali yesari el'an ider ol şemsi dırahşanı terakkub nazımı mumaileyh mehmed esad yesari efendi dersaadet'de bin iki yüz on üç senesi şehri şevvalinde kademnihadei sahai vücud olup tesbihcilik sanatiyle meluf olduğu halde bazı ashabı maarifden bir mikdar tahsili ilm u kemal eyledikten sonra kırkçeşme nam mahallde bir bab dükkançe güşadiyle bazı ashabı istidada taallümi ulumı farisiye ve tefhimi fünunı saire eylemekte bulunmuştur. mumaileyh şeyh ahmed rufai hazretleri tarikatine mensub bir zatı pesendideuslub olup divançe olacak mikdar eşarı vardır. rubai nazımı manzumei hünermendi katip süleyman yümni efendi şehrizur eyaletinde vaki süleymaniye nam mahallde bin iki yüz on yedi tarihinde kademnihadei sahai vücud olup evkat u ezmanını tahsili ilmi kitabet ve iktisabı hüner u marifete hasr u sarf ile ilmi kitabetde olan behresi icabınca müddeti medide havalii merkumede kitabet hizmetinde istihdam olunmuş ve muahharen bir müddet dahi memaliki iraniye'de geşt u güzar ile güzarendei subh u şam olduktan sonra iki yüz altmış dört senesi süleymaniye kaimmakamı sabık ahmed paşa ile dersaadet'e muvasalat eylemiştir. mumaileyhin hattı talikde mahareti ve fenni inşada dahi lisanları üzre kemali kudreti olduğu ve haylice ebyatı latifesiyle mikdarı vafi rübaiyatı farisiyesi bulunduğu mervidir. iller iller subha dek ben intizarın çekmişim canımı mecruh idüp ben tiri darın çekmişim bilge cananın yolu düşse deyu hicranile taşını ben bineva her rehgüzarın çekmişim aşkdan bin tan bin dürlü melamet görmüşüm gel bir insaf it nasıl barın bu kardın çekmişim il bana tan ile eyler hande amma neyleyem ben heva teg yükselüp amma gubarın çekmişim konarım bir kuş gibi her dala kim gönlüm vardır halkdan uzlet tutubem itibarın çekmişim gezmişim mecnun gibi viran u abadani ben gör melamet lafını ben her diyarın çekmişim hiç kes sormaz ki yusuf nola ahvalin senin şem gibi subha dek naçar narın çekmişim nazımı mumaileyh yusuf efendi memaliki iraniye'de vaki tebriz ahalisinden olup tariki nimeti ilahiyeye süluk ile hey'eti dervişane ve kisveti fakiranede bulunduğu halde bir müddet memaliki mezkurede geşt u güzar eyledikten sonra canibi hicaz'a azimet ve bin iki yüz altmış beş sali hilalinde dersaadet'e muvasalat eyleyüp ilmi hatda behresi olmak mülabesesiyle tahriri ketebe ile taayyüş eylemekte bulunmuştur. kendisinin muhlis mahlasiyle dahi farisi ve türki haylice eşar u güftarı vardır. temmet nevresideganı maarifden olup hariciye mektubu odası hulefası müsteiddanından hamid sancağı kaimmakamı esbak izzet begzade fütüvvetlü numan nazif beg işbu tezkirei acizanemizin tabına dair eseri tabı nazikanesi olan tarihi garradır. nazm urefayı bendegandan birisi muvaffak oldu sırasiyle itdi tertib bu kitabı dilpesendi şuarayı asra ihnet eger arz iderse tarih eseri fatin efendi beüslub cihan begendi sene rakımü'lhuruf fatini hıtame'lufun işbu tezkirei naçizin tabına dair sebti sahifei imla eyledigi tarihi nabecadır. nazm virir mütalaası tabı şairana safa acep mi bu eseri nev gezerse elden ele hurufı cevher ile şükr idüp didim tarih fatin tezkiresi pek güzel basıldı hele sene sayei maarifvayei hazreti şehenşahide istihkam alayları lotoğrafya destgahında bin iki yüz yetmiş bir senesi tab u temsil olunmuştur. hatimetü'leşar ön söz giriş fatin davud'un hayatı ve edebi şahsiyeti eserleri sonuç kaynakça dizin takriz tezkirei hatimetü'leşar harfı elif temmet istn b u lü n iv e r sit e si edebiy at fa k ü l t esi yy ın la r ı no; şem' danizade fındıklılı süleyman efendi tarihi m ü r tttev ar ih münir aktepe yeniçağ tarihi istanbul edebiyat fakültesi matbaası dizgi, tertip, baskı ve cilt edebiyat fakültesi matbaası istanbul içindeJaler önsöz X yazar ile tarihi ve yazma nüshaları; şem'danizade fındıklık süleyman efendi'nin hayatı Xvıı mür'i'ttevarihin mahiyeti XıX. mür'i'ttevarihin yazma nüshaları XXv mür'i'ttevarih; şem'danizade tarihi metninin fihristi: senesi olayları acz izhar ederek zaifane sulh istemekten zarar damad zade sö zünü dinlememekten zarar padişah'ın acem seferi içün üsküdar'a geç mesi ibrahim paşa'nın etvarı kötülüğe müsaadeden zarar sa'dabad üsküdarlı feyzullah efendi zalimin akıbeti harab oldağu ve mazluma muhtaç olduğu zülali haşan efendi fitne zuhuru hakk sözünü redden zarar şehirlinin vezirden ve ricaunden nefretlerinden zarar kaba kulak ibrahim paşa sada katin semeresi zorbaların kahr olduğu zorba tarafma meyi ve yardim etmekten zarar kaba kulak ibrahim paşa ranıazandn zorba zuhuru cebeciye itibar olunduğu kayın ahıned ağa canım hoca acem ahvali devletin zaafını düşmana izhar etmekten devlete zarar. senesi olayları garip fitne ve fitnenin def'i sadakatin faidesi ve kaba kulak paşa'nın azli sırrın açıklanmasından zarar insanm kazdığı ku yuya düşmesi darü'ssa'ade ağası beşir ağa akrabanın hiyaneti valide cami'inde mevlud okunması topal osman paşa ve acem seferi bağdad valisi ahmed paşa'nın gazası hamalı oğlu ahmed paşa sulh sohbeti ile düşmanın devleti iğiali rüşvete ve zulme sevk etmekten zarar zamane hüddamın hali kahbe avratı osman paşa'nın denize atması kadcmi şerifin eyyüb türbesi'ne konulması padişaha tahakkümane edadan zarar damad zade abülhayr ahmed efendi'nin şeyhülislam ohnası nemçe'den ve moskov'dan cülus tebriki acem meselesi nin görüşülmesi sadarete gelen veziri istikbal topal osman paşa'nın ahvali avampesend harekatın vezirlere ve sultanlara la zım olduğu istiklal verilen vezire ifrat ve tefridden kaçınması lazım olduğu yahya paşa: valide sultan'dan vezire at gelmesi istiklal kürkü vezir divanı'nın akşama kadar olması. senesi olaylarıı tophane'ye su geldiği hocazade ve bolavizade'nin nefy olun maları bursa'dan ma'zul olana anadolu sadrı verilmesi ca nım hoca ve kesik para yasağı acem şahı. senesi olayları metni kitaba zeylimizin evveli topal osman paşa'nın azli acem seferi şanlı askerkeş paşa'nın serasker olması na dir şah'ın inhizamı gece sarayburnu'ndan top atıldığı yalıköşkü'nde padişah'ın tebriki müjdeciye ataya bağdad muhasarası gazi hutbesi ordu kadısına ikram ebülhayr efendi'nin azli kumbaracılar nizamı. senesi olayları ikinci tezkirecinin vezir kethüdası olması mısır'ın cizye kağı dı icadı izzet ali paşa altımermer'de ali paşa cami'inin yapılması aydın muhassılı abdullah paşa'nın katli. senesi olayları hekimbaşı zade ali paşa'nın azli sarayı hümayun'da topkapı binasının genişletilmesi acem cengi ve köprülüzade abdul lah paşa'nın şehadeti seraskerin eksik tedbiri paşa öldür me sanatı seksen yedi günde vezir azli şeyhülislamın, fetva sına imza yerine mühür koyması moskov seferinin zuhuru kırını hanı'nın dağıstan'a gitmesi sulh görüşmeleri ile acem'in osmanlı devleti'ni iğfali azak kal'asmı düşmanın alması moskov'un hilesine ingiliz'in yardımı. senesi olayları sancağı şerifin moskov seferine götürülmesi sultan. ahv ı m ü n ir k t epe med'in ölümü acem elçisinin istanbul'da sulh görüşmeleri nedenile devleti iğfali safavi devleti'nin zuhuru ve inkırazı; afganm zuhuru ve inkırazı; nadir şah'm zuhuru acem şahı'mn şöhret kazanmak içün osmanlılar ile nakzı ahd etmesi isim değiştirme şehzadelere lazım olan iş padişahın ziyade iyiliğinden zarar acem şahı memleketleri afgan'ın zuhuru ceng hırsı is fahan'ın vasfı fasid tedbir iyi tedbir reşid adamı devlet yanından ayırmanın zararı harb hilesi askerin çok luğundan zarar nasihat padişahın seferden hazz etmeme sinden zarar şehzadenin padişahı kati edüp, yerine cülus etme si sui tedbir münafık sözü ile padişahın vezire özür etme si askerkeş serasker'i azilden zarar kızıl bulutun şerre ala met olduğu müneccime şerif sa'at tayin ettirmekten faide olmadığı sui karinlere padişah teslim olarak, devlet mizacımn sakin oldu ğu fazla kıtlık padişahın yarar adamına i'tibar etmemek ten zarar sadık hizmetkarın kadrini bilmemekten padişaha zarar mir mahmud'ın şah olup isfahan tahtına cülus etmesi şer'e ta'zimde kusur etmenin, saltanatın zevaline sebep olması şah fikrile mecnun olduğu eşref şah'ın cülusu afgan'm osmanlılar ile muharebesi tahmasb şah'm zuhuru nadir ali nadir ali'nin itimadü'ddevle olması tahmasb şahm zevali ve na dir ali'nin şah olması osmanlıların za'ifane sulhunun devamlı ol madığı şeyhülislamın elçiye ziyafeti moskov seferi moskov'ın kırıma zararı ordunun babadağı'nda kışlaması nakzi ahd eden kafirin balyosu canım hoca sulh sohbeti ile devletin gafleti ve küffann iğfali nemçe'nin hilesi. senesi olayları nemçe kafirlerin iğfalini hakikat zannetmekten zarar özü kal'asına küffann istilası küffann sözüne itimad edüp, ihtiyat etmeyen adamın hali halisa osman efendi'nin katli ihtiyatın faidesi bosnalı'nın bahadarlığı ve kdm taifesinin merdane muharebesi akılh kadının faidesi harb işlerinde tedbir seraskerin azim nusrete nail olması banaluka'nın fethi ya ralılara ikramdan faide ve bahadulara mansıb verilmesi siyaseti layıka gayyur kadının vasıfları ivaz mehmed paşa gayreti hakk ve kuvveti cenabı mutlak nam ve san sahibi paşa'nın serasker olmasının faidesi ragıb efendi nemçe islami selabeti terk etmenin zararı adakal'ası esir şem 'dn lzd esüleym an ee n d i tarihi lerin bahası moskov'un gizli maddesi ve küffarm gururu ye ğen mehmed paşa'nın sadnazam olması rakofcı oğlu padişahlarm sancağı şerifi teşyi etmesi küffann iğfaline rağbet edil memesi tedbirli kimselerin hizmetleri. senesi olayları sarıbey oğlu harb hilesinin faidesi osmanlı askeri perişan olmuşiken tedbir sayesinde toplanması askerin acele ga nimetle meşgul olmasmdan zarar askerin memduhunun serasker olmasmdan faide tedbirli ordu kadısı olmanın faidesi tuz paşa ada kal'ası kelimei tevhid'in faidesi kafir hafiyyesinin hilesi rü'esanm basiretinin faidesi adakal'anm fethi moskov abdi paşa zade ali paşa yolda ulufe verilmesi istanbul'da, nemçe elçisi ile sulh görüşmeleri ol ması ve neticesiz kalması sarıbey oğlu dini zaif olan kim selerin sözleri içindeki sırrı açıklamaktan zarar yeğen meh med paşa'nın azli ve ivaz mehmed paşa'nın tayini malikanelerden cebelü alınması. senesi olayları sefere bostancılarm gitmesi isveç anadolu levendleri sarıbey oğlu'nun katli iran'a giden elçi ve efendiler orduda mevlud meclisi akdi prusya keferesi nem çe ile hisarcık savaşında olan büyük fütuhat cesaretin faidesi ve küffann sulh diyerek aldatmasma i'timad etmemenin faidesi cengde sebat etmenin faidesi şeci' ve gazi tuz paşa'mn katli imdadm faidesi hekimbaşı zade ali paşa nem çe sulhu belgrad'ın zabtı yolda ulufe verildiği zeval vaktinden önce bayram namazı kılınması kışın şiddeti. paşakapısı yangını istanbul'da yeni hamam yapılması. senesi olayları nemçe'ye elçi gitmesi moskov'a elçi gitmesi italya keferesi ayasofya kütüphanesi'nin binası fransa fitne padişahın gümrükçü ziyafetine gitmesi ivaz paşa'nın azli ravzai mutahhara'ya gönderilen avize moskov elçisi nin çektiri ile ziyafete gelmesi fransız ve nemçe elçilerine ziyafet nemçe çasarı ile moskov çariçesinin ölümü ve nemçe memleket lerinin tafsili elçi canibi ali efendi'nin nemçeye gitmesi selabeti islamiye kadılara salabet lazım olduğu vezirin hünkara ziyafeti kapdan süleyman paşa'mn ölümü küffar ile müsalahaya tavassutda tehlike olduğu nadir şah ve acem' den dokuz fil gelmesi acem elçisinin üsküdar'dan gelirken yapı lan şenlik. senesi olayları beşincf mezheb kavgası moskov yahya paşa nemçe'ye ziyafet elçi ziyafetine kazaskerlerin dahi davet olun ması acem elçisinin istanbul'a gelmesi beş mezheb kav gası nazif efendi ve münif efendi. acem'e elçi gönderilmesi moskov elçisine ziyafet yirmisekiz zade mehmed sa'id efendi'nin fransa elçisi olup gitmesi moskov'un hilesi moskov'a ziyafet. senesi olayları münif efendi'nin acem'den gelmesi salabeti islamiye'ye ule manın temessükü hekimbaşı zade ali paşa'nın sadaret mührünü alması atıf mustafa efendi'nin ölümü ayasofya imareti binası. senesi olayları canibi ali efendi'nin ölümü mehmed emin ağa'nın ölü mü istanbul'da acem şahı nasb olunması yahya paşa seyyid haşan paşa'nın sadrıazam olması defterdar kapısı'nın yeniden tamiri. senesi olayları mısır beyi osman bey'in ahvali hamalı zade ahmed pa şa nadir şah'm musul'a gelmesi auah'ın inayeti sefer esnasında suuı sohbetinden zarar çeteci abdullah paşa ve yeğen mehmed paşa niderlanda yani felemenk ragıb paşa'nın evsafı hind elçisi. nemçe devletinin taksimi fransa ile nemçe ve ingiltere ara sında, osmanlı devleti'nin barış yapması şeyhülislam seyyid mus tafa efendi'nin ölümü tersane mahzeni'nin yanması hamalızade ahmed paşa tophane karhanesinin yemlenmesi mısır iskenderiye şeddi kumkapı'da kalyon zayi' olduğu kıbrıs muhassıuığınm eyalet olması tatar askerinin istanbul'a gelüp anadolu'ya geçmesi acem hanlarının osmanlı devletine iltica şem'dn iza d e süleyman ee n d i tarih i ıX etmesi acem şahı'nın lezkilerie cengi yeğen paşa'nın cengi ve ölümü acem'in iğfali dağıstan ve kumuk. senesi olayları acem'in sulha rağbeti nazif efendi'nin acem elçisi olması mısır askeri acem sulhukesriyeli ahmed paşa'mn acem'e elçi olması rumelihisarı cami'i binası mülhid kızlar ağası hacı beşir ağa'nın ölümü ulema evladının sefahatinden zarar pirizade mehmed sahib efendi'nin az li behçet efendi şadı merk mahkeme basanm katı olunduğu beykoz çeşmesi ve tokat bahçesinin tamiri tiryaki mehmed paşa'nın mührü alması latife alaimi semaviyeden minare külahmm yanması genç ali adındaki şaki le vendin katli abaza paşa müfrit ihtişamdan zarar padişahın ulemasından geçmediği şehsuvarzade ve muhsin za de ocaklının serhadde fitnesi nadir şah'm hakiki sul hu hüei nemçe acem'den gelen hediyeler osmanh devleti'nden acem'e giden hediyeler kırım haaı'nın istan bul'a gelmesi. tatar hanı tatar han'ın istanbul'dan gittiği ve koca mustafa paşa şeyhi'nin ölümü t sabr etmenin tesiri acem'e osmanlı devleti'nden elçi gitmesi padişahın imzası suihdan sonra osmanlı devleti'ne iltica edenlerin felaketi beşiktaş sarayı'na mermer direkli köşk yapılması tiryaki vezirin azli ocak bezirganı adındaki yahudinin katü nemçe ahvalinin tafsili müebbed sulh acem şahı nadir şah'ın helaki devlet adamlarına sui kasddan şahlara zarar mısır beylerbeyinin kat li mısır ümerasının kesik başlarının babı hümayun'a konulma sı bağdad valisi ahmed paşa'nın ölümü. senesi olayları zübeyde sultan'ın nikahı numan paşa nemçe tafsihnemçe'ye elçi gittiği bıçakçılar imamı abdullah efen di hanım sultanların nikahını rumeli kazaskerlerinin yapma sı tersane çekdirisinin malta'ya esir olması acem elçi si bağdad fitnesi hanım sultan'ın zifaf alayı ce zayir hediyesi beşiktaş sarayı'na, deniz üzerine köşkler yapılma sı istanbul'da fitne esad efendi'nin müfti olması ay ve güneş tutulması mısır'da fitne şiddetli yağmurlar dolmabahçe'ye köşkler yapılması acem de li haşan paşa'nın ölümü. senesi olayları istanbul'da kışm şiddeti sahte ferman yerden altun çıkması nemçe pirizade efendi'nin ölümü ikin imamların şehzade hocası olması nemçe'den gelen hediye ler es'ad efendi buhari hatmi ka'be örtüsünün yenilenmesi reis mustafa efendi cezayir hediyele ri nemçe ahvali. senesi olayları basra valisinin isyanı üzerine tayin olunan asker tophane su yuna bend bina olunduğu divitdar mehmed paşa ay ve güneş tutulması ağakapısı yangını hind'e giden elçimi zin dönüşü hind padişahmdan gelen hediyeler kazabadizade çarşı yangını şeyhülislam'm ilim yerine paraya na zar etmesinden zarar düsturı ameli ulema eskiodalar'da hünkar'a şerbet verilmesi kanunu ağakapısı'nda hünkar'a şer bet verilmesi kanunu. senesi olayları zulmi ağreb tersane zindanından esirlerin kaçması akdarma isveç kıralı ve memleketlerinin isimleri cebehane kapısı tamiri kısteyn mevacibi atbazarı ve yeniçeri kışlalarında yangın tiryaki mehmed paşa'nın ölümü azim sel büyük ta'un iran ahvali şeyhülislam ak mahmud zade'nin ölümü kasım ayından önce kar yağması ve ağaçla rın helaki şiddetli rüzgarlar ve gemilerin helaki kış gün lerinin, yaz günleri gibi olması. senesi olaylarıı haccı ekber harici mezhebe girenlerin kati olunduğu mekke şerifi küçüksu köşkü'nün yapılması kandilli bahçe'nin kasaba olması gedik paşa yangını ba'isi katli kızlar ağası ve divitdar mehmed paşa ve yeniçeri ağası. yangın içün kundak koyma devlet me'muriyetlerinin hali adamlarmın kötülüğünden efendisine zarar haddini tecavüzden ve adamlarına yüz vermekten zarar üsküdar mollası'nın basma mahkeme şem'dan ızad e süleyman ee n d i tarihi Xı nin yıkılıp helak olması edirne zelzelesi me'muriyet tev cihleri. senesi olayları vak'anüvis hakim efendi kapdan mehmed paşa bostancıbaşı'nın padişaha üsküdar'da mandıra ziyafeti büyük miri ahur'm padişaha mirahur köşkü'nde ziyafeti galata fethi ve kurşunlu mahzen cami'i hazreti halid'in şehadeti es'ad efendi'nin ölümü defterdar halimi efendidolmabahçe'de pa dişaha vezir ziyafetisadrı sabık divitdar mehmed paşa'nın ölümü. senesi olayları üçanbarlı binasında askı asıldığı hortumlu yangın tulumbaları icadı matbah emini halil efendi'nin ölümü üçanbarh büyük miri ahur ziyafeti padişahdan vezire at geldiği bezzazistana hırsız girdiği padişah'ın gümrükçü bahçesi'ne gitmesi ve istanbul'da büyük zelzele reisü'lkurra yu suf efendizade'nin ölümü. senesi olayları şeyh muradzade'nin vasfı peygamber'in validi fın dıklı yangını ve sultan mahmud han'ın ölümü düsturı amel valide sultan nakli cülusiyye denizin donması hekimbaşızade ali paşa'nın üçüncü defa sadrıazam olması padi şahtan vezire at geldiği ve vak'anüvis süleyman efendi'nin ölümü gümrükçü ishak ağa'nın vasfı kapdan mehmed paşa'nın az li yahudilerin seyyid kati ettiği veli kethüda gümrükçü ishak veli kethüda ve nücum ehlinin nekbeti defterdarın vezir olması ve bıyıklı ali paşa damad zade feyzullah efendi büyük yangın yeniçeri ağası'nın bayramda vezire ziyafet vermesi ve vezirin hünkara ziyafet vermesi bıyıklı ali paşa. büyük yangın. daha sonra, yanişaban tarihinde sadnazam yeğen mehmed paşa olunca, süleyman efendi'nin babasını çağırtmış ve kendisine ikramda bulunmuştur. görülüyor ki, şem'dancı hacı mehmed ağa artık istanbul'a yerleşmiş ve bu devrin ricali arasında mühim bir mevki' sahibi olmuştur. ayni zaman da, oğlu süleyman efendi, fmdıklı'h olduğunu söylediğine nazaran, mezkur aile, bu semtin sakinleri arasında yer almıştır. süleyman efendi'nin kaç tarihinde fındıkh'da doğduğunu bilemiyoruz. ancak, ilk öğrenimini müteakib medreseye devam ettiği ve ilmiye mesleğini tercih eylediği içün kadı olduğu malumumuzdur. ekim. l tarihin de topkapılı salih zade mehmed emin efendi'nin yerine istanbul kadılığı na getirilen damad zade mehmed murad efendi zamanında ise, istanbul balkapanı naibliğine atandığım biliyoruz. hicri senesinde de. tuna üzerindeki ismail kasabasının kadısı idi. bu itibarla, istanbul'a davet edilen kırım hanı selim giray han'ın, gidiş ve dönüşünde, tuna nehrini ge çerken kendisine refakat etti ve ikram etme imkanını sağladı. bir ara, bey pazarı ve pravişte kazaları kadılıklarında dahi bulundu. hicri senesinde hükumeti şer'iye ile ankara kadısı oldu. senesinde, to kat niyabetine me'mur edildiği içün, sinob'dan geçerken abaza mehmed paşa ile sinob'da görüştü ve ayni sene içinde tokat kazasına geldi. rumeli kazaskerlerinden murad molla'nın beytü'lmal katibiyken, efendisinin sür güne gönderilmesi üzerine, kendisi de akdeniz adalarından birine sürül dü. nihayet mür'i'ttevarih'mikinci tertibini tamamladığı esnada, yani rebi'ülevvel tarihinde musile derecesile ve muvak katen fayyum kadısı olarak mısır'da vazife gördü. ahmed tevhid, şem'dani zade fmdıklı'lı süleyman efendi, mür'i'ttevarih adlı basma eserin önsözü, notmür'i'ttevarih, berlin, nr. vrk. bve bayezid devlet kitablığı. de bulunan ve tertibi değişik olan diğer bir mür'i'ttevarih yazmasının baş kısmında ise şöyle demektedir. ve ba'dehu bu abdi fakır yani islambol kısmeti askeri mahke mesi katiblerinden fındıklı'lı süleyman bn. elhac mehmed elmed'üv beşem'dani zade bu kitabı müstetab yani takvımü'tievar. h'ı mütalaa ve bu ifade bize gösteriyor ki, süleyman efendi istanbul kassam katibliği dahi yapmış ve kassam katibi iken, nr. lı mür'i'ttevarih tertibini vü cuda getirmiştir. bilahire buna geniş ölçüde ilaveler yaparak, halen üzerin de çalışdığımız bayezid ve ona benzeyen diğer bütün nüshalara esas olan mür'i'ttevarih tertibini hazırlamıştır. süleyman efendi resmen vak'anüvislik yapmamıştır; fakat tarihe çok meraklı olduğu içün, kendi ifadesile on üç seneden berü gecegündüz sa'yi cemil ile cem' ve te'lif. ettiği mür'i'ttevarih adlı kitabını hazırlayarak, hicri yılı sonlarında, abdülhamid'e ithaf eylemişti. süleyman efendi, adı geçen eserinin ikinci terti bi dibaçesinde, bu hususa dair şunları yazmaktadır: mür'i'ttevarih'in mahiyeti mür'i'ttevarih, katib çelebi veya hacı halife namı ile meşhur olan türk yazarı abdullah oğlu mustafa'yaait, takvimü'ttevarih adlı eserin, bursalı mehmed tahir, osmanh müellifleri, istanbul. orhan şaik gökyay, katib çelebi, ankara, süleyman efendi tarafından genişletilerek ve hicri yılına kadar tezyil olunarak, vücuda getirilmiş bir tarih kitabıdır. katib çelebi, takvimü'ttevarih'im senesinde yazmaya başlamıştır. bu eser dün yanın kuruluşundan, yani hazreti adem'den başlar ve hicri senesine kadar gelen olayları, kronolojik bir sıra dahilinde kısaca anlatır. bu itibarla çok muhtasar bir tarzda kaleme alınmıştır. katib çelebi'nin takvimü'ıtevarih'i, evvela buhari zaviyesi şeyhi mehmed efendi tarafından hicri senesine kadar, daha sonra da basmacı diye meşhur olan ibrahim müteferrika tarafından, hicri yılına kadar tezyil edilmiş ve aynı sene içinde müteferrika matbaası'nda da basılmıştır. ali sü'avi tarafından hicri senesine kadar zeyillendirilmiş ve bazı haşiyeler yapılmış bir takvimü'ttevarih nüshası ise, süleymaniye kütübhanesi, bağdadlı vehbi efendi kitapları, nr. 'da bulunmaktadır. fmdıklı'lı süleyman efendi, katib çelebi'nin bu eserini ve ona yapılan zeyilleri ele alarak, takvimü'ttevarih'c başından itibaren, şerhler, ilaveler yapmak suretile' hicri senesine kadar gelmiştir. hicri ile seneleri arasındaki vuku'atı ise, yine aynı sistem dahilinde, ay ve sene sırasına göre işleyerek, yeni bir zeyl eser vücuda getirmiştir; yani mür'i'ttevarih'i yazmıştır. aynı zamanda bunu yapabilmek içün, yukarıda da söylediğimiz gibi, kendisikitap üzerinde on üç yıl gece ve gündüz çahşmıştır. şem'dani zade süleyman efendi, hicri senesinden sonraki olaylar içün, geniş ölçüde, vak'anüvis mehmed subhi ve süleyman izzi efendilerin vekayinamelerinden dahi istifade ettiğini kayd etmektedir. ancak bu vekayinamelerin ihtiva ettikleri devirlerden sonra gelen zamanlara ait hadiseler içün elde mevcut bir kaynak bulunmadığından, müellif, bu kısımları da bizzat kendinin araştırarak yazdığını söylemektedir. bilhassa aşağıya, tarihinin dibaçesinden ve son kısmından aldığımız bazı parçalar, bu flususu açıklamaya kafidir. bizce, süleyman efendi'nin eserinin orijinal kı sımları da buralarıdır. süleyman efendi, tarihinin dibaçesinde şöyle diyor. bu fenni celile sarfı evkat ve ekser kütübi tevarihe mülakat et tim. sultanülmüverrihin elhac halife merhumun müeuefi olan takvimü'ttevarih'mevvelinde menşei tevarihi ve zeylinde cedvelleri. olup derunu alatarikü'lfihris hübutı adem aleyhi'sselamdan tarihi hicreti nebeviyye aleyhi efdalü'ttahiyyenin bin altmış beş siline gelince vakı'atı işaret ve alt mış beşden, yüz kırk altı senesine gelince emir buhari şeyhi ile basmacı ibrahim efendi zeyl ve tab' etmişler. bu abdi fakır fayyum kadısı fındıklı'lı süleyman bn. şem'dani zade. dahi onlara zeyl olmak kasdı ile ilamaşaalah tezyil ederken bu tarihi takvimin faidesi tevarihde rasih olan zevata has olmağla ta'mim için şerhine şuru' olunup, mahaui ibret ve melhuzı menfa'at olan havadisat tafsili icmali vechi üzre tebyin olundu ki bir vakı'a zuhurunda aya buna şebih ve nazir selefde kaç madde hadis olmuş ve ne güne def' veya tahsiline ilaç olunmuş denildikde, vakti yesirde mütala'a ve hatm olunmak kaabil olup. ve ila. şem'dani zade, bahis konusu tarihinde, senesi vuku'atma başlarken dahi şunları yazmaktadır: sene: çünki metni kitab olan hacı halife'nin asarı kalemi takvimü'ttevarihsalinde hacı hahfe, merhum oldukda emir buhari şeyhi zeyl ederek, tarihine gelince zeyl etmişidi. oldahi merhum ol dukda basmacı ibrahim efendi dahi bir senelik vekayi'i zeyl edüp, kitab tab' olunmağla tamam olmuşidi. lakin bu abdi hakir onlara zeyl olmak murad edüp, işbusenesindensali evahirinde vaki' cülusı hümayunı sultan abdülhamid han hazretlerine varınca vaki' olan havadisi dehrden ıttıla'i fakiranem olan vekayi'i metnen ve şerhen, icmalen ve tafsilen tastire mübaderet olunmuştur. bu metnin son paragrafmdan anlaşıldığı üzre süleyman efendi, ese rini evvelasenesi sonu olayları ile bitirmek istemiştir. ancak sonradan, abdülhamid devri vekayi'ini dahi kaleme almayı uygun bulmuştur. onun bu hususla alakalı olarak da, eserinde şunları yazdığını görmekteyiz. gerçi bu mür'i'ttevarih'i cem' ve terkibe on üç sene gece ve gün düz sa'y ile dört yüz cildden ziyade kütübi tevarihi tedarik ve nadirü'nnüsha olan kitablan teftiş ve tefahhus ve husule bezli makdur olunup halifetü'ıislam şehinşahı enam hazretlerinin cülusu saiası ile dibacesinde namı kerimanelerine hutbe inşa ve takallüdi seyfi sa'adet buyurdukları makalei şerifile hatm olunmak kasdı ile müsveddeleri tebyize ağaz kılınmışidi. la kin esnayi tebyizde sulh zuhur edüb, aba ve ecdadı izamınm feth edüb memaliki islamiyana ilhak ettikleri memleketten kati vafir ber vechi meşruh karındaşları sultan mustafa han merhumun asrında küffar istüasma mübtela olmuşiken bu daveri mansurü'lliva hazretlerinin hulus ve safveti derunlarmdan ve kevkebi kahirane ve şevketi alemgiranelerinden naşi memalik'i mezkurei küffar biecma'ihim teslim ve müsalemeye ragıb olmağla te'abı kalil ile memaliki kesire memaliki islamiyeye munzam olıcak, bu pa dişahın daveri gitiküşa olduğunu dahi hamei sühanperdaz ve demdemesaz ve guşe giri peygQlei icazımda terkime hahiş olmağla, metnen ve şerhen enva' hevesle işbu seksen sekiz şalinde gerek beldei kostantiniyye ve ge rek orduyı hümayunda vukuyafte olan havadisi zeyle şüru' olundu. mür'i'ttevarih'mson kısmında ise şu kayıd mevcuttur; bu abdi katibü'lhuruf şol mertebe pesend ve tahsin kıldım ki, on üç seneden berü gece gündüz sa'yi cemil ile cem' ve te'lif ittiğim işbu mür'i'ttevarih'imi namı hümayununa mensub kıldığım gibi hitamını işbu hayrat ve hasenat ile tekmil eyledim. hübutı ebü'lbeşer aleyhü'sselamdan, hicreti menlehü'lizz ve'şşerefe gelincesene ve hicretden işbu seneye gelincesene ki, cem'ansene eder. hicretinsaline gelincesenelik havadisi takvimü'ttevarih' şerh edüp ve elli altı se nelik havadisi metnen ve şerhen tahrir eyledim ve bu elli altı seneden yirmi seneliğini subhi efendi ve izzi süleyman efendi alatariki'ttafsil mücelled tevarih kılmışlar. lakin 'den işbu doksan bir saline gelince yirmi altı sene içün ne icmalen ve ne tafsilen. kimesne tevarih imla etmemekle, bu yirmi altı seneye de tafsilen ve icmalen ve metnen ve şerhen muvaffak ol dum. mür'i'ttevarih, topkapı sarayı, hazine kitaplıfı, nr. vrk. mür'i'ttevarih'in dibacesinden ve hatimesinden aldığımız bu örnekler, miir'i'ttevarih'm ikinci tertibine, yani süleyman efendi'nin fayyum kadısı iken tamamladığı şekle aittir. fakat şem'dani zade, mür'i'ttevarihi'm ilk def'a islambol kısmeti askeri mahkemesi katibi bulunuyorken yazmayı tecrübe etmişti. fatih, millet kütüphanesi, ali emiri, tarih kısmı, nr. 'de mevcud olan bu tek nüsha ise, senesinden başlamakta ve tarihme kadar gelen olayları içine almaktadır. mezkur nüshanın l b varağında da, müellif eserinin mahiyeti hakkında bize şunları yazmaktadır; bu abdi fakir yani islambol kısmeti askeri mahkemesi katiblerinden fındıklıh süleyman bn. elhac mehmed elmed'üv beşem'danizade bu kitabı müstetab yani takvimü'ttevarih'i mütala'a ve çok şübhei hal et mekle şevk hasıl oldu ki, hübutdan senei hicriyenintarihine gelince merhum katib çelebi tasnif ve takdim edüp, 'den. senesine gelin ce emir buhari şeyhi mehmed şeyhi efendi zeyl edüp, senesinden senesine gehnce bir senelik dahi basmacı ibrahim efendi zeyl edüp, alatariki'licmal sinini maziye derununda zuhur eden vekayi'i beyan buyurmağla, esamii şerifleri lisanı ümmeti muhammedi aleyhü'sselam mezkur ve naili fatiha olmalarile bu abdi aciz dahi senei mezbure yanimuharrem'inden bed' edüp, hallakı mazi ve müstakbel cellecelaluhu hazret lerinin müyesser ettiği vakta değin alatariki'l ihtisar, senebesene tesvid murad ederim. lakin ibtidai alosman'dantarihine gelince ali merhum ve na'ima çelebi ve raşid efendi ve çelebi zade efendi ale'ttafsil tedvin buyurdukları kütübi tevarihin ekseri basma olmağla teksir olunmuş olup, ilmi icmalisi takvim tarihinden hasıl olup, ilmi tafsilisi iktiza ettiğinde zikr olunan kütübi mufassalata müracaat olunur. lakin, senesinden berü zuhura gelen vekayi'i vak'anüvis efendiler gerçi ale'ttafsil imla buyu rup tedvin ederler. amma tab' olunmamağla nadir olduğu halde kalup, kudreti olan vasıl olur, olmayan mahrum olur ki, mufassalatdan müstağni ve kaidei takvimden evsa', tatvil ve taksirden ihtiraz ederek inşa eyledim. ve cedveli selatini i'zam ve cedveli vüzera ve cedveli meşayihi islam ve cedveli sudurı rumeli ve cedveli sudurı anadblu ve cedveli kuzatı is lambol ve cedveli ağayi yeniçeriyan dahi başka başka, işbu zeylin haşiyesine tastir olundu. şem'dani zade, burada açık şekilde görüldüğü veçhile, eserine evvela hicri yılından başlamış ve bunun sebebini de izah etmiştir. fakat daha sonra, takvimü'ttevarih'i ele alarak, başdan sona haşiyelendirmiş, yukarıda dahi yazdığımız üzre,'dan sonrasını da kendi te'üf etmiştir. böylece, bugün mür'itevarih adı ile meşhur olan ve başlangıçtan itibaren kanuni sultan süleyman devrine kadar olan kısmı basılan, yazma eser meydana çıkmıştır. fındıklı'lı süleyman efendi'nin bilahire düzenlediği yeni tertib mür'i'ttevarih'de. mevcud, senesinden sonraki olayları mehmed subhi ve sü leyman izzi efendilerin vekayinameleri ile karşılaştıracak olursak, arada yine mühim farkların bulunduğunu görürüz. çünki, her şeyden önce şem'dani zade süleyman efendi vak'anüvis değildir. devletin vekayi'ini kayd eden resmi bir me'mur olmadığı içün de, vak'anüvislerin eserlerine kayd edemedikleri bazı özel mes'eleleri, mür'i'ttevarih'm t almak imkanını bul muştur. diğer tarafdan, babası hacı mehmed ağa, kendi söylediğine göre, hiç değilse 'dan itibaren, devlet işlerine ve devlet adamlarına yakın bir in sandır. bu nedenle, bir çok mes'elelerin gizli kalmış taraflarını dahi, bu va sıta ile öğrenmek fırsatını bulmuştur. ayrıca bazı hususları, bizzat devrin vüzerasından dinlemiştir. mesela sadrıazam seyyid haşan paşa'dan naklen verdiği üsküdar mahkemesile alakalı bir malumat çok ilgi çekicidir. bu itibarla, bilhassa Xv. yüz yıl olaylarını, vekayi'namelerden değişik bir şekilde kaleme almıştır diyebiliriz. böylece, mür'i'ttevarih, devrin vekayi'nameleri yanında, özel mahi yeti bulunan, önemli ve ayni zamanda, yazma nüshası oldukça ender bir eser olarak ortaya çıkmış oluyor. nitekim cevdet paşa dahi onu, kendi ta rihini yazarken, ve cildleri içün kaynak olarak kullanmıştır. bu hu sus dahi, şem'dam zade tarihi'nin önemini ve özel bir mahiyeti bulunduğu nu göstermeye kaii delildir diyebiliriz. bu nedenle biz de önemli bulduğumuz bu eserin Xv. yüz yıla ait kısmını, yani henüz her hangi bir şekilde basılmamış olan ve takvimü'ttevarih ile zeyilleri dışında kalan, bilfi'u şem'dani zade tarafından yazılan kısmını, mahmud'un cülus yılı olansenesinden itibaren ele alarak, yayınlamayı osmanlı ve türkiye tarihi ile uğraşan bilim adamları içün faideli gördüğümüzden neşre karar verdik.. mür'i'ttevarih'in, istanbul, bayezid devlet kitablığı, nr. de kayıdh bulunan nüshası, tam olarakvaraktır ve eb'adıxolup, her sahifesindesatır mevcuttur. yazısı ta'lik, kağıdı ise, açık sarı renkde ve aharlıdır. bveavarakları, altın yaldız çerçevelidir. baş kıs mında hafif altın yaldız ile süslenmiş, yeşil ve mavi renkli bir tacı vardır. cildi, kahverengi meşin, kenarları altın yaldız zencirekli, ortası şemseli ve miklablıdır. kaydını ihtiva eden bir mühür mevcuttur. ayrıca beyzi şekilde altm yaldız süslemeli bir çerçeve içinde de şunlar yazılıdır. bu iki kayıd, eserin en son, yani b varağında dahi görülmektedir. bunlardan maada, kütübhanei umumii osmani diye bir başka mühür var dır ki, bu mühür de eserin bir çok varaklarına basılmıştır. bahis konusu mür'i'ttevarih nüshasının baş kısmı ise şöyle başlamaktadır: ifadesile hitam buluyor. esas metin b varağında sona ermektedir. fakat bunu müteakıb cedveli selatini ali osman, cedveli vüzerayi azamun, cedveli meşayihi islam başlıklarını taşıyan beş varaklık, üç cedvel vardır ki, bu cedvellerde ilk osmanlı padişahlarından, hicri XXvı m ünir ak tepe senesine kadar gelen padişahların doğumu, cülus ve ölüm seneleri ile padişahhk müddetleri; veziri azamlarm ve şeyhülislamlarm da tayin ta rihleri ile hizmet süreleri gösterilmektedir: bahis mevzu'u olan nüshanm sonunda istinsah tarihi ve müstensihi yazılı değildir. bu itibarla istinsah senesi ve kimin tarafmdan kaleme alındığı hakkında kesin bir şey bilemiyoruz. sadece l varağmda, sultan abdülmecid'in validesi bezmi alem valide sultan'ın vakfına dair kayıdların bu lunması, bu eserin nereden geldiği ve devri hakkında, bize azçok bir fikir vermektedir. ayni zamanda, gördüğümüz diğer nüshalar arasında, en doğru ve tam olarak yazılan metin dahi budur. neşre hazırladığımız metinin al tında, nüsha farklarını gösteren notlara dikkat edildiği taktirde, bu husus açıkça ortaya çıkar. bu nedenle, yayma hazırladığımız metne esas aldığı mız nüsha notlarda, harflerile gösterilen bu bayezid devlet kitablığındaki nüsha olmuştur. istanbul, topkapı sarayı müzesi kütübhanesi, hazine kitabhğı nr. 'de bulunan ve çalışmalarımızda harfleri ile gösterilen, yaz ma dahi, mür'i'ttevarih'm tam bir nüshasıdır vevarak halindedir. her sahifesindesatır mevcuttur. eb'adıxolup, aharh ince kağıd üzerine ta'lik ile yazılmıştır. başlık müzehheb ve sahife kenarları ku'mızı, ince çizgi cedvellidir. konu başları, yine kırmızı ile sahife kenarla rına yazılmıştır. cildi kahverengi meşin ve miklablıdır. bu nüshanın da müstensihi ve istinsah tarihi belli değildir. ancak bir çok imla hatalarından ve bilhassa satır atlamalarından anlaşılacağı üzre, müellif hattı olmadığı dahi muhakkaktır. bu nüsha, her halde, bir başka nüshadan ve belki de bayezid devlet kitabhğında ki nüshadan, oldukça acemi bir katip tarafın dan istinsah edilmiş olmahdır. baş tarafında, ilk iki sahifede bazı yerlerin üzeri sonradan çizilerek düzeltilmiştir. baş kısmı, diğer bütün nüshalarda görüldüğü gibi: s şeklinde başlıyor ve aynen, bayezid devlet kütübhanesinde mevcut nüsha tarzmda hitam buluyor. bu nüshanm dahi sonunda, padişahlara, vezir lere ve şeyhülislamlara aid kronolojik cedveller vardır. istanbul'da bulunan, şem 'd an izad e süleyman ee n d i tarihi XXvıı tam nüshalardan ikincisi bu olduğu içün, bir kısım atlamalara ve imla ha talarına rağmen, çalışmalarımıza esas aldığımız bayezid devlet kütübhanesindeki nüsha ile başdan sona kadar karşılaştırmayı ve aradaki farkları da notlarda, metin sonunda göstermeyi tercih ettik. istanbul, fatih millet kutübhanesi, ali emiri efendi, tarih kısmı, nr. 'de kayıdlı bulunan mür'i'ttevarih, bu eserin noksan olan bir nüs hasıdır. nitekim, bu cilde fihrist yapılmak üzere çizilmiş ve sonradan, yaz manın başına ilave olunmuş boş bir kısmın üzerinde mevcud kaydı, bize bu cildin, eserin son kısmı olduğunu açık olarak göstermektedir. bu itibarla, bahis konusu yazma mür'i'ttevarih: sene. harik derüsküdar ve derbabı hatab ve deravratpazarı ve dercerrahpaşa ve derkurşunlu mahzen ve derkullei heft ve der lutfi paşa ve avratpazarı mükerreren ve zelzelei hafiyye ve viladeti şeh zade sultan seyfeddin. olayları ile senesinden başla makta, ayni zamanda diğer nüshalarda olduğu gibi, a! ji. aa j ıvıo. iu'i' c j l. isai' şeklinde sonuçlanmaktadır. XXv m ünir ak tepe ot sahifeden müteşekkil bulunan bu nüshanın, eb'adıxolup, her sahifesindesatır vardır. yazı şekli adi nesihtir. cildi ta'mir gör müş, bakır kırmızı meşin ve miklablıdır. sahife kenarları kırmızı mürekkeb ile çizilmiş, ince çerçevelidir. keza baş kısmında, yine kırmızı mürekkeb ile tersim olunmuş, çok basit bir tac bulunmaktadır. eser, san renkde, aharlı kağıd üzerine yazılmış ve sahife kenarlarına, kırmızı mürekkeb ile konu baş lıkları konulmuştur. bu cildin fihristini yapmak üzere hazırlanmış ve karelere ayrılarak, sonradan esas kitaba ilave olunmuşsahifelik boş bir kısmın başında, yani birinci sahifesinde ise müellifin muhtasaran tercümei hali başlığını ta şıyan, bir sahifelik bir bilgi vardır. burada ayni zamanda iki de mühür mev cuttur. yuvarlak şekilde olan bu mühürlerden birincisinde esseyyid mehmed ibrahim; ikincisinde de allahute'ala hazretlerinin rizası içün vakf eyledim. diyarbekirli ali emiri ifadeleri yazılı bulunmaktadır. ayrı ca bosnalı aziz kaydını taşıyan, dikdörtgen şeklinde bir mühür daha vardır ki, bu mühür eserin bir çok sahifelerine basılmıştır. mür'i'ttevarih'in, bahis konusu edilen bu nüshası, halen ali emiri efendi kütübhanesinde bulunduğuna göre diyebiliriz ki, mezkur eser, evvela seyyid mehmed ibrahim ve bosnalı aziz efendilerin malı olmuş; sonradan ali emiri efendi tarafından satın alınmıştır. istinsah tarihi ve müstensihi olmadığı içün, ne zaman ve kimin tarafından yazıldığını bilemiyoruz. ancak, bayezid devlet kitablığında bulunan nüshaya nazaran, bazı yerlerinde satır atlamaları bulunduğunu ve bir çok kısımlarında da imla hataları ve bilhas sa nokta eksikleri olduğunu tesbit etmiş ve bunları da, üzerinde çalıştığımız metnin notlar kısmında, nüsha farkı olarak göstermiş bulunuyoruz. diğer tarafdan, bizim üzerinde çalıştığımız son kısmı ihtiva eden, ayni zamanda, mezkur eserin, istanbul'da bulabildiğimiz üç nüshasından birini teşkil eden bu nüsha olduğu içün, metnin tamamını, bayezid devlet kitabhğındaki nüsha ile karşılaştırdık ve nüsha farklarını da işaretile notlar kısmında gösterdik. istanbul, fatih millet kütübhanesi, ali emiri efendi, tarih kıs mı, nr. 'de kayıdlı bulunan yazma ise, şem'dani zade fındıklı'lı süley man efendi'nin mür'i'ttevarihi'ne. ait bir başka tertibdir. çünki bu nüsha, mür'i'ttevarih'in diğer nüshalarından tamamen ayrıdır. süleyman efendi, bunu daha evvel, yani istanbul kassam katibliği sırasında, takribenseneleri arasında hazırlamıştır ve senesi olaylarile baş layıp, senesine kadar geldiği halde, tamamıvaraktır. mese la, diğer nüshalardan farklı olarak, senesi vuku'atı bir sahife, seneleri olayları dahi yarımşar sahife içinde anlatıl mıştır. sahife kenarlarına ise, ilaveler yapılmıştır. daha sonraki seneler içün de, umumiyetle bir senelik hadiselere, bir veya iki varak ayrılmıştır, yani bayezid devlet ve topkapı hazine ile emiri, nr. lu nüshalara na zaran çok özettir. bu nüshaya, evvela müzehheb bir taç ve sahife kenarlarında altın yal dız çerçeve dahilinde muntazam şekilde başlanılmış, fakat bilahire bir çok çıkmalarla, sahife kenarlarına ilaveler yapılmıştı?. bu ilaveler bilhassa başdan ilkvarak ile sondan varaklar arasında çok fazladır. buna rağ men, emiri efendi'de bulunan nüshasında, hemen hemen, aynı devrin olayları, varak dahilinde anlatılmıştır. bu husus dahi bize, mezkur nüshasının ne kadar kısa ve özet olduğu hakkında bir fikir vermeye kafidir. diğer tarafdan bu nüshanın eb'adıxolup, her sahifesindesatır bulunmaktadır. ancak sondan beş varağın satır sayısı değişem 'dn iza d e süleyman ee n d i tarih i XXıX siktir. yazı nev'i ince ta'ıik kırması ve cildi ebru kağıddan yapılmıştır. ese rin l varağında mevcut, elfakir abdülhak reisü'letibbai sultanı, elkadıi askeri rumeli sabıka. fi ca. sene kaydı, bize bu nüshanın ki me ait olduğunu ve 'den önce yazılmış bulunduğunu göstermektedir. bu yazmayı daha sonra ise ali emiri efendi'nin elde etmiş olduğunu, muh telif sahifelerdeki vakıf mühürlerinden anlıyoruz. mezkur eserin baş kısmı şöyle başlamaktadır; XXX mm ünir ak tepe lyl c j cllııilüi tij Jif. y ti!. aji j s v x al. m oj. i v vc ı jjxl is iüa o zJi. j sonu ise: ijv Jjl Jil l. ll ifadesile hitam bulmaktadır. bazı sahifelerin kenarlarında da, müellifin ya zısı ile tashih ve ilaveler bulunduğu kayıdlıdır. ali emiri efendi kitabhğında olan bu nüsha, diğerlerinden tamamen ayrı, farklı ve çok kısa olduğu için, karşılaştırmalarda, üzerinde durulma mış, sadece, eserin evsafı tesbit olunmakla yetinilmiştir. bu nüsha, ankara, türk tarih kurumu kitabhğında, nr. da bulunmaktadır ve keçeci zade mehmed fuad paşa'nın torunu şurayı devlet maliye dairesi azalarından reşad fuad beyefendi'ninkütübhanesinde olan yazma mür'i'ttevarih'dn, ferid sağlam bey tarafından istinsah olunarak, türk tarih kurumu kitablığma hediye edilmiştir. bu nüshayı, ya milli. itim bakanlığı, tarihcoğrafya yazm alar kataloğu, fasikül ı, istanbul. mehmed süreyya, sicüli osmant, istanbul, ıv. ni reşad fuad bey nüshasını, istanbul kütübhanelerinde araştırmamıza rağmen bulamadık. ancak, tarih kurumundaki bahis konusu nüshanın, muharrem tarihinden başlayup, hicri senesine kadar gelen olayları ihtiva etmesi vesahife olması hususuna dikkat olunursa, bu nüshanın, mür'i'ttevarih'm son kısmma ait eksik bir nüsha olduğu, anlaşılır; ayni zamanda, fatih millet kütübhanesi, ali emiri, tarih kısmı nr. 'de bulunan mür'i'ttevarih ile büyük bir benzerlik için de bulunduğu görülür. mezkur d nüshası ile bu e nüshası karşılaştı rıldığında, senesi olaylarmın ayni şekilde başlayup devam ettiği müşahede edilir. bu bakımdan, d nüshası, tarih kurumundaki e nüshasına esas olan reşad fuad bey nüshasına dahi esas olmuştur diyebi liriz. ancak, d nüshasının sonu karışık olduğu halde, e nüshasına cedveller ilave olmuştur, yani sonu muntazam şekil ve tertibdedir. ancak eksik olması itibarile e nüshası üzerinde dahi durulmamıştır. yurd dışındaki nüshalar: yapılan araştırmalar sonunda, mür'i'ttevarih'm yurd dışında dahi üç nüshasına tesadüf edilmiştir ve bunlar aşağıya isimlerim yazdığımız kütübhanelerde bulunmaktadır. berlin, staatsbibhothek, ms. quart. berlin, staatsbibhothek, ms. Wien, nationale bibliothek nr. mür'i'ttevarih'in, berlin, staatsbibliothek ms. quart 'de bulunan nüshası, ikinci dünya savaşı esnasında, korunmak gayesile, tübingen devlet kitablığı'na nakledilmiş bulunuyordu. bu sebeple, yılında berlin'e yaptığımız müracaat üzerine, bize, tübingen'den, bahis konusu yaz ma mür'i'ttevarih'mbaş ve son kısmına ait dokuz sahifenin mikrofilmini gönderdiler. bundan dolayı biz de, evvela bize gönderilen bu parçalar ile istanbul'da bulunan nüshalar üzerinde çalışmalaf, karşılaştırmalar yaptık. bu hususta, ettore rossi, elenco dei m anoscritti turchi della biblioteca vaticana, vatican; ch. rieu, catalogue of the turkish manuscripts in turkish museum,; pertsch, berlin türkçe yazm alar kataloğu, berlin ; blochet, catalogue des manuscrits turcs, bibliotheque national, pa ris, gibi kataloklar üe franz babinger'in die geschicmsschreiber der osmanen und ihre erke, leipzlg, adlı eserinden istifade edilmiştir. bak. şem jdanizade süleyman ee n d i tarih i XXXı haziran 'de ayni konu etrafında daha geniş bilgi alabilmek ve mümkünse, nr. lu mür'i'ttevarih nüshasmm tam mikrofilmini elde edebilmek maksadile, ikinci def'a tübingen'e müracaat ettik. fakat bu def'a, bahis konusu yazmanm tekrar berlin'e gönderildiğini öğrendik. bunun üze rine mezkur yazma içün aynı hususları berlin devlet kitablığı'ndan yeniden taleb ettik. ancak henüz berlin'de arapça ve farsça yazma kitablar tanzim olunup yersizlik dolayısiletürkçe yazmalar, el'an depo vaziyetinde bulun duğundan, mikrofilm isteğimizin yerine getirilemiyeceği yolunda, yı lında cevap aldık, işte bu nedenle, biz de, nr. lu yazma mür'i'ttevarih hakkında, ilk elde ettiğimiz bilgi ve filmlerle iktifa etmek zorunda kaldık. bize verilen ma'lumata nazaran, nr. lu nüshanın başında ve lba varakları içinde, osmanlı padişahları ve osmanh sadrıazamlan ile şeyhü lislamları hakkında, bayezid devlet ve topkapı hazine nüshalarının so nunda gördüğümüz üzere, kronolojik bir liste bulunmaktadır. eserin esas metin kısmı ise, b varağından başlamakta ve varağında hitam bulmaktadu; yani mür'i'ttevarih'm tam bir nüshasıdır. b ve a varakları altın yaldız çerçeveu olup, bunlardan b varağı müzehheb tadıdır. diğer sahifeer, kırmızı ile çizilmiş ince çizgi çerçevelidir. her sahifedesatır vardır. müstensihi ve istinsah tarihi yoktur. baş kısmı, aynen bayezid devlet ve topkapı hazine nüshaları gibi, aşağıdaki şekilde başlamaktadır. j l j v l jJ l i ı v l j i j son kısmı dahi aynı tarzda, yani jlll, vl lj. t ı lJ jJ j'jç şeklinde hitam bulmaktadır. yazı nev'i nesih olup, gayet temiz ve okunaklı bir nüshadır. diğer tarafdan, bu nüsha bayezid devlet kitablığı, nr. 'de ve topkapı sarayı müzesi, hazine kitabhğı, nr. 'de bulunan mür'i'ttevarih nüshaları ile X X X ı ım ünir ak tepb aynıdır. berlin nüshasına ait olmak üzere elimizde bulunan filimin b, a, a, b, a ve b varakları, bayezid nüshası ile karşılaşdırıldıkda, her iki yazmanın biribirinden farksız olduğu görülmüştür. ancak, nr. lu bahis konusu berlin nüshasının, bazı yerlerinde imla yanlışları olması, bayezid nüshasının daha dikkatli bir şekilde yazılmış bulunduğunu bize gös termektedir. mesela: j 'i 'jJlst ja, i il hsj cümlesi, nr. lu nüshada. jmjl Jlst ju'l ojl şeklinde yazıhnıştır bak. . keza ayni varakda, ifadesi, ve ifa desi, tarzında yazılmıştu; yani, bayezid nüshasına nazaran, noktalar yalnış yerlere konulmuş veya şeddeler iki nokta gibi okunmuş, bazen de arada kelimeler atlanmıştır. bunun gibi daha bir çok imla hatalarının bulunması keyfiyeti ise, bizde, nr. lu mezkur nüshanın sonradan ve acemi bir hattat tarafından yazıldığı kanaatini uyandırmıştır. bunlardan maada, bahis konusu nüshanın a varağında. durak paşa zade'nin isim yeri boş bırakılmış, buna mukabil, bayezid nüshasında bu boş yere, sonra dan bir başka imla ile said ismi yazılmıştır bak. vrk. yine aynı varakda her ne güne ifadesi, eksik olarak, nr. lu nüshada her gü ne şeklini almıştır. keza, bayezid nüshasında sadrıazam hazretleri her hizmetde bulunmağla her şeye ilmi yakinisi olduğu gibi. cümlesi, nr. lu berlin nüshasında her sile şeklinde yazılmıştır bak. vrk. ayrıca, boğdan voyvodası ligor 'un adı, bayezid nüshasında kötü bir imla ile yazıldığı içün, okunamıyarak, nr. lu nüshada befor şeklinde kayd olunmuştur bak. vrk. ; yine aynı yerde, menkabet , nr. lu nüshada menkıb sügur kelimesi nüfur ve lakin kelimesi de şeklinde yazılmıştır bak. vrk. . işte bütün bu ve buna benzer daha bir çok imla yanlışı örnek leri, bahis konusunr. lu berlin nüshasının imla hataları ile dolu oldu ğunu ve bu nedenle de, karşılaştırmalarda ele almaya lüzum bulunmadığını bize göstermiştir. berhn, staatsbibliothek, ms. numarada kayıdlı bulu nan yazma mür'i'ttevarih dahi, ikinci dünya savaşı sırasında, marburg şehrinde bulunan Westdeutsche bibliothek'e nakledilmişti. bu nedenle, yılında, berlin'e yaptığımız müracaat üzerine, bize, marburg'dan, bahis ko nusu yazma mür'i'ttevarih hakkında bilgi ile baş ve son kısmındansahifelik bir filim geldi. şem 'd an izad e süleyman e p e n d i tar ih i XXX yılında, aynı eser hakkında, marburg'dan tekrar tafsilatlı bilgi is tediğimizde, bu def'a mezkur yazmamavarak olduğu, türkçe yazmaların flemming tarafından, yeniden tasnif edildiği ve fakat bunların yer sizlik dolayısile depo halinde bulunduğu gerekçesile, eserin tamamına ait bir mikro filimi, ancak bilahire gönderebilecekleri yolunda, berlin'den, staatsbibliothek'den yeni bir cevab geldi. bu itibarla, yaptığımız çalışmalarda, eli mizde mevcut malumat ile yetinmek zorunda kaldık. nr. lu yazma mür'i'ttevarih ile alakalı olarak, bize gönderilen mikro filimin baş kısmı: acs. ms. ; ms. diye bir kaydı ihtiva ediyor. esas metin ise.JJ j i i şeklinde başlamakta ve bilahire senesi olayları, yani köprülü mehmed paşa'nın çanakkale boğazı seferi anlatılmaktadır. ayni sahifenin altında, küçük ve beyzi şekilde, preussischer bibliothek yazılı bir mühür vardır. eserin baş tarafı noksan olduğundan, mukaddime ve tac gibi kısımlar yoktur. sahife kenarları dahi çerçevesizdir. ancak, konu baş lıkları vardır. yazısı gayet okunaklı nesih olup, diğer nüsha gibi imla hataları çoktur. her sahifesindesatır mevcutdur. eserin sonu, diğer yazmalar gibi. cjjJ ı u jliJ j'vl. f'ı j iJ lı jl, viaıll s. Jl o, jc. c sjJı j s j uı ç. uıvil. aişeklinde hitam bulmaktadır. burada görüldüğü üzere, bahis konusu nüsha nın dahi istinsah tarihi belli değildir. yalnız, diğer nüshalardan farkh olarak, bu nüshanın müstensihinin ahmed rasim isminde bir katip olduğu kayıdlıdır. diğer taraftan, bayezid devlet kitablığındaki mür'i'ttevarih nüshası ile XXXıv bahis konusuar. lu nüshaya ait ve elimizde mevcud fotokopi sahifelerini karşılaştırdığımız zaman, her iki yazmanın da metin itibarile ayni ol duğunu görüyoruz. ancak, bunr. lu nüshada dahi, nr. lu berlin nüshası gibi, çeşidli imla yanlışları ve noksanlıklar çoktur. mesela, bayezid devlet kitablığı nüshasında durak paşa zade said bey yazılı olan bir yer bak. vrk. , nr. lu nüshada, durak paşa zade. bey şeklin dedir. diğer varafdan, yine bayezid devlet ktb. nüshasında her ne güne ifadesi, bu nüshada dahi her güne; şair menasıbdan ba'zısı tebdil ve ba'zısı ibka olundu cümlesi, bu nüshada sair menasıbdan ba'zısı ibka olundu şeklinde noksandır. ayrıca menkabet kelimesi, menkib; sügür kelimesi, nüfur revan, revani; lakin j tarzında yazıl mıştır. yani bu imla hatalarına bakılırsa, iki berlin nüshasında, hemen he men aynı yanlışların tekerrür ettiği veya biribirilerinden, yanlışlarıle beraber kopya edildiği anlaşılır. bundan dolayı, mezkur nüshayı dahi, diğer nüshalarla karşılaştırmaktan sarfı nazar ettik. berlin'de bulunan bu iki yazmanın tamamı elimize geçmediği içün, üze rinde daha fazla çalışma yapamadık. viyana milli kütübhane, nr. 'de bulunan ve vefatı zeyneb sultan dermuharrem ve azli ilah, sene şeklinde başlayan yazma ise, mür'i'ttevarih adlı eserin çok eksik bir nüshasıdır. küçük kay narca barışına takaddüm eden olaylardan, senesi ortalarına ka dar gelen vuku'atı ihtiva eder. bu itibarla, fmdıklı'lı süleyman efendi'ye ait bahis konusu yazma, mür'i'ttevarih'm ancak son dört senelik kısmıdır diyebiliriz. diğer tarafdan bu yazma. x. eb'adında vesahife olup, her sahifesindesatır vardır. yusuf isimli bir katip tarafından istinsah edilmiş; yazısı nesih ve kağıdı koyu sarı renktedir. sahife kenarlan kırmızı mürekkeb ile çizilmiş ve başlıklar dahi kırmızı ile yazılmıştır. bu nüsha, görüldüğü veçhile, çok eksik bulunduğundan, karşılaştır malara esas alınmamıştır. netice olarak diyebiliriz ki, yukarıda zikrettiğimiz nedenler dolayısile, bayezid devlet kitablığı ve topkapı sarayı müzesi ha zine kitablığı ile millet kütübhanesi, ali emiri efendi kitablığında mevcud üç nüsha üzerinde durulmuş ve bayezid nüshası esas alınarak, diğer iki nüs ha bununla karşılaştırılmış ve aradaki farklar, not halinde, metnin sonunda gösterilmiştir. bu hususta, berlin, staatsbibliothek nr. 'e ait kısma bakmız. şem 'dn izd esüleym an ee n d i tr lh i XXXv şem'dn iza d e fındıklı süleyman efendi tarihi kısım: ı m ü rit t e vr i h ş e mdn izd e ı n d ı k l ılı s ü l e y mnee n d itr i h i ihracı tuğha berayi azımeti seferi acem der aşiri muhar rem. nehzeti padişah ve vüzera ve ricali devlet beüsküdar ve nasbı hıyam besahrai üsküdar, fi. muharrem ve kaimmakam şudeni ka pudan mustafa paşa ve vürudı haberi istilai kızılbaş bekirmanşahan ve hemedan der muharrem ve tebriz der saf er ve zuhurı fitne der istan bul, fi. rebi'ülevvel ve harik der tophane ve der kasımpaşa ve der balıkbazarı der istanbul ve der mahmudpaşa ve der narlıkapı ve vürudı haberi muhasarai revan ve inhizamı kızılbaş ve dcveti kaplan giray ez buruşa beistanbul ve haniyeti o ve kati şudeni rü'esai zorbaha ve hüsni tedbir der sarayı hümayun der cemaziyü'levvel. tecemmuı ba'zı zorbaha der meydanı lahm der ramazan ve ihracı sancağı şerif ve maktulii işan bemübaşereti veziri azam kabakulak ibrahim paşa ve vürudı elçiyi tahmasb şah beistanbul der zi'lka'd. izharı acz ederek za'ifane sulha talebden zarar: kırk iki sali evahirinde tahrir ettiğimiz vech üzre ibrahim paşa tahmasb'dan gelen elçi ile sulha nizam verüp habere muntazır oldular. vaktaki haber gelicek vakit geçdi, ortalıkda güft u gu çoalup bu kadar ehli islamı ibrahim paşa kızılbaş yedine verdi deyü aracif çoğaldığından ve acem'den gelecek haber' te'hir edicek acam'ın derununda mel'anet olduğu fehm olu nup vezir za'ifane suuıa talib olduğuna peşiman oldu. lakin ne fa'ide bu sulh sohbetile seraskerler yanmda asker kahnadı ve tahmasb bu vezirin vekarmm sahte olduğunu iz'an etti; ya'ni elçilere, hastane'ye vardıkda mü cevher kuşaklu içoğlanlan ile ve incilü mushaf kiseleri ve sa'atler ve döşe me göstermekle eslafda görülmemiş ünvan ve ihtişam nedir? bu defa elçiforma miz vardıkda dokuz seneden berü aldıkları memleketleri birden verüp sulha talib olmakla izharı aczini beyan nedir? dedi. vezir cemi' harekatı salifesine nadim olup heman kızılbaş memalikimize halidir deyü yöriiyiip hasaret etmeden takviyet verilmek labüd deyü muharrem'in sekizinde kapdan kaymak paşa'yı istanbul kaymakamı nasb ve bi'zzat padişah iran seferine gitmek üzre tuğlar üsküdar'a geçirilüp muharrem'in on sekizinde azim alay tertib olunup, cümle ocaklar ve rical ü nisa üsküdar iskelesinden ta sahra da mansub otağı hümayun'a varınca gece yansından berü halk izdiham üzre muntazır olmağla vezir sarayı hümayun'a gelüp her şey hazır ve vakti hareket geldi, sa'adetle buyurun deyü padişaha bildirdikde padişah üsküdar'a geçmekden istikrah ve feshi azimet buyurup bir kaç sa'at tereddüd ve nihayetinde fariğ oldum deyü kat'i cevab verdikde, vezirin dört ta rafı deniz olup bu hali pürmelali yeniçeri ağası'na bildirdikde, anın dahi aklı başından gidüp, böyle galebeliği dağıtmak kabil değil bir hadise zuhuruna sebep olur deyü bildirdikde damadzade hayrhah kelamım ıskerhen gidecek oldu. lakin sefer ga etmemekden zarar. padişah'ın içün yevmi müşaverede damadacem seferi içün üsküdar'a geçdiği: zade ebü'lhayr ahmed efendi gi bi ba'zı hayrhahanı devletin bu vakitde bi'zzat padişahın sefere gitmesini münasib görmediklerini yad edüp, bi'zzarure sancağı şerifi alup üsküdar'a geçti ve tertib olunan alayı azim ile üsküdar iskelesinden otağ'a teşrif buyurdu. amma padişah'm bu tered düdü şayi' olmağla halk sırren ve alenen veziri zemm ve kazf ettiklerinden vezir nice edeceğini bilemez oldu; ya'ni kah padişah sefere gitsün, kah burusa'da meks etsün kah üsküdar'da tevakkuf etsün ben gideyim; lakin şita gelmekle ben dahi haleb'de ya tokat'da kışlayım' ve zahire tedarik olun madan niçün hareket ettim deyü yine nadim olup, zahire ve mühimmat te dariki içün ben dahi üsküdar'da kalup, serasker irsal edelim dedi. lakin askeri ve rü'esa seferi sahih zannile malı olan harç etti; olmayan düyuna mübtela oldu. bugün yarın diyerek gurrei rebi'de kalkarız dediler, yine olmadı; yine bugün yarın diyerek, akibi mevlud'da denilmek le alem elem ve hayretde idi. ezin canib sulh temessükünü astane'den şah'a götüren şahısdan kağıdı tahmasb kulu nadir ali han ahz edüp, he nüz kağıd şah'a vasıl olmadan, kirmanşahan ve hemedan kal'alarm, kı zılbaş yürüyüp alüp, derununda olan müslimini esir ve mallarını ganimet edüp, tebriz'e gelecek oldukda, muhafız olan kara mustafa paşa sadnazamdan gelen mektuba binaen gece firar ve bedeli sulh olmak üzre tebriz'i da hi verdiğin tebriz'de olan müslümanlara acem haber gönderdikde, gerçi cem ü ntrak tepe behane ve mühimmat ve zahire ve askeri mükemmel ve feth olunca nice bin nüfus telef olmuş bir kal'a iken, bilaceng kızılbaş'a teslim olundukda, kızılbaş gelüp, askeri makülesin salıverüp nisa ve sıbyanını esir etmiş sadası istanbul'a şayi' oldukda bedhahlar, tebriz'den çıkanlar bizim ibrahim paşa ile da'vamız var diyerek, istanbul'a geliyorlar deyü muvahhiş eracifi pey da ettiler. ve ibrahim paşa'nın alibrahim paşa'mn etvarı: tın sarf edüp, tatyibi enam kasd ettiği etvarınm münkeratdan oldu ğunu ta'dad edüp, bu vezir miras yedi meşrebdir; gece ve gündüz zevk ve sürür icad eder ve kendünün ve müta'allikatmm safasına kana'at etmeyüp, halkı aldatacak şey lazımdır deyü idlerde atmeydanı ve sultanmehmed ve bayezid avluları ve yenibahçe ve yedikule ve bayrampaşa ve eyyüb ve kasımpaşa ve tophane ve sa'dabad ve dolmabahçe ve bebek ve gök su ve çubuklu ve beykoz ve üsküdar'da harmanlık nam mahallerde dolabar ve beşikler ve atlıkaraca ve samüsa'adei jıskdan zarar: imcaklar kurdurup, rical ve nisa mahlut ve kadıncıklar salıncağa binüp iner iken şahbaz yiğidler kadınları kucağına alup, salıncağa koyup, çıkarup kadınların salmcakda uçkurlan meydanda hoş sada ile şarkılar çağırt tığında nakısatü'lakl nisvan ta'ifesi ma'il olup, kimi zevcinden izin, kimi izinsiz izni amdır diyerek, seyrana gidüp ve cebren seyr akçası alup, olmaz ise talak taleb eder; mahkemelerde olan na'ibler zenana müsa'ade ile me'mur gibiler olmağla zevçleri tahcil edecek kelamlar ile karı karılığı ile seni iste meyecek, sen erliğin ile anı istermisin diyerek, tenfir etmekle, alakası olanlar deyusluğu kabulden gayrı çare olmamağla tatlik avratların yedinde gibi olup, ehli ırz diyecek her mahallede beş hatun kalmadı ve bu vezirin ule maya ve sulehaya ve ukalaya ve bahadırlara ve şeci'lere rağbeti yoktur; zira anlar bu misüllü etvara riza vermezler ve süfehaya rağbet etmekle süfeha, sulehaya adam demeyüp, istihza eder oldu ve padişahımız bu vezire gehnce on beş sene emri ma'ruf ve nehi ani'lmünker ile meşgul iken bu vezir pa dişaha dahi müsamaha ve müsa'ade ettirdi ve vezir yalılarda oturup fiske ile avratların yaşmağına fındık altını atmağla, avratlara bir güne yüz dahi verdi ve bir lale soğanını bin beşyüz kuruşa çıkardı ve lale çırağanları ve helva sohbetleri sebebine süfeha ve mudhikler ve serhoş ve sazende ve hanende makuleleri zillu'llahı fi'ıalem ve ba'isi nizamı alem olan afif ve nazif padişahımıza musahib oldular ve fukaranın hakkı taşrada icra' olunmamağla taşra ayanmdan gelüp fukara şikayet ve ihzarını taleb ettiklerinde ayamn elbette da'irei vezirden birine ta'alluku vardır; müddeiyi kayd ü bend şem;'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ile ahz ve mahallinde da'vası göriile deyü hasmı olan zalime irsal etmekle mazlumun da'vası lağv olduğundan başka hasmı diler ise azad eder, diler ise telef eder ve nemçe sulhunda müşavere olundukda ulema ve erkanı dev let tamişvar ve belgrad küffarda kalup sulh olmak münasib değildir dedik lerinde asker ita'atden çıkmış limaslahatin sulh olalım askere gereği gibini zam verdikden sonra düşmandan ahzı intikam edelüm deyü sulh oldu. ba'dehu askere nizam vermek şöyle dursun baki kalan nizamı dahi bozup nevicad ayin ve oyunlara ve küffardan ve kızılbaş'dan utanmadan ziyade ünvan ve haşmete mübaderet etti. halkın nizamında olan ezvacmı ve ta'am ve libaslarını başdan çıkardı ve yine zevk ve huzurumuza mani' olmasun deyü nice bin müslüman şehid olarak ve nice bin kise sarf olunarak feth olunan memleketleri kızılbaş'a verüp sulh talebettiğinden kızılbaşar devletin za'fma hami etmekle kuvvetlenüp hücum etti ve sulh olunur mü lahazası ile yeni feth olunmuş vilayetlere takviyet vermediğinden revafız gelüp cümlesini bilaceng ve bilazahmet ahz ettiğinden ma'ada nisa ve sıbyanı müslimini dahi esir etti ve sa'dabad: sa'dabad'ı abadan etmekle bina' olunan köşklerde olan i'lanı fısku fücura ruhsat verdi; hatta sa'dabad'ı bina' ederiken kereste ve ahcar nakli ne'meşgul olan payzenleri, yahudi avratlarına havale ve icrai mel'anet ettiklerini temaşa ettiğiçün çok zaman cuhud karılarına yahmı yaparsın, kazıkmı kakarsın, kuyumu kazarsın payzen çelebi deyü takılırlar idi ve cümle umur vezirin yedinde olup ulemadan ve ocakludan ve tarafı saltanatdan ta'arruz olunmadığından, da'iresine müntesib olanlar manii mu'ti bu da'iredir deyü sa'ir nasa hakaret ile nazar ederleridi. kendü müta'allıkları şöyle dursun müta'allıkmın müta'allıkları dahi laübali hareket ve sefihane hare ketle ukaladan meskenetlu adamları istihza ederleridi. hatta on iki sene sonra sadrıazam olan esseyyid haşan paşa'dan m enkul: ben devri ibrahim paşa'da üsküdar çorbacısı olduğumda, havassı mukarribinden sadrı rum feyzullah efendi'nin bir tazesi avüsküdari feyzullah e fendi: rat evine gireriken üsküdar'lı tecemmü' edüp, gulamı mezburu ahz ve darb ve şetm sadedinde olduklarında' cem'iyyeti def ve gulamı tahlis kasdile ellerinden alup, halkı teskin içün gulama biraz azar edüp, kollukda tevkif ettim ve kimin oğlanı olduğunu bilmedim. halk dağıldıktan sonra, oğlan karşıma gelüp, bak çorbacı, o herifleri niçün sopa ile döğmeyüp, bana azar ettin; hoşimdi deyüp, gittikten sonra bir dostumuz gelüp, başının ' varup, başıma gelen felaketi naki ve anın ta'limi ile arzı hal verüp, büka' ederek, elaman, meded müfti efendi merhamet edüp, telhisci'sini vezire gönderüp, üsküdar çorbacısı'nı incitmesünler deyü yeniçeri ağası'na tenbih olunması rica olunur deyü sipariş eyledi; vakta ki, telhisi paşakapısı'na vardıkta feyzullah efendi paşa'nın yanından çıkrmş, rast gelüp olmaya ki, bize müta'allık husus içün gelesin dedikde, telhisi arifane savuşdurup, risaletini tekmil ve çorbacı'ya emniyyet tahsil ettikden sonra civanı merkumun bir refikini bulup, ikiyüz kuruşluk bir şal ile gönlünü ele alup, banşdıkta, ta'limi civan ile iki tabla ala balık ve dört tabla şükufe ve dört tabla meyve ve bir tabla kaymak ve bir tabla yoğurt ile feyzullah efendi'ye varup, civanın delaleti ile damenini takbil ile giribanımı tahlis etmişidim. barii ta'ala gayyurdur. feyzalimin akıbeti harab olduğu. zullah efendi'yi on iki seneden bezalimin mazluma muhtaç olduğu: rü nefide za'if ve beni sadrı ali ile taltif buyurup, ıtlakı içün feyzul lah efendi şimdi bana arzı hal edüp, hali perişanını ve ihtiyacını beyan et miş. üsküdar çorbacısı ben olduğumu bilmem bilür mi? lakin bana layık olan afv edüp, ıtlak ettirmektir deyüp maltepe yahsına götürdüm deyü hamd ve şükr etmiştir. sa'ir mazlumini ve mağdurini var kıyas eyle ve sa'ir mukarribinin evza'ını dahi hisab eyle, bahusus ibrahim paşa'nın hemşehrisi başkapı kethüdası kara mustafa ve uzun abdullah mu'temed casusları olmağla', bir kimesnenin, bir kimesneye gayzi olsa, mezburlara varup, arzı rüşvetle takdirini rica etse, hemen kara mustafa ol kimesnenin yanına va rup, şunu kaldurun deyüp, muhzır ağa'ya gönderür, ister ise bir iftiralu soh bet ile i'dam eder; diler ise nefyettirür'; kimesnede niçün demeğe mecal ol maz ve padişahın bu vezire müsa'adesinden ve ekseri tebdil paşakapısı'na varup sohbetine temayülünden erbabı zeka meshurdur deyü cezm etmişleridi. bu padişahın' bu rütbe i'tibanndan bir ahed hilafında olamayup, hakkı söyler dostu kalmadı. istidracın hali ma'lum. ekber şehzade olan sultan süleyman, şevketlu peder, bu vezirin hyafı şer' edaları ve cümle umurı' devleti kendü da'iresine mahsur etmesi, hem kendüsüne, hem şev ketlu padişahıma, hem bize, hem devleti aliyye'ye yazık eder; zira padişahlara ve vezirlerine layık olan esbabı şeca'at ve alatı mehabet olup, gayyurlara ve yiğidlere ve ashabı me'arifden paktıynet ulemaya rağbettir; yoksa bunlar terk olunup lehv ü hava ile meşgul olmak ne demektir? dediği lağv olduğundan, paşa'nın karinleri ve müsahibleri semti müdaheneye zahib olup, her kelamını ve her etvarmı tahsin ederek, müeyyed minindillah zanşem 'd an izad e süleyman ee n d i takihi nı ile her umurunu isabet addezülali haşan e fendi: deridi. vaktaki istanbul kadılığın dan vakitsiz azl olunan zülali ha şan efendi devletin bu haline bakup, halkın vezirden nefretini gö rüp, sırren ve alenen zemm ve fasi olunduğun işidüp, bu vezir ile ricali gü le oynaya bu devleün izmihilaline sebep olurlar deyü söylediği, vezirinsem'ini kar' edicek, lisanını kat' ve zuhurı jitne: te'dib içün zülali çekmece kurbünde çiftliğine nefyolundukda bu mu kaddemedir beni bunda komazlar başımın tedarikini görmek lazım deyüp, ha'in arnavud cibilleti asliyesi üzre, hemşehrisi olup yeniçerilerde on yedinci'nin cema'atm yoldaşı ve kalyonlarda patorona'nın neferi olmağla patorna halil dedikleri habisi ve müderrisinden deli ibrahim nam zelili mahfi çağırup, akdi meşvereti fitne edüp jiih juil cüJl nassı şerifinden gafil ve i r i hadisi şerifinden atıl olup, ku ru yanınca nice yaş yanar demeyüp, nice bin nüfusun katline ve nice bin ırzın hetkine ve ibadullahm malının yağma ve telefine ba'is olmağla, tevarihde ismi meş'um ve rnüstekreh olacak karı nasavaba mübaşeret etmekle mesfur patorna kendi gibi on altıla'in ile rebi'ülevvelin beşinci hamiş günü duha vakti sultan bayezid'in kaşıkçılarkapısı'nda şer' ile da'vamız vardırdiyerek, bir bayrak çıkarup, müslüman olan dükkanları kapayup yanımıza gelsin, nidası ile bazaristan'avarup, bir kapısından girüp babı aherden çıktıkda, fesada meyli olanlar, eşkıyaya mülhak ola rak divanyolu'na çıkup şahrahdan meydanı lahm'e varınca kesret bulmuşlaridi; varup cebren meydan kapısın açtırıp duhul ettikleri gibi, bir bö lüğünü birinci bölüğün kazanını ihraca irsal ve bir bölük eşrar ile kendisi ağakapısı'na gelüp, mahbusları ıtlak ve kendülere ilhak ettiler. meğer bu gece yeniçeri ağası üsküdar ordusundan kapıya gelmişimiş. müdafa'a etmeyüp firar edicek, zorbalar yüz bulup karhaneli'yi dahi kendülere mülhak kdup, bir bölük la'in cebehane'ye varup, andan çarşıya gelüp, bitbazarı ile sipahçarşısı'nı yağma etmekle, bisilahları silahlandırup, kaput ve şalvar ve kılıç ve kalkan ve zırh ve piştov ve tüfenk ve harbe ve palyoş ve gaddara ve yatağan ve şal ve palaska ve vezne j sahibi olup, sarrachane'ye git tiler. çünki hüdusı fitneden bir kaç gün mukaddem müfti'ye ve ayasofya şsyhi'ne ve ortacami'e bıraktıkları tezkirelerde mahmudü'lfi'al padişah lazımdır deyü yazmışlar. bu esnahakk kelamı redden zarar: da herkesde havf ü hiras zahir ve hayran ve sergerdan iken ba'zı m ü n irak tepe fiayrhahdevlet mehmed kethüda'ya varup. efendim halkın ağzı yanlış, or talık zevksiz, alametler kabih, bir hadise zuhur etmeden halkın üsanını kat'edecek bir işe mübaşeret buyurun dediklerinde, iğzab olup, ünf ile şetm ederek, bu misillü kelam lisana alınır mı? ve hatıra getirilir mi? ve bu ihti mal varmı ki? cümle ricali devlet ve ocaklımız çırağımız ve her mahallede ve her köşede casuslarımız variken başkaldırmaya kimin canı var deyii i'tab ile hetki ırz ettiği içün ukala sükut ve yar ü ağyar zevallerine muntazır ol duğundan çarşılı iğmaz edüp, kolunuza kuvvet dediler; yoksa esnaf, dük kan kepengi şöyle dursun, tükrüğe boğarlardı. lakin vezirin lu'bu lehvden usanmadığından halk usanmıştı. bir ahed defi ile takayyüd etmediğinden, mesfurlar sarrachane'yi kapadup meydan'a vardılar ve bir bölüğü tersane'ye geçüp, zindanda ve çekdirilerde olan mücrimleri tahlis ve kendülere refik ettiler. meğer istanbul kayma kamı olan kaymak paşa bu gece seheri çengelköyü'nde bağı ferah tesmi ye ettiği beylerbeyi yalısı'na gitmiş, bu haber vasıl olıcak zorbalar korku su şöyle dursun, padişah ve vezir korkusu dahi kendüyü isti'ab etti. hemen istanbul'a geçüp, uzunçarşı'da dükkanları açın deyü zor etti. mümkin olmıyacak, üsküdar'a geçüp, vezire bildirdikde, vezir salıpazarı yalısı'na gelüp, ulema ve ocaklıyı cem'edüp müşavere ettikde, padişahın sarayı hümayun'a nakli tasvib olunmağla gece padişah sancağı şerifi alup, sarav'a teşrif buyurdukda cümle ulema ve meşayih ve müderrisin ve erkanı devlet, hacegan ve ağavat geçe tebdiii kıyafet saray'a cem' olup, gece sa'at sekizde hırkai şerif odası önünde meşveret olundukta, zülali efendi çiftliğinde menfidir, eşkıyaya karışmasın deyü saray'a getirüldü ve ertesi vezirin ted biri ile sancağı şerif çıkarılup ortakapı üzerine nasb olundu. aşçı ve hel vacı ve bostancı'dan' serdengeçdi tahrir ve cebehane'den esliha i'ta ve münadiler ile şehirli saray meydanı'nda sancak altına da'vet olundu. gerçi mukaddem tarihlerde böyle sancak çıkıcak müslüman olan sil gibi revan olarak, fi'lhal meydan malamal olur idi. lakin bu def'a halk bizar olmuş; ekserinin oğlu ve kızı azmış ve şehirlinin vezirden ve ricalinden i'lanı ısku fücur sebebine nefret nefretlerinden zarar; etmiş. ibadullahda deruni adavet peyda olmuş ve bunlara kemali rağbet ettiği içün padişaha olan halkın muhabbeti sihnmiş, cümle nas bunların zevallerini isterimiş ve acem'e ve afgan'a olan hasaretden ve anlara hasaret edelim deriken hazineleri telef, bahusus bin hazine değer anadolu' yu harab ve şeref ettikden sonra acem seferi safamıza mani' oluyor deyü bunca meşakkatle maük olunan yerleri birden vermeğe razı oldular. la şem 'd an ızad e süleyman ee n d i tar ih i kin açıkdan verilmez, kızılbaş gelüp sureta hücum ile almak lazım deyüp, kal'alarda olan müslimini habir dahi etmemekle vilayetler gittikden sonra ve top ve cebehaneyi kızılbaş aldıkdan sonra, ümmeti muhammed'in evlad ü iyalmin esir olmasım tecviz ettikleri içün nas deruni bunlardan nefret et mekle, saray'a gelmediler ve akalli kalil gelenler dahi vakti asirde dağıldıkda haseki ağa ile meramlarına müsa'ade olunur, cem'iyyetlerini dağıt sınlar deyü hattı hümayun zorbalara irsal olundukda, biz padişahımızdan hoşnuduz, devlete hiyanet edenleri, defter mucebince hayyen isteriz de diklerini haseki ağa gelüp vezire takrir ettikde, var padişaha dahi inha eyle demekle, padişaha dahi takrir ettikde, akşam olmağla sancağı şerif kaldırılup mahalline naki olundu ve paşalar arzağaları odalarında, ulema bos tancılar odalarında beytutet ve ertesi sebt günü sofada müşavere olunacakiken müfti efendi, seheri zülali efendi ile ayasofya şeyhi ispirizade'yi alup sa'ir ulemanın yanına gelüp, ben bu kadar zaman fetva vermişiken, eşkıya veziri ve ahbabını ve beni hayyen taleb etmişler; benim aksakalım kana boyanmak layıkmı deyü büka' ettikde, cümle ulema bizler cümlemiz helak olmayınca sana zarar ettürmeyüz dediklerinde, heman müf ti efendi cevaba muktedir olup, eşkıya'nın meramı yazdıkları tezkirelerden ma'lum ki, mahmudü'lfi'al padişah isterler nafile zahmetin ma'nası yok; sabah olsun padişahı hal' edüp, rahat olalım deyüp, şafi'i vakti namazı eda' ve umumen revan odası haricine geldiklerinde müfti efendi'nin bu kela mından cümle ulema, bahusus damadzade ahmed efendi mütehayyirler oldular ki, bu abdullah efendi burusa'dan azl olundukda vezirln himmeti ile cümlemize tercih olunup, sadrı fetvaya su'ud' ve on üç sene mesnedi fetvada mes'ud ve ni'meti padişahi hakkında meşdudiken bu küfranı ni'mete kavlen cesaretini ta'yib ettiler. bu hal şöyle dursun belki padişahın kıyamına bir ilaç bulunur idi. bunun bu hareketi erbabı şu'uru bişu'ur edüp, hali padişaha sebeb oldu. meğer mukaddem bir kaç def'a padişahı tenha buldukça ben gerçi vezirin çırağıyım, lakin vezir tadını azıttı ve zevk arariken, eski zevkleri kaçırdı. eğer vezir def' olunmaz ise cenabı sahibi salta nata dahi sirayet eder deyü bildirdikde, isga olunmadığmdan başka padişah bu kelamları vezire naki ettikde, vezir cümle işler yolundadır; bu fikirler fasid ve hayal ve muhaldir; esbabı zahir ile takayyüdümüzden havf ve hırasa müta'allik bir şey olmadığından ma'ada mukarribimiz olan erbabı ma'arifden dahi delaili nücumiyye muktezasınca hitamı zamanımız uzak tır deyü kendi aldandığı gibi padişahı zişanı dahi iğfal etti ve müfti'nin ken di aleyhinde olduğuna vakıf olup, müfti'yi tekdir iktiza etti; amma söz ve sav olup, külli kabayihim meydana çıkar deyü sükut ve ta'ziri bi'lkerem g mü n i r k t e p e tarikma gidüp, müfti'ye evvelkiden ziyade ikram ve tatyib ve tahbib etmişimiş. şimdi padişah bu ga'ile neden zuhuf etti dedikde padişahım ben seni iykaz ettim; lakin sen beni dinlemediğinden ma'ada, beni ibrahim paş.ı ya söyleyüp bana adavet ettirdin ve beni kazib ve ibrahim paşa'yı sadık addeyledin' deyüp kalbinde olan kederi izhar eyledi; yine layık olan padişaha kendüyü feda iken kendüyü sıyanet edüp padişahı feda eyledi. ezin canib revan odası önünde böyle mütehayyir aram olunuriken vezir gelüp ben şimdi ölümeri oldum, ancak padişahımızı halasa çare lazım deyüp, müfti efendi'ye padişahımız seni ve kapdan kaymak paşa'yı ve vezir kethüdası'nı azl edüp, nefy etti deyüp üçünü birden hasekilere teslim ve habs ettiler ve mirzazade efendi huzurı hümayuna getirilüp şeyhülislamlık verildikde kabul etmedikçe ibram olunup, kabul ettirildi. ba'dehu cümleyi padişah hu zuruna getirüp, eşkıyadan gelen defterde vezir ve müfti ve kapdan paşa ve sadrı rum feyzullah efendi ve vezir kethüdası ve başkapı kethüdası ve sa'ir vüzera. ve ba'zı ulema ile ba'zı rical dahi tahrir olunduğun gösterüp ge len kağıdın cevabı içün eşkıyaya selanik'den ma'zul imadzade'yi padişah irsal ederiken nihani veziri dahi feda edeceğini beyan ve cümlenin mu'tekidi olan yenicami' şeyhi seyyid mehmed' efendi'yi refik edüp ir sal olundu. gerçi eşkıya dahi hadden füzun cem'iyyet peyda etti. lakin huruc ale'ssultan töhmetinden ehli ırz olanların kimi hanesinde', kimi ahibbası hanesinde ihtifa edüp, ocakludan dahi bir ihtiyar ve bir çorbacı içleri ne karışmayup, içlerinde dahi bir müdebbirleri olmamağla nizamsız serserileriken çorbacılıkdan menkuben sarraçlık işleyen'mehmed'i bulup ye niçeri ağası ettiler ve yeniçeri efendiliği'nden müteka'id süleyman efendi' yi bulup, reisü'lküttab ve urlu çavuşu sekbanbaşı ve beytü'lmalci deli mustafa'yı kul kethüdası ve sahn müderrisi deli ibrahim'i istanbul kadısı edüp, üsküdar'a geçdiler ve orduda olan çadırları kaldırup, meydanı lahm'e nakletmekle meydanı yeniçeri ordusuna müşabih ettiler ve cumartesi günü bölük bölük zorbalar, rical ve kibar hanelerine gidüp yağma, hatta müfti abdullah efendi'nin dahi malını yağma ettiler vemehmed kethüda'nın ma lı cümle zorbayı iğna etmişiken dükkanlar açup talan ettikden sonra bir bölüğü gümrüğü yağmaya geldiklerinde bu abdi pür laksir'in pederi şem'darii zade elhac mehmed tokat bezirganlanndan olup, mesfurların güm rüğe desti draz edeceklerini te'akkül ve kendü serdengeçdi hey'etine girüp, bir kaç hemcivarını alemdar ve haseki suretine vaz'edüp, gümrükönü'nde cevelan ederiken bir kaç bayrak zorba gelüp, gümrük'e tasaddi edecek ol duklarında, bakayoldaşlar biz sizlerden evvel geldik, lakin fukaranın ve işem 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h i tüccarın gözü yaşlan ile ahlarını mülahaza edüp, meta'larma el uzatmaya ce saret edemedik, sizlere dahi layık görmem, işimiz rast gelmez deyü levendi ne cevab ile def' ve bir habbe zayi' olmamasına sebeb olmuş; hatta gümrük çü olan yeğen mehmed ağa ihtifa'daiken vakıf olup, sekiz sene sonra sadrıazam oldukda, pederi getirdüp, enva' ikram ettikde, hacı mehmed ağa ben seni ne zamandan berü severim, bilirmisin deyüp, bu maddeyi yad, me taı müsliminin selametine ve resmi gümrüğün zayi' olmamasına illet ol duğunu ve sadakatla cesaretini takrir etmiş. ve'lhasıl sebt günü eşkıya altunu fes ve kuruşu etek ile pay etmişler; hatta mehmed kethüda'nın hanesi etrafında' olan sokaklardan ertesi gün gelen geçen, kırk elli kiselik nukud devşirmiştir; yağma edenler den düşüp, uğur değildir deyü almamışlar ve yevmi mezburda kapı tashih ve serdengeçdi tahrir ederleriken' imadzade meydan'a vardıkda padişahımız her teklifinizi kabul etti; hatta ibrahim paşa'yı dahi feda edecektir. ancak ulemadan bir ferdin katline mesağı şer' yoktur. nihayet onların cezası nefy olunmaktır buyrulduğun ifade ve nasihat ettikde, razıyuz, ancak taleb ettiğimiz eşhası hayyen bize teslim ve mansıb ettiğimiz kimesnelere mansıb beratlarını i'ta ve içerüde olan zülali efendi'yi anadolu kazaskeri edüp, bize irsal buyursunlar ricasile imadzade'yi ve reis nasb' ettikleri süleyman ile bile sarayı hümayun'a irca' etmelerile, mezburan gelüp bu haberleri ve zülali bizim içün nefy olundu dediklerin bil dirdiklerinde, padişah hazz edüp, vafir altun verüp imadzade'yi nakibü'leşraf nasb eyledi ve madam ki ita'atden huruc olunmıya bir ahad mü'aheze olunmaz deyü ahd ü yemini havi tahrir olunan hücceti saray'da olan cümle ulema imza etmekle, mezbur süleyman efendi alup meydan'a götürdü. ak şam oldu, ya'ni pazar gecesi kızlar ağası gelüp ibrahim paşa'dan mührü al dı. ba'dehu ibrahim paşa ve mehmed kethüda ve kaymak paşa kapıarası'na habs olundu. ba'de'lışa alayköşkü tahtına zorbalar cem' olmuş deyü padişah'a haber verdiklerinde üçü birden boğulup cesedleri alayköşkü'nden ilka olunacak oldukda sokaklarda bir ferd yok, meğer kelamı merkum müfsid icadıimiş; telaş ile hakikat hale ittila' hasıl olunmadan boğulmuş bulundu; peşiman olundu, çare yok. ertesi öküz arabaları ile cesedler meydana isal olundukda mehmed kethüda'yı meydankapısı'na vaz' edüp, üç taşı bir yere getürsek, kah memşa olur, kah ocak olur demeğin cezasını buldunmu dediler ve kaymak paşa'yı horhorçeşmesi'ne bırağup, kah lale, kah oğlan çırağanı, kah avrat çırağanı etmeğin cezasını buldunmu de diler. amma ibrahim paşa'nın cesedini bilirleriken, tecahül edüp. kürkçü manol'u boğup cüssesini' bize irsal etmişler, biz ibrahim paşa'yı isterüz de m ü n te, ak tepe yü ibrahim paşa'mn meytini beygir kuyruğuna bağlayup, geri babı hümayun'a gönderdiklerinden dimağlarının fesadı bilinüp müftii ma'zul abdul lah efendi bozcaada'ya irsal olunup,'mühri hümayun silahdarlık'dan damad paşalık ile çıkan mehmed paşa'ya verilüp, hemen padişah şeyhülis lam olan mirzazade ile damadzade ve sadreyn efendileri yanma davet edüp, eşkıyanm beni istemediği ma'lum oldu; bana da gailei saltanatdan giran geldi; hatta üsküdar'da iken sultan mahmud'ı iclas murad etmişidim. mu kadder bu güneimiş. lakin bana ve evladıma zarar etmiyeceklerine, eşkıya beni inandırsınlar deyü ayasofya şeyhi'ni irsal edecek oldukda, zülali'yi refik taleb etmekle, zülali'ye anadolu sadareti ihsan olunup, irsal olundukda, anlara lazım olan padişahm tac ve taht matlubu değil; lakin bu kadar zaman imamü'lmüslimin olmuş zatı şerif hayatda oldukça hal' münasib değil, her ne kadar istemez ise biz anı isteriz, dini devlete muzır olan mukarribler mündefi' oldu demeyüp, muradınız hasıl oldu. padişah salta natdan kendisi fariğ oldu deyüp, zararları dokunmıyacağına yemin ettirüp, geldiklerinde, bari padişahımızın istifasından cümlesi mahzun oldu yollu ba'zı kelam lazımiken, pek memnun oldular deyicek, rebi'ülahir'in on doku zuncu isneyn gecesi sa'at üç buçukda padişah mabeynkapısı'na ku'ud ve sultan mahmud'ı getirdüp alnından takbil ettikde, ol da hi emmi büzürkvarı sultan ahmed hazretlerinin desti sa'adetini bus edicek, işaretlerine binaen, şehzadeleri dahi sultan mahmud'm destini takbil ve bi'at ettiklerinde, padişahı sabık şehzadeleri dahi sultan mahmud'ın destini bus ve bi'at ettiklerinde padişahı sabık evladları ile mekanlarına gittiler ve padişahı lahikhırkai şerifi ziyaret edüp, tahtına cülus ettikde hüddamı enderun ve saray'da bulunan ulema ve vüzera ve rical gelüp bi'at ve damenbus ettiklerinde seri sa'adetine sorguçlu destan giyin di ve harem'e gidüp, seheri yine çıkup salatı subhı hırkai şerif odası'nda eda' ve küçükimam olan pirizade mehmed sahib efendi ilim ve fazlına bina'en imamı evvel nasb ettikden sonra taşrada olan rical ve rü'esai eşkıya dahi da'vetle saraymeydanı'na geldiklerinde saray'da lağım varmış de yü zorbalar illet ettiklerinde valide cami'i şeyim emir efendi varup izalei şübhe etmekle silahlı adamlarile gelüp bi'at ettiklerinde cümleye emniyyet gelüp, ulema ve rical hane ve meydaniler meydana gitti. zılli bari, kutbü'larz tarihi cülus vaki' oldu ve ibrahim paşa eyyamında ihdas olunan bid'atler ve malikaneler ile sa'ir mezalim ref'olundu ve defterdar izzet ali bey, iffet ve istikametine bina'en azl olunmayup ibka olundu ve haremeyn müfettişi olup, vezirin ta'allukatından olan ekşiaş zağem 'dan izad e süleyman ee n d i tr ih i h de veli efendi'ye haleb kazası verilmişidi, ref' olunup ahere tevcih olunmağla veli efendi şe'ameti müdahaneye uğradı ve eşkıya mabeynlerinde kul kethüdası nasb ettikleri deli mustafa'ya iğzab olup, meydanda parala dılar ve yerine bir haseki'yi dahi kul kethüdası nasb ettiler ve cülusun beşenci cuma günü padişah kılıç kuşanmak için azim alay ile edimekap'ısı yolu ile türbei hazreti halid radiyaallahuanh'a varup şemşiri fahri alem sallallahu ta'ala aleyhi ve sellem'i meyanına bend edüp avdetle yine edimekapısı yolundan istanbul'a dahil olup, ebü'lfeth rahmetullahualeyh cami'inde cum'ayı eda edüp saray'a teşrif buyurdu; hatta serdengeçdiler' alaya atlanmak murad ettikleri içün vezir bisatı ile atlar donadub göndermişidi. mesfur serdengeçdiler, onar nefer hasekileri ellerinde hıştı padişahı muhafaza suretinde, alaym sağ ve solunda güzer etmişleridi; kerem me'mul ederiz demelerile serdengeçdilere hil'at ilbas olundu ve cülus gecesi eşkıya tarafından ayasofya şeyhi gelüp saltanatdan ferağınıza hazz ettiler deyü sul tan ahmed han hazretlerine kelamı baridi tekellüm eden ispirizade ahı serdi sultani'ye uğrayup, haftasına varmadan vefat ettikden sonra nesli dahi münkariz oldu. yerine köse süleyman efendi ayasofya şeyhi olup, arabzade sultanahmed cami'ine, yenibahçelizade efendi süleymaniye'ye ve amasyalı ali efendi sultan bayezid'e, hızırzade haşan efendi sul tan mehmed'e ve himmetzade abdüssamed efendi selim'e' ve esseyyid mehmed efendi eyyüb'e ve kıbrısi efendi validecami'ine silsile ile şeyh oldular ve başkapı kethüdası kara mustafa ile refiki abdi'yi eşkiya bulup katı ettiler ve ba'dehu teva'ifi askeriyyeye cülusiyye verildi. hatta meydanı lahm'de zorbaların tashih ettikleri cedid esamelere dahi bir olkadar cülusiyye verilmişiken, üç bin müteseyyide sandalcı arab nakib olup, gümrük'den onar akçe vazife ta'yin ettirdiğine kana'at etmeyüp, anla ra dahi cülusiyyeden bahşiş aldırdı ve vak'anm on üçüncü gününe gelin ce, bezestan ve etrafında olan dekakin eşkiya havfinden açılmayup eşki ya dahi amellerinin cezasını bulmak havfinden dağılmaz idi. eğer cem'iyyeti dağıtup, bir dahi şer'e ve kanuna muhalif hareket etmezseniz güzeşte cera'iminiz afv olundu deyü, hüccet ve hatt zorbalara gönderilüp. şeyhülislam da hi tekeffül etmekle, meydan'dan çadırlar bozulup ortalarına yerleşdiler ve akıllıca olanları eline giren mal ile sılasına sefer etti ve bazaristan açıldı ve rum'dan ma'zul feyzullah efendi ve büyük imam arabzade abdurrahman efendi ve müverrih raşid efendi mehmed kethüda'ya ve ibrahim paşa'ya kemali ittisalleri olduğu içün halk kendülerinden nefret etmekle her biri ittisali mikdarı devletden teb'id olunup, birer cezireye nefy olundu ve on iki seneden berü reis olup, umurı seferiyye ve hazeriyyeye vakıf olan mü n i r k t e p e üçanbarlı deyü ma'ruf olan mehmed efendi cülusda azl olunup, defteremini nasb olunmuşidi. lakin ibrahim paşa vaktinde olan safalara reis olmağla lisanı nasa düşmüşidi. bir kaç şakı gelüp vezire nefyettirdüklerini muslu beşe haber alup, ben' anın hanesini yağma etmişidim; anların haddimidir ki, benim hanesini yağma ettiğim adamı nefyettirmek deyü vezire gelüp, anlara rağ men ıtlak ettirdi ki, henüz bozca ada'ya vasıl olmamışimiş, halas oldu; huluslu adam imiş ki, düşmanlar biribirilerine mu'anz olup, bilame'mul ıtlak olundu ve cülusun on beşinci günü zorbalar talebi ile cedid ve atik esamelere iki kist ulufe verildi. gerçi bu ulufeye ve cülusiyyeye kati çok akçe telef oldu; lakin ibrahim paşa'dan nakden çıkan iki bin beş kise ve mehmed kethüda'dan yirmi üç bin üç yüz on kise ve kaymak paşa'dan üç yüz altmış beş kise, vezir etba'ile ba'dehu kati olunacak eşkıya muhallefatlarından bin üç yüz yirmi yedi kise ve babı hümayun'da bey' olunan eşya ile emlak sümününden bin on üç kise ki, cem'an yirmi dokuz bin beş yüz otuz kise defterdar eline girüp cülusiyyeye ve ulufeye ve sa'ire sarf olunmuştur. meblağı mezkurdan ma'ada içhazine'ye dahi cevahir ve nüküd alındı ve eşkıyanın altunu fes dolusu ve beyaz akçeyi damen damen iktisam ettikleri dahi miriye kabz olunandan ziyade olmağla açgözlü eşkıyayı iğna etmiştir. bak maktüllerin devletine ve iddiharına. gerçi zahir ibrahim paşa'dan çıkan, meh med kethüda'ya nisbet akalli kalil, lakin ibrahim paşa'nın ahzı, mehmed kethüda'ya nisbet üç kattır. amma mehmed kethüda imsak edüp, ibrahim paşa bezi ve israf ettiğindendir ve bu ibrahim paşa'nın vezaretle sadırda meksine ba'is sehasıdır ve hilm ile afv sahibi olup, ba'zı kere tah minden artık lütuf ve ihsan etmiştir ve istanbul'da ve taşrada hayratı çok tur. istidracları müsa'adeli olmağla ma'denler sabıkından on kat ziyade zuhur etmişdir. lakin vüzeraya lazım olan nizamı alemi yalnız germe kasr etmeyüp bir elinde altun ve bir elinde kılıç ve başında kitab olmaktır. canibi merhameti tercih ederek siyaset merfu' oldu; ya'ni mizacınca olanlar mu'azzez ve mükerrem olup, hilafında olanlar mahrum olmağla, herkes hila fında olmaktan hazer edüp, kerem ümniyesils meşrebince harekete sa'y eder oldular. gerçi kütübi fıkhiyyede' siyasetin başka babı ve faslı yok tur. lakin bila garez vela ivaz nizamı alem içün bir şehir halkının sülüsünü katı etmekden asim olmayup me'cur olunur. ulu'lemr olanlar bu dakikadan gafil olup, kan dökmekden kaçındığın eşkıya bilmekle alem fesada vararak bu fitne zuhur etti. bir dahi mansıbı vezaretin mümted olmasından ya'ni on üç seneden berü bila azl vezaret ederiken padişah'dan varid olan hatlarda hakkta'ala seni benden ve beni senden ayırmasın deyü tahrir olunduğundan, ş e m 'dn ı zd bs ü l e y mnee n d itr ı h ı bu vezir içün azl yoktur deyü mansıb talebinde olanlar ve talibi mansıbların müta'allikatları azm ve cezm edüp, bir veçhile bu vezire azl yok ve mansıblarda devran eden ancak vezirin müta'allikatı olrnağla mansıb taliblerine ye'si külli gelüp, vezirin zevaline ilaç kaydında olurlaridi; hiç olmaz ise halka nefret verir kelam ilka' etmekle fitne zuhur etti. eğer selefde ebü'lfeth'in veziri mahmud paşa ve sultan süleyman'ın veziri makbul ibrahim paşa on beşer sene vezaretleri mütemadi oldu denilir ise, anlar da akıbetin de maktuldür. eğer tavil mehmed paşa ile köprülüzade ahmed paşa dahi on beşer sene ila vefat sadrıazamlık makammda ka'im oldular denilir ise, tavil'in eyyamı sadaretinde üç padişah tebdil olmağla alem tecdid oldu ve köprülüzade bir yerde mukim olmayup, ömrü seferlerde fütuhat ile geçüp rakid durmadığından idi. zira külli şey'in hayatına sebeb olan su dahi rakid dursa ta'affün eder. bu sebebden fitne zuhur etti; yahud bu acem seferini ukala tecviz etmedikleri içün açmamak gerekidi. çünki açdı, binefsihi ya kendi, ya padişah eslaf padişahları gibi bizzat sefere gidüp, canibi iran'a nizam vermek gerekidi. atalardan kalma sözdür, akçeyi kazanmak asan, hıfzı müşkil dedikleri gibi, ahz olunan büldanı hıfz edemeyüp düşman istila' ettikde, müslümanların telef olması ya'ni feth olunca telef olan müsliminin akraba ve ta'allukatına istilada helak olan müslimini müslimanın akraba ve ta'allukatı karışup kimi oğlum ve kimi babam ve kimi karındaşım ve kimi emmim ve da yım deyü feryad edüp zayi' olmalarına vezir sebeb oldu dediklerinde bed hahlar fursat bulup, bu seferi vezir halkı kırdırmak içün açdı dedik leri haliyü'zzihn avamı nasm sem'ine girdiğindendir; yahud acem seferi zuhurunda moskov keferesi sulhı müebbedi fesh lazım olur, zira bizim şehzade tahmasb ile ahdimiz vardır. şemahi ve şirvan ve giylan ve cemi' sahili bahri hazer benim olacak dedikde, ibrahim paşa moskov sulhu bo zulmasın, zevk ve rahatımıza mani' olur deyüp, ehli sünnet ve'lcema'atdan olup ali osman namına hutbe kıra'et etmekle, ali osman'a iltica etmiş şemahi ve şirvan ehalilerinin ekser diyarlarını' moskov'a verdiklerinde şirvanı'ler, aman bizimali osman'a ilticamız acem'den reha içün iken, bizi moskov gibi kafire verüp cami'lerimizi hedm ettirmek olmaz; geçdik bize sahib olmanız lazım değil, biz moskov ile muharebe ederiz dediklerinde, ib rahim paşa moskov incinmesün deyü zikr olunan yerleri verün deyü ibram ve üzerlerine azim asker ile serasker ta'yin ettikde şirvani'ler, yalnız moskov'a cevab vermek bu anacek kabil olmuşidi. lakin şimdi ali osman ile mos kov'a birden cevab mümkin değil dedirüp, kırım hanı gibihanları olan elhac davud han, dindar olduğu içün azl ve mevtinecek rodos'a nefy ve m ünir ak tepe mülayemetle ma'ruf olan sürhay'ı han nasb edüp, hahnahah moskov'ın matlubu olan yerleri küffara verdiklerinin şe'ameti yollarına geldi. gerçi bu vak'a zuhurunda def'i asan idi. bu isaet sebebine basiretleri bağlanup, ahkemü'lhakimin olan gayur allah celleşanuhu tedbirlerini mu'attal eyledi. vakı'ada ibrahim paşa'nın zevk ve sürura mani olmasm deyü, ibtida moskov ile müebbeden sulh olayım deyü selabeti dini feramuş edüp envaı züll ve hüsranı irtikab etmesi, ba'dehu bu maddede şirvani'leri tahkir ve moskov'm takviyetine ba'is olması, ba'dehu tatar'ın burnu kınlsun deyü moskov'a yüz verüp, tatar'ın za'fına sebeb olması, kendinin akıbetini böyle ettikden sonra, kırk dokuz salinde ve seksen üçsenesinde, moskov'ın galebesine ve devleti aliyye'nin şan ve şev ketinin inkisarına badi oldu jc. haremeyn muhasebecisi osman efendi, valide sultan kethüdası oldu ve vak'ada vezir ket hüdası olan niğdeli ali ağa, piri vakur olup, serdengeçdilere mudara et mediğinden eşkıya talebile azl olundu ve canım hoca bahadır adam olmağla. devlet hastane'ye getürmeye bahanecu iken, eşkıya canım hoca getirülüp kapdan paşa nasb olunsun demelerile, hasal elmatlub denilüp, ıtlak olunup, hastane'ye geldikde, kapdan paşa nasb olundu. ve sultan mustafai sani asrında üsküdar validesi hatibi salih efendi, hoş sada olmağla hünkarimamı olup anadolu payesini ihraz edüp, devri ahmed hani'de pa yesi haleb rütbesine tenzil olunduktan sonra mekke kadısı ba'dehu yolu ile istanbul kadısı, ba'dehu anadolu kazaskeri, ba'dehu rumeli payesi verilmişidi. işbu tarihde vefat etti ve eşkıya kendülere melce olmak da'iyyesile bursa'da menfi olan kaplan giray han'ın'tekrar han olmasını taleb etmelerile getirülüp han nasb olundu. bu esnada patoma arnavud ha lil hemşehrilerine ikram diyerek hayatda olan adamların, timar ve ze'ametlerin ve tevliyet ve mukata'alarm çalup tevcih ettirdiklerinden başka, bir kasab yazıcısı kefereyi boğdan voyvodası ettirmek ve ba'zı ricale seni azl ettirirüz deyü tahvif ile mallarım almak ve ma'zullerden rüşvet alup ibram ile mansıb ettirmek ve ocak'dan merdud çarşıda pişmiş kahve satan muslu beşe'yi ibtida' yeniçeri ağası'na kethüda edüp, 'sakal salalı kırk gün olma mış habisi getirüp kul kethüdası ettirüp, istanbul kadısı nasb ettikleri deli ibrahim'e kırkdokuz cema'atın kışlasını mahkeme ittihaz ettilerve deli ibrahim'in cariyesi bu esnada vazı hami ettikde, cümle kibara, ta valide sultan'a varınca şerbet göndermek gibi edebsizliğe cesaret ettiklerinde. padi şah ve vezir iğmaz ettiğinden cümle umura müdahale ederek, devlete istua ettiklerin padişah görüp deflerine niyyet buyururidi. lakin vezir taşra umurunu bilmez, henüz içeriden çıkma olduğundan eşkıyadan havf edüp ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h ı mahzur beyan ederidi. amma vafir zamandan berü darü'ssa'ade ağası olan hacı beşir ağa ukaladan olmağla, ukalayı bulup, rağbet eder olmağla eşkıyanm i'damının uhdesinden gekabakulak ibrahim paşa: lür adam tecessüsünde olup, sabıka mısır valisi sadrı esbak mehnied paşa'nın çok zaman kethüdası olup, mısır beylerinin isyan edenlerini ve çerkeş mehmed bey'i baba oğul olarak, ba'dehu cesareti fir'avn gibi he rifleri izale eden kabakulak ibrahim ağa, çerkeş'in malını kabza gelen yirmisekiz çelebi ve efendi ile devlete biner kise akçe irsal ettikde meblağı mezbur hastane'ye gelicek, ibrahim paşa kabz, fakat yüz ellişer kisesini hazinei hümayun'a teslim etmiş. padişah niçün mısır' dan akçe az geldi dedikçe, efendim kabakulak dedikleri herif kabz etmiş, ihzar olunsun, geldikde kabakulak'ı dahi i'dam etmekle küuiyyetlü mala malik olduğun bilüridi. bu takrib cümle malınıdahi almak kasd etmişidi. ve'lhasıl ihzarma giden mübaşir semerei sadakat: mısır'dan ibrahim ağa'yı alup se fine ile izmir'e ve izmir'den mihalıc'a geldiklerinde, istanbul'da fitne zuhur etti haberi vasıl olıcak, hanesini siyanet içün mübaşir hastane'ye gidüp, ibrahim ağa sadakatına bina'en firar etmeyüp kaviyyü'lkalb hastane'ye gelüp hanesinde ihtifa' etti. eğer ib rahim paşa bir kaç gün sadrında sağ kalsa kendüyü i'dam edeceğine vakıf oldukda, hüda'nın hikmetine ta'accüb ve yüzünü yerlere sürüp hamd ve şü kür ederiken kızlar ağası'nın mütecessisleri kabakulak'ın hastane'ye geldiğin duyup, eşkıya i'damma mısır'da çok san'at icra' etmiş bahadır adam dır, me'mul ki bu karın dahi uhdesinden gele deyü ta'rif ettiklerinde. kızlar ağası kabakulak'ı mahfi getirdüp bu ga'ilenin define çare nedir deyü istin tak ettikde, mümkündür, lakin nabzı aleme aşina bir kaç sahibi şu'ur ada ma muhtaçdır dedikde, uhdesinden geleceği kelamından fehm olunmağla, paşakapısı'na varup gelmeğe vesile olmak içün hünkar kapıcılar kethüda sı nasb ettiklerinde, gelüp vezir ile ba'dehu tatar han ile sohbet, ba'dehu ehli tevarihden defterdar izzet ali bey'i ve vezir kethüdası mus tafa bey'i dahi mahrem edüp eşkıya ref'ine bir kaç tarik buldular. lakin ocaklu'suna izale ettirmekde rahat mülahaza olunmağla erbabını tefahhus ederiken patoma'nın ortası'nın çorbacı'sı olup, sadakatinden naşi ihtifa' eden pehlivan halil ağa'nın bu eşkıyanm izalesi bana sipariş olunsa ben uhdesinden geliridim dediği vezir kethüdası tarafından haber almdıkda, kabakulak mesrur olup, bu esnada vezir valide sultan'a cariyeler almakda olmağla halil ağa'yı esirci kıyafetinde bir kaç cariye ile ve m ünir ak tepeşir getirdiip, tenha cariyeye bakmak suretinde halil ağa ile sohbet ettiğine vezirin etba'ı dahi vakıf olamadı. mu'temed yoldaşlarımdan biraz adam kola almak için beş bin altun taleb etmekle vezir teslim etti. oldahi odabaşısı deli haşan ve ömer efendi ve sa'ir mu'temed ve emin ve pehlivan ve bahadır otuz yit tedarik eyledi ve eşkıya kahrını ibtida' ağakapısı'nda edecek oldular; ba'dehu mülahaza zımnında paşakapısı'nı münasib gördüler. bu esnada nefyiden canım hoca gelüp, kapdan oldukda, eşkıyaya sahib olmak suretinde kopduğundan, eşkıya rizasında idi. kabakulak, canım hoca'yı dahi mahrem edicek, eşkıyayı saray'a götürmeyi boynuna aldı ve emirü'lhac'lık sohbetile rumeli'den muhsinzade abdullah paşa'yı dahi hastane'ye getirdüler ve bu eyyamda patorna üç tuğ talebinde olmağla, acem hususu müşaveresi sadedi ile tatar han ve vezir ve ulema ve canım hoca elhac mehmed paşa ve hafız ahmed paşa' ve muhsinzade ab dullah paşa ve ocaklar ağaları ve zabitleri ve eşkıyanın re'isleri paşakapısı'nda müşavereye cem' ve biraz mükaleme olunur iken tatar han bu ma kule emri azim bir kerre mükaleme ile olmaz herkes kendü kendüye müla haza etsün bir dahi cem' olunsun deyü meclisi dağıttı ve eşkıyanın şübhesi za'il oldu. ba'dehu zülali efendi yalnız tatar han'a gelüp vezir ve şey hülislam ve kızlar ağası azl olunup, taşradan beylerbeyi mustafa paşa mühre gelince, hafız ahmed paşa kaymakam olmasını meydan ağaları niyaz ederler, zira bunlardan emniyyetleri yok; eğer müsa'ade olunmaz ise fitne zuhur eder, sizdahi bunların azline sa'y edin dedikde, han hazır cevablık edüp patorna buraya gelsün, meramı eyüce söyleşelüm demekle, pa torna dahi geldi. rey ettiğiniz hususlar cümle münasib, lakin padişahın si ze i'timadı var; her ricanıza müsa'ade ederiken cem'iyyet peyda edüp namı nızı zorba etmek layık değil, elbette bugünlerde müşavere içün cem'iyyet olunacak, ben cem'iyyeti mezkuru huzurı hümayuna kaldırırım, siz dahi bi'lmüşafehe padişah'a söylersiz, ben de sizi tasdik ederim deyü iskat ve tekrar fitne hüdusundan men'etti. ba'dehu han, kabakulak'ı çağırup ya rınki gün müşavere deyü cem' olunup eşrann ihlakine acele olunsun de mekle, cümade'lula'nın on dördüncü sebt günü paşakapısı'nda müşavereye cümle erkanı devlet, ta mekke ma'zullerine varınca ulema dahi da'vet olundukda, pehlivan halil ağa te darik ettiği otuz iki dilaveri paşakapısı'nda çinilioda'ya gece vaz' ertesi erbabı müşavere cem' olzorbalar kahrolunduğu: dukda, patorna matlubu olan ru meli valiliğini irad ettikde, vezir kürk giydirecek oldukda, senin kürkünü giymem deyü izharı gayz edicek, forma ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h ı han hiilasai müşavere padişah huzurunda hatm olunup, fatiha kıra'et olun sun ve siz dahi kürkü huzurı hümayunda kabul eyleyin deyicek, cümlesi tasvib edüp, babı hümayun'dan sarayı hümayun'a duhul ettiler ve pehlivan ağa, dilaverlerile birer ikişer, soğukçeşme kapısı'ndan sofabekçisi odası'na isal ve şair eshabı müşavere saray'da arslanhane ta'bir olunur odaya cem' oldukda, padişah, harem'den sofa'ya çıkup han ile müfti'yi yanma getirdikde, vezir, pehlivan ağa'ya işaret, oldahi kafadarlarile gafleten odaya girüp mütecahilane. yeniçeri ağası dedikleri herif kimdir de yicek, patorna kıyam edüp, palasını çeküp hücum edeyim deriken. pehli van ağa sarılup, yere yıkup kati ederiken, yeniçeri ağası ve muslu sıçrayıcak hazır olan dilaverler üşüp üçünü kati ederleriken, odada olan ulemanın bu işden asla haberi olmamağla hayret ve haşyetle pencerelere gizlendiler. ve'lhasıl iaşeler odadan kaldırılup, cümle huzzar huzurı hümayuna varup, tebriki gaza ettiklerinde, cümlesini ku'ud ettirdikde, zorba serdengeçdilerinden on kişi arzkapısı haricinde tevkif olunmuşidi. heman arzkapısı ile ortakapı kapanmağla bunlara buyurun hil'at giymeye diyerek, arzkapısı'ndan içeri alınup, hil'atlar ilbas olundukda, mezkur dilaverler ile ba'zı bahadır içağaları gelüp, serdengeçdileri kati ettikden sonra, babı hümayun dahi sedd olundukda, babı hümayun ile ortakapı mabeyninde kalan zorbalar ve alemdarlar ve hasekiler'den akılhlan, üzerinden alat ve libasını atup seyirci güruhuna karışdı. kıyafetile kalan ahmakları yetmiş ki şi bulunup, ahz ve bostancıbaşı habsinde kati olundukda, enderun'da' kati olunan, rü'esalannın on sekiz laşesi, babı hümayun'dan dışarı, çeşme önüne ilka olunup, der'akab bir kıt'a hattı hümayun bezastan'a' ve bir kıt'a sarrachane'ye ve bir kıt'a yeniodalar'a irsal olunup, benim ocaklu kullarım mu'temedimdir, içinizde yaramazı komayup, kanun üzre yeniçeri ağası'na ita'at edesiz, sizi allahüte'ala'ya emanet eyledim, deyü tahrir olundu ve muhsinzade abdullah paşa yeniçeri ağası ve pehlivan ağa kul kethüdası ve canım hoca kapdan paşa ve sa'ir erbabı manasıba ibka hil'atlan ilbas o l u n u p' vk 'ada sadrı, anadolu olan zülali ile istanbul kadısı olan deli ibrahim, bostancılar'a kaldırılup i'dam olundu ve salim efendi sadrı anadolu' ve nuhzade bekir efendi istanbul kadısı nasb olundu ve miri alem derviş mehmed ağa'yı zorbalar' çavuşbaşı ettirmişidi'; eşkıyaya casusluk ettiği zorba tarafım meyi ve i'anet etbilinüp, oldahi bostancıbaşı habmekden zarar. sinde i'dam olundu; hatta bu gune'paşakapısı'ndan sarayı hü mayun'a gidilüriken, derviş ağa'nın ademisi, patorna'ya bir kağıd vermiş. m ünir ak tepe patorna katlinde cebinde bulunmuş ki, sakı'nup saray'a gelmeyesin, iş yanlıştır, deyü yazılmış ve derviş ağa imzasile idi. amma eceli gelmiş, kağıda nazar etmeden saray'a gitmiş; bundan sonra dahi bulunan zorbala rın kimi zindanda ve kimi boğazkesen'de ve kimi seddü'lbahr ve sakız'da ve ba'zısı nefy olundukları mahallerde' bir iki bin şahıs itiaf olundu. mezbur kabakulak ibrahim ağa, kabakulak ibrahim paşa: köprülüzade şehid' mustafa paşa'nın iççuhadarı, ba'dehu hacegan'dan piyademukabelecisi iken şeca'atine bina'en şehid ali paşa iki tuğ vermişdi. ba'dehu ref' ettirüp, sadrı esbak nu'man paşa'ya kethüda olup, bos na'da yararlıklar vücuda getirdi. ba'dehu nu'man paşa fevtinde mısır va lisi, yine sadrı esbak mehmed paşa'ya devlet tarafından kethüda nasb olu nup, iklimi mısır'ı firavn gibi muhtel eden çerkeş mehmed bey gibi ha bisi, hakimane tertib ile kahr ettiği pesendidei avam ve havass olmuşidi. bu fitne hüdusu akabinde hızır gibi islambol'a erişüp, bervechi meşruh i'damı eşkıyaya muvaffak olduğu için üç tuğ ile haleb verildikde sadrıazam mezburu kendüye rakib addedüp acele üsküdar'a geçirmeye sa'yi ettiğinde dev letin hayırhahları padişah'a gerçi sadrıazam sadık kulundur, lakin öm rü saray'da geçmekle böyle vaktin' veziri değildir; böyle vakitde kaba kulak gibi vezir lazım demeleri ile receb'in on üçünde pa dişahsoğukçeşme'ye biniş edüp, veziri rikaba getirttikde, kabakulak ibrahim paşa'yı dahi içerü götürmüşleridi; silahdar ağa yedile vezirden mühür almup, ibrahim paşa'ya verilmekle, solak ve peykler ile alayköşkü tahtından güzer edüp, paşakapısı'na gittiğini padişah seyran eyledi ve veziri ma'zul acele haleb'e irsal olundu; ya'ni hayırsan işine hayır gelsin ba şına sırrı zahir olup, ibrahim paşa'ya tahmin ettiği aynile başına geldi. çün eşkıyanm rü'esası i'dam olunmağla ma'dası firar ve ihtifa etmekle, ehli fesad mündefi' olup alem rahat ettiği içün padişah mazmununa riayeten arnavud ve laz makulesmin cümlesini izale etmedi; lakin ayağında pabucu olmayan habisler, firavan mala malik olup, dimağ larında bu lezzet bakı olmağla tekrar kibar hanelerini ve umumen ulema ve tüccar menzillerin ve bezazistanile dükkanların dahi yağmaya bahanecu olup, maktul ağalarımızın kanını ramazan'da zorba zuhuru: da'va ederiz diyerek, ramazan'm on sekizinci pazar gecesi , huruc edeceklerini veziri pür tedbir sezinüp leylei merkümede ye niçeri ağası ile kul kethüdası'nı ve cebecibaşı'yı paşakapısı'na getirdüp. şem'd an izad e süleyman ee n d i tar ih i başka başka, bu gece tabesabah kol dolaşmak emr etti. lakin ramazan ge cesi olmağla, birer mikdar uyku kesdirmeye hanelerinde yatmışlariken, şebi ma'huddasa'at yedi buçukda, hamamlardan ve dükkanlardan ikiyüz mikdarı arnavud süleymaniyeavlusu'na cem' ve ağakaprsı'na hücum ettikle rinde, karhaneli hemşehrileri olmak takribi ile men'etmeyüp, i'anet edüp. ağa uykudan kalktıkda koluna bir kurşun rast gelmeğle, ağa ard kapıdan firar ettikde, eşkıya hazinesini yağma ettikden sonra, cebehane'ye varup, zor ile iki kazan ihraç edüp, sipahçarşısı'na ve bitbazarı'na ve vez neciler dükkanlarını kırup malzemelerini ahz ettikden sonra meydanı lahm'e varup orta kazanların çıkarırlariken sadalarından ulema ve rical bidar ve vakti fecirde davetci gelmeğle, cümle ulema ve rical sarayı hümayun'a geldiklerinde, vezir cebecsbeci'ye i'tibar olunduğu: hane'ye varup eğer cebeciler sabit olur ise, padişah'ın hass kullan olurlar diyerek, cebeci'yi koluna aldı ve saray'a gelüp eşkıyanın meramı istihbar olunsun deyü erbabı devlet ma'kul gördüklerinde, heman sadrıazam bastı mekal edüp, ibrahim paşa vak'asında, ibrahim paşa'nın nahemvar ifrat ve tefrit hareketlerine ve eşkıyanın bu sebebden ma'kül ve meşru' cevablarma binaen sü'al ve cevab iktiza etmişdi. lillahi'ıhamd şimdi nok ta konacak yolsuz hareket yoğiken bu fitnenin aslı yağmaya alışdıklarıdır, sü'al ve cevab ile vakit geçirmenin ma'nası yoktur; hemen sancak ile kendi etba'ı ve bostancı ve baltacı ve cebeci neferatmı yanma alup, kuşluk vakti saray'dan hareket ve müslüman olan sancağı şerifaltına gelsün deyü ni da ettiklerinde şehirli eline giren alet ile sancak altına seyl gibi cem' oldular. sancak okcularbaşı'na vardıkda yüz elli neferlibir bayrak şaki karşı gelüp, muharebeye tasaddi ve sancağı hazreti resuli ekrem sallallahuta'ala aleyhi ve sellem'e kurşun atkaym ahmedğ: dıklan gibi zu'amadan kayın ahmed ağa ve vezirin hüddammdan'bir kaç şeci' dalkılıç olup, bir kaç tane şakinin başlarını kesdiklerin de ma'dası firar edicek, doğru yoldan meydankapısı'na varıldıkta mümana'at sadedinde olan eşrara kayın ahmed ağa ve deli ömer ağa ve iskemleci mustafa ağa selli seyf edüp, yürüyüp meydan'a duhul ettiklerinde, şair müslümanlar dahi dahu olıcak, meydan'da olan eşkıya firar ve meydan'da kalanlar başlarından cüda kılınup sokaklarda dahi ele girenlerden elli neferi hakeyeksan ve kanları yollara rizan ettiler ve huzurı hümayuna kelle gö türenlere kabza kabza altun ve odabaşılar'a ve zabitlere berhurdar olun deyü hattı hümayun kıra'et olundukdan sonra vezir. yeniçeri ağası ve ce m ünirk tepe becibaşı ile huzurı hümayuna müsup olduklarında kürkler giyüp, hayır du'ai padişahiye mazhar oldular. hak budur ki, bu kabakulak ibrahim paşa, kuyucu murad paşa ile tabamyassı mehmed paşa'ya kahrı eşkıyada salis olmuştur. zira bu iki def'ada, defi mefasidinde sühulet semtine muvaffak olmuştur ve vak'ai ulada çorbacılık'dan kul kethüdası olan pehlivan halil ağa' akibi fitnede devleti muhafaza ve hiraset içün müteyak kız olmak lazimesinden iken vak'ai saniyede fit'ne bidar oldukda kendü na'im olduğu içüa azl olunup yerine sansuncubaşı ismail ağa oldu. kezalik yeniçeri ağası'nı vezir agah etmişiken, şehri hıfz şöyle dursun, ağakapısı'nı dahi hıfz edemediği içün oldahi azl olunup, yerine iran'da ağa olup. adana valisi olan şahin mehmed paşa nasb olundu ve köprülüzade nu'man paşa'nın oğlu ve kethüdayi bevvabini şehriyari olan ahmed bey'e üç tuğ ile kubbe vezareti ve nişancılık verildi ve şeyhülislam olan mirzazade şeyh mehmed efendi istifası ile şevval 'de azl olunup, üsküdar'da müteka'id kılunup, paşmakcızade esseyyid ab dullah efendi nasb olundu ve kapcanım h oca: dan paşa olan canım hoca mora fethinde şeca'ati malakelam olup bu vak'ada dahi ikinci defa kapdan nasb olundukda, eşkıyaya tarafgirlik vadisinde, eşkıyayı saray'a götürüp izmihlallerine ba'is olmuşiken', aslı trablus'lu olduğundan sefele perest olup, şanı vezareti kayırmıyor ve kahvehaneler' bahattı hümayun menmu' iken müceddeden bila izn tersane'ye kahve bina ettiği içün ve fransız'a seferimvar deyü iki yüz nefer hempa peyda ettiği içün yalıköşkü'ne da'vet ile geldikde, bostancıbaşı san dalı ile fenerbahçesi'ne ve andan çekdiri ile girid'e irsal olundu ve istan bul kadısı olan mektubi abdurrahman efendi, vezirden izinsiz tama'mdan ba'zı şey'e narh verdiği içün müttehem olup azl olundu ve imamı evveli sultanı olmağla bursa'dan ma'zul pirizade mehmed sahib efendi nasb olundu ve ibrahim paşa gününde gelen acem elçileri riza kulu han ve mehemmed han müsalahaya karar verüp, temessükleşmiş iken, cevabı şahlarından gelmediğinden iran seferi içün orduyı hümayun üsküdar'a geçdi. belki ordunun üsküdar'a geçdiğini şah istima' edüp, sulha razı ola, mülahazası ile ibrahim paşa imrarı vakt ederiken vak'a zuhur etti ve ba'de'lcülus yine elçiler meks olunup, habere muntazır olunmuşidi. yedi ay dahi mürur etti, yine haber gelmediğinden başka, yedimizde kalan revan kal'asına dahi acem'in istila ettiği haberi alınmağla elçilerin devleti iğfal ettikleri ma'lum olup, hemen elçilermardin kal'asına irsal ve habs olundu ve şah'dan tebriki cülus deyü gelen veli kulu nam el çi dahi hastane'ye uğradılmadan bozcaada'ya kal'abend kıhndı. gerek acem ve gerek moskov, devletin maksadı zevkimize mani' olmasun içün sulha talib olunduğun bilüp, sulh sohbeti devletin zatını düşmana izhar ve ile iğfal ettiklerinden ma'ada, tebdüşmana müsa'ade ve ikram etriki cülus diyerek, dahi devleti mekle düşmanı mahcub edüp kıtecrübe içün elçi irsal etmeye ve yamı sulha sebep olur deyü zanrevan'ı gelüp almaya cesaret eylenolmaktan devlete zararı azim: di. zira düşman dünyayı alıriken, iğfal içün elçigeldiği zahiriken, elçi geldi, hasılı matlub deyü devleti acem'in ef'alinden iğmaz ve gelen elçiye iltifat ve kelamına i'tibar ettiklerinden iğfal sevdasile devletin humkunu ve za'fını ya'ni devletin müdebbirlerinin za'fı akıllarını ve rezaletini fehm edüp cesaret ederler oldular. harıkı kebir der galata ve der kadirgalimam ve der tersane, hanei emini tersane ve der kasımpaşa ve vürudı haberi jethi kirmanşahan bedesti ahmed paşa valiyi' bağdad ve vefatı arabzade şeyhi camii sultan ahmed ve inhizamı tahmasb der kurbi hemedan ve firani oest ve fethi hemedan bedesti ahmed paşa ve vürudı haberi fethi tebriz bedesti ali paşa ve azli defterdar ali paşa ve tevcihi eyaleti kütahya ba o ve defterdarii reisi sabık mehmed efendi: dağıstan vilayeti ehli sünnet olup hakimleri olan sürhay'a tahmasb tarafından gelen elçinin başın kesüp, gence muhafazasına asker ir sal ettiği için revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa'nın i'lamı ile sürhay'm otuz bin askerine yüz elli kise hardık irsal olundu ve safer 'in ahirinde cebeciler'in befitnei garibe ve defi fitne: şinci ortasının karakullukcu'su süleyman, haseki hamamı'ndan geçerken odunlukda cebeci kürt mehmed ve yeniçeri çalık gibi on beş ki şi müşavere ederleriken süleyman'ı dahi yanlarına çağırup bu akşam vakti gurubda hurucumuz var dediler ve karakullukcu'nun mülaim kelamına firifte olup, keşfi sır ederek mahmudpaşa avlusu'na gelüp, bir kaç refikle rin anda bırakup, divanyolu'nda terzi lazm dükkanına vardıklarında se kiz kişi dahi bulup, terziyi yedikule debbağlarına gönderüp, gurub vakti mahmudpaşa avlusu'na gelsünler deyü sipariş ve terzinin dikdiği on dokuz m ü n trak tepe bayrağı koyunlanna ihfa ettikden sonra, karakullukcu süleyman'ı cebehane'de olan refiklerine irsal ettiler. süleyman bu müfsidler sebebine azız olacağını iz'an edüp, onların siparişini terk eyleyüp mavaka'a kendi çorbacısı'na takrir edicek, çorbacı dahi keyfiyeti cebecibaşı'ya haber verdikde, cebecibaşı heman karakullukcu'nun yanına bir kaç tebdil kimesne ter fik edüp, kendi doğru vezire ve yeniçeriağası'na varup, agah etmekle, yeniçeriağası bir azim kol ile vakti gurubda mahmudpaşa avlusu'na gelüp serseri gezen on sekiz laz ve arnavud bulup, koyunlarmı aradıklarında on dokuz bayrak bulunup, ahz ve leylei mezburede cezaları tahkik olundu' ve karakuuukcu doksan akçe yevfa'idei sadakat; azli kaba kulak miye ile takaüd kıhndı ve rebi'ü'lpaşa: evvel'in altıncı günü sadrıazam olan kabakulak ibrahim paşa rikaba varup, kızlar ağası'nın azl ve nefy olunmasına padişahı irza ve gece saray açığına çekdiriyi ihzar ve seheri yalıya gideceğim deyü çavuşbaşı ve reis ve tezkirecilere tenbih etmekle, merkümun seheri paşakapısı'na geldiklerinde. paşa ale'ssabah sarayı hümayun'a vardıkda, revanköşkü'nde meks olunup, mühri şerif kendüden istirdad olundu ve ma lına taarruz olunmaksızın ihzar ettiği çekdiriye süvar olunup, ağriboz mu hafazasına irsal olundu; ya'ni kendi kazdığı kuyuya kendi düşdü. meğer seheri hünkar tarafından yeniçeri ağası ve defterdar ve cebecibaşı ve şeyhülislam saray'a getirilmişimiş; vezir def olucak. yeniçeri ağası şahin mehmed paşa kaymakam nasb olunup kul kethüdası ismail ağa, ye niçeri ağası ve zağarcı abdülbaki ağa kul kethüdası oldu. veziri ma'zul, kaviyü'rre'y ve reşid bir zat olup, keşfi sırdan zarar. bir fi'ili husule getirmeden söyle mek adeti değil ve azıcık gönlü ka rardığı adama afv bilmeyüp intikam alır olmağla ekser ricali devleti tek dir ettiğinden, kibardan enmiyet merfu' oldu ve asla narha bakmazidi ve anifen zikr olunan mahmud paşa kişi kazdığı kuyuya düşmek r maddesinde sühuletle def' olunmuşiken kal'a kapıların kuşluk vaktinedek açdırmayup, izharı telaş ettiğinde, bu maddeden haberi olmayanlar dahi habir oldu ve devletin eşkıyadan havfi varimiş denildi ve ekser eyyamda kol dolaşup halkı tazyik ederdi ve on beşer müseuah çu hadar ile ve nevbetle zü'ama ve vezir ağaları gece paşakapısı'na getirdüp, kendüyü bekletmek ile def' etmek kasd etti ki, ba'zı kibarı bu bahane ile def' ederidi. lakin kendi def' olmağla bu gaile def' olup rical ve kibara emşem 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i niyet hasıl oldu. amma azlinin sebebinin hakikatmı' bu abdi fakır bu maddeyi, işbu mür'i'ttevarih'ımıze. tesvid ederiken mir kapdanlardan' şamhzade nam kapdan yanımıza gelmişidi; ben miişarünileyh ibrahim paşa ile ba'de'lazi ağriboz'da görüşüp sohbet ettiğimde be nim azlimin esbabmı irad etmişler; darü'ssa'ade ağası elhac beşir lakin hakikati, çünki hini cülusda. darü'ssa'ade ağası elhac beşir ağa bizi bulup, bizimle defi eşrar etmeye ba'is olduğu içün saray'da istiklal kesb ettiğine kana'at etmeyüp, sahibi mühr umuruna dahi istila eder oldukda, padişahın rikabına varup, efendim ben mısır'da çok zaman eğlendim, siyah araplar'da bir akıllı gör medim ki, şimdi vekaleti saltanatı aliyye'yi kızlar ağası'nın aklı üzre idare ve onun idaresile hareket edeyim ve etmediğim suretde bana münfa'il olıcak ve infi'al edicek, beni kazaya liğradacak, ben dahi bu vesvese ile her işi hazm ve ihtiyat kaydında olacağım, bu sebepden umurı devlet alamayeliku jl. j s.idare olunmayup müşevveş olacak dememle, ağa'nın azline padişah karar verüp, çekdiri hazırla ve seher! saray'a gelüp ağa'yı teb'id eyle, buyurmağla paşakapısı'na gelüp, hufyeten çekdiriyiihzar ettim ve bu sırra bir ferd mahrem olmadı. keşfi sırdan zarar, hiyaneti akancak kayın pederim olup, ciğalaraba: zade kethüdası olan mehmed ağa'yı vezirkethüdası etmişidim; ben de beşaşet görücek, efendimin süruru var, bizde hissedar olsak diyerek, du'aar ettiğinde, çünki kaympederim ve hasseten çırağım, ancak onun hüzn ve süruru benimledir zannı ile sırrı keşf eyledim; meğer hainimiş. benim sad rıma gelmeye vesile addedüp, bu sırrı bir varakaya tahrir ve bir sa'atm zarfına yazıp imamı olan sarmısakcızade ile ba'de'lmağrib ağa'ya gönder miş; ağa dahi sa'atm bivakt gelmesinde iş var deyüp, zarfını açup nazar ettikde, esrara vakıf olıcak, valide sultan'a firavan hedaya ile varup, mad deyi beyan ve hüzn ve büka' ile istirham ettikde, valide merhamet edüp, gece padişaha varup niyaz ettikde. padişah mahzur beyan etti. lakin va lide bir rütbe iltizam edinmiş ki, nihayetinde, ey oğul sana validelik hakkmı helal etmem deyicek. padişah gerçi bizim üzerimize paşa'nın hakkı ve hu kuku çok; lakin hakkı valide cümleden çok deyüp, ağayı sadrında ibka etmiş. lakin vezir bu hususa münfa'il olur, infi'alini defe çare nedir deyü valide'den istifsar ettikde, paşayı def'den özke çare olmaz demekle hazırla dığım çekdiri ile bizi buraya irsal ettiler ve sarmısakcızade'yi hünkar ima m ü n tr k t e p e mı ettiler ve işbu rebi'ü'levvel kıra'eti mevlud valide cami'inde 'de, kıra'eti mevlud kaolduğu: rruaı kadim, lakin bu mevlud padişahm ibtida mevludu olmağla, teberrükea bağçekapısı'nda vaki' büyük validesi gülnuş sultan'm cami'in de kıra'et ettirdi ve mühri hümayun bir seneden berü rumeli'de zorba ahzma ihtimam ile şöhret topal osman paşa; acem seferi: bulan arec osman paşa davet ile geldikde mühr i'ta olundu ve geçen sene desti revafıza giriftar olan kirmanşahan ve hemedan fethine padişahı devran sultan mahmud han hazretleri bağdad valisi ahmed paşa'yı serasker etmişidi. lakin kirbağdad valisi ahmed paşa'mn manşahan kurbüne tahmasb kırk gazası: bin leşker ile geldikde, ahmed pa şa gayret edüp, yirmi bin asker ile varup dokuz sa'at cengde galib oldu ve kızılbaş'm şahı olan tahmasb'ı beş yüz ati ile kaçırdı ve maktul yirmi beş 'bin kızılbaş laşesi içinde üç han ile leşkernüvisi dahi maktul bulundu ve iki yüz zenberek ile otuz top ve dört havan ve cümle devab ve mevaşi ve çerke ve çadu: ve mühimmat ile ordusu zabt olundu. çünki bu cengden mukaddemce kirmanşahan feth olunmuştu. şimdi hemedan'a varup bilaceng zabt olundu ve akibinde padişah'dan ahmed paşa'ya aferin hamalı oğlu ahmed paşa: hattı ile sorguç ve hil'at gitti ve ket hüdası hamavizade'ye üç tuğ ihsan olundu ki, hamalı oğlu ahmed paşa deyü şöhretşi'ar oldu. ba'dehu yedişer bin adam ile üç bölük asker diyarı acem'e akına irsal olunmağla isfahan'a karib varmca iran'ı viran edüp, mal ve esir doyum oldular ve şahı merkumdan sulh ricasile ahsulh sohbeti ile düşmamn devleti med paşa'ya adam geldikde, deviğfali: leti aliyye'ye ifade edicek istan bul'da paşakapısı'nda müşaverede sulh münasib görülüp bu sulh acem'in iğfali olduğundan gaflet olunup ah med paşa'ya ruhsat verildi ve yeniçeri ağalığından kaymakam, sonra, kapdan olan şahin mehmed paşa azl olunup, murabıt hüseyin kapdan, kapdanpaşa oldu ve yirmi serüşvete ve zulme sevk etmekden neden berü donanma tercümanı zarar: olan kostantin düşmanı dost olup, küffara casusluk ettiğinden başka. şe m 'dn izd esü le y mnee n d t tr ıh i kapdan paşaları itma' ve havassı hüddamını akçe va'di ile mukarrib edinüp, mefasid ilka ve mal alup zulm etmek tarafmı ira'e ve irşad ettikde, paşalular kiseme girene bakalım, alem ne güne olur ise olsun diyerek, şahin paşa'yı zulme sevk ettikleri zamane hüddamın hli: içün paşa azl ve tercüman kati olundu. çünki maktul ibrahim paşa vezir olalı siyaset merfu' ve televvün ve rehaveti hükkam sebebine fermanlar tenfiz olmadığından rical ve nisanın irtikab etmedikleri biedeblik yanlarına kaldığından ma'ada mükerrem ve mutayyeb olarak vukuı mücazat havfi derunlanndan ref'olup avratlar onar, yirmişer değirmi yemeni yi başlarına mücevveze gibi bağlayup ince dülbend yaşmakdan çehreleri fark olunmak ve bellerine dek ferace yakalar ve sıkma şehvetengiz kıyafet ile sokağa çıkmak ile müslimini izlal ettiklerinde, emri bi'lma'ruf ve nehi ani'lmünker olunmaz idi. osman paşa vezir oldukda, ba'de'lyevm hey'eti mezbureye yasak ettikde, ibrahim kahbe avratı osman paşa deryaya paşa vakti gibi fermanın hükmü üç attığ. gündür zannı ile üç beş gün sonra ke'levvel meydana çıkan şeytan eminesi kızı nam kahbei ruz ahz ve aşikare gündüz bahçekapısı kurbünde, sirkeiskelesi'nde boğulup, alamela'innas deryaya atup, bir kaç fahişeyi dahi buldurup izale etmekle avratların birunları şöyle dursun, derunlarını dahi islah eyledi ve fahri kademi şerif eyyüb türbesi'ne alem sallallahualeyhi ve sellem vaz'olunduğu: hazretlerinin kademi şe rifi eseri olan haceri mu'teber hazinei hümayun'da olup, ziyaretine muktedir olanlar müftehir ve taşrada olanlar mahrumlariken teksiri salat ve celbi da'vatı ümmete vesile zikıymeti sengin olan sengi elmasreng ve yakut rengi mezarı halid bn. zeyd ebueyyübi ensari radiyalpadişaha tahakkümane edadan lahüanhü rabbihi'lbari dairesinin zarar: ciheti kıblesine vaz'ile başka bir ziyaretgah olmağla, bu dergaha varanlar bir taş ile iki kuş vurmuş olurlar oldu ve şeyhülislam olan paşmakcızade abdullah efendi müşaverelerde' huzurı hümayuna dahil oldukça kelamı müluka i'tiraz ve tahakkümane edasından, güya ben zülali ile yaranlık ederidim, ibrahim paşa'yı def' diyerek sultan ahmed han'ın m ü n tr k t e p e hal'ine ve senin cülusuna ruhsat damad zade ebülhayr ahmed vermişidik, yollu edası içün on ayefendi'nin şeyhülislam olduğu: da azl olunup, mesnedi sadrı valayi fetva hayrhahı devletü din ve hanedanı kadim ebülhayr ve'lhasene ahmed efendi hazretlerine erzani görülmeğle müşarünileyh hazretleri şeyhülislam ve sellemehü'sselam oldu ve bu esnada nemçe balyosu elçinemçeen ve moskov'dan tebriki lik ile ve moskov mahsus elçi ile cülus: hedaya irsal edüp, tebriki cülus ettiler ve van seraskeri olan hekimbaşı zade ali paşa tebriz manendi urumi kal'asm altmış beş gün muhasara ve eman ile feth eyledi. ba'dehu tebriz'e vardıkda ta'ifei acam, mukavemetden me'yus olup, bilaceng teslim etmelerile tebriz'in dahi fethi haberi geldi ve bağdad valisi dahi müşavereicem: huveyze memleketini ekrad yedile feth eyledi. bundan sonra yine acem'den sulh talebinde olduklarm bağdadvalisi tahrir etmekle, tekrar paşakapısı'nda, ba'dehu huzurı hümayunda müşavere, ba'dehu inciliköşk'de dahi akdi meclisi müşavere olundukda, cem'olan sudurı ulema ve istanbul ma'zulleri ve sadrıazam ve kapdan paşa ve nişancı paşa ve defterdar paşa ve yeniçeri ağası ku'ud ve ocaklar ağaları ve kethüdaları ve reis efendi ve sair hacegan ve ricali devlet ka'imleriken gelen ka'imeyi reis efendi, mektubi halisa osman efendi'ye verüp, kıra'et olundukda, padişah kelama ağaz edüp, ahmed paşa'ya mukaddem verdiğimiz ruhsatda tebriz yoğidi; belki hini mükalemede feth olunmuş olmağla, tebriz'i acam'a vermiş, rizam yoktur, buyurdukda cümle sükut, ancak müfti'ünnas olan ebülhayr hazretleri lisana gelüp, hala defteremini olan reisi sabık üçanbarh mehmed efendi'ye hitab edüp, sen asıldabu işlerin içindesin, söyle deyicek, ezilüp büzülmeye başladıkta, firdevsi efendi bilasü'al ce vaba tasaddi edüp, çünki mukaddem seraskere ruhsat verildi, şimdi akdi kabul olunmak lazımdır dedikde, yine sahibi, fetva hazretleri mukabele edüp, behey bekir efendi sen benden beter ma'tuh olmuşsun, şevketlu efendimizin kelamını fehm etmedin, abes söylersin dedikde, sadrıazam arec osman paşa ocakluya hitab edüp, münasibini söyleyin deyicek, perişan cevab etmelerinden şifayı sadr hasıl olmadığından padişah adayi di ne tebriz gibi memleketi vermem, iççuhadar'ım vukuf tahsili içün irsal olundu, geldikde yine sohbet olunur buyurdukda müftii enam hazretleri, padişahım cümle kal'alar senin ve cümlemiz fermanberdarız, niçün vücu şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih t duna zahmet verirsün, şer'an düşmana bir şibr yer verilmek caiz değil, meğer rahatı ibad içün re'ayaya merhamet oluna; böyle değilmi efendiler dedikde, ulema tasdik ettiler habere intizar' içün meşvereti uhraya te'hir olundu ve mehterzade ali efendi darü'ssa'ade ağası yazıcısı oldu. vaktaki ramazanı şerifin on beşinde adeti kadime üzre ulema ve erkanı devlet sarayı hümayun'a varup, hırkai şerif ziyaretile müşerref olduklarından' sonra silahdar ağa gelüp, osman paşa'dan mührü almağla, paşa yalıköşkü'nden sandal ile kadıköyü'ne irsal olundukda mesnednişini fetva olan damadzade ahmed efendi'nin tasvibi ile iran tarafına vukufı tammı olan revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa mühre gelince, defterdar izzet ali paşa kaymakam mühre gelen veziri istikbal: nasb olunmuşidi. şevval 'de ali paşa üsküdar sarayı'na geldikde şeyhülislam ve sadreyn ve erbabı divan istikbal ve ba'de'lziyafe şemsipaşa sarayı'ndan vezir kayığına şeyhülislam ile bile binüp, sarayburnu'ndan huzurı hümayuna müsul olundukda paşa'ya mühür i'ta olu nup, solak ve peykler ile paşakapısı'na, arzodası'na gelüp sadreyne ve paşalara kürk libasından sonra divanhane'de müctemi' olan erbabı menasıb ve yeniçeri ağası'na dahi hil'at libası içün vezir divanhane'ye nüzul edecek iken. yeniçeri ağası ismail ağa'yı arzodası'na da'vet ve ona dahi üç tuğ ihsan ile bir kürk ilbas edüp, divanhane'ye nüzul ve şaire hiratlar libas eyledi. veziri ma'zul osman paşa hazretleri ulu'lemr demeye şayeste ve ahkamını tenfize kadir ve semti siyaseti bilir zatı ali olmağla hini sadaretinde bir ekmekçi ve bir kaahvali'reç osman paşa: sab salb eyledi; ta azline değin bir dirhem noksan naa işletmedi' ve bulunmadı. zira ibtida bir furunda bir ekmek noksan buldukda, furunun gedik sahibi kimdir deyü sü'al ettikde, tezgahdan oğlan, furun sahibi benim deyicek, doğru söyle ben salb edeceğim, sende tezgahtar kıyafeti var dedik çe, gulam benim deyü musırr olıcak, ip buyurdukda cellad oğlanın gerdenine ipi takar iken furun sahibi ben değilim filandır deyü figan ve büka' et ti. mukaddem doğru söylemek gerekidin deyüp, salb etti. bu halet cümle sini vahşet ve dehşete bıraktı; hatta azl olup yerine ali paşa vezir oldukda, kol ile eyyüb'e varınca yirmi iki ekmekçi ve bakkal ve kasab salb eyledi. faide etmeyüp narhın nizamı muhtel oldu ve osman paşa kılıcbalığma vakiyesi dört paraya narh verdikde, balıkçılar elvermez zarar ederiz dedikle mü n i r k t b p e rinde, hayvanlan sayd etmeyin deyü cevab ile iskat edüp, dört paradan zi yadeye bey' ettürmedi ve soğan buavampesend harekat vüzeraya ve lunmaz olıcak muhtekirlere sü'al selatine lazım olduğu: ettikde, sarmısakcı sufileri yoktur deyü inkar ettiler. amma vezir yemişiskelesi'iide bir iki mahzen soğan olduğun haber alup, kol ile mahzen ler kurbüne gelüp, eshabma soğan var ise çıkarup ibadullaha bey' eyleyin deyü emr ettikde, kaşki olaydı demelerine, mahzenleri temhir ettirüp, kiremidlerini ref'edüp, kovalar ile deryadan mahzenler üzerine su dökdürüp geçdi. bu haleti gören muktekirlerde can kalmadı ve alem bu vezirin bu misillu avampesend harekatına mail olup mehafil ve mecalisde mertubü'llisan olmalarile kesbi istiklal ettiği içün ricali devlet bizi istiskal eder deyü havfe tabi' oldu; hatta müşarü'nileyhi sevk ettikden sonra, beş gün mukaddem mühr i'ta olacağını kızlar ağası müjderesan irsal edüp, mühre gelmesine isti'cal etmek gibi hizmet istiklal verilen vezire ifrat ve tefetmişiken, bu osman paşa, şehid ridden ihtiraz lazım olduğu: ali paşayordamına gitti. zira pa dişahım, emminiz hüdavendigarı sabık sultan ahmed han hazretleri, ali paşa'ya istiklal verdi. ali paşa semti i'tidali bulamayup ifrat etmekle kendü kendüsünü ve orduyı hümayun'ı telef etti. ba'dehu ibrahim paşa'ya istiklal verdi; oldahi semti i'tidali aramayup tefrit etmekle kendüyü telef ve devleti şeref ve padişahı hedef et ti deyü ta'rif etmekle. sultan mahmud han hazretleri vüzerasına istiklal vermekden hazer ederdi. lakin vezirlerde istiklal olmasauyunı nasdan me habeti gider; vezirin mehabeti olmıyacak, padişahın dahi mehabeti gider; böyle olucak, istiklali i'tidal üzre verür oldu; ya'ni umurı cüz'iyyat ve hususı mutavassıtatda' vezir müstakil olup, mevaddı külliyatda kızlar ağa sı şerik kılındı. ağa'nın şirketini istiskal edem veziri padişah istiskal eder idi ve bir sene mukaddem kel ahmed ağa başbakı kulu iken kaba kulak vezir oldukda çavuşbaşı edüp, osman paşa vezir oldukda vezir kethüdası etmişidi. ali paşa vezir yahya paşa: olup, üsküdar'a yemekliğe geldikde taşrada kethüdası ve emekdan yahya ağa'yı vezir kethüdası etmekle, ahmed ağa azl olundu. lakin iki ay sonra, yahya ağa büyük miri ahur olıcak, ağanın ibramı ile yine kel ş e m 'dn i zd esü l e y mnee n d itr i h i ahmed ağa vezir kethüdası oldu valide sultan'dan vezire at geldiği: ve defterdar izzet ali paşa anado lu valisi olup, defter emini mehmed efendi defterdar oldu ve valide sultan vezire bir mükemmel at ile bir samur kürk irsal ettikde vezir merdivenden istikbal etti ve ali paşa mührü aldığmm ellinci günü, vezir istiklal kürkü: salı divanmda iken, kapaniçe ta'bir olunur kürkü padişah ilbas et tikde, libası merküm istiklal kürkü olmağla cümle ehli divan divanhanei hümayun'da tebrik içün damenbus ettiler. bu vezir erbabı mesalihin maslahatına ihtimam ettiği içün, vezir divam'mn sabahdan akşama kesreti erbabı mesalihden paşadeğin mümted olm ası: kapısı'nda divan sabahdan asre dek mümted oluridi. sene: vefatı sahibi haza ezzeyl şeyh mehmed efendi bn. eşşeyh haşan. elfeyzi efendi şeyhi zaviyei emirbuhari der harici babı edirne der istanbul ve vefatı defterdar mehmed efendi, becayişi canib ali efendi ve vefatı defteremini esseyyid firdevsi mehmed efendi ve vefatı şeh zade sultan süleyman bn. sultan ahmed han der receb aralik ve harik der langa ve der havaliyi sultan bayezid ve der ayakapı ve vefatı ismet rtisab fatma sultan bnt. ahmed han der zi'lka'de ve vefatı şehzade sultan seyfüddin ve sultan haşan bn. sultan mustafa tophane ve fındıklı kasabaları havası hoş, istanbul'a karib, kıble ye müteveccih mekanı sa'id olup, abı leziz kılletinden gayri ayıbı yokidi. hüdavendigarı sabık sultöphane'ye su geldiği: tan ahmed han hazreüerinin tophane'ye dört saat mesafede olan bahçeköy nam mahalde abı leziz buldurup ve icrasma mübaşeretle yolla rını kazdırup maksemine esas vaz' etmişidi. atşana rahmen padişahı zaman sultan mahmud han maı merkümu cereyan ettirmek kasd ettikde, tak sim yerinden menba'ı dört zira' mürtefi' bulundu. lakin bu mikdar irtifa' ile dört sa'at mesafeden su cereyan etmez deyü mühendisler it tifak ettikde, sunazın bölükbaşı'danelhac mustafa ukaladan olup, büyükdere önünde olan derya ile fındıklı denizini mizana vurdukda beş zira' fark buldu; ya'ni fındıklı yalısından büyükdere sahili suyu beş zira' mürtefi' bulup, arzen bulduğu dört zira' ile bahren bulduğu beş zlra' ki, cem'an dokuz zira' olucak, suyun icrasına taahhüd eyledi ve bervechi meşruh bimuhaba su cari oldu ve makseme geldikde tophane meydanına, adimü'lmisi hoş tarh sekiz musluklu çeşmeyi padişahı enamsultan mahmud han bina ve tekmil ve azabkapısı'na valide sultan'ın bina ettiği kebireçeşm e ile abdest muslukları ve sebil ve sadnazamm kabataş nam mahalde bina eylediğiiki luleli çeşme ve kızlar ağası'nın fındıklı'da yahyaçelebi mahallesine ve köprülüzade tevkı'i ahmed paşa'nın yine fındıkh'da kazancıbaşı mahallesine ve yeniçeri ağası'nın beyoğlu'nda tepebaşı nam mahalle bina eylediği aynalıçeşme ve defterdar ali paşa'nın, kasımpaşa'da selkapısı'na ve sadrı anadolu. efendi'nin yine kasım paşa'da, karanlık mescid kurbüne ve silahdar ya'kub ağa'nın yine kasım paşa'da yahyakethüda mahallesine ve vezir kethüdası yahya ağa'nın galata'da kürkcükapısı'na ve valide kethüdası'nın tophane'de, tomtom mahallesine ve kel ahmed ağa'nın beyoğlu'nda ağa mahallesine ve reis ismail efendi'nin, kurşunlu mahzen'e ve defterdar mehmed efendi'nin kulekapısı'na ve şair ricalin şair mahallere bina eyledikleri cem'an kırk aded çeşmeye su koyuverilmek için beşiktaş sahilhanesi'nden padişah alayı azim ile vezirin ziyafeti içün bina olunan maksem'e teşrif buyurdukda, valide sultan ile haremi hümayun dahi makseme geliriken padişah, valide koçusu'nu ' istikbal ve ol hayratı cariyeyi validesine ihda edüp, maksem'den mübarek yedile ibtida çeşmelere su saldıkda du'alar olundu ki, ahiri sal tanatına varınca çeşmelerin adedi seksene baliğ oldu ve fındıklı bahanesile galata ve kasımpaşa ve dolmabahçe ve beşiktaş ihya olundu ve ba'de'lziyafe vezire kürk ve emini bina soğancıbaşı ağa'ya hil'at ilbas olundu. zikr olunan çeşmelerden başka yalnız maksem ile su yollarına bin dört yüz altmış üç kise akçe sarf olundu. gerçi bed'i han ahmed'lndir. lakin nazar, hatimeye olmağla. sultan mahmud'ın hayratı oldu. lakin ceza amel cinsinden olmağla han mahmud'm dahi istanbul'da sandal bezazistanıkurbünde bina eylediği iki minareli cami' ve imaret evahiri saltana tında tekmil olup hemen tathiri kalmışiken, mahmud han fevt, karın daşı calisi seriri saltanat oldukda, henüz namaz kılınmıyan mescid em lak hükmündedir deyüp, kendi namile benam edüp, nurı osmani tesmiye eyledi ki, hala osmaniye deyü mühocazade ve bolavizade'nin semmadır ve bu esnada nikabetnefileri: den'ma'zul bolevizade ile bihaya istanbul, kazasından ma'zul hocazade italei lisanlarına binaen arpalıklarına nefy olundular ve defter şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i dar olan üçanbarlı mehmed efendi fevt olup, yerine tersanecanibi ali efendi defterdar oldu ve nev'izade mehmed salih efendi izmir ve çelebizade asım ismail efendi yenişehir kadısı oldular ve hüdavendigarı sabık sultan ahmed han'ın ekber şehzadesi sultan süleyman çiçek illetinden vefat ettikde, bir gayyur ve akil şehzade olduğu içiin alem matem eyledi ve başbakı kulu olan ivaz mehmed ağa çavuşbaşı oldu ve mora muhassılı abdi paşa zade silahşor ali bey'e hizmeti meşkuresine binaen iki tuğ verildi ve ibrahim paşa mübursa'dan ma'zule anadolu sadrı hürdarı abdi efendi küçüktezkiverildiği; reci oldu ve şeyhülislamı mu'tekidenam olan damadzade ebülhayr ahmed efendi hazretlerinin bursa'dan ma'zul olan sulbi mahdumı alikadri feyzullah efendi'ye birden anadolu payesi verildi ve edirne payesile selanik'den ma'zul es'ad efendi fazılı binazir ve pürme'arif olmak hasebile medine kazası payesiihsan olundu ve ibrahim paşa halilesi eshabı hayratdan fatma sultan bnt. ahmed han merhume oldu ve canım hoca üçüncü def'a kapdan paşa canım hoca; kesik para yasağı: oldu ve eyadii nasda devran eden kesik ve züyuf para yasağ olup, islambol'dan taşra ve taşradan içerü girüp çıkmamak içün üsküdar ve tophane ve beşiktaş ve galata ve kasımpaşa ve eyyüb'e sarraflar ta'yin olunup, dirhemi on üç akçeye alınup sağ akçe verildi ve iran şahı olan tahmasb'ın i'timadü'ddevle şahı acem: ya'ni veziri nadir ali tahmasb kuh han bağdad havalisine gelüp, gafleten deme nam mahalli basdığm bağdad valisi ahmed paşa tahrir' etmeğin, paşakapısı'nda müşavere olunup, seksen' nefer ile bağdad va lisi serasker nasb olunup beş bin kise akçe irsal olundu. kezalik revan muhafızı ibrahim paşa dahi seksen bin nefer ile serasker nasb olunup beş bin kise' irsal olundu ve kars beylerbeyisi toz mehmed paşa'ya' ve gence muhafızı ali paşa'ya dahi hazine ve asker irsal olundu ve bundan akdem bağdad valisi tavassutu ile acem şahı'na sulh temessükleri tahrir ve sulhu tebşir içün safi kulı han devlete irsal ve temessükü tahmasb'm i'timadü'ddevle ya'ni veziri tahmasb kulı han duydukda alenen şahma sebbü la'n edüp, kağıdları getireni ahz ve habs ve heman ilgar ile isfahan'a varup', rebi'ü'levvel 'de tahmasb'ı hal' ve habs ve kırk günlük abbas nam şehzadesini iclas ve kendü şah vekiliyim deyü tahta ku'ud ve tahmasb şahı horasan'a irsal ve korucubaşı'sı ile sair erkanı devletini habs ve mallanai ahz ve ehli sünnetden olacağım deyü kızılbaş' lara gayret verüp askerini iki böldü. bir bölüğünü kerkük'e ve bir bölü ğünü erdebil'e irsal ve kerkük'i gafleten basdıkda ahalisi sabr ü sebat gös termekle me'yusen kızılbaşlar ric'at edüp, bağdad kurbünde seyrantepesi'ne varup gafleten nüzul ettiklerinde bağdad'ınkarakolda olan bir kaç paşası şehid ve ikisi esir oldukdan sonra kızılbaşlar gelüpbağdad'ı muha sara eyledi. çünki metni kitab olan hacı halife'nin asarı kalemi takvimü'ttevarih bin altmış beş salinde hacı halife merhum oldukda emirbuhari şeyhi zeyl ederek, bin yüz kırk beş metni kitaba zeylimizin evveli: tarihine gelince zeyl etmişidi. dahi merhum oldukda basmacı ib rahim efendi dahi bir senelik vekayi'i zeyl edüp, kitab tab' olunmağla ta mam olmuşidi. lakin bu abdi hakiranlara zeyl olmak murad edüp, iş bu bin yüz kırk altı senesinden yüz seksen yedi sali evahirinde vaki cülusı hümayunı sultan abdülhamid han hazretlerine varınca vaki' olan havadisi dehrden ittilaı fakiranem olan vekayi' metnen ve şerhen, icmalen ve tafsilen tastire mübaderet olunmuştur; vebi'llahi'lmuvaffak külli makasıd. metn: girifteni riyalei hümayun beyedi malta ez ' iskenderiye, muharebei sadrı sabık'rec osman paşa der kurbi bağdad ve firarii tahmasb kulı han ez o ve muharebei sariiyei osman paşa ve şahadeti o der bağdad ve teshir gerdeni karabağı süleyman kapdan korsanı cuhud yarvaki der bahri sefid. çünki azli'rec osman p aşa: sadrıazamlıkdan azl olan arec os man paşa azligünü kadıköyü'ne irsal olunup, ba'dehu erzurum valisi nasb olunmağla varup arzı rum'ı zabt etmişidi. tahmasb kulı han'ın gelüp bağdad'ı muhasara ettiği devletin ma'lumu gidukda, müşarünileyh acem seferi: osmanpaşa seksen bin nefer ile musul canibi seraskeri nasb olundu. lakin sinini maziyede yine seksener bin adam ile serasker olanlar kırkar bin cem' etmeye bir senede muvaffak olamamışlariken, osman paşa'nın seraskerliği şayi' olıcak, üç şanlı askerkeş paşa'mn serasker ayda yüz yetmiş beş bin adam baolmasından fa'id. şına cem' olup, aşa'irden gelenler ile iki yüz bin leşkeri az vakitde teforma ş e m 'dn i zd i is ü l e y mnee n d itr i h i cavüz bu külliyetli asker ile nusaybinsahrasına, andan on üç gün de kerkük'e vardıkda on beş binsüvari ile memiş paşa ve selim paşa ve ibrahim paşa ve rişvanzade mehmed paşa'yı ilerü çarhaya ta'yin etti ve nadir ali küffar tertibi üzre seknadir şah inhizamı: sen bin revafızı on aded tabur ederek geldikde, osman paşa da hi erişüp dokuz saat ceng olundukda, kırk bin kızılbaş kati olunup. nadir ali mecruh olmağla firar edüp, münhezim olduğu haberi vakti işa'da hastane'ye gelicek, gece sarayburgece sarayburnu'tıdan top atılnu'ndan ve tophane ve tersane'd ığ. den top şenliği olunmağla izharı sürür ve fütuhat olunup, ibadullah handan kılındı ve ertesi hünkar yalıköşkü'neinüp, top şenliği ettirdikden sonra mevcud vüzera ve sudurı ülema damenbusı şehriyari ile tebriki gaza ettiklerinde kürkler ilbas yalıköşkü'nde padişaha tebriki olundu; hatta serasker osman pagaza olunduğu: şa'nın kebir oğlu ahmed bey, kapıcıbaşı idi; anı dahi getirüp huzurı faizü'nnurı sultanide samur kürk ilbas olundu ve ka'ime getiren tatar'a kıbeli padişahiden bir kaç kabza altun ile senevi beş kise hasıl olur bir ze'amet inayet' ve canibi sadmüjde resanata ya: nazamiden iki bin altun ile bir hil'at ve bir çelenk i'ta olunup, üç gün top şenliği kılındı. çünki yedi aydan berü bağdad muhasara olmağla kahtu gala'ya ehalisi mübtela olmuşlariken, bu osman paşa kudümü üe cümle reha ve halas bulduklarında, muhasarai bağdad: çıkup varoşda olan kızılbaşları kati ve mallarını yağma ve cümle top ve mühimmatlarını ahz u kabz ettikleri haberi dahi geldikde, tekrar top şenliği olunup, serasker'e yedi bin altun ile mücevher çelenk mücevher kı lıç ve kürk ve yanında olan memiş paşa ile selim paşa'ya üçer tuğ in'am olunmağla muharebede cengaver olanlara i'tibarı padişahi olduğu i'lan olundu. kezalik bağdad valisi ahmed paşa yedi ay muhasara müzayakasma sabr ü sebat gösterdiği içün mücevher sorguç ve şemşir ve kürk ile sa'ir zabitanma hil'atlar ve teşrifat irsalile tatyib kılındı ve nadir ali'yi ta'kibe, beş bin gazi ile timur paşa irsal olunup, iran'ı viran ederek tebriz'i hamlei ulada feth eyledi. lakin tebriz bir şom kal'a olup, elde m ü n tr k t e p e ve avuçda durmayup, kah bize, kah gazi hutbesi: düşmana geçdiği içün hedmine fer man olundu ve padişahı vakt olan sultan mahmud han'm nammı hatibler hutbede lafzı gazi ile vasıflamak dahi ferman olundu ve serasker osman paşa yanmda olup, ordukadıhğı eden rumeli kuzatmdan abduuah ordu kadısı'na ikram: efendi'ye, seraskere ikramen mevleviyetle bağdad kazası ihsan olundu. çünki anadolu'dan ma'zul ishak efendi istanbul kadısı oldukda, harcı i'lam ve harcı hüccet ve narh umurundan bir para almamağla nas beyninde iffet ile mevsuf olup, bu gün şeyhülislam olur, yarın olur denildiğinden naşi, bir sene mukaddem hala sadrı fetva olan ebülhayr ahmed efendi, kü tahya arpalığına nefyetmişidi azli ebülhayr: lakin bir ay mukaddem karihai hümayundan itlak olunup, geldikde sadrı rum payesi verilmişidi. şimdi ebülhayr sadrı fetvadan tenzil olu nup, büyükdere'de mekse me'mur olıcak, yerine mümaileyh ishak efendi oldu. ma'zuli müşarünileyh, hakkguy ve hayrhahı devlet bir piri binazir olmağla şehinşahı cihan sultan mahmud han ile babaoğul olup, madam ki sen sağ, ben sağım, sana azl yoktur deyüahdü peyman vaki' olup, azlini mucib bir halet yokidi. ancak ishak efendi'nin ta'nma sabr edemeyüp, nefy etmekde muvaffak olamadı; zira ishak efendi semti riyayı zi yade bilüp, avampesend hareketle memduhı avam olmuşidi. nefy olıcak, ishak efendi gibi afif zat devletimize elvermedi, falan ve filan deyü söz çoğalmağla lisanı nası kat' içün nefyden itlak ve sadrı rum payesi, ba'dehu müfti nasb olunacak damadzade azl olundu ve bursa'dan ma'zul mestcizade abduuah efendi islambop payesi ilekezalik bursa'dan ma'zul neyli ahmed efendi, fazileti kamilesine binaen anadolu payesi ile tekrim kılındı ve silahdarı şehriyari ya'nizamı humbaracıyan: kub ağa üç tuğla çıkdı ve bu vakte gelince, üç yüz tımarlı kumbaracı olup, henüz san'atlarmda meharetleri olmamağın', teksiri nefer içün ve bilmeyenlere dahi ta'lim içün yevmi on sekizer akçe ulufe ile bosna'dan üç yüz nefer üstad kumbaracı getirilüp, cümlesi bir ocak vaz' olunup, üskü dar'da ayazma sarayı'ndabina olunan karhaneye müstevfa ta'yinat ile iskan olımdular. şe im 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ziyareti padişah mezarı yuşara ve ihdası kağıdı cizye der mısır ve nuzuli dü kalyon der yekruz der tersane. iki kalyon birden indi kuş gibi sui yenvne tarihini subhi efendi demiştir. tekmıli binai canüi cedidi sadnazam ali paşa der altımermer d der islambo? der şa'ban ve vefatı müftii sabık mirzazade der şevval , harık der dahili babı kapant dakik ve suküt şudeni yeniçeri ağası ve cebecibaşı ez yek dam ve helak şudeni cebecibaşı ba'de zaman ez an cerahet ve maktulii muhassılı aydın abdullah paşa der erzurum bemübaşereti yahya paşa: vezir kethüdası kel ahmed ağa'ya üç tuğ ile cidde mansıbı verildikde, yerine küçüktezkireci halisa tezkirei sanı vezir kethüdası olosman efendi vezir kethüdası olduğu: du; ya'ni tezkirei sani, evvele belki reis ve defterdar'a aklı ev veldir deyü tercih olundu ve ayasofya şeyhi köse süleyman efendi hedi yesini ahz ettiği kimesnelerin işin görmek kasdı ile devri ebvab edüp, bir tarikin kibarını şefa'at ile bizar etayasofya şeyhi'nin yeri hakk oluntiğinden ma'ada kürside cenabı duğu: şehriyari'ye ve vükelasına harf endazlık ile kesbi şana sa'y edüp, sebebi ihtilal olduğu içün yeri hakk ve nefy olunup yerine sultanahmed şeyhi yenibahçeli zade çelebi efendi uruç eyledi ve bu vakta gelince mı sır'ın cizyesi sa'ir mukata'at gibi ilmısır'ın cizye kağıdı icadı. tizam olunuriken mısır'ın mütegallibeleri seksen kiseye iltizam edüp kat kat fa'izini beynlerinde taksim ederlerimiş. padişah istifsar edüp sa'ir biladı islamiye gibi evrak verilüp, aladan kırk sekiz dirhem fızza, vasatdan yirmi dört, ednadan on iki dirhem alınmak üzre kırk bin evrak kağıdı tertib olunup, irsal olundu ki, üç bin kiseden ziyade hasıl olur ve padişah bu esnada kayıkla karadeniz boğazı kavağı'na çıkup hazreti yuşa' mezarını ba'de'lziyaret çekdiri ile avdet buyurdu ve on seneden berü cebecibaşı olan abdullah ağa, vak'ada tama'a düşüp ismi var, cismi yok vafir esame ulufesin alup, telefi hazine ettiği içün iki tuğla ihrac olunup, boğazhisarı'na vardığında kati olundu ve üsküdar'da tarikı halvetiye'den aziz mahmud efendi şeyhi iken katar şeyhliğine rağbet edüp, valide cami'i şeyhi olan ya'kub efendi meşihati terk edüp, hanesini halvethane edindi ve iki sene mukaddem defterdarlık'dan üç tuğ ile çıkup kars canibiseraskeri olan izzet ali paşa vefat eyledi. mertzzet ali paşa: humı mezbur ma'rifetde ehli ka leme ve gayretde vüzeraya ve sehada hateme racih bir zatı mükerrem idi; hatta defterdarlığı aleminde ahibbasmdan biri ramazan'a karib, hardık edeyim diyerek, üç yüz kuruş hizmet almacak bir kağıd peyda edüp, ihtiyacım ima edicek, mühürdarma bu adama bin altun ver deyü emretti. mühürdar dahi yanımda akçe yok ve acele işim var, yarın gel vereyim deyüp, mühürdar gitti; arzı hal eden ahmed ağa dahi gideriken izzet efendi taşra çıkup gördükde, aldın mı? deyü sü'al ettikde, almadım deyicek, kendi' yanından bin altun verüp mesrur eyledi. ertesi gün mühürdar dahi bin altunı veririken, dünkü gün efendi kerem eyledi dedi. lakin mühür dar, bana emrine binaen, ben vermeye muhtacım, sonra kendüsüne sü'al ederim; ba'dehu geri alırım deyüp, verdikden sonra efendisine ifade ettikde, kısmeti iki bin altunimiş; verilen geri almmaz demiş. rahmetullahu aleyh. paşayı mağfurun hini fevtinde büyük miri ahur ve damadı sadnazam olan yahya ağa hizmetle, yanında kars'da bulunmağla tuğ ları mezbur yahya ağa'ya i'ta binai camii ali paşa der altıolundu ve sadnazam ali paşa, mermer: mühri hümayunu aldıkda, binasınamübaşeret eylediği altımermer'de vaki' musanna' ve hoş bina camii şerif tekmil olunmağla, şa'ban 'm ibtida cum'ası salata beda' olunmak içün padişah berren cami'e varup, ba'de edai salat sahibü'lhayrata kürk ilbas buyurup, bahren kayıkla avdet buyurdu ve idi fıtrin dördüncü günü, bahariyeyalısı'nda vezir padişaha ziyafet eyledi ve vak'ada maktul ibrahim paşa'nın oğlu mehmed paşa, üç tuğ ile bursa mutasarnfiidi; lakin ümmi sıbyan illetine mübtela olmağla terehhumen altı bin kuruş senevi hass ile vüzera mütekaidlerine mülhak oldu ve aydın muhassıh üç tuğlu abdullah paşa nice zamandan berü aydm ilini eki edüp, fiesaret ve şeca'at ile şöhre tine binaen iran seraskeri köprülüzade abdullah paşa'nın ma'iyetine iki bin nefer süvari asker ile erişmek ferman olundukda, seferiye namile re'aya ve berayadan zulmen bihisab mal alup, ayak sürüyerek beşyüz mikdarı atlı ile ceng vakti geçdikden sonra arzı rum'a vardıkda, serasker tara fından, niçün geç geldin deyü sü'al olundukda, bu seferin aslı yok, murad asker kırdırmaktır ve memleketleri revafıza vermektir demekle, orduda olan askere dahi perişanlık verdiği içün erzurum valisi yahya paşa'ya mezşe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i bur aydın valisinin katli içün ferman sadır oldukda, yahya paşa, yeni ve zir olmuş olup, bu şeca'atlii herifin katli muhassılı aydın abdullah katline güne olur deyü tefekkür paşae; ve fırsata müterakkıbiken, iğfal içün dostluk arz ettiğinden derunı kal'ada ikamet içün yahya paşa'dan bir konak taleb edicek, yahya paşa mesrur olup, kendü ayağı ue dame giriftar oldu dedi. vak ta ki bir konağa iskan olundukdan sonra, birgün abdullah paşa, canım cirid istedi; lakin olduğumuz hanenin tahammülü yok; içağaları'nı alup geldim diyerek yahya paşa sarayı'na geldi. lakin gelüriken bir doru küheylan ata süvar oluriken, at yanaşmayup ve paşakapısı'na gireriken paşa'nın başından kavuğu suküt ettiğinden etba'ı teşa'üm etmişleridi. paşa paşa'nın yanına gelince, etba'ını, etba'ınasınıfı sınıfına taksim edüp, yahya paşa abdest bahanesile kalktıkda, ta'limi üzre sekbanbaşı abdullah paşa'nın yanına girer, otur dedikde, ben oturacak değilim, padişah senin muhasebeni görmek içün kal'abendliğine ferman etmiş, kalk deyüp kaldırdıkda, çünki etba'ı taksim olunmuş olmağla haberleri yok. abdullah paşa'yı yalnız ata süvar ettiklerinde etrafmı serdengeçdi ağaları ihata edüp, dizdarodası'na götürdüklerinde, kapıcıbaşı ve sekbanbaşı yanına girüp, sekbanbaşı bir barid türk olmağla. paşa abdestal deyicek, heman paşahançer ile sekbanbaşı'yı kati ve bir adamını cerh ve kapıcıbaşı'nın dahi şatır'ını mecruh edüp, ellerinden halas olup, avluya nüzul ettikde, kal'a bedenlerinden taş atarak sersem olundukda, serdengeçdi ağalarından kurban ağa vurup kati eyledikde, seri maktu'ı ile beşyüz kiselik fındık altunu ve sa'ir eşyası hastane'ye irsal olundu. am ma maktuli merküm şeci' ve delir vezir olmağla. devlete elzembir zatidi. ancak, kızlar ağası elhac beşir ağa, şeca'atlü adamın yaşaması nı zarar addetmişidi. bu sebebden katline istima' edenler hayfa dediler. binai kasrha ve hamam ebağçe der topkapı der sarayı hümayun der istanbul bedesti yazıcı ali efendi ve şahadeti köprulüzade abdul lah paşa der cengi kızılbaş der kurbi revan ve maktulıi timur paşa bacürmi jirar ez cengi abdullah paşa ve sebep kerdeni inhizamı nakzı ahdkerdeni moskov ve zuhurı seferi moskov der ahiri senei in. mahı safer'in yirmi ikinci salı günü büyük dim ü n ir k t e p e van'dao herkes mekanına gittikden azli sadnazam hekimbaşı zade sonra, iran müşaveresi deyü tekrar ali paşa: vezir ve müfti ve ulema ve ocaklu saray'a getirildikde vezir ali paşa'dan mühür almup çekdiri ile midilli'ye irsal olundukdan sonra kandiya mansıbı in'am olundu ve bağdad muhafızı ismail paşa, bağdad'dan hastane'ye gelince çavuşbaşı ivaz mehmed ağa'ya üç tuğ ile kaymakamlık ihsan olundu ve ismail paşa seksen günde gelüp mührü aldıkda, ivaz paşa vidin'e ve vidin'de olan köprülüzade ahmed paşa hastane'ye nişancılı ğa 'getirildi ve padişahı asrın sasarayı hümayun'da topkapı biray'da topkapı nam mahallin nası tevsi' olunduğu: ebniyyesine ilave içün müceddeden bina buyurduğu nev tarh ka sırlar ve fevkani hamam ile bahçe tekmil oldu. geçen sene havadisinde tas tır olunduğu vech üzere kızılbaş acem cengi ve şehadeti köprülügazi ve arec osman paşa'yı bağzade abdullah p aşa: dad'da şehid ettikden sonra revan seraskeri olan köprülüzade ab dullah paşa'nın dahi kirpi. jr nam mahalde üzerine gelüp, ceng olunuriken, çarhacı nasb ettiği timur tedbiri nakısı serasker: paşadahi vafir kızılbaş kırmışiken sui karın kelamile bu gece timur'ı çarhadan çıkarup körçavuş'ı çarhacı nasb edüp, ertesi umumen as ker ile abdullah paşa kalktıkda', tahmasb kuh han ile bir sa'at ceng olundukda timur üç tuğlu olup, azl olunduğuna gayzen kendüyü bir bayı raçekicek, sa'ir atlu levendatı dahi bakup ceng etmeyüp, dönmelerile asker bozuldu ve serasker abdullah paşa şehid oldu ve başını kızılbaşlar alup, şahlanna götürdü ve cümle orduyı islam ile top ve mühimmatı dahi zabt eyledi. sui karin sebebine abdullah paşa çarhacı olan üç tuğlu ti mur paşa'ya cümle levendat ram olup, ceng ederleriken hata edüp çarha dan çıkarmağla, levend ceng ederiken iğzab olup yüz çevirmekle kendünün şahadetine ve ordunun inhizamına sebep oldu ba'dehu abdullah paşa yerine bağdad valisi ahmed paşa revan seraskeri oldukda, asılda timur'a gazabı varimiş, katlini i'lam etmekpaşa katline san'a. le, iki tuğlu mahmud paşa ile hü seyin paşa'nın seferde taksiratları zuhur etmiş, te'dib içün mezburanı kahren istihdam edesin deyü timur pa se m 'dn izd esü le y mnee n d i tr th t şa'ya ferman varid oldukda, timur'un katli içün dahi mezbur paşalara gizli ferman varmış. mezburan dahi isti'fave ricai afv ile yirmi kadar adamlarile timur paşa'ya vardıklarmda, el ve etek ve ayak öpmek suretinde yanma varup gafilen hücum, timur'ı kurşun ile vurup seri maktu'mı hastane'ye gönderdiler. gerçi katlinde düradur san'at ettiler; lakin devleti aliyye'de merd, bahadn ve düşmana mukavemete kadir er komadılar. bu vaktahücacm metrukatmı beytü'lmal zabt etmekle, varis leri yedine hisse girmezidi. ba'de'lyevm varislerine teslim oluna deyü emr olunmağla padişah ecre nail oldu ve sultan bayezid ve sa'ir mahallerde yağlık ve uçkur ve makrama yazıcıları kırkdan ziyade dükkan olup, bu san'atı tasannu' eden süfeha biperva fahişei zenan ile icrai mel'anet et tiklerini islambop' kadısı ilmi ahmed efendi i'lam etmekle dükkanları kapanup men' olundular ve ismail seksen yedi günde vezirz li: paşa mühre geleli seksen yedi gün oldukda, receb'in on ikisinde , surra çıkmak adet iken, bu sene receb'in dokuzunda ihraç olunmak için vezir ve müfti sarayı hümayun'a vardıklarmda revanodası'nda tevkif olunup, yalnız müfti efendi huzurı hümayuna götürülüp, silahdar ağa gelüp, vezirden mührü alup, padişaha verdikde, mezbur silahdar mehmed ağa'ya üç tuğ ihsan olunup, kaymakamlık inayet olundu. on altı gün mürurunda kaymakam ile müftirikaba da'vet olunup var dıklarında, kaymakam paşa'ya mühri hümayun dahi in'am olunmağla, ve kaleti kendü kendüye olduğu ma'lum olup. solak ve peyk'ler ile paşakapısı'na geldi ve şeyhülislam şeyhülislam fetvasına imza yerine dürri efendi'nin illeti olup, imzatemhir ettiğ. ya kudreti olmamağla, şifa' bulun ca imza yerine temhire izin verildi ve bu esnada moskov keferesi nakzı ahde bahanecu olup, acem'in hima yesi bizimüzerimize lazım deyüp, düveli islam ve nasara beyninde serbestileri mer'i olan leh hüduduna zuhurı seferi moskov: kıraliçe dedikleri la'ine seksen bin kafir ile hilafı ahd leh hüduduna glrüp, serbestilerini kesre sa'i edüp, ukrayna ve podolya memleketlerini zabt ve hüdudı islamiye'ye karib mahallerine moskov'dan zabit ta'yin etti ve azak kal'ası'na sekiz saat olan çerkeskirman kapalarmı ta'mir ve don suyuna sefine icra' ve devlete müntesib olup, ali osman hutbesini kıra'et ile ittiba' eden müsliminden dağistanlı'nın altmış bin koyununu gasb etti ve irana. sahı olan nadir ali sah ile mükatebe ve bitamamiha mem leketi gürcistan ali osman zabtında kalmak üzre mukaddema moskov ile olan sulhı salahda meşrut ve ahidnamesinde mezkuriken moskov bu defa hilafı ahd ü peyman gürcistan'm ba'zı mahalline ta'arruz ve tarafmdan zabt ettiği yerlere zabit ta'yin etti ve kuban'da sakin olan nogay ta'ifesinden yirmi müslümanı kati ve esir eyledi ve devleti aliyye'ye tabi' olan barabaş kazağı'nı kendüye celb edüp, mahalli merkuma kal'a binasına mü başeret misiilu enva' desise ve hıyanet ettiklerini, devleti aliyye'nin ma'lumu olmuşiken, devletin acem ile muharebesi olduğu için tesamüh ve iğmaz olununken acem seferi içün tatar hanı, devleti şirvan tarafma gitmeye ferman buyurmağla, yerine kalgay'ı kırım'da bırakıp, kı rım ham azim asker ile dağistan'a kırım hanı'nın dağistan'a gittiğp: gideriken nehri kuban'a vardıkda, kalmuk kabilesi ita'at etti. an dan dokuz sa'at nehri k uy, andan yedi saat nehri b e lh kena rına vardıkda, kabartay beyleri dahi gelüp, mütaba'at eyledi. andan beş saat nehri bahşan , andan iki saat nehri balcik , andan altı saat nehri çerek, andan iki saat deli evren ı andan bir saat nehri türk ubur olunup, kal'ai tatatub ' ki, fi'lasi kürsii memaliki cengiziyandır, hala çerakise'den küçük kabartay kabilesi sakin oluridi; han vardıkda, han'a ta bi' olup, han yanına imdad içün asker verdi. andan dört saat nehri kerçin, andan dokuz saat sevic kurbüne vardıkda, ta'ifei çe çen gelüp bi'at eyledi. andan dört saat nehri ezgün , andan dört saat nehri bas , andan dört buçuk saat nehri gümüş, andan beş saat kumuk yanına vardıklarında, kumuk dahi gelüp mütava'at eyledi. andan iki buçuk saat nehri yeman , andan üç saat aktaş nam mahalle varıldıkda, ehli islamdan andri kabilesi meskeni olmağla anlar dahi gelüp teba'iyyet edüp, imdad içün han yanına asker kat tılar. andan üç saat nehri kavik'e varıldıkda, meskeni şemhal'dir, anda olan kaynak ta'ifesi hakimi ahmed han zade mehmed han gelüp, han'ı istikbal ettikde, tarafı devletden olcaniblerin azl ve nas bi tatar han'a havale olunduğuna bina'en merküm mehmed han'a iki tuğ verdi. andan sürhay han zade mehmed bey'in vatanma vardıkda, çöküse m 'dn izd esü ley mnee n d t tr ih t nü jolan ahmed han gelüp, istikbal edicek bu ahmed han'a dahi üç tuğ verdi. andan timurkapı nam derbende vardıkda akkuşa üleması ve köyücü ta'ifesi üleması dahi gelüp, istik ballerinde ali osman'a ila'atlerin inha eylediler. ezin canib bağdad valisi ahmed paşa bağdad'dan ' ma'zusohbeti sulh ile acem'in devleti len erzurum'a seraskerlik ile geliğfali: dikde, acem şahı yine sulhu hiyaz etmekle, ahmed paşa mükalemeye murahhas, müsalaha mukarrer olduğu içün tatar han hüdudı acem'e girmeyüp, heman timurkapı'dan hastane'ye da'vet olundu. amma bu esnada ya'ni tatar han, kuım'dan timurkapı'ya gidüp, kurım'a bıraktığı kalgay sultan vefat edüp, kırım hali kalıcak, hilekar moskov kafiri, hilebaz acem şahı ile altı madde üzerine müsalaha olup, osmanlı ile tatarı, gürcistan ve acemistan ve moskov hüdudlarından, belki bi'lcümle ortalıkdan ref' ve mahv olunmadıkça, bir tarafdan acem ve bir tarafdan mos kov muharebe edüp, cengden fariğ olmamak üzre mu'ahede edüp, sureti ahidnameyi dorluk hatmanı bir takrib alup, tatar han'a isal eyledik de, moskov'ın ve revafızm karına, gerek han ve gerek devlet va kıf oldu ve devletin acem seferi içün moskov'a müsamaha ettiğini, moskov, devletin acz ü za'fına hami edüp, devletin üç koldan acem ile muharebesi olduğunuve kırım'ın han'dan azağı küffar aldığı: ve kalgay'dan hali olduğunu ni'met ve fırsat ve ganimet addedüp zilka'de 'de, ale'lgafle doksan bin kafir ile gelüp, azak kal'ası'nı muhasara ettikde, sulh ve salaha bina'en kal'ada cebehane ve mühimmat ve muhafız kalil olduğunu azakh, han'a arz edüp, yüz bin kefereden mürekkeb taburunun dahi kırım üzerine geldiğin tatar han haber alup, hastane'ye gelmeden fariğ olup, canibi kırım'a gideriken' devlet haber aldıkda, moskov balyosu'na sü'al edicek, moskov kıralı devletin dostudur, bu dahi tatar'ın mel'anetidir deyü balyos tecahiilane devleti iğfal güne cevab verdikde, ıngiltere moskov'utı hilesine ingiliz'in ve niderlanda balyoslarından dahi i'anesi: sü'al olundukda bundan akdem, moskov, lehvilayetine duhul ettikde, sizlerden sü'al ettiğimizde, sizler moskov ve nemçe, devleti aliyye'ye ve memaliki islamiye'ye sui kasd etmiyeceklerine, bizler kefil deyü ta'ahhüd etmişidiniz; şimdi azak muhasara olunmuş, henüz bir haber dahi vermediniz denildikde, moskov'da olan ingiliz elçisinden şimdi kağıd gel di, bakdık, dostlukdan gayrı bir şey yok. size gelen haber iftira' olmak gerek dediler. lakin müdebbiranı devlet, bu balyoslarm bu lağviyatma bakmayup, mahsur olan müslümanlara imdad lazımdeyü, fetva mucibince ibtida' paşakapısı'nda, ba'dehu huzurı hümayunda, umummüşaveresinde, padişah, astane'de kalup, vezir babadağı'na acele gide ve azak imdadına acele kapdan paşa olan canım hoca donanma ile gide deyü, fatiha kıra'et olundu, ve iran seferleri hazine'yi viran etmişiken, lillahilhamd, bir buçuk ayda kemalile levazımı seferiye görülüp, trabzon valisi yahya paşa, özü muhafazasına irsal olunup. tuna köprüsü inşasına soğancıbaşı' ta'yin olundu ve moskov'dan vezir'e gelen mektubda, ehli islam nakzi ahdseğer müsalaha muradınız ise bir mürahhas irsal oluna, eğer değil ise, kapıkethüdamızı gönderesüz deyü yazmış; cevabında, hangisine rağ bet ederisen' devlet dahi rağbet eder deyü tahrir olundu ve mukaddema suihda ingiltere ile niderlanda tavassutı ile suuı olunduğuna bina'en şimdi zuhur eden moskov keyfiyeti sadrıazam mektubu ile bildirildi. vefatı hüdavendigarı sabık sultan ahmed hanı salis rahmetullahualeyh, der saf er ve defnküned der türbei camii valide sultan der istanbul ve istilai küffarı moskov bekal'ai azak ve istilai taburı moskov becezirei kırım ve ric'ateş ba'de ez tahrıb an diyar ve vürudı elçiyi şahı acem nadir şah ve mükalemei mürahhasan der islambol ve akdi sulhküned ve tavassut ve iğfal kerdeni keferei nemçe bamüsalahai moskov. hotin solkol ağalığı'ndan miri miran olan kolçak ilyas paşa'dan şeca'at ve yararlık müşahede olunmağla, üç tuğ ile hotin muhafızı nasb olundu ve bu esnada, yüz bin kefereden mürekkeb moskov taburu urkapısı haricinde zuhur edicek, çarhacısı ile tatar han ceng ettiği haberi devlete gelmeğin, orduyı hümayun'm bir ayak evvel astane'den çıkması lazım gelmeğin. nişancı paşa olan köprülüzade ahmed paşa kaymakam nasb olunup, muharrem'in yirmi üçünde , sahibii devletin tuğ ları davud paşa'ya çıkup, on günsancağı şerifin moskov seferine de dahi ordualayı ve cümle gittiği: ocaklar ve sancağı şerif ile sadrıazam silahdar mehmed paşa davudpaşa'ya çıktı ve beş günde yolu ile ocaklar ilerü gidüp, safer'in altıncı se m 'dn izd esü ley mnee n d ı tr ih t günü sancağı şerif davud paşa'dan hareket ve safer'in on ikinci günü edirne'ye vefatı sultan ahmedi salis: vasıl oldu. yevmi mezburda, hüdavendigarı sabık sultan ahmed han hazretleri vedai alemi fani etmekle, kafesden ruhı pür fütuhu, nezdi hüdayi müta'ale pervaz eyledi ve cenazesi istanbul'da, bağçekapısı'nda vaki' büyük validesi türbesinde defn olunmağla eb ve cedd ve amam ve ümmehat eh ve ihvanına hemcivar oldu. rahmetullahu aleyh hazretleri, bin seksen dört senesinde hacıoğlu pazarcığı kasa basında dünyaya gelüp, yüz on beşsalinde, edirne'de calisi seriri saltanat olup, yirmi yedi sene on bir ay hadimü'lharemeyni'lmuhteremeyn ve şahı cihan olmuşidi. kırk üçtarihinde uzlet ihtiyar buyurup, al tı seneye karib kuşei inzivada maliki yevmü'ddin celleşanuhu' canibine iyyake na'büdü hand olarak, işbu kırk dokuz safer'inde , cıvarı hakka ııhlet eyledi ki, ömıi şerifialtmış yediyi tecavüz etmişdi. kabri ravzai ridvan olup, mekanı firdevs olsun ki, zamanı hilafetinde halk kaht ü gala' yüzin görmedi. pirincin kilesi yetmiş ve seksen akçeye, lahmin vakiyesi dört paraya, hatabm çekisi on iki paraya, pekmezin vakiyesi dört akçeye, yüz dirhem ekmek bir akçeye, mum on altı akçeye ve kıs alahaza. hini azlinde evladlarından şehzade sultan süleyman ile fat ma sultan'ın vefatları acısını çeküp, afvi taksirat ve refi derecat celb eyledi. çünki bundan akdemce şahı iran ile müsalaha hitam bulmağla askere insırafa izin verilmişdi. şimdi moskov seferi zuhur edicek, avdet eden asker anadolu'dan kefe'ye geçmek ferman olundu ve azak kal'asında mu hasara olan müslimin, doksan altı gün doksan bin kafirin muhasarasma ta hammül edüp, bir yerden imdad gelmeyüp ve gelmek ihtimali de olmadığın dan, eman ile kal'ayı teslim eylediler ve on yedi seneden berü viran olan iran memleketi, kah acam eline, kah mir üveys tarafına, kah ali os man yedine, ba'dehu tahmasb'a, ba'dehu yine osmanlu'ya, badehu tahmasbkulı han dedikleri nadir şah'a geçüp, bir elde durmadığından nafile asker ve hazine telefineba'is olmakdan gayri bir şey'i müfid olmadığı içün nadir şah'ın niyazma müsa'ade ve müsalaha olunup, ba'zı şurut ve kuyud müzakeresi içün abdülbaki acem elçisinin astane'de sulh mühan nam elçisi murahhasen astakalemesi diyerek iğfal ettiği: ne'ye geldikde, ahvali iran'a ve keyfiyatı seferi iran'a vukufu olan reis ismail efendi ve beylikçi tavukcubaşı mustafa efendi ve iran ordularında defterdar ve reis olup, muhasara ve kıtallerde bulunmağla umurı hafiye ve celiyeye vakıf olan cizye muhasebecisi ragıp efendi, sancağı şerif ile moskov seferine gitmişleridi; yerlerine kaymakam bırakıp, hastane'ye getirildiklerinde, gelen acem elçisi ile mükalemeye ağaz ettiler. bu ma halde tafsil iktiza etmekle, zuhurı devleti safaviye'den inkırazlarına devletı savajıye tun zuhuru ve ve afgan'ın zuhur ve inkırazlarına kirazı ve afganın zuhuru ve ınkı, ve nadir şah ın zuhuruna ve bu razı ve nadir şahın zuhuru. musalahaya gelince, alı osman ile vukü' bulan keyfiyata müta'allık ahvali tahririne mübaderet olunduki nazırin bir nazarada, cümlesine ilmi icmali hasıl ede ve ibret ahz eyliye. devleti safaviye'nin ibtida iran'da zuhunı dokuz yüz altışa linde, şah ismail bn. şeyh safiyüddin ishak, iran'da devleti farsi'ye münkariz olmuşidi. bu tarihde, bu şeyhzade ismail şah olup devleti safaviye zuhur eyledi ve devleti safaviye'nin iştiharına ve kıyamına ve bekasına sebep olur müşaht acem'in kesbi şöhret içün lahazası ile devleti osmaniye ile ali osman ile nakzı ahd ettiği: mukabele ve muhasama kasd ettikde, devleti osmaniye'de dahi nevbeti saltanat bu tarihde yavuz sultan selim gibi bir gayur padişaha gelmişidi. sultan selim asrı vekayi'i tahrir olunduğumahalde tafsil olundu ğu üzre bu şah ismail'in sultan selim ile ettiği muharebede, münhezim ve perişan oldukdan sonra, çok geçmeden kendü dahi gumum ve ar ile helak oldukda, yerine oğlu tahmasb calis oldu. oldahi fevt oldukda, yerine oğlu ismail, ba'dehu hüdabende, ba'dehu abbas, ba'dehu safi, ba'dehu büyük abbas ki, kırk beş sene şahı iran olup, ali osman ile nice muharebe ve bağdad'ı hile ile almışidi. bin kırk bir tarihinde helak oldukda'nebiresi şah safi oldukda. sultan muradı rabi' hazretleri varup bağdad'ı yedinden nez' etmişidi. safi dahi fevt oliukda, sagir oğlu abbas şah oldu. oldahi fevt oldukda yerine tebdili isim: mirza safi şah oldu. bu takiy eyyamı saltanatında bir hevlnak rüyoı görüp namını tebdil etmekle kazayı tahvil ederim zannile ismini süleyman eyledi. vaki'de rü'yamn mazarratı kendüye zuhur etmeyüp oğlu şah hüseyin'de zuhur eyledi. bu şah safi, bed cibiuetve mezmumü'lahlak ve acul ve gadub ve birahm ve hodbin ve haşin olmağla, zevcesi tandan üç oğlu oldu. bir gün edna cürm ile kati edicek, ortanca oğlu ba basının bu halini görüp, havfe teba'iyyetle ihtifa ettikde, babası enva' nedamet ile inandırup, şehzadeyi kuşei hifadan çıkarttı'lakin şehzade gelüp, babasını' tecrübe ettikde, eski tabi'atda görücek, yine firar etti ve validesi dahi havfe tabi' olup, kendüyü bamdan atup, helak ohcak, şah şematetinasa uğradı. asgar şehzadesi hüseyin'e mahabbet eyledi. bu şehzade hüseyin kasirü'lkame ve nazarda şehzadelere lazım olan kr: hor, lakin zeki ve sahibi firaset ve ilmü ma'rifete sa'i olmağla ricali devletin memduhu olmuşidi. şahın ahir zevcesinden dahi mirza abbas namoğlu varidi. onun ulum ve ma'arife rağbeti olmayup, padişahlara lazım olan semti şeca'ati bilmektir diyerek, silahşor ve cesur ve harb ü darb ta'limi ile nadan kalmışidi. şah süleyman fevtinde, erkanı devleti şehzadeleri yad edüp, eğer abbas'ı şah etsek, huzur ve rahatı terk eder, zevk ve safamız gidüp, meşakkatı sefer ve ta'b r muhavereye mübtela olu ruz. lakin şehzade hüseyin hilm ile muttasıftırdeyü, hüseyin'i ihtiyar edüp şah ettiklerinde, oldahi farizai cihadı terk ve talebi huzur ve rahat ile safada olup, karındaşı abbas'ı padişahın ziyade hilminden zarar: habs eyledi ve nice müddet salah ve takva ile edna menhiyata' meyi etmeyüp, zühdü takvada ve hilm ile ittisafda oldu. lakin padişahla rın halim olması muzırdır. vükelayi devleti padişahın talebi huzur ve hilmine mağrur olup, fısku fücura cesaret ve şahi, şahların şanmdandır. etraf düşmanları safada bilmek lazımdır diyerek, ibtida musikiye sonra lehv ü la'ba sonra ayşü işrete dahi mübtela ettiler ve rical dahi zevkü safa şuglile müstağrak olup, husama karını ve mühimmatı seferiye efkarını feramuş ettiler ve şahı bidar ve ikaz eder bir mukarin bulunmadı. bu ali safaviye, zikri mürur memaliki şahıcem: ettiği üzre, on bir nefer şahan olup, memaliki iran ve irakı acem ve huzistan ve luristan ve sicistan ve zabilstan ve dağistan ve gürcistan ve faris ve kirman ve mekran' ve mazenderan ve giylan ve revan ve şirvan ve horasan ve kandehar mecmu'ı on altı padişahlık ' memleketleri iki yüz yirmi sekiz sene zabt ve tasarruf ettiler; ya'ni her bir mülukun yerini bir hanlık addedüp, ocaklık vechi üzre maktu' olunmağla, hanlar azp'ü nasbdan emin olduklarından' ve şahlann kavi düşmanı ol mayup, ekseriya cengleri kendü re'ayalan makülesi ile olmağla, mühimmatı seferiye ve techizi askerde tekasül ve şürbi hamr içün nehi ani'lmünker farz şerifi ile dahi takayyüd etmediklerinden, ehli işret kesret ' buldu ğundan, emrii nebileri gereği gibi icra olmaz oldu; hatta bu şah hüseyin ibtida cülusunda hamre ziyade yasak ettikde ekser ricali devleti serhoş olmağla, yasağı defe bir dürlü çare bulamayup, valide sultan'ı itma' ettiler ve ocaklu ve rical bu hususiçin şah'a garezederler, fesad hasıl olur, yollu ihafe üe nakısai aklı ihafe ve itma' ettiklerinde valide yasağı men'de ve padişahı hamre tergibde sa'yi mevfuretti; müfid olmıyacak, temarüz edüp tabiblere hile' ta'lim etti; ya'ni bu dai mühlikeye hamrden gayri ça re yoktur dedirtdi ve heman iki kadeh nuş edicek, güya şifa bulup, oğluna müşfikane nushedüp, ebaü ecdadın mesleğidir, birer ikişer piyale nuş eyle demekle, meşk ederek defi gam mertebesine varıcak temşiyeti umur dan fariğ olup, padişahlar vükela ve ricale ' itibardan maksud ancak ken di zevk ve safada olup, her umuru bir ricale sipariş etmektir deyüp, hanen de ve sazendeler ile sürura meşgul oldu. çün zimamı devlet rical ye'dine girdi, rical muradma erdi, gadir mağdur, zalim mazlum, hakk batıl aranmayups celbi mal ve zevk u safasmda oldular. padişah ayyaş olsa zarar olmaz, esseyf ve'lihsan tev'eman kelamından gaflet etmeyüp, ümera vü kelasını beyne'lhavf ve'rricada bırakmak gerek. amma buhüseyin şah kanı sevmez, kerim ve halim ve selim olduğundan zalimler şahdan havf etmez ve sen çok ahp'ben noksan aldım deyü rical beynine şikak düşdü ve mazlumlar halini şah'a arzdan fa'ide olmıyacak, şah'm zevalini temenni ederler iken, gayur olan allah celzuhurıfgan: le ve alabunlara afganı taslit buyurdu; ya'ni fi'lasi timurkapı semtinde sakin olup, iran'a akın etmekle ta'ayyüş ederlerdi. timurlenk zuhurunda iraniler bunlardan şikayet ettiği içün, bunları timurkapı'ya yüz konak ba'id olan kandehar'a ki, hind ile iran beyninde vaki' sahraya iskan etmişidi. bunlar ermeniler ile hind tahrisi ceng: müslümanlan ile ünsiyyet ederek, müslüman oldular. lakin kar ve kesbleri garetden olmağla, cengleri mazbut ve zabitieri ceng murad ettiği gi bi cümlesi ta'limli olmağla, olsaat cem' olup, saflarını nizanüayup heman cenge mübaşeret ederler ve zabitleri askerden ilerü durur, taceng kızışınca, ba'dehu askerin ardına geçüp, düşmandan yüz çevirtmez, eğer dö nen olur ise bilaaman katleder. bu kati indlerinde hederdir; hatta birinin sağ kolu mecruh olsa, sol kolu ile ceng eder. zira şehid olanları zabiüeri ikram ile defn eder. eğer ardından vurulup helak olmuşlar ise, meydanda kalır; bu takrib firardan terhib ederler. cümlesi birden hamle eder; iyi tüfenk isti'mal ederler. lakin tatar gibilerdir, kal'a muhasarası' ve metrise girmek bilmezler ve zabitlerine muti'lerdir; hatta ticaret veya ta'am eder bulunsa, zabitinden haber gelicek, ta'am ve ticareti terk ederler ve askerileri her ne kadar muhtaç olsa, bir ahadin ve bir ra'iyenin bir akçelik şey'ine ta'arruz etmezler ve seferde, hanlarma varmca tavada kavrulmuş buğ daya kana'at eder. amma paklik vasjı isfahan: bilmezler' ve ehli perde değiller dir. paytahtı iran olan isfahan, irakı acem vasatmda yetmiş derece tülde ve kandehar tarafı şarkide, yüzderece tüldedir. ısfahan'dan kandehar'a karvan konağı doksandır ve acem şahı ile bundan akdem husumet eden gürcü beyiyorgi han esir olundukda, kandehar'a habs olunmuşidi. ba'dehu afv olunup, kafiri merküm kandehar'a muhafız ve zabit ta'yin olundukda müslimler bihuzur olduklarmı yorgi görüp afgan'ın maldar ve akıllısı mirüveys olup, kati olun masını kasd eyledi. lakin kandehar'da katli mümkin değil, ikram suretinde isfahan'a gönderüp, sui hallerini beyan ile katiini tahrir eyledi. lakin şah abbas vaktinden berü diyarı acem'in nüküdu ahir ülkeye gitmesün deyü et'ime ve elbiselerini kendi diyarlarından hasıl olana hasr olunup' hacca dahi akçe telef olmasun içün hacca meşhed ziyaretini be del etmişleridi. mezbur mirüveys ka'be'ye varup, enva' tuhaf ile ısfahan'a gelüp, acem'in ricali devletine ihda ettikde, memduh olarak, şah'a dahi takarrüb ettikde, şah mirüveys'in aklü rüşdünü pesend edüp, meş veretlereidhal eder oldu. bu estedbiri fasid: nada, moskov'dan elçi geliyor ha beri geldikde, elçinin gelmeden ha li tecessüs olundukda, ermeniyü'ıasl ve acem ra'iyesinden iken, françe ve nemçe diyarlarındacevelan ve moskov'da karar edüp, aklu tedbir ile niknam hasıl ettiğine bina'en, diyarı iran'ın ahvaline vuküfu vardır deyü, moskov elçi nasb edüp irsal oluntedbiri hasen: muş denildi. lakin bu esnalarda' kitablanmızm hükmü, devleti eramine zuhur edecek deyü iran'da şüyu' bulmağla, elçi dahi ermeniler'den peyda olıcak, vaktı ma'hud geldi deyü imza olunmağla, ricali acem, şah huzurlarmda müşavere ettiklerinde, bu elçi bizim ra'iyemizden iken gelüp şah yanında oturmak ardır; bahusus ermeniler'de elçi içün sahibi huruc sohbeti var; gelmesi münasib değildür deyü ittifak ettiklerinden sonra, mir mü n i r k t e p e üveys'i intak eylediler; oldahi benim aklımın muktezası elçiyi ric'at et tirmek münasib değil; zira moskov'a ar olur, aslı yokdan azim sefere ve muharebeye badi olur ve bu esnada mesfur gürcü beyiyorgi'nin karında şı moskov'a isü'ane içün firar etmiş; oldahi moskov'ı iğva ve tahrik edüp, moskov ile gürcü bir olur ve ra'iyeniz olan ermeniler dahi anlara ittiba' eder; bir büyük fesad hasıl olur. amma elçi gelse, yedinizde olur; ik tiza eder ise habs olunur, dahi iktiza eder ise mesmumen ihlak' olunur. zira bir sene mukaddem şirvan'da bir müfsid zuhur ettikde, nice ha zine sarf olunup, enva' zahmete mübtela olundu dedikde, mirüveys cüm leden akal ve re'yi hasen deyü tahsin olunup, hayırhah deyü addolundu. vaktaki mirüveys müsa'ade buldu, gürci beyi gibi kafiri', kandehar'a vali nasb edüp, müslümanları tahkir ettikden sonra, zamirinde olan intikamı sabıkı icraya takviyet veriniz eğer bendeniz mani' olmasam afgan'ı kendüye bend eder ve gürcü ile kavi edüp, iki tarafdan devleti safaviye'ye hasaret eder; benim mani' olduğumu kafir fehm edüp, beni i'dam ettürmek içün defedüp, tarafınıza irsal etti deyicek, mirüveys afgan'a emir nasb olunup karidehar'a irsal reşid adamı devlet yanından münolundu. bu acem'e ferzend derler, fek etmekden zarar: amma bu hususda gayetle hama kat ettiler. mahaza tecrübe ettiler ki, mirüveys cümlesinden reşid ve akal, bunun gibi adam devlete lazım, bir dakikayanlarından infikaki caiz değil iken, böyle akıllı herifi bir vi layete vah nasb ettiğimizde bu herif bu akılla bir fesad izhar ederise kim cevab verir demeyüp, iki türlü hata ettiler ve fırsat bulur isen, yorgi'yi i'dam eyle deyü mahfi yedine kağıd dahi verdiler. veyorgi han'a bu mirüveys'e dostluk ve ikram eyle deyütavsiyename yazdılar. vakta ki, mirüveys kabilesine vardı, cümlesi evvelkiden ziyade rağbet ettiklerinde, afganileri evvelkiden ziyade kabzai tasarrufa aldı'hemandem bir kabileyi tahrik ve kandehar valisi olanyorgi'ye isyan ettirdi ve sureti zahirde mirüveys'inyorgi han'a dostluğu olmağla, filan kabile isyan etti deyü, yorgi' ye bildirdikde, yorgi gayret edüp, mevcud olan askerini isyan edenler üze rine irsap' ve ertesi seheri kendü dahi binüp, mirüveysi bile alup gitmek içün mirüveys meskenine varıriken mirüveys haber alup, haslü'lmatlub deyü asker tedarik veyorgi'nin selamına muntazır kıldı. vakta ki, yorgi kendüye ta'zim zannı ile aralarma girdikde ortaya alup, cümle etba'ı ileyorgi han'ı helak ettirdi ki, kandehar'ayorgi han'ın haberini götürecek bir ferd kalmadı veyorgi'nin akşamdan ilerü irsal ettiği askeri dahi ta'kib forma ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ettirüp, cümlesini kati ve esir ettikden sonra, beyne'lişa'in mirüveys üç bin adamla kandehar'a dühul ve zabitanı kal'ayı kati birle kal'ayı zabt eyledikde müşavereye ağavan ihtiyarlannı cem' ve ma'külü sü'al ettikde, ihtiyarlar şimdi biz aceme isyan ettük, amma bizler acem'e nisbet cüz'i kavimiz. bari hind padişahma iltica edelüm dediklerinde, mirüveys, silahı tedbiri ele alup, elem çekmeyin iu iti ayeti kerimesini kıra'et edüp, hatırmızı kavi tutun; zira ben onları gördüm ve akıllarmı tecrübe ettim. onlarm ricali devleti ahmaktır ve tedbirde biribirlerine zıd ve her biri kendi intifa'ı ve safası kaydında olup, esbabı se fer ve nizamı asker ve intizamı memleket ve tesviyei ra'iyete sarfı zihn edebilür kalmamıştır. eğer üzerimize gelirler ise kuvvet kalb ile muhavere ve muhabere ederiz. inşaaliah' galib oluruz. eğer za'if olursak hind'e iltica ederiz. lakin himmetimizi ali edüp, aldığımız malı gana'im ile kandehar'ın iradı olan dört vakiye altun, muhtaçlarımızı iğna' eder dedikde, ta'ifei ağa van cümleten gelüp, mirüveys'e bi'at ettiklerinden sonra, mirüveys semti hileye sülük eder. acem şahı'nın i'timadü'ddevle ya'ni vezirine, benim inayetlu efendim, biz kandehar'a vasıl oldukda, ağavaniler ittifak ile yergi han'ı helak ve hile ile kandehar'ı zabt ve zor ile beni kendülere hakim nasb ettiler. bu dahi şah'ın bahtmdandır ki aher kimesneyi hakim edinscler müşkil olur idi. amma ben kulları vaktini bulup sühuletle yine kal'ayı şah'a teslime sa'y ederim. lakin acele iktiza etmez. eğer devleti şahide olan hodbinlerin kelamı ile asker cem' edüp ağavan üzerine varalım derlerse, afgan ölüm eri olmuştur; uzakdan gelen asker bir işe yaramaz; zira ağavan, gelen askerde galebesuretini müşahede eder ise, hind padişahına müraca'at ederler, dahi fena olur; eğer galib olurlar ise, bir dahi zabt olunmaz, dahi fena olur. münasib olanihmaldir. ben bundaiken elem çekmiyesiz deyü mektubuna bina'en, acemler bir eyyam ihmal ettiler; sonra işin ha kikatinitefhim ettiler ve moskov'dan gelen elçi sühuletle def' olunup, müşavere ettiler ve mirüveys'in kati ettiği gürcü yorgi bey'in karındaşı husrev, hala gürcü beyidir, karındaş kanını almak içün, serasker nasb olu nup, gürci'den ve acem'den azim asker ile bin yüz yirmi dörtsalinde azim asker ile kandehar'a irsal eylediklerini mirüveys istima' edicek, i'mali fikr edüp, heman ekinleri hilei harbiye: biçdirüp, kal'aya doldurdu ve ge lecek askerin yolu üzerinde olan ot ve alef makülesini ihrak ettirdi ve atlu askerini derbendlere vaz' edüp, pi yade ile kendi kal'a muhafazasına kaldı ve gereği gibi kal'anın cebehane ve zahiresini cem' eyledi. vaktaki askerin kesretinden zarar; askerin kasım'a karib, gelüp kandehar'ı zahiresi kılletinden fesad hasıl olmuhasara ettiklerinde, mirüveys, m ak: kızılbaş'ın kesretini görüp, memnun oldu. zira alef ve zahire bulamayup, tiz bitab olurlar dedi. fi'lvaki' bir kaç günde olanca zahi releri tamam olup, kendüleri ve hayvanlar aç kalmağla hayretde, kahtdan bimecal olduklarında, askerden fitne peyda olup, seraskcrleri'olan husrev'e hücum ve muhasaradan fariğ olup ric'at ettiler. lakin yollarda alef ol madığından, cem'iyet ile gitmek mümkün olmamağla bölük bölük, perişan avdet ettiklerinde, mirüveys, tok ve tüvana' asker ile çıkup, husrev han'a irişüp kati eyledi. ertesi gün ahir bölüğe irişüp anları dahi temam helak etti. ha las olan akall ü kalil idi. bunlardan alınan' ganimetden dahi mirüveys'e hazine ve gma gelmekle kuvvet bulup, mirüveys'in vefatına varınca yedi sene, her sene acem'den üzerine gelen askere galib olup, ganimet aldı ve mirüveys'in ömrü nihayete erüp, marazı mevt zuhur ettikde, yi ne gayret ve hamiyyeti' bırakmanasihat: yup, kavmine vasiyyet edüp, umurunuzu cenabı hakka tefviz edüp, himmetinizi ali edin ve ittifakdan münfekk olmayın; zira acem devletini fak ve şikakdan müşrifi inhidamdır. anların kesret ve haşmetin den size vahşet gelmesün deyüp, vefat ettikde, yerine karındaşı emir ab dullah cülus edüp, şahı kandehar padişahın seferden hazz etmemesinoldu. lakin bi'ttab' seferi sevmeden' zarar: yüp rahat ve huzur taleb ederidi ve şahı acem ile sulh olmak sevdasmda olıcak, ağavan'ın ukalası eğer acam bunun seferden hazzetmediğini bilerek sulh olurlar ise, bizler revafız yedine giriftar oluruz deyüp, mirüveys'in oğlu mirmahmud, gerçi on sekiz yaşında, lakin şeci' olmağla ba hadırlık me'mulü ile mirmahmud'ı tahrik ettiler. oldahi fırsat düşürüp, emmisi şah abdullah'ı kılıç ile kati şehzade padişahı kati edüp', yeedicek, cümle ağavaniyan gelüp rine cülus ettiğ. mirmahmud'a bi'at eylediler. am ma acem bu vakı'ayı haber alup, fırsat addederek, külliyetlü asker ile safi kulu nam han'ı serasker nasb ettiklerinde kabul etmeyüp benden evvel irsal olunan seraskerler üzer ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i lerine nazır nasb olunmağla, felah bulmadılar dedikde istiklal verüp, na zın def' ettiler. ricali devletin kulubı bir değil deyü yine kabul etmiyecek, merkum safi kulu han'ın on yedi yaşında oğlunu serasker ettiklerinde, bi'zzarure babası bile gidiip, bargiranıkabul eyleyüp, on altı bin leşker ile kandehar'a karib oJdukda, mirmahmud'ın askeri pusudan çıkup, ibtida seraskeri civanı, sonra babasını kati edüp, mühimmat ve emval ve eşyaların almağla, mirmahmud kuvvet buldu. ertesi sene lutfi han'ıelli bin asker ile yine afgan üzerine irsal üzreiken, maskat imamı cezirei bahreyn'i' zabt etmiş haberi gelmekle, hazırlanmış askeri basra kurbünde bahreyn seferine irsal ettiler. lakin portukal keferesi sefine vermemekle bir iş göremediklerinden başka afgan ta rafı hali kalmağla mirmahmud gelüp kirmanşahan'ı aldı. lakin lutfi han geldikde kirman'ıafgan yedinden istirdad eyledi. amma devleti safaviye'ninricali müttefik olsui tedbir: mayup, akılsız olduklarından bu lutfi han, bu def'a mansur oldu. eğer bir dahi mansur olur ise, şah külliyen ona muhabbet eder deyü hased edüp, mezbur lutfi han'ı ve lutfi han'ın akrabası olan i'timadü'ddevle haklarında sahte mektub ile münafık sözü ile padişah vezire iftira'lar edüp, şaha tenfir ettirüp, özür edüp sonra: azl ettirdiklerinden sonra gözlerine mil keşide ettirdiler. bu gece şah fikr ü iztırab ile nadim ve peşiman olup, mücerrebü'ıetvar hizmetkarları ma acele ettim, iftira' olmak tarafı galib olmağla, bir ali divan edüp, mü nafıklar ile i'timadü'ddevle'yi huzurı hümayununda mürafa'a etti. i 'timadü'ddevle'nin sadakati zahir olup, münafıklann nifakı ve hasedi iyan olıcak, şah, benim devletimde bir sadık adamım varimiş, oldahi böyle ol du. ben hainler elinde kalmışım, devletim zevale varacağında şübhem kal madı deyü hayflar ile ahvah eyledi. lakin çifa'ide, bari mukarrib hainle rin hakkından geleyim dedi. amma hainler biribirine kilid olmuş; görüp onların dahi tertibi cezaların edememekle, güya düşmanları elinde kaldı ve lutfi han, askerkeş olmağla askerkeş seraskeri azilden zarar: asker ana ita'at ederdi. gayri ser asker nasb olumcak, asker mütehayyir' olup, bize sahib çıkar gazi seraskere böyle gadr ettiler. bu devletin muradı düşmana galib olmak değil, belki asker kırdırmak deyüp, serasker olana ita'at etmeyüp, yollarda mürur ve ubur ettikleri yerleri m ü n ır k t e p e yakup, yıkup perişan gittiler. halbuki askerin bu zulmüne ve bu perişaalığını ricali devlet haber alup, hazz eylediler. zira askermüctemi' olsa, ta'yinat ve ulufe isterleridi. hazineye menfe'at oldu deyü safa ettiler. amma askerin ve serasker'in böyle rencidei hatır olup, ricali devletin dahi bu haletden safa kesb ettiğini mirmahmud haber alup, bu acem devletinin ricaline olmuşolacak, fırsatdır deyüp yürüdü ve lezkiler dahi haber alup, gaza eden serasker'i şah kati etmiş; şimdiden sonra serasker olanlar ih mal eder deyüp, diyarı acem'e akm edüp, nice yerleri garet ettiler ve şamahi ile şirvan'ı zabt edüp, derununda olan acemler'i kati ettiler. işbu yüz otuz dört şalinde, tebriz'de azim zelzele olup, seksen bin insan helak oldu ve isfahan üzerinden bir kızıl bulutun alameti şerr olduğu: kızıl bulut eksik olmadığından mü neccimler bu alamet isfahan'da kan dökülmeye delalet eder dediler. fi'lvaki' mirmahmud yürüyüp, kirman şehrini gelüp tekrar zabt etti ve eyyamı şitada, paytahtı iran olan isfahan yirmi beş konak mesafe olmağla, mirmahmud kirman'da mülahaza edüp, isfahanlu'dan birime'mul etmez, bu şitada isfahan kurbüne dek vanıp, çapul edüp, çalupçarpup avdet 'etsek gana'imi kesire ele getirüridik di yerek, sebükbarı tatar misillu hareket ve ılgar ile kurbi isfahan'a geldik lerini şah ve ricali devlet istima' edicek cümleye dehşet hasıl olup, acele asker tedariki kaydına düşdüler ve askeri kısmı dahi vehme tabi' olup, ya zılmayınca, akakçe kara gün içindir deyüp, meydana hazine döküp, on gün de vafir asker tahrir ettiler ve isfahan'dan dört sa'at taşra, altmış bin leşker ile i'timadü'ddevle'yi ve sair hanlarını azim alay ile ve ünvan ve haşmetle çıkardılar ve tiz elden bu rütbe tedariklerine gurur ettiler ve ağavan'ın ku dümüne muntazır oldular ve yirmi beş konak mesafeden ilgar ile tedariksiz gelen askerde tabu tüvan kalmayup ve askerisinin ekseri devşirmedir; diri diri mirmahmud'ı esir edüp, şah'a götürürüz dediler ve iki günsonra afganiler, acem ordusuna karşı bir sa'at mesafeye geldiklerinde, acemler'in ba'zısı metrise girelim ve veralanna asker ta'yin edelüm dedi. ba'zı ahmakları bu misillu hazanlar içün metrise girmek nanıusdur, devletimize seza de ğildir, açıkdan hücum edelüm, anmüneccime şerif sa'at tctyın ettirar bize nisbet kalil veyorgundur. mekden fa'ide olmadığı: heman müneccimler bir şerif sa'at ta'yin etsün demelerile, müneccim ler, ertesi pazar günü kable'zzuhru şeref deyü istihraç ettiklerine bina'en, sa'ati merküme dahile oldukda, kullar ağası, ya'ni yeniçeri ağası mirza rüstem kolundan ibtida hamle, ba'dehu ali merdan han ve şair hanlar. se m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr th i ba'dehu mirzalar kol kol hücum ve ahyanen toplar atılup müla'abe misillu ceng olununken ağavaniler şiraz cisrini zabta geldiklerinde. acemler hücum edicek, ağavanlar firar etti ve bir kaç gün aram edüp, yine zabta gel diklerinde cisri füc'aten gelüp cisri zabt ' ettiler. lakin acemler, toplar ile yine ağavanlar'ı geri redd ettiklerinde, ağavanlar cengemübaşeretlerine nadim olup, sulha talib oldular. amma acem'in huveyza han'ı sünni müslüman olmağla, hufyeten mirmahmud'a, isfahan'a zafer bulmanm tarikini ifade ettikde, ağavanlar taze hayat buldular ve bu hal üzere iki ay bila ceng tevakkuf ettiklerinde. acemler taşradan imdad getirürüz deyü, güya ağavaniler'i iğfal ediyoruz zannmda oldular. amma ağavanlar zahire cem'i içün etrafa çete etmekde, çünki bu iki ay zarfmda dahi acem'e imdad zuhur etmediğinden muztarib olup, sulhu acem dahi münasib gördü. he men ağavaniler bu hali göricek, hallerine ıttila' hasıl etmekle, bir seher ale'lgafle abı sabad'dan geçüp, isfahan'ı dört tarafdan rauhasara ettiler. bundan sonra acem'in sekiz biti asker ile zahire ve imdadı gelicek, afganlar' ile cengde, afganlar galib olup, zad ve zahirelerini zabt etmekle dahi ziyade kuvvet buldular ve isfahanlu bu hali istima' edicek, her şeyden me'yus olup, katı ümid ettiler. çare ümidile bir gece şehzade tahmasb'ı se kiz yüz atlı ile ısfahan'dan füc'aten çıkamp ağavanlar arasından geçüp mey dana çıkdılar ve kazvin'e gelüp, otuz bin adam peyda etti. heman isfahan'a varup imdad etmek lazım iken, nakıs tedbir edüp, gereği gibi mühimmat ve zahire tedarik edüp, sonra gidelüm, eğer isfahan'ı ağavan zabt etti ise dahi, ağavan çıkup gidenken varup ta'kib ederiz; kendüleri kahr edüp, al dıklarını bıraktırırız fikri fasidi ue te'hir ettiler ve isfahan'm muhasarası mümted olıcak, isfahanlu şahımız tedbirsiz olmağla işleri bu rütbeye getürdi. şimdiden sonramı tedbir edecek, bu muhaldir deyü gulüvv edüp, şehzadesi mirza süleyman'ı kaymakamı saltanat deyü cülus ettirdiler. oldahi, iktizasına göre, kimine kahr, kimine lutf mu'amelesin edüp, sa'y ederiken, mukarribler, aybımız meydana çısui karinlere padişah teslim olakar, cümlemiz telef oluruz deyüp, rak mizacı devletin sakin olduğu: bu şehzade zalimdir, şah hüseyin gibi devletlu babasıiken gö züne mil çekecek imiş sohbetini çıkarmağla, yine halk gulüvv edüp, mirza süleyman'ı dahi hal' edüp, diğer şehzade mirza safi'yi cülus ettirdiklerinde, oldahi on gün sa'yi cemil etti. lakin mizaçı devletin sakim olup, bir türlü salahı kabil olmadığın görüp, saltanatdan fariğ olıcak, yine şah hüse yin'i tahtacülus ettirdiler. şehzade tahmasb ise zikri mürur ettiği üze . sui karin şevki ile imdad hususunda ihmal ettiğindea ma'ada azim şen likler ile düğün edüp tezevvüç eyledi; hatta zifaf gecesiağavan isfahan'a zafer buldu. zira imdada giden şehzadenii safa ve tezevvüç kaydmda oldu ğun duyup, me'yus olduklarmdan katı nazar, kahtdan biçare olup, güruh güruh taşraya firar ederleridi ifratı kahtj ve firar edenlere ağavan mani' olmazidi. muhasaranm imtidadı yedi aya baliğ olup, istilai kahtdan mahsurlara' perişanlık arız olmağla, sağır ve kebir devlethane ta'bir olunan şahsarayı'na cem' olup, feryad ve figan ile bizim halimiz niye müncer olur deyü, ah ve eninlerine şah taham mül edemeyüp, yanlarına gelüp, kullarım maksudunuz nedir dedikde, bu kahtdan nice bin insan ve nice bin hayvan telef oldu; henüz şahı mızın cemalini gördüğümüz yok; acaba bizim halimizden agah mıdır? işişden geçdi, heman bizimle bile isfahan'dan çıkup, ağavan'a hücum ederüz; böyle açlıkdan kırılmakdan, ada şemşirile şehid olmak evladır deyü ağlaşdılar. şah def' kaydında oldu, olmıyacak, hüveyza hanı'nı bunlara serdar nasb edüp, defi meclis etmekle, asker hüveyza hanı'na vardılar. oldahi, tahmasb azim asker ile imdadımıza geliyor deyü, sahte mektup ile def' eyledi. ertesi yine asker gulüvv ettiklerinde, bu gün nahsdır deyü avk edicek, bu dahi agavan'a mu'in deyüp, yine şahsarayı'na teveccüh ettiklerin de, saray kapıları bend olundu. asker feryad ederek saray'ı taşladıklarında, şah'ın hüddamı silahlanup, toplar ile vafir adam helak edicek, halk şah'dan dahi ziyade nefret edüp, bölük bölük ısfahan'dan firar ettiler ve kalanlar şah'm matbahma hücum edüp eki ettiler. ba'dehu şah'ın hadim ağaların dan hadim ahmed ağa, gayretlü ve şeca'atlü olmağla, civarı isfahan'a za hire gelmiş, varup alalım deyü hüveyza hanı ile söyleşüp, isfahan'dan çıkdılar ve ahmed ağa gereği gibi ceng ederek, başında olan askeri helak ' oldu. hüveyza hanı asla i'anet etmedi. yalnız kalıp, firar ederek, şah'a geldikde, niçün hüveyza hanı'ndan başka geldin deyü itab olmacak, şah'm hiç aklı olmadığını görüp, şah'ım hüveyza hanı senin düşmanındır, imdadıma gelmedi. lakin sen dostunu ve düşmanıaı bilmiyorsun, senin aya ğına, bu akıl ile ağavanlar ip takar padişahın yarar adamına i'tibar etdeyü, kendü kendüyi zehr ile hememekden zarar: lak ettikde, halk dahi ziyade meyus oldu. çün muhasara üç ay oldu, kahtdan at ve katır ve kedi ve kelb eki ettiler. oldahi tamam oldukda altı kasab tedarik edüp, insan lahmi verdiler. kimi meyt, kimi hayy idi ve ağaç kabuğunun vakiyesi üç tümene bey' olundu. köhne papuçları eki ettuer. şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i gün yüzü görmeyen hanzade hanımlar, cümle cevahirirı başlarma alup, sokaklarda bir günlük ekmeğe' tebdilesa'y ettiler; kimesne rağbet et medi. can çekerek, inleyerek vefat ettiler ve kalanlar, za'afdan mevtaları defn edemediler. kıtalde helak olan yirmi binve kahtdan helak olan iki yüz bine baliğ oldu. vaktaki şah'ın dahi zerre kadar ta'amı kalmıyacak, şah gafletden bidar olup, alemin ne çektiğini bilüp, libası mülukaneyi çıkarup, matem libasların geyüp, etba'ı ile veda'laşdı ve sokağa piyade çıkup laşeleri gördü ve sağ kalanlara, ey muhabbetim ile mihnete giriftar olanlar, binai devletimizi elimiz ile viran ettik; sadık hizmetkarın kadrini bilmenail olduğumuz ni'metin şükrünü mekden' padişaha zarar: ve sadık kullarımızın kadrini bil medik, saz ve söze ve ricalimizin şikak ve nifakına bakup bu hale geldik; düşmanlar ayağı altında kaldık ve sui tedbir sebebine malımız ve salmahalli i'tibardır: tanatımız yadlar eline girdi. naşayeste fi'ilimiz içün tac ve tahtı mızı bari ta'ala bize layık görmedi deyüşehri gezüp, sokaklara elveda' ve'lfirak deyü çağırdı. çün akşam oldu, sabah ohcak şah bir kaç adamını mirmahmud'a gönderüp, kızını dahi pak libaslar ile mirmahmud'ın ayağına gönderdikde, kabul mirmahmud'ın şah olup isfahan edüp, şah'ı da'vet eyledi ve şah tahtına cülus ettiği: hüseyin dahi adeti iran üzre alay la mirmahmud'ın ordusuna gelir ken ricali afgan istikbal ve mir dahi bir kaç hatve istikbal ettikde, şah hü seyin atdaninüp, selam verüp, mir'i kucaklayup, alnından ve gözünden takbil edüp, koynundan bir sorguç çıkarup, kendi elile mirmahmud'ın ba şına takup. lıt dlul j ylilill duu j dl ayeti kerimesini kıra'et edüp tac ü tahtı iran'ı takdiri ezel benden alup sana layık gördü deyü bi'at, ibtida' şah bi'at edüp, ikisi birden ku'ud edicek, cümle ricali acem ve hanlar ve ricali afgan gelüp, mirmahmud'dan bi'at etmekle, şah mahmud oldu. bir cuma günü idi. isfahan kapıları mahmud şah tarafından zabt olunup, isfahan suukları laşeden ve gayriden tathir olundu ve pazar günü azim alay ile şah mahmud isfahan şehrine gelüriken kızılbaşlardan bir ferd alaya ve seyrine çıkmasın deyü tenbih eyledi ve isfahan'da müsafiren sakin olan ingiltere ve niderlanda balyosları yolda istikbal eylediler. devlethane ta'bir olunan şahsarayı'na mahmud şah gelüp nüzul ettik de, şahı sabık'ın enderun ağaları ve hadim ağalan dahigelüp, bi'at edüp hizmetine kıyam ettiklerinde, şah hüseyin'in i'timadü'ddevlesini ve mü n i r k t e p e ricalini kemafi'levvel mansıblarmda ibka eyledi ve acele zahire getirdüp, şehri evvelki aizamına vaz' ettikde, firar edenler dahi gelüp, isfahan şen lendi ve şahı sabıka hıyanet edenşer'e ta'zimde kusur etmekzeleri kati eyledi ve müstakim kadılar vali saltanata sebep olduğu: nasb edüp, lhkakı hakka ihtimam edicek, acemler zevali devletin se bebi şeri şerifi hor görüp, rüşvetle ve şefa'at ile ahkam sebebine zulm ol duğunu şimdi idrak eylediler ve şahı mahlu'm hazine ve cevahirini zabt ve ricali acem'in maldarlanndan vafir mal dahi tahsil eyledi. bir ay mürurunda tahmasb kazvin'den asker ile isfahan kurbüne geldikde, tahmasb münhezim olup, tebriz'e firar eyledi ve mahmud şah kazvin'i dahi zabt eyledi. sene bin yüz otuz beş hulul ettikde, kazvinh, mah mud şah'a ibtida' sureti ita'atde gelenaskere ikram edüp, her birini müsafir etmişleridi. bir hafta sonra, hıyanet edüp, gece müsafirlerini kati ettiklerinde ağavanlar'dan az kimesne halas oldu. bu haber şah mahmud'a vasıl olıcak, kızılbaşlar'a müdara ve ikram fa'ide etmeyüp, hasedi kalbi adüvv lutf ile za'il olmaz deyüp, yine acemler'e sureti iltifatda ziyafet edüp, acem'in kibarından üç bin kızılbaşı ziyafetde kati ve enderun'da olan hanzade iki yüz nefer civan ağaları dahi kati eyledi ve ceng ü harbe ka dir yirmi beş bin rafızi dahi ahz olunup, kati olunmağla isfahan tathir olundu ve emvali azime derhazine kılındı ve esvakda geçen ağavan'a acemler kıyam ve ta'zim etmek ferman olundu ve mütemekkinini iran yedi rütbe kılınup, rütbei ulada ağavaniyan, sanide dergüziniyan, salisde ermeniyan, rabi'de hindiyan ve mintaniyan, hamisde ateşperestan, sadisde yahudiyan sabi'de rafiziyan ohnağla, kızılbaşlar cümleden ahkar add olundu ve dergüzinli müslim ve sünni musul sükkanından olup, şah abbas vaktinde iran'a naki olunmuşlar olmağla, mirmahmud dahi sünni olduğu içün indinde dergüzinli'ler mu'teber olup, yüz bin dergüzinli'yi kurbünde bulunmaları içün isfahan'a naki eyledi ve isfahan vasi' belde olup, ehalisi telef olmağla yalnız dergüzinli ile memlu olmayup, hali menazil kaldığı içün kandehar'dan dahi kırk bin ağavaniyan getirüp naki eyledi. lakin ağavan'da ulufe adetolmamağla bu askerlere, taraf taraf irsal olunup, garetle iğtina ettirürleridi ve ağavan'dan'emanuuah han bir cesur ve bahtı küşade han olmağla, teveccüh ettiği taraflarda mu zaffer olup, mirmahmud'ı dahi şeca'ata tergibve kendü yedile ahz ettiği malı ganimetin nısfını kendü ve nısfı ahirini mahmud şah'a vermek üzere mu'ahede etmişleridi. sonra mahmud şah tama'a düşmekle, emanuuah han gücenüp heman başına bir şah sorgucu takınup', isfahan'dan taşra çıkdıkşe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i da mir i'ğmaz etmişidi. iki gün sonra ceri asker ile mahmud şah ilgar edüp, emanuuah'a erişüp tatyib güne çevirüp, isfahaa'a getürdiikde, göz habsine kodu. ba'dehu mahmud şah, giylan semtine seferine gidiip, şita sebebine üç ay zahmetle abes yere askerini telef edüp ha'iben isfahan'a geldikde askeri kendüden yüz çevirdi. emanullah han maddesinden ve as kerinin nefretinden mu'azzeb ve etşah jikriile mecnun olduğu: raf düşmanları halime vakıf olur ise, halim nice olur deyü fikrden ve işleri aksine gittiğinden vesvesesi cünuna mübeddel oldu; hatta halvet vesile ile şeyh türbesi'ne girdi; yine kemali akla na'il olamadı ve bir gün şah hüseyin'in cemi' evlad ve akrabası olup, kendü habsinde olan yüz beş ne fer kimesneyi elleri bağlı karşısına getirdüp, bir başdan celladlar kati eylediğini sa'iri görüp, feryad ettiklerinde, şah hüseyin dahi mahbesde duyup, ma'sum şehzadelerime kıyma deyü aman diyerek yüzünü yerlere sürdükde, çok inad etti. hele sonra bağışladı. lakin zehreleri çak olmuş, iki gün sonra şehzadeler dahi helak oldu. bu sebebden kendinin cünunu da hi ziyade olup, yanına gelene darb ve şetm ettiğini mukarribleri görüp, nef sine zarar eder mülahazası ile odaya kapayup ilaç ettiler. lakin batnında peyda olan veca'dan kendü omuzlarını koparıp mecruh etti ve bu cerahetlerden, bed rayiha peyda oldu ve buesnada tahmasb üzerine irsal ettiği askerin dahi münhezimen geldiklerini istima' edicek, keder keder üzerine olduğundan rü'esai afganiyan mütehayyir oldu ve bir müddet dahi sabr olunsa. acemler ferce bulup dört tarafdan bizi i'dam eder deyüp, heman mirmahmud'ın emmisi olup bundan akdem kati ettiği mirabdullah'ın oğlu eşref sultan'ı, mahmud şah cülusı eşref şh: habs etmişidi, ricali devlet varup zindandan mireşref'i çıkarup, tah ta iclas etmek içün taht kurbüne vasıl olduklarında, ta babamı kati eden şah mahmud dedikleri mecnun kısas olunmadıkça cülus etmem dediğine bina'en, rical varup, mirmahmud'ın başmı 'kesüp getirdiler. eşref han dahi tahta cülus edüp eşref şah oldu ve cümle hüddamını dahi katli am eyledi ve adalet ile mülayemet etti ve halkın dahihaddini tecavüze ruhsat vermedi ve şah hüseyin'in ayağına varup teselli eylemekle, acam'ın hatırını hoş eyledi ve bakire kızına tezevvüc etmekle, ağavan've acam'ın memduhu olıcak, ben tahtı isfahan'a maafgan'ın ali osman ile muhareilk oldum, isfahan'a tabi' olan yerbesi: lerden ali osman aldığını gerü veriip, keffi yed eylesün ve illa ceng gm ü n tr k t b p e ederim demekle, bağdad seraskeri ahmed paşa'ya asker ve hazine irsal olundu. gelüp ahmed paşa ile cengde galib olup, kirmanşahan ve hemedan'ı zabt ettikden sonra, sulha tazuhurı tahmasb şh: lib olmağla z ik r i. senesinde, mürur ettiği üzere hastane'ye afgan elçisi gelüp akdi sulh olundu. bu esnalarda mezbur şehzade tahmasb hayran ve sergerdan olup, hangi niyyete şüru' etti ise cümlesinden me'yus ve münhezim olarak, kendü kendüye bu kara çare olmayacağmı iz'an ve terki gurur edüp, horasan canibi aşiretinden fetih ali han nam emiri türkman'dan isü'ane ' ettikde, kendü aşiretinden başka afşar ve bayat ve çemişkezek aşiretlerini dahi şehzade tahmasb'm hizmeti imdadma ta'yin eyledikde, tahmasb kuvvet bulup, bundan akdem rüstem neslinden me lik mahmud sistani, şah hüseyin here ü mercinde horasan'ı hali bulup is tila' etmişidi. ibtida' tahmasb varup mehk mahmud ile ceng ve melik mahmud'ı i'dam ve horasan'ı teshir eyledikde dahi ziyade kuvvet buldu. lakin ekser tedbirde müdebbiri afşar ta'nadirl. ifesinden rüşd ve sedad ile meşhur olan nadir ali, tahmasb'a eşikağası ya'ni kapıcılar kethüdası olmuşidi. müdebbir bu idi. bu cengde sadıkane hizmeti ve sa'ibi tedbiri vücuda gelmeğle şehzade kendüye zi yade i'tibar ve rağbet edicek, nadir ali dahi ihlasını beyan zımnında, ka'idei acam üzre, tahmasb kuh han lakabı ' ile telakkub edüp, is tiklal iktisab edicek, şehzadenin kuvvetine ve mülki mevrusuna malik olan mezkur fetih ali han'ın bizler minneti altında kaldık, minnetden ha lasa çare i'damdır deyüp, iyiliğekemlik nammı ve bu hıyaneti irtikab edüp, fetih ali han'ı i'dam etmekle. nadir ali dahi ziyade istiklal kesb edüp, isfahan teshirine mübaşeret ve üç def'a afganiyan'dan eşref şah ile ceng ettikde her birinde galib ve isfahan kurbünde eşref şah'ı tar u mar edüp, isfahan'ı zabt eyleyüp, nadir ali'nin i'timadü'ddevle şehzade tahmasb, tahmasb şah olduğu: ohcak. müdebbiri merküm nadir ali'yi i'timadü'ddevle ya'ni sadrıazam nasb eyledikde, yine anm re'y ve ira'esile şahlığına takviyet içün ali osman ile musalaha talebile ibrahim paşa'ya elçi irsal eyledikde, ibrahim paşa, zevkimize mani' oluyor deyü defi gailei seferi münasib görüp, tah masb şah'a mülki mevrusunu ya'nikirmanşahan ile hemedan'ı verüp, ma'ada alınan yerler devleti aliyye'de kalmak üzere musalaha ve elçi ile temessükleşüp, temessük tahmasb'a varup, sulha kıyam verilüriken i'tiğe m 'dn lzd esü ley mnee n d i tr ıh ı madü'ddevlesi mesfur nadir kendülüğünden ferahan' ve yezdicerd şehirlerini ali osman yedinden ahz eylediği devleti osmaniye'nin ma'lumu ohcak, seraskerlere muhafazai bilad içün ihtimam fermanları gitti. lakin hemedan ve tebriz'i dahi, tahmasb gelüp zabt ettikden sonra, horasan ile kandehar beyninde ferah ve herat kal'alarm afgan yedinden nez' ve afganiyan'dan iran'ı tathir niyyetile tebriz'den isfahan'a teveccüh edüp, güya tahmasb şah'ı tahtı isfahan'a iclas kaydmdaiken, tahmasb revan'a gelüp, revan seraskeri hekimbaşı zade ali paşa ile cengde mağlup olup, firar, ba'dehu hemedan sahrasında bağdad valisi ahmed paşa ile cengde dahi münhezim olıcak, ahmed paşa'ya niyaznamesi gelüp, sulha talib olmağla, nehri araş haddı fasılzikri mürur ettiği üzere gence ve tiflis ve revan ve şirvan ali osman'da tebriz ve hemedan ve kirmanşahanacem'de kalmak üzere kırk üç tarihinde nizam ve rilmekle, bu nizam ibrahim paşa'nın ve sultan ahmed han'ın vak'asına ba'is olmuşidi. halbuki, acem şahı olan tahmasb şah'ın dahi idbarına sebep oldu; ya'ni tahmasb'ın i'timadü'ddevlesi nadir ali şahlığı sayda tuzak kurup, fırsata müterakkıbiken, tahmasb'zevali şah tahmasb: nadir ali'm bu sulhunu haber alup, razı olnin nadir şah olduğu: mayup, şah tahmasb'ı takbih ve ta'yib ederek hal' ve kırk günlük tahmasb'ın sagir oğlu abbas 'ı güya iclasve tahmasb'ı horasan'da gülat kal'asına habs ve şah'ın mevcud askeri ile mühimmatını zabt ve bağdad'ı rafizüer'e alıvermek da'iyesile rafiziler'in gönlünü cezb ederek, gelüp bağdad'ı muhasara ve arec osman paşa ile cengde münhezimen firar edüp, mütehayyiren hemedan'a vardıkda bu rezaleti def' edüp, kendi şahlığına karar verilmesine ilaç, yine ali osman'dan olur deyüp, ali osman'ın iran seferlerinden usanup sulha talib olduklarmı ni'met bilüp, matlubunun husulüne ve ali osman'ın iğfaline mübaşeret etmişiken tekrar osman paşa ile cengde osman paşa şehid olıcak, galibane musalaha sevdası ile devleti aliyye'den ordu na'ibi olup, esir olan abdülkerim efendi'yi yanına getirdüp, var bi'zzat padişah'a söyle, bir ferdesöyleme deyü yeminler verüp, musalaha olacağını bildirüp, gönderdi ve sadnazam olan hekimbaşı zade ali paşa'ya mektubunda benim ceddim mukaddema cengiz hurucunda rum'a gelen ali osman'ın ceddi ertuğrul'ın karındaşı olup, babaları süleyman şah suya gark oldukda benim ceddim iran'a gitınişidi. bu takrib selatini osmaniye ile usubeti nesebiye cihetinden karabeüm vardır. münasib olan suihdur deyü tahriratı ali paşa'ya geldikde maşat ile cevabnamesiıi ali paşa tahrir edüp, irsal ettikde, bu kağıd iran seraskeri abdullah paşa'nın yedine girdikde, münasib gömıeyüp kağıdı gerü göndermekle, kağıdı mezkur ali paşa'nın sadaretden infisaline sebeb oidu ve mezbur abdullah paşa kendü re'yi ile revan kurbünde mezbur nadir ali ile cengde şehid olıcak, nadir ali gelüp gence muhafızı olan genç ali paşa'yı dahi gence'den ihraç edüp, gence'yi zabt ettikden sonra, tekrar sulha taleb izhar etmekle, bu keyfiyet, tarafı devletden bağdad valisi ahmed paşa'ya havale güne işaret olundu ve ahmed paşa, erzurum'a geldikde. nadir ali hazinedarı mirza muhammed'i ahmed paşa'ya sulh sohbeti içün irsal edüp, kendi kars'dan tiflis tarafına gitti ve canibi dev letden genç ah paşa, elçi nasb olunup, iktizasına göre sulha nizam ver deyü açık hattı hümayun irsal olundu ki, negune karar veririsen, kağıdı merküma tahrir eyle deyü buyruldu. genç ali paşa dahi kırk sekiz senesi zi'lka'de'sinde , tiflis kurbünde, mirza muhammed ile müza kerede, sultan muradı rabi' hüdudı ile murahhas oldum, ya'ni alman yer leri cümleten vermek üzre murahhasım dedikde, benim de matlubum budur; lakin bir kaç madde taleb ederim. evvela biz ehli sünnetden olmağla, benim tarafımdan dahi, hüccacı iran ile emirü'lhaccım gide; sani yen bizim mezhebimiz olan ca'feri mezheb, mezhebi hamis olup, bu mezheb içün dahi ka'be'de bir rükn bina oluna; salisen benim tarafım dan bir şahbender astane'de ve ali osman'ın şahbenderi isfahan'da da'ima sakin ola; rabi'an esaratahliye olunup dilerler ise vatanlarına gideler deyicek, murahhas olan merkum genç ali paşa, ben ancak hudud kat'ına me'murum bu maddelere cevab veremem dedikde, nadir ali ce vabında münasib olan. devlete tarafımdan abdülbaki han gidüp temşiyet versün deyüp, abdülbaki han'ı elçi ve sadrı memalik dedikleri mirza kasım'ı ve horasan müderrislerinden kendi imamı ve reisü'lulema ali ekberi terfik edüp, kırk dokuz şevval'inde , sahrai mugan'dan hastane'ye irsal eyledikden sonra, bi'lcümle iran'ın vücuhı ayanını ve küberasmı sahrai mugan'a cem' edüp, gerek afgan'ın ve gerek ali osman'ın iran'dan aldıkları yerleri, ben bi'lcümle istirdad eyledim; lakin bana fütur geldi, ben ba'de'lyevm kendi askerim ile horasan'a gidüp, uzlet ihtiyar ederim; size bir adam lazım, yine münasib olan şah tahmasb mı, yoksa gayrisimidir, birsuret verin dedikde, cümlesi, biz senden gayrisin istemeyüz dediler. hele bir kaç gün fikr edün deyü meydan verüp, yine cem'iyyet et tikde: bu iran'ın ihtilali, şah hüseyin'in istirahat taleb edüp kasırhim metle füturundan zuhur etti; fimaba'd biz ol silsileye mütaba'at etmeyüp seni isterüz dediler. çünki böyledir. ba'deezin eshabı güzine sebb ü la'n ş e m 'dn ızd esü l e y mnee n d itr i h i etmeyip, ehli sünnet ile ittihadı mezheb edüp, mezhebi şi'iden rücu' ve ca'feri mezhebe' diihul edüp, evladı şah hüseyin'i yad etmemeye ahd ü yemin edüp, imzalarmız ile hüccet verürseniz yine bu hamli sakili taham mül ederim dedikde, cümlesi hüccet tahrir ve temhir edüp verdiler. vaktaki elçi abdülbaki han hastane'ye geldi ve zikri mürurettiği üzere, or dudan hastane'ye getürilenreis ismail efendi ve tavukcübaşı musta fa efendi ve ragıb efendi ile mükalemeye bed' ettiklerinde, zuhurı ali osman'dan berü böyle mezheb bahsi ile musalaha sureti tevarihde görül müş değil; bu hususda ulemaya ihtiyaç olmağla sadrı anadolu'dan mün'azil imamı evveli sultani pirizade mehmed sahib efendi ile hala sadrı anadolu neyli ahmed efendi ve anadolu payesi verilen mestcizade ab dullah efendi ve istanbul'dan münfasıl ilmi ahmed efendi ve istanbul pa yesi verilen fetvaemini abdullah efendi ve genç ali paşa ve reis ismail efendi ve tavukçubaşı ve ragıb efendi, istanbul'da bahçekapısı'nda muhsinzade sarayı'nda elçi ile bir kaç def'a mükaleme ve uleması ile mübahase ve münazaradan sonra emirü'lhac iran'dan gitsün, amma şam' dan gitmeyüp, lahsa'dan ve necef'den gitsün, eğer şam'dan gitmeye muhtac olunur ise emirü'lhac lafzı olmayup, gayri lafz olsun ve iki devletin birer adamı, ahirin paytahtmda miri alem payesile ku'ud etsün ve esirler tahliye olunsun kaldıki mezhebi ca'feri'nin hamis olmasında, mahzur beyan olımup oldahi kendü mezhebleridir, bize zararı yok deyü riza verilüp, böylece müsalaha itmam olundukda, devletin bu rütbe müsa'adesine ve za'ifen mükalemesine kana'at etmeyüp, bu maddelerin böylece dev letin kabul ettiğini cemi' memaliki ali osman'ın za'ifane sulhunun osmaniye müftileri ve kadılan ve kazib olup bekası olmadığı: müderrisleri dahi kabul ve imza etmedikçe, ben sözü kat' ede mem deyüp, bir kaç def'a dahi meclis ve mükaleme ve münakaşa olunup, nihayetinde devlet' tarafından bir elçi ile ulemadan iki efendi ta'yin edüp, benimle bile gitsün, bu işler iran'da nizam bulsun deyü inad edicek, müşa vere tertib olunup, ibtida' paşakapısı'nda cem'iyyet ve şah'dan gelen kağı dı kıra'et matlubu olan maddelere vechi meşruh üzere nizam verildiği takrir olundukda, cümle huzzar kabul ve fatiha kıra'et olundukdan sonra el çi han yine teklifi malayutaka ağaz edüp, elbetde ta'yin olunacak elçi el bette üç tuğulu olsun dedikde, bu devletde ka'ide da'ima elçi beylerbeyi payesile olmaktır deyü vücuh beyan olunduğu müfid olmıyacak, naçar bü yük miri ahur kara mehmed paşa zade mehmed bey'e üç tuğ verilüp elçi nasb olundu. ba'dehu bileşince gidecek efendiler, şeyhülislam olmaz ise, kazaskerlerden iki efendi olsun deyü, dahi çok ibram eyledi. lakin imkanı olmamağla sabık fetvaemini abdullahefendi'ye ana dolu payesi ve diğer fetvaemini halil efendi'ye edirne payesi veriliip, ta'yin olunmağla, emri müsalaha tekmil olıcak, sahibi devlet seferde bulunmağla reis efendi vekaleten elçiye trrnakçı'yalısı'nda ve kaymakam paşa sa'dabad'da ve şeyhülislam şeyhülislam'm elçiye ziyafeti: hanesinde ve genç ali paşa üskü dar'da ziyafet edüp, şeyhülislam'dan ma'adası elçiye kürkler ve sa'atler ve mükemmel aüar ihda ettiler ve sulhname almak içün elçi mollalar ile divanı hümayun'a varup, huzurı hümayun'a dahil oluriken, elçiye seraser nimten ve mollalara bolyenlü samur kürkler ve sa'irine hil'atlar ilbas ve name teslim olunup, müstevfa hardık verilüp mollalara nefis kitablar ve elçiye hattı ala mushafı şerif i'ta olundu. ehli tevarihe ma'lum, bu dini mübinin bahusus bu devleti aliyye'nin hassasındandır. her ne vakit za'ifane sulhirtikab olunsa, irtikab olunduğu kalır, temel tutmaz', sulh kazib olur. bu def'a mükalemede bulunan zatlara söz olmaz. tevarihşinas olduklarında dahi iştibah yok. çünki on beş seıieden berü, yalnız acem'e sefer olununken, ekseriya galib da hi olununken hazine ve re'aya telef oldu ve bin zahmetle alınan yerler eli mizden gitti ve bir kaç defadır bu acizane sulhun bu devletde mümnadir ali'nin istidracı kavi ve tedkün olmadığı ve salabetin faydası: biri kamil olmağla, inhizam tarafı mızda vaki' oluyor ve askerdeni zam kalmadı, şimdidengerü sefer olunsa mukavemet me'mupdeğiliken, şimdi moskov seferi dahi zuhur etti. hazine'de müzayaka var; bu derde sulhdai ala i'laç olmaz deyü, sulhunnizamına sa'y ve kızılbaş'ın bervechi meşruh malafutak tekliflerini kabul ve rezaleti irtikab ettiler. inşaallah sinini atiyede şerh olunur. asla bu rezaleti irtikabın' ve olunan masarifin ve çekilen zahmetlerin fa'idesi olmadı; bu devletin zuhuru salabeti islamiye iledirher ne vakit salabetle hareliet olunur ise, muzaffer olu nur ve her ne zaman aczü rehavetle hareket olunsa mağlub olımur ve her ne zaman acizane sulh mün'akid olunsa, sulh tamam olmaz, sulh kazib olur, gaflet olunmaya ve bu esnada moskov keferesinin yüzbin fecereden mürekkeb taburu, urkapı'sma geldikde, moskov seferi: tatar taburdan çıkanları esir et mekle, küffan taburdan çıkartma yız i'tikadı ile tatar han asker tedariki içün kırım'a gittikde, küfşe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih l far ur'ı hali bulup, urkapı'smdan kırım adasına dühul ettikde, urkal'ası muhafazasında olanlar'bila ceng, moskov'ın kırım'a hasareti: kal'ayı aman ile küffara teslim ey lediklerinde, küffar amanma durmayup, mallarını ahz ve cümlesini esir eyledi ve yirmi bin kefere, 'kılburun'a gelüp, ma'adası adanın tul ve arzına cevelan ederek, kırım'ı viran eyledi; hatta paytahtı kırım olan bağçesaray'ı dahi ihrak eyledi ve akmescid tarafından ur taşrasına çıkup, diyarına gittikde akibinden ta tar ayrılmayup sahrayı tih'denseksen sa'at mesafeye dek, bulduklarını esir ettiler ve zahirelerini kesmekle cu'dan yevmiye beşer ve altışar yüz ka fir helak ve telef oluridi. bu vakta gelince hanlar kırım'ı hiraset ederleriken hala han olan kaplan giray huşunet ile mirzaları'tenfir ve ihtilal ve isyanlanna sebeb olmağla, kırım'm harabma ba'is olduğu içün azl olunup, kalgay olan fe tih giray' han nasb olundu ve da'vet ile orduya geldi ve umurı saltanata istüa' eden vezir kethüdası osman kethüda'nın maksadı' kışlamak ol mağla, orduda müşavere olundukda, osman kethüda'nın mizacına mümaşaten erbabı müşavere bizler, can ve başa ve yağmura ve yaşa bakmayup, kışlarız dedikleri padişaha telhis ordunun babadağı'nda kışladığı: olundukda, ruhsatı hümayun vürud edicek, han kırım'a, vezir babadağı'na, bölükatı erba'a kefe'ye, topcuve arabacı isakcı'ya ye niçeri ve cebeci'nin birer mikdan babadağı'na, ma'adası kili ve ismail'e ve ibrail'e ve boşnaklar ile levendat, boğdan'da kışlamak tertib olunup, kasım'ın yedisinde vezir babadağı'na meştaya geldi. kanunı kadime nakzı ahd eden keferenin balyos'u nakzi ahd eden kafirin balyosu: ordu ile gidüp, serhadde vardıkda diyarı nekbetine gitmeye' icazet verilmekidi; lakin, serhadde vanimayup, kışlada kalındığından, eyyamı şitada diyar' gitmeye izin verildi ve küffar kırım'a hasaret ettiği içün donanmayi hümayun, karadeniz'de bir münasib mahalde kışlamak ferman olunmuşidi. canım hoca, kapdan paşa, asker dağılır, hali tekneler ile kışlamak gayr münasib deyü, canım h oca: tersane'ye geldiği içün azl olunup, ali kapdan, kapdan paşa nasb olundu ve moskov'ın nakzi ahdini beyan içün vezirden nemçe'ye den mektubun cevabmda, adavetden ve muharebeden sulh evladır; kıbeli vuku'ü'lmuharebe, devlet'in musalaha muradı olur ise, biz tavassut ede lim ve istanbul'da kapıkethüdamıza elçi payesile ruhsat irsal olunmuştur; murad buyrulur ise i'tibar oluna deyü mejctubu geldikde, moskov tarafından yedinde sulhu kabul temessükü lazım ve esas sulh, kadimi hüdud üzre ol malıdır, ma'lumun olsun, zira moskov mütelevvin'kafirdir, mabeynde olanı mahcub eder deyü vezirdenhastane'ye kagıd gelicek, elçinin ordu ya gitmesi iazım olmağla, nemçe elçisi irsal olunup, vezir ile sohbet ettikde, moskov bağteten azak kal'ası'na müstevli olduğu içün mıkdarın bil dirmek lazımidi. lakin siz tavassut etmişsiz, hatırınız içün suoı olalım moskov aldığı yerleri bırakıp, kadim hudud üzre sulh olunmak esasdır; ta çasar'dan böyle temessük olmayınca, sulha bed' olunmaz deyüvezirane cevab vermişiken, cümleumurı devlet yedinde olan vezir kethüdası halisa osman efendi bu devleti aliyye'nin zuhuru salabeti dini mübin ile olup, bu vakta gelince görülen işler saJabet ile vücuda geldiği, tevarihden ma'lumu olmamağla, ga'ilei seferin def'i sulh ile olur ve sulh ruyi dil ile olur mülahazası ile iradı acz ve fütur güne, biz askerimizin kesretine mağrur olmayup, barita'ala kerem eder ise, moskov'dan intikam alırız ve sizler moskov'a imdad ederseniz, etme demeyüz zira biz sizinle nakzı ahd etmeyüz; siz ederseniz, etmemenizi rica ederüz. hududumuza girseniz dahi muharebe etmeyüz. eğer muharebe ederse niz, naçar mütevekkil olup, ceng sulh sohbeti ile devleti gafleti ve ederiz. çünki tavassut etmişsiz. küffann iğfali: devletin sanına layık sulh etmenizi rica ederiz deyü, hasmın cür'etineyol göstermek ve kocunduğu şeyleri bildirmek gibi tekellüm ettikde, elçi biz sizin böyle dostluk edeceğinizi bilmedik; temşiyeti sulha dikkat et medik. çünki sizler azak'dan geçnemçe'nin h ilesi: miyorsuz'. moskovda aldığım aldıkdır, vermem der. iki emrin beyninde bir münasib şey bulunsun deyüp iğfal ve edna şey' içün çasar'a tahrir edeyim deyü bir kaç def'a ta'vik ile mükalemeyi bahara te'hiricaiz ki, iğfal ola deyüp, berren ve bahren azim sefer tedariki devlet'den taleb olundu ve işbu şitada sular dondukda, kırım han'ı çapula gidüp, elli gün de yakup, yıkup iğtinam ve ihlak ettiğinden başka, yüz bin esir ve dört yüz bin hayvan çıkarup, sene evvelinde olan kırım hasaretinin intikamını aldı ve tavassut içün ingiltere ve felemenk elçileri dahi astane'den orduya gel di ve nemçe'den yine mektub gelüp, bizim. devletle dostluğumuz kavi ve izzetini taleb ederim; ancak hangimiz cenge mübaşeret ederse ikimiz bir den etmek üzere moskov ile ahdimiz olduğuna bina'en, ana dahi imdad edeforma şe m 'dn izd esü ley mne p e n d i tr ih l rüz. eğer devlet gücenir ise, musalaha münasibdir; heman mükalemeyi; mübaşeret olunsun deyü yazmakla, reis mustafa efendi ve büyük ruznamçeci mehmed bey ve mektubi ragıb efendi ve silahdar katibi sa'id efendi mürahhas ta'yin olunup, bin nefer etba'ları ve sekiz yüz tüfenkçi ve dört yeniçeri ortası ve tercümanı ile mahı nisan'da mahalli mükalemeye irsal olundu ve ordu babadağı'ndan isakçı'ya varup, akdi musalaha ha berine muntazır oldu. amma mahalli mükaleme boğdan sınırmda sordikaiken, nemçe elçisi leh sınırına tahvipeylediği haberi geldikde, or dudan izin ve müsa'ade olunmağla lehsınırına vardıklarmda, nemçe el çisi, benim çasar'a yazdığım ikinci mektubuncevabı gelmişidi. gece ben mütala'a ederiken mumda yandı, tekrar suretini taleb eyledim; suret gelsün deyü, otuz gün dahi imrarı vakt etmekle haziran dahil oldu. istilai moskov bekal'ai özü ve kılburun ve tmkzi ahdkerdeni nemçe ve istilai nemçe bekal'ai nişra ve zuhurı taburı nemçe der kurbi kal'ai vidin ve taburı diğer der hüdudı eflak ve münhezimşudeni nemçe der her mahal ve katli kethüdayi sadrı azami halisa osman efen di der isakcı ve defterdarı sabık halil efendi der edirne ve maktulii şeştat hezar küffar der banaluka bedesti sadrı sabıkli paşa ve tahlısi kal'ai niş bedesti hafız ahmed paşa köprulüzade ve avdeti mürahhasanı devleti aliyye ez niemrava be orduyı hümayun ve hareketi orduyı hümayun ez kartal ve vusuleş beastane ve irsali rakofcızade becanibi vidin ve hareketi sadrı azamyeğen mehmed paşa beorduyı hümayun ezstane: çünki senei sabık evahirinde nemçe'nin musalahaya tavassutu iğfal içün belki kendinin dahi demağı fesadını icra' içün olduğu ef'al ve akvaunden ukalaya müberhen iken n em çe: cümleden akal geçinen osmanzade sulhu tahkik belki tekmil oldu, canibine zahib olup, sefer tedarikinde ihmal ve mühimmat erişdirmekde müsamaha üzre gafletini bender muhafızı muhsin zade abdullah paşa bilüp, bu üslub ile ya'ni küffara izharı tevazu' ve tezellül müfid olmayup, sulh olacak dahi olsalar bu küffarın iğfalini haklkata hamiden acizane hareketi gaflet ve fırsat zarar: addedüp hiyanet edeceğini iz'an et mekle, vezir kethüdası'na, bender'de asker ve zahire ve top kalildir, gerçi mükalemeye mübaderet olun muş; ancak esnayi mükalemede muharebe olduğu vardır. acele top ve cebehane ve asker irsal edesiz deyü yazdığı mektub geldikde, halisa efendi iğzab olup, bu kelamları cünuna hami edüp, biz de oltarafa varmak üzreyüz; havfi galib ise biraz cesaret etsün deyü mizahyolundan, gelen ada mı boş gönderdi ve akıbinde özü muhafızı yahya paşa'dan, moskov hu duduna irsal ettiğim casuslar gelüp, yüz bin kefereden mürekkeb tabur. özü muhasarası kasdı ile kodak nam mahalle gelmiş ve musalahanın aslı yok, iğfaldir deyü haber getirdüler; eğer muhasaraya gelür ise, kal'a askerden tehidir; acele asker irsal edesiz deyü mektub geldikde, yine halisa iğzab olup, paşa sevdaya uğramış, tatar müfsidlerinin sözü ile kendüye zahmet vermesün, heman müsalaha tekmil olmuşdur, cümlemiz avdet üzereyüz; adamını boş gönderüp orduya gelen asker, sair sefer senelerinden ziyade ya'ni altı aydan berü orduya gelince nice fukaraya zulm olunmuş, zahmet çekilmiş iken, yüz bin mikdan askeri tashihettirmeyüp, üç günde perişan eyledikde, vezir kethüdası'nın istiklaline bina'en vezir dahi karışmaz ve harekatına bakup, hayran olur. küffarm harekatı bizi iğfal edüp, fücc'eten muharebe iktiza etmek gerek, acaba halisa, mahfi vakıf olduğu şeymi var' deyü fikr ederidi. ba'dehu vidin muhafızı ivaz paşa'dan dahi, nemçe'nin sulha tavassutu iğfal olduğundan gafil olmayub, vidin ve niş askerden te hidir, niş'e bir yarar vezir ile asker, vidin'e kezalik asker irsal edin; nem çe'nin dahi gafilennakzı ahd edeceği aşikardır deyü mektub geldikde, halisa efendi yine iğzab olup, nemçe'nin nakzi ahd etmeyeceğine ben kefilim. paşa safasmda olsun, malı miriyi itlafdansıyanet etsünler deyü çuhadar'ını tehi gönderdi. ba'özü kavası'mküffarm istila's. dehu yüz seksen bin moskov özü kal'asmı, bir sudan bir suya muha sara edüp, doksan aded havan ile humbara atmaya mübaşeret ettikde. özü kal'asını muhafazaya otuz bin adam lazımiken, henüz üç bin adam yok; bu esnada muhsin zade, vezir kethüdası'nın haune bakup, bender'den üç bin o adam göndermişidi. mecmu'ı altı bin adam oldu; amma mecmu'ı şaranpolar muhafazasına kifayet etmeziken, yahya paşa gayret edüp, üç gün içerüden yürüyüşler ettirüp, otuz bin küffar kati edüp, kellelerin den on aded püşte peyda olunmuşidi. lakin humbaradan kal'ada harik zuhur ettikde, kılleti insandan itfası kabil olmayup, bi'lcümle ebniyyesi muhterik olduktan sonra, ıç kal'aya dahi sirayet edüp, külliyen muhterik olduk ta, yedi aded kulede cebehane ve barut varidi. cümlesi birden ateş alup, kıyamet kopmak halatı zuhur ve berheva olup, nüzul eden taşlardan çok müsliman şehid olup, zuhur eden şedid rüz şbm 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih l gardan küffar toplarının ve kal'a toplarının dumanı ve sahranın toprağı cüm le kal'aya dolup, güya leylei zalma olup aftab nabedid oldu. herkes, gözgözü görmez ve gözlerinin acısından göz kapağını kaldırmaya mecali yok; bu zahmetlerden hararet dahi müstevli olup, su kaydında olduklarında, küf far suları dahikesmiş olmağla, her şey'e sabr ü tahammül olundu. lakin susuzluk naçar edicek, aman dileyüp, kal'ayı küffara teslim ettiler. vaktaki, küffar kal'aya duhul edüp, kelleden püşteleri görücek, gayreti cahiliyesi galeyan edüp, tekrar cenge mübaşeret ettikde, mevcud olan gaziler ölümeri olup, hararetle varkuvvetin bazuya getürdiler ve canların dişlerine alup, küffarın nısfından ziyadesin krhçdan geçirdiler. küffar dahi nakzı aman ettiğine peşiman oldu. nihayet, paşa'nın bin nefer etba'mdan yetmiş nefer kalmışidi. paşa ile esirolduküffann kavline i'timad edüp ihtiar. ma'adası kerbela vak'ası gibi yat etmeyen adamın hali: susuz şehid oldular. moskov'm feldmaraşai'ipaşa'ya ikramı tam eyledi. ezin canib özü'nün muhasara olun duğu haberi halisa'ya geldikde, ricale i'tibar etmeyen devletlu cümlesinden çarecu' oldukda, mukaddem bizi redd edüp, bildiğine nice gitti ise yine öyle etsün demeyüp' tuna'dan uburu münasib gördüler; kartal'a geçdier. amma vezir kethüdası sulh tekmil oldu i'tikadı ile yollara zahire te darik etmemiş; bu ecilden bir hatve ilerü ve gerü gidilmedi ve şimdiden sonra, zahire tedariki dahi kabil olmamağla herkes mütehayyir oldu ve aracif ile ekazib yayıldı ve ekabir, kethüda işleri bu rütbeye getürünce, bildi ğine nice gitti ise, yine bildiği gibi etsün dedilerve nemçe bu özü ha beri akibinde, nemçe'nin on beş taburu, on beş mahalden zuhur edüp, yir mi bin nemçe ile bir taburu niş kal'asına geldikde. niş vezirden ve asker den tehi olmağla, bila ceng zabt edüp, otuz bin kafir' ile diğer taburu vidin üzerine geleceğini, vidin muhafızı ivaz mehmed paşa orduya bildirdikde, ordu ricali deryayı hayrete müstağrak olup, vezir ve kethüdasıs kah kartal'da ikamete, kah bender'e, kah gerüye gitmeye niyyet edüp, nice edeceklerini şaşırup, bir tarafa bir adam ta'yin edemediklerini rical görüp, ricalin ukalası hemen kalkup, kethüda'ya asla rağbet etmeyüp, doğru ve zire varup, olan oldu, bari vidin himayet olunsun demelerile, üç tuğlu memiş paşa'yı vidin'in imdadına ve iki tuğlu tuz mehmed paşa'yı niğbolu'ya ta'yin ettirdiler. lakin orduda irsal olunacak asker kalmamağla, paşalar ta'yin olundukları semtlerden nefiri am askeritedarik ve imdad etmeleri ferman olundu. şimdi vezir kethüdası niye uğradığını bildi; ya'ni nemçe elçisine i'timad edüp, nemçe ile moskov'm damma griftar ol du ve sulhii zamirinden tahkik edüp, askeri dağıtmak ve yollara zahire vaz' etmeyüp, serhadlere sıyaneti hrazine diyerek, takviyet vermeyüp, abes yere imrarı vakt ettikde, kendüyii ikaz eden paşalara dahi sevdaya uğ ramışlar deyii ademi rağbet ettiği haberi padişaha vasıl oldukda. büyük miri ahur ahmed ağa'yı, rebii halisa osman ejendi'nin katli: ahir' ağustos 'de orduya irsal buyurdu. oldahi, bir ahed va kıf olmaksızın orduda yeniçeri ağası abdullah ağa'ya varup, ağa'yı yanı na alup, doğru vezir çadırına vardıklarında, ibtida' ağa'ya, üç tuğ hattını çıkarup, kürkünü libas ettikden sonra, vezirden mühri hümayunu alup, bender'den muhsinzade gelince. ağa paşa'yı kaymakam nasb etti ve veziri ma'zulü ağriboz muhafazasına irsal etti ve ba'de'lmağrib osman kethüda'nın başını kesüp hastane'ye irsal , maktuli mezbur akl u kiyasetine bina'en intihab olunup, küçük tezkireci'likden birden bire vezir kethüdası nasb olunmuşidi. küffarın hilelerini bervechi meşruh deia'ili haliye ve mekaliyelerden tefehhümedemediği ta'accüb olunur bir haletdir. bahusus yirmibeş sene mukaddem baltacı vezirin kethüdası osman efendi, moskov'un kelamına firifte olmağla maktul olduğunu bilüriken, al danmak kendü mevtini taleb etmektir. ertesi gün genç ali paşa'yı, miri ahur alup bender'e götürdü ve mührü bender'de muhsinzade'ye teslim et tikde, abdullah paşa mührü alup, ilgar ile orduya gelüp, ahmed ağa'yı hastane'ye irsal eyledi. ahmed ağa dahi edirne'ye geldikde defterdarhk'dan azl olan halil efendi'nin başın kesüp, islambol'a geldikde, huzurı hümayunda' müşavereye ricali devlet ve ulema cem' oldukda, padişahı zaman sultan mahmud han hazretleri kaymakam köprülüzade ahmed paşa'ya, seni sofya canibi seraskeri ettim; inşaallah varup niş'i feth eyle deyüp, kaymakam kethüdası olan gümrükçü yeğen'mehmed ağa'yı, üç tuğ verüp, kaymakam nasb ettim buyurdu. ahmed paşa dahi acele çıkup gitti. amma yüz elli bin kefereden mürekkeb beş tabur, bosna'da, gradişka ve puzin ve çetin ve ustrovnica ve izvarnik j j l j j lkaraları kurbüne geldiğini, bosna valisi sadrı esbak hekimbaşı zade ali paşa'ya bildirdüklerinde, öteden berü nemçe keferesi kelamında sıdk da'vasmda ve henüz moskov ile devlet beynine mutavassıtiken, bu sene bosna'ya beş tarafdan duhulün ma'nası ne ola deyü, vezir'e bildirdikde, vezir'den gelen mektubda, nemçe ile sulh ka'imdir, cem'iyse m 'dn ızd esü le y mnee n d i tr ih i yetinden vesvese etmiyesiz deyü yafa'idei ihtiyat: zilmiş. amma ali paşa, mutabassır vezir olmağla, gelen küffarm re'isinden niçün geldiniz deyü sual ettikde, memleketimizi muhafaza içün dedi. ya düşmanınız yokiken bu rütbe asker masrafına ne hacet denildikde, aslını bilmem, bize tenbih böyledir. petro günü geldikde görürsüz deyü gazubane cevab vericek, ali paşa hemen hüd'ayı fehm edüp, bosna'da vaki' otuz iki' kazanın kadıların ve müfti ve meşayih ve ayan ve işerlerin yanma cem' edüp, müşaverede, galiba küffarm kasdı nakzi ahddir, bizlere de muhafazai bilad diyerek, amade olup, küffar hangi tarafdan hareket eder ise, herkes mahallinden üzerine vara deyü kavi ü karar ettiler. vaktaki petro günü de dikleri, haziran'ın yirmi dokuzuncu günüdür, bu salde rebi'ü'levvel'in on birinde vaki' oldu; yevmi mezburda izvarnikde olan tabur beşniçe palankamızı bağteten basup ihrak ve derununda olan müslimini katı ve esir sahrasına kurup, etrafı yamna da'vet ve otuz iki kazanın kuzatı ve guzatı geldikbosnalı'nın bahadırlığı; ta'ifei nisde küffar ustrovnicai atik kal'asıvanın merdane muharebesi: nı dahi muhasara etti ve derunun da olan ricali şeci'an fütur ve haş yet getirmeyüp cenge ikdam ettiklerinde, sim tenlü nisvan dahi merdane hey'et, potur ve kalpak ve gümüşlü übas ve kılıç ve tüfenk ile cünbüş ve ceng ettiklerinde, koca hatunlar sakalık ve aşçılık ve ebe hatunlar cerrahlık ve sıbyan top tanesi taşımak ile hizmet ederleriken, muhasara on beş güne vardıkda. paşa tarafından altı bin adam imdad geldiğini küffar haber alup, karşularma varup, muharebeye tasaddi ettikde, beş sa'atde münhezim ve ekseri kati ve esir olundukta, ceneralleri ile kapudanları dahiesir alındı ve top ve cebehanesi zabt olunup, ordusunu asker ganimet eyledi ve kal'a bu takrib halas oldu. amma gradişka'da olan küffar dahi banaluka muhasarasına geliyormuş, haberi kal'aya vürud ve sekiz bin kafirilerü beş sa'at mesafeye geldikde, bahadırlar kal'fa'idei kadiik il: adan çıkup, basmak münasib de diklerinde, ba'zı bilgiçler, henüz kafirin bizimle muharebeye tasaddisi yoğiken ceng olunmaz; münasib olan kal'ayı muhafazadır dedikleri gibi, belde kadısı bosnavi ali efendi, alim bi'lmes'ele ve umurdide adem olmağla, küffar toprağımıza girdi, hamle et mesine hacet yok; cihad farz oldu deyü gayret vermekle, nısfü'ııeylden son mm ü n ir k t e p e ra kal'adan sekiz yüz şeci' er çıkup, küffarm halini tecessüs eden casuslar gelüp, sekiz bin kafir üç bölük olup, bin neferi incekarakol namile ilerü ve nısıf sa'at gerüde iki bin kafirden ortakarakol ve nısıf sa'at dahi gerüde beş bin kafirden büyük karakol tedbiri umurı h arbiyye: deyü, çarhacısı geliyor deyicek, küffarm topdan gelmediğini umurı harbiyyeyevakıf olanlar ni'met bilüp, ilacı hemen sülüsi ahiri leylde şe hirden huruc ve seheriincekarakol'a tesadüf ve bağteten aduya şirane hamlelerine küffar takat getiremeyüp, ekseri tu'mei şemşir ve bakisi idbar edüp, ortakarakol'a mülhak olıcak, gaziyan erişüp, fırkai saniyeyl dahi şaşırtup, anları dahi dağıttıklarında, anlar dahi firar ve büyük çarhaya mülasık olduklarında, cündi islam yine erişüp, anlara dahi'göz açdırmayup, bozup perişan ettiklerinde, firar edenleri deyü ta'kib ve ekserini kati, bakisi yüzbin kefereden mürekkeb olan tabura can attıklarında, gaziyan bu mikdar ile iktifa ve hayvanlaryoruldu deyü it'abdan sıyanet edüp, küffarm de nebal j l j nam başları ve iki kapdanları esir ve ceneralleri kati olunup, kal'aya girdiklerini paşa'ya i'lam ettiklerinde, banaluka imdadma paşa bi'zzat azimet etti. lakin paşa hiylei harbiyyede kamil bir zatı ali olmağla mahfi bir kapudanı ilerü bin ademle irsal ve banaluka'ya karib dağ içinde pinhan olup, sallar hazırlamak tenbih eyledi ve bu esnada yirmi bin kafir puzin kal'asın ve yirmi bin kafir çetinkafasın ve sek sen bin kafir banaluka'yı muhasara ettiği ma'lum oldukda, deryayı gam temevvüc etti. lakin vemetin miislüman olan müdebbir ziri gayyur mütevekkilinden olup, seraskerin küffarın çokluğundan dergahı kadi'lhacata münacat ve havf etmeyüp mu'clzei peygambenas ile ülfet ve ukala ile meşveret re tevessül ve hilei harbiyyeyi ve gönül birliği tahsil eyledikde, i'mal etmekle nusreti azime na'il herkes oldu olacak, gitti vilayet elolduğu: den, kaçmakdan gayri çare yok dediklerinde asla paşa infi'al et meyüp, mu'cizei ahmediye'ye tevessül ederüz benim havfim yoktur, sizde havf etmeyin deyüp, banaluka'ya gelen büyük tabur üzerine gideriken ahz ettiği dillerden, doğru yola küffar sedd ve hendekler çeküp, tabyeler ve la ğımlar hazırlamışdır deyü haber alup, mukaddem dağ içinde sal inşa'sına adamlar irsal etmişiken, casushavfinden yine akdi meclisi meşveret edüp, yolları küffar sedd eylemiş ne guna hareket edelüm deyü alenen' müşavere ettikde, ricali askerden mahremi' olanlara, ta'limi üzre, biz doğ şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih ru yoldan ayrılmayız deyü ittifak ettiler ve şahrah ile banaluka'ya üç sa'at karib varıldıkda, mukaddem tedarik olunan yola gece inhiraf ve sallan indirüp nehri ubur ve bağteten sahraya nüzul, yeminde' elviyei erbe'a zü'aması ve askeri ve yesarda kapdanlar, vasatda paşa ve kadı efendiler etba'lan ile ve nice meşayih ve huteba' hasbi gelmişleridi; lv tilavetine meşgul oldular. ba'dehu paşa tertib olunan sufufun önüne varup, pirlere baba şabblara oğullar akranlara, kardeşler, bende sizin gibi hakkta'ala'nın bir abdi aciziyim; din uğuruna kurban olurum. lakin sabr ü sebat lazımdır; felah sabırdadır deyü, halk şehidliğe can vermeye acele eder mertebesi, halkın kalblerini terkik eyleyüp, makamına durdukda, düşman ehli islam şu tarafdan gelecek deyü, yirmi günden berü sarfı kudret ile sıyanet ettiği tarika muntazır iken, askeri sahrada görücek, ba'de'tta'accüb suyun iki tarafında olan leşkeri küffar bir olup, toplarına nizam ile muntazır olduklarında. paşa atdan inüp, yüzünü yerlere sürüp, yarabb, beni hacil etme deyü tazarru' ve büka'dansonra yine süvar olup, kılıcını çıkarup, ibtida' düşmana karşı, ba'dehu sağa ve sola sallayup, küffann he zimetine işaret ve tefe'ül eyleyüp, fütühatı banaluka: heman gülbank çeküp, tekbir ede rek, hareket ve ateşine bakmayup, dalkılıç askeri hamle ettürdikde, hamlei evvepdört leşken ile' üç cenerali kati olımup, niceleri nehre dökülüp, livası menkus olıcak, asker celsei hafife ettikde top ve tüfenk gürültüsü ve kılıç ve mızrak şakurdisı gelmişidi. yine hamle edüp, küffarı allakbullak ederek, yine iki sa'at cengden sonra, celsei ceng ve teneffüs edüp, tekrar iki sa'at sevk ve havahiş ile hücum ve teneffüs ederek, beş növbetde, guruba vasıl oldukda, küffar necatdan naümid olup, nehri karşı can atacak olduklarında', serdarları köp rüyü kat' edüp, metanet ve firardan sıyanet kasd etmişimiş; cündi islam tuyurı ebabil gibi küffarı sürdükde, küffar canını'karşı atmak ümidi ile canını su içinden cehennem'e attı. ancak ikiyüz kafir necat buldu. bir gün de böyle bir gazayı ekber hasıl oldu. elhamdülillahita'ala. on iki top ve üç havan ve iki bin üç yüz çadır ve on beş bin varil barut ve layuhsa tüfenk ve kılıç ve layu'add şiş ve balyos ve harbe ve gülle ve bum bara ve koyun ve sığır ve beygir ve eşya ile guzatı müslimin deryayı ganayime daldı ve seheri bir köprü bina' olunup, kaviyyü'lcenan şeci'an karşı geçüp, karşıdan firar eden küffarı ta'kib ve nicesin kati ve esir ettiler. gayri ibareleri kalmayup, yüzü üzre düşüp, aman osmanlu, allah'ı bilürseniz ve peygamber'i severseniz bize merhamet edin deyü figan ettiklerinde, gaziler, elafvi zekatü'zzafer ve aman diyene kılıç olmaz deyü vafirini azad ettiler; ertesi divan olunup, altmış bin küffar laşesi ta'dad olunduğu'bilinüp, tebriki gaza ve tehniyeti fütuhat içün mevcud olan kuzat ve ümera ve ayan, paşa'nın dest ü damanm takbil ettiklerinde, paşa cümlesine gazanız mübarek olsun diyerek, hallerine münasib hil'atlar ve atiyye ve çelenkler ve tahsinler ile hatırlarını şad ve memnun eyledi. gerçi şüheda gasi olunmaz ve tekfin olunmaz; lakin namazı kılındığı içün cümlesini bulup namazlarını kıldıklarında, ekserinin namazına paşa hazır olmağla, şühedaya ikram ve şefa'atlerine tevessül eyledi ve bu haleti müşahede eden gaziyan, kaşki bizlerde rütbei şehadeti ihraz edeydik deyü temenni eylediler ve mecruhlarına paşa merhemi merhamet edüp, pak bir saraya cümlesini vaz' ve i'laç ve atiyye ve ikram ile hatırlarm cebr mecruhine ikramdan fa'ide ve baeyledi ve ertesi yine divan edüp, hadırlara menasıb ve atiyye ite iktevcihi manasıb eyledi; ya'ni baramdan fa'id. naluka kadısı ulakaribi iken sitte mansıbı ve mütesellime iki tuğ ve karafere kadısı gelüp cengde bulunmuşidi; mansıbına namlı' ka zası ilhak olımdu ve habib zade abdullah efendi'nin rütbesi üç rütbe terfi' olundu ve sa'ir bahadırlara alaybeyliği ve ze'ametler i'tasına arz eyledi ve arzı devlete geldikde cümlesi tevcih olundu ve bosna kadısına haleb rütbe si ihsan olundu ve mansıbı iki sene medd olundu. ezin canibpuzin ve çetin kal'alan, banaluka muhasara olunduğu gün muhasara olundu. ha ber'paşa'ya vasıl oldukda, sabr ü sebat tavsiye buyurmuşidi. mahsur olan muvahhidin küffarın ateşine on beş gün tahammül etmişleridi. bu bana luka nusreti zuhurunu küffar haber aldıkda, firar kaydındaiken puzin'e imdad içün ostroviça nam mahalle' müctemi' olan müslümanlar dahi ba naluka nusretini istima' ve küffarın firarmı göricek, kal'a dilaverlerini dahi çıkarup küffarı ta'kib ve ekserini kati ve top ve mühimmatmı ve eşya ve eşkallerini ahz ettiler ve puzin'e altı saat mesafe' olan çetin kal'asmı muhasaraya ikdam eden küffar dahi firar ederiken, ta'klb olunup ekserikati ve esir olunup, guzat muğtenem oldular haberi vezire vasıl oldukda, vila yet keydi adadan masun ve pak oldu deyü hemde meşgul olarak, bosnasaray'ma gelüp cedid kal'a bina' eyledi. meğer niş kal'asma istila' eden nemçe çasarı damadı, niş'e zafer buldukda, bir bölük askerini bosna serhaddinde yenipazar'a irsal ettiğini', yenipazar kal'ası ahalileri muka vemet mümkin değil deyü kal'ayı tahliye etmişlerimiş. bilamani' küffar gelüp, zabt eyledi. şem 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i amnıa bosna'nın rumeli'ne geçecek ma'ber olmağla, bosna'nın ka pısı mesabesinde olduğundan, paşa müte'ellim olup, ta'yin eylediği asker gideriken, mezkur kal'ayı tahliye edenleri, matlublarıolan mahalle isal içün yüz otuz kafir götürür irniş, rast gelmeğle askerimiz mezburlan ahz ve paşa huzuruna getirdüklerinde, nemçelü'nün karşısında, kal'ayı teslim eden na'ib mustafa efendi ile zasiyaseti layıka: bitlerini ve kapudanını bilaaman kati ve nemçelü'yü müsafirdir deyü ellerine birer altun verüp yol verdi. paşayi müşarünileyh, durbin ve akıbetendiş olup, vaktı sefer şöyle dursun hazerde dahi tazyii evkatı reva görmeyüp, ruzşeb guzatı ganimet ile iğna ve düşmanı tazyik sem tine i'mali akl ü fikre kana'at etkadıi gayurun evsafı: meyüp, kuzatm kargüzar ve sahibi rey ü tedbir olanlarını intihab ve bunlar muhtelif kazalarda devran ve cevlan etmekle muhtelifü'ttıba' vilayetlülerileülfet ve her birinden hisse ahz etmiş mücerreb adamlardır deyü i'tikad ve tecrübe ettikde, anlar zannı gibi zuhur ettiği içün ekseriya anlar ile müşavere ederidi. anların sevkiile eyyamı şitada boş kalma mak içün karadağ keferesine asker gönderüp, te'dib ve islah eyledi ve niş'e istila' eden mağrur kafir, vidin kal'asın dahi almak kasdi ile dokuz bin ahenpuş irsal eyledi. vaktaki vidin'e altı sa'at karib vardıklarında, vidin muhafızı ivaz mehmed paşa duyup, ivaz mehmed paşa: kethüdası hüseyin ağa ile kapısıhalkı'nı ve serhadd yiğidlerini irsal eyledi; meğer bu anda, banaluka inhizamı haberi küffara vasıl olmağla, küffara perişanlık gelmişimiş; altı sa'at cengde, altı bin kefere kati ve ma'adası firar ve toplarını tuna'ya atup, bir mikdar eşyasını ihrak etmiş; ertesi hayme ve hargahları zabt olundu gayreti hakk ve kuvveti cenabı şüheda ta'dad olundukda, fakat mutlak: yüz şehid bulunmağla kuvveti kahirei cenabı feyyazı mutlak celleşanuhu hazretlerine hamd ü sena olundu. ve köprülüzade ahmed' paşa, sofya'ya vasıl oldukda, rumeli askerin den istima' edenlerden dirlikli ve dirliksiz varup, başına cem' oldukda, başağası ile vidinli ali ağa'yı ilerü nam ve san sahibi paşa'nın sergönderdikde, mezburan varup, muasker olmasından fa'id. sapaşa palankası'nı hali bulup, evasıtı cümade'lahire paşa gelüp vasıl oldukların küffar görücek, küffar bilaceng aman bayrakların dikiip, cümle alatı ile kal'ayı teslim eyledi. bu ne güne lutfu keremi barii müte'aldir ki, gafilen on beş köşe denhücum ettikde, devletde asla haber ve tedarik yoğiken, bu güne cevab verildiğinden başka, küffar kahr ü tedmir olundu. bu esnada nemçe tavassutu ile moskov sulhuna giden'murahhaslarımızdan, murahhası salis ragıb efendi istintak içün orragıb e fendi: duya getirildikde, biz nemçe elçisi ile ordudan çıkup, mahalli mükalemeye varınca, vakit geçirmek içün nemçe enva' hiyle icra've mahalli mükalemeye varıldıkda, moskov mürahhasları gelecek deyü bir kaç ay ta'vik ederiken, moskov özü'ye ve nemçe niş'e istila etmiş haberini aldığı mızda, küffar mürahhaslarma, bu mükalemeden ne fa'ide, farz edelim sulh olunmuş sizinle, sulha ne rağbet, zira nemçe ile yirmi sekiz seneye mukad dem sulh olunmuşiken, dört buçuk sene mukaddem nakzi ahd ettiniz ve nakzi ahdi dahi habersiz ettiniz. lb bunlar şöyle dursun, bizi moskov ile müsalaha edeyim deyü, tavassut güne iğfal esnasmda böyle nakzı ahd eden kiralın sulhuna ve kelamına rağbet olunur mu? ve bu karı hangi millet ve hangi müluk irtikab eder ve hangi kitabda ve hangi şeri'atda gör dünüz deyü hitab ve itab ettiğimizde, cevaba kadir olamayup, sükut ettiler. lakin biar elçi, aldığımız niş nemçe: kal'ası ile bosna'dan aldığımız kal'alar bizde kalmak üzere sulh olur sanız, moskov ile dahi sulhunuza nizam verelüm dedikde biz böyle şey'e murahhas değilüz deyü def' ettiklerini takrir ettikde, ordudan ragıb efendi'nin bu takriri beaynihi padişah'a tahrir olundu ve bu esnadas eflak'dan karayiova; 'da tecemmu' eden nemçe'yi, vidin valisi ivaz paşa haber alup, kethüdasını irsal edüp, karajıiova şehrini muhasara ettik de, bir hamlede küffar firar etmekle, ta'kib edüp, mecmu' piyadesile ekser süvarisini kahr ve esir edüp, guzat ganimet ile geldiler. mükalemeden gelen ragıb efendi, gerçi mükalemede, küffara hitab ve itab ettik; lakin kat'i cevabdan ihtiraz ettik ki, iki kıral bağteten şimdilik bu mikdar zarar etmiş; eğer mükalemeyi fesh etsek dahi ziyade zarar zuhur eder ise bizlere azvolunur, mülahazamız varidi. lakin bosna ve niş ve eflak fütuhatını istima' edicek, su'rr şerifi zahir oldu deyü, hezar ve sad şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t hezar hamd ve şükr eyledi. her vaterki salabeti islamiyeden zarar: kitde salabeti islamiyesi olmayanlar, böyle küffarın galebesinde acz ü taksir ve ihtimalat ile izharı za'af ve acizane hareket edüp, böyle bir ali devleti ve dini islamı rezil ve zelil ederler. ancak, böyleler iflah olmayttp, felaketden felakete uğrar; çok geçmez bir din gayreti güder sahibi tedbir, gayur bir e r'zuhur eder; salabeti dini izhar ettikde dahi, himmetsiz' ve gayretsizler, bu herif delidir, bir fesadı azime ba'is olur deyii, şeci'anm şeca'atlerine fütur getürür. eğer zikr olunan merdi gayur fütur getirmeyüp gayretsizlerin hakkmdan gelür ise, her halde gaüb ve muzaffer olageldiği tevarihde mesturdur. cenabı hayyi kayyum celleşanuhu gayretsiz müttehimleri devlete kurbden beri edüpdin sahibi gayur zevatı daima karini devlet eyliye. nasrı azimi mezkur haberi sultan mahmud han hazret lerine vasıl oldukda, ba'de'lhamd ve'şşükr vidin valisinin hattı hümayun ile hatırmı tatyib ettikden sonra bir mücevher şemşir ve vidin seraskeruği kürkü ile teşrif buyurup, elli bin kuruş ve bin çelenk ve yirmi hil'at irsal buyurdu. ivaz paşa'ya iltifatı padişahi vasıl oldukda, ta'zim ve tekrim ile istik bal edüp, fethi islam nam kal'a ile küffarın tuna vasatına acibü'rresm bina' eylediği adakal'ası'nın fethi niyyeti ile hareket ve memiş paşa'yı ilerüye irsal etmişidi. küffar haber adakal'a s. alup, fethi islam'dan beş sa'af' bir derbende tahassun ve seddi rah olmak içün şaranpolar ve hendekler icad etti. lakin'ehli islam ayağı tozu ile varup, galib olduklarında, küffar mimhezimen firar edicek, gaziler varup irşova kasabasın dahi zabt edüp, iki kalyonunu ahz ve toplarını aldıktan sonra, kalyonları ihrak eylediler. lakin şita hülul et mekle, adakal'ası'nın muhasarasınıevvel bahara te'hir eyledi ve mansuren vidin'e avdet eyledi. vuku' bulan bu fütuhatda alınan ganimet ve esire, hadd ü hisab yoktur; hatta ala bahai esara: kenizek ve gulam beşer kuruşa ve kazak makulesi ikişer kuruşa bey' olundu. eyyamı şitada otuz altı kafir bir sal ile tuna'da bir adaya çıktıklarını bir gazi yiğid görüp, soyunup ağzında kılıç yüzerek, yanlarına vardıkda, karşı koymak hatırına gelmeyüp, kendülerini teslim etmelerile, bir yi ğid, otuz altı kafiri ardına takup getürdü ve bir ciğerdar bahadır dahi, sekiz kefereyi esir edüp, doğru paşa otağı'na götürüp, bahşiş ve çelenk alup, gideriken, ivaz paşa'nın kahvecibaşı'sına, aman karındaş yoruldum; bana bir kahve ver, şu esirlerden beğendiğin al dedikde, kahveci kahve verüp, yiğidim, layık olan biz sana ikram etmektir; haşa şikarını almak ne mümkün dedikde, yiğidin sözü sözdür deyü mezbur yiğid, esirin birini bir fincan kahveye verdi ki, cengsiz vakitde üç yüz kuruş kıymeti varidi. beyzai is lami kesre kasd eden kafirleri hakk subhanehu ve ta'ala hazretleri bu hallere giriftar eyledi. mükalemede kalan murahhasların orduya ric'atlerine ferman olunup, geldiklerinde takmaddei hajii moskov ve gururı rirlerinin hülasası, moskov özü'yü küffar: alınca mükalemeye murahhassı gelmeyüpözü'yü aldıkda geldi. lakin nemçe'nin vakti mu'ayyende bir kaç tarafdan hücum edecekimiş, an dan habere intizar ile mükalemeye bed' etmediler. vaktaki bosna'da inhizamlan haberi zuhur edicek, mükalemeye mübaşeret ettiler. çünki bu vaktacek kafirler kibr ü gurur ile acem seferi sebebine, hani osmanlı'da as ker, hani hazine, hani tedbir, hani nizam; hakaretle mu'amele ederleriken bu haberi fevznusret ma'lumumuz olucak, cevaba kudretyab olup, sizde hiç tarih bilür yokmu ki, muhac çenginde iki yüz bin kafiri otlukcu ve harbende ve aşçı oğlanları makülesi ile eğri fatihi bozup, yüz on küşte peyda etti ki, her bir küştesi, onar bin kafir laşesinden idi; hala' eseri mevcuddur deyü ilzam ederek, müfarakat edüp geldik dediler. bu sene dahi şita hulul etmekle, evvel bahara ziyade tedarik içün ordu hastane'ye gitmek lazım gelmeğin, kartal'dan isakcı'ya ubur ve edirne'ye mevacib verilüp, şa'ban'ın selhinde davudpaşa'ya gelüriken, padişah sancağı şerifi istikbal ve eyyüb'den kayık ile sarayı hümayun'a dahil oldukda, serdarı ekrem dahi istikbale gelen vüzera ve ulema ve erkanı devlet ile azim alay ile islambora'duhul ve divanyolu ile sarayı hümayuna varup, sancağı şe rifi padişah'ın yedine teslim edüp, babı sa'adet'de istirahat ve kaymakam yeğen paşa ile sohbet ederiken siyeğen mehmed paşa'mn mühürlahdar ağa gelüp, sadrıazam muhaldığı: sinzade abdullah paşa'dan müh rü aldıve yeğen paşa'yı huzurı hümayuna götürdükde, mühri hümayunu padişah, yeğen mehmed paşa'ya verdi. taşrada, nas sadrıazam çıkacak deyü temaşaya intizar üzreiken, sadaret takımı ve solak ve peykler ile yeğen paşa'nın çıkdığın görüp, hay ran oldular. veziri sabık ihzar olan çekdiri ile selanik'e irsal olundu ve nemçe'ye tabi' macar ta'ifesi nemçe'den dugir olup, ke'levvel ali osman'a taba'iyyet arzusunda olrakojci oğlu: malan ile, mukaddema erdel kı ralı olup, devlete iltica eden rakofci zade'nin yanına asker koşulup erdel'e irsal olunsa, erdellü kabzai tasarrufa almur deyü ivaz paşa bildürmekle, otuz seneden berü tekfurdağı'nda meks ettürilen rakofcioğlu hastane'ye getürülüp, kırallık kürkü ilbas olunup, vidin'e irsal olundu ve nemçe'nin bahteklik edüp, musalahaya tavassut diyerek, nakzi ahd ettiğini müş'ir vezir mektublan sa'ir kırallara irsal olundu ve hududdan nemçe tahtı olan peç'e, varınca nice ve nice kal'alar olup, hududdan hastane'ye gelince niş'den gayri kal'a olmayup, anı dahi aldıidi; lillahilhamd yine ahz olundu. lakin düşman hastane'ye bilamani' karib olmağla, tedariki azimeye muhtac olduğundan, ba'de'lmüşavere nevruz'dan mukaddem asker davudpaşa sahrası'na gelmek, anadolu'nun sağ ve orta koluna diyarbekir valisi abdi paşa zade ali paşa ve sol kola miri ahurı sani sürücü ta'yin olundu ve rumili'nin sağ koluna vezir kethüdası şerif halil efendi sü rücü oldukda, çavuşbaşı ahmed ağa vezir kethüdası olmuşidi. zilka'de 'de merkum yekçeşm ahmed ağa, üç tuğ ile kaymakam oldu ve yedekçi mehmed ağa vezir kethüdası oldu ve sabıka mekke kadısı fazıl es'ad efendi, anadolu payesi ile ordukadısı oldu ve zi'lka'de'nin yirmi yedisinde , vezir tuğları davudpaşa'ya çıkmağla, ertesi ordualayı, dahi ertesi yeniçeri ocağı ve iki gün sonra cebeci ve topçu ve arabacı padişah'm sancağı şerifi teşyi' eyocakları alayları ile çıkdı; dahi erlediği: tesi sancağı şerif ile sadnazam topkapı'dan çıkup, on iki gün davudpaşa'da meksden sonra, kalkdığı gün padişah gelüp, yemeklik mahalline değin sancağı şerifi teşyi' buyurdu ve zi'lhicce'nin yirmi dördün de vezir edirne'ye vardı. çünki nemçe ve ingiltere ve fe lemenk dahi bundan akdem moskov sulhuna tavassut diyerek, devleti aliyye'yi iğfal ettikleri içün sadnazam küffarın iğfaline rağbet olunmayeğen paşa, mesfuruna asla iltifat maktan fa'id. etmeyüp, yine tavassut sevdasmda olduklarına i'tibar etmeyüp, eğer sulha siz tavassut ederseniz kabul olunur deyü françe'ye mektub irsal etmişidi. tavassut içün edirne'ye françe elçisi geldikde, yüz on tarihinde olan sulha nemçe razı olur ise, mabeyne gir ve illa olmaz deyü cemü n i r k t e p e vab ettikde, nemçe tarafından pozrofca sulhuna ruhsatım var dır; eğer musalaha murad ise, cengi te'hir edin deyicek, françe'nin dahi muradı iğfal ve cümle küffarın yekmüdebbiranın himmetsizleri: dil olduğu ma'lum oldu. ba'zılar mümkin olduğu mertebe ile sulh evladır, zira, cümle kefere yekdilimiş; acem seferleri takribi ile devlet'de hazine ve asker kalmadı; bir büyük fesad çıkmasun dediklerinde, yeğen paşa asla havf ve heras etmeyüp, mu'cizei ahmediye aleyhi efdalü'ttahiye'ye tevessül birle, salabeti terk etmedi ve anadolu payesi ile istanbul'dan ma'zul ilmi ahmed efendi ve abdürrahman efendi ve nakibi sabık hocazade ömer efendi arpalıklarına nefy olundu. d vuküı nusret ez canibi seraskeri vidin ve hezimeti nemçe ve fethi kal'ai semendire bahud'ai garibei harbiyye ve fethi mehadiye der def'ai saniye be desti serasker ivaz paşa ve muhasarai adai kebir beorduyı hümayun ve tertib şudeni esbabı yürüyüş ve hücum ve istiman kerdeni ada ve teslimi kal'ai o ra ve avdeti orduyı hümayun ez sahrai feihü'lislam ve vusuleş be astane ve makhur şudeni taburı çariçei moskov der nehri turla ve amedeni mektub ez başvekili nemçeberayi istid'ayi musalaha ve helak şudeni sefayini düşman ez desti gaziyanı donanmayhümayun der deryayı azak ve halas şudeni kal'ai özü ve kılburun ez desti ada ve vuküı mükaleme beelçiyi françe der astane ve tebdili sadnazam yeğen mehmed paşa ve nasbı ivaz mehmed paşa ve ihracı ordu besahrai davudpaşa ve vuküı alay. padişah'm nemçe ve moskov'a, iki kola birden seferi olduğunu, cibilletinde habaset merkuz olan aydın mütegallibelerinden sarıbey oğlu nam şaki fırsat addedüp tuğyan etmeksarıbey oğ lu: le, miri ahurı evvel ahmed ağa'ya üç tuğ ile aydm muhassıllığı verilüp, sarıbey oğlu'nun i'damı sipariş olundu ve sadnazam edirne'de on beş gün meks ve muharrem'in sekizinde hareket ve yir misinde sofya'ya ve safer'in on ikisinde niş'e var dı ve yirmi gün meksden sonra cümle ricali ordu tasvibi ile belgrad muha sarasına azimet olunmuşiken vidin muhafızı ivaz paşa adakal'ası'nı muhasara etmiş ve orduyı hümayun gelüp muhasaraya ikdam etmeye muhtac olduğun bildirmekle tekrar müşaverede ivaz paşa'nın re'yi ma'kül görül mekle rebi'ülevvel'in onbeşinde , niş'den hareket edüp. şem 'dn ızd esü ley mnee n d i tr lh i nehri timuk'a varıldıkda, yüz bin kefere mehadiye boğazı'nda olan memiş paşa ve murtaza paşa ve tuz paşa'nın üzerine vardığmı ivaz paşa haber alup, ada muhasarasından fariğ olup, ılgar ile gelüp yevni'i mezburda erişdi ve şebeş kurbünde taburun üzerine varup ceng ettikde, galib olmağla, küffar top've çarhı feleğin bırağup dağa firar ederiken, ekseri kati ve esir olunup top ve cebehane ve çadırları zabt ve ordu sunu asker iğtinam eyledi. bu zafere na'u oldukdan sonra ivaz paşa avdet edüp, yine adakal'asm muhasara eyledi ve ordu dahi ada'ya varıriken yeniçeri ağası abdullah paşa vefat etmekle, yerine kul kethüdası deli ha şan ağa olundu ve vidinli ali ağa nam serdengeçdi ağası, dört yüz adamla semendre taraflarını tecesfa'idei hilei harb: süse irsal olunmuşidi; merküm ali ağa hilei harbe arif merdi de lir olmağla, ale'lgafle semendire kal'asına varup, kal'a ceneralini acele ka pıya çağırup işbu kal'ayı muhasaraya otuz bin asker geliyor, biz karakoluz, sonra size necat vermezler, heman kal'ayı bize teslim edüp giderseniz, nam bizim olmak içün sizi azad ederüz; tiz cevab ver, olmaz ise gelecek askere haber verelüm dedikde, küffar havfe tabi' olup, kal'ayı cebehane ve top ve mühimmat ve zahiresi ile bırağup çıkdıkda, küffara yol verüp, bu feth ile orduya geldi. elharbı hud'a' sırrı zahir oldu. zira kal'ai merku tin ve sa'bdır; hatta ebü'lfeth sultan mehemmed sekiz yüz altmış üçtarihinde, bi'zzat yer götürmez asker ile sefer edüp, kırk gün muhasara ile fethine nail olmuştur. böyle zahmetle feth olunan karanın, böyle zah metsiz feth olunması fali hasene addolundu. lakin zikri mürur eden me hadiye çenginden aldıkları ganayiaskerimiz perişan olmuşiken tedbir me hırvat ve arnavud makülesi ile cem' olmak: kana'at etmeyüp, sa'ir askerinin eşyasına gece ta'arruz ettiklerinde, asker küffar basdı zannı ile asker dağılacak, ivaz paşa perişan asker ile muhasaradan fa'ide olmaz deyü ada muhasarasım terk edüp, fethü'lislam'a geldiğin vezirhaber alup, acele fethü'lislam'a gelüp, muhasa radan feragat töhmetile ivaz paşa'yı seraskerlikden azl edüp, yerine genç ali paşa'yı nasb eyledi. amma küffar askerin bilamucib böyle perişan olmasını hileye hamletmiş; sonra vakıf olduklarında tekrar mehadiye'ye gelüp, firar eden askeriniz gelmez, heman sizler telef olmadan kal'ayı bize tes lim edin dediklerinde kal'alu, orduyı hümayun fethü'lislam'a gelmiş, eğer altı güne değin imdad olunmaz ise kal'ayı verirsüz deyü kavi ettiler. fi'lvaki' imdad gelmemeğle kal'ayı küffara verdiler. bundan sonra küffar biri birine, osmanlı bir kerre perişan olucak, bir dahi nizam bulmaz deyü izharı siirur ile irşova taraflarmda aceb vegurur ile temaşada gezerleriken çarhacı olan tuz paşa ile murtaza paşa gelüp kendü mat rislerinde küffan görücek, gayrete gelüp irşova'ya hücum ettiler. gerçi küffar mehadiye kal'asmdan toplar ile boğazdan geçen guzatı tazyik ederidi'; lakin müslümanlar asla sallamayub geçüp küffara sataşdıklarmda, küffar firar etmekle ta'kib edüp, ekserini kati ile intikam aldıklarmdan sonra ali paşa ile mehadiye kal'asma açıkdan hücum etmekle, küffar kal'ayı aman ile tekrar teslim etmişiken, nizamaskerin acele ganimete meşgul olsız askerinyağmaya meşgüliyemasından zarar: tini, küffar görüp ateş saçarak dağ dan nüzul edüp cenge mübaşeret ettikde, küffarm kesretinden askerimiz firar ettiklerinde, serasker genç ali paşa ile vezir kethüdası nasihat ettiler; amma müfid olmayup asker doğ ru irşova'ya vardıklarmda, naçar ali paşa ve vezir kethüdası dahi irşova' ya geldi. lakin asker kılleti zahireden ve seraskerden izinsiz yağmaya tevaggul töhmeti ile asker ah paşa'dan mü'ahaze havfinden ivaz paşa'nın yanma varup, serasker hakkında dillerine geleni söyleyüp, hilafı vaki' isnadlarından askerin muradı tuna'dan fethü'lıslam canibine geçmek ol duğunu ivaz paşa fehm edüp, asaskerin memduhunun serasker olker geçürmemek içün yalılardan masından fa'id. kayıkları def' ve askere zahire ve latif kelamlar ile avkını sadrıazama bildirdikde, vezir pür telaş olıcak, heman ordu kadısı es'ad efendi ve reis mustafa efendi teselli güne, bu bize bir tenbihi hakk'dır, akibinde sürür hasıldır; ancak asker ivaz paşa'dan hoşnud, yine ivaz paşa serasker olsa, asker emin olup, dağılmazlar demeleri ile sadnazam, ivaz paşa'yı çağırup, ba'de'likram yine serasker nasb edicek, bu rütbe asker yüze çıktı, uhdesinden gelemem deyü def' ve müdebbir ordu kadısı olmaktan inad ettikde, es'ad efendi, eğer siz fa'ide: kabulden imtina' ederseniz, ben ça tal destar ile serasker olup karşu geçerim deyü ibram ile hahnahah kabul ettirdi. lakin, yeniçeri ağası ile bütün ocak, benimle karşu geçmek iktiza eder dedikde, bir tarihde oca ğın sancağı şerif'den ayrıldığı ve köprüsüz tuna'yı geçdiği yok denildikde, es'ad efendi, muradımız iş görmektir, kanuna bakılmaz demekle, yeforma: şe m 'dn ızd esü le y mnee n d i tr lh i g l niçeri ağası haşan ağa gayrete gelüp, zabitlerine gerçi bizim geçmemiz se lefin hilafmadır; ancak din ü devlete hizmet edelüm deyü cümlesini irza edüp, kayıklar ile iki günde ocak tuz pşa: geçdi ve tuz paşa çarhacı olup, mehadiye'ye vardıkda küffar mu kavemet edemeyüp, bilaceng üçüncü def'a kal'ayı teslim etmekle bu havali tathir olundu ve yeniçeri ocağı ile ivaz paşa suyun bu canibinde ve fethü'lislam tarafmda, umumen ora da kal'a s. du ile sadnazam ve diyarbekir valisi abdi paşa zade ali paşa saniyen ada kal'ası'nı muhasara ve orduşeyhi abdülhalim efendi sancağı şerif obasında her gece yetmiş bin kelimei tevhid ve top ve bumbara ile tazyik olundu. lakin fa'idei kelimei tevh id: kal'ai merküme musanna' on iki tabyalu ve her tabya biribirine nazır bir hisarı naşenide olmağla, asla durub te'sir etmezidi ve esnai muharebede toz paşa ile murtaza paşa süvari asker ile akına ta'yin olunmağla, tamışvar'a bir sa'at karib varınca, yirmi gün diyarı küffanyakup, yıkup çapul ederek avdetde şebeş ve logoş na kal'alan dahi tahrib ve buldukları küffarı i'dam edüp, ganimeti azime ile orduya geldiler. mukaddema kal'ai mezbureyi ivaz paşa kırk beş gün muhasara etmişiken, bir kaç gün mehadiye ürküntüsünde terk olunmuşidi. sonra umumen bervechi meşruh yeniçeri ordusu ile ivaz paşa tuna'nın karşı ya kasından ve orduyı hümayun beri yaka yirmi dört gün sa'yi bişumar ile muhasara olundukda, kal'aya zarar isabet etmiyecek, yürüyüşe muhtaç deyü on beş bin dalkılıç tahrir ve merdivenler ihzar ve donanma sefineleri iki tarafa getürülüp, yürüyüş olunacağını küffar idrak edüp, başaşağı bay rak ile ivaz paşa tarafına kapudanları gelüp, ikramen verilür ise kal'ayı tes lim edeceklerini ifade ettiği gün rehin alınup, on madde ki, küffar kal'adan çıkariken tranpeta çalarak çıkup, tüfenklerine yirmi dörder atım barut verilüp, muhasaradan berü alman esirler dahi gerü verilüp, kayıklar ile semti selamete geçürülmek, kavi ve karar verildikde, tamışvar tarafına sulhu beyan içün bir ulak gitmek htlei hafiyyei küffar: rica eyledi. meğer ulak hey'etinde, başvekilin akrabasından bir ceneral mehadiye cengindenkal'aya kapanmışimiş, anı ulak kıyafetinde bu mü n i r k t e p e takrib halas edüp, tekrar cenge kıyam edecekimiş. ulak gitti zannı ile kal'a küffarı tekrar cenge miibaşeret ettikde, hirede ma'lum olup, ulakları habs edüp, eğer yarınki gün kal'a teslim fa'idei basireti rü'esa: olunmaz ise sizi kati edüp, yürüyüş olunur deyü ulaklara tefhim olundukda, hileleri kargir olmadığmı bilüp, naçar ertesi cuma günü kal'ayı teslime minnet etmekle, topları zabta topçular ve kapıları zabta yeniçeriler ve cebehaneyi zabta cebeciler gifethi kavaid: düp, burclarmda ezanı muham medi verilüp, simden kal'a miftahlarını küffar getürdükde kabz olundu. ertesi ceneral gelüp vezire buluşdukda, kakım kürk ve sırr katibine' hil'at ve baş cenerale bir at ve etba'ına bahşiş i'ta olunup, ertesi pazar günü salimen küffar hududlarına isal olundu ve yevmi mezburda, sadrıazam erkanı dev let ile kal'a temaşasına varup, enva' hamdü şükr eyledi. bu hususda ibret alınacak kar çoktur. osmanlı askeri daima böyle nizamsız ve edna bahane ile perişanolur; lakin ivaz paşa gibi askere zahir ve melce' ve askerin mu'temedi orduda vezir bulunup, es'ad efendi gibi ordukadısı dahi bulunmağla paşaların bürudetini def' ve tevfikü gayret verüp ve ulakları irsalde te'enni etmekle küffarın hilesine vakıf olmak tedbirler labüddür. iyazen bi'llah. ba'zı cenglerde zikr olunan tedbirlerden biri na kıs olmağla, maüub fevt olduğundan ma'ada, inhizam zuhur eder ve bir kerre askerimiz münhezim olıcak, askerin gözü korkmağla sonra vaki' olan cenglerde asker bilaceng firar ettiği şöyle dursun, ertesi sene, belki dahi er tesi senelerde dahi semti nusrete yapışamayup, küffara mağluben sulh ile netice verür. gelelim sadede. bu m o sk o. ada fethi esnasmda moskov'a esir olan yahya paşa'dan gelen mektubda, moskov sulha talibdir ve bizi mürahhas ister deyü tahrir etmiş; la kin esirden mürahhas olmak ka'ide olmamağla, feaşka mürahhassı orduya gelürise sulh sohbeti olunur deyü, veziri gayur cevab tahrir etmişidi. tekrar mektub geldikde françe elçisine muradımızı sipariş edüp, bir mü rahhas ceneralimiz irsal olunmuştur; hangi mekanı mükalemeye ta'yin edüp, mürahhas irsal buyurup, mükaleme olunsun ve özü ve kılburun kal'alarım hey'eti asliyesi üzre teslim ederüz ve azak tahrib olunup hali kalmak üzre esas bağlanmak deyü yazmış; cevabı mahallinde tahrir olunur. safa sun daki, adakafasını aman ile teslim eden kafirin, çıkariken tranpeta çalarak çıkayım deyü, on şartdan birini şart etmesi; zeyd ile amr kavga ederiken. şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih t zeyd enva' cürub ve şütum ile amr'm her azasınadarb ederiken, amr, zeyd'e karnağrısı deyüp, amr ba'de'lhalas aşinalan' yanına geldikde utanup, arlanmayup, zeyd bana cürub ve şütum ile darb etti ise bende ana karnağrısı dedim, deyü iftihar ettiğine benzer. nemçe generalinin fikr ü aklı bundan ma'lum olur. bu senei mübarekede tuz paşa yüzünden vüciada gelen yararlığa bina'en, üç tuğ verilüp, ivaz paşa ma'iyyetine ta'yin olundu ve sadrıazam cumade'lula'nın on birinde avdet edüp, gittiği yoldan ya'ni vidin semtinden sekiz günde niş'e geldikde, padişah ta rafından kapıcılar kethüdası gelüp, tebriki gaza içün vezire bir mücevher çelenk ve kürk, sa'ir vüzeraya kezalik ve zabitan ve erkanı devlete hil'atlar ve gazilere çelenkler getürmekle tevzi' olundu ve küffar taburu belgrad kar şısında zemin yakasında a bdi paşa zadeli paşa: olmağla, abdi paşa zade ali paşa'ya ada yürüyüşü içün ihzar olu nan dalkılıçlar ve sa'ir askerden ta'yin olunup, belgrad semtine irsal olundu. dahi bir merdi cesur olmağla, niş'den kalkup hisarcık'a vardıkda, ağırlığı bırağup, sebükbar belgrad'a ilgar vekal'aya bir sa'at, halil paşa meterisine vüsul bulup, varoşa hüeum edüp, nisa' ve sıbyanını esir ve kiliselerini ihrak ve sava kenarında olan büyük tabur ile altı sa'at ceng ederiken, akşam olmağla, mansuren niş'e avdet eyledi ve bender canibine moskov taburu geleceğini, bender seraskeri nu'man paşa haber alup. tur la kenarına varup, küffarı beri geçürmediğinden ma'ada, bucak sultam'm karşu geçirüp, küffarı iki tarafdan tazyik etmekle, naçar küffar geri gittikde nu'man paşa bender'e geldi. lakin sadrıazam gayretlu ve şeca'atlu müşir olmağla' hemanpaşa'nın kesretlü asker ile ilerü varup küffarı kaçırmışiken, varup özü kal'asını almadan gelmesine iğzab olup, tekrar özü'yü almasına ferman etmekle, nu'man paşa kalkup özü'ye takarrüb' edicek, küffar özü ile kılburun kafalanm hedm edüp, diyarına gitti. amma nu'man paşa özü'ye gideriken zahire ve asker kılletini beyan içün orduya mahzer irsal etmiş bulu nup, küffarın firarma vakıfmahzeri gerü almağaulaklar gönderdi. la kin erişemeyüp, mahzer vezirin eline girmekle, kendü kendüsün hacil etti ğine peşiman olup, ikaba müstehak olmağla, vezareti ref' olunup, sakız'a nefy olundu ve azak deryasında olan moskov donanması bizim donanma mızı görücek, teknelerini ihrak edüp firar eyledi ve moskov bu sene yine kırım'a duhul içün gelüp. ur kafasını iğfal ederek kal'ayı küffar almışidi; mingli giray han geleceğini küffar duyup, kal'ayı viran edüp, firar ettikde, mü n i r k t e p e ta'kib olunup, on yedi taburdan fakat biri halas oldu ve sadnazam niş'den hareket ve iki konağı bir ederek hastane'ye gelmesi içün hünkar silahdarı da'vete gelmekle, vezir acele ediryolda ulufe verild iğ. ne'ye gelüp, bir kist ulufe verüp, yolda sipaha sergi ederek, edirne' den yedi günde davudpaşa'ya gelüriken padişah sancağı şerifi istikbal buyurup, saray'a avdet buyurduğu gece vezir davudpaşa'da kalup, ertesi alayla saray'a teşrif ve sancağıpadişah'm yedine teslim edüp, paşakapısı'na geldi ve nemçe çasarı'nın damadı ile moskov'ın baş cenerali müsalaha içün gelüp, azak hedm olunsa tatar'dan emin olamaz deyii françe el çisine yazmışlar. ordukadısı es'ad efendi ve reis mustafa efendi ve mektubi ragıb efendi, dolmabağçe'de mehmed emin yalısı'nda altı meclisi mükaleme ettiler; nizam bulmanemçe elçisi ile astane'de sulh mümağla tekrar françe elçisi vezir'kalemesi olunup, netice bulmadığı: den moskov ve nemçe kırallarma mektub alup irsal eyledi ve leh kırah devletin dostuna dost düşmanına düşman olup elli bin asker ile hotin'de devletin imdadına geliyoruz deyü kağıdı geldi. kezalik isveç kıralı devletin dostudur; baltık deryasından, nemçe diyarlarından, daniska'ya on bin adam ile hasaret edecektir. amma şimdi isveç'e akçe lazım, üç bin kise karz verin deyü leh'den kağıd gelicek, çünki lehlü devleti cumhurdur; cümle voyvodaları ileayanından imzaları ile temessük gelür ise akçe verülür deyü devletden cevab verilsarıbey oğlu: di ve aydın'da peyda olan sanbey oğlu'nun şekaveti müzdad olup, honas kal'ası nam sa'b hısna tahassün etmiş kahrına me'mur olan yekçeşm ahmed paşa'nın yanma hamavizade ahmed paşa dahi ta'yin olunup, honas kal'asm muhasara ve tazyik etmişleriken bir gece eşkıya çıkup. ser asker ordusunu basmağla, ordu ve paşalar ve asker perişan olmağla, eşkıya orduyu cümle edevatı ile zabt edüp, sarıbeyoğlu kuvvet buldu ve nemçe herseklerinden prusya kırah, leh içinden namesi ile kırım'a adam gönderüp, iki senedir nemçe'ye bizimdad vermedik, ali osman'a imdad edecegüz akçemiz ile memleketi osmaniye'den devabb iştirasına ruhsat taleb ederüz demekle, izin veza'afı din, ashabının k e la m. rildi. bu esnada tatar han asta ne'ye gelmişidi. bu moskov ile nemçe sulhunu ana dahi bildürmek lazım deyüp, küffar ile bu gü ne sulh sohbetine ne dersiz denildikde, han cevabında, küffar ile ba'zen şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t mağluben'sulh olunuyor; şimdi galibane sulh pek ma'kul, gelecek seneye kalsa galib ve mağlub kim olacağmı ancak auahu te'ala bilür, mevhumdur; kaldı ki, küffar azak'ı aldı; azak bize ku: k sa'at uzak ve moskov hududuna sekiz sa'attır. küffar her vakit hareket ettikçe, bu'dı mesafe hasebile imdad erişmeyüp, istila ediyor; tahrib olunsa güzel olur. eğer tahribe mos kov inad eder ise, moskov'ın yedinde kalsun ne mani. eğer azak deryasma küffar donanma çıkarur denür ise, azak'm bizde olup olmaması müsavidir; yine donanmasını çıkarur. hemen yenikal'aya ihtimam olunsun; azak'a olacak masraf telefdir. ve'lhasıl azak, gerek hedm olunsun, gerek moskov elinde kalsın, sulh enfa'dır dedi. bu mahalde, bu abdi fakir'in ya'ni şarihi takvimü'ttevarih'mnaveki kilki hanı merkümun boğazına batsun. bu kelamı zerre mikdarı imanı olan söylemez ve imanı olmayup zerre kadar aklı olan yine söylemez. zira ebü'lfeth merhum şükrullahı mesa'iye, istanbul'! feth ettikde, istanbul'a kilid lazımdır deyü, mülahaza ve müşavere edüp, ta azak'a varmca nice bin zahmet ile fethine sa'y edüp, ma lik olduktan sonra azak kal'asmı bina etti. fi'lvaki' olvakıtdan berü küffar azak ile oyalanınca', müstevli ol sa dahi askeri islam erişüp, her def'ada küffar makhur olup, azak'dan berüye zarar isabetine kadir olamazidi. cümlesi şöyle dursun, çünki azak'ın vücudu ile ademi beraber; belki nafile masraf imiş! niçün düşman onun harabını taleb ediyor, elbetde düşmana nef' ve devlete zarar olmasa bu rütbe musırr olmazidi deyüp, küffarm melhuzu olan fa'idesini bundan idrak edüp, red lazımidi. bu da şöyle dursun, fi'lhakika bekası muzır olsa dahi düşman taleb ettiği içün ibka lazımdır. maheza devlete bundan zararlu şey olamaz. ancak zararı fi'lhal olmayup, bir müddet sonra olacak, hak bu ki, seksen üçtarihinde, moskov'ın hareketinde zararı müşahede olundu ki, azak olmadığından, kırım hail olamayup, küffarm verasmdan havfi olmamağla, dolu dizgin. tatarı perişan edüp, kamçı suyunacek geldi. lakin bu misiuü acizane sulhu ve selabeti islamiyeyi terki, ibrahim paşa vezir oldukda icad edüp, nemçe'ye belgrad'ı verdiğinden başka, on yedi bin kise akçe hazineden verdi ve acem ile ve afgan ile dahi bu güne aci zane sulh olup, aldığı yerleri verdi ve moskov ile mü'ebbed sulh diyerek, hazineden mikdarı nama'lum meblağ verdiğinden başka, hazeri sefere tercih içün şirvan'ı müslümanlar elinden alup, moskov'a verüp sulh oldu. bu mingli giray dahi ibrahim paşa'dan kalma olmağla, bu za'ifane kelamı te kellüm eyledi; yoksa bu kelamı osmanlu'dan ve tatar'dan tekellüm eder m ü n tr k t e p e olfnadı. galiba sadnazam olan yederununda musammem olan sırrı ğen mehmed paşa, sahibi gayret ijşadan zarar: ve salabet olmağla, bu kelamdan gücendiğini, devletin müdebbirleri istima' edüp, bu vezir pişmiş aşa soğuk su katıyor dediklerini haber alup, hoşimdi ordu çıkdıkda, kızlar ağası'nın hakkından gelirüm dedi ğini dahi kızlar ağası duyup, idi azli vezir yeğen paşa ve nasbı fıtrm ikinci günü adeti kadime tvaz m ehmed pşa: üzre vezir ve şeyhülislam gülhane'ye vardda, vezirden mühür alınup, balıkhane'ye inzal ve hazır olan çekdiriye süvar olundu ve kapdan süleyman paşa dahi meclisde hazıridi ve yeniçeri ağası ve sipah ve si lahtar ağalan ve defterdar ve reis efendiler ve cebeci ve topcubaşılar da hi gelmişidi. cümlesine padişah hitab buyurup, inşaallahüta'ala düşmanı dine bu sene seferim var. mührü vidin seraskeri ivaz elhac mehmed paşa'ya verdim ve aydın muhassılı elhac' ahmed paşa'yı kaymakam nasb ettim ve ahmed paşa gelince, kapdan süleyman paşa kaymakam ve kaleti etsün ve sizler dahi mansıblarınızda müstakıllersiz deyü, hil'atlar ilbas buyurup, göreyim sizi dedi. hak budur ki, tamam mülukane kelam ve mülukü'lkelamdır. bir kaç seneden malikanelerden cebelü tahsili: berü malikane ashabmdan cebelü tahsil olunuridi. bu sene yine tah sil olımdu ve anadolu'nun ortakolu'nu sürmeğe halid paşa ile miri ahur vekili şehsüvarzade mustafa bey ve solkolu, bahri siyah'dan, sefa'in ile kefe ve akkirman'a geçürmeye kapıcüar kethüdası payesi ile mahmud bey ve anadolu'nun sağkolu'na yine kapıcılar kethüdası payesi ile süleyman bey, sarıbey oğlu üzerine sürmeye ta'yin olundular. ve zi'lhicce'nin on altısında , aydın'dan ahmed paşa hastane'ye gelüp. kay makam oldu ve ertesi orduyı hümayun alay ile davudpaşa'ya çıkdıkda, vekaleten sancağı şerifi alup, davudpaşa'ya vardıkda, yevmi mezburda yeniçeri ocağı dahi, ertesi cebeci ve topçu ve arabacı ocakları davudpaşa'dan kalkdı. hareketi orduyı hümayun ez sahrai davudpaşa, amedeni namei kıralı isveç ve amedeni seri maktuı sanbey oğlu, müşavere berayi ha reket der otağı serdarı ekrem, mukabele şudeni ehli islam baküffarı li'am ve hezimeti düşmeni din n em çe der hisarcık, ez nısfı şeb ta bese m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i g gurubı şems ve firar kerdeni düşman bederunı şebi ali ve hareketi or du ezo ve muhasara kerdeni kal'ai belgrad ve katli toz mehm ed paşa seraskeri vidin ve vürudı valii bosna sadrı sabıkli paşa beorduyı hümayun, amedeni elçiyi françe bemüsalahai düşman, am edeni mektub ez canibi cenerali kal'ai belgrad berayi ricai sulh, ihrak kerdeni küffar kalyonhayi huveyş' ve vukuı akdi müsalaha ve teslim kerdeni küffar kal'ai belgradra der cumade'lahire ve mükaleme bamurahhassı m oskov ve akdi musalaha bam oskov ve hareketi orduyı zafer makrun ez belgrad ve vusuleş besahrai n iş ve tevzii çelenk ve vusuli orduyı hümayun beastane ve vefatı hanı kırımmingli g i ray ve nasbı selim giray ve tertibi ziyafet beelçiyi françe der tersane ve mübadelei tasdiknamei nemçe ba'de ez mürur yek m ah ve mübadelei tasdiknamei m oskov der tersane, der ziyafeti kapudan paşa ve vuküı edai salatı idı fıtr der kabli'vakti zeval ve karık kerreten ba'de uhra der sarayı cedidi sadrı azami. gurrei muharrem 'de, sancağı şerif ile kaymakam paşa, davudpaşa'ya çıkdıkda, padişah varup sancağı şerifi teşyi' ve av det buyurup, kaymakam paşa rahi olup, edirne kurbünde, solakçeşmesi'ne vardıkda, sadrıazam ivaz mehmed paşa gelüp, sancağı şerifi istikbal ve kabz edüp, leylei merkomede anda aram, ertesi alay ile edirne içinden geçüp, saraymeydanı'na mansub otağa nüzul eyledi. çünki mü hürden azl olan yeğen paşa, adakal'asm feth edüp, mansuren gelmişiken azli, yevmi id'de vaki' olmağla, nas id yerine matem eyledi. lakin padişahı dilagah, bu vezir şehid ali paşa vadisinde, atıf efendi gibi defterdar'ı azl ve mamelekini müsadere ve nefy ve nu'man paşa ve selim paşa ve hüseyin paşa'nın tuğlarmı ref' etmekle, cümle ehli manasıb ve ricali havfe tabi' eyleyüp, darü'ssa'ade ağası gibi hayırhahı devleti teb'ide fırsatcu olduğu, ma'lumı hümayun olup, bu gurur ve gadr ile inkisara maz har oldu. şehid gibi felakete uğrayup, devleti dahi felakete uğratır; şimdi küffar sulha talib'olmağla, galibane sulh olunmak ni'meti azimiken paşayı müşarü'nileyh razı olmayup, budin ve varadin ve tamışvar gibi teklifler eylediği içün azl olunup, ivaz paşa sözden çıkmaz deyü mühre nail olmağla, ta'miri kulub diyerek vezaretleri ref' olunan paşalara tuğları ibka ve atıf efendi'yi defterdar nasb edüp, edirne'de, yirmi beş günde, acem ve moskov ve nemçe taraflarının askerine ve zahiresine nizam verüp, safer'in üçünde , edirne'den hareket, altı günde filibe'ye ve sekiz günde sofya'ya vardı. çünki kaymakam ahmed ggm ü n ir k t e p e paşa, edirne'de sancağı şerifi sahibi devlete teslim ve avdet edüp, hastane'ye gelmişidi. acele üç bin bossefere bostancı gittiği. tahcı tedarik ve sefineler ile bender'e irsal eyledi ve anadolu'dan fevk'alme'mul orduya asker irsal eyledi ve hünkar kapıcılar kethüdası bender seraskeri ma'iyyetine, kezalik kapıcılar kethüdası payesile bir silahşor vidin seraskeri yanma, nazır yollu irsal olundu ve ısveclü'nün zamanı sabıkda miriye deyni olmağla, şimdi sefer takribile levazımdandır deyü, deyne takas on bin harbeli tüfenk hastane'ye, kalyon ile irsal etmeğin bu esnada vüsul bulmağla, kabz olundu ve moskov'a telaş vermek içün isveclü, moskov'm ardından hareket edeceğini beyan eyledi ve astane'den, karadan kırım'a kalyoncu askeri isveç irsal olundu. bu esnada paşalar seanadolu l even da tı: fere gidüp, anadolu hali kalmağla, levendat eşkıyası zuhur etmekle i'damlan içün kasabat ve büldan zabitlerine evamirirsal olundu ve aydm'da iki seneden berü peyda olan sarıbey oğlu, çünki geçen sene honas nam mahalde ahmed paşa ile kasanbey oğlu ktli: zıkci hüseyin paşa'yı bozup ordu yu zabt etmekle, kat kat kuvvet bulmuşdu. lakin bu def'a üzerine hamavizade ahmed paşa serasker ta'yin olunup vardıkda, şakıyi merküm münhezimen firar ettikde, alaşehir'lü ömer ağa erişüp, başın kesüp devlete irsal eyledi. böyle vakitde zuhur eden eşkıya küffardan berterdir. şakavetden başka askeri islamm kimini izlal edüp, yanma aldığından gayri, asker bulunup üzerine ta'yin olunmağla, kılleti askere badi ve küffarın galebe ve kuvvetineba'is olurlar; sefersiz vakitde şakavet edenlerden bunların din ü devlete zararı yüz katdır. seri maktu'ı gelmeğle, ga'ilei merkume iran'a giden elçi ve e fendiler: mündefi' oldu. ve iran'a giden el çi mustafa paşa ile d abdul lah efendi ve halil efendi avdet ile bolu'ya geldiklerinde meks olunmuşiaridi. paşa'ya iznikmid verilüpefendiler hastane'ye götürüldü ve orduyı hümayun sofya'daiken orduda akdi meclisi m ev lü. rebi'ülevvel dahil ol mağla, orduda akdi meclisi mevludi şerif olunup, şeker ve şerbet tevzi' olundu. şe m 'dn ızd esü le y mnee n d i tr ih i g ç bu anacek orduda mevlud kıra'eti vaki' olmamışdı. ordu şeyhi abdülhalim efeadi ta'rif ve va'z ve du'a ve senalar eyledi ve sadrı ana dolu übeyduuah efendi vefat etmekle damadzade feyzuuah efendi sadrı anadolu ile bekam oldu ve nemprusya k eferesi: çe herseklerinden prusya kıralı, nemçe'ye muhalefet edüp, iki se ne nemçe'ye imdad vermeyüp, devlete dostluk da'iyesinde olup, sa'ir kıralar gibi, tüccar gelüp gitmek içün astane'de balyos'ı oturmağa olan ricası, hediyesi ahnup ruhsat verildi ve ordu sofya'da kırk gün meksden sonra, dört günde niş'e varılup müşavere olundukda, herkes gönlüne geleni söyle sin denilüp neticei müşavere, belgrad'a teveccüh olmağla, herkese yirmişer günlük umum zahiresi tevcih olunemçe ile hisarcık çenginde vaki' nup, niş'den morava'ya varıldıkolan fütuhatı azime. da, abdi paşa zade ali paşa çarhacı nasb olundu ve ordu morava'dan semendire'ye vardıkta, belgrad hendeğinde olan küffar taburu mağrurane çıkup, hisarcık'a gelüp, yedi kıt'a kalyonu tuna'da karşısına dizdiği haberi vezire vasıl oldukda, müşavere olınacak, ba'zı rical semti sulha sa'y, hatta vezir tereddüd edüp, fa'idei cesaret ve küffarın sulh disulh münasib değil, diyeyim dedik' yerek iğfaline i'timad etmemekdende, reis efendi gibi ba'zı rical, fa'id. yedlerinde olan hattı şerifi çıkarup, padişahımızın muradı ve emri morava'dan katı hudud ile suihdur ve yeğen paşa muhalefet ettiği içün azl olunup, sizi sulh içün mühre layık gördü dediklerini yeniçeri ağası'na bildirdikde, heman yeniçeri ağası tecahülane, küffarın berü gelmekden meramı, askeri islamdan mukaddem hisarcık bataklığını zabt edüp, askeri mizin müruruna mümana'atdır; şimdi hareket olunup, küffardan mukad dem bataklığı zabta acele edelüm dimekle, mahı mezburun on dördünde, rumeli askeri ile çarhacı ali paşa ile memiş paşa ilerü irsal olunup, ba'de'lasr atlu yeniçerilere vidinli zabur j j j ali ağa başbuğ nasb olu nup, çarhacı ta'yin olundu. vaktı gurubda solkol'a sansuncu ve nısıf sa'at mürurunda sağkol içün zağarcı ve nısıf sa'at mürurunda yeniçeri çrdusu ağırhğı buağup umumen gitti ve ışa vakti topçu ve cebeci ve gece sa'at altıda dahi sadrıazam ağırlığı gerü bırağup, umumen askeri islam ve sancağı şerif ile hareket eyledi. çünki çarhacı hisarcık'a vardıkda, habu rahati terk ve kol kol karakollar ta'yin edüp, vasatı sahra'da, her kola neza ret içün meks edüp, ahz ettiği dillerden küffarm gece basacağmı fehm edüp. m ü n ır k t e p e serdar ekreme tahrir etmekle, iş bu çarşanba gicesi bervechi meşruh as ker hareket etmişidi. ilerü gidenler varup bataklığı zabt ve bir tarafdaa as ker gelmekde veyorgua' varan asker, kfini çadır kurup, kimi meteris kazmakda ve kimi uykuda b iken, kırk bin ahenpuş süvari ve kırk bin piyadetoplar ile çarhı feleklerin önüne alup, ale'lgafle üç koldan hücum ederiken, karavulumuzu top cengde sebatdan fa'id. ve tüfenk ile tazyik ve gerü püskürtmüşiken, yeniçeri guzatı muztarib olmayup, sabit durup, gelen top danelerine göğüs verüp, gece karanlı ğında cenge mübaşeret ve tüfenk ve kılıç ile küffara sataşup, delirane ceng ederek, sabah oldukda, çarhacı ali paşa ve yanında olan arnavud deli haşan paşa ve tahir paşa ve rumeli eyaleti dilaverleri ve anadolu kah ramanları ve sivas beylerbeyisi ve çeteci abdullah paşa ve süleyman bölükbaşı ve haşim bölükbaşı ve delioğlan misillü şeci'ler, cenge girişdiler. naçar küffar bir fitilden ateş verüp, taburuna tecemmu' edüp, çarhı feleklerine girdiklerinde, şafi'i vakti yeniçeri ağası erişüp, ayağı tozu ile oldahi cenge mübaşeret etmekle, on iki bin demirli küffar helak olıcak, küffar ardında olan sa'b dağa ve mişezar ve bağlar derununa meterislerine firar ettikde, veziri azam semendire'den gece kalkup geliriken, hisarcık'a iki saat mahalle geldikde, dil ve kelle ile gaziler yürüyüp istikbal et tiklerinde, me'mullerinden ziyade en'am alırlaridi. vezir hisarcıkboğazı açığına geldikte küffarm altmış pare topçeker beş kıt'a kalyonu, danei top ile boğazdan geçmeye mani' olmak kasdı ile, yağmur gibi gülle yağdırdı. amma askeri islam bimuhaba ğeçdi; hatta sancağı şerif ile sadrıazam ubur ederiken güneş tulü' etti ve şecv ve gz. müşarü'nileyh ali paşa ve atlu as keri ve levendat ve içağası nam cengcular, çarhı feleğe iki mızrak tülü karib varup, küffar taburundan ateşler saçdığına asla iltifat etmeyüp yürüdüler; hatta selanik alaybeyisi mustafa bey, bir mızrağa dört adet demirli kafir sancub helak etti. halbuki, mahı temmuz'm evsatı olmağla gayethararetden atşan oldukları na dahi bakmayup, ba'zı gaziler bir iki sa'at ceng edüp, bitab olmağla gelüp bir iki lüle dühan içüp, yine varup cenge meşgul oluridi. müşarü'nileyh ali paşa, askeri tahris içün hazinesinde olan yüz kise akçeyi bahşiş verüp, akçe kalmayıcak, memhur tezkire veriridi ve bir tarafdan sadrıazam ve bir tarafdan defterdar ve bir tarafdan ruznamçeci ve bir tarafdan mevküfatcı yg, jj. tarafdan muhasebeci, askerden dil ve kelle getürenlere bahşiş şem 'dn ızd esü ley mnee n d i tr lh l verüp, askere kesel getürmediler. gecenin yedinci sa'atinden guruba dek, on yedi sa'at ceng mütemadi olup feysal bulmadı; hatta ordukadısı ve defterdar ve reis efendi, safayı gazayı temaşa ederek, kendülere cünbüş gelüp, ellerine birer bayrak alup, hüddamları ile varup küffar ile birer'mikdar muharebe edüp avdet ederleridi. vaktı asrda küffara yirmi bin nefer imdad gelmişiken, askerimiz fütur getirmeyüp, metanet ederek akşam oldukda cenge aram verildi. amma ümmeti muhammed tiz sabah olsa da yine küffar ile cengetsek deyü rica edüp, küffar gece şebi yelda gibi tavil olsa deyü temenni ederdi ve derunı leylde küffar firar edüp, belgrad'a iki sa'at mahalle çekilmiş'guzat sabah oldukda vakıf olup, ta'kib ve kati ederek, kurbe vardılar. lakin nizamsız ceng gayri münasibdir deyü ali paşa askeri çevirdi. lakin küffar anda dahi duramayup tuna'yı karşı geçdi ve kalyonları dahi belgrad'a firar etti. ba'de'lmuharebe mevta ta'dad olundukda, üç yüz şehid ve bin nefer mecruh hisab olunup, küffardan piyade ve süvari ve demirü ve derrürsiz kırk iki bin laşe bulundukta, kudreti bahirei kadiri kayyum hazretlerine ta'accüb ile hezar ve sad hezar hamdü şükr ve minnet olunup, belgrad varoşuna hücum olundu. meğer küffar, tabutuna mağruren belgrad gibi kal'aya top bile vaz' etmemişimiş. ayak tozı ile askeri islam yürümüş olsa, olgün feth ederlerimiş. lakin, küffar hileye sülük edüp, kal'ayı teslim etmek üzere sulh talebi ile rehini geldikde, vezir tamışvar ile varadin kafalarım, belgrad ile bile isterim deriken, üç günde küffar kendüye metanet ve toplarına nizam verüp, top atmağa başladıkda, vezir küffarm iğfal ettiğini idrak edüp, belgrad'ı muhasaraya şüru' eyledi ve vidin seraskeri toz paşa orduya gelüriken, hisarcık'dan münhezimen firar eden küffar tabutuna rast gelüp, cenge mübaşeret ettikde. tuna karşısunda orduyı hümayun'dan seyran ettiler; tuna'yı bahane edüp imdad etmediler. toz paşa, bu hali görüp, işbaşa düşdü deyüp, yanında olan murtaza paşa'yı çarhacı etti. oldahi küffara evvelemirde galib olup, küffarm kanını sel gibi akıdup, topların çivilemişidi. lakin toz paşa ordu dan imdad olunmadığına iğzab olup, cenge ikdam etmemekle, küffar çarha askerini ortaya alup, guzat şehid olarak semti selamete çıkdıkda, sadrıazam toz paşa'nın infi'aline katli toz pşa: infi'al edüp, seraskerlikden azl ve tuna kapudanı ma'rifeti ile kayık içinde kati edüp, yerine memiş paşa'yı serasker nasb eyledi. bu cenge ge lince, toz paşa'nın her veçhile bahadırlığı nümayan ve kati olduğu içün askerimizden ala ve edna matem fa'idei im dd: edüp, kalblerinden vezire, sui tedbir etti dediler ve muhasaranın günü, bosna valisi sadrı sabık ali paşa imdada gelüriken askere muhasaradan fütur gelüp, cengi terk suretleri zahir olmuşiken, güya taze can gelür gibi olup, iki sa'at karib geldikde, sadrıazam istikbal, hatta maşiyen mülakat etti; ya'ni hukükı hekimbaşı zadeli pşa: kadimeye ri'ayet etti; ya'ni müşarü'nileyh hekimbaşı zade ali paşa sadrıazam iken bu ivaz paşa, çavuşbaşı'sıidi; müra'at etti. ba'dehu atbaşı beraber küffarın önünden azim alay ile güzar ettiklerinde, askeri islama kuvvet ve küffara za'f geldi. vakta ki, muhasaranın elli birinci cümade'lula'nın sekizinci günü baş ceneralden mektub gelüp, devlete, ademi mukavemetimizi kirala yazup sulh taleb eyledik deyü yazmış. lakin i'tibar olunmayup, sava canibinden dahi muhasaraya ikdam olundu. bu esnada hisarcık gazasının padişah tarafından teşrifatı gelüp, sadrıazama mücevher kılıç ile kürk, sa'ir vüzeraya kürkler geldi ve vezir ibtida' muhasaradan berü gayret edüp, meterisler ardından ayrılmayup, küttaba dahi etba' ile gece meteris beklemek ferman eyledi ve küffarın kalyonları donanmamızı ubura mani' olmuşidi. amma donanmamız bimuhaba gelüp ubur etmekle, küffar kalyonları içün bir iş kalmadı ve açıkdan kalyonlara yürüyüş olunacağını küffar haber alup, ba'de'lışa kalyonları biribirine bağlayup, cebehanelerine ateş vermekle havaya attı ve gark ettive içinde olan keferenin kenara çıkmüsalahai nemçe: dığın guzat görüp, ekserini helak ettiler ve sulha tavassut eden françe elçisi, astane'den orduya geldikde, kal'adan ikinci ceneral ile sırkatibi dahi çıkup, ordukadısı ve reis mustafa efendi ve mektubi ragıb efendi mükalemeye mübaşeret ve müsalemeye nizam yerilür gibi olmağla, muharebeye feysal verildi ve belgrad kal'asma sonradan on iki bin kise sarf edüp, istihkam vermişidi. muhdes olan binasını hedm edüp, hey'eti aslıyesi üzere teslim ve adakafası' hey'eti mecmu'a ve müzafatı ile tefviz ve eflakı cedid ya'ni karayiova ve pabelgrad zabt olunduğu: sr oçdnbelgrad'a varınca, bir tarafdan sava ve bir tarafdan tuna sırp memleketlerile teslim etmek üzre cümade'lşe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i ula'nın yirmi birinde , sulhu itmam etmekle, mürahhaslar ile françe elçisine kürkler ilbas olunup, kal'ayı kabza abdi paşa zade ta'yin olunmağla varup dahil oldukda kal'a cenerali istikbali paşa do nanmış at çekdi ve yeniçeri ortaları gelüp kapıları zabt eyledi ve yirmi,üç madde üzerine, yirmi yedi seneye sulh olundu ki, tuna'da ve sava'da değir menler ve balık saydı müşterek ola ve acem tüccarı, ali osman diyarmdan nemçe'ye geçe ve devlete yüzde beş gümrük vere deyü şurut akd olundu. ba'dehu moskov sulha talib olmağla, azak kal'ası hedm olunup, hali kala ve sulhi mü'ebbed ola ve kuban'da tarafı devletden ve azak semtinde tarafı moskov'dan birer kal'a binası ca'iz ola ve tayganta'mir olunmaya ve kabartalar üiki devlet beyninde kala ve rus'm tüccar sefinesi ola; amma moskov'm sefinesi olmaya ve çariçe'ye imparator ünvanı tah rir oluna deü, on yedi madde üzre sulh olunup, kürkler ilbas olundukdaa sonra orduyı hümayun hareyolda ulufe verild iğ. ket edüp, sekiz günde niş'e, ba'de hu edirne'ye gelüp, bir kist ulufe verüp, silivri'ye gelince vezir sipah'a sergi edüp, ulufelerin verdi ve siliv ri'de sancağı şerif sandukdan çıkarılup sırığına tahmil olundu ve mahı mezburun yirmi beşinde , davudpaşa'ya karib gelindikde, padi şah gelüp, ba'de'listikbal avdet buyurdukda, sadnazam, ordu ricali ve astane'den gelen müstakbilin ile alayı azim ile topkapı'dan hastane'ye dühul ve sarayı hümayun'a vüsul buldukda, bu sadrıazamm yüzünden vücuda gelen fütuhata hürmeten, eslafmdan ziyade ikram kasd olunup, ortakapı'da dabbesinden nüzul ettirilmeyüp, arzkapısı'na varınca rakiben girmeye ruhsat verildi. sancağı şerifi yeden beyed vekiii mutlak padişah'a teslim edüp yine alay ile paşakapısı'na geldikdes kaymakam ahmed paşa nişancı nasb olundu ve kırım hanı mingli giray vefat etmekle. selim giray han nasb olundu ve ramazan gurresi kable'zzeval salatı ıd k ılın d ığ. , her diyarda ve islambol'da çarşanba gününden olmağla, otuzuncu hamis günü herkes saimiken lofca kadısından gurrei ramazan salı gününden olmak üzre, edirne'ye gelen hücceti, edirne kadısı kabul edüp, hastane'ye irsal etmiş. yevmi mezburda, a akti işrakdan sonra veziregelüp, şeyhülislama ifade ve istanbul kadısı'na havale ve hükm olununca' vakti zeval takarrüb etmişidi. toplar atdup, sübutı id i'lan olunup, derhal padişah alay ile sultanahmed cami'ine varup, kable'z zeval salat idin edası sahih olmağla, salatıidi eda ve akibinde vaktı zuhr dühul etmekle salatı zuhru dahi eda edüp, saray'a teşrif buyurdukda mu'ayede makamında tahtına ku'ud ve resmi mu'ayede icra olundu. gerçi herkes vakıf olup, iftar eyledi. lakin ba'zı cevami'de hatib bulunmayup ba'zı mahalde gec duyulmağla, zeval vakti duhul etmekle ertesi cuma günü ba'de tulu'üşşems şitai ş e d id: salatı idi eda ettiler ve yevmi mezbur cum'ada şedid kar yağma ya başlayup peyapey üç ay yağdı ve nemçe hududu kat'ma mevküfati mehmed efendi ve sipahkatibi yirmisekiz çelebizade sa'id efendi irsal olunup, sabık mevküfati merami ıy efendi ile kethüda katibi hatti efendi dahi moskov hududu kat'ma irsal olundu ve sadnazama ta'zim kasdi ile maktul ibrahim paşa'nın, paşakapısı ittihaz edüp, ba'de'lkati terk olunan saray, sadnazama paşakapısı tahpaşakapısı hrik. sis kılındıidi. zi'lka'de ahirinde , harem ağaları odası'ndan, salı gecesi harik zuhur etmekle, sarayı mezkurun haremi muhterik oldu. garabet bundaki, haftasında ya'ni ertesi salı gecesi, yine ateş zuhur edüp. hariciye ve divanhanesi dahi eseri bina kalmayınca, muhterik olmağla, vezir eski paşabinai yeni hamam der istanbu. kapısı'na naki eyledi ve arsai muhterikayı. padişah yenihamam tes miye olunan musanna' ve müluki hamamı bina' ve bakisine menazil ihdas olunup, mahalle kılmdı ve idi edhanın dördüncü günü , ve zir bahariye yahsı'nda padişah'a ziyafet eyledi. tekmili binai kitabhane der ittisali camii ayasofyai kebir ve vaz' şudeni padişahı islam sultan mahmud han çar hezaran kütübi nefise ve zuhurı eşkıya der cam ii sultan bayezid ve intifai na'irei fesadeş başemşir ve zuhurı jitnei kazibe ve ba'is şudeni azli sadnazamve nasbı yekçeşmahm ed paşa ve irsal şudeni avizehayi mürassa'a ez canibi şehriyar bem erkadi münevverei hazreti seyyidi enam aleyhi efdalü'sselam ve vürudı elçiyi nemçe beastane ve tertibi ziyafeti sadrıazami beelçiyi mesfur der sa'dabad ve amedeni haberi çasarı nemçe ve çariçei m oskov ve zuhurı harik der sultan bayezid ve amedeni el çiyi iran hacı han beastane bafilha. gurrei muharrem 'de, ali paşa beylerbeyilik payesi şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr lh l ile nemçe'ye elçi ta'yin olunmağla namei hümayunu padişah'm yedinden kabz edüp, müzeyyen alay ile n em çe'yeelçi gittiği: nemçe canibine gitti ve bir ay sonra eminipaşa dahi müretteb alay ve yedi kalkanlı yedek ve üç yüz içağası ile ve mükemmel delü ve gönüllü ile moskov'aelçi olup m oskov'a elçi gittiği: gitti ve hala italya , devlet ile sulh oldu ve sa'ir düvel gibi ticarete izin içün astane'de italyd 'keferesi: balyosu oturmaya ruhsat verildi ve bu esnada padişahı hayırhah, ayasofya cami'ine, kitabhane bina' edüp, derununa dört bin cild nefis kitab ile hazreti osman ayasofya kütübhanesi: cc hazretlerinin mushafı şerifi ve hazreti alinin kezalik kendü hattı ile mushafı şerif ve hattı yakut ve hattı ibn şeyh ve hattı hafız osman ile mesahifi şerife vaz' buyurup, buharı kıra'etine on nefer muhaddis ta'yin buyurdu ki, ayda bir kerre zikr olunan kitabhane'nin, ayasofya derununda kapısı kurbüne tunç kafesli şebikede buhari hatmi oluna deyü şart ve vakf eyledi; hatta ibtida' hatmi içün padişah, ayasofya'mn tesbihcilerkapısı'ndan teşrif buyurup, kitabhane'de beş sa'at meksde, şeyhü'lkurra' yusuf efendizade hazretlerinin tefsiri şerif'tak ririni ve muhaddis ibn hüma'nın te'vili ehadis eylediğini istima' ve müceddeden ta'yin buyurdukları va'izin nushunu kabul buyurup avdet eyledi. françe devleti kadimden ali osman ile f rançe: dost olup, bu nemçe ve moskov sulhlerine tavassut ile dostluğunu isbat ettiğinden, ba'zı ricasına müsa'adei mürüvvet olduğu içün, tecdidi sulh niyazında olmağla, astane'de reis efendi murahhas olup, françe elçisi ile mükaleme edüp, mizacına mutabık bir kaç şurut zamm ettirdi. zahir françe sulha tavassut ile dostluk etti, hakikatde, eğer galebe bizde olmayaidi, sözüm geçmedi deyüp, seyranımıza nazır oluridi. lillahi'lhamd, galebe tarafı devlet'de bulundu. nemçe'den, ayak basılsa budin'e değin rizası ile alınmak kabilidi ve sadrı sabık yeğen paşa'nın mülahazası buidi. lakin ricali devletin maksudu, sefer sıkletini, safaya mani' olur deyü def' etmek olmağla, fransız'a rağbet ettiler. lakin varakı mühri vefayı kim okur, kim dinler. bu devleti osmaniye'de mukarribi padişah olanlar tama'larma bina'en böyle gaflet ettikleri çoktur. çünki idi fıtırdan berü kar ve kış şedid olmağla ve seferler temadisinden astane'de kaht vaki' olıcak, hail ü akd sahiblerinin tekasülüne hami olunarak peyda olan aracifden ahad günü bir kaç şaki zuhur ve sipahbazarı'na hücum ve yağma ettikden sonra, bitbazan'na, andan kazancılar'a andan meydanı lahm arzusu ile dük kanları kapatarak rastgeldikleri kimesneleri kendülere ilhak edüp, tereddüd ve muhalefet edenleri kati etmekle, derunı şehirde sadayı hay ve huy ile sultan bayezid avlusu'na çıktıklarında, kaçan kaçana ve dükkanını kapa yan kapayana'; meğer bu gün sadrıazam ivaz paşa sa'dabad'da ve pa dişah beykoz'da, gümrükçü ziyafadişah'mgümrükçü ziyafetine fetinde binişe gitmişlerimiş. bu ahmed paşa ve yeniçeri ağası esseyyid haşan paşa, haber alup gelürleriken, sultan bayezid kuuuğu'nda' çorbacı olan haşan ağa, sopa kapup neferatı ile dükkancılara, eğer be nim ile bir'olursanız, ben bu eşkıyanm hakkından gelirim deyüp, eşkıyaya hücum edüp, şakilerin bayrakdarmı kati ve sa'irine girişdiklerinde, eşkıya perişan oluriken müşarü'nileyhüma ahmed paşa ve yeniçeri ağası dahi erişüp, ekserini kati etmekle, defi fitne eylediler. padişah dahi gümrükcü'nün ziyafetini ekledüp, ba'de'lasr, bahayikörfezi'nde mehmed emin ağa'nın yalısına gelmişidi. bu haber varid olduğu anda kayığa süvar olup, saray'a teşrif ettiği gibi, ferman buyurduklan' üzere, vezir ve ağa, kolkol dolaşıp, eşkıya ile müttefik olan arnavudlan haber alup, hamamlardan ve şübhelü olan mahallerden basub i'dam ettiler ve ertesi salı günü, divanı hümayun'a, erbabı divandan gayri ocaklar ağaları ve zabitler dahi getirdülüp, hizmetleri mukabili hil'atlar ilbas olunup, ba'se'lyevm ehli suuk böyle fitne zuhurunda zabite bakmayup, kepenk sırıklarile kahr etmeleri ne ve dükkan kapar olur ise, kati olunacaklarını beyan eder, hattı hüma yun irsal eyledi. ve on seneden berü taşradan gelmişlerivilayetlerine git mek üzere mahalleler teftiş olunup, bazısı vilayetlerine irsal olundu ve zik ri mürur eden çorbacı haşan ağa ikramenmuhzir nasb olunup' neferatına yetmiş ve seksenakçe ulufe ihsan olundu. ba'dehu bir müslim, bir yahudiden hakkını taleb ve ibram ettikde, yahudi, müslime zorba deyü ferforma: yad edicek, yeniçeri ağası olhavalideimiş, salmaçuhadan, ahz sadedindeiken müslim firar etmekle, akibinden bir kaç adam seğirtdikde, bire vurun sadası zuhur edüp, ehli suuk ferman mucibince mercançarşısı'nda kepenk sırıkları ile biçareyi helak edüp, şamata kesildi. lakin bu maddeyi veziresultan bayezid maddesi gibi deyü ta'rif ettiklerinde, aslına ermeden, padişah'a telhis eta zli ivaz pşa: miş; ba'dehu ağa tarafmdan, bervech'i meşruh, hakikatı halin ka'imesi padişah'a vasıl oldukda infi'al edüp, vekili mutlakım olan zat kizb ile muttasıf olmak ne demek dedi ve ertesi gün vezir, yenibahçe'de kanburoğlu bahçesi'ne binişe gidüp. nişancı paşa'yı dahi da'vet ile getirdüp, vakti asra değin sohbet ederleriken, sahibi devlet acele sarayı hümayun'a taleb olunmağla, gittikden sonra nişancı ahmed paşa'yı dahi sa ray'a götürdüler. biribiri ardınca saray'a vardıklarında silahdar ağa va sıtası ile sadrıazam ivaz mehmed' paşa'dan mühr almup. nişancı yekçeşm ahmed paşa'ya i'ta olundu ve ivaz paşa kapıarası'na kaldırılup, bir kaç sa'at mürurunda cidde mansıbı tevcih ve çekdiri ile irsal olundukda, ni yazına bina'en cidde afv olunup hanya verildi ve on sekiz seneden berü cidde ve habeş valisi olan elhac ebubekir paşa da'vet ile bu esnada üs küdar'a gelmeğle, sadnazam tarafından üsküdar'da ziyafet ve umumen erbabı divan ile istikbal olunup, hastane'ye götürüldü ve mukaddemce kendüye tezviç olunan safiye sultan ravzai mutahhara'ya irsal olunan bnt.mustafa han'a zifaf oluna v iz. du ve padişahı dilagah bir altun tahta üzerine bir kebir elmas ve et rafına andan cücüksekiz elmas, anın etrafına on dört yakut, anın etrafma yine otuz yedi elmas taşdan bir avizei latife icad ve takdiri bahasından cevheriler aciz ve tacirler kıymetinden kasır bir levhai bibedel, ravzai mutahharai hayrü'ıenam' dergahına ya digar edüp, cami' sahibi sultan ahmed ve karındaşı sultan muradı rabi' hazretlerinin avizelerine salis kıldı ve nemçe'den büyük elçi belgrad'a gelüp, bizim elçi belgrad'a varnuşidi, mübadele, ya'nı bizim elçi nemçe mem leketine ve nemçe elçisi ali osman diyarma gelüp, davudpaşa'ya geldikde, yemeklik olunup cümade'lula ttemmuzağustosJ'da, çavuşbaşı ağa, alay ile alup, beyoğlu nam mahalm oskov elçisi'nin çekdiri ile ziyade tahliye kılman konağına götürfete geldiğ idü. ba'dehu ulufe' divanında, namesini padişah'a teslim eyledi. ba'dehu vezir sa'dabad'da elçiye ziyafet ettikde elçi, yeniköy'den çekdiri ile hasköy'e geldikde, deftedaryedi çiftesi ile sa'dabad'da mansub ve pehlivan güleşleri ve çengi ve rakkas ve enva' et'ime ve cins meyve ve şükufe ile bastı zevk ve sürurdan sonra mükemmel at ve çuha samur kürk elçiye ilbas olunup, yedi çifte fransız elçisine ve n em çeye ziyakayık ile elçi yeniköy'e irsal olundu. ba'dehu bahariyeyalısı'nda vezir fransız elçisine kezalik ziyafet eyledi. ba'dehu yeniçeri ağası tımakçıyalısı'nda gümüş müştalı aş çılar ve nevcivan tosun karakullukcular ve çorbacılar hizmetlerile nem çe elçisine ziyafet edüp, elçiye ve beyzadelerine boyamalar ihda eyledi. ba' dehu vezir kethüdası çırağanyalısı'nda kezalik nemçe'ye ziyafet eyledi. bir hafta mürurunda defterdar efendi bahayi körfezi'nde kezalik zi yafet eyledi. ba'dehu reis efendi, rumelihisarı'nda, hacegan kafesi destar ile mıakamı hizmetde oldukları halde, kezalik nemçe'ye ziyafet eyledi. ba'dehu sadrıazam beş hafta, haftada bir gün çırağanyahsı'nda ingiliz balyosuna, ba'dehu venedik balyosuna, ba'dehu niderlanda balyosuna, ba'dehu isveç balyosuna, ba'dehu italya elçisine, bervechi meşruh izharı zevk ve sürür ile ziyafetler nemçe çasarı ve m oskov çariçesi eyledi ve bu esnada nemçe çasarı mürd oldukları'm em leketi nemile moskov çariçesi mürd oldukçe ta fsili: ları haberi geldi, amma nemçe diyarı peç ve çeh ve bavariya ve prandeburk ve anodber ve kolonya ve saksonya misiuü yedi hükümet olup, her biri bir hersek zabtında olup, cümlesine çasar hakim olmağla, şair mileli ııasara manendi çasar halik oldukda veledi zükurundan gayri inasakal maz; zükur münkariz oldukda, yedi hersekden biri cümlenin ihtiyari ile çaelçimiz canibili efendi'nin sar oluridi. marü'zzikr tersanenemçe'ye vard ığ. canibi ali efendi, beylerbeyilik ve elçilik ile peç'e dört sa'at karib mahalle varup, ertesi gün peç'e du s e m; dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i hul içiin hazırlanup, dört sa'at mesafeye şerirler koyulup' rical ve nisvan temaşaya gelüp, muntazır olduklarında, elçi paşa dahi alayını nizamlayup yürüyecek vakitde, tercümanlar gelüp, ka'idei devletimiz ve merasimimiz, peç'e birsa'at karib yarselabeti islam iye: dığırmzda yemeklik çadırları ku rulmuştur; nüzul edersiz, başvekil sizi istikbale gelür, siz kıyam edersiz ve bile süvar oldukda, siz solda ve başvekil sağda, peç'e dahil olursuz ve ta'yin olunan saraya nazil olduğu nuzda, başvckil size veda' ettikde, merdivenecek teşyi' edersiz deyü ta'lim eylediklerindeelçi paşa, müslüman ve kaviyü'rrey ehli ma'arifden bir zat olmağla, bizim şeri'atımızbu tekliflere elvermez deyicek, tercümanlar, eğer böyle etmezseniz azimet fesh olup. padişah ile çasar beynine adavet ilka etmiş olursuz, sizin bu huşunetinize padişah razı olmaz, zahmet çekersiz dediklerinde, padişahımızın' rizası, allahüta'ala'nın rizasının hi lafına değildir deyü cevab verüp, a alayı bozup feshi azimet etmeğle, seyirciler dağılmağla bir sovuk halet zuhur etti ve günden güne, hizmetde olan tercümanlar ve beyzadeler, elçinin hizmetinden feragat ederek, el çi yalnız kaldı ve bundan sonra günden güne ta'yinatı kat' ederek, fakat sımat kalıcak, etbaı habisleri paşayı fasla başlayup, bu darı harbdir, ol dukça mudara lazımdır. çünki böyle huşunet edecekidin niçün böyle hiz meti kabul eyledin, hem kendüye, hem bize rahne eyledin ve bu güne rezalete giriftar oldun, bu muameleye takat gelmez diyerek, on beş gün mürur ettikde. paşa iki tercüman çağırup, biz ali osman devletinden mürseli resuliken bu hakarete cesaret eylediniz; devleti aliyye'ye yazup keyfinizce bir elçi getirdün dedikde, elçi'müte'essir olmuş, belki etvarı sabıkına nadim olmuştur deyü teklifatı sabıkayı tekrar eylediklerinde. paşa, ke'levvel redd edüp, aziz olan şeri'atımızı ben hakir edemem dedi. çünki böyledir; padişahına sen yaz, biz irsal edelüm deyü tercümanlar karar verdiklerinde, gerek kendüsü, gerek etba'ı, kemali infi'al ile hayran' ve sergerdan olup, ne zaman hastane'ye adam gidüp gelecek derleriken, ertesi gece baş tercümanlan ile makbul ceneralleri ve beyzadeleri, sonra başvekili gelüp, paşa'nın damenini takbil, hadden ziyade ta'am ye hedaya getirdüklerinde, etbaı habisleri görüp, ta'accüb ettiler. meğer leylei merkumede çasar mürd olmuş; veledi zükuru olmamağla kanunları üzre hersekler biribirile muhavere ve muharebe ve han gisi galib gelür ise, çasar olacak ve çasar oldukda mürdi mesfurun vüke lasını ve etba'ını i'dam ve tahkir edicek, başlarına geleceği bilüp, çare mülahazası ile elçiye gelüp, tazallüm ve ikram edüp, ertesi azim alay ile paşa'yı peç'e götürüp, haliki mesfurun hamile kızmı kıraliçe nasb ettik lerini, elçi paşa, ali osman padişahı tarafmdan, vekaletine binaen kıraliçeliğini tasvib ve kabul edüp, acele hastane'ye ahvali bildirüp, çasariçe ünvanı ile namei hümayun getürtdikde, hareket eden hersekler sakin oldu. zira şimdi iz bu da'vada olsak, ali osman ile dahi düşman oluruz; hem nemçe devletine nizam vermek, hem ali osman ile husumet etmek müşkil olur deyü, tasaddi ettikleri da'vadan fariğ oldular. kıssadan hisse, ali paşa'nın salabeti diniyeye teşebbüsü böyle netice verdi. bir adam dini is lami böyle aziz tutar ise böyle azız olur ve anın yüzünden ehli islam dahi aziz olur. lakin böyle karı fazpu hüner ile tevarihşinas ve dindar ve gayretlu olan zat becerebilür. bu elçi' ali efendi, dine ve devlete bu misillü hizmet ettiğinden ba.şka, kendü aziz olduğundan ma'ada, eslaf elçilerinden' otuz kat ziyade mükerrem olup, male malik oldu. bu tafsilimizden herkes isti'dadına göre hisseyab olur. bu kadılara salabet lazım o ldu ğu: salabet ve gayreti diniye, yalnız elçilere değil, belki vüzeraya ve serdarı ekremlere ve kadılara dahi vacibdir. ayan ve ummal zalemesine, in tifa' mülahazası ile mağlup olmaz. zaleme dahi zulme cesaret edemez, et se dahi hakkından gelür; hakkta'ala böyle kadıya mu'in olur. lakin kadı fazl' u hüner ve tevarih' ehlinden olmak labüddür ve ulu'lemre, kazalan böyle zatlara tevcih etmek labüddür. lakin kadıi cahil, ben, mansıbınaakçe kazanmağa geldim; ayana muhalefet etsem mahsul telef olur deyüp mutava'at eder. vezirin hünkara ziyafeti: zira cühela bu salabeti diniye şi vesinin farkına varamaz ve idi fıt rin yedinci günü , padişah vezirin, paşakapısı'nda ziya fetine teşrif içün saray'ın soğukçeşme kapısı'ndan huruc buyurdukda, ve zir kethüdası ve defterdar ve reis ve çavuşbaşı, terzilerkarhanesi önün de, zeminbus ve istikbal edüp, önünce maşiyen, arzı halci köşesine gel, diklerinde, ağapaşa istikbal edüp, zeminbus eyledikde. çavuşlar alkış al dı ve paşakapısı'nın dışkapısmdas sadrıazam istikbal ve zeminbus ettikde, kezalik çavuşlar alkış alup, binek taşına 'gelindikde, tezkireciler ve sa'ir ehli mansıb, safbestei selam olmağla, selam nisar buyurup pa dişah merkebinden nüzul buyurucak, kezalik alkış alınup, vezir sağ ve silahdar ağa sol bağallarına gırüp balayı saray'a ku'ud ettirdiklerinde saz ve söz ile lu'bebazlar ve enva' meyve ve şükufe temaşa kılınup, ba'de'lasr şe m 'dn izd esü le y mnee n d i tr ih i ta'amdan sonra padişah'a ve etba'ma eava' tuhaf hedaya, vezir arz edicek, serasere kaplu' kürk ile tatyib olundu. ba'dehu padişah avdet ettikde, müstakbilin istikbal ettiklerimahal de teşyi' ettiler. tekrar nemçe elçisine sadnazam, çırağanyalısı'nda ziyafet etti ve zi'lka'de'de , kapdan gazi süley man paşa vefat etmekle, elçi mus tafa paşa kapdan oldu. nemçe ve moskov musalahaları hemen nizam bul sun içün padişah'a bildirmeden ba'zı kuyudat zamm ettikleri içün elçilerin inadma sebep oldular deyü, baştercüman iskerletoğlu alexandre kati olu nup, reisü'lküttab mustafa efendi kastamonı'ya nefy olunup, mektubi ragıb efendi reisü'lküttab oldukda, küffar ile müsalahaya tavassutda padişah'm feshi sulh edeceğini temuhatara o lduğu: yakkun edüp, bir seneden berü et tikleri barid tekliflerden fariğ olup, sulha nizam verdiler. bu küffar ilemüsalahaya tavassut muhataradır. ibtida'smda hemen matlablan mezkur olandır zannettirüp, gunagun şu'beer teklif ederler. eğer defi ga'ile denerek bir ikisine müsa'ade olunur ise on iki dahi ederler, teselsül bulur, inad ve huşunetleri müzdad olup ar etmezler; meramlarma sa'y edenleri tekzib ve müttehem ederler. reis mustafa efendi gibi akali nas ve hünermendi bikıyas iken bu husus içün kazaya uğradı. galibane sulh olunmuşiken, küffar bu rütbe ce fa etti. lyazenbi'uah mağlubane sulh olunmak lazım gelse, bu küffarm tahkir ve terzilve cefasına takat gelmez. bu karda ve bu hizmeteme'mur olan ziyade fikri sa'ib sahibi bir merdi gayur gerek ki şanı devleti sıyanet edebile ve işbu elli üç senesi zi'ıhicce'sinde hudud temessükü almup verildi ve bu esnadir şah; cem 'den dokuz fil gelna'da iran şahı nadir ali şah'dan d iğ i; te'kidi sulh içün diyerek, mücevherat ve binazir akmişe ve on aded fil ile ve üç bin nefer kızılbaş ile hacı han namelçisi devlete gelür oldukda, gerçi selefde bu rütbe asker ile elçi geldiği yok, lakin iktizay i vaktü hale göre çavuşbaşı derviş mehmed ağa mihmandar ta'yin olunup, bağdad'dan elçiyi alup, gelüriken, yol üzerindeolan paşalar ve ağalar devleti aliyye'nin kuvvet ve kudretini, elçiye alay gösterüp, ziyafet ederek, izhar ederleridi; hatta bağdad valisi on bin' nefer kapısı halkı ile izharı ihtişam ve elçiye mükemmel at ve hedayayı kesire i'ta eyledi. bu üslub üzere elçi fenerbağçesi'nde ziyafete götürüldükde. yemek likemini şerif halil efeadi, sadrıazamırı siparişi üzre istikbal ettikde, el çinin sağ canibinde yürümek kasd ettikde, elçi iğzab'olup, razı olmıyacak, halil efendi, heminan gelmekden fariğ' olup, tarikı ahardan yemekliğe geldi. vaktaki ziyafet sofrası ferş olundu, elçi gazabmı izhar edüp, yoğun dan gayri t'am yemedi. etba'ı dahi aç kaldı. ba'dehu filler mavunalar üze rine bina' olunan sallara ikişer ikişer vaz' olunup, su görünmemek için etrafına tahtaperde çekilmişidi. beşiktaş'a geçirilüp, istanbul haricinde, çırpıcıçayırı'na naki olundu. ba'deacemelçisi üsküdar'dan gelüriken hu elçi han ve ma'iyetinde olan iki olan şenlik: nefer han ve bir sene mukaddem gelüp üsküdar'da meks üzre olan oğuz ali han iki çekdiriye süvar kılmup, gelüriken, tpphane'den üç yüz pare top atılup, kurşunlumahzen ve tersane'den kezalik toplar atılup, eyyüb iskelesine vardıkda, çavuşbaşı ağa, alayla çıkarup, gümrükcüçiftliği'ne götürdü. am edeni seri m aktu'n vezir gençli paşa; am edeni elçiyi m oskov beastane ve m e'm uriyyeti münif efendi becanibi iran ve m e'muriyyeti yirmisekiz çelebizade m ehmed said efendi barütbei m iri rriirarii becanibi françe ve icra' kerdeni kalyonha bederya ez terşanei ami re; m e'zun şudeni reisi sabık mustafa efendi ve defterdarı sabıktıf mustafa efendi behaccı şerif ve harikı kebir der kurbi ayasofya der ramazan ve ziyafeti ağayi yeniçeriyan der sadisi şevval , der babı ağa' becanibi sadrı dzam çünki senei sabıka ahirinde acem elçisi gelmişidi; gümrükçüçiftliği'nde yirmi gün istirahatdan sonra, elçi han paşakapısı'na geldikde, erbabı divan, divan libaslarile kapıda selam aldıklarından sonra, elçi han vezirin sağına, sa'ir hanlar soluna ku'ud edüp, tatlı ve kahveden sonra, ve zire çubuk, hanlara nargile verilüp, kürkler ilbas olunacak oldukda, hacı han vezirden kürk giymeyi, irtikab etmeyü kabul etmiyecek, etba'ına hil'atlar ilbas olunup's mahalline m ezhebi hamis kavgası: irsal olımdu. bu defa şah'm elçi ba'sinden maksudu, beşinci mezhebi'tasdik; lakin mukaddema mezheb kavgasında astane'den ulema ir sal olunup, mesağı şer' olmadığı i'tizar olundukda, şah'dan name gelmeyüp, sükut ikrar suretinde kalmışidi. bu def'a yine tasdiki mezheb husus e m 'dn i zd esü l e y mnee n d ıtr i h ii u suna ibramından sui kasdı fehm olunup', anadolu'da olan paşalar imdadı seferiye tahsil edüp, kapıları nizamına mukayyed olmak emr olunup, zahire mübaya'a ve cem'ine mübaşeret olundu ve elçi paşakapısı'na geldi ğinin beşinci sah günü divanı hümayun'a geliriken, ortakapı'dan divanhane'ye varınca, yekpare elmas ve yakut ile murassa' rahtlu ve bisatlu ve kalkanlu ve hotoslu ve incu kesmelü yirmi at ve yirmi beygir dizilüp, üst yanma peykler ve solaklar, anın üst yanına zu'ama ve sağ tarafa keçelü on bin yeniçeri ve elli süpürgeli çorbacı, anın üst yanma bölükatı erba'a ve sipah ve silahdarlu ve arzkapısı haricinde yeniçeri ağası ve altmış aded seraser kürklü sim asalu kapıcıbaşı ve kubbealtı'nda sadrıazam ve kapdan paşave sa'ir erbabı divan hazır ve muntazırlariken, elçi ortakapı'dan girüp, tamam yeniçeri mukabelesine geldikde, ale'lgafle yeni çeri keçelerile çorbaya seğirtdikde, havfnak olup tevakkuf ettikde çavuşbaşı ağa latuhaf' demekle yürümeğe' başladı. lakin elçinin arkasında' fakat zağrası samur dibaya kaplu nimten ve başında bir zira' külah üzerine sırmalu yeşu destara sorguç takınmış, guya isabeti ayndan mev la'ya sığınmış kıyafetle divanhane'ye dühulünde' sadrıazam divitdarodası'ndan girüp, elçide vezaret payesi olmağla, nişancı mevki'ine iclas olu nup mertabanilere mevzu, altmış nevi' ta'am ferş olundukda elçi ile oğuz han vezir sofrasına ve iki han, kapdan paşa sofrasında tenavül ettikden sonra, vüzera arzodası'na girüp, elçi ve ma'iyyetinde mezkur üç han da hi girüp, huzurı padişahiye vardıklarında şah'dan tebliğ edeceği kelamı tebliğ etmeyeruhsat verildikde, mehabeti padişahiden, şahım, şahım laf zından gayri tekellüme muktedir'olamayup, habt olmağla ric'at edüp, ortakapı'ya geldikde, zihamdan çıkamayup, yeniçeri çıkınca, bir sa'at meks edüp, ba'dehu ihsan olunan ata süvar olup, darbhane önüne geldikde, kezalik zihamdan dışkapı'yı çıkamayup dururiken, sadrıazam debdebesi ile önünden geçüp, sonra elçi dahi çım o sk o. kup hanesine gitti. bu esnada moskov elçisi dahi gelmişidi; gelüp ve zire buluşdu. ba'dehu acem elçisi tekrar huzurı hümayuna dahil olup, na me teslim olundu ve dört seneden berü moskov'a esir olan yahya paşa, ba'de'lsulh halas oldukda, astayahya pşa: ne'ye gelicek, tuğları ibka ve bur sa sancağı verilmişidi; nişancı nasb olundu; ba'dehu mısır mansıbı verildi. ba'dehu divanı hümayun'da françe elçisine namesi teslim olundu ve ertesi hafta kezalik divanı hümayun' da nemçe elçisine namesi teslim olundu. ba'dehu vezir çırağanyahsı'nda im ü n ir k t e p e nemçe elçisine tekrar ziyafet eylenemçeye z iyfe. di. ba'dehu vezir sa'dabad'da padişah'a ziyafet ettikde cedveli sim ta'bir olunur sa'dabad havuzuna nazır otak'a padişah gelüriken, yalıköşkü'nden kayığa binicek, tophane ve tersane'den ve ruyı deryada ihzar olunan, sefainden kati çok top atıldı ve padişah miri ahurköşkü'nden çıkup, rakib oldukda sa'dabad'a varınca, yeniçeri ve cebeci ve topçu kıyamen hünkarı selamladılar. otak'a teşriflerinde, nişana top ve humbara ve tüfenk atılup cirid ve samsun ve elçi ziyafetine kazaskerler dahi pehlivan güleşleri temaşa olunup, da'vet olunduğu: çengi ve canbaz ve sazu söz safaları olundukda, yahya paşa ve kapdan paşa ve sadrı rum'dan d münfasıl pirizade mehmed sahib efendi dahi ziyafete med'uvven hazır olmuşidi; hatta ba'de'lasr dolu yağdı ve bir hafta sonra, yine sa'dabad'da vezir acem elçisine berminvali muharrer ziyafet eyledikde, cümle sudurı ulema dahi ziyafete da'vet olunmağla geldiler ve vezirotakı mücevher tüfenkler ve tirkeşlerve ağır döşeme ile tezyin olunup, çadır direklerine elmaslı kılıçlar avize kılmup el maslı ağır piştovlar dahi yasdık acem elçisinin dört bin nefer ile üzerine vaz' olunmuşidi. elçi dört hastane'ye geld iğ. bin haşaratı ile ta'yin olunan otağına geldikden sonra, vezir miriahurköşkü'nde kayığından çıkup, süvar oldukda, süpürgeli çorbacılar rikabında ve muhzir ağa neferatı, kaplan'postları ile ve mecmu' ehli di van ünvanları ile ve pişinde mücevher yedekler çekilüp, mükellef dört yüz tçağası dahi süvaren verasmda ve yeniçeri ve cebeci piyade, vakta ki sadrıazam otağına nüzul buyurdukta cümle vüzera ve ulema ve erkanı devlet damenbus ettikden sonra, cündiler cirid ve mızrak ile harb oyu nunu icra ve top ve humbara ve tüfenk nişanları ve altmış aded hoş manzariçağası, müşa'şa' elmas kuşak ve mücevher hançer ve diba kaftanlar ile makamı hizmetde ve sim ve altun sahantar ve fağfur tabaklarve mertabani tabaklar ile elvan ta'amlar ve ala saz ve söz ve çengi ve aheng hitamı'nda, elçiye müzeyyen atlar, ma'ada hanlara kürkler ilbası ile ikram olundu. ba'dehu bahariyeyalısı'nda, kapdan paşa iran elçisine ziyafet ettik de, müşarü'nileyhüma mehmed sahib efendi ve es'ad efendi ve anadolu' dan ma'zul neyli ahmed efendi ve iran'dan gelen abdullah efendive halil efendi ve reis ragıb efendi dahi ziyafete geldiler ve tersane ricali ve şe m 'dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i bir kaç bin şallı ve poşulu kalyoncu şahbazları makamı hizmetde oldu. el çi ulema ile bir yere geldiklerinde, billahi'lhamd, cümlemiz ehli islamdan ve bir peygamberin ümmeti olmağla, uhuvvet ve sevişmek lazım diyerek bir kağıd çıkarup, şah'ın muradı tasdikı mezhebi hamisdir deyicek, mesağı şer' yok deyü i'tizar olurunuşiken, yine bu israr münasib mi? devletimiz her umuru şer'e tatbik eder denildikde, elçi biz dahi şer'den ayrılmayuz deyüp, diğer sohbet ettiler. ba'dehu davudpaşa'da çadırlar ile yeniçeri ağası esseyyid haşan paşa acem elçisine ziyafet ettikde, gümüş çaprastlu civan karakullukcular ve sim muştalu tosun aşçılar makamı hizmetde ve surı istanbul'dan, davudpaşa'ya varınca iki keçelü yeniçeriler makamı selam da oldular. her dürlü aheng ve canbaz ve zorbaz ve hokkabaz ve perendebaz ve şişebaz icrai san'at ettilerve ba'de'lziyafe elçiye hediyeler verildi' amma acem şahı'nın lezki nizamı sadası ile şemahi havalisinde cem'iyyet ettiği içün olcanibe, ihtiyaten asker lazım olmağla, nişancı yah ya paşa mısır'a ve mısır valisi ali paşa, seraskerlik içün kütahya tevcih olundu. çünki hacı han'ın getürdiği nameden şifai sadr hasıl olmadı ve elçinin tasdikı mezheb olmadıkça. beş mezheb kavgası: ben cevab veremem demekle, ulemanm beyan eylediği i'zarı şer'iye, bi'lmüşafehe şah'a takrir olunmak lazım olmağla. maliye tezkirecisi olup, her ilimde mehareti olan sadakat ve istikamet sahibi münif mus tafa efendi nameber ünvanı ile şah'a irsal olunup, şah'ın lezki seferi namı ile yer götürmez asker ile hududı islamiyede meksinden, mafi'zzamirini ahz etmek sipariş olunup' vezirden ve şeyhülislamdan dahi mektublar üe nazif mustafa efendi, nazif efendi ve münif efendi, münif efendi'ye terfik olundu ve acem e elçi irsal olunduğu: name almak içün elçi han huzurı hümayuna dahil oldukda serasere kaplı nimten kürk ' ilbas olunup, elli bin kuruş yol harçlığı verilüp, yamnda olanlara dahi, rütbelerine göre akçe verildi ve bir kaç gün mürurunda el çi paşa, kapısına veda'a geldikde biz bu mertebe tekellüf ile gelmişiken bir işe temşiyet vermeden gittiğimizbize ayıbdır; mümkin ise bir dahi görüş sek demekle, tekrar vezir bahariyeyalısı'nda ziyafet edüp, vaktı asracek enva' tarab ve ihtişam olundukda, teklifimikabul etmekle, beni şah in dinde mahcub etmeyindeyüp, tasdikı mezheb teklifinden rücu' etme mekle meclis yine bir şey'i müntic olmadı. ba'dehu üsküdar'a geçirilüp, fenerbağçesi'ndeziyafet olunup, mu'azzezen diyarma 'irsal olundu. bu şah, hind seferinden avdetinde, isfahan'a uğramayup, lezki nizamı deyü hududa gelmesinden dimağında fesad olduğu fehm olunup, beşiktaşsarayı'nda huzurı hümayunda müşaverede bender seraskeri nu'man paşa'nın anadolu valiliği ile hudud muhafazası seraskeri olması münasib görül dü. vakta ki, münif efendi, şah'a şirvan'da mülaki oldukda, kabuli mezhebi hamile musırr olup, eğer kabul olunmaz ise memaliki islamiye'ye hücum edeceğinin şübhesi yoktur deyü, mektup geldikde, terakkilü ve miri levendi tahririne mübaşeret olunup, moskov elçisine z iyfe. otuz bin asker, serasker yamnairsal olundu. bu acem elçisi astane'deiken, moskov elçisi gelmekle, vezir acem elçisine ziyafetinin haftasında, sa'dabad'da moskov elçisine dahi, enva' ihtişam ile ziyafet etti ve françe tavassutu ile nemçe ve moskov sulhu vücuda gelmekle, françe'nin dahi sulhu tecdid olunup, bir yirmisekiz zadem ehmed said kaç niyazma müsa'ade olunmağla. efendi françe elçisi olup gittiği: yirmisekiz çelebi zade mehmed said efendi nemçe hududunu kat' edüp, bu eyyamda gelmişidi. mukaddema merküm said efendi pederi ile françe'ye gidüp ve müstakilen kendü isveç'e elçi gitmekle latin lisanmı tahsil etmişidi. münasib görülüp, said efendi elçi nasb olunup, françe'ye irsal olundu ve moskov ile sulh hilei m o sk o. olundukda tarafeynden esirler acele tahlisolunmak şart kılmmışidi. devletde olan esirler irsal olundu. lakin hilekar moskov esirleri koyuvermeyüp elçinin astane'de birermükalemesi vardır, hastane'ye vardıkda nizam versün deyü haberi geldi ve elçisi geldikde izharı huşunet ve temşiyeti maslahata su'ubet gösterüp, otuz seneden berü memaliki islamiye'de, islamı kabul etmiş ve belki azad olup iyal ve evlad sahibi olmuşları dahi vermedikçe, islam esirlerini vermem ve azak kal'ası'nı hedm etmem deyü malayutak teklif ettikde, es'ad efendi ve ragıb efendi iizam kay dında oldukda, moskov, acem'in hareketini duyup, osmanlı her teklifimizi kabul eder deyü bir kaç meclisi mükalemede mülayemet etmiyecek, moskov'a giden elçimiz emnipaşa'ya, bu tarafa gelen elçi ile iş görülmek mümkin değil, sen mürahhas olup, kıral ile nizam veresin deyü tahrir olun dukda, kıral hazz edüp emni paşa ile d mükalemeye şüru' ettiklerin astane'de olan elçiistima' edüp, inadından feragat ve bir def'a reis efendi ile mükalemede, hemen kuraliçeye, imparatorluk ünvanı tahrir olun sun, sa'ir hususlar olur deyüp yevmi mezburda, tarafeyn riza ve tekmüi ş e m 'dn ı zd esü l e y mnee n d ıtr ıh ı i o sulh olundu. ba'dehu moskov elm oskov'a ziyafet. çişine yeniçeri ağası ve kapdan paşa ve vezir kethüdası ve defterdar ve reis efendi, başka başka ziyafet edüp, mükemmel at ile hedayalarm verdiler. bu esnada vezir çırağanyalısı'na biniş ile gittikde, fraııçe elçisi, mahfi sohbetim var deyü gelüp, nemçe çasan bilaveledi zükur fevt olmağla, memleketi ihtilaldedir. françe kıralı, nemçe memleketine sefer ede cek, vaktı fırsatdır, nemçe memleketine hücum edin dedikde, veziri akil, henüz sizin tavassutunuz ile sulh olunup, ahdname verilmişiken bilamucib nakzı ahdi devlet irtikab etmez deyü cevab verdi. subhi tarihi'nde tafsil eder. biz, ihtisar üzre bir garibetahrir edelim. kancabaş kapdanı haşan kapdan, elli senesidonanma ile akkirman'dan, kırım'a varup, kasım'dan otuz dört gün mukaddem avdetde, fırtınaya tesadüf ile sünne boğazı ağzında iki buçuk mil çevirür yılan adasına varınca, iki adam gark ve yuvalanmaktan anbarda altı adam vefat edüp, baki yirmi beş kişi adaya çıkdık. lakin me'kulatımız tamam olıcak, yılan ve ayı balığı eki ederidik. kar ve yağmurdan sığınacak bir yer olmamağla, çekilen azab, bihisab. yedi ay da vefat edenlerimizi dahi eki ederek dört kişi kaldık. nihayetinde bir ge mi görüp, ateş işaretüe gelüp bizi aldı. lakin ta'am ekline bizde kudret kalmamış. elleri ile ağzımızı açup tedriç ile çorba vererek, aklımız başımıza geldikde bizi sünne boğazı'na çıkardı deyü naki eyledi. amedeni münif efendi ve vuküı müşavere der sadnazam ve zuhurı seferi iran ve azli sadnazam yeksemahm ed paşa ve nasbı sadrı sabık ali paşa ve tekmili binai imareti ayasofyai kebir ve vefatıtıf mustafa efendi defterdarı sabık. acem'den münif mustafa efendi gelüp, maddei hamse ile mezhebi hamisekabul olunmadıkça sulh kabil olmaz deyü şah'dan name getürdikde erbabı devlet paşakapısı'na acemden münif efendi geld iğ. cem' olup, müşavere olundukta şah'dan gelen name kıra'et olu nup, ulemaya ne dersiz denildikde, şer'imizde tasdikı mezhebe cevaz yok tur, eğer şah memaliki islamiye'salabeti islamiye'ye ulemanın teye ta'arruz ederise, müdafa'ası vam essükü: cib ve kıtal farzdır deyü fetva ver diler. ba'zı kütehbinler otuz sene den berü acem seferi diyarı islamiye ile hazinei amire'yi harabasebeb oldu ve dört seneden berü nemçe ve mokov seferleri; kezalik şimdi yine acem'e sefer lazım gelür ise, hal nice olur; zaruretde her şey mübah olur. bir mezheb tasdiki içün sahibi huruc ve cihangirlik sevdasmda olup, timurlenk gibi bir beladır ve teklifi sebildir; her ne ise, vucudu cihandan kal kınca kelamıtasdik olunmağla, defi bela etmek münasibdir demişleridi. lakin ulemai din, bu dini mübin ve bu devleti aliyye'nin zuhuru ve be kası, her işi şer'etatbik ve salabetle olup, rehavetden ve izharı aczden beri olmağladır deyüp, metanet ettiler. gerçi zikri ati bundan sonra sefer açılup, iki def'a ser askerlerimiz münhezim olmağla hasaret vaki' oldu. lakin dahi sonra şahı mesfur helak ve nesli münkariz olduğundan başka, memleketi iran, tava'ifi mülukdan harab ve yebab olmağla ettikleri zor teklifincezasını buldular. zikr olunan müşaverede, anadolu valisi sadrı sabık hekim başı zade ali paşa'nın serasker olmasını tasvib ettikleri, padişaha telhis olundukda. padişah kabul edüp. büyük miri ahur olan, boyunueğri ab dullah ağa, zahirde, seraskerlik kürkü ile irsal olundu. bir kaç gün sonra, sadrıazam rikaba da'vet olunup geldikde, mühür nez' olunup, balıkhane'ye tenzil ve kapdan mustafa paşa kaymakam nasb olundu. meğer abdullah ağa, seraskerlik kürkü götürdükde, mühüre da' vet hattını mahfi götürmüşimiş. altı gün sonra, kütahya'dan ali paşa üs küdar'a geldikde, erkanı devlet ishekimbaşı zadeli paşa'nın tikbal ve yemeklik olunup, şeyhümührü aldığı ve mühre getirilmelislam ile bile huzurı hümayuna sinde olan san'at. vardıkda, mühürü ikinci def'a ahz edüp, solak ve peyk ile kapı'ya gelüp, umum hipatmı ilbas eyledi ve hünkar kapıcılar kethüdası mehmed ağa'ya üç tuğ ihsan olundu ve rebi'ülahir 'de pir mus tafa efendi'ye dahi üç tuğ verilüp, yerine ikinci def'yedekçi mehmed ağa vezir kethüdası oldu ve cumade'lula gurıtsinde , sadrı anadolu, iran'dan gelen abdullah efendi azl olunup, yerine bolevizade esseyyid mehmed emin efendi oldu ve mahı mezburun rabi'inde , defterdar yusuf efendi azl olunup yerine atıf mustafa efendi olmuşidi; yedi gün mürurunda veatıf mustafa efendi v e fa tı: fat etti. merhumı mezburun is tanbul'da vefa kurbünde inşa' et tiği kitabhane, mahallinde bir eseri cemil olmağla, talebei ulum yevmen şem.dn ızd esü ley mnee n d i tr ih i feyevmen müatefi' bih olmaktadır ayasofya imareti bina's. ve mahı mezburun yirmi üçünde , ayasofya cami'i gi bi ma'bedi kadimin medresesi imaretden beriiken, hatırı padişahiye sünuh edüp, imaretin imaretine mübaşeret buyurmuşidi. zi'lhicce evailinde tekmil olmağla hayrı kesire na'il oldular ve canibi ali efendi, atıf efendi yerine defterdar oldu. ve şevval'in rabi'inde , sadrı rum neyli ahmed efendi azl olunup, esseyyid zeynelabidin efendi nasb olundu ve sadis ışrinde , istanbul kadısı lütfullah efendi dahi azl olunup, abdurrahim efendi nasb olundu. vefatı sadrı rumzeynelabidin efendi ve nasbı tm am ı evveli sul tanı pirizade m ehmed sahib efendi ve vefatı defterdar canibili efen di ve defterdariyi sa'dullah efendi ve vefatı m ehmed emin ağa ez küberai d evleti aliyye ve vefatı emmei padişah hadice sultan ve binai babı defterdar der sarayı yerebatan. muharrem'in üçünde , sadrı rum zeynelabidin efen di fevt olmağla, ımamı evveli sultani pirizade mehmed sahib efendi nasb olundu ve safer'de , canibi vefatı canibili e fen d. ali efendi vefatetmekle yerine gümüşhane ve darbhane emini sa'dullah efendi defterdar oldu'hak budur ki, merhumı mezbur canibı ali efendi, nemçe'ye elçilik ile gittikde, bu dini müstakime ta'zim edüp, kendü hakareti cefasını irtikap etmekle, akibinde kiralın helaki ile mu'azzam olmuştur. yedekçi mehmed ağa'ya üç tuğ verilmek le, şerif halil efendi vezir ketvefatı m ehmed eminğ: hüdası oldu ve abdi ağa çavuşbaşı oldu ve mehmed emin ağa, paşalar kapı kethüdası ve mukata'at mültezimi olmağla emvali kesireye malik ve çırağı çok ve sadakata ma'il, memduh, ricali devletden bir zatidi. vefat eyleyüp sadık ağa ve hüsea stane'decemşahı nasb olunyin ağa naman iki veledi keyani duğu: terk eyledi ve şah hüseyin şehzadelerinden şah safi, sakız adasın da bu anacek mihmanidi. nadir şah'ın nakzı ahdine bina'en hastane'ye getirilüp, şahlık tacı olmak üzre selimi destar ve sorguç i'ta ve ilbas olunup, alay ile hududı iran'a irsal olundu ve çümade'lula'da , kapdan mustafa paşa azl yahya paşa: olunup, taşrada zabt etmek üzre, yahya paşa kapdan nasb olunmağla, tersane emini mürteza efendi, yahya paşa gelince, vekalete meşgül olmuşidi. yahya paşa mısır'dan gelüp kapdan olup, donanmayı zabt ve boğaza geldikde azl ve yerine osman paşa zade ahmed paşa kapdan olmağla zi'lka'de 'de hastane'ye gelüp, menkuhası ayşe sultan'a zifaf eyledi ve sadrı anadolu bolevızade mehmed emin efendi ma'zul ohnağla, hocazade efendi nasb olundu ve şa'ban'm dördünde , sadnazam olan ali paesseyyid haşan paşa'nın sadrışa azl olunup, yerine yeniçeri ağaazam olduğu: sı esseyyid haşan paşa sadnazam oldu ve subhizade efendi tezkirei sani olup, çavuşbaşı abdi ağaarpaemaneti' oldu vearpaemini ali ağa çavuşbaşı oldu ve şevval'in üçünde , istanbul kadısı abdurrahim efendi azl olunup, yerine şeyhülislam abdullah efendi kethüdası ahmed efendi oldu' ve teşrifati akif efendi idi fıtr mu'ayedesinde, cebecibaşı'yı yeniçeri ağası'na takdim hatasını etmekle azl olu nup, beylikçi na'ili abdullah efendi, hem beylikçi ve hem teşrifati nasb olundu ve mahı mezburun on yetekmili babı defterdar müceddedişinde , padişahm d e. çatalçeşme'de, atmeydanı kurbünde, müceddeden bina' eylediği defterdar kapısı tekmil olup, derununa kalemler ve katibler naki olundukda ketebe koysa sezadır buna sultan mahmud mısra'ını ha efendi söyledikde. padişah pesend edüp, kapısı üzerine tahrir ettirdi ve zi'lka'de'nin dördünde , defterdar sa'dullah efendi nişancı olup, tevki'i yusuf efendi üçüncü def'a defterdar oldu. tevcihi seraskeri hecanibi kars besadrı sabık yekçeşm ahm ed paşa ve me'muriyyeti ortahayi yeniçeriyari ve cebeciyan ve topcıyan becanibi kars ve ihsanı vezaret bereisü'lküttab ragıb m ehmed efen di beeyaleti mısır ve selefi o elhac mustafa efendi defa i saniye reisü'lküttab şud ve vefat şud seraskeri diyarıbekirbdi paşa zade ş e m pn lzd esü ley mnee n d i tr ih i m gazıli paşa ve vürudı şah tahmasb kulu han becanibi kars ve vukuı muharebatı adide dii mah baseraskeri kars sadrı sabıkhm ed paşa der kars ve münhezimen ric'at şuden' i şahı kızılbaşan ve galib şudeni ehli sünnet ve ameden name resen i hind beastanei sa'adet ve ric'at vey bemiivafakatı sefiri devleti aliyye salim m ehmed efendi ve tevcihi seraskerii canibi kars besadrı esbakı zışan yeğen m ehmed paşa beisufai selefi mısır emirü'lhaccı olan osman bey'in mısır'da hasidleri peyda olmağla, mısır'ı ihtilale verdiklerinde mısır beyi osman bey'in ah va li: muharebeye tasaddi etse galebe ta savvur olunuridi. lakin nüfusı kesire telefine ba'is olacağın fikr edüp, mukadder ise vaktile gelürim diyerek mamelekini terk ettikde, emvalini kabza devletden' mehmed said efendi irsal olundu ve kars canibi serashamalızadehm ed pşa: keri hamavizadev ahmed paşa'nın hastalığı mümted olmağla, azl olunup sadrı sabık yekçeşm ahmed paşa nasb olundu ve geçen sene acem şezadelerinden şah safi taç ve sorguç ile semti diyarı iran'a irsal olunmuşidi. lezki ta'ifesi ve kürdistan ümera'sma şehzadei mezburun i'anesinde olmaları'tenbih olundu ve nadir şah kah izharı dosti, kah düşmeni ederek, elli dörtsaline gelince imrarı vakt ve sali merkumda, lez ki ta'ifesine hasm olup, bir buçuk sene anlarahücum ettikde, lezki ehli sünnetden olmak berekatı ile her hücumunda hakkta'ala nadir şah'ı makhur eyledikde, nadir şah devleti aliyye'den havfinden, dostluk müraselatmı, devlete irsal ederiken hudud başında bu kızılbaşlar'ın cem'iyyetine bina'en devleti aliyye ihtiyat edüp, erzurum ve van ve diyanbekir ve bağdad'ı seraskerler ile muhafazadan hali olmadı. vaktaki elli altıse nesinde, bağteten kızılbaşlar, kernadir şah'm musul'a geld iğ. kük ve musul üzerine gelüp kırk sekiz gün muhasara etti, amma avni barı ile me'yusen geri gitti ve cümade'lahire'nin on dördünde , şahı mesfur arpa çayı nı mürur ve kars'a iki sa'at fi le dağı'nın zirvesine nasbı hiyam, ba'dehu künbed karyesine gelüp, toprak kal'a bina' edüp nehri mecrasından ahir mahalle icra ile kars'ı susuzluğa griftar ettikde, tarafeynden cenge mübaşeret ve tamam bir ay ceng olundu. lakin galib ve mağlup inayeti hk. ma'lum olmadı. nihayetinde on iki tabur ile gelüp sekiz sa'at cengde iki han'ı ile bin yediyüz sürhi ser helak oldukda ehli sünnetden fakat iki paşa ile seksen şehid bulundu esnayi seferde sulh sohbetinden ve ceng tamamında, sulh talebine za ra. adamları geldikde, red ve tard olundukça sulh ricasında olup, or du defterdar; olan kesriyeli ahmed efendi ile ordu ağası camus haşan ağa ve mürteza paşa irsal olunup, bir kaç def'a ordudan orduya varup gel diler. gayetinde kesriyeli'yi ordusundan doğru hastane'ye irsal eyledi. la kin asker bu keyfiyyeti duyup, acem ile devletin alemi bir, biz nafile kırıl mak reva değil deyüp, perişan oldular. bu hal padişah'ın ma'lumu olıcak, ahmed efendi'yi hastane'ye getirtmeyüp, samsun kal'ası'na habs ettirdi. amma perişan olan asker, cem' ol maz, orduda asker kalil kaldı ve bu fursatı acem fevt etmeyüp, üzerimize' yürüdükde, serasker kal'aya girüp, hendek ve şaranpo ile metanet verüp, bir kaç kerre hücumunu def' ve bir gün tulu'dan guruba değin ceng olundu. ve mu'cizei fahri alem ü ilebariyi müta'al, diyarı nekbetine yıkılup gitti ve bu cenglerde iki tuğlu çeteci abdullah paşa'nın bahadırlığı büruz etmekle üç tuğ ihsan olundu ve altı sene mukaddem mühürden münfasıl olan yeğen mehmed paşa ba'de'lazi bosna ve aydın valisi olmuşidi, şimdi kars canibi' seraskeri nasb olunmağla eyaleti kütahya verildi. oldahi kütahya'ya gelüp anadolu'yu teftiş ederek, tokat'dan erzurum'a vardıkda. yedekçi mehmed paşa sürücü ta'yin olundu. nadir şah'm', ben mezhebi şi'adan adul ve ca'feri mezhebi kabul edüp, ehli sünnet ve'lcema'atten oldum. siz dahi tasdik edin deyü teklif eylediği mezheb, ba'zı kütübi mu'teberei kelamiyyedeta'biri ile musarrah olmağm, redd olunup, ca'feri mezhebin butlanı ile hükm olunmuşiken, sureti dostide enva' i'tizar ederek, zu'munca mezhebi batılı tervic edüp, hetki ırzı ehli sünnet ve şeri şerife mugayir melahiye ruhsat ve muzırrü'nnas ve sa'i bi'lfesad olmağla izalesi lazım olduğu içün diyarıbekir va lisi çeteci abdullah paşa'ya on iki bin süvari asker ile erdilan han'ı olup, hastane'ye iltica' eden ahmed han, memleketi acam'ı hoş bilür deyü ma'iyform. şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i yetine verilüp, bağdad valisi ahmed paşa'ya, bağdad askeri verildi ve musul valisi abdülcelil zade hüseyin paşa ekrad ve aşayir askeri ile çeteci nasb olundu ve niderlanda ya'ni niderland'a ya'ni felemenk: felemenk elçisine, namei hüma yun paşakapısı'nda teslim oluna cak oldukda, sadrıazam mühri hümayunu koynundan çıkarup, ba'de'ttakbil reis efendi alup, nanıei hümayunun balmumusunu temhir edüp, sadrıazama verdikdev sadrıazam nameyi yedine alup, ba'de'ttakbil, el çiye teslim edüp, elçiye ruhsat verragıb paşa'mn evsa fı: di ve fi'lasi istanbul'da tevellüd edüp, pederi ma'lum olmamağla, ba'zı' huluslu kimseler merhamet ve terbiyye edüp, defterhane'ye şakird ettikde, ragıb telakkub edindiktensonra fenni kitabetde liyakat ve fetanetine bina'en ve ulum u ma'arifi sa'y ile kesbine i'tibaren iran seferle rinde seraskerler yanmda ve bağdad'da reis ve defterdar olarak tahsili ma'arif ve celbi şan etmekle, istanbul'a getirilüp. maliye tezkirecisi, ba'dehu cizye muhasebecisi olup, kırk dokuztarihinde, acem elçisile mükalemede adab üzre münazara etmekle sadrıazam mektubcusu olup, marü'zzikr, nemçe ve moskov mükalemesi diyerek, reisü'lküttab olup, yedi sekiz elçiye sühuletle cevab ve namelerine nizam vermekle tamam reis'lik ettiği içün şanmı terfi' lazım olmağla, üç tuğ ile mısır mansıbı ina yet olundu. mehmed ragıb paşa oldu ve selefi olup, nefy olan tavukcubaşı mustafa efendi, ikinci def'a reisü'lküttab oldu ve yevmi mezburda vezir kethüdası şerif halil efenhind e lç is. di'ye dahi üç tuğ verilüp, kethüdalıkda ibka olundu ve iran seferi zuhur edeli, hind elçisi geldiği yokidi. bu def'a hind padişahının elçisi esseyyid atauuah, hind'den basra'ya ve basra'dan bağdad'a ve bağdad'dan üsküdar'a geldikde meliki'lmüslimin mehmed şah ile meliki mecus'dan getürdiği nameleri teslim ve nadir şah'ın hind'e varup, ma'mureleri tahrib ve mallarını ahz etmekle hazinelere malik olup, ekser biladımızı kendüye mülk edindi. biz hind tarafından, sizler anadolu tarafından, or taya alalım deyü niyaz etmekle, ma'kol görülüp, bu vech üzere nizam içün maliye tezkirecisi salim efendi hind'e elçi ta'yin olunup, gelen ataullah'a terfikan irsal olunup. nadir şah'a infi'al vermek kasd olundu ve idi fıtırda yeniçeri ağası, ağakapısı'nda vezire ve vezir, paşakapısı'nda hünkar'a ziyafet eyledi. vefatı şeyhülislam esseyyid mustafa efendi ba'de ez nüh sali fet va daden zuhurı ateş ez derunı mahzeni sürb der tersane ve muhterik şudcemmühimmat ve azl ü nefy şudeni emini tersane m ollacıkzade ali bey ve canib salih efendi ve vefatı hamalızade ahm ed paşa ba'de ez refi mansıb ve tuğhayi o, besebebi zulm i fukarai o ve vefatı seraskeri canibi kars yeğen m ehmed paşa der kurbi revan ve perişariiyi orduyı islam ve serasker şudeni sadrı sabık yekçeşm ahm ed paşa der defai saniye ve tevcihi seraskeri becanibi kars besadrı sabıkli paşa valiyi haleb ve eyaleti haleb beseraskeri sabık elhac ahm ed paşa ve ihsanı vezaret beayaleti kıbrıs, bem iri ahurı evveli şehriyarib dullah bey. nemçe devleti sabıkda yedi, hala dokuz herseklik yer olup, bu dokuz hükümete çasar ta'bir olunan imnemçe devleti'nin taksim. parator hakim olmağla, ya'ni çasarlık ile imparatorluğu cami' ol duğu içlin sa'ir düveli nasara kıralhğı gibi evladı inasa intikal etmeyüp an cak zekere naki eder. eğer zükur münkariz olur ise dokuz hersekden bi ri cümlenin ihtiyarı ile çasar oluridi. geçen sene halik olan çasarm tahtma kızı hilafı ade, canibi ali paşa'nın i'anesile calis oldukda, nemçe mem leketinin muhtel olduğunu fransız fırsat bilüp, hareket ve ba'zı kal'a ve arazilerin alup, imparatorluğu dahi almaya sa'y ettikde ingiliz bu dokuz hersekden biri olmağla, nemçe devletine sahib olup fransız'ın imparator olmasına razı olmayup, ingiliz, fransız ile feshi sulh ve cenge mübaşeret ve avrupa ülkesinde olan müluki nasaradan ba'zısı nemçe'ye ve ba'zısı fransız'a sahib olmağla, düveli nasara biribirine muhtelif olup, beş sene den berü, berren ve bahren muharebe ve pür ihtilal olduğundan, tüccarı efrenc sefa'ini hastane'ye gelmemeğle astane'de çuha ve sa'ir metaı frengi kalil ve gümrüğe noksan terettüb fransız ile n em çe ve ingiliz'in ettiğinden, ali osman padişahı, beynlerini devleti aliyye sulh etbeynlerini islah murad etmekle, satiğ. hibi devlet esseyyid haşan paşa gah bigah tersane'ye biniş ile vanıp, françe ve venedik balyoslarını ve isveç ve nemçe ve moskov kapıkethüdalarmı ve ingiltere ve felemenk elçi vekillerini ve sicilya elçisini ve sa'irinden ikişer üçer tersane'ye getirdüp şevketlu ali osman padişahının islaha tavassut buyuracağını iş'ar ve kırallarına vezir mektubu ile işrab ey şe m 'dn izd esüleyvıan e p e n d i tr ih l h ledi ve yeniçeri ağası olan yazıcızade ibrahim ağa'ya üç tuğ ile erzu rum verilüp, kul kethüdası divefatı şeyhü'lislam esseyyid bacı ibrahim ağa yeniçeri ağası mustafa e fendi: oldu ve kırk sekiz salinden berü on sene şeyhülislam olan esseyyid mustafa efendi illeti felcden merhum olmağla yerine pirizade mehmed sahib efendi şeyhülislam oldu ve imamı sanii sul tani sarmısakcı zade mustafa efendi imamı evvel olup, ızmiri hüseyin efendi sani nasb olundu. tersane mahzeni muhterik oldu. ve tersane'de mahzeni sürb ta'bir olunan enva' mühimmat mah zeni derunundan ateş zuhur edüp, bitemamiha muhterik oldukda, tersane emini olan mouacıkzade ali bey ve canib salih efendi ve mahzeni merküm katibleri nefy olundu ve yerine tiryaki mehmed efendi tersane emini oldu ve evvelkinden ala mahzeni mezkuru bina' ve derununu evvelkiden ziyade mühimmat ile imla eyledi ve hamalızade ahm ed pşa: rakka valisi olan hamalızade ahmed paşa, mezalim ile cemi mal ve malı mezkur ile başına on bin mikdan haşarat cem' edüp rakka'ya vardıkda, rakkalu zulmünden havflerinden tecemmu' edüp'şehre komayup, devlete arz ve mahzer ile valii ahir taleb etmeleri ile piri mustafa paşa rakka valisi nasb olunup, ahmed paşa'nın tuğları ref' olunup, rodos'a nefy hattı ile büyük miri ahur vardıkda, zahiren ita'at, lakin başından haşaratı dağıtmayup haleb semtine güzar ve levendat, paşa'nın ta'limi ile ha reket edüp, biz paşamızı vermeyüz deyü mübaşiri paralamaya hücum et tiklerinde, paşa muslih olup def eyledi. bu keyfiyyet padişaha i'lam oluıidukda padişah inkisar eyledi ve tophane karhanesi tecd id. akibinde paşa hastalanup vefat eyledi. ba'zılar paşa'nın hastalığın da, miri ahur tabibe zehir içürtdü deyü rivayet ederler. her ne gü ne ise, dahiyei azime sühuletle sedd i iskenderiyei m ıs ır: mündefi' oldu ve tophane'ye resmilatif bir kebir top karha nesi bina' olundu ve bu hususda topcubaşı kara mustafa ağa'nın hezarfenliği ma'lum oldu ve tophane meydanı elli zira' mıkdar deryaya ka zıklar ile çekilüp doldurulup tevsi' olundu ve mısır valisi ragıb paşa tah riri ile iskenderiye ile reşid beyninde olan bahri malçik bahri sefid tarafında olan sedd rahnedar kumkapı'da kalyon zayi' olduğu: olmağla, bir kaç karye zayi' olmuşidi; sıyaneten merkum hezarfen mustafa ağa irsal olundu' ve mısır'ın bezirgan kalyonlarından, arab ömer kapdanın atbaşlu kalyonu mısır yükü ile geliriken, gece kumkapı ile çatladıkapı beynine ' vaktı i'şada sığa oturdup, halasına çare olmıyacak, hamulesi ihraç olundu. lakin pirinç ve kahve tuzlu su ile ıslanmış, kurudulup kahvenin vakiyesi yirmi paraya, pirincin kilesi on, ketenin yakiyesi dört paraya bey' olundu. çünki padişah kalyonun halasına ihtimam buyurmuşidi. mü yesser olmıyacak, kapdana tersakıbrıs muhassıllığı eyalet o lduğu: ne'den bir kalyon ihsan buyurup, hüznünü sürura mübeddel kıldı ve kıbrıs ceziresi yüz otuztarihinden berü muhassıllık olup, sadnazamlara has ta'yin olunmuşidi. amma muhassıllar zulmü ile harab olduğu ma'lum olmağla, büyük miri ahur eğriboyun abdullah paşa'ya üç tuğ ile kıbrıs eyaleti ihsan olundu. sadrıazamlara kıbrıs mukabih azez ve rüşvan ve kilis'denikiyüz tatar askeri hastane'yegelüp anakırk kise hass gösterildi ve acem dolu'ya geçd iğ. seferi içün beş bin tatar ile kasım giray sultan, büyükdere'ye geldikde, beykoz'a geçirilüp. sultan astane'dedefteremini'ne bir kaç gün misafir kılınup, bahariyeyalısı'nda vezir kethüdası ziyafet edüp, kürk geydirüp donanmış at ve harçlık ve bir kaç adamına hil'at ilbas edüp sefere irsal olundu. bir kaç gün mürurunda, nureddin sultan dahi beş bin nefer tatar ile geldikde sultaniye sahrası'nda, vezir ziyafet ettikde, kapdan paşa ve sadrı rum'dan münfasıl, sabık ordu kadısı es'ad efen di hazıridi. sultan'a tirkeş ve kürk ve zikıymet tüfenk ve harçlık ve iki yüz kırk sekiz adamma hil'at ilbas acemhanlarının devlete iltica etedüp, kars canibine irsal eyledi ve t iğ. bu esnada iranhakimlerinden mekri hanı mehmed kulu han ve biraderi imam kulu han ve tebriz hakimi kasım han ve hoy hanı olan mürteza kulu han ve dinli aşireti ile ve mehmed ali bey giresunlu aşireti ile s e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ve sa'iri dahi şah'ın cefasından acem şahı'nın lezki ile cen g. rugerdan olanlar istimana geldiler. bundan sonra şah lezki ile bir kaç def'a muharebe ve her birinde mağlup oldu; hatta bir def'asmda, şah'm ba şından sorgucu düşdü ve yedeklerini lezki zabt eyledi. çünki yeğen mehmed paşa mahalli mu'arekeye kayeğen paşa cengi ve vefatı: rib vardı, haberi hastane'ye geldikde cevami'de sıbyan du'aya me'mur oldu ve müşarii'nileyh yeğen paşa receb 'de, binihaye as ker ue revan kurbünde vaki' sahraya varup aram etti. meğer düşman mahalli karibde metrislerin almış, müheyyaimiş. askeri islam bila metris yürüyüp vaktı duhadan akşama değin ceng edüp, süvarisini bozup kaçırdıktan sonra ertesi gün dahi ceng ederek düşmanm topu altına girilmişidi. beşinci gün düşman hücum ettikde cenge kıyam olu nup düşmanda za'fı külli sırrı zahir olup, cum'a ve sebt günlerinde yürü yüşe karar verildi. amma serasker gayetle hasta olmağla levendat ve delü misilluler seraskerin hastalığın ni'met bilüp, cibilletlerinde merkuz olan hiyanete bahanecuiken, yem ve yiyecek niza'ma şüru' ve bu vakitde ser asker paşa merhum olıcak bu ceng seraskerin değip, belki padişahındır, biz altı aylık ulufemizi aldık, padişahm çengine kıyam lazım demeyüp, on dört günden berü askeri islam galibleriken süvari müfsidleri yüz çevirüp, avdet ettiklerinde lailaç orduyı hümayun geri çekilüp, kars'a geldi. la kin inhizama ve ihtilale ba'is olan eşkıyayı levendat fırka fırka olup, ana dolu'yu tahribe ağaz ettiler. bu ecilden eşkıyayı mesfurunu ahz içün ana dolu'nun üç koluna ferman olunup, gelen eşkıya kelleleri sa'ire ibret kılmdı ve mümaileyh yeğen paşa yerine sadrı sabık yekçeşm ahmed paşa ser asker nasb olundu ve sürücü nasb olunan yedekçi mehmed paşa dahi, bu esnada vefat etti. sonra şahı hilekar semti hüd'aya sülük edüp, ba'de'lyevm ibram ey lediğim tasdikı mezheb ve binai rükün da'vasmdan rücu' eyledim ve hilafı şer' ve kanun hareketden fariğ oldum ve devleti aliyye mezhebine ve kanununa iktida' ettim, deyü serasker ahmed paşa'ya ve bağdad valisi ahmed paşa'ya gelen tahriratı gelüp, ancak tahriratının birinde bağdad ve basra ve meşhed ve azerbaycan ile bunlara tabi' olan yerleri ve kürdistan'ıtaleb ederim deyü yazmağla, biribirine uymaz kağıdlarından güya devletin za'af ve kuvvetin tecrübe eyledi. zira devri sultan ah med hanide, maktul ibrahim paşa acem seferi mütemadi oldu; zevk ve rahata mani' oldu; ne güne olur ise olsun, şu delik kapansun deyü sulha talib olup, acamm cümle meramma müsa'ade ettikçe, la'ini sürhi serler ehli sünnetin za'fına hami edüp teklifi artırdılar. zamandan berü ağızlarma lezzet girüp, şimdi yine çene ve yere metalibini tahsile sa'y et tiğini devleti aliyye müşavere edüp, senei atiyeye külliyetlü sefer tedarikine mübaşeret ve ahmed paşa'ya serdağistan ve askerlik ibka olundu ve dağistan ehalisinden kars muharebesine imdada gelen ahmed han, tarafı devletden cenktay hanl ığın da ibka olunup, has pulad han, ebenanceddin kumuk şamhali ya'ni ha nı olmağla, şamhalliğinde ibka olundu ve ibtidai şitada, kars seraskerliği, sadrı esbak hekimbaşı zade ali paşa'ya, anadolu valiliği ile ihsan olunup, selefi ahmed paşa'ya haleb mansıbı ihsan olundu ve bu esnada nadir şah'dan devlete fetih ali bey elçi olup, dört ayda bağdad'dan üs küdar'a geldikde istikbal ve yemeklik olunup, sandal ile istanbul'a getirilüp kürk ilbas olundu. ruhsudeni sefiri iran bepayei seriri ala ve teslimi namei hod ve vukuı müşavere dersarayı asafi berayi ahvali iran ve irsali elçiyi şah ve elçiyi d evlet beiran banamei sulhu salah ve vefatı sadrı rum arabzade abdurrahman efendi ve tevcihi cahı valayı defterv beh çet efendi ve vefatı ağayi darü'ssa'ade elhac beşir ağa ve katli mülhid bosnavi ibrahim efendi ve binai mahzeni çöp der tersane ve ta'miri kasrı tokat ezhadayıkı sultanı ve ta'miri çeşmei beykoz ve azli sadrıazam haşan paşa ve ihsanı mühri hümayun bavezareti ulya bekethüdayi sadrı azam i elhac m ehmed paşa ve tefvizi kethüdayi sadrı ali besa'id m ehmed efendi ve ihsanı vezaret besilahdarı şehriyarı mus tafa bey bn. baltacı m ehmed paşa ve vuküı ziyafeti hümayun der sarayı asafi ve ihsanı vezaret beeyaleti sivas beruznamçei evvel kesrıyeli elhachm ed efendi berayi sefareti canibi iran ve ihsanı vezaret bakapudanii derya bemiri ahurı evvel şahsuvarzade mustafa bey, amedeni nazif mustafa eferuii ezdiyarı acembasulh ve amedeni hanı kırımselim giray beastanei sa'adet bada'veti şehriyarı: çünki senei sabık evahirinde iran'dan gelen elçi tahrir olunmuşidi. işbu senei mübareke evvelindedivanı hümayun'da getürdiği nameyi teslim etmekle, tercüme olundukacemin sulha rağbeti: da bu vaktacek, ca'feri mezhe bini tasdika ve ka'be'ye bir rükn binasmda asla zarar yoğiken ulemayi rum tecviz etmeyüp, azar beyan etmelerile, muharebe vukü'una sebep olup, yeğen paşa ile bu kadar nüfus ziya'ma ba'is oldular; yine ibram etsek azarlarını yine tekrar edüp, sefki dima'a badiolacakları aşikar olmağla, da'vayi mezkurdan fariğ oldum. hüccacı iran, hangi mezhebi taleb ederse anınla hacc etsün ahir kaime mizdeolan matlubumuza müsa'de olunsa, ittihadı din vesilesi ile kıyametedekdostluk baki oluridi deyü yazmağla lsb, ahir kaimesi dahi tercüme olundukda şah ismail'den berü, mezhebi şi'a iran'da şayi' ve sebb ü la'n zahir olmuşiken, ben calisi tahtı şahi olduğumda ashabı güzine mahabbet edüp, hilafında olanları tahzir ve ca'feri mezhebe dühullerine ibram ederek, mezhebi hakka sevk ve ittihadı mezheb mucebince alosman dahi mezhebi ca'feriyi kabul edüp, anın içün dahi ka'be'de bir rükün bina' etseler, şi'ileri külliyen ref'e'sebep olunur deyü cezm etmişidim. siz ler ise, mezhebimizi kabul etmemekle, şi'ilere meydan verdiniz ve bizim şi'ilere ibramımız bima'na olduğu içün biz dahi vücudumuza sıklet vermekden fariğ olduk. ancak şi'ilerin, şi'iyetde kalup, bizim keselimize ba'is olmak günahı sizin gerdenize oldu. lakin memleketi azarbaycan'm payi tahtı olan tebriz bizdedir. ana tabi' olan kazaları, ya'ni arapgir ve eğin'e varınca olan yerleri, yahud canibi irak'dan bağdad ve basra'yı ' bize verin. bundan akdem, zikr olunan iki tarafı birden taleb etmişidik; müsa'ade etmediniz, bari bu kerre iki tarafın birini verüp, dostluğa hediye edüp, suuı olalım deyü ricamız ibram üzre değildir, ricadır ve iran'dan şi'ayı ref' eylediğim gibi, ca'feri mezhebi dahi def' eyledim ve mezahibi erba'adan hangisini ihtiyar ederseniz kabul edin deyü tahyir eyledim deyü yazdıkları içün cem'iyyeti müşavere olundukda, ulama, ittifakan acem'e bir karış yer şer'an ve aklen verilmez; lakin bu tahriratdan şah'ın maksadı sulhdür; müsa'ade olunmaz ise dahi suihdur; ancak galibane sulh olmak içün teklifi tahfif etti; rica' me'mul eder; heman tarafı devletden bir elçi gidüp, zami rini fehm eyle enseb olur deyü rey ettikleri padişah'a telhis olundukda deyü, hat geldikden sonra divanı hümayun'da elçiye cevabnamesi ve bir kürk ile otuz beş kise harçlık verilüp, tarafı devletden ve hacegandan nazif nazif efendi'nincemelçisi gittimustafa efendi dahi aceme elçi nasb olunup, huzurı hümayuna götürülüp, üsanen dahi tavsiye buyrulup, üsküdar'a geçirildi. nazif efendi bir gün ileni ve ertesi gün acem elçisi gitti ve serhadde vardıklarında, bir yere gelüp, gittiler. lakin devleti aliyye kemali hazm ve ihtiyatı elden bırakmayup, sinini sevabık nüsiuü seraskerler yanma müsmısırsk e r. tevfi ve mevfur asker ta'yin eyledi. ancak adeti kadime üzre mısır' dan sefere gelecek üç bin neferin afvini, iki yüz kise bedel verüp, mısır valisi ragıb paşa rica ettikde, makisi aleyh olmamak şartı ile bu senelik müsa'ade olundu. vaktaki nazif acem sulhu: efendi ile fetih ali türkman şah'a vardıklarında, fi'lhakika şah'ın maksudu sulhimiş. sultan muradı rabi' hüdudu üzre katı hüdud edüp, sulh olundukta, bağdad valisi ahmed paşa'dan dahi, şah sulh temessükü taleb etmekle, ahmed paşa dahi, temessükü temhir eyledi' ve nazif efendi on günde, yedi meclisi mükalemede müsalahaya' nizam verüp, bağdad'da temessükler mübadele kesriyeli ahm ed paşa'nıncem 'e olundu; haberi hastane'ye geldikde elçi olduğu: top şenliği olundu ve acem'den büyük elçi gelecek olmağla, devletden dahi büyük elçi gitmek lazım olduğu içün, hala ruznamçei evvel ve sabıkda şah ile mu'arefe ve ülfeti olan kesriyeli ahmed efendi'ye üç tuğ ile sivas verilüp, eslaf elçilerinden ziyade asker ile gidecek oldukda, hacegandan mustafa bey ordudefterdarı ve müderrisinden nu'man efen di ordukadısı ve şu'aradan kırımı rahmi efendi vak'anüvis olup' ve bir kapıcıbaşı kethüda nasb olundu ve ma'iyyetine bir, iki tuğ lu paşa ile on' za'im ve yüz humbaracı ta'yin olundu ve sabıkda elçilere etba'ı cefa ve darü'lharbde edepsizlik etmekle, elçimizi mahcub ettikleri tevarihden ma'lum olmağla, erbabı timar'm güzidelerinden dört yüz ne fer yiğid içağası tedarik olundu ki, sa'ire muvafakat etmeyeler deyü; gerçi selef elçilerine, ordukadısı ve ordudefterdarı ta'yin olunduğu yoğidi. an cak bu def'a külliyetlü asker ile elçi gittiğinden ve tekellüfe muhtac olundu. ve şeyhülislam olan hayatizade efendi gayetle ihtişama ma'il ve da'iresi gayri mazbut olup etba'ı naseza hareketle, sudurı ulemaya kibr ü gurur ile tekdir ettiklerinden, ulema beyninde kil ü kal oldukda, gerçi cemi' ulema sadrı fetvanm emrine ramlardır. ancak padişahlar, ulemasının tekdir olduğunu tecviz etmez; da'ima şeyhülislamlar ile ulemanın hüsni ülfet lerini tefahhus ederler. bu ecilden hayatizade asılda seretibba' olmağla, padişahın nabzına aşina olmağla, padişahm mahbubuidi. lakin ulemasının kederine riza vermeyüp feda eyledi; hatta yedi ayda azl edüp, dört def'a sadrı rum'dan infisal eden piri piirnur ak mahmudzade esseyyid zeynelabidin efendi'yi şeyhülislam nasb eyledi. müşarü'nileyh hayatizade şeyhülislam oldukda, kethüdası olan mehmed said efen di, seretibba' nasb olunup, bir kaç ayda mekke payesini ve istanbul kazası rütbesini ihraz etmişidi. ancak efendisi diuenüp, azl olunduğu mehmed said efendi'ye dahi sirayet etmekle azl olunup, yerine müneccimbaşı ve bursa kadısı olan ahmed efendi seretibba' olup, müneccimi sani halil efendi sermüneccimin nasb olımrumeli hisarı cami'i b in ası: du ve abdullah efendi, münec cimi sani olduve rumeli hisarı haricinde ateş zuhur edüp, harici suru muhterik ettikde banii hisar ebü'lfeth sultan mehemmed han'ın askerinden ve ricalullahdan hacı kemaleddin'in cami'i dahi muhterik olmağla mu'ammeri bilad sultan mahmud han hazretleri camii merkümu tevsi' ve fevkani kargir bina' buyurup' itmammda teşrif buyurup, edai cum'a ettikde cevamii selatine ilhak buyurdu ve dört gün mukaddem mekke kazasıtevcih olunan şerifzade ali molla füc'aten vefat etmekle, mısır'dan ma'zul olup, bir sene sonra kendüye mek ke mansıbmı 'tahmin eden feyzullah mollazade ı ile mekke kadısı oldu ve bu esnada dahili babı balat'da bir seyyid ba'de'lmağrib tenha mürur ederiken, helak kasdı ile cuhudlar darbı şedid ile mecruh ederiken halas olup keyfiyyeti vezire bildirdik de, vezir cema'at başılarm ahz ve istintak ederiken intakı hakk olup, üç yahudinin sa'y bi'lfesad olduklarına şahadet edicek, siyaseten üçü birden olhavaliye berdar olunduve bosnavi ibrahim efendi nam kadı, m ü lh id: elfazı şeni'a tekellüm etmekle, cünununa hami olunarak nefy olunmuşidi. elfazı küfre da'ir on aded türki ve otuz aded latin lisanmca mektublan ahz olundukda imzalan habibullahı hazreti serveri ve muhammed nebiyullah ve tarafı hakdan zuhur eden hakk resulullah bendei muzaffer da'ima yazılup, derunlarmda dahi, ben' kırk üçtarihinde göklerden allah tarafından nüzul ve bosnavi ibrahim nam beyzade'ye hulul ve ol suretegirdim. dini isa hakdır, allahüçdür, deyü tahrir olunmağla, hastane'ye getirilüp, inkar ve tövbesine binaen afv olundu. lakin sonra yine kağıdları ahz olundukda, babı hümayun'da kati olundu ve kars seraskeri olan ali paşa, kütahya'dan azim asker ile hareket etti. ancak kıyamı sulh u salah me'mulü ile sivas'da tevakkuf edüp, elçinin cevabına intizar ferkızlar ağası elhac beşir ağaman olundu ve otuz seneden beril fe v t. ale'ttevali darü'ssa'ade ağası olan elhac beşir ağa vefat et mekle, kabri'hazreti ebi eyyubı ensari kapısı kurbiinde türbeye defn olundu ve abı leziz bulunup başı ucunda, fisebili'llah sebil bina' olundu. merhum kızlar ağası süleyman ağa vaktinde, bu elhac beşir ağa, hazinedar ağa bulunup, süleyman ağa ile bile kıbrıs'a, ba'dehu mısır'a nefy olundukdan sonra medinei münevvere'de şeyhü'lharem olmuşidi. damad ali paşa şehid oldukda, yirmi dokuztarihinde istanbul'agelüp, darü'ssa'ade ağası olup, hüdavendigarı sabık sultan ahmed han'a güzel hizmet eyledi. lakin sadnazam ibrahim paşa vaktinde, pek ilerü atıl madı. lakin aklu rüşd ve hayrhah olmak üzre şöhreti varidi. sultan mahmud han cülusunda, ba'zı kelimatı vakı'a mutabık ve tedbiri isabet etmekle. padişah emri cüz'i ve küllide kendüye müraca'at etmekle zimamı devlet, kabzai tasarrufuna girüp, paşakapısı kurbünde bir cami' ve bir medrese ve bir kitabhane ve bir nakşbendi tekkesi ve iki çeşme ve bir sebil ve bir mekteb ve nişancı mahallesinde, kezalik bir medrese binası gibi hayrata mu vaffak olmuş bir piri sadsal idi. rahmetuuahualeyh. elbetde hail ü akd erbabının gördüğü işlerin ba'zısı güzel vaki' olur ise, ba'zısı kerih olur. la kin acem seferlerinde beş mezheb kavgasında reisü'lküttab olan ragıb efendi, j mezhebi hakk dörtdürjlakin padişahımızın hükmü cari plan kazalarda kadılar, padişah hanefiü'lmezheb olmak hasebile dört mezhebden olanların da'vasını dahi hanefi ictihadı üzre hükm ederler; ca'feri mez hebi dahi tasdik olunsa yine memleketi osmaniye'de hanefi mezhebi cari olur; bu tasdik lafzi murad bir şeydir. bunun içün otuz seneden berü ana dolu harab ve nice yüz bin nüfusı müvahhidin telef ve hazine tehi ve rahat merfu' olduğundan başka devletin nemçe ve moskov gibi düşmanı zuhur etti ve şimdi yine acemancak mezheb kavgası içün sefer açdı. kuru bir kelam içün böyle zaruretde şer'in müsa'adgsi vardır ve zararı amdan zararı hass evladır dedikde, bir dahi bukelamı lisana alma, madama ben hayatda iken mezahibi erba'aya mezhebi batılı hamis ettirmem deyü sa'y edüp ve hulusuna bina'en kıbeli mevte acem ile mezhebsiz sulh müyesser oldu zannı galib. merhum mebrur ve mağfurdur ve başı ucunda su çıkup hazreti halid gibi teşeffuolunacak zata carr olarak medfun olması şahiddir. rahmetullahu aleyh. bu tafsilimiz ibret içündür. devleti aliyye'nin hail ü akd erbabı da'ima salabeti dini terk edüp rahatı taleb etmemek gerek. bir kerre hasmm meramma, sühuletle def' olunsun deyü müsa'ade olunur ise, devletin mehabeti gider, sonra devlete yazık olur, pek sakmacak işdir. merhumı mezkur elhac ulema evladının sefahatinden zabeşir ağa'nın yerine hazinedar rr: ağa olan beşir ağa darü'ssaade ağası olup, musahibandan bilal ağa hazinedar oldu ve şeyhülislam olan pirizade mehmed sahib efendi, alim ve fazılı binazir, amma oğlu osman molla'yı ıslambop kadısı edüp azl etmişidi. gerçi osman molla pirizade m ehmed sahib ejendi'nin efendi dahi okur yazar ve ma'rifetazu: iü; lakin miras yedi meşreb, günagun sefahetleri şayi' olmağla, ba bası azl ve ikisi birden ka'be'ye irsal olundu ve halkın lisanı kat' olundu ve hayatizade şeyhülislam oldu işgüzar adama ikram olunduğu: ve tersane emini olan tiryaki mehmed efendi, tersane'de muhterik mahzeni evvelkiden ala bina' ve mühimmat ile imla' edüp ve bundan akdem nemçe hududu kat'ına gidüp, uhdesinden geldiği içün ikramen ve zir kethüdası nasb olundu ve defbehçet e fen d. terdar yusuf efendi tersane emini olup, on üç seneden berü defterdar mektubcusu olan acemkılıcı zade behçet mehmed efendi defter dar oldu ve karındaşı ibrahim sarim efendi mektubcu oldu ve mehterbaşı'lıkdan cebecibaşı olan abdullah ağa azl olunup, hünkar kapıcılar kethüdası salih ağa cebecibaşı olşadı m e rk: du ve çuhadarı şehriyari kapıcıbaşılık ve sipah ağalığı ile çıkup, şadı merke uğrayup üç günde vefat eyledi ve şam defterdarı'şam kullarını, koluna alup, mahkeme basmahkeme basanın kati olunduğu: dığı ma'lumı devlet oldukda baferman şam valisi başmı kesdi ve tersane'de mahzeni sürb, ala bina' olunup çöpmahzeni dahi mahzun olmasın deyü, resmi ma'hud üzre b eykoz çeşmesi ve tokat ta'm ir. oldahi müceddeden bina' olundu ve beykoz'da vaki' tokat nam mahap fi'lasi sultan süleyman binası ma'mureiken, mürurı zaman ile harab olmuşidi. emri şehriyari ile sadrıazam haşan paşa müceddeden, hoş tarh ile bina' eyledikdetemaşasma biniş tarikası ile padişah teşrif bu yurdu ve beykoz çeşmesi'nin dahi ta'miri gümrükçü ishak ağa'ya emr olunmağla kargir ve müferrih bina' ile mahalli merkümu ihya eyledi ve sadnazam haşan paşa sarayı hümayun'da salıdivanı'nı edüp, paşakapısı'na geldikde tekrar da'vet ile sarayı hümayun'a götürülüp, silahdar ağa vasıtası ile mühr ahz olunup vezir tiryakı mejmed paşa'mn mühürkethüdası olan tiryaki elhac darlığ. mehmed efendi dahi içeri çağrılup, mühri şerif i'ta olunmağla, so lak ve peykler ile paşakapısı'na gelüp umum hil'atı ilbas eyledi ve haşan paşa balıkhane'ye, ertesi çekdiri ile rodos'a nefy olundu ve sebebi az henüz yeniçeri eşbahları vadisinde ltife: olup, narha ihtimam etmediği içün çokdan azl olunacakidi. amma sultan bayezid'in vezneciler kapısı'na hini sadaretinde çeşme ve mekteb ve sebil binasına şuru' edüp, evkafına müsakkafat olmak içün kurbünde bir han bina' etmek murad eyledi. lakin sultan mahmud han, müceddeden han binası şöyle dursun, ta'mirini dahi ekid ve şedid hattı şerif ile nehi buyurmuşidi. icazet içün rikabda. efendim mekteb ve çeşme yapmak pek sevab dedikleri içün binasına mübaşeret ettim; lakin vazife içün bir han bina'smı münasib gördüler; bina' edecek olduğumda, padişahımızın ya sağı var dediler; allahı seversen ash varmı dedikde. padişah hande edüp, gerçek yasağımız vardır; amma sana izin deyü buyurdukda, zemin bus edüp, kapıdan taşra çıkup, derakab içerü girdi ve tekrar zemin bus edüp, bana han yapmaya izin verdin amma, tamam olunca azl etmezmisin dedikde, tekrar hande edüp, azl etmem buyurmuşidi. ana bina'en azli bu vakta te'hir olundu. gerçi hanın ba'zı kusuru varidi, ancak bina'sı tekmil oldukda azl olundu. hala haşan paşa hanı de yü benamdır. lakin hanı merkümu padişah alup kendi vakfına ilhak bu yurdu. paşayı merküm laübali meşreb ümmi adam olmağla ekseri kelamı galatidi; hatta galatat haşan paşa a la'imi semaviyeden minare küdeyü meşhurdur ve id gecesi lahı yan d ığ. sultan bayezid cami'i minaresi alaimi semaviyeden tutuşup kü lahı tamam yandı ve şevval'in dördünde , galata'da, sandıkcılar'da ve balat'da harikı kebir vakf oldu ve müverrih izzi süleyman efendi küçük evkaf hocası oldu ve şevval'in on ikisinde vezir paşakapısı'nda hünkar'a ziyafet eyledi ve kars seraskeri olan ali paşa kütahya'dan kalkıp sivas'a gideriken. yeğen paşa bozgununa ba'is nam levendi şakinin olan gene ali ve küçük oğlan katli ve tedbiri hakimane: mustafa'nın katillerine hatt varid olmuşidi, gelüp ali paşa'ya kapılı oldular. lakin başlarındalevendat kesir olmağla sivas'a varınca mes'furlara paşa mudara ve ikram etti. amma sivas'a varıldıkda, elha'ini ha'if mazmununca' şakiler ordudan hariç konup ihtiraz üzre durdular ve bu sırrı', ıççuhadar'ı olup, bahadır vemu'temedi olmağla mahremi olan abaza mehmed'e, paşa açdıka baza paşa: da, benim anlar ile ülfetim var, hat ta ba'zen ma'ensaydı tuyura gideriz, fırsatını' düşürüp inşaallah' işlerini görürüm deyüp, bir gün mu'temedi olan bahadırlardan on bir kimesneyi bu kaziyyeye agah edüp, sayd bahanesi ile şakilerin çadırlan kurbünden geçeriken mesfuran abaza' yı çadırlarına da'vet ettiklerinde ben şimdi sayda gideceğim, avdetde gelürüm deyicek, bizde giderüz deyüp, on kişi yanma gelürleriken, abaza kendü adamlarınagöreyim sizi, cümlemiz çırağ oluruz deyü gayret verür. vakta ki, mesfurlaryanına gelüp, çadırlarından irağ olduklarında heman aba za, gafilen gene ali'ye kılıç darb edüp, atından yıkdıkda refikleri refiklerine girüp, cümlesini kati ve kellelerini paşa'ya getürdüklerinde, eğer levendat kendü hallerinde olurlar ise günahları afv olunur deyü paşa nida ettir mekle cümlesi ta'iben orduya mülhak olduklarında, ikişer ve üçer bayrak sa'ir paşalara, bunları ali paşa tevzi' edüp, ga'ilei azıme böyle sühuletle def' olunduğu padişaha i'lam olundukda mesrur olup, abaza'yı suahşorı şehriyari edüp, yanında olan yiğitleri dahi paşa meramlarına na'il eyledi. bu abaza mehmed ağa. sene sonra tuğyan eden çapanoğlu'nun üzerine ta'yin olunmağla varup kati edüp, bin kisedenyade malini devlete göndermeğle maktulün iki tuğu' kendüye ihsan olunmuşidi; ta seksen üçsenesi moskov seferinde, hotin kurbünde gazası meşhud oldukda, kendüye üç tuğ i'ta olundu. lakin seksen beş salinde moskov kefe'ye istila' ettikde, mezbur yenikal'a muhafazasma ta'yin olundukda, keyfiyyeti harbe arif olmağla, kal'aya girsem esir olup devleti bednam edeceğim deyüp girmedi ve üç gün sonra, moskov kefe ve kırım'ı ve yenikal'ayı aldıkda abaza mehmed paşa, bir sefineye süvar olup sinob'a çıkmış ve bubdi rakim ü'lhuruf dahi tokat niyabetine piyade kayıklar ile gideriken sinob'a vardığımızda da'vet edüp, beş gün mihman edindikde, bu gene ali maddesinilisanen, bervechi muharrer takrir eyledi. bir salih ve gazi veziridi. hasudlarıfursat bulup, yanda yenikal'aya girmedi deyü padişaha gamz etmelerile' seksen beş cumade'lulasmda , canik muhassılı elhac ali bey mübaşeretile kati olunup, zümrei şüihtişamı mufritden zarar; e tba'ın hedaya ilhak olundu. rahmetullagayri m azbut olmasından zarar. hu aleyh ve şeyhülislam olan hayatizade efendi, gayet ihtişama ma'il olup, da'iresi mazbut olmadığmdan her biri bir işe karışup, naseza ha reket ve kibrü gurur ile sudurı ulemayı tekdir ettiklerinden, kıyl ü kale ba'is oldukda, gerçi hayatizade kurbi sultan ateşi suzan olduğu. efendi seretibba' olmağla, padişapadişah ulemasmdan geçm ediği: hm nabzına aşina olduğu içün, padişah'm muhibbiidi. lakin padi şahlar ulemasınm tekdir olduğunu istemedikleri ecilden, yedi ayda feda edüp, azl ettikde, kethüdası olup, kendü yerine seretibba' oldukdan sonra, mekke ve istanbul payelerini ihraz eden mehmed said efendi'ye, efendi sinin dillendiği sirayet etmekle, hekimbaşılık'dan oldahi azl ve yerine müneccimbaşı olup. bursa kadısı olan ahmed efendi seretibba' oldu. ve sani halil efendi, sermüneccimin ve abdullah efendi sani oldu ve sulh tamam olmağla serasker ali paşa kütahya'ya avdet ve veli paşa anado lu'da eşkıya teftişine me'mur oldukda, bihisab zulm ederek kayseriye'ye geldikde mesane illetinden vefat etşehsuvarzade: muhsinzade ve zati ve karacıklı şahsuvarzade denin za d esi: mustafa bey büyük miri ahur olmuşidi. üç tuğ ile kapdanlık ihsan olundukda başbakı kulu durak bey miri ahur oldu ve sadrı esbak muhsinzade abdullah paşa adana'ya' menfiidi; afv olunup, bender muhafızı oldukda oğlu ve üç tuğlu mehmed paşa'ya mar'aş eyaleti verildi ve niş kal'ası neferatı ulufe vakti ocaklı'nın serhadde fitn esi: geçdi bahanesi ile. yeniçeri ağası ve cebeci ve topcubaşılannı zin dana vaz' edüp, telef edecekleri ma'lum oldukda, yahya paşa, belgrad'dan ma'zulen rumeli mansıbına geliriken, tarafı devletden niş nizamı fermanı hufyeten kendüye vasıl olmağla, niş'e gelüp mübdii fesaddan ba'zısını ahz ve kati ve ba'zısmı habs ve nefy edüp nizam verdi ve zi'lka'de de, diyarı acem'den nazif efendi geldikde, hizmeti makbul olmağ la, huzurı hümayunda samur kürk sulhı sahihi n adir şah. iktisa eyledi. ba'dehu vezir erbabı müşavereyi paşakapısı'na cem' ve sulhnameleri kıra'et ve sufiye zamanında peyda olan rafz ve'lhadi, nadir şah bi'lkülliyye terk ve ehli sünnet mezhebine duhul et mekle, meşhed'in ziyaretine mani' olunmıya deyü akdi sulh ettiğini nazif efendi on ayda varup gelüp takrir eylediği pesend olunup bu nadir şah sinini vafireden berii bu mezheb da'vasmdaiken terki husumet edüp, uhuvvet etmesi hatıra geliir ma'na değilidi. ilhamı rabbani ve inayeti bari deyü hamd ü sena akibinde ayasofya şeyhi'nin ba'de'ddu'a fatiha ile meclise hatime verildiği padişaha telhigioot olundukda memnun olup, hilei n em çe: izharı sürür buyurdu ve bu ey yamda nemçe kıralmdan name geldikde, filan ve filan diyarlarmın' kiralıyım, hatta kudüsi şerif kiralı yım deyü yazdığım vezir görüp, bu ne guna kelamdır ve bundan murad ne dir deyü kağıdı elçisine redd edicek, maksudu ve hilesi kargir ' olmıyacak nameyi gerü gönderüp, tebdil ettirüp, müceddeden gelen kağıdı sehv olmuş diyerek, enva' i'tizar ile teslim eyacem den gelen h e dy: ledi. çünki acem'den' hacı han elçilik ile geldikde, dokuz fil ile yüz kise kıymetlü, yüz yirmi sekiz kıt'a elmas ve on aded la'al ve otuz iki zümrüd taşlı bir ciga ve seksen yedi kise kıymetli fülad tığlı elmas ve yakut ve zümrüd ile müzeyyen bir cündehir ya'ni hançer ve yüz yirmi kise kıymetli bir kılıç ve elli dört kise kıymetli diğer elmas yüzük ve yüz yirmi kise kıymetli diğer elmas yüzük ve beş kise kıymetli bir sarı yakut yü zük ve sekiz kise kıymetli' diğer sarı yakut yüzük ve altı buçuk kise kıy metli iki kıt'a mai yakut yüzük ve altmış sekiz kise kıymetli iki kıt'a la'ap yüzük ve bir kise kıymeth yakadir yazümış bir zümrüd yüzük ve iki' kise kıymetli mücevher kutu ve sekiz buçuk kise kıymetli enva akmişe ki, cem'an'beş yüz yetmiş üç kisebizden acem e giden hediye. lik hediyesi gelmişidi. elbetde bu def'a dahi gelecek elçisi ile bu misillü hediyesi gelür; şimdi bizden gidecek kesriyeli elçi ahmed paşa ile irsal olunacak hedaya tertib ve paşakapısı'nda, arzodası'nda müfti ye sadreyn ve defterdar ve kuyumcubaşı ve bazaristankethüdası ve ehli hibre gelüp kıymet takdir olunan eşya: altmış kise kıymetli yüz altmış elmas ve bir kebir zümrüd taşlu bir sorguç ve yüz yirmi kisetuti burunu bir kılıç ve altmış kise kıymetli, otuz' altı elmas ve sekiz yüz on sagir elmas ile al tı aded düğmelü ve altun çaprastlu incu püsküllü, beyaz istanbul dibasınia kaplu bir sırt samur kürk ve on iki kise kıymetli bir mücevher kutu ve altı kise kıymetli bir mücevher zarf ve yirmi altı kise kıymetli üç aded koyun sa'ati ve dört kise kıymetli iki gözlük ve on bir kise kıymetli on aded dürbin ve on kise kıymetli bir çekmece' ve üç kise kıymetli dört tüfenk ve otuz kise kıymetli bir tüfenk ve yirmi beş kise kıymetli bir çift piştov ve dört kise kıymetli bir at sorgucu ve yüz kırk kise kıymetli bir kemeri mücevher rahti ve yedi kise kıymetli bir rişme ve on iki kise kıymetli bir gaddara ve üç kise kıymetli bir rikab ve sekiz kise kıymetli bir eğer ve yirmi kise kıy metli bir zinpuş ve iki kise kıymetli bir yapuk ve üç yüz elli kuruşluk bir dizgin ve beş kise kıymetli on tob diba ve beş kise kıymetli on donluk üstüfe ve bir buçuk kise kıymetli on donluk venedik dibası ve iki buçuk kise kıymetli on donluk dimi diba ve iki buçuk kise kıymetli taraklu diba ve bir buçuk kise kıymetli on donluk şükufeli diba ve iki buçuk kise kıymetli on donluk telçekmeve altı yüz kuruş kıymetli elvan şalı ve sof ve altı yüz kuruşluk' sof ve yediyüz kuruşluk mevceli' sof ve bin sekiz yüz kuruşluk kadife yasdık ve altı kise kıymetli yirmi şam kesmesi ve bir kisekıymetli on aded sakızkari seccade ve bir kise kıymetli on aded uşak seccade ve sekiz buçuk kise kıymetli kırk tane samur ve dört buçuk kise kıymetli üç postu çuha ve beş buçuk kise kıymetli üç postu saye çuha ve doksan re's at ki, cem'an sekiz yüz altmış kiselik hekırım hanı'mn hastane'ye geldiğidiye oldu ve bu esnada kırım nin tafasıW: hanı selim giray, hastane'ye gelüriken davud paşa sarayı'nda ye meklik içün alaya, vüzera ve defterdar ve hacegan ve kapıcıbaşılar ve zü'ama ve sipah ve silahdar ocakları ve yeniçeri ve cebeci ve topçu ve arabacı ağalan ve neferleri geceden harici sur'da amade ve sadrıazam da hi seheri çıkup, varup salatı subhı davudpaşa'da eda' edüp, han geliriken, vezir kethüdası ile çavuşbaşı istikbal ve saray'ın harici babında, vezir at üzerinde istikbal ve nüzul ve ba'de'tta'am tarafı sadnazamiden al çuhaya kaplu samur kürk arz olundukda telebbüs eyleyüp, yine vezirden, ağır ke mer rahtlu ata han süvar olup, sol canibinde sadrıazam heminan alay ile davudpaşa'dan surı istanbul'a gelince iki geçelü safbeste olan ocakluya arzı selam ederek, kal'aya dahil olup, aheste divanyolu ile paşakapısı'na gelinüp istirahat olundukda han hazretleri ile bile gelen mes'ud giray sultanve kazaskerine ve hazinedarbaşısı ile şirin beylerine samur kürkler ve etba'ından gediklülerinden on dört kişiye tilkiboğazı ve sincab ilbas olu nup tekrar vezir kethüdası yedile yeşil çuha samur kürk han hazretlerine verildikden sonra umumen ricali devlet ve vezirin takımı ile han, bağçefonna: şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih l kapısı'nda mehmed kethüda sarayı'na isal olunup, üçüncü gün yine han, paşa kapısı'na götürülüp, vezir ile ma'en sarayı hümayun'da, huzurı padişahiye varup takbili kuşei daman ettiklerinde ihrama ku'uda ikisine bile ruhsat verilüp, hoş geldiniz deyü ba'zı sohbeti mülukane ve darü'ssa'ade ağası yedile ibtida' han'a, sonra vezir'e serasere kaplu bir sa mur kürk ilbas, ba'dehu padişah belinden hançeri çıkarup, vezir yedile han'm miyanma bend ve yine darü'ssa'ade ağası yedile bir mücevher sa'at ve iki kise dolu altun in'am olunup taşra çıkdıklarında revanodası'nda, tatlı ve kahve ve on iki kise kıymetli bir mücevher kutu verilüp, ihzar olu nan mükemmel ata ortakapı'da süvar olup, yine vezir ile paşakapısı'na geldiklerinde, vezir kapıya girüp, han vezir takımile konağına gitti ve iki gün sonra vezir han ziyaretine vardı. ertesi müfti efendi, dahi ertesi sadreyn varup ziyaret ettiler; dahi er tesi ulemadan ve ricalden me'zun olanlar ziyaret eyledi. sene. mürurı sefiri iran elhac ahm ed paşa beüsküdar ve nüzuli kalyon ber bahri ez tersaneve irtihali kutbü'larifm eşşeyh esseyyid' nureddin şeyhi hanikahı koca mustafa paşa. savtı i 'la ile tezkir eyle tarihin'onecib, göçdü mülki adne nureddin kutbü'larifin. sa'ida söyledim lahuta sırr oldukda tarihin, cihanın kutbu nureddin efen di binişan oldu. ve binai kasrı hümayunı meyaminmümun der sarayı beşiktaş ber bistu dü sutun ıcad şudeni padişahı simtaht der yalıköşkü ve maktulii nadir şah şahı'iran der came hab bedesti ümerai o der menzili kocan der kurbi m eşhed beorduyı o, der cumade'lahire ve vürudı serhayi maktu'ai ümerai m ısır bedesti valii m ısır ragıb paşa ve vefatı şeyhülislamı sabık h ayatizade m ehmed emin efendi der şam ve te'kidi yasağı hamr ve vefatı valii bağdad ahm ed paşa ve ihsanı vezaret bekethüdai asafi yeğenli ağa ve miri miran zaralızade m ehmed paşa der s iva. çünki senei sabık avahirinde hastane'ye geldiği tahrir olunmuşidi. hastane'ye geldiğinin on üçüncü günü tatar h an: vezir paşakapısı'nda han hazret lerine ziyafet ve bir gün bir gece kesbi safa edüp, hitammda bir samur kürk ve bir mücevher bıçak mahbub ve etba'ma altın' sa'atler ve çuha ve surralar verildi ve üç gün sonra tatar hanı şeyhülislam ziyaretine vardı. dahi ertesi tersane'de kapdan paşa han hazretlerine ziyafet'eyledi. dahi ertesi kezalik yeni çeri ağası ziyafet eyledi'tuhaf ve hedaya verildi. ba'dehu vezir ket hüdası, ba'dehu defterdar, ba'dehu darbhane emini sadık ağa'dan ziya fet bedeli bin kuruş ile birer mükemmel at verdiler. dahi ertesi han, vezirisakin olduğu konağa da'vet edüp, nısfü'lleyle dek safa ve sohbet ettikden sonra vezir paşakapısı'na geldi ve beş gün sonra, han paşakapısı'na getirilüp, ba'de'zzuhr vezir ile heminan sarayı hümayun'a ve huzurı hümayuna müsul olduklarında, tarafı padişahiden bir samur kalpak ve iki sorguç ve kırmızı kadife kapaniçe ta'bir olunur sırma çaprastlu kürk ilbas olunup, bir mücevher kılıç ve bir murassa' tirkeş ve bir sandık ile altmış kise akçei'ta olunup, yanında olanlara dahi ataya ve hil'atlar ve sultan ile kazaskerine dışarıda beyaz tilki kürk ilbas olundu ve bu han hazretleri ne ikramda ziyade kasd olunmağla, tersane'de bu eyyamda kalyon inecek oldukda adet üzre padişah ve vezir ve şeyhülislam geldiklerinde hanı mü şarünileyh dahi da'vet olunup vezir ile temaşa eyledi ve nüzuli kalyon dan sonra kıbeli padişahiden sadrıazam ve şeyhülislam'a ve kapdan paşa'ya kürkler ilbas olundukta han hazretlerine dahi ilbas olundu. ve'lhasıl han astane'de kırk döxt gün meksden sonra, icazet verilüp, istikba linde tastır olunduğu vech üzre davudpaşa'da yemeklik ve teşyi' içün ziya fet olundukta savbı padişahiden kapıcılar kethüdası yediyle iki bin altın tatar han'ın astane'den gittiği. vezir kethüdası yedile bir savefatı koca mustafa paşa şeymur kürk ve bir mükemmel at he: diye olundu. ve rahi ol dukta vezir dahi davudpaşa'dan süvar olup, han hazretlerini bir mikdar teşyi' edüp, avdet ve veda' eyledi ve kocamustafapaşa şeyhi kutbü'larifin esseyyid eşşeyh nureddin efendi hazretleri vedai alemi fani etmekle tahtı revanı tabuta süvar olup, sultan mehmed cami'i müsallasma geldikde, cümle ulema ve ricali devlet, hatta sadrıazam ve şeyhülislam efendi salatı cenazesine hazır olup, yine kocamustafabaşa tekkesi kurbünde vaki' medfeni ebrar olan meşhede defn olundu ve yerine kebir oğlu kutbüddin efendi hazretleri ku'ud etti. kutbüddin dahi hali şebabmdan berü izharı keramata cür'et eder merdi bermuraddır' hatta te'siri sabr: hali şebabında horhor nam çeş meden su talebinde oldukda bir at sakkası kovasını doldururimiş. mani' oldun deyü sakka şabbı mümaileyhe bir sille vurdukta müşarünileyh sükut edüp, tahriki femm dahi etmez; akibinde at sakkaya bir çifte vurup sakkanın helak olduğunu görüp, pederi merhuma nakl ettikde, niçün bir a cem 'e devletden elçi gittiği: kerre tazallüm' yahud ah etme din; zira sabr u inkisar hasmı böyle helak eder; amma ah dahi bu te'siri kat' ederidi deyü irşad buyurdu ve acem'den gelen elçi nazif efendi' anadolu muhasebeciliği ile ikram olundu ve tekrar büyük elçi nasb olunan kesriyeli ahmed paşa huzurı hü mayuna varup, yedi padişahiden nameyi kabz edüp, müzeyyen alay ile alayköşkü tahtmdan üsküdar'a im zayi padişahp: güzar edüp, haleb yolundan bağdad'a gitti. verilen namede olan imzayi padişah. şah hüseyin safavi'yi' zikri sebk ettiği üzere afgan, isfahan'da muhasara ettikde oğlu mirza safi nam şehzadesi devleti aliyye'ye iltica' etmişidi. kaidei devletden, devlete iltica' edenleri redd etmeyüp ikram etmek ohnağla müstevfi ta'yinat ile kah astane, kah sa'ir biladda tatyib olunuriken yüz ellibeştarihinde hekimbaşı zade ali paşa sadaretinde hastane'ye getirilüp, şahhk' ünvanı ile ve debdebe ve darat ile erzurum havalisine' irsal olunmuşidi. lakin nadir şah ile emri müsalaha itmam olundukda, şehzadei mezbur sulha infi'al edüp, nahemvar harekete mübaderet etmekle. nadir şah'm hatırı içün samsun kal'asına a kibi suihda devlete iltica edenlevaz' olundu. acem hanlarmdan rin fe laketi: kezalik devlete iltica' eden mirza sam dahi sulha' infi'alinden firar ederiken tokat havausinde ahz ve sinop kal'asma ba'de'lvaz' ikisi'birden rodos ceziresine nefy olundu ve yirmisekiz çelebizade sa'id efendi vezir kethüdası olmuşidi. vezir ile ünsiyyet edemediğinden azl ve defteremini nasb olunup, yerine çavuşbaşı abdi ağa kethüda bey oldu ve şehid mühürdarı mustafa beşiktaş sarayı'na mermer direkli ağa dahi çavuşbaşı nasb olundu köşkün bina olunduğu: ve haremeyn muhasebecisi'ali efendi mübaşeretile yirmi iki sü tün üzerine mebni beşiktaş sarayı'na derya üzerine bir mısır hazinesi sarf gdüpi'Jbir kargir köşk inşası residei hitam buldu. hakk budur ki, padi şah sahilseraları ve kasırları buna nisbet kasır ve bakusurdur ve yalıköşkü dahi ta'mir olunup simden müceddeden bir tahtı hüsrevani rihte kıhnup 'vaz' olunmuştur ki, on dört bin dirhem simi hahsdendir', kezalik hırkai şerife odası'na bir taht ile bir sim sandık inşa' olundu ki, yetmiş sekiz bin dirhem simi azli tiryaki vezir. halisdendir ve bir seneden berü sadrıazam' olan tiryaki elhac mehmed paşa şa'ban'm on yedisinde beşiktaş sarayı'na rikaba da'vet ile şeyhülislam es'ad efendi ilebile vardıklarında vezir suffada tevkif olunup, mühür istirdat ve bostancıbaşı sandalı ile balıkhane'ye irsal olundu. meğer on iki gün mukaddem aydın muhassüı eğriboyun' abdullah paşa' hufyeten hattı şerif ile mühre da'vet olundukda tebdil olup, mübaşir olan haseki ile menzile süvar ve mudanya'ya gelüp, bir ka yık ile fenerbağçesi'ne geldiklerini darü'ssa'ade ağası'na büdirdüklerinde akşam zalammda getirdilüp, beşiktaş'da canibi sarayı'na iskan olunmuşimiş. sabah olup, şimdi mühür istirdad olundukda, abdullah paşa huzurı hümayuna getirilüp, mühür teslim olunduktan sonra, şeyhülislam üe yalıköşkü'ne andan sarayı hümayun'a dahil olup, rikabmda solak ve peykler ile babı hümayun'dan huruç edüp, paşakapısı'na vasıl oldukda umum hil'atini ilbas edüp, selefini çekdiri ile rodos'a nefy eyledi. ma'zuli merküm kable'ssadaret me'mur olduğu her hususda muvaffak oluriken sadra nail ol dukda gazub olup, herkesi tekdir ettiğinden başka beygire gazab edüp, kü rek deyicek beygirin küreği değirmendir deyü değirmene koşturmak gibi elsinei nasda'gazabı şayi' olmuşidi. gazab sui hulkdan olmağla tiz azli ne ba'is oldu. mezbur elhac mehmed paşa ivaz' odabaşı nam kimesnenin islambol'datevellüd etmiş oğlu olup, yüz kırk dokuz ta rihinde ağakapısı yazıcılığmdan' başyazıcı oldukda' padişah huzu runa götürüp, orduya vardıkda, göreyim seni ulufeyi zayi' etme ve zald esameleri bulup ulufesini verme deyü tenbihlerine bina'en orduya vardıkda ulufeden hazineye bin iki yüz kise sa'yi miri eyledi. amma ocak bezirgaş olan david yahudi iğzab oldu. zira bu ziyadeniu bir kaç yüz kisesi kendüye aid olacakimiş; hemen mezburu yazıcılıkdan' çıkardup, suhmzır nam rezil mahal ağalığma'irsal olunuriken vezir kethüdası osman ket hüda duyup va'di padişahı muktezasınca bu adama ikranı olunacak iken böyle ba'id mahalle sürmek ne demek deyüp, kalafatını alup süvari mükabeleciliği ile manszb ve kafesi destar geydirüp haceganı divaniye'den eyle di. giderek tersane emini ve vezir kethüdası oldukda, yine yahudi sarraflık'hizmetinde oluridi. ocak bezirganı nam yahudinin aralıkda, çıfıd filan zaman sen bakü. na ettiğin gadri bililrmisin, ahdim olsun vezir olurisem seni kati ede yim dedikçe, heman sen vezir ol da beni kati eyle, amma ben tiryakide ve zir görmedim deyü zımnen istihza etmiş. feyyazda neci yok isti'dadı sebe bine, huzurı hümayuna varup mührü aldıkda bu vak'ayı padişaha söyleyüp sa'ir ocakluya ettiği hakareti dahi tafsil ve gayreti islamiyeyi tahrik edüp, büyük miri ahur'u katline me'mur ettirdi ve mührü alup şeyhülis lam ile bile kapı'ya gelüp arzodası'nda sohbet ederleriken, bezirgan paşa'nın emektar ve sarrafı olmak takribi ile maceradan gafil ve oda kapısi taşrasından şeyhülislam'm gitmesine muntazır ki, varup tebriki vezaret ile damenbus ide, henüz şeyhülislam gitmeden miri ahur şahsuvarzade gelüp, mesfur david'i kapı dibinde görücek, bir sille vurup, bostancıbaşı habsine götürdü ve akşam vakti boğulup deryaya ilka olundu. hakk budur ki, temam siyaset edüp, sa'ir ta'ifei yahuddan ve rum keferelerinden, bahusus ermeni müşriklerinden olan istanbul sarraflarmdan muhtac olan kibar ve sigara cefa ve tahkir ve müslümanlann irtidadma ba'is olanları tahvif ve gayret eyledi. emekdanm deyü hazm etmeyüp gayreti diniyeyi icra ile ecri cezil kesb eyledi. garabet bunda ki, mühür den azlinden sonra valilik ile bağdad'a vardıkda maktulün akrabasından moşa nam yahud'dahi bağdad ocaklısını kabzasına alup, cümlesini kendüye muhtaç etmişimiş; vardıkda anı dahi salb eylemek gibi dini mübine hiz met eyledi. ancak hini sadaretinde es'ad efendi gibi hayırhahı devlet sadrı rum bulunup ilm ü fazlı bahiriken i'lamım yırtmak ile beynlerinde bürudet hasıla olmuşidi. cedid vezirin azli müvahhiş ve bürudetten fesad hasıl olacağı münfehim olmağla bica es'ad efendi azl olundu. lakin padişahı dilagah hayırhahı devletin tenkil olunmasına riza göstermeyüp, barıştırmak içün es'ad efendi'yi şeyhülislam nasb buyurdu. lakin vezirin sadrı rum'luğunu hazm etmediği adamı habersiz şeyhülislam nasb etmekden vezire infi'al hasd olduğı devletin ma'lumu olucak, elbetde ve m ü n ır k t e p e kili mutlakın infi'ali bir bed netice verür cfenilüp, mühri şerif nez' olundu. ve marü'zzikr nemçe çasarı tafsili ahvali nemçe: karlovişv yüz eui üçsalinde bila veledi zükur halik oldukda, kızı maria terezia macar ve çek kraliçesi olup, imparatorluk içün olzamandan berii hersekler mabeyninde niza' mevcudidi. şimdi impara torluğu kıraüçenin zevci ve toşkana yani dükası olan françesko'da karar etmekle, kapıkethümü'ebbed sulh: dasına elçilik rütbesile name gönderüp, te'kidi sulh ricası ile mü'ebbed sulh olunmak rica etmiş. lakin mü'ebbed sulh ' meşru' olmamağla, mümted suüı deyü name tahriri ile tatyib olundu ve françesko dahi alikorna'ya esir olmuş müslümanlardan yüz sekiz müslime birer al çuka nimten ve dörder kuruş hardık verüp, bahren hastane'ye irsal et miş; geldikte paşakapısı'na ba'dehu sarayı hümayun'a götürü lüp manzurı hümayun olduklarında üç kise in'amı hümayun ve iki kise sadrıazamdan ve iki kise darü'shelaki şahıcemnadir şh: sa'ade ağası'ndan ve iki kise vezir kethüdası'ndan i'ta olunmağla mecmu'u dokuz kise, mecmu'una taksim olundu ve nadir şah hind'de iken karındaşı ibrahim, dağıstanlı ile cengde helak olduğuna bina'en nadir şah hind'den geldikde karındaşının intikamı kasdı ile dağıstanlı yani lezkiler ile cengde birkaç kerre mağlub olup, ali osman ile dahi ceng ederiken taf sili mürur ettiği üzre sulh olduktan sonra kızılbaşlar'a rağbet etmeyüp, afganiyan ve özbek'den asakiri vaerkanı devlete sui kasddan şahfire cem' edüp, ricali devletinilara za ra. i'dama bahanecu olduğunu erkanı devleti iz'an etmekle erkanı devletindenrevan hanı ita'atinden huruc edicek üzerine askeri azim irsal edüp, revan'ı muhasara' esnasında yine erkanı devletinden gen ce hanı dahi isyan ve tiflis hanı ita'atdan çıkup, tebriz hanı dahi tuğyan etti. haberleri kendüye vürud ettikde anların daii üzerlerine leşker tedariki kaydında oldukda, kah hind gibi diyarı ba'ide, kah ali osman gibi kuv vetli devlete, kah lezki'ye yirmi seneden berü devri da'im seferlerden nas aciz olup, osmanlı ile suuıa ferahlanup, şimdiden sonra istirahat ümidindeleriken kendünün sui kasdından münşe'ab valilerinin tuğyanını def içün dahi esfarı adide peyda olduğundan' canlarından bizar olup ve ga'ileleri bertaraf ettikde, bizi dahi telef eder deyü mukarribanı ve vüzerası ve vü se m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı kelası havfe tabi' ve zevaline müterakkibleriken içlerinden şah'ın tophane nazın emir han ve kürd mehmed ve hüseyin han dahi isyan ve birer mahalle tahassün ve kıtale' amade olduklarında şahın karındaşı maktuli mezbur ibrahim'in oğlu ali kulu han dahi karib mahallerde otuz bin asker ile isyan ettikde şahın devletinde ihtilaf zuhur ve hercümerc süratleri mümayan olıcak, ve şahın mu'temedlerinden ve ordusunun nıukarriblerinden keşekci koca bey ve cezayirbaşı sahh bey fırsattır deyüp, nadir şah telef olunur ise mezbur ali kulu han şah olmak üzere mahfi mu'ahede ve karar ve şahın i'damına fırsatcu oldular. vaktaki şah kendüye isyan edenlerin kahırlan içün ordusu ile meşhed'den kalkup, cıvarında kocan nam menzile varup, oğulları nasrullah mirza ve riza kulu mirza ve imam kulu mirza ve oğlunun oğlu şahruh mirza'yı haremi ile külat gecesi keşekcibaşı ve cezayirbeyi mu'tad üzere şahın çadırını muhafaza suretinde ihata ve şah firaşında yatariken kattali mürrnihad kızılbaşlardan on sürhseri şah haymesine idhan idhal eylediklerinde girüp mecruh edüp başını kesdiler ve sorgucu ile cümle mücevheratını namzed olan mezkur ali kulu han'a irsal eylediklerinde afganiyan firar ve kızılbaşlar hazine ve cebehanesini zabt ve ali kulu han'a isal edüp, mollabaşı'smı ve mu'abbiriolan nazar ah han'ı kaçırup, baki şah haremini dahi mühürdarı ile gönderdiler. amma iran'ın her canibinde ihtilal zuhur edüp, hanlar biribirlerie' mukatele edüp, tava'ifi müluk oldu. bundan mukaddemce devletden elçilik ile giden kesriyeli v ahmed paşa hemedan'a varup, henüz şaha buluşmadan bu kavga çıkıcak, eşkıya kesriyeli hemedan'dan çıktıkda yağ ma edelim deyü bekledikleri elçinin ma'lumu olmağla, dışara çıkamaziken şehri hemedan'da dahi ihtilal peyda olucak, durmaya mecal kalmayup hemen gönülbirhği ile çıkup, bin zahmet ile bağdad'a selamet gel di ve götürdüğü hediyeyi geri getürdü ve bakalum şah kim olur ise hediye ona verilür dedi. lakin belli bir şah peyda olunmamağla hediyye ba'de'zzaman hastane'ye irsal olundu. garabet bunda ki, bu hediyye devleti osmani ye'de kaldığından gayri şahın elçisinin bağdad'a getürdüğü tahtı tavus ve ib rişim tınabil hayme dahi bağda'da meks olunmuşidi. sene sonra, sultan mustafa asrında hastane'ye götürüldü. ibret alınacak iştir. dev letin hediyyesi devletde kaldığından ma'ada acem'in hediyesi devlete gelmek ve'sselam. bu nadir şah kırk iki tarihinde şahlık ünvanını kesb edüp, iş bu altmışsahnde helak oldu. devleti nadiriye'nin dahi müd deti bu icadar. zira zuhuru içendi ile olduğu gibi inkırazı kendi iledir. bu nadir şah, tafsili tarihinde şerh olunduğu'üzere türkmen ta'ifesinden akali nas zuhur edüp tedric ile tedbir ile şahı cihan olup, iran devleti'nin sahih leri olan ali safaviye la'b ü lehve ma'il olup sefere hazeri tercih ederek, gaf letle devletlerini ra'iyyelerinden afgan münkariz kılup, şahlan ile şehzade lerini ve ocaklısı ile ulemasını ve erkanı devletini esir etmişiken, bu nadir ali tedbir ile şah olup, şah olan afganiyan'ı müzmahil eyledi. saniyen, ali osman'ın ta'arruz eylediği yerleri nez' eyledi. salisen, hind'i berbad edüp, cihangirlik sevdasında olmuşidi ve hazinesini şu rütbe ta'mir etti ki malamal ettikden sonra fazlasından bağdad'a karib hazreti ah meşhedi şerifine bir cami' bina edüp, kubbesinin kurşununu altundan edüp, iki minaresini esasından balasına varınca altun kapladı ve cami'in kapısının üst eşi ği hizasında dairenmedar, kurşun mahalline varmca altun kaplayup ', derunı cami'i altundan kıymetli ziynetle duvarlarını tezyin eylemek gibi izharı şevket ve azemet bir padişahm muktedir olamadığı kan fi'ile getir miştir. akıbetinde ricali devletini bizar etmekle ni'met perverleri ehnde, came habında maktulen telef olmuşmısır beylerbeyi'nin ktli: tur. ve mısır'da katamışluyüas ta'ifesinin reisi ibrahim bey mı sır'a istila edüp, devletin hazinesi ile haremeyni muhteremeyn'in galahni ve sa'ir iradı mısriyye'yi ekleylediğini mısır valisi ragıb paşa hufyeten devlete tahrir edüp, devletden katillerine hattı şerif getirtdikden sonra fursatcu olup, mezbura müdara ve iğfal edüp, paşa kendi tarafında olan üme ra ile ittifak ettikden sonra katamışlu'dan divan'a gelen emirü'lhac hahi bey ve defterdar dimyati ali bey ve pulad ömer bey ve hazine beyi ço lak mehmed bey ki, mukaddema osman bey vak'asında erbaşıidi, osman bey firarmdan berü alamayeşa' mısır'ı fesad ile tasarruf ederleridi. vakta ki, mu'tad üzere mesfurun divan'a geldiklerinde paşa mu'inleri olan beyler ile mesfuruna hücum ettikde hahi bey ile ömer bey kati olunup. defterdar ile çolak mecruhen firar eylediler. lakin ta'cib olunup anlar dahi kati olunduğu andapaşa heman garb ocağı'nı zabt ve paşa'ya tabi' olan beyler, yeniçeri ocağı'nı zabt ettikden sonra katamışlu'dan divan'a gelmeyenler ibrahim bey ve küçük ömer bey ve süleyman bey ve haşan bey cümlesi eşkıya cem'edüp, ibrahim bey sarayı'na tecemmu' ve toplar vaz'ı ile tahassun ettiler. amma paşa koluna aldığı ocaklu ile beyleri üzer lerine irsal edüp, yedi ocakdan müceddeden üç bin adam tahrir ve bahşiş leri verilüp, ibrahim bey'in konağını muhasara ettiklerinde, zikr olan dört şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i nefer şaki beyler firar etmekle fitümerai m ısır'ın seri m aktu'lane teskin oldu ve maktuuerin re'si babı hümayuna vaz' olundumaktu'ı, dört beyin kellesi astane'ğu: ye geldikde babı hümayun'a vaz' olundu. ve fetvadan ma'zul hayatizade efendi şam'da vefat eyledi ve şevval'in dokuzunda menasıb tevcihatı oldu ve hamre ve meyhanelere yasağ oldu ve teşrifatüik ile beylikçilik mansıbmı cem' eden naili abdullah efendi reis oldu ve dört seneden beril reis olan tavukçubaşı mustafa efendi azl olundu. lakin ma'zulin hakkmda kıyl ü kal olmağla, damadı olup maliye tezkirecisi olan ebubekir efendi ile edirne'ye nefy olunup iki ay mürurunda ıt lak olundu; ya'ni mümaileyh akil ve reşid ve kamil ve sadık ve fazıl olmağ la padişahm mahabbet ettiğini hüssadhazm etmeyüp, avam lisanına aracif koydurmuşlaridi. padişah tasbağdad valisi ahm ed paşa v e fa tı: hih edüp, ıtlak olundu ve zi'lka'de 'da bağdad valisi ah med paşa vefat eyledi. devleti osmaniye'nin azam vüzerasından idi. da'ire ve tedbir ve etba'ı ve şeca'ati kesir böyle bir vezir yüz yüda bir ancak zuhur eder. rahmetullahualeyh. hatta arslan kati ettiği meşhurdur; ya'ni bir gün sayda gideriken şu semtde arslan var denildikde havf etmeyüp, üç adam ile ol semte sürdükde, arslan gelüp atının sağrısından çeküp koyverdikde, at başı üstüne düşünce, paşa inüp arslanı'kucakladıkda refikleri arslanı hışt ile vurduklarında, arslan kollarını gevşedicek, hemen belinden han çeri çeküp arslanm karnmı yarup helak etmiştir'nadir şah ile muhavere ve muharebesi kerrat ile zuhur ettiği, mevkı'inde tahrir olunmuştur. nihayet hasmı olan nadir şah'ın helakini ba'de'lmüşahede darü'sselama rihlet eyledi. yerine diyarıbekir valisi sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa bağdad valisi olup i, kezalik sadrı esbak haşan paşa diyarıbekir valisi oldu. kezalik sadrı esbak yekçeşm' mehmed paşa içil mansıbı ile bekam ol du. kezalik sadrı esbak tiryaki mehmed paşa hanya muhafızı oldu ve iki tuğlu zaralızade mehmed paşa'ya üç tuğ ile sivas verildi. ve vefatı imamı mahallei bıçakçı der istanbul abdullah efendi ez mazmnai kiram ve imamı evveli sultani sarmısakçızade mustafa efendi. mustafa bey ez ümerai tersanei amire bagadri üserai o ve amedeni elçiyi şahıcem li kulu şah ve fitnei bağdad ve vefatı m irzazade n eyli ahm ed efendi sadrı rumı sabık ve amedeni hedaya ezcezayir ve ta'mıri sarayı beşiktaş ez sahilsarayı hümayun ve vali şudeni sü leyman paşa bebağdad ve fitnei ekrad der istanbul der bazarı kehle ve vefatı şeyhülislamı sabık akm ahm ud zade esseyyid zeynelabidin ve inkisafı küllii şems der temmuz der receb ve inhisafı kam er der şa'ban ve fitnei m ısır baragıb paşa ve kadii kostantiniyyeşudeni ismail asimefendi ve vefatı sadrı sabık esseyyid haşan paşa der diyarıbekir. muharrem'in beşinde hüdavendigarı sabık sultaa ah med han'ın bakire kerimelerinden zübeyde sultan'ın izdivaç vakti gelmeğle, emmisi olup, şehinşahı alem a kdi nikahı zübeyde s u ltan: olan sultan mahmud han haz retleri edirne bostancıbaşılığı'ndan üç tuğa na'il olan süleyman paşa'ya muradı hümayunları ta'alluk et mekle, vezir kethüdası yusuf ağa sağdıç olup, tabla tabla meyveler ve şükufeler ve yirmi nahi ve şeker bağçeleri ve gümüş nahi piyade vezir ağaları ile ve sim tebsilerde mücevherat ve akmişe ve altı bin kuruş kiseleri d alay ile götürüp darü'ssa'ade ağası'na teslim ve mahalline isal olunup, yine yevmi mezburda tarafeynden vekil üe müftii enam akdini kah eyledi. lakin süleyman paşa nu'man pşa: anadolu valisi bulunup kable'zzifaf vefat etmekle, iş bu sene ahi rinde hünkar kapıcılar kethüdası nu'man bey'e selanik mansıbı ile üç tuğ verilüp, tekrar bakirei mahlule ana akd ve sabıkı misiuu nişan ve nüküd geldi ve ayasofya kurbünde vaki' sultansarayı sultanı müşarü'nileyhaya inayet buyrulmağla beytü'zzifaf kınemçe ta fsili: imdi. ve zikri bir kaç kerre sebk ettiği üzre nemçe çarı altıncı karloviş bilaveled üftadei haki tengnayi megaki kubur oldukda, nemçe devletinin dokuz aded hersekleri ittifakı ile maritere nam kızını mülki mevrusları olmak üzere macar memleketine çasariçe, lakin roma imparatorluğu maddesinde her biri müşettetü'lkavi olup ba'zı hersek'e fransız dahi i'anet ve ba'zısına ingiliz imdad etmekle fran sız ile ingiliz beynine adavet ve ceng ve harb vukü' buldu. lakin çasariçe'nin zevci ve toşkana memleketinin dükası olan françesko zevcesi talebi ile ve ali osman'm i'anesile imparator oldukda ali ile sulhun ber karar olması içün balyosuna orta elçilik payesi gönderüp, imparator ünvanı ile taleb eynemçe'ye elçi gittiği name verilmişidi. bu def'a kendü şanı içün devleti aliyye'den elçi ba's olunmak rica etmekle, mevkufati hattı mustafa efendi nişancılık payesi ile irsal olundu ve tamam senesinde yine hastane'ye gelüp şöyle tak rir ettiki, astane'den elli iki günde belgrad'a vardığımda, nazarta bekletmeyüp tuna ortasından istikbale gelenler bizi alup, muhac'a vardıkda üç ayaklı kaz gördüm. andan istonibelgrad'a, andan yanık'a, andan peç'e iki sa'at karib mahalle varıldıkta, beş gün meks ve belgrad'dan' kırk yedinci günü azim alay ile peç'e dahil olduk ve iç kal'adan geçüp varoşuna nüzul et tik ve bir kaç gün sonra, başvekü'e götürdüklerinde, başvekil bizi görücek iskemlesinden kıyam ve bir kaç hatve ilerü geldi ve etba'ımızdan odaya üerü dahil olanlara ben selam verdim ve bir iskemleye bizi ku'ud ettirüp, tatlı ve kahveden sonra hanemize geldik ve bir kaç gün sonra çasar'dan gelen altı beygirli hantoya süvarolup, on nefer etba'ımla çasar odasına girüp, üç mahalde namei hümayunu takıbil ve çasar ka'imen durduğu suffa kenarı na varup, nameyi sunduğumda, çasar eli ile alup ta'zim ettikde, ben geri gelüp, kethüdamda olan bir sorguç ve mücevher hediyyei hümayunu alup suffai mezkure kenarına vaz' ettim. ba'dehu ziyafeti eki edüp haneme geldim. ertesi gün çasariçe'ye vardığımda kezalik mezkur odada kıyamen mülakat ettim. yüz altmış gün ikametden sonra veda'a vardığımda götürdüğüm sor guç çasarm başında ve meç meyanmda olup, çasariçe'nin giydiği, götürdü ğüm kumaşlardan olmağla makbullerine geçdiğini iş'ar ettiler. ba'dehu çam sefinelerile otuz altı günde bıçakçılar imamı abdullah efenbelgrad'a, andan ruscuk'a, karadeniz'den hastane'ye geldim dedi. ve istanbul'da neş'et eden ulemadan ve sulehadan ve mazinnei keraınetden bıçakçılar imamı ab dullah efendi hazretlerinin vücudu ibadı müslimine mahzı rahmet idi. seksen altı yaşında fermanı irci'iye imtisal ettiği gün şedid şita ve karbuzdan suuklara kimesne çıkamaz iken, bir cem'iyyeti uzma ve cema'atı kübra ile aynalıkavak mezaristanma naki ve defn olundu ve yahya pa şa halilesi saliha sultan bnt. ahhanım sultan akdini sadrı rumlar med han'ın kızı fatime hanıme tü g. sultan yahya paşa biraderi ibrahim'e, sadrı rum neyli ahm ü n ir k t e p e med efendi hutbesile akdi nikah olundu ve hekimbaşılık'dan ma'zul mehmed sa'id efendi yine seretibba nasb olundu ve nasırı bahri tesmiye olu nan kalyon tersane'de inşa ve deryaya inzal olundu. böyle yazdı harita ya tarihin izzi bendeniz nasırı bahri gibi gevher nüma derya deniz; ve imamı evveli sultanı sarmısakcızade mustafa efendi, izmir'den ma'zulen vefat etmekle sani hüseyin efendi evvel olup, şehzade cami'i imamı ve darü'ssa'ade ağası hocası ve kurraı kamil esseyyid elhac ' mehmed efendi sani olup, evvela sarayı hümayun'da, saniyen huzurı sadrıazamide kürkler giydi ve eflak voyvodası iskerletoğlu ligor boğdan'a ve boğdan voyvodası olan kostantin eftersane çekdirisi m alta'yaesir ollak'a voyvoda olmağla mübadele du ğu: bi'lmünasib vaki' oldu ve rodos mutasarrıfı mustafa bey bn. sü leyman paşa çekdirisi ile sadrı sabık tiryaki elhac mehmed paşa'ya ve rilen ıçil mansıbına gitmek içün megri limanına bırakup, avdetle liman ağ zına geldiği gece, sefinede olan şaki arabi vardiyan başı nasb etmişimiş. bitab herkes habdaiken mesfur arab kendü ile hemzeban olan beş neferin kayıdlarmı ref' ve silahlanup ibtida miri merkümun etba'ını diri diri deryaya ilka ve kamara kapısını mirin üzerine bend, ba'dehu sa'ir üseranın dahi paranka bendlerini kırup, sefineyi zabt edüp, bir baş malta'ya varup taba'iyyet eyledi. sene sonra halas olduğu senesile tah rir olunur ve sadrı esbak hekimbaşı zade ali paşa bosna'dan tırhala'ya ve tırhala'da olan kezalik sadrı esbak muhsin zade abdullah paşa bos na'ya ve yahya paşa rumeli'ye vali oldular ve bundan akdem zikri sebk eden nadir şah fevtinde birader acem elç is. zadesi ali kulu han irs ile şahı acem olup, budefa şahlığını beyan içün name ile elçisi kirmanşahan hanı mehmed abdülkerim han elçilik ile bağdad'a geldikde meks olunmuşidi. sonra mihmandar irsal olu nup, bu defa kadıköyüne geldikde matbahemini mollacıkzade ma'rifeti ile ziyafet, iki gün sonra üsküdar'dan iki çekdiri ile hastane'ye geçirilüp, alay ile şehremini'nde baruthane sarayı'na isal olundu. dört ay sonra tarafı miriden yetmiş kise hardık fitnei b ağdad: ve at ve kürk verilüp, ziyafetler olunup, matlubu üzere name veri lüp, yine çekdiri ile üsküdar'a geçirildi ve bağdad'da ahmed paşa etba'ı vali olmak zu'mile tahriki fitne edüp, yeniçeri ve sa'ir askeri ulufe behanesi ile vah olan sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa üzerine gulüvv ve ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d itr i h i ceng ettiklerinde vafir adam helak olucak, israr olunsa kıtali azime ba'is olunacağı fehm olunmağla, paşa dicle kenarına çıkup, istifasını tahrir et mekle azl ve içil mansıbı verildı' ve içil'de olan sadrı sabık tiryaki mehmed paşa'ya musul ve musul'da olan d abdülcelil zade hüseyin paşa basra'ya ve basra valisi kesriyeli ahmed paşa bağdad'a vali nasb olundu. iki ay sonra merhum bağdad valisi ahmed paşa kethüdasına iki tuğla adanamansıbı verilmişti. amed ü reft eden elçilere ziyafetden bağdad esnafma cem' olan yüz kise deyn ile ahmed paşa'nın deyni olan bin sekiz yüz kise akçeyi eda şartı ile talib olduğuna bina'en süleyman paşa'ya üç tuğ ile basra eyaleti verilüp, selefi olan abdülcelil zade'ye ada na verilüp, mübadele bi'lmansıboldu' ve vafir zamandan berü kıb rıs sadrıazamlar hassı iken bundan hanım sultan zifafıla y. sene mukaddem vaülere verilür olmuşidi. şimdi yine sadrıazamlara hass kılındı. zikri bu sene evailinde sebk eden hanım sultan bnt. saliha sultan zifafı içün saliha sultan sarayı'nda çarşamba gün ziyafet olunup, perşenbe gün ale'sseher ibtida kılavuz çavuş önünde piyade iki nefer kapıkethüdası ile ba'dehu vezir ağalan ve divaıi çavuşları ve selatin katibleri ve haremeyn kalemleri hulefası ve kisedarları ve hare meyn evkafı mütevellileri ve zu'ema, ba'dehu haremeyn hocalan ve mü fettişi ve sağdıç ve bir kaç yüz dalfes tersaneli ve teşrifati ve miri ahurı sani ve harem başağası, arus arabası ve mehterhane ve cevari arabaları alayköşkü altından güzer edüp, darı zifafa varıldıkda hil'atlar ve kürkler ve surralar ve askılar verildi. ve iki defa sadrı rumeli olan mirzazade neyli ahmed efendi alemü'lulema ve sahibi te'lif bir zatı aliyü'lkadr olup, sinni yetmişden tecavüz edüp, haleti nezi'e vardıkda, şi'ir ve inşa'da dahi yedi tulası olduğuna bina'en gönlümü aldın ilahi beni de al bari koyma gurbette gönülsüz bu teni bimarı du'ası kabul olmağla, üsküdar'a defn olundukda. çelebi zade ismail asim efendi; mirza zade ahmed neylisahnı firdevs'i eylehedayayı cezayir: di mesken tarihini demiştir. ve bu esnada cezayir dayısı fevt olup ye rine dayı olandan dilara elli re's gılmanı efrenci esir ile bir zikıymet el mas yüzük ve enva' mercan teşbih ve enva' ihram ve cezayirkari tüfenkler ve piştovlar ve kemerler ve mukaddem şallar ve kaplan postlar ve hayyen arslanlar ve kaplanlar ve tavaşiler ve beş kafes mürgı beyza tuhafların getirüp padişaha arz ettikden sonra, kibar ve ricale dahi hedaya verdiler ve m ü n tr k t e p e malta'dan korsan corci, vafir zamandan berü bahri sefid'e hasaret edüp, ele girmezidi. işbu sali ferhunde falde ıstanköylü ibrahim kapdan değirmenlik'de basub hayyen ahz edüp, derzincir hastane'ye getirdükde, kapdane nam kalyonun sine salb olundu. padişahı zamanm tabı şerifi beşiktaş'm ab u hava ve nezaretinden mahzuz olnağla, çehil sütün binasmdan sonra işbu sal derununda şehr emini yusuf efendi ma'rifeti ile beşiktaş sarayı'na derya üzerine arabiskelesi'nde vaki' cami' köşkler b insı: tevsi' ve bina olundu ve deryaya karib köşkler ve suffalar ve odalar ve divanhaneler ile bir da'irei latife bünyad olundu. selim giray rihletgirayi ahiret olmağla kalgaylıkdan münfasıl arslan giray han kırım'a nasb olundu ve anfen seretibba olan mehmed sa'id efendi'ye anadolu b ve izmir'den ma'zul esseyyid abdullah molla efendi'ye medine payesi akıbinde istanbul payesi vefitne der istanbu. rildi. ve şehri receb 'de çarşı bekçileri kürdlerden ve üsküdar bağları kürdlerinden vafir ekrad silahlanup çarşı'dan zuhur ve dükkanları kapatırlariken kol ve kolluk üzerlerine vardıkda, muhalefet et mekle zabt olunmadıkları haberi sadrıazam abdullah paşa'ya vasıl oldukda, heman etba'ı ile erişdi. lakin bitpazarı kolluğu ve sultan bayezid ve parmakkapı kollukları ile çarşı salması ve dükkancılar kepenk sırıkları ile defi fitne ettiklerini görüp, gelüp ' beşiktaş sarayı'nda padişaha ifade ettikde, sofa kaplı samur kürk ile bir mücevher hançer i'ta buyrulup, yeni çeri ağası'na dahi kürk ile hançer ve üç kolluğa yüz ellişer altun ve salmaya elli altun ve ehli suuka iki yüz elli kuruş ihsan olunup, istanbul'dan ve üs küdar'dan kürdler nefy olundu ve şeyhülislam olan akmahmud zade efendi'nin sinni mi'eyi tecavüz edüp, es'ad efendi'nin m üfti o ldu ğu: hail ü akdde şürekaya muhtaç ol mağla azl olunup ve rum'dan münfasıl 'es'ad efendi'yi padişah biniş tariksı ile defterdarburnu yalısı'nda olmağla getirdüp, hil'atı beyzayı ilbas buyurdu ve sadrıazam'a dahi serasere kaplı samur ilbas olunup, bile paşakapısı'na geldiklerinde yeşil şala kaplı samur dahi vezirden bohça ile sadrı fetvaya ihda kılındı. sahibü'lfetva mehmed es'ad sa'dü'ssu'ud elfazı tarih vaki' oldu ve selefi istinye yalısı'nda sakin olmak emr olundu. ekrad eşkıyası kahrından sonra yeniçeri ağası'nın etba'ı bicürüm kimesneleri ihafe ve celbi mal eyle dikleri içün azl ve bursa'ya nefy olunup, kul kethüdası hasan ağa yeniçeşme ağası ve zağarcı diğer hasan ay tutulduğu ve güneş tutulduğu: ağa kul kethüdası ve elhac ahmed ağa zağarcı ve darbune zade nu'man ağa sansuncu ve receb'in yirmi dokuzuncu hamiş günü mahı temmuz'da aftabı alemtabm sülüsanından ziyadesi münkesif olup, şaban'ın on dörfitne der mısır baragıb paşa: düncü gecesi nısfı kamer münhasif oldu ve üç sene den berü mısır valisi ragıb mehmed paşa geçen sene hüsni tedbir ile mı sır'a istila eden miranı kahr edüp ümenasını ibka etmişidi. lakin mısır beylerinde vefa olmaz. şeyhü'lbeled olan hüseyin bey ve defterdar abaza mehmed bey ve şarkiye hakimi halil bey ve anbaremini sabık os man bey ve diğer osman bey eslafı içün süfehayi mısır'ı cem' ve paşadan buyruldu taleb eylediklerinde bir türlü vermeyüp, nasihat ettikçe müfid ol madığından başka ocaklar çavuşları paşanın seccadesini kıvırıp, önüne dü şüp, garb kapısı'na gelüp tevkif edüp, ihafeler ile yine buyruldu taleb ey lediklerinde'verm iyecek harb u darba tasaddi ve etba'mdan bir kaçını şehid ederek mahalli ma'huda tenzil edüp, eşyasmı yağma ve haklarında buyruldu taleb eyledikleri beylerin dahi hanelerini garet ve ceng ederek ak şam oldukda, ragıb paşa tarafında olan beyler firar ve hanümanları berbad olduğu devlete arz olundukda haklarından gelinmek vakti ahare tevkif olunup, vilayet ve tevliyeti'mısır mora valisi ali paşa'ya ihsan olundu. lakin isti'fa etmekle içil'de olan sadrı esbak yekçeşm ahmed paşa'ya verilüp, içil köseç ali paşa'ya verildi ve ragıb paşa nişancılık de salim dururiken sel kaldırup bir mil ba'id bir bahçe dolmabahçe'ye köşkler b in ası: içine götürüp bırakdı ve şehiremini mübaşereti ile dolmabahçe ba yırına köşk ve çeşme bina olunup, avratlar bayıldım tesmiye etmişleridi. idin ikinci gülhane günü mevkıi merkum gülhane i'tibar olunup rıazam ile sadrı fetva gelüp edayi hizmet ve seyrü temaşa ettuer ve marü'jzzikr acem şahı olan ali şah'a c e. m karmdaşı ibrahim mirza ile bu esnada muharebesi zuhur ettikde ibrahim galib olup, ali şah'ı hayyen ahz edüp, gözlerine mil çekmekle ib rahim, şah oldum zannedenken, şah hüseyin evladmdan kocan ve hora san ve şair mahallerden leşker cem' edüp meşhed'de şahlığa kılıç kuşanmış haberi gelmeğle, hiç birinde istiklal kalmadı. ve zi'lka'de 'de asım efendi istanbul kadısı olup, kapdan şahsuvarzade akdeniz'den bir korsan teknesi alup getirdi. ve bağdad'da tahrik ile yine ihtilal zuhur et mekle, idi adhada bağdad, sadrı sabık tiryaki mehmed paşa'ya tevcih olunup, kesriyeu ahmed paşa'ya anadolu'ya doğru gelesin, mansıb seni is tikbal eder deyü ferman olundu ve yahya paşa aydm'dan musul'a naki olunup, aydın ragıb paşa'ya tevdeli haşan paşa v e fa tı: cih olundu ve sadrı sabık haşan paşa karahisarı şarki'de iskefsir de tevellüd edüp, kırk altı şalinde kul kethüdalığı ile iran seferine ve elli salinde nemçe seferinde yeniçeri ağası ve elli iki 'de üç tuğ ile yine yeniçeri ağası ve elli altı 'da mühre nail olup, elli dokuz 'da azl ve rodos ve içil'de deveran ederiken, diyarıbekir verilüp, diyarıbekir'de ömrü tamam ve mansıbı hitam bulmağla, musul tevcih olunan yahya paşa diyarıbekir'e ve yeniçeri ağalığın dan muhreç ibrahim paşa mar'aş'dan musul'a ve kesriyeh ahmed paşa'ya mar'aş verildi. vazı esası camii şerif der kurbi bezzistanı cedid der istanbul bemübaşereti padişahı zaman sultan m ahmud han der ahiri mahı muharrem. ve tevcıhi kazai medinei münevvere beivaz paşa zade ibrahim beyefendi ve şiddet şita der istanbul ebi'ülevvel dercemrei salise ve vefatı kesriyeu ahmed paşa ve pirizade afehmed sahib efendi şeyhü'lislamı sabık ve azli şeyhü'lislam e s'ad efendi ve vali şudeni sü leyman paşa bebağdad ve defterdariyi m emiş efendi ve ma'zul şudeni behçet efendi. ve harik der menzili şeyhü'lislam m ehmed s aid efendi bn. kara halil efendi der babı bağçe der istanbul. vazı hatmi buhariyi şerif der camii sultan m ehm ed, bemübaşereti sultan mahmud han ve tecdidi puşidei ravzai mutahhara. ve vefatı reisü'lküttab mustafa efendi, amedeni hedaya ez cezayir. tersane'de inşa ve inzal olundu ve muharrem'in yirmi sekizinde istanbul'da bazaristanı cedidile mahmud paşa cami'i beynine padişahı devran mahmud han bir mu'aua camii şerif biinyadma esas vaz' buyurdu. ve vezir, kethüdası yusuf efendi fevt olmağla, ikinci defa abdi ağa kethüdayi asafi oldu ve basra'da rafıziyü'lmezheb müşfik aşireti isyan etmişidi. basra valisi olan süleyman paşa gereği gibi tedmir eyledi. hala habeş eya leti ilhakı ile ve mekkei mükerreme şeyhü'lharemliği inzimam ile cidde mansıbı, mutasarrıfı osman paşa'ya ibka kılındı ve bursa'dan münfasıl ivaz paşa zade ibrahim beyefendi şiddeti şita der tstanbul. medinei münevvere kadısı oldu ve rebi'ülevvel 'de cemrei saliseye gelince eyyamı şita sayf gibi güzer etmişidi. yevmi mezburda bir zira' kar yağıp şedid rüzgardan birkaç yüz eşcar münteha, bahusus minare misal serviler devrilüp, üsküdar'da iki minare teme linden münhedim oldu ve istanbul'sahte ferm an: da vafir minaratın külahı sakıt ol du. ve ekrad ümerasından ibrahim bey hastane'ye gelüp bir şey'e nail olamamakla, sultan mehmed avlu su yazıcılarından ömer efendi sahte ferman ve tuğra ve vezir mektubu ile babasancağını tevcih oldahi üsküdar'dan otuz etba'ı ile ve paşa ünvanile gideriken, balıkesri'ye vardıkda duyulup, keyfiyeti hastane'ye tahrir olunacak, ahzına ferman gitti. lakin ferman varınca ibrahim bey izmir'e gitmiş, ahz ve izmir kal'ası'na bend ve sahte kağıdları deri devlete geldikde tahrir eden ömer efendi ahz ve kati olunup, ibrahim bey dahi izmir' de kati olunup, başı hastane'ye geyerden altun ç ık mk: tiriilüp ibret olundu ve tiryaki mehmed paşa musul'da iken bir mahalde, ibrik içinde hulefayi abbasiyye sikkesi ile üç bin üç yüz dinar bulundukta, beş bin dirhem altun vezn olunup, hastane'ye getirülüp miriye zabt olundu ve hala roma impan em çe: ratoru ve toşkana dükası ile geçen sene olan sulhnamede cezayir ve tunus ve trablus dahi nemçe sefayinine ta'arruz ettirilmemek şart kılınmağla dukadan gelen ' iki adama tarafı devletden adamlar terfik kılınup, ocaklar'a irsal olunup, mükaleme ve müsaleha oldular ve muhsinzade ab dullah paşa bosna'da vefat etmekle, eğriboz muhafızı elhac ebubekir paşa'ya bosna verildi. ve bağdad'vefatı pirizade e fen d. dan ma'zulen kesriyeli ahmed paşa mar'aş'a gelinken vefat eyle di. ve sabıka şeyhülislam pirizade mehmed sahib efendi işbu receb'de , merhum oldu; ya'ni evaili halinde çorbacı piri ağa'nın oğlu olup, ayasofya şeyhi fazıl süleyman efendi'den ta'allümi ilm edüp, mirzazade efendi'ye hizmet, ba'dehu şeyhülislam esseyyid feyzullah efendi'ye kitabcı, ba'dehu daltaban vezire imam ve bin yüz on üçdemüderris ve yirmi yedide, şeyhühslam müfettişi ve otuz üç de ilmi ahmed efendi imamı saniler şehzade hocası olyerine haremeyn müfettişi ve kırkmk: da imamı saniyi sul tani ve mu'allimi şehzadegan ve kırk ikide mekke payesi ile bursa olup, kırk üçde imamı evvel ve anadolu payesi ile istanbul kadısı ve kırk altıda bi'lfi'il anadolu ve kırk dokuzda rumeli payesi ve ellidebi'lfi'il rumeli ve elh altıdatekerrür'ye elli sekizde şeyhülislam ve eui dokuzdaazl, ba'dehu darı karara rihlet etmekle, seksen beş yaşında üsküdar'a defn olundu. her ilimde mahir bir zatnemçe'den gelen hedaya: idi. rahmetullahualeyh. bu es nada nemçe'den padişaha hedaya gelüp teslim olundu ki, bunlardır; on iki nevi' pişer ve çalar ve haftada bir kurulur altunlu musanna' bir kebir sa'at ve mücevher basma bir altun sa'at ve ayaklı kebir sim şem'dan ve üçer kollu saglr şem'dan' ve bir kebir sim sini ve kahve ibriği ve şeker kutusu ve on iki sim kaşık ve sim kahve askısı ve bir sim saksı ve on iki fağfur fincan ve müşebbek al tun zarf ve sim bir kebir kase ve çay ibriği ve çay kutusu ve yinealtı sim kaşık ve yine iki sim şem'dan ve altı fanus üzeri sırmalı istüfe puşide ' ve üç takım istüfe mak'ad ve yasdık ve döşeme ve altı ayaklı ke bir sim sini ve altı sahan ma' kapak ve defaten iki kebir şem'dan ve iki sagir şem'dan ve iki kebir sim buhurdan ve gülabdan ve defa bir kebir sini ve bir kebir tabak ve ' on iki kaşık ve sekiz tabak ve çay ibrik ve on iki fağfur fincan ve kırk altı zira' istüfe ve eui zira' diba ve sim pervazlı ke bir endam aynası ve dokuz sim şükufedan ve tekrar zevcesinden evaniyi simden ma'ada bir mücevher hançer ve bir mücevher dürbin ve altun kutu ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i ve bir kebir ve kebir altun sini ve altun şeker kutusu ve altı mü cevher zarf ve altı fincan ve frenk pesend ağu kesme ve asma altun sa'at ve mücevher laciverd taşdan ibrik ve altun leğen ve mücevher bir yeşim kutu ve mücevher billur kutu ve mücevher buhurdan ve altun gülabdan ve dört top istüfe ve sa'irden. ve şaban'da es'ad efendi azl ve üsküdar'a nefy, sonra sinob'a nefy olundu. bu es'ad efendi her ilimde meharetine bina'en sadrı fetvaya istihkakı mümayan es'ad efend'o. olduğundan başka behçetü'llügat cem'inemuvaffak olması evla bi'ttarik ve ordu kadılığında ve geldikden sonra dini mübine ve devleti aliyye'ye eylediği hizmet fazlaiken ve meşihatı islamiye temam erbabmı bulmuşiken, bir piştahta ? sa'atına malik olmuş, piştahta res minde, üzeri bahçe şeklinde ve vasatında ya'ni bahçe içinde bir mevlevi ten nure ile devran ederidi. padişaha medh olunduğun haber alup, yevmi mezburda sa'ati padişaha hediyye götürmüşidi. hikmet ki, mevlevi bir mikdar devran edüp, durucak. efendi, mevlevinin devranı tamam oldu buyurdu. bu nükteden bir nesne tefehhüm olunmayup, hakikati beyan zannolündu. meğer padişahı nüktedan es'ad efendi'ye azlini işrab etmiş. dışara çıktıkda, üsküdar'a irsal olunmağla nükte ibraz olundu. bir nükte kaçmamak içün feda olundu. lakin maksudu bir zaman istirahat etsün yiaeo be nimdir zu'munda idi. lakin gözden irağ olanı ağyar gönülden irağ eder, üsküdar'dan sinob'a yolladılar. yerine kara halil efendi zade mehmed sa'id efendi oldu. ve defterdar behçet efendi, ali konak binasını tekmil ettikde, hüssad malı miriyi itlaf ediyor diyerek azl ve nefy ettirüp zimmet halifesi memiş efendi defterdar oldu. şeyhülislam kara halil efen di zade mehmed sa'id efendi'nin bahçekapısı'nda vaki' sakin olduğu ko naktan ateş zuhur ve hem civarlarına zararı isabet etmeksizin muntafi oldu. amma eşyadan ve kütübden ve tuhafdan bir şey halas olmadı. lakin ittisalinde olan mehmed kethüda hanesini padişah ihsan buyurup, etrafdan hedayayı firavan gelmekle mükafat ve kazai mafat oldu. çünki şehrlyarı azimü'şşan mahmud han hazretleri on sene mukaddem ayasofya gami'inde buhariyi şerif hatmi asarı cemile ve celilesini vaz' buyurmuşidi. şimdi ebü'lfeth cami'inde dahi bina buyurduklarıkütübhane'de beher yevm yirmişer akçe ile on nefer karii buhar, ayda bir hatmi buhari etmek üzere ta'yin ve ibtida hatmi içün buhari hatmi. bi'zzat padişah camii merkumda hatm içün bina olunan şebikeye teşrif ve salatı zuhru ba'de'leda hatm ve da'vat ve va'izler istima' olundukdan sonra, kürkler ve hifatlar ravzai mutahhara puşidesi tecdidi: ilbas olundu. ve vafir sininden berii puşidei ravzai mutahhara tecdid olunmamışidi. padişahı dilagah yüz yirmi zira' atlas üzerine yedi bin miskal sıfma astane'de işledüp bir müsellesü'şşekil levhanın vasatına yedi yüz elli iki kırat bir kebir zümrüd ve yine yedi yüz altmış sekiz kırat diğer zümrüd ve kezalik yedi yüz eui iki kırat diğer zümrüd taşlaretrafına yüz altı elmastaş ve üç yüz elli iki dürri yetimden on üç püskül ve uclarma birer habbe zümrüd ile teryin ve kisvei hazreti fatime dahi tecdid olunup, mescidi nebevi üıl terbi'an üç bin seksen bir zira' seksen sekiz aded kaliçe ile mihrabın tarafeynine vaz' içün iki kebir altun şem'dan irsal buyurup, atik kisvei şeyhü'lharem, adet üzre, ba'de'lkabz alatarikı hediye şehinşahı devrana isal eyledikde bir parçası teberrüken mezarı hazreti ebi eyyuba avize kılınmak sa'adetlerine na'ii olmak nasib oldu. ve iki ay mukaddem yirmisekiz çelebi zade mehmed sa'id efendi ikinci defa vezir kethüdası olmuşidi. bilasebep azl ve kıblelizade etba'ından esseyyid abdi ağa kethüdayi asafi oldu ve bosnavi elhac mehmed ağa çavuşbaşı r eis mustafa efendi: oldu ve reisü'lküttab mustafa efendi'nin aslı kastamonu'dan olup, hastane'ye geldikde, tavukcubaşı'ya damad olup, kesbi me'arif ederiken, kayjnatası fevtinde tavukcubaşı ve yüz kırk üç şalinde silki hacegana münselik ve talakatı lisanına bina'en cülusda, haberi cülusu isal içün nemçe'ye sefaretle gidüp, gelüp kırk beşde piyade mukabelecisi, ba'dehu beylikçi ve kırkdokuzda, babadağı'na moskov seferine gitmişidi. nadir şah'dan hastane'ye gelen elçi ile mükaleme içün reis ismail efendi ile hastane'ye gelüp, mükalemede cümleden ziyade rüşd ve sedad ile muhatabası ma'lumı devlet olmağla babadağı'na vardıkların da ismail efendi azl olunup yerine reisü'lküttab, oldukda rusya ile dahi mükalemeye mürahhas ve elli iki 'de nemçe ve moskov sulhlarma nizam ve elli üç 'de azl ve kastamonu'ya nefy ve mezunen hacca gidüp geldikte, elli altı 'da defter emini ve elli yedi 'de yerine reis olan ragıb efendi üç tuğla ihraç olundukta, ikinci def'a reis olup, altmış 'da azl ve edirne'ye nefy ve üç ayda itlak ve ruznamçeci olup, işbu altmış iki vefat et mekle eyyüb'e defn olundu. fuhşiyattan müctenib, sekineti vekar ve tevazu' ve enva' ma'arif saş e. dn i zd es ü l e y mnee n d itr i h i hibi, farisiye ve arabiyesi mükemmel, hazır cevab, hayrata ma'il idi. rahmetullahualeyh. ve anfen zikri mürur edea abdi ağa vezir kethüdası olmuşidi. üç tuğla ihraç olunup, tersane emini olan ibrahim paşa divitdarı mehmed emin beyefendi bn. aşcızade mehmed paşa vezir kethüdası ve bozokluzade hüseyin bey tersane emini oldu. lakin bir kaç günde istifa etmekle yerine hacegandan gümüşhane emini abdullah efendi oldu. geçen sene havadisinde tahrir h edayayı c ezayir: olunduğu gibi bu sene dahi ceza yir'den yüz re's efrenci esir ile su: ma döşemeler ve tavaşilerve ihramlar ve tüfenkler ve mercanlar ve arslanlar ve kaplanlar, kezalik tunus'dan dahi bu misüllü hedaya padişaha ve ricali devlete gelüp vasıl oldukta, tersane'den mühimmat ve birer kalyon in'amı padişahi oldu. ve büyük miri ahur durak mehmed bey bn. ibrahim bey ez ümerai derya, üç tuğla karaman valisi olup, miri ahurı sani olanabdurrahman paşa zade nemçe ahvali: mustafa bey, miri ahurı evvel ol du. on seneden berü işbu tevarihimizin bir kaç mahallinde zikri sebk ettiği üzre roma imparatorluğu kavga sı içün umumen frengistan biribirine düşüp, yüz elli üç salinde, françe kıralı on beşinci lüviz nemçe çasarı altıncı karloş ile münafese, gittikçe mukatele ve avrupa'da olan kırallar iki fırka olup, berren ve bahren ceng, çünki nemçe bila sebep osmanlu ile nakzi ahd edüp neticesinde belgrad gibi kal'ayı bedeli sulh verüp, tahlisi can ettikde, ak ranına rüsvay olduğu ar vücuduna te'sir ve bilaveledi zükur helak oldukda mülki mevrusu olan avusturya memalikine tabi' macar ve çek kırallığı ve ülkatı sa'ire haliğin vasiyyeti üzere kızı maria terezia'ya intikal et mekle, zabt ederiken emmizadeleri kızların biri, bavariya ve biri sakson ya herseklerinin zevceleri bulunmağla, macar mülkünden irsen hissemend olmak da'vası ile bavariya herseği françe'ye iltica ve françe azim leşker ile imdad etmekle peç kurbüne varmca diyarı nemçe'yi berbad eyledi. ve saksonya herseği dahi hareket ve bir mikdar bedeli sulh alup, razı oldu. ancak nemçe herseklerinden prusya herseği vakit fırsattır, herbir hareket edene nemçe rica ederek, matlubunu verüp sulh oluyor diyerek, füc'eten zuhur ve nemçe'den elli aded kal'a ahz edüp sulh olmuş. lakin françe mesfur bavariya herseğini diyarı nemçe'ye çasar namı ile yedinci karlos deyüp, frankufurt şehrinde cülus ettirüp, roma imparatoru nasb etmiş. amma ömrü tamamimiş; halik olmağla yine mesfure maria terezia'da çasarlık karar ve zevci olan toşkana dükası franm ü n ir k t e p e cesko roma imparatoru olup, devleti aliyye ile tecdidi sulh ettikde, françe ve ispanya kıralları yekdil ve nemçe ve ingiltere ile husumet ve berren ve bahren nice müddet cidal ve françe nemçe'den bir kaç kal'a zabt ettik de nemçelu ile felemenk kadimi dost olmağla françe, felemenk ile dahi adaletpeyda edicek, moskov dahi felemenk ve ingiltere'ye otuz bin leşker ile imdad etti. haberini françe bilince aldığı yerlere kana'at edüp, felemenk kıralmm oğlu don filyoş nam kıral zadeye italya Ji; ülkesinden parma ve piyacini l Jve gustala nam üç eya leti dukalık namile nemçe'den alıverüp, iş bu ahir senede müsalaha oldular. tevcihi eyaleti bağdad besüleyman paşa ve binai bend der menbaı abı tophane. ali sadrıazam abdullah paşa ve nasbı mehmed emin paşa ve kamer der muharrem ve küsufı külliyi şemder samin ve'lışrtn min muharrem ve azli ağayi yeniçeriyan haşan ağa ve nasbı kelleci mustafa ağa der defa i saniye; zuhurı harik ez babı a yazmve muhterik şudeni babı ağayi yeniçeriyan ve imtidadı ateş yek ruzu şeb der safer. am edeni elçiyi hind bahedayayızm eelhac yusuf ağa; vefatı hacei alem ve fazıl ve meşhur kazabadi elhac mehmed efendi. ihtirakı çarşuyı istanbul der r ebi'ülahir ve azli ağayi y e niçeriyan kelleci mustafağa ve azli şeyhülislam kara halil efendi zade m ehmed sa'id efendi ve nasbı esseyyid murtaza efendi. ve icadı şer bet der ağakapısı der güzeri padişah der babı ağa. sabıka bağdad valisi ahmed paşa merhumun' kethüdası olup, bağ dad valilerine rahat vermediği içün üç tuğ ile tatyib olunan süleyman paşa gerçi bu takrib bağdad'dan çıktı. lakin matlubu bağdad olmağla yine tahriki fitne ettikde va'di va'id ile basra mansıbı ihsan olunmuşidi. amma bir kaç ay mukaddem hala bağdad valisi olan sadrı sabık tiryaki meh med paşa ile dahi asılsız adavet basra valisi isyan ettikde ta'yin olupeyda edüp, bir kaç bin aüı ile basnan'sk er: ra hari; inde cevelan ettikde, bağdad'ı basacak sohbeti şayi' olduğu nu mehmed paşa, devlete tahrir ettikde tarafı devletden süleyman paşa'ya nush ve pendnameler irsal ve sivas valisi zaralızade mehmed paşa ser asker ve haleb ve rakka ve diyarıbekir ve musul valileri ve ekrad beyleri ve aşayir mardin voyvodası ile ve mar'aş valisi cümle ashabı timar ve zü'ama ile serasker maiyyetine ta'yin olundukda, süleyman paşa aklını başına çevirüp, hileye sülük üe ben devlete ita'atdeyim, ruhsat verilir ise şe m 'dn izd esü ley mne p e n d i tr ih i hastane'ye varup ahvalimi beyan ve hizmeti padişahide olayım güne arzı hal geldikde haklkatı hale vakıf olmak içün miri ahurı sani lrsal olunmuşidi. bunun mehmed paşa ile kavgası ancak bağdad içün ve mehmed paşa'nın tahriri üzre seraskerler filan gitse hazine ve nüfus itlaf olunacak, süleyman paşa bağdad valisi olsa rahat olunur ve süleyman paşa rahat du rur deyü haber getürüp, süleyman paşa'dan gördüğü ikramın hakkını yeri ne getürdükde erbabı devlet vaki'de süleyman paşa'ya bağdad verumese zor ile alır, sonra halifelik olan bağdad elden gider, müşkil olur deyü ihafe edüp, mustafa bey'in hizmetini meşkur etmelerile, padişah mustafa bey'i büyük miri ahur nasb etmişidi. iş bu muharremlarahk'de bağ dad süleyman paşa'ya tevcih oluntophane suyuna bend bina olundu ve tophane suyu, çeşmeler tekdu ğu: sır olunup yüz adede baliğ olmağla kifayet etmediği içün büyükdere üzerinde, menba'ına bir dağdan bir dağa bend çekilüp gecesi, kameri münirin sülüs mikdan münhasif oldu. kezalik muharrem'in yirmi sekizinci hamis günü tuluı şemsden üç sa'at on dakika mürurunda aftabı burcı cedide on iki ısbı'dan mm ü n ir k t e p e on bir ısbı'ı münkesif olup, beş sa'atde temameıı münkeşif ' oldu. veşehid ali paşa mehterbaşısı giridi mustafa ağa çavuşbaşı'lıktan. azl ve gümiilcine'ye nefy olunup, valide kethüdası merhum osman efendi'nin damadı ve zülfikar efendi zade osman paşa hafidi uzun elhac ibrahim bey çavuşbaşı oldu ve yeniçeri ağası haşan ağa azl ve manisa'ya nefy olunup, sabıka ağalıkdan gelibolu'ya menağakapısı hrik. fi kelleci mustafa ağa getirilüp, ikinci def'a yeniçeri ağası oldu ve safer'de ayazma kapısı dahilinden zuhur eden ateş vakti işa'dan vakti asre değin on dokuz sa'at mümted olup, ta vefa'ya ve süleymaniye bimarhanesi'ne varınca nice kebir saraylar ve menazil ve dekakin ile ağakapısı'nı ihrak eyledi. bundan akdem elli yedisalinde hind pa dişahı ebülfeth nasırüddin muhammed şah'dan seyyid ataullah nam elçi name ve hedaya ile geldikde tarafı hind'e giden elçimiz g e ld. devletden dahi maliye tezkirecisi salim mehmed efendi sefir ba's olunup, ataullah ile bile hind'e irsal olunmuşidi. lakin hind'e varmaksı zın salim efendi vefat ettikde, istanbul'da yağlıkçı olup, ticaretle elçi ma'iyyetile giden elhac yusuf, salim hind padişahından gelen hedaya: efendi'nin yerine nameyi alup, sefareti icra ve nameyi teslim eyledikde, hind padişahı ali osman padişahına bir kıt'a binazir mücevher sor guç ve bir mücevher hançer ve şahingeri nam on bir aded destar ve on beş aded çaline zeri destar ve dokuz top gücerati alaca ve iki top kalayi karçob ve dokuz taka sade putadari ve dokuz taka sencer haniyi sefid ve on dört taka evrengi şahi ve beş taka resan ve on bir beyaz ağabani ve on dört top beyaz bafta behburuç ve iki basma şal ve dokuz top sade şal ve yedi taka düybe zeriki, cem'an iki yüz otuz bir par ça esvab ve on dokuz to lçıtrı güli şebbuy ve yirmi tolça ıtrı ve yirmi altı tolça ıtrı ki her tolçası üç buçuk dirhemdir; her biri musanna' kutu ve sandıklara mevzu'en merkum elhac yusuf'a teslim ve devleti aliyye'ye irsal etmişler. işkazabadizade. bu rebi'ülahir 'de hüccac ile gelüp devlete teslim' eyledi. ve sabıka mekke kadısı kazabadizade elhac ahmed efendi dok san yaşmdavefat etti ki, evaili halinde amidiyusuf efendi'den ve turhalhzade osman efendi'den ve zorluzade haşan efendi'den tahsili ilm edüp, yüz on beş tarihinde hastane'ye gelüp, tedris ederiken ebezade'den müderris olup, kırk altı 'da selanik ve elli üç 'de mısır, elli sekiz 'de basra kadısı' olup, işbu altmış üç rebi'ülahiri 'nde darı bekaya nhlet eyledi. fazlu kemaline tesvid tarihine gelince yirmi altı senede mesil gelmedi. hacei alem idi. hala zemane ulemasının ekserinin bi'lisale ve bi'lvasıta hocasıiken vefatı tarihinin vak'anüvisi izzi süleyman efendi fazılı merküm içün ehli tarika dahi ederidi deyü dahi edüp, meyti gassali ehli tarik senki musallada refikı ehli tarik misüuü tahkirane eda ile imla eder. ulumı zahireye bu mertebe malik olan zatın dahli tarika intisab da'va eden ler tariki ile değil deyü ikaz tarikası ile olmak gerek; gerçi izzi gibi zatın da hi kelamı tezyif olunmaz, hacei aleme ta'arruzu medhuldür. ve rebi'ülahir'in yirmi ikinci gece' sa'at beşde, istanbul'da mercan'dan ateş zuhur edüp, muntafi çarşı hrik. olduktan sonra bitpazarı'ndan' hallaç dükkanından tekrar ateş zu hur ve salih ağa konağına andan kargir bitbazarı'na ve abacüar veyor gancılar ve yağlıkçılar ve haffaflar ya'ni külliyen çarşı ile bir kaç bin kiselik eşyayı kül ve kömür ettikden sonra, parmakkapısı'ndançıkup tatlıkuyu'ya varınca on iki sa'at muhterik oldu. lakin baferman cümle dükkanlar miriden bina olunup, bahası sonra ashabından tahsil olundu. ve yeniçeri ağası kelleci mustafa ağa ağa ol duğu gece, ağakapısı yanalı ihrakı kebirler eksik olmadığı içün iki ayda azl olunup yine geubolu'ya nefy olundu ve kul kethüdası esseyyid ahmed ağa yeniçeri ağası ve nu'man ağa kul kethüdası ve çelebi mehmed ağa zağarcı ve postalcızade osman şeyhü'lislamın ehli ilme rağbet etağa sansuncu ve bektaşzade meyiip paraya nazar etmesinden zamehmed ağa muhzir oldu ve curr: made'lahire 'de şeyhülis lam kara halil efendi zade mehm ü n iraktepe med sa'id efendi, gerçi alim ve fazıl, lakin adetden ziyade mülazemet verüp fazla vus'ıya bakmayup paraya nazır olduğu içün azl olunup selanik kadısı' olan kebir oğlu abdurrahim molla ile bile burusa'ya nefy olunup, sadrı anadolu'dan münfasıl, zühdü takva ile ma'ruf olup, rumeli payesi'ni iktisab eden esseyyid düsturı ameli ulema: murtaza efendi nasb olundukda sadır olan hattı hümayunda. sen ki, veziri azam ve vekili mutlakımsın masadak, ayeti kerimei Ja Ji JJlj j'jJı ısy. olan ulemai alamın elyevm mer'i olan tarikatı resmiyelerinin fi'lasi vazı tertibi ehli ilm naehilden tefrik ve talebei ulumu mevaddı fünuna hüsni teşvik ve tahrişe mebni iken, ahdi karibde ba'zen kesreti şüfe'a ve tezahümi rica zuhuru meşayihi islam du'acılanmm ademi i'tinalannı mucib ve bu halet dahi talibi med rese olanların ibtidai duhullerinde tenkih ve temyiz olunmamalarını müstevcib olduğu cihetden ukdei nizamı muhtel ve müşevveş olduğu semi hü mayunuma lahik olmağın, medarı iftiharı dini mübin olan böyle bir tarikı mergübun pezirayi ihtilali bir türlü ca'iz olmadığından ba'de'lyevm namüstahaka medrese ve mülazemet verilmeyüpuıj' ıuiJl mantukuna ri'ayet ve bu hattı şerifim düsturü'lamel tutula. hakk budur ki, devamı devlet bu hattı hümayunun mazmunı ile olur ve kuzat dahi ehl olsa, ya'ni ehli ilimden umurı hariciye ashabı olsa, dünyada kuttaı tarik ve zalim ve mazlum kalmazidi. bu bab fikri dakika muhtacdır. lakin hamei sühanperdaz demdemesaz makalei tul ü dırazdan ihti raz ue kuşegiri peygulei i'caz olmuştur. üçüncü def'a vezir kethüdası olan sa'id efendi defateyni evveleteyn misüllü müddeti kalilede', ya'ni kırk elli günde azl olunup, mısır'a me'muren gideriken gehbolu'da tevkif olunmuşidi; getirilüp nişancı nasb olundu ve seretibba mehmed sa'id efendi, sadareti anadolu'dan münfasıl kılındıkta mahmud efendi zade abdürrahim efendi lahik oldu ve defterdar memiş efendi ve zir kethüdası ve vezir kethüdası uzun beytersane emini ve tersane emini behçet mehmed efendi defterdar oldu ve kara bekir zade os man efendi istanbul'dan azl olunup, mahmud efendi zade yahya efendi nasb olunmuşidi. cerh ve ta'dili ifrat ve tefrit olup nizama halel getireceği zahir olmağla on günde azl olunup, ikinci def'a mehmed salih efendi nasb olundu. ve dört seneden berü kapdan olan şahsuvarzade mustafa paşa donanma ile bahri sefid'e revane olmuşiken kapdanlık elhac ebubekir paşa'ya tevcih ve bulunduğu mahalde donanmayı kabza' me'mur kılınup se m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th t selefi hanya'ya ta'yin olundu. lakin derakab adana vüayetine tahvil kı lındı ve iki ay mukaddem defterdar olan behçet efendi iki tuğ ile alaiye mansıbına ihracolundukda tersaeskiodalar'da hünkar'a şerbet vene emini rakım efendi defterdar rilmek kanunu: oldu. cennetmekan gazi sultan süleyman han istanbul'da şehzade cami'ini bina ederiken ekseriya gelüp, nişimenlikde eğleniip, seyran bü yürünken, bir gün su taleb buyurdukta, eskiodalar'da altmışbir cema'at odabaşısı fağfur kase ile şerbet getirüp, vekil harcı darü'ssa'ade ağası'na verdiklerinde, hazz olunmağla her geçdikce at üzerinesunulmak'kanun buyurduklarını' şehriyarı ağa kapısında hünkara şerbet vezaman ve şehinşahı cihan sultan rilmek kanunu: mahmud han hazretleri dahi muhterik olan ağa kapısı'nı bina ve tekmil buyurup ocaklının kesbi mübahatlarını kasd buyurup, ağa kapısı önünden güzeri hümayun vaki' oldukça kul kethüdası şerbet tutup, andan ağa alup padişaha suna ve diğer maşrabayı sansuncu tutup, zağarcıbaşı alup darü'ssa'ade ağası'na suna ve sadnazamlar geçdikçe. kethüda yeri tutup. kul kethüdası arz eylemek kanun buyruldu. a zli ağayi yeniçeriyan ve nasbı n u'man ağa've fitne der saraybosna; azli bostancıbaşı terzi hüseyinğa ve nasbı elhac halil ağa ve firarı üserayi zindanı' tersanei amire ve ta'miri kışlayı cebeciyan der istanbul der kurbi ayasofya ve zuhurı harık ez karaman ve muhterik şudeni kıztaşı ve yeniodalar ve sarıgez ve m eydanı lahm ve orta ca mi' ve binai ortaha' ez hazinei amire ve vefatı sadrı esbak' tir yakı m ehmed paşa der resm o ve kesreti baran der istanbul ve vefatı şa'ir rahm i efendi ve ta'unı kesir ve vebai kebir der in sal der istanbul ve vefatı m üftii sabık akm ahm ud zade esseyyid zeynelabidin efendi ve nüzuli berf der ruzı kasım der istanbul. darü'ssa'ade ağası yazıcısı olan abdullah efendi mevküfatilik ile lhrac olunup yerine baş halife osman efendi oldu ve belgrad kal'ası ta'mirine sabık topcubaşı hezarfen kara mustafa ağa ta'yin olundu. ve rakka valisi olan pir mustafa paşa fevt olmağın terekesini kabza me'mur olan ivaz paşa zade silahşor halu bey bin kise nüküd ve eşya kabz edüp, miriye isal eyledi. ve ragıb paşa rakka valisi oldu. ve yeniçeri ağası deli emir ağalık ile meşhurdur, üç tuğ ve sayda eyaleti ile ihrac olunup, kul kethüdası olan darbune ' zade esseyyid nu'man ağa yeniçeri ağası ve çelebi mehmed ağa kul kethüdası ve postalcızade za ğarcı ve baki ağa zade mustafa ağa sansuncu ve mahmud ağa muhzir oldu. defterdar memiş efendi iki ayda vezir kethüdası uzun bey'i azl ettirüp kethüda olmuşidi. oldahi talibi mühr deyü şayi' olduğu içün iki ay da azl ve bozcaada'ya nefy olunup, şehir emini nazif efendi kethüda bey oldu ve behçet efendi yerine defterdar olan belgradi ahmed efendi dahi dört ayda azl olunup ruznamçei evvel kisedarı olan mustafa efendi defterdar oldu ve miri alem kadı halil ağa evladı etrakden olup, hastane'ye geldikde baltacı, sonra kapıcıbaşılık ile çırağ olmuşidi. yüz ontarihinde çavuşbaşı olup bu vakta gelince on sekiz kerre sipah ve silahdar ağası olarak, işbu derunı salde vefat eyledi. kadı lakabı cehlinden kinayedir. bosnasaray'ı ayanı abdurrahman efendi'nin harici medinei saray ayanı olan derviş kapdan ile muhasaması zuhur etmekle tarafeyn as ker cem' ve ceng ü cidal ettikleri, serhadde olduğu ecilden devlete azim dağ dağa olmuşidi. abdi paşa varup beynlerinislah ve cürümlerinin afvine hattı hümayun getirdüp, tarafeyni emin ve mesrur eyledi ve durak meh med paşa karaman valiliğinden kapdan paşa olduğu esnada müslim nam bölükbaşı'sını kayseriye tarafına zulmi ağreb: irsal etmişimiş; paşa kapdanlığa gidicek, bölükbaşı kapısız gibi olup, kayseriye'de nam karyeyi basub ahalisi dağda bir ine firar ettiklerini haber alup, mağra ağzma otluk yakmağla dumandan doksan sekiz nefer rical ve nisa helak ettiği devletin ma'lumu olıcak, ahz ve konya kal'ası'na habs ve kati olunmağla siyaset olundu. çünki durak paşa kapdan oldukda, selefi elhac ebubekir paşa'ya ciddev tevcih olundukda, asılda cidde'de çok meks edüp, pirliği hasebile liyakati olma dığı içün cidde cidden ba'id olmağla taka'üd ihtiyar eylediği ecilden, altı bin kuruş ile müteka'id kılınup, zevcesi safiye sultan sarayı'nda istirahat eyledi ve sadrı esbak esseyyid mehmed paşa'ya cidde tevcih olundu ve dört seneden berü bostancıbaşı olan elhac hüseyin ağa surraemini olup. haseki ağa olan elhac halil ağa tersane zindanından esirler firan: bostancı başı olup, kozbekçi başı mehmed ağa haseki ağa 'oldu ve tersane zindanının etrafı bir kaç kat duvar olup, derunbirununda' pasbanlar kesir iken, bir gün yirmi altı nefer payzen' esir meğer bir kaç aydan berü zindanın bir mahallinden zemini hafr edüp çıkardıkları toprağı şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı tedric ile tışara naki ederek, beş zira' zeminden esası altına geçüp, şahraha ferce peyda ve leylei merkumede a k drm: prankadan reha bulanlar' firar eyledikde, akiblerine ve tecessügei ta'yin olunup, birer ikişer ahz olundukça yine zindana vaz' olundu ve bu sali ferhundefal havadisindendir. sakız kapdanlarından emeksiz mehmed nam firkate kapdanı korsan tefahhus ederiken küffarm kavalir ta'bir ettiği iki tuğ payelü beyzadesine atina açığında rast gelicek, kafir bir hali yere başdan kara firar ve ormana ihtifa ettiklerinde otuz bir otrak firkatesini ahz ve neferatmdan yirmi beş nefer kafir ahz ve küffarm yedine esir olmuş sekiz nefer müslümanı dahi halas etti. ba'dehu ipsara ceziresinde moskov nam korsan şaytiyesini şikest ve kendülerinin firarını haber alup, varup on bir nefer kafir ile dokuz top dahi andan alup, başaşağı bayrak ile isveç kıralı ve esmai memalikv. akdarmayı hastane'ye getirdi ve devlet'in ni'metkerdesi isvec kıra lı frederikoş nam kıral halik olmağla yerine calis olan adolf nam şahıs kıral olduğunu devlete inha içün namesinde biz ki, adolf frederikoş bilutfillahita'ala isveç ve got ve vandal ta'ifelerinin kıralı ve norvekya ve storici ve ustormariya ve dunmarsiyawjlc'j diyarlarının irs ile dukası ve oldemburg' ve desemburg'un ve ana tabi' yerlerin kontu ve hükümdarı deyü mane yazup elçisi ile hastane'ye geldikde, sadnazam kağıdhane'ye biniş edüp, elçiyi getirdüpi najnei merkümeyi ahz eycebehane kapısı ta'm ir. ledi. çünki padişahımız sultan mahmud han ağakapısı'nı ve tophane'yi ta'mir etmişidi. bu defa cebehane kapısı'nı ve kışlasını dahi ta'mir ve tecdid etmekle şanı cebeciyan terfi' olundu ve yeniçeri ağası nu'man ağa azl olunup, kul kethüdalığından muhrec elhac haşan ağa getirilüp yeniçeri ağası nasb olunkısteyn m evacib. du ve dört bin üç yüz on yedi kise kısteyn mevacibi verildi ve şa'bani yirjui altısında vaktı fecr'de karaman ekmekçi furunundan ateş zuhur ettikde, şidharikıtbazan ve kışlahayi deti rüzgardan atpazarı ve kızyeniçeriyan: taşı ve yeniodalar'dan bölük ve cema'at ve sekban yüz altmış iki orta kışlası muhterik oldu ki, cem'an yeniçeri kışlası yüz bir cema'at ve altmış bir bölük otuz dört sekban ile yüz doksan altı olup, yirmi üçü eskiodalar'da 'ma'ada yüz yetmiş üçü yeniodalar'dadır. on biri selamet olup, yüz altmış iki kışla muhterik oldu ve meydanı lahm ve orta cami' cümlesi on sekiz sa'at ateşi füruzan oldu. bu yeniodalar bir def'a bin yüz beşsalinde muhterik oldukta ta'mir olunmuşidi. bu defa'so her bir bölük kışlasına bin dokuz yüz altmış altışar buçuk ve iki şer bin yüzer kuruş cema'atlere ve ikişer biner kuruş sekbanlara verilüp, her biri müceddeden kışlalarbina eyledi. ba'zı kışlanın orta malı olmağla, orta malmdan dahi akçe zamm edüp, mükellef ve muhalla bina eyledi. ba'zı orta oldu ki otuz kise akçe zamm edüp, kışlayı altun hail ile tezyin eyledi ve bu binalar içün hisabı mezbur üzre mecmu'una hazinei hümayun'dan ihraç olunan altı yüz seksen dokuz kiseyi, ulufe kiseleri gibi yeniçeri alay ile saraydan alup götürdüler. meblağı mezbur kışlalar ta'mirine kifayet etmeyüp ve orta akçesi olmamağla za'if ortaların istidane ettikleri ma'lumı padişahi olmağla düyunları defterdar ma'rifetile hisab olundukda zuhur eden ikiyüz altmış bir kise deynleri altmış beşsali ahirinde vefatı tiryaki m ehmed pşa: hazinei amire'den eda olunmağla, dokuz yüz elli kiseye in'amı hü mayun baliğ oldu. ve marü'zzikr sadrı esbak tiryaki elhac mehmed paşa bağdad'dan azl olundukda tevcih olunan cidde mansıbına i'tibar etme dikleri içün resmo'ya nefy olunmuşidi. ömrü tamam olmağla vefat etti. halbuki, kable'lmevt astane'de olan hanesi dahimuhterik olmuşidi. ga rabet şunda ki, harikden halas olan eşyasını bir sefine ile kendüye' irsal olundukda, sefine dahi bu esnada gark olmağla ruhu derecei i'laya em laki desti nara, eşyası derunı deryaya ve cahı adaya gidüp, mal ve can ve cah hebai mensur oldu ve bu seliz im: sal havadisindendir ki. ağustosun dördünde ra'd ü berk ile kesreti baran tamam on sa'at mütemadi olup, istanbul suukları seldeni hendekler olup, köhne binalar ve duvarl hedm ve kasım paşa'da vaki' dereye sel sığmayup, yüksek kaldırımından dahi bir kulaç mürtefi' olmağla, yüz altmış beş adet menzil ile altı aded furun ve altmış dükkan külliyen kal' oldu ve bu yağmurun suyu tuzlu idi ve tersane katibi erinden hoştab' tatar rahmi efendi dahi vefat ettikde rahmi çapdı firdevse kelamı tarih vaki' olmuştur. ve bu salde ta'unı kebir: vaki' olan muvahhişatdan biri de ta'unı kebir ve vebai müfrittir ki, çok analar ağlayup, çok haneler kapandı. mesela bir hanede zeyd fevt oldukda, amr varis olmuşidi. akabinde amr dahi fevt olup, bekr varis oldu. oldahi fevt olmağla beşt varis oldu. dürrizade musahvali tafa efendi sadrı rum idi. bir mal on kerre tahrir olunup taksim olunmağla, on kerre resmi kısmet alındı. ve bu esnada gerek bağdad ve gerek erzurum valilerinden gelen tahriratın hülasası nadir şah irtihalinden berü ali kulu han ile şahruh mirza ve sam mirza ve ibrahim mirza emsali sekiz aded han şahlık da'vası ile cülus edüp, başa çıkaramadıklarından her biri ahare galebe ederek, iran'ı tamam viran ve ahalisini perişan ve kendüleri calibi husran ve telef olarak, hala ihtilal bir rütbeye vardı ki, dört adama sözü geçer kimesne kalmadığmdan cesim saltanat muhtel ve mü şevveş olmuştur. bir serasker ta'yin olunsa asan veçhile cümlesi kabzai tasarrufa gi rer deyü suallerine cevabda anların irtikab ettiği rafz u ilhad ile te kellümettikleri elfazın bir harfine bu musibetleri ceza olamaz ve böyle mağdubı halikı cihan olan diyara talib ve zabit olmaktan felah bulmaz' mülahazası ile mukaddema' olan ahdü misakımıza binaen nakzı ahdden tehaşi olunup, onların digervefatı şeyhülislamkmahmudgun halleri errahmü'rrahimine' zd. havale olunmuştur deyü tahrir olundu ve sabıka şeyhülislam akmahmudzade esseyyid zeynelabidin efendi bin yüz kırk şa linden berü dört def'a sadrı rum ve dört def'a nakibü'leşraf olarak elli dokuz şevval 'inde müfti ve yirmi bir ay sellemehü'sselam fetva verdikden sonra azl ile kanlıcak'da yalısında uzlet etmişidi. sinni seksen beş sali tekmil eylediği halde merhum olmağla, eyyüb'e defn olundu ve hüsni hatime lafzı tarih vaki' olmağla hüsni hatimesine delalet eyledi. ve yüz sene mukaddem bin altmış dörtsalinde kasım'm beşinci gü nü kar yağdığı tevarihde mesturdur. lakin işbu bin yüz altmış dört salinde, kasım'dan beş gün mukaddem ve kasım'dan mukaddem kar yağdığı, zi'lhicce'nin on üçünde helaki eşcar: şiddeti rüzgar ile berki azim nüzul etmekle münteha dırahtlan kö künden sernigun eyledi. sarayı hümayun'da ve sa'ir hadayıkda olan salhurde servilerden binden ziyade ve sa'ir eşcar henüz yaprakların ıskat et meden kar basmağla takat getiremeyüp, kiminin dal ve budağı münkesir ve m ü n ır k t e p e kimi temelden ve kökünden telef olduğundan başka, kar damlarda ziyade tecemmu' ettiğinden köhne bamlar riyahı şedid, helaki sefa'i. ve binalar münhedim oldu ve mürtefi' cevami' kurşunlarmı riyahı şe did berheva eyledi. ve hasıl olan fırtmadan kara deniz'de ikiyüz ve yal nız iznikmid körfezinde eyyam ı şita, eyyamı sayf gibi olkırk sefine telef olmağla bu fırtmadu ğu: ya ağaç kıran tesmiye olundu. ba'dehu hava küşade olmağla baharadek köhne bahar olarak imrarı vakt olundu ve bu esnada simavkasa basında deli ahmed vadiyi isyanauruc ve subaşıyı basup kati etmek gibi şakavete cesaret ve beş on bölükbaşı sahibi olduğu ihbar olunmağla, anadolu valisi yahya paşa katline me'mur olup etrafını ihata ve muharebe ettiklerinde, vafir paşalu kati edüp, firar ettikde ta'kib olunup, kati olun mağla seri maktu'ı hastane'ye getirildi ve kapdan durak akdeniz'den hastane'ye geldikde üç kıt'a akdarma getirdi. binayi kasırha der küçüksu der haliçi kostantiniyye ve icar şudeni araziyi kandlllibağçe ve binayı sahilsarayan der mahalli mer kum der haliçi kostantiniyye ve harikı gedikpaşa ve harik der kurbi sultanselim ve harık der kurbi sultanbayezid ve harik der kurbi koska ve azli sadrıazam divitdar m ehmed emin paşa ve nasbı m iri ahurı ev vel mustafa paşa basebebi harık ve azliğayi yeniçeriyan kezalik basebebi harik ve azli ağayi darü'ssa'ade beşir ağa ve katli o der k ızkule'si ve katli hazinedarı o süleyman der tahtı kasrı alay ve zelzele der ramazan. adeti kadime haccü'lekber senelerinde kisvei beytden babı şerif perdesi, şerif tarafından padişaha haccı ek b er: gelmek kaidev olmağla bu se ne yine'haccü'lekber vaki olmağlaperdei babı beyti şerif hastane'ye geldi. ağa yazıcılığın dan muhrec namdar mehterzade ah efendi devri manasıb ederek. defter emini olmuşidi. bu esnada fevf harici mezheb peyda eden kati olmağla vezir kethüdalığı'ndan olunduğu: muhrec memiş efendi defter emini oldu ve malatya semtinde elhaslı aşireti ekradından kalenderoğlu riyazet vadisinde dall ve mudili olup forma: ı ş e m 'dn i zd esü l e y mnee n d itr i h iii humekaya iki vakit namaz bağışlamak gibi mezheb peyda etmekle başma bir kaç bin adam cem' ettiği devletin ma'lumu oldukta mar'aş valisine ferman olunmağla etrafmı ihata edicek, kabilesi isti'fa ve istiğfar edüp, şeyhi mudili ile karmdaşı ve ekber aveşerifi m ekke: nesinden elli üç nefer kati ve ru'usı maktu'aları hastane'ye geldi ve şerifi mekke şerif mes'ud vefat ettikde, eşrafı mekke ittifakı ile biraderi şerifi müsaid, bahtı nıüsaid ile küçüksu köşkü b in ası: şrafete sa'id oldu ve boğaziçi'nde küçüksu nam mahallbir müm taz mahall iken hali kalmışidi. sadrıazam divitdar mehmed paşa padişaha layık kusurı bikusur binası ile ihya ve sekiz yüz zira' bir divanhane ve havuzlar ve fıskiyeler inşa ve hoşnigar bisat bast edüp, padişaha ziyafet etmekle hizmeti makbuleye muvaffak oldu. bu mevkife muvafık elliden ziyade şu'aradan kasayid sunulmuşidi. lakin rumelihisan dizdarı rasih'in tarihi racih oldu. beyt: çün ihyası olup sultan mahmud hanı cemcahın küçüksu bir büyük nüzhetgahı safa olduiki mısra' iki tarihdir ve hadayıkı sultaniye'den kandilkandilli bağçe'nin kasaba olduğu: libağçe mevkı'i hoş bir saray iken terk olunmağla eseri bina cabeca kalmışidi. arazisi evkafı hümayuna ilhak ve talibine mikdarı kifaye icar olunmağla, müte'addid yalılar ve hamam ve dekakin ile bir kasaba ihya olundu ve şa'ban'm dördünde ', sadrı rum dürrizade mus tafa efendi ve sadrı anadolu karabekir zade ahmed efendi ve istanbul kadısı osman kethüdazade ismail efendi, üçü birden bir günde tekmili müddet ile azl olunup, iran kazaskeri abdullah efendi sadrı rum ve merküm ismail efendi anadolu payesi ile kostantiniyye kadısı idi, sadrj ana dolu ve ivaz paşa zade ibrahim gedik paşa h arik. beyefendi istanbul kadısı oldu ve şa'ban'da kabli asırda gedikpaşa'dan harik zuhur edüp, kumkapı'ya varınca ihrak ettikden sonra harici sur'a geçüp, sevahili dahi yakdı ki, yirmi sa'at mümted oldu. bir kaç gün mürurunda sultanselim'de, ba'dehu sultanbayezid'de, ba'dehu koska'da kebir harikler zuhur etmekle, her gün ve her gece üç beş kerre, filan yerde harik zuhur etmiş sadası ile nas oltarafa hücum aslı yok, ba'dehu biris tajafa dahi, halk sokak sokak dolaşıp, vesvesesi ile uykuya hasret m ü n tr k t e p e oldular ve kundak sohbeti şayi' olba'isi katli k ızlar ağası ve d ivitmağla kıyl ü kal ve sakimi fal lidar m ehmed paşa ve yeniçeri sanı nasda zuhur etmekle, sadna ğs. azam mehmed paşa dahi kısteyn mevacibi ihrac olunmağla paşakapısı'nda sergide ulufe tevzi' ederiken, şa'ban'm on dokuzunda , hünkar kapıcılar kethüdası burgosi mehmed ağa sergi başında vezire gelüp, mühri hümayunu hemen halk içinde ahz edüp, gittikde veziri ma'zul sergiyi defterdar'a sipariş ve iki çuhadar ile soğukçeşme kapısı'ndan sarayı hümayun'a dahil ve balıkhane'ye inzal olundukta vekaleti kübra mührü hala miri ahurı evvel olan mustafa bey bn. abdurrahman paşa'ya beşiktaş sahilhane'sinde teslim ve sadrıazamhil'ati olan kamaniçe nam kürkü ilbas ve kayık ile yalıköşkü'ne irsal olun dukta hazır olan hünkar takımı solak ve peykler ile babı hümayun'dan çıkıp, paşakapısı'na geldikde, kanun üzre arzodası'nda sadreyne ve sa'irine kürkler ilbas edüp, divanhane'ye inüp, erbabı menasıba ve yeniçeri ağası'na hil'atlar iksa edüp, selefi olan mehmed paşa'yı çekdiri ile girid ceziresinde resmo'ya irsal eyledikde vafir eşyası ile harçlığını padişah in'am eyledi ve mehmed emin ağazade sadık ağa miri ahurı evvel oldu. çünki esnayi harikde süleymaniye kurbünde vezirin sarayı dahi muhterik oluriken, yeniçeri ağası'na vezir ateş zuhur ettikde, ihmal ve tekasül ettiğin den, sagir hariklar kebir oluyor ve harik kebir oldukta dahi itfasma sa'i et memekle istanbul ateşlere yanıyor dedikde, benim elimden bu kadar gelir deyü ünf ile vezire cevab verdiği şayi' olup; vezirin azlini kızlarağası murad etmiş, hünkara azl ettiremediğinden vezire şey'in' vermek veaz line bahane olmak içün kundak bırakılmak sipariş ettiği için yeniçeri ağa sı etrafı kundak ile yakıp ateş zuhur ettikde itfasma müsamaha etti ve kasden vezirin sarayını dahi yakdırdı ve yanariken vezire ünf ile cevab ver di deyü nasın lisanına yeniçeri ağası düşmekle, vezir azlinin ikinci günü yeniçeri ağası macar haşan ağa dahi azp paşakapısı'na getirilüp. ket hüda bey'in yanında tevkif olunup kul kethüdası sarı mustafa ağa geldikde yeniçeri ağası nasb ve selefinin etba'ı ile ağakapısı'na vardıkta başçavuş'u irsal etmekle, başçavuş paşakapısı'na gelüp, vezir kethüdası odasından ma'zul ağayı alup, bir sagir sefine ile linini ceziresine isal eyledi. garabet bundaki. ağa azlinden sonra hariklar ve kundak sohbeti mündefi' olmağla, hakkında söylenen kelamlar tasdik olur gibi oldu ve zorluzade elhac mehmed ağa kul kethüdası, diğer iğcizade elhacmehşe m 'dn ızd esü ley mne p e n d i tr ih i med ağa zağarcı ve diğer gürcü harık içün kundak: elhac mehmed ağa sansuncu ve mahmud ağa turnacı ve ibrahim ağa muhzir oldu. gah bigah bu istanbul'da bu kundak amelizuhur ettikde, mücerrebler bu devletde müteneffis'i müstakil bulunan zat köndüye şerik peyda olucak, hünkara def'ine müte'allik şeyler sevk eder, kargir olmadıkda' yeniçeri ağası'na kundak sipariş eder, sık sık hariklar zuhurunda bunun hikmeti nedir deyü padişah istifsar ettikde, padişahım halk veziri istemiyor demek içün derler; eğer yeniçeri ağası dindar ise i'raz eder, değil ise ben vezir olurum me'mulü ile ibadullahıateşlere yakar; macariyü'lasl pelidi anid gibi bidin gibiler irtikab eder. bu bir günahtır ki, ebedü'labad cehennem'de yanup kalmak içün cehennem halkolundu, demeğe sezadır. zira beş on ev yansın niyyetile ateş ederler, rüzgarına mü sadife etmekle beş on bin ev yanar nicelerin hem hanesi yanar, hem küçük yaşından berü hasılı ömrü olan mameleki yanar, elleri böğründe kalır bir evde sahibinden başka sa'irinin dahi asaleten ve emaneten mal ve eşyası yanar ve nice bin hayvanat yanar; ba'zen nice nüfusı insan yanar ve itfasma sa'i edenler de gah ölür; çok kimesne mecruh olur ve ba'zısı he lak olur ve ümmeti muhammed'in itfaya çektiği zahmet ve komşuların esvab naklinde olan mazarrat ve ziyan ve rahatsızlık velillahi'lmüşteki gerçi yeniçeri ağası azli ile hariklar basıldı. lakin vezirden herkes hoşnud idi. bu güne azlinden cümlesi münfa'il oldu ve azlini murad eden kızlar ağası olup, azline çare bulmıyacak, ma car'a mühür va'di ile bu karı nahemvarı irtikab ettirüp, ibadullahı nara yakdı deyü, sözler zuhur etti. çünki bu kızlarağası beşir ağa on beş sene hazinedar olup, hacı beşir ağa fevtinden berü altı sene darü'ssa'ade ağa sı oldukta rizayi padişahide kıyam eder. lakin süleyman nam kakavanı hazinedar ve arnavud mehmed ağa nam biimanı kethüda ve köstendilli haşan efendi nam sahibi samanı müsahib edüpsemti celbi mali izah ettiklerinde, kendü aferinler ederek melcei nas olup, şefii mücbir oiupivezir'den ve müftı'den ve yeniçeri ocağı'ndan ve sa'irinden mat lubu olan husus bila te'hir vücuda geldiğinden, her mansıbın üçer beşer talibi, tahammülünden ziyade meblağ arz ettikde, zaten ve zamanen liyakat ve istihkaka nazar etmeksizin ziyade veren tercih olunup, muradına'erişdirirdi, ve iltizam edindiği hususu ibtida' reca' şeklinde, olmaz ise ibram, ol maz ise hünkara hatt keşide ettirecek, her kimden recamend olsa bilate'hir icabet eder; zira etmese hattı şerif ile olur; hemen ağa'yı mu'ber et tiğimiz yanımıza kalır denilmekle, bir mansıb ricalinde istiklal kalmayup cümlesi ağa'nın hail ü akdini te'kid içün mansıblarmda ku'ud eder; her kimin işi olsa ağa tai'afmdan vücuda getirmekle sa'i eder; mesela hususı merkumu vezir beşyüz kuruş ile husule getirse, makbul değil; bin kuruş ile vücuda gelir ise gelsün, ağa tarafmdan vücuda gelsün; zira ben mak sadıma na'il olduktan sonra bir talibi zuhur eder, ağa tarafmdan benim elimden alır '; vezirin verdiği işe yaramaz dedirmişidi. cümle erkanı dev lete hakim olduğuna kana'at etmeyüp, sadnazamlara dahi tahakküm ve be nim çırağımsın edasını iş'ar ve sahibi mühr olanlar azl ve nasbi ağa'nın ye dinde olduğunu görüp ve selefine muğber oldukda, azl ettirüp, kendinin takarrübü ve rizagerdesi olduğu içün mühre nail olduğunu bilüp, bi'zzarure ehn ve eteğin takbil ve merhametin reca' eder olmuşlaridi ve çarşanba gün leri ağa divan ettikde, vekili mutlak divanından kalabalık ve edna merte be ta'alluk ile herkesin' divanına varmayı ni'met bilüp, ma'zul ve mansub rical ziyaretine vardığından ma'ada, kazaskerler dahi iki üçer haftada birer kerre varmağla teşerrüf ederleridi. bu devleti osmaniye'nin azam manasıbı vekili mutlakı sadrı, ba'dehu sadrı fetva olup, kadimden devletin menasıbının ahvali. berü halkın gözü böyle alışup, hila fından nas nefret eder. enderun biruna ve birun enderuna karışmaz ve sadrıazam olan her nekadar ağa'nm i'anesile sadra gelmiş olsa, yine nasm nazarı sadırda olanadır. yoksa onu sadra getirende değildir. hilafı ihtilale, belki fitneye ba'isdir. ilacı sadrm hükmünü vermektir. vezir olan mahkum olup, sadrın hükmünü veremiyecek, canından bizar olur ve vezirin aczini görenler ağa'ya adaveti kalbi ha sıla etmişleridi. lakin ağa kendi alup, süleyman'a ve arnavud mehmed'e aldırıp cem' ettiği malı ve tuhafı, her gün padişaha arz etmekle. ağa pa dişahın mahbubu olmuşidi. bu sebepden hayrhah olanlar, padişaha ifadeye muktedir değilidi. ukala fitneden havf edüp, sühuletle ağa'nın zevaline du'a ederleridi. gerçi kendüde aleti recüliyyet olmadığından fısku fücuru ' ma'lum olmaz. lakin isneyn ve etba'nın fışkından efendisine zahamisde sa'im deyü şöhreti vardı. amma ne fa'ide, ehassı etba'ının fısku fücuru ya'ni süleyman ve mehmed'in müstesna cariyeler ve enva' zikıymetle donanmış ve her ma'rifet areste olunmuş müte'addid hediye gelen cevariye kana'at etmeyüp, şi keste zeban rum kızları ile zinası ve nevcivan abdi memlukler ile ettiği fışkı kifayet etmeyüp, dilrüba oğlanlar aradup, getirüp i'lanmdan dahi tehaşi etmeyüp, envaı fıskile meşhur olmuşlaridi. çünki ağa salih muhabbet etmez deyü ağa'ya bunlar dahi nasm deruai adavetine vesile olmuş idi. ehassı etba' böyle cesaret ettiğinden, ağa çuhadarları ve baltacılar dahi fısk u fücuru haddini tecavüzden ve etba'ma yüz safa ve zevk add etmişleridi. ve vermekten zarar: devlet'de kapıcıbaşı ve silahşor ve za'im ve vezir çuhadarı hizmet lerine, ağa çuhadarları gidüp, vezir çuhadarıbir kise hizmet almak adet olan hizmetden altmış kiseye kana'at etmezleridi. sa'ir kimesne şöyle dur sun, üç tuğluları sallamayup vüzeraya za'im nazarı ile eda ederleridi. zikri sebk ettiği üzre mustafa paşa mührü alıcak, gerçi ben hassaten ağa'nın çırağı oldum; amma şanı vezaret eslafımdan zi yade tevazu' ve tezellüle mani' eslafım gibi olsam azl ve tenkil ' ve fitne ihtimali var; lyazı billah padişahın ağa'ya mahabbeti var deyü, bu hüc cetleri kiniesne padişaha ifade edemez. fitne zuhur eder ise, padişaha ve devlete mazarrat olur, fitne olmasa dahi bu mertebe rüşvet ile karhanei devletin nizamı muhtel olur. bu hariklar bahanesi ile ve sadnazamın azli ile peyda olan aracif şüyu' ve semi padişahiyelahik olmasına çare bul du. fi'lvaki' padişah istima' edicek, tebdili hey'et iffeti tam ile şöhret şi'ar olan şeyhülislam esseyyid murtaza efendi'ye varup, ağa'nın halinden istifsar ettikde, sui halini işidiyoruz; hal ve şanını tefahhus buyurun demekle. padişah ağa'nın ahvalini teftiş ederiken hikmeti hüda rehin olduğu vakit erişmiş; istidracları tamam olmuş. çünki ağa'nın saltanata istilası ve şirketi şu mertebeye varmışidi ki, mektubu fermanı padişahinin, belki hattı hümayunun hilafına cari ve etba'ından bir taze oğlan asılsız bir hiz met ile taşraya otuz hüddam ile gidüp, yetmiş seksen kise alup, yollarda vevardığı yerlerde vüzeraya ve zu'afaya ettikleri nahemvar evza'ın ev safı gayri kabil olmağla, alem zevallerine muntazır iken, çerkeş rahtvan haşan nam gulam konya canibine üsküdar mollası'mn başına mahhizmete gideriken, üsküdar menkeme yıkilup, helak olduğu: zilhanesi'ne varup, beygir taleb et tikde, menzilci beygirler cem'i içün te'hire muhtaç olduğunu ifade edicek, tehevvür ederek, üsküdar kadısına gelüp elbetde şimdi beygir isterim deyü ibram ettikçe, biraz sabreyle oğlum tedarik oluyor dedikde, bak efendi deyü belindeki gümüş kamçıyı gösterüp, lisanına gelen haltıyatı tekellümüne tahammül edemeyüp, gelüp huzurı şeyhülislamide kavuğunu yere vurdukda, şeyhülislam pu: Jljj ile teselu edüp, ric'at ve üsküdar mahkemesine gelüp, sakit oldu. beemri halik biçün leylei merkumede mollayı mümaileyhin beytutet ettiği oda cevfi leylde münhedim olup, kadıyi pir helak olduğu ertesi şayi' olucak ba'zılar, ağa mahkemenin esasma cıva isneyn günü idi; biniş tarikası ile efterdarburnu nam mevzii dilküşaya teşrii buyurduğu an da, bostancıbaşı ağa'yı çağırup yedine bir hattı şerif 'verüp, lisanen tenbih ile silahdar ağa'yı terfik etmekle anlar dahi kızlar ağası'na füc'eten gelüp, cebrice kaldırup, bostancıbaşı sandalı ile kızkulesi'ne götürüp habs etti ve hazinedar süleyman'a dahi ta'yin olunan hasekiler gelüp, beşiktaş'da bina ettiği saraymda bulup, bostancılar mahbesi olan furuna ba'de'ıvaz' kethüdası mehmed efendi ve diğer kethüdası hattat ve musahibi haşan efendi gibi etba'ını dahi kezalik' furuna vaz' ve hünkar hazinedarı olan diğer ibşir'ağa'yı darü'ssa'ade ağası nasb ve ma'zulün mısır'a nefyi içün varid olan hattı hümayun mantukunca sadrıazam bir çekdiri ihzar ve ağa'nın zıddı kamili ve mağduru olan kapıcıbaşı serezli mehmed ağa'yı mübaşir ta'yin eylemekle mehmed ağa kuleye varup karar eyledi. lakin ağa'nın bahtı siyahından rüzgar şiddetlenüp, çekdiri kuleye varmak kabil olmadı ve ba'de'lmağrib baltacılar kethüdası hattı şerifi vezire getirdikde, vezir çavuşlar katibi yediyle hattı kapıcıbaşı'ya, kızkulesi'ne isal edicek, kapıcıbaşı, kızlar ağası'nı kati ve seri maktu'unu babı hümayun'a gece vaz' eyledi. çünki salı gecesi olup, divan olmağla, divandan avdetde, ehli divan ibretle temaşa edüp, kibar ve sıgar handan oldu ve ha'ini din ü devlet tarih vaki' oldu. gerçi padişah ağa'yı hukükı sabıkaya binaen nefy ile iktifa edecekidi. lakin vezir, ağa'nın padişaha ne güne ta'alluku olduğun bilüp, hayatda kalır ise yine gelir ve benim hayatımı kat' eder deyüp, ba'de'lasr eğer ağa'nın başı bu sabah babıhümayun'da görülmez ise. kul çorbayı kapmaz deyü telhis ettiğine bina'en katle hattı hümayun sadır olmuş ve akibi divanda padişah alayköşkü'ne gelüp, mesfuri süleyman'ı furundan soğukçeşme kapısı'na çıkardup tiğı cellad ile cezası tertib olunduğuna, köşk'den nazır oldukta divan'dan avdet edenler dahi görüp mesrur oldu ve mezbur süleyman'a karabet' iddi'ası ile fisk u fücura müte'allik umurda bezli vücud eden sarraf agob'm dahi re'si küfrü vücudundan cüda kılmup, kafiri maktulün beşiktaş ve südiüce ve istanbul ve üsküdar'da vaki' bina ettiği' sarayları ve cümle nükud ve eşyası defterdar efendi ma'rifetile temhir ve furunda mahbuslar intak olunarak, vezirhanı ve validehanı ve sarraflarda emanet malları ve cevari ve gılmanse m 'dn izd esü ley mnee n d i tr th iları ve binden mütecaviz ala atları ve musanna' rahtları ahz olunup, destii rüşveti arnavud mehmed ve köstendilli haşan ki', istanbul cizyedarı ve başbakı kulu olmuşidi; leylei kadir'in ertesi babı humayun'da kati olundu ve rahtvan çerkeş haşan üsküdar kadısma, bak kamçıya demekle, ağa çuhadarı'yım demeyi iş'ar kasd ettikde. kadı bak kamçıya demek, seni kamçı ile darb ederim dedi zannetmişidi. ve yevmi mezburda süvar olup gitmişidi. ağa katlinde akibine mübaşir ta'yin olunmuşidi. bor kasabasmda ahz olunup, kayd ile delibaşı mustafa ağa hayyen hastane'ye getirdikde, üsküdar mahkemesi kurbünde kati olundu. arab ismail nam çuhadarın dahi konya müftüsü'ne hakaret ile darb ettiği ma'lum olmağla baferman konya valisi sinek mustafa paşa konya'da kati eyledi ve ikinci çuhadar gürcü mustafa magosa kal'asma ba'de'lvaz' kati olundu ve ağa'nın mukarriblerinden. galata kazasından ma'zul kehalbaşı müstakimzade efendi ve saray tabiblerinden bosnavi mustafa efendi kıbrıs'a nefy olundu ve silahşor cerrahbaşızade mustafa bey furundan'ba'de'lahz nefy olundu ve silahşor arapgirli ali ağa nam pir maskatı re'sine nefy olundu ve ağa'nın meşk hocası mumcuzade meh med efendi mağnisa tevliyetile çırağı olmuşiibizzat tevliyeti zabta irsal olundu ve hocası olup, imamı saniyi sultani olan konevi esseyyid meh med efendi, muvakkaten mağnisa kazası ile izmir'de mekse irsal olundu ve vezaretden teka'üd eden ebubekir paşa istanköy'e ve keleş nam ağa si lahşoru şam'a ve silahşor pepe beşir nam kimesne diyarıbekir'e ve çuha dar gürcü süleyman biladı mısır'a ve solak ali bağdad'a ve etba'mdan ata efendi sakız'a ve üsküdar'lı çuhadar limni'ye ve kozbekçi u nh man kıbrıs'a ve çuhadar ahmed haleb'e ve çuhadar benli ali ve ismail lazkıya'ya ve kayıkçı keleş magosa'ya ve kapıçuhadan ebrim'e ve mercimek nam mudhik limni'ye ve harem kethüdası avrat adası'na nefy olunmağla canmdan bizar olup, hudusı fitneye muntazır olan ukala indinde mesfurların' def'i ile kıyl ü kal mündefi' oldu. bu divane lerden hasıl olan mal yirmi sekiz bin kiseye baliğ oldu. mameleki zahirde padişaha arz ederiken bu rütbe mal ve eşya iddihar etmek, ne hayali batıl ve ne tuli emel olduğu bilinmedi. bir alay ahmak süfeha kurenasının müdahenesine ve istidraclarına mağrur olup, asla kendümüze gelelim, lisanı nasa düşdük, ilmi yaman, beymi yaman, il yamandu: demeyüp, padişahın te veccühünü baki zannettiler. azıcık akılları olsa istidracımızın akıbeti ne güne olur deyü fikr ile fuhşiyatdan ictinab ve tama'dan perhiz ve yedlerinde olan ile kana'at ve vüzera her ne kadar çırağı ise dahi yine ameli kadim üz re haddinde kalup, tecavüz etmemekidi. m ü n tr k t e p e zira bu felekde hangi kavm haddini tecavüz etti ise, akıbeti böyle ol du. hatta' abdi memluklerinden ahmed nam taze gulamm emirü'lhac gadezade' es'ad paşa'nın yedinde sehnı nam kanndaşı olduğunu haber alup ağa'sma selim'in mahbubiyetde kemalini vasf ve getirilmesini rica et mekle baltacı ocağı'ndan şam alaybeyliği ile çırağı olan hüseyin ağa'ya her kaç akçece olur ise paşa'dan selim'i iştira edüp irsal edesün deyü tah rir olunan ağa mektubu şam'da hüseyin' ağa'ya vasıl oldukta, hüseyin ağa mektubu paşa'ya gösterdikde, paşa gulama üç kat libas ve üç yüz ku ruş harçlık ve berat verüp, ağa'ya hediye olmak üzre irsal etmişidi. üç dört ay mürurunda padişah tahtü'rrevanına tüvana katır lazım deyü bir ağa mektubu ile selim'i kırk baratalu etba' ile şam paşasımezbur es'ad paşa'ya irsal etmekle, gerrü ferr ile paşa'ya vardıkta merkum alaybeyi'den menkül, selim geliyor haber geldikde 'paşa bana hitab edüp şimdi bizim gulamımız olup, ağa'ya hediye irsal ettiğimiz oğlan bir kaç katır talebi ile bize gelürimiş, ne güne mu'amele edeyim deyü te'essüfane sü'al ettikde, fe lekde böyle şeyler çok vaki' olur, size layık olan ecnebi ağa çuhadan gi bi ri'ayet buyurun' dememleazim alay ile istikbal ettirüp, bile ta'am ederiken lokmasını selim'in önüne koyup kırk kise katır baha devlete ve al tışar kiselik iki bohça, biri ağa'ya biri süleyman'a ve otuz kise hizmet selim'e verüp, ikram ile avdet ettirdi. selim hastane'ye geldikde hünkara ma'cun içün hecin devesi beyni lazım deyü seretibba' haber vermekle, tekrar se lim deve beyni getirmek bahanesile yine selim paşa'sma elli baratalu hüddam ile hizmete irsal olundukta, paşa gayretinden la'anasi gulamımızı böyle gerr ü ferr ile bize kerraren ve merraren irsal etmek ne demek' ve bizi böyle masrafa mübtela etmek nedir deyü kendüyü helak ederidi. ve'lhasıl yine elü altmış kise hizmet in'amı ile i'ade eyledi. amma selim şam'dan istanbura gelir iseantakya'da bir ayan define çıkarmış de yü kağıd getirmekle malı mezburu tahsil hizmetile tekrar antakya'ya vardıkda mahzı bühtan olduğu zahir oldu. lakin seksen kise hizmet ahz edüp iftira olduğunu gelüp ifade eyledi. ba'dehu selim rumeli'de ziştovi voyvo dası olup, elli altmış etba' ile gidüp zu'afanın za'finı iz'afı muza'af ederek mali kesireye malik olmuşidi. ağa katlinde malı miriye ahz olundukta hemen ' yetmiş aded ala kürkü çıktı ve selim kayd ü bend ile edirne'ye getirilüp, sekiz ay hapisden sonra hacc vakti geldikde padişahı kadrdan gulamı mezburu paşa'sına hediye deyü sakkabaşı ile irsal eyledi. lakin ayıntab'a vardıkda zorba hüseyin gulamı merkumu yolda alup, sayda'dan mı sır'a isal eyledi. el'an mısır'da sefilen eceli mev'uduna muntazırdır. sa'ir şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i etba' ve ağyarı buna kıyas oluna deyü mikyas olarak bu madde tafsil olundu ve'sselam. ve ramazan'ın on sekizinci ve teınmuz'm on dokuzuncu ahed gecesi beyne'lişaeyn zelzele vaki' oldu. edirne zelzelesi: gerçi istanbul'da zararkalil amma edirne ile hafsa'da kesir ve zararı azim vaki olup. sultan selim cami'i ile dört cami'den ma'ada cevami'in minaratı münhedim ve cevanıi' ve kargir binalar rahnedar ve sa'ir binalar inhidammdan nüfusı kesire zayi' ve mecruh oldu ve diyarıbekir'den ma'zul tatar esseyyid mehmed riza efendi nakibü'leşraf oldu ve şevval'in dokuzunda tevcihatı vakı'a olup, kethüdayi sadrı azami nazif mus tafa ağa ve reis' na'ili abdullah efendi ve çavuşbaşı bosnavi meh med ağa ve tezkirei evvel abdullah'efendi ve sani nu'man efendi ve mektubi hamid hamza efendi ve beylikçi avni efendi ve kethüda katibi derviş ali efendi ve defterdarı şıkkı evvel halimi mustafa efendi ve sani göynüklü ahmed efendi ve salis üsküdari salih efendi ve tersane emini izzet paşa damadı mustafa efendi ve şehir emini elhac mehmed efendi ve darbhane emini abdullah efendi ve matbah emini mehmed emin ağa zade hüseyin ağa ve başbakı kulu abdi ağa ve maliye tezkirecisi subhi zade abdullah efendi ve mevküfati vak'anüvis izzi süleyman efendi ve cizye başbakı kulu yusuf ağa ve miri alem abdülbakı ağa ve cebecibaşı abdullah ağa ve topcubaşı mustafa ağa ve arabacıbaşı fazıl ib rahim ağa ibka ve mukarrer olup, aydın valisi abdullah paşa zade latif bey sipah ve kapıcıbaşı haşan ağa silahdar ağası ve memiş efendi tevkı'i ve yeğen mehmed efendi defter emini ve behçet efendi ruznamçei evvel ve hatti mustafa efendi muhasebei evvel ve elmas paşa zade mus tafa bey muhasebei anadolu ve koca bekir efendi yeniçeri katibi ve defterdarı sabık belgradi ahmed efendi mukabelei süvari ve rakım efendi emini şa'ir ve esbak matbah emini halil efendi cizye muhasebecisi yeniçeri ağası ağakapısı'nda sadnazam'a ziyafet eyledi ve iki tuğ ile haleb valisi olan sarı kethüda deyü şehir abdurrahman paşa cesaret ve şeca'at ile ma'ruf adam idi, vefat eyledi ve hazinei enderunı hümayun kethüdası halil bey üç tuğ ve tırhala mansıbı ile çırağ oldu ve büyük ayşe sultan bn. essultan mustafa hanı sani bundan ak dem vefat etmişidi, mahlul olan zeyrek'de vaki' maktul şeyhülislam esseyyid feyzullah efendi sarayı, büyük ayşe sultan mahlulünden demirkapı'da sakine küçük ayşe sultan bn. ahmed han'a ihsan olundu ve bostancıbaşı halil ağa kapıcıbaşı'lık ile ihrac olunmağla, haseki ağa olan hüseyin ağa serbostaniyan olup, odabaşı mehmed ağa, haseki ağa ve ikinci baltacı vezir odabaşısı oldu. müverrih ızzi efendi'nin bu mahalde, yani altmış beş sene gayetinde, cildi sanisi gayet buldu. kadı şudeni beizm ir fazılı binazir akkirm ani m ehmed efendi ve tevcihi vezaret bekapdanı derya m ehmed paşa bn. süleyman paşa ve binai cami' der kurşunlumahzen der ziri zemin der galata ve ziyafeti sadrıazam bepadişahı mu'azzam der dolmabahçe der şevval ve temaşakerdeni becanbaz ber resen ve vefatı sadrı sabık divitdar mehmed paşa der diyarı mısır. vak'anüvis'iz z isüleyman efendi iki cild vekayi'ini tevarihe zeyl ettikde. h akimefendi vak'anüvis olup, henüz zabt ettiği havadisi tebyiz ve m abeyni def tine vaz' etmeksizin neşa uhraya azimolmağın bin sa'yile müsveddatı olan evrakı perişana malik olup, biribirine ba'de'lrabt işbu m ür'i'ttevarih'imizin tertibi üzre hülasai me'ali ahz ve kütüb ve sebt olunmağla işbu bin yüz altmış altı 'sali ihtidasından ibtida' kılındı. muhsinzade mehmed paşa hotin vak'anüvis nasb olundu ve ümerai derkapdan m ehmed pşa: yadan kapudan gazi süleyman paşa'nın mahdumu mehmed bey tersane kethüdası olmuşidi. akıllı ve uslu, kamil ve mütevazi' ve umurı tersane'ye arif olmağla, iki ay mukaddem, iki tuğ ile derya kapudanı nasb olunduktan sonra hüsni süluki meşhudı padişahi olmağm işbu cumade'lahire 'de üç tuğ ihsabostancıbaşı'mn padişaha üskünı ile derya kapudanlığı ibka olundar'da mandıra ziyafeti. du ve bir hafta mürurunda donanmayi hümayunu alıp, bahri sefid'e rahi oldu ve bu esnayi baharda, üsküdar'da ibrahim ağa çayırı'nda vaki' miri mandıra çemensafai sahra olduğu ecilden, bostancıbaşı tertibi ziyafet etmek ile padişahı alempenah teşrif ve akşama dek ahenk ile temaşa kılındı ve atlar çayırda iken büyük m iri ahur padişaha miri büyük miri ahur ağa miri ahur ahur köşkünde ziyajetl. köşkünde padişaha ziyafet eyledi ve hitamında ihzar ettiği hedayasını arz eyledi ve fatihi galata mesleme, hazreti halid ile geldikde, yahud dahi mukaddem gelgalata fethi ve kurşunlu mahzen diğinde, kurşunlu mahzen ta'bir cami'i b in ası: olunan mahalli kargir cami bina etmişidi. ba'dehu mahzen ittihaz olunup, bu anacek kalmışidl; ya'ni galata lafzı hakikatda galatdır. gallesude lafzından galatdır ve sude, lafzı yunanidir, sağmal ye ri demektir. kostantin, cümle koyun ve keçilerini ab u hava ve kiyahı hoş ve aladır deyü mahalli merkümu gallesude etmiştir. hicretin kırk yedi tarihinde hazreti mu'aviye cc tarafından ikiyüz kadırga sefinesi ile iki yüz bin ehli islam leşkeri geşehadeti hazreti hlid: lüp, galata'yı muhasara ve beher sene bir kadırga yükü altun cizye ye müsalaha olup, şam'a gittiler ve def'ai saniyede abdullah bn. abbs ve halid bn. zeyd elli bin ashab ve tabi'in ile elli kadırga' ya süvar olup, yedikule'ye yanaşup, altı ay kostantiniyye'yi muhasara ve yüriiyüşde serasker hazreti halid, zenberek isabetinden şehid oldu; yahud ishalden vefat etti. ba'dehu yerine serasker olan, küffan haraca kesüb gitti. ba'dehu elli ikisalinde süleyman bn. abdülmeliki emevi tarafından karındaşı oğlu seksen yedi bin leşker ile galata'yı bir ay mu hasara ve nehb ü garet edüp, yine şam'a gitti ve yüz tarihinde, yüz bin asker ile alakavlin, ömer bn. abdülaziz, karadeniz boğazı'ndan ubur ve galata kal'ası'n bilaeman feth ve kurşunlu mahzen'i ve arab cami'ini cami' olmak üzere müceddeden, ikisini bina edüp, derunı kostantiniyye'den, eğrikapı ve edirnekapısı dahili ile sultanselim dağı ve zey rek başını ve harici kostantiniyye'den, unkapam'ndan eyyüb'a varınca cümle ehli islam zabtında olmak üzre, küffar ile. sulh ve derunı kostantaniyye'de gül cami'ini bina ve sirkeci tekkesi'nin' mahallini mahkeme ittihaz ve senevi ellişer'bin altun haracdan üç seneliğini alıp gittiler ve ba'dehu galata küffar cami'ini mahzen ittihaz etmişleridi. ilahaza elan mahzen olup bir kalın arabi minaresi dahi mevcut alametiken, kimesne cami' etmeye kadir ve muvaffak olamamış kalmışidi. meşayihi nakşbendiye'nin azamlarından esseyyid eşşeyh muhammed muradi hazretleri şam'dan hastane'ye geldikde, doğru kurşunlu mahzen'i ve havalisinde olup nama'lum olan şühedayı ziyaret ve kendüye olan işareti ruhani mucibince padişahı islama mülakat ettikde, işareti mezkureyi padişaha işaret etmekle elli beş zira' tul ve kırk dört zira' arzı olan mahzeni merkumu tahtani mu'alla cami' olmak üzre ihya ve ta'mir, haz reti osman tevsi' ve cidar ve amudunu münakkaş ahcardan ve sakafmı saç ağacından et mekle, ziynetine ihtimam buyurduğu gibi camii merkumun ziynetine ih timam olundu ve ittisalinde vakigalata gümrüğü duvarında ziyaretgah olan merkadleri, camii merkumun garb tarafına alup, derunı cami'de ziyaretgah kılınması şeyhi müşarü'nileyhin tasvibi ile mezar kılındı. marü'zzikr gül ve arab cami'i ile bu kurşunlu mahzen cami'lerinin arab binası olduğu meşhur ve mütevatirdir. ancak derunı kostantiniyye'de, ayakapısı dahilinde gül cami'inin vaktı mezburda ehli islam cami'i olduğunu bilür nadirdir. lakin ehli tavarihe ma'lum olduğundan'başka, kıblesi arab cami'i gibi doğru ve rast olduğundan, keferi kilise binası olmadığı zahirdir. gerçi fethi hakani'den sonra sultan selimi sani ta'mir edüp evkaf şe m 'dn izd esü le y mnee ıt o t tr lh i ı ta'yin etmiştir. lakin müstecabü'lda'vet bir makamdır ve sadnazam mus tafa paşa tarikai nakşbendiye'nin cemi' ef'al ü akval ve harekat ve sekenatları ulemayi zahirin ve fukahayi bahirin tasdik ve i'tiraf edüp dahle medhal bulunmıyacak vech üzre sülükleri olduğunu müşahede etmekle mahabbet edüp, havassı refi'a kazasmda ve istanbul haricinde otakçılar nam mahalle bir cami' ve on altı hüces'ad efendi vefatı: reli bir nakşbendi zaviyesi bina eyledi ve müftii sabık ve lügatı lehçe sahibi es'ad efendi gelibolu'dan incir karyesine götürülmüşidi, vefat eyledi. rahmetullahualeyh. ellitarihinden berü ordu kadısı olup, müsalaha ve mükalemelerde din ü devlete hizmet ve rütbei sadreyni ve mertebei sadrı fetvayı ihraz etmiş, ilıni tirü keman ve ilmi tüfenk ve müla'abei huyul ve fenni şi'ir ve defterdar halımı efendi. dolmamusiki ve ulumı arabi'ye ve farbağçe'de padişaha vezir ziyafeti. si'ye arif bir zatı bibedel idi. çünvefatı sadrı sabık divitdar mehki ruznamçe kısedarı halimi med pşa: efendi defterdar olduktan sonra azl olunmuşidi. iki tuğ ile sayda mansıbı verilip ihraç olundu ve şevval 'de vezir dolmabağçe'de padişaha ziyafet ettikde, canbaz gibi neşatbahş müla'abe ve saz ve temaşasıkılındı ve vafir sininden berü büyük tezkireci olup, istika met ilemevsuf olan abdi efendi reisü'lküttab oldu ve sadrı sabık di vitdar mehmed paşa mısır'a vali olup, vasıl oldukta henüz zabt etmeden darı ahrete intikal eyledi. nüzuli üçanbarlı nam kalyon beruyi derya der tersanei amire ve tekmili binai kitabhane der sarayı galata ve zelzele der islam bol ve münhedim şudeni ba'zı emakin der z i'lka'de ve zuhurı harık der şebi zelzele der beşiktaş ez sahilsarayi yusuf efendizade reisii'lkurrai cihan ve vefatı o ve vefatı emini matbahı esbak ve meş kur pir' halil efendi. tersane'de iki seneden beri inşasına mübaşeret olunan üç anbarlı kal yonun tekmili karib olmağla, padiüçanbarlı binasında askı asıldığı: şahdan bohça ile takalar ve dibalar gelüp, kalyona avizekılın dıkta, vezirden gelen bohçanın takaları dahi avize kılındı. ba'dehu kapdan paşa ve yeniçeri ağası ve defterdar ve çavuşbaşı ve cebecibaşı ve m ü n ır k t e p e tersane emini ve ricali tersanenin hortumlu yangın tulumbaları icadahi ağır askıları avize kılındı ve bu esnada bostancılar tulumbacı sı mehmed ağa hezarfenlik edüp, hariklerde çeşme bulunmayıcak, susuz tulumbalar mu'attal kalırdı. kuyu dan su çıkarmaya hortum sarkıtup, iyi cerreder' ya'ni tulumbayı tahrik ettikde bir hortum ile kuyudan tulumbanın havzuna su çıkanr, aher' hor tum ile havzdan matlub olan mahalle su erişdirür. hakk budur ki, pesende seza kar etmiştir. aferin ve meşhur vefatı matbah emini halil efendi: halil efendi baltacı iken şehid ali paşa himmeti ile arpa emini olup, devri ibrahim paşa'da matbah emini ve mercii enam olup, kırk üç vak'asında maskatı re'si olan kayseriye'ye nefy ve elli beş 'de ha şan paşa sadaretinde, hukukı kadimesine binaen ıtlak ve büyük ruznamçe hacesi idi. ışbu sale gelince devri üçanbarlı: manasıbı hacegan edüp, sinni mi'eyi mütecaviz olduğu halde ve fat eyledi. anfen zikri mürur eden üçanbarlı kalyon ki, altmış bir buçuk zira' ya'ni tul ve yirmi iki buçuk zira altgüvertesinin arzıdır, iki buçuk senede tekmil ve recebi şerifde nüzul ettirildikde mi'marı olan salih halifeoğlu büyük miri ahur ziyafeti: müderrisini kirama ilhak olunmağla dilşad kılındı ve sefinei merkumeye nüvidi fütuh tesmiye olundu ve geçen sene tahrir olunduğu üzere büyük miri ahur mehmed emin ağazade sadık ağa atlar çayırda iken miri ahur köşkü'nde padişaha ziyafet eyledi ve tophane'de on iki kıt'a top dökümüne padişah tophane'ye teşrif eyledi ve idi fıtrin ikinci gü nü büyük miri ahur yedile padipadişahdan vezire at g e ld iğ. şah bir mükemmel at sadrıazama irsal buyurdukta, hademei babı asafi harici babdan ve sahibi devlet binek taşından istikbal ve dizginini takbil ve rakib olup, bir mikdar cevelan ettikde, çavuşan alkış ettikden sonrais nüzul ve arzodası'na ku'ud edüp miri ahur ağa'ya samur kürk ve kise ile altun atiyye ettikde hademei bab tebrik için dameni sadrı azamiyi alameratibihim takbil eylediler ve senei sabık misillü şevval'in on birinci günü dolmabahçe'de vezir ziyafetine padişah şe m 'dn izd esü ley mnee n d i tr ih i ı teşrif buyurup, enva' seyran, babezazistan'a sank g ird iğ. husus canbaz temaşası kılındı ve islamborda mi'mar sinan mahallesinden bir şaki bezazistan kurbünde. sarıkçılar kurbünde bir kargir dükkanın kubbesini gece sah gecesi, sa'at üç buçukda istanbul'da zelzele olup, ebü'lfeth cami'i ile sultan bayezid cami'i kubbeleri ve ba'zı cevami' minareleri ve ba'zı kargir binalar hedm oldu ve leylei merkümede, hini zelzelede reisü'l vefatı reisü'lkurra' yusuf efenkurra' ve alemü'ıulema yusuf dizade: efendizade efendi'nin beşiktaş'da kırk pencereli ta'bir olunur yalı sından harık zuhur edüp, muhterik oldukta, cümle kitablan ile ömür sarf edüp nüshası nayab te'lifatı süzan olduğu gamı mühlike ile bir ay mürurunda vefat eyledi. imadü'ddin idi. on sekiz senede 'buhariyi şerifi yirmi cild şerhe muvaffak olup, nüshasını padişaha verdikde, bin altın ile bir kat libası fahire ve samur kürk, ba'dehu ağabahçesi'ne, fazılı müşarü'nileyh huzurı hümayuna da hil oldukta altı bin kuruş dahi inayet olundu. çorlulu vezir vaktinden beri saray hocası idi. ömrü seksen ikiyi'tamam ettikde, alayı illiyine azim oldu. tüveffa allametü'zzaman tarih vaki' oldu ki, tamam vasfı halidir. istanbul ve anadolu ve rumeli kurra'ları şakirdi olmağla cümle huffaz bi'lisale ve bi'lvasıta şakirdi olmuştur; hatta mekkei mükerreme huffazı ve kurra'sı dahi teberrüken fazılı mümaileyhden telemmüz etmişlerdir. vürudı şeyh muradzade esseyyid m ehmed elma'ruf ez kibarı nakşbendiye beistanhul ez şam ve vefatı padişahı islam sultan mahmud han der istanbul der saf er ve cülusı biradereş sul tan osman han ve harJk der fındıklı ve müncemid şudeni haliçi kağıdm, hane ve haliçi galata ez şiddeti şita ve azli sadrı azam mustafa paşa ve kaymakam şudeni yeniçeri ağası mustafa ağa ve amedeni sadrı esbakli paşa bemühr ve nezi mühr ezo der çihi ruz ve sadrı azam şu deni n aili abdullah paşa becayi o ve harıki kebir der limanı kadırga der şevval ve harıkı kebir ez'hoca paşa tabe babı asafi ve babı defterdar' ve ocakı mehteran ve çarşuyı mahmud paşa ve babı bağçe der z i'lhicce ve tarih in harik dhrakı azim ve vefatı kethüdayi sadrı azam i nazif efendi ve müverrihi hoşnüvis teşrifati izzi sü leyman efendi ve defterdar behçet efendi ve defterdariyi halimi efendi. geçen sene havadisinde zikri mürur eden eşşeyh muradzade mehemmed elmuradi hazretleri vasfı şeyh m uradzade: hacca varup hastane'ye geldiğinde tarafı padişahiden ve etraf dan avatıf ile mükrim kılındı. mümaileyh, mekke'den avdetde medinei münevvere'ye vusulünde validi fahri validi fahri aem'; alem abdullah'ın kabri nama'lum idi. kendi müşa hede edüp, bir menzil iştira ve kazdırdıkta başında beyaz imavcud ve vücudu asla mütegayyir olmamış, fevtinden berü bin iki yüz on sekiz sene mürur etmişiken veçhesine şeyb dahi tari olmamış; hini fevtinde fahri alem aleyhü'ssalat ve'sselam alakavlin on aylık idi, yahud batnı ümmde idi. bu ameli hayr mufındıklı harikı ve vefatı sultan vaffak olucak sanduka ve kisvei mahmud hn: bina ve kanadil avize etmekle ihya eylemek sırrına mazhar oldu ve safer 'de ümerai der'adan mandaloğlu yalısı muhterik oldu ve padişahı zaman sultan mahmud han bir kaç haftadan berü mizaçsız ve gayetle za'if iken saferin yirmi sekizinci cum'a günü yine gayret edüp, demirkapı'da vakj' ağa cami'ine çıkup, ba'de'lcum'a demirkapı'dan, sarayı hümayun'a dahil oldukda dabbesinden sükut eder gibi olucak, akrebi hüddam kucaklarına aldıklarında teslimi ruh eylediğini müşahede ettiklerinde enva' hüzn ve elem ile rahat döşeğine isal eylediler. ve lieb er karındaşı sultan osman han'ı tahtı sa'adete iclas ettiklerinde erbabı hail ü akd gelüp bi'at ettiklerinde toplar atılıp, dellaller nida etmekle cülusı osman han i'lan olundukda sultan gazi ta rih vaki' oldu. merhumı mebrur bin yüz sekiztarihinde dünyaya gelüp, otuz forma: şem 'dn lzd esü ley mnee n d i tr ih l beş yaşında, kırk üç şalindecülus etmişidi. yirmi beş sene saltanat ile altmış yaşında mürgı revanı hümayunu, hüma gibi i'layi illiyyin ca nibine pervaz eyledi. bahtı ali padişahidi. gayur ve sadık vezirlere mu vaffak olmağla izharı husumet eden nemçe ve moskov ve acem ile sanbeyoğlu gibi dört düşmana birden cevab verüp galib oldu ve zamanı mu'tedil geçdi; ya'ni ifrat halka yüz verilüp, ibrahim paşa zamanı gibi fısk u fücur i'lan olunmadı ve ifrat tazyik olunmayup eyyamı münasibede canbaz temaşası ve leyaliyi mütenasibede fişenk seyranı ettirilmek ile nas beyne'lhavf ve'lrecada olurlaridi. ancak dünyaya evladı gelmediğinden safayı evladdan ve evlad zuhurunda olacak şehrayin safasından mahrumidi; hatta marazı mevtinde iki şeyden kam alamadım; biri evlad ve biri mehtabda der yada kayıkla gezmektendir dedüsturım e. miş. akvamı erba'ai devlet olan saray halkı, vekili mutlak kapısı, ulema, yeniçeri ocağı bu cümlenin şanma layık ri'ayet ve bir tara fa istiklal vermeyüp, i'tidale getirmişidi. ba'zen kızlar ağaları galib gö ründü; oldahi haddini tecavüz ettivalide sultan nk li: ği ma'lum oldukta feda olundu. ve cülusun altıncı günü sultan osman han'ın validei mükerremesini, haremeyn hocaları ve mütevellileri ve ya zıcı ve darü'ssa'ade ağası ve teberdaran ve valide kethüdası sarayı atik'den peykler ve solaklar, tahtü'rrevan etrafında yürüdüğü halde valide haz retleri kolluklara altun vererek sarayı cedid'e geldikde, padişah istikbal ve destini bus ve du'asını celb eyledi. ba'zı nadanlar, valide sultan cümlenin validesi ve mahremidir; bilahicab kafesleri açup bahşı selam ederek, mürur eder deyü tevatür ettiler. maheza ümmü'lmü'minat ezvacı mutahharatdır. peygamber aleyhü'ssalat ve'sselamın fevtinden sonra ezvacı mutahharatını ümmeti alamaz, mahremdir mes'elesinden galat etmişler. tacü'ımesturat ve fahrü'lmuhadderat olduğu halde ka fes içinde geçdi ve yedinci hamiş günü padişahı müşarü'nileyh alayı azim ile karadan ebü'lfeth türbesini ziyaret edüp, edirnekapısı'ndan ebi eyyübi ansari ile bir kürk dolab halifesi'ne ve hüddamlarma hil'at ilbas ve atiyyeler i'ta eyledi ve cülusun on ikinci günü cülusiyye bahşişi ulufe resminde iki bin iki yüz kırk iki kisei divani ihraç olunup, tevzi' olundu ve mükata'atdan birer aylık cülusiye ve malikane ve zi'amet ve timardan resmi cülusiyye alınmak mu'tad iken, afv olundu ve tebriknameler ile kapıcıbaşı ziştovili ali ağa leh'e ve izzet ali paşa mühürdarı derviş efendi moskov'a ve halil efendi derya d onduğu: nemçe'ye' irsal olunup, kethüdayi bevvabini şehriyari kırım hanı'na ve silahşor ismail ağa mekke şerifine irsal olundu ve erba'in'de şiddeti şitadan derya dondu ya'ni hasköy ile eyyüb beyni, kurşunlu mahzen'e gelince müncemid oldu. deniz altmış sekizde dondu buzdan bende niz geçdim jj eJjsl, mısra'ını vak'anüvis hakim efendi merhum tarih düşürmüştür. ve müştehi libaslar ile hatunlar sokakta gezmekten men'olundu; lakin bir hafta sürmedi ve veliyünni'amım damadzade mehmed murad efendi edirne kadısı oldu ve kızılhisarlı ca'fer bey kendi perkendesi ile üç kıt'a korsan sefinesine tesadüf edüp, biri gark ve biri firar ve birini ahz edüp, hastane'ye getirdikde. padişah yalıköşkü'nde temaşa edüp, aldığı sefineyi kendüye ihsan ve salyanesine senevi altı kise zamm ve surra ve hil'at ilbas buyurdu ve nazif mustafa efendi, eva'ili halinde on sene mikdarı boğdan voyvodası katibi, ba'dehu, zikri mahallinde mürur ettiği üzre iki def'a iran'a elçilik ile gidüp, muvaffak oldukda, ikrama şayeste olmağla devri menasıb ettirilerek, vezir kethüdası olmuşidi. ba'de'lazi şimdi vefat etti ve şeyhülislamı sabık kara halil efendizade sa'id efendi bursa'da menfiyen vefat etti ve cümade'lula'nın dördün de şubat., mustafa pahekimbaşızadeli paşa'nın üçünşa'dan mühr almup, midilli'ye irsal derdimd e fasadnazamolduğu: ve yeniçeri ağası mustafa ağa otuz dört gün kaymakam paşa olup, trabzon'dan hekimbaşızade ali paşa gelüp, üçüncü def'a mühre na'il oldu ve bir kaç gün mürurunda mükemmel at ile padişah vezirin hatırm sü'al buyurmağla tatyib bupadişah'dan vezire at geldiği; veyurdu'da tevarihe sebt olunup, rahmet ile yad olmağına vesile kılındı. rahmetullahu aleyh. hoş nüvis ve ashabı ma'arifden vücudu devlete lazım adam dimeğe şayesteidi. asarı kalemi ile kuru namı kaldı. ve vasfı gümrükçü ishakğa. gümrükçü ishak ağa'ya sahibi devlet mukaddem tarih ile kirlen miş olmağla hisabı rü'yet içün başbakıkulu mahbesine vaz' olunup. hase ki mustafa ağa gümrükçü oldu. gerçi vezirin ishak ağa'ya kem niyyeti yoktu. lakin gümrük'den bu vakta gelince, senede beşaltı yüz kise intifa'mdan biruna bahşmdan ma'ada enderun celeblerini yaldızlamış bu takrib, hünkara takarrüb etmiş ola zli kapdan m ehmed paşa: mağla yakayı sonra sıyırdı ve kapdan paşa olan fındıklılı süleyman paşa zade mehmed paşa azl olunup, yerine kapudanei hümayun kapdanı karabağlı süleyman kapdan kapdan paşa oldu ve vezir kethüdası terzi hüseyin ağa azl olunup, sahibi yahudilerin seyyid kati e ttiğ. devletin taşrada kethüdası olan ve li kethüda gelüp devlet kethüdası oldu ve harici babı balat'da bir yahudi kasabı bir seyyidi kati ettiği içün dört aded rüfekası ile kasab kati olundu ve padişahı cedid sultan os man hazretleri eyyamı sayf vürudunda cennetmekan karındaşı hüdavendigarı sabık sultan mahmud han'a taklid, beşiktaş ve beylerbeyi sahilsaraylanna göç eyledi ve şa'ban'ın veli k e th ü da: yedisinde , sahibi devlet olan ali paşa'dan elli üç günde mühri şerif istirdad olunup, magzuben kızkulesi'ne vaz' olunmuşidi. irtesi oldukda çekdiri ile kıbrıs'a irsal olundu ve azline ba'is kethüdası olan veli kethüda bir kaç gün habs ve malı ahz olunup, resmo'ya nefy olundu. veziri müşarü'nileyhin marü'zzikr üç def'a sadnazam olup, rumeli ve anadolu ve bosna ve arabistan ve iran ahvaline vukuf tahsil edüp, her bi rinde yüz aklığına muvaffak olmuşiken, elli üç günde azli, dokuz kıralm casusu ve yedi rüşvetleri olup, zahirde kendüden olmak üzere herkesin ve mukarribini mülukün haddinden hariç atiyye ile kulubunu cezb ile mahcub etmiş ve urukı devlete hulul gümrükçü ishak. etmiş gümrükçü ishak'ı tard kaydında oldukta, mukarribin ise mezburun esrarı devleti kırallara keşf edüp, mal ahz edüp, devleti iğfal et mekle, devletden tardı vacib olduğu hacetleri değil, belki kendülere menm ü n ir k t e p e fa'atlü olduğu içün indleriıde andan veli kethüda ve nekbeti ehli nüa'ıa adam olmaz. bu hususdan,. sadnazama gayz edüp fırsatcu idiler. veli kethüda'mn, münec cimlik iddiası ile biperva hareketini istiskal ederek kibarı devletin vezir den nefretini. padişaha bildirüp, veziri azl ettirdiler. veziri müşarü'nileyh çok kemal ehli ile görüşüp, çok seyahat etmiş iken, bu defa asla ehli tevarih ile görüşmemiş gibi veli kethüda'nın bir kaç maddede nücumdan istihracı isabet etmekle, bu def'a sadaretin imtidadmm haber vermesine i'timad edüp, terki ihtiyat ile laübali hareket edüp, müneccime i'tibar ve kavli ile amel eden vüzeranm ekserinin maktul olduğundan gaflet etti. du'acısı kesir'olmağla, kızkulesi'nden ve ka tilden halas oldu. veli kethüda bir divane ki, bir arabi kaside inşa etmiş, kethüdayi devlet oldukta, istanbul'da benim kasidemi şerhe kadir adam yoktur deyü şam'dan giylanizade esseyyid abdurrahman efendi'yi menzil ile getirdüp, kasidesini şerhe mübaşeret etmişidi. tekmili nasib ol madı ve defterdar na'ili abdullah efendi sadrıazam oldu ve hün kar silahdarı bıyıkh ali ağa üç defterdar vezir olduğu ve bıyıklı tuğ ve nişancılık ile çırağ oldu ve ali pşa: şaban'm yirmi yedisinde iran kazaskeri deyü şöhretdar olan vessaf abdullah efendi pir olup, da'iresi mazbut olmayup hiz metinde olan süfeha efendileri sadra geldikte sefahetlerini terk veyaketm lazım iken dahi ziyade i'lanı fısk damadzade feyzullah e fen d. ve ahzı rüşvete derkar oldukları içün efendileri def' olunup yerine nehhabve vehhab olmayup, uslu ve mu'tedil olduğu içün damadzade feyzullah efendi şeyhülislam oldu. damadzade feyzullah efendi elfazı fetvasına tarih denildi ve eyyamı sayf olmağla i gecesi istanbul ve gala ta ve üsküdar suuklarında mum donanması olup, herkes biribirine nisbet mum ve kanadil ile dükkanlarını ve harikı kebir: kaldırımları tezyin edüp, mübalağa israfa cesaret etmişleridi. ertesi gece kadırga limanı'ndan harik zuhur edüp, köprülütürbesi'ne varınca yir mi sa'at yandı ve yasak oldu ve şevval'in on ikisinde se m 'dn ızd esü ley mne p e n d i tr ih i ı g l yeniçeri ağası yeniçeri ağası idde vezire ziyafet ağakapısı'nda vezire ziyafet etettiği ve vezirin hünkara ziyafet ve altı gün mürurunda vezir e ttiğ. dahi sa'dabad'da padişaha ziyafet eyledi ve her ocakdan neferatı'kesire desti nişanma kurşun atıp na'il ihsanı padişahı oldular. ve nemçe elçisi, paşakapısı'na geldikde tatk ve kahve ve güli ab ve buhur verildi ve iffet efendi bağdad kadısı oldu ve zi'lka'de'de defterdar behçet efendi vefat bıyıklıli paşa. harikı kebir: etmekle, halimi efendi ikinci def'a defterdar oldu ve yine zi'lka'de'de na'ili abdullah paşa'dan doksan dokuz günde mühri hümayun ahz olunup, sakız'a nefy olundukda nişancı bıyıklı ali paşa na'ili mühri hümayun ol du ve zi'lhicce'nin yirmi ikinci gece hocapaşa'dan zuhur eden harik bahçekapısı'na ve kapıdan dışarı çıkup, yeşilklremidli cami'i ihrak eyle di ve bir koldan paşakapısı'nı ve defterdarkapısı'nı ve çadır mehterhanesi'ni ve çarşı'da çuhacılar hanı'nı ve bi'lküuiye mahmudpaşa çarşısı'nı cümle ihrak eyledikde' padişah terahhumen soğukçeşme kapısı'nı açup, zu'afanın eşyasmı ağa bahçesi'ne naki eyledi ve mahmud paşa ca mi'i derununa selamet zannile eşya naki olunmuş, ateş sirayet etmekle eşya ve camii şerif muhterik oldukda padişahın ağladığını görenler cümle büka eyledi. tamam otuz altı sa'at yandı. ihrakız i m kelimesi tarih vaki' oldu ve kadırga limam'nda vaki' esma sultan sa rayı, paşa kapısı ittihaz olundu ve kapıcılar kethüdası arabgirli ibrahim ağa bursa'ya nefy olunmağla. terzi hüseyin ağa kapıcılar kethüdası oldu. ahmed cevad bizde kadın bizde kadın c yuk eyi ahmed cevad ğa çtarih ve toplum kitaplığı, ar bizde kadın ahmed cevad hazırlayan hayrünnisa köni emekli felsefe öğretmeni tarih ve toplum dergisinin parasız ekidir mart bizde kadının orijinal kapağı. bizde kadın umumi bir nazar kadın bizim için ne olmalı idi kadınl bu kelime erkek için ne muhterem, ne munis, ne dost bir kelime olmalıydı. beşeriyetin mukadderatı mevcudiyeti erkek ile kadını, ezelden, o kadar samimi ve hayati rabıtalarla birleştirmiş iken bu iki mahlükun nasıl oluyor da, asırlar ve devirler arasından daima beraber geçtikleri halde, biribirinin en vefakar refiki olamadığına taaccüb olunur . nevin devamı için ister istemez muvakkat bir ihtilatta bulunan bu iki vücut ne için daimi bir muhabbet ve teavün , daimi bir hüsni itilaf , bir ahengi bahtiyarane içinde yaşamasın, niçin hayattan bir mertebei müsavat dahilinde müstefit olmasınl erkek aileyi, kadını terk ve ihmal ediyor bizde erkek ile kadın arasındaki münasebet cemiyatı beşeriyenin gayei maksadı olan emniyet, beka ve saadet hayatı vücuda getirmekten pek uzaktır. bunu anlamak için çarşılarda, caddelerde, sokaklarda bir gezmek, kahvahanelere, kıraathanelere, gazino ve kulüplere, tiyatrolara girmek, buralarda hüküm süren hayata bakmak küfidir: erkekleri her tarafta, bu umumi içtimagahlara dolmuş, atıl atıl evkatgüzar görürsünüz. boğucu bir duman içinde, şayanı nefret dekorlar arasında, müstekreh çehrelerin, mülevves kıyafetlerin, müteaffin ağızların havayi nöpakini teneffüs ederek, bu çirkinliklere alışa alışa her türlü zevki nefaset ve hüsni tabiattan mahrum kalarak, erkek, kahve hayatına inhimak gösteriyor. her gün, her akşam hasılı her fırsat buldukça fareler deliklerine sokulduğu gibierkekler kahvehaneye, kıraathaneye, meyhaneye koşuyor. arasıra sokakta görülebilen bir tytı nisvi hakir ve mütevazı ise sakit ve nameşhud olarak: işvekür veya hiç olmazsa az çok cazip ise erkeğin şehvet dolu bir nazarını, mabub bir teheyyücünü ve çok defa tasallutkar bir cüreti kelamiyesini celb eder geçer. amakı hilkattan kopup dünyaya geldiğimiz kadını, üsarei hayati ile beslendiğimiz kadını, en masum devrei hayatımızda, oyunlarımızda refakatiyle kesbi ünsiyet etmiş olduğumuz kadını, başka hayatlar vüsuda getirmek üzere mutantan vaadlerle kendi hayatımıza teşik ettiğimiz kadını, hasılı validemizi, hemşiremizi, refikamızı, çevcemizi ne kadar gafilane terk ve ihmal ediyoruz. erkekler kadınlara karşı cidden öyle bir mişvarı biimtizaç ve biahenk ihtiyar etmişlerdir ki nevin devamı başka surette kabil olsa tamamiyle kadınsız yaşamak isteyecekleri fikri hasıl olabilir. erkek en samimi musahabetlerini varsaen ciddi düşüncelerini, tasavvurlarını, tertiplerini yine erkeklere saklıyor. kahvelerde köğıt oynamak, akşam çakıntısına gitmek, politikadan bahsetmek, mesirelerde kaba bir hovardalık etmek, ölem yapmak: işte erkeklerimizin aradığı zevklerl akşam yemekleri ve aile histiyatı erkeğin uyku zamanından gayrı ev içinde kadınla birlikte geçirdiği saatler hangileridir? pek cüzi istisnaat haricinde hemen umumiyetle erkekler ancak akşam yemeklerinde aileleriyle beraber bulunurlar. hatta bunlarda da çok defa intizamsızlık görülür. akşam yemekleril bari bu yegöne aile içtimaları epeyi bir zaman imtidat etse , sofra başında konuşulup görüşülse, aile efradı arasında bir samimiyet, hakiki bir dostluk münasebeti hüküm sürsel heyhat, dünyada en süratle taam eden millet hiç şüphe yok ki biziz. adeta atıştırırız. ramazan akşamları ezanı yirmi dakika geçe kahvehanelere bir nazarı teftiş gezdiriniz. her tarafı hınca hınç bulursunuz. bu manidar hadise gösteriyor ki bizde aile muhabbeti, kadın dostluğu, kadın refakati hiç neşv ü nema bulmamış hissiyattandır. nazarımızda valide lakırdısı dinlenmez, gevezeliği çekilmez bir kocakarı, hemşire siparişleriyle can sıkan bir hoppa, bir müziç, zevce ise ücretsiz istifraş edilen bir ahmak, aylıksız istihdam olunan bir süt nine, bir aşçıl işte bizde aile rabıtalarını temin eden hissiyat, aşağı yukarı, mahdut istisnalarıyla bu merkezdedir. bizde kadın erkeği nasıl alakadar eder bir erkek diğer birine tevdikör bir tavırla mon şer, şimdi gelirken, tam muhallebicinin önünde iki kadına rastgeldim. fakat ne kadın, ne kadınl hele bir öfetl söylediği veyahut tafrafuruş damarı tutarsa ah canına yandığım kalem olmasaydı şu anda ben allahın ne bahtiyar bir kulu olurduml tarzında bir cümle de ilave ettiği, her gün yüzlerce vakidir. işte erkeklerin kadınlara karşı hissiyatı. erkeklerin kadınlar ahvaliyle iştigalil kadın erkeklerin zihnine, kalbine, konuşmalarına girmek için az çok güzel, az çok şık, az çok işvekar olmalıdır. bu evsafı haiz olanlar da erkeği ancak bir şehvaniyetbehimiye, hararetsiz bir aşkı muvakkat, atisiz bir münasebeti mayube istihsal ve akdf noktai nazarından alakadar eder. bu ahval haricinde kadın şefkatiyle, ihtimamkarlığıyle, valideliğiyle, hemşireliğiyle, zevceliğiyle bir hiçtir. süs ve düzgünün manası bu vaziyeti içtimaiye ve alökaı hissiyenin icab ettirdiği netaicten biri, kadınlarımızın şiddetle süs ve düzgüne inhimakidir . her şaşaayı teravetten mahrum bir çehre basit ve mütavazi bir kiyafetle sokağa çıkan bir endam ölemı rical için madum gibi telakki edildiği için her tayfı nisvi, biçare dimağının umum hemcinslerinin biraraya gelmiş dimağlarının bütün kuvvetiyle süslenmeye çalışmaktadır. tezeyyün ve tecemmül, zerafet ve işvekar sireti nisviyenin bu evsafı fıtriyesi acaba nasıl bir manayı haizdir? gafil erkekler hiç olmazsa kadınların bu son delili mütehassısanesini anlamaya çalışsalar. çünkü bunun manası çok büyüktür. kadın bu derece metrukiyete cemiyet ve muvaneseti ricalden bu derece matrudiyetine rağmen her türlü maniayı kırarak refiki ezelisi olan erkeği teshirden vazgeçmiyor. ona arzu ettiği ltif hayali temamiyle maderane bir sevki tabiiyle vücuda getirmeye çalışıyor. süslenme kadının hakiki bir fedakarlığıdır kadının erkek için bu didinmesi maddi menfaatını hatta çok defa hürriyet ve emniyetini haleldar ediyor. başka sözlerle süs, düzgün, kadınların hakiki bir fedakarlığıdır. hiç şüphe yok ki tezeyyün ve tecemmüle, zerafet ve işvekarlığa en çok itina edenler en ziyade müşkülat ile evlenenlerdir. çünkü erkekler kadınlarının bu temayülatını hiç bir hakları olmadığı halde iffetsizliğe atfederler. süsün, düzgününün, işvebazlığın mucibatı hakikiyesini anlamaktan pek uzak, kadınlara taarruza kadar cüret gösterirler. fakat acaba çarşaf yırtmakla lianen taarruz ve hakarette bulunmakla müdafaai misviyenin bu zavallı silahları ellerinden düşürülebilir mi? ah, ne zaman ciddi bir surette bu vaziyeti içtimaiyenin vahametini düşüneceğiz ve heyeti içtimaiyemizi her gün biraz hayattan, insanlıktan, hürriyet ve istiklalden uzaklaştıran miskince ve gafilce itiyatları terke karar vereceğiz? ne zaman validemiz, hemşiremiz, zevcemiz, refikamız, muhibbemiz kadının hakiki oğlu, hakiki kardeşi, hakiki refiki, hakiki dostu olacağız? ne zaman elele vererek şu binayı içtimaiyenin ittifakı cehdü meram ile takviye ve tecdidine çalışacağız? kadının metrukiyeti kadının ömrü nasıl geçiyor kadınlarımızın bir günlerini nasıl geçirdiklerini hiç düşündünüz mü? sonra o yektarz ve yekrenk hayatın haftalarla, aylarla, senelerle temadi etmesini, ömürlerin biçare yuvarlanıp gitmesini, bundaki fecaatı hiç teemmüle lüzum gördünüz mü? kadın, bizde ister saraylarda yaşamış olsun, ister mütevazi bir meskenin aguşunda doğup büyümüş olsun kendini daimi bir sükut, daimi bir metrukiyet, bir arkadaşsızlıkla muhat hisseder. yalnızlık, müthiş bir yalnızlıkl kalplerine ruhlarına bir eş yokl o zavallı ruhı hazin kendi kendine meteellim olmaya mahküm. o hassas kalp bir şeriki tahassüsattan mahrum. ne kadar genç kızlar, ne kadar genç kadınlar kalplerinden taşan keder tufanını sıcak gözyaşları halinde dökmek için valide lerinin göğsünden başka bir sineyi himayekir bulamıyor fakat bu müşfik sığınağı kaybetmemiş olanlar bahtiyardır. çünkü ancak valideler, o aynı zehirle hayatının en nüşin demlerini tesmim etmiş , aynı tenha faciaları yaşamış valideler o katrelerin manasını anlar. o sebepsiz gibi görünen, çok defa hirçınlik namıyla yadedilen feveranı beköları ancak valideler bir iştiraki samimi ile teselliye muktedir olur. okumuş kadın daha bedbahttır genç kız, genç kadın ne kadar okumuş, ne kadar mükemmel tahsil ve terbiye görmüş ise o kadar bedbahttır. çünkü o derecehtiyacatı ruhiyesini duyar, tahassüsatı kalbiyesini tahlil eder. içtimai vazifelerine vakıf ve riayetkör olur. hukukunu da o nisbette iyi tanır, onlara riayet ettirmek ister. fakat ne yapsın? isyan mı etsin? lakin isyandan ne çıkar? kalbini, ruhunu teshir etmek istediği erkek bununla ıökayıtlıktan, bigünelikten ayrılacak mı? ona bir iştirakı hissiyat ile daha ziyade yaklaşacak mı? iki ruh arasında vefakar bir aşinalık husule gelecek mi? zevc ile üşık arasındaki fark ya biçare metruk mahluk, bedbaht, eşsiz ruh ne yapsın, nasıl yaşasın? bu metrukiyete bu yalnızlığa nasıl tahammül etsin? bir irtikabı günah ile mi? fakat iki vücudu dilfirib muanakalarla birleştiren o hissi bihararet kalpleri ruhları daha ziyade ayırmıyor mu? hatta denilebilir ki kadının mebdei bedbahtiyesi ilk muanakadır . erkeğin fıtratında bilmem nasıl bir tohumı vahşet vardır ki onu yüksek bir insibabı ruhiden, bütün mesudiyeti memuleyi bahşedecek, iştiraki samimiden menediyor oh, buna kanaaat getirmelidir ki aşık da zevçten daha yüksek bir fıtratı haiz değildir. kadın evin içinde bir heykeli hüzün ve elem halinde kadın akibet mütevekkil, gözyaşlarının menbaı kurumuş, mücessem bir heykeli hüzün ve elem halinde hareket eder, bütün ihtiyacı muhabbet ve rikkatını hamaratlığın ufak tefekleriyle işgale çalışır. en büyük tesellisi çocuk olur. o bikes kalbi müncemitte metrukiyetin yığdığı buzlar altında daima amadei feveran bir bürkönı tahassüs yanmaktadır. fakat ruhı mader basit değildir, onda bütün mehri validiyetin işrakine rağmenbikesliğinin tekmil acılıklarıyla, eşsizliğinin zehirleriyle mesmum ve meftur bir benlik, asıl ruhiyeti nisviyet mevcuttur. o heykeli elem, evet hareket ediyor, gidip geliyor, dikiş dikiyor, mutfağa iniyor, evini tanzim ediyor, çocuklarıyla meşgul oluyor, varsa kaynana, görümce, anne, hemşire ile de meşgul oluyor, komşu kadınlar, tanıdıklarla da meşgul oluyor, fakat tekmil bu meşguliyetler, tekmil bu münasebetle. ruhi değil, kalbi değil, mihaniki. itiyadi. adeta cismanidir. hatta evlat muhabbeti, hatta mektep refikalarından en samimisi ile senelerden beri teşekkül etmiş rabıtaı kalbiye, kadın kalbini o ummanı rikkatı muhabbeti dolduramaz. ona lazım olan erkek kalbiyle hakiki birleşmek, hakiki kaynaşmaktır heyhatl en büyük ihtiyacı ruhinin mukarıbı insafını ciğerlerinde duya duya, kan kusa kusa, fenayab olmaya mahkumdurl kadının devrei tevekkül ve feragatı arabanın içinda veya sokakta bazan ciddi, vakur, levendane bir endama malik, cehresi beyaz zambakların solmaya başladıkları zamanki rengi almış, iri siyah gözleri, büyük matemlerin ferdasında görünen mahfiyeti, dalgınlığı, derinliği peyda etmiş bir tayfı nisvi görürsünüz. size, geçenlere, hiçbir şeye en cüzi bir nazarı dikkat atfetmez. işte o kadın ruhunun eşsizliğini, metrukiyetinin fecaatını, yalnızlığının bedbahtlığını duymuştur. boş ömrünün tekmil çilesini doldurmuş, zehirlerini tatmıştır, devrei tevekkül ve feragata girmiştir kimbilir bu günkü ruhı meftur, beş on sene mukaddem nasıl bir tufanı hissiyat içinde hür cevelan idi. kimbilir nasıl bir hülyayı aşkı muhabbet içinde amali şebabını büyütmüş, oyalamıştırl genç kiz iken yalnızlığını anlayamazdı, her vakit müşfik bir tarzda küşade duran ağuşı maderde kendini bikes addedemezdi. baba ve kardeşlerin lökaytlığı ona birkaç sene sonra kalbinin ruhunun iata edileceği biganeliği hissattiremezdi. fakat şimdi. bütün o tatlı rüyalar, haşin, biaman bir sabahı maddiyetin sadmesiyle dağıldıl kadının zevcini hırpalamak muvafikı insaf mıdır? rastgel. diğimiz tuyufı nisviye arasında hararetli gözleri tebessümnök çehreleri pür hayat mevcudiyetleri ile bizi cezbedenler de pek çoktur. işte bunlar beş yaş daha büyük ablalarının istikbaline mahküm bihaberlerdir sizden arkadaşlık, muhabbet, aşk arıyorlar. iştiraki samimi ve zuhi arıyorlar, hiafbüki sizin damarlşrınızıda ancak bir galeyanı şehevi mevcuttur. Qanun delasumu bir kerre. ağuşlara atılacak gafilenin envacı sefaperverine karıştı rul, ummanı muhabbetin, garip bir kanunı kesafet iktizasından imiş gibi, biribiriyle hafif bir temastan başka hiçbir iştiraki kalmadığı görülecektir. o umulan kaynaşma bütün muanakalara, bütün cebri ve cismani kucaklaşmalara rağmen hasıl olmayacaktır. düşün, vicdanını söylet, ey erkek, ey benim iökayt kardeşiml bu şimdi bahar sabahı kadar saf ve muattar, bir kelebek kadar endişesiz, mahmur ve rengin, saadet rüyalarıyla sermest mahlükun hayatıyla oynamak reva mıdır? ruhunu hırpalamak muvafik: insaf mıdır? bir iydi milli günü böyle bir gün bizi düşündürmelidir on dört nisan, on temmuz gibi milli bayram günlerinde sokaklarda faaliyet, sabahtan beri çocukların gürültüleriyle başlar. bir an evvel önce tenceresini ocaktan indirmeye gayret eden, sabırsızlanan çocuklarına iyi kötü bir yemek yedirmeye eli değen anneler, ablalar, büyükanneler, o ebediyen çocuk ruhunda kalmaya mahküm bırakılmış bedbaht refikalar da, az sonra sokaklara dökülür. kafile kafile mahalle aralarından meydanlara, sarayburnuna, caddelere, köprüye doğrulurlar. karşıya geçenler, beyoğluna çıkanlar, ta hürriyeti ebediye tepesine kadar uzananlar pek çoktur. işte böyle bir gün, osmanlıları güldürecek değil, derin derin düşündürecek bir gündür. evlerin içi sokağa çıkmış denilebilir. tekmil sefaleti içtimaiyemiz, işte böyle bir günde gözlere çarpacak derecede meydana çıkar. bütün içtimai yara en acıklı, en kanlı, en müteaffin manzarasıyla sargılarından açılır. görmek isteyenlere görülür. bu ceriha bizden müdavat bekler. biz himmetimizi esirgersek, onun da vehameti bizim canımıza, hayat ve mevcudiyeti milliyemize kasd edebilir. işte böyle günlerin manzarası: erkekleri biraz harekete, hareketi islahiyeye sevk etmeliydil heyhatl senede birkaç defa tekerrür eden bu meşheri içtimai günleri hayata, kuvvete, sağlam düşünceye delalet eden cek mukarreratı içtimaiyeye değil, en küçük bir gazete mütal asına bile mahal vermeden gelip geçiyor. sokakta bir aile aile sefaletimizi, içtimai düşüklüğümüzü an lamak için geliniz de sokakta bir kafilei nisvanı takip edelim: genç, nahif bir valide, kucağında dört, beş aylık yavrusu, gözlerini kapamış uyuyor. bu valide taşıdığı latif yükten bahtiyar, atiye karşı lökayt, kimbilir yanında ablası, otuz ile otuzbeş arasında, bünyesinin kaviliğiyle, hassasiyetin ezikliklerine galebe çal mış, hal genç, hala güzel çehresinden henüz o daimi durgunluğun, mükedderiyetin gerginliği redayı bimeğli kalkmamış, gözlerinden. halaveti tevekkül, manayı fedaköri okunurdört beş yaşına girmiş olduğu halde henüz bacaklarına kuvvet gelemeyen en küçük çocuğu, oniki yaşlarında tahmin olunabilen büyük oğlu ile, o yaşta henüz çarşafa girmeyen bir kızı ihtimal bir komşu kızı, ihtimal bir beslemearasında hırpalanıyor. bu kız zavallı sıska çocuğu büyük sarsıntılarla göğsüne kadar kaldırıp taşımak istiyor, ağabeyi olduğu anlaşılan uzunca boylu, havanın soğuğuna rağmen geçen seneden ka lma, yıkanmış, açık renk esvabını giymiş oğlan ise, hasta kardeşini onun kollarından kapıyor. arkasına omuzları üstüne ata bindirir gibi bindirmeye çalışıyor ben götüreceğim ısrarıyla, kimseye vermeye rıza göstermiyor. zavallı sıska çocuk ise ne bir tebessüm, ne bir ağlama göstermeye muktedir değil. yanyana giden diğer iki kadın, anakız, mutlaka kaynana, görümce, tazeleri levendane bir endama malik, krep de şin çarşafı çok dar olmamakla beraber, inceliği sabebiyle dolgunluklarını meydana koyuyor, peçe de hepsinden ince, çehre müteyakkız, bununla beraber müt evazi ve biişve. kaynana pudralı, başka bir zamanın daha az hassas kadını. en önde ise diğer bir sınıfa, aşağı bir tabakaya mensup üç kız, aşçı kadının, çamaşırcının, komşu arabacının kızları, kivrımları belde fena büzülmüş bolca birer çarşafa bürünmüş üç haşarı. ortadaki uzunca boylusu onaltı yaşlarında göründüğü halde diğer ikisi ancak onüçlerinde var yok. biribirinin koluna girmişler. kafilenin keşşaflığını, pisdarlığını ifa ediyorlar. yazma yemeniler altında, ayva gibi sarı, müdevveriyet ve beyziyeti tenazurdan öri zayıf çehreler farkolunuyor. maamafih birinin, en küçüğünün yüzüne kalın bir tabaka beyazlık, bir tabaka alhk, kaşlarına da rastik sürülmüş. çarşaflar bolluklarıyla beraber bu biçare vücudların sefil bünyelerini, sayılabilecek kadar çıkık kemiklerini, nehafetten doğrulamayan bellerini meydana koyuyor. bunların her üçünün inas rüştiyelerinden birine devam ettikleri de hatıra getirilsin. bir şahsı daha ilave etmeme müsaade ediniz ki kafile tamam olsun. onbir yaşlarında, oldukça zarif giyinmiş, kibar tavırlı bir küçük kız. büyükhanımın yanından ayrılmıyor, ecnebi mekteplerden birine devam ediyor. erkeklerin sokaklarda tecavüzatı kafile bu heyetiyle yürüyüşüne devam ediyor. divanyolundan cağaloğluna babıaliye suhuletle geçebildi. bahçekapısında yol daralmıştı. erkekler ellerinden geldiği kadar bu günün resmiyetinden istifadeye çıkan biçare kadınları tazyike çalışıyorlar, onlara küstahane harf endazliklardan çekinmiyorlardı. ötede kısık bir kadın sesinin allahtan bul dediğini işittim. baldırı çıplağın biri sen de benden bul mukabelesinde bulundu. inkisarda bulunan bedbaht kadın, düzgünlü, rastıklı bir biçareydi, fakat onun da ruhu her insanın ruhu gibi değil midir? o kalabalıkta takip ettiğim kafile, üç haşarının sayesinde ilerleyebiliyordu. onlar, hiç bir surette birbirinin kolunu bırakmıyor, erkekleri cesurene itiyorlar, çekilmeye mecbur ediyorlar. mukavemet gördükçe gülüşüyorlar, yılışıyorlardı. vakıa arkadan gelenlere yol açmak gibi bir hizmette bulunuyorlardı, lakin namuslarını da mühlik surette muhataraya vaz ediyorlardı. hele ara sıra bazı saatçı, tuhafiyeci dükkanlarının önünde durmaları esnasında peçesini kaldıran ykayt kaynananın pudralı, az hisli çehresi, bedendiş ve şeheyi erkeklerde iyi bir fikir bırakmıyordu. hatta haşarı pişdarlarm bir hücumuna uğrayan üç mektepli, savletten kurtulduktan sonra arkalarına bakıp gülüşen bedbahtlar hakkında pek insafa gelmez bir hüküm verdiler, hay kaltaklar, hay dediler. kadınların tiflane merakı ve lükaydane hareketleri köprünün geniş bir noktasında durdular. o anda tayyare müziç bir pervane gürültüsü ile iri bir kartal kuş halinde başları üzerinden geçiyordu. peçeler açıldı, bakıldı, konuşuldu. köprünün üzerinde bu kabil kümeler, daha kibarları, daha aşağıları çoğaldı. erkekler tayyareden ziyade, güzel, nim ciddi, nim bihaber çehrelere bakıyordu, kulaklara kah kaba fakat samimi, kah hoş fakat yalan. sözler fısıklamaya gayret ediyorlardı. tayyare geçti, peçeler indi, kafileler tekrar yola düzüldü. tünelden beyoğlunun büyük caddesinden ta hürriyeti ebediyeye kadar hep böyle gidildi. sıska çocuk büyük oğlanın omuzlarından beslemenin göğsüne nöbetle geçiyordu. taksim kışlasının karşısında bu biçareye defi hacet ettirmek icab etmişti. bütün kafilenin yardımıyla o iş de oldu. arkada netaici mayubesi bırakılarak ilerlendi. harbiyeye yakın bir mahalde genç valideyorulmuştu. kuytu bir yer bularak, bir eşiğin üstüne oturdu. diğerleri bir nevi nöbetçilik ederken, ağlamaya başlayan çocuğa meme verdi. büyükler de köşe başındaki simitleri iştaha ile kemiriyorlardı. kaynana sigarasını tellendirdi. küçük çarşaflı, ecnebi mektebinin şakirdi kizi, sikilmiş görünüyordu. hiç birşey yemedi. polisin muaveneti avdette köprüden bir araba pazarlık ettiler. akşam ezanı okunmuştu. araba eski, geniş bir viktoryaydı. fakat sığışmak kabil değildi. nihayet, irili ufakı oniki şahıs arabanın içine bindiler. divanyolunda, sıhhiyenin karşısında, eski viktoryanın iki ön tekerleği fırladı. atlar durdu. hanımlar çünkü buna büyük hanımlar binmiştiçığlıklarla arabadan indiler, diğer araba da yetişmişti. o da durdu. iki polis atılane yanaştı. biri hanımları süzüyor, diğer arabacıya vesayada bulunuyordu. aşağıdan kargaşalığı görüp yanaşan diğer iki polisle iki şandarma tebessümle kadınlara bakıyorlardı. hatta biri muttasıl bıyıklarını kıvırıyordu. diğer polislere hitaben, güya zarifane bir harfendazlık yapma hevesiyle, ne o arabayı mı kırdınız diyordu. nihayet diğerleri de indi. arabacılara para vermek istemiyorlardı. polislerin müdahelesiyle muslihane bir tesviyeden sonra kafile yine piyade, sıska çocuk, büyük kardeşinin omuzlarında gedikpaşa istikametini tuttu. bir tablo: istanbulda iydi milli bu kafilelerin adedini, yüz misli, bin misli çoğaltınız. muhtelif mahallelerden, istanbulun en ücra kenarlarından akın akın köprüye, beyoğluna, hürriyeti ebediyeye yollandırınız. o alaca bulacalı manzara ile tekmil caddeleri doldurunuz. erkekleri de avanak, arsız, düşünce siz, şehvetperest bir tavrı reftar ile dolaştırınız. açgözlü bir tavir ile kadınlara baktırırız. işte istanbulda bir iydi milli günü. busefaleti içtimaiyenin sebebi hep erkektir sefaleti içtimaiyel kadının metrukiyeti, kadından el çekmek, kadını ücretsiz bir süt nine, bir hademe, bir müstefreşe derecesine indirmek, kadını utanılacak, mucibi ör sayılacak bir leke addetmek, hasılı kadını mevkii içtimaisi olan refikalıktan, validelikten, hemşirelikten ayırmak, ona karşı bigane olmak: işte bu hakikaten mucibi ör sefal ti içtimaiyeyi intaç etmiştir. kadın cehl ü gaflet içinde kaldı, terbiyeden mahrum kaldı, haysiyeti beşeriyeyi layıkıyla telakki etmekten nasipsiz kaldı. fakat kimin hatasıyla? ancak erkeklerini ve erkekler hal bu büyük hatayı, büyük içtimai nakiseyi görmüyorlar, hala sefaleti içtimaiyemizin asıl sebebleri kendileri olduğunu anlamıyorlar. hala bu mühlik yaranın tedavisine himmet etmek lüzumunu akillarına bile getirmiyorlarl ah ben ne diyorum? erkekler sefaleti içtimaiyemize çaresöz olmağa çalışmak şöyle dursun haysiyet ve ciddiyetini, vekar ve namusunu muhafaza edebilmiş ailelerin bir küşei nezahette yetişebilen muhitlerin de hasmı şerefi görünüyorlar, kadın: ne kadar mümkünse o kadar alçaltmaya uğraşıyorlar ve farzı muhal, bir günde bütün namuslu kadınları suhuletle mukavemetsiztelvise yol bulsalar, bu cinayeti yapmaktan çekinmeyeceklerdir. bu haleti ruhiyenin manası nedir? bunu düşünen var mıdır? hava ve ziya ihtiyacı alelade günlerde nerede ve nasıl yaşıyoruz? bu azim halkın alelade günlerde nerede yaşadığı, nasıl vakit geçirdiği sizi düşündürmez mi? acaba yalnız bayram günlerinde mi güneşe, açık havaya, harekete ihtiyacımız var? diğer günlerde kadınlarımız, çocuklarımız, kendilerimiz, evler dahilinde, dam altında, kapalı ve fasid bir hava teneffüs ederek, hiç kımıldamayarak, veya pek az hareket ederek geçirdiğimiz hayat bizde nasıl bir sıhhat bırakıyor? bütün zevilhayat güneşten, havadan, tabiatın bu iki hazinei ihsanından mümkün olduğu kadar istifadeye çalışıyor. biz insan olduğumuz, zekamizla bütün ölemi hayatın balasını işgal ettiğimiz halde, nasıl oluyor da kendimiz için, evlatlarımız için, kadınlarımız için, ziya ile havanın, bu iki menbaı hayatın lüzumunu hissetmiyoruz? acaba ruhlarımızda hüküm süren ataletin, sıhhatımızde görülen zaafın, kadınlarımızın sıhhatı umumiyesinde meşhud olan tedenninin en büyük sebeblerinden biri, bu mütemadi kapalı hayat değil midir? ziyanın, temiz havanın hayattaki ehemmiyetini anlamak için bir ölim olmaya ihtiyaç yoktur. toprağa muhtaç olmayarak yaşayan nebatat vardır. fakat havasız, ziyasiz yaşayan hiç birşey yoktur. buna bir de hareket ihtiyacı sıhhisini ilave ediniz. derhal bir şehrin umumi ve daimi gezinti mahallerine ihtiyacı tezahür eder. istanbulun büyük kısmı kadınlarımızın zindanıdır bugün istanbul, bizim için, bahusus istanbul cihatinde, cihangir, kasımpaşa ve sairede oturanlar için bir şehir değil, bir zindandır. bazı kenar mahallenin ahalisi akşam üzerleri gezecek, hava alacak, bir kıra maliktir, halbuki asıl şehir sekenesinin kısmı azamı, bahusus zavallı kadınlar, çocuklar neşv ü nemaya gayrı müsait mahii ömür bir hayat sürmeye mahküm bulunuyor. resmi vefiyat istatistiklerinde görülen verem kurbanları bizi ne zaman ikaz edecek? hani umumi bahçeler, parklar, gezinti mahalleri? hiç olmazsa payitahtın iki üç mahallinde bulunsa. halk oralarda nefes almaya gitmeye alışsa, ziyanın, havanın, hareketin hayatf kıymeti artık takdir olunsal fakat korkarım ki tenezzüh mahalleri teksir de edilse bilfarz sarayburnu güzel bir mesire haline ifrağolunsa, onlardan insanlar gibi istifade edemeyeceğiz. çünkü gözümüzün önünde mesireler ve buralarda cereyan eden hayat vardır mesire bütün netaici meşusirede görülür kadına tahsis ettiğimiz vaziyeti içtimaiyenin bütün netaici meşumesini görmeye en muvaufik yer bu mesirelerdir. burada erkeğin, osmanlı erkeğinin kadından ne istediği, ne beklediği, kadının da ne bahasına ve ne surette olursa olsunrefiki ezelisi erkeği kazanmak için ne derekelere inmeye razı olduğu bariz alametlerle müşahede olunur. mesireler istanbulda ve büyük şehirlerimizde hüküm süren ahlakf ve içtimaf en kanlı yaralarını meydana koydukları için ne kadar tetkik ve müşahede altına alınsalar, onların vermek istedikleri derslerden istifade edebilenler için fazla sayılamaz. kadıköy çayırlarında bir bahar akşamı mesirelerimizden en böriz evsafı mümeyyizeyi haiz zannettiğim kadıköy çayırlarına nisan ve mayısin bir cuma veya pazar günü alafranga saat altıya doğru sadece bir müdekkik sıfatıyla gidenler ne görürler? uşdili çayırının dere boyunca giden cihetinde boyasız. eski bir tahta parmaklık ile dere arasında kalmış iki mahalli mefruz, bunlardan biri erkeklere diğeri kadınlara tahsis olunmuştur. kadınlar burada kimi kötü iskemlelere, kimi yere oturmuş oldukları halde. küçük zümreler, meşherler teşkil etmektedirler. aralarında pek az konuşuyorlar. parmaklığın dışarısında aşağı yukarı gezir mekte olan erkeklere bakıyorlar. sigaralarını, en gençleri bile pervasız içiyorlar. karşıda tablasını, sehpasını koyup ahzı mevki etmiş satıcıdan, küçük kızlara veya erkek çocuklara aldırılan fıstıkları, simitleri, kavrulmuş fındtkları, kğıt helvoyı veya buna mümasil mekulatı yemek. e meşgul olurlar. ötede kerih sesiyle oğlan yaylı, kız yaylı diye haykıran, destancıdan alınmış varakaları da tek tük okuvanlar görülür. artık tekmil çayır dolmaya başlar. çayıın şurasına burasına çekilen başta kadın zümreleri arasında, erkekler güya aralarında konuşarak, fakat hakikatte kadınlara lakırd: atarak gezinirler. kadınların bir kısmı çayırın en kenar tarafında oturmaktadır. büyücek bir kısmı ise erkeklerin en kalabalık bulunduğu yerlerde onlara çatarak, tecavüzlerine tebessüm ederek piyasa ederler. erkekli kaqınlı bir ailenin beraber oturması memnu burada erkekle gezmeye çıkmış bir kadına tesadüf etmek enderdir. hele erkekli kadınlı bir ailenin bir masanın etrafına iskemle koyup beraber oturmaları zabıtaca memnudur. kıyafetler, tuvaletler kıyafetler muhteliftir, rengarenk çarşaflar, yeldirmeler, maşlahlar, bazıları peçelerini dereye müteveccih oldukları zaman bile kaldırmıyor. fakat ekseriyet hafif bir şemsiye mdirmesiyle saygısız bir nazarın nüfuzı küstahanesine karşı yüzünü müdafaa etmekle iktifa ediyor veya hiç birşeye üzum görmüyor. tuvaletler ekseriya mutenadır. endamların, vücutların bütün cazibeleri sanatı telebbüs ve tecemmülün dekayikine büyük bir vukuf ve maharetle en yüksek kıymetleri iktisap ettirilmişdir. düzgün, çok istimal olunmakla beraber, mahalle aralarında görülen zevksizliklere az tesadüf edilmektedir. bilakis, rengin tabii solgunluğuna sürme ile uzaktan pek yaraşan münasip bir ben ile, ne kadar mümkün ise o kadar büyük bir cazibiyet vermesini pek iyi bilenler nadir değildir. erkeklerin tuvaletleri ekseriyetle hazır elbise mağazalarından tedarik olunabilenlerdir. fakat her iki cins efradında hakim olan his, öşikör bir barizliğe matuftur. pekiyi görülüyaor ki, her iki taraf buraya güzel bir yüz, güzel bir vücut, cazip bir şekil ve renk görmek, ihtimal muvakkat bir refiki münasip bulmak için gelmiştir. erkek kadın münasebeti burada cereyan eden münasebetin yüzde sekseni belki de daha fazlası nazaridir. buna daha çok müstekreh bir harfendazlık karışmaktadır. bu garip hareket, bize mahsus bir flörttür. dere bağındaki incesaz takımının gazelleri, şarkıları erkek ve kadın gruplarının önden geçmelerine sebep olmaktadır. kurbağalı çayır ise başka bir manzara irae etmektedir. derenin öbür tarafı sırf kadınlara mahsustur. polis en ziyade buraya erkeklerin, hatta aileleriyle gelmek isteyen gayrımüslim erkeklerin bile girmemesine taassub gösterir. öbür tarafta ise mahlutiyetin en koyusu, polislerin beyaz eldivenlerle gezinmesine rağmenhüküm sürmektedir. fakat mehtap geceleri kuşdili ve yoğurtçu çayırlarında ahlakın en dün manzaraları karşısında bulunulur. adeta tekmil bir halk, küçük yaşta her türlü zemayimi kazanmış bir sürü çocuklara benzer. gruplar en ziyade bu çayırın kenar cihetlerinde istekdikleri işaretleri teati edebilmektedirler. grubı şemsten sonra kalabalık seyrekleşir. kadın zümreleri ayrılırlar. mesirelere gelenler: her sınıftan, her tabakadan mesirelere gelen kadınlar hangi tabakaya hangi sınıfa mensuptur? her tabakaya, her sınıfal en namuslu ailelerden, hanımvalidelerden, genç kızlardan, erkeklerin damı iğfaline kendini az çok kaptır di muş biçarelerden, en müptezel sefilelere kadar her tabakadan, her smıftan birkaç yüz kadın buraya gelir. işte size bir küçükler zümresi ki on ile ondört yaşlarında yeldirmeh: altr kızdan müfekkeptir. bunların en büyüğü bile bir çocuktan ibarettir. fakat şimdiden kendilerine bir kadın süsü verirler. gözleri sürmeli, kaşları hafif rastıklı, yüzleri de az çok pudralı ve düzgünlüdür. pür cevelan yürüyüşlerine devamla beraber, erkeklere garip bakışlarını fark edebilirsiniz. her hallerinden bize bakmıyorsunuz öyle mi? aht yakında görüşürüz meali sezilmiyor mu? maamafih erkeklerden bunlara da ıakayt kalamayan bir kısım vardır. işte şu mektepli. bu yaramazlar güruhuna laf atıyor. en büyük genç kız, dudak büzerek, gözlerini açarak utanmaz, hitabını maharetle sarfetti. teşekkül etmemiş göğsü oynadı, minyatür çehresine kan hücum etti. işte diğer bir zümre: çehresinin müessiriyetinden, eyvah o felaket başımdan geçti esefi okunan, peçesi kaldırılmış, onsekiz, yirmi yaşlarında, kısa boylu bir taze. yanında, bunun fevkinde kalan, güzel endamlı, levent birisi var ki, gözlerinin meserettnök lemaatından bir devrei saadet geçirmekte olduğuna suhuletle kanaat getirilebilir. ikisi yalnız gitse hiç bir sui zanna sebebiyet vermeyecekler, fakat bakınız yanlarındaki üçüncü refikaları, henüz onyedisinde var yok peçesini bir kaldırıp indirmesiyle erkeklere karşı dakikada bir yüzünü gösterip kapamasıyla, münasebetli münasebetsiz gülmesiyle çehresinin saf ve bihaber mealine rağmen, her üçünün nasıl bir mektep şakirtleri olduklarına maatteessüf şahadet etmektedir. hele karşıdan gelen şuh reftarlara, yine bu hoppanın kandilli temennalarla aşinalık etmesi, diğer ikisinin de buna sıkıldıklarını gizlemekle beraber asarı ihtiram ile izharı muarefeye mecbur olması en acemilere bile, zavallıların pek emin bir vaziyeti içtimaiyeye girmiş olduklarını anlatır. fakat daha ziyade tahammül edemezsiniz. her tarafta görülen bu fecaatengiz manzaraya ve artık behimi şehvetlerine tabi kalan erkekler güruhunun muzafferane parlayan çehrelerine, müstekreh handelerle yayılan ağızlarına nefretle bakarak, yürür gidersiniz. tarihte kadın harem müsessesesi islüm icadı değildir kadınr kapamak harem müessesei içtimaiyesi ne osmanlıların ne de umumiyetle müslümanların icadıdır. bu bir safhaı içtimaiye icabatındandır ki, pek çok kavimler bundan geçmiştir, ancak birkaç asırdan beri ruyı arzda ehli islamdan başka hiçbir kavim ve millette bu itiyat kalmamış bulunduğu için haremin bir islam müessesesi olduğu fikri yanlış olarak tahassül ediyor. übüvviyetümmühiyet safhai içtimaiyeleri kadını kapamak patriyarkaübüvviyet denilen safhaı içtimaiyenin tezahüratındandır. patriyarka safhaı içtimaiyesi erkeğin heyeti içtimaiye dahilinde temamiyle tegallüp ve tahakküm ettiği devredir. kadınların hiç bir zaman erkeklere tagalilüp ve tahakküm etmemiş, bir hükümeti nisvanteşkil eylememiş oldukları müsbettir. fakat beşeriyetin ilk asırlarında kadınların mevkii içtimaiyesi pek ehemmiyetliydi. bekayı nesil, namadud asırlar zarfında kadınların iktiham, müşkilat ve mezahim edebilmesiyle muhafaza olunmuştur. bunun neticesi olarak sosyolofinin tanıdığı sefahatı içtimaiyenin birincisinde kadının ehemmiyeti içtimaiyesi pek yüksektir. bu safhada heyeti içtimaiyenin riyaseti yine erkeklerdeydi. fakat bu hakimiyet ve riyaset peder cihetinden değil, valide cihetinden intikal etmekteydi. kadınlar kocalarıyla beraber kendi aileleri dahilinde kalıyor ve kardeşlerinin veya valide cihetinden diğer akrabanın tahtı idaresinde bulunuyordu. dayının mevkii ailevisi pek büyüktü. evlatlar babaların değil, validelerin neslinden sayılırdı. erkeğin mirası zevceye zevcenin mirası ise evlatlarına veya kardeşlerine intikal ederdi. matriyarka ümmühiyet denilen bu safhai içtimaiyede kadınların hukuku çok defa erkeklerin hukukuyla müsavat derecesindeydi, denilebilir. mesela valdenin intikamı babanın intikamı gibi alınırdı. bütün mesaili iktisadiyede kadının reyi sorulurdu. hasılı matriyarka safhaı içtimaiyesinde, hakiki veya hayali bir kadın, umum kavmin veya kabilenin ceddi sayılırdı. merasimi diniyeye ekseriye kadınlar riyaset ederdi. miras da valide cihetinde olan taallukata intikal ederdi. safhai übüvviyyenin netaici mantıkiye ve tabiiyesi bu safhaı ümmühiyeden, matriyarkadan safhaı übüvviyeye patriyarkaya teakub zaman ve asırlar ile geçildi. bu safhaı içtimaiyenin mebdei olarak kızı kendi ailesi haricindeki bir erkeğe nişanlayıp tezviç etmek itiyadı vardır. kız veren kabile veya aile, damadın aile veya kabilesinden tazminat alırdı ki kadının tezellüli içtimaisi bu noktadan başlar. çünkü patriyu: kanın icap ettirdiği yeni mantık dahilinde teşekkül ve inkişaf eden heyeti içtimaiyede kadın, satın alınmış bir meta halinde indi. kadının mirastan mahrumiyeti, kız çocuklarının terki veya katli, zevcenin bir meta gibi, zevci müteveffanın kardeşlerine veya. başka zevceden kalma oğluna intikal etmesi, erkeğin müteaddit karılar alması, kadının evde hapis ve meşakkatli hizmetlerde istihdam edilmesi hasılı, bir cariye makamında bulundurulması, patriyarka übüvviyet denilen safhaı içtimaiyenin tabii neticesiydi. suhuletle düşünülebilir ki bir kavim veya kabile, bir safhai içtimaiyeden diğerine ancak asırların müruruyla ve bati bir tedriciyetle geçebilir, bu suretle ekseriya iki hatta üç safhaı içtimaiyenin itiyadat ve müessesatı, aynı zamanda aynı kavim ve millet indinde meri olur. safhaı übüvviyye edvarı tarihiyede en uzun süren safhadır. asarının kalkması pek bati olmuştur. hatt en medeni milletterde bile ösürının bazı derecatı h mevcuttur. patriyarka safhariçtimaiyesinde kalmış akvamı kadimeden kadına en ziyade hukuk bahşeden, mevkii içtimaiyesini yüksek tutan muısırlılar ve keldanilerdir. akvamı müteahhireden ise ancak ırkımız türkmenler, kırgızlar kadına aile dahilinde gayet öli ve heman erkese müsavi bir mevki vermişlerdir. romalılar ve yunanlılar gibi hindavrupai milletlerin tarihi sosyolofi noktaı nazarından patriyarka denilen safhaı içtimaiyeden asla ayrılmamışlardır. kadında ayırdıkları mevkii içtimaiye ise pek süfli idi. taaddüdi zevcütun menşei gaston richard taaddüdi zevcatın menşeini tetkik ederken diyor ki: muharebeler kabileler arasında intikam ve kan davaları yüzünden mütehaddis mücadelelerden ibaret olduğu müddetçe, gerek erkekler ve gerek kadınlar bu mücadelelerden müteessir olurlar. ırlandanın kurun: vus ta bidayetindeki hali buna şahittir. o zaman kadımların hizmetleri o kadar kıymettardır ki galipler mağlupların kı zlarını va kadınlarını öldürmezler. yunanlıların truva şehrini zaptettikten sonra yaptıkları gibi, onları beraber götürerek istifraş, yahut zevciyete kabul eylerler. veyahut kendi zevcelerinin tahtı hükmünde olmak üzere onları hizmetçi gibi kullanırlar. şüphesiz esaretin mebdi de budur. işte bu suretle iki cins arasında husule gelen muvazenesizliğe ancak taaddüdi zevcit ile çare bulunur. o zaman zenginlerin haremleri, fakirlerin de zevceleri, bazan cariyeleri olur. yunanlıilarda ve hep kan davalarının husumetleri içinde yaşayan herhangi bir diğer kavimde bu hayatı mücadelat, kadınların mütemadiyön bir kabileden öbür kabileye esir olarak gitmelerini mucip oluyordu. bu sıfatla gerek istifraşın, gerek çariyeliğin ölüme müreccah bir hali tezellül olmak üzere fteessüs etüiğini anlıyoruz. tabii olarak bir kadın için fakir, kaba, adi bir askerin eline düşmekten ise bir zenginin eline düşmesi daha ehvendir. binaenaleyh bir esire ve bir cariyeden başka bir şey olmayan kadın, bu şerait dahilinde poligami tarikiyle bir zenginin haremine girmeyi, bir fakirin kulübesinde çalışmaya tercih ederdi. kız çocuklarının atılması şimdi diğer bir mülahazaya geçebiliriz. kadın ve kızlarının bir gün düşmanın eline esir düşeceğini düşünmekten hali kalamayan bir kavmin nazarında kız çocuklarının hiç kıymeti yoktur. o şerait dahilinde kız çocukları zenginler tarafından bile beslenmek istenilmez ve kadınlar o heyeti içtimaiye dahilinde hiç bir haktan müstefit olmazlar. gloçın müellefatı atika tetkikatına müstenit beyanına nazaran yunanlılarda her çocuk doğduktan sonra ailece bir nevi muayeneye tabi tutulurdu ve alelekser kız çocukları atılmaya mahküm edilirdi. pozipid diyor ki: erkek çocuk en fakir ebeveyn tarafından bile beslenir. halbuki kız çocuk zenginler tarafından bile atılır. diğer bir müellif de kızların o safhaı içtimaiyede müziç bir yük olduğunu ve hiç bir mevkii mahsusu olmadığını söyler. tevellüdünde atılması mümkün iken merhameten alıkonulan bir mahlükta ne izzeti nefs kalabilir. eskl yuhanda haremgöühlargyneceeler işte safhaı dibüvyiyetin bütün icabatı haşinesi eski yunanlılarınkahramanlar devrinde müşahede olunmaktadır: taaddüdi zevcat, haremgahlar, kiz çocuüklarını atmak. gitgide taaddüdi zevcat ve haremgüh gynecee müessesesi itiyadatı rasiha sırasına geçerek temamiyle yerleşmiş ve yunanlıların kömilen ölemi siyasetten çekilmeleri zamanına kadar temadi etmiştir. rus kadınlarında fata denilen peçenin lağvı bizansın tesiratı altında kalan ruslarda ise bu itiyadat büyük petro zamanına kadar devam etmiştir. büyük petronun suni olarak ilgasına çalıştığı kadınların yüzündeki fata denilen peçeyi kaldırdığı ve avrupa adatı dairesinde salonlar küşad ettiği ve kadınları iradeyle bu salonlara getirttiği meşhurdur. diğer milletlere gelince akvamı kadimeden en saf ahlaka malik olan israilliler bile poligamiyi kamilen men etmemişlerdir. iskandinavlarda hatta cermenlerde taaddüdi zevcatın hüküm sürdüğü de hakikattır. kızların mirasdan mahrumiyeti, eski romalılar, barbarlar kızların mirastan mahrumiyeti ise umum patriyarka safhasını geçiren akvamda müşahede olunmuştur. romzılarda uzun asırlar, kızlar mirastan mahrum bırakılmıştır. sonraları itikadat değiştikten sonra kendilerine bir hissei miras ifraz olunmuşsa da kadim katon zamanında irticai bir hareketle kadınlar vasiyet tarikiyle bile naili miras olmağa gayrı layık addolunmuştur. çiçeron zamanına kadar ise kadınlar erkeklerin vasiyeti altında kalmışlardır. avrupanın o zaman barbar denilen akvamına gelince, meşhur salik kanunu kadınları arazi mülkiyetinden mahrum bırakıyordu. bu muhtelif izahat patriyarka safhaı içtimaiyesinden geçen akvamın köffesinde kadının nasıl dün bir mevki işgal ettiğini, hep erkeklerin tahtı tagallüp ve tahakkümünde kalmış olduğunu lüzumü kadar göstermektedir. bu risalenin daha fazla izahata tahammülü olmadığından tarihte kadın namıyla diğer bir risalede bütün safahatı içtimaiyede ve muhtelif akvam nezdinde kadının işgal ettiği mevki daha ziyade izaha çalışılacaktır. şimdi ise kendi kadınlarımızın bugünkü mevkii içtimaiyesini izah için kariyi zuhurı islam devrindeki arabistanın safhaı içtimaiyesine zamanı cahiliyete nakl ve sevk etmek lüzumunu görüyorum. arabistanda zaman, cahiliyette kadınlar fahri kainat muhammed haşin bir übüvviyetin teessüs etmiş bulunduğu bir safhaı içtimaiyede doğmuştur: şimali arabistan hicazla necd iki asırdan beri cenuptan hicret eden kabaili kahtaniyenin tahtı istilasında kendini müdafaa ile uğraşıyordu. kabileler arasında daima mücadeleler, mukateleler, kan davaları hüküm sürüyordu. bu halin kadınlar için neticeleri pek meşum idi. kızların aglebi ihtimal büyük bir kısım kabaildeasla miras almadıklarını, surei nisanın yedinci ve sekizinci yetlerinin tefs irinde görüyoruz. zevce, yine aglebi ihtimal büyük bir kısım kabaildezevci müteveffanın metaı gibi telakki edildiğinden, miras alması şöyle dursun, bir malı mevrus gibi vereseye intikal ederdi ve şayet müteveffanın başka bir zevceden bir oğlu var idiyse kadın bunun tarafından iştifraş edilirdi. hasılı dul kadının nefsine hakkı tasarrufu yoktu. muharebatı daime sebebiyle araplar nezdinde tıpkı eski yunanlılarda olduğu gibi gayrı mahdut zevceler almak, cariyeleri istifraş etmek, cariyelere fuhuş icra ettirmek ve bundan tahassül eden paradan intifa eylemek gibi itiyadat teessüs etmişti. kız çocukları gerek cemaat için bir yük telakki edildiğinden ve gerek müstakbel bir sefaleti muhakkakadan kurtarılması iktiza eden bir mahlük addolunduğundan bir çok kabileler nezdinde yeni doğan kızlar diri diri gömülürlerdi. valideler, sütnineler kadar bile evlatları indinde haizi itibar değildi. ve zevcelerin kocalarından hiç bir hürmet ve riayet talebine selahiyetleri yoktu. maamafih peçe yoktu. şüphesiz zenginler kadınlarını hususi çadırlarda bulunduruyorlar, hususi mahfeler derünunda seyahat ettiriyorlardı. fakat bu itinalar bir nevi imtiyaz gibi zengin ve hür kadınlara mahsustu. yoksa nisvanın ekseriyeti azimesini, cariyeler, hademeler, esireler ve fıkara zevceleri teşkil ettiğinden, bu gibi ihtimama nail olamazlardı. islümiyet kadının mevkii içtimaisini ild etmiştir fahri kainat umum arabistan dahilinde kan ve kabile rabıtalarını ehemmiyetten kamilen ıskat ederek umum kabaili islam gayesi altında ceme muvaffak olduğu gibi muharebat ve mukatelatı dahiliye hitam bulmuştur. bu icazkar inkilap bütün icabatı mantikiyesiyle kaffei muamelata teşmil edildiğinden bir esareti sefile içerisinde yaşamakta olan kadınların mevkii içtimaisi, öyetler ve hadislerle ila edilmiştir. kız çocuklarının diri diri gömülmesi şediden men edildi. kızların erkeğe nisbeten nısıf hisse mirasa nail olması emrolundu. kadınların bir meta gibi veresei zevce intikali lağvedildi. dul kadının nefsine hakkı tasarrufu tahtı temine alındı. zevcatın adedi gayrı mahdudiyetten dörte tenzil edildikten başka tek zevce ile ittifa ve zevce hakkında en büyük adl ü şefkat icrası tavsiye olundu. zevciine mütekabilen aynı hukuk bahşolunduktan başka zevceye de zevcin mirasından büyük bir hisse ifrazolundu. talak ise ancak adl ü şefkat dairesinde, her iki taraf için imkan tahtında bırakıldı. hele validelere ihtiram islamiyette mükafatı uzma olan cennete sebebi nailiyet gösterildi. bu hukuk ile kadınlar yüksek bir mevkii içtimaiye çıkmış, bir hürriyet ve mevcudiyeti ferdaniye iktisab etmiş bulunuyordu. vakıa pek çok vekayi kadınlara karşı bazı nesahii mühimmei ahlakiyenin tevcihini mucip olmuştu. fakat bu nesahih kadınların hiç bir hak ve hürriyetini tenkis ve tadil cihetine matuf değildi. ahlakı safiyenin muhafazası, istirahatı aileviyenin temini noktaı nazarından pek ali olan bu nasihatlara mümasil mevaiz erkeklere de bezledilmiştir. zamanı cahiliyette hüküm süren şedaid ve muharebat kadınlardan adeta her hissi iffeti nezetmiş gibiydi. o derecede ki muta denilen tarzı izdivaç o devirde bir fuhşı aleniden başka bir şey değildi. pek çok kabilede zinanın ahlöki çirkinliği adeta meçhuldu. ve yukarda söylendiği gibi cariyeleri mahza intifa için hatta cebren ve kerhen fuhşiyata sevketmek en kudretli ve muteber insanlar için bile mayup değildi. işte bu derekei içtimaiyede bulunan bir halkın erkek ve kadınlarının ahlakın en ulvi esasatına alıştırmak için elbette nesaih ve mevaiza ihtiyaç vardı. ve şürii azam o kadar büyük bir hikmet ve fetanet dairesinde idarei zaman etti ki dini islamı kamilen kabul ve tatbik ettirebildi. ve kadının hukuk: beşeriye, içtimaiye ve irsiyesini ihlal etmeden ahlkı umumiyeyi islah ve tasfiyeye muvaffak oldu. itiyadatı mahalliyenin tesiri islümiyet süratle, bir asır zarfında çinden ispanyaya, adenden anadolu ve bahrı hazere kadar yayıldı. burada ikamet eden akvam tehalükle islamiyete giriyor ve bil itiraz kadının hukukunu tanıyordu. fakat itiyadat hemen tebeddül edemezdi. bunun için kadın bütün akvamı islamiyede hukukı irsiyaye, mihri sadaka nail olmakla beraber erkeğe tebaiyetten, erkeğin vesayetinde kalmaktan pek az kurtuldu. kadın ilim ile tıpkı erkekler gibimemur olduğundan, çok defalar aile muhitlerinin müsaadesiyle tahsili ulüm etti. yine aile ve kavim muhitlerinin tesiriyle çok mahalde ticaretle iştigal edebildi. fakat hiç bir zaman islamiyetin tesiriyle itiyadatı mahalliye kamilen zail olmadı. bilakis iran ve bizans itiyadatı buralarda hüküm süren haremgöllar ve tarzı tesettürler islamiyete geçebildi. ve mürurı zamanla o derece kuvvet kesbetti ki kava idi esasiyei islamiyeden oldukları zehabı hasıl oldu. bunun yegöne sebebi, islamiyetin gayet seri olarak bu patriyarkal itiyadatı haiz akvama intikal eylemesi ve bu akvamın gayet uzun bir devrei tarihiye zarfında islamiyetle müterafik olarak bu itiyadatı muhafaza etmeleri ve etmekte berdevam olmalarıdır. bizde meselei nisaiyenin muhtelif cihetleri nasıl bir haleti ruhiye ile meseleyi tetkik etmeliyiz şimdi meseleyi en umumi, en hayati, en ehemmiyetli cihetlerden tetkik ve ihata etmeye, avakıbı mukadderesini görmeye çalışabiliriz. kadının vaziyeti hazırası umum heyetı içtimaiyemizin menafii maddiye ve maneviyesi. ihtiyacatı ruhiye ve kalbiye, nihayet bizzat kadının hukuku noktaı nazarından tetkik ve mülahaza edilmeye muhtaçtır. bu noktaı nazarı derpiş etmeden, biz erkekler kendimize farazi olarak bir haleti ruhiye ve akliye tayin etmeliyiz. heyeti içtimaiyemizin ilaı istikbalini bütün ruh ve kalbimizle arzu ettiğimizi ve temini için hiç bir vazifeyi ifadan çekinmeyeceğimizi, bu uğurda ne kadar muhkem olsa boşluklarını anlayacağımız itiyadatımızdan. ne kadar muazzez olsa butlanlarına kani olacağımız itikadatımızdan vazgeçebileceğimizi, hasılı hür, dürendiş, mukadderatini anlamağa ve idare etmeye muktedir bir millet gibi hareket edeceğimizi farzediyorum. çünkü bizde böyle bir istidadı manevi bulunmayacak olursa, koca bir istikbali milli uğruna en süfli, en müstekreh itiyadadımızın en ufağını bile terk ve fedaya imkan olmaz. validelik vazifeyi içtimaiyesi kadının heyeti içtimaiyede, tekmil safahatı medeniyede en muktedir, en esaslı vazifesi valideliktir. fakat validelik her heyeti içtimaiyede, her safhayı medeniyede başka başka suretlerle ifa edilir. kabail arasında muhasematın devam ettiği bir devrede bir valide evladına her an kabilesi veya ailesi için kanını feda edebilmek istidadı ruhisini verebilirse, valideliğini hakkıyla ifa etmiş oluyordu. cemiyet ise çocuğun terbiyei maddiyesini vücuda getirirdi. meselei iktisadiyeye gelince: o da esirlerin, cariyelerin, kadınların muhasalayı mesaisiyle hallolunuyordu. safhaı içtimaiyenin tebeddülüne ihtiyacı kati var fakat bugün öyle bir asırda, öyle bir devreyi medeniyede bulunuyoruz ki beynelmilel şeraiti hayatiye, bütün basitliklerini kaybetmiştir. bugün yaşamak için hür bir milet olarak temini beka için, pek muğlak ve mudil bir mücadelei iktisadiyeye girişmemize ihtiyacı kati vardır. biz acaba asırlardan beri değişmeyen bir hali içtimaiyenin bütün köhnelikleriyle, peimürdelikleriyle, tıflane halleriyle kendimize beynelmilel bir mevcudiyet temin edebilecek miyiz? biz çocuk kalmış, zamanın yüküne gayrı mütehammil bir milletiz nafiz bir nazarla her halimize dikkat ettiğimiz takdirde omuzuna takattan fazla bir yük tahmil edilmek istenilen, yorgun, bitap bir çocuğa benzemiyor muyuz? çünkü diğer kavimler, milletler tabif edvarı hayatiyelerini yaşayarak geçtikleri ve bu suretle muhayyer bir neşv ü nema ösarını ibraz ettikleri halde, biz sıska, cılız, tenemmi tabiiyeden mahrum bir çocuk gibi kaldık. ve devrei haziriyeyi medeniyenin havayı harı, hayatı cüşacüşu bizi boğacak derecede sıkıyor evet başka milletler büyürken, kuvvetlenirken, hayat ile uğraşırken, biz nahif ve alil bir çocuk kaldık. ve bugün bir tezgahı meçhulden, bir tariki meçhul takib ederek gelmiş hayret efza oyuncaklarla möli bir tuhafiye mağazasının camekanlarına gözatmış bulunuyoruz. bu oyuncaklar ne kadar cazipl bunlardan bir miktar elde etmek için babalarımızdan kalma ne varsa, maddi ve manevi, hepsini veriyoruz, veriyoruz. ve o hain oyuncaklar mütemadiyen değişiyor. cazibiyetleri tezayüt ederek değişiyor. biz de yenilerini elde etmek için zayiat ve hasaratımıza bakmadan vermekte devam ediyoruz. toprağımızı, kanımızı, hürriyetimizi, ruhumuzu veriyoruz. ve böyle devam ederse pek yakın bir gün gelecek ki: bizden sathı arzda vaktiyle şöyle bir kavim de varmış cümlesinden başka nişan kalmayacak. kadını bu vaziyette bırakamayız büyük bif meram ile zavallı ruhu tıflanemizde kalabilen bakiyeyi meram ile, bakayı müstakbelimizi temine girişecek olursak kadını bugünkü vaziyeti içtimaiyede bırakamayız. en bariz eseri meramımız onun vaziyeti içtimaiyesini değiştirmekle görülebilecektir. biz safhayı hazırayı medeniyenin müşkülatını iktiham edecek bir seviyeye yükselebilmek için heyeti içtimaiyemizin yarısı olan kadınları metruk ve mühmel bırakamayız. o mühim kuvvet, hatta bizimkinden daha ehemmiyetli olan kuvvet muattal bırakılırsa, emin olalım ki temeddüne matuf bütün mesaimiz boşa gidecektir. kadının valide, zevce, hemşire, refika ve muhibbe sıfatlarıyla daima erkeğin nısıf mevcudiyetini temsil ettiğini anlamalıyız. biz mesela anglosaksonlar gibi bir heyeti içtimaiye, bir devrei medeniye vücuda getirmek arzusunda bulunuyorsak, bilmeliyiz ki, kendimiz anglosakson erkeklerine ne kadar benzeyebilirsek, kadınlarımız da anglosakson kadınlarına benzemelidir. amerika kadınları heyeti içtimaiyeleri dahilinde ne vezaif ifa ediyorsa, hangi hukuktan müstefit oluyorsa, bizim kadınlarımız da aynıyla o vezaifi ifa edebilmeli, o hukukdan müstefit olabilmeli ki mahsuli terbiyeleri olan çocuklar, müstakbel cemiyetin banileri, anglosakson çocukları gibi hazırlanmış bir ruh ile ve vücutla sahayı cidal ve cihada çıkabilsin. kadın geçen bahislerde tasvirine çalıştığım hali metrukiyet ve ihmal içinde bırakıldıkça elbette şimdikinden farklı vezaif ve hidamatı içtimaiye ifa edemez. bu vaziyeti içtimaiye onda hiç bir şevki kalbi, bir savleti zindegani, hiç bir iktidarı ruhi bırakmıyor. o mütemadi bir mahrumiyet içinde kavrulmuş bir ruhı gürkesel gibidir. bu haliyle yaşamak için zayıf bir şuayı şemsin ihtiyacıyla sararmış bir nebata benzer. ondan nasıl pür hayat ve muattar çiçekler, meyvalar beklenebilir? kadının en büyük ihtiyacı bu kıymettar çiçeğin hayatına hizmet edecek şuanın güneşi, bizim kalbimiz, bizim ruhumuzdur. o rengin ve müşgin çiçekler açmak, leziz ve nafi semereler yetiştirmek için ancak harareti ruhiyemizin teshinine ve kalbimizin samimiyetine muhtaçtır. ya bizim aynı samimiyete, aynı muhabbete ihtiyacımız yok mudur? çocuklarda görülen bir haleti ruhiye iktizasından olarak, sahte bir şecaatfuruşluk ile acizlerimizi setr gayretimize rağmen, kendi kendimize halk ettiğimiz bu müziç tarzı hayatın en tahammül fersa hüsranı ruh eşsizliği, kalp refiksizliği olduğunu, mevcudiyetimizin en derin noktalarında hissetmiyor muyuzl. peçe meselesi bizde meselei nisaiye, peçe meselesi değildir. peçenin istimali erkeklerden ziyade, kadınların asırlanmış bir itiyadınitikada benzer bir hissin verdiği ihtirazı mütereddidaneleri kuvvetiyle hülü muhafaza edilmektedir. yeldirme ve başörtüyle sokağa çıkan bir kadın, istanbulda heman kabuli ammeyle çarşaflı, peçeli, yaşmaklı bir kadın kadar mesture addolunmaktadır. yaşmak, ferace nasıl kadınlar tarafından çarşaf ve peçeye tebdil edilmiş ise çarşaf, peçe de her türlü itirazata rağmen başörtü ve yeldirmeye tahavvül etmektedir. ve kadınlar bu mücadelelerinde çoktan erkeklerin mukavemetini yenmiş bulunuyorlar. yalnız az yukarda söylediğim gibi, yine kadınlardan bazı muhteriz olanların tereddüdü bakidir. ihtimal peçeyi tanınmamak duçarı taarruz olmamak, daha güzel görünmek hususlarında ifa ettiği gayrı kabili inkar hizmetlere mükafatan az çok uzun bir zaman daha muhafaza ederler, fakat erkek kadının hakiki refakatını kabul ettiği anda, onu bir cariye veya esire gibi hapsetmek baisi ar ve hicab birşey gibi saklamak tedbiri kendiliğinden ehemmiyetten sökit olur. erkek bizzat karısının, hemşiresinin, refikasının, nigehbanı olduktan sonra peçeye ne lüzum kalırl r esas mesele kadına sağlam bir vaziyeti içtimaiye vermektir esas mesele kadına sağlam bir vaziyeti içtimaiye vermek, onu erkeğin dairei talim ve terbiyesine, hakiki refakat ve samimiye tine ithal etmek, erkeğin ihtiram ve muhabbetine mazhar eylemektir. biz diğer milletlerin takip ettikleri tariki temeddün ve terakkide kadınlara nasıl muamele ettiklerine, aile vahdeti içtimaiyesini kuvvetlendirmek için nasıl çarelere tevessül ettiklerine bakmadık. hayatı iktisadiyede olduğu gibi hayatı aileviyede dahi ruh ve faaliyetten şevk ve setaretten mahrum kaldık. bari maksudu asli gibi gösterilen safiyeti ahlakiye muhafaza olunabildi mi? heyhatl mugayırı tabiat aşk bu hususta yukarıda tasvir ettiğim mesireler hayatını bir delil gösterebildiğim gibi, aşkın bizde iktisab ettiği eşkalin tetkini pek faideli görürüm. fatihten beri inkişaf eden şiiri osmanide bilahicap tasvir olunan mugayırı tabiat aşk sukutı ahlikinin en bahir bir şahididir. öyle divanlara rast gelinir ki içinde, kadın hakkında tek bir mısraın mevcut olmadığı maal iftahar şairleri tarafından itiraf olunmuştur. bu mayub aşkın mahiyeti tamamiyle anlaşılmak için o edvarı medidenin mahsulı edebiyatı olan bu gazellerden birkaçı okunmalıdır: görülür ki ruhı şuara, zamanların bütün nezaket ve mahiyeti ruhunu temsil eden şairlerin ruhu ancak müstekreh bir ihtirası şehvani ile meftur olmaktaydı. bu gazeller, bu edebiyatl bizde safiyeti ahlakiyeyi muhafaza iddiasında bulunan bu millette hiç bir galeyan ve isyan vücuda getirmedi. çünkü milletin ekseriyeti azimesi o karanlık ahlök girdaplarında püyan bulunuyordu. edebiyatımızda bu hali süfli pek yakın zamana kadar devam etti. fuhşı tabif, aşkı tabiiyi azalttı yeniçerilikten ve nihayet tanzimatı hayriyeden sonra aşkımızın istikameti tebeddül etmeye başladı. fuhuş, fakat hiç degilse fuhşı tabii, bir sahayı intişar bularak hemnevilik erkekler arasındaazalmaya başladı. mütefessih bir cerihai içtimaiyemiz diğer kanlı bir yaramızin açılmasıyla kapanmaya yüz tutabildil eyvah bizlere ki, şifamızı mühlik zehirlerden bekliyoruz. kadınlarımızın mücahedesi o zamandan itibaren kadınlarımız sevki tabiiye benzeyen bir hareketle meydanı mücahedeye atılmıştır. o zamandan beri refiki ezelilerini, daima kendilerinden uzaklaşan erkeği tekrar kazanmak için meyusane bir müca deleye girişmiştir. ihtimal ilk defa olarak kadınlarımızın gözünü açan beyoğlu sefihleri olmuştur. bu sefileler erkekleri çekmek için ne yapıyorlardı, nasıl giyiniyorlardı, ne şarkılar okuyorlardı, ne çalgılar çalıyorlardı? işte namuslu kadınların ilk endişeleri bunlar oldu. onları taklit ettiler. şüphesiz muvaffakiyetleri azdı, bahusus ki heyeti içtimaiye arasında bu yüzden duçar oldukları taarruzat, tahammülgüzar işkenceler, azaplar halini almıştı. fakat bu mücadeleyi tabiiyenin mazlum kahramanları yeise düşmedi, devam etti ve hala ediyor mücadelakür kadın, şayanı tevkir bir mücadele ey hodgim, gafil, biinsaf kardeşim erkekl senin bir tebessümün, bir iltifatın için tenezzül eden kadını tebcil et, çünkü o bu hareketiyle ezeli kavanini tabiyeye tebaiyet ederek mevcudiyeti kavmiyemizi vartaı helökden kurtarmaya çabalıyor! o senin tahkir ve istihzana değil, samimiyetle kollarını açarak tevkir ve istikbaline müstahaktır artik sen de hakikatı görecek, basireti ruhiyeni gaflet uykusrndan uyandır da, şu içtimai yaramızı kapatacak muhabbet ve samimiyetini, kadından, sana kavuşmak için çamura batmaktan çekinmeyen ezeli refikandan esirgemel kadına hukukı sarihiyesi veriliyor mu? ikide bir kadın islamiyette en vasi hukuka maliktir deniliyor ve bu hukuku avrupa kadınlarının bile iktisab edememiş oldukları iddia olunuyor. hakikatan mebhasında gösterildiği üzere islamiyet kadınların seviyeyi içtimaiyesini, neven ayrı kalmakla beraber, hukuken erkeğin seviyei içtimaiyesine kadar yükseltmiş, musavatı hukukiyeye müstenit mükemmel bir hayatı içtimaiyenin esasatını kurmuş idi. bu esasattan tahassül eden ruhı musavatperveri takib eden asırlarda layıkıyla takdir olunsaydı, elbetteki erkekle kadın arasındaki o mahüf ayrılık tahassüs etmez, bizde de şu korkunç mevti içtimai ösörı başlamazdı. neçare ki bir kavmin lüzumı mahsusa müstenid bir şeriat ve kanun ile islahı ahlüki ve içtimaisi, bahusus muhammed ve hulefai evvelin gibi büyüklerin nezareti sayesinde mümkün olur. lakin şarkta garba mümted bir sahayı vasia üzerindeki yüzlerce milyon halkın itiyadadı rasihası hiç bir şeriat ve kanun ile sureti mütesaviye de, şu güne kadar değişmek kabil olmamıştır. insanların terakkisi, daima kendi ihtiyaçlarını hissetmeleriyle ve o ihtiyaçlara göre hareket etmeleriyle mümkün olmuştur. ve bu surette hareket ettikleri zaman şerayi ve edyanın ahkam: i feriyesini bilatereddüt değiştirmişlerdir. hakikatan biz de düniyeti içtimaiyetimizi yıkıyla müdrik olsaydık, bunun ıslahına teşebbüs edebilseydik ve bu ıslaha kadının vaziyeti içtimaiyesini tebdil ile başlamak lüzumunu hissetseydik, bu ıslahatı icradan çekinmeyecektik. çünkü artık bizce müsellem bir hakikattır ki, on veya yirmi asır mukaddem bir heyeti içtimaiyenin muamelatına muvafik olan bir hal ve hüküm bugün muvafık olamazdı. bu kaideyi tatbik ettiğimiz ahval ise az değildir. kadına gelince, aşikördır ki, biz kendimiz bu hususta hiçbir ıslaha lüzum görmediğimizden, islamiyetin gayet vasi müsaedatına rağmen hiç bir hareketi ıslahiye göstermedik. bilakis kadın mevzuı bahs olunca islamiyetin kadına bahşettiği hukuku kemali fahr ve gurur ile saymakla iktifa ediyoruz. evet, islamiyet kadına hukukı aliye bahşetmiştir. fakat biz o hukuku kadının eline veriyor muyuz? kadın hisseyi mirasa maliktir, nemanın idaresi de rüşt ve büluğdan sonra tamamiyle kendisine aittir. halbuki vaziyeti hazırai içtimaiyesiyle kadın, malını idareye, nukudunu nemalandırmaya, icrayi ticarete muktedir oluyor mu? o halde kadın emvalinin idaresi ne suretle cereyan ediyor? erkekler vasıtasıyla, erkeklerin vesayeti altındal demek ki şeriat kadını reşit ve baliğ addediyor ama, bizim bizanstan, irandan aldığımız musirrane muhafaza etti ğimiz, kudsiyetini iddiaya kadar vardığımız müessesatı içtimaiye, onu vesayete mahküm bulunduruyor. dinimizde kadın kendi nefsine tasarrufa muktedirdir. izdivaç için ancak kendi rızası muteber olmak lazım gelir. hatta bu maksatla kendini erkeğe arz vq takdime bile mezundur. bu hak islamiyette, şeriatta mevcuttur. fakat tatbikata gelince bizde izdivaç nasıl cereyan ediyor. en hürriyetperveranesi, bir fotografyayı veya ondan başka birşey olmayan sokaktan geçen bir hayali göstermekle. buna meşru bir rıza tahsili denilebilir mi? kadın tahsili ulüm ile tıpkı erkek gibi memurdur. fakat nerede ve nasıl tahsili ilm edecek? payitahtta bile kaç mektebimiz vardır ve ne öğretiliyor ki? netice biz artık lisanı riayı keserek, ortaya dini mani göstermemeliyiz. biz artık kadına hukuk: kamilesini itaya ve kendisini o hukuktan bilfill istifade edebilecek bir duruma getirmeye gayret etmeliyiz. işte o zaman, o hür kadınlarla, o muktedir ve zihayat refikalarla teşkil edeceğimiz heyeti içtimaiye, kuvayı zindeganiye malik bir heyeti içtimaiye olur. yoksa mevti içtimaimiz, inkirazı millimiz, zevali istiklal ve hürriyetimiz pek gecikemez. takibi icab eden hattı hareket bunda takibi icab eden hareket muayyendir. kadının şeref ve haysiyetine ve namusuna riayetkör olmak. kahvehane hayatını terk ile kadının metrukiyet ve ihmaline nihayet vermek, kadının refikliğini ve mürebbiliğini löyıkıyla deruhte etmek, kız mekteplerini teksir ve islah eylemek, bu mekteplerde bir kıymeti iktisadiye istihsaline müsait meşagili beytiye derslerini tenvi ve tanzim etmek, sıhhi tenezzüh mahalleri, ahlaki tiyatrolar vücuda getirerek, buralara kadınlarımızla beraber gitmek beşeri bir aile sıfatıyla bir masanın etrafında toplanmak ve bütün bu ıslahata ruh ve kalbimizin en samimi kuvvetlerini vakf ve tahsis etmek. yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve ida dide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in hi mayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfın da iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye neza reti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşruti yet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, za hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. hüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harman cı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. yaşamı yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ı stanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ayna 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, kimdir? söyle. man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neş retti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya mil letvekili olarak katıldı. hüseyin rahmi gürpınar tanzimat, serveti fünun, meşruti yet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. efendi'nin yüzünde derhal bir güven sizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzen lenmiştir. hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplu mun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanı mefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, ec zacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhab bet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namus suzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, hüseyin rah mi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesi dir. kemal bek'in bil lur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır . koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü bo yunca hiç evlenmez. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce ga zete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihin den epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. hüseyin rahmi seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi ada vapurunda afe rin hayrullah ahlak humması allah gön lüne göre versin annemin ölümü asansör balta ile doğuran böyle doğurur benim babam kimdir? bir açın ruznamesinden birkaç yaprak bir genç kızın avazei sikayeti bir hafiyenin itirafatı bir muamma bir oburun mücadelei nefsiyesi bir seyahatı acibe bugün ne yiyeceğiz? büyük ana büyük bir ibret dersi büyük bir nedamet büyük günah çocu ğumun babası çocuklara yasak ecir ve sabır er kişi niyetine erkeğe galebe reçetesi eşeklerin dilinden anlayan bir mütehas sıs eşkıya oyunu eti senin kemiği benim falaka fırkacı galip ve mağlup vaziyeti garip kaldığımız günlerde gönül ticareti gugular hangisi daha zevkli? hattı istiva hayvanat mitingi heybeliada merkeplerinin grevi horoza ses talimi ihtiyar muharrir iki külhani arasında iki loğusa imrenilecek bir intihar istanbul'da bir frenk istanbul'un esa reti günlerinden bir hatıra kadını müdafaanın cezası kadının erkeğe galabesi kadınlar mebusu kadınlar vaizi kanlı romanlar: ben deli miyim? billur kalp bir muadelei sev da cadı can pazarı cehennemlik deli filozof dirilen iskelet dünyanın mihveri para mı kadın mı? efsuncu baba eşkıya inin de evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu? gönül bir yelde ğirmenidir sevda öğütür gulyabani hakka sığındık hayattan sayfalar iffet insanlar maymun muydu? kaderin cilvesi kesik baş kokotlar mektebi kuyruklu yıldız altında bir izdivaç met res tesadüf mezarından kalkan şehit muhabbet tılsımı müreb biye namuslu kokotlar nimetşinas ölüler yaşıyor mu? sevda peşinde şeytan işi şık şıpsevdi son arzu toraman tutuşmuş gönüller utanmaz adam. eserleri eldiven katil puse kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında kedi yüzünden kedim nasıl öldü? kılıbık kıpti düğünü kırço kiralık vücut kocası için deli divane kocasını boşayan hürmüz hanım kumru ile büyük hanımın mükamelesi lakırdı beynimizde leke li humma şüphesi melek sanmıştım şeytanı menekşe kalfa'nın müdafaanamesi meyhanede hanımlar mırnav. mırnav misafir mutallaka mübareğin kuyruğu müslüman mahallesinde bu iş olur mu? namusla açlık meselesi nasıl dolandırıcı ol dum? nergis hanım'la fehmi bey nurker ha nım'dan mektup ölü diri getirir refia hanım'ın köftesi sahte doktor samatya tramvayında topa yirmi kala sigarayı nasıl terk ettim? sirkeci lokantalarında iftar sokakta sonbahar göçleri sıllıkla züppe sehirde bir seka vet tehlike karşısında keçi fil oluyor tensikatı beytiye ters konuşma tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir tosun tövbeler tövbesi tü nelden ilk çıkış türkan hanım'dan mektup uçurumun kenarın da üç misal varda ispanyol geliyor! yanık dolma yankesiciler yankesiciler kulübü yeni diyojen zarafet ile tekir zavallı halime zavallı katil zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor bakkal bodasa ki'den hüseyin rahmi bey'e mektup balık pazarı bir maymunun intiharı boykotajın telakkii değeri dağların şenliği döşekten bir sada gökten köpek mi yağıyor? halkın saflığı hanımların ökçesi beylerin öfkesi hayat ve ölüm heybeli yangını horoz ailesi sinirli hanımın mektubu iğ neli fıçı ilk orucum insan çekiştiren eski vaizler kanatsız uçak yelkensiz gemi kanımızı emenler karıncalarla savaştayım pis bir vak'a taharet meraklısı üfürükçülü ğüm yazarlar nasıl ölür? hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizimeyhanede hanımlarnamusla açlık meselesika çeviri hikayeler: arsızlık eden cezasını bulur baba kornil'in mühim bir sırrı bir sehvi rü'yet bir zeki rehnüma garip bir mektup hali zamanı olmayan adam hasta çocuk iki öksüz ke dilenmek illeti kim iki bin dolar kazanmak ister? münzevi rahip ne boş hayal imiş rahibin merkebi sadakat şeytanın karısı zavallı cambaz. emile gaboriau'dannumaralı cüzdan, bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Ju les arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gaze tecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım. oyunlar: gülbahar hanım hazan bülbülü kadın er kekleşince tokuşan kafalar iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor şekaveti edebiyat. buseiki hödüğün seyahatitünelden ilk çıkışgönül ticaretimelek sanmıştım şeytanıeti senin kemiği benim. emine gürsoy naskaliromanında olaylar, eserin kahramanların dan naki'nin ağzından nakledilmektedir. naki, zengin bir ailenin el üstünde tutularak büyütülmüş oğludur. bedia'yı, ev lendikleri gece aralarında geçen tartışmalar sonucu babasının evine gönderir. ancak bedia bu evliliği babasının zoruyla yapmıştır. aslında fatin adlı bir genci sevmektedir ve ailesi buna karşı çıkmıştır. bedia evlendikten sonra da fatin'le ilişkisine devam eder. naki bu gerçeği daha sonra anlar. karısının fatin'e yazdığı mektupları ve fatin'in fotoğrafı nı bulup da karısını sorguya çekince bedia bir bunalım geçirir. bu bunalım neticesi çocuğunu düşürür, ağır hastalanır. bu olaylar so nucunda naki ile ayrılırlar. bedia babasının evine döner, iyileşir ve fatin'le evlenir. hüseyin rahmi gürpınar'ınromanı ilk olarak ikdam gazetesinde tefrika edildikten sonra ayrıca maarif ne zareti celilesinin ruhsatıyla ikdam matbaasında 'dakitap olarak basılmıştır. roman, 'da yeni harflerle istanbul hilmi kitabevi tarafından yayımlanmıştır. yeni harfli baskıda yer yer sadeleştirmeler bulunmaktadır. kitabevi tarafından bir sevda denklemi adıyla yayımlanmıştır. elinizdeki yayın, romanın ilk baskısına uygun şe kilde sadeleştirilmeden hazırlanmıştır. mevsim kanunusani. dışarıda öyle bir bora ile kar yağıyor ki badı mütehevvirin şiddeti biamanı önüne düşen berfpareler heti sükutlarını şaşırmış bir nüzuli serseriyane ile kasırga harma nı içinde dönüp duruyor. rüzgarın sokaklardan, damlardan süpürüp beyaz bir duman gibi havaya kaldırdığı karlar yukarıdan inenlerle çarpışıyor. berfin semadan mı zemine, yoksa zeminden mi semaya yağdığı fark olunamıyor. bir elimde kahve, ötekinde si gara, pencereleri sarsan boranın tiz perdelerden muhayyirü'lukul bir seyri seri ile çıkardığı gam'ları keskin ıslıkları dinleyerek bu şiddeti sermaya karşı kızıl pırıltılarından, latif çıtırtılarından teselli bekler gibi ateşe bakıyorum, baktıkça kürkün içine büzülü yorum. rüzgar, sarsıp geçtiği yerlerin her birinden başka nevi me hip sedalar çıkartıyor. ağaçlar hemen serbe taam: yemek kanunusani: ocak badı mütehevvir: hiddetlenen rüzgar berfpare: kar parçası nüzuli serseriyane: serserice iniş ber kar muhayyirü'lukul: akla hayret veren seyri seri: süratle şiddeti serma: soğuğun şiddetimehip: korkunç böyle bir leylei şita ateş başında teşkili dairei musahabe için ne güzel bir zemini safadır. bu gibi kış gecelerinde çocuklu ğumu tahattur ederim. eski evimizin orta katında kuytu büyük bir oda vardı. ortaya mevzu tepeleme dolu sarı mangalın etrafına biz kız oğlan, beş altı çocuk, annele rimiz, teyzelerimiz, halalarımızla dizilirdik. komşu hanımlar da misafir gelirdi. bir perinin üç kızı varmış zemininde masallara girişilirdi. safveti tıflanemle kadar dikkatle, derece mahzuz olurdum ki şimdi en ciddi eserlerde bu lezzeti bulamıyorum. sohbeti ifadatına bizi ikna için yeminler ede ede en dehşetli gulyabani', çarşamba karısı' fıkrala rını hikaye ederdi. mısır, bostan zamanı tarladaki kulübelerinde mahsulatı beklerken bir gece mehtapta gulyabaninin biri kulübe kapısına kadar gelip de içeride süpürge bulunduğu için tılsım dan havfen duhule cesaret edemeyerek hiddetinden nasıl dişlerini gıcırdata gıcırdata pürgazap çekilip gittiğini hikaye ettiği esnada ben dehşetimden büzüle büzüle yanımdaki kadına mümkün olduğu sekenei esvakımız olan köpeklerin, sefil mahlukların ara sıra derinden, karlar altından boğuk boğuk avavei şikayetleri işi tiliyor. yirmi otuz saniye fasıla ile zayıf, kısık bir hav hav. işte artık donuyoruz mealinde bir enin, rüzgarın ıslıkları içinde boğulup işitilmez oluyor. derya pürcuşuhuruş sanki bil mukabele köpüre köpüre rüzgar ile cidale atılıyor. penbe hanım'ın, azayı vakayii bütün gullerden, devlerden müteşekkil olan müthiş hikayelerindeki eşhası mahufenin tav sifi heybet kametleri için iki ölçüsü vardı. bunlardan birincisi köy camiinin minaresi, ikincisi de kuyu başındaki kavak ağacıydı. olanca talakat ve kudreti mübalağakaranesiyle ellerini tavana doğru kaldırıp ziyneti hikayatı olan gullerin boyunu bu iki ölçüye nispet ederek işte onlar köy minaresiyle kavak ağacının tepesin den bakarlardı derdi. sonra gulyabaniyi takip eden dev, cadı hikayele rinde dehşetim büsbütün müzdad olur, yanımdaki hanımla etekle rimizin düğümlü olduğunu unutur, kadın kalkınca tabii beni ete ğimden sürüklerdi. beni gulyabaniler çekiyor zannederek avazım çıktığı kadar haykırırdım. tuhaf, acıklı veya ga rabetamiz masallarla leyali tufulanemi malamal huzuz eden komşu hanımların da çoğu tebdili alem eylediler. sağ kalanların da kimi öksürükten kimi romatizmadan muztarip. hemen hepsi senelerin barı maluliyyeti altında zebun, hanelerinden dışarı çı kamıyorlar. böyle rüzgar inler, ortalık titrerken bende, gak' dedikçe bir koyun, gık' dedikçe bir tulum su isteyen zümrüdüan azayı vakayi: olayın bölümleribarı maluliyet: hastalık yükü müzdad: artmışeşhası mahufe: korkunç şahıslar müzdad: artmış azayı vakayi: olayın bölümleri gul: cin eşhası mahufe: korkunç şahıslar tavsifi heybet kamet: boy ve heybetin tavsifi talakat: dil açıklığı kudreti mübalağakarane: abartma gücü garabetamiz: garip leyali tufulane: çocukluk geceleri malamal: bütünüyle, baştan başa tebdili alem: alem değiştirme barı maluliyet: hastalık yükümalamal: bütünüyle, baştan başagarabetamiz: garip bu arzumu neyle teskin edeyim? romanlardan ziyade seya hatnameleri severim. masalı masal diye dinlersem de romanı masal diye okumak da istemem. bir hikayenüvisin tertibi vakayiinde buyı kizb istişmamı nazarımda eserin kıymetini kesreder. ro man veya hikaye kelimesi yalan' ile müteradif gibidir. fakat nam altında okuduğum şeylere biraz zihnim yatmalı. romanın esası tertibi muhayyel olsun zararı yok. lakin heyeti mecmuayı teşkil eden ebvabın her biri hayatı ruzmerremizden alınmış birer safhai hakikat olmalı. muaşakalar ve bütün ihtirasatı beşeriyye vukuı hakikisi şeklinde musavver bulunmalı. pek yabis, pek maddi musavverattan da hoşlanmam. muharrir ilmen, fennen ihatai külliyyeye malik, istidat ve kuvveti kalemiyyece adeta bir harikai zaman olmalı ki bu şeraiti haiz fuhuli üdeba ka kuşunun hikayesini dinlemek hevesi tufulanesi uyandı. fakat artık buna imkan yoktu. kadınlardan hiçbiri gelip de beni eğlen direbilecek halde değildi. kütüphanemi karıştırarak kış gecesinde dehşetten tüylerimi ürpertecek heyecanengiz vaka yi ve garaibi hakikiyye ile memlu bir seyahatname bulmak sevdasına düştüm. mutedil mıntıkalardan bahis bir seyahatname istemiyordum. ya şimalin buzdan mağaralarından, müncemit eb harından, aylarla devam eden leyali acibesinden, fecirlerinden, hemrengi berf canavarlarından, billuri buz kulübelerinde oturan sekenesinden fusuli zemherir açarak okuyanı titretecek veyahut ki afrika'nın duzehden nişan veren harareti şemsi altında ağaç ları çadır kadar yaprak açan ormanlarından birbirini yiyen vahşile rinden, müthiş yılan, fil, arslanlarından bahsederek insanı terletecek bir eser arıyordum. evet. ya titretecek veya terletecek bir şey. bilmem neden gece işte böyle ifrat, tefrite düşmüştüm. herhangi bir şey, biraz temini rağbet ederse derhal onun sah tesi çıkar. bir hükumetin nim resmiyetini haiz büyük seyahatle re dair neşredilen asarın mazharı rağbeti kariin olması birtakım muharrirleri bu vadide icalei kaleme sevk etmiş, romandan ve avrupa'da bile mahduttur. fransızca asarda bunların soğuk mu kallitlerini mütalaadan lezzet alamam, boğulurum. bir zamanlar louis Jacolliot gibi bazı muharrirlerin eserleri ne ne kadar aldandım. fakat iltizamı garabetle seyahatnamele rini masal şeklinde yazmış olduğuna teessüf ederim. mısır'a dair yazdığı zendostluk hurafelerine ancak avrupalıları inandırabilir. vahşetabad enhar sevahilinde hep gözlerinden nişanlayıp öl dürdüğü timsahlar eski şövalye hikayelerine reşkaver olacak bir tarzı eblehfiribanede tasvir edilmiştir. bazı avrupa muharririni birkaç kütüphane dolaşmaktan gayrı şeddi rahl külfetine lüzum görmeksizin diğer seyahatname ve atlaslara bilmüracaat bir malumdan on meçhulü istihraç ta rikiyle hiçbir keşşafa vusuli müyesser olmayan biladı gayrı malumeden insanı engüştberleb hayret edecek surette bahset mişlerdir. görmediği yeri yazmak yahut görüp de tasviri hakikat her kaleme müyesser olamayacak müşkilatı bedihiyyesine mebni işi roman vadisine dökmek nevinden birkaç seyahatname numunesi de bizde görüldü. evanı tufuliyyetindeki hissiyyatı masumane ve safiyyenin içinde bir iki saat yaşamak için masal dinlemek istiyorsun ama na file. demler geçmiş ola. şimdi bin masal dinlesen eyyamı mesudenin beş dakikasını iade kabil olamaz. yalnız fiilen çocuk luk etmiş olursun. manen eski hazzın binde birini bulamazsın. seyahatname mütalaasından da vazgeç. onlarda da bir hakika te on yalan ilave edilmiştir. zihnin, gözlerin, diğer bir muharririn meşgufı düruğu olacağına, sen kendin etraflı dallı budaklı bir ya lan uydur, kuvvei hayaliyyen nispetinde onu tezyin eyle, kisvei hakikatine sok. telle, pulla, bütün ekini pükünü macunı tezhib ile ört. da tefrika tefrika neşretsin. haydi düşünme. düşünme. sinemdeki medad sehlü'lcereyan, çevik bir kalemle akdi vifak, inanı ıtlak ederse meydana gelecek hikayeye başkaları değil, sen bile aldanır, yazarken gah ağlar gah gülersin. yazıhanemin çemeni meşammı üzerine lambanın abajurundan yağan ziya altında parıldayan hokka ile silginin dikenleri arasına sokulmuş kalemlere baktım. bunlar beni işbaşına, yazıya davet ediyorlardı. hele hokka ağzını açmış, sanki bir tavrı tazarru ile diyordu ki: ah hokkabaz hokka seni! beni yalana sen alıştırdın! haydi bu defa da sözünü dinleyelim. fakat tavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarmaevanı tufuliyyet: çocukluk zamanııtlak: salıverme eyyamı mesude: mesut günlertavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarmaevanı tufuliyyet: çocukluk zamanıeyyamı mesude: mesut günlermeşgufı düruğ: yalan düşkünükuvvei hayaliyye: hayal gücükisvei hakikat: hakikat kılığımacunı tezhib: yaldızlama macunumedad: kalemsehlü'lcereyan: akması kolayakdi vifak: aynı düşüncede olma, uyuşma, anlaşmainan: dizginlerıtlak: salıvermekazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancı kazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancıinan: dizginler sen, kalem, ben bu üç refiki samimi birbirimizi gücendirmeden, aldatmadan yine bu işi nasıl başa çıkaracağız? ama nasıl yalan, tıpkı sahihe, hakikiye benzeyecek. derhal münekkitler başlar: burada muharrir amma da zırvalamış ha! böyle kubbesi mutabık gelmeyen yalan oku yacak olduktan sonra muhayyelatı aziz efendi ne güne duruyor? sırf ahvali ruhiyyeye dair bir roman yazsanız bu ne kadar çekilmez tafsilat? hemen hiç bir şey. bir kadın entarisinin en görünmez buruşukluklarına ka dar teksiri sevda ediliyor. bir insanın her sabah her akşam nasıl kalktığı, yattığı tarif olunuyor. ruh sıkıcı bir hikaye. serzeniş lerine uğrarsınız. vaka biraz karışık, heyecanlı olsa zaman mü ceddidini şebabın şu: yeni masalı okuyor musunuz? hakikaten gülünç! zavallı romancı, memleketimizde Xavier de montepenlere hayrü'lhalef olmak istiyor. hikayesi sade vukuat. birkaç sürpriz tertip etmedikçe masalını ne yolda tezyin edebilecek? berefiki samimi: samimi arkadaşmünekkit: eleştirmenahvali ruhiyye: ruhi halleransiyen rejim teksiri sevda etmek: melankoliyi çoğaltmakhayrü'lhale hayırlı evlatmüceddidini şebab: yenilikçi gençlerperverde olmak: yetiştirilmekzamanı terakki: ilerleme zamanıcevelangah: dolaşma yeri dışarıda bütün zevi'lervahın iliklerini donduran sermanın kalemime sirayetinden korka korka bati bir hareketle kalktım. ya zıhanemin önüne oturdum. bendeniz evde yokken namı acizaneme gelen mektupların vazına mahsus ufak bir tepsi vardır. yazıhane nin üzerinde durur. bazı akşam bu tepside bir iki mektup, tezkere bulunur. akşam baktım, birkaç zarf var. taşradan iki mektup. muhteviyatları beyanı meveddet ve selam senadan ibaret. biri mazruf, diğeri açık iki carte de visite gördüm. pek sevdiğim bir arkadaşım. defterimin zahrında kurşun kalemle muharrer şu: beş defaki ziyaretimin cümlesinde evde bulunamadığına bir türlü inanamıyo rum. seni bir yerde yakalarsam öfkemi çıkaracağım. müdafaanı hazırla. sözleriyle bana çıkışıyor. bu ziyaretlerinizin beşinde de evde bulunamadığıma doğrusu ben de inanamıyorum. alafrangada olduğu gibi bizim kabul günlerimiz yoktur. sizin gibi misafirlerin de saati ziyaretleri pek muayyen değildir. terbiyesiz lik addolunur. her sabah evden bana sorarlar: bugün sizi görmeye gelenlere ne de ğenmeyenler elbette daha iyisini tahrire muktedir zevat olacaktır ki böylelerinin teksirini görmek bütün terakkiperestanla beraber bu naçizi de memnun eder. bu da züppe, genç ihvanımın birinden. beni yarın akşam beyoğlu'nda bir haneye davet ediyor. orada afif, hesna bir kız varmış. beynlerinde mukaddemei mua şaka gibi bir şeyler başlamış. haydi oradan zevzek dedim, kartı kağıt sepetine attım. fil dişinden tıraşide bir ince safhayı andırır, beyaz damarlı, ütülenmiş gibi düzgün bir zarf. üzerini okudum. hakkımda kadar işitilmedik elkap, derece fevka'ttasavvur tabiratı tazimiyye kullanıl mış ki bunların binde birine kendimi müstahak göremediğimden kelimeler hep birer acı istihza gibi gözüme battı. bunu da bir haydi oradan zevzek sözüyle açmadan elimden fır latmak istedim. fakat zarfın bir köşesinde kabartma olarak fransız ca harfleriyle onların altında bir de hususidir. meraka düştüm, zarfı açmadan bu inisiyallerin delalet edebileceği isimleri düşünmeye başladım. mehmet nuri, mahmut necati, münir nail ve daha bunlara müşabih mim, nun harfleriyle ibtidar eder bir hayli isim buldum. fakat bu isimlerde tanıdığım hiçbir zat aklıma gelmedi. zamk ile ya pıştırılan kapağın tamam re's zaviyesine girift bir imza atılmış. bu dostum da galiba hep böyle parola günlerine tesadüf etmiş olmalı. şık zarfı örselemeden açmak için kağıt bıçağıyla usul usul kestim, mektubu çıkardım. vavların tekneleri keskin keskin çıkarılmış. elifler, lamlar cetvel ile çekilmiş gibi biraz mailen yek diğerine muvazi. helerin gözleri adeta insana gazubane bakı yor zannolunacak birer heybette. hattın eşkali umumiyyesinden işlek bir yazı olduğu ve katibinin müddeti medide hüsni hatt talim etmiş bulunduğu anlaşılıyor. sureti tersimi hattan bence asıl mahsus olan ciheti mühimme, suturun büyük bir hale can veya tesirin tahtı tesirinde yazılmış olmasıydı. sanki katip hiddetlenmiş de öfkesini bir med veya kafin keşidesinden çıkarmış. bazı hurufı mukattaanın ölçüleri kadar keskin çıkarılmış ki onları öyle resmeyleyebilmek için mutlak kalemin bir sürati serir ile ko şup geçtiğine hükümde insan asla tereddüt etmez. külliyen meçhulüm olan bir zatın böyle hususi kaydıyla mektup gönderişi, istiğrabımı mu cip oldu. bana her kelimesi bir hiddet ve şiddeti mücesseme gibi gö rünen bu mektup mahalle kahvesinde hal hatır sorar gibi bitekellüf merhaba hüseyin rahmi! muhatıbı gaibimucip olmak: sebep olmakmuvazi: benzerhüsni hatt: hat sanatıgazubane: öfkeli bir şekildeistiğrap: şaşmamüddeti medide: uzun müddetsutur: satırlarciheti mühimme: önemli tarafcevelan etmek: dolaşmakistiğrap: şaşmamucip olmak: sebep olmakmuvazi: benzergazubane: öfkeli bir şekildemüddeti medide: uzun müddethüsni hatt: hat sanatısureti tersimi hatt: hat çizme tarzıciheti mühimme: önemli tarafsutur: satırlartahtı tesir: tesiri altındazemini ebyaz: beyaz zemincevelan etmek: dolaşmakhurufı mukattaa: bitişik olmayan harflerhiddet ve şiddeti mücesseme: cisimleşmiş şiddet ve hiddetbitekellü teklifsizsureti tersimi hatt: hat çizme tarzı hurufı mukattaa: bitişik olmayan harfler zemini ebyaz: beyaz zemin me karşı bir merhaba, daha doğrusu bir akşamlar hayır olsun da ben savurdum. zarfın üzerindeki ne rütbe ten ne kudreten halime münasip düşmeyecek manasız tekellüfat nedir? alt tarafı kıraate devam ettim. ooo. ooo. bu naki efendi yahut bey ne tuhaf zatmış. zarfı okurken hiddetleneceğime, sonra da mütehayyir kalacağı ma bervechi pişin katiyen nasıl hükmetmiş? hüsni hattan baş ka biraz da falcılığı var galiba? fakat dediği aynen vaki olmadı mı? doğrusunu söyleyeyim. naki bey'in bu hükmündeki isabeti çekemedim. kendimi adeta bir hud'ai fikriyyeye tutulmuş, al datılmış gibi gördüm. evvela hiddet, sonra istigrap etmiş bulun duğuma nadim oldum. daha şu ilk satırlarda nevumma galip çıktı, ben mağlup kaldım. zarfın üzerini okurken öfkelendiğinize şimdi de istğrap buyurduğunuza katiyen eminim. mütecessisane devamla: ben kendi kendime: naki bey kafi. kafi. zekavetinizi takdir ettim. efkarı adiye ashabından olmadığınızı anladım. artık bu hakikati ispat için ne kendiniziyorunuz ne de beni. maksadınız şu mektup üze rine nazarı dikkatimi celbetmekse işte bu hasıl oldu. bu yolda aldığınız mektupları bir dikkati sathiyye ile oku duğunuz ihtimaline mebni arizai kemteranemi bu tehlikeden kurtarmak için şu ilk desiseye cüret ettim ki ileride takdir buyu racağınızdan emin olduğum hizmeti naçizanemin bu küstahlığımı size muaf göstereceğinde iştibahım yoktur. fakat müsaade, merhamet bu yurunuz. evet, bir şeyden, öyle bir şeyden ki onu tarif için hiçbir li sanda bu şeye alem olacak bir isim, bir kelime bulunamaz zanne derim. bu şey olsa olsa her lisanda her şeye medlul olup da yine hiçbir şeyi ifade etmeyen şey' kelimesinin müphemiyet manasıyla tavsif olunabilir. bu şey kelimatının tehacümü içinde boğulacağım. bu şeyi bir manaya raştığım şey, hiddetiniz değil, arizam üzerine nazarı dikkatiniz dir. yine kendi kendime: ariza: dilekçezekavet: zekaefkarı adiye: alelade fikirlerdikkati sathiyye: yüzeysel dikkatmebni: binaen, dayanarakarizai kemterane: acizane dilekçedesise: hileiştibah: şüphealem: işaretmedlul: semboltehacüm: hücumalem: işaret işte bahis buraya intikal etti mi beynim volkana dönüyor. de heni hezeyan ve hameyi biiktidarımdan saçılan kelimeler havaya dağıldı yahut kağıt üzerinde birer suret buldu mu aynen bir menfezi ateşfeşanın bade'ssuud yere dökülen mevadı feveraniyyesi gibi kül kesiliyor. kalbimdeki merkezi narinin şiddetinden haber verecek kuvvetini kaybediyor. ateşi derunumu ifham edecek bir kelime bulamıyorum. uğradığım felaketi, seren camı size hikaye edeyim diye bakınız dünyanın çar kuşesinde yani avrupa, asya, afrika, amerika'da kimsenin başından böyle bir sergüzeşt geçmiş midir? onu da zikrediniz, dünyanın penç kuşesinde olur, kıtaatı hamseden bir şey eksik kalmazdı. takrip ile ona katiü'lmüfad bir kelime bulmalıyım. bu tarif olunamaz şey' nedir, bilir misiniz? zevceme olan muhabbetim. çok şey ki çok şey. kendi kendime: kendi kendime: bütün kainatın icadı vakayide yekta hikayenüvisanı bir araya toplansa buna benzer bir vaka tasni edemezler. tabiat işte bazen böyle bütün muhayyelatı beşeriyyeyi renksiz bırakacak hakayık gösteriyor. elim ayağım titriyor. bunu tahriren hikaye edemeyeceğim. kalemler bunu tasvirden acizdir. yine yüzde elli kuvvetini kaybetmek üzere şifahen belki anlatabilirim. zaman hiç olmazsa kelimatın ağ zımdan şiddeti sudurunu, bir dakikada kaç renge girdiğimi, ne ağlanacak, gülünecek haller kesbettiğimi, bütün etvarı elime ve mudhikemi reyü'layn görür, kalemin biganegi tasvirinde mutazallil kalacak bazı hakayıkı biraz gözden kaçırmamış olur sunuz. bu vakanın roman şeklinde tasvirini zevcemden intikam almak için arzu ediyorum. fakat kader benim ona karşı elimi ayağımı bir müddet bağlı bulundurdu. vakayı size bir defa hikaye edeyim. tabii beğenip beğenmemek, tahrir ve ademi tahrir hususatında yine rey sizindir. bu teklifim lütfen ka bul buyurulursa leylei musahabemizi yarın geceye tertip edelim. bu mektubun hitamı kıraatinde bir defa daha çok şey de dim. naki bey'in ufkı beyanı mart havası gibi gah düzeliyor gah bozuluyor. söz zevcesine intikal edince bütün boralar işte orada ko puyor. zaman ifadei teellümatı için şey şeylerden başka söy leyecek söz bulamıyor. bunların hepsi ala ama insan tavsifi mu habbeti emrinde söz bulamadığı zevcesinin bir romancıya ibreten li'ssairin hikayesini mi yazdırır? haydi işte size birçok şey daha! sakın naki bey aklı üzerine gah gelir gah gider takımdan olmasın? bu ihtimale mebni kendilerini kabul hususunda biraz dü şünmeliyim. vakayı bana hikaye edeceği gecenin sabahı seyahate çıkacağını, kendi için artık istanbul'da aram kabil olmadığını söy lüyor. mektubu birkaç defa daha okudum. düşün düm taşındım. nihayet naki bey'i yarın gece haneme kabule karar müsamere tehiyyatınızın şunlardan ibaret olmasını rica ederim: biri sizin, biri bendeniz için sobanın önüne karşı karşıya iki koltuk. bunların arasına büyükçe bir sigara iskemlesi. birinci nevinden laakal yüz gramlık bir kutu kalıp sigarası. sıkça sıkça kahve. az kaldı unutuyordum. bir koca sürahi limonata. çünkü vakayı anlatırken çayır çayır yüreğim yanar. işte bu kadar te nezzülen vereceğiniz cevabı tahririyi almak üzere yarın saat dörtte ağa bendeniz haneyi alinize gelecektir. nakimüsamere: gece sohbetilaakal: en azındantehiyya: hazırlıklarelan: hala, şu andamüsadi rastlayan, tesadüf edençayır çayır: cayır cayırtavsifi muhabbet: muhabbet tavsifiifadei teellümat: üzüntü ifadesi ibreten li'ssairin: başkalarına ibret, ders olsun diye dan bu müsameremizin müsadif sabahı olacak günde uzaklara seyahat için kendimi vapura atacağım. hitamı kıraat: okumanın sonu bazı akşam meddaha, karagöze gidiyor, biser bün yaveler dinliyordum. hikaye cılk çıkarsa da bahtıma. her halde biçarenin teessüri fevka'ladesi anlaşılıyor. bir dilhastayı birkaç sözle teselli edebilirsem da bir hareketi insaniyye sayılmaz mı? bakalım şu zavallının zevcesin den şikayeti, kendini terki diyara mecbur eden teellümatı neymiş? bu kadar müteessir görünen bir adamın ifadatında tetkike şayan bazı ahval bulunmamak kabil değildir. oturacağımız yerleri de naki bey'in tensibine göre tertip ettim. nihayet ikiye doğru kar yığınları üzerinde tekerleklerinin sadayı devri boğula boğula bir araba geldi. bizim kapının önünde durdu. kapı açıldı. onu müteakiben mer divenden ayak sedaları işitildi. ben tanımadığım bu acip misa firimi istikbal için sofaya çıkarak merdivenden birkaç ayak indim. mir'den yahut ayar bir terzinin makasından çıkmış samur kaplı bir paltoya bürünmüş endamı narin, reftarı nazik, vechinde asi lane bir melahat lemean eden ve sinni yirmi altıdan yukarı bu kararım üzerine yarın akşam teşrifatlarına intizarımı müşir muhtasar bir tezkere yazdım. sabah saat dörtte gele cek uşağa teslim edilmek üzere lazım gelen adama verdim. anda mektuptaki istihracatımın birçoğu yanlış olduğunu anladım. ben onun açık buğday solgun siması üzerine kalemkarı hilkatin bütün nazikii sun'ıyla resmettiği ince kaş larını, bir bitabi mahmuriyet içinde bayılan uzun siyah kirpiklerle muhat elaya bakar latif gözlerini, kansız ince dudaklarının üze rini tezyin eden uçları yukarı kıvrık hafif bıyıklarını, gözleriyle ya naklarının huddevi arasındaki alaimi tab fütur olan mavimtırak haleleri tetkik ederken da olanca dikkatiyle beni haddei nazardan geçiriyordu. yanıma takarrüp edince mukaddemei halecana delalet eder birkaç sık nefes ve biraz tutuklukla sağ elinden kürklü güderi açık soğani renkli eldivenini çıkarıp bana desti meveddetini uzatarak dedi ki: elimi size hem arzı meveddet için hem de şu birkaç basa mağı çıkmaya yardım etmeniz ricasıyla uzatıyorum. elimi bırakmayarak: suud: yukarı çıkma meveddetiniz bir şeref olduğu gibi suudunuza muavenetim de bendeniz için ayrıca bir bahtiyarlık demektir. kalemkarı hilkat: yaratıcıarzı meveddet: sevgiyi belli etmenazikii sun. yaratmanın nazikliği ben gülerek: muhat: çevrelenmişmukaddemei halecan: çarpıntı başlaması arabaya binerken donuyordum. vücu dum işte böyle nöbet nöbet gah buz gah ateş kesiliyor. rica ederim her halde şimdi ateşten uzak oturalım. bir saate kalmaz yine üşü meye başlarım. kanepenin bir ucuna oturduk. elimi bırakarak gözlerini kapadı, arkasına yaslandı. yorgunluk, kesiklik ima eder bir işmizaz ile başını bir tarafa eğdi, kollarını iki yanına salıverdi, anladım ki mi safirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var, ben de bir müddet sükut et tim. nihayet dedi ki: işte beyim, üşümeye başladım. haydi, sobanın yanında hazır lanmış yerimize gidelim. eldivenlikleriyle beraber bir sandalyenin üzerine attı. yine elimden tutarak: aynı hal bendenizde de vaki oldu. kalın kalemli, keskin ya zınızdan sizi müthiş bir adam gibi tasavvur etmiştim. bakınız ne kadar aldanmışım! mizanü'lhara rete bakınız, on sekizden yukarı değil. onu öyle sizi korkutmak için mahsus kalın kalemle keskin keskin yazdım. bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım. zannım ne kadar yanlış çıktı! sonra: mizanü'lhararet: termometre gülerek: bendeniz büyük aileden ziservet bir zatın yegane oğluyum. beni nasıl naz naim içinde büyüteceklerini bilememişler. zamanı tufuliyyetimden beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. hilkatim son derecede has ve asabidir. emri tedris terbiyeme arzum dahilinde itina gösteril di. bir ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. dışarıdan bora, şangır şungur çerçeveleri sarsıyordu. naki bey hem nakledeceği hikayenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden tevahhuş ediyor gibi hafif bir lerzişle dedi ki: misafir, meyusane, başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı: tevahhuş etmek: ürkmek oh! bu yerimiz ne kadar iyi. artık sergüzeştimi dinle meye hazırsınız, değil mi? hem de mütehalikane bir dikkatle hazırım. ziservet: zenginvalideyn: anne babalerziş: titremeyevmi veladet: doğum günüperverde olmak: yetiştirilmekdevri şebab: gençlik çağıtevahhuş etmek: ürkmeklerziş: titrememütehalikane: istekliziservet: zenginyevmi veladet: doğum günüvalideyn: anne babanaz naim içinde: ilgi ve bolluk içindezamanı tufuliyyet: çocukluk zamanıemri tedris terbiye: eğitim ve öğretim işinaziş: nazperverde olmak: yetiştirilmekdevri şebab: gençlik çağıibtidayı şebab: gençliğin başlangıcılezaizi canfeza: cana can katan lezzetlermenazırı gunagun: türlü türlü görünüşleribtidayı şebab: gençliğin başlangıcınaziş: nazmenazırı gunagun: türlü türlü görünüşlerzamanı tufuliyyet: çocukluk zamanı gence en az tahsil ile en büyük sözler söylemek tariki havarıkını açan meslek, şairlik değil midir? ben de mestii şebabın verdiği neşvei istiğrakla bahrı nazm şi're kendimi kapıp salıverdim. her kulaç atışımda bütün sevahil gulgulei nazmdan ihtizaz eyliyor, her mevce iltima ile sihri beyanımdan bir kelimeyi tefsir ediyor zannederdim. bazen bitab uzanır, bulutlara, semalara, güneşle re fırlattığım kelimelerin kainattaki inikası zemzematını dinler evet. işte nesim bir teranemi okuyor, işte hezar bir nazmımı besteliyor, işte berki ateş ebyatımdan bir misal gösteriyor. işte ra'd sanihatım gibi gürlüyor. derdim. zannederdim ki gül, ben onu öyle vasfettiğim için güzeldir cuybarlar enini eşarıma refakatı nalekari için çağlıyor bütün baharlar, hazanlar birer neşidemi istirham için gelip geçiyor. dünyada bir mısraıma visalini arz etmeyecek bir kız tasavneşide: şiirmestii şebab: gençlik sarhoşluğutariki havarık: harikalar yoluenini eşar: şiirlerin inlemesira'. gök gürültüsüebyat: beyitlercuybar: ırmakiltima: parıldamarefakatı nalekari: inleme arkadaşlığıgaramkarane: arzulusevahil: sahillersanihat: zihne doğan şeylertariki havarık: harikalar yolumestii şebab: gençlik sarhoşluğuneşvei istiğrak: kendinden geçerce bir neşebahrı nazm şi'. nazım ve şiir denizigaramkarane: arzuluhülyaamuz: hülyalısevahil: sahillergulgulei nazm: nazım gürültüsüihtizaz eylemek: titremekmevce: dalgailtima: parıldamainikası zemzemat: nağmelerin yankılanmasınesim: hafif esen hoş rüzgarhezar: bülbülberki ateş: ateşin pırıltısıebyat: beyitlerra'. gök gürültüsüsanihat: zihne doğan şeylercuybar: ırmakenini eşar: şiirlerin inlemesirefakatı nalekari: inleme arkadaşlığıneşide: şiirberki ateş: ateşin pırıltısıhülyaamuz: hülyalımevce: dalgabahrı nazm şi'. nazım ve şiir denizi vur etmezdim. alemi böyle meshurı eşarım, her sözümü miftahı mudilat kıyas ile talihin ruyı nikbetinden bihaberane vadii muaşakaya giriştim. ramı herhahişim olan kızların bu mec lubiyetleri şairliğimden ziyade servetime matuf olduğunu bir zaman anlayamadım. beş günde birinden bıkar, savleti sevdama aguşı kabulünü açacak bir diğerini arardım. kendi kendime derdim ki: tatiri meşamma bir çiçek kifayet edeydi, cenabı ha lik gül var iken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. cümlesi de birer türlü sanihapiradır. bir müddet bütün savleti şebabımla bu na zariye arkasından koştum. ah zamanlar hayata hayal, hayale ha kikat nazarıyla bakardım. sevdayı iğfalime düşen nazeninlerden kiminin hıramı dilfiribi, ötekinin nigahı mahmuru, berikinin gisuyı zertarı, diğerinin aşüftegii güftarı birer müddet beni oyalardı. sonra acı acı hissettim ki hep bu zanlarım batıl, hep bu saadetler birer rüyayı atılmış. meğer fahriyeguluğuma en ziyade aldanan zavallı yine benmişim. deryayı sefahatin böyle enginlerinde biaram bocaladığı mı gören valideynim bir sengi kazaya tesadüfümden havfenbeni evlendirdiler. bir ikincisi geldi, onu da gönderdim. fakat güzel kafalarında zekadan eser, malumatı beşeriyye namına nebze yoktu. kendileri ne bir leylei mukmirede ruhumun sehabı münevvere içinde tayeranını musavver bir şiirimi okuduğum zaman bunu adeta bir lugazı mustalah zannederek gülüşe gülüşe: ah bildik. bildik. karganın bilmecesini yapmışsınız. çünkü kuşların içinde gece uçan kargadan başkasını bilmiyoruz. derlerdi. hayali şairanemin fezaşikaf pervazı leylisini karga zanneyleyen bu kadınlarla benim için idamei zevciyyet mümkün müdür? bir güzel ağızdan eb lehfiribane söz işitmek, bir düğünde tarabı aheng yerine matem etmek kadar ruhumu sıkar. ben zevcelerime bu nakisai hilkatleri ne bakıp ağlarken onlar bu giryemi cazibei hüsnlerine atfede rek sevinirlerdi. zaten ilk iki zevcem beni puyan olduğum muaşakai bazarda dosttan bir hatve alıkoyamamış idiler. hariçteki hayatı sefiha nem hemen yine evvelkinin aynı gibiydi. bu coşkunluğum peder, maderimi büyük endişelere düşürdü. bir genç için devamı maddi manevi vahim bir sukut demek olan bu halin izalesine kati bir çare bulmak yolunu gece gündüz düşünmeye başladılar. edilen nasihat ler, tehditler bir para etmiyordu. nihayet beni üçüncü defa evlendir meye karar verdiler. fakat bu defa bulacakları kızın hüsni bibaha sıyla biraz okur yazar, lisanaşina ve hatta şair olması tezevvüç için şeraiti esasiyye ittihaz edildi. leylei zifafımda üçüncü zev cem bedia'nın beyaz bürümcükten telli duvağını berdesti bikaydi ile açtım. fakat ne yalan söyleyeyim? kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir rikkat hissettim. gönlümdeki ömri sevdaperverin kim bilir ne kadar kısa olacaktır? müştehiyatım seninle de pek çabuk iş kendi kendime diyordum ki: muaşakai bazar: muaşaka pazarı hüsni bibaha: paha biçilmez güzellikmahzuniyeti ulviye: ulvi mahzuniyetpuyan olmak. dalmaktezevvüç: evlenmemüştehiyat: iştah, istekhayatı sefihane: sefihane hayatzu'. zan, boş inançperii emel: arzulanan periömri sevdaperver: sevdaperver ömür, sevdanın ömrüşeraiti esasiye: esas şartlarberdesti bikaydi: kayıtsız bir el inhimaki sefahet: sefahate düşmleylei zifa zifaf gecesi meyli hevaperesti: istek ve heveslerine uyma meyli baa gelecek. sonra rayihasına bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük huzuzatımız bir ebediyyeti saadet zannolunacak ka dar canfirib olsun. senden evvelki zevcelerimde irat ettiğim nutkı igfale işte başlıyorum. bir şairin firaşı sevdasına gireceğini anla da bu muvakkat saadet için sevin. duvağınızı açtığım anda karşımda bütün simaları, bütün eb harı, ezharı, baharları, tekmil ulviyatıyla bigeran bir alemi şi'r çıktı. yazdığım ve yazacağım ulviyyatı eşarım, mübhematı efkarım, düşüne düşüne bulamadıklarım, semavatı sünuhanede yetişemediklerim sanki çehrei latifinizde menkuş! sevda denilen medluli mevhumun bir kadın şeklinde tecessüsünü işte görüyorum! ey pericemal, kımıldamayınız. şu ipeklerin, telle rin, elmasların içinde sizi bir sanemi hakiki gibi doya doya temaşa edeyim. mahzunane gözlerini bana dikti, emrime tebaan bir müddet kı mıldamadı. bir istiğrakı sevda ile yirmi dakika kadar bu şiir levha sını temaşa ettim. sonra dedim ki: gelinin karşısında gözlerimi süzüp bir vazı taabbüdkarane alarak cehren dedim ki: firaşı sevda: sevda döşeğicehren: yüksek sesle vazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir halmenkuş: nakşolunmuşişbaa gelmek. doymakalemi şiir:şiir alemiçehrei lati latif çehrebigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksız mübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktalarısemavatı sünuhane: akıl semaları perestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınmaişbaa gelmek. doymakfiraşı sevda: sevda döşeğivazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir halcehren: yüksek seslebigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksızalemi şiir:şiir alemiperestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınmaulviyyatı eşar: ulvi şiirlermübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktalarısemavatı sünuhane: akıl semalarıçehrei lati latif çehremenkuş: nakşolunmuş benim bu muğfilane sözlerim üzerine gelinin semayı hüs nünden kevakib dökülüyor yahut seri müzeyyenindeki pır lantalar tane tane yüzünden akıyor gibi çeşmanı kebudundan eşkpareler yuvarlanmaya başladı. hakikati anladı mı? ruhum bir riştei manevi ile ona merbutmuş gibi zabtı dumua muk tedir olamadım. ağlaya ağlaya elmasrizelerin sureti nüzulüne bir müddet hayretle baktım. nihayet dedim ki: bu kadar yetişir. şimdi kımıldayınız. söyleyiniz. artık bu sanemi hüsnde nefhi ruh mucizesini gördüm. bu gü listanı şi'rin bülbüllerini dinleyeyim. fakat güzelim, böyle bir leylei mesudeyi gözyaşlarıylani çin ıslatıyorsunuz? mü teessirane dedim ki: acı, müstehziyane tebessümle yüzüme baktı. bu nazarıyla, hayır! bütün niçin mukaddes örtüyü eşkalud ediyorsunuz? ateşi mu habbetim kataratı dumuunuzu kurutmaya kafi değil midir? temevvücatı hevai si insanın en rakik asabına kadar tesir eden muhteriz, nazik fakat muğberane bir sedayla dedi ki: şimdi buna cevap! ben orada dermakamı zınk dedim dur dum. eski zevcelerim üzerine olan bu ibham hem zarifane hem muhak sözlerimle sizi bizar ediyorsam susayım! fakat sebebinizi bana iki kelimeyle merhameten izah buyurunuz. dedim. sizi kuklaya benzetmek için insan, hüsni maaliden mahrum bir hayvan olmalı. böyle bir söz ağzımdan çıkmadı. ni çin iftira ediyorsunuz? bu hayretime bir nevi halecan, raşei hiddete benzer bir şeyler de inzimam etti: nasıl olacak? kımıldama, dur', ikinci haydi kımılda, söyle' hi taplarıyla vuku bulmadı mı? anladım ki. nasıl kukla? ben mütehalikane: anladım ki siz bu köşede cariyenizden evvel telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız! bu sözde ilk zevcelerinizi kukla misali idare etmiş ol duğunuzu biliyorum. fakat benim öyle onlar gibi huyutı harekatı nı elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de şu saatten itibaren biliniz. asıl kanıma do kunan cihet, bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle asla sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu. biraz utanacak, sıkıla caktı. ben onun naşüküfte şerminden sermesti huzuz olacak, sehabı emel içinde müstetir bir bikri sevda keşfine uğraşarak hülyaperver perestişkarane kelimatla onu tekellüme davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım. bu dik, haşin sözler bütün hayalatı zifafımı kalbimle beraber kırdı geçirdi. vukuı hali muhakeme etmek istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyor dum. derunumu evvela derin bir hiddet, sonra sebebini pek tefsir edemeyeceğim elim bir rikkat istila etti. badii emrde gelinin ter biyesizliğine hükmettim. sonra bu hükmüm kuv vetini kaybetti. ben tahkire, bu mü cazata müstahakım. zavallı kızcağız kendinden evvel yine bu köşeye elmaslara müstağrak iki gelinin gelip gittiğini biliyor. yekdiğerimizin hafayayı kalbiyyesini keşfe uğraşır gibi bu muhterizane teatii enzarımız esnasında gelini ilk muame lei baridesinden nedamet gösterir bir halde gördüm, öyle hisset tim. bu pürşaşaa levhayı tazal lumu gönlüm, gözlerim kamaşarak temaşa ettim. bir gaşyi sev daya düşer gibi oldum. kalben, bu kadar hırçın olmasan galiba ben seni seveceğim. meğer sevmişim, dakikadan itibaren bedbaht bir sevdazede olmuş, ne müthiş bir uçurumun kenarında dolaştığımdan haberim yokmuş. fakat hala bundan da üç dört gün de arzumu alırım zannediyor, bir muhabbeti şedide ile gönlümün ona merbut kalacağına kat'an ihtimal vermiyordum, böyle bir şey hatır ve hayalimden geçmiyordu. zevcem değil mi? zevceye fartı muhabbet dünyada en arzu olunur bir saadet üçüncü olarak mevkii işgal eden, biraz akıbetbin olursa eserei mağlubiyyetinden kendini alamamakta mazurdur. hakikati bilmeden bigayrı hak beni itham et meyiniz. rumuzla anlatmak istedikleriniz hakkında kader bana rahm etmedi. her maznunu söyletirler, sonra leh veya aleyhinde hüküm verilir. fakat bu gece kölenizi öyle elim ifadat ızdırabına düşürmemek için bu muhakememi atiye ta alluk ediniz. huzurı vicdanınızda tebriye edeceğime şüphem yoktur. artık talihimin bana ruyı tebessüm gösterdiğine siz bir delili celi değil misiniz? hayır delil değil, işte siz tebessümün kendisiniz. talii nasaziden döndükten sonra sizin semahati lutf rahmda ondan geri kalacağınıza ihtimal veremem. ah güzel gözleriniz. dedim. bir savleti mafevka'lgaram ile bir elimle belinden, diğeriyle ellerinden yakaladım. müspet men fi elektrikle mehmul, müheyyayı iştial iki cisim gibi vücutları mızın bu temasından nazardan nazara berkendaz olan şerareler ikimizi de haddine payan tasavvur olunamaz bir lerzişi huzuz içinde bıraktı. her şeyde kendimi haklı görür, her hatvei harekatımı gururı nefse tebaan atarken bilmem bu meselede ne oldu? rakik kalpli geline bütün maasii maziyyemi affettirmek için hemen gayriiradi denecek bir halde kalktım, yanına gittim. ayaklarının önünde cebhe berzemini tazarru olarak: cebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmekhatvei harekat: hareket adımları, tavırlarımaznun: zan altında bulunanberkendaz: parlayıcımaasii maziyye: maziye ait günahlarlerzişi huzuz: hazdan titremetebriye etmek: temize çıkmak, aklanmakmüheyyayı iştial: parlamaya hazırdelili celi: açık deliltalii nasazi: kötü talihtaalluk etmek. bırakmaksemahati lutf rahm: lütuf ve merhamet cömertliğisavleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırmaruyı tebessüm: güler yüzbigayrı hak: haksız yerehatvei harekat: hareket adımları, tavırlarımaasii maziyye: maziye ait günahlarcebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmbigayrı hak: haksız yeremaznun: zan altında bulunantaalluk etmek. bırakmaktebriye etmek: temize çıkmak, aklanmakruyı tebessüm: güler yüzdelili celi: açık deliltalii nasazi: kötü talihsemahati lutf rahm: lütuf ve merhamet cömertliğisavleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırmamüheyyayı iştial: parlamaya hazırberkendaz: parlayıcılerzişi huzuz: hazdan titreme bayılmak değil, fartı telezzüzden canım çekiliyor gibi bir hal geldi. bütün vücudundan kabarıp inen sinesinden gülbüni bahar gibi intişar eden hevayı muattara karışan takatşiken sıcak ne fesi birkaç saniye teneffüs ettim. bedia, nazik vücudundan me mul edilmez bir kuvvetle birdenbire silkindi, kollarımın arasından kurtuldu. gazubane bir suret aldı. hışımla bana bakarak: bu ikinci tahkir tesiri harareti şehvetle gevşemiş asabım, bütün suhuneti kalbim üzerine buzlar yağar gibi beni mün tehayı telezzüzden gaibei ıztıraba düşürdü. havva'dan hiçbirine karşı bu tezellül ihtibar etmemiş, yine ömrümde hiçbir kadın ağzından bu yolda hakarete uğramamış tım. vehleten bir rüyayı saadetten uyanır gibi kendimi toplamaya uğraşarak birkaç hatve açıldım. manidar nazarlarla gelini tepe den tırnağa süzerek: beni bırakınız beyefendi. sizin sıkça sıkça oyuncak kırar yaramaz bir çocuk olduğunuzu biliyorum. fakat dikkat ediniz, bu defa elinize geçen oyuncak polattandır. onu kırayım derken mu hakkak bir tarafınızı incitirsiniz. kendinizi oyuncaklığa layık gör mediğiniz karşınızdaki erkek, size eğlence olmak tenezzülünden müstağnidir. vücudunuz bir zevcin nevazişine tahammül edemehatve: adımhevayı muattar: muattar havanevaziş: okşamagülbüni bahar: bahardaki gül fidanıihtibar: tecrübe etmegaibei ıztırab: ıztırap boşluğufartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz almafartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz almagülbüni bahar: bahardaki gül fidanıhevayı muattar: muattar havatakatşiken: takat kesen, tahammül edilmezvehleten: birdenbiretesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesirisuhuneti kalb: kalp sıcaklığımüntehayı telezzüz: zevkin son noktasıgaibei ıztırab: ıztırap boşluğuihtibar: tecrübe etmehatve: adımnevaziş: okşamatakatşiken: takat kesen, tahammül edilmezvehleten: birdenbiretesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesiri üstüme iyilik sağlık! bu zavallıyı ilk geceden mi kovuyorsunuz? beyefendi, aklını başına topla. bir kere şu karşındaki kızın yü züne bak. artık bu söz, beynine birkaç okkalık taş fırlatmış gibi yenge hanım üzerinde bir şiddeti tesir gösterdi. beşaşeti derhal mübeddili dehşet olarak gözleri büyüdü. evvela ne diyeceğini bilemeye rek birkaç aa. savurduktan sonra biraz kendini toplayıp: bu son tahkire karşı artık olanca izzetinefis, bütün gururı re cülanem isyan etti. bu terbiyesizi daha ziyade söyletmeye lüzum görmeyerek neye uğradığımı bilmez bir halde zile bastım. kendi sini dışarı çıkarınız. hakikati biraz geç anladınız ama her halde zekavetinizi tebrik ederim. gelin, aynı tavrı mağrurane ile: beyefendi, malumı alinizdir ki tezevvüç emrinde ekseriyetle kızların reyi sorulmaz. bunu velileri tensip eyler, onlar da ıztırari kabul ederler. yecek kadar nazikse bunu evvelden düşünüp tezevvüçten ihtiraz etmeliydiniz. pembe, rakik dudaklarını kıvırarak: demek ki bu hacleyi teşrifiniz ıztırari vuku buldu? bu sureti şedidede mukabelei hakarete galiba muntazır olmayan gelin hanımın çehresi fartı infialden gül pembesi bir renk aldı. kendini himayeten yenge ka dının sarf ettiği sözleri nefsi mağruranesine karşı aynı hakaret telakki ederek gelin yerinden kemali taazzumla serpilip kalktı. timsali unf gururu tecsime uğraşır mahir bir aktris gibi pırlantalı başını havaya kaldırarak refik, bülent bir tavır aldı. bu son sadayı tahkirin ihtizazatı hiç kulaklarımdan zail olmaz. yengeye hitaben dedi ki: yenge hanım. yenge hanım! ağzından çıkan sözleri kulakların işitsin. ben büyük bir hiddet, yenge kadın tarif olunmaz bir hayret için de iken gelin latifü'lcereyan bir ırmak haline girmiş kehkeşan gibi pırıl pırıl mütemevvici envar bir hıramı samansuz ile akıp yürüdü. hatavatı tahkir ile çiğneyip geçtiği haclei felake timin kapısı önünde durdu. bir edayı muzafferane ile bana amik, manidar bir nazar fırlattı. meğer bu bakışıyla, böylesini bir daha bulamazsın. da ana baba evladı. elin kızına yazık değil mi? oturun barışın. aman allah'ım bunun neresini beğenmedin? yenge hanım a aların en büyüklerini asıl işte burada ko pardı. kalbine açtığım cerihayı sevdayı şimdi sen bir iğne deliği kadar bile hissetmiyorsun. ne mertebe hunalud bir hale getireceğim. onun çareyi iltiyamını mümkün değil bulamayacaksın. demek istermiş. nazarı ami kin bu manayı müdhişini zaman değil, pek sonra anladım. fil hakika gönlüme öyle bir cerihayı iltiyamnapezir açtı ki onu her gün bir iğne ile kurcalayarak kapanmasını menetmedeki ma haretine hayrette kaldım. nakili sergüzeşt naki bey'in bu noktada rengine hafif bir humret geldiğini bilmüşahede, isterseniz bir limonata takdim edeyim. serencamın daha limonata içilecek yerlerine gelmedim. göreceksiniz ki oralarda aman allah, yanıyorum! hikayesine devamla: beyefendi, şimdi ne yapacağız? bana nigahı manidarı atfından sonra gelin öyle pürşaşaa bir azametle oda kapısından çıktı. yenge kadın bana, ben yenge kadına mütehayyirane bakışakaldık. beş on dakika sonra hayretten biraz kendimizi toplayınca yenge kadın sordu ki: bu kızı şu saatte bir arabaya koyup pederinin hanesine gönder mekten başka bir yapacağımız yoktur. durun bakalım, kızın fikrini, derdini anlayalım. benden hoşlanmamış. çağırmaya lüzum kalmadan esnada validem alı al, moru mor bir halde odadan içeri girdi. bitabii fütur ile bir kanepenin üze rine yığıldı. nihayet bana hitaben dedi ki: git de marifetini gör. daha ilk geceden bu hakaretler reva mıdır? pederine, bana acımadınsa bari gelinin duvağına hürmet edeydin. bunu da öteki bıraktığın kızlar gibi mi zannettin? bu şöyle böyle bir adamın kızı değil ki. onlar bizden kibar. kızlarını dışarı vermiyorlardı. elinden uçanlaistiğrap: şaşkınlık sus beyim sus. ah şimdiki kızlar. gideyim validenizi çağı rayım da işi bir müzakere ediniz. fakat şey. siz bu kızı sevdiniz mi? belki bir başkasını seviyor. pederini odasında hafakanlar boğuyor. kızı dışarıda halde görünce ben de öldüm öldüm de dirildim. dünyada ka dın kalmasa yine böylesine tenezzül etmem. öteki zevcelerim bundan güzeldi. sen pekala bilirsin. nasıl olacak? ahı mahı ne olacakmış? haydi, sen validemi gön der. zavallılar başka takacak isim bulamamışlar mı? lakırtı söylerken yarı beline kadar kızarıyor. bazı lakırtılarını ben bile anlayamıyorum. öyle ya, benim kadar aylık emeğim, bunca masraf berha va olsun. beyefendi hoşlanmadı diye ilk gecesinde kızı arabaya koyup babasının evi ne gönderiverelim öyle mi? naki, burasını iyi bil. bundan sonra karı diye damlara çıksan büyük sözüme tövbesenin için görücü gezmem. artık el kızlarının baş larını nara yakmam, allah'tan korkarım. da senin başına kusmadı ya? bir araba getirin, ba bamın evine gideceğim. bu gece beni burada alıkorsanız kendimi kuyuya atarım. fransızlar hünerli olanlara böyle derler. birinci derecede artist' olduğunu zaten görünce anladım. işte hep bu halleri artist'liğinden ileri geliyor. niçin inat ediyorsun naki? sana arsız değil diyorum. naki, doğru söyle, kıza ne yaptın? az buz hakaret görmekle duvağı başında bir gelin bu sözü söylemez. türkçe, fransızca okuma yazma. nakış, di kiş, biçme kesme. piyano, keman, her türlüsü. berhava olmak: boşa gitmek halt etmişsin hayırsız! ben öyle ilk geceden babasının evine kız göndermem. kız bizim sözümüzü dinlemiyor. gel, yalvar yakar, ne yaparsan yap, bu gece kendisini alıkoy. yarın ben alemin, bahusus kız anasının yüzüne nasıl bakacağım? bize itaat etmezsen ana nı babanı yok bil. başka lam cim yok. bu akşam mutlak bizim sözümüz olacak, mutlak, mutlak, mutlak! sözü nüzde ısrar ederseniz siz de beni yok biliniz. kıza kadar acıyor sanız bari ben kendimi kuyuya atayım da mesele kapansın. başka sevdiği bulunan bir kızı ben zevceliğe kabul edemem. böyle bir meselei mühimmede ana baba ısrarı para etmez. tek sözüm olsun diye elin bakir kızı na iftira atmaya utanmıyor musun? benden hoşlanmadığını alenen itiraf ediyor. işte işte burada yenge hanım da işitti. bir nazarı iştibahla beni süzerek: validem hiddetle gözlerini açarak şimdiye kadar kendisinden hiç görmediğim bir unf şiddetle: valideciğim, siz şimdi onu gönderin, işi sonra size anlatırım. eğer beni haksız bulursanız temin edeceğiniz mücazata razıyım. bir tehevvüri meyusane ile yerimden fırlayarak: hiçbir şey yapmadan bu rezalet çıkmaz. hele hele doğru söy le. müteaddit lambalarla beraber salonun ortasındaki büyük avi zeyi de yakmışlardı. gittim, ortada ihzar edilen sandalyelerden bi rine oturdum. deminden beri selsebili kehkeşan gibi önümden akıp giden ge lin, bu defa şahabı safiye bürünmüş burcı afitab manzarasıyla kapıdan göründü. duvağını sol tarafına atmış, elinde ipek dantel mendil. avizeden dökülen baranı ziyaya karşı her hareketiyle bin lema isar ederek yürüdü. reftarı dırahşanı hepimizin gözle bu teklifim kabul edildi. büyük salonda pederim, validem, bü tün efradımızdan mürekkep adeta divan kuruldu. ortaya, biri müd dei, diğeri müddeaaleyhin kuuduna mahsus iki sandalye vazedildi. kübera düğünlerinde zifaf gecesi kızın validesi vesair taallukatın dan kimsenin güveyi evinde kalması adet olmadığından gece ora da gelin hanım mensubiyetinden ihtiyar bir dadı kalfa ile bir çeyiz halayığı, bir de tuvaletçisi sıfatıyla bulunan bir matmazelden başka kimse yoktu. bir kız çergeden gelse ilk gecede yine bu sözü söylemez. yenge hanımı şahit tutma, inanmam. kızın mensup olduğu familyanın kişizadeliğini, namusunu, terbiyesini bilmiyor musun? cümlenizin huzurunda ben kendisinden sorarım. ondan sonra ita edeceğiniz hükme razıyım. bu maayibiyle kızı kabul et. hıramı latifine ben değil, oradaki bütün kadınlar bile hayran oldu. aheste aheste, salına salına geldi, yanımda otu racağı sandalyenin önünde durdu. tarzı nazikesini ifhamdan aciz olduğum ihtiramkarane derin bir temenna ile huzzarı selamladı. yemin ederim ki temennayı öyle, fransızların sa natı sahnece mabihiliftiharı olan meşhur sarah bernhardt bile edemez. mesele de karışık değil, pek vazıhtır. yanımdaki menkuhem bu izdivacı kendi rızasıyla değil, pederinin icbarıyla, ıztırarıyla kabul etmiş. bendenizden de hoşlanmamış. icbarı ibtidaiye bir icbarı sani ilave etmedense kendilerini ha nei pederlerine iade eylemek elbette hayırlı olur zanneder, lutf merhameti pederanenizden bunu istirham eylerim. böyle yüz yüze iftira denaetini kabul edecek hilkatte değilim. kendilerinden so runuz, cevap versinler. hanım kızımız aleyhinde bazı müfteriyata cüretle bu gece kendisini hücrei zifaftan tardetmiş olduğunuz, vukuı hal ve validenizin ifadesiyle sabit oluyor. sen nasıl oğlumsan da kızımdır. sonra da hanım kızımı din lerim. bu mahkemenin riyasatını deruhte eden pederim bana hi taben: denaet: alçaklıkicbar: zorlamahuzzar: hazır bulunanlaricbarı sani: ikinci zorlamatardetmek: kovmakhıramı lati latif tavırmabihiliftihar: kendisiyle övünülenicbarı ibtidai: ilk zorlamamüfteriyat: iftiralarriyasat: reislikderuhte etmek. üzerine almakvukuı hal: gerçekleşen durum bu ifadem üzerine salonun içinde allah esirgesin, bu nasıl şey? gelin, hıçkırıklarını men için dantelalı mendilini gözlerine götürdü. bu giryesi bir nevi, itirafı cürm demekti. pederim, gelinin teskini girye ve teessür etme sini bir müddet bekledi. zevcem hanım, mendili yüzünden çekti, zayıf bir seda ile söze ibtidar etti. fakat rica ederim, müdafaasına can ku lağıyla dikkat buyurunuz. bilmem ki bu sözleri hangi avukat mektebinde tahsil etmiş. müdafaaya işte şöyle girişti: huzurı alinizde ağlamak küstahlığında bulunduğumdan do layı evvelbeevvel mürüvveti afvınızı temenni eyler, eğer bu bir kabahat ise onu şu kataratı sirişkimin masumiyetine bağışla manızı istirham ederim. hatta ben de. bedia sözün de devamla: suali valanıza cevabı şafi verebilmek için biraz mukad dematı ahvale ircayı nazar mecburiyetinde bulunuyorum. zannederim ki bu bapta cariyenizden dirigi müsaade buyurmaz sınız. salondaki kadınlar, ne diyor, ne diyor, anlayabiliyor musu nuz? bu pek ga rip bir sual, değil mi efendim? mahdumunuz bir sözüyle dairei karabetinizden tardolunan elemdidelerin ahvalinden bahis artık nabecadır. onlar beyefendinin nazarı iştihayı meşammı hevesatını oyalamak için halk olunmuş birer çiçektiler. biçarele rin manzarasından bıkıldı, revayihine doyuldu. artık beyefendinin gönlünde onların zehr bergini vayedarı füyuz edecek nami yei sevda kalmadı. onların harareti şemsleri demek olan beyin sühuneti rağbetin bir kızın en mühim vukuatı hayatiyyesinden olan şu leylei zifafımda zevcem beyefendiyle muvaceheten böyle maznun san dalyesine şebih bir mevkie ikat edilişim, şu zayıf sedamla semi te rahhumunuza isal edeceğim müdafaamın derecei ehemmiyetini ihtar ile bu cariyenizi titretiyor. binaenaleyh maruzatımın bu ehem miyetle mütenasip bir sureti telakki görmesi lazım geleceği müs tağnii beyanidir. mahdum beyefendinin ithamı üzerine teliyle duvağıyla huzurunuza ihzar eylemiş olduğunuz şu gelinin sadayı tazallumu, bu gece üç kadın hukukunu müdafaa ile vazifedardır. kadınların ikisi biraz evvel derununda tardedildiğim hücrei zifafı libası arus ve saffeti bikrleriyle tezyin ederek nihayetü'lemr ta lak felaketine uğrayan eski gelinlerinizdir. bedia: zehr berg: çiçek ve yaprak şitayı muhabbet: muhabbet kışı bedia her cümleyi evzaı mahsusa ile bittakyid sedasına gah hazin gah haşin, gah medid gah kısa bir ahengi ifade vererek bu deklamasyon dersini öğrendiği mektebin mucizei tedrisine bizi hayrette bırakıyordu. hücumı mutazallimanesi yekdiğerini takip eden dalgalar gibi afakı efkariye doğru ittisai temevvüc ettikçe çehresi ateş kesiliyor, gözlerinin yaşı kuruyor, fırlattığı müs tehzi nazarlarla artık eşki teessür nüzulünü muhataplarının gözle rinde arıyordu. sözlerin en amansız meshuru ben oluyordum. netice yi beklemeden bu kızı susturalım mı? lakin ben mağlubiy yeti muhakkakamızı bilmekle beraber yine nihayete kadar din lemek istiyordum. benim için bu muzikanın güftesi müthiş fakat nağmesi pek latifti. hakikatte değil, yalnız beyin gönlünde kurumuş oldukları için siz bu saksıları kapıdan dışarıya silkiverdiniz. gelin odasının tezyinatı içine benim için sakladığınız akıbet de bu değil midir? bedia: evzaı mahsusa: hususi şekilittisai temevvüc: geniş geniş dalgalanma zemistanı felaket: felaket kışıdeklamasyon declamation. nutuk, hitabet, söz söyleme sanat sizin için badı şimdi abes görünen iki gelin birer mazlumı mazi fakat benim için birer ayinei istikbaldir. neticei malu meye kadar şu konak içinde geçireceğim acı ve ızdıraplı hayatımı ayinelerde dehşetle temaşa edebiliyorum. arabanın ön tekerleği nereye giderse art tekerleği de oraya gideceği meseli malumı zara fetinizdir. onlar sizin için gubaraludı nisyandır. fakat müsaade buyurunuz, şu telli duvağımla bu gubarı nisyanı sileyim. ayineleri şimdiye kadar bikayıt duran enzarınıza karşı tutayım, hep birden temaşa edelim. müdafaanın haddi marufu tecavüz eden bu noktasında pede rim şehadet parmağını ağzına götürür. bu gelin kıyafetindeki avu kata sükut işareti verdi. birinci gelininiz, beyefendinin derdi iştiyakıyla bittever rüm vefat etmiştir. matrut bir ge linin vefatını konuşmaya ne mecburiyetiniz var? bu hal, kabızı ervaha ait bir meseledir. ben artık hikayenin ahirinde limonata içilecek zamanı hulul etmişti zannıyla elimi sürahiye uzatarak naki bey'in yüzüne bak tım. muhatabım bana dalgın dal gın elini sallayarak daha oralara çok vakit olduğunu anlattı. doğru su ben dayanamadım. bu bedbaht kadının sureti feciai mevtini dilim döndüğü kadar tasvir edeceğim. bedia acı bir tebessümle: aman efendi hazretleri, pek yufka yürekliymişsiniz. mabadı ifadatımı dinlemek istemiyor, buna da fartı teessür rengi veriyorsunuz. bu teessürünüz ciddi olaydı mahdumunuzun emri tedibini tutunur, yine yola kurban edilmek için bir üçüncü kız buldurup aguşı hodkamanesine atı vermezdiniz. affedersiniz efendi hazretleri! maksat münazara ise tekdi re hakkınız yoktur. ben size kavanini adliyye gavamızından bahsetmiyorum. hukukun bu arz ettiğim ciheti sadesini herkes bi lir. bundan bahsedenlere cümleten avukat denmek lazım geleydi dünyada her ferdin nama nispeti icap ederdi. bu keyfiyet, bende nizin felaketi hayatıma taalluk ediyor. sizin için bir kızı kapı dışarı atıvermek kafi. her mesuliyeti de onunla beraber üzerinizden atmış oluyorsunuz. bahis, hakikati bile bile oğlu nuza niçin varmış olduğum meselesine gelince bundan da muhtacı izah bir iki noktai mühimme vardır. pederim benim emri ted ris terbiyeme itina etti. fakat bundaki fikri mahsusu neydi? falan efendinin kızı ne güzel pederim artık dayanamadı. bağırarak: aguşı hodkamane: bencil kucaknatıkaperdaz: konuşanmabadı ifadat: ifadelerin mabadıgavamız: ince noktalar gelin misin, avukat mısın nesin? gayei maksadın nedir onu söyle. oğlumun terk ettiği iki kadının tercümeihallerine varıncaya kadar tahkik etmiş, her şeyi öğrenmişsin de ona niye var dın? bedia, sesinin perdesini yükselterek mağrurane, noktai mühimme: önemli noktafartı teessür: fazla teessürmuhtacı izah: açıklamaya muhtaçkavanini adliye: adli kanunlar tenviri efkar: fikirlerin aydınlanması okuyup yazıyor! bana kudreti tefekkür verecek şeyler tedris talim ettirdi. fakat düşündüklerimi mevkii icraya koydurmamak örfüyle. ben her şeyi bileyim, yine onların dairei muzayyıkı muhakemeleri haricine çıkmayayım. ben tezvice razı değildim. beni cebren bu raya gönderdiler. onlar nasıl inatlarında musır oldularsa ben de öyle maksadımı icraya yani geldiğim gece buradan kendimi kov durmaya ahdettim. bu işte namusa, haysiyete dokunur bir şey yok tur. yalnız peder rızasıyla olan düğün böyle olur. yarına eşyanızı göndeririz. fakat bu hareketinizin aleyhinizde ne kadar sui zünun ve kılükali celbedeceğini de düşününüz. artık sizin için tekrar kocaya varmak bitmiş demektir. pederim öfkesinden morardı fakat zabtı hiddete uğraşarak sor du ki: beğenmeyen oğluna almasın. zaten bendeniz bakir kalmak fikrindeyim. musır: ısrarcıkılükal: dedikodu talebiniz bundan ibaret mi? evet efendim. suizünun: suizanlar, kötü düşüncelerdairei muzayyıkı muhakeme: baskıcı düşünce dairesimevkii icra: icra mevkii susunuz yetişir. bedia'yı gece mensubini diğer üç kadınla bir arabaya ko yup pederinin konağına galdır gıldır gönderdiler. ailemiz efradı nın cümlesine fevkalade bir şaşkınlık geldi. henüz hepimizin ku laklarında tanini zail olmayan sözlerin bir kızın ağzından sıhhati suduruna bir türlü inanamıyorduk. gece haclei felaketimde tek başıma kaldım. yaldızlı sütunlar arasında lanei bimurg gibi boş duran çiçekler müzeyyen gelin kanepesine baktım. bu gördü ğüm acip rüya neydi? be dia'yı bu suretle harekete sevk eden sebebi hakiki acaba nedir? hakikaten ilk zevcelerimin hatıralarından tevehhüşle mi bu tarikı halası ihtiyar etti? başımı ellerimin arasına aldım, bir tefekküri medide daldım. kızın her sözünün sem'imdeki aksini arayarak her vaz' tavrını, bütün işmizazlarını nazarı hayalimde tekrar ihyaya uğraşarak beni hakikati matlubeye isal edebilecek bir serrişte arıyordum. ara sıra süzük bakışları ne kadar manidar dı? fakat bu zimeal nazarlardan niçin ben bir mana çıkaramıyo rum? zifaf odasından çıkarken fırlattığı nazarları adeta hem kaçı yor hem davul çalıyor gibiydi. yok. yok, onlar alelade gazubane bakışlardı. fakat ben ne için bu nazarların ta cangahıma kadar sureti nüfuzunu elan hisseder gibi oluyorum? yoksa bazılarında eseri caliyet var mıydı? gözler parladığı zaman hezar elvan yanardöner kumaşlara benziyordu. onların her şulei elvanından birer mana çıkarabilmek kabil midir? pederimin huzuzimeal: anlamlımensubin: bağı olanlarsıhhati sudur: ortaya çıkma gerçeğilanei bimurg: kuşsuz yuvaeseri caliyet: gerçeklik belirtisiserrişte: ipucuzerrei nevaziş: gönül alan bir davranışhaclei felaket: felaket haclesi, zifaf odasıtarikı halas: kurtuluş yolu hakikati matlube: ulaşılmak istenen gerçektefekküri medid: uzun bir tefekkür, düşünmeişmizaz: can sıkıcı tavırmensubin: bağı olanlarsıhhati sudur: ortaya çıkma gerçeğihaclei felaket: felaket haclesi, zifaf odasılanei bimurg: kuşsuz yuvatarikı halas: kurtuluş yolutefekküri medid: uzun bir tefekkür, düşünmeişmizaz: can sıkıcı tavırhakikati matlube: ulaşılmak istenen gerçekserrişte: ipucuzimeal: anlamlızerrei nevaziş: gönül alan bir davranışeseri caliyet: gerçeklik belirtisi runda artık hükmi istinafı kabul etmez bir müdafaada bulundu. hem sureti ifade ile ifhamı meram etti ki bir daha buraya gelin sıfatıyla avdetine ihtimal bırakmadı. demek evvelce mürettep bir planı varmış, ona tatbiki hareket etti. kimseyle teeh hül etmemek fikrinde olduğunu da anlattı. kendini hali tecerrüde mahkum edecek bir kız mı bunda bir sır var. bildiğim bir sözü tahatturla birdenbire dimağımı bir ziyayı hakikat tenvir etti. te lehhüfle elimi dizime vurdum. eyvah, bu gece ne çocukça, daha doğrusu ne mecnunane harekette bulunmuşum. dedim. bunda anlaşılmayacak ne var? valideyni her ne sebepleyse kızlarını bu delikanlıya vermeyi müna sip görmemişler. işi örtbas etmek için aralık tarafımızdan vuku bulan talebi canibi minnet bilerek cebren kızı bize göndermişler. kız gayet hırçın, şımarık bir şey, evde her türlü rezalete meydan okuyarak velilerinden bu suretle intikam aldı. anası babası cid den müstahakkı intikam bile olsalar bu işte benim ne kabahatim var? talihe bakınız. ah ben bu gece çok yanlış hareket etmişim. kız bana ne derece mütecavizane hakaretler ederse etsin ben bunla rın hiçbirine hiddet göstermemeliydim. hakikat madden konağın içinde bu aleniyeti bulmamalıydı. pe der ve maderim işten haberdar olmamalıydılar. zaman ben ona benim gibi bir zevce karşı daha ilk gecede böyle planlı komedya oynamayı gösterirdim. lakin iş bütün bütün derecei istihaleye gelmedi ya? ben telin duvağın haracını ondan almazsam insanlıktan istifa ederim. dur bakalım, bedia hanımefendi. ben de bir komedya planı tertip edeyim de eğer oyunun ikinci perdesi, oynadığınız birinci perdeden daha par lak olmazsa sen de beni zevceliğe seza görme. şimdi bir plan, hükmi istina yeniden başlamailanihaye: sonuna kadarhali tecerrüd: tecerrüt hali, her şeyden uzak olmaderecei istihale: imkansızlık derecesimüstahakkı intikam: intikamı hak etmi mükemmel bir plan. bilmem ki tiyatro muharrirleri planlarını nasıl tertip ederler? azayı vakayı işittiğin hilkatte icat edebilir, bütün vukuatı dilha hane, bittevkif kalemin ucuna takar, sürükler götürürsün. fakat alemi hakikatte keyfiyet bu kadar sade mi? vukuat senin değil, sen vukuatın içine tabisin. hanımefendi bize oyununu oynadı gitti. aramızda bu kadar mesafe var. komedya mukabelesi pek kolay olmayacak. ne ise. revişi vukuata bakıp ilk fırsatlardan istifade etmekten başka çare yok. saniyen, zevce hanımefendinin rübudei sevdası olduğu delikan lıyı keşfetmek. işte burada mesele fevkalade ehemmiyet kesbe diyor. herifi keşfe muvaffak olursam zevcemle olan macerayı muaşakalarını uzaktan itidali demle temaşaya nasıl tahammül edebileceğim? beyin karısı, falan beyi seviyormuş, namı ailesini bir metaı rezalet gibi pazarı sevdaya çıkarmış pamal ediyor da herif karıyı niçin boşamıyor? galiba şiddetle kadında gönlü varmış. kabilinden aleyhimde hep bu güft gular olacak! key fiyet evvela namusı ailemize, sonra da pederimin kulağına intikal edecek. bizim plan sarpa saracak. gece payanı bulunmaz bir ummanı tefekkür içinde döne dolaşa bitap kaldım. perestei muhabbetten hali müzeyyen döşek, tüllü atlaslar, bürümcüklü olayın gidişi salkım salkım ipek kordonlu, püsküllü cibinliğiyle bir takım zifaf gibi karşıma çıktı. uyuyor mu yum, uyanık mıyım? gözlerimin önünde dolaşan şeyler hayalet midir, hakikat midir fark edemiyordum ki. gözlerimi kapasam da kapamasam da bedia, libası arusuyla pırıl pırıl karşıma geliyor. yalnız gelse ala! koltuğunda bir de delikanlı var. bütün durbini dikkatim işte ona matuf. rakibim olacak bu herifi görür gibi oluyorum. fakat fal açan kıptiyelerin gaipten ih barları gibi esmer mi desem, sarışın mı desem? endamca çehrece nasıl? bu müphem rüyetler içinde bir müddetyorulduktan sonra rakibim nazarı hayalimde aynen ay nalı bakıcının derunı miratta müşahedei eşhas eşyayı gaibe eylemesi kabilindenbir şekli muayyene girer gibi oldu. kısa boylu, tombalakça, sarı az bıyıklı. açık mavi gözlü, şık kıyafetli, civelek bozması bir şey. bu gece benim yerime bedia'ya kim bilir, alemde neler olmazgüveyi giren herifi bu eşkalde tasavvur ettim. lanei zifafımdan pervaz eden kumru, bu yarı dilpe sendine mülaki olmak için beni haclei hüsranda avare bıraktı. ne kadar tebide, def'e uğraşsam bu iki hayaleti müzice nin şebekei ayniyyemde tahayyülen teressümden kendimi kurtaramıyorum. huzurı hayalimi yalnız vücutlarıyla değil, evzaı harekatlarıyla da ihlal ediyorlar. tek durmuyorlar ki. rakibi muhayyelim olan herif müstehziyane bir tebessümle bedia'nınlibası arus: gelinliktek: uslupervaz etmek: uçmakderunı mirat: aynanın içimüşahedei eşhas eşyayı gaibe eylemek: yitmiş kişileri ve eşyaları göster meklanei zifa zifaf yuvasışebekei ayniyye: göz ağıhayaleti müzice: rahatsız eden hayalettebid: uzaklaştırma, kovmayarı dilpesend: gönül bağlayan yar, aşık işte böyle iki hayal bir de ben, gah alemi mana gah maddede boğuşa boğuşa sabahı ettik. bu rüyaları hüsni tabir edecek bir muabbir bilmiyorum ki ona müracaat edeyim. gece gıyaben karşımda isbatı vücud eden rakibi bedhahımı acaba gündüz nere de bulabileceğim? remilci hocalara mı müracaat edeyim? yoksa eyüp'teki niyet kuyusuna mı gide yim? sen ne kaybedersen et hiç korkma. aynada derhal bulur. kaybolan eşya kimlerin desti sirkatine geçmiş, nerelere saklamışsa sana noktası noktasına haber verir. fakat sen git artık oralarda mal ara! bir habbe bulabilirsen aşk olsun! sonra tekrar müracaat et. dediğiniz yerlerde bir şey bulamadım de. buna alacağın birinci cevap, fal açtıranın tediyei saniyyesini taleptir. sermaye nedir, kar ve zarar neden ibaret? la yalemü'lgaybe illallah ücret toka edildi mi aynayı eline alır. huh diye bir kere huhlar. karşısındaki biraz ahmakçaysa bu da fazla söz, çünkü akıllı ların oralarda ne işi var? nevi gaybı senden anlar. badehu ustalıkla yine sana haberi fi'lgayb sure tinde satar. mesela naki ismini verdin değil mi: naki'nin perisi kolundan anlat bakalım, macerayı zifafın nasıl oldu? bedia, pederimin huzurunda eşki teessürünü sildiği dan tela mendili bu defa meni kahkaha için ağzına götürerek: oradaki müdafaamı işiteydin beni alkışlamadan avuçların şişerdi. kıştan pıştan anlamıyor. muabbir: yorumlayantediyei saniyye: ikinci ödemehüsni tabir etmek: yorumlamakla yalemü'lgaybe illallah: gaybı allah'tan başkası bilemez. ak şamki gördüğüm kulunç nüshası gibi erkekli, dişili hayali müzaifi anlatsam uymaz. kız hakkında peyda olan şüphelerimi açsam bu hiç hesabıma gelmez. saatte kızı tatlik için beni icbara kalkarlar. planımı yürütebilmek için mehmaemken va lideynimin nazarlarını bedia'nın lehine celbetmek lazım. valideme işi açsam bedia'nın aşıkını taharri yolunda bütün ba kıcılara çok para kazandırırım ama ayna içinde, kuyu dibinde bu lacağımız aşığı benim rüyada gördüğümden pek farklı olmaz. onu ben şimdi sizi gördüğüm gibi görmeli, çalyaka etmeliyim. gün öğleye yakın pederin odasına davet olundum. zavallıyı pek meyus, validemi de kederinden hasta buldum. bu yeislerini bana da sirayet ettirmemek için ikisi de cebri bir beşaşet izharına uğraşıyorlardı. peder beni görünce zoraki bir tebessümle: gel, dağda isen gel, bayırda isen gel, derede isen gel, denizde isen gel. kelimatıyla perini davet eder. kahvesiz şerbetsiz kuru bir davet. bunun bir de ziyafetlisi vardır ki müddeabin mevhumeyi doyurmak her kesenin harcı değildir. siz dağ bayır dolaşmadığınız halde perinizin ne kadar tenezzüh meraklısı olduğuna şaşarsınız. bu bakıcılarda her şey mevhum ve müphemdir. mangır dedin mi yalnız muay yen, madeni ve yuvarlak olmalı, ele avuca dokunmalı. rahatı kalble uyudum. hatta zatıalinizin dün geceki bora' vasfıyla yad ettiğiniz vakada bora denecek bir fevkaladelik görmedim. hepi mize geçmiş olsun. dün gece bundan başka acip rüya görmedin ya? doğru doğru, bu işte büyü var. dün geceki gelinin dediği gibi, eski karılarından birincisi vefat etmiş. fakat ikincisi daha ölmemiş. tekrar sana varmak için hoca hoca dolaşıyormuş. ben de diyorum. bunlar akla sığacak işler değil. tevekkeli değil. efendi, odasının kapısına da bir tavşan başı astırayım. yedi dük kan süprüntüsü, güneş doğmadan alınmış güvercin tersi, çörek otu, senin asalet ve terbiyenden muntazır olan şey, ilk geceden ge line bu yolda muamele etmen miydi? haysiyeti aile mizi muhil bir harekete cüretten sıkılmadın mı? kendine işittirecek mertebede bir seda ile: pek güzel değil ama ne ise! bunu duydu, ifrit kesildi. ben de, ihtimal. cevabını verdim. nihayet canım sıkıldı. oda kapısından dışarı kovuverdim. nazlı, kıymetli büyütülmüş. bu hakarete tahammül edemedi. keyfiyet gördü ğünüz neticeye kadar vardı. vallahi efendim, bu hareketim hemen gayriihtiyari denecek bir surette vuku buldu. neye uğradığımı anlayamadım. bana büyü mü yapıyorlar? ne yapıyorlar bilmem ki. sus, sana kim büyü yapacak? haydi buna eski karıların yaptı diyelim. validem elini alnına götürüp düşünerek dedi ki: tecavüzatı lisaniyye: tecavüzkar sözler pederim istiğrapla: o kahpenin hepimiz hakkındaki tecavüzatı lisaniyyesi semi bikayd ile dinlenecek herzelerden miydi? beş yüz dükkan süprüntüsü toplatıp da yaksan, tenzifat arabalarını buhurdan haline koysan yine bu oğlan akıllanmaz. anladın mı sade fikirli hanımcığım? kabahat onda değil, bizde. kızın dün geceki sözleri beni şimdi müteessir ediyor. hiçbir kabahat tayin etmeden bir karıdan bıkıp boşuyor. biz tefekküratı lazımede bulunmadan hemen bir ikincisini getiriyoruz. kimine alık diyor, kimine okuma sı yazması olmadığı kusurunu buluyor. akıllısı, okuryazarı da işte sana böyle yapar. kızın söylediği sözlere hepimiz müstahakız. ithamdan hiçbiri yabana atılacak lakırtı değil. yine çok bahtiyar mış kız ki ilk gecede cümlemizi hayrette bırakacak bir cüretle bu konaktan çıktı gitti. anasına babasına kabahat bizim efendi oğlumuzdadır. bigayrı hakkın onu sakın tekdir etmeyiniz. bu haberle beraber buradaki eşyasıyla nikahını da yollayayım. kız da halas olsun, biz de kurtulalım. beyefendi canı nerede isterse orada evlensin. ağzı süt kokan bir kızdan dün gece gördüğüm hakareti muhikka artık bana bir dersi ibret oldu. bir daha bu haneye gelin namıyla bir kız getirmeye tövbeler olsun. pederimin ilk sükunet ve beşaşeti caliyyesinin mübeddeli hiddet olduğuna ben meyus değil, bilakis memnun oluyordum. bedia üzerindeki nazarı gayzı biraz tadil, tahfif edebildim demekti. bu mukaddemei muvaffakiy üzerlik, kelisa buhurdanından artmış günlük daha bilmem neler. bu tertibi bizim kalfaların hocası molla hanım bilir. ona hazırlata yım da naki'nin çamaşırlarını tütsüleyeyim. pederim hiddetle: kelisa: kilisenazarı gayz: öfke, kızgınlıkbeşaşeti caliyye: sahte gülümsememübeddeli hiddet: hiddete dönmüştefekküratı lazıme: gerektiği gibi düşünmehakareti muhikka: muhik hakaretbigayrıhakkın: haksız yere pederimin ayaklarına kapandım. yine istirhamımı reddetti, pe derin bu inadından validemin dilgir olduğunu gözlerinden anlıyo rum. bendeki arzuyu görünce tekrar konağa getirilmesine çoktan razı olmuştu. biçare kıza dün gece reva gördüğüm muameleye nedamet et tim. bu hakarete karşı tarziyei lazıme vererek af talep etmek ar zusundayım. hayır efendim hayır. ben sizi temin ederim ki onun ne pla nı var ne bir şeyi. odadan kovulduğunu azametine yediremedi. hubbı nefsini tatyip için yalanı uydurdu. hubbı nefsini tatyip için yalan uyduran gelin de işimize gel mez. fakat bazı acip sözler de sarf etti. ben buraya gelmezden evvel bu planı tertip ettim. hav salam böyle derin manalı sözleri hazmedemez. binaenaleyh kız buraya artık gelemez. biz davet etsek de yine avdet etmeyeceği anlaşılıyor. ben öyle planlı gelin istemem. bir vazı mahzunane alarak pederime dedim ki: ya siz deminden sözlerini haklı bulmuyor muydunuz? kız bir daha bu eve gelip de yüzü müze bakamaz. pederim: pederin de validenin de hallerini bilirim. bazı delice arzula rıma ara sıra mümanaat etmek isterler fakat mücadelemiz uzun sürmez, ekseriyetle ben galebe ederim. ah bir parça benzim kaçsa. az buçuk ağlayabilsem. yeni vefat eden bü yük validemin yevmi defnini olanca ananesiyle nazarı teessürüm önüne getirdim. dünyada insanı giryebazı telehhüf edecek kadar ahvali fecia var, onlardan birini arıyor, bulamıyordum. mesela üç yetimle aç kalan bir valide, lokomotif altında ezilmiş bir alil, beş katlı bir binanın üstünden düşüp vefat eden bir dülger cesedinin artık zahirsiz ekmeksiz kalan ailei ke derdidesi meyanına hini naklinde kopan feryat. bunların hiçbiri gözlerimi sulandırmıyordu. feci romanlarının en meşhurlarını, en müessir tiyatro facialarını birer birer gözlerimin önünden geçirdim. daveti dümu için böyle tahatturi fecayie uğraştıkça bana ağlama değil, bilakis gül me geliyor, derunumdan kahkahalar kaynıyordu. nihayet bedia ile rakibi muhayyelimin dün gece bana karşı destbedesti garam ola rak oynadıkları pandomimayı derhatır ettim. zaman kalbimden fıkır fıkır bir buharı hiddet galeyana başladı. serapa ateş kesildim, yine gözlerimde yaştan eser yoktu. setri hile için mendili yüzüme yapıştırarak odadan dışarı fırladım. sonra uğradığım akıbeti vahimede evvelden böyle bin davetle isar edemediğim gözyaşlarını her guna esbabı te selli dindiremez oldu. eşki ye'simi valideynime göstermemek ister de muvaffak olamazdım. böyle yapma öhö, öhölerle odadan fırlayışım tesiri matlu bu hasıl etti. onu hemen sofadamümanaat: menetme, engel olmagiryebazı telehhü telehhüfle ağlatmatesiri matlub: matlup tesiridaveti dümu: gözyaşını davettahatturi fecayi: faciaları hatırlama hanımefendi bayılıyor gibiydi. ah, of' diye kalktı, bir iki yudum su içti. evvela mırıl mırıl bir şeyler konuştular, anlayama dım. bir şeye merak sararsa ne kadar düşkünlük gösterir bilirsiniz ya? ama sonra çabuk bıkar. elin bir kahpe kızı için evlattan olacak değilim ya? kızı getirelim, ondan da arzusunu alsın. fakat işin içinde bir sır var, anlayamıyorum ki, bu nedir başımıza gelenler? pederiniz: işin içinde sır mır yok, hepsi çapkınlık. sözleriyle haykırdı. başka bir şey işite medim. bir hafta ko nağın içinde geline, düğüne dair aleni söz olmadı. herkes fısıl fısıl konuşuyordu. artık kızın eşyası, bedeli nikahı gönderilmek lakır tıları duyulmaz oldu. fakat hafta nihayetinde kızın pederi tarafından pederime talebi talakı havi bir tezkere geldi. kızı tatlik için beni epey tazyik ettiler. bir müddet ne yapacağını bilmez bir hali teşevvüşte kalan pederim, nihayeti emr kız tarafına, oğlum kerimenizi bırakmıyor. eğer tatliki mukteza ortada esbabı mucibei şeriyye varsa faslı dava emrinde meşihata müracaat edilmesi lazım geleceği mea linde bir tezkerei cevabiyye gönderdi. orasını bertafsili hikaye pek uzun. netice efendim, biz davayı kazandık, kız tarafı artık sesi kesti. beş on dakika sonra seyyare odama geldi. neticei istimaını şu suretle anlattı: hali teşevvüş: karışıklıkesbabı mucibei şeriyye: şer'i sebeplerneticei istima: dinleme neticesitalebi talak: boşanma talebi makamı meşihat: meşihat makamıdavayı talaka: boşanma davas bu patırtıların üzerinden altı ay geçti. fakat evinde, ben evimde. zevç zevce birbirimizin yüzünü gördüğümüz yok. ben onu bazı gece aşıkı delikanlı ile kol kola rüyamda görüyorum. müziç pandomima rahat nevmimi ihlalde berdevam. bu rakibi muhayyelimi keşif için başvurduğum tariki taharri kalmadı. bu nun vücudunu ispata medar olacak küçük bir emareciğe bile destres olamadım. hep neticei tahkikatım kızın bir iffeti mücesseme olduğuna çıkıyordu. tahsili mükemmel, tarz ve tavrı serbest. so kağa pek süslü, biraz da açık çıkıyor. beyoğlu mağazalarında adeta bir erkek tavrı serbestisiyle dolaşıyor. hatta arkasında fahri takım ağaları gibi dolaşan züppe, şık güruhu da eksik değil. fakat bunlardan hiçbirine nazarı tenezzül atfettiğini gören yok. gözde monokl, elde baston, bonjurun yakasında rayihani sar, küçük bir deste ezhar. tek gözlüğüyle aynalarda kendini yeganei cemal gören. renk Japonya hardalı, çehre ada kartalı, biraz yana çarpık fesi, misali sos anglez etrafına keskin keskin harfi endaz olarak yan cebindeki çin ipeği mendili gözlerine gö türmek için müsadifi nazarı olan, kadın çehrelerinde vesilei te essür arayan şıkların taarruzı sevdalarına uğrayan nisvanın umu men sözlerden iffetlerine şeyn terettüp etmek lazım geleydi, bu şevki nazardan masuniyyeti ismete imkan kalmazdı. bu gezintilerinden, bu serbesti harekatından dolayı gönlüm onu bilmem neden itham etmedi. ben aleyhinde kati bir emare arı yor, hakikaten bir sevgilisi varsa onu keşfetmek istiyordum. bazen sokakta bedia'ya tesadüf ederdim. yaya gidiyorsa derhal şemsiye benden tarafa iner, arabada ise perde çekilir, bir mağazada bulunuyorsa dışarı fırlar. bu şiddeti tevahhuş ne oluyor? bu telaşşeyn: leke, kusurterettüp: icap etme, gerekmemonokl: kaş kemerinin altına sıkıştırılarak kullanılan tek gözlük cammüsadifi nazar: nazarına müsadif olma tesadüfen görmetariki taharri: arama, araştırmaezhar: çiçeklerşiddeti tevahhuş: ürkekliğin fazlaca olmasıiffeti mücesseme: namus sahibirayihanisar: koku saçanlarını bana iraei nefretten ziyade başka esbaba atfettim. ekseriya ondan ka çınmakyorgunluğuna kalkışmaz. buyorgunluklar, bu telaşlar ihti yar edilince işte bir ehemmiyeti mahsusa var demektir. fakat bu ehemmiyet nevini tayin acaba mümkün müdür? bu sebebi ehem miyetin tayiniyle iş anlaşılabilecek. keşfedebildiğim esbap şunlar dı: birincisi: beni gördüğü zaman bikayıt bulunması, tekrar beyti zevcine duhul rızasına takarrüp suretinde telakki edilebilir. aşı ğına karşı verdiği vaadi zifaf gecesi hanei pederine avdetle pek mü kemmelen ifa etti. fakat kurduğu planın mabadı kendi memulü gibi zuhur etmedi. benimle iftirak üzere yaşadıktan sonra bunda da kadar beis yok. elbette bir gün inadımdan bıkar, tatlik ederim. yevmi tatlike intizaren aşıkıyla olan münasebette devam ederler. binaenaleyh bana tesadüf ettiği zaman bikayıt durması, hanei zevce avdetine bir emare addolu nabilirse aşıkı olan herif bundan kuşkulanır. besbelli sevgilisini iştibaha düşürmekten ihtirazen bu telaşları gösteriyor. bu sebebi saniyyenin hakikate mukareneti bence zayıf fakat bir ihtimal suretinde tasavvuruna da bir maniayı ka tiyye yok. kadın gönlü bu. pek anlaşılmaz bir lugazı hilkat demektir. onların yana yakıla ne ibrazı asarı muhabbet ediş lerine pek aldanmamalı. safiullahı cennetten çıkaran bir mahluk onun ahfadını baştan çıkarmakta güçlük mü çeker? onun vazifei hilkati zaten budur. onların iraei muhabbetlerine pek kapılmama lı. izharı nefretlerine de hemen inanıvermemeli. bazen sevmez, sever görünürler. bazen de severler, sevmez görünürler. rüziraei nefret: nefret göstermemukarenet: yakınlıkribkai nikah: nikah bağtakarrüp: yaklaşmamaniayı katiyye: kat'i engelibrazasarı muhabbet: muhabbet gösterme bedia'nın bana karşı ne muhabbet ne nefret hissetmemesi de muhtemelattandır. bu avarızın esbabını ta yin etmeli. zifaf gecesi bana hakaret etti. ben de bu hakareti ne şiddetle mukabelede bulundum. memulü boşa çıkınca bundan fevka'lcidd müteessir ve dilgir oldu. benden ahzı intikam fik rine düştü. beni birkaç kere daha kendini davete garı sevdalarının istikameti vezanı öyle nukatı menafie tabidir ki bu emri mühimmi tetkikte pusulayı şaşıran gönüller için sahili selamete vusul müşkül olur. sevdayı nisvanın bu şumul garabetine mebni bedia'nın bana gösterdiği şiddet ve nefrete bilatetkik inan mamalı. belki beni sevdi. belki bu muhabbetini izhar için tasav vur ettiği mahazir bu sevdasını nefret şeklinde göstermeye kendini mecbur ediyor. belki benim tasavvur ettiğim aşıkı muhayyel, na zarı hayalimden başka bir yerde vücudu olmayan bir şahsı mev humdur. belki bedia zevciyetimi kabul ederse beni şiddetle sev meye gönlünü müsteit buldu da benim kendinden evvel iki kadın bırakmış olduğumu istikbali sevdası için bir falı hayr addetmeye rek bir felaketi müebbedeye bedel bu tariki halasa atılmayı daha akilane bir hareket addeyledi. hep bunlar doğru ise demek bedia beni seviyor. binaenaleyh bana tesadüfü zamanlarındaki telaşları tesiratı ciddiyyeden mütevellit olabilir. acaba hakikatı hal, bu esbabı muhtemeleden hangisine temas ediyor? eğer miratı tefa lük, esrarı kulub cilvegahı olaydı eşyayı gaibeye bedel senden mesruk gönüllerin yine ashabına ihtimali iadesi çareleri sorulurdu. zaman meknuzatı kalbiyye mütecessisleri defaini sim zer müteharrilerinden ziyade zuhur ederdi. kendi esrarı kalbiyyemi anlayamadıktan sonra hemen birkaç saat yüzünü gördüğüm bir kadının keşfi razına uğraşışım gülünç değil miydi? bu suali gönlüme karşı pek çok defa irat ettim. se viyorum desem gönlümde öyle bir şiddeti arzu yok. sevmiyo ruma karar versem niçin zihnim hemen layenkatı onunla meşgul oluyor? bedia ile kendi aramda bir rakibi muhayyel tasavvur ettikçe niçin kıskançlığa ben zer bir hissi şedid beni sarsıyor? bir insan sevmediği kimseyi de kıskanabilir mi? hay hay, iyi biliyorum ki bir müddet münasebette mecbur etmek için öyle müstağni görünerek tahrisi sevdama uğ raşıyor, bana karşı ne kadar müteneffir görünüyorsa da nispette şiddeti meylimi cezbedebileceğini ümit ediyor. bu esbabın bir dördüncüsü de bulunabilir ki da her türlü muhakematı zir zeber edecek nefret bir nefreti şedideden ileri gelme olur. tahrisi sevda: sevdanın artmasımiratı tefalük: fal aynasıtahavvül etmek: dönmeklayenkatı: kesintisiz, süreklieseri infial: infial eseri, belirtisimiftahı hall tefsir: çözüm ve açıklama anahtarıdefaini sim zer: altın, gümüş defineler ben yine eski hevaperestliği ele aldım. vur patlasın alemlerine daldım. buna şiddetle ih tiyaç hissediyorum. fakat garaipten olarak simaca bedia'ya benzer kadınlar arıyorum. biraz rengi, gözü, kaşı ona andırır bir alüfteye tesadüf ettim mi fevka'lhad mahzuz oluyorum. bir müddet de böyle mürur etti. fakat gide gide gönlüm bedia'nın müşabihleriy le değil, kendiyle mülaki olmak arzusuna düştü. bir hevesi sade şeklinde nema bulan bu şeceri iştiyak zihnimde çok sürmeden dal budak, şah berg salıverdi. rüyalarımda kızın payı afvına ka panarak istirhamlar etmek, sonra halecanla ağlaya ağlaya uyanmak gibi kendi nefsime karşı bile itirafından sıkılacak haller peyda ettim. bu derekei sevdaya düşmeme sebep de sehlü'lhusul muaşakalardan artık gına peyda edişim oldu. sonradan anladım ki esnalarda ben bedia'yı bir vüsati mana ile sevmiyormuşum. lakin kendini odadan kovduğum sırada dışarı çıkarken bana fırlattığı ateşin nazar gönlüme küçük bir kı vılcım düşürmüş. bundan pek çabuk müstaidi iştial olduğumu anlayamamışım. bu nevi kıvılcımlar şeh rayin esnasında sanaiyi nariyyeden havaya saçılan şule pareleri gibi gönlüme yüzlerle iner, çok sürmez yine sönerdi. bunu da öyle zannettim. belki. mahzuz olmak: zevk duymakşeceri iştiyak: iştiyak, özlem ağacşehrayin: şenlik bedia'nın üzerine beni evlendirmeye kalktılar. validem on dan güzelini bulacağına söz verdi. bedia'ya karşı ukdei muhabbet varken diğer bir kadını sevemeyeceğimi, binaenaleyh gelen kıza da yazık olacağını biliyordum. nazarı iştiyakım bedia'ya, hep istihkamı aşka ma tuftu. onun fethiyle şimdiye kadar tezevvuk etmediğim lezaizi sevda bulacağım gibi geliyordu. artık bende bir emeli hayat şekli alan bu hedefe vusuldeki müşkülat büyüdükçe bu arzu da gönlüm de nispette iştidat ediyordu. günden güne rengime arız olan solgunluk, zucreti kalbiyyemden mütevellit her hal hareketteki asarı infial, şiddet ve hiddet, hayat tan bizarlık gibi ahvali fevka'ladem peder ve maderimin nazarı dikkatini celbetti. bu müddet zarfında rakibi muhayye limin keşfine dair vaki olan takibatımdan elan bunun vücuduna de lalet edecek bir emare elde edemedim. aylardan beri takibatı nevmidane sonunda nişanei muvaffakiyyet göreme yerek bir sıkleti hüsran içinde ezilen gönlüm tabiatla hemahengi küşayiş olmak istedi. rebiin libası taravetine bürünen eşcardan kudümi titrekane serilen çemenzarlardan bilmem gönlüm hissemendi inkişaf ola cak, biraz tesellii hayat bulacak mıydı? aguşı nesimde kızışan çiçekleri görmek, sanihapira birkaç kadın çehresi seyretmek iste dim. artık benatı havva'ya meclubiyetim belki hep bunların nevi bedia'ya mensubiyetlerinden dolayıydı. bir cuma günü arabamı hazırlattım. tasviri letafeti şuaramızın pek çoğunuyormuş, ihtimal ki yazanlardan ziyade okuyanları bıktırmış olan sadabad, günü bana şöhreti şairanesi hilafında bir manzara arz etti. bir kenarı dere, tarafı digeri çemenler üzerine sayeendaz küçük bir ormancık olan iç kağıthane sahasında bir zenciri devr teşkil eden araba katarına dahil olduk. dön efendim dön. bir devri tam icrasından sonra başlayan manzara ilk devrin aynı. atlı karacaya binen çocuklar gibi birinci tahassüsi devrin akşama kadar teceddüdünden usanmazsan durma dön. fakat orada dönen şey yalnız arabalar değil, nazardan nazara dönen dolabı iştiyaktır ki bu asiyabı rüzgara iliştirecek metaı sevdan varsa biaram dönmenin hikmeti lez zetine zaman vakıf olursun! derenin öbür sahilindeki kasır bahçesinin manzarai dilküşa sı perdedarı gubar. zaten hadikayı kasrdaki füyuzı nami yei bahara bakan yok. bülent, sık eşcarın mutarrayı bahar evrakı arasından süzülen şuaatı şemsin initaf ettiği yer yer çemenler üzerindeki cünbüşi tezhibiyle gölgede kalan aksamın koyu derin yeşillikleri içinde bu hırmeni dad sited içinde ne bülbül nağmesi arayan bir kulak ne de letafet bezeyen bahara menfaat bir göz var. başlar, göz ler, sözler, bütün gönüller hep gerdune katarıyla dönüyor. daha neler dönüyor neler. işte bakınız dikkat! canlı fotoğraf başlıyor. orta halli bir kira arabası derununda bir çift pembeli. düğün zerdesi renginde lepiskaya boyanmış saçları yaşmaktan kıvır kıvır dışarı fırlamış. yaşmaklar sanki birer setrei hülya. tebellür etmiş pudra zann olunacak kadar ince. hututı simalar kalemkarı hilkatin tersimi üzere bırakılmamış. hanımların yedi itinasıyla tashih görmüş. yüzlerine güya mala ile kağıthane yoğurdu sıvanmış. kaşlar biraz daha uzatılmış. sarı saçlarla bir tezatı levn teşkil eden siyah gözler. kuyruklu tahriller çekilmiş. yanaklarda boyama birer gül oturuyor. bu tuvalete kağıthane tozunun rengi diger vermesinden ihtirazen camlar sımsıkı kapalı. gönül, rüyalar görmek, ruh, mugaşşii letafeti tabiiyye olmak, nazar, hülyaamiz, hafi güzellikler arayabilmek için oraya bazarı muaşaka kurulmayan günlerden birinde gelmeli. böyle eyyamı izdihamda seyrolunacak şeyler elvahı tabiiyye değil, bazı arabaların çerçeveleri içinde bu teşhirgaha çıkan zihayat levhadır. bu suni güllerin arkasından bir köhne fayton içinde bir sıraya üç kişi. galiba arifanede hesap doğru gelmek için araba üç mecidiyeye tutulmuş. hovardalık bu. beyler paranın gittiğinde değil. hissei masrafta tesavi olunca arabanın itibarsız karşı tarafına kim oturacak? bir sıraya kucak kucağa oturmakla bu meselei müşkile halledilmiş. fakat üçü de şerefi zatisini muhafaza etmiş. fakat onu da söyleyeyim ki ortaya oturan, karşıya kuudu lazım gelen fazlai hamule demektir. arkalarında mayer, stein mağazalarından çeke bozuştura her bedene uydurulan birer kostüm. boyunbu fayton kelimesi lisanımızda yanlış istimal ediliyor. bizim fayton namı verdiğimiz arabalara frenkler victoria derler. victoria ise faytondan büsbütün başka bir şekildedir. bu farkı merak edenler, larousse diction naire'de vehicule kelimesine müracaat buyursunlar. her iki arabanın da resmini orada görürler. körüğü çarpılmış bir fayton, içinde kışlık frize siyah paltolu, biri bıyıklı diğeri sakallı iki zat. karşılarında esnaf kıyafetli biri si. üçü de mükemmel çakmış. ağızları çarpılmış, gözler küçül müş. bu deveranı bikarar içinde arabalar mı dönüyor, kafalar mı? farkında değiller. şeşi beş görüyorlar. hepsinde de sızmaya beş dakika kalmış. etrafa bak, ah ne güzel olur bu kağıthane alemi? bir hissi meveddetle yerlere kadar eğilerek yayık yayık mestane te laffuzla: hayvanları düşüne düşüne yürüyen eski bir kupa. lahuraki çarşaflı biri yaşlıca, diğeri taze iki mahalle karı sı. ikisinde de düzgünler, rastıklar yolunda. bu melahat müşhi rinde hüsnlerine numara takdir lazım gelse. ya üç alırlar ya iki. mümkün değil üssi mizan dolduramazlar. tepetaklak döner ler. lakin bir de kendilerine sorun, kağıthane'de onlardan güzel kimse var mı? gözler fıldır fıldır etraftan bir cüst cuyı iltifat. hiç aldıran yok. kalıplı fesler, sarı iskarpinler. bacak arasında bastonlar. beylerde de gözler tahrilli fakat sürme ile de ğil, kağıthane tozuyla. ortadaki genç zat pembelilerin arabasını gösterip göğsünü yumrukluyor. berikiler gülüşüyorlar. araba nın hayvanlarından birinin art ayağı aksadığından müşterilerden biri farkında değil. onlar, yırtık paltolu arabacılarına, katardan çıkma. durma dolaş. para verdik eğleneceğiz. diyorlar. arkadan yine öyle bir araba derununda dört kadın, ortalarında başı tüylü kız çocuğu. pencerelerden harici görebilmek için bir birini itiyorlar. tam eğleneceğimiz sırada anzorot bitti. daha benim kafam rakıya doymadı ki. yakınlarda meyhane yok mu? burada böyleüssi mizan: not ortalamasıhissi meveddet: sevinç hissicüst cuyı iltifat: iltifat arama haydi işine keleş sen de! sen kendi arabandaki gacalara bak. karşıki gözlüklü beyle işmar gırla gidiyor. ben gaca taşı mam. işte böyle namusumla efendi taşırım. parasıyla değil mi? eğleniyorlar. sarı koşumları güneşe karşı iltimalar saçan iki mehip yağız ka tanaya merbut paris araba fabrikalarının birinden yeni çıkmış mü kellef pırıl pırıl bir kupa, elmastıraş kitabeli duble camlar arasından bu tuhaflığa üç ağızdan birden kahkaha koparıldığı sırada ka tarın devri, izdihamdan bir müddet sektedar olarak arabalar durur. tabii bu sarhoşların arabası da vehleten meks eder. bu tevak kufı nagehaniden bunlarda kafa kafaya bir karambol vuku bulur. zaman hepsinde körüğe doğru bir sarsıntı husule gelir. içlerinden biri arabacıya pürhiddet: elmasım! biz de bittik. şişeyi göndersem dol durur musun? payton mu, yok sa sarhoş dolmuşu mu? müşterilerin horluyorlar, arabadan düşecek ler. bunların yanlarından geçen diğer bir arabanın arabacısı sar hoşların arabacısına hitaben: ayık mı dolaşacağız. günahtır be katananın namusu bozulur. içkisiz seyir mi olur? sarhoşların arabacısı öfke ile: geçmişine kantarlıyı attırma bana! duracağın vakit haber ver. elindeki tehi şişeyi yanlarından geçen bir kadın arabasına bilirae: katana: iri bir cins atbi'lirae: göstererekmeks: durmapayton: faytontehi: boş lacivert çuha üzerine sarı iri düğmeli elbiseleri, konçlarının yukarı kısımları beyaz toz rengi çizmeleri, beyaz eldivenlikleri, ta ranmış saçları, kalıplı fesleriyle mevkii mahsuslarında heykel gibi oturan ispirin kolları çaprazvari kavuşturulmuş bıyıksız yamağın müheyyayı isyan, hayvanların ejdervari boyun kırışlarına ehem miyet vermeyerek muhafazayı temkin edişleri derunı gerdunede ki iki sanemzibanın vazı vakuraneleriyle bir ahengi latif teşkil ediyor. arabanın penceresine elini atmış kirli başörtülü palaspuş murdar bir dilenci kızının çıplak ayaklarını tekerleklere çiğnetme den bihavf yerden toz kabarta kabarta başörtüsü yelpir yelpir uça uça koşarak: resim gibi görünen açık tirşe feraceli iki hanım. düzgün pudra istimalinde ifrata varılmamış. kaşlara kirpiklere biraz kalem do kundurulmuş, yanaklara, dudaklara gülgune sürülmüş fakat belli belirsiz. hep bu telvinat letafeti tabiiyye derecesini aşmamış. kararında yapılmış. simin gerdanlar, top çeneler, küçücük ağızlar, çekme burunlar, süzük bakışlı latif ela gözler, kumral ince kaşlar, yine renkte gür saçlar toz gibi ince yaşmağın altında letafeti diger kesbetmiş. bir tenasübi nazarrüba almış. hanımefendiler, allah sizi sevgili nazik beylerinize bağışla sın. dert verip derman aratmasın. güler gül yüzceğizlerinizi soldurmasın. dilenci kızının başına hangi arabadan geldiği malum olmayan bir kırbaç iner. araba sırası darlaşır. laşek artık çiğnenece ğini anlayan dilenci, deminden beri ettiği duaları hep geri alarak: elin kırılsın. başcağızım biber gibi yandı. biri kır, diğeri doru kısrakta iki fesli jokey. doru hayvanın süvarisi boylu boslu, mevzun endamlı, yakışıklı bir delikanlı, koyu renkli fesi, yakası kapalı, beli kendinden kemerli siyah kazmir ve vestonu, çizgili şeker rengi kadife pantolonu, beyaz parlak mah muzlu açık tütün rengi çizmeleri endamı diliranesine hakikaten halavetbahş oluyor. fakat kır hayvandaki süvari öyle değil. da gençliğin cılız, ufak tefek, kara kuru bir cücemsi bir şekilde. beyefendi, simaca olan bu kasvetli çirkinliğinin galiba farkın da değil. belki de üzerindeki elbise ile hayvanın mükemmelliğine igtiraren çehre düşkünlüğüne ehemmiyet vermeyerek kadın arabalarına sırıtmaktan geri durmuyor. bazı kadın arabalarından hele şu at üzerindeki şebeleye bakın! bu iki beyin enzarı sevdaları öndeki tirşelilere matuf. bir kira landosu derununda, siyah atlaslar giymiş iki be yoğlu nazenini. avuç avuç sürülen düzgünler, allıklar, sürmeler, çehrelerindekiyorgunluğu, her gece bir erkeğin aguşı ücretindeki demgüzarlıktan mütevellit taabı hayatı setredememiş. şapkalarındaki siyah tüylerin irtifaı hemen yarım arşın var. kendilerine kibarca bir vazı istiğna vermeye uğraşıyorlar. fakat muktezayı kesbleri her müşteriye mizacgirane sahte iltifat iraesine alışmış bu sokak işportası çiçeklerinin her hallerinden bir adilik akıyor. alın tarafı enli, çeneye doğru darlaşan telatin matra resmindeki esmer çehresine kasvetli bir manzara veren, baykuş gözünü andıran, hadakaları büyük müdevver siyah çeşmanı sanki arkasındaki jokey elbisesiyle altındaki mükemmel takımlı cins hayvanın talihsizlikle rine ağlıyor. geçinmeli de nasıl olursa olsun. galata'daki hanı sattı, buna yedirdi değil mi! ulan karı çukurbostan'a benzer. öyle birkaç han molozuyla doyar mı? bugün moruktan bir sekizlik, kocakarıdan birkaç dekarya sızdırın caya kadar imanım, ben de sızıyordum. bu akşam nereye düşece ğiz? benim anika artık güllüm yutmuyor. veresiye dostluğu kesti. istersen sen ispermeçet gibi yan artık. mangiz olmadıktan sonra. bak alevinden cigara yakan olur mu? boğuntuya biterim mustafa kardeşim. ön arabadaki yeşillilere dikiz geldin mi? ya radan yaratmış işte. ah samur kaşlım, ela da gözlüm, ben senin için ağlarım. tam takım delikanlı değil miyim? gönül bu. iskete kuşuna benzer. korkma sen. bizim dala da konan bulunur. ay nalı karılara bakmak, insanın gönlünü midye gibi açıyor be. iki sürücü, beygirine binmiş, bir kanarya sarısı, diğeri mor at las mintanlı bir çift külhanbeyi. sarı mintanlısı, morlu arkada şına hitaben: haydi oradan avalim sustu? ulan arabada ki fantazyayı görmedin mi? enayileri tanırım. onun biri bizim hisarlı beyin kapatma sıdır. misk sokağında oturur. bey kazanır bu yer, bu kazanır bey yer. ayıp mı? ah anam ba bam. kısrakları gördün mü dadaş? haydi yanlarına gidelim de dikkat geçelim. sahi be. gerdan kırışa, adım atışa bak. senin altında ek mekçi beygirine benzemiyor. beygir işte böyle olmalı. kız gibi. frenk seyyahları. fötr şapkala rı, şayak kostümleri, yan taraflarında boyundan geçme dürbünleri, mevkii ihtirama ikat edilmiş kırmızı bakır renkli erkek simalı ka rılarıyla faytonlara dörder dörder binmişler. arabacıların yanında birer yahudi tercüman. en yakın şeylere çifte dürbünle bakan. bütün ahval, adet ve menazırı şarkiyyemizi nazarı garabetle duru kısrak da, üzerindeki bey de aynalı. birbirini açmış. kır kısraktakini gördün mü? ayastafonoz kopoyuna benziyor. hayvanın namusuna yazık değil mi? fakat güzelin kadrini biliriz. kır hayvandaki kopoyu gördün mü? haydi yosmam buna sen bir racon kes. böyle şeylere tutulurum. suratına bakmıyor da yeşillilere hampalanıyor. vay kibar tavcıları be! para lafını nereden işittiniz ulan. mi rasyediyiz işte. bugün katane'ye şan verdik. elindeki sübeğe üfle bakalım. ne hava çıkacak? bir fasıl yirmi para. işinize gelirse. sonra çıngar istemem. ulan ne kirli kara surat anan sabahları suratını yalamaz mı senin? kaça alırım çalımını. eskiden altmışlık pakete mumdu. bir aval ya kalamış yoluyor. deminden otuz paralık fıstık ikram ettim. vay geçmişinin canına. fıstık yemem. ben de avuçlan sura tına fırlattım. bizim otuzluk yerlere saçıldı. kimin umurunda! namustur bu. mangize kıyarım da cakamı bozmam. çifte naranın refakat düm dümüyle nihaventten gezinen zur nacı: esnada oradan geçen bir kadın arabasına: beyler keriz edelim mi? frenklerin etrafını bir alay satıcı, çalgıcı, dilenci sarmış. arabalarını orada burada durdurarak gah değneğin ucuna sarılmış naneli macundan birer parça tadarak lezzeti hakkında birbirine beyanı fikr ediyorlar gah şam keleri denilen ufak pidelerden birer lokma ısırarak yüzlerini ekşitiyorlar. bu tesadüfi nagehaniden bedia biraz şaşaladı. fakat hilaf mu tadı olarak gün nasılsa yüzünden bana karşı büyük bir tevahhuş eseri yoktu. bilakis şaşkınlıktan mütevellit hafif bir tebessüm bile vardı. nikoli, emrimi harfiyen icra etti. on dakika sonra arabalarımız hemen borda bordaya, zevç zevce biz de göz göze geldik. devvar araba katarını seyir ile meşgulken önümden bir çift beyaz beygirli ne eski ne yeni bir kupa geçti. beyaz hayvanları, ihtiyar aspiri görünce beni bir halecan aldı. hırçın zevcem günü yakası mavi ipek işlemeli açık samani gron bir ferace giymiş, göğsünün sol tarafına küçük bir de met tabii menekşe takmış, feracesi renginde bir hotoz üzerine alın saçlarının yarısı meydanda gayet şık bir yaşmak, karşısına kendi yaşında bir halayık almış. beni görmedi. karşı ta raftan lafendazlık eden birtakım züppenin enzarı taarruzundan kurtulmak için beyaz güderi eldivenli elini cihetteki pencereye uzattı, perdeyi yarıya kadar çekti, geçti, gitti. arabacıma bedia'nın arabasını irae ile: tevahhuş: ürkme, korkma ah benim ehli perde karıcığım! yaşmağını bu kadar açık yap masan böyle perde çekmek zahmetlerine lüzum kalmaz ya! bedia'nın şaşırmadan mı, telaş tan mı her neden ise ufak tebessümü nazarı sevdam önünde bir ufak ümit açmışken tekrar tesadüfü men için kağıthane'den firar edişi yine semayı tefekküratımı sehabı muzlime ile kararttı. evvela ruyı tebessüm göstermek, sonra firar etmek. bu ne demek olacak? yoksa gösterdiği şey bir işmizazı münfailaneydi de ben telaşla tebessüm gibi mi gördüm? bir anda göz göze geldik. yine bir anda iki araba birer semti muhalifeye hareketle birbirinden ayrıldı. bizim nikoli tembihli ya. ben şim di ikinci tesadüfe intizaren bu defa bedia'ya karşı ne yolda vazı müsterhimane almak lazım geleceğini tayin ciheti mühimmesini düşünüyorum. bazı arabalardaki kadınlara ilanı aşk için ağlar gibi bir işmizazla beyanı suzişi derun eden beyler gibi ben de mendilimi çıkararak kuru yaşlar isalesine karar verdim. arabam bir devir icrasıyla yine deminki noktai telakiye geldi. fakat oraya gelen yalnız bizim araba oldu. melul melul, bakına bakına iki üç devir daha ettik. bedia'dan eser yok. arabasıyla ortadan sır olmuş. nikoli'ye sordum. da görmedi ğini söyledi. hemen hiçbir cihetini bırakmadık. bedia'yı koydunsa bul. eşyasından hiçbirini yerinden kımıldattırmamış olduğum ge lin odasına girdim. zifaf gecesi, hayır zifaf mı ya, firar gecesi be dia'nın revnakı cemali, libası arusuyla bir iki saat tezyin etmiş bulunduğu kanepeye oturdum. belki saçlarının tevazı müsterhimane: yalvarırcasınasehabı muzlime: karanlık bulutlarsemayı tefekkürat: düşünme göğünoktai telaki: karşılaşma, buluşma noktabeyanı suzişi derun: içten gelen duyguların beyanıişmizazı münfailane: gücenmiş yüz ekşitme linden, manidar nazarlarından, bütün maddiyat ve maneviyatından oralara bazı rizeyi esrar saçılmıştır vehmiyle kudumünü bastığı, el leri dokunduğu, libasını süründüğü yerleri birer birer haddei nazar dan geçiriyorum. fakat meydanda benim gönlümden başka onun eseri vezanına delalet edecek kırılmış bir şey yok. bütün eşya yerli yerinde. yalnız gönlüm, yalnız işte biçare hurd olmuş. halılarla müşafeheye uğraştım. kanepelerden esrar sordum. kadimde varken sonradan yok gibi olmuş bir şeyi bazı asar delai liyle ihyaen tasvire uğraşan ressamlar gibi bedia'yı teliyle puluyla gözlerimin önüne getirdim. bu levhaya bü tün elvanı lazımesini verdim. sonra pişi tahayyülatımda bedia gezindi, söylendi fakat birdenbire bu levhayı muhayyilemde bir karaltı, bir şahsı sani gölgesi peyda oldu. levha, karşımda simsiyah kesildi. işte bu şahsı sani, rakibi muhayyelimdi. gözlerimi yumdum. yüzüstü yere kapandım. zalamı tefekküratımın amakı içine gömülmek, orada bütün hülyalarımı olanca kuvayı müfekkiremi boğmak istedim. ben bu gölgeden artık kaçmak arzu ediyor, onu teşhisten adeta ür küyor, korkuyordum. fakat müfekkiremden tebide uğraştıkça bana bütün bütün yaklaşıyordu. nihayet bilıztırar bu muzlim zemini tahayyülatım içine elimi saldırarak bu gölgenin yaka sından kavramaya atıldım. lakin neticeyi savletimde dehenim tenevvür eder gibi oldu. ellerimi telehhüfle başıma götürdüm. kendi kendime: hurd olmak: parçalanmak, kırılmaktebid: uzaklaşmamuzlim: karanlık meçhulpişi tahayyülat: hayallerin önükuvayı müfekkire: düşünme güçlerineticei savlet: saldırının sonuzemini tahayyülat: düşüncelerin zemini zalamı tefekkürat: düşüncelerin karanlığı mesele pek sade. bunu deminden beri niçin düşünemedim? kız beni gör dü. nakabili setr bazı ahval delaletiyle sevgilisini keşfedebilmek liğim ihtimaline mebni, onu da beni de kağıthane'de terk ile firar etmeyi hesabına daha muvafık buldu. yine ahmaklık ettim. bu hamakat, bu belahetimin neticei zararı ihtimal ki artık tamamıyla kabili tazmin değildi. bedia'yı görünce hemen arabamla karşı sına çıkarak kendimi göstermeli miydim? bir tarafa ihtifa ile her halini tetkik etmeli, arkasından kimlerin dolaştığını bittarassut gün orada bulunduğuna hiç şüphe olmayan rakibimi keşfeylemeliy dim. hem bu defa tebdilen bir kira arabasıyla gider, bir tarafa gizlenirim. bakalım bu sefer bedia gelir mi? gelse de evvelki haftadan bitteyakkuz sevgilisini bana tanıtmak tedabirine tevessül ile gelir. herif her kimse elbette beni tanır. bu tanıyışı fiiliyat tedbirlerini teshil eder. ben onu tanımıyorum. zevcemi elimden alan bedhahla ihtimal bazen yüz yüze geliyorum da bana bakan, üstüme sürtünerek geçen, biraz ötede belki halime kahkahalarla gülen herifin işte rakip, işte hain olduğunu fark edemiyorum. ne müşkül hal? vücudumdaki kanım sanki buhara münkalip olmuş da terkibinde mevadı mayia dan ne varsa mesammatımdan dışarı defetmek istiyormuş gibi ter içinde daha tabiri amiyaneyle kan ter içinde kaldım. hikayenin bu noktasında naki bey'in harareti hayli arttı. yine dayanamadım. limonata teklif ettim. bana gözlerini açtı: birader acelen ne? korkma şişeyi bitiririz. daha bunlar bir şey de ah işte, bedia'nın bugünkü firarındaki sırrın anahtarlarını yine yakaladım. dedim. bedia'nın gönlünü hokkabaz yuvarlağı gibi ondan çalıp kendime nakletmenin imkanı var mı? bu el çabukluğunu yapabilecek mi yim? yapamazsam mesele bütün bütün tahammülfersa bir renk almış olur. rakibimi keşfettim, ala. iki kere iki dört eder gibi bir vuzuhla bu bedahet nazarımda taayyün etti, zaman keyfi yeti aleniyete varacak, onlar karşımda sevişecekler. ben uzaktan seyirci kalacağım. zevce, diğer bir erkekle al sevda ver sevda. zevç uzaktan öyle mevkufı temaşa! tahayyülü bile zihnime fena lık getiriyor. ben bu muaşakanın şekli hakikide cilvenüma oluşu na nasıl takat getireceğim? gel derde girme. bu belayı mübrim den kaç. kızı terk ediver. hah! bizim bahçedeki buzlar bu gece beyin ateşini teskine acaba kifayet etmez mi? bedia hanım'la rakip beyin mercimekleri külhanı mu habbette kızıştıkça biz bu akşam tebridi hunı hiddet için buz istimaline mi mecbur olacağız? fakat henüz çaresi mefkut. bu riştei taharriyi bir kere parmağıma doladıktan sonra ne tarafa uzanırsa yana tevcihi azm etmekten başka halli müşkil için sade bir yol var mı? yarın kağıthane'ye, öbür gün veliefendi'ye, sonra kadıkö yü'ne, adalar'a, boğaziçi'ne. lüzumı azimet nereye görünürse cihete gitmeli. münasebetimiz yalnız bir nikahtan ibaret olan zevcemin muğfilini aramalı. kadın benden müteneffir. ben ona dildade. arada anka misal bir rakibi mevhum. tebridi hunı hiddet: hiddeti soğutma tahammül fersa: dayanılmaz muadelei sevda: aşk denklemi naki bey devamla: belayı mübrim: ibram eden, zorlayan bela taayyün etmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak tatlik ile esastan kesilmiş oluyor. fakat şeytan bırakıyor mu? yine in sanı dürtüyor. yahut hiç bize dokunmuyor da neticesi fena zu hur eden efali üzerimize almaya sıkılarak hep ona mal ediyoruz. böyle birçok hususat var ki şeytan bize karşı müfteri davası açacak olsa hak kazanır zannederim. iblis mudilli alem olmakla bera ber romancıların muinidir. bir kız, rehi hemvarı iffetten inhiraf edecek. bir erkek, bunları alay alay iğfal eyleyecek. sirkatler, katiller vuku bulacak. sureti güzeranı hayat türlü renk alacak. size sermaye çıkacak. evet, sıkılmayınız! size sermaye tedarik edenler, şeytanla halita olanlardır. yoksa bütün insanlar, ahlakiyyunun teminatına muvafık doğaydılar hükkamdan tut hapishane gardiyanına kadar sınıf sınıf mesalik erbabı bilmem şimdi neyle taayyüş ederlerdi? bazı kötüler vardır ki onların efali rediesi iyilere sermayei taayyüş belki de fahr olur. hissiyatın beyne'lbeşer mertebesini ala eden kubhiyattır. başımı belalara sokan şey, bedia'ya olan mukaddemeyi mu habbetim oldu. eğer muhabbetin de şeytanisi, gayrişeytanisi varsa benimkinin şıkkı evvelden olduğuna şüphe yok. haydi yine ka bahati şeytana atfedelim. zevcemi tarassut için önümdeki cumaya kağıthane'ye gitmeye karar verdim. bir eski kira arabasının köşe sine çekilip kendimi ona göstermeksizin tecessüsi ahval edeceğim. bir köhne araba buldum. arabacım ihtiyar, bu nak bir herif. makaslar ber bat, hayvanlar miskin, döşeme murdar. denizde başıma geldi amakubhiyat: çirkinlikmuin: yardımcıefali redie: kötü işlermudilli alem: alemin yanıltıcısısermayei taayyüş: yaşam sermayesimıkrası tatlik: boşanma makasıinhira ayrılmarehi hemvarı iffet: iffet, namus yolusureti güzeranı hayat: hayatın geçiş sureti, şekli hiç böyle kara fırtınasına uğramamıştım. eyüp tarikiyle mezarlıklar içinden çok şükür salimen sadabad'a vasıl, araba piyasasını uzak tan seyredebilecek bir mevkide bir ağaca şamandırabend olduk. hep onlar sicimle tamir edildi. yol esnasında galiba kağıthane'ye selameti vusulü müz için her türbenin önünde fatihahan olan arabacım mevkii mahsusundan ağır ağır indi: beyefendi işte kağıthane! arabacım başını tamirattan kaldırmıyor, ben de pişi tedkikimde dolam dolam dolanan zenciri gerduneden gözlerimi ayırmıyorum. bedia'nın arabasını uzaktan görsem tanırım fakat ona benzer meydanda bir şey yok. bir saat öyle vakit geçirdik. bizim za vallı ihtiyar tamirden usanmadı. arada bana: beyefendi! kol kayışını da tamir ettim, allah'ın izniyle dönüş te rahat gideceğiz. gibi bir şey söylüyordu. ben de yarım kulakla dinlediğim bu sadedilane cümlelere bazen kuru bir tebessümle, ba zen de oh oh. ne ala. gibi kısa cümlelerle cevap veriyordum. benim tuttuğum hile yolunu bedia'nın tutmuş olması ihtimalini düşünüyordum. da bugün yüzüne kalın bir peçe örtüp çarşaflanarak bir kira arabasına binmişse ben kendi sini nereden tanıyacağım? elde çarşaf gibi bir vasıtai tesettür ol duktan sonra bir kadın için ketmi hüviyyet elbette erkeğinkinden kolaydır. işte bu ihtimalin zihnime vürudu canımı sıktı. ben böyle kokmuş kira arabalarında bin türlü ızdırap içinde didegüşayı te cessüs iken belki yine pandomima karşımda oynuyor da haberim olmuyor. ne elim hal? ben bu teellümatta iken arabacı bir aralık pencerenin önüne geldi. mükedderane bana sicim bitmeyey di argacı da güzelce bağlayacaktım. onun ıstılahınca argaç' koşumun neresidir bilmem ki. cümlei istiğrabiyye: garip cümleruyı beşaşet: güler yüz aman deme beyim! artık gözüm sevgili zevcemden başka hiç bir şey görmez oldu. ara kayışı değil, hayvanların dörder bacağı birden kopsa yine iştirakı teessüre vaktim yoktu. bedia yine ken di arabasında. fakat bugün tuvalet başka, bu hafta koyu şarabi atlas ferace giymiş. ellerinde renkte eldivenlikler. karşısında yine halayık. onu bana satsalar hakikate vukuf için bütün servetimi feda eder alırdım. bedia içinde kemali vakur temkin ile oturuyor, gülmüyor, lakırtı etmiyor. etrafa baktığı bile fark olunmuyor. bedia'nın kupasını bilairae piyasa katarına girmesini fakat daima kupaya karşı gelecek bir sırada bulunması nı tembih ile emrimi güzelce icra ettiği surette bahşişi bol vereceği mi anlattım. argacın da gün istima linden pek ümit kesilmeyecek bir halde bulunduğunu anlattı. esnada bedia'nın arabası karşıdan koptu. ben sevinçle hah işte, nihayet koptu! arabacı şaşırarak: haydi baba haydi. ben sana şimdi argacı sormuyorum. bedia'nın kupasını göstererek: ta işte karının karşı sırasında dolanacağız değil mi? evet. arabacının gözleri kayışlarda, benimkiler de bedia'nın kupa sında. dön efendim dönmez misin! arabadan arabaya atılan saç maların ufak tefek serpintileri bize de geliyordu. perdelerin kapalı olması bazı zenperestanı yaveguyanın merakını celbettiğinden içinde beni kadın zannıyla harfendazlık ediyorlar arabanın eski liği, mechuliyyeti melahatim manii iltifatları olamıyordu. fakat bizim boşboğaz ihtiyar, erkek müşterisine söz atılmaktaki garabeti tecavüze bir türlü tahammül edemeyerek: kapalı perdeye söz atanlar, bedia gibi bir perestei cemale ne yapmazlar? etraftan yağan adi kelimata, rezilane cümlelere zaval lı zevcem sıkılıyor, kaşlarını çatmakla mukabele ediyor. rakibim nerede? bedia'nın bu temkini iffetperveranesi sevgilisine karşı hoş görünmek, ondan gayrı kim sede gözü olmadığını ispat etmek için midir? zevcemin durgunlu ğu, dalgınlığı bence müziç bir sıkleti derundan başka bir şeyle kabili tefsir değildi. bazen bir tavrı mefturane ile başını ara banın arkasına dayıyor. eldivenlik içindeki güzel ellerini uğuş de karbana karışmak yolunu tuttuk. pudrasını tazeleyen hanımlar gibi arabanın perdelerini indirdim. perdeler delik deşik olduğundan kafes arkasında oturur gibi içeriden dışarısı pekala görünüyordu. arabacım sanattaki mahareti nispetinde bir göz hesabıyla uzaktan katarda gireceğimiz sırayı bittayin küheylanlara dah' dedi. neyi ne gerek ki kapalı perdeye laf atarsın. gibi falso sözlerle foya yı meydana çıkarıyor. hemen hiçbir şey keşfedemedim. kalbimde birdenbire yine bedia'ya görünmek arzusu peyda oldu. yine dolu dizgin kaçacak mı? meyus çehresinde ne gibi alaimi hissiyyat peyda olacak? gönlümde bir arzu uyandı mı artık hiçbir muhake mei makule onu icradan beni menedemez. her zarara işte bu zayıf hilkatimden dolayı uğrarım. bir şey aklıma geldi mi onu yapmalı yım. turuyor, baktığını belli etmez bir ihtiyatla etrafını tecessüs ediyor. acaba sevgilisi gelmedi mi? bu elemi derununu onun intizarı şedidi mi tevlit ediyor? bedia'ya yakın geçen bütün erkek arabalarını tetkik ettim. yalnız, muntazamca bir kira arabasının köşesine çekilmiş gözlüklü bir bey evvela biraz iştibahımı celbetti. da arabası içinde melul, mahzun dolaşıyor, bedia'ya karşı geçtikçe dalgın dalgın bakıyor. fakat bu dalgın nazarı bedia'nın arabasına münhasır değil. ekser defa diğer arabalara da initaf ediyor. mahzun nazarlı bu gözlüklü gencin ka ğıthane'deki mevcudiyetinden bedia'nın haberi yok gibi. ona hiç ehemmiyet vermiyor. bir tesadüfi nazar kabilinden bile tara fa bakmıyor. canı sıkılırsa argacı tamir ile vakit geçirerek orada beni beklemesini arabacıya bittenbih piyasa mahallindeki ağaçlığa doğru yürüdüm. arabaları yakından görecek bir mevki intihabıyla kahveciden bir iskemle istedim. maksadı takibimi anlar havfıyla kendisine eski arabamla gö rünmeyi münasip bulmadım. perdeyi sıyırıp camı indirerek babalı ğın yırtık paltosundan çektim. kirli bir tepsi derununda bir bardak bulanık su, katran rengin de bir fincan kahve getirildi. be dia'nın arabası bulunan sıranın geçidi başladı. bir, iki, üç, arkadan dördüncü araba onunki. yüreğimde peyda olan halecan, alimal lah, bastona müstenit başımı saat rakkası gibi sarsıyordu. rengim ne hale girdi artık onu bilmiyorum. araba ağır bir hareketle geldi geldi, tam bana karşı hiza aldı. bedia gözlerini boşluğa dikmiş, öyle dalgın duruyor. hemen hanımını dürttü. zevcemin bir raşei atiye ile vücudu lerzedar oldu. sanki bütün mev cudiyyeti maddiyye ve maneviyyem gözlerdeki cazibei sahire ye takıldı kaldı. bu giryei teessür vehleten nasıl geldi? katreler yanaklarımı yakmasaydı ihtimal ağladığımın da farkında olmayacaktım. araba ilerledi. fakat tesirine hayrette kaldığım bir mıknatıs nazarımı arabayla sürüklü yor. makamını seyreden muhtazırlar gibi gözlerim oraya dikilmiş duruyor. derken arabanın penceresinden dışarı bir baş uzandı. bedia bana bakıyor. onun da halecandan çehresi gülgun olmuş. ah gözlerime inanamayacağım geliyor. evet onun da. onun da çeşmanı semafamından iki eşkpare ruhsarını yaka yaka yuvar landı, yaşmağını ıslattı. eğer öyleyse bu rüyayı saadeti uzat. heyhat rüya. rüya. alemi bidaride görülen rüyalardan. hayvanlar dörtnala koşuyor. süratle dönmekten tekerleklerin kuturları görünmez oluyor. bedia kaçıyor. evamili ruhum arabasıyla sehabı gubar içinde uçuyor. beni böyraşei atiye: sonradan gelen titremecazibei sahire: büyülü tesiralemi bidari: uyanıklıknim bihuşi: yarı baygınlık, sersemlikçeşmanı semafam: mavi gözler le giryan bırakıp nereye gidiyorsun? rehgüzarı firarı na yatayım, bari vücudumu çiğneyerek git. şikayetiyle feryat et mek istedim. bu yolda ismaı teellümmüvki müsait değil. cebimden elime kaç para geçtiyse kahve tepsisine fırlattım, koş maya başladım. o, yokuşu yarıladı bile. bir müddet alık alık dağa doğru baktım. benim için durmak zamanı değildi. ama argacı bozuk, miskin hayvanlarla bedia'yı takip ka bil midir? nihayet arabacının yanına gittim. başka darü'lamanım yok ki. ihtiyar beni görünce meyusane: cevelan: dolaşma marika hanım'ın şarkısı gibi, gözlerim dağda öyle bir müd det daha oralarda mecnunane cevelan ettim. gözüme boş bir ara ba ilişti. araba da hayvanları da zararsız: darü'laman: sığınılacak yer şakaya latifeye vaktim yok kuzum, işim acele de onun için veriyorum. argaçtan hayır yoksa senin de bana lüzumun yok. sözüyle babalığa bahşiş ücretini tediye edip oradan savuştum. böyle müte essir bir zamanımda argaç derdi dinlemedense yayan yürümeyi her halde hayırlı addettim. arabacı, kemali azametle: yapayım derken bütün bütün bozdum. bu argaçtan hayır yok. dedi. senin müşterin varsa bak benim de iki adet liram var. hangi arabacı giderse ona vereceğim. ismaı teellüm: teellümü dinletme müşterim var. herif beni sarhoş zannıyla: ben de: arabaya atladım. herif müşterilerinden kaçmak için hayvanları kamçıladı. hay vanlar soluk soluğa yokuşu çıktılar. orada otuz kırk araba vadiye karşı ahzı mevki etmişler, aşağıda başlayan sev da pandomimasının mabadı pencereden pencereye burada itmam ediliyor. kim bilir bu işaret komedyasının fusuli leylesi nere de oynanacak? bu muaşaka sahnesinin dekoru pek mükemmel. akşam takarrüp etmiş, üzerlerine kabusı muhabbet gibi hafif bir sis çökmüş. sanki bir hissi hiras ile birbirinin zıllı himayesine sokulmuş görünen tilale karşı nazar hülyayı emel kadar vasi bir ufuk içinde devrediyor. şarka bakınız, şişli kabristanında yatan ashabı yesarın vereseleri tarafından müteveffaların tezkir namelerinden ziyade, bıraktıkları zer simi tebcilen inşa ettirilen mermer mozolelerin ebyaziyyeti safiyesi ve kilisenin kubbesi çapkınlar iki saattir karı kuyruğunda dolaşıyorlar. bıçkın şeyler. sonra belaya girmek ihtimali var ama. iki liraya gelen belanın başımın üstünde yeri var. bu yurun beyim buyurun. arabacı şöyle gözlerini çayırlığa dikti. kendini bekleten müşterilerine ağız dolusu bir küfür salıverdikten sonra: verese: mirasçılar benim arabanın öyle argacı margacı yoktur. evvelki arabacı nız ya akay' olmalı ya da muhacir. sizden işitiyorum. nasıl şeydir bilmiyorum ama benim yaya kalmama işte ar gaç sebep oldu. zıllı himaye: himayenin gölgesiebyaziyyeti safiye: saf beyazlıkashabı yesar: zenginler nasıl argaç? biraz şimale dönünüz, büyükdere'ye giden şosenin sıra ağaçları nı tepeleri yaprak açmış birer parmaklık gibi görürsünüz. daha şimale bir pergarı nazar çeviriniz, yekdiğerinin zuhurundan na zarendazı teessür ola ola akşamın sisleri içinde ale'dderecat boğulmaya hazırlanan şevahıkı gönlünüze bir hissi tenhai, bir hü zün ve haşyet ilka eder. azıcık illeti şairiyyeniz varsa kalabalık içinde kalbiniz vahdetgüzini melal olur. artık sem'iniz elsi nei beşeriyyeden hiçbirinin teessüratı hakikiyyeyi ifadeden aciz kelimat hayidesi işitmek istemez. aşiyanına geç kalmış bir kuşun nağmei isticali gibi razı tabiattan naleler ararsınız. setrei zala ma boyun eğmiş silsilelerin menazırı sakitanesi sizi daha ile rilere götürür. afakşikaflık gibi bir arzuyı tufulaneye düşer. daha ötelerini daha ötelerini görmek, vuhuş tuyurun izlerini takip ile müşafehelerini dinlemek istersiniz. akşamın esrarı hazini serpilmiş hep bu tepeler, ufuklardan his seçini teessür ola ola cenuba teveccüh edersiniz. istanbul mukaddesi merkezi vatanımız hululi şebki takarrüble setrei habını yavaş yavaş üzerine çekerek cemaline aşık olan tarihin barulardan bin terane ile mahmurı nevm başını boğaz'ın methaline vermiş. hemyazei naz görünüyor. döşeği marmara, nigehbanı çamlıca olan bu maşukai cihanın kabarmış sinesi üzerinde nazarı meftunane edirnekapısı'ndan sultan selim, süleymaniye, beyazıt, pergarı nazar: nazar pergelimahmurı nevm: uykudan mahmurmenazırı sakitane: sakitane manzaralaarzuyı tufulane: çocukça arzu ale'dderecat: derece derece, yavaş yavaş mukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezihisseçini teessür: teessür hissesi almavahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilmenazarendazı teessür: teessürle bakmaale'dderecat: derece derece, yavaş yavaşvahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilmemenazırı sakitane: sakitane manzaralararzuyı tufulane: çocukça arzuvuhuş tuyur: yabani hayvanlar ve kuşlarhisseçini teessür: teessür hissesi almamukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezihululi şebki takarrüb: yaklaşan gecemahmurı nevm: uykudan mahmur tepedeki sevda komedyası içinde maşukasını kaçırmış bir şaşkın aktör tavrıyla etrafıma bakındım. göz göze, kaş kaşa dad sited yolunda. dağa, bayıra bakan kim? kabil olsa bilakis iki araba halkı tek arabaya do lacak. gönüller hep fikri takarrüble suzan. herkesin maşukası kendinin olsun. fakat be nimki nerede? galiba hayvanlara hiç soluk aldırmadan firar etmiş. gözyaşları neydi? bahusus benim bu geceki halim ne olacak? iki damla gözyaşı bütün muhakematımı zir zeber, olan ca akıl ve fikrimi tarumar etti. akşam yine meyusen haneme avdet ettim. hep böyle meyusen azimeti avdet. fakat bu defaki meyusiyetim tatlı. bedia iki katrei eşkiyle pişi sevdama öyle bülendeyvan bir takı ümid rekzetti ki bundan sürurı muzaffera nem nasıl olacağını tayin edemeyerek etrafında biaram dönüyorum. sabavetimizde avazei lu'bumuzla çınlattığımız sokaklar, ziri sükufunda doğduğumuz haneler, bize karargahı ebediyyet olacak mezarlıklar sanki hep, uzemayı ecdadınızı sinesinde saklayan, evladı müstakbelenize esbabı maişet hazırlayan bu peri sizin validenizdir. ayasofya cevamii şerifesini birer ziyaretle dolaşıyor. tufuliye timizden beri kandilleriyle ramazanlarımızı tebşir, bayramlarımızı tebrik eden minarelerin rüyeti insanda ne kadar hissiyyatı sami miyye uyandırıyor! eblehane muhakematımla zavallı zevcemin ne kadar günahına girmişim! hem bu itha matımda ne kadar ileri vardım? zi faf gecesi bir iki nazına tahammül edemeyerek kendisini hakaretle odadan kovdum. sonra tekmil muhakematı onun aleyhine, kendi lehime yürüttüm. meğer kızcağızın kağıthane'deki hüznüne, sıkleti derununa sebep benmişim. muhterizane nazarlarla aradığı benmişim. düşündü ğü benmişim. hep benmişim. meğerse ben ne adi herifmişim. taharrii meyusanesi bir diğeri için olaydı, gözyaşlarını bana gösterir miydi? en sonra ağlaya ağ laya niçin kaçtı? bana evvelki tesadüflerinde izhar ettiği mütelaşi yane nefret neydi? ne olacak hep beni sevmekten ileri gelme asarı infial. beni şiddetle seviyor fakat vicdanen layıkı muhabbet bulmuyor. bir gün ye'si sevdasına galebe edemeyerek hakika ti bilaihtiyar anlatıvermekten korkuyor. ben sevilecek adam mıyım! bu yaşta iki karı bırakmış. üçüncüsünü ilk gecede kov muş ahlaksız bir çapkın. ah bedia! seni bir kere ele geçirsem ayaklarını gözyaşlarımla ıslata ıslata bütün günahlarımı affettiririm. yarım gecelik feyzi vaslınla sen beni tedip, bütün sui ahvalimden tecrit ettin. artık bana dünyada senden başka vasıtai huzuz kalmadı. böyle ismen değil, hakikaten zevç zevce olarak yaşasak bütün alemdeki zevçlere bir numunei sadakat, bir timsali muhabbet gösterecek bir koca olurum. zalamı kesifiyle mecruh gönülleri kabir gibi sıkan, ezen üzen gecelerde sen de benim için gözyaşı döktün mü? döktün döktün. nüzulünü gördüğüm eşkparelerin leyali iştiyaktan süzülüp gel diğini hissettim. benim için. seni türlü şenaatle itham eden bir hodbin için ağladın öyle mi? ah melek bedia. leyali sabıkamda beni teellümatıyla öldüren rakibi muhay yeli faciası gece işte böyle hiç intizar etmediğim bir zemin nevitaharrii meyusane: meyusane aramaleyali sabıka: geçmiş geceler ne girdi. fakat biz neticeye bakalım. gelecek cuma hiç şüphem yok, bedia kağıthane'ye yine gelecek. ben onu görmeye nasıl can atıyorsam aynı hissi iştiyakla da mütehassis. artık bu hakikati anladım. lakin bu defa kaçırırsam kaçmamazlık etmesin. bir tezkere yazarım. firardan feragati istirhamımı dinle mezse benim hayvanlarım onunkilerden kuvvetsiz değildir. arkası na takılır, birlikte konağına kadar giderim. ama beni tanıyanlar naki bey, kağıthane'de zevcesine alenen kur ediyor diyeceklermiş. desinler. kendilerine alenen kur edilen diğer kadınlar yok mu? hem bu sevdaperdazlığı onlara kocaları değil, yabancı erkekler ediyor. onun telatumı biaramına tutulanların hiçbir aletle tayini cihet ede bilmeleri mümkün değil gibidir. bu biçareler artık cereyanı rüzgar kendilerini hangi sahili selamet veya girdabı muhataraya sevk ederse oraya düşer, ya halas ya mahvolurlar. yahut hiç tu tamıyor. bedia'nın semavi gözlerinden sureti nüzulünü gördüğüm dümuun benim için olduğuna pek çabuk hükmediver mişken bu halin kalbimde tevlit ettiği fartı sürurun temadii leyl üçüncü haftaki kararım işte buydu. asıl bu cumayı iple çekme ye başladım. sürati vürudu arzu edilen eyyama ip takmak tabiri lisanımızda teessüs etmiş terkibattan olmayaydı ben cumaya ha lat, belki ondan daha kuvvetli tünel kayışı falan gibi nadiren kopar kuvvetli bir şey takacaktım. sonra bir sadayı tasdik ile evet evet! bedia'nın cuma bir nazarı muhterizaneyle birini aradığı bence bir hakikati bahi reydi. bunu keşif için mükemmel falcılık lazım ki günlerdeki buhranı hissiyyatım bu kehanete müsait değil. halime gülmeyiniz. gecelerde iskambil falı açmaktan da hali kalmadım. kendimi ispati'nin bacağı, be dia'yı orya'nın kızı farz ediyordum. orya birlisi yani zevce min gönlü daima yabancı bir erkeğe karip düşüyor. bedia'ya yakın zuhur ediyor. bu yolda falla ra katan inanmam. fakat niyetimin böyle ekseriyetle mugayiri arzum bir sureti makusede zuhuru beni ne kadar iğzap ediyor? hele bir gece rakibi muhayyelim olduğundan şüphe ettiğim kara maça bacağını so baya atıp yakmakla da kanaat edemeyerek daima ona karip düştüğü için orya birlisini, bedia'nın gönlünü parça parça ettim. ayakları mın altında çiğnedim. bende fizyolojik bir aksü'lamel hasıl oldu. gözyaşlarının benim için olduğu hakkındaki delaili sabıkam gide gide kuvvetlerini kaybetmeye, onların yerine yine müthiş şüpheler kaim olmaya başladı. sakın bedia: birkaç haftadır bu herif niçin rehgüzarımı gözlüyor? cuma kağıthane'ye gideceğim. bu emelime mu vaffak olamaz da yine kaçırırsam hanesine kadar takip edeceğim. mini mini bir zarfa koydum, taktığım haytai intizarı koparmadan asıla asıla cumayı getirdim. kala balık başlamış. aca ba bu hafta gelmeyecek mi? bu ademi vürudu ihtimali zaten ha lecandan çırpınan kalbimi büsbütün sadrımdan ayrılıp uçacak gibi bir hale getiriyordu. saat sekizi geçti. tahammül olunmaz bir elemi intizarla arabaya sığamaz oldum. arabacım nikoli ile beynimizde şu muhavere geçti: sizi seviyorum. hayatım nakabili inkisar bir riştei ateş ile bu muhabbete muallak kaldı. ya bu zenciri nar, beni size isal edecek ya bir kabre düşürecektir. muhakkak bu ikiden biri vaki olacak. bu teklifim evvela istirhamen vuku bulur, kabul edilmezse sonra emir, daha sonra cebir suretini alacaktır. bütün hayatımı sizi takibe has redeceğim. hanei pederinize değil, müntehayı kainata pervazı firar etseniz kanatlanamazsam kollarımla uçar, yine dameni istiğ nanızdan tutarım. aşkın marazı cinnetten bir fasıl olduğunu kütübi aidesinde görmemişseniz hareketimle size bu emirde bir misal irae eyler bu cehlinizi izale ederim. arabasına atmak için kısa fakat şedit ve katiü'lmüfad bir tezkere yazdım. nakikütübi aide: ait olduğu kitaplarnakabili inkisar: kırılması kabil olmayan dil hirasan, dide giryan. dedim, alt tarafı düşünüyorum, dalmışım. ama nasıl hani ya bazen insanın meşguliyyeti zih niyye tesiriyle bakar da görmez, işitir de anlamaz, bir zamanı olur, işte öyle bir halde iken vehleten bir sürati fevka'lade ile arabam hareket etti. bu müsademe ile dalgınlığım zayil oldu. derhal elimi ceketin yan cebine attım. bedia'nın arabasıyla pencere pencereye geldik, hemen zarfı kucağına fırlattım. sevinç ten deli gibi: uzaktan hayvanları beyaz bir araba gördükçe halecanım artı yor. işte o, işte o diyorum. takarrüp edince yabancı bir araba olduğu anlaşılıyordu. serde illeti şai riyyet yok mu? nazmettiğim iki mısraın mabadını bulmaya uğra şarak: hini hacette: icabındarehgüzar: yolunda şişli tarikiyle gelen arabalara hini hacette karşı çıkabilmek için yokuşun altında muvafık bir mevki intihap et. dediğim arabanın yokuştan indiğini görürsen bizim arabayı onun penceresine yanaştıracak surette üzerine sür. sonra araba nereye giderse bir adım arkasını bırakma. anladın mı? rehgüzarında bu üftaden esiri intizar ben iki hafta evvel kaçırdığımız arabayı biliyorsun ya? medfenim olsun bu yer gelmezse bezme nazlı yar zihnen bunları düşünüyor, gözümü de öndeki arabadan ayır mamaya uğraşıyordum. dış kağıthane'ye çıktık. ahırları, çeş meyi geçtik. hala firar, hala takip, hala sürat. köşkü de geri tarafta bıraktık, gidiyoruz gidiyo ruz. arizamı okuyacak vakit oldu da geçti bile. yol tenhalaştı. anladım ki bedia kordonu çekti. araba sağdan bravo nikoli! galiba onun arabacısı da tembihliymiş. müsademeye benzeyen bu takarrüp ten herif huylandı. bizim nikoli'ye birkaç rumca küfürle beraber dizginleri salıverdi. piyasayı yar dık geçtik. bedia'nın arabacısı dönüp dönüp bizim nikoli'ye sövüyordu. nikoli de aynı mukabe lei nezakette kusur etmeyerek bizim hayvanların burunlarını öteki arabanın arka penceresinden bir karış ayırmıyordu. kendi kendime: halecandan inkıtaı teneffüse uğrar gibi bir şeyler oluyorum. tehdida tımı hiçe mi sayacak? rakibi muhayyelim oralarda mı? yok. yok, bu cesareti gösteremez. benim için henüz mevhum olan şahıs her kim olursa olsun zevcemle arama hakim sıfatıy la giremez. kan olur. ikimizden birinin cesedi biruhu gün mutlak yere serilir. namı ailelerimiz alemin lisanı istihzasına düşer. maverayı cihana gitsen bugün elimden kurtulamazsın be dia. seni böyle takip edeceğim. dedim. arabalarımız toz, zihnim bir hevayı inbisat içinde yine uçuyorduk. ben bu cümlei ara biyyenin mealini tefsire, bununla bana anlatmak istediği maksadı intikale uğraştıkça her tarafımı ihata eden hevayı meserreti ciğer lerim cezb defden aciz kalıyor, sevinçten boğulur gibi oluyordum. zevcemdeki bu tagayyüri hissiyyat anlaşılacak şey değil. bu an meserrette artık bu ciheti muhakeme edemem. neticesinde bir dubara çıkmasın? gün elimden kurtulmak için tertip edilmiş bir saniaya uğramayayım? of ben ne vicdansız adamım. zavallı zevcem, samimiyyeti hissiyyatını müfessir elime bir senet verdi de ben hala aleyhinde şüpheden, tereddütten, suizandan kendimi alamıyorum. geri bir çark etti. bizimki de aynı manevrayı icrada iken bedia'nın ispiri bizim nikoli'ye rumca bir şey söyledi. beyaz kele bek gibi bir kağıt bedia'nın eldivenlikli elinden uçtu. bütün vücudumu en büyük titreme asıl şimdi aldı, desti raşenakimle kağıdı açtım. avuç kadar bir va rakpare. üzerinde kurşun kalemle şu sözler muharrer: piyasayı geçtik. köyü de arkamızda bıraktık. bedia arabasından başını uzattı, bana hitaben: sizden firarım gözyaşlarımı göstermemek içindi. mademki ge çen hafta bu kayda riayet etmedim, mademki istirhamınız emir, em riniz cebirdir. halde, el emrü fevka'ledeb. beyim! zevcenizhevayı inbisat: ferahlık havası bir hayli daha gittik. yeşil yaprak lı dallarını uzatmış ziri sakında mefruş pürtaravet çemenzara sebzeyn sayeler yağdıran bir şemsiye gibi duruyor. bir şitayı vel veleengiz geçirdikten sonra bahar ile taze bir devri inkişafa gi ren gönüllerimizin teatii esrarı için kaliçesi zümrüdi, sakfı yeşil bu ilticagahı sevdayı münasip gördüm. gidiyoruz. gönlüm bir türlü bedia'nın bu muamelesindeki ciddiyete inanmak istemiyor. acaba beni aldatıp dönüverecek mi havfıyla arabamın pence resinden her dakika öteki arabayı tarassuttan kendimi alamıyorum. estağfurullah, emrim değil, teklifim ilk ricada kabul buyurul duğu için şekli istirhamını muhafaza etmiştir. binaenaleyh tazar ruum sizinle görüşmektir. cendere yolu üzerinde tenha bir mevkie kadar gidelim. arabadan indim. elinde pliyan' denilen açılır kapanır küçük bir iskemle ile halayık da çıktı. kızın elinden iskemleyi alarak: işte asıl zifafı kulubümüz orada vuku bulacaktı. bu ağaca yüz elli metrelik mesafede arabaları durduttum. zevcem gü lerek: öyle ise arabanız öne düşsün. mevkii münasibi siz tayin buyurunuz. emriniz! fartı halecandan ben söyleyecek bir söz bulamıyordum. simasına arız olan pembelikten, gözlerinin bakışından, bazen adımlarını şaşırır gibi yürümesinden onun da aynı hali teessürde olduğunu anlıyordum. yalnız dillerimiz söylemiyor fakat esnayı meşyimizdeki her tavır ve hareketimiz yekdiğerimize lisanın if hamdan aciz olduğu razı derunumuzu, dakayıkı hissiyyemizi daha vuzuhla anlatıyordu. elimdeki iskemleyi zevcem isterse arkasını ağaca dayayabilecek bir noktaya koydum: zevcem gün yakası beyaz işlemeli açık eflatun bir ferace giy miş, şemsiye beyaz, eldivenlikler beyaz, elbise beyaz, iskarpinler beyaz. başında hotoz yok. sırma ile ipekten mahluk zannolunan saçlarını son moda kuaförüne refikaten alnından bir iklili zerrin gibi kapatarak bu kabarıklığı tezyit ede ede hemen enseye indirmiş, tatlı bir çıkıntı ile biraz yukarıya toplayıp iliştirmiş. şekilde ki derbederlikle intizam beyninde bu tezeyyün. sanki bir desti perii mevhum bir şane ile orasına burasına dokunup kabartmış. sonra da yaşmak, gümrah sarı saçların, güzel simanın güya en zardan muhafazası için üzerlerine varmış yokmuş denecek hafif bir pare çekmiş fakat şeffafiyetiyle perdei mahremiyyete almak istedi ği çehreye nükteaşub bir letafeti diger vermiş. bedia keten etekliğini çayırların üzerinde sürükleye sürükleye, beyaz ipek dantela şemsiyesinin uzun sapına dayana dayana, barış maya hazırlanan bir kadının mültefitane somurtkanlıklarıyla bana sitemli nazarlar fırlatarak yürüyordu. halayık bana bir mahcubiyyeti istiğrabkarane ile bakarak biraz kızardı. arabacılara birbiriyle barışmaları şartıyla orada durmalarını bittenbih biz mevkii müntehabımı za doğru yürümeye başladık. emir sizindir. mevkii müntehab: seçilen yermahcubiyyeti istiğrabkarane: garip bir mahcubiyetesnayı meşy: yürüyüş esnası nezaketten ari, tehdidamiz bir mektubun üzerine aramızda güne kadar hüküm süren adaveti bertaraf ederek bu gelişiyle bedia hem beni ihya hem de aleyhindeki suizannımın külliyen bie sas olduğunu ispat etti. zevcem nazarımda artık katiyyen tebriye bedia çok yol yürümüş de kesilmiş gibi bir işmizaz, na zarfirib bir kırıtma ile iskemlesine oturdu. ben de karşısına yer leştim. aylardan beri gece rüyamı, gündüz nazarı hülyamı işgal eden bu perestei ruhuma şiddeti meftunanesi tarif olunmaz bir nazarı iştiyakla bakıyor, gözleri mi bir saniye yüzünden ayırmak istemiyordum. talihim onu bana kısmet etmek gibi böyle bir lütufta bulunmuş, ben bu semahati kaderime karşı ne azim küfran ile mukabele etmişim. bu lutfı naşinaslığım yalnız kaderime karşı mı vaki oldu? karşımda du ran meleği ne ağıza alınmaz rezail ile itham ettim. daha yarım saat evvel zihnen rakibi muhayyelimle düello ediyor, onu bir taraftan zuhur ediverecek havfıyla lerzan oluyordum. hiç öyle bir şahsın vücudu olaydı, bedia, kağıthane'nin kalabalığı içinden ayrılıp benimle buralara kadar gelir miydi? onun nazarı takibinden kur tulması kabil olabilir miydi? hayırsız, vicdansız addettiği benim gibi bir zevcin emri hodseranesine tabiyet için kendisini onun na zarı muhabbetinden iskat edecek böyle bir harekete elbette cüret etmezdi. beni düşünmeyiniz. ben şöyle karşınıza çayırlığa oturu rum. yere oturmamda hiç beis yok. zaten nereye bastığımı, ne rede bulunduğumu bilmiyorum ki! yok. yok. buna katan lüzum yok. keşke arabanın döşemesini getirteydik. buyurunuz dedim. ya siz? güzel yüzüne mütehassırane bakarken ithamatım aklıma geliyor, kendi kendime utanıyor, bu suizanlarımdan şimdiye kadar kendine bir şey sezdirmemiş olduğumu düşünerek biraz bununla müteselli oluyordum. lacivert ha dikaları içinde hülyayı sevdama vasi ufuklar keşfettiğim semavi gözlerini çayırın bir noktasına dikerek dalgın dalgın dedi ki: beyefendi! bugün böyle görüşeceğimizi rüyada görsem hay rayormazdım. heyhat! emrinize ademi itaate kendimde kuvvet bulamadım. bu yevmi mülakat benim için hayata, hem eski bildiğim kasvetli hayata değil, lezaizine doyamayaca ğım bir alemi safaya ikinci geliş gibi oldu. of, anlatamıyorum di lim dolaşıyor. eski hayatım hayat değilmiş, ben kendimi bugün doğdum zannediyorum. hissiyatımızdaki mübayeneti kadime hala berdevam mı? bu ruzı mesudu siz niçin hayırlı addetmiyor sunuz? geçen hafta gözlerinizden nüzulünü gördüğüm gözyaşları kimin içindi? bunların esbabı seyelanını keşifte acaba aldandım mı? müthiş bir hakikate kesbi vukufla bundan sonraki hayatımı zehirlenmiş görmedense bu aldanış benim için pek tatlıdır. bedia'nın bu ilk sözlerinden, içinde bulunduğum rüyayı saa detin bidarı menhusunu keşfeder gibi olarak bir lerzişi nevmid ile: beyim! bu sevginize sebep de tafsilatını artık kale almak istemediğim leylei zifafımızdan beri geçen eyyam oldu. gece siz beni sevmemiş yahut ilk tesadüf edilen bir kadın ne ka darcık bir nazarı rağbetle telakki edilebilirse işte öyle bir gözle görmüştünüz. fakat tabiatınızı tamamıyla an kaşlarını çattı. muhteriz bir seda ile dedi ki: bidarı menhus: menhus uyanıklıkmübayeneti kadime: eski ayrılık ladım. sizin amali sevdaperveranenizi her gün tecdit edecek karşınız da bir istihkamı aşk lazım. gönlünüz hakikatten pek çabuk usanı yor. aşkın lezaizi sizin için daima mevhumiyettedir. hakikatle karşı karşıya gelince onun çehresine müddeti medide bakmaktan usanıyor, gide gide bu rüye te tahammül bile getiremiyorsunuz. ayrıldığımız gece ben nazarı nızda belki zerre kadar haizi ehemmiyet olmayan bir kadındım. isyanlarıma biraz hiddet ettiniz. bu hiddetinizi yenmek için diğer kadınlarla teskini arzuya giriştiniz. cüzi bir zamanda onlardan da birer birer bıktınız. karşınızda fetholunmamış yalnız bir kale kaldı. sonra bütün muhacemei hissiyyat hülya nız tarafa döndü. bu hastalığınızı muhabbet zanne diyorsunuz. bu ideal de şekli hakikate girince nazarınızda şimdiki şaşaasını kaybedecek, sonra sonra ötekiler gibi rüyetine tahammül getirilmez müziç bir suret alacaktır. bugün lezaizine doyulmaz bir alemi safaya doğmuş olduğunuzu söylüyorsunuz. buna inanırım, doğrudur. bu yevmi mülakat, hayatınız içindeki en mesut günle rinizden biridir. fakat siz de şuna inanınız ki bu lezzet, bu sefa, bu saadet devam etmeyecektir. pek cüzi bir zaman sonra gönlünüz di ğer bir idealin, meshurun mehasini olacak. sonra zavallı ben. kırılmış, yıkılmış diğer oyuncaklarınızın yanına atılacağım. ilk geceden bu hakikati keşfettiğim için. alt tarafını itmama atılarak dedim ki: şüphe yok. sözü kesti. emelinizde de muvaffak oldunuz. sehlü'lhusul: elde edilmesi kolay şu saatte şüphe olmayan bir şey varsa da benim size olan mu habbetimdir. siz şimdi aşkın sureti umumiyye tabirime müsaade buyurunuz. belki de adiyesinden bahsettiniz. hemen herkes için aşk denilen şey böyle başlar böyle biter. bu nazariyenin bazı müs tesnaları da olabilir, sizin bu şiddetli nazarı muhakeme ve tedkiki niz önünde amali desise edilemeyeceğini işte görüyorum. hasta kalbimi mahir bir cerrahın neşteri ameliyatına açar gibi size şekli hakikisiyle göstereceğim. fakat tedavisinde siz de diriği lutf et meyeceksiniz. evet bedia hanımefendi. ne mertebe canım acısa bağırmayacağım, şikayet etmeyeceğim. neşteri tedavinizi yüre ğimin en derin ecvafına kadar sokunuz. oralarda müterakim müf sidi hayat, hunı marazı akıtınız. bu ameliyatınız ne kadar sürerse sürsün tahammül edeceğim. of demeyeceğim. yalnız sizden bir ricam var, beni öldürmeyiniz. bu gönül tababetindeki bütün haza katinizi gösteriniz. siz olmasanız hayatın nazarımda ehemmiyeti yok. her şeyi itiraf ediyorum. bu marazdan valideynim beni kurtarmaya uğraştılar. muvaffa kiyyeti halas kabil olmadı. hem de nasıl sevmek. ateşi muhabbetim her günün müruruyla birkaç misli tezayüt ediyor. bedia amik bir nazarı tefekkürle gözlerini dağlara ufukla ra doğru dikti. artık cevap vermiyor, beni endişeye düşürecek bir çatkınlıkla düşünüyordu. bir cevap ala mayınca tahammül edemedim. nerede bulunduğumuzu unutarak beyaz eldivenlikli ellerinden yakaladım. gözyaşlarımı feracesine serperek: nasıl bir uçurumun kenarında bulunduğumu söyledim. bu mezarı aşka beni bir tepme ile atıp da geçivermezsiniz değil mi? duvağımı açtığınız gece siz firaşı meserretinize mahkum üçüncü bir kız karşısında bulunuyordunuz. bense ömrümde ilk defa olarak henüz tanımadığım bir erkeğe yüzü açık görünüyordum. sizi görünce gönlümde öyle bir mukaddimei muhabbet galeyana başladı ki birkaç gün beraber yaşasak ve bütün bütün esiri sevdanız olup kalacağımı anladım. evet gönlümde size karşı işte kadar büyük bir istidadı irtibat hissettim. lisanınız beni iğfale uğraşıyor fakat gözleriniz muvakkat bir arzuyla parlıyor, sözlerinizin samimi olmadığını anlatıyordu. ben zaman kendimi iki tehlike arasında gördüm. birinci tehlike, tahtı zevciyyetiniz de kalıp kısa bir müddet geçireceğim mesudane ömürden sonra bir kuşei nisyana atılmak, bıkılmak, müteakiben de bir iftirakı ebe diye uğramaktı. seven bir kadın için sevilmemek kadar dünyada bedbahtlık olur mu? bu felaketten kurtulmak ancak bir tedbir ile kabildi. da bir yolunu bulup hanenize bir daha avdet edemeyecek surette kendimi oradan kovdurmaktı. avdetimi derecei istihaleye getirecek bir gürültü ile konağınızdan bir kere çıktıktan sonra ya gönlüm sizi sevmekte devam ederse? za man halim ne olacaktı? fakat bu ikinci tehlikeyi birincisine nispe bir habbesi uğruna bütün hunı hayatı isara hazır olduğum bu elmaspareler kimin için dökülüyor. bunların sebebi nüzulü ne dir? onu söyle, saadet yahut felaketi hayatım biliniz bu bir sözle taayyün eder. ondan da hazin hazin kataratı teessür seyelana başladı. gözlerimi gözlerine dikerek sordum ki: istidadı irtibat: bağlanma eğilimikataratı teessür: üzüntü damlaları bedia irat ettiğim suale diğer bir noktadan cevap vererek: peki beyefendi peki. meyus olmayınız, sizi kurtarmak için kendimi feda edeceğim. buna mukabil de sizden hiçbir fedakarlık talep etmeyeceğim. maksadınızı anlayamadım. bilmeye bilmeye hissiyyatı muztaribane alamı mütehassiranemizde bu müşahebet hasıl olmuş. bu hakikat işte birimiz beyanı teellüm ederken diğerinin suzişi derununu takrir eder gibi meydana koyduğu mutabakatı hissiyye ile sabit oluyor. fakat beyim bu müşabeheti tamme içinde yine aramızda büyük bir fark vardır. müsaade buyurunuz onu teşrih ede yim. sizin bana olan muhabbetiniz muvakkat, benimki ise müeb bettir. sizi unutabileceğime zaman yüzde elli ihtimal veriyordum. meğer aldanıyormuşum. ilk eyyamı iftirakım kadar me yusane değildi. nasıl oldu bilemiyordum, anlayamıyordum, müc rim ihtirakını ehemmiyetsiz zanneylediğim kıvılcım kalbimdeki narı şiddetini gittikçe tevsi etti. sizi unutabilirim vehmiyle ihtiyar ettiğim bu ikinci suret büsbütün harabıma sebep oldu. gide gide hale geldim ki gözümde bütün cihan sizden ibaret oldu kaldı. artık hiçbir şeyi göremez, daima sizi düşünür oldum. size hasrı tefek kür ede ede hayatım adeta medit bir rüya halini aldı. bu rüyada kendimi de bilmiyor, yalnız sizinle uğraşıyordum. ah bedia, artık yetişir. yetişir. tıpkı benim halim. tıpkı benim çektiklerim. benim uğradığım teellümatı güya bir mües siri manevi, aynı aynına, noktası noktasına sana da çektirmiş. bu teşabühi hissiyyata şaştım. böyle sokak ortası demek olan çayırlıklarda, ağaç altlarında iki yabancı gibi söyleşip ağlaşmayalım. haydi evimize gidelim. bedia katiyyet beyan eder bir işaretle la kırtımı kesti. yine kendisi devam ederek: burada ikimizin gözyaşı birbirine karıştı. sevinçten mecnuna dönerek dedim ki: müşabeheti tamme: tam benzerlikhasrı tefekkür: düşünce hasretme, düşünmeteşabühi hissiyyat: hissiyat benzerliği bugünkü niyetiniz beni müebbeden sevmektir. fakat niyet ile fiiliyat arasındaki mesafenin ne kadar sabü'lmürur uzun bir yol olduğunu bilirsiniz. la kin bunların cümlesini fiile getirmeye muvaffak olabilir miyiz? aşk hususunda kalben mariz bulunduğunuzu hatta marazın muhtacı ameliyyat olduğunu deminden anlattınız. mahir bir cerrah arıyor sunuz. bu ameliyatı mahiyyeti icraya bende kabiliyet var zan nediyorsunuz. ben sizin cerrahı kalbiniz olamam. kendi hissiyatına mağlup bir kadın, bu ameliyatı bir diğeri üzerinde nasıl icra edebilir? böyle bir ameliyata el uzatacak bir kimsenin evvela kendi kalbi kuvvetli olmalı. bin nefs metaneti fevka'lade sahibi bulunmalı. bakınız bende me tanetten eser var mı? bu hafta da safdilane bütün esrarı derunumu meydana döktüm. bu itirafım nazarı muhabbetinizdeki kıy meti biraz tenzil etti değil mi? deminden yani bu itirafımdan evvel beni daha ziyade seviyordunuz. bir er keğe, seni ziyade seviyorum, demek bir kadın için zorla kendi ken dini onun nazarı sevdasından düşürmektir. bu bapta tecrübem yok fakat romanlarda böyle okudum. bu cidali muhabbetteki en müessir silah, kalp teki ateşin alevini lüzumundan fazla hasmına göstermemektir. her ha kikati olduğu gibi söylüyorum. düştüğüm bu girivi sevdanın ne tarafına gitsem bir mahreci halas yok. sizden ayrı yaşasam iş tiyakınıza tahammül edemeyeceğim. birleşsek aşkın tarif ettiğim nazariyyei umumiyyesi ahkamınca bir müddet sonra usanılmış bir kadın olacağım. alamı tahassürünüz içinde yaşamaktansa mazlumı sevdanız olmayı tercih ettim. magirivi sevda: sevda çığlıklarısabü'lmürur: geçilmesi, aşılması güç olanmahreci halas: çıkış noktası, kurtuluş demki bast ettiğim nazariye umumi gibidir, mademki siz de en sevdiği kadından üç dört ayda bıkan erkeklerdensiniz, mademki gönlünüzü bu vefayı biganegi hilkatten çevirmek, müebbeden kendime hasretmek kabil değildir. halde, of. halde kendimi sizden bir iftirakı ebedi mahkum etmek lazım gelir. anlıyorum ki bu iftirak benim için yanınızda bulunup da mazlumı aşkınız ol mak ızdırabatından daha müessir, daha müthiş olacak, beni daha çabuk öldürecek. artık zevç zevce olarak birlikte yaşayalım, ben den usanıncaya kadar beraber geçireceğimiz ömri mesudane velev ki pek kısa olsun, işte saadet bana müddeti hayatımca kafidir. artık onun yadı huzuzuyla yaşar, uğrayacağım ıztırabatı hırmanı lezaizin tahatturuyla tahfife uğraşırım. sizden yalnız bir istirhamım var. kamı sevdanızı aldıktan sonra benden usandığınız, artık nazarınızda iştişmamında buyı lezzet bulunmaz pejmürde bir çiçek halini aldığım zaman eski zevceleriniz gibi bittatlik beni ha nenizden tardetmeyiniz. evinizde yanınızda kalayım. arzu ettiğiniz kadını seviniz. ağzımdan bir kelimei muaheze. bir sadayı şikayet. bir sitemi mazlumane çıkmayacaktır. siz kamyab olunuz. velev nefsimce mucibi eza olsun, velev huzuzunuzu benden başkalarında arayınız. sizin zevki hayatınızı uzaktan seyretmeyi de kendim için bir nevi bahtiyarlık addetmeye uğraşacağım. sözün burasında naki bey'in çehresi ateş kesildi. başını iki eli arasına aldı. seyelanı dümuundan ıs lanmış çehresini mendiliyle silerek: vefayı biganegi: vefasızlıkkelimei muaheze: tenkit edici söz limonatayı verdim. bardağı iade ettiği esnadaki bakışından korktum. ayağa kalktı: birader, iki yudum limonata lütfediniz, boğulacağım. dedi. demek biz zevç zevce ilk geceden yekdiğerimizi sevmişiz. gelin, bana kendini dirhem dirhem satmak istemiş. haki katte kendisini bir paraya almak istememişim. gelin bunun farkına varmış, istiğnasını hakaret derecesine vardırmış. ben de hakarete mukabeleden geri durmamışım. sureti acibede müfarakatımız dan sonra her ikimizin hayali yekdiğerimizin kalbinde canrüba birer şekil almış. nihayet alev saçağı sarmış. benim gönlümde o, onun gönlünde ben. artık bütün dünya nazarımızda mefkut halini almış. cihan bize görünmez olmuş. artık gururı nefs falan bir tarafa kalmış. gözyaşlarımızla birbirimize hakikati anlatmışız. görünüşte hakikatı hal bundan ibaret. gün bedia ile mazinin bu acı eyyamından badema bahsetmemeye karar ver dik. kayınpeder kayınva bir parça hava. bir parça hava. nefes alamıyor gibiyim. mırıltılarıyla biraz gezindi. bedia'nın sözlerinde bu derece mu cibi teessür olacak bir şey göremediğim için bir nazarı istiğrabla naki bey'e bakıyordum. sureti nazarımdan sebebi istiğrabımı anlayarak: beyim! kulubı beşeriyyeyi teşhiste ne derece keskin bir na zarı tedkike malik olsanız bu noktada sanatınız para etmez. ro mancılık, zevcemin şu ifadatı zımnından çıkacak hakayıkı müd hişeyi keşiften acizdir. zevcemin bu sözlerine şimdi dikkat ediniz, sonra göreceğiniz ahval ile bunları mukayese buyurunuz. sonra hikayem üç gecede bitmez. üç gün sonra bedia'yı bize getirdim. gelinlerini fevkalade bir ruyı beşaşet, izzet ikramla kabul ettiler. zevcemle altı ay kadar derece bahtiyarane bir ömür geçir dim ki hayattan aldığım lezzetin işte bu altı aydan ibaret olduğunu iddia edebilirim. meğer bediasız geçen diğer sinini ömrüm ha yat değilmiş. meğer mesudane yaşamak için insana ruhı istinas bir refika lazımmış. bedia, nazarımda refika da değil, adeta ruhı nefsani hükmünü aldı. kendini altı yedi saat görmesem saati ta hassürün her biri bana birer mahı iştiyak kadar medit gelirdi. bir yerde duramaz, haneme koşardım. ayak sesimi duyunca hemen beni beşuş, mültefit bir çehre ile merdivenlerden istikbal eder, koltuğuma girer, odaya götürür. leta fetine doyamadığım ruhnevaz tebessümleriyle ekseriya ilk sözü şöyle olur: mahzun olma beyim, kanaryana dokunmadım. şimdi tüneği üzerinde pinekleyip oturuyor. galiba yarın sabah bize okuyacağı bey. bir kabahat, büyük küstahlık ettim. beni affedecek mi siniz? evvela af vadet ben de cürmümü söyleyim. olabilir ya! bey, sevdiğiniz sofadaki kanaryayı bugün ok şarken mesela elimden kaçırıvermiş olsam sonra da kedi kapsa, bu kabahat sayılmaz mı? acaba senin hangi hareketin nazarımda kabahatten madut olabilir? sayılmaz. böyle bir kaza vuku bulmuş olsa küçük sarı mahlukun kedi pençesinde sureti helakine dair bu gece birlikte bir mersiye nazmederiz. müşaaremiz, bir erkeği fartı huzuzdan çıldırtacak latifeler le hitam bulur. gün okuduğu fransızca romanlardan benim için intihap ettiği sahifelerin kıraatine nöbet gelir. muharririn tasvire uğraştığı hissiyyatı rakikayı sedasıyla noktası noktasına canlandı rarak okur, beni teheyyüç içinde bırakır. hep bu parçalar mazlumiy yeti nisvana ait akşamdan intihap edilmiştir. zevcesine ihanet eden kocaların ahvali riyakaranelerini, karılarını bir habı iğfal içinde bulundurmak için akşam sabah söyledikleri yalanları okurken benzi sararır, ihtizazı sadası artar. baygın baygın yüzüme bakarak: nasıl, beğendin mi? senin de söylemek istediklerin bunlar değil miydi? bir doktor ikimizin de nabzını muayene etse kalplerimizin hemahengi daraban olduğunu anlar. bir rubı saniye ne ileri ne geri. bütün ihtizazatı vücudum yedi kudretle senin arzuların üzerine ayar edilmiş zihayat bir saat gibi son saniyesine kadar böyle işleyecektir. düşündüklerini işte bunun için derhal hissediyorum. ah bu erkekler, serzenişiyle beni yukarıdan aşağıya kadar süzer. diğer erkeklerin mayubiyyeti hıya netleri tamamıyla bana raci imiş gibi karşısında suçluya döner, va'di afv istediği kabahati nedir bilir misiniz? yarım bıraktı ğım birkaç şiiri itmam etmiş. ilave ettiği mısralar benimkilerden parlak. birlikte onları okuruz. yazdığım mısralardan yazacaklarımdaki fikirlerime bilintikal nazmettiği hissiyyatı rakikaya hayrette kalırım. sonra boynuma sarılarak sorar: bestelerin notasını tertip ediyor. kanaryadan ziyade sevdiğin bir şeye dokundum. oof. kadar yüreğin oynamasın. işte, der, önüme bir deste kağıt getirir. hissiyyatı rakika: ince hislerbilintikal: naklederek neye? fırtına mukaddematı, bedia'da bir iç sıkıntısıyla runüma oldu. eve gelirim, kendini daima mah zun, meyus, mütefekkir bulurum. kendine bir sual irat edilmeyince söz söylemez, en uzun suallere en kısa cevaplar verir, hemen bahsi kapatmak ister, iltifat edilse hakaret telakki eder, hakkında edilen her muameleyi sui tefsire yol arar, söylediğim sözlerden hilafı maksad bin türlü mana çıkarır. ne yapsam kendine fena gelir. yaranmak için ihtiyar ettiğim fedakarlıkların hiçbiri gözüne görün mez. ros sini, schubert, Wagner, verdi, gounod, offenbach, massenet gibi eski yeni avrupa esatizei musikiyyesinin en müheyyici ruh havalarını kendi taganniyyatı samianevazıyla karıştırarak çalar, zaman ben şairlikten çıkar, serapa sünuhat kesilirim. kendi mi beyne'ssema ve'larz perran bulurum, ebkarı efkar, vezinler, kafiyeler nevin tabirler gümrahı tecelliyat gibi her tarafımdan ya ğar. sonra yavaş yavaş hava değişti. ufkı imtizacımızda ufak tefek sahibi tekeddür peyda olmaya başladı. böyle beni biraz üzer, sonra piyanonun başına geçer. bu ithamatına karşı nevi ricali müdafaaya kalkışmak hiç uymaz. derhal: taganniyyatı samianevaz: kendi tegannisiylerunüma olmak: baş göstermek, ortaya çıkmak müheyyici ruh: ruhu heyecana getiren of, bu ahlaksız muharrirler! para kazanmak için her yaveyi rengi hakikate sokmak isteyen bu herzegular. bakınız bakınız cemiyyeti medeniyye içinde vücudu olmayan ne saadetler tasvir ediyorlar? birkaç para derceyb etmek maksadıyla mevhumata vü cut vermeye uğraşırlar. haki kat acı, yalan tatlıdır. herkesin ağzına birer parmak bal çalmak, pa ralarını inek gibi sağmak. işte bütün marifeti edebiyye, onlarca sırrı tahrir bundan ibaret. tasvir olunan şu karı kocayı, bu aşık maşuku bir kere oku yunuz. birbirini hiç aldatmamışlar. bir kere olsun gücendirmemişler. herifin hariçte gönlüne vasıtai telezzüz arayacak kadar ya aklı yokmuş ya parası. orasını müellif bey pek söze katmıyor. sonra kadın teverrümen vefat etmiş. hiç böyle sefasından teverrüm edeni de görmedim. en gülünç yeri de işte şurası: zevceyi sadıkası lahdi güzini istirahat olduktan sonra bu nalegah hayatta eşsiz kumru gibi tek kalan zevç aylarla ağlamış! aman ne tatsız ya lanlar! tezevvüci saniyeden bu yılgın lığı herifin ilk karısından fartı memnuniyyete mi artık neye delalet eder orasını bilemem? taşı bana tenkih edecek bir imam bulursanız ev lenirim. mezar taşının bir insana akdine cesaret edecek bir imam bulunmamış. birkaç zaman sonra bu zevci fir katzede sizler baki yürümüş, götürmüşler merhumenin yanına yatırmışlar. bir hokkanın içine ağlamış ağlamış gözyaşı biriktirmiş, kaç dirhem ağlamış ona dair sarahat yok. hamei gamginini bu eşki teessüre batırmış, tenkih: nikahlamamüşahedatı nikbinane: iyimser görüşlerteverrümen: verem olarakhamei gamgin: gamla dolu kalem zevci firkatzede: ayrı düşmüş zevç fartı saadetten teverrüm eden zevce ile onu ağlaya ağlaya takipte çok teehhür etmeyen zevcin, bu iki firkatzedenin vefatları hakkında feci bir tarih nazmetmiş. manalı manalı yüzüme bakarak: böyle mezara kadar devam eden muhabbetler de iyi değildir. benden mahlul kalacak muhabbetinizi diğer bir kadının gönlüne defnediniz. bu hanelerden birine müteveffiye zevcelerinizin adedi makabirini, diğerine de onların muhallefatı sevdalarıyla yeniden yeni zaferyabı muhabbetleri olacağınız bahtiyaran nisvanın isimlerini kayıt buyurunuz. gönül ticaretiyle meşgul bulunduğunuz için ticarethanei kalbinizin me dhulat medfuatını bilmeniz faydadan hali değildir. vakıa bu usuli ticaretin muhabbete tatbiki şairane olmazsa da siz bu hususı mü himmi fanileştirmiş olursunuz. sevgili beyim! ben de böyle lezzeti muhabbetimizle fartı safadan teverrüm ettiğim zaman makberi garibanemde cariyeni zi yalnız bırakmamak için vuku bulacak takibi müstacelenizden sonra hakkımızda gözyaşıyla bir tarihi vefatkeşide kilki nazm edecek elbette budala bir şair bulunur değil mi? bu serzenişler saatlerle sürer, gün için sarf edilecek başka zehirli söz bulamayınca bu sitemlerin tecdidi sünuhatı için piya nonun önüne geçer: size bir ölü havası çalayım. iyi dinleyiniz. işte napole on'un cenaze marşı. onun kişverküşalıktaki şöhreti hemen zatıa linizin fethi kulubı nisvandaki sıytınıza takarrüp etmişti. sonra asabi bir kahkaha koparır, bu kahkahalar hayli devam eder gözlerini yüzüme dikerek! ara sıra bu acip marazına itidal gelir, zaman özürler serdeder, benden aflar diler. müthiş hallere bana olan şiddeti muhabbeti sevkiyle düştüğünü söyler. ehassı emeli beni üzmemek oldu ğu halde ne gibi bir tesiri şedidle kendi kendine buyuramayarak ihtiyarı haricinde bu taşkınlıklara cüret ettiğine kendi de mütehay yir bulunduğunu, beni rahatsız etmemeye niyet ettikçe bu tasmimi hilafına gönlünde peyda olan galeyana ne mana vereceğini bir türlü bilemediğini anlatır. hep bu ifadatı içinde eski zevcelerime dair za rifane ihamlar vardır. onların uğradıkları akıbeti vahime göz önün de durdukça benden bir saadeti müstakbele beklemekten nevmid kaldığını, işte bundan dolayı asabilik hallerine giriftar olduğunu üstü kapalı sitemlerle ifham eder, kendini mazlum, beni zalim gös terir. nazik parmakları aheste aheste perdelerin üzerinde seyreder ken hazin sedasıyla taganniye başlar. bulunduğumuz odanın havası ihtizazatı rikkat içinde kalır. döner yüzüme bakar, çeşmanından meleklere reşkaverii letafet olacak bir masumiyetle katre katre sirişk döküldüğünü görürüm. piyanonun refakati nalişiyle çıkan bu nagamatı hazinane birdenbire yükselir. gürler. acı feryatla ra tahavvül eder. nihayet piyanonun perdeleri üzerine birkaç yum ruk indirir, kendi de nim bihuş bir halde bir tarafa serpilir, adeta sayıklamaya başlar. bu çılgınlıkların sebebini ben değil doktorlar bile anlayamadı lar. esas illet ne olduğunu ben sonra anladım ama bu anlayışım bana pek pahalı oturdu. hakikati maraza neticei vukufumda aynen hastalıkla ben de malul oldum. artık zaman ihama, zarafete lüzum görmez, alçaklığımı açıktan açığa yüzüme vurur. biraz hırçınlığı azaldı. bir buçuk ay kadar böyle gezdi, yürüdü. ev velki elemi asabi eskisinden birkaç misli fazla bir şiddetle baş gös terdi. eski densizliklerine bu defa bir de şakika' yarım baş ağrısı inzimam etti. zevceniz hanımefendinin bu illeti asabiyyeden az vakitte kurtulmasını arzu ediyorsanız odalarınızı ayırmalısınız. her gün araba hazırlanır, bedia pederinin evinden getirdiği halayığını karşısına alır, çifteha vuzlar, fener, kurbağalıdere, kuşdili, haydarpaşa, çamlıca demez gezer. akşamüstü ya köşke avdet eder yahut istanbul'da pederinin konağında kalır. nasıl etti? bir gün bunlar bana dediler ki: beyim yine baş ağrım tuttu, pek muzdaribim. ne müziç ağrı, tarif edemem ki! hiç gürültü istemiyor, müsaade et de şöyle kendi kendime bir yere çekileyim. bazen kırk sekiz saat dışarı çıkmaz, yemek yemez, yanına kim seyi hatta beni bile kabul etmez. bu ızdıraba tım nefesle, ilaçla geçmez. bana tenhalık, sükun, istirahatı kalbiy ye lazım. ciddiyetinden şüphe etmek katan aklıma gelmeyen bu baş ağ rısını tedavi için getirmediğim hekim, okutmadığım hoca kalmadı. nihayet bir gün bana şu cevabı verdi: vabeste: bağlıtahaffüfi maraz: hastalığı hafifletme işte size koca konak, istediğiniz köşesinde tenhaca, sessizce oturabilirsiniz. arzu ettiğiniz vakit alemi vahdetinize çekiliyor, günlerle kapalı oturuyorsunuz. sizin istirahatinizi, huzurı kalbini zi kim ihlal ediyor? odalarımız ayrıldı, siz emretmedikçe yanınıza gelemiyorum. bu haksızlığı, bu merhametsizliği bir diğeri söylese vicdanının şediden tekzip etmesi lazım gelen bu iftiraları sana yakıştıramam. seninle barıştığımız günden beri sui nazarla bir yabancı kadının yüzüne baktımsa kahrolayım. yanıma gelmeye ne ihtiyacınız var? sokakta bin kadın görü yor, eğleniyorsunuz. onların en fenası elbette size bedia'dan, bu hasta, meyus, bedbaht zevcenizden iyi gözükür. seninle birleşmezden evvelki harekatımdan beni nasıl mesul tutabilirsin? benim mazim birkaç erkeğin şevaibi sev dasıyla lekelenmiş bulunsaydı siz bugün beni mazur görür müy dünüz? benim yanıma gelmemek zaten sizin canınıza minnet. maziden vazgeçtim, zevciyetimizin halinden, istikbalinden emin değilim. geliyorum, kabul etmiyor kovuyorsun. bedia bu kadar in safsızlığa vicdanın nasıl kail oluyor? mukaddemleri başka. öyle ise tecennünde benim bu kadar teehhür ettiğime şaşı nız. sen kadınsın bediacığım, bugün öyle bir şeyden zerre kadar şüpheye düşsem mutlak şiddeti ye'simden tecennün ederim. tecennün: cinnet geçirme ya mukaddemleri? bu hiddet üzerine be dia'nın baş ağrısı tutar, bir hafta yüzünü bana göstermez. ne vali demin görücü gittiğinin ne de beyoğlu'ndaki metresimin aslı var. zevcemi çıldırasıya seviyo rum. onun bu hırçınlıkları tezayüt ettikçe benim muhabbetim de artıyor. ne hikmet bilmem ki dünya güzelleri bana arzı visal etse ler kabule gönlümde inhimak yok. gönlüm tamamıyla bedia'nın meshuru. muhabbetine doyamadım, kana kana bir kam alamadım ki. güya zevç ve zevceyiz. tarif kabul etmez bedia günahtır. delaili celiye dedi ğin şeyler bu mevhumat mıdır? gönlümün fermanferması sen sin. eğer orada senden başka bir kadın gölgesi varsa erkeklerin en denisi olayım. yetişir efendim yetişir. hakikaten deni olmasan böyle sahte teminata kalkışacağına itirafı cürm edersin. sende mertlik nere de? geçen gün valideniz dadı kalfayı beraber alıp mahremane fı sıltılarla nereye gittiler? sebebi makul değil. esbabı muknia, delaili celiye, emaratı katiyye var. seni bu ademi emniyyete sevk edecek ortada bir sebebi makul var mı? rica ederim bunlardan birini olsun söyle de denaetime ben de kani olayım. fermanferma: buyuran peki onu bir tarafa bırakalım. ya beyoğlu'ndaki metresiniz? biçarelere bu kadar büyük iftirada bulunma. bilmem. bir ev içinde yaşadığım zev cemin iştiyakıyla cayır cayır yanıyorum. nazarı iltifatını, bir küçük nevazişini dileniyorum. yarım saatçik kabuli mazharı olduğum geceler fartı meserretten dünyalar benim oluyor. kıskançlıktan mütevellit şedaidi hissiyyata düştükçe bana dünyada ağza alın maz hakaretler ettikçe hep bunları hakkımdaki fartı muhabbetine delaili kaviyye addederek seviniyorum. lütfen beni odasına kabul eder, karşı karşıya gelir gelmez bir itabı şedidle: ilahi naki, bu iki gözün birden çıksın mi? niçin olacak, sen kör olasıca gözlerinle bugün güzel kadınlara bakmışsın. onlar çıkarsa sonra ben seni nasıl görebilirim? gel bakalım buraya gel. gözlerini aç da gözlerimin içine bak. onlar da çıksın ben de gebereyim. gözlerimi mümkün olduğu kadar açar, bedia'nın gözlerine di kerim. ağlaya ağlaya bağırarak: gözlerim demek sen demeksin iki gözüm, onlara inkisar etme.şedaidi hissiyyat: hissiyat şiddetieseri inikas: yansıma, bırakılan izler la havle. neden anladın? vallahi. delaili kaviyye: kuvvetli deliller niçin canım? mahzunane: göremez ol. zevcemi bir muhabbeti müfrite ile seviyorum. tahammülden başka çare var mı? bahusus hep bu densizlikleri bana olan şiddeti muhabbetinden mütevellit infialatı asarı değil mi? her şeyin ifratı muzırdır. zevcemin bu derece teshiri kalbine mu vaffakiyetimden dolayı kendi kendimi tebrik ediyor, her hakaretin zımnında kendimce samimi bir iltifat bulup çıkarıyorum. bu tahammül olunmaz muamelatı muhakkiraneyi aylarla çektim. yavaş yavaş zevcemin hırçınlıkları diğer bir devrei itidale girdi. daha doğrusu bir üslubı nevin zarafete dö küldü. artık bu sefer kalbimi ince iğnelerle kurcalıyor, tahkir etmek nevi değiş ti. ama arada bir, beni dilsiri huzuz ettiği nevazişlerden, iltifatlardan eser kalmadı. evvelleri ayda mayısta bir kerecik olsun merhameten kabuli leyliye mazhar olurdum. bu defa onlar bitti. bana karşı buzdan bir heykel gibi soğuk bulunuyor, külliyen kayıtsız fütursuz görünmek istiyor. onu da pek yapamıyor, arada bir ağzından yine bir acı sitem kaçırarak infialini, teessüri hafisini belli ediyor. güzel kadınların hadikalarımda eseri inikaslarını bulmuş olmasından, işte bu cinayeti mevhu memden dolayı aleyhimde verilen hükmi ceza iki hafta kendisini bana göstermemek olur. canım sıkıldıkça on, on beş günde bir defa arkadaşlara kalıp sigarası, mevsimine göre dondurma, çay ikram etmek için kaleme uğrarım. bir gün kalemde oturuyorum. odacı yanıma geldi, kulağıma: yemin etme. yemin etme, defol karşımdan. beni arayan kadınların cümlesi bülbül gibi şakır takımından dı. baktım, koridorda uzunca boylu siyah çarşaf, gayet kalın siyah peçeli bir kadın duruyor. biçare kadın besbelli beni çağırtmak için odacıya müracaattan kadar sı kılmış, utanmış ki terden çarşafının baş tarafı, yüzünün peçesi sır sıklam ıslanmış. beni görünce fartı hicabından kekeleyerek: böyle kadınların kalemime kadar gelip beni aramaları ne be nim ne de odacı için yeni bir vaka değildi. fakat bedia ile barış tıktan sonra hiçbir kadınla alışverişim kalmamış olduğundan eski aşinalarımdan birinin yine tecdidi derdi sevda eylemek fikriyle geldiğine zahip oldum. yüzümü ekşiterek odacıya: benim şimdi kadın madın görmeye vaktim yok. haydi git, işi var' de, sav. nazire hanımefendi. nazire hanıme fendi. affedersiniz tanıyamadım. aklıma hiç isimde bir hanım gelmiyor efem. dışarıda bir kadın var, biraz sizi görmek istiyor. bizim küçük hanımefendi zatıalinizi görmek merakındadır efem. odacı gitti, iki dakika sonra yine gelerek: nazire hanımefendi. nasıl kadın bu? cariyeniz diş ehiltisi, saçı uzun aklı kısa. lakırtısının kusu runa bakılmaz. emir haddim değilim efem. sizin küçük hanımefendi kim? kulağıma doğru eğilerek gayet mahremane bir seda ile: gücenmeyiniz dadı kalfa, bendeniz ne fotin bey'i tanıyorum ne de iskarbin efendi'yi. hele isimde bir zatın haremi ne nev ayakkabı olması lazım geleceğini tayinde bütün bütün mütehayyi rim. dadı kalfa ifadei meramdaki bu aczinden dolayı kadar sıkıl dı ki yüzünden akan terler çarşafın omuz kısmına doğru süzülmeye başladı. başına yumruk vurarak: a bilemedi mi? fotin bey'in haremleri. beni vehleten bir hiddet aldı. fotin bey'in karısı ne hak ile zevceme düşman oluyor? galoş hanım'ı görüp zevceme olan sebebi husumetini anlamak isteyerek sordum ki: affedersiniz efem. bunlar ayakkabı değil. karı koca. sizin küçükhanım, bizim bedia'nın niçin düşmanı oluyor? potin bey'in karısı mutlak galoş hanım olmak lazım gelecek. sebebini söylemeye cariyeniz için izin yok efem. onu nazi re hanımefendi size anlatacaklardır. peki buyurun, siz gidiniz ben de peşinize takılayım. ah, anlatamadı ki. durunuz efem. zatıalinizin zevcesinin ismi bedia hanımefendi değil mi? burada, aşağıki sokakım içinde. şimdi görüşmek istiyorlar efem. nazire hanımefendi benimle nerede ve ne zaman görüşmek istiyor? sizin nazi re hanımefendi benim zevcemin bildiği midir? baktım duvarın ya nında siyah çarşaflı, kısa boylu, tombalakça bir hanım bize intizaren duruyor. hututı simasını seçebil mek kabil değil. ayağındaki glase iskarpinlerden, ellerindeki yazlık kurşuni ipek eldivenliklerden, enli siyah ipek dantela sayvanlı şık şemsiyesinden, etekleri ankloş, beli endamına yapışık çarşafının son moda biçiminden, hasılı bütün eşkali hariciyyesinden hanımın genç olduğu anlaşılıyor. temenna ile bir selam verdim. nihayet ömründe ilk defa temenna eden bir çocuk gibi şaşkınca, acemice bir temenna ile mukabele etti. hanımda hiç söz yok. galiba ilk cümleyi bulmak için peçenin altında yut kunuyor, şiddetle cebri nefs ediyor. kim bilir saniyeye kadar zihninden kaç defa tekrar ettiği, günlerle ezberlediği kelimei iftita hiyyeyi bir türlü bulamıyordu. hicaptan, halecandan hanımın te kellüme ademi iktidarını anlayarak teshili ifadesi için söze ben başlayıp dedim ki: dadı kalfa yürüdü, ben de takibe başladım. yürürken biçare dadının ayakları dolaşmasından, bana hitabı esnasında zaten çetre fil olan lisanı büsbütün anlaşılmaz bir rekaket peyda etmişti. kıya fetindeki intizam ve mesturiyetinden namuskar, terbiyeli bir aileye mensup, yabancı erkeklerle görüşmeye alışmamış bir kadın olduğu anlaşılıyordu. kendi kendime: nazire hanımefendi zatıaliniz misiniz? bu sualime anlaşılır anlaşılmaz titrek bir evet ile cevap verdi. ben yine devamla: fartı teessüründen tıkanır gibi bir seda ile kalfaya hitaben: zevcem bedia hanım'ı tanıyor musunuz? nazire hanım dadısına havale ettiği vekaleti ifadenin böyle çapraşık bir vadiye döküldüğünü görünce olanca cesaretini topla yıp ağlaya ağlaya: hiç öyle şey olur mu? bu iş büyük bir sırdır efem. bunu bir küçük hanım bilir, bir ben bilir, bir de size bildirilecektir. yabancı erkeğin duyması olmaz. dadıcığım, hem tanımak hem de tanımamak nasıl olur? birbi riyle tanışırlar görüşürler mi! efendim, bunlar birbirisinin düşmanı. uzaktan uzağa birbirini tanırlar fakat görüşmezler. dadı kalfa ifaya davet olunduğu vekaleti ifadeye biraz müte reddidane girişerek: hemide de tanırlar hemide de tanımazlar. orasını söylemek ayıpsa beni buraya niçin çağırdınız? dadı sen anlat. dadı kalfa, iki eliyle peçeli yüzünü büsbütün kapayarak: o halde bu maddeyi bana anlatmak için erkek bir vekil tayin ediniz. ayıptır mayıptır ama bu iş size anlatılacaktır efem! cariyeniz diş ehiltisi, böyle lakırtı bir erkeğe nasıl anlatılır ay efem. zevcenize nasıl düşman olmam beyefendi. işte orasını söylemek ayıptır efem. öyleyse anlatınız. birbirine niçin düşman oluyorlar? nazire: ben: nazire hanım'ın ağzından çıkacak tek sözün pişi hayatıma açacağı hufrei muzlime ve amikayı girdabad felaketi bir his sikablelvuku bütün asabıma tebliğ eder gibi oldu. titremeye başla dım. lerzişle: merhamet ediniz hanımefendi, merhamet. bendeniz asabi bir adamım. zevcemi de çok severim. ona taalluk eden bir sırrı hemen anlamak isterim. hanım çabuk söyleyiniz. saniye beklemeye tahammülüm kalmadı. dedim. cariyeniz namuslu aileden bir kadınım. zevcim var, pederim var. size bu müracaatı mız duyulursa biz mahvoluruz. bu sırrı kimseye faş etmeyeceğini ze söz veriyor musunuz? nazire, peçesini ıslatan gözyaşlarıyla: zevceniz bedia hanımefendi üç kişinin felaketine sebep oluyor. bunlardan birincisi siz. ikincisi ben, üçüncüsü de ah nasıl söyleyeyim? sebebi büyüktür, mühimdir, onu size anlatsam dağlar taşlar bana hak verir. affedersiniz beyefendi, anlatacağım şey böyle sokak ortasında söylenemez. buyurun anlatın. hufrei mazleme ve amika: karanlık ve derin çukur anlatacağım, zaten bunu size kendi lisanımla anlatmaya ah dettim, yemin ettim. ederim. veriyorum. halimi görmüyor musunuz beyefendi? siz de bana merhamet ediniz. beni sokak ortalarında bayıltmak mı istiyorsunuz? mümkün değil burada anlatamam. tenha, biz bize kalacağımız bir mahal tayin ediniz. biz dadımla her türlü tehlikeyi göze aldırıp oraya geliriz. başka suretle mümkün değil. hem şimdi burada çok durmaya da vaktimiz yok. ailelerinden çekinen bazı kadınlarla hafi muaşakalarda bulun duğum zamanlar görüşmek için bunları ekseriyetle cuma ve paza rın gayrı günlerde florya'ya götürdüm. orası bu gibi mülakatlar için pek elverişlidir. bazı gelen geçen olsa bile yanınızdaki kadınları ailenizden zanne derler. hemen dedim ki: tanımadığım bir kadını ondan ziyade söyletmek için sokak ortasında cebir istimaline imkan yok ki suretle hareket edeyim. yarın birleşmek için tenha bir mahal düşünmeye başladım. esas maddeyi, mukaddimei keyfiyyeti iki kelimecikle olsun anlatması için nazire hanım'a çok rica ettim. ne kadar uzak olursa tanınmak teh likesinden kadar kurtulmuş oluruz. bir bildiğe tesadüf etmekten ben sizden ziyade korkarım. bu teklifime karşı küçük hanımdan evvel dadı kalfa söze atı larak: florna'ya mı efem? havuzumun kenarı değil mi? hani ağaçların altında. florya'ya gidelim. benim gibi muhayyilesi vasi bir adam, nazire'nin sözleri üzerine neler düşünmez? zevcem üç kişinin felaketine sebep oluyormuş. bu felaketzedegandan birincisi benmişim, ikincisi nazire'ymiş, üçüncüsünün ismi sokak ortasında söylenemezmiş. bizimle felakette müşterek olan bu şahsı salis kim acaba? yok artık, bunun vücuduna imkan tasavvur edemem. bedia'nın hanei zevciyye te girdiği günden beri hiçbir erkekle münasebette bulunmadığına eminim. biçare hasta, beni kıskanmaktan başka bir şey düşünme ye vakti bile yok. fotin yahut fatin bey'in zevcesi benimle müş terekü'lfelaket olduğunu biliddia bu işe bir sır süsünü veriyor. acayip, çok acayip bir iş. keyfiyet doğrudan doğruya zevceme, dolayısıyla benim felaketime taalluk ettikten sonra bu sırrın ifşa edilmesinden nazi re niçin kadar korkuyor? yarın saat üçten sonra sirkeci'den küçükçekmece'ye hareket edecek trene binmeye karar verdik. garda ben onlara tesadüf eder sem kendilerini hiç tanımamış gibi bulunacağım. fakat küçükçek mece'ye vusulümüzde ailemden imişler gibi serbestçe yanlarına gidebileceğim. bakırköyü'ndeki ha sene hanım'a gideceğiz diye evden izin alırız. beyefendiyle flor ya'ya gideriz. sonra vakit olursa biraz da bakırköyü'ne hasene hanım'a uğrarız. nazire hanım biraz düşündükten sonra dadısından daha cesa retli görünerek: biliddia: iddiayla fotin bey bu işi duymaz mı? dadı kalfa: nazire: aman karıcığım biraz beni dinle. bugün bana nazire hanım isminde genç bir kadın geldi. zihnim altüst oldu. gidip ne olduğu nu anlayacağım. nazire hanım'a namusum üzerine verdiğim va'di mektumi yette böyle ilk geceden hulf etmeyi şanı merdanegime muvafık bulmadım. saat ikide erenköyü'nden istanbul'a geçtim. oralarda beş aşağı beş yukarı geziniyordum. yarım saat sonra önde nazire hanım, arkada dadı kalfa yine siyah çarşafları, yüzlerinde kalın pe çeleriyle söktüler. nazire hanım süratle yürüyor, dadı kalfa kolun da yünlü bir omuz atkısı, elinde ufak bir çanta ile hanıma yetişmek için hayli telaş ediyordu. refikam yine yarım baş ağrısından ilanı ıztırab ederek odasına kapanmış. kendi kendime düşündüm, düşündüm. bir aralık gidip bedia'nın oda kapısını vurarak: uzatmayayım. onlar beni, ben onları tanımaz gibi görünerek vagonlara girdik. küçükçekmece'ye hini vusulümüzde ben hemen kendi kompartımanımdan atladım. onlar vagondan çıkar çıkmaz nazire hanım'ın zevci tavrıyla yanlarına koşarak dadının elinden atkı ile çantayı aldım. birkaç hatvede bir nazire hanım: aman beyefendi, yüreğime inecek. şimdi bizi biri görüp ta nırsa. cümlesini titrek bir sada ile tekrar ediyor, dadı kalfa da: kadifeli arabamınkinden ver nidasıyla haykırıyordu. birinci mevki birer bilet aldılar. dadı kalfa biletçiye: florya mevkiine geldik. akarsuyun arka cihetinde enzarı ağyardan nim mestur denecek bir ağaç altı intihap ettik. zaten saatte orada bizden, mevkiin kahve garsonlarından başka kimse yoktu. na zire ile dadısı benim yanımda kahve içmeği adabı nisvaniyyete muhalif görerek reddettiler. yekdiğerimize yabancı bulunduğumu zu belli etmemek için kahve ısmarlamanın bir emri zaruri olduğu nu bir lisanı münasible kendilerine anlattık. sonra dedim ki: bu sözlerime cevap olmak üzere nazire hanım bir vazı mü telehhifane ile yüzünü öbür tarafa döndü. mendilini peçesinin al tına soktu, hazin hazin hıçkırıklarla ağlamaya başladı. bu bedbaht kadının yüzünü görmüyordum. fakat gözyaşlarındaki samimiyeti, ye'si amiki, her katreye sebebi nüzul olan teessüri şedidi bir kuvvei maneviyye bana ihsas eder gibi oluyor. sanki kalbim den bir seda: ey nazire hanımefendi, bir hayli muhatarayı göze aldırarak buralara kadar hem kendiniziyordunuz hem de beni. dadı kalfa ile biz sizi ayıltırız. zevceme olan sebebi husumetiniz nedir bakalım? evvela onu anlatınız. işte şu karşında ağlayan kadın, senden de bedia'dan da talih sizdir. biçarenin mümkün olduğu kadar tehvini felaketine uğraş. diyordu. nazire'nin bu giryei hazinini bir müddet dinledik. nihayet dadı dedi ki: ben demedim miydi size? fotin bey bunu böyle duyarsa sizi boşamasına hakkı yok mudur efem? bir müddet sonra yine aynı sadayı müteessirane ile benim zevcim. sizin zev ceniz. cümlei acibesini tekrar etti. vehleten zihnime arız olan teşevvüşi azim tesiriyle bu sözlerden maksadı asliye, hakikate intikal edemedim. sertçe bir seda ile dedim ki: kalfanın bu ihtarı üzerine nazire teskini bükaya gayret ede rek yüzü diğer cihete müteveccih bulunduğu halde kesik kesik dedi ki: nazire'nin samimiyyeti giryesi biraz evvel mülhemi vicda nım olmuşken bu söze karşı hemen dimdik ayağa kalkarak haykır dım ki: derdini söylemeyen çare bulamaz. buraya ağlamaya mı gel dik? anlatalım, işimizi bitirip gidelim. kim olacak efendim. zevceniz bedia hanımefendi'yle zev cim fatin beyefendi. nazire yeisten mütevellit bir cüreti hicabberendazane ile yüzünü bana çevirerek: sizin zevciniz benim zevcem olamaz efendim. bu manasız bir söz. beyefendi, benim zevcim. sizin zevceniz. bir ikinci sayha da ben salıvererek: dadı kalfa her tarafı titrer bir halecanla: birbirini sevenler kimler? nazire, şiddeti büka içinde adeta bir sayha koparırcasına saçma söylüyorsunuz dadı kalfa. evet. evet. kızmayınız efem. işte sır budur efem. efendim niçin anlamıyorsunuz? birbirini seviyorlar. sayha: bağırma hayır hanımefendi, iftira ediyorsunuz. bedia dünyada benden başka erkek sevecek hilkatte bir kadın değildir. kocanız fatin bey size övünmek için zevceme iftira etmek namertliğini irtikap ile bel ki böyle bir yalan uydurmuştur. delil isterim delil. nazire'nin irae edeceği delailin beni iknaa, ilzama kifayeti hu susunda emniyetini gösterir bir seda ile söylediği bu sözleri beyni min içinde bir yıldırım tırakasıyla patladı. gözlerimin önünde şim şekler çakmaya, alevler yağmaya başladı. kadar vakittir taharrii muztaribanesiyle geceleri bihab kaldığım rakibi muhayyelimin zevcemle olan delaili muaşakası şimdi siyah çantadan çıkacaktı. nazi re, mülayimane bir seda ile: bu fevka'lmemul hiddetime karşı nazire şaşırarak ağlama yı kesti. peçesini yarıya kadar üzerinden ref etmiş olduğu kıpkır mızı çehresiyle bana dik dik bakarak elini dadısının elinde duran çantaya doğru uzatıp: delil mi istiyorsunuz? biçare kadın, havfından raşe ler içinde kalarak: beyefendi kendinize geliniz. naki beyefendi, rica ederim aklınızı başınıza toplayınız, bundan sonra siz benim dert ortağım olacaksınız. bütün ümitlerim siz nazire müsterhimane: fevka'lmemul: umulandan çokmecnunı mütehevvir: hiddetten mecnuna dönme pek güzel. telaş etmeden şimdi beni dinleyiniz. bu işe dair olan tahkikatımı size bir bir söyleyeyim. zevcim fatin bey beni almazdan ve hareminiz bedia hanım size varmazdan evvel ikisi birbiriyle sevişirlermiş. fatin bey, bedia'yı almak için çok uğraş mış. sonra bedia'yı size vermişler, teskini ye's için fatin bey de beni almış. zevceniz size gelin gittiği akşam, öteki bana güveyi girmiş yani zifaflarımız aynı ge cede vuku bulmuş. bu vukuatın içinde birtakım esrar var ki onlara tamamıyla vakıf değilim. mektupları getirip götüren de hani zevcenizin peyker isminde bir halayığı yok mu? beraber getirdiği bir bürosu var. onun en alt katında silme pervaz gibi duran yeri, meğerse bir gizli gözmüş. odada yalnız kaldığı zamanlar gizli gözü çekip içinden birtakım mektuplar çıkararak ağlaya ağla ya okuduğunu birkaç defa gözetleyip gördüm. bendenizin okuyup yazmam yoktur. bu mektupların bedia hanım'dan geldiğini tahkik ettim. kocamı pek ziyade sevdiğim için kıskançlık saikasıyla arka sına gözcü tayin ettim. peyker'in evvela sizin konaktan çıkıp bedia hanım'ın pederinin konağına uğrayarak orada çarşaf değiştirdikten sonra ta fatin bey'in kalemine kadar gittiğini, kendisiyle görüştü ğünü haber aldım. bu muaşakayı keşfettiğimi bilmiyor. ben bu mektupları gizli gözden çaldım. daha hiçbirini kimseye okutmadım. besbelli kocamı elimden almak istiyor. beni fatin'den ayırırsa gideceğim teskini teessüre uğraşarak sordum ki: de. fakat siz böyle bir erkeğe yakışmayacak telaşlara, gürültülere kalkarsanız benim halim ne olur? endişe etmeyiniz. nazire, entarisinin cebinden küçücük bir anahtar çıkararak çantayı açtı. bana şeklen murabbaa karip birkaç zarf uzattı. zevcemin kullandığı mektup kağıtlarındandı. mektupları elime alınca hafifçe beyaz leylak hülasası istişmam ettim. evet, bedia'nın dolaplarını, sandıklarını, çekme celerini tatir ettiği en sevdiği bir koku. artık yazıyı tetkike lüzum yoktu. zarfların eşkali, kağıdın nevi, leylak rayihasını mektupla rın zevcemin desti tahririnden çıktığına bende zerre kadar şüphe bırakmadı. ekser leyali ezvakımda sinesi üzerinden koklaya kok laya doyamadığım bu leylak rayihası dakikada gönlümde kadar şiddetli hissiyat, takatberendazane hatırat uyandırdı ki mektupların esnayı kıraatinde nazire hanım'dan evvel benim bayılaca ğıma hükümde tereddüt etmedim. bütün metanetimi toplayarak dimağımda peyda olan ilk şiddeti şimdi bir uyuşukluk takip etti. bana hitap edilen sözleri yarı anlar yarı anlamaz bir hale gel dim. zevceme olan şiddeti muhabbetime mi yanayım? namus meselesini mi düşüne yim? felaketen nazire ile hemen aynı halde, aynı derecei teellüm de gibiydik. zavallı kadına teminatı lazımeye müsaraatle: mektupları şimdi size birer birer okutacağım. biz de dinleye ceğiz. bunların sevişmelerine mani olmak için ne yapmak lazımsa yolda hareket etmeye karar verelim. mektupları okuduktan sonra yine bana iade edeceğinize namusunuz üzerine söz veriyor musu nuz? bu sırrı faş etmemenizi de tekrar rica ederim. dadı kalfa: takatberendazane: takat kırarcasına zarfları açtım. mektupların, hayır. muhabbetnamelerin tarihlerine bir bir göz gezdirdim. cümlesi bedia ile olan zifafımızdan sonra yazılmış. zevcem bütün bu muhabbetnamelerin zirlerine bilahavf ve'lihtiraz imzasını gayet okunaklı surette atmış. bu cüreti de sevgilisi fatin bey'e olan derecei emniyyet itimadına bir miyarı celi demektir. tarih itibarıyla en kadim olanı elime alarak fartı te essürden vücudumla beraber titreyen sedamla: hemşire hanım, dadı kalfa dinleyiniz. zevcemin diğer bir er keğe yazdığı bu muhabbetnamelerin birincisini size harfiyen işte okuyacağım. nazire'nin pembe yumuk yumuk top siması, siyah kehribar gibi kara, parlak çekme gözleri, ufacık ağzı burnu, hasılı sevimli müdevver çehresi mey dana çıktı. böyle bir güzel kadını bırakıp da benimkiyle uğraştığı için kalben fatin bey'e lanetler okumaya başladım. dadı kalfanın kart çehresinde de oldukça bir sevimlilik vardı. hanıma derecei sadakatı sureti nazarından, vechinde peyda olan bütün hututı te ellümatından vazıhan anlaşılıyordu. zavallı dadı, dikkatli dinle yebilmek için sol kulağını ağarmış saçları arasından bütün bütün çarşaftan dışarı çıkardı. of diye haykırsam. ah' feryadıyla çak çak, aman' figanıyla tebah olsam yine size ismaı suziş edemeyeceğim. dünyada sizi sev mekten gayrı bir cürmü olmayan bir kadına bu kadar zulüm gü nahtır fatin. cevrin bu derecesi ne şerefi ademiyyete, ne de şanı recüliyyete yaraşır. beş tahassürnameme cevap vermediniz. naki bey bu noktada yerinden kalktı. bin lanetle dahili zifafı olacağım herifin hanesinden yine gece avdet edece ğime dair vaki olan peymanıma mertçe itimat gösterebilecek kadar sizde metaneti kalbiyye yokmuş. bu vaadimi ehemmiyyeti lazıme siyle takdir edemeyerek beni ahdimde kazip zannıyla siz de yine gece kendi hahişinizle bir kadına güveyi girmek gibi bir muamelei nareva ile kudsiyyeti muhabbetimi tahkirden geçmediniz. te ehhülünüzü bir hafta sonra duydum. naki ile olan felaketi zifafım gecesinde bu ikinci felaketten haberdar olabileydim fedakarlığıma, samimiyyeti aşkıma karşı gösterdiğiniz bu küfrana mukabeleten ben de alemin lisanı tan teşniini üzerime celbederek işitilmedik bir cüretle ilk geceden darı zifafı çiğneyip çıkmazdım. mademki aşkınız beni bu cürete sevk etti, şimdi siz de benim size olan şiddeti muhabbetime hürmeten istirhamatıma tevfik harekete mecbursunuz. hayır fatin. hayır. ben peder maderimin tekdiratı altında ta hassürünüzün teellümatı içinde bütün ekdarımla yalnız başıma inleyip ağlayıp dururken siz öbür tarafta velev ki menkuhanız ol sun diğer bir kadınla hemaguşı ezvak olamazsınız. bunu vicdanı bilmem ki pederime aleyhinizde ne söylemişler? tarafınızdan bana dair vuku bulan talebi şiddetle reddetti. sizin isminizi bile yanında kimseye andırmıyordu. pederimin gönlünü yapmak için muktedir olabildiğim tekmil vesaiti, desaisi istimal etmekteyken allah kah retsin izdivacıma naki isminde karı celladı talip zuhur etti. talibin asaletine, servetine tamaen peder hiç reyimi sormaksızın nikahı kıydırıverdi. size bunları ayrıldığımız son günü mirgün korusunda ağlayarak anlatmadım mıydı? benim için bir darü'l azab olan naki'nin hanesine nasıl gireceksem oradan yine öyle bakir çıkaca ğımı, ilk geceden kendimi kovdurmaya uğraşacağımı söylemedim miydi? siz de teehhül etmeyip beni bekleyeceğinize kasemle söz vermiştiniz. ben ahdimde vefa gösterdim. ah fatin ah. ekdar: kederler, acılarmuamelei nareva: reva olmayan muamele, davranışdarü'l azab: azap kapısılisanı tan teşni: ayıplama, ta'n etme aman beyefendi! beni kocamdan ayırmak istiyor galiba. cariyeniz, kulunuz olayım. bana günahtır. ben fatinsiz bir gün bile yaşayamam. kocamı bu karının elinden kurta rınız, ne olursa sizden olur. muhacir midillisi kıyafetli karıyı nereden buldunuz? mümkün değil sizi onunla yaşat mayacağım. bu son cümlenin hitamı kıraatinde nazire bir baranı büka ile ayaklarıma kapanarak: bu saf vicdanlı kadınlara ne söyleyeceğimi şaşırdım. yine kı raatime devamla: o menhus karıyla sizi aynı firaşı safada yekdil, yekvücut bildikçe, bu levhai basiresuz her gece rüyalarımda cehennem manzaraları icat ettikçe şiddeti aşkımın bir sevdayı intikama ta havvülünden korkunuz sevgilim. bir aciz kadınım. fakat saikım muhabbetiniz oldukça her şeyi göze aldırmaktan çekinmem, yaşar sam sizinle yaşayacağım. ölürsem yine birlikte öleceğim. menfu runuz oluşuma sebep boynumdaki ribkai nikah değil midir? onu dadı kalfa bir istiğrabı eblehane ile yüzüme bakarak hayır dadı hayır. beni midilliye benzetiyor. mutlaka kocam dan ayıracağını yazıyor. dadı kalfa kıpkırmızı kesilerek: hay utanmaz kaltak. hiç sizin gibi koskoca hanım midil li olur muymuş? ağlama hanım ağlama. bu onu boşamadıktan sonra. onu fotin bey'e nasıl varabilir? zevciyeniz muhacir midillisine mi binmek istiyor efem? nazire: ferraşı safa: sefa döşeğiribkai nikah: nikah ilmiği siz öyle, ben böyle yaşayamayız. ben ihtiyarım haricinde bu nikah belasına uğradım, siz ise kendi arzunuzla diğer bir kadına rabtı hayat eylediniz. kim kimin nazarında küçülecek, mayup ka lacak? fatin bu hatanızı, bu günahınızı, bu hakaretinizi ancak karıyı terk etmekle affettirebilirsiniz. ben kalben menkuheniz oldukça öteki nikahı surinin hükmü yoktur. damarlarımda deveran eden seyyalei aşkınız rabıtai nikahı kesr için bana memulünüzden ziyade kuvvetbahş olacağından emin olunuz. fakat. fakat sevgilim siz nazirei kasire'den bir an evvel katı rabıtai zevciyyet ediniz ki ben de sizin olmak, naki'den kurtulmak için kuvvet ve cesareti matlubiyyeyi daha çabuk iktisap etmiş olayım. zevcem ya benden boşanacak yahut kendi boynunu parçala yacakmış. karımı seviyorum ama bu inkisarınıza amin' demekten başka çare göremiyorum. onun boynusunu kurtlara kuşlara parçalasın inşaah. kimin boynusunu parçalıyor efem? lakin kariben görürsünüz, ya boynumu parçala rım ya rabıtai felaketi. dadı kalfa: katı rabıtai zevciyyet: karı koca bağını kesmek, ayrılmak beyhude telaşlarla ağlamayınız hemşire hanım. henüz naza rımızda fatin bey'in bir günahı, bir kabahati tebeyyün etmedi. bakalım ne yolda mukabele edecek? diğer mektupların kıraatinden her şey vazıhan anlaşılacak zannederim. kim kime teselli verecek? han gimiz daha ziyade muhtacı teselliyyet idik? en büyük felaketze de ben kendimi görüyordum. fakat erkek olduğum için za'fı akl hisçe elbette benden ziyade acınacak bir halde olan nazire'nin tahfifi ye'sine uğraşmayı kendime bir vazife bilerek dedim ki: bu mektubun hitamı kıraatinde yeisten, hiddetten kesbettiğim hal, kabili tarif değildi. ağlayamıyor fakat müthiş bir elemi asabi ile titriyordum. nazire'nin eşki teellümünü kurutmaya mendiller kifayet etmiyordu. dadı kalfa, layıkıyla anlayamadığı meali mektubdan bitte essür gözlerinden inen yaşların bir kısmını mendiliyle silerek, kısmı digerini de diliyle dudaklarının üzerinden toplayarak yüzü nü buruştura buruştura: zevceniz benim hanıma kısarak mı diyor efem? onun edep siz dilini bütün eşeklerin arıları soksun soksun, ekmicilerimin so munları gibi şişirsin. allah'ımdan dilerim. kepazelerinin maska ralarının kepazesi. sokaklarımın süpürgesi. benim adım nazirei kasire öyle mi? ah ne çokbilmiş, kepaze karınız varmış. beni kocamın gözünden düşürmek için bakınız ne sözler bulup yazıyor. ah dostlar içime öyle ilham olunuyor. bu karı mutlak beni kocamdan boşatacaktır. zaten fatin'in bana karşı olan muamelesini, tutumunu beğenemiyorum. aman naki beyefendi, ne olursa sizden olur. tazallumlarıyla tıkana tıkana ağlıyordu. biçare kadın: tebeyyün: ortaya çıkma bedia'nın hattı destiyle muharrer dört beş mektup daha oku dum. zevcem hep bunlarda fatin'e olan şiddeti aşkından, alamı biintihasından, nevmidane gözyaşlarından bahsediyor. herifi zevcesini tatlike son derece bir şiddetle teşvik ediyor. bütün belagati iknaiyyesiyle sevgilisini gah tehdit gah tatyibe uğraşıyor. mektuplarına cevap alamadığından dolayı cangüdaz feryatlar, şika yetler ediyor. bu teessürnamelerin çoğunu geçerek yalnız hikaye mizin tavzihi vukuatına medar olacak birkaçını okuyacağım. duvağınızın setredemediği bir rezaleti bana varmakla kapa tırım zannediyorsanız bu zehabınız hatadır. senelerden beri beni mecnuna çeviren şiddeti aşkınızın teskinini artık vaslı pejmürdecevabı mücmel: acele cevapteellümname: elem mektubutürrehatı ithamiyye: saçma suçlamalar altı teellümnameme bir cevabı mücmel olarak gönderdi ğin tek mektubu öyle bir lisanı teşni ve şiddetle yazmaya acaba vicdanın nasıl razı oldu? gösterdiğim teessüraı muhabbet hep caliymiş. naki'nin hanesinden ilk gece deki avdetim sevki aşkınla değil, kimseye karşı itiraf olunamaz bir maabei nisvaniyetimden dolayı vuku bulmuş. ben oradan adeta yüz karasıyla kovulmuşum! namussuz. sus yetişir. hiç vücudu olmayan bu sözü nereden çıkardın? bütün alem aleyhimde bu yol da şehadet etse hep onlara karşı çıkacak sadayı müdafaayı ben senden beklerdim. vicdansız. sen ise kimsenin aklına gelmeyen bir cinayetle beni ithamda birinci olmaktan çekinmiyorsun. hük mündeki bu denaeti anladığın gün emin ol ki nedametin pek büyük olacaktır. bunu böyle eşna rezaletle itham ettikten sonra bak neler yazıyorsun! rica ederim kaleminden çıkan süturı hezeyana bir göz gezdir de hissi hicabdan zerrece nasibin varsa utan, yerlere geç. işte aleyhimdeki türrehatı ithamiyen: tavzihi vukuat: olayları açığa kavuşturmakalamı biintiha: sonu gelmeyen elemlermaabei nisvaniyyet: kadınca kusur işte diğer bir mektup: hain fatin! bu maasi ve maayibinizin nasıl olup da gönlümdeki narı muhabbetinizi henüz itfa edeme diğine mütehayyirim. sizden teneffüre uğraştıkça yüreğim büsbütün ateş alıyor. biçare kadının fartı aşkından, bana olan samimiyyeti muhabbetinden şüphem yoktur. kalbi beşer. bu nasıl muammayı muğlak bilmem ki? nazire'nin binde bir kadın da bulunmayan hasaili nisvaniyyesi kendini bana sevdiremiyor. daha ne istiyorum? anlayamadığım işte burası. mesele sırf ilmi ahvali ruha ait. gönlümü zapteden timsaliniz oraya diğer bir kadın hayali yanaştırmıyor. sizi seviyorum bedia. galiba ölün ceye kadar da seveceğim. fakat fakat. doğrusunu söyleyeyim mi? bütün gözyaşlarıma, istirhamatı elemiyyeye merhamet etmeksizin naki'nin hanesine gidişiniz, bu şüphemi bir hakikati bahire haline getirdi. ondan müfarakatınızdan sonra vuku bulacak izdivacımızda kendinizi bana bir dul kadın olarak satıp bu hudanız sayesinde ayıp mazinizi setretmiş olmak, bana bir salahiyyeti muaheze bırakmamak iste diniz. ye'si sevdanızla öleceğimi bile bile sizden kaçacağım. artık bir yerde beni göremezsiniz. tezevvücünüzle manen ölmedense maddeten ve fatı kendimce bahtiyarlık addederim. elveda. öyleyse fatin, geber. beni itham ettiğin rezailden kariben nazarında tebriye etmek bence mümkündür. ben hanei zevcimden aleyhimde tevehhüm ettiğin aybı nisvaniyyetimden dolayı kovul muşum? oraya yakında muzafferen duhul eder, zevcimle yaşamaya başlarsam bu denaetkarane şüphenin biesas olduğunu ispat etmiş olurum ya? bu hakikat nazarında sabit olunca zamankalbi beşer: insan kalbiitfa: söndürmehakikati bahire: apaçık gerçekhuda: aldatma, hileilmi ahvali ruh: ruh bilimisalahiyyeti muaheze: kınama yetkisihasaili nisvaniyye: kadınlık hasletleri dadı kalfa, esasına intikal edemediği şu neticeye gülmek mi, ağlamak mı lazım geleceğini tayinde mütehayyir kaldığını ima eder bir çehre ile: oh ya rabbi şükür! ama neme lazım. fatin beni sevmiyormuş. sevemiyormuş. anlaşılan hala gönlü zevcenizdeymiş. biribirine bozuşmuşlar mı efem? ah küçük hanım, gözlerimiz aydınlar olsun. elbette efem. bunu böyle olacağına bellidir. kötü karıların mumları yatsıma kadar yanar. onu fotin bey anla madı mı? nazire, yeisle sürurun memzuciyetinden mütehassıl gözyaş ları dökerek ellerini çırpa çırpa: hakkınız var. onun orasını öyle. ikisinin de boyunlarım altında kalsın. zevceniz olsun, onun gibi karıya iyi denmek layık olur mu efem? elveda alçak fatin. allah naki'yi bana, bodur karıyı da sana mübarek etsin. dadı, ağzını topla. kötü karı dediğin henüz zevcemdir. dadı, kocama inkisar etme! dadı şaşırarak: bedia ben hiddetle: işte size bir efem' ki elifinden mimine kadar haklı. dadı doğ ru söylüyor. bu çetrefil beyanındaki efkarı salime güzel bir lisanla ifade edilse nazire ile benim için üssü'lhareket ittihazına seza parlak bir düsturı felsefe şekline girer. fakat ikimizin de beynine ateş yağıyor. dadı değil hükemayı zamanın belagati iknaiyyede en icazkarları karşımıza çıksa bizce sözlerinin bir tesiri olmayacak bir haldeyiz. ben bedia'yı bırakınca çıldırırım zanneyliyorum. aylarca arayıp da keşfedemediğim rakibi muhayyelim işte ar tık çakı perdei hafa etti. nazire'nin fatin'i, dadı kalfanın fotin'i, benim de adüvvi ekberim olan bu zata artık rakibi muhayyel' namı hayalisini vermemeli. badema işin içinde ne hayal kaldı ne hayalat. fatin beyefendi boylu boyunca meydana çıktı. bugün evini, kalemini tahkik ederek yarın kozumu pay etmek üzere ken disiyle görüşebilirim. zev cemi vücudu olmadık bir leke ile itham ediyor. hem bunu insafane isnadında, rezilane iftirasında pek ileri varıyor. alemin zevcesinin nakısai iffeti ondan mı soruluyormuş? ama ne düşünüyorum? mesele pek mühim, pek nazik, pek vahimdi. fatin'le bedia'nın hıyaneti bahireleri gözümüzün önün de dururken kocasını müdafaaya, ben karımı masum görmeye uğraşıyorduk. allah iki kötü dünyaya gelmiş. birisini buna karı olmuş, ötekisini ona koca olmuş. onlar ikisi de sizi istemiyor işte. beni böyle karısı olsa boşarım. onun gibi kocası olsa kovarım. siz ne için bunlara ağlıyor efem? nihayet muhakki rane bir mektup almış. ithama, iftiraya tahammül edememiş, bu isnadı şenianeden fatin nazarında tebriye etmek için benimle barışmayı göze aldırmış. bu tahkir neticesi olarak zevcem bize av det etmiş. bir hayli müddet düşündükten sonra nazire'ye dedim ki: hemşire hanım, durunuz, hiçbir hükmümüzde acele etmeye lim. fatin'le bedia'nın ne bozuştuklarına sevinelim ne de barıştıklarına ağlayalım. bakınız elimde daha okunmadık birkaç mektup var. bü tün metanetinizi toplayarak dinleyiniz. revişi hale bakılırsa ne kocadan sana ne de karıdan bana hayır var. haydi bir amin de benden. fakat zevcemin son zamanların daki hırçınlıklarını gözümün önüne getiriyorum da bu mektupların sonundan hayır umamıyorum. fatin bey'in şu yakın zamanlardaki size karşı olan muamelatı da elbette sizce malumdur ya? bütün çiftelilik, bütün kabahat zevcemde. nazire'nin yine gözleri sulanarak: dadı kalfa sallana sallana gayet yürekten: amin efem amin! beni korkutuyorsunuz. inşallah mektupların sonu hayırlı çı kar. nazire: artık bana ettiklerini sormayınız beyefendi. ben tahta, bur gu. her gün beni yiyor, oyuyor. ben onun nazarında artık tu kaka oldum. bana eza ettikçe benim ona olan muhabbetim katmerleniyor, kaymak bağlıyor. zevcemle işte aynen benim halim de böyle. siz tu kaka ol muşsunuz, ben bedia'nın nazarında kakanın kakası oldum. onlar bize bu eziyetleri ettikçe hainlere karşı bizim muhabbetlerimizni çin kaymak bağlıyor? ben anlayamadım. ah dadıcığım. hikmeti beyanına sen beni yavaş yavaş hay ran ediyorsun. nazire'ye hitaben bakınız dadı mahiyyeti muhab betimizi nasıl teşrih ediyor? bakınız çünkü. bu fotin bey'inde pek kadar güzellik yoktur. para dersen bizim küçük ha nım onu cebine koymazsa kendisinde hiç bulunmaz efem. kendine parasını olsa onu çoktan küçük hanımı boşaması niyetlisidir. fakat işte bu para meselesine. hikmetini ilahidir efem. fakat onun kay maklanmasının sebebini sizin gönülleriniz arsızdır. hicranı tutmaz efem. aman beyefendi, siz dadıma bakmayınız. öyle aldığını bul duğunu söyler. dadı büsbütün bir tavrı hakimane alarak: dadı kalfa gözlerini açarak: hikmeti ilahi. bilmem ki. nazire: aşk ne müthiş bir marazdır! hakkımda vaki olan hakareti şenianızı affetmez, bugün şu mektubu size yazmazdım. bunlara uzun müddet cevap vermemeye azmetmişken ihtiyarımdan daha şedit bir kuvvei mües sire, bu ahdi kalbimi nakza parmaklarımı icbar ediyor. size şu satırları yazdırıyor. bir müddet daha icbarı muhabbetime galebe ye uğraşarak sizi cevapsız bırakacaktım. fakat son mektubunuzda ki kararı mahv fikriniz beni tedhiş etti. cevap almazsanız intihar edeceğinizi yazıyorsunuz. karımın derdinden fatin bey kendini öldürecek miş. diğer mektubu açtım. artık kadınlara karşı itidali dem göster mek istiyorum. lakin halecanım son derecede. kıraate şürudan evvel dairei hasbihalimiz daha daraldı. başlarımız birbirine daha yaklaştı. bu defa nazire ile dadı büsbütün can kulağıyla dinlemeye hazırlandılar. okuyacağım mektubun tarihi evvelkilerden yedi ay kadar muahhardı: kocam ne edecekmiş? anlayamıyorum. intihar nedir beyefendi? nazire: nazire: nazire: vefasız! ben: ah alnımın kara yazıları! ah fidan boylu kocacığım beni bırakıp da el kadınlarının derdinden kara top raklara mı gireceksin? yetişmeyesice karınız kocama büyü yapıyor. naki bey misin nesin karını zaptet! yoksa yarın evinize gelir, saçını başını yolarım. seni sevmeyen herife fidan boylu kocacığım diye ağlamaya utanmıyor musun? kendini öldürmese zaten yarın gidip ben geberteceğim. dadıcığım, kocam kendini öldürecekmiş. onlar barıştılar. namus uz, süpürge, yelloz karını. inanma kızım. inanma. onu öyle söyler. korkutmak için söyler. hiç fotin bey'i kendisini öldürür mü? onu, seni üzer üzer öldürür de yine kendisini öldürmez. sefasını bakar. tabiatınızı bilirim. dai ma kavliniz kalbinizin tercümanıdır. derununuzda ne varsa lisanı nız da odur. durun, telaş etmeyin. şu mektubun alt tarafını okuyalım, ki min ölüp kimin kalacağı zaman belli olur. dadı kalfa mütehayyirane: nazire: ben hiddetle: nazire: ben: tevehhüm: vehmetme gibi bana yazmaktan kendinizi menedemediniz. tabiatınıza yaki nen mücerrebim bulunmasaydı beni derekei esfeli nisvaniyyete indiren sui hükmünüzü bugün hiçbir mazeret bana affettiremez di. böyle bir fi'li mecnunane emsali adim denecek harekattan değilken, hiç ye'si sevda ile insan nefsine kıyar mı? fakat bugün öyle demiyorum. bugün ye'si muhabbet insana ölümü te menni ettirir diyorum. bir aşık, intihardan dem vurursa bu fiile derdimret edeceğine inanıyorum. ben de şu saatte aşkın serhadi ye'sinde dolaşıyorum. kendimi bu amakı halasa bırakıvermek için hufrelere nazarı iştiyakla baktığım saatler çok oluyor. yalnız adema bada seninle destbedest, lebberlebi huzuz olarak atılmak istiyo rum. ah zaman, işte zaman zalamı mevt benim için bir bahtı sermedi olur. ben ağlarken ayıplıyordunuz. sizi sevmeyen bir kadın için ah of demeye utan mıyor musunuz beyefendi? ben dövüne dövüne feryat ederek: amakı halas: kurtuluş derinlikleri dur, acele etme hanım. bedia yalnız ölmüyor. kocanızla el ele, dudak dudağa öleceklermiş. yanıyorum. hakikaten li monata içilecek nokta. hemen bardağı takdim ettim. fakat bu ateşi öyle bir iki bardak şekerli limonlu suyun teskin edebileceğine hiç ihtimal vermiyordum. yine başladı: bu telaşiyelere lüzum yoktur efem. kör olasılar ikisi de öl mez. hay kepaze karı. hay ne musibet herifmiş onu. dünyada işitilmedi şeyler efem. keyiflerinin kahyası mısın? naki bey, hikayesinin bu fıkrai müessiresinde mosmor kesi lerek: artık huzurundan zebani görmüş gibi bizar olduğum naki'den kaçmak için baş ağrısı bahanesiyle tenha odalara kapandığım za manlar bu fikri intihar benim zihnimi de taraç etmekten bir an hali kalmıyor. dadı kalfa büyük sedasıyla bağırarak: ilahi karının elleri dudakları kopsun. kendi öleceği varsa gebersin, kocamı niçin beraber sürükleyecekmiş bakayım? ithamınızdan sonra iradesine, ihtiyarına gayri malik bir ifrit kesilmiştim. naki'nin hanesine avdet etmek. size mülaki ol mak için büyüğünü küçüğünü tahkir ile çıktığım bir aile nezdine yine sizin icbarı muhakkiranenizle tekrar girmek. bir mezarda beni ithamınızdan dolayı düçar olduğumuz felaketi azime öyle kalemle, sözle kabili tarif değildir. neticei hatanızı bugün sizden ziyade ben çekiyorum. bu feciai hayatımı size anlatayım. beni onun aguşı canfersasına nasıl dü şürdünüzse yine öyle kurtarın allah aşkına. dinleyiniz, her şeyi size olduğu gibi anlatacağım. nazire: icbarı muhakkirane: aşağılarcasına zorlama gerek aleyhimde vaki olan ithamınız, gerek ona karşı verdiğim cevap, yekdiğerimize karşı ilanı husumetle katı rabıta demekti. bana tesadüften havfen bütün mesirelerden çekilişinizi kendime karşı nefreti ciddiyyenize değil, muhabbeti şedidenize bir delil adde diyordum. sevmez görünmekte ne kadar iltizamı ihtiyat etseniz benim gibi razbina bir kadına karşı mümkün değil, tamamıyla ketmi esrarı derun edemezsiniz. muhabbetteki istidadı fıtriyye niz sizi daima gönlünüzle, aşkınızla cidale sevk ediyor. her savleti şedidenizde birer parça mağlup olduğunuzu pek fark edemezsiniz. nihayet bütün bu beyhude kahramanlıklarınız aczi külliye müncer oluverince artık terki silahı cidal ile sevdiğinizin payı istirhamı önüne bitap düşüyorsunuz. sizin için böyle bir saati mağlubiyyetin vüruduna intizardaydım. bu mücadelede sizi son derece zayıf dü şürmeye karar verdim. diri diri bu makberi azaba, gönlüm meşhunı sevdanız iken firaşı digere nasıl girecektim? naki'ye bir haber gön dererek beni tekrar hanei zevciyyetine kabulünü istirham etsem bu zelilane müracaata karşı sui kabul görmek yahut hiç kabul edil memek tehlikesine maruz kalacaktım. böyle bir nikbete uğramamak için pek mahirane desaisle naki'yi iğfal etmek, ona kendimi şiddet le sevdirmek lazım geliyordu. zevcim, bana göstereceği meyli şe didle bilmeye bilmeye nazarınızdaki mevkii itibarımı ila edecek, beni size sevdirmeye vasıta olacaktı. sizi aradığımrazbina: gizleri, sırları göreniltizamı ihtiyat: ihtiyatlı davranmaketmi esrarı derun: içteki sırları saklamaila: yüceltmeterki silahı cidal: silahı bırakmakudreti hudakarane: hilekarlık kudreti artık hükmi şenianenizin biesas olduğunu anladınız. bu yüz den müsterih oldunuz değil mi? halde bu faciai sevdamızda oy nattığımız eşhastan naki'nin rolü hitam buldu demektir. kendine tevdi ettiğimiz aşık rolünden zavallı pek mahzuz görünüyor. fakat ken disine artık perde kapandı. tiyatro sahnelerindeki muaşakalar bir kaç saatten ziyade sürmez iken, bir istisnayı fevka'lade ile seninki aylarla devam etti. böyle oyunlardaki muhabbetlerin ciddiyetine kail olarak onu gönlünde idameye uğraşmak budalalıktır. zavallı naki! lakin hakikat zannettiğimiz bu altı ay naki'yi bir ihtiyali sevda içinde yaşattım. tamamıy la onun huzuzatı muhabbetine vakfı vücud ettim. fakat sizin için tasavvur ettiğim saati mağlubiyyet teehhür ettikçe bende bir ye'si tahammülfersa baş gösterdi. size dair olan muhakematı sabı kamda aldandığıma hükmederek yekdiğerini nakıs tevehhümatla lisanı ızdırab geceleri geçirmekte iken nedametinizi, nevmidinizi, alamı iftirakınızı musavver ilk istimannamenizi aldım. bu fer yadnameleriniz sekizi buluncaya kadar cevap vermemeye cebri nefs ettim. nihayet son mektubunuzdaki kararı intiharınızı gö rünce artık sükuta mecalim kalmadı. sizi akıl ve şuur dairesine irca, hem de beni düşürdüğünüz belahaneyı zevciyyetten halasım emrinde birlikte bir çarei seri taharri etmemiz için bu mektubu yazıyorum. biçare, bütün hülyayı şebabıyla beni seviyordu. sizi tahatturla, biraz da zavallıyı düşüreceğim girivei sevdanın neticei miratini, bu yüzden düçar olacağı bedbahtiyi tefekkür ederek bir gün kağıthane'de iki damla gözyaşı döktüm. bu dümuı teessüratımı ona gösterdim. olanca talakatı iğfa limi sarf ettim. bu hal aynen uyanık bulunan bir adama, bütün meşhudatın rüyadır. bu hakikati kendisine bir zarafeti mudhikeperdazane ile ifham etsek bizim oyun addettiğimiz bu izdivacı hakiki telakkide ısrar ederek kendini sevmeyen ve sevebilmek ihtimali olmayan bir kadını boşamamaktaki inadını belki derecei belahatine bizi güldürecek bir mertebeye vardırır. biraz sabret. ben bu mudhi keye daha gülünç bir netice tezyil edeceğim. bu son perde iniverin ce naki, ihtiyarıyla çıkmadığı sahnei mudhike haricinde kendini baygın bulacak, neye uğradığını anlamayacak. açıktan açığa, ben seni sevemedim, sevemeyeceğim. beni terk et. desem hakkımda ki muhabbeti manii tatlik olduğunu bildirerek boşamamakta ısrar edecek. onun iyisi ben kendini sever görünerek bu muhabbeti kazibemi müziç kıskançlıklar, dayanılmaz hırçınlıklarla taham mülgüdaz bir dereceye vardırarak herifi evvela canından, sonra kendimden bıktırıp temini muvaffakiyyet etmektir. zannederim ki zevcim, benim aşıkım bulunduğundan bir müddet iştibaha düştü. benim le barıştıktan sonra onu aguşı iğfalimde öyle muhaddir kelimat, öyle afyonlu ninnilerle uyuttum ki eski şüphelerinden bugün ken dinde bir zerre kalmadığına katiyen eminim. zevcenizi sizden şid detle kıskanıyorum. fakat ihtiyata riayet için mudhikemizin hitamı na kadar onu tatlik emrinde artık sizi icbar etmeyeceğim. naki beni boşamadıkça siz de onu terk etmeyiniz. zevcenizin alık bir kadın olduğunu biliyorum ama lüzumuna göre kadınların öyle budalalarından bile havf etmelidir. nazire, sizi birtarzı talakat: düzgün şekilmuhaddir: uyuşturanmudhike: komedi, güldürümuhabbeti kazibe: yalancı muhabbetmütebassırane: basiretle, iyice düşünerek bazı bıçak yaraları vardır ki onu cerhte kadar büyük veca hissolunmaz da yaranın tedavisine uğraşıldığı esnada mecruh ız tırabatı cansuz içinde kalır. asabım da hasıl olan buhran hemen hayatımı iptal derecei şedidesine var mıştı. nazire, dadı kalfa, giryebar gözlerini mertebei teellümleri nakabili tarif birer çehre ile bana diktiler. okuduğum mektubun fıkratı rezilanesini tefsirden artık haya ediyor, sözleri tekrardan adeta ürküyor gibiydik. ni hayet ben gayriiradi bir kahkaha salıverdim. bu kahkaha ile fatin'i, bedia'yı tahkir etmiş mi oluyordum? nazire korkmuş olmalı ki dadısına beyefendiye bir parça su ver. fakat boğazımdan gönderdiğiniz mektupları naki'nin konağına cihaz olarak beraber getirdiğim pelüş kanepenin yayları arasında gizli göze sak lıyorum. siz de benden gelen mektupları muhafazada zerrece müsa maha göstermeyiniz. badema bir lüzumı kati olmadıkça irsalinden de mücanebet tavsiye ederim. birkaç aya kadar rabıtai nikahtan kurtularak hanei pederime avdet edeceğime emin olunuz. baki metanet, ihtiyat, ümit üzere bulunmanızın istirhamı. mücanebet: sakınma muhabbeti müfrite ile seviyormuş. saiki muhabbet olan kadınlar dan ben korkarım. havva'nın alıkları dahiye, en miskinleri kaplan kesilir. zevcenize bir şey sezdirme meye fevkalade itina ile beraber harekatını tarassuttan bir an hali kalmayınız. zevcei müstakbelen bedia dadı kalfa ağlaya titreye çantayı açtı. küçük bir şişe lokman ruhu çıkardı, fatin'in bu hıyanetini keşfettikten sonra nazire'ye ara sıra böyle bayılmak illeti arız olmuş bulunduğundan nereye gitseler dadı limon, lokman ruhu gibi şeyleri ihtiyaten yanlarından eksik etmezmiş. yarım bardak suya birkaç damla damlatarak ağzına döktü. ellerini, kollarını ovuşturmaya başladı. biçare kadın biraz gözlerini açtı, ağzından ilk çıkan kelime fatin ismi oldu. bu ismi bir tehlili muhabbet gibi beş altı defa tekrar etti. nazire nazarı meyusanesini bana tevcih ederek: fatin'in cezbei aşkıyla yerde yatan bedbaht kadına baktım. sağ şakağından kurtulan bir turrei siyah, parlak zarif bir kuş kana dı gibi izarı latifinin kısmı ulyasını setretmiş. nazire hali bihuşi ve perişanisiyle önümüzde ressamlara müessir bir mevzu olacak bir levha teşkil etmişti. dudakla rında seri ihtizazlar peyda oldu, gözleri süzüldü. hazin bir ah. eniniyle hasıra uzandı, bayılıverdi. ben, rufai dervişi gibi bulundu ğum noktada donakaldım. dadıda el titrer, ayak titrer. gözlerin den sel gibi yaş akar. nazire tam baygın, biz yarım baygın. kim kimi ayıltacak? siz de benim gibi gülünüz. hiç böyle şeye teessüf edilir mi? ben akşam köşke gidince bedia'yı bırakırım, hanım da fatin'den boşanır selamete ereriz. fatin beni terk ederse yaşamayacağıma inanınız. bir ikinci kahkaha daha kopararak dedim ki: ben: mesele namus meselesidir hanımefendi. benim için aşk ve muhabbet ikinci derecede kalır. fa tin bey sizin her türlü hasail mehasini nisvaniyyenizi tadat et mekle beraber sizi sevmediğini, sevemeyeceğini söylüyor. ondan bir hayır memul etmeyiz. ona olan muhabbetiniz müzmin, elim bir illet şeklini alırsa ölmek daimi hali ızdırabda yaşamaktan ha yırlıdır. iltiyami bir ameliyyatı mühimmeye lüzum gösteren il letler böyledir. ben de bedia'yı aynı mu habbeti şedide ile seviyorum. onu bir diğerinin aguşı sevdasına atmak suretiyle kendisinden ayrılmak benim için kolay mı olacak zannediyorsunuz? bizden müteneffir iki deniden her lahza bir nazarı nevaziş, bir merhameti iltifat dilene dilene, sevilmekte bin zilletle ısrar göstere göstere onlarla cebren yaşamaya uğraşmaktan ulvi gönüller bir lezzeti hakika duyamaz. geliniz, bu derekei esa fili muhabbete düşmeyelim. nazire'ye çok nasihat verdim. fatin diyor, fa mektupları şimdi siz okudunuz. siz bedia'yı bırakırsanız fa tin de beni boşayacakmış. bu akşam köşke gidince menhusu bırakacağınızı söylüyorsunuz. bu hareketiniz doğrudan doğruya bir hançerle beni öldürmek gibidir. bedia'yı terk etmeyiniz. derekei esafili muhabbet: muhabbetin en aşağı seviyesihasail mehasini nisvaniyye: kadınlık hasletlerideni: alçak neden dolayı? nazire: ben: bu elemdideyi ikinci defa bayıltmaktan artık ihtirazen vadiyi nasayihten çekildim. biraz hava almak, eğer dimağımda kuvvet kaldıysa biraz düşünmek fikriyle oradan kalktım. kırları dolaşmaya çıktım, bereket versin bulunduğumuz mevki gazinodan görünmü yordu. garsonun biri gazinonun kapısı yanındaki tahta kanepeye yatmış uyuyor, diğeri de içeride bardak tabak temiz liyordu. gezindim, gezindim, denizler, ağaçlar, kırlar kasvetengiz menazır içinde nazarı nevmidanem önünde devrediyordu. başım mı dönüyor, kainat mı? akşam haneme avdet edince zevcemin yüzüne nasıl bakaca ğım? yüz yüze gelirsek nasıl ketmi teessür, zabtı hiddet edebi leceğim? demek asabi hastalıklar, mütehevvirane kıskançlıklar, yarım baş ağrıları, bütün temaruz, beni kendinden usandırmak, canımdan bizar etmek için hep birer saniaymış. bu karıdan, ba husus aşığı olan melun heriften intikamımı nasıl alayım? zev cemi tatlik etmekle mi? zaman ekmeklerine yağ sürmüş olurum. boşamasam bir zevç karısının esrarı hayatına böyle bir sureti bahirede vakıf olur da onunla nasıl idamei zevciyyet edebilir? ondan ayrılmayı düşündükçe sanki kalbimin inşikakıyla derunuma sıcak sıcak kanlar sızdığını hisseder gibi oluyorum. aman ya rabbi, şu hal korkunç bir rüya olsa da bir göz açımıyla uyanıversem, beyni mi, her tarafımı ihata eden şu hakayıkı müdhişe vehleten tebdili tin işitiyor, ağzından başka bir söz çıkmıyordu. zavallı kadın, bir ummanı felaket içinde var kuvvetiyle bir tahta parçasına sarılan bir kazazede gibi yalnız fatin'i medarı hayat, yegane vasıtai ümid addetmiş, onun haricindeki diğer esbabı huzuz, bütün cihan, naza rında mefkut halini almıştı. hemşire hanım, şimdi size ne yolda bir vaatte bulunsam ya landır. ne yapacağımı ben de bilmiyorum. zevcemi bırakacağım desem de inanmayınız, bırakmayacağım desem de. bundan sonra ikimiz de vukuata tabi olacağız zannederim. benden böyle bir vaat almak istirhamında bulunurken siz de bana karşı biraz merhametli davra nınız. benim zevçlik mevkiimi, haysiyyeti recülanemi, namusumu nazarı insafa alınız. bu akşam zevcemle yüz yüze gelince sizin şu alamınızı düşünerek hazmı nefs etmeye gayret göstereceğime söz veriyorum. bu söz ebediyen zevcemi bırakmayacağımı tazam mun eder bir vaat değildir. ben zevcemi bırakmadığım halde de fatin bey sizi tatlik edebilir. siz fartı ye'sle buralarını muhakeme edemiyorsunuz. yalnız iki rezilin aleyhimizde kurdukları dolabı ihtiyalin devrini sektedar edecek bazı tedabir ittihaz edebiliriz. fakat neticei hal her vechile bana vahim görünüyor. böyle düşünüp bastığım yeri bilmeyerek gezinirken kulağıma, naki bey, naki bey nidasıyla bir ses geldi. dadı kalfa ellerini sallayarak beni çağırıyor. kadınların yanına avdet et tim. kara vapuruma binip gidelim. şu halirhameten zevcenizi terk etmek fikrinden vazgeç tiniz ya? nazire, benim bihuşiye karip bir halde yüzüme bakarak: mahiyyet manzara ediverse. bir ferdayı bidari bunların izalei dehşetlerine erişemiyor. dadı: ben: nazire'ye yine ismaı hakikat edemedim. ellerime ayakla rıma kapandı. sözleri hep ipe sapa gelmez kadın lakırtıları. en büyük ricası hep zevcenizi bırakma yınız. ben de bir fırsat düşürebilirsem bedia'nın pelüş kanepesindeki gizli gözü açmaya uğraşarak hafiyyen oradaki mektupları okuyaca ğım. bu mektuplarda meşhudumuz olacak ahvale nazaran tedabiri lazıme ittihaz edeceğiz. ne ben bedia'ya ne nazire zevcine bu macerayı muaşakaları hakkındaki ıttılaımızdan şimdilik bir şey sezdirmemeye gayet itina edeceğiz. bir lüzumı kati olmadıkça na zire benimle görüşmeye gelmeyecek. nazire'nin hanesiyle fatin'in mahalli memuriyyetini de haber aldım. mektupları yine çantaya bilvaz küçükçekmece mevkiine indik. kara vapurumun düdüğüsü öttü ayol. şimdi küçük hanım bir daha bayılırsa karanlıklarda dağlarımın başına kalırız. fotin bey'i hanımı boşamasını hakkısı olur efem. sözlerini tek rar ediyordu. nazire her gün büronun gizli gözünü araştırarak bedia'dan fatin'e yeni bir mektup geldiğini, eski mektuplara koyacağı işa reti mahsusadan anlayabilirse bu şukkai muahhareyi bir vakti münasibinde dadıyla bana gönderecek, ben bade'lkırae yine iade edeceğim. dadı kalfa arada bir: şukkai muahhare: sonraki tezkere beynimizdeki en son mukarreratımız işte şunlardı: tedabiri lazıme: gereken tedbirbeyn: arabade'lkırae: okuduktan sonra hiddetinize mağlup olup da zevcenizi tatlike kalkışmayınız. ben de kadıköy vapurları iskelesine çıkmak üzere bir sandala atladım. kendi kendine yürür bir cismi ca mid, bir cenaze gibiydim. bu gibi ıztırabatı maneviyyenin ilk nö betini, ilk şiddetini çekmiş olanlar bilir. altı yedi saat evvel ben bahtiyar bir adamdım. zevcem, anam, babam, beni bu dünyaya rabt edecek her şeyim vardı. niçin sağ iken ölü gibi oldum. niçin hayatın neşesi bir anda nazarımda sönüver di? bütün eşyayı onun muaveneti tenviriyle parlak görürmüşüm. bedia'ya olan bu şiddeti muhabbetim, bu şulei sevdam gönlümde söndü mü? ha yır sönmedi. eskisinden ziyade ateşgir oldu, alevlendi, işte ateş vücudumu yakıyor. halim tıpkı hayatından katı ümid etmiş bir hastaya benziyordu. sevilir fakat ondan insan nevmid kalınca ne yapar? lakin ne kadar ümitsiz, ye isalud bir muhabbetle sever. artık onunla idamei irtibat etmek imkanı kalmamış, her saatin müruruyla ondan tebaüdünü, iftirakını hissettikçe ne hallere girer? zaman vefasız bir şeye karşı olan bu sevdayı irtibat, bu muhabbeti nevmidane en müthiş, en muzlim bir felaket şeklini alır. işte aynen ben böyle bir hasta. bedia bu sadmei müdhişenin tesiratını artık vücudum yavaş ya vaş hissediyordu. hafif bir nö bet başladı. hayat, bütün menazırı cihan, nazarımda bir kasveti mücesseme kesildi. nazire yanımdan ge çerken yavaşça: sadmei müdhişe: müthiş sarsıntıkatı ümid ümit kesmekyeisalud: yeise bulaşmış, kederlimuhabbeti nevmidane: ümitsiz sevgikasveti mücesseme: canlı bir kasvet, karanlıkmünkesirü'lemel: hayal kırıklığımenazırı cihan: cihan manzaraları kendimi nasıl aldatayım? adam sen de! bir evveli baharın yetiştirdiği kadar asarı süruru, kadar esbabı huzuzu, gözlere sefa, zihinlere küşayiş bahşeden kadar müzey yinatı tabiiyyeyi hazan yapraklarıyla, çiçekleriyle, kelebekleriyle pamali istihkar ediyor. bu kaideyi, bu hakikati her şeye teşmil ediniz. seneden seneye sevdiklerimizden bi rinin gaybubeti ebediyyesine ağlıyor, sevenlerimiz varsa bir gün de bize ağlayacaklar. hangi şeyde vefa, nerede beka var ki mu habbette olsun? bu gırarei gaflet niçin gözlerimizi, her hissimizi örtmüş? bugünkü bedia otuz kırk sene sonra elbette yüzüne bakılmaz bir acuze olacak. zaman bu gözyaşlarımı tahattur ettikçe ben kendi kendime gülece ğim. bu düsturı hikmeti şimdiden mevkii fi'le koysam, beyhude bu kadar meyus olmasam, bu kadar yanıp ağlamasam olmaz mı? bedia'yı, mavi gözleri, sarı saçları, levendane kameti hıramı latifiyle gözlerimin önüne getirdim. şeran, kanunen be nim olan bu zehrei letafetin bir rüzgarı hıyanetle fatin'e doğ ru eğildiğini, onun meşammı hevesine kendi kendini arz ettiğini düşündüm. zararı yok. her şeyi fani olsun. isterse bütün mükevvenatın iki günlük yine nazarımda hayat gibidir. kendine olan şiddeti meftuniyyetime, arzuyı irtibatıma rağmen benden kaçıyordu. hakikatte kaçmadı bile. ben tevehhümatı sevda içinde bedia namına gönlümde bir hayali idameye uğraşıyordum. da umurumda değil. illa bedia, fatin'in olma sın. benim olsun. benim olsun. sinni heremine kadar ben ona perestiş edeyim. bütün hayatımca gönlüm bu perestei hüsne müteveccih kalsın. ah yine fakat izzeti vicdanım isyan ederek niçin bende ona karşı bir nefret uyandırmı yor? bu müthiş noktada ben nazire'ye nasihat verir ken bu nasayihle kendim niçin amil olamıyorum? beni sevmeyen bir kadına karşı ulüvvi nefsimi niçin çiğniyorum? bu sefaleti muhabbete niçin düşüyorum? gönlü, gözü, sevdası, emeli diğer bir erkekte olan bir kadını zevce sıfatıy la yanımda alıkoyacak mıyım? lüzumuna göre bana göstereceği muvakkat sahte nevazişlere nasıl tahammül edeceğim? keyfiyetin daha müthiş ciheti var. bir çocuğum olursa bunun üzerinde fa tin'den ziyade hakkı übüvvet iddia edebilecek miyim? keyfiyet artık limonata ile teskini ye's hararet edecek de receyi geçmişti. bardağı karşımdaki bedbaht delikanlıya takdime cesaret edemedim. artık boynu başını çekemiyormuş zannolunacak bir telehhüfi bitabane ile naki bir tarafa çarpıldı, gözlerini kapadı. dudı siyahı sev dası gibi çehresini istila eden dumanların içinde zavallının bu vazı hazinanesini bir müddet seyrettim. sanki böyle birazyorgun luk alarak yine başladı: vapur, kadıköyü iskelesi'ne yanaştı. beynime bir of işte yanıyorum. yarab bana akıl ve şuur inayet eyle. ya beni öldür ya bu kadından tenfir et. hakkı übüvvet: babalık hakkıulüvvi nefs: izzetinefisperestei hüsn: güzellik perisitelehhüfi bitabane ile: bitkince bir üzüntü haliyldudı siyahı sevda: sevdanın siyah dumanı validem durup durup nasıl oldun? va lidemin bütün bu sual ve telaşlarına cevaben iyiyim fakat yalnız sizden bir ricam var. beni birkaç saat yalnız bırakınız. zavallı kadın peki yavrum peki. nevazişiyle odada kim varsa hepsini topladı, dışarı çıktı. duracak otu racak halim, kuvvetim kalmamıştı. validemin titrek endişeli bir sadayı şefkatle başucumda: evladım, naki'ne oldun? köşkün içinde bir telaştır gi diyor. gözlerimi açmadığımı görün ce validem ağlaya ağlaya: merak etmeyiniz bir şeyi yok. sabah yine gelirim vaadiyle gitti. kimbilir ne kadar mesafeden doktor geldi. bir hane içinde bulunduğumuz zevcem henüz oda kapısından bile gözükmedi. yüzünü görsem belki büsbütün fena olurum. karyolama girdim. nabzımı, göğsümü, her tarafımı uzun dikkatli bir muayeneden sonra: naki, öyle durma. galiba biraz rahatsızsın. ah yine kendimi kaybetsem de düşün mesem. düşünmesem, uyusam, ilanihaye uyusam. ben böyle gamımla cenkleşirken. çıt sedasıyla odamın kapısı açıldı. gözü mün kuyruğuyla baktım, zevcem. evet geliyor. beyaz muslinler giymiş. yarı bedenine kadar küşade göğsünün, dirseklerine kadar açık kollarının etrafı kat kat dantelalar içinde. saçlarını ensesi ne yarı toplamış yarı salıvermiş. altında şakikaya alamet mahut beyaz çatkı. dahili zifaf olmuş bir kadın olduğuna doksan şahit lazım. bakirelere reşki masumiyyet olacak bir letafet, bir edayı melekane ile hafif hafif ayaklarının ucuna basarak yürüyordu. ben kasten gözlerimi kapadım. derin derin bir göğüs geçirdikten sonra eğildi, alnımdan medide bir buse aldı. zevcemin dudakları sathı cebhemde titrerken duydu ğum lezzeti, yine anda hissettiğim merareti tarif edemem. mü htez, nazik bir seda ile yavaşça vah zavallı nakiciğim, ateş gibi yanıyorsun. dedi. bütün metanetimi toplayarak evet. hanımcığım, yanıyorum. cevabını verdim. köşkün içinde bir gürültü işittim. küçük beyefendi has ta dediler. kendi derdimi unuttum, işte sana geldim. onun ya gaybubeti ya hastalığı zamanında anla şılıyor. zati yarım akıllıyım. beni bütün bütün deli edeceksin. bir iskemle çekti. beyaz yumuşak fakat heyhat beyaz leylak rayihası neşreden elleriyle yüzümü nevazişlere gark ederek: meraret: acılıksathı cebhe: alın yüzeyimedide: uzunreşki masumiyyet: masumiyeti kıskandırma naki! derhal nazire'yi, bedbaht kadının yeisini, ona verdiğim vaadi ihtiyatı tahattur et tim. biihti yar deheni nevmidanemden kaçan bu evet', şu macerayı felaketi tamir kabul etmez bir hale getirdi mi? pek ileri varmış olduğum dan havfen işi bütün bütün aleniyete dökmemek için sustum. be dia amakı kalbiyyemi tarassut etmek istiyor gibi istizahı acible bana gözlerini dikerek: bu sözleri telaffuzum esnasında yüzüne kim bilir ne kadar bir şiddeti nazarla bakmışım ki zevcemin çehresi sapsarı kesildi. teşekkür ederim bedia. beni bu kadar sevdiğini bilmiyor dum. devamı neva zişin için hemen hemen ömrümün medit bir hastalıkla döşekte geç mesini arzu ediyorum. hali sıhhatimde yüzünü gör düğüm var mı? kaç aydır ufacık bir nevazişine nail olabiliyor mu yum? ardı arası kesilmez bir şakika. bir sinir hastalığı. artık dayanamadım. ellerimle göğsümün düğmelerini yeisten çatır çatır kopararak kalktım. hummadan kurumuş dudaklarımla: seni ben mi hasta ettim? bedia, artık yetişir. beni sevdiğine inansam. şu sözlerinin bir kelimesine benim için itimat kabil olsa emin ol ki şu saatte ne ateşim kalır ne hastalığım. ah nankör çocuk. dertlere ben kimin yüzünden uğradım? ben senden acaba bir dakika ayrılmak istiyor muyum? odalarımızı etibbanın tavsiyesi üzerine ayırmadık mı? senin için malul olmak değil, mezara girsem yine kıymetimi bilmeyecek, yine muhabbetimi inkar edeceksin. o nasıl söz, çılgın! bedia'nın hakkım da gösterdiği bu sahte şefkati, bu kazib muhabbeti ateşimi, yeisimi büsbütün tezyit ediyordu. başı ucumda ibrazı teessüre, beni şid detle sever gibi görünmeye uğraşan bu kadın, hastalığıma kim bilir kalben ne kadar memnun olmuştu. doktor keyifsizliğine ne isim verdi? tifo yahut dehşette bir ma raz teşhis etti. of, bu riyayı muhabbet. insan, benibeşerin menafii hususiyyedeki bu denaetperestliğini görünce doğduğuna, insan olduğuna nadim oluyor. fatin'e yazdığı mektuplarında amali zelilanesini, hissiyatını, denaeti vicdanını okuyup gördüğüm halde hemen hemen bu geceki hudai muhalesatına, ifadatı kazibesine inanacağım. hep bu riyakarlıklarını hakiki, samimi zannede ceğim gelir. hummayı vücuduma karışan muhabbetle nefret, ateşle bürudet beyninde tarif olunmaz bir hissi şedid, bende sabra mukavemete tahammül bırakmıyordu. bütün esrarı kelimatı muhakkirane ile yüzüne püskürerek ifşa etmek. bu hilei sevda sına inanmadığımı bildirmek. zevcemi odadan kovmak. fakathissi şedid: şiddetli his üzerinde şiddetli nöbet var. onun tesiri hararetiyle galiba ne söylediğini bilmiyorsun. dedi. zayıf, baygınlık haliyle: hummayı vücud: vücut titremesibürudet: soğukluk öyle ise geçer. cenabıhak senden ziyade bana acır da inşal lah sabaha bir şeyin kalmaz. soğuk algınlığı. hastasın sevgilim, zararı yok. fakat ne oldun? amik bir teessüri şefkate benzer bir nazarla bakarak: heyhat! bir edayı makhuriyyetle mahcubane odadan çıkarken yine eteklerine sarılarak salıvermemek istiyordum. evet, arzu ediyordum ki zevcem itirafı cürm etsin. cinayetinde nedamet getir sin. fatin'den nefret ettiğini, dünyada yalnız beni sevdiğini ağla ya ağlaya söylesin. benden af, merhamet dilesin. of, ne hayali muhal! bu temennii hamım vücut bulsa. zevcem bu tahayyülüm vechiyle tebdili fikr hayat etse. ben artık onun sözlerine inan malı mıyım? onun muhabbeti digerle mütezelzil gönlünde benim için bir kuşei iltica kaldı mı? bedia'ya aldanmayı bile artık bahti yarlık sanıyorum. ah aldanabilsem. fakat benim için muhabbeti mütekabile muhal. saadeti sevda muhal. hepsi muhal. derunumdan bir şey beni tazyik ediyor. cinayeti bahir olan şu zevcenin ağzını ara. seni sevmediğini lisanıyla itiraf ettir. belki zaman muhabbetin nefrete münkalip olur. ya bütün bütün çıldırır, yanar, ölürsün ya teskini ye's edecek bir iki kelime işitirsin. bu son yeisimin sevki nevmidanesiyle dedim ki: zevcesinin bir hıyanetini duymuş. biçare çocuk, zihnini oy natır gibi oldu. zevcem haklı söylüyordu. namusa riayette gösterdiği bu şiddet zahirde ken di işine yarayacağı için ben bu haklı sözü gayrı muhakkak görmek istiyordum. demek ki bedia'nın bana karşı olan hıyanetini ispat her kaidenin bir şazı olur naki. yine umumiyet benim iddia ettiğim gibidir. nisvaniyetin yüz karası olan öyle karıları allah kahretsin. elin böyle kepaze bir kadını için bu derece hastalanmaya ne mana var? kadın kısmına böyle bir yüz verilirse iki gün sonra astarını da is ter. böyle bir hıyanetin ilk affı, ikincisine, üçüncüsüne ilanihaye müsaade vermek demektir. ben böyle bir hare kette bulunsam da beni affetsen en evvel yüzüne tüküren yine ben olurum. muhabbeti namusuna tercih eden erkeklere hiç acımam. daha doğrusu aldanmak da yok bile bile.şaz: kural dışı, müstesna insafsızlık ediyorsun bedia. zevç ilk hıyaneti hoş görüp af federse. zevce bundan bitteessür uslu oturursa olmaz mı? sen daima kadınları müdafaa eder, onları mazlum gösterir, er kekleri batırırdın da. ya zevç karısını şiddetle seviyorsa? bilmem ki. gönül bu. bedia gönül. her zaman insan, gönlünün değil bazen de gönül, sahibinin amiri olur. lakin zevcemi terk edebilmek cesaretini kendimde bulamıyorsam bile bile aldan mayıp da ne yapardım? haydi inkara mecal bırakmayacak surette şenaatini yüzüne vurayım. ya benden daha cesaretli çıkıp da cür münü bilitiraf, evet söylediklerin hep doğrudur. benim mukabeleten göstereceğim muamele ne olacak? bu ke lime bana pek dehşetli görünüyor. ben bırakayım, gitsin fatin'e varsın. bana oynadıkları komedyanın kendi dilhahları gibi bir ne tice almasını ben budalaca teshil etmiş olacağım. bu cihetten sarfı nazar, bedia'yı seviyorum. bütün bu denaetlerine rağmen onun için çıldırıyorum. zevcemin riyayı muhabbeti, sahte nevazişleri nasıl oldu da beni öldürmedi hayretteyim! fatin ile tertip ettikleri komedyanın temini muvaffakiyyetini, tacili neti cesi için bana karşı ibzal ettiği kelimatı muğfilane, görünüşte tatlı, samimi fakat hakikatten en müessir zehirleri iksiri şifa gibi bırakan sözlerin tesiratı mühlikesine bu zayıf vücudum nasıl mukavemet etti? bir ifakati tedriciyye ile iyi oldum. zevcei müstakbelin imzasını atarak sevgilisine yazdı ğı rezaletnameleri okuduğumu, bütün şenaeti sevdalarına vukuf peyda ettiğimi, hastalığım teessüri şedid neticesi olduğunu anla mış olaydı riyada, sahtekarlıkta, denaeti iğfalde kadar ileri varır mıydı? bilmem ne yapar, nasıl hareket eder, yine hangi tariki hudayı ihtiyar eylerdi? belki yine vechi hareketi beni iğfal yolu olurdu. saatle ri gelince ilaçlarımı vermek vazifesiyle meşgul oldu. fakat derdi aşka ilaç ne tesir eder? emri beraks olunca en evvel yüzüme tüküren kendisi olacakmış. işin içinde bir de nazire meselesi var. keyfiyetin hangi cihetini nazarı imana alarak bir sureti fasl tesviye bulmalı? kendimi mi kurtarayım, nazire'yi mi? biçare kadın, bedbahtide benden aşağı mı? bedia'ya olan aşkımı, muhab beti mecnunanemi şöyle bir tarafa bırakırsam kendisini tatlik veya ademi tatlikte serbestim. nazire böyle bir hürriyyeti harekete malik değil. fatin kendisini bırakırsa ağlaya ağlaya zevcinden ayrı düşecek. kimbilir iddiayı nevmidanesine bakılırsa bu iftirakla belki ilelebet bedbahtlığa mahkum kalacak. keyifsizliğim esnasın da zevcemin sahte muhabbet ibrazından mütehassıl teessüratımla cehennem ateşleri içinde yandım. zevcem yine odasına kapandı. ne dolaplar kuruyor? ağlamaktan gayrı bir karım olmuyor. bir asabiyyeti müd hişe, manevi bir azap beni ifna ediyor, yakıyor. bedia'nın peyker ismindeki halayığı mektup getirip götürmekte devam ediyor mu? bu hizmeti vesatetinden onu bile menedecek bir çare bulamıyo rum. peyker'i sokağa çıkarken görsem. nereye gidiyorsun de sem. beni aldatmak için fırlatacağı yalana tahammül edemeyece ğim. zaman iş gönlümü, aşkımı, halimi biliyorum. bedia, fatin'e vardıktan sonra bu muhabbetim külliyen iştidat edecek, artık alemi imkanda diğer bir kadına rabtı kalb edemeyeceğim. belki bu muhakemem, bu zannım yanlıştır. fakat bana öyle geliyor, bedia'yı unutamaya cağım zannediyorum. fatin'i gidip göreyim. görüp de kendisiyle ne yolda faslı dava edeyim? zevcemin maşukuna böyle bir söz söylenir mi? herif bana sen evvela karını zapt et de, öyle göz yaşlarıyla mülemma bana muhabbetnameler göndermesin. evvela bu ciheti mühimmeyi yoluna koy, sonra bana ihtarat lazımsa da bulun. oda ma kimseyi kabul etmeyerek, tek başıma otura otura zihnime vehn tari olmaya başladı. vücuttan, kuvvetten düşüyorum. böyle zaa fım tezayüt ettikçe bir aczi külli içinde kalıyorum. bedia ile fatin beynindeki muhabbetnameler teati olunmuş ise dadı kalfanın kalemime gelip beni aramış olması ihtimalini düşün düm. florya macerasından ve onun neticesi olan keyifsizliğim üze rinden on beş gün kadar geçmişti. bir kere kaleme gideyim, baka yım, bir haber var mı, dadı beni aramış mı dedim. fatin'le zevcem arasında cereyan eden ahvali hem öğrenmek istiyor hem de artık derecei sıklete tahammülden aciz kaldığım felaketime felaketi diger inzimamından korkarak bu macerayı sorup araştırmaktan ih tizaz ediyordum. naki bey, beyaz ipek mendildeki mektuplardan yine birini çe kerek işte diye okumaya başladı: sizi üç gündür siyah çarşaflı, çetrefil lisanlı kadın arıyor. evet, yine mühim bir haberi felaket olmalı ki dadı böyle beni sıkı sıkıya üç gündür arayıp durmuş. bir saat geçti geçmedi, odacı kalem kapısından bana dadının geldiğini işaret etti. zavallı dadı yine kan terler içinde, beni görünce: odacı beni görünce: bu dördüncüsü defasıdır sizi arıyorum efem. zevciyenizden fotin bey'e mektup vardır. bunu okuyunuz da içerisinde ne oldu ğunu bana anlatınız. merakısından çatlıyoruz efem. sözleriyle elime bir zarf uzattı. titreye titreye aldım. zevcim hasta landı, nöbeti esnasında bana irat ettiği sualler, açtığı mebahis ga yet istiğrabımı mucip oldu. ne suretle? pek iyi an layamadım. fakat yine kendisini kazip nevazişlerim, tatlı dillerimle iğfale muvaffak olduğumu kaviyen zannediyorum. bu maharetim den dolayı cidden tebrike müstahakım. velev sahte olsun, sevilme yen bir adama karşı iraei ruyı sevda insana ne kadar giran geliyor? bir aktris mümaresesiyle yine bu defa naki'yi balini iğfal üzerinde uyuttum. gösterdiğim muamelei dilfiribaneye al danmış olaydı mutlak sabredemez, hakikate vukufunu bir cihetten belli eder anlatırdı. birkaç gece oynadığım sahte sevdazede rolü bana kadaryorgunluk verdi ki üç dört akşam daha devam edeydi patla, işte artık seni sevmiyorum. haddi gayeye gelen tahammülüme pek emniyetim kalma dığı için naki biraz iyileşir iyileşmez of diye büyük bir nefes alarak yine odama kapandım, kanepenin üzerine kendimi attım. saatlerle güldüm. herkes beni içeride sinirden, baş ağrısından muztarip zan nediyor. tiyatrolarda vazı sahne edilen oyunlar böyle hanelerde aileler beyninde geçen hakiki maceralardan muktebes değil midir? halde ötekiler taklit, berikiler asıldır. hikayenüvisanla tiyatro müelliflerinin he men daima zemini tahrirlerini teşkile hizmet edenler üç şahıstır: karı, koca, bir de aşık. bizim oyunumuzda da bu üç şahıs tamam değil mi? naki en müdhik bir komedyaya sermayei belahet olacak hilkatte bir zevç. sen de aşık. sonra bu aşık, zevç olacak. netice kocam için biraz feci olacak ama bununla komedyamızın esas neşesi bozulmaz. büyük muharrirlerin sermayei tezyifleri belaheti beşeriyye değil midir? hemnevinin ahvali müdhikesine gülmekte gizli gözyaşları bu kadar zevzeklik yetişir, biraz da bu oyunun ciddi kısmın dan bahsedeyim. yine benimle görüşmek istiyorsun. şu esnada bu ihtiyatsızlık? yine orada, hafagahı sevda mızda. neyse, bu sefer de seni meyus etmek istemem. fakat böyle sıkça sıkça görüşmemiz oyunumuzu müdhikeye değil, mehlekeye çevirecek. bu alamı tahassürü kısa kesmenin en eslem tariki hedefi hareketimiz olan neticeyi bir an evvel ele almak değil midir? maddei mühimmeden bahsedeceksin. bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek ka bil mi? bu hafta salı günü geli rim. allah aşkına ihtiyattan, metanetten ayrılma. baki devamı muhabbet. mektup mu bitti, ben mi bittim farkında değilim. kaç zaman dır beni öldüren asabiyeti, içinde bulunduğum hali muztaribaneyi düşününüz. bir de şu rezaletnameyi kıraatten sonra yeisimin vara cağı dereceyi tasavvur buyurunuz. alnımdan tereşşuh eden terler den, benzimin sararmasından, serapa vücudumu istila eden raşeden, muhteviyyatı namenin yine pek dokunaklı, zehrengiz olduğuna intikalde güçlük çekmeyen dadı kalfa: vardır. doğ rusu naki için ağlayamam. hakikate vakıf olunca kendi haline yine kendi ağlasın. bizim hesabımıza isalesi lazım gelen eşki telehhüfü döksün. işin bu ciheti elimesi de var. dadıya cevap vermezden evvel mektubun zihnimi yakıp sızlatan şu yine nerede görüşeceğiz? yine orada. hafagahı sevdada mı? orası, hafagahı sevda. nere si? aman ya rabbi, çıldırmamak için dimağıma metaneti lazıme yine ne kepazelikleri yazmışlar efem? bedian ver. sonra. benim için muammayı müdhiş, onlar için derdesti fasl tesviye bir meselei mühimme olan beni ne için görmek istediğini biliyorum. maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etme gözüm, bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. demek dehşeti madde yalnız mektuplaşmaktan da ibaret değilmiş. bir hafagahı sevdada buluşuyorlar, görüşüyorlar. evet. evet. sevişiyorlarmış. za vallı ben. biçare nazire. artık biz istediğimiz kadar bu hain lerin manii muaşakaları olmaya çalışalım. onların dudı sevdası bir ahengi ittihadla yek bacadan çıkıyor. biz bu ateşi enfası ah figanlarımızla söndürmeye uğraşıyoruz. bu beyhude gay reti itfaiyyemizle kendimiz tutuşuyor, mahvoluyoruz, haberimiz yok. zevce namına böyle bir afetle yaşamadansa ondan ayrılmak, bade'liftirak hayat kabil olamadığı takdirde hiç yaşamamak elbette evladır. yok artık, yok. nazire'nin kadınca fikirlerine, nevmidane sevdasındaki beyhude ısrarlarına iştirakı hareket zil letinden kendimi kurtarmalıyım. bu akşam köşke gidince zevcemi bırakırım. meselenin en sade sureti halli bundan başka olamaz. mademki artık na zire ile iştirakı hareketten ayrılıyordum, halde mütebassırane davranmak icap ediyordu. bu düşüncebni dadıdan ketmi ahvale lüzum görerek sahte bir beşaşetle dedim ki: bu mektupta kadar kepazelik yok. zevcem, sizin fatin bey'e bazı nasihatler vermiş. nazire hanımefen di'ye böyle söyleyiniz. kaç zamandır beni alevlen diren keşmekeşlerden, tereddütlerden artık kendimi kurtulmuş gibi görerek gönlümde acayip bir inbisat hissediyordum. fakat deru numda bu inbisatın setredemediği bir korku, bir endişe, tarif olun maz bir hal, bir tereddüt vardı ki vapurdan çıkıp arabaya binince menazırı muhitenin tebeddülü tesiriyle aynen saf, berrak lacivert bir semayı istila eden kesif, mağmum bulutlar gibi efkarı muzli me derece derece inbisatı kalbimi örttü, boğdu. yine karanlıklar, endişeler içinde kaldı. neye ka rar verdimdi? bu kararım üzerinden haftalar, aylar geçmiş gibi biraz evvelki tefekküratım şimdi bana dumanlı görünüyordu. yoksa ettim miydi? artık zevcemin yüzünü göremeyecek miyim? vehleten yine bir ateş her tarafımı sardı. bedia ile iftirakımız vukua gelmiş gibi bir galat hisse düşe rek hicranı asabi içinde kaldım. henüz onu terk etmediğime kendi kendimi iknaa delail aramaya başladım. evet, henüz terk etmemiş tim. fakat böyle bir kararı, böyle fikri müdhişi aklıma getirmiş olduğuma nedamet ettim. hemen bedia'yı görmek, ayaklarına ka panmak, fatin'i terk ile beni sevmesi için istirham etmek arzusu, ihtiyacı, ıztırarı vehleten öyle şiddetle bütün kuvamı teshir etti ki ben de hemen daireden çıktım. köşke gidip kararımı fiile ge tireceğim. gün de günlerden pazartesi. mektubun tarihine ve dadı kalfanın dört gün bir sıraya beni aradığına bakılırsa bedia ile fatin beyninde yevmi mülakat tayin edilen salının gelip geçtiği yani hafagahı sevdada birleşmiş oldukları anlaşılıyor. allah'ın inayeti ne büyük tür. belki bunlar birbirisine soğuşurlar da ötekilere ısınmaklık hasıl olur değil mi efem? dadı, inşallah maşallah kelimatı ümidbahşasıyla mektubu aldı. keyfiyet işte buyurduğunuz gibi görünüyor. fatin'in derdi iftirakıyla cali şakikalar geçirdiği yatak odası na girdim. hereke kumaşından koyu al ipek perdelerin arkasındaki kanatları kaplı panjurların aralıklarından giren hafif, mütereddit bir ziya içinde loşlukta kalan eşyaya bir göz gezdirdim. oymalı ceviz karyolanın beyaz bürümcükten cibinliği indirilmiş. yataklığın baş tarafındaki komodinin üzerindeki fransızca üç roman. birini al dım baktım. gustave flaubert'in madam bovary namındaki hika yesi. mevzuu bilir. madam bo vary, zevcine hıyanet eder. madam, yeisinden intihar eyler. müntehi renin sadakatı zevciyyeden inhiraf etmiş olduğuna sonradan vakıf olursa da sevgili zevcesinin zıyaı ebediyyesine gözyaşı dökmekten kendini menedemez. bir sabah müteveffiyenin aşıklarından birine tesadüf eder, birlikte bira içmeye giderler. esnayı musahabelerin de mösyö bovary, herife zevcemi sevmiş olmanızdan dolayı köşke girdiğim vakit saat dokuzu bulmuştu. derhal zevcemin dairesine koştum. kendisini görmek arzusuyla çıldırdığım es nada bedia'nın bu tesadüfi gaybubeti beni külliyen bir hali elime düşürdü. zevcemin kimseden izin istihsaline lüzum görmeksizin sokağa çıkmak hürriyetine malik olduğunu biliyordum. ona bu ser bestiyyeti hareketi ben vermiştim. fakat günkü gaybubeti bana başka türlü tesir etti. hafagahı sevdasına mı? dakikadan dakikaya teellüm kadar arttı ki, kendini tatlik için verdiğim kararı güya zevcem duymuş da bir daha avdet etmemek üzere köşkten çıkmış gitmiş gibi bir endişei acibe duydum. hayvanları sür. diye arabacıya bağırdım. paul bourget'in creulle enigme yani muam mayı müellim unvanlı eseri. mevzuan hakikaten bu ötekilerden müellim. bu romanda bir zevcenin zevcini aldatması bir şey de ğil! bu cihet adeta bir meseleyi adiyye, bir adeti hayat hükmünde gösteriliyor. bu hikayedeki genç madam sue, kırk beş yaşındaki zevcine karşı olacak hatırai sadakatını kalbinden külliyen sildikten sonra daha kaç babayiğidi kündeden atıyor. aşkta tecrübesiz hü ber isminde bir genç, olanca sevdayı şebabıyla madam sue'nün giriftei hüsn anı oluyor. hıyaneti zevcle aludevicdan bir kadın da iffet aramak en büyük eseri belahet iken, hüber, maşukasının zevcine karşı olan bu sadakatsizliğini kadının müddeti hayatınca bir hatayı yeganesi zannediyor. sonra bu aşık budala hüber, madam sue'ün diğer bir aşıkla hembezm oldu ğunu haber alıyor. hem de nasıl bir herifle. hüsnen hüber'den dun, sinnen daha yaşlı bir zen perestle. elde güzel, genç bir aşık var iken kadın kalbinin tecdidi zevki sevda için çirkin ve daha yaşlı bir erkeğe meyletmesindeki sırrı hilkati anlaşılmıyor. fakat bu gibi hususatta bir aşıkı nevmid için halası nefs kolay mıdır? lakin nihayet mağlubı muhabbeti oluyor. madam sue'yü ayıbıyla, bu hatasıyla, aleyhinizde hiçbir husumetim yoktur. nasıl, mevzu şık değil mi? bedia, fatin'in derdi aşkıyla intihar ederse. biz zevç ile aşık, bir meyhanede karşı karşıya telhkamane teatii ikdah eylediğimiz demi matemde ben de galiba zevcemi sevmiş olduğundan dolayı fatin aleyhinde izharı buğz nefret etmeyerek onu kendime bir dert ortağı addiyle birlikte ağlayacağım. bu eserde de madam rolan diğer bir erkek ten kazandığı ikinci oğlu Jan'ı zevci mösyö rolan'a sulbi evladı olmak üzere yutturmuştur. kadının kaselisi muhabbeti olan aşıklarından biri de hüber oluyor. hıyaneti tebeyyün eden bir kadı na karşı za'fı hisse düşerek erkeklerin bu gibi şeydadil nisvandan soğuyamamaları, nefret edememeleri meselesi de müellim değil mi? kadın böyle aşıklarla güleşirken öte tarafta mösyö sue zavallı zevç ne yapar? bu hika ye içinde zevç kadar ehemmiyetten ari addolunuyor ki muhar rir ondan hemen hiç bahsetmiyor. sedef işlemeli bir çerçeve derununda komodinin müstenit ol duğu duvara resmim talik edilmiş. teehhülüm esnasında aldırdığım bir fotoğrafım. ben beşuş bir çehre ile duvara yapışmış öyle du ruyorum. bir de şimdiki yeisimi, mahzun, mağmum simamı düşündüm. eski bahtiyarlığıma gıpta ettim. saadeti maziyyemden artık bir saatinin iadesi kabil olamayacağını tefekkürle ağladım. sedefli çerçeve nin camı, dikkat ettim, birkaç yerinden çatlamış. bu hal istiğrabımı mucip oldu. duvarda asılı çerçevenin camı kendi kendine çatlamaz ya? bu tesir ne olabilir? zevcem geceleri oda kapısını sürmeleyip karşıki ufacık zarif yazıhanesinin önün de fatin'e mektup yazarken, resmimin oradan kendine bakışına tahammül edemeyerek mutlak çerçeveyi yumruklamış olduğuna hükmettim. odanın bir köşesinde küçük bir masa üzerinde parıldayan çay takımına baktım. onun solunda duran kanepe, koyu lacivert ze min üzerine beyaz dallı pelüş kaplı, bedia'nın hazinei evrakı olan kanepe vehleten bir mıknatıs şiddetiyle nazarımı celbetti. hemen oda kapısını sürmeleyip kanepeyi tetkike başladım. arka cihetini muayeneyekaselisi muhabbet: muhabbet dalkavuğutetebbuı amik: derin alaka, ilgi giriştim. arkalık ile oturulacak kısmın zuhurundaki hat fasıldan bir parmak aşağıda kumaşı tahtaya rabt etmek için bir sıraya irice düğme şeklinde sarı başlı çiviler mıhlanmış. bu çivileri birer birer yokladım. bunun üzeri ne şiddetle bastım. on santim kadar umkunda mustatilü'lşekl ince uzun bir göz dışarı fırladı. bir intizamı mahsusla deste deste yerleştirilmiş mektuplar nazarı dehşetime çarptı. fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri cümleten mevcuttu. tüle sarılı kalınca bir kağıt gördüm. bir fotoğraf. bunun üzerinde hiçbir yazı, imza falan yoktu fakat fatin'in resmi olduğuna hiç şüphem kalmadı. resim abdullah biraderlere aldırılmış, yarım vücut bir kabine. alt üst dişlerim birbirine çarpmaya başladı. bir hummayı halecan içinde resmi tetkik ettim. uzun çeneli, iri kemikli sert bir sima. bir çift gür, kalın, çatık kaş altında çukurda kalmış ufarak, koyu siyah gözler hemen gazubane denecek bir nazarla insana ba kıyor. orta cesamette incerek dudaklı bir ağız üzerinde uçları kıvrık, dolgun bıyıklar. dar, uzun bir alnın zirvesini setreden sık saç lar alabros kesilmiş. çehrenin heyeti mecmuunda benim hük mümce yırtıcı hayvanlara benzer dürüşti, rüyeti insanı sıkan bir şekli hodbini var. herif adeta çirkin. rekabetiy le kaç zamandır beni ateşlere yaktığın böyle bir menhus çehreye ibtilan için miydi? paul bourget'in hakkı var, hakkı var. sizi iyi tetkik etmiş. güzel kocalara veya amanlara tercih edilen çirkin aşıklar bu tercihi acibden dolayı memnun olsunlar. eğer nisvanın bu noktadaki zaafları hayvaniyyeti reculiyyeye meclubiyetten ileri geliyorsa kadınlarca müreccah addolunan bu sıfatı makbuleyi haizumk: derinlikdürüşti: kabalık, sertlikmustatilü'lşekl: dikdörtgen şeklindemutmahı nazarı sevda: sevdayı çekme, katlanma kendi kendime: beni mahveden zevcem değil, kendi za'fı hissimdi. hıyaneti aşikar bir zevce karşısında bulunuyor, yine bir şeye karar veremiyordum. hepsi önümde, hepsi elimde. bunları her kime, hangi mahkemeye irae etsem davayı kazanırım. fakat bu rezaletnameler kime gösterilir? vakit akşama takrip ediyordu. zevcem köşke avdet etmezden evvel oradan çekilmek lü zumunu düşündüm. yine desteleri vaziyyeti asliyyeleri üzere ter tip ederek gözü kapadım. evet, bu cebanetim, zevcemin cinayetinden eşna bir hareket ti. zevcemi fatin'le bir arada tutsam ihtimal yine sabredecektim. nefsime karşı bu hakikati itiraf ede yim, bedia'nın söylediği gibi ben yüzüne tükürülecek bir kocay dım. hazmetmeye uğraştığım bu rezalet diğer bir cihetten meydana çıksa bedia hakikati itiraf etse ihtimal yine zaman zevceme sen tahtı zevciyyetimde kal da sevdayı nameşruunda bildiğin gibi devam et. kaç kilometre mesafe katettim bilmiyorum, deli gibi geziniyordum. galibayor gunluktan bitap kalarak bir yere düşmek, kendimi kaybetmek is tiyordum. pederim beni taama bekliyormuş. yemek içmek gibi hayatın en sizden daha çirkinleri bulunabilir. fakat bu noktada niçin yalnız kadınları itham ediyorum? genç, hesna, latif, nazik zevceleri üze rine yahni yanaklı, koca dudaklı, elleri, tabanları çatlak hizmetçi kadınları tercih eden erkekler yok mu? bana uzun uzadıya aşı çubuklarından bahsetti. bağın şimalindeki tarlayı ge lecek sene kirizma ettireceğini anlattı. kendi kendime: bu pe derim ne bahtiyar adam? başka endişesi yok. bu sözlerden ka dar sıkıldım ki taamın hitamını beklemeksizin odama çekildim. her şeyden muazzep oluyor, ne yapacağımı bilmiyordum. kitaplarımı karıştırdım. bu söz benim için bir kavli sadık değildi. belki de hakkında tan eyledim. serairi kalbiyyesine vukufumu bana itiraf ettirmek mi istiyor? demek rezaili sevdasını bana söy letecek, sonra yüzüme tükürerek çıkıp gidecek. tahammüldeki hamakatimi yüzüme vuracak. hepsi bitti bu mu kaldı? ben her şeyi hazım ile sabrederken niçin beni çakı tahammüle davet ediyor? bildiğimi bil memekte ısrardan başka çare var mı? bu itiraftan sonra mabadi keyfiyyet ne renk kesbedecek? demek ben ne kadar ketum, ne kadar hazım hücrei ıztırabımda ben böyle dönerken dolaşırken, çırpınır ken zevcem beşuş bir çehre ile içeri girdi. hemen iki elimden sım sıkı yakaladı. gözlerini gözlerime dikerek dedi ki: naki! bir insanın gözlerine bakarak razı derununu keşfetmek fennindeki derecei vukufunu anlamak istiyorum. yüzüme dikkat le bakıp derunumdakini keşfedebilirsen bu kiyasetini tebriken sana büyük bir mükafat ita edeceğim. kirizma: toprağı kazarak altını üstüne getirmetan eylemek: yermekserairi kalbiyye: kalbin sırları of. ne mi görüyorum? mavi hadekalarda beni müstağ rakı alam eden bir ummanı hıyanet. yine bir oyun, bir dubara ! hüceci hıyanetini kanepenin gizli gözünde gördüm. bana bir de bunla rın asarı mahufesini gözlerinde göstermeye uğraşma. diye hay kırmak istedim. ga leyanı derunumu son bir tahammül ile teskine uğraşarak yavaşça: sana böyle bir kehanetim olduğundan bahsettiğimi hiç tahattur edemiyorum. bir insanın yüzüne bakarak razı derununu keşfetmek fennine vukufum değil, böyle bir fennin vücudundan bile haberim yoktur. meyusiyyeti mutadesi hilafına gösterdiği bu şetarete hayrette kalıyordum. yine iz harı gaflet edeyim. bütün metanetimi toplayarak: neden olacak? beni sevmiş olsan bir lahzai nazarımdan bin mana çıkarırdın. ah mak bir herifim. evet, işte beni sevmediğinin bir delili! hiçbir şey göremiyorum. allah aşkına gözlerimin içine bak. ne görüyorsun? bir ahmağı en ziyade sevindirecek muamele kendisine isnadı zeka etmektir. bir ahma ğa akıllısın demek kadar celbi teveccüh için bir tarikı sühulet olamaz. bu medhinizle kendi irfanına kail olur da mesulünüzü ademi isafı zekasına muvafık göremez. elim den çekti, yan yana kanepeye oturduk. gözlerini süze süze bana bittevcih: iki aydan beridir yüzünü bile nadiren görüyorum. bu rezalet ne demektir? ayaklarımın altında halı, başımın üstünde tavan fırıl fırıl dönüyor zannediyordum. cüretin, melanetin bu derecesini artık ne zihnim ne havsalam alıyordu. dadı kalfanın getirdiği son mektuptaki maddei mühimme kaydı aklı ma geldi. hafagahı sev danın esrarı müdhişesi artık yavaş yavaş meydana çıkıyordu. kadar alama tahammül, bu kadar şenaate iğmazı ayn ettikten sonra hayatını hayatıma rabt edecek sana bir müjde vereceğim. merbut fakat müjdem merbutiyyeti kadimeyi külliyen tak viye edecektir. hayatımız zaten merbut değil mi ki bunun için bir müjdei irtibata lüzum olsun? anda zihnim kadar karıştı ki: maksadını anlar gibi oldum. halecan içinde kalarak: bu müjden nedir bakalım? tahminime göre bir aylık. o, o, halde. demek hamilsiniz? olup olmayaca ğımı sormuyorlardı. dünyaya gelince, büyüyünce bana peder diyecek, ben ona evlat diyeceğim. pederim, validem onu torun diye okşayacaklar, seve cekler. felaketimi bu gayei dehşete getirinceye kadar niçin sabret tim? artık zemin ve zamanı mevkii müdhişemi unuttum: bedia'nın yarın sabah eşyalarını toplayıp evine gitmesi benim hiç hesabıma gelmiyordu. bu meseleyi temizlemek ancak bu ka merhameten bana bir yudum su veriniz. bulabilirseniz bir bardak zehir veriniz. daha makbule geçer. ben böyle müthiş bir şüphe altında yaşayamam. mümkün değil burada oturamam. bu denaet. şu saatten tezi yok. eyvah. alçak. anladım. benden, çocuğundan şüphe ediyorsun. feryadı ve bir seli dümu ile kanepenin üzerine kapandı. nihayet bayılır gibi haller gösterdi. bimecal kesik bir seda ile: seli dümu: gözyaşı seli beni şiddetle sevdiğinizi iddia ediyorsunuz da rabıtamıza uk dei diger ilave edecek, muhabbetimize zihayat bir delil olacak bu mahsuli izdivacımızı tebşirime karşı olamaz' demeye sıkılmıyor musunuz? maksadı asliyi tecahülden gelerek: bedia bir tarzı istihkarla döndü. beni yukarı dan aşağıya süzerek sordu: hayır hanım, beni çıldırtma. ben tarihi hamle itiraz ediyo rum. mademki bu kadar sabrettim, macera bu derecei mülevvese gel di. beni nasıl iğfale uğraşıyorsa ben de ona karşı ancak huda, yalan ile temini galebe edebileceğimi anladım. derhal tebdili lisan ederek dedim ki: karnımdaki çocuktan şüphe ediyorsun. sus. nasıl lakırtı? anlayamıyorum. sevincimden deli gibi oldum, öyle söyledim. tarihi hamle itiraz ettiğim, bana böyle bir saadet bahşetmekte şimdiye kadar ge ciktiğin içindir. böyle bir şüpheye düşmen beni öldürmekten daha mahuf bir hal değil midir? nasıl çıldırmam. hain. bir kadın için bundan büyük fela et mi olur? amik bir tereddüt, acip bir tecessüsle yüzüme bakarak: her şey çıkar. utanmaz. bilmem sevgilim, ya senin aklından zorun var ya benim! ben, ağzından çıkan sözlere mukabele ediyorum. bu söz tüyle rime ürperti veriyor. senin gibi bir iffeti mücessemeye karşı öyle bir tefevvühde bulunmak denaetini bana isnada gönlün nasıl razı oluyor? tarihi hamle tiraz ediyorum. böyle müthiş bir şüpheye düşsem evvela seni, sonra kendimi öldürürüm. ertesi sabah köşkün içine bedia'nın havadisi hamli, bu müj dei sürur yayıldı. sevincinden artık validemin etekleri havada uçuyor. yanağıma bir buse kondurarak naki, yakında torunumu da işte böyle öpeceğim. rab bi çok şükür. sevinçten bir yerlerde duramıyorum. bu mide bozacak yalancı dolmayı da takımıyla işte böyle yut tuk. zevcem beni kandırdığından dolayı memnun. ben ağzımdan kaçırdığım ihtiyatsız sözlerin tamirine muvaffakiyetim cihetiyle mesrur, hakikaten facia renginde bir komedya ki oyuncuların ma haretlerini alkışlamamak kabil değil. ne müşfik bir babasın. daha bir aylık ceninin istikbali şimdi den düşünülür mü? bir aylık olduğunu da iyi bilmiyorum ya naki. haydi bunu beraber hesaplayalım. ben daha ziyade zannediyo rum. dur bakalım, daha anasının karnında bir aylık şeye bu kadar sevinilir mi? artık bu münasebetsiz bahsi kapat. şimdi çocuğumuzun is tikbalini düşünelim. validem bükama dikkat ederek: o halde bir buçuk aylık demek. saffetime itimat edecek kadar tabiatımın vakıfı değil misin? belki de ziyade. neye ağlıyorsun tosunum? bilirim delisin. fakat benim de zırdeli olduğumu unutma. sevinçten. pederin yanına girdim. gel bakalım beybaba kelimatı talti fiyyesiyle kabul olundum. pede rimin hakkımda iltifat olarak sarf ettiği bu tabirde zavallı adamın sureti sarfındaki saffete rağmen öyle bir merareti mana, tezyifi işte limonata içilecek bir sıra. fakat mateessüf sürahide bir şey kalmamıştı. boş olduğunu gör dük. limonatadan dereler aksa bu ateşi söndürmeye kifayet edemeyeceğini anladım. bu defa yalnız naki değil, ben de yanıyor, ben de bağırmak istiyordum. misafirim bütün ateşi talakatiyle en ince asabıma kadar beni teshir etmişti. başını salla dıkça ben de sallıyor, titredikçe ben de titriyor, hasılı adeta man yetizma olmuştum. naki biraz dinlendi. yine başladı: pederim beni ne yapacak? hiç şüphe yok, kariben dünyaya ge lecek hafit veya hafidesinden, işte bu müjdei saadetten mütevellit sürurunu tebşir edecek. bedia'ya olan muhabbetim nefretle memzuç bir alev halini aldı. derunumu yakıyordu. artık kundak takımını hazırlamalıdan başladı. mekte be gönderdi okuttu. rütbe sini paşalığa kadar terfi etti. ah ben orada ne hallere giriyor, gün fatin'i bularak gebertmek hevesi intikamına galebe edemeyecek şiddetler peyda ediyordum. meserretini taşırdıkça taşırdı. galiba yine bedia'nın karnını okşamaya gi diyordu. hepimiz böyle anamızın karnında birer aylık değil miydik? bak nasıl doğ duk? biraz sonra odama küçük halayık geldi: pederiniz sizi çağırıyor. sarhoş gibi sendeleye sendeleye odadan dışarı fırladım. mademki kaderim benimle olan acı istihzasını bu dereceye vardırıyor, ben de ona tasahhurla mukabele ederim. bir pırlanta ma şallah ısmarladım. beni fuzuli baba' etmekteki gayretini tebcilen, doğurduğu günü bunu bedia'nın alnına asacaktım. maşallah zev ceme, maşallah çocuğa. bahusus, maşallah bana. cümlemizi cenabıhak sui nazardan sıyanet buyursun. bu tebcilden, bu teb rikten, bu emirde, mebrurda asıl mesbukü'lhimmet olan gayreti ağlaya ağlaya pederimin ayaklarına kapanarak babacığım, doğacak tıflı menhusun evvela neslimize nispetini temin edelim. taham mülümün böyle bir sabırşiken derecei gayeye geldiğinden haberi olmayan pederim, sızlayan kalbime kızgın bir mil sokar gibi bana ufak bir çıkın uzatarak: pederim bana babalığın şerefinden, zevkinden uzun uzadıya bahsetti. o, übüvveti hakikiyyedeki bu şerefi, lezzeti büyüttükçe nazarımda fuzuli babalıktaki zillet, hacalet bir nisbeti makuse ile büyüyordu. bu makhuriyet, nefsime münhasır kalmıyor, ben onu büyükbabalık, büyükanalık sıfatlarıyla pederime, valideme de teş mil ediyordum. ne dehşet. al şu yüz lirayı! bu para ile bir hediye al, tarafımdan gelinime takdim et. hediyeyi intihap cihetini senin hissi tabiatına bırakıyo rum. hayat sigortası kumpanyalarını dolaş da nizamnamelerinden bana birer nüsha getir. pederim dedi ki: aman ya rabbi! sen bana sabır ihsan eyle. ne yapacaksınız? fatin beyefendi hazretlerine bir hissei musibe düşmediğine teessüf ettim. onun hissei mükafatı hepimizinkinden büyük olmak lazım gelirdi. bazen mükafat, müstahakkın gayrıya düşer. benim ka dar müddettir gösterdiğim canfersa sabır ve tahammülün mükafatı min gayrı istihkak çocuk olduktan sonra, bedia'nın birkaç pırlanta ile taltifi. fatin bey'in mükafattan külliyen mahrumiyeti muvafıkı nısfet değildir, değil mi? of. istihzayı nasibin benim kadar miratına uğrayanlar az bulunur zannederim. valideynimin bu sevinçleri keyfiyyeti müellimesi de ayrıca beni şediden müteessir edecek bir meselei fecia hükmünü aldı. zevcem sokağa çıksa da kanepenin gizli gözüne giren yeni bir mek tup varsa bunu okuyarak şu çocuk, bu hamli bi'lheva keyfiyetine dair malumatı katiyye alsam merakıyla dört beş gün bekledim. be dia evden bir tarafa gitmedi. odacı ya sordum: dün geldi, sizi aradı, bugün için yine geleceğini söy ledi. anlaşılan yine yeni bir mektup var ki dadı beni arıyor, dedim. fakat bu defa zavallı kadın büyük bir telaş içindeydi. hemen sordum: sebebisine bizim haberimiz yoktur efem. kör olasıca fotin evden gitti. onu bu aralık çok azgınlısı vardır. küçük hanım ba yıldı. fotin bey'e rica olundu. merakısı işte buraya kadar çıktı. hayır bende bir haber yok. fotin bey'le nazire hanım kavga ettiler. bu defaki haberisi fenadır efem. niçin? bedia'nın karnı sivrildikçe şetareti ailemiz de bü yüyordu. pederim sigorta nizamnamelerini tetkik, validem gelinin batnı mahmulünü okşamakla demgüzar olmaktalar iken kuyumcu da beri yandan pırlanta maşallahı yetiştirmeye uğraşıyordu. vakit geçirmek için her nev esbabı teselliden mahrum kalan yalnız ben dim. bu haml meselesinin beynime verdiği sıkleti teellüm, son de receyi buldu. vara yoğa hiddet eder, iltifat tarikiyle bile artık hiçbir söz kaldıramaz oldum. hasta mıyım sağ mıyım, deli miyim akıllı mıyım cidden fark edemez oldum. hastaysam ar tık ölümü, deliysem hiçbir teessür duymayacak mefkudiyeti tam mei hissiyyat derecesini temenni ediyordum. bir saatine tahammül olunmaz bir hayatı duzahı da istanbul'da geçiriyordum. zevcemden bir fırsat bulup da kanepenin gö zünü muayene edemedim. dadı kalfa yine ara sıra kaleme geliyor fakat artık bana mektup getiremiyor, benden malumat ahzine uğ raşıyordu. göç esnasında zevcem kanepe şeklindeki hazinei evrakını bilitina halılara sararak kendi uşağının dikkati mütemadiyesine dadı, söylerim söylerim mırıltılarıyla gitti. demek ki keyfi yet sarpa sarmış. ya bedia da mektupları mahut gözden kaldırdıy sa? dadı, kulağıma eğilerek yavaşça: evasıt: ortalar mektupları küçük hanımın okuttuğunu anlamış da mı kaldır mış acaba? küçük hanım aradı bu lamadı. nasılsa bir gün bedia, pederinin hanesine gideceğini bilbeyan erkenden sokağa çıktı. ben bu fırsatı ganimetten bilerek kanepe nin bulunduğu yatak odasına can attım. gözü açtım. baktım bütün mektup desteleri, fatin'in fotoğrafisi hep yer li yerinde. bittetkik anladım ki gözü ilk açışımdan beri yedi sekiz mektup daha teati olunmuş, bunlardan fatin'den gelenlerle zevce min ona yazdıklarının müsveddeleri hep mevcut. bunları birer birer okudum. bana oynadıkları bu rezilane komedyanın nazarımda gayri mekşuf bir noktası kalmadı. hafagahı sevda namını verdik leri mahalli telakilerini de öğrendim. karagümrük'tesoka ğı'nda zenci şirin kadın'ın hanesi. şirin kadın, fatin'in azatlı dadısıymış. mahalleliye bedia'yı na zire olmak üzere tanıtmışlar. zevcem arabayla çarşı kapısına kadar gelirmiş. nikoliyi arabasıyla nuruosmaniye camii'nin havalisinde bırakır, kendisi halayığıyla çarşının bir kapısından girip ötekinden çıkarak bir kira arabasına bilrükub soluğu karagümrük'te alır mış. beni fuzuli baba' eden bu mülakatların tafsilatını okudukça başımın içinde beynim fıkır fı kır kaynıyor gibi beni bir ateşi ye's istila etti. bu rezaletnamelerin cümlesini geçerek yalnız çocuğun sulbi fatin'e nisbeti sahihasını müspet olan mektubu okuyayım. birbirimizin daire sine ara sıra misafir gidiyoruz. müthiş şakika, bedia'ya azıcık aman verirse bir iki saat konuşabiliyoruz. hasılı muayene için bana vakit kalmamıştı. naki bey elindeki evrak meyanında mektubu seçerek kıra ate başladı. t lli t b öldü bii at ibi benim için, bir kadın için bu öyle bir mayubiyettir ki seninle ba de'ttezevvüc şiddeti sevdana itidal geldiği zaman beni teşnide en ileri varacak ihtimal ki sen olacaksın. bugünkü faili müştereğin sonra bir muahiz kesileceğinden korkuyorum. bir boranın hasarı, sükunı husuletten sonra belli oluyor. onun sevki şedaidiyle sarsılıyor, gittiğimiz yolu bilemiyoruz. müntehayı muzlim, müdhiş görüyorum. sevdanızın bana verdiği cüretle hamlimin sureti izharı hakkındaki kararımızı harfiyen icra ettim. fakat ilk hatveyi attıktan sonra ricata imkan var mı? burada hatardan beni geçire bilecek desti muavenet tesliyyeti bir an nazarından dur tutma. hamlimi tebşir ettiğim zaman zevcim bir behti azime içinde kaldı. bu şüphesinden dolayı kendine isnadı denaetle yaygaralar kopardım. sonra mütevekkilane her şeyi kabul etti. gözlerinde bu iki hükmü de müeyyit gördüğüm asarı acibe beni öldürdü, öldürüyor. biz kendi lümde hıfzettiğim inanı zapta girmez, serkeş sevdanın semerei bimasumu artık vücudumu şişiriyor. ben böyle hıyanetle mahmul bir vücutla zevç, kayınpeder ve validemin huzurlarından gezinerek bu nişanei redaetime karşı onlardan gafilane nevazişi takdire uğ radıkça ölüp ölüp de diriliyorum. her fiilin sudurunu dimağın teşekkülatı hulkiyyesine atıf ile faille rini pek mesul tutmamak isteyen hükemanın sözlerini ben şimdi red dediyorum. zevcem, beyanı nedametle başladığı mektubu işte böyle reza letle bitirmiş. cüretine nazar değmesin, maşallah. şu basırasuz satırları kıraatten mütehassıl teellüm bundan da ibaret kalmadı. bedia'nın mektubuna sevgilisi fatin bey'in bir cevabı, mutavvel bir teselliyetnamesi var. fakat artık bunu iptidasından intihasına kadar size okumaya kendimde tahammüli kuvvet göremiyorum. bedia'nın gösterdiği nedametlere, endişelere adeta gülü yor. kendinin züğürtlüğünden bahisle veledi sulbisinin naki nanamı bünüvvet: oğulluk adı kendimizi nasıl aldatacağız? son noktai hudamıza kadar husuli muvaffakiyyetle ondan ayrılarak sana zevce olduğumu farz etsek bile, sicili nüfusta naki'nin namı bünüvvetine kaydolacak ço cuk, fatinzade, sahte isimle yaşadıkça bu rezaletimizi her lah za onun cephesinde okuyarak müteellim olmayacak mıyız? fakat diğer suretle harekete imkan var mıdır? zatü'zzevc bir kadın, doğuracağı çocuğun namı digere nispetini nasıl ilan edebilir? fatin, artık başım dönüyor yazamayacağım.şerefi übüvvet: babalık şerefizatü'zzevc: kocalı kadın cenin karnımda büyüdükçe vahameti müşkilat da beraber tezayüt ediyor. bütün bu beliyyatı taliime karşı yegane medarı te selliyetim muhabbetindir. naki'yi sevmiyorum. seni, beni bu hatrelere düşüren hükmi kaza, naki'ye de fuzuli şerefi übüvvet tevcih etti. bunları artık senden bekliyorum. fatin, beni mektupsuz bırakma, ölü rüm. lohusalığımda cebhei ismetime taalluk edilmek için bir pırlanta maşallah ısmarladılar. pırlantalar alnımda parladıkça, her gö ren, yüzüme karşı cümlei takdiriyyeyi tekrar edecek. maşallah. maşallah. artık yetişir. bedian zevcemin mektubundaki bütün ifadatı müteellimane ve son cümlelerindeki bihicabane beyanatı içinde beni en ziyade meyus eden sözler, naki'yi sevmiyorum, sevemiyorum. bu hakikati saatte öğ renmiyorum. fakat sevilmediğime her defa vu kufumda hissettiğim ızdırap, bilmem neden evvelkilerden daha şe dit oluyordu. kendimi sevdirmek için bir çare var mı? yok. her rezaletine karşı gösterdiğim tahammül, çektiğim alam la zevcemin hakkımdaki bu nefretini tazif etmiş oluyordum. yine fikri intihari dimağımı sardı. benim için yegane deva. çarei halas bu. fakat bir defa buna bir katiyyeti azm ile karar vermeli. iki saat sonra fikrimden zelilane nükul etmemeliyim. bu kararı müdhişi katiyet haline koymak için ne yapmalı? oradaki evrakı, ceninin sulbi sahihe nispetini müspet hüccetleri oradan alıp çekil meli. bu hıyanetini inkar kabul etmez surette gece zevcemin yüzüne vurmalı. bedia ile vuku bulacak mücavebei müdhişeden sonra keyfiyetin kesbedeceği renge nazaran hareket etmeli. beni iğ fal yoluna giderse aldanmamalı. fakat artık bu kadar bedahete karşı iğfale imkan var mı? mektuplar hep hattı destiyle muharrer. bade'liftirak teskini ye's edebi lirsem ne ala. edemezsem hayatıma hatime çekmeli. vesselam. bu azmimden nükul ihtimalini mahvetmek için bütün evrakı ve fatin'in resmini gözden çıkardım. gözü kapayarak kanepeyi yine vaziyyeti asliyyesine getirdim. oradan çıktım, kendi odama girdim. fakat zihnimde peyda olan teşevvüş beni deliden beter bir hale getirdi. ben hummayı dehşet içinde beş aşağı beş yukarıya mına nispetinden çocuk için bir bedbahti değil, bilakis büyük bir saadet tasavvur ediyor. veraseten çocuğun ileride edeceği kar ve nefi azimden bahseyliyor. tesliyet namına daha kadar neşeaver efkarı zelilane serdediyor ki onları burada size tekrardan istihya ederim. bedia'nın fatin'e bile söylemekten korktuğu kati fakat müthiş çare acaba nedir? kalben zevcem rakabei nikahtan istihlası nefs emrinde muztar kaldığı anı nevmidanesinde bu yolda hareket eylediğime iyi mi ettim, fena mı? artık ne ettimse ettim. cenabıhak encamını hayreyleye. ezan oldu. be dia'nın halinde hiçbir tebeddül, teessür eseri görmedim. pederinin hanesine gidip geldiği esnada kendine hava çarpmış. yine şakikası tutmuş. fakat oldukça şen bulunuyor, söylüyor, gülüyordu. zevcemin şakikai müzicesine rağmen gösterdiği bu şetaretten anladım ki henüz kanepenin gözünü muayene etmemiş. ben de mümkün mertebe ketmi teessüre gayret ettim, taamdan sonra odama çekildim. mektupları ariz ve amik mütalaaya koyuldum. bakınız zevcem bir mektubunda ne diyor: rukbei nikah: nikah halkası fatin! zevcim üzerindeki şiddeti tazibimi arttırdıkça onun bana olan muhabbeti büyüyor. bu herifin gönlünü eziyet gördük çe semiren hayvanlara benzetiyorum. böyle dışı insan, içi hayvan, kocamdan başka bir mahluk görmedim. tatlikimi icap ettirecek ah valde ben ifrata vardıkça bana dört el ile sarılıyor. boşamazsa ne yapacağız? bunun bir kestirme yolu var ama bu son çareyi sana bile söylemekten korkuyorum. kati fakat müthiş bir çare. ne ol duğunu anladın ya? planımızın husuli muvaffakiyyetinden nevmit kaldıkça işte böyle fena şeyler düşünüyorum. bunu kendi makinem ile almıştım. bedia'nın resmi or taya, kendiminkiyle fatin'inki iki tarafa gelmek üzere üçünü yazı hanemin müstenit olduğu duvara talik ettim. kalın kamış kalemle uzanarak ' levhası yazdım. bunu da üç fo toğrafın üzerine astım. böyle bir inayette bulunmuş olsa daha isabet etmiş, beni kendi eliyle atmış olduğu cehennem ızdırabından yine kendisi kurtarmış olur. fakat bedia'nın husuli maksadı için cüretini böyle bir fikri cinayete kadar vardırmış ol ması. bu korkunç sözü ateşten bir burgu gibi beynimi oymaya başladı. zevcemi güzelliği, letafetiyle gözlerimin önüne getir dim. suretiyle siretini, zahiriyle batınını düşündüm, güzelliğin setrettiği bu çirkinlik bana dehşet verdi. böyle menhus bir karının desti cenabetiyle ölmeyi şanı reculiyyetime veremedim. gözlerimi yu mup bu işi kısa kesmek lazımdı. onun elemi iftirakıyla ölürsem böyle zelil bir mahluktan soğuyamamak hulkiyyeti hasisemden dolayı bu mevt benim için bir cezayı seza olsun. diğer bir mektupta da şu cümleleri okudum: bu muadele üzerine kendi kendime uzun uzadıya düşündüm. yalnız şedit bir arzuyı in tikam bende sabra mahal bırakmıyor. durunuz, komedyanızın ne ticesini ben bu gece size oynayıvereyim. dedim. bu ko medya dekorunu güzelce tenvir için bir sıraya dört adet büyük fatin. ben bu komedyamıza ' namını veriyorum. naki ile beynimdeki ahvali muhab bet aynen seninle nazire beyninde de cari. mesela: desek muadele kurul muş oluyor. hadlerin nakil tarafıyla olacak sureti halli sonraya bırakıyorum. bedia hanımefendi'ye söyle, lütfen biraz buraya teşrif bu yursunlar. bir çeyrek, yirmi dakika mürurundan sonra zevcem uzun bir penuvar içinde levendane hıramıyla odaya girdi. hemen kapıyı kilitleyip anahtarı üzerinden aldım. bedia, bir sıraya yanan lambaları, duvardaki siyah örtüyü görünce vehleten hiçbir şey anlayamayarak şaşırdı. bana va lihane bir nazar fırlatarak: lamba vazettim. sahne tertibatını bu suretle itmamdan sonra aktrisi meydanı luba davet etmek üzere zile bastım. düşmemek için kanepeye tutundu, ikimizde de bet beniz ölüye dönmüştü. bir müddet sonra zevcem ne dediğini bilmez bir istiğrabı mahufla yumruklarını sıkarak, dişlerini gacırdatarak: meydanı lub: oyun meydanıpenuvar: sabahlık bazı oyunların perdeleri böyle siyah olmak icap eder. dehşet' denilen şey bütün menazırı mahufesiyle tecessüm etmiş de önüne çıkmış gibi bedia'nın gözleri büyüdü. bir iki hatve geriye çekilerek parmağıyla fatin'in resmini göstererek bilirae haykırdı: gebe kadına böyle siyah perdeli oyunlar gösterilir mi? bana acımıyorsan bari karnımdaki çocuğuna merhamet et. tiyatro perdesi hanımcığım. bu siyah örtü nedir? bu muadelei sevda' oyununun birinci aktörü nazire hanım'ın kocası, sizin aşı ayaklarımı seylgiryeseyl ıslatarak öpüyordu. evet, iki miz de acınacak birer haldeydik. ben ona olan iptilam, da fatin için çektiği sevdası yüzünden ikimiz de alçalmış hissen, ahlaken derekei zillete düşmüştük. aldatmakta, ben aldanmakta devam edersek vahameti mesele büyüyecekti. her hal bedia, korkunç bir nazarla kurdeleleri bağlı mektup desteleri ne baktı. güldü, güldü, gül dü. tecennün ediyor zanneyledim. sonra bu kahkahaları boğuk boğuk bir ağlama takip etti, daha sonra sesi kesildi. bir müddet bihuş gibi bir halde yattı. göstereceği son harekata intizaren ben kendisini tamamıyla haline terk ettim. benim de dizlerimde ayak ta duracak derman kalmamıştı. kapıyı kilitli bulunca geri döndü. artık yüzü me bakamıyordu. bir mahcubiyyeti elime ile bir müddet elleriyle yüzünü kapadı, yine hüngür hüngür isarı dümua başladı. ayakta duramıyor, sallanıyordu. nihayet: seylgiryeseyl: gözyaşları içinde kınız fatin bey'i bilemediniz mi? resmine dikkat ediniz, tanırsı nız. semerei muhabbeti vücudunuzu şişiren fatin bey. semerei muhabbet mi? hayır. iftira ediyorlar. beni öldür! fatin'e nispetini müspet ken di hattı destinizle muharrer hüccetler yazıhanenin üzerinde duruyor. ben seni öldürmem. ya şamamak istiyorsan mevtini benden değil, ondan temenni et. ter tip ettiğiniz komedyanın neticesinde ölmek var mıydı? olsa bile bana aitti. bir hançer darbesi. bir revolver kurşunu bana bu itabınızdan daha tatlı geleceğine şüphe etmeyiniz. maddeten öldürmeyecek seniz manen beni ifnada bu kadar ileri varmayınız. zerre kadar merhametiniz varsa kapıyı açınız. beni odama salı veriniz. yok hanımefendi. size olan muhabbeti şedidemi suistimal de bu kadar ileri varmayınız. benim için artık bir imkanı saadet varsa da sizden ayrılmaktadır. zevce addetmiş olsam tepelemem, belki de öldürmem iktiza eder. gözyaşlarımı zapt edemeyerek dedim ki: yaşamak için affınıza muhtacım naki. bir kabusı sakilden uyanıyor gibiyim. zevcem, bir enini medidle dedi ki: zevcem baygın bir halde yarı anlaşılır bir seda ile: haydi sizi geberteyim. ya batnınızdaki veledi gayrimeşruu, masumu birlikte öldürmeye ne hakkım var? oda kapısını açtım: bu nedameti acaba samimi miydi? zevcemi affetmek için kal bimde galeyana başlayan arzuya galebe edemeyecek bir hale gel dim. teellümümün kesbettiği şiddete nispeten çıldırmak pek ehven kalırdı. bu sualleri kendi kendime yüz defa tekrar ettim. bu esilei nevmida neme verilecek cevapları artık ne kendim verebiliyordum ne be dia. bunların ecvibei lazımeleri bir belagati muknia ile mektuplarda yazıhanemin üzerinde deste deste duran muhabbetna melerde muharrerdi, her satırı benim gibi sevdazede, mahkumı if tirak bir kocayı çıldırtmaya kafi olan mektupları tekrar birer birer okudum. nazire'nin ismi geçtikce bu bedbaht kadın için yüreğim sızlıyordu. sabaha karşı döşeğime girdim. uyumuş muyum, bayılmış mıyım bilemiyorum. gözlerimi açtığım zaman ortalığı aydınlık, giryei ye'sim den yastık örtümü sırsıklam ıslanmış buldum. leylei felaketimi takip eden bu ferda bana daha müthiş göründü. be dia'yı bittatlik pederinin hanesine gönderecektim. katiyyeti kara rımda iltizam ettiğim şiddete rağmen kalbimde bir arzu, bir emel uyanmıştı ki onu kendi kendime itiraftan bile sıkılıyordum. bedia gelse, yine ayaklarıma kapansa ciddiyyeti nedametine beni ikna edecek bir tazarruyla ademi tatlikini istirham etse. of. şiddeti sevda, deva kabul etmez emrazın en müthişiymiş. bu macera üze rine bedia ile vuku bulacak ikinci mülakatımda pek büyük bir teh likeye maruz kalacağım. talebi afv ve merhamet istirhamıyla bir daha ayaklarıma kapansa istimanına karşı gelemeyeceğim. evet, bu zaafı hissediyorum. kadına karşı bedia, samimiyyeti şedideye benzer bir tehalükle iki ayağıma sarıldı. asabi de raguşundan kurtaramadım. bana müteessirane ve müsterhimane bir nazarı veda atfederek çıktı gitti. altı gözü de dolu olduğunu bade'lmua yene yazıhanemin üzerine koydum. peder ve valideme de hitaben ufacık bir vedaname yazdım. zihnen kadar muzdariptim ki bade'lintihar bile cesedi biruhumun bu alamı müdhişeden halasına ihtimal veremiyordum. revolveri elime alacağım esnada odamın kapısı şiddetle güm güm vuruldu. validemin: kullandığı tozun kokusu baş ucunda duruyor yavrum. ko nağın içinde sabahtan beri kıyamet kopuyor. getirmediğimiz ne ebe kaldı ne hekim! onun için bu zamana kadar sabrettim. bu ne uykusu yavrum. gelini min kaybettiği demi görsen şaşarsın. torunum oğlanmış. doğaymış tosun gibi olacakmış. hemen revolveri saklayarak kapıyı açtım. validem mosmor bir çehre ile karşıma çıkarak ağlaya ağlaya: derhal dışarıya fırladım. dağınık sarı saçları arasında kalmış bal mumu gibi bir çehre ile zevcemdem: kan karının ettiği deliliği biliyor musun? kendi kendime: ilaç istimaliyle çocuğu düşürmüş. kendi de ümitsiz bir halde baygın yatıyor. bedia'yı halde görünce aleyhindeki bütün şiddeti husumetim zail olur gibi bir rikkati elimeye düştüm. bitabane bir meyusiyyeti amikayla yüzüme dikti. kendi siyle tezevvüç ettim edeli bedia'nın bana atfettiği enzarında hisset tiğim ilk samimiyet işte buydu. birbirimizi hem seviyor, yine yekdiğerimizden korkuyor gibiydik. benden yine af talep etmek istiyor fakat buna cesaret edemiyordu. ben de kendimde af kelime sini telaffuza kuvvet bulamıyordum. kapıyı kapayıp yanına otur mamı eliyle işaret etti. kuvvetsiz bir seda ile sordu: niçin öleceksiniz? allah daha çok vakit ömür versin. vefatı nıza teellümle ağlayacak dostlarınız bulunduğunu unutuyor musu nuz? beni affettiği nizi bir daha tekrar ediniz. ağzınızdan kelimeyi bir daha işite yim. kendimden nefret ediyorum. karnımdaki semerei cinayetimle ölmek için. ıskatı cenine cüret ettim fakat henüz ölemedim. baygınlık geçirir gibi süzgün bir çehre ile bedia tekrar: meyusiyyeti amika: derin bir meyusiyetıskatı cenin: çocuğu düşürme sizi seviyorum. ettim. belki. sizden af talep edişim vicdanımı ezen bir azabı müdhişi biraz tahfif etmek içindir. tebdili tıynet ettiğime ben kendim ihtimal veremiyorum ki sizi buna iknaa çalışayım. ben her halde yine eski kadınım. bu afvı ulüvvi cenabanenize ancak şu doğru sözlerimle istihkak gösterebilirim. fakat bu muhabbetimin sizi mesut edebile ceğine kani değilim. aramızda bu müthiş hatırat berdevam oldukça benimle bahtiyar olamazsınız. nazarında gördüğüm ilk samimiyeti derece derece kaybediyordum. fakat halsizliğine, hastalığına merhameten üzmemek için eminim. bu ceva bım üzerine yine başını zorlukla yataktan kaldırarak: alt tarafını söyleyemedi kesildi, ağlamak için gözlerini kır pıştırdı. amik bir manayı nedametle yine bir müddet gözlerini bana dikti. dayana mayarak sordum: ben size layık bir karı değilim. artık bu defa sizi aldatmadığı ma eminsiniz ya? ulüvvi cenabınızı tebrik ederim. siz beni affettiniz ama ben kendi kendimi affetmeyeceğim. kendi cezamı kendim tertip. bir hevayı inşirahı teneffüs etmeye uğraşır gibi garip bir sevinçle başını kaldırarak: ufak bir baygınlık daha geldi, bitabane gözlerini kapadı. on dakikalık bir müddetten sonra yine biraz kendini toplayarak dedi ki: hevayı inşirahı teneffüs: nefes açıcı havafakrü'ddem: kansızlık kendiniz için tertip edeceğiniz ceza nedir? sizden ayrılmak. şu nedametin gönlümde size karşı büyük bir muhabbet uyan dırdığına inanmak istemiyorsunuz. sizi fuzuli babalıktan kurtarmak için iskatı cenine cüretle hayatımı tehlikeye koydum. bir fedakar lığım, bir delili muhabbet değil midir? bu yattığım döşekten he nüz sağ kalkacağım malum değil. hayatımın demi ahiri olmak muhtemel bulunan bu saati bedbahtanemde cenabıhakk'ın namına bilkasem söylüyorum ki sizi seviyorum. cinayetimden nadimim fakat eşnaı cinayattan olan bu hareketim, badema zevce sıfatıy la yanınızda kalmama manidir. artık yüzünüze bakmaya cesaretim kalmadı. sizi bu kadar müddet aldattıktan sonra şimdi bir de me lanetimi affettirerek idamei zevciyyet zilletine katlandırmak iste mem. bu sözüne tevfiki hareket et mezsem bir müddet sonra yine revolverin imdadı istihlasına mü racaat ıztırarına düşmem muhtemeldi. bir seyli dümu ile zevceme sarıldım. ruyı zerdine kataratı teessürümü akıtarak bir busei veda kondurdum. raşenak kollarıyla da bana sarılarak içini çeke çeke yüzümden öptü. doğru se lamlığa çıkarak birçok erkek muvacehesinde zevcemi tatlik ettim. yalnız tatyibi hatırla benden ayrılmak istiyor. bu iftirakı kendi hakkında bir ceza suretinde göstererek bununla beni teselliye uğraşıyor. beni öp, ben de seni deraguş edeyim. hemen dışarıya çık, iki erkeğin yanında beni tatlik et. haydi metanet. bu sözlerine mukabil çehremde peyda olan asarı teellüm istiğrabdan zihnimden geçenleri anlayarak dedi ki: yastığı üzerinden başını biraz daha kaldırıp alnını bana uzata rak: badema: bundan sonrabilkasem: yeminle hikayenin bu neticei müellimeye iktiranı esnasında artık sabah da olmuş, perdelerden nüfuz eden hafif, hazin bir aydınlık, lambaların ziyasıyla rekabete başlamıştı. zavallı naki, bir müddet başını önüne eğdikten sonra sergüzeşti fecinin taabı canfersasın dan mütevellit bir baygınlık içinde son kelimeleri icmale uğraşa rak yavaş yavaş dedi ki: bedia, pederinin hanesinde ifakat buldu. bundan üç gün ev vel fatin'le akitleri icra edildi. felaketi talaka uğrayan nazire bir hayatı matem geçiriyor. zevcemi unutamıyorum. ce rihama hiç ümit etmediğim bir çarei iltiyam taharrisi için bugün vapura binip uzun bir seyahate çıkacağım. aradığım bu devayı, seyahat edeceğim ebharın sutuhı laciverdisinden ziyade amakı muzlimesinde bulacağım zannediyorum. bütün konak halkı bu tatlikimi bedia'nın ıskatı cenine cüre tinden bitteessür husule gelen hiddetime hamlettiler. gün konak tan firar ettim. bedia on beş gün kadar keyifsiz yatmış, sonra biraz iyileşince pederinin hanesine göndermişler. ben konağa mutalla kam oradan çıktıktan sonra avdet ettim. naki hemen kürklü paltosuyla fesini giyerek bir mecnunı mü tehevvir süratiyle odadan dışarı fırladı gitti. zavallı çocuk niçin ko şuyor, nereye gidiyordu? bir muadelei sevda yayın yönetmeni emine gürsoy naskali hazırlayan zuhal kültüral gürpınar, hüseyin rahmi hüseyin rahmi gürpınar; yayın yönetmeni: emine gürsoy naskali; hazırlayan: zuhal kültüralankara: türk dil kurumu. cm ısbn türk romanı türk edebiyatı, roman naskali, emine gürsoy yay. yön. kültüral, zuhal . türk dil kurumu yayınları yayın yönetmeni emine gürsoy naskali hazırlayan zuhal kültüral ankara, atatürk kültür, dil ve tarih yüksek kurumu türk dil kurumu yayınları: yayın yönetmeni: emine gürsoy naskali hazırlayan: zuhal kültüral metin denetimi: tdk sevde gürel sayfa ve kapak tasarımı: tdk mehmet güven birinci baskı: ankara, ocak ısbn: dağıtım: türk dil kurumu atatürk bulvarı no. kavaklıdereankara telefon: belgegeçer: genel ağ: http: tdk. gov. tr sayılı yasa'ya göre eserin bütün yayın, çeviri ve alıntı hakları türk dil kurumuna aittir. içindekiler sunuş giriş sunuş hüseyin rahmi gürpınar yaşamı hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. hünkar yaveri mehmet sait paşa'nın oğludur. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve idadide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in himayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfında iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye nezareti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşrutiyet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. ibrahim hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, zahüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harmancı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neşretti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya milletvekili olarak katıldı. ömrünün son yıllarını, 'te heybeliada'da yaptırdığı evde geçirdi. 'te yaşama veda etti. heybeliada'daki abbas paşa mezarlığı'na defnedildi. hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzenlenmiştir. yazarlığı hüseyin rahmi gürpınar; tanzimat, serveti fünun, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ıstanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ilk romanı şık'ı 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: kimsin sen çocuğum? şık yazarı hüseyin rahmi. korktuğuma uğradım. efendi'nin yüzünde derhal bir güvensizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. bu roman usta işi. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. bu gerçek görünüyor. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, o kimdir? söyle. koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: ağlama. ağlama, inandım. dedi. böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü boyunca hiç evlenmez. ilk romanın bu kadar büyük bir ün kazanmasına hüseyin rahmi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesidir. romanlarındaki karakterler ve konular hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplumun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanımefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, eczacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhabbet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namussuzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, şık romanının ikinci baskısınıngirişinden alıntıdır. . kemal bek'in billur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: türk toplumunun geleneklerine tezat teşkil ettiği için gülünç durumlara düşen, alafranga, züppe ve dejenere tiplere yer veren eserler: şık, mürebbiye, metres, şıpsevdi, tutuşmuş gönüller, gönül bir değirmendir sevda öğütür, dirilen iskelet, kaderin cilvesi, can pazarı. himayeden mahrum, zavallı, aciz kimseleri, sorunlarını ve düştükleri kötü durumları ele alan eserler: iffet, nimetşinas, hakka sığındık, billur kalp. batıl şeylere inanan ve birtakım fantastik unsurların etkisinde kalan tipleri konu edinen eserler: kuyruklu yıldız altında bir izdivaç, gulyabani, cadı, efsuncu baba, muhabbet tılsımı, mezarından kalkan şehit, şeytan işi. karı koca geçimsizliklerini ve bunların zeminini hazırlayan çeşitli faktörleri işleyen eserler: mutallaka. kadının veya erkeğin isteğine aykırı olarak yapılan evlilikleri ve bunların olumsuz neticelerini konu alan eserler: muadelei sevda, tesadüf, sevda peşinde, son arzu. yaşlı erkeklerle evlendirilen genç kızların fizyolojik ve ruhsal çırpınmalarını, ev içindeki veya dışındaki kendi yaşıtları delikanlılarla gayrimeşru münasebetlerini, türlü maceralarını ve neticede tam anlamıyla ahlaki düşüşlerini sergileyen eserler: toraman, cehennemlik, dünyanın mihveri kadın mı, para mı?, namuslu kokotlar. toplumu temelinden sarsan sosyal meselelerin en mühimlerinden birini teşkil eden fuhşu, realist ölçüler içerisinde gözler önüne seren eserler: hayattan sayfalar, kokotlar mektebi. bk. önder göçgün: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür ve turizm bakanlığı yayınları no. , kültür eserleri dizisi no.. felsefeyi hareket noktası kabul ederek dünya ve ahiretle ilgili çeşitli hadiselerle uğraşan filozof tavırlı kimseleri, onların fikir ve ruh yapılarını, anlayışlarını, davranış özelliklerini, eğilimlerini ve ideallerini ele alan eserler: deli filozof, insanlar önce maymun muydu? ruhsal bakımdan hasta tipleri ve onların toplum içerisindeki son derece olumsuz, zararlı hareketlerini, bir psikolog titizliğiyle tahlil ve tenkit eden eserler: ben deli miyim?, utanmaz adam. ilerlemiş yaşlarına rağmen, hala olgunlaşmamış ve kendilerini sadece cinsel içgüdülerine teslim etmiş tipleri, yer yer hicvederek ele alan eserler: evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?. tehditle para sızdırmak amacıyla kaçırılan insanları ve onlara türlü eziyetler çektiren eşkıyayı konu alan eserler: eşkıya ininde. baştan sona polisiye bir nitelik taşıyan, gerilimi yüksek eserler: kesik baş. ruhçuluk ve bu nedenle ruhçuluğa inanan kimselerin geçirdikleri sarsıntıları konu alan eserler: ölüler yaşıyor mu?. çeşitli psikolojik zikzaklar çizerek çareyi canlarına kıymakta bulan ve neticede intihar manyasına tutulan zavallıları ve onların bu hallerini tasvire yönelik eserler: ölüm bir kurtuluş mudur? hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce gazete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihinden epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. sonrasında roman ve hikayelerinin sadeleştirilmiş baskıları yapılmıştır. hüseyin rahmi; seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. eserleri romanlar: ben deli miyim?; billur kalp;; cadı; can pazarı; cehennemlik; deli filozof; dirilen iskelet; dünyanın mihveri para mı kadın mı?; efsuncu baba; eşkıya ininde; evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?; gönül bir yeldeğirmenidir sevda öğütür; gulyabani; hakka sığındık; hayattan sayfalar; iffet; insanlar maymun muydu?; kaderin cilvesi; kesik baş; kokotlar mektebi; kuyruklu yıldız altında bir izdivaç; metres; tesadüf; mezarından kalkan şehit; muhabbet tılsımı; mürebbiye; namuslu kokotlar; nimetşinas; ölüler yaşıyor mu?; ölüm bir kurtuluş mudur?; sevda peşinde; şeytan işi; şık; şıpsevdi; son arzu;; toraman; tutuşmuş gönüller; utanmaz adam. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi; ada vapurunda; aferin hayrullah ; ahlak humması; allah gönlüne göre versin; annemin ölümü; asansör; balta ile doğuran böyle doğurur; benim babam kimdir?; bir açın ruznamesinden birkaç yaprak ; bir genç kızın avazei şikayeti; bir hafiyenin itirafatı; bir muamma; bir oburun mücadelei nefsiyesi; bir seyahatı acibe ; bugün ne yiyeceğiz?; büyük ana; büyük bir ibret dersi; büyük bir nedamet ; büyük günah; çocuğumun babası; çocuklara yasak; ecir ve sabır; er kişi niyetine; erkeğe galebe reçetesi; eşeklerin dilinden anlayan bir mütehassıs ; eşkıya oyunu; eti senin kemiği benim; falaka; fırkacı ; galip ve mağlup vaziyeti ; garip kaldığımız günlerde; gönül ticareti; gugular; hangisi daha zevkli?; hattı istiva ; hayvanat mitingi; heybeliada merkeplerinin grevi; horoza ses talimi ; ihtiyar muharrir ; iki külhani arasında; iki loğusa; imrenilecek bir intihar ; istanbul'da bir frenk; istanbul'un esareti günlerinden bir hatıra ; kadını müdafaanın cezası ; kadının erkeğe galabesi; kadınlar mebusu; kadınlar vaizi; kanlı eldiven; katil puse ; kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında ; kedi yüzünden; kedim nasıl öldü?; kılıbık; kıpti düğünü; kırço; kiralık vücut; kocası için deli divane; kocasını boşayan hürmüz hanım; kumru ile büyükhanımın mükamelesi; lakırdı beynimizde ; lekeli humma şüphesi ; melek sanmıştım şeytanı; menekşe kalfa'nın müdafaanamesi; meyhanede hanımlar ; mırnav. mırnav; misafir; mutallaka ; mübareğin kuyruğu; müslüman mahallesinde bu iş olur mu?; namusla açlık meselesi; nasıl dolandırıcı oldum?; nasıl öldürdüler?; nergis hanım'la fehmi bey; nurker hanım'dan mektup; ölü diri getirir; refia hanım'ın köftesi; sahte doktor; samatya tramvayında topa yirmi kala; sigarayı nasıl terk ettim? ; sirkeci lokantalarında iftar; sokakta; sonbahar göçleri; şıllıkla züppe; şehirde bir şekavet; tehlike karşısında keçi fil oluyor; tensikatı beytiye ; ters konuşma; tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir; tosun; tövbeler tövbesi; tünelden ilk çıkış; türkan hanım'dan mektup; uçurumun kenarında; üç misal; varda ispanyol geliyor!; yanık dolma; yankesiciler ; yankesiciler kulübü; yeni diyojen; zarafet ile tekir; zavallı halime; zavallı katil; zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor; bakkal bodasaki'den hüseyin rahmi bey'e mektup; balık pazarı; bir maymunun intiharı; boykotajın telakkii değeri; dağların şenliği; döşekten bir sada ; gökten köpek mi yağıyor?; halkın saflığı; hanımların ökçesi beylerin öfkesi; hayat ve ölüm; heybeli yangını; horoz ailesi sinirli hanımın mektubu; iğneli fıçı; ilk orucum; insan çekiştiren eski vaizler; kanatsız uçak yelkensiz gemi; kanımızı emenler; karıncalarla savaştayım; pis bir vak'a; taharet meraklısı ; üfürükçülüğüm; yazarlar nasıl ölür?; yeni bir gazetenin çukur düşünceleri. hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizi; meyhanede hanımlar; namusla açlık meselesi; ka til buse; iki hödüğün seyahati; tünelden ilk çıkış ; gönül ticareti; melek sanmıştım şeytanı; eti senin kemiği benim. oyunlar: gülbahar hanım ; hazan bülbülü; kadın erkekleşince; tokuşan kafalar; iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor; şekaveti edebiyat. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gazetecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım , gazetecilikte son yazılarım. çeviri romanlar: emile gaboriau'dannumaralı cüzdan , bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Jules arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. çeviri hikayeler: arsızlık eden cezasını bulur; baba kornil'in mühim bir sırrı; bir sehvi rü'yet; bir zeki rehnüma; garip bir mektup; hali zamanı olmayan adam; hasta çocuk; iki öksüz; kedilenmek illeti; kim iki bin dolar kazanmak ister?; münzevi rahip ; ne boş hayal imiş; rahibin merkebi ; sadakat; şeytanın karısı; zavallı cambaz. kaynaklar adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında ı, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında ı, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri arasında, akşam: , no., nisan. adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri karşısında, yeditepe: , s, adıvar, halide edib: hüseyin rahmi'nin eserleri karşısında, yeditepe: , s, adil, fikret: hüseyin rahmi, yeni istanbul: mart. adil, fikret: türk edebiyatının büyük kaybı, tanin: mart. ahmed midhat: muhaberei aleniyye, tercümanı hakikat:, no. , rebiü'lahir. akagün, oya: hüseyin rahmi gürpınar'ın dört romanında dejenere tipler: erzurum, atatürk üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı lisans tezi. akbal, oktay: hüseyin rahmi gürpınar, yeditepe: ağustos, no.. akbal, oktay: konumuz edebiyat: istanbul, varlık yayınevi, s, akgün, adnan: osmanlı arşiv belgelerine göre edebiyatçılarımızın resmi hal tercümeleri hüseyin rahmi bey, yedi iklim: şubat, s. aktaş, şeri hüseyin rahmi gürpınar, büyük türk klasikleri:, ötüken neşriyat, c, akyüz, kenan: modern türk edebiyatının ana çizgileri: istanbul, inkılap kitabevi. alangu, tahir: hüseyin rahmi'nin romancılığı, değirmen: nisan, y, s. alangu, tahir: hüseyin rahmi, ataç: ekim, c, s, alangu, tahir: shakespeare ile hüseyin rahmi, cumhuriyet: haziran. alangu, tahir:ünlü türk eseri: milliyet yayınları, c, alçiçek, esin: hüseyin rahmi gürpınar'ın hikayeciliği: izmir, ege üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. ali rau hüseyin rahmi ne bıraktı?, tanin: mart. alpaslan, gonca gökalp: XıX. yüzyıl yazılı anlatılarında sözlü kültür etkileri: ankara, kültür bakanlığı yayınları. alptekin, turan: ölümünün. yılında hüseyin rahmi gürpınar'dan bugüne yansıyanlar, hürriyet gösteri: mart, s, alver, köksal: züppeliğin sosyolojisi: türk romanında züppe tipler örneği, hece: mayıshazirantemmuz, s, arpad, burhan: hüseyin rahmi'nin romanları, türk dili:, c, s , atay, falih rıfkı: hüseyin rahmi'nin ölümü, ulus: mart. ateş, ömer; yusuf çotuksöken, popüler edebiyat ve hüseyin rahmi, temalarousse tematik ansiklopedi: istanbul, milliyet yayınları, baltacıoğlu, ismail hakkı: hüseyin rahmi ve insanoğlu, yeni adam: ağustos, no.. banarlı, nihat sami: resimli türk edebiyatı tarihi: istanbul, c ı, milli eğitim basımevi, başgöz, ilhan: hüseyin rahmi gürpınar'ın hayatı, ülkü: mart, yeni seri. baybars, sudi: hüseyin rahmi'nin yarattığı tipler: istanbul, türkiyat enstitüsü kitaplığı, no.. bek, kemal: hüseyin rahmi ve boş inançlar, hürriyet gösteri: şubat , s, beki, aki utanmaz adam' nasıl unutulur arkadaş?, hürriyet: haziran. berkes, mediha: hüseyin rahmi romanlarında kadın tipleri, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, türk tarih kurumu basımevi, berkes, mediha: hüseyin rahmi'nin romanlarında aile ve kadın, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, berkes, niyazi: hüseyin rahmi'nin sosyal görüşleri, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, boratav, pertev naili: hüseyin rahmi'nin romancılığı, aüdtcf dergisi: ankara, c, s, bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi, yeni adam: mart, no.. bozok, hüsamettin: gerçekler uğruna savaşan bir er, yeditepe: mart, no.. bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi gürpınar, yeditepe: mart. bozok, hüsamettin: hüseyin rahmi'nin romanlarında köy ve köylü, yeditepe: ağustos, s, coşkun, nusret safa: hüseyin rahmi'nin ölümü, son posta: mart. çamlıbel, faruk nafiz: hüseyin rahmi'yi kaybettik, yedigün: mart , no.. çapanoğlu, münir süleyman: büyük romancı hüseyin rahmi, haber akşam postası. mart. çevik, dilek: mürebbiyelik ve türk romanında mürebbiye tipleri: konya , selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. dimdik, pelin: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadınerkek ilişkisi: istanbul, istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yeni türk edebiyatı bilim dalı doktora tezi. dölek, sulhi: hüseyin rahmi'de mizah ve toplumsal eleştiri, güldiken: güz, s. dumanoğlu, halil: hüseyin rahmi gürpınar, kovan: mayıs, s. duran, eli hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadın: istanbul , marmara üniversitesi türkiyat araştırmaları enstitüsü yeni türk edebiyatı bilim dalı yüksek lisans tezi. emeksiz, pelin dimdik: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kahramanlarının ve anlatıcı olarak yazarın evlilik hakkındaki görüşlerinden hareketle türkosmanlı toplumunda evlilik anlayışı, eurasian academy of sciences social sciences Journal:, emeksiz, pelin dimdik: kadınlar dünyası ekseninde türkosmanlı toplumunda kadının konumu, eurasian academy of sciences social sciences Journal:, enginün, inci: hüseyin rahmi ve özel eğitim, araştırmalar ve belgeler: istanbul, dergah yayınları. eren, abdurrahman adil, hüseyin rahmi gürpınar, tan: kasım. erişenler, satı: hüseyin rahmi gürpınar ve halk, türk dili:, y , s, erişenler, satı: hüseyin rahmi'yi okurken, dost: ocak, yeni dizi, c, s. erişenler, satı: mürebbiye, türk dili: ekim, c Xvı, s. erişenler, satı: nimetşinas, türk dili: temmuz, c Xv, s. ertaylan, ismail hikmet: türk edebiyatı tarihi: baku, c ı, hisse, azer neşriyat. ertem, sadri: halkın san'atkarı hüseyin rahmi, kurun: mayıs. es, hikmet feridun: bizdeki roman kahramanları, akşam: eylül. es, hikmet feridun: tanımadığımız meşhurlar: bilmediğimiz hüseyin rahmi, akşam:, aralık. esatoğlu, hakkı selahaddin: hüseyin rahmi ve gerçekçi edebiyat, edebiyat postası: haziran, y esen, nüket: hüseyin rahmi gürpınar'ın iki romanında anlatım teknikleri, kuram kitap: mayıs, esen, nüket: türk romanında aile kurumu: istanbul, boğaziçi üniversitesi matbaası. fahri, edebiyat bahisleri: hüseyin rahmi, milliyet: haziran. felek, burhan: kalem aleminin kaybettiği büyük kıymet: üstat hüseyin rahmi, cumhuriyet: mart. fethi naci: yıldaroman:, oğlak yayınları, fırça: üstad hüseyin rahmi, karikatür:şubat. gariper, cafer: yenileşmenin başlangıcı ve öncüleri, yeni türk edebiyatı el kitabı: ankara, ed. ramazan korkmaz, grafiker yayıncılık, gerçek, selim nüzhet: hüseyin rahmi ve eserleri, istanbul: nisan , s gezgin, hakkı süha: edebi portreler hüseyin rahmi, yeni mecmua: temmuz, s, gezgin, hakkı süha: hüseyin rahmi de gitti, vakit: mart. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında çocuklar, türk dili:, s, göçgün, önder: ölümünün otuzuncu yıldönümünde hüseyin rahmi, hisar: mart, c, s, göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar: hayatı, edebi kişiliği ve eserleri, eserlerinden seçmeler, hikayeleri, tiyatroları, tenkidleri, mektupları, makaleleri, röportajları, hakkında yazılanlar, bibliyografya: ankara , kültür bakanlığı yayınları. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür ve turizm bakanlığı yayınları. göçgün, önder: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür bakanlığı yayınları. gökman, muzaffer: hüseyin rahmi gürpınar açıklamalı bibliyografya: istanbul, milli eğitim bakanlığı yayınları. gövsa, ibrahim alaaddin: hüseyin rahmi, meşhur adamlar ansiklopedisi:, güler, cemal nadir: türk mizah san'atı bir ustasını kaybetti, amcabey: mart, c, s. güngör, selahaddin: hüseyin rahmi'nin yarım asırlık dostu kitabçı hilmi anlatıyor, son telgra mart. günyol, vedat: hüseyin rahmi gürpınar'a göre hayat, yücel: temmuz , c Xvıı, y, s. günyol, vedat: hüseyin rahmi gürpınar'a göre san'atkarın cemiyet içindeki yeri ve rolü, yücel: şubat, c, s. gürpınar, hüseyin rahmi: gazetecilikte son yazılarım: istanbul, özgür yayınları. güvemli, zahir: hüseyin rahmi gürpınar, vakit: mart. güzelce, ılgaz: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında kadın tipleri ve kadın eğitimi unsuru: izmir, dokuz eylül üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. harmancı, abdullah: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. hayri, alp: üstadın ölümünden evvelki günlere ve ölümü gününe ait hatıralar, cumhuriyet: mart. hızarcı, suat: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, sanatı, eserleri: istanbul , varlık yayınları. hızarcı, suat: hüseyin rahmi bey, kim: ağustos, no.. hızarcı, suat: hüseyin rahmi gürpınar'ın eserlerini oyunlaştırma yarıştırması, dost: mayıs, yeni dizi, c, s hızarcı, suat: hüseyin rahmi'den seçmeler, sosyal adalet: ağustos , no.. ildeş, özgür: hüseyin rahmi gürpınar'ın 'a kadar olan romanlarında yapı, tema, anlatım: ankara, gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. ileri, selim: türk öykücülüğünün genel çizgileri, türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: temmuz, s,; baskı: eylül. imset, hulusi ismet: hüseyin rahmi, son posta: mart. inci, handan: tip yaratma tekniği olarak hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında argo, türk kültüründe argo: hollanda, ed. emine gürsoynaskali, gülden sağol, türkistan ve azerbaycan araştırma merkezi yayınları,; baskı: istanbul, kakitap. inci, handan, türk edebiyatı'nın kedili öyküleri, kitaplık: temmuzağustos, s. inci, handan: türk romanının ilk yüz yılında anlatım tekniği ve kurgu, kitaplık: ekim, s. insel, avni: hüseyin rahmi'ye dair, serveti fünun: ekim, y, c, s kabaklı, ahmet: hüseyin rahmi ve halide edip, tercüman: mart. kabaklı, ahmet: türk edebiyatı:, türk edebiyatı yayınları, c, baskı, kaplan, mehmet: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında asli tipler, türk edebiyatı üzerine araştırmalar. ıstanbul, dergah yayınları, kaplan, mehmet: hüseyin rahmi'nin üslubu ve hayat görüşü, edebiyatımızın içinden:, dergah yayınları, kaplan, mehmet: edebiyatımızın içinden:, dergah yayınları. kaplan, mehmet: hikaye tahlilleri:, baskı, dergah yayınları. kaplan, mehmet: türk edebiyatı üzerine araştırmalar., dergah yayınları. kaplan, mehmet: türk edebiyatı üzerine araştırmalar., dergah yayınları. kaplan, mehmet: inci enginün ve birol emil, türk edebiyatı üzerine araştırmalar:, dergah yayınları, baskı. kaplan, mehmet; inci enginün; birol emil, yeni türk edebiyatı antolojisi., marmara üniversitesi yayınları, baskı. karaalioğlu, seyit kemal: resimli motifli türk edebiyatı tarihi: cumhuriyet edebiyatı:, inkılap kitabevi yayınları, karatay, namdar rahmi: hüseyin rahmi gürpınar'ın yaşayan tarafı, ulus: nisan, no.. karay, refik halid: dünki istanbul hayatının en büyük tarihçisi: hüseyin rahmi, tan: nisan. kaygana, mehmet: hüseyin rahmi gürpınar'ın yılları arasında yazdığı romanlarında yapı tema ve anlatım: ankara, gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. kerman, zeynep: hüseyin rahmi ve halid ziya'da mürebbiye meselesi, türk dili ve edebiyatı dergisi:, c, kerman, zeynep: şık romanı, türk dili ve edebiyatı araştırmaları dergisi ı, harun tolasa özel sayısı: izmir, kocatürk, vasfi mahir, türk edebiyatı tarihi: ankara, edebiyat yayınevi. zeynep dengi, hüseyin rahmi gürpınar'ın fikir cephesi, ülkü: mart, yeni seri. koşar, emel: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında batıl inançlar: , piyaart yayıncılık. kutlu, şemsettin: başlangıçtan günümüze kadar türk romanları:, türkiye yayınevi. kutlu, şemsettin: serveti fünun edebiyatı:, toker yayınları. kuyruklu yıldız altında bir ev:, adalar vakfı yayınları. lekesiz, ömer: yeni türk edebiyatı'nda öykü:, kaknüs yayınları. levend, agah sırrı: ölümünün. yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, türk dili: haziran, c, s. levend, agah sırrı, hüseyin rahmi gürpınar: ankara, türk dil kurumu yayınları. levend, agah sırrı, türk edebiyati tarihi., türk tarih kurumu yayınları, mecdi, tevfik: cadı mes'elesine dair recm: dersaadet, matbaai hayriye ve şürekası. miyasoğlu, mustafa: roman düşüncesi ve türk romanı:, ötüken neşriyat, moran, berna: alafranga züppeden alafranga haine, birikim: mayıs , c, s, moran, berna: hüseyin rahmi gürpınar'da sosyalizm ve haydutluk, birikim: haziran, c, s, moran, berna: hüseyin rahmi gürpınar'ın yüksek felsefesi, şıpsevdi, türk romanına eleştirel bir bakış:, c ı, moran, berna: türk romanında fantastiğin serüveni, hürriyet gösteri: mayıs, s, moran, berna: türk romanına eleştirel bir bakış:, iletişim yayınları, baskı. moran, berna: türk romanına eleştirel bir bakış., iletişim yayınları. morkaya, burhan cahit: hüseyin rahmi türk romancılığında mekteb kurmuş bir üstaddı, son posta: mart. mutluay, rau konuları ve kişileriyle hüseyin rahmi gürpınar, papirüs:, s. mutluay, rau öyküleriyle hüseyin rahmi, türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: temmuz, s; baskı: eylül. mutluay, rau bende yaşayanlar:, iş bankası yayınları. naci, fethi: yıldaroman:, oğlak yayınları, naci, fethi: türkiye'de roman ve toplumsal değişme:, gerçek yayınları. naci, fikret: celal nuri beyefendi'ye, edebiyatı umumiye: teşrini evvel, mecmua no.. naci, fikret: hüseyin rahmi bey ve roman, yeni fikir: eylül, no.. naci, fikret: hüseyin rahmi bey'in asarı, yeni fikir: kanunı evvel , no.. naci, fikret: tutuşmuş gönüller, yeni fikir: kanunı evvel, no.. nihat, mustafa: türkçe'de roman, hakkında bir deneme:, remzi kitabevi. nüzhet, sadri: münasebetiyle fethi meyyit' isyan:, matbaai hayriye ve şürekası. okay, orhan: batılılaşma devri türk edebiyatı:, dergah yayınları. oksal, sedat: roman san'atı ve hüseyin rahmi, tanin: nisan. oktay, ahmet: cumhuriyet dönemi edebiyatı: ankara, osman nihad: hüseyin rahmi'nin arkasından, ankara postası: mart. osman sabahaddin: günü geçen bir dava, yarım ay: mart, no.. ozansoy, halid fahri: hüseyin rahmi'yi düşünürken, son posta: mart. ozansoy, halid fahri: ölümünün. yılında hüseyin rahmi gürpınar, tercüman: mart, no.. ozansoy, halit fahri: hüseyin rahmi gürpınar'a ait enteresan hatıralarım, tercüman: mayıs. önertoy, olcay: doğumunun. yılında hüseyin rahmi gürpınar'ın romancılığı, türk dili: ağustos, no., önertoy, olcay: oyun yazarı hüseyin rahmi gürpınar, türkoloji dergisi:, c, s, örik, nahid sırrı: hüseyin rahmi gürpınar, ulus: mart. özbalcı, mustafa: hüseyin rahmi gürpınar'ın bazı romanlarında ferdi ve sosyal tenkit, ondokuz mayıs üniversitesi eğitim fakültesi dergisi: samsun, s özcan, celal: ölümünün. yılında hüseyin rahmi, varlık:, y, s. özerdim, sami nabi: doğumunun yüzüncü yılında hüseyin rahmi gürpınar, türk dili: ekim, no.. özmen, kemal: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında fransız kişiler, fde yazın ve dilbilim dergisi: ankara, no., özön, mustafa nihad: hüseyin rahmi bibliyografyası, ulus: nisan , no.. özön, mustafa nihat: hüseyin rahmi gürpınar'dan seçilmiş parçalar ve eserleri hakkında mütalaalar, hilmi kitabevi. özön, mustafa nihat: son asır türk edebiyatı tarihi:, maarif matbaası. öztürk, halil nimetullah: hüseyin rahmi mütefekkir, vakit: mart. özyalçıner, adnan: çağdaş bir yazar: hüseyin rahmi gürpınar, güldiken:, güz, s. parla, Jale: babalar ve oğullar tanzimat romanının epistemolojik temelleri:, iletişim yayınları, baskı. polat, nazım: hüseyin rahmi'nin cadı' romanı hakkında münakaşalar, türk dünyası araştırmaları: aralık. safa, peyami: türk romanının büyük kaybı: hüseyin rahmi gürpınar, tasviri efkar: mart. sağlam, nuri: ben deli miyim? romanında ahlaka aykırı neşriyat yaptığı gerekçesiyle hüseyin rahmi gürpınar'ın yargılanması, iü edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi: istanbul, no. XXXıı,, mecdi sadrettin: büyük romancımız hüseyin rahmi bey'de iki saat, yeni kitap: temmuz, s seraslan, halim: cariyelik ve türk romanında bazı cariye tipleri: konya, selçuk üniversitesi vakfı yayınları. server, iskit: hüseyin rahmi gürpınar, aylık ansiklopedi:, s, c v, sevengil, ahmet refik: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, hatıraları, eserleri hakkında mütalaalar:, hilmi kitabevi. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi bey hayatı ve eserleri, darülbedayi mecmuası:, no.. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi bey ve kahramanları, yedigün: mayıs, no.. sevengil, refik ahmet: hüseyin rahmi gürpınar, hayatı, hatıraları, eserleri, münakaşaları, mektupları:, hilmi kitabevi. sevinçli, efdal: hüseyin rahmi gürpınar, yaşamı, sanatçı kişiliği:, arba yayınları., ismail habip: edebi yeniliğimiz., maarif vekaleti devlet matbaası., ismail habip: tanzimattan beri ı, edebiyat tarihi:, remzi kitabevi, seyda, mehmet: doğumunun. yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, forum: ankara, s, sınar, alev: hüseyin rahmi gürpınar'ın eserlerinde adet ve gelenekler, türkiye günlüğü:, s, kudret, cevdet: hüseyin rahmi gürpınar: ankara, baskı, varlık yayınları. kudret, cevdet: türk edebiyatında hikaye ve roman ı kudret, cevdet: türk edebiyatında hikaye ve roman ı tanzimat'tan meşrutiyet'e kadar:, varlık yayınevi. su, hüseyin: öykümüzün hikayesi: ankara, hece yayınları. suphi rıza: hüseyin rahmi, bilgi alemi: kanunı evvel. süha, hakkı: hüseyin rahmi'ye Jübile, kurun: mayıs. süha, hakkı: hüseyin rahmi, yeni mecmua: temmuz, no.. süner, necip: hüseyin rahmi için, yeni adam: mayıs, no.. şen, semra: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki folklor unsurları: erzurum, atatürk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. şen, semra: hüseyin rahmi gürpınar'ın şık, tesadüf, şıpsevdi, metres adlı eserlerinde halk edebiyatı unsurları: erzurum, atatürk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. talu, ercüment ekrem: hüseyin rahmi gürpınar, yeni sabah: mart. taner, haldun: ölümünün yıldönümünde hüseyin rahmi gürpınar, yeni istanbul: mart. tanJu, sadun: hüseyin rahmi bey ve biz, ulus: ağustos. tanJu, sadun: kızgınlığı müthişti, ulus: ağustos. tanpınar, ahmet hamdi: romana ve romancıya dair notlar, ulus: nisan, no.. tanpınar, ahmet hamdi: türk edebiyatında cereyanlar, yeni türkiye: , nebioğlu basımevi, tanpınar, ahmet hamdi: edebiyat üzerine makaleler:, haz. zeynep kerman, baskı, dergah yayınları. tanpınar, ahmet hamdi: on dokuzuncu asır türk edebiyatı tarihi:, bürhaneddin matbaası. tanrıkulu, abdullah: hüseyin rahmi gürpınar:, toker yayınları. tansel, fevziye abdullah: gürpınar, hüseyin rahmi, türk ansiklopedisi, ankara, c, tansel, fevziye abdullah: hüseyin rahmi'nin halkçılığı, kubbealtı akademi mecmuası: ekim, c, s, tansel, fevziye abdullah: gürpınar, hüseyin rahmi: ankara, edebiyat yayınevi. tansel, feyziye abdullah: hüseyin rahmi gürpınar, islam ansiklopedisi:, milli eğitim bakanlığı, c, tanyol, cahit: hüseyin rahmi'nin kahramanları, değirmen: nisan , s, tatarlı, ibrahim; rıza mollo hüseyin rahmi'den fakir baykurt'a marksist açıdan türk romanı:, habora kitabevi., nizameddin nazi hüseyin rahmi, son telgra mart. theodor, menzel: hüseyin rahmi, the encyclopaedia of ıslam:, c, s. tilki, bahriye: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında çocuk: istanbul , marmara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. timur, taner: osmanlıtürk romanında tarih, toplum ve kimlik:, afa yayınları, toker, şevket: şıpsevdi romanı, ege üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı araştırmaları dergisi: izmir, s, toker, şevket: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarında alafranga tipler: izmir, ege üniversitesi basımevi. toplu iğne hamdullah suphi tanrıöver. vur abalıya, davul: nisan, no.. türk dili roman özel sayısı: ankara, s, türk dil kurumu yayınları. türk dili türk öykücülüğü özel sayısı: ankara, s, türk dil kurumu yayınları; baskı. ulunay, ref'i cevad: hüseyin rahmi gürpınar, tan: mayıs. ulunay, ref'i cevad: kalemin matemi, tan: mart. ulunay, ref'i cevad: kaybettiğimiz büyük romancı hüseyin rahmi'nin şahsiyeti ve eserleri, tan: mart. vanu: hüseyin rahmi, akşam: mart. yalçın, alemdar: siyasal ve sosyal değişmeler açısından cumhuriyet devri türk romanı: ankara, akçağ yayınları. yardımcı, ilhami: hüseyin rahmi'nin hususiyetleri: hemşiresinin kızı safder hanım anlatıyor, çınaraltı: mart, no.. yardımcı, ilhami: rahmetli büyük üstad hüseyin rahmi gürpınar, çınaraltı: eylül, no.. yavuz, hilmi: roman kavramı ve türk romanı:, bilgi yayınevi. yazar, mehmet behçet: hüseyin rahmi gürpınar, yedigün: ağustos , no.. yazgıç, kamil: hüseyin rahmi, vakit: mart. yesari, mamut: büyük kaybımız, ileri: mart. yeşilyurt, evrim: hüseyin rahmi gürpınar hayatı ve eserleri: ankara , yeryüzü yayınevi. yılmaz, durali: cadı, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi:, dergah yayınları, c, yılmaz, durali: roman kavramı ve türk romanının doğuşu: ankara, akçağ yayınları. yılmaz, durali: romanımız ve insanımız:, nakışlar yayınevi. yücebaş, hilmi: bütün cepheleriyle hüseyin rahmi gürpınar:, inkılap ve aka kitabevleri. yücel, hasan ali: edebiyat tarihimizden. ankara, türkiye iş bankası kültür yayınları. yüzüncü, esat feyzi: hüseyin rahmi, son telgra mart. zeka, semih: hüseyin rahmi gürpınar'ın roman ve hikayelerinde mizah: , istanbul üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. zümrütkal, şerif şenol: hüseyin rahmi gürpınar'ın hikayeleri üzerine bir inceleme: istanbul, mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü yüksek lisans tezi. emine gürsoy naskali giriş hüseyin rahmi gürpınar'ınromanı ilk olarak ikdam gazetesinde tefrika edildikten sonra ayrıca maarif nezareti celilesinin ruhsatıyla ikdam matbaasında 'da kitap olarak basılmıştır. roman, 'da yeni harflerle istanbul hilmi kitabevi tarafından yayımlanmıştır. yeni harfli baskıda yer yer sadeleştirmeler bulunmaktadır. 'de roman tamamen sadeleştirilerek özgür kitabevi tarafından bir sevda denklemi adıyla yayımlanmıştır. elinizdeki yayın, romanın ilk baskısına uygun şekilde sadeleştirilmeden hazırlanmıştır. romanında olaylar, eserin kahramanlarından naki'nin ağzından nakledilmektedir. naki, zengin bir ailenin el üstünde tutularak büyütülmüş oğludur. üçüncü karısı bedia'yı, evlendikleri gece aralarında geçen tartışmalar sonucu babasının evine gönderir. sonra da pişman olarak peşine düşer ve barışırlar. ancak bedia bu evliliği babasının zoruyla yapmıştır. aslında fatin adlı bir genci sevmektedir ve ailesi buna karşı çıkmıştır. bedia evlendikten sonra da fatin'le ilişkisine devam eder. naki bu gerçeği daha sonra anlar. karısının fatin'e yazdığı mektupları ve fatin'in fotoğrafını bulup da karısını sorguya çekince bedia bir bunalım geçirir. bu bunalım neticesi çocuğunu düşürür, ağır hastalanır. bu olaylar sonucunda naki ile ayrılırlar. bedia babasının evine döner, iyileşir ve fatin'le evlenir. zuhal kültüral mukaddime gece saat bir buçuk var. akşam taamından henüz kalktım. mevsim kanunusani. dışarıda öyle bir bora ile kar yağıyor ki badı mütehevvirin şiddeti biamanı önüne düşen berfpareler ciheti sükutlarını şaşırmış bir nüzuli serseriyane ile kasırga harmanı içinde dönüp duruyor. rüzgarın sokaklardan, damlardan süpürüp beyaz bir duman gibi havaya kaldırdığı karlar yukarıdan inenlerle çarpışıyor. berfin semadan mı zemine, yoksa zeminden mi semaya yağdığı fark olunamıyor. koltuğu sobanın yanına çektim. bir elimde kahve, ötekinde sigara, pencereleri sarsan boranın tiz perdelerden muhayyirü'lukul bir seyri seri ile çıkardığı gam'ları o keskin ıslıkları dinleyerek bu şiddeti sermaya karşı kızıl pırıltılarından, latif çıtırtılarından teselli bekler gibi ateşe bakıyorum, baktıkça kürkün içine büzülüyorum. rüzgar, sarsıp geçtiği yerlerin her birinden başka nevi mehip sedalar çıkartıyor. camlar şangırdıyor. ağaçlar hemen serbe taam: yemek kanunusani: ocak badı mütehevvir: hiddetlenen rüzgar berfpare: kar parçası nüzuli serseriyane: serserice iniş ber kar muhayyirü'lukul: akla hayret veren seyri seri: süratle şiddeti serma: soğuğun şiddeti mehip: korkunç zemini halecan olarak inliyor. derya pürcuşuhuruş sanki bilmukabele köpüre köpüre rüzgar ile cidale atılıyor. sekenei esvakımız olan köpeklerin, o sefil mahlukların ara sıra derinden, karlar altından boğuk boğuk avavei şikayetleri işitiliyor. yirmi otuz saniye fasıla ile zayıf, kısık bir hav hav. işte artık donuyoruz mealinde bir enin, rüzgarın ıslıkları içinde boğulup işitilmez oluyor. böyle bir leylei şita ateş başında teşkili dairei musahabe için ne güzel bir zemini safadır. bu gibi kış gecelerinde çocukluğumu tahattur ederim. ama ne kadar tatlı bilseniz?. eski evimizin orta katında kuytu büyük bir oda vardı. ortaya mevzu tepeleme dolu sarı mangalın etrafına biz kız oğlan, beş altı çocuk, annelerimiz, teyzelerimiz, halalarımızla dizilirdik. komşu hanımlar da misafir gelirdi. bir perinin üç kızı varmış zemininde masallara girişilirdi. o safveti tıflanemle o kadar dikkatle, o derece mahzuz olurdum ki şimdi en ciddi eserlerde bu lezzeti bulamıyorum. bir köylü penbe hanım vardı. sohbeti ifadatına bizi ikna için yeminler ede ede en dehşetli gulyabani', çarşamba karısı' fıkralarını o hikaye ederdi. mısır, bostan zamanı tarladaki kulübelerinde mahsulatı beklerken bir gece mehtapta gulyabaninin biri kulübe kapısına kadar gelip de içeride süpürge bulunduğu için o tılsımdan havfen duhule cesaret edemeyerek hiddetinden nasıl dişlerini gıcırdata gıcırdata pürgazap çekilip gittiğini hikaye ettiği esnada ben dehşetimden büzüle büzüle yanımdaki kadına mümkün olduğu serbezemini halecan: titremeyle başını yere eğerek pürcuşuhuruş: çoşku dolu cidal: kavga sekenei esvak: sokak sakinleri avavei şikayet: şikayet havlamaları enin: inleme leylei şita: kış gecesi teşkili dairei musahabe: sohbet dairesi oluşturma tahattur etmek: hatırlamak safveti tıflane: çocukça saflık mahzuz olmak: hoşlanmak havfen: korkarak kadar sokulmakla da kanaat edemez, eteğimi onun eteğine sımsıkı düğümlerdim. sonra o gulyabaniyi takip eden dev, cadı hikayelerinde dehşetim büsbütün müzdad olur, yanımdaki hanımla eteklerimizin düğümlü olduğunu unutur, o kadın kalkınca tabii beni eteğimden sürüklerdi. beni gulyabaniler çekiyor zannederek avazım çıktığı kadar haykırırdım. penbe hanım'ın, azayı vakayii bütün gullerden, devlerden müteşekkil olan o müthiş hikayelerindeki eşhası mahufenin tavsifi heybet ü kametleri için iki ölçüsü vardı. bunlardan birincisi köy camiinin minaresi, ikincisi de kuyu başındaki kavak ağacıydı. olanca talakat ve kudreti mübalağakaranesiyle ellerini tavana doğru kaldırıp ziyneti hikayatı olan gullerin boyunu bu iki ölçüye nispet ederek işte onlar köy minaresiyle o kavak ağacının tepesinden bakarlardı derdi. biz de karşısında tiril tiril titrerdik. zavallı penbe hanım çoktan vefat etti. tuhaf, acıklı veya garabetamiz masallarla leyali tufulanemi malamal huzuz eden komşu hanımların da çoğu tebdili alem eylediler. sağ kalanların da kimi öksürükten kimi romatizmadan muztarip. hemen hepsi senelerin barı maluliyyeti altında zebun, hanelerinden dışarı çıkamıyorlar. şimdi onlardan biri gelse de bu gece bana bir masal söylese diye düşündüm. böyle rüzgar inler, ortalık titrerken bende, gak' dedikçe bir koyun, gık' dedikçe bir tulum su isteyen zümrüdüan müzdad: artmış azayı vakayi: olayın bölümleri gul: cin eşhası mahufe: korkunç şahıslar tavsifi heybet ü kamet: boy ve heybetin tavsifi talakat: dil açıklığı kudreti mübalağakarane: abartma gücü garabetamiz: garip leyali tufulane: çocukluk geceleri malamal: bütünüyle, baştan başa tebdili alem: alem değiştirme barı maluliyet: hastalık yükü ka kuşunun hikayesini dinlemek hevesi tufulanesi uyandı. fakat artık buna imkan yoktu. o kadınlardan hiçbiri gelip de beni eğlendirebilecek halde değildi. bu arzumu neyle teskin edeyim? romanlardan ziyade seyahatnameleri severim. çünkü bunlar ötekilerden ziyade nev'en şayanı vüsuktur. masalı masal diye dinlersem de romanı masal diye okumak da istemem. bir hikayenüvisin tertibi vakayiinde buyı kizb istişmamı nazarımda eserin kıymetini kesreder. roman veya hikaye kelimesi yalan' ile müteradif gibidir. fakat o nam altında okuduğum şeylere biraz zihnim yatmalı. işte bu böyle olur. demeliyim. romanın esası tertibi muhayyel olsun zararı yok. lakin heyeti mecmuayı teşkil eden ebvabın her biri hayatı ruzmerremizden alınmış birer safhai hakikat olmalı. muaşakalar ve bütün ihtirasatı beşeriyye vukuı hakikisi şeklinde musavver bulunmalı. pek yabis, pek maddi musavverattan da hoşlanmam. o gibi eserleri yalnız bir şartla severek okurum. muharrir ilmen, fennen ihatai külliyyeye malik, istidat ve kuvveti kalemiyyece adeta bir harikai zaman olmalı ki bu şeraiti haiz fuhuli üdeba hevesi tufulane: çocukça heves nev'en: çeşit bakımından şayanı vüsuk: güvenilir hikayenüvis: hikayeci tertibi vakayi: olayların tertibi buyı kizb: yalan kokusu istişmam: sezme kesretmek: azaltmak müteradi eşanlamlı heyeti mecmua: umumi görünüş ebvap: bölümler hayatı ruzmerre: günlük hayat ihtirasatı beşeriyye: beşeri ihtiraslar vukuı hakiki: gerçek olay musavver: tasarlanmış yabis: kuru ihatai külliyye: umumi bilgi şerait: şartlar fuhuli üdeba: ediplerin en üstün olanları avrupa'da bile mahduttur. fransızca asarda bunların soğuk mukallitlerini mütalaadan lezzet alamam, boğulurum. naçar, artık masaldan vazgeçtim. kütüphanemi karıştırarak o kış gecesinde dehşetten tüylerimi ürpertecek heyecanengiz vakayi ve garaibi hakikiyye ile memlu bir seyahatname bulmak sevdasına düştüm. mutedil mıntıkalardan bahis bir seyahatname istemiyordum. ya şimalin buzdan mağaralarından, müncemit ebharından, aylarla devam eden leyali acibesinden, fecirlerinden, hemrengi berf canavarlarından, billuri buz kulübelerinde oturan sekenesinden fusuli zemherir açarak okuyanı titretecek veyahut ki afrika'nın duzehden nişan veren harareti şemsi altında ağaçları çadır kadar yaprak açan ormanlarından birbirini yiyen vahşilerinden, müthiş yılan, fil, arslanlarından bahsederek insanı terletecek bir eser arıyordum. evet. ya titretecek veya terletecek bir şey. bilmem neden o gece işte böyle ifrat, tefrite düşmüştüm. herhangi bir şey, biraz temini rağbet ederse derhal onun sahtesi çıkar. bir hükumetin nim resmiyetini haiz büyük seyahatlere dair neşredilen asarın mazharı rağbeti kariin olması birtakım muharrirleri bu vadide icalei kaleme sevk etmiş, romandan ve asar: eserler mukallit: taklitçi mütalaa: okumak heyecanengiz: heyecan verici garaibi hakikiyye: tuhaf olaylar memlu: dolu müncemit: donmuş ebhar: denizler leyali acibe: acayip geceler hemrengi ber karla aynı renkte sekene: sakinler fusuli zemherir: zemherir fasılları, karakışlar duzeh: cehennem harareti şems: güneşin sıcaklığı nim: yarı mazharı rağbeti kariin: rağbete mazhar olma, rağbet görme icalei kalem: kalem oynatma hatta masaldan farkı olmayan bu yolda layuadd eser tahrir edilmiştir. bazı avrupa muharririni birkaç kütüphane dolaşmaktan gayrı şeddi rahl külfetine lüzum görmeksizin diğer seyahatname ve atlaslara bilmüracaat bir malumdan on meçhulü istihraç tarikiyle hiçbir keşşafa vusuli müyesser olmayan biladı gayrı malumeden insanı engüştberleb hayret edecek surette bahsetmişlerdir. bir zamanlar louis Jacolliot gibi bazı muharrirlerin eserlerine ne kadar aldandım. Jacolliot hiç seyahate çıkmamış mıdır? inat etmem, belki çıkmıştır. fakat iltizamı garabetle seyahatnamelerini masal şeklinde yazmış olduğuna teessüf ederim. mısır'a dair yazdığı zendostluk hurafelerine ancak avrupalıları inandırabilir. vahşetabad enhar sevahilinde hep gözlerinden nişanlayıp öldürdüğü timsahlar eski şövalye hikayelerine reşkaver olacak bir tarzı eblehfiribanede tasvir edilmiştir. görmediği yeri yazmak yahut görüp de tasviri hakikat her kaleme müyesser olamayacak müşkilatı bedihiyyesine mebni işi roman vadisine dökmek nevinden birkaç seyahatname numunesi de bizde görüldü. layuadd: pek çok tahrir etmek: yazmak şeddi rahl: yola çıkma bilmüracaat: müracaat ederek istihraç: çıkarmak tarikiyle: yoluyla keşşa keşfeden vusuli müyesser: kolaylıkla ulaşma biladı gayrı malume: bilinmeyen beldeler engüştberleb: parmağı ağzında iltizamı garabetle: garipliği tercih ederek zendostluk: zamparalık vahşetabad: korku veren, ıssız enhar: nehirler sevahil: sahiller reşkaver: kıskançlık uyandıran, kıskandıran tarzı eblehfiribane: budalaca bir tarz müşkilatı bedihiyye: belli güçlükler yazıhanemin çemeni meşammı üzerine lambanın abajurundan yağan ziya altında parıldayan hokka ile silginin dikenleri arasına sokulmuş kalemlere baktım. bunlar beni işbaşına, yazıya davet ediyorlardı. hele hokka ağzını açmış, sanki bir tavrı tazarru ile diyordu ki: evanı tufuliyyetindeki hissiyyatı masumane ve safiyyenin içinde bir iki saat yaşamak için masal dinlemek istiyorsun ama nafile. o demler geçmiş ola. şimdi bin masal dinlesen o eyyamı mesudenin beş dakikasını iade kabil olamaz. yalnız fiilen çocukluk etmiş olursun. manen o eski hazzın binde birini bulamazsın. seyahatname mütalaasından da vazgeç. onlarda da bir hakikate on yalan ilave edilmiştir. zihnin, gözlerin, diğer bir muharririn meşgufı düruğu olacağına, sen kendin etraflı dallı budaklı bir yalan uydur, kuvvei hayaliyyen nispetinde onu tezyin eyle, kisvei hakikatine sok. telle, pulla, bütün ekini pükünü macunı tezhib ile ört. bu yaldızlı iksir şişesini ikdam müdürüne takdim et. o da tefrika tefrika neşretsin. haydi düşünme. düşünme. sinemdeki medad; sehlü'lcereyan, çevik bir kalemle akdi vifak, inanı ıtlak ederse meydana gelecek hikayeye başkaları değil, sen bile aldanır, yazarken gah ağlar gah gülersin. ah hokkabaz hokka seni! ne kadar kazibi muknisin? beni yalana sen alıştırdın! haydi bu defa da sözünü dinleyelim. fakat tavrı tazarru: tazarrulu tavır, yalvarma evanı tufuliyyet: çocukluk zamanı eyyamı mesude: mesut günler meşgufı düruğ: yalan düşkünü kuvvei hayaliyye: hayal gücü kisvei hakikat: hakikat kılığı macunı tezhib: yaldızlama macunu medad: kalem sehlü'lcereyan: akması kolay akdi vifak: aynı düşüncede olma, uyuşma, anlaşma inan: dizginler ıtlak: salıverme kazibi mukni: inandıran, ikna eden yalancı sen, kalem, ben; bu üç refiki samimi birbirimizi gücendirmeden, aldatmadan yine bu işi nasıl başa çıkaracağız? üç, dört yüz sayfa yalan yazmak kolay mıdır? ama nasıl yalan, tıpkı sahihe, hakikiye benzeyecek. hele bir cümlede, bir satırda işin ekini belli et. derhal münekkitler başlar: burada muharrir amma da zırvalamış ha! hiç öyle iş mi olur? böyle kubbesi mutabık gelmeyen yalan okuyacak olduktan sonra muhayyelatı aziz efendi ne güne duruyor? onu mütalaa ederdik ay efendim! sırf ahvali ruhiyyeye dair bir roman yazsanız bu ne kadar çekilmez tafsilat? mevzu namına hikayede ne var?. hemen hiçbir şey. bir kadın entarisinin en görünmez buruşukluklarına kadar teksiri sevda ediliyor. bir insanın her sabah her akşam nasıl kalktığı, yattığı tarif olunuyor. ruh sıkıcı bir hikaye. serzenişlerine uğrarsınız. vaka biraz karışık, heyecanlı olsa o zaman müceddidini şebabın şu: yeni masalı okuyor musunuz? hakikaten gülünç! şu zamanı terakkide roman namına yazılır hezeyan değil. zavallı romancı, memleketimizde Xavier de montepenlere hayrü'lhalef olmak istiyor. dimağı o yolda perverde olmuş. ansiyen rejimden ayrılamaz ki. sanattan haberi yok. hikayesi sade vukuat. birkaç sürpriz tertip etmedikçe masalını ne yolda tezyin edebilecek? itirazatına hedef olursunuz. işte ben bu itirazata rağmen harzarı tenkidde daima fikrime mutavassıt cevelangah açarak yürüyeceğim, yazacağım. be refiki samimi: samimi arkadaş ğenmeyenler elbette daha iyisini tahrire muktedir zevat olacaktır ki böylelerinin teksirini görmek bütün terakkiperestanla beraber bu naçizi de memnun eder. dışarıda bütün zevi'lervahın iliklerini donduran sermanın kalemime sirayetinden korka korka bati bir hareketle kalktım. yazıhanemin önüne oturdum. bendeniz evde yokken namı acizaneme gelen mektupların vazına mahsus ufak bir tepsi vardır. yazıhanenin üzerinde durur. bazı akşam bu tepside bir iki mektup, tezkere bulunur. bazen de bir şey bulunmaz. o akşam baktım, birkaç zarf var. bunları karıştırdım. taşradan iki mektup. muhteviyatları beyanı meveddet ve selam ü senadan ibaret. biri mazruf, diğeri açık iki carte de visite gördüm. evvela açığı okurum. pek sevdiğim bir arkadaşım. beş defa haneme gelmiş. beni aramış, bulamamış. defterimin zahrında kurşun kalemle muharrer şu: beş defaki ziyaretimin cümlesinde evde bulunamadığına bir türlü inanamıyorum. buna adeta ademi kabul manası veriyorum. seni bir yerde yakalarsam öfkemi çıkaracağım. müdafaanı hazırla. sözleriyle bana çıkışıyor. vah zavallı dostum! bu ziyaretlerinizin beşinde de evde bulunamadığıma doğrusu ben de inanamıyorum. alafrangada olduğu gibi bizim kabul günlerimiz yoktur. sizin gibi misafirlerin de saati ziyaretleri pek muayyen değildir. insan hanesinde hasbe'lmeşguliyyet zairi kabul edemeyeceğini bildirse bu yolda beyanı mazeret, inkıtaı muhadenete sebebiyet verir. terbiyesizlik addolunur. onun iyisi sizi gücendirmemek için aldatmaktır. her sabah evden bana sorarlar: bugün sizi görmeye gelenlere ne de zevi'lervah: canlılar bati: yavaş vaz. konulma muhteviyat: konular mazru zarf içine konulmuş zahr: arka muharrer: yazılı ademi kabul: kabul etmeme hasbe'l meşguliyyet: meşguliyet sebebiyle zair: ziyaretçi inkıtaı muhadenet: dostluğun bitmesi necek? eğer meşgulsem yoktur denecek. parolasını veririm. bu dostum da galiba hep böyle parola günlerine tesadüf etmiş olmalı. mazruf kartı açtım. bu da züppe, genç ihvanımın birinden. beni yarın akşam beyoğlu'nda bir haneye davet ediyor. orada afif, hesna bir kız varmış. beynlerinde mukaddemei muaşaka gibi bir şeyler başlamış. o afif kızı bana bilirae fikrimi soracakmış. haydi oradan zevzek dedim, kartı kağıt sepetine attım. baktım tepside bir zarf daha var. fil dişinden tıraşide bir ince safhayı andırır, beyaz damarlı, ütülenmiş gibi düzgün bir zarf. üzerini okudum. hatta tanıyamadım. hakkımda o kadar işitilmedik elkap, o derece fevka'ttasavvur tabiratı tazimiyye kullanılmış ki bunların binde birine kendimi müstahak göremediğimden o kelimeler hep birer acı istihza gibi gözüme battı. canım sıkıldı. bunu da bir haydi oradan zevzek sözüyle açmadan elimden fırlatmak istedim. fakat zarfın bir köşesinde kabartma olarak fransızca harfleriyle onların altında bir de hususidir. işaretini gördüm. meraka düştüm, zarfı açmadan bu inisiyallerin delalet edebileceği isimleri düşünmeye başladım. mehmet nuri, mahmut necati, münir nail ve daha bunlara müşabih mim, nun harfleriyle ibtidar eder bir hayli isim buldum. fakat bu isimlerde tanıdığım hiçbir zat aklıma gelmedi. zarfın yüzünü çevirdim. zamk ile yapıştırılan kapağın tamam re's zaviyesine girift bir imza atılmış. ihvan: samimi arkadaşlar afi iffetli hesna: güzel beyn: ara mukaddemei muaşaka: aşk ilişkisi bilirae: göstererek tıraşide: yontulmuş elkap: lakaplar fevka'ttasavvur: tasavvur dışı tabiratı tazimiyye: saygı tabirleri inisiyal initial. bir ismin ilk harfi müşabih: benzer ibtidar: başlama re'. baş zaviye: köşe epey uğraştım. bunun naki olduğunu hele okuyabildim. naki kim? müsemmasını tanımadığım bir isim. külliyen meçhulüm olan bir zatın böyle hususi kaydıyla mektup gönderişi, istiğrabımı mucip oldu. o şık zarfı örselemeden açmak için kağıt bıçağıyla usul usul kestim, mektubu çıkardım. satırlar tokça bir kalemle yazılmış. mimlerin bacakları gayet uzun. vavların tekneleri keskin keskin çıkarılmış. elifler, lamlar cetvel ile çekilmiş gibi biraz mailen yekdiğerine muvazi. helerin gözleri adeta insana gazubane bakıyor zannolunacak birer heybette. hattın eşkali umumiyyesinden işlek bir yazı olduğu ve katibinin müddeti medide hüsni hatt talim etmiş bulunduğu anlaşılıyor. sureti tersimi hattan bence asıl mahsus olan ciheti mühimme, o suturun büyük bir halecan veya tesirin tahtı tesirinde yazılmış olmasıydı. sanki katip hiddetlenmiş de öfkesini bir med veya kafin keşidesinden çıkarmış. kalem ateş püskürerek o zemini ebyazda cevelan etmiş. bazı hurufı mukattaanın ölçüleri o kadar keskin çıkarılmış ki onları öyle resmeyleyebilmek için mutlak kalemin bir sürati serir ile koşup geçtiğine hükümde insan asla tereddüt etmez. bana her kelimesi bir hiddet ve şiddeti mücesseme gibi görünen bu mektup mahalle kahvesinde hal hatır sorar gibi bitekellüf merhaba hüseyin rahmi! hitabıyla başlıyordu. muhatıbı gaibi istiğrap: şaşma mucip olmak: sebep olmak muvazi: benzer gazubane: öfkeli bir şekilde müddeti medide: uzun müddet hüsni hatt: hat sanatı sureti tersimi hatt: hat çizme tarzı ciheti mühimme: önemli taraf sutur: satırlar tahtı tesir: tesiri altında zemini ebyaz: beyaz zemin cevelan etmek: dolaşmak hurufı mukattaa: bitişik olmayan harfler hiddet ve şiddeti mücesseme: cisimleşmiş şiddet ve hiddet bitekellü teklifsiz me karşı bir merhaba, daha doğrusu bir akşamlar hayır olsun da ben savurdum. fakat taaccüp ettim. zarfın üzerindeki ne rütbeten ne kudreten halime münasip düşmeyecek o manasız tekellüfat nedir? bu başlangıçtaki kabalık ne oluyor? alt tarafı kıraate devam ettim. işte şöyle idi: ne hiddetiniz mübeddeli hayret mi oldu? zarfın üzerini okurken öfkelendiğinize şimdi de istğrap buyurduğunuza katiyen eminim. ben kendi kendime: ooo. ooo. bu naki efendi yahut bey ne tuhaf zatmış. zarfı okurken hiddetleneceğime, sonra da mütehayyir kalacağıma bervechi pişin katiyen nasıl hükmetmiş? hüsni hattan başka biraz da falcılığı var galiba?. fakat dediği aynen vaki olmadı mı? doğrusunu söyleyeyim. naki bey'in bu hükmündeki isabeti çekemedim. kendimi adeta bir hud'ai fikriyyeye tutulmuş, aldatılmış gibi gördüm. evvela hiddet, sonra istigrap etmiş bulunduğuma nadim oldum. lakin artık çare var mıydı? istediği gibi oldu. daha şu ilk satırlarda nevumma o galip çıktı, ben mağlup kaldım. mütecessisane devamla: ilk hükmümün böyle isabeti katiyyesini aramızda bir galibiyet mağlubiyet suretinde bittelakki bundan dolayı bir ikinci hiddete daha kapılmamanızı istirham ederim. çünkü bendenizin celbe uğ muhatıbı gaib: meçhul muhatap mübeddeli hayret: hayrete dönme istiğrap: şaşma mütehayyir: şaşmış bervechi pişin: peşin olarak hud'ai fikriyye: fikir hilesi nadim olmak: pişman olmak nevumma: bir derece, bazı mertebe mütecessisane: meraklı bir şekilde bittelakki: telakki ederek raştığım şey, hiddetiniz değil, arizam üzerine nazarı dikkatinizdir. yine kendi kendime: naki bey kafi. kafi. zekavetinizi takdir ettim. efkarı adiye ashabından olmadığınızı anladım. artık bu hakikati ispat için ne kendiniziyorunuz ne de beni. maksadınız şu mektup üzerine nazarı dikkatimi celbetmekse işte bu hasıl oldu. şimdi bu satırları gözlerimi dört açarak okuyorum: bu yolda aldığınız mektupları bir dikkati sathiyye ile okuduğunuz ihtimaline mebni arizai kemteranemi bu tehlikeden kurtarmak için şu ilk desiseye cüret ettim ki ileride takdir buyuracağınızdan emin olduğum hizmeti naçizanemin bu küstahlığımı size muaf göstereceğinde iştibahım yoktur. size bir şeyden bahsedeceğim. fakat müsaade, merhamet buyurunuz. evet, bir şeyden, öyle bir şeyden ki onu tarif için hiçbir lisanda bu şeye alem olacak bir isim, bir kelime bulunamaz zannederim. bu şey olsa olsa her lisanda her şeye medlul olup da yine hiçbir şeyi ifade etmeyen şey' kelimesinin müphemiyet manasıyla tavsif olunabilir. kendi kendime: çok şey! aman birader aman? bu şey kelimatının tehacümü içinde boğulacağım. bu şeylere bir şey demeliyim! bu şeyi bir manaya ariza: dilekçe zekavet: zeka efkarı adiye: alelade fikirler dikkati sathiyye: yüzeysel dikkat mebni: binaen, dayanarak arizai kemterane: acizane dilekçe desise: hile iştibah: şüphe alem: işaret medlul: sembol tehacüm: hücum takrip ile ona katiü'lmüfad bir kelime bulmalıyım. bu tarif olunamaz şey' nedir, bilir misiniz? zevceme olan muhabbetim. kendi kendime: çok şey ki çok şey. işte bahis buraya intikal etti mi beynim volkana dönüyor. deheni hezeyan ve hameyi biiktidarımdan saçılan kelimeler havaya dağıldı yahut kağıt üzerinde birer suret buldu mu aynen bir menfezi ateşfeşanın bade'ssuud yere dökülen mevadı feveraniyyesi gibi kül kesiliyor. kalbimdeki merkezi narinin şiddetinden haber verecek kuvvetini kaybediyor. ateşi derunumu ifham edecek bir kelime bulamıyorum. uğradığım felaketi, serencamı size hikaye edeyim diye bakınız dünyanın çar kuşesinde yani avrupa, asya, afrika, amerika'da kimsenin başından böyle bir sergüzeşt geçmiş midir? kendi kendime: avusturalya'yı unuttuğunuza hayret ettim. onu da zikrediniz, dünyanın penç kuşesinde olur, kıtaatı hamseden bir şey eksik kalmazdı. takrip: yaklaştırma katiü'lmüfad: anlamı kesin deheni hezeyan: saçmalayan ağız hameyi biiktidar: güçsüz kalem menfezi ateşfeşan: ateş saçan delik bade'ssuud: yükseldikten sonra mevadı feveraniyye: fışkıran maddeler merkezi nari: ateş merkezi ateşi derun: içteki ateş ifham etmek: anlatmak serencam: akıbet çar: dört penç: beş kıtaatı hamse: beş kıta bütün kainatın icadı vakayide yekta hikayenüvisanı bir araya toplansa buna benzer bir vaka tasni edemezler. tabiat işte bazen böyle bütün muhayyelatı beşeriyyeyi renksiz bırakacak hakayık gösteriyor. fakat nasıl anlatacağım? elim ayağım titriyor. hayır? bunu tahriren hikaye edemeyeceğim. kalemler bunu tasvirden acizdir. yine yüzde elli kuvvetini kaybetmek üzere şifahen belki anlatabilirim. o zaman hiç olmazsa kelimatın ağzımdan şiddeti sudurunu, bir dakikada kaç renge girdiğimi, ne ağlanacak, gülünecek haller kesbettiğimi, bütün etvarı elime ve mudhikemi reyü'layn görür, kalemin biganegi tasvirinde mutazallil kalacak bazı hakayıkı biraz gözden kaçırmamış olursunuz. bu vakanın roman şeklinde tasvirini zevcemden intikam almak için arzu ediyorum. o bana çektirmediğini bırakmadı. fakat kader benim ona karşı elimi ayağımı bir müddet bağlı bulundurdu. vakayı size bir defa hikaye edeyim. tabii beğenip beğenmemek, tahrir ve ademi tahrir hususatında yine rey sizindir. bu teklifim lütfen kabul buyurulursa leylei musahabemizi yarın geceye tertip edelim. çünkü bendeniz için artık istanbul'da aram kabil olamayacağın icadı vakayi: olaylar yaratmadan bu müsameremizin müsadif sabahı olacak günde uzaklara seyahat için kendimi vapura atacağım. müsamere tehiyyatınızın şunlardan ibaret olmasını rica ederim: biri sizin, biri bendeniz için sobanın önüne karşı karşıya iki koltuk. bunların arasına büyükçe bir sigara iskemlesi. birinci nevinden laakal yüz gramlık bir kutu kalıp sigarası. sıkça sıkça kahve. az kaldı unutuyordum. bir koca sürahi limonata. çünkü vakayı anlatırken çayır çayır yüreğim yanar. işte bu kadar tenezzülen vereceğiniz cevabı tahririyi almak üzere yarın saat dörtte ağa bendeniz haneyi alinize gelecektir. baki arzı ihtiram. imza: naki bu mektubun hitamı kıraatinde bir defa daha çok şey dedim. naki bey'in ufkı beyanı mart havası gibi gah düzeliyor gah bozuluyor. söz zevcesine intikal edince bütün boralar işte orada kopuyor. o zaman ifadei teellümatı için şey şeylerden başka söyleyecek söz bulamıyor. bunların hepsi ala ama insan tavsifi muhabbeti emrinde söz bulamadığı zevcesinin bir romancıya ibreten li'ssairin hikayesini mi yazdırır? haydi işte size birçok şey daha! sakın naki bey aklı üzerine gah gelir gah gider takımdan olmasın? bu ihtimale mebni kendilerini kabul hususunda biraz düşünmeliyim. vakayı bana hikaye edeceği gecenin sabahı seyahate çıkacağını, kendi için artık istanbul'da aram kabil olmadığını söylüyor. kadın elan kendi nikahında mıdır, değil midir? mektubu birkaç defa daha okudum. ilk şüphelerimi halledemedikten başka yeniden yeniye merak verecek bir hayli nokta daha buldum. düşündüm taşındım. nihayet naki bey'i yarın gece haneme kabule karar müsamere: gece sohbeti müsadi rastlayan, tesadüf eden tehiyya: hazırlıklar laakal: en azından çayır çayır: cayır cayır hitamı kıraat: okumanın sonu ifadei teellümat: üzüntü ifadesi tavsifi muhabbet: muhabbet tavsifi ibreten li'ssairin: başkalarına ibret, ders olsun diye elan: hala, şu anda verdim. insana saldırır güruhtan bile olsa ben onu her türlü ihtiyata riayetle kabul ettikten sonra kendi hanemde bana ne yapabilir? bazı akşam meddaha, karagöze gidiyor, biser ü bün yaveler dinliyordum. bir gece de naki bey'i dinlersem ne olur? hikaye cılk çıkarsa o da bahtıma. her halde biçarenin teessüri fevka'ladesi anlaşılıyor. bir dilhastayı birkaç sözle teselli edebilirsem o da bir hareketi insaniyye sayılmaz mı? bakalım şu zavallının zevcesinden şikayeti, kendini terki diyara mecbur eden teellümatı neymiş? bu kadar müteessir görünen bir adamın ifadatında tetkike şayan bazı ahval bulunmamak kabil değildir. bu kararım üzerine yarın akşam teşrifatlarına intizarımı müşir muhtasar bir tezkere yazdım. zarfladım. sabah saat dörtte gelecek uşağa teslim edilmek üzere lazım gelen adama verdim. ertesi akşam limonataları falan hep hazırlattım. oturacağımız yerleri de naki bey'in tensibine göre tertip ettim. artık bekliyorum. saat bir, bir buçuk oldu. nihayet ikiye doğru kar yığınları üzerinde tekerleklerinin sadayı devri boğula boğula bir araba geldi. bizim kapının önünde durdu. azıcık sonra çıngırdak şakırdadı. kapı açıldı. evin methalinde bir gezinme oldu. onu müteakiben merdivenden ayak sedaları işitildi. ben tanımadığım bu acip misafirimi istikbal için sofaya çıkarak merdivenden birkaç ayak indim. mir'den yahut o ayar bir terzinin makasından çıkmış samur kaplı bir paltoya bürünmüş endamı narin, reftarı nazik, vechinde asilane bir melahat lemean eden ve sinni yirmi altıdan yukarı biser ü bün: başı sonu olmayan; saçma sapan yave: boş lakırtı dilhasta: gönlü yaralı müşir: bildiren muhtasar: kısa sadayı devr: dönme sesi methal: giriş acip: acayip reftar: yürüyüş melahat: güzellik lemean eden: parlayan sin: yaş tahmin edilemeyen genç bir zatın hafif bir tebessümle yukarı çıktığını gördüm. o anda mektuptaki istihracatımın birçoğu yanlış olduğunu anladım. ben onun açık buğday solgun siması üzerine kalemkarı hilkatin bütün nazikii sun'ıyla resmettiği ince kaşlarını, bir bitabi mahmuriyet içinde bayılan uzun siyah kirpiklerle muhat elaya bakar latif gözlerini, kansız ince dudaklarının üzerini tezyin eden uçları yukarı kıvrık hafif bıyıklarını, gözleriyle yanaklarının huddevi arasındaki alaimi tab u fütur olan mavimtırak haleleri tetkik ederken o da olanca dikkatiyle beni haddei nazardan geçiriyordu. yanıma takarrüp edince mukaddemei halecana delalet eder birkaç sık nefes ve biraz tutuklukla sağ elinden kürklü güderi açık soğani renkli eldivenini çıkarıp bana desti meveddetini uzatarak dedi ki: elimi size hem arzı meveddet için hem de şu birkaç basamağı çıkmaya yardım etmeniz ricasıyla uzatıyorum. ben gülerek: meveddetiniz bir şeref olduğu gibi suudunuza muavenetim de bendeniz için ayrıca bir bahtiyarlık demektir. o da güldü. el ele odaya girdik. elinde hafifçe hararet vardı. elimi bırakmayarak: oda pek sıcak. istihracat: çıkarımlar kalemkarı hilkat: yaratıcı nazikii sun. yaratmanın nazikliği muhat: çevrelenmiş alaimi tab u fütur: güç ve zayıflık alametleri haddei nazardan geçirmek: dikkatle bakarak süzmek takarrüp etmek: yaklaşmak mukaddemei halecan: çarpıntı başlaması desti meveddet: sevgi eli arzı meveddet: sevgiyi belli etme suud: yukarı çıkma muavenet: yardım dışarıdan teşrif ettiğinizde size oda sıcak geldi. mizanü'lhararete bakınız, on sekizden yukarı değil. arabaya binerken donuyordum. şimdi de yanıyorum. vücudum işte böyle nöbet nöbet gah buz gah ateş kesiliyor. rica ederim her halde şimdi ateşten uzak oturalım. bir saate kalmaz yine üşümeye başlarım. paltosunu çıkardı. eldivenlikleriyle beraber bir sandalyenin üzerine attı. yine elimden tutarak: işte bakınız şu kanepe sobaya uzak, oraya oturalım. dedi. kanepenin bir ucuna oturduk. elimi bırakarak gözlerini kapadı, arkasına yaslandı. yorgunluk, kesiklik ima eder bir işmizaz ile başını bir tarafa eğdi, kollarını iki yanına salıverdi, anladım ki misafirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var, ben de bir müddet sükut ettim. sonra gözlerini açtı. ilk defa yabancı bir eve giren bir adamda husuli tabii olan bir tecessüsle odanın kıyısına bucağına göz gezdirdi. nihayet dedi ki: sizi iri yarı, pos bıyıklı bir adam zannediyordum. zannım ne kadar yanlış çıktı! aynı hal bendenizde de vaki oldu. o kalın kalemli, keskin yazınızdan sizi müthiş bir adam gibi tasavvur etmiştim. bakınız ne kadar aldanmışım! gülerek: onu öyle sizi korkutmak için mahsus kalın kalemle keskin keskin yazdım. bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım. yarım saat kadar böyle havai görüştük. sonra: işte beyim, üşümeye başladım. haydi, sobanın yanında hazırlanmış yerimize gidelim. dedi. karşı karşıya koltuklara oturduk. mizanü'lhararet: termometre işmizaz: yüzünü buruşturma husuli tabii: olağan tecessüs: merak ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. dışarıdan bora, şangır şungur çerçeveleri sarsıyordu. naki bey hem nakledeceği hikayenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden tevahhuş ediyor gibi hafif bir lerzişle dedi ki: oh! oh! bu yerimiz ne kadar iyi. artık sergüzeştimi dinlemeye hazırsınız, değil mi? hazırım. hem de mütehalikane bir dikkatle hazırım. misafir, meyusane, başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı: bendeniz büyük aileden ziservet bir zatın yegane oğluyum. yevmi veladetim valideynim için en mesut bir gün olmuş. beni nasıl naz u naim içinde büyüteceklerini bilememişler. zamanı tufuliyyetimden beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur; vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. hilkatim son derecede has ve asabidir. emri tedris ü terbiyeme arzum dahilinde itina gösterildi. istediğimi öğrenir, istemediğimi reddederdim. şundan bundan birer parça tahsil ettim. işte böyle bir nazişle perverde oldum. devri şebaba girdim. ibtidayı şebabın o nevbaharı hayatın lezaizi canfezası menazırı gunagunu beni çılgına çevirdi. bir tevahhuş etmek: ürkmek lerziş: titreme mütehalikane: istekli ziservet: zengin yevmi veladet: doğum günü valideyn: anne baba naz u naim içinde: ilgi ve bolluk içinde zamanı tufuliyyet: çocukluk zamanı emri tedris ü terbiye: eğitim ve öğretim işi naziş: naz perverde olmak: yetiştirilmek devri şebab: gençlik çağı ibtidayı şebab: gençliğin başlangıcı lezaizi canfeza: cana can katan lezzetler menazırı gunagun: türlü türlü görünüşler gence en az tahsil ile en büyük sözler söylemek tariki havarıkını açan meslek, şairlik değil midir? ben de mestii şebabın verdiği o neşvei istiğrakla bahrı nazm u şi're kendimi kapıp salıverdim. ah bu garamkarane seyahatim ne hülyaamuz idi. her kulaç atışımda bütün sevahil gulgulei nazmdan ihtizaz eyliyor, her mevce iltima ile sihri beyanımdan bir kelimeyi tefsir ediyor zannederdim. bazen bitab uzanır, bulutlara, semalara, güneşlere fırlattığım kelimelerin kainattaki inikası zemzematını dinler; evet. işte nesim bir teranemi okuyor, işte hezar bir nazmımı besteliyor, işte berki ateş ebyatımdan bir misal gösteriyor. işte ra'd sanihatım gibi gürlüyor. derdim. zannederdim ki gül, ben onu öyle vasfettiğim için güzeldir; cuybarlar enini eşarıma refakatı nalekari için çağlıyor; bütün baharlar, hazanlar birer neşidemi istirham için gelip geçiyor. dünyada bir mısraıma visalini arz etmeyecek bir kız tasav tariki havarık: harikalar yolu mestii şebab: gençlik sarhoşluğu neşvei istiğrak: kendinden geçerce bir neşe bahrı nazm u şi'. nazım ve şiir denizi garamkarane: arzulu hülyaamuz: hülyalı sevahil: sahiller gulgulei nazm: nazım gürültüsü ihtizaz eylemek: titremek mevce: dalga iltima: parıldama inikası zemzemat: nağmelerin yankılanması nesim: hafif esen hoş rüzgar hezar: bülbül berki ateş: ateşin pırıltısı ebyat: beyitler ra'. gök gürültüsü sanihat: zihne doğan şeyler cuybar: ırmak enini eşar: şiirlerin inlemesi refakatı nalekari: inleme arkadaşlığı neşide: şiir vur etmezdim. alemi böyle meshurı eşarım, her sözümü miftahı mudilat kıyas ile talihin ruyı nikbetinden bihaberane vadii muaşakaya giriştim. ramı herhahişim olan kızların bu meclubiyetleri şairliğimden ziyade servetime matuf olduğunu bir zaman anlayamadım. beş günde birinden bıkar, savleti sevdama aguşı kabulünü açacak bir diğerini arardım. kendi kendime derdim ki: tatiri meşamma bir çiçek kifayet edeydi, cenabı halik gül var iken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. hepsinin de rayihayı ruhnüvazı başkadır. insanı kimi mest kimi pürşevk eyler, kimi güldürür kimi düşündürür. cümlesi de birer türlü sanihapiradır. bir müddet bütün savleti şebabımla bu nazariye arkasından koştum. ah o zamanlar hayata hayal, hayale hakikat nazarıyla bakardım. sevdayı iğfalime düşen nazeninlerden kiminin hıramı dilfiribi, ötekinin nigahı mahmuru, berikinin gisuyı zertarı, diğerinin aşüftegii güftarı birer müddet beni oyalardı. hep bu ezharı sevdayı birer koklar geçerdim. heyhat! sonra anladım. sonra acı acı hissettim ki hep bu zanlarım batıl, hep bu saadetler birer rüyayı atılmış. meğer fahriyeguluğuma en ziyade aldanan zavallı yine benmişim. meshurı eşar: şiirlerin tutkunu miftahı mudilat: zor işlerin anahtarı ruyı nikbet: uğursuz yüz vadii muaşaka: aşk vadisi ramı herhahiş: her isteğe itaat eden meclubiyet: tutkunluk matu yönelmiş savleti sevda: sevda hücumu tatiri meşamm: koku alma rayihayı ruhnüvaz: ruhu okşayan koku sanihapira: zihni süsleyen savleti şebab: gençlik hücumu sevdayı igfal: aldatıcı sevda hıramı dilfirib: salına salına yürüyüş nigahı mahmur: mahmur bakış gisuyı zertar: sırma saç aşüftegii güftar: sözün işvesi ezharı sevda: sevda çiçekleri rüyayı atıl: boş rüya deryayı sefahatin böyle enginlerinde biaram bocaladığımı gören valideynim bir sengi kazaya tesadüfümden havfenbeni evlendirdiler. birincisiyle geçinemedim. bir ikincisi geldi, onu da gönderdim. ilk iki zevcem melahat ve tenasüpte tıraşidei desti kudret birer heykeli cemaldiler. fakat o güzel kafalarında zekadan eser, malumatı beşeriyye namına nebze yoktu. kendilerine bir leylei mukmirede ruhumun sehabı münevvere içinde tayeranını musavver bir şiirimi okuduğum zaman bunu adeta bir lugazı mustalah zannederek gülüşe gülüşe: ah bildik. bildik. karganın bilmecesini yapmışsınız. çünkü kuşların içinde gece uçan kargadan başkasını bilmiyoruz. derlerdi. hayali şairanemin fezaşikaf pervazı leylisini karga zanneyleyen bu kadınlarla benim için idamei zevciyyet mümkün müdür? melahatin mütemmimi zekavettir. bir güzel ağızdan eblehfiribane söz işitmek, bir düğünde tarabı aheng yerine matem etmek kadar ruhumu sıkar. ben zevcelerime bu nakisai hilkatlerine bakıp ağlarken onlar bu giryemi cazibei hüsnlerine atfederek sevinirlerdi. deryayı sefahat: eğlence deryası biaram: durmadan sengi kaza: kaza taşı havfen: korkarak melahat: güzellik tenasüp: yakışma tıraşidei desti kudret: kudret eli ile yaratılmış leylei mukmire: mehtaplı gece sehabı münevvere: parlak bulutlar tayeran: uçuş lugazı mustalah: bilmece fezaşika fezayı yaran pervazı leyli: gece uçuşu mütemmim: tamamlayan eblehfiribane: budalaca nakisai hilkat: yaradılış noksanlığı cazibei hüsn: güzelliğin cazibesi zaten ilk iki zevcem beni puyan olduğum muaşakai bazarda dosttan bir hatve alıkoyamamış idiler. hariçteki hayatı sefihanem hemen yine evvelkinin aynı gibiydi. bu coşkunluğum peder, maderimi büyük endişelere düşürdü. bir genç için devamı maddi manevi vahim bir sukut demek olan bu halin izalesine kati bir çare bulmak yolunu gece gündüz düşünmeye başladılar. edilen nasihatler, tehditler bir para etmiyordu. nihayet beni üçüncü defa evlendirmeye karar verdiler. fakat bu defa bulacakları kızın hüsni bibahasıyla biraz okur yazar, lisanaşina ve hatta şair olması tezevvüç için şeraiti esasiyye ittihaz edildi. öyle bir kız beni oyalar, aldatır, inhimaki sefahetten meyli hevaperestiden çevirir zu'muna düştüler. aylarla aradılar, nihayet bu perii emeli buldular. düğün dernek kıyametler koptu. leylei zifafımda üçüncü zevcem bedia'nın beyaz bürümcükten telli duvağını berdesti bikaydi ile açtım. bu da güzeldi. çehresinde müessir bir mahzuniyyeti ulviyye vardı. fakat ne yalan söyleyeyim? ikinci zevcem bundan daha güzeldi. kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir rikkat hissettim. kendi kendime diyordum ki: ey güzel çiçek! gönlümdeki ömri sevdaperverin kim bilir ne kadar kısa olacaktır? müştehiyatım seninle de pek çabuk iş puyan olmak. dalmak muaşakai bazar: muaşaka pazarı hayatı sefihane: sefihane hayat hüsni bibaha: paha biçilmez güzellik tezevvüç: evlenme şeraiti esasiye: esas şartlar inhimaki sefahet: sefahate düşme meyli hevaperesti: istek ve heveslerine uyma meyli zu'. zan, boş inanç perii emel: arzulanan peri leylei zifa zifaf gecesi berdesti bikaydi: kayıtsız bir el mahzuniyeti ulviye: ulvi mahzuniyet ömri sevdaperver: sevdaperver ömür, sevdanın ömrü müştehiyat: iştah, istek baa gelecek. sonra rayihasına bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük huzuzatımız bir ebediyyeti saadet zannolunacak kadar canfirib olsun. senden evvelki zevcelerimde irat ettiğim nutkı igfale işte başlıyorum. bir şairin firaşı sevdasına gireceğini anla da bu muvakkat saadet için sevin. gelinin karşısında gözlerimi süzüp bir vazı taabbüdkarane alarak cehren dedim ki: duvağınızı açtığım anda karşımda bütün simaları, bütün ebharı, ezharı, baharları, tekmil ulviyatıyla bigeran bir alemi şi'r çıktı. ömrümde ilk defa bir kadına karşı bir perestişi hakiki hissettim. yazdığım ve yazacağım ulviyyatı eşarım, mübhematı efkarım, düşüne düşüne bulamadıklarım, semavatı sünuhanede yetişemediklerim sanki çehrei latifinizde menkuş!!! sevda denilen o medluli mevhumun bir kadın şeklinde tecessüsünü işte görüyorum! ey pericemal, kımıldamayınız. şu ipeklerin, tellerin, elmasların içinde sizi bir sanemi hakiki gibi doya doya temaşa edeyim. mahzunane gözlerini bana dikti, emrime tebaan bir müddet kımıldamadı. bir istiğrakı sevda ile yirmi dakika kadar bu şiir levhasını temaşa ettim. sonra dedim ki: işbaa gelmek. doymak firaşı sevda: sevda döşeği vazı taabbüdkarane: taabbüdkarane tavır, tapar bir hal cehren: yüksek sesle bigeran: nihayetsiz, uçsuz bucaksız alemi şiir:şiir alemi perestişi hakiki: gerçek bir sevgi, tapınma ulviyyatı eşar: ulvi şiirler mübhematı efkar: fikirlerin müphem, belirsiz noktaları semavatı sünuhane: akıl semaları çehrei lati latif çehre menkuş: nakşolunmuş bu kadar yetişir. şimdi kımıldayınız. söyleyiniz. artık bu sanemi hüsnde nefhi ruh mucizesini gördüm. bu gülistanı şi'rin bülbüllerini dinleyeyim. benim bu muğfilane sözlerim üzerine gelinin semayı hüsnünden kevakib dökülüyor yahut seri müzeyyenindeki pırlantalar tane tane yüzünden akıyor gibi çeşmanı kebudundan eşkpareler yuvarlanmaya başladı. evet, ağlıyordu. fakat niçin? sözlerimden beni bir adi muğfil gibi mi telakki etti? hakikati anladı mı? şaşırdım. vicdansızlığıma biraz da nadim oldum. ruhum bir riştei manevi ile ona merbutmuş gibi zabtı dumua muktedir olamadım. ağlaya ağlaya o elmasrizelerin sureti nüzulüne bir müddet hayretle baktım. nihayet dedim ki: fakat güzelim, böyle bir leylei mesudeyi gözyaşlarıyla niçin ıslatıyorsunuz? yoksa bu mesudiyette müşterek değil miyiz? cevap vermedi, duvağının ucunu kaldırdı. gözlerini sildi. müteessirane dedim ki: niçin o mukaddes örtüyü eşkalud ediyorsunuz? ateşi muhabbetim kataratı dumuunuzu kurutmaya kafi değil midir? acı, müstehziyane tebessümle yüzüme baktı. bu nazarıyla, hayır! kafi değildir! demek istediğini vazıhan anlattı. bütün sanemi hüsn: güzellik sanemi nefhi ruh: ruh verme muğfilane: aldatıcı semayı hüsn: güzellik seması kevakip: yıldızlar seri müzeyyen: süslü baş çeşmanı kebud: mavi gözler eşkpareler: gözyaşları muğfil: aldatan, yalancı riştei manevi: manevi bağ zabtı dumu: gözyaşlarını zapt etme sureti nüzul: iniş, dökülüş şekli leylei mesude: mesut gece eşkalud: gözyaşlarına bulaşmış kataratı dumu: gözyaşları vazıhan: açıkça bütün mütehayyir kaldım. bu hayretime bir nevi halecan, raşei hiddete benzer bir şeyler de inzimam etti: sözlerimle sizi bizar ediyorsam susayım! fakat sebebinizi bana iki kelimeyle merhameten izah buyurunuz. dedim. mukavves ince kaşlarını yukarı kaldırdı. temevvücatı hevaisi insanın en rakik asabına kadar tesir eden muhteriz, nazik fakat muğberane bir sedayla dedi ki: beyefendi, hiç kukla lakırtı söyler mi? nasıl kukla? nasıl olacak?. işte telli pullu karşınızda duruyor. haşa! sizi kuklaya benzetmek için insan, hüsni maaliden mahrum bir hayvan olmalı. böyle bir söz ağzımdan çıkmadı. niçin iftira ediyorsunuz? bu teşbihiniz sarahaten değil, zımnen vaki oldu. rica ederim, nasıl? ilk emriniz kımıldama, dur', ikinci haydi kımılda, söyle' hitaplarıyla vuku bulmadı mı? işte bundan hissettim. anladım ki. sustu. ben mütehalikane: ey. anladım ki. sonra? anladım ki siz bu köşede cariyenizden evvel telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız! şimdi buna cevap! ben orada dermakamı zınk dedim durdum. ben onu şairliğiftun edeyim derken kadın beni lal etti. eski zevcelerim üzerine olan bu ibham hem zarifane hem muhak raşei hiddet: hiddetten titreme inzimam etmek. katılmak temevvücatı hevai: arzu dalgalanmaları muhteriz: titrek muğberane: gururlu bir şekilde hüsni maali: yüksek hisler sarahaten: açıkça zımnen: dolayısıyla, üstü kapalı olarak mütehalikane: büyük bir çabuklukla, aceleyle kiraneydi. bu sözde ilk zevcelerinizi kukla misali idare etmiş olduğunuzu biliyorum. fakat benim öyle onlar gibi huyutı harekatını elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de şu saatten itibaren biliniz. mealinde dehşetli bir ima vardı. asıl kanıma dokunan cihet, bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle asla sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu. o şimdi duvağı başında bir gelindi. biraz utanacak, sıkılacaktı. ben onun naşüküfte şerminden sermesti huzuz olacak, sehabı emel içinde müstetir bir bikri sevda keşfine uğraşarak hülyaperver perestişkarane kelimatla onu tekellüme davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım. bu dik, haşin sözler bütün hayalatı zifafımı kalbimle beraber kırdı geçirdi. ben, o duvağın altından ne bekliyordum, talihime ne çıktı? bilacevab meyusane ben de bir köşeye çekildim. vukuı hali muhakeme etmek istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyordum. derunumu evvela derin bir hiddet, sonra sebebini pek tefsir edemeyeceğim elim bir rikkat istila etti. badii emrde gelinin terbiyesizliğine hükmettim. bilmem neden? sonra bu hükmüm kuvvetini kaybetti. kendi kendime: evet evet! ben tahkire, bu mücazata müstahakım. zavallı kızcağız kendinden evvel yine bu köşeye elmaslara müstağrak iki gelinin gelip gittiğini biliyor. huyutı harekat: hareket ipleri naşüküfte: açılmamış şerm: mahcupluk sermesti huzuz: zevk sarhoşluğu sehabı emel: emel bulutu müstetir: setredilmiş, saklı hülyaperver: hülyalı perestişkarane: taparcasına tekellüm: konuşma bilacevab: cevap vermeme vukuı hal: durum, vaziyet badii emir: ilk önce, evvela mücazat: karşılık, ceza çektirme müstahak: hak eden, hak etmiş olan müstağrak: gark olmuş üçüncü olarak o mevkii işgal eden, biraz akıbetbin olursa eserei mağlubiyyetinden kendini alamamakta mazurdur. işte öyle karşıdan karşıya bir müddet ben bir medhuşı meyusiyet, o bir istiğnayı mahzuniyet içinde birbirimize bakıştık durduk. yekdiğerimizin hafayayı kalbiyyesini keşfe uğraşır gibi bu muhterizane teatii enzarımız esnasında gelini ilk muamelei baridesinden nedamet gösterir bir halde gördüm, öyle hissettim. imalei nigahından, hafif hafif hareketlerinden, göğüs geçirir gibi teneffüslerinden, bütün o mahzuniyyeti mutazallimanesinden öyle rakik manalar tayeran ediyordu ki bu zihayat muammayı şi'rin her nüktesi elmasların parıltılarını şevahit gibi bilikame kendini haklı, beni haksız çıkarıyordu. bu pürşaşaa levhayı tazallumu gönlüm, gözlerim kamaşarak temaşa ettim. bir gaşyi sevdaya düşer gibi oldum. kalben, bu kadar hırçın olmasan galiba ben seni seveceğim. dedim. meğer sevmişim, o dakikadan itibaren bedbaht bir sevdazede olmuş, ne müthiş bir uçurumun kenarında dolaştığımdan haberim yokmuş. fakat hala bundan da üç dört günde arzumu alırım zannediyor, bir muhabbeti şedide ile gönlümün ona merbut kalacağına kat'an ihtimal vermiyordum, böyle bir şey hatır ve hayalimden geçmiyordu. geçse bile ne olur? zevcem değil mi? zevceye fartı muhabbet dünyada en arzu olunur bir saadet akıbetbin: geleceği gören eserei mağlubiyyet: yenilginin sonucu medhuşı meyusiyyet: ümitsizlikten dehşete düşme istiğnayı mahzuniyyet: mahzunluk içinde olma, çekinme hafayayı kalbiyye: kalp sırları muhterizane: ihtiraz edercesine, çekinerek teatii enzar: birbirine bakma muamelei baride: soğuk davranış imalei nigah: göz çevirme mahzuniyyeti mutazallimane: şikayet dolu mahzunluk tayeran etmek. uçmak zihayat: hayat sahibi, canlı bilikame: meydana koymasıyla levhayı tazallum: tazallum levhası gaşyi sevda: sevda mesti olma, sevdadan kendinden geçme fartı muhabbet: aşırı sevgi değil midir? her şeyde kendimi haklı görür, her hatvei harekatımı gururı nefse tebaan atarken bilmem bu meselede ne oldu? o rakik kalpli geline bütün maasii maziyyemi affettirmek için hemen gayriiradi denecek bir halde kalktım, yanına gittim. ayaklarının önünde cebhe berzemini tazarru olarak: meleğim! hakikati bilmeden bigayrı hak beni itham etmeyiniz. rumuzla anlatmak istedikleriniz hakkında kader bana rahm etmedi. her maznunu söyletirler, sonra leh veya aleyhinde hüküm verilir. kanunı adalet böyledir. fakat bu gece kölenizi öyle elim ifadat ızdırabına düşürmemek için bu muhakememi atiye taalluk ediniz. huzurı vicdanınızda tebriye edeceğime şüphem yoktur. artık talihimin bana ruyı tebessüm gösterdiğine siz bir delili celi değil misiniz? hayır delil değil, işte siz o tebessümün kendisiniz. talii nasaziden döndükten sonra sizin semahati lutf u rahmda ondan geri kalacağınıza ihtimal veremem. ah o güzel gözleriniz. dedim. bir savleti mafevka'lgaram ile bir elimle belinden, diğeriyle ellerinden yakaladım. müspet menfi elektrikle mehmul, müheyyayı iştial iki cisim gibi vücutlarımızın bu temasından nazardan nazara berkendaz olan şerareler ikimizi de haddine payan tasavvur olunamaz bir lerzişi huzuz içinde bıraktı. gelinin çeşmanı süzüldü, bana da bayılmak. hayır. hatvei harekat: hareket adımları, tavırları maasii maziyye: maziye ait günahlar cebhe berzemini tazarru olmak. ayakları önünde eğilmek bigayrı hak: haksız yere maznun: zan altında bulunan taalluk etmek. bırakmak tebriye etmek: temize çıkmak, aklanmak ruyı tebessüm: güler yüz delili celi: açık delil talii nasazi: kötü talih semahati lutf u rahm: lütuf ve merhamet cömertliği savleti mafevka'lgaram: aşk ve ihtiras ile saldırma müheyyayı iştial: parlamaya hazır berkendaz: parlayıcı lerzişi huzuz: hazdan titreme bayılmak değil, fartı telezzüzden canım çekiliyor gibi bir hal geldi. bütün vücudundan kabarıp inen sinesinden gülbüni bahar gibi intişar eden hevayı muattara karışan takatşiken sıcak nefesi birkaç saniye teneffüs ettim. bedia, o nazik vücudundan memul edilmez bir kuvvetle birdenbire silkindi, kollarımın arasından kurtuldu. o baygın nigahı vehleten değişti. gazubane bir suret aldı. hışımla bana bakarak: beni bırakınız beyefendi. sizin sıkça sıkça oyuncak kırar yaramaz bir çocuk olduğunuzu biliyorum. fakat dikkat ediniz, bu defa elinize geçen oyuncak polattandır. onu kırayım derken muhakkak bir tarafınızı incitirsiniz. sonra size yazık olur. dedi. bu ikinci tahkir; tesiri harareti şehvetle gevşemiş asabım, bütün suhuneti kalbim üzerine buzlar yağar gibi beni o müntehayı telezzüzden gaibei ıztıraba düşürdü. şimdiye kadar benatı havva'dan hiçbirine karşı bu tezellül ihtibar etmemiş, yine ömrümde hiçbir kadın ağzından bu yolda hakarete uğramamıştım. vehleten bir rüyayı saadetten uyanır gibi kendimi toplamaya uğraşarak birkaç hatve açıldım. manidar nazarlarla gelini tepeden tırnağa süzerek: affedersiniz hanımefendi! kendinizi oyuncaklığa layık görmediğiniz karşınızdaki erkek, size eğlence olmak tenezzülünden müstağnidir. vücudunuz bir zevcin nevazişine tahammül edeme fartı telezzüz: telezzüz çokluğu, çok haz alma gülbüni bahar: bahardaki gül fidanı hevayı muattar: muattar hava takatşiken: takat kesen, tahammül edilmez vehleten: birdenbire tesiri harareti şehvet: şehvet hararetinin tesiri suhuneti kalb: kalp sıcaklığı müntehayı telezzüz: zevkin son noktası gaibei ıztırab: ıztırap boşluğu ihtibar: tecrübe etme hatve: adım nevaziş: okşama yecek kadar nazikse bunu evvelden düşünüp tezevvüçten ihtiraz etmeliydiniz. gelin, aynı tavrı mağrurane ile: beyefendi, malumı alinizdir ki tezevvüç emrinde ekseriyetle kızların reyi sorulmaz. bunu velileri tensip eyler, onlar da ıztırari kabul ederler. demek ki bu hacleyi teşrifiniz ıztırari vuku buldu? pembe, rakik dudaklarını kıvırarak: hakikati biraz geç anladınız ama her halde zekavetinizi tebrik ederim. bu son tahkire karşı artık olanca izzetinefis, bütün gururı recülanem isyan etti. bu terbiyesizi daha ziyade söyletmeye lüzum görmeyerek neye uğradığımı bilmez bir halde zile bastım. işlemeli başörtüsü, koyu nefti ipekli entarisi ve beşuş bir çehre ile içeri giren yenge kadına elimle gelini göstererek: hanımın içine sıkıntı bastı. biraz hava almak istiyor. kendisini dışarı çıkarınız. valideme de söyleyin buraya gelsin. dedim. bu söz, beynine birkaç okkalık taş fırlatmış gibi yenge hanım üzerinde bir şiddeti tesir gösterdi. beşaşeti derhal mübeddili dehşet olarak gözleri büyüdü. evvela ne diyeceğini bilemeyerek birkaç aaa. savurduktan sonra biraz kendini toplayıp: üstüme iyilik sağlık! o nasıl lakırtı öyle?. ötekileri birer ikişer sene sonra savmıştınız. bu zavallıyı ilk geceden mi kovuyorsunuz? ben ne gelini dışarı çıkarırım ne de validenizi çağırırım. beyefendi, aklını başına topla. bir kere şu karşındaki kızın yüzüne bak. kıyamadan bu hakareti biçareye nasıl ediyorsun? artık tezevvüç: evlenme ihtiraz etmek: çekinmek, kaçınmak ıztırari: zorla, mecburen hacle: gelin odası, gerdek rakik: ince gururı recülane: erkeklik gururu beşaşet: güler yüz mübeddili dehşet: dehşete tebeddül etme, dönme böylesini bir daha bulamazsın. o da ana baba evladı. elin kızına yazık değil mi? öyle şey olmaz. oturun barışın. aman allah'ım bunun neresini beğenmedin? dedi. elleriyle yüzünü kapadı. bu sureti şedidede mukabelei hakarete galiba muntazır olmayan gelin hanımın çehresi fartı infialden gül pembesi bir renk aldı. kendini himayeten yenge kadının sarf ettiği sözleri nefsi mağruranesine karşı aynı hakaret telakki ederek gelin yerinden kemali taazzumla serpilip kalktı. timsali unf u gururu tecsime uğraşır mahir bir aktris gibi pırlantalı başını havaya kaldırarak refik, bülent bir tavır aldı. bu son sadayı tahkirin ihtizazatı hiç kulaklarımdan zail olmaz. yengeye hitaben dedi ki: yenge hanım. yenge hanım! ağzından çıkan sözleri kulakların işitsin. beyefendi beni değil, ben beyefendiyi beğenmedim. dışarı çıkmak için ayaklarım senin muavenetine muhtaç değildir. beyin validesini çağırın da dertleşsinler. yenge hanım aaların en büyüklerini asıl işte burada kopardı. ben büyük bir hiddet, yenge kadın tarif olunmaz bir hayret içinde iken gelin latifü'lcereyan bir ırmak haline girmiş kehkeşan gibi pırıl pırıl mütemevvici envar bir hıramı samansuz ile akıp yürüdü. hatavatı tahkir ile çiğneyip geçtiği o haclei felaketimin kapısı önünde durdu. başını çevirdi. bir edayı muzafferane ile bana amik, manidar bir nazar fırlattı. meğer bu bakışıyla, sureti şedide: şedit surette, şiddetli mukabelei hakaret: hakarete karşılık muntazır: bekleyen fartı infial: aşırı hiddet nefsi mağrurane: gururlu nefis kemali taazzum: azamet sadayı tahkir: hakaret sadası latifü'lcereyan: akışı güzel mütemevvici envar: nurlarla dalgalı hıramı samansuz: huzur bozan salınış hatavatı tahkir: tahkir adımları amik: derin kalbine açtığım cerihayı sevdayı şimdi sen bir iğne deliği kadar bile hissetmiyorsun. bak onu ben nasıl tavsi edeceğim? ne mertebe hunalud bir hale getireceğim. onun çareyi iltiyamını mümkün değil bulamayacaksın. demek istermiş. o nazarı amikin bu manayı müdhişini o zaman değil, pek sonra anladım. filhakika gönlüme öyle bir cerihayı iltiyamnapezir açtı ki onu her gün bir iğne ile kurcalayarak kapanmasını menetmedeki maharetine hayrette kaldım. işte o yara işliyor. hala işliyor.nakili sergüzeşt naki bey'in bu noktada rengine hafif bir humret geldiğini bilmüşahede, isterseniz bir limonata takdim edeyim. dedim. hayır birader, hayır! serencamın daha limonata içilecek yerlerine gelmedim. göreceksiniz ki oralarda aman allah, yanıyorum!' diye bağıracağım. cevabını verdi. hikayesine devamla: bana o nigahı manidarı atfından sonra gelin öyle pürşaşaa bir azametle oda kapısından çıktı. yenge kadın bana, ben yenge kadına mütehayyirane bakışakaldık. beş on dakika sonra o hayretten biraz kendimizi toplayınca yenge kadın sordu ki: beyefendi, şimdi ne yapacağız? bu kızı şu saatte bir arabaya koyup pederinin hanesine göndermekten başka bir yapacağımız yoktur. hiç alelacele öyle şey olur mu? durun bakalım, kızın fikrini, derdini anlayalım. artık bunun anlaşılmayan bir ciheti kaldı mı? işte hepsini açık söylüyor. benden hoşlanmamış. ama siz hoşlanılmayacak bir delikanlı mısınız? cerihayı sevda: sevda yarası hunalud: kana bulaşmış nazarı amik: derin bakış filhakika: hakikaten, gerçekten cerihayı iltiyamnapezir: iyileşmesi mümkün olmayan yara humret: kızıllık bilmüşahede: görerek tabiat bu ya! hoşlanmayabilir. zorla güzellik olur mu? belki bir başkasını seviyor. belki o sevdiği benden çok güzeldir. çünkü buna başka mana veremiyorum. sus beyim sus. ah şimdiki kızlar. gideyim validenizi çağırayım da işi bir müzakere ediniz. fakat şey. siz bu kızı sevdiniz mi? benden hoşlanmayan bir kızın nesini seveyim? dünyada kadın kalmasa yine böylesine tenezzül etmem. öteki zevcelerim bundan güzeldi. sen pekala bilirsin. bilirim bilirim. işte onların ahı çıkıyor zannederim. şimdi benim tandırname dinlemeye vaktim yok. ahı mahı ne olacakmış? bu gece defederiz biter gider. haydi, sen validemi gönder. çağırmaya lüzum kalmadan o esnada validem alı al, moru mor bir halde odadan içeri girdi. bitabii fütur ile bir kanepenin üzerine yığıldı. bir müddet o bize baktı, biz ona baktık. nihayet bana hitaben dedi ki: bu ne demek olacak oğlum böyle? pederini odasında hafakanlar boğuyor. kızı dışarıda o halde görünce ben de öldüm öldüm de dirildim. nasıl halde? nasıl olacak? iki gözünün yaşı yağmur gibi akıyor. yenge ile mütehayyirane birbirimize bakıştık. istiğrabımı bir türlü yenemeyerek sordum ki: o kız ağlıyor mu dışarıda? git de marifetini gör. daha ilk geceden bu hakaretler reva mıdır? pederine, bana acımadınsa bari gelinin duvağına hürmet edeydin. bunu da öteki bıraktığın kızlar gibi mi zannettin? bu şöyle böyle bir adamın kızı değil ki. onlar bizden kibar. kızlarını dışarı vermiyorlardı. bin türlü rica minnetle aldık. elinden uçanla bitabii fütur: usanma, bezginlikyorgunluğu mütehayyirane: hayretle, şaşkınlıkla istiğrap: şaşkınlık kaçan kurtulmuyor. türkçe, fransızca okuma yazma. nakış, dikiş, biçme kesme. piyano, keman, her türlüsü. birinci derecede artist' olduğunu zaten görünce anladım. halt etmişsin. niçin olsun arsız'? lakırtı söylerken yarı beline kadar kızarıyor. gayet irfanca lügatli sözler söylüyor. bazı lakırtılarını ben bile anlayamıyorum. işte hep bu halleri artist'liğinden ileri geliyor. niçin inat ediyorsun naki? sana arsız değil diyorum. valideciğim, ben arsız' demiyorum, artist' diyorum. fransızlar hünerli olanlara böyle derler. fransızlar hünerlilere arpis' mi derler? o zavallılar başka takacak isim bulamamışlar mı? aman, ne derlerse desinler. şimdi bana o lazım değil. aranızda ne geçti? onu anlat bakalım. uzun uzadıya sözüm yok. şu anda o kızı bir arabaya koyup babasının evine göndermeli. anlıyor musun validem? şu anda. öyle ya, benim o kadar aylık emeğim, bunca masraf berhava olsun. alemin dedikodusunu da düşünmeyelim. beyefendi hoşlanmadı diye ilk gecesinde kızı arabaya koyup babasının evine gönderiverelim öyle mi? naki, burasını iyi bil. bundan sonra karı diye damlara çıksan büyük sözüme tövbesenin için görücü gezmem. işte bu evlenmen son evlenmendir. artık el kızlarının başlarını nara yakmam, allah'tan korkarım. şimdi bir arabaya koyup gönderin sözleriyle bört bört böbürlenme öyle. o da senin başına kusmadı ya? zaten kız yalvarsan durmuyor. bir araba getirin, babamın evine gideceğim. bu gece beni burada alıkorsanız kendimi kuyuya atarım. diyor. işte pekala mademki o da öyle arzu ediyormuş, kendini kuyuya atmasına meydan vermemek için gönderin gitsin. naki, doğru söyle, kıza ne yaptın? az buz hakaret görmekle duvağı başında bir gelin bu sözü söylemez. hiçbir şey yapmadım. berhava olmak: boşa gitmek hiçbir şey yapmadan bu rezalet çıkmaz. hele hele doğru söyle. valideciğim, siz şimdi onu gönderin, işi sonra size anlatırım. eğer beni haksız bulursanız temin edeceğiniz mücazata razıyım. validem hiddetle gözlerini açarak şimdiye kadar kendisinden hiç görmediğim bir unf u şiddetle: halt etmişsin hayırsız! ben öyle ilk geceden babasının evine kız göndermem. hep senin sözün değil, bu defa da benimki olacak. bu işi nasıl berbat ettinse gel yine kendin öyle temizle. kız bizim sözümüzü dinlemiyor. gel, yalvar yakar, ne yaparsan yap, bu gece kendisini alıkoy. yarın ben alemin, bahusus kız anasının yüzüne nasıl bakacağım? işte ayak diriyorum, mutlak bu iş böyle dediğim gibi olacak. inadından dönmezsen şimdi buraya pederin de gelecek, ona ne cevap vereceksin? zavallı adamın yüreğine mi indireceksin? pederin bu emri verdi, beni sana gönderdi. bize itaat etmezsen ananı babanı yok bil. başka lam cim yok. bu akşam mutlak bizim sözümüz olacak, mutlak, mutlak, mutlak! inatçı kafan işitiyor mu? bir tehevvüri meyusane ile yerimden fırlayarak: bu emriniz bence kabili icra değildir. ihtimali yok. sözünüzde ısrar ederseniz siz de beni yok biliniz. kıza o kadar acıyorsanız bari ben kendimi kuyuya atayım da mesele kapansın. başka sevdiği bulunan bir kızı ben zevceliğe kabul edemem. böyle bir meselei mühimmede ana baba ısrarı para etmez. bu son sözlerime karşı validemin ağzı açık kaldı. bir nazarı iştibahla beni süzerek: allahtan kork hayasız! tek sözüm olsun diye elin bakir kızına iftira atmaya utanmıyor musun? iftira atmıyorum. yanınızda söyleyeyim. hep işitiniz. benden hoşlanmadığını alenen itiraf ediyor. işte işte burada yenge hanım da işitti. bahusus: özellikle tehevvüri meyusane: ümitsiz bir öfke kabili icra: icrası mümkün nazarı iştibah: şüpheli bakış bir kız çergeden gelse ilk gecede yine bu sözü söylemez. yenge hanımı şahit tutma, inanmam. şu odadaki kanepeler, sandalyeler bütün eşya lisana gelip şehadet etse yine inanmam. kızın mensup olduğu familyanın kişizadeliğini, namusunu, terbiyesini bilmiyor musun? hiç onların kızından öyle şey memul müdür? efendim, halep oradaysa arşın burada. şimdi pederim, sen, bütün ailemiz efradı, kızın yanına gideriz. cümlenizin huzurunda ben kendisinden sorarım. vereceği cevabı hep işitirsiniz. ondan sonra ita edeceğiniz hükme razıyım. bu maayibiyle kızı kabul et. derseniz ederim. artık buna bir diyeceğiniz kaldı mı? bu teklifim kabul edildi. büyük salonda pederim, validem, bütün efradımızdan mürekkep adeta divan kuruldu. ortaya, biri müddei, diğeri müddeaaleyhin kuuduna mahsus iki sandalye vazedildi. kübera düğünlerinde zifaf gecesi kızın validesi vesair taallukatından kimsenin güveyi evinde kalması adet olmadığından o gece orada gelin hanım mensubiyetinden ihtiyar bir dadı kalfa ile bir çeyiz halayığı, bir de tuvaletçisi sıfatıyla bulunan bir matmazelden başka kimse yoktu. müteaddit lambalarla beraber salonun ortasındaki büyük avizeyi de yakmışlardı. gittim, ortada ihzar edilen sandalyelerden birine oturdum. gelini celp için haber gönderildi. bilaistigna geldi. deminden beri selsebili kehkeşan gibi önümden akıp giden o gelin, bu defa şahabı safiye bürünmüş burcı afitab manzarasıyla kapıdan göründü. duvağını sol tarafına atmış, elinde ipek dantel mendil. avizeden dökülen baranı ziyaya karşı her hareketiyle bin lema isar ederek yürüdü. o reftarı dırahşanı hepimizin gözle çerge: çingene çadırı maayip: ayıplanmış bilaistiğna: nazlanmadan selsebili kehkeşan: kehkeşan selsebili şahabı safi: saflık kıvılcımı burcı afitab: güneş baranı ziya: ışık demeti reftarı dırahşan: salına salına yürüyüş rini kamaştırdı. hıramı latifine ben değil, oradaki bütün kadınlar bile hayran oldu. aheste aheste, salına salına geldi, yanımda oturacağı sandalyenin önünde durdu. tarzı nazikesini ifhamdan aciz olduğum ihtiramkarane derin bir temenna ile huzzarı selamladı. yerine oturdu. yemin ederim ki o temennayı öyle, fransızların sanatı sahnece mabihiliftiharı olan meşhur sarah bernhardt bile edemez. bu mahkemenin riyasatını deruhte eden pederim bana hitaben: oğlum! hanım kızımız aleyhinde bazı müfteriyata cüretle bu gece kendisini hücrei zifaftan tardetmiş olduğunuz, vukuı hal ve validenizin ifadesiyle sabit oluyor. sen nasıl oğlumsan o da kızımdır. hakikatin bütünü için bu gece ikinizi de söyleteceğim. evvela sen macerayı hikaye et bakalım. sonra da hanım kızımı dinlerim. ben: efendim, sözlerimde zerre kadar iftira yok. mesele de karışık değil, pek vazıhtır. birkaç cümle ile arzı hakikat edebilirim. yanımdaki menkuhem bu izdivacı kendi rızasıyla değil, pederinin icbarıyla, ıztırarıyla kabul etmiş. bendenizden de hoşlanmamış. icbarı ibtidaiye bir icbarı sani ilave etmedense kendilerini hanei pederlerine iade eylemek elbette hayırlı olur zanneder, lutf u merhameti pederanenizden bunu istirham eylerim. böyle yüz yüze iftira denaetini kabul edecek hilkatte değilim. kendilerinden sorunuz, cevap versinler. hıramı lati latif tavır huzzar: hazır bulunanlar mabihiliftihar: kendisiyle övünülen riyasat: reislik deruhte etmek. üzerine almak müfteriyat: iftiralar tardetmek: kovmak vukuı hal: gerçekleşen durum icbar: zorlama icbarı ibtidai: ilk zorlama icbarı sani: ikinci zorlama denaet: alçaklık bu ifadem üzerine salonun içinde allah esirgesin, bu nasıl şey? nevinden bir fısıltıdır başladı. gelin, hıçkırıklarını men için dantelalı mendilini gözlerine götürdü. bu giryesi bir nevi, itirafı cürm demekti. pederim, gelinin teskini girye ve teessür etmesini bir müddet bekledi. nihayet bu isnada karşı cevabınız nedir? sualini irat etti. zevcem hanım, mendili yüzünden çekti, zayıf bir seda ile söze ibtidar etti. fakat rica ederim, müdafaasına can kulağıyla dikkat buyurunuz. aynen hatırımdadır. bilmem ki bu sözleri hangi avukat mektebinde tahsil etmiş. müdafaaya işte şöyle girişti: huzurı alinizde ağlamak küstahlığında bulunduğumdan dolayı evvelbeevvel mürüvveti afvınızı temenni eyler, eğer bu bir kabahat ise onu şu kataratı sirişkimin masumiyetine bağışlamanızı istirham ederim. şu mukaddemei makal pederimin nazarı dikkatini fal taşı gibi açtı. çünkü o, ömründe bir kadın ağzından böyle adabı iftitahiyye ile muntazam söz işitmemişti. hatta ben de. bedia sözünde devamla: suali valanıza cevabı şafi verebilmek için biraz mukaddematı ahvale ircayı nazar mecburiyetinde bulunuyorum. zannederim ki bu bapta cariyenizden dirigi müsaade buyurmazsınız. salondaki kadınlar, ne diyor, ne diyor, anlayabiliyor musunuz? istifhamlarıyla yekdiğerlerinden istifsarı keyfiyyet fısıltısına giriştiler. itirafı cürm: suçu itiraf teskini girye ve teessür: üzüntüyü yatıştırma ibtidar etmek: hemen başlamak evvelbeevvel: evvela mürüvveti afv: af temenni etme kataratı sirişk: gözyaşı seli mukaddemei makal: söz başlangıcı adabı iftitahiye: açılış adabı mukaddematı ahval: olayların başlangıcı ircayı nazar: bakışı rücu ettirme, bakma dirigi müsaade: müsaadeyi esirgeme istifsarı keyfiyet: durumu sorma bedia: bir kızın en mühim vukuatı hayatiyyesinden olan şu leylei zifafımda zevcem beyefendiyle muvaceheten böyle maznun sandalyesine şebih bir mevkie ikat edilişim, şu zayıf sedamla semi terahhumunuza isal edeceğim müdafaamın derecei ehemmiyetini ihtar ile bu cariyenizi titretiyor. binaenaleyh maruzatımın bu ehemmiyetle mütenasip bir sureti telakki görmesi lazım geleceği müstağnii beyanidir. mahdum beyefendinin ithamı üzerine teliyle duvağıyla huzurunuza ihzar eylemiş olduğunuz şu gelinin sadayı tazallumu, bu gece üç kadın hukukunu müdafaa ile vazifedardır. o kadınların ikisi biraz evvel derununda tardedildiğim hücrei zifafı libası arus ve saffeti bikrleriyle tezyin ederek nihayetü'lemr talak felaketine uğrayan eski gelinlerinizdir. üçüncüsü de bu felakete namzet olan bu cariyeleri. efendi hazretleri, evvelki bu iki gelininiz ne oldu? bu pek garip bir sual, değil mi efendim? mahdumunuz bir sözüyle dairei karabetinizden tardolunan o elemdidelerin ahvalinden bahis artık nabecadır. onlar beyefendinin nazarı iştihayı meşammı hevesatını oyalamak için halk olunmuş birer çiçektiler. biçarelerin manzarasından bıkıldı, revayihine doyuldu. artık beyefendinin gönlünde onların zehr ü bergini vayedarı füyuz edecek namiyei sevda kalmadı. her taraflarını bir şitayı muhabbet bürüdü. onların harareti şemsleri demek olan beyin sühuneti rağbetin semi terahhum: merhamet kulağı müstağnii beyani: beyandan müstağni olma nihayetü'lemr: sonunda dairei karabet: yan, nezd elemdide: elem çekmiş nabeca: yersiz nazarı iştihayı meşammı hevesat: iştiha nazarları, hevesleri zehr ü berg: çiçek ve yaprak vayedarı füyuz etmek: bereketlendirmek şitayı muhabbet: muhabbet kışı harareti şems: güneş harareti den mahrumen afakı muzlim o zemistanı felaket içinde kim bilir ne acınacak saatler geçirdiler. hakikatte değil, yalnız beyin gönlünde kurumuş oldukları için siz bu saksıları kapıdan dışarıya silkiverdiniz. gelin odasının tezyinatı içine benim için sakladığınız akıbet de bu değil midir? bedia her cümleyi evzaı mahsusa ile bittakyid sedasına gah hazin gah haşin, gah medid gah kısa bir ahengi ifade vererek bu deklamasyon dersini öğrendiği mektebin mucizei tedrisine bizi hayrette bırakıyordu. hücumı mutazallimanesi yekdiğerini takip eden dalgalar gibi afakı efkariye doğru ittisai temevvüc ettikçe çehresi ateş kesiliyor, gözlerinin yaşı kuruyor, fırlattığı müstehzi nazarlarla artık eşki teessür nüzulünü muhataplarının gözlerinde arıyordu. şu mukaddemattan neticei müdafaanın alacağı rengi dehşeti bitteferrüs mukabele için bazı zayıf noktalar yakalamak, dehşetimden bunların ecvibei lazımelerini tehiyye etmek fikrine düştüm. fakat ne mümkün? o sözlerin en amansız meshuru ben oluyordum. pederim bütün bütün şaşırdı. bana ne dersin? neticeyi beklemeden bu kızı susturalım mı? pek ileri varıyor. manasını işrap eder istizahkarane nazarlar fırlatıyordu. lakin ben mağlubiyyeti muhakkakamızı bilmekle beraber yine nihayete kadar dinlemek istiyordum. benim için bu muzikanın güftesi müthiş fakat nağmesi pek latifti. bedia: sühuneti rağbet: ilgi sıcaklığı zemistanı felaket: felaket kışı evzaı mahsusa: hususi şekil bi'ttakyid: kaideye, kuralar bağlı olarak deklamasyon declamation. nutuk, hitabet, söz söyleme sanatı hücumı mutazallimane: sızlanırcasına hücum ittisai temevvüc: geniş geniş dalgalanma bitteferrüs: sezerek ecvibei lazıme: lazım gelen cevaplar tehiyye etmek: hazırlamak sizin için badı şimdi abes görünen o iki gelin birer mazlumı mazi fakat benim için birer ayinei istikbaldir. neticei malumeye kadar şu konak içinde geçireceğim acı ve ızdıraplı hayatımı o ayinelerde dehşetle temaşa edebiliyorum. arabanın ön tekerleği nereye giderse art tekerleği de oraya gideceği meseli malumı zarafetinizdir. bu ayinelerde artık siz bir şey görmek istemezsiniz. onlar sizin için gubaraludı nisyandır. fakat müsaade buyurunuz, şu telli duvağımla bu gubarı nisyanı sileyim. o ayineleri şimdiye kadar bikayıt duran enzarınıza karşı tutayım, hep birden temaşa edelim. birinci gelininiz, beyefendinin derdi iştiyakıyla bitteverrüm vefat etmiştir. lakin sizin haberiniz yoktur. matrut bir gelinin vefatını konuşmaya ne mecburiyetiniz var? bu hal, kabızı ervaha ait bir meseledir.ben artık hikayenin ahirinde limonata içilecek zamanı hulul etmişti zannıyla elimi sürahiye uzatarak naki bey'in yüzüne baktım. ikbal yok mu efendim? dedim. muhatabım bana dalgın dalgın elini sallayarak daha oralara çok vakit olduğunu anlattı. doğrusu ben dayanamadım. bir bardak içtim. bu bedbaht kadının sureti feciai mevtini dilim döndüğü kadar tasvir edeceğim. müdafaanın haddi marufu tecavüz eden bu noktasında pederim şehadet parmağını ağzına götürür. bu gelin kıyafetindeki o avukata sükut işareti verdi. bedia acı bir tebessümle: mazlumı mazi: geçmişin mazlumu ayinei istikbal: geleceğin aynası ayine: ayna gubaraludı nisyan: nisyan tozuna bulaşmış derdi iştiyak: hasret derdi, özlem bitteverrüm: veremden dolayı kabızı ervah: azrail sureti feciai mevt: feci surette ölüm aman efendi hazretleri, pek yufka yürekliymişsiniz. mabadı ifadatımı dinlemek istemiyor, buna da fartı teessür rengi veriyorsunuz. bu rikkati kalbiyyeniz inanılamaz. bu teessürünüz ciddi olaydı mahdumunuzun emri tedibini tutunur, yine o yola kurban edilmek için bir üçüncü kız buldurup aguşı hodkamanesine atıvermezdiniz. pederim artık dayanamadı. bağırarak: gelin misin, avukat mısın nesin? sus artık! gayei maksadın nedir onu söyle. oğlumun terk ettiği iki kadının tercümeihallerine varıncaya kadar tahkik etmiş, her şeyi öğrenmişsin de ona niye vardın? bedia, sesinin perdesini yükselterek mağrurane, affedersiniz efendi hazretleri! maksat münazara ise tekdire hakkınız yoktur. ifadei hakikate muktedir her natıkaperdaz avukat mı addolunur? ben size kavanini adliyye gavamızından bahsetmiyorum. hukukun bu arz ettiğim ciheti sadesini herkes bilir. bundan bahsedenlere cümleten avukat denmek lazım geleydi dünyada her ferdin o nama nispeti icap ederdi. bu keyfiyet, bendenizin felaketi hayatıma taalluk ediyor. sizin için bir kızı kapı dışarı atıvermek kafi. her mesuliyeti de onunla beraber üzerinizden atmış oluyorsunuz. cariyeniz için maslahat öyle değildir. ifadatımı sonuna kadar dinlemeye mecbursunuz. bahis, hakikati bile bile oğlunuza niçin varmış olduğum meselesine gelince bundan da muhtacı izah bir iki noktai mühimme vardır. pederim benim emri tedris ü terbiyeme itina etti. tenviri efkarıma uğraştı. fakat bundaki fikri mahsusu neydi? ne olacak? falan efendinin kızı ne güzel mabadı ifadat: ifadelerin mabadı fartı teessür: fazla teessür aguşı hodkamane: bencil kucak natıkaperdaz: konuşan kavanini adliye: adli kanunlar gavamız: ince noktalar muhtacı izah: açıklamaya muhtaç noktai mühimme: önemli nokta tenviri efkar: fikirlerin aydınlanması okuyup yazıyor! ne mükemmel söz söylüyor!' desinlerden başka maksadı yoktu. bana kudreti tefekkür verecek şeyler tedris ü talim ettirdi. fakat düşündüklerimi mevkii icraya koydurmamak örfüyle. ben her şeyi bileyim, yine onların dairei muzayyıkı muhakemeleri haricine çıkmayayım. işte bu iddiamın en vahim bir misali mahdumunuza tezvicim hususunda görüldü. ben tezvice razı değildim. rızamın tahsiline lüzum görmediler. beni cebren buraya gönderdiler. onlar nasıl inatlarında musır oldularsa ben de öyle maksadımı icraya yani geldiğim gece buradan kendimi kovdurmaya ahdettim. bu işte namusa, haysiyete dokunur bir şey yoktur. ben ne size gelinlik ne de mahdumunuza zevcelik edebilirim. beni bu gece evime gönderiniz. yalnız peder rızasıyla olan düğün böyle olur. işte bu vaka pederime de size de bir ders olsun. pederim öfkesinden morardı fakat zabtı hiddete uğraşarak sordu ki: talebiniz bundan ibaret mi? evet efendim. öyleyse şimdi sizi dadınızla, halayığınızla, matmazelinizle bir arabaya koyup pederinizin konağına götürsünler. yarına eşyanızı göndeririz. fakat bu hareketinizin aleyhinizde ne kadar sui zünun ve kılükali celbedeceğini de düşününüz. artık sizin için tekrar kocaya varmak bitmiş demektir. beğenmeyen oğluna almasın. zaten bendeniz bakir kalmak fikrindeyim. pederim: susunuz yetişir. kudreti tefekkür: düşünce gücü mevkii icra: icra mevkii dairei muzayyıkı muhakeme: baskıcı düşünce dairesi musır: ısrarcı suizünun: suizanlar, kötü düşünceler kılükal: dedikodu bedia'yı o gece mensubini diğer üç kadınla bir arabaya koyup pederinin konağına galdır gıldır gönderdiler. ailemiz efradının cümlesine fevkalade bir şaşkınlık geldi. henüz hepimizin kulaklarında tanini zail olmayan o sözlerin bir kızın ağzından sıhhati suduruna bir türlü inanamıyorduk. o gece haclei felaketimde tek başıma kaldım. yaldızlı sütunlar arasında lanei bimurg gibi boş duran çiçekler müzeyyen gelin kanepesine baktım. bu gördüğüm acip rüya neydi?. bir kızdan bu cüret memul edilir mi? bedia'yı bu suretle harekete sevk eden sebebi hakiki acaba nedir? hakikaten ilk zevcelerimin hatıralarından tevehhüşle mi bu tarikı halası ihtiyar etti? başımı ellerimin arasına aldım, bir tefekküri medide daldım. kızın her sözünün sem'imdeki aksini arayarak her vaz' u tavrını, bütün işmizazlarını nazarı hayalimde tekrar ihyaya uğraşarak beni hakikati matlubeye isal edebilecek bir serrişte arıyordum. ara sıra süzük bakışları ne kadar manidardı? fakat bu zimeal nazarlardan niçin ben bir mana çıkaramıyorum? zifaf odasından çıkarken fırlattığı nazarları adeta hem kaçıyor hem davul çalıyor gibiydi. yok. yok, onlar alelade gazubane bakışlardı. onlarda bana karşı bir zerrei nevaziş yoktu. fakat ben ne için bu nazarların ta cangahıma kadar sureti nüfuzunu elan hisseder gibi oluyorum? kızın hep bu harekatı ciddi miydi? yoksa bazılarında eseri caliyet var mıydı? o gözler parladığı zaman hezar elvan yanardöner kumaşlara benziyordu. onların her şulei elvanından birer mana çıkarabilmek kabil midir? pederimin huzu mensubin: bağı olanlar sıhhati sudur: ortaya çıkma gerçeği haclei felaket: felaket haclesi, zifaf odası lanei bimurg: kuşsuz yuva tarikı halas: kurtuluş yolu tefekküri medid: uzun bir tefekkür, düşünme işmizaz: can sıkıcı tavır hakikati matlube: ulaşılmak istenen gerçek serrişte: ipucu zimeal: anlamlı zerrei nevaziş: gönül alan bir davranış eseri caliyet: gerçeklik belirtisi runda artık hükmi istinafı kabul etmez bir müdafaada bulundu. buraya gelmeden böyle ahdettim. işte ahdime tevfik hareket ediyorum. dedi. hem o sureti ifade ile ifhamı meram etti ki bir daha buraya gelin sıfatıyla avdetine ihtimal bırakmadı. demek evvelce mürettep bir planı varmış, ona tatbiki hareket etti. kimseyle teehhül etmemek fikrinde olduğunu da anlattı. kendini hali tecerrüde mahkum edecek bir kız mı bunda bir sır var. bildiğim bir sözü tahatturla birdenbire dimağımı bir ziyayı hakikat tenvir etti. telehhüfle elimi dizime vurdum. eyvah, bu gece ne çocukça, daha doğrusu ne mecnunane harekette bulunmuşum. dedim. bunda anlaşılmayacak ne var? bu kız mutlak diğer bir delikanlıyı seviyor. valideyni her ne sebepleyse kızlarını bu delikanlıya vermeyi münasip görmemişler. işi örtbas etmek için o aralık tarafımızdan vuku bulan talebi canibi minnet bilerek cebren kızı bize göndermişler. kız gayet hırçın, şımarık bir şey, evde her türlü rezalete meydan okuyarak velilerinden bu suretle intikam aldı. anası babası cidden müstahakkı intikam bile olsalar bu işte benim ne kabahatim var? talihe bakınız. ah ben bu gece çok yanlış hareket etmişim. kız bana ne derece mütecavizane hakaretler ederse etsin ben bunların hiçbirine hiddet göstermemeliydim. hakikat madden konağın içinde bu aleniyeti bulmamalıydı. peder ve maderim işten haberdar olmamalıydılar. o zaman ben ona benim gibi bir zevce karşı daha ilk gecede böyle planlı komedya oynamayı gösterirdim. lakin iş bütün bütün derecei istihaleye gelmedi ya? daha kızı tatlik etmedim. şu anda tahtı nikahımda bulunuyor, ilanihaye boşamam vesselam. ben o telin duvağın haracını ondan almazsam insanlıktan istifa ederim. dur bakalım, bedia hanımefendi. ben de bir komedya planı tertip edeyim de eğer oyunun ikinci perdesi, oynadığınız birinci perdeden daha parlak olmazsa sen de beni zevceliğe seza görme. şimdi bir plan, hükmi istina yeniden başlama hali tecerrüd: tecerrüt hali, her şeyden uzak olma müstahakkı intikam: intikamı hak etmiş derecei istihale: imkansızlık derecesi ilanihaye: sonuna kadar mükemmel bir plan. bilmem ki tiyatro muharrirleri planlarını nasıl tertip ederler? mürettep bir plana göre tasnii vakayi kolay. azayı vakayı işittiğin hilkatte icat edebilir, bütün vukuatı dilhahane, bittevkif kalemin ucuna takar, sürükler götürürsün. fakat alemi hakikatte keyfiyet bu kadar sade mi? vukuat senin değil, sen vukuatın içine tabisin. hanımefendi bize oyununu oynadı gitti. şimdi efendim nerede, ben nerede? aramızda bu kadar mesafe var. komedya mukabelesi pek kolay olmayacak. ne ise. revişi vukuata bakıp ilk fırsatlardan istifade etmekten başka çare yok. planımın zemini şunlar olmalı: evvela, bedia'yı ıtlak etmemek. saniyen, zevce hanımefendinin rübudei sevdası olduğu delikanlıyı keşfetmek. işte burada mesele fevkalade ehemmiyet kesbediyor. o herifi keşfe muvaffak olursam zevcemle olan macerayı muaşakalarını uzaktan itidali demle temaşaya nasıl tahammül edebileceğim? beyin karısı, falan beyi seviyormuş, namı ailesini bir metaı rezalet gibi pazarı sevdaya çıkarmış pamal ediyor da herif karıyı niçin boşamıyor? galiba şiddetle kadında gönlü varmış. kabilinden aleyhimde hep bu güft ü gular olacak! keyfiyet evvela namusı ailemize, sonra da pederimin kulağına intikal edecek. bizim plan sarpa saracak. o gece payanı bulunmaz bir ummanı tefekkür içinde döne dolaşa bitap kaldım. sabaha karşı yatak odama çekildim. perestei muhabbetten hali o müzeyyen döşek, o tüllü atlaslar, bürümcüklü tasnii vakayi: vakaları uydurma azayı vaka: olayın kişileri dilhahane: gönlün isteğine göre bittevki alıkoyarak revişi vukaat: olayın gidişi rübudei sevdası olmak: sevdasına tutulmak itidali dem: soğukkanlılık metaı rezalet: ayıplı mal pamal etmek: ayaklar altına almak güft ü gu: dedikodu ummanı tefekkür: derin düşünce salkım salkım ipek kordonlu, püsküllü cibinliğiyle bir takım zifaf gibi karşıma çıktı. gözlerimi yumdum, içine atladım. uyuyor muyum, uyanık mıyım? gözlerimin önünde dolaşan şeyler hayalet midir, hakikat midir fark edemiyordum ki. gözlerimi kapasam da kapamasam da bedia, libası arusuyla pırıl pırıl karşıma geliyor. yalnız gelse ala! koltuğunda bir de delikanlı var. bütün durbini dikkatim işte ona matuf. rakibim olacak bu herifi görür gibi oluyorum. fakat fal açan kıptiyelerin gaipten ihbarları gibi esmer mi desem, sarışın mı desem? endamca çehrece nasıl? buralarını pek seçemiyorum. bu müphem rüyetler içinde bir müddetyorulduktan sonra rakibim nazarı hayalimde aynen aynalı bakıcının derunı miratta müşahedei eşhas u eşyayı gaibe eylemesi kabilindenbir şekli muayyene girer gibi oldu. kısa boylu, tombalakça, sarı az bıyıklı. açık mavi gözlü, şık kıyafetli, civelek bozması bir şey. bu gece benim yerime bedia'ya kim bilir, alemde neler olmazgüveyi giren herifi bu eşkalde tasavvur ettim. lanei zifafımdan pervaz eden kumru, bu yarı dilpesendine mülaki olmak için beni haclei hüsranda avare bıraktı. diyordum. ne kadar tebide, def'e uğraşsam bu iki hayaleti müzicenin şebekei ayniyyemde tahayyülen teressümden kendimi kurtaramıyorum. huzurı hayalimi yalnız vücutlarıyla değil, evzaı harekatlarıyla da ihlal ediyorlar. tek durmuyorlar ki. rakibi muhayyelim olan herif müstehziyane bir tebessümle bedia'nın libası arus: gelinlik derunı mirat: aynanın içi müşahedei eşhas u eşyayı gaibe eylemek: yitmiş kişileri ve eşyaları göstermek lanei zifa zifaf yuvası pervaz etmek: uçmak yarı dilpesend: gönül bağlayan yar, aşık mülaki olmak: kavuşmak tebid: uzaklaştırma, kovma hayaleti müzice: rahatsız eden hayalet şebekei ayniyye: göz ağı tek: uslu kolundan anlat bakalım, macerayı zifafın nasıl oldu? tavrıyla çekiyor. bedia, pederimin huzurunda eşki teessürünü sildiği dantela mendili bu defa meni kahkaha için ağzına götürerek: oradaki müdafaamı işiteydin beni alkışlamadan avuçların şişerdi. cevabını veriyor, sonra bu hüsni muvaffakiyyetlerini tebriken yekdiğerlerini deraguş ediyorlar. bu çekilir manzara mıdır? kış! ya şeytan kış! şeytan hariçte değil ki beynimin içinde! kıştan pıştan anlamıyor. işte böyle iki hayal bir de ben, gah alemi mana gah maddede boğuşa boğuşa sabahı ettik. bu rüyaları hüsni tabir edecek bir muabbir bilmiyorum ki ona müracaat edeyim. gece gıyaben karşımda isbatı vücud eden rakibi bedhahımı acaba gündüz nerede bulabileceğim?. kıptiyelere mi fal açtırayım? remilci hocalara mı müracaat edeyim?. yoksa eyüp'teki niyet kuyusuna mı gideyim? aynalı bakıcı sağ mı? o pek iyiydi. sen ne kaybedersen et hiç korkma. o aynada derhal bulur. kaybolan eşya kimlerin desti sirkatine geçmiş, nerelere saklamışsa sana noktası noktasına haber verir. fakat sen git artık oralarda mal ara! bir habbe bulabilirsen aşk olsun! sonra tekrar müracaat et. dediğiniz yerlerde bir şey bulamadım de. buna alacağın birinci cevap, fal açtıranın tediyei saniyyesini taleptir. çünkü nezir tasfiye olunmadan fal açılmaz. beyoğlu mağazaları gibi fiyat maktu, hile yok. sermaye nedir, kar ve zarar neden ibaret? onu bakıcı da bilmez. la yalemü'lgaybe illallah ücret toka edildi mi aynayı eline alır. huh diye bir kere huhlar. sathı mücellayı mirat bulanır, adın nedir? sualini irat eder. karşısındaki biraz ahmakçaysa kaybedilmiş eşyayı da sorar. nevi gaybı senden anlar. badehu ustalıkla yine sana haberi fi'lgayb suretinde satar. mesela naki ismini verdin değil mi: naki'nin perisi hüsni tabir etmek: yorumlamak muabbir: yorumlayan tediyei saniyye: ikinci ödeme la yalemü'lgaybe illallah: gaybı allah'tan başkası bilemez. sathı mücellayı mirat: aynanın parlak sathı haberi fi'lgayb: gaipten haber gel, dağda isen gel, bayırda isen gel, derede isen gel, denizde isen gel. kelimatıyla perini davet eder. kahvesiz şerbetsiz kuru bir davet. bunun bir de ziyafetlisi vardır ki o müddeabin mevhumeyi doyurmak her kesenin harcı değildir. siz dağ bayır dolaşmadığınız halde perinizin ne kadar tenezzüh meraklısı olduğuna şaşarsınız. nihayet aynada panorama başlar. galiba periniz lütfen teşrif eder. onu aynada yalnız bakıcı görür, siz göremezsiniz. bu bakıcılarda her şey mevhum ve müphemdir. mangır dedin mi yalnız o muayyen, madeni ve yuvarlak olmalı, ele avuca dokunmalı. valideme işi açsam bedia'nın aşıkını taharri yolunda bütün bakıcılara çok para kazandırırım ama ayna içinde, kuyu dibinde bulacağımız aşığı benim rüyada gördüğümden pek farklı olmaz. onu ben şimdi sizi gördüğüm gibi görmeli, çalyaka etmeliyim. o gün öğleye yakın pederin odasına davet olundum. zavallıyı pek meyus, validemi de kederinden hasta buldum. bu yeislerini bana da sirayet ettirmemek için ikisi de cebri bir beşaşet izharına uğraşıyorlardı. peder beni görünce zoraki bir tebessümle: sen gel bakalım küçük bey. neydi o akşamki bora?. hepimize geçmiş olsun. dün gece bundan başka acip rüya görmedin ya?. plan ahkamına müracaat benim için işte burada başlıyordu. akşamki gördüğüm kulunç nüshası gibi erkekli, dişili hayali müzaifi anlatsam uymaz. kız hakkında peyda olan şüphelerimi açsam bu hiç hesabıma gelmez. o saatte kızı tatlik için beni icbara kalkarlar. ben onu öyle kolayca bırakır mıyım? idarei maslahat için zihnen müstahzır hiçbir cevabı makul de yok. işin enini boyunu hesaba henüz vakit olmadı. planımı yürütebilmek için mehmaemken valideynimin nazarlarını bedia'nın lehine celbetmek lazım. işte bu vadiye bir girizgah bulmak üzere pederimin sualine cevap olarak dedim ki: hayır efendim, dün gece hiçbir acip rüya görmedim. rahatı kalble uyudum. hatta zatıalinizin dün geceki bora' vasfıyla yad ettiğiniz vakada bora denecek bir fevkaladelik görmedim. mehmaemken: mümkün olduğu kadar, olabildiği kadar pederim istiğrapla: o kahpenin hepimiz hakkındaki tecavüzatı lisaniyyesi semi bikayd ile dinlenecek herzelerden miydi? kabahat onda değil. asıl tedbirsizlik kulunuzda oldu. nasıl? duvağını açtığım zaman yüzüne baktım. kendine işittirecek mertebede bir seda ile: pek güzel değil ama ne ise!' dedim. bunu duydu, ifrit kesildi. mutallakalarım hakkında serzenişlere girişti. onlara yaptığınızı bana da mı yapmak fikrindesiniz?' dedi. ben de, ihtimal. cevabını verdim. o söyledi, ben söyledim. nihayet canım sıkıldı. oda kapısından dışarı kovuverdim. nazlı, kıymetli büyütülmüş. bu hakarete tahammül edemedi. keyfiyet o gördüğünüz neticeye kadar vardı. artık kendini zapta muktedir olamadı. ettiğim muameleye göre bir dereceye kadar mazurdur, zannederim. senin asalet ve terbiyenden muntazır olan şey, ilk geceden geline bu yolda muamele etmen miydi? öyle ise kız eski zevcelerin hakkındaki muhakemesinde pek haksız değilmiş. haysiyeti ailemizi muhil bir harekete cüretten sıkılmadın mı? vallahi efendim, bu hareketim hemen gayriihtiyari denecek bir surette vuku buldu. neye uğradığımı anlayamadım. bana büyü mü yapıyorlar? ne yapıyorlar bilmem ki. sus, sana kim büyü yapacak?. haydi buna eski karıların yaptı diyelim. ya onlara kim yapmıştı? onları niçin bıraktın? validem elini alnına götürüp düşünerek dedi ki: doğru doğru, bu işte büyü var. dün geceki gelinin dediği gibi, eski karılarından birincisi vefat etmiş. fakat ikincisi daha ölmemiş. tekrar sana varmak için hoca hoca dolaşıyormuş. ben de diyorum. bunlar akla sığacak işler değil. tevekkeli değil. efendi, odasının kapısına da bir tavşan başı astırayım. yedi dükkan süprüntüsü, güneş doğmadan alınmış güvercin tersi, çörek otu, tecavüzatı lisaniyye: tecavüzkar sözler semi bikayd ile: kayıtsız bir kulakla muhil: halel getiren üzerlik, kelisa buhurdanından artmış günlük daha bilmem neler. bu tertibi bizim kalfaların hocası molla hanım bilir. ona hazırlatayım da naki'nin çamaşırlarını tütsüleyeyim. pederim hiddetle: beş yüz dükkan süprüntüsü toplatıp da yaksan, tenzifat arabalarını buhurdan haline koysan yine bu oğlan akıllanmaz. anladın mı sade fikirli hanımcığım?. kabahat onda değil, bizde. kızın dün geceki sözleri beni şimdi müteessir ediyor. çünkü hepsini doğru, cümlesini haklı buluyorum. hiçbir kabahat tayin etmeden bir karıdan bıkıp boşuyor. biz tefekküratı lazımede bulunmadan hemen bir ikincisini getiriyoruz. kimine alık diyor, kimine okuması yazması olmadığı kusurunu buluyor. akıllısı, okuryazarı da işte sana böyle yapar. kızın söylediği sözlere hepimiz müstahakız. o ithamdan hiçbiri yabana atılacak lakırtı değil. yine çok bahtiyarmış o kız ki ilk gecede cümlemizi hayrette bırakacak bir cüretle bu konaktan çıktı gitti. kurtuldu. anasına babasına kabahat bizim efendi oğlumuzdadır. kerimenizin hiçbir hatası yoktur. bigayrıhakkın onu sakın tekdir etmeyiniz. diye haber göndereyim. bu haberle beraber buradaki eşyasıyla nikahını da yollayayım. o kız da halas olsun, biz de kurtulalım. beyefendi canı nerede isterse orada evlensin. ağzı süt kokan bir kızdan dün gece gördüğüm hakareti muhikka artık bana bir dersi ibret oldu. bir daha bu haneye gelin namıyla bir kız getirmeye tövbeler olsun. pederimin ilk sükunet ve beşaşeti caliyyesinin mübeddeli hiddet olduğuna ben meyus değil, bilakis memnun oluyordum. çünkü kendimi haksız göstererek bedia üzerindeki nazarı gayzı biraz tadil, tahfif edebildim demekti. bu mukaddemei muvaffakiy kelisa: kilise tefekküratı lazıme: gerektiği gibi düşünme bigayrıhakkın: haksız yere hakareti muhikka: muhik hakaret beşaşeti caliyye: sahte gülümseme mübeddeli hiddet: hiddete dönmüş nazarı gayz: öfke, kızgınlık yet ise planımın mabadını oldukça sehlü'licra bir hale getiriyordu. bir vazı mahzunane alarak pederime dedim ki: biçare kıza dün gece reva gördüğüm muameleye nedamet ettim. bu hakarete karşı tarziyei lazıme vererek af talep etmek arzusundayım. rica ederim eşyasıyla nikahını göndermeyiniz. çünkü ıtlak etmek niyetinde değilim. pederim: ister tatlik et ister etme. o kız bir daha bu eve gelip de yüzümüze bakamaz. ya siz deminden sözlerini haklı bulmuyor muydunuz?. evet. aleyhimizdeki ithamatında tamamıyla haklıdır. fakat bazı acip sözler de sarf etti. ben buraya gelmezden evvel bu planı tertip ettim. tertibatımda muvaffak oldum. işte gidiyorum, ben ne size gelinlik ne de mahdumunuza zevcelik edebilirim. dedi. havsalam böyle derin manalı sözleri hazmedemez. binaenaleyh o kız buraya artık gelemez. biz davet etsek de yine avdet etmeyeceği anlaşılıyor. çünkü planı muktezası bu avdetine manidir. ben öyle planlı gelin istemem. hayır efendim hayır. ben sizi temin ederim ki onun ne planı var ne bir şeyi. odadan kovulduğunu azametine yediremedi. hubbı nefsini tatyip için o yalanı uydurdu. hubbı nefsini tatyip için yalan uyduran gelin de işimize gelmez. pederimin ayaklarına kapandım. yine istirhamımı reddetti, pederin bu inadından validemin dilgir olduğunu gözlerinden anlıyorum. bendeki arzuyu görünce tekrar konağa getirilmesine o çoktan razı olmuştu. mabad: son, arka, devam sehlü'licra: kolaylıkla icra olunabilecek vazı mahzunane: mahzun tavır tarziyei lazıme: gereken özür hubbı nefs: haysiyet tatyip: hoş etme pederin de validenin hallerini bilirim. bazı delice arzularıma ara sıra mümanaat etmek isterler fakat mücadelemiz uzun sürmez, ekseriyetle ben galebe ederim. ah bir parça benzim kaçsa. az buçuk ağlayabilsem. o zaman galebem muhakkaktır. kendimi biraz sıktım, gözümden yaş gelmedi. yeni vefat eden büyük validemin yevmi defnini olanca ananesiyle nazarı teessürüm önüne getirdim. hayır, ağlayamadım. dünyada insanı giryebazı telehhüf edecek o kadar ahvali fecia var, onlardan birini arıyor, bulamıyordum. mesela üç yetimle aç kalan bir valide, lokomotif altında ezilmiş bir alil, beş katlı bir binanın üstünden düşüp vefat eden bir dülger cesedinin artık zahirsiz ekmeksiz kalan ailei kederdidesi meyanına hini naklinde kopan feryat. bunların hiçbiri gözlerimi sulandırmıyordu. feci romanlarının en meşhurlarını, en müessir tiyatro facialarını birer birer gözlerimin önünden geçirdim. hayır. hayır. hayır. ağlayamıyordum. daveti dümu için böyle tahatturi fecayie uğraştıkça bana ağlama değil, bilakis gülme geliyor, derunumdan kahkahalar kaynıyordu. nihayet bedia ile rakibi muhayyelimin dün gece bana karşı destbedesti garam olarak oynadıkları pandomimayı derhatır ettim. o zaman kalbimden fıkır fıkır bir buharı hiddet galeyana başladı. serapa ateş kesildim, yine gözlerimde yaştan eser yoktu. fakat artık kimin umurunda? öhö. öhö! diye sahte bir büka kopardım. setri hile için mendili yüzüme yapıştırarak odadan dışarı fırladım. ah birader ah! sonra uğradığım akıbeti vahimede evvelden böyle bin davetle isar edemediğim gözyaşlarını her guna esbabı teselli dindiremez oldu. eşki ye'simi valideynime göstermemek ister de muvaffak olamazdım. böyle yapma öhö, öhölerle odadan fırlayışım tesiri matlubu hasıl etti. pederim şaşırdı. valide galiba baygınlıklar geçirdi. seyyare isminde bir küçük halayığımız vardır. onu hemen sofada mümanaat: menetme, engel olma giryebazı telehhü telehhüfle ağlatma daveti dümu: gözyaşını davet tahatturi fecayi: faciaları hatırlama tesiri matlub: matlup tesiri yakalayıp pederimin kapısına gönderdim. içeride geçen muhavereyi dinleyerek bana aynen haber vermesini emrettim. beş on dakika sonra seyyare odama geldi. neticei istimaını şu suretle anlattı: hanımefendi bayılıyor gibiydi. ah, of' diye kalktı, bir iki yudum su içti. evvela mırıl mırıl bir şeyler konuştular, anlayamadım. sonra efendi: ne haliniz varsa görün! artık ben karışmam!' diye bağırdı. hanımefendi de oğlanın kızda adeta gönlü var. bir şeye merak sararsa ne kadar düşkünlük gösterir bilirsiniz ya? ama sonra çabuk bıkar. elin bir kahpe kızı için evlattan olacak değilim ya?. içlidir, kurdukça fena olur. kızı getirelim, ondan da arzusunu alsın. fakat işin içinde bir sır var, anlayamıyorum ki, bu nedir başımıza gelenler?' dedi. pederiniz: işin içinde sır mır yok, hepsi çapkınlık. sözleriyle haykırdı. işte bu kadar. başka bir şey işitemedim. bu hal benim için nısfı muvaffakiyyet demekti. bir hafta konağın içinde geline, düğüne dair aleni söz olmadı. herkes fısıl fısıl konuşuyordu. artık kızın eşyası, bedeli nikahı gönderilmek lakırtıları duyulmaz oldu. benim istediğim de işte buydu. fakat hafta nihayetinde kızın pederi tarafından pederime talebi talakı havi bir tezkere geldi. konağın içinde tekrar bir gürültüdür koptu. kızı tatlik için beni epey tazyik ettiler. öhö öhöler yine imdada yetişti. bir müddet ne yapacağını bilmez bir hali teşevvüşte kalan pederim, nihayeti emr kız tarafına, oğlum kerimenizi bırakmıyor. eğer tatliki mukteza ortada esbabı mucibei şeriyye varsa faslı dava emrinde meşihata müracaat edilmesi lazım geleceği mealinde bir tezkerei cevabiyye gönderdi. iş büyüdü, kız tarafından davayı talaka ile makamı meşihate müracaat edildi. orasını bertafsili hikaye pek uzun. netice efendim, biz davayı kazandık, kız tarafı artık sesi kesti. neticei istima: dinleme neticesi talebi talak: boşanma talebi hali teşevvüş: karışıklık esbabı mucibei şeriyye: şer'i sebepler davayı talaka: boşanma davası makamı meşihat: meşihat makamı bu patırtıların üzerinden altı ay geçti. fakat o evinde, ben evimde. zevç zevce birbirimizin yüzünü gördüğümüz yok. ben onu bazı gece aşıkı delikanlı ile kol kola rüyamda görüyorum. o müziç pandomima rahat nevmimi ihlalde berdevam. bu rakibi muhayyelimi keşif için başvurduğum tariki taharri kalmadı. bunun vücudunu ispata medar olacak küçük bir emareciğe bile destres olamadım. hep neticei tahkikatım kızın bir iffeti mücesseme olduğuna çıkıyordu. tahsili mükemmel, tarz ve tavrı serbest. sokağa pek süslü, biraz da açık çıkıyor. beyoğlu mağazalarında adeta bir erkek tavrı serbestisiyle dolaşıyor. hatta arkasında fahri takım ağaları gibi dolaşan züppe, şık güruhu da eksik değil. fakat bunlardan hiçbirine nazarı tenezzül atfettiğini gören yok. gözde monokl, elde baston, bonjurun yakasında rayihanisar, küçük bir deste ezhar. o tek gözlüğüyle aynalarda kendini yeganei cemal gören. renk Japonya hardalı, çehre ada kartalı, biraz yana çarpık fesi, misali sos anglez etrafına keskin keskin harfi endaz olarak yan cebindeki çin ipeği mendili gözlerine götürmek için müsadifi nazarı olan, kadın çehrelerinde vesilei teessür arayan şıkların taarruzı sevdalarına uğrayan nisvanın umumen o sözlerden iffetlerine şeyn terettüp etmek lazım geleydi, bu şevki nazardan masuniyyeti ismete imkan kalmazdı. bu gezintilerinden, bu serbesti harekatından dolayı gönlüm onu bilmem neden itham etmedi. ben aleyhinde kati bir emare arıyor, hakikaten bir sevgilisi varsa onu keşfetmek istiyordum. bazen sokakta bedia'ya tesadüf ederdim. yaya gidiyorsa derhal şemsiye benden tarafa iner, arabada ise perde çekilir, bir mağazada bulunuyorsa dışarı fırlar. bu şiddeti tevahhuş ne oluyor?. bu telaş tariki taharri: arama, araştırma iffeti mücesseme: namus sahibi monokl: kaş kemerinin altına sıkıştırılarak kullanılan tek gözlük camı rayihanisar: koku saçan ezhar: çiçekler müsadifi nazar: nazarına müsadif olma; tesadüfen görme şeyn: leke, kusur terettüp: icap etme, gerekme şiddeti tevahhuş: ürkekliğin fazlaca olması larını bana iraei nefretten ziyade başka esbaba atfettim. insan sevmediği şeye karşı daima bikayıt bulunur. ekseriya ondan kaçınmakyorgunluğuna kalkışmaz. buyorgunluklar, bu telaşlar ihtiyar edilince işte bir ehemmiyeti mahsusa var demektir. fakat bu ehemmiyet nevini tayin acaba mümkün müdür? bu sebebi ehemmiyetin tayiniyle iş anlaşılabilecek. keşfedebildiğim esbap şunlardı: birincisi: beni gördüğü zaman bikayıt bulunması, tekrar beyti zevcine duhul rızasına takarrüp suretinde telakki edilebilir. aşığına karşı verdiği vaadi zifaf gecesi hanei pederine avdetle pek mükemmelen ifa etti. fakat kurduğu planın mabadı kendi memulü gibi zuhur etmedi. ribkai nikahtan yakasını kurtaramadı. benimle iftirak üzere yaşadıktan sonra bunda da o kadar beis yok. elbette bir gün inadımdan bıkar, tatlik ederim. yevmi tatlike intizaren aşıkıyla olan münasebette devam ederler. binaenaleyh bana tesadüf ettiği zaman bikayıt durması, hanei zevce avdetine bir emare addolunabilirse aşıkı olan herif bundan kuşkulanır. besbelli sevgilisini iştibaha düşürmekten ihtirazen bu telaşları gösteriyor. işte birinci sebep bu olabilir. ikincisi: bu sebebi saniyyenin hakikate mukareneti bence zayıf fakat bir ihtimal suretinde tasavvuruna da bir maniayı katiyye yok. kadın gönlü bu. pek anlaşılmaz bir lugazı hilkat demektir. onların yana yakıla ne ibrazı asarı muhabbet edişlerine pek aldanmamalı. safiullahı cennetten çıkaran bir mahluk onun ahfadını baştan çıkarmakta güçlük mü çeker? onun vazifei hilkati zaten budur. onların iraei muhabbetlerine pek kapılmamalı. izharı nefretlerine de hemen inanıvermemeli. bazen sevmez, sever görünürler. bazen de severler, sevmez görünürler. rüz iraei nefret: nefret gösterme takarrüp: yaklaşma ribkai nikah: nikah bağı mukarenet: yakınlık maniayı katiyye: kat'i engel ibrazasarı muhabbet: muhabbet gösterme garı sevdalarının istikameti vezanı öyle nukatı menafie tabidir ki bu emri mühimmi tetkikte pusulayı şaşıran gönüller için sahili selamete vusul müşkül olur. sevdayı nisvanın bu şumul garabetine mebni bedia'nın bana gösterdiği şiddet ve nefrete bilatetkik inanmamalı. belki beni sevdi. belki bu muhabbetini izhar için tasavvur ettiği mahazir bu sevdasını nefret şeklinde göstermeye kendini mecbur ediyor. belki benim tasavvur ettiğim o aşıkı muhayyel, nazarı hayalimden başka bir yerde vücudu olmayan bir şahsı mevhumdur. belki bedia zevciyetimi kabul ederse beni şiddetle sevmeye gönlünü müsteit buldu da benim kendinden evvel iki kadın bırakmış olduğumu istikbali sevdası için bir falı hayr addetmeyerek bir felaketi müebbedeye bedel bu tariki halasa atılmayı daha akilane bir hareket addeyledi. hep bunlar doğru ise demek bedia beni seviyor. binaenaleyh bana tesadüfü zamanlarındaki telaşları tesiratı ciddiyyeden mütevellit olabilir. ikinci sebep de bu olabilir. şimdi gelelim üçüncüye: bedia'nın bana karşı ne muhabbet ne nefret hissetmemesi de muhtemelattandır. öyle ise o telaşları, o teessür emaratını atfedecek bazı nukat, bazı ahvali arıza bulmalı. bu avarızın esbabını tayin etmeli. zifaf gecesi o bana hakaret etti. ben de bu hakaretine şiddetle mukabelede bulundum. ihtimal ki kendisi güzelliğine, zarafetine, zekavetine, malumatına güvenerek mukabeleten duçarı hakaret olacağını memul etmedi. memulü boşa çıkınca bundan fevka'lcidd müteessir ve dilgir oldu. benden ahzı intikam fikrine düştü. şiddeti infialini bütün ailemizi tahkirle çıkardı. şimdi buna da kanaat etmeyerek tekrar hanei zevce avdetle bize başka oyunlar oynamak istiyor. beni birkaç kere daha kendini davete istikameti vezan: esiş istikameti, yönü bilatetkik: tetkiksiz, tetkik etmeden duçarı hakaret: hakarete uğrama fevka'lcidd: ciddi olarak, gerçekten ahzı intikam: intikam alma şiddeti infial: infialin şiddeti mecbur etmek için öyle müstağni görünerek tahrisi sevdama uğraşıyor, bana karşı ne kadar müteneffir görünüyorsa da o nispette şiddeti meylimi cezbedebileceğini ümit ediyor. üçüncü sebep de bu olamaz mı? bu esbabın bir dördüncüsü de bulunabilir ki o da her türlü muhakematı zir ü zeber edecek nefret bir nefreti şedideden ileri gelme olur. acaba hakikatı hal, bu esbabı muhtemeleden hangisine temas ediyor? aynalı bakıcı, yine işim sana mı kaldı? eğer miratı tefalük, esrarı kulub cilvegahı olaydı eşyayı gaibeye bedel senden mesruk gönüllerin yine ashabına ihtimali iadesi çareleri sorulurdu. o zaman meknuzatı kalbiyye mütecessisleri defaini sim ü zer müteharrilerinden ziyade zuhur ederdi. işte bunlar hep kadın gönlü, kadın muhabbeti bilmeceleri ki miftahı hall ü tefsirlerini bulmak için gecelerle uykusuz kaldım. zorum neydi? işte bir müşkül muamma da bu. ben bedia'yı seviyor muydum? bilmem? kendi esrarı kalbiyyemi anlayamadıktan sonra hemen birkaç saat yüzünü gördüğüm bir kadının keşfi razına uğraşışım gülünç değil miydi? evet bu hal evvela gülünçtü, sonra melodram oldu. şimdi trajediye tahavvül etti. ben onu seviyor muydum? bu suali gönlüme karşı pek çok defa irat ettim. suali irat ediyor fakat cevabını bulamıyordum. seviyorum desem gönlümde öyle bir şiddeti arzu yok. sevmiyoruma karar versem niçin zihnim hemen layenkatı onunla meşgul oluyor? bu hal bir eseri infial de olabilir mi? bedia ile kendi aramda bir rakibi muhayyel tasavvur ettikçe niçin kıskançlığa benzer bir hissi şedid beni sarsıyor? bir insan sevmediği kimseyi de kıskanabilir mi? hay hay, iyi biliyorum ki bir müddet münasebette tahrisi sevda: sevdanın artması miratı tefalük: fal aynası meknuzatı kalbiyye: gönül hazineleri defaini sim ü zer: altın, gümüş defineleri miftahı hall ü tefsir: çözüm ve açıklama anahtarı tahavvül etmek: dönmek layenkatı: kesintisiz, sürekli eseri infial: infial eseri, belirtisi bulunup da pek sevmediğim bir iki kadını kıskandığım vaki oldu. bu da o kabilden mi? belki. o zaman işte böyle keşmekeşi tefekkürat içinde kaldım. sonradan anladım ki o esnalarda ben bedia'yı bir vüsati mana ile sevmiyormuşum. lakin kendini odadan kovduğum sırada dışarı çıkarken bana fırlattığı ateşin nazar gönlüme küçük bir kıvılcım düşürmüş. bundan pek çabuk müstaidi iştial olduğumu anlayamamışım. ya nasıl anlayabileyim? bu nevi kıvılcımlar şehrayin esnasında sanaiyi nariyyeden havaya saçılan şule pareleri gibi gönlüme yüzlerle iner, çok sürmez yine sönerdi. bunu da öyle zannettim. ben yine eski hevaperestliği ele aldım. vur patlasın alemlerine daldım. çünkü gönlümü eğlendirmek istiyorum. buna şiddetle ihtiyaç hissediyorum. fakat garaipten olarak simaca bedia'ya benzer kadınlar arıyorum. biraz rengi, gözü, kaşı ona andırır bir alüfteye tesadüf ettim mi fevka'lhad mahzuz oluyorum. bir müddet de böyle mürur etti. fakat gide gide gönlüm bedia'nın müşabihleriyle değil, kendiyle mülaki olmak arzusuna düştü. bir hevesi sade şeklinde nema bulan bu şeceri iştiyak zihnimde çok sürmeden dal budak, şah u berg salıverdi. rüyalarımda kızın payı afvına kapanarak istirhamlar etmek, sonra halecanla ağlaya ağlaya uyanmak gibi kendi nefsime karşı bile itirafından sıkılacak haller peyda ettim. bu derekei sevdaya düşmeme sebep de sehlü'lhusul muaşakalardan artık gına peyda edişim oldu. üç beş altınla gönülleri iştira daha doğrusu istikra edilen kadınların lubı sevdalarından keşmekeşi tefekkürat: düşünce keşmekeşi vüsati mana: mana derinliği müstaidi iştial: iştiale meyilli, sevdaya meyilli şehrayin: şenlik fevka'lhad: son derece mahzuz olmak: zevk duymak şeceri iştiyak: iştiyak, özlem ağacı sehlü'lhusul: ulaşılması kolay iştira: satın alma istikra: kiralama lubı sevda: sevda oyunu usanç, nefret geldi. artık bunların hiçbiriyle eğlenemez oldum. günden güne rengime arız olan solgunluk, zucreti kalbiyyemden mütevellit her hal ü hareketteki asarı infial, şiddet ve hiddet, hayattan bizarlık gibi ahvali fevka'ladem peder ve maderimin nazarı dikkatini celbetti. bedia'nın üzerine beni evlendirmeye kalktılar. validem ondan güzelini bulacağına söz verdi. bu teklifi kabul etmedim. çünkü kalbimde bedia'ya karşı o ukdei muhabbet varken diğer bir kadını sevemeyeceğimi, binaenaleyh o gelen kıza da yazık olacağını biliyordum. nazarı iştiyakım bedia'ya, hep o istihkamı aşka matuftu. onun fethiyle şimdiye kadar tezevvuk etmediğim lezaizi sevda bulacağım gibi geliyordu. artık bende bir emeli hayat şekli alan bu hedefe vusuldeki müşkülat büyüdükçe bu arzu da gönlümde o nispette iştidat ediyordu. aradan dokuz ay geçti. bu müddet zarfında rakibi muhayyelimin keşfine dair vaki olan takibatımdan elan bunun vücuduna delalet edecek bir emare elde edemedim. mevsim bahardı. aylardan beri takibatı nevmidane sonunda nişanei muvaffakiyyet göremeyerek bir sıkleti hüsran içinde ezilen gönlüm tabiatla hemahengi küşayiş olmak istedi. rebiin libası taravetine bürünen eşcardan kudümi titrekane serilen çemenzarlardan bilmem gönlüm hissemendi inkişaf olacak, biraz tesellii hayat bulacak mıydı? aguşı nesimde kızışan çiçekleri görmek, sanihapira birkaç kadın çehresi seyretmek istedim. artık benatı havva'ya meclubiyetim belki hep bunların nevi bedia'ya mensubiyetlerinden dolayıydı. bir cuma günü arabamı zucreti kalbiyye: kalp sıkıntısı ahvali fevka'lade: olağanüstü haller istihkamı aşk: aşk istihkamı tezevvuk etmek: zevk almak iştidat etmek: şiddetlenmek hemahengi küşayiş olmak: beraber açılmak rebi: bahar hissemendi inkişaf olmak: açılma hissesini almak, açılmak sanihapira: düşünceyi süsleyen hazırlattım. kağıthane'ye gittim. tasviri letafeti şuaramızın pek çoğunuyormuş, ihtimal ki yazanlardan ziyade okuyanları bıktırmış olan sadabad, o günü bana şöhreti şairanesi hilafında bir manzara arz etti. kesreti izdiham orasını bambaşka bir hale koymuştu. yokuştan inince arabam bir toz bulutu içine girdi. bir kenarı dere, tarafı digeri çemenler üzerine sayeendaz küçük bir ormancık olan iç kağıthane sahasında bir zenciri devr teşkil eden araba katarına dahil olduk. dön efendim dön. bir devri tam icrasından sonra başlayan manzara ilk devrin aynı. atlı karacaya binen çocuklar gibi birinci tahassüsi devrin akşama kadar teceddüdünden usanmazsan durma dön. fakat orada dönen şey yalnız arabalar değil, nazardan nazara dönen dolabı iştiyaktır ki bu asiyabı rüzgara iliştirecek metaı sevdan varsa o biaram dönmenin hikmeti lezzetine o zaman vakıf olursun! bu hırmeni dad u sited içinde ne bülbül nağmesi arayan bir kulak ne de letafet bezeyen bahara menfaat bir göz var. başlar, gözler, sözler, bütün gönüller hep gerdune katarıyla dönüyor. daha neler dönüyor neler. derenin öbür sahilindeki kasır bahçesinin manzarai dilküşası perdedarı gubar. zaten hadikayı kasrdaki füyuzı namiyei bahara bakan yok. o bülent, sık eşcarın mutarrayı bahar evrakı arasından süzülen şuaatı şemsin initaf ettiği yer yer çemenler üzerindeki cünbüşi tezhibiyle gölgede kalan aksamın koyu derin yeşillikleri içinde kesreti izdiham: izdihamın kesreti, çokluğu atlı karaca: atlı karınca dolabı iştiyak: iştiyak dolabı asiyabı rüzgar: rüzgar değirmeni biaram: durmadan hırmeni dad u sited: alışveriş harmanı gerdune: araba manzarayı dilküşa: gönül açan manzara hadikayı kasr: kasrın bahçesi füyuzı namiyei bahar: baharın nemadar feyzi mutarrayı bahar: bahar kokan şuaatı şems: güneşin ışıkları gönül, rüyalar görmek, ruh, mugaşşii letafeti tabiiyye olmak, nazar, hülyaamiz, hafi güzellikler arayabilmek için oraya bazarı muaşaka kurulmayan günlerden birinde gelmeli. böyle eyyamı izdihamda seyrolunacak şeyler elvahı tabiiyye değil, bazı arabaların çerçeveleri içinde bu teşhirgaha çıkan zihayat levhadır. işte bakınız dikkat! canlı fotoğraf başlıyor. orta halli bir kira arabası derununda bir çift pembeli. düğün zerdesi renginde lepiskaya boyanmış saçları yaşmaktan kıvır kıvır dışarı fırlamış. yaşmaklar sanki birer setrei hülya. tebellür etmiş pudra zannolunacak kadar ince. hututı simalar kalemkarı hilkatin tersimi üzere bırakılmamış. hanımların yedi itinasıyla tashih görmüş. yüzlerine güya mala ile kağıthane yoğurdu sıvanmış. kaşlar biraz daha uzatılmış. o sarı saçlarla bir tezatı levn teşkil eden siyah gözler. kuyruklu tahriller çekilmiş. yanaklarda boyama birer gül oturuyor. bu tuvalete kağıthane tozunun rengi diger vermesinden ihtirazen camlar sımsıkı kapalı. bu suni güllerin arkasından bir köhne fayton içinde bir sıraya üç kişi. galiba arifanede hesap doğru gelmek için araba üç mecidiyeye tutulmuş. hovardalık bu. beyler paranın gittiğinde değil. hissei masrafta tesavi olunca arabanın itibarsız karşı tarafına kim oturacak?. bir sıraya kucak kucağa oturmakla bu meselei müşkile halledilmiş. fakat üçü de şerefi zatisini muhafaza etmiş. fakat onu da söyleyeyim ki ortaya oturan, karşıya kuudu lazım gelen fazlai hamule demektir. arkalarında mayer, stein mağazalarından çeke bozuştura her bedene uydurulan birer kostüm. o boyun mugaşşii letafeti tabiiyye olmak: tabiatın güzelliğiyle gaşyolmak zihayat: canlı hututı sima: simanın hatları tezatı levn: renk tezatı bu fayton kelimesi lisanımızda yanlış istimal ediliyor. bizim fayton namı verdiğimiz arabalara frenkler victoria derler. victoria ise faytondan büsbütün başka bir şekildedir. faytonun körüğü yoktur. bu farkı merak edenler, larousse dictionnaire'de vehicule kelimesine müracaat buyursunlar. her iki arabanın da resmini orada görürler. fazlai hamule: yük fazlası lar için biçilmediği vazı biganelerinden anlaşılan birer yakalık, rengamiz boyun bağları. kalıplı fesler, sarı iskarpinler. bacak arasında bastonlar. beylerde de gözler tahrilli fakat sürme ile değil, kağıthane tozuyla. ortadaki genç zat pembelilerin arabasını gösterip göğsünü yumrukluyor. berikiler gülüşüyorlar. arabanın hayvanlarından birinin art ayağı aksadığından müşterilerden biri farkında değil. onlar, yırtık paltolu arabacılarına, katardan çıkma. durma dolaş. para verdik eğleneceğiz. diyorlar. hayvanları düşüne düşüne yürüyen eski bir kupa. içinde kahverengi lahuraki çarşaflı biri yaşlıca, diğeri taze iki mahalle karısı. ikisinde de düzgünler, rastıklar yolunda. bu melahat müşhirinde hüsnlerine numara takdir lazım gelse. ya üç alırlar ya iki. mümkün değil üssi mizan dolduramazlar. tepetaklak dönerler. lakin bir de kendilerine sorun, kağıthane'de onlardan güzel kimse var mı? gözler fıldır fıldır etraftan bir cüst u cuyı iltifat. hiç aldıran yok. arkadan yine öyle bir araba derununda dört kadın, ortalarında başı tüylü kız çocuğu. pencerelerden harici görebilmek için birbirini itiyorlar. körüğü çarpılmış bir fayton, içinde kışlık frize siyah paltolu, biri bıyıklı diğeri sakallı iki zat. karşılarında esnaf kıyafetli birisi. üçü de mükemmel çakmış. ağızları çarpılmış, gözler küçülmüş. bu deveranı bikarar içinde arabalar mı dönüyor, kafalar mı? farkında değiller. şeşi beş görüyorlar. hepsinde de sızmaya beş dakika kalmış. etrafa bak, ah ne güzel olur bu kağıthane alemi? karşılarındaki esnaf kıyafetli herif boş rakı şişesini gösteriyor. bir hissi meveddetle yerlere kadar eğilerek yayık yayık mestane telaffuzla: tam eğleneceğimiz sırada anzorot bitti. daha benim kafam rakıya doymadı ki. yakınlarda meyhane yok mu? burada böyle üssi mizan: not ortalaması cüst u cuyı iltifat: iltifat arama hissi meveddet: sevinç hissi ayık mı dolaşacağız. günahtır be katananın namusu bozulur. içkisiz seyir mi olur? elindeki tehi şişeyi yanlarından geçen bir kadın arabasına bilirae: elmasım! bu rakı bitti. biz de bittik. şişeyi göndersem doldurur musun? bu tuhaflığa üç ağızdan birden kahkaha koparıldığı sırada katarın devri, izdihamdan bir müddet sektedar olarak arabalar durur. tabii bu sarhoşların arabası da vehleten meks eder. bu tevakkufı nagehaniden bunlarda kafa kafaya bir karambol vuku bulur. bu küçük tevakkuftan sonra araba yine yürür. o zaman hepsinde körüğe doğru bir sarsıntı husule gelir. içlerinden biri arabacıya pürhiddet: geçmişine kantarlıyı attırma bana! duracağın vakit haber ver. bunların yanlarından geçen diğer bir arabanın arabacısı sarhoşların arabacısına hitaben: zeyrekli be! bugün matiz mi taşıyorsun! payton mu, yoksa sarhoş dolmuşu mu? müşterilerin horluyorlar, arabadan düşecekler. sarhoşların arabacısı öfke ile: haydi işine keleş sen de! sen kendi arabandaki gacalara bak. karşıki gözlüklü beyle işmar gırla gidiyor. ben gaca taşımam. işte böyle namusumla efendi taşırım. parasıyla değil mi? eğleniyorlar. sarı koşumları güneşe karşı iltimalar saçan iki mehip yağız katanaya merbut paris araba fabrikalarının birinden yeni çıkmış mükellef pırıl pırıl bir kupa, elmastıraş kitabeli duble camlar arasından katana: iri bir cins at tehi: boş bi'lirae: göstererek meks: durma tevakkufı nagehani: birdenbire durma payton: fayton resim gibi görünen açık tirşe feraceli iki hanım. düzgün pudra istimalinde ifrata varılmamış. kaşlara kirpiklere biraz kalem dokundurulmuş, yanaklara, dudaklara gülgune sürülmüş fakat belli belirsiz. hep bu telvinat letafeti tabiiyye derecesini aşmamış. kararında yapılmış. simin gerdanlar, top çeneler, küçücük ağızlar, çekme burunlar, süzük bakışlı latif ela gözler, kumral ince kaşlar, yine o renkte gür saçlar toz gibi ince yaşmağın altında letafeti diger kesbetmiş. bir tenasübi nazarrüba almış. lacivert çuha üzerine sarı iri düğmeli elbiseleri, konçlarının yukarı kısımları beyaz toz rengi çizmeleri, beyaz eldivenlikleri, taranmış saçları, kalıplı fesleriyle mevkii mahsuslarında heykel gibi oturan ispirin kolları çaprazvari kavuşturulmuş bıyıksız yamağın müheyyayı isyan, hayvanların ejdervari boyun kırışlarına ehemmiyet vermeyerek muhafazayı temkin edişleri derunı gerdunedeki o iki sanemzibanın vazı vakuraneleriyle bir ahengi latif teşkil ediyor. arabanın penceresine elini atmış kirli başörtülü palaspuş murdar bir dilenci kızının çıplak ayaklarını tekerleklere çiğnetmeden bihavf yerden toz kabarta kabarta başörtüsü yelpir yelpir uça uça koşarak: hanımefendiler, allah sizi sevgili nazik beylerinize bağışlasın. dert verip derman aratmasın. güler gül yüzceğizlerinizi soldurmasın. yolunda usandırıcı istirhamlarıyla sırıtışı o tantana ile garip bir tezat husule getiriyor. dilenci kızının başına hangi arabadan geldiği malum olmayan bir kırbaç iner. araba sırası darlaşır. laşek artık çiğneneceğini anlayan dilenci, deminden beri ettiği duaları hep geri alarak: elin kırılsın. başcağızım biber gibi yandı. inşallah siz de benim gibi dilenirsiniz. feryatlarıyla kaçacak bir yol bulup oradan savuşur. tenasübi nazarrüba: göz alan bir tenasüp müheyyaı isyan: isyana hazır, isyan eder şekilde bihav korkusuzca laşek: şüphesiz biri kır, diğeri doru kısrakta iki fesli jokey. doru hayvanın süvarisi boylu boslu, mevzun endamlı, yakışıklı bir delikanlı, koyu renkli fesi, yakası kapalı, beli kendinden kemerli siyah kazmir ve vestonu, çizgili şeker rengi kadife pantolonu, beyaz parlak mahmuzlu açık tütün rengi çizmeleri endamı diliranesine hakikaten halavetbahş oluyor. fakat kır hayvandaki süvari öyle değil. o da gençliğin cılız, ufak tefek, kara kuru bir cücemsi bir şekilde. alın tarafı enli, çeneye doğru darlaşan telatin matra resmindeki esmer çehresine kasvetli bir manzara veren, baykuş gözünü andıran, hadakaları büyük müdevver siyah çeşmanı sanki arkasındaki jokey elbisesiyle altındaki mükemmel takımlı cins hayvanın talihsizliklerine ağlıyor. beyefendi, simaca olan bu kasvetli çirkinliğinin galiba farkında değil. belki de üzerindeki elbise ile hayvanın mükemmelliğine igtiraren çehre düşkünlüğüne ehemmiyet vermeyerek kadın arabalarına sırıtmaktan geri durmuyor. bazı kadın arabalarından hele şu at üzerindeki şebeleye bakın! istihzalarına hedef oluyor. bu iki beyin enzarı sevdaları öndeki tirşelilere matuf. bir kira landosu derununda, siyah atlaslar giymiş iki beyoğlu nazenini. avuç avuç sürülen düzgünler, allıklar, sürmeler, çehrelerindekiyorgunluğu, her gece bir erkeğin aguşı ücretindeki demgüzarlıktan mütevellit o taabı hayatı setredememiş. şapkalarındaki siyah tüylerin irtifaı hemen yarım arşın var. kendilerine kibarca bir vazı istiğna vermeye uğraşıyorlar. fakat muktezayı kesbleri her müşteriye mizacgirane sahte iltifat iraesine alışmış bu sokak işportası çiçeklerinin her hallerinden bir adilik akıyor. endami dilirane: yiğit vücut şebele: şebek lando: bir çeşit binek arabası taabı hayat: hayatyorgunluğu vazı istiğna: istiğna vaziyeti muktezayı kesb: kazançları muktezası iki sürücü, beygirine binmiş, bir kanarya sarısı, diğeri mor atlas mintanlı bir çift külhanbeyi. sarı mintanlısı, morlu arkadaşına hitaben: ulan nuri! landodaki aftoslara dikiz ettin mi? ah anam babam. o enayileri tanırım. onun biri bizim hisarlı beyin kapatmasıdır. misk sokağında oturur. bey kazanır bu yer, bu kazanır bey yer. ayıp mı? işi yola koymuşlar. ne var sanki? bir şey dediğim yok be kardeşim! geçinmeli de nasıl olursa olsun. o galata'daki hanı sattı, buna yedirdi değil mi! ulan o karı çukurbostan'a benzer. öyle birkaç han molozuyla doyar mı? bende de birkaç han olsa da yedirsem. yok işte. allah vermemiş. bugün moruktan bir sekizlik, kocakarıdan birkaç dekarya sızdırıncaya kadar imanım, ben de sızıyordum. bu akşam nereye düşeceğiz? beygirlerden aşağı mı? benim anika artık güllüm yutmuyor. veresiye dostluğu kesti. istersen sen ispermeçet gibi yan artık. mangiz olmadıktan sonra. bak alevinden cigara yakan olur mu? yok mu bir hımbıl zanpara? peşini avlayalım? boğuntuya biterim mustafa kardeşim. ön arabadaki yeşillilere dikiz geldin mi? yaradan yaratmış işte. ah samur kaşlım, ela da gözlüm, ben senin için ağlarım. haydi oradan avalim sustu? aç başını bakalım? ulan arabadaki fantazyayı görmedin mi? onlar bizi açar mı? enayi pulakiliğinin lüzumu yok! tam takım delikanlı değil miyim? bizi seven olmayacak mı? nem eksik? gönül bu. iskete kuşuna benzer. korkma sen. bizim dala da konan bulunur. aynalı karılara bakmak, insanın gönlünü midye gibi açıyor be. kısrakları gördün mü dadaş? sahi be. gerdan kırışa, adım atışa bak. senin altında ekmekçi beygirine benzemiyor. beygir işte böyle olmalı. kız gibi. haydi yanlarına gidelim de dikkat geçelim. düldülü parmakla ulan, onlara başka türlü yetişebilir miyiz? mintan: yakasız, uzun kollu bir çeşit erkek gömleği duru kısrak da, üzerindeki bey de aynalı. birbirini açmış. kır kısraktakini gördün mü? ayastafonoz kopoyuna benziyor. hayvanın namusuna yazık değil mi? o esnada oradan geçen bir kadın arabasına: ah canımın içi mavilim! ipsiziz. işte böyle seyyahınız. fakat güzelin kadrini biliriz. kır hayvandaki kopoyu gördün mü? benim atım çirkin ama kendim o kopoydan güzel değil miyim? dengi dengine binse neyse! haydi yosmam buna sen bir racon kes. böyle şeylere tutulurum. suratına bakmıyor da yeşillilere hampalanıyor. yoldaş be! senin odabaşılı aftosu gördün mü? ipekli ferace giymiş de şimdi bize kafa tutuyor. kaça alırım çalımını. eskiden altmışlık pakete mumdu. şimdi piyasası fırlamış. bir aval yakalamış yoluyor. deminden otuz paralık fıstık ikram ettim. vay geçmişinin canına. fıstık yemem. dedi. ben de avuçlan suratına fırlattım. bizim otuzluk yerlere saçıldı. kimin umurunda! hovardalıkta paranın gittiğine bakılır mı? namustur bu. mangize kıyarım da cakamı bozmam. çifte naranın refakat düm dümüyle nihaventten gezinen zurnacı: beyler keriz edelim mi? vay kibar tavcıları be! burada hiç mangiz lafı etmemeli mi? nasıl duydun çingeneleri? para lafını nereden işittiniz ulan. mirasyediyiz işte. bugün katane'ye şan verdik. elindeki sübeğe üfle bakalım. ne hava çıkacak? imanım aman' şarkısı var mı sizde? bir fasıl yirmi para. işinize gelirse. sonra çıngar istemem. ulan o ne kirli kara surat anan sabahları suratını yalamaz mı senin? iki fayton dolusu turist yani frenk seyyahları. fötr şapkaları, şayak kostümleri, yan taraflarında boyundan geçme dürbünleri, mevkii ihtirama ikat edilmiş kırmızı bakır renkli erkek simalı karılarıyla faytonlara dörder dörder binmişler. arabacıların yanında birer yahudi tercüman. en yakın şeylere çifte dürbünle bakan. bütün ahval, adet ve menazırı şarkiyyemizi nazarı garabetle görmeye uğraşarak en basit hakayıktan bin manayı acibe istihraç eden bu frenklerin etrafını bir alay satıcı, çalgıcı, dilenci sarmış. arabalarını orada burada durdurarak gah değneğin ucuna sarılmış naneli macundan birer parça tadarak lezzeti hakkında birbirine beyanı fikr ediyorlar gah şam keleri denilen ufak pidelerden birer lokma ısırarak yüzlerini ekşitiyorlar. o devvar araba katarını seyir ile meşgulken önümden bir çift beyaz beygirli ne eski ne yeni bir kupa geçti. o beyaz hayvanları, ihtiyar aspiri görünce beni bir halecan aldı. çünkü arabayı tanıdım. bedia'nındı. hırçın zevcem o günü yakası mavi ipek işlemeli açık samani gron bir ferace giymiş, göğsünün sol tarafına küçük bir demet tabii menekşe takmış, feracesi renginde bir hotoz üzerine alın saçlarının yarısı meydanda gayet şık bir yaşmak, karşısına kendi yaşında bir halayık almış. arabada kemali azametle gidiyor. beni görmedi. yoksa bilmem gördü de görmezlikten mi geldi? karşı taraftan lafendazlık eden birtakım züppenin enzarı taarruzundan kurtulmak için beyaz güderi eldivenli elini o cihetteki pencereye uzattı, perdeyi yarıya kadar çekti, geçti, gitti. içimden: ah benim ehli perde karıcığım! yaşmağını bu kadar açık yapmasan böyle perde çekmek zahmetlerine lüzum kalmaz ya! dedim. arabacıma bedia'nın arabasını irae ile: şu arabayı karşılamak üzere dön ve mümkün olduğu kadar ona yakın geç. emrini verdim. ve bizim kurnaz nikoli güldü. çünkü araba kimin olduğunu o da biliyordu. nikoli, emrimi harfiyen icra etti. on dakika sonra arabalarımız hemen borda bordaya, zevç zevce biz de göz göze geldik. bu tesadüfi nagehaniden bedia biraz şaşaladı. fakat hilaf mutadı olarak o gün nasılsa yüzünden bana karşı büyük bir tevahhuş eseri yoktu. bilakis o şaşkınlıktan mütevellit hafif bir tebessüm bile vardı. öyle perde çekmek falan gibi hareketi müteneffiraneye kalkışmadı. enzarı taarruz: sataşan bakışlar tevahhuş: ürkme, korkma hareketi müteneffirane: nefret edercesine davranma zevcemin nefretine galiba biraz itidal gelmiş dedim. bir anda göz göze geldik. yine bir anda iki araba birer semti muhalifeye hareketle birbirinden ayrıldı. bizim nikoli tembihli ya. ben şimdi ikinci tesadüfe intizaren bu defa bedia'ya karşı ne yolda vazı müsterhimane almak lazım geleceğini tayin ciheti mühimmesini düşünüyorum. bazı arabalardaki kadınlara ilanı aşk için ağlar gibi bir işmizazla beyanı suzişi derun eden beyler gibi ben de mendilimi çıkararak kuru yaşlar isalesine karar verdim. arabam bir devir icrasıyla yine deminki noktai telakiye geldi. fakat oraya gelen yalnız bizim araba oldu. bedia'nınki meydanda yoktu. melul melul, bakına bakına iki üç devir daha ettik. bedia'dan eser yok. arabasıyla ortadan sır olmuş. nikoli'ye sordum. o da görmediğini söyledi. kağıthane'nin içini dışını hep dolaştık. hemen hiçbir cihetini bırakmadık. bedia'yı koydunsa bul. meyusen haneme avdet ettim. bedia'nın şaşırmadan mı, telaştan mı her neden ise o ufak tebessümü nazarı sevdam önünde bir ufak ümit açmışken tekrar tesadüfü men için kağıthane'den firar edişi yine semayı tefekküratımı sehabı muzlime ile kararttı. evvela ruyı tebessüm göstermek, sonra firar etmek. bu ne demek olacak? yoksa o gösterdiği şey bir işmizazı münfailaneydi de ben telaşla tebessüm gibi mi gördüm? işte yine size koca bir bahrı tereddüd ki ne tarafına yüzseniz bir sahili hülya bile bulmak ihtimali yok. eşyasından hiçbirini yerinden kımıldattırmamış olduğum gelin odasına girdim. zifaf gecesi, hayır zifaf mı ya, firar gecesi bedia'nın revnakı cemali, libası arusuyla bir iki saat tezyin etmiş bulunduğu kanepeye oturdum. düşünüyorum. belki saçlarının te vazı müsterhimane: yalvarırcasına beyanı suzişi derun: içten gelen duyguların beyanı noktai telaki: karşılaşma, buluşma noktası semayı tefekkürat: düşünme göğü sehabı muzlime: karanlık bulutlar işmizazı münfailane: gücenmiş yüz ekşitme linden, manidar nazarlarından, bütün maddiyat ve maneviyatından oralara bazı rizeyi esrar saçılmıştır vehmiyle kudumünü bastığı, elleri dokunduğu, libasını süründüğü yerleri birer birer haddei nazardan geçiriyorum. heyhat! o gelin değil, güya bir rüzgarı sehermiş. oralardan bir fırtına ile gelmiş geçmiş. fakat meydanda benim gönlümden başka onun eseri vezanına delalet edecek kırılmış bir şey yok. bütün eşya yerli yerinde. yalnız gönlüm, yalnız işte o biçare hurd olmuş. halılarla müşafeheye uğraştım. kanepelerden esrar sordum. kadimde varken sonradan yok gibi olmuş bir şeyi bazı asar delailiyle ihyaen tasvire uğraşan ressamlar gibi bedia'yı teliyle puluyla gözlerimin önüne getirdim. bir levha teşkil ettim. bu levhaya bütün elvanı lazımesini verdim. sonra pişi tahayyülatımda bedia gezindi, söylendi fakat birdenbire bu levhayı muhayyilemde bir karaltı, bir şahsı sani gölgesi peyda oldu. zevcemi elinden tuttu. çekti götürdü. o levha, karşımda simsiyah kesildi. işte bu şahsı sani, rakibi muhayyelimdi. gözlerimi yumdum. yüzüstü yere kapandım. zalamı tefekküratımın amakı içine gömülmek, orada bütün hülyalarımı olanca kuvayı müfekkiremi boğmak istedim. ben bu gölgeden artık kaçmak arzu ediyor, onu teşhisten adeta ürküyor, korkuyordum. fakat müfekkiremden tebide uğraştıkça o bana bütün bütün yaklaşıyordu. nihayet bilıztırar bu muzlim zemini tahayyülatım içine elimi saldırarak bu gölgenin yakasından kavramaya atıldım. elime birisi geçmedi. lakin neticeyi savletimde dehenim tenevvür eder gibi oldu. ellerimi telehhüfle başıma götürdüm. kendi kendime: hurd olmak: parçalanmak, kırılmak pişi tahayyülat: hayallerin önü zalamı tefekkürat: düşüncelerin karanlığı kuvayı müfekkire: düşünme güçleri tebid: uzaklaşma muzlim: karanlık; meçhul zemini tahayyülat: düşüncelerin zemini neticei savlet: saldırının sonu ah işte, bedia'nın bugünkü firarındaki sırrın anahtarlarını yine yakaladım. dedim. mesele pek sade. bunu deminden beri niçin düşünemedim? bugün bedia'nın sevgilisi mutlak kağıthane'deymiş. kız beni gördü. nakabili setr bazı ahval delaletiyle sevgilisini keşfedebilmekliğim ihtimaline mebni, onu da beni de kağıthane'de terk ile firar etmeyi hesabına daha muvafık buldu. yine ahmaklık ettim. bu hamakat, bu belahetimin neticei zararı ihtimal ki artık tamamıyla kabili tazmin değildi. bedia'yı görünce hemen arabamla karşısına çıkarak kendimi göstermeli miydim? bir tarafa ihtifa ile her halini tetkik etmeli, arkasından kimlerin dolaştığını bittarassut o gün orada bulunduğuna hiç şüphe olmayan rakibimi keşfeylemeliydim. bu fırsatı kaçırdım. acaba bir ikincisini ele geçirebilir miyim? gelecek hafta yine kağıthane'ye giderim. hem bu defa tebdilen bir kira arabasıyla gider, bir tarafa gizlenirim. bakalım bu sefer bedia gelir mi? gelse de evvelki haftadan bitteyakkuz sevgilisini bana tanıtmak tedabirine tevessül ile gelir. o herif her kimse elbette beni tanır. bu tanıyışı fiiliyat tedbirlerini teshil eder. ben onu tanımıyorum. zevcemi elimden alan o bedhahla ihtimal bazen yüz yüze geliyorum da bana bakan, üstüme sürtünerek geçen, biraz ötede belki halime kahkahalarla gülen herifin işte o rakip, işte o hain olduğunu fark edemiyorum. ne müşkül hal? bunları düşündükçe müfekkirem ateş kesildi. vücudumdaki kanım sanki buhara münkalip olmuş da terkibinde mevadı mayiadan ne varsa mesammatımdan dışarı defetmek istiyormuş gibi ter içinde daha tabiri amiyaneyle kan ter içinde kaldım.hikayenin bu noktasında naki bey'in harareti hayli arttı. yine dayanamadım. limonata teklif ettim. bana gözlerini açtı: birader acelen ne? korkma o şişeyi bitiririz. daha bunlar bir şey de muvafık: uygun kabili tazmin: zararı giderilebilir ihtifa: gizlenme bittarassut: tarassutla, gözleyerek bitteyakkuz: uyanıklıkla mesammat: gözenekler ğil. şimdiden limonataya başlarsak sonra neyle teskini hararet edelim? yutmak için kutbı şimalinin buzlarını mı arayalım? dedi. ben de kendi kendime: acayip kutbı şimaliye gitmeye ne hacet? bizim bahçedeki buzlar bu gece beyin ateşini teskine acaba kifayet etmez mi? bedia hanım'la rakip beyin mercimekleri külhanı muhabbette kızıştıkça biz bu akşam tebridi hunı hiddet için buz istimaline mi mecbur olacağız? mülahazasında bulundum. naki bey devamla: işte mesele meydanda. fakat henüz çaresi mefkut. bu riştei taharriyi bir kere parmağıma doladıktan sonra o ne tarafa uzanırsa o yana tevcihi azm etmekten başka halli müşkil için sade bir yol var mı? yarın kağıthane'ye, öbür gün veliefendi'ye, sonra kadıköyü'ne, adalar'a, boğaziçi'ne. lüzumı azimet nereye görünürse o cihete gitmeli. münasebetimiz yalnız bir nikahtan ibaret olan zevcemin muğfilini aramalı. kadın benden müteneffir. ben ona dildade. arada anka misal bir rakibi mevhum. işte size iki malum, bir meçhullü. haydi rakibimi keşfettim, bu meçhulü buldum. sonra ne olacak? bedia'nın gönlünü hokkabaz yuvarlağı gibi ondan çalıp kendime nakletmenin imkanı var mı? bu el çabukluğunu yapabilecek miyim? yapamazsam mesele bütün bütün tahammülfersa bir renk almış olur. rakibimi keşfettim, ala. iki kere iki dört eder gibi bir vuzuhla bu bedahet nazarımda taayyün etti, o zaman keyfiyeti aleniyete varacak, onlar karşımda sevişecekler. ben uzaktan seyirci kalacağım. zevce, diğer bir erkekle al sevda ver sevda. zevç uzaktan öyle mevkufı temaşa! tahayyülü bile zihnime fenalık getiriyor. ben bu muaşakanın şekli hakikide cilvenüma oluşuna nasıl takat getireceğim? gel derde girme. bu belayı mübrimden kaç. kızı terk ediver. hah! işte burada mesele mıkrası tebridi hunı hiddet: hiddeti soğutma muadelei sevda: aşk denklemi tahammülfersa: dayanılmaz taayyün etmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak belayı mübrim: ibram eden, zorlayan bela tatlik ile esastan kesilmiş oluyor. fakat şeytan bırakıyor mu? eli görünmüyor, ayağı görünmüyor, nasıl oluyor bilmem? yine insanı dürtüyor. yahut o hiç bize dokunmuyor da neticesi fena zuhur eden efali üzerimize almaya sıkılarak hep ona mal ediyoruz. böyle birçok hususat var ki şeytan bize karşı müfteri davası açacak olsa hak kazanır zannederim. iblis mudilli alem olmakla beraber romancıların muinidir. çünkü bizim gibileri ona uymasa siz yazacak şeyi nerede bulacaksınız? bir kız, rehi hemvarı iffetten inhiraf edecek. bir erkek, bunları alay alay iğfal eyleyecek. sirkatler, katiller vuku bulacak. sureti güzeranı hayat türlü renk alacak. size sermaye çıkacak. evet, sıkılmayınız! size sermaye tedarik edenler, şeytanla halita olanlardır. yoksa bütün insanlar, ahlakiyyunun teminatına muvafık doğaydılar hükkamdan tut hapishane gardiyanına kadar sınıf sınıf mesalik erbabı bilmem şimdi neyle taayyüş ederlerdi? bazı kötüler vardır ki onların efali rediesi iyilere sermayei taayyüş belki de fahr olur. hissiyatın beyne'lbeşer mertebesini ala eden kubhiyattır. başımı belalara sokan şey, bedia'ya olan mukaddemeyi muhabbetim oldu. eğer muhabbetin de şeytanisi, gayrişeytanisi varsa benimkinin şıkkı evvelden olduğuna şüphe yok. haydi yine kabahati şeytana atfedelim. zevcemi tarassut için önümdeki cumaya kağıthane'ye gitmeye karar verdim. bir eski kira arabasının köşesine çekilip kendimi ona göstermeksizin tecessüsi ahval edeceğim. cumayı su kovası gibi iple çektim. o yevmi mübarek geldi. bir köhne araba buldum. bir tarafına büzüldüm. arabacım ihtiyar, bunak bir herif. nasılsa kağıthane'nin yolunu biliyor. makaslar berbat, hayvanlar miskin, döşeme murdar. denizde başıma geldi ama mıkrası tatlik: boşanma makası mudilli alem: alemin yanıltıcısı muin: yardımcı rehi hemvarı iffet: iffet, namus yolu inhira ayrılma sureti güzeranı hayat: hayatın geçiş sureti, şekli efali redie: kötü işler sermayei taayyüş: yaşam sermayesi kubhiyat: çirkinlik hiç böyle kara fırtınasına uğramamıştım. çalkana çalkana başımı arabanın cidarından ötekine çarpa çarpa eyüp tarikiyle mezarlıklar içinden çok şükür salimen sadabad'a vasıl, araba piyasasını uzaktan seyredebilecek bir mevkide bir ağaca şamandırabend olduk. yolda birkaç defa hayvanların koşumları koptu. hep onlar sicimle tamir edildi. yol esnasında galiba kağıthane'ye selameti vusulümüz için her türbenin önünde fatihahan olan arabacım mevkii mahsusundan ağır ağır indi: beyefendi işte kağıthane! cümlei istiğrabiyyesiyle oraya vusulümüze benden ziyade kendi şaştığını bir ruyı beşaşetle anlattıktan sonra bir deste sicimle yine koşumların bakıyyei tamiratına girişti. arabacım başını tamirattan kaldırmıyor, ben de pişi tedkikimde dolam dolam dolanan zenciri gerduneden gözlerimi ayırmıyorum. bedia'nın arabasını uzaktan görsem tanırım fakat ona benzer meydanda bir şey yok. bir saat öyle vakit geçirdik. ben arabalara bakmaktanyoruldum. bizim zavallı ihtiyar tamirden usanmadı. arada bana: beyefendi! kol kayışını da tamir ettim, allah'ın izniyle dönüşte rahat gideceğiz. gibi bir şey söylüyordu. ben de yarım kulakla dinlediğim bu sadedilane cümlelere bazen kuru bir tebessümle, bazen de oh oh. ne ala. gibi kısa cümlelerle cevap veriyordum. çünkü zihnim meşguldü. benim tuttuğum hile yolunu bedia'nın tutmuş olması ihtimalini düşünüyordum. o da bugün yüzüne kalın bir peçe örtüp çarşaflanarak bir kira arabasına binmişse ben kendisini nereden tanıyacağım? elde çarşaf gibi bir vasıtai tesettür olduktan sonra bir kadın için ketmi hüviyyet elbette erkeğinkinden kolaydır. işte bu ihtimalin zihnime vürudu canımı sıktı. ben böyle kokmuş kira arabalarında bin türlü ızdırap içinde didegüşayı tecessüs iken belki yine o pandomima karşımda oynuyor da haberim olmuyor. ne elim hal? ben bu teellümatta iken arabacı bir aralık pencerenin önüne geldi. zavallı o da meyustu. mükedderane bana sicim bitmeyeydi argacı da güzelce bağlayacaktım. dedi. onun ıstılahınca argaç' koşumun neresidir bilmem ki. cümlei istiğrabiyye: garip cümle ruyı beşaşet: güler yüz o esnada bedia'nın arabası karşıdan koptu. ben sevinçle hah işte, nihayet koptu! feryadıyla deli gibi haykırdım. arabacı şaşırarak: aman deme beyim! ara kayışı mı koptu? diye pürtelaş koşumların yanına koştu. artık gözüm sevgili zevcemden başka hiçbir şey görmez oldu. ara kayışı değil, hayvanların dörder bacağı birden kopsa yine iştirakı teessüre vaktim yoktu. bedia yine kendi arabasında. fakat bugün tuvalet başka, bu hafta koyu şarabi atlas ferace giymiş. ellerinde o renkte eldivenlikler. karşısında yine o halayık. bu cariye, hanımın vakıfı esrarı, mahremi herrazı olmalı. onu bana satsalar hakikate vukuf için bütün servetimi feda eder alırdım. araba birkaç devir icra etti. bedia içinde kemali vakur u temkin ile oturuyor, gülmüyor, lakırtı etmiyor. etrafa baktığı bile fark olunmuyor. zihnen meşgul, biraz da meyus gibi görünüyor. böyle karşıdan karşıya tetkikten bir şey anlayamadım. arabacıyı çağırdım. bedia'nın kupasını bilairae piyasa katarına girmesini fakat daima o kupaya karşı gelecek bir sırada bulunmasını tembih ile emrimi güzelce icra ettiği surette bahşişi bol vereceğimi anlattım. ihtiyar bu emirlerimi dinlemezden evvel ara kayışının kopmamış olduğunu bana tebşir ile güldü. argacın da o gün istimalinden pek ümit kesilmeyecek bir halde bulunduğunu anlattı. haydi baba haydi. ben sana şimdi argacı sormuyorum. dedim. ihtiyar bana eliyle bedia'nın kupasını göstererek: ta işte o karının karşı sırasında dolanacağız değil mi? evet. bu yaştan sonra bana ayıptır ama sen gençsin zararı yok. ihtiyar bana karşı tevbihgune bir ihtarda bulunduktan sonra yerine çıktı, argaç kopup da katar ortasında kalarak diğer arabalara çiğnenmek ihtimalini hiç hatırımıza getirmeden topal eşekle biz iştirakı teessür: teessüre iştirak, katılma tevbihgune: azarlar gibi de karbana karışmak yolunu tuttuk. pudrasını tazeleyen hanımlar gibi arabanın perdelerini indirdim. perdeler delik deşik olduğundan kafes arkasında oturur gibi içeriden dışarısı pekala görünüyordu. arabacım o sanattaki mahareti nispetinde bir göz hesabıyla uzaktan katarda gireceğimiz sırayı bittayin küheylanlara dah' dedi. çok şükür hele argaç kopmadan biz de devrana dahil olduk. arabacının gözleri kayışlarda, benimkiler de bedia'nın kupasında. dön efendim dönmez misin! arabadan arabaya atılan saçmaların ufak tefek serpintileri bize de geliyordu. perdelerin kapalı olması bazı zenperestanı yaveguyanın merakını celbettiğinden içinde beni kadın zannıyla harfendazlık ediyorlar; arabanın eskiliği, mechuliyyeti melahatim manii iltifatları olamıyordu. fakat bizim boşboğaz ihtiyar, erkek müşterisine söz atılmaktaki garabeti tecavüze bir türlü tahammül edemeyerek: haydi ağam, haydi efendim işine. içerideki erkektir. neyine gerek ki kapalı perdeye laf atarsın. gibi falso sözlerle foyayı meydana çıkarıyor. ihticaptaki maksadımı mümteniü'lhusul bir hale getiriyordu. kapalı perdeye söz atanlar, bedia gibi bir perestei cemale ne yapmazlar? etraftan yağan o adi kelimata, rezilane cümlelere zavallı zevcem sıkılıyor, kaşlarını çatmakla mukabele ediyor. rakibim nerede? acaba o da oralarda dolaşıyor mu? bedia'nın bu temkini iffetperveranesi sevgilisine karşı hoş görünmek, ondan gayrı kimsede gözü olmadığını ispat etmek için midir? zevcemin durgunluğu, dalgınlığı bence müziç bir sıkleti derundan başka bir şeyle kabili tefsir değildi. bazen bir tavrı mefturane ile başını arabanın arkasına dayıyor. eldivenlik içindeki güzel ellerini uğuş karban: kervan bittayin: tayin ile zenperestanı yaveguyan: boş konuşan zamparalar harfendazlık: laf atma, sözlü sataşma ihticap: saklanma mümteniü'lhusul: güç gerçekleşir sıkleti derun: iç sıkıntısı tavrı mefturane: bezgin bir tavırla, bezginlikle turuyor, baktığını belli etmez bir ihtiyatla etrafını tecessüs ediyor. hafi, muhterizane nazarlarla birini arıyor. kimi? acaba sevgilisi gelmedi mi? bu elemi derununu onun intizarı şedidi mi tevlit ediyor? önden, arkadan giden, bedia'ya yakın geçen bütün erkek arabalarını tetkik ettim. işte sevgilisi budur diye bir emarei hafife ile bile hükmedilecek bir erkek çehresine tesadüf edemedim. yalnız, muntazamca bir kira arabasının köşesine çekilmiş gözlüklü bir bey evvela biraz iştibahımı celbetti. o da arabası içinde melul, mahzun dolaşıyor, bedia'ya karşı geçtikçe dalgın dalgın bakıyor. fakat bu dalgın nazarı bedia'nın arabasına münhasır değil. ekser defa diğer arabalara da initaf ediyor. mahzun nazarlı bu gözlüklü gencin kağıthane'deki mevcudiyetinden bedia'nın haberi yok gibi. o ona hiç ehemmiyet vermiyor. bir tesadüfi nazar kabilinden bile o tarafa bakmıyor. bu tecessüsüm bir buçuk saatten ziyade sürdü. hemen hiçbir şey keşfedemedim. kalbimde birdenbire yine bedia'ya görünmek arzusu peyda oldu. bakayım beni görünce ne yapacak? yine doludizgin kaçacak mı? o meyus çehresinde ne gibi alaimi hissiyyat peyda olacak? gönlümde bir arzu uyandı mı artık hiçbir muhakemei makule onu icradan beni menedemez. her zarara işte bu zayıf hilkatimden dolayı uğrarım. bir şey aklıma geldi mi onu yapmalıyım. maksadı takibimi anlar havfıyla kendisine o eski arabamla görünmeyi münasip bulmadım. perdeyi sıyırıp camı indirerek babalığın yırtık paltosundan çektim. artık piyasadan çıkmasını anlattım. katardan ayrıldık. tenha bir yerde durduk. arabadan indim. canı sıkılırsa argacı tamir ile vakit geçirerek orada beni beklemesini arabacıya bittenbih piyasa mahallindeki ağaçlığa doğru yürüdüm. arabaları yakından görecek bir mevki intihabıyla kahveciden bir iskemle istedim. içmeyeceğimi bile bile bir de kahve ısmarladım. intizarı şedid: şiddetli intizar, bekleyiş alaimi hissiyyat: hissiyat belirtisi bittenbih: tembihle kirli bir tepsi derununda bir bardak bulanık su, katran renginde bir fincan kahve getirildi. önüme vazedildi. boynumu büktüm. bastonuma dayandım. gözlerim arabalarda, öyle oturuyorum. bedia'nın arabası bulunan sıranın geçidi başladı. bir, iki, üç, arkadan dördüncü araba onunki. yüreğimde peyda olan halecan, alimallah, bastona müstenit başımı saat rakkası gibi sarsıyordu. rengim ne hale girdi artık onu bilmiyorum. araba ağır bir hareketle geldi geldi, tam bana karşı hiza aldı. bedia gözlerini boşluğa dikmiş, öyle dalgın duruyor. beni evvela kendisi değil, halayık gördü. hemen hanımını dürttü. zevcemin bir raşei atiye ile vücudu lerzedar oldu. telaşla soluna baktı, sağına baktı, nihayet göz göze geldik. nazarındaki o tesiri sihramiz nedir bilmem ki? sanki bütün mevcudiyyeti maddiyye ve maneviyyem o gözlerdeki cazibei sahireye takıldı kaldı. arabanın arkasından süzülüp gidiyor zannettim. yanaklarımın üzerine iki damla sıcak yaş yuvarlandı. bu giryei teessür vehleten nasıl geldi? anlayamadım. o katreler yanaklarımı yakmasaydı ihtimal ağladığımın da farkında olmayacaktım. nim bihuşiye karip bir hal kesbettim. araba ilerledi. fakat tesirine hayrette kaldığım bir mıknatıs nazarımı arabayla sürüklüyor. makamını seyreden muhtazırlar gibi gözlerim oraya dikilmiş duruyor. derken arabanın penceresinden dışarı bir baş uzandı. bedia bana bakıyor. onun da halecandan çehresi gülgun olmuş. ah gözlerime inanamayacağım geliyor. evet onun da. onun da çeşmanı semafamından iki eşkpare ruhsarını yaka yaka yuvarlandı, yaşmağını ıslattı. aman ya rabbi! rüya mı görüyorum? eğer öyleyse bu rüyayı saadeti uzat. heyhat rüya. rüya. alemi bidaride görülen rüyalardan. çünkü ispirin kordonu çekildi. araba derhal katardan çıktı. hayvanlar dörtnala koşuyor. süratle dönmekten tekerleklerin kuturları görünmez oluyor. bedia kaçıyor. evamili ruhum arabasıyla sehabı gubar içinde uçuyor. beni böy raşei atiye: sonradan gelen titreme cazibei sahire: büyülü tesir nim bihuşi: yarı baygınlık, sersemlik çeşmanı semafam: mavi gözler alemi bidari: uyanıklık le giryan bırakıp nereye gidiyorsun? azıcık dur. rehgüzarı firarına yatayım, bari vücudumu çiğneyerek git. şikayetiyle feryat etmek istedim. bu yolda ismaı teellümmüvki müsait değil. cebimden elime kaç para geçtiyse kahve tepsisine fırlattım, koşmaya başladım. nereye? o mıknatısı aşkın beni cezbettiği cihete. fakat arabaya yetişmek mümkün mü? o, yokuşu yarıladı bile. bir müddet alık alık dağa doğru baktım. benim için durmak zamanı değildi. ama argacı bozuk, o miskin hayvanlarla bedia'yı takip kabil midir? bifikr, bikarar biraz öyle dolaştım. nihayet arabacının yanına gittim. nereye gideyim? başka darü'lamanım yok ki. ihtiyar beni görünce meyusane: yapayım derken bütün bütün bozdum. bu argaçtan hayır yok. dedi. ben de: argaçtan hayır yoksa senin de bana lüzumun yok. sözüyle babalığa bahşiş ücretini tediye edip oradan savuştum. böyle müteessir bir zamanımda argaç derdi dinlemedense yayan yürümeyi her halde hayırlı addettim. marika hanım'ın şarkısı gibi, gözlerim dağda öyle bir müddet daha oralarda mecnunane cevelan ettim. gözüme boş bir araba ilişti. araba da hayvanları da zararsız: arabacı, beni şişli tarikiyle istanbul'a kaça götürürsün? sualiyle herife yaklaştım. arabacı, kemali azametle: müşterim var. dedi, başını çevirdi. senin müşterin varsa bak benim de iki adet liram var. hangi arabacı giderse ona vereceğim. herif beni sarhoş zannıyla: benden başka şakalaşacak adam bulamadın mı? şakaya latifeye vaktim yok kuzum, işim acele de onun için veriyorum. ismaı teellüm: teellümü dinletme darü'laman: sığınılacak yer cevelan: dolaşma arabacı şöyle gözlerini çayırlığa dikti. bir düşündü. kendini bekleten müşterilerine ağız dolusu bir küfür salıverdikten sonra: çapkınlar iki saattir karı kuyruğunda dolaşıyorlar. şu tarafa cehennem oldular. bıçkın şeyler. sonra belaya girmek ihtimali var ama. iki liraya gelen belanın başımın üstünde yeri var. buyurun beyim buyurun. evvela onu sorayım. argacın bozuk mu? nasıl argaç? nasıl şeydir bilmiyorum ama benim yaya kalmama işte o argaç sebep oldu. benim arabanın öyle argacı margacı yoktur. evvelki arabacınız ya akay' olmalı ya da muhacir. argaç nedir bilmiyordum. sizden işitiyorum. arabaya atladım. herif müşterilerinden kaçmak için hayvanları kamçıladı. bu sürati hareket benim işime daha iyi geliyordu. hayvanlar soluk soluğa yokuşu çıktılar. tepeye geldik. orada otuz kırk araba vadiye karşı ahzı mevki etmişler, aşağıda başlayan sevda pandomimasının mabadı pencereden pencereye burada itmam ediliyor. kim bilir bu işaret komedyasının fusuli leylesi nerede oynanacak? bu muaşaka sahnesinin dekoru pek mükemmel. akşam takarrüp etmiş, üzerlerine kabusı muhabbet gibi hafif bir sis çökmüş. sanki bir hissi hiras ile birbirinin zıllı himayesine sokulmuş görünen tilale karşı nazar hülyayı emel kadar vasi bir ufuk içinde devrediyor. şarka bakınız, şişli kabristanında yatan ashabı yesarın vereseleri tarafından müteveffaların tezkirnamelerinden ziyade, bıraktıkları zer ü simi tebcilen inşa ettirilen mermer mozolelerin ebyaziyyeti safiyesi ve kilisenin kubbesi ahzı mevki: mevki alma, durma fusuli leyle: gece faslı hissi hiras: korku hissi zıllı himaye: himayenin gölgesi ashabı yesar: zenginler verese: mirasçılar ebyaziyyeti safiye: saf beyazlık üzerinde inikası şemsten mütehassıl parıltıların maverasında eteklerini suya salıvermiş çamlıca'nın güneşten aldığı son selamlarla mülevven tüllere bürünmüş zirvesi size bir ihtişamı şam gösterir. biraz şimale dönünüz, büyükdere'ye giden şosenin sıra ağaçlarını tepeleri yaprak açmış birer parmaklık gibi görürsünüz. daha şimale bir pergarı nazar çeviriniz, yekdiğerinin zuhurundan nazarendazı teessür ola ola akşamın sisleri içinde ale'dderecat boğulmaya hazırlanan şevahıkı gönlünüze bir hissi tenhai, bir hüzün ve haşyet ilka eder. azıcık illeti şairiyyeniz varsa o kalabalık içinde kalbiniz vahdetgüzini melal olur. artık sem'iniz elsinei beşeriyyeden hiçbirinin teessüratı hakikiyyeyi ifadeden aciz kelimat hayidesi işitmek istemez. aşiyanına geç kalmış bir kuşun nağmei isticali gibi razı tabiattan naleler ararsınız. setrei zalama boyun eğmiş o silsilelerin menazırı sakitanesi sizi daha ilerilere götürür. afakşikaflık gibi bir arzuyı tufulaneye düşer. daha ötelerini daha ötelerini görmek, vuhuş u tuyurun izlerini takip ile müşafehelerini dinlemek istersiniz. akşamın esrarı hazini serpilmiş hep bu tepeler, ufuklardan hisseçini teessür ola ola cenuba teveccüh edersiniz. istanbul o mukaddesi merkezi vatanımız hululi şebki takarrüble setrei habını yavaş yavaş üzerine çekerek cemaline aşık olan tarihin barulardan bin terane ile mahmurı nevm başını boğaz'ın methaline vermiş. hemyazei naz görünüyor. döşeği marmara, nigehbanı çamlıca olan bu maşukai cihanın kabarmış sinesi üzerinde nazarı meftunane edirnekapısı'ndan sultan selim, süleymaniye, beyazıt, pergarı nazar: nazar pergeli nazarendazı teessür: teessürle bakma ale'dderecat: derece derece, yavaş yavaş vahdetgüzini melal: melalle yalnızlığa çekilme menazırı sakitane: sakitane manzaralar arzuyı tufulane: çocukça arzu vuhuş u tuyur: yabani hayvanlar ve kuşlar hisseçini teessür: teessür hissesi alma mukaddesi merkezi vatan: vatanın mukaddes merkezi hululi şebki takarrüb: yaklaşan gece mahmurı nevm: uykudan mahmur ayasofya cevamii şerifesini birer ziyaretle dolaşıyor. tufuliyetimizden beri kandilleriyle ramazanlarımızı tebşir, bayramlarımızı tebrik eden o minarelerin rüyeti insanda ne kadar hissiyyatı samimiyye uyandırıyor! sabavetimizde avazei lu'bumuzla çınlattığımız o sokaklar, ziri sükufunda doğduğumuz o haneler, bize karargahı ebediyyet olacak o mezarlıklar sanki hep, uzemayı ecdadınızı sinesinde saklayan, evladı müstakbelenize esbabı maişet hazırlayan bu peri sizin validenizdir. onu seviniz. mealini birer lisanı sükutla anlatırlar. o tepedeki sevda komedyası içinde maşukasını kaçırmış bir şaşkın aktör tavrıyla etrafıma bakındım. göz göze, kaş kaşa dad u sited yolunda. dağa, bayıra bakan kim? iştiyakı vahşet, arzuyı vahdet nerede? kabil olsa bilakis iki araba halkı tek arabaya dolacak. gönüller hep fikri takarrüble suzan. infiradı şairaneyi aklına getiren yok. herkesin maşukası kendinin olsun. fakat benimki nerede? bedia ne oldu? araba ile oraları döndüm dolaştım. zevcem kaçmış. galiba hayvanlara hiç soluk aldırmadan firar etmiş. o gözyaşları neydi? bu isticali tebaüd ne oluyor? bahusus benim bu geceki halim ne olacak? o iki damla gözyaşı bütün muhakematımı zir ü zeber, olanca akıl ve fikrimi tarumar etti. o akşam yine meyusen haneme avdet ettim. hep böyle meyusen azimeti avdet. fakat bu defaki meyusiyetim tatlı. bedia o iki katrei eşkiyle pişi sevdama öyle bülendeyvan bir takı ümid rekzetti ki bundan sürurı muzafferanem nasıl olacağını tayin edemeyerek etrafında biaram dönüyorum. eblehane muhakematımla zavallı zevcemin ne kadar günahına girmişim! biçareyi bir aşıka ramişgeri ile itham ettim. hem bu ithamatımda ne kadar ileri vardım? şüphelerimi müeyyit bir emarecik sabavet: çocukluk ziri süku sakıfların altı, çatıların altı uzemayı ecdad: büyük ecdad, atalar esbabı maişet: maişet sebebi infiradı şairane: şairane yalnızlık isticali tebaüd: uzaklaşma bulamadığım halde her şeyi gözümle görmüş gibi zihnen dallandırdım, budaklandırdım. bütün hayalatıma hakikat şekli verdim. zifaf gecesi bir iki nazına tahammül edemeyerek kendisini hakaretle odadan kovdum. sonra tekmil muhakematı onun aleyhine, kendi lehime yürüttüm. kadınlığını, nazikii hissini hiç hesaba katmadım. işte kaç zamandır çektiğim alam bu haksızlığımın mücazatıdır. meğer kızcağızın kağıthane'deki hüznüne, o sıkleti derununa sebep benmişim. muhterizane nazarlarla aradığı benmişim. düşündüğü benmişim. hep benmişim. meğerse ben ne adi herifmişim. o taharrii meyusanesi bir diğeri için olaydı, gözyaşlarını bana gösterir miydi? fakat benden niçin kaçıyordu? en sonra ağlaya ağlaya niçin kaçtı? bana evvelki tesadüflerinde izhar ettiği mütelaşiyane nefret neydi? ne olacak hep beni sevmekten ileri gelme asarı infial. beni şiddetle seviyor fakat vicdanen layıkı muhabbet bulmuyor. bir gün ye'si sevdasına galebe edemeyerek hakikati bilaihtiyar anlatıvermekten korkuyor. işte bu esbaba mebni beni görünce kaçmağı bir çarei necat addediyor. ben sevilecek adam mıyım! bu yaşta iki karı bırakmış. üçüncüsünü ilk gecede kovmuş ahlaksız bir çapkın. ah bedia! ah bedia! seni bir kere ele geçirsem ayaklarını gözyaşlarımla ıslata ıslata bütün günahlarımı affettiririm. yarım gecelik feyzi vaslınla sen beni tedip, bütün sui ahvalimden tecrit ettin. artık bana dünyada senden başka vasıtai huzuz kalmadı. böyle ismen değil, hakikaten zevç zevce olarak yaşasak bütün alemdeki zevçlere bir numunei sadakat, bir timsali muhabbet gösterecek bir koca olurum. zalamı kesifiyle mecruh gönülleri kabir gibi sıkan, ezen üzen gecelerde sen de benim için gözyaşı döktün mü? döktün döktün. nüzulünü gördüğüm eşkparelerin o leyali iştiyaktan süzülüp geldiğini hissettim. benim için. seni türlü şenaatle itham eden bir hodbin için ağladın öyle mi? ah melek bedia. leyali sabıkamda beni teellümatıyla öldüren rakibi muhayyeli faciası o gece işte böyle hiç intizar etmediğim bir zemin nevi taharrii meyusane: meyusane arama sui ahval: kötü davranışlar leyali sabıka: geçmiş geceler ne girdi. fakat biz neticeye bakalım. gelecek cuma hiç şüphem yok, bedia kağıthane'ye yine gelecek. ben onu görmeye nasıl can atıyorsam aynı hissi iştiyakla o da mütehassis. artık bu hakikati anladım. beni bir kere görüp yine kaçacak. bu da malum. lakin bu defa kaçırırsam kaçmamazlık etmesin. bir tezkere yazarım. ilk tesadüfümde arabasına atarım. firardan feragati istirhamımı dinlemezse benim hayvanlarım onunkilerden kuvvetsiz değildir. arkasına takılır, birlikte konağına kadar giderim. bakalım ne olur? ama beni tanıyanlar naki bey, kağıthane'de zevcesine alenen kur ediyor diyeceklermiş. desinler. kendilerine alenen kur edilen diğer kadınlar yok mu? hem bu sevdaperdazlığı onlara kocaları değil, yabancı erkekler ediyor. bu daha ayıp değil mi? üçüncü haftaki kararım işte buydu. asıl bu cumayı iple çekmeye başladım. sürati vürudu arzu edilen eyyama ip takmak tabiri lisanımızda teessüs etmiş terkibattan olmayaydı ben o cumaya halat, belki ondan daha kuvvetli tünel kayışı falan gibi nadiren kopar kuvvetli bir şey takacaktım. felaketi sevda; mevvaç, müthiş bir deryaya benzer. onun telatumı biaramına tutulanların hiçbir aletle tayini cihet edebilmeleri mümkün değil gibidir. bu biçareler artık cereyanı rüzgar kendilerini hangi sahili selamet veya girdabı muhataraya sevk ederse oraya düşer, ya halas ya mahvolurlar. ekseriyetle böyledir. bilmem neden akıl o zaman pek zor dümen tutuyor. yahut hiç tutamıyor. şiddeti intizar ile ben o cumayı sıkı sıkıya resenbend ettiğimin üçüncü dördüncü gecesi fikir ve muhakematıma garip bir tebeddül arız oldu. bedia'nın semavi gözlerinden sureti nüzulünü gördüğüm dümuun benim için olduğuna pek çabuk hükmedivermişken bu halin kalbimde tevlit ettiği fartı sürurun temadii leyl sürati vürud: geliş sürati telatumı biaram: durmadan dalgalanma girdabı muhatara: muhatara girdabı resenbend: bağlama fartı sürur: çok sevinme ü neharisiyle hissiyatım ziyade işbaa geldi. bende fizyolojik bir aksü'lamel hasıl oldu. şimdi hissen geriye, noktai makuseye döndüm. o gözyaşlarının benim için olduğu hakkındaki delaili sabıkam gide gide kuvvetlerini kaybetmeye, onların yerine yine müthiş şüpheler kaim olmaya başladı. sakın bedia: birkaç haftadır bu herif niçin rehgüzarımı gözlüyor? infialiyle teneffüründen ağlamış ve bu nefretini bana irae kastıyla başını arabadan çıkarmış olmasın? evvela tereddüt nidalarıyla acaba acaba! dedim. sonra bir sadayı tasdik ile evet evet! lerde karar kıldım. bedia'nın o cuma bir nazarı muhterizaneyle birini aradığı bence bir hakikati bahireydi. bu aradığı ben miydim? başkası mıydı? bunu keşif için mükemmel falcılık lazım ki o günlerdeki buhranı hissiyyatım bu kehanete müsait değil. halime gülmeyiniz. o gecelerde iskambil falı açmaktan da hali kalmadım. kendimi ispati'nin bacağı, bedia'yı orya'nın kızı farz ediyordum. orya birlisi yani zevcemin gönlü daima yabancı bir erkeğe karip düşüyor. ispatinin birlisi yani benim, bir köklü, üç kanatlı, yonca şeklindeki gönlüm. bedia'ya yakın zuhur ediyor. bu yolda fallara katan inanmam. fakat niyetimin böyle ekseriyetle mugayiri arzum bir sureti makusede zuhuru beni ne kadar iğzap ediyor? hiddetimden birkaç deste iskambil paraladım. hele bir gece rakibi muhayyelim olduğundan şüphe ettiğim kara maça bacağını sobaya atıp yakmakla da kanaat edemeyerek daima ona karip düştüğü için orya birlisini, bedia'nın gönlünü parça parça ettim. ayaklarımın altında çiğnedim. her ne olursa olsun kararımı bozmamaya azmettim. o cuma kağıthane'ye gideceğim. bedia ile görüşeceğim. bu emelime muvaffak olamaz da yine kaçırırsam hanesine kadar takip edeceğim. temadii leyli nehari: gece gündüz devam etme aksü'lamel: tepki noktai makuse: makus nokta delaili sabıka: eski deliller hakikati bahire: apaçık gerçek sureti makuse: makus şekil arabasına atmak için kısa fakat şedit ve katiü'lmüfad bir tezkere yazdım. işte sureti: hanım! sizi seviyorum. hayatım nakabili inkisar bir riştei ateş ile bu muhabbete muallak kaldı. ya bu zenciri nar, beni size isal edecek ya bir kabre düşürecektir. muhakkak bu ikiden biri vaki olacak. şerin bana verdiği hukukı zevciyyete, evet bu salahiyyeti mukaddeseye bilistinad bugün size iki lakırtı söylemek isterim. bu teklifim evvela istirhamen vuku bulur, kabul edilmezse sonra emir, daha sonra cebir suretini alacaktır. bütün hayatımı sizi takibe hasredeceğim. hanei pederinize değil, müntehayı kainata pervazı firar etseniz kanatlanamazsam kollarımla uçar, yine dameni istiğnanızdan tutarım. aşkın marazı cinnetten bir fasıl olduğunu kütübi aidesinde görmemişseniz hareketimle size bu emirde bir misal irae eyler bu cehlinizi izale ederim. naki bunu küçücük bir kağıda yazdım. mini mini bir zarfa koydum, taktığım haytai intizarı koparmadan asıla asıla cumayı getirdim. kendi arabama bindim. dörtnala kağıthane dedim, gittim. kalabalık başlamış. arabalar piyasa ediyor. bedia meydanda yok. acaba bu hafta gelmeyecek mi? bu ademi vürudu ihtimali zaten halecandan çırpınan kalbimi büsbütün sadrımdan ayrılıp uçacak gibi bir hale getiriyordu. bir araba ile iç, dış kağıthane'ye mekik dokuyoruz. saat sekizi geçti. tahammül olunmaz bir elemi intizarla arabaya sığamaz oldum. arabacım nikoli ile beynimizde şu muhavere geçti: katiü'lmüfad: kati ifadeli nakabili inkisar: kırılması kabil olmayan riştei ateş: ateşten bağ müntehayı kainat: kainatın öbür ucu dameni istiğna: istiğna eteği kütübi aide: ait olduğu kitaplar haytai intizar: intizar ipliği ademi vürud: yokluk ihtimali, gelmeme elemi intizar: beklemenin kederi ben iki hafta evvel kaçırdığımız arabayı biliyorsun ya? biliyorum. şişli tarikiyle gelen arabalara hini hacette karşı çıkabilmek için yokuşun altında muvafık bir mevki intihap et. orada dur. o dediğim arabanın yokuştan indiğini görürsen bizim arabayı onun penceresine yanaştıracak surette üzerine sür. sonra o araba nereye giderse bir adım arkasını bırakma. anladın mı? baş üstüne. nikoli, dediğim gibi bir noktada durdu. ben de rehgüzarında bu üftaden esiri intizar medfenim olsun bu yer gelmezse bezme nazlı yar güftesini irticalen bittanzim mırıldanmaya başladım. uzaktan hayvanları beyaz bir araba gördükçe halecanım artıyor. işte o, işte o diyorum. takarrüp edince yabancı bir araba olduğu anlaşılıyordu. intizardan gözlerimyoruldu. serde illeti şairiyyet yok mu? nazmettiğim iki mısraın mabadını bulmaya uğraşarak: dil hirasan, dide giryan. dedim, alt tarafı düşünüyorum, dalmışım. ama nasıl hani ya bazen insanın meşguliyyeti zihniyye tesiriyle bakar da görmez, işitir de anlamaz, bir zamanı olur, işte öyle bir halde iken vehleten bir sürati fevka'lade ile arabam hareket etti. başımı arkaya çarptım. bu müsademe ile dalgınlığım zayil oldu. anladım, bir şey var. bedia ya geçti ya geçiyor. derhal elimi ceketin yan cebine attım. mektubu çıkardım. ne yanda? demeye kalmadı, sıyırtma bir suretle sol taraftan bedia'nın arabasıyla pencere pencereye geldik, hemen zarfı kucağına fırlattım. sevinçten deli gibi: hini hacette: icabında rehgüzar: yolunda esiri intizar: bekleyişin esiri bravo nikoli! nikoli bravo! diye haykırdım. galiba onun arabacısı da tembihliymiş. müsademeye benzeyen bu takarrüpten herif huylandı. bizim nikoli'ye birkaç rumca küfürle beraber dizginleri salıverdi. bir iki kırbaç şaklattı. önde o, arkada avcı, tozu dumana katarak iki araba biz kağıthane'ye bir girdik. piyasayı yardık geçtik. dış kağıthane'nin yolunu tuttuk. bedia'nın arabacısı dönüp dönüp bizim nikoli'ye sövüyordu. nikoli de aynı mukabelei nezakette kusur etmeyerek bizim hayvanların burunlarını öteki arabanın arka penceresinden bir karış ayırmıyordu. kendi kendime: maverayı cihana gitsen bugün elimden kurtulamazsın bedia. seni böyle takip edeceğim. dedim. halecandan inkıtaı teneffüse uğrar gibi bir şeyler oluyorum. çünkü attığım namei şedidü'lmealin o anda desti mütalaada olduğunu biliyorum. ba'dü'lkırae neye karar verecek? tehdidatımı hiçe mi sayacak? ne yapacak? rakibi muhayyelim oralarda mı? oralardaysa faslı mesele hususunu ona mı havale edecek? yok. yok, bu cesareti gösteremez. benim için henüz mevhum olan o şahıs her kim olursa olsun zevcemle arama hakim sıfatıyla giremez. kan olur. ikimizden birinin cesedi biruhu o gün mutlak yere serilir. kağıthane halkına en büyük seyir biz oluruz. rezalet ayyuka çıkar. namı ailelerimiz alemin lisanı istihzasına düşer. zihnen bunları düşünüyor, gözümü de öndeki arabadan ayırmamaya uğraşıyordum. dış kağıthane'ye çıktık. ahırları, çeşmeyi geçtik. dağ eteğindeki yoldan gidiyoruz. hala o firar, hala o takip, hala sürat. köşkü de geri tarafta bıraktık, gidiyoruz gidiyoruz. arizamı okuyacak vakit oldu da geçti bile. yol tenhalaştı. ihtiyar ispir bir sallandı, kulağını pencereye doğru eğdi. anladım ki bedia kordonu çekti. arabacısına bir emir veriyor. araba sağdan tembih: tenbih, uyarı, ikaz maverayı cihan: dünyanın öbür ucu inkıtaı teneffüs: nefes darlığı namei şedidü'lmeal: şiddet ifade eden mektup badü'lkırae: okuduktan sonra lisanı istihza: istihzalı konuşma geri bir çark etti. bizimki de aynı manevrayı icrada iken bedia'nın ispiri bizim nikoli'ye rumca bir şey söyledi. bizim araba durdu. öteki hemen bir arşın bir mesafeyle yanımızdan geçti. beyaz kelebek gibi bir kağıt bedia'nın eldivenlikli elinden uçtu. önüme düştü. nikoli yine takibe başladı. bütün vücudumu en büyük titreme asıl şimdi aldı, desti raşenakimle kağıdı açtım. avuç kadar bir varakpare. üzerinde kurşun kalemle şu sözler muharrer: beyim! sizden firarım gözyaşlarımı göstermemek içindi. mademki geçen hafta bu kayda riayet etmedim, mademki istirhamınız emir, emriniz cebirdir. o halde, el emrü fevka'ledeb. zevceniz bedia arabalarımız toz, zihnim bir hevayı inbisat içinde yine uçuyorduk. el emrü fevka'ledeb' ne demektir? ben bu cümlei arabiyyenin mealini tefsire, bununla bana anlatmak istediği maksadı intikale uğraştıkça her tarafımı ihata eden hevayı meserreti ciğerlerim cezb ü defden aciz kalıyor, sevinçten boğulur gibi oluyordum. demek ben kendisine ne emredersem onu yapacak! zevcemdeki bu tagayyüri hissiyyat anlaşılacak şey değil. bu an meserrette artık bu ciheti muhakeme edemem. ona vakit yok. şimdi ben ne emredeyim? sakın bu mutavaat da sahte olmasın? neticesinde bir dubara çıkmasın? o gün elimden kurtulmak için tertip edilmiş bir saniaya uğramayayım? of ben ne vicdansız adamım. zavallı zevcem, samimiyyeti hissiyyatını müfessir elime bir senet verdi de ben hala aleyhinde şüpheden, tereddütten, suizandan kendimi alamıyorum. piyasayı geçtik. köyü de arkamızda bıraktık. ileriye gidiyor, yürüyoruz. etrafımız tenhalaştı. bedia arabasından başını uzattı, bana hitaben: desti raşenak: titreyen el hevayı inbisat: ferahlık havası tagayyüri hissiyyat: hissiyat değişikliği emriniz! dedi. ben: estağfurullah, emrim değil, teklifim ilk ricada kabul buyurulduğu için şekli istirhamını muhafaza etmiştir. binaenaleyh tazarruum sizinle görüşmektir. cendere yolu üzerinde tenha bir mevkie kadar gidelim. öyle ise arabanız öne düşsün. o mevkii münasibi siz tayin buyurunuz. nikoli'ye sür! dedim. biz öne çıktık. gidiyoruz. gönlüm bir türlü bedia'nın bu muamelesindeki ciddiyete inanmak istemiyor. acaba beni aldatıp dönüverecek mi havfıyla arabamın penceresinden her dakika öteki arabayı tarassuttan kendimi alamıyorum. bir hayli daha gittik. bu son şüphemden de nedamet ettim. çünkü öbür araba bizimkini takipten bir hatve inhiraf etmiyordu. uzakta yol üzerinde büyük bir çınar ağacı gördüm. yeşil yapraklı dallarını uzatmış ziri sakında mefruş pürtaravet çemenzara sebzeyn sayeler yağdıran bir şemsiye gibi duruyor. bir şitayı velveleengiz geçirdikten sonra o bahar ile taze bir devri inkişafa giren gönüllerimizin teatii esrarı için kaliçesi zümrüdi, sakfı yeşil bu ilticagahı sevdayı münasip gördüm. işte asıl zifafı kulubümüz orada vuku bulacaktı. bu ağaca yüz elli metrelik mesafede arabaları durduttum. arabadan indim. bedia da sıçradı, indi. elinde pliyan' denilen açılır kapanır küçük bir iskemle ile halayık da çıktı. kızın elinden iskemleyi alarak: iskemlenizi taşıyacak bir köleniz var iken kalfayı beyhudeyormayınız. müsaadenizle o arabada otursun. dedim. zevcem gülerek: hatve: adım ziri sak: gövdenin altı şitayı velveleengiz: velveleler koparan, fırtınalı kış teatii esrar: sır alıp verme emir sizindir. halayık bana bir mahcubiyyeti istiğrabkarane ile bakarak biraz kızardı. tekrar arabaya girdi. arabacılara birbiriyle barışmaları şartıyla orada durmalarını bittenbih biz mevkii müntehabımıza doğru yürümeye başladık. zevcem o gün yakası beyaz işlemeli açık eflatun bir ferace giymiş, şemsiye beyaz, eldivenlikler beyaz, elbise beyaz, iskarpinler beyaz. başında hotoz yok. sırma ile ipekten mahluk zannolunan saçlarını son moda kuaförüne refikaten alnından bir iklili zerrin gibi kapatarak bu kabarıklığı tezyit ede ede hemen enseye indirmiş, tatlı bir çıkıntı ile biraz yukarıya toplayıp iliştirmiş. o şekildeki derbederlikle intizam beyninde bu tezeyyün. sanki bir desti perii mevhum bir şane ile orasına burasına dokunup kabartmış. sonra da yaşmak, o gümrah sarı saçların, o güzel simanın güya enzardan muhafazası için üzerlerine varmış yokmuş denecek hafif bir pare çekmiş fakat şeffafiyetiyle perdei mahremiyyete almak istediği o çehreye nükteaşub bir letafeti diger vermiş. bedia keten etekliğini çayırların üzerinde sürükleye sürükleye, beyaz ipek dantela şemsiyesinin uzun sapına dayana dayana, barışmaya hazırlanan bir kadının mültefitane somurtkanlıklarıyla bana sitemli nazarlar fırlatarak yürüyordu. fartı halecandan ben söyleyecek bir söz bulamıyordum. simasına arız olan pembelikten, gözlerinin bakışından, bazen adımlarını şaşırır gibi yürümesinden onun da aynı hali teessürde olduğunu anlıyordum. yalnız dillerimiz söylemiyor fakat esnayı meşyimizdeki her tavır ve hareketimiz yekdiğerimize lisanın ifhamdan aciz olduğu razı derunumuzu, dakayıkı hissiyyemizi daha vuzuhla anlatıyordu. işte böyle bilatekellüm yürüye yürüye bir sükutı manidarla ağacın altına geldik. elimdeki iskemleyi zevcem isterse arkasını ağaca dayayabilecek bir noktaya koydum: mahcubiyyeti istiğrabkarane: garip bir mahcubiyet mevkii müntehab: seçilen yer şane: tarak esnayı meşy: yürüyüş esnası bilatekellüm: konuşmaksızın buyurunuz dedim. ya siz? sualini ibraz etti. beni düşünmeyiniz. ben şöyle karşınıza çayırlığa otururum. yere oturmamda hiç beis yok. zaten nereye bastığımı, nerede bulunduğumu bilmiyorum ki! keşke arabanın döşemesini getirteydik. yok. yok. buna katan lüzum yok. bedia çok yol yürümüş de kesilmiş gibi bir işmizaz, nazarfirib bir kırıtma ile iskemlesine oturdu. ben de karşısına yerleştim. bir müddet birbirimize bakındık. aylardan beri gece rüyamı, gündüz nazarı hülyamı işgal eden bu perestei ruhuma şiddeti meftunanesi tarif olunmaz bir nazarı iştiyakla bakıyor, gözlerimi bir saniye yüzünden ayırmak istemiyordum. talihim onu bana kısmet etmek gibi böyle bir lütufta bulunmuş, ben bu semahati kaderime karşı ne azim küfran ile mukabele etmişim. bu lutfı naşinaslığım yalnız kaderime karşı mı vaki oldu? karşımda duran meleği ne ağıza alınmaz rezail ile itham ettim. daha yarım saat evvel zihnen rakibi muhayyelimle düello ediyor, onu bir taraftan zuhur ediverecek havfıyla lerzan oluyordum. hiç öyle bir şahsın vücudu olaydı, bedia, kağıthane'nin o kalabalığı içinden ayrılıp benimle buralara kadar gelir miydi? onun nazarı takibinden kurtulması kabil olabilir miydi? hayırsız, vicdansız addettiği benim gibi bir zevcin emri hodseranesine tabiyet için kendisini onun nazarı muhabbetinden iskat edecek böyle bir harekete elbette cüret etmezdi. nezaketten ari, tehdidamiz bir mektubun üzerine aramızda o güne kadar hüküm süren adaveti bertaraf ederek bu gelişiyle bedia hem beni ihya hem de aleyhindeki suizannımın külliyen biesas olduğunu ispat etti. zevcem nazarımda artık katiyyen tebriye işmizaz: titreme perestei ruh: ruhun taptığı şiddeti meftunane: meftunluk şiddeti lutfı naşinaslık: lütuf bilmemezlik adavet: düşmanlık etmişti. o güzel yüzüne mütehassırane bakarken ithamatım aklıma geliyor, kendi kendime utanıyor, bu suizanlarımdan şimdiye kadar kendine bir şey sezdirmemiş olduğumu düşünerek biraz bununla müteselli oluyordum. en evvel söze zevcem başladı. o lacivert hadikaları içinde hülyayı sevdama vasi ufuklar keşfettiğim semavi gözlerini çayırın bir noktasına dikerek dalgın dalgın dedi ki: beyefendi! bugün böyle görüşeceğimizi rüyada görsem hayrayormazdım. heyhat! yine de hayrayormuyorum ya! emrinize ademi itaate kendimde kuvvet bulamadım. işte böyle oldu. bedia'nın bu ilk sözlerinden, içinde bulunduğum o rüyayı saadetin bidarı menhusunu keşfeder gibi olarak bir lerzişi nevmid ile: hala mı bu sitemler? bu yevmi mülakat benim için hayata, hem o eski bildiğim kasvetli hayata değil, lezaizine doyamayacağım bir alemi safaya ikinci geliş gibi oldu. of, anlatamıyorum dilim dolaşıyor. eski hayatım hayat değilmiş, ben kendimi bugün doğdum zannediyorum. hissiyatımızdaki mübayeneti kadime hala berdevam mı? bu ruzı mesudu siz niçin hayırlı addetmiyorsunuz? geçen hafta gözlerinizden nüzulünü gördüğüm gözyaşları kimin içindi? bunların esbabı seyelanını keşifte acaba aldandım mı? eğer aldanmış isem rica ederim bırakınız aldanayım. ilelebet böyle aldanmış kalayım. müthiş bir hakikate kesbi vukufla bundan sonraki hayatımı zehirlenmiş görmedense bu aldanış benim için pek tatlıdır. kaşlarını çattı. düşündü. muhteriz bir seda ile dedi ki: beyim! muhakematınız bütün hata! ihtimal ki şimdi cariyenizi biraz seviyorsunuz. bu sevginize sebep de tafsilatını artık kale almak istemediğim leylei zifafımızdan beri geçen eyyam oldu. o gece siz beni sevmemiş yahut ilk tesadüf edilen bir kadın ne kadarcık bir nazarı rağbetle telakki edilebilirse işte öyle bir gözle görmüştünüz. sizi pek az gördüm. fakat tabiatınızı tamamıyla an bidarı menhus: menhus uyanıklık lerzişi nevmid: ümitsiz titreyiş mübayeneti kadime: eski ayrılık ladım. siz sehlü'lhusul muhabbetlerden çabuk usanıyorsunuz. sizin amali sevdaperveranenizi her gün tecdit edecek karşınızda bir istihkamı aşk lazım. gönlünüz hakikatten pek çabuk usanıyor. her zaman güleşecek bir ideal arıyorsunuz. aşkın lezaizi sizin için daima mevhumiyettedir. hakikatle karşı karşıya gelince onun çehresine müddeti medide bakmaktan usanıyor, gide gide bu rüyete tahammül bile getiremiyorsunuz. ayrıldığımız gece ben nazarınızda belki zerre kadar haizi ehemmiyet olmayan bir kadındım. o isyanlarıma biraz hiddet ettiniz. bu hiddetinizi yenmek için diğer kadınlarla teskini arzuya giriştiniz. cüzi bir zamanda onlardan da birer birer bıktınız. karşınızda fetholunmamış yalnız bir kale kaldı. işte o bendim. sonra bütün muhacemei hissiyyat u hülyanız o tarafa döndü. müşkülata tesadüf ettikçe iştiyakınız büyüdü. yavaş yavaş tefekküratı sevdanızda ben bir ideal halini aldım. işte şimdi bundan dolayı hastasınız. bu hastalığınızı muhabbet zannediyorsunuz. bu ideal de şekli hakikate girince nazarınızda şimdiki şaşaasını kaybedecek, sonra sonra ötekiler gibi rüyetine tahammül getirilmez müziç bir suret alacaktır. bugün lezaizine doyulmaz bir alemi safaya doğmuş olduğunuzu söylüyorsunuz. buna inanırım, doğrudur. bu yevmi mülakat, hayatınız içindeki en mesut günlerinizden biridir. fakat siz de şuna inanınız ki bu lezzet, bu sefa, bu saadet devam etmeyecektir. pek cüzi bir zaman sonra gönlünüz diğer bir idealin, meshurun mehasini olacak. sonra zavallı ben. kırılmış, yıkılmış diğer oyuncaklarınızın yanına atılacağım. ilk geceden bu hakikati keşfettiğim için. sözü kesti. alt tarafını itmama atılarak dedim ki: keşfettiğiniz için elimden o suretle halası münasip gördünüz. emelinizde de muvaffak oldunuz. şüphe yok. sehlü'lhusul: elde edilmesi kolay amali sevdaperverane: sevdaperverane emeller muhacemei hissiyat ve hülya: hissiyat ve hülya hücumları itmam: tamamlama şu saatte şüphe olmayan bir şey varsa o da benim size olan muhabbetimdir. türlü endişe içinde bunu siz de itiraf ediyorsunuz. siz şimdi aşkın sureti umumiyye tabirime müsaade buyurunuz. belki de adiyesinden bahsettiniz. evet doğrudur. hemen herkes için aşk denilen şey böyle başlar böyle biter. bu nazariyenin bazı müstesnaları da olabilir, sizin bu şiddetli nazarı muhakeme ve tedkikiniz önünde amali desise edilemeyeceğini işte görüyorum. hasta kalbimi mahir bir cerrahın neşteri ameliyatına açar gibi size şekli hakikisiyle göstereceğim. fakat tedavisinde siz de diriği lutf etmeyeceksiniz. evet bedia hanımefendi. ne mertebe canım acısa bağırmayacağım, şikayet etmeyeceğim. neşteri tedavinizi yüreğimin en derin ecvafına kadar sokunuz. oralarda müterakim müfsidi hayat, hunı marazı akıtınız. bu ameliyatınız ne kadar sürerse sürsün tahammül edeceğim. of demeyeceğim. yalnız sizden bir ricam var, beni öldürmeyiniz. bu gönül tababetindeki bütün hazakatinizi gösteriniz. siz olmasanız hayatın nazarımda ehemmiyeti yok. hayatı isteyişim onu ancak sizinle geçirmek içindir. işte size bu safveti tıflane ile esrarı kalbiyyemi söylüyorum. her şeyi itiraf ediyorum. hakkımdaki muhakematınız bütün doğru. işte ben öyleyim. dediğiniz gibiyim. bu marazdan valideynim beni kurtarmaya uğraştılar. ben kendi kendimi de tedaviye gayret ettim. muvaffakiyyeti halas kabil olmadı. bir kadını üç aydan ziyade sevemezdim. fakat bakınız kaç ay oldu sizi seviyorum. hem de nasıl sevmek. ateşi muhabbetim her günün müruruyla birkaç misli tezayüt ediyor. bu şiddetin saniyeden saniyeye izdiyadını hissediyorum. bedia amik bir nazarı tefekkürle gözlerini dağlara ufuklara doğru dikti. artık cevap vermiyor, beni endişeye düşürecek bir çatkınlıkla düşünüyordu. birkaç dakika bekledim. bir cevap alamayınca tahammül edemedim. nerede bulunduğumuzu unutarak beyaz eldivenlikli ellerinden yakaladım. gözyaşlarımı feracesine serperek: nasıl bir uçurumun kenarında bulunduğumu söyledim. bu mezarı aşka beni bir tepme ile atıp da geçivermezsiniz değil mi? amali desise: hile diriği lut lütuf esirgeme onun da halecanı arttı. ondan da hazin hazin kataratı teessür seyelana başladı. gözlerimi gözlerine dikerek sordum ki: bir habbesi uğruna bütün hunı hayatı isara hazır olduğum bu elmaspareler kimin için dökülüyor. bunların sebebi nüzulü nedir? onu söyle, saadet yahut felaketi hayatım biliniz bu bir sözle taayyün eder. bedia irat ettiğim suale diğer bir noktadan cevap vererek: peki beyefendi peki. meyus olmayınız, sizi kurtarmak için kendimi feda edeceğim. siz halas olacaksınız, ben mahvolacağım. buna mukabil de sizden hiçbir fedakarlık talep etmeyeceğim. maksadınızı anlayamadım. durunuz izah edeyim. duvağımı açtığınız gece siz firaşı meserretinize mahkum üçüncü bir kız karşısında bulunuyordunuz. bense ömrümde ilk defa olarak henüz tanımadığım bir erkeğe yüzü açık görünüyordum. sizi görünce gönlümde öyle bir mukaddimei muhabbet galeyana başladı ki birkaç gün beraber yaşasak ve bütün bütün esiri sevdanız olup kalacağımı anladım. evet gönlümde size karşı işte o kadar büyük bir istidadı irtibat hissettim. lisanınız beni iğfale uğraşıyor fakat gözleriniz muvakkat bir arzuyla parlıyor, sözlerinizin samimi olmadığını anlatıyordu. ben o zaman kendimi iki tehlike arasında gördüm. birinci tehlike, tahtı zevciyyetinizde kalıp kısa bir müddet geçireceğim mesudane ömürden sonra bir kuşei nisyana atılmak, bıkılmak, müteakiben de bir iftirakı ebediye uğramaktı. seven bir kadın için sevilmemek kadar dünyada bedbahtlık olur mu? bu felaketten kurtulmak ancak bir tedbir ile kabildi. o da bir yolunu bulup hanenize bir daha avdet edemeyecek surette kendimi oradan kovdurmaktı. ikinci tehlike de işte kendini burada gösteriyordu. avdetimi derecei istihaleye getirecek bir gürültü ile konağınızdan bir kere çıktıktan sonra ya gönlüm sizi sevmekte devam ederse? ya sevdama meram anlatamazsam? o zaman halim ne olacaktı? fakat bu ikinci tehlikeyi birincisine nispe kataratı teessür: üzüntü damlaları istidadı irtibat: bağlanma eğilimi derecei istihale: istihale derecesi, imkansızlık derecesi ten hafif buldum. sizi unutabileceğime o zaman yüzde elli ihtimal veriyordum. işte bu hatamı anlayamayarak ikinci tehlikeyi tercih ettim. meğer aldanıyormuşum. ilk eyyamı iftirakım o kadar meyusane değildi. nasıl oldu bilemiyordum, anlayamıyordum, mücrim ihtirakını ehemmiyetsiz zanneylediğim o kıvılcım kalbimdeki narı şiddetini gittikçe tevsi etti. sizi unutabilirim vehmiyle ihtiyar ettiğim bu ikinci suret büsbütün harabıma sebep oldu. gide gide o hale geldim ki gözümde bütün cihan sizden ibaret oldu kaldı. artık hiçbir şeyi göremez, daima sizi düşünür oldum. size hasrı tefekkür ede ede hayatım adeta medit bir rüya halini aldı. bu rüyada kendimi de bilmiyor, yalnız sizinle uğraşıyordum. ah bedia, artık yetişir. yetişir. tıpkı benim halim. tıpkı benim çektiklerim. benim uğradığım teellümatı güya bir müessiri manevi, aynı aynına, noktası noktasına sana da çektirmiş. bu teşabühi hissiyyata şaştım. burada ikimizin gözyaşı birbirine karıştı. sevinçten mecnuna dönerek dedim ki: böyle sokak ortası demek olan çayırlıklarda, ağaç altlarında iki yabancı gibi söyleşip ağlaşmayalım. haydi evimize gidelim. dur beyim dur, daha bitirmedim. bilmeye bilmeye hissiyyatı muztaribane alamı mütehassiranemizde bu müşahebet hasıl olmuş. bu hakikat işte birimiz beyanı teellüm ederken diğerinin suzişi derununu takrir eder gibi meydana koyduğu mutabakatı hissiyye ile sabit oluyor. fakat beyim bu müşabeheti tamme içinde yine aramızda büyük bir fark vardır. müsaade buyurunuz onu teşrih edeyim. sizin bana olan muhabbetiniz muvakkat, benimki ise müebbettir. beynimizdeki fark bu. pek küçük. pek büyük değil mi? ben de söze atıldım. bedia katiyyet beyan eder bir işaretle lakırtımı kesti. yine kendisi devam ederek: hasrı tefekkür: düşünce hasretme, düşünme teşabühi hissiyyat: hissiyat benzerliği müşabeheti tamme: tam benzerlik bugünkü niyetiniz beni müebbeden sevmektir. onu biliyorum. fakat niyet ile fiiliyat arasındaki mesafenin ne kadar sabü'lmürur uzun bir yol olduğunu bilirsiniz. ne güzel şeylere niyet ederiz. lakin bunların cümlesini fiile getirmeye muvaffak olabilir miyiz? aşk hususunda kalben mariz bulunduğunuzu hatta o marazın muhtacı ameliyyat olduğunu deminden anlattınız. mahir bir cerrah arıyorsunuz. bu ameliyatı mahiyyeti icraya bende kabiliyet var zannediyorsunuz. aldanıyorsunuz beyim aldanıyorsunuz. ben sizin cerrahı kalbiniz olamam. kendi hissiyatına mağlup bir kadın, bu ameliyatı bir diğeri üzerinde nasıl icra edebilir? böyle bir ameliyata el uzatacak bir kimsenin evvela kendi kalbi kuvvetli olmalı. binnefs metaneti fevka'lade sahibi bulunmalı. bakınız bende o metanetten eser var mı? geçen hafta size gözyaşlarımı gösterdim. bu hafta da safdilane bütün esrarı derunumu meydana döktüm. üzerinizdeki teessür ve nüfuzı sevdamı tezyit için bugün burada sizi bir çocuk gibi saatlerle ağlatmalı, kendi muhabbetimden size katiyen bahsetmemeliydim. bu itirafım nazarı muhabbetinizdeki kıymeti biraz tenzil etti değil mi? deminden yani bu itirafımdan evvel beni daha ziyade seviyordunuz. çekinmeyiniz, söyleyiniz. bir erkeğe, seni ziyade seviyorum, demek bir kadın için zorla kendi kendini onun nazarı sevdasından düşürmektir. bu bapta tecrübem yok fakat romanlarda böyle okudum. iki muaşık nevumma aynı derde müptela iki hasım demektir. çünkü daima yekdiğerine karşı temini galebeye uğraşırlar. bu cidali muhabbetteki en müessir silah, kalpteki ateşin alevini lüzumundan fazla hasmına göstermemektir. işte görüyorsunuz ki ben sizin mazlum bir sevdazedenizim. her hakikati olduğu gibi söylüyorum. düştüğüm bu girivi sevdanın ne tarafına gitsem bir mahreci halas yok. sizden ayrı yaşasam iştiyakınıza tahammül edemeyeceğim. birleşsek aşkın tarif ettiğim nazariyyei umumiyyesi ahkamınca bir müddet sonra usanılmış bir kadın olacağım. bu iki ciheti de düşündüm. alamı tahassürünüz içinde yaşamaktansa mazlumı sevdanız olmayı tercih ettim. ma sabü'lmürur: geçilmesi, aşılması güç olan girivi sevda: sevda çığlıkları mahreci halas: çıkış noktası, kurtuluş demki bast ettiğim nazariye umumi gibidir, mademki siz de en sevdiği kadından üç dört ayda bıkan erkeklerdensiniz, mademki gönlünüzü bu vefayı biganegi hilkatten çevirmek, müebbeden kendime hasretmek kabil değildir. o halde, of. o halde kendimi sizden bir iftirakı ebedi mahkum etmek lazım gelir. anlıyorum ki bu iftirak benim için yanınızda bulunup da mazlumı aşkınız olmak ızdırabatından daha müessir, daha müthiş olacak, beni daha çabuk öldürecek. artık zevç zevce olarak birlikte yaşayalım, benden usanıncaya kadar beraber geçireceğimiz ömri mesudane velev ki pek kısa olsun, işte o saadet bana müddeti hayatımca kafidir. artık onun yadı huzuzuyla yaşar, uğrayacağım ıztırabatı hırmanı o lezaizin tahatturuyla tahfife uğraşırım. beyim! sizden yalnız bir istirhamım var. kamı sevdanızı aldıktan sonra benden usandığınız, artık nazarınızda iştişmamında buyı lezzet bulunmaz pejmürde bir çiçek halini aldığım zaman eski zevceleriniz gibi bittatlik beni hanenizden tardetmeyiniz. evinizde yanınızda kalayım. isterseniz bir hemşire vazifesiyle yine karınız olayım. üstüme evleniniz. istediğiniz yerde kalınız. arzu ettiğiniz kadını seviniz. ağzımdan bir kelimei muaheze. bir sadayı şikayet. bir sitemi mazlumane çıkmayacaktır. her cefaya tahammül edeceğim. siz kamyab olunuz. ben mazlum kalayım. velev nefsimce mucibi eza olsun, velev huzuzunuzu benden başkalarında arayınız. sizin zevki hayatınızı uzaktan seyretmeyi de kendim için bir nevi bahtiyarlık addetmeye uğraşacağım.sözün burasında naki bey'in çehresi ateş kesildi. başını iki eli arasına aldı. şedit hafakanlarla bütün vücudu sarsıla sarsıla ağlıyordu. bir müddet sonra başını kaldırdı. seyelanı dümuundan ıslanmış çehresini mendiliyle silerek: birader, iki yudum limonata lütfediniz, boğulacağım. dedi. limonatayı verdim. ağır ağır üç dört yudum içti. bardağı iade ettiği esnadaki bakışından korktum. ayağa kalktı: vefayı biganegi: vefasızlık kelimei muaheze: tenkit edici söz bir parça hava. bir parça hava. nefes alamıyor gibiyim. mırıltılarıyla biraz gezindi. bedia'nın o sözlerinde bu derece mucibi teessür olacak bir şey göremediğim için bir nazarı istiğrabla naki bey'e bakıyordum. sureti nazarımdan sebebi istiğrabımı anlayarak: beyim! kulubı beşeriyyeyi teşhiste ne derece keskin bir nazarı tedkike malik olsanız bu noktada sanatınız para etmez. romancılık, zevcemin şu ifadatı zımnından çıkacak hakayıkı müdhişeyi keşiften acizdir. insan aldatmak için bu derece istidadı fıtri ile doğmuş bir kadın tasavvur edemezsiniz. zevcemin bu sözlerine şimdi dikkat ediniz, sonra göreceğiniz ahval ile bunları mukayese buyurunuz. ne demek istediğimi o zaman anlarsınız. naki bey yine koltuğa oturarak hikayesine başladı. şu ahvale nazaran insan ne yolda muhakemede bulunur, şöyle düşünür değil mi: demek biz zevç zevce ilk geceden yekdiğerimizi sevmişiz. fakat bunun farkında olamamışız. ikimizde de fevkalade bir gururı nefs varmış. gelin, bana kendini dirhem dirhem satmak istemiş. ben yalnız cali pozlarla onu avutmaya uğraşmışım. hakikatte kendisini bir paraya almak istememişim. gelin bunun farkına varmış, istiğnasını hakaret derecesine vardırmış. ben de o hakarete mukabeleden geri durmamışım. o sureti acibede müfarakatımızdan sonra her ikimizin hayali yekdiğerimizin kalbinde canrüba birer şekil almış. günler geçtikçe bu sevda, bu iştiyakımız büyümüş. nihayet alev saçağı sarmış. benim gönlümde o, onun gönlünde ben. artık bütün dünya nazarımızda mefkut halini almış. cihan bize görünmez olmuş. şiddetine tahammül olunmaz bir ateşi tahassür içindeyken yekdiğerimize tesadüf etmişiz. artık gururı nefs falan bir tarafa kalmış. gözyaşlarımızla birbirimize hakikati anlatmışız. görünüşte hakikatı hal bundan ibaret. o gün bedia ile mazinin bu acı eyyamından badema bahsetmemeye karar verdik. o gece ben zevcemin hanesine gittim. kayınpeder kayınva nazarı istiğrab: şaşkın, garip bakış istidadı fıtri: yaradılıştan kabiliyet badema: bundan sonra lidemle nasıl barıştığımızı artık burada bertafsil anlatamayacağım. sonra hikayem üç gecede bitmez. üç gün sonra bedia'yı bize getirdim. peder ve validem, onlar da maziyi unuttular. gelinlerini fevkalade bir ruyı beşaşet, izzet ü ikramla kabul ettiler. iki aile beyninde peyda olan fartı meveddet her türlü tahminin fevkindeydi. zevcemle altı ay kadar o derece bahtiyarane bir ömür geçirdim ki hayattan aldığım lezzetin işte bu altı aydan ibaret olduğunu iddia edebilirim. meğer bediasız geçen diğer sinini ömrüm hayat değilmiş. meğer mesudane yaşamak için insana ruhı istinas bir refika lazımmış. bedia, nazarımda refika da değil, adeta ruhı nefsani hükmünü aldı. kendini altı yedi saat görmesem o saati tahassürün her biri bana birer mahı iştiyak kadar medit gelirdi. bir yerde duramaz, haneme koşardım. ayak sesimi duyunca hemen beni beşuş, mültefit bir çehre ile merdivenlerden istikbal eder, koltuğuma girer, odaya götürür. letafetine doyamadığım o ruhnevaz tebessümleriyle ekseriya ilk sözü şöyle olur: bey. bir kabahat, büyük küstahlık ettim. beni affedecek misiniz? haydi çabuk söyle çabuk. evvela af vadet ben de cürmümü söyleyim. ah güzelim, bu lüzumsuz vaadi niçin istiyorsun? acaba senin hangi hareketin nazarımda kabahatten madut olabilir? olabilir ya! bey, sevdiğiniz sofadaki o kanaryayı bugün okşarken mesela elimden kaçırıvermiş olsam sonra da kedi kapsa, bu kabahat sayılmaz mı? sayılmaz. böyle bir kaza vuku bulmuş olsa o küçük sarı mahlukun kedi pençesinde sureti helakine dair bu gece birlikte bir mersiye nazmederiz. işte teessürümüz bundan ibaret olur. mahzun olma beyim, kanaryana dokunmadım. o şimdi tüneği üzerinde pinekleyip oturuyor. galiba yarın sabah bize okuyacağı ruyı beşaşet: güler yüzlülük, güler yüz gösterme fartı meveddet: sevginin fazlalığı sinini ömr: ömrün yılları bestelerin notasını tertip ediyor. kanaryadan ziyade sevdiğin bir şeye dokundum. neye? oof. o kadar yüreğin oynamasın. işte. der, önüme bir deste kağıt getirir. va'di afv istediği kabahati nedir bilir misiniz? yarım bıraktığım birkaç şiiri itmam etmiş. ilave ettiği mısralar benimkilerden parlak. birlikte onları okuruz. yazdığım mısralardan yazacaklarımdaki fikirlerime bilintikal nazmettiği hissiyyatı rakikaya hayrette kalırım. sonra boynuma sarılarak sorar: nasıl, beğendin mi? senin de söylemek istediklerin bunlar değil miydi? beyciğim, emin olun! bir doktor ikimizin de nabzını muayene etse kalplerimizin hemahengi daraban olduğunu anlar. bir rubı saniye ne ileri ne geri. bütün ihtizazatı vücudum yedi kudretle senin arzuların üzerine ayar edilmiş zihayat bir saat gibi son saniyesine kadar böyle işleyecektir. düşündüklerini işte bunun için derhal hissediyorum. müşaaremiz, bir erkeği fartı huzuzdan çıldırtacak latifelerle hitam bulur. o gün okuduğu fransızca romanlardan benim için intihap ettiği sahifelerin kıraatine nöbet gelir. muharririn tasvire uğraştığı hissiyyatı rakikayı sedasıyla noktası noktasına canlandırarak okur, beni teheyyüç içinde bırakır. hep bu parçalar mazlumiyyeti nisvana ait akşamdan intihap edilmiştir. zevcesine ihanet eden kocaların ahvali riyakaranelerini, karılarını bir habı iğfal içinde bulundurmak için akşam sabah söyledikleri yalanları okurken benzi sararır, ihtizazı sadası artar. baygın baygın yüzüme bakarak: ah bu erkekler. ah bu erkekler. serzenişiyle beni yukarıdan aşağıya kadar süzer. diğer erkeklerin mayubiyyeti hıyanetleri tamamıyla bana raci imiş gibi karşısında suçluya döner, bilintikal: naklederek hissiyyatı rakika: ince hisler müşaare: karşılıklı şiir söyleme mayubiyyeti hıyanet: hıyanetin ayıbı mahcup olur, titrerim. bu ithamatına karşı nevi ricali müdafaaya kalkışmak hiç uymaz. derhal: mensup olduğun nevi elbette müdafaa edersin. çünkü sen de onlardan birisin. tekdiri hazırdır. böyle beni biraz üzer, sonra piyanonun başına geçer. sizi üzdüm. durunuz, biraz da eğlendireyim. latifesiyle rossini, schubert, Wagner, verdi, gounod, offenbach, massenet gibi eski yeni avrupa esatizei musikiyyesinin en müheyyici ruh havalarını kendi taganniyyatı samianevazıyla karıştırarak çalar, o zaman ben şairlikten çıkar, serapa sünuhat kesilirim. kendimi beyne'ssema ve'larz perran bulurum, ebkarı efkar, vezinler, kafiyeler nevin tabirler gümrahı tecelliyat gibi her tarafımdan yağar. bu saadeti hayatım altı ay kadar devam etti. sonra yavaş yavaş hava değişti. ufkı imtizacımızda ufak tefek sahibi tekeddür peyda olmaya başladı. fırtına mukaddematı, bedia'da bir iç sıkıntısıyla runüma oldu. artık eski neşesi kalmadı. eve gelirim, kendini daima mahzun, meyus, mütefekkir bulurum. kendine bir sual irat edilmeyince söz söylemez, en uzun suallere en kısa cevaplar verir, hemen bahsi kapatmak ister, iltifat edilse hakaret telakki eder, hakkında edilen her muameleyi sui tefsire yol arar, söylediğim sözlerden hilafı maksad bin türlü mana çıkarır. ne yapsam kendine fena gelir. yaranmak için ihtiyar ettiğim fedakarlıkların hiçbiri gözüne görünmez. hasılı o şen, o şatır, o nazik zevce bambaşka bir kadın oldu. en sevdiği kitaplar artık bir tarafa atıldı. iç sıkıntısına bir deva bulmak ümidiyle bazen bunlardan birini ele alır, çatkın müthiş bir çehre ile birkaç sahifesine göz gezdirir, hangi eser olursa olsun beğenmez, yumruklarını sıkarak muharririne tan eder: esatizei musikiyye: musiki üstatları müheyyici ruh: ruhu heyecana getiren taganniyyatı samianevaz: kendi tegannisiyle beyne'ssema ve'larz: yerle gök arasında runüma olmak: baş göstermek, ortaya çıkmak tan: yerme, kınama of, bu ahlaksız muharrirler! para kazanmak için her yaveyi rengi hakikate sokmak isteyen bu herzegular. bakınız bakınız cemiyyeti medeniyye içinde vücudu olmayan ne saadetler tasvir ediyorlar? birkaç para derceyb etmek maksadıyla mevhumata vücut vermeye uğraşırlar. ya doğruyu yazsalar kimse okumaz. hakikat acı, yalan tatlıdır. herkesin ağzına birer parmak bal çalmak, paralarını inek gibi sağmak. işte bütün marifeti edebiyye, onlarca sırrı tahrir bundan ibaret. bak şu eblehfirib muharrire! insanlara dair olan müşahedatı nikbinanesini haddi hakikatten ne kadar aşırıyor. tasvir olunan şu karı kocayı, bu aşık maşuku bir kere okuyunuz. on sene birlikte muammer olmuşlar. birbirini hiç aldatmamışlar. bir kere olsun gücendirmemişler. herifin hariçte gönlüne vasıtai telezzüz arayacak kadar ya aklı yokmuş ya parası. orasını müellif bey pek söze katmıyor. sonra kadın teverrümen vefat etmiş. hiç böyle sefasından teverrüm edeni de görmedim. öyle ahmak bir kocaya malik olduktan sonra niçin vefat edersinbudala karı! en gülünç yeri de işte şurası: zevceyi sadıkası lahdi güzini istirahat olduktan sonra bu nalegah hayatta eşsiz kumru gibi tek kalan zevç aylarla ağlamış! aman ne tatsız yalanlar! ikinci teehhülden iba etmiş. tezevvüci saniyeden bu yılgınlığı herifin ilk karısından fartı memnuniyyete mi artık neye delalet eder orasını bilemem? ömrün böyle ah of ile geçiyor, sana yazık değil mi, evlensene. diyenlere zevcei merhumesinin mezarını işaret ederek o taşı bana tenkih edecek bir imam bulursanız evlenirim. cevabını verirmiş. mezar taşının bir insana akdine cesaret edecek bir imam bulunmamış. birkaç zaman sonra bu zevci firkatzede sizler baki yürümüş, götürmüşler merhumenin yanına yatırmışlar. şairin biri kalemini keskince yontmuş. bir hokkanın içine ağlamış ağlamış gözyaşı biriktirmiş, kaç dirhem ağlamış ona dair sarahat yok. hamei gamginini bu eşki teessüre batırmış, müşahedatı nikbinane: iyimser görüşler teverrümen: verem olarak tenkih: nikahlama zevci firkatzede: ayrı düşmüş zevç hamei gamgin: gamla dolu kalem fartı saadetten teverrüm eden zevce ile onu ağlaya ağlaya takipte çok teehhür etmeyen zevcin, bu iki firkatzedenin vefatları hakkında feci bir tarih nazmetmiş. şair elbette o gözyaşları içine biraz da mürekkep karıştırmış olmalı ki bu dümuı ye's tebahhur ettikten sonra hattat celi hatta almak, taşçı sathı hareye hakketmek için birkaç söz bulabilmişler. istihzalarıyla elinden kitabı odanın bir köşesine fırlatır. manalı manalı yüzüme bakarak: sevgili beyim! ben de böyle lezzeti muhabbetimizle fartı safadan teverrüm ettiğim zaman makberi garibanemde cariyenizi yalnız bırakmamak için vuku bulacak takibi müstacelenizden sonra hakkımızda gözyaşıyla bir tarihi vefatkeşide kilki nazm edecek elbette budala bir şair bulunur değil mi? sonra asabi bir kahkaha koparır, bu kahkahalar hayli devam eder gözlerini yüzüme dikerek! böyle mezara kadar devam eden muhabbetler de iyi değildir. vefatımdan sonra beni takipte siz o kadar acele etmeyiniz. benden mahlul kalacak muhabbetinizi diğer bir kadının gönlüne defnediniz. sonra iki haneli bir istatistik cetveli tutunuz. bu hanelerden birine müteveffiye zevcelerinizin adedi makabirini, diğerine de onların muhallefatı sevdalarıyla yeniden yeni zaferyabı muhabbetleri olacağınız bahtiyaran nisvanın isimlerini kayıt buyurunuz. gönül ticaretiyle meşgul bulunduğunuz için ticarethanei kalbinizin medhulat medfuatını bilmeniz faydadan hali değildir. vakıa bu usuli ticaretin muhabbete tatbiki şairane olmazsa da siz bu hususı mühimmi fanileştirmiş olursunuz. bu serzenişler saatlerle sürer, o gün için sarf edilecek başka zehirli söz bulamayınca bu sitemlerin tecdidi sünuhatı için piyanonun önüne geçer: size bir ölü havası çalayım. iyi dinleyiniz. işte napoleon'un cenaze marşı. onun kişverküşalıktaki şöhreti hemen zatıalinizin fethi kulubı nisvandaki sıytınıza takarrüp etmişti. dümuı ye'. yeis gözyaşı tarihi vefatkeşide: vefat tarihi yazma tecdidi sünuhat: akla gelenlerin tecdidi nazik parmakları aheste aheste perdelerin üzerinde seyrederken hazin sedasıyla taganniye başlar. bulunduğumuz odanın havası ihtizazatı rikkat içinde kalır. döner yüzüme bakar, çeşmanından meleklere reşkaverii letafet olacak bir masumiyetle katre katre sirişk döküldüğünü görürüm. piyanonun refakati nalişiyle çıkan bu nagamatı hazinane birdenbire yükselir. gürler. acı feryatlara tahavvül eder. nihayet piyanonun perdeleri üzerine birkaç yumruk indirir, kendi de nim bihuş bir halde bir tarafa serpilir, adeta sayıklamaya başlar. bu çılgınlıkların sebebini ben değil doktorlar bile anlayamadılar. kimi histeri kimi nemfomani dedi. esas illet ne olduğunu ben sonra anladım ama bu anlayışım bana pek pahalı oturdu. hakikati maraza neticei vukufumda aynen o hastalıkla ben de malul oldum. ne kadar müthiş bir illet olduğunu binnefs çekerek anladım. ara sıra bu acip marazına itidal gelir, o zaman özürler serdeder, benden aflar diler. o müthiş hallere bana olan şiddeti muhabbeti sevkiyle düştüğünü söyler. ehassı emeli beni üzmemek olduğu halde ne gibi bir tesiri şedidle kendi kendine buyuramayarak ihtiyarı haricinde bu taşkınlıklara cüret ettiğine kendi de mütehayyir bulunduğunu, beni rahatsız etmemeye niyet ettikçe bu tasmimi hilafına gönlünde peyda olan galeyana ne mana vereceğini bir türlü bilemediğini anlatır. hep bu ifadatı içinde eski zevcelerime dair zarifane ihamlar vardır. onların uğradıkları akıbeti vahime göz önünde durdukça benden bir saadeti müstakbele beklemekten nevmid kaldığını, işte bundan dolayı o asabilik hallerine giriftar olduğunu üstü kapalı sitemlerle ifham eder, kendini mazlum, beni zalim gösterir. birkaç gün geçer, çılgınlığı yine artar. artık o zaman ihama, zarafete lüzum görmez, alçaklığımı açıktan açığa yüzüme vurur. ihtizazatı rikkat: rikkat ihtizazları reşkaverii letafet: güzellikte gıpta edilme ehassı emel: başlıca istek bedia'nın tedavisine iki üç doktor tayin ettik. ne yaptı? nasıl etti? bilmiyorum. doktorların damarlarına girdi. bir gün bunlar bana dediler ki: zevceniz hanımefendinin bu illeti asabiyyeden az vakitte kurtulmasını arzu ediyorsanız odalarınızı ayırmalısınız. istirahate ziyade ihtiyacı vardır. sakın hiçbir arzusuna muhalefet etmeyiniz. istediği gibi hareket etsin, gezsin, yürüsün, eğlensin. o sene erenköyü'nde oturuyoruz. her gün araba hazırlanır, bedia pederinin evinden getirdiği halayığını karşısına alır, çiftehavuzlar, fener, kurbağalıdere, kuşdili, haydarpaşa, çamlıca demez gezer. bazı gün araba vapuruyla üsküdar'dan istanbul'a bile geçer. galiba şişlileri falan döner dolaşır. akşamüstü ya köşke avdet eder yahut istanbul'da pederinin konağında kalır. bu gezintilerden sıhhaten hayli istifade etti. biraz hırçınlığı azaldı. o gezdikçe ben memnun oluyorum. çünkü benim rahatım onun tahaffüfi marazına vabeste. bir buçuk ay kadar böyle gezdi, yürüdü. sonra yine hava değişti. tenezzühten vazgeçti. evvelki elemi asabi eskisinden birkaç misli fazla bir şiddetle baş gösterdi. eski densizliklerine bu defa bir de şakika' yarım baş ağrısı inzimam etti. iki üç günde bir: beyim yine baş ağrım tuttu, pek muzdaribim. ne müziç ağrı, tarif edemem ki! hiç gürültü istemiyor, müsaade et de şöyle kendi kendime bir yere çekileyim. istiğnalarıyla bir odaya kapanır. bazen kırk sekiz saat dışarı çıkmaz, yemek yemez, yanına kimseyi hatta beni bile kabul etmez. kapıyı sürmeler oturur. ciddiyetinden şüphe etmek katan aklıma gelmeyen bu baş ağrısını tedavi için getirmediğim hekim, okutmadığım hoca kalmadı. nihayet bir gün bana şu cevabı verdi: beni tedavi için artık hekim, hoca getirmeyiniz. bu ızdırabatım nefesle, ilaçla geçmez. bana tenhalık, sükun, istirahatı kalbiyye lazım. tahaffüfi maraz: hastalığı hafifletme vabeste: bağlı işte size koca konak, istediğiniz köşesinde tenhaca, sessizce oturabilirsiniz. arzu ettiğiniz vakit alemi vahdetinize çekiliyor, günlerle kapalı oturuyorsunuz. sizin istirahatinizi, huzurı kalbinizi kim ihlal ediyor? odalarımız ayrıldı, siz emretmedikçe yanınıza gelemiyorum. benim yanıma gelmemek zaten sizin canınıza minnet. geliyorum, kabul etmiyor kovuyorsun. bedia bu kadar insafsızlığa vicdanın nasıl kail oluyor? yanıma gelmeye ne ihtiyacınız var? sokakta bin kadın görüyor, eğleniyorsunuz. onların en fenası elbette size bedia'dan, bu hasta, meyus, bedbaht zevcenizden iyi gözükür. bu haksızlığı, bu merhametsizliği bir diğeri söylese vicdanının şediden tekzip etmesi lazım gelen bu iftiraları sana yakıştıramam. seninle barıştığımız günden beri sui nazarla bir yabancı kadının yüzüne baktımsa kahrolayım. ya mukaddemleri? mukaddemleri başka. nasıl başka? seninle birleşmezden evvelki harekatımdan beni nasıl mesul tutabilirsin? niçin tutmayayım? benim mazim birkaç erkeğin şevaibi sevdasıyla lekelenmiş bulunsaydı siz bugün beni mazur görür müydünüz? sen kadınsın bediacığım, bugün öyle bir şeyden zerre kadar şüpheye düşsem mutlak şiddeti ye'simden tecennün ederim. öyle ise tecennünde benim bu kadar teehhür ettiğime şaşınız. maziden bahsetmemeyi kararlaştırmamış mıydık? maziden vazgeçtim, zevciyetimizin halinden, istikbalinden emin değilim. ona ne buyuracaksınız? şevaibi sevda: sevda kusurları, ayıpları tecennün: cinnet geçirme seni bu ademi emniyyete sevk edecek ortada bir sebebi makul var mı? sebebi makul değil. esbabı muknia, delaili celiye, emaratı katiyye var. rica ederim bunlardan birini olsun söyle de denaetime ben de kani olayım. geçen gün valideniz dadı kalfayı beraber alıp mahremane fısıltılarla nereye gittiler? bilmem. pekala bilirsiniz. sizin için görücü gezmeye gittiler. haşa! biçarelere bu kadar büyük iftirada bulunma. peki onu bir tarafa bırakalım. ya beyoğlu'ndaki metresiniz? bedia günahtır. niçin bana acımıyorsun? delaili celiye dediğin şeyler bu mevhumat mıdır? gönlümün fermanferması sensin. eğer orada senden başka bir kadın gölgesi varsa erkeklerin en denisi olayım. yetişir efendim yetişir. hakikaten deni olmasan böyle sahte teminata kalkışacağına itirafı cürm edersin. sende o mertlik nerede? çık dışarıya. işte böyle hakaretle odadan kovulurum. bu hiddet üzerine bedia'nın baş ağrısı tutar, bir hafta yüzünü bana göstermez. ne validemin görücü gittiğinin ne de beyoğlu'ndaki metresimin aslı var. hep bunlar kendi vehminden ibaret. zevcemi çıldırasıya seviyorum. onun bu hırçınlıkları tezayüt ettikçe benim muhabbetim de artıyor. ne hikmet bilmem ki dünya güzelleri bana arzı visal etseler kabule gönlümde inhimak yok. gönlüm tamamıyla bedia'nın meshuru. muhabbetine doyamadım, kana kana bir kam alamadım ki. güya zevç ve zevceyiz. güya bir evdeyiz. tarif kabul etmez esbabı muknia: geçerli sebep delaili celiye: geçerli deliller fermanferma: buyuran deni: alçak inhimak: düşkünlük bir şiddetle bedia'nın mütehassiriyim. bir ev içinde yaşadığım zevcemin iştiyakıyla cayır cayır yanıyorum. nazarı iltifatını, bir küçük nevazişini dileniyorum. yarım saatçik kabuli mazharı olduğum geceler fartı meserretten dünyalar benim oluyor. o kıskançlıktan mütevellit şedaidi hissiyyata düştükçe bana dünyada ağza alınmaz hakaretler ettikçe hep bunları hakkımdaki fartı muhabbetine delaili kaviyye addederek seviniyorum. bazı akşam sokaktan gelirim. lütfen beni odasına kabul eder, karşı karşıya gelir gelmez bir itabı şedidle: gel bakalım buraya gel. gözlerini aç da gözlerimin içine bak. gözlerimi mümkün olduğu kadar açar, bedia'nın gözlerine dikerim. ağlaya ağlaya bağırarak: ilahi naki, bu iki gözün birden çıksın e mi? mahzunane: karıcığım, gözlerim sana ne fenalık etti? onlar çıkarsa sonra ben seni nasıl görebilirim? göremez ol. gözlerim demek sen demeksin iki gözüm, onlara inkisar etme. onlar da çıksın ben de gebereyim. niçin canım? niçin olacak, sen o kör olasıca gözlerinle bugün güzel kadınlara bakmışsın. la havle. neden anladın? çünkü göz bebeklerinde o kahbelerin hala eseri inikasları duruyor. ah, bu ne kadar haksız bir itham? vallahi. şedaidi hissiyyat: hissiyat şiddeti delaili kaviyye: kuvvetli deliller eseri inikas: yansıma, bırakılan izler yemin etme. yemin etme, defol karşımdan. yine karşısından çekilirim. güzel kadınların hadikalarımda eseri inikaslarını bulmuş olmasından, işte bu cinayeti mevhumemden dolayı aleyhimde verilen hükmi ceza iki hafta kendisini bana göstermemek olur. bu tahammül olunmaz muamelatı muhakkiraneyi aylarla çektim. yavaş yavaş zevcemin hırçınlıkları diğer bir devrei itidale girdi. hakaretler azaldı. daha doğrusu bir üslubı nevin zarafete döküldü. yine tahkir ediliyorum fakat evvelki gibi başa kakma değil. oldukça nazikane ihamlarla tekdirlere, tazyiklere uğruyorum. artık bu sefer kalbimi ince iğnelerle kurcalıyor, tahkir etmek nevi değişti. iş zarafete döküldü. ama arada bir, beni dilsiri huzuz ettiği nevazişlerden, iltifatlardan eser kalmadı. evvelleri ayda mayısta bir kerecik olsun merhameten kabuli leyliye mazhar olurdum. bu defa onlar bitti. bana karşı buzdan bir heykel gibi soğuk bulunuyor, külliyen kayıtsız fütursuz görünmek istiyor. onu da pek yapamıyor, arada bir ağzından yine bir acı sitem kaçırarak infialini, teessüri hafisini belli ediyor. zevcemi bir muhabbeti müfrite ile seviyorum. tahammülden başka çare var mı? bahusus hep bu densizlikleri bana olan şiddeti muhabbetinden mütevellit infialatı asarı değil mi? her şeyin ifratı muzırdır. işte aşk ve muhabbetin de öyle fakat ben hala bunda bir mazarrat görmüyorum. zevcemin bu derece teshiri kalbine muvaffakiyetimden dolayı kendi kendimi tebrik ediyor, her hakaretin zımnında kendimce samimi bir iltifat bulup çıkarıyorum. aklamı resmiyyeden birine devam ederim. canım sıkıldıkça on, on beş günde bir defa arkadaşlara kalıp sigarası, mevsimine göre dondurma, çay ikram etmek için kaleme uğrarım. bir gün kalemde oturuyorum. odacı yanıma geldi, kulağıma: muamelatı muhakkirane: tahkir edercesine davranma dilsiri huzuz: hazza doymuş teessüri hafi: gizli teessür dışarıda bir kadın var, biraz sizi görmek istiyor, dedi. böyle kadınların kalemime kadar gelip beni aramaları ne benim ne de odacı için yeni bir vaka değildi. fakat bedia ile barıştıktan sonra hiçbir kadınla alışverişim kalmamış olduğundan eski aşinalarımdan birinin yine tecdidi derdi sevda eylemek fikriyle geldiğine zahip oldum. yüzümü ekşiterek odacıya: benim şimdi kadın madın görmeye vaktim yok. haydi git, işi var' de, sav. emrini verdim. odacı gitti, iki dakika sonra yine gelerek: efendim, pek rica ediyor, adeta ağlıyor. nasıl kadın bu? siyah çarşaflı, yüzü sımsıkı kapalı, lisanı çetrefil bir kadın. beni arayan kadınların cümlesi bülbül gibi şakır takımındandı. bu çetrefili nereden çıktı? dedim. kadını görmeyi merak ettim. odadan dışarı çıktım. baktım, koridorda uzunca boylu siyah çarşaf, gayet kalın siyah peçeli bir kadın duruyor. yanına gittim. biçare kadın besbelli beni çağırtmak için odacıya müracaattan o kadar sıkılmış, utanmış ki terden çarşafının baş tarafı, yüzünün peçesi sırsıklam ıslanmış. beni görünce fartı hicabından kekeleyerek: zatıaliyenizin ismisi naki bey değil mi efem? evet, kulunuzun ismisi naki bey efem. bir emriniz mi var? cariyeniz diş ehiltisi, saçı uzun aklı kısa. lakırtısının kusuruna bakılmaz. emir haddim değilim efem. kulağıma doğru eğilerek gayet mahremane bir seda ile: bizim küçük hanımefendi zatıalinizi görmek merakındadır efem. sizin küçük hanımefendi kim? nazire hanımefendi. nazire hanımefendi! affedersiniz tanıyamadım. aklıma hiç o isimde bir hanım gelmiyor efem. tecdidi derdi sevda: sevda derdini yenileme a bilemedi mi? cariyeniz onun dadısı değil mi? fotin bey'in haremleri. gücenmeyiniz dadı kalfa, bendeniz ne fotin bey'i tanıyorum ne de iskarbin efendi'yi. hele o isimde bir zatın haremi ne nev ayakkabı olması lazım geleceğini tayinde bütün bütün mütehayyirim. affedersiniz efem. bunlar ayakkabı değil. karı koca. öyleyse potin bey'in karısı mutlak galoş hanım olmak lazım gelecek. dadı kalfa ifadei meramdaki bu aczinden dolayı o kadar sıkıldı ki yüzünden akan terler çarşafın omuz kısmına doğru süzülmeye başladı. başına yumruk vurarak: ah, anlatamadı ki. durunuz efem. zatıalinizin zevcesinin ismi bedia hanımefendi değil mi? evet, zevcemin ismi bedia hanım'dır. sizin nazire hanımefendi benim zevcemin bildiği midir? hemide de bildik, hemide de bilmedik. ikisi birbirinin düşmanı. sizin küçükhanım, bizim bedia'nın niçin düşmanı oluyor? a hiç olmaz mı efem! acayip! sebebi? sebebini söylemeye cariyeniz için izin yok efem. onu nazire hanımefendi size anlatacaklardır. beni vehleten bir hiddet aldı. fotin bey'in karısı ne hak ile zevceme düşman oluyor? şu galoş hanım'ı görüp zevceme olan sebebi husumetini anlamak isteyerek sordum ki: nazire hanımefendi benimle nerede ve ne zaman görüşmek istiyor? burada, aşağıki sokakım içinde. şimdi görüşmek istiyorlar efem. ben giderim siz peşime takılınız. peki buyurun, siz gidiniz ben de peşinize takılayım. dadı kalfa yürüdü, ben de takibe başladım. yürürken biçare dadının ayakları dolaşmasından, bana hitabı esnasında zaten çetrefil olan lisanı büsbütün anlaşılmaz bir rekaket peyda etmişti. kıyafetindeki intizam ve mesturiyetinden namuskar, terbiyeli bir aileye mensup, yabancı erkeklerle görüşmeye alışmamış bir kadın olduğu anlaşılıyordu. kendi kendime: hayırdır inşallah, bu da ne demek olacak? dur bakalım? tefekküratıyla yürüyorum. daireden çıktık. bir tenha sokağa saptım. baktım duvarın yanında siyah çarşaflı, kısa boylu, tombalakça bir hanım bize intizaren duruyor. yüzü pek sık bir peçe ile mestur. hututı simasını seçebilmek kabil değil. ayağındaki glase iskarpinlerden, ellerindeki yazlık kurşuni ipek eldivenliklerden, enli siyah ipek dantela sayvanlı şık şemsiyesinden, etekleri ankloş, beli endamına yapışık çarşafının son moda biçiminden, hasılı bütün eşkali hariciyyesinden hanımın genç olduğu anlaşılıyor. yanına yaklaştık. temenna ile bir selam verdim. selamımı almakta birkaç saniye tereddüt gösterdi. nihayet ömründe ilk defa temenna eden bir çocuk gibi şaşkınca, acemice bir temenna ile mukabele etti. bir dakika kadar bekledim. hanımda hiç söz yok. galiba ilk cümleyi bulmak için peçenin altında yutkunuyor, şiddetle cebri nefs ediyor. kim bilir o saniyeye kadar zihninden kaç defa tekrar ettiği, günlerle ezberlediği kelimei iftitahiyyeyi bir türlü bulamıyordu. hicaptan, halecandan hanımın tekellüme ademi iktidarını anlayarak teshili ifadesi için söze ben başlayıp dedim ki: nazire hanımefendi zatıaliniz misiniz? bu sualime anlaşılır anlaşılmaz titrek bir evet ile cevap verdi. ben yine devamla: zevcem bedia hanım'ı tanıyor musunuz? fartı teessüründen tıkanır gibi bir seda ile kalfaya hitaben: cebri nefs: nefisle mücadele kelimei iftitahiyye: başlangıç kelimesi ademi iktidar: kuvvet yokluğu, güçsüzlük boğazıma bir şeyler tıkanıyor, söyleyemeyeceğim. dadı sen anlat. dadı kalfa ifaya davet olunduğu vekaleti ifadeye biraz mütereddidane girişerek: hemide de tanırlar hemide de tanımazlar. ben: dadıcığım, hem tanımak hem de tanımamak nasıl olur? birbiriyle tanışırlar görüşürler mi! işte burasını anlatınız. efendim, bunlar birbirisinin düşmanı. uzaktan uzağa birbirini tanırlar fakat görüşmezler. birbirine niçin düşman oluyorlar? işte orasını söylemek ayıptır efem. orasını söylemek ayıpsa beni buraya niçin çağırdınız? ayıptır mayıptır ama bu iş size anlatılacaktır efem! öyleyse anlatınız. dadı kalfa, iki eliyle peçeli yüzünü büsbütün kapayarak: cariyeniz diş ehiltisi, böyle lakırtı bir erkeğe nasıl anlatılır ay efem. o halde bu maddeyi bana anlatmak için erkek bir vekil tayin ediniz. hiç öyle şey olur mu? bu iş büyük bir sırdır efem. bunu bir küçük hanım bilir, bir ben bilir, bir de size bildirilecektir. yabancı erkeğin duyması olmaz. nazire hanım dadısına havale ettiği vekaleti ifadenin böyle çapraşık bir vadiye döküldüğünü görünce olanca cesaretini toplayıp ağlaya ağlaya: zevcenize nasıl düşman olmambeyefendi. ben: efendim sebebi? nazire: sebebi büyüktür, mühimdir, onu size anlatsam dağlar taşlar bana hak verir. ben: buyurun anlatın. anlatacağım, zaten bunu size kendi lisanımla anlatmaya ahdettim, yemin ettim. çabuk söyleyiniz hanımefendi, meraktan çatlayacağım. fakat beyefendi, namusunuza sığınırım. cariyeniz namuslu aileden bir kadınım. zevcim var, pederim var. size bu müracaatımız duyulursa biz mahvoluruz. bu sırrı kimseye faş etmeyeceğinize söz veriyor musunuz? veriyorum. namusunuz üzerine yemin eder misiniz? ederim. zevceniz bedia hanımefendi üç kişinin felaketine sebep oluyor. bunlardan birincisi siz. ikincisi ben, üçüncüsü de ah nasıl söyleyeyim? nazire hanım'ın ağzından çıkacak o tek sözün pişi hayatıma açacağı hufrei muzlime ve amikayı o girdabad felaketi bir hissikablelvuku bütün asabıma tebliğ eder gibi oldu. titremeye başladım. biçare kadın o da ağlıyordu. o lerzişle: hanım çabuk söyleyiniz. saniye beklemeye tahammülüm kalmadı, dedim. nazire, peçesini ıslatan gözyaşlarıyla: affedersiniz beyefendi, anlatacağım şey böyle sokak ortasında söylenemez. esnayı ifadede belki şuraya düşer bayılıveririm. merhamet ediniz hanımefendi, merhamet. bendeniz asabi bir adamım. zevcemi de çok severim. ona taalluk eden bir sırrı hemen anlamak isterim. pişi hayat: gelecekteki hayat hufrei mazleme ve amika: karanlık ve derin çukur halimi görmüyor musunuz beyefendi? siz de bana merhamet ediniz. beni sokak ortalarında bayıltmak mı istiyorsunuz? mümkün değil burada anlatamam. hem bir iki söz ile bitmez ki. tenha, biz bize kalacağımız bir mahal tayin ediniz. biz dadımla her türlü tehlikeyi göze aldırıp oraya geliriz. başka suretle mümkün değil. hem şimdi burada çok durmaya da vaktimiz yok. esas maddeyi, mukaddimei keyfiyyeti iki kelimecikle olsun anlatması için nazire hanım'a çok rica ettim. üzerime varmayınız bayılırımdan başka o mühim sırra dair ağzından bir söz alamadım. tanımadığım bir kadını ondan ziyade söyletmek için sokak ortasında cebir istimaline imkan yok ki o suretle hareket edeyim. arzusuna itbağı harekete mecbur oldum. yarın birleşmek için tenha bir mahal düşünmeye başladım. ailelerinden çekinen bazı kadınlarla hafi muaşakalarda bulunduğum zamanlar görüşmek için bunları ekseriyetle cuma ve pazarın gayrı günlerde florya'ya götürdüm. orası bu gibi mülakatlar için pek elverişlidir. eyyamı adiyyede orada çok kimse bulunmaz. kırlar vasidir. beğendiğin ağacın altına otur, istediğin kadar konuş. bazı gelen geçen olsa bile yanınızdaki kadınları ailenizden zannederler. vehleten aklıma işte orası geldi. hemen dedim ki: florya'ya gidelim. yarın salıdır, orada kimse bulunmaz. bu teklifime karşı küçük hanımdan evvel dadı kalfa söze atılarak: florna'ya mı efem? orası pek uzak. havuzumun kenarı değil mi? hani ağaçların altında. ben: uzak olması daha iyi ya? ne kadar uzak olursa tanınmak tehlikesinden o kadar kurtulmuş oluruz. bir bildiğe tesadüf etmekten ben sizden ziyade korkarım. çünkü zevcem duyarsa işim bitti demektir. mukaddimei keyfiyyet: işin başlangıcı itbağı hareket: istenilen hareket nazire hanım biraz düşündükten sonra dadısından daha cesaretli görünerek: olur beyefendi olur. dadı kalfa: fotin bey bu işi duymaz mı? nazire: fatin bey nereden duyacak dadıcığım? bakırköyü'ndeki hasene hanım'a gideceğiz diye evden izin alırız. beyefendiyle florya'ya gideriz. sonra vakit olursa biraz da bakırköyü'ne hasene hanım'a uğrarız. yarın saat üçten sonra sirkeci'den küçükçekmece'ye hareket edecek trene binmeye karar verdik. garda ben onlara tesadüf edersem kendilerini hiç tanımamış gibi bulunacağım. fakat küçükçekmece'ye vusulümüzde ailemden imişler gibi serbestçe yanlarına gidebileceğim. bu karar üzerine birbirimizden ayrıldık. şimdi beni sardı mı bir merak? benim gibi muhayyilesi vasi bir adam, nazire'nin o sözleri üzerine neler düşünmez? zevcem üç kişinin felaketine sebep oluyormuş. bu felaketzedegandan birincisi benmişim, ikincisi nazire'ymiş, üçüncüsünün ismi sokak ortasında söylenemezmiş. bizimle felakette müşterek olan bu şahsı salis kim acaba? rakibi muhayyelim mi? yok artık, bunun vücuduna imkan tasavvur edemem. öyle bir zatın vücudu olaydı şimdiye kadar elbette bir cihetten baş gösterirdi. bedia'nın hanei zevciyyete girdiği günden beri hiçbir erkekle münasebette bulunmadığına eminim. biçare hasta, beni kıskanmaktan başka bir şey düşünmeye vakti bile yok. fotin yahut fatin bey'in zevcesi benimle müşterekü'lfelaket olduğunu biliddia bu işe bir sır süsünü veriyor. mektumiyet keyfiyeti namusuma tevdi ediyor. acayip, çok acayip bir iş. keyfiyet doğrudan doğruya zevceme, dolayısıyla benim felaketime taalluk ettikten sonra bu sırrın ifşa edilmesinden nazire niçin o kadar korkuyor? ifşayı mesele edilirse bundan tevellüt edecek vahamet bize nispetle nazire için daha büyük mü olacak? biliddia: iddiayla işte böyle türlü garaibi tefekkürat içinde o akşam haneme avdet ettim. refikam yine yarım baş ağrısından ilanı ıztırab ederek odasına kapanmış. hücrei uzletime çekildim. kendi kendime düşündüm, düşündüm. bir aralık gidip bedia'nın oda kapısını vurarak: aman karıcığım biraz beni dinle. bugün bana nazire hanım isminde genç bir kadın geldi. şöyle şöyle söyledi. zihnim altüst oldu. aleyhinde kurulmuş bir sania, bir iftira var. gidip ne olduğunu anlayacağım. demeyi kurdum, sonra yine aklımı başıma toplayarak nazire hanım'a namusum üzerine verdiğim va'di mektumiyette böyle ilk geceden hulf etmeyi şanı merdanegime muvafık bulmadım. türlü endişe içinde sabahı ettim. saat ikide erenköyü'nden istanbul'a geçtim. soluğu doğru sirkeci garı'nda aldım. oralarda beş aşağı beş yukarı geziniyordum. yarım saat sonra önde nazire hanım, arkada dadı kalfa yine siyah çarşafları, yüzlerinde kalın peçeleriyle söktüler. nazire hanım süratle yürüyor, dadı kalfa kolunda yünlü bir omuz atkısı, elinde ufak bir çanta ile hanıma yetişmek için hayli telaş ediyordu. trenin vakti hareketi de yakınmış. birinci mevki birer bilet aldılar. dadı kalfa biletçiye: kadifeli arabamınkinden ver nidasıyla haykırıyordu. uzatmayayım. onlar beni, ben onları tanımaz gibi görünerek vagonlara girdik. küçükçekmece'ye hini vusulümüzde ben hemen kendi kompartımanımdan atladım. onlar vagondan çıkar çıkmaz nazire hanım'ın zevci tavrıyla yanlarına koşarak dadının elinden atkı ile çantayı aldım. önlerine düştüm. florya'ya kadar yürüdük. birkaç hatvede bir nazire hanım: aman beyefendi, yüreğime inecek. şimdi bizi biri görüp tanırsa. cümlesini titrek bir sada ile tekrar ediyor, dadı kalfa da: vaadi mektumiyet: susma vaadi kompartıman: yolcu trenlerinin birbirinden ayrılmış kısımlarından her biri ben demedim miydi size? fotin bey bunu böyle duyarsa sizi boşamasına hakkı yok mudur efem? kabilinden sözlerle zavallı nazire'nin havf u endişesini tezyit ediyordu. florya mevkiine geldik. akarsuyun arka cihetinde enzarı ağyardan nim mestur denecek bir ağaç altı intihap ettik. zaten o saatte orada bizden, mevkiin kahve garsonlarından başka kimse yoktu. bir hasırla bir şişe su getirdim. birer kahve ısmarladım. nazire ile dadısı benim yanımda kahve içmeği adabı nisvaniyyete muhalif görerek reddettiler. yekdiğerimize yabancı bulunduğumuzu belli etmemek için kahve ısmarlamanın bir emri zaruri olduğunu bir lisanı münasible kendilerine anlattık. sonra dedim ki: ey nazire hanımefendi, bir hayli muhatarayı göze aldırarak buralara kadar hem kendiniziyordunuz hem de beni. şimdi burada ayılsanız bayılsanız da beis yok. çünkü hemen biz bize gibiyiz. dadı kalfa ile biz sizi ayıltırız. zevceme olan sebebi husumetiniz nedir bakalım? evvela onu anlatınız. bu sözlerime cevap olmak üzere nazire hanım bir vazı mütelehhifane ile yüzünü öbür tarafa döndü. mendilini peçesinin altına soktu, hazin hazin hıçkırıklarla ağlamaya başladı. bu bedbaht kadının yüzünü görmüyordum. fakat o gözyaşlarındaki samimiyeti, ye'si amiki, her katreye sebebi nüzul olan teessüri şedidi bir kuvvei maneviyye bana ihsas eder gibi oluyor. sanki kalbimden bir seda: işte şu karşında ağlayan kadın, senden de bedia'dan da talihsizdir. ona merhamet et. biçarenin mümkün olduğu kadar tehvini felaketine uğraş. diyordu. nazire'nin bu giryei hazinini bir müddet dinledik. nihayet dadı dedi ki: enzarı ağyar: başkalarının bakışı nimmestur: yarı örtülü adabı nisvaniyet: kadınlık adabı vazı mütehellifane: hüzünlü bir şekilde ye'si amik: derin üzüntü sebebi nüzul: inme sebebi teessüri şedid: şiddetli teessür tehvini felaket: felaketi hafifletme derdini söylemeyen çare bulamaz. buraya ağlamaya mı geldik? anlatalım, işimizi bitirip gidelim. kalfanın bu ihtarı üzerine nazire teskini bükaya gayret ederek yüzü diğer cihete müteveccih bulunduğu halde kesik kesik dedi ki: beyefendi, benim zevcim. sizin zevceniz. alt tarafını itmama yine gözyaşları mani oldu. bir müddet sonra yine aynı sadayı müteessirane ile benim zevcim. sizin zevceniz. cümlei acibesini tekrar etti. vehleten zihnime arız olan teşevvüşi azim tesiriyle bu sözlerden maksadı asliye, hakikate intikal edemedim. sertçe bir seda ile dedim ki: sizin zevciniz benim zevcem olamaz efendim. bu manasız bir söz. dadı kalfa her tarafı titrer bir halecanla: evet. evet. kızmayınız efem. işte sır budur efem. ben hayretle: saçma söylüyorsunuz dadı kalfa. nazire, şiddeti büka içinde adeta bir sayha koparırcasına: efendim niçin anlamıyorsunuz? birbirini seviyorlar. bir ikinci sayha da ben salıvererek: birbirini sevenler kimler? nazire yeisten mütevellit bir cüreti hicabberendazane ile yüzünü bana çevirerek: kim olacak efendim. zevceniz bedia hanımefendi'yle zevcim fatin beyefendi. nazire'nin samimiyyeti giryesi biraz evvel mülhemi vicdanım olmuşken bu söze karşı hemen dimdik ayağa kalkarak haykırdım ki: teskini büka: ağlamayı durdurma, yatıştırma teşevvüşi: büyük karışıklık sayha: bağırma cüreti hicabberendazane: hicap gideren bir cüret hayır hanımefendi, iftira ediyorsunuz. bedia dünyada benden başka erkek sevecek hilkatte bir kadın değildir. kocanız fatin bey size övünmek için zevceme iftira etmek namertliğini irtikap ile belki böyle bir yalan uydurmuştur. iddianızı berahin ile ispat etmelisiniz. hani ya deliliniz? iftira kolaydır fakat ispat güçtür. delil isterim delil. bu fevka'lmemul hiddetime karşı nazire şaşırarak ağlamayı kesti. peçesini yarıya kadar üzerinden ref etmiş olduğu kıpkırmızı çehresiyle bana dik dik bakarak elini dadısının elinde duran çantaya doğru uzatıp: delil mi istiyorsunuz? işte şu çantanın içinde sizi iknaa kafi delil vardır. telaş buyurmayınız, dedi. nazire'nin irae edeceği delailin beni iknaa, ilzama kifayeti hususunda emniyetini gösterir bir seda ile söylediği bu sözleri beynimin içinde bir yıldırım tırakasıyla patladı. gözlerimin önünde şimşekler çakmaya, alevler yağmaya başladı. o kadar vakittir taharrii muztaribanesiyle geceleri bihab kaldığım rakibi muhayyelimin zevcemle olan delaili muaşakası şimdi o siyah çantadan çıkacaktı. bir mecnunı mütehevvir kesilmiştim. hemen çantaya saldırdım. nazire'nin bir işareti seriası üzerine dadı kalfa çantayı çekti. nazire, mülayimane bir seda ile: beyefendi kendinize geliniz. hiddetin şiddetin lüzumu yok. şimdi her şeyi görüp her hakikati öğreneceksiniz. dadı kalfanın üzerine saldırdım. biçare kadın, havfından raşeler içinde kalarak: bu adam çıldırdı me? beni boğacak me? tazallümleriyle yaygaralara başladı. nazire müsterhimane: naki beyefendi, rica ederim aklınızı başınıza toplayınız, bundan sonra siz benim dert ortağım olacaksınız. bütün ümitlerim siz fevka'lmemul: umulandan çok taharrii muztaribane: muztaribane araştırmalar mecnunı mütehevvir: hiddetten mecnuna dönme de. fakat siz böyle bir erkeğe yakışmayacak telaşlara, gürültülere kalkarsanız benim halim ne olur? teskini teessüre uğraşarak sordum ki: çantanın içinde ne var? zevceniz hanımefendinin kocama yazdığı muhabbetnameler. elbette sevgili bedia'nızın yazısını tanırsınız. tanırım. yüz nev yazı içinden onunkini tefrik edebilirim. pek güzel. telaş etmeden şimdi beni dinleyiniz. bu işe dair olan tahkikatımı size bir bir söyleyeyim. zevcim fatin bey beni almazdan ve hareminiz bedia hanım size varmazdan evvel ikisi birbiriyle sevişirlermiş. fatin bey, bedia'yı almak için çok uğraşmış. nasılsa muvaffak olamamış. sonra bedia'yı size vermişler, teskini ye's için fatin bey de beni almış. zevceniz size gelin gittiği akşam, öteki bana güveyi girmiş yani zifaflarımız aynı gecede vuku bulmuş. bu vukuatın içinde birtakım esrar var ki onlara tamamıyla vakıf değilim. bedia ile fatin bey elan mektuplaşıyorlar. mektupları getirip götüren de hani zevcenizin peyker isminde bir halayığı yok mu? işte odur. fatin bey bizde iç güveyisidir. beraber getirdiği bir bürosu var. onun en alt katında silme pervaz gibi duran yeri, meğerse bir gizli gözmüş. odada yalnız kaldığı zamanlar o gizli gözü çekip içinden birtakım mektuplar çıkararak ağlaya ağlaya okuduğunu birkaç defa gözetleyip gördüm. bendenizin okuyup yazmam yoktur. bu mektupların bedia hanım'dan geldiğini tahkik ettim. kocamı pek ziyade sevdiğim için kıskançlık saikasıyla arkasına gözcü tayin ettim. peyker'in evvela sizin konaktan çıkıp bedia hanım'ın pederinin konağına uğrayarak orada çarşaf değiştirdikten sonra ta fatin bey'in kalemine kadar gittiğini, kendisiyle görüştüğünü haber aldım. henüz zevcimin bir şeyden haberi yoktur. bu muaşakayı keşfettiğimi bilmiyor. ben bu mektupları o gizli gözden çaldım. akşam götürüp yine yerlerine koyacağım. daha hiçbirini kimseye okutmadım. beyefendi, işte size getirdim. içlerinde ne yazılı olduğunu ben de bilmiyorum. ben kocamı çıldırasıya severim. bu hal ayıptır. ne suretle olursa olsun karınızı zapt ediniz. besbelli kocamı elimden almak istiyor. beni fatin'den ayırırsa gideceğim yer ya mezar ya tımarhanedir. bu sırrı faş etmemenizi de tekrar rica ederim. çünkü kocam duyarsa mutlaka beni bırakır. dadı kalfa: evet efem, bu işin gizlenmesini gayretiniz çok lazımdır. nazire: mektupları şimdi size birer birer okutacağım. biz de dinleyeceğiz. bunların sevişmelerine mani olmak için ne yapmak lazımsa o yolda hareket etmeye karar verelim. mektupları okuduktan sonra yine bana iade edeceğinize namusunuz üzerine söz veriyor musunuz? dimağımda peyda olan o ilk şiddeti şimdi bir uyuşukluk takip etti. bana hitap edilen sözleri yarı anlar yarı anlamaz bir hale geldim. gözlerimin önüne açılan uçurum pek büyüktü. zevceme olan şiddeti muhabbetime mi yanayım? namus meselesini mi düşüneyim? felaketen nazire ile hemen aynı halde, aynı derecei teellümde gibiydik. zavallı kadına teminatı lazımeye müsaraatle: evet, mektupları okuduktan sonra yine size iade ederim. endişe etmeyiniz, dedim. nazire, entarisinin cebinden küçücük bir anahtar çıkararak çantayı açtı. bana şeklen murabbaa karip birkaç zarf uzattı. zarfları tanıdım. zevcemin kullandığı mektup kağıtlarındandı. mektupları elime alınca hafifçe beyaz leylak hülasası istişmam ettim. evet, bedia'nın dolaplarını, sandıklarını, çekmecelerini tatir ettiği en sevdiği bir koku. artık yazıyı tetkike lüzum yoktu. zarfların eşkali, kağıdın nevi, leylak rayihasını o mektupların zevcemin desti tahririnden çıktığına bende zerre kadar şüphe bırakmadı. ekser leyali ezvakımda sinesi üzerinden koklaya koklaya doyamadığım bu leylak rayihası o dakikada gönlümde o kadar şiddetli hissiyat, takatberendazane hatırat uyandırdı ki mektupların esnayı kıraatinde nazire hanım'dan evvel benim bayılacağıma hükümde tereddüt etmedim. bütün metanetimi toplayarak derecei teellüm: elem derecesi hülasa: öz istişmam: koku alma takatberendazane: takat kırarcasına zarfları açtım. mektupların, hayır. muhabbetnamelerin tarihlerine bir bir göz gezdirdim. cümlesi bedia ile olan zifafımızdan sonra yazılmış. zevcem bütün bu muhabbetnamelerin zirlerine bilahavf ve'lihtiraz imzasını gayet okunaklı surette atmış. bu cüreti de sevgilisi fatin bey'e olan derecei emniyyet ü itimadına bir miyarı celi demektir. tarih itibarıyla en kadim olanı elime alarak fartı teessürden vücudumla beraber titreyen sedamla: hemşire hanım, dadı kalfa dinleyiniz. zevcemin diğer bir erkeğe yazdığı bu muhabbetnamelerin birincisini size harfiyen işte okuyacağım. dedim. ikisi de endişei tesettürü, hicabı sıkılmayı bertaraf ederek peçelerini tamamıyla açtılar. nazire'nin pembe yumuk yumuk top siması, siyah kehribar gibi kara, parlak çekme gözleri, ufacık ağzı burnu, hasılı sevimli müdevver çehresi meydana çıktı. böyle bir güzel kadını bırakıp da benimkiyle uğraştığı için kalben fatin bey'e lanetler okumaya başladım. dadı kalfanın kart çehresinde de oldukça bir sevimlilik vardı. hanıma derecei sadakatı sureti nazarından, vechinde peyda olan bütün hututı teellümatından vazıhan anlaşılıyordu. zavallı dadı, dikkatli dinleyebilmek için sol kulağını ağarmış saçları arasından bütün bütün çarşaftan dışarı çıkardı.naki bey bu noktada yerinden kalktı. sandalye üzerinde duran kürklü paltosunun cebinden beyaz ipekli mendile sarılı bir deste kağıt çıkararak içinden birini bilaintihab cehren kıraate başladı. of fatin! of, lisanımızda beyanı teellüm için nida kelimatı ne kadar az! of diye haykırsam. ah' feryadıyla çak çak, aman' figanıyla tebah olsam yine size ismaı suziş edemeyeceğim. dünyada sizi sevmekten gayrı bir cürmü olmayan bir kadına bu kadar zulüm günahtır fatin. cevrin bu derecesi ne şerefi ademiyyete, ne de şanı recüliyyete yaraşır. beş tahassürname cevap vermediniz. bilahavf ve'lihtiraz: korkup çekinmeksizin hututı teellümat: elemli hatlar, çizgiler bilaintihab: seçerek ismaı suziş: özlemden yanmayı hissettirme tahassürname: hasret mektubu bilmem ki pederime aleyhinizde ne söylemişler? tarafınızdan bana dair vuku bulan talebi şiddetle reddetti. sizin isminizi bile yanında kimseye andırmıyordu. pederimin gönlünü yapmak için muktedir olabildiğim tekmil vesaiti, desaisi istimal etmekteyken allah kahretsin izdivacıma naki isminde karı celladı talip zuhur etti. talibin asaletine, servetine tamaen peder hiç reyimi sormaksızın nikahı kıydırıverdi. size bunları ayrıldığımız son günü mirgün korusunda ağlayarak anlatmadım mıydı? benim için bir darü'l azab olan naki'nin hanesine nasıl gireceksem oradan yine öyle bakir çıkacağımı, ilk geceden kendimi kovdurmaya uğraşacağımı söylemedim miydi? ben bu suretle harekete ahdettim. siz de teehhül etmeyip beni bekleyeceğinize kasemle söz vermiştiniz. ben ahdimde vefa gösterdim. siz sözünüzde niçin durmadınız? ah fatin ah. bana olan muhabbetiniz gibi yüreğiniz de zayıfmış. bin lanetle dahili zifafı olacağım herifin hanesinden yine o gece avdet edeceğime dair vaki olan peymanıma mertçe itimat gösterebilecek kadar sizde metaneti kalbiyye yokmuş. bu vaadimi ehemmiyyeti lazımesiyle takdir edemeyerek beni ahdimde kazip zannıyla siz de yine o gece kendi hahişinizle bir kadına güveyi girmek gibi bir muamelei nareva ile kudsiyyeti muhabbetimi tahkirden geçmediniz. teehhülünüzü bir hafta sonra duydum. naki ile olan felaketi zifafım gecesinde bu ikinci felaketten haberdar olabileydim fedakarlığıma, samimiyyeti aşkıma karşı gösterdiğiniz bu küfrana mukabeleten ben de alemin lisanı tan u teşniini üzerime celbederek işitilmedik bir cüretle ilk geceden darı zifafı çiğneyip çıkmazdım. mademki aşkınız beni bu cürete sevk etti, şimdi siz de benim size olan şiddeti muhabbetime hürmeten istirhamatıma tevfik harekete mecbursunuz. hayır fatin, hayır. ben peder maderimin tekdiratı altında tahassürünüzün teellümatı içinde bütün ekdarımla yalnız başıma inleyip ağlayıp dururken siz öbür tarafta velev ki menkuhanız olsun diğer bir kadınla hemaguşı ezvak olamazsınız. bunu vicdanı darü'l azab: azap kapısı muamelei nareva: reva olmayan muamele, davranış lisanı tan u teşni: ayıplama, ta'n etme ekdar: kederler, acılar beşer değil, kulubi siba bile tecviz etmez. o muhacir midillisi kıyafetli karıyı nereden buldunuz? mümkün değil sizi onunla yaşatmayacağım. bu son cümlenin hitamı kıraatinde nazire bir baranı büka ile ayaklarıma kapanarak: aman beyefendi! beni kocamdan ayırmak istiyor galiba. cariyeniz, kulunuz olayım. bana günahtır. vallahi ölürüm. ben fatinsiz bir gün bile yaşayamam. kocamı bu karının elinden kurtarınız, ne olursa sizden olur. dadı kalfa bir istiğrabı eblehane ile yüzüme bakarak: ne yazmış anlayamadı! zevciyeniz muhacir midillisine mi binmek istiyor efem? nazire: hayır dadı hayır. beni midilliye benzetiyor. mutlaka kocamdan ayıracağını yazıyor. dadı kalfa kıpkırmızı kesilerek: hay utanmaz kaltak. hiç sizin gibi koskoca hanım midilli olur muymuş? sizi boşatıp da fotin bey'e kendisi mi varacak? onun kocası yok mu? işte arslanım gibi. ağlama hanım ağlama. bu onu boşamadıktan sonra. onu fotin bey'e nasıl varabilir? bu saf vicdanlı kadınlara ne söyleyeceğimi şaşırdım. yine kıraatime devamla: o menhus karıyla sizi aynı firaşı safada yekdil, yekvücut bildikçe, bu levhai basiresuz her gece rüyalarımda cehennem manzaraları icat ettikçe şiddeti aşkımın bir sevdayı intikama tahavvülünden korkunuz sevgilim. bir aciz kadınım. fakat saikım muhabbetiniz oldukça her şeyi göze aldırmaktan çekinmem, yaşarsam sizinle yaşayacağım. ölürsem yine birlikte öleceğim. menfurunuz oluşuma sebep boynumdaki ribkai nikah değil midir? onu kulubi siba: canavarların kalbi ferraşı safa: sefa döşeği levhai basiresuz: gönlü yakan levha, manzara ribkai nikah: nikah ilmiği pederim geçirdi. lakin kariben görürsünüz, ya boynumu parçalarım ya o rabıtai felaketi. dadı kalfa: kimin boynusunu parçalıyor efem? ben: zevcem ya benden boşanacak yahut kendi boynunu parçalayacakmış. dadı: onun boynusunu kurtlara kuşlara parçalasın inşaah. ben: karımı seviyorum ama bu inkisarınıza amin' demekten başka çare göremiyorum. siz öyle, ben böyle yaşayamayız. ben ihtiyarım haricinde bu nikah belasına uğradım, siz ise kendi arzunuzla diğer bir kadına rabtı hayat eylediniz. kim kimin nazarında küçülecek, mayup kalacak? ikimizden hangimiz muhti ise en evvel onun bir tarziyei muhabbet olarak tashihi hareketle diğerinden istirhamı afv etmesi lazım gelir. o muhti işte sizsiniz. fatin bu hatanızı, bu günahınızı, bu hakaretinizi ancak o karıyı terk etmekle affettirebilirsiniz. ben kalben menkuheniz oldukça öteki nikahı surinin hükmü yoktur. damarlarımda deveran eden seyyalei aşkınız o rabıtai nikahı kesr için bana memulünüzden ziyade kuvvetbahş olacağından emin olunuz. kariben bu hakikatı nazarınızda ispat edeceğim. fakat. fakat sevgilim siz o nazirei kasire'den bir an evvel katı rabıtai zevciyyet ediniz ki ben de sizin olmak, naki'den kurtulmak için kuvvet ve cesareti matlubiyyeyi daha çabuk iktisap etmiş olayım. bu mektubuma sürati mümkine ile cevap isterim fatin. dildadei bedbahtınız bedia muhti: hata yapan nikahı suri: yapmacık, sahte nikah nazirei kasire: kısa nazire katı rabıtai zevciyyet: karı koca bağını kesmek, ayrılmak bu mektubun hitamı kıraatinde yeisten, hiddetten kesbettiğim hal, kabili tarif değildi. ağlayamıyor fakat müthiş bir elemi asabi ile titriyordum. nazire'nin eşki teellümünü kurutmaya mendiller kifayet etmiyordu. biçare kadın: benim adım nazirei kasire öyle mi? ah ne çokbilmiş, kepaze karınız varmış. beni kocamın gözünden düşürmek için bakınız ne sözler bulup yazıyor. ahdostlar içime öyle ilham olunuyor. bu karı mutlak beni kocamdan boşatacaktır. zaten fatin'in bana karşı olan muamelesini, tutumunu beğenemiyorum. aman naki beyefendi, ne olursa sizden olur. tazallumlarıyla tıkana tıkana ağlıyordu. dadı kalfa, layıkıyla anlayamadığı meali mektubdan bitteessür gözlerinden inen yaşların bir kısmını mendiliyle silerek, kısmı digerini de diliyle dudaklarının üzerinden toplayarak yüzünü buruştura buruştura: zevceniz benim hanıma kısarak mı diyor efem? onun edepsiz dilini bütün eşeklerin arıları soksun soksun, ekmicilerimin somunları gibi şişirsin. allah'ımdan dilerim. kepazelerinin maskaralarının kepazesi. sokaklarımın süpürgesi. kim kime teselli verecek? nazire bana mı, ben ona mı? hangimiz daha ziyade muhtacı teselliyyet idik? en büyük felaketzede ben kendimi görüyordum. fakat erkek olduğum için za'fı akl u hisçe elbette benden ziyade acınacak bir halde olan nazire'nin tahfifi ye'sine uğraşmayı kendime bir vazife bilerek dedim ki: beyhude telaşlarla ağlamayınız hemşire hanım. henüz nazarımızda fatin bey'in bir günahı, bir kabahati tebeyyün etmedi. zevcem onu azdırmaya uğraşıyor. bakalım o ne yolda mukabele edecek? diğer mektupların kıraatinden her şey vazıhan anlaşılacak zannederim. bitteessür: teessürle kısarak: boyu kısa tebeyyün: ortaya çıkma bedia'nın hattı destiyle muharrer dört beş mektup daha okudum. zevcem hep bunlarda fatin'e olan şiddeti aşkından, alamı biintihasından, nevmidane gözyaşlarından bahsediyor. herifi zevcesini tatlike son derece bir şiddetle teşvik ediyor. bütün belagati iknaiyyesiyle sevgilisini gah tehdit gah tatyibe uğraşıyor. mektuplarına cevap alamadığından dolayı cangüdaz feryatlar, şikayetler ediyor. bu teessürnamelerin çoğunu geçerek yalnız hikayemizin tavzihi vukuatına medar olacak birkaçını okuyacağım. işte diğer bir mektup: hain fatin! altı teellümnameme bir cevabı mücmel olarak gönderdiğin o tek mektubu öyle bir lisanı teşni ve şiddetle yazmaya acaba vicdanın nasıl razı oldu? ben seni sevmiyormuşum! gösterdiğim teessüraı muhabbet hep caliymiş. naki'nin hanesinden ilk gecedeki avdetim sevki aşkınla değil, kimseye karşı itiraf olunamaz bir maabei nisvaniyetimden dolayı vuku bulmuş. ben oradan adeta yüz karasıyla kovulmuşum! namussuz. sus yetişir. hiç vücudu olmayan bu sözü nereden çıkardın? bütün alem aleyhimde bu yolda şehadet etse hep onlara karşı çıkacak sadayı müdafaayı ben senden beklerdim. vicdansız. sen ise kimsenin aklına gelmeyen bir cinayetle beni ithamda birinci olmaktan çekinmiyorsun. hükmündeki bu denaeti anladığın gün emin ol ki nedametin pek büyük olacaktır. bunu böyle eşna rezaletle itham ettikten sonra bak neler yazıyorsun! rica ederim kaleminden çıkan süturı hezeyana bir göz gezdir de hissi hicabdan zerrece nasibin varsa utan, yerlere geç. işte aleyhimdeki türrehatı ithamiyen: duvağınızın setredemediği bir rezaleti bana varmakla kapatırım zannediyorsanız bu zehabınız hatadır. senelerden beri beni mecnuna çeviren şiddeti aşkınızın teskinini artık vaslı pejmürde alamı biintiha: sonu gelmeyen elemler tavzihi vukuat: olayları açığa kavuşturmak teellümname: elem mektubu cevabı mücmel: acele cevap maabei nisvaniyyet: kadınca kusur türrehatı ithamiyye: saçma suçlamalar nize bedel mezarı intiharda arayacağım. bu maasi ve maayibinizin nasıl olup da gönlümdeki narı muhabbetinizi henüz itfa edemediğine mütehayyirim. sizden teneffüre uğraştıkça yüreğim büsbütün ateş alıyor. bu ateşi teskine bir deva bulurum zannıyla evlendim. evet, itiraf ederim, zevcemi mümkün değil sevemiyorum. biçare kadının fartı aşkından, bana olan samimiyyeti muhabbetinden şüphem yoktur. kendisi çirkin de değildir. kalbi beşer. bu nasıl muammayı muğlak bilmem ki? nazire'nin binde bir kadında bulunmayan hasaili nisvaniyyesi kendini bana sevdiremiyor. daha ne istiyorum? anlayamadığım işte burası. mesele sırf ilmi ahvali ruha ait. gönlümü zapteden timsaliniz oraya diğer bir kadın hayali yanaştırmıyor. sizi seviyorum bedia. galiba ölünceye kadar da seveceğim. fakat fakat. doğrusunu söyleyeyim mi? aşkınızdan evvelce şüphelenmiştim. bütün gözyaşlarıma, o istirhamatı elemiyyeye merhamet etmeksizin naki'nin hanesine gidişiniz, bu şüphemi bir hakikati bahire haline getirdi. ondan müfarakatınızdan sonra vuku bulacak izdivacımızda kendinizi bana bir dul kadın olarak satıp bu hudanız sayesinde ayıp mazinizi setretmiş olmak, bana bir salahiyyeti muaheze bırakmamak istediniz. işte ben bu hileye aldanmadım ve aldanmayacağım. ye'si sevdanızla öleceğimi bile bile sizden kaçacağım. artık bir yerde beni göremezsiniz. tezevvücünüzle manen ölmedense maddeten vefatı kendimce bahtiyarlık addederim. elveda. öyleyse fatin, geber. beni itham ettiğin rezailden kariben nazarında tebriye etmek bence mümkündür. ben hanei zevcimden aleyhimde tevehhüm ettiğin aybı nisvaniyyetimden dolayı kovulmuşum? pekala! oraya yakında muzafferen duhul eder, zevcimle yaşamaya başlarsam bu denaetkarane şüphenin biesas olduğunu ispat etmiş olurum ya? bu hakikat nazarında sabit olunca o zaman itfa: söndürme kalbi beşer: insan kalbi hasaili nisvaniyye: kadınlık hasletleri ilmi ahvali ruh: ruh bilimi hakikati bahire: apaçık gerçek huda: aldatma, hile salahiyyeti muaheze: kınama yetkisi benden değil, vicdanından biraz sıkılmış olsan bu bence kafidir. elveda alçak fatin. allah naki'yi bana, o bodur karıyı da sana mübarek etsin. naki bey'in zevcesi bedia nazire, yeisle sürurun memzuciyetinden mütehassıl gözyaşları dökerek ellerini çırpa çırpa: oh ya rabbi şükür! bozuştular değil mi? ama neme lazım. fatin beni sevmiyormuş. sevemiyormuş. anlaşılan hala gönlü zevcenizdeymiş. dadı kalfa, esasına intikal edemediği şu neticeye gülmek mi, ağlamak mı lazım geleceğini tayinde mütehayyir kaldığını ima eder bir çehre ile: biribirine bozuşmuşlar mı efem? ah küçük hanım, gözlerimiz aydınlar olsun. elbette efem. bunu böyle olacağına bellidir. kötü karıların mumları yatsıma kadar yanar. onu fotin bey anlamadı mı? ben hiddetle: dadı, ağzını topla. kötü karı dediğin henüz zevcemdir. dadı şaşırarak: zevceniz olsun, onun gibi karıya iyi denmek layık olur mu efem? ben: ona olmaz da fatin bey gibi kocaya mı iyi demek layık olur? dadı: hakkınız var. onun orasını öyle. ikisinin de boyunlarım altında kalsın. nazire: dadı, kocama inkisar etme! dadı: memzuciyet: birbirine karışma iki kötü dünyaya gelmiş. birisini buna karı olmuş, ötekisini ona koca olmuş. onlar ikisi de sizi istemiyor işte. beni böyle karısı olsa boşarım. onun gibi kocası olsa kovarım. siz ne için bunlara ağlıyor efem? işte size bir efem' ki elifinden mimine kadar haklı. dadı doğru söylüyor. bu çetrefil beyanındaki efkarı salime güzel bir lisanla ifade edilse nazire ile benim için üssü'lhareket ittihazına seza parlak bir düsturı felsefe şekline girer. fakat ikimizin de beynine ateş yağıyor. dadı değilhükemayı zamanın belagati iknaiyyede en icazkarları karşımıza çıksa bizce sözlerinin bir tesiri olmayacak bir haldeyiz. nazire fatin'den ayrılınca öleceğine hükmediyor. ben bedia'yı bırakınca çıldırırım zanneyliyorum. aylarca arayıp da keşfedemediğim rakibi muhayyelim işte artık çakı perdei hafa etti. nazire'nin fatin'i, dadı kalfanın fotin'i, benim de adüvvi ekberim olan bu zata artık rakibi muhayyel' namı hayalisini vermemeli. badema işin içinde ne hayal kaldı ne hayalat. fatin beyefendi boylu boyunca meydana çıktı. bugün evini, kalemini tahkik ederek yarın kozumu pay etmek üzere kendisiyle görüşebilirim. bu herif ne garip hilkatte bir adammış? zevcemi vücudu olmadık bir leke ile itham ediyor. hem bunu insafane isnadında, rezilane iftirasında pek ileri varıyor. alemin zevcesinin nakısai iffeti ondan mı soruluyormuş? ben kendisine gösteririm. elimde mektuplar öyle kaldı, daldım. düşünüyorum. ama ne düşünüyorum? onu bilemiyorum. nazire de gözlerini kırlara dikti. daldı kaldı. dadı kalfa endişenak bir çehre ile ikimizi seyrediyordu. artık ağlamaya fasıla verdik. mesele pek mühim, pek nazik, pek vahimdi. fatin'le bedia'nın hıyaneti bahireleri gözümüzün önünde dururken o kocasını müdafaaya, ben karımı masum görmeye uğraşıyorduk. hangisi daha kabahatli? fatin mi, bedia mı? allah üssü'lhareket: harekete esas olan çakı perdei hafa etmek: sır perdesini yırtmak adüvvi ekber: en büyük düşman için söylemek lazım gelirse fatin'in pek o kadar suçu yok. bütün çiftelilik, bütün kabahat zevcemde. herifi aylarla azdırmaya, zevcesini tatlik ettirmeye uğraşmış. yüz bulamamış, mektuplarına cevap alamamış. nihayet muhakkirane bir mektup almış. o ithama, o iftiraya tahammül edememiş, bu isnadı şenianeden fatin nazarında tebriye etmek için benimle barışmayı göze aldırmış. bu tahkir neticesi olarak zevcem bize avdet etmiş. bir hayli müddet düşündükten sonra nazire'ye dedim ki: hemşire hanım, durunuz, hiçbir hükmümüzde acele etmeyelim. fatin'le bedia'nın ne bozuştuklarına sevinelim ne de barıştıklarına ağlayalım. bakınız elimde daha okunmadık birkaç mektup var. onları da okuyayım. bakalım mesele ne renk kesbetmiş? bütün metanetinizi toplayarak dinleyiniz. icap ettikçe bana da teselli veriniz. revişi hale bakılırsa ne o kocadan sana ne de o karıdan bana hayır var. nazire'nin yine gözleri sulanarak: öyle demeyiniz beyefendi, kocamdan ayrılırsam yaşayamam, ölürüm. bunu muhakkak biliniz. ölürseniz ne yapayım? size bir allah rahmet eylesin' demekten gayrı bir iyilik elimden gelmez. beni korkutuyorsunuz. inşallah mektupların sonu hayırlı çıkar. dadı kalfa sallana sallana gayet yürekten: amin efem amin! ben: haydi bir amin de benden. fakat zevcemin son zamanlarındaki hırçınlıklarını gözümün önüne getiriyorum da bu mektupların sonundan hayır umamıyorum. fatin bey'in şu yakın zamanlardaki size karşı olan muamelatı da elbette sizce malumdur ya? nazire: isnadı şeniane: yakışıksız yaraştırma artık bana ettiklerini sormayınız beyefendi. ben tahta, o burgu. her gün beni yiyor, oyuyor. ben onun nazarında artık tu kaka oldum. ne yapsam kabahat oluyor. o bana eza ettikçe benim ona olan muhabbetim katmerleniyor, kaymak bağlıyor. ben: zevcemle işte aynen benim halim de böyle. siz tu kaka olmuşsunuz, ben bedia'nın nazarında kakanın kakası oldum. onlar bize bu eziyetleri ettikçe o hainlere karşı bizim muhabbetlerimiz niçin kaymak bağlıyor? siz bunun hikmetini anlayabildiniz mi? ben anlayamadım. nazire: hikmeti ilahi. bilmem ki. dadı kalfa gözlerini açarak: hikmetini ilahidir efem. orasına söz olmaz. onun kaymaklanmasının sebebini sizin gönülleriniz arsızdır. hicranı tutmaz efem. ben: ah dadıcığım. hikmeti beyanına sen beni yavaş yavaş hayran ediyorsun. bakınız dadı mahiyyeti muhabbetimizi nasıl teşrih ediyor? dadı büsbütün bir tavrı hakimane alarak: hiç ben onu teşrif etmez mi efem? bakınız çünkü. bu fotin bey'inde pek o kadar güzellik yoktur. para dersen bizim küçük hanım onu cebine koymazsa kendisinde hiç bulunmaz efem. kendine parasını olsa onu çoktan küçük hanımı boşaması niyetlisidir. işte bu para meselesine. ben: demek fatin bey hem çirkin hem züğürttür öyle mi? nazire: aman beyefendi, siz dadıma bakmayınız. o öyle aldığını bulduğunu söyler. şu mektupları okuyunuz da meraktan kurtulayım. diğer mektubu açtım. artık kadınlara karşı itidali dem göstermek istiyorum. lakin halecanım son derecede. kıraate şürudan evvel dairei hasbihalimiz daha daraldı. başlarımız birbirine daha yaklaştı. bu defa nazire ile dadı büsbütün can kulağıyla dinlemeye hazırlandılar. okuyacağım mektubun tarihi evvelkilerden yedi ay kadar muahhardı: vefasız! aşk ne müthiş bir marazdır! istila ettiği gönüllerde ne iradei cüziye bırakır ne ihtiyar ne de kudreti muhakeme. insan sarsara tutulmuş zayıf bir fidan gibi onun şedit sarsıntılarına boyun eğmekte muztar kalır. böyle olmasaydı fatin! hakkımda vaki olan o hakareti şenianızı affetmez, bugün şu mektubu size yazmazdım. bir ayda sekiz feryadnamenizi aldım. bunlara uzun müddet cevap vermemeye azmetmişken ihtiyarımdan daha şedit bir kuvvei müessire, bu ahdi kalbimi nakza parmaklarımı icbar ediyor. size şu satırları yazdırıyor. bir müddet daha icbarı muhabbetime galebeye uğraşarak sizi cevapsız bırakacaktım. fakat son mektubunuzdaki kararı mahv fikriniz beni tedhiş etti. cevap almazsanız intihar edeceğinizi yazıyorsunuz. nazire: kocam ne edecekmiş? anlayamıyorum. ben: intihar edecekmiş. nazire: intihar nedir beyefendi? ben: ne olacak? karımın derdinden fatin bey kendini öldürecekmiş. nazire: muahhar: sonra hakareti şenia: şeni hakaret kuvvei müessire: müessir kuvvet nakz: bozma ah alnımın kara yazıları! ah fidan boylu kocacığım beni bırakıp da el kadınlarının derdinden kara topraklara mı gireceksin? dostlar, bakınız kaç cana birden olacak? o yetişmeyesice karınız kocama büyü yapıyor. naki bey misin nesin karını zaptet! yoksa yarın evinize gelir, saçını başını yolarım. ben hiddetle: seni sevmeyen herife fidan boylu kocacığım diye ağlamaya utanmıyor musun? öyle alçağın yaşı yerlerde sayılsın. o kendini öldürmese zaten yarın gidip ben geberteceğim. nazire: onu öldüreceğine ilk önce karını gebert beyefendi. o namussuz, o süpürge, o yelloz karını. dadı kalfa mütehayyirane: barıştılar mı efem? ben: onlar barıştılar. şimdi biz bozuşacağız galiba. nazire: dadıcığım, kocam kendini öldürecekmiş. dadı: inanma kızım. inanma. onu öyle söyler. korkutmak için söyler. hiç fotin bey'i kendisini öldürür mü? onu, seni üzer üzer öldürür de yine kendisini öldürmez. sefasını bakar. ben: durun, telaş etmeyin. şu mektubun alt tarafını okuyalım, kimin ölüp kimin kalacağı o zaman belli olur. tabiatınızı bilirim. lüzumundan fazla doğru sözlüsünüz. daima kavliniz kalbinizin tercümanıdır. derununuzda ne varsa lisanınız da odur. işte bu tabiatı rastguyaneniz saikasıyladır ki her ne sebeple ise aleyhimde tevehhüm ettiğiniz o ithamı düşündüğünüz tabiatı rastguyane: doğru sözlü tabiat, huy tevehhüm: vehmetme gibi bana yazmaktan kendinizi menedemediniz. tabiatınıza yakinen mücerrebim bulunmasaydı beni derekei esfeli nisvaniyyete indiren o sui hükmünüzü bugün hiçbir mazeret bana affettiremezdi. şiddeti muhabbet sevkiyle intihardan bahsedenlere ben evvelden gülerdim. böyle bir fi'li mecnunane emsali adim denecek harekattan değilken, hiç ye'si sevda ile insan nefsine kıyar mı? buna cüret edenlerin saikı aşk değil cinnet olmalı. derdim. fakat bugün öyle demiyorum. bugün ye'si muhabbet insana ölümü temenni ettirir diyorum. bir aşık, intihardan dem vurursa bu fiile cüret edeceğine inanıyorum. böyle sözlere artık gülmüyor, ağlıyorum. çünkü sevgilim, çünkü. ben de şu saatte aşkın serhadi ye'sinde dolaşıyorum. avdet müstahil, ilerisi uçurum. kendimi bu amakı halasa bırakıvermek için o hufrelere nazarı iştiyakla baktığım saatler çok oluyor. ölümden korkmuyorum fatin! yalnız o ademabada seninle destbedest, lebberlebi huzuz olarak atılmak istiyorum. ah o zaman, işte o zaman o zalamı mevt benim için bir bahtı sermedi olur. ben dövüne dövüne feryat ederek: ah eyvah! nazire: ne oluyorsunuz beyefendi? ben: karım kendini öldürmek istiyor. nazire: ben ağlarken ayıplıyordunuz. sizi sevmeyen bir kadın için ah of demeye utanmıyor musunuz beyefendi? ben: mücerrep: tecrübe olunmuş derekei esfeli nisvaniyyet: kadınlığın en aşağı derekesi adim: yok, bulunmayan müstahil: imkansız amakı halas: kurtuluş derinlikleri dur, acele etme hanım. bedia yalnız ölmüyor. kocanızla el ele, dudak dudağa öleceklermiş. nazire: ilahi o karının elleri dudakları kopsun. kendi öleceği varsa gebersin, kocamı niçin beraber sürükleyecekmiş bakayım? ben: keyiflerinin kahyası mısın? işte öyle öleceklermiş. dadı kalfa büyük sedasıyla bağırarak: bu telaşiyelere lüzum yoktur efem. o kör olasılar ikisi de ölmez. hay kepaze karı. hay ne musibet herifmiş onu. dünyada işitilmedi şeyler efem. artık huzurundan zebani görmüş gibi bizar olduğum naki'den kaçmak için baş ağrısı bahanesiyle tenha odalara kapandığım zamanlar bu fikri intihar benim zihnimi de taraç etmekten bir an hali kalmıyor.naki bey, hikayesinin bu fıkrai müessiresinde mosmor kesilerek: yanıyorum. limonata birader! diye haykırdı. hakikaten limonata içilecek nokta. hemen bardağı takdim ettim. fakat bu ateşi öyle bir iki bardak şekerli limonlu suyun teskin edebileceğine hiç ihtimal vermiyordum. yine başladı beni ithamınızdan dolayı düçar olduğumuz felaketi azime öyle kalemle, sözle kabili tarif değildir. neticei hatanızı bugün sizden ziyade ben çekiyorum. zevcimle nasıl barıştım? bu feciai hayatımı size anlatayım. beni onun aguşı canfersasına nasıl düşürdünüzse yine öyle kurtarın allah aşkına. dinleyiniz, her şeyi size olduğu gibi anlatacağım. o ithamınızdan sonra iradesine, ihtiyarına gayri malik bir ifrit kesilmiştim. naki'nin hanesine avdet etmek. size mülaki olmak için büyüğünü küçüğünü tahkir ile çıktığım bir aile nezdine yine sizin icbarı muhakkiranenizle tekrar girmek. bir mezarda taraç: yağma icbarı muhakkirane: aşağılarcasına zorlama ihtiyarı ikamet etmek kadar bana müşkül göründü. diri diri bu makberi azaba, gönlüm meşhunı sevdanız iken firaşı digere nasıl girecektim? işte bu keyfiyet hem müellim hem nazik bir meseleydi. ilk hareketi şedidemden, nedametimi müşir naki'ye bir haber göndererek beni tekrar hanei zevciyyetine kabulünü istirham etsem bu zelilane müracaata karşı sui kabul görmek yahut hiç kabul edilmemek tehlikesine maruz kalacaktım. böyle bir nikbete uğramamak için pek mahirane desaisle naki'yi iğfal etmek, ona kendimi şiddetle sevdirmek lazım geliyordu. zevcim, bana göstereceği meyli şedidle bilmeye bilmeye nazarınızdaki mevkii itibarımı ila edecek, beni size sevdirmeye vasıta olacaktı. gerek aleyhimde vaki olan ithamınız, gerek ona karşı verdiğim cevap, yekdiğerimize karşı ilanı husumetle katı rabıta demekti. artık benden kaçıyordunuz. sizi hiçbir yerde göremiyordum. bana tesadüften havfen bütün mesirelerden çekilişinizi kendime karşı nefreti ciddiyyenize değil, muhabbeti şedidenize bir delil addediyordum. sevmez görünmekte ne kadar iltizamı ihtiyat etseniz benim gibi razbina bir kadına karşı mümkün değil, tamamıyla ketmi esrarı derun edemezsiniz. muhabbetteki istidadı fıtriyyeniz sizi daima gönlünüzle, aşkınızla cidale sevk ediyor. her savleti şedidenizde birer parça mağlup olduğunuzu pek fark edemezsiniz. nihayet bütün bu beyhude kahramanlıklarınız aczi külliye müncer oluverince artık terki silahı cidal ile sevdiğinizin payı istirhamı önüne bitap düşüyorsunuz. sizin için böyle bir saati mağlubiyyetin vüruduna intizardaydım. bu mücadelede sizi son derece zayıf düşürmeye karar verdim. size karşı istimal edeceğim silahı galebem, zevcim naki bey'di. bütün kudreti hudakaranemle bu silaha sarılmak lazım geldi. talih beni onun değil, onu benim ayağıma getirdi. sizi aradığım ila: yüceltme iltizamı ihtiyat: ihtiyatlı davranma razbina: gizleri, sırları gören ketmi esrarı derun: içteki sırları saklama terki silahı cidal: silahı bırakma kudreti hudakarane: hilekarlık kudreti yerlerde ona tesadüf ettim. o biçare, bütün hülyayı şebabıyla beni seviyordu. sizi tahatturla, biraz da o zavallıyı düşüreceğim girivei sevdanın neticei miratini, bu yüzden düçar olacağı bedbahtiyi tefekkür ederek bir gün kağıthane'de iki damla gözyaşı döktüm. bu dümuı teessüratımı ona gösterdim. o safdil, bu yaşlara aldandı. ertesi hafta tenha bir ağaç altında görüştük. olanca talakatı iğfalimi sarf ettim. barıştık, her şey oldu bitti. altı ay naki'yi bir ihtiyali sevda içinde yaşattım. tamamıyla onun huzuzatı muhabbetine vakfı vücud ettim. fakat sizin için tasavvur ettiğim saati mağlubiyyet teehhür ettikçe bende bir ye'si tahammülfersa baş gösterdi. size dair olan muhakematı sabıkamda aldandığıma hükmederek yekdiğerini nakıs tevehhümatla lisanı ızdırab geceleri geçirmekte iken nedametinizi, nevmidinizi, alamı iftirakınızı musavver ilk istimannamenizi aldım. bu feryadnameleriniz sekizi buluncaya kadar cevap vermemeye cebri nefs ettim. nihayet son mektubunuzdaki kararı intiharınızı görünce artık sükuta mecalim kalmadı. sizi akıl ve şuur dairesine irca, hem de beni düşürdüğünüz belahaneyı zevciyyetten halasım emrinde birlikte bir çarei seri taharri etmemiz için bu mektubu yazıyorum. artık o hükmi şenianenizin biesas olduğunu anladınız. bu yüzden müsterih oldunuz değil mi? o halde bu faciai sevdamızda oynattığımız eşhastan naki'nin rolü hitam buldu demektir. şimdi biz bize kalmak için piyesten bu aktörü nasıl çıkaralım? kendine tevdi ettiğimiz aşık rolünden o zavallı pek mahzuz görünüyor. fakat kendisine artık perde kapandı. tiyatro sahnelerindeki muaşakalar birkaç saatten ziyade sürmez iken, bir istisnayı fevka'lade ile seninki aylarla devam etti. böyle oyunlardaki muhabbetlerin ciddiyetine kail olarak onu gönlünde idameye uğraşmak budalalıktır. zavallı naki! demek zamanı artık hulul etti. lakin hakikat zannettiğimiz bu girivei sevda: sevdanın çıkmazı ihtiyali sevda: sevda oyunu ye'si tahammülfersa: dayanılmaz üzüntü istimanname: aman dileyen mektup izdivacın kendi için bir facia, bizim için bir mudhikeden başka bir şey olmadığını o biçareye nasıl bir tarzı talakatla anlatmalı? bu hal aynen uyanık bulunan bir adama, bütün meşhudatın rüyadır. hakayıkı mahsusene sakın inanma. demek kabilinden olmaz mı? bu hakikati kendisine bir zarafeti mudhikeperdazane ile ifham etsek bizim oyun addettiğimiz bu izdivacı o hakiki telakkide ısrar ederek kendini sevmeyen ve sevebilmek ihtimali olmayan bir kadını boşamamaktaki inadını belki derecei belahatine bizi güldürecek bir mertebeye vardırır. sevgili fatin. biraz sabret. ben bu mudhikeye daha gülünç bir netice tezyil edeceğim. bu son perde iniverince naki, ihtiyarıyla çıkmadığı sahnei mudhike haricinde kendini baygın bulacak, neye uğradığını anlamayacak. açıktan açığa, ben seni sevemedim, sevemeyeceğim. beni terk et. desem hakkımdaki muhabbeti manii tatlik olduğunu bildirerek boşamamakta ısrar edecek. onun iyisi ben kendini sever görünerek bu muhabbeti kazibemi müziç kıskançlıklar, dayanılmaz hırçınlıklarla tahammülgüdaz bir dereceye vardırarak herifi evvela canından, sonra kendimden bıktırıp temini muvaffakiyyet etmektir. fatin! ikimiz için de gayet mütebassırane hareket lazım. zannederim ki zevcim, benim aşıkım bulunduğundan bir müddet iştibaha düştü. bu muaşakanın izini keşif için hayli uğraştı. benimle barıştıktan sonra onu aguşı iğfalimde öyle muhaddir kelimat, öyle afyonlu ninnilerle uyuttum ki o eski şüphelerinden bugün kendinde bir zerre kalmadığına katiyen eminim. zevcenizi sizden şiddetle kıskanıyorum. fakat ihtiyata riayet için mudhikemizin hitamına kadar onu tatlik emrinde artık sizi icbar etmeyeceğim. naki beni boşamadıkça siz de onu terk etmeyiniz. çünkü foyamızı meydana çıkaracak o pürüzden bir serrişte ele vermiş olmaktan korkuyorum. zevcenizin alık bir kadın olduğunu biliyorum ama lüzumuna göre kadınların öyle budalalarından bile havf etmelidir. nazire, sizi bir mudhike: komedi, güldürü tarzı talakat: düzgün şekil muhabbeti kazibe: yalancı muhabbet mütebassırane: basiretle, iyice düşünerek muhaddir: uyuşturan muhabbeti müfrite ile seviyormuş. saiki muhabbet olan kadınlardan ben korkarım. işin içine aşk girince benatı havva'nın alıkları dahiye, en miskinleri kaplan kesilir. zevcenize bir şey sezdirmemeye fevkalade itina ile beraber harekatını tarassuttan bir an hali kalmayınız. gönderdiğiniz mektupları naki'nin konağına cihaz olarak beraber getirdiğim pelüş kanepenin yayları arasında gizli göze saklıyorum. siz de benden gelen mektupları muhafazada zerrece müsamaha göstermeyiniz. badema bir lüzumı kati olmadıkça irsalinden de mücanebet tavsiye ederim. birkaç aya kadar rabıtai nikahtan kurtularak hanei pederime avdet edeceğime emin olunuz. baki metanet, ihtiyat, ümit üzere bulunmanızın istirhamı. zevcei müstakbelen bedia bazı bıçak yaraları vardır ki onu cerhte o kadar büyük veca hissolunmaz da yaranın tedavisine uğraşıldığı esnada mecruh ıztırabatı cansuz içinde kalır. ona benzer bir hal kesbettim. asabımda hasıl olan buhran hemen hayatımı iptal derecei şedidesine varmıştı. nazire, dadı kalfa, giryebar gözlerini mertebei teellümleri nakabili tarif birer çehre ile bana diktiler. okuduğum mektubun fıkratı rezilanesini tefsirden artık haya ediyor, o sözleri tekrardan adeta ürküyor gibiydik. bir müddet öyle birbirimize bakıştık. nihayet ben gayriiradi bir kahkaha salıverdim. bu kahkaha ile fatin'i, bedia'yı tahkir etmiş mi oluyordum? yoksa çıldırıyor muydum? çehremde peyda olan takallusatı müdhişeden nazire korkmuş olmalı ki dadısına beyefendiye bir parça su ver. üzerine fenalık geliyor, dedi. üzerime arız olan halden haberim yoktu desem yalan söylemiş olmam. dadı bardağı uzattı, bir iki yudum içtim. fakat boğazımdan cihaz: çeyiz mücanebet: sakınma mertebei teellüm: elem derecesi nakabili tari tarifi kabil olmayan, tarif olunamaz takallusatı müdhişe: müthiş kasılmalar nasıl gitti hissetmedim. bir ikinci kahkaha daha kopararak dedim ki: alık karılar, ne ağlıyorsunuz? siz de benim gibi gülünüz. hiç böyle şeye teessüf edilir mi? ben akşam köşke gidince bedia'yı bırakırım, hanım da fatin'den boşanır selamete ereriz. bu sözüme karşı nazire'nin pembe çehresi sarardı. dudaklarında seri ihtizazlar peyda oldu, gözleri süzüldü. hazin bir ah. eniniyle hasıra uzandı, bayılıverdi. ben, rufai dervişi gibi bulunduğum noktada donakaldım. dadıda el titrer, ayak titrer. gözlerinden sel gibi yaş akar. nazire tam baygın, biz yarım baygın. kim kimi ayıltacak? fatin'in cezbei aşkıyla yerde yatan o bedbaht kadına baktım. sağ şakağından kurtulan bir turrei siyah, parlak zarif bir kuş kanadı gibi izarı latifinin kısmı ulyasını setretmiş. çeşmanı nemnak, dişleri birbirine kenetlenmiş, yumrukları sımsıkı kapalı. nazire o hali bihuşi ve perişanisiyle önümüzde ressamlara müessir bir mevzu olacak bir levha teşkil etmişti. dadı kalfa ağlaya titreye çantayı açtı. küçük bir şişe lokman ruhu çıkardı, fatin'in bu hıyanetini keşfettikten sonra nazire'ye ara sıra böyle bayılmak illeti arız olmuş bulunduğundan nereye gitseler dadı limon, lokman ruhu gibi şeyleri ihtiyaten yanlarından eksik etmezmiş. şişeyi hanıma biraz koklattı. yarım bardak suya birkaç damla damlatarak ağzına döktü. ellerini, kollarını ovuşturmaya başladı. biçare kadın biraz gözlerini açtı, ağzından ilk çıkan kelime fatin ismi oldu. bu ismi bir tehlili muhabbet gibi beş altı defa tekrar etti. biraz daha kendini topladıkça dadı, hanımını kaldırdı. arkasını ağaca istinat ettirerek oturttu. nazire nazarı meyusanesini bana tevcih ederek: şu halimi görüyorsunuz ya beyefendi! fatin beni terk ederse yaşamayacağıma inanınız. ben: hali bihuşi ve perişani: kendinden geçmiş ve perişan hal nazarı meyusane: meyusane bakış tevcih: çevirme, döndürme inanıyorum. nazire: o halde hayat mematım biraz da sizin elinizde gibidir. ben: neden dolayı? nazire: mektupları şimdi siz okudunuz. siz bedia'yı bırakırsanız fatin de beni boşayacakmış. bu akşam köşke gidince o menhusu bırakacağınızı söylüyorsunuz. bu hareketiniz doğrudan doğruya bir hançerle beni öldürmek gibidir. insaniyetinize, merhametinize sığınırım beyefendi. bedia'yı terk etmeyiniz. ben: mesele namus meselesidir hanımefendi. benim için aşk ve muhabbet ikinci derecede kalır. sizin için de böyle olmalıdır. fatin bey sizin her türlü hasail ü mehasini nisvaniyyenizi tadat etmekle beraber sizi sevmediğini, sevemeyeceğini söylüyor. ondan bir hayır memul etmeyiz. ona olan muhabbetiniz müzmin, elim bir illet şeklini alırsa ölmek o daimi hali ızdırabda yaşamaktan hayırlıdır. iltiyami bir ameliyyatı mühimmeye lüzum gösteren illetler böyledir. ihtimali şifa yüzde bir iki olsa bile o mühlik derdi son edvarına kadar uzun uzadıya çekmektense alamı kısa kesmek daha akilane bir hareket olur zannederim. ben de bedia'yı aynı muhabbeti şedide ile seviyorum. onu bir diğerinin aguşı sevdasına atmak suretiyle kendisinden ayrılmak benim için kolay mı olacak zannediyorsunuz? bizden müteneffir iki deniden her lahza bir nazarı nevaziş, bir merhameti iltifat dilene dilene, sevilmekte bin zilletle ısrar göstere göstere onlarla cebren yaşamaya uğraşmaktan ulvi gönüller bir lezzeti hakika duyamaz. geliniz, bu derekei esafili muhabbete düşmeyelim. zemininde nazire'ye çok nasihat verdim. fakat söz dinletebilmek kabil olmadı. fatin diyor, fa hasail ü mehasini nisvaniyye: kadınlık hasletleri deni: alçak derekei esafili muhabbet: muhabbetin en aşağı seviyesi tin işitiyor, ağzından başka bir söz çıkmıyordu. zavallı kadın, bir ummanı felaket içinde var kuvvetiyle bir tahta parçasına sarılan bir kazazede gibi yalnız fatin'i medarı hayat, yegane vasıtai ümid addetmiş, onun haricindeki diğer esbabı huzuz, bütün cihan, nazarında mefkut halini almıştı. bu elemdideyi ikinci defa bayıltmaktan artık ihtirazen vadiyi nasayihten çekildim. biraz hava almak, eğer dimağımda o kuvvet kaldıysa biraz düşünmek fikriyle oradan kalktım. kırları dolaşmaya çıktım, bereket versin bulunduğumuz mevki gazinodan görünmüyordu. biraz yürüdüm. garsonun biri gazinonun kapısı yanındaki tahta kanepeye yatmış uyuyor, diğeri de içeride bardak tabak temizliyordu. gezindim, gezindim, denizler, ağaçlar, kırlar kasvetengiz menazır içinde nazarı nevmidanem önünde devrediyordu. başım mı dönüyor, kainat mı? fark edemiyordum. akşam haneme avdet edince zevcemin yüzüne nasıl bakacağım? yüz yüze gelirsek nasıl ketmi teessür, zabtı hiddet edebileceğim? demek o asabi hastalıklar, o mütehevvirane kıskançlıklar, o yarım baş ağrıları, bütün temaruz, beni kendinden usandırmak, canımdan bizar etmek için hep birer saniaymış. bu karıdan, bahusus aşığı olan o melun heriften intikamımı nasıl alayım? zevcemi tatlik etmekle mi? hayır! o zaman ekmeklerine yağ sürmüş olurum. boşamasam bir zevç karısının esrarı hayatına böyle bir sureti bahirede vakıf olur da onunla nasıl idamei zevciyyet edebilir? meselenin en müthiş ciheti: bedia'yı seviyorum. ondan ayrılmayı düşündükçe sanki kalbimin inşikakıyla derunuma sıcak sıcak kanlar sızdığını hisseder gibi oluyorum. aman ya rabbi, şu hal korkunç bir rüya olsa da bir göz açımıyla uyanıversem, beynimi, her tarafımı ihata eden şu hakayıkı müdhişe vehleten tebdili vadiyi nasayih: nasihat vadisi ketmi teessür: teessürü gizleme temaruz: hasta olmadığı halde hasta gibi gösterme sania: kandırma, tuzak sureti bahire: açık suret mahiyyet ü manzara ediverse. bir ferdayı bidari bunların izalei dehşetlerine erişemiyor. böyle düşünüp bastığım yeri bilmeyerek gezinirken kulağıma, naki bey, naki bey nidasıyla bir ses geldi. döndüm baktım. dadı kalfa ellerini sallayarak beni çağırıyor. kadınların yanına avdet ettim. dadı: artık bu kadar gecikmesine bizim için tehlikelidir efem. kara vapuruma binip gidelim. nazire, benim bihuşiye karip bir halde yüzüme bakarak: şu halirhameten zevcenizi terk etmek fikrinden vazgeçtiniz ya? ben: hemşire hanım, şimdi size ne yolda bir vaatte bulunsam yalandır. çünkü şu anda aklıma, zihnime, kendime malik değilim. ne yapacağımı ben de bilmiyorum. zevcemi bırakacağım desem de inanmayınız, bırakmayacağım desem de. bundan sonra ikimiz de vukuata tabi olacağız zannederim. benden böyle bir vaat almak istirhamında bulunurken siz de bana karşı biraz merhametli davranınız. benim zevçlik mevkiimi, haysiyyeti recülanemi, namusumu nazarı insafa alınız. bu akşam zevcemle yüz yüze gelince sizin şu alamınızı düşünerek hazmı nefs etmeye gayret göstereceğime söz veriyorum. bu söz ebediyen zevcemi bırakmayacağımı tazammun eder bir vaat değildir. ben zevcemi bırakmadığım halde de fatin bey sizi tatlik edebilir. siz fartı ye'sle buralarını muhakeme edemiyorsunuz. yalnız o iki rezilin aleyhimizde kurdukları dolabı ihtiyalin devrini sektedar edecek bazı tedabir ittihaz edebiliriz. ihtiyatı elden bırakmayız. fakat neticei hal her vechile bana vahim görünüyor. tebdili mahiyyet ü manzara: nitelik ve şekil değiştirme ferdayı bidari: uyanıklık ertesi nazire'ye yine ismaı hakikat edemedim. ellerime ayaklarıma kapandı. ağladı söyledi, söyledi ağladı. sözleri hep ipe sapa gelmez kadın lakırtıları. en büyük ricası hep zevcenizi bırakmayınız. cümlesi oluyor. işte bu noktadan başka meselenin sağını solunu düşünmüyordu. dadı kalfa arada bir: kara vapurumun düdüğüsü öttü ayol. şimdi küçük hanım bir daha bayılırsa karanlıklarda dağlarımın başına kalırız. işte o zaman fotin bey'i hanımı boşamasını hakkısı olur efem. sözlerini tekrar ediyordu. beynimizdeki en son mukarreratımız işte şunlardı: nazire her gün büronun o gizli gözünü araştırarak bedia'dan fatin'e yeni bir mektup geldiğini, eski mektuplara koyacağı işareti mahsusadan anlayabilirse bu şukkai muahhareyi bir vakti münasibinde dadıyla bana gönderecek, ben bade'lkırae yine iade edeceğim. ben de bir fırsat düşürebilirsem bedia'nın pelüş kanepesindeki gizli gözü açmaya uğraşarak hafiyyen oradaki mektupları okuyacağım. bu mektuplarda meşhudumuz olacak ahvale nazaran tedabiri lazıme ittihaz edeceğiz. ne ben bedia'ya ne nazire zevcine bu macerayı muaşakaları hakkındaki ıttılaımızdan şimdilik bir şey sezdirmemeye gayet itina edeceğiz. bir lüzumı kati olmadıkça nazire benimle görüşmeye gelmeyecek. nazire'nin hanesiyle fatin'in mahalli memuriyyetini de haber aldım. mektupları yine çantaya bilvaz küçükçekmece mevkiine indik. yirmi dakika sonra hareket eden trene bindik. ismaı hakikat: hakikati anlatma beyn: ara şukkai muahhare: sonraki tezkere bade'lkırae: okuduktan sonra tedabiri lazıme: gereken tedbir bilvaz: koyarak bu sadmei müdhişenin tesiratını artık vücudum yavaş yavaş hissediyordu. her tarafıma bir kesiklik arız oldu. hafif bir nöbet başladı. hayat, bütün menazırı cihan, nazarımda bir kasveti mücesseme kesildi. sirkeci'ye vasıl olduk. nazire yanımdan geçerken yavaşça: hiddetinize mağlup olup da zevcenizi tatlike kalkışmayınız. ricasını bir daha tekrarla yürüdü. onlar bir arabaya bindiler. ben de kadıköy vapurları iskelesine çıkmak üzere bir sandala atladım. iskeleye çıktım. vapura girdim. kendi kendine yürür bir cismi camid, bir cenaze gibiydim. vapurun hareketinden sonra nöbetim arttı. başım, bütün vücudum çayır çayır yanıyordu. üst mevkie çıktım. kendimi rüzgara verdim. bu gibi ıztırabatı maneviyyenin ilk nöbetini, ilk şiddetini çekmiş olanlar bilir. altı yedi saat evvel ben bahtiyar bir adamdım. zevcem, anam, babam, beni bu dünyaya rabt edecek her şeyim vardı. şimdi bütün onlar nazarımda niçin yok gibi oldular? neden böyle münkesirü'lemel kaldım. niçin sağ iken ölü gibi oldum. niçin hayatın neşesi bir anda nazarımda sönüverdi? sanki bedia'nın sevdası kalbimde bir nur imiş. bütün eşyayı onun muaveneti tenviriyle parlak görürmüşüm. bedia'ya olan bu şiddeti muhabbetim, bu şulei sevdam gönlümde söndü mü? hayır sönmedi. eskisinden ziyade ateşgir oldu, alevlendi, işte o ateş vücudumu yakıyor. halim tıpkı hayatından katı ümid etmiş bir hastaya benziyordu. hayat sevilmez mi? sevilir fakat ondan insan nevmid kalınca ne yapar? yine sever. lakin ne kadar ümitsiz, yeisalud bir muhabbetle sever. artık onunla idamei irtibat etmek imkanı kalmamış, her saatin müruruyla ondan tebaüdünü, iftirakını hissettikçe ne hallere girer? o zaman vefasız bir şeye karşı olan bu sevdayı irtibat, bu muhabbeti nevmidane en müthiş, en muzlim bir felaket şeklini alır. işte aynen ben böyle bir hasta. bedia sadmei müdhişe: müthiş sarsıntı menazırı cihan: cihan manzaraları kasveti mücesseme: canlı bir kasvet, karanlık münkesirü'lemel: hayal kırıklığı katı ümid ümit kesmek yeisalud: yeise bulaşmış, kederli muhabbeti nevmidane: ümitsiz sevgi yine nazarımda hayat gibidir. kendine olan şiddeti meftuniyyetime, arzuyı irtibatıma rağmen o benden kaçıyordu. hakikatte kaçmadı bile. ben tevehhümatı sevda içinde bedia namına gönlümde bir hayali idameye uğraşıyordum. kendimi nasıl aldatayım? ne yolda teselli bulayım? insan hayatın ıztırarları, ümitsizlikleri, tevil kabul etmez müthiş hakikatleri içinde zebun, nalan, çaresiz kaldığı demlerde dünyayı, ömrü anlayacak kadar tetebbuu, kuvvei muhakemesi varsa her şeyi nazarı istihkar ile görmeye çare arayan bir feylesof kesilir. adam sen de! bu cihanın, bu ömrün neye tahammülü var? kime vefası olmuş? rengi fena ile pürzib ü şaşaa görünen şeylere niçin aldanmalı? bir evveli baharın yetiştirdiği o kadar asarı süruru, o kadar esbabı huzuzu, gözlere sefa, zihinlere küşayiş bahşeden o kadar müzeyyinatı tabiiyyeyi hazan yapraklarıyla, çiçekleriyle, kelebekleriyle pamali istihkar ediyor. bu kaideyi, bu hakikati her şeye teşmil ediniz. bütün öyle değil mi? seneden seneye sevdiklerimizden birinin gaybubeti ebediyyesine ağlıyor, sevenlerimiz varsa bir gün de bize ağlayacaklar. hangi şeyde vefa, nerede beka var ki muhabbette olsun? bu hakayıkı bile bile niçin aldanıyoruz? bu gırarei gaflet niçin gözlerimizi, her hissimizi örtmüş? bugünkü bedia otuz kırk sene sonra elbette yüzüne bakılmaz bir acuze olacak. o zaman bu gözyaşlarımı tahattur ettikçe ben kendi kendime güleceğim. ne kadar cahil, ne kadar gafilmişim diyeceğim. bu düsturı hikmeti şimdiden mevkii fi'le koysam, beyhude bu kadar meyus olmasam, bu kadar yanıp ağlamasam olmaz mı? bedia'yı, o mavi gözleri, o sarı saçları, o levendane kameti o hıramı latifiyle gözlerimin önüne getirdim. şeran, kanunen benim olan bu zehrei letafetin bir rüzgarı hıyanetle fatin'e doğru eğildiğini, onun meşammı hevesine kendi kendini arz ettiğini düşündüm. zihnimde nazarımda ne felsefe kaldı ne alem. zararı yok. her şeyi fani olsun. isterse bütün mükevvenatın iki günlük tevehhümatı sevda: sevda tevehhümleri nazarı istihkar: hor gören bakış gırarei gaflet: gaflet çuvalı zehrei letafet: letafet çiçeği ömrü kalsın. o da umurumda değil. illa bedia, fatin'in olmasın. benim olsun. sinni heremine kadar ben ona perestiş edeyim. bütün hayatımca gönlüm bu perestei hüsne müteveccih kalsın. fakat o beni istemiyor. ah yine fakat izzeti vicdanım isyan ederek niçin bende ona karşı bir nefret uyandırmıyor? o beni sevmiyor, ben onu neden bu kadar şiddetle seviyorum? lezzeti muhabbet tekabüli sevdada değil midir? işte bizde o muvazene bozulmuş. bu müthiş noktada ben nazire'ye nasihat verirken bu nasayihle kendim niçin amil olamıyorum? beni sevmeyen bir kadına karşı ulüvvi nefsimi niçin çiğniyorum? bu sefaleti muhabbete niçin düşüyorum? neye bu kadar alçalıyorum? gönlü, gözü, sevdası, emeli diğer bir erkekte olan bir kadını zevce sıfatıyla yanımda alıkoyacak mıyım? lüzumuna göre bana göstereceği muvakkat sahte nevazişlere nasıl tahammül edeceğim? keyfiyetin daha müthiş ciheti var. bir çocuğum olursa bunun üzerinde fatin'den ziyade hakkı übüvvet iddia edebilecek miyim? of işte yanıyorum. yarab bana akıl ve şuur inayet eyle. ya beni öldür ya bu kadından tenfir et.keyfiyet artık limonata ile teskini ye's ü hararet edecek dereceyi geçmişti. bardağı karşımdaki bedbaht delikanlıya takdime cesaret edemedim. ikimiz o kadar çok sigara içmiştik ki odanın içini istila eden duman, lambaları adeta husufa uğratmıştı. artık boynu başını çekemiyormuş zannolunacak bir telehhüfi bitabane ile naki bir tarafa çarpıldı, gözlerini kapadı. dudı siyahı sevdası gibi çehresini istila eden o dumanların içinde zavallının bu vazı hazinanesini bir müddet seyrettim. sanki böyle birazyorgunluk alarak yine başladı vapur, kadıköyü iskelesi'ne yanaştı. kendimi arabaya attım. ezana yakın köşke vasıl oldum. nöbetim iştidat etti. beynime bir sinni herem: ihtiyarlık çağı perestei hüsn: güzellik perisi ulüvvi nefs: izzetinefis hakkı übüvvet: babalık hakkı telehhüfi bitabane ile: bitkince bir üzüntü haliyle dudı siyahı sevda: sevdanın siyah dumanı uğultu arız oldu. odama çıktım. pek fena hastaydım. duracak oturacak halim, kuvvetim kalmamıştı. kanepenin üstüne uzanıverdim. dalmışım, kendimi kaybetmişim. gece olmuş, lambalar yanmış. validem, pederim başucuma gelmiş. validemin titrek endişeli bir sadayı şefkatle başucumda: evladım, naki'ne oldun? hasta mısın yavrum? diye mırıldandığını işittim. gözlerimi açtım. köşkün içinde bir telaştır gidiyor. doktorlara haber gönderilmiş. gözlerimi açmadığımı görünce validem ağlaya ağlaya: naki, öyle durma. aklımı mı alacaksın çocuğum? galiba biraz rahatsızsın. haydi üstünü soyalım, döşeğe yat, dedi. validemin, iki halayığın muavenetiyle soyundum. karyolama girdim. doktor geldi. nabzımı, göğsümü, her tarafımı uzun dikkatli bir muayeneden sonra: merak etmeyiniz bir şeyi yok. biraz soğuk almış. tesellileriyle bir reçete tertip etti. zahrına sureti istimalini yazdı. sabah yine gelirim vaadiyle gitti. kimbilir ne kadar mesafeden doktor geldi. ifayı vazife etti gitti. bir hane içinde bulunduğumuz zevcem henüz oda kapısından bile gözükmedi. gelmediği isabet. yüzünü görsem belki büsbütün fena olurum. hafakana uğrar, boğulurum. validem durup durup nasıl oldun? ne istersin? suallerini irat ediyor, başımı bırakıp elimi, elimi bırakıp ayağımı tutuyordu. validemin bütün bu sual ve telaşlarına cevaben iyiyim fakat yalnız sizden bir ricam var. kalabalık, gürültü istemiyorum. beni birkaç saat yalnız bırakınız. istirhamında bulundum. zavallı kadın peki yavrum peki. nevazişiyle odada kim varsa hepsini topladı, dışarı çıktı. yalnız kaldıktan sonra onları savdığıma pişman oldum. çünkü beynimi ezen o yeisalud, o muzlim fikirler, nazarı kuvvetim önünde titreyen lambanın ziyası içinde sanki mahafeti leyliyyeye bürünerek ölümlere, mezarlara ait elvan, eşkal alıyor; o sükunı garibane güya insanın alamı derununu birkaç misli büyütüyor; in zahr: arka sureti istimal: kullanılış şekli mahafeti leyliyye: gece korkuları san yeisle pek yalnız kalıyor. ah yine kendimi kaybetsem de düşünmesem. düşünmesem, uyusam, ilanihaye uyusam. ben böyle gamımla cenkleşirken. çıt sedasıyla odamın kapısı açıldı. gözümün kuyruğuyla baktım, zevcem. evet o geliyor. beyaz muslinler giymiş. yarı bedenine kadar küşade göğsünün, dirseklerine kadar açık kollarının etrafı kat kat dantelalar içinde. saçlarını ensesine yarı toplamış yarı salıvermiş. altında şakikaya alamet o mahut beyaz çatkı. dahili zifaf olmuş bir kadın olduğuna doksan şahit lazım. bakirelere reşki masumiyyet olacak bir letafet, bir edayı melekane ile hafif hafif ayaklarının ucuna basarak yürüyordu. ben kasten gözlerimi kapadım. ağı ağır geldi, başucumda durdu. derin derin bir göğüs geçirdikten sonra eğildi, alnımdan medide bir buse aldı. zevcemin dudakları sathı cebhemde titrerken duyduğum lezzeti, yine o anda hissettiğim merareti tarif edemem. mühtez, nazik bir seda ile yavaşça vah zavallı nakiciğim, ateş gibi yanıyorsun, dedi. bilaihtiyar gözlerimi açtım. bütün metanetimi toplayarak evet. hanımcığım, yanıyorum. cevabını verdim. bir iskemle çekti. baş ucuma oturdu. beyaz yumuşak fakat heyhat beyaz leylak rayihası neşreden elleriyle yüzümü nevazişlere gark ederek: naki! böyle sen hasta, ben hasta halimiz ne olacak? ah, bilmem! yine bu gece ağrıdan başım çatlıyordu. köşkün içinde bir gürültü işittim. odamdan çıktım, sordum. küçük beyefendi hasta dediler. aklım başımdan gitti. kendi derdimi unuttum, işte sana geldim. insanın sevdiği hakkındaki şiddeti muhabbeti adi vakitte pek belli olmuyor. onun ya gaybubeti ya hastalığı zamanında anlaşılıyor. beyim seni ne kadar seviyormuşum. şu andaki halecanımı bilsen? kalk, öyle yatma. zati yarım akıllıyım. beni bütün bütün deli edeceksin. reşki masumiyyet: masumiyeti kıskandırma medide: uzun sathı cebhe: alın yüzeyi meraret: acılık teşekkür ederim bedia. beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum. şu hastalığım izharı muhabbetine vesile olduğu için böyle ateşler içinde yattığıma memnun olacağım geliyor. devamı nevazişin için hemen hemen ömrümün medit bir hastalıkla döşekte geçmesini arzu ediyorum. o nasıl söz, çılgın! nasıl olacak? dosdoğru bir söz. hali sıhhatimde yüzünü gördüğüm var mı? kaç aydır ufacık bir nevazişine nail olabiliyor muyum? ardı arası kesilmez bir şakika. bir sinir hastalığı. ah nankör çocuk. o dertlere ben kimin yüzünden uğradım? seni kıskanmak belasından değil mi? ben senden acaba bir dakika ayrılmak istiyor muyum? odalarımızı etibbanın tavsiyesi üzerine ayırmadık mı? senin için malul olmak değil, mezara girsem yine kıymetimi bilmeyecek, yine muhabbetimi inkar edeceksin. artık dayanamadım. ellerimle göğsümün düğmelerini yeisten çatır çatır kopararak kalktım. düşünmek için oturdum. hummadan kurumuş dudaklarımla: bedia, artık yetişir. beni sevdiğine inansam. şu sözlerinin bir kelimesine benim için itimat kabil olsa emin ol ki şu saatte ne ateşim kalır ne hastalığım. bu sözleri telaffuzum esnasında yüzüne kim bilir ne kadar bir şiddeti nazarla bakmışım ki zevcemin çehresi sapsarı kesildi. seni ben mi hasta ettim? dedi. o esnada, evet cevabı ağzımdan çıkıverdi. derhal nazire'yi, o bedbaht kadının yeisini, ona verdiğim vaadi ihtiyatı tahattur ettim. o biçare de acaba şimdi nasıl saati alam geçiriyordu? biihtiyar deheni nevmidanemden kaçan bu evet', şu macerayı felaketi tamir kabul etmez bir hale getirdi mi? pek ileri varmış olduğumdan havfen işi bütün bütün aleniyete dökmemek için sustum. bedia amakı kalbiyyemi tarassut etmek istiyor gibi istizahı acible bana gözlerini dikerek: izharı muhabbet: sevgi gösterme istizahı acib: acayip bir sorgulama üzerinde şiddetli nöbet var. onun tesiri hararetiyle galiba ne söylediğini bilmiyorsun, dedi. kuvvetim bütün bütün kesildi. gözlerim karardı. kendimi tekrar döşeğe attım. bitap uzandım. o zayıf, o baygınlık haliyle: affedersin bedia, ateşten ne söylediğimi bilmiyorum, dedim. amik bir teessüri şefkate benzer bir nazarla bakarak: hastasın sevgilim, zararı yok. ne söylesen gücenmem. fakat ne oldun? soğuk mu aldın? doktor keyifsizliğine ne isim verdi? soğuk algınlığı. öyle ise geçer. cenabıhak senden ziyade bana acır da inşallah sabaha bir şeyin kalmaz. beynimizde beş altı dakika sükunetle geçti. bedia'nın hakkımda gösterdiği bu sahte şefkati, bu kazib muhabbeti; ateşimi, yeisimi büsbütün tezyit ediyordu. başı ucumda ibrazı teessüre, beni şiddetle sever gibi görünmeye uğraşan bu kadın, hastalığıma kim bilir kalben ne kadar memnun olmuştu. doktor keyifsizliğine ne isim verdi? mealinde vaki olan sualine, tifo yahut o dehşette bir maraz teşhis etti. cevabını vereydim hiç şüphe yok ki memnuniyetine payan olmayacaktı. ölümümü şiddetle arzu ederken hastalığımdan bu derece endişenak görünmek. of, bu riyayı muhabbet. insan, benibeşerin menafii hususiyyedeki bu denaetperestliğini görünce doğduğuna, insan olduğuna nadim oluyor. işte karşımda kadın şeklinde bir riyayı mücessem ki fatin'e yazdığı mektuplarında amali zelilanesini, hissiyatını, denaeti vicdanını okuyup gördüğüm halde hemen hemen bu geceki hudai muhalesatına, ifadatı kazibesine inanacağım. hep bu riyakarlıklarını hakiki, samimi zannedeceğim gelir. hummayı vücuduma karışan muhabbetle nefret, ateşle bürudet beyninde tarif olunmaz bir hissi şedid, bende sabra mukavemete tahammül bırakmıyordu. bütün esrarı kelimatı muhakkirane ile yüzüne püskürerek ifşa etmek. bu hilei sevdasına inanmadığımı bildirmek. zevcemi odadan kovmak. fakat hummayı vücud: vücut titremesi bürudet: soğukluk hissi şedid: şiddetli his heyhat! o bir edayı makhuriyyetle mahcubane odadan çıkarken yine eteklerine sarılarak salıvermemek istiyordum. evet, arzu ediyordum ki zevcem itirafı cürm etsin. cinayetinde nedamet getirsin. fatin'den nefret ettiğini, dünyada yalnız beni sevdiğini ağlaya ağlaya söylesin. benden af, merhamet dilesin. of, ne hayali muhal! bu temennii hamım vücut bulsa. zevcem bu tahayyülüm vechiyle tebdili fikr ü hayat etse. ben artık onun sözlerine inanmalı mıyım? onun muhabbeti digerle mütezelzil gönlünde benim için bir kuşei iltica kaldı mı? bedia'ya aldanmayı bile artık bahtiyarlık sanıyorum. ah aldanabilsem. fakat benim için muhabbeti mütekabile muhal. saadeti sevda muhal. hepsi muhal. derunumdan bir şey beni tazyik ediyor. cinayeti bahir olan şu zevcenin ağzını ara. seni sevmediğini lisanıyla itiraf ettir. belki o zaman muhabbetin nefrete münkalip olur. ya bütün bütün çıldırır, yanar, ölürsün ya teskini ye's edecek bir iki kelime işitirsin. diyordu. bu son yeisimin sevki nevmidanesiyle dedim ki: bediacığım. efendim beyim! bedian sana kurban olsun. bu hastalığımın sebebi nedir biliyor musun güzelim? hayır iki gözüm! kalem refiklerimden biri vardı. ay ne oldu, vefat mı etti? allah size ömür versin. keşke vefat edeydi. bir felakete mi uğradı? evet. felaketlerin en müthişine. maazallah. bu zavallı delikanlı, zevcesini çok severdi. ey? zevcesinin bir hıyanetini duymuş. biçare çocuk, zihnini oynatır gibi oldu. onu o hali ye'ste gördüm. pek müteessir oldum. nisvaniyetin yüz karası olan öyle karıları allah kahretsin. elin böyle kepaze bir kadını için bu derece hastalanmaya ne mana var?. cevap versene? sen daima kadınları müdafaa eder, onları mazlum gösterir, erkekleri batırırdın da. her kaidenin bir şazı olur naki. yine umumiyet benim iddia ettiğim gibidir. kocalarına hıyanet eden kadınlara ne mücazat etmelidir? tatlikten başka ne yapılabilir? bilmem ki. ya zevç karısını şiddetle seviyorsa? bırakamazsa? hıyaneti tebeyyün eden bir kadın nasıl sevilir anlayamam? gönül bu. bedia gönül. her zaman insan, gönlünün değil; bazen de gönül, sahibinin amiri olur. muhabbeti namusuna tercih eden erkeklere hiç acımam. öyleleri aldansınlar dursunlar. daha doğrusu aldanmak da yok bile bile. insafsızlık ediyorsun bedia. zevç ilk hıyaneti hoş görüp affederse. zevce bundan bitteessür uslu oturursa olmaz mı? naki, bu akşam sen sayıklıyorsun galiba? bunlar nasıl söz? kadın kısmına böyle bir yüz verilirse iki gün sonra astarını da ister. böyle bir hıyanetin ilk affı, ikincisine, üçüncüsüne ilanihaye müsaade vermek demektir. allah göstermesin. ben böyle bir harekette bulunsam da beni affetsen en evvel yüzüne tüküren yine ben olurum. yorganı yüzüme çektim. yetişir diye haykırdım. zevcem haklı söylüyordu. namusa riayette gösterdiği bu şiddet zahirde kendi işine yarayacağı için ben bu haklı sözü gayrı muhakkak görmek istiyordum. demek ki bedia'nın bana karşı olan hıyanetini ispat şaz: kural dışı, müstesna etsem kendisini katiyyen tatlikim icap ediyormuş. emri beraks olunca en evvel yüzüme tüküren kendisi olacakmış. o gece zevcem sabaha kadar baş ucumdan ayrılmadı. saatleri gelince ilaçlarımı vermek vazifesiyle meşgul oldu. fakat derdi aşka ilaç ne tesir eder? lokman ne yapar?. keyifsizliğim bu hafta devam etti. zevcemin riyayı muhabbeti, o sahte nevazişleri nasıl oldu da beni öldürmedi hayretteyim! fatin ile tertip ettikleri komedyanın temini muvaffakiyyetini, tacili neticesi için bana karşı ibzal ettiği kelimatı muğfilane, görünüşte tatlı, samimi fakat hakikatten en müessir zehirleri iksiri şifa gibi bırakan o sözlerin tesiratı mühlikesine bu zayıf vücudum nasıl mukavemet etti? bilemem; ölmedim, çıldırmadım. bir ifakati tedriciyye ile iyi oldum. zevcei müstakbelin imzasını atarak sevgilisine yazdığı o rezaletnameleri okuduğumu, bütün şenaeti sevdalarına vukuf peyda ettiğimi, hastalığım o teessüri şedid neticesi olduğunu anlamış olaydı riyada, sahtekarlıkta, denaeti iğfalde o kadar ileri varır mıydı? o zaman acaba ne lisan kullanırdı? ihtimal ki o gece bana görünmekten sıkılırdı. bilmem ne yapar, nasıl hareket eder, yine hangi tariki hudayı ihtiyar eylerdi? belki yine vechi hareketi beni iğfal yolu olurdu. artık bu bedahete karşı ben aldanır mıydım? lakin zevcemi terk edebilmek cesaretini kendimde bulamıyorsam bile bile aldanmayıp da ne yapardım? haydi inkara mecal bırakmayacak surette şenaatini yüzüne vurayım. ya o benden daha cesaretli çıkıp da cürmünü bilitiraf, evet söylediklerin hep doğrudur. fatin'i seviyorum. gönlüm onda oldukça sana zevcelik edemem. deyiverirse? benim mukabeleten göstereceğim muamele ne olacak? tatlik mi? bu kelime bana pek dehşetli görünüyor. ben bırakayım, o gitsin fatin'e varsın. bana oynadıkları komedyanın kendi dilhahları gibi bir netice almasını ben budalaca teshil etmiş olacağım. bu cihetten sarfı nazar, bedia'yı seviyorum. bütün bu denaetlerine rağmen onun için çıldırıyorum. gönlümü, aşkımı, halimi biliyorum. bedia, fatin'e vardıktan sonra bu muhabbetim külliyen iştidat edecek, artık alemi imkanda diğer bir kadına rabtı kalb edemeyeceğim. belki bu muhakemem, bu zannım yanlıştır. fakat bana öyle geliyor, bedia'yı unutamayacağım zannediyorum. fatin'i gidip göreyim. görüp de kendisiyle ne yolda faslı dava edeyim? zevcem seni şiddetle seviyormuş. fakat sen onu sevme mi diyeyim? zevcemin maşukuna böyle bir söz söylenir mi? herif bana sen evvela karını zapt et de, öyle gözyaşlarıyla mülemma bana muhabbetnameler göndermesin. evvela bu ciheti mühimmeyi yoluna koy, sonra bana ihtarat lazımsa da bulun. derse, bu sözlere muhatap olan bir zevç için ya ölmek ya öldürmek veya tatlikten başka yapacak bir şey kalır mı? işin içinde bir de nazire meselesi var. keyfiyetin hangi cihetini nazarı imana alarak bir sureti fasl u tesviye bulmalı? kendimi mi kurtarayım, nazire'yi mi? o biçare kadın, bedbahtide benden aşağı mı? değil. ona daha yazık. bedia'ya olan aşkımı, muhabbeti mecnunanemi şöyle bir tarafa bırakırsam kendisini tatlik veya ademi tatlikte serbestim. nazire böyle bir hürriyyeti harekete malik değil. fatin kendisini bırakırsa ağlaya ağlaya zevcinden ayrı düşecek. kimbilir iddiayı nevmidanesine bakılırsa bu iftirakla belki ilelebet bedbahtlığa mahkum kalacak. keyifsizliğim esnasında zevcemin sahte muhabbet ibrazından mütehassıl teessüratımla cehennem ateşleri içinde yandım. şimdi manevi bir hastalığa benzeyen bu ifakatim deminde o nöbetlerden daha müthiş bir merareti hayata, bir ıztırabı canfersaya düştüm. zevcem yine odasına kapandı. bu mahbusiyyeti ihtiyarisinde acaba ne düşünüyor? ne dolaplar kuruyor? ben de odama kapandım. ağlamaktan gayrı bir karım olmuyor. bir şeye karar veremiyorum. bir asabiyyeti müdhişe, manevi bir azap beni ifna ediyor, yakıyor. bedia'nın o peyker ismindeki halayığı mektup getirip götürmekte devam ediyor mu? bu hizmeti vesatetinden onu bile menedecek bir çare bulamıyorum. peyker'i sokağa çıkarken görsem. nereye gidiyorsun desem. beni aldatmak için fırlatacağı yalana tahammül edemeyeceğim. üstünü arayacağım, belki bir mektup bulacağım. o zaman iş nazarı imana almak: dikkatle göz önüne almak meydana çıkacak. rezalet aleniyete vuracak. sonra ne yapacağım? işte orasını bilemiyorum. işte buna bir karar veremiyorum. odama kimseyi kabul etmeyerek, tek başıma otura otura zihnime vehn tari olmaya başladı. her gün dehşeti halim artıyor. vücuttan, kuvvetten düşüyorum. eklden şürbden kesiliyorum. böyle zaafım tezayüt ettikçe bir aczi külli içinde kalıyorum. bedia ile fatin beynindeki muhabbetnameler teati olunmuş ise dadı kalfanın kalemime gelip beni aramış olması ihtimalini düşündüm. florya macerasından ve onun neticesi olan keyifsizliğim üzerinden on beş gün kadar geçmişti. bir kere kaleme gideyim, bakayım, bir haber var mı, dadı beni aramış mı dedim. fatin'le zevcem arasında cereyan eden ahvali hem öğrenmek istiyor hem de artık derecei sıklete tahammülden aciz kaldığım felaketime felaketi diger inzimamından korkarak bu macerayı sorup araştırmaktan ihtizaz ediyordum. türlü korkular, tereddütler içinde kaleme gittim. odacı beni görünce: sizi üç gündür o siyah çarşaflı, çetrefil lisanlı kadın arıyor. bugün yine gelecek, dedi. gelince bana haber ver. tembihiyle intizara başladım. evet, yine mühim bir haberi felaket olmalı ki dadı böyle beni sıkı sıkıya üç gündür arayıp durmuş. bir saat geçti geçmedi, odacı kalem kapısından bana dadının geldiğini işaret etti. dışarı çıktım. zavallı dadı yine kan terler içinde, beni görünce: bu dördüncüsü defasıdır sizi arıyorum efem. zevciyenizden fotin bey'e mektup vardır. bunu okuyunuz da içerisinde ne olduğunu bana anlatınız. ben de hanımısına anlatacak. merakısından çatlıyoruz efem. sözleriyle elime bir zarf uzattı. titreye titreye aldım. fatin! vehn: zayıflık tari olmak: birdenbire ortaya çıkmak eklden şürbden kesilmek: yemeden içmeden kesilmek ahvalin kesbettiği vahamet, kabili tarif değildir. zevcim hastalandı, nöbeti esnasında bana irat ettiği sualler, açtığı mebahis gayet istiğrabımı mucip oldu. galiba bir şüpheye düşmüş. nasıl? ne suretle? hakikate vukuf peyda etmiş mi, edememiş mi? pek iyi anlayamadım. fakat yine kendisini kazip nevazişlerim, tatlı dillerimle iğfale muvaffak olduğumu kaviyen zannediyorum. bu maharetimden dolayı cidden tebrike müstahakım. velev sahte olsun, sevilmeyen bir adama karşı iraei ruyı sevda insana ne kadar giran geliyor? neyse? bir aktris mümaresesiyle yine bu defa naki'yi balini iğfal üzerinde uyuttum. gösterdiğim muamelei dilfiribaneye aldanmış olaydı mutlak sabredemez, hakikate vukufunu bir cihetten belli eder anlatırdı. içinde bulunduğum alemi zevciyyeti bir tiyatro sahnesine tahvilde uzun müddet devamın daii tehlike olduğunu anlıyorum. birkaç gece oynadığım sahte sevdazede rolü bana o kadaryorgunluk verdi ki üç dört akşam daha devam edeydi patla, işte artık seni sevmiyorum. gösterdiğim muamelat hep yalandır!' diye haykırmaktan hiçbir endişei istikbal beni menedemeyecekti zannediyorum. haddi gayeye gelen tahammülüme pek emniyetim kalmadığı için naki biraz iyileşir iyileşmez of diye büyük bir nefes alarak yine odama kapandım, kanepenin üzerine kendimi attım. saatlerle güldüm. herkes beni içeride sinirden, baş ağrısından muztarip zannediyor. geçirdiğim şey hayat değil ki, cidden komedya! tiyatrolarda vazı sahne edilen oyunlar böyle hanelerde aileler beyninde geçen hakiki maceralardan muktebes değil midir? o halde ötekiler taklit, berikiler asıldır. hikayenüvisanla tiyatro müelliflerinin hemen daima zemini tahrirlerini teşkile hizmet edenler üç şahıstır: karı, koca, bir de aşık. bizim oyunumuzda da bu üç şahıs tamam değil mi? işte ben karı, naki en müdhik bir komedyaya sermayei belahet olacak hilkatte bir zevç. sen de aşık. sonra bu aşık, zevç olacak. öteki biçare, hüsranı sevdada kalacak. netice kocam için biraz feci olacak ama bununla komedyamızın esas neşesi bozulmaz. çünkü bazı müdhikenin künhü tetkik edilse ağlayacak şeylere tesadüf olunur, ekseriyetle güldüğümüz şeyler kendi budalalıklarımızdır. büyük muharrirlerin sermayei tezyifleri belaheti beşeriyye değil midir? hemnevinin ahvali müdhikesine gülmekte gizli gözyaşları vardır. fakat ben artık felsefede bu kadar taammükü sevmem. doğrusu naki için ağlayamam. hakikate vakıf olunca o kendi haline yine kendi ağlasın. gözlerimize yazık değil mi? bizim hesabımıza isalesi lazım gelen eşki telehhüfü o döksün. bu kadar zevzeklik yetişir, biraz da bu oyunun ciddi kısmından bahsedeyim. yine benimle görüşmek istiyorsun. şu esnada bu ihtiyatsızlık? nerede görüşeceğiz? yine orada, o hafagahı sevdamızda. neyse, bu sefer de seni meyus etmek istemem. fakat böyle sıkça sıkça görüşmemiz oyunumuzu müdhikeye değil, mehlekeye çevirecek. iştiyakıma ademi tahammülden mütevellit feryatlarında pek ileri varmamanı tavsiye ederim. bu alamı tahassürü kısa kesmenin en eslem tariki hedefi hareketimiz olan neticeyi bir an evvel ele almak değil midir? öyle ise sevgilim, bu çocukluklardan vazgeç, aşkına, gönlüne, hevesi vaslına karşı gelmeye gayret et. beni ne için görmek istediğini biliyorum. o maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etmegözüm. bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek kabil mi? onun bir yolu var. işte öyle olacak. bu hafta salı günü gelirim. orada birleşiriz. allah aşkına ihtiyattan, metanetten ayrılma. baki devamı muhabbet. bedian mektup mu bitti, ben mi bittim farkında değilim. kaç zamandır beni öldüren asabiyeti, içinde bulunduğum hali muztaribaneyi düşününüz. bir de şu rezaletnameyi kıraatten sonra yeisimin varacağı dereceyi tasavvur buyurunuz. alnımdan tereşşuh eden terlerden, benzimin sararmasından, serapa vücudumu istila eden raşeden, muhteviyyatı namenin yine pek dokunaklı, zehrengiz olduğuna intikalde güçlük çekmeyen dadı kalfa: yine ne kepazelikleri yazmışlar efem? sualinde bulundu. işin bu ciheti elimesi de var. şimdi kadına ne cevap vereyim? dadıya cevap vermezden evvel mektubun zihnimi yakıp sızlatan şu yine nerede görüşeceğiz? yine orada. o hafagahı sevdada mı? cümlelerine göz gezdirdim. orası, o hafagahı sevda. neresi? aman ya rabbi, çıldırmamak için dimağıma metaneti lazıme ver. sonra, benim için muammayı müdhiş, onlar için derdesti fasl u tesviye bir meselei mühimme olan beni ne için görmek istediğini biliyorum. o maddei mühimmeden bahsedeceksin. merak etmegözüm, bu hususta kararı evvelimiz vechile hareket edeceğim. zaten keyfiyeti sureti ahara dökmek kabil mi? cümleyi esrarengizi tekmil asabımı kızgın demirlerle dağlar gibi beni şedit bir meraka düşürdü. o maddei mühimme nedir? ne olabilir? bunlar ne kadar sui tefsire elverişli sözler! demek dehşeti madde yalnız mektuplaşmaktan da ibaret değilmiş. bir hafagahı sevdada buluşuyorlar, görüşüyorlar. evet, sevişiyorlarmış. zavallı ben, biçare nazire. artık biz istediğimiz kadar bu hainlerin manii muaşakaları olmaya çalışalım. onların dudı sevdası bir ahengi ittihadla yek bacadan çıkıyor. biz bu ateşi enfası ah u figanlarımızla söndürmeye uğraşıyoruz. bu beyhude gayreti itfaiyyemizle kendimiz tutuşuyor, mahvoluyoruz, haberimiz yok. zevce namına böyle bir afetle yaşamadansa ondan ayrılmak, bade'liftirak hayat kabil olamadığı takdirde hiç yaşamamak elbette evladır. yok artık, yok. nazire'nin kadınca fikirlerine, o nevmidane sevdasındaki beyhude ısrarlarına iştirakı hareket zilletinden kendimi kurtarmalıyım. bu akşam köşke gidince zevcemi bırakırım. iftirakına tahammül edemezsem ölür giderim. meselenin en sade sureti halli bundan başka olamaz. işte o anda zihnen verdiğim karar buydu. mademki artık nazire ile iştirakı hareketten ayrılıyordum, o halde mütebassırane davranmak icap ediyordu. bu düşüncebni dadıdan ketmi ahvale lüzum görerek sahte bir beşaşetle dedim ki: bu mektupta o kadar kepazelik yok. zevcem, sizin fatin bey'e bazı nasihatler vermiş. öte beri sözler yazmış. nazire hanımefendi'ye böyle söyleyiniz. derdesti fasl u tesviye: düzeltilmesi uygun, dürüst ahengi ittihad: bir aheng enfası ah u figan: kederli nefesler bade'liftirak: ayrıldıktan sonra ketmi ahval: ahvali ketmetme, saklama bu iki delilere akıllandılar mı acep? allah'ın inayeti ne büyüktür. belki bunlar birbirisine soğuşurlar da ötekilere ısınmaklık hasıl olur değil mi efem? evet efem. keyfiyet işte buyurduğunuz gibi görünüyor. dadı, inşallah maşallah kelimatı ümidbahşasıyla mektubu aldı. sevine sevine gitti. ben de hemen daireden çıktım. köşke gidip kararımı fiile getireceğim. o gün de günlerden pazartesi. mektubun tarihine ve dadı kalfanın dört gün bir sıraya beni aradığına bakılırsa bedia ile fatin beyninde yevmi mülakat tayin edilen salının gelip geçtiği yani o hafagahı sevdada birleşmiş oldukları anlaşılıyor. evet, kararımı pek beğeniyorum. kaç zamandır beni alevlendiren keşmekeşlerden, tereddütlerden artık kendimi kurtulmuş gibi görerek gönlümde acayip bir inbisat hissediyordum. fakat derunumda bu inbisatın setredemediği bir korku, bir endişe, tarif olunmaz bir hal, bir tereddüt vardı ki vapurdan çıkıp arabaya binince menazırı muhitenin tebeddülü tesiriyle aynen saf, berrak lacivert bir semayı istila eden kesif, mağmum bulutlar gibi efkarı muzlime derece derece o inbisatı kalbimi örttü, boğdu. yine karanlıklar, endişeler içinde kaldı. baygınlığa şebih bir hal arız oldu. neye karar verdimdi? köşke gidince ne yapacaktım? bu kararım üzerinden haftalar, aylar geçmiş gibi biraz evvelki tefekküratım şimdi bana dumanlı görünüyordu. evet, bedia'yı tatlik edecektim. yoksa ettim miydi? ben ondan ayrıldım mı? ayrılıyor muyum? artık zevcemin yüzünü göremeyecek miyim? vehleten yine bir ateş her tarafımı sardı. bedia ile iftirakımız vukua gelmiş gibi bir galat hisse düşerek hicranı asabi içinde kaldım. henüz onu terk etmediğime kendi kendimi iknaa delail aramaya başladım. evet, henüz terk etmemiştim. fakat böyle bir kararı, böyle fikri müdhişi aklıma getirmiş olduğuma nedamet ettim. hemen bedia'yı görmek, ayaklarına kapanmak, fatin'i terk ile beni sevmesi için istirham etmek arzusu, ihtiyacı, ıztırarı vehleten öyle şiddetle bütün kuvamı teshir etti ki kelimatı ümidbahşa: ümit veren kelimeler yevmi mülakat: mülakat günü arabanın penceresinden başımı çıkararak hayvanları sür. diye arabacıya bağırdım. insanı hayatla memat arasında bocalandıran böyle mühim kararlar, anı itasında fiile getirilebilirse getirilebilir, yoksa o ilk şiddet, o demi buhran geçti mi tasmim edilen şeyin icrası için icraattaki o kuvveti ibtidaiyye kalmıyor. köşke girdiğim vakit saat dokuzu bulmuştu. derhal zevcemin dairesine koştum. kimseyi bulamadım. nerede olduğunu sordum. sokağa çıktı dediler. kendisini görmek arzusuyla çıldırdığım o esnada bedia'nın bu tesadüfi gaybubeti beni külliyen bir hali elime düşürdü. zevcemin kimseden izin istihsaline lüzum görmeksizin sokağa çıkmak hürriyetine malik olduğunu biliyordum. ona bu serbestiyyeti hareketi ben vermiştim. fakat o günkü gaybubeti bana başka türlü tesir etti. acaba nereye gitmişti? o hafagahı sevdasına mı? dakikadan dakikaya teellüm o kadar arttı ki, kendini tatlik için verdiğim kararı güya zevcem duymuş da bir daha avdet etmemek üzere köşkten çıkmış gitmiş gibi bir endişei acibe duydum. fatin'in derdi iftirakıyla cali şakikalar geçirdiği yatak odasına girdim. hereke kumaşından koyu al ipek perdelerin arkasındaki kanatları kaplı panjurların aralıklarından giren hafif, mütereddit bir ziya içinde loşlukta kalan eşyaya bir göz gezdirdim. oymalı ceviz karyolanın beyaz bürümcükten cibinliği indirilmiş. yataklığın baş tarafındaki komodinin üzerindeki fransızca üç roman. birini aldım baktım. gustave flaubert'in madam bovary namındaki hikayesi. mevzuu bilir. halimize oldukça tevafuk ediyor. madam bovary, zevcine hıyanet eder. fakat aşıklarından kendi de vefa görmez. bir müddet sonra kadını terk ederler. madam, yeisinden intihar eyler. biçare mösyö bovary, zevcesinin vefatına ağlar. müntehirenin sadakatı zevciyyeden inhiraf etmiş olduğuna sonradan vakıf olursa da sevgili zevcesinin zıyaı ebediyyesine gözyaşı dökmekten kendini menedemez. bir sabah müteveffiyenin aşıklarından birine tesadüf eder, birlikte bira içmeye giderler. esnayı musahabelerinde mösyö bovary, herife zevcemi sevmiş olmanızdan dolayı anı ita: verildiği an kuvveti ibtidaiyye: başlangıçtaki güç, kuvvet esnayı musahabe: sohbet esnası aleyhinizde hiçbir husumetim yoktur. nasıl, mevzu şık değil mi? bedia, fatin'in derdi aşkıyla intihar ederse. biz zevç ile aşık, bir meyhanede karşı karşıya telhkamane teatii ikdah eylediğimiz demi matemde ben de galiba zevcemi sevmiş olduğundan dolayı fatin aleyhinde izharı buğz u nefret etmeyerek onu kendime bir dert ortağı addiyle birlikte ağlayacağım. ikinci kitap, guy de maupassant'ın pierre ile Jean hikayesi. bunu da okumuştum. bu eserde de madam rolan diğer bir erkekten kazandığı ikinci oğlu Jan'ı zevci mösyö rolan'a sulbi evladı olmak üzere yutturmuştur. üçüncü roman, paul bourget'in creulle enigme yani muammayı müellim unvanlı eseri. mevzuan hakikaten bu ötekilerden müellim. bu romanda bir zevcenin zevcini aldatması bir şey değil! bu cihet adeta bir meseleyi adiyye, bir adeti hayat hükmünde gösteriliyor. bu hikayedeki genç madam sue, kırk beş yaşındaki zevcine karşı olacak hatırai sadakatını kalbinden külliyen sildikten sonra daha kaç babayiğidi kündeden atıyor. aşkta tecrübesiz hüber isminde bir genç, olanca sevdayı şebabıyla madam sue'nün giriftei hüsn ü anı oluyor. hıyaneti zevcle aludevicdan bir kadında iffet aramak en büyük eseri belahet iken, hüber, maşukasının zevcine karşı olan bu sadakatsizliğini kadının müddeti hayatınca bir hatayı yeganesi zannediyor. bir müddet sevişiyorlar. sonra bu aşık budala hüber, madam sue'ün diğer bir aşıkla hembezm olduğunu haber alıyor. kadının bu iffetsizliğine şaşıyor. hem de nasıl bir herifle. hüsnen hüber'den dun, sinnen daha yaşlı bir zenperestle. elde güzel, genç bir aşık var iken kadın kalbinin tecdidi zevki sevda için çirkin ve daha yaşlı bir erkeğe meyletmesindeki sırrı hilkati anlaşılmıyor. işte muammayı müellim buradan çıkıyor. o zaman hüber'in kalbindeki bütün izzeti nefsi isyan ediyor. kadını terk etmek istiyor, bir müddet yanına uğramıyor. fakat bu gibi hususatta bir aşıkı nevmid için halası nefs kolay mıdır? üç gün gitmiyor, beş gün gitmiyor? lakin nihayet mağlubı muhabbeti oluyor. gidiyor. evet gidiyor. madam sue'yü ayıbıyla, bu hatasıyla, sulbi: öz dun: aşağı bu rezaletiyle kabul ediyor. kadının kaselisi muhabbeti olan aşıklarından biri de hüber oluyor. hıyaneti tebeyyün eden bir kadına karşı za'fı hisse düşerek erkeklerin bu gibi şeydadil nisvandan soğuyamamaları, nefret edememeleri meselesi de müellim değil mi? işte ikinci muammayı müellim de bu. kadın böyle aşıklarla güleşirken öte tarafta mösyö sue o zavallı zevç ne yapar? bu hikaye içinde o zevç o kadar ehemmiyetten ari addolunuyor ki muharrir ondan hemen hiç bahsetmiyor. onun için kaleminiyormuyor. bedia'nın şakikadan muztariben yattığı gecelerde balini firaşı üzerinde bulunduğu, kim bilir ne kadar bir tetebbuı amik ile mütalaa ettiği kitaplar işte bunlar. sedef işlemeli bir çerçeve derununda komodinin müstenit olduğu duvara resmim talik edilmiş. teehhülüm esnasında aldırdığım bir fotoğrafım. ben beşuş bir çehre ile duvara yapışmış öyle duruyorum. resimdeki beşaşetime, mağrurane nazarıma baktım. bir de şimdiki yeisimi, mahzun, mağmum simamı düşündüm. eski bahtiyarlığıma gıpta ettim. saadeti maziyyemden artık bir saatinin iadesi kabil olamayacağını tefekkürle ağladım. o sedefli çerçevenin camı, dikkat ettim, birkaç yerinden çatlamış. bu hal istiğrabımı mucip oldu. duvarda asılı çerçevenin camı kendi kendine çatlamaz ya? bu inkisara elbette bir tesiri harici sebep olmuştur. bu tesir ne olabilir? çokyorulmaksızın bunu da keşfettim. zevcem geceleri oda kapısını sürmeleyip karşıki ufacık zarif yazıhanesinin önünde fatin'e mektup yazarken, resmimin oradan kendine bakışına tahammül edemeyerek mutlak çerçeveyi yumruklamış olduğuna hükmettim. odanın bir köşesinde küçük bir masa üzerinde parıldayan çay takımına baktım. onun solunda duran kanepe, koyu lacivert zemin üzerine beyaz dallı pelüş kaplı, bedia'nın hazinei evrakı olan kanepe vehleten bir mıknatıs şiddetiyle nazarımı celbetti. hemen oda kapısını sürmeleyip kanepeyi tetkike başladım. ön ve iki yan tarafında gizli gözün vücuduna delalet edecek bir alamet, bir işaret göremedim. kanepeyi ortaya çektim. arka cihetini muayeneye kaselisi muhabbet: muhabbet dalkavuğu tetebbuı amik: derin alaka, ilgi giriştim. arkalık ile oturulacak kısmın zuhurundaki hat fasıldan bir parmak aşağıda kumaşı tahtaya rabt etmek için bir sıraya irice düğme şeklinde sarı başlı çiviler mıhlanmış. bu çivileri birer birer yokladım. tamam vasatta bulunanı biraz oynadı. bunun üzerine şiddetle bastım. on santim kadar umkunda mustatilü'lşekl ince uzun bir göz dışarı fırladı. bir intizamı mahsusla deste deste yerleştirilmiş mektuplar nazarı dehşetime çarptı. bağları çözdüm. mektuplara birer birer baktım. fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri cümleten mevcuttu. tüle sarılı kalınca bir kağıt gördüm. tülü açtım. bir fotoğraf. bunun üzerinde hiçbir yazı, imza falan yoktu fakat fatin'in resmi olduğuna hiç şüphem kalmadı. resim abdullah biraderlere aldırılmış, yarım vücut bir kabine. alt üst dişlerim birbirine çarpmaya başladı. bir hummayı halecan içinde resmi tetkik ettim. uzun çeneli, iri kemikli sert bir sima. bir çift gür, kalın, çatık kaş altında çukurda kalmış ufarak, koyu siyah gözler hemen gazubane denecek bir nazarla insana bakıyor. orta cesamette incerek dudaklı bir ağız üzerinde uçları kıvrık, dolgun bıyıklar. dar, uzun bir alnın zirvesini setreden sık saçlar alabros kesilmiş. o çehrenin heyeti mecmuunda benim hükmümce yırtıcı hayvanlara benzer dürüşti, rüyeti insanı sıkan bir şekli hodbini var. herif adeta çirkin. kendi kendime: iki gözü çıkasıca bedia! şu sevimsiz, şu kaba, sert çehrede matmahı nazarı sevdan olacak acaba ne buldun? rekabetiyle kaç zamandır beni ateşlere yaktığın böyle bir menhus çehreye ibtilan için miydi? paul bourget'in hakkı var, hakkı var. o sizi iyi tetkik etmiş. güzel kocalara veya amanlara tercih edilen çirkin aşıklar bu tercihi acibden dolayı memnun olsunlar. eğer nisvanın bu noktadaki zaafları hayvaniyyeti reculiyyeye meclubiyetten ileri geliyorsa kadınlarca müreccah addolunan bu sıfatı makbuleyi haiz umk: derinlik mustatilü'lşekl: dikdörtgen şeklinde dürüşti: kabalık, sertlik şekli hodbini: hodbinlik hali mutmahı nazarı sevda: sevdayı çekme, katlanma sizden daha çirkinleri bulunabilir. fakat bu noktada niçin yalnız kadınları itham ediyorum? genç, hesna, latif, nazik zevceleri üzerine yahni yanaklı, koca dudaklı, elleri, tabanları çatlak hizmetçi kadınları tercih eden erkekler yok mu? beni mahveden zevcem değil, kendi za'fı hissimdi. hıyaneti aşikar bir zevce karşısında bulunuyor, yine bir şeye karar veremiyordum. işte mektuplar, işte fotoğraf, işte zevcemin bütün delaili hıyaneti. hepsi önümde, hepsi elimde. bunları her kime, hangi mahkemeye irae etsem davayı kazanırım. fakat bu rezaletnameler kime gösterilir? böyle karıyı elan nasıl tutuyorsun? itabıyla yüzüme tükürmezler mi? mektuplardan bazılarını birer parça okudum. beyhude zahmet. hep zaten bildiğim şeyler. vakit akşama takrip ediyordu. zevcem köşke avdet etmezden evvel oradan çekilmek lüzumunu düşündüm. yine desteleri vaziyyeti asliyyeleri üzere tertip ederek gözü kapadım. kanepeyi yerine çektim. odadan çıktım. evet, bu cebanetim, zevcemin cinayetinden eşna bir hareketti. ben her türlü iğfale, hıyanete müstahak bir kocaydım. zevcemi fatin'le bir arada tutsam ihtimal yine sabredecektim. ilk hıyanete sabır, ikincisini, üçüncüsünü hazım için insana bir nevi alışkanlık getiriyor. evet, saklayamam. nefsime karşı bu hakikati itiraf edeyim, bedia'nın söylediği gibi ben yüzüne tükürülecek bir kocaydım. hazmetmeye uğraştığım bu rezalet diğer bir cihetten meydana çıksa bedia hakikati itiraf etse ihtimal yine o zaman zevceme sen tahtı zevciyyetimde kal da sevdayı nameşruunda bildiğin gibi devam et. ben hepsine iğmazı ayn ederim. diyecektim. bağı dolaştım. deniz kenarına indim. bir yerde duramıyordum. kırlara çıktım. gözümün alabildiği yerlere gittim. kaç kilometre mesafe katettim bilmiyorum, deli gibi geziniyordum. galibayorgunluktan bitap kalarak bir yere düşmek, kendimi kaybetmek istiyordum. gece saat birde köşke avdet ettim. pederim beni taama bekliyormuş. sofraya davet olundum. yemek içmek gibi hayatın en cebanet: korkaklık eşna: en aşağı sevdayı nameşru: meşru olmayan sevda iğmazı ayn: göz yumma zaruri ihtiyacatı artık benim içinyorgunluk verici, angarya sırasına geçmiş şeylerden olmuştu. çünkü zorla yiyor, hiçbirinin lezzetini duymuyordum. pederle karşı karşıya sofraya oturduk. bana uzun uzadıya aşı çubuklarından bahsetti. bağın şimalindeki tarlayı gelecek sene kirizma ettireceğini anlattı. kendi kendime: bu pederim ne bahtiyar adam? şu düşündüğü şeylere bak. ne ala! başka endişesi yok. ah ben de böyle olsam. dedim. bu sözlerden o kadar sıkıldım ki taamın hitamını beklemeksizin odama çekildim. her şeyden muazzep oluyor, ne yapacağımı bilmiyordum. kitaplarımı karıştırdım. mütalaa her melali defedermiş. bu söz benim için bir kavli sadık değildi. bunu söyleyeni cerh ettim. belki de hakkında tan eyledim. benim melalimi mütalaa defetmiyor. iki satırın kıraatine tahammül getiremiyordum. hücrei ıztırabımda ben böyle dönerken dolaşırken, çırpınırken zevcem beşuş bir çehre ile içeri girdi. hemen iki elimden sımsıkı yakaladı. gözlerini gözlerime dikerek dedi ki: naki! bir insanın gözlerine bakarak razı derununu keşfetmek fennindeki derecei vukufunu anlamak istiyorum. yüzüme dikkatle bakıp derunumdakini keşfedebilirsen bu kiyasetini tebriken sana büyük bir mükafat ita edeceğim. gözlerine bakıp razı derununu keşfetmek mi? bu nasıl söz? bedia benimle eğleniyor mu? serairi kalbiyyesine vukufumu bana itiraf ettirmek mi istiyor? demek rezaili sevdasını bana söyletecek, sonra yüzüme tükürerek çıkıp gidecek. tahammüldeki hamakatimi yüzüme vuracak. hepsi bitti bu mu kaldı? ben her şeyi hazım ile sabrederken niçin beni çakı tahammüle davet ediyor? bu cüret, insafsızlığın artık gayesi değil midir? bildiğimi bilmemekte ısrardan başka çare var mı? itirafı hıyanet edecekse kendisi doğrudan doğruya etsin. bu itiraftan sonra mabadi keyfiyyet ne renk kesbedecek? demek ben ne kadar ketum, ne kadar hazım kirizma: toprağı kazarak altını üstüne getirme tan eylemek: yermek serairi kalbiyye: kalbin sırları olsam nafile. beni zorla söyletecekler. haydi bakalım. yine izharı gaflet edeyim. bütün metanetimi toplayarak: sana böyle bir kehanetim olduğundan bahsettiğimi hiç tahattur edemiyorum. bir insanın yüzüne bakarak razı derununu keşfetmek fennine vukufum değil, böyle bir fennin vücudundan bile haberim yoktur. vadettiğin mükafatı kazanamayacağıma teessüf ediyorum. zevcem medit bir kahkaha salıverdi. meyusiyyeti mutadesi hilafına gösterdiği bu şetarete hayrette kalıyordum. iddiasında ısrarla yine dedi ki: allah aşkına gözlerimin içine bak. bakıyorum. ne görüyorsun? of, ne mi görüyorum? o mavi hadekalarda beni müstağrakı alam eden bir ummanı hıyanet. yine bir oyun, bir dubara gölgesi görüyorum. dikkatle bakmaktan korkuyorum. hüceci hıyanetini kanepenin gizli gözünde gördüm. bana bir de bunların asarı mahufesini gözlerinde göstermeye uğraşma. diye haykırmak istedim. fakat yine cebanetim manii feryadım oldu. galeyanı derunumu son bir tahammül ile teskine uğraşarak yavaşça: hiçbir şey göremiyorum. evet, işte beni sevmediğinin bir delili! neden? neden olacak? beni sevmiş olsan bir lahzai nazarımdan bin mana çıkarırdın. ben öyle bir nazardan bin mana çıkaracak koca değilim. ahmak bir herifim. ahmak mısın? istediğin vakit iblise dersi şeytaniyyet verirsin. izharı gaflet: gaflette bulunma müstağrakı alam: elemlere boğulma hüceci hıyanet: hıyanet delilleri deruni diyordum ki: ah melun karı? bir ahmağı en ziyade sevindirecek muamele kendisine isnadı zeka etmektir. bir ahmağa akıllısın demek kadar celbi teveccüh için bir tarikı sühulet olamaz. bu medhinizle o kendi irfanına kail olur da mesulünüzü ademi isafı zekasına muvafık göremez. naili maksat olursunuz. bedia buralarını bildiğinden, iblise dersi şeytanet verirsin. cümlesiyle kendisi iblisten daha mahirane bana koltuk veriyordu. elimden çekti, yan yana kanepeye oturduk. gözlerini süze süze bana bittevcih: hayatını hayatıma rabt edecek sana bir müjde vereceğim. hayatımız zaten merbut değil mi ki bunun için bir müjdei irtibata lüzum olsun? merbut fakat müjdem o merbutiyyeti kadimeyi külliyen takviye edecektir. maksadını anlar gibi oldum. halecan içinde kalarak: bu müjden nedir bakalım? sekiz ay sonra sana bir mini mini bir varis takdim edeceğim. o halde, demek hamilsiniz? kaç aylık? tahminime göre bir aylık. o anda zihnim o kadar karıştı ki: iki aydan beridir yüzünü bile nadiren görüyorum. bu rezalet ne demektir? feryadıyla avazım çıktığı kadar bağıracağım geldi. nazarımda lambalar söndü. oda karardı. ayaklarımın altında halı, başımın üstünde tavan fırıl fırıl dönüyor zannediyordum. cüretin, melanetin bu derecesini artık ne zihnim ne havsalam alıyordu. dadı kalfanın getirdiği son mektuptaki maddei mühimme kaydı aklıma geldi. o mühim madde işte bu olmalı dedim. o hafagahı sevdanın esrarı müdhişesi artık yavaş yavaş meydana çıkıyordu. o kadar alama tahammül, bu kadar şenaate iğmazı ayn ettikten sonra celbi teveccüh: ilgi çekme bir de fatin'in çocuğuna fuzuli baba mı olacağım? olup olmayacağımı sormuyorlardı. işte çocuğu bana müjdelerle takdim ediyorlardı. evet, şeran, kanunen o ceninin müsebbibi vücudu bendim. dünyaya gelince, büyüyünce o bana peder diyecek, ben ona evlat diyeceğim. pederim, validem onu torun diye okşayacaklar, sevecekler. felaketimi bu gayei dehşete getirinceye kadar niçin sabrettim? artık zemin ve zamanı o mevkii müdhişemi unuttum: hanım bu olamaz! avazıyla haykırdım. bedia bir tarzı istihkarla döndü. yüzüme baktı. beni yukarıdan aşağıya süzerek sordu: olamayan nedir? şu aralık hamil kalmanız. maksadı asliyi tecahülden gelerek: beni şiddetle sevdiğinizi iddia ediyorsunuz da rabıtamıza ukdei diger ilave edecek, muhabbetimize zihayat bir delil olacak bu mahsuli izdivacımızı tebşirime karşı olamaz' demeye sıkılmıyor musunuz? yoksa bir evlat büyütecek servetten mahrum musunuz? hayır hanım, beni çıldırtma. ben tarihi hamle itiraz ediyorum. benden, çocuğundan şüphe ediyorsun. feryadı ve bir seli dümu ile kanepenin üzerine kapandı. bir müddet dövündü çırpındı. nihayet bayılır gibi haller gösterdi. bimecal kesik bir seda ile: merhameten bana bir yudum su veriniz. bulabilirseniz bir bardak zehir veriniz. daha makbule geçer. ben böyle müthiş bir şüphe altında yaşayamam. badema yüzünüze zevç diye bakamam. yarın sabah eşyalarımı toplayayım, babamın evine gideyim. mümkün değil burada oturamam. ah ne denaet. naki! bu denaet. şu saatten tezi yok. beni bırakınız. bedia'nın yarın sabah eşyalarını toplayıp evine gitmesi benim hiç hesabıma gelmiyordu. bu meseleyi temizlemek ancak bu ka müsebbibi vücud: vücut bulma sebebi seli dümu: gözyaşı seli nepedeki gizli gözde duran evrakla kabil olabileceğini düşündüm. mademki bu kadar sabrettim, macera bu derecei mülevvese geldi. biraz daha metanet göstermek icap ediyordu. o beni nasıl iğfale uğraşıyorsa ben de ona karşı ancak huda, yalan ile temini galebe edebileceğimi anladım. derhal tebdili lisan ederek dedim ki: bedia, çıldırıyor musun? ne oluyorsun? anlayamıyorum. nasıl çıldırmam. hain. bir kadın için bundan büyük felaket mi olur? nasıl felaket? karnımdaki çocuktan şüphe ediyorsun, sus. o nasıl lakırtı? şimdi ağzını tokatlarım. amik bir tereddüt, acip bir tecessüsle yüzüme bakarak: ya sen şimdi şu aralık hamil kalman olamaz. tarihi hamle itiraz ediyorum. demedin mi? dedim. bundan ne çıkar? her şey çıkar. utanmaz. sevincimden deli gibi oldum, öyle söyledim. tarihi hamle itiraz ettiğim, bana böyle bir saadet bahşetmekte şimdiye kadar geciktiğin içindir. haydi tevil et bakalım. tevile lüzum yok. böyle müthiş bir şüpheye düşsem evvela seni, sonra kendimi öldürürüm. öldür, öldür. zaten ölmedik nerem kaldı? böyle bir şüpheye düşmen beni öldürmekten daha mahuf bir hal değil midir? bedia rica ederim. bu şüphe lakırtısını kaldır. bu söz tüylerime ürperti veriyor. senin gibi bir iffeti mücessemeye karşı öyle bir tefevvühde bulunmak denaetini bana isnada gönlün nasıl razı oluyor? bilmem sevgilim, ya senin aklından zorun var ya benim! ben, ağzından çıkan sözlere mukabele ediyorum. derecei mülevves: karışık hal amik: derin saffetime itimat edecek kadar tabiatımın vakıfı değil misin? bilirim delisin. fakat benim de zırdeli olduğumu unutma. artık bu münasebetsiz bahsi kapat. şimdi çocuğumuzun istikbalini düşünelim. ne müşfik bir babasın. daha bir aylık ceninin istikbali şimdiden düşünülür mü? bir aylık olduğunu da iyi bilmiyorum ya naki. haydi bunu beraber hesaplayalım. ben daha ziyade zannediyorum. hani ya hastalığından evvel aklına geliyor mu? evet evet, tahattur ediyorum. o halde bir buçuk aylık demek. belki de ziyade. bu mide bozacak yalancı dolmayı da takımıyla işte böyle yuttuk. zevcem beni kandırdığından dolayı memnun. ben ağzımdan kaçırdığım ihtiyatsız sözlerin tamirine muvaffakiyetim cihetiyle mesrur, hakikaten facia renginde bir komedya ki oyuncuların maharetlerini alkışlamamak kabil değil. ertesi sabah köşkün içine bedia'nın havadisi hamli, bu müjdei sürur yayıldı. sevincinden artık validemin etekleri havada uçuyor. biçare kadın koşa koşa doğru bana geldi. yanağıma bir buse kondurarak naki, yakında torunumu da işte böyle öpeceğim. ölmeden allah bunu bana gösterecek değil mi? çok şükür ya rabbi çok şükür. sevinçten bir yerlerde duramıyorum. çılgınlığımı affet yavrum. gidip bedia'nın, gelinciğimin karnını okşuyorum. torunum, yavrumun yavrusu onun içinde değil mi? gözlerim doldu. validem bükama dikkat ederek: neye ağlıyorsun tosunum? sevinçten. ah bilirim, sabahleyin benim de gözlerimden yaş geldi. valideciğim, bu kadar sevinmek iyi değildir. dur bakalım, daha anasının karnında bir aylık şeye bu kadar sevinilir mi? sus, şimdi ağzını yırtarım. öyle fena şeyiyorma. hepimiz böyle anamızın karnında birer aylık değil miydik? bak nasıl doğduk? nasıl büyüdük? sonra validem karşıma geçti oturdu. artık kundak takımını hazırlamalıdan başladı. torununu büyüttü. midilliler aldı. mektebe gönderdi okuttu. parlak şeritli bir zabit yaptı. evlendirdi. rütbesini paşalığa kadar terfi etti. ah ben orada ne hallere giriyor, o gün fatin'i bularak gebertmek hevesi intikamına galebe edemeyecek şiddetler peyda ediyordum. validem coştu. meserretini taşırdıkça taşırdı. nihayet kalktı. galiba yine bedia'nın karnını okşamaya gidiyordu. biraz sonra odama küçük halayık geldi: pederiniz sizi çağırıyor, dedi. pederim beni ne yapacak? hiç şüphe yok, kariben dünyaya gelecek hafit veya hafidesinden, işte bu müjdei saadetten mütevellit sürurunu tebşir edecek. o anda bir teessüri acibe düştüm. bedia'ya olan muhabbetim nefretle memzuç bir alev halini aldı. derunumu yakıyordu. ölmek bu mezellete tahammülden hayırlı olduğuna artık kanaat ettim. intikam! diye bu kelimelerin yüreğime verdiği bir şiddeti mana ile boğula boğula haykırdım.işte limonata içilecek bir sıra. fakat mateessüf sürahide bir şey kalmamıştı. ikimizin de gözü şişeye dikildi. boş olduğunu gördük. naki asıl alevi şimdi alıyordu. limonatadan dereler aksa bu ateşi söndürmeye kifayet edemeyeceğini anladım. bu defa yalnız naki değil, ben de yanıyor, ben de bağırmak istiyordum. misafirim bütün ateşi talakatiyle en ince asabıma kadar beni teshir etmişti. olanca dikkatle onun dudaklarına asılmış gibiydim. o başını salladıkça ben de sallıyor, o titredikçe ben de titriyor, hasılı adeta manyetizma olmuştum. limonata yerine ikişer yudum su içtik. naki biraz dinlendi. yine başladı pederin yanına girdim. gel bakalım beybaba kelimatı taltifiyyesiyle kabul olundum. evet, artık beybaba oluyordum. pederimin hakkımda iltifat olarak sarf ettiği bu tabirde o zavallı adamın sureti sarfındaki saffete rağmen öyle bir merareti mana, tezyifi amik hissettim ki yer yarılsa beni yutsaydı o kadar ızdırap duymazdım. pederim bana babalığın şerefinden, zevkinden uzun uzadıya bahsetti. o, übüvveti hakikiyyedeki bu şerefi, lezzeti büyüttükçe nazarımda fuzuli babalıktaki zillet, hacalet bir nisbeti makuse ile büyüyordu. bu makhuriyet, nefsime münhasır kalmıyor, ben onu büyükbabalık, büyükanalık sıfatlarıyla pederime, valideme de teşmil ediyordum. ne dehşet. pederim dedi ki: hayat sigortası kumpanyalarını dolaş da nizamnamelerinden bana birer nüsha getir. ne yapacaksınız? doğacak çocuğa ayca bir servet temin etmek niyetindeyim. aman ya rabbi! sen bana sabır ihsan eyle. ağlaya ağlaya pederimin ayaklarına kapanarak babacığım, doğacak tıflı menhusun evvela neslimize nispetini temin edelim. servet ciheti sonraya kalsın. diye bağıracağım geldi. tahammülümün böyle bir sabırşiken derecei gayeye geldiğinden haberi olmayan pederim, sızlayan kalbime kızgın bir mil sokar gibi bana ufak bir çıkın uzatarak: al şu yüz lirayı! bu para ile bir hediye al, tarafımdan gelinime takdim et. hediyeyi intihap cihetini senin hissi tabiatına bırakıyorum. of. bedia'ya gebelik mükafatı. çıkını aldım. sarhoş gibi sendeleye sendeleye odadan dışarı fırladım. şimdi ben bu yüz lira ile zevceme ne hediye intihap edeyim? mademki kaderim benimle olan acı istihzasını bu dereceye vardırıyor, ben de ona tasahhurla mukabele ederim. doğru kuyumcumuza gittim. bir pırlanta maşallah ısmarladım. beni fuzuli baba' etmekteki gayretini tebcilen, doğurduğu günü bunu bedia'nın alnına asacaktım. maşallah zevceme, maşallah çocuğa. bahusus, maşallah bana. cümlemizi cenabıhak sui nazardan sıyanet buyursun. bu tebcilden, bu tebrikten, bu emirde, mebrurda asıl mesbukü'lhimmet olan gayreti hakikiyye sahibi fatin beyefendi hazretlerine bir hissei musibe düşmediğine teessüf ettim. onun hissei mükafatı hepimizinkinden büyük olmak lazım gelirdi. dünyanın hali aciptir. bazen mükafat, müstahakkın gayrıya düşer. işte bu da o kabilden. benim o kadar müddettir gösterdiğim canfersa sabır ve tahammülün mükafatı min gayrı istihkak o çocuk olduktan sonra, bedia'nın birkaç pırlanta ile taltifi. fatin bey'in mükafattan külliyen mahrumiyeti muvafıkı nısfet değildir, değil mi? of. istihzayı nasibin benim kadar miratına uğrayanlar az bulunur zannederim. valideynimin bu sevinçleri keyfiyyeti müellimesi de ayrıca beni şediden müteessir edecek bir meselei fecia hükmünü aldı. zevcem sokağa çıksa da kanepenin gizli gözüne giren yeni bir mektup varsa bunu okuyarak şu çocuk, bu hamli bi'lheva keyfiyetine dair malumatı katiyye alsam merakıyla dört beş gün bekledim. bedia evden bir tarafa gitmedi. belki dadıdan bir haber vardır ümidiyle kaleme gittim. odacıya sordum: dün geldi, sizi aradı, bugün için yine geleceğini söyledi. dedi. anlaşılan yine yeni bir mektup var ki dadı beni arıyor, dedim. allah razı olsun. kalfa beni çok bekletmedi geldi. fakat bu defa zavallı kadın büyük bir telaş içindeydi. hemen sordum: dadıcığım ne haber? bu defaki haberisi fenadır efem. ne oldu? işlerisini bütün bütümüne karıştı. fotin bey'le nazire hanım kavga ettiler. niçin? sebebisine bizim haberimiz yoktur efem. o kör olasıca fotin evden gitti. onu bu aralık çok azgınlısı vardır. küçük hanım bayıldı. sonra orta yerlerime adamlar koyduk. fotin bey'e rica olundu. yine getirildi efem. sizden bir haberisi var mıdır? merakısı işte buraya kadar çıktı. hayır bende bir haber yok. yeni mektup gelmedi mi? min gayrı istihkak: hak etmeden dadı, kulağıma eğilerek yavaşça: mektuplar eski yerlerinde yoktur efem. küçük hanım aradı bulamadı. fotin bey'ini kaldırmış. mektupları küçük hanımın okuttuğunu anlamış da mı kaldırmış acaba? işte orasını belli değildir efem. eğer iş duyulmamış ise küçük hanıma söyle, aman gayret etsin. hiçbir şeyi sezdirmesin. sonra onun da benim de halimiz fena olur. dadı, söylerim söylerim mırıltılarıyla gitti. demek ki keyfiyet sarpa sarmış. ya bedia da mektupları mahut gözden kaldırdıysa? acaba ipliklerinin pazara çıktığından kuşkulandılar mı? mevsim teşrinievvel evasıtını buldu. istanbul'daki konağımıza indik. bedia'nın karnı sivrildikçe şetareti ailemiz de büyüyordu. pederim sigorta nizamnamelerini tetkik, validem gelinin batnı mahmulünü okşamakla demgüzar olmaktalar iken kuyumcu da beri yandan pırlanta maşallahı yetiştirmeye uğraşıyordu. vakit geçirmek için her nev esbabı teselliden mahrum kalan yalnız bendim. bu haml meselesinin beynime verdiği sıkleti teellüm, son dereceyi buldu. asabiliğim arttı. vara yoğa hiddet eder, iltifat tarikiyle bile artık hiçbir söz kaldıramaz oldum. hasta mıyım sağ mıyım, deli miyim akıllı mıyım cidden fark edemez oldum. hastaysam artık ölümü, deliysem hiçbir teessür duymayacak mefkudiyeti tammei hissiyyat derecesini temenni ediyordum. bir saatine tahammül olunmaz bir hayatı duzahı da istanbul'da geçiriyordum. istanbul'a göç edeli iki ay oldu. zevcemden bir fırsat bulup da kanepenin gözünü muayene edemedim. dadı kalfa yine ara sıra kaleme geliyor fakat artık o bana mektup getiremiyor, benden malumat ahzine uğraşıyordu. göç esnasında zevcem kanepe şeklindeki o hazinei evrakını bilitina halılara sararak kendi uşağının dikkati mütemadiyesine teşrinievvel: ekim evasıt: ortalar tevdi etmişti. göç konağa etmeden bedia indi. hasılı muayene için bana vakit kalmamıştı. istanbul'da zevcemle odalarımız yine ayrı. birbirimizin dairesine ara sıra misafir gidiyoruz. o müthiş şakika, bedia'ya azıcık aman verirse bir iki saat konuşabiliyoruz. nasılsa bir gün bedia, pederinin hanesine gideceğini bilbeyan erkenden sokağa çıktı. ben bu fırsatı ganimetten bilerek kanepenin bulunduğu yatak odasına can attım. kapıyı sürmeledim. gözü açtım. baktım bütün mektup desteleri, fatin'in fotoğrafisi hep yerli yerinde. bittetkik anladım ki gözü ilk açışımdan beri yedi sekiz mektup daha teati olunmuş, bunlardan fatin'den gelenlerle zevcemin ona yazdıklarının müsveddeleri hep mevcut. bunları birer birer okudum. bana oynadıkları bu rezilane komedyanın nazarımda gayri mekşuf bir noktası kalmadı. hafagahı sevda namını verdikleri mahalli telakilerini de öğrendim. karagümrük'tesokağı'nda zenci şirin kadın'ın hanesi. şirin kadın, fatin'in azatlı dadısıymış. fatin'le zevcem oraya karı koca tavrıyla giderlermiş. hakikati yalnız şirin kadın biliyormuş. mahalleliye bedia'yı nazire olmak üzere tanıtmışlar. zevcem arabayla çarşı kapısına kadar gelirmiş. nikoliyi arabasıyla nuruosmaniye camii'nin havalisinde bırakır, kendisi halayığıyla çarşının bir kapısından girip ötekinden çıkarak bir kira arabasına bilrükub soluğu karagümrük'te alırmış. fatin de tabii orada bulunurmuş. beni fuzuli baba' eden bu mülakatların tafsilatını okudukça başımın içinde beynim fıkır fıkır kaynıyor gibi beni bir ateşi ye's istila etti. bu rezaletnamelerin cümlesini geçerek yalnız çocuğun sulbi fatin'e nisbeti sahihasını müspet olan mektubu okuyayım. fatinciğim! maddi manevi muavenetine muhtaç olduğum gün işte vürut etti. bana teselli ver. ya artık beni öldür. bir cinayeti hayat gibi gön mahalli telaki: buluşma yeri bilrükub: binerek lümde hıfzettiğim inanı zapta girmez, o serkeş sevdanın semerei bimasumu artık vücudumu şişiriyor. ben böyle hıyanetle mahmul bir vücutla zevç, kayınpeder ve validemin huzurlarından gezinerek bu nişanei redaetime karşı onlardan gafilane nevazişi takdire uğradıkça ölüp ölüp de diriliyorum. of, ne çirkin komedya değil mi? her fiilin sudurunu dimağın teşekkülatı hulkiyyesine atıf ile faillerini pek mesul tutmamak isteyen hükemanın sözlerini ben şimdi reddediyorum. pek ileri vardık. isteseydik biraz daha itidal gösterebilir, bugün vicdanlarımıza karşı bu kadar mahcup, mayup kalmazdık. benim için, bir kadın için bu öyle bir mayubiyettir ki seninle bade'ttezevvüc şiddeti sevdana itidal geldiği zaman beni teşnide en ileri varacak ihtimal ki sen olacaksın. bugünkü faili müştereğin sonra bir muahiz kesileceğinden korkuyorum. bir boranın hasarı, sükunı husuletten sonra belli oluyor. bugün başımızdan bir hevayı serdi sevda esiyor. onun sevki şedaidiyle sarsılıyor, gittiğimiz yolu bilemiyoruz. şimdi öyle hissediyorum ki hedefi hatavatımız bir gülistanı saadete çıkmayacaktır. müntehayı muzlim, müdhiş görüyorum. sevdanızın bana verdiği cüretle hamlimin sureti izharı hakkındaki kararımızı harfiyen icra ettim. şimdi bir tariki nahemvar üzerinde ilerlemekten korkuyorum, titriyorum. fakat ilk hatveyi attıktan sonra ricata imkan var mı? burada hatardan beni geçirebilecek desti muavenet ü tesliyyeti bir an nazarından dur tutma. çünkü etrafımı ihata eden uçurumların amakı, bende mecali meşy bırakmıyor. bak nasıl oldu fatin? hamlimi tebşir ettiğim zaman zevcim bir behti azime içinde kaldı. haykırarak tarihi hamle itiraz etti. bu şüphesinden dolayı kendine isnadı denaetle yaygaralar kopardım. bütün bütün şaşırdı. kanaati vicdaniyyesi nedir, bilemem. sonra mütevekkilane her şeyi kabul etti. aldandı mı, aldanmadı mı? gözlerinde bu iki hükmü de müeyyit gördüğüm asarı acibe beni öldürdü, öldürüyor. haydi naki'yi aldanmış farz edelim. biz kendi bade'ttezevvüc: evlenmeden önce hedefi hatavat: gidilecek yol desti muavenet: yardım eli behti azime: büyük şaşkınlık kendimizi nasıl aldatacağız? son noktai hudamıza kadar husuli muvaffakiyyetle ondan ayrılarak sana zevce olduğumu farz etsek bile, sicili nüfusta naki'nin namı bünüvvetine kaydolacak o çocuk, o fatinzade, o sahte isimle yaşadıkça bu rezaletimizi her lahza onun cephesinde okuyarak müteellim olmayacak mıyız? fakat diğer suretle harekete imkan var mıdır? zatü'zzevc bir kadın, doğuracağı çocuğun namı digere nispetini nasıl ilan edebilir? fatin, artık başım dönüyor yazamayacağım. o cenin karnımda büyüdükçe vahameti müşkilat da beraber tezayüt ediyor. bütün bu beliyyatı taliime karşı yegane medarı teselliyetim muhabbetindir. şu hareketimizi takbih, seni de kendimi de taayyüp ediyorum. fakat seni sevdiğime nadim değilim. naki'yi sevmiyorum. sevmeyeceğim. ne yapayım? seni, beni bu hatrelere düşüren hükmi kaza, naki'ye de fuzuli şerefi übüvvet tevcih etti. kendimi teselli için daha başka sözler arıyor, bulamıyorum. bunları artık senden bekliyorum. fatin, beni mektupsuz bırakma, ölürüm. şu ızdırabnameme seni güldürecek bir şey ilave edeyim mi? lohusalığımda cebhei ismetime taalluk edilmek için bir pırlanta maşallah ısmarladılar. o pırlantalar alnımda parladıkça, her gören, yüzüme karşı o cümlei takdiriyyeyi tekrar edecek. maşallah. maşallah. artık yetişir. bedian zevcem, beyanı nedametle başladığı mektubu işte böyle rezaletle bitirmiş. cüretine nazar değmesin, maşallah. şu basırasuz satırları kıraatten mütehassıl teellüm bundan da ibaret kalmadı. bedia'nın mektubuna sevgilisi fatin bey'in bir cevabı, mutavvel bir teselliyetnamesi var. fakat artık bunu iptidasından intihasına kadar size okumaya kendimde tahammüli kuvvet göremiyorum. çünkü melun herif, bu mektubundaki rezaleti tesliyyetini ayyuka çıkarmış. bedia'nın gösterdiği nedametlere, endişelere adeta gülüyor. kendinin züğürtlüğünden bahisle veledi sulbisinin naki na namı bünüvvet: oğulluk adı zatü'zzevc: kocalı kadın şerefi übüvvet: babalık şerefi mına nispetinden o çocuk için bir bedbahti değil, bilakis büyük bir saadet tasavvur ediyor. veraseten çocuğun ileride edeceği kar ve nefi azimden bahseyliyor. tesliyet namına daha o kadar neşeaver efkarı zelilane serdediyor ki onları burada size tekrardan istihya ederim. zevcemin mektubundaki bütün ifadatı müteellimane ve son cümlelerindeki bihicabane beyanatı içinde beni en ziyade meyus eden sözler, naki'yi sevmiyorum, sevemiyorum. kelimatıyla hakkımda izhar eylediği nefret olmuştu. bu hakikati o saatte öğrenmiyorum. çoktan biliyorum. fakat sevilmediğime her defa vukufumda hissettiğim ızdırap, bilmem neden evvelkilerden daha şedit oluyordu. sevmiyormuş, sevemiyormuş. kendimi sevdirmek için bir çare var mı? yok. her rezaletine karşı gösterdiğim tahammül, çektiğim alamla zevcemin hakkımdaki bu nefretini tazif etmiş oluyordum. yine fikri intihari dimağımı sardı. benim için yegane deva. çarei halas bu. fakat bir defa buna bir katiyyeti azm ile karar vermeli. iki saat sonra fikrimden zelilane nükul etmemeliyim. bu kararı müdhişi katiyet haline koymak için ne yapmalı? oradaki evrakı, ceninin sulbi sahihe nispetini müspet hüccetleri oradan alıp çekilmeli. bu hıyanetini inkar kabul etmez surette o gece zevcemin yüzüne vurmalı. bedia ile vuku bulacak mücavebei müdhişeden sonra keyfiyetin kesbedeceği renge nazaran hareket etmeli. beni iğfal yoluna giderse aldanmamalı. fakat artık bu kadar bedahete karşı iğfale imkan var mı? itirafı hıyanetine de lüzum yok. mektuplar hep hattı destiyle muharrer. bunları ben yazmadım. diyemez ya? şedit bir muamelei muhakkirane ile ayıbını yüzüne çarparak ertesi günü babasının evine göndermeli. bade'liftirak teskini ye's edebilirsem ne ala. edemezsem hayatıma hatime çekmeli. vesselam. bu azmimden nükul ihtimalini mahvetmek için bütün evrakı ve fatin'in resmini gözden çıkardım. gözü kapayarak kanepeyi yine vaziyyeti asliyyesine getirdim. oradan çıktım, kendi odama girdim. fakat zihnimde peyda olan teşevvüş beni deliden beter bir hale getirdi. ben hummayı dehşet içinde beş aşağı beş yukarıya gezinirken zevcem köşke avdet etti. odasına girdi. şimdi gizli gözü muayene ederse iş meydana çıkacak. çünkü orada bir şey bulamayacak. bu yolda hareket eylediğime iyi mi ettim, fena mı? artık ne ettimse ettim. iş işten geçti, cenabıhak encamını hayreyleye. ezan oldu. saat yarıma geldi. zevcem tarafından hiç ses seda yok. o akşam kadın, erkek ailece bir sofraya oturduk. taam ettik. bedia'nın halinde hiçbir tebeddül, teessür eseri görmedim. pederinin hanesine gidip geldiği esnada kendine hava çarpmış. yine şakikası tutmuş. başında çatkı vardı. fakat oldukça şen bulunuyor, söylüyor, gülüyordu. zevcemin o şakikai müzicesine rağmen gösterdiği bu şetaretten anladım ki henüz kanepenin gözünü muayene etmemiş. mektupların, fotoğrafın yerlerinde yeller estiğinden haberi yok. ben de mümkün mertebe ketmi teessüre gayret ettim, taamdan sonra odama çekildim. kapıyı kilitledim. mektupları ariz ve amik mütalaaya koyuldum. öyle satırlara, öyle kelimata tesadüf ettim ki insanın kalbi polattan olsa bunların husule getirdiği renci halecanla erir. bakınız zevcem bir mektubunda ne diyor: fatin! zevcim üzerindeki şiddeti tazibimi arttırdıkça onun bana olan muhabbeti büyüyor. bu herifin gönlünü eziyet gördükçe semiren hayvanlara benzetiyorum. böyle dışı insan, içi hayvan, kocamdan başka bir mahluk görmedim. tatlikimi icap ettirecek ahvalde ben ifrata vardıkça o bana dört el ile sarılıyor. boşamazsa ne yapacağız? bunun bir kestirme yolu var ama bu son çareyi sana bile söylemekten korkuyorum. kati fakat müthiş bir çare. ne olduğunu anladın ya? planımızın husuli muvaffakiyyetinden nevmit kaldıkça işte böyle fena şeyler düşünüyorum. bedia'nın fatin'e bile söylemekten korktuğu kati fakat müthiş çare acaba nedir? ne olacak? kalben zevcem rakabei nikahtan istihlası nefs emrinde muztar kaldığı o anı nevmidanesinde rukbei nikah: nikah halkası istihlası nefs: kurtulma beni tesmim yolunu düşünüyor. böyle bir inayette bulunmuş olsa daha isabet etmiş, beni kendi eliyle atmış olduğu cehennem ızdırabından yine kendisi kurtarmış olur. fakat bedia'nın husuli maksadı için cüretini böyle bir fikri cinayete kadar vardırmış olması. bu korkunç sözü ateşten bir burgu gibi beynimi oymaya başladı. zevcemi o güzelliği, o letafetiyle gözlerimin önüne getirdim. suretiyle siretini, zahiriyle batınını düşündüm, o güzelliğin setrettiği bu çirkinlik bana dehşet verdi. ilk defa olarak kendisinden ikrah eder, iğrenir gibi oldum. böyle menhus bir karının desti cenabetiyle ölmeyi şanı reculiyyetime veremedim. gözlerimi yumup bu işi kısa kesmek lazımdı. onun elemi iftirakıyla ölürsem böyle zelil bir mahluktan soğuyamamak hulkiyyeti hasisemden dolayı bu mevt benim için bir cezayı seza olsun. dedim. diğer bir mektupta da şu cümleleri okudum: fatin. ben bu komedyamıza ' namını veriyorum. niçin bilmiyorsun? naki ile beynimdeki ahvali muhabbet aynen seninle nazire beyninde de cari. mesela: desek muadele kurulmuş oluyor. hadlerin nakil tarafıyla olacak sureti halli sonraya bırakıyorum. bu muadele üzerine kendi kendime uzun uzadıya düşündüm. fakat artık gözlerimden yaş gelmiyor. yalnız şedit bir arzuyı intikam bende sabra mahal bırakmıyor. durunuz, komedyanızın neticesini ben bu gece size oynayıvereyim. dedim. dolabımın içinde bedia'nın bir fotoğrafı vardı. bunu kendi makinem ile almıştım. o fotoğrafı çıkardım. bedia'nın resmi ortaya, kendiminkiyle fatin'inki iki tarafa gelmek üzere üçünü yazıhanemin müstenit olduğu duvara talik ettim. kalın kamış kalemle uzanarak ' levhası yazdım. bunu da o üç fotoğrafın üzerine astım. hepsini siyah bir canfes örtüyle setrettim. mektupları deste deste yazıhanemin üzerine dizdim. bu komedya dekorunu güzelce tenvir için bir sıraya dört adet büyük tesmim: zehirleme hulkiyyeti hasise: bayağı huy, alçak tabiat lamba vazettim. sahne tertibatını bu suretle itmamdan sonra aktrisi meydanı luba davet etmek üzere zile bastım. içeri giren halayığa: bedia hanımefendi'ye söyle, lütfen biraz buraya teşrif buyursunlar. emrini verdim. her tarafım zangır zangır titriyordu. iktisabı metanet için birbiri üzerine üç dört konyak içtim. bir çeyrek, yirmi dakika mürurundan sonra zevcem uzun bir penuvar içinde levendane hıramıyla odaya girdi. hemen kapıyı kilitleyip anahtarı üzerinden aldım. bedia, bir sıraya yanan lambaları, duvardaki siyah örtüyü görünce vehleten hiçbir şey anlayamayarak şaşırdı. bana valihane bir nazar fırlatarak: bu siyah örtü nedir? beni korkutma allah aşkına! tiyatro perdesi hanımcığım. gebe kadına böyle siyah perdeli oyunlar gösterilir mi? bana acımıyorsan bari karnımdaki çocuğuna merhamet et. bazı oyunların perdeleri böyle siyah olmak icap eder. cevabıyla hemen fotoğrafların üzerinden örtüyü çektim. dehşet' denilen şey bütün menazırı mahufesiyle tecessüm etmiş de önüne çıkmış gibi bedia'nın gözleri büyüdü. saçları ürperdi. bir iki hatve geriye çekilerek parmağıyla fatin'in resmini göstererek bilirae haykırdı: o sağ tarafımdaki herif kim? karnınızdaki çocuğun pederi fatin beyefendi! bu cevabı mahufa karşı ileri öne bir sendeledi. düşmemek için kanepeye tutundu, ikimizde de bet beniz ölüye dönmüştü. çeşmhanelerinden fırlamış gözlerimizle birbirimize bakıyorduk. bir müddet sonra zevcem ne dediğini bilmez bir istiğrabı mahufla yumruklarını sıkarak, dişlerini gacırdatarak: nasıl çocuk? nasıl fatin bey? çocuk karnınızda. fatin bey de gönlünüzde. bu muadelei sevda' oyununun birinci aktörü nazire hanım'ın kocası, sizin aşı meydanı lub: oyun meydanı penuvar: sabahlık kınız fatin bey'i bilemediniz mi? resmine dikkat ediniz, tanırsınız. semerei muhabbeti vücudunuzu şişiren fatin bey. semerei muhabbet mi? öyle ya! hayır. iftira ediyorlar. iftira eden yok. çocuğun sulbi fatin'e nispetini müspet kendi hattı destinizle muharrer hüccetler yazıhanenin üzerinde duruyor. görmüyor musunuz? bedia, korkunç bir nazarla kurdeleleri bağlı mektup destelerine baktı. bir kahkaha salıvererek yere yıkıldı. güldü, güldü, güldü. tecennün ediyor zanneyledim. sonra bu kahkahaları boğuk boğuk bir ağlama takip etti, daha sonra sesi kesildi. bir müddet bihuş gibi bir halde yattı. göstereceği son harekata intizaren ben kendisini tamamıyla haline terk ettim. benim de dizlerimde ayakta duracak derman kalmamıştı. duvara bilistinat öyle bekliyordum. yattığı yerden birdenbire ayağa kalktı, oda kapısına koştu. kapıyı kilitli bulunca geri döndü. odanın ortasına kadar geldi. artık yüzüme bakamıyordu. bir mahcubiyyeti elime ile bir müddet elleriyle yüzünü kapadı, yine hüngür hüngür isarı dümua başladı. ayakta duramıyor, sallanıyordu. nihayet: beni öldür! nidayı telehhüfüyle geldi, ayaklarıma kapandı. işte şimdi ölür müsün, öldürür müsün? ayaklarımı seylgiryeseyl ıslatarak öpüyordu. şeran bana, kalben diğer bir erkeğe merbut olan bu deni mahlukun, dalaleti sevdasıyla irtikabı cinayete müheyya bu şerir kadının o hali perişanisine, teessüratı ciddiyye içinde göstermeye uğraştığı nedameti caliyyesine baktım. acı acı düşünerek güldüm. evet, ikimiz de acınacak birer haldeydik. ben ona olan iptilam, o da fatin için çektiği sevdası yüzünden ikimiz de alçalmış; hissen, ahlaken o derekei zillete düşmüştük. işi bu neticei müellimeye getirmekte benim de hemen zevcem kadar dahlim olmuştu. o aldatmakta, ben aldanmakta devam edersek vahameti mesele büyüyecekti. her hal seylgiryeseyl: gözyaşları içinde de macerayı kısa kesmek lazımdı. gözyaşlarımı zapt edemeyerek dedim ki: hanım kalk. nefret ettiğin bir adamın ayaklarını öpme. ben seni öldürmem. seni öldürse öldürse fatin'in sevdası öldürür. yaşamamak istiyorsan mevtini benden değil, ondan temenni et. tertip ettiğiniz komedyanın neticesinde ölmek var mıydı? olsa bile o bana aitti. belki de elan öyledir. oyununuzu güzel oynadınız. işte yarın sizi babanızın evine göndereceğim; layıkı muhabbet olmayan sizin gibi bir kadını sevmekten gayrı bir kabahatim olmadığını biliyorsunuz. bu günahım için artık bu kadar ceza kafidir. zevcem, bir enini medidle dedi ki: yaşamak için affınıza muhtacım naki. bir kabusı sakilden uyanıyor gibiyim. sevdiğim fatin değil, meğer sizmişsiniz. yok hanımefendi. size olan muhabbeti şedidemi suistimalde bu kadar ileri varmayınız. benim için artık bir imkanı saadet varsa o da sizden ayrılmaktadır. bana çektirdiğiniz yetişir. şu saatte sizi bir el kadını olmak üzere telakki ediyorum. zevce addetmiş olsam tepelemem, belki de öldürmem iktiza eder. işte ben de onu rica ediyorum. öldürünüz diyorum. itidalimi muhafaza edemeyerek haykırdım: haydi sizi geberteyim. ya batnınızdaki veledi gayrimeşruu, o masumu birlikte öldürmeye ne hakkım var? zevcem baygın bir halde yarı anlaşılır bir seda ile: bir hançer darbesi. bir revolver kurşunu bana bu itabınızdan daha tatlı geleceğine şüphe etmeyiniz. maddeten öldürmeyecekseniz manen beni ifnada bu kadar ileri varmayınız. işte ben tıyneten iğrenç, menhus bir mahlukum. artık yüzünüze bakamıyorum. zerre kadar merhametiniz varsa kapıyı açınız. beni odama salıveriniz. oda kapısını açtım: buyurunuz dedim. enini medid: inleme bedia, samimiyyeti şedideye benzer bir tehalükle iki ayağıma sarıldı. titreye titreye öptü. ayaklarımı çekmek istedim. asabi deraguşundan kurtaramadım. sarhoş gibi sallana sallana yerden kalktı. bana müteessirane ve müsterhimane bir nazarı veda atfederek çıktı gitti. bu nedameti acaba samimi miydi? zevcemi affetmek için kalbimde galeyana başlayan arzuya galebe edemeyecek bir hale geldim. oda kapımı tekrar kilitledim. teellümümün kesbettiği şiddete nispeten çıldırmak pek ehven kalırdı. evet, nedameti ciddi miydi? ciddi bile olsa artık aramızda imkanı ünsiyyet kalmış mıydı? bu sualleri kendi kendime yüz defa tekrar ettim. bu esilei nevmidaneme verilecek cevapları artık ne kendim verebiliyordum ne bedia. bunların ecvibei lazımeleri bir belagati muknia ile o mektuplarda yazıhanemin üzerinde deste deste duran muhabbetnamelerde muharrerdi, her satırı benim gibi sevdazede, mahkumı iftirak bir kocayı çıldırtmaya kafi olan o mektupları tekrar birer birer okudum. hayır. hayır. imkanı itilaf kabil değildi. nazire'nin ismi geçtikce bu bedbaht kadın için yüreğim sızlıyordu. sabaha karşı döşeğime girdim. uyumuş muyum, bayılmış mıyım bilemiyorum. gözlerimi açtığım zaman ortalığı aydınlık, giryei ye'simden yastık örtümü sırsıklam ıslanmış buldum. o leylei felaketimi takip eden bu ferda bana daha müthiş göründü. çünkü o günü bedia'yı bittatlik pederinin hanesine gönderecektim. katiyyeti kararımda iltizam ettiğim şiddete rağmen kalbimde bir arzu, bir emel uyanmıştı ki onu kendi kendime itiraftan bile sıkılıyordum. bedia gelse, yine ayaklarıma kapansa ciddiyyeti nedametine beni ikna edecek bir tazarruyla ademi tatlikini istirham etse. of. şiddeti sevda, deva kabul etmez emrazın en müthişiymiş. bu macera üzerine bedia ile vuku bulacak ikinci mülakatımda pek büyük bir tehlikeye maruz kalacağım. talebi afv ve merhamet istirhamıyla bir daha ayaklarıma kapansa istimanına karşı gelemeyeceğim. evet, bu zaafı hissediyorum. fakat benim kararım neydi? o kadına karşı esilei nevmidane: ümitsiz sorular ecvibei lazıme: gerekli cevaplar belagati muknia: ikna edici sözler son mağlubiyetimi hissedince onun sahte nevazişlerine bedel bir revolver kurşunuyla beynimi bu marazı aşktan kurtarmak. şu saate kadar gösterdiğim cebanet yetişir. revolverimi çıkardım. altı gözü de dolu olduğunu bade'lmuayene yazıhanemin üzerine koydum. peder ve valideme de hitaben ufacık bir vedaname yazdım. intiharımdan dolayı kimseyi rahatsız ve bu iftirakı ebediye taammüden cüret etmiş olduğum için beni teşni etmemelerini istirham eyledim. müfekkirem yanıyordu. zihnen o kadar muzdariptim ki bade'lintihar bile cesedi biruhumun bu alamı müdhişeden halasına ihtimal veremiyordum. revolveri elime alacağım esnada odamın kapısı şiddetle güm güm vuruldu. validemin: naki, kapıyı aç, karın ölüyor. feryadıyla bağırdığını işittim. kendi kendime: ha, demek bedia benden evvel davranmış. dedim. hemen revolveri saklayarak kapıyı açtım. validem mosmor bir çehre ile karşıma çıkarak ağlaya ağlaya: karının ettiği deliliği biliyor musun? ne yapmış? ilaç istimaliyle çocuğu düşürmüş. kendi de ümitsiz bir halde baygın yatıyor. ilaç istimal ettiğini ne biliyorsunuz? kullandığı tozun kokusu baş ucunda duruyoryavrum. konağın içinde sabahtan beri kıyamet kopuyor. getirmediğimiz ne ebe kaldı ne hekim! sana haber vermememizi kendisi rica etti. onun için bu zamana kadar sabrettim. bu ne uykusu yavrum. gelinimin kaybettiği demi görsen şaşarsın. torunum oğlanmış. üç dört aylık var. leğende kan içinde yüzüyor. doğaymış tosun gibi olacakmış. katil karı, evladına nasıl kıydı bilmem ki? derhal dışarıya fırladım. bedia'nın odasına koştum. dağınık sarı saçları arasında kalmış bal mumu gibi bir çehre ile zevcem dem: kan baygın döşeğinde yatıyordu. bedia'yı o halde görünce aleyhindeki bütün şiddeti husumetim zail olur gibi bir rikkati elimeye düştüm. yavaşça elinden tuttum. gözlerini açtı. bitabane bir meyusiyyeti amikayla yüzüme dikti. bir müddet birbirimize bakıştık. kendisiyle tezevvüç ettim edeli bedia'nın bana atfettiği enzarında hissettiğim ilk samimiyet işte buydu. ikimizin de halimizde tarif olunmaz bir haşyet, elim bir tereddüt vardı. birbirimizi hem seviyor, yine yekdiğerimizden korkuyor gibiydik. o benden yine af talep etmek istiyor fakat buna cesaret edemiyordu. ben de kendimde af kelimesini telaffuza kuvvet bulamıyordum. kapıyı kapayıp yanına oturmamı eliyle işaret etti. sözüne itaatle yanına oturdum. kuvvetsiz bir seda ile sordu: beni affettiniz mi? ettim. sizi seviyorum. işte yalnız bu sözünü tasdik edemeyerek müteessirane önüme baktım. baygınlık geçirir gibi süzgün bir çehre ile bedia tekrar: artık siz beni sevmiyorsunuz değil mi? belki. haklısınız. ben sevilecek bir mahluk değilim. kendimden nefret ediyorum. karnımdaki semerei cinayetimle ölmek için. ıskatı cenine cüret ettim fakat henüz ölemedim. niçin öleceksiniz? allah daha çok vakit ömür versin. vefatınıza teellümle ağlayacak dostlarınız bulunduğunu unutuyor musunuz? onlara yazık değil mi? şimdi sizden başka kimseyi düşünmüyorum. beni affettiğinizi bir daha tekrar ediniz. ağzınızdan o kelimeyi bir daha işiteyim. affettim. meyusiyyeti amika: derin bir meyusiyet ıskatı cenin: çocuğu düşürme bir hevayı inşirahı teneffüs etmeye uğraşır gibi garip bir sevinçle başını kaldırarak: ulüvvi cenabınızı tebrik ederim. siz beni affettiniz ama ben kendi kendimi affetmeyeceğim. kendi cezamı kendim tertip. alt tarafını söyleyemedi kesildi, ağlamak için gözlerini kırpıştırdı. fakat fakrü'ddem tesiriyle yaş gelmiyordu. amik bir manayı nedametle yine bir müddet gözlerini bana dikti. dayanamayarak sordum: kendiniz için tertip edeceğiniz ceza nedir? sizden ayrılmak. bunu nefsinizce bir ceza mı addediyorsunuz? evet, en müthiş bir ceza. çünkü sizi seviyorum. peki, dediğiniz gibi olsun. ufak bir baygınlık daha geldi, bitabane gözlerini kapadı. on dakikalık bir müddetten sonra yine biraz kendini toplayarak dedi ki: ben size layık bir karı değilim. artık bu defa sizi aldatmadığıma eminsiniz ya? doğrusu kalben pek emin değildim. nazarında gördüğüm ilk samimiyeti derece derece kaybediyordum. fakat o halsizliğine, hastalığına merhameten üzmemek için eminim. dedim. bu cevabım üzerine yine başını zorlukla yataktan kaldırarak: sizden af talep edişim vicdanımı ezen bir azabı müdhişi biraz tahfif etmek içindir. yoksa sizinle yaşamak fikriyle değildir. tebdili tıynet ettiğime ben kendim ihtimal veremiyorum ki sizi buna iknaa çalışayım. ben her halde yine o eski kadınım. bu afvı ulüvvi cenabanenize ancak şu doğru sözlerimle istihkak gösterebilirim. şu saatte sizi seviyorum. fakat bu muhabbetimin sizi mesut edebileceğine kani değilim. artık sizi aldatmak istemiyorum. aramızda bu müthiş hatırat berdevam oldukça benimle bahtiyar olamazsınız. hevayı inşirahı teneffüs: nefes açıcı hava fakrü'ddem: kansızlık bu sözlerinden anladım ki beni elan sevmiyor. yalnız tatyibi hatırla benden ayrılmak istiyor. bu iftirakı kendi hakkında bir ceza suretinde göstererek bununla beni teselliye uğraşıyor. bu sözlerine mukabil çehremde peyda olan asarı teellüm ü istiğrabdan zihnimden geçenleri anlayarak dedi ki: şu nedametin gönlümde size karşı büyük bir muhabbet uyandırdığına inanmak istemiyorsunuz. sizi fuzuli babalıktan kurtarmak için iskatı cenine cüretle hayatımı tehlikeye koydum. bir fedakarlığım, bir delili muhabbet değil midir? bu yattığım döşekten henüz sağ kalkacağım malum değil. hayatımın demi ahiri olmak muhtemel bulunan bu saati bedbahtanemde cenabıhakk'ın namına bilkasem söylüyorum ki sizi seviyorum. cinayetimden nadimim fakat eşnaı cinayattan olan bu hareketim, badema zevce sıfatıyla yanınızda kalmama manidir. artık yüzünüze bakmaya cesaretim kalmadı. sizi bu kadar müddet aldattıktan sonra şimdi bir de melanetimi affettirerek idamei zevciyyet zilletine katlandırmak istemem. ben müstahakkı cezayım. bu cezam da tatliktir. işte bunu talep ediyorum. yastığı üzerinden başını biraz daha kaldırıp alnını bana uzatarak: naki, senden bir busei veda istirham ediyorum. beni öp, ben de seni deraguş edeyim. hemen dışarıya çık, iki erkeğin yanında beni tatlik et. ölmeden bu cezamı göreyim. haydi metanet. evet, bedia haklı söylüyordu. bu sözüne tevfiki hareket etmezsem bir müddet sonra yine revolverin imdadı istihlasına müracaat ıztırarına düşmem muhtemeldi. bir seyli dümu ile zevceme sarıldım. ruyı zerdine kataratı teessürümü akıtarak bir busei veda kondurdum. raşenak kollarıyla o da bana sarılarak içini çeke çeke yüzümden öptü. deli gibi odadan dışarıya fırladım. doğru selamlığa çıkarak birçok erkek muvacehesinde zevcemi tatlik ettim. bilkasem: yeminle badema: bundan sonra hikayenin bu neticei müellimeye iktiranı esnasında artık sabah da olmuş, perdelerden nüfuz eden hafif, hazin bir aydınlık, lambaların ziyasıyla rekabete başlamıştı. zavallı naki, bir müddet başını önüne eğdikten sonra sergüzeşti fecinin taabı canfersasından mütevellit bir baygınlık içinde son kelimeleri icmale uğraşarak yavaş yavaş dedi ki bütün konak halkı bu tatlikimi bedia'nın ıskatı cenine cüretinden bitteessür husule gelen hiddetime hamlettiler. o gün konaktan firar ettim. bedia on beş gün kadar keyifsiz yatmış, sonra biraz iyileşince pederinin hanesine göndermişler. ben konağa mutallakam oradan çıktıktan sonra avdet ettim.naki yine sustu. düşündü düşündü. kirpikleri üzerine dizilmiş kataratı ye's arasından bana mahzunane bakarak derecei teellümünü tarif edemeyeceğim bir sadayı hazinle bedia, pederinin hanesinde ifakat buldu. bundan üç gün evvel fatin'le akitleri icra edildi. felaketi talaka uğrayan nazire bir hayatı matem geçiriyor. ben de işte çıldırmak üzereyim. zevcemi unutamıyorum. bu sarsarı aşk beni uzaklara sevk ediyor. cerihama hiç ümit etmediğim bir çarei iltiyam taharrisi için bugün vapura binip uzun bir seyahate çıkacağım. aradığım bu devayı, seyahat edeceğim ebharın sutuhı laciverdisinden ziyade amakı muzlimesinde bulacağım zannediyorum. naki hemen kürklü paltosuyla fesini giyerek bir mecnunı mütehevvir süratiyle odadan dışarı fırladı gitti. zavallı çocuk niçin koşuyor, nereye gidiyordu? denizlerin zulmeti amakına mı? son iktiran: yaklaşma taabı canfersa: can tüketenyorgunluk mutallaka: boşanan kadın sarsarı aşk: aşk rüzgarı amakı muzlime: karanlık derinlikler hakikatkitabeviyayınlarıno: cevab veremed dyaülkulub harputluishakefendi hazırlayan hüseynhilmiışık elliüçüncü bask hakikatkitabevi darüşşefekacad. no:: fatihstanbul tel: fax: http: www. hakikatkitabevi. com. tr email: bilgihakikatkitabevi. com. tr temmuz çndekler sahife no: önsöz. birinci basknn mukaddemesi. diyaülkulub . ncil denilen dört kitab hakknda incelemeler. matta ncili. markos ncili. luka ncili. yuhanna ncili. dört ncil arasnda görülen tenakuz ve ihtilaflar. risaleler hakknda bir inceleme. gadaülmülahazat kitabna cevab. kur'an kerim ve bugünkü nciller. teslisin batll. teslisin batllnn, isa aleyhisselamn sözleri ile isbat. papazlarn slamiyyetdeki ibadetlere hücumlar ve bunlara cevablar. bir papazn iftiralarna cevab. allahü teala vardır ve birdir. lm bahsi. kudret bahsi. isa aleyhisselam insan idi, ona taplmaz. isa aleyhisselam peygamberdir, ona taplmaz. dört ncil hakknda. yehudilik, tevrat ve talmud. talmud. muhammed ma'sum faruki hazretlerinin mektublar. bu kitabn birçok yerinde yehudilerin ve hristiyanlarn ellerinde bulunan din kitablarnn bozuk olduu yazldbunlara ve bunlarn yolunda olanlara inanmamal, dini ve iman ehli sünnet alimlerinin kitablarndan örenmelidir. hristiyanlarn birbirlerine ve yehudilere ve müslimanlara yapdklar zulm ve tüyler ürperten iflkenceleri anlamak için. derdimve sonraki sahifeleri v ahifeyi okuyunuz! bask: hlas gazetecilik fi. merkez mah. ekim cad. hlas plaza no: a yenibosnastanbul tel. ısbn: önsöz allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan peygamberimiz muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline ve ona eshab olmakla şereflenenlerin hepsine, bizlerden selamlar ve hayrlı düalar olsun! allahü teala, ilk insan ve ilk peygamber olan adem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir peygamber vasıtası ile, insanlara dinler göndermişdir. bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahiretde de sonsuz se'adete kavuşmaları yolunu bildirmişdir. kendileri ile yeni bir din gönderilen peygamberlere denir. resullerin büyüklerine peygamberler denir. bunlar, adem, nuh, ibrahim, musa, isa ve muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır. şimdi, dünyada semavi kitabı olan üç din vardır: , , . musa aleyhisselama tevrat, isa aleyhisselama incil kitabı indirilmiş idi. museviler, musa aleyhisselamın; hıristiyanlar isa aleyhisselamın getirdiği dine tabi' olduklarını söylerler. kur'anı kerim, en son peygamber olan, peygamberimiz muhammed aleyhisselama gönderilmişdir. kur'anı kerim, bütün ilahi kitabların hükmlerini nesh etmiş, ya'ni yürürlükden kaldırmış ve bu hükmleri kendisinde toplamışdır. bugün, bütün insanların kur'anı kerime tabi' olmaları lazımdır. şimdi, hiçbir memleketde, hakiki tevrat ve incil yokdur. bu kitablar sonradan tahrif edilmiş, ya'ni insanlar tarafından değişdirilmişdir. adem aleyhisselamdan, son peygamber muhammed aleyhisselama kadar bütün peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. yehudiler, musa aleyhisselama inanıp, isa ve muhammed aleyhimesselama inanmazlar. hıristiyanlar, isa aleyhisselama da inanıp, muhammed aleyhisselama inanmazlar. müslimanlar ise, bütün peygamberlere inanırlar. peygamberlerin diğer insanlardan ayrılan ba'zı üstün sıfatları olduğunu bilirler. isa aleyhisselamın hak dini, az zeman sonra düşmanları tarafından sinsice değişdirildi. bolüs adındaki bir yehudi, isa aleyhisselama inandığını söyliyerek ve iseviliği yaymağa çalışıyor görünerek, allahü tealanın indirdiği incili yok etdi. daha sonra, iseviliğe teslis fikri sokuldu. babaoğulruhülkuds diye, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir iman sistemi te'sis edildi . hakiki incil gayb olduğu için, sonradan ba'zı kimseler, inciller yazdılar. senesinde toplanan iznik ruhban meclisi, mevcud olan ellidört incilden elli adedini ibtal etdi. geriye dört incil kaldı. bunlar, matta, markos, luka, yuhannanın yazdıkları incillerdir. bolüsün yalanları ve eflatunun ortaya atdığı teslis fikri, bu incillerde de yer aldı. barnabas adındaki bir havari, isa aleyhisselamdan işitdiklerini ve gördüklerini, doğru olarak yazdı ise de, bu barnabas incili yok edildi. büyük kostantin, putperest iken, de hıristiyanlığı kabul etmişdi. de, iznikde, papazı toplayıp, bütün incillerin birleşdirilerek, bir incil yazılmasını emr etmiş ise de, papazlar, dört incil bırakmışdı. bunlara eski putperestlikden de birçok şey sokulmuşdu. noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul etmiş, hıristiyanlık resmi bir din olmuşdu. istanbul piskoposu atnas, teslis tarafdarı idi. aryüs ismindeki bir papaz, dört incilin yanlış olduğunu, allahü tealanın bir olduğunu, isa aleyhisselamın, onun oğlu değil, kulu ve peygamberi olduğunu söyledi ise de, dinlemediler. hatta aforoz etdiler. aryüs tevhidi neşr etdi ise de, çok yaşamadı. yıllarca, atnas ve aryüs tarafdarları, birbirleri ile mücadele etdiler. sonradan birçok meclisler toplanarak, mevcud dört incilde, yeni yeni değişiklikler yapıldı. senesinde, şark kilisesi, roma kilisesinden ayrıldı. roma kilisesine bağlı olan hıristiyanlara , şark kilisesine bağlı olanlara denildi. sonra, alman papazı luther martin, italyadaki papa onuncu leona başkaldırdı. senesinde protestanlığı kurdu. bu papaz, islam dinine karşı da, çirkin hücumlarda bulundu. luther martin ve calvin, incilleri daha da değişdirdiler. böylece, akl ve hakikat dışında, bir din meydana geldi. endülüs müslimanlarının avrupalılara tutdukları ışık ile, avrupada bir rönesans hareketi başlamışdı. müslimanlardan akli ilmleri öğrenen avrupalı gençler, akl ve mantık dışı olan hıristiyanlığa karşı isyan etdiler. hıristiyanlığa karşı yapılmış olan hücumlar, islamiyyete karşı yapılamadı. çünki islam dini, teblig edildiği günden beri, bütün temizliği ve safiyyeti ile durmakdadır. içinde akla, mantığa ve ilme ters düşecek hiçbir fikr ve bilgi yokdur. kur'anı kerim indirildiğinden beri, bir noktası bile değişdirilmeden, aynen muhafaza edilmişdir. başda ingilizler olmak üzere, avrupalılar, hıristiyanlık akidesini yaymak ve başka milletleri hıristiyanlaşdırmak için, misyoner teşkilatları kurdular. iktisadi bakımdan, dünyanın en kuvvetli teşkilatı haline gelen, kilise ve misyoner teşkilatları, akl almaz bir fe'aliyyetin içerisine girdiler. hıristiyanlığı, islam memleketlerinde yayabilmek için, korkunç bir islam düşmanlığı başlatdılar. islam memleketlerinin her yerine hıristiyanlığı medh eden, binlerce kitab, mecmu'a ve casuslar göndermeğe başladılar. bugün de, güzel memleketimizde, durmadan, hıristiyanlığı anlatan kitab, mecmu'a ve broşürler dağıtılmakda, posta ile yurt dışından adreslere gönderilmekdedir. böylece, saf zihnleri bulandırmağa, imanları bozmağa çalışmakdadırlar. islam alimleri, islam dinine zıd ne kadar görüş, fikr, felsefi düşünce ve akideler var ise, hepsine cevablar vermişlerdir. bu arada bozulan iseviliğin yanlışlıklarını da, açığa çıkarmışlardır. tahrif edilen ve hükmleri yürürlükden kaldırılan semavi kitablara uymanın caiz olmadığını bildirmişlerdir. dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, ahiretde de sonsuz se'adete kavuşmak için, müsliman olmanın lazım olduğunu açıklamışlardır. papazlar, islam alimlerinin kitablarına cevab verememişlerdir. islam alimlerinin, batıl dinleri red için yazdığı kitablar pek çokdur. bunlar arasında, hıristiyanlara cevab veren, arabi ve türkçe , , türkçe , arabi ve türkçe , arabi , türkçe ve , farisi , arabi ve arabi ve fransızca kitabları meşhurdur. bunlardan harputlu ishak efendinin hazırladığı u, bilhassa protestan papazlarının islamiyyete karşı yazmış oldukları haksız yazılarına ve iftira'larına cevabdır. birinci baskısı senesinde istanbulda yapılmış olan bu kitabı, senesinde, sadeleşdirerek değerli okuyucularımızın istifadesine sunduk. her hangi bir kitabdan öğrendiğimiz bir bilgiyi ve başka bir kitabdan araya koyduğumuz ilaveyi köşeli paranteziçine yazdık. kitabın muhtelif yerlerinde görüleceği gibi, papazlar kendilerine sorulan suallere cevab verememişlerdir. bunun için, kitabımıza ismini vermeği uygun bulduk. bugün ellerde bulunan de mevcud ilm, akl ve ahlak dışı yazılar meydandadır. buna karşılık islam alimlerinin akla, ilme, fenne ve medeniyyete ışık tutan yazıları da dünya kütübhanelerini doldurmakdadır. bu hakikati görmemek, bilmemek, günümüz insanı için özr olamaz. şimdi, muhammed aleyhisselamın getirdiği islam dininden başka din arayanlar, ahiretde sonsuz azabdan kurtulamıyacaklardır. kitabımızda, ayeti kerimelerin ma'nalarını yazarken, denilmekdedir. demek, demekdir. çünki, ayeti kerimelerin ma'nalarını, yalnız resulullah sallallahü aleyhi ve sellem anlamış ve eshabına bildirmişdir. tefsir alimleri, bu hadisi şerifleri, münafıkların, mülhidlerin ve zındıkların uydurdukları hadislerden ayırmışlar, bulamaharputlu ishak efendi, de vefat etdi. kabri, fatih cami'i şerifi haziresindedir. dıkları hadisi şerifler için, tefsir ilmine uyarak, ayeti kerimelere kendileri ma'na vermişlerdir. arabca bilen, fekat tefsir ilminden haberi olmayan din cahillerinin anladıklarına denilmez. bunun için, hadisi şerifde, buyuruldu. allahü teala hepimizin, dünya ve ahiretin efendisi muhammed aleyhisselama tabi' olmamızı nasib eylesin! misyonerlerin ve bilhassa bunlar arasında denilen sapıkların yanlış düşünce ve propagandalarına aldanmakdan muhafaza buyursun! amin. bugün, bütün dünyadaki müslimanlar, üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak, arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki bunların müslimanlara müşrik dedikleri ve kitablarımızda yazılıdır. müslimanlara kafir diyene, peygamberimiz la'net etmişdir. herhangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan cehenneme gidecekdir. her mü'min nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan, küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman ve kalbini tasfiye için, ya'ni nefsden, şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için, okumalıdır. ahkamı islamiyyeye uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmayanın, açık kadınlara ve avret mahalli açık olanlara bakanların ve haram yiyip içenlerin, ahkamı islamiyyeye uymadıkları anlaşılır. bunların düaları kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. birinci baskının mukaddemesi hamd ve sena, vacibül vücud allahü tealaya layık ve ancak ona mahsusdur. kainatdaki bütün nizam, güzellikler, onun kudretinin eserlerinden, görülebilen birer ışıkdır. onun sonsuz ilmi, kudreti, muhtelif kabiliyyetlerine göre, eşyada ortaya çıkmakdadır. bütün mevcudat, onun ilm ve kudret deryasından bir damladır. o birdir, şeriki, yokdur. o, sameddir, ya'ni bütün mahlukatın kendisine sığınacağı zatdır. baba, oğul olmakdan münezzehdir, beridir. haşr suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen, allahü tealanın ilahlıkda şeriki, ortağı yokdur. mülkü hiç de yok olmayan bir melikdir. noksanlık olan her şeyden münezzehdir. ayblardan ve kudretsizlikden uzakdır. mü'minleri sonsuz azabdan emin kılmışdır. herşey üzerine hakim ve hafızdır. hükmünde galibdir. insanlar birşey yapmak isteyince, o da irade ederse, isterse o şeyi yaratır. halık yalnız odur. ondan başka kimse, hiçbir şey yaratamaz. ondan başka kimseye halık denilemez. insanların dünyada ve ahiretde rahat ve huzur içinde yaşamalarını, sonsuz se'adete kavuşmalarını sağlayan, kurtuluş yolunu göstermiş ve bu yolda yaşamalarını emr etmişdir. azamet ve kibriya ancak ona mahsusdur. allahü teala müşriklerin şirklerinden ve iftiralarından münezzehdir buyurulmuşdur. salat ve selam, şanı yüce olan, ahir zeman peygamberi, allahü tealanın resulü muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem cennet bağçesi olan kabri şeriflerine, aşk ile sunulsun. zira, o server sallallahü aleyhi ve sellem, alemi, cehalet karanlıklarından kurtarıp, tevhidi ve imanı te'sis için, kur'anı kerim ile gönderilmişdir. ali imran suresi altmışdördüncü ayetinde mealen, ey habibim! sen ehli kitab olan yehudi ve hıristiyanlara söyle! semavi kitablarda ve resullerde ihtilaf olmayıp, bizimle sizin aramızda beraber olan kelimeye geliniz ki, bu kelime: allahü tealadan başkasına ibadet etmeyiz ve hiçbir şeyi allahü tealaya şerik, ortak koşmayızdır buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu ilahi nidanın hakikatına uymakla emr olunmuşdur. selam ve düalar, onun sallallahü aleyhi ve sellem alinin ve eshabının mubarek kalblerine hediyyemiz olsun! onlar, allahü tealanın razı olduğu, se'adet ve kurtuluş yolunu gösteren birer hidayet yıldızlarıdır. herbiri, dini islamın yayılması için, mallarını ve canlarını feda etmişlerdir. hak sözünü dünyanın her yerine götürerek teblig etmişlerdir. akl sahibi olan herkesin açıkça gördüğü gibi, kainata ibret nazarı ile bakıldığında, kainatdaki bütün işlerin ve hallerin bir nizam içinde, değişmeyen kanunlara bağlı olduğu görülür. o kanunları koyan ve aynı şeklde hıfz eden bir halıkın , ya'ni vacibül vücud olan, allahü tealanın lazım olduğu, aklı selim sahibi olanlarca hemen anlaşılır. işte cenabı hak, bu mebdei evvel ve keyfiyyeti, nasıl olduğu akl ile anlaşılamıyan, ezeli ve ebedi olan, mutlak yaratıcıdır. o, bütün kemalatı ve üstünlükleri kendisinde toplamışdır. ehaddir, ya'ni zatında, fi'llerinde ve sıfatlarında birdir. benzeri yokdur. allahü teala birdir, ezelidir, ebedidir ve kadimdir. her dürlü değişmekden uzakdır. ondan başka her şey, bu varlık aleminde, zeman geçmesi ile eskiyerek bozulur ve değişmelere uğrar. allahü teala ise, her dürlü değişiklikden beridir, uzakdır. o, hiç değişmez. bir, bir daha, iki eder sözü zemanla hiç değişmiyeceği gibi, asrlar ve zemanın geçmesi de, allahü tealanın birliğini, ilmini ve kudretini değişdirmez. akl gibi bir ni'met verilmek ile, diğer mahluklar içinden seçilmiş olan insan, yeryüzünde yaratıldığından beri, allahü tealanın var olduğunu anlamakdadır. bu hakikat, her din ve mezhebde, değişik bir şekl ile açıklanarak, ortaya konmuşdur. fekat, insanların aklları değişik, anlama kabiliyyetleri farklı olduğundan, herkes yaratıcıyı aradığında, onu kendi tabiatına, meşrebine, ilm ve idrakına uygun bir tarzda tesavvur etmişdir. onu kendi anlayışına ve meşrebine göre ta'rif etmişdir. çünki insan, aklının aczi ve noksanlığı sebebi ile anlamadığını, bilmediğini, bildikleri gibi sanmışdır. hakikati bulduk diyenlerin çoğu, mecusilik, putperestlik gibi şerrin, batıl şeylerin tam içine dalmışlar, bu sebeb ile şirk ve dalalete düşmüşlerdir. insan, kendi noksan aklı ile, mutlak yaratıcıyı anlıyamıyacağından, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, her asrda, her kavme peygamberler göndermişdir. böylece, işin hakikatini, doğrusunu insanlara öğretmişdir. sa'idlerden olanlar, iman ederek kurtuldular, dünya ve ahiret se'adetine kavuşdular. bedbaht, tali'siz olanlar ise, i'tiraz ve inkar ederek, hüzn ve hüsranda kaldılar. her peygamberin, yaşadığı asr, bulunduğu yer ve gönderildiği kavmin halleri, adetleri, başka başkadır. her peygamber, allahü tealanın varlığını ve birliğini insanlara öğretirken; insanların dünya ve ahiret se'adetlerine vesile olacak ba'zı ahkam ve ibadetleri de beyan etdi. tarihcilere göre, miladdan takriben binaltıyüzelli sene önce, allahü teala, musa aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. musa aleyhisselam, kendinden önce gönderilen adem, nuh, idris, ibrahim, ishak ve ya'kub aleyhimüsselam gibi peygamberlerin, kendi zemanlarında, kendi kavmlerine öğretdikleri, allahü tealanın varlığı ve birliği akidesini ve iman edilecek diğer şeyleri, beni israil kavmine öğretdi. farz olan ibadetleri ve muamelata aid hükmleri de, heryere yayarak, beni israili şirkden sakındırmağa çalışdı. musa aleyhisselamdan sonra, beni israil çeşidli bela ve karışıklıklara uğradı. çünki, musa aleyhisselamın öğretmiş olduğu, iman esaslarını terk ederek, dalalete düşdüler. bunun üzerine allahü teala, isa aleyhisselamı, peygamber olarak, beni israile gönderdi. isa aleyhisselam, allahü tealanın varlığı ve birliği demek olan, tevhidi ve diğer iman esaslarını yayıp, öğreterek, doğru yoldan ayrılanların hidayetine çalışdı ve musa aleyhisselamın dinini kuvvetlendirdi. isa aleyhisselamdan sonra, ona tabi' olanlar, daha önce beni israilin doğru yoldan ayrıldıkları gibi, isa aleyhisselamın bildirdiği doğru imandan ayrıldılar. daha sonra, günbegün incil denilen kitablar ve hıristiyanlığa aid risaleler yazdılar. değişik yerlerde çeşidli ruhban cemiyyetleri teşekkül ederek, birbirlerine temamen zıd kararlar aldılar. böylece birbirinden temamen farklı yetmişiki fırka ortaya çıkdı. bunlar, tevhid esasını ve isa aleyhisselamın dinini temamen terk etdiler. çoğu putperest ve kafir oldu. bunun üzerine allahü teala, sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselamı, ahir zeman peygamberi olarak, yer yüzüne gönderdi. musa aleyhisselamın teblig etdiği dinin emrlerinin çoğu zahiri amellere ve isa aleyhisselamın emrlerinin çoğu da, kalb bilgilerine aid idi. bunların her ikisini de, kendinde toplayan, en kamil, en son ve en mükemmel din olmak üzere, allahü teala, islamiyyeti ve bu dine mahsus olan kitabı i muhammed aleyhisselama indirdi. allahü teala şanı yüce peygamberimize, melek vasıtası ile, vahy göndererek, bütün insanlara, musa aleyhisselamın dininin emr etdiği zahiri amellerden ve isa aleyhisselamın dininin emr etdiği batıni edeblerden asra ve zemana uygun olanları içine alan ve bunlara zahiri ve batıni pek çok hakikatleri ekleyen en mükemmel islam dinini bildirdi. iman, ya'ni allahü tealanın birliği akidesi, bütün semavi dinlerde başka başka olmayıp, hepsi, tevhid esası üzerine kurulmuşdur. dinlerin aralarındaki fark, sadece ibadet bilgilerindedir. isa aleyhisselam göğe çıkarıldıkdan seksen sene geçinceye kadar, allahü tealanın varlığı ve birliği akidesinde, asla bir ihtilaf ve çekişme olmamışdır. bütün havariler ve onlara tabi' olanlar ve tebei tabi'leri, incilde açıkca bildirilmiş olan allahü tealanın birliği akidesi üzere yaşamış ve öylece de vefat etmişlerdir. ibtida yazılan üç incilin hiçbirinde , ya'ni hıristiyanlardaki baba, oğul, ruhül kuds, üçlü inancına dair tek bir harf dahi yokdu. sonra yuhannaya nisbet edilen dördüncü incil, yunanca olarak ortaya çıkdı. bu incilde, yunan felsefecilerinden eflatunun fikri olan üç ihtiva eden ibareler görüldü. o zeman, iskenderiyye mekteblerinde, yunan felesoflarının ravakıyyun ve işrakıyyun felsefeleri ve sözleri üzerine münazara ve mücadele devam ediyordu. ravakıyyun stoicism. miladdan üç asr önce atinada yunan felesofu zenon tarafından kurulan bir felsefe mesleğidir. işrakıyyun: pisagor tarafından kurulan felsefe mesleğidir. bu iki felsefe hakkında ileride bilgi verilecekdir. eflatun tarafdarı kimseler, yuhanna incilinin revac bulmasını istediler. ancak o zemana kadar, isa aleyhisselamın dininde haşa diye bir söz işitilmediğinden, isa aleyhisselamın dinine inananlar, bunu kabul etmeyip, şiddet ile red etdiler. böylece, isa aleyhisselamın dinine inananlar, iki kısma ayrıldı. aralarında pek çok münazara ve muharebeler oldu. miladı enesinde birinci kostantin zemanında, iznikde toplanan ruhban cem'iyyeti, isa aleyhisselamın dininin esası olan tevhidi terk etdiler. eflatun tarafdarı olan büyük kostantinin baskısı ile üç uknum fikrini, ya'ni baba, oğul, ruhülkuds akidesini kabul etdiler. o günden sonra, teslis akidesi her tarafa yayılmaya başladı. isa aleyhisselamın dinine inanan hakiki mü'minler, dağılarak perişan oldular. böylece, eflatunun felsefesi meydana çıkıp, isa aleyhisselamın dini terk olundu. bu dine inanan hakiki mü'minler ise, gizlendiler. bu şeklde tevhid dininin yerine, teslis akidesi geçip, gitdikçe kuvvetlendi ve allahü tealanın bir olduğuna iman eden nasaradan, şurada burada kalanları da, teslis akidesine sahib kiliseler tarafından aforoz edilip, katl edilerek, imha edildiler. az zeman sonra, bunlardan hiç kimse kalmadı. senesinde istanbul patriki mihael kirolarius, merkezi romada olan garb kilisesinin, tehammülü mümkin olmıyan baskılarına daha fazla dayanamıyarak, isyan etdi. romadaki papanın, isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğunu inkar etdi. papazların halkdan ayrı yaşamaları gibi, ba'zı asli mes'elelerde roma kilisesine muhalefet etdi. konsey ismini verdikleri ruhban meclislerinin her birinde, i'tikad esasları birbirinden temamen farklı kararlar verdiler. aldıkları bu kararlara muhalif olanlardan ayrıldılar. böylece yetmişiki fırka hasıl oldu. buna rağmen, roma kilisesi, eski bildiğinden şaşmayıp, önceki yoluna devam etdi. o asrlarda avrupada yaşayan hükümdarlar, bu hususdaki hadiselerden, olaylardan temamen habersiz ve cahil idiler. emrleri altında bulunan, koyun sürüsü gibi milletleri istedikleri şeklde soyuyor ve çeşid çeşid zulmler yapıyorlardı. hükümdarlar, bu soygunculuk ve zulme kimsenin karşı çıkmaması için, papazların cahil halk üzerindeki nüfuzlarını, kendi menfe'atleri istikametinde kullanıyorlardı. sanki papazların emrleri altına girmiş idiler. papazlar, hükümdarların cahilliğini, za'fiyyetlerini ve düşüncelerini pekiyi bildiklerinden, onların hükümranlık kuvvetlerini kendi menfe'atlerine hizmetde kullandılar. zahirde avrupanın hakimi, hükümdarlar görünüyorsa da, avrupanın müstakil ve yegane hakimi papazlar oldular. hatta hıristiyanlığın ilk zemanlarında, papaların arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi, italyan hükümdarlarının tasdikine bağlı idi. daha sonra papaların nüfuzları öyle bir dereceye ulaşdı ki, istediklerini imperatör yapıp, istemediklerini azl etdiler. o zemanki cahil halk ise, hiçbir şey bilmediklerinden, hem hükümetlerinin zulm ve eziyyetleri altında, hem de papazların hırs ve tama'ları arasında ezildiler. her çeşid eziyyet ve cefaya katlandılar. bu hallerine diye susarak, sabr etdiler. böylece, avrupa kıt'ası başdan başa cehalet karanlığı ve teassub içinde harab ve viran oldu. bu sırada islam memleketleri, hıristiyan avrupanın tam tersi bir idare altında idi. arabistan, ırak, iran, mısr, türkistan; emevi ve abbasi halifelerinin idaresiyle her cihetden, maddi ve ma'nevi terakkiler yapmış idi. müslimanlar ispanyayı, endülüs emevi sultanlarının emri altında, en güzel şeklde i'mar etmiş, medeniyyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı. ilm, san'at, ticaret ve ziraata ve güzel ahlaka çok ehemmiyyet verilmişdi. ispanya daha önce, gotlar elinde vahşi bir belde iken, müslimanların idaresine geçdikden sonra, sanki cennet bağçeleri gibi olmuşdu. avrupalı ilm adamları ve sanayi'ciler, islamın hakkını hiçbir vakt ödeyemezler. bunlar, ilelebed müslimanlara teşekkür etmelidirler. çünki, avrupaya ilm, güzel ahlak kıvılcımı, ilk def'a, endülüs müslimanlarından sıçramışdır. kurunı vüsta dediğimiz, ortaçağda, endülüsde ortaya çıkan islam medeniyyeti, endülüsün dışına taşarak, avrupaya yayıldı. endülüsdeki medeniyyeti gören kabiliyyetli ba'zı avrupalılar ortaya çıkdı. islam alimlerinin kitablarını, avrupa lisanlarına terceme etdiler. bunların, terceme ve te'lif ederek, neşr etdikleri kitablar sayesinde, avrupa halkı cehalet uykusundan uyanmağa başladı. nihayet senesinde, almanyada martin luther ortaya çıkıp, hıristiyanlığın müceddidi, yenileyicisi olmak istedi. luther, roma kilisesinin akla uymıyan bir çok esaslarına karşı çıkdı. martin luther, alman papazıdır. hıristiyanlığın bir kısmı olan, protestanlığı kurdu. papaya bağlı olan hıristiyanlara katolik denir. de tevellüd, de öldü. çok kitab yazdı. papaya düşman olduğu gibi, azılı bir islam düşmanı idi. katoliklerle protestanlar da birbirlerine düşmandırlar. ondan sonra kalvin ortaya çıkdı. lutherin i'tirazlarını tasdik etmekle beraber, ba'zı mes'elelerde ona muhalefet etdi. luther ve kalvin roma kilisesinin ibadet ve iman şekllerini red etdiler. papanın, petrusun vekili ve isa aleyhisselamın halifesi olduğunu inkar etdiler. luther ve kalvinin peşinden gidenler diye ismlendirildi. roma kilisesi, daha önce şark kilisesinin kendisinden ayrılması ile tebe'asının üçde birini gayb etdiği gibi, protestanlığın ortaya çıkması ile de, üçde birini daha gayb etdi. bu hal, papaların akllarını başlarından aldı. zemanlarındaki katolik kralların askeri kuvvetlerini kullanıp, protestanları kılınçdan geçirerek zafere ulaşmak gibi, çok kötü bir tedbire başvurdular. fekat hiçbir zeman, zor ile, imanı ve vicdanı değişdirmek mümkin olmadığından, bu tedbir aksine te'sir etdi. protestanlığın ingiltere ve amerikada da yayılmasına sebeb oldu. bunun üzerine, roma kilisesi, diğer din mensublarını ve vahşi kavmleri hıristiyanlaşdırarak, nüfuzunu artdırmak sevdasına düşdü. dünyanın her tarafında hususi katolik mektebleri kurdu. katolik dinini duyurmak ve yaymak için ismini verdikleri çok müte'assıb papazlar yetişdirdi. bunları bölük bölük amerika, Japonya, çin, habeşistan ve diğer islam memleketlerine gönderdi. misyonerler, gitdikleri yerlerde sadece ba'zı cahilleri çeşidli va'dler ve menfe'atlerle aldatabildiler. cahil kavmlerde, anayı kızının, oğulu babasının aleyhine tahrik ederek birbirlerine düşman etdiler. bulundukları memleketlerde, çeşidli karışıklık ve ihtilaller çıkardılar. daha sonra, hükumetler ve halk, misyonerlerin fitne ve fesadından bıkıp, usanarak, bulundukları her memleketden sürüp çıkardılar. ba'zı memleketlerde ise, daha şiddetli cezalar verilerek, i'dam edildiler. bu misyonerler, hıristiyanlığı yaymak behanesi ile, insanlığa o kadar zarar vermişlerdir ki, bütün dünyanın hıristiyanlıkdan nefret etmesine sebeb oldular. hele roma kilisesinin, hıristiyan katolik te'assubu ve mal hırsı ile, bir misli daha görülmemiş, vahşiyane tedbirleri ve insanlığın yaratıldığı günden beri işitilmemiş işkenceleri, mesela sen bartelmi gecesi ve engizisyon katliamları hakkında yazılmış tarih kitablarını okuyan insanın, tüyleri ürperir. katolik kilisesinin, katolikliği yaymak için misyonerler yetişdirerek fe'aliyyete geçmesi üzerine, protestanlar da, buna karşı boş durmadılar. çeşidli yerlerde, cem'iyyetler kurarak, çok büyük sermayeler topladılar. dünyanın her yerine protestanlığı anlatan kitablar, casuslar ve misyonerler gönderdiler. daha sonra neşr olunan masraf defterlerinde bildirildiğine göre, senesinde kurulan ingiliz ismindeki protestanlık cem'iyyeti, incili ikiyüzdört lisana terceme etdirdi. bu cem'iyyet vasıtası ile, senesinin sonuna kadar, basılan ve dağıtılan hıristiyanlık kitablarının adedi, hemen hemenmilyona vardı. yine bu cem'iyyet, protestanlığı yaymak için, senesinde ikiyüzbeş bin üçyüz onüçingiliz altını sarf etmişdi ki, bugünkü para ile senesinde bir ingiliz altını. türk lirası kıymetinde ikenmilyarmilyon türk lirası tutmakdadır. bu cem'iyyet, ingiliz müstemlekeler nezaretinin idaresi altında, bugün dahi fe'aliyyetde olup, dünyanın birçok yerlerinde revirler, hastahaneler, konferans salonları, kütübhaneler, mektebler, hatta sinema salonları gibi eğlence yerleri, spor tesisleri kurmakda, buralara devam edenleri prostestanlığa teşvik için fevkal'ade gayret sarf etmekdedir. katolikler de, aynı suretde çalışmakdadır. bunlar, aynı zemanda, fakir memleketlerdeki gençlere iş bulmakda, ehaliye yiyecek yardımı yapmakda ve böylece onları hıristiyanlığa teşvik etmekdedirler. böylesine fe'aliyyet göstermelerine rağmen, avrupalılar eskisi gibi kör olmayıp gözlerini çokdan açmışlar, bu misyonerlerin ve casusların nasıl bir başbelası, yalancı, fitneci kimseler olduklarını def'alarca tecribe ederek öğrenmişlerdir. bunun için, misyonerlerin avrupalılar arasında i'tibarları yokdur. misyonerler, neşr ederek bedava dağıtdıkları kitabları, avrupada kendi milletlerine dağıtmayıp, diğer memleketlere göndermekdedirler. kendileri, bulundukları devletin kanunlarına tabi' olmadıkça, bir diğer avrupa memleketine asla sokulmuyor, hele kendi dinlerini yaymağa cesaret edemiyorlardı. böyle bir hareket görüldüğü anda, devletin polis kuvvetleri vasıtası ile memleketden sürülüp, hudud dışı edilmekde idiler. bu misyonerler gitdikleri her avrupa memleketinde, horlanıp, hakir görülerek aşağılanmışlardır. misyonerler , osmanlı devletinin, islamiyyetin dışındaki diğer dinlere tanımış olduğu serbestlikden istifade etmesini çok iyi bildiler. kırk elli seneden beri, osmanlı devletinin himayesinde olan memleketlere sızdılar. değişik yerlerde, mektebler kurup, guya insanlığa hizmet için, halkın çocuklarını bedava okutuyoruz diyerek, ba'zı cahilleri aldatdılar. her memleketde cahiller, dinlerinin emrlerini ve vazifelerini layıkı ile bilmedikleri için, bilhassa protestanlık teşkilatının maddi sermayesi çok büyük olduğundan, protestanlığı kabul edenlere aylık ve yıllık maaşlar bağladılar. bununla da kalmayıp, elçilik ve konsolosluklar vasıtası ile, protestan olanlara, çeşidli devlet kademelerinde, vazifeler almalarına da yardım etdiler. anadolu ve rumelideki osmanlı tebe'asından, ba'zı saf hıristiyanları iğfal edip, kendilerine bağlamağa muvaffak oldular. fekat bunları altınla, parayla aldatıp kendilerine bağladıklarından arzu etdikleri derecede istifade edemediler. elhamdülillah ki, şöhretli ve tanınmış bir müslimanı dahi iğfal etmeğe muvaffak olamamışlardır. misyonerler, müslimanları aldatmak için senesinde istanbulda basdırdıkları türkçe incilin sonunda ibaresini yazmışlardır. bu yazı ile güya, ba'zı müslimanları aldatmağa muvaffak olduklarını açıklamışlardır. o tarihlerde birkaç yüz altın karşılığı, incili terceme eden kimseyi biz biliyoruz. fekat protestanlığı kabul etdiği meçhuldür. ayrıca, ali beğ namında bu işe ehl, tanınmış bir kimse bulunmadığından, sahte bir ism olması ihtimali de hiç uzak değildir. çünki tanınmış bir kimse olsa, herkesin tanıdığı lakabı ile yazılması icab ederdi. türabi efendiye gelince, mısrda oturan ve bir protestan kızı ile evli olan bu kimsenin, onlara böyle bir hizmetde bulunması şaşılacak birşey değildir. fekat kendisinin, hiçbir vakt protestan ayinlerini beğenip, takdir etdiği görülmemişdir. bil'aks, onların her dürlü çirkinliklerini ortaya koyduğundan, din değişdirdiğine inanılamaz. öyle bile olsa, türabi efendi, herkesin tanıdığı bir kimse olmayıp, mısr idaresi tarafından çocukluğunda ingiltereye gönderilmiş ve orada papaz mektebinde yabancı dil öğrenmişdir. bu ise, demekdir. hiç bir hıristiyan; islamiyyeti bilen, islam terbiyesi görmüş, islamiyyetin hakikatına vakıf olarak, kelimei tevhidin ruhani lezzetini almış, güzel kokusunu his etmiş, akllı bir müslimanın protestanlığı kabul etdiğini gösteremez. şayed gösterirse, para, himaye ve mevki' gibi şeylerden birisi sebebi ile olup olmadığını araşdırmak icab eder. allahü tealanın ortağı ve benzeri yokdur. onu bunlardan tenzih ederim diyen bir kimseye, fikrini kabul etdirip, inandırmak pekgüç, hatta mümkin olmıyan bir şeydir. iman esaslarını bilen bir müsliman, felsefe ile çok meşgul olunca, felsefecilerin yoluna meyl etmesi belki mümkindir. fekat, hıristiyan olması asla mümkin değildir. bu sebeb ile, islam dininin gerçek koruyucusu allahü teala olduğundan, misyonerlerin sinsi ve zararlı fe'aliyyetlerinde, müslimanlar için korkulacak hiçbir tehlüke yokdur. hatta böyle bir tehlükenin hatıra gelmesi bile bizce bir nev'i tenezzülden ibaretdir. fekat, memleketimize gelen papazlar, ingiliz müstemlekeler nezareti tarafından kendilerine verilen vazife icabı, haşa islam dininin, batıl ve hıristiyanlığın ise üstünlüğü hususunda ba'zı kitablar yazıp, ücretsiz olarak dağıtmağa başladılar. bir takım yalan ve hileler ile, batılı hak gibi göstermeğe çalışmakdadırlar. misyonerlerin bu yalan ve iftiralarına cevab vermek, ilm sahibi olan müslimanlara farzı kifayedir. bunların asl maksadları, dini islamı karışdırarak, her zeman ve her memleketde yapdıkları gibi; zevc ile zevce, evlad ve akraba arasına düşmanlık tohumları atmakdır. matta incilinin onuncu babının otuzdört ve otuz beşinci ayetlerinde haşa isa aleyhisselamın, yeryüzüne selamet getirmeğe geldim sanmayın, ben selamet değil, kılıç getirmeğe geldim. çünki ben, adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim. ve kendi ev halkı, adamın düşmanları olacakdır diye emr etdiği yazılıdır. misyoner papazlar, buna uyarak, cahilleri aldatıp, devlet aleyhine tahrik ederek, kışkırtdılar. asl maksadları, bu yolla islam dinini ve onun hamisi olan osmanlı devletinin varlığını, tehlükeye düşürmek idi. osmanlı devletinin merhamet ve himayesi altında, gayet rahat bir hayat süren hıristiyan tebe'a arasına, bu yolla, nifak ve düşmanlık tohumlarını atdılar. eshabı kiramdan, zemanımıza kadar, her islam devleti, emri altında bulunan diğer din mensublarının asla din işlerine karışmamış, bunları hiçbir zeman dinlerinden dolayı incitmemişlerdi. bilhassa osmanlı devleti, altıyüz seneden beri, emri altında bulunan gayri müslimlerin din işlerine hiçbir suretde karışmamakla beraber, ibadetlerini yapmalarına da, her dürlü yardım ve kolaylığı da sağlamışdır. bu yardımın ve adaletin yapılmasını islamiyyet emr etmekdedir. peygamberimizin bu hususdaki emrleri, islam kitablarında, mesela kitabında yazılıdır. bunun için, hiçbir din mensubuna akidesinden dolayı tahkir edilip, tecavüz edilemiyeceği, osmanlı devletinin teminatı altında idi. hem bir insanın evinde müsafir olacaksın, hem de onun iman etdiği mukaddes şeyleri ayak altına alıp, kötüleyeceksin. böyle bir şey, dünyanın hiçbir yerinde görülmemişdir. burada mühim olan husus, islam düşmanlarının, yıkıcı sözleri, yazıları, kitabları ve ile islamiyyete yapdıkları iftiralardır. bu yalan ve iftiralara herkesin dikkatini çekmek, ve kendilerinin doğru gibi yapdıkları neşriyyatın ne gibi çürük esaslara bağlı olduğunu bütün aleme göstermekdir. bilhassa ismi ile neşr etdiğim türkçe kitabda, misyonerlerin islamiyyete yapdıkları hücumlara, gayet güzel cevab verilmişdir. bu kitabımda, hıristiyanlıkla ilgili bir çok husus etraflıca anlatılmış, birçok sualler de ortaya konmuşdur. hal böyle iken, hıristiyan papazlar ne bu soruları, ne de hindistanın büyük alimlerinden rahmetullah efendinin arabi olarak yazmış olduğu ve daha sonra türkçeye terceme edilen ismli mükemmel kitabını hiç görmemiş gibi, yeniden bir takım yalan ve uydurma kitab ve risaleler neşr etmekdedirler. eski iftiralarını bu kitablarında da aynen tekrar etmekdedirler. ve da kendilerine tevcih etdiğimiz suallerin birine dahi cevab vermekden aciz kalmışlardır. farisi kitabının üçyüzdoksanıncı sahifesinde diyor ki: protestan papazı fander, hıristiyanlar arasında çok meşhur idi. protestan misyoner teşkilatı, seçdikleri papazlar ile fanderi hindistana gönderdi. hıristiyanlığı yaymak için çalışacaklardı. senesinin rebi'ulahır ayında ve recebin onbirinci günü, bu misyoner hey'eti, alimler ve seçilmiş zatlar arasında, delhinin büyük islam alimi rahmetullah efendi ile münazara yapdılar. uzun münakaşalar neticesinde, fander ve yardımcıları cevab veremez hale geldiler. dört sene sonra, ingiliz hükumeti hindistanı işgal edince rahmetullah efendi, mekkei mükerremeye hicret eyledi. senesinde, bu misyoner hey'eti istanbula gelerek, hıristiyanlık propagandasına başladı. sadrı azam hayrüddin paşa, rahmetullah efendiyi istanbula da'vet etdi. misyonerler, karşılarında rahmetullah efendiyi görünce, çok korkdular. suallere cevab veremiyerek, firar etmekden başka çare bulamadılar. paşa, bu büyük islam alimine çok ihsanda bulundu. hıristiyanları nasıl red ve perişan etdiğini yazmasını rica etdi. bu da, recebin onaltıncı gününden zilhicce sonuna kadar, arabi kitabını yazdı ve mekkeye gitdi. hayrüddin paşa, bunu türkçeye terceme etdirip, ikisini de basdırdı. avrupa dillerine de terceme ve tab' ve her memlekete neşr edildi. ingiliz gazeteleri, yazdılar. bütün müslimanların halifesi olan sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahü aleyh, ramezan ayında tekrar da'vet edip, serayında çok hurmet ve ikram yapdı. rahmetullah efendi ramezan ayında mekkei mükerremede vefat eyledi. allahü tealanın yardımı ile, şimdi yazmağa başladığımız bu türkçe kitaba cevab veremedi ismini verdik. fekat, şurası iyice bilinmelidir ki, bu kitabı yazmakdan maksadımız, sadece protestan misyonerlerin, islam dini aleyhinde neşr etdikleri kitab ve broşürlere cevab vermek, onlara mukabele etmek vazifesini yerine getirmekdir. dinlerini ve rahatlarını korumak isteyen hıristiyan hemşehrilerimiz de, bu misyonerlerden rahatsız ve zararlarını def' etmek hususunda bizim ile aynı fikrdedirler. harputlu ishak efendi la ilahe illallah, elmelikül hakkul mübin, muhammedün resulullah, sadikul va'dil emin. cevab veremedi hayrüddin paşa, da vefat etdi. diyaülkulub allahü teala vardır, birdir. allahü tealanın sıfatı sübutiyyesi sekizdir. bunlardan birincisi, sıfatıdır. protestan rahibleri, istanbulda islamiyyetin aleyhine neşr etdikleri risalelerden birinde:hıristiyanlığın fazilet ve üstünlüğü, günlük hayat ve dünya hakimiyyetine yakışacak te'sirleri ile insanlar arasında çok sür'atli bir şeklde yayılmasından anlaşılmakdadır. allahü teala hıristiyanlığı, diğer dinlerden üstün, hakiki bir din olarak dünyaya göndermişdir. yehudilerin mahv olması, üzerlerine büyük belaların gelmesi ve yehudi milletinin dağılıp bozulmasının sebebi, hıristiyanlığı inkar etdikleri için, allah tarafından kendilerine verilen açık bir cezadır. islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh olup, hükmü kalkmışdır denilirse, acaba islamiyyetdeki hayat kuvvetinin, yaşama şeklinin, insanların kalblerini kendi tarafına çekme kuvvetinin, hıristiyanlıkdaki bu kuvvetden daha üstün olduğu ortaya çıkmış mıdır? yahud, islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlar üzerine, yehudilerde olduğu gibi, müdhiş belalar gelmiş midir? hıristiyanlık üçyüz sene kadar devlet gücü olmadan yayılmışdır. islamiyyet ise, hicretden sonra, din olma şeklinden çıkıp devlet gücüne sahip oldu. bunun için, islamiyyet ile hıristiyanlığın insanların kalblerine olan ruhani ve ma'nevi te'sirlerinin hakiki nisbetini tesbit etmek, güç bir işdir. fekat, isa aleyhisselam üç sene insanları dine da'vet etmişdir. bu zeman içinde kendisine pek çok kimse tabi' oldu. bunların içinden oniki havariyi seçdi. başka bir zemanda incil müjdeleyicileri ismi ile, yetmiş kişi daha seçdi. bunları, insanlara doğru yolu göstermeleri için gönderdi. daha sonra, yüzyirmi kişiyi de, bir yerde toplamışdır. havarilerin bildirdiklerine göre, isa aleyhisselamın öldürülmesine kadar kırk gün içinde kendisine inananhıristiyanı da dine da'vet için gönderdiği pavlosun mektublarında açıkca yazılıdır demekdedirler. istanbulda neşr etdikleri bu risale şöyle devam ediyor: arab tarihcilerden ibni ishak, vakıdi, taberi, ibni sa'd ve diğerlerine göre, muhammede sallallahü aleyhi ve sellem ilk iman edenler, kendi hanımı hazreti hadice, evladlığı ve kölesi zeyd bin harise, amcasının oğlu ali bin ebi talib, vefakar dostu ve mağara arkadaşı ebu bekri sıddik ile bunun ihsanlarına kavuşmuş birkaç köleden ibaretdir. hazreti ömerin islamiyyeti kabul etdiği tarihe kadar, ya'ni bi'setin altıncı senesine kadar, müsliman olanlar elli kişidir. bir rivayetde kırk veya kırkbeş erkek ile on veya onbir kadından ibaretdir. yine mekkeli müşriklerin eziyyet ve düşmanlıkları sebebi ile, bi'setin onuncu senesinde, ikinci def'a habeşistana hicret eden müslimanların sayısı yüzbir kişiye, ya'nierkek vekadına ulaşmışdı. vakıdi, kitabında, hicretden ondokuz ay sonra vuku' bulan, bedr gazasında bulunan muhacirlerin sayısının seksenüç kişi olduğunu bildirmekdedir. buna göre, hicrete kadar geçen onüç senede muhammede sallallahü aleyhi ve sellem inananların sayısı ancak yüze ulaşabilmişdir. hicret esnasında tabi' olanlar ise yetmişüç erkek ve iki kadından ibaret olduğu yine tarihlerde yazılıdır. bu kıyaslamadan sonra, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan hangisinin kalblere te'sirinin daha fazla olduğu ortaya çıkar. çünki, herhangi bir zorlama ve kuvvet olmaksızın, isa aleyhisselam ile muhammede sallallahü aleyhi ve sellem, sadece teblig etmek sureti ile iman edenlerin sayısı birbirine mukayese edildiğinde; muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem onüç senelik da'vetinin neticesi, kendisine yüzseksen kişi inanmışdır. isaya aleyhisselam ise, üç senede beşyüzden çok kimse inanmışdır. bundan sonra, hıristiyanlığın ve islamiyyetin yayılma şekli değişmişdir. bu değişikliğin sebebi ise, sadece kullanılan vasıta ve sebeblerdendir. bunların başında ise, muhammed aleyhisselamın ümmetinin muharibliği gelmekdedir. harblerde galib olup, terakki ederek, birden bire yayılmışlardır. yoksa islamiyyet, hıristiyanlık gibi, insanların kalblerine olan kuvvetli te'siri sebebi ile yayılmamışdır. ilk hıristiyanlar ise, perslerin eza ve cefalarına üçyüz sene tehammül etdiler. çeşidli mani'lerle karşılaşdıkları halde, o kadar çabuk yayıldılar ki, miladın. derdimsenesinde, birinci kostantin hıristiyanlığı kabul etdiği zeman, hıristiyanların sayısı birkaç milyona ulaşmışdı. müslimanlara mağlub olan milletler, zahirde islamiyyeti kabule pek zorlanmazlardı. fekat, hayli tahriklerle milli örf ve adetlerinibni ishak, de bağdadda vefat etdi. ibni sa'd muhammed basride vefat etdi. muhammed vakıdi de vefat etdi. den mahrum edildiler. çeşidli düşmanlıklara ma'ruz kalmalarından başka, kendi dini ayinlerini yerine getirmelerine sebeb olan şeyler de yasaklanmışdı. çaresiz kalarak bu zorluklara ve tazyiklere katlandılar. bu, kendilerini ma'nevi olarak islamiyyetin kabulüne zorlamak idi. mesela, ömerülfaruk radıyallahü anh zemanında dört binden çok kilisenin yıkıldığı bildirilmişdir. binlerce, cahil, dünyaya düşkün, hamisiz kimselerin, o zemanki karışıklıklar arasında mal ve mevki' sahibi olmak için islamiyyeti kabul etmelerine hayret edilmez. islamiyyetin bu şeklde yayılması, iskender gibi ba'zı cihangirlerin ortaya çıkmasına benzer. müslimanların yapdığı büyük fethler, kur'anı kerimin allah tarafından gönderilen bir kitab olduğunu göstermez. hatta müslimanların bunca fethleri ve çalışmaları, emrleri altında bulunan hıristiyanlara pek hoş gelmemişdir. halbuki hıristiyanların da'veti perslere daha çok te'sir etmişdi. zira, bugün avrupada, küçük bile olsa bir putperest cem'iyyeti bulunamaz. müsliman ülkelerde ise, pek çok hıristiyan bulunmakdadır. yehudiler, hıristiyanlığı red etdikleri için, allahü tealanın gadabına uğradılar. vatanlarından çıkarılarak, dünya üzerinde, her yerden koğulan, kötü bir kavm oldular. acaba hıristiyanlar da, islamiyyeti red etdikleri için, yehudilerden daha fazla veya onlar kadar olsun bir musibet ve belaya uğramışlar mıdır? bugün yer yüzündemilyon kadar müsliman bulunduğu halde, hıristiyanların sayısımilyonu aşmışdır. allah tarafından gönderilen hak din, adaleti ve insafı emr eder. kamil bir iman ve ibadet sebebi ile allahü tealaya yaklaşma se'adetini bahş eder. bu din, kendisine inanan bir kavmi en yüksek derecelere ulaşdırıp, maddi ve ma'nevi huzur içinde olmalarına sebeb olur. bu hususlar şübhesizdir. eğer islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh edilip, hükmü kalkmış olsaydı, islam memleketlerinin servet ve se'adet ile diğer memleketlerden üstün olması icab ederdi. halbuki islamiyyetin doğduğu yer arabistan olup, burası muhammed sallallahü aleyhi sellem zemanında müslimanların emri altına girmişdi. müslimanlar daha sonra, ilk halifeler zemanında da, dünyanın zengin pek çok milletlerini emrleri altına almışlar, onlara hükm etmişlerdi. fekat, ne çare ki, az vaktde hasıl olan o zenginlik, az zemanda yok oldu. bugün bile, arablar fakirlik içerisindedirler. müsliman beldelerin çoğu harab, arazileri ziraatdan mahrumdur. buralarda yaşayan müslimanlar servet, medeniyyet ve i'mardan uzakdır. ilmde ve san'atda avrupaya muhtac olmuşlardır. hatta bir mühendis lazım olsa, avrupadan getirtirler. denizcilik ve askerlik bilgilerini öğrenmek için gençlerinin tahsil ve terbiyeleri, hıristiyan mu'allimlerine bırakılır. müsliman askerlerin harblerde kullandıkları silahlar, alimlerin ve katiblerin üzerine yazı yazdıkları kağıdlar, en büyük ve en küçüğünün giydiği elbiseler ve kullandıkları eşyanın çoğu hıristiyan memleketlerinde i'mal edilmişdir. hiç kimse oralardan getirtilmiş olduğunu inkar edebilir mi? müsliman askerlerin kullandıkları silahlar dahi, avrupadan getirtilir. avrupa ise, hıristiyanlık sayesinde nüfus, terbiye, devlet ve servetce terakki etmiş, ilerlemişdir. mükemmel hastahaneler, muntazam mektebler ve fakirhaneler inşa etmişlerdir. şimdi, diğer memleketlere de hastahaneler kurarak, mu'allimler ve kitablar göndererek hıristiyanlığı yaymağa çalışıyorlar. müslimanlar ise putperestleri ve hıristiyanları, islamiyyete da'vet için gayret ve hamiyyet etmiyor, milyonlarca kur'anı kerim tercemeleri dağıtmıyor, alimler ve da'vetciler göndermiyorlar. eğer islamiyyetin zuhuru ile hıristiyanlık nesh edilmiş, hükmü ortadan kalkmış olsaydı, hal hiç böyle olurmuydu. cevab: hıristiyan misyonerlerinin dağıtdıkları bu risalelerde, öne sürülen fikrler, hülasa edildiğinde; hıristiyanlığın islam dininden daha faziletli, doğru ve nesh edilmemiş olması, şu birkaç delile bağlanmışdır: hıristiyanlığın sür'at ile yayılması, yehudiler üzerine gelen büyük belaların hıristiyanlar üzerine gelmemiş olması, islamiyyetin kılıç ile, ya'ni harb ile, hıristiyanlığın ise, nasihat, güzellik ve insanlara merhamet ile yayılması, hıristiyanların nüfusca müslimanlardan çok olması, hıristiyan devletlerin güçlü olması, hıristiyanların sanayi', zenginlik ve memleketlerinin i'marında müslimanlardan ileri olması ve iyilik yapmağa çalışıp, buna çok ihtimam göstermeleri ve avrupada putperestlerin bulunmayıp, müsliman devletlerin her yerinde hıristiyan ve yehudilerin bulunmasıdır. birinci delilleri olan hıristiyanlığın sür'at ile yayılması sözlerine karşılık, hıristiyan tarihcilerinden, kur'anı kerim mütercimi papaz salenin beyanları kafidir. george sale, da öldü. ingiliz müşteşrikidir. de kur'anı kerimi ingilizceye terceme etdi. eserinin önsözünde, islamiyyet hakkında uzun ma'lumat verdi. avrupa dillerinde ilk kur'anı kerim tercemesi budur. senesinde basılan bu nde diyor ki: hicretden evvel, medinei münevverede, kendisinden müsliman çıkmayan hiçbir hane kalmamışdı. ya'ni medinede her eve islamiyyet girmişdi. eğer bir kimse islamiyyet diğer memleketlere ancak kılıç kuvveti ile yayıldı diye bir iddiada bulunursa; bu, kuru bir suçlama ve cehaletdir. çünki, islamiyyeti kabul eden pek çok belde vardır ki, kılıcın ismini dahi işitmemişlerdir. kalblere te'sir eden, gayet beliğ olan kur'anı kerimi işitmekle müsliman olmuşlardır. islamiyyetin kılıç zoru ile yayılmadığının misalleri pek çokdur. mesela: ebu zeri gıfari; kardeşi üneys ve mübarek anneleri ümmü zer radıyallahü anhüm ilk islama girenlerdendir. daha sonra, ebu zeri gıfarinin da'veti ile, beni gıfar kabilesinin yarısı müsliman oldu. bi'setin onuncu senesinde mekkeden habeşistana hicret eden eshabı kiram radıyallahü anhüm, 'ü erkek ve 'i kadın olmak üzere, kişidir. bunların dışında, pek çok sahabe de, mekkei mükerremede kalmışdır. bu zemanda necran hıristiyanlarından yirmi kişi de müsliman olmuşdu. dımadı ezdi, bi'setin onuncu yılından önce iman etmişdir. tufeyl ibni amr radıyallahü anh de, hicretden önce annesi, babası ve bütün kabilesi ile beraber müsliman olmuşdu. medinei münevverede, beni sehl kabilesi, mus'ab bin umeyrin radıyallahü anh nasihatleri bereketi ile, hicretden önce müsliman olmakla şereflenmişlerdir. medinei münevverede amr bin sabitden gayrisi, hicretden önce iman etmişlerdi. sadece amr radıyallahü anh uhud gazasından sonra iman etdi. necd ve yemen taraflarındaki köylerde oturan bedeviler dahi müsliman oldu. hicretden sonra, bureydetüleslemi radıyallahü anh yetmiş kişi ile beraber gelip müsliman oldu. habeş padişahı olan necaşi de, hicretden önce imana geldi. habeş padişahlarına necaşi denir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanındaki necaşinin adı eshame idi. hıristiyan iken müsliman oldu. yine ebu hind, temim ve na'im akrabalarıyla beraber ve diğer dört zat da, resulullahı tasdik etdiklerini bildiren hediyyeler gönderip, müsliman oldular. bedr gazası olmadan önce, allahü tealanın sevgilisi, resulullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem şefkatli, merhametli va'z ve nasihatleri ve bütün arab belagatcılarının kabul etdikleri, herkesi acz ve hayretde bırakan, kur'anı kerimi dinleyerek, müsliman olanların sayısı medine ve çevresinde birkaç bine ulaşmışdı. hazreti isanın da'vet zemanı müddetince, kendisine tabi' olanlar ise; incilin hesabına göre, ikiyüz iki kişiden ibaretdir. hıristiyanların inancına göre hazreti isanın i'dam edilmesinden sonra zuhur eden harikulade şeyleri görerek, isa aleyhisselamın dinine girmekle şereflenenler ancak beşyüze ulaşabilmişdi. haşa isa aleyhisselam ne öldürüldü, ne çarmıha gerildi. allahü teala onu diri olarak göğe çıkardı. hicretin sekizinci senesinde, mekkei mükerremeyi feth eden islam askerinin oniki bin kişi olduğu ve hicretin dokuzuncu senesinde, tebük gazasına medineden otuzbinden ziyade müslimanın iştirak etdiği ve hicretin onuncu senesinde yüzbinden ziyade müsliman ile veda haccı yapıldığı da yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ahirete teşrif etmeden önce, ona iman etmekle şereflenen eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in sayısının, yüzyirmidörtbine ulaşdığı, bütün kitablarda yazılıdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ahirete teşrifinden sonra, müseylemetülkezzab vak'ası meydana geldi. birinci halife ebu bekri sıddik radıyallahü anh müseylemetülkezzab üzerine.den fazla islam askeri gönderdi. bu gazada yetmişden ziyade hafızı kur'an şehidlik mertebesine ulaşmışdı. medineye birkaç konaklık bir mesafeye. askeri gönderen bir halifenin emri altında, ne kadar erkek ve kadın müslimanın bulunması icab eder? hıristiyanlık mı, yoksa islamiyyet mi daha çok ve çabuk yayılmışdır. akl sahibi olanlar, bunu mukayese etmelidir! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından üçdört sene sonra, ikinci halife ömerülfaruk radıyallahü anh, kırk bin kişilik bir islam ordusu göndererek, hindistana kadar bütün iranı, konyaya kadar anadoluyu, suriye, filistin ve mısrı feth etdi. buralarda yaşayan halkın çoğu, islam dinindeki adaleti, güzel ahlakı görerek, müsliman olmakla şereflendi. eski batıl dinleri, ya'ni hıristiyanlık ve yehudilik ve mecusilik üzere kalanlar pek azdı. böylece, on sene gibi, pek az bir zeman zarfında, islam memleketlerinde yaşıyan müslimanların sayısının, yirmiotuz milyona ulaşdığını, tarihciler sözbirliği ile bildirmekdedir. halbuki, hıristiyan misyonerlerinin ortaya atdıkları iddi'aya göre, isa aleyhisselamdan üçyüz sene sonra, birinci konstantin hıristiyanlığı kabul etdi. onun yardımı ve zorlaması ile hıristiyanların nüfusu ancak altı milyona ulaşabildi. on senede müslimanların sayısının yirmiotuz milyona ulaşması ile, üçyüz senede hıristiyanların sayısının altı milyona ulaşması karşılaşdırıldığında, aralarındaki nisbetden, hangi dinin daha çabuk yayıldığı ortaya çıkmakdadır. islamiyyetin yayılmasının sadece kılıç, harb yoluyla olduğu iddi'aları da aslsızdır. şöyle ki; ömerülfaruk radıyallahü anh feth etdiği yerlerde bulunan kimseleri, islamiyyeti kabul etmek ile hıristiyan kalarak cizye denilen vergiyi vermek arasında serbest bırakırdı. onlar da, istedikleri yolu seçerlerdi. verdikleri cizkısası enbiya müellifi ahmed cevdet paşa de vefat etdi. yenin en yükseği, asrımızın parası ile mukayese edildiğinde, kuruşdan ibaret idi ki, zengin olanlar için, bu kadar az bir vergiyi vermekde, dinlerini terk etdirecek hiçbir zorlama yokdur. cizye verenlerin, malları ve namusları ve ibadetlerini yapmak hürriyyetleri, müslimanların mal ve namusları gibi olup, herkese müsavi olarak, adalet ile muamele edilirdi. senede bir kerre birkaç kuruş cizye vermek de, dinlerini, mallarını, canlarını ve haklarını korumanın karşılığı olup, bunu ödememek için, baba ve dedelerinin dinini terk edecek, birkaç şahıs bulunabilir mi? kitabında diyor ki: hindistanın meclisinin reisi ve meşhur kitabının yazarı, tarih profesörü şibli nu'mani de ölmüşdür. bunun urdu dilindeki kitabını serdar esedullah hanın annesi ve afganistan padişahı nadir şahın kızkardeşi farisiye terceme etmiş, nadir şahın emri ile de lahor şehrinde basdırılmışdır. yüzsekseninci sahifesinde diyor ki: rum kayseri herakliyusün büyük ordularını perişan eden islam askerlerinin başkumandanı ebu ubeyde bin cerrah, zafer kazandığı her şehrde adamlarını bağırtarak, rumlara halife ömerin radıyallahü anh emrlerini bildirirdi. suriyedeki humus şehrini alınca da, ey rumlar! allahın yardımı ile ve halifemiz ömerin emrine uyarak, bu şehri de aldık. hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmıyacakdır. islamiyyetin adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecekdir. dışardan gelen düşmana karşı, müslimanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslimanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kerre cizye vermenizi istiyoruz. size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı allahü teala emr etmekdedir dedi. cizye mikdarı, fakirlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüzaltmış gram gümüş veya bu değerde mal, yahud tahıldır. kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyarlardan ve din adamlarından cizye alınmaz. humus rumları, cizyelerini seve seve getirip, beytülmal emini habib bin müslime teslim etdiler. rum imperatörü herakliyusun bütün memleketinden asker toplıyarak, büyük bir haçlı ordusu ile antakyaya hücuma hazırlandığı haber alınınca, humus şehrindeki askerin de yermükdeki kuvvetlere katılmasına karar verildi. ebu ubeyde radıyallahü anh, şehrde me'murlar baherakliyus de öldü. ğırtıp, ey hıristiyanlar! size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermişdim. buna karşılık, sizden cizye almışdım. şimdi ise, halifeden aldığım emr üzerine, herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. size verdiğim sözde duramıyacağım. bunun için, hepiniz beytülmala vermiş olduğunuz cizyelerinizi geri alınız! ismleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır dedi. suriye şehrlerinin çoğunda da böyle oldu. hıristiyanlar, müslimanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri rum imperatörlarından çekdikleri zulmlerden, işkencelerden kurtuldukları için bayram yapdılar. sevinçlerinden ağladılar. çoğu seve seve müsliman oldu. kendi arzuları ile rum ordularına karşı, islam askerine casusluk yapdılar. ebu ubeyde radıyallahü anh böylece, herakliyus ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı. büyük yermük zaferinde, bu rum casuslarının çok faidesi oldu. islam devletlerinin kurulması ve yayılması, asla saldırmakla, öldürmekle olmadı. bu devletleri ayakda tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, iman, adalet, doğruluk ve fedakarlık kudreti idi. ruslar yüz seneden beri istila etdikleri kazan, özbekistan, kırım, dağıstan ve türkistanda bulunan müslimanların küçük çocuklarından, en ihtiyarlarına kadar her şahs için senede birer altın almışlardır. ayrıca askerlik yapmak, mekteblerde türkçe konuşturmayıp, zorla rusca öğretmek gibi çeşidli işkence ve zorlamalara rağmen, bu kadar senedir rusyadaki müslimanlardan kaç kişi hıristiyan olmuşdur. hatta, kırım harbi sonunda yapılan sulh neticesinde; osmanlı topraklarında kalan hıristiyanların rusyaya, rusyadaki müslimanların da osmanlı devletine hicret etmesine izn verildi. böylece, rusya tarafından iki milyondan fazla müsliman, osmanlı devletine hicret etdi. halbuki ruslar, kendi taraflarına hicret edecek olan hıristiyanların her birineruble yol masrafı verdikleri halde, osmanlı devletinde rahat ve huzur içinde yaşamaya alışmış olan hıristiyanlar, rusyanın bu va'dine inanmadı ve islamiyyetin kendilerine verdiği hak ve hürriyyetleri bırakıp oraya gitmedi. hazreti ömer radıyallahü anh, kilise yıkdırdı demek ise, tarihi bütün hakikatlere karşı açıkca iftiradır. hıristiyan tarihcilerinin bildirdiklerine göre; ömer radıyallahü anh kudüsü feth etdiği zeman, hıristiyanlar, diyerek hazreti ömere teklifde bulundular. ömer radıyallahü anh bu teklifi şiddet ile red etdi. ilk namazı kilise dışında kıldı. çok zemandan beri, çöplük olmuş olan heykeli mukaddes denilen mahalli , temizleyip, buraya büyük ve güzel bir cami' yapdırdı. müslimanların, hıristiyanlara ve yehudilere yapmakla mükellef oldukları muamele şekli, bizzat resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bütün müslimanlara hitaben yazdırdığı şu mektubda açıkca bildirilmişdir. bu mektubun aslı feridun beğin kitabı birinci cild, otuzuncu sahifesinde yazılıdır. mektubun tercemesi şöyledir:bu yazı abdüllah oğlu muhammedin sallallahü teala aleyhi ve sellem bütün hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmışdır. şöyle ki, cenabı hak, kendisini rahmet olarak gönderdiğini müjdelemiş, insanları allahü tealanın azabı ile korkutmuş, insanlar üzerindeki emaneti muhafaza edici yapmışdır. işte bu muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, bu yazıyı, müsliman olmıyan bütün kimselere verdiği ahdi, sözü tevsik için kaleme aldırdı. her kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun, cenabı hakka karşı isyan, onun dini ile istihza etmiş sayılır ve cenabı hakkın la'netine layık olur. eğer hıristiyan bir rahip veya bir seyyah bir dağda, bir derede veya çöllük bir yerde veya bir yeşillikde veya alçak yerlerde veya kum içinde ibadet için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle beraber, onlardan her dürlü teklifleri kaldırdım. onlar, benim himayem altındadır. ben onları, başka hıristiyanlarla yapdığımız ahdler mucibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden afv etdim. cizye, harac vermesinler veya kalbleri razı olduğu kadar versinler. onlara cebr etmeyin, zor kullanmayın. onların dini reislerini makamlarından indirmeyin. onları, ibadet etdikleri yerden çıkartmayın. bunlardan seyahat edenlere mani' olmayın. bunların manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın. bunların kiliselerinden mal alınıp, müsliman mescidleri için kullanılmasın. her kim buna riayet etmezse, allahın ve resulünün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur. ticaret yapmayan ve ancak ibadet ile meşgul olan kimselerden, her nerede olurlarsa olsunlar, ve gibi vergileri almayın. denizde ve karada, şarkda ve garbda, onların borçlarını ben saklarım. onlar benim himayem altındadır. ben onlara verdim. dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların ekinlerinden harac almayın. ekinlerinden beytülmal için hisse çıkartmayın. çünki, bunların zira'ati, sırf nafakalarını te'min etmek için ahmed feridun beğ de vefat etdi. eyyübdedir. yapılmakda olup, kar için değildir. cihad için adam lazım olursa, onlara baş vurmayın. cizye almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa bulunsun, yılda oniki dirhemden daha fazla vergi almayın. onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz. kendileriyle bir müzakere yapmak icab ederse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecekdir. onları daima merhamet ve şefkat kanadları altında himaye ediniz! nerede olursa olsun, bir müsliman erkekle evli olan hıristiyan kadınlara, fena mu'amele etmeyiniz! onların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibadet etmelerine mani' olmayınız! her kim ki, allahü tealanın bu emrine ita'at etmez ve bunun zıddına hareket ederse, cenabı hakkın ve peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem emrlerine isyan etmiş sayılacakdır. bunlara kilise ta'mirlerinde yardımcı olunacakdır. bu ahdname kıyamet gününe kadar devam edecek, dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse, bunun aksine bir hareketde bulunmayacakdır. bu ahdname hicretin onuncu senesi, muharrem ayının üçüncü günü, medinede mescidi se'adetde aliye radıyallahü teala anh yazdırılmışdır. altındaki imzalar: muhammed bin abdüllah resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem. ebu bekr bin ebikuhafe, ömer bin hattab, osman bin affan, ali bin ebi talib, ebu hüreyre, abdüllah bin mes'ud, abbas bin abdülmuttalib, fadl bin abbas, zübeyr bin avvam, talha bin ubeydüllah, sa'd bin mu'az, sa'd bin ubade, sabit bin kays, zeyd bin sabit, haris bin sabit, abdüllah bin ömer, ammar bin yasir radıyallahü teala anhüm ecma'in. şimdi de, ömerin radıyallahü anh ilya ehalisine verdiği ın tercemesini aşağıda yazıyoruz. hıristiyanlar, ilyas aleyhisselama ilya derler. kudüs şehrine de ilya diyorlar.işbu mektub, müslimanların emiri abdüllah ömerin radıyallahü teala anh ilya ehalisine verdiği eman mektubudur ki, onların varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ve diğer bütün milletler için yazılmışdır. şöyle ki: müslimanlar, onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, kiliselerin herhangi bir yerini tahrib etmeyecek, mallarından bir habbe bile almayacak, dinlerini ve ibadet tarzlarını değişdirmeleri ve islam dinine girmeleri için kendilerine karşı hiç bir zor kullanılmayacak. hiçbir müslimandan en ufak bir zarar bile görmeyecekler. eğer kendiliklerinden memleketden çıkıp gitmek isterlerse, varacakları yere kadar canları, malları ve ırzları üzerine eman verilecekdir. eğer burada kalmak isterlerse, temamen te'minat altında olacaklar. yalnız ilya ehalisinin verdiği cizyeyi vereceklerdir. eğer ilya halkından ba'zıları, rum halkı ile birlikde, aile ve malları ile beraber çıkıp gitmek isterlerse ve kiliselerini ve ibadet yerlerini boşaltırlarsa, kiliseleri ve varacakları yere kadar, canları, yol masrafları ve malları üzerine eman verilecekdir. yerli olmayanlar, ister burada otursunlar, isterlerse gitsinler, ekin biçme zemanına kadar, onlardan hiçbir vergi alınmayacakdır. allahü azimüşşanın ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem emrleri ve bütün islam halifelerinin ve umum müslimanların verdiği sözler, işbu mektubda yazılı olduğu gibidir. imzalar: müslimanların halifesi ömer bin hattab. şahidler: halid bin velid, abdürrahman bin avf, amr ibnil'as, mu'aviye bin ebi süfyan. ömer radıyallahü anh, kudüs muhasarasına bizzat kendisi teşrif etdi. hıristiyanlar cizye vermeyi kabul ederek, müslimanların himayesi altına girdiler. böylece, kendi devletleri olan bizansın, ağır vergi ve işkencelerinden, eziyyet ve cefalarından ve zulmlerinden kurtuldular. çok kısa bir zemanda, düşman zan etdikleri müslimanlardaki, adalet ve merhameti açıkca gördüler. islamiyyetin, iyilik ve güzelliği emr eden, insanları, dünya ve ahiret se'adetine kavuşduran bir din olduğunu anladılar. en küçük bir zorlama ve korkutma olmaksızın bölük bölük, mahalle mahalle islamiyyeti kabul etdiler. diğer memleketlerde müsliman olanların halini siz kıyas ediniz. on sene gibi bir zeman zarfında, islamiyyetin her yere yayılarak, müslimanların sayısının milyonlara ulaşması, asla zorla ve kılıç korkusu ile olmamışdır. bil'aks islamiyyetde bulunan adalet, insan haklarına saygı ve kur'anı kerimin en büyük mu'cize olarak, allahü teala tarafından indirilmesi, bütün semavi kitablar üzerine efdaliyyet ve üstünlüğü gibi sebebler ile olmuşdur. taberi tarihinin üçüncü cild, altmışyedinci sahifesinde: ömerin radıyallahü anh hilafeti zemanında, eshabı kiramdan müsenna bin harise radıyallahü anh, islam ordusu başkumandanı olarak, iran üzerine gönderildi. büveyd denilen yerde iran askeri ile harb edeceği zeman, islam ordusu sayıca az, silahca za'if idi. çünki, daha önceki harblerde, çok islam askeri şehid olmuş idi. iran ordusu çok kalabalık olup, fillerle gelmişlerdi. müsenna radıyallahü anh o civarda oturan hıristiyanlara gidip, kendisine yardım etmelerini istedi. onlar, severek yardım etmeyi kabul etdiler. hatta, onların içinde hamus isminde bir delikanlı iran askerinin kumandanını bana gösteriniz dedi. acem kumandanı mihranı gösterdikleri zeman, ona hücum edip, bir ok atdı. ok, mihranın karnından girip sırtından çıkdı ve cansız yere düşdü. iran ordusu dağıldı demekdedir. buradan da anlaşıldığı gibi, o asrda yaşayan hıristiyanlar, müslimanlardan asla düşmanlık ve cebr görmediklerinden, hiçbir zeman müslimanlardan nefret etmemişlerdir. nefret şöyle dursun, bil'aks müslimanlardan memnun olmuşlardır. aylık bir ücret ve ta'yin edilen bir para olmaksızın müslimanlara yardım etmişler, bu uğurda canlarını vermişlerdir. hatta, çok def'a hıristiyanlar, müslimanlarla birleşerek, kendi dindaşları olan hıristiyanlara karşı harb etmişlerdir. osmanlı devleti ile bizans imperatorluğu arasında muhammed taberi de bağdadda vefat etdi. meydana gelen pek çok muharebelerde de, bu hal çok vuku' bulmuşdur. tarihi tedkik edenler, bunu iyi bilirler. hıristiyanlığın, islamiyyetden üstünlüğünü iddi'a eden protestanların ortaya koydukları delillerden biri de, yapdılar. bu sebeb ile, yehudiler üzerine müdhiş belalar geldi. zelil ve hakir olup, millet olma se'adetinden mahrum kaldılar. islamiyyetin zuhurundan sonra, müslimanlara saldıran hıristiyanlar üzerine böyle büyük belalar gelmedi iddi'asıdır. ileri sürdükleri bu delilleri de, temamen vaki' olan hakikatlerin hilafınadır, tersinedir. çünki, yehudilerin belaya uğramaları, sadece iseviliğin zuhurundan sonra olmamışdır. de ve tarih kitablarında bildirildiği gibi, isa aleyhisselamın bi'setinden önce de, yehudiler günbegün çeşidli belalara uğramışlardır. yusüf aleyhisselam zemanından, musa aleyhisselam zemanına kadar mısrdaki putperest kıbtilerin elinde esir kaldılar. onların çeşid çeşid hakaretlerini çekdikden sonra, musa aleyhisselam bunları, kıbtilerin elinden kurtardı. davüd ve süleyman aleyhimesselam zemanından sonra, yine dürlü dürlü belalar ve karışıklıklara duçar olarak perişan oldular. bu cümleden olarak, asuri hükümdarlarından ikinci buhtunnasar kudüsi şerifi zabt etdi. büyük katliam yapdı. binlerce yehudiyi öldürdü. hayatda kalan yehudileri ve beni israile gönderilmiş peygamberlerden ba'zılarını esir alarak babile götürdü. hatta, o karışıklıklar sırasında, bütün tevrat nüshaları parçalanmış, bir dane bile kalmamışdı. asurilerin zulmleri altında, yehudilerin ne gibi belalara uğradıkları ve makkabi isyanları sırasında, ne kadar yehudi katl edildiği herkesin ma'lumudur. makkabi: suriyedeki selefkiler devletinin kralı antiokhos ıv. epiphanos, yehudileri putperest yapmak siyasetine karşı isyan eden, yehudi kumandandır. antiokhosun ordusunu yenerek kudüsü ele geçirdi ise de, daha sonra, tekrar gayb etdi. fekat yehudilerin dinlerinde serbest olmaları hürriyyetini elde etdi. bu harbler sırasında, çok yehudi kılıçdan geçirildi. nihayet miladdansene evvel meşhur romalı pompeus, filistini zabt edip, emri altına almışdır. yehudiler üzerine gelen bu belaların hepsi peygamberleri inkar etdikleri ve çoğunu öldürdükleri için idi. bu belaların, hazreti isanın bi'setinden önce olduğu tarihlerde açıkca yazılıdır. isa aleyhisselamın göğe yükseltilmesinden yetmiş sene sonra, roma imperatoru titusun, kudüse girince, kudüsü yakarak bütün yehudileri katl etmesine bir sebeb aranırsa, tarihlere mürace'at edilsin. yehudilerin dünyada hakir ve zelil olmaları, isa aleyhisselamdan sonra umumi olmayıp, ba'zı mahallerde olmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, medinei münevvere ile şam arasında yer alan, hayber kal'ası gibi bir takım yerlerin hükümdarları, ka'b bin eşref, merhab ve isma'il gibi yehudiler idi. ne zeman ki, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü resulullah efendimize düşmanlık ve ihanet etdiler, o zeman gadabı ilahiye uğradılar. bekara suresinin altmış birinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede buyurulduğu gibi, perişan oldular. bir daha devlet kurmaları mümkin olmadı. allahü teala, yeni bir din gönderdiği zeman, batıl dinlere inanan kimseler üzerine büyük belaların gelmesi lazım mıdır? lazım gelseydi, beni israil musa aleyhisselamın dini üzere yaşadıkları birkaç bin sene içerisinde, kendilerinden pek za'if ve sayıları çok olan mecusiler üzerine peşpeşe belalar gelerek mahvü perişan olmaları lazım gelirdi. halbuki çin, hindistan, türkistan ve amerika ehalisi, eski halleri üzerine kalmışlardır. protestanların, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat için ortaya koydukları diğer bir delil ise; hıristiyanların nüfusunun çok olmasıdır. bu sözleri de kuvvetli bir delil değildir. her ne kadar, avrupada neşr edilen istatistiklerde, hıristiyan nüfusu çok gösteriliyor ise de, bunlar birbirlerini tutmamakdadır. hıristiyanların sayısı hususunda istatistikler arasında milyonlarca fark vardır. çünki, o zeman asya ve afrikanın çok yerlerinde yaşayan insanların hangi dine mensub olduğu, temamı ile tahkik edilip ortaya konulmamışdı. istatistik yapan kimseler, buralarda bulunan nüfusu, yaşadıkları yerlerin büyüklüğü nisbetinde tahmin ile yazmışlardı. hatta, mısrlı seyyid rüfaanın terceme etdiği ve mısrda basılan coğrafya kitabında, yeryüzünde yaşayan insanların temamının nüfusu dokuzyüz milyon tahmin olunup, yarısı mecusi ve diğer yarısının yarısı putperest, kalan yarısının ise müsliman, hıristiyan ve yehudi olduğunu ve ehli kitabın üçde birinin müsliman, üçde birinin yehudi, üçde birinin de hıristiyan olduğunu yazmakdadır. bu da, tahmini bir hesab olduğundan, delil olarak kabul edilemez. bir diğer husus da, hıristiyanların çokluğunu kabul etsek bile, sayılarının çok olması, hıristiyanlığın doğru olduğunu göstermez. çünki, bir dine mensub olanların çok olması, o dinin doğruluğuna delil kabul edilirse, putperestliğin ve mecusiliğin hak, doğru din olmaları icab ederdi. çünki, bugün yeryüzünde hıristiyanlardan daha fazla, putperest ve mecusi vardır. isa aleyhisselamın semaya urucundan sonra, üçyüz sene içerisinde putperestler ve yehudiler, def'alarca nasranilere umumi katliamlar yapdılar. ellerinde bulunan kitabları ve risaleleri, yırtarak ve yakarak yok etdiler. emrleri altında bulunan isevilere, her geçen gün hakaretlerini artdırarak zulm etdiler. hıristiyanların ortaya koydukları bu delile göre, ya'ni hıristiyanların sayısının çok olmasına göre, hıristiyanlığın batıl, putperestliğin ise hak, doğru olması icab ederdi. protestanların, hıristiyanlık islamiyyetden üstündür diyerek, ortaya atdıkları bir diğer delil ise, hıristiyanların fen ve teknikde müslimanlardan daha ileride olmasıdır. bu mes'elenin de, dikkatlice incelenmesi lazımdır. çünki, avrupanın ilmde, teknikde ve sanayı'de ilerlemeğe başlaması, son üçyüz seneden beri olmuşdur. senesine gelinceye kadar, avrupalılar vahşet, cehalet, pislik içerisinde olup, nasıl bir hayat yaşadıkları gayet açık bilinmekdedir. hıristiyanlar bu halde iken o asrlarda asya, ırak, hicaz, mısr ve endülüs de yaşayan müslimanlar, o zemana göre ilm, teknik ve sanayı'de zirveye ulaşmışlardı. hatta, bugün avrupada mer'iyyetde olan medeni kanunların kaynakları, endülüs ve mısr kütübhanelerindeki islam alimlerinin kitablarıdır. papalık yapmış ikinci sylvestrenin dahi, endülüs üniversitelerinde müsliman profesörlerden ilm tahsil etdiği tarihlerde yazılıdır. avrupalıların kullanmakda oldukları romen rakamları da, bütün fen ilmlerinin esası olan matematik işlemlerini yapmağa müsaid değildi. müsliman mekteblerinde okurken, arabi rakamlar ile bu işlerin kolay yapıldığını öğrenince, bu rakamları kendileri de, kullanmağa başladılar. bu hal, fende ilerleme sebeblerinden biri oldu. bütün bunlar bilinince, dinin ilm ve fennin ilerlemesine ne gibi te'sirleri olduğu anlaşılır ki, bundan hıristiyanlardan önce müslimanlar istifade ederler. çünki, bugün ellerdeki dört incilin hiç birisinde devletler hukuku, san'at, ticaret, zira'at gibi medeniyyet vasıtalarını emr eden bir cümle dahi yokdur. hatta, şiddet ile men' edilmişdir. buna mukabil islamiyyet, ilm, san'at, ticaret, zira'at ve adaleti emr etmişdir. bütün islam devletleri, bu esaslarla idare olunduğundan, medeniyyet ancak islam memleketlerinde olduğu gibi, dünyanın en ma'mur beldeleri de islam memleketleri olmuşdur. hıristiyanlar, islam memleketlerindeki bu zenginliğe kavuşmak istemiş, bunun için dalgalar halinde, haçlı seferleri tertib etmişlerdir. haçlı seferlerinin asl gayesi hıristiyanlığı yaymakla beraber, islam memleketlerinin zenginliğini yağma etmek idi. fekat, asrımızda müslimanların ve hıristiyanların halleri, dinlerinin emrinin tersine bir şeklde zuhur etmişdir. buna bir sebeb aranırsa; bu, gerek müslimanların, gerekse hıristiyanların dinlerinin emrlerini yerine getirmemeleridir. ya'ni dinlerinin icablarını yapmamakdır. hatta, avrupalı feylesoflardan birisi, neşr etdiği bir risalede şöyle demekdedir: islam dininin hak bir din olup, hıristiyanlığın ise, hak din olmaması; dünyada yapdıkları eserler ile sabitdir. çünki müslimanlar, dinlerinin emrlerini yapmakda, ya'ni islamiyyete uymakda kusur etdikce, za'ifliyerek ilmde ve fende geri kaldılar. hıristiyanlar ise, dinlerini ne kadar terk etmiş, hıristiyanlıkdan ne kadar uzaklaşmışlar ise, o kadar kuvvetlenip, ilmde ve fende ileri gitmişlerdir. son zemanlarda hıristiyan devletlerin ta'kib etdikleri yol, kitabları olan incilin emr etdiği yolun tam tersidir. bu herkesce ma'lumdur. protestanların, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat için getirdikleri delillerden biri de, avrupada putperest bulunmayıp, islam memleketlerinde, islamiyyetin hakim olduğu beldelerde ise, yehudi ve hıristiyanların bulunmasıdır. bu hali, hıristiyanlığın insanlara te'sir etme kuvvetine haml etmekdedirler. ortaya atdıkları bu iddi'a, hıristiyanlığın doğruluğunu isbat etmekden çok, islamiyyetin akllara durgunluk veren adaletini isbat etmekdedir. çünki bir kimse, hangi dine bağlı bulunursa bulunsun, islam memleketlerinin her tarafında aynı haklara sahib olup, adalet karşısında müsliman ile müsavi idi. gayri müslimler, islam devletinin himayesinde gayet rahat idiler. onların ne dinine karışılıyor, ne de ibadet etmelerine mani' olunuyordu. istedikleri san'at ve ticaret ile serbestce uğraşıyorlardı. fekat, avrupanın pek çok yerlerinde, protestanlar şöyle dursun, hıristiyanların diğer fırkalarına tabi' olanlardan hiç birinin, bir diğerinin hakim olduğu yerde can ve mal emniyyeti yokdu. rahatca ikamet etmesi mümkin değildi. ermeniler ve rumlar islam memleketlerinin her yerinde ikamet etdikleri halde, avrupa memleketlerinden hiç birini vatan edinmemişlerdir. yunanistan ve diğer akdeniz adaları gibi, rumların bulunduğu yerlerde; ermeni, katolik ve protestanlardan beşon aile bulunmaz. fransa, italya, ispanya vs. gibi katolik olan yerlerde protestan papazların; mekteb, kilise, manastır inşa etmeleri asla mümkin değildir. memleketin mezhebi olan katoliklik aleyhine, açıkca kitab neşr edemezler. yine, halkı protestan ve rum olan yerlerde de, katolik papazların durumu böyledir. islam memleketlerinin hiçbir yerinde, sent bartelmi ve engizisyon mezalimleri gibi bir şey, vuku'a gelmemişdir. hiç bir tarihde islam milletleri tarafından, haçlı seferleri gibi, kanlı ve dehşetli bir hadise vuku' bulmamışdır. haçlı seferlerinin her birinde, müsliman, protestan ve yehudilerden, hatta katoliklerin kendilerine düşman oldukları akrabalarından, yüz binlerce ma'sumun kanı dökülmüş, akllara gelmiyecek vahşiyane katliamlar yapılmışdır. haçlı seferlerinin devam etdiği ikiyüz elli senelik zeman içinde, avrupa harab oldu. diye nasihatda bulunan isanın aleyhisselam kendi memleketinde, onun namına müteassıb haçlıların cür'et etdikleri vahşiliklerin, engizisyonların tafsilatı anlatılamaz. haçlı seferleri müddetince, avrupa ve asyada milyonlarca insanın haksız yere kanlarının nasıl akıtıldığı ve bunca memleketin nasıl insafsızca viran edildiği tarihlerde yazılıdır. hala, eflak, boğdan ve odesada çaresiz yehudilerin neler çekdikleri, ingilizlerin ve hıristiyanların, rusların hakim oldukları memleketlerde bulunan müslimanların ne hallerde yaşadıklarını, ne sıkıntı ve işkencelere ma'ruz kaldıklarını herkes bilmekdedir. bir de, bugün islam memleketlerinde rahat, refah, servet, hürriyyet ve huzur içinde yaşayan hıristiyanlara bakınız. sonra, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan, hangisinin, emrleri altında bulunanların, adaletin himayesinde ve rahat olduklarını ve hangisinin insanlık ve medeniyyete hizmet edebileceğine allah için hükm ediniz., hıristiyanlığın islamiyyetden üstünlüğünü isbat için delil getirmek de, çok şaşılacak ve pek abes bir işdir. kurunı vüstaya kadar, avrupa hıristiyanlığa tam bağlı olup, ellerindeki incillere tabi' oldukları için, halleri harab ve perişandı. delil olarak ortaya koydukları, ilm ve sanayı'de terakki etmek, hastahaneler ve mektebler yapmak gibi, medeniyyet vasıtalarından hiç birisi mevcud olmadığı gibi, romalılardan kalanlar bile mahv olmuş, hatta eserleri bile kalmamışdı. avrupalılar, incillerde ve bilhassa luka incilinin onikinci babında bildirildiği gibi, san'at, ticaret ve ziraata hiç ehemmiyyet vermeyip, havada uçan kuşlar gibi bulduklarını yiyip, buldukları yerde oturduklarından, avrupa kıt'ası başdan başa zulmet, cehalet, vahşet ve teassub içerisinde kalmışdı. hastahane, mekteb, fakirhane gibi şeylerin varlığından dahi habersiz idiler. kur'anı kerim ise, dünya işlerine fazlasıyla ehemmiyyet vermiş, ilmi, san'atı, ticareti, zira'ati emr etmiş ve tehlükelerden sakındırmışdır. zümer suresinin dokuzuncu ayetinde mealen, bilen ile bilmeyen, hiç bir olur mu? bilen elbette kıymetlidir buyurulmuşdur. nisa suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, ey iman edenler, birbirinizin mallarını aranızda batıl yollarla yimeyiniz. ya'ni islamiyyetin haram kıldığı, faiz, kumar, hırsızlık ve gasb gibi batıl yollarla yimeyiniz. ancak birbirinizden razı ve hoşnud olarak, ticaret ile ola ve bekara suresinin ikiyüzyetmiş beşinci ayetinde mealen, ve nisa suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen, allahü tealaya ibadet ediniz. ona hiçbir şeyi şerik, ortak koşmayınız. annenize ve babanıza , akrabaya , yetimlere , fakirlere , akrabanız olan komşularınıza , bina komşularınıza , dost ve arkadaşlarınıza , yolcu ve misafirlerinize , köle ve cariyenize iyilik ediniz buyurulmuşdur. böyle, nice ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ile allahü teala ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ilm, san'at ve ticareti emr etmekdedir. ayrıca, anne ve babaya, akrabaya, yetimlere, acizlere, kimsesizlere, komşulara, yolculara ve kölelere iyilik ve ihsanda bulunmayı, onların haklarını gözetmeği ve hükumete, kanunlara karşı gelmemeği de emr buyurmakdadırlar. bugünkü avrupalıların dedeleri medeniyyet vasıtası olan bu şeylerden habersiz iken, islam memleketlerinin her tarafında muntazam mektebler, medreseler, fakir ve miskinler için bakım evleri, aşhaneler, hanlar, hamamlar ve daha nice hayr ve iyilik müesseseleri kurulmuşdu. müslimanlar, ayrıca bu hayr müesseselerinin devamı ve giderlerinin karşılanması için, hususi yardım teşkilatı olan kurmuşlardı. islam memleketlerinin her yerinde san'at pek meşhur idi. avrupalılar, çalar saat nedir bilmezlerken, müslimanların halifesi harunürreşid tarafından fransa kralı şarlmana çalar saat hediyye edilmişdi. papa ikinci sylvestre, endülüsde islam mekteblerinde ilm tahsil etmiş ve rakkaslı saati müslimanlardan öğrenmişdir. ispanya krallarından şanso, yakalanmış olduğu istissylvestre de öldü. ka hastalığı için endülüsdeki müsliman tabiblere mürace'at etmiş ve kısa zemanda sıhhatine kavuşmuşdur. kur'anı kerimde, fakirlere, miskinlere, yolculara yardım etmekden çeşidli ayeti kerimelerde tekrar tekrar bahs edilmişdir. böylece fakirlere ve yolculara ve za'iflere yardım etmek, müslimanlar arasında adet olmuş, müslimanların mühim bir vazifesi haline gelmişdir. ikiüç hanelik bir islam köyünde dahi, bir misafir gelince, asla aç ve açıkda kalmamışdır. hatta islamiyyetin hakim olduğu yerlerde, müslimanlarla beraber yaşamaları sebebi ile, gayrı müslim vatandaşlar arasında da, bu güzel adet yerleşdi. halbuki avrupada, son zemanlarda çok zenginlerin bulunmasına, hastahaneler ve fakirhaneler yapılmış olmasına rağmen, bir hayli insan, hala açlıkdan ölmekdedir. ingiltere ve almanyada fakirler yiyecek bulmakda çekdikleri sıkıntıdan usanarak, herbirinden üçyüzdörtyüz bin fakir, amerika ve hindistan ve diğer ba'zı memleketlere hicret etmişlerdir. gazetesinde, fransada, milyon kişinin tam bir sefalet içinde yaşadığı, bunların, milyonunun adresinin dahi ma'lum olmadığı ve sokaklarda yatdıkları bildirilmekdedir. aynı gazetede, bildirildiğine göre, fransada altmış yaşının üzerindemilyon ihtiyar vardır. bunlardan iki buçuk milyonunun ma'lum bir meskeni yokdur. bunların akıbetleri sürünmek ve yalnızlıkdır. bu ihtiyarlardan, kadınların 'si, erkeklerin 'ü intihar etmekdedir. intihar edenlerin sayısı, beşyüzbindir. fransada, böyle garib, sefil kimselere yardım için kurulmuş olan, atd'nin başkanı, rahib Joseph Wresinski, bugün fransada, mühim ihtiyaclarını karşılayamıyacak kadar düşkün, milyon insan var. bunlara imdad edecek hiç bir kaynak da yokdur. insan haklarından hergün bahs eden avrupa, sadece iktisadi ve askeri mes'elelere değil, birkaç seneye kadar çok büyük rakamlara ulaşacak olan sefalete çare aramalıdır. fransızları bu sefaletden kurtarmak için milli, umumi bir fealiyyet lazımdır diyor. papaz da, bu hakikati i'tiraf etmekdedir. eğer ilm, teknik, sanayı' ve medeniyyet, bir dinin doğruluğuna delil olsa, bu delil de, hıristiyanlıkdan çok islamiyyet için kuvvetli bir sened olur. bir milletin zenginliği de, inandığı dinin doğruluğunu isbata kafi delillerden olamaz. çünki protestanların, hıristiyanlığa inanmadıkları için, çeşidli belalara uğradıklarını iddia etdikleri yehudilerden rothschild , dünyanın en zenginidir. hala ingiliz milletvekillerinden olan lord israili de yehudi olduğu halde dünyanın en zenginleri arasındadır. bugün, avrupa altın borsalarının, yehudilerin ellerine geçeceği şimdiden açıkca görülmekdedir. hıristiyanların bu iddialarına göre, yehudilerin dini, isa aleyhisselamın dininden efdal olmakdadır. buna göre, avrupanın çok yerlerinde ve rusyanın her yerinde, san'at, ticaret ve servetden habersiz fakir, ne kadar hıristiyan var ise, bunların inançları da batıl olmakdadır. hıristiyanların bu sözlerine göre, herhangi bir dinin doğruluğu, sadece o dine inananların servet ve zenginliğine bağlı olması lazım gelir ki, bu hal hıristiyanların islamiyyete karşı yapdıkları i'tirazı kuvvetlendirmez . avrupa mekteblerine gelince, bunlar iki kısmdır: birisi papazların, diğeri ise halkın, hükumetin idare ve kontrolü altındadır. papazların idaresinde olan mekteblerde, sadece hıristiyanlık akideleri öğretilmekdedir. bunun için, millet meclislerinde, bu mekteblerin papazların elinden alınması için konuşmalar yapılmakdadır. yakın bir gelecekde hıristiyan çocuklarının terbiyesi papazların idaresinden çıkarılıp, bu mekteblerin de, halkın ve hükumetin idaresine verileceği anlaşılmakdadır. avrupa hükumetlerinin ve halkın idare ve kontrolünde olan mekteblerin hiçbirinde, dine aid bir şey öğretilmeyip, onlarda sadece fen ve matematik bilgileri öğretilmekdedir. bunun için, böyle olan mekteblerden me'zun olan avrupalı gençlerin pek çoğu, hıristiyanlığın aleyhindedirler. bu mekteblerden me'zun olanlar, her gün çoğalmakda ve dernekler kurup, gazete ve mecmu'alar neşr etmekdedirler. bu gazete ve mecmu'alarında, hıristiyanlığın batıllığını dünyaya i'lan etmeğe çalışmakdadırlar. hıristiyanlığın, hak din olduğunu isbata çalışan bu papazın, vesika olarak ortaya koyduğu delillerden olan, avrupadaki bu mekteblerin bir gün gelecek, hıristiyanlığın yıkılmasına sebeb olacağında şübhe yokdur. müslimanlar arasında, ilme her şeyden çok ehemmiyyet veren, ilmi her şeyin üstünde tutan bir idarenin yokluğundan dolayı yıkılan, yok olan ba'zı hükumetler olmuşdur. bundan başka, bugün islam memleketlerinde mevcud olan sayısız mekteb ve medrese ve bunlara bağlı vakf ve imaretlere insaf ile nazar etmelidir. sadece istanbulda bulunan medreselerin, vakflarının vakfnameleri incelendiğinde; ilm tahsil eden talebenin oturacağı kilimlerine varıncaya kadar, aylık maaşlarını ve her medresenin müderris, kapıcı ve diğer hizmetlilerinin alacakları maaşlarını, bu vakfların üzerine aldıkları görülür. acaba, avrupa mekteblerinin herhangi birinde böyle bir teşvik, böyle bir kolaylık var mıdır? bugünkü mekteb ve medreselerin niçin eski parlaklığı ve intizamı kalmamışdır denilirse, bunun sebebleri içerisinde dinle ilgili birşey bulunamaz. iyilik ve hayr için kurulan vakfların, ehl olmıyan din cahili, münafık mason kimselerin emrlerine geçdiğinden beri, güzel bir idareye mazhar olamadıklarını üzülerek görüyoruz. bununla beraber, medreselerde yetişen talebeler, avrupalı talebeler gibi, yalnız fen ve matematik dersleri görmeyip, ayrıca ilmi kelam, ilmi fıkh, ilmi tefsir gibi din ilmlerini de tahsil ederler. bunun için, bu talebeler arasında, avrupada olduğu gibi, din düşmanı kimseler bulunmaz. çünki, fen ilmlerinin ilerlemesi, islam dininin emrlerinin doğruluğunu anlamağa, daha açık bir şeklde hizmet eder. ya'ni bir kimse, fen bilgilerini ne kadar çok tahsil ederse, imanı o kadar çok kuvvetli bir müsliman olur. fekat hıristiyanlıkda hal bunun tam aksinedir. bir kimse, hıristiyan akidesinin temeli olan , ya'ni , sözünü, hiç incelemeden kabul edecek kadar ahmak ve cahil olmadıkca, tam bir hıristiyan olamaz. protestan papazın kurulduğu halde, müslimanlar, putperestleri ve hıristiyanları islamiyyete da'vet için, niçin gayret göstermiyorlar. kur'anı kerim tercemeleri dağıtmıyorlar ve islama da'vet için çeşidli yerlere alimler göndermiyorlar sualine gelince, yukarıda zikr etdiğimiz gibi, bu mühim dini hizmetin yerine getirilmesi, müslimanların vazifesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, bu vazifeye çok ehemmiyyet verilmiş, bu hale, asrlar boyunca devam edilmişdir. islamiyyetin çok kısa bir zemanda yeryüzünün hemen hemen yarısına yayılması, adalete, güzel ahlaka ve ilme, fenne verdiği ehemmiyyet sebebi ile olmuşdur. daha sonra, bid'at ehli, sapık kimseler devlet işlerinde söz sahibi olunca, islamiyyetin en mühim emri olan emri ma'ruf, ya'ni iyiliği emr etmek vazifesi gevşedi. islamiyyeti dünyaya yaymak gayreti kalmadı. islamiyyetin bu gizli düşmanları, bunca zeman içerisinde islamiyyet pek çok memlekete yayılmışdır. bundan sonra, aklı olan, gözü gören, se'adet, kurtuluş isteyen, kendi arasın bulsun. islamiyyet güneş gibi meydandadır diyerek, sonraları, insanları islama da'vet işine ehemmiyyet verilmedi. bir tüccarın halis bir pırlantası olsa, onu dükkan dükkan gezdirip, müşteri aramasına lüzum yokdur. fekat mal çürük olur ise, onu elden çıkarmak için, kapı kapı dolaşdırıp bu çok güzel bir maldır, alınız, bir daha ele geçmez gibi cahilleri aldatacak yalanlar söylemesi icab eder şeklinde çürük mantıklar ileri sürdüler. bunlara şunu hatırlatırız ki, pırlanta için müşteri aramağa elbet lüzum yokdur. fekat, pırlantayı müşteriye arz etmek, tanıtmak lazımdır. müşteri pırlantayı tanıyınca, şübhesiz talib olur. teşhir edilmeyen, tanıtılmayan pırlanta ise talib bulamaz. bu protestan papazına son söz olarak şunu da bildiririz ki, bir dinin, bir mezhebin kitablarını iyice incelemek lazımdır. yoksa, sırf inadından veya sadece bildiği kadarıyla doğru zan etdiği fikrler ile, bir din, bir mezheb asla tenkid edilemez. islam dininde iman esaslarını bildiren ve bunları koruyan ve şübheleri gideren diye hususi bir ilm vardır. islamiyyetin parlak olduğu ve birçok yerlere yayıldığı zemanlarda, kelam ilminin derin alimleri vardı. bu alimler, islam dinine yapılan i'tirazların ve meydana gelen şübhelerin giderilmesi için, pekçok kıymetli kitablar yazdılar. bu kitabları her memlekete yaydılar. nakli delillerden, ya'ni ayeti kerime, hadisi şerif ve din büyüklerinin sözlerinden başka, akli delilleri de kullanmak sureti ile islamiyyetin doğruluğunu, hakikatini isbat etdiler. yalnız yehudi ve hıristiyanlara değil, eski yunan felsefesini taklid edenlere ve bid'at sahibi, sapık, türedi din adamlarına da cevab verdiler. çünki, islam dininde, allahü teala aklı selimin kabul etmediği bir şeyi kullarına emr etmez. fekat, allahü tealanın emrlerinin hikmetlerini, faidelerini anlamak için, aklı selim sahibi olmak lazımdır. kendilerini akllı, felsefeci, fen adamı olarak tanıtan cahillerin, ahmakların kendi hislerine, nefslerine uygun olarak yapdıkları konuşmaların, hakikat ile, ilm ile, fen ile ilgileri yokdur. aklı selim sahibleri, bunların bozuk sözlerine, yazılarına kıymet vermez. kendileri gibi bir kaç ahmağı aldatmakdan başka te'sirleri olmaz. islamiyyetde aklın ermediği çok şey vardır. fekat akla aykırı hiç bir şey yokdur. aklın çeşidleri ve tefsiri, arapça kitabında ve türkçe kitabında uzun anlatılmışdır. islam dini hakkında, akla uygun bilgiler söylemek için, kelam ilminde meşhur olan imamı rabbani hazretlerinin kitabını ve ve gibi kitabları iyi okumak ve iyi anlamak lazımdır. hıristiyanların, ikna edici deliller yerine, veya veya gibi sözleri konuşmak ile, hiç bir mes'ele isbat edilmez. kelam ilmini bilmiyenin, islam bilgilerinin doğruluklarını, akl sahibi, hıristiyanlara anlatması güç olur. bunu daha sonra anlatacağız. incil denilen dört kitab hakkında incelemeler protestan papaz, neşr etdiği bir risalede şöyle demekdedir: incillerin tarihinden habersiz olan müslimanlar, hıristiyanların ellerinde olan incillerin aslının olmadığını, hıristiyanların incilde muhammed aleyhisselamın peygamberliği hakkında varid olan, ba'zı incil ayetlerini gizlemek için, incili tahrif etdiklerini, değişdirdiklerini iddia ederler. buna şu cevab verilir: imamı buhari, şah veliyullahı dehlevi, fahreddini razi ve hindistan alimlerinden seyyid ahmed ve diğer alimler, bugün kullanılan incillerin hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem zemanından evvel kullanılan incil nüshalarının aynı olup, tahrif edilmemiş olduğunu beyan etmişlerdir. bugün avrupanın ba'zı meşhur kütübhanelerinde bulunan çok eski incil nüshaları da, bu sözümüzü tasdik ederler. bundan dolayı, eğer müslimanların ellerinde bulunan incillerde ve o incillerin asrı se'adetden evvel muhtelif lisanlara yapılan tercemelerinde, incilin tahrif iddialarını kuvvetlendirecek bir delil varsa, hepsini müslimanların ortaya koymalarını isteriz. biz müslimanlar, onların bu da'vetlerini memnuniyyet ile kabul edip, istedikleri delilleri birer birer ortaya koyacağız. bilindiği gibi, hıristiyanlık akidesinin esası olan , ve ismiyle iki kısma ayrılır: ismindeki kısmı, semavi kitab olan tevratdan alındığı bildirilen parçalar ile, ba'zı beni israil peygamberlerine isnad edilen hikayelerden meydana gelmişdir. ise, incil denilen dört kitab ile, ba'zı havarilerin ve pavlosun etraflarındaki yerlere gönderdikleri iddia edilen ba'zı mektublardan, risalelerden ibaretdir. ahdi atik kitablarının tahrif edildiği, hıristiyanlar tarafından da, tasdik edilmişdir. bu hususda geniş ma'lumat almak isteyenler, rahmetullah efendinin rahmetullahi aleyh arabi kitabına ve bunun türkçe tercemesi olan kitabına mürace'at edebilirler. biz burada, ahdi atik ile ilgili geniş ma'lumat vermiyeceğiz. yehudiler, nasranilere eziyyet ve işkenceyi artdırdılar. bu zulmleri, cinayetleri yetişmiyormuş gibi, isa aleyhisselama ve annesi hazreti meryeme çok kötü iftiralarda bulundular. hatta, o yüce peygambere veledi zina, mubarek annesine fahişe kadın diyecek kadar işi azıtdılar. iseviler, allahü tealanın gönderdiği tevrat kitabında böyle çirkin, iğrenç iftiraların bulunmadığını isbat etmek için, tevratı latinceye terceme etdiler. yehudi dininin iç yüzü ve yehudilerin, müslimanlara ve hıristiyanlara karşı yapdıkları iftiraları ve düşmanlıkları, kitabımızın sonunda, başlığı altında uzun bildirilmişdir. protestan tarihcilerinden strauss alman tarihcisidir. de öldü. , , gibi, eserler neşr etdi. şöyle demekdedir: hıristiyanlığın ilk yayıldığı zemanlarda, hıristiyanlar, yehudiler tarafından çeşidli zemanlarda değişdirilmiş olan ahdi atiki yunancaya terceme etdiler. bu terceme o zeman, beni israilin ellerindeki israiliyyat kitablarına uymuyor diye yehudiler, buna karşı çıkdılar. hıristiyanlar, yehudileri susduracak cevablar bulmak için, ahdi atikin bu yunanca tercemesine yeniden ilaveler yapdılar. mesela, isa aleyhisselamın babaları diyerek, ba'zı ismler zebura sokuldu. isa aleyhisselamın cehennemlere girmesi kısmı ermiya kitabına yerleşdirildi. yehudiler bu tahrifleri görüp, bunlar bizim kitablarımızda yokdur diye feryad etdikce, papazlar ey allahdan korkmaz hilekarlar! siz kütübi mukaddeseyi tahrif etmeğe cesaret ediyorsunuz diye yehudilere saldırdılar. daha sonra, hıristiyanlarla yehudiler arasındaki bu çekişme ilerledi. hıristiyan papazlardan bir kısmı da şübhe ve tereddüde düşdü. böylece hıristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. bu ihtilaflar, aralarında büyük harblerin yapılmasına sebeb oldu. isa aleyhisselamdan üçyüz yirmibeş sene sonra, bizans imperatoru büyük konstantinin emri ile üçyüz ondokuz papaz, iznikde bir meclisde toplandılar. her birinde pek çok şübheler ve zıdlıklar bulunan nüshaları hakkında meşveret ve tahkik ile işe başladılar. bu meclisde hazreti isanın uluhiyyetine inananlar galib geldi. israiliyyat kitablarından terceme etdikleri kısmları da karışdırarak i yeni bir şekle sokdular. kabul etdikleri bu nüshanın dışındaki diğer nüshaların şübheli olduklarına karar verdiler. cirumun, bu nüshaya yazdığı mukaddemede bu husus bildirilmekdedir. cirum, ıng. Jerome saint, arablar buna ırunimus demekdedirler. istanbulda üç sene kaldı. de romaya gitdi. papanın sekreteri oldu. kitabı mukaddesi latinceye terceme etdi. eylüldeyortusu yapılır. yapdığı terceme kilisenin resmi metni olmuşdur.senesinde laodicea ismli bir meclis daha toplandı. bu meclis, ahdi atik kitablarını kabul etdikden sonra, iznik meclisinde red edilen ile havarilere isnad edilen altı risalenin sıhhat ve doğruluğunu kabul etdi. bunlar, , , , , dir. bu kitab ve risalelerin doğruluğunu her yere i'lan etdiler. vesenelerinde toplanan her iki meclisde de kabul edilmeyip, şübheli kaldı. bundan sonra, senesinde kartacada yüzyirmialtı kişiden müteşekkil bir meclis daha toplandı. bu meclis, daha önceki iki meclisin şübheli, uydurma gözü ile bakıp, red etdikleri kitablardan, birkaç danesinin daha doğruluğunu kabul etdi. bunlar, , , , , dır. kartaca meclisinde bu kitabların kabulünden sonra, şübheli denilmiş olan kitablar, bütün hıristiyanlarca makbul oldu. bu hal, binikiyüz sene kadar böylece kaldı. protestanlığın ortaya çıkması ile , , , , , hakkında büyük tereddüdler meydana geldi. protestanlar, daha önceki hıristiyanların kabul etdikleri bu kitabların doğru olmadığını ve red edilmelerinin vacib olduğunu söylediler. in de ba'zı bablarını red etdiler. ba'zı bablarını kabul etdiler. bu red ve inkarlarını çeşidli deliller ile isbat etdiler. bunlardan birisi, bu kitabların aslının ibrani ve kildani lisanları ile olduğu ve şimdi bu lisanlarda mevcud böyle bir kitabın olmamasıdır. tarihci papaz olan vivisbius, kitabının dördüncü cildinin yirmiikinci babında yukarıda zikr etdiğimiz bu kitabların bilhassa nin tahrif edilmiş olduğunu yazmışdır. protestanlar, binikiyüz seneden beri, bütün hıristiyanların kutsal ruh ile ilham olunmuş zan etdiklerini ve verdikleri kararları, hıristiyanlığın esası kabul etdikleri , ya'ni eski ruhban meclislerinin yanlış ve batıl şeyler üzere icma' ve ittifak etmiş olduklarını kabul ve i'tiraf etdiler. böyle olmakla beraber, yine o meclislerin akl ve kabulden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabul etdiler. böylece, birbirine zıd esaslar üzerine kurulmuş, misli görülmemiş bir yola girdiler. aslı, esası böyle şek ve şübhelerle örtülmüş olan bir din, nasıl olur da, akl sahibi milyonlarca hıristiyan tarafından, kalbleri kendisine bağlıyan, kurtuluş ve se'adet vesilesi olarak kabul edilebilir? bu hali görenler diyerek hayretden parmaklarını ısırırlar. hıristiyanlar, gerek , gerekse kitablarından iman esaslarını tesbit etmekdedirler. bu kitablar şübhe ve tereddüdlerden uzak değildir. hiç birisinin, aslı sahih bir sened ile zemanımıza kadar geldiği isbat edilmiş değildir. ya'ni isa aleyhisselamdan, adil kimselerce zemanımıza kadar ulaşdırılmış değildir. bilindiği gibi, bir kitabın doğruluğunun ve semaviliğinin, ya'ni allahü teala tarafından gönderilmiş olmasının kabulü, diye bildirilmesine bağlıdır. aklı selim sahibi olanlara, sağlam delillerle bu husus isbat edilmedikçe, o kitab hakkında şübhe ve tereddüdler yok olmaz. çünki, sadece kendisine ilham geldiği zan edilen şahıslara isnad edilen bir kitab, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu isbata kafi değildir. ayrıca bir veya birkaç hıristiyan fırkasının teassub ve gayret ile, mücerred olarak doğruluğunu iddiaları da, bu kitabların sıhhatini isbata kafi değildir. hıristiyan papazların lerinin sıhhatini, geçmiş peygamberlerden veya havarilerden birine isnaddan başka ortaya koyacakları bir delilleri yokdur. bu iddiaları, i'tikad esaslarını beyan eden ve doğruluğunda kalblerden şübheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir. hiç bir akl sahibi, kendisini dünyada rahata ve huzura, ahiretde de, azabdan kurtaracak ve sonsuz se'adete kavuşduracak dini, za'if esaslar üzerine kurarak, emin ve rahat olamaz. halbuki, ahdi atikin içindeki kitabların bir çoğunu ve ahdi cedid kitablarından, hazreti isa ve hazreti meryemden ve o asrlardan bahs eden yetmişi mütecaviz, hatta ba'zıları bugün mevcud olan kitabları hıristiyanlar inkar edip, bunlar uydurulmuş yalanlardır, demekdedirler. kitabında bu hususda geniş bilgi vardır. hıristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifak ile bildiriyorlar ki, matta incili ibranice idi. hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile, sonradan bu asl nüshayı gayb etdiler. bugün mevcud olan matta incili, ibranice asl nüshanın tercemesidir. bu tercemeyi yapan kimsenin kim olduğu da belli değildir. zemanımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini hıristiyan papazların ileri gelenlerinden olan cirum da i'tiraf etmekdedir. katolik thomas Ward, cirum yazdığı bir makalesinde, eski hıristiyan alimlerinden ba'zıları markos incilinin son babının ve ba'zıları luka incilinin yirmiikinci babının ba'zı ayetlerinde ve ba'zıları yine luka incilinin ilk iki babının doğruluğunda şübheye düşdüler. hıristiyanların marsiyon fırkasının ellerinde bulunan incil nüshalarında bu iki bab yokdur demekdedir. nortin senesinde bostonda basılan kitabının yetmişinci sahifesinde, markos incili hakkında şöyle diyor: metinde bir şek ve şübhe alameti göstermeyip, şerhinde bu ayetlerin incile sonradan sokulduğunu söyliyen ve bunun delillerini sıralayan nortin, hayretini bildirerek, şöyle demekdedir: kitabları istinsah eden katiblerin adetlerini incelediğimiz zeman, onların metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmakdan ziyade, metinlere kendi fikrlerini sokmaya çalışdıklarını görürüz. bu husus bilinince, incildeki ibarelerin niçin şübheli olduğu anlaşılır.norton andreWs: amerikan incil bilgini ve muallimidir. da doğdu. eylülde öldü. senesinde harvarddan mezun oldu. ilahiyyat üzerinde çalışdıkdan sonra, bowdoin kolejinde, yılında ders verdi. yılında harvarda matematik muallimi olarak döndü. yılında üniversitenin incil tefsircisi oldu. dansenesine kadar edebiyyat profesörünün yardımcılığını yapdı. teslisi red eden ve tevhid akidesini savunan mezhebinin kuvvetli müdafi'lerindendir. calvenizmi ve theodere parker tarafından temsil edilen naturalist teolojiyi şiddet ile red etdi. yılında kitabını yazarak neşr etdi. . yuhannaya nisbet edilen incilde de sağlam bir rivayet senedi yokdur. markos incili gibi, tahkike muhtac, mübhem, hatta birbirine zıd ibareleri vardır. mesela: birincisi: bu incilde, yuhannanın gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dair açık bir delil yokdur. bir şeyin aksi isbat edilmedikce, eski halinin doğruluğuna hükm edilir. ikincisi: yuhannanın yirmibirinci babın yirmidördüncü ayetinde yazan ve doğruluğuna şehadet eden şakird budur, . biz onun şehadetinin doğru olduğunu biliriz denilmekdedir. görülüyor ki, bu sözü yuhanna hakkında, yuhanna incilini yazan katib söylemişdir. bu ayetde yuhannaya gaib zamiri olan katib kendisini mütekellim, sıgası ile diye yazmışdır. bundan anlaşıldığı gibi, yuhanna incilini yazan yuhannanın kendisi olmayıp, bir başkasıdır. kendisi, yuhannanın şehadetinin doğru olduğunda ma'lumatı olduğunu iddia etmişdir. bunlardan anlaşılan; bu incili yazan adam yuhannanın ba'zı mektublarını ele geçirip, ba'zı ibareleri çıkarmış, ba'zı şeyler de ilave ederek, bu kitabı yazmışdır. üçüncüsü: miladi ikinci asrda, yuhanna incili üzerine ihtilafların ve inkarların meydana çıkdığı zeman, yuhannanın talebelerinden polycarpenin talebesi ırianus arb. iyryanus, hayatda idi. niçin inkarcılara cevab verip nakl etdiği, rivayet etdiği, incili tashih edip, sahihliğinin delillerini ortaya koymamışdır. eğer rivayet etdiği doğru olsaydı feryad eder, derdi. eğer bu hususun doğruluğu polycarpe ile talebesi iriyüs arasında geçmemişdir denilirse, bu söz hakikatden çok uzakdır. iriyüs pek çok lüzumsuz mes'eleleri durmadan, üstadından sorarak öğrenirken, sualini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkin midir? eğer unutdu denilirse, bu daha uzak bir ihtimaldir. zira iriyüs, üstadının yolunu, adetlerini çok iyi bilmesi ve duyduğu şeyleri layıkıyle hıfz etmesi ile bilinmekdedir. yosibis senesinde neşr edilen tarihinde, beşinci cild, yirminci babı, ikiyüzondokuzuncu sahifesinde iriyüsün, yuhanna incilinin rivayet edildiği lisanlar hakkında olan sözünü, şöyle nakl etmişdir: ben allahü tealanın fadlı ile şu sözleri işitdim ve bunları ezberledim. her hangi birşey üzerine yazmadım. eskiden beri adetim budur. böylece ezberlediğim şeyleri daima tilavet eder, okurum. buradan anlaşılıyor ki, ikinci asrda dahi, incili inkar edenler olmuş ve onlara karşı cevab verilerek, doğruluğu isbat edilememişdir. hıristiyan alimlerinden selsus , miladın ikinci asrında diye feryad etmişdir. manikeist fırkasının ileri gelen alimlerinden fastus da miladi dördüncü asrda: inciller üzerinde tahrif yapılmışdır. bu doğrudur. ahdi cedidi ne isa aleyhisselam, ne de havarileri te'lif etmemişdir. bil'aks hali meçhul kimseler te'lif etmişdir. insanların i'tibarını kazanmak için de, havarilere ve onların arkadaşlarına nisbet etmişlerdir. birçok yanlışlıklar ve tenakuzlar bulunan kitablar te'lif ederek hıristiyanları incitmişlerdir demekdedir. dördüncüsü: katolik herald, senesinde neşr edilen kitabının yedinci cild, ikiyüz ellinci sahifesinde, estadlen ismli müellifden rivayet ile, bu yuhanna incilini iskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şübhesi olmadığını bildirmişdir. beşincisi: bretşnayder, yuhanna incilinin temamı ve yuhannanın mektublarının hepsinin yuhannaya aid olmayıp, ikinci asrda meçhul bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmişdir. dır. incili tenkid eden kitab yazmışdır. altıncısı: kirdinius, yuhanna incili yirmi bab idi. sonradan efsus kilisesi yirmibirinci babı ilave etmişdir demişdir. yedincisi: bu yuhanna incilini ve yuhannanın bütün yazdıklarını miladın ikinci asrında vecin fırkasında olanlar inkar etdiler. sekizincisi: yuhanna incilinin, sekizinci babının başında olan onbir ayetini bütün hıristiyan ilm adamları red etmişdir. Japonca tercemesinde de yokdur. dokuzuncusu: dört incil, te'lif edilirken, senedsiz pek çok batıl rivayetler içerisine karışdırılmışdır. bu rivayetlerle dahi, eldeki dört incilin sıhhatine, doğruluğuna dair getirebilecekleri bir senedleri yokdur. senesinde, thomas hartwell, neşr etdiği tefsirinin dördüncü cild, ikinci babında şöyle diyor: incillerin te'lif zemanları hakkında bizlere ulaşan nakl ve haberler temamen noksan ve neticesizdir. incillerin sıhhati hususunda bizlere hiç bir yardımları yokdur. hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, batıl rivayetleri tasdik ve kabul ederek, durmadan yazdılar. daha sonra gelenler de, onlara hurmeten, yazdıklarını nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifak ile kabul etdiler. işte bu yalan yanlış rivayetlere, bir katibden diğer katibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakl edilerek zemanımıza kadar geldi. üzerinden asrlar geçdikden sonra, incilleri batıl rivayetlerden temizlemek çok zor olmuşdur. yine aynı cildde diyor ki, incili evvel, ya'ni matta incili miladın otuzyedi, otuzsekiz, kırkbir, kırkyedi, altmışbir, altmışiki, altmışüç, altmışdört veya altmışbeş senelerinde, incili sani, ya'ni markos incili miladın ellialtıncı senesinde veya daha sonra altmışbeşinci senesine kadar herhangi bir senede te'lif olunmuşdur. galib olan rivayete göre, altmış veya altmış üçde te'lif olunmuşdur. incili salis, ya'ni luka incili miladın elliüç, altmışüç veya altmışdört senesinde, yuhanna incili ise, altmışsekiz, altmışdokuz, yetmiş veya doksan sekiz senesinde yazılmışdır. ibranilere mektub ve petrusun ikinci risalesinin ve yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerinin, risalei ya'kubun ve risalei yehudanın ve müşahedatı yuhannanın ba'zı kısmlarının, havarilerden rivayet edildiği hususunda hiçbir sened ve vesika yokdur. bunların, senesine kadar sıhhatları şübheli idi. ba'zı kısmları ise, bu ana kadar, hıristiyan din alimlerine göre yanlış ve red edilmiş idi. hatta süryani lisanına yapılan tercemelerinde bu kısmlar yokdur. arab kiliselerinin hepsi, petrusun ikinci risalesini, yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerini, risalei yehuda ve müşahedatı yuhannanın sıhhatını kabul etmediler. süryani kiliseleri de, aynı şeklde, başlangıcından bugüne kadar, bunları inkar etmişlerdir. incil araştırmacısı horn, tefsirinde, ikinci cild, ikiyüzaltı ve ikiyüz yedinci sahifelerinde diyor ki: demek ki, süryani tercemeyi yapan mütercim, bu zikr etdiğimiz kısmların doğru ve şer'i bir hükm için sened olamıyacağını anlamış ve terceme ederken farkına varabildiği bu yerleri terceme etmemişdir. katolik Ward, senesinde neşr etdiği kitabının otuzyedinci sahifesinde, protestanların ileri gelenlerinden rogersin, den çıkarmışlardır dediğini bildirmekdedir. protestan papazlarından daktris de, yosniysin zemanına kadar, her kitabın doğruluğunun kabul edilemediğini bildirerek, risalei ya'kub, risalei yehuda, petrusun risalei saniyesi ve yuhannanın risalei saniye ve salisesi, havarilerin toplayıp yazdıkları şeyler olmadığında ısrar etmişdir. ayrıca, demişdir. hıristiyan incil tefsircilerinden nathaniellardner, tefsirinin dördüncü cild, yüzyetmişbeşinci sahifesinde st. cyril ve onun asrında olan orşilim, ya'ni kudüs kilisesi, müşahedati yuhanna kitabının doğruluğunu kabul etmemişdir dediğini bildirdikden sonra, demişdir. üçyüzyirmiüçüncü sahifesinde de: müşahedati yuhanna, eski incillerin süryaniceye yapılan tercemelerinde yokdur. ne st. ıbar , ne de ya'kub ismli müellifler tarafından bunun üzerine şerh yazılmamışdır. vibidius da, petrusun ikinci risalesini, yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerini ve müşahedati yuhannayı ve yehuda risalesini, kendi kitab fihristine almamışdır. bu hususda süryanilerin görüşleri de budur diyerek, etraflı ma'lumat vermişdir. katolik herald de, kitabının yedinci cild ikiyüz altıncı sahifesinde diyor ki: kitabının doğruluğunu kabul etmezler. rabwald de, kuvvetli deliller ile isbat ederek diyor ki, . eusebius, tarihinin yedinci cild, yirmibeşinci babında Webvnisichinden nakl ederek, eski papazlar, yuhannanın müşahedatını kitabı mukaddesden çıkarıp red etmeğe çalışdıklarını anlatırken diyor ki: bu kitabı müşahedat, başdan sona kadar ma'nasızdır. onu, havarilerden olan yuhannaya nisbet etmek de çok yanlışdır. cahillik ve hakikati görmemekdir. onu yazan kimse, ne havari, ne mesihi ve ne de salih bir kimse değildir. belki bu müşahedatı cerinthus isminde bir romalı yazdı. yuhannaya nisbet edilerek yuhanna yazdı denildi. diye yazmakdadır. daha sonra, kendisi şöyle demekdedir: fekat, bu kitabı, ya'ni yuhannanın müşahedatını, kitabı mukaddesden çıkarmağa gücüm yetmez. zira binlerce hıristiyan kardeşimiz bu yuhannaya ta'zim ederler. ben, bu kitabı yazan kimsenin, kendisine ilham geldiğini tasdik ederim. fekat, havarilerden ya'kubun kardeşi ve zebedinin oğlu olan ve yuhanna incilini yazan havari yuhanna olduğunu pek kolay kabul edemem. sözlerinden ve hallerinden anlaşılan havari olmamasıdır. kitabı müşahedatı yazan kimse, kitabı amal ya'ni resullerin işleri kitabında zikr edilen yuhanna da değildir. çünki, işaya memleketine gelmemişdir. halbuki bu incili yazan işaya ehalisinden bir diğer yuhannadır ki, her ikisine de yuhanna ismi verilmişdir. yine yuhanna incili ve risaleler ile müşahedatın ibare ve mefhumlarından anlaşılıyor ki, yuhanna incilinin ve risalelerin müellifi olan yuhanna, müşahedat kitabının musannifi değildir. çünki incilin ve risalenin ibaresi, yunancada güzel ve düzgün bir şekldedir. içinde galat, yanlış lafzlar yokdur. fekat, müşahedat kitabının ibaresi böyle olmayıp, yunan lehcesine muhalif, bilinmeyen, alışılmamış bir üslub üzerine yazılmışdır. havari olan yuhanna, incilinde ve risalelerinde ismini açıkca söylemeyip, kendinden mütekellim veya gaib sigaları ile bahs eder. kendini uzun uzun anlatmaksızın maksada başlar. müşahedatı yazan şahs ise, böyle olmayıp, başka bir üslub ta'kib etmekdedir. yine yuhannanın müşahedatının ya'ni vahy risalesinin, birinci babının birinci ayeti, yesu' mesihin i'lanı ki, allahü teala, onu mesihe verdi. yakında olması muhakkak olan şeyleri kullarına göstermesi için, vahyi kendisine verdi. ve onu, kendi kulu yuhanna vasıtası ile gönderdi. ve dokuzuncu ayeti, ve yine yirmiikinci babın sekizinci ayeti, tarzında olup, bu ayetlerde, havarilerin ta'kib etdikleri üsulün hilafına olarak, ismini açıkca söylemişdir. eğer eski adetlerinin tersine, kavmine kendini bildirmek için, burada ismini açıkca söyledi denilirse, ona şöylece cevab verilir: maksadı sadece bu ise, kendisine mahsus olan lakabı ve sıfatı yazmalıydı. mesela, gibi ta'birleri kullanmalıydı. kendi şahsına mahsus vasfını söylemekden sakınıp, kendisini diğer insanlardan ayırmıyarak, kardeşiniz ve hadiseleri görüp işiten ta'birlerini kullanmışdır. burada maksadımız, akl sahibleri ile alay etmek değildir. belki iki şahsın ifadeleri ve yazıları arasında bulunan açık farkı ortaya koymakdır. demekdedir. vivisbiusun sözü burada temam oldu. yine eusebius tarihinde, üçüncü cildin, üçüncü babında, petrusun birinci risalesi doğrudur. fekat ikinci risalesi, kitabı mukaddesden olamaz. ancak, pavlosun ondört risalesi, ya'ni mektubları kıraet olunur, okunur. fekat ba'zıları ibranilere mektub kısmını, kitabı mukaddesden çıkardı. demekdedir. yine yosibis, aynı kitabının yirmibeşinci babında, risalei ya'kub, risalei yehuda ve petrusun ikinci risalesi ve yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerinde ihtilaf edilip, hakiki müelliflerinin meçhul olduğunu beyan etmekdedir. yosibis, yine aynı tarihinin altıncı cild, yirmibeşinci babında: ismli bir kimse yazmışdır. ba'zıları, lukanın onu terceme etdiğini söylemişlerdir demekdedir. ilk hıristiyan teologlarından ıreneus fr. irene, ing. ırenaeus vesenesi ricalinden polinius vesenesinde yaşıyan pontius ismli müellifler, risalei ibraniyyeyi temamen inkar etmişlerdir. miladitarihi ricalinden kartacalı st. tertullian diyor ki: senesi ricalinden cilimens romanus da, demişdir. senesinde yaşayan kartacalı st. cyprian de, bu risaleyi hiç zikr etmemişdir. süryani kilisesi de, bu ana kadar petrusun risalei saniyyesini ya'ni ikinci mektubunu, yuhannanın risalei saniye ve salisesinin ya'ni ikinci ve üçüncü mektublarının sıhhatini kacevab veremedi bul etmemişlerdir. hıristiyanların ileri gelenlerinden scholasticus diyor ki: senesinde basılan bible tarihinde diyor ki: üskuflarından onbeşinci üskuf olan, yehudanındır demişdir. bible, incil demekdir. üsku incil okuyucularının üst derecesinde olan hıristiyan din adamlarına denir. yuhanna incilini şerh eden eski müelliflerden aircin, mezkur şerhinin beşinci cildinde, olmayıp, ba'zı kiliselere yazdığı risaleleri de, üçdört satırdan ibaretdir. demişdir. origenes bu sözüne göre, pavlosa aid olduğu söylenilen risalelerin hiçbirisi, onun te'lifi olmayıp, başkalarının te'lifi olduğu halde, ona nisbet edildiği anlaşılmakdadır. pavlosun, galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babında, onbirinci ayetden i'tibaren onaltıya kadar şu cümleler yazılıdır: fekat petrus antakyaya geldiği, azarlanmayı hak etdiği zeman, ben onunla yüzyüze geldim. kabahatli idi. çünki ya'kub tarafından ba'zı kimseler gelmeden evvel, bir takım insanlarla beraber yemek yiyordu. fekat onlar geldikleri zeman hitanlı olanlardan korkarak çekildi ve ayrıldı. diğer yehudiler de, petrus ile beraber geri çekildi, riya yapdılar. o derece ki, barnabas bile onların riyasına kapıldı. fekat ben incilin hakikatına göre doğru yürümediklerini görünce, hepsinin önünde petrusa dedim ki, sen yehudi iken, yehudi gibi değil, diğer milletler gibi yaşıyorsun! niçin diğer milletleri yehudiler gibi yapmağa zorluyorsun? o milletlerden olan günahkarlar değil, zaten yehudi olan bizler, insanın şeri'at amelleri vasıtası ile değil, ancak isa mesihe iman etmekle salih olacağını bildiğimizden, biz de mesih isaya iman etdik. ancak şeri'at işlerinden değil, mesihe iman etmekle salih sayılalım. çünki hiçbir insan, şeri'at amellerini yapmakla salih olamaz. bu cümlelerin baş tarafı son tarafının temamen zıddı olduğundan, ikisinden birisinin sonradan ilave edildiği anlaşılmakdadır. çünki pavlos mektubunun baş tarafında petrusu antakyada nasıl azarladığını yazdığı halde, ona atf etdiği kabahat, putperest diğer milletler ile beraber yehudi adetlerinin hilafına yemek yimesi idi. hatta onu azarladığında, sen yehudi olduğun halde, putperestler gibi dininin emrlerine ehemmiyyet vermezsen, onları hangi yüzle, hangi salahiyyet ile yehudi şeri'atine da'vet ediyorsun, demişdi. fekat ondan sonra, pavlos hemen mevzu' değişdirip, şeri'atin emrlerinin lüzumsuzluğundan bahs etmeğe başlar. üçüncü babında amelin, ibadetin lüzumsuzluğu hususunda pek çok söz söyledikden sonra, kendisi musa aleyhisselamın şeri'atine temamen uyduğunu ifade eder. nitekim, resullerin amali kitabının yirmibirinci babında, onyedinci ayetden i'tibaren şöyle yazılıdır: pavlos yeruşalime gelip, şakirdanı ile ya'kubun yanına girince, bütün ihtiyarlar hazır idiler. ve pavlosa hitaben, kardeş iman etmiş yehudilerden kaç bin kimse olduğunu görüyorsun. bunların hepsi şeri'atin ya'ni musa aleyhisselamın şeri'atinin gayretini çekerler. senin hakkında da, taifelerin arasında bulunan bütün yehudilere çocuklarını sünnet etmemelerini, adetlerine uymamalarını, hazreti musanın yolundan ayrılmalarını öğretiyorsun diye haber aldılar. şimdi ne olacak? zira senin geldiğini işitirler. şimdi bu bizim sana söylediğimizi yap, bizde nezr edilmiş olan dört kimse var, bunları alıp onlar ile beraber kendini temizleyip, başlarını tıraş etsinler diye onlar için masraf et, senin hakkında işitdikleri şeylerin aslı olmadığını sen kendin de şeri'ate uyarak göster ki, senin şeri'atin emr etdiği gibi hareket etdiğini hepsi anlasınlar. iman etmiş milletlere ise, putlara kurban olunandan ve kandan ve boğazı sıkılarak boğulmuşdan ve zinadan kendilerini korumalarına karar vererek yazdık, dediler. o zeman pavlos, bu adamları alıp, ertesi gün onlarla beraber kendisini tathir etdi ve onlardan her biri için kurban takdim olununcaya kadar, taharet günlerinin bitdiğini i'lan ederek ma'bede girdi. işte görülüyor ki pavlos, şeri'at ile beden temiz olmaz. mesih bizim için mel'un olmakla beraber, bizi şeri'atin emrlerinden kurtardı, deyip dururken, kendisi ya'kubun ve ihtiyarların nasihatı ile amel ederek, şeri'ate uymak suretiyle temizlenir ve ma'bede girer. pavlosun bu risalesindeki ayetler bize hıristiyanlığın esrarından bir kaç ince mes'eleyi anlatıyor: birincisi: pavlosun dediği, mesihe iman eden yehudiler arasında yayıldı. bu da yehudilerin, musa aleyhisselamın şeri'atinden ayrılmamak üzere, isa aleyhisselama iman etdiklerinden, musa aleyhisselamın şeri'atinin değişdirilmesine razı olmadıklarıdır. ikincisi: o sırada şeri'atin devam edip etmemesi, pek lüzumlu görülmemişdir. isa aleyhisselamın havarisinden olan zat, diyerek asl maksadının, her dürlü yollara başvurarak, halkı kendi dinlerinde toplamak olduğu anlaşılıyor. sadece halkı toplamak için, isa aleyhisselamın havarisinden olan bir zatın pavlosa böyle bir teklifde bulunmak cesaretini göstermesi, hıristiyanlığın nasıl temeller üzerine kurulmuş olduğunu göstermekdedir. üçüncüsü: miladın ikinci asrı ortalarında hierapolis piskoposu olan meşhur st. papias, kitabında hazreti isanın sözleri ve fi'llerine dair yalnız iki kısa mecmu'anın mevcud olduğunu zikr etmişdir. bunlardan birisi, havarilerden petrusun tercümanı olan markosa aid bir mecmu'a, diğeri de, ibranice ba'zı emrleri ve ahkamı toplıyan mattanın mecmu'asıdır. st. papias, markosa aid olan mecmu'anın, gayet kısa, noksan ve zeman sıralamasına göre yazılmamış olup, ba'zı hikaye ve nakllerden ibaret olduğunu beyan etmişdir. bundan anlaşılan şudur: ikinci asr ortasında matta ile markosun birer kısa mecmu'aları mevcud olup, st. papias onları görmüş, vasfları ile beraber yazmış ve birbirinden farklarını da beyan etmişdir. bugün ellerde mevcud olan matta ve markos incilleri ise, sanki birbirinden istinsah edilmiş, yazılmış gibi, birisi diğerine benzer ve tafsilatlıdır. st. papiasın gördüğü nüshaların bunlar olmadığı veya sonradan bu nüshalara ilaveler yapılarak, genişletilmiş oldukları açıkdır. luka ve yuhanna incillerine gelince; st. papias bunlardan hiç bahs etmemişdir. haliyle st. papias, hierapolisde olduğu veya yuhannanın talebeleri ile karşılaşıp, onlardan ma'lumat aldığı halde, yuhanna inciline dair tek bir harf dahi söylememişdir. bu hal ise, yuhanna incilinin o tarihden sonra yazılmış olduğunu isbat eder. matta incili matta incilinin dokuzuncu babının, dokuzuncu ayetinde şöyle yazılıdır: şimdi, iyice dikkat ediniz, bu cümleleri yazan mattanın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka matta gibi söylemişdir. eğer, bu incili yazan mattanın kendisi olsa idi hadiseyi ben gümrük yerinde oturur iken, isa aleyhisselam oradan geçiyordu. beni gördü ve bana tabi' ol, ardımca gel dedi. ben de, kalkıp ona tabi' oldum, ardınca gitdim şeklinde zikr etmesi icab ederdi. matta incilinde, isa aleyhisselamın ağzından söylenilen her makale, o kadar uzundur ki, bunların her birini, bir meclisde ve bir def'ada söylemek mümkin değildir. yine bu hususda onuncu babındaki, havarilere verdiği nasihatler ve ta'limat, beşinci, altıncı ve yedinci bablarında devamlı söylediği sözler ve yirmiüçüncü babında ferisilere hitaben yapdığı azarlamalar ve sekizinci babında devamlı getirdiği misaller, şübhesiz birer meclisde vaki' olan şeyler değildir. bunun delili de bu sözler ve getirdiği misallerin, diğer incillerde değişik pek çok meclise taksim edilmesidir. buradan anlaşılıyor ki, bu incilin müellifi isa aleyhisselamın devamlı arkadaşı olan gümrükcü matta değildir. matta incilinde zikr edilen, isa aleyhisselamın; körleri, baras ve cin çarpmış fakirleri iyi etmesi ve mu'cize olarak pek çok fakirlere yemek yidirmesi hep ikişer mahalde beyan edilmişdir. halbuki markos ve luka incillerinde bu vak'alar yalnız birer mahalde zikr edilmişlerdir. bundan anlaşılıyor ki, mattaya nisbet edilen incilin müellifi, bu kitabı yazarken, iki mehaza mürace'at edip, bir vak'ayı ikisinde de, görmüşdür. ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zan ederek kitabına yazmışdır. matta incilinin onuncu babının beşinci ayetinde, hazreti isanın, resullere ya'ni havarilere, putperest milletleri gitmemelerini ve samiriyyelilerin şehrlerine girmemelerini tenbih etdiği yazılıdır. daha sonra ise, kendisi putperest yüzbaşının hizmetcisine ve ken'anlı bir kadının kızına şifa' verdiği bildirilmekdedir. yedinci babın altıncı ayetinde, vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın dediği halde, yirmisekizinci babının ondokuzuncu ayetinde ise, siz gidip bütün milletleri şakird edinin. onları baba, oğul ve ruhülkuds adına vaftiz edin demekdedir. onuncu babının beşinci ayetinde, diye emr edildiği halde, yirmidördüncü babın ondördüncü ayetinde ise, demekdedir. bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar bu incilde tekrarlanmışdır. bu ilaveler, matta incilinde tahrif yapıldığını hiç şübhe bırakmıyacak şeklde isbat etmekdedir. ba'zı mühim hadiseler, diğer incillerde mevcud olduğu halde, matta incilinde yokdur. mesela, isa aleyhisselam tarafından yetmiş şakirdin seçilmesi, melei havariyyunda urucu, bayram yapmak için iki kerre yeruşalime gelmesi ve lazarusun mezardan kalkması fıkraları bu incilde yokdur. bunun için matta incilinin havarilerden mattaya isnadı ya'ni mattadan rivayet edildiği şübhelidir. markos incili markosun havarilerden olmadığında, bütün tarihciler ittifak halindedir. belki havarilerden petrusun tercümanıdır. paypas diyor ki: markos, petrusun tercümanı idi. markos, isa aleyhisselamın sözlerini ve fi'llerini mümkin mertebe, doğrudur diyerek ezberden yazdı. fekat, isa aleyhisselamın sözlerini ve fi'llerini intizamlı, düzgün bir şeklde yazmadı. çünki kendisi ne hazreti isadan işitdi, ne de onun yanında bulundu. dediğim gibi, markos yalnız petrusun arkadaşlarından idi. petrus ile konuşduğu şeyleri ve isa aleyhisselamın sözlerini içerisine alan bir kitab olsun diye tertibli ve düzgün söylemeyip, icab etdiği vakt ve meclise göre söyledi. bunun için, eğer markos kitabında ba'zı hususları üstadı petrusdan öğrenmiş gibi yazarsa onu ayblamamalıdır. çünki markos işitdiği şeyleri unutmayarak, değişdirmeyerek yazmaya lüzum görmemişdi. markos inciline eski hıristiyan alimler, her gün şerhler yazdılar. bunlardan iren diyor ki: . iskenderiyyeli kalman diyor ki: petrus daha romada va'z verirken, petrusun talebeleri, markosa rica etdiler. o da, incilini yazdı. petrus, kitabın yazıldığını işitdi. fekat yazıpyazmaması için birşey demedi. tarihci ousb diyor ki: petrus bu hali işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. kiliselerde onun okunmasını tenbih etdi. halbuki markosun incili, petrusunın risalelerinden ziyade, matta incilinin taklididir, ya'ni ona benzetilmişdir. buna göre, st. papiasın markos yazdı dediği kitab elde bulunan ikinci incilden başkadır. markos incilinin altıncı babının onyedinci ayetinde, fekat, hirodes kardeşi filipusun zevcesi hirodia ile evlenmişdi. bunun için yahyayı tutdurup, zindana habs etdi. çünki yahya hirodese, kardeş hanımı ile evlenmek caiz değildir, derdi demekdedir. bu temamen yanlışdır. çünki osebius tarihinde, onsekizinci kitabın beşinci babında, hirodianın zevcinin ismi filupus olmayıp, hirius olduğu açıkca bildirilmekdedir. bu hata, matta incilinde de vardır. hatta senelerinde basılan arabca tercemenin mütercimleri bu ayeti tahrif ederek, matta ve lukanın ibarelerinde olan filipus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki terceme nüshalarında mevcuddur. yine markos incilinin ikinci babında, dedi ki, davüdun kendisi ve yanında olanlar aç ve muhtac olduğu zeman, baş kahin abiatarın günlerinde allahın evine nasıl girdiğini ve kahinlerden başkasının yimesi caiz olmıyan huzur ekmeğini yidiğini ve kendisi ile beraber olanlara da verdiğini okumadınız mı? ma'nalarında olan yirmibeşinci ve yirmialtıncı ayetlerindeki iki cümle yanlışdır, hatalıdır. çünki: birincisi, o zeman hazreti davüd yalnız idi. yanında kimse yokdu. ikincisi ise, o günlerde baş kahinlerin reisi abiatar olmayıp, belki onun babası abimelek idi. azalarına kahin denir. vaizlerine yazıcı derler. luka incili lukanın, havarilerden olmadığı muhakkakdır. luka incilinin başında diyor ki: hepsini dikkat ile araşdırıp, tahkik ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmağı uygun gördüm. bu ibareden birkaç ma'na anlaşılıyor: birincisi: müellifin kendi zemanında daha bir çok kimseler incil yazdıkları sırada, luka da bu incili yazmışdır. ikincisi: havarilerin kendi elleri ile yazdıkları hiçbir incil bulunmadığını, luka işaret etmekdedir. zira cümlesi ile incil yazanları, gözleri ile görenlerden tefrik etmiş, ayırmışdır. üçüncüsü: kendisi için havarilerden birinin şakirdi, talebesiyim demez. çünki o asrda havarilerden birine isnad edilen pek çok te'lifler, yazılar, risaleler bulunduğundan öyle bir senedin, ya'ni havarilerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için, başkalarının i'timadına sebeb teşkil edeceğini ümmid etmemişdir. belki her hususu kendisi tahkik ederek, esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermişdir. dikkat edilecek bir husus şudur: bugün ellerde mevcud olan incillerin her yeni baskısında, i'tiraz edilen ibareleri, münasib bir kelime ile değişdirerek tahrif etmek, protestan papazların adetleri olduğu gibi, mearif nezaretinintarihli venumaralı ruhsatı ile ingiliz ve amerikan bible şirketlerinin, senesinde istanbulda basdırdıkları türkçe incil nüshasında dahi bu ibareyi başka şekle sokmuşlardır. ibaresi yerine, ibaresi konularak, ma'nayı maksadlarına göre değişdirmişlerdir. fekat, fransızca nüshalarda ve almanyada basılan almanca nüshalarda bu ibare, bizim yukarıda terceme etdiğimiz gibidir. luka incilinin üçüncü babının yirmiyedinci ayetinde, isa aleyhisselama nisbet edilen neseb bildirilirken, demekdedir. burada üç hata vardır: birincisi: ahdi atikin, birinci tarihler kısmının üçüncü babının ondokuzuncu ayetinde, zerubabelin çocukları açıkca bildirilmişdir. orada risa ismi ile bir kimse yokdur. bu şekldeki yazısı mattanın yazdığı şeklin de tersidir. ikincisi: zerubabel, fedayanın oğludur. şelteil oğlu değildir. şelteilin kardeşinin oğludur. üçüncüsü: şelteil yuhannanın oğludur. yoksa niri oğlu değildir. matta da böyle yazmışdır. yine luka incilinin üçüncü babının otuzaltıncı ayetinde, diye yazılıdır ki, bu da yanlışdır. zira salih, arfahşadın torunu değil, oğludur. böyle olduğu birinci tarihlerin birinci babında ve tekvinin onbirinci babında bildirilmişdir. lukanın ikinci babının başında, o günlerde bütün dünyanın tahriri nüfusu yapılsın diye kayser augustus tarafından ferman çıkdı. kirinius suriye valisi iken, yapılan ilk tahrir bu idi. diye bildirilen birinci ve ikinci ayetleri de yanlışdır. zira romalılar, bütün dünyaya hiç bir zeman hakim olamamışlardır ki, bütün dünyanın tahriri nüfusuna ferman çıksın. hatta protestan papazları adetleri üzere bu soruyu geçişdirmek için, senesinde istanbulda basdırdıkları ahdi cedid nüshasında bu ibareyi tahrif edip, şeklinde yazdılar. fekat, senesinde ingiltere cem'iyyetinin parisde basdırdığı türkçe nüshada bu ibare ve o günlerde vaki' oldu ki, kayser augustus tarafından bütün dünyayı tahrir etmeğe ferman çıkdı. yusüf dahi tahrir olunmak için hamile olan nişanlısı meryem ile beyti lahm denilen davüdun şehrine çıkdı. suretinde yazılıdır. bundan sonra yazılan tahrir maddesi incelenmeğe başlayınca; ne lukaya muasır olan eski yunan tarihcilerinden bir kimse, ne de lukadan biraz önce geçen tarihciler bu tahriri nüfusa dair bir söz söylememişlerdir. kirinius ise, isa aleyhisselamın doğumundan onbeş sene sonra, suriyeye vali olduğundan, tahriri nüfus işi şübheli, vuku' bulmuş ise de, kirinius zemanında olamayacağı açıkca ortadadır. yuhanna incili yuhanna inciline gelince; bilindiği gibi, yuhannaya nisbet edilen dördüncü incilin ortaya çıkmasına kadar; isa aleyhisselamın dini esasen musa aleyhisselamın şeri'atinden ayrılmayıp, tevhid esasına dayanıyordu. çünki, üç uknum ya'ni teslisden ilk def'a bahs eden, isa aleyhisselama inananlar arasına teslis akidesini sokup, onları isanın aleyhisselam dininden ayıran yuhanna incilidir. bu sebeb ile, yuhanna incilinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gayet mühimdir. yuhanna incili hakkında, eski hıristiyan din adamlarının eserlerinde bulunan çeşidli sözler, yukarıda bildirilmişdi. bu kitab, havarilerden zebedi oğlu yuhannaya aid değildir. ikinci asrdan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmışdır. bu hususu, asrımız tarihcilerinden avrupalı müsteşrikler çeşidli delillerle isbat etmişlerdir. birinci delil: yuhanna incilinin başında, sözleri yazılıdır. bu sözler ilmi kelamın ince mes'elelerinden olup, diğer incillerin hiç birinde yokdur. eğer bu sözler isa aleyhisselamdan işitilmiş olsaydı, diğer incillerde de bulunurdu. bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, havarilerden yuhanna olmayıp, roma ve iskenderiyye mekteblerinde eflatunun üç uknum felsefesini okumuş bir kimsedir. nitekim şimdi beyan olunacakdır. ikinci delil: yuhanna incilinin sekizinci babında, birinci ayetden onbirinci ayete kadar olan, zina eden kadın hakkındaki yazılarını bütün hıristiyan kiliseleri kabul etmeyip, red ederler ve bu yazılar incilden değildir demekdedirler. bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, eline geçirdiği bir çok incillerden toplayıp, gözüne ilişen birçok şeyleri de ayrıca kitabına koymuş veya kendinden sonra bir başkası bu ayetleri ilave etmişdir. birinci hale göre, müellif, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmıyarak bir mecmu'a yazmışdır. yazdığı bu mecmu'a da kabule şa'yan olmıyan şeylerdir. ikinci hale göre, bu incilin tahrif edilmiş olduğunu i'tiraf etmek lazım gelir. iki hale göre de, aslı şübheli ve inanılmağa layık değildir. üçüncü delil: diğer incillerde getirilen ba'zı misallerin ve ahvalin ve mu'cizelerin, bu incilde bulunmayıp, diğerlerinde bulunmıyan bir çok şeylerin de, bu incilde bulunmasıdır. isa aleyhisselamın lazarusu diriltmesi, suları şeraba çevirmesi ve çarmıhda iken sevdiği şakirdi ile annesini birbirlerine emanet etmesi gibi şeyler, sadece yuhanna incilinde bulunup, diğer incillerde yokdur. nitekim bu hususda ileride geniş bilgi vereceğiz. dördüncü delil: eski hıristiyanlardan ne paypas, ne de Justen bu incili gördüklerine dair herhangi birşey bahs etmemişlerdir. hususen Justen de, yuhanna incilini yazanın yuhanna olmadığını tasdik etdiği halde, bu incil hakkında bir şey söylemez. beşinci delil: diğer üç incilde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile, yuhanna incilinin anlatış tarzı, temamen birbirlerine zıddır. mesela, diğer üç incilde isa aleyhisselam halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, ferisilerin riyakar hallerine i'tiraz eder. kalbin tasfiyesini ya'ni temizlenmesini, allahü tealaya yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlakı emr eder ve musa aleyhisselamın şeri'atine zıd olan temayüllerden nehy eder. halka öğretdiği şeyler ve nasihatleri gayet açık ve tabii ve herkesin anlıyabileceği şekldedir. bu üç incil, her ne kadar ba'zı haberlerde birbirine zıd ve muhalif iseler de, müttefik oldukları hususlarda, hepsinin bir kaynakdan çıkdığı anlaşılmakdadır. fekat, yuhanna incili böyle olmayıp, gerek ifade şekli, gerekse, isa aleyhisselamın ahlak ve davranışları hususunda, bambaşka bir yol ta'kib eder. bu incilde hazreti isa; yunan felsefesini bilen, gayet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği halde, onun sözleri allah korkusu ve güzel ahlaklı olmak gibi hususlarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahs etmekdedir. bunu da, insanlar arasında bilinen şekli, ya'ni mesihin konuşma tarzı olan kelime ve ta'birlerle söylemez. iskenderiyye mekteblerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. bu sözleri, diğer üç incilde gayet açık ve sade olduğu halde, bu incilde kapalıdır. mühim ve çok def'a iki ma'naya gelen ve hususi bir şeklde düzülmüş, muntazam tekrarlar ile doludur. yuhannada kullanılan üslup, kalbleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. eğer bu incil, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun havarilerden birinin te'lifi olduğuna kimse inanmazdı. fekat, asrlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariblikleri hıristiyanlar göremezler. altıncı delil: bu incilde görülen hatalar daha çokdur. mesela, yuhanna incilinin birinci bab, ellibirinci ayeti, şeklindedir. halbuki isa aleyhisselamın bu sözü, erden suyundan vaftiz olundukdan ve ruhulkudsün inmesinden sonra vaki' olup, ondan sonra semanın açıldığını ve meleklerin isa aleyhisselam üzerine indiğini ve çıkdığını hiçbir kimse görmemişdir. bu incilin üçüncü babının onüçüncü ayetinde ise, hiç kimse, semaya, göğe çıkmamışdır. ancak, semadan inen ya'ni semada olan, insanoğlu çıkmışdır demekdedir. bu ayet; birkaç cihetden yanlışdır: birincisi: ya'ni kelimesi ile tefsir edilen kısm, sonradan ilave edilmişdir. böylece ayet tahrif olunmuşdur. çünki ayetin baş tarafının ma'nası, demek iken, incilin müellifi veya istinsah edenlerden biri, bundan maksadın insanoğlu ya'ni isa aleyhisselam olduğunu açıklamak için, açıklayıcı bir ibare koymuşdur. bu ibareye dikkatlice bakılınca, ilave olduğu hemen görülmekdedir. zira ayetin baş tarafını, açıklayıcı bu ibareden ayırdığımız zeman, meleklerden başka, insanlardan kimse semaya yükselmemişdir doğru ma'nası anlaşılır. fekat, açıklayıcı ibareye göre, denilirse, hazreti isa, semadan inmeyip, hazreti meryeme ruhülkuds vasıtası ile ilka edildiği inkar edilmiş olur. bundan başka, isa aleyhisselam sözünü söylerken yeryüzünde olup, semada bulunmadığını inkar etmek gerekir. ayrıca, sözü ile sözünü, bir anda isa aleyhisselamın söylemesi mümkin değildir. ikincisi: ayetin birinci kısmı da yanlışdır. çünki tekvinin beşinci babının yirmidördüncü ayetinde ve ikinci meliklerin ikinci babının onikinci ayetinde ahnuh ve ilya aleyhimesselam da semaya yükselmişlerdir, denilmekdedir. bu ayetin tahrif edilmiş olduğunda, hiç şübhe edilemez. birdir allah yeri gökü yaratan, ağaçları donatan, çiçekleri açdıran, bir allahdır, bir allah! allah her yerde hazır, ne yaparsan o görür. ne söylersen işitir. vardır, birdir, büyükdür. biz allahı severiz. her emrini dinleriz. beş vakt namaz kılar, ona isyan etmeyiz. bizlere akl verdi. doğru yolu gösterdi. dini islama uymayan, ateşde yanar dedi. kur'ana iman eden, peygamberi izleyen, dünyada mes'ud olur, cehennemden kurtulur. mü'min iyi huyludur. herkes ondan memnundur. kimseye zulm eylemez. kendi de huzurludur. yarab! afv eyle beni. ve anamı babamı. kafirlerin şerrinden koru müslimanları! dört incil arasında görülen tenakuz ve ihtilaflar mevcud incillerde görülen yanlışlıklar, tenakuzlar ve tahrifler, hesab edilemiyecek kadar çokdur. bunlardan bir çoğu kitabında anlatılmışdır. ayrıca, alman müsteşriklerinden Joiser, david, miel, kepler, matse, bred schneider, griesbach, hug, lesinag, herder, strauss, hauss, tobian, thyl, carl butter ve daha nice araştırmacının yazdıkları ve hala da yazıp da neşr etmekde oldukları kitablarda bu hususda tafsilatlı bilgi çokdur. biz burada onlardan ba'zılarını zikr etmekle iktifa edeceğiz. isanın sallallahü ala nebiyyina ve aleyhi ve sellem nesebi hakkında, matta ve luka incilleri arasındaki ihtilaf büyükdür. matta incilinde, isa aleyhisselamın babaları olarak yazılı ismler şunlardır: . luka incilinin üçüncü babının yirmiüçüncü ve sonraki ayetlerinde ise: olarak yazılıdır. mattaya göre, isa aleyhisselamın babası denilen yusüf, ya'kubun oğludur. lukaya göre ise, helinin oğludur. matta, hazreti isaya yakın bir kimsedir. luka da petrusun talebelerindendir. bunlar, kendilerine yakın olan bir zatı, inceleyecek, araştıracak kimselerdendirler. böyle olduğu halde, isa aleyhisselamın dedesi dedikleri kimseyi tahkik edib doğrusunu yazamazlar ise, yazdıkları diğer rivayetlerin doğruluğuna, nasıl itimad edilir, bunlara kim inanır? mattaya göre, davüd aleyhisselamın oğlu süleyman aleyhisselamdır. lukaya göre, davüd aleyhisselamın oğlu süleyman aleyhisselam değil, natandır. matta, şaltoil, yekniya oğludur, diyor. luka ise neyri oğludur, diyor. mattada, zerubabelin oğlunun adı abihud, lukada ise, risa'dır. şuna da çok hayret edilir ki, ahbarı eyyamın sıfrı ulanın ya'ni birinci tarihlerin üçüncü babının ondokuzuncu ayetinde, zerubabelin oğullarının ismleri; meşullam ve hananye olarak yazılıdır. içlerinde abihud ve risa yokdur. mattanın birinci babının onyedinci ayetine göre, ibrahim aleyhisselamdan yusüfü neccara kadar isa aleyhisselama atfedilen dedelerin sayısı kırkiki batındır. halbuki yukarıda yazılı ismler sayıldığı zeman, yalnız kırk kişi vardır. lukanın beyanına göre ise, bu adet ellibeş kişiye ulaşır. hıristiyan alimleri, incillerin ilk ortaya çıkmasından zemanımıza kadar, bu hususda şaşkınlık içinde kaldılar. ba'zıları hiçbir aklı selimin kabul edemiyeceği za'if deliller ile te'vil etdiler. bundan dolayı eckharn, keyser, haysee, gabott, Wither, fursen ve başkaları gibi araştırmacılar, diyerek, bu hakikati i'tiraf etmişlerdir. doğru olan da budur. zira her mevzu'da ihtilaf ve yanlışlıklar olduğu gibi burada da mevcuddur. isa aleyhisselam babasız dünyaya gelmişdir. fekat yehudiler, ona veledi zina diye iftiralarında ısrar ederlerken, hıristiyanların baba tarafından kendisine bir neseb isbat etmeleri ve isa aleyhisselamın, babası olmıyan yusüfü, onun babası kabul etmeleri de, pek şaşılacak bir gaflet ve tenakuzdur. kur'anı kerimde, isa aleyhisselam için, varid olan ayeti kerimelerde, ta'biri kullanılır. kur'anı kerimde isa aleyhisselamın babasının olmadığı açıkça bildirilmişdir. mattanın birinci babının yirmiiki ve yirmiüçüncü ayetlerinde: imdi bunların hepsi vaki' oldu ki, peygamber vasıtası ile söylenen rabbin kelamı itmam oluna, yerine gele. çünki rabbin dedi ki: işte, bakire kız hamile olup, bir oğulu olacak ve ona, allah bizimledir, ma'nasına olan amanuel ismi verilecek denilmekdedir. hıristiyan papazlara göre, peygamberden maksad, işaya aleyhisselamdır. buna da, işaya kitabının yedinci babının ondördüncü ayeti, bunun için rab kendisi size bir alamet verecekdir. alamet budur: bakire kız hamile olup, bir oğulu olacak. amanuel ismi ile çağırılacakdır ma'nasında olan ayetini delil getirirler. rahmetullah efendi kitabında bu konuyu gayet geniş açıklamışdır. buyuruyor ki: bu istidlal üç sebebden yanlışdır: birincisi: incili terceme edenlerle, işaya kitabını terceme edenin kelimesi ile terceme etdiği kelimesidir ki, kelimesinin müennesidir. yehudi alimlerine göre, bu kelimenin ma'nası genç kadın demekdir. bakire olsun olmasın, bu lafzı evlenmiş genç kadın ma'nasına olarak sıfrülemsal'in otuzuncu babında da kullanılmışdır, derler. işaya kitabının ikola, thedüsyen ve semiks ismli kimseler tarafından yunancaya yapılan üç adet tercemesinde bu lafz olarak açıklanmışdır. bu tercemeler, hıristiyan papazlarına göre, çok eski olup, birincisinin, ikincisinin, üçüncüsününsenelerinde terceme edildiği rivayet edilmişdir. bu tercemelerin hepsi, bilhassa thedüsyen tercemesi eski hıristiyanlara göre çok mu'teberdir. böyle olunca, yehudi alimleri ile bu üç mütercimin tefsirlerinin beyanlarına göre, mattanın sözünün yanlışlığı meydandadır. protestan papazlarınca meşhur ve mu'teber olan fery, ibrani lugatını anlatdığı kitabında, bu lafzın ya'ni kelimesinin, ma'nasına geldiğini beyan etmişdir. bu açıklamaya göre; bu lafz bu iki ma'na arasında müşterekdir, demekdedirler. ancak ehli lisan ya'ni yehudiler, papazların bu tefsirine karşı; birinci olarak; mattanın sözünün doğru olmadığını, ikinci olarak; yehudi tefsirlerinin eski tercemelerine muhalif olarak, bu lafzı hassaten ya'ni bakire kadın ma'nasına atf etmek için delil lazım olduğunu beyan etmişlerdir. kitabını yazan papaz, ismindeki kitabında bu kelimenin ma'nası, mutlaka azradır, demesi de yanlışdır, hatadır. bunun reddi için, yukarıda, zikr etdiğimiz iki delil kafidir. ikinci olarak: mattanın birinci babının, yirminci ayetinde diyor ki, rabbin meleği, rü'yada ona görünüp, ey yusüf, meryemi zevceliğe kabul etmeğe korkma! zira onun ruhul kudsden bir oğlu olacak, ona isa ismini koy, dedi. yirmidördüncü ve yirmibeşinci ayetlerinde ise, demekdedir. lukanın birinci babında ise, cebrail aleyhisselamı ya'ni meleği görenin bizzat hazreti meryem olduğu bildirilmekdedir. bu babın otuzbirinci ayetinde meleğin hazreti meryeme, dediği bildirilmekdedir. mattada meleğin yusüfe rü'yada, lukada ise meleğin hazreti meryeme bizzat göründüğü yazılıdır. ayrıca, matta incilinin birinci babının yirmi üçüncü ayetinde, diye yazılıdır. bu, kitabı işayanın yedinci babının ondördüncü ayetidir. bu da yanlışdır. çünki isa aleyhisselam kendi isminin emanuel olduğunu hiç söylememişdir. üçüncü olarak: isa aleyhisselamın bu söz ile, ya'ni emanuel diye ismlendirilmesine aşağıdaki kıssa da mani'dir. şöyle ki: aram padişahı rasin ve israil padişahı fakah orduları ile birlikde yehuza padişahı olan ahaz bin yusan ile harb etmek için kudüse geldiklerinde: ahaz bunların ittifakından çok korkdu. cenabı hak, ahaza teselli vermek için, işaya aleyhisselama vahy etdi. o da, ey ahaz korkma. bunlar seni yenemezler. yakında bunların saltanatları yıkılıp, yok olacakdır diye ahaza müjde verdi. buna alamet olmak üzere diyerek rasin ile fakahın mülklerinin yok olacağını beyan etdi. fakahın mülkünün harab olması bu haberden tam yirmibir sene sonra oldu. o halde bu çocuk fakahın mülkünün harab olmasından önce doğmuş olmalıdır. halbuki hazreti isanın dünyaya gelişleri, fakahın ülkesinin yok olmasından yediyüz yirmibir sene sonra olmuşdur. bunun üzerine bu haberin doğruluğunda ehli kitab ihtilaf etmişdir. ba'zı hıristiyan papazlar ve tarih doktoru bens george benson, ar: bilsen, işaya aleyhisselamın genç bir kadın demesi ile kendi zevcesini kasd ederek, hadiseyi ona göre anlatmış olduğunu beyan etmişlerdir. bu, kabule layık ve akla en uygun olanıdır. matta incilinin ikinci babında yusüfü neccarın, hirodesin korkusundan hazreti meryemi ve isa aleyhisselamı alarak, mısra gitdiği bildirilmekdedir. yine ikinci babının onbeşinci ayeti ise, hirodesin ölümüne kadar orada kaldı. ta ki, peygamber vasıtası ile söylenilen oğlumu mısrdan çağırdım diye rabbin sözü yerine gelsin şeklindedir. burada peygamberden murad hazreti yuşa'dır. mattayı yazan incil sahibi, burada ahdi atikin yuşa' kitabının onbirinci babından birinci ayete işaret etmişdir. bu da yanlışdır. çünki, bu ayetin isa aleyhisselam ile bir münasebeti yokdur. ayetin aslı yılında basılan arabi tercemesinde yazılı olduğu gibi, dir. bu ayet, hazreti musa zemanında beni israile, allahü tealanın ihsanını gösterir. matta incilini yazan, ahdi atikin bu ayetini tahrif ederek, cem' sigası olan çocukları kelimesi yerine, oğul kelimesini getirmiş ve gaib zamiri yerine mütekellim zamiri kullanmışdır. buna uyarak tarihinde neşr edilen arabi nüshanın mütercimi tahrifde bulunmuşdur. fekat, bu ayetden sonraki ayetler okunacak olursa, bu tahrifin sebebi ortaya çıkar. çünki bunu ta'kib eden yuşa' kitabının onbirinci babının ikinci ayeti, onlar çağırıldıkca yüz çevirirler. bu'ale kurbanlar kesdiler ma'nasında olduğundan, bu ahval hazreti isanın hakkında doğru olamaz. kaldı ki, isa aleyhisselam zemanında bulunan yehudiler için dahi doğru olmadığı gibi, isa aleyhisselamın doğumundan beşyüz sene evvel mevcud olan yehudiler hakkında bile doğru olamaz. çünki, tarihlerde açıkça yazıldığına göre, yehudiler, isa aleyhisselamın miladından, ya'ni doğumundan beşyüzotuz altı sene evvel, ya'ni babil esaretinden kurtuldukdan sonra, putlara tapmakdan tevbe etdiler ve putlardan yüz çevirdiler. daha sonra putların semtine bile uğramadıkları sabitdir. matta incilinin ikinci babının ondokuzuncu ayeti ve devamında, hirodesin vefatından sonra rabbin meleği mısrda yusüfe rü'yada görünüp, kalk, annesi ile çocuğunu alıp, israil diyarına git dedi. o dahi ikisi ile birlikde, gelip celile semtine gitdi ve nasıralı ismi verileceğine dair, peygamberlerin sözü yerine gelsin diye, nasıra denilen kasabaya gelip, orada oturdu demekdedir. bu da yanlışdır. peygamberlerin kitablarının hiç birinde, böyle bir söz yokdur. yehudiler bu sözü yalan ve iftira diyerek inkar ederler. hatta yehudiler, nasıra şöyle dursun, celile ilçesinden bile bir peygamber çıkmadı inancındadırlar. yuhannanın yedinci babının elliikinci ayetinde de açıkça bildirilmişdir ki, sin? ara ve bak ki, galileden hiç peygamber çıkmamışdır şeklindedir. yuhannanın bu ayeti, mattanın, yukarıda zikr etdiğimiz ayetini tekzib etmekdedir. protestan papazların bu hususda daha ziyade malumatları var ise, beyan etmelidirler. mattanın dördüncü babının başında yazılı olduğu gibi; şeytan, isa aleyhisselamı imtihan etmek ister. ruh tarafından çöle götürülür. kırk gün kırk gece oruc tutdukdan sonra acıkır. daha sonra şeytan isa aleyhisselamı mukaddes şehre götürüp, ma'bedin kubbesi üzerine çıkarır. eğer allahın oğlu isen, kendini aşağıya at! o meleklerine emr edecek, seni elleri üzerinde taşıyacaklardır dedi. isa, şeytana dedi. sonra bir dağ başına götürüp, dedi. isa şeytana, def ol, karşımdan çekil. yalnız rabbe secde edilir, yalnız ona ibadet edilir dedi. markosun birinci babının onikinci ve daha sonraki ayetlerinde, ruh, isayı çöle sevk etdi ve şeytan tarafından imtihan olunarak kırk gün çölde kaldı. vahşi hayvanlarla beraber idi. melekler de ona hizmet ediyorlardı demekdedir. burada, şeytanın imtihan şekli ve kırk gün kırk gece oruc tutduğuna dair bir söz yokdur. mattanın yirmialtıncı babının altıncı ve yedinci ayetlerinde, isa, beytanyada cüzzamlı sem'unun evinde bulunup, sofrada oturur iken, bir kadın, beyaz mermer bir kap içinde, pek kıymetli, bir yağ ile geldi. onun başı üzerine dökdü demekdedir. markosun ondördüncü babının üçüncü ayetinde, isa, beytanyada cüzzamlı sem'unun evinde oturur iken, bir kadın beyaz mermer bir kabda çok pahalı halis nardin yağı ile geldi. kabı kırıp, onun başı üzerine dökdü demekdedir. luka incilinin yedinci babının otuzaltı ve daha sonraki ayetlerinde yazıldığına göre, ferisilerden biri, beraber yemek yimek için isaya rica etdi. o da ferisinin evine girdi ve sofraya oturdu. o şehrde bulunan günahkar bir kadın ferisinin evinde hazreti isanın sofrada oturduğunu haber alınca, ak mermer bir kab içinde kıymetli bir yağ getirdi ve ayaklarının yanında, arkasında durup, ağlıyarak ayaklarını göz yaşı ile ıslatmağa başladı. kendi saçıyla silerek ayaklarını öpüp, yağı ayaklarına sürdü. isa bunun üzerine onun günahlarını afv etdi demekdedir. yuhanna incilinin onikinci babında ise, bu keyfiyyet şöyle yazılıdır: isa, fısıhdan altı gün evvel beytanyaya geldi. isanın aleyhisselam ölülerden kaldırdığı lazarus orada idi. orada isaya ziyafet verdiler. lazarusun kız kardeşi meryem bir litre, çok kıymetli halis nardin yağı alıp, isanın ayaklarına sürdü. daha sonra saçı ile ayaklarını sildi. yuhannanın birinci babının ondokuz, yirmi ve yirmibirinci ayetlerinde diyor ki, yehudiler, yahyaya sen kimsin diye kendisine sormak için kahinlerle haber gönderdikleri zeman, yahya, ben mesih değilim dedi. öyle ise sen kimsin, ilya mısın? dediklerinde, yahya, ilya ben değilim dedi. matta incilinin onbirinci babının ondördüncü ayetinde ise, isa aleyhisselam, yahya için halka hitaben: dedi. yine mattanın onyedinci babının on, onbir, oniki ve onüçüncü ayetlerinde, hazreti isaya şakirdleri sorup dediler: öyle ise, niçin, yazıcılar: önce ilya gelmelidir diyorlar? isa aleyhisselam cevabında onlara: evet, ilya gecevab veremedi lip, her şeyi yeniden tanzim eder. fekat, ben size derim ki: ilya zaten gelmişdir. fekat onu tanımadılar. ona, her istediklerini yapdılar. aynı şeklde böylece insanoğlu da onlardan elem çekecekdir. şakirdler, isanın bu sözü kendilerine vaftizci yahya için söylediğini, o zeman anladılar demekdedir. işte şu son ibareden anlaşılan, yahya va'd edilen, beklenilen ilyadır. yuhanna ve matta incillerine göre, yahya aleyhisselam ile isa aleyhisselamın sözleri birbirine zıd olmakdadır. çünki, yuhanna incilinde, yahya aleyhisselam kendisinin ilya olmadığını bildirmişdir. yehudilerin, isa aleyhisselamı kabul etmeme sebeblerinden biri de ondan önce ilyanın gelmesini beklemeleridir. buradaki zıdlık güneş gibi meydandadır. luka incilinin birinci babında zekeriyya aleyhisselama hazreti yahyayı müjdeleyen melek, yahyanın vasflarını beyan ederken, onyedinci ayetinde, demişdir. bu ayet yukarda bildirdiğimiz matta ayetlerine muhalifdir. çünki, yahyanın kendisinin hem ilya olması, hem de ilyanın hikmet ve fazileti ile muttasıf olması mümkin değildir. lukanın dördüncü babının yirmidört, yirmibeş ve yirmialtıncı ayetlerinde, isa dedi ki: gerçekden size derim ki, ilyanın günlerinde sema üç yıl altı ay kapanıp, bütün yeryüzünde büyük kıtlık olduğu zeman, israilde çok dul kadın vardı. fekat ilya onlardan hiç birine gönderilmedi. yalnız sayda diyarında, sarepdayada bir dul kadına gönderildi demekdedir. bu ahval yahya aleyhisselam zemanında olmadığından, matta rivayetine muhalifliği, zıdlığı ortadadır. çünki, matta incilinde yahya aleyhisselamın isa aleyhisselam ile aynı zemanda yaşadığı ve onun ilya olduğu bildirilmekdedir. halbuki luka incilinde bildirilen semanın üç yıl altı ay kapalı kalması, isa aleyhisselam ve ilya diye bildirilen vaftizci yahya zemanında olmamışdır. lukanın dokuzuncu babının elliüç ve ellidördüncü ayetlerinde, gelirken, samiriyyeliler isayı kabul etmediler. şakirdlerinden ya'kub ile yuhanna bunu görünce isaya hitab ederek, yarab, ister misin gökden ateş insin ve onları helak etsin diye emr edelim dediler demekdedir. buradan da anlaşılıyor ki, isa aleyhisselamın havarileri dahi, ilyanın kendilerinden daha önce yaşadığını ve yahyanın, ilya olmadığını biliyorlar idi. bu da mattanın rivayetine zıddır. matta incilinin yirmibirinci babının birinci, ikinci ve üçüncü ayetlerinde, isa aleyhisselamın oradaki bir köye, iki şakirdini göndererek, bağlı bir merkeb ile yanında olan sıpasını getirmelerini emr etdiği yazılıdır. diğer inciller, merkebi söylemeyip, sadece bir sıpa getirmesini emr etdiğini yazmakdadırlar. markosun birinci babının altıncı ayetinde: yahyanın, çekirge ve yaban balı yidiğini yazmakdadır. matta ise, onbirinci babının onsekizinci ayetinde, yahyanın yimediğini ve içmediğini yazmakdadır. mattanın üçüncü babının ondört ve onbeşinci ayetlerinde diyor ki, isa, celileden erdene, yahyanın yanına, vaftiz olunmak için gelince, yahya: ben senin tarafından vaftiz olunmağa muhtacım. sen bana mı geliyorsun? diyerek, isayı men etdi. fekat, isa ona cevab verip: bırak şimdi. çünki, her salahı böylece yerine getirmek, bize lazımdır dedi. o zeman yahya onu bırakdı. sonra isa, yahyadan vaftiz olunarak sudan çıkdı. ve ona semavat açıldı. allahın ruhunun güvercin gibi inip üzerine geldiğini gördü. ve sevgili oğlum işte budur. ondan razıyım, sesi işitildi demekdedir. yine mattanın onbirinci babının ikinci ve üçüncü ayetlerinde: , o gelecek olan zat sen misin, yoksa başkasını mı bekliyelim? dedi demekdedir. yahya aleyhisselam zindandan çıkmayıp, orada katl edildi. yahyanın aleyhisselam, isa aleyhisselamı vaftiz etmesi zindana girmesinden önce olmuşdu. mattaya göre yahya aleyhisselam, isa aleyhisselamı vaftizden önce biliyordu. demişdi. fekat onbirinci babda ise, yahya aleyhisselam zindanda iken, isa aleyhisselamın mesih olduğunu bilmezdi diyerek, bildirilmekdedir. halbuki yahya aleyhisselam bu zindandan çıkamayıp, hirodes tarafından şehid edildi. matta bunu, ondördüncü babda kendisi de zikr etmekdedir. buna göre, üçüncü babdaki ayetler ile onbirinci babdaki bu hususdaki ayetler birbirini yalanlamakdadır. yuhanna incilinde ise bu bahs, temamen başka bir şeklde anlatılmışdır. birinci babın otuzikinci ve otuzüçüncü ayetlerinde, yahya şehadet edip dedi ki: ben ruhun semadan, güvercin gibi indiğini gördüm. ruh onun, üzerinde kaldı. ben onu bilmezdim. fekat, su ile başkalarını vaftiz etmek için beni gönderirken bana dedi: ruh kimin üzerine inip kaldığını görürsen, ruhülkuds ile vaftiz eden odur demekdedir. bu rivayete göre yahya, isa aleyhisselamı önceden bilmiyordu. ruh indiği zeman bildi. bu rivayet, yukarda bildirdiğimiz, mattanın birinci babının onüç, ondört ve onbeşinci ayetlerine zıddır. yuhanna incilinin beşinci babının otuzbirinci ayetinde, isa aleyhisselam der ki: . üçüncü babının onbirinci ayetinde yine, isa aleyhisselam der ki: bu iki cümle arasında tenakuz muhakkakdır. matta incilinin onuncu babının yirmiyedinci ayetinde, demekdedir. lukanın onikinci babının üçüncü ayetinde ise: karanlıkda söylediğiniz herşey, aydınlıkda işitilir. gizli olarak kulağa söylediğiniz şeyler damlar üzerinde i'lan edilir demekdedir. görülüyor ki, söz tek bir kaynakdan alınmış, fekat sonradan tahrif edilmiş, değişdirilmişdir. matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmibir ve daha sonraki ayetlerinde: hazreti isa, havarilerle yemek yirken, onlara hitaben, sizden biri beni ele verecekdir dedi. onlar da çok üzülüp, her biri ona: ey efendimiz, o kimse ben miyim? demeğe başladı. hazreti isa onlara; benim ile beraber elini sahana batıran beni ele verecekdir, dedi. onu ele veren yehuda; ey muallim ben miyim dedi. hazreti isa ona: söylediğin gibidir dedi. yuhanna incilinin onüçüncü babının yirmibir ve daha sonraki ayetlerinde ise diyor ki, hazreti isa sofrada şakirdlerine bu sözleri söyledikden sonra, ruhu çok sıkıldı: doğrusu size derim ki, sizden biriniz beni ele verecekdir, dedi. şakirdler, kimin hakkında söylediğinde şübhe ederek birbirlerine bakıyorlardı. içlerinden petrus, mesihin en çok sevdiği talebesine, o adamın kim olduğunu isadan sorması için işaret etdi. o da sordu. hazreti isa cevabında: lokmayı batırıp kendisine vereceğim kim ise, odur dedi. ve lokmayı batırdıkdan sonra yehudaya verdi. bu iki rivayet arasındaki fark ortadadır. mattanın yirmialtıncı babında, yehudilerin, hazreti isayı nasıl yakalayıp habs etdiklerini anlatırken, kırksekizinci ayetinden i'tibaren diyor ki, yehuda, isayı yakalamak için me'mur olanlara: ben kimi öpersem onu tutun diye işaret vermişdi. hemen isanın yanına gelip; selam sana ey muallim diyerek onu öpdü. isa da ona, arkadaş niçin geldin dedi. o zeman me'murlar yaklaşıp tutdular. yuhannanın onsekizinci babının üçüncü ve daha sonraki ayetlerinde ise diyor ki: bağçeye geldiler. isa da, başına gelecek bütün şeyleri bilerek çıkıp, onlara; kimi arıyorsunuz, dedi. nasıralı isayı diyerek, cevab vermeleri ile isa onlara; benim dedi. onu ele veren yehuda da onlarla beraber duruyordu. isanın bu cevabından, onlar gerileyip yere düşdüler. tekrar isa onlara: kimi arıyorsunuz diye sordu. onlar: nasıralı isayı dediler. hazreti isa cevab verip, ben olduğumu size söyledim. şimdi beni arıyorsanız, bunları salıverin gitsinler, dedi. bu iki rivayet arasındaki ihtilaf ortadır. petrusun, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etmesi hususunda, incillerin arasında pek çok ihtilaflar vardır. matta incilinin yirmialtıncı babının, altmışdokuz ve daha sonraki ayetlerinde diyor ki: gelip: sen de celileli isa ile beraber idin dedi. fekat o herkesin önünde inkar edip, senin söylediğin kimseyi ben bilmem dedi. avlu kapısına çıkınca, bir başka hizmetci kız onu görüp, orada bulunanlara: bu nasıralı isa ile beraber idi, dedi. o da, ben o adamı bilmem diye yemin ederek, tekrar inkar etdi. biraz sonra orada duranlar gelip, petrusa: gerçek sen de onlardansın. çünki söyleyişin de seni bildiriyor dediler. o zeman petrus la'net ve yemin ederek başlayıp; ben o adamı bilmiyorum dedi. o anda horoz ötdü. petrus da isanın: horoz ötmeden önce üç kerre beni inkar edeceksin dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. markos incilinin ondördüncü babının altmışaltı ve yetmişikinci ayetleri arasında ise, petrus aşağıda, avluda iken başkahinin cariyelerinden biri gelip, petrusu ısınırken gördü ve ona bakıp: sen de nasıralı isa ile beraber idin dedi. fekat o inkar edip, senin söylediğini ben bilmiyorum ve anlamam dedi ve hariçdeki dehlize çıkdı ve horoz ötdü. cariye ise, yine onu gördü ve orada duranlara: bu da onlardandır demeğe başladı. fekat, o yine inkar etdi. biraz sonra tekrar orada duranlar petrusa: gerçekden sen onlardansın. zira sen celilelisin dediler. o ise, la'netle, dediğiniz adamı tanımıyorum diye yemin etmeğe başladı ve horoz ikinci def'a ötdü. petrus, isanın horoz ötmeden evvel üç kerre beni inkar edeceksin dediğini hatırladı ve ağlamağa başladı demekdedir. luka incilinin, yirmiikinci babının ellibeşinci ayeti ve devamında diyor ki: avlunun ortasında ateş yakıp oturdukları zeman, petrus da aralarında idi. bir cariye onu ateş yanında görünce, ona dikkat ile bakıp, bu da onunla beraber idi dedi. fekat o, inkar edip, ey kadın, ben onu tanımam dedi. biraz sonra başka birisi onu görüp, sen de onlardansın dedi. fekat petrus: ey adam, değilim dedi. bir saat kadar sonra bir başkası: gerçekden bu adam onunla beraber idi. zira celilelidir diye ısrar etdi. fekat petrus: ey adam, senin söylediğini bilmem. henüz söz söylemekde iken horoz ötdü ve rab dönüp petrusa bakdı. petrus, rabbin kendisine, bugün horoz ötmeden önce sen beni üç kerre inkar edeceksin dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. yuhanna incilinin onsekizinci babının yirmibeşinci ve daha sonraki ayetlerinde ise, petrus orada durup ısınırken, ona hitaben: sen de onun şakirdlerinden değilmisin? dediler. o inkar edip; değilim dedi. petrusun kulağını kesmiş olduğu adamın akrabalarından ve başkahinin hizmetcilerinden biri: ben seni bahçede onunla beraber görmedim mi? dedi. petrus yine inkar etdi ve hemen horoz ötdü demekdedir. bu dört çeşid rivayetde ne gibi ihtilaflar olduğu akl sahiblerine açıkdır. luka incilinin yirmiikinci babının otuzaltıncı ayetinde, hazreti isa yakalanacağı gün, havarilere hitaben: dedi. otuzsekizinci ayetinde, havariler hazreti isaya işte burada iki kılıç var dediler. isa da onlara: kifayet eder dedi. kırkdokuz, elli, ellibir ve elliikinci ayetlerinde, onun etrafında olanlar vaki' olacakları görünce: yarab kılıçla vuralım mı? dediler. hatta onlardan biri başkahinin hizmetcisine vurup sağ kulağını kesdi. isa cevab verip: bırakın bu kadar yetişir dedi ve onun kulağına dokunup şifa verdi demekdedir. halbuki diğer üç incilde kılıç satın almak ve sonra hizmetcinin kesilen kulağına şifa vermek gibi kısmlar yokdur. matta incilinin yirmialtıncı babının ellibirinci ve daha sonraki ayetlerinde, o esnada isa ile beraber olanlardan, şakirdlerden birisi kılıcını çekdi ve başkahinin hizmetcisine vurup kulağını düşürdü. o zeman isa ona dedi ki: kılıcını yerine koy. çünki kılıç çekenler, kılıç ile helak olur. yoksa ben babama rica etsem, şimdi bana oniki alaydan ziyade melekler göndermesi mümkin değil mi zan edersiniz. fekat böyle olması gerekdir diye yazılanlar, o vakt nasıl yerine gelirdi? demekdedir. halbuki diğer incillerde, bu ma'nevi askerlerden, meleklerden hiç birşey yokdur. matta, markos, luka incillerinde, isa aleyhisselam çarmıha gerilmek için götürülürken, karinalı şem'un isminde bir kimseye haçı taşıtdılar. matta, bab yirmiyedi, ayet otuziki, markos, bab onbeş, ayet yirmibir. luka bab, yirmiüç, ayet yirmialtı. yuhanna ise, ondokuzuncu babın, onyedinci ayetinde, hazreti isanın kendi haçını yüklenerek kendinin taşıdığını yazmakdadır. matta ve markosun yazdıklarına göre, isa aleyhisselamla beraber asılan mücrimlerden iki kişi ona söverler idi. luka incilinde ise; demekdedir. isa aleyhisselamın kıyamı hakkında dört incilde yazılanlar da birbirine zıddır. bunların birer birer anlatılması, okuyanları yoracağından, herbir incilin tenakuz olan ayetlerini, ibret alacak kimselerin görmesi için hülasa olarak yazalım: matta incilinin yirmiyedinci babının elliyedinci ve daha sonraki ayetleri: isanın çarmıh üzerinde vefatı gününün akşamı arimetalı, isanın talebelerinden yusüf adlı zengin bir adam geldi ve pilatusa gidip, isanın cesedini istedi. o zeman pilatus, verilsin diye emr etdi. yusüf cesedi alıp, onu temiz bir keten bezine sarıp, kayada oydurmuş olduğu kendi mezarına koyup, mezarın kapısına büyük bir taş yuvarlayıp gitdi. mecdelli meryem ile diğer meryem orada bulunup, mezarın karşısında oturuyorlardı. ertesi gün, cumartesi günü başkahinler ile ferisiler, pilatusun yanına toplandılar. pilatusa, isa için: o sağlığında üçgün sonra kıyam ederim, kalkarım demişdi. şimdi üç güne kadar mezarının hıfz edilmesini emr et ki, şakirdleri geceleyin gelip, onu çalarak, halka: o ölülerden kıyam etdi demesinler. sonraki sapıklık, evvelkinden fena olur, dediler. pilatus da onlara: sizin muhafızlarınız vardır. gidin bildiğiniz gibi sağlam hıfz edin dedi. onlar da gidip taşı mühürliyerek, muhafızlar ta'yin ederek hıfz etdiler ve sebtin sonunda haftanın birinci günü tan yeri ağarırken, mecdelli meryem ile diğer meryem, kabri görmeğe geldiler. çok şiddetli bir zelzele oldu. zira rabbin bir meleği gökden indi ve taşı kapıdan yuvarlayarak üzerine oturdu. ondan korkularından muhafızlar titreşip ölü gibi oldular. melek kadınlara hitaben: siz korkmayın. zira haça gerilmiş isayı aradığınızı biliyorum. o burada değildir. zira söylediği gibi kıyam etdi. gelin yatdığı yere bakın ve çabuk gidip şakirdlerine haber verin. o sizden evvel celileye gidiyor. onu orada göreceksiniz. işte ben size söyledim, dedi. onlar da hemen akabinde korkarak ve büyük bir sevinçle kabrden çıkıp şakirdlere haber vermeğe koşdular. fekat yolda isa onlara karşı çıkıp: selam size dedi. onlar da, yanına gelip ayaklarına kapanıp secde etdiler. o zeman isa onlara: korkmayın. gidip, kardeşlerime haber verin. celileye gitsinler. beni orada görecekler, dedi. bekçilerden ba'zıları şehre gelip, vaki' olan şeyleri başkahinlere anlatdılar. onlar da, ihtiyarlarla toplanıp müşavere etdikden sonra, bekçilere çok para verdiler ve onlara dediler ki: biz uyurken onun şakirdleri geceleyin onu çaldılar deyiniz. bekçiler paraları alıp, kendilerine öğretildiği gibi yapdılar ve bu söz ta bugüne kadar yehudiler arasında yayılmışdır. fekat onbir şakird isanın onlara haber verdiği dağa vardılar ve gördükleri zeman ona secde etdiler. fekat ba'zıları şübhe etdiler. isa yanlarına geldi ve gökde ve yerde bütün hakimiyyet bana verildi. şimdi siz gidip bütün milletleri baba, oğul ve ruhülkudsün ismine vaftiz ediniz ve yapdığım vasiyyetlerime uymağı onlara öğretiniz dedi şeklindedir. markos incilinin onbeşinci babının, kırkiki ve daha sonraki ayetlerinde ve onaltıncı babında ise: isanın haça gerildiği cum'a günü henüz akşam olmamışdı. yehudilerin meclis azasından i'tibarlı bir kimse olan ve kendisi allahın melekutunu bekliyen arimetalı yusüf isminde bir zat geldi ve cesaret ile pilatusa giderek, isanın cesedini istedi. o da müsaade etdi. yusüf de, isayı indirip keten bezine sardı. onu kayada oyulmuş kabre koydu ve kabrin kapısına bir taş yuvarladı. mecdelli meryem ve ya'kubun annesi meryem de, onun konulduğu yeri görüyorlardı. sebt günü geçince, mecdelli meryem ve ya'kubun annesi meryem ile salome gelip, ona sürmek için buhur satın almışlardı. haftanın ilk günü güneş doğarken mezara gelip, birbirlerine mezarın kapısından taşı kim yuvarlıyacak derlerdi. fekat taşı yuvarlanmış gördüler. mezara girince beyaz, uzun elbise giymiş bir genci sağ tarafda oturuyor gördüler. pek korkdular. o da onlara: korkmayın! siz çarmıha gerilmiş olan nasıralı isayı arıyorsunuz. o kıyam etdi. burada değildir. işte onu koydukları yer. fekat siz gidin, onun şakirdlerine ve petrusa söyleyin: o sizden önce celileye gider. size dediği gibi onu orada göreceksiniz dedi. onlar da kabrden çıkıp kaçdılar. kendilerini titreme ve hayret almışdı. kimseye bir şey söylemediler, çünki korkuyorlardı. isa haftanın ilk gününde sabah erkenden kıyam etdiği zeman ilk önce kendisinden yedi cin çıkarmış olduğu mecdelli meryeme göründü. o da gidip, daha önce onunla beraber bulunmuş ve hala ağlayıp matem tutmakda olanlara haber verdi. onlar isanın dirildiğine inanmadılar. sonra bir köye giderlerken onların ikisine başka şeklde göründü. onlar da gidip diğerlerine haber verdiler. bunlara da inanmadılar. sonra sofrada oturan onbir kişiye göründü. imansızlıkla katılaşmış kalbleri ve kendisinin kıyam etmiş olduğunu görenler, inanmadıkları için onlara: bütün dünyaya gidin, her mahluka va'z ediniz ve iman edip vaftiz olunanın halas olacağını müjdeleyiniz dedi. rab onlara böyle söyledikden sonra göke kaldırıldı ve allahın sağına oturdu demekdedir. luka incilinin yirmiüçüncü babının ellinci ve daha sonraki ayetleri ve yirmidördüncü babında ise: ve işte meclis azasından, yehudilerin arimeta şehrinden olan, yusüf isminde salih ve sadık ve allahın melekutunu bekliyen iyi bir adam vardı. bu zat onların meşveretlerine ve işlerine razı olmamışdı. pilatusa gidip isanın cesedini istedi. onu indirip bir keten bezine sardı. kayada oyulmuş ve içine hiçbir kimse konulmamış bir kabre koydu. o gün cum'a idi. celileden onunla beraber gelmiş kadınlar da, onun arkasından gitdiler. mezara vardılar ve cesedin mezara nasıl konulduğunu gördüler ve dönüp buhurlar ve kıymetli hoş kokulu yağlar hazırlayıp, emr mucibince, sebt günü istirahat etdiler. fekat haftanın ilk gününde, seher vakti mezara gelip, hazırladıkları buhurları da getirdiler. yanlarında başka kimseler daha vardı. taşı yuvarlanmış buldular ve içeri girdiklerinde isanın cesedini bulamadılar. onlar bundan dolayı şaşkın iken, nurani elbiseler ile iki adam yanlarında durdu. onlar da korkularından yüzlerini yere eğmiş oldukları halde adamlar onlara: o burada değildir. kıyam etmişdir. celilede iken kendisinin sizlere söylediği şeyleri hatırlayın dediler. bunlar mezardan dönüp bütün bu şeyleri onbirlere ve başkalarına anlatdılar. bunları resullere söyleyenler mecdelli meryem, yoanna ve ya'kubun anası meryem ve onlarla beraber olan diğer kadınlar idi ve onların sözlerine inanmadılar. fekat petrus kalkıp kabre koşdu ve eğilip, kefenini boş görerek şaşırıp evine gitdi. onlardan ikisi o gün orişilimden altmış ok atımı mesafede olan emmaus denilen bir köye gidiyorlardı. olan bütün bu işleri konuşuyorlardı. ve vaki' oldu ki, onlar konuşurlarken ve birbirlerine sorarlarken, isa bizzat kendisi yaklaşıp onlar ile beraber yürüdü. fekat onların gözleri tutulup onu tanıyamadılar. isa onlarla yürürken, üzülerek birbirinizle konuşduğunuz sözler nedir? dedi. onlardan kleopas ismli birisi cevab verdi: orişilimde misafir olup, bu günlerde olanları duymayan yalnız sen misin? onlara: hangi şeyler? dedi. onlar kendisine: allahın ve bütün halkın sözde ve fi'lde kudretli bir peygamberi olan nasıralı isaya dair şeyleri. onu nasıl çarmıha gerdiler. bizler ise, israili kurtaracak odur zan ediyorduk ve bunlar olalı bugün üçgün oluyor. bizden ba'zı kadınlar seher vakti mezara gidip onun cesedini bulamamakla beraber meleklerin gelip: isa diridir diye söylediklerini haber vererek bizi şaşkına çevirdiler. bizlerden ba'zıları da mezara gidip kadınların söyledikleri gibi buldular. fekat kendisini göremediler, dediler. ve isa onlara: ey aklsızlar, peygamberlerin bütün söylediklerine kalbleri geç inananlar! mesihin bunları çekip kendi izzetine girmesi vacib değilmiydi? dedi. o zeman, musa ile bütün peygamberlerden başlıyarak, bütün kitablarda kendinin hakkında yazılmış olanları onlara açıkladı. varacakları köye yaklaşdıklarında kendisi daha uzak yere gidecekmiş gibi yapdı. onu zorladılar: bizimle beraber kal, zira akşam yakın, zaten gün bitmek üzeredir, dediler. onlarla beraber kalmak için içeri girdi. onlarla beraber sofraya oturduğunda, ekmeği alıp bereket düasını okudukdan sonra, ekmeği parçalayarak onlara verdi. ve onların gözleri açıldı, onu tanıdılar. kendisi onlara görülmez oldu. birbirleriyle konuşarak: yolda o bizimle konuşurken ve kitabları bize tefsir ederken, kalbimiz içimizde yanmaz mıydı? dediler. ve hemen orşilime döndüler. onbirleri ve onlarla beraber olanları toplanmış buldular ve: rab gerçekden kıyam etmişdir ve sem'una göründü diyorlardı. onlar da yolculukda vaki' olanları ve ekmeği parçalamasını, onu tanıdıklarını anlatdılar. şimdi onlar bunları söylerken, isa bizzat kendisi ortada durup onlara selam verdi. onlar ise şaşırarak bir ruh gördüklerini zan etdiler. o da onlara: niçin ızdırab çekersiniz ve kalblerinizde niçin şübhe var? ellerim ile ayaklarıma bakın, ben bizzat kendimim. bana ellerinizi sürün, bende et ve kemik var, ruhda ise yokdur dedi. bunu söyleyip onlara kendi el ve ayaklarını gösterdi. onlar da sevinçlerinden henüz inanamayıp hayretde iken: burada yiyecek bir şeyiniz var mı? dedi. kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. alıp onların yanında yidi: onları beyti unya karşısına kadar çıkardı. ellerini kaldırıp onları mubarek kıldı ve o esnada ayrılıp göğe kaldırıldı demekdedir. yuhanna incilinin ondokuzuncu babının, otuzbirinci ve daha sonraki ayetlerinde ve bablarında ise: cesedlerin kaldırılması için pilatusa yalvardılar. o vakt askerler gelip, ikisinin bacaklarını kesdiler. fekat isanın öldüğünü görünce bacaklarını kesmediler. fekat askerlerden biri onun böğrüne bir mızrak sokup, akabinde kan ile su çıkdı. bundan sonra arimetalı olup, yehudilerden korkduğundan kendisini gizliyen isanın şakirdi yusüf; isanın cesedini kaldırdı. önceleri isaya geceleyin gelen nikodimos da gelip, yüz litre kadar karışık mürrı safi denilen hoş kokulu bir zamk ve ud ağacı getirdi. onu yehudilerin adeti üzere buhurlıyarak kefenlere sardılar. çarmıha gerildiği yerde bir bağçe olup, bağçede henüz kimsenin konmadığı bir kabr var idi. yehudilerin hazırlık günü olduğu için isayı oraya koydular. çünki kabr yakındı. bab. haftanın ilk gününde daha karanlık iken, sabahleyin mecdelli meryem kabre geldi, taşı kabrden kaldırılmış gördü. hemen koşup sem'un petrus ve isanın sevdiği şakirde geldi ve onlara: rabbi kabrden kaldırmışlar ve onu nereye koymuşlar bilmiyoruz dedi. petrus ile o şakird çıkıp kabre doğru gitdiler. ikisi de beraberce koşdular. fekat diğer şakird petrusdan evvel, kabre geldi ve içeri bakdı. kefenleri yere konmuş gördü ise de, içeriye girmedi. arkasından petrus gelip kabrin içine girdi. kefenleri yere bırakılmış, isanın başında olan başörtüsü de kefenlerle beraber bırakılmamış, ayrıca bir yerde sarılmış gördü. o zeman diğer şakird de girip, gördü ve inandı. zira isa ölülerden kıyam etmesi lazımdır yazısını henüz bilmiyorlardı. sonra bu şakirdler evlerine gitdiler. fekat meryem kabrin yanında durup ağlıyordu. kabrin içine eğilip bakdığında; isanın cesedinin yatdığı yerde, biri başında diğeri ayağında, beyazlar giyinmiş iki meleği oturuyor gördü. onlar kendisine: ey kadın niçin ağlıyorsun? dediler. o da onlara: çünki rabbimi kaldırmışlar ve onu nereye koyduklarını bilmediğim için ağlıyorum dedi. bunu söyledikden sonra arkasına dönünce, isayı duruyor gördü ve isa olduğunu bilmiyordu. isa ona: ey kadın niçin ağlıyorsun? kimi arıyorsun? dedi. o da onu bahçıvan zan edip, ona: ey efendi, eğer sen onu götürdün ise nereye koyduğunu bana söyle. ben de kaldırıp götüreyim dedi. isa ona: ey meryem! dedi. o da dönüp, ey muallim dedi. isa ona: bana dokunma; çünki ben daha babamın yanına çıkmadım. fekat kardeşlerime git ve onlara söyle. benim babam ve sizin babanız, benim allahım ve sizin allahınızın yanına çıkıyorum dedi. mecdelli meryem, şakirdlere gelip, rabbi gördüm şunları söyledi diye haber verdi. o gün haftanın ilk günü, akşam olunca yehudilerin korkusundan şakirdlerin toplandıkları yerin kapıları kapalı bulunduğu halde isa gelip, ortada durup selam verdi. kendinin ellerini ve böğrünü gösterdi. şakirdleri ise rabbi görmekle sevindiler. isa onlara tekrar selam verdi: baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum, dedi. bunları söyledikden sonra, üzerlerine üfürüp: işte, ruhülkudsü alın. her kimin günahlarını afv ederseniz onlar afv olunur. ve kimin günahlarını alıkoyarsanız , onlar alıkonur, dedi. fekat onikilerden biri olan toma, isa geldiği zeman onlarla beraber değildi. şakirdler ona: biz rabbi gördük dediler. onlara cevaben: eğer ben ellerindeki çivilerin yerini görmezsem ve çivilerin yerine parmağımı koymazsan böğrüne de elimi koymazsan inanmam dedi. sekiz gün sonra şakirdler yine aynı yerde bulunuyorlardı. toma da onlarla beraber idi. kapılar kapalı iken isa gelip, ortada durup selam verdi. ondan sonra tomaya: parmağını buraya koyup, ellerime bak ve elini böğrüme sok. imansız olma, imanlı ol dedi. daha sonra: petrus ile şakirdlerden ba'zıları taberiyye gölünde balık tutmak için kayığa bindiler. o gece birşey tutamadılar. sabah olunca isa deniz kenarında duruyordu. fekat şakirdleri onun isa olduğunu bilmiyorlardı. isa onlara: çocuklar, bir yiyeceğiniz var mı? dedi. ona: hayır cevabını verdiler. o da onlara: ağı kayığın sağ tarafına atın, bulursunuz dedi. ağı bırakdıklarında, balıkların çokluğundan artık ağı çekemiyorlardı. o vakt isanın sevdiği şakird, petrusa: bu rabdir dedi. petrus da bunu işitince soyunmuş iken giyinip, denize atladı. diğer şakirdler balık ağını çekerek kayık ile kenara geldiler. karaya çıkdıkları zeman orada kömür ateşi ve üstünde konulmuş balık ve ekmek gördüler. isa onlara: şimdi tutduğunuz balıklardan getirin dedi. petrus kayığa binip yüzelliüç büyük balıkla dolu ağı karaya çekdi ve bu kadar çok olduğu halde ağ yırtılmadı demekdedir. bunlar, dört değişik rivayetdir. birbirlerinden çok farklıdır. hıristiyanlık inancının üzerine bina edildiği temel olan bu dört incil, bu şeklde çeşidli ihtilaflar ile doludur. az bir dikkat ile, bir rivayetin diğer rivayete zıd olduğu fark ediliyor. bundan başka birinin nakl etdiği bir madde, diğerlerinde bulunmuyor. incillerdeki tenakuzlar ve ihtilaflar yalnız isa aleyhisselamın kıyamı hakkında olmayıp, diğer bütün hususlarda da hal böyledir. ittifakla bildirdikleri pek az şey vardır. mesela, isa aleyhisselamın, veladet şekli, hirodesin çocukları öldürtmesi, doğudan kahinlerin gelmesi, isa aleyhisselamın çocukluğunda mısra gitmesi, nasıralıların isa aleyhisselamı red etmeleri, yüzbaşının hasta hizmetcisini iyi etmesi, hakimin vefat eden kızını diriltmesi, talebelerine kılıç satın almalarını tenbih etmesi, çeşidli nasihatleri ve misalleri, isa aleyhisselamın çarmıhda iken, ey allahım; ey allahım! beni niçin terk etdin, diye çağırması, haçını taşıması, kabrinde muhafız, bekçi beklemesi, emvat arasından kalkıp şakirdlerine çeşidli suretlerde görünmesi gibi pek çok şeyler, ba'zılarında var, ba'zılarında yokdur. yuhannaya aid olan dördüncü incil, diğer üç incilin şekl ve tarzında olmayıp, diğerlerinden temamen farklı bir yol ta'kib eder. ikinci babında anlatılan isa aleyhisselamın bir ziyafetde annesini tahkir ederek suları şeraba çevirmesi, dördüncü babında; kuyu başında bir kadınla konuşması, beşinci babında beyti hüda havuzu yanında otuzsekiz yıldan beri yatan bir hastayı iyi etmesi, altıncı babında, mesihin kendi eti ve kanı üzerinde yehudilerle yapdığı münakaşa , sekizinci babında, zina eden kadını muhakemesi ve mesihin aslı ve nesebi hususunda yehudilerle yapdığı konuşmalar, dokuzuncu babında, bir körün tükrüğü ile yapdığı çamuru gözlerine sürerek gözlerini açıp siloam havuzuna yıkanmağa gönderdiği ve onun üzerine ferisilerin çeşidli teşebbüsleri ve isa aleyhisselam ile çekişmeleri, onuncu babında, yehudilerin isa aleyhisselamı taşlamağa başlamaları ve onlarla geçen, uluhiyyeti hususundaki konuşmalar, onbirinci babında, luazeri diriltmesi, onikinci babında, isa aleyhisselamın ayaklarının yağ ile yıkanması, ondördüncü babında, filupus ve yehuda ile konuşmaları, onyedinci babında, isa aleyhisselamın garib bir şeklde münacatı , ondokuzuncu babında, çarmıha gerildiğinde göğsüne takılan yaftanın ibranice, latince ve yunanca yazılmış olması ve haçının yanında kendi annesi meryem ile annesinin kız kardeşi , eklaviya nın zevcesi meryem ve mecdelli meryem dururlarken, isa annesini sevdiği şakirdin yanında görünce, yirmialtıncı ve yirmiyedinci ayetlerinde annesine: ey kadın, işte oğlun. sonra şakirdine döndü: işte annen demesi, çarmıhda iken böğrüne mızrak sokulması, çarmıhın bağçeye dikilmiş olması, isa aleyhisselamın kabrden kalkıp mecdelli meryeme: demesi ve üç kerre şakirdlerine başka başka yerlerde görünmesi gibi daha pek çok hususlar, matta, markos ve luka incillerinden hiç birinde yokdur. matta, markos ve luka incillerinde bulunan pek çok misaller, yuhanna incilinde yokdur. ki, hıristiyan dininin esas inançlarından biridir. üç incilde vardır. fekat yuhannada yokdur. işai rabbani, akşam yemeği demekdir. matta incilinin yirmialtıncı babının yirmialtıncı ayetinde, markosun ondördüncü babının yirmiikinci ayeti ve devamında ve lukanın yirmiikinci babının ondokuzuncu ayetinde anlatılan, dediği için, kiliselerde papazların bir ekmek üzerine düa okuyunca, bu ekmeğin isa aleyhisselamın eti olacağı, ekmeği parçalara ayırınca isa aleyhisselamın kurban edilmiş olacağı ve bir tasdaki şeraba okuyunca, bunun isa aleyhisselamın kanı olacağı ve ekmek parçalarını alıp şeraba batırarak yiyenlerin, tanrı ile birleşmiş olacakları inancıdır. bu husus, kitabımızın dokuzuncu maddesinde izah edilmişdir. petrusun isa aleyhisselama doğru, su üzerinde yürümesi, balığın ağzında akça, para bulunması, pilatusun hanımının rü'yası, isa aleyhisselamın kıyamında bütün azizlerin mezarlarından kalkması, isa aleyhisselamın kabri başına muhafızların konulması ve diğer ba'zı hususlar, sadece matta incilinde bulunup, diğer incillerde yokdur. dört incilin birçok mes'elelerde bir diğerine zıd ve muhalif olmasından başka, her incilin içinde de birbirinden ayrı ve birbirini nakz eden nice mes'eleler de vardır. buna misal olarak: matta incilinde isa aleyhisselam oniki havariyi ilk def'a, dine da'vet için vazifelendirip gönderdiğinde, putperest taifelerin ve samiriyyelilerin şehrlerine gitmekden ve onlarla buluşmakdan men' etdi. dağdaki va'zında da, şakirdlerine, mukaddes şeyleri köpeklere vermekden ve incilerini hınzırlara atmakdan men' etdi. yine aynı matta incilinde, bu emrin tam tersi emr edilmekde, sekizinci ve yirmibirinci bablarında, yehudilerin yerine putperestlerin dine da'vet edilmesini istemekde ve yehudilerin imansızlıklarından da şikayet edilmekdedir. yirmidördüncü babın ondördüncü ayet ile diğer yerlerinde incil yeryüzünde bulunan kavmlerin, milletlerin hepsine ulaşdırılmadıkca, teblig edilmedikce, dünyanın sonunun gelmiyeceği i'lan edilmekdedir. yirmisekizinci babında ve başka yerde yalnız bir tek vaftiz ile, hiçbir fark gözetmeksizin başkalarını nasraniliğe kabul etmek için havarilere tenbih edilmekdedir. sekizinci babda isa aleyhisselamın yanına gelen yüzbaşı ile ilgili ayetler ile, onbeşinci babın yirmiikinci ayet ve devamında anlatılan bir kadının hikayesi arasında da ayrılık vardır. zira sekizinci babda anlatılan yüzbaşı putperest olduğu halde, isa aleyhisselam onun hasta olan hizmetcisine yardım eder. fekat onbeşinci babda anlatılan kenanlı kadın putperest olmadığı halde, önce isa aleyhisselam onu açıkdan red eder. sonradan kadın yalvarınca, hususi bir lutf şeklinde ona yardım eder. yuhannanın yedinci babının başında bildirildiğine göre: bayramı yakın idi. kardeşleri ona hitaben: buradan çıkıp yehudiyeye git ki, şakirdlerin dahi yapdığın işleri görsünler. zira kendisini açıkca tanıtmak isteyen kimse, işini gizlice yapmaz. eğer bu şeyleri sen yapıyorsan kendini dünyaya göster, dediler. çünki kardeşleri dahi, ona iman etmiyorlardı. isa onlara cevaben: benim vaktim daha gelmedi. fekat sizin vaktiniz daima hazırdır. dünya sizden nefret etmez. fekat benden nefret eder. çünki, diye ben onlara şehadet ederim. siz bu bayrama gidin. ben bu bayrama daha gitmem, çıkmam dedi. fekat kardeşleri çıkdıkdan sonra, kendisi de, o vakt açıkca değil, fekat gizlice imiş gibi bayrama gitdi demekdedir. eğer yuhanna incili muharref değildir denirse: isa aleyhisselama yapdığı bu yalancılık isnadı nasıl te'vil edilir. çünki, isa aleyhisselamın bayrama gitmem dediği halde, sonra da gizlice gitdiğini haber vermekdedir ki, bu yalancılıkdır. haşa isa aleyhisselamda böyle bir hal bulunamaz. matta, yehudanın intihar etmesi kıssasını, incilinin yirmiyedinci babının üçüncü ve daha sonraki ayetlerinde: o zeman isayı haber veren yehuda, katle hükm olunduğunu görünce pişman olup, almış olduğu otuz gümüşü başkahinlere ve ihtiyarlara geri getirip: ben suçsuz bir kimseyi ele vermekle günah işledim dedi. fekat onlar: bundan bize ne? onu sen düşün dediler. yehuda gümüşleri ma'bedin içine atıp gitdi ve varıp kendisini asdı. başkahinler gümüşleri alıp: bunu ma'bedin hazinesine koymak caiz değildir. çünki kan behasıdır dediler. müşavere etdikden sonra, yabancılara mezarlık olmak üzere onunla çömlekçinin tarlasını satın aldılar. bunun için bu tarlaya, bugüne kadar kan tarlası denildi demekdedir. luka ise, petrusdan nakl ederek resullerin işleri kitabının birinci babının, onsekizinci ayetinde: ücreti ile bir tarla edindi. başaşağı düşüp ortadan çatladı. bütün barsakları döküldü. bunu bütün orşilimde oturanlar bilir. hatta, o tarlaya onların lisanında akeldama, ya'ni kan tarlası denilir demekdedir. bu iki rivayet, iki şeklde birbirine uymamakdadır: birincisi: mattanın rivayetine göre, yehuda pişman olup, aldığı gümüşleri geri vermiş ve kahinler onunla bir tarla satın almışlardır. lukanın rivayetine göre ise, o gümüş ile kendisi bir tarla sahibi olmuşdur. ikincisi: mattanın rivayetine göre, yehuda kendini asmış, intihar etmişdir. lukanın rivayetine göre ise, başaşağı düşmüş ve karnı parçalanmışdır. yuhannanın birinci mektubunun ikinci babının, ikinci ayetinde: demekdedir. buradan anlaşılıyor ki, günah işlemekden ma'sum olan, yalnız isa aleyhisselamdır ve bütün alemin günahlarına keffaretdir. halbuki, sifrül emsalin yirmibirinci babının onsekizinci ayeti: kötü adam, salih adamın fidyesidir. münafık, hain adam da doğruların şeklindedir. buradan anlaşılıyor ki, fasık, günah işleyen, işlemiyenin, münafık olan da doğruların yerine feda edilecekdir. ibranilere mektubun yedinci babının onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerinde, ve sekizinci babının yedinci ayetinde, geçmiş peygamberlerin şeri'atları za'if, faidesiz ve mükemmel olmadığından, isa aleyhisselamın gelmesi ile hükmü kalmayıp ibtal edilmiş oldukları bildirilmişdir. halbuki, matta incilinin beşinci babı, onyedinci ayetinde isa aleyhisselam, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, fekat onları temamlamağa geldim demekdedir. matta incilinin onaltıncı babının, onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerinde, petrus için isa aleyhisselam: sen petrussun ve ben kilisemi bu kaya üzerinde bina edeceğim. cehennem kapıları onun üzerine galib olmıyacakdır. hem sana, göklerin melekutunun anahtarlarını vereceğim. yeryüzünde bağlıyacağın her şey, göklerde de bağlanmış olur ve yeryüzünde çözeceğin her şey, göklerde de çözülmüş olur dediği halde; yine aynı babda yirmibirinci ayetden i'tibaren diyor ki: öldürüleceğini ve üçüncü gün kıyam edeceğini, şakirdlerine o zeman göstermeğe başladı. ve petrus, isayı bir kenara alıp; yarab, bu senden uzak olsun, bu sana asla olmasın diye azarlamağa başladı. fekat isa dönüp petrusa: geri çekil ey şeytan, ben senden bizarım, usanmışım. zira sen, allah için olan maksadı his etmezsin. ancak insanlar için olan şeyleri his edersin, düşünürsün dedi. ve yine matta incilinin yirmialtıncı babının otuzdördüncü ayetinde, petrus için isa aleyhisselamın, , diye haber verdiği ve petrusun da yeminler ile inkar etmiyeceğini bildirdiği haber verilmekdedir. petrusun, bu sözünü unutup üç kerre, hem de yemin ile ve la'net ile isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdiği mattanın yirmialtıncı babının altmışdokuz ile yetmişbeşinci ayetleri arasında bildirilmekdedir. buna göre, matta incilinin. babında, isa aleyhisselam, petrusu medh etmekde ve onun afv etdiklerini allahü tealanın afv edeceğini bildirmekdedir. yirminci babında ise, şeytansın diyerek huzurundan kovmakda, yirmialtıncı babında ise, kendisini inkar edeceğini bildirmekdedir. hıristiyanlar, isa aleyhisselama tanrı diye inanmakdadırlar. tanrının hiç böyle hata etmesi düşünülebilir mi? işte bu petrusdur ki, hali hazırda romada oturan ve aleme sultan olmak iddiasında bulunan papalar, onun vekili oldukları ve yeryüzünü istedikleri gibi evirip çevirecekleri ve hiç günahsız oldukları iddi'asındadırlar. ba'zı insanlar da papaya böylece inanarak, cennete gitmek sevdasındadırlar. yine matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmialtıncı ayetinde ve luka incilinin yirmiikinci babının ondokuz ve yirminci ayetlerinde ve markosun ondördüncü babında anlatılan işai rabbani kıssası birbiriyle karşılaşdırılırsa görülür ki, birisi yatsıdan önce, birisi yatsıdan sonra olduğunu ve bu üç incil de, sofrada şerab bulunduğunu zikr ederler. yuhanna incilinin altıncı babında, bu vak'anın zuhura geldiğini ve bunun sadece ekmek olduğunu nakl etmekle beraber, şerabdan asla bahs etmez. halbuki, hıristiyanlığın i'tikad ve ibadet esaslarından biri de yimek ve bundaki ekmeğin isa aleyhisselamın eti ve şerabın da, kanı olduğuna inanmakdır. yuhannanın bu gibi i'tikad esaslarındaki dikkat ve ihtimamı, diğerlerinden daha fazla olduğu halde, şerabı zikr etmemesi, bu i'tikadlarının da, bir hurafe olduğunu açıkca göstermekdedir. imamı rabbani hazretleri kitabının cil ektubunda buyuruyor ki: sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. cevab veremedi risaleler hakkında bir inceleme hıristiyanlar, isa aleyhisselamı tanrı kabul etdikleri gibi, havarileri ve pavlosu da, resul, peygamber kabul etmekdedirler. onların yazdıkları risaleleri, mektubları da, vahy ile bildirilmiş ilahi kitablar, risaleler kabul etmekdedirler. bunun için bu risaleler in ahdi cedid kısmında dört incilden hemen sonra yer alır. dört incilin temamlayıcısı olan ve dört incilin ekleri denilen bu risalelere nazar edilirse, gerek birbirleri ile, gerekse inciller ile pek çok tenakuz ve ihtilafları vardır. bunlar, tek tek anlatılacak olsa, kitabı mukaddesin temamından daha büyük cildler yazılması icab ederdi. bunlara ba'zı misaller verelim: pavlosun iman ediş şeklindeki ihtilaflar için rahmetullah efendi kitabında buyuruyor ki: pavlosun nasıl iman etdiği hakkında resullerin işlerinin dokuzuncu, yirmiikinci ve yirmiüçüncü bablarında pekçok ihtilaflar vardır. ben bunları ismli kitabımda on vech üzere beyan etdim. fekat, bu kitabımda, bunlardan üçünü zikr etmekle iktifa edeceğim: resullerin işlerinin dokuzuncu babının yedinci ayetinde: onunla beraber yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular. sesi işitiyorlar. fekat kimseyi görmüyorlardı demekdedirler. yirmiikinci babının dokuzuncu ayetinde ise: benimle beraber olanlar gerçi nuru gördüler. fekat bana söz söyliyenin sesini işitmediler demekdedir. yirmialtıncı babda ise sesin işitilip işitilmediği hususu hiç bir şey söylenmiyerek kapalı geçilmişdir. bu üç ifade arasındaki tenakuz meydandadır. aynı kitabın dokuzuncu babının altıncı ayetinde, demekdedir. yirmiikinci babın onuncu ayetinde, demekdedir. yirmialtıncı babının onaltı, onyedi ve onsekizinci ayetlerinde ise: kalk ve ayakda dur. çünki hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şahid ta'yin etmek için sana göründüm. seni, kendilerine göndereceğim kavmden ve milletlerden kurtaracağım. ta ki, onların gözlerini açıp kendilerini karanlıkdan nura ve şeytanın tasallutundan allaha döndüresin ve bana iman etmeğe ve günahların bağışlanmasına ve mukaddesler arasında nasibe nail olsunlar diye yazılıdır. bunlardan şu neticeye varılır: dokuzuncu ve yirmiikinci babındaki ayetlerden, onun yapacakları, şehre vardıkdan sonra, kendisine beyan edileceği söylenmiş iken, yirmialtıncı babdaki ayetlere göre, sesi işitdiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmişdir. yirmialtıncı babın ondördüncü ayetinde: demekdedir. halbuki, dokuzuncu babın yedinci ayetine göre, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. yirmiikinci babında ise, susmak, nutku tutulmak diye bir şeyden bahs edilmemişdir. yine da buyuruluyor ki: resullerin amali risalesinin diğer bablarında olan ihtilaflar bunlardan daha fenadır. pavlosun, korintoslulara yazdığı birinci mektubun onuncu babının birinci ve sonraki ayetlerinde, ecdadımız bulutun altında idiler. denizden geçdiler. bulutda ve denizde musa tarafından vaftiz oldular. siz onların ba'zıları gibi putperest olmayasınız ve zina etmeyiniz. nitekim onlardan ba'zıları zina edip bir günde yirmiüç bini birden öldü demekdedir. ahdi atikde adedler kitabının yirmibeşinci babının birinci ve sonraki ayetlerinde israil oğulları zina etmeğe başladı. cenabı hak ta'un hastalığını musallat eyledi. ta'undan ölen yirmidört bin kişi idi denilmekdedir. ölenlerin mikdarı arasındakadar bir fark göründüğünden, ikisinden birisi elbette yanlışdır. yine resullerin işlerinin yedinci babının ondördüncü ayetinde: da'vet etdi, çağırdı demekdedir. bu ibarede yusüf aleyhisselamın mısrda olan iki oğlu ile kendisi, bu yetmişbeş kişiye dahil değildir. zikr edilen aded, sadece ya'kub aleyhisselamın aşiretinin sayısını bildirmekdedir. halbuki tekvinin kırkaltıncı babının yirmiyedinci ayetinde ise, demekdedir. resullerin amali kitabının ibaresinin yanlış olduğu meydandadır. işte hıristiyanlık akidesinin temel kitabı olan dört incilin ve risalelerin hali budur. yukarıda zikr etdiğimiz gibi, gerek bu incillerde, gerekse de ve de bulunan ihtilaflar yalnız bunlardan ibaret değildir. bunlardaki ihtilafların herbiri anlatılsa, cildler tutacağından ve bunların bir kısmı, ve kitablarında bildirilmiş olduğundan, burada daha fazla bilgi vermedik. bu hususda daha fazla bilgi almak isteyenlere, protestan ilm adamlarından gislerin senesinde ta'b edilen ismli kitabına ve selirmacirinsenesinde ta'b edilen adlı eserine, sypherinsenesinde ta'b edilen ismindeki kitabına ve muasırlarındanyor adlı müsteşrikin ismindeki kitabına ve şuazer adlı müsteşrikinsenesinde neşr edilen adlı eserine ve mu'asırlarından gustav ichtelin isa aleyhisselamın hallerine dair yazdığı kitaba ve stauruz ve diğer yazdığı eserlere mürace'at etmelerini tavsiye ederiz. müslimanların kendisine sarıldıkları, kur'anı kerim ise, allahü tealanın, mealindeki hicr suresinin dokuzuncu ayetinin ma'nai şerifi mucibince, hicreti nebeviyyeden zemanımıza kadar, ya'ni binikiyüzdoksanüçsenedir çeşidli milletlere mensub müslimanların ellerinde bulunduğu halde, bir noktası dahi fazla veya eksik olmıyarak, allahü tealanın ilahi hıfzı ile mahfuz olduğu, herkes tarafından tasdik edilmişdir. hal böyle iken, beşon altın ücret ile vazifeli olarak, islam memleketlerine gelip, , sağlam temeller üzerine oturtularak, zemanımıza kadar aynı doğruluk ve sağlamlığı ile bizlere ulaşan islamiyyeti mukayese ederek, doğrulukdan, hak din olmakdan nasib almak hülyasına düşmüş olan bir kaç papazın iddi'alarına hayret etmekden başka ne denilebilir. bunların teşebbüsleri, dedikleri gibi, hakkı, doğruyu ortaya koymak olsa idi, islam kitablarını layıkı ile mütalea etmediklerinden, bir noktaya kadar ma'zur görülebilirlerdi. fekat, işin aslı böyle olmayıp, çeşidli safsatalar ve hileler ile cahilleri aldatmak ve islamiyyetden ayırmakdır. islam alimlerinin yazdıkları kitablara ve kendilerine sordukları suallere cevab veremeyip, sanki o kitabları görmemiş gibi, evvelki cehalet ile münasebetsiz bir şeklde islamiyyete saldırmakdadırlar. yalan ve iftiralarla dolu gizli gizli risaleler, kitablar te'lif etmekde ve el altından neşr etmekdedirler. kitabına cevab bir papazın neşr etdiği kitabının ikinci babının üçüncü faslında diyor ki: bu fasl, hıristiyanlığın israil oğulları arasında yayıldığı gibi, muhammed aleyhisselamın dini de hıristiyanlık üfkundan ortaya çıkacak iken, arabistan putperestleri arasında zuhur etmesi şeklindeki garib mes'elenin açıklanmasına dairdir. bütün alemler allahü tealanın mülkü olup, kendi mülkünde dilediğini yapıcı olduğunda asla şübhemiz yokdur. ilahi fi'llerinin hepsi hikmetli birer sebeb ile olmakdadır. rabbani hikmetinin bir gereği olmak üzere, hazreti mesihin ruhani ve dini mükemmil olmasına bir hazırlık olmak üzere, önce musa aleyhisselamın şeri'atini gönderdi. musa aleyhisselam, beklenen yerde, bulundukları zemanda ortaya çıkmasının ve kendi kilisesinin ya'ni cema'atinin binasını buna kabiliyyet kazanmış olan esas üzerine koymasının, sübhani hikmete uygun olması, az bir mülahaza ile anlaşılabilir. bunun gibi, eğer hıristiyanlığın kaldırılması, nesh edilmesi allahü tealanın muradı olsaydı, hem kıyas gereği, hem de maslahat icabı onun yerine dikilecek kamil ağacın, hıristiyanlık kökünden, ya'ni yeni bir din kabulüne hazır bulunan yerden ortaya çıkması gerekirdi. ama, islamiyyeti bina ve te'sis eden zat, ne bir hıristiyan memleketinde doğmuş, ne de israil oğulları arasında zuhur etmişdir. bil'aks tarihlerin açıkca belirtdikleri gibi, ka'bei muazzamayı üçyüze yakın putlarla dolduran cahil arablar arasından çıkmışdır. arab tarihlerinden haberdar olan, vukuf sahibi kimselerin bildiği gibi, hazreti muhammed aleyhissalatü vesselam nübüvvetini bildirdiği, ya'ni dinini i'lana başladığı vakt, mekke halkı, adı geçen dini kabule hazır değildi. tam bir zıdlıkla onun sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğine i'tiraz ve tebligatına muhalefet ve zatına hakaret ederlerdi ki, eğer ona ebu talib ve onun hanedanının kuvveti yardımcı olmasaydı ve sonradan mekke halkı arasında meydana gelen akrabalık rekabeti ve gayretinin, onun maksadına ulaşması için meydana getirdiği fırsat onun kabiliyyetine eklenmeseydi, mezkur din, henüz tomurcuk halinde iken, muhaliflerin taarruzlarından zedelenir ve perişan olur giderdi. mezkur yeni dini, ya'ni islamiyyeti kuvvetlendirmek için, buna cismani sebebleri ve dünyevi vesileleri serbestçe kullanmak; islam dininin hıristiyan dini kadar ruhani olmadığına ve onun zuhuru için arabistanın hazır bulunmadığına kuvvetli bir delildir. islamiyyet, ruhani bir din, arabistan da, onu kabule hazır olmuş olsaydı, cismani sebeblere ve dünyevi vesilelere asla ihtiyaç duyulmaksızın, o da hıristiyanlığın yayılması gibi halim ve selim olarak yayılırdı. putperest ve cahillerin, hidayete gelmeleri için, en mükemmel ve en üstün dinin bir def'ada gönderilmesi mümkin iken, niçin merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, islamı, altıyüz sene evvel hıristiyanlığın ve ikibin sene evvel museviliğin yerine koymadı, ya'ni onlardan önce göndermedi. bunca zeman te'hirine sebeb ne idi? müslimanlar, kendi dinlerinin hak ve allahü teala tarafından gönderilmiş olup olmamasını, bu delilimiz vasıtası ile anlıyabilirler demekdedir. gadaülmülahazatın bu yazısı hülasa edilirse, üç iddi'ayı içine almakdadır: birincisi: isa aleyhisselamın dininin ya'ni hıristiyanlığın fazilet ve üstünlüğünün sebebi; onu kabul etmeğe müsaid, şeri'at terbiyesi görmüş israil oğulları arasında zuhur etmesi ve muhammedin sallallahü teala aleyhi ve sellem dininin ya'ni islamiyyetin ise, şeri'at terbiyesi görmemiş ve onu kabul etmeğe müsaid olmıyan putperestler arasında zuhur etmesidir. ikincisi: hıristiyanlık yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı halde, islamiyyetin sertlik, kuvvet ve dünyevi sebeblerle yayılmasıdır. üçüncüsü: allahü tealanın peygamber göndermesi mümkin ve kendisi de merhametlilerin en merhametlisi olduğu halde, üstün olan bir dini, ya'ni islamiyyeti, diğerlerinden evvel göndermemesinin, onun adaletine uygun olmamasıdır. gada, kışlık ta'am demekdir. birinci iddiaları: cevab: bu iddi'alarına çok çeşidli şekllerde cevab vermek mümkindir. israil oğulları, isa aleyhisselamın teblig etdiği ilahi ahkamı, kabul etmeğe müsaid olmakla beraber, şeri'at terbiyesi de görmüşlerdi. böyle olduğu halde, isa aleyhisselama ömrü boyunca, sekseniki kişi icabet etmiş, inanmışdı. halbuki muhammed aleyhisselam, hiçbir dini kabul etmeğe müsaid olmıyan ve hiçbir şeri'at ve din terbiyesi görmemiş arap putperestlerini, babalarının ve dedelerinin dinine temamen zıd, nefslerinin arzularına, lezzetlerine büsbütün muhalif olan bir dine, ya'ni islamiyyete da'vet etdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem peygamberliğini i'lan etmesinden, vefatına kadar yüzyirmidört binden ziyade sahabe, onun da'vetini kabul ederek, seve seve iman etmişlerdi. fazilet ve üstünlüğün hıristiyanlıkda mı, yoksa islamiyyetde mi olduğunu, bu yazımızı okuyan akl sahiblerinin insafına bırakıyoruz. ebu talibin elinden geldiği kadar peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem himaye etmeğe, korumağa çalışdığı doğrudur. fekat bu, islamiyyetin yayılmasına ve yükselmesine, zan edildiği gibi, üzerinde durulacak şeklde, bir himaye ve yardım değildir. bu himaye, onun sallallahü aleyhi ve sellem dinine inandığı için değildi. akrabası olduğundan, yalnız öldürülmemesi ve eziyyet yapılmaması içindi. çünki, ebu talib de, iman etmemişlerden idi. bu sırada eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan ba'zıları müşriklerin eziyyetlerine dayanamıyarak habeşistana hicret etmişlerdi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramla aleyhimürrıdvan beraber, her dürlü görüşmelerden men'edilmiş olarak üç yıl boyunca mekkede mahsur kaldılar. allahü teala da, iki def'a peygamberimize, akrabalarını, yakınlarını toplıyarak, dine da'vet etmesini emr etdi. şu'ara suresinin ikiyüzondördüncü ayetinde mealen, buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu ayeti kerimedeki emr mucibince, akrabalarını müsliman olmağa da'vet etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem akrabalarını toplayınca, allahü tealaya iman ve itaat ederek, kendinizi onun azabından kurtarınız. yoksa bana olan akrabalığınız size faide vermez buyurdu. hiç birisi iman etmedi. hatta amcası ebu leheb ve zevcesi olan odun taşıyıcı, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem eza ve cefada o kadar aşırı gitdiler ki, kureyşin ileri gelenleri ile birlikde ebu talibe şikayete gidip; resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem himaye etmekden vaz geçmesini teklif etdiler. bunun üzerine ebu talib, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem çağırarak, dini islama da'vet işinden vaz geçmesi için, nasihatlarda bulundu. bu ve bunun gibi, yüzlerce delil ile sabitdir ki, ebu talibin himayesi , islamiyyetin kureyş kavmi tarafından kabulüne sebeb olmamışdır. muhammed aleyhisselam, kendisini kabule müsaid olmıyan bir kavm arasında zuhur etmiş ve onlara peygamber olarak gönderilmişdir. halbuki isa aleyhisselam, kendilerini kurtaracak bir peygamber bekleyen, israil oğulları arasında zuhur etmiş, ortaya çıkmışdır. isa aleyhisselam da, diğer peygamberler aleyhimüsselam gibi, yehudilerden çok zahmet ve sıkıntı çekdi. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düşmanları, o server hayatda iken, helak oldular, kendi mubarek zati nübüvvetleri ise, medinei münevverede aişenin radıyallahü teala anha evinde, yatağında darı fenadan darı bekaya teşrif etdi. bugün ellerde bulunan dört incil kitabında, dini kabule müsaid, şeri'at terbiyesi görmüş bir kavmden olan petrus ve diğer havarilerin, isa aleyhisselam yakalandığı zeman, kendi başlarının derdine düşdükleri ve hemen isa aleyhisselamın yanından kaçdıkları, hatta o gece, isa aleyhisselamın en yakın havarisi olan petrusun, horoz ötmeden önce, yemin ve la'netler ederek, isa aleyhisselamı tanımadığını söyliyerek, inkar etdiği yazılıdır. din kabulüne müsaid olmıyan putperest bir kavm içinde iken, islamiyyeti kabul eden ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek sohbetleri ile şereflenen, eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, hicret esnasında resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mağarada arkadaşı oldu. resulullaha bir zarar gelir korkusu ile mağaradaki yılan yuvalarını hırkasını parçalayarak kapatdı. son deliğe parça yetişmediği için, bunu da ayağı ile kapatdı. yılan ayağını ısırdı. ne ayağını çekdi, ne de bir ses çıkardı. gözünden akan yaş, resulullahın mubarek yüzüne damlayınca, resulullah uyandı ve mu'cize olarak mubarek tükrüğünü ebu bekrin radıyallahü anh ayağına sürdü, yarası iyi oldu. bütün malını islamiyyet için harcadı. daha sonra, arablardan irtidad edenlerle cihad edip, bunları imana getirdi. ömer radıyallahü anh ise, ilk iman etdiği gün, eshabı kiramın önüne düşüp, mekkede müşriklerin işkence ve eziyyetlerine rağmen, korkmadan müslimanlığını i'lan etdi. bütün halifeliği müddetince, büyük fethler yapıldı. islamiyyet her yere yayıldı. adaletde ise, ona benzer hiçbir kumandan ve hiçbir adil kimse ortaya çıkmadı. bunlar tarihlerde yazılıdır. osmanı zinnureyn radıyallahü anh mekkenin en zenginlerinden idi. ne kadar serveti varsa hepsini islamiyyeti kuvvetlendirmek için sarf etdi. burada sadece tebük gazasında verdiklerini zikr edelim: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mescidde eshabı kiramı tebük gazası için yardımda bulunmaya teşvik etdi. osman radıyallahü anh ayağa kalkıp: ya resulallah! allah yolunda sırt çulları ve semerleri ile birlikde yüz deve vermeyi üzerime aldım buyurdu. resulullah tekrar teşvikde bulundu. osman radıyallahü anh tekrar ayağa kalkdı ve ya resulallah! allah yolunda sırt çulları ve semerleri ile birlikde yüz deve daha vermeyi üzerime aldım buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem minberden inerken: buyurdu. eshabı kiramı tekrar teşvik etdi. osman radıyallahü anh: ya resulallah! allah rızası için, sırt çulları ile birlikde yüz deve daha vermeyi üzerime aldım buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. bunun üzerine osman radıyallahü anh bin altın getirerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kucağına dökdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ey allahım! ben osmandan razıyım. sende razı ol diye düa etdi. osman radıyallahü anh tebük ordusunun yarısını techiz etdi. . osmanı zinnureyn radıyallahü anh, bu orduya, takımları ile birlikde, dokuzyüz elli deve, elli at vermiş ve bunların süvarilerinin techizatını karşıladığı gibi, onbin dinar veya yediyüz rukye altın daha göndermişdir. ali radıyallahü anh ise, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicret etdiği gece, onun yatağına yatıp, kendini onun için feda etmişdi. nice muharebelerde lakabının hakkını verdi. diğer eshabı güzinin radıyallahü anhüm ecma'in her biri, canlarını ve mallarını, resulullah efendimizin emri ile hiç çekinmeden feda etdiler. islamiyyetin hıristiyanlıkdan fazilet ve üstünlüğü ve bu iki dine inanan, bu iki peygamberi görenler arasındaki fark, güneş gibi meydandadır. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, israil oğulları arasında zuhur etmeyip, isma'il aleyhisselamın evladından olan arabların arasından zuhur etmesinde de, nice faideler, fazilet ve üstünlük vardır. birincisi: allahü teala, hazreti hacere bir melek gönderip: diye müjdeledi. işte allahü tealanın bu va'dine binaen, muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem, isma'il aleyhisselam neslinden gelmişdir. allahü teala, hazreti sarenin neslinden, pek çok peygamber göndermişken, isma'il aleyhisselamın neslinden sadece muhammed aleyhisselamı göndermişdir. böylece, allahü tealaali darekutni, de, bağdadda vefat etdi. nın va'di yerine gelmişdir. bundan peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem fazilet ve üstünlüğü anlaşılmaz mı? ın müellifi olan papaz, bu müjdeyi başka ma'naya çekerek, te'vil etmek istemekde ve arab beğlerini hacere müjdelemekdir demekdedir. gayret ve himmet sahibi bir hıristiyana: senin evladın zengin beğler olacak. fekat mecusi, putperest olacaklar denilirse, o kimse bu müjde ile mesrur olur, sevinir mi? . haşa, cenabı hakkın hazreti hacere teselli verecek yerde, senden müşrik evlad gelecek diye müjde vermesi aynen bunun gibidir. bir diğer husus da şudur: müjde ibaresinde diye bir söz yokdur. fekat, isma'il aleyhisselamın neslinin büyük bir ümmet olacağı ve beni israilin üzerine galib olacağı açıklanmışdır. islamiyyetin zuhurundan önce müşrik arablar tarafından beni israili kahr edecek bir büyük vak'a olmadığı ve yehudileri zelil eden bu vak'anın ancak islam dini olduğu gayet açıkdır. ikincisi: beni israil peygamberleri, isa aleyhisselama gelinceye kadar tevrat ve zeburun ahkamını öğrenir ve öğretirlerdi. eğer muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem beni israilden zuhur etmiş olsaydı; kur'anı kerimi ve bütün ahkamı ilahiyyeyi, beni israil alimlerinden öğrendi diyerek iftira edileceğinde, asla şek ve şübhe edilmezdi. peygamberlerin en üstünü olan resulullah efendimiz kavmi içinde, bir zeman dahi olsa, gayb olmamış ve bir kimseden bir harf dahi öğrenmiyerek, mübarek eline de kalem almamışdır ve mekkei mükerreme şehrinde, yehudi ve hıristiyan da yokdur. hal böyle iken, papazlar ve diğer kitablarında; peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ticaret için şama teşriflerinde bahira ismli rahibden veya hıristiyanların ileri gelenlerinden ilm öğrendiğini i'lan etmişlerdir. halbuki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, amcası ebu talib ile şama gitdiklerinde oniki yaşında idi. bu hususu bütün siyer alimleri ittifak ile bildirmişlerdir. rahib bahira ile mülakatı, görüşmesi de ancak birkaç saatden ibaret idi. bahira; peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem dikkat ile bakdıkdan sonra, onun ahir zeman peygamberi olacağını anlamışdı. sonra ebu talibe: dedi. ebu talib, rahibin bu işareti üzerine, onun sözüne uymuş ve ticaret için götürmüş olduğu malları busra ve civarında satarak, mekkei mükerremeye dönmüşdü. peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem ilm öğretdi denilen rahib; bu kadar ilmi peygamberimize öğreteceğine, kendi peygamberlik iddi'asında bulunamaz mı idi? bundan başka, muallim denilen bahira, peygamberimizde sallallahü aleyhi ve sellem ortaya çıkan ve nihayetsiz olan bu ilmleri acaba hangi kaynakdan almış, hangi menba'dan öğrenmiş idi. çünki, allahü tealanın resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği ilmler, incili ve tevratı şamil oldukdan başka, onlarda olmıyan birçok ilmleri de bildirmişdi. zira, kur'anı kerim, altıbinden ziyade ayet olarak, pek çok hükmleri ve ma'rifetleri içine almakdadır. bundan başka, resulullahın mubarek lisanından beyan olunan ilm ve ma'rifetler; sünnet, vacib, müstehab, mendub, nehy, mekruh ve diğer haberlere dair, yediyüzbin hadisi şerif sahih senedler ile hadis alimlerince zabt ve rivayet edilerek, ortaya konulmuşdur. imamı nesai rahmetullahi aleyh bunu te'kid ederek: yediyüz ellibin hadisi şerif toplamışdım. fekat, ellibin hadisin senedinde za'iflik olduğundan, terk etdim. yediyüz binini hıfz etdim buyurmuşdur. yehudilerin ve hıristiyanların allah kelamı dedikleri, ellerindeki tevrat ve incillerde, kıssalardan başka emr, nehy ve sair dini ahkama müteallik olan ayetlerin temamı bir yere toplanılsa, yediyüze ulaşmaz. bu hususu, bahsinde tafsilatlı olarak anlatacağız. muhammed aleyhisselam, acaba hıristiyan rahiblerin hangisinden, hangi çeşid ilmi öğrenmişdir? küçük bir havuzdan okyanusun meydana gelmesi mümkin midir? bundan anlaşılıyor ki; kavmi içerisinde, bir rahib yokken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu iftiraya uğradığı halde, israil oğulları içerisinde gönderilmiş olsaydı, kimbilir daha nice iftiralara uğrardı. işte bunun için, vacibülvücud olan allahü teala, sevgilisini bu gibi iftiralardan koruyarak, israil oğulları arasından göndermedi. üçüncüsü: eski tarihleri ele alıp, henüz mevcud olan milletlerin adetlerini, hallerini ve fi'llerini dikkatlice incelediğimizde, bedevilik halinde iken bile, arabların vatanseverlik ve milliyetcilikle beraber, misafirperverlik ve yoksullara yardım etmek gibi, güzel hasletlerde, şecaat, kahramanlık, taharet, ırk, neseb, cömertlik, kerem, edeb ve hürriyyetine düşkünlükde üstün, yüksek evsafa, adetlere sahib oldukları görülür. bunlarda ve akllılıkda, fesahat ve belagatda, arablara benzer bir kavm var mıdır? israil oğullarının ne gibi kötü ahlak sahibi oldukları, başdan sona kadar tevratda da yazılıdır. onların, kavmlerin en kötüsü olduklanesai ahmed, de ramlehde vefat etdi. rı da meydandadır. mahlukların en faziletlisi, en üstünü olan fahri kainat efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabilelerin en üstünü olan arablardan gelmesi mi, yoksa beni israilden gelmesi mi evla olur? beni israil, peygamberlere tabi' olup, musa aleyhisselamın şeri'ati ile amel etdikleri müddetce, allahü tealanın lutflarına mazhar olmuş ve diğer kavmlerden daha üstün olmuşlardı. fekat, sonradan peygamberlere aleyhimüsselam ihanet etmeleri ve bunlardan çoğunu öldürmeleri sebebi ile insanların en rezili, en alçakları olmak derecesine düşdüler. bu husus, hıristiyanlarca da bilinmekdedir. isa aleyhisselamın beddüası ile de hakir, zelil ve alçaklık üzere yaşayıp, hakaretden ilelebed kurtulamıyacaklardır. şimdi diye i'tiraz etmek ne kadar şaşılacak bir tenakuzdur. haşr suresi, ikinci ayetinde, mealen: ey akl sahibleri! bilmediklerinizi, size bildirilmiş olanlardan anlayınız buyurulmuşdur. dördüncüsü: isa aleyhisselam, çeşidli mu'cizelerle beni israil gibi bir kavm içerisinde, peygamber olarak gönderildiğinden, mubarek sözleri arasında, o zeman kullanılması adet olan, birkaç mecazi sözlerini te'vil edemeyip, sonra gelen papazlar, teslis gibi, hiç bir aklı selimin asla kabul etmeyeceği, eski hindlilerin ve eflatunun felsefesinde bulunan üç ilaha inanmak gibi bir i'tikadı kabul etdiler. halbuki resulullah efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem teblig etdiği, müteşabih olan ayeti kerime ve hadisi şerifler ve diğer tebligatı; tefsir ve hadis kitablarında uzun olarak anlatıldığı gibi, nice hikmetli ince ma'na ve hakikatleri şamil olduğu da bildirilmişdir. bunların adedi isa aleyhisselamın tebligatından çok fazladır. eğer peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, beni israilden gönderilmiş olsaydı; allahü tealanın üluhiyyetini temamen inkar ederek, diyeceklerine hiç şübhe olunabilir mi idi? ikinci iddiaları: da ortaya atılan ikinci iddia, dır. cevab: bu iddiaları da, diğerleri gibi yanlışdır, aslsızdır. şöyle ki: birincisi: incilin beyanı ve isa aleyhisselamın ikrarı ile sabitdir ki, nasranilik, musevilikden başka bir din olmayıp, onun mükemmili idi. ancak, onda farzı yokdu. nasranilikde cihadın bulunmaması, onun üstünlüğünü değil, noksanlığını gösteren bir delildir. eğer cismani sebebler ile yayılan bir dinin hak, doğru olmaması zan edilirse, bu hepsinden önce hıristiyanlığın batıllığını i'tiraf etmek olur. ikincisi: eğer bir dinin yayılmasının sebebi, cismani sebeblerle olması, o dinin batıllığına delil getirilecek olursa, hıristiyanlığın yayılması için başvurulan sebeblere bir nazar etmek icab eder. mesela, isa aleyhisselamın, insanları dine da'veti esnasında muhaliflerinin, düşmanlarının suikastlerinden korkarak gizlenmesi, mu'cizesinin gizlenmesini tavsiye etmesi, kendisinin mesih olduğunu kimseye söylememeleri için havarilere tenbihde bulunması, kimin kılıcı yok ise elbisesini bile satıp bir kılıç satın alsın diye şakirdlerine tenbihi, putperest olan romalılara itaat etdiğine bir alamet olarak vergi vermeleri için emr etmesi ve isa aleyhisselamdan sonra hıristiyan fırkaları arasındaki ihtilaf yüzünden nice harblerin meydana gelmesi ve milyonlarca insanın öldürülmesi ve papaların sebeb olduğu avrupada zuhura gelen ihtilaller, çarpışmalar, tampliye ve sen bartelmi vak'alarında ve engizisyon mahkemelerinde, hıristiyanlar tarafından milyonlarca ma'sum kimsenin katl edilmesi, amerika kıt'asında ve sonradan keşf olunan diğer adalarda, misyonerlerin çıkardığı fitnelerde, milyonlarca insanın kılınçdan geçirilmesi gibi hadiseler, tarihlerden okunup anlaşılınca, hıristiyanlığın cismani sebeblere ya'ni kuvvet, zor, sertlik ve dünyevi menfe'atlere baş vurmaksızın, yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı, nasıl iddia edilebilir? dan senesine kadarsene sekiz dalga halinde devam eden haçlı seferlerinde yapılan zulmler, yapılan katliamlar ve vahşetler anlatılmakla bitmez. haçlı orduları, geçdikleri her yeri, hatta kendi dindaşları bizanslıların başşehri olan istanbulu bile yakıp yıkdılar. haçlı seferleri hakkındaciltlik bir eser yazan hıristiyan michaud diyor ki: senesinde haçlılar kudüse girmeğe muvaffak oldular. şehre girince, müsliman ve yehudi. kişiyi boğazladılar. cami'lere sığınan müsliman kadınları ve çocukları bile, hiç acımadan öldürdüler. sokaklarda sel gibi kan akdı. ölüler yüzünden yollar tıkandı. haçlılar o kadar vahşileşmişlerdi ki, daha almanyada ren nehri sahilinde iken orada rastladıkları yehudileri boğazlamışlardı. bunları kendilerinden olan hıristiyan tarihciler yazıyor. hıristiyanlar de endülüs emevi devletini mahv edip, kurtubaya girince, önce kurtuba cami'ine saldırdılar. bu güzel haşmetli binaya atlarıyla girdiler. cami'e sığınan müslimanları merhametsizce boğazladılar. o kadar ki, cami'in kapılarından kan akmağa başladı. yehudileri de aynı şeklde katl etdiler. vahşi ispanyollar, bütün müsliman ve yehudileri kılıç tehdidi ile zorla hıristiyan yapdılar. ellerinden kaçabilenler osmanlı devletine iltica etdiler. bugün türkiyede bulunan yehudiler, bunların torunlarıdır. ispanya kralı ferdinand, ispanyadaki bütün müslimanları ve yehudileri imha edince: diye iftihar etmişdi. işte yumuşaklık ve tatlılıkla yayıldığı iddia edilen hıristiyanlık ve yumuşak ve tatlı olduklarını söyliyen hıristiyanların vahşetleri! hıristiyan fırkalarının birbirlerine yapdıkları zulm de bundan aşağı değildir. hele bu kitabını yazan papazın, şeri'at terbiyesi görmüş diye medh etdiği yehudilere, hıristiyanların yapdıkları zulmler de, herkesin ma'lumudur. papaz doktor kith in ingilizce olarak te'lif edip, papaz merikin farsçaya terceme etdiği ve evenburgda de ismi ile basılan kitabının yirmiyedinci sahifesinde diyor ki: yirmisekizinci sahifesinde ise: ispanyada yehudiler üç şartdan birini kabul etmeğe zorlandılar: hıristiyanlığı kabul edecekler. hıristiyanlığı kabul etmiyenler, habs edilecekler. bu ikisini kabul etmeyenler memleketden, bulundukları yerden kovulacaklar. bu muamelenin benzeri fransada da yapıldı. böylece yehudiler diyar diyar dolaşdılar. gitdikleri bütün hıristiyan memleketlerinden hep kovuldular. o zeman onlar için, avrupada olduğu gibi, asyada da, emin oldukları bir belde yokdu. yirmidokuzuncu sahifesinde ise: katolikler, yehudileri kafir kabul etdikleri için, zulm etdiler. katoliklerin en ileri gelen papazları toplanarak ba'zı kararlar aldılar: bir hıristiyan, bir yehudiyi korursa hata etmişdir. o kişi endülüs islam devleti da teşekkül ve de nihayet buldu. aforoz edilir. ya'ni hıristiyanlıkdan çıkarılır. hıristiyan devletlerin hiç birisinde yehudilere bir vazife tevdi edilmez. hiç kimse yehudiler ile yemek yiyemez ve ortaklık yapamaz. yehudilerden doğacak çocuklar hıristiyanlar tarafından yetişdirilir. bu maddenin ağırlığı ortadadır denilmekdedir. otuz ikinci sahifesinde: portekizliler, yehudileri yakaladıkları zeman ateşe atıp yakıyorlardı. bu işi yapdıkları zeman, bayram günü gibi kadınları ve erkekleri toplanıp seviniyorlardı. kadınları ise, sevinçlerinden zıplayıp sıçrıyarak oynuyorlardı denilmekdedir. papazların yazdığı kitabında ise: miladın. senesinde, roma imperatoru gratienus, kumandanları ile meşveret etdikden sonra; memleketinde bulunan bütün yehudilerin hıristiyan olmasını, hıristiyanlığı kabul etmiyenlerin ise, katl edilmesini emr etdi demekdedir. bunları yazanlar hıristiyanların ileri gelen papazlarıdır. katoliklerin protestanlara, protestanların da katoliklere yapdığı zulm ve işkence yukarıda anlatılanlardan az değildir. beyrutda senesinde arabca olarak neşr edilen ve onüç risaleden müteşekkil kitabın on üçüncü risalesinin onbeş ve onaltıncı sahifelerinde diyor ki: roma kilisesi, protestanlara karşı pek çok zulm, eziyyet ve katliamlar yapmışdır. bunu isbat eden şahidler de bu avrupa memleketlerindedir. avrupada, kütübi mukaddeseyi imanda ve amelde kendilerine rehber edinmiş ve isa aleyhisselama inanıp da, papaya inanmıyanlardan. den ziyade insan, diri diri ateşe atılarak yakılmışdır. aynı şeklde binlercesi, ya kılıçdan geçirilerek, ya da hapislerde veya işkencelerle veya kemikleri oynak yerlerinden ayrılarak veya kerpetenlerle dişleri ve tırnakları sökülerek çeşidli şekllerde yok edilmişlerdir. fransada sadece marirsü lemavus bayram gününde otuz bin kimse öldürülmüşdür. katoliklerin protestanlara yapdığı zulme sen bartelmi katliamı ve anlatması çok uzun süren nice katliamlar şahiddir. sen bartelmi katliamında altmış bin protestan öldürülmüşdür. katolik papazlar bunları bir iftihar vesilesi olarak yazıyor ve neşr ediyorlar. fransa krallığına de oturan dördüncü henri, protestan katliamını durdurdu. bundan hoşlanmıyan muteassıb katolikler, dördüncü henriyi öldürtdüler. de zulmler ve katliamlar yeniden başladı. ölümden kurtulmak için ellibin aile memleketlerini bırakıp kaçdılar. protestanların katoliklere yapdıkları da, katoliklerin protestanlara yapdığından az değildir. katolik papazlarından ingiliz tamisin ingilizceden urducaya terceme etdiği ve ismi ile senesinde tab' edilen ve hindistanda pek çok dağıtılan kitabın kırkbir ve kırkikinci sahifelerinde: protestanlar ilk öncemanastır, mekteb, kilise ve hastahaneyi katolik sahiblerinin ellerinden zor ile alarak kıymetsiz bir para ile satdılar. aldıkları parayı aralarında taksim etdiler. buralarda oturan binlerce aç ve çıplak fakiri de sokaklara atdılar demekdedir. kırkbeşinci sahifesinde ise: protestanların kin ve düşmanlıkları aynı şeklde mezarlarda yatan ölülere dahi ulaşdı. ölülerin cesedlerine işkence ederek kefenlerini soydular demekdedir. ve sahifelerinde ise: kütübhaneler de, katoliklerden gasb olunan mallar içerisinde gayb oldu. ciyl birl bu kütübhaneleri, üzülerek şu sözlerle anlatmışdır: protestanlar buldukları kitabları yağma etdiler. o kitabları yakarak yemek pişirdiler ve onlarla şamdanlarını ve ayakkabılarını temizlediler. ba'zı kitabları da, attarlara ve sabunculara satdılar. bunların çoğunu deniz ötesinde bulunan mücellidlere verdiler. bunlar yüz veya elli kitab değildi. bil'aks gemiler dolusuydu. yabancı milletleri bile hayretde bırakan bir şeklde, bunları yok etdiler. ben, bir tacirin, her biri yirmi rupyeye iki kütübhaneyi satın aldığını biliyorum! bu mezalimden sonra, kiliselerin hazinelerini soyup, oraları çıplak duvardan ibaret bırakdılar. kendilerini doğru bir iş yapıyor zan etdiler demekdedir. ellikinci ve daha sonraki sahifelerinde diyor ki: şimdi protestanların katolikler hakkında zemanımıza kadar yapdıkları zulmlerden bahs edelim: protestanlar, ingilterede adalet ve merhametden ve ahlakdan uzak, katoliklere zulm için, yüzlerce kanun çıkartdılar. bunlardan bir kaçını yazalım: bir katolik, anne ve babasının malına varis olamaz. onsekiz yaşını geçen hiçbir katolik erazi satın alamaz. ancak protestanlığı kabul ederse alabilir. hiç bir katolik iş yeri açamaz. hiç bir katolik muallimlik yapamaz. kim buna muhalefet ederse, müebbed habs olunur. katolik olanlar, vergileri iki kat olarak öderler. herhangi bir katolik papaz, ayin yapdırırsasterlin ceza öder. papaz olmıyan bir katolik bu işi yaparsa, sterlin ceza öder ve bir sene habs olunur. bir katolik oğlunu ingiltere dışına okumaya gönderirse, kendisi ve oğlu öldürülür. malları ve hayvanları ellerinden alınır. hiç bir katoliğe devlet işlerinde vazife verilmez. herhangi bir katolik, pazar günü veya bayramlarda protestanların kilisesinde hazır olmazsa, bulunmazsa, her ay kendisindensterlin ceza alınır ve toplumdan kovulur. bir katolik londradan beş mil uzağa giderse, sterlin ceza öder. altmışbirden altmışaltıya kadar olan sahifelerde ise şöyle diyor: kraliçe elizabethin emri ile, katolik rahibi ve din adamlarından çoğu, gemilerle götürülüp, denize atıldılar. sonra, elizabethin askerleri katolikleri, protestan yapmak için irlandaya geldi. askerler katolik kiliselerini yakdılar. nerede bir katolik papazı bulurlarsa, hemen öldürüyorlardı. semruk kal'asında bulunan askerleri de öldürdüler. şehrleri yakdılar. ekinleri ve hayvanları tahrib etdiler. fekat, katolik olmıyanlara iyi davrandılar. sonra parlamento, senesinde, birçok şehrlere, katoliklerin bütün mallarını ve erazilerini ellerinden almaları için adamlar gönderdi. katoliklere yapılan bu zulmler kral ceymis zemanına kadar devam etdi. onun zemanında, bu zulmler biraz hafifletildi. fekat protestanlar, ona kızdılar. senesinde, bin protestan krala dilekçe verip, önce olduğu gibi parlamentoda katoliklere zulm yapılması ile alakalı kanunların değişdirilmemesini, aynen kalmasını istediler. fekat, kral onların bu teklifini kabul etmedi. bunun üzerine, yüzbin protestan londrada toplanarak katolik kiliselerini yakdılar. katoliklerin bulunduğu semtleri yıkdılar. öyle ki, otuzaltı yerde yangın çıkardılar. bu fitne, altı gün devam etdi. sonra kralsenesinde, başka bir kanun çıkardı. katoliklere halen mevcud olan hakları verdi. yetmişüç ve yetmişdördüncü sahifelerde şöyle demekdedir: irlandada kont ras colin vak'asını duymamışsınızdır. onun irlandada yapdıkları doğrudur ve aslı vardır. protestanlar her sene ikiyüz ellibin rubye ve birçok yerlerin kirasını toplıyarak, bu paralarla fakir ve yoksul katoliklerin çocuklarını satın alıyor, ana ve babalarını tanımamaları için, onları başka yerlerde yaşıyan protestanlar arasına gönderiyorlardı. bunlar büyüyünce, memleketlerine tekrar geri gönderiliyor, ana ve babalarını ve kardeşlerini tanımadıkları için, erkek ve kızkardeşleri ile, hatta ana ve babaları ile evlendikleri de oluyordu.hıristiyanların müslimanlara yapdıkları zulmlerin, işkencelerin en vahşisi, en canavarcası, ingilizler tarafından hindistanda yapılmışdır. aşağıdaki yazı, hindistandaki islam alimlerinin büyükcevab veremedi lerinden allame muhammed fadlı hak hayrabadi çeştinin , ya'ni kitabından ve mevlana gulam mihr alinin buna yapdığı haşiyesinin hind baskısından terceme edildi. bu kitab, de, muhammed fadlüllah isminde yazılıdır. ingilizler, ilk olarak, senesinde, hindistanda kalküte şehrinde, ticarethaneler açmak için ekber şahdan izn aldılar. şahı alem zemanında kalkütede erazi satın aldılar. bunları muhafaza için asker getirdiler. da sultan ferruh şir şahı tedavi etdikleri için, bütün hindistanda, bu hak kendilerine verildi. şahı alemi sani zemanında delhiye girerek, idareye hakim oldular. zulme başladılar. hindistandaki vehhabiler, de, sünni, hanefi ve sfi olan sultan ikinci behadır şaha, bid'at ehli, hatta kafir dediler. bunların ve hindu kafirlerinin ve hain vezir ahsenullah hanın yardımı ile, ingiliz askeri delhi şehrine girdi. evleri, dükkanları basıp, malları, paraları yağma etdiler. kadınları, çocukları dahi kılınçdan geçirdiler. içecek su bile bulunmaz oldu. hümayun şahın delhideki türbesine sığınmış olan çok yaşlı şahı, çoluk çocukları ile, elleri bağlı olarak, kal'a tarafına götürdüler. patrik hudson, yolda şahın üç oğlunu soydurup, don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehid etdi. kanlarından içdi. cesedlerini kal'a kapısına asdırdı. birgün sonra, başlarını ingiliz kumandanı henri bernarda götürdü. sonra, başları suda kaynatıp, şaha ve zevcesine çorba olarak gönderdi. çok aç olduklarından, hemen ağızlarına koydular. fekat çiğneyemediler, yutamadılar. ne eti olduğunu bilmedikleri halde, çıkarıp toprağa bırakdılar. hudson haini, niçin yimediniz? çok güzel çorbadır. oğullarınızın etinden yapdırdım dedi. sonra, sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını rangon şehrine nefy ve habs etdiler. sultan da zindanda vefat etdi. delhide üçbin müslimanı kurşunlıyarak, yirmiyedibin kişiyi de keserek şehid etdiler. ancak gece kaçanlar kurtulabildi. hıristiyanlar, diğer şehrlerde ve köylerde de, sayısız müsliman öldürdüler. tarihi san'at eserlerini yıkdılar. eşi bulunmıyan, kıymet biçilemiyen zinet eşyalarını gemilere doldurup londraya götürdüler. allame fadlı hak de andaman adasında, zindanda ingilizler tarafından şehid edildi. . derdimve sonraki sahifelerini okuyunuz! senesinde ruslar, efganistanı işgal ederek, islam san'at eserlerini tahrib ve müslimanları şehid etmeğe başlayınca, evvela büyük alim ve veli ibrahim müceddidiyi, yüzyirmibir talebesi ve zevce ve kızları ile kurşunlayıp şehid etdiler. bu vahşetin, alçak hücumun sebebi de ingilizler oldu. çünki, senesinde, rus ordularını mağlub ederek, moskovaya girmek üzere olan alman devlet reisi hitler, radyoda, ingiliz ve amerikaya haykırarak, mağlubiyyeti kabul ediyorum. size teslim olacağım. bana müsaade ve fırsat veriniz. rusya ile harbe devam edeyim. rus ordusunu perişan edeyim. komünist felaketini dünyadan kaldırayım dedi. ingiliz başvekili çorçil, bu teklifi red etdi. ruslara yardıma devam ederek, ruslar gelmeden berline girmediler. rusların dünyaya bela olmasını sağladılar. ingilizlerin muhtelif tarihlerde, dünyanın muhtelif yerlerinde ve bilhassa hindistanda müslimanlara ve islam dinine karşı yapdıkları hıyanetleri ve cinayetleri daha fazla anlamak istiyenlere senesinde beyrutda basılmış olan esseyyid muhammed habib ubeydi beğin kitabını okumalarını tavsiye ederiz. amerikalı hukuk ve siyaset adamlarından bryan William Jennings, kitabları, konferansları veilearasında abd kongresi temsilciler meclisinde azalık yapması ile meşhurdur. arasında abd hariciyye vekili idi. de öldü. kitabında, ingilizlerin islam düşmanlığını, zulmlerini uzun yazmakdadır. abdürreşid ibrahim efendi, da istanbulda basılan türkçe kitabının ikinci cildinde, yazısının bir yerinde diyor ki: hilafeti islamiyyenin bir an evvel kaldırılması, ingilizlerin birinci düşünceleridir. kırım muharebesine sebeb olmaları ve burada türklere yardım etmeleri, hilafeti mahv etmek için bir hile idi. paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymakdadır. her zeman türklerin başına gelen felaketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep ingilizlerden gelmişdir. ingiliz siyasetinin temeli, islamiyyeti yok etmekdir. bu siyasetin sebebi, islamiyyetden korkmalarıdır. müslimanları aldatmak için, satılmış vicdanları kullanmakdadırlar. bunları islam alimi, kahraman olarak tanıtırlar. sözümüzün hulasası, islamiyyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir. abdürreşid ibrahim efendi de Japonyada vefat etdi. hıristiyanların yapdığı zulmlerden burada, sadece bir kısmını zikr etdik. işte, şeri'at ve din terbiyesi görmüş, isa aleyhisselamın sözüne iman etdiklerini söyliyen hıristiyanların, zulm ve vahşetinden bir kısmı. biz kitabının sahibi olan papazın bu zulmleri, vahşetleri bilmiyecek kadar cahil olduğunu zan etmiyoruz. müslimanların bu tarihi hadiselerden haberleri yokdur zannı ile, iddiasını kuvvetlendirmek için kendisini cahil gibi göstermekdedir. üçüncüsü: eğer yalnız cismani sebebler ya'ni kuvvet, zor ve sertlik, bir dinin yayılmasına kafi olsaydı; bunca çarpışmalar, zulm ve katliamlardan sonra, bütün dünyanın hıristiyan olması ve yeryüzünde yehudilerden hiçbir kimsenin kalmaması lazım gelirdi. dördüncüsü: islamiyyetin emr etdiği cihadı fisebilillah, kılıç zoru ile alemi müsliman olmağa cebr etmek değildir. cihad, kelimei tevhidi bütün cihana yaymak ve duyurmak, allahü tealanın hak dininin, diğer dinler üzerine olan üstünlük ve faziletini ortaya koymakdır. bu cihad, evvela teblig ve nasihat şeklinde yapılır. ya'ni islamiyyetin hak din olduğu, bütün se'adetleri, adaleti, hürriyyeti ve insan haklarını emr etdiği bildirilir. bunu kabul eden gayrı müslimlere vatandaşlık hakkı verilir. müslimanların malik oldukları bütün hürriyyetlere nail olurlar. bu da'veti kabul etmeyip, inad eden hükumetlerle, zalim diktatörlerle harb edilir. harbde mağlub oldukları zeman, evvelce yapılmış olan da'vet tekrar edilir. ya'ni islamiyyeti kabul etmeleri istenir. kabul ederlerse, onlar da aynen diğer müslimanlar gibi, hür olurlar. kabul etmezlerse cizye denilen vergiyi vermeleri teklif edilir. cizye vermeği kabul edenlere denir. bunlara dinlerini değişdirmeleri için herhangi bir zorlama yapılmaz. kendi dinlerinin icablarını yapmaları için, onlara her dürlü müsaade verildiği gibi, malları, canları, ırzları, namusları, müslimanların malı, canı, ırzı ve namusu gibi, devletce muhafaza edilir. bütün hak ve hukukda, müsliman ve müsliman olmıyan adalet önünde müsavi tutulur. üçüncü iddiaları: papazların ortaya atdıkları üçüncü iddia: dır. cevab: papazların bu iddialarına da çeşidli şekllerde cevab verilir: bunlardan biri, biz inanıyoruz ki, allahü teala sonsuz kudret sahibidir. yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi ile bir karıncayı, yaratması, ona göre müsavidir. haşa, şeriki olması gibi, mümkin olmıyan şeyden başka, allahü tealanın yaratamıyacağı hiçbir şey yokdur. eğer iddia etdikleri gibi, hazırlık olmaksızın peygamber göndermek imkansız olsa, bu da resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerine ilaveten bir diğer mu'cize olur. çünki, yeni bir dini kabule hazır ve kurtarıcı bir peygamber bekleyen israil oğullarından, isa aleyhisselama, göke çıkarılıncaya kadar iman edenler, sekseniki kişi olmuşdur. herhangi bir din terbiyesi, şeri'at terbiyesi görmemiş ve yeni bir dini kabule müsaid olmıyan arabların içerisinden gelen, fahri kainat aleyhi efdalüttehiyyat efendimizin vefatından önce, o arablardan yüzyirmidört binden ziyade kimseyi imana kavuşdurması, mümkin olmıyanı, mümkin yapmakdır, bir mu'cizedir. hele, demeleri hiç bir aklın kabul edeceği şey değildir. çünki, hıristiyanların i'tikadı , dolayı, bütün insanlar, hatta bütün peygamberler günah kirine bulaşmış olduklarından, allahü teala sevgili oğlunun kanını dökerek, onları afv ve mağfiret etmek içindi şeklindedir. biz onlara soruyoruz: isa aleyhisselam, hıristiyanların inancına göre allahü tealanın oğlu ve belki aynısı iken, adem aleyhisselamdan hemen sonra gönderilseydi; bu kadar peygamber ve bunca ma'sum insanlar cehenneme girmemiş olsalardı, daha evla olmazmıydı? hususen meliklerin, sultanların teşrifinde, saltanatı en büyük olan geriden gelir. insanların adetlerine göre de büyük hutbelerde en mühim olan kısm en son zikr edilir. bu her hususda böyledir. mesela mahir san'atkarlar işlerinin kabasını, o işde çalışan çıraklarına kabaca yapdırdıkdan sonra, en mühim ve nazik olan yerlerini sonunda kendileri yaparak işi temamlarlar. böyle olması tabi'idir. hakimi mutlak olan allahü teala da peygamberlerin en üstünü ve en efdali olan seyyidilmürselini sallallahü aleyhi ve sellem en son olarak gönderip, kendi dinini kuvvetlendirmesi ve hiç noksansız olması, ilahi hikmetine daha uygun olacağı açıkdır. yine kitabının ikinci babının dördüncü faslında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cize sahibi olup olmaması bahsinde diyor ki: isa ve musa aleyhimesselam kendilerinin allah tarafından gönderilmiş resullerden olduklarını halka isbat etmek için çeşidli mu'cizeler göstermişlerdir. çünki, böyle yalancı ile doğruyu birbirinden ayıran bir imtihan mihengi olmasaydı; pek çok riyakar ve insafsız yalancı, peygamberlik iddiasında bulunmağa cesaret ederdi. allahü tealanın, kime kelamını verip vermediğini, kimi peygamber olarak seçip seçmediğini, birbirinden ayırmağa bir vasıta da bulunamazdı. binaenaleyh, eğer muhammed aleyhisselamın peygamberlik iddiasını bu mi'yara, bu mihenge sürterek muayene edersen; musa ve isa aleyhimesselamın iddiaları gibi sabit ve isbat edilmiş olamıyacağı ortaya çıkar! tarihciler ve siyer alimlerinin şehadetlerine güvenerek, muhammed aleyhisselamın, risaletini isbat için bir çok mu'cizeler göstermiş olduğunu farz etsek bile, ikna olmayız. zira onların kendi peygamberlerine isnad etdikleri hayret edilecek şeyler ve garib hadiseleri isa mesihin ve diğer peygamberlerin mu'cizeleri ile mukayese etdiğimizde, ortaya çıkan ihtilaf ve birbirlerine benzemeleri yönünden, mezkur garib hadiselerin allah tarafından olduklarına inanmak ve kabul etmek pek zordur. mesela, muhammed aleyhisselamın emri ile bir ağacın yerinden hareket ederek onun tarafına doğru yürümesi ve ortasından bir ses çıkarak: diye peygamberliğine şehadet etmesini ve hayvanların ve dağların, taşların ve bir hurma salkımının bile yukarda zikr etdiğimiz gibi şehadet etmelerini ve her giydiği elbise ister uzun, ister kısa olsun boyuna uygun olmasını işitdiğimizde şübhe etmememiz mümkin midir? çünki bu gibi şeyler, hayal olan şeylere benzemekdedir. bütün geçmiş peygamberlerin ortaya koydukları delil ve alametlere temamen zıd ve onlardan uzak olduğu açıkdır. sözün kısası, bu papaz uzun yazısının sonunda, diğer peygamberlerin mu'cizeleri olduğu halde, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizesi yokdur demek istemekdedir. cevab: bilinmelidir ki, papazların şimdiye kadar, bütün hıristiyanları islamiyyetin aleyhinde iğfal edip aldatdıkları sebeblerden, yapdıkları iftiralardan birisi de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizeler izhar etmemiş, göstermemiş olmasıdır. bu yalanlarına ikna edici cevablar ve kitablarında kat'i deliller ile beyan edilmişdir. her bir suallerine çeşidli cevablar verilmişdir. bu papazlar, bu kitabları hiç görmemiş ve kendilerine verilen cevabları hiç işitmemiş gibi görünüyorlar. daha doğrusu, kendilerine verilen cevabları ve getirilen delilleri çürütecek sağlam bir vesikaları olmadığından, haberdar değilmiş ve bilmiyormuş gibi görünerek, , , kitablarında ve müslimanlara karşı neşr etdikleri yalan ve iftiralarla dolu diğer kitablarda, önceki i'tirazlarını ve yalanlarını aynen tekrar etmekdedirler. bu kitablarda, evvelce yazmış olduklarının, ismlerini değişdirerek, cahilleri aldatmak, i'tikadlarını bozmak gibi kötü bir niyyete sahibdirler. ancak biz yukarıda zikr etdiğimiz ve kitablarında, misyonerlere verilen cevablardan bir kısmını, kısaca buraya yazmağı muvafık gördük: bütün peygamberler aleyhimüsselam me'mur oldukları nübüvvetlerinin doğruluğuna şahid olmak üzere; gönderildikleri kavmlerin kıymet verdikleri ve kabul etdikleri işlerden, insan kudretinin üstünde, adet dışı olan ba'zı harikulade işler, ya'ni insanların bir mislini yapmakdan aciz oldukları işleri mu'cize olarak ortaya koymuşlardır. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem zuhur eden mu'cizelerin, üçbinden çok olduğu siyer kitablarında yazılıdır. kur'anı kerim ve hadisi şeriflerde beyan edilmiş olan ve gören ve işitenlerin rivayet ederek, neslden nesle ulaşan ve bize kadar gelen, pek çok mu'cizelerin mevcudiyyeti her dürlü şübheden uzakdır. bu mu'cizelerden ba'zılarını iki nev' üzerine beyan edelim: birinci nev. bu kısm, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem geçmiş ve gelecek ahvale dair sadır olan mu'cizeler hakkındadır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatdı. ahdi atik ve ahdi cedid kitablarını bir kimseden okumadan ve öğrenmeden, binlerce sene önce yok olmuş, eserleri bile kalmamış geçmiş ümmetlerin hallerinden haber verdi. nitekim kitabının beşinci babı, birinci faslı, dördüncü kısmında diyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, nuh aleyhisselamın kıssasını anlatdı. bu mu'cizeye kur'anı kerim işaret etmekdedir. hud suresinin kırkdokuzuncu ayetinde mealen, biz onu sana vahy ederiz. bundan önce, onu ne sen, ne de kavmin bilmezdiniz buyurulmuşdur. fekat, kur'anı kerim ile geçmiş kitablar arasında görülen ba'zı ayrılıklar kitabının beşinci babının ikinci faslında anlatılmışdır. kur'anı kerimde, geçmiş kavmlerin bilinmeyen haberleri çokdur. aynı kitabın, beşinci babının, birinci faslının, üçüncü kısmında, kur'anı kerimde bildirilen haberlerden yirmiiki adedi beyan edilmişdir. bunlardan ba'zıları: bekara suresinin ikiyüzondördüncü ayetinde mealen, mü'minler! siz hemen cennete gireceğinizi mi zan ediyorsunuz? sizden önce geçen, allah dostlarına gelen çaresizlik gibi bir şey size gelmedi. onlara şiddetli fakirlik, hastalık, açlık ve bela göndermişdim. kendilerine gelen belalardan o kadar muzdarib oldular ki, peygamber ve ona iman edenler, allahü tealanın yardımı ne zeman olacak derlerdi. dikkat ediniz, uyanık olunuz ki, allahü tealanın yardımı yakındır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimedeki nusrat, yardım va'di umumi olup, müslimanlara va'd edilmekdedir. bu va'd hemen zuhur etdi. islamiyyet evvela arabistana, sonra bütün dünyaya yayıldı. bedr gazasından önce, allahü teala, eshabı kirama zaferi müjdeledi ve kamer suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyurdu. aynen buyurulduğu gibi, bedr gazasında kureyş kavmi hezimete uğrayıp helak oldu. allahü teala, rum suresinin bir, iki, üç ve dördüncü ayetlerinde mealen: en yakın olan bir yerde mağlub oldu. mağlubiyyetden sonra, üç yıl ile dokuz yıl arasında burada hasmları galib olacaklardır. yenmek ve yenilmek önde ve sonda allahü tealanın emrindedir. rumların iranlılara galib olduğu günde mü'minler sevineceklerdir buyurdu. bu ayeti kerimelerin tefsirinde, müfessirlerin ve siyer alimlerinin ittifakla bildirdikleri husus şudur: rumların mağlubiyyetden sonra acemlere, ya'ni iranlılara galib olacaklarının haber verilmesidir. bu aynen vuku' buldu. hatta, bu ayeti kerime nazil olduğu zeman, kureyş kafirlerinin ileri gelenlerinden ubeyy bin halef inkar etdi. ebu bekr radıyallahü anh ile yapdığı konuşmada; ona dil uzatarak onların galib geleceğini inkarında ısrar etdi. bunun üzerine üç sene kadar beklemek ve taraflardan kimin dediği çıkmazsa, diğerine onbeş dişi deve vermek üzere mukavele yapdılar. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gelerek, bu mukaveleyi arz etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ayeti kerimede geçen kelimesinin üçden dokuza kadar olan sayılara şamil olduğunu beyan buyurdu ve ebu bekre radıyallahü anh, ona gidip, hem müddeti, hem de deve adedini artdırmasını emr etdi. bunun üzerine, ebu bekr radıyallahü anh, yapdıkları mukaveleyi yenileyerek, müddeti dokuz seneye ve deve adedini yüze çıkardı. hicretin altıncı senesinde hudeybiyede iken, rumların iran üzerine galebe etdiği haberi kendilerine ulaşdı. fekat ubeyy bin halef, uhud gazasında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yerden alarak ona atdığı bir harbe ile katl edilmiş olduğundan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh onun varislerinden zikr edilen yüz deveyi aldı. hadisi şerifler ile bildirilen, gaybe aid haberler ve mu'cizati nebeviyye de, sayılamıyacak kadar çokdur. bunlara bir kaç misal verelim: islama da'vetin başlangıcında, müşriklerin eziyyetlerinden dolayı, eshabı kiramın bir kısmı habeşistana hicret etmişlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkei mükerremede kalan eshabı kiramla beraber, üç sene her dürlü görüşme, alışveriş yapma, müslimanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün ictimai muamelelerden men' olundular. kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, ka'bei muazzamaya asmışlardı. her şeye kadir olan allahü teala denilen bir çeşid kurdu o vesikaya musallat etdi. yazılı bulunan ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yidi bitirdi. allahü teala bu hali cibrili emin vasıtası ile peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem bildirdi. peygamberimiz de sallallahü aleyhi ve sellem bu hali, amcası ebu talibe anlatdı. ertesi gün, ebu talib, müşriklerin ileri gelenlerine giderek; muhammedin rabbi ona şöyle haber vermiş. eğer söylediği doğru ise, bu hali kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani' olmayınız. eğer söylediği doğru değilse, ben de onu artık himaye etmiyeceğim dedi. kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul etdiler. herkes toplanarak ka'beye geldiler. ahdnameyi ka'beden indirerek açdılar ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi ibaresinden başka, bütün yazıların yinilmiş olduğunu gördüler. tenbih: yazarlardı. peygamber efendimiz sallallahü teala aleyhi ve muhammed kandihari de vefat etdi. sellem de islamiyyetin ilk senelerinde mektublarının başında, kureyşin adetine uyarak yazdırırdı. ayeti nazil olunca, mektublarının başına yazdırdı. daha sonra, rahman kelimesi bulunan ayeti kerime nazil olunca, yazdırdı. daha sonra, neml suresinde nazil olunca da, bunu yazdırmağa başladı. nitekim dıhyei kelebi radıyallahü anh ile rum kayseri herakliyusa gönderdiği mektuba ile başladı. kafire dahi yazılan mektuba besmele ile başlamak sünnetdir. hudeybiye sulhunda hazreti aliye yazmasını emr etdi. kureyşin vekili olan süheyl: biz rahmanirrahim diye bir şey bilmiyoruz. bismikellahümme yaz dedi. görülüyor ki, allahü teala, adem aleyhisselamdan beri bütün peygamberlere kendi ismini olarak bildirmiş, bu ismi kafir olanlar dahi kullanmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu ve buyurduğu gibi vakı' oldu. ve rum hazinelerini paylaşırlar ve acem kızları onlara hizmet eder buyurarak, iranın ve bizansın feth olunacağını da haber verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. hepsi cehenneme gidecek. ancak bir danesi kurtulacakdır ve yok edilir ve rumlardan nice nesller hükm sürerler. her birisi helak oldukca, sonraki asrdakiler, ya'ni bir diğer nesl onun yerine geçer buyurdu. bütün bunların hepsi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği gibi meydana geldi. şark ve garb dürülerek, kendisine gösterildi. müşahede etdiği yerlere kadar, ümmetinin malik olacağını ve dininin yayılacağını haber verdi. aynen haber verdiği gibi islamiyyet şarka ve garba yayıldı. buyurdu. buyurduğu gibi ömerin radıyallahü anh hilafeti son buluncaya kadar ümmeti muhammed emniyyet üzere yaşadı. daha sonra fitneler zuhur etmeğe başladı. yine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, isa aleyhisselamın gökden ineceğini, mehdinin aleyhirrahme zuhur edeceğini, deccalın ortaya çıkacağını haber verdi. osmanı zinnureynin radıyallahü anh kur'anı kerim okurken şehid edileceğini, alinin radıyallahü anh mubarek başından, ibni mülcemin kılıcı ile yaralanarak şehid olacağını haber verdi. hatta, ali radıyallahü anh ibni mülcemi gördükce; mubarek başını gösterir. buyururdu. ibni mülcem bundan allahü tealaya sığınır, madem ki, böyle alçak, kötü bir işin zuhuru peygamberimiz tarafından haber verilmişdir. ey ali, sen beni öldür. bu kötü işe alet olup da, kıyamete kadar la'nete düçar olmıyayım diye rica ederdi. ali radıyallahü anh katlden önce ceza olamaz. vuku' buldukdan sonra, kısas olursun cevabını verirdi. bunlar da temamı ile vaki' oldu. hendek gazasında ammar bin yasire radıyallahü anh buyurmuşlardı. daha sonra, mu'aviye radıyallahü anh safında bulunan kimseler tarafından sıffinde şehid edildi. bera bin malik radıyallahü anh için, saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, allahü teala onları doğrulamak için, o şeyi yaratır. bunlardan birisi bera bin malikdir buyurmuşdur. ahvaz muharebesinde islam askeri, tüster kal'asını altı ay muhasara edip, seksen gün kal'a kapısında harb etdiler. iki tarafdan da çok kimse öldü. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında resulullahın bu sözü bilindiğinden, bera bin malikin radıyallahü anh huzuruna toplandılar. kal'anın fethi için yemin etmesini rica etdiler. bunun üzerine bera bin malik radıyallahü anh hem kal'anın fethi, hem de kendisinin şehidlik mertebesine ulaşması için yemin etdi. o gün kendisi şehidlik mertebesine kavuşdu. o gece de, kal'anın fethi ile, ehli islam, allahü tealanın nusratına ve zafere ulaşdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün ümmi hiramın radıyallahü anha evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. diye sordu. resulullah, buyurdu. ümmi hiram, ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. resulullah, ya rabbi! bunu da onlardan eyle! buyurdu. bu da resulullahın buyurduğu gibi vaki' oldu. hazreti mu'aviye zemanında, ümmi hiram zevci ile gemilere binip, kıbrısa cihad etmeğe gitdi. orada atdan düşüp şehid oldu radıyallahü anhüma. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek kızı fatıma radıyallahü anha için: buyurdu. kendisinin ahirete teşrifinden altı ay sonra fatıma validemiz de radıyallahü anha ahirete teşrif etdi. ebu zeri gıfariye radıyallahü anh yalnız ve tenha bir yerde vefat edeceğini haber verdi. aynen öyle oldu. rebze denilen yerde yalnız başına vefat buyurdu. yanında sadece kızı ve hanımı vardı. vefatından biraz sonra, abdüllah ibni mes'ud ve diğer ba'zı zatlar geldiler. cenazesinin gasl, techiz ve tekfin işlerini yapdılar radıyallahü anhüm ecma'in. eshabı kiramdan süraka bin malike radıyallahü anh buyurmuşdur. yıllar sonra, ömer radıyallahü anhın hilafeti zemanında feth edilen iranın ganimetleri, medinei münevvereye geldi. ganimetlerin içerisinde kisranın kürkü ve bilezikleri vardı. ganimetlerin taksiminde, ömer radıyallahü anh, kisranın bileziklerini sürakaya radıyallahü anh verdi. süraka bilezikleri koluna takdı. geniş olduğu için ta dirseğine çıkdı. seneler önce resulullahın buyurduğunu hatırladı ve ağladı. ikinci nev. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem, fi'len meydana gelen mu'cizeler çokdur. bu mu'cizeleri burada saymağa kitabın hacmi kafi olmadığından ba'zılarını zikr edelim: mu'cizesidir ki, mubarek cesedi ile beraber, ya'ni ruh ve bedeni ile birlikde ve uyanık iken olmuşdur. bu mu'cizeye kureyş kafirleri inanmadılar. ba'zı imanı za'if müslimanlar da, aklları ermediğinden, şübhe fitnesine düşüp, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çeşidli sualler sorup, cevablarını aldıkdan sonra tasdik etdiler. kafirlerin suallerini ve bunların cevablarını öğrenmek isteyenler kitabına mürace'at edebilirler. mi'rac sadece ruh ile olsa, onu inkar edecek bir sebeb olmazdı. çünki, ruh uykuda bir anda şarka ve garba gider. bir kimsenin rü'yada gördüğü şeylerin aynısı vaki' olsa, evet olabilir denilir ve inkar edilemez. mi'rac hem ruh, hem de beden ile olmuşdur. allahü teala dilediğini çok sür'atli hareket etdirmeğe kadirdir. bunun için mi'raca inanan akllı kimselere ve nakl edenlere herhangi bir şey söylenemez. evet mi'rac, adet olan işlerin hilafınadır. fekat mu'cizelerin hepsi de adetin hilafıdır. bu adet dışı mu'cizenin imkanını ve vukuunu, felsefecilerin ileri gelenlerinden ibni sina akli deliller ile kitabında isbat etmişdir. şübhe eden oraya mürace'at edebilir. iman edilecek şeyleri, felsefe kitablarından deibni sina hüseyn de hemedanda vefat etdi. ğil, ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenmelidir. bir diğer husus ise, bedenin göğe çıkması, ehli kitab olanlar arasında da imkansız, ya'ni olamıyacak bir iş değildir. çünki, ehnuh, ilya ile elyesa' aleyhimüsselamın bedenen göğe çıkdıkları, hıristiyanların ellerinde mevcud deki tekvinin beşinci babının yirmidördüncü ayetinde ve ikinci meliklerin, ikinci babının birinci ayetinde yazılıdır. markos incilinin onaltıncı babının ondokuzuncu ayetinde ise: demekdedir. pavlosun, korintoslulara yazdığı ikinci mektubun onikinci babının ikinci ayetinde: mesih denilen adam, bedende mi veya bedenden haricde mi, bilmem, onu allah bilir. üçüncü göke çıkarılan bir adam olarak biliyorum demekdedir. isa aleyhisselamın da mi'raca çıkarıldığı görülüyor. kur'anı kerimde bildirilmiş olan , ayın yarılması mu'cizesidir. bu hususda, inkar edenlerin, ya'ni hıristiyan papazların i'tirazları ve müslimanların onlara vermiş oldukları cevablar, ve kitablarında uzun yazılıdır. mu'cizesidir. bedr gazasında, eshabı kiram aleyhimürrıdvan müşriklerin dörtde biri kadardı. harb şiddetlenip, müşrikler hücumlarını artdırdıkları zeman, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çardak altında mubarek başını secdeye koyup: ey yüce rabbim! eğer bu bir avuç müslimanı zafere ulaşdırmazsan, yeryüzünde seni tevhid edecek bir kimse kalmaz diye zafer ve nusrat için düa etdi. daha sonra, bir müddet sükut buyurdu. hemen mubarek gözlerinde sevinç alametleri belirip, yanında bulunan, mağara arkadaşı ebu bekri sıddika radıyallahü anh zafer ve allahü tealanın yardımı ile müjdelendiğini haber verdi. çardakdan çıkarak harb meydanına teşrif etdiklerinde, yerden bir avuç kum alıp, müşrik askerlerinin üzerine doğru atdı. kum tanelerinin her biri, düşman askerlerinin gözüne bir bela ve hezimet şimşeği gibi gelerek, zahiri bir sebeb olmaksızın derhal perişan oldular. enfal suresinin onyedinci ayeti kerimesi bu mu'cize hakkında nazil oldu. bu ayeti kerimede mealen: buyuruldu. bu ayeti kerime, tanıyan tanımıyan, yerli yabancı bütün dillerde tilavet edildi, okundu. müşriklerden, diye bir şey söylemek teşebbüsünde bulunan bir kimse olmadığı gibi, haşa belki de sihr olduğunu zan etmişlerdir. çeşidli yerlerde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizesidir. o mubarek sudan içerek, bir kaç yüz sahabi susuzluklarını giderdiler. hudeybiye günü ise, hazır bulunup da, bu mubarek sudan içen eshabı kiram, bin kişiden ziyade idi. ayrıca mataralarını da doldurmuş idiler. bu mu'cize, medine çarşısında, buvat gazasında, tebük gazasında ve daha pek çok yerlerde görülmüşdür. hatta, hudeybiyede su, mubarek parmaklarından musluklardan akar gibi akdı. susuz olanlar içdikden sonra, hayvanlara dahi yetişmişdir. bunlar, çok sağlam rivayetlerle, mu'temed siyer alimleri tarafından ittifak ile bildirilmişdir. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir hanım ile zevcine bir ölçek arpa verdi. misafirleri ve çocukları ile uzun zeman ondan yidiler, tükenmedi. bir def'a da, bir parça arpa ekmeği ve oğlakdan bin kişiye yemek yidirdi ve yemek hiç eksilmedi. bir def'asında da, bir parça ekmekden yüzseksen kişi yidi, ekmek yine de artdı. bir def'a da, bir parça ekmek ve pişmiş bir kuzu ile, yüzotuz kişiyi doyurdu. kalanını da deveye yükleyerek götürdüler. bir kaç hurma ile, bir habeşiyi doyurdu. bu mu'cize, def'alarca vaki' oldu. bir kab yemek ile, yanında bulunanları, ev halkını ve bütün akrabalarını doyurdu., paraları çoğaltma mu'cizesidir. selmanı farisi radıyallahü anh bir yehudinin kölesi idi. islamiyyet ile şereflenince, sahibi olan yehudi ile, kölelikden kurtulması için, üçyüz hurma fidanı dikmesi, onların meyve vermesi vedirhem altın vermek üzere anlaşdılar. takdir edilen üçyüz hurma fidanın çukurlarını açmakda eshabı kiram aleyhimürrıdvan, selmana radıyallahü anh yardım etdiler. çukurlar açılınca, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem teşrif etdi ve fidanları mubarek elleri ile dikdi. bunların hepsi bir sene zarfında kemale gelip, o sene meyve verdiler. bir tane hurmayı ömerülfaruk radıyallahü anh dikmiş idi. o fidan meyve vermedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elleri ile onu tekrar dikdi, hemen o da meyve verdi. bir gazada ganimet alınan yumurta kadar altını selmana radıyallahü anh verdi. selmanı farisi radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. o altını mubarek ellerine alıp, tekrar geri verdi ve: buyurdu. sahibi dartdı, tam geldi ve selmanı farisi de radıyallahü anh hür müslimanlar arasına girdi. mu'cizesidir. ebu hüreyre radıyallahü anh buyuruyor ki: bir gazada aç kalmışdık. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. evet ya resulallah! torbamda bir mikdar hurma var, dedim. buyurdu. getirdim. mubarek elini torbama sokdu ve bir avuç hurma alarak, yere serdiği mendil üzerine koydu ve bereket için düa buyurdu. orada bulunan eshabı kiram aleyhimürrıdvan gelip, ondan yidiler ve doydular. sonunda bana: ya eba hüreyre! sen de bu mendildeki hurmadan bir avuç al ve azık torbasına koy! buyurdu. bir avuç aldım ve torbama koydum. torbamda bu hurmalar hiç bitmedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hayatında ve daha sonra, ebu bekr, ömer ve osman radıyallahü anhüm hilafetleri zemanlarında hem yidim, hem de ikram etdim. yine bitmedi. ne zeman ki, osmanı zinnureyn radıyallahü anh halife iken, şehid edildi, azık torbam çalındı. peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem bunun gibi pek çok mu'cizeler zuhur etmişdir. diğer peygamberler için de, buna benzer mu'cizeler kitablarda zikr edilmişdir. bu mu'cizelerden ba'zıları, elyesa' aleyhisselamdan da zuhur etdiği in ikinci melikler kısmının dördüncü babında yazılıdır. böyle bir mu'cize, isa aleyhisselam için de vaki' olup, bir kaç parça ekmek ve balık ile dörtbeşbin kişiye yemek yidirdiği bütün incillerde yazılıdır. matta bab ondört, ayet onbeş ve devamı. markos bab altı, ayet otuzbeş ve devamı. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisinden mu'cize isteyen bir arabiye cevab olarak, yolun kenarında bulunan bir ağacı çağırdı. ağaç köklerini toplayıp, sürüyerek resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve peygamberliğine şehadet etdikden sonra, yerine geri gitdi. bir def'a da, bir hurma ağacı peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini tasdik etmiş, sonra tekrar eski yerine dönmüş idi.medinei münevverede, mescidi nebevi içinde dikili bir hurma kütüğü vardı. bu kütüğe hannane denirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hutbeleri ona dayanarak okurdu. minber yapılınca hannanenin yanına gitmedi. bu hurma kütüğü resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ayrılığından inlemeğe başladı. ya'ni kütükden ağlama sesi geliyordu. bütün cema'at işitdi. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yeni minberden inip hannaneye sarıldı, sesi kesildi. buyurdu. ka'bei muazzama içindeki putlar mubarek parmağının işareti ile yüzüstü düşmüşlerdi. ka'benin içine dikilmiş üçyüzaltmış put vardı. mekkei mükerreme feth edilip, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, haremi şerife girince, mubarek elinde olan hurma dalı ile her birine işaret buyurup, isra suresinde mealindeki seksensekizinci ayeti kerimesini okudukda, putlar yüz üstü düşdüler. mu'cizeleridir. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir gün bir arabi geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu islama da'vet etdi. arabi, bir müsliman komşusunun çok sevdiği bir kızının vefat etmiş olduğunu, eğer onu diriltirse iman edeceğini bildirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem. buyurdu. kabre kadar beraberce gitdiler. kabre varınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kızı ismi ile çağırdı. kabrden sesi işitilerek, kız kabrden çıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona: diye sordu. kız cevabında, hayır, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! allaha yemin ederim ki, ben burada, annemin ve babamın evindekinden daha rahatım ve müslimanın ahireti, dünyasından daha hayrlıdır, geri dönmem dedi ve kabre girerek eski haline döndü. cabir bin abdüllah radıyallahü teala anh bir koyun pişirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiram aleyhimürrıdvan ile beraber yidiler. buyurdu. kemikleri toplayıp, mubarek ellerini üstüne koyup düa etdi. allahü teala koyunu diriltdi. koyun kuyruğunu sallıyarak gitdi. , kadi iyadın , imamı süyutinin ve mevlana abdürrahman cami'in kitablarında geniş anlatılmışdır rahmetullahi aleyhim ecma'in. uhud gazasında ebu katadenin radıyallahü anh bir gözü çımolla cami, de hiratda vefat etdi. kıp yanağı üzerine düşdü. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem getirdiler. mubarek eli ile gözünü yerine koyup, ya rabbi! gözünü güzel eyle! dedi. bu gözü, diğerinden güzel oldu. ondan daha kuvvetli görürdü. ebu katadenin torunlarından biri halife ömer bin abdülazizin yanına gelmişdi. sen kimsin dedi. bir okuyarak, resulullahın mubarek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zatın torunu olduğunu bildirdi. halife bu beytleri işitince, kendisine ziyade ikramda ve ihsanda bulundu. bir gün iki gözü ama bir kimse gelip: dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona: kusursuz bir abdest al! sonra ya rabbi! sana yalvarıyorum. sevgili peygamberin muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. ey çok sevdiğim peygamberim muhammed aleyhisselam! seni vesile ederek, rabbime yalvarıyorum. senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. ya rabbi! bu yüce peygamberi bana şefaatcı eyle! onun hürmetine düamı kabul et düasını okumasını söyledi. o zat abdest alıp gözlerinin açılması için böyle düa etdi. hemen gözleri açıldı. mu'cizesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir avuç toprağa üfleyip, onu bir yaraya sürdükleri zeman yara iyileşir veya verdiği birşeyi içen veya yiyen hasta, şifa bulurdu. bunun misalleri pek çokdur. gözleri iyice görmez olmuş ve beyazlaşmış bir ihtiyarın gözlerine, mubarek nefesleri ile üfleyince, derhal şifa bulup, o ihtiyar kendi elbisesini diker oldu. iyas bin seleme diyor ki, hayber gazasında, resulullah beni gönderip, aliyi radıyallahü anh istedi. alinin radıyallahü anh gözleri ağrıyordu. elinden tutup, güçlükle getirdim. mubarek tükrüğünü, parmakları ile alinin radıyallahü anh gözlerine sürdü. sancağı eline verip, hayber kapısında döğüşmeğe gönderdi. çok zemandır açılamıyan kapıyı hazreti ali, yerinden sökerek, eshabı kiram kal'aya girdiler. ali radıyallahü anh, ömrü boyunca, bir daha göz ağrısı çekmedi. kendisine, dilsiz ve mecnun olan bir çocuk getirdiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem abdest aldıkdan sonra, geride bırakdığı sudan içirdiler. derhal şifa bulup, konuşmağa başladı ve akllı oldu. muhammed bin hatib diyor ki, küçük idim. üstüme kaynar su cevab veremedi döküldü. vücudum yandı. babam resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem götürdü. mubarek elleri ile tükrüğünü yanan yerlere sürdü ve düa buyurdu. hemen yanıklar iyi oldu. şurahbililcu'fi'nin radıyallahü anh avucunun içinde bir şişlik vardı. bu hal, onun kılıç ve hayvanların yularını tutmasına mani' oluyordu. bu halini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem arz etdi. resulullah mubarek eli ile avucunu ovuşdurdu. elini kaldırdığı zeman, o şişlikden hiçbir eser kalmamışdı. enes bin malikden radıyallahü anh rivayet edildi. buyurdu ki: annem resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem: ya resulallah! enes senin hizmetcindir. ona düa buyur, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! bunun malını ve çocuklarını çok eyle. ömrünü uzun eyle. günahlarını afv eyle! diye düa buyurdu. zeman geçdikçe, malları, mülkleri çoğaldı. ağaçları, bağları her sene meyve verdi. yüzden ziyade çocuğu oldu. yüzon sene yaşadı. ömrünün sonunda, ya rabbi! habibinin benim için yapdığı düalardan üçünü kabul etdin, ihsan etdin! dördüncüsü olan günahlarımın afv edilmesi acaba nasıl olacak deyince, dördüncüsünü de kabul etdim. hatırını hoş tut! sesini işitdi. acem padişahı hüsrev pervize, iman etmesi için mektub gönderdi. alçak hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. resul aleyhisselam bunu işitince, çok üzüldü ve ya rabbi! benim mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala! buyurdu. resulullah hayatda iken, hüsrevi oğlu şireveyh hançerle parçaladı. ömer radıyallahü teala anh halife iken, acem memleketinin hepsini müslimanlar feth edip, hüsrevin nesli de mülkü de, kalmadı. buyurmuşdur. eğer kitabını yazan papaz, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem daha çocuk iken, kendisinde görülen ve sahih nakllerle bildirilmemiş olan, ba'zı fevkalade haller için böyle söylüyorsa, belki sükut olunabilir. çünki mu'cizenin şartlarından biri de, bir peygamber, peygamber olduğunu söyledikden sonra hasıl olmasıdır. isa aleyhisselamın beşikde konuşması, kuru ağaçdan taze hurma isteyince, eline hurma gelmesi, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çocuk iken, göğsünün yarılıp, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, mubarek başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların kendisine selam vermeleri gibi, peygamber olduğu bildirilmeden önce hasıl olan harikalar, mu'cize değildi. keramet idiler. bunlara ya'ni başlangıçlar denir. peygamberliği kuvvetlendirmek içindirler. bu kerametlerin evliyada da hasıl olmaları caizdir. peygamberler, peygamberlikleri kendilerine bildirilmeden önce de, evliya derecesinden aşağıda değildirler. kerametleri görülür. mu'cize, peygamber olduğunu bildirdikden az zeman sonra hasıl olur. mesela, bir ay sonra şöyle olur deyince, hasıl olduğu zeman mu'cize olur. fekat, hasıl olmadan önce, onun peygamber olduğuna inanmak lazım olmaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderildiği bildirildikden sonra, binlerce mu'cize göstermişdir. bu çeşid mu'cizelerden olan, mubarek parmaklarından suların akması, mesciddeki hurma kütüğünün inlemesi, işareti ile putların yere düşmesi, körleri iyi etmesi, pek çok hastalıkları iyi etmesi gibi mu'cizeler bir kaç bin sahabinin huzurunda vuku' bulmuş, tevatür ile ya'ni neslden nesle rivayet edilerek, her yere yayılmış, her yerde duyulmuş, doğruluğu mutlak olarak kabul edilmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu mu'cizeleri, tevatürün en yüksek derecesine ulaşmışdır. insanlarının hepsinin aynı şeklde söyledikleri ve kat'i ilm hasıl eden haberlere denir. mesela, ali bin ebi talibin radıyallahü anh şecaatı, kahramanlığı ve hatemi tainin cömertliği tevatür ile şuyu' ve şöhret bulduğundan, bunları inkara kimsenin gücü yetmez. fekat hıristiyanlık, matta, markos, luka ve yuhannanın tek başlarına nakl etdikleri haberi ehad üzerine bina kılınmışdır. kendileri ve yaşadıkları zemanları hakkındaki verdikleri bilgiler, zanlarla ve şübhelerle dolu olup, birbirlerini nakz eden yerleri çokdur. eğer islamiyyetdeki sekiz ana ilmden biri olan hadis ilminde mütehassıs olan muhaddislerin, ya'ni hadis alimlerinin, hadisi şerif rivayetinde, hadisin kabul edilmesi için, ilminde ortaya koydukları ve her bir hadisde aradıkları şartlarla, dört incil bir gözden geçirilse, bunlardan hiç biri, ilmi bir vesika olmak derecesine ulaşamaz. müslimanların, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadislerini rivayet ederlerken aradıkları şartlar çok incedir. mevcud incillerde rivayet sağlamlığı diye bir şey olmadığından, hadisi şeriflerdeki rivayet sağlamlığı ile mukayese edilemez. hıristiyan papazlar da, bu hakikati aynen kabul edip, ba'zen ilaveler yapmak, ba'zen çıkarmak veya yanlış yazmak şekllerinde incilin değişdirildiğini isbat eden pek çok kitablar neşr etmişlerdir. işin aslı incelenirse, isa aleyhisselamdan zuhur eden, anadan doğma körlerin gözlerini açması, baras denilen cild hastalıklarını iyi etmesi ve ölüleri diriltmesi gibi mu'cizeler, kur'anı kerim ile tasdik edilmiş olmasa, bunların vuku'unun isbatına, hiçbir hıristiyan kendinde güç bulamazdı. papazlar, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerini inkar ederken: meali şerifi, şu yerden bize bir pınar akıtmadıkça, biz sana iman etmeyiz. yahud senin hurma ve üzüm bağçen olup ortasından nehrler akıtasın dediler olan, isra suresinin doksan ve doksanbirinci ayetlerini delil olarak getirirler. papazların getirdikleri bu delil, kendi maksadlarını çürütdüğü halde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, mu'cize göstermediğini isbat ediyoruz diyorlar. bu ise asla, insafa ve adalete yakışan bir şey değildir. halbuki delil getirdikleri, zikr etdiğimiz ayeti kerimelerde müşrikler, çeşidli mu'cizeler, bilhassa kur'anı kerim karşısında aciz ve çaresiz kaldıklarından, ne yapacaklarını şaşırıp, daha çeşidli mu'cizeler istediklerini göstermekdedir. bu ise, papazların sözünü kuvvetlendirmekden ziyade, yalancılıklarını ortaya koymakdadır. ne garibdir ki, dört incilin sonundaki mektubları yazan müellifleri, ne de yazılış tarihleri sağlam ve doğru bir şeklde bilinmediği halde ve hıristiyanların ellerindeki incillerde yazılı olan rivayetlerin gariblikleri ve birbirine zıdlıkları apaçık meydanda iken, bunların her bir ayetini iman ve i'tikad esası kabul ederler. fekat, kur'anı kerimin binikiyüz senedir tek bir harfine dahi tahrif lekesi bulaşmamış iken ve hadisi şeriflerin sahih olanları ve mevdu', za'if ve uydurma olanları hususi kaideler ile, sağlam senedler ile birbirinden ayrılarak beyan edilmiş iken ve islam dinindeki rivayetlerin herbiri, nice sağlam deliller ile isbat edilmiş olduğu halde, bunlara iman edenlere i'tiraz etmekdedirler. kitabını okumalarını tavsiye ederiz. kur'anı kerim ve bugünkü inciller protestanlar, incillerin emr ve tebliglerinin, musa aleyhisselamın dininin emr ve tebliglerinden daha üstün olduğunu, kendi görüşlerine göre isbat etmeğe çalışıyorlar. daha sonra, kur'anı kerimin emrlerinin de, incillerin emr ve tebliglerinden daha üstün olup olmadığını incelemeğe başlıyarak diyorlar ki: ortaya konulan delillerin sağlamlık ve kuvveti nisbetindedir. bütün akl sahibleri günlük işlerini, bu kaidelere uydurarak düzeltmişlerdir. mesela, bir üstad eskilerine nazaran, daha kuvvetli ve mermiyi daha uzağa ulaşdıran yeni bir tüfek keşf etdiğini iddia etse, harb silahlarını temamlaması icab eden bir devlet, onu tecribe etmeksizin kabul etmez. islamiyyetin, hıristiyanlıkdan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası da, aynen buna benzemekdedir. bu konuda islamiyyet bir imtihana tabi tutulmadan, bir terazide tartılmadan, islamiyyetin körü körüne kabulünde acele etmek, akl karı bir iş ve hikmetin icab etdirdiği bir şey değildir. bunun için, kur'anı kerimin emrlerinin incilin bildirdiklerinden efdal ve üstün olup olmadığını inceden inceye araşdırmak ve doğru bir şeklde tecribe etmek icab eder. eğer hakikatde kur'anı kerimin, zan edildiği gibi, büyüklüğü ortaya çıkarsa; hiç düşünmeden incili terk etmek ve kur'anı kerime yapışmak lazım olur. cevab: bu sözleri yazan kimsenin, bunları, bağlı bulunduğu protestan misyoner teşkilatı tarafından vazifeli olarak, kaleme almayıp da, sadece doğruyu ortaya koymak maksadı ile yazdığını bilsek, bu yazısının sonundaki insaflı sözlerinden dolayı kendisine teşekkür ederdik. fekat herkesin ma'lumu olduğu ve kendisinin de i'tiraf etdiği gibi protestan misyoner cem'iyyetinden, ma'işetini te'min etmek maksadı ile yapdığı bir işe riya karışdırmamasını hatırlatırız. bununla beraber, ortaya koyduğu ölçü, doğru bir söz olduğundan, biz de memnuniyyet ile kabul ederiz. ancak karşılaşdırılması aşağıda anlatılacak olan delillere işaret etmek üzere, kur'anı kerimde ve incilde bulunan ba'zı ayetlerin birbiriyle karşılaşdırılması ve mukayesesi icab eder. dört incilin içerisindeki kıssaları ve sözleri bir tarafa bırakırsak, hakiki incilde güzel ahlak, dünya işleri , kalb ve ahiret bilgilerine aid bildirilenler, şunlardan ibaretdir:dünyadan temamen yüz çevirip, fakirliğe ve yoksulluğa razı olmak ve kanaat etmek. allahü tealayı bütün kalbi ile canından ve arzularından daha çok sevmek. komşuyu kendisi gibi sevmek ve onun üzüntülerini teselli etmek. mazlumlara merhamet etmek. çocukları sevmek. kalbden kötü düşünceleri çıkarmak. birbirine dargın iki mü'minin arasını düzeltmek. din yolunda eziyyet çekmeğe sabr etmek. adam öldürmemek. hırsızlık yapmamak. kızmamak. kötü söz söylememek. söğmemek. kendinin küçük kusurlarını da görüp, başkalarının büyük kusurlarını görmemek, onları ayblamamak. nasihat etdikce, insanlar tarafından taşlanmağa katlanmak. allahü tealanın emrlerini bozmamak, değişdirmemek, din kardeşini incitmemek, ya'ni kalbini kırmamak, zina etmemek, şehvet ile kadınlara bakmamak, sebebsiz kadın boşamamak, yemin etmemek, kötülüğe karşı durmak, bir yanağa vurulunca diğerini de çevirmek, kaftanını isteyene kaputunu da vermek, beddüa edene hayr düa etmek, hasılı her kötülük edene iyilik etmek, sadaka, oruc ve düada riyadan sakınmak ve düa etdiği vakt çok uzatmamak, para toplayıp kalbini ona bağlamamak, rızk ve elbise için üzülmemek. hak tealadan sıdk ile ne istenirse verir. allahü tealanın emrine itaat eden cennete gider. incillerde şu nasihatlara da rastlanır: insanlara dinin emrlerini teblig ederken para almayın. bir eve girdiğiniz zeman selam verin. bir yerde sizleri kabul etmezlerse orada durmayın. bir emri söylerken, söyliyen siz değil, allahü tealadır. ahkamı teblig ederken kimseden korkmayın, kimseyi muhakeme etmeyin ve ceza ta'yin etmeyin. her suçu afv ederek alçak gönüllü olun. ben insanların arasını sulh etmeğe geldim, nifak ve kılıç getirmedim, ayrılık ve harb çıkarmağa gelmedim. anasını ve babasını benden çok seven benden değildir. iyi amellere ahiretde iyilik verilir, kötü amellere ceza, azab olunur. allahü tealaya itaat eden benim kardeşimdir. işitdiği doğru sözü kabul edene, ahiretde mükafat ve kabul etmiyene azab olunur. anaya ve babaya ikram edin. ağızdan söylediği söz ile insan necs, pis olmaz. fekat ağzından çıkan kötü sözleri yapan, mesela katl, zina, yalan yere şahidlik gibi şeyleri yapan insan pis olur. sizden vergi istenildiği zeman verin, muhalefetde bulunmayın. tevazu' eden, allahü teala indinde büyük olur. kibrlenen küçülür. malınızdan sadaka verin, allahü teala indinde bulursunuz, malını birikdiren, saklıyan zenginlerin cennete girmesi zordur. biz hizmet olunmak için gelmedik, hizmet etmek için geldik. incillerde, emrler, nehyler, güzel ahlak ve kötü ahlaka aid ahkamın temamı bu yazılan mes'elelerden ibaretdir. kur'anı kerim, allahü teala tarafından gönderilmiş semavi kitabların en efdali ve en üstünü olup, hakiki incilde bulunan bütün ahkamı da en mükemmel şeklde içerisine almışdır. eğer incilde mevcud emr, nehy, muamelat ve ahlak ile ilgili hükmlerin temamını kur'anı kerimle karşılaşdırmak istersek, kur'anı kerimdeki ahkamdan az mikdarını zikr etmek ve tefsir etmek lazım gelir. biz burada misal olmak üzere bir mikdarını zikr edeceğiz: matta incilinde: ne mutlu ruhda fakir olanlara! zira, göklerin melekutü onlarındır demekdedir. matta, bab beş, ayet üç. burada, dünyaya kıymet vermiyenlere müjde verilmekde ve dünyanın kıymetsizliği bildirilmekdedir. kur'anı kerimde ise, bu husus en güzel ve en geniş olarak herkesin anlıyabileceği bir şeklde anlatılmışdır: hadid suresinin yirminci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. en'am suresinin otuzikinci ayetinde mealen: dünya hayatı, oyun ve faidesiz şeylerdir. allahü tealadan korkanlar için ahiret hayatı elbette hayrlıdır. böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? buyurulmuşdur. kehf suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen: mal ve çocuklar, dünya hayatının süsleridir. sonsuz kalıcı olan iyi işlerin sevabları, rabbinin yanında daha hayrlıdır buyurulmuşdur. mü'min suresinin otuzdokuz ve kırkıncı ayetlerinde mealen: ey insanlar! bu dünya hayatı, çabuk biten bir hayat ve faidelenmeden ibaretdir. ahiret ise, devamlı olarak kalınacak, durulacak yerdir. bir günah işleyen kimse, ancak onun misli ile cezalandırılır. erkek ve kadınlardan her kim de, mü'min olarak salih amel, ya'ni iyi bir amel işlese, o kimseler cennete girerler ve orada hesabsız rızklar ile mükafatlandırılırlar buyurulmuşdur. şura suresinin onikinci ayetinde mealen: anahtarları allahü tealanındır. rızkı dilediğine az, dilediğine çok verir. çünki o her şeyde kullarına neyin hayrlı olduğunu en iyi bilendir buyurulmuşdur. şura suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen: mal ve dünyadan size verilen şey, yalnız hayatda bulunduğunuz müddetce, onunla geçinmekdir. iman edip, rablerine tevekkül edenler için, ahiretde allahü tealanın indinde, dünya ni'metlerinden hayrlı ve daimi çok sevab vardır buyurulmuşdur. kur'anı kerimde dünyayı zem eden bu ayetler gibi nice ayeti kerimelerden başka, peygamberimiz muhammed aleyhisselamın da pek çok hadisi şerifleri vardır. yukarıda bildirdiğimiz ayeti kerimelerde ve aşağıda bildireceğimiz hadisi şeriflerde yazılı olan dünya kelimesi ve edna kelimesi, zararlı, çok kötü şeyler demekdir. ya'ni kur'anı kerim ve hadisi şerifler, zararlı ve kötü şeyleri yasak etmekdedir. zararlı ve kötü şeyleri ancak aklı selim sahibi olan kimseler tanır. aklı tam olmıyanlar ve hele az olanlar, zararlı, kötü şeyleri, faideli ve iyi şeylerden ayıramaz. bunları birbiri ile karışdırır. allahü teala ve onun peygamberi sallallahü teala aleyhi ve sellem, çok merhametli oldukları için, insanlara çok acıdıkları için, yasak etdikleri dünyanın, ya'ni zararlı ve kötü şeylerin neler olduklarını ayrıca, açık olarak da bildirmişlerdir. şu halde dünya demek, allahü tealanın haram etdiği ve peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mekruh dediği şeyler demekdir. görülüyor ki, allahü tealanın haram etmediği, hatta emr etdiği dünya işleri, zararlı olan, kötü olan dünya değildir. böylece, ne kadar çok olursa olsun çalışıp kazanmak, fen, tıb, hesab, hendese, mi'marlık ve harb vasıtalarını öğrenmek, yapmak, kısaca insanlara rahat, huzur ve se'adet sağlıyan her medeni vasıtaları yapmak ve kazanmak, dünyalık değildir. bunların hepsini, allahü tealanın gösterdiği şekllerde, yollarda ve şartlarda yapmak ve kullanmak ibadet olur. allahü teala böyle müslimanlardan razı olur. bunlara ahiretde sonsuz ni'metler, se'adetler ihsan eder. bu hadisi şeriflerden birkaçını bildirelim: abdüllah ibni ömerin radıyallahü anh rivayet etmiş olduğu hadisi şerifde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyalık az bir şey verilse, allahü tealanın katındaki derecesinden bir mikdar eksiltilir buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: buyurdu. ebu hüreyrenin radıyallahü anh rivayet etdiği hadisi şerifde: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! muhammedin ailesinin rızkını kendilerine kafi gelecek mikdar kadar gönder diye düa buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu.. ya'ni gönlünden çıkarmışdır.dünya sizin için yaratıldı. siz de ahiret için yaratıldınız! ahiretde ise, cennetden ve cehennem ateşinden başka yer yokdur. sizlerin fakir olacağınızı düşünmüyor, bunun için üzülmüyorum. sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi, dünyanın elinize bol bol geçerek, allahü tealaya asi ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum.dünyaya düşkün olma ki, allahü teala seni sevsin. insanların malına göz dikme ki, insanlar seni sevsin!dünya hayatı, geçilecek bir köprü gibidir. bu köprüyü tezyin etmekle uğraşmayın. hemen geçip gidin! dünyaya gönül bağlamanın kötülenmesi ve ahiret için daha çok çalışılması hususunda varid olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerle beraber, islam dininde, ilm, fen, teknik, mi'marlık, san'at ve ticareti emr eden, bunlar için çalışmağı teşvik eden nice emrler, ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. çünki, medeni bir cem'iyyetin, bir milletin kurtuluşu ve se'adeti fakirlik ile olamaz. bil'aks, hayr ve iyilik müesseseleri, imarethaneler, mektebler, medreseler, aşevleri, hastahaneler yapmak, acizlere, fakirlere ve kimsesizlere yardım etmek , hep mal ve servet ile olur. mal ve servet ise, çalışmak ve ticaret ile kazanılır. nitekim kur'anı kerimde, nisa suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen şöyle buyurulmakdadır: ey iman edenler! mallarınızı batıl yollarla yimeyiniz. ancak birbirinizden razı ve hoşnud olarak ola. bekara suresinin ikiyüzyetmiş beşinci ayetinde mealen: ise haram kılmışdır buyurulmuşdur. ali imran suresinin ondördüncü ve onbeşinci ayetlerinde de mealen: ve ekinden yana olan nefsin arzularına muhabbet, insanlar için tezyin olundu . bunlar ise, dünya hayatının geçici menfeatleridir ve insanın en son gideceği yer, allahü tealanın indindedir. ey resulüm, mü'minlere de ki: bu dünya zinetlerinden daha hayrlısını size haber vereyim mi? o dünya zinetlerinden hazer edenler için rableri katında, ağaçları altında ırmaklar akan cennetler vardır. bunlar, orada devamlı kalacaklardır. orada her aybdan uzak, tertemiz zevceler ve en büyük ni'met olan allahü tealanın rızası vardır. allahü teala kullarının hallerini ve yapdıklarını hakkı ile görücüdür buyurulmuşdur. nebe' suresinin onbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. araf suresinin onuncu ayetinde ise mealen: vasıtaları hazırladık. size verilen ni'metlere az şükr ediyorsunuz buyurulmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, insanın yidiklerinin en hayrlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yidiğidir. allahü tealanın peygamberi davüd aleyhisselam elinin emeği ile kazanıp yirdi. ve yine, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir sabah, eshabı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkanına doğru geçdi. ba'zıları, erkenden dünyalık kazanmağa gideceğine, buraya gelip, birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, öyle söylemeyiniz! eğer kimseye muhtac olmamak ve ana, baba, çolukçocuğunu da muhtac etmemek için gidiyorsa, her adımı ibadetdir. eğer, herkese öğünmek, keyf sürmek niyyetinde ise, şeytanla beraberdir buyurdu. diğer bir hadisi şerifde, buyurdu. ve ve ticaret yapınız! rızkın onda dokuzu ticaretdedir ve yine hadisi şeriflerde buyuruldu ki, ve ve en iyi ticaret, bezzazlıkdır, kumaş satmakdır. en iyi san'at terzilikdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem san'atı, ticareti emr ve teşvik etmiş, nice ayeti kerime ve hadisi şerifler ticaretde haram ve halal olan şeyleri ve her birinin sebeblerini, bütün tafsilatı ile beyan buyurmuşdur. incilde ise, ticaret yapmağa, dünya için çalışmağa asla izn verilmeyip, bil'aks her neye sahib iseniz, neyiniz varsa satarak sadaka veriniz diye emr edilmişdir. matta incilinde, ne mutlu mahzun, üzüntülü olanlara! zira onlar teselli olunacakdır demekdedir. kur'anı kerimde ise, bir bela isabet eden, mahzun olan ve sabr edenler için verilecek sevabları bildiren birçok ayeti kerimeler nazil olmuşdur. mesela: bekara suresinin yüzellibeş, yüzellialtı ve yüzelliyedinci ayeti kerimelerinde mealen: korku ile, açlık ile ve mal noksanlığı ile can noksanlığı ile ve meyvelerinizin veya meyve gibi olan evladlarınızın noksanlığı ile imtihan ederim. ey habibim, sabr edenlere müjdele. onlar o kimselerdir ki, kendilerine bir musibet isabet etdiği zeman, kalbden teslimiyyet ve rıza göstererek: biz allahü tealanın kulu ve mahlukuyuz ve ona döneceğiz, derler. o teslimiyyet gösterip rablerine sığınanlar üzerine, rablerinden mağfiret, rahmet vardır ve işte onlar hidayete ermiş olanlardır buyurulmuşdur. yine mattanın incilinde: olanlara. zira onlar ebedi mirasa kavuşacaklardır denilmişdir. kur'anı kerimde, ali imran suresinin yüzotuzdördüncü ayetinde mealen: öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını afv ederler. allahü teala ihsan edenleri sever buyurulmuşdur. ve kırküçüncü ayetinde mealen, buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzellidokuzuncu ayetinde mealen: yanında bulunanlara yumuşaklık ve tatlılıkla muamele etmen, allahü tealanın sana bir kerem ve rahmetidir. eğer kötü ahlaklı olup, sert davransaydın etrafındakiler dağılırlardı buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz düalarında, ya rabbi! beni ilm ile zengin kıl, hilm ile süsle, takva ile ikram eyle ve afiyet ile güzelleşdir buyururlardı. yine matta incilinde, denilmişdir. kur'anı kerimde, tevbe suresinin yüzyirmisekizinci ayetinde mealen: ey insanlar! size içinizden bir peygamber geldi ki, sizin günah işlemenizden ve çirkin hareketlerinizden o incinir. size çok düşkündür. mü'minlere çok merhametlidir, onlara hayr diler buyurulmuşdur.resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala refikdir. yumuşaklığı sever. sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiç bir kimseye vermediğini yumuşak davranan mü'mine ihsan eder. hadisi şeriflerde: ve ve cehenneme girmesi haram olan ve cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. dikkat ediniz! bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mü'min kimsedir buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde: kızdığı zeman istediğini yapabilecek bir mü'min kimse, kızmazsa, allahü teala kıyamet günü, onu herkesin arasında çağırır. cennetde istediğin hurinin yanına git der ve diğer bir hadisi şerifde: buyurulmuşdur. bir kimse, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem nasihat isteyince: buyurdu. birkaç kerre aynı şeklde sorunca, hepsine de buyurdu. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan birbirlerini çok sevdiklerini, lutf ve merhametlerini, kur'anı kerim beyan buyurmuşdur. feth suresinin son ayetinde mealen: muhammed sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın resulüdür. onunla beraber bulunanlar kafirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine ise çok merhametli dirler buyurulmuşdur. bir hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. matta incilinde, ne mutlu temiz kalblilere. onlar allahü tealayı göreceklerdir denilmişdir. kur'anı kerimde birçok ayeti kerimeler ve peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem pek çok hadisi şerifleri güzel ahlakı ve temiz kalbli olmağı emr etmekdedir. islamiyyetde kalb temizliğine büyük ehemmiyyet verilmişdir. kur'anı kerimde, şu'ara suresinin seksensekizinci ve doksanıncı ayetlerinde mealen: kıyamet günü, ne mal, ne de evlad, hiç kimseye faide vermez. ancak allahü tealaya temiz ve selim bir kalb ile gelenler müstesna. buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dikkat ediniz. haber veriyorum! insanın bedeninde bir et parçası vardır. bu iyi olursa, bütün uzvlar iyi olur. bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur. bu et parçası kalbdir buyurdu. bu et parçası, kalb denilen, görülemiyen ve his organları ile anlaşılamıyan, gönül denilen bir cevherin yuvasıdır. bu et parçasının temiz olması demek, gönlün temiz olması demekdir. bu et parçasına da, mecazen kalb denilmişdir. matta incilinde, ne mutlu sulh yapan, insanların arasını düzeltenlere. onlar allahın sevgili kulları diye çağırılacakdır denilmekdedir. kur'anı kerimde, hucurat suresinin onuncu ayetinde mealen: bütün mü'minler ancak kardeşdirler. aralarında ihtilaf olduğu zeman, kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve allahü tealadan korkunuz ki, merhamet olunasınız buyurulmuşdur. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen: onların gizli işlerinde hayr yokdur. ancak; sadaka vermeyi veya bir iyilik yapmayı veya insanlar arasında olan adaveti ıslah etmeyi emr eden mü'min kimse müstesnadır. her kim bu işleri allahü tealanın rızasını arayarak yaparsa, biz ahiretde ona büyük mükafat vereceğiz buyurulmuşdur. şura suresinin kırkıncı ayetinde mealen: kötülüğün cezası misli kadar azabdır, kötülükdür. kim kötülüğü afv eder ve düzeltirse, onun mükafatı allahü tealaya aiddir buyurulmuşdur. matta incilinde, ne mutlu salah için cefa olunanlara, melekut onlarındır. benim için size düşmanlık ve cefa edip, yalan söyliyerek size karşı fena, kötü sözler söyledikleri zeman ne mutlu sizlere. sevinin ve mesrur olun. zira semavatda ecriniz, mükafatınız çokdur. her şeyden evvel müşrikler, peygamberlere aleyhimüsselam böyle eza ve cefa etdiler denilmekdedir. sabrın çeşidleri ve her birinin mükafatı hususunda kur'anı kerimde nazil olmuş birçok ayeti kerimeler vardır. bekara suresinin yüzyetmişyedinci ayetinde mealen: yüzünüzü doğu ve batı taraflarına çevirmeniz hayr ve taat değildir. hayr ve taat, allahü tealaya ve ahirete ve meleklere ve allahü tealanın indirdiği kitablara ve peygamberlere iman etmekdir. ve allahü tealanın muhabbet ile malını; fakir akrabasına, fakir yetimlere ve muhtaçlara, yolda kalmışlara, , isteyen fakirlere ve mükateb kölelere ve esirlere vermekdir. ve namazları dosdoğru kılmak ve zekatını vermek, sözleşmelerinde ahdine vefa etmek , fakirlikde, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihadda sabr etmekdir. ve bu vasıfları taşıyanlara uymakda sadık olmakdır. işte onlar, takva sahibi olan müslimanlardır buyurulmuşdur. ali imran suresinin ikiyüzüncü ayetinde ise mealen: ey iman edenler! sabr ediniz. düşmanlarınızla olan cihadda üstün gelmek için, sabr yarışı yapın. sınır boylarında kafirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve allahü tealadan korkun ki, felaha eresiniz buyurulmuşdur. nahl suresinin doksanaltıncı ayetinde mealen: allahü teala, yapdıkları amelin karşılığı olan sevabdan daha fazla ve daha güzel olarak elbette verir buyurulmuşdur. zümer suresinin onuncu ayetinde mealen: hesabsız mükafatlara kavuşurlar buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzelliüçüncü ayetinde mealen: ey iman edenler! sabr ve salat ile allahü tealadan yardım isteyiniz. muhakkak allahü teala sabr eden mü'minlerle beraberdir buyurulmuşdur. ra'd suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: onlar, şu kimselerdir ki, rablerinin rızasını kazanmak için sabr ederler. namazlarını dosdoğru kılarlar. kendilerine verdiğimiz rızkdan gizli ve aşikar infak eder, verirler. kendilerine kötülük yapanlara, iyilik ederler. o mü'minler için ahiret se'adeti ve rahat vardır buyurulmuşdur. allahü teala hadisi kudside: ey adem oğulları! bir kimse benim kazama razı olmaz ve benim tarafımdan gelen belalara sabr etmez, verdiğim ni'metlerime şükr etmez, ihsan etdiğim dünya ni'metlerine kanaat etmezse, başka bir rab arasın. ey adem oğlu! bir kimse benim belama sabr ederse, benden razı olmuş olur, ya'ni rububiyyetimi tasdik etmiş olur buyurdu. matta incilinde adalet hususunda, denilmekdedir. adalet hususunda da, kur'anı kerimde pek çok ayeti kerime vardır.adalet, lugatda, bir şeyi yerli yerine koymak demekdir. adaletin iki ta'rifi vardır: birincisi, adalet, bir amirin, bir hakimin memleketi idare için koyduğu kanun, kaide, çizdiği hudud içinde hareket etmekdir. zulm ise, bu kanunun, bu hududun, bu dairenin dışına çıkmakdır adaletin asl ta'rifi: demekdir. zulm de, başkasının malına, mülküne tecavüzdür. alemleri yaratan allahü teala, hakimler hakimi, her şeyin asl sahibi ve tek halıkı dır. allahü teala mutlak adalet sahibidir. çünki, her işi kendi mülkünde yapmakdadır. onun için, insanlara gönderdiği en son ve en kamil dininde tam bir adalet vardır. bu adaletin dışında ise zulm vardır. kur'anı kerim sadece adaleti emr etmekle kalmamış, adaletin zıddı olan zulmü haram kılmışdır. bu hususda bir çok ayeti kerimeler vardır. hatta, kişinin kendi nefsine zulm etmesi dahi haram kılınmışdır. nisa suresinin ellisekizinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. nahl suresinin doksanıncı ayetinde mealen: akrabaya vermenizi emr ediyor. fuhşdan , münkerden ve zulm yapmakdan da nehy ediyor buyurulmuşdur.ihsan etmek demek, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ta'rifi ile allahü tealaya onu görüyormuş gibi ibadet etmekdir. sen onu görmüyor isen de, o seni görüyor demekdir. ihsan, önce haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmakla olur. maide suresinin sekizinci ayetinde mealen: ey mü'minler! allah için amellerinizde ve sözlerinizde hakkı ayakda tutan hakimler olun ve adalet ile şahidlik eden kimseler olun. düşmanlarınıza olan buğzunuz, kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin size vebal yüklemesin. ya'ni düşmanlarınıza bile adalet ile davranınız. dost ve düşmanınıza adalet yapınız ki, bu takvaya çok yakındır. allahü tealadan korkun. çünki allahü teala, sizin amellerinizden haberdardır buyurulmuşdur. adil olmayıp, zulm edenler hakkında, insan suresinin otuzbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu adalet ve zulm bahsi, kur'anı kerimde, incildeki gibi kısa değildir. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde geniş şeklde izah buyurulduğundan, temamı anlatılacak olsa, büyük bir kitab olur. matta incilinin beşinci babının yirmibirinci ayetinden yirmiyedinci ayetine kadar olan kısmında anlatılanlar: den ibaretdir. bunların hepsini, fazlası ile nisa suresinin otuzaltıncı ayeti kerimesi içerisine almakdadır. bu ayeti kerimede mealen: allahü tealaya ibadet ediniz. ona hiçbir şeyi şerik koşmayınız. annenize ve babanıza , akrabaya , yetimlere , fakirlere , akrabanız olan komşularınıza , komşularınıza , dost ve arkadaşlarınıza , yolcu ve misafirlerinize , köle ve cariyelerinize iyilik ediniz. muhakkak allahü teala, ihsanda bulunmayıp da, kibrlenen ve öğünenleri sevmez buyurulmuşdur. fussilet suresinin otuzdördüncü ayetinde mealen: müsavi değildir. sen kötülüğü, en güzel şeklde def' et. ya'ni gadabını sabr ile, kötülüğü afv ile def' et. eğer sen bunu yaparsan o zeman bakarsın ki, düşmanın yakın dost gibi olur buyurulmuşdur. mümtehine suresinin sekizinci ayetinde mealen: allahü teala, din hususunda sizinle dövüşmiyen ve sizi bulunduğunuz yerlerden çıkarmıyan kimselere iyilik ve ihsan etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi nehy etmez. muhakkak ki, allahü teala adalet ve ihsan eden mü'minleri sever buyurulmuşdur. ubade bin samit radıyallahü anh buyurdu: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kirama aleyhimürrıdvan, buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan dediklerinde: muamele et. sana zulm edeni, afv et. seni ziyaret etmiyeni de ziyaret et buyurdu. ebu hüreyre radıyallahü teala anh rivayetinde buyuruyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kirama aleyhimürrıdvan: öğreteyim mi? içinizden onunla amel edecek ve öğrenecek kimdir? diye sordu. ebu hüreyre radıyallahü anh, deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onun elinden tutarak: şeylerden sakın, insanların en abidi, en çok ibadet edeni olursun. allahü tealanın sana verdiği şeye razı ol, insanların en zengini olursun. komşuna ihsan ve yardımda bulun, kamil bir mü'min olursun. kendi nefsin için neyi seversen, herkes için de onu sev, müsliman olursun buyurdu. matta incilinde, gibi, şehvet ile kadına bakmanın da zina olduğu bildirilmişdir. kur'anı kerim, zinayı kesin olarak haram kıldığı gibi, zinaya sebeb olacak herşeyi de yasaklamışdır. mesela, şehvet ile yabancı kadınlara bakmağı ve kadınların da yabancı erkeklere bakmalarını haram kılmışdır. ayrıca, yabancı bir kadınla halveti ya'ni yalnız başına kapalı bir yerde beraber kalmağı, yabancı kadınların seslerini dinlemeği ve zaruretsiz laübali bir şeklde konuşmayı da, haram kılmışdır. bu hususdaki allahü tealanın emrlerini ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem cevab veremedi hadisi şeriflerini burada zikr etmeğe kitabımızın hacmi müsaid değildir. ancak bir kaç misal yazacağız. isra suresinin otuz ikinci ayetinde mealen: zinaya yaklaşmayın. çünki o zina, çok çirkin bir amel olup, gayet kötü bir yoldur buyurulmuşdur. allahü tealadan başkasına ibadet etmezler, allahü tealanın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler, zina etmezler buyurulmuşdur. şuna da dikkat etmek lazımdır ki, musa aleyhisselamın şeri'atinde, denilerek, zina yapmak açıkca yasak edilmişdir. isa aleyhisselamın şeri'atinde ise, zina yapmak yasak edilmekle beraber, şehvet gözü ile bakmak da, zinadan sayılmışdır. dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan islamiyyetde ise; her ikisini de en geniş şeklde içerisine alarak, zinaya yaklaşmakdan nehy edilmişdir. çünki yaklaşmakdan sakındırılınca, haliyle zina fi'linden ve bakmakdan da sakındırılmış oluyor. diğer bir ayeti kerime ise, zinadan sakınanları, zinadan kaçanları müjdelemek hususundadır. bu ayeti kerime, ahzab suresinin otuzbeşinci ayeti olup, incilin beşon ayetini kendisinde toplamışdır. bu ayeti kerimede mealen: boyun eğen erkekler ve kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabr eden erkekler ve sabr eden kadınlar, allahdan korkan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruc tutan erkekler ve oruc tutan kadınlar, ırzlarını zinadan koruyan erkekler ve kadınlar ve allahü tealayı çok zikr eden erkekler ve kadınlar için allahü teala mağfiret ve büyük bir mükafat hazırladı buyurulmuşdur.nur suresi, otuzuncu ayetinde mealen: ey resulüm sallallahü aleyhi ve sellem! mü'minlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! imanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekden korusunlar buyurulmuşdur. yabancı kadınlara şehvet ile bakmanın zina gibi haram olması hususunda, ve hadisi şerifleri yetişir. buyurdu. akabe bin amir radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. ömerül faruk radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. büreyde radıyallahü anh haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye: ya ali! bir kadını görürsen yüzünü ondan ayır. ona tekrar bakma! ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: buyurdu. zinaya had cezası verilmesi kur'anı kerimde açıkca bildirilmişdir. zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. allahü tealaya ve ahiret gününe inanıyorsanız, bunlara allahü tealanın emrlerini yerine getirmek hususunda, merhamet etmeyiniz buyurulmuşdur. dört şahid ile isbat edilmiş veya yapanların bizzat kendilerinin dört kerre i'tirafları ile anlaşılan zina fi'linde, bu çirkin işi yapan evli olan müsliman erkek ve kadının cezası ise; bir meydanda ölünceye kadar taşlanmakdır. buna denir. bu ceza, bu çirkin işi yaymanın cezasıdır. bu ceza fuhşa mani' olmak içindir. bu ceza milleti ve devleti tehdid etmenin cezasıdır. zina öyle bir felaketdir ki, milletleri ve devletleri yıkar, yok eder. çünki, namussuz bir erkeğin zevcesi olmak zararı, ayrıca bu zevcenin iffeti bozulmak zararı, bu yüzden zevcin zararı, zevcin münasebetde bulunduğu kadının zevci varsa onun zararı, zevcenin münasebet kuracağı erkeğin zevcesi varsa onun zararı, bu işlerde yok edilen çocukların zararı ve ayrıca tehlükeye atılan sıhhatler de düşünülürse, islamiyyetde zina yapanlara verilen ceza hiç de çok ve insafsız görülemez. çünki, gayri meşru buluşmalardaki frengi, belsoğukluğu afetleri illeti bütün dünyayı tehdid etmekdedir. hıristiyanların allahın oğlu dedikleri isa aleyhisselam, zinayı yasak etdiği, nehy etdiği halde, bugün dünyada zinanın en çok yayıldığı yerler hep hıristiyan memleketleridir. marttarihli gazetesinde diyor ki, amerikada, ba'zı katolik kilise mensubları ve rahibler arasında aıds hastalığı vak'aları görüldü. ve gazeteleri, en az oniki papazın aıds hastalığından öldüklerini açıkladılar. aıds, ilk olarakde görülen öldürücü ve bulaşıcı korkunç bir hastalıkdır. lut kavminin habis fi'lini yapanlarda ve fahişe kadınlarda hasıl olmakda, başkalarına da sür'at ile bulaşmakda olduğu anlaşılmışdır. papazlar arasında bu hastalığın yayılması, bunların namussuz ve hayasız işlere alışmış olduklarını açıkca gösteriyor. şimdi avrupada ve amerikada, bu hastalığa yakalanmamak için birçok erkeğin, kadınların ve kızların, kiliselere gitmekden ve günah çıkartmakdan vazgeçdikleri bildirilmekdedir. bu öldürücü, bulaşıcı korkunç felaketin, müsliman memleketlerde, müslimanlar arasında hiç görülmemiş olması, hak ile batılı ayıran kuvvetli vesikalardan biridir. avrupalıların, amerikalıların ahlaksız, hayasız adetlerine ilericilik, moda gibi ismler takarak, müsliman yavrularını aldatmağa çalışan, şehvet, menfe'at düşkünlerine aldanmamalıdır. bugün devlet bütçelerinden milyarlarca lira harcıyarak yapılan aıds tedavisi araşdırmaları neticesiz kalmakdadır. amerikada ve ingilterede zina o kadar yayılmışdır ki, üniversitelerde okuyan talebeler için, üniversite içinde doğum kilinikleri açılması istenilmekdedir. aıds insanlık aleminin, öyle bir korkulu rü'yası olmuşdur ki, hıristiyan avrupadan seyahata çıkan turistler, aıds'li olmadıklarına dair rapor alıp, öyle çıkmakdadırlar. allahü tealanın hikmetinin büyüklüğüne bakınız ki, en fena ve en tehlükeli hastalıkları, islamiyyetin dışındaki hareketlere musallat kılmışdır. bu gayri meşru işlerde gayb olan çocukları, doğmayan çocuklar sanmamalıdır. bunlar öldürülen, canlarına kıyılan çocuklardır. islamiyyetin emri burada çok incedir. zinaya karşı, evlileri ederek öldürmek emri, bundan hasıl olacak çocuğun soysuz bir piç bırakılarak, insanlıkdaki şerefi yok edilmiş olduğu için konulmuş bir cezadır. zinaya sebeb olan ve zinaya yol açan şeyleri yapmakdan men' eden birkaç hadisi şerifi daha burada zikr edelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, yabancı kadına şehvet ile bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra cehenneme atılacakdır. yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, cehenneme sokulacakdır. yabancı kadın ile, lüzumsuz yere şehvet ile konuşanlar, her kelimesi için bin sene cehennemde kalacakdır buyurdu. buyurdu. her hususda olduğu gibi, bu hususda da en güzel ve en doğru hükmü beyan eden islamiyyet olmuşdur. müjdeler olsun islam alimlerinin kitablarını okuyanlara ve o din büyüklerine tabi' olanlara. tenbih: ellerde dolaşan incillerde, tevratın ahkamının temamı nesh ve ibtal olunup, yalnız zinanın haramlığı kalmışdı. incilde zina edenlere bir had, bir ceza beyan edilmediğinden, bu zina yasağı da hıristiyanlar arasında hükmü kaldırılmış olarak kabul edildiği, avrupalıların halini bilenlerin ma'lumudur. çünki, şehvet nazarı ile bakmanın aynen zina olduğunu, isa aleyhisselam beyan etmiş iken, hıristiyanlar, kadınlarını örtmemişler, başkalarının şehvet ile bakması için açık bırakmışlardır. halbuki, haram işlemeğe sebeb olan şeyleri yapmak da haramdır. kadınların, açık ve süslü ve kokulu olarak yabancı erkeklere görünmeleri, erkeklerin bunlara, şehvet ile bakmalarına sebeb olmakdadır. o halde, bugün ellerde dolaşan inciller, hıristiyan kadınlarının örtünmelerini emr etmekdedir. bunun içindir ki, bütün kiliselerde, manastırlarda vazifeli olan kızlar, rahibeler, müsliman kadınları gibi örtünmekdedirler. fekat, şimdi papazlar, kadınların yabancı erkeklerle oturup kalkmak şöyle dursun, balolarda, istediği gençlerle, kucak kucağa dans etmelerine dahi müsaade etmişlerdir. bunun için, isa aleyhisselamın sözüne göre, her bir hıristiyana zani ve zaniye denilmesi doğru olur. fekat bunlar cahil halkdır, cahil hıristiyanlardır. bunlara nasihat te'sir etmiyor. hıristiyan din adamları, papazlar, kadınların bu hallerinden hoşnud değildirler denirse; kiliselerde toplanan erkek ve kadınların, dürlü dürlü süs eşyaları ile birbirlerine, ibadet ismi altında, yapdıkları cilveler ve hareketlere niçin mani' olmıyorlar? bilhassa günah çıkarılacağı zeman, genç papazlar ile genç kadınlar, yüz göz açık, diz dize, baş başa, tenhada oturup, işledikleri günahları anlatmaları ve papazların dinlemesi ve kiliselerden çıkılırken genç oğlanların, genç kadınlara okunmuş su takdim etmesi gibi hallere bakılırsa, değil cahil, avam hıristiyanlar, hiç bir papaz bile, göz zinasından kurtulamaz. bu açıklamadan anlaşılıyor ki, bütün ilahi kitablarda, haram olan birçok şeyleri papazlar sonradan te'vil ederek, halal saydıkları gibi, zinayı da bu şeklde hiç şübhesiz halal saydılar. fekat, islamiyyetde kadının eli ve yüzünden başka yerlerini yabancı erkeklere göstermeleri ve onlarla yalnız bulunmaları haramdır. kadınlardan allahü tealanın emrlerine uyanlar, dünyada allahü tealanın ilahi hıfzında kalacaklar. ahiretde de, cenneti alada sayısız ni'metlere kavuşacaklardır. böylece müsliman kadınlar, dünyada huzur ve rahat, ahiretde de, ni'metler içerisindedirler. avrupalı kadınlar gibi, şehvetperest erkeklerin hırs ve tama'larına hedef olarak rezil olmazlar.islamiyyetin kadına verdiği kıymeti, hiçbir din, hiçbir inanç, hiçbir nizam, hiçbir fikr vermemişdir. islamiyyet, kadını baş tacı etmiş, onu gerçek bir anne ve her evin sultanı olmak makamına oturtmuşdur. medeni olduklarını iddia eden avrupalılar; kadınlarını fabrikalarda, işyerlerinde, atelyelerde ve mağazalarda çalışdırmakda ve kadının gerçek vazifelerini yapmasına fırsat vermemekdedir. islamiyyetde, kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak mecburiyyetinde değildir. evli ise erkeği, evli değilse, babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp, onun her ihtiyacını karşılamağa mecburdur. kendine bakacak hiç kimsesi bulunmıyan kadına, devletin denilen hazinesi bakmağa me'murdur ve onun her ihtiyacını te'min etmeğe mecburdur. islamiyyetde geçim yükü, erkek ve kadın arasında paylaşdırılmamışdır. bir erkek, zevcesini tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmağa zorlayamaz. eğer, kadın isterse ve erkek de izn verirse, kadın, kadınlar için iş bulunan yerlerde, erkekler arasına karışmadan çalışabilir. fekat, kadının kazancı kendisinindir. kocası, ondan zorla hiçbir şey alamaz. onu, kendi ihtiyaclarını dahi satın almasına zorlıyamaz. ev işlerini yapmaya da zorlıyamaz. kadın ev işini kocasına bir hediyye, bir lutf olarak yapar. bunlar, müsliman hanımların sahib olduğu birer faziletdir. onlardaki şerefli bir sıfatdır. şimdi, komünist memleketlerinde, kadın da, erkeklerle birlikde, boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalışdırılıyor. hür dünya dedikleri hıristiyan memleketlerinde, denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticaretde, erkekler gibi çalışıyor; sıkıntı, üzüntü ile yaşıyorlar. çoğunun, evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma da'vaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmekdedir. kadınlar, islam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen müsliman olur ve islamiyyetin her memlekete yayılması için çalışırlar. islamiyyetin kadınlara pekçok haklar tanıması ve onları erkekler elinde bir köle veya oyuncak olmakdan koruması, allahü tealanın kadınlara büyük kıymet verdiğini gösterir. bütün bu anlatılanlardan sonra, insaf sahibi, akllı kimseler, hıristiyanlık ve müslimanlıkdan hangisinin ilahi kitablara ve insanlık edeblerine, icablarına uygun olduğunu allah için söylesinler. incilde, kim kadınını boşarsa, ona boş kağıdını versin denilmişdir. fekat ben size derim ki, her kim zinadan başka bir sebeble boşarsa, onu zaniye eder. ve her kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder denilmekdedir. hıristiyanların islamiyyetdeki talak, ya'ni kadın boşamaya yapdıkları i'tirazları ve bunların cevablarını bahsinde mufassal olarak anlatacağız. fekat, bütün hıristiyanlara burada birkaç, sual tevcih edeceğiz: madem ki, daha önce zikr etdiğimiz matta incilinin beşinci babının yirmisekizinci ayetine göre, şehvet nazarı ile bakmak aynen zina etmek olduğu, isa aleyhisselam tarafından bildirilmişdir. zina sebebi olunca kadını boşamak ise, yine mattanın beşinci babının otuzikinci ayetine göre lazım olmakdadır. şimdi hıristiyanlar arasında yabancı kadın ve erkeğin birbiri ile görüşmemesi gibi bir şey olmadığından, her hıristiyan kadının, istediği genç erkekle ve her hıristiyan erkeğin de, istediği kadınla açıkca veya gizlice görüşmesi adet olduğu halde, hıristiyanlar zina günahından acaba nasıl kurtulabilmekdedirler? avrupa tarihlerinde yazıldığına göre, avrupada birçok hükümdarın hanımlarında zina fi'li bulunmadığı halde, hükümdarlar hanımlarını boşamışlar . papalık makamının hududsuz yetkilerine sahib bulunan papazlar, hükümdarların o kadınları boşamasına nasıl müsaade etmişlerdir? bugün avrupa kanunlarında talak bahsi yazılı ve mer'iyyetde olup, zinadan başka, aşırı, şiddetli geçimsizlik ve gadab, hatta kadın ve erkeğin rızaları ile boşanmayı icab etdiren sebebler olduğu halde, birbirlerinden boşanamamakdadırlar. eğer zevc, yeni sevdiği kadını evinde bulundursa, zevcin zevcesini boşayabilme salahiyyeti ve zevc ve zevcenin rızaları ile olan ayrılıkda dahi, zevc ve zevce üç sene geçdikden sonra, bir başka kimse ile evlenebilirler. zina töhmeti ile olan ayrılıkda ise, en az on ay geçdikden sonra bir başkası ile evlenebilmesi mümkindir. bunlar avrupa kanunlarının ba'zı hükmleridir. öyle ise, burada sözü nerede kalmışdır? incilde, rabbe ödeyeceksiniz denildiğini işitdiniz. fekat ben size derim ki, hiç yemin etmeyiniz. ne gök üzerine, çünki o, allahın tahtıdır. ne yer üzerine, çünki o, allahın ayaklarının basamağıdır. ne kudüs üzerine, çünki o, büyük meleğin şehridir. ve diyerek yemin etmeyeceksin. çünki sen, saçın bir kılını ak veya kara yapmağa kadir değilsin. ancak sözünüz evet evet, hayır hayır olsun. zira bunlardan çok olan şerdendir denilmekdedir. matta incilinin bu ayetlerinden anlaşılan, asla yemin etmemek, kat'i bir emrdir. halbuki, cem'iyyet içinde muamelat sebeblerinin en büyüklerinden olan böyle bir emniyyet vesilesinin, büsbütün yok edilmesi akla ve hikmete uygun bir şey olamıyacağından, bunun da, incilde yapılan tahriflerden biri olduğu zan olunur. musa aleyhisselamın dininde olduğu gibi, islamiyyetde de, yemin vardır. islamiyyetde yemin üç dürlüdür: yemini gamus: geçmişdeki birşey için, bilerek yalan yere yemin etmekdir. büyük günahlardandır. böyle yeminlere keffaret lazım olmaz. yemini lağv: boş yere bir işi yapdığı zannı ile, yanlış yemin etmekdir. daha sonra yapmadığı ortaya çıkınca, hiç hükmüne girer. yemini mün'akıde: ilerde yapacağım veya yapmıyacağım diye yemin etmekdir. bir kimse yarın şu işi yapacağım diye va'dde bulunup diyerek yemin etse, daha sonra sebat etmeyip, o işi yapmasa ya'ni yalancı olup, keffaret vermesi lazım olur. bu kısm yemine keffaret verilmesi hususunda kur'anı kerimde açık beyanlar vardır. maide suresinin seksendokuzuncu ayetinde mealen: . fekat akd etdiğiniz yeminlerde muaheze eder. onun keffareti, çoluk çocuğunuza yidirdiğinizin orta hali ile on fakiri doyurmakdır veya çoluk çocuğunuza giydirdiğinizin orta haliyle birer elbiseyi, on fakire giydirmekdir veya bir köle azad etmekdir. bu üçünden birini yapmaya gücü yetmiyenin, üç gün müte'akıben oruc tutmasıdır. işte bunlar sizlerin yeminlerinize keffaretdir. lisanlarınızı yemininizi bozmakdan hıfz ediniz buyurulmuşdur. allahü tealanın isminden başka, yer, gök ve başın için ve evladın için diyerek, yemin etmek ise, çeşidli hadisi şerifler ile men' edildiğinden, şer'an caiz değildir. matta incilinde yazıldığına göre, isa aleyhisselam tevratda olan kısas ayetini nakl etdikden sonra, beşinci babının otuzdokuz ve devamındaki ayetlerde, fekat ben size derim ki; kötülüğe karşı koymayın ve sağ yanağınıza kim vurursa, ona sol yanağınızı da çevirin. eğer birisi gömleğini almak isterse, ona kaputunu, abanı da ver. ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git. senden dileyene, isteyene ver. düşmanlarınızı sevin ve size beddüa edenlere hayr düa edin. herkese selam verin denilmekde ve başkalarına kötülük yapan, zulm eden kimselerin afv edilmesi bildirilmekdedir. kısas, ya'ni suçluyu cezalandırmak temamen inkar olunmakdadır. kısas mes'elesi, ilahi kitablarda meşru' olduğu gibi, kur'anı kerimde de, emr edilmişdir. maide suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzyetmişdokuzuncu ayetinde mealen: ey akl sahibleri! sizin için kısasda hayat vardır buyurulmuşdur. fekat öldürülen kimsenin varislerinin ve yaralanan veya bir azası kesilen kimsenin, kısas yapılmasını istemeyip, afv etmelerinin efdal ve pek hayrlı olması hakkında ayeti kerimeler ve hadisi şerifler varid olmuşdur. ancak, incilin kısası temamen afv etmesi, tahrif edildiğine, kuvvetli bir delildir. çünki, her dinde ve her kanunda kısas vardı. hatta, hıristiyan memleketlerinde dahi kısas yapıldı. eğer hıristiyanlar, bu incilin sıhhatini, doğruluğunu kabul etmiş olsalardı, kısas yapmazlardı.bir yanağına vurana diğer yanağını da çevir. gömleğini isteyene kaputunu da ver. her gidelim diyen ile beraber git emrleri de aynen kısas mes'elesi gibi tahrifatdan olmalıdırlar. çünki, böyle bir şeri'at ile dünyada hiç bir kavm, hiç bir cem'iyyet hayatiyyetini, varlığını devam etdiremez. bunun en açık delili de, avrupalıların, hıristiyanlığın bu esaslarına hiç i'tibar etmemeleridir.avrupada maddi refah, ilm ve teknik, hep hıristiyanlığı terk etmek sebebi ile zuhur etmişdir. bu terakkilerin sebebi, avrupadaki reformlar olmuşdur. bu reformları yapanlar, endülüsde ya'ni ispanyada islam medreselerinde ilm tahsil eden avrupalılardır. bunlar her dürlü terakkiye mani' olan hıristiyanlığa karşı cebhe almışlar, hıristiyanlığın terakkiye mani' olduğunu akl ve ilm ile isbat etmişlerdir. hıristiyanlığı red eden, terakkiye mani' olduğunu isbat eden kitablar yazmışlardır. islamiyyeti bilmeyen ba'zı cahiller, avrupalıların yazdığı bu kitabları okuyup, islamiyyeti de böyle sanmışlar. her dürlü ilerlemeği, terakkiyi, ilmi emr eden islamiyyetde de, reform yapmak fikrine kapılmışlardır. kendileri islamiyyetin ışıklı yolundan sapmış, başkalarını da sapdırmışlardır. böylece, cahilliklerini ve ahmaklıklarını ortaya koymuşlardır. daha önce bildirdiğimiz gibi, müslimanlar islamiyyete yapışıp, bağlandığı müddetce, hıristiyanlar ise, hıristiyanlığı terk edip, uzaklaşdığı müddetce, terakki etmişlerdir. matta incilinde, diye emr eder. kur'anı kerim ise, sadaka ve ihsanda bulunmayı teşvik eder. bütün malını sadaka ver diye, emr etmez. bütün malını sadaka verip, başkalarına muhtaç ve zelil olmakdan men' eder. nitekim, isra suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen: . hallerine göre fakirlere ve yolculara haklarını ver. israf edip, malını lüzumsuz yere dağıtma ve yirmidokuzuncu ayetinde mealen: ve elini temamen açma ki, kötülenirsin ve başkalarına muhtac olursun buyurulmuşdur. matta incilinin altıncı babının üçüncü ve dördüncü ayetlerinde, fekat sadaka verdiğin zeman, sol elin, sağ elinin ne yapdığını bilmesin! gizli şeyleri gören baban, sana ödeyecekdir demekdedir. riyadan sakınmak için, sadakanın gizli verilmesi uygun ise de, başkalarını teşvik için, riya maksadı olmaksızın aşikare, açıkca vermekde de bir beis yokdur. bundan dolayı kur'anı kerimde sadakanın aşikare, açıkca verilmesi de nehy olunmamışdır. fekat, gizli vermenin daha efdal olduğu da ayeti kerimede bildirilmekdedir. bekara suresinin ikiyüz yetmişbirinci ayetinde mealen: sadakaları aşikare verirseniz ne güzeldir. eğer gizlerseniz ve onları fakirlere verirseniz bu sizin hakkınızda daha hayrlıdır ve günahlarınıza keffaretdir. allahü teala sizin yapdıklarınızdan haberdardır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede açıkca verilmesi bildirilen sadaka, farz olan zekatdır. farz olan zekatı açıkca vermek riya olmaz, daha sevab olur. tetavvu' olan sadakayı ise gizlice vermek efdaldir. gizli verilen nafile sadakanın, açıkdan verilen nafile sadakadan yetmiş kat daha sevab olduğu hadisi şerif ile bildirilmişdir. allahü tealanın razı olduğu yolda verilen maldan hasıl olacak ecr ve mükafat hakkında, bekara suresinin ikiyüzaltmışbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. sadakanın, kişinin en sevdiği maldan olması lazımdır. bu hususda, ali imran suresinin doksanikinci ayetinde mealen, nail olamazsınız, kavuşamazsınız buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüz yetmişüç ve ikiyüz yetmişdördüncü ayetlerinde mealen: vaktleri olmayan fakirler içindir. onlar, dilenmekden çekindikleri için, cahiller onları zengin zan ederler. ey resulüm, sen onları simalarından tanırsın. onlar iffetlerinden dolayı insanları rahatsız edip sadaka istemezler. malınızdan, bunlara infak ederseniz, muhakkak allahü teala verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir. şu kimseler ki, gece ve gündüz gizli ve aşikar mallarını infak ederler. onların ecrleri, rablerinin indinde dir. onlara korku ve hüzn yokdur buyurulmuşdur. ebu bekri sıddik radıyallahü anh bin altın aşikare, bin altın gizli, bin altın gece, bin altın gündüz sadaka verdi. bunun üzerine bu ayeti kerimenin nazil olduğu bildirilmişdir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, yedi kısm kimse vardır ki, allahü tealanın ihsan etdiği gölgeden başka gölge bulunmadığı kıyamet gününde, allahü teala onları arşın gölgesinde gölgelendirir. onlardan birisi, sadaka verdiği zeman sağ elinin verdiğini, sol eli dahi bilmeyen kimsedir. bu hadisi şerifden sadakayı aşikare, açıkca vermenin temamen nehy edildiği anlaşılmamalıdır. ba'zı yerler vardır ki, halis niyyet ile, kendini riyadan koruyarak ve başkalarını teşvik için hayrın, iyilik ve sadakanın, aşikare olması daha efdaldir. hadisi şerifde, buyurulmuşdur. bu hadisi şerife göre, sadakayı aşikare vermek, iyiliği açıkca yapmak iki kat sevab olur. birisi, vermiş olduğu sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. böyle, halis niyyet ile, iyilik ve sadakayı izhar, aklen ve şer'an gizlemekden elbette daha güzeldir. bugün mevcud olan incillerde, sadakayı gizli vermek açıkca emr ediliyor ise de, hıristiyanların çoğu, burada da, incile uymamakda, sadakayı aşikare vermekdedir. hatta nefslerini kırmak için hayr sever ba'zı kimseler ve ba'zı süslenmiş madamların, sadaka toplamak için arabaları ile sokaklarda dolaşmaları, avrupanın eski modalarındandır. matta incilinin altıncı babında düa ederken riya yapmamak lazım olduğu yazılıdır. riya, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. kısaca, gösteriş demekdir. kalb hastalıklarındandır. kötü bir huydur. ahiret amellerini yaparak, ahiret yolunda olduğunu göstererek, dünya arzularına kavuşmak demekdir. allahü teala, kur'anı kerimde ve resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinde, islam alimleri de kitablarında, riyanın kötülüğünü bildirmişlerdir. ma'un suresinin dört, beş ve altıncı ayetlerinde mealen: buyurulmuşdur. kehf suresinin yüzonuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimeye göre, riya ile, ya'ni gösteriş için ibadet etmek, şirk hükmündedir. çünki, riya, gösteriş yapan, ibadetinde, ma'buda bir başkasını ortak koşmakdadır. bu ma'nayı te'yid ederek, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kirama, , yakalanmanızdır buyurdu. eshabı kiram: ya resulallah! küçük şirk nedir? diye sordular. buyurdu.diğer bir hadisi şerifde, dünyada riya ile ibadet edene, kıyamet günü, ey kötü insan! bugün sana sevab yokdur. dünyada kimler için ibadet etdin ise, karşılıklarını onlardan iste, denir buyurdu. riyanın zıddı, ihlasdır. ihlas, dünya faidelerini düşünmeyip, ibadetlerini yalnız allah rızası için yapmakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, allahü teala buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. başkasını bana şerik eden, sevablarını ondan istesin. ibadetlerinizi ihlas ile yapınız! allahü teala, ihlas ile yapılan amelleri kabul eder. muaz bin cebeli radıyallahü anh yemene vali olarak gönderirken, ibadetlerini ihlas ile yap! ihlas ile yapılan az amel kıyamet günü sana yetişir buyurdu. başka bir hadisi şerifde, ibadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun. bunlar hidayet yıldızlarıdır. fitnelerin karanlıklarını yok ederler buyurdu. matta incilinde, düa ederken, putperestlerin yapdığı gibi, lüzumsuz yere tekrarlar yapmayın. zira onlar, çok söyledikleri için, kabul edileceğini zan ederler. siz ondan istemeden önce o, ihtiyaçlarınızı bilir. siz şöyle düa edin: ey göklerde olan babamız, ismin mukaddes olsun. melekutün gelsin. gökde olduğu gibi, yerde de senin iraden olsun. her günkü ekmeğimizi bize bugün de ver ve biz suçlu olanları bağışladığımız gibi, bizim suçlarımızı bağışla. bizi iğvaya götürme. bizi şerirden kurtar. melekut ve kudret ve izzet, ebediyyen senindir. amin denilmekdedir. denilerek, allahü tealaya acizlik isnad ediliyor. denilerek, haşa allahü teala minnet altında bırakılmışdır. biz yapdığımız gibi sen de yapmağa, haşa mecbursun denilmekdedir. yine burada sadece ekmek istenmekdedir. halbuki, allahü tealadan bütün ni'metleri istenmeliydi. incilde bundan başka bir düa yokdur. bunun için hıristiyanlar, hergün bu duayı okumakla me'murdurlar. müslimanların her günkü düası, fatihai şerifedir ki, beş vakt namazın, her rek'atinde okunur. böylece, hergün en az, kırk kerre okunur. fatihai şerife suresinin meali şerifi şudur:bismillahirrahmanirrahim: rahman ve rahim olan allahü tealanın ismi şerifini okuyarak başlıyorum. hamd ve senanın en üstünü, bütün alemleri yaratan, allahü tealaya mahsusdur. allahü teala, dünyada ve ahıretde kullarına çok merhamet edicidir. kıyamet gününün maliki yalnız odur. biz, ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz. bizi doğru yolda bulundur. bizi kendilerine ni'met verdiğin kimselerin yolunda bulundur. senin gadabına uğrayanların ve sapıkların yolunda bulundurma! ya rabbi. amin: kabul buyur allahım! bundan başka, kur'anı kerimde yüzlerce düa vardır ki, her biri ve ma'naları tefsir kitablarında uzun yazılıdır. matta incilinde, düa etdiğin zeman, iç odana gir ve kapıyı kapayarak gizli olan babana düa et! gizlide gören baban, sana aşikare ödeyecekdir. semavatda olan babanız, kendisinden isteyenlere, pek çok ihsanlar verecekdir denilmekdedir. kur'anı kerimde, allahü tealaya düa edenlere verilecek ecrleri ve düa etmek lazım olduğunu ve yapılan düaların kabul edileceğini bildiren pek çok ayeti kerimeler vardır. mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzseksenaltıncı ayetinde mealen: , kullarım sana benden sorarlarsa, ben yakınım. bana düa etdikleri zeman düalarına icabet ederim . benden icabet istesinler ve bana iman etsinler buyurulmuşdur. matta incilinde, eğer siz insanların suçlarını bağışlar iseniz, gökde babanız da sizi bağışlar. fekat siz insanların suçlarını bağışlamazsanız, babanız da, sizin suçlarınızı bağışlamaz denilmekdedir. kur'anı kerimde, nur suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: afv etsinler, intikamdan vazgeçsinler. dikkat ediniz! allahü tealanın sizi magfiret etmesini sevmezmisiniz? allahü teala magfiret ve rahmet edicidir buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzotuzdördüncü ayetinde mealen: o kimselerdir ki, bollukda ve darlıkda, çoklukda ve azlıkda infak ederler. gadablarını yok ederler, kusurlarını afv ederler, allahü teala ihsan edenleri sever buyurulmuşdur. müslimanlar hep bu ayeti kerimeler ile amel etmişlerdir. buna bir misal yazalım. resulullahın mubarek torunu hüseyn bin ali radıyallahü anh misafirleri ile sofrada oturmuşlardı. kölesi bir kab sıcak yemek ile gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hüseynin radıyallahü anh, mubarek başına dökdü. kölesini terbiye için yüzüne sert bakınca, kölesi, bu ayeti kerimenin kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh, gadabımı terk etdim, buyurdu. bunun üzerine köle, kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh afv etdim buyurdu. bunun üzerine köle, kısmını okudu. imamı hüseyn radıyallahü anh, seni kölelikden azad etdim, istediğin yere gidebilirsin, buyurdu. beled suresinin onyedinci ve onsekizinci ayetlerinde mealen: bundan sonra mü'minlerden olup, birbirlerine sabr ve merhamet tavsiye ederler. işte bunlar, eshabı yemindendirler, ya'ni cennet ehlindendirler buyurulmuşdur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurmuşdur. matta incilinde, oruc tutduğunuz zeman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. zira onlar oruc tutduklarını insanlar görsünler diye suratlarını asarlar. doğrusu size derim ki, onlar mükafatlarını almışlardır. fekat sen oruc tutduğun zeman başına yağ sürüp, yüzünü yıka. ta ki, insanlara değil, gizlide olan babana oruc tutduğunu gösteresin denilmekdedir. isa aleyhisselam sadece allah rızası için oruc tutulmasını emr etmiş ve riyadan nehy buyurmuşdur. islamiyyetde riyanın kötülüğü ve riyadan sakındırmak için varid olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerden ba'zılarını yukarıda bildirdiğimizden, burada tekrar etmemize lüzum yokdur. dikkat edilecek husus şudur ki, incilin bu ayetlerinde, oruc tutmak, açıkca emr edildiği halde, isa aleyhisselamdan çok sene sonra, onun yüzünü görmeyen ve onun eshabına nice ihanetler yapdığını hıristiyanların dahi i'tiraf etdikleri pavlos, sonradan incildeki diğer ahkamı değişdirdiği gibi, bu orucu da değişdirmişdir. matta incilinde, mal toplayıp, kalbinizi bağlamayın. ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz diye keder çekmeyin. hakka tevekkül ve i'timad ediniz denilmekdedir. ve kuşların yaşayışları ve kır zambaklarının tabii kisveleri gibi ba'zı misaller verilmekdedir. kur'anı kerimde dünyaya rağbet etmemek hususunda varid olan, ba'zı ayeti kerimeleri ve peygamberimizin hadisi şeriflerini yukarıda zikr etmişdik. tevekkül ile ilgili ayeti kerimeler de pek çokdur. burada bir kaçını zikr etmekle iktifa edelim. talak suresinin ikinci ve üçüncü ayetlerinde mealen: bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızk verir. her kim, allahü tealaya tevekkül ederse, allahü teala ona kafidir buyurulmuşdur.tevekkül ile ilgili ayeti kerimelerin tefsirlerinin temamı bir araya getirilse, incilin temamından çok olur. maide suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzellidokuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ibrahim suresinin onbirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, ümmetimden bir kısmını, bana gösterdiler. dağları, sahraları doldurmuşlardı. böyle çok olduklarına şaşdım ve sevindim. sevindin mi dediler, evet dedim. bunlardan ancak yetmişbin adedi hesabsız cennete girer dediler. bunlar hangileridir diye sordum. işlerine sihr, büyü, dağlamak ve fal karışdırmayanlar ve allahü tealadan başkasına, tevekkül ve i'timad etmeyenlerdir buyuruldu. dinliyenler arasında ukaşe radıyallahü anh, ayağa kalkıp, ya resulallah! düa buyur da, onlardan olayım deyince, ya rabbi! bunu onlardan eyle! buyurdu. başka biri daha ayağa kalkıp, aynı duayı isteyince, buyurdu. bir hadisi şerifde, allahü tealaya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. kuşlar, sabah mi'deleri boş, aç gider. akşam mi'deleri dolmuş, doymuş olarak döner buyurdu. bir hadisi şerifde, bir kimse, allahü tealaya sığınırsa, allahü teala, onun her işine yetişir. hiç ummadığı yerden, ona rızk verir. her kim, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır buyurdu. islamiyyetde tevekkül, çalışmayıp her şeyi allahü tealadan beklemek değildir. allahü tealanın adeti şöyledir ki, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. sebebleri o yaratdığı gibi, onların te'sir ederek, işin meydana gelmesini de, o yaratmakdadır. islamiyyet, herşeyin sebebini araşdırmamızı ve bu sebebe yapışmamızı emr etmekdedir. her şeyin ma'lum olan, meşhur olan, sebebine yapışmamız ve bu sebebin te'sirini halk etmesi için, allahü tealaya düa etmemiz, yalvarmamız lazımdır. sebebe yapışmadan işin yapılmasını allahdan beklemek, allahü tealaya karşı gelmek, onun adetini bozmağa kalkışmak olur. tevekkülün ma'nası ve çeşidleri hakkında kitabında geniş ma'lumat vardır. matta incilinde, demekdedir. kur'anı kerimde hucurat suresinin onikinci ayetinde mealen: ey iman edenler, zannın çoğundan sakınınız. çünki zannın ba'zısı günahdır. araşdırmayınız ve birbirinizi gıybet etmeyiniz . sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yimeği sever mi? ikrah edersiniz . allahü tealadan korkunuz. muhakkak ki, allahü teala tevbe edenlerin, tevbesini kabul eder ve çok merhametlidir buyurulmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur. başka bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. buyurmuşdur. islamiyyetde gibet şiddet ile yasak edilmişdir. ateşin odunu yakıp yok etdiği gibi, gibet de hasenatı yok eder. hadisi şerifde, kıyamet günü, bir kimsenin sevab defteri açılır. ya rabbi! dünyada iken şu ibadetleri yapmışdım. sahifede bunlar yazılı değil, der. onlar defterinden silindi, gibet etdiklerinin defterlerine yazıldı denir ve kıyamet günü bir kimsenin hasenat defteri açılır. yapmamış olduğu ibadetleri orada görür. bunlar, seni gibet edenlerin sevablarıdır, denir buyuruldu. gibetden men' eden ve gibete mani' olmağı bildiren pek çok hadisi şerifler vardır. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, ve buyurdu. matta incilinde, dar kapıdan girin, zira helake götüren kapı geniş ve yol enlidir. ve ondan girenler çokdur. fekat hayata götüren kapı dar ve yol ensizdir. onu bulanlar ise azdır denilmekdedir. kur'anı kerimde, ali imran suresinin ondördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. güzel olan şeye rağbet etmek tabii olması hasebiyle bu geniş bir yoldur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur. hasılı, cennet yolu dar ve meşakkatli, cehennem yolu, geniş ve zinetlidir. matta incilinde isa aleyhisselamın bana: yarab, yarab diyen her adam göklerin melekutuna giremez. ancak göklerde olan babamın muradını yapan girer. o gün çok kimseler bana: yarab, yarab, biz senin ismin ile peygamberlik etmedik mi? ve senin ismin ile cinleri çıkarmadık mı? ve senin ismin ile çok mu'cizeler yapmadık mı? diyecekler. ve o zeman ben onlara: ben sizi hiç tanımadım, benim yanımdan gidin. ey zulm ediciler! diyeceğim dediği yazılıdır. burada zikr edilen melekut protestan papazların anladığı gibi, kilise idaresi olmayıp, bil'aks kıyamet günü görülecek ve o esnada zuhur edecek olan, allahü tealanın adalet ve intikamıdır. incilin bu ayetleri gibi kur'anı kerimde pek çok ayeti kerimeler vardır. bekara suresinin ikiyüzellibeşinci ayetinde mealen: göklerde ve yerde olanların hepsi, allahü tealanın mülküdür. allahü tealanın izni olmadıkca, mahşerde şefa'at edip başkasını kim kurtarabilir? buyurulmuşdur. diye tefsir olunmuşdur. müddessir suresinin kırksekizinci ayeti kerimesi, demekdir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, mubarek kızı seyyidetünnisa fatımaya radıyallahü anha, buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem kıyamet günü şefa'atı uzmanın sahibidir. insanlar mahşer yerinde sıra ile adem, nuh, ibrahim, musa ve en son isaya aleyhimüsselam şefa'at etmeleri için gelecekler. isa aleyhisse–cevab veremedi lam da, hıristiyanların kendisini allahü tealaya ortak koşduklarını, onun için allahü tealadan utandığını bildirerek, hatemülenbiya olan muhammed aleyhisselama gönderecek ve resulullah, alemlere rahmet olduğu için, bütün insanlara, mahşer azabının kaldırılması için şefa'at edecek ve bu şefa'ati de kabul olunacak, mahşer azabı hepsinden kaldırılacakdır. hadisi şeriflerde: ve ve ve buyurdu. d ahifede şefa'at uzun bildirilmekdedir. şefa'at hususunda, müslimanların i'tikadı budur. fekat hıristiyanlar, isa aleyhisselamın göğe kaldırılmasından sonra, babanın sağ tarafına oturtulup, bütün ilahi kuvvetleri eline aldığı ve kıyametde hakimi mutlakın hazreti isa olacağı inancındadırlar. matta bab yirmisekiz, ayet ondokuz. markos bab onaltı, ayet ondokuz ve diğer inciller. bu i'tikadın incil ayetlerine açıkça mugayir olduğuna dikkat etmezler. isa aleyhisselam, incilde havarilere hitaben allahü tealanın emrlerine itaat etmiyenlere benden faide olmaz. bana yalvarıp çağıranlara ben imdad edemem derken, hıristiyanlar, hazreti isa kendini bizim için feda etdi. biz cehennemden kurtulduk şeklinde fasid bir zanna sahibdirler. yine isa aleyhisselam, diye tenbih etmiş iken, protestan misyonerleri senelik binlerce lira ücret alarak hıristiyanlığı yaymağa çalışdıkları ve diğer hıristiyan fırkalarındaki papazların da belli bir ta'rife üzerinden, her günahı, belli bir ücret karşılığı afv hatta ba'zı hıristiyanların kendi mülkü olan arazilerini, boş arsalarını, günahlarının afv edilmesine karşılık parça parça papazlara vermeleri ve bu ticaret sebebi ile binlerce papazın, asrlardan beri refah ve zenginlik içinde yaşamaları, akllara hayret verecek hallerdendir. burada şaşılacak husus şudur ki, fen ve teknikde ve akllılıkda dünya milletlerine üstünlük iddiasında bulunan avrupalıların üçde biri, hala bu fasid inanca sahibdirler. kur'anı kerimde, araf suresinin yüzseksenaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. matta incilinde yazıldığına göre, isa aleyhisselam şakirdlerine yapdığı vasiyyet sırasında, bir eve girdiğinizde selam verin. o kimse ona layık ise, selamınız onun üzerine gelsin. fekat ona layık değilse, selamınız size dönsün ve kim sizi kabul etmez ise ve sözlerinizi dinlemez ise, o evden veya o şehrden çıkıp, ayaklarınızın tozunu silkin demekdedir. kur'anı kerim ve hadisi şeriflerde, selam vermek, kapı çalmak, bir eve girmek adabına aid pek çok hükmler vardır. nur suresinin yirmiyedinci ve yirmisekizinci ayetlerinde mealen: ey iman edenler. kendi evinizden başka kimselerin evlerine, o evin sahibinden izn almadan ve selam vermeden girmeyin. bu sizin için daha hayrlıdır . bunları düşünürseniz, hikmetini anlarsınız. eğer evlerde bir kimse bulamazsanız veya size izn verilmezse içeri girmeyiniz. eğer geri dönün derlerse, geri dönünüz. bu sizin için daha güzeldir. allahü teala yapdıklarınızın hepsini bilir buyurulmuşdur. matta incilinin onuncu babında, insanları iseviliğe da'vet için gönderilen şakirdlerin, dini teblig ederken eza ve cefa görecekleri beyan edilmiş ve bir şehrde cefa görürlerse, bir başka şehre kaçmaları ve allahü tealadan başka hiç kimseden korkmamaları tavsiye edilmiş ve söyliyenin onlar olmayıp, allahü tealanın ruhu olduğu ve öldürülürlerse, öldürülecek olanın fani cesed olup, ruha taarruz edemiyecekleri de zikr edilmişdir. kur'anı kerimde ahzab suresinin otuzdokuzuncu ayetinde mealen: insanlara teblig ederler. ancak allahü tealadan korkarlar ve allahü tealadan başka bir kimseden korkmazlar. allahü teala, bunların amellerinin hesabını görmeğe kafidir buyurulmuşdur. enfal suresinin onyedinci ayetinde mealen: ya muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem! sen atmadın. fekat hakikatde, allahü teala atdı buyurulmuşdur. meali şerifi, siz allah yolunda öldürülenlere, ölüler demeyiniz. hakikatde onlar diridirler, fekat siz onları anlamazsınız olan, bekara suresinin yüzellidördüncü ayeti kerimesi, şehidlerin cesedlerinin ölüp, ruhlarının hayatda olduklarını bildirmekdedir. matta incilinin onuncu babının kırkıncı ayetinde isa aleyhisselam şakirdlerine: demekdedir. bu ayetde, isa aleyhisselam, kendisinin allahü teala tarafından gönderilmiş olduğunu ve ona itaat edenin allahü tealaya itaat etdiğini tasdik eder. bu hususda kur'anı kerimde resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem itaatın allahü tealaya itaat olduğu bildirilmekdedir. nisa suresinin sekseninci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. matta incilinin onikinci babının kırkaltıncı ayeti ve devamında, isa halka henüz söylemekde iken, annesi ve kardeşleri onunla söyleşmek isteyerek dışarda durdular. ve biri isaya dedi ki, işte, annen ve kardeşlerin seninle söyleşmek için dışarda duruyorlar. isa cevab verip, kendisine söyleyene dedi ki, benim anam kimdir? ve kardeşlerim kimlerdir? ve elini şakirdlerine doğru uzatıp: işte benim anam ve kardeşlerim. çünki, her kim semavatda olan pederimin iradesine uygun iş yapar ise, biraderim ve kardeşim ve validem odur dedi demekdedir. halbuki allahü teala, kur'anı kerimde anneye ve babaya hurmeti emr etmekdedir. isra suresinin yirmiüç ve yirmidördüncü ayetlerinde mealen: annene ve babana ihsanda bulun. onlara üf deme onlara nazik, ince güzel söz söyle. onlar için gayet merhametli olarak tezellül ve tevazu' kanadını indir. ve yarab bunlar beni çocuk iken nasıl terbiye etdiler ise, sen de onlara rahmet eyle diye düa et! buyurulmuşdur. yuhanna incilinin ikinci babının başında, kana şehrindeki düğün ziyafetinde, isa aleyhisselamın annesi de beraber bulunur. yemek esnasında, ve şerab eksilince, isanın annesi ona, şerabları yok dedi. isa ona: kadın seninle benim aramda ne alaka var diye şiddetli bir şeklde cevab vermişdir. bu kadın, o hazreti meryemdir ki, bir kaç yüz sene sonra isa aleyhisselamın mı? yoksa allahın mı? annesidir diye, konsül denilen ruhban cem'iyyetlerinde mevzu' edilip, nihayet allahın annesi olmasına karar verilmişdir. bugün, hala, katoliklerin akidelerinde uluhiyyet derecesinde olarak, hazreti meryeme de ibadet olunur. papazların i'tikadları, bu derece birbirine zıd esaslar üzerine kurulmuşdur. yukarıdaki yazıları görünce ve öğrenince, müslimanlar, allahü tealaya ne kadar şükr etseler ve kendilerine verilen islam ni'metine ne kadar çok sevinseler, yine azdır. matta incilinin onüçüncü babının, üçüncü ayeti ve devamında isa aleyhisselam, çeşidli misaller getirerek, allahü tealanın emrlerini işiten kimseleri dört kısma ayırmış, her birini ekilen bir tohuma benzetmişdir. bundan sonra diyor ki, işte ekinci tohum ekmeğe çıkdı ve ekerken tohumların ba'zıları yol kenarına düşdü ve kuşlar gelip onları yidiler ve ba'zıları toprağı çok olmıyan kayalıklar üzerine düşdü ve hemen sürdü. çünki, toprağın derinliği yokdu. güneş doğunca yandı ve kökü olmadığı için kurudu. tohumların bir kısmı da, dikenler üzerine düşdü, dikenler çıkıp, onları boğdular. ba'zıları da iyi toprak üzerine düşdü. ba'zısı yüz, ba'zısı altmış, ba'zısı otuz kat semere verdiler. kulakları olan işitsinler. burada birincisi, ya'ni yol kenarına atılan tohumlar, kelami ilahiyi işitip onu inkar eden, ona inanmıyan kimselere benzetilmişdir. ikincisi, ya'ni taşlık yere ekilen ve kök salmıyan tohumlar, kelamı ilahiyi işitip, onu kabul eden ve bir müddet sonra inkar eden mürtedlere benzetilmişdir. üçüncüsü, ya'ni dikenler arasına atılan tohumlar, kelamı ilahiyi işiten, kabulünden sonra, dünyaya dalan ve mal kazanmak sevdasına düşerek, ibadet etmiyenlerdir. dördüncüsü, ya'ni iyi toprağa ekilen ve katkat meyve veren tohumlar ise, kelamı ilahiyi işiten, anlayan ve icabı üzere hareket edenlerdir. dini islamda bu vasf, bu sıfat sahiblerinin birincisine, kafirler, ikincisine, mürtedler ve münafıklar, üçüncüsüne fasıklar , dördüncüsüne ise, mütteki ve salih mü'minler ismi verilmiş ve bu ta'birler kullanılmışdır. denir. allahü tealanın rızasını, sevgisini kazanmış olana denir. allahü tealanın rızasını kazanmış, başkalarını da allahü tealanın rızasına kavuşdurmağa çalışana denir. kur'anı kerimde, bu dört sınıf kimsenin her biri hakkında, va'd ve vaidi, ya'ni mükafat ve ceza verileceğini bildiren pek çok ayeti kerime vardır. bunların toplanmasına ve zikr edilmesine bu kitabımızın hacmi müsaid değildir. ancak burada her biri ile ilgili bir ayeti kerimenin mealini zikr etmekle iktifa edeceğiz. kafirler hakkında bekara suresinin altıncı ve yedinci ayetlerinde mealen: kafirleri azab ile korkutman veya korkutmaman müsavidir. onlar iman etmezler. allahü teala onların kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mührlemişdir, perde çekmişdir. onlar için, büyük bir azab vardır buyurulmuşdur. münafıklar hakkında, bekara suresinin sekizinci ayetinde mealen: insanlardan ba'zıları, biz allahü tealaya ve kıyamet gününe inandık derler. halbuki onlar, iman etmiş değillerdir buyurulmuşdur. kur'anı kerimde münafıklar hakkında, bizzat münafıklardan bahseden otuziki uzun ayet vardır. ayrıca nifakdan, münafıklıkdan bahs eden ayetler de çokdur. günahkarlar hakkında zümer suresinin elliüçüncü ayetinde mealen: ey resulüm! söyle: ey benim günahda nefsleri üzerine israf eden kullarım. allahü tealanın rahmetinden ümmid kesmeyin! allahü teala bütün günahları magfiret eder. muhakkak ki, allahü teala gafurdur, ya'ni çok magfiret edicidir. rahimdir, ya'ni çok merhametlidir buyurulmuşdur. bu ayeti kerime, mekkenin fethinden sonra nazil oldu. müşriklerden pek çoğu korku içerisinde idiler. kendilerine nasıl bir muamele yapılacağını bilmiyorlardı. çünki bunlar, pek çok mü'mine işkence etmişler, pek çok mü'mini de, şehid etmişlerdi. bu müşrikler, iman etdikden sonra, kendilerine en küçük bir ceza dahi verilmemişdir. eshabı kiramdan olma şerefine kavuşmuşlardır. hatta, resulullahın en çok sevdiği amcası hamzayı radıyallahü anh şehid etmiş olan vahşi radıyallahü anh bile, afv edilmiş ve eshabı kiramdan olmuşdur radıyallahü anhüm ecma'in. mütteki mü'minler hakkında, bekara suresinin dördüncü ayetinde mealen: ve ahirete hiç şübhesiz inanırlar. bu kimseler, allahü tealadan olan hidayet ve doğru yol üzeredirler ve bunlar azabdan, ıkabdan felah buluculardır buyurulmuşdur. yine matta incilinin onüçüncü babında, isa aleyhisselam, ba'zı misallerle şeytanın vesvesesi ve ekdiği fesad tohumları sebebi ile fasıkların düşdüğü halleri anlatır. bunların, kıyamet günü kötü amelleri sebebi ile cezalandırılıp, cehennemde yanacaklarını beyan eder. kur'anı kerimde, şeytanın bu işleri ve insanları aldatmak için yapdıkları ve onun hilelerine aldanmamak lazım olduğunu bildiren pek çok ayeti kerime vardır. fatır suresinin altıncı ayetinde mealen: hakikaten şeytan size düşmandır. siz de onu düşman edininiz. çünki o, kendine tabi' olanları, cehennem ehlinden olmağa çağırıyor buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüzsekizinci ayetinde mealen: tabi' olmayın buyurulmuşdur.bekara suresinin yüzaltmışsekizinci ve yüzaltmışdokuzuncu ayetlerinde mealen: şeytanın izine, yoluna tabi' olmayın. muhakkak ki, o size apaçık bir düşmandır. şeytan size ancak fahşayı emr eder buyurulmuşdur. bekara suresinin ikiyüz altmışsekizinci ayetinde mealen: fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emr eder buyurulmuşdur. nisa suresinin altmışıncı ayetinde mealen: hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister buyurulmuşdur. yasin suresinin altmışıncı ayetinde mealen: şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye size nasihat vermedim mi? ey adem oğulları! buyurulmuşdur. maide suresinin doksanbirinci ayetinde mealen: şeytan, şerab ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. sizi, allahü tealayı zikr etmekden ve namazdan alıkoymak ister. siz bunlardan hala sakınmaz mısınız? buyurulmuşdur. zuhruf suresinin otuzaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. kur'anı kerimde şeytandan bahs eden ve onun kötülüğünü anlatan seksenden ziyade ayeti kerime vardır. burada şeytan ile ilgili, birkaç hadisi şerifi de zikr edelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, melekden gelen ilham, islamiyyete uygun olur. şeytandan gelen vesvese, islamiyyetden ayrılmağa sebeb olur ve şeytan kalbe vesvese verir. allahü tealanın ismi söylenince kaçar. söylenmezse vesveselerine devam eder ve allahü tealanın rahmeti cema'at üzerinedir. şeytan, müslimanların cema'atine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir ve sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. parça parça olmakdan sakınınız. cema'at halinde birleşiniz. mescidlere koşunuz buyurdu. allahü teala, iblise, resulullaha giderek, soracağı bütün suallere doğru cevab vermesini emr etdi. iblis yaşlı bir ihtiyar şeklinde, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna geldi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, , dedi. resulullah, buyurdu. iblis, , dedi. resulullah, buyurdu. iblis, dedi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, buyurdu. iblis, , hemen gazablanıp, gazabını yenemiyen kimseler benim dostum, sevdiğim kimselerdir cevabını verdi. çok hadisi şerifler vardır. arzu edenler, hadisi şerif kitablarına mürace'at etsinler. matta incilinin onsekizinci babında, isa aleyhisselam, şakirdlerini kibrlenmekden men' eder ve tevazu' sahibi olmalarını emr eder. isra suresinin otuzyedinci ve otuzsekizinci ayetlerinde mealen: yürüme! çünki sen arzı yaramazsın ve uzunluk gösterip dağlarla beraber olamazsın. bunların hepsi rabbin indinde mekruhdur, çirkindir buyurulmuşdur. kıyametde cem' ve haşr eder buyurulmuşdur. araf suresinin kırksekizinci ayetinde mealen: çokluğu ve kibriniz sizi allahü tealanın azabından men' etmedi derler buyurulmuşdur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz buyuruyor ki, ve allahü teala buyuruyor ki, kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsusdur. bu ikisinde bana ortak olanı cehenneme atarım, hiç acımam ve kıyamet günü, dünyadaki kibr sahibleri küçük karınca gibi zelil ve hakir olarak kabrden çıkarılacakdır. karınca gibi, fekat insan şeklinde olacaklardır. herkes bunları hakir göreceklerdir. cehennemin en derin ve azabı en şiddetli olan, bolis çukuruna sokulacakdır. diğer bir hadisi şerifde, önceki ümmetlerde, kibr sahibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. gayreti ilahiyyeye dokunarak, yer bunu yutdu buyurulmuşdur.tevazu', kibrin aksidir. tevazu' kendini başkaları ile bir görmekdir. başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemekdir. tevazu' insan için çok iyi bir huydur. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyuruyor ki, allah için tevazu' edeni, allahü teala yükseltir. kim de kibrlenirse, allahü teala onu rezil eder. ve buyuruldu. matta incilinin ondokuzuncu babının onsekiz ve ondokuzuncu ayetlerinde, denilmekdedir. kur'anı kerimde, hac suresinin otuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. furkan suresinin yetmişikinci ayetinde mealen: yalan ve batıl şeylerine uğrasalar, onlardan yüz çevirir ve pis işlerine bulaşmadan kerimane geçerler buyurulmuşdur. allahü teala böyle mü'minleri, sabrları sebebi ile cennetin en yüksek derecelerine kavuşduracakdır. anne ve baba haklarına ve komşu hakkına dair olan ayeti kerime ve hadisi şeriflerden ba'zılarını yukarıda zikr etdik. matta incilinin yirminci babının yirmialtıncı ayetinde isa aleyhisselamın, dediği bildirilmekdedir. kur'anı kerimde, hucurat suresinin onüçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. buyuruldu. diğer bir hadisi şerifde, buyurdu. matta incilinin yirmiikinci babının yirmibirinci ayetinde, isa aleyhisselamdan kaysere vergi vermek hususu sorulduğu zeman, dediği yazılıdır. kur'anı kerimde nisa suresinin ellidokuzuncu ayetinde mealen: itaat ediniz buyurulmuşdur. ancak, buradaki ülülemre itaat, mutlak bir itaat olmayıp, hadisi şerifi ile kaydlanmışdır. maide suresinin yüzbeşinci ayetinde mealen: ey iman edenler! nefslerinizin muhafaza ve ıslahı , sizin üzerinizedir. ya'ni üzerinize bir borçdur. siz gücünüz yetdiği kadar iyiliği emr ve kötülükden men' ile doğru yolu gösterdikden sonra, yolunu şaşırmış kimsenin dalaleti , size zarar vermez buyurulmuşdur. çünki islamiyyetde emri ma'ruf ya'ni iyiliği emr ve nehyi münker ya'ni kötülükden men' etmek farzdır. nitekim ali imran suresinin yüzdördüncü ayetinde mealen: sizin içinizden, insanları hayra, ya'ni kur'anı kerime ve resulullahın sünnetine uymağa da'vet eden ve ma'rufu emr eden ve münkerden , ya'ni kur'anı kerime ve resulullahın sünnetine muhalefetden nehy eden bir cema'at bulunsun. onlar, felah buluculardır buyurulmuşdur.peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, birbirinize müslimanlığı öğretiniz. emri ma'rufu bırakır iseniz , allahü teala, en kötünüzü başınıza musallat eder ve düalarınızı kabul etmez. yine buyurdu ki, bütün ibadetlere verilen sevab, allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. cihadın sevabı da, emri ma'ruf ve nehyi anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir. nu'man bin beşirden rivayet edilen hadisi şerifde, allahü tealanın emrleri ile amel eden ve etmeyen ve allahü tealanın emrlerini yapmakda gevşek davrananların hali, bir gemiye binmiş şu insanlara benzer ki, onlar gemi üzerinde kur'a atdılar. bir kısmının kur'ası, geminin aşağı kısmına, ambar mahalline, bir kısmının da, güverte kısmına düşdüler. geminin alt kısmında bulunanlar sudan istifade etmek istedikleri zeman, yukarı buradakilerin üzerinden geçerek, eziyyet veriyorlardı. bunlar, biz kendimiz için ambarda bir delik açarak, oradan ihtiyacımız olan suyu alır, üzerimizde bulunanları rahatsız etmezdik dediler. bunlardan birisi bir balta alarak geminin ambarını delmeğe başladı. yukarıdakiler hemen koşup geldiler, sana ne oluyor dediler. o da, siz bizim yüzümüzden eziyyet çekiyorsunuz. bize de muhakkak su lazımdır dedi. yukarıda bulunanlar, aşağıdakilere gemiyi delmeleri için müsaade ederlerse, hepsi helak olurlar. eğer ellerini tutup gemiyi deldirmezlerse, hepsi necat bulur, kurtulurlar buyurulmuşdur. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, her salih müslimanın ve devletin; kötü, fena kimselerin kötülüklerine mani' olmaları lazımdır. mani' olmazlar ise, o kötülerle beraber, iyiler de helak olurlar. bunun için, emri ma'ruf ve nehyi münker, ehl olan bütün müslimanların vazifesidir. diğer bir hadisi şerifde, buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde, , allahü teala, azabını hepsine umumi kılar buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde, siz elbette iyiliği emr, kötülükden de nehy etmelisiniz. emri ma'ruf ve nehyi münkeri terk ederseniz, allahü teala en kötülerinizi, hayrlılarınızın üzerine musallat eder. o zeman hayrlılarınız düa ederlerse, düaları kabul olunmaz buyurulmuşdur. buyurulmuşdur. ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen: insanlar içinden seçilmiş hayrlı bir ümmetsiniz. iyiliği emr edersiniz ve kötülükden nehy edersiniz ve allahü tealanın birliğine iman edersiniz. eğer ehli kitab iman etselerdi, onlar için hayrlı olurdu. ve yüzondördüncü ayetinde mealen: emr ederler ve münkerden nehy ederler. hayrat yapmakda yarışırlar. işte onlar salihlerdendirler buyurulmuşdur. emri ma'ruf yapmamanın büyük günah olduğu .sahifede yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem günah işleyeni eliniz ile men' ediniz. buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mani' olunuz. bunu da yapamaz iseniz kalbiniz ile beğenmeyiniz! bu ise, imanın en aşağısıdır buyurdu. emri ma'ruf ve nehyi münker ile ilgili pek çok ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. okuyup öğrenmek arzu edenler, tefsir ve hadisi şerif kitablarına ve islam alimlerinin eserlerine mürace'at edebilirler. matta incilinin yirmiikinci babının otuzbeş, otuzaltı ve otuzyedinci ayetlerinde, ey muallim, şeri'atde en büyük emr hangisidir? diye isaya sorulduğu zeman, isa ona, allahın olan rabbini, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin denilmekdedir. kur'anı kerimde maide suresinin ellidördüncü ayetinde de mealen: allahü tealayı sever. allahü teala da onları sever buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzaltmışbeşinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. hadisi kudside allahü teala, ey adem oğlu! beni sevmek istersen dünya sevgisini kalbinden çıkar. çünki benim muhabbetim ile, dünya sevgisini bir kalbde ebediyyen cem' etmem. ey adem oğlu! benim sevgimle beraber dünya sevgisini nasıl istersin! öyle ise, benim sevgimi ve rızamı, dünyayı terk etmekde ara. ey adem oğlu! her işini benim emrlerime uygun olarak yap, ben de, senin kalbine muhabbetimi doldururum buyurmuşdur. matta incilinin yirmidördüncü babında isa aleyhisselam, kıyamet ahvalini anlatırken, yirmidokuzuncu ayet ve devamında, güneş kararacak, ay ışığını vermiyecek, yıldızlar gökden düşecekler ve göklerin kuvvetleri sarsılacak. ondan sonra insan oğlunun alameti gökde görünecek. o zeman yeryüzünün bütün kabileleri feryadü figana düşecekler. göklerin bulutları üzerinde kudret ve büyük bir izzet ile insan oğlunun geldiğini göreceklerdir. o da surun büyük sesi ile meleklerini göndererek ve melekler göklerin bir ucundan öteki ucuna kadar, onun seçdiklerini dört rüzgardan toplayacaklardır. bunların hepsi vaki' olmayınca, kıyamet kopmaz. fekat, o gün ve saati babadan başka kimse bilmez; göklerin melekleri bile bilmez demekdedir. kur'anı kerimde kıyamet hallerine dair olan ayeti kerimelerin tefsirleri toplanırsa; dört incilin temamından daha büyük bir kitab olur. bunlara bir kaç misal yazalım: tekvir suresinin birinci ve ikinci ayetlerinde mealen: buyurulmuşdur. inşikak suresinin bir, iki, üç, dört ve beşinci ayetlerinde mealen: atıp boşaldığı ve yeryüzü dümdüz olduğu zeman buyurulmuşdur. naziat suresinin sekizinci ve dokuzuncu ayetlerinde mealen: o günde, kalbler korkudan ızdırab içindedir. gözleri korkudan zillet içindedir buyurulmuşdur. yasin suresinin ellibirinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. zilzal suresinin altı, yedi ve sekizinci ayetlerinde mealen: o gün, insanlar amellerinin karşılığını görmek için, fırka fırka hesab yerine giderler. kim zerre mikdarı kadar hayr işlemiş ise, onu görür. kim de zerre mikdarı bir kötülük işlemiş ise, onun cezasını görecekdir buyurulmuşdur. mü'min ve kafir herkes kıyametde, dünyada yapmış olduklarını görür. ehli sünnet olan mü'minin, dünyada iken tevbe etmiş olduğu günahları, afv olunup, hayrlarına, sevab verilir. kafirlerin ve bid'at sahibi olanların, ya'ni i'tikadı bozuk olan mü'minlerin hayrları red olunup, şerleri için de ceza görürler. en büyük ve ebedi cezaları, ıkabları, küfrden dolayı olur. kafirler cehennemde ebediyyen kalacaklardır. ahzab suresinin altmışüçüncü ayetinde mealen: ey resulüm! kafirler senden kıyametin ne zeman kopacağını sorarlar. sen de ki, onu ancak allahü teala bilir. umulur ki yakındır buyurulmuşdur. kur'anı kerimde, güzel ahlak sahibi olanlara, kalbi kötü huylardan temizleyenlere, ameli salih işleyenlere verilecek mükafat ve günah işleyenlere verilecek cezalar, hukuk, muamelat, cennetin ve cehennemin vasfları, kıyamet halleri, allahü tealanın zatı, sıfatları ve ismleri hakkında pek çok ayeti kerimeler vardır. bunlar kısmlara ayrılıp, tefsir edilse, her biri mevcud incillerin bir kaç mislinden fazla birer kitab olur. kur'anı kerim ile, bugünkü incillerin karşılaşdırılması, okyanus ile bir küçük havuzdaki tegayyür etmiş suyun mukayesesi gibidir. hakikatde bu karşılaşdırma, küçük bağçesinde, kırk elli dane, dalları kırık, yaprakları dökülmüş ağacı bulunan bir kimse ile, bahçesinde bir kaç bin meyveli ağacı olan kimsenin haline benzer. büyük bağçede, küçük bağçedeki kırk elli ağaç, dalları sağlam ve meyveli olarak bulunduğu gibi, dalları kuvvetli ve yemyeşil binlerle ağaç da bulunur. küçük bağçenin sahibi, kendi bağçesinin bir kaç çeşid meyvesi ile gururlanıp, diğer büyük bağçeden haberi olmadığından veya onun bir mahallini görmüş ise de, hasedinden dolayı, elbette, benim bağçemde olan güzel meyveler senin bağçende yokdur. benim bağçem seninkinden daha ma'mur ve faidelidir. sen buna inanmalısın, herkes de buna inanmalı diye iddia eder. cahilce, ahmakca söylenen böyle bir iddiaya karşı ne yapılır? insanlık icabı, o kimseye, o işin hakikatini, aslını bilmediği için acımalı ve onun bağçesinin ve diğerinin halini kendisine göstermelidir. bunun üzerine yine inad edip, iddiasında ısrar ederse gülüp geçmelidir. hıristiyanlar da böyledir. ba'zıları, papazlar tarafından aldatılmış olduğundan ve islamiyyet hakkında hiç ma'lumatları olmadığından islamiyyeti kabul etmiyorlar. islamiyyet hakkında, doğru ma'lumat sahibi olanlar, seve seve hemen müsliman oluyorlar. ba'zıları da, kuru inad ve teassublarından islamiyyeti kabul etmiyor ve müslimanlık yayılırsa, hıristiyanlık yıkılır, yok olur korkusu ile, islam düşmanlığı yapıyorlar. bunlar, doğru yoldan ayrılmışlar, başkalarını da ayırmakdadırlar. ey, insan adını taşıyan varlık, kendine gel, uyan gafletden artık! se'adet yolunu görmezsen nadan, niye vermiş sana bu aklı yezdan? niçin geldin fani cihana, böyle! yalnız yimek içmek mi, söyle? bilirsin, bir ruh da vardır insanda, psikoloji olayları meydanda. muhakkak, dünyaya gelen ölüyor. o zeman ruhlar aceb n'oluyor? ileriyi görmek, elbet insanlık. bunu sağlar sanma hıristiyanlık. islamı kötüler onlar daima. incilde böyle mi söyledi isa? islamı bilmiyorum dersin, nasıl münevverlik iddia edersin? gençlik geçdi, sanki tatlı bir rü'ya. bütün ömür de, bir saatdır güya. islamı tahkir ediyorsun bugün. anlamadan verilir mi hiç hüküm? din dersine lüzum yokmuş lisede, böyle mi söyleniyor kilisede? biraz müslimanlığı da et merak. din büyüklerinin sözüne bir bak. okusan anlarsın, sen de, o zeman, ne diyor muhammed aleyhisselam. diyor ki, her şeyi yaratan birdir. isa da, anası da, aciz kuldur. kur'anı kerim, kelamı rahmandır. ayetleri, alemlere ihsandır. ilm, fen, cümle fezail kaynağı. ona uy, dilersen felah bulmağı. hergün okuyorsun, gazete, kitab. bunları kim yazmış, iyice bir bak! çoğunu dinsizler düzmüş gizlice. islama iftira saçıyor, nice. kur'ana, mantıkla çatamıyanlar, alçakça yalanlar uyduruyorlar. doğru din kitabı okuyan insan, hakikati anlar, olur, müsliman! teslis ve batıllığı protestanlar, kur'anı kerim ile bugünkü incilleri mukayese için beş bahs seçmişlerdir. birinci bahsde, kur'anı kerimde, üç uknumun ya'ni den meydana gelen üç tanrı inancının bulunmamasını, kur'anı kerimin noksanlığına nisbet etmişlerdir. teslis inancının daha önceki ilahi kitablarda rumuz, işaret ile bildirilmiş olduğunu iddia ederler. kendilerinin neşr etdiği ba'zı kitablarda, bu büyük mes'elenin tevratda mübhem, şübheli olduğunu i'tiraf etdikden sonra, isbat için, yalnız yuhanna incilinden ve amali rusül ve havarilerin mektublarından başka bir delil ortaya koymağa da, muktedir olamazlar. delil olarak ileri sürdükleri kitab ve risalelerin, asl ve esasları sağlam olmadığından, asla kıymetleri yokdur. teslis mes'elesini izah için, önce üzerinde ba'zı incelemelerin beyan edilmesi lazımdır. yukarıda biraz bahs etdiğimiz gibi, bu işai rabbani, hıristiyanların din esaslarından, ya'ni akide esaslarındandır. çünki, hıristiyanların akidelerine göre, isa aleyhisselam, her biri hakiki ilah olan üç ilahdan biri olduğundan, hıristiyanlar onun etini yiyip, kanını içerek güya onunla birleşirlermiş. işlemiş oldukları günahlar bu şeklde, allahın oğlunu kurban ederek afv olunurmuş. ya'ni mayalı veya mayasız bir parça ekmek ile bir mikdar şeraba papaz okuduğu zeman, ekmek aynıyla isa aleyhisselamın eti, şerab da kanı olurmuş.böyle olduğu, matta incilinin yirmialtıncı babının, yirmialtıncı ayeti ve devamında, markos incilinin ondördüncü babının, yirmiikinci ayeti ve devamında, luka incilinin yirmiikinci babının, ondokuzuncu ayeti ve devamında yazılıdır diyorlar. halbuki, bu incillerde, isa aleyhisselam hayatda iken icra edilmiş olan, bir vak'a bildirilmekdedir. benden sonra, siz de, her zeman böyle beni kurban ederek, günahları afv etdiriniz diye bir emr, hiç bir incilde yazılı değildir. luka incilinin, yirmiikinci babının ondokuzuncu ayetinde, diye yazılı ise de, bunu günah afvı ve iman esası haline getiriniz diye yazılı değildir. hıristiyanlar, kilisede ekmek ve şerabı aralarında paylaşarak, yirler ve içerler. böylece isa aleyhisselam kurban edilmiş ve yinilip içilmiş oluyormuş. bu mes'elede, ya'ni ekmek ve şerabın et ve kana dönüşmesi ve böylece isa aleyhisselamın kurban edilmiş olmasında, hıristiyan kiliseleri arasında muhtelif te'viller vardır. ba'zılarının i'tikadına göre, yeryüzünde bir kaç bin papaz aynı anda ellerindeki ekmekleri okuyarak, mukaddes hale getirdiklerinde, her bir papazın meydana getirdikleri birer isa, ya birbirlerinden başkadırlar, yahud birbirlerinin aynıdırlar. birbirlerinden başka olmaları, hıristiyanların i'tikadına göre batıldır. aynı olması da, işin aslına, eşyanın hakikatına uygun değildir. çünki her birinin maddesi, diğerinin maddesinden ayrıdır, başkadır. bir cismin, aynı anda, değişik mekanlarda bulunamıyacağı da, açıkca bilinen şeylerdendir. bunun için, okuyup mukaddes olan ekmekler, tek bir mesih olamazlar. bu dahi, hıristiyanların i'tikadına göre batıldır. çünki onlar, tek isanın varlığına inanmakdadırlar. bir papaz, ekmeği üç parçaya ayırıp, her birini birer şahsa verdiği zeman, ekmeğin tehavvülünden meydana gelen mesih, ya parça parça olur veya her bir parça tam bir mesih olur. birincisine göre, ilah parçalanmış olur. ilahın parçalanabileceğine inanmak, hiçbir dine uygun bir inanış değildir. ikincisine göre, ekmek, bir mesih haline dönmüşdü. ekmek taksim edilince müteaddid mesihler nereden çıkmakdadır? hıristiyanların inançlarına göre, isa aleyhisselam insanları kurtarmak için, bir kurban olarak aleme geldi ve kendini feda etdi. şimdi, papazların kiliselerde yapdıkları işai rabbani kurbanı, vakti ile yehudilerin salib üzerinde yapdıkları kurbanın aynı olursa, isa aleyhisselam hayatda iken, havarilere ekmeği yidirmesi ve şerabı içirmesi ile icra edilen, ilk işai rabbani, insanların günahlardan kurtulmalarına kafi olurdu. isa aleyhisselamın sonradan yehudiler tarafından ağaçdan salib üzerinde haça gerilmek sureti ile kurban edilmesine ve dünyanın her yerinde papazların ayinleri yapmalarına lüzum kalmazdı. insanların günahlarının afv olunması için, hazreti isanın kendini bir def'a kurban etdiği, bunun bir def'a zuhur etdiği ibranilere mektubun dokuzuncu babının sonunda yazılıdır. ya'ni, ismli kitabının, kısmında diyor ki:isa aleyhisselamın teblig etdiği nasranilik ile, göğe yükseltilmesinden sonra te'sis edilen ve çeşidli kiliselerin inandığı hıristiyanlık, birbirinden çok farklıdır. isa aleyhisselam allahü tealanın emrlerini, ümmetine teblig eden ve onlara va'z ve nasihat eden ve insan olan bir peygamber idi. ümmetinden, tevbe etmelerini ve eski, bozuk, kötü adet ve alışkanlıklarından vazgeçmelerini istemişdi. isa aleyhisselam yeni bir dinin kurucusu değildi. musa aleyhisselamın şeri'atinin yenileyicisi idi. isevi dini, va'z ve nasihat idi. bu dinde ve gibi, ayinler yok idi. o, günahlara keffaret olarak ve çarmıha gerilerek kurban edilmeğe gelmemişdi. isa aleyhisselamın, göğe yükseltilmesinden hemen sonra, kendisine iman eden ve yakın arkadaşları olan havariler, kendilerine resuller ismini verdiler. havariler, hiç şübhesiz isa aleyhisselamın yolunda olan, tek allaha inanan ve isa aleyhisselamı onun elçisi kabul eden kimselerdi. havariler, her işde, isa aleyhisselamın kendilerine emr etdiği gibi, musa aleyhisselamın şeri'atına göre amel etdiler. filistin ve civarında, büyük yehudi cema'atleri oturmakda idi. fekat, kudüsde oturan yehudiler, dünya yehudilerine göre çok azdı. iskenderiyye şehri büyük bir kültür merkezi idi. burada birçok dini ve felsefi görüşler öğretilmekde idi. yehudilerin parçalanmaları ve bozulmaları, yunan felsefesi ve mevcud putperest cema'atlerin te'siri ile olmuşdu. bu putperest cema'atlerin her biri, kurtarıcı tanrılar edinmişlerdi. isa aleyhisselam, peygamberlik vazifesini yapmağa başladığı zeman, yehudilerden ba'zıları, onu beklenilen mesih kabul etdiler. ancak, onun sözlerini ve kendisini, yunan felsefesi ve putperest cema'atlerin fikrleri ışığında, tefsire tabi' tutdular. böylece, isa aleyhisselamın –cevab veremedi hakiki dini, değişdirilmeğe başlandı. isa aleyhisselamın yolunu öğretmek yerine, onun şahsını yüceltme teşebbüsleri, bu değişikliğin ilk işaretleri idi. hıristiyan din adamlarının ileri gelenlerinden morton scott enslin bu hususda, kitabının ikinci kısm, yüzyetmişikinci sahifesinde diyor ki:isanın aleyhisselam şahsiyeti ile uğraşma, kim olduğunu araşdırma ve her şeyi onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zeman söylemediği şeyleri ve kendisinin teblig etdiği, allahü tealanın kullarından istediği şeyleri ve tevbeye çağırdığı hususunu unutdurdu. böylece, ümmetine teblig etdiği ahkamın öğrenilmesi ve itaat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması lazım olan bir kimse haline geldi. bu temayül, isa aleyhisselamın kelimesi ile izah edilmesine ve neticede, tanrılaşdırılmasına sebeb oldu. çünki, iskenderiyyeli yehudi felsefeci philo, bu hususda felsefi görüşler ileri sürmüşdü. kısmında philodan bahs edeceğiz. bu zemandaki kilise babalarının, isa aleyhisselam hakkındaki yazıları, uygunsuzluklar, saçmalıklar ile doludur. kilise babalarının bu yazılarında, isa aleyhisselamın ehemmiyyetle üzerinde durduğu tek allah inancı ile, kendisine izafe edilen allahlık iddiasını uzlaşdırma gayreti içinde oldukları görülür. dağılmış bir halde bulunan yehudiler ve bunların yehudi olmıyan komşuları arasında, isa aleyhisselamın bildirdiği iman esasları ile alakası olmıyan, yeni bir din ortaya çıkdı. bu mevzu'da morton scott enslin aynı kitabının ikinci kısm, yüzseksenyedinci sahifesinde diyor ki, isevilik, yehudilerin yaşadıkları yer olan filistinden, putperest milletlerin memleketlerine yayıldı. bu yayılma birçok değişmelere sebeb oldu. iseviler, musa aleyhisselamın şeri'atinden uzaklaşdılar. isa aleyhisselamın teblig etdiği din bilgilerini, putperestlerin kabul edebilecekleri hale getirdiler. böylece tutarsız, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir din meydana geldi. roma imperatorluğunda birkaç çeşid putperest cema'at vardı. bu cema'atler, i'tikad i'tibarı ile, birbirinden çok farklı idi. fekat, şu dört husus hepsinde müşterek idi: hepsi, kurtarıcı bir tanrıya inanıyor ve onun ölümünü, insanların günahları için keffaret ve ona inananlar için kurtuluş kabul ediyorlardı. hepsinde, o dine girmek için, bir giriş ayini vardı. bu ayinle, o dine kabul edilen kimsenin, kötülüklerden temizlenmiş olduğuna inanılıyordu. hepsinde, tanrı ile ma'nevi olarak birleşmek, bütünleşmek inancı vardı. bu bütünleşme, sembolik olarak o din mensubları tarafından, tanrının etini yimek ve kanını içmek şeklinde icra edilirdi. hepsinde cennet inancı olup, onu isterlerdi. orada rahat edeceklerinden emin idiler.da, kelimesinde diyor ki: ve denilen, kurban ayinleri yapılırdı. thusiai, her zeman gündüz olur ve tercihen sabahleyin yapılırdı. kurban edilen hayvanların belli kısmları, biftek olarak denilen taş üzerinde yakılırdı. hayvanın geri kalan kısmları, yüksek bir taşın etrafında toplanmış olan kimseler tarafından yinilirdi. ayin, müzik ve dans ile sona ererdi. sphagia denilen kurban ayini ise, gece yapılırdı. bu ayinde etin yakılması için kullanılan taşa denilirdi. yunanca olan bu ayin ismleri latincede sadece kelimesi ile ifade edildi. kurbanların yakıldığı taş olan ve etrafında toplanılarak kurbanın yinildiği taş olan kelimeleri için kelimesi kullanılırdı. hıristiyanlık dininde icra edilen kurban ayininde, ekmek ve şerabın konulduğu ve etrafında cema'atın toplandığı taşa da, denilir. bu ayinde de, müzik bulunur. mukaddes olan ekmek, kırılınca, kurban icra edilmiş, ekmek, şeraba batırılıp yinilince de, tanrı ile ma'nevi olarak birleşilmiş olunurmuş. yunanlılardaki ve ayinleri ile, hıristiyanlıkdaki işai rabbani ayini arasında benzerlik açıkca görülmekdedir. isa aleyhisselamın, kurtarıcı tanrı olarak kabulü, çarmıha gerildi denilmesi, kurban olarak telakki edilmesi, yukarıda zikr etdiğimiz, yunan putperest cema'atlerinin, hıristiyanlığa etkilerinin bir sonucu olduğu muhakkakdır. hıristiyanlarda ve denilen iki önemli ayin vardır. vaftiz, hıristiyanlığa kabul ayinidir. kişi bununla, doğuşdan gelen günahdan temizlenmiş kabul edilir. ikinci ayin olan işai rabbani, veya veya denir ki, demekdir. morton scott enslin, bu ayinle hıristiyanlığın, romalılar zemanındaki putperest fırkalardan birisi haline geldiğini i'tiraf ederek, aynı kitabının ikinci kısmının yüzdoksanıncı sahifesinde diyor ki, lord raglan, ismli kitabında, roma imperatorluğu zemanındaki dini cema'atlerin ayinlerini beyan etmekde ve bu ayinleri, şimdiki hıristiyan ayinlerinin aslı olarak görmekdedir. raglan diyor ki:tarih öncesi devirlerde, genç bir adamı, kutsal kurban olarak seçmek ve onu bir sene boyunca imtiyazlı kişi kabul ederek her arzusunu yerine getirmek ve sene sonunda belli bir ayin tertib ederek, o kimseyi kurban edib, etini yimek, kanını içmek adeti, dinden haberleri olmıyan ba'zı kavmlerde var idi. kurban edilen kimsenin, etinden ve kanından tarlalara da serpilir, böylece toprağın bereketli olacağına inanılırdı. kurbanlık seçilen kimsenin, kendi kavminin dini lideri ile anlaşarak, yerine başka birisinin kurban edilmesi de olurdu. başka bir kimse kurban edildikden sonra, asl kurban edilmesi lazım olan kişi, tekrar bir sene boyunca, yine imtiyazlı ve kutsal oluyor ve her arzusu yerine getiriliyordu. senenin sonunda yerine, yine başka bir kimse kurban ediliyordu. böylece, devamlı olarak kutsal sayılan ve her arzusu yerine getirilen imtiyazlı kişiler zuhur etdi. bu ilk devamlı kutsal kişiler, kavmleri tarafından veya olarak telakki edilir oldular. bu kutsal kişilerin insanlıklarının, ya'ni bedenlerinin ayrı bir şahsiyyet, ilahlıklarının ayrı bir şahsiyet olduğu kabul edilirdi. ilahın, tanrının bu kimselere hulul etmiş, vücudlarına girip yerleşmiş olduğu, bu kavmlerce kabul edilirdi. bir müddet sonra, kavmleri, kutsal kabul etdikleri bu kimseleri, tanrı veya tanrının oğlu diyerek tapınmağa başladılar. önce ayin vardır, sonra bu ayini izah için mitolojik hikayeler uydurulmuşdur. hayali tanrıların ölmesi veya dirilmesi ile kendilerinin kurtulacağı zan olunurdu. kurtarıcı tanrıya inanan kavmlerin ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleşdiğine, bütünleşdiğine inandıkları, sembolik et yime ve içki içme ayinleridir. kurtarıcı tanrı inancı, bir müddet sonra güneş tanrısı inancı ile birleşdirildi. herbir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. kış başlangıcı ise, Julian takvimine görearalıkdır. hıristiyanlar da, isa aleyhisselamı kurtarıcı bir tanrı yaparak, bu tarihde doğduğunu kabul etdiler ve bu geceyi ve olarak her sene kutlamağa başladılar. edward carpenter, çeşidli kurtarıcı tanrı hikayeleri, mesela, yunanlıların u, romalıların i, perslerin ı, mısrlıların leri, kuzey samiilerin ı, asur ve babillilerin u ile, hıristiyanların isa aleyhisselamın hayat hikayesi diye inandıkları şeyler arasındaki benzerliklere dikkati çekmekdedir. şöyle ki: hepsi, noel ya'niaralık veya buna yakın bir günde doğmuşdur. hepsi, bakire annelerden doğmuşdur. hepsi, bir mağara veya yeraltında bir mahzende doğmuşdur. hepsi, insanlar için meşakkatlere katlanmışlardır. hepsi, nurlandırıcı, iyileşdirici, kurtarıcı ve şefaat edici gibi ismler almışlardır. hepsi, karanlık güçler tarafından mağlub edilmişlerdir. hepsi, cehenneme yahud arz küresinin diğer tarafına inmişlerdir. hepsi, yeniden dirilmiş ve insanların cennete girmelerine öncülük etmişlerdir. hepsi, insanlar ile irtibat kuran azizler seçmişler ve vaftiz ayini ile cema'at kabul eden, dinler te'sis etmişlerdir. hepsi, kurban yemekleri yinilerek anılmışlardır. lord raglanın sözü burada temam oldu. newyork üniversitesinde tarih profesörü olan, Waelance ferguson diyor ki, hıristiyanlarınyortuları, putperestyortuları ile, aynı tarihlere rastlar. mesela, noel tarihi, iran ve romada güneş tanrısı mithrasın doğum tarihi idi. ayrıca bu tarih çok eskiden beri putperest dünyasında önemli biryortu günü idi. mitoloji kahramanları üzerinde çalışmalarını , ismli kitabında toplıyan lord raglan, hikayelerde gördüğü hadiselerimadde halinde sıralamış ve hangi mitoloji kahramanının hayat hikayesinde bunlardan kaç tanesinin geçdiğini tesbit etmişdir. bu maddelerden onbeş danesinin, isa aleyhisselamı anlatan, bu günkü hıristiyanlıkda bulunduğunu da, maddeler halinde bildirmişdir. bunlar da, hıristiyanlığın kaynağının putperestlik olduğunu bize göstermekdedir. bahsinde bunlara ba'zı misaller vereceğiz. meşhur felsefeci ve tarihci Winwood reade diyor ki, hıristiyan alemi putperest alemine hakim olunca, putperest alemi de, hıristiyanlığı bozdu. oziris ve apollo masalları, isa aleyhisselama atf edildi. yehudilerin inandıkları ve isa aleyhisselamın teblig etdiği, tevhidin ya'ni tek allaha iman yerini, mısrlıların ihdas etdikleri ve eflatun tarafından felsefeye sokulan, teslis ya'ni üç tanrı inancı aldı. bana iyi demeyin, iyi bir danedir. o da allahdır diyen bir zatın kendisi bizzat allah yerine konuldu veya birin üçde biri denildi. pakistandaki peşaver üniversitesi müderrisinin kitabından terceme temam oldu. değildir. isa aleyhisselamın ismi arkasına sığınmış, putperestliğin karışdırıldığı, akl ve mantığın kabul edemiyeceği bir dindir. hıristiyanlıkdaki, vaftiz ve işai rabbani gibi ayinlerin, isevilikde bulunmayıp, sonradan putperestlikden alınarak iseviliğe karışdırıldığını ve isa aleyhisselam bir insan ve peygamber iken sonradan tanrılaşdırıldığını, pek çok hıristiyan din adamı, profesörler, ilm ve fen adamları açıkça yazmakdadırlar. papazlar, bu yazılara ve islam alimlerinin kendilerine tevcih etdikleri sorulara cevab vermek yerine, bu kitabları toplatdırıp yok etmek yolunu seçmekde ve eskisinden daha fazla, yalan, yanlış ve mantıksız yazılarla dolu, yeni kitablar ve risaleler yazmakda ve dağıtmakdadırlar. bu da bize gösteriyor ki. v üzyılda hıristiyanlık temamen iflas etmiş, boş ve batıl olduğu iyice anlaşılmışdır. ilk def'a olarak, iki cezvit papazı, çinlileri hıristiyan yapmak için, kanton şehrine gelmişdi. senesinde papazların teşkil etdiği bir misyoner cem'iyyetidir. kanton valisinden hıristiyan dini hakkında va'z vermek için müsaade istediler. vali bunlara ehemmiyyet vermedi ise de, cezvitler onu hergün gelip rahatsız etdiklerinden, nihayet, izn almağa mecburum. kendisine haber vereceğim dedi ve mes'eleyi çin fagfuruna bildirdi. gelen cevabda, bunları bana gönder. ne istediklerini anlıyayım denilmekde olduğundan, cezvitleri, çinin merkezi olan pekine yolladı. bu mes'eleden haber almış olan budist rahibler, fena halde telaşa düşdüler. ve bu adamlar, hıristiyanlık adı altında zuhur eden yeni bir dini, milletimize telkin etmeğe çalışıyorlar. bunlar, kudsi budayı tanımıyorlar, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. lütfen onları buradan kovun! diye fagfura yalvardılar. fagfur, evvela ne söylediklerini bir anlıyalım. ondan sonra, bu hususda karar veririz dedi. memleketin, sayılı devlet ve din adamlarından müteşekkil, bir meclis tertib etdi. cezvitleri bu meclise da'vet ederek: dedi. bunun üzerine, cezvitler şöyle bir ifadede bulundular: semayı ve arzı yaratan allah birdir. fekat, aynı zemanda üçdür. allahın biricik oğlu ve ruhulkuds de birer allahdır. işbu allah, adem ve havvayı yaratıp cennete koydu. onlara her dürlü ni'meti verdi. yalnız bir ağaçdan yimemelerini emr etdi. her nasılsa şeytan, havvayı aldatdı. havva da ademi yanıltarak, allahın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yidiler. bunun üzerine cenabı hak, onları cennetden çıkardı ve dünyaya gönderdi. burada, onların çocukları ve torunları zuhur etdi. fekat bütün bunlar, büyük babalarının işlediği günah ile kirlenmişlerdir. hepsi günahkardır. bu hal, tamsene devam etdi. nihayet cenabı hak, insanlara acıdı ve onların günahını afv etdirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekden ve bu biricik oğlunu, günah keffareti için, kurban etmekden başka çare bulamadı. işte, bizim inandığımız peygamber, allahın oğlu olan isadır. arabistanın garbında filistin denilen bir nahiye ve orada kudüs denilen bir şehr vardır. kudüsde, celile denilen bir yer, celilenin de, nasıra isminde bir köyü vardır. işte bu köyde bundan bin sene önce meryem isminde bir kız bulunuyordu. bu kız, amcasının oğlu olan yusüfi neccar ile nişanlanmış ise de, henüz bakire idi. bir gün, tenha bir yerde bulunurken, ruhülkuds gelip, ona allahın oğlunu ilka etdi . ya'ni, kız bakire iken hamile oldu. beyti lahmde, bir ahır içinde çocuğu oldu. allahın oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. şarkda bulunan rahibler, onun doğduğunu, gökde birdenbire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyyelerle onu aramağa çıkdılar ve nihayet bu ahırda buldular. ona secde etdiler. isa denilen allahın oğlu, yaşına kadar allahın melekutu üzerine va'z etdi. ben allahın oğluyum. bana inanın, sizi kurtarmağa geldim dedi ve ölüleri diriltmek, amaları tekrar basir yapmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla onbin kişiyi doyurmak, suyu şerab yapmak, kışın meyve vermediği için, bir incir ağacını bir işaret ile kurutmak gibi, daha birçok mu'cizeler gösterdiyse de, çok az insan ona iman etdi . nihayet hain yehudiler, onu romalılara şikayet etdiler ve onun haça gerilmesine sebeb oldular. lakin, isa, haçda öldükden üç gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. bundan sonra semaya çıkıp, babasının sağ tarafına oturdu. babası da dünyanın bütün işlerini ona terk etdi. ve kendisi geri çekildi. işte, bizim va'z edeceğimiz dinin esası budur. buna inananlar, öteki dünyada cennete, inanmıyanlar ise, cehenneme gideceklerdir dediler. bu sözleri dinleyen çin fagfuru, papazlara ben sizden ba'zı şeyleri sual edeceğim. bunlara cevab verin dedi ve şöyle sormağa başladı: ilk sualim şudur: siz, allah, hem bir, hem de üçdür diyorsunuz. bu, iki iki daha beş eder gibi, ma'nasız bir lafdır. bu işin aslını bana izah edin! papazlar cevab veremedi. bu, allahın bir sırrıdır. insanların aklı buna ermez dediler. fagfur, ikinci sualim şudur: yeri, göğü ve bütün alemi yaratan çok kudretli allah, kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işden haberi bile olmayan bütün sülalesini nasıl günahkar sayar? bunların afvı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekden başka çare bulamaz? bu, onun büyüklüğüne yakışır mı? buna ne dersiniz? dedi. papazlar yine cevab veremedi. dediler. fagfur, üçüncü sualim de şudur: isa, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş, ağaç vermeyince onu kurutmuş. mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamıyacağı bir şeydir. böyle olduğu halde, isanın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulm değil midir? bir peygamber, zalim olur mu? dedi. papazlar, buna da cevab veremedi. bu işler ma'nevi işlerdir. allahın sırlarıdır. insanların aklları buna ermez dediler. bunun üzerine, çin fagfuru, ben size izn ve müsaade veriyorum. gidiniz, çinin istediğiniz yerinde va'z veriniz diye onlara müsaade etdi. onlar, fagfurun huzurundan çıkdıkdan sonra, meclisde bulunanlara dönüp, ben çinde böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zan etmiyorum. onun için bu adamların, bu hurafeleri va'z etmelerinde, hiçbir mahzur görmedim. ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavmler bulunduğunu görerek, kendi dinlerinin kıymetini daha iyi anlıyacaklardır dedi. papazların, suallerin hepsine cevab veremediklerini hatırlatmak için, bu kitabımıza ismini koyduk. teslisin batıllığının isa aleyhisselamın sözleri ile isbatı incillerde, teslis i'tikadının batıllığını isbat eden pekçok ayetler vardır. inancının nereden geldiği hakkında kısaca ma'lumat vermek faideli olacakdır. adem aleyhisselamdan beri gelen bütün ilahi dinler, tek halık ve malik olan bir yaratıcıya inanmağı emr etmişdir. bütün bu dinlerde bu yaratıcının ismi dır. teslise, ya'ni üç tanrıya inanmanın doğru bir şey olmadığını, aklı selim sahibi olan herkes anlar. havarilerden olan barnabasın yazmış olduğu incilde de, allahü tealanın bir olduğu bildirilmişdir. barnabas incili, türkçe olarak dade istanbulda basdırılmışdır. inciller, yunancaya ve latinceye terceme edilirken, o zemana kadar yüzlerce tanrısı olan putperest romalılar, tek tanrıyı az görerek, onu çoğaltmak istediler. bunu, ilk def'a, yuhanna inciline sokdular. zaten, aslı kaybolmuş olan incili, iyice tahrif etdiler. bu fikr, roma imperatoru büyük kostantinin üçyüz yirmibeş senesinde topladığı konsilde ya'ni ruhban meclisinde zorla kabul etdirildi. bunun sebebi de, yunanlıların eflatun felsefesine bağlı olmaları idi. eflatunun felsefesinin aslı üçe dayanır. eflatun herşeyi üçe böler. mesela, edeb üç his kuvvetine dayanır: ahlak, akl ve tabiat. tabiat da nebat, hayvan ve insan olarak üçe ayrılır. eflatun esasda dünyayı yaratan kudretin tek olduğunu düşünmekle beraber, onun iki yardımcısının daha olabileceğini ileri sürmüşdü. bu da, teslis fikrinin doğmasına sebeb oldu. teslis inancı, ilk def'a yuhanna incilinde görüldüğü halde, yuhanna incilinin içinde, allahü tealanın bir olduğunu isbat eden ayetler vardır. bunlardan ba'zılarını aşağıda zikr edeceğiz. yuhanna incilinin onyedinci babının üçüncü ayetinde isa aleyhisselam, , hakiki bir allah olan seni ve senin gönderdiğin isa mesihi bilmelerinden ibaretdir demekdedir. bu ayetde allahü tealanın hakiki, ebedi hayat sahibi olduğu ve isa aleyhisselamın, allahü teala tarafından gönderilmiş bir resul olduğu, açıkca bildirilmişdir. bu ayete göre yuhanna incili, ebedi hayat ya'ni ahiret hayatına iman etmeği, ya'ni allahü tealanın varlığı ve birliği ile peygamberlere imanı emr edince, bunun aksi olan teslis inancının, ebediyyen kabulü mümkin olmıyan bir hata olduğunu tenbih eder. yuhannanın bu ayetinde, isa aleyhisselamın bir haberci, bir peygamber olduğu bildirilmişdir. sonradan bunun tersini düşünmek ve buna inanmak açık bir sapıklık olup, ebedi hayatı, ahiretdeki sonsuz se'adeti yok etmekdir. yuhanna incilinin onyedinci babının başında, isa aleyhisselam çarmıhda iken yapdığı düada şöyle demekdedir: . isa aleyhisselam burada, tek ma'budun, tek ibadete layık olanın, allahü teala ve kendisinin de onun kulu ve resulü olduğunu bildirmekdedir. allahü tealayı, bir olan rab, kendisini de peygamber olarak kabul edip, iman edilmedikce ebedi hayatın, cennet hayatının olamıyacağını haber vermekdedir. isa aleyhisselamın ve diğer bütün peygamberlerin aleyhimüsselam haber verdikleri şey de zaten budur. ya'ni allahü tealanın varlığına ve birliğine iman ve onun peygamberini tasdik etmekdir. işte bu ebedi olan ahiret hayatı inancı, tam ve doğru olarak, ancak islamiyyetde vardır. çünki hıristiyanlar, teslis uçurumuna düşdüklerinden, yehudiler, isa aleyhisselamın peygamberliğine inanmadıklarından , putperestler , bütün peygamberleri inkar etdiklerinden, onlar için hakiki se'adet hayatı, ya'ni cennet hayatı olamaz. bunlar, allahü tealayı ve onun peygamberlerini inkarlarının, iftiralarının ve düşmanlıklarının cezası olarak, ebediyyen cehennemde kalacaklardır. azab dolu, elim bir cehennem hayatı yaşayacaklardır. markos incilinin onikinci babının yirmidokuzuncu ayeti ve devamında, isa aleyhisselama emrlerin en mühim ve birincisinin hangisi olduğunu soran bir yehudi alimine, isa aleyhisselam, dinle ey israili: allahımız rab, bir olan rabdır. ve allahın olan rabbi, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle ve bütün kuvvetinle seveceksin. ikincisi, komşunu kendin gibi seveceksin. bundan daha büyük başka bir emr yokdur. yehudi ona, çok iyi ey muallim! hakikat üzere dedin ki, allah birdir. ondan başkası yokdur ve onu bütün kalbinle, bütün fikrinle, bütün kuvvetinle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek, bütün yapılan ibadetlerden ve kurbanlardan üstündür dedi. isa da onun akllıca cevab verdiğini gördüğü vakt kendisine, sen allahın melekutundan uzak değilsin dedi, demekdedir. matta incilinin yirmiikinci babının otuzaltı, otuzyedi ve otuzsekizinci ayetlerinde, isa aleyhisselama, ey muallim! şeri'atde en büyük emr hangisidir? diye sorulunca, isa ona dedi: allahın olan rabbi bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin. büyük ve birinci emr budur demekdedir. kırkıncı ayetinde ise, bütün şeri'at ve peygamberlerin bu emre bağlı olduğu bildirilmekdedir. matta ve markos incillerinde allahın bir olduğu açıkca yazılıdır ve baba kelimesi rab ve sahib ve hakim demekdir. insanın babası demek değildir.incile mülhak olan ve incilden kabul edilen mektublarda da, allahü tealanın bir olduğunu bildiren ibareler vardır. pavlosun galatyalılara mektubunun üçüncü babının yirminci ayetinde, demekdedir. pavlosun efeslilere mektubunun dördüncü babının dört, beş ve altıncı ayetlerinde, beden bir ve ruh bir, rab bir, iman birdir. cümlenin üzerinde ve cümle ile ve cümlede cümlenin allahı ve babası birdir demekdedir. birinci timoteosanın birinci babının onyedinci ayetinde, demekdedir. ikinci babın üçüncü, dördüncü ve beşinci ayetlerinde, iyi ve makbuldür. o istiyor ki, bütün insanlar kurtulsunlar ve hakikat bilgisine gelsinler. çünki allah birdir ve allah ile insanlar arasında bir beyancı vardır demekdedir. yehudanın mektubunun yirmibeşinci ayetinde, demekdedir. tevratda, bütün semavi kitablarda, açıkca bildirilen ilk emr ve vasıyyet tevhiddir. ya'ni allahü tealanın varlığına ve bir olduğuna inanmakdır. eğer, ilk ve en mühim emr teslis olsaydı, adem aleyhisselam ve ondan sonra gelen bütün peygamberler aleyhimüsselam bunu açıkca beyan ederlerdi. o peygamberlerden hiç biri böyle bir şey bildirmedi. teslis fikrinin, hakikatde mevcud olmadığı, sonradan meydana çıkdığı, buradan da anlaşılmakdadır. fikrini kesinlikle ortadan kaldırmışdır. isa aleyhisselam burada, bir olan allahü tealaya imanı, onu her şeyden çok sevmeyi açıkca emr etmekdedir. pavlos da, mektublarında, çeşidli vesileler ile, allahü tealanın bir olduğunu yazmışdır. eğer hıristiyanların inandıkları gibi, isa aleyhisselam da allah olsaydı, birinci emr olarak kendisini sevmek lazım olduğunu ve allahın üç olduğunu söylerdi. tevratda da, allahü tealanın bir olduğunu bildiren, pekçok yerler vardır. kitabı istisnanın dördüncü babının, otuzdokuzuncu ayetinde demekdedir. altıncı babının dördüncü ve beşinci ayetlerinde ise, demekdedir. otuzikinci babının otuzdokuzuncu ayetinde de, şimdi görün ki, ben, ben oyum ve nezdimde ilah yokdur. ben öldürürüm ve ben diriltirim demekdedir. kitabı eş'iya nın kırkıncı babının yirmibeşinci ve yirmialtıncı ayetlerinde, beni kime benzeteceksiniz ki, ben ona müsavi olayım? kuddus diyor. gözlerinizi yukarı kaldırın ve görün. bunları kim yaratdı demekdedir. kırküçüncü babın onuncu ve devamındaki ayetlerinde, rab diyor: siz şahidlerim ve seçdiğim kulumsunuz, ta ki, bilip bana inanasınız ve benim o olduğumu anlıyasınız. benden önce allah olmadı ve benden sonra olmayacak. ben, ben rabbim ve benden başka kurtarıcı yokdur. rab diyor, ben allahım demekdedir. kırkbeşinci babın beşinci ayetinde, rab benim ve başkası yokdur. benden başka allah yokdur demekdedir. malakinin ikinci babının onuncu ayetinde, hepimizin babası bir değil mi? bizi bir allah yaratmadı mı? demekdedir. yine kitabı eş'iyanın kırkbeşinci babının onsekizinci ayetinde, demekdedir. yirmibir ve yirmiikinci ayetlerinde ise, ben rab değilmiyim? ve benden başka allah yokdur. benden başka hak allah ve kurtarıcı yokdur. ey yeryüzünde olanlar, hepiniz bana dönünüz ve kurtulun. çünki, allah benim ve başkası yokdur demekdedir. kırkaltıncı babın dokuzuncu ayetinde ise, allah benim, başkası yokdur. ben allahım ve benim gibisi yokdur demekdedir.in eski ahd kısmına da inanan hıristiyanlar, bu ayetler karşısında acaba ne yaparlar. çünki, bu ayetler, her nasıl olursa olsun, ister oğul denilsin, ister ruhülkuds denilsin, bir olan dan başka bir ilaha inanmayı red etmişdir. allahın bir olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını kat'i olarak bildirmişdir. hıristiyanlar teslise, üç tanrıya inanarak bu ayetleri inkar ediyorlar. markos incilinin onüçüncü babının otuzikinci ayetinde, isa aleyhisselam, demekdedir. ancak, babanın bildiğini, bildirmekdedir. matta incilinin yirminci babının, yirminci ayeti ve devamında, bir kadın isa aleyhisselama gelip, melekutunda bu iki oğlumun biri senin sağında, biri solunda oturmalarını emreyle dedi. isa aleyhisselam cevabında: sağımda ve solumda oturmağı ihsan etmek benim elimde değildir. fekat babam tarafından kimler için hazırlanmış ise, onlara verilecekdir dedi demekdedir.markos incilinde bildirildiği gibi, isa aleyhisselam, kıyametin ne zeman kopacağını kendisinin bilmediğini, ancak allahü tealanın bildiğini haber vermişdir. bunu herkese bildirmekden çekinmemişdir. allahın oğlu veya allah olduğuna inanılan kimse, bunu bilmez mi? ba'zı hıristiyanlar, bunu çeşidli şekllerde te'vil etmeğe çalışmışlar ise de, yapdıkları te'villeri kendileri de beğenmemişlerdir. mevcud incillerdeki ve eski ahddeki, zikr etdiğimiz ayetler, teslis akidesinin batıllığını haykırmakdadır. çünki bu ayetler, ilm ve kudreti, isa aleyhisselamın kendisinden kaldırarak, allahü tealaya tahsis etmekdedir. matta incilinin ondokuzuncu babının onaltı ve onyedinci ayetlerinde, biri isaya gelip dedi: ey kerim olan muallim! ebedi hayata kavuşmam için ne iyilik yapayım? isa ona dedi: niçin bana kerim diyorsun? bir olan allahdan başka kerim yokdur demekdedir. bu ayet teslisi kökünden yok eder.de aynen yazılıdır. birleşmiş kitabı mukaddes cem'iyyetlerininbaskılı inde bu onyedinci ayeti isa ona dedi: iyilik için neden bana soruyorsun? iyi olan biri vardır olarak yazmakdadır. görülüyor ki, sözü değişdirilmişdir. allahın bir olduğu sözü kaldırılmışdır. böylece, kitabı mukaddesin her asrda yapılan değişdirilmelerine, bir yenisi daha katılmışdır. matta incilinin yirmiyedinci babının kırkaltıncı ve ellinci ayetlerinde, isa aleyhisselamın çarmıh üstünde iken yüksek sesle, diye bağırdığı, luka incilinin yirmiüçüncü babının kırkaltıncı ayetinde de, isa aleyhisselamın yüksek sesle, diye nida etdiği yazılıdır. bu ayetler, isa aleyhisselamın uluhiyyet sahibi olmadığını, şeksiz ve şübhesiz açıkca bildirmekdedir.eğer isa aleyhisselam, aynen rab olsaydı, hiç kimseden yardım istemezdi. senin ellerine ruhumu teslim ediyorum demezdi. hiç ilah ölür mü? hiç ilah başkalarından yardım ister mi? kederlenir, üzülür mü? allahın ebedi, beka sahibi ve diri ve ölümsüz olması ve kimseye muhtac olmaması lazımdır. bunun böyle olduğu, ahdi atikde de açıkca yazılıdır. kitabı eş'iya nın kırkıncı babının yirmiyedi ve yirmisekizinci ayetlerinde, ey israil, bilmedin mi? işitmedin mi? dünyanın uçlarını yaratan allah, za'iflemez veyorulmaz. onun hikmetinin derinliğine erişilmez demekdedir. kırkdördüncü babının altıncı ayetinde, demekdedir. kitabı ermiya nın onuncu babının onuncu, onbirinci ve onikinci ayetlerinde, melikdir. gadabından dünya titrer ve gadabına milletler dayanamaz. gökleri ve yeri halk etmiyen ilahlar, yerin ve göklerin altında mahv olacakdır. rab, yeri kuvveti ile yaratdı. dünyayı hikmeti ile te'sis etdi. gökleri, ilmi ile yaydı demekdedir. ahdi atikin bu ayetlerinden de anlaşılacağı gibi, allahü teala birdir, sonsuz kuvvet sahibidir. hıristiyanların i'tikadına göre, isa aleyhisselam asılırken kendisine sığındığı ve yardımını istediği bir allahdır. hıristiyanlar, tanrı kabul etdikleri isa aleyhisselamın öldüğüne inanmakla kalmazlar. aynı zemanda, öldükden sonra, insanların günahlarına keffaret olarak cehenneme gireceğine inanırlar. isa aleyhisselamın cehenneme gireceğine, petrusun birinci mektubunun üçüncü babının onsekizinci ve ondokuzuncu ayetlerini delil getirirler. rahmetullah efendi rahmetullahi aleyh kitabında, hıristiyanların bu i'tikadlarını ve bu hususdaki papazların yazılarını ve cevablarını bildirirken diyor ki: meşhur papaz martiros bir toplantıda, isa hiç şübhesiz bizler için insanlığı kabul etmişdir. bunun için, insanlara gelen ve gelecek olan bütün derd ve belalara katlanması lazım idi. nitekim hepsine katlandı. onun için, cehenneme de girdi ve azab olundu. cehennemden çıkarken, kendisinden önce cehenneme girmiş bulunanların hepsini de beraber çıkardı demişdir. bu hususda hıristiyan fırkaları arasında i'tikad farklılıkları vardır. böyle inandıkları bir zatı, her yerde, her an, hazır ve nazır, herşeye hakim ve malik bir allah kabul etmekdedirler. yuhanna incilinin yirminci babının ondördüncü ve sonraki ayetlerinde, isa mecdelli meryeme göründü. ve ona, bana dokunma! çünki ben daha babamın yanına çıkmadım. fekat kardeşlerime git ve onlara söyle: benim babama ve sizin babanıza, benim allahıma ve sizin allahınıza çıkıyorum dedi demekdedir. bu ayetlerden anlaşılıyor ki, isa aleyhisselamın kendine oğul ve allahü tealaya, baba ta'birini kullanması yalnız kendisi için değildir. konuşduğu şivenin, lisanın bir hususiyyeti olarak kullanılan, mecazi bir ta'birdir. bu sözün, zahiri ma'nasına göre, isa aleyhisselam, allahü tealaya oğul olmakda ise de, aynı ayetlerde, diyerek, allahü tealayı ma'bud, ilah tanımakdadır. ayrıca, kendisi ile havarileri bir saymış, ortak yapmışdır. dedikden sonra, bu sözünden maksad, benim allahım ve sizin allahınız demek olduğunu, tek bir allahın kulları olduklarını söylemişdir. böylece kullukda havariler, isa aleyhisselama ortak olmuşlardır. isa aleyhisselam, allahü teala için, demesinden, ilah olarak kabul edilirse, dediği için de, havarileri ona ortak birer ilah kabul etmek lazım gelir. isa aleyhisselam hayatda iken, havarilerden hiçbiri onu bir ilah, bir allah olarak kabul etmemiş, allahın oğlu dememişdir. bu vasf hıristiyanlara göre, öldükden ve göğe çıkarılmasından çok sonra kendisine verilmişdir. bunlar da gösteriyor ki, isa aleyhisselam, allah değildir. ibnullah, ya'ni allahın oğlu da değildir. ancak, abdüllahdır. ya'ni allahın kuludur. yuhannanın ondördüncü babının yirmisekizinci ayetinde, isa aleyhisselamın, dediği yazılıdır. isa aleyhisselam, allahü tealanın, kendisinden büyük olduğunu söylemekdedir. hıristiyanların, isa aleyhisselama, allahdır demeleri, açıkça görülen bir hakikati inkar etmek olur.incil ibraniceden yunanca ve latinceye terceme edilirken, çok yanlış ve anlamadan terceme edilmişdir. böyle olduğu teslis inancında da, hemen görülür. çünki, ibranicede kelimesi, yalnız bir insanın kendi babası değil, aynı zemanda, ma'nasına da gelmekdedir. bunun için, kur'anı kerimde, ibrahim aleyhisselamın amcası olan azere, denilmekdedir. çünki, asl babası, taruh ölmüşdü. amcası azerin yanında yetişmiş ve o zemanki adete uyarak, ona baba demişdi. ibrahim aleyhisselamın babasının taruh olduğu, incilin ahdi atik kısmında da yazılıdır. türkçede de, bunun gibi, olgun, yardım sever, konuşduğu dinlenir kimselere deriz. bunun gibi kelimesi de, ibranicede çok kerreler, bir şahsın rütbece veya yaşca kendisinden daha küçük olan, fekat kendisine son derece sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı, tasvir etmek için kullanılmakdadır. daha önce zikr etdiğimiz gibi, matta incilinin beşinci babının dokuzuncu ayetinde, ne mutlu sulh edicilere! zira onlara allahın oğlu denilecekdir demekdedir. görülüyor ki, burada kelimesi ma'nasına gelmekdedir. hiçbir hıristiyan, incildeki bu ve bunun gibi daha pekçok ayeti delil getirerek, bu ifadelerin kullanıldığı kimseleri uluhiyyet derecesine çıkarmamışdır. o halde hakiki incilde , mubarek bir mevcud, ya'ni allahü teala, kelimesi de, onun sevgili kulu olarak beyan edilmişdir. aklları ancak bu günlerde başlarına gelen hıristiyanların büyük kısmı, hepimiz allahın kulu, çocuğuyuz. allah hepimizin rabbi, babasıdır. incildeki ve kelimelerini böyle anlamak lazımdır demekdedirler. ibranice olan asl incil nüshası, terceme edilirken, daha birçok kelimenin de gibi, yanlış terceme edildiği isbat edilmişdir. nitekim bununla ilgili ba'zı tafsilat daha sonra gelecekdir. yuhanna incilinin ondördüncü babının yirmidördüncü ayetinde, isa aleyhisselamın, işitdiğiniz sözler benim değildir. fekat beni gönderen babanındır. ve onuncu ayetinde dediği bildirilmekdedir. ikinci babının yirmiikinci ayetinde, demekdedir. üçüncü babının yirmialtıncı ayetinde ise, demekdedir. dördüncü babının otuzuncu ayetinde, demekdedir. bu ayetlerde, isa aleyhisselamın peygamberliği ve allahü tealanın vahy etmesi ile konuşmuş olduğu, açıkca bildirilmekdedir. matta incilinin yirmiüçüncü babının sekiz, dokuz ve onuncu ayetlerinde, isa aleyhisselamın, fekat siz rabbi diye çağırılmayı istemeyiniz. zira sizin mualliminiz birdir. ya'ni mesihdir. cümleniz kardeşlersiniz. yeryüzünde kimseyi babamız diye çağırmayın. zira babanız birdir. o dahi göklerdedir. ne de efendi diye çağrılın, çünki efendiniz birdir, mesihdir dediği bildirilmekdedir. bu ayetlerde de, kelimesinin mecazi ma'na ile kullanılmış olduğu ve isa aleyhisselamın mertebesinin, üluhiyyet makamı olmayıp, bir muallim ve bir terbiyeci ve ıslah edici, ya'ni bir peygamber olduğu bildirilmekdedir. matta incilinin yirmialtıncı babının otuzaltıncı ayetinde ve devamında, o zeman isa onlarla beraber cetsemane denilen bir yere gelerek, petrus ile zebedinin iki oğlunu yanına aldı ve şakirdlerine: ben şuraya gidip düa edinceye kadar, siz burada oturun, dedi. kendisi çok sıkılmağa ve kederlenmeğe başladı. o zeman onlara, canım ölüm derecesinde çok kederlidir, mahzundur. burada durup benimle uyanık olun dedi. biraz ileri gidip yere kapanıp: ey baba! eğer mümkin ise bu kaseyi benden al. senin istediğin gibi olsun, diye düa etdi. isa şakirdlerin yanına geldi. onları uykuda buldu. petrusa dönerek nasihat etdi. ikinci kerre gidip, ey baba, eğer ben, o kasedekini içmeden almak mümkin değil ise, senin iraden olsun, diye düa etdi. tekrar şakirdlerin yanına geldi. onları yine uykuda buldu. tekrar uzaklaşıp, aynı sözleri söyliyerek üçüncü def'a aynı duayı yapdı demekdedir. hıristiyanların, isa aleyhisselama iftira ederek, onu üluhiyyet derecesine yükseltmelerine cevab olarak, incillerde başka hiçbir delil olmasa bile, yukarıdaki isa aleyhisselamın kendisinin bir kul, babanın da, bir olan allahü teala olduğu anlaşılan bu sözleri kafidir. isa aleyhisselam, hıristiyanların zan etdikleri gibi, allahın biricik oğlu olup, insanlığı kurtarmak için gelmiş olsaydı, ölüm korkusu ile muzdarip ve mahzun olur mu idi? yerlere kapanıp kaseyi benden al diye yalvarır, düa eder mi idi? demekdedir. bunu hıristiyanlar da bildikleri halde gibi mantıksız bir i'tikada düşmüşlerdir. hıristiyanlar, teslis ya'ni üç tanrı inancını incillerde gördükleri , kelimelerinden çıkarmışlar ve misli görülmemiş batıl bir i'tikad ortaya koymuşlardır. isa aleyhisselam, kendisi için demeyip, pekçok yerlerde ta'bir etmişdir. eğer hakikaten ibnullah olsay–cevab veremedi dı, ibnülinsan demezdi. çünki, bir kimseye ismi sorulunca kendi ismini söyler, başka bir ism söylemez. hıristiyanlar, bu teslis akidesine, yuhanna incilindeki, ma'nası şübheli ba'zı ibarelerden dolayı düşmüşlerdir. halbuki, yuhannaya nisbet edilen incil, diğer incillerden çok sonra ve yunanistanda yazılmış olduğu, herkesin ma'lumudur. yuhanna incilinin içinde uydurma pekçok sözler vardır. hatta, kitabının müellifi rahmetullah efendi, kitabının önsözünde, yuhanna incilinin mecazi sözlerle dolu olduğunu, te'vilsiz anlaşılacak yerlerinin de, az olduğunu bildirmişdir. zaten mevcud incillerde, isa aleyhisselamın sözlerinin çoğu teşbihler ve misaller ile bir muamma gibi kapalı ve mücmel olarak yazılıdır. talebelerinin dahi, tefsir edilmedikce, izah edilmedikce, kolayca anlıyamadıkları sözlerdir. hatta, markos incilinin onbeşinci babının otuzdokuzuncu ayetinde, demekdedir. luka incilinin, yirmiüçüncü babının kırkyedinci ayetinde, dediği yazılıdır. lukanın bu sözü, markosdaki kelamından maksadın, demek olduğunu göstermekdedir. matta incilinin beşinci babının dokuzuncu ayetinde, isa aleyhisselamın, ne mutlu sulh edicilere! çünki, onlar allahın oğulları diye çağırılacaklardır ve kırkdördüncü ve kırkbeşinci ayetlerinde, size eza edenlere düa edin. ta ki, siz semavatda olan babanızın oğulları olasınız dediği yazılıdır. , allahü teala için de, kelimesini kullanmışdır. bu kelimelerin mecazi olduğu meydandadır. bunun gibi, kitabı mukaddesde kötü ve günahkar olan insanlar için, iblisin oğlu, şeytanın oğlu kelimeleri kullanılmışdır. yuhanna incili sekizinci babının otuzdokuzuncu ve sonraki ayetlerinde diyor ki, yehudiler isaya, bizim pederimiz ibrahimdir dediler. isa onlara, ibrahimin evladı olsaydınız onun yapdıklarını yapardınız. fekat beni, ya'ni allahdan işitdiği hakikati size söylemiş olan adamı, şimdi öldürmeğe çalışıyorsunuz. ibrahim bunu yapmadı. siz babanızın işlerini yapıyorsunuz. ona; biz zinadan doğmadık. bizim bir babamız var. o da allahdır dediler. isa onlara, eğer allah sizin babanız olsaydı, beni severdiniz. çünki ben, allahdan çıkıp geldim. ben kendiliğimden gelmedim. fekat beni o gönderdi. söylediğimi niçin anlamıyorsunuz? çünki benim sözümü dinleyemezsiniz. siz babanız şeytandan, iblisdensiniz ve babanızın isteklerini yapmak istiyorsunuz, dedi. burada yehudilerin, biz zinadan doğmadık, babamız vardır. o da allahdır demelerinden maksadları, babamız allahdır, demek değildir. maksadları, isa aleyhisselamın babasız olmasına i'tiraz etmekle beraber, kendilerinin ibrahim aleyhisselamın neslinden olduklarını bildirmekdir. madem ki yuhanna incili, hıristiyanların i'tikadlarına göre, mevsukdur. biz de onu şahid olarak getiririz . yuhannanın bu ayetlerine, ya'ni yehudiler kendilerine allahın oğlu dedikleri ve isa aleyhisselam da onları red ederek, şeytanın çocukları dediğine bakılınca, bu ta'birlerin mecaz olduğu hemen ortaya çıkar. yuhannanın birinci mektubunun üçüncü babının dokuzuncu ayetinde, , onuncu ayetinde ise, ve beşinci babının başında, isa mesihdir, diye iman ederler. o da allahdan doğmuşdur ve tevlid edeni seven her adam, ondan doğmuş olanı sever. ne zeman allahı sever ve onun emrlerini yaparsak, bununla allahın çocuklarını sevdiğimizi biliriz demekdedir. romalılara mektubun sekizinci babının, ondördüncü ayetinde, hepsi allahın oğullarıdır demekdedir. pavlosun filipelilere yazdığı mektubun ikinci babının ondördüncü ve onbeşinci ayetlerinde, her şeyi söylemeden ve çekinmeden yapın. ta ki hayat sözünü sıkı tutarak, dünyada nurlar olarak, aralarında göründüğünüz eğri ve sapık neslin ortasından kusursuz ve saf allahın lekesiz çocukları olasınız demekdedir.nın kırküçüncü babının altıncı ve yedinci ayetlerinde, demekdedir. kitabı mukaddesin bu ayetlerindeki allahın oğlu, allahın oğulları, çocukları lafzları mecazi olup, hakiki ma'na verilerek, allahü tealaya denilemez. hıristiyanlar da, bu ayetlerdeki, kelimesini, mecazi olan, ma'nasına alıp, bu kimselerin hiç birisine, üluhiyyet nisbet etmemişlerdir. bütün hıristiyanlar burada, allahü tealanın yegane hakim olduğunu kabul etmişler. fekat sıra isa aleyhisselama gelince, doğru yoldan ayrılmışlardır. incilde geçen kelimelerini, yanlış anlıyanlar olduğu gibi, kelimelerini de yanlış anlıyanlar olmuşdur. nitekim luka incilinin üçüncü babının yirmiüçüncü ayeti ve devamında, isa aleyhisselamın nesebi, babaları zikr edilirken, mesih yusüfün oğlu denir ve yusüfün babaları zikr edilir ve nihayet şit oğlu ve şit adem oğlu, adem de allah oğlu demekdedir. adem aleyhisselam, hakiki ma'na üzere allahü tealanın oğlu değildir. luka, adem aleyhisselam, anasız ve babasız yaratıldığı için, onu allahü tealaya, isa aleyhisselam da, yalnız babasız tevellüd etdiği için, onu da, yusüfü neccara nisbet etmişdir. olarak doğduğu için, ilah, rab kabul ediyorlar. böyle olduğu halde, yusüfü neccarı da kendisine baba olarak nisbet ediyorlar. isa aleyhisselam, sadece babasız doğdu. halbuki, adem aleyhisselam hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. buna göre, hıristiyanların adem aleyhisselamı, isa aleyhisselamdan daha büyük bir ilah kabul etmeleri lazım gelir. hıristiyanlardan adem aleyhisselama ilah diyen hiç çıkmamışdır. ta'biri, in ahdi atik kısmında da vardır. mesela, sifri hurucün dördüncü babının yirmiikinci ve yirmiüçüncü ayetlerinde, benim ilk oğlumdur. oğlumu bırak ki, bana ibadet etsin demekdedir. kitabı ermiyanın otuzbirinci babının dokuzuncu ayetinde, demekdedir. eğer buralarda oğul kelimesi, üluhiyyeti icab etdirseydi, israil ve efrayim, isa aleyhisselamdan çok önce ilah olurlardı. ayrıca bunlar için, ilk evlad, ta'biri kullanılmışdır ki, sonra gelen evladdan daha önce, ilahlık mertebesine yükselmeleri icab ederdi. sifri samueli saninin samuelin yedinci babının ondördüncü ayetinde, davüd aleyhisselam için, demekdedir. kitabı istisnanın ondördüncü babının ilk ayeti, ve otuzikinci babın ondokuzuncu ayeti, ve rab gördü ve onlardan ikrah etdi. çünki oğulları ile kızları onu öfkelendirdiler ve kitabı eş'iyanın birinci babının ikinci ayeti, ey gökler, dinleyin ve ey yer, kulak verin! çünki rab söyledi: oğullar besledim ve büyütdüm ve bana asi oldular ve otuzuncu babın ilk ayeti, ve altmış dördüncü babının yedinci ayeti, ve şimdi yarab! sen babamızsın. biz balçığız ve sen çömlekçimizsin ve hepimiz senin elinin işiyiz ve kitabı yuşa'ın ikinci babının birinci ayetinde, olan allahın oğullarısınız, denilecek denilmekdedir. buralarda denilmiş ve başkaları için de bu ta'bir kullanılmışdır. eğer ta'biri ile, hakikaten allahü tealanın oğlu ma'nası kasd edilse, ya'ni mecaz olmaz ise, israil oğulları ve israil , efrayim, süleyman ve diğer beni israil peygamberlerinin aleyhimüsselam ve adem aleyhisselamın, ilah olmaları lazım gelirdi. fekat yehudiler, kendi lisanları ibraniceyi iyi bildiklerinden, bu allahın oğlu, ilk oğlu, oğulları, kızları gibi ta'birlerin mecaz olduğunu gayet iyi anladılar ve bir hataya düşmediler. fekat havarilerden sonra, inciller ve isa aleyhisselamın va'zları, nasihatları, sahife sahife, şunun bunun elinde kalıp, başka lisanlara terceme edildi. terceme edenler ise, cahil ve ibrani lisanının inceliklerinden ve üslubundan habersiz olduklarından, metinde her ne gördülerse, anlamadan terceme etdiler. sonradan bu tercemeleri görenler, tercemelerdeki lafzları hakiki ma'nalarından başka bir ma'naya kullanmağa cesaret edemediler. işte, boş iddialar, yanlış ve batıl görüşler, akl ve hakikatden temamen uzak, garib i'tikadlar, hep buradan ortaya çıkmışdır. isa aleyhisselamdan yüz sene kadar sonra, her memleketde değişik bir i'tikad, değişik bir fırka ve her fırkanın elinde değişik bir incil ortaya çıkdı. bu fırkalardan müte'assıb kimseler, kendi fırkalarının revaç bulup yayılması ve diğer fırkaların batıllığını isbat için, el yazısı ile olan nüshalardan incil yazarlarken, kendi maksadlarına uygun ba'zı kelimeleri sokuşdurdular. incil nüshaları, öyle bir hale geldi ve hıristiyanlar arasında o kadar ihtilaflar ortaya çıkdı ki, sadece iznikde toplanan ruhban meclisinde, birbirine uymıyan elli aded, hıristiyanların okudukları incilin iptal edilmesine karar verildi. bundan anlaşılıyor ki, mevcud olan dört incilin hiçbirisi, istidlal, ya'ni delil getirilmek için sened olamaz. fekat, hıristiyanların inancı, bu dört incil üzerine kurulmuş olduğundan, onları ikna' etmek için, biz de bunlardan delil getiririz. hıristiyanların teslisi isbat için, in denilen, tevrat kısmında gösterebilecekleri hiçbir delilleri yokdur . en kuvvetli delilleri, incillerin en şübheli ve en karışığı olan, yuhanna incili ile, diğer incillerin teferruatındaki birkaç mübhem sözden ibaretdir. mesela: yuhanna incilinin sekizinci babının yirmiüçüncü ayetindeki, isa aleyhisselamın, siz bu dünyadansınız. ben bu dünyadan değilim demesinden, üluhiyyet ma'nası çıkarmakdadırlar. üluhiyyeti, isa aleyhisselama yakışdırabilmek için de, gökden indi ve tecessüm etdi, ya'ni cism peyda etdi, şeklinde izah etmekdedirler. halbuki, bu ayetin ma'nası, demekdir. bu sözden ilahlık ma'nası çıkarılamaz. ayrıca, incillerde, bu ayeti nakz eden, ayetler vardır. yuhanna incilinin onbeşinci babının ondokuzuncu ayetinde, sizler bu dünyadan değilsiniz. ancak ben sizi dünyadan seçdim, onyedinci babının onaltıncı ve onsekizinci ayetlerinde, ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değildirler. sen beni dünyaya gönderdiğin gibi, ben de onları dünyaya gönderdim denilmişdir ki, hıristiyanların isa aleyhisselamın ilah olduğunu isbat için delil getirdikleri yuhannanın sekizinci babındaki, sözünün aksidir. bu ayetlerde, isa aleyhisselam, kendisi ile talebelerini eşit tutmuşdur. ta'biri de, dünyayı isteyerek, ona meyl etmek ma'nasındadır. böyle ıstılah ve ta'birler her lisanda kullanılır. hatta lisanımız olan türkçede de oğlum, baba, arslanım gibi mecazi ma'naya kullanılan ta'bir ve kelimeler vardır. arapçada , , ve ta'birleri mevcuddur. bunların ma'naları, vaktin oğlu, vaktin babası, zemanın oğulları, yolun oğulları demekdir. vaktin ve yolun oğlu olamaz. bunlar hep mecazdır. hıristiyanların, teslisi isbat için bildirdikleri delillerden biri de, yuhanna incilinin onuncu babının otuzuncu ayetidir. bu ayetde, isa aleyhisselamın, dediği bildirilmekdedir. bu ibareden de, üluhiyyet ve ayniyyet ma'nası çıkarılamaz. zira, isa aleyhisselamın bu sözü söylediğini farz etsek, söylediği zeman nefs sahibi bir insan olduğundan, allah ile birleşmesi mümteni'dir, mümkin değildir. yuhannanın bu ayetini, isa aleyhisselamın üluhiyyetini isbat için delil olarak getiren hıristiyanlar, bu ayetin devamını da okumalıdırlar. otuz ve devamındaki ayetler, ben ve baba biriz. yehudiler onu taşlamak için yine yerden taş kaldırdılar. isa onlara cevab verdi: size babadan bir çok iyi işler gösterdim. bu işlerden hangisi için beni taşlıyorsunuz? yehudiler ona cevab verip: seni iyi işden dolayı değil, fekat küfrden dolayı ve sen insan iken, kendini allah etdiğinden dolayı taşlıyoruz dediler. isa onlara, ben dedim, siz ilahlarsınız diye şeri'atınızda yazılı değil mi? kendilerine allah sözü gelenlere ilahlar dendiği halde, allahın oğluyum dediğim için, siz babanın takdis edip, dünyaya gönderdiği zata mı küfr ediyorsun diyorsunuz? eğer babamın işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyiniz. fekat yapdığım halde, siz bana iman etmezseniz bile, işlere iman ediniz ki, babanın bende ve benim babada olduğumu bilip anlıyasınız diye cevab verdi. yine onu tutmağa çalışdılar. isa da onların elinden çıkdı, kurtuldu şeklindedir. isa aleyhisselamın bizatihi kendisini ve mu'cizelerini görenler, ilah olduğunu söylemediler. hatta, bu mecaz sözünden dolayı, onu öldürmeğe kalkdılar. hıristiyanların, ezeli ve ebedi bir yaratıcı ilah olarak kabul etdikleri isa aleyhisselam, yehudilerden kaçmakdadır. nasıl halıkdır ki, yaratdığı mahluklarından kaçmakdadır. burada diğer bir husus da, isa aleyhisselamın, sözünü isbat hususunda zikr etdiği, diye şeri'atınızda yazılı değil mi? şeklindeki otuzdördüncü ayetidir. elimizde mevcud incilin dip notunda bu ayetin ahdi atikdeki zeburun seksenikinci babının altıncı ayeti olduğu bildirilmekdedir. mezmurlardaki bu ayetin devamı ise, şeklindedir. bu ayetin zahiri ma'nasına ve isa aleyhisselamın da bildirdiğine göre, isa aleyhisselamdan başka diye bildirilen kimseler de ilah olmakdadırlar. acaba hıristiyanlardan hiçbir kimse onları, kabul etmişler midir? sözünü isa aleyhisselamın üluhiyyetine delil getiren hıristiyanlar, bunun devamında bildirilen ilahları kabul etmemekle, günahkar ve asi olmuş, ilah olarak tanıdıkları isa aleyhisselamın sözünü kabul etmemişlerdir. ilah hiç yalan söyler mi? hıristiyanlara, bunu niçin kabul etmediklerini sorarsanız, efendim bu söz mecazdır. allah birdir. sizler ilahlarsınız sözü hakiki ma'naya alınamaz derler. isa aleyhisselamın, sözü de mecaz değil midir? deseniz, efendi isanın üluhiyyeti vardır. bu hıristiyanlığın esas doktrinidir cevabını verirler. hıristiyanlar, yuhanna incilindeki bu sözleri, mesih isa, insanı kamil olduğu gibi, aynı şeklde kamil bir ilahdır şeklinde de, te'vil ederler. halbuki insanlık sıfatlarının kendisinden ayrılmaması sebebi ile insan ile ilah arasında hakiki bir birleşme düşünülemez. bir diğer husus da, isa aleyhisselam bu ta'biri sadece kendisi için kullanmayıp, havariler için de kullanmışdır. yuhanna incilinin onyedinci babının yirmibirinci ayetinde, ey baba, sen bendesin ve ben de sendeyim. onlar da bizde olsunlar, yirmiikinci ayetinde, , yirmiüçüncü ayetinde ise, ben onlardayım. sen de bendesin. böylece bir olmakla temamlanmış olsunlar ve beni senin gönderdiğini ve beni sevdiğin gibi, onları dahi sevdiğini dünya anlasın denilmekdedir. işte bu ayetlerde bildirilen kelimesi, dinin emrlerine sıkı bir şeklde itaat ve amali saliha ile amel etmek olduğundan, bundan üluhiyyete aid bir şey hatıra getirilemez. hıristiyanların, teslis için getirdikleri delillerden biri de, yuhanna incilinin ondördüncü babının sekizinci ayeti ve devamında anlatılan şu fıkradır: filipus ona: yarab, babayı bize göster, bize bu kifayet eder dedi. isa ona dedi: bu kadar zeman sizinle beraberim de, sen beni bilmedin mi ey filipus? beni görmüş olan babayı görmüş olur iken, sen nasıl onu göster diyebiliyorsun. bu delilleri de iki şeklde yanlışdır, batıldır. birincisi: dünyada, ilahı görmenin mümkin olmadığı, hıristiyanlar tarafından da, kabul edilmekdedir. hatta, kitabının mukaddemesinde, bu ma'rifet, bilmek olarak te'vil edilir. mesihi bilmek, cismiyyetini bilmek değildir. buna göre, hıristiyanlar, ma'nasındadır dediler. bu te'vil, teslise inanan hıristiyanlara göre, vacibdir. halbuki, böyle te'vil de yanlışdır, batıldır. çünki, te'vilin, akli delillere ve kat'i nasslara muhalif olmaması lazımdır. bu te'vil ise, akli delillere muhalifdir. çünki, daha önce zikr etdiğimiz gibi, isa aleyhisselam, havarileri kendisine eşit tutmakdadır. tarihcilerin ma'lumu olduğu gibi, üç uknum, ya'ni teslis, yeni birşey olmayıp, müteaddid ilahlara tapınan kavmlerin inançlarından alınmış bir fikrdir. ilahların çokluğu, cahil halkın nazar ve dikkatlerini çekecek bir şeklde çoğalınca, müşriklerin ileri gelenleri, onları aralarında makamlarına göre bir tertibe koyup, içlerinden ba'zılarını asl, diğer küçüklerini de fer' kısmlarına ayırdılar. bu taksimin tahkikıni aralarında gizli bir sır olarak kabul etdiler. zerdüşt, putların arasından ve isminde iki uknum ta'yin etdi. yezdan iyilik tanrısı, ehremen ise, kötülük tanrısı veya yezdanın nur, aydınlık, ehremenin de zulmet, karanlık olması gibi, misli görülmemiş batıl bir i'tikad ortaya koydu. hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden mazher canı canan, ondördüncü mektubunda buyuruyor ki, brahma dini, semavi bir din idi. sonradan bozuldu. üç uknum ta'biri ilk def'a bunlardan işitildi.buna din yerine, felsefe, fikr demek daha doğrudur. isa aleyhisselamın miladından yediyüz sene evvel semavi bir dinin değişdirilmesi ile kurulduğu anlaşılmakdadır. bu tahrifi yapan brahmadır. brahma mukaddes kelam demekdir. hıristiyanlıkda da, isa aleyhisselam için bu ta'bir kullanılmışdır. hıristiyan papazlarına, isa aleyhisselamın üluhiyyeti sorulunca, bunu isbat için ilk delilleri, yuhanna incilinin birinci babındaki ba'zı ayetlerdir ki, ve ve kelam beden olup, inayet ve hakikat ile dolu olarak aramızda sakin oldu. biz de onun izzetini, babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük , şeklindedir. tıpkı brahmanizmdeki gibi. brahmanizm fikrine tabi' olanlar, isminde asl olan bir ilaha inanırlar. i'tikadlarına göre, bu, en kamil ve daimüssükut bir ilah olup, her şeyin aslıdır. fekat bu ilah, diğer iki ilah vasıtası ile işlerini yapar. bunlardan birisi , diğeri de dır. bunlar, üç nev' zuhurdan ibaret olarak, bir ilahdır derler. brahmanlara göre, , bütün herşeyi ve dünyayı yaratandır. bütün yaratma işlerini o yapar, alameti güneşdir. vişnu akldır. herşeyi koruyan, ya'ni koruyucu bir ilahdır. içinde bulunan zemana hükm eder. alameti sudur. siva ise, hayat ve ölüm tanrısıdır. içinde bulunulan zemana ve istikbale hükm eder. adalet ve intikam bunun işidir. alameti ise, ateşdir. brahmanlar, tanrıları vişnunun semada yaşadığına inanırlar. diğer tanrılar, vişnuya yeryüzünde bir takım şeytanların türediğini, yeryüzünün asayiş ve intizamını bozduklarını ve bunların cezalandırılması için, yeryüzünde, insan şeklinde doğması lazım olduğunu söylerler. vişnu, bu teklifi kabul eder ve yeryüzünü kötülüklerden ve şeytanlardan temizlemek için muharibler sınıfından, bakire bir kızdan bir ya'ni muharib olarak doğar. kız, bunu önceden rü'yasında görür. krishna altmışdört günde, bütün ilmleri öğrenir. çobanlık yapar. pekçok yerler dolaşır. dolaşdığı yerlerde, harikulade şeyler yapar ve onu gören brahmalar tarafından ilahlığı kabul edilir. insan şeklinde yeryüzüne inmiş bir ilahdır. brahmanizme inananlar tarafından, krishna ile ilgili daha pekçok efsaneler anlatılır. canı canan, de delhide şehid edildi. budistler de, budayı ilah olarak kabul ediyorlar. budistlere göre, buda insan olarak doğmadan önce, semada yaşıyordu. yeryüzünde inecek bir yer aradı ve nihayet sudhodana ailesinin bir ferdi olarak doğmaya karar verdi. annesi oruclu olarak serayın damında uyurken, rü'yasında, etrafına nurlar saçarak gökden bir beyaz filin yere indiğini ve sağ böğründen karnına girdiğini hayret ile görür. budanın doğmasına yakın birçok alametler de görünür. annesi bulunduğu şehri terk eder ve bir ağacın altında, ilah olan oğlu yeryüzüne gelir. budistlerin inancı, akl ve mantığın asla kabul edemiyeceği şeylerle doludur. brahmanların ve budistlerin inançları ile hıristiyanların teslis inancı ism farkları hariç, birbirine benzer. ilahların yeryüzünde bakire bir kıza nüfuz etmeleri ve doğmaları ve insanların onları ilah olarak kabul etmeleri arasında, insanı hayretde bırakan bir benzerlik vardır. bunlardan birkaçını zikr edelim: hıristiyanlara göre, isa aleyhisselam ölmüş ve öldükden üç gün sonra dirilmişdir. krishna da öldükden sonra dirilerek göğe yükselmişdir. isa aleyhisselam mezarından, buda ise tabutundan kalkmışdır. isa aleyhisselam öldürüleceğini önceden söylemiş, zindanlardaki, ya'ni cehennemlerdeki ruhları kurtarmış ve mezardan kalkınca, allahın sağına oturmuşdur. buda da, dünyadan çekileceğini ve nirvanaya gideceğini haber vermişdir. isa aleyhisselam göğe çıkınca, bütün alemin işlerini eline alarak hükm etmeğe başlamışdır. buda da, göklerin sultanlığını kurmuş ve aleme hükm etmeğe başlamışdır. incillerde, isa aleyhisselamın babalarını ilk melik dedikleri davüd aleyhisselama kadar, ittifakla zikr ederler. budanın da neslinin ilk melik olan makavamata dayandığı zikr olunur. teslis ve tenasüh, ya'ni ölen bir kimsenin ruhunun başka bir kimseye geçeceği i'tikadı hind dinlerinde olduğu gibi, eski mısr dinlerinde de vardır. mısrlıların inandıkları tanrılardan en büyüğü, dır. alameti güneşdir. bu alemi iradesi ve kelamı ile yaratmışdır. amonranın yardımcısı olan ikinci tanrıları dir. oziris, yeryüzüne inmiş, çeşidli acılar çekmiş ve öldürülmüşdür. üçüncü tanrıları olan sayesinde tekrar dirilmiş ve göğe yükselmişdir. böylece oziris, ölüler ilahı olmuşdur. ayrıca, eski mısrda melikler, ya'ni lar, amonranın oğlu olarak kabul edilmişlerdir. eski mısrlılar ölen bir kimsenin oziris tarafından hesaba çekileceğine de inanırlardı. batıda üç uknum fikrini ilk def'a ortaya atan filozof time dir. miladdan beşyüz sene kadar evvel, lokres şehrinde yaşıyan time, pisagorun talebelerindendir. bu üç uknum fikrini hocasından öğrenmişdir. miladdan öncesenesinde sisam adasında doğdu. senesinde metaponteda öldüğü rivayet edilmekdedir. doğum ve ölüm tarihlerinde çeşidli ihtilaflar vardır. genç yaşında italyanın kroton şehrine gelmişdir. buradan çeşidli seyahatlar yapmış, mısr ve ortadoğuda, uzun zeman kalmışdır. mısrda kaldığı zeman içerisinde, eski mısr dini ve inançları hakkında geniş ma'lumat sahibi olmuşdur. üçlü tanrı inancı ve tenasüh fikrini mısrlılardan öğrenmiş ve bunları kabul etmişdir. mısrda öğrendiği şeylerden birisi de, hendese idi. bugün, pisagor nazariyyesi diye bilinen geometri faraziyyesi de, tecribi olarak, o zeman mısrda bilinmekde idi. mısra babilden gelmişlerdi. o zeman babilde ilmi nücum , matematik ve müneccimlik san'atı çok ileri idi. bunları, büyük peygamber olan idris aleyhisselamdan öğrenmişlerdi. pisagor, babile de giderek, bunları iyice öğrendi. tekrar kroton şehrine döndü ve bir mekteb açdı. kendi ismi ile anılan yeni bir yol, hatta yeni bir fırka kurdu. kendisine inananlar tarafından çok efsaneler uydurulmuş; peygamber, hatta ilah olduğu iddia edilmişdir. pisagor, varlığın aslının ya'ni sayı olduğunu söyledi. ona kadar olan sayıları, mukaddes kabul etdi. bilhassa bir, iki ve üç sayılarını; üç asl kabul etdi. pisagorcular, bir sayısının alemin değişmez ve ebedi kaynağı ve ilk uknum, ya'ni en büyük tanrı olduğunu, iki sayısının dişiliği ve dünyanın bundan meydana geldiğini ve ikinci uknum olduğunu, üç sayısının ise, alemdeki ebedi üçlüğü gösterdiğini ve üçüncü uknum olduğunu iddia ederler. dünyanın ve alemin aslının, bu üç uknum olduğunu söylerler. mesela, alemin esası derler. bunun gibi olarak, üç alemden meydana geldiğini söylerler. pisagorculara göre, herşey üçden mürekkeb olduğu gibi, yaratma da, bu üçlükden ortaya çıkar. bunlar yaratıcı irade, yıldız akımı ve her an biraz daha kemale eren alem imiş. pisagorun sayıları hususunda ve diğer felsefi görüşleri hakkında gompertzin kitabında geniş bilgi vardır. pisagora göre, ilk uknum, ya'ni her dilediğini yapabilecek olan tanrı, akl ile anlaşılamaz. ruhu ebedi kabul eden ve ölen bir kimsenin ruhunun bir hayvana geçebileceğine inanan pisagorcular, hayvan eti yimezler. pisagorun ileri gelen talebesi olan time de, hocasının yolunu ta'kib etmişdir. time, kitabında, vardır ki, ilk kelime ve ilk uknum odur. kendisi madde değildir, ruhanidir ve akl ile anlaşılamaz. ikinci mertebe, maddei gayri muntazımedir. telaffuz olunan ikinci kelime ve ikinci uknumdur. bundan sonra gelen üçüncü mertebe, ibn ya'ni ma'na alemidir ki, üçüncü uknumdur. bütün kainat bu üç sınıfdan ibaretdir. ibn, ya'ni oğul pek güzel bir tanrı yapmak istedi ve mahluk olan bir tanrı yapdı demekdedir. bu söz karışık ve anlaşılamaz bir halde eflatuna geldi. timenin, eflatunun hocalarından biri olduğu da bildirilmekdedir. çünki, eflatun, büyük üstadı sokrat ile timenin bir meclisde bulunduğunu bildirmekdedir. timenin, , ve isminde üç eseri olup, bunlardan ikisi gayb olmuşdur. gayb olmıyan kitabı ise, kendisinden sonra gelen filozofları çok meşgul etmişdir. çünki, bu kitabın ilk altı kısmından çıkarılan fikr ile eflatunun, time konuşmasında anlatdığı fikr arasında pek bir fark yokdur. eflatun, timeden gelen bu fikri başka bir şekle sokdu. eflatun üç esas ilah olduğunu iddi'a etdi. birincisi, babadır. en yüce ve yaratıcı ve diğer iki ilahın babasıdır. birinci uknumdur. ikincisi, asl, görünür olan tanrıdır ki, görünmez olan babanın veziridir. kelime, ve idrak demekdir. üçüncüsü de, kainat alemidir, dedi. eflatuna göre, eşyanın, varlıkların hakikati, ma'nalar dır. eflatunun, idea diye bahs etdiği şey, mahiyyet, fikr, ayanı sabite demekdir. eflatunda idea, eşyanın ve varlıkların değişmeyen, sabit ve ebedi olan hakikatıdır. eflatun, alemi ikiye ayırır: birisi, görünen hisler alemi. diğeri ise, hakiki alem, ya'ni idealar alemidir. hakiki, ya'ni idealar alemi, ebedi olduğu halde, hisler alemi durmadan değişir. idealar, sadece aklımızda, hayalimizle kaim olmayıp, cismsiz olarak kendilerine mahsus bir kıyam ve hayatları vardır. eflatun her hakikati, ya'ni ideayı daha yüksek hakikatlere irca eder, bağlar. böylece bütün hakikatler, idealar, mutlak e irca olunur. bu yüce idealardan meydana gelen bir dır ki, tanrının kendisidir. diğer yüce idealar, hakikatler ona tabi'dir. aşağı olan idealar dir ki, şeytanın kendisidir. diğer aşağı, kötü idealar ona tabi'dir. kabul etdiği ve hayr, iyilik diyerek aynen tanrı kabul etdiği şeyin, hareket ve hayat sahibi ve alemin babası olduğunu söylemişdir. bu birinci uknumdur. baba tanrı, ya'ni yüce idealar birliği, maddeye nizam veren, fekat maddeden temamen farklı bir ruh yaratmışdır ki, bu babanın oğludur. bu ruh, yaratanla yaratılan arasında aracı olan bir varlıkdır. ikinci uknumdur. eflatun, ikinci uknum kabul etdiği ruh hakkındaki görüşlerini ve pisagor, time ve diğer bütün eski yunan felesofları da, ortaya atdıkları fikrleri, hep adem ve şit aleyhimesselamın kitablarından ve bu kitabları bilen din alimlerinden öğrenmiş, bunları, kendi noksan bilgileri ve kısa aklları ile izah etmişler, değişdirmişlerdir. eflatun, menon konuşmasında, ruhun ölümsüz olduğunu ve birçok def'alar yeryüzüne geldiğini ve görünen ve görünmiyen alemindeki herşeyi görmüş olduğunu söylemekdedir. phaidros konuşmasında ruhu da üç kısma ayırır: birincisi; idealara yönelmiş olan akldır. ikinci ve üçüncüsü ise; istek, his kısmıdır. bunlardan biri akla uyarak hayra, iyiliğe ya'ni tanrıya, diğeri ise kötü, maddi isteklere götürür. cesed ya'ni beden bir zindan olup, ruh önceden mücerred idealar alemine konuldukdan sonra, bu zindana atılmışdır. hikmetin vazifesi ya'ni ahlakdan maksad, tanrı ile münasebetde bulunabilmek için, ruhu beden zindanına bağlıyan zincirlerden kurtarmakdır. sokrat, se'adet yolunun yalnız fazilet ve kemalat kazanmak olduğunu söylemişdir. eflatun ise, se'adetin kemali aynen faziletde vardır. fazilet ve kemal, ruhun sıhhati, kurtuluşu ve ahengidir. se'adete kavuşmak için, menfe'at düşüncesi ve ahiretde mükafatlara kavuşmak arzusu olmaksızın, sadece fazilet kazanmak için çalışmak yetişir demekdedir. felsefesine tabi' olanlara göre, yalnız iyilik, fazilet ve yalnız kötülük fıskdır, günahdır. sıhhat, hastalık, zenginlik ve fakirlik, hatta hayat ve ölüm ne iyidir; ne de kötüdürler. onları iyi etmek insanın kendi elindedir. insanın, allahü tealanın takdirine ya'ni kadere inanarak kendi iradesini allahü tealanın iradesine tabi' eylemesi lazımdır. insanlık bir sürüye benzer. onun çobanı, aklı umumi ya'ni dur ki, yaratıcı tabi'at kuvvetidir. bütün insanlar kardeşdirler. onların müşterek babaları , ya'ni dır. zoz, kainatın ya'ni bütün alemin ruhudur. kadimdir, birdir. diğer ilahlar onun cüzleri, ya'ni parçalarıdır. denir. bu felsefeye denir. felsefesine tabi' olanlar, sulh ve merhameti çok tavsiye ederler. hatta, bir kimse, bir başkasına ihsanda bulunurken duyduğu lezzet, başkasının kendisine ihsanda bulunurken duyduğu lezzetden, tatdan çokdur, derler. denir ki, pisagor ve yeni eflatuncuların yoludur. yeni eflatunculuğu kuran plotinosdur ki, hareket noktası eflatunun idealar nazariyyesidir. mevcud incillerde isa aleyhisselama nisbet edilen sözü, işrakıyyun felsefesinin esas prensibinin aynıdır. revakıyyun ve işrakıyyun felsefecilerinin, din kitablarından ve din alimlerinden öğrendikleri şeyleri, kendi fikrleri ve buluşları gibi bildirdikleri, buradan da anlaşılmakdadır. büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, böyle olduğunu ve kitablarında uzun bildirmekdedir. eflatunun kurmuş olduğu felsefe mektebi, fikrleriyle beraber yedi, sekiz asr yaşadı. bu felsefe mektebinin görüşleri italyanın dışına çıkmış, bilhassa miladın üçüncü asrında iskenderiyye mektebinde en büyük te'sirini yapmışdı. eflatunun diğer felsefi görüşleri ile beraber, üç uknum fikri de, iskenderiyye mekteblerine geçmiş ve isa aleyhisselamın zuhuru sırasında bu mekteblerde okutulmakda idi. hatta, o zemanlarda yehudi alimlerinden olup, iskenderiyyede meşhur olan philo dahi, bu teslis, üç uknum fikrini, musa aleyhisselamın dininin inanç esasları içinde bulmak istemişdir. bu istekle, tevratda bildirilen dünyanın altı günde yaratılmış olduğu doğrudur. çünki, üç sayısı altının yarısıdır. iki sayısı da, altının üçde biridir. bu adet hem erkek, hem dişidir. tanrı, akl ile izdivac edip, akldan sevdiği oğlunu meydana getirmişdir ki, bu dünyadır demişdir. philo meleklere, kelimei ilahiyye dediği gibi, dünyaya da kelimei ilahiyye demişdir. bu da, eflatunun felsefesindendir. daha sonra yeni eflatunculuk adını alarak devam eden eflatun felsefesi, en büyük darbeyi nasraniliğe, iseviliğe vurdu. yeni eflatunculuğun en kuvvetli olduğu zeman, miladın üçüncü asrıdır ki, hıristiyanlığın roma devletinin dini olduğu zemandır. bu felsefeye inananlar, allahü tealanın varlığına, birliğine ve isa aleyhisselamın peygamberliğine inanmak olan tevhid dinini, tahrif etdiler. daha sonra, bu dine putperestlik de sokuldu. miladın dördüncü asrında yaşayan saint augustin, eflatunu hıristiyanlaşdırmağa çalışır. augustinin, gazali de tusda vefat etdi. teslisi isbat için yazdığı kitabında ve diğer kitablarındaki, tanrı, ruh ve kainat hakkındaki düşünceleri, eflatun felsefesinin aynıdır. eflatunun sözünü, teslisi isbat için delil getirir ve der. eflatun ve talebelerinin gerçek tanrıyı idrak etdiklerini söyler. eflatunun idealar felsefesinden hareket ederek, kelamın yaratıcı olduğunu ve kelamın isa aleyhisselam olduğunu savunur. hıristiyanlar arasında kendisine kıymet verilen ve hıristiyan azizlerinden kabul edilen augustin, hıristiyanlıkdaki teslis, hayr ve şer inançlarının aynen eflatunun felsefesinde bulunduğunu, i'tiraf etmekdedir. hatta teslisi isbat için eflatunun görüşlerini delil olarak zikr etmekdedir. miladdansene önce ölen bir kimsenin fikrlerinin, hıristiyanlık inançları ile aynı olmasına hıristiyanlar acaba nasıl cevab verirler. bu hal, eflatunun, isa aleyhisselam zemanında yaşadığını göstermekdedir ki, doğrusu da budur. büyük islam alimi imamı rabbani ahmed farukinin rahmetullahi aleyh kitabının. mektubunda da böyle olduğu bildirilmekdedir. miladın sekizinci asrında kilise azizlerinden saint thomas da, eflatunun talebesi aristonun felsefesini esas alarak, hıristiyanlık inançlarını, bilhassa teslisi isbata çalışır. bu kitabımızda, eflatun ve aristo felsefesinin gerçek müdafii olan, kilise azizlerinin temamını zikr etmemiz mümkin değildir. ancak okuyanlara gerçek bir fikr vermesi bakımından bir hususu zikr etmek faideli olacakdır: bütün ortaçağ boyunca ve avrupada rönesansın gerçekleşmesinden sonra dahi, eflatun ve aristonun felsefesine karşı çıkmanın, kabul etmemenin, hatta küçük bir i'tirazın cezası, kilisenin engizisyon mahkemeleri kararı ile ölümdü. bugün, teslise inanan hıristiyanlar, acaba bunu nasıl izah ederler? eflatun felsefesi , revakıyyun felsefesi , işrakıyyun felsefesi ve diğer yunan felsefe mekteblerinin hıristiyanlık inançlarının te'sis ve teşekkülünde büyük etkisi olduğu muhakkakdır. bu husus, edwin hatchin ismli kitabında delilleri ile uzun anlatılmakda ve isbat edilmekdedir. yukarıda zikr edilen ifadelerden anlaşılıyor ki, kalbin kötü huylardan temizlenmesi, güzel ahlak sahibi olarak se'adete kavuşimamı rabbani de serhendde vefat etdi. mak, kadere razı olmak, tevekkül üzere bulunmak, insanları allahın oğulları, çocukları kabul edip, allahü tealayı hepsinin müşterek babası kabul etmek, yalnız incillerin haber verdiği şeyler değildir. incillerden yüzlerce sene önce, yunan felesofları arasında mevzu' olup, konuşulan şeylerdir. teslise aid sözlerin, eski ilahi dinlerde ve hakiki incillerde bulunmayıp, eski yunan felesofları tarafından uydurulmuş olduğu ve hıristiyanlığın yunanistana ve iskenderiyyeye yayılmasından sonra yazılan bütün incillere, sonradan ilave edildiği muhakkakdır. isa aleyhisselam, musa aleyhisselamın dininin yaşandığı bir yerde doğdu. semaya çıkarılıncaya kadar, musa aleyhisselamın şeri'ati üzere hareket etdi. beni israile verilen emrleri, onlarla beraber yerine getirdi. sinagoglarda va'z verir. tevratın ahkamını teblig ederdi. musa aleyhisselamın dininden ayrılanlara, musa aleyhisselamın dinini ve o dinin edeblerini öğretirdi. o dine sıkı sıkı yapışan beni israile de, kıymet verirdi. yehudiler gibi, yahya aleyhisselam tarafından nehrinde vaftiz olundu. erden, ya'ni ürdün nehri, filistinde bir nehrdir. km. uzunluğundadır. doğduğu zeman sünnet olundu. kendisi kimseyi vaftiz etmedi. oruc tutdu. domuz eti yimedi. allah bana hulul etdi. ben allahın ezeli ve ebedi oğluyum. benim şahsım iki tabi'atdan ya'ni kamil bir insanoğlu ve allah oğlu, ya'ni ilahlıkdan mürekkebdir demedi. ruhülkuds, babamın ve benim müşterek emrimizle iş yapar. üç mukaddese ya'ni baba, oğul, ruhülkudse iman ediniz demedi. dedi. bütün tarih kitabları, isa aleyhisselamın hayatında ve havarilerin zemanlarında, teslise dair nasara arasında bir fikr olmadığı hususunda müttefikdir. üç uknum sözü, hıristiyanlar arasında miladi ikinci asr sonlarında ortaya çıkdı. bu fikr, isa aleyhisselamın teblig etdiği dinin temamen hilafına, zıddına olduğundan, üç uknuma inananlar, bir müddet bu inanclarını nasranilerden gizlediler. fekat gizli bir şeklde yaymağa çalışmakdan da, geri durmadılar. bu sıralarda teslis inancına sahib olanlar, i'tikadlarının ve tutdukları yolun revaç bulması için, yuhanna incilini ve sonradan yazılıp havarilere atf edilen mektublar ile pavlosdan nakl edilen mektubları neşr etdiler, yaydılar. bundan sonra, nasara arasında ihtilaflar meydana geldi. pekçok münakaşa ve mücadelelerin meydana çıkmasına sebeb oldu. allahü tealanın birliğine, vahdete inanan nasara ile teslise inananlar içerisinde yazı yazabilen, eli kalem tutan kimseler, kendi i'tikadlarının revac bulması ve diğer tarafa galib olmak için, günbegün inciller ve havarilere nisbet edilen sayısız risaleler, mektublar yazdılar. nihayet miladi üçyüz yıllarında bu ihtilaflar iyice büyüyerek, hıristiyanlar iki büyük fırkaya ayrıldılar. bir kısm hıristiyanlar, isa aleyhisselamın hiçbir fark olmadan aynen allah olduğunu iddia ediyorlardı. bunların reisi istanbul piskoposu atnasius idi. diğer kısm hıristiyanlar ise, isa aleyhisselamın mahlukların en üstünü ve allah tarafından gönderilmiş bir peygamber ve allahın kulu olduğu inancında idiler. bunların reisi de, aryüs ismindeki rahib ile izmit piskoposu ushiyus idi. bundan önce antakya patriki yunüs şemmas da, allahü tealanın bir olduğunu i'lan etmişdi. çok kimseler doğru yola gelmişdi. fekat sonradan, teslise inanan ba'zı papazlar, teslise tapınmağa başladılar ve bunu yaymağa uğraşdılar. böylece, teslise inananlar da çoğaldı. teslise inananlar ile, isa aleyhisselamın allahın kulu ve peygamberi olduğuna inananlar arasındaki münakaşalar, bütün milletin efkarını karışdırdı. devlet işleri de, sıhhatli bir şeklde yapılamaz hale geldi. bunun üzerine, imperator büyük kostantin, bu karışıklıklara kat'i bir son verilmesi için, iznikde üçyüzyirmibeş tarihinde, büyük bir ruhban cem'iyyeti topladı. bu meclisde, hıristiyan din adamlarının ileri gelenleri bulundu. birçok konuşmalardan sonra, atnas tarafdarları galib geldi. üçyüzondokuz papazın ittifakı ile, isa aleyhisselamın allahın biricik oğlu olduğu, allahın sulbünden geldiği, allahdan allah, nurdan nur, allahı hakikinin, allahı hakikisi olduğu ve ruhülkuds ya'ni aziz ruhunda allah olduğuna iman etmek esasları, kabul edildi. bu iznik konsilinin ahvalini bildiren tarihinin sekizinci kitabının yirmiüçüncü faslında ve tarihinin birinci cildinde, aryüs tarafdarları ile atnas tarafdarlarının konuşmaları devam ederken, meclis azasından karizamet ve mizuniyus isminde iki piskopos vefat etmişlerdi. meclis sonunda, yazılan kararnamenin imzası sırasında, dirilip mezarlarından kalkdılar ve imza atdıkdan sonra tekrar vefat etdiler demekdedir. kalem ucu ile yazarak, ölüleri diriltmenin kolay olduğu asrlarda, kilise tarihcileri gibi emin ve i'timadlı olacak kimseler bile, hamiyyet ile böyle bir yalanı söylemekden kendilerini alamamışlardır. nasrani dini gibi, sahih bir dini, güya revac bulmasına sebeb olur zannı ile, bu gibi garib şeylerle doldurup, çeşidli maskaralıkların etrafında dönüp durmuşlardır.iznik meclisi sonunda, iskenderiyye patriki aleksandrus ve atnasın gayretleriyle aryüsün kafir olduğu i'lan edildi ve la'net –cevab veremedi edildi. aryüs miladınsenesinde iskenderiyyede doğdu. la'net edildikden sonra birkaç sene yalnız yaşamışdır. daha sonra, kendi mezhebinin tarafdarı olan izmit piskoposu ushiyusun tavassutu ve imperator kostantinin baskısı ile kilise tarafından afv edilmişdir. kostantin de, aryüsün mezhebini kabul ederek, kendisini istanbula da'vet etmişdir. patrik aleksandrusun şiddetli muhalefetine rağmen, teslise inananlara galip gelmek üzere iken, miladıntarihinde şiddetli bir ağrıdan ansızın vefat etmişdir. vefatından sonra da, mezhebi bir hayli yayılmışdı. mezhebini kostantinin oğlu kostans ile halefleri resmen kabul ve himaye etmişlerdi. atnas st. athanese ise, miladıntarihinde iskenderiyyede doğmuşdur. de iznik konsilinde teslis için ileri sürdüğü düşünceleri ile şöhret buldu. da iskenderiyye patriği oldu. aryüs mezhebine ve isa aleyhisselamın insan ve peygamber olduğuna şiddet ile karşı çıkdı. de sur şehrindeki ruhban meclisinde, aryüs tarafdarlarınca patriklikden azl edildi. dört sene sonra, roma meclisince yeniden patrik yapıldı. de iskenderiyyede öldü. aryüs mezhebi aleyhine kitablar yazdı. mayısın ikisindeyortusu yapılır. iznikdeki ruhban meclisinin zabtlarında bildirildiğine göre, o asrda her tarafda bir çok inciller bulunup, bunların doğru ve yanlış olanı fark olunamıyordu. bu incillerden elli dört muhtelif incil nüshası hakkında, bu meclisde çeşidli münazaralar yapıldı. bu meclisde bulunan papazlar, incilleri okudukları zeman ellidört incil nüshasından, elli adedinin aslları olmadığını anlayıp red etdiler. dört nüshanın doğru, diğerlerinin batıl olduğuna, karar verildi. o zemandan beribu dört incilden başkasına i'tibar olunmadı ve ele geçen nüshalar yok edildi. bu meclisde, iki binden ziyade ruhban bulunup, bunların çoğu, aryüs gibi, allahü tealanın bir ve isa aleyhisselamın onun kulu ve resulü olduğuna inandıkları halde; atnas, istanbul piskoposu olduğundan, piskopos rütbesinde olanların çoğu atnas tarafını tutdular. din gibi en büyük ehemmiyyeti olan bir işin, incelenmesi ve doğru olanın beyan edilmesi hususunda bile, papazların, makam ve mevki' korkusu sebebi ile, aryüs ve tarafdarları mağlub oldu. bunun üzerine, aryüs kiliseden kovuldu. daha sonra, atnas patriklikden uzaklaşdırılıp, aryüs istanbula da'vet edildi. fekat yukarıda da zikr etdiğimiz gibi, istanbula gelmeden öldü. büyük kostantin, aryüs mezhebini kabul etmişdi. miladın. nci senesinde, kostantinin ölümünden sonra, atnas tarafdarları ile aryüs tarafdarları arasında büyük çarpışmalar meydana geldi. bu karışıklıklarda aryüs tarafdarları galib geldi. uzun müddet aryüsün mezhebi her yere hakim oldu. fekat daha sonra, yine atnas tarafdarları hakimiyyeti ele geçirdiler. aryüs mezhebine tabi' olanları çeşidli eziyyet ve işkenceler ile perişan etdiler.ın bildirdiğine göre, imperator teodosius, aryüs mezhebini temamen yasak etdi. bu mezhebe tabi' olanların öldürülmesini emr etdi. iznik meclisinde, her ne kadar teslis esası te'sis edilip kabul edilmiş ise de, ün ne olduğu şübheli bırakılmış idi. ruhülkudse de, bir ma'na verilmesi lazım idi. miladınsenesinde istanbulda toplanan meclisde buna da karar verildi. iznik meclisinde alınan kararlara ruhülkuds de, sevilecek bir allahdır. oğlun emrini yapar. oğul ile beraber ona da ibadet olunur esası ilave edildi. daha sonra, roma kilisesi, ruhülkudsün, babanın emrini yapdığını ileri sürüp, ruhülkuds, baba ve oğulun emrlerini yapar inancını te'sis etdi. bu karar, ilk def'a miladınncı senesinde ispanya papazları, senesinde de, lyon şehrinde toplanan ruhban meclisi tarafından tasdik edildi. ruhülkudsün mevkı'i, bu şeklde ta'yin edildikden sonra, sıra hazreti meryeme geldi. onun da, hakikaten allahın annesi olduğuna ve isa aleyhisselamda, ilahlık ve insanlık gibi iki tabiat ve bir şahıs bulunduğuna, senesinde efesus de toplanan ruhban meclisinde karar verildi. o cem'iyyetde bulunan, istanbul piskoposu nestorius, hazreti meryeme denilmesini istediği için, buna lakabını vererek, hakaret etdiler.nestorius, suriyeli bir papazdır. tehodosius tarafından de istanbul patriki yapıldı. aryüs tarafdarlarına çok zulm etdi. bunların toplandıkları binaları, içindekilerle beraber yakdırdı. o zeman, hazreti meryem için kullanılan, ta'birine karşı çıkdı. antakyadan anastasius ismindeki, i'timad etdiği bir rahib getirterek, istanbulda her yerde konuşdurdu. anastasius, kimse meryeme allahın anası demesin. çünki, meryem insandı ve allahın bir insandan doğması imkansızdır diyordu. bu konuşmalar, muhalifi olan papaz kyrillos ve tarafdarlarını kızdırdı. karışıklıklar artdı. kyrillos, nestorius ve tarafdarlarının konuşmalarını papa celestine bildirdi. papa, nestoriusun nüfuzunun artmasını kıskandığından ve hazreti meryem hakkında, kendi fikrinin sorulmamasına kızdığından, da bir ruhani meclis topladı. bu meclisde, hazreti meryem için ta'birini savunan bir karar çıkardı ve nestoriusu aforoz etmekle tehdid etdi. bu hal, karışıklıkları daha da artdırdı. bunun üzerinede, meşhur papazları içine alan, efes meclisi toplandı. papaz kyrillos ve arkadaşları, theotoekos kilisesinde, nestoriusdan fikrlerini açıklamasını istedi. daha sonrapiskoposun kararı ile nestorius ve akideleri aforoz edilerek la'net olundu. nestorius, çeşidli yerlere sürgün edildi. en son olarak, yukarı mısrda büyük vaha denilen çöllük bir yerdede öldü. nestoriusun ileri sürdüğü üç fikr vardı. bunlar: isa aleyhisselamın, biri cismleşen kelam, ya'ni ilah ve biri insan olmak üzere iki ayrı kişiliği vardır. bu iki hususiyyet, cismani olarak birleşmez. birleşme ma'nevidir. hazreti meryem, tanrının değil, insan olan isanın annesidir. nestoriusun kurmuş olduğu hıristiyan fırkasına denildi. bugün, ekseriyyet ile suriyede bulunurlar. protestanların ve diğer hıristiyanların, ya'ni gönderildiğini iddia etdikleri bir dinin, i'tikadlarını, en mühim esaslarını, birkaç yüz papaz bir araya gelip, tesbit edebiliyor. ortaya atılan bir fikri, bir görüşü de, dinin esası olarak kabul edebiliyor veya red edebiliyorlar. dinlerini, kendi aklları ile tahrif, tebdil edebiliyorlar. böylece hıristiyanlık, hiçbir aklı selimin kabul edemiyeceği bir din haline gelmişdir. avrupalı pek çok ilm ve fen adamı da, bu sebebden hıristiyanlığı terk etmekde, pek çoğu islamiyyet ile şereflenmekdedir. bu karışıklıklardan sonra, resmlere ve heykellere, putlara tapınmanın caiz olup olmadığı mes'elesi ortaya çıkdı. çünki, musa aleyhisselamın dininde resm ve heykellere ibadet yasak edilmişdi. bunun için, iseviliğin ilk ortaya çıkdığı sıralarda da, bütün havariler ve onlara tabi' olan şakirdleri, resm ve heykellere ibadetden sakınmışlardı. buraların ehalisi önceden putperest olduklarından, putlara ve resmlere ibadete meyilli idiler. için putlar, heykeller yapıyorlardı. aralarında en meşhur ve en ileri olan san'at da, put yapmak, ya'ni heykeltraşcılık idi. hıristiyanlık bu avrupa memleketlerinde yayıldığı sırada, ba'zı papazlar, isa aleyhisselamın annesi hazreti meryem diye yapılan resmlere hurmet ve ta'zim edilmesine müsaade etdiler. diğer hıristiyan cema'atler bunu, dinin esasına uygun görmiyerek münakaşa ve mücadeleye başladılar. bu karışıklık miladın nci senesine kadar devam etdi. nihayet senesinde iznikde toplanan ruhban meclisinde resmlere ve putlara ibadet etmeğe karar verdiler. resmlere ve putlara tapınılmasını ve hurmet etmeği uygun görmiyenler ise, bu karara uymadılar. münakaşalar ve mücadeleler miladın senesine kadar devam etdi. o sene, imperator mikhael ve annesinin emri ile, istanbulda bir ruhban meclisi daha toplandı. bu meclisde de, putlara, heykellere ve resmlere ibadetin, hıristiyanlığın iman esaslarından olduğuna karar verildi. resmlere ve putlara, ya'ni heykellere tapınmağa muhalif olanlar kafir i'lan edildi. senesinde, şark kilisesi, roma kilisesinden ayrılıp, roma katolik kilisesinden başka olarak bir hıristiyan fırkası te'sis edildi. şark kilisesi, birçok esaslarda, roma kilisesine muhalefet etdi. mesela, şark hıristiyanları, papanın ruhani makamını ya'ni papanın, isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğunu, ruhülkudsün baba ve oğulun emrlerini yapdığını ve ahiretde i'rad makamını inkar ederler. denilen ayini mayalı ekmekle yaparlar. papazların evlenmelerine müsaade ederler. papalar, şark hıristiyanlarının kendilerinden ayrılarak, nefret etmelerinden ibret almaları ve gafletden uyanmaları lazım gelirken, gurur ve kibr sebebi ile, ibret alamadılar. hatta, papaların gurur ve kibrleri, kardinallerin gaflet ve dikkatsizlikleri gitdikçe artdı. senesinde protestanlık ortaya çıkdı. roma katolik kilisesi, böylece tekrar bölünmüş oldu. binbeşyüzon senesinde, papa olan Julius eski adete uyarak, almanya halkının günahlarını afv etme, günah çıkarmak vazifesini dominik papazlarına verdi. augustine papazları ise, dominik papazlarının tercih edilmesinden müteessir oldular. luther isminde bir katolik papazı, kendilerine rehber ve lider kabul etdiler. martin luther almandır. de doğdu ve da eislebende öldü. luther, papanın günah afv ets'elesini inkar etdi. bununla beraber, doksanbeş madde halinde tekliflerini, ya'ni protestanlığın esaslarını ortaya atdı. almanya hükümdarlarından birçokları luthere tabi' oldular. lutherin ortaya çıkardığı protestanlıkda, incillerden başka bir şeye i'tibar olunmaz. papa kabul edilmez. dünyayı temamen terk ederek manastırlara kapanmak, papazların evlenmemeleri ve günah çıkarmak gibi şeyler yokdur. lutherden bir müddet sonra calvin ortaya çıkarak, protestanlığa ba'zı ilaveler yapdı. başlı başına yeni bir hıristiyan fırkası te'sis etdi. Jean calvin, fransızdır. da doğdu. de cenevrede öldü. calvinin kurduğu fırkaya denir. bu fırkada zahiri ibadet yokdur. papalık, piskoposluk, papazlık gibi mertebeler de yokdur. işai rabbani kurbanında, ekmeğin aynen isa aleyhisselamın vücudu, eti olduğuna inanmazlar. geçmiş hıristiyan azizlerine tapınmağa müsaade ederler. insandan, iradei cüz'iyyeyi temamen kaldırırlar. cennetlik veya cehennemlik olmasının, ezeli takdirlerden olduğu inancındadırlar. daha sonra, luther ve calvinin kurmuş olduğu fırkalar da, müteaddid kısmlara bölündüler. bugün almanya ve ingilterede, protestan isminde, en az beşyüz kadar hıristiyan fırkası bulunur. bu tarihi tafsilatdan anlaşılıyor ki, bugün hıristiyanların i'tikad esasları olan teslis ya'ni üç uknum mes'elesinin ortaya çıkması ve ibadetleri batına, kalbe mahsus kılıp, incilin zahiri emrleri ile ibadet edilmemesi gibi şeyler, incillerden alınmış doğru, sahih emrler değildir. çeşidli şübheler ve değişik maksadlar ile, sonradan ortaya konulmuş ve ruhban meclislerinde, papazlar tarafından te'sis edilmiş şeylerdir. kurbanı, papanın isa aleyhisselamın halifesi ve petrusun vekili olduğu ve geçmiş hıristiyan azizlerinin ya'ni havarilerin mukaddes olmaları, çeşidli perhizler veyortular, hazreti meryem için, kucağında isa ile beraber meryem ana diye uydurulan resmler, resmlere ve putlara ibadet, papazların günah afv etmeleri ve cennetden yer satmaları gibi, hıristiyanlığın esas mes'elelerinde, katolikler ile protestanlar arasında büyük akide farkları meydana geldi. bu ihtilaflar öyle bir dereceye ulaşdı ki, her biri diğerine göre cehennem ehlidir. fekat ba'zı papazlara göre, madem ki her iki tarafın, ya'ni protestanların ve katoliklerin her birinin ortaya atdığı sözü ruhülkudsün ilhamı iledir. iki taraf da, bu iddialarında sadıkdırlar. üç uknum hakkında, hıristiyanlığın başlangıcından ikiyüzelli sene geçdikden sonra başlıyan ve zemanımıza kadar devam eden, çeşidli kiliseler arasındaki ihtilafların haddi hesabı yokdur. böyle olmakla beraber, tanrının ismleriyle üç uknumdan ibaret bir cevher olduğunda bütün hıristiyan fırkaları ittifaklıdır. fekat, bu üç cevherin tabiatleri, birleşmeleri ve birbirlerine uymaları hususunda, her biri farklı i'tikada sahibdirler. ba'zılarına göre, üç uknumdan maksad, her biri, ayrı ayrı şahslar olmayıp, asl olan bir zatın sıfatlarıdır. ba'zılarına göre, ilm uknumu dır. mesihin cesedi ile birleşmişdir ki, bu tam bir birleşmedir. suyun şerab ile birleşmesi gibidir. melekaiyye fırkasına göre, güneşin kristal camda parlaması gibidir. nesturiyye fırkasına göre ise, tanrı et ve kana dönüşerek mesih olmuşdur. ya'kubiyye fırkasına göre ise, tanrının insanda görünmesi, meydana çıkmasıdır. bu görünme, meleğin beşer suretinde görünmesi gibidir. ba'zı fırkalara göre ise, nefsin beden ile birleşmesi gibi, tanrı insan ile birleşmişdir. böylece, aklın ve mantığın asla kabul edemiyeceği birçok şeyler, isa aleyhisselamın dinine sokuldu. bu akidelerin batıllığı, müslimanların kelam alimleri ve akl sahibleri tarafından isbat edilmişdir. tafsilatını ve tahkikını isteyenler, bu alimlerin kitablarına mürace'at edebilirler. fekat protestanlar, kelam ilminde kendilerine verilen cevablara ve yapılan i'tirazlara karşı, demekden başka, bir cevab verememişlerdir. bu cevabın, akl sahiblerinin nazarında kıymetinin ne olacağı ise, ortadadır. hal böyle iken, protestanların ileri gelenleri, teslis inancının kur'anı kerimde olmaması, kur'anı kerimin doğru, hak bir kitab olmadığına delildir demişlerdir. bu, esrarkeş bir kimsenin kuyumcu dükkanına gidip, esrar, afyon sorup, bu dükkanda öyle uyuşturucu şeyler bulunmaz, mücevherler ve kıymetli eşya bulunur diye cevab verilmesi üzerine, öyle ise, sen de tüccar değilsin demesine benzer. protestanların bu sözlerinin de, diğerleri gibi, hiç kıymeti yokdur. hıristiyan misyonerler tarafından, bu teslis fikrinin sistemli bir şeklde, müslimanlar arasında yayılmağa çalışıldığı görülmekdedir. ne acıdır ki, ba'zı cahil müslimanların bunlara aldandıkları, çocuklarını korkuturken veya başka zemanlarda, allah baba, allah dede dedikleri ve allahü teala sanki gökde imiş gibi, elleri ile semayı gösterdikleri esefle görülmekdedir. allahü tealaya, baba, dede demenin hiç caiz olmadığını, kur'anı kerimde ihlas suresi açıkca bildirmekdedir. kasıdlı olarak, böyle söylemek küfrdür. allahü teala doğmamışdır, doğurulmamışdır. baba, oğul ve dede olmakdan ve mekandan münezzehdir. allahü teala, gökde değildir ki, onun ismi söylenirken el ile gökler gösterilsin. allahü teala, her an her yerde hazır ve nazırdır. herşeye hakim ve malikdir. isa aleyhisselamın, göğe çıkıp, allahın sağına oturduğu ve allahü tealanın gökde olduğu akidesi hıristiyanlığa sonradan sokulmuşdur. biz müslimanlar, her hususda olduğu gibi, burada da çok dikkatli davranmalıyız. imanı zedeleyen, hatta imanı gideren sözlerden ve işlerden sakınmalıyız. çocuklarımıza ve yakınlarımıza, imanı ve küfrü, ya'ni küfr olan sözleri, küfr olan fi'lleri öğretmeli ve bunlardan sakındırmalıyız. hıristiyanlık propagandası olan, televizyonları ve filmleri seyr etdirmemeli ve böyle kitabları okutdurmamalıyız. kıymetli imanımıza bir leke gelir korkusu ile, tir tir titremeliyiz. ecdadımızın, canlarını ve kanlarını feda ederek bizlere emanet etdikleri aziz dinimizi, doğru olarak, sevgili yavrularımıza öğretmeliyiz. bu vatana ve bu dine sahib çıkacak, icabında uğrunda hiç çekinmeden canlarını feda edecek imanlı gençler yetişdirmeli, dinimizi ve vatanımızı bunlara emanet etmeliyiz. teslis bahsini bitirmeden önce, hıristiyanların en büyük azizlerinden kabul edilen pavlos hakkında bilgi verelim. çünki, isa aleyhisselamın dinini, yehudilikden ayıran ve onu, yunan ve putperestlik karışımı bir din haline getiren en önemli kişi, pavlos st. paul, paulus, bolis idi. Wells, ismli kitabının yüzyirmidokuzuncu ve yüzotuzuncu sahifelerinde diyor ki, hıristiyanlığı te'sis edenlerin başında, pavlos gelir. bu adam, ne isa aleyhisselamı görmüş, ne de sözlerini dinlemişdi. asl ismi saul idi. sonra hıristiyan oldu ve ismini paul olarak değişdirdi. zemanın dini cereyanları ile, son derece yakından ilgilenirdi. yehudilik, mithraism ve iskenderiyyedeki din ve felsefe akımları hakkında son derece ma'lumat sahibi idi. bunlardaki birçok felsefi, dini ifade ve i'tikadları hıristiyanlığa sokmuşdur. göklerin melekutu denilen, allahü tealanın razı olduğu cennet yolu olan, isa aleyhisselamın yolunu ve onun dinini, yaymak için gayret ediyor görünmüşdür. o, isa aleyhisselamı, yehudilere gönderileceği söz verilmiş, mesih olarak kabul etmiyordu. onu aynı zemanda, ölümü insanların kurtuluşu için keffaret olan, bir kurban olarak kabul ediyordu. putperestlikde, insanlığın kurtulması için kurbanların öldürülmesi lazım olduğu inancı gibi. pavlos, korkunç bir isevi düşmanı olup, etrafına topladığı serserilerle, kudüsde nasranilerin evlerini basıyor, yakaladıkları erkekleri ve kadınları sürükliyerek zindanlara haps ediyorlardı. yehudi hahamlarından, şam ve civarındaki şehrlerdeki nasranilerin yakalanarak, kudüse gönderilmesi için mektub yazmalarını istiyordu. hahamlar, kendisine, bu salahiyyeti verdiklerini bildiren mektublar verdiler. yehudiler, bütün işkence ve eziyyetlerine, hatta öldürmelerine rağmen, nasraniliğin yayılmasını önliyemiyorlardı. luka, amali rusülün dokuzuncu babında, bildirilmekdedir. pavlos ondan sonra, nasraniliği kabul etdiğini i'lan etdi. saul olan ismini pavlos olarak değişdirdi. koyu bir nasrani göründü ve daha önce, pekçok işkence ve zulmlerle yok edemediği nasraniliği içerden bozarak, tahrif etmek fırsatına kavuşdu. gitdiği yerlerde, isa aleyhisselamın yehudiler dışındaki milletleri irşad, ya'ni nasraniliğe da'vet için kendisini vazifelendirdiğini söyledi. daha pek çok yalanlarla, nasranileri kendisine bağladı. yehudilerden başka milletlerin havarisi, ya'ni resulü kabul edildi. kendisine bağlanan nasranilerin akidelerini ve ibadetlerini bozmağa başladı. o zemana kadar havariler ve diğer nasraniler, musa aleyhisselamın şeri'atına uyuyor, onunla amel ediyorlardı. pavlos, isa aleyhisselamın çarmıhda öldürülmesi ile musa aleyhisselamın şeri'atının nesh olunduğunu, hükmü kalmadığını iddia etdi. bundan sonra, bütün milletlerin, tanrının oğlu isaya inanarak kurtulabileceklerini i'lan etdi. isa aleyhisselam için, ba'zan tanrının oğlu olduğunu, ba'zan da, peygamber olduğunu söyledi. isa aleyhisselamın havarilerinin en önde geleni olan petrusa, muhalefet etdi. isa aleyhisselamın devamlı yanında bulunan petrus; nasraniliğin museviliğin hükmünü kaldırmadığını, bil'aks onu kemale erdirdiğini söylüyordu. matta incilinin beşinci babının onyedinci ayetinde zikr edilen isa aleyhisselamın, sözünü de ayrıca delil getiriyordu. pavlos, nasranilere bütün yiyecek ve içecekleri halal saymış, sünnet olmak gibi pek çok ibadeti de temamen terk etdirmişdi. bu husus, ahdi cedidde açıkca yazılıdır. galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babının yedinci ayetinde pavlos, diyor. demek ki, isa aleyhisselam dünyada iken, yanında bulunan petrusa sünnet olunmağı bildiriyor. incilin hükmünün bu olduğunu söylüyor ve petrus bununla amel ediyor. bunu nasraniliği kabul eden herkese teblig ediyor. pavlos da, petrusa böyle bildirildiğini tasdik ediyor. fekat, isa aleyhisselamın dünyadan ayrılmasından sonra bunu değişdiriyor. isa aleyhisselamı hiç görmemiş, pavlos isminde bir kimse ortaya çıkıyor ve isa aleyhisselamı gören kimsenin, isa aleyhisselam böyle emr etdi dediği sözünü red ediyor. isa aleyhisselamın ilk halifesi olan petrusun yanında, havarilerden ya'kub ve yuhannanın da bulunduğunu, onların da sünnet olmayı isa aleyhisselamdan işitdiklerini mektubunda bildiriyor. isa aleyhisselam göğe yükseldikden sonra kendisine göründüğünü ve sünnet olmamağı emr etdiğini iddia ediyor. bu sözü daha sonra, bütün hıristiyanlar tarafından dinin emri kabul ediliyor. isa aleyhisselamı bizzat gören ve onunla beraber bulunan havarilerin ittifak ile bildirdikleri sözleri red ediliyor. isa aleyhisselamı hiç görmiyen tek bir kimsenin, rü'yada veya uyanık iken bana böyle bildirildi, ilham edildi, dediği sözü kabul edilip, dinin emri olarak tatbik ediliyor. isa aleyhisselamdan ilham ile nakl edilen şu hıristiyanlığın sağlamlığına bakınız! morton scoth enslin, pavlos akidesinin, isa aleyhisselamın yolundan, temamen farklı olduğunu kabul ederek, kitabının ikinci kısm, yüzseksenikinci sahifesinde şöyle demekdedir:pavlosun te'sis etdiği hıristiyanlık ile, isa aleyhisselamın dini ya'ni isevilik arasında büyük bir fark olduğu, kesinlikle anlaşılmışdır. sonradan, pavlos ve incili yanlış anlatan arkadaşları, şiddetle tenkid edilmiştir. hareketi, aslında demekdi. birçok yaşlı isevi yehudi, bu fikri kabul etmiş, pavlosa karşı çıkmış, fekat bunun fazla bir te'siri olmamışdır. eğer, isa aleyhisselam dünyadan ayrıldıkdan ellidört sene sonra, korint şehrindeki bir kilisede neler yapıldığını görmüş olsa idi, derdi. eğer, pavlosun isevilikde yapdığı değişiklikler olmasa idi, hıristiyanlık da olmıyacakdı. pavlos hıristiyanlığı sahte bir i'tikad , isa aleyhisselamı da kurtarıcı tanrı yaparak, yehudiler ile hıristiyanların arasında ihtilaf çıkarmakla kalmamış, musa aleyhisselamın şeri'atını da i'lan etmişdir. bu ise incillerde yazılı olan şeri'atin bir harfi bile değişdirilemez hükmüne temamen zıddır. pavlosun ortaya koyduğu hıristiyanlık, çeşidli memleketlere dağılmış yehudi cema'atları ve yehudi olmıyan diğer putperest milletler tarafından kabul edildi. çünki pavlos, hıristiyanlığı putperestliğe iyice yaklaşdırmışdı. kudüsdeki mescidi aksanın yıkılması ve buradaki hakiki isevilerin diğer yehudilerle beraber miladın. senesinde, kudüsden kovulmaları, isevilik için, bir daha kendini toparlıyamadığı bir darbe olmuşdur. burada zikre şayan bir husus da, pavlosun daima havarilerin birçoğu ile geçinemediği, onlarla münakaşa etdiğidir. pavlos, bütün hıristiyanların en büyük hıristiyan azizi dedikleri, petrusa karşı çıkmışdır. bunu galatyalılara yazdığı mektubun, ikinci babının onbirinci ayetinde açıkca kendisi de bildirmişdir. onüçüncü ayetinde ise, barnabası riyakarlara aldanmakla suçlamışdır. halbuki barnabas, havariler arasında en çok sevdiği kimse idi. amali rusülün onbeşinci babının sonunda bildirildiğine göre, barnabas yuhannayı da yanlarına alıp, diğer şehrlerdeki nasranileri ziyarete gitmeği teklif etmiş, pavlos buna karşı çıkmışdır. barnabas ile pavlos arasında şiddetli münakaşa olmuş ve pavlos, barnabası da terk etmişdir. pavlosun hayatı, sözleri iyice incelenirse, daima havarileri kötüleme, onlara karşı çıkma ve onları gözden düşürme gayretleri açıkca görülür. pek çok hıristiyan papaz, pavlosu hıristiyanlığın tek kurucusu kabul etmişdir. çünki bu papazların iddialarına göre, isa aleyhisselam ve havarileri iman ve ibadet bakımından yehudiliğe, ya'ni musa aleyhisselamın şeri'atine bağlı kalmışlardır. pavlos buna karşı çıkmış, yehudilik ile hıristiyanlığı temamen birbirinden ayırmış, yehudilikdeki bütün ibadetleri terk etdirmiş, böylece isa aleyhisselamın ve havarilerin bildirdikleri dinin hilafına bir din ortaya çıkmışdır. bu din, havari petrusun, teblig etmeğe çalışdığı nasraniliğin dışında, pavlosun fikrleri doğrultusunda teşekkül eden bir din oldu. bu bildirdiklerimize iftira diyen papazlar, pavlosu, hıristiyan i kabul etmekdedirler. hatta, pavlosun yazdığı mektublar in kısmının sonunda, kudsi kitabın bir kısmını teşkil eder. lukanın yazmış olduğu kısmı, pavlosun hal tercemesidir. ayrıca pavlosun yazdığı mektublar da düşünülürse, da pavlosa ayrılan yerin, dört incile ayrılan yerden az olmadığı görülür. pavlosun bu mektublarında bildirdiği şeylerin çoğu, hıristiyanlığın iman esaslarını teşkil etmişdir. mesela, günah, ruh ve beden için ölüm, adem aleyhisselamın yasak olan meyveden yimesi ile başladı. adem aleyhisselamın neslinden gelen bütün insanlar, bu günah pisliğine bulaşmış olarak dünyaya geldiler. tanrı, kendi cevherinden olan biricik oğlunu yeryüzüne gönderdi ve adem aleyhisselamdan beri gelen günahdan kurtardı, akidesi bunlardandır. kendisi ile görüşdüğümüz bir papaza, tanrı biricik oğlunu daha önce gönderseydi, o zemana kadar gelen milyonlarca insan günah pisliğinden kurtulup tertemiz dünyaya gelselerdi daha iyi olmaz mı idi? diye sorduğumuzda, papazın cevabı, o zeman mesih isanın tanrılığı anlaşılamaz, kıymeti bilinemezdi, şeklinde oldu. papazın bu cevabı bize, mesih isanın kıymetini bilen hıristiyanların, inançlarını hatırımıza getirdi. bunu kendisine sorduk. inkar etdi. başka bir papazın ahdi cedidden bize, bunun delilidir dediği birkaç yer gösterdik. bunları okudu. fekat . düşündü, düşündü ve nihayet kendisinin patrik vekili olduğunu, türkçeyi iyi bilmediğini söyleyen papaz, cevabını verdi. mecaz kelimesini dahi bilecek kadar, türkçeyi iyi bildiğini de, o zeman anladık. nasraniliği hıristiyanlığa ve hak dini batıl dine çeviren pavlos, nasranilikden intikamını almışdır. hıristiyanlar ise, bu pavlosa hala diyerek, hıristiyan azizlerin en ileri gelenlerinden kabul ederler. isa aleyhisselamı hiç görmemiş, hiç sohbetinde bulunmamış bir kimsenin sözleri ile, dinlerinin i'tikad ve ibadet esaslarını tesbit ediyorlar. böyle bir dinin de, hala allahü tealanın gönderdiği en son ve en kamil din olduğunu iddia ediyorlar. pavlosun nasraniliğe yapdığı hıyaneti çok iyi bilen müslimanlar, sinsi, iki yüzlü ve hain olan kimselere ta'birini kullanırlar. kör görmezse güneşin suçu ne. ölmeyip , göke bulduğu yol, ümmetinden olmak için idi ol. hem dahi , elindeki asa, oldu onun hurmetine ejderha. çok temenni eyledi hakdan bunlar, ki, ümmetinden olalar. şübhesiz ki, bunlar da mürseldir, fekat , ekmelü efdaldir. zira ol, efdalliğe elyakdır, onu, böyle bilmiyen, ahmakdır! papazların islamiyyetdeki ibadetlere hücumları ve bunlara cevablar protestanlar, kitabının ikinci bahsinde, islamiyyetdeki ve hıristiyanlıkdaki, ibadet şekllerinden bahs etmekdedirler. burada, hıristiyanlığın islamiyyetden üstünlük ve faziletini isbata çalışırlarken, islam dinindeki ibadet şeklleri, belli vaktlerde ve belli yerlerde, bir takım belli hareketler ve edeblerden ibaretdir. hıristiyanlık ise, ibadetin ruh ile, içden gelerek yapılmasını öğreterek, zahiri ve şekli ibadet yerine geçecek olan, bir kurtuluşa iman etmek ve halini değişdirmek ve kalbini kötü huylardan temizlemek ve ahlakını güzelleşdirmek esası üzerine kurulmuşdur. halbuki, günahkar kimselerin iman etmeleri ve tevbe ederek günahlarının afv edilmesi hakkında kur'anı kerimde açık ve sahih bir haber yokdur. matta incilinde, birinci babın yirminci ayeti ve devamında, rabbin meleği, yusüfı neccara rü'yada görünüp, meryemin bir oğlu olacağını ve diye bildirdiği halde, kur'anı kerim, isa aleyhisselamın günahkarları kurtarıcı olduğundan hiç bahs etmiyerek sükut perdesi ile örtmesi bir tarafa, diğer resuller gibi, onu peygamberlik derecesine indirmekdedir. insanın bulunduğu hal, sadece cehl ve hatadan ibaret olsa, bir peygamberin irşadı ona yetişir. fekat tabi'ati ile insanın, cahil olması ve hata etmesinden başka, günah ve şeytanın esareti altında ve suç yükünü taşıdığından, sonradan bir terbiye edici veya peygamberlerin gelmesi, kafi değildir. baki olan insan ruhunun, esaretden ve günah yükünden kurtulması için, elbette bir kurtarıcıya ihtiyaç vardır. incil, insanların günah kirinden ve şeytanın tasallutundan, yalnız biricik kurtarıcı olan isa mesihin, kendi mubarek kanını feda etmekle kurtulabileceğini bildirmiş iken, kur'anı kerim isa aleyhisselamın bu kurtarıcı sıfatını görmemezlikden gelip, günahlardan kurtulmak için, kelimei tevhid ve kelimei şehadet söylemek, bir takım cezalar ve dini emrleri yerine getirmek gibi esaslara bağlamakdadır. incil, insanları hakiki tevbe ve günahlardan kurtarıcı olan imanı kamil, ya'ni üstün bir imana ve kalblerde olanları değişdirici olan allahü tealaya hamd ve sena etmeğe teşvik etdiği gibi, ibadet ve vazifeler hususunda da, isa aleyhisselamın zemanındaki yehudiler arasında icra ve amel edilen zahiri ibadet şekllerini ve adetlerini temamen ortadan kaldırıp, ibadet ve taati akla uygun ve makbul bir tarzda beyan etmekdedir. hal böyle iken, kur'anı kerim, kemalden uzak ve ruhaniyyetden beri olan yehudilik gibi bir dinin, maddi ve zahiri olan ibadet ve adetlerini tekrar ortaya çıkarmakdadır. namaz, abdest, kıbleye istikbal , hac ve oruc gibi zahiri ibadetlerin, kalbe te'sirleri olmadığı gibi, bu ibadetleri yerine getirirken ba'zı külfet ve zahmetler olduğundan, muhammed aleyhisselamın dini yeryüzünde bulunan her kavme uygun değildir. sözün kısası, allahü teala günahkar kullarının günahlarını afv ve onları şeytanın tasallutundan kurtarmak için, biricik oğlunun kanını dökmekden başka çare bulamadığını, kur'anı kerimin tasdik etmemesi, bunun allah tarafından gönderilmemiş olduğuna delildir. kur'anı kerimde beyan edilen ahkam, sadece zahiri ibadetlere aid olup, kalbi kötü huylardan temizlemeğe ve ahlakı güzelleşdirmeğe dair emrler yokdur. kur'anı kerimdeki emrler, ya'ni farzlar ve vacibler lüzumsuzdur demekdedirler. cevab kitabını yazan papazın, bu i'tirazından islam alimlerinin kitablarını hiç okumadığı, islamiyyeti hiç bilmediği yahud bildiği halde iftira etdiği, yalan söylediği, açıkça anlaşılmakdadır. bu papaz, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem, cebrail aleyhisselam vasıtası ile vahy olunan kur'anı kerimi, matta ve yuhannaya isnad olunan, bir takım papazların toplayıp bir araya getirdikleri kitablara benzetiyor. hakikatden temamen uzak olan yazıları ile, islam dinine küstahca saldırıyor. bu papaz, bilmelidir ki, kur'anı kerim, allah kelamıdır. onda asla yalan ve tahrif ve ilave yokdur. eğer kur'anı kerimde, isa aleyhisselam için, hıristiyanların inandıkları gibi, allahın oğlu olup, yaratdığı insanların günahlarını afv etmek için, başka çare bulamadığından, onu hazreti meryemden göndererek, birkaç yehudinin elinde çaresiz, kendisine hakaretler edilip, yüzüne şamar vurularak çarmıha gerildikden sonra, cehennemde yakılıp mel'un etmek gibi iftiralar bulunmuş olsaydı, zaten allah kelamı olamazdı. bugünkü mevcud inciller gibi, allah kelamı olmakdan çıkardı. bir diğer husus da, eğer bu papaz birazcık tefsir ve hadisi şerif kitablarını okumuş olsa ve o kitablardaki usul ve ahvale vakıf olsaydı, isa aleyhisselamın bütün milletleri kurtarıcı olması için, mattanın yapdığı çeşidli tahrifler ile dolu olan bir kitabda bulunan mübhem bir sözü, müslimanlara karşı delil olarak getirmekden haya ederdi. kitabının önsözünde iddia etdiği gibi, kötü bir niyyeti olmasa ve insaf sahibi olsa idi, kur'anı kerimde, bugünkü incillerdeki gibi saçma sapan sözler bulunmadığına kızmazdı. sanki, aslı varmış da, kur'anı kerim onu saklamış gibi, demeğe cür'et edemezdi. yukarıda zikr etdiğimiz, matta incilindeki ibareye gelince, bundaki kurtarıcı kelimesi hakiki ma'nada kurtarıcı demek değildir. incillerde isa aleyhisselam için kullanılan kurtarıcı kelimesi, onun peygamberliği sebebi ile günahkar ümmeti için ahiretde şefa'at ederek, onların kurtuluşlarına sebeb olmasından kinayedir. yoksa, isa aleyhisselam kendisinin kurtarıcı olmadığını, aciz bir kul olup, bütün güç ve kuvvetin, şeriki ve benzeri olmıyan ve varlığı mutlak lazım olan, ya'ni vacibülvücud olan allahü tealanın olduğunu, def'alarca eshabına beyan buyurmuşdur. nitekim, matta incilinin yirminci babının, yirmiüçüncü ayetinde, isa aleyhisselamın, zebedenin oğulları için, fekat sağımda ve solumda oturmağı vermek, benim elimde değildir. pederim tarafından kime hazırlanmış ise, onlara verilir dediği yazılıdır. yuhanna incilinin beşinci babının otuzuncu ayetinde, isa aleyhisselamın, ben kendiliğimden birşey yapamam. bana emrolunanı yaparım ve benim hükmüm doğrudur. zira ben yapacağım işde irademi değil, beni gönderenin iradesini ararım dediği yazılıdır. yine yuhanna incilinin ondördüncü babının yirmisekizinci ayetinde, isa aleyhisselamın dediği yazılıdır. böyle söyliyen isa aleyhisselam için, allahın biricik oğludur ve aynen allahdır. kanını dökerek günahları afv etdi demek kadar, cahillik, küfr ve dalalet olabilir mi? eğer allahü teala, hıristiyanların dediği gibi, günahkar kullarının günahlarını afv etmek isterse, biricik oğlunu bir hatundan dünyaya getirmesi ve peygamberliği müddetince pekçok mu'cizeler göstermesine rağmen, beşon acizden başka, bütün beni israili ona düşman ederek, onların korkusundan şuraya buraya kaçmasına ve onu yehudilere mağlub edip, pekçok hakaretlerle çarmıhlarda bağıra bağıra öldürmesine ve bu da kafi gelmeyip, onu cehennemde üç gün yakmasına ve daha başka sıkıntılara sokmasına ne hacet vardı? kimden korkusu vardı? bütün insanlar doğuşdan günah ve isyan ile yoğurulmuş da, mutlaka böyle bir ya muhtac ise, allahü teala onun gönderilmesini niçin altı bin sene te'hir etmiş, geri bırakmışdır? adem aleyhisselamın oğlu kabile kardeş olarak gönderseydi ve madem ki, kabilin bir kimseyi öldürmesi mukadder imiş, onun eli ile biricik oğlu da katl olunarak milyonlarca insan cehennemden kurtulsa idi, daha iyi olmaz mı idi? biricik oğul isa mesih gelinceye kadar, yeryüzünde gelmiş ve geçmiş pek çok salih kimseler, bilhassa ruhülkudsün kendisine geldiği peygamberler, kendilerinin herhangi bir dahli olmadan, hilkatlerine karışmış olan günah sebebi ile, binlerce sene cehennemlerde azab edilmeleri, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü tealanın adalet ve merhametine uygun mudur? eğer bu günah, ya'ni adem aleyhisselamın yasak edilen ağacın meyvesinden yimesi ile zuhura gelen zellesi ise, buna ceza olarak onun cennetden çıkarılması kafi olmadı mı? sonradan neslinden gelen evlad ve ahfadının suçu nedir? babanın cürmü ile evladın ceza görmesi, hangi kanun ve adaletin ahkamındandır? dünyaya bunca zalim ve gaddarlar geldi. hangisinin böyle bir iş yapdığını, babasından, dedelerinden dolayı torunlarına ceza verdiğini hangi tarih yazmışdır? merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, bu zalim ve gaddarlardan haşa daha mı zalimdir? buna göre, insanların günahlarının afv edilmesine vasıta olmak se'adetine, isa aleyhisselamı katl eden yehudiler mazhar olmuş olurlar. çünki kıyamet gününde bu yehudilerin cehenneme gitmeleri emr olununca, yarab! madem ki, sen biricik oğlunun kanını dökmedikce, yaratdığın insanların günahlarını afv edemezdin. bundan dolayı onu dünyaya gönderdin. biz de senin bu muradını yerine getirmek için onu öldürdük. eğer öldürmeseydik, alemdeki bu kadar insan kurtulamıyacakdı. biz ancak senin iradeni yerine getirmek ve insanları cehennemden kurtarmak için, onu öldürdük. kötü olan katl işini yaparak, herkesin nefretini kazandık. bu kadar fedakarlığımıza karşı bize mükafat verileceği yerde, ceza vermek senin adaletine yakışır mı? derlerse, mahşer ehli bile onlara merhamet etmez mi, acımaz mı? bir diğer husus da, adem aleyhisselam ilk insan olup, henüz şeytanın düşmanlığını ve hıyanetini bilmez ve allahü tealanın huzurundan kovulmuş şeytanın, cennete girip de kendini idlal edeceğini hatıra getirmezken, tevratda da yazılı olduğu gibi, şeytan evvela, hazreti havvayı çeşidli hileler ile aldatmış, . hazreti havva da, adem aleyhisselamın bilmiyerek zelle işlemesine sebeb olmuşdu. bu hata, allahü tealanın indinde çok büyük olmuş ve yalnız adem aleyhisselamın kendisine değil, ta biricik oğula gelinceye kadar bütün çocuklarına sirayet etmiş. hepsinin cehennem ehli olmasını icab etdirmiş ve en son biricik oğlu dünyaya gelip kanını dökmedikce afv olunamamış. haşa allahü teala, o günahı afv edebilmek için, biricik oğlunun kanını dökmekden başka çare bulamamış. kendisi ile görüşdüğümüz papazların ifadelerine göre, eski şeri'atlerde, her günah için bir kurban kesilmesini allahü teala emr etmiş ve günahın bedelinin kan akıtmak olduğunu bildirmiş ve şu günah için şu kadar hayvan kurban edeceksin diye emr vermiş. her günah için bedel, kan akıtmak imiş. ahdi atikde de böyle olduğu yazılı imiş. fekat o ilk günah için hayvan kanı bedel olamaz imiş, insan kanı akması lazım imiş. yukarıda zikr etdiğimiz incilin beyanına göre, allahü teala biricik oğlunu kurban etmekden başka çare bulamamış da, günahkar kullarını afv etmek için, biricik oğlunu kurban etmiş ve insan kanı akıtarak, onlara babalarından miras kalan, o ilk günahı afv etmiş. tevratda ve incilde, katl ve zina gibi nehy olunan günahları irtikab eden hıristiyanlar, bir papaza bir mikdar para verip, bu papazın afv etdim demesi ile veya tanrının etini yiyip, kanını içerek tanrı ile birleşince yahud başını açıp gözlerini semaya dikerek durunca afva mazhar olurlar inancındadırlar. diğer bir husus da şudur: birşey için canını feda etmek tam rıza ve ihtiyara bağlıdır. isa aleyhisselamın katli kendi rızası ile mi olmuşdu? incilde yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselamın, diye babaya düa etmesi ve kendisine zarar gelmesinden korkarak demesi ve çarmıha gerildiği zeman, ya'ni diye niyazda bulunması, kanının akıtılmasının ya'ni kurban edilmesinin kendi rızası ile olmadığını açıkca isbat etmekdedir. mesela bir kimse, kendi rızası ve arzusu ile dini ve milleti için bir mikdar para sarf etse, filan kimse fedakarlık etdi denir. fekat mecburiyyet karşısında, zorla bir şey verince, o kimse için, fedakarlık etdi denilemez. isa aleyhisselamın öldürüldüğüne ve yukarıda zikr etdiğimiz sözleri söylediğine inanan hıristiyanlar, nasıl oluyor da, onun kendini günahkar insanlar için feda etdiğine inanıyorlar. bu sözleri ile, isa aleyhisselamın söylediği incillerde yazılı olan sözler, birbirini yalanlamakdadır. iki zıd şey bir arada bulunamaz. –cevab veremedi mevcud incillerde, ruhülkuds aleyhinde kötü söz söyliyenin, asla afv edilmiyeceği bildirilmekdedir. bundan başka olan günahlar için, incillerde hiçbir ceza yazılı değildir. halbuki, katolik papazlar, günahın büyüklüğüne göre, muayyen bir ücret alarak hemen o günahı afv ediyorlar. kur'anı kerimde varid olan ayeti kerimelerin bildirdiklerine göre, islamiyyetde günahlar iki kısmdır: büyük günahlardır. en büyükleri yedidir: – şirk, – adam öldürmek, – sihr, ya'ni büyü yapmak, – yetim malı yimek, – faiz alıpvermek, – muharebede düşman karşısından kaçmak, – temiz kadınlara kazf etmek, ya'ni namussuz demek. küçük günahlar. küçük günahı çok yapmak, büyük günah olur. her günahın büyük olmak ihtimali vardır. hepsinden kaçınmak lazımdır. şirk: allahü tealadan başka birşeye tapınmakdır. küfr, imansız olmak, inanmamak demekdir. küfrün afvı için, pişman olup, imanı kalbden kabul etmek lazımdır. nisa suresinin yüzonaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. her çeşid günahın ve kötülüğün en fenası, en kötüsü küfrdür. allahü tealanın emrlerinden ve yasaklarından birine ehemmiyyet vermiyen kafir olur. kafirin hiçbir iyiliği, hayrat ve hasenatı, ahiretde kendisine faide vermez. imanı olmıyanın, hiçbir iyiliğine sevab verilmez. küfrün çeşidleri vardır. hepsinin en kötüsü, en büyüğü dir. bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok kerre, bunların en büyüğü söylenir. bunun için, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde bulunan şirk kelimesinden her nev' küfr ma'nası anlaşılır. bu ayeti kerimeden, kafirlerin cehennem ateşinde sonsuz olarak yanacakları anlaşılmakdadır. müsliman, dinden çıkarsa, ya'ni kafir olursa buna denir. mürtedin önceki ibadetleri ve sevabları yok olur. mürted, imanın gitmesine sebeb olan şeyden tevbe etmedikce, sadece söylemekle veya namaz kılmakla müsliman olamaz. bunun için, küfrden çok korkmalıdır. hadisi şerifde, hep hayrlı, faideli konuşunuz. yahud susunuz buyuruldu. islamiyyete uygun olmıyan sözlerden ve hareketlerden sakınmalıdır. hadisi şerifde, şirkden sakınınız. şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir buyuruldu. kafirler, sonsuz yaşasaydı, sonsuz kafir kalmak niyyetinde oldukları için, küfrlerinin cezası cehennemde sonsuz azabdır. bunun için kafirlere olan ebedi azab zulmdür, denilemez. bunları yapan, ya'ni büyük günah işleyen mü'minler, dünyada tevbe etmezler ve ahiretde de şefa'ata kavuşmazlarsa, günahları kadar cehennemde yanacak, daha sonra, kendilerinde bulunan iman nuru sebebi ile, allahü tealanın afvına kavuşacaklardır. allahü tealanın emr etdiği farz ve vacib olan ibadetleri yapmamak, büyük günahdır. tevbe iki kısmdır: birincisi: allahü tealanın hakkına tecavüz eden günahlara tevbedir. farzları ve vacibleri terk etmek ve allahü tealanın haram kıldığı şeyleri yapmak bu günahlardandır. mesela, namaz kılmamak, zekat vermemek böyledir. bu günahları yapan mü'minler, tevbei nasuh ile tevbe etdikleri zeman, allahü teala afv eder. tahrim suresinin sekizinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ya'ni pişman olup istiğfar ederek, ölünceye kadar bir daha hiç günah işlememek üzere, tevbe edinizdir. bekara suresinin ikiyüzyirmiikinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. kur'anı kerimdeki, bunlar gibi müjdelerden ve hadisi şerifindeki müjdeden anlaşılıyor ki, günah işleyip de tevbe edenler, allahü tealanın afvına kavuşacaklardır. ikincisi: kul hakları da bulunan günahlara tevbedir. mal gasb etmek, zulm etmek ve gıybet etmek gibi. böyle günah işleyen kimseler, , kıyamet günü mahkemei kübrada hak sahibi razı olmadıkca, afvı ilahiye kavuşamayıp, ceza göreceklerdir. ancak, mü'min oldukları için, günahları kadar azab olunup, sonra cennete gideceklerdir. yahud, merhametlilerin en merhametlisi olan allahü teala, hak sahiblerine, razı oluncaya kadar ni'metler ihsan buyurup, onları razı edecekdir. hak sahibinin rızaları ile afv olunacaklardır. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bu i'tirazcı papazın zan ve iftira etdiği gibi, müslimanların günahlarının afv edilmesi bunların sadece kelimei tevhid, kelimei şehadet söylemelerine ve ibadet yapmalarına bağlı değildir. islamiyyet, allahü tealanın, bir misli, benzeri, ortağı ve vekili olamıyacağını açıkca bildirmişdir. ahiretde de, günahkarlara şefa'at, ancak allahü tealanın izni ve iradesi ile olacakdır. müslimanlar, kur'anı kerimde beyan olunan müjde ayetlerine, iman ile, ya'ni korku ve ümmid arasında, allahü tealanın sonsuz ihsanlarını beklerler. fekat hıristiyanlar, hangi günah olursa olsun; hemen papazın, demesi ile afv olunup, allahın melekutuna, ya'ni cennete kavuşacaklarını zan ederler. şimdi bu iki i'tikaddan hangisinin, uluhiyyetin şanına uygun ve ubudiyyetin ya'ni kulluğun edeblerine muvafık olduğu, insaf ile düşünülmelidir. kitabının yüzkırkbeşinci sahifesinde, kur'anı kerim, mesihin kurtarıcılık sıfatından bahs etmiyerek, onu bir peygamber derecesine indirmekdedir. insanları, büyük günahın esaretinden kurtarmış olan bu insanın, semavi babasının arzusunu yerine getirmek için, diğer insanlar uğruna canını feda eden bir zat olduğunu ve kurtarıcılığını inkar etmekdedir. siyer alimlerinin beyan etdiklerine göre, kendi canını korumaları ve emrlerini yerine getirmeleri için, başkalarının feda olunmasına razı olan bir zatın, ya'ni muhammed aleyhisselamın, hakiki ve en son kurtarıcı olduğunu bildirmişdir diyerek, kur'anı kerime dil uzatmakdadır. cevab: insanların, adem aleyhisselamdan beri günah ile doğup, bu günahın esareti altında olduğu hıristiyanların sonradan uydurdukları bir sözdür. incillerde böyle bir ibare yokdur. bu işin halli için kafayormak abesdir. islamiyyet, insanların zahirlerine yol gösterdiği gibi, kalblerinin ve ruhlarının temizlenmesi yolunu da göstermişdir. şu'ara suresinin seksensekizinci ve seksendokuzuncu ayetlerinde mealen: kıyamet gününde, ne mal, ne evlad faide vermez. ancak kalbi selim ile allahü tealaya gelen müstesnadır buyurulmuşdur. bu ayeti kerime ve kalb temizliğini, iyilik yapmağı ve güzel ahlakı öven ve teşvik eden, yüzlerce hadisi şerif ve muhammed aleyhisselamın halleri ve fi'lleri ve düşmanlarına bile yapdığı iyilikler meydandadır. bunlar bilinince, bu kitabı yazan papazın yalanı ve cehaleti hemen anlaşılır. isa aleyhisselamın, semavi babasının arzusunu yerine getirmek için, canını feda etmediği de, yine incillerin beyanları ile yukarıda anlatılmışdı. ya'ni, çarmıha gerilmeden önce, canı sıkılarak yere kapandığı ve dediği incillerde yazılıdır. markosun ondördüncü babında ve lukanın yirmiikinci babında bu hadisenin teferruatı vardır. lukanın yirmiikinci babının kırkdördüncü ayetinde, isa şiddetli ızdırabda olarak, ziyade hararet ile düa etdi. teri toprağın üzerine düşen büyük kan damlaları gibi idi demekdedir. bunların hepsi hıristiyanların i'tikadlarına göredir. islam i'tikadına göre, isa aleyhisselam ne çarmıha gerildi, ne de öldürüldü. çarmıha gerilen, onu ele veren münafık idi. yehudiler, onu isa aleyhisselam zan ederek, çarmıha gerdiler. allahü teala, isa aleyhisselamı üçüncü kat semaya yükseltdi. bugünkü incillerde bile müjdelenen ve hıristiyanların dedikleri, türkçeye terceme ederken diye terceme etdikleri, yegane tesellici olan muhammed aleyhisselama ümmet olmak için, çok düa etdi. allahü teala kıyamete yakın onu tekrar yeryüzüne indirecekdir. o zeman, isa aleyhisselam muhammed aleyhisselamın dini üzere hareket edecek, onun halal dediklerine halal diyecek, haram dediklerine haram diyecekdir. paraklit, ahmed demekdir. ahmed ise, muhammed aleyhisselamın ismlerinden birisidir. isa aleyhisselam, ulülazm peygamberlerdendir. haşa, allahın oğlu değildir. allahdan allah, nurdan nur değildir. isa aleyhisselam, insan idi. ona tapılamaz. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem için, ifadesi ile, bu iftiracı papaz, hicretde peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem aliye radıyallahü anh, kendi yatağına yatmasını emr etdiğini kasd etmekdedir. böyle olduğunu bir aşağıdaki sahifede kendisi açıklıyarak, bununla guya, isa aleyhisselamın, hatemülenbiya, ya'ni peygamberlerin sonuncusu, muhammed aleyhisselamın üzerine, üstünlük ve faziletini göstermek istemişdir. hakikatde ise, kendi maksadının aleyhine bir delil getirmişdir. çünki, aynı risalenin yirmidokuzuncu sahifesinde, demekdedir. daha sonra, yüzonikinci sahifesinden yüzonüçüncü sahifeye kadar, arab kavminin putperest olup, yeni bir dini kabule hazır olmadıklarını isbata çalışmakdadır. isa aleyhisselama, bir rivayete göre yirmi erkek ile, sar'adan kurtulmuş birkaç kadından başka, kimse iman etmedi. hıristiyanların zan etdikleri gibi, ona iman edenler, onun üluhiyyetini, ilahlığını tasdik etmiş iken, isa aleyhisselam onları kamil bir iman ve tevekküle teşvik için diye te'minat verdiği ve çarmıha gerilmeden birkaç gün önce, diye müjdelediği halde, ona iman edenlerden hiç birisi, bu emre itaat etmediler. bilhassa, hıristiyanlarca peygamber makamına sahib olan denilen havarilerden olan yehuda, canını feda etmek şöyle dursun, yehudilerden otuz gümüş rüşvet alarak, isa aleyhisselamın bulunduğu yeri onlara haber verdi. resul, peygamber rütbesinde olan diğer şakirdler, isa aleyhisselam yakalanınca, etrafından dağılıp kaçdılar. hepsinin en yüksekleri olan petrus, mesihe karşı, , diye yemin etmiş idi. o karışıklıklar arasında, isa aleyhisselamı götürürlerken, uzakdan onun ardınca gitdi. daha sonra, horoz ötünce, üç def'a ayrı ayrı, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdi diyor. hem de, la'netler ederek. yeni bir dini kabule müsaid olmadıklarını söylediği arab kavminden olup, muhammed aleyhisselamın peygamberliğini tasdik eden eshabı kiramın her biri, muhammed aleyhisselam uğruna, canlarını ve mallarını, hiç çekinmeden seve seve feda etdiler. buna birkaç misal verelim: uhud gazası, islam tarihinin en büyük ve mühim gazalarından birisidir. bu gazada, eshabı kiram önce harbi kazanmış iken, sonradan müşrikler vadiyi dolaşarak eshabı kiramı aleyhimürrıdvan arkadan vurdular. islam ordusu karışdı. pek çok eshabı kiram, şehidlik mertebesine kavuşdu. bu gazada bulunan ve şehid olan eshabı kiramın şecaat ve kahramanlıkları, islam tarihinin en şerefli kahramanlık destanlarıdır. burada eshabı kiramdan birkaç zatın ahvalini bildirelim: talha bin ubeydullah radıyallahü anh o gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem etrafını müşriklerin kuşatdığını görünce, ne tarafa koşacağını, ne tarafa yetişeceğini şaşırmışdı. bir sağ tarafdan hücum edenlere, bir sol tarafdan hücum edenlere karşı çarpışıyordu. kendini resulullaha siper ediyordu. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir zarar gelir korkusu ile titriyordu. resulullahın yanında döne döne çarpışıyordu. müşriklerden keskin nişancı, atdığını vuran malik bin zübeyr isminde bir ok atıcı vardı. bu hain, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem nişan alarak, bir ok atdı. resulullahın mubarek başına doğru gelen bu oka, başka hiçbir şeklde karşı koyamıyacağını anlıyan talha radıyallahü anh, elini açarak oka karşı tutdu. ok avucunu parçaladı. kadın sahabilerinden, ümmi ümare de radıyallahü anha, zevci ve oğlu ile, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında çarpışıyordu. oğlu, zevci, kendisi ve diğer eshabı kiram, kendilerini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem siper ediyorlardı. oğlu yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. daha sonra, eline bir kılıç alarak çarpışmağa başladı. ibni kamia kafiri resulullahı öldürmeye yemin etmişdi. resulullahı gördü. resulullaha hücum edince, ümmi ümare atının önüne geçdi. atını durdurup ibni kamiaya saldırdı. o müşrikin üzerinde zırh olduğu için darbeleri pek te'sir etmedi. zırh olmasaydı, o da katl edilen diğer müşriklerin yanına gidecekdi. nihayet o müşrikin şiddetli bir hücumu ile boğazından ağır yaralandı. resulullah onun için, buyurmuşdur. mus'ab bin ümeyr radıyallahü anh, uhud gazasında muhacirlerin sancağını taşıyordu. iki zırh giyinmişdi. ibni kamia kafiri mus'aba radıyallahü anh saldırdı. çünki mus'ab radıyallahü anh kendisini resulullaha siper ediyordu. ibni kamia bir kılıç darbesi ile mus'abın radıyallahü anh sağ kolunu kesdi. sancağı sol koluna aldı. bu sırada ali imran suresinin mealindeki yüzkırkdördüncü ayetini okuyordu. ikinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kolları ile tutup göğsüne basdırdı. yine aynı ayeti kerimeyi okuyordu. islam sancağını yine bırakmamışdı. en son göğsüne saplanan mızrak ile, şehid oldu. fekat islam sancağını yine bırakmamışdı. hubeyb bin adiy ve zeyd bin desinneyi radıyallahü anhüma, müşriklerden, lıhyan oğulları, hile ile yakalayıp kureyş kafirlerine satmışlardı. hubeybe radıyallahü anh, kendisini şehid etmeden önce dediler. vallahi dönmem! bütün dünya benim olsa, bana verilse, yine islamiyyetden ayrılmam cevabını verdi. bunun üzerine müşrikler, şimdi senin yerine muhammedin aleyhisselam olmasını, onun öldürülmesini ister misin? sen de evinde rahat oturasın dediler. hubeyb radıyallahü anh, dedi. kafirler hubeybin bu aşırı sevgisine hayret etdiler. daha sonra da şehid etdiler. daha yüzlerce misalini yazmak mümkin olan bu hadiseler, hep şahiddir ki, eshabı kiramın ve bindörtyüz seneden beri gelmiş olan müslimanların hepsi, seve seve canlarını resulullahın uğruna ve allahü tealanın rızası için feda etmişlerdir. hıristiyanların, resul kabul etdikleri havariler, isa aleyhisselamı en sıkıntılı zemanında terk ederek kaçmış, kaçmakla kalmamış, onu la'net ile inkar etmişlerdir. bu hal, bugünkü incillerde bildirilmekdedir. her şeyin en doğrusunu allahü teala bilir ki, hicret gecesi peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, aliye radıyallahü anh bu fedakarlığı teklifden maksadı, bir gün gelir, hıristiyanlar arasında, niçin ahir zeman peygamberi yeni bir dini kabule hazır bir kavmden zuhur etmedi diyerek i'tiraz ederlerse, böyle bir sual karşısında, onları, kıyamete kadar susdurmak içindir. çünki, böyle bir kavm içerisinde geldiği halde, kendisine inanan ve iman eden bir zatdan istediği bir teklif, can tehlikesi olduğu halde seve seve yerine getirilmekdedir. bu hal, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem üstünlük ve faziletini gösteren, en büyük delillerden biridir. bu papaz, kendi sözü ile, kendisini tekzib etmekdedir. buradaki diğer bir ince hikmet de şudur: diyenlere karşı, havariler ile eshabı kiramın ahvali mukayese edilirse, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ibretli bir şeklde, i'tirazcıları ve hasmlarını utandırmak için, mu'cize olarak eshabından birini, o şeklde vazifelendirmiş olduğu hatıra gelebilir. protestan papazlar, islamiyyete i'tiraz ederek, incil, kendisine inananları, isa mesihin asrında, yehudilerin yapdıkları ibadetlerden muaf tutmuşdur. ibadeti, akla uygun ve makbul bir şeklde mü'minlere göstermiş ve beyan etmişdir. halbuki, kur'anı kerim, tekrar kemalden uzaklaşmışdır. çünki, yehudiliğin, ruhaniyyet bulunmıyan maddi ve zahiri olan adet ve ibadetlerini emr etmişdir demekdedirler. cevab: bunlara sorarız ki, isa aleyhisselamın matta incilinin beşinci babının onyedinci ayetinde, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim. çünki, yer ile gök zail olmadıkca, herşey vaki' oluncaya kadar, şeri'atden bir harf veya bir nokta bile yok olmıyacakdır sözünün ma'nası nedir? kendisi, musa aleyhisselamın dini üzere, niçin sünnet olmuşdur? ömrünün sonuna kadar, musa aleyhisselamın şeri'atindeki, belli bayramları temamen icra etmesinin sebebi nedir? beni israil ile aralarında geçen münakaşalarda, onları musa aleyhisselamın şeri'atı ile amel etmedikleri için, neden azarlamışdır? bunlardan anlaşılıyor ki, protestan papazların bu iddiaları, temamiyle incilin ahkamına ve isa aleyhisselamın yapdıklarına, mugayirdir, zıddır. kur'anı kerim, kemalden ve ruhaniyyetden asla ari değildir. bir dinin zahiri olan ibadetlerini yapmıyan, o dinin ruhaniyyetinden istifade edemez. bunun tafsilatı aşağıda beyan olunacakdır. hıristiyan papazların i'tirazlarının birincisi, islam dinindeki taharetdir. ilk hedefleri, ilk hücum etdikleri mes'ele taharet mes'elesidir. bu papaz, islamiyyetde abdest almak, halkın temizliği ve vücudun kirlerinin giderilmesi maksadına bağlı olmuş olsaydı, bir şey denilemezdi. fekat, allahü teala için yapılan ibadetlerin sıhhati, abdest almağa bağlanmış ve abdest ibadetin şartı kabul edilmişdir. abdestsiz kılınan namazı, allahü teala kabul etmez denilirse, burası üzerinde düşünülecek bir yerdir. çünki tevratda,rab insanın bakdığı gibi bakmaz. zira insan zahire, rab kalbe bakar denilmiş olduğundan, namazdan evvel abdest almanın kalb temizliğine veya namazın hakikatine bir te'siri yokdur. ayrıca, namazın sıhhatine ve kabulüne de, bir faidesi olmadığı anlaşılmakdadır. buna göre, kur'anı kerim, ibadetin aslı olan ihlas ve kalb huzurunu, hiç bir faidesi olmıyan, şekl ve adetler üzerine va'd etmiş olur. bir diğer husus da, ellerini ve ayaklarını yıkamak, sıcak çöl memleketlerinde oturan ve yalın ayak gezen kimselere faideli ve güzeldir. fekat, gayet nazik ve medeni olup, soğuk memleketlerde yaşayıp, ayağını çorap ve ayakkabı ile koruyan kimseler için abdest almak, sıhhate zararlı olan bir mecburiyyetdir. bilhassa, kuzey kutub bölgelerinde yaşıyan kimselere, günde beş def'a buzları kırıp yıkanmak, ne kadar meşakkatli ve sıhhati gideren bir şeydir. ne kadar adalet ve hakkaniyyetden uzakdır. kıbleye dönmek de beni israili takliddir demekdedir. cevab: bilinmelidir ki, islam dini, bütün dinlerin en kamil ve en temam şeklidir. ya'ni zahiri ve batıni olgunluğu kendinde cem' eden bir tevhid dinidir. insanlara faideli şeyleri emr eden, zararlı şeylerden koruyan bir dindir. onda insanlara zararlı olabilecek en küçük bir hükm yokdur. her hükmünde insanlar için maddi ve ma'nevi nice faideler vardır. islamiyyetin, allahü teala tarafından gönderilmiş olduğunun açık bir delili de, islamiyyetde, ne kadar zahiri ve şekli görünen ahkam varsa, her birinin nice hakikatleri ve insanlar için faideleri olmasıdır. ilm ve teknik ilerledikce, bunların faideleri ortaya çıkmakdadır. gözleri cehalet perdesi ile kapanmış olanlar, bu hakikatleri idrak edememekde ve sadece zahire bakmakdadırlar. isra suresinin yetmişikinci ayetinde mealen: kör olan kimse, ahiretde de kördür. buyurulmuşdur. ayeti kerimede bildirilen kimseler, böyle söyliyen papazlardır. islamiyyete uyan kimseler, ahiretde, ihlaslarına göre mükafata kavuşacaklardır. gözleri, irfan nuru ile açılmış, bütün alemi kaplıyan ilahi ni'metden idrak ve anlayışları nisbetinde nasib almış olan kimseler için, ahiretde yüksek dereceler va'd edilmişdir. bu va'dler, bu ni'metler, ayeti kerimelerde bildirilmişdir. akl ve irfan sahibi olan kimselerin burada yapacakları şey, islamiyyetin emr etdiği ibadetlere sıkı sıkıya bağlanmakdır. bununla beraber, kalbini kötü huylardan temizlemek lazım olduğu, tefsir ve hadisi şerif kitablarında uzun uzun beyan edilmişdir. binlerce ehli sünnet alimi de kitablarında bildirmişdir. ayrıca, batın yolunu öğrenmek isteyenler, allahü tealaya kavuşduran yolun menba'ları ve rehberleri olan evliyai kirama müraceat etmelidirler. tefsir alimleri bildiriyorlar ki, abdest ve taharet, ya'ni temizlik, bu i'tirazcı papazın da i'tiraf ve kabul etdiği şeklde, zahiren bedenin sıhhatine çok faideleri olduğu gibi, ma'nevi olarak da, kalbin tasfiyesinin ve huzurunun bir işaretidir. namaz, allahü tealanın huzurunda durmakdır. allahü tealanın huzurunda durunca, kalbin tasfiye edileceği açıkdır. kötülüklerden temizlenmemiş bir kalb ile, allahü tealanın huzuruna çıkılamaz. nitekim, dünya işlerinde de böyledir. abdest almanın beden temizliği olduğu, hergün beş kerre bedendeki mikrop yuvalarını temizlediği meydandadır. aklı ve ilmi olan herkes, bunu bilmekdedir. abdestin kalbe kuvvet verdiğini, ruhu temizlediğini papazlar da biliyor. mesela, de, abdestin faziletini anlatırken diyor ki, imamı ca'fer sadık rahmetullahi aleyh, nasihat vermek için, bir rahibe geldi. kapı geç açıldı. sebebini sorunca, rahib, aralıkdan seni görünce, heybetinden çok korkdum. hemen abdest aldım. tevratda görmüşdüm ki, bir kimseden veya birşeyden korkunca, abdest almalıdır. abdest, insanı zarardan korur yazılı idi dedi. imam nasihat verince, hemen müsliman oldu. kalbi, abdestin bereketi ile temizlendi. üzeri piskirli olan bir kimse, padişahın divanına girmek için bir yol ve bir ruhsat bulamaz. bu da gösteriyor ki, abdest ve taharet, i'tirazcı papazın zan etdiği gibi, huzur ve ihlas için faidesiz değildir. şimal memleketlerinde yaşayan kimseler, abdest almak istedikleri zeman, yalnız sabahleyin sıcak su ile abdest alarak çoraplarını ve mestlerini giyerler. diğer dört vaktde, abdestlerini tutarak namazlarını kılabilecekleri gibi, abdestleri bozulduğu zeman, mestleri üzerine mesh ederek abdest alabilirler. böylece, hem ayaklarını yıkamamış ve ayakları üşümemiş, hem de namazlarını kılmış olurlar. soğuk su kullanamayanlar, sıcak odalarında, toprak ile teyemmüm ederler. protestan papazın iddia etdiği gibi, günde beş def'a buz kırmağa hiç lüzum yokdur. onlar, yemekden evvel günde üç def'a ellerini yıkarken buzları kırdıkları için hasta mı oluyorlar?. bir kimsenin vücudunda hastalık olur da, abdest almak, ya'ni su ile yıkanmak sıhhatine zararlı olursa, teyemmüm edebilir. çünki asl maksad sadece el, yüz ve ayak yıkamak değil, kalbin tasfiyesi dır. zaca'fersadık, de medinede vefat etdi. ruret hallerinde, islamiyyet asla güçlük teklif etmez, güçlüğü emr etmez. nitekim hadisi şerifde, buyurulmuşdur. kur'anı kerimde bekara suresinin ikiyüzseksenaltıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. ya'ni, allahü teala, bir nefse, gücü yetebileceği, yapabileceği şeyi emr eder, yapamıyacağını emr etmez. nisa suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen: allahü teala, ibadetlerinizin hafif, kolay olmasını istiyor. insan za'if, dayanıksız yaratıldı buyurulmuşdur. islamiyyetde, ibadetler için iki yol vardır: bunlardan birisine , diğerine de yolu denir. ruhsat, islamiyyetin ibadetlerde tanıdığı, izn verdiği kolaylıklardır. insana kolay geleni yapmak, ruhsat ile amel etmek olur. zor geleni yapmak ise azimetdir. azimet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekden daha kıymetlidir. bir insanın nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsat ile amel etmesi efdal olur. fekat, ruhsat ile amel etmek, ruhsatları araşdırmağa yol açmamalıdır. hadisi şerifi, islamiyyetdeki amellerde ta'kib edilecek en doğru yolu, açıkca göstermekdedir. bunun için, imanı kamil sahibi olan mü'minler, allahü tealanın rızasını ve sevgisini kazanmak için, nefslerine zor gelen, güç şeyleri yapmağı seçerler. böylece ahiretde yüksek derecelere kavuşmak isterler. yalnız, başını açıp gözünü semaya dikerek ibadet eden hıristiyanlar, beden temizliğinden hiç bahs etmiyerek iğrenç kokulu bedenleri, kirli elbise ve ayakkabılar ile kiliseye gidip, loş bir havada, nahoş kokular içerisinde, bir parça ekmeği yiyip, bir yudum şerab içince, allahü teala ile hemen birleşeceklerini, kalblerinin kötülüklerden temizleneceğini zan ediyorlar. böyle bir zanna sahib olan kimseler için, elbette islamiyyetin emrlerinin hakikatlerini anlamak pek zordur. yıkanmağı, temizliği, müslimanlardan öğrenerek, pislikden kurtuldular ise de, bozuk inanışları ve uydurma ibadetleri hala devam etmekdedir. papazların i'tirazlarından birisi de namazdır. cevab: düşünemiyorlar ki, acaba maddi ve ma'nevi olarak, allahü tealaya ibadetden maksad nedir? ibadet, her ne şeklde olursa olsun, allahü tealaya ta'zim ve allahü tealanın nihayetsiz hazinesinden yapmış olduğu sayısız ihsanlarından dolayı, hamd ve sena etmek ve kendinin acizliğini i'tiraf edip, allahü tealadan rahmetini istemekdir. allahü tealaya ta'zim sebeblerini araşdırdığımızda, namazın rüknlerinden olan, kıyamda elleri bağlıyarak huşu' ile allahü tealanın huzuruna çıkmak, besmelei şerife ve surei fatiha okuyarak hamd ve sena etmek, rüku' ve secdelerde, vacibülvücud olan allahü tealayı tesbih ve her hareketde tekbir cümlesi ile, allahü tealanın büyüklüğünü söylemek, allahü tealayı ta'zim etmekdir. beni israil peygamberlerinin bildirdikleri üzere, kıble, kudüsdeki e doğru idi. sonradan ya doğru oldu. ka'bei muazzamayı ibrahim aleyhisselam yapmış olduğu için, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ka'bei muazzamaya karşı ibadet yapmak istiyordu. merhameti sonsuz olan allahü teala, sevgili peygamberini bu arzusuna kavuşdurarak, kıble, mescidi aksadan, mescidi harama çevrildi. bekara suresinin yüzkırkdördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. islam dininde, musa aleyhisselamın şeri'atinde olan, kurban kesmek, sünnet olmak, domuz eti, leş ve faiz yimemek, zina etmemek, adam öldürmemek ve kısas gibi daha nice hükmler vardır. her ne kadar, zemanımızda mevcud hıristiyanlıkda, isa aleyhisselamın emrinin hilafına olarak, musa aleyhisselamın şeri'atinde bulunan birçok hükmler tahrif olunmuş ise de, zina ve adam öldürmekden nehy ve kıbleye yönelmek gibi, musa aleyhisselamın şeri'atinden olan ba'zı hükmler devam etmekdedir. hıristiyanlar, dedikleri halde, hükmleri ile amel etmezler. in temamına inanıyoruz. eski ahd ya'ni da, allahü teala tarafından gönderilmiş kitabdır dedikleri halde, bunun ahkamı ile amel etmezler. sebebini sorunca, hükmü nesh oldu, değişdi derler. hem allahü tealanın kitabı diye inanıyor, birçok bahslerde hıristiyanlık inancının delili olarak tevratdan ayetler okuyorlar, hem de ahkamı ile amel edilmediği sorulunca, ahkamı mensuhdur diyorlar. fekat ba'zı hıristiyanlar, senesinde ortaya çıkan luther ismindeki bir papaza uyarak kıbleyi, ya'ni beyti mukaddese karşı dönmeği terk etmişlerse de, diğer milyonlarca katolik hıristiyan hala beyti mukaddese doğru dönmekdedir. hiç birisi, protestanların kıbleye dönmeği terk etmelerine i'tibar etmemekdedir. çünki, ibadetden asl maksad, allahü tealaya ta'zim ile, hamd, sena, niyaz ve düadan, ya'ni yalvarmakdan ibaretdir. kalb huzuru ile, ma'nevi kıymeti haiz olan bir yere dönerek, ibadet etmekde, ta'zimi ihlal edecek, ibadeti bozacak ne gibi bir şey düşünülebilir? ayrıca, dönülecek cihetin belli olması, kalbin daha fazla huzur bulmasına sebeb olur. ibadetlerinde, kıyam, rüku' ve secde gibi kulluğu bildiren edebler olmayan hıristiyanlar, kilisede, sadece birbirlerinin yüzlerine bakarlar. genç oğlanlar ile kızlar, her ne kadar göz zinasından nehy olunmuşlarsa da, birbirlerinden gözlerini ayırmazlar. daha sonra, papazın okuduğu ekmek parçasını, tanrı kabul etdikleri isa aleyhisselamın eti, şerabı da kanı olarak inanıp diye yiyip içerek, hemen ruhülkuds ile birleşdiklerini zan ederler. yı bir hatıra olarak yiyip içerler. ibadetden maksad, her şeyin yaratıcısı olan allahü tealaya ita'at ve ta'zimdir. bu iki dinden hangisinde allahü tealaya ta'zimin bulunduğu ortadadır! islam dininde hergün beş farz namazdan önce ezan ve ikamet okunur. müezzin yüksek sesle ezan okur. ya'ni: allahü ekber: allahü teala büyükdür. ona bir şey lazım değildir. kullarının ibadetlerine muhtac değildir. ibadetlerin, ona faidesi yokdur. eşhedü en la ilahe illallah: kibriyası ile ve kimsenin ibadetine muhtac olmadığı halde, ibadet olunmağa ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehadet eder, elbette inanırım. hiçbir şey ona benzemez. eşhedü enne muhammeden resulullah: muhammed aleyhisselamın, onun gönderdiği peygamberi olduğuna, onun istediği ibadetlerin yolunu bildiricisi olduğuna şehadet eder, inanırım. hayye alessalah, hayye alelfelah: ey mü'minler, koşun felaha, se'adete, koşun salaha, iyiliğe, ya'ni namaza. allahü ekber: ona layık ibadeti kimse yapamaz. herhangi bir kimsenin ibadetinin ona layık, yakışır olmasından çok büyükdür, çok uzakdır. la ilahe illallah: ibadete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak odur. ona layık bir ibadeti, kimse yapamamakla beraber, ondan başka kimsenin ibadet olunmağa hakkı yokdur, . yükseltirim buyuruyor. garba doğru, bir tul derecesi gidilince, namaz vaktleri dört dakika gecikiyor. her yirmisekiz kilometre gidişde, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunmakdadır. böylece, yeryüzünün her yerinde, her an ezan okunmakda, muhammed aleyhisselamın ismi her an, her yerde işitilmekdedir. yirmidört saat içerisinde onun isminin söylenilmediği bir an yokdur. hıristiyanların kiliseye da'vetleri ise, çan çalmakla olur. müslimanların ibadete da'vet şekli ile hıristiyanların da'vet şeklinden hangisinin allahü tealayı ta'zim etdiği ve ruhani olduğu meydandadır. müslimanlar, ezandan sonra, namaz kılarlar. namaza başlamadan önce, namazın icab etdirdiği şartlar vardır. bunlar altıdır. bunlardan biri bulunmazsa, namaz sahih olmaz: hadesden taharet: abdesti olmıyanın abdest azalarını güzelce yıkamasıdır. necasetden taharet: bedenini ve elbisesini ve namaz kıldığı mahalli, görünen maddi pisliklerden temizlemekdir. istikbali kıble: ka'bei muazzama tarafına dönmekdir. kıble cihetini anlamak için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir, yahud bir ip ucuna anahtar, taş gibi bir şey bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur. setri avret: gerek erkeklerin ve gerekse kadınların namaz kılarken islamiyyetin bildirdiği avret yerlerini örtmeleridir. avret yerlerini, her yerde, her zeman başkalarının yanında, örtmek farzdır, lazımdır. vakt: her milletin ba'zı ibadetlerinde muayyen vakt olduğu gibi, müslimanların namazlarını da, allahü teala, belli vaktlere tahsis etmişdir. vakti gelmeden evvel ezan okumak büyük günahdır ve kılınan namaz sahih olmaz. niyyet: kılacağı namazın ismini ve vaktini bilmek ve herhangi bir dünyevi sebeb ile değil, ancak allahü tealanın emri ve rızası için olduğunu bilmekdir. hıristiyanlar, kiliseye yıkanmadan gitmekdedirler. pis kokuları ile, birbirlerini rahatsız etmekdedirler. belli bir cihete dönerek, kalb huzuru ile, allahü tealaya ibadetleri olmadığı için, hep birbirlerine bakmakdadırlar. müslimanların, ibadetler için olan şartları ile, hıristiyanların ibadetleri karşılaşdırılırsa, hangisinin daha ruhani ve kulluğa uygun olduğu belli olur. şimdi, namazın rüknlerinin ne olduğunu beyan edelim: iftitah tekbiri: bir müsliman namaz kılmağa başlarken, önce, ellerini kaldırıp, allahü tealadan gayrı her şeyi kalbinden çıkararak, kalb huzuru ile, allahü tealanın huzuruna çıkdığını hatırlayarak der. bunun ma'nası, demekdir. kıyam: tam bir huşu' ve edeb ile, allahü tealanın huzurunda ellerini bağlayıp, ayakda durmakdır. kıra'et: allahü tealanın ismi şerifi ile fatihai şerifi okumakdır ki, daha önce meali şerifini bildirdiğimiz gibi, allahü tealaya hamdü sena ve ta'zim ile, hidayet ve selamet için düadır. rüku. bir kerre, eğilerek, ellerini diz kapaklarına bağlayarak, sırtını ve başını düz tutmakdır. rüku'da, denir ki, ma'nası, demekdir. secde: kendini aciz bilerek, tazarru ve niyaz ile, iki kerre yere yüzünü koyarak denir. ma'nası, demekdir. islam dininde rüku' ve secde, ancak varlığı mutlak lazım olan, allahü tealaya yapılır. müsliman, namazda ka'bei mu'azzamaya dönerek, allahü tealaya secde etmekdedir. ka'beye karşı secde edilir. ka'be için secde edilmez. ka'be için secde eden kafir olur. hiç bir insana ve hiç bir mahluka karşı secde etmek caiz değildir. çünki insan, allahü tealanın yaratdığı mahlukların en şereflisi olup, yaratılışda, ya'ni insanlıkda, hiç birisinin diğerinden farkı yokdur. maddi makam ve rütbeler ise, insanın mahiyyetini değişdiremez. kendilerinin ilah olduklarını iddia eden, fir'avnlar ve nemrudlar dahi, diğer insanlar gibi yimekden, içmekden ve diğer beşeri ihtiyaçlardan ve ölümden kurtulmuş değillerdir. allahü tealanın, insanlar içerisinden seçmiş olduğu kulları olan peygamberler aleyhimüsselam de, sıfatı beşeriyyede diğer insanlarla aynıdır. ya'ni, onlar da yirler, içerler, soğukda üşürler. ancak, allahü teala, onlara hususi ni'metler ve çeşidli mu'cizeler ihsan etmişdir. hiç bir salih kul, peygamber derecesine kavuşamaz. peygamberler ma'sumdurlar. asla günah işlemezler. ba'zı peygamberlerden zelle sadır olmuşdur. zelle, günah demek değildir. bir işi, en güzel şeklde yapmamak demekdir. güzeldir, fekat en güzel değildir. yüzünü yere koymak, ya'ni secde ederek ta'zim etmek, kişinin kendi zilletini, aşağılığını ve ta'zim etdiği zatın şanının büyüklüğünü ve yüceliğini i'tiraf etmekdir. böyle bir ta'zim ise, hakiki ni'met verici ve kainatın yaratıcısı olan, allahü tealadan başkasına layık değildir. hatta, böyle ta'zimler şöyle dursun, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramı aleyhimürrıdvan kendisi gelince ayağa kalkmakdan nehy buyurmuşdu. onun eshabı arasında, kendisine tahsis edilmiş her hangi bir oturma yeri, taht, sedr gibi birşeyi de yokdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramın yanına geldiği zeman, boş olan münasib bir yere otururdu. kendisini tanımayanlardan o meclise gelenler, kendisini bilemez diye sorarlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, böyle hareket edince, diğer aciz insanların ne yapması lazım olduğu düşünülmelidir. ka'dede teşehhüd mikdarı oturmak: başını ikinci secdeden kaldırınca, iki diz üzerine oturup, tehiyyat okumakdır. tehiyyatın ma'nası: yapılan bütün ta'zimler, hurmetler ve ibadetler allahü tealaya mahsusdur ve ey nebiyyi zişan, selamet ve allahın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. selamet bizim üzerimize ve bütün salih kulların üzerine olsun. ben şehadet ederim ki, allahü tealadan başka, kendisine ibadet edilip, tapınılacak ilah yokdur ve muhammed aleyhisselam allahü tealanın kulu ve resulüdür. işte, müslimanların günde beş def'a eda etmekle mükellef oldukları, farz namazların, altı rüknü, temel direği bunlardır. adem aleyhisselamdan beri, her peygamberin ümmetine günde bir vakt namaz kılmak emr olunmuş idi. namazın en kamil şekli, ancak ahir zeman peygamberine emr ve ihsan buyurulmuşdur. namazın rüknleri olan bu amellerde, allahü tealanın üluhiyyetine ve ta'zime noksanlık olacak bir şey var mıdır? ne garibdir ki, islamiyyetde, rüknleri ve şartları açıkca bildirilen ibadetlerin, ruhani olmadığını iddia eden protestanların, vaftiz, kurban ve incil kıraetinden başka ibadetleri yokdur. müslimanların namazı ruhani değilmiş de, hıristiyanların bu ibadetleri ruhani imiş .de, ali radıyallahü teala anhın doksanüçüncü menkıbesinde diyor ki, imamı ali radıyallahü anh namaza durunca, etrafında yapılanlardan hiç haberi olmazdı. bir cengde, mubarek ayağına ok girdi. kemiğe saplandı. cerrah bunu çıkarırken ağrısına dayanamazsın. önce, münevvim ya'ni uyuşdurucu ilac verip uyutacağım dedi. ilaca lüzum yok. namazımı kılarken çıkar buyurdu. namazda iken mubarek ayağını yarıp, demiri kemikden çıkardı ve yarayı sardı. namaz bitince, çıkardın mı dedi. evet deyince, allah hakkı için, hiç acı duymadım buyurdu. salih müslimanların namazlarının böyle olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır. hıristiyanların ibadetlerini de kısaca inceleyelim: vaftiz: hıristiyan ibadetlerinin ya'ni sakramentlerin birincisidir. hıristiyanlar, vaftizin isa aleyhisselam tarafından konulduğuna inanırlar. isa aleyhisselam ömrü boyunca kimseyi vaftiz etmedi. vaftiz yapınız diye bir emr de etmedi. hıristiyan olmak için ve bir kiliseden diğerine geçmek için, vaftiz yapılmasının şart olduğuna inanan hıristiyanlar, vaftizi, baba, oğlu, ruhülkuds adına yaparlar. hıristiyanlara göre vaftiz, isa aleyhisselamın ma'nevi vücudu, ya'ni ilahlığı ile maddi vücudunun birleşmesi ve ruhülkuds ile yeniden doğuşdur. asli günah dedikleri, ta adem aleyhisselamdan geldiğine inandıkları suçun, vaftizle afv edileceğine inanırlar. vaftiz kilisede yapılır. kiliseler arasında vaftizin yapılışı birbirinden farklıdır. ba'zıları kudsiyyetine inanılan bir suya daldırarak, ba'zıları su serperek, ba'zıları da, başına su dökmek suretiyle vaftiz yaparlar. vaftiz yapılacak kimsenin yaşı da kiliseler arasında değişikdir. hıristiyanlar vaftiz yapılmadan ölenin günahkar olarak öldüğüne inanırlar. burada, ruhaniyyete aid hiç bir şey yokdur. kurban: işai rabbani veya evharistiya. bunun tafsilatını yukarıda zikr etmişdik. incile göre, isa aleyhisselam, havarileri ile birlikde yidiği son akşam yemeğinde ekmeği parçalayıp, alın yiyin, bu benim etimdir diyerek, havarilere verdi. bir kase içindeki şerabı uzatıp, alın içiniz, bu benim kanımdır diyerek onlara içirdi. pavlos bunu te'vil etdi. kilise ise, onu ayin haline getirdi. önce senede bir def'a yapılırken, sonradan her hafta yapılmağa başlandı. papazlara sorarız, şerab içmek, şerablı ekmek yimek ibadet olur mu? böyle, ibadet olarak yapılan bir işin ruhaniyyet neresindedir? incil okumak: papaz incilden bir parça okumakda, hazır olanlar da, bunu anlamadan dinlemekdedirler. bu da ruhani olamaz. çünki bugünkü inciller, isa aleyhisselama semadan gönderilen mukaddes kitab olmayıp, insan sözleridir. hıristiyanlar, müslimanların hac farizasını yapmalarına da i'tiraz ederek, bu, yehudilerin senede üç def'a, kudüsi şerifde bulunan beyti mukaddesi ziyaret etmek adetlerine benzemekdedir. çünki, allahü teala, o makamı mukaddesde tecelli buyuracağını va'd etmişdi. fekat sonradan yehudiler, yapdıkları cinayetlerden dolayı, allahü tealanın gadabına uğradılar. hükumetleri yok oldu, düşmanları gelerek, beyti mukaddesi yıkdılar. allahü teala, beyti mukaddesin yerine, isa mesihin cesedini kendisine beytullah tahsis etdi. kullarına isa mesihi bu sebeble gönderdi. ona inanmış olanları da, ruhülkuds ile te'yid ederek, her birini canlı bir beytullah olmak derecesine –cevab veremedi kavuşdurdu. böylece, allahü teala için, tecelli edeceği, insan eliyle yapılmış hususi bir yere, bir haneye artık lüzum kalmadı. tekrar böyle bir hanenin seçilmesi, allahü tealanın hikmetine muvafık değildir. incilde, isa mesihin, bir zeman gelir ki, babaya ne bu ibadeti yapacaksınız ve ne de kudüsde secde edeceksiniz. fekat hak üzere secde edenler, ruh ile ve sıdk ile her yerde secde etsinler. çünki baba da, kendine böyle secde etmelerini ister dediği kelam, kıyamete kadar kaim ve daimdir. hal böyle iken, tekrar herkesin tavaf etmesi için zahiri bir hane, bir ortaya çıkarmak ve allahü tealanın sonsuz bereketlerine kavuşmağı yalnız o mekana tahsis etmek ve halkı o haneyi ziyarete teşvik etmek, hıristiyanlık dininin yüksek ruhaniyyet mertebesini, çok aşağı bir dereceye indirmekdir. bu ise, tekrar eski yehudi adetlerine, şekli ve zahiri bir adete geri dönmek olur demekdedirler. cevab: bu i'tirazları da, temamen aslsızdır. çünki: hıristiyanlar, isa mesihin cesedinin beyti mukaddesin yerine geçdiğini hangi incilin hangi ayetinden almışlar ise, onu beyan etmeleri lazımdır. beşon altın maaş karşılığı, kilisede hizmet etmeğe me'mur olan bir papazın sözlerinin, hıristiyanlık dininin emrleri olamıyacağı açıkdır. incillerde yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselam ömrü boyunca, beyti mukaddesi ziyarete gitmiş, hatta onun içindeki satıcıları koğarak, içerisini temizlemeğe çalışmışdır. bundan anlaşılıyor ki, eğer beyti mukaddesin hükmü kalmayıp, kendisi onun yerine geçseydi, onu ziyaret etmeğe devam etmez, içerisini de dünyalık kazanmağa çalışan kimselerden temizlemezdi. şakirdlerine de, artık siz bu beyti mukaddese i'tibar etmeyiniz. onun ma'nası benim. sizlerden her biriniz birer birer allahın evisiniz derdi. beyti mukaddesin harab olmasından sonra, başka bir yerin tekrar olarak seçilmesi, niçin hikmeti ilahiyyeden beklenilmesin! islam i'tikadına göre, allahü tealanın şeriki ve benzeri yokdur. kendi mülkünde dilediğini yapar. belli bir zeman kıble olarak beyti mukaddesi gösterir, daha sonra da, ka'bei muazzamayı kıble yapar. ona kimse karışamaz. incillerin yazıldığı zemanlarda, bütün nasraniler, musa aleyhisselamın şeri'ati ile amel etdikleri ve havariler ve onların şakirdlerinin hepsi, beyti mukaddesi ziyaret etdikleri için, incillerde herhangi bir mahallin ziyareti emr edilmemişdir. sözü de yanlışdır. papazın kendi iddiasını kuvvetlendirmek hırsı ile uydurduğu bir iftiradır. şeklinde kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde, herhangi bir haber var ise, beyan etmelidir. ka'bei muazzamayı ziyaret etmek, müslimanlara umumi bir emr değildir. hac yapacak kimse, hac yapabilmek şartlarını haiz olmalıdır. mesela, zengin olmak, sıhhatli olmak, gidilecek yolun emin olması gibi. papazın burada da, kötü niyyeti ve düşmanlığı ortadadır. bir dinde, bir mahalli ziyaret etmenin ve o mahalli kıble edinmenin emr olunması, o dinin yüksek bir mertebe ve ruhaniyyetden en aşağı dereceye düşmesiniicab etdirmez. incillerde, isa aleyhisselamın olduğunu bildiren bir ayet de yokdur. bir sebeble yükseklik ve ruhaniyyetin azalması papazın kendi hayalidir. ka'bei muazzamayı ziyaret etmenin müslimanlara emr olunması, hükmü kaldırılmış şekli bir adete, tekrar geri dönmek değildir. çünki, isa aleyhisselamın dininde, beyti mukaddes ziyaret hükmü kaldırılmamışdı. gerek isa aleyhisselamın dininde, gerekse islam dininde, geçmiş peygamberlerin şeri'atlerinin nice hükmleri bakidir. bunların baki olması, musa aleyhisselamın şeri'atine geri dönmek demek değildir. papazın, haccın şartlarını bilmeden sözü de, cehaletini göstermekdir. islamiyyetde emr edilen haccın adabından kısaca bahs edelim: hacca niyyet eden bir mü'min, her şeyden önce, ihlas ile tevbe etmelidir. üzerinde kul hakları varsa, ödemeli, emanetleri sahiblerine vermelidir. hacca gidip gelinceye kadar, ailesinin ihtiyacı olan nafakayı hazırlamalıdır. ka'bei muazzamaya gidip gelinceye kadar, icab eden yol parasını, halal maldan olarak yanına alması ve kendisine hayrlı yol arkadaşları bulması ve içlerinden huyu en güzel, olanı, emir ta'yin edip, onun sözlerine itaat etmesi ve onun tedbirlerini yerine getirmesi lazımdır. ayrıca, yolun emniyyetli olması, canının ve malının helak edilme korkusu olmaması lazımdır. yol emniyyeti olmaz ise, hacca gitmek farz olmaz. haccın farzları üçdür: ihram giymek: mekkei mükerremeye yaklaşıldığı zeman, mikat denilen belli yerlerde veya daha evvel, hacılar elbiselerini çıkarıp ihrama bürünürler. başka birşey giymezler, ya'ni dünya zinet ve elbiselerinden arınıp, mahşer yerine gider gibi, herkes aynı elbiseler içerisinde, beğ ve köle farksız, başı açık, ayağı çıplak giderler.haccı ihram içinde yapmak farz olup, ihram ile yapılmazsa hac sahih olmaz. peştemal gibi, iki beyaz bez olup, biri belden aşağı sarılır, diğeri de omuza sarılır. iple bağlanmaz ve düğümlenmez. ihram giyen kimseye, ba'zı işleri yapmak haram olur. bunun tafsilatı, fıkh ve ilmihal kitablarında yazılıdır. tava tavaf, ibrahim ve isma'il aleyhimesselamın sünneti şerifeleri üzere, ka'bei muazzamanın etrafında yedi def'a dönmekdir. tavaf, mescidi haram içerisinde yapılır. tavafa niyyet etmek de, ayrıca farzdır. farz olan tavafa, denir. tavafa, taşından başlamak da sünnetdir. tavaf ederken, allahü tealanın ve onun resulünün öğretdikleri düaları okumak lazımdır. okunan düaların ma'nai şerifleri, allahü tealayı en güzel şeklde ta'zim ederek, ondan rahmetini istemekdir. arafatda vakfeye durmak: büyük küçük, zengin fakir bütün müslimanlar, üzerlerinde sadece ihram olduğu halde, mahşer ehline benzer bir şeklde, arefe günü ya'ni zilhicce ayının dokuzuncu günü, öğle namazının vakti başladıkdan, ertesi gün fecr vaktine kadar, arafat meydanında bulunur ve rahman olan allahü tealadan afv ve magfiret isterler. burada, yüz binlerce müsliman, hep bir ağızdan telbiyeyi arabi olarak okurlar. telbiyenin ma'nası, buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan allahım, emrine hazırım ve iradei ilahiyyene itaat ederim. senin benzerin ve ortağın yokdur demekdir. haccın ma'nevi cihetine gelince, erbabı olanlar, haccın adabı ve farzları için, nice ma'nalar beyan etmişlerdir. geçmiş dinlerde, allahü tealaya yaklaşmak için, insanlardan uzaklaşıp, dağlarda yalnız başına yaşanılırdı. allahü teala, ümmeti muhammede, bu ruhbanlığı emr etmeyip, onun yerine haccı emr etmişdir. hac yapan kimsenin zihni, ticaret gibi dünya meşgalelerinden uzak olup, sadece allahü tealayı düşünmekdedir. müslimanlar, riya ve gösterişden uzak, ailesinden ve vatanından çıkarak, bu vadiye ve bu sahraya düşünce, dünyadan çıkıp, mahşer yerini ve kıyamet hallerini hatırlar. elbiselerinden soyunup, beyaz ihrama girince, kefenleri ile, allahü tealanın huzuruna gitdiklerini düşünürler. ya'ni buyur allahım buyur, emrine hazırım derken, düasının kabulü ile kabul edilmemesi korkusu içerisinde, allahü tealadan rahmetini ve mağfiretini istemekdedirler. haremi şerife kavuşunca, beytullahı ziyaret için gelenlerin zahmetlerinin boşa gitmeyeceğini bilirler. allahü tealanın rızasını gözetip, onun rızası için beytullahı ziyaret etdiklerinden, onun azabından emindirler. hacerülesvede yüz ve el sürerek öpüp, ziyaret etdikleri zeman, allahü tealaya daima itaat etmek üzere biat etdikleri ve bu biatlarına, ahde vefa göstereceklerine kendi kendilerine söz verirler. , bir aşıkın ma'şukuna sığındığını düşünürler. bütün bunlar, haccın edeblerindendir. hıristiyanların, i'tirazkar sözleri de, asla doğru olamaz. çünki, isa aleyhisselamın, buyurmuş olduğu matta incilinde yazılıdır. bunun ma'nası, cennete götürecek olan amel, nefse gayet zor gelir. cehenneme götüren amel ise, nefse gayet tatlı gelir demekdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. meşakkat, zorluk artdıkca, ecr ve mükafat çok olacağından, uzak yerlerden giden hacıların ecr ve mükafatları da çok olur. bu ise, adaletsizlik değil, adaletin ve merhametin tam kendisidir. islam dininde, insanın yapamıyacağı birşey asla emr edilmemişdir. kendilerine hac farz olmıyanlar, hacca gitmedikleri için, mes'ul olmazlar. ve hadisi şerifleri mucibince, hac yapmağı arzu edip de, hac yapmak imkanını bulamıyanlar, niyyetlerine göre ecr ve mükafata kavuşurlar. papazlar, farz olan ramezan orucuna da, beni israilin ibadetlerinden alınmışdır diyerek, i'tiraz etdikden sonra, diyorlar. protestan papazları, katolik, rum, ermeni ve diğer ba'zı hıristiyan fırkaları arasında bir nev' perhiz şeklinde oruc var ise de, bu, yehudileri takliddir. yoksa incilde asla böyle yapılmasını emr eden bir yer yokdur. protestanlar, böyle ağır bir yükü halka yüklemekden sakınırlar. sadece kötü niyyetlerden ve batıl inançlardan sakınılmasını, halka tavsiye etmişlerdir. işte, bu gibi zahiri ve lüzumsuz ameller hususunda, insanları, kendi ihtiyarlarına bırakan bir din, elbette şiddetli emrler ile, insanları şekli ve zahiri amellere mecbur eyleyen bir dinden efdaldir. zira, kendi rızası ile ibadet etmek, babasına severek itaat eden çocuğun huyudur. fekat, şer'i emrlerin icab etdirdiği şeylere mecburen itaat etmek, efendisine mecburen hizmet eden kölenin sıfatıdır. bir ay müddet ile, bilhassa, yaz günlerinde, gündüzleri yimeyip içmeyip, mu'tad olanın tersine, geceleri yiyip içmenin sıhhate zararı pek çokdur. ayrıca, birçok hastalıkların meydana gelmesine sebeb olacağı, tabibler tarafından iddia edilmişdir. ayrıca bu farz, dünya üzerindeki memleketlerin gece ve gündüz zemanları, birbirlerinden farklı olduğundan, ba'zı memleketlerin ehalisi için çok, ba'zı memleketlerin ehalisi için az bir müddet olarak icra edilmekdedir. bu da, allahü tealanın adaletine uygun değildir. bilhassa, altmışyedi arz derecesinde olan memleketlerde gündüz müddeti bir ay, altmışdokuz arz derecesinde olan memleketlerde iki ay ve yetmişüç arz derecesinde olan memleketlerde üç aydır. bunun için, bu arz derecelerinde olan memleketlerde yaşıyan müslimanlar için oruc tutmak mümkin olamaz. her halde ve her memleketde bulunan insanlar için münasib ve muvafık olmıyan böyle bir dinin, bütün insanlara teklif edilmesi, allahü tealanın yüksek hikmet ve mutlak olan adaleti ilahiyyesine layık olamıyacağı açıkdır. halbuki, bu gibi memleketlerde binlerce kişi, hıristiyanlığa tabi' olup, hıristiyanlığı hiç bir zorluk olmadan icra etmekdedirler. bu da, islamiyyetin hıristiyanlıkdan efdal olamıyacağının açık delilidir demekdedirler. cevab: bu i'tirazların her biri pek çok deliller ile cevablandırılmışdır. şöyle ki: oruc tutmak musa aleyhisselamın dininde vardı. isa aleyhisselamın dininde de, aynen devam etdi. bunu aşağıda bildireceğiz. islam dininde orucun bulunmasına i'tiraz olunamaz. demek açık bir yalandır. çünki gibi, insanları oruc tutmakla tutmamak arasında muhayyer bırakan bir incil ayeti yokdur. var ise papazlar bunu göstersinler. katolik, rum ve ermeni kiliselerine mensub olan hıristiyanların inançlarında, perhizin aslı oruc olduğu halde, sonradan pavlosun yapdığı tahrifleri ve birçok ibadetleri ibtali sırasında bu hale getirilmişdir. yoksa, incilde oruc emri yokdur demek, incile açık bir iftiradır. matta incilinin dördüncü babının başında ve altıncı babının onaltıncı ayetinde diye emr etdiği ve cin çarpmış bir kimseden cinni çıkarınca yanında bulunup hayret edenlere, dediği incillerde yazılıdır. bunlardan, hem isa aleyhisselamın kendisinin oruc tutduğu, hem de ihlas ile yalnız allah rızası için oruc tutmağı emr etmiş olduğu açıkca anlaşılmakdadır. isa aleyhisselama iman eden halis mü'minleri, çeşidli işkencelerle i'dam eden pavlos, yukarıda tafsilatını bildirdiğimiz, kendisinin uydurduğu, hayal mahsulü bir yalan ile, guya nasraniyyeti kabul eyleyip, oruc ve sünnet olmak gibi, isa aleyhisselamın şeri'atinde bulunan ahkamın kimisini, yehudiliğe benzemek olur diyerek, kimisini de te'vili mümkin olmıyan başka şeylere benzeterek, nesh ve te'viller yapdığı sırada, petrus mukabele etmek istemiş ise de, pavlosun adamları saldırıcı olduklarından, petrusu mağlub etmişdir. kadr ve kıymeti yüksek olan petrus, yehudilerden korkarak, isa aleyhisselamı tanıdığını inkar edecek kadar za'if kalbli olduğu için, pavlosa karşı sükut etmeği tercih etdiği, incillerde ve hıristiyan din adamlarının ileri gelenlerinin kitablarında açıkca yazılıdır. protestanların, demeğe asla hakları yokdur. çünki, allahü teala tarafından gönderilmiş hak bir dinin ahkamını, insanlar değişdiremezler. bunun için, birçok papaz, toplanılan konsil ve ruhban cem'iyyetlerinde verilen kararların hepsine i'tiraz etmişlerdir. protestanlar da, bu konsillerin kararlarının çoğunu red ve inkar etmekdedirler. hal böyle iken, luther ve kalvin gibi protestanlığın kurucusu olan papazların veya kitabını yazan papaz gibi, protestan cem'iyyetleri tarafından ücret ile tutulmuş papazlardan meydana gelen cem'iyyetlerin tavsiyelerinin bir kıymeti olamaz. oruc, yalnız aç ve susuz durmakdan ibaret değildir. orucun, batıni birçok hükmleri ve faideleri vardır. ilahi esaslar üzerine bina edilmiş olan bir farzı, papazların ve hiç bir kimsenin tahrif etmeğe, değişdirmeğe selahiyyeti yokdur. oruc zahiri ve lüzumsuz amellerden değildir. irfan sahibi olanların ma'lumu olduğu üzere, beden ruhun mekanı ve nefsin arzularının dönüp durduğu yerdir. nefsin cismani arzuları ne kadar galib olursa, ruhani mükaşefeler o kadar az olur. bu kaide her din ve mezhebde müşterekdir. hepsinde nefsin arzularını yapmamak ya'ni çekmek, allahü tealaya yaklaşmağa vesile olur. riyazet nefsin şehvetini kırar. bunun için her din ve mezhebde riyazet kıymetli tutulmuşdur. islamiyyetde orucun üç derecesi vardır avam orucu: islamiyyetin ta'yin etdiği zeman içerisinde , gündüzleri yemek ve içmek ve cima'dan kendini uzak tutanların orucudur. havas orucu: umumi orucda şart olan şeyleri yapmakla beraber, göz, kulak, dil, el, ayak ve bütün azası da allahü tealanın emrlerini yerine getirip, haram ve mekruh kıldığı şeylerden uzaklaşanların orucudur. hassülhavas orucu: yukarıda avam ve havas oruclarında zikr etdiğimiz şeyleri yapmakla beraber, kalbleri, dünya düşüncelerinden ve allahü tealaya yaklaşmağa mani' olacak düşüncelerden ve masivadan, ya'ni allahü tealadan gayri her şeyden yüz çevirip sakınanların orucudur. imamı buharinin rahmetullahü aleyh bildirdiği hadisi şerifde, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdur. böyle noksan tutulan bir orucun zahiri ve lüzumsuz bir amel olduğunu hakikat ehli zaten anlamışlar ve bildirmişlerdir. oruc tutarken günah işleyenler, benim orucumun kıymeti yok diyerek orucu terk etmemelidir. oruca devam etmeli, allahü tealaya yalvararak afv dilemeli ve işledikleri günahlardan yüz çevirmelidirler. zaten oruca devam etmek, insanı günah işlemekden men' eder.içden gelen rıza ile ibadet, çocukların babalarına itaatı gibidir. dinin emr ve yasaklarını yerine getirmek ise, kölenin zor ile efendisine hizmet etmesi gibidir şeklindeki benzetmesi de, birkaç sebebden yanlışdır: insanın, nefs ve şeytan gibi iki büyük düşmanı olduğundan, dinin emr ve yasaklarını yerine getirmeyenlere azab yapılacağı bildirilmeyip de, yerine getirmekde serbest bırakılmış olsa idi, elbette çok kimse yerine getirmezdi. protestan papazları, oruc hususunda herkesi serbest bırakdıkları halde, vaftiz ve kurban gibi ahkamda niçin herkesi serbest bırakmıyorlar. kendi söyledikleri şeklde yapmağa zorluyorlar? islam dininde ibadetlerin dereceleri vardır: birinci derece: ibadetlerin en kıymetlisi ve en efdali, haramlardan sakınmakdır. haramı gördüğü zeman, yüzünü çevirenin kalbini, allahü teala iman ile doldurur. bir kimse, haram işlemeğe niyyet eder ve o haramı işlemezse, ona günah yazılmaz. haram işlemek, allahü tealaya karşı gelmek olduğundan, ondan sakınmakmuhammed buhari, de semerkandda vefat etdi. da, ibadetlerin en efdali olmuşdur. islam dininde, hiç kimse, günah ile veya kafir olarak doğmaz. zaten, bunu akl da kabul etmez. ikinci derece: farzları yapmakdır. farzların terki büyük günahdır. allahü tealanın yapınız diye emr etdiği şeylere farz denir. farzları yapmak, çok kıymetlidir. hele farzların unutulduğu, haramların yayıldığı bir zemanda, farzları yapmak, daha çok kıymetlidir. farzları yapanlara büyük ecr ve mükafatlar vardır. üçüncü derece: tahrimi mekruhlardan, ya'ni harama yakın mekruhlardan sakınmakdır. tahrimi mekruhlardan sakınmak, vacibleri yapmakdan daha kıymetlidir. dördüncü derece: vacibleri yapmakdır. vacibleri yapmak da, farz kadar olmasa bile, çok sevabdır. vacibler, farz olup olmaması şübheli olan ibadetlerdir. beşinci derece: tenzihi mekruhlardan sakınmakdır. tenzihi mekruh demek, halala yakın olan mekruhlar demekdir. altıncı derece: müekked sünnetleri yapmakdır. sünnetleri terk etmek, günah değildir. özrsüz devamlı terk etmek ise, küçük günahdır. sünneti beğenmemek ise küfrdür. yedinci derece: nafileler ve müstehablardır. nafileleri yapıp yapmamakda müslimanlar serbestdirler. yapmıyana, terk edene ceza olmadığı halde, iyi niyyet ile yapana ecr ve mükafat vardır. oruc, kur'anı kerim ayetleri ile açıkca farz kılınmış olduğu için, onda asla serbestlik olamaz. çünki, islam dini, allahü tealanın emrleri ve yasakları üzerine te'sis edilmişdir. orucun şeklini ve vaktini değişdirmeğe hiç bir beşer muktedir olamaz. fekat hıristiyanlık, bir çok def'a değişdirilip, tahrif edildiğinden, onu herkes dilediği gibi değişdirmişdir. biz allahü tealanın oğulları değiliz. aciz kullarıyız. o ise, bizim halıkımız ve rızk vericimizdir. onun emri ile hareket etmekde, bizce asla utanılacak bir hal olamaz. allahü tealaya kullukdan yüz çevirmek, i'tirazcı, kibrli ve gururlu kimselerin işidir. sözü de doğru değildir. çünki, orucun edeblerinden birisi de, iftar zemanında mi'deyi doldurmayıp, henüz iştiha varken yemekden el çekmekdir. bu edebe riayet edenlerin, hasta olmak değil, bil'aks sıhhat bulacakları bütün tabibler tarafından ittifak ile bildirilmişdir. böyle oruc tutmanın sıhhat için faideli olduğu muhakkakdır. eğer protestanların yalan olan bu sözleri doğru olsa, islam memleketlerinde ramezan ayında her müslimanın hasta olması ve çok kimsenin vefat etmesi icab ederdi. halbuki sıhhi istatistiklerde, ramezan ayında diğer aylara göre hiç bir zıdlık görülmez. aklen de düşünülse, bir çok insan sabah ve akşam olmak üzere günde iki kerre yemek yirler. mu'tad olan iki yemek vaktinin birinde, bir kaç saat değişiklik yapmakla, vücudda ne gibi değişiklik meydana gelebilir? belki oruc ayının başında bir iki gün biraz değişiklik his edilebilir. bu cihetle orucdan dolayı sıhhatde bir değişiklik olmaz.oruc mi'de rahatsızlığına sebeb olmaz. bil'aks mi'denin sıhhatine faidelidir. bu husus, bugünkü modern tıb mütehassısları tarafından, açık ve kesin bir şeklde isbat edilmişdir. muhtelif yabancı dillerde, mütehassıs tabibler tarafından yazılmış tıb kitablarında, bir çok hastalıkların perhiz yapmakla tedavi edilecekleri, yahud perhiz yaparak tedavinin kolaylaşacağı bildirilmekdedir. mi'desinden rahatsız olan kimse, hamile kadın, süt veren kadın ve hastalığının artacağından korkan kimse, harb eden asker ve seferi ya'ni insan yürüyüşü ile üç günlük yola giden yolcular oruc tutmayabilirler. papazların, ne kadar islam cahili oldukları, islamiyyeti hiç bilmedikleri ve zihnlerinde tasavvur etdikleri şeyleri, islam dini zan etdikleri ortadadır. yahud, bildikleri halde, doğruyu söylemiyorlar. orucun sıhhate zararlı değil, bil'aks çok faideli olduğunu ba'zı misallerle isbat edelim: hadisi şerifde, buyurulmuşdur. oruc, bir sene boyunca durmadan çalışan mi'de ile beraber bütün hazm cihazının istirahate sevk edilmesi ve insan vücudünün bir tasfiyeye tabi' tutulmasıdır. böylece, hazm cihazı dinlendirilmiş olur. insanlarda en çok görülen rahatsızlık, hazm bozukluğudur. şişmanlık, kalb ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebeb olmakdadır. oruc, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yapdığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. bugün bir çok hastalıkdan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu yukarıda bildirmişdik. oruc ile, insanın güçlü bir irade kuvveti kazanacağı şübhesizdir. bu sebeb ile alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruc vesilesi ile kurtulanlar çok görülmekdedir. oruc, vücuddaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. oruc sayesinde madde süzmekden kurtulan böbrekler, bir revizyona girerek, dinlenme ve yenilenme imkanı bulurlar. bütün bu bildirilenler, ba'zı papazların yalan ve iftiralarını yüzlerine çarpmakdadır. keşke, yalan söylerken ilmi de, kendilerine yalancı şahid getirmeselerdi. gündüz ve gece müddetleri birbirinden farklı olan memleketlere gelince, diğerinden birkaç saat fazla oruc tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, adaleti ilahiyyeye asla zıd olamaz. kutublarda, bir kaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. böyle yerlerde oruc tutanlar için, bir külfet yokdur. islam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamıyacağı, takat getiremiyeceği şey teklif edilmediğini, allahü teala kur'anı kerimde açıkca bildirmişdir. mesela, abdest azası dörtdür. bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. bir kimse, ayakda namaz kılmağa gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. ramezan ayında, müslimanlara oruc tutmak farzdır. fekat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükden daha uzak bir yere sefere çıksa, oruc tutmak farzı üzerinden muvakkaten kalkar. daha sonra, müsaid bir vaktinde tutamadığı oruclarını kaza eder. gece ve gündüz müddetleri, iki üç ay ve daha fazla devam eden, kutub memleketlerinde olanlar da oruc tutarlar. böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatden daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. gündüzü böyle uzun olmıyan en yakın bir şehrdeki müslimanların zemanına uyulur. eğer oruc tutmazsa gündüzleri uzun olmıyan yere gelince kaza eder. aya giden müsliman da sefere, ya'ni yolculuğa niyyet etmemişse veya orada ikamet etmeğe niyyet ederse, aynı şeklde oruc tutar. papazların islamiyyeti hiç bilmedikleri ortadadır. malumdur ki, allahü tealanın kullarına olan tecellileri, ihsanları ve teklifleri herkese eşid değildir. mesela, ba'zı mü'min kullarına zenginlik verir, ona hac yapmasını emr eder. ba'zı mü'min kullarına fakirlik verip, ona hac yapmasını emr etmez. kimine, güç, kuvvet ve sıhhat verip, oruc tutmasını emr eder. kuvveti ve sıhhati müsa'id olmıyanların da sonra tutmalarına izn verir. kimi kullarına nisab mikdarı mal ihsan edip, zekat vermelerini ve fakir olan akrabalarının nafakalarına yardım etmelerini emr eder. kimi kullarına da fakirlik verip, zekat almaya müstehak kılar. bütün bunlar allahü tealanın adaleti ilahiyyesine tam muvafıkdır. kimi kullarına çok ihsan eder. onlar da ni'mete şükr edip, şükr edenler derecesine kavuşurlar. kimi kullarına da, az ihsan eder. onlar da sabr ederler, sabr edenler derecesine ulaşırlar. allahü teala, hiç bir kulunun amelini zayi' etmez. protestanların, sözleri de, doğru değildir. çünki, zikr olunan kuzey kutub dairesine yakın mahaller, amerikanın en kuzeyi ile sibiryanın uçlarıdır. buralarda eskimolar ve samoidler gibi sayıları çok az olan bir kaç ibtidai kavm oturur. bunlar balık ve vahşi hayvan avlıyarak yaşarlar. buğday ve üzüm gibi şeyleri yetişdiremediklerinden, ekmek ve şerabı bilmezler. orada, mukaddes kurban ayinini icra etmek için, papazın ne yapdığını anlamak isteriz. çünki, ekmek ve şerab isa aleyhisselamın etine ve kanına tehavvül edeceğinden, buradaki hıristiyanlar tanrılarını yiyip içemezler. tanrıları ile birleşmedikleri için de, günahları afv edilemez ve büyük günah kirinden temizlenemezler. vah zevallı hıristiyanlar! pis ve kirli vaftiz sularından hastalık geçmeyip de, orucun ve abdestin sıhhate zarar vereceğini söyliyen papazlar acaba bu sözlerine kendileri inanıyorlar mı? yoksa protestan cem'iyyetlerinden aldıkları paraların hatırı için mi böyle çirkin, ilme ve akla uymayan iftiralar yapıyorlar? şimdi insaf ile bu iki dini karşılaşdırdığımız zeman, hangisinin icrasının kolay olduğunu açıkca görürüz. islam dini, yeryüzünün her noktasında bulunan her kavmin, hiç bir güçlük, hiçbir zorluk olmaksızın uyabilecekleri bir dindir. bir tevhid dinidir. bu dinin, teslis üzerine kurulmuş olan hıristiyanlıkdan üstünlüğü ve kıymeti güneş gibi meydandadır. protestan papazların islam dinine i'tirazlarından biri de, namazdaki kıraetdir. bu papazlar, namazın farzlarından olan kıraet, ya'ni kur'anı kerimden bir parçayı ezberden okumak, ba'zı yerlerde ruhani oluyorsa da, düşünüldüğü zeman, kıraetin de, namazın diğer farzları gibi ruhani olmadığı ortaya çıkar. beş vakt namazda, tekbir ve fatiha ve ettehıyyat, rüku' ve secde tesbihleri ve bunlara benzer ba'zı tesbih ve düalar okunmakdadır. bunları durmadan devamlı olarak ömr boyunca, her gün belli vaktlerde tekrar ederler. insan bundan usanıp bıkar. her resmi şeyleri i'tina ile yapmakdan ve bir takım fani ve ehemmiyyetsiz ameller ile uğraşmakdan, hiç bir faide gelemiyeceğini, isa aleyhisselamın incilde buyurduğu şu iki ayetden açıkça anlaşılır: düa etdiğiniz zeman putperestler gibi, boş yere tekrarlar yapmayın. çünki onlar, çok söyledikleri için, müstecab olacaklarını zan ederler. muhtaç olduğunuz şeyleri baba bilir. demekdedirler. cevab: irfan ehlinin bildiği gibi, bedenin bir hayatı ve gıdası olduğu gibi, ruhun da bir hayatı ve gıdası vardır. ruhun gıdası, masivayı, ya'ni allahü tealadan gayrı her şeyi unutarak, allahü tealayı zikr etmekdir. halık ile mahluk arasında olan perdelerin kalkması için, nefsin şehvetlerini, riyazet vasıtası ile za'ifletmekve ruhu, allahü tealanın ismini zikr ederek kuvvetlendirmekden başka çare yokdur. bir kimsenin bir başkasına olan sevgi ve muhabbeti, onu çok zikr etmesinden, hatırlamasından anlaşılır. çünki, kişinin sevdiğini çok anması tabi'idir. kara sevda derecesinde şiddetli aşk sahibleri, sevgililerinde fena bulup, her an ve her halde, hep onu zikr eder, hep onu söyler, hep onu hatırlarlar. islam dininde de, en mühim maksad, olduğundan, allahü teala, her gün beş vaktde nice kerreler zikr edilerek, kalb kuvvetlendirilmekdedir. kalbin ve ruhun kuvvetlenmesi ise, aradan perdelerin kalkmasına ve sevgiliye kavuşmağa sebeb olur. beş vakt namazda okunan tesbihlerin ve tekbirlerin hepsi, bu esas maksad için olduğundan, bunlardan, bir mü'mine asla bıkkınlık ve usanmak gelmediği gibi, ruhun gıdası oldukları, kalbi ve ruhu kuvvetlendirdikleri meydandadır. her rek'atde tekrar olunan fatihai şerifenin batın ma'naları üzerinde, ehli sünnet alimleri pek çok beyanda bulunmuşlardır. bunların ismlerini yazmak ve toplamak bile çok zordur. sadreddini konevi rahmetullahi aleyh, fatihai şerifenin gizli ma'nalarını anlatan, isminde çok güzel bir kitab yazmışdır. bu kitabında, fatihai şerifenin hakikat ve inceliklerinden, çok azını bildirmiş olduğunu beyan buyurmuşdur. namaz kılarken okunması emr olunan ayetler, tesbihler ve düalar, allahü tealanın büyüklüğünü bildirir ve ona yalvarmağı ifade etmekdedir. allahü teala, bunları okuyanları severim ve onlara çok sevab veririm buyuruyor. allahü tealanın sevgisine kavuşmak için ve sevab kazanmak için okunan ve yapılan şeyler, güç olsalar da, imanı olan kimselere kolay ve çok zevkli, tatlı gelir. şekeri, balı yiyen, bunun tadını anlar. yimeyip uzakdan gören, şekli, rengi iyi değil diyerek tadını inkar eder. sadreddin muhammed de konyada vefat etdi. bir papazın iftiralarına cevablar protestan papazlardan biri, neşr etdiği bir risalede, islamiyyet ile hıristiyanlığın kuruluş şekli hakkında tafsilatlı bir muhakeme yapmışdır. bu risaleden birkaç cümle ele alarak cevablarını yazmağı uygun gördük. risalenin metinleri, italik harflerle, parantez içine yazılmış, daha sonra lüzumlu cevablar verilmişdir. bu risalede demekdedir. cevab: hakikatde mevcud incillerde, muamelata ya'ni alışveriş, aile, kira, ücret. vs. hukuklarına ve siyasi hukuka dair pek az hükm bulunduğundan, papazın dediği gibi, bir milletin nizamına ve siyasetine elbette bir halel ve zarar vermez. çünki, hıristiyanlıkda böyle hükmler yokdur ki, değişiklik yapsın. torbalarında bir şey yok ki, başkalarına versinler. ancak şimdiye kadar, hıristiyanlığın ayak basıp da, eski üsul ve hallerini, meskenlerini, nizamlarını, beldelerini ve hükumetlerini mahvü perişan etmediği bir memleket görülmemişdir. koca roma devletlerinin kütübhanelerinde bulunan siyasi kanunlar, roma adetlerini bildiren kitablar, hep hıristiyanlar tarafından yok edilmişdir. hıristiyanlar sadece hıristiyan olmıyan milletlere değil, kendileri gibi hıristiyan olanlara da aynı vahşeti tatbik etmişlerdir. hıristiyanlık dini adına yapılan haçlı seferleri sırasında, istanbulu işgal eden haçlıların bizanslılara yapdığı zulmleri ve tahribatı, hıristiyan tarihcilerden okuyunuz! ispanyayı ele geçirdikleri zeman, yakıp yıkdıkları yüzlerce kütübhane, binlerce san'at eseri ve katl edilen yüzbinlerce müsliman ve yehudiler hep, papazın iddia etdiği hıristiyanlığın, ma'sum yüzünü ne kadar da güzel isbat ediyor. hıristiyanlık, dünyanın hiç bir memleketinde kolayca yerleşmemişdir. yerleşebileceği de düşünülemez. günümüzde bile fakirlik ve açlık içinde bulunan memleketlerde, halkı hıristiyan yapmak için, milyarlarca lira harcıyarak, çeşidli yardımlar yapıyorlar. hatta, o zevallı insanlara maaşlar bağlıyorlar. fekat yine de, onları hıristiyan yapamıyorlar. bu papaz, acaba bunları bilmeyecek kadar cahil midir? yine bu risalede, hıristiyanlığın melekutu, dünyanın melekut ve saltanatına benzemez. ruhani ve hakiki bir melekutdur. onun ruhani, hakiki ve kendine mahsus dini tabi'atı icabı, insanları bulundukları her bir hale ve mahallerine uygundur. ne bir memleketin hakimlerini ve ileri gelenlerini hıristiyan yapmağa i'tibar eder, ne de onların isteklerini ve adetlerini temamen red eder demekdedir. cevab: bir din, insanların bulundukları her hal ve mahalle uygun olunca, artık hakimlerini ve ileri gelenlerini o dine da'vet etmeğe lüzum kalmaz. çünki, o dinin kendisi, kendini neşr eder, yayar. fekat protestanların hıristiyanlığı yaymak için nasıl çalışdıkları meydanda olduğundan, bu iddiaları da, hakikate uygun değildir. bir diğer husus da, hakimlerini ve memleketin ileri gelenlerini hıristiyanlığa da'vet etmemeği, bir nev'i yüksek himmet kabul etsek de, onların isteklerini ve adetlerini red etmemekde, acaba ne gibi bir faide düşünülebilir. yoksa, bu papazın nazarında, her kötülük, hıristiyanlık dininin tabi'i ruhaniyyetinden midir? papaz yine bu risalede, demekdedir. cevab: halbuki bu papaz, yine aynı risalenin seksenyedinci sahifesinden yüzyedinci sahifesine kadar, hıristiyanlığın islamiyyet üzerine üstünlük ve faziletini isbat için, islam memleketlerinin harablığını ve avrupanın zenginlik ve ma'muriyyetini delil olarak getirmişdi. şimdi burada da, bir milletin kuvvet ve kudret dairesini genişletmek hıristiyanlığın maksadı değildir, demekdedir. orada dediği hıristiyanlık da, acaba burada söylediği başka bir din midir? yine bu papaz hıristiyanlığın te'sir ve nüfuzunu kabul ederek, ona kıymet verenler, bu dünyada devamlı olan mukaddes bir kardeşlik bağı ile beraber, akl ve siyasete kavuşurlar. ahiretde de, kamil bir kul olduklarından, ilahi ni'metlere ve zevklere vasıl olurlar demekdedir. cevab: bu sözüne göre; ingiltere, avusturya devletleri ile amerika cumhuriyetlerinin, hıristiyan olmalarından şübhe edilir. çünki, bunların mukaddes bir kardeşlik bağı ile, birbirlerine bağlanmış oldukları, hiç görülmemişdir. bunların hepsi politik menfe'atler uğruna, birbirlerinin gözlerini oymakdadırlar. luther fırkası ile calvin fırkası ve diğer protestan fırkalarının birbirlerine olan düşmanlıkları, katoliklerle protestanların birbirlerine olan düşmanlığından az değildir. tarih boyunca, katoliklerle protestanlar, birbirlerini en büyük düşman ve kafir olarak kabul edip, merhametsizce imha etmişlerdir. bunlardan bir kaç misali daha önce bildirmişdik. tarihi okuyanlar bunu iyi bilirler. papazın bu sözü, islam dininde bulunan ve müslimanların kitablarında yazılı olan, kardeşlik, sevgi ve cömertlik gibi iyiliklerin taklidi olduğu meydandadır. müsliman kitablarında okumuş olduğu, müslimanlara mahsus olan iyilikleri, hıristiyanlığa mal etmekdedir. yine bu papaz eğer, islamiyyetin hıristiyanlıkdan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası doğru olmuş olsa idi, allahın melekutunu yukarıda anlatılandan daha güzel, daha yüksek ve daha ruhani göstermesi icab ederdi. yeryüzünde bulunan milletlerin hallerine ve memleketlerine daha uygun olması icab ederdi. insanları dünyada se'adete, kemale ve adalete kavuşdurması ve dünyadan ayrılacakları zeman da, izzet ve se'adeti ebediyyeyi daha çok ümmid etmelerine te'sir etmesi lazımdı demekdedir. cevab: islam dininde allahü tealanın melekutu, muhammed aleyhisselamın dinidir. onun ahkamı ile amel edenler, dünyada ve ahiretde sonsuz ni'metlere kavuşurlar. ona tabi' olmıyanlar ise, hüsrana uğrayıp, cehennemde azab olunacaklardır. böyle olduğu kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde en güzel şekliyle, geniş olarak anlatılmışdır. ahiretde mü'minler için va'd edilen ni'metler, se'adetler temamen anlatılsa, bunları insan aklı kavrıyamaz. bu papazın, dört incil ile petrus ve pavlosun mektublarından başka, dünyada olanlardan ma'lumatı olmadığından, böyle garib bir iddiada bulunması cehaletinden başka bir şeyi göstermez. se'adete, huzura ve adalete kavuşdurmakda islam dininin kuvvet derecesini bilmek için, islamiyyeti ve islam devletleri tarihini, iyi incelemek lazım olduğunu kendisine hatırlatırız. bu iki dinin ahval ve keyfiyyetini bilenler, hıristiyanlık dininin melekutdan uzak, olduğunu iyi anlarlar. islamiyyetin ve hıristiyanlığın ahvalini ve tarihlerini okuyan bir kimse, hakikatin bu papazın iddia etdiği şeyin tam tersi olduğunu anlar. yine bu papaz, her hıristiyan, isa mesihin öldükden sonra dirilip göğe çıkmasını, ya'ni kıyamını kendi kurtuluşuna bir kefalet kabul eder. hıristiyanlar ölüm korkusundan, ölmek mescidde uyumak gibidir inancı ile emin olmuşlardır. hıristiyanlar, ölümü zararlı değil, faideli kabul ederler. halbuki, müslimanların çoğu ölümden korkmakdadır. i'tikadlarına göre, kendilerini ahiretde ümmidvar edecek bir çok va'dler bulunduğu ve bilhassa gazaya çıkıp da şehid olmak için can atan çılgınlar, can verirlerken kendilerini hurilerin karşılayıp, cennet bağçelerinde ağırlanacaklarını zan ederler. bütün bunlar bizce de inkar edilmiş değildir. bununla beraber, can verirken müslimanlarda görülen ferah ve sevinç, ahiretde ihsan olunacak bir takım latif taamlar ve huri kızları gibi nefsin arzu ve lezzetlerine bağlıdır. fekat hıristiyanların, o haldeki sevinçleri, günahlardan temizlenmiş, ruhani yeni bedenler ile, cenabı hakkın huzuruna vardıklarına tam inanmalarındandır. bu da, islamiyyetin hıristiyanlık kadar semavi ve ruhani olmadığını isbat eder demekdedir. cevab: islam i'tikadında öldükden sonra insanlar tekrar dirilecek, mahşer yerinde toplanacaklardır. burada hesablar görülüp, herkes hak etdiği cennet veya cehenneme götürülecekdir. sevab ve azab herkesin yapdığı amele göre, derece derece olacakdır. biz müslimanlar için ahiretdeki en yüksek derece, allahü tealaya kavuşmakdır. yoksa, yalnız cennet taamlarına ve hurilere kavuşmak değildir. zaten, mü'minler dünyada her yapdıklarını allah rızası için yaparlar. yapılan amellerin en efdali ihlas ile yapılandır. mü'minler ölümü asla kerih görmezler. derler. çünki onlar, kim allahü tealaya kavuşmak istemezse, allahü teala da, ona kavuşmak istemez. kim allahü tealaya kavuşmağı severse allahü teala da, ona kavuşmağı sever ve hadisi şeriflerine tam inanmışlardır. pek çok din büyükleri ve evliya ölümü hemen isteyerek, allahü tealaya, resulullaha ve evliyadan olan hocalarına ve diğer velilere kavuşmağı istemişlerdir. kendilerini ölüm hastalığında gören talebelerine, üzülmeyiniz! resulullaha ve allahü tealaya kavuşacak bir kimse için veya bir evin bir odasından diğer odasına geçecek olan kimse için ağlanılmaz diye nasihat buyurmuşlardır. bu din büyüklerinin hepsi, tatlı bir tebessüm ile güler oldukları halde, dünyadan ayrılmışlardır. işte burasını söylemek, papazın işine gelmediğinden, sadece cismani cennet ni'metleri tarafını beyan etmişdir. güya bu, i'tirazını kuvvetlendirmekdedir. halbuki, bu kadar i'tirazı ve teassubu ile beraber, müslimanların ve şehidle–cevab veremedi rin ölürken hıristiyanlardan daha ziyade ferah ve sevinç içinde olduklarını kendisi i'tiraf etmekdedir. allahü tealanın kudreti sonsuzdur. yine bu papaz, incilde isa mesih, imanı olmıyan bir kimseyi veya bir hükümdarı tehdit etmemiş ve ona başkalarına ibret olacak bir şeklde muamele etmeyi de emr etmemişdir. hükümdar kafir olsa bile, ona itaat etmeyi emr etmişdir demekdedir. cevab: evet isa aleyhisselam, kafir hükümdara dahi itaati, emr etmişdir. çünki, yetmişseksen kişi ile roma devletine ve bütün yehudilere karşı cihad etmek, onlara karşı gelmek mümkin değil idi. islamiyyetde de, hükumete, kanunlara karşı gelmek men' edilmişdir. yine bu papaz, incil bütün hükümdarlara itaat etmeği emr eder. hatta hıristiyan olmıyan hükümdarlar şöyle dursun, hıristiyanlığa, buğz ve düşmanlığı olan hükümdarların dünya nizamlarına, kanunlarına itaat etmek lazım olduğunu herkese ta'lim ve tavsiye eder demekdedir. cevab: protestanlığın kurucusu olan lutherin, hıristiyanlıkda böyle bir kaidenin bulunduğunu, bu risaleyi yazan papaz kadar bilmediğine hayret edilir! veya kendisi hiç kimseye tabi' olmadığından, asla buna i'tibar etmemişdir. çünki luther, ingiltere kralı sekizinci henri hakkında yazdığı tenkid yazılarında, gayet tahkir edici bir lisan kullanır. mesela, kitabınınsenesindeki baskısının yedinci cildinin ikiyüz yetmişyedinci sahifesinde diyor ki, milletin selameti için ben deyyus ile konuşuyorum. o kral, ahmaklığı sebebi ile, izzet ve makamının hukukuna hurmet etmediği halde, ben niçin o deyyusun yalanını ağzına tıkmıyayım. ey cahil meşe odunu, sen mülkün sahibi olduğun halde, niçin sahtekar bir yalancı ve kefen soyucu, hırsız ve ahmaksın. işte ingilterenin üstünlüğü ve bereketleri ile idaresi, bundan sonra senin eline kalmışdır. vs. vs. görülüyor ki, protestanların lideri ve protestanlığın kurucusu olan luther, hıristiyanlığa düşmanlığı olmıyan, ancak lutherin yeniliklerine i'tibar etmiyen henriye itaat edip, boyun eğmek bir tarafa, hakkında yukarıdaki çirkin sözleri kullanmakdan asla çekinmemişdir. emri nerede kalmışdır. protestanlığın kurucusu luther, niçin itaat etmeyip, isyan ederek incilin emrlerini çiğnemişdir? yine bu risalede, muhammed aleyhisselam, harb ederek bir din değil, siyasi bir hükumet kurmuşdur. islam dininde ancak medinei münevverede cihada izn verilmişdir. muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, musa aleyhisselam gibi, cihad ile emr olunmuşdu. din ve devleti bir tutmuş, hem peygamberlik vazifesini, hem de devlet reisliğini kendinde toplamışdır demekdedir. cevab: bu ibarenin baş tarafı temamen yanlış, son yarısı ise doğrudur. islam dininde, allahü tealadan başka hakim ve malik yokdur. muhammed aleyhisselamın dininde, bütün mü'minler hürdür. çünki bu dinde, muamelat için olan hükmler, o kadar mükemmeldir ki, daha güzeli tasavvur olunamaz. bunlar, sağlam kaideler üzerine kurulmuş ve o kadar mükemmeldirler ki, binlerce asr daha geçse ve medeniyyet binlerce renge girse, yine bu esaslar üzerine, her asrın terakki ve icabına göre, her yeni mes'elenin islamiyyetdeki hükmünü anlamak mümkindir. islamiyyetde, bu papazın zan etdiği gibi, kahr edici bir kuvvet ve galib bir saltanat yokdur. demek kadar cahilane bir söz olamaz. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bütün ömrü boyunca, devlet reisliği yapdı. sultanlar gibi mal toplamadı. elinde olanı daima fakirlere ve zenginlere dağıtırdı. ömründe bir def'a kendisinden bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi. var ise verir, yok ise, sükut ederdi. fakirlik üzere yaşadı. fekat, onun sallallahü aleyhi ve sellem fakirliği ihtiyari idi. çok parası dahi olsa, onu yanında bir gece bekletdiği görülmedi. hep dağıtırdı. eshabı da, ondan görerek böyle yaparlardı. kanaat ile yaşadı. hatta, vefatında bir zırhını, borcuna karşı rehn vermiş bulundu. vahyi ilahi olmadığı zeman cihad gibi bir işe başlıyacak olsa, kendi görüşü ile hareket etmeyip, mealindeki ayeti kerime mucibince, eshabının fikrlerini sorarak, en güzel fikre göre hareket ederdi. luther ve calvinin zemanlarına kadar, avrupanın yegane hakimi papalar idi. engizisyon mahkemelerinde, kralları dahi aforoz ederek, istediklerini hakim kılıyor, istemediklerini de krallıkdan uzaklaşdırarak, perişan ediyorlardı. araya, papazların şahsi çıkarları ve ihtirasları da girerek, devlet işleri yapılamaz oldu. böylece, avrupayı öyle bir hale getirmişlerdi ki, bütün siyaset ve devlet adamları, kabul edilmedikce, ya'ni hıristiyanlık ile devlet işlerini ayırmadıkca, devlet kurtulamaz diye feryad ediyorlardı. sonradan protestanlar, papa hükumetine rağmen, devlet işleriyle din işlerinin ayrılmasını lüzumlu gördüler. hıristiyanlığı devlet işlerinden ayırarak, bütün insanlık alemi için hizmet etdiler. eğer şimdiye kadar papaların emrinde olan hükumetler devam etseydi, bu devletlerin perişan olacakları muhakkak idi. islamiyyete uymuş olan devletlerin, ondan aldıkları kuvvet, kudret ve heybet, tarihlerde yazılıdır. bu şanlı islam devletlerinden olan endülüs emevi devletinden kalan eserler ispanyada ve osmanlı devletinin mi'mari, hukuki ve edebi eserleri, avrupa, asya ve afrika kıt'alarında hala mevcuddur. yine bu risalede islamiyyet, müslimanların güç ve kuvvet sahibi olmalarını emr etmekdedir. bunun için, hakkaniyyet sahibi ve allahü tealaya yaklaşmak isteyen kimseler yerine, kuvvet ve dünya servetine düşkün olan kimseler arasında yayılıp, onları kendilerine bağladı. bunun için, islamiyyete tabi' olanlar, yalnız ma'nevi bir dine bağlanan kimseler gibi olmadı. islam dini, başından beri bozuk ve karışık bir halde bulunmuşdur. halbuki hıristiyanlık, mücerred mukaddesliği ile, kendisine inananları devlet ve dünya azametinden sakındırmışdır. hıristiyanlar, başından beri, çeşidli müşkillerle karşılaşmış ve düşmanların kahr edici saldırılarına uğramışlardır. böylece, dünya çıkarları ve menfe'at peşinde koşanların, hıristiyanlığa girmelerine mani' olmuşdur demekdedir. cevab: işin aslı, papazın yazdıklarının temamen tersinedir. hicretden önce mekkei mükerremede imana gelen eshabı kiram içerisinde, kuvvet ve dünya servetine düşkün hiç kimse yokdu. çoğu fakir ve za'if kimseler idi. islamiyyete düşman olan, kureyşin ileri gelenleri ise, zengin, kuvvet sahibi ve dünyaya düşkün kimseler idi. matta incilinin yirmialtıncı babında yazılı olduğu gibi, isa aleyhisselam, hıristiyanların inançlarına göre, ölmeden bir gün evvel havariler ile yehudilerin fısh bayramındaki son akşam yemeğini yidikden sonra, onlara kendinin öldürüleceğini ve içlerinden birisinin kendini yehudilere haber vereceğini söylemesi üzerine, aralarında bu hainliği kimin yapacağı hususunda havarilerin kalblerine korku düşdü. isa aleyhisselam, yehudiler tarafından yakalanmasından sonra, yanında bulunan havariler, kendisini terk edip ayrıldılar. isa aleyhisselamın en yakın dostu olan petrus, o gece horoz üç def'a ötünce, üç def'a isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etdi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hayatında, eshabı kiram arasında kabile reisleri, kavminin ileri gelenleri ve zenginler de var idi. onlardan böyle edeb ve imana uygun olmıyan bir tehlüke meydana gelmedi. çünki bunların islamiyyeti kabul etmeleri geçici olan dünya malı için olmamışdı. eshabı kiramın hepsi, dini islam uğruna mallarını ve canlarını seve seve osmanlı devleti da kuruldu. de inkiraz etdi. feda etdiler. doğruluk ve mukaddesliğin islamiyyet ve hıristiyanlıkdan hangisinde çok olduğu meydandadır. kuvvet ve dünya malı peşinde koşan kimseleri hangisinin celb etdiği, bildirdiğimiz bu misallerden açıkca anlaşılır. yine bu papaz, islamiyyetin dini devletden ayırmaması sebebi ile, noksanlığı birkaç şeklde ortaya çıkar. bu mezkür noksanlıkların her birinde, insanların dine olan ihtiyaçlarını, hıristiyanlığa göre, daima tenakuzlar içerisinde bulundurmuşdur. bundan dolayı, islamiyyetin yüksek bir din olmadığı anlaşılır. şimdi din ve politikanın birleşmesinden meydana gelebilecek ba'zı tehlükeleri anlatmağa başlıyoruz demekdedir. cevab: daha önce bildirdiğimiz gibi, bu i'tirazcı papaz islamiyyeti daima, matta ve yuhannaya nisbet edilen incillerden ve petrus ve pavlosa isnad edilen bir takım mektublardan çıkarılan hıristiyanlık dini gibi zan etmekdedir. anlatacağı tehlükeler o kaynakdan çıkmakdadır. yine bu papaz, hıristiyanlık, islamiyyetden daha çok yayıldığı gibi, onu kabul etmiyenlere karşı harb etmemiş ve onların namus, kıymet ve haysiyyetlerini kıracak bir muamelede de bulunmamışdır. hıristiyanlığa inananları, iyilik ve bereketlere kavuşdura gelmişdir demekdedir. cevab: hıristiyanlar, ispanyanın gırnata şehrini istila etdikden sonra, engizisyon mahkemelerinin zulmü ile müslimanları ve yehudileri cebren, hıristiyan yapmışlardır. dinlerini değişdirenleri dahi ateşe atarak yakmışlar. bu papaz, yine papazların yazdığı endülüs ve engizisyon tarihlerinde bildirilen vahşetleri ve zulmlerini okumuş olsaydı, yalanını yazmağa cüret edemezdi. filhakika, bir bakımdan bu papazın sözü doğrudur. çünki hıristiyanlar, idareleri altında hıristiyan olmıyan hiç bir insan bırakmamışlar, bunları akla ve hayale gelmiyecek barbarlıklarla, işkenceler içerisinde yok etmişlerdir. hatta, katolikler protestanları, protestanlar da katolikleri böyle imha etmişlerdir. böylece, hıristiyanların hakim oldukları yerlerde, başka dine mensub bir kimse kalmamışdır. başka dine mensub hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde, hıristiyanların, sözü yalan olmakdadır. çünki, zulm edecekleri bir kimse kalmamışdır. hıristiyan tarihcilerin teassub ile yazdıkları haçlı seferleri tarihini okuyanlar, papazların ne kadar yalancı olduklarını gayet iyi anlarlar. bu yazdıklarımızı kendisi ile görüşdüğümüz bir papaza sorduk. i'tikadında olan, herkese iyilik yapmağı emr eden bir dine mensub oldukları iddiasında bulunan hıristiyanların, bunca vahşeti nasıl yapdıklarını anlamak istedik. cevab veremedi. yine bu papaz, islamiyyet, daima muarızları ve müsliman olmıyanlar ile harb etmeyi emr eder. mağlub olanlardan cizye alıp, onlara hakaret ile muamele eder. şimdi bu iki dinden hangisinin ahkamı şefkat ve merhametce daha üstün ve insanların tabiatlarına daha münasibdir? bunlardan hangisinin daha üstün olduğunu akl ve insaf sahibi olanlar, hemen anlarlar demekdedir. cevab: tarih meydandadır. papazın bu yazıları vaki' olanın tam tersinedir. yalandır, iftiradır. müslimanlar, islama saldıran düşmanlar ile ve keyfleri uğruna, insanlara zulm eden zalimlerle ve insafsız diktatörlerle harb etmişlerdir. islamiyyetde cihad, ya müslimanlara, islam memleketlerine saldıran kafirlere, zalimlere karşı müdafe'a için yapılır. yahud, zalim diktatörlerin, zulm ve işkenceleri altında merhametsizce ezilen, zevallı insanları bu işkencelerden kurtarmak, insanları dünya ve ahiret se'adetine kavuşduran islamiyyetdeki, adaleti ve huzuru, bu zevallı insanlara da duyurmak için yapılır. ya'ni, allahü tealanın kullarına, allahü tealanın dinini öğretmek, onları huzur ve se'adete kavuşdurmak için yapılır. yoksa, islamiyyetde harb, başka memleketlere saldırarak mal toplamak için yapılmaz. harb neticesinde feth edilen yerlerde, hıristiyanların yapdığı gibi, asla katliamlar yapılamaz, zulm edilemez. bunu, allahü tealanın yasak etdiği, kur'anı kerimin birçok yerinde ve peygamberimizin çeşidli hadisi şeriflerinde bildirilmişdir. dinlerini değişdirmeleri için, asla zorlanılamaz. zorlamak kur'anı kerime uymamak olur. mealindeki bekara suresinin ikiyüz ellialtıncı ayeti bunu açıkca göstermekdedir. islamiyyetin bindörtyüz sene hakim olduğu yerlerde ve altıyüzotuz yıl osmanlı devleti idaresinde bulunan memleketlerde çok hıristiyan vardı. bugün türkiyedeki hıristiyanlar bunların torunlarıdır. osmanlı devleti, hıristiyanları din değişdirmek için birazcık zorlasa idi, bugün türkiyede hiç hıristiyan bulunmazdı. vahşi hıristiyan ispanyollar, endülüs emevi devletini yıkıp, ispanyayı ele geçirdikleri zeman ne kadar müsliman ve yehudi varsa, hepsini katl etmişler, daha sonra da diyerek bayram yapmışlardır. bunlar, her yere kolaylıkla yayıldığı, şefkat ve merhamet dini olduğu iddia edilen hıristiyanların yapdıkları zulmlerdir. fatih sultan muhammed han, de istanbulu feth edince, rumların ellerinden mallarını almamışdır. dinlerini yasaklamamışdır. hıristiyan bizansın zulmünden bıkıp usanan halk, osmanlı adaletine kavuşmak için bizansa değil, osmanlı devletine yardım etmişdir. istanbulun fethinden sonra, fatih sultan muhammed han, kiliseleri yakıp yıkmamış, bil'aks fener kilisesine yardım etmişdir. ayasofyayı ise, gayet güzel ta'mir edip, genişletmiş ve harab olan bu kiliseyi ihtiyaca binaen de, cami haline getirmişdir. müslimanlar, feth etdikleri yerlerdeki gayri müslimlerden cizye almışlardır. bu cizye onların mallarını, canlarını, namuslarını ve dinlerini korudukları için, müslimanların yapdıkları mu'azzam masraflara karşılık aldıkları az bir ücretdir ki, bunun da çeşidli şartları vardır. cizye olarak alınan paraların, hayr işlerinde kullanılması emr olunmuşdur. papazın söylediği gibi değildir. günümüzde de her devlet, vatandaşından çeşidli vergiler almakdadır. papazın bu i'tirazları, hakkı bildirmek için değildir. bu sözlerinin te'assub ve bozuk düşüncesinden veya para hırsından olduğunu anlamamak için ahmak olmak lazımdır. fekat haçlı seferlerinde ve endülüsde yapılan vahşetler kendi kitablarında da yazılı olduğundan, hiç bir akl ve insaf sahibi kimse, papazın bu hile ve yalanlarına asla aldanmaz. yine bu papaz, islam memleketlerinin en ehemmiyyetlisi olan osmanlılarda, yakın bir zemana kadar, gayri müslim tebe'aya hakaret edici ta'birler kullanılıyordu. yakın bir zemandan beri, bunlar yasaklanmış ve onların da müslimanlarla aynı hukuka sahib olmasına karar verilmişdir. bu, yukarıdaki sözümü doğrulayan bir haldir demekdedir. cevab: gayri müslim tebe'anın müslimanlarla eşid olan hukuku, ta fatih sultan muhammed han zemanından beri, osmanlı devletinde cari ve mu'teber idi. rum kilisesine tanınan imtiyazları fatih sultan muhammed han acaba hangi mecburiyyetden dolayı tanımışdır. osmanlı sultanlarının hepsi, bu adalet ve imtiyazları hep, kitabımızın yirmialtıncı sahifesinde bildirdiğimiz muhammed aleyhisselamın emrlerine uymak için yapdılar. fenerli ta'bir edilen rumları, osmanlıların dışişleri bakanlığında olan divan tercümanlıklarında ve eflak ve boğdan prensliklerinde vazifelendirfatih, de vefat etdi. meleri, acaba devletin hangi ihtiyacına mebni idi? daha sonra i'lan edilen eşitlik hukuku, evvelce olmıyan bir şeyi i'lan değil, onu te'kiddir. hakaret edici ta'birler denilen sözler ise, rütbe ve şahsları bildirmek için, teşrifatda eskiden beri bir kaide olarak kullanılmakdadır. yoksa aşağılamak, hakaret etmek gibi bir maksadın olmadığını, daha önce beyan etmişdik. her devletde olduğu gibi, osmanlı devletinde mu'teber olan teşrifat icabı, hükümdarların her birinin, kendine mahsus ta'bir ve fermanları, ya'ni kullandıkları kelimeler vardı. bunlardan hakaret ma'nası çıkarmağı hiç kimse düşünmezdi. yine bu papaz, islam devletlerinin bu yolda eşidlik ve hakkaniyyet derecesine yükselmesi, kur'anı kerimin emri veya müslimanlığın tabi'ati icabı değildir. avrupanın hıristiyan hükümdarlarını taklid ve kendi mülk ve tebe'alarını terakki ve ıslahat yoluna sevk etmek arzusu ile, son osmanlı sultanlarının, akl ve hikmet mucibince yapdıkları şeyler olduğu açıkca anlaşılan bir işdir demekdedir. cevab: i'tirazcı papazın zihnindeki her bakımdan eşidlik düşüncesini, kur'anı kerim ve aklı selim kabul etmez. islamiyyetin emr etmiş olduğu müsavatı osmanlı devleti, avrupa hükümdarlarını taklid ederek değil, islamiyyetin emrine uyarak, i'lan etmişdir. çünki, bugüne kadar osmanlı devletinin gayri müslimler hakkında tanımış olduğu çok geniş müsamehaları, avrupa devletlerinden, kendi vatandaşları için tanıyan ve tatbik eden bir devlet görülmemişdir.son zemanlarda hıristiyan devletlerin istila etdikleri islam memleketlerinde yapmış olduğu zulm, vahşi ve sinsi işkenceler, aklları durduracak şekldedir. ingilizler birinci cihan harbinde, şark cebhesinde ele geçirdikleri esirleri mısrda büyük kamplarda toplamışlardı. bu müslimanlara zorla, büyük havuzlarda banyo yapdırmışlardır. bu havuzların suyuna karışdırmışlar ve memleketlerine dönen bu esirlerin gözleri daha sonra kör olmuşdur. hıristiyanların müslimanları ve islamiyyeti yok etme planlarından birisi de, müslimanı müslimana katl etdirmek siyasetidir. çanakkale harbinde, mısr, yemen ve suriye cebhelerinde ingiliz üniforması giydirilmiş afrikalı ve hindli müslimanlar, yine müsliman olan osmanlı askerleri ile çarpışdırılmışdır. o müslimanları harbe teşvik ederken, sizleri, islam dinini korumak ve islam halifesinin düşmanları ile harb etmek için götürüyoruz, diyerek aldatmışlardır. diğer vahşilik planlarını anlatmağa insan dayanamaz. çünki, vahşi yamyamlar bile, bir kimsenin oğlunu katl edip, başını keserek pişirip, annesine ve babasına yidirmeğe teşebbüs etmemişlerdir. tafsilatı içi ahifeye bakınız! medeni olduklarını söyliyen avrupalıların, yumuşak ve tatlı davranmağı emr eden bir dinin mensubu olduklarını iddia edenlerin halleri budur. bu zulmleri yapanların, osmanlılar avrupadan görüp, onları taklid ederek, gayri müslim vatandaşlarına eşid haklar tanıdı demeleri, çok şaşılacak şeydir. yine bu papaz, demekdedir. cevab: bu ibare çok güzel yazılmışdır. osmanlılarda, mason reşid paşanın yapdığı ıslahat adı altındaki değişiklikler, hıristiyanların ve masonların te'siri ile oldu. çünki, hıristiyanlar bilhassa protestanlar, büyük menfe'atler ve paralar karşılığı londradaki osmanlı sefiri mustafa reşid paşayı mason yapdılar. mason localarında yetişdirip, bir islam ve osmanlı düşmanı olarak osmanlı devletine gönderdiler. büyük şehrlerde mason cem'iyyetleri kurdular. böyle kimselerin hazırladığı hain planlarla, vatanın asl sahibi olan müsliman türkler ikinci sınıf vatandaş, gayri müslimler ise, imtiyazlı vatandaş haline getirildi. askere gitmeyen müslimanlardan çok kimsenin ödiyemiyeceği bir para cezası getirilmişken, gayri müslimlerden çok cüz'i ve göstermelik bir para alındı. bu vatanın evladları dinlerini, vatanlarını ve namuslarını korumak için, şehid olurken, mustafa reşid paşanın ve yetişdirdiği masonların ve ingiliz ve iskoç masonlarının planladıkları hain oyun sayesinde, memleketin sanayi' ve ticareti gayri müslimlerin, islam düşmanı masonların eline geçdi. mustafa reşid paşa, ihracata ağır vergiler koyup, ithalatı teşvik ederek, osmanlı sanayi'ini ve san'atını baltaladı. medreselerden fen derslerini kaldırdı. bütün bunların mi'marı olan hıristiyan avrupalılar, bununla da kalmayıp, osmanlı tebe'ası içerisindeki gayri müslimlere para ve silah vererek, osmanlıya karşı isyana teşvik etdiler. beşyüz yıldır huzur içinde yaşıyan insanlar arasına, nifak, düşmanlık ve fitne tohumları atdılar. böylece, tüyleri ürperten, aklları durduran zulmler, vahşetler ve katli amlar yapıldı. bulgarların, moskofların, ermenilerin ve yunanlıların müsliman türke yapdıklarının binde birini, osmanlılar onlara tatbik etseydi, belmason reşid paşa, de öldü. ki bugün yeryüzünde bulgar, ermeni, yunan ve rus diye bir millet olmazdı. osmanlı devletinde müsliman türkü yok etmek için hazırlanan ba'zı ıslahatlar, temamen hıristiyanların yıkıcı planları ile olmuşdur. yine bu papaz, islamiyyetde siyasi kanunlar ile dini hükümler birbirinden ayrılmayıp, ikisinin de kuvveti bir asldan meydana gelmekdedir. bunun için, bir islam hükumetinin, dini farzları, şahsi hukuk gibi, kuvvetli kanunlar ile koruyup, revaçda bulundurması icab eder. bu ise müslimanların fikri istikametleri yolunda tehlükeli ve zararlı olur. çünki, dini farzları ifa etmek, yalnız allahın rızası ve ona yaklaşmak ve ona itaat etmek için olursa, makbul olur. bunun dışındakiler mecburi olursa, diğerleri gibi, hakiki bir itaat ve dindarlık olmayıp, yalnız taklidi olmuş olur ki, bu da bir nev'i riya ve gösteriş olur demekdedir. cevab: allahü tealanın emrlerini ya'ni farzları yapmanın ve yasaklarından ya'ni nehylerinden sakınmanın karşılığında, maddi manevi büyük ecr ve mükafatların olduğu, hem tevratda, hem incillerde yazılıdır. matta incilinin yirmiüçüncü babında, isa aleyhisselam yazıcıları ve ferisileri, azabı ilahi ve cehennem ile korkutmuş ve onların nice kötülüklerini kızarak saymışdır. başka yerlerde de kendine iman edenlerin ahiretde kurtulup, ni'metlere kavuşacaklarını va'd etmişdir. hıristiyanların ibadetleri, bu cehennem korkuları ve cennet ni'metleri va'di üzerine bina kılınmış olduğundan, bunlarda hıristiyanların doğru fikrleri ve tarafsız düşünceleri için tehlüke vardır. çünki, bu niyyetler ile beraber, sadece allahü tealanın rızası için ve allahü tealaya yaklaşmak niyyeti ile ibadet etmek, bir yerde birleşemez. bu i'tiraza papaz ne cevab verirse, o bizim tarafımızdan da, kendisine cevab olur. yine bu papaz, islam dini, mürtedi katl etmekdedir. ramezanda açıkca oruc yiyenlere ceza vererek, halkı zor ile islam dinine bağlı kalmağa ve riyaya zorlamakdadır demekdedir. cevab: daha önce de söylediğimiz gibi, islam dini pavlos ve petrusun ortaya koyduğu hıristiyanlık dini gibi değildir. zahir ve batın faziletlerini, üstünlüklerini kendinde cem' eden, en mükemmel bir dindir. bunun için, allahü tealanın koyduğu sınırlar, islamın yüksek ve güzel ahlakını bozulmakdan ve ihlal edilmekden muhafaza etmekdedir. müsliman olan bir kimse, küfrünü açıkca ortaya koymadıkca, ona mürtedin ahkamı tatbik edilmez. ramezanda özrsüz açıkca oruc yiyen bir müsliman, fıskını i'lan etdiğinden, hükumet tarafından ta'zir edilir, ya'ni cezalandırılır. fekat fıskını i'lan etmez, ya'ni gizli yirse, ona hükumet tarafından ceza verilmez. bunun ceza ve keffareti, kur'anı kerimde bildirildiği gibidir. hükumet tarafından verilen ceza, müslimanın günahını i'lan etmesinin ve başkalarına fena misal olmasının cezasıdır. bu cezalar müslimanlar içindir. islam devleti hıristiyanların ibadetlerine karışmaz. onlara ibadetleri için, hiç bir ceza verilmez. hiç bir baskı yapılmaz. bu cezalar, müslimanların ahlakını ve milli birliğini bozulmakdan muhafaza eder. mealindeki bekara suresinin ikiyüzellialtıncı ayeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile islam dinine da'vet edilerek, müsliman yapılamıyacağını ifade etmekdedir. mealindeki nisa suresinin seksen dokuzuncu ayeti ise, islamiyyeti kabul etdikden sonra, ondan yüz çevirip irtidad edenlerin öldürülmesi icab etdiğini bildirmekdedir. ma'nasını bu papaz kendi kafasından çıkarmışdır. bu sözünden, kur'anı kerimi dilediği gibi tefsir etdiği görülmekdedir. her halde kur'anı kerimi de, okuduğu inciller gibi zan etmekdedir. fekat işin aslı böyle değildir. kur'anı kerimi kendi aklına göre tefsir eden kafir olur. kur'anı kerim, serhoş kafalar ile okunup, ahkam kesilecek bir kitab değildir. onu tefsir etmek için, önce müsliman olmak, sonra nice ilmlerde mütehassıs olmak ve ayrıca allahü tealanın hususi bir nuruna kavuşmak lazımdır. yine bu papaz, diyerek, onları gidip gitmemekde serbest bırakmasıdır. onlardan birisi, hepsine vekaleten demişdir demekdedir. cevab: ulülazm peygamberlerin hepsi, allahü teala tarafından getirdikleri ahkamı şer'ıyyenin yerleşmesine ve tatbik edilmesine bizzat kendileri vazifeli idiler. isa aleyhisselamın teblig etmeğe me'mur olduğu şeri'at, musa aleyhisselamın şeri'atinin kemale kavuşdurularak kuvvetlendirilmesi ve bir takım zahiri ibadetler ile güzel ahlak sahibi olmakdan ibaret idi. isa aleyhisselam, beni israilin sapıtmış olanlarını tevrat ve incilin ahkamına uymağa da'vet ederdi. isa aleyhisselama iman edenlerin, imanlarının ne derece kuvvetli olduğu, bugünkü incillerin isa, yehudiler tarafından yakalandığı zeman havariler onu yalnız bırakıp kaçdılar. en kıymetlileri olan petrus, bir gecede üç def'a isa aleyhisselamı inkar etdi ifadesinden kolayca anlaşılmakdadır. imanları böyle za'if olan kimselerden irtidad edenleri cezalandırmağa zaten lüzum yokdur. yine bu papaz, islam dini, siyasi kanunlar ve dini emrlerden meydana gelmişdir. bunun için, ekseri insanlar, ilk islam devletlerinin muzafferiyyet ve muvaffakiyyetlerini, islam dininin doğruluğuna kuvvetli bir delil kabul ederlerdi. asrımızın müslimanları, biz artık dinimizin doğruluğuna nasıl i'timad edelim ki, dinimizin bir rüknü olan siyasetimiz öyle bir hale gelmişdir ki, vakti ile emrimizde olan bunca memleket ve şehrlerimiz, bugün hıristiyanların eline geçdi ve kırk milyon kadar müsliman da, onların emrleri altında kaldı demeleri icab etmez mi? demekdedir. cevab: müslimanların böyle söylemeleri, mümkin değildir. çünki, yukarıda da zikr etdiğimiz gibi, islam devletlerinin kuvvet ve azametleri, müslimanların dinlerine tam yapışdıkları, onun emr ve yasaklarını en güzel şeklde yerine getirdikleri müddetce devam etmişdir. sonradan, islam ahlakından uzaklaşarak, milli ahlakları bozulmuş ve islamiyyetin emrleri yapılmamış ve keyfi icraat ve idareye başlanılmışdır. bunu hazırlıyanlar da, yine hıristiyanlar ve onların mason cem'iyyetleri olmuşdur. islam dininden haberi olmıyan gençleri çeşidli va'dler ve menfe'atler ile aldatarak, dinlerine ve devletlerine düşman birer vatan haini olarak islam memleketlerine gönderdiler. ismi müsliman, kendi hıristiyan olan bu kimseler, islam devletlerini, dinin ahkamı yerine, kendi keyfleri ve arzuları istikametinde idare etdiler. böylece, islam memleketleri parçalandı ve müslimanlar hıristiyanların hakimiyyeti altına girdi. hıristiyanlar arzularına kavuşmak için, her islam düşmanını ve putperesti açıkca desteklediler. islam dünyasını yakıp yıkan, mogol hükümdarı, meşhur zalim ve kafir cengiz han, papa tarafından taltif edilmiş, kendisine baha biçilmez kıymetde hediyyeler ve altınlar gönderilmişdir. papanın elçileri, cengiz han ile papa arasında mekik dokumuş ve ona akl hocalığı yapmışlardır. çünki cengiz han müslimanları insafsızca katl ediyor, islamiyyeti yok etmeğe çalışıyordu. cengiz hanın torunu hülagü, bağdadı ele geçirdiği zeman, sekizyüzbinden ziyade müslimanı katl etmiş, o zeman dünyanın en güzel şehri ve ilm merkezi olan bağdadı yakmışdır. bütün islam eserleri ve din kitabcengiz, de öldü. ları yok edilmiş, dicle nehri günlerce kan ve mürekkeb akmışdır. çok merhametli olduklarını iddia eden hıristiyanlar ve onların ruhani reisi papa, böyle bir din düşmanını, acaba hangi niyyet ile mükafatlandırmışdır. kafire yardım ve teşvik, küfrdür. zalime yardım ve teşvik de, zulmün ta kendisidir. binüçyüz sene, islam medeniyyetini yıkmak ve yok etmek için çalışdılar. sonra kalkıp, islam devletlerinin geri kalmışlığını, hıristiyanlığın müslimanlık üzerine üstünlük ve faziletine delil getirmeğe çalışıyorlar. bunlara, deliler bile güler. böylece müslimanlar islamiyyetden uzaklaşdırılmış, esası bozulan islam devletleri yıkılmış ve yok olmuşdur. bunun tam tersi olarak, hıristiyan devletler de, hıristiyanlığa bağlı kaldıkca perişanlık devam etmişdir. hıristiyanlığı terk ederek, dinsizliğe meyl eden bu devletler, siyasetlerinde islam dinini taklid etmeğe başlamışlar, bu sayede iktidar ve kuvvet sahibi olmuşlardır. bu halin açık şahidi olan tarihler, kıyamete kadar bu hakikati dünyaya göstereceklerdir. islam dininin düşmanları, ne kadar yalan, hile ve iftira uydursalar da, bu adil şahidler, onları bütün aleme karşı tekzib edecek, yalanlarını ortaya koyacakdır. yine bu papaz, isa mesihin zuhuru allahın melekutunda çok mühim bir dönüm noktasıdır. bu melekut geçmiş dinlere mahsus ba'zı şeyleri, mesela sünnet olmağı ortadan kaldırmışdır. sünnet olmağa kıymet vermeyip, onun yerine kalbi takdis etmeği ve ahlakı güzelleşdirmeği, ya'ni kötü hasletlerin yok edilmesini istemişdir. müslimanlar, hala sünnet olmağı icra ederek, cenabı hakkın incil vasıtası ile ortadan kaldırdığı bir adeti devam etdirmeğe çalışmakdadırlar demekdedir. cevab: halbuki, sanmayın ki, ben şeri'ati yıkmağa geldim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim. çünki doğrusu size derim ki, gök ve yer zail olmadıkca, şeri'atden bir harf veya bir nokta yok olmıyacakdır ibaresi matta incilinin beşinci babında, isa aleyhisselamın sözü diye yazılıdır. tevratda ise, musa aleyhisselamın dininin ahkamının en mühim emrlerinden birisinin, çocukları sünnet etdirmek olduğu bildirilmişdir. hatta tevratda, allahü teala, ibrahim aleyhisselama hitaben, sünnet olmağı icra et. çünki sünnet olmıyan, cennete giremiyecekdir buyurmuşdur. ibrahim aleyhisselamdan isa aleyhisselama kadar gelen bütün peygamberler, bu emr ile amel etmişlerdir. hatta, bizzat isa aleyhisselamın kendisi de sünnetli idi. incillerde sünnet olmanın ibtal edildiğini bildiren bir kelime dahi yokdur. yukarıda zikr etdiğimiz incil ayetinde, dediği halde, bu şeri'ati ilga eden hangi incildir diye bu i'tirazcı papaza sual sorduğumuz zeman, cevab olarak, isa aleyhisselamın zemanına yetişmemiş olup, onaltı sene isa aleyhisselamın ümmetine eziyyet ve işkence yapan, hatta, havarilerden bir zatın derisini yüzen ve sonradan rü'ya sebebi ile, isa aleyhisselama inandığını söyliyen pavlosun, galatyalılara yazdığı mektubundaki birkaç ibareden başka bir delil ortaya koyamadı. isa aleyhisselamın kat'i emri ortada iken, ne olduğu herkesce ma'lum olan bu yehudinin sözü, hangi sebeb ile, isa aleyhisselamın kat'i emri üzerine tercih edildiğini ve sünnet olmanın niçin terk olduğunu bu i'tirazcı papaza soruyoruz? müslimanların hitan sünnetine riayetleri, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ibrahim aleyhisselamın bu sünnetine ve allahü tealanın tevratdaki bu emrine uymağı emr etdiği içindir. müslimanların bu işleri, allahü tealanın ilahi iradesine uymakdan ibaretdir. fekat, hıristiyanların sünnet olmağı terk etmeleri, isa aleyhisselamın emrini ve tevratın hükmünü bırakıp, münafık ve zalim pavlosun sözlerine tabi' olmalarındandır.pavlos galatyalılara yazdığı mektubun ikinci babının yedinci ve sekizinci ayetlerinde, fekat bil'aks petrusa sünnet olmayı emr eden incil olduğu gibi, bana da sünnetsizlik incilinin emanet olunduğunu gördüler. çünki sünnetlilik risaleti için petrusda amil olan tanrı, bende de yehudilerden başka milletler için amil oldu demekdedir. isa aleyhisselamın yanından ayrılmayan, onun en yakın havarisi olan petrus, sünnet olmağı emr ediyor ve bunu yapıyor. ömründe isa aleyhisselamı hiç görmemiş ve onaltı sene, isa aleyhisselama iman eden nasranilere kan ağlatmış bir yehudi çıkıyor, bir yalan uyduruyor ve bana sünnetsizlik incili verildi. yehudilerden başka milletler sünnet olmasın diyor. bu da, hıristiyanlık dininin emri olarak tatbik ediliyor. her hangi bir kimse çıkar da, der, bu sözü bir dinde huccet olursa, böyle bir dinin ilahi bir din olacağına, aklı başında olan bir kimse inanmaz. hıristiyanların, islam dinine karşı yapdıkları i'tirazlardan biri de, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerin arabi olmasıdır. bu papaz, kur'anı kerim ve hadisi şerifler arab lisanı üzerine olup, bir diğer lisana tercemelerine çalışılmadığından, arabcayı bilmeyen müslimanlar, kur'anı kerimin ma'nasını anlamakdan mahrum olmakdadırlar. düalar ve zikrler hep arabcadır. müslimanlar, ne dediklerini bilmeden ibadet ve düa etmekdedir. diğer milletlerden islam dinini kabul edenler, kur'anı kerimin hakikatlerine vakıf olmak isteyince, arabcayı öğrenmek gibi bir müşkille karşılaşmakdadırlar. bir diğer husus da, her müsliman ömründe bir def'a olsun, mekke ve medineyi ziyaret etmekle mükellef olduğu için, hicaz topraklarının diğer memleketler üzerine bir üstünlüğü zuhur etmişdir. hac yapma mecburiyyeti, uzak memleketlerde oturan müslimanlar için, bir külfet ve zahmet olmakdadır demekdedir. cevab: bu i'tirazlardan birincisine cevab olarak, ve in incelenmesi kafidir. ahdi atik ve ahdi cedid her lisana terceme edilirken, şimdiye kadar pek çok tahrifata uğramışlardır. allahü teala, kur'anı kerimini böyle tahriflerden korumak için, arab lisanı üzerine indirdi. papazların i'tirazına bu cevab kafidir. ikinci i'tirazlarının, ya'ni hac için olan i'tirazlarının cevabı ise, yukarıda beyan edilmiş idi. burada tekrar etmeğe lüzum yokdur. islam alimleri, eserlerinde, kur'anı kerimin arab lisanı üzere inmesini ve haccın hikmetlerini beyan etmişlerdir. burada, sadece mevzu'umuzla ilgili olduğundan, kur'anı kerimin başka lisanlara terceme olunmamasında ve mekkei mükerreme ve medinei münevvereyi ziyaret hakkında bildirdikleri hakikatlerden birini bereketlenmek için bildirelim: akl ve irfan ehlinin ma'lumu olduğu gibi, yeryüzünün çeşidli iklimlerine dağılan insanlar, bir babadan ve anneden doğmuşlardır. bunlar, zemanla çoğalarak bir çok kabilelere ayrılmış ve asli akrabalıklarını unutmuş bir büyük hanedana benzerler. bu muhtelif kabileler arasında meydana gelen ihtilaf ve mücadeleler ise, fikr ve akidelerinin farklı olmasından, fikr ve akidelerinin farklı olması da, lisanlarının ve adetlerinin farklı olmasından ileri gelmişdir. vatan sevgisi, insanda fıtri bir haslet olup, herkes kendi vatanını sevdiğinden, her kavm ve milletin menfe'ati ve vatan sevgisi de muhtelif olmuşdur. muhtelif kabilelerin, milletlerin her birine zararlı olan bu ihtilafların ortadan kaldırılması ve ıslahı istenirse, onların aralarında bulunan ihtilaf sebeblerinin azaltılması ve birbirlerine yaklaşdırılmakdan başka çare olamaz. ya'ni: ihtilafa sebeb olan, lisan ayrılığının zararlarını yok etmek için, aralarında müşterek bir lisanın yerleşdirilmesi icab eder. ihtilaf sebeblerinin en büyüklerinden olan, aralarındaki adet ve üsul farklarının zararlarının hafifletilmesi ve onların bir diğerine yaklaşdırılması ve birleşdirilmesi için, hepsinin müşterek bir üsul ve adete bağlanması icab eder. vatan sevgisi gibi, ma'nevi bir kuvvetin, bir merkeze toplanması için, bir vatanı umumi ittihaz olunması icab eder. islam dininin koyduğu hükmlerin aslı ve gayesi, insanlar arasındaki ihtilafların yok edilerek, hepsinin se'adet ve menfe'atlerini aralarında müşterek kılmakdır. kur'anı kerim, beşer lisanlarının en güzeli olan, arab lisanı üzerine indirilmişdir. arab güzel demekdir. lisanülarab demek, en güzel lisan demekdir. farzlarda ve diğer ibadetlerde bütün milletler ve kavmler eşid tutulmuşdur. hac farizası ile de, mekkei mükerreme ve medinei münevvere bütün islam milletlerine ya'ni mukaddes mahal ittihaz kılınmışdır. bir müsliman küçük yaşından i'tibaren, kur'anı kerim okumağa alışdırılarak ve arabi dersler verilerek kolaylıkla arabi lisanını öğrenir. böylece, bütün islam milletleri ile fikr alışverişinde bulunabilir. ezan, namaz, oruc, zekat, hac, bilhassa namazın rüknleri, cum'a namazı, cema'at ile namaz ve imama uymak gibi, umumi üsuller ile de, adetleri farklı olan kavmleri, islamiyyet, birbirine yaklaşdırıp, müşterek bir i'tikada ve ibadetlere sevk eder. mekkei mükerreme de, bir islam merkezi ve müslimanların toplandığı bir yer olarak, onların mukaddes yerleridir. onu sevmek, muhafaza ve müdafe'a etmek, dini bir vazife ve bir borçdur. çünki şark, garb, cenub ve şimal memleketlerinde bulunan müslimanlar, ömrlerinde bir def'a olsun birbirlerini görmemiş ve görmeleri de mümkin değildir. yüzbinlerce müsliman, hac farizasını yerine getirmek için, mekkei mükerremede bir araya gelerek, ilm ve fikr alışverişinde bulunur, dini akide ve sevgilerini te'kid ederek, birbirleriyle kaynaşırlar. işte islamın esas maksadı, bütün milletleri ve kavmleri, imanda, ibadetlerde ve güzel ahlakda birleşdirerek, kardeş yapmakdır. hangi zemanda olursa olsun, islamiyyete uyanlar, uydukları müddetce, izzete, se'adete ve muvaffakiyyete kavuşurlar. şimdi de, yeryüzündeki bütün müslimanların, ehli sünnet i'tikadında birleşdiklerinde, asrlardan beri olduğu gibi, eski islam kuvvetini ve şerefini kazanıp, birbirleri ile sevişeceklerine, alemin huzur ve se'adet ile dolacağına hiç şübhe yokdur. papazların ahmakca iftiralarından biri de, islamiyyetdeki cihad emrine saldırmalarıdır. bu iftiraya cevab, muhtelif kitablarımızda vardır. hıristiyanların islam dinine isnad etdikleri iftiralar sırasında, bu papaz, islamiyyetde, cihadi fisebilillah farzdır. hıristiyanlıkda ise, cihad emri yokdur. bu hıristiyanlığın faziletine bir delildir demekdedirler. cevab: cihad emri; ahdi atikin içerisinde bulunan kitabların her birinde açıkca bildirilmişdir. isa aleyhisselamın, ben şeri'ati yıkmağa gelmedim. ben yıkmağa değil, temam etmeğe geldim buyurmuş olduğunu, daha önce zikr etmişdik. böylece, musa aleyhisselamın şeri'atinde mevcud olan cihadı da temamlayacağını bildirmişdir. hıristiyanlar, isa aleyhisselamın bu cihad emrini kabul etmiyorlar. ahdi atik kitablarında cihad emrine aid pek çok ayetler vardır. bunları zikr etmek sözü uzatacak ise de, faideli olacakdır. tesniyenin yirminci babının, onuncu ve devamındaki ayetlerinde, düşmanlara karşı cenk etmek için çıkdığın ve ona yaklaşdığın zeman, evvela, onu sulha da'vet edeceksin. eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa o vakt, içinde bulunan bütün kavm sana hizmetkar olacak ve sana kulluk edecekler. eğer sulha razı olmayıp, cenk etmek isterlerse, sen onları öldürecek ve beldelerini muhasara edeceksin ve allahın, onu senin eline verdiği zeman, bütün erkeklerini kılıçdan geçireceksin. kadınlarını ve çocuklarını ve hayvanlarını ve şehrde olan herşeyi ganimet olarak alıp, yağma edeceksin. allahın, sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. bu milletlerin şehrlerinden olmayıp senden çok uzakda bulunan bütün şehrlere böyle yapacaksın. ancak, allahın sana miras olarak vermekde olduğu bu kavmlerin şehrlerinden nefes alan bir kimseyi sağ bırakmayacaksın demekdedir. sifrı aded in otuzbirinci babında kısaca, musa aleyhisselam, allahü tealanın emri ile medyen ehalisi üzerine harb etmek üzere oniki bin asker gönderdi. mağlub olan medyen ehalisinin bütün erkeklerini öldürüp, kadınlarını ve onların çocuklarını esir aldılar. bütün hayvanlarını, bütün sürülerini ve bütün mallarını da ganimet olarak aldılar ve bütün şehrlerini ve bütün obalarını yakdılar demekdedir. bu yazdıklarımızın tafsilatını ahdi atikin sifrı aded kitabından okuyunuz. yine burada diyor ki, aleyhisselamı halife ta'yin etdi. o da, tevratın hükmü ile amel ederek, nice milyon insan öldürdü. merak edenler, adedler kitabını, birinci babından otuzbirinci babına kadar okusunlar. birinci samuelin yirmiyedinci babının sekizinci ve devamındaki ayetlerde, demekdedir. ikinci samuelin sekizinci babında, davüd aleyhisselamın suriye askerinden yirmiiki bin kimseyi telef etdiği, onuncu babında ise, davüd aleyhisselamın aramilerden kırkbin atlıyı öldürdüğü yazılıdır. birinci meliklerin onsekizinci babında, ilya aleyhisselamın, ba–cevab veremedi alin peygamberleri olmak da'vasında bulunan yalancı dörtyüzelli kişiyi katl etdirdiği yazılıdır. sodom ve amoriler üzerine hücum eden meliklerin ahvali ve lut aleyhisselamı esir ve mallarını talan etdikleri haberi ibrahim aleyhisselama ulaşınca, onları kurtarmak için askerleri ile, dan'a kadar ta'kib edip, onlara gece baskını yaparak, hepsini öldürdüğü ve bütün malı, kardeşi lut aleyhisselamı ve onun malını ve kadınları ve bütün halkı geri getirdiği tekvinin ondördüncü babında yazılıdır. pavlos, ibranilere yazdığı mektubda, davüd, samuel ve diğer peygamberlerin, memleketler feth etdiklerini, kılıcın ağzından kurtulan za'if kimseler iken, kuvvet kazanarak harbde cesur olarak, düşman askerlerini kaçmağa mecbur etdiklerini yazmakdadır. işte bunlardan anlaşılıyor ki, geçmiş peygamberler de aleyhimüsselam kafirler ile gaza ve cihad ile emr olunmuşlardır. ancak, islamiyyetde cihadi fisebilillah, hükümdarların harbleri gibi, memleketlerini genişletmek, şan ve şeref kazanmak gibi dünyevi niyyetler ve nefsin arzuları için yapılmaz. allahü tealanın mubarek ismini yükselterek, bütün insanları doğru ve hak yola kavuşdurmak ve insanları zulmden, işkenceden kurtarmak için yapılır. şimdi protestanlara sorarız ki, zikr etdiğimiz bu peygamberlerin gazaları allahü tealanın indinde razı olunmuş ve halal mi, yoksa buğz olunmuş ve haram mı idi? eğer razı olunmuş ve halal iseler, bu hal, iddi'alarının doğru olmadığını isbat eder. eğer buğz olunmuş ve haram iseler, davüd aleyhisselam hakkındaki yazıları ile mukaddes sayılan pavlos yalancı olmuş olur. hıristiyanların doğru ve hak olduğunu tasdik etdikleri, de batıl, yanlış olur. ayrıca, binlerce ma'sum kimsenin kanı, bir mü'minin kötü bir fi'linden dolayı akıtılmış olur. böylece, davüd aleyhisselam için, ahiretde kurtuluş nasıl mümkin olabilir? çünki yuhannanın birinci mektubunun üçüncü babının onbeşinci ayetinde, demekdedir. müşahedatı yuhannanın yirmibirinci babının sekizinci ayetinde, diye yazılıdır. kitabımızın muhtelif yerlerinde görüldüğü gibi, hıristiyanların ellerinde bulunan tevrat ve incil kitablarının hepsinde, yazılıdır. amerikada, avrupada, yüzmilyonlarca hıristiyan, bütün devlet adamları, fen adamları, profesörler, kumandanlar, bu incillere inanmakda, hepsi her hafta kiliseye gidip tapınmakdadırlar. türkiyede ba'zıları, islam kitablarını okumadıkları için ve islamiyyetden haberleri olmadığı için, avrupalıları, amerikalıları taklid etmeğe , müsliman olmağa diyorlar. halbuki kendileri, fen, tıb, hesab bilgilerinde ve teknolojide, avrupalılar, amerikalılar gibi çalışmıyorlar. onların, yalnız kadın, kız, oğlan bir arada, çalgılı, kumarlı, içkili eğlenceler yapmalarını, pilajlarda şehvetlerine tabi' olmalarını ve geceleri radyolarını, televizyonlarını sonuna kadar açarak, komşuları rahatsız etmelerini ve gençlerin diz ile göbek arası açık top oynamalarını taklid etmekdedirler. islamiyyet, nefsin bu taşkınlıklarını yasak etdiği için, müslimanlara gerici diyorlar. bunlara göre, okuma yazma bilmiyen, ilmden san'atdan haberi olmıyan, fekat kendi taşkınlıklarına katılan her oğlan ve kız ilericidir. aydın kimsedir. üniversiteyi bitirmiş, ilm, san'at, ticaret sahibi, ahlaklı, faziletli, vergilerini veren, kanunlara uyan ve herkese iyilik eden, hakiki bir müsliman, bu taşkınlıklara katılmadığı için, gerici olmakdadır. böyle ilericiler, aydın kimseler, gençleri fuhşa, tenbelliğe, dünyada felakete, ahiretde de sonsuz azablara sürükliyorlar. aile yuvalarının yıkılmasına sebeb oluyorlar. kısacası, hıristiyanların yalnız sefahetlerini, ahlaksızlıklarını taklid edenlere aydın, ilerici dedikleri anlaşılıyor. müslimanlar gibi, cennete, cehenneme inanan avrupalılara, amerikalılara da gerici demediklerine göre, müslimanlara, kendi ahlaksızlıklarına uymadıkları için gerici dedikleri anlaşılmakdadır. bunlar, hiçbir dine inanmadıkları için, avrupalıların, amerikalıların dine bağlılıklarını da taklid etmemekde, kendi ta'birlerine göre kendileri gerici olmakdadırlar. bu kitabımız, müslimanın aydın ve ilerici olduğunu, müsliman olmıyanın gerici olduğunu isbat etmekdedir. cihad farzının isa aleyhisselamın dininde bulunmaması mevzu'una gelince, isa aleyhisselamın insanları dine da'vet müddeti, üç sene gibi az bir zeman olduğu için, cihadi fisebilillah yapacak zemanı olamamışdır. beşon kişi ve birkaç kadın ile, roma devletine karşı cihad etmek, şübhesiz ki, mümkin değildir. hatta, isa aleyhisselam, yehudilerin kendi hakkında kötü niyyet sahibi olduklarını öğrenince, çok telaşa düşmüşdü. yakalanacağı akşamın gündüzünde, luka incilinin yirmiikinci babının otuzaltıncı ve devamındaki ayetlerde isa aleyhisselam, eshabına hitaben, dedi. yarab, işte burada iki kılıç var dediler. isa onlara, yetişir dedi diye yazılıdır. daha sonra yakalanırken, eshabı kendisini terk ederek dağıldıklarından, bu kılıçlar da, bir işe yaramamışdır. bu anlatılanlardan, isa aleyhisselamın kendisini müdafeasız teslim etmek niyyetinde olmadığı ve mümkin olsa, kendini korumak için, kılıç kullanacağı ve düşmanlarına karşı cihad yapmaması, zahiri sebeblerin kifayetsizliğinden olduğu, güneş gibi meydandadır. isa aleyhisselam, ümmetini cihaddan açıkca men' etmemiş ve kendisi musa aleyhisselamın şeri'atinin hükmünü kaldırıcı değil, onu temam edici olduğundan, ondaki cihad emrinin, kendi ümmetine de şamil olacağı açık ve sabitdir. protestanlar, neşr etdikleri bu risalede, müslimanlar, dinlerinin emrleri icabı, müsliman olmıyanları, allahın ve dinin düşmanı diyerek, onlara düşman nazarı ile bakarlar. zor ile onları müsliman yapmak veya emrleri altında bulundurup cizye ehli kılmak için gayret eder, bunu arzu ederler demekdedirler. cevab: evet, tevhide uymıyan her din ve mezheb, islam dini nazarında hakirdir ve nefret edilmişdir. böyle inananlara, allahü tealanın ve dinin düşmanı denilir. fekat, zor ile onları müsliman yapmak, yasak edilmişdir. bu hususda papazlar, müslimanlara temamen iftira etmekdedirler. müslimanların nazarında kendisinden nefret edilenler, sadece islam dinine düşman olan gayri müslimlerdir. müslimanlarla bunlar arasında nefret, buğz, düşmanlık, çarpışma ve muharebeler olmuşdur. fekat, hıristiyan fırkaları arasındaki nefret ve düşmanlık ve tarihlerde görülen dehşetli çarpışmalar ve katliamlar acaba neden ortaya çıkmışdır? tarih kitablarının sahifeleri, hıristiyanların mağlub etdikleri milletlere ve kavmlere yapmış oldukları mezalim ve işkencelerle doludur. diğer dinlere mensub olan kavmleri, imha ve yok etmeğe çalışırlar. hicreti nebeviden takriben üçyüz sene önce imperator kostantin, hıristiyanlığı kabul etdikden sonra, barbarlığa başlamış, memleketinde bulunan bütün yehudilerin kulaklarını kesip, çeşidli memleketlere sürmüşdür. daha sonra, yehudileri iskenderiyyeden çıkarmış, bütün ma'bedlerini yıkarak, büyük katliam yapmış ve mallarını gasb etmişdir. yehudiler, ispanyada da, hıristiyanlar tarafından pek çok zulmlere uğramışlardır. fransanın toulouse şehrinde hıristiyanlar, fısh bayramında rastladıkları yehudilerin yüzlerine tokat vurmuşlardır. fransanın diğer ba'zı şehrlerinde yine fısh bayramında yehudiler taşa tutulmuşlardır. merhametsizce taşlanan yehudilerin çoğunun böylelikle öldürüldüğü, hatta o beldeye hakim olan kimseler tarafından, halkın bu hususda teşvik edildiği birer vakı'adır. yehudiler, fransadan yedi def'a sürülerek çıkarılmışlardır. macaristanda da yehudiler, hıristiyanlar tarafından, çeşid çeşid azablara duçar olmuşlardır. ba'zan ateşlere atılıp yakılmışlar, ba'zan da, denizlere atılarak boğulmuşlardır. ingilterede de, yehudi milleti, protestanların akl almaz vahşiliklerine dayanamıyarak, onların eline düşmemek için, birbirlerini öldürmüşlerdir. ispanyada, almorafe ismi ile kurulan katolik cem'iyyetinin mensubları, resmi olarak krallar ve devlet erkanı da hazır oldukları halde, yehudilerden ve dininde ilhad his etdikleri zengin hıristiyanlardan binlerce kişiyi, diri diri ateşe atarak yakmışlardır. bu çaresiz insanlar, aman yapmayınız diye bağırdıkça, yalvardıkca, feryad etdikce, seyirci bulunan papazların, devlet adamlarının ve kadınların ellerini çırparak kahkaha ile güldükleri tarihlerde yazılı duruyor. islamiyyetin zuhurundan bu yana geçen binikiyüz sene içerisinde, hıristiyanların yapdıkları bu zulmlere benzer, müslimanlar tarafından hıristiyan ve yehudilere yapılmış bir zulm, bir tek vak'a dahi yokdur. varsa gösterilsin. eğer senesinde lübnanda meydana gelen vak'alarda öldürülen üçyüzdörtyüz hıristiyan kasd ediliyorsa, avrupa devletlerinden gelen me'murlar da beraber olduğu halde, mahallinde yapılan ve hala osmanlı arşiv dairesinde mevcud olan, tahkikat zabtlarından anlaşılacağı gibi, o vak'anın meydana gelmesi, fransadan lübnan ve şam taraflarına gelip, fitne ve fesad tohumları saçan cezvit papazlarının tahrikleri sebebi ile olmuşdur. dağlarda yaşıyan dürziler, lübnana gelerek hıristiyanları katl etmişlerdir. osmanlı devleti bu vak'ada cinayetleri tesbit edilenleri i'dam ederek cezalandırmışdır. ayrıca, askerlik vazifesini tam yerine getirmediği, vazifesini tam yapamadığı için, şam valisi ahmed paşa gibi bir veziri de alenen kurşuna dizmişdir. yedinci cildinde diyor ki, mütercim rüşdü paşa sadrı azam iken, lübnanda dürzilerle, katolik maroniler, birbirlerine düşman idi. ingilizler dürzileri, fransızlar da maronileri kışkırtarak, birbirlerine saldırdılar. lübnan valisi hurşid paşa ile şam valisi ahmed paşa, bu iki devletin yardım ve idare etdikleri bu muharebeye mani' olamadılar. üçüncü napolyon, bu muharebenin büyümesi ve bunu fırsat bilerek, lübnanı işgal etmek hulyalarında idi. osmanlı devleti müdahale ederek, mes'elenin büyümesine mani' oldu. şamda vuku' bulan bu hadiseleri yatışdırmakda en büyük rolü, alim ve fadıl ve meşhur cezayir kahramanı emir abdülkadir ibni muhyiddin elhaseni oynamışdır. hakiki bir müsliman olan bu zat, diğer müslimanlarla birleşerek, hıristiyan mahallelerini muhafaza etmişdir. başda fransız konsolosu olmak üzere, pek çok hıristiyanı, dürzilerin elinden kurtarmış, pek çok hıristiyanı kendi konağında barındırıp himaye etmiş ve muhtaç, fakir olanlarına da yardım etmişdir. eskiden, en büyük düşmanı olan fransızlar tarafından, fransanın en büyük nişanı ile taltif edilmişdir. önceden pek çok muharebeler yapmış olduğu fransızları ve hıristiyanları allahü tealanın emrine uyarak korumuş ve onlara yardım etmişdir. bu hadisenin vuku'u üzerine, hariciye nazırı fuad paşa, sıfatı ile, her dürlü askeri, idari, siyasi ve mali salahiyyetlerle karışıklıkların giderilmesine ve icab eden ıslahatın icrasına me'mur edilmişdir. beyruta gelen fuad paşa, derhal şama hareket etmiş, hadiselere sebeb olanları ve hadiseler içerisinde bulunan dürzileri cezalandırmışdır. zarar gören hıristiyanlara yetmişbeş milyon kuruş tazminat ödemişdir. vazifesinde ihmal gördüğü yüzonbir askeri şahsı da i'dam etdirmişdir. fuad paşa, en çok sevdiği arkadaşı ahmed paşanın i'dam edilmesine de hükm edilince, demişdir. böyle bir adalet misalini göstermiş bir hıristiyan devlet var mıdır? onlar, adalet yapmak yerine, zulm etmişler ve zulm edenleri de, teşvik etmişlerdir. bu hadisenin, islam adaletine bir misal olması için, teferruatı anlatılabilir ise de, kitabımızın hacmi müsaid değildir. arzu edenler tarih kitablarından okuyabilirler. zahiri sebeblere ve kuvvete baş vurmakdan sakındıklarını ve sadece ruhani olarak, allahü tealaya ve komşuya muhabbet ve şefkat etdiklerini i'lan eden hıristiyanların, birbirleri hakkında da yapdıkları muameleler, vahşetler ve zulmler, tarihlerde yazılıdır. hıristiyanların yapdığı bu vahşetleri ve zulmleri okuyan bir kimse, biraz şefkat ve merhamet sahibi ise, yalnız hıristiyanlıkdan değil, böylesine vahşi fi'llere sebeb olmak kabiliyyetinde bulunduğu için, insanlıkdan bile nefret edeceği gelir. avrupalı tarihcilerden birisi, hıristiyanların, hıristiyanlık uğruna, katl etdikleri insanların toplu bir hesabını yapmış ve o asrşerif abdülkadir, de şamda vefat etdi. daki ba'zı tarihi ma'lumatı da yazmışdır. müsliman kardeşlerimize bir hatıra olmak üzere, kısaca terceme edilerek buraya yazıldı: senesinde, sonradan papalık da yapan novatianus ismli bir papaz ile, cornelius ismindeki diğer bir papaz arasında romada bir anlaşmazlık ve münakaşa çıkdı. kartacada da, cyprianus ve novatus ismindeki iki papaz arasında makam mücadelesi ortaya çıkdı. böylece, roma ve kartacada bunların tarafdarları arasında çıkan kavgalarda pek çok kimse öldürüldü. bu öldürülenlerin sayısı ma'lum olmamakla beraber, mübalağasız ikiyüz bin olduğu tahmin edilmekdedir. hıristiyanlar birinci kostantin zemanında düşmanlarından intikam almak fırsatını bulur bulmaz, imperator galerenin oğlu genç kottidini ve imperator maximianusun yedi yaşındaki bir oğlunu ve bir kızını öldürdüler. imperatorun hanımını ve bu iki çocuğun annelerini seraydan uzaklaşdırıp, antakya sokaklarında sürüklediler. daha sonra, hepsini nehre atarak boğdular. imperator galeriusun zevcesi selanikde i'dam olunup, denize atıldı. bu karışıklıklar sırasında, pek çok insan katl edildi. bunların sayısı tam tesbit edilememişse de, ikiyüz bin kişi olduğu tahmin edilmekdedir. donatus isminde afrikada bir fırka kurarak, üçyüz tarihlerinde roma kilisesine karşı gelen iki papazın, sebeb olduğu ihtilallerde, papazların, kılıç ile öldürmeğe müsa'ade etmeyip, topuz ile başları ezilerek katl edilen nüfusun mikdarı dörtyüzbin kişi olduğu tahmin edilmekdedir. teslis inancının iki unsuru olan, baba ile oğlunun maddi olarak tam birleşdikleri hususunda, iznik meclisinde verilen karar üzerine, hıristiyan memleketlerinde meydana gelen münakaşalar ve çarpışmalar, bütün tarihlerde mevcuddur. bunlardan çıkan ateş ve ihtilal, roma hükumetinin her tarafını def'alarca yakmış ve dörtyüz sene kadar devam etmişdir. bu karışıklıklarda helak ve zelil olan yüzlerce hanedan hesaba dahil olmıyarak, sadece öldürülenlerin mikdarı, takriben üçyüzbindir. bizansda miladın sekizinci asrında ikonacı ve ikona kırıcılar arasındaki karışıklıklarda helak olanlar da altmışbin kişidir. imperator theophilosun zevcesi teodoranın hükumeti zemanında, şerrin varlığını isbat için, hayr ve şerrin iki asl olduğu i'tikadında bulunan, manikheist fırkasından bin kişi katl edilmişdir. çünki teodoranın günahını çıkaran papaz, bunun cennete girmesi için, sapık fırkada olan kimselerin katl edilmesi lazım olduğunu beyan etmişdi. o zemana gelinceye kadar haça gerilen, boğulan ve yağlı kazıklara oturtularak öldürülenler, yirmibin kişi idi. bu papaz, teodoranın cenneti kazanması için bu mikdarı çok az bulmuşdu. her tarafda, her asrda piskoposluk ve patriklik kavga ve münakaşalarında yapılan harblerde öldürülenleri de, azın azı olarak yirmi bin kişi kabul edebiliriz. haçlı seferlerinin devam etdiği ikiyüz sene zarfında, hıristiyanların öldürdüğü hıristiyan nüfus, iki milyon tahmin olunuyorsa da, biz tevazuan bir milyon kabul edelim. ta'bir edilen papazlardan bir kısmının, haçlı harbleri sırasında, baltık denizi sahillerinde yağma ve çapulculuk yaparlarken katl etdikleri hıristiyanlar, en az yüzbin idi. languedoc aleyhinde papanın harb i'lan etmesinde, öldürülüp, cesedleri ortada kalan ve ateşlerde yakılıp, külleri uzun zeman ortada bırakılan insanların sayısı yüz bindir. papa yedinci gregoireden beri, imperatorlar aleyhinde yapılan harblerde öldürülenler, ellibindir. batı ehalisinin dinden çıkması mes'elesinde, ondördüncü asrda öldürülenlerin sayısı, elli bindir. bu vak'anın akabinde, Jan hus ve Jeronim ismindeki iki papazın ateşde yakılması üzerine, zuhur eden muharebelerde öldürülen hıristiyanlar, yüzelli bin kişidir. bu büyük vak'aya nisbet ile, merbondol ve gaberir katliamları mühim değil ise de, bunlarda öldürülen insanların bir kısmı ateşde yakılmış ve henüz annelerini emen küçük yavrular, ateşlere atılmış, kızların ırzlarına ve namuslarına tecavüz edildikden sonra, parça parça doğranmışlar, ihtiyar kadınların ferclerine barut doldurularak havaya uçurulmuşlardır. bütün bunlar, hıristiyanlar tarafından yapılmış ve bu şeklde öldürülen insanların sayısı onsekiz bine ulaşmışdır. papa onuncu leondan dokuzuncu clemente gelinceye kadar, hıristiyan hakimlerin koyduğu kaidelerin tatbikinden ve açıkdan cellad ile kesilen papaz ve avam ve prenslerin başları ve çeşidli memleketlerde ateşlere atılarak yakılan cesedler ve almanya, fransa ve ingilterede celladların kesmekle usandıkları nüfus ve lutherin uydurmadır sözlerinden çıkan mes'eehli salib seferleri, dane kadar devam etdi. lelerden ve ihtilaflardan dolayı hasıl olan otuz ihtilalde ve saint barthelmie katliamında ve irlanda şehrlerinde ve başka yerlerde meydana gelen umumi katliamlarda öldürülenler, üç milyondan fazladır. fakirliğe ve zillete itilmiş hanedan ve meşhur sülalelerden başka, en az iki milyon mazlum öldürülmüşdür. engizisyon mahkemeleri denilen, papaz cem'iyyetleri tarafından katl edilen, çarmıha gerilen ve yakılanların sayısı, beş milyon ikiyüz bindir. amerikada, hıristiyanlık uğruna katl edilen yerli ehali için, iş bu kitabın müellifi, beş milyon nüfus zikr etmiş ise de, laskas piskoposunun bildirdiğine göre, öldürülenlerin adedi, oniki milyondur. hıristiyanlığı Japonyaya yaymak için gönderilen, misyoner papazların ekdikleri fitne tohumları neticesinde çıkan ihtilal ve muharebelerde telef edilen nüfus, üç milyondur. bütün bunlarda katl edilen insanların yekunu, yirmibeş milyona yakındır. bu kitabı neşr eden tarihci, bildirdiği rakamların doğruya nisbetle çok aşağı olduğunu i'tiraf ederek der ki, ey benim kitabımı okuyan avrupalılar! eğer senin evinde soyunun şeceresi mevcud ise, bir kerre onu gözden geçir. elbette baba ve dedelerinin içinde, din kavgasında öldürülmüş ya bir maktul, yahud bir başkasını öldürmüş bir katil bulursun. sadece irlandada katolikler tarafından yüzelli dört bin protestanın katl edildiği, ingiltere parlamentosunun senesi haziranının yirmibeşinci gününde yazılmış olan i'lannamesinde bildirilmişdir. kitabdan terceme burada temam oldu. katolikler, diğer milletlere ve bilhassa orta çağ sonlarında protestanlara karşı bu mezalim ve eziyyetleri yaparken, protestanlar da, diğer yanaklarını tutmamışlardır. ellerinden gelen kan dökücülüğü yapmakdan geri kalmamışlardır. hatta, ba'zı def'alar katolikleri geride bırakmışlardır. ingiliz katoliklerinden thomas, senesinde basılan, kitabının kırkbir ve kırkikinci sahifelerinde diyor ki, protestanlar, ilk zuhurlarında, altıyüz kırkbeş imaret, doksan okul, ikibin üçyüz kilise ve yüzon hastahaneyi soyup, yağma etdiler. buralarda oturan, binlerce miskin ve ihtiyarı öldürdüler. ayrıca, ölülere dahi el uzatıp, kefenlerini soydular. elli ikinci sahifesinde de, protestanlar, katolikler aleyhinde, adalet ve hakkaniyyetden uzak, yüzden çok kanun çıkardılar. bu kanunlar icabı, katolik mezhebinde olanlar, protestanlardan miras alamadılar. onsekiz yaşından sonra protestan olmıyanlara, arazi verilmedi. katoliklere mekteb açmak için izn verilmedi. va'z veren katolik papazlarını, habs etdiler. vergilerini artdırdılar. katolik mezhebi üzere ayin yapanları, para cezasına mahkum etdiler. papaz olursa, yediyüz rubye alıp, habs etdiler. ingilterenin dışına okumağa gidenleri, ingiltere haricinde katl edip, mallarını ellerinden gasb etdiler. protestanların belli günlerdeki ayinlerinde hazır bulunmıyan katolikleri para cezasına çarpdırdılar. neticede, katolik ayinlerinden bir şey icra etdirmeyip, silahlarını topladılar. onları ata bindirmediler. papazlardan, protestan olmıyanları ve onları evlerinde misafir olarak saklıyanları da, öldürdüler. katoliklerin şehadetleri kabul edilmedi. ingiltere kraliçesi elizabeth, protestanlığı ingilterede yaymak ve yükseltmek, ruhani makamını kendisi deruhde etmek için katoliklere her dürlü zulm ve haksızlığın yapılmasına izn verdi. sadece meşhur şahslardan ikiyüz dört kişiyi celladlar eliyle i'dam etdirdi. hapishanelerde doksanbeş tane piskopos rütbesindeki katolik papazı öldürtdü. bazı katolik zenginler, ömr boyu habs edildi. protestanlar, rastladıkları katolikleri kırbaç ile döverlerdi. hatta, iskoçya kraliçesi mary stuart, katolik olduğu için, uzun müddet habs edildikden sonra, cellad eliyle i'dam edildi. yine kraliçe elizabeth zemanında, katoliklerden ilm sahibi olanlar ve ruhbanlar, gemilere doldurularak denize atılıp boğuldular. kraliçe, irlandada bulunan katolikleri protestan yapmak için, üzerlerine asker gönderdi. kiliselerini yakdılar. ileri gelenlerini öldürdüler. ormana kaçanları, vahşi hayvanlar gibi avladılar. protestanlığı kabul edenleri, kabul etdikden sonra, yine katl etdiler. parlamento, tarihinde, katoliklerin mallarını ve arazilerini zorla ellerinden almak için me'murlar gönderdi. bu hal, kral James zemanına kadar böyle devam etdi. çünki bu kral, senesinde katoliklere merhamet etdi. fekat protestanlar, buna kızarak kırkdört bin kişiden meydana gelen bir topluluk ile, krala dilekçe verdiler. zulm kanunlarının devamını istediler. fekat parlamento, protestanların bu arzularına i'tibar etmedi. bunun üzerine protestanlardan yüzbin kişi birleşerek londradaki katolik kiliselerini ve katolik mahallelerini yakdılar. hatta, bir mahallede otuzaltı yangın görüldü demekdedir. işte, cihad yapmak ile emr olunmıyan ve sağ yanağına vururlarsa, diğerini çevir, paltonu isteyene ceketini de ver, düşmanlaelizabeth de öldü. rınızı sevip, size beddüa edenlere hayr düa edin, kardeşin hata ederse yetmiş kerreye kadar afv et, komşunu kendin gibi sev diye tavsiye ve emr eden isa aleyhisselamın dinine inandıklarını söyliyen hıristiyanlar arasında, böyle korkunç ve vahşice hadiseler meydana geldi. islam dininin emr etdiği cihad, böyle zalim ve vahşice bir hareket değildir. müslimanların cihada hazırlanması, zalim hıristiyanların, islam memleketlerine saldırmalarına mani' olmak için ve milletleri, zalim hükumetlerin işkencelerinden kurtarmak içindir. cihad, hakkı, doğruyu kabulden kaçınan zalimleri, inadcıları güç ve kuvvet ile terbiye etmek ve allahü tealanın mubarek ismini yükseltmek ve islamın güzel ahlakını her yere yaymak için yapılır. cihadın edebleri ve farzları vardır: harbden önce, uygun bir lisan ile, kafirlere islam dinini kabul etmeleri teklif olunur. ya'ni, islam dininin, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olduğu ve allahü tealanın bir olup, benzeri ve şeriki bulunmadığı ve muhammed aleyhisselamın allahü tealanın kulu ve onun tarafından gönderilmiş hak resulü olduğu, münasib bir lisan ile anlatılır. eğer kabul ve iman ederlerse, mü'minler zümresine dahil olup, mü'minlerle kardeş olurlar. eğer, kafirler, bu ni'meti, bu se'adeti kendilerine uygun görmeyip, mealindeki, şu'ara suresinin yetmiş dördüncü ayetinde bildirilen dalalet içerisinde kalmak isterlerse, dinlerini değişdirmeleri için zorlama ve baskı yapılmaz. islam memleketinde, kendilerinin mallarını, ırzlarını ve canlarını korumak ve kendi ibadetlerini yapmak karşılığında ve onların sosyal hizmetleri için harc olunmak üzere, senede çok az bir cizye ödemek şartı ile sulh yapmağa ve vatanlarında kalmağa da'vet olunurlar. eğer bunu kabul ederlerse, dinleri müslimanların dini gibi serbest olur. ırzları, kanları ve malları da aynen bir müslimanın ırzı, kanı ve malı gibi, devletin muhafazasında, himayesinde olur. bir müsliman, onların evlerine girip, kadınlarına bakamaz. bir kuruşlarını dahi, haksız yolla alamaz. onlara, kötü söz söyliyemez. kur'anı kerimde bildirilen adalet ile hükm eden mahkemelerde, daima hukuk sahibi olup, kendilerine en küçük bir haksızlık yapılamaz. mü'minlerle beraber güzelce geçinirler. islam mahkemelerinde, bir çoban ile vali müsavi muamele görürler. eğer, kafirler, ikinci hali de kabul etmeyip, mü'minler ile harb etmeğe kalkışırlarsa, islamiyyetde bildirilen adalet ve üsul üzere, onlarla cihad yapılır. islamiyyetin, cihad hususunda, uyulmasını emr etdiği adalet ve insaf yolu budur. müslimanların ve hıristiyanların tarihlerini ve şimdiye kadar yapdıklarını, bir teraziye koyup, insaf ile hükm etmelerini, akl ve idrak ehlinin vicdanlarına havale ederiz. yukarıda bildirilenlerden açıkca anlaşılıyor ki, islam dininin sür'at ile yayılması, zor ile ve dünya malına tama' gibi sebeblerden olmamışdır. islamiyyetin sür'at ile yayılması, hakiki ve en son din oluşu, hakiki ve umumi bir adaleti ilmi, çalışmağı, merhameti, güzel huylu olmağı emr etmesi ve insanların fıtratlarına tam uygun bir din oluşundandır. çünki, islamiyyete uyanların, ona tam tabi' olup, emrlerini yerine getirenlerin, çok kısa zemanda maddeten refah, ruhen huzur içerisinde olduğunu, papazlar da kabul ve i'tiraf ederek, dediklerini, kitabımızın başında bildirmişdik. keşki birazcık insaf edip, müslimanların bu terakkilerinin, en son ve en kamil din olan islamiyyete ve onu teblig eden, en son peygamber muhammed aleyhisselama uymaları sebebi ile olduğunu anlasalardı, se'adete kavuşurlardı. sadece kılıç korkusu ile din değişdirmek kolay olsaydı, katolikler ile protestanlar arasında, milyonlarca insanın katl edilmesine sebeb olan harbler olmazdı. iman esaslarında, büyük bir yakınlık olmasına rağmen, ne katoliklerin zorlamaları ve tazyikleri protestanları kendi imanlarından döndürebildi, ne de protestanların vahşice zulmleri, irlanda adasındaki katolikleri imanlarından ayırabildi. denilirse, yukarıda tafsilatını beyan etdiğimiz gibi protestanlar, dinlerine giren kimselere en az yarım kese gümüşden, beşbin kuruşa kadar maaş tahsis etdikleri ve uzun senelerden beri islam memleketlerinde bu kadar çalışdıkları halde, ismi bilinen ve dinini ve kendini bilir kaç müslimanı, protestan yapabilmişlerdir? hal böyle iken, demek kadar, ahmaklık, cahillik ve inadcılık olamaz.burada papazların unutdukları veya söylemek istemedikleri bir diğer husus da, gayri müslimlerden cizye almağı emr eden islamiyyet, müslimanların da, zekat ve uşr vermelerini emr etmişdir. müslimanların vermiş olduğu zekat ve uşr, gayri müslimlerin vermiş olduğu cizyeden kat kat fazladır. cihad bahsini bitirmeden önce, şu hususu zikr etmek de faideli olacakdır: bir devlet, bir millet, çok mütevazi ve nazik olursa, düşman devletlerin hücumuna uğrar, onların tama'larını üzerine çeker. düşman devletler, bu milletin tevazu'unu, nezaketini, aczine ve korkaklığına vererek onlara saldırır. tarih, bu sözlerimizin binlerce misali ile doludur. islamiyyetde, cihada hazırlanmak emri olmasaydı, müslimanların etrafında olan düşmanları, müslimanları ve islamiyyeti yok etmeğe çalışacaklar ve onlara saldıracaklardı. günümüzde de, dünya devletleri, bütçelerinden en çok parayı, müdafe'a ve harb sanayı'ine ayırmakdadırlar. hatta, açlık, kıtlık ve fakirlik bulunan devletler dahi böyle yapmakdadır. bu, bir devletin bekası ve vatanın muhafazası için şartdır. cihad emrinin olmamasını, dinlerinin fazileti için delil getiren hıristiyan devletler kuvvetlenince, islam memleketlerine ve diğer za'if milletlere saldırmış, onları istila etmiş, yıllarca zulm etmiş ve sömürmüşlerdir. bu zulmde, bilhassa ingiltere, fransa, almanya, ispanya ve italya çok ileri gitmişlerdir. hal böyle olunca, hıristiyanlıkda cihad emrinin olmaması sözü nerede kalmışdır. papazlara bunu soruyoruz? protestan papazların, islam dinine yapdıkları i'tirazlardan birisi de, cürümleri afv etmemek mes'elesidir. neşr etdikleri risalelerin birisinde, incil, şahsın hususi muamelelerinde, muhabbet, sıkıntıya katlanma ve afvın lüzumunu, musa aleyhisselamın şeri'atinden daha çok beyan ederek ortaya koymuşdur. halbuki islamiyyetin, cürmü afv etmekde, hıristiyanlıkdan daha çok bir fazilet ortaya koyması lazım idi. suçluya ceza vermekde, değil musa aleyhisselamın şeri'ati, yehudilerin bu şeri'ati te'vil ederek yapdıkları kanunlardan da şiddetli davranmakdadır. kısası caiz gösterdiği gibi, intikam almağa da cevaz vermekdedir. surei isranın üçüncü ayetinde mealen: ve surei bekaranın yüzyetmiş sekizinci ayetinde mealen: ey iman edenler! sizin üzerinize kısas farz kılındı. hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur buyurulmuşdur. burası da dikkat edilecek bir yerdir. çünki kur'anı kerim, tevrat gibi, böyle bir kanunun suiisti'mal edilmesini önleyecek tedbirler beyan etmemişdir. bunun için, islamiyyeti kabul eden kabilelerden ba'zıları, yalnız katil olan kimseyi değil, belki katilin akrabasından birini de, maktulün yerine katl etmek, kur'anı kerime göre caizdir zan ederek, günahsız bir kimseyi katil yerine öldürürler. fekat tevrat, kısas hükmünü böyle suiisti'mallerden önlemek için tesniyyenin yirmidördüncü babındaki, oğullar için babalar öldürülmiyecekler ve babalar için oğullar öldürülmiyeceklerdir. herkes kendi günahı için öldürülecekdir şeklindeki onaltıncı ayetinde açıkca tenbih eder. kur'anı kerim, katl vuku'unda lazım gelen kısasdan başka, küçük yaralamalar için bile, kısası emr etmişdir. hac suresinin altmışıncı ayetinde mealen: buyurulmuşdur. böyle emrlerin neticesi, kur'anı kerim, incilin teşvik etmiş olduğu sıkıntıya tehammül, muhabbet ve afvın hilafına olarak, müslimanların birbirlerine kinlerini izhar etmelerini bildirir. işte bu gibi şeylerin zulm ve başkalarının haklarına tecavüz olduğunu, osmanlı devleti de anlıyarak, ellerini kesin mealindeki maide suresinin otuzsekizinci ayeti kerimesinin tatbik edilmesini terk etmişdir demekdedirler. cevab: papazlar bu cümleler ile, incillerde afv ve muhabbete dair olan ayetlerin bulunup, kur'anı kerimde ise, bulunmadığına, belki öldürülen kimsenin varisine bir kudret ve hak verilmiş olduğuna ve kısas ayeti kerimesinde, bu hak için bir tahdid bulunmadığından, suiisti'mal edilebileceğine ve hac suresinin altmışıncı ayeti kerimesinin, incilin teşvik etmiş olduğu sıkıntılara tehammül, sıkıntı verenleri afv etmek ve onları sevmeği bildiren hükmünün zıddı olmasına i'tiraz etmekdedirler. afv ve muhabbete dair ayeti kerime ve hadisi şeriflerden bir kısmını, daha önce yukarıda bildirmişdik. burada tekrarına lüzum görmüyoruz. fekat, kısas ayeti kerimesi, sadece papazın yazdığı kadar değildir. daha devamı vardır. papazlar, hile ile hakikati örteceklerini zan etmişlerdir. bekara suresinin yüzyetmiş sekizinci ayetinin temamında mealen: ey iman edenler! sizin üzerinize kısas yapmak farz kılındı. hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın, kısas olunur. öldürülmüş olanın kardeşinden , katilden bir şey alarak kısasdan vazgeçebilir. alınan bu , pek ziyade olmamalı, mikdarı örfe, adete göre hesablanmalıdır. katil de maktulün velisine icab eden diyeti güzel bir şeklde ödemelidir. işte, kısası afv ederek diyet almak, rabbiniz tarafından size bir hafiflik ve merhametdir. kim bu afv ve diyet alışdan sonra, katil veya katilin akrabası ile düşmanlık ve mukatele ederse, o kimse için ahiretde elim bir azab vardır buyurulmuşdur. işte, kısas emri ile beraber, diyet alarak, katile kısas yapılmasını afv etmek de, kur'anı kerimin açık olan emrlerinden birisidir. musa aleyhisselamın şeri'atinde kısas icab eden bir kimseden diyet almak ve afv etmek yokdu. diyet almak karşılığında kısasdan vazgeçmek, müslimanlar için bir hafiflik ve bir ni'metdir. papaz, kısas hususunda, kur'anı kerimdeki kolaylığı gizlemekdedir. evvela, şunu bildirelim ki, katil veya katilin akrabası ile düşmanlık ve mukatele etmek isteyen maktulün yakınlarına, bu ayeti kerimede, açık bir nehy ve tehdidi ilahi vardır. papaz hile ile maktulün varisi ve yakınları hakkında olan ayeti kerimeden, yalnız işine gelen kısmını yazıp, başını ve sonunu yazmamışdır. hıristiyanların ekserisi incillerden haberdar olmadıkları gibi, müslimanları da, kendi dinlerini bilmiyorlar zan ederek, bu hileye baş vurmuşlardır. isra suresinin otuzüçüncü ayetinde mealen: hiç kimseyi, haklı bir sebeb olmadıkca öldürmeyin. bunu, allahü teala size haram etdi. kim mazlum olarak öldürülürse, biz o öldürülen kimsenin velisi olan varisine bir kuvvet ve salahiyyet veririz. dilerse, katil kısasen, katl olunur veya veli diyetini alarak afv eder. ikisi arasında tercih hakkı vardır. fekat o veli veya varis, allahü tealanın bu müsaadesi ile yardım olunduğundan kısas yapma işinde ileri gitmesin buyurulmuşdur. bu ayeti kerimede, maktulün velisinin veya varisinin, kısas işinde ileri gitmemeleri tenbih edilerek, afv cihetine gidilmesi tavsiye edilmişdir. varise veya veliye verilen kudret, katil aleyhinde da'va açmak veya diyet karşılığında kısasdan vaz geçdiğini hakime bildirmek arasında, serbest olmasıdır. fekat, arnavutluk, çerkezistan ve ba'zı arab kabileleri gibi, kur'anı kerimin ahkamından habersiz kavmler içerisinde, dini islamın emrleri hilafına vuku' bulan kan da'vaları ve bir çok kimseleri öldürmeleri, bu ayeti kerimeye isnad olunamaz. bu şeklde, haksız yere kan dökmek, vahşi kabilelerin eski adetleridir. kur'anı kerimde emr edilen kısas ve onu afv etmenin aslı budur. dört incilde kısas hükmü olmayıp, sadece kötülük yapanı afv etmek olduğundan, bunlara göre, her katili, her hırsızı, her caniyi afv etmek lazımdır. böyle bir kanun ile, bir cem'iyyetde medenice yaşamak mümkin ise, buna hiçbir sözümüz yokdur. fekat, bu emrin tatbik edildiği bir hıristiyan memleketi görmediğimiz için, sadece papazların boş ve faidesiz sözlerine kulak veremeyiz. tevratda zikr edilen ayete gelince, yalnız katl hususunda değil, her cinayetde tevratın hükmü islam dininin hükmüne, uygundur. en'am suresinin yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. araf suresinin yüzyetmiş dokuzuncu ayetinde mealen: buyurulmuşdur. papazlar, bu ayeti kerimede bildirilen, cevab vermeğe muktedir olmıyan bir zümreye karşı konuşmakdadırlar. hal böyle iken, papazlara isnad edilecek işler, sadece yalan ve iftiradan ibaret değildir. onlar, islam dinine karşı kitab yazıp, bu kitablarında da, açıkca vaki' olanın hilafını iddiaya kalkışmışlardır. yapılan kötülüğe misli ile mukabele etmeği bildiren, hac suresinin altmışıncı ayeti kerimesinin nazil oluş sebebi bilinince, bu i'tirazcı papazın zikr etdiği şeklde bir ma'naya gelmiyeceği ve bu papazın tefsir ilmini hiç bilmediği ortaya çıkar. mekke kafirleri, harb edilmesi arablar arasında haram kabul edilen dört ayda, mü'minlerin üzerine harb etmeğe geldiler. müslimanlar, haram aylarda harb etmekden çekinerek, müşrikleri harb yapmakdan vazgeçirmek istedilerse de, müşrikleri bundan vaz geçiremediler. daha sonra, müşriklerle harbe başladıkları zeman, allahü teala mü'minlere nusreti ilahiyyesi ile yardım edip, mü'minler galib geldiler. fekat mü'minlerin kalblerinde, haram bir ayda harb yapmakdan dolayı, bir sıkıntı ve üzüntü hasıl olmuşdu. bu ayeti kerime, bunun üzerine nazil oldu. böylece, mü'minlerin kalblerindeki bu sıkıntı ve üzüntü zail oldu. bundan anlaşılıyor ki, hac suresinin altmışıncı ayeti, bu papazın zan etdiği gibi, küçük yaralamalar ve kötülükler için kısasın lazım olduğunu, kötülüğün karşılığının kötülük olduğunu beyan etmemişdir. mü'minlere, düşmanları zarar vermek için, böyle harb edilmesi haram olan bir ayı seçerek, saldırırlarsa, kafirlere mukabele etmeğe bir izndir. ayrıca, allahü teala tarafından mü'minlere bir yardımdır. çünki, kur'anı kerimde, fazilet ve üstünlüğün, sadece afv ve muhabbetde olduğu bildirilip de, böyle iznler, müsaadeler bulunmasaydı, müslimanlar da, hıristiyanlar gibi, kitablarının ahkamını ya terk etmeğe veya bu papaz gibi yalan ve iftira yapmağa mecbur olurlardı. çünki, böyle sadece afv ve muhabbet ile medeniyyet aleminde hiç bir kavmin yaşaması mümkin değildir. bunun en tuhaf misali, bu gibi emr ve ta'limatın neticesinde, hıristiyanların, incillerin teşvik etdiği, tam tersine, bir diğeri aleyhine kin sahibi olmalarıdır. incillerin teşvik etmiş oldukları hıristiyanların ahlakına ne kadar menfi te'siri olduğunu, tarihler bize açıkca göstermişdir. incillerin emrlerinin tersine, hıristiyanların birbirlerine yapdıkları zulmlerden ba'zılarını sırası geldikce yukarıda zikr etmişdik. burada hayret edilecek bir diğer husus da, bu papazın, yukarıdaki ayeti kerimeye istinaden, islam kabilelerinden ba'zılarının, katilin akrabasından birini öldürdüklerine üzülmesi ve merhamet etmesidir. ancak, böyle bir kötülüğün insanlardan meydana gelmesine acımakla beraber, adem aleyhisselamdan meydana gelen bir zellenin altı bin sene müddet ile dünyaya gelip giden milyonlarca evladına ve bilhassa peygamberlere aleyhimüsselam sirayet ederek, babalarının yapdığı bir işden dolayı, ceza görmelerine ve katlden çok daha şiddetli olan, cehennem ateşinde azab olunmalarına inanmakdadır. ayrıca, bütün kainatı yokdan var eden allahü tealanın, irtikab olunan bu günahı afv edemeyip, başka çare bulamadığı için, biricik oğlunu hazreti meryemden tevellüd etdirerek dünyaya göndermesine ve mesihin, istemiyerek çeşidli hakaretler ile çarmıha gerdirmesine, bu papaz inanmakdadır. ya'ni, katilin yerine akrabasının cezalandırılması şeklindeki bir fi'lin, beşerden meydana gelmesine razı olmamakda, fekat yukarıda saydığımız diğer zulmlerin haşa allahü tealadan zuhur etdiğini, kabul etmekdedir. erkek ve kadın hırsız hakkında, el kesme emrinin tatbik edilmemesi, sadece osmanlı devletinde sonradan meydana gelmiş bir hadise değildir. daha önceki islam devletlerinde de, asrlardan beri tatbik edilmemişdir. şerab içmek, yalan yere şahidlik yapmak, iffetli kadına iftira etmek ve zina hadleri de, birkaç hadise dışında tatbik edilmemişdir. çünki, bu cezaları tatbik etmek için, ba'zı şartların bulunması lazımdır. şartları bulunmadan ceza verilemez. islam devletlerinde, bu cezayı tatbik edecek şartları bulunan vak'a zuhur etmemişdir. bunun da sebebi, kur'anı kerimde, bu suçları işleyenler için bildirilmiş olan, ağır cezalardır. islam devletlerinde had cezalarını hakimler dahi afv edemez. had cezasını icab eden suç işleyenlere, cezaları herkesin gözü önünde tatbik edilir. bu ağır cezalara çarpdırılmak korkusundan, kimse bu suçları işlemez, işleyemez. buyurulmuşdur. ba'zı kimseler, diyebilir. insanlar, kendilerinin öldürülmesi korkusundan bir başkasını öldürmekden korkarlar. can korkusundan dolayı adam öldürmeğe teşebbüs etmezler. öldürmek vak'ası olmayınca, cem'iyyet, millet hayat bulur ki, ayeti kerime de bunu bildirmekdedir. bugün, hukuk okuyan bir kimse iyice bilir ki, müeyyidesiz hiç bir kanun tatbik edilemez. bu müeyyide, ya para cezası, ya hapis, ya da ölüm cezasıdır. bunu, günümüzde bütün dünya hukukcuları haykırırken, allahü tealanın emri olan cezalara –cevab veremedi karşı çıkmak doğru olur mu? hiç bir fıtratın kabul etmediği komünizm, son derece vahşiyane müeyyideler ile yayılmış ve hala bu müeyyideler ile ayakda tutulmağa çalışılmakdadır. aynı şeklde papazlar, ilm ve fen adamları, akl ve mantığın kabul edemiyeceği, hıristiyanlık akidelerini terk etmişlerdir. içlerinde, islamiyyeti tanımak fırsatını bulanlar, hemen müsliman olmakdadırlar. islamiyyeti tanımak şerefine kavuşamıyanlar, dinsiz ve marksist olmuşlardır. hıristiyan gençleri arasında, , , gibi birçok sapık cereyanlar ortaya çıkmışdır. bu gençlerden avrupa halkı da korkmakdadır. bugün, gazete ve mecmu'alarda, avrupa memleketlerinde, birçok kilisenin satıldığını okumakdayız. bunların çoğunu, müslimanlar satın almakda ve cami' yapmakdadırlar. kiliselere, daha çok ihtiyarlar devam etmekdedir. imkan bulsalar, papazların, bugün de engizisyon mahkemeleri kuracaklarında, hiç şübhe yokdur. misyonerler, avrupada kıymetini temamen gayb eden hıristiyanlığı, afrikada ve geri kalmış diğer dünya devletlerinde yaymağa çalışmakdadırlar. şunu tekrar bildirelim ki, kur'anı kerimde suçluya verilen cezalar, vücudda kangren olmuş bir yarayı kesip almağa benzer. eğer o yara alınmazsa, bütün vücud zarar görür. suçluya da, ceza tatbik edilmezse, bütün cem'iyyet zarar görür. bir şahsın zararı, elbette cem'iyyetin zararına tercih edilir. islamiyyetde el kesme cezası, her hırsızlık yapana tatbik edilmez. bunun çeşidli şartları vardır. bu ceza, başkalarının iznsiz olarak açmaları veya girmeleri caiz olmıyan yerden, darülislamda, bir def'ada on dirhem gümüş parayı veya on dirhem gümüş değerinde olan her dinde mütekavvim olan, ya'ni kıymetli olan ve durmakla bozulmıyan malı, müslim veya gayri müslimden çalan kimseye tatbik edilir. on dirhem gümüş, gramdır. bunun da kıymeti takriben yedide biri olangram altındır. et, sebze, meyve ve sütü çalanın eli kesilmez. hırsızın ikrar etmesi veya iki şahid ile sirkat anlaşıldıkdan sonra, mal sahibi, bu kimse benim malımı çalmadı veya ona hediyye, emanet etmişdim veya şahidler doğru söylemiyor derse kesilmez. hakimin, böyle söylemesini mal sahibine teklif etmesi sünnetdir. bunların tafsilatı fıkh kitablarında yazılıdır. papazın islamiyyeti bilmediği, hele fıkh kitablarından hiç haberi olmadığı, buradan da anlaşılmakdadır. protestan papazlarının islam dinine i'tirazlarından biri de, köle sahibi olmanın islam dininde caiz olmasıdır. bu papazlar, musa aleyhisselamın şeri'ati köleliğin esaslarını gereği gibi hafifletmekle beraber, esirleri kanunun himayesi altına almışdır. ancak, esirlerin alınıp satılmasına cevaz vermiş, müsaade etmişdir. fekat hıristiyanlığın ruhu buna temamen muhalif olup, hakim olduğu her yerde esirlik, kölelik müessesesini lağv etmekdedir demekdedirler. cevab: papazların bu i'tirazı, sadece islam dinine mahsus olmayıp, isa aleyhisselamın temam etmeğe me'mur olduğu, musa aleyhisselamın şeri'atine de şamildir. bunun için, kendilerinin hıristiyan olmalarından şübhe edilir. çünki, köleliğin yasaklanmasına dair, mevcud incillerde tek bir harf dahi yokdur. bunun için, isa aleyhisselamın şeri'atinde de, tabii olarak musevilikdeki hükmün devam etmesi icab eder. fekat bu papazlar, yeni fikrler ile yetişmiş avrupalılardan oldukları için, köleliği insanlığa muhal görüyor ve kaldırılmasını arzu ediyorlarsa, bu işe dinleri karışdırmayıp, sadece aklen köleliğin, esirliğin kötülüğünden bahs etmeleri icab ederdi. bunun için, papazların bu i'tirazları dini mes'elelerden olmadığı için, cevab vermek icab etmez. ancak, islamiyyetde mevcud olan kölelik ile, hıristiyanların bildikleri kölelik arasında olan farkı anlatmak faideli olacakdır. bu hususu kısaca bildirelim: herkesin ma'lumu olduğu üzere, kölelik müessesesi insanlığın yeryüzünde zuhurundan beri mevcuddur. her millet esirleri hakkında kötü muamelelerde bulunmuş ve hiç bir milletde, köle ile efendisi arasındaki hukuk, müsavi tutulmamışdır. eski yunanlıların buna dair muhtelif kanunları hala kitablarda yazılıdır. romalılarda ise, köleler için tatbik edilen şiddet, zulm, tahkir ve vahşilikler, hiç bir milletde görülmemişdir. buna aid olan tafsilatlı kanunlar, kitablarında yazılmışdır. yine asya ve afrikada çok eski zemanlardan beri, bu adet mevcud idi. köle ticaretinin en çok karcısı, avrupalılar olmuşdur. bu ticarete, ilk olarak, miladi ondördüncü asrda, portekizliler başlamışdır. daha sonra amerika keşf olununca, misyoner papazlar, bir yandan amerikanın yerli ehalisi olan kızılderilileri yok ederek amerika topraklarını boş bırakıyor, bir yandan da portekizliler, ingilizler ve fransızlar, afrikadan zencileri kaçırıp, gemilerine yükleyerek amerika esir pazarlarında köle diye sürü halinde satıyor ve milyonlarca para kazanıyorlardı. hatta, bu çaresiz insanları doldurdukları gemiler, hususi suretde yapılıp, ambarlarına birbiri üzerine bu zevallılar dolduruluyordu. nefes alamıyarak, yolculuk esnasında, yarısından fazlası ölüyordu. fekat, kalanları ile arzu etdikleri ticareti yapmakdaydılar. zencilerin bu zillete dayanamayıp, geminin ambarında isyan etdikleri de oluyordu. bu halin vukuunda, esirleri yukarıdan silah ile öldürmek için, güverte tahtasında mazgal delikleri bırakılıyordu. protestanların hamisi olan ingiliz kraliçesi elizabeth, esir ticaretini meşru' sayarak teşvik etdi. fransa kralı onuncu lui, bunu iyice yaymışdı. fekat, senesinde amerikada pansilvanya ehalisi, bunun yasaklanmasına çalışdı. bundan oniki sene sonra danimarka, ondan sonra, vesenelerindeki tenbihnameler ile ingiltere veve tarihlerinde fransa vede prusya ve rusya devletleri esir ticaretini yasakladılar. ancak, bunları satanlar hıristiyan tüccarlar olduğu gibi, alanlar da hıristiyan olduğundan, zevallı zenciler bunların ellerine düşdükleri zeman, evvela vaftiz edilerek hıristiyan yapılıyordu. daha sonra gecegündüz, yaz ve kış çeşid çeşid sefaletler içinde çalışıp, efendilerine para kazandırmak için tarlalara, çiftliklere ve ma'denlere gönderiliyorlardı. tarihinde şimal ve cenub amerika devletleri arasında başlıyan harb ve çarpışmalar, bu esirlik mes'elesi yüzünden meydana gelmişdir. bununla beraber, amerika kıt'asında yüzbinlerce zenci alınıp satılmakda ve nice hıristiyanlar, onların yüzünden milyonlarca dolar kazanmakdadırlar. şimdi kölelik denilince, bütün avrupalılar, amerikadaki zillet ve sefalet içerisinde olan zencileri düşünerek, nefret ederler. avrupalılar islam memleketlerinde yasaklanmasını istedikleri köleliği, kendi memleketlerinde ve amerikadaki kölelik gibi zan ederler. halbuki, müslimanlar arasında olan esaretin hürriyyetden farkı, sadece belli bir bedel ile, bir elden diğer bir ele nakl olunmakdan ibaretdir. esirler ücretli bir işçiden fazla, hiç bir hizmetde bulunmazlar. esirlerin islamiyyetde çekdikleri zahmet, yalnız terbiye, ilm tahsili ve edeblenme hususlarındadır. islam devletinde, harbde alınan esirler, asla öldürülmez. harb meydanında dahi, aç ve susuz bırakılmaz. harbden sonra, gazi müslimanlara, ganimet malları taksim edilirken, köle ve cariyeler de, bunlara dağıtılır. harbden sonra, gaziler köle ve cariyelerini, ya kendileri hizmetci olarak kullanırlar, yahud başkalarına satarlar. görülüyor ki, islamiyyetde köleler, hıristiyanların afrikadan ve asyadan gizlice veya zorla kaçırdıkları hür insanlar ve bunların çocukları değildir. hür insanı kaçırmak, bunları köle olarak satmak, islamiyyetde büyük günahdır. islam devletinde, köleler ilmde ve siyasetde, en yüksek makamlara kavuşmuşlar, hatta sadrazam dahi olmuşlardır. osmanlı memleketlerinin büyük sülalelerinde, sultan hanımların çoğu esirlerden idi. kölesini kendine damad yapmış ve cariyesini nikah ile kendine zevce edip, mal ve mülküne varis kılmış, binlerce müsliman vardır. bir müsliman, köle ve cariye satın aldığı zeman, onun yiyeceği, giyeceği ve diğer ihtiyaçları ve muamelatdaki hukukunun bütün mes'uliyyetleri hep bu kimseye aid olur. köle ve cariyesini yidirmek, içirmek, giydirmek ve gönlünü hoş tutmak mecburiyyetindedir. onları asla dövemez, yapamıyacakları iş veremez ve hakaret edemez. islamiyyetde, köle azad etmek en büyük ibadetdir. öyle büyük günahlar vardır ki, ancak köle azad etmekle afv olunur. yedi sekiz sene hizmetden sonra, kölesini azad edip, onu evlendirmek de, müslimanların seve seve yapdıkları, adetlerdendi. bunların hali, avrupadaki ve amerikadaki esirlerin ahvaline kıyas ve tatbik edilebilir mi?bu bahsi bitirmeden önce papazlara diğer bir hususu da hatırlatmak isteriz. müslimanların ellerinde bulunan esirlerin akraba ve yakınları, kendi esirlerini kurtarmak için, para ile, müslimanlara müraceat edip, kendi esirlerinin fidyesini ödeyerek kurtarmışlardır. fekat bu esirler müslimanlardan gördükleri şefkat, merhamet ve insanlık sebebi ile kendilerini kurtaran akrabaları ile kendi memleketlerine dönmek istememişlerdir. müslimanların yanındaki esareti, kendi akraba, anne ve babalarının yanındaki hürriyyete, tercih etmişlerdir. bunun elbette bir sebebi vardı. peygamberimizin kölesi zeyd bin hariseyi kendi memleketine götürmeye gelen babası ve amcası, peygamberimize ne kadar para isterse ödeyeceklerini, zeydi kendilerine vermesini rica etdiler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem her hangi bir ücret istemedi. zeyd bin hariseye radıyallahü anh, serbest olduğunu, isterse babası ve amcası ile gidebileceğini bildirdi. zeyd bin harise, babası ve amcasının bütün yalvarmalarına rağmen; peygamberimizden ayrılamıyacağını bildirdi. bunun misalleri çokdur. papazlar, acaba buna ne cevab verirler? hıristiyanların, islam dinine yapdıkları i'tirazlardan biri de, teaddüdi zevcat, ya'ni dörde kadar evlenme ile, talak, ya'ni boşama mes'eleleridir. hıristiyanlar, musa aleyhisselamın şeri'atinde, teaddüdi zevcatın yasaklanmasına dair bir kanun bildirilmemişdir. talak için de, açıkca izn verilmişdir. halbuki, isa mesihin incili, doğrudan doğruya her ikisini de men' etmiş, yasaklamışdır. kur'anı kerim ise, birden fazla evlenmeğe izn vermişdir. nisa suresinin üçüncü ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerime ile dörde kadar, nikah ile evlenilebilmekdedir. bundan başka, islam dini, erkeklerin canı istediği zeman cariyeler satın almasına da müsaade etmişdir. bu ise, kadınlara, allahü tealanın tahsis buyurduğu hale ve insanların adil arkadaşı ve yardımcıları olmak mertebesine uygun değildir. bu hükm, kadınları bir hizmetci derecesine indirmişdir. birkaç kadınla evlenmek, mes'ud bir evliliğe muhalifdir. çünki, zevc ile zevcenin tam olarak anlaşması ve tanışmalarına mani' olup, sülalenin emniyyet ve se'adetini ortadan kaldırmakdadır demekdedirler. papazlar, adetleri olan, hilekar fikrlerinden dolayı, burada da, ayeti kerimeyi işine geldiği yere kadar yazmış, sonraki kısmını yazmamışdır. nisa suresinin üçüncü ayetinin temamında mealen: gözetemiyeceğinizden korkarsanız, onlardan başka kadınlardan halal olanları, ikişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder nikah edin. eğer o kadınlar arasında adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız, birini ihtiyar edin . yahud, sahib olduğunuz cariyeleri ihtiyar edin. işte bu bir zevce, yahud cariyeler ile kanaat etmeniz, adaletden ayrılmamaya daha yakındır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimenin mealinden anlaşılır ki, daha önceki kavmler arasında, evlenilecek kadın için belli bir aded olmadığından, bir kimse beş, on, yirmi kadınla evlenebiliyordu. islam dini bunu dörde indirmişdir. ayrıca, buna zevceler arasında adalet yapmağı da şart koşmuşdur. hanımları arasında adaleti yerine getirmekde olan zorluklar göz önüne getirilirse, aklı olan ve adaletsizlikden korkan kimse için, bir kadından fazlası ile evlenmek mümkin olamaz. ya'ni islam dini zahirde dörde kadar evlenmeğe ruhsat verdiği halde, ortaya koyduğu adalet şartı ile, zımnen birden fazla evlenmemeği tenbih etmişdir. hatta, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem hanımlar arasında adaletin nasıl olacağı sorulduğu zeman, cevabını vermişdir. bunu tatbik etmek, bir kimse için çok zor olduğundan, islam dini bir kadınla evlenmeği tavsiye etmekdedir. papazların, inciller birden fazla kadınla evlenmeği doğrudan doğruya men' etdi demeleri, incillerde bildirilenin tersidir. çünki incillerde, diye bir nehy mevcud değildir. fekat, matta incilinin ondokuzuncu babının üçüncü ve devamındaki ayetlerinde, ferisiler isayı deniyerek gelip dediler: her sebeb ile hanımını boşamak caiz midir? isa cevab verip: başlangıçda yaratan onları erkek ve dişi yaratdığını ve bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve hanımına yapışacakdır ve ikisi bir beden olacakdır dediğini okumadınız mı? artık onlar iki değil, fekat bir vücuddurlar. imdi allahın birleşdirdiğini insan ayırmasın dedi. bundan, birden fazla kadın ile evlenmenin yasaklandığı anlaşılamaz. fekat, her zevce, zevci ile tek bir vücud kabul edildiğinden, boşamak işinde ileri gidilmemesini emr etdiği anlaşılır. hal böyle olunca, papazlar, yalnız islam dininin değil, isa aleyhisselamın, temam etmeğe me'mur olduğu, musa aleyhisselamın şeri'atinin de batıllığını iddia ederek, isa aleyhisselamın dininden çıkmış oluyorlar. talak işinde de hal böyledir. incillerde, zinadan başka bir sebeb ile talak vermekden nehy vardır. ancak, bu incillerin doğruluğu bizce şübheli olduğundan, bu nehyin, isa aleyhisselama vahy olunan hakiki incil ayetlerinden olduğunu kabul edemeyiz. buna ba'zı delillerimiz vardır: bu bahs, matta incilinde görülen, garib bir ayetde yazılıdır. mattanın ondokuzuncu babının üçüncü ve devamındaki ayetlerde diyor ki, ferisiler, isanın yanına gelip onu deniyerek dediler: her sebeb ile karısını boşamak caiz midir? isa cevab verip dedi: başlangıçda yaratan onları erkek ve dişi yaratdığını ve bunun için insan babasını ve anasını bırakacak ve zevcesine yapışacakdır ve ikisi bir beden olacakdır dediğini okumadınız mı? onlar artık iki değil, fekat bir bedendirler. imdi allahın birleşdirdiğini insan ayırmasın. onlar isaya dediler: öyle ise, musa niçin bir boşanma kağıdı vermeği ve kadını boşamağı emr etdi? isa onlara dedi: kalblerinizin katılığından dolayı hanımlarınızı boşamanıza musa müsaade etdi. fekat başlangıçda böyle değil idi. ben size derim: kim zinadan başka bir sebeb ile zevcesini boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder. boşanmış olan kadınla evlenen de zina eder. şakirdler isaya dediler, eğer erkeğin hanımı hususunda hali böyle ise, evlenmek hayrlı değildir. fekat isa onlara dedi: bütün adamlar bu sözü kabul edemez. ancak kendilerine kabulü verilmiş olanlar kabul eder. çünki ba'zı anadan doğma hadımlar vardır ve ba'zısı insanlar tarafından yapılmış hadım vardır. göklerin melekutu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. kabul edebilen bunu kabul etsin demekdedir. bu ibaredeki birinci sualin cevabında, musa aleyhisselamın boş kağıdı verme izninin sebebi bildirilmekde ve kalblerin katılığından dolayı, hanıma boşama kağıdı vermeğe musa aleyhisselamın izn verdiği bildirilmekdedir. bu, hem musa aleyhisselama, hem de isa aleyhisselama, ayb ve kusur isnad etmek olur. çünki, bu cevabdan, allahü tealanın emri olmaksızın musa aleyhisselamın kendiliğinden emr ve nehy yapabildiği, hatta başlangıçda böyle değil iken, beni israilin kalblerinin katılığından dolayı, boşamağa izn vermiş olduğu ma'nası çıkar. bir diğer husus da: kalb katılığı, talaka sebeb olan hallerden olmadığı için, böylesine saçma bir cevabı isa aleyhisselama nisbet etmek rezilliği ortaya çıkar. diğer bir gariblik de şudur: isa aleyhisselam ferisiler ile konuşurken, şakirdler konuşmaya karışarak sohbeti bozup, sözünü söylemeleridir. çünki, havarilerin önceki peygamberlerin kitablarına bilgileri gayet az idi. isa aleyhisselam ise, tam vakıf idi. havarilerin isa aleyhisselama karşı i'tiraz eder gibi böyle bir sözü söylemelerine hayret edilir. çünki bu hükm, akla, hikmete ve adete o kadar muhalif görünmüş ki, isa aleyhisselamın düşmanlarından önce, kendi şakirdleri, kendisine i'tiraz etmişler demek olur. bir diğer gariblik ise, şakirdlerin i'tirazına karşı evlenmemeği, hadım kimseler gibi kabul edip, onları üç kısma ayırarak, kiminin yaratılışdan, kiminin insanlar tarafından yapılmış, kiminin göklerin melekutuna kavuşmak arzusu ile hadımlığı ihtiyar etdikleri tafsilatını, isa aleyhisselama isnad etmekdir. hadım olan kimselerin evlenmemeleri tabii olup, evliliği kabul etmelerinin veya etmemelerinin onlarca bir kıymeti yokdur. ayrıca, burada asla münasebeti olmıyan hadımlığın çeşidlerinin anlatılması da temamen hezeyandır. isa aleyhisselam gibi, şanı yüksek bir peygambere böyle şeyler yakışdırılamaz. onun derecesinin pek yüksek olduğundan şübhe olunamaz. isa aleyhisselam, deyip dururken, musa aleyhisselamın şeri'atinde olan böyle bir esası, böyle bir hükmü değişdirmiyeceği meydandadır. matta incilinde yazılı olan bu bahs, markos incilinin onuncu babında da anlatılmakdadır. markosda, şakirdlerin sordukları sual ve sonradan dedikleri gibi birşey ve hadım olanların çeşidleri ile ilgili, her hangi bir şeyin bulunmamasıdır. matta incilinde bildirilen bu haber mütevatir olsa idi, markos, matta incilinden anlatılan bu bahsin baş tarafını yazdığı gibi, son tarafını, ya'ni havarilerin sualleri ve bunun cevabı ve hadım olanlar ile ilgili kısmlarını da yazardı. iki incilin ibareleri arasında, ma'na cihetinden olan farklılıkdır. çünki markos incilinin onuncu babının ikinci ayeti ve devamında, ferisiler geldiler ve onu deniyerek: adama zevcesini boşamak caiz mi? diye kendisinden sordular. o da bunlara şöyle cevab verdi: musa size ne emr etdi? onlar da dediler: musa bir boşanma kağıdı yazmağa ve kadını boşamağa müsaade etmişdir. fekat isa onlara dedi ki, yüreklerinizin katılığından dolayı size bu emri yazdı. fekat hilkatin başlangıcından allah onları erkek ve dişi yaratdı demekdedir. matta incilinin ondokuzuncu babının sekizinci ayetinde ise,yüreklerinizin katılığından dolayı, zevcelerinizi boşamanıza musa müsaade etdi. fekat başlangıçdan böyle değil idi demekdedir. bu iki ibare arasında iki şeklde ayrılık vardır: birinci ayrılık, matta incilinin ibaresinde, musa aleyhisselamın talaka izn verdiği anlaşıldığı halde, markosun ibaresinden, musa aleyhisselamın talakı emr etdiği anlaşılmakdadır. ikinci ayrılık ise, matta incilinin ibaresine göre, musa aleyhisselamın şeri'atinden önce talak yokmuş, sonradan beni israilin kalblerinin katılığından dolayı, musa aleyhisselam onlara talak için izn vermişdir. markosun bildirdiğine göre ise, başlangıçdan kelimesi yerine hilkatden, ya'ni yaratılışdan kelimesi kullanılmışdır. markosun ibaresindeki ma'na, ilk yaratılışdan allahü teala onları erkek ve dişi yaratdı demek olur ki, matta incilinin ibaresine muhalifdir., isa aleyhisselam, davüd aleyhisselamın sülalesinden olmakla iftihar etmişdir. davüd aleyhisselamın, müteaddid zevceler sahibi olduğunu bildiği halde, birden başka kadınla evlenmeği nehy etmesini, akl kabul edemez. bu deliller ile, biz bu ayetlerin, isa aleyhisselama allahü teala tarafından inzal edilen, hakiki incil ayetlerinden olmayıp, sonradan incillere sokuşdurulmuş olduğunu isbat ederiz. eğer papazların, tersini isbat etmeğe delilleri var ise, beyan etmelidirler. bizlere çok garib görünen bir husus da, islam dinindeki talaka izn verilmesine i'tirazın, protestanlar tarafından yapılmasıdır. çünki tarihlerde bildirildiği gibi, miladın dörtyüz tarihine kadar hıristiyanlar arasında, talaka dair asla bir münakaşa ve ihtilaf vuku' bulmamış ve tevratın hükmü ile amel olunmuşdu. o asrda, sen augustin ismindeki piskopos talakı kesinlikle nehy etdi. katolik kilisesi, bugün hala onunla amel etmekdedir. st. augustin, katoliklerin azizlerinden olup, miladınsenesinde, tunusun bone şehrinde öldü. avrupalı hıristiyan krallardan ba'zıları için, papazların talaka izn verdikleri de oldu. fekat bunlar, siyaset icabı olduğu için, kilise buna i'tibar etmeyip, görüşleri bugün yine talakın caiz olamıyacağı, şeklindedir. protestanlar, katolik kilisesinin talak verilmiyeceği görüşüne i'tiraz etdiler. luther, diğer hususlarda olduğu gibi, talak hususunda da, katolik kilisesine muhalefet etdi ve talaka ruhsat verdi. o halde, protestanların talaka i'tirazları, kendi dinlerinin kurucusu olan, luthere de i'tiraz olur. bu papaz, birden fazla evlenme ve talakın ba'zı ahvalde lüzumlu ve güzel birşey olmayıp, bil'aks nice zararların meydana çıkmasına sebeb olduğunu uzun uzun beyan ederek, islam kadınlarının da zihnlerini karışdırmak ve sapıtmak için, hayli sıkıntılara girmişdir. madem kendisi, nakli bırakıp, akli deliller ile fesad çıkarmağa çalışmakdadır. biz de onun iftiralarının akli olan mahzurlarını beyan edelim: her iklimin kendine mahsus tabiati ve te'sirleri olduğu gibi, her iklimde bulunan milletler ve kavmlerin de, kendilerine mahsus bir takım milli örf ve adetleri vardır. asrlardan beri, o adetlere alışmış olduklarından, onu terk etmeleri mümkin değildir. çünki bu adetlerin ekserisi, o iklimin havası ve suyu ile yoğrulmuş olan huylarının icabıdır. onları, bu huylardan vaz geçirmek, bir şeyin mahiyyetini değişdirmek gibidir. işte, teaddüdi zevcat ve talak hususu da, ekvatora yakın olan ve havası sıcak olan memleketlerin ehalisi arasında, uzun zemandan beri mevcud olan, bir örf ve adet idi. imkan sahibi olanların, çok kadını nikah etmeleri; peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem zemanına kadar devam etdi. bundan sonra, kur'anı kerim nazil olmuş ve kur'anı kerim bu kadın sayısını dörde indirmişdir. buna da, adalet şartını koyarak, zımnen bu sayıyı bire tahsis etmişdir. buna göre, arab kavmi gibi pek çok kadın ile evlenmeğe alışmış bir kavmi, dörde kadar kadınla evlenmeğe alışdırmak peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerindendir. bununla beraber, asya ehalisinin meşreb ve yaratılışları, avrupalılara benzemediğinden, onlar birden fazla kadınla evlendikleri zeman, papazların zan etdikleri kadar uygunsuzluklar meydana gelmez. çünki evlenmek üç sebeb ile olur: insan neslinin devamı, bir başkasının mülküne tecavüzden ve zinadan sakınarak, iffet ile yaşamak, ev işlerinin güzel bir şeklde tanzimi ve malların ve eşyanın muhafazasıdır. bir kadın çocuk sahibi olamadığı zeman, evliliğin birinci sebebi yerine gelmeyip, insan neslinin inkıtaına sebeb olur. eğer zevce bir hastalığa mübtela veya yaratılışda bünyesi gayet za'if olur, zevcinin bünyesi de kuvvetli ve sıhhatli olursa, evliliğin ikinci sebebi de zail olur. bunun zail olması ise, zina gibi, pek büyük bir fesada sebeb olur. bir diğer husus da, eğer kadın müsrif, sefih, ita'atsiz, hain ve kötü huylu ve kötü dilli olursa, üçüncü sebeb de yok olmuş olur. böylece erkek ömrünün sonuna kadar, gariblik, eziyyet ve hüsran içerisinde bulunur. zengin ve haysiyyet sahibi nice hıristiyan vardır ki, hanımı çocuksuz veya yaşlı veya sefih ve kötü huylu olduğu için, onu boşayarak bir diğerini alamaz. böylece, hıristiyan olduğuna, günde bin kerre pişman olur. fekat müslimanlarda, zevcesini boşamak zevcin ihtiyarı altında olduğundan, zevcesi kendisine muvafık olmazsa, boşayarak ondan ayrılır. zevcesi kendisine muvafık olduğu takdirde, ömürlerinin sonuna kadar, mes'ud olarak beraberce yaşarlar. müslimanların ekserisi böyledir. bunun için, islam milletlerinde, müsliman olduklarına üzülmelerine ve pişman olmalarına hiç bir sebeb yokdur. bu hususdaki bir diğer incelik de, hıristiyanlar evlenmeden önce birbirleri ile görüşüp, konuşurlar. bu sebeb ile, iki taraf birbirlerinin ahlakını, tavrlarını inceleyip öğrendikden sonra, tarafların muvafakati olursa evlenirler. fekat iki taraf da birbirlerine hoş görünmek için beraber bulundukları sırada, gayet ihtiyatlı davranıp, kötü huylarını birbirlerine his etdirmemeğe çalışır, birbirlerini aldatırlar. ancak tecribesizlikle, gençlikden gelen duyguların ve şehvani kuvvetlerin te'siri ile, önceden tanışmalarının faidesi olmaz. bunun da delili, hıristiyan ailelerin çoğunda, evlendikden sonra görülen hoş olmıyan hallerdir. her memleketde, bilhassa avrupada, sadece zevcesi ile ömrünün sonuna kadar beraber yaşayıp, başka bir kadınla ilgisi olmamış güçlü, kuvvetli kimse pek azdır. bu da tabi'i bir işdir. çünki, onlarda kadınlar ile görüşmek memnu' olmadığından, herkes zevcesini alıp balolara, müsafirliğe giderler. orada, kendi zevcesi ile beraber oturmak ayb olduğu için, herkes zevcesini başka bir erkeğe teslim eder. kendisi de, bir başkasının zevcesini alarak dans ederler ve birbirlerini aldatırlar. insan nefsinin icabı, zeman ile her şeyden bıkkınlık ve usanç gelir. bir kimsenin zevcesi, ne kadar güzel ve iyi ahlak sahibi olsa, zeman ile başlangıçdaki muhabbet ve ateşi azalır. böyle bir mahalde, gerek erkek, bir diğer kadına ve gerek zevce, bir diğer erkeğe çaresiz meyl eder. hıristiyan memleketlerinde, kadınlar ve erkekler, birbirleri ile karışdıkları, görüşdükleri ve konuşdukları için, zina etmeden ömr geçirmiş bir erkek ve kadın pek nadir bulunur. kadın erkek, hiç bir çekinme ve kaçınma olmaksızın, beraber oturmaları, konuşmaları ve görüşmeleri ile, kadınlara hurmet ediyoruz ve haklarını yerine getiriyoruz dedikleri halde, onları bu tehlükelere kendileri düşürerek, hakikatde kadınları tahkir etmekde, aşağılamakda ve ticaret meta'ı olarak kullanmakdadırlar. fekat müslimanların zevceleri, ırz, namus ve haya sahibi olarak, zevcleri yanında muhterem olduğundan, zevcleri onları böyle tehlükelere ve hakaretlere layık görmezler. herkes, en çok sevdiği ve kıymetli olan şeyleri kendi nefsi için sakladığı gibi, müslimanlar da, kendilerine her şeyden kıymetli, aziz ve muhterem bildikleri zevcelerini, hanımlarını uçan kuşdan esirgerler. bu ise, muhabbetin, sevginin çokluğundandır. avrupalılar, bu hususda ahlak ve namus duygusundan uzaklaşmışlardır. zevcin, zevcesini veya zevcenin zevcini kıskanması, çok gülünç ve alay konusu olan bir ahmaklık kabul edilmekdedir. bir kimse hakkında, filan kıskanç imiş denilince, terbiyesiz ve ahmak sayılır. avrupanın, insanlık edeblerine temamen zıd olan bu halinden, ziyadesi ile istifade edenler, papazlar oldular. papazlar için bu halin devamını istemek tabi'idir. bizim tanıdığımız hıristiyanlardan birisi, almanyada doğup büyümüş ve protestan olarak yetişmiş iken, balolara kız kardeşlerini götürüp, başkalarının eline terk etmeğe namus duygusu ile razı olmadığından, vatanı olan almanyayı ve dini olan hıristiyanlığı terk ederek, istanbula gelmiş ve müsliman olmak ile şereflenmişdir. bugün osmanlı devletinin mühim işlerinde hizmet etmekdedir. avrupayı görmüş olanların bildiği gibi, birçok kibar ailelerde zevc ve zevce arasındaki şekli bir birleşme ve ittifak vardır. evlerine müsafir geldiği ve kendileri de müsafirliğe gitdikleri zeman, dostlarına karşı, zevc ve zevce güya, birbirlerine çok bağlıymışlar gibi, güzel muamele ederler. fekat bir müddet sonra, aileler birbirlerine yakınlaşıp karışdıkları zeman, zevc ve zevcenin asl düşünceleri anlaşılır. ya'ni her biri, diğerini görmek istemiyecek kadar, birbirlerinden bıkmış, usanmışdır. hatta ba'zıları, ne sen bana karış, ne de ben sana karışayım diye, mukavele yapmışlardır. böylece, zevcin birkaç sevgilisi olduğu gibi, zevcenin de nice sevgilileri olup, ikisi de, kendi zevk ve safalarında ayrı ayrı vakt geçirmekdedirler. ayrıca, iki tarafdan biri, hayatda olduğu müddetce, bir başkası ile evlenemediklerinden, birbirlerinin ölmesini beklerler. bazen, biri diğerinden kurtulmak için, öldürmeye dahi teşebbüs etmekdedir. talakın bulunmamasının avrupa milletleri için zararları pek çokdur. bunun için, senesinde, talakın resmen yasak olduğu fransada talak, kanunlarca tanındı. ya'ni, talaka izn verildi. senesinde, papazların çalışmaları ile yine kanunlardan talak izni kaldırıldı. talaka tekrar kanunlarca izn verilmesi için, ve senelerinde hükumet adamları, hukukcular ve ilm adamları tarafından pek çok gayret sarf edildi ise de, papazların entrikaları galebe çalarak talakın serbest bırakılması için çalışanlar muvaffak olamadılar. avrupalılar, köleliği insanlığa mugayir, insanlığa zıd gördüklerinden, köleliğin kaldırılması için sarf etdikleri çalışma ve gayretleri ne kadar takdire şayan ise, kendilerinde bir ömür boyu süren ve mal, nesl ve iffet için olan çeşidli zararları, her gün daha açık bir şeklde görülmekde olan talak verememek esaretini hala kaldırmamalarına çok teaccüb edilir. yaşlıca bir adamın genç zevcesi, açık saçık dolaşıp, istediği delikanlılar ile görüşse ve bu adam zevcesini bundan men' edemiyerek, başkaları ile yatıp kalkmasından şübhe etse, bu kadından dünyaya gelen çocuklar her gün, gözünün önünde koşup gezerken, aşağılık duygusu içerisinde ah ederek, elbette bu çocuklar benden değildir, fekat benim mirasımı paylaşacaklardır demez mi? dünyadaki ömrünü gam ve keder içerisinde geçirmez mi? o kimse için, bundan büyük azab olur mu? yahud, afife genç bir kadın, kendi rızası olmadan iktidarsız bir ihtiyarla veya hiç hoşlanmadığı bir adam ile evlendirilse, bu kadın, bütün gençliğini büyük bir azab içerisinde geçirir. ayrıca, ondan meydana gelecek neslden, medeni bir cem'iyyeti mahrum bırakmak, hikmete hiç uygun olmayan ve medeniyyetin icab etdirdiği bir şey değildir. bu kadın, artık canından bezerek, kocası hayatda iken, bu beladan kurtulamıyacağını bilince, uygun bir vaktde kocasını suikast ile ortadan kaldırma fikrine kapılırsa veya afife iken ızdırab, üzüntü ve gençlik arzuları ile yoldan çıkarsa, papazlar mes'ul olmaz mı? erkeklerle kadınların bir arada toplanmaları, oturup kalkmaları ve balolarda kadınların boyunları, gerdanları, kolları açık olarak dans etmeleri ve süs eşyalarını ve zinetlerini takarak gelip, kadın erkek karma karışık oturmaları caiz olunca, buralarda gözlerini birbirlerine bakmakdan muhafaza edecek kaç erkek ve kaç kadın bulunabilir? müsliman kadınların, evlerinden sık sık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklerle konuşmaları ve bir arada bulunmaları, gülüp şakalaşmaları olmadığından, onlar için böyle bir tehlüke yokdur. bir müslimanın zevcesi, çirkin ve kötü huylu olsa bile, kendisi ondan başka kadın görmediğinden ona kanaat eder. müsliman bir hanımın, kocası ne kadar uygunsuz olsa da, kendisi başka bir erkekle konuşmadığı, oturup kalkmadığı için, ona tehammül eder ve geçinir gider. felakete sebeb olacak, zararlı hallerde bulunmazlar. kıskançlık sahibi ve ayb bilen bir kimse için, islam dininden başka bir dinde, asla kalb huzuru ile yaşamak mümkin değildir. daha önce de söylediğimiz gibi, her milletin kendine mahsus ba'zı adetleri olup, bunlardan ayrılması mümkin olamıyacağından, biz i'tirazcı papaza iffet ve ismetin lezzetini ve letafetini anlatacak değiliz. çünki bu, vicdani bir lezzetdir. insanın çok sevdiği ve sadece kendisinin su içdiği bir bardakdan, başkasının su içmesine bile razı olmaması, normal bir iş olduğu halde, kendinin bir parçası ve neslinin emanet olunduğu bir gizli hazinesi olan hanımını, nefslerinin esiri olan şehvetperestlerin helak etmesi için, önlerine atmasını, bir insanın nasıl kabul edebileceğini anlamıyoruz.hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, başları, gerdanları, kolları, bacakları açık geziyorlar. erkekleri fuhşa, zinaya sürüklüyorlar. evde zevcesi yemek pişirir, çamaşır yıkar ve evi temizlerken, erkeği iş yerinde veya sokakda hoşuna giden çıplak bir kadınla zevk safa, hatta zina yapıyor. akşam evine düşünceli ve yıpranmış olarak geliyor. kötü hayallere dalarak, vaktile beğenmiş, sevmiş, seçerek almış olduğu zevcesinin, yüzüne bile bakmaz oluyor. evdekiyorgunluğunu gidermek için, alaka ve neşe bekleyen zevcesi, haklarına kavuşamayınca, asabi buhranlar geçiriyor. aile yuvası bozuluyor. sokakdaki kadına bakan erkek, onu kirli çamaşır gibi bırakıyor. bir başkası ile anlaşıyor. böylece, her sene, binlerce kadın ve erkek ve çocukları perişan oluyor. ahlaksız ve anarşist oluyorlar. cem'iyyet, millet, çökmeğe sürükleniyor. açık, kokulu, süslü dolaşan kadınların, gençlere, millete ve devlete zararları, alkollü içkilerden ve uyuşdurucu zehrlerden, daha çok ve daha korkunç oluyor. allahü teala, kullarının dünyada felakete, ahiretde de şiddetli azablara yakalanmamaları için, kadınların kızların örtünmelerini emr etdi. ne yazık ki, nefslerinin, şehvetlerinin esiri olan ba'zı kimseler, allahü tealanın emrlerine gericilik, kafirlerin şaşkın, çılgın işlerine ilericilik diyor. bu ilericilerden, aydınlardan ba'zısı, meslekdaşları vasıtası ile, bir diploma ele geçirmiş. köşe başlarını paylaşmışlar. baykuşlar gibi ötüyorlar. her fırsatda islamiyyete saldırıyorlar. bu kahramanlıkları ile, tarihi düşmanımız olan hıristiyanlardan, yehudilerden ve komünistlerden, alkış ve maddi yardımlar toplayarak güçleniyor, binbir hiyle ile, gençleri aldatıyorlar. allahü teala, sözde ilericilere, aydın kimselere akl versin! hakkı batıldan ayırmalarını nasib eylesin!.sahifedeki e bakınız! ba'zıları, buna cevab olarak, kadınların terbiyesine vakti ile ihtimam olunmakda idi. kadın, zevcelik vazifelerini gereği gibi öğrendikden sonra, her dürlü meclisde bulunabilir. böyle olunca, onun yoldan çıkmasından korkulmaz. çünki, ilm nefse galib olur demekdedirler. bunu söyliyen kimsenin otuz yaşında, bedenen kuvvetli ve terbiyeli bir erkek ve hanımının da çirkin, fekat çok terbiyeli olduğunu ve bu ikisinin bir ziyafet sofrasında bulunduğunu kabul edelim. erkeğin, gayet güzel, cilveli ve insanı cezb eden genç bir kadının yanına tesadüfen oturup, onunla ülfet ve yakınlık kurduğunu, zevcesinin de, genç bir delikanlının yanına oturup, onunla kadeh tokuşdurup, yakınlık kurduğunu düşünelim. gerek zevc, gerek zevce, hatırlarına gün begün şeytani fikrlerin gelmesine mani' olabilirler mi? ilm ve terbiye, bir dereceye kadar insanın nefsinin tabi'i arzularının icabını önliyebilir. fekat ilk fırsatda, insan nefsinin tabiatı icabı olan arzular, temamen meydana çıkıp, terbiye bir tarafda kalır. sa'dii şirazinin şu sözü ne güzeldir: evet, eğer erkek hadım ise, ona güvenilebilir. fekat bundan, mecazen hadım olanların, ya'ni din için nefslerinin şehvani arzularından kurtulduğunu iddia edenlerin, müstesna tutulmaları icab eder. çünki, böyle kendini mecazen hadım etdiklerini söyliyen nice papazlar görülmüşdür ki, yapdıkları söylediklerine asla uymamışdır. kendilerini mecazen hadım eden papazların, günah çıkarmak için gelen kadınlarla, bir hücrede yalnız kalınca, yapdıkları fuhşiyyatı, bütün dünya bilmekdedir. gündüzleri ruhban kıyafetinde, geceleri ise, eğlence yerlerinde dans ederken, resmleri çekilip, gazetelerde teşhir edilen papazlara, sık sık şahid oluyoruz. evet, allah rızası için nefsini temamen terbiye edenler için, şübhe götüren bir taraf kalmaz. böyle cismani bir fedakarlık, dindar ve i'timada layık görünen papazlarda zuhur etseydi, hıristiyanlığın ruhani te'sirine karşı söylenecek bir şey olmazdı. bu papaz, bir risalesinde, müslimanların şeklindeki i'tikadlarına i'tiraz ediyor ve bu i'tikad, bütün tarihlere muhalif olduğu gibi, tevatüre de zıddır. çünki, isa aleyhisselamın öldürülmesinde bir takım mu'cizeler gösterdiği dört incilde yazılıdır. havarilerin gözleri ile gördükleri, tevatüren bizlere ulaşmış olduğu için, bu tevatürü inkar etmek nasıl caiz olabilir diyor. cevab: herkesin ma'lumu olduğu gibi, selefde vuku' bulan ve tevatürün, haleflerin emniyyet ve itminanlarına sebeb olması için, rivayet edenlerin vak'ayı bizzat görmüş olmaları ve bunların yalan üzere birleşmelerinin aklen mümkin olmaması lazımdır. halbuki, isa aleyhisselamı, hıristiyanların i'tikadına göre yehudiler yakaladıkları zeman, yanında bulunan şakirdlerin hepsi firar edip, sadece petrus onun arkasından gitdi. o da, horoz üç def'a ötünce ve üç def'a yalan söyliyerek, isa aleyhisselamı tanımadığını söyledi. isa aleyhissa'di şirazi, de şehid edildi. selam zan etdikleri kimse çarmıha gerildiğinde, yanında kimse bulunmadığı gibi, havarilerden biri dahi bulunmamışdır. birkaç kadının uzakdan seyr etdikleri, matta ve markos incillerinde yazılıdır. yuhannada ise, bu sözler olmadığı için, papazın demesinin, yanlış olduğu anlaşılmakdadır. ya'ni, bu hususda herhangi bir tevatür yokdur. hele papazın, delil olarak beyan etdiği tarih kitabları, tevatür ile sabit olmıyan haberleri me'haz olarak kabul etdikleri için, bu kitabların hiç birisi i'timada layık değildir. bu hususda incillerin rivayetleri şöyledir: matta incilinin yirmiyedinci babının ellinci ve devamındaki ayetlerde, isa çarmıh üzerinde ruhunu teslim etdi. ve işte ma'bedin perdesi yukarıdan aşağıya kadar iki parça oldu. yer sarsılıp kayalar yarıldı. kabrler açılıp uykuda olan nice mukaddeslerin cesedleri kıyam etdiler. onlar kabrlerden çıkıp, isanın kıyamından sonra mukaddes şehre girdiler ve birçok kimselere göründüler demekdedir. batılı yazarlardan norton, kitabında bu vakıanın açık bir yalan olduğunu bildirmekde ve bunun delillerini de beyan etmekdedir. norton, incili himaye ve müdafea eden kitabında diyor ki, bu hikaye yalandır. bunun en mühim delili şudur ki, kudüsün harab edilmesi üzerine perişan olan yehudilerin, mescidi aksa için söyledikleri harikulade şeyler arasında bulunan yalanlardan birisi de budur. sonradan bir ahmak, bu fıkrayı isa aleyhisselamın çarmıha gerilmesi zemanına münasib görerek, matta incilinin ibranice nüshası kenarına teberrüken yazmış, daha sonra ise, kendisi gibi ahmak bir katib, bunun bir suretini yazarken, bunu matta incilinin içerisine almışdır. bu metin de, onlar gibi bir mütercimin eline geçmiş ve olduğu gibi terceme etmişdir. papazın, mu'cizeler olarak bildirdiği hikayesinin aslı olmadığının çeşidli delilleri vardır: matta incilinde yazıldığına göre, çarmıha gerilme hadisesinin ikinci günü yehudiler, romalıların kudüsdeki valisi olan pilatusa gelip, ey efendimiz! o aldatıcı daha sağ iken üç gün sonra kıyam ederim demiş idi. imdi emr et ki, üçüncü güne kadar kabri beklesinler de, şakirdleri gelip onu çalarak halka: o kıyam etdi demesinler. sonuncu sapıklık birincisinden daha kötü olur dediler. mattanın yirmiyedinci babının. derdimayetine göre, pilatus ve zevcesi, isa aleyhisselamın katl edilmesine, kalben razı değillerdi. pilatus, yehudilerin ısrarlarından dolayı çaresiz müsaade etmişdi. eğer mu'cizeler görülseydi, yehudilerin pilatusa sonradan giderek, bu sözü söylemeleri mümkin olamazdı. çünki heykelin, ya'ni mescidi aksanın perdesi yırtılmış ve kayalar yarılmış ve kabrler açılıp, meyyitler aşikar kudüs şehrinde dolaşıp durdukları, mattada bildirilmekdedir. pilatus ve zevcesi, isa aleyhisselamın katl edilmesine razı olmadıkları halde, bu kadar mu'cizeyi gözleri ile görürlerken, yehudiler onun huzurunda, isa aleyhisselama aldatıcı ve doğru yoldan dalalete saptırıcı diyemiyecekleri ve demiş olsalar dahi, pilatusun onları tekzib edeceği, açıkca anlaşılabilecek bir işdir. ruhülkuds havarilere inip, havariler muhtelif lisanlar ile konuşmağa başladıkları zeman, amali rüsulün ikinci babında yazıldığı gibi, insanlar hayret edib, üç bin kimse derhal imana gelmişdir. ölülerin kabrlerinden çıkıp kudüsde dolaşmaları, ma'bedin perdesinin yırtılması, yerin sarsılıp kayaların parçalanması, havarilerin çeşidli lisanlar ile konuşmalarından daha ziyade insanlara dehşet vericidir. eğer isa aleyhisselamın görünmesi ve mu'cizeler göstermesi doğru olsaydı, binlerce kişinin o zeman imana gelmeleri icab ederdi. halbuki, bu hadiselerin vuku'unda, bir kimsenin dahi imana geldiğine dair, incillerde bir işaret yokdur. markos ve luka, sadece heykelin perdesinin yırtıldığını söylemişler ve zelzelenin vuku' bulmasından ve kayaların yarılmasından ve mezarların açılıp, mukaddeslerin cesedlerinin kıyam ile şehr içerisinde gezdiklerinden hiç bahs etmemişlerdir. isa aleyhisselamın mu'cizelerini, elinden geldiği kadar mübalağalı göstermeğe uğraşan yuhanna incilinde ise, ne ma'bedin perdesinin yırtılmasına, ne zelzele olup kayaların yarılmasına, ne de mukaddeslerin cesedlerinin kıyam edip şehrde gezmelerine dair, bir bilgi yokdur. eğer bu hadiseler doğru olsaydı, markos, luka ve yuhanna incillerinin, bu hususda sukut etmiyecekleri açıkdır. mattanın yazdığına göre, isa aleyhisselam çarmıha gerilirken, orada şakirdlerden hiç kimse yokmuş. fekat, celileden beri kendisini ta'kib eden mecdelli meryem ve ya'kub ile yosesin anneleri olan meryem ve zebedenin oğullarının anası orada bulunup, uzakdan bakmışlar. markosun bildirdiğine göre, orada şakirdlerden kimse bulunmayıp, mecdelli meryem ve ya'kub ile yosesin anneleri olan meryem ve salome ve onunla beraber kudüse gelmiş olan başka bir çok kadınlar var imiş. lukanın ifadesine göre, isa aleyhisselam yakalandığı zeman, onu tanıyanların hepsi, celileden gelen kadınlar ile beraber ha–cevab veremedi zır imişler. fazla olarak da bunu seyr etmek için toplanan halk var imiş. bütün bunlar, isa aleyhisselama yapılan hakaretleri gördükleri için, göğüslerini döverek, isa aleyhisselamın ardı sıra gidiyorlar imiş. lukanın bu yazıları, matta ve markosun bildirdiklerine uymamakdadır. matta ile markosa göre, isa aleyhisselam çarmıha gerildiği zeman orada hazır olanlar, birkaç kadından ibaret olup, bunlar da uzakdan seyr etmişlerdir. birkaç kimsenin, uzakdan gördükleri bir şeye dair olan şehadetleri, akl sahibleri nazarında, dinin esas i'tikadı olarak kabul edilebilecek bir delil olamaz. lukanın halkdan ta'birinden de, orada bulunanların isa aleyhisselamı tanıyan, fekat ona iman etmiyen ba'zı kimseler oldukları anlaşılmakdadır. çünki luka incilinin her yerinde, şakirdler ve havariler ta'birleri var iken, sadece burada halk kelimesini kullanması, orada şakirdlerden kimsenin bulunmadığına işaretdir. yuhanna incili ise, şakirdlerden ve celileli ağlıyan ve dövünen kadınlardan, bir kimsenin bulunduğuna dair, hiç bir şey söylememekle beraber, orada sadece sevdiği şakird ile kendi annesi ve annesinin kız kardeşi ve mecdelli meryemin bulunduğunu bildirmişdir. diğer incillerden fazla olarak, isa aleyhisselamın çarmıh üzerinde iken sevdiği şakirdi ve annesini yanında görüp, anasına, dediği, diye işaret etdiği ve bu şakirdin, annesi meryemi, kendi evine götürdüğü bildirilmekdedir. diğer inciller ise, böyle bir hadiseden hiç bahs etmezler. şübhe yokdur ki, çarmıha gerilme hadisesi vuku' bulmuşdur. fekat, orada bu hadiseyi tesbit ve izah edecek, isa aleyhisselama iman etmiş kimseler bulunmuş olsa idi, inciller arasında bu hadise üzerinde ihtilaf olmaz ve hepsi vuku' bulan hali aynı şeklde yazarlardı. matta inciline göre, isa aleyhisselam, valinin konağında çeşidli hakaretlere uğramış, elbisesi çıkarılıp üzerine kırmızı bir kaftan giydirilmiş, başına dikenden taç konulmuş ve eline bir de kamış verilerek, yüzüne tükürülmüş ve başına vuruldukdan sonra, çarmıha gerilmek üzere kapıdan çıkarken, sim'un isminde karineli bir adam bulup, çarmıhı ona taşıtmışlar. oradan golgota ya'ni kafa kemiği denilen yere geldikleri zeman, ona öd ile karışık sirke vermişler. çarmıh üzerinde iken, dediği zeman, orada duranlardan biri, bir süngeri sirkeye batırıp, kamış ile ona uzatmış. markos incilinde, kamçı ile döğülüp, başına dikenden taç konulduğu ve erguvani bir kaftan giydirilerek, yüzüne tükürülüp, başına vurularak hakaretler edildikden sonra dışarı çıkarıldığı, iskender ile ruhusun babası karineli sim'un isminde bir kimse de kırdan gelip, oradan geçerken onun haçının buna taşıtıldığı, sonradan golgota denilen yere gelince ona mürrü safi ile karışık şerab verildiği, onun ise kabul etmediği ve çarmıhda iken yanından geçenlerin başlarını sallayıp, ona küfr ederken, dedikleri ve onunla beraber çarmıha gerilen iki hırsızın ona sitem edip sövdükleri, daha sonra, isa aleyhisselam, dediği zeman, orada duranlardan biri, süngeri sirkeye batırıp kamış ile ağzına uzatıp içirdiği, bildirilmekdedir. luka incilinde, pilatus, evvelce isa aleyhisselamı hirodese gönderdi. hirodes isayı görünce çok sevindi. çünki onun hakkında çok şeyler işitmişdi. bir mu'cizesini görmek için çokdan beri, onu görmek istiyordu. fekat isa aleyhisselam, onun suallerine cevab vermedi. hirodes, askerleri ile beraber, ona hakaret ederek alay etdiler. üzerine parlak renkli bir elbise giydirip, onu pilatusa gönderdi. o da isayı yehudilerin eline teslim etdi. onu götürdükleri zeman tarlasından gelen karineli sim'unu yakalayıp, isanın arkasından taşımak üzere haçı bu adama yüklediler. o sırada, gerek halkdan ve gerek onun için ağlıyan ve dövünen kadınlardan büyük bir kalabalık ardı sıra gidiyordu. isa onlara dönüp, ey yeruşalim kızları! benim için ağlamayın. ancak kendiniz ve çocuklarınız için ağlayın. çünki, işte günler geliyor ki, o günlerde, ne mutlu çocuğu olmıyanlara denilecek. o zeman dağlara, üzerimize düşün ve bayırlara, bizi örtün demeğe başlıyacaklar. çünki, yaş ağaca bu nesneleri gösterirlerse, kurusuna ne vaki' olur dedi. daha sonra çarmıha vurulunca, ey baba, onları afv et. çünki, ne yapdıklarını bilmiyorlar, dedi. askerler onunla alay ederek, yaklaşıp sirke sundular. ve beraber asılmış olan suçlulardan biri ona küfr edip, eğer sen mesih isen, hem kendini, hem bizi kurtar dedi. fekat diğeri cevab verip, onu azarladı. onun üzerine isa ona, bugün sen benimle beraber cennete gideceksin dediği bildirilmekdedir. yuhanna incilinde, pilatus, isayı tutup dövdü. askerler de, dikenden bir taç örüp, onun başına koydular ve ona kırmızı bir kaftan giydirdiler. sonra, ona tokat vuruyorlardı. başkahinler ve me'murlar, onu bu kıyafetde görünce bağırıp, haça ger, haça ger dediler. pilatus onlara, onu siz alıp haça gerin. çünki, ben onda bir suç bulamıyorum dedi. yehudiler ona cevab verip, bizim bir şeri'atimiz vardır. o şeri'ate göre, onun ölmesi vacibdir. çünki, kendisini allahın oğlu etdi dediler. pilatus da, bu sözü işitdiği zeman, daha çok korkdu. isaya hitaben, sen neredensin dedi. fekat isa ona cevab vermedi. pilatus ona hitab ederek, bana söylemezmisin, seni haça germeğe ve salıvermeğe kudretim olduğunu bilmiyor musun? dedi. isa cevab verip, eğer yukarıdan verilmemiş olsaydı, benim üzerime senin hiç kudretin olmazdı. beni senin eline teslim edenin günahı daha büyükdür, dedi. bunun için, pilatus onun salıverilmesine çalışdı ise de, yehudiler bağırıp, eğer bunu salıverirsen, kayserin dostu değilsin. kim kendini melik ederse, kayserin aleyhinde söyler diye bağırışmaları üzerine, pilatus isayı dışarı çıkarıp, yehudilere teslim etdi. ve isa kendi haçını taşıyarak golgota ya'ni kafa kemiği denilen yere çıkdı demekdedir. dört incilin bu ibareleri arasındaki farklar güneş gibi meydandadır. papazın, doğruluğunun tevatüren sabit olduğunu iddia etdiği bu hadisede, hıristiyanların çok i'timad etdikleri incilleri arasında böyle ihtilaf vardır. bunu kim inkar edebilir? hal böyle olunca, bu papazın yazdığı tevatür, nerede kalmışdır. matta incilinin yirmiyedinci babının otuzyedinci ayetine göre, isa aleyhisselam çarmıha gerilince, üzerine asılan yaftada, yazılıdır. markos incilinin onbeşinci babının yirmialtıncı ayetine göre, bu yaftada yazılıdır. luka incilinin yirmiüçüncü babının otuzsekizinci ayetine göre, bu yaftada, diye ibranice olarak yazılıdır. yuhanna incilinin ondokuzuncu babının ondokuzuncu ayetine göre, pilatus bir yafta yazıp, onu haç üzerine koydu. diye ibranice, yunanca ve latince yazılmış idi. yirmibirinci ve yirmiikinci ayetlerinde ise, baş kahinler pilatusa, yehudilerin meliki değil, fekat bu adam, ben yehudilerin melikiyim dedi, diye yaz dediler. pilatus ise, ne yazmış isem yazmışım diye cevab verdi diye yazılıdır. asıldığını iddia etdikleri isa aleyhisselamın üzerine, asılmış olan yaftadaki yazıların muhtelif olmaları da, bize gösteriyor ki, asılan kimse, isa aleyhisselam değildir. markos incilinin onbeşinci babında, isa aleyhisselamı çarmıha gerdikleri zeman, saat üç idi. saat altı olunca, dokuza kadar bütün yeryüzüne karanlık çökdü diye yazılıdır. matta ve luka incillerinde, diye yazılıdır. yuhanna incilinde ise, saat maddesi ve karanlık çökdüğü mes'elesi yokdur. yuhanna incilinde, sebt gününde isa aleyhisselam ile beraber çarmıha gerilen iki kişinin çarmıhda kalmaması için bacaklarını kırdılar. isa aleyhisselama gelince, onun öldüğünü görünce, bacaklarını kırmadılar, diye bahs edilen kısm, diğer üç incilde yokdur. hıristiyanların i'tikadına göre, isa aleyhisselam çarmıha gerildikden sonra, kıyam etmesi ve mu'cizeler görülmesi mes'elesine dair, mevcud inciller arasında büyük ihtilaflar vardır. bu mes'eleleri yukarıda, bahsinde bildirdiğimizden, okumayı arzu edenler, oraya mürace'at edebilirler. bu ihtilaflara nazar edildiği zeman, isa aleyhisselamın çarmıha gerilmesi ve tekrar dirilmesi, mu'cizeler hasıl olması, hıristiyanlar arasında temamen şübhelidir. hıristiyanların ileri gelenleri, hıristiyanlar arasındaki bu şübheyi giderecek hiçbir delil beyan edememişler ve müslimanların suallerine cevab verememişlerdir. hıristiyanlar, derlerse, mes'elenin aslı değişir. çünki bir kimse, açıkca anlaşılacak şeyleri inkar eder ve ben bu hususda şöyle inanacağım diye ısrar ederse, onunla konuşmak abes olur. ehli kitab olmıyan, aklı başında bir kimse için, isa aleyhisselamın öldürülmediği ve çarmıha gerilmediği, çarmıha gerilenin o olmadığını isbat edecek bir çok delili, mevcud incillerden çıkarmak mümkindir. bundan başka papazın sözüne karşılık olarak, olduğu iddi'a edilse, buna ne cevab verilebilir? hatta, böyle şübhelerin, o zemanda da vaki' olduğu, matta incilindeki, demelerinden anlaşılmakdadır. çünki, bahsinde bildirdiğimiz gibi, matta incili, isa aleyhisselamın göğe yükselmesinden kırk elli sene sonra yazılmışdır. matta, incilini yazdığı sırada, insanların ağızlarında konuşulan bu rivayeti, inciline bu şeklde almış, diğer incil yazanlar ise, bu rivayetleri, gaflet ile kitablarına yazmış olabilirler. bu hususda çeşidli deliller vardır. birinci delil: matta incilinin, şübheyi ortadan kaldırmak için, sözünü getirmesindeki ihtiyatlı hareketi, şübheyi ortadan kaldırmak yerine, daha da kuvvetlendirir. ikinci delil: yuhanna incilinin yirminci babında yazıldığı üzere, mecdelli meryem, isa aleyhisselamı mezardan kalkdıkdan sonra görmüş ve bahçıvan zan etmişdir. yine, yuhanna incilinin ondokuzuncu babının sonunda bildirildiğine göre, arimetalı yusüf, isanın aleyhisselam cesedini alınca, keten bezlerine sarıp, haça gerildiği yerde bir bağçe bulup, oradaki yeni bir kabre koymuşdur. şimdi, isa aleyhisselam zan edilen kimse, mezarda bir müddet baygın yatdıkdan sonra, ayılmış ve kendisi veya o sırada gelen ba'zı şakirdler mezarın taşını kaldırıp, kefenini çıkarıp bir bahçıvan elbisesi giymiş olabileceği niçin mümkin olmasın? üçüncü delil: luka incilinin yirmidördüncü babında yazıldığına göre, isa aleyhisselam mezardan kalkıp, şakirdlerine görününce, şaşırıp, korkarak, onu bir ruh, hayal zan etdiler. isa onlara, neden şaşırıyorsunuz. niçin yüreğinizden ızdırab çekersiniz. ellerime, ayaklarıma bakın. bizzat benim, kendimim. bana ellerinizi sürün ve bakın. çünki bende olduğunu gördüğünüz gibi, bir ruhda et ve kemik yokdur dedi. bunu söyledikden sonra, onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. onlar henüz şaşkınlık içinde iken, burada yiyecek bir şeyiniz var mı? dedi. ona bir parça kızarmış balık verdiler. onu aldı ve önlerinde yidi denilmekdedir. bu rivayete göre, çarmıha gerilen kimse, çarmıh üzerinde ölmeyip, kurtulmuş ve sonra acıkarak, yemek yimişdir. bu rivayet, öldükden sonra dirilme mu'cizesinin olmadığını göstermekdedir. dördüncü delil: isa aleyhisselam, kıyamından sonra, kudüsde şakirdleri ile görüşmeyip, celilede konuşdu deniliyor. bu söz, çarmıhda öldükden sonra dirilen kimsenin, yehudilerden korkduğunu göstermekdedir. halbuki, yehudilerce, çarmıha gerilip ölmesi ile isa fitnesi ortadan kaldırılmış, zihnlerinde böyle bir şey kalmamışdı. kudüsde görüşüp konuşmak, mümkin idi. yehudilerden korkmasına sebeb yokdu. bu rivayetin de, incillere sonradan ilave edilmiş olduğu meydandadır. beşinci delil: incillerde, kıyamından sonra, kudüsde ba'zı şahslara görünüp, havarilerine, bilhassa annesine görünmediği yazılıdır. bu sözler, isa aleyhisselamın onlarla görüşmeği istemediğini ve onları kendi semtine uğratmadığını anlatmakdadır. onlara i'timadı kalmadığından, yehudilerin haberi olur korkusu ile, mülakatını, önce birkaç kimseye hasr eylediği anlaşılıyor. bunun ise, çok yanlış olduğu meydandadır. altıncı delil: isa aleyhisselamın defn edildiği zeman ve kıyam etdiği zeman, şakirdlerinden kimsenin hazır bulunmadığı, arimetalı yusüfün defn etdiği ve sonradan mecdelli meryemin onu diri olarak gördüğü bildiriliyor. bu habere karşılık olarak, arimetali yusüf çarmıha gerilen kimsenin yanına gelince, bunun ölmediğini görmüş olabilir. ölmediğini söylerse, öldükden sonra tekrar dirileceğini bildiren incil haberinin inkar edilmesine sebeb olacağından korkarak, gördüğünü saklamış olabilir düşüncesi hatıra gelebilir. bu şübheyi gidermek için papazlar ne cevab verebilir? yedinci delil: arimetalı yusüf, mattaya göre, isa aleyhisselamın şakirdlerinden zengin bir kimsedir. lukanın ifadesine göre, meclis azasından, pilatus nezdinde yüksek bir derecesi olan, salih bir kimsedir. bu zat, çarmıha gerilen kimseyi kabre koyduğunu bildiriyor. kabre koyması muhakkak ölmüş olduğuna alametdir. tekrar gördüm diyenlerin, yalan söylemiyeceklerine göre, bir hayal görmüş olmaları düşünülebilir. sekizinci delil: çarmıha gerilen kimse, ölmeksizin çarmıhdan kurtuldukdan sonra, şakirdleri onu gördükleri zeman, öldükden sonra dirilmişdir zan etmeleri mümkindir. isa aleyhisselamın, çarmıhda ölmüş olduğunu ve defn edildiğini isbat etmek için papazlar, matta incilinde yazılı olan, ayetini delil getiriyorlar. evet, çarmıha gerdikleri kimse ölmüş ve defn edilmişdir. bunu isbat etmeğe lüzum yokdur. papazların bu delili ileri sürmeleri, öldükden üç gün sonra tekrar dirildiğini isbat içindir. fekat, çarmıha gerdikleri kimse, kabrde üç gün ve üç gece kalmamışdır. cesedi cum'a günü akşam haçdan indirilip hemen defn olunduğu ve pazar günü güneş doğmadan önce cesedin mezarda bulunmadığı dört incilde bildirilmişdir. hesaba göre, cesed, iki gece bir gün mezarda kalmışdır. bu hesaba göre, üç gün üç gece arz içinde durmadığından, mattanın bu sözü, vaki' olanın zıddı olur. bir diğer husus ise şudur: isa aleyhisselam hakikaten bu sözü söylemiş ise, onun kıyam etmesinde, şakirdler asla şek ve şübhe etmeyip, hemen gördükleri anda kabul etmeleri lazım gelirdi. halbuki, onun kıyam etdiğini haber veren kimseleri, havarilerin hepsinin bir anda tekzib etdikleri ve kıyamına asla inanmadıkları, incillerde yazılıdır. bu hakikatler karşısında, bildiren e karşı, papazların sükutdan başka verecekleri cevabları yokdur. islam i'tikadına göre, bütün peygamberler aleyhimüsselam, ma'sumdurlar. yalan söylemekden, hile yapmakdan beridirler. allahü teala, kudreti ilahiyyesi ile, isa aleyhisselam çarmıha gerileceği sırada, yehudilerin gözüne, onu haber veren şahsı isa aleyhisselam şeklinde göstermiş ve onu çarmıha germişlerdir. allahü teala, isa aleyhisselamı hemen semaya yükseltmişdir. müslimanların bu i'tikadları daha ma'kul ve isa aleyhisselamın nübüvvetinin şanına daha layıkdır. nisa suresinin yüzelliyedinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bütün tefsir alimleri rahimehümullah, bu ayeti kerimeyi, isa aleyhisselamın öldürülmediği ve çarmıha gerilerek asılmadığı şeklinde tefsir etmişlerdir. ali imran suresinin ellibeşinci ayetinde mealen: allahü teala, isaya aleyhisselam, muhakkak ben seni yerden alıp, meleklerin makamına yükselteceğim buyurulmuşdur. papazlar, bu ayeti kerimenin nisa suresinin yüzelliyedinci ayeti kerimesini nakz etdiğini söyliyorlar. ali imran suresinin ellibeşinci ayetindeki, lafzını isa aleyhisselamın vefat etmiş olduğuna delil getirmek istiyorlar. halbuki, bu lafzın sıfat olduğunu, ya'ni seni öldüreceğim ma'nasına olmadığını düşünmezler. lügat kitabında kelimesine ma'nası verilmişdir. bu, şanına layık olanı vermek demekdir. öldürmek ma'nasında mecazen kullanılmakdadır. ya'ni bu ayeti kerimenin meali, demek değil, demekdir. allahü teala dilerse yükseltir. allahü teala, isa aleyhisselamı yükseltmeği dilemiş ve yükseltmişdir. yehudiler tarafından öldürülmesini dilememiş ve çarmıha başkasını gerdirmiş, onu öldürtmemişdir. bunun için, ba'zı tefsir alimleri rahimehümullahü teala kelimesine ma'nasını verip, meali ile te'vil etmişlerdir. ne garibdir ki, hıristiyan fırkaları isa aleyhisselama, ve dedikleri halde, onun öldürüldüğünü ve asıldığını kabul ederler. islam dini, isa aleyhisselamın bir insan ve bir peygamber olduğunu bildirmiş iken, onun için yapılan böyle iftiraları red eder. ayrıca, onun kıymetini artırarak, semaya yükseltildiğini ve yehudilerin, şeklindeki düşüncelerinin batıl, iftira olduğunu bildirir. isa aleyhisselam için müslimanların bu i'tikadı ile hıristiyanların i'tikadlarından hangisinin, o yüce peygamberin şerefine layık olduğunu sorarız. buna göre, hıristiyanların mı, yoksa müslimanların mı, isa aleyhisselamı daha çok sevdikleri ve isevi oldukları, karşılaşdırılmalıdır. müslimanların, isa aleyhisselamın şanına yakışmayan yalanlardan uzaklaşdırmak için olan i'tikadlarına, hıristiyanlar kızarak, aksini isbat etmek için çalışmalarına, ibret ve insaf nazarı ile bakılmalıdır. biz müslimanlar, hem musa aleyhisselamı, hem de isa aleyhisselamı, allahü teala tarafından gönderilmiş hak peygamber olarak tanıdığımız için, hem musevi, hem de iseviyiz. hıristiyan fırkaları, dürlü dürlü çirkin yalanlar ile dolu olan muharref incillere inandıkları için, isa aleyhisselam ahırda doğdu ve yehudilerin elinde zelil olarak öldürüldü ve cehenneme girdi, mel'un oldu, gibi en terbiyesiz bir şahsın, bir düşmanına bile söylemekde tereddüd edeceği isnadlar ile, o mukaddes peygamberi tahkir etmekdedirler. bunun için, ne musevi, ne de isevidirler. teslis mes'elesinde, eflatunun bozuk felsefesini kabul ve müdafe' etdikleri için, bunlara eflatuni demek daha doğru olur. isa aleyhisselamın öldürülmediği ve asılmadığı hususunda, hıristiyanlara verilecek daha pek çok akli ve nakli deliller vardır. bunların tafsilatı, farisi ile arabi ve türkçe kitabında ve türkçe ve kitablarında ve imamı gazalinin rahmetullahi aleyh arabi kitabında yazılıdır. arzu edenler, bu kitablara mürace'at edebilirler. allahü teala vardır ve birdir papazların asl iddiaları, hıristiyanlık ile islamiyyetin hakikatini karşılaşdırıp, hangisi daha hak, daha doğru ise, onu kabul etmek imiş. bunlara cevab olarak, kur'anı kerim ile incil diye neşr etdikleri kitablarını, kitabımızın baş tarafında karşılaşdırmışdık. burada, hıristiyanlar ile müslimanların i'tikad esaslarını karşılaşdırmağı da, lüzumlu gördük. nakli delillerden sarfı nazar ederek, akli deliller ile, bu mes'elenin tafsilatına başlıyoruz. hıristiyanların en mühim i'tikadları, üç tanrı ya'ni teslisdir. onlara göre, haşa tanrı üçdür: . halbuki incilde, isa aleyhisselam için denilmesi fazla sevgiyi göstermek içindir. elde mevcud incil denilen kitablarda diyor ki, isa aleyhisselam ilm, kudret ve bütün sıfatlarda, allahü tealaya müsavidir. çarmıha gerilip, öldürülmesinden sonra, sekiz gün cehennemde yanıp, pavlosa göre, haşa la'net ağacına çıkıp, sonradan semaya yükselmiş, kürsisini babanın sağına koyarak, yaratma ve icad işini eline almışdır. şimdi, hükm oğuldadır. kıyametde de, hakimi mutlak isa olacağından, baba amelden uzak kalmışdır. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala birdir. zatında ve sıfatlarında ortağı ve benzeri yokdur. kitabının ikinci cild, altmışyedinci mektubunda buyuruyor ki: zatı ile vardır. ondan başka herşeyi, o yaratmışdır. o, sonsuz olarak var idi. ya'ni, kadimdir, ezelidir. ya'ni hep var idi. varlığından evvel yokluk olamaz. ondan başka herşey, yok idi. bunların hepsini, o, sonradan yaratdı. kadim ve ezeli olan, baki ve ebedi olur. hadis ve mahluk olan, fani ve muvakkat olur, ya'ni yok olur. allahü teala birdir. ya'ni varlığı lazım olan, yalnız odur. ibadete hakkı olan da, yalnız odur. ondan başka şeylerin var olmasına lüzum yokdur. olsalar da olur, olmasalar da. ondan başka hiçbirşey, ibadet olunmağa layık değildir. allahü tealanın kamil sıfatları vardır. bu sıfatları: hayat, ilm, semi', basar, kudret, irade, kelam ve tekvindir. bu sıfatları da, kadimdir, ezelidir. varlıkları, allahü teala iledir. mahlukların sonradan yaratılması ve onlarda her an meydana gelen değişiklikler, onun sıfatlarının kadim olmasını bozmaz. sıfatların bağlandığı mahlukların sonradan var olması, sıfatların ezeli olmasına mani' olmaz. felsefeciler, yalnız akla güvendikleri için, aklları da noksan olduğundan, müslimanlardan mu'tezile fırkası da, iyi göremediğinden, eşya hadis olduğu için, bunları var eden ve idare eden sıfatlar da hadisdir deyip geçdiler. bu suretle kadim olan yi inkar etdiler. ilm sıfatı, zerrelere kadar işlemez. ya'ni allahü teala, ufak tefek şeyleri bilmez. çünki, eşyadaki değişiklikler, ilm sıfatında da değişiklik yapar. kadim olanda ise, değişiklik olamaz, dediler. halbuki bilmediler ki, sıfatlar ezelidir. bunların eşyaya te'allukları, bağlantıları hadisdir. noksan sıfatlar, allahü tealada yokdur. allahü teala, maddelerin, cismlerin, arazların, ya'ni hallerin sıfatlarından ve bunlara lazım olan şeylerden münezzehdir, uzakdır. allahü teala, zemanlı değildir, mekanlı değildir, cihetli değildir. bir yerde, bir tarafda değildir. zemanı, yerleri, cihetleri o sonradan yaratmışdır. cahil bir kimse, onu, arşın üstünde sanır, yukarıda bilir. arş da, yukarısı da, aşağısı da, onun mahlukudur. bunların hepsini, sonradan, o yaratmışdır. sonradan yaratılan birşey kadim olana, her zeman var olana, yer olabilir mi? ancak, şu kadar var ki, arş, mahlukların en şereflisidir. herşeyden daha saf ve daha nurludur. bunun için, ayna gibidir. allahü tealanın büyüklüğü orada görünür. bunun içindir ki, ona denir. yoksa, allahü tealaya göre, arş da, diğer eşya gibidir. hepsi, onun mahlukudur. yalnız arş, ayna gibidir. diğer eşyada bu kabiliyyet yokdur. aynada görünen bir insana, aynanın içindedir denilir mi? o insanın aynaya olan nisbeti, diğer eşyaya olan nisbeti gibidir. insanın, hepsine olan münasebeti aynıdır. yalnız, ayna ile diğer eşya arasında fark vardır. ayna, insanın suretini gösterebiliyor, diğer eşya ise, göstermiyor. allahü teala, madde değildir, cism değildir, araz, hal değildir. hududlu, boyutlu değildir. uzun, kısa, geniş, dar değildir. ona, ya'ni geniş deriz. fekat, bu genişlik, bizim bildiğimiz, anladığımız gibi değildir. o, dir. ya'ni herşeyi çevirmişdir. fekat, bu ihata, çevirmek, bizim anladığımız gibi değildir. o, yakındır ve bizimledir. fekat, bizim anladığımız gibi değil! onun vasi', muhit, karib ve bizim ile beraber olduğuna inanırız. fekat, bu sıfatların ne demek olduğunu bilemeyiz. allahü tealanın zatı ve sıfatları için, akla gelen herşey yanlışdır, deriz. allahü teala, hiçbir şey ile ittihad etmez, birleşmez. hiçbir şey de, onunla birleşmez. ona hiçbirşey hulul etmez. o da, birşeye hulul etmez. allahü teala, ayrılmaz, parçalanmaz, tahlil , terkib edilmez. onun benzeri, eşi yokdur. kadını, çocukları yokdur. o, bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. benzeri, nümunesi olamaz. şu kadar biliriz ki, allahü teala vardır. bildirdiği sıfatları da, vardır. fekat kendisinde, varlığında ve sıfatlarında akla gelen, hayalimize gelen herşeyden münezzehdir, uzakdır. insanlar onu anlıyamaz. farisi tercemesi: rabbiniz değil miyim? sorulduğunda, onu, anlıyanlar, o vardır deyip kesdiler sözü. allahü tealanın ismleri dir. ya'ni islamiyyetin bildirmesine mevkufdur, bağlıdır. islamiyyetin bildirdiği ismleri söylemelidir. islamiyyetin bildirmediği ismler söylenemez. ne kadar kamil, güzel ism olsa da, söylenmemelidir. cevad denir. çünki islamiyyet, cevad demekdedir. fekat, yine cömert ma'nasında olan ismi söylenemez. çünki islamiyyet ona sahi dememişdir. şu halde, tanrı da denemez. hele ibadet ederken, ezan okurken, allah ismi yerine, tanrı demek, çok günah olur. kur'anı kerim, allah kelamıdır. onun sözüdür. sözünü, islam harflerinin ve seslerinin içine sokarak, peygamberimiz muhammed aleyhisselama göndermişdir. bununla kullarına emrlerini, nehylerini, ya'ni yasaklarını bildirmişdir. biz mahluklar, boğazımızdaki ses iplikcikleri, dil ve damağımız ile konuşuyoruz. arzularımızı harf ve ses şekline sokuyoruz. allahü teala da, ses zarları, ağız, dil olmaksızın, kendi kelamını, büyük kudreti ile, harf ve ses içinde kullarına göndermişdir. emrlerini, nehylerini harf ve ses içinde meydana çıkarmışdır. her iki kelam da, onundur. ya'ni harf ve ses içine sokulmadan evvelki si ve harf ve ses içinde bulunan si, hep onun kelamıdır. her ikisine de kelam demek doğrudur. nitekim bizim de, nefsi ve lafzi kelamımızın ikisi de, sözümüzdür. kelamı nefsiye hakiki deyip, lafziye mecaz demek, ya'ni kelam gibi demek, yanlışdır. çünki, mecaz olan şeyler, red edilebilir. allahü tealanın kelami lafzisini red edip buna, allah kelamı değildir demek, küfrdür. evvelce gelen peygamberlere ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilen kitablar ve sahifeler de, hep allah kelamıdır. o kitablarda ve sahifelerde ve kur'anı kerimde bulunanların hepsi, dir. her vakte uygun olan hükmleri, o zemanın insanlarına göndermişdir. allahü tealayı mü'minler cennetde, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmıyarak ve nasıl olduğu anlaşılmıyarak ve ihatasız, ya'ni bir şeklde olmıyarak görecekdir. allahü tealayı ahıretde görmeğe inanırız. nasıl görüleceğini düşünmeyiz. çünki, onu görmeği akl anlıyamaz. inanmakdan başka çare yokdur. felsefecilere ve mu'tezile fırkasındaki müslimanlara ve ehli sünnetden başka bütün fırkalara yazıklar olsun ki, kör olduklarından, buna inanmakdan mahrum kaldılar. görmedikleri, bilmedikleri şeyi, gördükleri şeylere benzetmeğe kalkarak, iman şerefine kavuşamadılar. insanları, allahü teala yaratdığı gibi, insanların işlerini de, o yaratıyor. iyi ve fena şeylerin hepsi onun takdiri iledir. fekat, iyi işlerden razıdır . fena, kötü işlerden razı değildir, beğenmez. iyi ve kötü her iş, onun istemesi ve yaratması ile ise de, onu yalnız, bir kötü şeyin yaratıcısı olarak ismlendirmek, edebsizlik olur. kötülüklerin halıkı dememelidir. iyilerin ve kötülerin halıkıdır, yaratıcısıdır demelidir. dan terceme temam oldu. allahü tealanın vahdaniyyetini isbat hususunda fahreddini razi rahimehullah, kelam alimlerinin bildirdikleri burhanlardan yirmi kadarını beyan etmişdir. bunlardan birkaçını aşağıda bildireceğiz: enbiya suresinin yirmiikinci ayetinde mealen: buyurulmuşdur. bu ayeti kerimenin işareti dür. ya'ni alemin halıkının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının fi'lleri, birbirinden, ya farklı veya aynı olur. birbirinden farklı olursa, alemin fesadı lazım olur. ya'ni semavat ve arzın bu hususi nizamından çıkmasını ve yok olmasını veya birbirine zıd şeylerin aynı anda bir araya cem' edilmesini icab etdirir. mesela, iki ilahdan birisi, zeyd ismindeki insanın hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip sükununu irade etse , ilah oldukları için kudretleri zeyde te'sir edince, cemi zıddeyni icab etdirir. bu ise, mümkin değildir. çünki, cemi zıddeyn muhaldir. ya'ni, iki zıd şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkin değildir. fahrüddin razi, da hiratda vefat etdi. ya'ni, zeyd, aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. ya hareketlidir yahud hareketsizdir. iki ilahın fi'lleri, yekdiğerinin aynı olursa, aralarında muhalefetin bulunması, ya mümkin olur veya olmaz. muhalefet mümkin olamaz. çünki ikisi, aynı şeyi irade etmekdedirler. ikinci şeklde ya'ni muhalefetin mümkin olması ise, ikisinden birisinin acizliğini icab etdirir. acizlik ise, mahlukluk, sonradan olma, ya'ni yaratılma alametidir. bu ise, ilahlığın şanına yakışmaz. sonradan yaratılan ilah olamaz. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, ikisinden biri, tedbirinde ya'ni dilediğini yapmakda ya kafi olur veya olmaz. iki ilahdan birincisi, yaratıcı olarak, dilediğini yapmakda kafi ise, ikinci ilahın zayi' ve zaid ya'ni lüzumsuz ve fazla olması icab eder. bu ise, noksanlıkdır. noksan olan ise, yaratıcı, ya'ni halık olamaz. eğer ikinci ilah, dilediğini yapmakda kafi gelirse, birinci ilahın yok ve atıl olması icab eder. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, kudretlerin te'sirinde, ya birbirlerine muhtacdırlar veya değildirler. yahud, biri diğerine muhtac olup, diğeri ona muhtac değildir. birinci suretde, ikisi birbirine muhtac olduğundan, noksan olmaları lazım gelir. noksan olan ise, ilah olamaz. ikinci suretde, ya'ni ikisi de birbirine muhtac değilse, ikisinin de ilah olmaması lazım gelir. çünki her biri, diğerine göre, fazla ve lüzumsuz olması icab eder. bu da, ilahlık vasfına zıddır. çünki ilah, her şeyin kendisine, her an muhtac olduğu ve her şeye kafi olan bir varlık olup, buna ihtiyac duyulmaması olamaz. üçüncü suretde ise, muhtac olan nakıs olacağından, sadece muhtac olmıyanın ilah olması ya'ni ilahın bir olması lazım gelir. kadi beydavi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, alemin yaratıcısının iki olduğu kabul edilse, her iki ilahın, bütün mümkinata kudretlerinin kafi gelmesi, müsavi olur. çünki, kudreti kafi olmak, imkanın, ya'ni var ve yok etmenin sebebidir. var ve yok olabilmek, ya'ni mümkin olmak ise, bütün varlıklar arasında müşterek bir vasfdır. buna göre, alemde hiçbir varlığın olmaması icab eder. çünki mevcud olacak, yaratılacak şeyin vücudünde, yaratılmasında, iki ilahdan her ikisi de te'sir etmez veya biri te'sir edip, diğeri te'sir etmez. her iki suretde de olması lazım gelir. tercihi bila müreccih, iki şeyden biabdüllah beydavi da vefat etdi. rini diğerine tercih etmeğe hiç bir sebeb yok iken, o iki şeyden birini diğerine tercih etmek demekdir. bu ise, batıldır. mümkinin yaratılmasına iki ilahın te'sir etmemesi olamaz. çünki, mümkinin var olması ve yok olması arasında bu te'sir olmayınca, mümkinin yok olması lazımdır. tercih eden olmayınca, tercih edilen de olmaz. ya'ni, yaratan olmayınca, yaratılan da olamaz. ikinci hal olan, mümkinin yaratılmasına iki ilahdan birinin te'sir edip, diğerinin te'sir etmemesi halinde, mümkinin yaratılmasının, iki yaratıcıdan her birine nisbeti müsavi olduğu için, ikisinden birinin te'siri ile yaratılması muhakkak tercihi bila müreccihdir. tercihi bila müreccih ise, batıldır. eğer, iki ilahdan herbiri aynı anda te'sir ederse, iki müstakil müessirin, bir eser üzerine te'sir etmeleri lazım gelir. bu ise, muhaldir. bu şeklde, iki ilahın mümkinatdan bir şey üzerine, birbirine zıd olan iki te'sir ile te'sir etmeleri mümkin değildir. bunlardan anlaşılıyor ki, burada lazımın ya'ni iki müstakil müessirin , bir eser üzerine te'sir ederek, ikisinin de te'sirlerinin neticelerinin meydana gelmesi batıldır. bunun için, melzumun ya'ni iki ilahın her birinin aynı anda bir esere te'sir etmeleri de batıldır. şu halde, alemin yaratıcısı iki olamaz. bu alemin mutlak bir yaratıcısı vardır. o, bu alemi yaratmağı dilemiş ve yaratmışdır. eğer o dilemeseydi, yaratmasaydı hiçbir şey var olamazdı. hiçbir şey, kendi kendine var olamaz. herşeyi mutlak bir yaratan vardır. kalem, kendi kendine yazmaz. yazması için, mutlaka bir sebeb lazımdır. bu sebeb ise, herkesin bildiği gibi, katibdir. katibsiz kalemin yazması nasıl mümkin değil ise, bir yaratıcı, sani' olmadan, alemin var olması da, mümkin değildir. alemin yaratıcısının iki olduğu farz olunsa, onlardan birisi, zeydin kalkmasını dilediği anda, diğerinin de, zeydin oturmasını dilediğini farz edelim. zeydin hem kalkması, hem de oturması mümkindir. fekat, iki ilahın iradeleri aynı anda hasıl olunca, zeydin aynı anda hem oturması, hem de kalkması icab eder. bu ise, iki zıd şeyi birleşdirmek olduğundan muhaldir. eğer, sadece birinin iradesi hasıl olursa, diğerinin aciz olması lazım gelir. ilahın aciz olması muhaldir. çünki acizlik, mümkin olan varlıklarda ya'ni mahluklarda bulunur. mahluk olanın ise, ezelde var olması, vücud sahibi olması muhaldir. ezeli acizlik muhal olduğu gibi, ilahın aciz ve hadis olması da muhaldir. çünki, ilahın aciz olması, ezelde kadir olup, sonradan kudretin zevali, gitmesi ile tahakkuk eder. bu ise, kadimin zevalini icab etdirir. eğer, diğer ilah için, zeydin oturmasını irade etmek mümkin olmaz ise, ikisinden biri, diğerinin iradesine mani' olduğundan acizlik lazım gelir. aciz olan ise, ilah olamaz. yukarıda zikr etdiğimiz enbiya suresinin yirmiikinci ayeti kerimesindeki kelimesinden murad, iki ilahın te'sirleridir. bu ise, birden fazla yaratıcının olamıyacağı hususunda kat'i bir huccetdir. sa'deddini teftazani rahimehullah, buyurmuşdur. bütün bu anlatdıklarımıza göre, olan allahü tealanın, bütün mevcudatın halıkı ve hakiki ma'budu olup, ortağı ve benzeri olmadığı anlaşılmışdır. eski yunan felesoflarının, allahü tealanın birliğini isbat hususunda bildirdikleri delilleri on kadardır. kelam alimleri, usulü üzere, ma'lul ile illete delil getirmekde, ya'ni eseri görüp, müessirin var olduğunu anlamakdadırlar. hukema ise, usulü üzere, illetden ma'lule gitmek sureti ile, ya'ni müessirin kudretini görerek, her şeyi bunun yapdığını anlamakdadırlar. , limmeli, ya'ni demekdir. niçin sorularını cevablandırmak lazım olur. usulü ise, inneli ya'ni demekdir. alemde mevcud olan varlıklar, kendi kendilerine var ve yok olamazlar. onlara bir te'sir eden, ya'ni onları bir yaratan vardır. madem ki, alemler ve alemlerde mahluklar vardır. öyle ise, alemleri ve alemde olan mahlukları bir yaratan vardır. mahlukların var olması, bu yaratıcının varlığına bir delildir . alemdeki mahlukların sıfatları vardır. o halde onları yaratan allahü tealada da bu sıfatlar vardır. veya denir. şimdi diyorlar. alemlerin hepsi yok idi. hepsini allahü teala yaratdı. alemlerin hepsi mümkindir ve hadisdir. ya'ni, yok iken var olabilirler ve var iken de yok olabilirler ve yok iken var olmuşlardır. allahü teala var idi. hiçbirşey yok idi hadisi şerifi, bunu bildiriyor. alemin hadis olduğunu gösteren diğer bir delil de, alemin her zeman bozularak değişmesidir. herşey değişmekdedir. kadim olan şey ise, hiç değişmez. allahü tealanın zatı ve sıfatları böyledir. bunlar hiç değişmez. halbuki alemde, fizik olaylarında, maddelerin hal değişdirmesi oluyor. kimya reaksiyonlarında, maddelerin özü, yapısı değişiyor. cismlerin yok olateftazani, da semerkandda vefat etdi. rak, başka cismlere döndüğünü görüyoruz. bugün yeni bilinen atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. enerjiye dönüyor. alemlerin, maddelerin böyle değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelemez. bir başlangıcı olması, yokdan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden hasıl olmaları lazımdır. alemin mümkin olduğuna, ya'ni yok iken var olabileceğine başka bir delil de, alemin hadis olmasıdır. ya'ni herşeyin yok iken var olduklarını görüyoruz. cismler yok oluyor. bunlardan, başka cismler meydana geliyor. ancak, son kimya bilgimize göre, yüzbeş madde, kimya reaksiyonlarında, hiç yok olmuyor. yalnız yapıları değişiyor. radioaktif hadiseler, elementlerin, hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü isbat etmişdir. hatta, einstein adındaki alman fizikçisi, bu tehavvülün riyazi formülünü ortaya koymuşdur. cismlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelerek değildir. böyle gelmiş, böyle gider denilemez. bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demekdir. hiçbir şey yok iken, hepsi sonradan yokdan yaratılmışdır demekdir. ilk, birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu alemin yok olması lazım olurdu. çünki, alemin sonsuz öncelerde birbirlerinden var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacakdır. sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demekdir. sonsuz öncelerde yokdan var olmak demek, ilk ya'ni başlangıç olan bir varlık yok demekdir. ilk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. herşeyin her zeman yok olması lazım gelir. her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. hepsinin yok olmaları lazım olur. alemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekdedir. alemin yokdan var edilmiş olduğuna, o ilk mahlukdan hasıl ola ola, bugünkü alemin var olduğuna inanmak icab eder. –cevab veremedi einstein, de öldü. vücud, var olmak demekdir. kelimesinin zıddı kelimesidir. adem, yokluk demekdir. alemler, ya'ni herşey, var olmadan önce, ademde idi. ya'ni yok idiler. mevcud, ya'ni var olan şey ikidir: biri, yok iken, sonradan var olan , ikincisi hep var olan dir. eğer mevcud, yalnız mümkin olsaydı ve vacibülvücud bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. çünki, yok iken var olmak, bir değişiklikdir, bir olaydır. fizik bilgimize göre, her cismde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin te'sir etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cismden önce mevcud olması lazımdır. bunun için, mümkin olan mevcud, kendi kendine yokdan var olamaz ve varlıkda duramaz. ona bir kuvvet te'sir etmeseydi, hep yoklukda kalırdı. var olamazdı. kendini var edemiyen, başka mümkinleri de elbette halk edemez, yaratamaz. mümkini yaratanın, vacibülvücud olması lazımdır. alemin var olması, bunu yokdan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor. görülüyor ki, hadis olmıyarak ve mümkin olmıyarak, ya'ni hep var olarak, bütün mümkinlerin tek yaratıcısı, ancak vacibülvücud olan allahü tealadır. allahü tealanın vacibülvücud ve hakiki ma'bud ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmak lazımdır. dünya aleminde ve ahiret aleminde bulunan herşeyi, maddesiz, zemansız ve benzersiz olarak yokdan var eden, ancak allahü tealadır diye kesin inanmalıdır. her maddeyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cismleri, hücreleri, hayatı, ölümü, her olayı, her reaksiyonu, her çeşid kuvveti, enerji nev'lerini, hareketleri, kanunları, ruhları, melekleri, canlı cansız her varı, yokdan var eden ve hepsini, her an varlıkda bulunduran yalnız odur. alemlerde olan herşeyi, hiçbiri yok iken, bir anda yaratdığı gibi, her zeman, birbirlerinden de var etmekdedir. kıyamet zemanı gelince, herşeyi bir anda yine yok edecekdir. her varlığın yaratanı, sahibi, hakimi yalnız odur. onun hakimi, amiri, üstünü yokdur diyerek inanmak lazımdır. her üstünlük, her kemal sıfat, onundur. onda hiçbir kusur, hiçbir noksan sıfat yokdur. dilediğini yapar. yapdıkları, kendine veya başkasına faideli olmak için değildir. bir karşılık için yapmaz. bununla beraber, her işinde, hikmetler, faideler, lutflar ve ihsanlar vardır. o kadimdir. ya'ni hep var idi. demek, vücudu başkasından olmayıp, ancak kendindendir, ya'ni kendi kendine hep vardır demekdir. başkası tarafından yaratılmamışdır. eğer böyle olmazsa, mümkin ve hadis olması, başkası tarafından yaratılması lazım olur. bu ise, düşünülenin tersine olan bir neticedir. fariside demek, kendi kendine hep var olucu, ya'ni kadim demekdir. allahü teala üzerinden, gece gündüz ve zeman geçmesi düşünülemez. allahü tealada, hiçbir bakımdan, hiçbir değişiklik olmıyacağı için, geçmişde, gelecekde şöyledir, böyledir denemez. allahü teala, hiçbir şeye hulul etmez. hiçbir şeyle birleşmez. allahü tealanın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yokdur. anası, babası, oğlu, kızı, eşi yokdur. her zeman, herkes ile hazır ve herşeyi muhit ve nazırdır. herkese can damarından daha yakındır. fekat, hazır olması, ihata etmesi, beraber ve yakın olması, bizim anladığımız gibi değildir. onun yakınlığı, alimlerin ilmi, fen adamlarının zekası ve evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm keşf ve şühudü ile anlaşılamaz. bunların iç yüzünü, insan aklı kavrıyamaz. allahü teala, zatında ve sıfatlarında birdir, hiçbirinde değişiklik, başkalaşmak olmaz. alemlerin, şaşılacak bir nizam içinde olduklarını görüyoruz. her hayvan yavrusu, anası şeklinde olarak dünyaya geliyor. çocuk, doğar doğmaz bağırıyor, ağlıyor. yavruya o şekli veren birdir. çocuk, organları temam yerinde olmasa ses çıkarabilir mi? fen, her sene, alemdeki mahluklar arasındaki nizamları, yeni yeni keşf etmekdedir. bu nizamları yaratanın, diri, bilici, gücü yetici, dileyici, işitici, görücü, söyleyici ve yaratıcı olması lazımdır. çünki, ölmek ve cahil olmak ve gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık ve körlük ve söyliyememek, birer kusurdur, utanılacak şeylerdir. bu kainatı, bu alemi, bu nizam üzere yaratanda ve yok olmakdan koruyanda, böyle kusurlu sıfatların bulunması olacak şey değildir. atomdan yıldızlara kadar her varlık, birer hesabla, kanunla yaratılmışdır. fizikde, kimyada, astronomide ve biyolojide keşf edilebilen kanunlardaki, bağlantılardaki nizam, akllara hayret vermekdedir. darvin bile, demek zorunda kalmışdır. fen derslerinde okutulan bütün kanunları, ince hesabları, formülleri yaratan allahü teala, hiç noksan sıfatlı olur mu? bundan başka, bu kemal sıfatlarını, mahluklarda da görüyoruz. bunları mahluklarında da yaratmışdır. bu sıfatlar, kendisinde bulunmasaydı, mahluklarında nasıl yaratabilirdi? bu sıfatlar kendisinde bulunmasaydı, mahlukları ondan daha üstün olurlardı. bu alemleri yaratanda, bütün kemal sıfatların bulunması ve noksan sıfatlardan hiçbirinin bulunmaması lazımdır. çünki, noksan, kusurlu olan, huda, yaratıcı olamaz. aklın gösterdiği bu delilleri bir yana bırakırsak, kur'anı kerimdeki ayeti kerimeler ve peygamberimiz muhammed aleyhisselamın hadisi şerifleri de, allahü tealanın kemal sıfatları olduğunu açıkca bildirmekdedir. bunda şübhe etmek caiz değildir. şübhe etmek küfre sebeb olur. yukarıda yazılı sekiz kemal sıfatına denir. ya'ni, allahü tealanın sıfatı sübutiyyesi sekizdir. allahü tealada, bütün kemal sıfatlar vardır. onun zatında ve sıfatlarında ve işlerinde hiçbir kusur ve karışıklık ve değişiklik yokdur. kur'anı kerimin, allahü tealanın zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde bir olduğunu bildiren ayeti kerimeler ile dolu olduğunu bildirmişdik. ihlas suresinin birinci ayetinde mealen: ya muhammed! allahü tealadan sual edenlere de ki, o allah birdir buyurulmuşdur. bekara suresinin yüzaltmışüçüncü ayetinde mealen: sizin ilahınız, bir olan allahdır. ondan başka ilah yokdur. dünyada ni'metlerini bütün herkese, ahiretde ise, sadece mü'minlere rahmet ve ihsan edicidir buyurulmuşdur. bunların pek çok misalleri kur'anı kerimde vardır. lügat alimlerine göre, ve kelimelerinden herbiri, bir diğerinin ma'nasındadır. fekat, tahkik edildiği zeman, kullanıldığı yerlerin birbirinden farklı olduğu görülür. çünki, lafzı ile her bakımdan murad olunur. ehadiyyet ya'ni birlik, sayı olarak kullanılan çokluğun aksine, zıddına, tek varlıkdır. bir çok parçalardan meydana gelmiş, ortaklık ve mikdar ve başkalık ve renklilik, aydınlık, karanlık gibi şeyleri olmıyan varlıkdır. olanın, aynı cinsden bir nev'i ve benzeri bir ferdi olmaz. aklen ve hissen tecezziyi, ya'ni parçalanmayı ve inkısamı ya'ni kısmlara ayrılmayı kabul etmez. ehad, muhtelif olan cismler, ya'ni bölünmiyen parçalar, küçük katı cismler ve suret gibi harici cüzlerden, cins ve fasl gibi zihni cüzlerden de münezzehdir. diye misli, benzeri ve ortağı olmıyan ya'ni kendisinden başkası olmıyan basit olan zata denir ki, bu da allahü tealadır. vahid ile ehad arasındaki bir diğer fark, vahid, ehadin içinde olabilir. fekat, ehad vahide dahil olmaz. ya'ni ehad vahiddir, fekat her vahid ehad değildir. vahid isbatda, ehad nefyde kullanılır. bir adam gördüm denilir. nefyde ise, hiç kimse görmedim denilir. allahü teala, kullarına merhamet etmekdedir. ali imran suresinin otuzuncu ayetinde mealen: allahü teala size, azabından korkup sakınmanızı emr eder. allahü teala kullarına çok merhametlidir buyurmuşdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, allahü tealanın yaratdıklarını düşününüz, onun zatını düşünmeyiniz. çünki siz onun kadrini takdir edemez, onu anlamağa güç yetiremezsiniz buyurmuşdur. hiç bir masnu', yaratılan, asla sani'ini anlıyamaz, kavrıyamaz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem başka bir hadisi şeriflerinde de, buyurmuşdur. ilm bahsi allahü tealanın sıfatı sübutiyyesinin sekiz olduğunu ve bunlardan birincisinin olduğunu, onsekizinci sahifeden başlıyarak uzun bildirmişdik. şimdi burada ilmi ilahisini bildireceğiz. hıristiyanlar, allahü tealanın ilmi ilahisi hususunda, demekle beraber, ona çeşidli şekllerde de, cehalet isnad etmekdedirler. çünki, halen kiliselerde okunan kitabı mukaddesin, ahdi atik kısmında, tekvinin birinci babında, allahü teala birinci semayı ya'ni gökleri ve yeri yaratdı. yer ıssız ve boş ve karanlık idi. ışık olsun dedi. ışık oldu. allah ışığın güzel olduğunu gördü. allah göğü ve yeri yaratdı. iyi ve güzel olduğunu gördü. sonra şunu yaratdı, güzel, iyi olduğunu gördü, sonra şunu, sonra şunu. demekdedir. insaf ediniz. bir mühendis, bir bina inşa etmek istese, önceden düşünmez ve o binanın güzel veya çirkin olacağını bilmezse, o binayı yapmağa başlar mı? elbette başlamaz. bugün de, herhangi bir bina inşa edilmeden önce, bir mi'mar o binanın güzel ve düzgün olması için evvela bir plan çizer. bu planda, o binanın bütün müştemilatının ölçülerini bildirir. bina o plana göre yapılır. gelişi güzel yığılmış çimento, taş, kum ve tuğla ile, muntazam bir bina meydana gelir mi? elinde hiçbir plan olmadan bina yapdıran görülmüş müdür? allahü tealanın, aciz bir kulu olan mühendis kadar da ilmi yok mudur? ahdi atikde, tekvinin altıncı babının beşinci ayet ve devamında allahü teala için, rab gördü ki, yeryüzünde insanın kötülüğü çoğaldı. yeryüzünde insanı yaratdığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu ve rab, yaratdığım insanı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını yeryüzünden sileceğim. çünki onları yaratdığıma pişman oldum dedi denilmekdedir. ayrıca, allahü tealanın nuh aleyhisselama bir gemi yapmasını ve kendisine tabi' olanlarla beraber bu gemide sakin olmasını emr etdiği, gemiye binenlerden başka yeryüzünde bütün insanları ve hayat sahibi herşeyi yok etdiği ve kırk gün kırk gece yağmur yağıp tufan olduğu ve sonra durduğu, allahü tealanın ise, nuh aleyhisselamı yüzelli gün sonra hatırladığı, yine tekvinin yedinci ve sekizinci bablarında yazılıdır. insaf etmelidir ki, ahmak bir kimse, büyük bir iş yapmış olsa, kırk yıl geçse dahi onu unutmaz. bütün alemlerin yaratıcısı olan allahü teala, nuh aleyhisselamı ve onunla beraber olanları, acaba nasıl unutabilir. hıristiyanların allahü tealaya isnad etdikleri cehaletin haddi ve hesabı yokdur. müslimanların i'tikadına ve kelam alimlerinin bildirdiklerine göre, allahü teala geçmiş ve gelecek herşeyi, her an bilicidir. o şey, gerek mevcud, gerek ma'dum, gerek mümkin, gerek mümteni' olsun, allahü teala onu bilicidir. allahü tealanın ilminin dışında zerre mikdarı birşey yokdur. müslimanlar, bunun böyle olduğunu pek çok akli deliller ile isbat etmişlerdir. allahü tealanın fi'lleri, muhkemdir. bozukluk ve eksiklikden uzakdır. her yaratdığı şeyde birçok faideler ve hikmetler vardır. fi'li sabit ve muhkem olan bir zat, elbette ki alemin yaratıcısıdır. bir kimse, semavat ve arzdaki nizamı ve intizamı, göklerin yokdan yaratılmasını, maddelerde olan hassa ve cevherleri, çeşid çeşid meyveleri, sebzeleri, bitkileri, ma'denleri, sınıf sınıf hayvanları görünce, allahü tealanın fi'llerinin sabit ve muhkem olduğunu anlar. tefekkür edilince, bunların belli bir nizam ve ahkam üzerine yaratılmış olmasında, beşer aklı hayretde kalır. akl, allahü tealanın yaratdığı bu alemdeki çok şeyleri idrakdan, aciz kalmakdadır.insan daha çocukken, etrafında gördüğü eşyanın nereden geldiğini araşdırmağa başlar. çocuk büyüdükce, üzerinde yaşamakda olduğu bu dünyanın nasıl mu'azzam bir eser olduğunu anlıyarak, hayretden hayrete düşer. hele yüksek tahsilini yaparak, her gün etrafında görülen bütün bu eşya ve mahlukların inceliklerini öğrenmeğe başlayınca, hayreti, hayranlığa dönüşür. insanların, büyük bir sür'at ile fezada tek başına dönmekde olan, içerisi ateş dolu, toparlak bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması, ne büyük bir mu'cizedir. ya etrafımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, nebatlar, nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekde, gelişmekde ve dürlü dürlü hassalar göstermekdedir. hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. üzerimize ışıklarını gönderen güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harareti sağlar ve nebatların yetişmesini, ba'zılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha nice maddelerin meydana gelmesini te'min eder. halbuki biliyoruz ki, yer küremiz, kainat içinde ufacık bir varlıkdır. güneşin etrafında dönen seyyarelerden meydana gelen ve içinde dünyamızın da bulunduğu güneş sistemi, kainat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. kainatın kuvvet ve gücünü izah için, bir küçük misal verelim: insanların en son elde etdikleri mu'azzam enerji kaynağı, atomları parçalıyarak meydana çıkardıkları atom enerjisidir. halbuki, insanların en büyük enerji kaynağı saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaşdırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden daha fazla olduğu görülür. insan, kendi vücudunun ne mu'azzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkına varmaz. halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile, mu'azzam bir kimya hadisesidir. havadan alınan oksijen, vücuddaki maddeleri yakdıkdan sonra, karbon dioksid halinde dışarı çıkarılır. sindirim sistemi ise, mu'azzam bir fabrikadır. ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mi'de ve bağırsaklarda parçalanıp işlendikden sonra, vücuda faideli olan kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakda ve posası dışarı atılmakdadır. bu mu'azzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakda, vücud bir fabrika gibi işlemekdedir. bunların tafsilatını anlatmağa defter ve kalem kafi gelmez. astronomi, anatomi, ya'ni ilmi teşrih, zooloji ve botanik ya'ni hayvanat ve nebatatı inceleyen ilmlerde alim olanlara, bu husus güneşden daha açıkdır. bilhassa evliyai kirama, ya'ni ruhlar aleminde yükselmiş olanlara, allahü tealanın fi'llerinin ne kadar muhkem ve muntazam olduğu, gayet aşikardır, açıkdır. muhkem ve muntazam işler ise, o işleri yapanın ilminin yüksekliğine delalet eder. şöyle ki, bir kimse çok güzel bir yazı görse, bundan onu yazanın hat san'atındaki meharet ve ilminin yüksekliğini anlar. nitekim, bekara suresinin yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen: göklerin ve dağlar, denizler ve nebatat ile süslü arzın yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini ta'kibinde, insanlara faideli olan şeyleri denizde götürüp giden gemilerde; yeryüzü kurudukdan sonra, allahü tealanın gökden yağmur indirerek nebatatı diriltmesinde, o arz üzerinde, her dürlü hayvanatı yaymasında, rüzgarları her tarafdan esdirmesinde, sema ile arz arasında bulutların, allahü tealanın emr ve hükmü ile gitmesinde, akl, fikr ve nazar sahibi olanlar için, allahü tealanın kudret ve azametine deliller ve ibretler vardır buyurulmuşdur. fussilet suresinin elliüçüncü ayetinde mealen: , gerek afakda , gerek enfüsde ayetlerimizi göstereceğiz. nihayet onun söylediği şeyin hak olduğu, kendilerine zahir olacakdır buyurulmuşdur. bu ayeti kerimelerde bildirilen, afakdaki ayetlerden, ya'ni yeryüzünde allahü tealanın kudretini gösteren alametlerden murad, gökler, yıldızlar, gece, gündüz, güneşin şuaları, karanlık, gölge, anasırı erbe'a gibi, allahü tealanın kudretine delalet eden şeylerdir. enfüsdeki ya'ni insanın kendindeki ayetlerden murad, ana rahminde çocuğun azalarının teşekkülü, sonra, vücuda faideli kısmının bağırsaklarda süzülerek kana karışması ve posasının dışarı atılması, kalbin çalışması, böbreklerin kandaki zararlı maddeleri süzmesi. vs. gibi muazzam hadiselerin otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılması gibi şeylerdir. bu ayeti kerimelerde, afaki ve enfüsi delillerin bildirilmesinin hikmeti, kulların, zıddı ve misli olmakdan münezzeh, her şeyi bilen, hikmet sahibi ve her şeye kadir olan allahü tealanın varlığını bilmeleri, içindir. kısaca, bu mükemmel ve muntazam fi'ller, bunların faili, yaratıcısı olan, allahü tealanın ilminin ve kudretinin kemaline delalet etmekdedir. kelam alimleri bunu çeşidli deliller ile isbat etmişlerdir. mesela: allahü teala mücerreddir. ya'ni cism değildir, madde değildir. element değildir. karışım, bileşik değildir. sayılı değildir. ölçülemez. hesab edilemez. onda değişiklik olmaz. mekanlı değildir. bir yerde değildir. zemanlı değildir. öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yokdur. bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, onun hiçbirşeyini anlıyamaz. mücerred olduğu için, her şeyi bilir. zatı, ali olan allahü teala, kendi zatını bilir. böyle olan bir halık , kendinden başkasını da bilir. insanın bilmesi demek, zatı ile kaim olan şeylerin, asllarının, maddeden mücerred olan mahiyyetlerinin zihnde hasıl olmasıdır. allahü teala için meçhul olan hiçbir şey yokdur. kendi zatının, mahiyyetini, künhünü bilir. kendini bilenin, kendinden başkasını da bileceği sabitdir. allahü teala, kendinden başka herşeyi, vasıtalı veya vasıtasız olarak yaratmışdır. mahlukları bilmek, bir yaratıcının var olduğunu bilmeği icab etdirir. kudret bahsi hıristiyanlar, dilleri ile allahü tealanın kudret sahibi olduğunu söylemekle beraber, allahü teala için acizlik isnad etdikleri de ma'lumdur. tevrat muharrefdir. tevratda allahü tealanın alemi altı günde yaratıp, yedinci günde oturup istirahat etdiği bildirilmekdedir. tekvinin ikinci babının başında, ve allah yapdığı işi yedinci günde bitirdi. ve yapdığı bütün işden yedinci günde istirahat etdi. ve allah yedinci günü mubarek kıldı ve onu takdis etdi. çünki allah, yaratıp yapdığı bütün işden o günde istirahat etdi denilmekdedir. günü çalışmaz, istirahat eder, ta'til yaparlar. allahü teala, bir marangoz gibi çeşidli aletlerle mi yaratdı da, buyorgunluk hasıl oldu? tekvinin otuzikinci babının yirmidördüncü ve devamındaki ayetinde, ya'kub yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam onunla güreşirken, ya'kubun uyluk başı incindi. ve rab dedi: bırak gideyim. çünki, seher vakti oluyor. ve ya'kub dedi: beni mubarek kılmadıkca, seni bırakmam. ve rab ona dedi: adın nedir? ve o dedi: ya'kub. ve rab dedi: artık sana ya'kub değil, ancak israil denilecek. çünki, allah ile ve de insanlarla uğraşıp yendin demekdedir. ey hıristiyanlar! insaf ediniz. allahü teala yaratdığı kul ile sabaha kadar alt üst olup, güreş tutup, yakasını ya'kub aleyhisselamın eline vermiş ve yakasını kurtaramamış! hiç böylesine aciz bir ilah olur mu? allahü teala, elbette böyle şeylerden münezzehdir. müslimanların i'tikadlarına göre, allahü teala, her mümkini yaratmağa kadirdir. kudret sıfatı ile muttasıfdır. kudret, ezeli bir sıfat olup, te'alluk etdiği şeye te'sir eder, yaratır. böyle olduğunda, bütün müslimanlar ittifak etmişlerdir. allahü teala, kudretinin te'alluk etdiği herşeyi yaratmağa kadirdir. yaratılan herşey onun kudreti ile var olmuşdur. hak tecelli eyleyince, herşeyi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. allahü tealanın kudretinin te'alluk etdiği herşey, kudretin te'alluku, ya'ni yaratılması hususunda müsavidirler. çünki mümkindirler, mahlukdurlar. kudret sıfatı, vacibülvücud ve mümteni' olan şeylere te'alluk etmez. te'alluk etmesi, mümteni'dir, imkansızdır. mümkin olmak, ya'ni var ve yok olabilmek, mümkinatdan olan bütün varlıklar arasında müşterek bir vasfdır. mümkinatın hepsi, kudret sıfatı te'sir edince, var veya yok olmakdadırlar. allahü tealanın kadir olması zatındandır. bu husus, kudretin te'alluk etdiği bütün varlıklar için müsavidir. allahü tealanın kudreti, mahluklardan ba'zısına mahsus olsa idi, bunun bir sebebi olması lazım olurdu. bu ise, allahü tealanın kemalinin başka bir şeye bağlı olmasını icab etdirirdi. bu ise, noksanlıkdır. noksanlık ise, ilahda bulunamaz. hıristiyanlara göre, allahü teala, her şeye kadir değilmiş. çünki, tevratda yazıldığına göre, allahü teala, beni israil ile kenan diyarına beraber gideceğim. boruyu kuvvet ile çalsınlar ki, ben de işitebileyim demişdir. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala her şeyi işitici ve görücüdür. fekat allahü teala göz ve kulak gibi vasıtalardan münezzehdir. hıristiyanların i'tikadına göre, allahü teala, isa aleyhisselama hulul etmişdir. onların isa aleyhisselam için, allahdan allah, nurdan nur dediklerini, daha önce bildirmişdik. müslimanların i'tikadına göre, allahü teala, başka bir şeye hulul etmekden münezzehdir. çünki, bir şeyin başka bir şeye hululü iki yolla olur. birincisi, bir şeyin mekanına hulul olur, ya'ni girilir. ikincisi ise, sıfatına, mevsufa hululdür. allahü teala, herhangi bir mekana hulul etmekden münezzehdir. bunun delili, allahü tealanın mekandan ve bir şeye cüz, ya'ni bir şeyin parçası olmakdan münezzeh olmasıdır. çünki, mekan ile bir şeye cüz olmak, cismlerin ve cisme aid şeylerin hususiyyetlerindendir. halbuki, allahü tealanın cism olmadığı, cisme aid hususiyyetlerin onda olmadığı, delillerle isbat edilmişdir. böyle olduğu, bütün alimler tarafından ittifak ile bildirilmişdir. sıfatın mevsufa hululü yolu ile, allahü tealanın bir şeye hulul etmesinin muhal olmasına gelince, bu ve başka yollarla olan hulul şeklleri, allahü tealanın olmasına muhalifdir . çünki, bir şeye hulul eden, elbette o şeye muhtac olur. gerek cismin mekana hululü, gerekse arazın cevhere hululü veya suretin maddeye yahud sıfatın mevsufa hululü, hükemaya göre hulul etmek değil, sadece bir vasıfdan ibaretdir. hülasa, hulul eden şey, hulul etdiği mahalle muhtacdır. hıristiyanlara göre, allahü teala maddedir ve cismdir. çünki, tevratda tekvinin birinci babının yirmiyedinci ayetinde, demekdedir. hatta hıristiyanlar, kiliselerine çeşidli resmler, heykeller yapıp onlara tapınırlar. allahü teala göklerde oturur. yer, onun ayağının basamağıdır diye inanırlar. allahü teala, hıristiyanların bu i'tikadlarından ve böyle şeylerin hepsinden münezzehdir. bu husus, ehli islam ile eski yunan felesofları arasında ittifaklıdır. böyle olduğunun delilleri kelam kitablarında yazılıdır. yine hıristiyanlar, , adem aleyhisselamdan meydana gelen zelleden dolayı, isa aleyhisselamın zemanına kadar, dünyaya gelen bütün insanlar ve bütün peygamberler aleyhimüsselam, cehennemde azab olunacakları ve allahü teala, bu büyük günahı afv etmek için bir çare bulamayıp, biricik oğlunu yehudiler elinde çeşidli hakaret ve işkencelerle öldürtüp, sekiz gün cehennemde yakdıkdan sonra, bunların afvına çare bulduğu inancındadırlar. müslimanların i'tikadına göre, allahü tealanın üzerinde bir hakim ve ondan hesab soracak bir kimse yokdur. allahü teala gafurdur, ya'ni afvı, mağfireti pek çokdur ve rahimdir. günah işleyip, tevbe etmeden ölen bir kulunu dilerse afv eder, dilerse, günahı kadar azab eder. bütün kullarını afv edip, cennetine koysa, ihsanına muvafıkdır. bütün kullarını cehenneme atsa, adaletine muvafıkdır. allahü tealanın, kullarının afvına, biricik oğlunu katl etmekden başka çare bulamadığı hususu, çok garib bir şeydir. halbuki papazlar, köy köy dolaşıp hıristiyanların günahlarını afv etmekde, papalar da, cennetin anahtarlarını cebine koymuş, tapusunu almış , cennetden karış karış yer satmakdadırlar. hıristiyanların peygamberlere aleyhimüsselam olan hurmetlerine gelince, her bir peygambere bir dürlü günah isnad ederler. peygamberlere isnad etdikleri bu çirkin şeylerin, en aşağı bir papaza dahi isnad edilmesini caiz görmezler. mesela, lut aleyhisselamın sekr halinde mubarek kızları ile zina etmesi, yehudanın gelini ile zina etmesi, davüd aleyhisselamın uryanın zevcesi ile zina etmesi, süleyman aleyhisselamın puta tapması iftiraları gibi. hıristiyanlar, isa aleyhisselamın oniki havarisinin nübüvvet ve resullüklerine inanırlarken, bunlardan yehudanın, otuz dirhem rüşvet alıp, isa aleyhisselamı yehudilere teslim etmesi, petrus resulün horoz üç def'a ötünce, üç def'a isa aleyhisselamı tanıdığını inkar etmesi, resul pavlosun da onaltı, onyedi sene isa aleyhisselama iman edenleri çeşidli ezalarla katl etdirmesi ve havarilerden bir resulün de, diri diri derisini yüzdürmesi ve bu pavlosun iman etdiğini bildirmesi ve hıristiyanların i'tikadına göre, pavlosun musa aleyhisselamdan efdal bir resul olması ve sünnet olmak yerine vaftizi, incilde ve tevratda açıkca bildirilmiş bir iş olan, oruc ibadeti yerine perhiz yapmağı ihdas etmesi ve incilin ve tevratın bir çok ahkamını değişdirmesi i'tikadları, peygamberlere aleyhimüsselam olan yukarıda zikr etdiğimiz iftiraları gibidir. hıristiyanlar, isa aleyhisselama üluhiyyet isnad etmek için, her peygambere bir günah isnad ederler. hıristiyanlarla yapılan bir münazara toplantısında, isa aleyhisselamın üluhiyyetini iddia eden bir papaza, bir islam alimi tarafından delilinin ne olduğu sorulunca, cevabında dört delilim vardır diyerek, bunları saymağa başlamışdır: deyince, islam alimi, adem aleyhisselam hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. melekler de baba ve annesiz olarak yaratıldılar. o halde, adem aleyhisselamın ve meleklerin de, isa aleyhisselam gibi ilah olmaları icab ederdi diye cevab verdi. papaz buna . bunun üzerine, ikinci deliline geçdi. deyince, islam alimi ona, tevratda yazıldığına göre, beni israil peygamberlerinden birkaç peygamber de, ölüleri diriltmişdir. bilhassa musa aleyhisselam, canlı olmıyan asayı, diriltdi. bunların da haşa allahü tealanın oğlu olmaları lazım gelir diye cevab verdi. papaz, buna da . bunun üzerine, üçüncü deliline geçdi. deyince, islam alimi, isa aleyhisselam çeşidli hakaretlerle katl olundukdan sonra, semaya kaldırıldı diyorsunuz. idris aleyhisselamın da, hayatda iken izzet ve rif'at ile semaya kaldırıldığı hıristiyanlar ile müslimanlar arasında ittifaklıdır. bunun için, idris aleyhisselamın, allahü tealaya oğul olmağa daha layık olması lazım gelir diye cevab verdi. papaz buna da . bunun üzerine dördüncü deliline geçdi. her peygamber günah işledi. fekat, isa aleyhisselam günah işlemedi. işte bu üluhiyyet sıfatıdır deyince, islam alimi diye sorunca papaz, dedi. islam alimi ey papaz! bu sözünle sen yehudilerden daha kötü, daha aşağı oldun. çünki, dört incilde de, isa aleyhisselamın daima, davüd oğlu isa diye, kendinden bahs etdiği yazılıdır. sizin inancınıza göre, davüd aleyhisselam zani olunca, isa aleyhisselamın kendisi için davüd oğlu demesinin veledi zinayım demek olduğunda şübhe var mıdır? ey papaz! isa aleyhisselamın kudretini, önce üluhiyyete, ilahlığa çıkarıp, sonra da veledi zina derecesine indiriyorsun. bu ikisi arasındaki tezad ne kadar çokdur deyince, papaz yine . gayet utanarak, hayret içinde, oradan ayrıldı gitdi. hıristiyanların garib i'tikadlarından birisi de, allahü tealanın fadl ve keremi ile, kulları arasından seçerek gönderdiği peygamberlerin aleyhimüsselam hepsine günah isnad edip, günahkar bildikleri halde, kendi aralarından seçdikleri papaların ma'sumolduklarına inanmalarıdır. ne büyük ahmaklık! haşr suresinin ikinci ayetinde mealen: ibret alınız buyurulmuşdur. kitabının birinci kısm doksanikinci maddesinde diyor ki: isa aleyhisselam insan idi, ona tapılmaz resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize, necrandan bir hıristiyan hey'eti gelmişdi. necran, hicaz ile yemen arasında bir şehrdir. bunlar, altmış süvari olup, içlerinden yirmidördü büyükleri idi. bunların içinde de, üçü en büyükleri idi. reisleri, abdülmesih idi. içlerinden ebulharis bin alkama, en alimleri idi. ahır zeman peygamberinin alametlerini incilde okumuş idi. fekat, dünya mevkı'ini, şöhretini sevdiği için, müsliman olmuyordu. çünki, ilmi ile meşhur olup, kayserlerden ikram görür, birçok kiliselere emr verirdi. medineye gelip, ikindi namazından sonra, mescidi şerife girdiler. üzerlerinde süslü papaz elbiseleri vardı. o sırada, onların da namaz vakti gelmiş olduğundan, mescidi şerifde namaza kalkmışlar, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, buyurmuşdu. şarka doğru kıldılar. üç büyükleri konuşmağa başladı. söz arasında, isa aleyhisselam için, ba'zan allah diyorlar, ba'zan allahın oğlu, ba'zan da, üç tanrıdan biri diyorlardı. allah demelerine sebeb, ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp üfleyince uçardı diyorlardı. allahın oğlu olduğuna sebeb, belli bir babası olmaması idi. üçden birisi olmasına sebeb de, allah diyor. eğer bir olsaydı, derdi diyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunları dine da'vet etdi. birkaç ayeti kerime okudu. imana gelmediler. dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, yalan söylüyorsunuz! allahın oğlu var diyenin imanı olmaz buyurdu. allahın oğlu değilse, o halde bunun babası kim, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bilmiyor musunuz? allahü teala, hiç ölmez ve herşeyi varlıkda tutan odur. isa aleyhisselam ise, yok idi ve yok olacakdır. onlar evet biliyoruz. resulullah bilmiyor musunuz, babasına benzemiyen hiçbir yavru var mı? onlar her yavru babasına benzer. resulullah bilmiyor musunuz, rabbimiz herşeyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor. halbuki isa aleyhisselam, bunların birini yapmıyordu. onlar evet, yapmıyordu. resulullah rabbimiz, isa aleyhisselamı dilediği gibi yaratdı değil mi? onlar evet, yaratdı. resulullah rabbimiz yimez, içmez. onda değişiklik olmaz. bunu da biliyor musunuz? onlar evet, biliyoruz. resulullah isa aleyhisselamın anası var idi. o, her çocuk gibi dünyaya geldi. onlar gibi beslendi. yir, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. bunu da biliyorsunuz değil mi? onlar evet, biliyoruz. resulullah o halde, isa aleyhisselam, zan etdiğiniz gibi nasıl olur? onlar, birşey diyemeyip, susdular. biraz sonra: ya muhammed aleyhisselam! sen isanın olduğunu söylemiyor musun, dediler. resulullah evet, buyurdu. onlar eh, bu da bize yetişir deyip, inad etdiler. bunun üzerine, allahü teala, onları mübaheleye çağırmasını emr etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübahele edelim. ya'ni buyurdu. allahü tealanın bu emri, ali imran suresinin, altmışbirinci ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. seyyid dedikleri şerhabil, bunları toplayıp, bunun peygamber olduğu, herşeyinden anlaşılıyor. bununla mübahele edersek, ne biz kurtuluruz, ne de, bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. muhakkak bir belaya uğrarız! dedi. mübahele etmekden kaçındılar ve ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! senden razıyız. ne istersen sana verelim. eshabından bir emin kimseyi bizimle beraber gönder, vergilerimizi ona verelim! dediler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, emin olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. , diyerek onlarla beraber gönderdi. sulh şartı şöyle idi: her sene, ikibin elbise vereceklerdi. bini receb, bini de safer ayında teslim edilecekdi. her elbise ile de, kırk dirhem gümüş verilecekdi. reisleri abdülmesih ile seyyidleri şerhabil, sonradan müsliman olup, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hizmetinde bulunmakla şereflendiler. hıristiyanların, her lisana terceme ederek, her memlekete yaydıkları, in, ahdi atik kısmının, kitabının, altıncı babı, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci ayetlerinde diyor ki, ey israil, dinle! allahımız, rabbimiz birdir. bu sözüm kalbine yerleşsin. oğullarına da dikkatlice öğret! kitabının, kırkbeşinci babının beşinci ve altıncı ayetlerinde diyor ki, rab, benim. benden başka rab yokdur. benden başka ilah yokdur. şarkda ve garbda olanlar, benden gayrı rab olmadığını bileler. rab, benim. benden başka yokdur. yirmiikinci ayetinde diyor ki, hepiniz bana ibadet ediniz! allah, benim ve benden gayri yokdur. kırkaltıncı babının dokuzuncu ayetinde diyor ki, allah, benim ve gayrı yokdur. ben allahım. benim nazirim, bana benziyen, hiçbirşey yokdur. hıristiyanların ellerinde bulunan mukaddes kitabları, allah birdir. ona benziyen hiçbirşey yokdur diyor. onlar ise, isa, allahdır. allahın oğludur diyorlar. kendi kitablarını, kendileri inkar ediyorlar. allahü teala, onlara akl ve insaf versin! hakikati, doğruyu anlamak nasib eylesin. aldanmasınlar ve herkesi aldatmakdan vazgeçsinler! isa aleyhisselam peygamberdir, ona tapılmaz büyük islam alimi, ve çeşidli kıymetli kitabların sahibi, imamı fahreddin razi rahmetullahi aleyh ali imran suresinin, altmışbirinci ayeti kerimesini tefsir ederken buyuruyor ki: harezm şehrinde idim. şehre bir papazın geldiğini ve hıristiyanlığı yaymak için çalışdığını işitdim. yanına gitdim. konuşmağa başladık. bana, dedi. şu cevabı verdim: fahreddin razi musanın, isanın ve diğer peygamberlerin aleyhimüsselam harikalar, mu'cizeler gösterdiği haber verildiği gibi, muhammed aleyhisselamın da mu'cizeler gösterdiği haber verilmişdir. bu haberler tevatür halindedir. tevatür ile gelen haberleri, ya kabul eder veya red edersin. red eder ve mu'cize, bir zatın peygamber olduğunu isbat etmez der isen, mu'cizeleri tevatür ile bize haber verilen diğer peygamberlere de inanmaman lazım gelir. şayed tevatür ile gelen haberlerin doğruluğunu ve mu'cize gösteren zatın peygamber olduğunu kabul eder isen, muhammed aleyhisselamın da peygamber olduğunu kabul etmen lazım gelir. çünki, muhammed aleyhisselam; mu'cizeler göstermiş ve bu mu'cizeler, bizlere, denilen sağlam haberler ile bildirilmişdir. diğer peygamberlerin peygamberliğine, tevatür ile bildirilen mu'cizeler sebebi ile inandığın için, muhammed aleyhisselamın da, peygamber olduğuna iman etmelisin! papaz isa aleyhisselamın, peygamber değil, ilah, tanrı olduğuna inanıyorum.tanrı, ma'bud demekdir. tapılan şeylerin hepsine tanrı denir. allahü tealanın ismi, allahdır, tanrı değildir. allahü tealadan başka tanrı yokdur. allah yerine tanrı demek, yanlışdır ve çok çirkindir. fahreddin razi biz şimdi peygamberlik hakkında konuşuyoruz. ilahlıkdan önce, nübüvvet mevzu'unu hal etmemiz lazımdır. ayrıca, isa aleyhisselamın, ilah olduğunu söylemen de batıldır. çünki, ilahın, tanrının, her zeman var olması lazımdır. madde, cism, yer kaplıyan şeyler tanrı olamaz. halbuki, isa aleyhisselam, cism idi, insan idi. yok iken var oldu ve size göre öldürülmüşdür. önce çocuk idi, büyüdü. yirdi, içerdi. bizim gibi konuşurdu. yatardı, uyurdu, uyanırdı, yürürdü. her insan gibi yaşamak için, birçok şeye muhtac idi. muhtac olan, gani olur mu? yok iken sonradan var olan birşey, ebedi, sonsuz var olur mu? değişen birşey devamlı, sonsuz var olur mu? isa aleyhisselam kaçdığı, saklandığı halde, yehudiler yakalayıp asdı diyorsunuz. isa aleyhisselamın, o zeman çok üzüldüğünü, bu durumdan kurtulmak için çarelere başvurduğunu söylüyorsunuz. ilah veya ilahdan bir parça kendisine hulul etmiş olsaydı, yehudilerden korunmaz mı, onları yok etmez mi idi? niçin üzüldü ve saklanacak yer aradı? vallahi, buna hayret ediyorum. aklı olan kimse, bu sözleri nasıl söyler, buna nasıl inanır. akl, bu sözlerin bozukluğuna şahiddir. üç dürlü söylüyorsunuz: o gözle görülen cismani bir ilahdır diyorsunuz. alemin ilahının, cism ve beşer olan isa aleyhisselam olduğunu söylemek, yehudiler onu öldürdüğü zeman, alemin ilahını öldürdüklerini söylemek olur. bu takdirde, alemin ilahsız kalması lazım gelirdi. halbuki, alemin ilahsız kalması mümkin değildir. ayrıca, yehudiler, haksız oldukları halde, bunların yakalayıp öldürdüğü, aciz, kuvvetsiz bir kimse, alemlerin tanrısı olabilir mi? isa aleyhisselamın, allahü tealaya çok ibadet etdiği, ta'ata çok rağbet etdiği hususu da, tevatür ile sabitdir. isa aleyhisselam ilah olsaydı, ibadet ve ta'atda bulunmazdı. çünki, ilah, asla kendisine ibadet etmez. papazın sözünün batıl olduğu buradan da anlaşılmakdadır. ilah, ona temamen hulul etmişdir. o, tanrının oğludur diyorsunuz. bu inanış yanlışdır. çünki, ilah, cism ve araz olamaz. ilahın, bir cisme hulul etmesi imkansızdır. eğer, ilah cism olsaydı, başka bir cisme de hulul ederdi. cisme hulul eden şey, cism olur ve hulul edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. bu da, ilahın parçalanmasını icab etdirir. eğer ilah, araz olsaydı, bir mahalle, mekana muhtac olurdu. bu ise, ilahın başkasına muhtac olması demekdir. başkasına muhtac olan ise, ilah olamaz. ilahın, isa aleyhisselama hulul etmesine sebeb, ne idi? sebebsiz isa aleyhisselama hululü, tercihün bila müreccihdir. bunun ise batıl olduğunu, allahü tealanın bir olduğunu isbat ederken bil–cevab veremedi dirmişdik. o, tanrı değildir. fekat, tanrının bir parçası ona hulul etmiş, yerleşmişdir diyorsunuz. eğer ona hulül eden parça, ilahın ilah olmasında te'siri var ise, bu parça ilahdan ayrılınca, ilahlığı temamen bozulur. eğer bu parça, ilahın ilah olmasında te'sirli değilse, tanrının parçası olmamış olur. bu da, ilahın ona hulul etmediğini gösterir. öyle ise, isa aleyhisselamın ilah, tanrı olduğuna başka delilin nedir? papaz ölüleri diriltdiği, anadan doğma körlerin gözünü açdığı ve beras denilen, derideki çok kaşınan beyaz lekeleri iyi etdiği için, o tanrıdır. böyle işleri ancak tanrı yapabilir. fahreddin razi delil bulunmayınca, medlulün bulunmıyacağı söylenebilir mi? delil bulunmayınca, medlul de olmaz, var olmaz dersen, alem yaratılmadan önce, ya'ni ezelde alemi yaratanın yok olduğunu söylemiş olursun ki, bu batıldır. çünki, alem , yaratanın varlığına delildir. delil bulunmayınca, medlul bulunabilir dersen, ezelde mahluklar yok iken yaratanın var olduğunu kabul etmiş olursun. fekat, isa aleyhisselam ezelde yok iken, ilahın ona ezelde hulul etdiğini söylersen, bunu isbat edecek bir delilin olması lazımdır. yoksa, delilsiz kabul etmiş olursun. çünki, isa aleyhisselam sonradan yaratılmışdır. ezelde yok olması delilin bulunmaması demekdir. tanrının isa aleyhisselama hulul etdiğini delilsiz kabul ediyorsun da, bana, sana, hayvanlara, otlara ve taşlara hulul etmediğini nereden biliyorsun? delilsiz, bunlara hulul etdiğini niçin kabul etmiyorsun? papaz ilahın isa aleyhisselama hulul etmesi ile, sana, bana ve diğer varlıklara hulul etmemesinin sebebi açıkdır. çünki isa aleyhisselamda mu'cizeler göründü. sende, bende ve diğer varlıklarda böyle harikulade haller görülmedi. bundan ilahın ona hulul edip, bize ve diğer varlıklara hulul etmediğini anlıyoruz. fahreddin razi isa aleyhisselama hulul etmesine delil olarak, onun mu'cizeler göstermesi olduğunu söylüyorsun. delil olmayınca ya'ni mu'cizeler görülmeyince, hulul edemiyeceğini niçin söylüyorsun? sende, bende ve diğer varlıklarda harikalar, mu'cizeler bulunmadığı için tanrı bunlara hulul etmez diyemezsin. çünki, delil olmadığı halde, medlul bulunabilir demişdik. buna göre, ilahın hulul etmesi, delilin bulunmasına, ya'ni harikaların, mu'cizelerin görülmesine bağlı değildir. o halde, bana, sana, kediye, köpeğe, fareye de hulul etdiğine inanman lazım gelir. ilahın, bu aşağı mahluklara hulul etdiğini inandırmağa varan bir din, hak din olabilir mi? asayı ejder, yılan yapmak, ölüyü diriltmekden daha güçdür. çünki, baston ile yılan, hiçbir bakımdan birbirine yakın değildir. musa aleyhisselamın asayı ejdere çevirdiğine inanıyorsunuz da, ona, tanrı veya tanrının oğlu demiyorsunuz. isa aleyhisselama niçin tanrı veya şöyle böyle diyorsunuz? papaz, bu sözüme karşı diyecek hiç birşey bulamadı, susmağa mecbur oldu. yukardaki yazı, kitabından alınmışdır. ey papaz! bu iki dinin i'tikadlarını , bu iki dine bağlı olmıyan felsefecilere, akl ve insaf sahiblerine bildirerek, ikisinden hangisinin akla uygun, doğru ve güzel olduğunu kendilerine sorup öğrenmeni ve senin ismindeki kitabında, diye, tavsiye etdiğin sözünde durmanı dileriz. tevfik , allahü tealadandır. dört incil hakkında aşağıdaki yazı, abdüllah abdinin istanbul baskılı, türkçe, kitabının başından alınmışdır: şimdi, hıristiyanların din kitabı olan, dört incil, cebrail aleyhisselam vasıtası ile, isa aleyhisselama gökden inen hakiki incil değildirler. çünki, isa aleyhisselam semaya çıkdıkdan sonra, dört kimse tarafından yazılmış tarih kitablarıdırlar. bunlardan biri dır. bu adam, havarilerden imiş. ahbablarından, arkadaşlarından ba'zılarının arzusu üzerine, isa aleyhisselamın semaya urucundan oniki sene sonra isminde bir kitab yazmışdır. bu kitab, isa aleyhisselamın dünyaya gelmesini anlatan bir tarihdir. ikincisi , isa aleyhisselamı hiç görmemiş ve havarilerden işitdiği sözleri ve hikayeleri, urucdan yirmisekiz sene sonra yazmışdır. üçüncüsü, dedikleri adamdır. bu da, isa aleyhisselamı görmemiş, havarilerden işitdiklerini urucdan otuziki sene sonra, iskenderiyyede yazmışdır. dördüncüsü, yuabdüllah abdi bin destan mustafa manastri, de vefat etdi. türkçe ve arabi , kitabları basılmışdır. hannadır. bunun havarilerden olduğu söyleniyor. urucdan kırkbeş sene sonra, isa aleyhisselamın hayatını, tarihini yazmışdır. allahü tealanın gönderdiği, incil kitabı tek bir kitabdır. bu hakiki incilde, birbirine uymayan ve hadiselere ters düşen bir şey olmadığı muhakkakdır. halbuki, bu dört incilde, birbirine uymayan ihtilaflar doludur. kur'anı kerimde, isa aleyhisselamın öldürülmediği, asılmadığı açıkca haber veriliyor. bu dört tarih kitabında ise, katl edildiği açıkca yazılı olduğundan, kur'anı kerimin bildirdiği, allah kelamı olan incilin, bu dört tarih kitabından başka olduğu anlaşılmakdadır. bu kitablardaki hikayelerden bir kısmını isa aleyhisselamdan işitmedikleri, urucdan sonra yazdıkları, hem kitablardan anlaşılıyor, hem de papazlar söylüyorlar. mesela, isa aleyhisselamdan, mahbus iken ve öldürülürken, nakl etdikleri sözler böyledir. bu sözlerin asl incilde bulunmadığı, allah kelamı olmadığı meydandadır. bu gibi, daha nice misallerin, bu dört incilin allah kelamı olamıyacağını gösterdiğini, imamı kurtubi kitabında ve ibnül kayyımül cevziyye ve salih sü'udi maliki hazretleri kitablarında ve taşköprülü ahmed efendi ve katib çelebi, meşhur kitablarında yazmışlardır. salih, kitabını de yazmışdır. bugün, hakiki incil mevcud değildir. hıristiyanların elinde bulunmadığı gibi, müslimanlar arasında da böyle bir kitab yokdur. hatta, papazların çoğu, semadan inen bir incil bulunduğunu inkar ediyorlar. bir rivayete göre, yehudiler isa aleyhisselamı katl edecekleri zeman, incili ateşde yakdılar. yahud, parçalayıp, ortadan kaldırdılar. o zeman, incil yayılmamış idi. çünki, isa aleyhisselamın peygamberlik zemanı üç sene kadar olup, iman edenler de pek az idi. bunların çoğu da, köylü olup, okumak, yazmak bilmiyorlardı. yahud, miladın üçyüzyirmibeş senesinde telef etdikleri inciller arasında, bunu da, bozuk zannederek, imha etmişlerdir. o zeman birbirine uymayan kırk, elli incil kitabı vardı. her birine inananlar arasında mücadele oluyor, çok kan dökülüyordu. aryüsün mahkemesi esnasında, bunlardan dördünü intihab ederek, diğerlerini men' etdikleri, kilise tarihlerinde yazılıdır. bir ingiliz papazı, yasak edilmiş incilleri arayıp, bulduklarını inmuhammed kurtubi, de vefat etdi. ibni kayyım muhammed, de vefat etdi. gilizceye terceme etmiş, bulamadıklarının da ismlerini yazarak, de londrada tab' edilmişdir. gazetesinin katibi ahmed farisi efendi, bunu arabiye terceme etmiş, incil denilen kitabların ismleri kitabımıza ilave edilmişdir. hıristiyanlar, bu dört incilin ve ve dedikleri ellerindeki kitabların semadan indiğine inanıyorlar. bu dört incilde, isa aleyhisselamın sözleri olarak bildirilenler, şübheli ve olup, olmadıklarından, asla sened olamaz. markos ve luka ise, pavlosun talebeleri olup, isa aleyhisselamı hiç görmemişlerdi. pavlosun da, isa aleyhisselamı görmediği ve semaya urucundan sonra, meydana çıkarak, dediği, deki, kitabının dokuzuncu faslında, luka tarafından yazılıdır. bunların, havarilerden işitdikleri hikayeleri yazmış olduklarına da, inanılamaz. çünki, kendilerine haber verenlerden hiçbirinin, ismlerini ve hallerini bildirmemişler, isa aleyhisselamı görmüş ve kendisinden işitmiş gibi yazmışlardır. tarihciler, böyle yazılara yalan ve iftira demekdedir. mesela, isa aleyhisselamı yehudiler yakalamağa geldikleri gece, yanında bulunan onbir havarinin kaçdıkları ve reisleri olan un da, uzakdan gözeterek, isa aleyhisselamı götüren yehudilerin arkasından, hahambaşının hanesine kadar gitdiği ve korkudan, firar etdiği, nın yirmialtıncı ve un ondördüncü bablarında yazılı iken, dört incilde, yehudiler isayı tutup, şöyle böyle yapdılar. o da, şöyle böyle cevab verdi şeklinde, görmüş ve işitmiş gibi yazmışlardır. böyle yazıların, yehudilerden işitdikleri yalanlar ve iftiralar oldukları meydandadır.isa, üç gün sonra mezardan kalkıp, başına gelenleri anlatdı. incillerde yazılı olanlar, yehudilerden işitdikleri değil, isanın haber verdikleridir denirse, yehudiler asdıkları, öldürdükleri kimseyi mezara koyarken, bunun isa olmadığını kendileri de anlamışlar, başkalarının anlamamaları için, kabrden gizlice çıkarıp, başka bir mahalle defn etmişler, şeklinde yalan ve iftira etmişlerdir, sözü, bu düşüncenin yanlış olduğunu göstermekdedir. sözünün doğru olmadığını kendileri de bildiriyor. un kitabının son babında isa, ihya edilip, evvela mecdelli meryeme göründü. o da gidip, havarilere haber verdi. inanmadılar yazılıdır. meryemin dahi bunu bostan bekcisi zan etdiğini, , yirminci babında yazmışdır. denirse, meryem, isayı gördüğünü haber verince, şübhe etmezlerdi. hatta, mezar başına gelip kalkmasını beklerlerdi.bugün, bütün hıristiyanlar, iznik meclisindeki papazların kabul etdikleri dört kitabın, semadan inen incil olduklarına inanıyorlar. yuhanna incilinde yazılmış olan , dinlerinin esasıdır. ya'ni isa tanrıdır veya tanrının oğludur diyorlar. ebedi olan tek tanrı, onu çok seviyor. onun her istediğini yapıyor, yaratıyor. bunun için, herşeyi ondan istiyoruz. ona ve onu temsil eden putlarımıza, bu niyyet ile yalvarıyoruz. tanrı ve oğul, çok sevilen kimse demekdir, diyorlar. tanrının oğlu demek, tanrı onu çok seviyor demekdir, diyorlar. böyle inananlara denir. o da, ebedidir. herşeyi yokdan var ediyor diyen hıristiyanlar, dir. muhammed aleyhisselama inanmadıkları, müsliman olmadıkları için, hepsi kafirdirler. yehudilik, tevrat ve talmud isevilik, musa aleyhisselamın şeri'atinin devamı olduğu için, yehudiler ve kitabları hakkında ma'lumat vermemiz faideli olacakdır. önce yehudiliğin tarihcesini bildirelim: ibrahim aleyhisselam, ulülazm peygamberlerdendir. o, ne yehudi, ne de hıristiyan idi. hakiki müsliman idi. ibrahim aleyhisselam beni israilin, ya'ni yehudilerin, ve ayrıca arabların da ceddidir. muhammed aleyhisselamın da, dedelerindendir. geldanilerin merkezi babil şehri idi. meliklerine denirdi. geldaniler o zeman, aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. bunları temsil eden çeşidli putlar yapmışlardı. nemrudlar da putlar arasında idi. allahü teala, ibrahim aleyhisselamı bunlara peygamber olarak gönderdi. fekat iman etmediler. o mübarek peygamberi, ateşde yakmak istemişler, ancak allahü teala, ateşi selamet kılmışdı. günlerce odun toplıyarak yakdıkları bu ateşin içerisi, ibrahim aleyhisselam için yeşil bir bağçe oldu. bu mu'cize karşısında da, çoğu iman etmedi. ibrahim aleyhisselam mısra gitdi. sonra allahü tealanın emri ile filistine döndü. ibrahim aleyhisselamın vefatından sonra, oğlu, ishak aleyhisselam, bundan sonra da, bunun oğlu ya'kub aleyhisselam peygamber oldular. ya'kub aleyhisselamın diğer ismi, israildir. bunun için, ya'kub aleyhisselamın oniki oğlundan çoğalan insanlara, ya'ni israil oğulları denilir. ya'kub aleyhisselamın oğullarından yusüf aleyhisselamı, kardeşleri kıskandılar. bir kuyuya atıp, ya'kub aleyhisselama, öldü diye yalan söylediler. sonra, kuyuya gelen yolcular, onu kuyudan çıkarıp, mısra götürdü. orada, köle diye satdılar. yusüf aleyhisselamı, mısrın maliye veziri, aziz satın aldı. evine götürdü. hanımı zeliha, ona aşık oldu. yusüf aleyhisselam, ona iltifat etmeyince, iftira etdi. bu iftira üzerine, yusüf aleyhisselam zindana habs edildi. mısr hükümdarı fir'avnın bir rü'yasını ta'bir ederek, zindandan çıkarıldı. fir'avn, yusüf aleyhisselamı maliye vekili yapdı. yusüf aleyhisselam, babası ya'kub aleyhisselamı ve diğer kardeşlerini ken'an diyarından ya'ni filistinden mısra getirdi. fir'avn, ya'kub aleyhisselama ve çocuklarına çok hurmet ve iltifat etdi. böylece, israil oğulları, mısra yerleşmiş oldular. önce, mısrda rahat bir hayat süren israil oğulları, sonradan mısrda büyük bir zulm ve sıkıntı görmüşler, köleliğe düşmüşlerdir. onları bu sıkıntılardan kurtaran ve ya'ni va'd olunmuş topraklara götüren, musa aleyhisselam olmuşdur. musa aleyhisselamı, fir'avn serayında büyütdü. kırk yaşına gelince, serayı terk edip, akrabalarının ve büyük kardeşi harunun yanına geldi. birgün, mısrlı bir kafirin , beni israilden birine işkence etdiğini gördü. kurtarırken, kıpti öldü. musa aleyhisselam korkarak, tebük civarındaki medyen şehrine gitdi. orada şu'ayb aleyhisselamın kızı ile evlendi. ona on sene hizmet etdi. mısra dönmek için yola çıkdı. yolda, tur dağında, allahü teala ile konuşdu. mısra gelip, fir'avnı dine da'vet etdi. beni israile serbestlik verilmesini istedi. fir'avn kabul etmedi. musa, büyük sihrbazdır. bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor dedi. yanındaki vezirlere sordu. onlar da, dediler. sihrbazlar geldiler. mısr halkı önünde, ipleri yere atdılar. her ip, yılan görünüp, musa aleyhisselama doğru yürüdü. musa aleyhisselam asasını yere bırakdı. büyük yılan oldu. ipleri yutdu. sihrbazlar şaşırdılar. iman etdiler. fir'avn kızdı. o, sizin ustanız imiş. ellerinizi, ayaklarınızı keseceğim. hepinizi hurma dallarına asacağım dedi. biz musaya inandık. onun rabbine sığınıyoruz. yalnız onun afv ve merhametini isteriz dediler. kafirlerin suları kan oldu. kurbağa yağdı. cild hastalıkları oldu. üç gün karanlık oldu. fir'avn, bu mu'cizeleri görünce korkdu. beni israilin mısrdan çıkmasına izn verdi. musa aleyhisselam, beni israil ile, kudüse doğru giderken, fir'avn pişman oldu. askerleriyle arkalarına düşdü. süveyş körfezi açılıp, mü'minler karşıya geçdi. fir'avn geçerken, deniz kapandı. askerleri ile birlikde boğuldu. beni israil, yolda öküze tapanları gördüler. musa aleyhisselama dediler. musa aleyhisselam, allahü tealadan başka tanrı yokdur. allahü teala sizi kurtardı dedi. sonra, tih çölüne düşdüler. yolu şaşırdılar. aç ve susuz kaldılar. gökden ve ya'ni helva ve et inerdi. bunları yirlerdi. asası ile yere vurunca, su çıkardı. bundan da içerlerdi. helva ile etden bıkdık. bakla, soğan gibi şeyler isteriz dediler. musa aleyhisselamı gücendirdiler. bunun için, kırk sene çölde kaldılar. musa aleyhisselam, harun aleyhisselamı vekil bırakıp, tur dağına gitdi. orada kırk gün ibadet etdi. allahü tealanın kelamını işitdi. allahü teala kitabını ve on emrin yazılı olduğu iki levhayı indirdi. tih çölünde, samiri adında bir münafık, herkesdeki altınları, süs eşyasını eritip, bunlardan bir buzağı yapdı. musanın ilahı budur. buna tapınız! dedi. tapmağa başladılar. harun aleyhisselamı dinlemediler. musa aleyhisselam gelip olanları görünce çok kızdı. samiriye la'net etdi. büyük kardeşinin sakalından tutup, darıldı. pişman olarak, yalvardılar. musa aleyhisselam, tevratı ve on emri teblig etdi. a göre ibadet etmeğe başladılar. sonra yine bozuldular. yetmişbir fırkaya ayrıldılar. musa aleyhisselam, ümmeti ile lut gölünün cenub tarafına geldi. adında bir melik ile harb etdi. şeri'a nehri şarkındaki yerleri ele geçirdi. eriha şehri karşısındaki dağa çıkdı. ken'an ilini uzakdan gördü. yerine yuşa aleyhisselamı halife bırakıp, bir rivayete göre, miladdansene evvel yüzyirmiyaşında, orada vefat etdi. eriha şehrini, sonra da kudüsü, yuşa' aleyhisselam amalika kafirlerinden aldı. daha sonra, davüd aleyhisselam melik oldu. kudüsü tekrar aldı. böylece, yehudilerin en parlak zemanı başladı. sonra, süleyman aleyhisselam, babasının hazırlatdığı yere meşhur ma'bedi ya'ni yı yapdırdı. süleyman aleyhisselam, içinde tevrat ve diğer emanetler ve on emrin yazılı olduğu levhalar bulunan yi, ya'ni ma'bedin bir odasına koydurdu. oniki kabileye ayrılmış olan yehudiler, süleyman aleyhisselamın vefatından sonra, iki devlete ayrıldılar. on kabile israil devletini, diğer ikisi yehuda devletini kurdular. azgınlaşarak hak yoldan ayrılıp, taşkınlık etdiler. gadabı ilahiye uğradılar. israil devletide asuriler, sonra da, yehuda devleti da babilliler tarafından yıkıldı. asuriler babil devletini işgal etdi. de asuri hükümdarı buhtunnasar kudüsü yakıp yıkdı. yehudilerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da, babile sürdü. bu karışıklıkda gökden inen tevrat yakıldı, yok edildi. bu hakiki tevrat, çok büyükdü. ya'ni, kırk cüz idi. her cüzde bin sure, her surede bin ayet vardı. bu muazzam kitabı, uzeyr aleyhisselamdan başka kimse ezberlememiş idi. tevratı yehudilere yeniden ta'lim etdi. zemanla bir çok yerleri unutuldu, değişdirildi. muhtelif kimseler, hatırlarında kalan ayetlerini yazarak, tevrat isminde çeşidli risaleler meydana geldi. miladdan takriben dörtyüz sene evvel yaşamış olan azra ismindeki bir haham bunları toplıyarak, şimdi mevcud olan ahdi atik denilen tevratı yazdı. iran hükümdarı şireveyh, asurileri yenince, yehudilerin tekrar kudüse dönmelerine izn verdi. yehudiler, den sonra mescidi aksayı yeniden ta'mir etdiler. önce perslerin, sonra da, makedonyalıların idaresi altında yaşadılar. senesinde kudüs, romalı kumandan pompey tarafından zabt edildi. pompey, yehudileri dağıtdı. şehri ve mescidi aksayı, yakdı, yıkdı. böylece yehudiler, roma devleti hakimiyetine girdiler. de romalıların filistindeki yehudi valisi herod, ma'bedi tekrar yapdırdı. yehudiler daha sonra, roma hakimiyetine isyan etdiler. fekat miladın. senesinde romalı kumandan titus, kudüsü temamen yakdı, yıkdı. şehri viraneye çevirdi. beyti mukaddes de yandı. sadece batı dıvarı kaldı. bu dıvara türkler derler. bu dıvar, yüzyıllarca yehudilerdeki milli ve dini şuuru ayakda tutmuşdur. kurtarıcı mesih inancı da, yehudilerde bu şuurun devamını te'min etmişdir. bizanslılar ve sonra emeviler ve osmanlılar bu dıvarı muhafaza ederek, mescidi ta'mir etmişlerdir. titusun, katliam ve zulmünden sonra yehudiler, bölük bölük filistini terk etdiler. kudüs ve çevresinden kovuldular. yehudi esirler, romalıların emrinde çalışdırılmak üzere, mısra sevk edildiler. bu sene, yehudiler dünyanın her yerine yayıldılar. yehudiler, yehudiliğin iki emr kaynağını birbirinden ayırmışdır: yazılı emrler, sözlü emrler. yehudilerin mukaddes saydıkları kitabları, ve olmak üzere ikiye ayrılır: birincisi, yazılı emrleri, ikincisi ise, sözlü emrleri ihtiva ediyor derler. tanah kitabına hıristiyanlar ismini verirler. yehudiler bu ta'biri kabul etmezler. yehudiler, tanahı üç kısma ayırmışlardır: torah, ya'ni tevrat, neviim, ya'ni peygamberler, ketubim, ya'ni kitablar. tanah ismini, bu üç kısmın, ibranice baş harflerini birleşdirerek meydana getirmişler. neviim iki kısmdır. ilk peygamberler dört kitab, son peygamberler onbeş kitabdır. ketubim, ya'ni kitablar ise, yehudilere göre onbir, hıristiyanlara göre onbeş kitabdır. yehudiler, tevrat ismini verdikleri beş kitabın allahü teala tarafından, musa aleyhisselama indirildiğine inanmakdadırlar. bu beş kitab, , , , , dir. tesniyede, musa aleyhisselamın ölümü, ihtiyarlığı, yaşı ve defn edildiği ve yehudilerin ona matem tutdukları yazılıdır. . bu ahval, musa aleyhisselam vefat etdikden sonra, musa aleyhisselama vahy olundu dedikleri kitabda nasıl bildirilmişdir? bu misal, tevratın musa aleyhisselam tarafından bildirilen ve allahü teala tarafından vahy edilmiş olan, hakiki tevrat olmadığının açık delillerindendir. bir yehudi din adamı olan, hirsch graetzin, kitabındaki beyanına göre, yehudiler, kendi cema'atlerinin tevratın emrlerine tam ittiba' edebilmelerini te'min için ni kurdular. bu meclisin reisine, dediler. yehudi gençlerine, mekteblerde dinlerini öğreten, tevratı açıklayan yehudi din adamlarına denilir. bunların, tevrata yapdıkları açıklamaların, ilavelerin bir kısmı, sonradan yazılan tevratlara karışdırılmışdır. incillerde geçen yazıcılar işte bunlardır. bunların bir diğer vazifesi de, yehudilerin tevrata ittiba' etmelerini sağlamakdır. yehudilerin ekserisinin inanmadıkları bir tevrat daha vardır ki, buna derler. bu tevrata inananlar, yazıcıların tevrata açıklamalar ve ilaveler yapmalarına, hatta harflerini dahi değişdirmelerine karşı çıkmışlardır. yehudilerin ellerindeki tevrat ile şomranim tevratı arasında altı bin kadar ihtilaf bulunduğu bildirilmekdedir. bugün tevrat dedikleri kitabın, allahü teala tarafından musa aleyhisselama gönderilen hakiki tevrat olmadığı şübhesizdir. en eski yazılan tevrat nüshası ile, musa aleyhisselam arasında iki bin sene vardır. musa aleyhisselam, tevratın ye, ya'ni na konularak muhafaza edilmesini ümmetinin alimlerinden istemişdi. süleyman aleyhisselam yı bina edince, ahd sandığını buraya koymuş ve sandığı açdırmışdır. sandık açılınca, içerisinden yalnız , ya'ni on emrin yazılı olduğu iki levha çıkmışdır. abd'nin kaliforniya üniversitesi profesörlerinden elliot friedmanın, senesinde neşr etdiği, ismli kitab, yehudi ve hıristiyan dünyasını karışdırdı. profesör friedman, tevratı teşkil eden beş kitabın, beş ayrı ilahiyyatcı tarafından yazıldığını ve musa aleyhisselama indirilen tevrat kitabının asl nüshası ile hiç bir suretde kıyaslanamayacağını açıkladı. hıristiyanların inandığı, in ve kısmlarının birbirleriyle tenakuz içerisinde bulunduğunu belirten profesör friedman, kitabında bunun misallerini zikr etmişdir. ayrıca, tevratın içerisindeki kitabların da birbirleri ile, hatta kendi babları arasında tenakuzlarla dolu olduğuna dikkati çeken profesör friedman, böyle bir esere vasfının verilemiyeceğini bildirmişdir. tevratı meydana getiren beş kitabdaki, ifade tarzları da, birbirinden temamen farklıdır. elliot friedman'a göre bugünkü tevrat, musa aleyhisselamdan birkaç asr sonra yaşıyan beş haham tarafından kaleme alınmış ve azra adındaki haham bunları tek tek toplıyarak, ahdi atik'in asl nüshası olduğu iddi'ası ile çoğaltdırmışdır. tarih profesörü friedman, kaleme aldığı eserinde, daha sonra şu ifadelere yer vermişdir:günümüzde, tevrat'ın üç nüshası mevcud: yehudiler ve protestanların kabul etdikleri ibranice nüsha, katolik ve ortodokslar tarafından kabul edilen yunanca nüsha ve samirilerce kabul edilen samiri dilinde yazılmış nüsha. bunlar tevratın en eski ve en i'timadlı nüshaları olarak bilinmelerine rağmen, gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında birçok yerlerinde tezadlar vardır. hiçbir ilahi dinde bulunmıyan, insanlara zulm telkinleri, peygamberlerden ba'zılarına karşı çok çirkin ve makamlarına yakışmıyacak isnadlar vardır. hakiki tevratda ise, tezadlar bulunacağından söz edilemez. fransız papazlarından, richard simon da, kitabında, tevratın musa aleyhisselama vahy edilen tevrat olmadığını, sonradan farklı zemanlarda yazılarak bir araya getirildiğini belirtmişdir. papazın bu kitabı toplatdırılmış, kendisi de kiliseden kovulmuşdur. Jean astruc de, adlı eserinde, tevratın beş kısmının çeşidli yerlerden derlenmiş birer kitab olduğunu yazmışdır. Jean, bir kısmındaki ismlerin değişdirilerek, ikiüç yerde tekrar edildiğine de dikkatleri çekmişdir. tekvinin birinci babının onbirinci ayeti ve devamında, nebatların insandan önce yaratıldığı, yazılıdır. ikinci babının beş, altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu ayetlerinde ise, insanın yaratıldığı ve o zeman yer yüzünde hiç bir nebatın bulunmadığı, nebatatın insandan sonra yaratıldığı yazılıdır. bu ve bunun gibi pek çok tenakuzlara, büyük hatalara dikkati çeken Jean astruc dinsiz i'lan edilmişdir. gottfried eichhorn, tekvinden başka, sonra gelen beş kitabın da, tarihleri i'tibarı ile ve lisan olarak birbirinden farklı olduğunu senesinde neşr etdiği kitabında yazmışdır. fekat eichhorn ve kitabları aforoz edilmişdir. alman şairi ve filozof herden eserinde, ahdi atikin, kitabının içindeki şi'rlerin birçok ibrani şairlerine aid olduğunu, başka başka zemanlarda yazıldığını ve sonradan bir araya cem' edildiğini yazmakdadır. ayrıca nin de, beşeri ve müstehcen bir aşk kasidesi olduğunu, bu şi'rlerin süleyman aleyhisselam gibi bir peygambere atf olunamıyacağını da beyan etmekdedir. merak edenlerin, kitabına göz gezdirmeleri kafidir. yüzyılda ibrani lisanı üzerindeki incelemeler artınca, tevratdaki beş kitabın musa aleyhisselama aid olmadığı ve ahdi atikdeki kitabların muhtelif zemanlarda bir araya getirildiği isbat edildi. bu hususda, avrupalı pek çok tarihci, papaz ve piskoposlar eserler neşr etmişlerdir. mood incil enstitüsünden graham scroggie, ismli kitabda ve in allah kelamı olmadığını i'tiraf etmekdedir. stroggie ise, tekvin kitabı, şecerelerle doludur. kim kimden doğdu, nasıl doğdu? hep bunlardan bahs ediliyor. bunlardan bana ne? bunların ibadet ve allahü tealayı sevmek ile ne alakası var? nasıl iyi bir insan olunabilir? kıyamet günü nedir? kime ve nasıl hesab vereceğiz? salih bir insan olmak için neler yapmak lazımdır? bunlardan pek az bahs olunuyor. ekseriya, muhtelif efsaneler var. daha gündüz anlatılmadan, geceye geçiliyor demekdedir. böyle bir kitab nasıl allah kelamı olabilir? bugün, yehudilerin , hıristiyanların ise, dedikleri kitabları okuyan bir kimse, allahü teala tarafından indirilmiş bir kitab değil, fuhş, müstehcenlik ve ahlaksızlığı öğreten bir seks kitabı okuduğunu zan eder. bu kitabların, allah kelamı olmadığını anlayan batılı birçok papaz ve fen adamları, pekçok kitablar neşr ederek, hakikati herkese duyurmağa çalışmışlardır. bunları burada zikr etmeğe kitabımızın hacmi müsaid değildir. talmud yehudilerin tevratdan sonraki kudsi kitablarıdır. dedikleri kitabdır. talmud, iki kısmdan meydana gelmişdir. bunlar mişna ve gamaradır: mişna: ibranice tekrar demekdir. sözlü emrlerin, kanun haline getirilmiş ilk halidir. yehudi i'tikadına göre, allahü teala, musa aleyhisselama, tur dağında tevrat kitabını verdiği gibi, ba'zı ilmleri, ya'ni i de söyledi. musa aleyhisselam, bu ilmleri harun, yuşa' ve eliazara aleyhimüsselam bildirdi. bunlar da, kendilerinden sonra gelen peygamberlere bildirdiler. eliazar, şu'ayb aleyhisselamın oğludur . uzeyr aleyhisselama yehudilerin azra dedikleri de yazılıdır. bu bilgiler, neslden nesle, ya'ni hahamlardan hahamlara rivayet edildi. miladdan önceve miladdan sonrasenelerinde çeşidli mişnalar yazıldı. bunlara yehudilerin adetleri, kanun müesseseleri, hahamların bir mevzu'daki tartışmaları ve şahsi görüşleri de karışdırıldı. böylece mişnalar, hahamların indi görüş ve münakaşalarını ifade eden kitablar haline geldi. yehudi hahamlarından akiba, bunları topladı ve kısmlara ayırdı. talebesi, haham meir, bunlara ilaveler yaparak basitleşdirdi. daha sonraki hahamlar bu rivayetlerin, te'lifi ve bir araya toplanması için çeşidli üsuller ve şartlar koydular. böylece pek çok rivayetler ve kitablar zuhur etdi. nihayet bunlar, mukaddes yehudaya ulaşdı. yehuda, bu karışıklıklara son vermek için, miladın ikinci asrında, bu kitabların en sağlam kabul edilenini yazdı. yehuda, mevcud nüshalardan, bilhassa meirin yazdığı nüshadan istifade ederek, kırk yılda bir kitab vücude getirdi. bu kitab, diğerlerini içinde toplıyan, en son ve meşhur oldu. mişnanın yazılmasına iştirak eden, fikrleri mişnada yazılı olan, miladi birinci ve ikinci asrda yaşayan yehudi hahamlara ya'ni derler. yehuda en son muallimlerdendir. diye de ta'bir olunurlar. nın toplanmasına iştirak eden hahamlara ya'ni derler. bunlar muallimlerin fikrlerinin yanlışını çıkaramaz, ancak izah edebilirler. miladdan sonra altıncı ve yedinci asrlarda, talmuda şerh ve ilave yapanlara ya'ni denildi. talmudu şerh ve tefsir eden hahamlardan, yehudi konsillerinin başkanı olanlarına denilir ki, fetva veren demekdir. konsil başkanı olmayanlara ise ya'ni karar verenler, tercih edenler derler. yehudadan sonra gelen hahamlar, mişnaya ilave ve şerhler yapmışlardır. mişnanın lisanı, kendisinde yunanca ve latincenin te'siri görülen yeni ibranice dir. mişnanın yazılmasından maksad, yazılı emr kabul edilen, tevratı temamlayıcı olan, sözlü emrleri tanıtmakdır. yehudanın, yazdığı mişnaya almadığı ve diğer hahamların yazdığı mişnalardaki ma'lumatlar sonradan toplandı. bunlara ilaveler denildi. mişnalar, tevratlardan daha basit olup, kelime ve cümle şeklleri onlardan çok farklıdır. emrler, umumi kaideler şeklinde bildirilmişdir. dikkat çekici misaller verilmişdir. vaki' olmuş hadiselere ba'zen rastlanılır. emrler beyan edilirken, kaynak olarak tevratlarının ayetleri verilir. mişnakısmdan müteşekkildir: zeraim , moed , naşim , nezikin , kedoşim , tehera dir. bunlar altmışüç risaleye, risaleler de cümlelere taksim edilmişdir. gamara: yehudilerin filistin ve babilde iki mühim dini mektebleri vardı. bu mekteblerde, amoraim denilen hahamlar, mişnanın ma'nasını açıklamağa, tezadları düzeltmeğe, örf ve adetlere dayanarak verilen hükmlere kaynak aramağa, olmuş veya olmamış, ya'ni teorik mes'eleler üzerinde hükmler vermeğe çalışdılar. babildeki hahamların yapdıkları şerhlere denildi. bu gamara, mişna ile beraber yazıldı. meydana gelen kitaba u denildi. kudüsdeki hahamların yapdıkları şerhlere de, denildi. bu gamara da mişna ile beraber yazıldı. meydana gelen bu kitaba u denildi. filistin gamarası, bir rivayete göre miladi üçüncü asrda temamlandı. babil gamarası, miladın dördüncü asrında başladı ve altıncı asrında temamlandı. daha sonra, kudüs ve babil şerhleri tefrik edilmeksizin mişna ve bir gamaraya ta'bir edildi. babil talmudu, kudüs talmudunun üç misli daha uzundur. yehudiler, babil talmudunu kudüs talmudundan daha üstün tutarlar. mişnanın biriki cümlesi, ba'zen talmudda on sahife anlatılır. talmudun anlaşılması, mişnadan daha zordur. her yehudi, din eğitiminin üçde birini tevrat, üçde birini mişna, üçde birini de, talmuda ayırmak mecburiyyetindedir. hahamlar, talmudda, bir kimse kötü bir şeye niyyet etse, onu yapmasa bile günahkar olacağını bildirmişlerdir. onlara göre, hahamların nehy etdiği birşeyi yapmağa niyyet eden kişi, necs, pis olur. bu i'tikadların kaynağı olan talmuda müslimanlar demişdir. . yehudiler, talmuda inanmıyanı, onu kabul etmiyeni, yehudi saymazlar. bunun için yehudiler, sadece tevratı kabul eden ve ona bağlanan karaim yehudilerini yehudi kabul etmezler. yehudi din adamları, kudüs ve babil talmudları arasında büyük farklar, tezadlar olduğunu i'tiraf etmekden sakınırlar. babil talmudu, ilk def'a miladi de, kudüs talmudu ise, senesinde venedikde basıldı. babil talmudu, almanca ve ingilizceye, kudüs talmudu da, fransızcaya terceme edilmişdir. babil talmudunun 'unu, kudüs talmudunun 'ini hikayeler ve kıssalar teşkil eder. bu hikayelere derler. yehudi edebiyyatının esasını bu hikayeler teşkil eder. mekteblerinde bunları okuturlar. yehudi mekteblerinde, hatta üniversitelerinde tevrat ve talmudun öğrenilmesi ve öğretilmesi mecburidir. hıristiyanlar, talmuda düşman olup, ona şiddetle hücum etmekdedirler. hıristiyanların, yehudilere yapdıkları zulmleri, işkenceleri, kitabımızın çeşidli yerlerinde bildirdiğimiz için, burada zikr etmiyeceğiz. ancak, hıristiyanların yehudilere talmudla ilgili yapdıkları zulmlerden kısaca bahs edelim: fransa, polonya ve ingiltere gibi, hıristiyan beldelerde, talmudlar toplatdırılmış ve yakılmışdır. yehudilerin evlerinde bile talmud bulundurmaları yasak edilmişdir. talmud hükmlerini açıklayan en mühim kişiler, yehudi dönmeleri nicolas donin ile pablo christianidir. pablo christiani, miladi onüçüncü asrda, fransa ve ispanyada yaşamışdır. senesinde ispanyanın barcelona şehrinde yapılan münazarada hahamlar, talmudun katı prensiblerine ve yazılarına karşı varid olan suallere , bunları müdafeadan aciz kaldılar. kitabının beyanına göre, talmudda, isa aleyhisselamın cehennemin derinliklerinde, zift ve ateş arasında olduğu, hazreti meryemin asker pandira ile zina etdiği, kiliselerin necaset dolu olduğu, papazların kelblere benzediği, hıristiyanların öldürülmesi lazım olduğu gibi hususlar yazılıdır. de papanın izni ile babil talmudu, üç sene sonra da kudüs talmudu basılmış, bundan otuz yıl sonra yehudiler için felaketler zuhur etmişdir. eylülde romada ele geçirilen bütün talmud nüshaları yakılmışdır. bu hal, diğer italya şehrlerinde de tatbik edilmişdir. senesinde talmud ve diğer ibranice kitablara sansür konulmuşdur. de papa, talmud kelimesinin kullanılmasını dahi, yasak etmişdir. seneleri arasında talmud, basel şehrinde yeniden basılmışdır. bu baskıda, ba'zı risaleler çıkarılmış, hıristiyanlığı kötüleyen birçok cümleler kaldırılmış, birçok kelimeler de değişdirilmişdir. bu tarihden sonra, papalar yine talmudları toplatmışlardır. endülüs emevi sultanlarının dokuzuncusu ikinci hakem, haham Joseph ben masesa emr ederek, talmudu arapcaya terceme etdirmişdir. okundukdan sonra, bu tercemeye ismi verilmişdir. ikinci hakem, da vefat etdi. karaim yehudileri, talmudu red etmiş ve bunu bid'at kabul etmişlerdir. talmuda göre kadın, dini mekteblere alınamaz. çünki hafif akllıdır ve ona din eğitimi şart değildir. cümlesi haham eliazerindir. , sotak kısmı. yehudi haham musa bin meymun, bundan maksadın tevrat değil, talmud olduğunu zikr etmişdir. talmud, müneccimliğin insan hayatına hükm eden bir ilm olduğunu bildirmekdedir. talmud, demekdedir. ay tutulmasının ise, yehudiler için kötü bir alamet olduğu yazılıdır. talmud, sihr ve kehanetlerle doludur. birçok şeyleri ifritlere bağlamışlardır. haham rav hunr bulunur demekdedir. haham rabba ise, havradaki va'z sırasında zuhur eden izdiham, ifritler sebebi iledir. elbiselerin eskimesi, ifritlerin sürtünmelerindendir. ayakların kırılması, yine ifritler sebebi iledir demekdedir. talmudda, şeytanların, öküzlerin boynuzlarında raks etdikleri, şeytanın tevrat okuyanlara zarar veremiyeceği, cehennem ateşinin, beni israilin günahkarlarını yakmıyacağı yazılıdır. yine talmudda, beni israilin günahkarlarının oniki ay cehennemde yanacağı, kıyameti inkar edenlerin ve diğer milletlerden olan günahkarların elim bir azab içinde ebedi olarak kalacakları, orada vücudlarının kurtlarının ölmiyeceği ve ateşlerinin sönmiyeceği yazılıdır. yine ba'zı hahamlar talmudda, ruh cesedden ayrıldıkdan sonra, hesab olmadığını, günahlardan cesedin mes'ul olduğunu, ruhun cesedden mes'ul olmasının mümkin olmadığını yazmışlardır. başka bir haham da, yine talmudda buna i'tiraz etmişdir. talmudda, diye yazılıdır. bir hahamın, bir kadını dişi merkeb haline getirdiği, üzerine bindiği, onunla çarşıya gitdiği, sonra da başka bir hahamın, onu eski haline çevirdiği, talmudun rivayetlerindendir. talmudda, hahamların harikulade işleri, yılanlar, kurbağalar, kuşlar ve balıklara aid pekçok efsane ve kıssaları yazılıdır. yine talmudun beyanına göre, ormanda bir yırtıcı hayvan olup, rum kayseri bunu görmek istemiş, bu hayvan romayamil yaklaşınca kükremiş ve roma şehrinin dıvarları yıkılmışdır. yine talmudun beyanına göre, ormanda bir yaşında bir öküz, tur dağı kadar imiş. çok büyük olduğu için, bunları kurtarmak nuh aleyhisselama çok zor gelmiş ve bunlardan sadece birini boynuzlarından gemiye bağlamış. o zemanın bashan beldesinin maliki olan , vücudu çok büyük olduğu için, gemiye binememiş, o da öküzün sırtına binmiş. bu melik üc, dünya kadınlarından biri ile evlenen bir melekden doğan amalikalılardan imiş. ayağımil uzunluğunda imiş. akl ve mantığın asla kabul edemiyeceği daha nice safsatalar. yine talmudun bildirdiğine göre, titus ma'bede girmiş, kılıcını çekerek ma'bedin perdesini parçalamış ve perdeden kan akmış, onu cezalandırmak için, bir sivrisinek gönderilmiş ve beynine girmiş. titusun beyninde sinek güvercin gibi oluncaya kadar büyümüş. titus ölünce kafası açılmış, sivrisineğin bakırdan bir ağzı ve demirden ayakları olduğu görülmüş imiş. hahamların öğretdiği şeylere i'tiraz edenlerin cezalandırılacağı, bir yehudi, bir yabancı yanında bir yehudinin aleyhine şahidlik yaparsa, la'netleneceği, bir yehudinin yabancıya karşı yapdığı yeminin hükmü olmadığı, yine talmudun beyanlarındandır. talmudun hoşem hamişpat, yoreh deah, sultan arah kısmlarında, , , yalnız yehudi olanlara insan gözü ile bakılır. yehudi olmayanlar birer hayvandır, , hırsızlık etmeyiniz emri sadece yehudiler içindir. diğer milletlerin canları ve malları halaldir, yehudi olmıyanların ır–cevab veremedi zı, namusu halaldir. zina etmiyeceksin emri yehudiler içindir, , emrlerimizi, yehudi olmıyan birine haber vermek, bütün yehudileri katl edilmeleri için ihbar etmekle aynıdır. yehudi olmıyanlar, kendileri için öğretdiğimiz şeylerden ma'lumat sahibi olunca bizi sürgün ederler, gibi cümleler vardır. talmudda, yehudilerin bekledikleri mesih için, mesih, yehudi olmıyanları, harb arabalarının tekerlekleri altında ezecekdir. büyük harb olacak ve insanların üçde ikisi ölecekdir. yehudiler galib olacak, mağlub olanların silahlarını yedi sene yakacak olarak kullanacaklardır. diğer milletler yehudilere itaat edeceklerdir. mesih hıristiyanları kabul etmiyecek ve onları temamen imha edecekdir. bütün milletlerin hazineleri yehudilerin ellerine geçecek, yehudiler çok zenginleşecekler. hıristiyanlar yok edilince, diğer milletlerin gözleri açılacak, onlar da yehudi olacaklardır. böylece yehudiler dünyaya hakim olacak, dünyanın hiç bir yerinde yehudi olmıyan kimse kalmıyacakdır demekdedir. tenbih– işbu kitabı gösteriyor ki, hıristiyanlar ve yehudiler, her zeman müslimanlara saldırmış, kitabları ile, radyo ve televizyonları ile ve devlet kuvvetleri ile, islamiyyeti yok etmeğe çalışmışlardır. bu saldırılarının başarılı olması için, önce islam ilmlerini, islam alimlerini yok etmişler, gençlerin dinden habersiz, cahil yetişmelerini sağlamışlardır. hıristiyan misyonerlerinin ve hain komünistlerin tuzaklarına düşerek, onların hilelerine, yalanlarına aldanan, islamiyyetin meziyyetlerini, üstünlüklerini ve ecdadının şanlı, şerefli başarılarını öğrenmekden mahrum bırakılan müsliman evladlarından ba'zıları, zemanla söz ve yazı sahibi oldular. ötede beride, cahilce, ahmakca konuşmağa başladılar. mesela, dedelerimiz çöl kanunlarına tabi' olmuş, islamın akllara, fikrlere vurduğu kara zincirler içinde hareketsiz kalmış, ilk çağ hayatı yaşamışlar. öldükden sonra, dirilmek varmış. cennetlerde ni'metler, eğlenceler, cehennemde ateşde yanmak varmış gibi telkinler altında dünyadan soğutulmuş, tanrı dedikleri, ne olduğu belirsiz birisine tevekkül ederek, tenbel, miskin, hayvan gibi yaşamışlar. biz onlar gibi gerici değiliz. üniversiteyi bitirdik. avrupa ve amerika medeniyyetini, bunların fende, teknikdeki ilerlemelerini ta'kib ediyoruz. zevk ve eğlence içinde yaşıyoruz. namaz, oruc gibi şeylerle zemanımızı öldürmüyoruz. ilerici, aydın kimsenin cami'de, mekkede işi ne? oğlan, kız bir arada, çalgı, şarkı, içki, kumar. gibi zevkler, eğlenceler bırakılıp da, namaz, oruc, mevlid gibi can sıkıcı şeylerle ömür çürütülür mü? cenneti, cehennemi kim gitmiş, kim görmüş. yaşadığımız tatlı hayat, bir vehm, bir hayal için terk edilir mi? diyorlar. halbuki, özendikleri, övündükleri dünya hayatı geçip gitmekde, hayal olmakda, sevdiklerinden ayrılmakdadırlar. bu zevallı kimselerin, imrendikleri, aydın, ilerici, modern dedikleri avrupalı, amerikalı devlet, siyaset, fen adamlarının ve benzemeğe özendikleri milyonlarca batılının, öldükden sonra dirilmeğe, cennete, cehenneme, allahü tealaya ve peygamberlere inandıklarını, her pazar günü akın akın kiliselere giderek ibadet etdiklerini, bu kitabımızdan öğrenerek, insafa gelmelerini, aldatılmış olduklarını anlamalarını dileriz. tenbih– hıristiyanların ellerinde bulunan dört incil kitabının allahü teala tarafından gönderilmiş olan incil olmayıp, papazların yazdığı tarih kitabı oldukları, yehudilerin okudukları tevrat ve talmudun da, hahamların uydurdukları yazılarla dolu olduğu, bu kitabımızda vesikalarla isbat edilmişdir. kur'anı kerim ise, allahın sevgili peygamberi olduğu, sayısız mu'cizelerle meydanda olan muhammed aleyhisselamın getirdiği allah kelamı olduğu, güneş gibi meydandadır. aklı ve ilmi olan hıristiyanların ve yehudilerin bu hakikatları anlayarak seve seve müsliman olduklarını gazetelerde hergün okuyoruz. medeniyyet nedir? müslimanların öğrenmeleri farz olan bilgilere denir. islam ilmleri ikiye ayrılır: , . din bilgilerinden birisi, ahlak ilmidir. islamiyyetin bildirdiği güzel ahlak sahibi olan ve zemanının fen bilgilerinde ya'ni islamın iki bilgisinde yükselmiş olan millete denir. fende ilerlemiş, ağır sanayı' kurmuş, fekat islam ahlakından mahrum olan millete, ya'ni gerici, eşkiya, diktatör denir. fen ve san'atda geri ve islam ahlakından mahrum olanlara , adi denir. ta'miri bilad ve terfihi ibaddır. ya'ni, şehrler yapmak ve insanlara hizmetdir. bu da, fen ve san'at ve güzel ahlak ile olur. kısacası, fen ve san'at ile güzel ahlakın birlikde olmasına denir. medeni insan, fen ve san'ati, insanların hizmetinde kullanır. zalimler ise, insanlara işkence yapmakda kullanır. görülüyor ki, hakiki müsliman, medeni, ilerici bir insandır. hıristiyan, yehudi ve komünist , gerici, şaki ve zevallı bir kimsedir. bir şehidimizin son sözleri şehidin kimliği: ismi: tevfik rütbesi: kolağası ön. yzb. görevi: bölük komutanı baba adı: ali rıza doğum tarihi: doğum yeri: istanbul haziranda bir ingiliz mermisi ile yaralanmış ve çanakkale askeri hastahanesinde şehid olmuşdur. ovacık karibindeki ordugahdan mayıs pazartesi sebebi hayatım, feyzü refikim, sevgili babacığım, valideciğim; arıburnunda ilk girdiğim müdhiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hain bir ingiliz kurşunu geçdi. hamd olsun kurtuldum. fekat, bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümmidim olmadığından, bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum: cenabı hakka hamdsenalar olsun ki, beni bu rütbeye kadar isal etdi. yine mukadderati ilahiye olarak beni asker yapdı. siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni mukaddes dinimize ve vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetişdirmek mümkin ise, öylece yetişdirdiniz. sebebi feyzü refikım ve hayatım oldunuz. cenabı hakka ve sizlere çok teşekkürler ederim. şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zemanıdır. vazifei mukaddesei diniyye ve vataniyyeyi ifaya cehd ediyorum. rütbei şehadete su'ud edersem, cenabı hakkın en sevgili kulu olduğuma kanaat edeceğim. asker olduğum için, bu her zeman benim için pek yakındır, sevgili babacığım ve valideciğim. göz bebeğim olan zevcem münevveri ve oğlum nezihciğimi evvela cenabı hakkın, saniyen sizin himayenize tevdi' ediyorum. onlar hakkında ne mümkin ise, lutfen yapınız! oğlumun ta'lim ve terbiyesine ve salih bir müsliman olarak yetişmesine siz de refikamla birlikde lutfen sa'y ediniz. servetimizin olmadığı ma'lumdur. mümkin olandan fazla bir şeyi isteyemem. istesem de pek beyhudedir. refikama hitaben yazdığım melfuf mektubu lutfen kendi eline veriniz. fekat çok müteessir olacakdır. o teessürü izale edecek veçhile veriniz. ağlayacak, üzülecek, tabi'i teselli ediniz. mukadderatı ilahiye böyle imiş. matlubat ve düyunatım hakkında refikamın mektubuna lef etdiğim deftere ehemmiyyet veriniz! münevverin hafızasında ve yahud kendi defterinde mukayyed düyunat da doğrudur. münevvere yazdığım mektubum daha mufassaldır. kendisinden sorunuz. sevgili babacığım ve valideciğim! belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. beni afv ediniz! hakkınızı halal ediniz! ruhumu şad ediniz. işlerimizin tasfiyesinde refikama muavenet ediniz ve mu'in olunuz. sevgili hemşirem lutfiyeciğim. bilirsiniz ki sizi çok severdim. sizin için, sa'yimin yetdiği nisbetde ne yapmak lazımsa isterdim. belki size karşı da kusur etmişimdir. beni afv et, mukadderati ilahiye böyle imiş. hakkını halal et, ruhumu şad et! yengeniz münevver hanımla oğlum nezihe sen de yardım et! hepiniz, hergün beş vakt namaz kılınız! bir namazı kaçırmamağa çok dikkat ediniz. ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz! sizi de cenabı hakkın lutf ve himayesine tevdi ediyorum. ey akraba ve ehibba ve evidda cümlenize elveda! cümleniz hakkınızı halal ediniz. benim tarafımdan cümlenize hakkım halal olsun. elveda, elveda! cümlenizi cenabı hakka tevdi' ve emanet ediyorum. ebediyyen allahü tealaya ısmarladım. sevgili babacığım ve valideciğim. üç nişan olur velilerde, demiş, erbabı dil, biri ol ki, görenin gönlü ona mail olur. onun ikinci nişanı, oldur ki, iyi bil, her ne dese, dinleyenler, sözüne kail olur. üçüncüsüne gelince, cümle azası onun, hayrlı iş ve edeb ile, her zeman, amil olu ektub tercemesi hindistanın büyük alimlerinden, mürşidi kamil muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh, ının birinci cildi yüzkırkyedinci mektubu, mir muhammed hafiye yazılmışdır. farisi olarak buyuruyor ki: allahü teala, sizi ve bizi, habibi, sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü muhammed aleyhisselama tabi' olmakla şereflendirsin! ey merhametli kardeşim! dünya hayatı çok azdır. ebedi ve sermedi olan ahiret hayatında, dünyada yapdıklarımızın karşılıklarını göreceğiz. bu dünyada en mes'ud kimse, kısa ömründe, ahirete yarayacak işleri yapan, uzun olan ahiret yolculuğuna hazırlanan kimsedir. allahü teala, size insanların ihtiyaclarını karşılayacak, onları adalete ve rahata kavuşduracak bir makam, bir vazife ihsan etmişdir. bu büyük ni'mete çok şükr ediniz! buna şükr etmek, allahü tealanın kullarının ihtiyaclarını karşılamakla olur. kullara hizmet etmeniz dünya ve ahiret derecelerine kavuşmanıza sebeb olacakdır. bunun için, allahü tealanın kullarına iyilik etmeğe, güler yüz, tatlı dil ve güzel huy ile onlara kolaylık göstermeğe çalışınız! bu çalışmanız, allahü tealanın rızasını kazanmanıza ve ahıretde yüksek derecelere kavuşmanıza sebeb olacakdır. hadisi şerifde, insanlar allahü tealanın ıyalidir, kullarıdır. kullarına iyilik edenleri çok sever buyuruldu. müslimanların ihtiyaclarını karşılamanın ve onları sevindirmenin ve güzel huylu ve yumuşak ve sabrlı olmanın faziletini ve sevablarını bildiren hadisi şerifler çokdur. bunlardan birkaçını yazıyorum. dikkat ile okuyunuz. ma'nasını iyi anlayamadığınız olursa, dinini iyi bilen ve dinine sarılmış olan hakiki alimlerden sorunuz. bir hadisi şerifde, müsliman, müslimanın kardeşidir, ona zulm etmez. onu sıkıntıda bırakmaz. kardeşine yardım edene, allahü teala yardım eder. kardeşinin sıkıntısını giderenin, allahü teala kıyamet günü sıkıntısını giderir. bir müslimanı sevindireni, allahü teala kıyamet günü sevindirir buyuruldu. bir hadisi şerifde, din kardeşine yardım edenin yardımcısı, muhammed ma'sum, senesinde serhend şehrinde vefat etdi. allahü tealadır buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, ba'zı kullarını insanların ihtiyaclarını karşılamak için yaratmışdır. derdli olanlar, bunlara sığınırlar. bunlar kıyamet gününün azabından emindirler buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, ba'zı kullarına çok ni'metler vermiş, bunları derdli kullarına derman için sebeb yapmışdır. bu ni'metleri muhtac olanlara vermezlerse, ellerinden alıp, başkalarına verir buyuruldu. bir hadisi şerifde, din kardeşinin ihtiyacını karşılayana, on sene i'tikaf sevabı verilir. allah rızası için bir gün i'tikaf eden ile cehennem ateşi arasında üç hendek uzaklık vardır. iki hendek arası, şark ile garb arası gibi uzakdır buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir din kardeşinin ihtiyacını karşılayan kimseye allahü teala, yetmişbeş bin melek gönderir. sabahdan akşama kadar onun için düa ederler. akşam ise, sabaha kadar düa ederler. her adımı için bir günahı afv olur ve bir derece yükseltilir buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir mü'min kardeşinin ihtiyacını karşılamak için giden kimseye, her adımı için yetmiş sevab verilir ve yetmiş günahı afv olunur. onu sıkıntıdan kurtarınca, anadan doğmuş gibi günahlarından kurtarılır. bu yardımı yaparken ölürse, hesabsız olarak cennete girer buyuruldu. bir hadisi şerifde, giderse, sırat köprüsünü ayağı kaymadan geçenlerden olur buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir kimse, mü'min kardeşini sevindirince, allahü teala bir melek yaratır. o kimse ölünceye kadar bu melek hep ibadet eder. ölüp kabre konunca, yanına gelerek, beni tanıyormusun der. hayır, sen kimsin deyince, bir müslimana vermiş olduğun sevincim. bu gün seni sevindirmek ve sual meleklerine cevab verirken yardımcı olmak ve cevablarına şehadet etmek için, şimdi sana gönderildim. kabrde ve kıyametde sana şefa'at edeceğim. sana cennetdeki makamını göstereceğim der buyuruldu. çok kimsenin cennete girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, buyuruldu. çok kimsenin cehenneme girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, dili ve fercidir. ya'ni tenasül uzvudur buyuruldu. bir hadisi şerifde, olanı, huyu güzel ve zevcesine karşı yumuşak olandır buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir kul, güzel ahlakı sebebi ile ahıretde yüksek derecelere kavuşur ve ibadetlerine kat kat fazla sevab verilir. kötü huy, insanı cehennemin derin tabakalarına sürükler buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse, resulullahın karşısına gelip, allahü tealanın çok sevdiği amel nedir deyince, buyurdu. sağ tarafından gelip, tekrar sorunca, buyurdu. sol tarafından gelip sorunca, yine buyurdu. sonra, dolaşıp arkadan sorunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek yüzünü buna çevirerek, niçin anlamıyorsun? güzel huy, elden geldiği kadar kızmamak demekdir buyurdu. bir hadisi şerifde, haklı olduğu halde dahi, münakaşa etmeyen kimseye, cennetin kenarında bir köşk verilecekdir. latife olarak dahi, yalan söylemiyene, cennetin ortasında bir köşk verilecekdir. güzel huylu olana, cennetin en yüksek yerinde bir köşk verilecekdir buyuruldu. hadisi kudside, bütün dinler içinde, bu dini seçdim. bu din, cömerdlik ile ve güzel huy ile temam olur. bu dini, her gün, bu ikisi ile temamlayınız! buyuruldu. hadisi şerifde, güzel huy, ılık suyun buzu eritdiği gibi, günahları eritir. kötü huy, sirkenin balı bozduğu gibi, ibadetleri bozar buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala refikdir. her işinde yumuşak huylu olanı sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala yumuşak huyu sever, böyle kimseye hep yardım eder. aksine, sert kimseye yardım etmez buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, acele etmeyeni sever. acele şeytandandır. allahü teala, hilmi, ya'ni yumuşak huyu sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, zemanında, yumuşak davrananı allahü teala çok sever buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, kahraman, güreşde, yarışda kazanan değildir. gadab zemanında, nefsine hakim olandır buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, yayıldığı zemanda, bir kimseyi dalaletden kurtarmak ve yollardan, meydanlardan taş, diken, kemik ve çöpleri kaldırmak ve susuz kalanın su kabını doldurmak, hep sadakadır buyuruldu. bir hadisi şerifde, cennetde, dışardan içerisi ve içerden dışarısı görülen köşkler vardır. bunlar, tatlı sözlü olanlara ve açları doyuranlara ve herkes uykuda iken namaz kılanlara verilecekdir buyuruldu. bu hadisi şerifler, kitabından alındı. bu kitab, kıymetli hadis kitablarındandır. allahü teala, hepimize bu hadisi şeriflere uymak nasib eylesin. hali, hareketleri bunlara uyan kimse, allahü tealaya, çok şükr eylesin. hali uymayan da, bu hadisi şeriflere uymak için, allahü tealaya yalvarsın. hali uybu kitabı yazan abdülazim münziri kayrevani şafi'i, de vefat etmişdir. gun olmayanın kusurunu anlaması da, büyük bir ni'metdir. kusurlu olduğunu anlamayan, bunun için üzülmeyen kimsenin dini, imanı za'if olduğu anlaşılır. derdimmektub tercemesi muhammed ma'sum hazretleri, ikinci cildin seksenüçüncü mektubunda, mirza muhammed sadıka, farisi olarak buyuruyor ki: iki ni'meti ve kaza ve kader mes'elesini şerh etmekdedir. bu iki ni'mete kavuşan kimsede, hiç zevk ve hal bulunmasa, bunun için hiç üzülmemelidir. bu iki ni'metden birisi, dinin sahibi olan muhammed aleyhisselama tabi' olmakdır. ikincisi, üstadını, mürşidini sevmekdir. bu iki ni'met, insanı bütün se'adetlere ve feyzlere kavuşdurur. bu iki ni'metden birisi noksan ise, sonu felaket olur. ilmin, amelin, kerametlerin bol olması, bunu felaketlerden kurtarmaz. bu iki ni'metin bozulmasına, elden çıkmasına sebeb olan en zararlı, en tehlükeli şey, dinsiz ve mezhebsiz kimselerle ve bunların kitabları ve her dürlü yayınları ile beraber olmakdır. böyle bozuk kimselerden, arslandan kaçar gibi kaçmalıdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumalıdır. büyüklerin kitablarını okumak isteyenlere, imamı rabbaninin mektubatını okumak çok faidelidir. hakikat kitabevinin çıkardığı kitablar, bu doğru alimlerin kitablarından terceme edilmişdir. islamiyyeti doğru olarak öğrenmek isteyenlere bu kitabları tavsiye ederiz. kaza ve kader bilgileri çok nazik, ince ve anlaması güçdür. bunları konuşmak ve münakaşa etmek, hadisi şeriflerle yasak edilmişdir. müslimanların vazifesi, allahü tealanın emrlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamakdır. kaza ve kadere inanmamız emr olundu. bunları incelememiz emr olunmadı. ehli sünnet alimlerinin bildirdiği kadar öğrenmemiz ve inanmamız lazımdır. bu hakiki alimler buyuruyor ki, allahü teala insanların, hayr ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. vaktleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekde ve yaratmakdadır. onun yaratmasına denir. ezeldeki ilme kader denir. kader, ilmi ezelidir. emri ezeli değildir. halık ve mucid yalnız odur. ondan başka yaratıcı yokdur. hiç bir insan, hiç birşey yaratamaz. mu'teziimamı rabbani ahmed faruki, hindistanda yetişen ehli sünnet alimlerinin ve evliyanın en büyüklerindendir. senesinde serhend şehrinde vefat etmişdir. le ve denilen cahil ve ahmak kimseler, kaza ve kadere inanmadılar. insan, dilediğini, kendi gücü ile yaratmakdadır dediler. böyle, kafir olan kimseler, zemanımızda çokdur. hayr ve şer, herşeyin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının da te'siri vardır. insan bir şey yapmak ister, allahü teala da isterse, o şeyi yaratır. insanın iradesine, dilemesine denir. demek ki, insanların yapdığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve allahü tealanın yaratması iledir. adam öldürene kıyametde azab yapılması, onu kesb etdiği içindir. denilen kimseler ise, insanın kesbini, iradesini inkar etdiler. insan istese de, istemese de, her hareketini, her işini allah yaratır. insanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgardan sallanması gibidir dediler. her şeyi allah zorla yapdırıyor. insan hiç bir şey yapamaz zannetdiler. böyle söylemek küfrdür. böyle inanan kafir olur. bunlara göre, iyi iş yapanlara kıyametde sevab verilir. günah işleyenlere, azab yapılmaz. kafirlere, asilere, fasıklara azab yapılmaz. çünki, bu günahları yapan hep allahü tealadır. bunlar, günah işlemeğe mecbur olmuşlardır dediler. bütün peygamberler, böyle inananlara la'net etdi. elin, ayağın titremesi ile, irade ederek hareket etdirilmesi, bir olur mu? suresininve. üncü ayetlerinde mealen, buyuruldu. vakı' suresinin. üncü ayetinde mealen, buyuruldu. suresinin. uncu ayetinde mealen, isteyen iman etsin, dileyen inkar etsin. inkar edenlere cehennem ateşini hazırladık buyuruldu. suresinin. üncü ayetinde mealen, allahü teala, onlara zulm etmez. onlar, kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. ba'zı mezhebsizler, zındıklar, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak zahmetinden kurtulmak için ve günahlarından dolayı azab çekmemek için, insanların iradesi, kesbi bulunduğuna inanmıyorlar. allahü teala kerimdir, merhameti sonsuzdur. insanlara hep faideli olan şeyleri ve yapabilecekleri kadar emr etmişdir. zararlı olanları yasak etmişdir. suresinin. ıncı ayetinde mealen, buyuruyor. insanda irade bulunduğuna inanmayanlara, çok şaşılır. bunlar, kendilerine ita'at etmiyenlere, sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeğe uğraşıyorlar? zevcelerini kötü yolda görseler, niçin kızıyorlar? niçin, bunların iradesi yokdur, mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar? dünyada her kötülüğü yapıp, ahıretde azab görmemek için böyle inanıyorlar. halbuki, suresinin inci ayetinde mealen, rabbin elbette azab yapacakdır. ondan kurtuluş yokdur buyuruldu. kaderiyye, kaza ve kaderi inkar etdikleri için, cebriyye de, iradeyi inkar etdikleri için, doğru yoldan ayrıldılar. bid'at sahibi oldular. doğru yol, ikisinin arasında olan fırkasının inandığı yoldur. bu hak yolda olanlara denir. ehli sünnet fırkasının reisi olan imamı ebu hanife, imamı ca'fer sadıkdan sordu radıyallahü anhüma: ey resulullahın torunu! allahü teala insanların hareketlerini, bunların iradesine mi bırakmışdır. yoksa, herşeyi cebr ile mi yapdırmakdadır? dedi. cevabında buyurdu ki, . kafirler diyor ki, allahü teala, bizim kafir, müşrik olmamızı istedi. onun istediği oldu. suresinin. inci ayetinde mealen, buyurulmakda ve cevabını vermekdedir. müşrikler, bu sözleri, özr olarak söylemiyorlar. böyle söylemeleri, azabdan kurtulmaları için değildir. bunlar, şirklerinin, küfrlerinin kötü olduklarını bilmiyorlar. allahü tealanın her dilediği iyidir, irade etdiği şeylerin hepsinden razıdır. razı olmasaydı irade etmezdi. bizim şirkimizden de razı olması, bize azab yapmaması lazımdır, demekdedirler. halbuki, allahü teala küfrden, şirkden razı olmadığını peygamberleri ile bildirdi. küfrün kabih olduğunu ve kafirlerin mel'un olduklarını, bunlara sonsuz azab yapacağını bildirdi. irade edilen şeyden razı olmak lazım gelmez. allahü teala küfrü ve isyanı irade eder, yaratır. fekat, bunlardan razı değildir. bunlardan razı olmadığını, kur'anı kerimde açıkca bildirmişdir. belki de, müşriklerin böyle söylemeleri, peygamberlerle alay etmek için idi. sual: allahü teala, hayr ve şerri ezelde takdir etmiş, bilmişdir. bildiğine göre irade etmekde ve yaratmakdadır. insanın iradesi aradan kalkmakdadır. insanlar hayrı ve şerri yapmakda mecbur olmuyor mu? cevab: allahü teala, ezelde, insanın kendi iradesi ile yapacağını bilmişdir. allahü tealanın böyle bilmesi, kulda irade ve ihtiyar olmadığını göstermez. allahü teala, insanın haricinde olan birçok şeyleri de ezeldeki takdirine uygun olarak yaratmakdadır. inimamı ca'fer sadık, resulullahın torunu olan imamı hüseynin torununun oğludur. san, hareketlerinde mecbur olsaydı, allahü teala da, bütün yaratdıklarında mecbur olurdu. görülüyor ki, allahü teala muhtardır, ya'ni mecbur değildir, insan da muhtardır. mektub tercemesi muhammed ma'sumun rahmetullahi aleyh, abdülhakim ismindeki bir talebesine yazdığı, ikinci cildin yüzonuncu mektubunun, farisiden tercemesi şöyledir: i'tikadı ve ameli bozuk olan kimse ile görüşmemeli, bid'at sahibi ile sohbet, arkadaşlık yapmamalıdır. yahya bin mu'az razi, de vefat etmişdir. buyuruyor ki, . şeyh olarak tanınan bir kimsenin sözleri, işleri, hareketleri, ahkamı islamiyyeye uygun olmaz ise, sakın, sakın, ona yaklaşma! hatta, onun bulunduğu şehrden, köyden kaç! o, gizli, sinsi bir hırsızdır. insanın dinini, imanını çalar. insanı şeytanın tuzağına düşürür. harikalar, kerametler gösterse, dünyaya bağlı olmadığı görünse de, arslandan kaçar gibi, ondan uzaklaş! tesavvuf yolunun mütehassıslarından cüneydi bağdadi, da vefat etmişdir. buyuruyor ki, tesavvuf ehli olduğunu söyleyenler çokdur. bunlar içerisinde, yalnız resulullaha tabi' olanlar doğrudur. yine buyurdu ki, . yine buyuruyor ki, sözleri, işleri ve ahlakı, resulullahın yoluna uygun olmıyan, kimseyi veli, allah adamı zan etmeyiniz! yehudiler, papazlar ve berehmen denilen hind din adamları da, çok tatlı konuşur, kötülüklerden uzak görünürler. bunların sözlerine, görünüşlerine aldanmamalıdır. dünyayadüşkün olmadığına ve harikalar göstermesine ve tevhidi vücudi üzerindeki sözlerine aldanmayınız! ebu ömer sülemi diyor ki, ahkamı islamiyyeye uymıyan her söz, her hal, zararlıdır. tesavvuf, ahkamı islamiyyeye uymağa çalışmakdır. doğru ile yalancıyı ayıran tek nişan, resulullaha uymakdır. ona uygun olmıyan zühd, tevekkül, tatlı sözlerin hiç kıymeti yokdur. islamiyyete uygun olmıyan zikrlerin, fikrlerin, zevklerin ve kerametlerin hiç faidesi olmaz.. abdüllahi dehlevi kuddise sirruh de delhide vefat etdi. onikinci mektubda buyuruyor ki, . keramet, açlık çekenlerde, nefse uymıyanlarda da hasıl olur. bunların veli olduklarını göstermez. abdüllah ibni mubarek senesinde vefat etdi. buyuruyor ki, islamiyyetin edeblerine uymıyan kimse, resulullahın sünnetine uymakdan mahrum kalır. sünnete uymakda gevşek davranan, farzlara uymakdan mahrum kalır. farzlarda, haramlarda gevşek olan, veli olamaz. bunun için, hadisi şerifde, buyuruldu. ebu saidi ebülhayrda vefat etdi. buna, falanca, su üstünde yürüyor dediler. bu, kıymetli birşey değildir. çöp de, saman da, su üstünde gidiyor dedi. falanca, havada uçuyor dediklerinde, karga, sinek de uçuyor dedi. falanca, bir anda, şehrleri dolaşıyor dediklerinde, şeytan da gidiyor. bunlar, kıymetli olmağı göstermez. merd olan, herkes gibi alışveriş yapar. evlenir. çocukları olur. fekat, bir an allahını unutmaz buyurdu. büyük veli, ebu ali ahmed rodbarisenesinde mısrda vefat etdi. bir kimse, çalgı dinliyor. ben tesavvufda yüksek dereceye yetişdim , bana haram olmaz diyor denildikde, dedi. ebu süleyman abdürrahman darani, de şamda vefat etdi. buyurdu ki, kalbime birçok, iyi zan etdiğim şeyler geliyor. bunları, islamiyyet terazisi ile ölçmedikce, hiç ehemmiyyet vermiyorum.imamı rabbani kuddise sirruh, ikinci cildi ektubunda buyuruyor ki, dünyanın yaldızlı lezzetlerine sarılma, geçici, çabuk biten güzelliklerine aldanma! bütün sözlerinin ve işlerinin islamiyyete uygun olmasına çalış! evvela, i'tikadını, alimlerinin kitablarına göre düzelt! bundan sonra, bütün hareketlerin ve ibadetlerin, bu alimlerin kitablarına uygun olmasına dikkat et! halala, harama uymak, çok mühimdir. nafile ibadetlerin, farz ibadetler yanında hiç kıymeti yokdur. bir lira zekat vermenin sevabı, yüzbinlerce lira nafile sadaka vermek sevabından katkat fazladır. dünyanın zararlarından kurtulmak ve ahiretdeki sonsuz ni'metlere kavuşmak için müsliman olmak lazımdır. ya'ni evvela iman etmek, sonra ahkamı islamiyyeye uymakdan başka çare yokdur. islamiyyet, kalb ile iman etmek ve beden ile ahkamı islamiyyeye uymakdır. allahü tealanın emr etdiği şeylere denir. yasak etdiği şeylere denir. her ikisine birden denir. kalb ile iman edilecek, inanılacak altı şeyi ve her tarafa yayılmış olup, günlük işler haline gelmiş olan din bilgilerini mesela namaz kılmasını ve namazda okunacak fatiha suresini, hemen öğrenmek ve bunlara uygun yaşamak, kadın, erkek, her müslimana farzdır. çocuklarına öğretmek de analara, babalara farzdır. evlenecek yaşa gelen müsliman evladı ve yeni müsliman olan, bunları öğrenmeğe ve uymağa ehemmiyyet vermez ise, birinci vazife olduğunu kabul etmezse, kafir olur. buna denir. mürted, müsliman olmamış kafirden daha fenadır. islam ilmlerinin menbaı, kaynağı, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. muhammed aleyhisselamın her sözüne denir. kur'anı kerim ve hadisi şerifler arabidir. kur'anı kerimin ma'nasını, yalnız muhammed aleyhisselam anlamış ve hepsini eshabına bildirmişdir. islam alimleri, bunları, eshabı kiramdan öğrenerek kitablara yazmışlardır. bu kitablara kitabları denir. bu kıymetli alimlere de alimleri denir. ehli sünnet alimlerinin en üstün olanları, tefsir kitablarındaki ahkamı islamiyye bilgilerini toplayıp, ayrıca yazmışlardır. böylece, kitabları meydana gelmişdir. sonradan meydana çıkan din cahilleri ve din düşmanları, kendi akllarına ve zemanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir ve fıkh kitabları yazarak, gençleri aldatmışlardır. aldananın imanı gitmedi ise, buna denir. imanı giderse, olur. bu bozuk kitabları okuyan, islamiyyeti değil, bunları yazanların görüşlerini, düşüncelerini öğrenir. bu kitablar, islamiyyeti içerden parçalamakda, denilen hakiki müslimanları yok etmekdedir. bu islam düşmanlığının başında yehudiler ve ingilizler gelmekdedir. yehudi kitablarına aldananlara şi' denildi. ingiliz casuslarına aldananlara denildi. ingilizlerin vehhabiliği nasıl kurduğu, kitabımızda, ingilizlerin vehhabi sü'udi hükumetini nasıl kurduğu da lugat kitabında kelimesinde yazılıdır. şi'iler ve vehhabiler, kitablarındaki bozuk yazılara gençleri inandırmak için, aralarına ayetler, hadisler ve eshabı kiramın ve selefi salihinin sözlerini karışdırıyorlar. bu ilavelere, kendilerine göre yanlış ma'nalar vererek, kitablarının doğru olduğunu isbata kalkışıyorlar. gençleri şaşırtıyorlar. kitablarını, ehli sünnetin kitablarından ayırmak, güç oluyor. ancak, onların bozuk i'tikadlarını öğrenip, kitabda gören, bu kitabın bozuk olduğunu anlıyarak, tuzaklarına düşmekden kurtulur. allahü teala, herşeyi nizamlı, düzenli olarak yaratdı. kur'anı kerimde, herşeyin nizamlı, hesablı olduğunu bildirdi. bu nizama, şimdi, fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunları diyoruz. bu nizamın devamı için, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. maddeleri, birbirlerinin yaratılmasına sebeb yapdığı gibi, insanın iradesini ve kuvvetini de sebeb kılmışdır. ba'zan, olarak, ya'ni bu adetinin hilafına, sebebsiz de yaratmakdadır. peygamberlerin düası ile sebebsiz yaratmasına, denir. islamiyyete uyarak, kalblerini ve nefslerini temizliyen evliyanın düası ile sebebsiz yaratmasına, denir. şeytan bunları aldatamaz. açlık çekerek, sıkıntılar içinde yaşıyarak, nefslerini ezip, onu kalbi aldatamaz bir hale getiren fasıkların ve kafirlerin istediklerini, sebebsiz yaratmasına ve denir. sebebsiz iş yapan, gayb olan şeylerin yerlerini ve gelecekde olacak şeyleri haber veren ve cinlerle konuşan bir kimse, islamiyyete uyuyor ise, bunun veli olduğu anlaşılır. uymuyorsa, kafir olduğu, nefsini tasfiye etmiş, cilalamış olduğu anlaşılır. bunun kalbi mahlukların sevgisinden temizlenmemiş, nefsi de allahü tealaya düşmanlıkdan vazgeçmemişdir. şeytan da, yanlarından ayrılmaz. birşeye kavuşmak istiyen bir müsliman, allahü tealanın adetine uyar. bu şeyin yaratılmasına sebeb olan şeyi yapar. mesela, para kazanmak isteyen, san'at, ticaret yapar. aç olan, yemek yir. hasta olan, tabibe koşar, ilac alır. dinini öğrenmek istiyen, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okur. hasta, cahil kimseden ilac alırsa, şifa bulmaz, ölür. ehli sünnet olmıyan, bid'at sahibi, mezhebsiz kimsenin bozuk, sapık din kitabını okuyanın da, dini, imanı bozulur. allahü teala, din ve dünya ihtiyaclarına kavuşmak için, düa etmeği de sebeb yapdı. fekat, düanın kabul olması için, müsliman olmak, ehli sünnet olmak, salih olmak, ya'ni allahü tealanın sevgisine kavuşmak için, çalışmak. bunun için de, haram yoldan, kul hakkından sakınmak ve yalnız allahü tealaya yalvarmak lazımdır. böyle olmıyan kimse, böyle olan kimseden, ya'ni, evliyadan, kendisine düa etmesini ister. evliya öldükden sonra da, işitir. kabrine gelip, dileyenlere düa eder. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. şeyhulislam ahmed ibni kemal, nde bu hadisi şerifi izah etmekdedir. nin neşr etdiği, arabi ve farisi ve türkçe kitablarında da uzun yazılıdır. abdüllahi dehlevinin sekizinci ve yirmisekizinci ve otuzbeşinci mektubları, bu hususda kıymetli vesikadır. otuzüçüncü mektubunda, şu beyti yazmakdadır: evliyaya allah, öyle kudret verdi ki; geri çevirirler, ateşlenen mermiyi. ingiliz casuslarına aldanmış olan vehhabiler, buna inanmıyor. nin kitabları, vehhabilere cevab vermekdedir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, bid'at sahiblerini, şeytan ibadet yapmağa sürükler. ibadet yaparken ağlarlar buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü teala, bid'at sahiblerinin, namazlarını, oruclarını, sadakalarını, haclarını ve umrelerini ve cihadlarını, farzlarını ve nafile ibadetlerini kabul etmez. bunlar, yağdan kıl çekilir gibi, islamdan çıkarlar buyuruldu. günah işleyince, hemen tevbe ve istigfar etmelidir. gizli yapılan günahın tevbesi gizli, aşikar yapılanın tevbesi aşikar olmalıdır. tevbeyi gecikdirmemelidir. günah işleyince, melekler üç saat yazmaz. bu zemanda tevbe edilirse, hiç yazılmaz. tevbe edilmezse, bir günah yazılır. tevbeyi gecikdirmek, daha büyük günahdır. ölünciye kadar, tevbe kabul olur. takvayı ve vera'ı huy edinmelidir. menhi olandan sakınmak, emri yapmakdan daha mühimdir. çünki, bu yolda ilerlemekde , yasaklardan sakınmak, emrleri yapmakdan daha fazla ilerletir, daha faidelidir. iyi işleri, iyi insanlar da, facirler de yapar. fekat, ancak sıddıklar, imanı kuvvetli olanlar, haramlardan sakınır. ma'rufi kerhi, sırri sekatinin mürşidi idi. senesinde, bağdadda vefat etdi. buyururdu. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, vera' sahibi imamın arkasında kılınan namaz kabul olur. vera' sahibine verilen hediyye kabul olur. vera' sahibi ile oturmak ibadet olur. onunla konuşmak, sadaka olur buyuruldu. hadisi şerifde, buyuruldu. bir işi yaparken, kalbin rahat etmezse, , o işi terk et! şübhe etdiğin işleri yapmakda, kalbini müfti yap! hadisi şerifde, ve nefsin sıkıldığı işler, hayrlıdır. yalnız nefsin sakin olduğu iş şerdir buyuruldu. bir hadisi şerifde, halal ve haram olan şeyler açık bildirilmişdir. şübheli şeylerden sakın! açık bildirilmiş olanlara tabi' ol! buyuruldu. bir hadisi şerifde, halal ve haram olan şeyleri, allahü teala, açık bildirdi. bildirmediklerini afv eder buyuruldu. şübheli bir şey ile karşılaşınca, elini göğsünün üstüne koy! çarpıntı olmazsa, o işi yap! hadisi şerifde buyuruldu ki, elini kalbinin üzerine koy! halal olan şey yapılırken, kalb sakin olur . bütün taatlarını, ibadetlerini kusurlu bil! hakkı ile yapamadığını düşün! ebu muhammed bin menazil buyurdu ki, allahü teala, ali imran suresinin onyedinci ayetinde, sabr edenleri, sa–cevab veremedi dıkları, namaz kılanları, zekat verenleri ve seher vaktlerinde istigfar edenleri medh buyurdu. hepsinden sonra, istigfar edenleri bildirmesi, insanın, her ibadetini kusurlu görüp, daima istigfar etmesi içindir. ca'fer bin sinan kuddise sirruh buyurdu. imamı mürteiş, ramezanı şerifin yirmisinden sonra, cami'i kebirde i'tikaf yapardı. dışarda görenler, cami'den çıkmasının sebebini sorduklarında, buyurdu. kendinin ve ailesinin nafakasını temin için çalışmak caizdir. böyle çalışanlar, hadisi şeriflerde medh olundu. selefi salihin, kendilerine bir kazanc yolu bulmuşlardır. çalışmayıp, tevekkül etmek de iyidir. fekat, kimseden birşey beklememesi şartdır. muhammed bin salim, hamada şafi'i kadı idi. de vefat etdi. kendisine çalışıp kazanalım mı? yoksa, tevekkül ederek oturalım mı? denildikde, tevekkül, resulullahın halidir. kesb de, onun sünnetidir. tevekkül edemiyen kimsenin çalışıp kazanması sünnetdir. tevekkül edebilenin, ancak islamiyyete ve müslimanlara hizmet için çalışması mubah olur. kesb ile tevekkülün birlikde olması, her zeman iyidir buyurdu. çok yimemeli, az da yimemeli. yimek, i'tidal, tevassut mikdarı olmalıdır. çok yimek, gevşeklik, tenbellik yapar. az yimek, işe ve ibadete mani' olur. hace muhammed behaüddin nakşibend kuddise sirruh da buharada vefat etdi. buyururdu. mühim olan şey, ibadetleri iyi, neşeli yapmakdır. buna yardımcı olan herşey mubarekdir. bunu bozan şeyler memnu'dur. her işde iyi niyyet yapmalıdır. kalb ile halis niyyet etmedikce, hiçbir ibadete başlamamalıdır. faidesiz şeylerle vakt geçirmemeli. uzlet etmeli ya'ni işi ile, halal kazanmakla, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumakla, vaktlerini kıymetlendirmelidir. dinini bu kitablardan öğrenmeyip de, kendi kafasına, düşüncesine göre inanan kimse ile ve böyle mezhebsizlerin kitablarına aldanan cahiller ile arkadaşlık etmemelidir. evine, dinsizlerin, kafirlerin, hıristiyanlık, yehudilik, ahlaksızlık zehrlerini saçan zararlı radyoları, televizyonları sokmamalıdır. hadisi şerifde, , on kısmdır. bunların dokuzu, uzlet etmek, biri de az konuşmakdır buyuruldu. arkadaşlarla, lüzumlu şeyleri öğretecek ve öğrenecek kadar görüşmeli, diğer vaktlerini ibadet ile, kalbi temizleyecek şeylerle geçirmelidir. dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılamalı, hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. herkesin özrünü kabul etmeli, kabahatlerini afv etmeli, zararlarına karşılık yapmamalıdır. abdüllah belyani diyor ki, dervişlik, yalnız namaz, oruc ve geceleri ibadet yapmak değildir. bunlar, herkesin yapacağı kulluk vazifeleridir. dervişlik, kalb kırmamakdır. bunu yapabilen, allahü tealanın rızasına kavuşur. . muhammed salim hazretlerine, dediklerinde, buyurdu. abdüllah ahmed makkari maliki, de vefat etdi. buyuruyor ki, , düşmanlık edene iyilik yapmak, seni sevmiyene ihsanda bulunmak ve sevmediğin ile de tatlı konuşmakdır. az konuşmalı, az uyumalı ve az gülmelidir. çok kahkaha, kalbi öldürür. her işi, allahü tealaya havale etmeli ya'ni, sebeblere yapışmalı. fekat, sebeblerin te'sir etmesini, allahdan beklemelidir. hiçbir farzı kaçırmamalı ve gecikdirmemelidir. cüneydi bağdadi buyuruyor ki, ihtiyaclardan kurtulmanın ilacı, muhtac olduğun şeyi terk etmekdir. her ihtiyacını allahdan beklemelidir. hadisi şerifde, ihsan eder buyuruldu. mesela, herkesin sana merhamet ve hizmet etmesini temin eder. yahya bin mu'az razi, de nişapurda vefat etdi. buyuruyor ki, herkes seni, allahını sevdiğin kadar sever. allahdan korkduğun kadar, senden korkarlar. allaha itaat etdiğin kadar, sana itaat ederler. yine buyurdu ki, allahü tealaya hizmet etdiğin kadar, sana hizmet ederler. hulasa, her işin, onun için olsun! yoksa, hiçbir işinin faidesi olmaz. hep kendini düşünme! allahü tealadan başka, kimseye güvenme!. ebu muhammed raşi diyor ki, , hep kendi menfe'atini düşünmek ve kendin gibi, bir acize güvenmekdir. sfilik, istediğin her yere gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesden hurmet görmek değildir. her halinde, allahü tealaya güvenmekdir. evlad ve aile ile daima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmalıdır. onlarla da raşi, suriyedeki rasya kazasından demekdir. rüşvet verici demek değildir. zaruret kadar, haklarını ödeyecek kadar görüşmelidir. onların arasında bulunmak da, allahü tealayı unutacak kadar uzun olmamalıdır. kavuşduğun halleri herkese söyleme! makam ve servet sahibleri ile çok görüşme! her halinde, sünnete uymağa ve bid'atden sakınmağa çalış! sıkıntılı zemanlarında, allahdan ümmidini kesme, hiç üzülme! inşirah suresinin beşinci ayetinde, mealen, buyuruldu. sıkıntılı ve ferahlık zemanında, halinde bir değişiklik olmasın! varlık ve yokluk zemanları, halini değişdirmesin. hatta, yokluk zemanında neş'en, varlıkda da sıkıntın artsın! ebu saidi arabiye, fakir nasıl olur denildikde, fakirlik zemanında sakin olurlar. servet zemanında, muzdarib, sıkıntılı olurlar ve rahatlık zemanında sıkıntı ararlar. hadiselerin değişmesi, ahlaklarını değişdirmez. başkalarının ayblarına bakmazlar. daima, kendi ayblarını, kusurlarını görürler. kendilerini hiçbir müslimandan üstün bilmezler. hepsini kendinden üstün görürler buyurdu. sırri sekati, cüneydi bağdadinin mürşidi idi. bağdad'da vefat etdi. buyururdu. dediklerinde, buyurdu. her müslimanı gördükde, demelidir. kendini, üzerinde hakkı olanların esiri bilmelidir. hadisi şerifde, üç şeyi yapan, tam mü'mindir: ehline, zevcesine hizmet eden, fakirler ile oturup kalkan ve hizmetcisi ile birlikde yiyen, tam mü'mindir. allahü teala, kur'anı kerimde, mü'minin alametlerini böyle bildirdi buyurdu. selefi salihinin hallerini her vakt okumalı ve garibleri, fakirleri ziyaret etmelidir. hiç kimseyi gıybet etmemeli, çekişdirmemeli, gıybet yapana mani' olmalıdır. emri ma'rufu ve nehyi münkeri, ya'ni nasihati elden kaçırmamalıdır. fakirlere, mücahidlere, mal ile yardım etmelidir. hayr, hasenat yapmalıdır. günah işlemekden sakınmalıdır. muhammed bin alyana, denildikde, buyurdu. hadisi şerifde, buyuruldu. fakirlikden korkarak, hasislik yapmamalıdır. bekara suresini yetinde mealen, buyuruldu. fakir olunca üzülmemelidir ki, allahü teala, servet de ihsan eder. hakiki servet, ahiretde rahat etmekdir. dünya sıkıntıları, ahiret rahatlığına sebeb olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, hac yolunda ölenlere ve allah yolunda gaza edenlere müjdeler olsun! çoluk çocuğu çok ve kazancı az olup, halinden şikayet etmiyerek, evine neşe ile girip, gülerek çıkan kimse de, hacılardandır ve gazilerdendir buyuruldu. : hak teala diler ise, her işi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. fakirlere ve bütün din kardeşlerine hizmet etmelidir. ca'fer huldi, cüneydi bağdadinin eshabından olup, de vefat etmişdir. buyuruyor ki, . muhammed ebu abdüllah bin hafif, de vefat etmişdir. diyor ki, bir din kardeşim müsafir geldi. mi'desi bozuldu. sabaha kadar, elimde leğen, ibrik ona hizmet etdim. bir aralık, uyumuşum. bana, dedi. bunu işitenler, dediklerinde, demiş gibi, sevindim dedi. ebu ömer züccaci diyor ki, bir kimse, kavuşamadığı yüksek dereceden laf ederse, sözleri fitneye sebeb olur. bu dereceye yetişmesine mani' olur. mürşidin sohbetinde edebli olmağa çalış! ondan, ancak edebli olan, istifade eder. . edebi olmıyan, allahın rızasına kavuşamamışdır. mubarek babam, imamı rabbani, bu yolun edeblerini uzun yazdı. hulasa, varlığı bırakıp, toprak gibi olup, büyüklerin hizmetine, sohbetine koşmalıdır. yoksa, evliyanın sohbetine özenmemelidir. faide yerine zararlı olur. ebu bekr ahmed bin sa'dan diyor ki, sfiyyeyi aliyye ile sohbet etmek istiyen, kendini, kalbini, malını, mülkünü düşünmemelidir. bunları düşünen, maksadına kavuşamaz. allahü tealanın ma'rifetini , aramakda vakt kaçırma! ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh buyurdu ki, , hiçbir suretle tanınamıyacağını anlamak demekdir. imamı azam ebu hanifenin, sözü, demekdir. ebu bekri tamstani diyor ki, tesavvuf, ızdırab çekmekdir. sükun ve rahatlıkda, tesavvuf olmaz. ya'ni, aşıkın ma'şuku aramağa çalışması, çabalaması, ma'şukdan başkası ile rahat etmemesi lazımdır. : nereye bakarım, neyi düşünebilirim ki, kalbim seni düşünüyor, gözüm seni arıyor. müridin, tevbe sures yetinde bildirilen, geniş olan yer yüzü, onlara dar olur. kalbleri de, hiçbir şey ile rahat edemez oldu. allahü tealanın azabından, ancak yine ona sığınılacağını anladılar sıfatda olması lazımdır. allahü tealaya olan aşk, bu dereceye varıp, yer yüzü daralır ve kararırsa, rahmet deryasının dalgalanarak, bu garibe damlaması ile vahdet halvethanesine kabul olunması umulur. özlenen hazinenin yolunu gösterdik sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da. biz nerde, onun saçının kıvrımları nerde? deli gibi, ona kavuşmak istiyorum yine. mektub tercemesi muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh üçüncü cildin onaltıncı mektubunda, nasir hanın oğlu muhammed sadıka buyuruyor ki: bugünlerde, ba'zı acaib haberler işitiyoruz. bilen, bilmeyen ma'rifetini dillerine dolamış, diyorlar. allah ismi, kainatı ya'ni bütün varlıkların toplamını bildiren bir kelimedir. mesela, zeyd ismi, bir insanın her parçasını bildirmekdedir. bununla beraber, her parçanın muhtelif ismleri vardır. hiç bir parçasının ismi, zeyd değildir. fekat, zeyd ismi, her parçayı bildirmekdedir. bunun gibi allahü teala, kainatda görülmekdedir. bu kainata allah demek caizdir diyorlar. halbuki, bu sözler, vahdeti vücudu inkar etmekdir. mahlukların varlığını göstermekdedir. bunlara göre, allahü tealanın varlığı, mahlukların varlığı içindedir. mahlukların haricinde başka bir varlık yokdur. bu sözlerinin bozuk olduğu güneş gibi meydandadır. çünki, allahü tealanın vücudü ve bütün kemal sıfatları, mahlukların vücudüne muhtac olmakdadır. bileşik bir cismin, kendisini meydana getiren elemanlara muhtac olması gibidir. hatta, allahü tealanın vücudünü inkar etmekdir ki, küfr olduğu ve böyle söyleyenlerin kafir olduğu meydandadır. hakikatde, allahü tealanın vücudü başkadır, mahlukların vücudü başkadır. allahü tealayı mahlukların haricinde anlamalıdır. iki vücud birbirinden ayrıdır. birbirine benzemez. vardır diyen tesavvuf büyükleri de, sözleri ile, maksadlarının ne olduğunu anlatamamışlardır. çünki, yukarıda bildirdiğimiz gibi söyleseler, küfr olur. mahluklardan ayrı olarak vardır deseler, vahdet, tevhid sözlerinin ma'nası kalmaz. eğer mahluklar haricde mevcud olsaydı, vahdet, tevhid bilgisi yanlış olurdu. halbuki, alem haricde mevcud değildir. vücudları vehmdir, hayaldir. derlerse, vahdet ve herşey odur sözlerinin ma'nası olmaz. çünki, haricde hakikaten mevcud olan şeyin, hayal olan şeyle birleşmesi söylenemez. her şey odur sözü ile yalnız o vardır. ondan başka birşey yokdur demek istiyorlarsa, sözleri doğru olur. fekat, herşey odur sözleri mecaz olur. hakikat olmaz. mesela, bir kimsenin aynadaki hayaline, bunun kendisidir demekle veya bunu aynada gördüm demek mecazdır. birşeyin akslerine, zuhurlarına mecaz olarak, teşbih olarak, o şeydir denilebilir. fekat, hakikatde o şey başkadır, hayali başkadır. televizyondan, radyodan, hoparlörden işitilen ezan sesleri, kur'anı kerim sesleri de, okuyan kimsenin kendi sesi değildir. kendi sesine benzeyen, başka seslerdir. bunlara müezzinin, imamın, hafızın sesleri demek, mecaz, teşbih olarak doğrudur. hakikatde ise, yanlışdır. bunun için, imamın sesini yalnız hoparlörden işiterek, bu imama uymak caiz olmamakdadır. bunlara birbirinin aynıdır demek, arslana eşek demeğe benzer. halbuki, bu iki hayvan hakikatde temamen başkadır. insanların söylemesi ile, ikisi bir olur denilemez. tesavvuf büyüklerinden ba'zıları dediler ki, herşey odur demek, allahü teala mahluklar şeklinde göründü. ayrıca vardır demek değildir. allahü teala vardır. mahluklar, o varlığın hayalleri, görüntüleri demekdir. bu sözlerden ise, mahlukların kadim olduğu anlaşılıyor. fani oldukları ya'ni yok olacakları inkar ediliyor ki, bu sözler küfrdür. yine işitiyoruz ki, ba' ya'ni kıyamet ve ahiret için şöyle söylüyorlar: gördüğümüz her canlı, toprakdan hasıl oluyor. yine toprak oluyorlar. mesela toprakdan sebzeler, otlar hasıl oluyor. bunları hayvanlar yiyor, et şekline dönüyorlar. insanlar bu sebzeleri, hububatı ve hayvanları yiyorlar. insan şekline dönüyorlar. insandan da başka insan hasıl oluyor. işte kıyamet budur diyorlar. bu sözler, kıyameti, öldükden sonra tekrar dirilmeği inkar etmekdedir. ve dır. hadisi şerifleri ve kur'anı kerimi inkar etmekdir. yine işitiyoruz ki, bu gördüğümüz namazlar, cahiller için emr edilmişdir. insanlar ve her şey ibadet yapmakdadır. kendileri bilse de, bilmese de, her mahluk ibadet yapıyor. muhammed aleyhisselam, namazı, geri kalmış insanların kötülük, eşkiyalık yapmamaları için emr etdi diyenler bulunuyor. şunu biliniz ki, nemaz ve diğer ibadetler için böyle söyleyenler, cahil ve ahmakdırlar. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, namaz, dinin direğidir. namaz kılan dinini yapmış olur. namaz kılmıyan dinini yıkmış olur ve ya'ni insanın allahü tealaya en yakın olduğu zeman, namaz kıldığı zemandır. ve ve buyuruldu. bütün üstünlükler, se'adetler, allahü tealanın emrleri ve yasakları içindedir. yunüs suresinin otuzikinci ayetinde, buyuruldu. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, ahkamı islamiyyeye uymamızı emr ediyor. bu yoldur. bu yolun haricinde kalanlar, şeytanların yolundadır. abdüllah bin mes'ud radıyallahü teala anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kumların üzerine, doğru bir hat çizdi. buyurdu. sonra, bu hattın sağına soluna, hatlar çizdi ve buyurdu. bütün peygamberlerin bildirdikleri ve ehli sünnet alimlerinin kitablarında yazılı olan bilgiler, hayal ve masal zan edilmesin. islamiyyet, gericiler için, ahmaklar içindir demek, küfrdür, ilhaddır, ahmaklıkdır. mahluklar, allahü tealanın kendisi değildir. onun gayrı da değildir, sözü sizi şaşırtmasın. demeyiniz! mahluklar, allahü tealanın ismlerinin görünüşleridir, kendisi değildir. gayrı değildir demek, ondan ayrı ve ona benzemeyen bir varlık değildir, demekdir. çünki, allahü tealanın ismleri ve sıfatları, onunla vardır. ondan ayrı değildirler. kendi kendilerine var değildirler. insanın aynadaki hayali, onun kendisi değildir, başkası da değildir, demek gibidir. hadisi şerifde, buyuruldu. allahü tealanın benzeri olmadığı gibi, adem aleyhisselamı da başka mahluklara benzetmeyerek yaratdı demekdir. bu ve diğer birçok hadisi şeriflerde açıkca bildirilen şeylere hemen inanmamız lazımdır. birçok kelimenin ma'naları o zeman başka idi. şimdi başkadır. şimdiki ma'naları düşünerek, imanı sarsmamalıdır. allahü teala, adem aleyhisselamda, kendi kemalatına benzer üstünlükler yaratdı. yukarıdaki hadisi şerif, bu üstünlüklerin aynı olmadığını, o üstünlüklere benzediklerini göstermekdedir. ilm, kudret ve diğer sıfatlar böyledir. yalnız ismleri benzemekdedir. hakikatleri başkadır. kur'anı kerim mu'cizedir. bu mu'cizenin, yalnız edebiyyat bakımından, belagat ve i'caz bakımından olduğunu söylemek, içindeki emrlerin, yasakların, haberlerin mu'cize olmadığını bildirmek, kur'anı kerime inanmamak ve ayeti kerimeler ile alay etmekdir. kur'anı kerimde suresinin ellidördüncü ayetinde mealen, buyuruluyor. ihata etmek, etrafını çevirmek demekdir. ehli sünnet alimleri, allahü tealanın ilmi ihata etmişdir, her şeyi bilir dediler. allahü tealanın kendisi ihata etmişdir denirse, bir cismin bir cismi ihata etmesi gibi değildir. allahü tealanın her şeyi ihata etdiğine ve her şeyle beraber olduğuna inanırız. fekat, bunların nasıl olduğunu araşdırmayız. çünki, aklımız ermez. bunlar, insanın aklına, hayaline gelen şeyler gibi değildirler. derken, kafirlerin putlarına ilah demelerini reddetmeği düşünmelidir. kafirlerin ilah demeleri, putları ma'bud bilmek, ibadet etmek ma'nasınadır. yaratıcı ve varlığı lazım ma'nasına değildir. ya'ni, kafirlerin çoğu ibadetde müşrikdirler. müsliman olmak için demek de lazımdır. insan bunu da söylemedikce, iman etmiş olmaz. imanın kamil olması için, nefsin arzularını da red etmek lazımdır. deyince, bu arzular da red edilmekdedir. suresinin yirmiüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ehli sünnet alimleri, insanın maksudu, ya'ni hep arzu etdiği şeyler, onun ma'budu olur buyurdular. demekle, bu arzular red edilmekdedir. insan bu kelimei tevhidi çok söyleyince, nefsin arzularından ve şeytanın vesveselerinden kurtulup, yalnız allahü tealanın kulu olduğunu bildirir. allahü tealanın ismini çok söylemek, insanı allahü tealaya yaklaşdırır. ya'ni karşılıklı muhabbeti artdırır. insan fani olur. ya'ni kalbinde allahdan başka hiç bir şeyin sevgisi kalmaz. kelimei tevhidi çok söylemek ise, mahluklara bağlılığı büsbütün keser. allahü teala ile kul arasında bulunan perdelerin hepsi kalkar. şahı nakşibend muhammed behaüddini buhari, gördüklerinin ve işitdiklerinin ve bildiklerinin hiç biri o değildir. la derken, bunların hepsini red etmek lazımdır buyurdu. ebu ishak kazruni, peygamberimizi sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem rü'yada görüp, tevhid nedir, diye sordu. cevabında, buyurdu. kendine şeyh, mürşid deyip de, islamiyyete uymayan sözler söyleyerek, müslimanların imanını bozanlar, din adamı değildir. muhammed behaüddin, da buharada vefat etdi. kazruni de vefat etdi. din hırsızlarıdır. kafirdirler. bunların yanına yaklaşmamalıdır. bunlarla konuşmak, kitablarını okumak, insanın imanını bozar. ebedi felakete sürükler. bunlardan ve bunların kitablarını okumakdan arslandan kaçar gibi kaçmalıdır. bunlara aldanmış olanın, hemen tevbe etmesi lazımdır. tevbe kapısı açıkdır. son nefese kadar tevbeler kabul edilir. derdimmektub tercemesi muhammed ma'sum hazretleri, şeyh ebülmekarime yazdığı, üçüncü cild. derdimmektubda buyuruyor ki, islam alimi aramak, ehli sünnet alimlerinin kitablarını bulup okumak lazımdır. geçen her gün, çok kıymetlidir. dünyaya bir daha gelmek yokdur. en büyük ni'met, sohbetdir. ya'ni, ehli sünnet aliminin yanında bulunup, onun sözlerinden istifade etmekdir. üveysi karni, resulullahı çok sevdiği ve gece gündüz ibadet etdiği halde, onun yanına kavuşmakla şereflenen eshabı kiramın hiçbirinin derecesine eremedi. akıllı, uyanık bir kimse, geçmiş mürşidlerden herhangi birini çok severse, , onun mubarek kalbindeki feyzlerden, bereketlerden, bunun kalbine de elbette akar. çok ma'rifetlere kavuşur. fekat, vilayet derecelerine kavuşmak için, sohbet lazımdır. bu kısa hayatda, mürşidi kamilden feyz alarak ve çok zikr ederek, ebedi se'adete kavuşanlara müjdeler olsun!. derdimmektub tercemesi bu mektub, muhammed hanif kabilinin çocuklarına yazılmışdır: ey mes'ud kardeşim hace ubeydullah, biraderinize, hemşirenize, zevcenize, validenize ve bütün din kardeşlerinize hizmet ediniz! sevgili peygamberimiz muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine sarılınız! bu dini, din adamı şeklinde ortaya çıkan kimselerin, kendi düşüncelerine göre yazdıkları, uydurma kitablarından değil, allah adamlarının, ehli sünnet alimlerinden nakl etdikleri kitablarından öğreniniz! bu kitabları, bozuk kitablardan ayırmak, böylece bozuk kitabların şerlerinden, zararlarından kurtulmak, büyük bir ni'metdir. bu ni'mete kavuşanlara müjdeler olsun!. belalar, dertler, allahü tealanın iradesi ve ezeldeki takdiri ile gelmekdedir. onun takdirine razı olmak ve teslim olmak lazımdır. ölmüşlerin ruhlarına fatiha, düa ve sadaka sevabları hediyye edilmelidir. evliyanın mezarlarına gidip, onlardan yardım istemeli, yalvarmalıdır. onların hayatda olan çocuklarına, torunlarına hizmet etmek, kendilerinden feyz almağa sebeb olur. çocuklarımızı islam terbiyesi ile yetişdirmeliyiz! kızlarımızı küçük yaşda iken örtünmeğe alışdırmalı, din bilgilerini, namaz kılmalarını öğretmeliyiz! beş vakt namazı vakti geldiğini anlayınca, ehli sünnet olan imam arkasında kılmalıyız! kur'anı kerimi doğru, hatasız ve teganni yapmadan okumağı öğrenmeli ve her gün okumalıyız! üstadınızın ikinci cil ektubunu okuyunuz! sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor, onların firakından kemiklerimin ilikleri yanıyor. nazlı budin ötme bülbül ötme, sonbehar geldi, bülbülün figanı bağrımı deldi. gül alıp satmanın zemanı geçdi, aldı nemçe bizim nazlı budini. çeşmelerde abdest alınmaz oldu, camilerde namaz kılınmaz oldu. ma'mur olan yerler hep harap oldu, aldı nemçe bizim nazlı budini. budinin içinde uzun çarşısı, orta yerde sultan ahmed camisi, ka'be suretine benzer yapısı, aldı nemçe bizim nazlı budini. cephane tutuşdu, aklımız şaşdı, selatin camiler yandı, tutuşdu. hep sabi sübyanlar ateşe düşdü, aldı nemçe bizim nazlı budini. kıble tarafından üç top atıldı, perşembe günüydü, güneş tutuldu. cum'a günüydü, budin alındı, aldı nemçe bizim nazlı budin' da budini almanlar aldı, macar katillerinin kızları kocasız kaldı. budin şehidlerinin ruhları bu hali görünce, ilahi adalete imanları artdı. budini kanuni de feth eylemiş, de avusturya istila etmişdir. ehli sünnet kasidesi ehli sünnet i'tikadı, sana önce, lazım olan, yetmişüç fırka var, amma, cehennemlik geri kalan, müslimanlar, hep sünnidir; cümlenin reisi nu'man. cennet ile müjdelendi; imanda bunlara uyan. i'tikadı sağlam edip; sonra islamiyyete bağlan! islamın beş şartını yap; haramlardan sakın heman! bir günahı işler isen, tevbe et, kaçırma zeman! kim ki uymaz islama, birgün olur, elbet pişman. dinsize sakın aldanma, mahv olursun sen de, aman! tatlı söze inanırsan; olur sonra, halin yaman! iki yüzlüler çoğaldı: dışı melek, içi yılan, tuzağa düşürmek için; dost görünür, hem de candan. herkes kendin haklı sanır: kötü der, bana uymayan. islamiyyet terazidir, odur haklıyı ayıran! islama uymıyan bil ki; doğru yoldan sapık insan. bu söze inanır elbet: tarihi iyi anlıyan. neden doktora koşuyor; herhangi bir yeri ağran? çünki, ölmek sevmez kimse; herşeyden daha tatlı, can. sonsuz yaşamak arzusu; bende yokdur, var mı diyen? ölmek, yok olmak değildir; kabir hayatına inan! cennet sonsuz, cehennem de; haber verdi, bunu kur'an, sonsuz derdden sakınmalı; hatta, olsa da, bir güman, buna inanmıyan da var; yarasa kaçar ziyadan. karga çöplükden tad alır; bülbüldür, gülü arayan. islamı elbet sevemez, nefse, keyfe düşkün olan. bu ikisi, bir olur mu? ayrıdır iyi, fenadan! müslimanlar, hakkı tanır, her mahluka eyler ihsan, imansızlar, yılan gibi; lezzet alır can yakmakdan. aman ya rabbi el'aman; ne müşkilmiş ahır zeman, din bilgisi unutuldu; pek azaldı namaz kılan, mason olanlar, sinsice; dini yıkmakda her yandan, komünistlerde işkence; müslimana ölüm, zından. bugünkü şaşkın halleri, eylemişdi, resul beyan. demişdi: birgün gelecek; garib olur, bana uyan. her evde, çalgı çalınır; işitilmez olur ezan, alim bulunmaz bir yerde, cahillere kalır meydan! mü'minler, olur zevallı; kafirler, sanki süleyman, kadına uyar her erkek; olur evde hakim, zenan, yüksek binalar yapılır; kelb dişi gibi apartman. yolculuk sür'atli olur; uzaklık kalkar aradan. zeka, çok şey bulursa da; gaflet, gitmez insanlardan. birgivi kitabda yazdı, eyledi çok hadis beyan: kıyamet alametleri, çıkar, birbiri ardından, alametlerin meşhuru, serhoş olur; pek çok kesan. alim diye tanıtılır, dinden haberi olmıyan. zalime ikram olunur, kurtulmak için beladan. hayasızlık pek çoğalır, deyyuslara kalır meydan, insanların en alçağı, moskovada okur ferman. herkes kendin alim sanır, müslimana denir nadan. doğru konuşan azalır, yalancı söyler durmadan. çok medh edilen kimsede, bir zerre bulunmaz iman, erkekler de kadın gibi, ipek giyer, sıkılmadan. gına, zina san'at olup, kız yerine geçer oğlan. kadınlar dar libas giyer, hep açılır baldır, gerdan. fitne kaplar her tarafı, adam öldürülür yokdan. bid'at yayılır her yere, kalmaz sünnetlere uyan. deccal gibi vicdansızlar, uydururlar binbir yalan, bir kimse doğru söylerse, saldırırlar her tarafdan. erkekler dinini bilmez, taşkınlık eder çok nisvan, emri ma'ruf unutulur, fısk emr eder şaklaban. islamiyyet kötülenir, haram işlenir her yandan. müslimanlık lafda kalır, ses için dinlenir kur'an. mü'mine gerici denir, kayrılır mürted olan. bunların hepsi muhakkak, olur kıyamet kopmadan. büyük alamet deccaldir, çıkacağı yer, horasan. sonra, şamdaki cami'e isa inecek semadan. bir hadisde buyuruldu, kızım fatıma evladından, babası abdüllah olan, mehdi adında bir civan. muhammed birgivi, de vefat etdi. çıkıp dine kuvvet verir, cihana yayılır iman, isa aleyhisselamla, birleşerek ol pehlivan. deccalı da öldürürler, dünya dolar adlü eman. ye'cüc me'cüc adındaki, kavim çıkar sed ardından. sayısı milyonlarcadır, her tarafda dökerler kan. dabbetülerd çıkar sonra, mekkede safa altından. dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenadan. daha sonraki alamet, güneş, doğacakdır garbdan. kafirler bunu görünce, imana gelecek cem'an, fekat, kabul olmaz artık, doğru yola gelen mihman. alametlerin biri de, adenden çıkan bir duhan. ka'beyi yıkacak hem de habeş renkli birkaç yaban, yer yüzünde kalmıyacak, büyük ni'met olan kur'an. müslimanlar hep ölecek, yaşıyacak ehli tuğyan. her kötülüğü yapacak, insan adlı canaveran, lakin hicazdan bir ateş, verip herkese heyecan. şaşkın, azgın dolaşırken, kıyamet kopar nagehan. daha neler olur, amma söyleyemez onu, lisan. ne hazindir, ne yazıkdır; ma'bud oldu, falan filan, ilahi, sen korumazsan, olur hep sonumuz giryan. bu irtidad modasında; işimiz suç, günah, isyan. insanlar, yolu şaşırdı; gemisin kurtaran kaptan! etrafımın zulmetinden, beni de kapladı nisyan. ömür geçdi, pek sür'atle, uyan gönül, artık uyan! hep, bu dünyaya çalışdın; ahıretin oldu ziyan. düşdün bedenin peşine, kalbini eyledin viran. akla, ilme hiç uymadın; nefs oldu, sana kumandan, geçdi gençlik, hep gafletle; dünya hırsındasın el'an. nasihat hiç dinlemedin; yoldan çıkdın, sanki sekran. dünya zevklerine daldın; şimdi halin ahü figan. hainler aldatdı seni; sandın sonsuz bu deveran. didinmeler, boşa gitdi; yar olmadı, servet saman! islama uyan kimse, anladım olur şadüman, ne yazık, ömrü uçurdum, ye'is çökdü, her tarafdan, keşki, kur'ana uysaydım; olurdum, ebedi sultan, dünyaya malik olsa da; kalmıyor insan bi payan! hani dara ve iskender; hani roma, hani yunan? hani nemrud, hani fir'avn; hani karun, hani haman? hani cengiz, hani hitler! nesi kaldı, zikre şayan? edison, markoni, pastör, ahıretde bulmaz ihsan! dünyaya fayda verenler; sanma olur, kamil insan! yılandan tiryak yapılır; zehir olur ba'zan derman! sakın bakma görünüşe, insanın kemali, iman! iman eden, tenbel olmaz; çalışınız! diyor sübhan, tenbeli ve gericiyi; zem etdi nebiyyi zişan, bir hadisde buyurdu ki ruhu da, düşünmek lazım; hep bedeni besler, hayvan! bu bedenin sağlamlığı; geçer, sanki abı revan! evet, beden lazım, çünki; odur, ruhumuz taşıyan. her birin korumak gerek, böyle olmalı, müsliman! nebiyyullah, boş durdu mu? iyi düşün, eyle iz'an! eshabın hepsi olmuşdu; sulhda üstad, harbde arslan. bunları bildiğim halde, nefse uydum, halim lerzan. günahlardan sakınmadım; böyle mi olurdu şükran? hilmi ümidini kesme, rabbinin ismidir, rahman! ilahi imdad et bize; etrafımız sarmış düşman! kitab, gazete, film, radyo; olmuş hepsi birer şeytan. bunlar doğruyu gösterse; olur idi, hepsi burhan. bilgi, fen kaynakları da; niye aceb, böyle husran? yeni fizik, modern kimya seni gösteriyor, her an! her zerre diyor, allah var; atomdan ta be asüman! fekat, bunları gören yok; kalblerden silinmiş irfan. hakka inad edenlere; olur dünya elbet zindan! avrupa, amerika hem; asyada da, niçin buhran? çünki, hakkı görmiyorlar; kafalarını sarmış duman, maddede yükselmiş amma; haberi yok insanlıkdan! rahat, huzur beklenir mi komünizm ve masonlukdan? se'adete kavuşamaz; islamlıkdan uzaklaşan! moskova radyosu hergün; dine çatdı, bu ramezan. çok alçakça, pek namerdce; islama eyledi bühtan. küfr, devam ederse de; zalimler kalkar aradan, zalime imhal ederim; ihmalim yok! dedi yezdan. müslimanlar üzülmesin; kur'anı hıfz eder deyyan! tarihde hep böyle oldu; küfrde geldi, peygamberan, almanya reiside intihar etdi. amerikalı edisonde öldü. dünyayı zulmet basınca; doğar idi şemsi taban, şimdi de hidayet şemsi; doğacak, anadoludan! hidayete ermek için; habibullah, verdi imkan! habib ne demek? düşünse; kemalini anlar, insan. yarab! büyük nebidir o; köleleri, olur sultan! bir kalbe sevgisi dolsa; eder envar, ondan feyzan. niye görünmüyor o şems? ama olmuş, bütün cihan, sonsuz ni'met, büyük şeref; onu sevmekde, bigüman. onun sevgisine vallah; malım, canım olsun kurban! şekerin tadını bilmez; ağzına koymıyan bir an. günahkarım, yüzüm kara; fekat kalbim, aşkla lem'an. aşkile pek çok yaş dökdüm; şahiddir, haki erzincan! bu sevgi, cürme son verdi; halim oldu, nale figan. bilinmez son nefes, amma; se'adete budur nişan! ni'met, onu sevmek imiş; oldu bana şimdi ıyan! habibin yanında olsun; bu aşkı bizlere sunan! miladihicri erzincan ed'ıyei meşhure: ehli sünnet alimlerinden seçilmiş düalar: e'uzü billahi mineşşeytanirracim, e'uzü billahissemi'il'alim. bismillahirrahmanirrahim. bismillahillezi layedurru ma' asmihi şey'ün filerdı vela fissema' ve hüvessemi'ul'alim. ya allah, ya allah, ya rahman, ya rahim, ya men nusibet ileyhil'azametülebediyyetü veddeymümiyyetüssermediyyetü tekaddeset esmaüke ve tenezzehet an müşabehetilemsali zatüke. ya allah bike tehassantü ve biabdike ve resulike muhammedin sallallahü teala aleyhi ve selleme istecertü. ya afüvvü, ya kerim, fa'fü anni verhamni ente erhamürrahimin, teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfir li ve livalideyye ve liecdadi ve ceddati ve liihveti ve ehavati ve liabai ve ümmehati zevceti ve liihveti ve ehavati ve lilmü'minine velmü'minat ve liüstadi abdülhakimi arvasi rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. allahümmagfir lilmü'minine velmü'minat elahyai minhüm velemvat birahmetike ya erhamerrahimin. allahümmagfir verham ente erhamürrahimin teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. tenbih . halidi bağdadi hazretlerinin risalesinden bir kısmın tercemesi. kitabından, kader, kaza ve iradei cüz'iyye ile alakalı bir kısmın tercemesi. hazreti ebu bekr ile hazreti alinin radıyallahü anhüm birbirlerini medhleri. kerbela vak'ası. imamı rabbani hazretlerinin hal tercemesi. seyyid abdülhakim efendinin hal tercemesi. müslimanların iki gözbebeği . mukaddime . birinci fasl. kitabındaki yazılarına cevab verilmekdedir. ikinci fasl. hased edenler ve zındıklar tarafından şeyhayna yapılan iftira ve yalanlara cevab verilmekdedir. kur'anı kerimde beş ilm, hadisi şeriflerde oniki ilm bildirilmekdedir. muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi. islamda ilk fitne. iyi insan olalım, hep iyilik yapalım. mektub tercemesi . muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi. hicri kameri seneyi miladi seneye çevirmek. shabı kiram kitabında adı geçenler . büyük alimler . hakiki müsliman nasıl olur. resulü gören mü'mine, adı verildi. hepsini bildirmek için, denildi. peygamberi seven her kalb, nurla dolardı bir anda, ona sahabi olanlar, medh olundular kur'anda. hepsi resulullah için, malını, canını verdi. sulhda ilm yayarlardı, harbde ise kükrerdi. hadisi şerifde eshab, benzetildi yıldızlara. herhangi birine uyan, erer ışıklı yollara. eshabı, çok sevişirdi, birbirini överdi. sonra gelen müslimanlar, hepsi böyle söylerdi. kur'anı ve hadisleri, onlar bildirdi bizlere. kalblerin temizliği, güven verdi zihnlere. söğülse bunlardan biri, yaralanır islam dini. sahabiyi kötüliyen, çürütür kur'anı kerimi. hakiki müsliman isen, saygı göster herbirine, önce salat, selam eyle, resulün ehli beytine! eshabı kiram aleyhimürrıdvan besmeleyle başlıyalım kitaba, allah adı en iyi bir sığnakdır. ni'metleri sığmaz, ölçü hisaba, çok acıyan, afvı seven bir rabdır! allahü teala, cenneti ve cehennemi önceden yaratdı. her ikisini, insanla ve cinle dolduracağını, ezelde dileyip, bunu kitablarında bildirdi. adem aleyhisselamdan beri, cennete gidecek imanlı, iyi insanlar olduğu gibi, cehenneme götüren kötülükleri yapan, imansız, aklsız, fena kimseler de gelmişdir. kıyamete kadar da gelecekdir. meleklerin sayısı, insanlardan, ölçülemiyecek kadar daha çok olup, hepsi imanlı ve hep ita'atlıdır. insanların ise, her zeman az sayısı imanlı, çoğu ise, imansız, azgın, taşkın kimselerdir. iyi ve kötü insanlar, hep birbirini yok etmeğe uğraşmış, kötüler, birbirlerine de saldırmış, tarih boyunca, sıkıntılı, huzursuz yaşamışlardır. imanlılar, imansızları ıslah etmek, imana getirip se'adeti ebediyyeye kavuşdurmak için, adem oğullarını dünyada ve ahıretde, mes'ud, rahat yaşatmak için, cihad etmişdir. imansızlar ise, dikta rejimi sürmüş, az bir zümrenin taşkınca zevk ve safa sürmesi, nefslerini, şehvetlerini doyurması için za'iflere, küçüklere saldırmışdır. kötülüklerinin, zararlarının, felaketlerinin örtbas edilmesi, herkesi aldatabilmeleri için, ahlak, fazilet, dürüstlük ve adalet ölçülerini koyan peygamberlere aleyhimüsselam ve onların getirdiği dinlere saldırmışlardır. bu saldırmaları ba'zı asrlarda harb vasıtaları ile, ölüm kalım savaşı şeklinde olmuş, ba'zan da yalan propagandalarla, fitne, fesad çıkararak, dinleri içinden bozmak, müsliman devletleri, içeriden yıkmak şeklinde olmuşdur. işte, allahü tealanın bütün dünyadaki insanlar arasında, her bakımdan, en üstün, en güzel, en şerefli olarak yaratdığı ve bütün milletlere peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün peygamber olan muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, kurtuluş, yükseliş yolunu gösteren, maddede ve ma'na da. allahü teala, müslimanların, bu kitabı, dikkat ile ve insaf ile okuyarak doğru yolu anlamalarını nasib eylesin! amin! bugün, yeryüzünde bulunan müslimanlar, üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve , ya'ni cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara, ve , ya'ni sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak, arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki, bunların müslimanlara müşrik dedikleri, ve kitablarımızda yazılıdır. müslimana kafir diyene, peygamberimiz la'net etmişdir. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok ve kalbini tasfiye, ya'ni nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için, istigfar okumalıdır. ya'ni, okumalıdır. istigfar düası: dir. ma'nası, günahlarımı afv et ey büyük allahım! herşeyi yokdan var eden ve her an varlıkda durduran, yalnız sensin! sen hep varsın!dir. islamiyyete uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın ve açık kadınlara, avret yeri açık olanlara bakanın ve haram yiyip içenin islamiyyete uymadığı anlaşılır. bunun düası kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri din nedir? dünyada faideli, iyi şeylerle, zararlı, kötü şeyler karışıkdır. faideli şeyleri yapan, se'adete kavuşur. zararlı şeyleri yapan, felakete yakalanır, hep sıkıntı çeker. allahü teala çok merhametli olduğu için, iyi şeylerle kötüleri ayırmak için insanda bir kuvvet yaratdı. bu kuvvete denir. aklı sağlam, temiz olan kimse hep iyi şeyleri bulur, yapar. günah işliyenlerin aklı bozulur. ayırma işini iyi yapamaz. insan, kötü şeyleri yaparak, işleri zararlı olur. eshabı kiram hiç günah işlemedikleri için, aklları sağlam ve kuvvetli idi. bunun için işlerinde hep muvaffak oldular. dünyada ve ahıretde se'adete kavuşdular. insanların çoğu akl hastası olarak, sıkıntı içinde yaşıyor. allahü teala merhamet ederek, bu işi kendi yapıyor. iyi işleri ve kötü işleri peygamberleri vasıtası ile bildirdi ve iyileri yapınız diyerek emr verdi. kötü işleri yapmağı yasak etdi. allahü tealanın bu emrlerine ve yasaklarına denildi. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine denildi. faideli şeyleri öğrenmek ve yapmak istiyenin, islam dinine uyması, ya'ni müsliman olması lazımdır. ba'zı avrupalılar, aklları ile anlıyarak islamiyyetin emrlerini yapıyor, muvaffak oluyorlar. kafirler, islam düşmanları bu hali görünce, hıristiyanlar ilerici olur diyor. müsliman ismini taşıyanlar, islamiyyete uymayınca, başarısız oluyorlar. kafirler bu hali görünce, islamiyyet terakkiye mani'dir, gericilikdir yaygarasını basıyorlar. halbuki, ba'zı avrupalılar, hıristiyanlığa uymayıp, islamiyyete uydukları zeman terakki etmekde, müsliman ismi taşıyan ahmaklar da, islamiyyete uymadıkları için geri kalmakdadır. bu vücudün mülkü, elden çıkmadan, çarhı felek, bu binayı yıkmadan. suretü ma'na, bir arada iken, iki alem de, elinde iken. hubbı dünyayı, gönlünden gider! ta alasın, can aleminden haber. haramdan sakın, farzı yapmağa bak! farzı yapmazsan, olur halin harab! eshabı kiram aleyhimürrıdvan herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd eder, onu medh ederse, bu hamdlerin hepsi allahü tealaya mahsusdur. çünki, her şeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapan, gönderen ancak odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. insan bir şeyi yaratdı demek, yaratdı kelimesini allahü tealadan başkası için söylemek, sivrisineğin apartman yapmasını veya otomobil kullanmasını söylemek gibidir ve çok çirkin günahdır. söylenen kimse ile alay etmek, onu küçültmek demekdir. bütün düalar, iyilikler, onun peygamberi ve sevgilisi olan aleyhisselama ve onun ehli beytine ve eshabının hepsine rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in olsun! ismindeki büyük tarih kitabının sahibi nişancızade muhammed bin ahmed rahimehullahü teala buyuruyor ki, eshabı kiram, çeşidli şeklde ta'rif edilmişdir. de diyor ki, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem diri iken ve peygamber iken bir an gören, eğer kör ise, bir an konuşan, büyük veya küçük, her mü'mine veya denir. birkaç danesine veya yahud denir. kafir iken görüp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra imana gelen veya mü'min olarak görüp de, sonra meazallah mürted olan kimse, sahabi değildir. eshabı kiram arasında bulunan ubeydullah bin cahş ve sa'lebe bin ebi hatıb kafir, ya'ni mürted oldular. mürted oldukdan sonra tekrar imana gelirse, yine sahabi olur demişlerdir. vahşi radıyallahü anh de sahabedendir ve sahabi olarak vefat etdi. meşhur muhammediyye kitabında ismi de vahşi, cismi de vahşi demesi, iman etmeden evvelki cismini bildirmekdedir. seksen senelik kafirler imana gelip, bir kerre peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü görürse, sahabi oluyor da, vahşi radıyallahü anh sahabi olmaz mı? bu şartları taşıyan cinniler de sahabi olur. vahşi hakkında fazla bilgi almak için, kitabı.sahifeye bakınız! abdülgani nablüsinin rahimehullahü teala adındaki şerhi çok kıymetlidir. yılında istanbulda basılmışdır. de, birinci kısmının ofset baskısı yapılmışdır. derdimsahifesinde diyor ki, mü'min olarak resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile buluşan ve mü'min olarak öldüğü bilinen cin ve insana sahabi denir. bu ta'rife göre, ama olan da ve uzun zeman birlikde bulunmıyan da sahabi olur. melek sahabi olmaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği zeman yüzyirmidörtbinden fazla sahabi vardı. hepsi alim, kamil, yüksek insanlar idi. bütün din büyükleri diyor ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat sonra ve meleklerden sonra mahlukların en efdali, en üstünüdür. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem bir kerre gören bir müsliman, görmiyenlerin hepsinden, hatta veysel karaniden katkat daha yüksekdir. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, şama girince, bunları gören hıristiyanlar, hallerine hayran kalıp, dediler. bu dinin en büyük alimlerinden olan abdüllah ibni mubarek rahimehullahü teala buyuruyor ki, . eshabı kiramın aleyhimürrıdvan üstünlüklerini bildiren ayeti kerime ve hadisi şerifler pek çokdur. surei ali imran. ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ya'ni peygamberlerden sonra, bütün insanların en iyisisiniz! surei tevbe. derdimayeti kerimesinde mealen, mekkei mükerreme ehalisinden olup, medinei münevvereye hicret eden sahabei kiramdan ve iyilikde onların izinden gidenlerden, allahü teala razıdır. onlar da, allahü tealadan razıdırlar. allahü teala onlara cennetler hazırlamışdır. buyuruldu. surei enfal. derdimayeti kerimesinde, allahü teala, sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. o zeman sahabei kiram pek az idi. fekat, allahü teala yanında dereceleri pek yüksek olduğundan, dini yaymakda sana yetişirler buyuruldu. surei fethde. ayeti kerimede mealen buyuruyor ki, hepsi, kafirlere karşı şiddetlidirler. fekat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşakdırlar. bunları çok zeman rüku'da ve secdede görürsünüz. herkese dünyada ve ahıretde her iyiliği, üstünlüğü, allahü tealadan isterler. rıdvanı, ya'ni allahü tealanın kendilerini beğenmesini de isterler. çok secde etdikleri yüzlerinden belli olur. onların halleri, şerefleri böylece tevratda ve incilde bildirilmişdir. incilde de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzer. ince bir filiz yerden çıkıp kalınlaşdığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, az zemanda etrafa yayıldılar. her tarafı iman nuru ile doldurdular. herkes filizin halini görüp, az zemanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hal ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etdi ve kafirler kızdılar. bu ayeti kerime, yalnız indiği zemanda bulunan eshabın değil, sonra imana gelecek olanların da şanını bildirmekdedir. bilindiği üzere mu'aviye radıyallahü anh da, dini islamın yayılmasına çok hizmet eden bir sahabidir. allahü tealanın bu medh ve senalarına, herbir sahabi gibi, o da dahildir. kitabının üçyüzyirmialtıncısahifesinde, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü, derecelerinin yüksekliğini bildiren hadisi şeriflerden şunlar yazılıdır:eshabımın hiçbirine dil uzatmayınız. onların şanlarına yakışmıyan birşey söylemeyiniz! nefsim elinde olan allahü tealaya yemin ederim ki, sizin biriniz uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir müd arpası kadar sevab alamaz. çünki, sadaka vermek ibadetdir. ibadetlerin sevabı niyyetin temizliğine göredir. bu hadisi şerif, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in kalblerinin ne kadar çok temiz olduğunu göstermekdedir. hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatanların, bu hadisi şerife uymadıkları anlaşılmakdadır. müd, menn demekdir. bir menn, iki rıtldır ki, dirhemi şer'i, ya'nigramdır. sadakai fıtr yarım sa', ya'nimüd olupgram buğdaydır.eshabımın herbiri gökdeki yıldızlar gibidir. herhangisine uyarsanız, allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz. ya'ni hangisinin sözü ile hareket ederseniz doğru yolda yürürsünüz. denizlerde, çöllerde, yıldızlarla cihet bulunduğu, yol alındığı gibi, bunların sözleriyle hareket edenler, doğru yolda giderler.eshabıma dil uzatmakda allahü tealadan korkunuz! benden sonra onları kötü niyyetlerinize hedef tutmayınız! nefsinize uyup, kin bağlamayınız! onları sevenler, beni sevdikleri için severler. onları sevmiyenler, beni sevmedikleri için sevmezler. onlara el ile, dil ile eziyyet edenler, gücendirenler, allahü tealaya eziyyet etmiş olurlar ki, bunun da muahezesi, ibret cezası gecikmez, verilir. ehalisidir. ondan sonra ikinci asrın, ondan sonra üçüncü asrın mü'minleridir.. dini islamın en büyük alimlerinden ahmed ibni hacer heytemi mekki rahimehullahü teala zemanında hindistanda alimler, veliler çok olduğu halde ve islam güneşi, yükselmiş olup cihanı nurlandırmakda iken, kalbleri cehalet ile kararmış, menfe'at, hırs ile bozulmuş olan zındıklar, eshabı kirama dil uzatıyor ve te'assubu, edebsizliğe kadar götürüyorlardı. o zeman, hind sultanı hümayun şah rahimehullahü teala olup, dinini çok sever, alimlere pek hurmet ederdi. ihsanı ve adaleti ve herkesin şanına yakışan idaresi ile müslimanlara her suretle iyilik ederdi. kendisi, hindistandaki gürganiyye devletinin kurucusu olan babür şahın rahimehullahü teala oğlu idi. işte böyle mes'ud bir zemanın alimleri, sapıkları susdurmak için toplanarak, ibni hacer hazretlerine baş vurdular. bu da, sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüklerini, iki büyük kitabda yazıp, delil, sened ve vesikalarla düşmanların dillerini kesdi. bunlardan kitabında iki hadisi şerifin tercemesini aynen yazıyorum:allahü teala, beni insanların en asilzadesi olan kureyş kabilesinden seçdi ve bana insanlar arasından en iyilerini arkadaş, sahib olarak ayırdı. bunlardan birkaçını bana vezirler olarak ve dini islamı, insanlara bildirmekde, yardımcı olarak seçdi. bunlardan ba'zılarını da eshar olarak, ya'ni zevce tarafından akraba olarak ayırdı. bunları seb edenlere, iftira edenlere, söğenlere allahü tealanın ve bütün meleklerin ve insanların la'neti olsun! allahü teala, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez. ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma hem vezirleri idi, hem de esharı idi. çünki, birisi, ezvacı mütahheratdan aişenin radıyallahü teala anha, ikincisi de, hafsanın radıyallahü teala anha babaları idi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zevcesi ümmi habibe radıyallahü anha annemizin erkek kardeşi olan mu'aviye ve babası ebu süfyan ve anası hind radıyallahü anhüm de, eshardan olup, bu hadisi şerife dahildirler. yine aynı kitabda şu hadisi şerifi yazıyor:eshabımın ve akrabamın ve bana yardım eden, gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyunuz! onları sevmek suretiyle benim peygamberlik hakkımı koruyanları, allahü teala, dünyada ve ahıretde belalardan, zararlardan korur. benim peygamberlik hakkımı düşünmiyerek, onları incitenleri, allahü teala sevmez. allahü tealanın sevmediği kimselere azab etmesi pek yakındır. bu hadisi şerifler, açıkça gösteriyor ki, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in her birini sevmemiz, hepsine saygı göstermemiz lazımdır. aralarında yapdıkları muharebeleri, allahü tealanın emrini yerine getirmek için yapdıklarına inanmak lazımdır. bu muharebelere katılanların hiçbirinde makam, şöhret, para hırsı yokdu. hepsi ayeti kerimenin ve hadisi şerifin emrini yerine getirmek gayesinde idiler. osman radıyallahü anh şehid olunca, bütün müslimanlar, hazreti aliyi radıyallahü anh halife yapdılar. halife hazretleri, önce ortalığı yatışdırmağa başladı. sahabei kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in birçoğu ise ve bilhassa aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenen on kişiden biri olan ve yedinci dedesinde peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile akraba olan ve islamiyyetin ilk zemanında imana gelip, kafirlerden çok cefa çeken, ve istanbulda medfun bulunan halid ibni zeyd eba eyyubel ensari radıyallahü anh ile ahiret kardeşi olan talha radıyallahü anh ve yine aşerei mübeşşereden zübeyr radıyallahü anh ve peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin ölünceye kadar sevgilisi olan ve kur'anı kerimde allahü teala tarafından medh edilmek se'adetiyle şereflenen aişe radıyallahü anha valdemiz, hazreti osmanın radıyallahü anh katillerinin hemen yakalanarak kısas yapılmasını halifeden istediler. halife de, ortalık karışık olduğundan, bu işe başlarsam, fitnenin artmasına ve belki ikinci bir faci'anın çıkmasına sebeb olur. önce isyanı basdırayım, ortalığı rahata kavuşdurayım, ondan sonra, allahü tealanın kısas emrini yapacağım dedi. karşı tarafdakiler ise, katillerin, şimdi bile belli olmadığını, daha sonra hiç bulunamıyacaklarını ve dinin emri yapılamıyacağını, ancak şimdi mümkin olduğunu, ictihad ederek söylediler. böyle ictihad edenler arasında bulunan talha radıyallahü anh, şamda vazifeli olduğu için, bedrde bulunamamış, diğer bütün gazalarda bulunmuş, hele uhud muharebesinde, allahü tealanın yolunda çok işkencelere uğramışdı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem kendisini siper etmiş ve sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi ok yağmuru altında sırtına alarak kayaya çıkarmışdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğunu, hazreti ali radıyallahü anh söyliyor. zübeyr bin avvam radıyallahü anh da, hadicetülkübranın radıyallahü anha biraderi oğludur ve sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin halası safiyyenin oğlu olup, islamiyyetin ilk günlerinde, onbeş yaşında iken müsliman olmuşdur. allahü tealanın yolunda ilk kılınç çeken budur. ya'ni, islam subaylarının birincisidir. birçok gazalarda ve en tehlükeli anlarda, resulullahın önünde çarpışarak çok yerinden yaralanmışdı. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz her peygamberin havarisi vardır. benim havarim zübeyrdir buyurmuşdur. ömer radıyallahü anh vefat edeceği zeman, halife olmaya layık gördüğü altı kişiden biri talha, biri de zübeyrdir. zübeyr çok zengin olup, bütün servetini resulullah uğrunda feda etmişdi. işte bu büyük zatlar, kısasın hemen yapılmasına ictihad edip, şiddetle istediler. o zeman, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadı üç dürlü idi. bir kısmı, halife gibi ictihad etmişdi. bir kısmı da, karşı taraf gibi ictihad etmişdi. üçüncü kısm ise, susmayı uygun görmüşdü. bunlardan her birinin, başkasına uymayıp kendi ictihadı ile hareket etmesi lazım idi. birinci ve ikinci kısmda olanlar çoğaldı. abdüllah bin sebe' adındaki yehudi, işe karışarak, iş muharebeye sürüklendi ve basra ve cemel vak'aları meydana geldi. mu'aviye radıyallahü anh, o zeman şamda vali idi. üçüncü kısm ictihadında olup, idaresindeki müslimanları bu muharebelere karışdırmamışdı. hepsinin rahat ve sükunetle yaşamasını te'min etmişdi. fekat, ali radıyallahü anh şamlıları da çağırınca, mu'aviye radıyallahü anh, birçok hadisi şerifleri düşünerek, karşı taraf gibi ictihad etdi. halife şamlılarla anlaşmak üzere iken, araya siyonizm, yehudi parmağı karışarak, sıffin muharebesi meydana geldi. bu muharebelerde, eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in birbirlerini incitmeği, intikam almağı, hilafete, saltanata, rütbe ve servete kavuşmağı asla düşünmemiş, yalnız ictihadları farklı olduğundan, dinin emrini yerine getirmeğe uğraşmışlardır. muharebe zemanında bile, birbirleri ile mektublaşdıkları, nasihat verdikleri, sevişdikleri çok misallerle meydandadır. mesela, sıffin muharebesi sıralarında, istanbul imperatoru ikinci kostantin, hududlardaki islam şehrlerine rahatsızlık veriyordu. mu'aviye radıyallahü anh, ona mektub yazıp: bu sarkıntılıkdan vazgeçmezsen, şimdi efendimle sulh yapar, onun askerinin kumandanı olur, oraya gelip, şehrlerini yakarım. seni domuzlara çoban yaparım demişdi. yine aynı zemanda, halife ali radıyallahü anh, büyük bir kalabalık karşısında kardeşlerimiz bizden ayrıldı. onlar, kafir ve fasık değildirler. çünki, ictihadları öyle oldu buyurdu. birbirleri ile harb ederken, birisi ötekine kardeşim dedi. o da, buna efendim dedi. bunların muharebeleri, ictihadları ayrı olduğu için olup, saltanat için, mal ve şöhret için değildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ictihadında isabet eden müctehide ikiden ona kadar, hata edene de, bir sevab verilir. eshabı kiramın hepsi, müctehid idi. her müctehide, kendi ictihadı ile amel etmesi farzdır. imamı müslimin üstadlarından ebu zür'atirrazi rahimehümallahü teala, kitabında diyor ki, eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in aşağılıyan, onlara dil uzatan, zındıkdır. müslimanların, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarını düşman bilmeleri ve onlara, ehli beytin düşmanlarından daha fazla la'net etmeleri lazım gelir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem büyük düşmanı olan ve çok eziyyet ve cefalar etmiş olan ebu cehle la'net etmiyorlar, ona birşey demiyorlar da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem medh etdiği, sevdiği mu'aviyeyi radıyallahü anh, ehli beyte düşman zannedip, bu kerim olan zata dil uzatıyorlar ve haşa la'net ediyorlar. bu nasıl dindir, nasıl müslimanlıkdır? muhammed aleyhisselamın, allahü tealanın peygamberi olduğunu, kur'anı kerimin ona allahü tealadan geldiğini bizlere ulaşdıran eshabı kiramdır. eshabı kiramı büyük ve doğru bilmiyen, onların bizlere ulaşdırdıkları haberlere de inanmaz ve tabi'i, dinleri yıkılır, gider. ibni hazm diyor ki, eshabı kiramın cümlesi ehli cennetdir. çünki, allahü teala bunlar için mealen buyurdu. surei hadidde. ayeti kerimede, , surei enbiyada mealen onları ezelde, hiçbir şeyi yaratmadan evvel, cennetlik eyledim. cehennem onlardan uzakdır buyuruyor. bu ayeti kerimelerden anlaşılıyor ki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in ehli cennetdir. hiç birisi cehennem ateşine yaklaşmıyacakdır. çünki, hüsna ile ya'ni cennet ile müjdelenmişlerdir. yine mir'ati kainatın üçyüzyirmiyedincisahifesinde buyuruyorki: akaid kitablarının hepsinde şöyle yazılıdır: eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in hepsini büyük bilmek, hepsine hüsnı zan etmek, hepsinin salih ve adil olduğuna inanmak, hiçbirine dil uzatmamak, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevdiği için, ötekileri fena bilmemek kat'i deliller ile bütün müslimanlara vacibdir. allame sa'deddini teftazani rahimehullahü teala, de diyor ki, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in aralarındaki muharebelerin dini sebebleri vardır. onlara dil uzatanların sözleri edillei kat'iyyeye, ya'ni kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun değilse, kafir olurlar. uygun ise büyük günaha girerler. bid'at sahibi, ya'ni sapık olurlar. mevahibi ledünniyyede, eshabımın radıyallahü teala anhüm ecma'in ismini işitince, susunuz! şanlarına yakışmıyan sözleri söylemeyiniz hadisi şerifi yazılıdır. eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in şanlarına layık olmıyan sözleri söylemek, müslimanlara yakışmaz. onların muharebeleri kötü sebeblerle, aşağı düşüncelerle değildi. onların ruhları ve nefsleri, insanların en iyisinin ve yükseğinin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunarak, derslerini ve nasihatlarını dinliyerek temizlenmiş, nurlanmış, kalblerinde kin ve geçimsizlik kalmamışdı. her biri ictihad makamına yükselmiş olduğundan, kendi ictihadlarına uygun hareket etmeleri lazım ve vacib idi. ba'zı işlerde ictihadları ayrılınca birbirlerine uymayıp, kendi ictihadlarına uymaları doğru yol idi. onların birbirlerine uymamaları da, uymaları gibi, hak üzere idi. nefsin arzusu değildi. ba'zıları, imamı ali radıyallahü anh ile harb edenlere kafir diyor. halbuki, sahabei kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in bir kısmı, ictihadlarında çok def'a peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem de uymadılar. bu ayrılmaları, kabahat sayılmadı. cebrail aleyhisselam geldiği zeman, bunlara birşey denilmedi. o halde, imamı alinin radıyallahü anh ictihadına uymıyanlara dil uzatılabilir mi? bunlara kafir denebilir mi? hem de, uymıyanlar çok idi ve çoğu, sahabei kiramın radıyallahü anhüm büyükleri ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgilileri ve hatta cennet ile müjdelenmişleri idi. onlara dil uzatılabilir mi? kafir denebilir mi? dini islamın yarısına yakın emrlerini bizlere ulaşdıran onlardır. onlara kusurlu denirse, dinin yarısı sarsılır. o büyüklerden hiçbirine, bu dinin büyüklerinden hiçbiri saygısızlıkda bulunmamışdır. dört mezhebin reisleri ve sfiyyei aliyyenin büyükleri, onları büyük ve yüksek bilmişdir. kur'anı kerimden sonra dini islamın en doğru kitabı dir. şi'iler de buna inanıyor. işte buhariyyi şerifde, herhangi bir sahabinin radıyallahü teala anh söylediği hadisi şerif yazılıdır. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeler onların sözlerine bir kusur ve i'timadsızlığa sebeb olmamışdır. bu kitabda ve diğer bütün hadis kitablarında hem hazreti alinin, hem de hazreti mu'aviyenin radıyallahü anhüma bildirdikleri hadisi şerifler vardır. harb etdikleri için, sözleri kıymetden düşmemişdir. imamı ali radıyallahü teala anh ile birlikde harb edenlerin sözleri yazıldığı gibi, mu'aviye radıyallahü teala anh yanındakilerin sözleri de yazılmışdır. eğer hazreti mu'aviyede radıyallahü anh ve onunla beraber olanlarda bir kusur bulunsaydı, bunların bildirdikleri hadisi şerifler, kitablara yazılmazdı. din alimlerinden hiçbiri, hadisi şerifleri seçerken, imamı aliye radıyallahü anh uyup uymamağı hesaba katmamışdır. şunu da söyliyelim ki, bu muharebelerde imamı ali radıyallahü anh haklı idi. fekat, onun ictihadına uymıyanların hata etdikleri söylenemez. çünki, sahabei kiramın çoğu ve tabi'in ve en yüksek alimler ve mezheb imamlarımız, birçok ictihad mes'elelerinde, imamı aliye radıyallahü anh uymamışlardır. eğer imamı alinin radıyallahü anh ictihadının hep hak üzere olduğu kabul edilseydi, bu kadar din büyükleri, ondan ayrı ictihad etmezdi. ba'zı mes'elelerde, imamı ali radıyallahü anh da, kendi re'yine uymıyan ictihadları kabul buyurmuşdur.ın yin ahifesinde, şu hadisi şerif yazılıdır: almanca meyer leksikon adlı meşhur fen ansiklopedisinde, diye medh etmekden hıristiyanların bile kendilerini men' edemediği imamı celaleddini süyuti, kitabında, şu hadisi şerifi bildiriyor: eshabımdan, bundan sonra çıkacak hataları, allahü teala afv edecekdir. çünki, onların dini islama hizmetini kimse yapmamışdır. yine aynı kitabda şu hadisi şerif yazılıdır: herkese şefa'at edeceğim. fekat, eshabıma dil uzatanlara, onları kötüliyenlere hiç şefa'at etmem!da diyor ki: hazreti ebu bekri ve hazreti ömeri radıyallahü anhüma söğenler kafir olur. imamı ali radıyallahü anh onlardan üstün diyenler, bid'at ve dalaletde olur. ya'ni, ehli sünnetden ayrılmış, cehennemlik olmuş olur. yin ahifede diyor ki, imamı azam ebu hanife radıyallahü anh buyurdu ki: ebu bekr ile ömeri üstün tutup, osman.shabı kiram ile imamı aliyi radıyallahü anhüm sevmek alametlerindendir. bu ikisini üstün ve ikisini de sevgili tutmak, cehennemden kurtulanlara mahsusdur. ikisinin üstünlüğünü eshabı kiramın hepsi söylemiş ve tabi'inin hepsi din imamlarımıza bildirmiş ve imamlarımız, kitablarında yazmışdır. mesela imamı şafi'inin ve ebülhasen eş'arinin rahimehümallahü teala, ebu bekr ve ömeri radıyallahü anhüma bütün ümmetin üstünde bildirdikleri muhakkakdır. imamı alinin radıyallahü anh dahi, halife iken, ileri gelen kimselere karşı, buyurduğu muhakkakdır. radıyallahü anhüma, hadisi şerifini imamı aliden radıyallahü anh işitdiklerini imamı zehebi ve imamı buhari rahimehümallahü teala bildiriyor. şi'i alimlerinin büyüklerinden abdürrezzakı lahici de, bu ikisinin yüksek olduğunu söyliyor ve diyor ki, imamı alinin radıyallahü anh yüksek olduğunu ve en çok onu sevdiğimi söylediğim halde, onun yolundan ayrılarak, kendi görüşlerime uyabilir miyim? çünki o, ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma kendisinden daha üstün olduklarını söylemişdir. abdürrezzak bin ali lahici, kum şehrinde müderris idi. de vefat etdi. hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüma, halife iken, halk arasında fitne ve karışıklık çoğalıp, herkes sıkılıp kalbler kırıldığından, bu ikisini sevmek de, ehli sünnet velcema'atın şartı oldu. böylece, cahillerin, eshabı hayrilbeşere radıyallahü teala anhüm ecma'in dil uzatmaları önlendi. müslimanlar, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine düşmanlık etmek tehlükesinden kurtarıldı. görülüyor ki, imamı aliyi radıyallahü anh sevmek de, ehli sünnet velcema'atın şartıdır. ancak, sevginin de bir derecesi vardır. bir kimse, hazreti alinin radıyallahü anh sevgisinde taşkınlık ederek, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına dil uzatır, onları söğerse ve böylece eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve selefi salihinin rıdvanullahi aleyhim ecma'in yolundan ayrılırsa buna sapık denir. ehli sünnetin şartı olan, imamı aliyi radıyallahü anh sevmekden mahrum olanlar da, ehli sünnet değildir. bunlara denir. ehli beyti seviyoruz diyenler, eshabı kiramın hepsini de sevip hurmet etselerdi, çok güzel olurdu. eshabı kiram arasındaki muharebelerin iyi sebebler ve halis niyyetler ile olduğunu söyleseler idi, ehli sünnet velcema'atdan olup, olmakdan kurtulurlardı. eshabı kiramın hepsini büyük bilip, hurmet etmekle beraber, ehli beyti de sevmek e mahsusdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, eshabımı seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. o halde ehli sevilmez mi? eshabı kiramın hepsi birbirlerini severlerdi ve ehli beyti severlerdi. ehli sünnet, ehli beytin sevgisini imanın parçası bilmişdir. son nefesde iman ile gitmeği bu sevginin kuvvetine bağlı kılmışdır. kitabının. sahifesinde diyor ki: alimlerimiz, eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in üç kısma ayırmışdır: birinci kısm, olup, mekke alınıncaya kadar, mekkeden veya başka yerlerden medinei münevvereye hicret eden müslimanlardır. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma, muhacirinin büyüklerindendir. ikinci kısm, olup, bunlar, medine şehrinde ve etrafında bulunan müslimanlardır ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize yardım etdikleri için, ensar ismi ile şereflenmişlerdir. radıyallahü anh ensarın büyüklerindendir. imamı tirmüzinin bildirdiği bir hadisi şerifde, buyurulmuşdur. bunun için, istanbuldaki bütün mü'minler, hazreti halidin radıyallahü anh arkasında ve onun ziyası altında, haşra geleceklerdir. üçüncü kısm, mekke alındığı zeman ve daha sonra, burada ve başka yerlerde imana gelenlerdir ki, bunlar muhacir ve ensar değildir. fekat sahabidirler. mu'aviye ve amr ibni as radıyallahü anhüma, bu sahabilerin büyüklerindendirler. imamı vakıdi diyor ki, eshabı kiramdan kufe şehrinde en son vefat eden, abdüllah ibni ebi evfadır. şamda son vefat eden, abdüllah bin yesrdir. medinei münevverede son vefat eden, sehl bin sa'ddir. doksanbeş yaşında vefat etdi. basrada son vefat eden, enes bin malikdir. mekkei mükerremede son vefat eden ebuttufeyl amirdir ki, hepsinden sonra, hicretin yüzüncü yılında vefat eden budur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem birkaç yakın akrabasından başka eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in yaşça resulullahdan küçük idiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabının adedi, iyi bilinmiyor ise de, mekkeye on bin kişi ile ve tebük gazasına yetmiş bin kişi ile ve veda haccına doksanbin kişi ile gitmişdi. vefatları zemanında, yüzyirmidörtbinden ziyade sahabe hayatda idi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in faziletlerini, kıymetlerini doğru anlatan kitablar ve tarihler çokdur. şeyh izzeddin alinin rahimehullahü teala iki cild kitabı yedibinbeşyüz sahabinin hal tercemelerini bildirmekdedir ve avrupa dillerine de çevrilmişdir. islam tarihleri arasında doğru olan vakıdinin ve ibni haldunun ve ibni hillikanın rahimehümullahü teala tarihleridir. bunlarda, sahabei kiram hakkında dine ve edebe muhalif bir şey yazılı değildir. almanca meyers lexikon teknik lügat kitabının birinci cildi. sahifesinde islam medeniyyetinin ehemiyyetini hayranlıkla anlatırken diyor ki: gazveleri yazan vakıdinin tarihide Welhausan tarafından almancaya terceme edilmişdir. vakıdinin talebesinden ibni sa'd, peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem ve eshabının radıyallahü teala anhüm ecma'in hayatını yazmışdır. kitabı dokuz cild olup, sachau tarafındande terceme edilmişdir. ibni haldun tarihi yedi cild olup, de Qutemere tarafından terceme edilmişdir. meyers lexikon, baskısınd ahifesinden başlıyarak ve ayrıca islam kelimesinde yazdıklarının tercemesi, seyyid abdülhakim efendiye kuddise sirruh okunup, takdir etmişlerdir. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri anlatan türkçe tarihlerin çoğu abbasiler zemanında, onların arzularına göre yazılan tarihlerden terceme edilmişdir. bunların, hazreti aişe, mu'aviye, talha, zübeyr ve sair sahabei kiramı rıdvanullahi aleyhim kusurlu göstermeleri, bundan ileri geliyor. emevilerden ve abbasilerden sonra gelen islam hükumetlerinin hiçbiri ve bilhassa türkler, ehli sünnet i'tikadını bozmağa, değişdirmeğe çalışmamışlardır. bu sayede, bu i'tikad, şimdiye kadar salim kalmışdır. ibni haceri mekki rahimehullahü teala, kitabının başında diyor ki: ey kalbi allahü tealanın sevgisi ile ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgisi ile dolu olan müsliman! birinci vazifen peygamberimizin aleyhissalatü vesselam eshabı kiramının sevgisini, ehli beyti nebevinin sevgisi ile kalbinde cem' etmekdir. ehli beyti, resulullahın evladı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, onun eshabı oldukları için sevmeliyiz! çünki, eshabı kiramın nail oldukları şeref pek yüksekdir. o şerefe başkaları kavuşamaz. o şerefden birisi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine ma'nevi imdad ile yardım etmişdir. bu hassa, bunlardan başkasında bulunmuyor. bunların kemalatına, geniş ilmlerine, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiç biri kavuşamamışlardır. her müslimanın bunların hepsini adil, salih ve veli ve alim ve müctehid bilmesi lazımdır. kendilerinden bir hata çıksa da cenabı hak hepsini afv ve mağfiret ile müjdelemişdir. kur'anı kerimde mealen, allah celle celalüh onların hepsinden razıdır. onlar da, allahü tealadan razıdırlar buyurmuşdur. sahabei kiramdan birini kusurlu bilmek ve kötülemek, bu ayeti kerimeye inanmamak olur. şübhe yokdur ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh sahabei kiramın neseb i'tibariyle büyüklerindendir. aleyhissalatü vesselam efendimize neseb ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, onun hilm ve sehasını medh ve sena buyurmuşdur. onda islamiyyet, sohbet, neseb, nikahla akrabalık şerefleri toplanmışdır ki, bunların her biri, cennetde resulullahın yanında bulunmağa sebeb olan şereflerdir. bunlara hilm ve ilm ve halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve iz'anı olan kimse için artık bu hususda fazla anlatmağa lüzum kalmaz. imamı rabbani, ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala kitabının ikinci cild, otuzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: ehli sünnet alametlerinden biri, şeyhaynın, ya'ni ebu bekri sıddik ile ömerül farukun radıyallahü teala anhüma en üstün olduklarına inanmak ve iki damadı, ya'ni osman ile aliyi radıyallahü anhüma sevmekdir. şeyhaynın daha yüksek olduğunu, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın hepsi sözbirliği ile söylemişlerdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü görmekle şereflenmiyen, fekat bir veya birkaç sahabiyi görmek nasib olanlara denir. bunlar sahabei kiramı görmek sayesinde, bu dinin büyükleri olmuşlardır. eshabın ve tabi'inin bu sözlerini alimlerimiz bizlere bildirmişlerdir. mesela, şafi'i mezhebinin reisi olan, muhammed bin idris şafi'i ve ehli sünnet imamlarımızın biri olan ebül hasen ali eş'ari diyorlar ki, ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma, bütün eshabdan daha üstün oldukları kat'idir, muhakkakdır. ali radıyallahü anh halife iken, büyük bir kalabalık karşısında dedi ki: . imamı muhammed zehebi rahimehullahü teala oniki cildlik tarihinde yazıyor ve dini islamın temelini teşkil eden ve en doğru hadis kitabı olan buhariyyi şerifin sahibi muhammed bin isma'il buhari rahimehullahü teala diyor ki, ali radıyallahü anh buyurdu ki, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi ebu bekrdir radıyallahü teala anh. ondan sonra da ömerdir ve daha sonra başkasıdır. oğlu muhammed ibni hanefiyye, o da sensin! dedikde, buyurmuşdur. ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma üstünlüğünü bildiren haberler o kadar çokdur ki, su götürmez bir hakikat halini almışdır. buna inanmamak, güneşin varlığına inanmamak gibidir. bunlar da, ya çok cahiller veya körler ve abdallardır. şi'ilerin büyük alimlerinden olan abdürrezzak bunu inkara sebeb bulamıyarak, şeyhaynın üstünlüğünü söylemişdir. imamı rabbani yine buyuruyor ki: imamı ömerin radıyallahü anh hilafeti zemanı olan on sene ile imamı osmanın radıyallahü anh oniki senesinden ilk altısı, refah ve istirahatla geçerek, islam memleketlerinin hepsinde ahkamı islamiyye ve merasimi diniyye kemalile icra edilmekle beraber, islam dünyası çok genişlemişdi. hatta, bütün arabistan ve afrikanın büyük bir kısmı, islam memleketinin bir parçası olmuş, trablusgarb, fizan, bingazi, tunus, cezayir, fas, mirakeş, dimyat, zeyyad, aden, san'a, asir, bahreyn, hadremut, katif, necd, bütün ırak, hindistan ve sind, çin, semerkand, hive, buhara ve türkistan, iran, kafkasya islamın idaresi altına girerek, islam sancağı, istanbul surlarının önüne kadar götürülmüşdü. feth edilen memleketlerin ehalisi de, seve seve müsliman olmakla şereflendiklerinden islam nüfusu pek artmış, milyonları aşmışdı. bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikrlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrak şeklleri arasında ayrılık baş göstermişdi. müsliman şekline giren imansızların körüklemesi ile halifeye karşı çıkan isyan yüzünden, osman radıyallahü anhın hilafetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçdi. kendisi, halim, yumuşak tabi'atlı olduğundan bu karışıklık, ne yazık ki, vaktinde teskin edilemiyerek, asilerden onüçbin kişi medinei münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halifeye, hilafetden çekilmesini teklif etmişlerdi. imamı osman radıyallahü anh ise, buyurdu ki, sahabei kiramın hepsinin radıyallahü teala anhüm ecma'in ve tabi'ini kiramın ictihadları da böyle idi. fekat, asiler ikna edilemedi. hicretin otuzbeşinci senesinde, zilhiccenin onsekizinci günü, çok feci' şehadet vak'ası meydana geldi. ba'zı kimseler, her sene o gün bayram yapıyorlar. ondan sonra, imamı ali radıyallahü anh bütün müslimanların re'y ve arzusu ile, hakkıyle halife oldu. bu iki halife zemanında, böyle geçimsizlik, rahatsızlık ve bu geniş memleketler ehalisi arasında düşmanlık baş gösterdiğinden, bu iki damadı sevmek, ehli sünnetin alameti oldu. böylece, cahillerin, eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in bu yoldan saygısızlık göstermelerine, ip ucu bırakılmadı. o halde peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem cennet ile müjdelediği fırkasına girebilmek için, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmek şartdır. bu sevgiden mahrum olan bir kimse, ehli sünnet, ehli cennet değildir. böyle kimselere denir. fekat, hazreti alinin radıyallahü anh sevgisinde taşkınlık yaparak, eshabı kirama, hatta bunlardan birine, dil uzatmağı, la'net etmeği bu sevginin şartıdır diyenler de var. bunlar, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve bütün büyük alimlerin yolundan ayrılmış oluyorlar. bunlara denir. rafızi, terk eden, bırakan demekdir. bunlar, ehli sünneti terk etmişlerdir. ehli sünnet orta ve doğru yolda gidenlerdir. hazreti aliyi radıyallahü anh sevmiyenlerden ve aşırı sevenlerden olmayıp, çirkin olan ifrat ve tefritden kurtulanlardır. hanbeli mezhebinin reisi olan ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala, imamı aliden radıyallahü anh şu hadisi şerifi haber veriyor: imamı ali buyurdu ki, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya ali! sen isa aleyhisselam gibisin! yehudiler, ona düşman oldu. mubarek annesi hazreti meryeme iftira etdi. hıristiyanlar da, onu aşırı yükseltdiler. ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar. ya'ni allahü tealanın oğlu dediler. ali radıyallahü anh bu hadisi şerifi haber verdikden sonra, benim yüzümden iki dürlü insanlar helak oldu. birisi, beni aşırı severek, bende olmıyan şeyleri bana takarlar. ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar buyurdu. bu hadisi şerif, haricileri, yehudilere, eshabı kirama düşmanlık edenleri de, nasaraya, ya'ni hıristiyanlara benzetmekdedir. eshabı kiramın adedinin yüzyirmidörtbinden çok olduğunu yukarıda bildirmişdik. ya'ni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat adedi kadardır. herbiri bir peygambere benzemekdedir. ebu bekri sıddik, muhammed aleyhisselama, ömerülfaruk, musa aleyhisselama, osmanı zinnureyn, nuh aleyhisselama, aliyyülmürteza, isa aleyhisselama, mu'aviye hazretleri de davüd aleyhisselama benzer rıdvanullahi aleyhim ecma'in. isa aleyhisselamın adet haricinde ve kudreti ilahiyye dahilinde babasız yaratıldığını ve göke kaldırıldığını ve adet haricinde olarak kıyamete yakın bir zemanda gökden şama ineceğini biliyoruz. insanlar onun doğuşunu, yaşayışını, göke kaldırılmasını adet haricinde görerek, üç kısma ayrıldı: bir kısmı onu, yakışan dereceden ve halden çok daha yüksek bilip allahdır ve allah ona hulul etmişdir ve hatta oğludur dedi. bunlar hıristiyanlardır. bir kısmı da, adet haricindeki halleri görünce, onu yakışmıyacak, çok aşağı derecelere düşürerek babası bilinmiyor dedi. bunlar yehudilerdir. bir kısmı ise, bu adet harici halleri, allahü tealanın hikmeti ve kudreti ile bilip, onun ancak bir kul, bir peygamber olduğuna inananlardır. bunlar doğru yolda bulunanlardır. isa aleyhisselamın bu halleri, tevratda uzun uzadıya ve açıkça yazılmış idi. bu üç kısm insanların halleri ve inanışları, kur'anı azimüşşanın birçok yerlerinde yazılıdır. islam alimleri bunları kur'anı kerimden anlıyarak kitablarında geniş olarak bildirmişlerdir. bu hali, sahabei kiram da iyi bildiği için, serveri alem ve seyyidi evladı adem, muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem, kendisinin amcası oğlu ve damadı ve ahıret kardeşi olan imamı aliye radıyallahü anh buyurdu ki: . bu hadisi şerif, eshabı kiram arasında yayıldı. bu hadisi şerif, gaybden haber veren hadislerden olup, mu'cize idi ve imamı alinin radıyallahü anh hilafeti zemanında kendisinde göründü. bu vakt, insanlar üç kısm olup, bir kısmı imamı aliyi radıyallahü anh, ona yakışacak dereceden ve halden çok daha yüksek görüp, allah imamı aliye ve evladına hulul etmişdir ve imamı ali radıyallahü anh, peygamber olacak iken, cebrail aleyhisselam yanılarak kur'anı azimüşşanı muhammed aleyhissalatü vesselama indirdi dediler. bunlardan bir kısmı da, imamı ali radıyallahü anh diğer üç halifeden ve bütün eshabdan daha üstündür diyerek, doğru yoldan çıkmışdır. bunların i'tikadı, hıristiyanların isa aleyhisselama olan i'tikadlarına benziyor. insanların bir kısmı da, imamı alinin radıyallahü anh yüksek şanına yakışmıyan birçok iftiralar ederek, i'tikadları bozuldu. bunlara denir. ya'ni doğru yoldan haric olup, imamı aliyi radıyallahü anh ve ma'sum evladını sevmiyenlerdir. bunlar da, yehudilere benzer. bir kısm ise, imamı aliyi ve evladını ve evi halkını ve bütün eshabı kiramı, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinde bildirdiği gibi tanımış ve bilmiş olanlardır. bunlar denilen doğru imanlılardır. cehennemden kurtulan, yalnız bunlardır. imamı ali radıyallahü anh ile muharebe edenlerden, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem çok sevdiği zevcesi ve ebu bekri sıddikın kerimesi aişe radıyallahü anha ile aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenen on kişiden olan talha ile zübeyr radıyallahü anhüma ve serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem vahy katibi ve zevcei nebevi ümmi habibe radıyallahü anha valdemizin kardeşi olduğundan, fahri alem efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kayın biraderi olan hazreti mu'aviye radıyallahü anh, eshabı kiramın büyüklerindendir. bir hadisi şerifde, eshabımı sevmekle, benim peygamberlik hakkımı gözetiniz. benim hakkımı böylece gözetenleri, allahü teala, her işlerinde korur ve yardım eder. benim peygamberlik hakkımı gözetmiyenleri de, allahü teala sevmez. bunların ceza görecekleri, sürünecekleri zeman pek yakındır buyurulmuşdur. diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: insanlar çoğalmakda ve eshabım azalmakda ve kıymetleri de o nisbetde artmakdadır. eshabıma söğmeyiniz! eshabıma söğenlere allah la'net etsin!. diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: eshabımın hiç birine dil uzatmayınız, lekelemeğe uğraşmayınız! onun kudreti ile yaşamakda olduğum allaha yemin ederim ki, sizlerden biri uhud dağı kadar altun sadaka verse, eshabımdan birinin bir müd diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki: ne mutlu beni görüp iman edenlere ve ne mutlu beni görenleri görenlere ve yine ne mutlu beni görenlerin görenini görenlere! bunların hepsi, ne iyi ve ne bahtiyar kimselerdir. bunların nihayet gidecekleri yer, en iyi yerdir. serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem görenler, sahabei kiramdır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. bunları görenler, ve tabi'ini görenler dir. imamı azam ebu hanife ve imamı malik, tabi'indendir. imamı şafi'i ile imamı ahmed, tebe'i tabi'indendir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. ibni haceri mekkinin rahimehullahü teala kitabının ikinci sahifesinde, şu hadisi şerif yazılıdır:allahü teala bütün insanlar arasından beni seçdi. bütün üstünlükleri ve iyilikleri ihsan eyledi ve benim için eshab ayırdı, seçdi. eshabım arasından benim için akraba ve yardımcılar seçip ayırdı. bir kimse, benim için, benim peygamberliğim için, bunları sever ve sayarsa, allahü teala da, onu cehennemden muhafaza eder. bir kimse, benim hatırımı düşünmiyerek, eshabımı sevmez, onlara dil uzatır, incitirse, allahü teala da, onu cehennem azabı ile yakar, sızlatır. yine aynı kitabda, şu hadisi şerif yazılıdır: allahü teala, beni bütün insanlar arasından ayırıp seçdi. bana eshab ve akraba olarak en iyi insanları seçdi. bunlardan sonra, birçok kimse gelir ki, eshabıma ve akrabama dil uzatırlar. onlara yakışmıyan iftiralar söyliyerek, kötülemeğe uğraşırlar. böyle kimselerle oturmayınız! birlikde yiyip içmeyiniz! bunlardan kız alıp vermeyiniz. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmemiz, hepsini büyük bilmemiz lazımdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, benden sonra müslimanlar yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. bunlardan yetmişikisi cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası cennete girecekdir. bu bir fırkaya, fırkası denir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve onun eshabının gitdiği yolda gidenlerdir. bu yolu eshabı kiramdan alıp, ta bizlere bildiren, dört mezheb imamlarımız ve onların yetişdirdikleri büyük alimlerdir. işte bu büyük alimlerin hepsi diyor ki, ehli sünnetin şartlarından, alametlerinden birisi de, eshabı kiramın hepsini sevmekdir. hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiram için, iyilikden başka bir şey söylememek, onlara hürmet etmek, hepsini büyük bilmek, herbirinin ismi geçdikçe demek lazımdır. hele mekkei mükerremeden medinei münevvereye hicret eden muhacirin ve bunları medinede karşılayıp barındıran ensara ve ağaç altında peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem söz verip, her şeylerini ona feda eden bindörtyüz sahabiye ve bedr muharebesinde bulunanlara ve uhudda şehid olanlara ve diğer gazalarda bulunanlara, daha çok ehemmiyyet vermelidir. ümmeti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, bunların çok yüksek olduğuna icma' etmiş, söz birliği olmuşdur. biz müslimanların vazifesi, bunların dini islama olan hizmetlerini, fedakarlıklarını düşünerek diyerek hepsine iyi düa etmekdir. çünki bunlar, dini islamda ileri gidip yol gösterenlerdir. peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uymakda ve onun dinini dünyaya yayıp herkese bildirmekde önder olanlar, allahü tealanın emrlerini onun peygamberinden bize getirenler, dini islamın temelini kuvvetlendirenler, onlardır. islamiyyeti her memlekete ulaşdıran onlardır. allahü tealanın topraklarına, onun kullarına, onun dinini yayan onlardır. şu bizlere gelen ni'metinden daha büyük bir ni'met var mıdır? hepimiz, her zeman onların bu iyiliklerine şükr etmeliyiz! peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimize yakın olan zemanlarda bulunmayıp da, sonradan uydurma, yalan ve iftira ve hikayeler üzerine kurulan eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in hakkında kin, düşmanlık, dil uzatmak ve la'net etmekler, hep abdüllah bin sebe'den bulaşmışdır. bu hezeyanlardan ve benzerlerinden sakınmak hepimize vacibdir. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri, kötü sebeblerden, bozuk niyyetlerden ileri gelmiş sanmayıp, dini düşüncelerle yapıldığına inanmalıdır. onların doğru mu, yanlış mı yapdıklarına karışmak, işlerinde fikr yürütmek, din, akl, adet ve tarih bakımlarından, bizim vazifemiz değildir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere açıkca uymıyan, bunlara muhalif olan her şey, küfrdür. bunlara açıkca muhalif olmıyan bid'atdır, fıskdır, fücurdur. o halde, mu'aviye ve benzerlerine radıyallahü anhüm dil uzatmak, bunları kötülemek caiz değildir. çünki, hepsi, allahü tealanın ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem medh buyurdukları, sahabei kiram sınıfı içindedirler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . şeytana, ya'ni la'nete layık olan iblise la'net etmemek suç değildir. en doğrusu, hiçbir mahluka la'net etmemekdir. bunun için, yezide ve haccaca da la'net etmek layık değildir., eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in herbirini böyle yüksek bilir, böyle sever iken, eshabı kiramın çok kıymetlilerinden olan, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem amcasının oğlu ve damadı ve ahıret kardeşi olan ve bütün sahabilerden daha çok mikdarda, hadisi şeriflerle medh ve sena buyurulan imamı aliyi radıyallahü anh sevmez olurlar mı? ehli sünnete karşı böyle iftirada bulunup da, onu yalnız şi'iler sever demek de cahillikdir. bir hadisi şerifde buyuruldu ki: allahü teala, bana dört kişiyi sevmeği emr etdi. ben de onları seviyorum. bunlar kimlerdir, denildikde: ali onlardandır. ali onlardandır, ali onlardandır ve ebu zer, mikdad ve selmandır buyurdu. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, sahabei kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in birbiri ile kardeş olmalarını emr buyurmuşdu. imamı ali radıyallahü anh huzuri se'adete gelerek, ya resulallah! beni de niçin birisi ile kardeş yapmadın! dedikde, buyurmuşdu. birgün, imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, seni seven mü'mindir. sevmiyen ancak münafıkdır buyurmuşlardır. ebu sa'idi hudri radıyallahü anh diyor ki, . bir hadisi şerifde, ben ilmin şehriyim. o şehrin kapısı alidir buyuruldu. imamı ali radıyallahü anh diyor ki, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem beni yemene hakim göndermek istediklerinde, henüz küçük idim. ya resulallah! ben gencim. onlara hakimlik nasıl yapabilirim? dedim. mubarek elini göğsüme koyarak, ya rabbi! bunun kalbine hidayet, diline sebat ver! diye düa buyurdu. diğer bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, aliye bakmak ibadetdir. aliyi inciten, beni incitmiş gibidir buyuruldu. bir hadisi şerifde, aliye muhabbet, bana muhabbetdir. bana muhabbet, allahü tealaya muhabbetdir. aliye düşmanlık, bana düşmanlıkdır. bana düşmanlık ise, allahü tealaya düşmanlıkdır buyuruldu. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, kızım fatımayı aliye vermeği, rabbim bana emr eyledi. allahü teala, her peygamberin sülalesini kendinden, benim sülalemi ise, aliden halk buyurmuşdur. yine buyurdu ki, imanın alametleri vardır: birinci alameti, aliyi sevmekdir. ali iyilerin rehberidir. ona yardım edene, yardım edilir. ona sıkıntı vermeğe uğraşanların kendisi perişan olur. cennet, üç kimseye aşıkdır: aliye, selmana ve ammara. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, radıyallahü anhüm. buraya kadar bildirilen hadisi şerifler, seyyid eyyub hazretlerinin yazmış olduğu kitabından alınmışdır. dört halifenin ve eshabın bütününün büyüklüklerini, kıymetlerini çok uzun ve çok güzel anlatan bu kitab, türkçe olup, vesenelerinde basılmışdır. okunmasını ehemmiyyetle tavsiye ederiz. imamı aliyi radıyallahü anh çok sevmek, ehli sünnet alametidir. onu sevmiş olmak için, öteki üç halifeyi sevmemek lazımdır demek, yanlışdır. onu sevmek için, bir veya birkaç sahabiyi sevmemek, doğru yoldan ayrılmak olur. imamı şafi'i rahimehullahü teala buyurdu ki: şi'i diyorlarsa, sevenlere aliyi, ey insü cin! biliniz, ben de oldum şi'şi'iler de, sünniler de, muhammed aleyhisselamın alini, ehli beytini sevdiklerini söylüyorlar. ayrılıkları, diğer sahabeyi sevip sevmemekden geliyor. ehli , ali aba, ya'ni ali resul radıyallahü teala anhüm ecma'in, ehli sünnetin gözbebeğidir. kitabı dörtyüzkırkıncısahifesinden itibaren, ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü bildiriyor. birinci menakıbinde diyor ki: allahü teala, kur'anı kerimde, ehli beyte, ya'ni imamı ali, fatımatüzzehra ve imamı hasen ve imamı hüseyne buyuruyor ki, . eshabı kiram sordular, ya resulallah! ehli kimlerdir? o esnada, imamı ali geldi. mubarek cübbesi altına aldılar. imamı hasen geldi. onu da, bir yanına, imamı hüseyn geldi. onu da, öbür tarafına alarak, fatımayı çağırdılar. hazreti fatıma, mesture olarak gelince, onu da cübbenin altına aldılar ve buyurdular. bu mübareklere, ve de denir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. aynı kitabın ikiyüzkırkbirincisahifesi, dokuzuncu menakıbinde diyor ki, imamı hasen ve imamı hüseyn radıyallahü anhüma küçük iken hastalanmışlardı. pederleri ve valideleri fatımatüzzehra ve hizmetçileri fıdda, çocuklar iyi olunca, üçü de adak orucu tutdu. birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün orucuna başladılar. o akşam iftarlığını da, yine o saatde kapıya gelip, diyen fakir ve miskinlere verdiler. o gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. o akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler. bunun üzerine, ayeti kerime geldi. ayeti kerimenin meali alisi şöyledir: bunlar, adaklarını yerine getirdiler. uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korkdukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. biz bunları, allahü tealanın rızası için yidirdik. sizden karşılık olarak bir teşekkür, birşey beklemedik, birşey istemeyiz dediler. bunun için, cenabı hak, onlara şerabı tahur ihsan eyledi. ehli beyti nebeviyi sevmek, ahırete iman ile gitmeğe, son nefesde, selamete kavuşmağa sebeb olur. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadisi şerifde buyuruyor ki, ehli beytim, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. onlara tabi' olan, selamet bulur. geri kalan helak olur. ehli beyti nebevinin fezail ve kemalatı pek çokdur. saymakla bitmez. onları anlatmağa, medh etmeğe, insan gücü yetişmez. onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak ayeti kerime ile anlaşılmakdadır. imamı şafi'i bunu ne güzel bildiriyor, diyor ki: ey ehli beyti resul! sizi sevmeği, allahü teala, kur'anı kerimde emr ediyor. namazlarında size düa etmiyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. şerefiniz ne kadar büyükdür ki, allahü teala, kur'anı kerimde sizleri selamlıyor. ehli beyti sevmek, her mü'mine farzdır. son nefesde iman ile gitmeğe sebeb olur. aklı az olan, iyi düşünemiyen ba'zı kimseler, burada yanılıyor. sevmek için sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdır diyorlar. ictihadları icabı olarak ehli ile muharebe etmiş olan aişei sıddikayı ve mu'aviyeyi ve talhayı ve zübeyri radıyallahü anhüm, ehli beyte düşman sanarak, bu büyük insanlara düşmanlık ediyorlar. böylece doğru yoldan ayrılıyorlar. halbuki, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, eshabı kiram ile ehli arasındaki o muharebeler, dünya hırsından, mevkı' ve şöhret sevgisinden değil idi. ictihad ayrılığından idi. muharebe etmek için değil, anlaşmak için karşı karşıya gelmişlerdi. abdüllah bin sebe' yehudisinin ve arkadaşlarının hiylesi ile harbe yol açılmışdı. eshabı kiramın hepsi, ehli beyti seviyordu radıyallahü teala anhüm ecma'in. buna inanmıyanlar, ya'ni eshabı kiramı ehli beyte düşman zan edenler, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere inanmamış olur. ayeti kerime ve hadisi şerifler gösteriyor ki, eshabı kiram, ehli beytin sevgisini, imanlarının sermayesi edinmişlerdi. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda yazı yazardı. ebu nu'aym diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem katiblerinden idi. yazısı güzel idi. fasih, halim, vakur idi. zeyd ibni sabit radıyallahü anh diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh cebrailin getirdiği vahyi ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mektublarını yazardı. şu halde, fahri alemin sallallahü aleyhi ve sellem emniyyetlisi idi. bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu göstermiyor mu? bu büyük zata dil uzatanlar, kötüleyenler, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerimi yazmakda emniyyet etdiğine dil uzatmış olmuyor mu? sonradan ahlakı bozuldu, fena oldu derlerse, bu daha büyük bir küstahlık ve cinayet olur. zira, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ilmi ledün sultanı iken ve olmuş, olacak herşeyi bildiği halde, vahy katibinin ileride hıyanet edeceğini bilmemesi nasıl kabil olabilir? abdüllah ibni mubarekin ilminin derecesini bilmiyen bir müsliman yokdur. din imamı idi. her ilmde ileri idi. akli ve nakli ilmleri, cami' idi. fıkh, edeb, nahv, lügat, fesahat, belagat, şeca'at, fürusiyyet, seha ve kerem sahibi idi. gece namazlarını kılardı. çok kerre hacca gitmiş, din düşmanlarına karşı gazalarda bulunmuşdu. aynı zemanda, büyük bir tüccar olup, her sene fakirlere yüzbin altun verirdi. allahü tealadan çok korkardı. haram ve şübheli şeylerden kaçınırdı. arkadaşlarına ve muhtac olanlara para vererek yardımlarına koşardı. süfyanı sevri, süfyan bin uyeyne, fudayl bin iyad, ibni semmak, mesruk gibi büyük kimselere çok ihsanı vardı. her işi ilmine uygun idi. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ilmine tam varis idi. mevlana abdürrahman cami rahimehullahü teala, farisi dilde yazdığı kitabında, abdüllah bin mubarekin üstünlüğünü misaller vererek, uzun anlatmakda, çok övmekdedir. işte bu büyük alim buyuruyor ki, . artık başka bir söze lüzum kalır mı? inad edenlerin iddi'aları çürümez mi? serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem namaz kıldırırken rüku'da deyince, ilk safda bulunan mu'aviye radıyallahü anh da, dedi. böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. ne büyük mazhariyyet! abdüllah ibni mubarek gibi, maddi ma'nevi üstünlüğü, din imamlarının hepsi tarafından tasdik edilen büyük bir islam alimi, mu'aviye radıyallahü anh için böyle medh ve sena etdikden sonra, cahillerin ve nefslerine aldanmış olanların ve inad edenlerin güvenecek bir delilleri kalır mı? gençleri aldatmağa çalışan, yurt dışındaki islam düşmanları, ehli beyti seviyoruz diyorlar. eğer yalnız ehli beyti sevmekle kalıp, diğer eshabı kirama düşmanlık etmeselerdi, eshabı kirama saygı gösterselerdi ve eshabı kiram arasındaki muharebelerin ictihad sebebiyle, din gayretiyle yapıldığına inansalardı, mezhebsiz olmakdan kurtulurlardı. çünki, ehli beyti sevmemek, olmakdır. eshabı kiramı sevmemek sapık olmakdır. ehli beyti de, eshabı kiramın hepsini de sevmek ve hürmet etmek den olmakdır. demek oluyor ki, mezhebsizlik, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramından bir kısmını sevmemek demekdir. ehli sünnet ise, sevmemeklikden kurtulup, hepsini sevmekdir. imanı kuvvetli olan, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem büyüklüğünü anlıyabilen, aklı işliyebilen bir kimse, eshabı kiramı sevmeği, onlara düşmanlık etmekden elbet daha doğru ve daha iyi bulur. peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği için, bunların her birini sever. zaten hadisi şerifde, onları sevenler, beni sevdikleri için severler. onlara düşmanlık edenler, bana düşman oldukları için ederler buyurulduğunu yukarıda bildirmişdik. ehli sünneti, nasıl oluyor da, ehli beyti sevmez sanıyorlar. ehli beytin muhabbeti, onların imanlarının temelidir. son nefesde iman ile gidebilmek için, onların sevgisini şart koymuş olduklarını yukarıda bildirmişdik. imamı rabbani radıyallahü anh cild, otuzaltıncı mektubda buyuruyor ki: bu fakirin babası, zahir ve batın ilmlerinde çok alim idi. her zeman ehli beyti sevmeği tavsıye ve teşvik buyururdu. bu sevginin son nefesde imanla gitmeğe çok yardımı vardır derdi. vefat edecekleri zeman bu fakir yanlarında idim. son anlarında dünyaya şu'urları azaldıkda, kendilerine, her zemanki bu nasihatlerini hatırlatdım ve o sevginin nasıl te'sir etdiğini sordum. o halde iken bile, ehli beytin sevgisi deryasında yüzüyorum buyurdular. hemen allahü tealaya hamd ve sena eyledim. ehli beytin sevgisi, ehli sünnetin sermayesidir. ahıret kazançlarını, hep bu sermaye getirecekdir. ehli sünneti tanımıyanlar, bu büyüklerin orta, adil, halis sevgilerini bilmiyerek, ifratı seçerek, sevgide taşkınlık yaparak, orta ve adil sevgiyi sevmemek sanıyor. ehli sünnete harici damgasını basıyorlar. bu zevallılar bilemiyorlar ki, aşırı ve taşkınca sevmek ile hiç sevmemek arasında, bir de insaflı, orta derecede sevgi vardır. hakkın yeri de, her şeyde ortada, merkezdedir. bu hak ve adalet merkezi, ehli sünnete nasib olmuşdur. allahü teala, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükafatlandırsın! amin. ne kadar şaşılır ki, haricileri ehli sünnet öldürmüşdü. ehli beytin intikamını onlardan ehli sünnet almışdı. ehli sünneti, yoksa şi'i mi sanıyorlar? ehli beyti sevenlere şi'i mi diyorlar? yine şaşılır ki, işlerine gelince, ehli sünnete şi'i, işlerine gelmiyen yerlerde de, harici diyorlar. ya'ni sevgide taşkınlık görmeyince harici, ba'zan da, hakiki sevgiyi görerek, şi'i diyorlar. ne kadar cahildirler ki, ehli sünnet evliyasından, ali muhammed aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sevgisini işitince, bunları şi'i zan ediyorlar. ikinci cihan harbinde tahranda çıkmakda olan ismindeki bir acem mecmu'ası da, böylece, ehli sünnet alimlerinden ve evliyasından çoğunun, hatta kadiri olan sa'diyyi şirazinin rahimehullahü teala ehli sünnet olmadığını isbata kalkışarak, birçok hezeyanlar uyduruyordu. tabi'i buna gülmekden başka cevab verilememişdi. halbuki, birçok yazılarında bildirdiği ve şemseddin sami beğin da yazdığı gibi, kendisi ehli sünnet evliyasından şeyh şihabüddini sühreverdiden, bu da, gavsı azam seyyid abdülkadiri geylaniden inabet almışdı. ya'ni, tesavvufu ehli sünnet büyüklerinden edinmişdi. doksan yaşından ziyade yaşıyarak ehli salib seferlerinde bulunmuşdu. bu cahiller, ehli sünnet alimlerinden olup da, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in aşırı ve zararlı sevmekden men' eden ve diğer üç halifenin de sevilmesine çalışan mubarek kimselere harici diyorlar. bu her iki cahillerin hepsine yazıklar olsun ve binlerce yazıklar olsun. bu uygunsuz sözleri hangi cesaret ile söyleyebiliyorlar? sevmenin bu aşırı ve tehlükelisinden ve hiç de sevmemek felaketinden allahü tealaya sığınırız. sevmenin aşırı ve tehlükeli olması şöyledir ki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmiş olmak için, diğer üç halifeye düşman olmak lazımdır diyorlar. insaf etmeli, iyi düşünmeli, bu nasıl sevgidir ki, bu sevgiyi elde etmek için, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine, ya'ni vekillerine düşmanlık şart oluyor? insanların en iyisinin eshabına söğmeği, la'net etmeği icab etdiriyor? aleyhi ve alihi ve eshabihissalevatü vettehiyyat. bunlara göre, ehli sünnetin kabahati, ehli beytin sevgisi ile resulullahın eshabını büyük bilip saygı göstermeği birleşdirmekdir ve aralarındaki muharebelerden, karışıklıklardan dolayı, eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan birini fena bilmemek, kötülememekdir ve hepsini heva ve te'assubdan, ya'ni inad ve çekememezlikden uzak ve temiz bilmekdir. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetine, sözlerine kıymet verdiğinden, o sohbetde bulunmakla, kulaklara ve gönüllere lezzet ve hayat veren te'sirli sözleri dinlemekle şereflenenleri büyük ve kıymetli bilir. bununla beraber, haklı olanlara haklı, hata edenlere de hatalı derler. fekat bu hatayı, hırs, şehvet ve inaddan değil, re'y ve ictihadda yanılmak bilirler. bunların, ehli sünneti sevmesi için, kendileri gibi eshabı kirama aleyhimürrıdvan düşman olmalarını ve bu din büyüklerine kötü göz ile bakmalarını isterler. haricilerin sevmesi için de, ehli beyte aleyhimürrıdvan düşmanlık etmelerini, muhammed aleyhi ve ala alihissalatü vesselamın aline, en yakınlarına düşman olmalarını isterler. ya rabbi! sen, bize doğru yolu gösterdikden sonra, bizleri yanılmakdan, yoldan çıkmakdan koru! bize kalırsa halimiz harab! sen sonsuz rahmet hazinenden bize merhamet et! her iyiliği, herkese, karşılıksız veren, ihsan eden ancak sensin! ehli sünnet alimlerine göre, o muharebeler zemanında, eshabı kiramın üç kısm olduğunu yukarıda bildirmişdik. bir kısmı delil ve ictihad ile, hazreti alinin radıyallahü anh haklı olduğunu anlamışdı. bir kısmı da, yine delil ve ictihad ile, karşı tarafı haklı bulmuşdu. üçüncü kısm ise, delil ile hiç bir tarafı üstün gör.shabı kiram medi. her üç kısmın kendi ictihadlarına göre hareket etmesi lazım idi. o halde birinci kısmın, hazreti aliye radıyallahü anh yardım etmesi lazım oldu. ikinci kısmın ise, kendi ictihadlarına göre, karşı tarafa yardım etmesi lazım oldu. üçüncü kısmın işe karışmaması doğru olup, bir tarafı ötekine tercih etmeleri hata olurdu. o halde, her üç fırka kendi ictihadına göre hareket etdi. kendilerine lazım ve vacib olanı yapdılar. bundan dolayı, hangisine birşey denilebilir ve nasıl dil uzatılabilir? imamı şafi'i ve ömer bin abdül'aziz buyuruyor ki, bu sözden anlaşılıyor ki, bir tarafa haklı, karşı tarafa hatalı dememiz de, doğru değildir. çünki, müctehid hata edince de bir sevab kazanır ki, ictihad ve gayretinin karşılığıdır. iki müctehidin ictihadları birbirine uymazsa, her birinin kendi ictihadını doğru, ötekinin ictihadını yanlış bilmesi lazımdır. mesela, hanefi mezhebinde kan akması abdesti bozduğu halde, şafi'i mezhebinde bozmaz. şafi'i mezhebinde, yabancı kadına dokunmak, abdesti bozar, hanefide bozmaz. bunlardan elbette biri doğru, öteki yanlışdır. fekat, bir şeyde, doğru taraf birden fazla olur mu, olmaz mı? bu çok derin ve karışık bir mes'eledir. doğrunun bir olup, ötekilerin indi ilahide yanlış olacağına göre, ictihadı doğru olanlara, iki veya on sevab, hata edenler, günaha girmedikleri gibi, allahü teala afv edip, bir sevab da veriyor. bir şeyin doğrusu birden çok olur, diyen alimler de vardır. mesela, adem aleyhisselamın dininde kızların, erkek kardeşlerine nikah edilmeleri emr olunduğu halde, sonradan gönderilen peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat dinlerinde haram olması da, allahü tealanın emri idi. allahü tealanın emrlerinde hata olamıyacağından, her iki emr de doğrudur. birinci emr, adem aleyhisselama ve onun ümmetine, ikinci emr de, diğer peygamberlere ve ümmetlerine doğrudur. her müctehid için doğru olan, kendi re'y ve ictihadıdır. ictihad, o mezhebde bulunanlar için de hakdır, doğrudur. şu halde, hak birden çok olmakdadır. bunun için, bir mezhebe uyan kimse, başka mezhebde bulunanlara ve ictihadlarına hata diyemez. görülüyor ki, her müctehid, kendi ictihadına göre hareket etmeğe mecburdur. bunun hikmetine, faidesine gelince, hadisi şerifinin gösterdiği gibi, islamiyyetden ayrılmaksızın, dinde gösterilen kolaylıkdır. mesela, hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan çıkar ve durmazsa, daima abdesti bozulacağından ve her zeman abdest alması güç olduğundan, şafi'i mezhebine geçerek veya o mezhebi taklid ederek, zorlukdan kurtulacağı gibi, hanefi mezhebinde bulunan kimse, dişlerini zaruretsiz kaplatsa veya doldurtsa, gusl abdesti kabul olmıyacağından, şafi'i mezhebini taklid ederek cenabetlikden kurtulur. nikah, talak ve zekatda ise, şafi'i mezhebinde karşılaşılan güçlükler, hanefiyi taklid ederek hafifletilir. su mes'elelerinde hanefi ve şafi'ilerin karşılaşdıkları sıkıntı da, maliki mezhebinin ictihadını taklid ederek kolaylaşdırılır. bunlar gibi, daha birçok misaller, mesela yolculukda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birlikde kılmak suretiyle hanefilerin, şafi'i mezhebini taklid etmeleri gibi kolaylıklar vardır. çünki, vapurda, trende, göğüs kıbleden dönünce, hanefi mezhebinde olanın farz namazları kabul olmaz. mezheb taklidi hakkında, din alimlerinin sözleri, tam ilmihal kitabında uzun yazılıdır. eshabı kiramı aleyhimürrıdvan sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmağa özenmek, allahü tealanın en büyük ni'metidir. hadisi şerifde, buyurulduğundan onları sevenler, onlar iledir. cennetde onların makamlarında, yakınlarındadır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ellerine geçen deliller ile, imamı alinin radıyallahü anh haklı olduğunu, karşı tarafdakilerin ise, ictihadda yanıldıklarını anladılar. hata, ictihadda olduğu için, kimsenin birşey söylemeğe hakkı yokdur. bunlara kabahatli, mel'un denilebilir mi? ictihad emrini yerine getirdiler. cehd edip uğraşdılar. hakikati böyle gördüler. bunların uyuşmaması, din alimlerinin mezheblere ayrılması gibidir. imamı alinin radıyallahü anh kardeşlerimiz bize uymadı. onlar kafir değildir. günaha da girmediler. zira, onları küfrden, günahdan koruyan ictihadları, buluşları vardır. buyurduğunu yukarıda bildirmişdik. ba'zı kimseler, imamı ali radıyallahü anh ile harb edenleri kötüliyor. alimler ise, imamı alinin radıyallahü anh haklı olduğunu söylemekle beraber, karşı tarafdakilerin ictihadlarına, te'villerine hata demiyor. hiçbirine dil uzatmıyor, kötülemiyorlar. hayrülbeşer sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, buyurdu ve ehemmiyyetini bildirmek için birkaç kerre tekrar söyledi. bir kerre de buyurdu ki, eshabımın her biri gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz. sahabilerin her birinin kıymetini, büyüklüğünü, yüksekliğini bildiren hadisi şerifler pek çokdur. o halde hepsini kıymetli ve yüksek tutup, yanlış hareketlerinin iyi sebeblerle, güzel niyyetlerle yapıldığını bilmelidir. işte ehli sünnet mezhebi budur. ba'zıları, bu mes'elede taşkınlık yapdı. ali radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir dedi. din büyüklerine her kötü sözü söylemekden utanmadılar. bunların maksadı, hazreti alinin radıyallahü anh haklı olduğunu ve karşı tarafdakilerin hata etdiğini bildirmek ise bunu bildirmek için, ehli sünnetin tutduğu doğru yolu seçmek yetişir. din büyüklerine söğmek, onları kötülemek, müslimanlığa sığmaz. ya'ni bunların tutduğu yol ki, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramına söğmeği, la'net etmeği, kendilerine din ve ibadet edinmişlerdir. bu, düpedüz dinsizlikdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem halifelerine söğmeğe ibadet diyen din, nasıl bir dindir? bu dünyada, uzun asrlar içinde birkaç kimse dürlü şeyler uydurarak doğru yoldan ayrıldı, bid'atlara sarıldı. bu sapıklar arasında doğru yoldan, şi'iler ve hariciler kadar çok uzaklaşan görülmemişdir. din büyüklerini söğmeği, kötülemeği, imanlarının temeli sanan kimselerin, doğru yoldan nasibi ne olabilir. bunlar, on iki fırkadır. hepsi de eshabı kirama aleyhimürrıdvan kafir diyor. olmadık şeyleri söyliyorlar. dört halifeden üçüne söğmeği ibadet biliyorlar. böyle kimseler hakkındaki azabları bildiren hadisi şerifleri de işitince, bunları başkaları için sanıyorlar. keşki gitdikleri yolun ma'nasını bilip, bu yoldan da kaçınsalardı. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramına düşmanlık etmeselerdi ne güzel olurdu! hıristiyanlar da kendilerine isevi diyor. yehudiler de musevi deyip hiçbiri kendilerine kafir demiyor ve kafir bilmiyorlar. kendi dinsizliklerini beğenmiyenlere kafir diyorlar. hepsi de aldanıyorlar. her ikisi de kafirdir. eshabı kirama düşman olmağı, abdüllah bin sebe' adındaki bir yehudi dönmesi ortaya çıkardı. zemanla, unutulmuş iken, cihana yayarak dini islamda büyük bir yara, derin bir uçurum açılmasına tekrar sebeb olan, şah isma'il safevidir. senesinde iranda safeviyye devletini kuran bu adamın altıncı dedesi, safiyyeddin erdebili, sfiyyei aliyyeden salih bir zat olup, muhammed geylaniden inabet almışdı. bunun torunu cüneydin müridleri pek çok olduğundan karakoyunlu hükümdarı mirza cihan şah tarafından erdebilden çıkarılmışdı. diyarı bekre gelip, ak koyunlu hükümdarı uzun hasene sığınmış ve hemşiresi ile evlenmişdi. oğlu haydar da, uzun hasenin kızını almışdı. babası ve sonra kardeşi öldürülüp, kendisi bir müddet sonra babasının intikamını almış, tebrizde hükumet kurmuş ve eshabı kirama düşman olmağı, resmen i'lan etmişdir. müslimanları kolay aldatabilmek için, oniki imamdan imamı musa kazım rahmetullahi aleyh soyundan olduğunu söylerdi. bu sözün yalan olduğunu, kitabımızın sonunda, hal tercemesini anlatırken açıkladık. lütfen oradan okuyunuz! bu zemana kadar, iranda asrlardan beri yaşamış olan müslimanlar, hep ehli sünnet idi. babasının fitne ve fesadını ortadan kaldıran bahri hazerin batısındaki devletinin üçüncü reisi şirvanşahı yakaladıkda, diri diri şişe geçirip kebab yapdığı ve tebrize girdikde, ehli sünneti kılınçdan geçirdiği meşhurdur. şah isma'ilin islam tarihini lekeliyen o bozuk hareketlerinden önce, islam memleketlerinin hiçbirinde, mekteblerde, medreselerde, meclislerde, hocalardan, mu'allimlerden, talebeden hiçbirisi sahabei kiramdan hiçbirisine dil uzatmazdı. hanefi alimleri, yezide bile la'net etmeğe izn vermemişdir. yalnız aldatılmış olan ba'zı kimseler, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in bulundukları derecenin üstüne çıkarmış iseler de, bunlar da, sahabei kiram için dine ve edebe muhalif birşeyler söylememişlerdi. ehli beytin kıymetini bilmemekde abbasiler, emevileri geçmişlerdir. yavuz sultan selim han rahmetullahi aleyh zemanında iran hükümdarı olan şah isma'il, dini siyasete alet ederek, emellerini başarabilmek için, müslimanları ehli sünnetden ayırmağa çok uğraşdı. her tarafa adamlarını göndererek, islam memleketlerine bozuk i'tikadını bulaşdırdı. o zemanlar anadoluda, bektaşilik, cahiller elinde bulunduğundan, bu tekkeleri sardı. memleketi bu felaketden korumak için, bektaşi tekkeleri kapatılmışdı. o tekkelerden öteye beriye dağılanlar, birer tekkeye sığınarak i'tikadlarını gizleyip, ehli sünnetden görünerek, bozuk i'tikadlarını zeman zeman meydana çıkardılar. ehli beyti sevmek için, sahabei kirama düşmanlık etmek lazımdır diyerek, tekkelere gelen anadolunun saf ve temiz müslimanlarını aldatmağa başladılar. tekke şeyhlikleri de, babadan oğula geçen bir makam halini alıp, çok yerlerde ilmde derinleşmemiş ve ehli sünnet i'tikadından haberi olmayan, gafil ve cahillerin elinde kaldığından, bu fena i'tikad, dervişler arasında alıp yürüdü. sahabei kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in arasındaki muharebeleri, kendi görüşlerine ve dünyaya olan hırs ve tama'larına göre değişdirerek anlatdılar. vak'aları, olayları değişdirdiler. çirkin hikayeler uydurdular. ayeti kerime ve hadisi şeriflere yanlış, bozuk ma'na verdiler. bu çirkin i'tikad, zemanla bütün tekkelere de yayıldı. son zemanlarda şi'ilik bulaşmıyan bir tekke kalmamış gibi idi. mu'aviye radıyallahü anh ve torunu olan ikinci mu'aviye ve ömer bin abdül'azizden başka, bütün emevi halifeleri zemanlarında, ehli beytin yüksek derecelerine yakışmıyacak birşeyler uydurulup söylendi ve müslimanlar arasında yayıldı. abbasiler zemanında, halife olacaklar arasında ictihad edebilecek alim kimseler bulunmayıp, dünya menfe'atleri için halife olmağa uğraşdıklarından, o zemanın tarihcileri, eshabı kiram arasındaki vak'aları da, abbasi halifelerinin haline benzeterek yazdı. emevi halifelerine de iftiralar yapdılar. bunları lekelediler, kötü tanıtdılar. bunlar, galiba ehli beyti nebeviyi radıyallahü teala anhüm ecma'in kendileri gibi sanıyor. onları da, hazreti ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma düşman biliyor. onları da, kendileri gibi, iki yüzlü, münafık hayal ediyorlar. hazreti alinin radıyallahü anh, üç halife ile meşhur olan dostluğunun siyasi ve gösteriş olduğunu ve onlara, haklı bilerek, kalbinden gelerek değil de, münafıklıkla, hürmet ve sevgi gösterdiğini zan ediyorlar. ne kadar şaşılacak şeydir. bunlar, ehli beyti, eğer, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem sevdikleri için seviyorsa, onun düşmanlarına da, düşmanlık etmeleri lazım gelirdi. onun düşmanlarına, ehli beytin düşmanlarından daha çok söğüp, la'net etmeleri icab ederdi. bunlardan hiçbirinin, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en büyük düşmanı olan ve mubarek vücudüne ve nazik ruhuna eziyyet ve işkenceler yapan ebu cehle la'net etdikleri, söğdükleri görülmemişdir. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en çok sevdiği ebu bekri radıyallahü anh, ehli beytin düşmanı sanarak, ayeti kerime ile ve hadisi şerifler ile medh edilmiş olan bu büyük zata la'net etmekden, çirkin şeyler söylemekden çekinmiyorlar. bu nasıl müslimanlıkdır? allah göstermesin, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin radıyallahü anhüma ehli beyte düşman olacakları düşünülebilir mi? bu insafsızlar, keşki ehli beytin düşmanlarına la'net etselerdi de, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan büyüklerinin ismlerini karışdırmasalardı ve din büyüklerini kötülemeselerdi, ehli sünnetden ayrılıkları kalmazdı. çünki, ehli sünnet de, ehli beytin düşmanlarına düşmandır. onların kötü ve alçak olduklarını söylemekdedir. ehli sünnetin iyiliğinden biri de şudur ki, belki müsliman olmuşdur, tevbe etmişdir diye, hiçbir kafire ve hiçbir alçağa ism söyliyerek la'net etmeğe izn vermemişler, kafirlere toptan la'nete müsa'ade etmişlerdir. son nefesde, allah korusun, imansız giden belli kafirlere la'net etmişlerdir. bunlar ise, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere radıyallahü anhüma utanmadan, sıkılmadan la'net ediyor. eshabı kiramın büyüklerine dil uzatıyorlar. allahü teala, kendilerine doğru yolu göstersin! ehli sünnet, iki mühim noktada, bunlardan ayrılmakdadır: birincisi şudur ki, ehli sünnet, dört halifenin de hilafetinin doğru olduğunu, dördünün de, halife olduğunu söylüyor. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bu, gaybdan haber veren hadisi şeriflerdendir. otuz sene hazreti alinin radıyallahü anh hilafeti ile temam oldu. bu hadisi şerif, dört halifeyi göstermekdedir ve hilafet sıraları doğrudur. bunlar ise, üç halifenin hilafetinin doğruluğuna inanmıyor. zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. hazreti aliden radıyallahü anh başka kimse halife olamazdı diyorlar. hazreti alinin radıyallahü anh üç halifeye bi'at ve ita'at etmesi, idi. ya'ni istemiyerek, idare etmek için idi diyorlar. bu sözleri ile, insanların en iyisinin eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar. çünki, bunlara göre hazreti aliyi radıyallahü anh sevenler ile sevmiyenler, senelerle birbirleri ile yalancıkdan sevişmişler. kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. bunlara göre, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek sohbetinde edeblenen, yetişen eshabı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. kalblerinde olanı saklayıp, olmıyanı gösteriyorlar. bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. sohbetlerin, derslerin en fenası da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti oluyor. çünki, bu kötü huylar, ondan sirayet etmiş bulunuyor. bunlara göre, asrların en kötüsü, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan asrı oluyor. çünki, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. halbuki, allahü teala, kur'anı kerimde feth suresinde, mealen, buyurmakdadır. allahü teala, hepimizi bu bozuk i'tikadlardan muhafaza buyursun! bu ümmetin önde olanları bu kadar kötü huylu olursa, sonradan gelenlerinde artık iyilik bulunabilir mi? bunlar, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmanın üstünlüğünü ve bu ümmetin ne kadar hayrlı, kıymetli olduğunu bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri acaba görmemişler mi, duymamışlar mı? yoksa, bunları duyup da inanmamışlar mı? kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bizlere onlar öğretdi. eshabı kiram aleyhimürrıdvan kötü olursa, onlardan öğrenilen din de kötü olmaz mı? bunların maksadı, yoksa, bu perde altında dini yıkmak mıdır ve islamiyyeti ortadan kaldırmak mıdır? ehli beyti sever görünerek, islamiyyeti yok etmeğe uğraşıyorlar. keşki hazreti aliyi radıyallahü anh sevenlere kıymet verselerdi de, bari bunlara iki yüzlülük damgasını vurmasalardı. hazreti aliyi radıyallahü anh sever ve sevmez sandıkları eshabı kiram, otuz sene birbirleri ile yalan, kin ve iki yüzlülük yaparak geçinmişler ise, bunların neresinde iyilik kalır? hangi sözlerine inanılabilir? ebu hüreyreye radıyallahü anh dil uzatıyorlar, söğüyorlar. halbuki, bilmiyorlar ki, onu kötüleyince, ahkamı islamiyyenin yarısı kötülenmiş olur. çünki, ictihad derecesine varmış olan büyük alimlerimiz buyuruyor ki, ahkamı islamiyyeyi bildiren üçbin hadisi şerif vardır. ya'ni üçbin ahkamı islamiyye, sünnet ile belli olmuşdur. bu üçbinden binbeşyüzünü haber veren ebu hüreyredir. o halde, onu kötülemek, ahkamı islamiyyenin yarısını kötülemek olur. imamı muhammed bin isma'il buhari buyuruyor ki, ebu hüreyreden radıyallahü anh hadisi şerif işitip de söyliyenler, sekiz yüzden fazladır. bunların hepsi de, eshabdan ve tabi'indendir. bunlardan biri abdüllah ibni abbas ve biri abdüllah ibni ömer, birisi cabir bin abdüllah, birisi de enes bin malikdir radıyallahü anhüm ecma'in. bunların söylediği, ebu hüreyreyi radıyallahü anh kötüleyen söz, hadisi şerif değildir. uydurmadır. halbuki, onun ilmini ve anlayışını bildiren hadisi şerif meşhurdur. kendi düşüncesi ile böyle büyük zatı, hazreti aliye radıyallahü anh düşman sanarak, ona karşı ağzına geleni söylemek, ne büyük insafsızlıkdır. bu sapıtmaların sebebi, hep sevginin taşkınlığıdır. az kalsın imanları gidecek. hazreti ali radıyallahü anh için de, iki yüzlülük yapıp, susdu diyorlar. onun şeyhaynı, ya'ni hazreti ebu bekrle ömeri radıyallahü anhüma medh eden sözlerine acaba ne diyecekler. halife iken, birçok insan arasında söylediği, üç halifenin hilafetlerinin doğruluğunu bildiren sözleri karşısında ne yapacaklar? çünki, iki yüzlülükle, hilafet kendi hakkı olduğunu ve üç halifenin hilafetlerinin haksız olduğunu söylemedi diyorlarsa da, onların hilafetlerinin doğru olduğunu ve kendisinden daha yüksek olduklarını söylemesi lazım değildi. bundan başka, üç halifenin üstünlüğünü bildiren hadisi şeriflere ve bunları ve başkalarını cennet ile müjdeliyen hadisi şeriflere ne diyecekler? çünki, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de, iki yüzlülük yapdı demeleri caiz değildir. peygamberlerin doğruyu bildirmeleri lazımdır. daha, daha! bunları medh eden ayeti kerimelere ne diyecekler? allahü tealaya da mı dil uzatacaklar? allahü teala, kur'anı kerimde tevbe, maide ve mücadele ve beyyine surelerinde buyuruyor ki, biz onların her birinden razıyız. onların herbiri de, allahü tealadan razıdırlar. demek ki, hem sevmiş, hem de sevilmişlerdir. araf ve hicr surelerinde mealen, buyuruyor. ya'ni kalblerindeki kin, hıyanet ve birbirlerine düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp atdık. bu ayeti kerime gösteriyor ki, hiçbir sahabi, hiçbir sahabi için hased ve kin besliyemez. bunların kökü onlardan sökülmüş, atılmışdır. çünki, hepsi hakkulyakine varmışlardır. aralarında hasıl olan mücadele ve muharebeler, ictihad sebebiyle idi. her biri, kendi ictihadıyle hareket etmeğe me'mur ve mecbur olduğundan, hiçbirine dil uzatılamaz. enfal suresinin. derdimayeti kerimesinde, cenabı hak, resuli ekremine sallallahü aleyhi ve sellem mealen buyuruyor ki, ki, o vakt, sahabei kiram pek az idi. ayeti kerimenin ma'nasına iyi dikkat edilirse, sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğü ve derecelerinin yüksekliği anlaşılır. her biri dini islamın yayılmasında, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem kafi oluyorlar. allahü teala, onların ismini, kendi isminin yanına getirerek buyuruyor ki, hakikatde ben sana yetişirim ve onlar benim kifayetimin mazharı olur. görünüşde onlar sana kifayet eder. başkasının yardımına lüzum ve ihtiyac kalmaz. feth suresini yeti kerimesinde, cenabı hak mealen buyuruyor ki, mü'minlerden allahü teala razıdır ki, bunlar sahabei kiram idi veriyor ve sana olan sevgilerini, sıdk ve ihlası biliyor ve onları yakın bir feth ve zafer ile sevablandıracağını müjdeliyor. hudeybiye anlaşmasında, sidre yahud sümre ağacının altında yapılan söz vermeğe işaretdir. görülüyor ki, sahabeden herbirinin radıyallahü teala anhüm ecma'in rızai ilahiye mazhar olduğu ve kalblerinin temiz ve halis olduğu ve sekinenin inzali ve fethi karib ile sevablandırılacaklarını bildirmesi, mertebe ve şanlarının büyüklüğüne açık bir şahiddir. feth suresinin diğer ayeti kerimesinde, ya'ni seninle gaza ve cihadda bulunup, dini islamın neşrinde, kullarıma nasihat vermekde ve doğru yolu göstermekde beraber olacaklarını ahd ve va'd edenler, buyurdu. diğer ayeti kerimede mealen, onlar allahü tealayı severler. allahü teala da onları sever buyurdu. görülüyor ki, sahabei kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in allahü tealanın muhabbetine ve mahbubiyyetine mazhar olmuşdur. tevbe suresinin. derdimayeti kerimesinde mealen, mekkei mükerreme ehalisinden olup, muhacirin denilen sahabei kiram ile, medinei münevvere ehalisi olan ensardan ve onlara iyilikde tabi' olanlardan, allahü teala razıdır. onlar da allahü tealadan razıdırlar buyuruyor. hazreti mu'aviye radıyallahü anh mekkei mükerremenin, sahabei kiramın eşrafından, büyüklerindendir. enfal suresinin yetmişikinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. imamı malikin radıyallahü anh buyurduğuna göre, şamın fethinde, orada bulunan nasara dedi ki: sizin peygamberinizin eshabı, bizim havarilerimizden daha iyidir. zira onların ismi, tevratda ve incilde söylenmiş ve medh olunmuşdur. surei fethde yukarıda bildirilmiş olan ayeti kerimeye dayanarak imamı malik radıyallahü anh, eshabı kiramı sevmiyenlerin kafir olacağını söylemişdir. imamı şafi'i rahimehullahü teala de böyle buyurmuşdur. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler gösteriyor ki, allahü teala ve onun resulü sallallahü aleyhi ve sellem sahabei kiramın hepsini adil bilmişdir. allahü tealanın ve onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem adil bildiği kimseleri, başkalarının adil bilmemesinin ne ehemmiyyeti ve zararı olur? eğer sahabei kiram, ayeti kerime ve ehadisi şerife ile medh ve sena edilmemiş olsaydı dahi, islama yardımları ve bu uğurda mallarını ve canlarını, ana, baba ve evladlarını feda etmeleri ve peygamber efendimize aleyhissalatü vesselam yardım etmeleri ve imanlarının kuvveti, hepsinin adil olduğunu ve böyle i'tikad etmemiz lazım geldiğini açık olarak göstermekdedir. ehli sünnet alimlerinin mezhebleri de budur. sahabei kiramın faziletini, yüksekliğini, şan ve rütbelerinin büyüklüğünü gösteren hadisi şerifler sayılamıyacak kadar çokdur. hepsi için buyurulan hadisi şerifler cildlerle kitab teşkil eder. bunlardan birkaçını bildirelim: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: eshabımın hepsi, gerek birlikde, toptan, gerekse birer birer, yıldızlar gibi nurludurlar. bunlardan hangi birine uyarsanız, ya'ni ardı sıra giderseniz, asl kurtuluş yolu olan, insanlığın kemali ve se'adeti olan, allahü tealanın sevgisine kavuşursunuz. bunun içindir ki, din imamlarımız, ya'ni bu dinin büyükleri, sahabei kiramdan herbirinin sözlerini, hareketlerini, işlerini huccet ve sened olarak almışdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifde demek istiyor ki, . bundan anlaşılıyor ki, bunların hepsi müctehiddir. herbiri ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen ahkamı diniyyeyi, ilmleri ile, yükseklikleri ve kemalleri ile ve kalblerinin nurları ile ayetlerden ve hadisi şeriflerden bulup çıkarabilmekdedir. bunun içindir ki, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem, sahabei kiramdan birçoğunu, dini islamı yaymak ve herkese bildirmek için, uzak memleketlere gönderdikleri zeman, tenbih buyururlardı ki, karşılaşacağınız vak'aların, hadiselerin nasıl yapılması lazım geldiğini, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açık göremediğiniz vakt, ayeti kerimelerin delaletinden, işaretlerinden, rümuzundan, ifade şeklinden, uygun ma'nalarından, muhalif ma'nalarından, emrlerinin icablarından çıkarıp anlayınız ve anladığınıza göre yapınız ve yapdırınız! müctehidlerin vazifesi de budur. sahabei kiramın herbirini bir yıldıza teşbih buyurdu ki, denizlerde, dağlarda, derelerde, tepelerde, sahralarda, çöllerde yollarını şaşıranlar, kıbleyi, diğer cihetleri arıyanlar, bunların zıyası sayesinde yol bulabilsinler. zemanı se'adetden sonra ve bütün eshabı kiram, böylece birbirlerini müctehid tanımışlardır. birbirlerinin re'y ve ictihadlarına yanlış dememişlerdir. sahabei kiramın sohbetlerinde ve derslerinde yetişen tabi'ini kiramın çoğu da böyle müctehid oldu. bunların sohbet ve derslerinde bulunan tebe'i tabi'inden bir kısmı da ictihad derecesine yükseldi. imamı azam ebu hanife, imamı malik, imamı şafi'i, imamı ahmed bin hanbel, imamı evzai, süfyanı sevri, süfyan bin uyeyne, davüdi tai ve benzerleri rahimehümullahü teala bunlardandır. bunlar azala azala, dördüncü asrın sonunda, ictihad yapabilecek derin alim yetişemez oldu. önce gelmiş müctehidlerden çoğunun da mezhebleri unutuldu. şimdi, ancak dört imamın mezhebi kaldı. bunlar da, imamı azam, imamı şafi'i, imamı malik ve imamı ahmed bin hanbel radıyallahü anhümdür. onlardan sonra bu mertebeye, bu dereceye kimse vasıl olamadı. onun için, mezhebler, dört olarak kaldı. müslimanların hepsi, bu dört mezhebden birine uymağa mecbur ve me'mur oldu. birkaçını bildirdiğimiz ayeti kerimeler ve hadisi şerifler karşısında allahü teala, mezhebsizlere insaf versin! herkes bilir ki, iki yüzlülük, hainlik alametidir. eshabı kirama ve hele, en kıymetlilerinden olan, allahın arslanına, hiç iki yüzlü denilebilir mi? insanlık dolayısıyle, doğru söz, bir iki saat veya biriki gün saklanabilir denirse, yeri vardır. fekat, allahın arslanına, tam otuz sene, hainlik alametini yüklemek ve bu uzun zemanda, hep iki yüzlülükle yaşadı demek, ne kadar çirkin, ne kadar alçakça bir iftira olur. küçük günah, her zeman yapılırsa, büyük günah olur buyurmuşlardır. kötü insanların, münafıkların bir fenalığını otuz sene durmadan yapmanın, artık ne olacağını düşünmeli. bu sözlerinin çirkinliğini bilip de, şeyhaynın üstünlüğünü kabul etselerdi, böylece hazreti aliye radıyallahü anhüm ihanet etmekden, alçaltmakdan kurtulurlardı. iki beladan küçüğünü seçmiş olurlardı. şunu da söyliyelim ki, şeyhaynın üstünlüğünü söylemekde, hazreti aliyi radıyallahü anhüm küçültmek yokdur ve onun halifeliği inkar edilmiş olmaz. vilayetdeki yüksek mertebesine ve hidayet ve irşad makamına dokunulmuş olmaz. halbuki, bunların dediği gibi, onu iki yüzlü bilmekle, bütün bu meziyyetler, kıymetler, kendisinden alınmış olur. çünki, iki yüzlülük, münafıkların, en aşağı insanların ve yalancı, dolandırıcı kimselerin işidir. şeyhaynın halife olacakları ve hatta resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında defn olunacakları, hadisi şeriflerde bildirilmişdi. ebu bekri sıddik ve ömerebnilhattab ve osmanebnilaffan ve aliyyibni ebi talibin radıyallahü anhüm medh ve senalarını bildiren hadisi şerifleri merak edenlere, binikiyüzaltmışdört ve binüçyüzyirmibeş hicri senelerinde istanbulda basılmış olan, türkçe ismindeki kitabı okumalarını tavsiye ederiz. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, . diğer bir hadisi şerifde buyuruyor ki, . ömerebnilhattab radıyallahü anh için olan hadisi şeriflerden birinde serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, . peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ömerin radıyallahü anh derecesini cebraile sormuşdu. cebrail aleyhisselam da, demişdi. bununla beraber, hazreti ömerin radıyallahü anh, bütün üstünlükleri, hazreti ebu bekrin radıyallahü anh üstünlüklerinden ancak birisidir. imamı osmanı radıyallahü anh medh eden hadisi şeriflerden birinde buyuruyor ki, her peygamberin cennetde bir arkadaşı vardır. benim arkadaşım da, osmandır. imamı alinin radıyallahü anh yüksekliğini bildiren hadisi şeriflerden birinde buyuruyor ki, . harun aleyhisselam, musa aleyhisselamın kardeşi ve veziri ve muavini idi. bu hadisi şeriflerden, mezhebsizlerin yanlış ma'na çıkardığı ve cevabı, üçüncü kısmda ve kitabında bildirildi. imamı ahmed ibni hanbel buyuruyor ki, imamı ali radıyallahü anh hakkında buyurulan hadisi şerifler kadar, hiçbir sahabi için söylenmemişdir. ikincisine gelince, ehli sünnet, eshabı kiram arasındaki muharebelerin, dünya için değil, hakikati ortaya çıkarmak için yapıldığını bildiriyor. onların hepsini kin ve düşmanlık gibi aşağılıklardan uzak biliyor. çünki, eshabı kiramın hepsi, insanların en iyisinin sohbetinde, nasihatları karşısında tertemiz olmuş, kin, düşmanlık gibi kötülükler kalblerinden çıkarılmışdır. her biri ictihad makamına yükselmişlerdir. her müctehidin, kendi ictihadına, buluşuna göre hareket etmesi vacib olduğundan, başka başka ictihad etdikleri şeylerde, birbirlerinden ayrılmaları lazım olacakdır. herbirinin, kendi ictihadına uyması doğru olacakdır. o halde, onların ayrılmaları da, birleşmeleri gibi, doğru idi. keyfleri, şehvetleri, nefsi emmarelerinin istekleri ile değildi. ictihad yüzünden idi. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri, açık bildirilenlere benzeterek, bir emr meydana çıkarmak demekdir. bu da, ve ayeti kerimeleri ile emr edilmekdedir. ya'ni çalışarak, uğraşarak, bütün dikkat ve düşüncelerinizle kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulunmıyan mes'eleleri, bulunanlara kıyas ederek, benzeterek bir hükmi şer'i çıkarınız diye emr edilmekdedir. kitabında diyor ki, ictihad yapmağı emr eden ayeti kerimeler çokdur. nahl suresinin kırkdördüncü ayeti kerimesinde mealen, ve nisa suresinin ellidokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeler, ictihad etmeği emr ediyor. imamı azam ebu hanifenin talebesinden ictihad makamına yükselenlerin en meşhurları, imamı ebu yusüf, imamı muhammed, imamı züfer ve hasen bin ziyad rahimehümullahü teala gibi büyüklerdir. bunlar, imamı azamdan yalnız birkaç mes'elede ayrılmışlar, bu mes'elelerde kendi ictihadlarına göre amel etmişlerdir. çünki, bu mes'elelerde kendi ictihadları ne şeklde ise, ona göre amel etmeleri farz olup, imamı azamın re'y ve ictihadına uymaları caiz değildir. sahabei kiramın herbiri de müctehid olup, ictihad rütbesinin temamiyle sahibi olduklarından, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen mes'elelerde kendi re'y ve ictihadlarına göre amel etmeleri farz olup, kendilerinden yukarı olan sahabei kiramın, daha yüksek, daha üstün olduklarını bildikleri halde, onların re'y ve ictihadlarına tabi' olmadılar. bunun içindir ki, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem hayatında ve hulefai raşidinin hilafetleri zemanında, dini islamı bildirmek için, uzak memleketlere gönderdikleri sahabei kirama, ayeti kerime ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmiyen mes'eleleri, kıyas ediniz diye emr olunurdu. mesela mu'az bin cebeli radıyallahü anh yemene vali ta'yin buyurdukları zeman, diye sordular. allahü tealanın kitabı ile amel edeceğim, dedi. buyurduklarında, allahü tealanın peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerini kendime düstur ve kanun yapacağım. ya'ni onun sözleri ile, halleri ile ve işleri ile amel edeceğim dedi. buyurduklarında, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler dairesinden çıkmaksızın, kendi ictihadımla hareket ederim dedi. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, bu cevabları işitince, mu'az bin cebelin radıyallahü anh ilminden ve büyüklüğünden dolayı, allahü tealaya hamd ve şükr eyledi. bu hal, üsuli fıkh kitablarında, menar ve haşiyesi ibni melek rahimehullahü teala kitablarında yazılıdır. eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadları hazreti alinin radıyallahü teala anhüm ictihadına uymıyarak, onunla muharebe edenlere, şi'iler kafir diyorlar. harb etdikleri için, her alçaklıkları söylüyor, la'net ediyorlar. halbuki eshabı kiram aleyhimürrıdvan ictihad edilmesi lazım gelen birçok işlerde, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden ayrı ictihad etmişlerdi. bu ayrılmaları kabahat sayılmamışdı. melek geldiği, vahy getirdiği halde bile bu ayrılıkdan men' edilmemişlerdi. o halde hazreti alinin radıyallahü anh ictihadından ayrılanlara kafir denilebilir mi? bunun için eshabı kirama aleyhimürrıdvan dil uzatılabilir mi? onun ictihadından ayrılan müslimanlar pek çokdu. eshabı kiramın büyüklerinden idi ve bir kısmı da, cennet ile müjdelenenlerdendi. bunlara kafir demek, dil uzatmak, kolay birşey değildir. bu dini islamın hemen yarısını bizlere bildiren bunlardır. bunlar kötülenirse, dinin yarısı yıkılmaz mı? bu büyüklere nasıl dil uzatılabilir ki, bunlardan hiçbirinin bildirdiği bir hadisi, islam alimlerinden kimse red etmemişdir. emir de, vezir de, kebir de, fakih de kabul etmişdir. allahü tealanın kitabı olan kur'anı kerimden sonra, bütün kitabların en sahihi dir. şi'iler de buna inanmakdadır. bu fakir şi'i alimlerinin büyüklerinden olan ahmed tebtiden işitdim ki, kitabullahdan sonra, en doğru kitab buharidir, diyordu. işte bu kitabda hem hazreti aliye radıyallahü anh uyanların, hem de uymıyanların bildirdiği hadisi şerifler yazılıdır. bu muharebeler, onların adaletine, doğruluklarına bir leke sürmemişdir. hazreti alinin radıyallahü anh söylediği hadisi şerifleri yazdığı gibi, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh söylediklerini de yazmışdır. eğer hazreti mu'aviyede radıyallahü anh ve onun sözlerinde, şübhe edilecek, dil uzatılacak birşey olsaydı, onun bildirdiği hadisi şerifleri kitabına yazmazdı. eski alimlerimiz, hadis mütehassısları da hep böyle yapmış, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan ayrılığını düşünmiyerek, hepsinin bildirdiği hadisi şerifleri doğru kabul etmişler, kitablarında yazmışlardır. hazreti aliye radıyallahü anh uymamağı bir kusur ve kabahat saymamışlardır. şunu iyi bilmelidir ki, hazreti alinin radıyallahü anh ayrı kaldığı her işde, haklı olması lazım gelmez ve ondan ayrılanların her zeman yanılmış olması icab etmez. evet bu muharebelerde o, haklı idi. fekat, her zeman hakkın onda olması gerekmez. çünki, ictihad işlerinde tabi'inin büyükleri ve din imamları , çok def'a onun ictihadına uymamış, başka ictihad edip, kendi ictihadlarına göre hareket etmişlerdir. hak her zeman onda olsaydı, kimse onun ictihadından ayrılmazdı. mesela, tabi'inin büyüklerinden ve müctehidlerin yüksek tabakasından olan kadi şüreyh rahimehullahü teala, onun ictihadı ile karar vermedi. imamı hasenin şahidliğini kabul etmemişdi. müctehidler, hep kadi şüreyhin kararı ile hareket ederek, oğlun baba için şahid olmasını caiz görmemişlerdir. daha birçok işlerde, o yüce imama uymıyan ictihadlar seçilmişdir. insaflı okuyucular, bunları pek iyi bilirler. demek ki, hazreti alinin radıyallahü anh ictihadından ayrılmak, bir suç değildir. ayrılanlara dil uzatmak caiz değildir. aişei sıddika radıyallahü anha, allahü tealanın sevgilisinin sevgilisi idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar, onu çok sever ve yanından ayırmazdı. onun odasında, onun yatağında ve mubarek başı onun kucağında iken can vermişdi. onun misk kokulu odasında defn edilmiş, kalmışdır. bütün bu üstünlüklerden ve kıymetlerden ayrı olarak kendisi büyük alim ve müctehid idi. peygamber efendimiz aleyhissalatü vesselam, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmışdı. eshabı kiram aleyhimürrıdvan sıkışdıkları zeman, ona gelip, ona sorup öğrenirlerdi. böyle bir sıddika ve müctehideye, emire radıyallahü anhüma uymadı diye, dil uzatıp, ona yakışmıyan çirkin iftiraları söylemek müslimanlığa sığmaz. peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem imanı olan kimsenin ağzından böyle sözler çıkmaz. ali radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem damadı ve amcası oğlu ise, aişe radıyallahü anha da, zevcei mutahherası, çok sevdiği ailesidir. birkaç sene evveline kadar, bu fakir miskinleri doyurduğum zeman, ehli abanın ruhlarına niyyet ederdim. ya'ni resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde, ali, fatıma, hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm hazretlerinin ruhlarına da gönderirdim. bir gece rü'yada, fahri alemi sallallahü aleyhi ve sellem görüp selam verdim. selamımı almadılar ve mubarek yüzlerini döndürdüler ve ben yemeği aişenin evinde yirdim. bana yemek göndermek istiyenler, aişenin evine gönderirlerdi buyurdular. bundan anladım ki, rü'yada yüzlerini çevirmelerinin sebebi, yemek dağıtırken, niyyetde hazreti aişeyi radıyallahü anha ortak etmediğim imiş. ondan sonra hazreti aişeyi de hatta zevcei mutahheraların hepsini niyyetde ortak eyledim. ehli beytin hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in araya koyarak düa eder oldum. çünki, bunlar da, ehli beytdendirler. o halde resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aişei sıddika yolu ile gelen eziyyet, hazreti ali radıyallahü anhüma yolundan gelen eziyyet ve cefadan daha çokdur. aklı ve insafı olan, bunu pek iyi bilir. evet bu söylediklerimiz, hazreti aliyi radıyallahü anh, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi sevdiği ve saydığı için sevenler ve sayanlar içindir. amma bir kimse, muhammed aleyhisselamı araya katmadan, onu doğrudan doğruya seviyorsa, buna sözümüz yokdur. zira söz anlamaz. bunun maksadı, dini islamı yıkmak, ahkamı islamiyyeyi bozmakdır. bunlar muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi aradan kaldırarak, onsuz bir din kurmak, doğruca imamı aliyi radıyallahü teala anh sevmek ve ona bağlanmak istiyorlar. nitekim, tarih boyunca, birçok zemanlarda ba'zı dalkavuklar, ahmaklar, başlarında bulunan zalimlere, diktatörlere yaltaklanarak, dünyalık ele geçirmek için, onlara peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hatta halık tealanın büyüklüğünü konduruyorlar. bunların kendileri de, yaltaklandıkları da yıkılıp gitmiş, maddeleri çürümüş, kokmuş, iğrenç bir hal almış. habis ruhları da, cehennem azabına yakalanarak dünyadaki azgınlıklarının, dini islama yapdıkları hakaretlerin cezalarını bulmuşlar. aldandıklarını anlamışlardır. muhammed aleyhisselamdan yüz çevirmek, başka birini ondan daha büyük, daha sevgili bilmek küfrdür, dalaletdir, zındıklıkdır. imamı ali radıyallahü anh bunları sevmez. eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in ve hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüm, hep peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hatırı ve sevgisi için sevilir. zira, onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşman olan, bana düşmanlık etmiş olur buyurmuşdur. talha ve zübeyr radıyallahü anhüma eshabı kiramın büyüklerinden ve aşerei mübeşşereden idi. ya'ni cennete gidecekleri müjdelenmiş idi. onlara dil uzatılabilir mi? onlara söğmek, kendini söğmek, küçültmekdir. ömer radıyallahü anh vefat ederken, sahabei kiram arasından altı kişiyi halife olmağa layık görüp, bunlardan birinin halife seçilmesini tavsiye etmişdi. bunlardan birini, diğerine tercih edememişdi. talha ve zübeyr radıyallahü anhüma o altı büyüklerden ikisidir. her ikisi de hilafeti istemeyip, haklarını ve re'ylerini diğer dördüne bırakmışdır. talha radıyallahü anh o kimsedir ki, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem karşı edebsizlikde bulundu diye, kendi babasını katl ve feda etmişdi. allahü teala, onun bu hareketini kur'anı kerimde medh etmişdir. zübeyr radıyallahü anh ise, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, onun katilinin cehennemde olduğunu haber vermişdir. ona dil uzatanlar, la'net edenler, alçaklıkda, onun katilinden geri değildir. her ikisi de, islamın büyükleri ve müslimanların göz bebekleridir. eshabı kiramı aşağılamak nasıl caiz olur ki, onlar dini islamı yükseltmek ve resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yardım etmek için, insan gücünün üstünde çalışmışlar, din uğrunda gecelerini, gündüzlerine katmışlardır. mallarını allahü teala yolunda feda etdiler. akrabalarını, ailelerini, çocuklarını, vatanlarını, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sevgisi yolunda terk etdiler. onun mubarek vücudünü kendi vücudlerine ve onun sevgisini, mallarının ve evladlarının sevgisine tercih ve takdim etdiler. bunlar, onlardır ki, sohbet, ya'ni arkadaşlık şerefine nail ve o sohbetde, başkalarına nasib olmıyan bereketlere ve derecelere malik oldular. bunlar onlardır ki, vahyi, ya'ni kur'anı kerimin inmesini görmek ve cebrail aleyhisselam ile beraber oturmak şerefine kavuşdular. mu'cizelere, harikalara şahid oldular. başkalarına işitmek nasib olan ni'metleri ve ilmleri gördüler. onlardan sonra kimseye verilmiyen kalb temizliği, ruh olgunluğu, onlara verildi. başkaları dağ kadar altun sadaka verse, onların bir avuç arpa sadakası sevabına, hatta yarısına yetişemez. allahü teala, onları kur'anı kerimde medh e.shabı kiram derek, buyurdu. surei feth sonunda, onlara kızanlara, düşman olanlara buyuruluyor. şu halde, onlara düşman olmakdan, küfrden kaçar gibi kaçmak lazımdır. bunlar, serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem aşırı sevdiklerinden, onun makbulü oldular. eğer ba'zı işlerinde birbirlerinden ayrılırlar, kendi ictihadlarına göre hareket ederlerse birşey denemez. hakkı ve doğruyu bulmak için hasıl olan ayrılıkdır ve başkasının ictihadına uymamakdır. imamı ebu yusüf, ictihad derecesine yükseldikden sonra, imamı azam ebu hanifeye radıyallahü anhüma uysaydı hata olurdu. kendi re'yine uyması doğrudur. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in sözlerine uymaz, kendi re'yine tabi olurdu. ister sıddikı azam olsun, ister imamı ali olsun, hangi büyük sahabi radıyallahü anhüm olursa olsun, sözlerine uymayıp, kendi re'yi ile karar vermeği doğru yol bilirdi. herhangi bir müctehidin, sahabinin radıyallahü anh sözüne uymaması, mümkin ve caiz iken, sahabei kiramın, ictihad işlerinde birbirlerinden ayrılmaları, münakaşa etmeleri, niçin kabahat olsun? sahabei kiram radıyallahü anhüm ictihad işlerinde, ba'zan serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem de uymamış, sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ictihadından ayrılmaları bir kabahat olmamış, çirkin sayılmamış, men' olunmamış ve azarlanmamışlardır. sahabei kiramın radıyallahü anhüm böyle ayrılmalarını, allahü teala beğenmeseydi, elbette men' eder ve ayrılanlara azab edeceğini bildirirdi. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile yüksek sesle konuşanları men' buyurmuş ve azarlamışdı. bedr muharebesinde alınan esirlere ne yapalım, sualini buyurdukda da, sahabei kiramın re'yleri, ya'ni fikrleri başka başka olmuşdu. ömerül faruk ve sa'd ibni mu'az radıyallahü anhüma esirleri öldürelim dedi. diğer sahabiler radıyallahü anhüm ise, para karşılığı bırakalım, demişlerdi. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem de, bu re'yi kabul buyurup salıverdiler. sonra, ayeti kerime gelerek, birinci re'yin doğru olduğu bildirildi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in büyüklüğünü ve mezheblerin ne olduğunu anlamak için ictihadı iyi bilmek lazımdır. mal ve mülke olma magrur, deme var mı ben gibi. bir muhalif yel eser, savurur harman gibi. i c t i hd ictihad, gücü, kuvveti yetdiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demekdir. ictihaddan maksad, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden, ma'naları açıkça anlaşılmıyanları, açıkça bildiren diğer ahkamı islamiyyeye kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükmler çıkarmağa uğraşmak, çalışmak demekdir. mesela anaya, babaya ita'ati emr eden ayeti kerimenin meali alisi, dir. döğmekden, söğmekden bahs buyurulmamışdır. ayeti kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, döğmenin, söğmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir. yine mesela, kur'anı kerimde şerab içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemişdir. şerabın haram olmasının sebebi, hamr kelimesinden de anlaşılacağı üzere, tahmiri akl, ya'ni aklı karışdırdığı, giderdiği içindir. bundan dolayı müctehidler, şerabın haram olmasındaki sebeb, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. her serhoş eden şeyin haram olduğunu emr buyurmuşlardır. allahü teala, kur'anı kerimde, ictihad ediniz! diye emr ediyor. birçok ayeti kerimelerden, ilmleri derin olan yüksek derecedeki alimlerin ictihad ile emr olundukları anlaşılmakdadır. o halde, ehliyyeti ve liyakati ve ilmde ihtisası tam olanların, ya'ni ma'naları açıkça anlaşılmıyan ayeti kerime ve hadisi şeriflerin içlerinde saklı bulunan ahkamı ve mes'eleleri, mefhumen, mantukan, delaleten anlıyabilecek kuvvet ve kudretde olanların ictihad etmesi farzdır. ictihad makamına layık olabilmek için, birçok kayd ve şartlar vardır. evvela arabi yüksek ilmleri temam bilmekle beraber, kur'anı kerimin hepsi ezberinde olmak, sonra, ayeti kerimelerin ma'nai muradisini, ma'nai işarisini, ma'nai zımni ve iltizamisini bilmek ve ayeti kerimelerin, indiği zemanları ve sebebleri ve ne hakkında geldiklerini, külli, cüz'i olduklarını, nasih, mensuh olduklarını, mukayyed ve mutlak olduklarını ve bunlar gibi diğer vechelerini ve kıraeti seb'a ve aşereden ve kıraeti şazzeden nasıl istihrac edildiklerini bilmek, kütübi sitte ve diğer hadis kitablarında bulunan hadisi şeriflerin hepsini ezberden bilmek ve her hadisin ne zeman ve ne için söylendiğini ve şümul derecesini, hangi hadisin diğerinden evvel veya sonra olduğunu, aid oldukları cihetleri, hangi vak'a ve hadise üzerine söylendiklerini ve kimler tarafından nakl ve rivayet edildiklerini ve bunların her birinin hal tercemelerini bilmek, fıkh ilminin üsul ve ka'idelerine vakıf olmak, oniki ilmi, ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin rümuz ve işaretlerini, suri ve ma'nevi tefsirlerini anlayıp kavrıyabilecek ayrı bir irfana, nuri iman ve itmi'nan ile dolu münevver ve muaffa bir kalb ve vicdana sahib bulunmak lazımdır. bu yüksek vasflar ve hususiyyetler, ictihad mevkı' ve makamının icabları ve lüzumlu şartlarıdır. fekat, böyle faziletleri taşıyan, aklları kuvvetli kimseler, ancak peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem asrı se'adetinde ve sahabei kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in zemanında ve tabi'in ve tebe'i tabi'in devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. zeman ilerleyip, asrı se'adetden uzaklaşıldıkça, fikrler, re'yler bozulmuş, dağılmış, bid'atler türemiş, böyle üstün, kıymetli kimseler yavaş yavaş azalmış, dördüncü asrdan sonra, bu sıfatlara malik bir alim ortada kalmamışdır. böyle olduğu, ve ve kitablarında, açıkça yazılıdır. ayeti kerimesinin meali alisi, ey akl sahibleri! akl erdiremediğiniz mes'elelerde, onları bilen ve derinliklerine tam ermiş olanlara tabi' olunuz demekdir. ictihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyyetindedir. başka müctehidlerin ictihadlarına tabi' olamazlar. hatta peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam zemanlarında da, sahabilerden biri, kendi peygamberinin ictihadına uymıyan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. burada bir sual sorulabilir. peygamberler de aleyhimüssalevatü vesselam ictihad eder mi idi? evet, onlar da, allahü tealanın açıkça bildirmediği emrleri, açık bildirilmiş olan emrlere kıyas ederek, benzeterek ictihad ederlerdi. fekat ictihadlarda hata edip yanılmak ihtimali olduğundan, ictihadlarında hata ederlerse, allahü teala, derhal cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahy ile düzeltilirdi. ya'ni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam ictihadları hatalı kalmazdı. mesela, bedr gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ba'zı sahabei kiram ile birlikde bir dürlü, ömer radıyallahü anh ise, başka dürlü ictihad etmişlerdi. sonra, ayeti kerime gelerek, allahü teala, imamı ömerin radıyallahü anh ictihadının doğru olduğunu bildirdi. bunun gibi suresi de, bir ictihad hatasını düzeltmek için nazil olmuşdu. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefatları sırasında, hokka ve kalem hakkındaki emrlerinin anlaşılmasında hazreti ömerin radıyallahü anh ictihadı, yine böyledir ki, ileride bildireceğiz. eshabı kiramdan sonra radıyallahü teala anhüm ecma'in meşhur dört imam ve bunların mezheblerine göre ictihad eden imamı ebu yusüf, imamı muhammed, imamı züfer, ibni nüceym, imamı rafi'i, imamı nevevi, imamı gazali ve benzerleri rahimehümullahü teala gibi yüksek alimler yetişdi. asrı se'adet uzaklaşdıkça, hadisi şerifleri nakl ve rivayet eden oniki silsilenin, ya'ni haber verme zincirinin halkaları artdı. hadisi şeriflerin hangi silsileden ve hangi kimselerden alınacağı, düşünülecek bir mes'ele oldu ve çok güç ve belki imkansız oldu. bundan dolayı, dördüncü asrdan sonra, ictihad edebilecek bir alim yetişemez oldu. bütün müslimanlar, bu dört imamdan birine tabi' olup, o imamın mezhebine uymağa mecbur oldu. dini islamı yıkmak için uğraşanlardan bir kısmı, o kadar kurnaz oldukları halde, islamiyyetin inceliklerini kavrayamadıklarından, kitablarında ve konferanslarında sözüne saldırıyor. fekat kürsilerden saçdıkları rakı kokuları ile beraber, çürük ve boş kafalarından, ağızlarına sızan hezeyanları, dinleyicilere gülünç olmakdan başka te'sir yapamıyor. elhamdülillah, islam semasını kaplıyan korkunç irtidad bulutlarının karartmakda olduğu gençliğin saf ve berrak ruh deryası, hakikat güneşinin beliren tektük şua'ları ile ışıldamağa başlamakdadır. ictihad, bir ibadet olduğundan, ya'ni allahü tealanın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. çünki, her müctehide, kendi ictihadı hakdır ve doğrudur. mesela, imamı şafi'i rahimehüllahü teala, hanefi mezhebinde olmadığı halde, ya'ni merhamet etmesin buyurmuşdur. imamı ebu yusüf ve imamı muhammed ve diğer imamların rahimehümullahü teala, imamı azama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. kendi ictihadlarını bildirmekdir. bunu bildirmeğe me'murdurlar. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem uzak memleketlere gönderdikleri sahabei kirama, güçlük karşısında kalınca, ayeti kerimelere mürace'at etmelerini, orada bulamazlarsa, hadisi şeriflere mürace'at etmelerini, orada da bulamazlar ise, kendi re'y ve ictihadları ile hareket etmelerini emr buyururdu. kendilerinden daha yüksek ilmli ve fikrli olsalar dahi, başkalarının fikr ve ictihadına uymamalarını emr buyururdu. işte bunun gibi, imamı ebu yusüf ve imamı muhammed de rahimehümallahü teala hocaları, üstadları olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyhim hazretlerinin fikr ve re'yine tabi' olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. halbuki, imamı azamın rahmetullahi aleyh ilmi, fikri, onların üstünde idi ve onların üstadı idi. dört mezheb arasındaki farklar da, bundan ileri gelmekdedir. mesela hanefi mezhebinde kan akınca abdest bozulduğu halde, imamı şafi'inin ictihadında bozulmuyor. şafi'i mezhebinde bulunan biri, elinden kan akınca, abdest almadan namaz kılarsa, hiçbir hanefi, ona abdestsiz namaz kıldı diyemez. çünki onun tabi' olduğu mezheb imamının ictihadı böyledir. hanefi mezhebinde bulunan bir kimse, yabancı bir kadının derisine dokundukdan sonra, abdestini yenilemeden namaz kılsa, hiçbir şafi'i de, o hanefinin abdestsiz namaz kıldığını söyliyemez. o halde abdestde, namazda, nikahda, mirasda, vasiyyetlerde, talakda, cürm ve cinayetlerde, alışverişde ve bunlar gibi birçok şeylerde imamlarımızın birbirine uymıyan sözleri, hep ictihadları olup, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış, bozuk dememişdir. sahabei kiram da rıdvanullahi aleyhim ecma'in böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa da, hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk demeği hatırlarına bile getirmemişlerdir. mesela, ebu bekri sıddik radıyallahü anh halife iken, müsliman olmasını teşvik için, bir muhtediyi, bir sahabinin yanına katarak, beytülmalın muhafaza me'muru olan hazreti ömere radıyallahü anh gönderdi. buna zekat hissesini versin! diye emr eyledi. ömer radıyallahü anh ise, bu parayı vermedi. ismi verilen bu gibi kimselere zekat verilmesi, ayeti kerimede emr edilmiş iken, neye vermedin? diye sorunca, imamı ömer radıyallahü anh kafirlerin kalblerini yumuşatmak emri, allahü tealanın va'd etdiği zafer ve galibiyyet başlamadan evvel, kafirlerin azgın olduğu zemanda idi. şimdi ise, müslimanlar kuvvetlenmiş, kafirler mağlub ve aciz olmuşdur. şimdi kafirlerin kalblerini mal ile kazanmağa lüzum kalmamışdır buyurdu. denilen kafirlere zekat verilmesi emrini nesh eden, ya'ni yürürlükden kaldıran ayeti kerimeyi ve mu'az hadisini okudu. imamı ömerin radıyallahü anh bu ictihadının, sıddikı azamın re'y ve ictihadına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. beytülmalin muhafazasına ve idaresine me'mur olduğu için, ictihadını söylemişdi. ebu bekr de radıyallahü anh bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişdi. hatta, ictihadını değişdirerek, eshabı kiramın hepsi, hazreti ömer gibi ictihad eylediler. imamı rabbani, cild, otuzaltıncımektub sonlarında, eshabı kiramın, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadından ayrılmasına misal olarak, şunu da yazmakdadır: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, vefat etmesine yakın bir zemanda, buyurmuşdu. orada bulunanlardan bir kısmı, kağıd verelim dedi. bir kısmı da vermiyelim dedi. ömerül faruk radıyallahü anh, bu kısmdan idi. dedi. bu yüzden de ona dil uzatıyor, kötülüyorlar. işin iç yüzünü anlasalar, birşey söyliyemezler. çünki, faruk radıyallahü anh, vahyin son bulduğunu, cebrail aleyhisselamın gökden artık haber getirmiyeceğini ve re'y ve ictihaddan başka bir yolla ahkam çıkarılamıyacağını bilmişdi. o anda resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yazacağı şeyler, ictihadla bulunacak şeyler olacakdı. allahü tealanın emri ile, başka müctehidler de, bunları bulabilirdi. işte ömer radıyallahü teala anh, bunları hemen düşünerek, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem o veca'lı, sıkıntılı anda üzmek, yormak istemedi. başkalarının yapacağı ictihadları kafi gördü ve buyurdu. ya'ni dedi. yalnız kur'anı kerimi söylemesinden anlaşılıyor ki, hallerden ve işaretlerden anlamışdı ki, yazılacak ahkamın ictihadı, hadisi şeriflerden çıkarılmayıp, kur'anı kerimden çıkarılacak şeylerdi. o halde, hazreti ömerin radıyallahü anh kağıd getirmeğe mani' olması, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem hastalığın şiddeti, ağrıların kesreti zemanında üzmemek, yormamak için merhamet ve şefkatinden idi. zaten, kağıd istemeleri de emr şeklinde değil, başkalarını ictihad zahmetinden kurtarmak için acıdıklarından idi. çünki, emr şeklinde olsaydı, emrleri bildirmek lazım olduğundan, kağıdı istemeğe ehemmiyyet verir. eshabının radıyallahü teala anhüm ecma'in uyuşmaması ile vazgeçmezdi. sual: faruk radıyallahü anh o zeman demişdi. bunu niçin söyledi? cevab: imamı rabbani kuddise sirruh, buna şöyle cevab buyuruyor: faruk radıyallahü anh, belki o sözün, hastalığın ateşli anında istemiyerek söylendiğini sanmışdı. nitekim buyurmaları, buna işaretdir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ömründe birşey yazmamışdı. bundan başka, buyurmuşdu. halbuki, din kamil olmuş, ni'met temam olmuş ve allahü teala razı olmuş iken, yoldan çıkmak nasıl olabilir? bu temamlık ve bu kemal ile beraber, yoldan çıkılacaksa, bunu durdurmak için bir anda ne yazılabilir? yirmiüç senede yazılanın durduramıyacağı bir dalaleti önliyecek ne yazılabilir? faruk radıyallahü anh, bunlardan anlamışdı ki, bu söz insanlık icabı, istemeden söylenmişdi. bir kısmı soralım dedi. ikinci kısmı, sormıyalım, rahatsız etmiyelim, dedi ve sesler yükseldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kalkınız, birbirleriniz ile çekişmeyiniz! peygamberin huzurunda çekişmek iyi değildir buyurdu ve artık, böyle şey söylemedi. kalem, kağıd istemedi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in, ictihad ile çıkarılacak ahkamda peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrılmaları eğer keyf ve inad ile olsaydı mürted olurlardı. dini islamdan çıkarlardı. çünki, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem karşı ufak bir edebsizlik küfrdür. böyle şeyden allahü tealaya sığınırız. halbuki, bu ayrılıkları emrine uymak için idi. çünki, ictihad mertebesine yükselen bir kimsenin, ictihadla bulunan hükmlerde, başkasının ictihadına uyması hatadır ve yasakdır. evet kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilen hükmlerde ictihad olmaz. bu hükmlere uymak her müslimana lazımdır. hülasa ve netice olarak deriz ki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in gösteriş yapmakdan uzak, kimseye beğendirilmelerini düşünmeyip, yalnız kalblerini, huylarını temizlemeğe uğraşırlardı. görünüşe aldırmazlar, öze ve hakikate ehemmiyyet verirlerdi. birinci işleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem emrlerini yapmak, onu gücendirmekden sakınmak idi. analarını, babalarını, çocuklarını, ailelerini, o servere feda etmişlerdi. ona olan imanları, ihlasları o kadar çokdu ki, mubarek tükürüğünün yere düşmesine zeman bırakmazlar, abı hayat gibi içerlerdi. tıraş olunca, mubarek saçlarını, sakal kesintilerini yere düşmeden kapışırlar, bir kılını taşımağı, tac ve tahtdan kıymetli bilirlerdi. koca roma ordularını yere seren, kal'aları, memleketleri feth eden halid ibni velid radıyallahü anh, bütün bu muvaffakıyyetlerinin, başında taşıdığı bir sayesinde olduğunu söylemişdi. evladdan evlada yadigar kalan bu sakalı şerifler, cami'lere vakf edilmişdir. mubarek günlerde ziyaret edilmekdedir. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in o servere olan iman ve ihlaslarının çokluğundan, kan aldırınca, içdikleri meşhurdur. yalandan ve iftiradan uzak olan o mubarek insanlardan, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı edebe yakışmaz görünen bir söz çıkarsa, buna iyi ma'na vermeğe çalışmalı, kelimeyi değil, maksadı düşünerek selamete ermeliyiz! sual: ahkamı ictihadiyyede hata ihtimali olunca, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem gelen ahkamı islamiyyenin hepsine nasıl güvenilebilir? cevab: peygamberlerin aleyhimüsselam ahkamı ictihadiyyeleri, sonradan ahkamı semaviyye olur. ya'ni peygamberlerin aleyhimüsselam hata üzerinde kalmaları caiz değildir. ahkamı ictihadiyyede müctehidler ictihad edip ayrılıklar belli oldukdan sonra, allahü teala doğru hükmü bildirir. doğru belli olur. o halde peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hayatda iken çıkarılan ahkamı ictihadiyyenin hepsinde vahy gelerek doğruları bildirilmiş, şübhelileri hiç kalmamışdır. demek ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem gelen ahkamın hepsi doğrudur. hepsi kat'idir. çünki, hepsi vahy ile bildirilmişdir. sonradan vahy ile doğrusu bildirilecek olan bu ahkamda ictihad etmeği emr etmekden maksad, müctehidlere derece ve sevab vermek içindir. peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra bulunan ahkamı ictihadiyye ise, böyle kat'i olmayıp, zannidir, şübhelidir. bunları yapmak lazım ise de, inanmıyan kafir olmaz. fekat, bunlardan da, bütün müctehidlerin birbirlerine uygun ictihadları ile çıkarılan bir hükmü inkar eden, yine kafir olur. hülasa, bizler, kalblerimizi, ehli beytin hürmet ve sevgisi ile nurlandırmalı ve sahabei kiramın hepsini, hiç birini ayırmadan, büyük ve yüksek bilmeliyiz radıyallahü teala anhüm ecma'in. her birini resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ta'yin buyurdukları derece ve yükseklikde tanımalıyız! aralarında olan münakaşaların ve muharebelerin, güzel niyyet ve iyi sebeblerden ileri geldiğine inanmalı, hiçbirine kusur ve kabahat bulmamalı ve söylememeliyiz! imamı şafi'i ve imamı ahmed radıyallahü anhüma buyuruyorlar ki, o halde sahabei kiramın hepsini, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem talebeleri oldukları için, saf ve temiz bilmemiz ve çok sevmek, hurmet etmek lazım geldiğini i'tikad etmemiz icab eder. sahabei kiramın, tabi'ini izamın ve tebe'i tabi'inin ve müctehidlerin ve mütekellimin, fukaha, muhaddisin, müfessirin ve bu ümmetin salihlerinin hepsi böyle i'tikad etmişlerdir. ehli sünnet ve cema'at denilen zümrei naciyyenin de mezheb ve i'tikadları bu doğru yoldur. bir kimse, bu ümmeti necibenin evliyasından birinin birkaç gün meclisinde bulunup, onun sohbeti ile güzel huylarından, faziletlerinden edinerek, faidelenince, buna bütün dünyada kıymet biçilmez iken, nasıl olur da eshabı kiramın birbirleri ile olan ayrılıkları ve muharebeleri kötü maksadlı kimselerin, kendilerine benzeterek söyledikleri ve kitablarında yazdıkları gibi çirkin ve uygunsuz bilinir? çünki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan resuli ekremi sallallahü aleyhi ve sellem aşırı severlerdi. uğrunda canlarını, mallarını, mülklerini, evladlarını, ezvac, baba ve analarını ve vatanlarını, terk ve feda ederlerdi. uzun zemanlar sohbetlerinde bulunarak her cihetden faidelenmiş ve peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ahlakı ile ahlaklanmış, aşağı huylardan temizlenmiş, kalbleri, nefsleri saf ve pak olmuşdu. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala anhüm ecma'in için böyle söylemek ve zan etmek asla caiz değildir. böyle söyliyen ve yazan zevallılar, bilmiyorlar mı ki, onlara düşmanlık edenler, doğrudan doğruya serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlık etmiş oluyorlar. onları kusurlu bilmekle, fahri alemi sallallahü aleyhi ve sellem kusurlu göstermiş oluyorlar. bunun içindir ki, dinimizin büyükleri, buyurdular. cemel ve sıffin vak'aları, onları kötülemeğe sebeb olamaz. iki tarafdakiler de, günaha girmedi, belki sevab kazandılar. zira, hadisi şerifde bildirildiği gibi, ictihadda hata eden müctehide bir sevab, isabet edene iki veya on sevab vardır. şübhe yokdur ki, ayrılık, gizli maksadlar ve dünya arzuları için olmayıp ancak ictihadların uymaması sebebi iledir. imamı muhammed kurtubinin tezkiresi muhtasarında, imamı abdülvehhabı şa'rani buyuruyor ki: mu'aviye ve ali radıyallahü anhüma arasındaki muharebe ve ayrılıklar, ictihad ayrılığından doğan dini bir mes'ele idi. dünya arzularına kavuşmak için değildi. ya'ni, saltanat ve reislik sevdası ile değildi ki, söz edilsin. belki, din için olduğundan iyi ve makbul idi. imamı kurtubi ve abdülvehhabı şa'rani bu dinin büyüklerindendir. yine aynı kitabda diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, , eshabım arasında fitne çıkarak muharebe olacakdır. cenabı hak bunları, benimle olan sohbetlerinden dolayı afv ve mağfiret eder. bunlardan sonra gelen müslimanlar arasında bu sebeble çıkacak fitnede kimse afv olunmıyacakdır. çünki, onlar, sahabi değildir, ya'ni sohbetde bulunmamışlardır. insan, dünyada iken sevdiği kimse ile haşr olacakdır. sahabei kiramın hepsi, serveri alemi sallallahü aleyhi ve sellem çok severdi. yine aynı sahifede yazılı olan bir hadisi şerifden anlaşılıyor ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki muharebelerde hem ölen, hem de öldüren cennetlikdir. onların hepsi büyük müctehid idi. bir müctehid, kendinden daha yüksek bir müctehidin ictihadından başka ictihad edince, kendi ictihadı ile amel etmesi lazımdır. başkasının ictihadına uyması caiz değildir. imamı azam ebu hanifenin talebesi olan imamı ebu yusüfün ve imamı muhammedin ve yine imamı muhammed şafi'inin talebesinden olan ebu sevrin ve müzeninin, üstadlarının re'ylerine uymıyan ne kadar ictihadları var. onların haram dediklerine halal, halal dediklerine haram demişlerdir. bunlara, günah işledi, hata etdi denilemez. kimse de böyle dememişdir. zira, ayrılmaları, ictihad yüzündendir. kendileri de müctehiddir. eshabı kiramın her biri de böyle müctehiddi. vahşiden radıyallahü anh hazreti ebu bekre radıyallahü anh kadar hepsi, hazreti mu'aviye de radıyallahü anh, müctehid idiler. her biri, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem kalblere işliyen mubarek nazarlarına ve düalarına kavuşmakla şereflenmişdir. mesela, hazreti mu'aviye radıyallahü teala anh, ya rabbi! onu hadi ve mehdi kıl! düasına kavuşmuşdu. hadi, doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş, mehdi, hidayete getirici demekdir. düşünülürse, bu düa, dünya ve ahıretin en yüksek derecesini göstermekdedir. şübhe eden, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olmıyacağını iddi'a etmiş olur. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem sahabenin büyüklerini sayarken, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, buyurdukları gibi, hazreti mu'aviye radıyallahü anh için de, buyurmuşlardı. iyi düşünmelidir ki, bu iki kıymetli huy ve sıfatın derecesi, nerelere kadar yükselmekdedir? ibni haceri mekki rahimehullahü teala kitabının yirmiyedinci sahifesinde şöyle yazıyor: abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma buyuruyor ki: cebrail aleyhisselam peygamber aleyhissalatü vesselam efendimize geldi. ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! mu'aviyeyi radıyallahü anh sana tavsıye ederim. kur'anı kerimi yazdırmakda ona emniyyet et, güven! dedi. yine aynı sahifede yazıyor ki, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, birgün mubarek zevcesi ümmi habibenin radıyallahü anha odasına geldi. o esnada hazreti mu'aviye radıyallahü anh başını, kız kardeşi ümmi habibenin radıyallahü anha kucağına koymuş uyuyordu. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem bu hali görünce, buyurdu ki, ya ümmi habibe! kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun? kardeşimi çok seviyorum, dedi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . o kitabda yine yazıyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem, yakın akraba olmak ile şereflenmişdir. çünki, kız kardeşi ümmi habibe radıyallahü anha, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem zevcelerinden idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şeriflerinde buyuruyor ki, . hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh faziletlerini bildiren hadisi şeriflerden birisi de budur ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh buyurdu ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh buyuruyor ki, benim halife olmağa arzu ve hevesim, bu hadisi şerifi işitdiğim zeman başladı. zira bu hadisi şerif benim halife olacağımı müjdeliyordu. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh ileride halife olacağını haber vermişdi. bu haber de mu'cizelerinden biridir. mu'aviye radıyallahü anh, bu hadisi şerifin muhakkak meydana çıkacağına imanı olduğundan, halife olacağı zemanı bekliyordu. fekat bunun hakiki zemanı, emirül mü'minin imamı alinin radıyallahü anh vefatından ve imamı hasenin radıyallahü anh hilafeti kendinden ayırarak ona verdiği andan sonra idi. mu'aviye radıyallahü anh, acele ederek, vaktinden önce, aişe ve zübeyr ve talhanın radıyallahü anhüm, imamı ali radıyallahü anh ile harb etmelerinden sonra, bu arzusunu yerine getirmek istedi ki, bunda yanılmışdı. fekat bu hatası, ictihadda hata olduğundan, hiç birşey denemez. yine o kitabda diyor ki, serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem ebu bekr ve ömere radıyallahü anhüma danışdı. iki def'a, buyurdu. onlar, dediler. sonra, mu'aviyeye radıyallahü anh haber gönderdi. yanlarına gelince: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, işlerinizde mu'aviyeyi bulundurunuz. çünki, o kavidir, emindir. diğer bir hadisi şerifde, ya rabbi, mu'aviyeye hesabı ve kitabeti bildir! islam memleketlerinde, ona yüksek mevkı' ve makam ver! emrlerinin yapılmasını kolaylaşdır! onu azabdan koru! diye düa buyurdu. imamı ömer radıyallahü anh, mu'aviyeyi radıyallahü anh medh ve sena edip, hazreti ebu bekr radıyallahü anh şamı alınca, oraya vali yapdığı kardeşi yezidin vefatında onu, kardeşi yerine, vali ta'yin etdi ve halife kaldığı on sene içinde vazifesinden azl etmedi. imamı osman ve imamı ali radıyallahü anhüma da, halife iken mu'aviyeyi radıyallahü anh şam valiliğinde bırakıp azl etmediler. o zeman, birçok vilayetler, valilerinden şikayet etdikleri halde, mu'aviye radıyallahü anh daima sevilmiş, kimse onu şikayet etmemişdir. sfiyyei aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden olan, gavsi azam seyyid abdülkadiri geylani rahimehullahü teala bütün mü'minlere dini öğretmek ve i'tikadlarını düzeltmek için yazdığı kitabının birinci cüz'ünün ellidördüncü sahifesinde, ebu bekr, ömer, osman ve ali ve hasen radıyallahü anhüm hilafetlerini uzun uzadıya anlatdıkdan sonra, diyor ki: imamı ali radıyallahü anh vefat edince, imamı hasen radıyallahü anh müslimanların kanı dökülmemesi ve herkesin rahat etmesi için, hilafeti bırakmak istedi ve mu'aviyeye radıyallahü anh teslim eyledi ve onun emrlerine tabi' oldu. o günden i'tibaren, mu'aviyenin radıyallahü anh hilafeti hak ve sahih oldu. bu suretle, serveri alemin sallallahü aleyhi ve sellem haber vermiş olduğu, bu benim oğlum seyyiddir, ya'ni büyükdür. allahü teala, bunun ile mü'minlerden iki büyük fırka arasını bulur, ya'ni barışdırır hadisi şerifinin ma'nası meydana çıkdı. görülüyor ki, imamı hasenin radıyallahü anh tabi' olması ile, mu'aviye radıyallahü anh, islamiyyete uygun halife olmuş, böylece müslimanlar arasındaki anlaşmazlık sona ermişdir. tabi'in ve tebe'i tabi'in ve dünyadaki bütün müslimanlar mu'aviyeyi radıyallahü anh halife olarak tanımışdır. serveri alem sallallahü aleyhi ve sellem hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh, buyurdukları gibi, diğer bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem çarh, ya'ni dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. bu müddetin otuz senesi dört halife ve imamı hasen radıyallahü anhüm ile temamlandıkdan sonra, geri kalan beş veya altı veya yedi senesi, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh hilafeti zemanıdır. hilafeti, ondokuz sene ve birkaç ay sürmüşdür. gunye kitabının türkçe tercemesi basılmışdır. okunması tavsıye olunur. kitabı, ikinci cild, üçüncü sahifesinde diyor ki, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh babası, ebu süfyan olup, beşinci babası abdü menaf, resulullahın da sallallahü aleyhi ve sellem dedelerinden idi. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, hicretden ondokuz sene evvel, dünyaya gelmişdir. babası ile mekkei mükerremenin fethi günü imana gelmişdi. uzun boylu, beyaz yüzlü, güzel, yakışıklı ve heybetli idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerimi yazan katiblerinden olup, çok düalarını kazanmışdı. halife olacağı da, kendisine müjdelenmiş idi. birgün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayvana binip, onu da, arkasına bindirmişdi. konuşurlarken ya rabbi! buna çok ilm ve hilm ver! diye düa buyurmuşdur. tarihlerin hepsi diyor ki: aklı, zekası, afvı, cömerdliği, idaresi, yumuşaklığı pek ziyade olup, dillerde gezerdi. afvı ve yumuşaklığı hakkında nice hikayeler vardır ve iki büyük arabi kitab halinde neşr edilmişdir. arabistanda dört dahi yetişmişdir. hazreti mu'aviye, amr ibni as, mugire tebni şu'be radıyallahü teala anhüma ve ziyad bin ebihdir. alimlerden birçoğu demişdir ki, çok heybetli, cesaretli, tedbirli, gayretli, merhametli olup, her suretle, sanki idareci olarak yaratılmışdı. hatta, hazreti ömer, onu gördükçe radıyallahü anhüma buyururdu. bir şey isteyeni boş çevirmez, katkat fazlasını verirdi. birgün, hasen radıyallahü anh borcu olduğunu söyledikde, seksen bin altın vermişdi. amr ibni ası radıyallahü anh mısra vali yapıp, iki sene bütün mısr gelirini, ona bağışlamışdı. ağabeysi yezid, ömer radıyallahü anhüma tarafından, şamda vali iken hicretin yirminci senesinde vefat etmiş ve yerine, bunu vekil ta'yin etmişdi. halife ömer radıyallahü anh, asil olarak vali yapdı. hazreti osman, ali ve hasen radıyallahü anhüm de, kendisini azl etmediler. hicretin kırkbirinci senesinde islamiyyete uygun, sahih halife oldu. buna, bütün islam memleketlerinde bulunanlar, razı olup, bu seneye amülcema' ismi verildi. halife olunca, afrikada kafirlerle cihada başladı. bir sene sonra, abdürrahman isminde bir serdarı iranın şarkında sicistana , bir sene sonra, sudana ordu gönderip, oraları kafirlerden aldı. kırkdördüncü yılda kabil şehrini, sonra mühelleb kumandasındaki ordusu, hindistan ve semerkandı aldı. mühelleb, daha sonraları haricilerle çok muharebeler yaparak yayılmalarını önlemiş büyük bir kahramandır. kırkbeşde afrikıyye alındı. 'de çinde büyük ve çetin muharebeler yapıldı ve çok şehid verildi, kırksekizde kıbrıs adasına, bizzat gazaya gidip, feth eyledi. kıbrıs adası, nice zeman müslimanların elinde kaldı. kitabı son kısmı, beşinci sahifede diyor ki, kıbrıs adasında, eshabı kiramdan ve tabi'ini izamdan, çok kimselerin mezarı vardır. bilhassa enes bin malikin radıyallahü anh teyzesi ümmi hıram radıyallahü anha orada medfundur. bir gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. ya resulallah! niçin güldünüz dedikde, ya ümmi hıram! ümmetimden bir kısmını, gemilere binip, kafirlerle gazaya giderler gördüm! buyurdu. ümmi hıram ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! bunu da onlardan eyle! diye düa buyurdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh zemanında ümmi hıram, zevci ile gemilere binip, kıbrısa gitdi. kıbrısda atdan düşüp şehid oldu. kıbrısın ikinci fatihi, mısr sultanı eşref tatar olup, de feth etmişdir. üçüncü fatihi ikinci sultan selim han olup, de almışdı. berlin muahedesinden sonra de yalnız idaresi ingiltereye bırakılmışdır. hazreti mu'aviye, elli senesinde oğlu yezidi, istanbulu almağa gönderdi. halid ibni zeyd ebu eyyubel ensari de, bu orduda olup, birçok eshabı kiram aleyhimürrıdvan ile birlikde istanbulda şehid oldular. bizansdan her sene vergi almak üzere sulh yapdılar. ellidört yılında ubeydullah ibni ziyad kumandasındaki bir ordusu, asyada ceyhun nehrini develerle geçip buhara alındı. asyada, afrikada her an islamiyyet yayıldı. kudüsi şerifi, evvelce ömer radıyallahü anh almış idi ise de, sonra kafirlerin eline geçmişdi. mu'aviye radıyallahü anh tekrar aldı. hülasa, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! mu'aviyeyi her yerde hakim et! düası, yerini bulup, afrikada kayrivandan, asyada buharaya kadar ve yemenden istanbula kadar bütün memleketlere hakim oldu. herkes kendisini sever, hürmet ederdi. ehli islam, rahat ve bolluk içinde idi. gayet güzel giyinir, latif atlara biner, zevk ile yaşardı. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti ve hayr düaları sayesinde, islamiyyetden ayrılmazdı. günah, zulm etmemeğe çok dikkat ederdi. şamda, hazreti ömer zemanında dört sene, hazreti osman zemanında oniki sene, hazreti ali zemanında beş sene, hasen hilafetinde altı ay vali olup, hasen radıyallahü anhüm hilafeti bırakınca, bütün islam memleketlerine şer'an ve sahih olarak ondokuz sene halife oldu. hicretin altmışıncı senesindereceb ayında, yetmişdokuz yaşında vefat etdi. şamda defn edildi. vefat edeceği zeman, bereketlenmek için, hurmetle saklamakda olduğu, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek saçlarından birkaç kılı ve mubarek tırnaklarını, ölünce ağzına ve gözlerine koymalarını vasiyyet etmişdi. abdürrahman, yezid, abdüllah isminde üç oğlu ile hind, remele, safiyye ve aişe isminde dört kızı vardı. mir'atı kainatın yazısı, burada temam oldu. mısr ulemasından imamı ahmed bin muhammed şihabüddini kastalaninin rahimehullahü teala, kitabının, şair mahmud abdülbaki rahimehullahü teala tercemesinde diyor ki, ibni ishaka göre, mu'aviye radıyallahü anh şamda yirmi sene vali, yirmi sene de halife idi. imamı ahmed bin hanbel buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona düa edip, ya rabbi! mu'aviyeye ilm ve hesab öğret! onu cehennemden koru! buyurdu. kur'anı kerimi yazmak vazifesi ile meşhurdur. muhammed şemseddin sami beğ da diyor ki, mu'aviye radıyallahü anh, eshabı kiramın büyüklerinden idi. babası ebu süfyan, kardeşi yezid ve anası hind ile birlikde, mekkenin alındığı gün imana gelmişdir. kendisi daha evvel müsliman olmuş, babasının korkusundan gizlemişdi. babası da, kendisi de, halis ve sağlam müsliman olup, huneyn gazasında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde harb etmişlerdir. ebu süfyanın, taif gazasında bir gözü kör olmuş, hazreti ebu bekri sıddikın hilafeti zemanında, onüç senesindeki yermük muharebesinde de diğer gözü çıkmışdı. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin katibliğinde bulunmak şerefine de nail olmuşdu. hazreti ebu bekr radıyallahü anh şama asker gönderdikde, ağabeysi yezid ile birlikde halid ibni velid radıyallahü anh kumandası altında harb etmişlerdir. hicretin kırkbirincisenesinde, kufede hilafetle kendisine bi'at olunarak, yirmi sene halifelik etmişdir. hazreti mu'aviye radıyallahü anh fevkalade akllı, çok zeki, fasih, tatlı ve te'sirli söz sahibi idi. gayet sabrlı ve halim, kerem ve ihsan sahibi bir zat idi. şamda vali iken, halife farukı azam radıyallahü anh, romalıları hayretde bırakan ve meşhur olan, sade ve mütevadı' kıyafeti ile, şamı şereflendirdikde, onun muntazam, zarif halini görünce, buyurmuşdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh halife iken, dini islamın, dünyaya yayılmasına ve terakkisine çok hizmet edip, çok memleketler almışdır. din alimlerimiz, kendisinden çok hadisi şerif alarak kitablara yazmışlardır, . fahri kainat sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, kendisine vermiş olduğu bir gömleğe sarıp; saklamış olduğu resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin tırnak kesiklerini de gözlerine ve ağzına koyarak, defn etmelerini vasiyyet etmişdi. kamusül alam yazısı burada bitdi. ismindeki çok kıymetli kitabı hazırlamakla, dini islama büyük hizmet eden ve en doğru oniki cild osmanlı tarihini yazmış olan, lofcalı, meşhur ahmed cevdet paşa rahimehullahü teala sının yedinci cüz'ü, yüzdoksanikinci sahifesinde diyor ki: hicretin altmışıncı senesinde mu'aviye radıyallahü anh, hutbe okudukdan sonra, ey müslimanlar! üzerinizde hakimliğim uzun sürdü. sizi usandırdım. ben de sizden usandım. sizden ayrılmak istemeğe başladım. siz de benden ayrılmak ister oldunuz. fekat, benden sonra, size benden iyisi halife olmaz. nitekim benden evvelkiler de, benden iyi idiler. her kim, allahü tealaya kavuşmak isterse, allahü teala da ona kavuşmağı sever. ya rabbi! sana kavuşmak istiyorum. sen de benim mülakatımı irade buyur! beni mubarek ve mes'ud eyle! dedi. sonra hasta oldu. oğlu yezidi huzuruna isteyip, dedi ki, yavrum! seni, seferler ile dolaşmakdan kurtardım. her işini kolaylaşdırdım. herkesi sana ita'ate getirdim. sana kimseye nasib olmıyan mal bırakıyorum! hicaz ehalisini gözet ki, onlar senin aslındır. sana geleceklerin en muhteremidirler. ırak ehalisini de gözet! hergün senden bir me'murun azl edilmesini isteseler bile, azl et! şam ehalisini de gözet ki onlar, senin yardımcılarındır. işleri bitince, bunları, yine şama getir. çünki, başka memleketlerde çok kalırlarsa, ahlakı bozulur. sana rakib olacak üç kişidir. bunlardan abdüllah bin ömer radıyallahü teala anhüma ibadete düşkündür. herkes sana bi'at edince, o da eder. hüseyn bin ali radıyallahü teala anhüma hafif bir zatdır. kufeliler, onu, sana karşı ayaklandırabilir. galib gelince, onu afv et! o bize akrabadır. üzerimizde çok hakkı vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin torunudur. abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anhüma ise arslan gibidir. ondan çok korun! vefatına yakın ben ölünce, cud, cömerdlik de beraber ölür. çok kimselerin ihsan kapıları kapanır. istiyenlerin elleri boş kalır dedi ve dedi ve receb ayında vefat eyledi radıyallahü anh. kendisi uzun boylu, beyaz, heybetli, çok sabrlı ve halim idi. yumuşaklığı, dillerde gezerdi. birgün, huzuruna bir adam gelip, pek ağır ve çirkin konuşduğu halde hiç cevab vermemişdi. denildikde, diyerek, millete verdiği söz hürriyyetini, canlı misal ile göstermişdi. milleti islamiyyede ictima'i teşkilat kuran odur. hatta şehrler arası postayı ihdas etmişdi. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh idaresini, fena görmeyiniz! onu gayb ederseniz, başların arkadan zuhur etdiğini görürsünüz!. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenlerden, cesareti ile, zekası ile meşhur, amr ibni as radıyallahü anh, hicretin kırküçüncüsenesinde fıtr bayramı gecesi vefat etdi. o gece ağladı. oğlu abdüllah niçin ağlıyorsun? ölümden mi korkuyorsun? dedikde, hayır, ölümden korkmam. fekat, öldükden sonra, başıma geleceklerden korkuyorum. çünki, üç dürlü hayat geçirdim. önce, kafir idim. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem.shabı kiram herkesden çok düşmanlık ederdim. o zeman ölseydim, muhakkak cehenneme gidecekdim. sonra, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem en çok haya eden, ben oldum. o zeman ölseydim, herkes, beni tebrik ederdi. islam olarak şereflendi, hayr üzere öldü derler ve cennete gitdi bilirlerdi. daha sonra, hakim oldum, vali oldum. milyonla insanın idaresi, hakkı altına girdim. şimdi ne haldeyim, bilmiyorum. ölünce, bana ağlamayınız! cenazemi sessiz götürünüz! mezarım üstüne taş ve ağaç koymayınız! dedi. tevbe ve istiğfar ederek vefat etdi. kendisi mısrın fatihi olup, hazreti ömer radıyallahü anh zemanında dört sene, hazreti osman radıyallahü anh zemanında da, dört sene ve hazreti mu'aviye radıyallahü anh zemanında iki sene mısr valisi olmuşdu radıyallahü anh. kısası enbiyanın yazısı burada temam oldu. huccetül islam imamı gazali rahimehullahü teala, farisi kitabı, seha bahsinde, üçyüzotuzbirincisahifede buyuruyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh medinei münevvereye gelmişdi. sokakda geçerken hazreti hasen radıyallahü anh arkasından gelip borcum var. bana yardım et! dedi. o da emr etdi, bir deve yükü altun verdiler ki, seksen bin altun idi. ali bin emrullah rahimehullahü teala kitabı, isar bahsinde diyor ki, isar, kendine lazım olanı, sabr edip, başkasına vermekdir. islam cömerdlerinden en meşhuru, abdüllah bin ca'fer tayyar radıyallahü anhüma idi. bunu, hazreti mu'aviye radıyallahü anh çok severdi. her sene, kendisine on milyon dirhem gümüş, ma'aş verirdi. bu paranın hepsini, fakirlere, muhtaclara, yetimlere, dullara dağıtır, sene sonunda, borçlanırdı. diye mu'aviye radıyallahü anh hazretlerine sorduklarında, ben bu malı, abdüllaha vermiyorum. medinei münevverenin fakirlerine veriyorum. isterseniz tedkik edin! dedi. araştırdılar. hepsini fakirlere, yetimlere verip kendinin ve ailesinin tesarruf ile yaşadığını görerek, devlet hazinesinin yerinde sarf edildiğini anladılar. halifenin bu tedbirine, uyanıklığına ve cömerdliğine hayran oldular. aleyhimürrıdvan risalesinin başından buraya kadar, dinde söz sahibi olan büyüklerin kitablarından birkaç şey, kısaca yazıldı. din büyüklerinin, sözbirliği ile bildirdiği bu hakikatler karşısında dinden haberi olmıyan, hurufi tekkeleri döküntülerinin sözlerine ve ba'zı abdestsiz, namazsız dervişlerin yazılarına aldırmamalı! ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarında bildirilen, i'tikad ve ibadet yollarına sarılarak, sonsuz felaket ve pişmanlıkdan kurtulmalıyız! evet, islamiyyeti, i'tikadı ve ibadetleri öğrenmek, her erkeğe ve her kıza farzdır, lazımdır. fekat, bunları içki masalarında, hususi maksadlarla yazılan ve din düşmanlarının kitablarından terceme edilen yazılardan ve sözlerden değil, mezheb imamlarımızın bildirdiklerinden öğrenmeliyiz. dedelerimizin yolundan ayrılmamalıyız! ba'zı kimseler, hiçbir müsliman, çocuğuna, mu'aviye ismini koymamışdır. bu da, bu ismin ve ism sahibinin sevilmediğine alametdir diyor. bu düşünce pek yanlışdır. cahil bile buna, ancak güler. büyük peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat şit, hud, şuayb, elyesa' gibi ismleri ve imamı ali radıyallahü anh efendimizin torunlarından ve oniki imamımızdan bakır, hasen askeri ismleri ve eshabı bedrden olup cennet ile müjdeli üçyüzonüç kişiden olan, bera', evs, iyas, buhayr, besbese, temim, sa'lebe, sekaf, cebr, haris, hatıb, harise, hubab, haram, hureys, hasin, harice, habbab, hubeyd, hıras, hureym, hallad, huneys, huleyd, havvat, havli, zükeys, rafi', reb'i, ruhayle, refa'a gibi ve daha yazamadığımız birçok ismleri, bugün hiçbir müsliman kullanmadığı için bu ismlerin sahibleri olan, peygamberler aleyhimüsselam ve eshabı kiramın en büyükleri ve kıymetlileri, sevilmez mi diyecekler? halbuki, bu ismlerin sahiblerinin hepsi, hazreti mu'aviyeden radıyallahü anh daha yüksek oldukları ve allahü tealanın ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve bütün müslimanların sevgilileri olduğu, güneş gibi aşikardır. hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh sevmemek, onu tanımamak, tehlükeli bir cahillikdir. fekat, onu kötülemek, gençleri kandırmak için, böyle çürük ve gülünç düşünceler söylemek, bu cahilliği ve iftirayı meydana çıkarmakdan başka, birşeye yaramaz. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe eden eshabı kiramın aleyhimürrıdvan bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığı yok. hatta bu muharebeleri, bizi üzüyor, incitiyor. fekat, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı oldukları için, onları sevmekle emr olunduk. herbirini incitmekden, onlara düşmanlık etmekden men' olunduk. o halde, hepsini sevmeğe mecburuz. onları, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için severiz. onlara düşmanlıkdan ve eziyyet etmekden kaçınırız. çünki, onların incitilmesi ve düşmanlığı, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize gider. yalnız, haklı olanı ve yanılanı söyleriz. ya'ni hazreti emir radıyallahü anh haklı idi. ona karşı gelenler, hata etmiş idi. bundan fazla birşey söylemek doğru değildir. isma'il kemaleddin karamani rahimehullahü teala, kitabını açıklarken, yazıyor ki, imamı ali kerremallahü vecheh buyurdu ki, kardeşlerimiz bizi dinlemedi. onlar kafir değildir. günaha da girmedi. çünki, dinden, islamiyyetden anladıklarını yapıyorlar. ictihadda yanılmak kabahat değildir ve birşey söylenemez. onların eshab olduğunu düşünerek, hepsini iyi bilmeliyiz! allahü teala, hepimizi, doğru yoldan ayırmasın! din büyüklerinin kitablarından haberi olmayıp, dinin vesikalarını, islamiyyetin delillerini ve senedlerini işitmeyip de dinini, sonradan meydana çıkan tarihlerden öğrenenleri ve yalnız hayal ve inad ile konuşanları ve yazanları işitmekden, yazılarını okumakdan ve onlara aldanmakdan muhafaza buyursun! amin. imanı olanlar, imanın tadını tadanlar, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından alınan sözlere ve yazılara sarılır. bunlardan zevk alır. din adamı geçinen cahillerin, sözlerinden ve yazılarından nefret eder, kaçar. imamı rabbani kuddise sirruh ikinci cildde, otuzaltıncı mektub sonunda buyuruyor ki, sahabei kiramın üstünlüğünü anlatan rıdvanullahi aleyhim ecma'in mektubu, ün sallallahü aleyhi ve sellem medh ve senası ile bitirelim: seyyidi kainat aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam buyurdu ki, aliyi radıyallahü anh seven, muhakkak, beni sevmişdir. ona düşmanlık eden, muhakkak bana düşmanlık etmişdir. onu inciten, muhakkak beni incitmişdir. beni inciten, muhakkak allahü tealayı incitmiş olur. bir hadisi şerifde buyurdu ki, allahü teala, bana dört kimseyi sev diye emr etdi. onları kendisinin de sevdiğini bildirdi. onların ismlerini bize söyler misiniz, denildikde, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. bera' bin azib radıyallahü anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün oturmuşdu. buyurdu ki, ya rabbi! ben haseni seviyorum radıyallahü anh. hazreti ebu bekr radıyallahü anh diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında imamı hasen vardı. bir kerre bize, bir kerre hasene radıyallahü anh bakarak: benim bu oğlum seyyiddir, efendidir. ümmid ederim, beklerim ki, allahü teala, onun ile, müslimanlardan iki fırkanın arasını bulur. ya'ni müslimanlardan iki fırka sulh ederler buyurdu. üsame bin zeyd radıyallahü anh diyor ki: peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. hasen ve hüseyn radıyallahü anhüma mubarek kucağında oturuyorlardı. buyurdu ki: bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerimemin oğullarıdır. ya rabbi! ben bunları seviyorum. sen de sev ve bunları sevenleri de sev!. enes radıyallahü anh diyor ki, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in içinden en çok kimi seviyorsunuz? diye sordular. buyurdu ki, radıyallahü anhüma. bir hadisi şerifde buyurdu ki, fatıma radıyallahü anha benim bir cüz'ümdür. onu kızdıran, beni incitir. ebu hüreyre radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem imamı aliye radıyallahü anh karşı buyurdu ki, fatıma bana senden daha sevgilidir. sen bana, ondan daha azizsin! . hazreti aişeden nakl edildiğine göre, müslimanlar, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem hediyye takdim etmek istediklerinde, ancak aişei sıddikanın radıyallahü anha hucrei ismetinde bulundukları zeman getirirlerdi ve bu validemizin tavassut ve delaleti ile peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem rızasını kazanmağa çalışırlardı. yine aişe radıyallahü anha diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevcatı tahiratı iki kısma ayrılmışdı. bir kısmı ben ve hafsa ve safiyye ve sevde, ikinci kısmı ümmi seleme ve diğerleri idi radıyallahü anhünne. bu ikinci kısmdakiler, kendi aralarında konuşup eshabı kiramın, hediyyelerini, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem nerede ise, oraya getirmelerini, yalnız aişei sıddikanın evine teşrif edecekleri zemanı beklememelerini istirham etmek için, ümmi selemeyi huzuri se'adete gönderdiklerinde, bana eziyyet vermeyiniz. bana vahy ancak aişenin radıyallahü anha elbisesi ile örtülü iken geliyor. ya'ni diğer ezvacı mütahheratın yataklarında iken, bana vahy gelmedi. yalnız aişenin radıyallahü anhünne yatağında iken geldi, buyurdu. bunu işitince, ümmi seleme radıyallahü anha: seni bundan sonra incitmemeğe andım olsun, tevbeler olsun ya resulallah! dedi. başka bir zeman, yine bunun için, fatımatüzzehrayı radıyallahü anha gönderdiklerinde, ey kızım! niçin benim sevdiğimi sevmezsin? benim mahbubem, senin dahi mahbuben değil midir? buyurduklarında, fatıma radıyallahü anha, evet dedi. buyurdular. yine aişei sıddika radıyallahü anha diyor ki: peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem ne zeman hadicenin radıyallahü anha ismini işitsem gayretime dokunurdu. bununla beraber, onu görmemişdim. onu çok sevdikleri için, onun akrabasına hediyye gönderirlerdi. ba'zan latife yollu, dünyada sanki hadiceden radıyallahü anha başka kadın yok mu? derdim. o; şöyle şöyle! böyle böyle idi ve benim ondan evladlarım vardı! buyururlardı. abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bir hadisi şerifde buyurdu ki, . ebu hüreyre radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . imamı ali radıyallahü anh diyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . yine imamı ali radıyallahü anh diyor ki: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . ya rabbi! fatımanın radıyallahü anha ve oğullarının hatırı ve hürmetleri için, bize son nefesde iman ile gitmek nasib eyle! ali resulün sallallahü aleyhi ve sellem eteklerine sarılmak bize nasib et de, düalarımızı ister kabul eyle, ister red! aşağıdaki yazı, kitabındaki onyedinci mektubun tercemesidir. bu kitabı, hindistandaki hakiki islam alimlerinden büyük veli, abdüllah dehlevi yazmışdır. kendisi de delhide vefat etmişdir. üstadı mazher canı cananın yanındadır. bu kitab, farisi olup, mazher canı cananın hayatını ve yirmidört mektubunu bildirmekdedir. mazher canı canan de seksendört yaşında vefat etdi. delhide, yapdırdığı mescidin yanındadır rahmetullahi teala aleyhima: ehli sünnet mezhebinin alimleri, eshabı kiram arasındaki muharebeleri, onların yüksek şanlarına yakışacak şeklde anlatmışlardır. çünki onlar, hadisi şerifi ile medh olunmuşlardır. sebebini anlayamadıkları ayrılıklarını da, allahü tealanın bilgisine bırakmışlar, bu hayrlı asrın temiz insanlarına dil uzatılmasından sakınmışlardır. hayrlı oldukları bildirilen ilk üç asrda yetişmiş olan hadis ve fıkh alimlerinden hiçbiri, eshabı kiramın zemanına çok yakın oldukları ve onların hallerini çok iyi bildikleri halde ve ali mürtezaya radıyallahü anh karşı olanların hata etdiklerini bildirdikleri halde, hiçbirini kötülemek caiz değildir demişlerdir. evet, şam ve bağdad askerleri arasında birkaç gün, muharebe oldu ise de, bu halleri ictihad ayrılığından idi. birbirlerini kafir bilmekden değildi. bu fitne, emirülmü'minin osmanın radıyallahü teala anh şehid edilmesi ile başladı. muharebe zemanında, eshabı kiram üçe ayrılmışdı. bir kısmı, haklı halife olan ali radıyallahü teala anh hazretleri tarafında idi. ikinci kısmı şam emiri tarafında idi. üçüncü kısmı, iki tarafa da katılmadı. hadis alimleri ve fıkh ilminin müctehidleri, eshabı kiramdan hadisi şerifleri toplarlarken, her üç kısmdakileri müsavi tutmuşlar, hepsinin sözlerinin kıymetli, doğru olduğuna inanmışlardır. üç kısmdan birinde bulunanları kafir veya fasık bilselerdi, bunların bildirdiklerini kabul etmezler, bu haberleri, ictihad için, ahkam çıkarmak için, menba' ve sened yapmazlardı. bu üç kısmdakilerden herhangi biri kötülenirse, dini islam, içerden yıkılır. bu büyüklere dil uzatmamak, islamiyyete hizmet etmek olur ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetine, meclislerine kıymet vermek olur. eğer denirse, evet öyledir. fekat, resulullahın akrabasından hiçbiri, kendileri ile harb eden sahabilerden hiçbirine kafir demedi. evet, harb edenlerin birbirlerini sevmemeleri, kötülemeleri lazımdır. fekat, hadisi şerifler ile medh edilen bu hayrlı insanlar, birbirlerini asla kötülememişlerdir. resulullahın akrabasını sevmek, bütün müslimanlara vacibdir. onların incinmelerini istemek de, bu sevgiyi bozar. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan birbirleri ile muharebelerini konuşmak, yazmak doğru değildir. bu hale üzülmeli ve susmalıdır. şi'i denilen ba'zı kimseler, taşkınlık yapıyorlar. uydurma haberlere aldanarak, o temiz insanları, kendi nefsleri gibi zan ediyorlar. eshabı kirama kafir diyecek kadar taşkınlık yapıyorlar. halbuki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hayatını, sözlerini bizlere onlar bildirdi. ömrlerini resulullahın sohbetinde geçiren, onun terbiyesi ve nasihatleri ile edeblenen, olgunlaşan, mallarını ve canlarını onun için feda eden, ondan sonra da onun dinini yaymak için çalışan kimselerin küfrden kurtulamayacakları düşünülebilirmi? allahü teala, bu hizmetlere, gayretlere, hiç merhamet etmemişmidir? onlara merhamet edilmezse, sonra gelen bizim gibi günahkarlar, nasıl afv ve rahmet bekleyebiliriz? geçmiş peygamberlerden ve evliyadan biri ölünce, ümmetinin, cema'atinin hepsinin kafir oldukları ve onun evladlarına, akrabasına düşman oldukları, hiç işitilmişmidir? böyle olsaydı, allahü tealanın peygamber göndermesi, abes olurdu, faidesiz olurdu. zemanların en iyisi olarak müjdelenmiş olan zeman, zemanların en kötüsü olurdu. insanların en iyileri, en kötüleri olurdu. birinci cil ektub tercemesi dini islamın en büyük alimi, imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki kuddise sirruh hazretlerinin muhtelif şehrlerdeki alimlere, vali, kumandan ve padişahlara, cevab ve nasihat olarak yazdıkları mektubların beşyüzotuzaltısından meydana gelen kitabının birinci cüz'ü ikiyüzellibirinci mektubu, mevlana muhammed eşrefe yazılmış olup, hulefai raşidinin radıyallahü teala anhüm ecma'in faziletlerini ve şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma üstünlüğünü ve hazreti emirin radıyallahü anh hususi kıymetlerini ve eshabı kiramın aleyhimürrıdvan ta'zim ve tevkirini ve aralarındaki muharebelerin iç yüzünü bildirmekdedir. bu mektubun baş tarafı peygamberlere aleyhimüssalevat ve evliyaya kuddise sirruhüm aid derin ilmler olduğundan, yalnız nihayet kısmlarını terceme ediyoruz: hazreti emirin radıyallahü anh isminin, cennet kapısının üzerinde yazılı olduğunu öğrenince, şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma cennet kapısındaki hususiyyet ve i'tibarlarının nasıl olduğunu merak etdim. anlamak için çok uğraşdım. nihayet anladım ki, bu ümmetin cennete girmeleri, bu iki büyük zatın emri ve izni ile olacakdır. sanki, ebu bekr radıyallahü anh cennet kapısında durup, içeri girmeğe izn verecek ve ömer radıyallahü anh ellerinden tutarak içeri götürecekdir. bütün cennetin, sanki ebu bekrin radıyallahü anh nuru ile dolu olduğunu his ediyorum. bu fakire göre, şeyhayn hazretlerinin bütün sahabei kiram aleyhimürrıdvan arasında ayrı bir şan ve üstünlükleri vardır. başka hiçbirisi bunlara ortak değildir. sıddik radıyallahü anh, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile sanki aynı bir evin sahibidir. farkları, bir evin iki katı arasındaki fark gibidir. faruk radıyallahü anh da ebu bekre radıyallahü anh, tufeyl olarak bu devlethanede bulunmakdadır. diğer sahabei kiramın, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem yakınlıkları, sünneti seniyyesine uydukları kadar, mahalle komşusu veya hemşehri gibidirler. bunlar, böyle olunca, sonra gelenlerin evliyası nerede kalır? artık düşünmeli! o halde onlar, şeyhaynın büyüklüğünden ne anlıyabilirler? her ikisinin büyüklüğü, o kadar çokdur ki, peygamberler aleyhimüsselam sırasındadırlar. peygamberlik makamından başka, bütün üstünlüklerine malikdirler. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . imamı gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: halife ömer radıyallahü anh şehid olunca, abdüllah ibni ömer, sahabei kirama dedi ki: . ba'zılarının bu sözü anlamıyarak durakladıklarını görünce, ilmden maksadım, allahü tealayı bilmekdir. abdest ve guslün bilgileri değildir dedi. ömer böyle olunca, ebu bekrin radıyallahü anh büyüklüğü nasıl anlaşılır ki, ömerin bütün iyilikleri, onun bir iyiliğidir. böyle olduğu, hadisi şerifde bildirilmekdedir. ömer ile sıddik radıyallahü anhüma arasındaki fark, sıddik ile resulullah sallallahü aleyhi ve sellem arasındaki farkdan ziyadedir. başkalarının sıddikdan radıyallahü anh ne kadar aşağı olduğunu bundan anlamalıdır. şeyhayn radıyallahü anhüma öldükden sonra da, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrı kalmadılar. mahşere de, onlarla beraber kalkıp gideceğini haber vermişdir. o halde efdaliyyet, üstünlük, ona daha yakınlık demek olup, bu da, ikisine mahsusdur. bu fakirliğim ve aşağılığım ile, onların yüksekliğinden ne anlıyabilir ve söyliyebilirim ve üstünlüklerinden ne anlatabilirim? tozun, dumanın, güneşi anlatmağa gücü yeter mi? bir damla su, büyük denizleri söyliyebilir mi? insanlara nasihat etmek, herkese yol göstermek için, geri dönmüş olan evliya kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, keşflerinin nuru ile ve tabi'in ve tebei tabi'inden ictihad derecesine yükselen alimler rahimehümullahü teala, hadisi şeriflerin derinliklerindeki ma'naları bulup anlamak ile, şeyhaynın radıyallahü anhüma kemalatından biraz anlıyarak, hakikatlerinden az birşey ele geçirerek, üstünlüklerini bildirmişler ve bunda söz birliği hasıl olmuşdur. bu sözlerine uymıyan keşflerin, buluşların, yanlış olduğunu söyliyerek, bunlara kıymet vermemişlerdir. bu ikisinin üstünlüğü, sahabei kiram arasında zaten şöhret bulmuşdu. mesela, buhariyyi şerifde, abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki, biz, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, ebu bekr gibi kimseyi bilmezdik. ondan sonra ömeri, ondan sonra da osmanı radıyallahü anhüm bilirdik. onlardan sonra kimseyi kimseden üstün tutmazdık. ebu davüdün bildirdiğine göre, yine abdüllah ibni ömer diyor ki, . evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir sözü, erbabı sekrin, ya'ni zan ve hayal ile konuşanların sözüdür. ya'ni geri dönmiyen, peygamberlik makamının kemalatından haberi olmıyan evliyanın sözüdür. bu fakir, birçok mektublarımda, uzun uzadıya bildirdim ki, peygamberlik, vilayetin üstündedir. hatta, peygamberin kendi vilayetinin de üstündedir. sözün doğrusu da budur. bunun aksini söyliyen, peygamberlik makamının yüksekliğini bilmiyendir. evliyalık yolları arasında, yolu, sıddiki ekberin radıyallahü anh yolu olduğundan, bu yolun yolcuları uyanık olur. onun için de, yolların en üstünüdür. başka yoldaki evliya, bunların kemalatına nasıl yetişebilir? onların iç yüzünü nasıl anlıyabilir? bu yolun yolcularının, bu işde karları müsavidir demek istemiyorum. belki, milyonda biri böyle olabilirse, ni'metdir, se'adetdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği hazreti mehdi rahimehüllahü teala, vilayetin en yüksek derecesinde olacağına göre, o da bu yoldan yetişmiş ve bu yolu temamlamış ve düzeltmiş olacakdır. çünki, bütün vilayet yolları, bu yoldan aşağıdır ve ulaşdıkları vilayetlerde, peygamberlik makamının kemallerinden az birşey vardır. bu yoldan kazanılan evliyalıkda ise, sıddikı ekberin yolu olduğu için, o kemalatdan pek çok bulunur. hazreti emir radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vilayetini aldığı, taşıdığı için, geri dönmiyen, ya'ni halk arasına karışmıyan ya'ni vilayetin kemalatı kendilerinde fazla bulunan evliyanın, mesela kutbların, ebdalin ve evtadın terbiyeleri, onun imdadı ve yardımı iledir. kutbülaktab, ya'ni kutbi medar, onun emrinde ve terbiyesindedir. ya'ni vazifesini onun imdadı ve yardımı ile yapar. fatımatüzzehra ile hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm de, bu makamda, hazreti emir ile ortakdırlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının hepsi radıyallahü anhüm büyükdür. her birini büyük bilmek ve söylemek lazımdır. enes bin malik radıyallahü anh buyuruyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. insanların en iyisini bana eshab olarak seçdi. bunların arasından da, bana akraba ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. bir kimse, beni sevdiği için, bunlara hürmet ederse, allahü teala, onu her tehlükeden korur. onlara hakaret ederek beni incitenleri de incitir. abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, eshabıma dil uzatanlara, onları söğenlere, allah la'net eylesin! bütün meleklerin ve insanların la'netleri, onların üzerine olsun! aişei sıddika radıyallahü anhanın haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında olan muharebeleri, iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfe'at için bilmemek lazımdır. çünki, onların ayrılığı, ictihad ve te'vil ayrılığı idi. heva ve hevesden doğan ayrılık değildi. ehli sünnet alimleri hep böyle söyliyor. şu kadar var ki, hazreti emir ile muharebe edenler, hata etdi. hak, hazreti emir radıyallahü anh tarafında idi. fekat hataları, ictihad hatası olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. kitabına göre, amidi diyor ki, cemel ve sıffin vak'aları ictihad yüzünden idi. ebu şekur muhammed sülemi, kitabında diyor ki, ehli sünnet ve cema'ate göre, hazreti mu'aviye ve onunla beraber olanlar radıyallahü anhüm hata etmişlerdi. fekat hataları, ictihad hatası idi. ibni haceri mekki kitabında diyor ki: hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile radıyallahü anhüma muharebesi, ictihad sebebi ile idi. ehli sünnet alimleri böyle bildiriyor. daki sözünde eshabımız diyerek, kimleri anlatmak istemişdir? ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor, aksini söylüyor. büyüklerin kitabları, hep ictihadda hata olduğunu bildirmekdedirler. mesela, imamı gazali ve kadi ebu bekr ve diğer imamlar gibi. o halde, hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere, fasık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek caiz değildir. kadi iyadın rahimehullahü teala kitabında, imamı malik radıyallahü anh diyor ki: peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabından birine, mesela ebu bekre veya ömere veya osmana veya mu'aviyeye veya amr ibni asa radıyallahü anhüm söğen ve onları kötüliyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kafir oldular dedi ise bu kimseyi öldürmelidir. yok eğer başka bir ayb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenler, kendilerine alevi diyen şi'ilerin taşkın olanlarının dedikleri gibi, kafir değildir. fasık da değildir. çünki, aişe sıddika radıyallahü anha ve talha ve zübeyr ve sahabei kiramdan birçoğu onlardandır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma cemel muharebesinde onüçbin kişi ile beraber öldürülmüşdü. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, bu zeman işe karışmamışdı. bir müsliman, bunlara yoldan çıkdı ve günaha girdi gibi sözler söyliyemez. kalbi bozuk, ruhu pis olan, söyler. fıkh alimlerinden ba'zısı, hazreti mu'aviye radıyallahü anh için cevr, ya'ni zulm etdi demiş ise de, bundan maksadları hazreti emirin hilafeti zemanında kendini halife i'lan etmesi haksız idi, demekdir. yoksa yoldan çıkmak ve günah alameti olan zulm demek değildir. bu suretle, sözleri, ehli sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. bununla beraber, hakiki din alimleri, böyle yanlış ma'nalar anlaşılabilecek sözleri söylemezler. hazreti mu'aviye için radıyallahü anh zalim, nasıl denilebilir? bunun, allahü tealanın emrlerini ve müslimanların haklarını gözetmekde adil bir halife olduğunu kitabında, allame ibni haceri mekki yazıyor. böyle sözleri, yezid için söyleseler yeridir. fekat, mu'aviye radıyallahü anh için söylemek çok şeni', çok çirkin olur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh, hayrlı düalar etdiğini, hadis alimlerinin hepsi söylüyor. mesela, ve bir kerre de, ya rabbi! onu doğru yola götür ve doğru yola götürücü yap! buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olunacağı ise, şübhesizdir. ona beddüa etdi diyen yeni din adamlarının din kitablarından hiç de haberleri olmadığı anlaşılmıyor mu? imamı şa'bi hazretlerinin hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh kötülediği yolundaki sözleri de doğru değildir. böyle birşey olsaydı, şa'binin talebesi olan imamı azam ebu hanifenin, bu sözleri söylemesi lazım gelirdi. imamı malik radıyallahü anh, bir rivayete göre, tebei tabi'indendir ve hazreti mu'aviye radıyallahü anhın asrında yaşamışdır. medinei münevvere alimlerinin en yükseği olduğu muhakkakdır. işte, o büyük alim, mu'aviyeyi ve amr bin ası radıyallahü teala anhüma söğenleri öldürünüz der mi idi? demek ki, onu söğmeği, büyük günahlardan sayarak, söğenleri öldürmeği emr etmişdir. onu söğmeği, hazreti ebu bekri ve ömeri ve osmanı radıyallahü anhüm söğmek gibi bilmişdir. o halde, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek asla caiz değildir. iyi düşünmek lazımdır ki, hazreti mu'aviye radıyallahü anh, bu işlerde yalnız başına değildi. eshabı kiramın hemen hemen yarısı onunla beraberdi. eğer hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir veya fasık denirse, dini islamın yarısı yıkılır. zira, dini islamı dünyaya yayan, bizlere bildiren onlardır. onları ancak zındık, ya'ni dini islamı yıkmak için uğraşan kimse kötüler. o muharebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması, hazreti osmanın radıyallahü anh şehadeti ile başladı. katillerden kısas istenmesi ile başladı. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma kısas gecikdiği için, medinei münevvereden çıkdılar. aişe de radıyallahü anha, bu işde bunlarla beraberdi. kısası bir an önce yapdırmak istiyorlardı. muharebe etmek, hatırlarına bile gelmemişdi. cemel muharebesi, hazreti osmanın radıyallahü anh şehadetine sebeb olan, abdüllah bin sebe' yehudisinin ve adamlarının saldırmaları ile başladı. bu muharebede onüçbin kişi ve talha ile zübeyr radıyallahü anhüma da öldürüldü. mu'aviye radıyallahü anh, sonradan şamdan işe karışdı, bunlarla birleşdi. sıffin muharebesi yapıldı. imamı gazali diyor ki, bu muharebeler, halife olmak için değildi. hazreti emirin radıyallahü anh, hilafeti başlangıcında katillere kısas yapılması içindi. allame ibni haceri mekki hazretleri de, ehli sünnet böyle buyuruyor diyor. hanefi alimlerinin büyüklerinden olan, ebu şekur muhammed sülemi diyor ki, hazreti mu'aviyenin, hazreti emir ile muharebesi, hilafet için idi radıyallahü anhüma. çünki, peygamber aleyhissalatü vesselam ona, buyurmuşdu. bunu işitdiği günden beri, içinde hilafet arzusu uyanmışdı. fekat ictihadında hata etmişdi. hazreti emirin radıyallahü anh ictihadı doğru idi. çünki, onun hilafeti zemanı, hazreti emirin radıyallahü anhüma hilafetinden sonra idi. bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlamasına, kısasın gecikmesi sebeb oldu. kısas yapılmayınca, halife olmak fikri de, ortaya çıkdı. her ne olursa olsun, ictihad yeri idi. hata eden bir derece, doğru olan iki derece sevab kazandı. bu işde, bize düşen en iyi yol, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm kavgalarına karışmamakdır. bunları konuşmamalıyız. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, yine buyurdu ki, ve bir hadisi şerifde, eshabım için, allahü tealadan korkunuz! eshabıma dil uzatmayınız! buyurdu. evet, alçak yezid inadcı ve fasık idi. ona da la'net edilmemesi ehli sünnetin, kafir bile olsa, bir kişiye la'nete izn vermediği içindir. ancak kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net etmek caizdir demişlerdir. ebu leheb ve eşi gibi. yoksa yezide la'net edilmemeli, demek değildir. allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem incitenlere dünyada ve ahıretde, allah la'net eylesin! zemanımızda birçok kimse, hilafet mes'elesini dillerine dolamışlar. sözü evirip çevirip eshabı kiram arasındaki muharebelere getiriyorlar. cahillerin yazdığı tarihleri okuyarak ve bid'at sahiblerinin yalanlarına inanarak, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan çoğunu kötülüyorlar. onun için, bu bakımdan bildiğim hakikatleri yazarak dostlarıma göndermeği lüzumlu gördüm. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ortalık karışır, yalanlar yazılır. adetler, ibadetlere karışdırılır ve eshabıma aleyhimürrıdvan dil uzatılırsa, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! allahü tealanın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği halde, bildirmiyenlere olsun! allahü teala, böyle alimlerin ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez. allahü tealaya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemanımızın padişahı, hanefi mezhebindendir ve ehli sünnetdir. yoksa müslimanların işi çok güç olurdu. bu büyük ni'mete şükr etmek, her müslimana lazımdır. her müslimanın, ehli sünnet i'tikadını öğrenip, imanını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitablara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lazımdır. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarını bırakıp da, dinini, imanını, din düşmanlarının hiyleler ile, yalancı, okşayıcı kelimeler ile yazdığı kitablardan ve mecmu'alardan öğrenmeye kalkışmak, kendini cehenneme atmak olur. ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerini bildiren kitabları okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdu ektubun tercemesi burada temam oldu. mektubatın ikinci cildi, onbeşinci mektubudur imamı rabbani kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki; samane şehrinin mubarek ve muhterem alimlerini ve hakimlerini ve ehl ve me'murlarını bu mektubumla rahatsız etmeğe sebeb, şehrinizin hatibinin, kurban bayramı hutbesini okurken, hulefai raşidinin, ya'ni resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dört halifesinin radıyallahü teala anhüm ismlerini söylemediğini ve namazdan sonra bir kısm cema'atin, kendisine bunu söyledikleri zeman, unutdum veya şaşırdım gibi bir özrde bulunmıyarak, ismleri söylenmezse ne olurmuş? diye inad da etdiğini haber aldım. ehaliden ileri gelenlerin bu hale seyirci kalıp ehemmiyyet vermediklerini ve o insafsız hatibe haddini bildirmediklerini öğrendim. mısra' yazıklar, bir değil, yüzlerce yazıklar olsun! evet! hulefai raşidinin radıyallahü teala anhüm ecma'in ismlerini okumak, hutbenin şartı değil ise de, ehli sünnet velcema'atin şiarıdır. ya'ni, alameti farikası, nişanıdır. onu, bile bile, inad ederek ancak kalbi bozuk kimse okumamak ister. eğer te'assub ve inad ile söylemedi ise de, hadisi şerife ne cevab verecek ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyuruyor. bu kimse, mealindeki ayeti kerimesinin tehlükesinden kendini nasıl kurtaracak? eğer, şeyhayn hazretlerinin, ya'ni ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma üstünlüklerine inanmıyorsa, ehli sünnetden ayrılmış, şi'i olmuşdur. eğer osman ile aliyi radıyallahü anhüma sevmek lazım olduğuna inanmıyorsa, yine doğru yoldan sapmışdır. doğru yoldan çıkmış olan bu hatibin kişmirli olduğunu sanırım. bu pisliği, kişmirin sapıklarından almış olmalıdır. o adam şunu bilsin ki, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma, bu ümmetin en yükseği olduğuna, sahabei kiramın ve tabi'ini i'zamın hepsi inanmış ve her vesile ile bunu bildirmişlerdir. bunu, büyüklerden çoğu bize haber vermişdir. bunlardan biri, imamı muhammed şafi'idir rahimehullahü teala. i'tikadda mezhebimizin iki imamından biri olan ebül hasenil eş'ari rahimehullahü teala buyuruyor ki, bu ümmetin en yükseği, ebu bekr, ondan sonra ömer radıyallahü anhüma olduğu muhakkakdır. imamı ali radıyallahü anh halife iken, kendini seven büyük bir kalabalık içinde, buyurduğunu, imamı zehebi rahmetullahi aleyh söylüyor. ve bunu imamı aliden radıyallahü anh işiten seksenden ziyade kimse bize haber verdi diyerek, bunlardan çoğunun ismlerini de bildiriyor. allahü teala, rafızilerin cezasını versin ki, bunu bilmiyorlar diyor. allahü tealanın kitabı kur'anı kerimden sonra, dini islamın en kıymetli kitabı olan de, imamı muhammed buhari rahimehullahü teala diyor ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi, yükseği ebu bekr, ondan sonra ömerdir radıyallahü anhüma. onlardan sonra da bir başkasıdır. oğlu muhammed bin hanefiyye dedikde, ben de, müslimanlardan biriyim, buyurdu. işte, imamı aliden ve sahabei kiramın radıyallahü anhüm ve tabi'ini izamın büyüklerinin çoğundan bunun gibi haberler gelmiş ve her tarafa yayılmışdır. bunlar karşısında da, inanmamak, ya koyu cahillik veya kuru inadcılıkdır. o insafsız hatibe demeli ki, bize peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm hepsini sevmek ve hiçbirini incitmemek emr olundu. hazreti osman ile hazreti ali radıyallahü anhüma de eshabdandır. onların büyüklerindendir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem damadlarıdır. o halde, onları sevmek, hem de çok sevmek lazımdır. allahü teala kur'anı kerimde buyuruyor ki, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! onlara de ki: dini islama çağırdığım, se'adeti ebediyye yolunu gösterdiğim için, sizden yalnız bir karşılık istiyorum. o da, akrabamı, bana yakın olanları sevmenizdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealadan korkunuz, allahü tealadan korkunuz da, eshabımı radıyallahü anhüm incitmeyiniz! benden sonra, onlara garez olmayınız, düşmanlık etmeyiniz! onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden de, bana düşman olduğu için eder. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, allahü tealayı incitir. allahü teala da, kendisini incitene azab eder. islamiyyetin başlangıcından ta bu zemana gelinceye kadar, böyle pis kokulu güllerin hindistanda açıldığı bilinmiyor. bu çirkin hareketden, samane şehri halkının hepsinin suçlu tutulması mümkindir. belki bütün hindistandan i'timad kalkar. zemanımız padişahı allahü teala, din düşmanlarına karşı ona yardım etsin ehli sünnetdendir ve hanefi mezhebindendir. böyle bir sultan zemanında, böyle bid'at çıkarmak, ne büyük cesaretdir? belki de, devlete karşı gelmek, ülülemre karşı gelmek demekdir. bununla beraber, asl şaşılacak şey, o şehrin muhterem eşrafının, ileri gelen müslimanlarının, bu vak'a karşısında kımıldamamaları, gevşek davranmalarıdır. maide suresinde, yehudileri ve hıristiyanları red eden altmışüçüncü ayeti kerimesinde mealen, onlar yalan söylerken, rüşvet alırken, faiz yirken, alimleri ve zahidleri, onlara niçin mani' olmuyor? onları yaparken görüp de, men' etmemek, elbette çok kötü ve çok çirkindir ve yetmişdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, ba'zıları günah işlerken, başkaları görüp men' etmiyorlardı. men' etmeğe güçleri yetdiği halde susmaları, elbette çok fenadır buyuruldu. müslimanlığı bozmak isteyenlere, allahü tealanın emrlerini ayb ve çirkin göstererek ve haramlara, dinsizliğe moda ve asrilik gibi ismler takarak, müsliman evladlarını aldatmağa çalışanlara karşı susmak, bu din düşmanlarını cesarete getirir. işi azıtırlar ve islamiyyet yaralanır. müslimanların hep bu gevşekliği yüzünden değil mi ki, islam düşmanları, islam çocuklarını, açıkça dinsiz yapmağa, tutdukları, kurdukları yola sürüklemeğe çalışıyorlar. kurdlar gibi, kuzuları sürüden birer ikişer kopararak, harab ediyorlar. sizleri fazla sıkmak istemezdim. fekat, bu tüyler ürpertici haberi duyar duymaz aklım başımdan gitdi. faruki damarım harekete geldi ve bu yazılar kalemimden çıkdı. afv buyurmanızı umarım. allahü teala, sizleri ve doğru yola yapışanları ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekat izinde gidenleri selamete erdirsin! amin. ahmed faruki allahü teala hep vardır. hiç yok olmaz. herşeyi o var etmekdedir. yaratdıklarını her an varlıkda durdurmakdadır. hastalara şifa veren, insanlara ve hayvanlara rızk veren, açları doyuran, öldüren, gaybları bilen, herşeyi gören, işiten, herşeye gücü yeten yalnız odur. yimez, içmez, anası, babası, çocuğu, benzeri yokdur. zatında ve sıfatlarında hiç değişiklik olmaz. bu sıfatlar ona mahsusdur. bunlara denir. insanlar, ilaclar, makinalar, silahlar, birşey yaratamaz. onun yaratmasına sebeb, vasıta olmakdadırlar. o, sebeblere ve hiçbir şeye muhtac değildir. mahluklardan herhangi birinde, mesela insanda, bir hayvanda, güneşde, yıldızlarda, üluhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmağa denir. böyle inanan kimseye denir. böyle inandığı şeyi, allahü tealaya yapmış olur. bu şeye veya heykeline, resmine, mezarına karşı yalvarmak, dilekde bulunmak, ta'zim etmek, ona olur. o şey olur. böyle şeylerin bulunduğu yerlere, türbelere denir. üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmayıp da, allahü tealanın sevgili kulu olduğu için veya insanlara, memlekete, hizmet, iyilik etdiği için, kendisine, resmine ve mezarına ta'zim etmek, puta tapmak olmaz. böyle yapan, müşrik olmaz. isa aleyhisselam semaya çıkarıldıkdan sonra, onun peygamber olduğuna inananlar, kıyamet günü, kendilerine şefa'at etmesi için, onun resmlerine, heykellerine ta'zim etdiler. bu hurmetleri, ona tapınmak, onu putlaşdırmak olmadı. fekat, romadaki müşrikler, isevi olunca ve eflatunun felsefesi yayılınca, onda üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inananlar oldu. diyenler çoğaldı. böylece yayılan şirk, iznik meclisinde, resmi din yapıldı. bu müşriklere denildi. onun resmlerine, heykellerine ve denilen, dik iki çubuğa tapınıyorlar. kiliselerinin hepsi puthanedir. kiliseye, ayazmaya gidip, papazdan düa, şifa istiyen müsliman, müşrik olur. müşrik, kafirlerin en kötüsünden daha fenadır. kesdiği yinmez. kızı alınmaz. isevilerin ve yehudilerin hepsi, muhammed aleyhisselama inanmadıkları için oldu. bu kafirlerden, müşrik olmıyanlarına denildi. bunların kesdikleri yinilir. kız.shabı kiramları nikah edilir. kur'anı kerim, yehudilerin ve müşriklerin, müslimanlara düşman olduklarını bildiriyor. bunlar, yalan ve hilelerle ve hain planlarla, islamiyyeti içerden yıkmağa çalışıyorlar. bu işe, önce yehudiler, üçüncü halife osman radıyallahü anh zemanında başladı. sonra, hıristiyanlar, hücuma geçdi. eshabı kiramın yolunda olan veya ismindeki hakiki müslimanlara karşı, fırkalarını meydana çıkardılar. şi'ilik, eshabı kiram düşmanlığı demekdir. diyorlar. halbuki kur'anı kerim, eshabı kiramın, birbirlerini çok sevdiklerini ve hepsinin cennete gideceklerini haber veriyor. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem de, ve eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. hangi birisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz! buyurdu. hazreti aliyi çok seven müslimana denir. sünni müslimanlar, eshabı kiramın hepsini sevdikleri için, hakiki alevidirler. peygamberimiz, eshabı kiramın düşmanlarına dedi. rafizilerin cehenneme gideceklerini haber verdi. şi'iler, müslimanları aldatmak için, kendilerine alevi diyorlar. alevi olsalardı, hazreti alinin yolunda olurlardı. o, eshabı kiramın hepsini çok severdi. hazreti ebu bekrin halife seçildiğini işitince, hemen tasdik etdi. kızı ümmi gülsümü hazreti ömere vererek, kendine damad yapdı. imamı rabbani rahmetullahi aleyh farisi ve arabi ı, birinci cildinin ve bunun ismindeki türkce tercemesinin, sekseninci mektubuna ve ikiyüzaltmışüçüncü sahifeye bakınız! imamı rabbani hazretleri kitabının cil ektubunda buyuruyor ki: sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. t e n b i h eshabı kiramı kötüliyenler, yirmiiki fırkadır. en kötüsü allah, alinin içindedir. aliye tapmak, ona tapmakdır diyor. ikinci kısmı, bunları kötüliyor ve ali, allah olur mu? o, insandır. fekat, insanların en üstünüdür. allah, kur'anı kerimi ona gönderdi. cebrail de, iltimas edip, muhammede aleyhisselam getirdi. muhammed aleyhisselam, alinin hakkını yidi diyor. üçüncü kısm, bunları kötüliyor ve hiç böyle olur mu? bizim peygamberimiz, muhammed aleyhisselamdır. fekat, benden sonra, ali halife olsun dedi. eshabı kiram, dinlemeyip, diğer üçünü halife yapdı. aliyi dördüncüye bırakdı diyorlar. diğer üç halifeye, alinin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. eshabı kiramın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. kendi hakkını aramadı diye, aliye de radıyallahü anh çok kızıyorlar. bu üç kısmın hepsi kafir oluyor. diğer fırkalar da, ya kafir oluyor veya bid'at fırkası oluyor. allahü teala, hepsine hidayet versin! doğru yola gelmek nasib eylesin! bugün, iranın birçok köylerinde ve ırakda milyonlarca insan, zehrlenmiş, yolu şaşırmışlardır. bu sapıklarca en kıymetli kitab olan ismindeki yüz sahife kadar bir roman, elimize geçdi. istanbulda basılan bu kitab, harunürreşidin serayında, hüsniyye isminde bir cariyenin, ba'zı kimselerle yapdığı konuşmasını yazmakda imiş. bunun, murteza adında bir acem yehudisi tarafından, iranda yazıldığı, farisiden türkçeye çevrildiği anlaşılıyor. ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere bozuk ma'nalar vererek, vak'a ve hadiseleri yanlış anlatarak, eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ve ehli sünnet alimlerine saldırmakda, acıklı hikayeler uydurarak, cahilleri aldatmakdadır. mesela:imamı şafi'i bağdadda idi. ebu yusüf de kadi idi. aralarında çok düşmanlık vardı diyor. ictihaddan haberi olmadığı için, ictihaddaki ayrılıkları, düşmanlık sanmakdadır. diyor. imamı şafi'inin büyüklüğünü bilmediği için, sıkılmadan böyle yazıyor. halbuki, ferideddini attar rahmetullahi aleyh da diyor ki: imamı muhammed şafi'i rahimehullahü teala, onüç yaşında iken, haremi şerifde, derdi. onbeş yaşında iken fetva verirdi. zemanının en büyük alimi olan ve üçyüzbin hadisi ezber bilen imamı ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala, ondan ders almağa gelirdi. çok kimse, imamı ahmede, dediklerinde, bizim ezberlediklerimizin ma'nalarını o biliyor. eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacakdım. o, dünyayı aydınlatan bir güneşdir, ruhlara gıdadır derdi. bir kerre de, fıkh kapısı kapanmışdı. allahü teala, bu kapıyı, kullarına, şafi'i vasıtası ile tekrar açdı demişdir. bir kerre de, dedi. imamı ahmed, yine buyurdu ki, hadisi şerifinde bildirilen alim, imamı şafi'idir. süfyanı sevri rahimehullahü teala diyor ki, . abdüllahi ensari rahimehullahü teala diyor ki, şafi'i mezhebini iyi bilmiyorum. fekat, imamı şafi'iyi çok severim. çünki, hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum. imamı şafi'i birgün ders verirken, yerinden birkaç kerre kalkdı, oturdu. sebebini sorduklarında, bir seyyid çocuğu, kapının önünde oynuyordu. karşımdan geçdikçe, ona saygı olarak kalkıyorum. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem torununu görüp de, kalkmamak caiz olmaz dedi. hüsniyye kitabını yazanın bundan haberi olsaydı, demekden haya etmesi lazım gelirdi. rebi' bin haysem rahimehullahü teala diyor ki, rü'yada, adem aleyhisselamı ölmüş gördüm. zemanımızın en büyük alimi vefat edecekdir dediler. çünki, ayeti kerimede, ilmin adem aleyhisselamın hassası olduğu bildirildi. birkaç gün sonra, imamı şafi'i vefat etdi.hüsniyye, mezhebini izhar edip, muhabbeti ehli beyti resul olduğunu beyan edip, bir derece mücadele ve mübaheseye başladı. ulema cevab vermeğe kadir olamadılar diye yazıyor. ehli beyti resulün ve eshabı kiramın hepsinin i'tikadı aynı idi. hepsi kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin bildirdiği yolda idi. nitekim, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabım, gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız, doğru yolda gitmiş olursunuz! buyuruyor. eshabımın ba'zısı veya yalnız ehli beytim yıldızlar gibidir demiyor. eshabım buyurarak, hepsinin aynı i'tikadda olduğunu bildiriyor. bunlar ise, kendi yanlış hikayelerine, bozuk inanışlarına, diyerek, yurdumuzdaki müslimanları aldatmağa çalışıyorlar. o meclisde, bir alim bulunsaydı, bu cariye rezil olur, ağzını açamazdı. alimler cevab veremedi diyerek, ehli sünnet alimlerini lekelemeğe yeltenmekdedir.alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etdiğini ve çocuğun imanının makbul olduğunu, yalan yanlış isbata kalkışıyor. bunun için, hilafet onun hakkıdır, diyerek alimleri susdurdu diyor. ehli sünneti, sanki hazreti alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etmiş olduğuna inanmıyormuş gibi göstererek, ehli sünnet alimlerini rezil etdi diyor. halbuki, ehli sünnet kitablarının hepsi, imamı alinin radıyallahü anh çocuk iken iman etmekle şereflendiğini uzun uzun yazarak, o allahın arslanını medh ve sena etmekdedir. bir sahifede ali, resulullahdan sonra, enbiyai mürselinden efdaldır. imam vasıyyi resul ve suhufi münzelenin ve tevrat, zebur, incil ve fürkanın hafızıdır. ebu bekr ise, kırk yaşında latü uzza denilen heykellere ibadeti terk ederek islama gelmiş ise de, çok def'a resuli hudaya muhalefetde bulunmuşdur ve cildi, kanı şerab ile beslenmiş iken, onun imanına i'tibar edip. hanedanı nübüvvetin ma'sumlarının imanına i'tibar olunmaz dersiniz ve buğzu adaveti hanedanı, kalbinizde saklarsınız diye, ehli sünnete saldırıyor. allahü teala, kur'anı kerimin birçok yerinde, mesela en'am suresi, seksenaltıncı ayetinde, bildirmekdedir. hazreti alinin radıyallahü anh, peygamberlerden yüksek olduğunu söylemek, kur'anı kerimi inkardır ki, küfr olur. diğer semavi kitablar, nazm olmadığı gibi kimsenin ezberinde değil idi. nitekim, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bile tevratdan sorulan üç suale üç gün cevab vermeyip, cebrail aleyhisselamın cevab getirmesini bekledi ve üç gün üzüldü. bütün müslimanlar da, çok üzüldü. sonra, kehf suresi gelerek, tevrata uygun cevab verildi. hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh çocuk iken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem arkadaşı idi. o zemandan beri sevişiyorlar, beraber yaşıyorlardı. her ikisinin de, hiç şerab içmediği, puta tapınmadıkları kitablarda yazılıdır. mesela, adındaki kitabda diyor ki, kadi ebülhasen, ebu hüreyreden radıyallahü anh haber veriyor. resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ile oturmuşduk. ebu bekr radıyallahü anh dedi ki, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! senin hakkına yemin ederim ki, ömrümde hiç puta tapmadım. hazreti ömer buyurdu ki, niçin, resulullah hakkına diyorsun? bu kadar sene cahillik zemanı geçirdik. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh buyurdu ki, babam ebu kuhafe, beni heykellerin dikili olduğu yere götürdü. seni yaratan, kurtaran bunlardır. bunların önünde eğil dedi. kendisi gitdi. puta, karnım aç. bana birşey ver, yiyeyim dedim. cevab vermedi. su, elbise istedim. ses vermedi. sana taş atarım. gücün varsa, atdırma dedim. ses çıkmadı. taş atdım. yüz üstü düşdü. babam gelip görünce şaşırdı. beni eve götürdü. annem, buna birşey demiyelim dedi. ebu bekr, sözünü bitirince, resul aleyhisselam, buyurdu. ebu bekri sıddik radıyallahü anh bütün servetini, canını, evladını, herşeyini ona feda etmişdi. hadisi şerifi, onun, bütün eshabdan üstün olduğunu göstermeğe yetişir. halbuki, efdal olduğunu bildiren, daha nice hadisi şerifler var. bunların birkaçı, senedleri ile birlikde kitabında yazılıdır. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hiç muhalefetde bulunmamış, ictihadları bile, hep ona uygun olmuşdur. hatta, onun bir hatası ile, bütün ibadetlerini değişmeği istemişdir. ehli sünnet kitabları, ehli beytin sevgisi ve saygısı ile doludur. buğzu adavet ediyorsunuz demesi, bu kitabın, ehli sünnete karşı ne kadar haince, alçakça iftiralarla dolu olduğunu göstermekdedir. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala yazdığı tefsir ve hadis kitablarında, hazreti aliyi radıyallahü anh medh eden haberler o kadar çokdur ki, bunlardan birkaçını işitmiyen bir müsliman yokdur. mesela, abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma buyurdu ki: resulullahdan işitdim ki, buyurdu. onu sevmek, onu ve sözlerini, doğru olarak öğrenip, öyle olmağa çalışmak demekdir. bir sahifede ehli sünnet, şer ve isyan, küfr ve fısk, allahın kaza ve kaderi iledir, rızası ile değildir diyor. bu sözleri bir hakimin kendi hükmüne razı olmamasına benzer. bu sözü edenler, kendi küfrlerine zahib oldukları için, küfrü, kafirliği de kaza ve kadere bağlayıp, kendi kabahatlerini örtmek istediler. bu ise iblis mezhebidir diyor. böylece, kaza ve kadere inanmıyor. imamı ca'fer sadıka da inanmamış oluyor. herşeyi allahü tealanın yaratdığını bildiren ayeti kerimeleri, evirip çevirip, kendine göre ma'nalar çıkarıyor. halbuki, bu ayeti kerimelerin hakiki ma'nalarını şerhi olan şeyhzade tefsiri, akl sahiblerini hayran bırakacak şeklde yazmakdadır. hüsniyye diyormuş ki,beş yaşından yirmi yaşına kadar, imamı ca'fer sadıkın aleyhisselam evinde idim. bu bilgileri hep ondan öğrendim. küfrüne, yalanlarına herkesi inandırmak için, o büyük imama da iftira ediyor. halbuki, imamı ca'fer sadıkın radıyallahü anh kaza kader hakkındaki sözü ın cild. mektubunda uzun yazılıdır. irade ile rızayı birleşdirmek için, hakimin hükmünden razı olmaması muhaldir demesi de, bozuk bir düşüncedir. çünki, hakimin, doğru olan hükmlerinden razı olmaması, elbette muhaldir. allahü tealanın da, ita'at etmekden, sevab işlemekden, hayrdan razı olmaması muhaldir. çünki, razı olacağını bildiriyor. fekat, hakim, zor ile veya hata ile verdiği hükmünden hatasını anlayınca nasıl razı olabilir? irade etmiş, hükm etmiş ise de, razı olamaz. sahibi siracüddin ali bin osman uşi, adındaki çok kıymetli kasidesinin üçüncü beytinde, . herşeyi, her işi irade, ezelde takdir eder diyor. bu kasideyi, birçok alim şerh etmişdir. seyyid ahmed asım efendi türkçeye terceme ve şerh ederken diyor ki, kader, allahü tealanın ilerde olacak herşeyi ezelde bilmesidir. kaza, bu bildiklerini levhil mahfuzda göstermesidir. keşşaf şarihi ba'zılarına göre, kader, genel emrdir. kaza bunların birer birer meydana gelmesidir. mesela kaderdir. her canlının ölmesi kazadır dedi. kitabını şerh eden şemseddin mahmud bin abdürrahman isfehani buyuruyor ki, kader, her şeyin levhil mahfuzda toplu, kısaca varlığıdır. kaza da, bunların, şartlarının ve kendilerinin birer birer, zemanlarında yaratılmasıdır. kader, bir anbar buğdaya benzer. kaza, ölçü ölçü alıp sarf etmekdir. kader ve kaza kelimeleri, birbirinin yerine kullanılmakdadır. kader: ahmed kendi arzusu ve kudreti ile müsliman olur. kirkor, kendi isteği, beğenmesi ile küfrü tercih eder şeklindedir. bunu gösteren ayeti kerimeler çokdur. kaza kader üzerinde kitabında geniş bilgi vardır. bunu iyi okuyunca, hüsniyye kitabını hazırlıyan yehudinin, bir canbaz gibi, bir gözbağlayıcı gibi yapdığı bozuk isbatlar kolayca anlaşılır. tefsir bilenler, bu kitabın ayeti kerimelere, ilme, akla uymıyan ma'nalar verdiğini hemen anlar ise de, tefsirden ve yirmi ana ilmden haberi olmıyan cahiller, gibi ilavelere aldanarak inanır. onun için, böyle, yalan, bozuk kitabları, mecmu'a ve gazeteleri hiç okumamalıdır. bunları okumamak, kendini kafir olmakdan kurtarmak demekdir. bir yerinde demişdi ki: ey ebu hanife! sen insanda ihtiyar olmadığını söyliyorsun. eşekler senden daha akllı ve faziletlidir. çünki, geçilemiyecek dereye ne kadar zorlansa girmez! bu söze ibrahim halid, cevab veremedi. harun reşid ve yahya bermeki güldü diyor. kaderiyye mezhebinin, bu ümmetin mecusileri olduğunu bildiren hadisi şerifi de yazıp, günah işleyip, bu iş allahdandır, ezelde yazılmışdır, diyenler, kaderiyyedir. islamdan önce kureyş müşrikleri cebri mezhebinde idi. islam bu mezhebi kaldırdı ise de, emirül'mü'minin hazreti alinin şehadetinden sonra, mu'aviye ve yezid aleyhilla'ne zemanında bu mezheb, tekrar meydana çıkdı ve ehli sünnete miras kaldı diye yazıyor ve çocuk sözü gibi akla ve nakle uymıyan söz ve misallerle isbata kalkışıyor. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, insanda ihtiyar yokdur dememişdir. cebriyye mezhebinin kafir olduklarını bildirmişdir. bu kitabının böyle hayasızca iftiralarına ancak, ehli sünnet kitablarını hiç okumamış cahiller inanır. kaderiyye mezhebi, mu'tezile mezhebinin bir ismidir. şi'ilerin de bu mezhebde olduğu, bu kitabdan anlaşılmakdadır. kaza ve kadere inanmadıkları için, insan istediğini elbette yapar, yaratır dedikleri için, mu'tezile mezhebine de denir. ya'ni kadere inanmıyanlar kaderiyyedir. inananlar, ehli sünnetdir. muhammed bin abdülkerim şihristani, kitabında diyor ki: mu'tezile mezhebinin reisi olan vasıl bin ata ve onun izinde bulunanlar diyor ki: insan, ihtiyari, ya'ni istekli hareketlerini kendi yaratır. allahü teala, kullarına faideli işler yapmağa mecburdur. iyilere sevab, kötülere azab vermesi lazımdır. allah birdir. ayrıca sıfatları olamaz. kur'an, harf, kelime ve sesdir. bunlar ise, mahluk, sonradan yaratılmışdır. insan iyi, kötü, bütün işlerini kendi yaratıyor. allahü teala, şerleri, kötü şeyleri, günahları, küfrü yaratır demek, doğru değildir. bu sözler, onu kötülemekdir. çünki, zulmü yaratan, zalimdir. allahü teala, zalim olmaz. diyor. bunların bu sözleri yanlışdır. iş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. insan mahluk olduğu gibi, küfrü, imanı, ibadeti ve isyanı da mahlukdur. saffat suresi, doksanaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ehli sünnet alimlerinden imamı beydavi rahmetullahi aleyh, bu ayetin tefsirinde yapdığınız şeyler, insanın fi'li, hareketi ile olduğu için, insanın işi olur. fekat, hareket kuvvetini veren, iş için lazım olan şeyleri yaratan, allahü tealadır demekdedir. kaderiyye, herkes, kendi işinin halıkıdır dediği için, bu ümmetin mecusileri olmuşdur. ehli sünnet, halık birdir diyor. mecusiler, halık ikidir dediler. mevlana halidi bağdadinin rahimehullahü teala arabi kitabında, iradei cüz'iyyeyi uzun bildirmekdedir. abdülhamid harputi rahmetullahi aleyh bu kitabı şerh ederek ismini vermişdir. bu şerh de istanbulda tab' edilmişdir. mevlananın risalesi de senesinde, mearif nazırı safvet paşanın zemanında, kitabının sonunda, taş baskısı ile, istanbulda basılmışdır. kitabının dokuzuncu mektubu bu risaledir. bu risalede buyuruyor ki: yeri ve gökleri yokdan var eden, insanları ve hayvanları ve bunların hareketlerini, işlerini yaratan allahü tealaya hamd olsun. allahü teala, birşeyi yaratmak istediği zeman ona der, hemen var olur. efendimiz, büyüğümüz, veber ve meder ehalisinin en iyisi olan muhammed aleyhisselama ve aline, akrabasına ve eshabına düalar, selametler ve iyilikler olsun! ey müsliman! allahü teala, zihnini açsın! doğru yolda gitmeni nasib eylesin! iyi bil ki, müslimanların her fırkası, her kısmı, hatta felsefeciler ve başka dinlerde bulunanların çoğu, hayvanların hareketlerinden başka, her varlığı, herşeyi hareket etdiren, te'sir eden yalnız bir kuvvet vardır, bu da, bir olan allahü tealadır, demişlerdir. hayvan ve insanların hareketlerini de onun yaratdığı şübhesizdir. ya'ni, hem şu'urlu olan mesela hastalık, sıhhat, uyku, uyanıklık gibi, hem de, şu'ursuz olan mesela büyümek, gıdaların hazm olması gibi, tabi'i hareketlerini, ya'ni iradelerine, isteklerine bağlı olmıyan hareketlerini, hep allahü teala yaratmakdadır. hayvanların ve insanların ihtiyari hareketlerine, ya'ni iradeleri, istekleri ile yapdıkları hareketlerine gelince, bunların meydana gelmesi başka başka anlatılmakdadır. mesela, cebriyye fırkası, ihtiyari hareketlerin de, yalnız allahü tealanın kudreti ile olup, kulun hiç kudreti olmadığını söyliyor. i'tikad imamlarımızdan ebülhasen ali eş'ari rahimehullahü teala de allahü tealanın kudreti ile olup, kulun kudretinin karışmadığını bildirmekdedir. mu'tezile fırkası ise, yalnız kulun kudreti ile ve ihtiyarı ile olduğunu, felsefeciler de, kulun kudreti ile olduğunu ve kulun, bunu yapmağa mecbur olduğunu söylemekdedir. haremeyn imamı denmekle meşhur, abdülmelik cüveyni radıyallahü teala anh için de böyle derdi, deniliyorsa da, doğru değildir. nitekim alim, arif muhammed bin yusüf sinnusi rahimehullahü teala kitabında ve sa'deddini teftazani rahimehullahü teala de kitabında bunun doğru olmadığını açıkça yazmakdadır. i'tikad alimlerimizden üstad ibrahim bin muhammed isferaini rahimehullahü teala ise, işin meydana gelmesi, hem allahü tealanın, hem de kulun kudretlerinin te'siri iledir diyor. kadi ebu bekr bakıllani rahimehullahü teala, işi yapan, allahü tealanın kudreti olup, kulun kudreti de, işin sıfatına, haline, iyi veya kötü olmasına te'sir etmekdedir, diyor. i'tikadda mezhebimizin imamı, muhammed bin mahmud ebu mensur matüridinin rahimehullahü teala de böyle buyurduğunu, kemaleddin muhammed ibnülhümam rahimehullahü teala kitabında ve kemaleddin muhammed ibni ebu şerifi kudsi rahimehullahü teala kitabında ve molla fenarinin torunlarından hasen çelebi bin muhammed şah rahimehullahü teala haşiyesinde ve müdekkik gelenbevi rahimehullahü teala de şerhinde bildirmekdedirler. mevlanadan bu kadar terceme edildi. ehli sünnet alimlerinden imamı birgivi rahimehullahü teala, türkçe kitabında ehli sünnetin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıkları doğru ma'nayı kısa ve açık olarak, pek güzel yazmakdadır. kadizade şerhi yirmidördüncü sahifede buyuruyor ki: allahü teala müriddir. ya'ni irade sıfatı vardır. dilediğini yapar. var olmasını dilediğini var eder. var olmasını dilemediği, var olmaz. hiçbir şeyi yapmak, ona lazım değildir. bir kimse, ona güç ile birşey yapdıramaz. çünki allahü teala, herkese galibdir. kimse, ona galib olamaz. aciz değildir. herşey, onun dilemesi ile var olmakdadır. iman, ita'at gibi iyilikler ve küfr, isyan gibi bütün kötülükler, hep onun iradesi ile var olmakdadır. mu'tezile fırkası diyor ki, allahü teala, kötülüklerin, günahların yapılmasını dilemez ve yaratmaz. bunları insanlar ve şeytan yaratmakdadır. çünki, kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olur. allahü teala ise, hiç kötülük yapmaz. ehli sünnet, bunlara şöyle cevab verdi ki, kötülükleri yaratmak, kötülük yapmak olmaz. insanların kötülük işlemesi, kötülük olur. mu'tezile dedi ki, allahü teala, kötülükleri ve küfrü takdir etse, murad etse idi, insanların küfre, kötülüklere razı olması, bunları beğenmeleri icab ederdi. çünki, kazaya rıza göstermek lazımdır. ehli sünnet, şöyle cevab verdi ki, küfrün kendisi, allahü tealanın kazası, takdiri değildir. makdisidir. ya'ni, kaza olunan şeydir. kaza etmesine rıza lazımdır. fekat, makdiye rıza lazım değildir. allahü teala, herşeyi halk ve takdir ederim. küfre razı değilim buyurdu. mu'tezile, allahü teala kötülük yapılmasını dilese idi, kötülük, küfr ve isyan yapınca, sevab kazanılırdı. çünki, allahü tealanın dilediğini yapmış olurlar. dilediğini yapmak, emrini yapmak demekdir dedi. ehli sünnet dedi ki, ita'at etmek için, sevab kazanmak için, ancak emrleri yapmak lazımdır. irade edileni yapmak, ita'at etmek olmaz. mu'tezile alimlerinden, rey şehrinin kadisı abdülcebbar hemedani, vezir sahib bin ibadın odasına geldi. içeride, ehli sünnet alimlerinden ebu ishak isferainiyi rahimehullahü teala görünce aralarında, şöyle bir konuşma geçdi. ab. ceb. allahü teala, kötülükleri, günahları irade etmez, istemez ve yaratmaz. bunları, kötü insanlar ve şeytan yaratır. ebu ishak hayrların ve şerlerin hepsini allahü teala yaratır. onun mülkünde, yalnız onun dilediği var olur. ab. ceb. rabbimiz, kendine isyan olunmasını diler mi? ebu ishak allahü teala, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kullar güç ile, zor ile, ona isyan mı edebilir? kullar, iradei cüz'iyyeleri ile küfr, günah, kötülük yapmak ister. hak teala da dilerse, onların istediğini yaratır. ab. ceb. allahü teala bir kimseye hidayet dilemese, onun küfr, kötülük yapmasını takdir ve kaza edip yaratsa, buna iyilik mi etmiş olur, yoksa kötülük mü? ebu ishak eğer kulun hakkını vermeği dilemezse, kötülük olur. fekat kendi hakkını almağı dilemezse kötülük olmaz. zerre kadar iyilik yapana karşılığını verecekdir. kimsenin iyiliği karşılıksız kalmıyacakdır. küfrden başka kötülüklerin birçoğunu da afv eder. küfrü dilemesine gelince, hak teala alimdir. ilerde olacak herşeyi bilir. hakimdir, herşeyin en iyisini yapar. dilediği kulunu rahmetine kavuşdurur ve hidayet ihsan eder. hiçbir şeyi yapmağa mecbur değildir. nitekim, kur'anı kerimde fatır suresi, sekizinci ayeti kerimesinde mealen, dilediği kimseleri iğri, sapık yolda bırakır. dilediği kimselere hidayet eder. doğru, iyi yolu gösterir buyuruldu. ya'ni, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. kulun iradesi yaratmağa sebebdir, vasıtadır. mü'minler iradei cüz'iyyeleri ile imanı ve ita'atı dileyince, allahü teala da diler ve yaratır. eğer, allahü teala da dilemeseydi, kimse mü'min olmaz, ita'at etmezdi. kafir küfrünü ve fasık günah işlemesini dileyince, o da irade ederse, yaratır. eğer dilemezse, kimse kafir ve fasık olamaz. yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. hak teala da dileyince var olur. allahü teala, şerleri, kötülükleri de diler ve yaratır. fekat, bunları sevmez, razı olmaz. hayrları, iyilikleri ise hem diler, hem de razı olur, beğenir ve yaratır. allahü teala dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. insanların yapdıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep onun dilemesi ile oluyor. kullar birşey yapmak irade edince, o irade etmezse o iş olmaz. o da dilerse, olur. var olmasını dilemediği şey, var olmaz. var olursa, acz, gücü yetmemek olur. allahü tealanın herşeye gücü yeter. dilese bütün insanlar ve cinniler mü'min olup ita'at eder. dileseydi, hepsi kafir olurdu. sual: herşey, onun dilemesi ile oluyor. kafirlerin küfrünü dilemişdir. onlar, bu iradeye karşı gelemezler. bunun için zor ile kafir oluyorlar. onlara iman etmelerini emr, olmayacak şeyi istemek olur. onların iman etmesini emr ediyor da, niçin iman etmelerini dilemiyor? herkesin iman etmesini emr ediyor da, niçin herkesin iman etmesini irade etmiyor, dilemiyor? cevab: allahü tealaya, yapdığı şeyleri beğenmiyerek, bunların sebebi sorulmaz. allahü teala, ileride olacak herşeyi ezelde, sonsuz geçmişde biliyordu. ilmi, olacak şeylere tabi'dir. ya'ni nasıl olacaklar ise, öylece bilmişdir. öyle olacakları için öyle bilmişdir. yoksa, öyle bildiği için, öyle olmağa mecbur olmuyorlar. işte, allahü tealanın iradesi, bu ilmine uygun oluyor. kudret ve tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor. kullarda, iradei cüz'iyye, ya'ni seçmek, dilemek vardır. birşeyi yapmak isterler veya istemezler. ehli sünnetin iki imamından ebu mensur matüridi rahimehullahü teala buyuruyor ki, iradei cüz'iyye, başlı başına bir varlık değildir. dışarda var değildir. kudreti ilahiyye ile ilgisi yokdur. allahü teala, filan kimsenin günah işlemek isteyeceğini ezelde biliyordu. o kimse, isteyince, allahü teala da diler ve yaratır. günah hasıl olur. kulun iradesi, allahü tealanın kazasına, takdirine ve yaratmasına sebeb olmakdadır. insanların yapamıyacağı şeyler, üç dürlüdür: o şeyin kendi yapılamaz. iki cismi, bir anda, bir yerde bulundurmak gibi. şişeden suyu çıkarmadan, başka sıvı doldurulamaz. kendi yapılabilir. fekat adetde kullar yapamaz. bir dağı yerinden kaldırmak gibi. yapılabilir. fekat, allahü teala, kulun yapmıyacağını bildiği için, kul onu dilemez. allahü teala, birinci ve ikinci kısmları emr etmedi. üçüncü kısmın yapılmasını emr etmekdedir. mesela, ebu cehlin iman etmiyeceğini ezelde bildiği ve küfrünü dilediği halde, iman etmesini emr etdi. demek ki, insan yapmağı ve yapmamağı seçmekde, dilediğini yapmakdadır. kulun bu dilemesi, allahü tealanın irade etmesine ve yaratmasına sebeb olmakdadır. kul, hayr işlemek isteyince, o da ister ve yaratır. kötülük işlemek dileyince, o da ister ve şerri yaratır. kimseyi zor ile kafir yapmaz ve kimseye zor ile günah yapdırmaz. allahü tealanın adeti ilahiyyesi şöyledir ki, herşeyi sebeb ile yaratmakdadır. insanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmağa sebeb kılmışdır. imanı, hayrı, sevabı kullarına bildirmek için peygamberler aleyhimüsselam gönderdi. iman etmeği ve ibadet ve iyilik yapmağı emr etdi. küfrü ve günah işlemeği, kötülük yapmağı yasak etdi. insanlara akl verdi. aklı olana emr etdi. allahü teala, dilediğini yaratır. yaratdığı herşeyde nice faideler vardır. ya'ni hakimdir. insan aklı bunları anlayamaz. akl ancak alışdığı, duygu organları ile aldığı bilgileri ölçer, kavrar. kafirleri yaratdığında, bunlara uzun ömr, bol rızk, mevkı', rütbe verdiğinde, küfrlerini, kötülük yapmalarını dilediğinde ve yılanları, hınzırları, zehrleri yaratdığında sayısız hikmetler, faideler vardır. faidesiz birşey yapmak sefahetdir, aşağılıkdır. allahü tealanın her yaratdığında, çeşidli faide vardır. iradesi onun sekiz sıfatından biri olup kadimdir, hep var idi. ezelde kendi de, sekiz sıfatı da hep var idi. sonradan olma değildirler. müşebbihe fırkasından kerramiyye adındaki zındıklar, irade sıfatı kadim değil hadisdir, ya'ni sonradan olmadır dedi. kafir oldular. sekiz sıfatdan birine kadim değil, hadis diyen kafir olur. allahü teala, herşeyi tekvin sıfatı ile yaratmakdadır. tekvin var etmek demekdir. yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cismleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız odur. ondan başka yaratıcı yokdur. ondan başkasına yaratıcı denemez ve kimseye, bir şey yaratdı denemez. kur'anı kerimde mealen, buyuruluyor. bir ayeti kerimede mealen, ve yasini şerifdeki bir ayeti kerimede mealen, buyuruldu. karada, denizlerde, havada yaşıyan hayvanların ve insanların, meleklerin ve cinnilerin, ya'ni her var olanın kendisini ve hareketlerini ve işlerini ve durmalarını, ibadetlerini ve günahlarını, iyiliklerini, zararlarını, küfrlerini ve imanlarını yaratan odur. mu'tezile diyor ki, kullar, işlerini kendileri yaratır. hak teala, kullara çok kudret verip, kendi işlerini kendileri yaratır. hayvanlar da böyledir. bu sözleri yanlışdır. insanlar ve hayvanlar, iradei cüz'iyyeleri ile bir işi yapmağı diler. bu dilemeğe denir. allahü teala da, dilerse, bu işi yaratır. kul birşey yaratamaz. bizim risalemizde bunu uzun açıkladık. elin, ayağın kımıldamasını, dilin söylemesini, gözün açılıp kapanmasını ve görmesini yaratan odur. sineklerin, böceklerin, mikrobların, yıldızların, rüzgarların hareketlerini yaratan yalnız odur. insanların, hayvanların, cinnilerin ve ruhlarımızın rızkını yaratan, gönderen odur. halala da, harama da rızk denir. mu'tezile, haramdan gelen, rızk değildir, dedi. bu sözleri yanlışdır. her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. kimse kimsenin rızkını yiyemez. rızk, ibadet yapmakla artmaz, bereketlenir. allahü teala herkesin rızkını ezelde takdir, ta'yin etmiş, ayırmışdır. bu, artmaz ve azalmaz. canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız odur. mikroblar, tabib ve azrail aleyhisselam, birer sebebdir. bunlar te'sir edince, işi yaratan, bunlara te'sir veren odur. ateşde yakmak, karda soğutmak, hassalarını hep o yaratmakdadır. ateş, kar, elektrik, görünen sebeblerdir. allahü tealanın adeti olan vasıta ve şartlardır. duygu organlarımızı, bunlardaki duyma kuvvetlerini, hücrelerdeki beslenme, üreme, zararlı maddeleri çıkarma, oksidlenme ve osmoz olaylarını, kalbi, kanı, kan sisteminin, öteki doku ve organların ve sistemlerin çalışmalarını, aralarındaki düzeni yaratan hep odur. komünistler, kitabsız kafirler ve çok eskiden beri gelen zındıklar sapıklar diyor ki, her madde ve kuvvet, kendi özelliği ile kendisi te'sir eder. mesela, ateş yakıcıdır. her zeman, elbette yakar. bu sözleri çok yanlışdır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, sebeblerin te'siri kendiliğinden değildir. sebebleri var edince, bunların te'sirini, işlerini de hemen yaratması, onun adetidir. ateşde yakmak özelliğini yaratmasa, hiç yakamaz. ateşe düşen kimseyi, o istemezse, ateş yakmaz. maddenin kendinde özellik yokdur. maddenin özelliklerini, sebeblerin te'sirlerini ve işlerini, hak teala yaratıyor. o dilemezse, bu özellikleri ve te'sirleri yaratmaz. dileseydi, karda sıcaklık, ateşde soğukluk yaratırdı. kılıcın kesmesini, merminin delmesini, zehrin öldürmesini yaratan odur. denize düşende boğulmayı yaratıyor. dilerse boğulmaz, sağlamlaşır. kuşun, tayyarenin uçmasını, yaratan odur. bu özellikleri, kuvvetleri yaratmasa, uçurmaz. hastalıkları, çeşidli ilaçlarda çeşidli hassaları yaratmakdadır. ibrahim aleyhisselam, nemrudun ateşinde oturdu. hiç yakmadı. eğer yakmak, ateşin tabi'atı, özelliği olsaydı elbette yakardı. yakmağı yapan, ateş değildir. allahü teala yakdırmakdadır. allahü teala, maddelerde dilediği özelliği, işi, yaratır. yaratdığı iş, maddeden hasıl olur. fekat, allahü tealanın hikmeti ve adeti şöyledir ki, her maddeye belli özellik, belli etki vermişdir. maddeleri, birbirlerinin değişmesine sebeb kılmışdır. buğday tohumundan buğday, arpadan arpa yaratır. insandan insan, hayvandan kendi cinsini yaratır. veba basilinden ta'un, menengokokdan menenjit yaratır. atomlar arasındaki elektron alışverişini, radioaktiviteyi ve çekirdek reaksiyonlarını, her maddede başka şeklde yaratıyor. yemek ile karın doymasını yaratıyor. eğer doymak yaratmasa, tonlarca yisek doymazdık. susuzluk yaratmasaydı, hiç su içmesek susamaz idik. ondan başka yaratıcı yokdur. her var olanı, o yaratmışdır. maddeleri hareket etdirir. yerlerini değişdirir. bir zemandan, başka zemana götürür. bir halden başka hale döndürür. akllara hayret verecek şeyler yaratır. bir damla meniden ve görülemiyen spermatozoidden bir olgun insan yaratır. nuh aleyhisselam gibi büyük bir peygamberden, ken'an adında asi, kafir ve ahmak bir oğul yaratır. ebu cehl gibi taş yürekli, örümcek kafalı bir kafirden, ikrime gibi bir mü'min oğul yaratır. elinin, dilinin, vücudunun her zerresinin düzgün yapıları, özellikleri ve hareketleri ile, onun varlığını, iradesini, kudretinin büyüklüğünü anlatan, i'lan eden alçak bir kafirin kalbinde küfr yaratır. bunların, söz ile, yazı ile, rütbe ve mal gücü ile, dine saldırmalarını yaratır. kendi mahlukunu, eserini kendine düşman yapar. insanların yüreğinde yerleşdirdiği, gönül adındaki bir cevherin, kuvvetin ba'zısını nurlandırarak, temizliyerek, kendine ayna yapar. ba'zısını da, karartarak, küfr ve kötülük deposu yapar. en küçük zerre olan, mikroskobda bile görülemiyen atomun derinliğinde, çekirdeğinde, dağları deviren nükleer kuvvetler yaratır. pancarda şeker yaratır. yaprakda fotosentez, özümleme kuvveti yaratır. arıda bal yaratır. bir buğday danesinden, nice buğday yaratır. cansız yumurtada, canlı hayvan yaratır. çiçeklerde esanslar, güzel kokular yaratır. kuru ağaçda, yapraklar, çiçekler, meyveler yaratır. su içinde hayvanlar, çiçekler, ağaçlar yaratır. acı su içinde tatlı su yaratır. kimya reaksiyonları ve nice fizik ve kimya özelliklerini yaratır. toprağı bitki haline, bitkiyi hayvan haline döndürür. insanları, hayvanları çürütüp toprak maddelerine, su ve gazlara döndürür. herşeyin tersini de yapdığı, reversibl tepkimeler yapdığı gibi, bunun da ters, geri dönen halini yaratır. bu kainat fabrikasında herşeyi, hesablı, düzenli yaratmakdadır. gelişi güzel, yıkıcı, bozucu görünen değişmelerin, hepsinin de çok hesablı, çok ahenkli, bağlılıklar, akllara hayret veren bir düzen içinde yaratıldığı, fen ışığı altında, günden güne daha iyi anlaşılmakdadır.ya resulallah! yetmişüç fırkadan kurtulan fırkai naciyye hangisidir? dediklerinde: ehli beytim nuhun gemisi gibidir. ona binen kurtulur buyurdu diyor. halbuki, bunu başka zeman buyurmuşdu. bu suale cevab olarak, buyurduğu, kitablarda yazılıdır. hadisi şerifleri de sıkılmadan değişdirmekdedir. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ve eshabı kiramın yolunda olan doğru imanlı müslimanlara denir.cemi'i eshab ne mu'tezili, ne şafi'i, ne maliki, ne hanefi ve ne de hanbeli idi. fırkai vahide ve naciyye, resulullahın ve ehli beytin yolunda olanlardır. ehli beyti resul yolunda olmıyan, kurtulamaz diyerek kendilerinin ehli i'tikadında olduğuna inandırmak istiyor. halbuki, ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in i'tikadı, hazreti alinin radıyallahü anh i'tikadıdır. ya'ni eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in i'tikadıdır. bu da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği i'tikaddır. binlerle alimi bu i'tikadı toplamış, herbirini kitablarına, vesikaları ile yazmışdır. ictihad derecesine yükselmemiş, din bilgisinde ihtisas kazanmamış birkaç kimse, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden bozuk ma'nalar çıkararak, bu uydurma ve gülünç sözlerine, ehli mezhebi demiş, herkesi inandırmak istemişdir. islam düşmanları da, bu fitneyi alevlendirmiş, sinsice kitablar yazmışlardır. imamı azam ebu hanife, ilminin büyük bir kısmını, hocası olan ehli beytin göz bebeği, imamı ca'fer sadıkdan öğrenmiş ve öğrendiği bilgileri talebesine bildirmişdir. o halde demek, ya'ni imamı alinin yolunda ve ehli mezhebinde demek, ehli sünnet demekdir. ehli sünnete alevi demek yerinde olur. şimdi iranda, suriyede ve ırakda kendilerine diyenler, alevi değildir. kitabı altıyüzyedinci sahifesinde diyor ki: eshabı kiramın inanışı, hep birbiri gibi idi. çünki, hepsi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla ve hizmetini yapmakla şereflendi. bu sohbetin ışığı altında şübheleri kalmadı. kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin ma'nasını iyi anladılar ve tam inandılar. sahabei kiram kalmayınca, yer yer cahiller, nefslerine aldananlar türeyerek, yanlış söylemeğe ve yazmağa başladı. herbiri yoldan çıkdı. birçoklarını da yoldan çıkardı. bid'atler, yanlış yollar, ortalığa yayılmağa başladı. ehli islam, yetmişüç fırkaya ayrıldı. alimlerden bir kısmı, taşkınlıkdan ve şeytana uymakdan korunup, eshabı kiram yolunda kaldı. bu doğru yolda bulunanlara denildi. ehli sünnet alimleri, ibadetde, iş yapmakda birçok mezheblere ayrıldı. zemanımızda, dört mezhebin kitabı vardır. bunlar, hanefi, şafi'i, maliki ve hanbeli mezhebleridir. bunlardan başka, hak mezheb kalmadı. ehli sünnetin mezheblere ayrılması, allahü tealanın merhametidir. ali imran suresi, yüzbeşinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. beydavi rahmetullahi aleyh bu ayeti kerimeyi tefsir ederken diyor ki, yehudilere ve nasaraya, ya'ni hıristiyanlara, üzerinde birleşmesi lazım olan doğru yol, açık vesikalarla bildirildiği, sağlam senedlerle gösterildiği halde, bunlar, allahü tealanın bir olduğunu hiçbir mahluka benzemediğini ve ahıretdeki varlıkları anlıyamadılar. çeşid çeşid şeyler söylediler. ey müslimanlar, siz de bunlar gibi fırkalara parçalanmayınız!. bu ayeti kerime, inanılacak şeylerde parçalanmağı, yasak etmekdedir. fıkh bilgisinde, ibadet etmekde mezheblere ayrılmağı yasak etmiyor. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, rahmeti ilahidir buyurdu. bir hadisi şerifde de, müctehid, doğru ictihad edince, iki sevab kazanır. ictihadında yanılırsa, bir sevab verilir buyuruldu.mağarada beraber bulunduğunu bildiren ayeti kerimede, ebu bekr hakkında bir fazilet olmayıp, belki bu ayet, onun imansız olduğunu ve fadihatini göstermekdedir. o gece, cebrail nazil olup, bu gece, kafirler, seni öldürmeğe karar verdi. eshabının hepsine söyle ki, bu gece evlerinden çıkmasınlar. sen yalnızca filan mağaraya git dedi. hazreti resul da, guruba yakın, eshabı toplayıp bu emri bildirdi. gece hazreti ali, yaşı küçük olduğu halde, korkmıyarak, yatağına girdi. resulullah, mağaraya giderken, uzakdan biri geldiğini görüp durdu. gelince ebu bekr olduğunu anladı. ey ebu bekr, allahın emrini size söylemişdim. niçin sokakda dolaşıyorsun, dedi. ya resulallah! senin için korkdum. seni yalnız bırakıp, evimde oturamadım, dedi. resulullah düşü.shabı kiram nürken, cebrail gelip, ya resulallah! ebu bekri bırakma! kafirler gelip, ebu bekri tutarak, senin ardınca gelip, seni bulur, öldürürler dedi. hazreti resul naçar kalıp, ebu bekri mağaraya götürdü. çünki, hazreti resulün kafirlerden ve ebu bekrden emniyyeti yok idi. hak teala, ebu bekrin ve eshabın nifak yapacağını haber vermiş, ebu bekrden vuku'a gelecek şeyleri bildirmişdir ve buyurmuşdur. bunların nifaklarını bildiren ayetler çokdur. resulullah, enis ve celise muhtac değildi. ayeti, bunu gösteriyor. ebu bekr hiçbir gazada bulunmamış, firar etmişdir. mü'minin kafire, kafirin mü'mine sahib olduğunu gösteren ayetler çokdur. arabcada, eşeğin insana sahib olduğunu söylemek çok olmuşdur. o halde, ebu bekre sahib denilmesi bir meziyyet olamaz. mağarada resulullah için korkdu ise, bu korkusu ibadet olur. ona korkma demek, ibadetden men'etmek olur. resulullah bir kimseyi ibadetden men'etmez. korkusu günahdan ise ve allahü tealanın peygamberine inanmamış olduğundan ise, sahiblikden ona ne faide olur? korkma demek, ona faide vermez. resulullah, elbette günahı men'eder. resul ona, düşmanlardan mahfuz kalacağım demişdi. buna i'timad etmedi. bağırıp çağırmakdan maksadı, kafirlere haber vermek idi denilse yerinde olur. imanı olsaydı, allahü teala onu da, yılan sokmasından korurdu. allah bizimle beraberdir demek de ona kıymet vermez. buyuruldu ki, gizli konuşan kafirler de kıymetli olmak lazım gelir. ebu bekrin rüsvalığını ve imandan mahrum olduğunu, bu ayeti şerife açıkca gösteriyor. ayeti kerimede, ona sekine, rahatlık verdim diyor. onlara verdim demiyor. bu da imanı olmadığını gösteriyor. böyle fasıkları, facirleri, belki kafirlerden daha kötü olanları efdal deyip, hanedanı nübüvvetin ma'sumları üzerine tercih gösteriyor ki, resulullahdan sonra hicret edenlere, muhacir denir. beraber veya önce gidenler, muhacir olmaz yazıyor. halbuki mağarada beraber bulunduğunu bildiren, tevbe suresinin kırkıncı ayeti kerimesi, hazreti ebu bekri sıddikın radıyallahü anh faziletini, şerefini göstermekdedir. çünki, o gece, cebrail aleyhisselam gelip, bu gece, kafirler seni öldürmeğe karar verdi. bu gece, aliyi radıyallahü anh yatağına yatır ve ebu bekri sıddik ile, medinei münevvereye hicret et! dedi. o gece, hazreti alinin radıyallahü anh yaşı küçük idi demesi de yanlışdır. yirmiüç yaşında idi. ali radıyallahü anh, bin canım da olsa, senin yoluna fedadır diyerek yatağa girdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem safer ayının yirmiyedinci perşembe gecesi kapıdan çıkıp, yasin suresinin başından oniki ayeti kerime okuyup, sokakda dizilmiş olan kafirlerin üstüne üfledi. hızla geçip, bir yere gitdi. öğle vakti hazreti ebu bekri sıddikın evine teşrif eyledi. ebu bekre haber verdiler. kapıda, ay doğmuş gibi resulullahın cemalini görünce, ne emriniz var ya resulallah! içeri buyurup emredin dedi. içeri teşrif edip, buyurdu. ebu bekr, dedi. buyurunca, hazreti ebu bekr sevindi. buyurunca, hazreti ebu bekr, bütün malım, canım, evladlarım sana feda olsun. iki devem var. hangisini istersen sana hediyyem olsun dedi. her zeman hediyyeni kabul etdim ve edeceğim. fekat bu gece hicret etmek ibadetini kendi malımla yapmak isterim. bir deveni bana sat! diye emr buyurdu. parasını verdi. emr edip, kılavuz olarak, abdüllah bin ureykıt isminde birini ebu bekr çağırdı. para ile kılavuz tutup, iki deveyi ona teslim etdi. üç gün sonra, develeri sevr dağındaki mağaraya getir, dedi. ebu bekrin oğlu abdüllaha tenbih edip, buyurdu. ebu bekri sıddikin kızı esma, üç günlük yemek hazırladı. paketi bağlıyacak ip bulamayınca, kuşağını çözüp ikiye yarıp, paketi bağladı. o günden beri, esmanın ismi kaldı. ebu bekri sıddik kapıyı açıp, çıkacakları zeman, kapıyı kapa. arka pencereden çıkacağız buyurdu. ayak izleri belli olmasın diye pencereden atladılar. mağara önüne gelince, ebu bekr, durun ya resulallah! önce ben girip bakayım. zararlı birşey varsa, mubarek vücudunüze birşey olmasın deyip, içeri girdi. mağaranın içini temizledi. gömleğini çıkarıp, parçalıyarak delikleri kapadı. dedi. insanların efendisi, allahü tealanın sevgilisi sallallahü teala aleyhi ve sellem, karanlık mağaraya teşrif buyurdu. ebu bekri sıddik, sonraları demişdi ki, mağaraya gelince bakdım, mubarek ayakları kanamışdı. ağladım. nazik ayaklarının yalın ayak yürümeğe alışık olmadığını buradan anladım.mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi çıkdılar. efrenci eylül ayının yirminci ve rebi'ulevvelin sekizinci pazartesi günü medinede kuba köyüne geldiler. o gün, müslimanların başlangıcı oldu. derdimmiladi sene başı, hicri şemsi ve kameri birinci seneleri içinde oldu. görülüyor ki, ebu bekri sıddikı radıyallahü anh lekelemek için, hicreti yanlış anlatmakda, okuyanları ağlatıp, aldatmak için ali radıyallahü anh küçük çocuk iken yatağa girdi demekdedir. eshabı kiramı kötüliyebilmek için ayeti kerimelere yanlış ma'na vermekden, hadis uydurmakdan, sahih hadisleri inkar etmekden çekinmemekdedir. kafirler, münafıklar hakkında gelmiş olan ayeti kerimeleri, hazreti ebu bekri sıddik için ve eshabı kiram aleyhimürrıdvan için gelmişdir demek alçaklığında bulunmakdadır. nitekim, feth suresinde, onbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun hazreti ebu bekri sıddik için olduğunu yazarak, ayeti kerimeyi değişdirmekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sapık kimselerin çıkacağını, çeşidli hadisi şeriflerde haber vermişdi. bu hadisi şeriflerden birisinde, buyurdu. bir kerre de, buyurdu. ebu bekri sıddik ile ömer farukun radıyallahü anhüma bedr, uhud, hendek, mekkenin fethi ve huneyn ve tebük ve bütün cihadlarda bulundukları ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem etrafında pervane gibi dolaşdıkları, bütün siyer kitablarında ve hatta tefsirlerde yazılıdır. ebu bekr radıyallahü anh ba'zı seriyyelerde, kumandanlık da etmişdi. mesela, hicretin yedinci yılı, şa'ban ayında, bunun kumandasında bir bölük, fezare kabilesine gönderildi. gidip bir kısmını katl, büyük mikdarda kafiri de esir edip medineye getirdi. mühim olan şu misali de bildirelim: kitabında diyor ki, bedr gazasında, ramezanı şerifin onyedinci cum'a günü, temmuz ayının öğle sıcağında, iki taraf hücum etmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu bekr, ömer, ebu zer, sa'd ve sa'id ile radıyallahü anhüm kumanda yerinde oturmuşdu. islam askeri sıkıntı çekiyordu. sa'd ve sa'idi yardıma gönderdi. sonra ebu zeri gönderdi. sonra, ömeri gönderdi. bir saat geçdi. ebu bekr, sıkıntının azalmadığını görerek, kılıcını çekip, atını sürerken, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem elinden tutup, yanımdan ayrılma ya eba bekr! bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mubarek yüzünü görmekle hafifliyor. seninle kalbim kuvvetleniyor buyurdu. sahib olmak iyi ve kötü kimseler hakkında ve hayvanlar için de kullanılır. fekat bu arkadaşlığın iyi ve medh için mi, yoksa kötülemek için mi olduğu, ayeti kerimelerin ma'nasından, açıkça anlaşılmakdadır. hatta, ba'zı ayetlerde, efendi, hami, nasihat verici ma'nasına gelmekdedir. bunları anlamak için, lügat, metni lügat, iştikak, sarf, nahv, beyan, bedi, meani ve belagat gibi geniş ve derin ilmleri iyi bilmek lazımdır. bunları öğrenmeden ayeti kerimelere, çala kalem ma'na verenler, kur'anı kerime iftira etmiş olurlar. allahü teala, en'am suresi, yirmibirinci ayetinde, böyle iftiracılardan şikayet etmekde, bunların, zalimlerin en kötüsü olduklarını bildirmekdedir. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için, sahib buyurulması, onun için kıymet ve meziyyet olduğunu aynı ayet göstermekdedir. çünki, kendisine, korkma denilmiş ve sekine gönderilmişdir. korkmak, üzülmek, yalnız başına, ibadet değildir. günah da değildir. sebebine, niyyetine göre ibadet veya günah olur. gusl abdesti, oruc, allah yolunda cihad gibi ibadetleri yaparken, zarar görmekden korkmak, günahdır. büyüklüğünü düşünerek, allahü tealadan korkmak, ibadetdir. çünki birinci korku, farzları yapmağa mani' olmakda, ikincisi ise, insanı haramdan korumakdadır. hüseyn va'izi kaşifi hirevi rahimehullahü teala tefsirinde buyuruyor ki, kafirler, mağara önüne geldi. ebu bekr dedi ki: ya resulallah! kafirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. resulullah buyurdu ki, . bu hadisi şerif, ebu bekrin üstünlüğünü göstermekdedir. ya'ni allahü tealanın yardımı, koruması bizimledir buyurdu. o halde, ebu bekri sıddika korkma demek, kendini üzme demek olup, bana olan sevgini, kalbinden çıkar demek değildir. demek ki, ebu bekri sıddikın, resulullah için olan korkusu kalbindeki sevginin, ya'ni ibadetin alameti idi. ona korkma buyurulması, bu en kıymetli, en faziletli ibadeti haber vermekde olup, onu ibadetden men' etmek değildir. resulullahın düşmanlardan mahfuz kalacağını eshabına haber verdiğini yazdığı halde, cebrail gelip, ya resulallah! ebu bekri bırakma! kafirler onu tutarak, senin yolunu bulur ve öldürürler dedi diyor. iki yazısı birbirini tutmuyor. uydurma oldukları meydana çıkıyor. ebu bekri sıddik bağırıp çağırmadı. bütün kitablar diyor ki, dedi. mağarada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mubarek ayağını kapamışdı. delikdeki yılanın ayağını sokması niçin bir kusur olsun? resulullahı da sallallahü aleyhi ve sellem, bir zeman akreb sokmuşdu. hazreti alinin radıyallahü anh ciğerpare oğlu muhsini horoz gagalayıp ölümüne sebeb olmuşdu. haseni radıyallahü anh zehr öldürmüşdü. bunlar neden suç olsun? niçin imansızlığa alamet olsun? allahü tealanın, kullarla beraber olması, sıfatlarının beraber olması demekdir. kahr, gadab sıfatının beraber olması, felaket ve rüsvalık olduğu gibi, rahmet, nusret, muhabbet sıfatlarının beraber olması da kıymet ve se'adet olur. resulullah, buyurarak, kendi zatı risaletpenahisine mahsus olan beraberliğe, hazreti ebu bekri de katıyor. böylece, kendine tecelli eden, muhabbet, merhamet, ihsan ve ikramlara, hazreti ebu bekrin de ortak olduğunu müjdeliyor. ne büyük se'adet! fazilet böyle olur! ayeti kerimelerle, hadisi şeriflerle bildirilen faziletden, meziyyetden üstün bir şeref olabilir mi? düşman düzmelerine inanıp, güneşin nuru inkar olunabilir mi? buna ancak, ahmaklar, körler inanır. allahü tealanın gizli konuşanlarla beraber bulunması, ilm sıfatının beraber olmasıdır. ya'ni onların sırlarını bilir demekdir. bu ayeti kerime, beğenmek veya kötülemek olmayıp, ilm sıfatını haber vermekdedir. mealindeki ayeti kerimeye de yanlış ma'na veriyor. sekine, resulullaha indi diyor. sekine, ya'ni rahatlık, nerede yoksa oraya iner. onun yazısından, resulullahda sallallahü aleyhi ve sellem önceden sekine bulunmamış olduğu, korkduğu anlaşılır. halbuki, allahü teala, önceden, seni kafirlerden muhafaza edeceğim dediğini yazmışdı. demek ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın bu va'dine güvenmeyip korkdu mu? sonra, kendisine sekine indirildi demek, allahın peygamberine ne büyük hakaret ve kötülemek olur. ebu bekri sıddikı kötülemek isterken, resulullahı kötüliyerek küfre sürüklendiğinden haberi olmuyor. belki de, resulullahı da kötülemek, böylece islamiyyeti yıkmak istemekdedir. bütün tefsirler, sekinenin ebu bekri sıddika indiğini bildiriyor. çünki, resulullahın sekinesi zaten vardı. ebu bekri sıddik ise, resulullaha olan aşırı sevgisinden dolayı sekinesini gayb etmişdi. nitekim, huneyn gazasında, eshabı kiramın çoğu dağılıp, yalnız abbas, ebu bekr ve birkaç kahraman radıyallahü teala anhüm ecma'in ölmeği göze alıp, geri dönmedi. o zeman, resulullahın da sallallahü aleyhi ve sellem allahın dininin yok olacağı üzüntüsü ile, sekinesini gayb etdiği, ayeti kerimeden anlaşılıyor. nitekim, tevbe suresinin yirmiyedinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. mealindeki ayeti kerime, resul aleyhisselam medineye gitdikden sonra, ona gelen demek değildir. allah için ve onun resulünün emri ile şehrini terk eden demekdir. hadisi şerifler, ayeti kerimeyi böyle tefsir etmekdedir. resulullahın hicretinden önce habeşistana ve medinei münevvereye gönderilenler de muhacir idi. ahmed bin muhammed kastalani kitabında, buyuruyor ki, resul aleyhisselam, akabe anlaşmasından sonra, eshabına, medineye hicret etmelerini emr etdi. eshabı kiram, bölük bölük mekkeden çıkdı. kendisi, mekkede kalıp, izn bekledi. ömer bin hattab ve kardeşi zeyd ile beraber yirmi kişi develerle gitdi. mekkede, resulullah ile hazreti ebu bekr ve hazreti aliden radıyallahü anhüma başka kimse kalmadı. ebu bekr de gitmeğe izn istedi. sabr et ya eba bekr! umarım ki, allahü teala, seni bana yoldaş eder buyurdu. o gece cebrail nazil olup, eshabının hepsine söyle! evlerinden çıkmasınlar yazısının da yalan olduğu buradan anlaşılmakdadır. mekkei mükerremede iki sahabiden başka müsliman kalmamışdı ki, kime söylenebilecek? kafirler toplanıp, resulullahı öldürmeğe sözleşdiler. cebrail aleyhisselam, bunu haber verdi ve dedi. bu kitabın, önceden emr ile mekkeden çıkan bütün eshabın hiçbiri muhacir olmaz. muhacir, hicretden sonra gelen birkaç kişi olur demesinin de çok yanlış olduğu meydandadır. o halde, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, muhacirlerin en kıymetlisi, en şereflisidir.kur'an, harf ve kelimelerdir. bunlar da, hadisdir. kelamullah kadim değildir. diğer sıfatlar da kadim değildir. kur'an kadim olsaydı, mahluklar yok iken, kime emr ve nehy edecekdi? yok olan şeyi, birşey ile va'd eylemek, birşeyden nehy buyurmak muhaldir. allahü teala kafirlere buyuruyor. hadisden murad kur'andır. hadis olan şey kadim olamaz. kur'an kadim olsaydı, kur'anda ismi geçen insanlar da kadim olurdu diyor. sekiz sıfatın kadim olmadığına inanmak, allahü tealanın, mahlukları yaratmadan önce, haşakudretsiz, aciz ve cahil olmasını icab etdirir. allahü teala, kur'anı kerimde bildirilen şeyleri, ezelde biliyordu. bildiklerini bildirmesi, bildirilen şeylerin kadim olmasını icab etdirmez. allahü tealanın sıfatlarını, insanların sıfatlarına benzetdiği için, kur'anı kerimde bildirilen sıfatları inkar etmekdedir. birinci kısm, otuzbirinci maddeyi okuyunuz! ayeti kerimedeki kelimesi, kur'anı kerim demek değildir. kafirlerin sözleridir. ya'ni kur'anı kerime benzer, söz getiriniz. getiremezsiniz! çünki, kur'anı kerim kadimdir. sizin sözleriniz ise hadisdir, mahlukdur demekdir. emali kasidesi allahü tealanın sıfatı zatiyyesi ve sıfatı sübutiyyesi hep kadimdir. hep var idi. hiç yok olmıyacaklardır beytinin şerhinde diyor ki, sıfatları sonradan olsaydı, zatı ilahide değişiklik olurdu. değişikliğe uğrayan şey de, hadis, ya'ni sonradan var olmuş olur. bundan, allahü tealanın sonradan var olması lazım gelir. bu ise olamaz. emali kasidesi onbirinci beytinde, kur'anı kerim, allahü tealanın kelamıdır. mahluk, sonradan yaratılmış değildir. zatı ilahinin sıfatıdır diyor. ahmed asım efendi, bunu şöyle açıklıyor: kur'anı kerim, bu kelimelerden, seslerden çıkan ma'nalardır. kelimeler, sesler, kelamı ilahi değildir. insanın kelamı da kalbdedir. sözlerimiz bunu meydana çıkaran tercümandır. her dirinin kemali, üstünlüğü, kelam sıfatı iledir. kelam sıfatı olmazsa, kusurlu olur. allahü teala da, diri olduğu için, kelam sahibi olması lazımdır. bütün peygamberler, bütün kitablar, allahü tealanın kelam sıfatı vardır dedi. musa aleyhisselamın ağaçdan işitdiği kelime ve ses, kelamı ilahi idi. hafızın sesi ise değildir. bu sesin ma'naları, kelamı ilahidir. allahü teala, mahlukların sözünü harfsiz, sessiz işitir. harfsiz, sessiz olan kendi kelamını, arabi dil ile indirdi. kelamı ilahide bir değişiklik olmadı. insan çeşidli elbise ile, çeşidli suretde görünür, fekat insanda bir değişiklik olmaz. allahü tealanın kelamı, mahlukların kelamı gibi, kelime ve sese muhtaç değildir. fekat bu kelime ve sesler değişdirilirse, terceme edilirse, kelamı ilahi değişdirilmiş, bozulmuş olur. kur'anı kerim, bu kelimelere, bu sese mahsusdur. allahü teala, kelamını bu kelimelere, seslere kendi yerleşdirmişdir. kur'anı kerim, levhilmahfuzda da, bu kelimeler ile, bilmediğimiz bir halde yazılı idi. mahluk değildi. cebrail aleyhisselam harfli, sesli olarak, resulullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ba'zan mubarek kulağına, ba'zan da, harfli ve sessiz olarak, doğruca kalbine okudu, yerleşdirdi. yoksa ma'nalar kelimesiz olarak mubarek kalbine ilham edilmiş, muhammed aleyhisselam da, arabi konuşduğu için, bu kelamı ilahiyi, kendisi, bu kelime ve seslerle söylemiş değildir. evet, bu şeklde de vahy oldu. kelamı ilahi mubarek kalbine vahy edildi ve bunu kendisi, belirli kelime kalıblarına sokarak söyledi. bunların ma'nası, allahü tealadan; kelimeleri, sesleri ise, muhammed aleyhisselamdan oldu ki, bunlara denildi. kur'anı kerimi, hadisi kudsi ile karışdırmamalıdır. kelime ve ses içindeki , kelimesiz, sessiz olan nin aynıdır. allahü tealanın ilm sıfatı başkadır, kelam sıfatı başkadır. kur'anı kerim, ilm sıfatı değil, kelam sıfatıdır. imamı rabbani, müceddidi elfi sani, ahmed bin abdül'ehad faruki kuddise sirruh kitabı üçüncü cild, seksendokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, imamı azam ebu hanife ile imamı ebu yusüf rahimehümallahü teala, kur'anı kerim mahluk mu, değil mi diye altı ay konuşup birbiri ile anlaşamadılar. altı ay sonra sözbirliğine vardılar ve kur'anı kerime mahlukdur diyen kafir olur dediler. kelamı nefsiyi gösteren, kelamı lafziyi anlatan harfler, kelimeler, sesler, elbette mahlukdur, hadisdir. bütün mahluklar içinde, allahü tealaya en yakın olan, en kıymetli olan, kur'anı kerimin harfleri ve kelimeleridir. kelamı lafzi ve kelamı nefsi ise ezeli ve kadimdir. bu konuda, yüz ve yüzyirminci mektublarda da, geniş bilgi vermekdedir.bizim bildiğimiz hadis ve tefsirleri emirülmü'minin hazreti ali ve imamı hasen ve imamı hüseyn ve selman ve ebu zer ve mikdad ve ammar bin yaser rivayet etmişdir. sizin rivayet etmekde olduğunuz hadisler ise, ancak mu'aviye ve amr ibni as ve enes bin malik ve aişe ve bunlar gibi eşhasdan nakl olunmakdadır. halbuki, sahibi din buyurdu ki, benden rivayet olunan hadisler, dört kimseden zahir olabilir. onların beşincisi yokdur. başkaları münafıkdır. bu münafıkları müslimanlar üzerine hakim eylediniz. eshabın hiçbiri, resulullaha sual soramazdı. çünki mü'minlerin sual sorması ayeti kerime ile yasak edilmişdi. yalnız hazreti ali sorardı diyor. yukarıdaki yazının bir din düşmanı tarafından hazırlanmış olduğu meydandadır. kitabı bunların cevabları ile doludur. bilhassa, büyük alim seyyid abdülhakim efendinin rahimehullahü teala başlıklı yazısının okunmasını tavsıye ederiz. osmanlı devrinde yetişen alimleri bildiren kitabının sahibi, taşköprüzade ahmed bin mustafa efendinin kitabını, oğlu kemaleddin muhammed rahimehümullahü teala türkçeye çevirmiş ve adını vermişdir. burada diyor ki: ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala tefsir ve hadis bilgisini, dört halife içinden, en çok hazreti aliden radıyallahü anh almışdır. çünki, üç halife önce vefat etdi. hazreti ebu bekr radıyallahü anh, ilk imana geldiği, dini yaymakla vakt geçirdiği, ahkamı islamiyyeyi ve müslimanların işlerini yapmağa uğraşdığı için, kendinden gelen haberler az oldu. bundan dolayı, ehli sünnet alimlerinin çoğu, bilgilerini hazreti aliden radıyallahü anh aldı. hazreti ali radıyallahü anh: benden istediğinizi sorunuz! her ayet, gece mi, gündüz mü geldi, harbde mi, sulhde mi, ovada mı, dağda mı geldi bilirim buyurdu. her ayetin ne için geldiğini bilirim. her ayetin ma'nasını sordum, öğrendim, ezberledim, anlatırım. bana sorun buyurdu. abdüllah ibni mes'ud buyurdu ki, kur'anı kerim, yedi harf, ya'ni yedi lugat üzerine geldi. her harfinin iç ve dış ma'naları vardır. bu ma'naların hepsi alidedir. ehli sünnet alimleri tefsir ve hadisi şerif bilgilerini, imamı aliden, hazreti hasen ve hüseynden ve selman ile ebu zerden radıyallahü anhüm öğrendikleri gibi, eshabı kiramın hepsinden de aldı. çünki, hepsi yüksek idi, adil idi. cemaleddin yusüf bin ibrahim erdebili adındaki fıkh kitabında diyor ki: ebu amr bin salah kitabında ve yahya bin şeref muhyiddin nevevi kitabında buyurdular ki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında, yüzyirmidörtbin sahabi vardı. bunların hepsi yüksek ve adil idi. imamı begavinin ismindeki hadis kitabında ebu sa'id hudrinin bildirdiği hadisi şerifde, eshabımı kötülemeyiniz! uhud dağı kadar altın sadaka verseniz, eshabımdan birinin yarım müd' arpa sadakasının sevabına kavuşamazsınız! buyuruldu. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna, sohbetine yetişmenin faidesi böyle idi. eshabı kirama söğmek haramdır. büyük günahdır. çünki, eshabı kiramın hepsi müctehiddir. o harblerde, ictihadlarına uygun davranmaları vacib idi ve öyle yapdılar. yine da, erdebili diyor ki, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek, kötülemek caiz değildir. çünki sahabei kiramın büyüklerindendir. imamı muhammed bin muhammed gazali buyurdu ki, imamı hasenin ve imamı hüseynin nasıl şehid olduklarını ve eshabı kiram arasındaki muharebeleri anlatmak, yazmak haramdır. çünki, eshabı kiramdan herhangi birini kötülemeğe, sevmemeğe sebeb olur. dini islamı, sonradan gelenlere ulaşdıran, onların hepsidir. onlardan birini kötülemek, islamiyyeti kötülemek, dini yıkmak olur.de imran bin hasinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde, ümmetimin en hayrlı, en üstünleri, zemanımda bulunanlardır. onlardan sonra, en hayrlıları, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra, en hayrlıları onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra, öyle insanlar gelir ki, istenmeden şahidlik ederler ve emin olmazlar. hain olurlar. adaklarını yerine getirmezler. keyflerine, şehvetlerine düşkün olurlar buyuruldu. yine bu kitabda cabir bin abdüllahın bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. abdüllah bin zübeyrin, babası zübeyr bin avvamdan radıyallahü anhüma işiterek bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. hüseyn bin yahya buhari rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, müctehidin her hadisle amel etmesi caizdir. eshabı kiramın herbirinin sözü vesikadır. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala buyurdu ki, eshabı kiramdan herhangi birinin, benim ictihadıma uymıyan bir sözünü öğrenirseniz, benim sözümü bırakın, sahabinin sözü ile amel edin! bunlar gösteriyor ki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ehli beytin sözlerini vesika olarak almışlar ve ilmlerini bu temel üzerine kurmuşlardı. çünki, ehli ve bütün eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, hep fahri alemden sallallahü teala aleyhi ve sellem öğrendiklerini, ya'ni hep aynı şeyleri söylemişlerdir. onların ictihadları arasındaki ayrılık, ayeti kerime ve hadisi şerifleri değişdirmek demek değildir.biz, ehli mezhebindeyiz. ehli beyti inkar eden, mel'undur. her zeman bir imamı mansus ve ma'sumun vücudu lazımdır. her peygamber bir vasi ve halife ta'yin etmişdir. bizim resulümüz, efdali enbiya olup, onun vasisi de seyyidi evsiyadır. bizden olanlar, hiçbir vakt taharetsiz bulunmaz. halis su bulmadıkça abdest almazlar. iki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. kulak ve boyuna mesh etmezler. ayaklarını yıkamazlar. sücud, rüku', kıyam ve kuudu ehli gibi yaparlar. istihazeli tavşan etini yimeği haram bilirler. kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. fasık ardında namaz kılmazlar. haccı, fasıkın men'etmesi ile zayi' etmezler. zinadan hasıl olan kız ile nikah etmezler. kıyas ile amel etmezler. ibtida kıyas eden iblisdir. ikinci kıyas eden ebu hanifedir derler. yüzüğü sağ şehadet parmağına takarlar. emirülmü'minin ismi ancak aliye mahsusdur derler. onun düşmanlarına la'net ederler ve kafir bilirler. şafi'i, önceleri, ebu hanifeyi hicv etdi. sonra tariki hazelanda onunla şerik olup, canibi nirana gitmede refik oldu derler. ehli sünnet, aliye muhabbeti terk edip, fasıkların, zalimlerin cehennem yolunu tutmuşlar derler. ebu bekr hilafete mütesaddi olunca, ali onu ve ona tabi' olanları mahcub ve bi i'tibar etdi derler. ali resulün yolu budur derler yazıyor. memleketimizdeki, temiz müslimanlar, yalancı, sapık kimselerin iç yüzünü anlasın diye, kitablarındaki satırları aynen yukarı yazdık. cenabı hakka sonsuz şükrler olsun ki, islam alimleri bunlara, vesikalara dayanarak cevab vermekle, tutdukları yolun bozuk bir yol olduğunu göstermekdedir. demek, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri meydana çıkarmakdır. iblis, kıyas yapmadı. emre isyan etdi. isyana, küfre kıyas ismini vererek, imamı azam ebu hanifeye düşmanlığını gizlemek, bu büyük alimi lekeliyerek, dini islamı yıkmak istemekdedir. kitabının, bir islam düşmanı, bir yehudi tarafından hazırlandığını bildiriyor. kitabı farisidir. hakikat kitabevi yeniden basdırmışdır. kitabının müslimanların arasına ikilik sokarak islamiyyeti içerden yıkmak, parçalamak için bir yehudi tarafından yazıldığı meydandadır. en büyük hücum silahı, ehli sünnet alimlerini, ehli beyte düşman imiş gibi göstermesidir. halbuki, ehli sünnetin ehli beyte pek çok sevgi ve saygı taşıdığı, onların her sözünü vesika ve sened olarak aldıkları kitablarımızda yazılıdır. ehli beytin aşıklarını, onlara düşman olarak tanıtmak, büyük küstahlıkdır. çok kurnaz davranarak, bunların bir köle tarafından, ehli sünnet alimlerine karşı söylenmiş olduğunu ve kimsenin cevab veremeyip, rezil olduklarını yazıyor. bu cariye, bu bilgileri imamı ca'fer sadıkdan rahimehullahü teala öğrenmiş diyerek, bu küfr ve düşmanlığını, o büyük imama da bulaşdırmağa uğraşıyor. giridli sırrı paşanın rahimehullahü teala tercemesinde ve kitabında ve kamus mütercimi olan ahmed asım efendinin rahimehullahü teala şerhinde ve ve kitablarında, bu yazıların, yanlışları birer birer gösterilmekde, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile, isbat edilmekdedir. seyyid eyyub bin sıddik rahimehullahü teala kitabında, altmışüçüncü menakıbde diyor ki, kufe şehrinde, abdülmecid adında bir sapık vardı. imamı ca'fer sadıkın rahimehullahü teala huzuruna gelip şöyle sordu: s eshab arasında, en üstün kimdir? ca'fer sadık ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh hepsinden üstündür. s böyle olduğunu nerden biliyorsun? allahü teala, onun için, resulden sonra, ikinci buyurdu. bundan üstün şeref olmaz. s ali radıyallahü anh, resulün yatağında, kafirlerden korkmadan, yatmadı mı? ebu bekr radıyallahü teala anh birşeyden korkmadan, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem önce mağaraya girdi. s kafirlerden korkmasaydı, girmezdi. halbuki, allahü teala, resulüne haber verip, ebu bekre korkma dedi. demek ki korkdu. o, resulullaha bir zarar gelirse diye korkdu. ayağını bir deliğe koydu. yılan onu kaç kerre ısırdı. acısına katlanıp, resulü rahatsız etmemek için, ayağını çekmedi. resulü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. kendinden korksaydı, zehrlenerek, canını resule feda etmezdi. s maide suresinde, mealindeki ellisekizinci ayeti kerime ile medh olunan, alidir.allahü teala, mürtedlerle cihad eden bir kavm getirir. allahü teala bunları sever mealindeki ayeti kerime, ebu bekri sıddik içindir ve daha çok yükseltmekdedir. s bekara suresi, ikiyüzyetmişdördüncü ayetinde, meali şerifi ile medh olunan ali değil midir? ebu bekri sıddikı medh eden suresi, şanını çok yükseltmekdedir. çünki, ebu bekr, kırkbin altun verdi. kendisine hiç bırakmadı. allahü teala, resulüne cebrail aleyhisselamı gönderip mealen, ben ebu bekrden razıyım. o benden razı mıdır? buyurdu. ebu bekr, diyerek cevab verdi. s tevbe suresinin yirminci ayetinde, hacılara su vermeği ve mescidi haramı bina etmeği, iman etmekle ve allah yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? hayır. böyle değildir meali şerifi ile ali öğülmekdedir. hadid suresi, onuncu ayetinde, mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihad eden ile, fethden sonra veren ve cihad eden bir değildir. önce olanın derecesi, daha yüksekdir meali şerifi ile ebu bekr medh olunuyor. ebu cehl resulullaha vurmak istedi. ebu bekr yetişip, önledi. s ali, hiç kafir olmadı. evet öyledir. fekat, allahü teala, tevbe suresi, yüzbirinci ayetinde, muhacir ve ensarın önce gelenlerinden allahü teala razıdır. onlara cennetde sonsuz ni'metler vardır ve zümer suresi, otuzüçüncü ayetinde, meali şerifleri ile ebu bekrin radıyallahü teala anh imanını medh etmekdedir. başkasının imanı, böyle öğülmedi. mekkede, resulullah, her ne söylerse, kafirler, yalan söyliyorsun derdi. ebu bekr, hemen yetişip, doğru söyliyorsun, ya resulallah derdi. s ali imran suresi, yüzellibeşinci ayetinde, allahü teala, meali şerifi ile şikayet etmiyor mu? ayeti kerimenin sonunu da oku! meali şerifini buyuruyor. s aliyi sevmek farzdır. şura suresi, yirmiüçüncü ayetinin meali, size islamiyyeti bildirdiğim ve cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. yalnız yakınım olanları sevinizdir ki, bunlar ali, fatıma, hasen ve hüseyndir. ebu bekre radıyallahü teala anh düa etmek ve onu sevmek farzdır. haşr suresi, onuncu ayeti kerimesinde mealen, muhacirlerden ve ensardan sonra, kıyamete kadar gelen mü'minler, ya rabbi! bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler buyuruldu. hüseyni tefsirinde diyor ki; alimler buyurdu ki; eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in birini sevmiyen kimse, bu ayetde bildirilen mü'minlerden olmaz. bu düadan mahrum olur. s resul aleyhisselam, hasen ve hüseyn, cennet gençlerinin üstünüdür. babaları ise, daha üstündür buyurdu. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh için bundan daha iyisini buyurdu. babam muhammed bakırdan işitdim. ceddim imamı ali radıyallahü teala anh buyurdu ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda idim. ebu bekrle ömer geldi. resulullah buyurdu ki, ya ali! bu ikisi, cennet erkeklerinin en üstünüdür. s ya ca'fer, aişe mi üstündür, fatıma mı? aişe radıyallahü anha, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zevcesi idi. cennetde, onun yanında olur. fatıma radıyallahü anha alinin radıyallahü teala anh zevcesi idi. onun yanında olur. s aişe, ali ile harb etdi. cennete girer mi? ahzab suresi, elliüçüncü ayetinde mealen, resulullahı incitmeyiniz. ondan sonra, zevcelerini nikah ile hiç almayınız. bunların ikisi de büyük günahdır buyuruldu. beydavi ve hüseyni tefsirlerinde diyor ki, bu ayet gösteriyor ki, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lazımdır. s ebu bekrin halife olacağını, kur'anı kerimde gösterebilir misin? hem kur'anı kerimde, hem tevratda ve hem incilde gösterebilirim. en'am suresi, yüzaltmışbeşinci ayetinin meali alisi, birbirinizin yerini tutarsınız. nur suresi, ellibeşinci ayetinin meali alisi, iman eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yer yüzüne hakim kılacağımı söz veriyorum. israil oğullarını halife yapdığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halife yapacağımdır. beydavi ve hüseyni diyor ki, bu ayeti kerime gaybdan haber verip, kur'anı kerimin, allahü tealanın kelamı olduğunu ve dört halifesinin radıyallahü teala anhüm ecma'in meşru, haklı olduğunu göstermekdedir. tevratda ve incilde, feth suresi son ayetinde mealen, bütün eshab bildirilmekde ve ebu bekrin şerefine işaret edilmekdedir. bu ayetin sonunda mealen, buyuruyor. ceddim alinin haber verdiği hadisi şerifde, allahü teala, hiçbir peygamberine vermediği kerametleri bana verir. kıyametde mezardan, önce kalkarım, allahü teala, dört halifeni çağır buyurur. onlar kimdir ya rabbi? derim. ebu bekrdir buyurur. yer yarılıp ebu bekr, herkesden önce mezardan çıkar. sonra ömer, sonra osman, sonra ali kalkar. buyuruldu. sapık, hemen söz alıp, ya ca'fer, bunlar, kur'anda var mı? zümer suresi, altmışdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yahud, şehidleri getirilir denildi. s ya ca'fer! şimdiye kadar, üç halifeyi sevmiyordum. şimdi buna pişman oldum. tevbe edersem kabul olur mu? çabuk tevbe et! bu tevbe, se'adetine alametdir. bu hal ile ahırete gitseydin, dinin boşa giderdi. görülüyor ki, ehli beytin hepsi, hazreti ebu bekri ve bütün eshabı radıyallahü teala anhüm ecma'in seviyordu. cariyenin imamı ca'fer sadıkı gördüğü ve hizmeti ile şereflendiği doğru olsaydı, o da, eshabı kiramın büyüklüğünü öğrenir, hepsini severdi. irandaki, ırakdaki ve suriyedeki sapıkların, imamı ca'fer sadıka iftira etdikleri, buradan anlaşılmakdadır. ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh onüçüncü yılda vefat edince, medinede herkes ağladı, sızladı. ali radıyallahü anh işitince, ağlıyarak geldi ve buyurdu. kapı önünde durup:ya eba bekr! sen, resulullahın sevgilisi, arkadaşı, derd ortağı, sırdaşı ve müşaviri idin. önce imana gelen sensin. senin imanın, hepimizin imanından daha saf oldu. senin yakinin, daha kuvvetli, allahdan korkun daha büyük oldu. herkesden zengin, herkesden daha cömerd, sen idin. resulullaha en şefkatli, en yardımcı, sen idin. resulullah ile sohbetin, hepimizin sohbetinden daha iyi idi. hayr sahiblerinin birincisi sensin! senin iyiliklerin, hepimizinkinden çokdur. her iyilikde ileridesin. resulullahın huzurunda, senin derecen en yüksek oldu. ona en yakın, sen oldun. ikramda, ihsanda, güzel huylarda, boyda, yaşda, başda, ona en çok benziyen, sen oldun. allahü teala sana, çok mükafat versin ki, resulullaha herkes yalancı derken sen, doğru söylüyorsun, inandım dedin. sen, onun kulağı ve gözü gibi idin. allahü teala seni, kur'anı kerimde ile şereflendirdi. resulullaha, en sıkıntılı zemanlarında yardımcı oldun. sulhda, onun huzurunda, harblerde, onun yanında idin. onun ümmetinin halifesi, onun dininin koruyucusu idin. cahiller dinden çıkarken, sen dini islama kuvvet verdin. herkes şaşırdığı zeman, sen kükremiş arslan gibi ortaya çıkdın. herkes dağılırken, sen muhammed mustafanın yolunu tutdun. eshabın az konuşanı ve en beliği, edibi sen idin. her sözün, her buluşun doğru, her işin temizdi. gönlün herkesden kuvvetli, yakinin hepimizden sağlam idi. her işin sonunu, önceden görür, geri kalmışları islama sokarak aydınlatırdın. mü'minlere şefkatli, afv edici baba idin. islamın ağır yükünü sen taşıdın. islamın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. sen, rüzgarların oynatamıyacağı bir dağ gibi idin. işin doğruluk idi, ilm idi. sözün merdce, doğruyu bildirmek idi. gerici düşüncelerin, bozuk inançların kökünü kazıdın. hak dinin ağacını dikdin. güçlükleri, müslimanlara kolaylaşdırdın. küfr ve mürtedlik ateşini söndürdün. rahmanın dinini, sen doğrultdun. islama, imana sen kuvvet oldun. göklerde, melekler arasında, senin derecen çok büyükdür. muhacirler ve ensar radıyallahü teala anhüm ecma'in arasında, senden ayrılık yarası çok derindir buyurdu. ve çok ağladı. mubarek gözlerinden kan akdı. sonra:allahü tealanın kaza ve kaderine razı olduk. verdiği elemleri kabul etdik. ya eba bekr! resulullahdan ayrılık acısından sonra, bize senin vefatından daha acı bir musibet gelmedi. sen mü'minlere sığınak, dayanak ve gölge idin. münafıklara karşı, çok sert ve ateşli idin. allahü teala, seni muhammed aleyhisselamın huzuruna kavuşdursun! bize, senden ayrılma acısı için sabrlar ve ecrler versin! bizleri, senden sonra, azmakdan, sapıtmakdan korusun buyurdu. eshabı kiramın hepsi, sessizce, hazreti alinin radıyallahü anhüm sözlerini dinledi. sonunda, hepsi hüngür hüngür ağladı. hazreti alinin radıyallahü anh bu sözleri, feth suresi son ayetinin ne kadar çok doğru olduğunu, eshabı kiramın, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini açıkça göstermekdedir. bu hakikat karşısında, bu kitabının, nasıl küstahça uydurulduğu, ehli beyti maske ederek, islamiyyeti içden yıkmak için nasıl tertiblenmiş olduğu anlaşılmakdadır. bu kitabı yırtıp yok etmek, böylece, yurdumuzdaki müsliman alevi yavrularını bu tehlükeli mikrobdan korumak, her iman sahibine farzdır. hüsniyye kitabında, resul, haleti nez'de iken, kağıd kalem getirin, size kitab yazacağım dedikde, ömer, resulullahın vasıyyetine mani' oldu. halbuki, onun her sözünün vahy olduğu kur'anı kerimde yazılıdır diyor. bunun cevabı kitabında uzun ve çok güzel yazılmışdır. lütfen oradan okuyunuz! denilen yerde oturdular. hilafet için münazaraya başladılar. birkaç kimseye teklif etdiler. sa'd bin ubade kabul edince, oğlu, babasına kılınç çekip, aliye ne cevab vereceksin? gadir humda, resul, elinden tutup, ben bunu size halife ve imam eyledim demişdi. siz de bi'at etmişdiniz. şimdi, nasıl vaz geçiyorsunuz, dedi. sonra ömer, kılıncını çekip, ebu bekre bi'at etdi. sonra eshabı dalaletden ebu ubeyde ve yirmi kişi bi'at etdi. hiçbiri cenaze namazı kılmadı. üç gün sonra, ali de gelip mescidde toplandılar. ömer, alinin yanına gelip, halkın çoğu ebu bekre bi'at etdi. sen ve beni haşim de etmelisiniz dedi. zübeyr kılınç ile ömere yürüdü. ali mani' oldu. ali, ebu bekr ve ömere dönüp, ey eshab, peygambere muhalefet edip, allaha asi oldunuz. hilafet, benim hakkımdır. hakkımı veriniz dedi. ömer, sana bi'at etmeyiz dedi. ali cevab verip, resul vasiyyet etmeseydi senin gibi münafık ve din düşmanlarını katl ederdim dedi. ebu bekr ve ebu ubeyde dedi ki, ya ali sen gençsin. otuz üç yaşındasın. ebu bekr ise ihtiyardır. sonunda hilafet senindir. sönmüş ateşi tutuşturma! ali dedi ki, hilafet bize mahsusdur. kimsenin hakkı yokdur. beşir bin sa'd ensari dedi ki, ya ali, bu sözü önce söyleseydin ebu bekre kimse bi'at etmezdi. ömer, aliye bi'at olunacak korkusu ile meclisi dağıtdı. ertesi gün selman, ebu zer, mikdad, ammar bin yaser, büreydei eslemi, sehl bin hanif, huzeyfetibni sabit, eba eyyubi ensari, ebu bekri öldüreceğiz dediler. ali kabul etmedi ve resul haber verdi ki, ey ali sen bana harun ile musa gibisin. beni israil, harunu bırakıp öküze tapdıkları gibi, ümmetim seni bırakıp başkasını ihtiyar eder dedi. eshab, cum'a günü mescide gelip, ey ebu bekr, bu çirkin işden vazgeç dediler. iş uzadı. üç gün sonra halid bin velid büyük ordu toplayıp, ömer de önleeshabı kiram rine geçip mescide geldiler. alinin üzerine yürüdüler. selman kalkıp, bunlara, sizin cehennem köpekleri olduğunuzu resul haber verdi dedi, diyor. ömer sokakda herkesi zor ile ebu bekre bi'at etdirdi. hazrec kabilesi ile sa'd bin ubade, dokuzbin kişi ile bi'at etmedi. malik bin nüveyre, onbin kişi ile bi'at etmediğinden, ömer, halid bin velidi gönderip, o mü'min ve muvahhidi namazda öldürdü. bunun neresine icmai ümmet denir? diyor. hüsniyye kitabı, işine geldiği gibi anlatadursun, biz tarihi vesikalara bakalım. büyük taberi tarihini muhammed bin cerir rahimehullahü teala yazmışdır. bunun tercemesinde, üçüncü cildinin birinci sahifesinde şöyle başlıyor: resulullah hasta olalıdan beri, ebu bekri sıddik evine gitmedi. mescidi se'adetde kalır, her saat resulullahın hizmetinde bulunurdu. resulullah, hicretin onbirinci senesi, rebi'ulevvelin onikinci pazartesi günü ruhi şerifini, teslim etdi. mubarek başı, hazreti aişenin radıyallahü anha göğsü üzerinde idi. hazreti ali radıyallahü anh ağlıyarak dışarı çıkdı. hazreti ebu bekr içeri girip, aişeyi ağlar ve elini yüzüne vurur gördü. resul aleyhisselam yatmış, ridasını yüzüne örtmüşler. ridayı açdı, vefat etmiş olduğunu gördü. ridayı örtüp, mescide girdi. hutbe okudu ve ey eshab! resulullah vefat etdi. allahü teala, ona ölümü ikram eyledi. muhammed aleyhisselama tapan varsa, bilsin ki, öldü. allahü tealaya tapanlar, bilsinler ki, allahü teala hiç ölmez dedi. sonra, ali imran suresi yüzkırkdördüncü ayetini okudu. bu ayeti kerimede mealen, muhammed aleyhisselam resuldür. ondan önce de resuller gelmişdir. o da ölecekdir. vefat ederse veya öldürülürse, dininizden döner misiniz? dininden çıkan olursa allahü tealaya zarar vermez. kendine zarar verir. dininden dönmiyenlere, allahü teala sevablar verir buyuruldu. mugiretebni şu'be gelip, ensarın bir araya toplandığını, sa'd bin ubadeyi halife yapdıklarını söyledi. hazreti ebu bekr, hazreti ömerin elini tutup dışarı çıkdılar. yolda, ebu ubeyde bin cerrah hazretlerine rastladılar. ebu ubeyde radıyallahü anh aşerei mübeşşereden, ya'ni cennete gidecekleri müjdelenmiş olan on kişiden biridir. her gazada bulundu. çok cesur idi. şama giren ordunun başkumandanı idi. da anlatıldığı üzere resul aleyhisselam kendisine buyurmuşdu. onsekiz senesinde ellisekizyaşında vefat etdi. vefatında, cinnilerin ağlayıp matem tutdukları duyuldu. resulullahın cennet ile müjdelediği ve ümmetimin emini dediği, ömrünü resulullahın önünde, din düşmanlarına saldırmakla geçiren böyle mubarek bir zata, sıkılmadan, çala kalem diyen bu yehudi kitabının, müslimanlığı parçalamak için yazıldığı, güneş gibi meydandadır. ebu ubeyde hazretleri de, ensar, beni sa'idenin evine toplanmış, sa'd bin ubadeyi halife yapıyorlar dedi. üçü oraya gitdi. evs ve hazrec kabileleri toplanıp sa'd bin ubadeye bi'at etmek istediklerini gördüler. sa'd radıyallahü anh hasta yatıyordu. çok kalabalık vardı. ebu bekre dediler ki, bizden bir halife olsun, sizden bir halife olsun! ebu bekri sıddik radıyallahü anh ayeti kerimeler okuyarak uzun nasihat verdi. ensarı medh etdi. hadisi şerifini okuyup, kureyşden birini halife yapalım. siz resul yanında nasıl kıymetli idi iseniz, onun yanında da öyle muhterem olursunuz. ben eshabdan iki kişiyi seçdim. ikisi de kureyşin asilzadeleridir. birisi ömer, birisi alidir dedi. ensar, aliye radıyallahü anh bi'at etmek istedi. ömer, yine karışıklık çıkmasından korkarak, ya eba bekr! sen kureyşdensin! elini uzat, sana bi'at edelim dedi. ebu bekr, dedi. ömer, ebu bekrin elini çekip bi'at etdi. ensar da, bunu görünce, hepsi, ebu bekre bi'at etdiler. ensarın sa'd bin ubadeye bi'at edecekleri haberi medineye yayılmışdı. bütün eshab toplanıp, buna karşı koymak üzere yürüdü. ömer radıyallahü anh, önlerine geçip, ey halk! gelin peygamber aleyhisselamın halifesine bi'at edin! diye bağırdı. o gün, bütün medine ehalisi, hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh bi'at etdi. böylece büyük bir ayrılığın önüne geçilmiş oldu. hazreti ali, hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm, ehli beyti ta'ziye ile meşgul olduklarından, yalnız bu üçü, o gün bi'at edemeyip, sonradan bi'at etdiler. ertesi salı günü, eshab mescidde toplandı. ömer radıyallahü anh minbere çıkıp, ey eshabı kiram! allahü tealaya şükr edin ki, sizi, en efdaliniz olan ebu bekrin etrafında topladı. bi'at etmiyen kaldı ise bi'at etsin! dedi. sonra hazreti ebu bekri sıddik dedi ki, ey halk! biliniz ki, ben bu işi, eshab arasında ikilik olmamak, kan dökülmemek için kabul etdim. ben de, sizin gibi bir insanım. insan yanılır. yanılmadığım zeman, allahü tealaya şükr edin. yanılınca, bana doğruyu gösterin! ben, allahü tealaya ita'at etdiğim müddetçe, siz de, bana ita'at edin. ben, ita'atdan çıkarsam, siz de bana ita'at etmeyin! şimdi peygamberimizin aleyhisselam hizmetini görelim. onun hakkını ödiyelim. yıkayalım, namazını kılalım ve kabri şerifine koyalım dedi. minberden inip, resul aleyhisselamın hanesine geldi. ridayı açıp, mubarek yüzünü kokladı. mubarek yüzünden ve saçından, misk kokusu duydu. yüzünü, mubarek yüzüne koyup dedi. sonra, buyurmuşdu deyip, dedi. abbas, oğlu fadl ile beraber geldi. hazreti ali dahi geldi. halife dedi. resulullahın hizmetçisi üsameye de, onlara hizmet et dedi. kendisi, eshabı kiram ile kapıda bekledi. ensardan evs bin havliyi radıyallahü anh de, yardım için içeri sokdu. gömleği içinde yıkayıp, üç beyaz kefene sardılar. buhurladılar. ebu talha kabr kazdı. kabrin yeri neresi olsun diye uyuşamadılar. hazreti ebu bekr radıyallahü anh buyurdu ki, ben resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdim ki, buyurmuşdu. yatağı kaldırıp, o yer kazıldı. resulullahı kabri şerifin kenarına koydular. eshabı, bölük bölük gelip, imamsız, namazını kıldılar. namaz gece yarısına kadar devam etdi. gece yarısı, kabri şerife koydular. çarşamba gecesi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem pazartesi günü vefat eyledi. dünyayı teşrifleri de pazartesi günü idi. onaltı yaşında iken, haceri esved taşını da ka'be dıvarına pazartesi günü koymuşdu. hicretde, mekkeden pazartesi günü çıkmışdı. medineye de, pazartesi günü gelmişdi. defnden üç gün sonra, hazreti ebu bekr, resul aleyhisselam, sizi üsamenin emrinde gazaya göndermişdi. hasta olunca, o iş yapılamadı. herşeyden önce, bu emri yerine getirmeliyiz! bu işde gevşek davranmayın! gazaya hazır olun diye emr buyurdu. eshabı harbe hazırladı. o zeman üsame yirmiiki yaşında idi. arabistan çöllerinde isyan çıkdığı işitildi. eshab, üsamenin emrinde gitmiyelim. asiler medineye gelip halifeyi öldürür dediler ve çok uğraşdılar ise de, hazreti ebu bekr, dedi. üsame at üzerinde, halife ve eshab yürüyerek, medineden dışarı çıkdılar. halife, eshaba veda' ederken size birinci nasihatim. üsameye ita'at etmenizdir buyurdu. dedi. üsameye dönerek resulullahın emr etdiği yere git! sonra şama var dedi. üsame, huza'a kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. zafer ile, kırk gün sonra, medineye döndü. arabistan halkı dinden çıkdı, mürted oldu. halife, mürtedleri terbiyeye, halid bin velidi gönderdi. halid, mürtedlerin elebaşlarını perişan etdi. kurtulanlar tekrar imana geldi. halife, zekat me'murlarını tekrar, zekat toplamağa gönderdi. beni temim kabilesi büyüklerinden malik bin nüveyreyi, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni hanzala kabilesinin zekatlarını toplamağa me'mur etmişdi. malikin aşireti, ebu bekre bi'at edip zekatlarını gönderdiler. sicah bin haris adında bir hıristiyan kadın, musuldan hicaza gelip, peygamber olduğunu iddi'a etdi. sicah, maliki kendi dinine da'vet etdi. malik, senin için harb ederim. fekat, dinine girmek için bir müddet düşüneyim dedi. sicah, ertesi sabah bana rabbimden vahy geldi ki, beni temimden, bana inanmıyanlar ile harb edeceksin dedi. malik, harb edip galip geldi. çok müslimanı öldürdü ve çok kimsenin sicaha inanmasına sebeb oldu. sicah kuvvetlenip, müseylemetülkezzaba yardım için yemene gitdi. halid, halifeden emr almadan, malik üzerine yürüdü. malik zekatlarını halide gönderdi. halid, kabul edip, halifeye bildirdi. halife emr gönderip, ezan sesi işitilen köylere birşey yapma dedi. suvariler, maliki yakalayıp getirdi ve ezan sesi işitmedik dedi. ebu katade radıyallahü anh ben işitdim dedi. halid: niçin sicaha tabi' oldun? dedi. malik, onunla sulh etdim. dinine girmedim dedi. fekat, peygamberimizi söylerken, yanılarak sizin sahibiniz şöyle demişdi deyince, halid radıyallahü teala anh kızıp, ey köpek! bizim peygamberimiz de, sizin peygamberiniz değil mi? sen münafıksın. sicaha uymuşsun! onun için, çok müsliman öldürdün dedi ve boynunu vurdurdu. ebu katade, bu işi beğenmeyip, medineye geldi. hazreti ömere anlatdı. ömer radıyallahü anh halifeye gidip, halid zulm ile müslimanları öldürmüş. halidi çağır cezasını ver! dedi. halife de ya ömer! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, halid için buyurdu. ona nasıl darılayım dedi. malikin kardeşi gelip, kardeşim müsliman idi. sana bi'at etmişdi. halidden kardeşimin kanını isterim dedi. halife, halidi çağırdı. ömer, halidi görünce, yakasına yapışıp, oklarını alıp parçaladı ve allahdan korkmaz mısın? bir müslimanı öldürmüşsün dedi. halife sorunca, halid dedi ki, ey halife! resulullahın buyurduğunu işitmedin mi? billahi işitdim deyince, halid, allahın kılıncı, yalnız kafir veya münafık boynunu vurur dedi. halife, doğru söylüyorsun, haydi vazifen başına git buyurdu. ömer radıyallahü anh halidin kurtulduğunu işitince, üzüldü. taberinin yazısı, burada temam oldu. ehli evladından olan, seyyid abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz kitabında, ceddi hazreti alinin radıyallahü anh, hazreti ebu bekr halife olacağı gün söylediklerini yazmakdadır. kitabı tercemesi, ikinci cild, yüzellibeşinci sahifede: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye radıyallahü anh harun, musaya aleyhimesselam nasıl yakın ise, sen de bana öylesin. yalnız benden sonra, peygamber gelmez buyurdu. bundan anlaşılıyor ki, arada peygamberlik değil, halifelik ya'ni yerine vekil olmak bakımından benzerlik vardır. harun, musa aleyhisselam ölmeden önce yerine vekil olduğu gibi, sen de, ben hayatda iken, bulunmadığım yerde, benim halifemsin demekdir. şerefeddin hüseyn bin muhammed tayyibi, böyle ma'na verdi. harun aleyhisselamın musa aleyhisselamdan önce öldüğü meşhurdur. bunun için, imamı alinin, resulullahdan sonra halife olacağına, burada bir işaret olmadığı gibi, halife olmıyacağı da anlaşılmakdadır. kitabı, beşinci menakıbde diyor ki, buharide abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma buyuruyor ki, resulullahın zemanında, eshabı kiramın üstünlüklerini konuşurduk. önce, ebu bekr, sonra ömer, sonra osman, sonra ali derdik. ibni münzir diyor ki, imamı ali buyuruyor ki, . hazreti ömerin radıyallahü anh otuzdördüncü menakıbinde diyor ki: bir gazadan, pekçok ganimet eşyası geldi. halife ömer, bunun beşde birini, hakkı olanlara dağıtırken, imamı hasen geldi. buna bin dirhem gümüş verdi. sonra, hazreti hüseyn geldi. ona da, bin dirhem verdi. sonra, kendi oğlu abdüllah geldi. buna, beşyüz dirhem verdi. abdüllah üzülüp, hasen ile hüseyn, çocuk oldukları halde, onlara çok verdin. ben pehlivan olup, kaç kerre gazaya gitdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde, düşmana saldırıp, nice kafir öldürdüm. bana onlardan az vermek doğru mudur? dedi. hazreti ömer buyurdu ki, ey oğlum! sen, onlarla bir mi olmak istiyorsun? onların, ali gibi babaları var. fatımatüzzehra radıyallahü anha gibi anaları var. fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem gibi dedeleri var. bu sözler, imamı alinin kulağına gidince, resulullahdan işitdim: buyurmuşdu dedi. hasen ile hüseyn, bu müjdeyi ömere götürdü. ebülmu'in meymun bin muhammed nesefi kitabında diyor ki: halifenin kim olacağı bildirilmemişdir. hazreti ali ve çocuklarının halife olması bildirilmiş olsaydı, eshabı kiram, bunu söyler ve bizlere kadar, haber gelirdi. bildirilen bir emri, eshabı kiramın saklıyacaklarını söylemek, o büyüklere, büyük iftira olur. eshabı kiram, abdesthanede nasıl taharetlenileceğini gösteren haberleri bile bizlere ulaşdırdı. halifelik için, bir emr, bir işaret olsaydı, ali radıyallahü anh ve çocukları ve eshabı kiram, bunu elbette bildirirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, eshabı kiram, beni sa'ide sofasında toplanıp, hadisi şerifini okudular. halifesiz bir gün geçmesini caiz görmediler. onun için, halifeyi bilmemek küfrdür. çünki, islamiyyetin emrlerinden bir kısmının yapılması için halife lazımdır. mesela, cum'a ve bayram namazlarının kılınması, yetimlerin evlendirilmesi ona bağlıdır. halifeyi inkar eden, farzları inkar etmiş olur. farzlara inanmamak ise küfrdür. ensardan biri dedi. ebu bekr kalkıp, öyle zan ederim ki, halife olmak aliye yakışır. ben onun halife olmasını istiyorum dedi. ali hemen ayağa kalkıp, kılıncını çekerek, kalk ya eba bekr! allahın ve resulünün halifesi sensin! resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem seni hepimizin önüne geçirdi. senin önüne kimse geçemez. resulullah bana buyurdu ki, git, ebu bekre emr et! eshabıma imam olsun. resulullahın dinimiz için önümüze geçmesine razı olduğu kimseyi, biz dünyamız için önümüze geçirmeğe razıyız dedi. resuli ekrem, ebu bekri, kendi imamlık yerine halife yapdığı için, kendisine denildi. eshabın hepsi, hazreti alinin sözünü beğenerek, hazreti ebu bekri söz birliği ile halife yapdılar. sonra, resuli ekremin hizmetine koşdular. defnden sonra, halife hutbe okudu ve beni hakim yapdınız. halbuki hayrlınız ben değilim. beni kabul edin dedi. ali, yine kalkıp seni red veya kabul edebilecek değiliz. seni resuli ekrem önümüze geçirdi, kim geriye çekebilir? dedi. ebu bekr, halife iken, gün geçdikçe za'ifledi. artık acınacak hale geldi. kızı aişe, sebebini sordu. ey gözümün nuru yavrum. muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem ayrılık ateşi, beni yakıp eritiyor buyurdu. abdüllah ibni abbas buyurdu ki: iza cae suresi gelince, babam abbas, aliye dedi ki, bu sure, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edeceğini haber veriyor. acaba kimi halife yapar? ey amca git, resulullaha sor. bu işi bize verirse, kureyş ile çekişmemiz önlenmiş olur. başkasına verirse, hakkımızı gözetmesini o kimseye emr buyursun. abbas, resulullahı yalnız bulup sordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ey amcam! allahü teala, halifeliği ebu bekre vermişdir. necat ve felah bulmak için, ebu bekrin her sözünü kabul edin. ona ita'at eden, doğru yolu bulur buyurdu. hazreti ebu bekrin hak halife olduğuna inanan ve eshabı kiramın hepsini seven, doğru yolu bulmuş olur. selmanı farisi radıyallahü anh eshabı kiramın büyüklerinden idi. birçok hadisi şerif ile medh edildi. hazreti ömer radıyallahü anh tarafından medayn valisi yapıldı. otuzbeşde, orada vefat etdi. böyle büyük bir zatın, imamı ömere ve büyük bir sahabi ordusuna demesi ve bu çok çirkin iftirayı, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üstüne yüklemesi, hiçbir müslimanın inanacağı birşey değildir. çünki, eshabı kiramdan herhangi birini kötülemek, çeşidli hadisi şeriflerde yasak edilmişdir. selmanı farisinin, bu hadisleri hiçe sayması ve bir de hadis uydurması, ancak bir yehudinin yazdığı kitabının küstahça ve alçakca iftirasıdır. evet, buhari ve müslimde bulunduğu, menavide bildirilen hadisi şerifde buyuruldu. demek ki, ehli sünnetin doğru yolundan ayrılanların, eshabı kirama dil uzatanların, cehennem köpekleri oldukları bildirilmişdir. hüsniyye kitabı, bunu tersine çevirmekdedir. acem yehudisi mürtedanın, hüsniyye adındaki kitabında, ümmetin havassı, avamı, islamın şehrlerine mektublar göndererek, osmanın katli için ittifak etdiler ve hatta, mısrdan otuz bine yakın müslimanlar, osmanın zulmünden şikayet etmek üzere medineye geldi. bunlar da, icmaı ümmete dahil olup, medine mahallelerinde, çirkin bir şeklde, osmanı katl edip, bir nice gün ayağında bağlı ipler ile sürüyerek gezdirdiler. müslimanlar güruh güruh gelip, sen bu zülmü, islama ne vechle caiz gördün diyerek cenazesine dahi tekme ile vurdular yazıyor. halbuki, bütün islam tarihleri, sözbirliği ile vak'ayı olduğu gibi bildirmekdedir. mesela, taberi büyük tarihi tercemesinde, üçüncü cild, yüzyetmişbirinci sahifede diyor ki: hazreti osman radıyallahü anh halife iken, yemende, abdüllah bin sebe' isminde bir yehudi, eski kitabları çok okumuşdu. medineye gelip, halifenin yanında müsliman görünerek, halifenin gözüne girmek istedi. fekat, halife, buna hiç yüz vermedi. bu, her yerde hazreti osmanı kötüledi. halifeye, bu yehudi, her zeman seni kötülüyor dediler. halife, bunu medineden çıkardı. bu da, mısra gidip, halifeye karşı propagandaya başladı. çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. ençok söylediği şey, her peygamberin bir veziri var idi. bizim peygamberimizin veziri de alidir. hilafet, onun hakkı idi. osman, onun hakkını elinden aldı. fellahları kandırıp, osman radıyallahü anh kafirdir dediler. mısr valisi abdüllah bin sa'd tarafından, halifeye şikayetler yazdılar. mısrdan dört bin kişi medineye geldi. halifenin beğenmedikleri hareketlerini, kendisine bildirdiler. halife her suale, cevab verip, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile, haklı olduğunu isbat etdi. asker de, geri mısra döndü. bir sene sonra, mısrdan dört bin ve ırakdan da, dörtbin kişi geldi. medine ehalisi silahlanıp, niçin geldiniz? dediklerinde, hacca gidiyoruz dediler. ehali de, silahını bırakdı. gelenlerin maksadları hazreti osmanı hal' etmek idi. mısrlılar, hazreti aliyi, ıraklılar hazreti talhayı halife yapmak istiyordu. mısrlılar, hazreti aliye gelip, dediler. hazreti ali bunlara darılıp, buyurdu. o gece halife, hazreti alinin radıyallahü anh yanına gelip, bu askerleri geri döndür dedi. hazreti ali, peki deyip, sabahleyin askere nasihat verdi. asker geri dönmekde iken, hazreti ali halifeye gelip, mısr valisini değişdir. onların istediğini ta'yin eyle dedi. halife, muhammed bin ebi bekri vali yapdı. mısrlılar, vali ile mısra gitdi. fekat yolda, bir haberci üzerinde halifenin mektubunu buldular. eski valiye emr idi ve gelenleri kabul ediniz deniyordu. o zeman yazılar noktasız olduğundan, mektubdaki fakbüluhu kelimesini, faktüluhu, katl ediniz ma'nasına okudular. mısrlılar böyle okumağa, kızdılar. medineye geri döndüler. ıraklıları da döndürdüler. halifenin evini sardılar. yirmi gün sonra, cum'a gecesi, halifeye rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya osman! bu gece bizim yanımızda iftar edersin!. asker, kapıyı yıkdı içeri girdi. mervan beşyüz kişi ile bağçede idi. döğüşdüler. kan dere gibi akdı. beşyüz kişi de ölünciye kadar savaşdı. mervan, yaralanıp yıkıldı. önce, muhammed bin ebi bekr içeri girdi. fekat, halifenin sözüne dayanamayıp tekrar çıkdı. sonra mısrlılardan kinane bin beşir girip, halifeyi kur'anı kerim okurken şehid etdi. serayı yağma etdiler. aşerei mübeşşereden ali, talha, sa'id ve sa'd radıyallahü anhüm evlerinden hiç çıkmadı. herkes üzüldü. otuzbeş senesi, zilhiccenin onsekizinci cum'a günü idi. yardıma gelen kufe ve mısr askeri yetişemediler. sekseniki yaşında idi. ikindi vakti idi. üç gün sonra evden çıkarıp, üç akrabası, gece baki'de defn etdiler. korkudan, kimse gelemedi. abdüllah bin sebe', böylece istediğine, uğraşdığına kavuşdu. islam topluluğuna, ilk fitne ateşini saldı. ilk kanlı yarayı açdı. hüsniyye kitabı, bu yehudinin ortaya atdığı, yıkıcı, aldatıcı sözlerle, fitne ve fesad ateşini yeniden tutuşdurmağa, müslimanları parçalamağa, fikrleri dağıtmağa çalışmakdadır. hazreti osmanın radıyallahü anh evi sarılı iken, müezzin, kendisini mescide çağırdı. gelemiyeceğim, namazı ali kıldırsın dedi. ali radıyallahü anh, yalnız cum'ayı kıldırıp, diğerlerine eba eyyubi ensariyi vekil yapdı. ev sarılı iken halife, hac için, yerine abdüllah bin abbası gönderdi. birkaç gün sonra, mısrlılar, alinin radıyallahü anh yanına gelip, seni halife yapdık dediler. kabul etmedi ve başkasını yapın! ben de ona bi'at ederim dedi. sonra talhaya gitdiler. o da kabul etmedi. beş gün sonra, medine ehalisini aliye gönderdiler. çok yalvardılar. bunlardan da kabul etmedi. mısrlılar dedi ki, biz halifesiz dönersek, çok fitneler çıkar ve önü alınmaz. ali radıyallahü anh yeniden fitne çıkmasın diye, önce resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı bi'at etsin dedi. talha ve zübeyri radıyallahü anhüma getirdiler. ali, buyurdu ki, benim bu işe rağbetim yokdur. fekat müslimanlar imamsız kaldı. hanginiz kabul ederse, elini uzatsın, ona bi'at edeyim ve talhaya bakıp sen herkesden daha layıksın. elini uzat, sana bi'at edeyim buyurdu. talha ise dedi ve aliye bi'at etdi. ikinci olarak zübeyr bi'at etdi. sonra, ehali gelip bi'at etdiler. o gün zilhiccenin yirmibeşi idi. halife, hutbe okudu. cum'a namazını kıldılar. halife ilk iş olarak, hazreti mu'aviyeyi şamdan azl edip, yerine abdüllah ibni abbası ta'yin etdi. abdüllah, bunu kabul etmedi, gitmedi, onu azl etme, orada eski bir validir. fitneye sebeb olur dedi. halife vaz geçip, bir sene sonra, yine azl etdi. birçok valileri de değişdirdi. mu'aviye radıyallahü anh, yeni valiye karşı asker gönderdi. vali, medineye döndü. şamdan bir haberci gelip dedi. görüliyor ki, islamda ilk fitneyi çıkaran bir yehudi dönmesidir. müslimanları parçalayan budur. şimdi, mezhebsizlerin onun yolunda oldukları, kitablarından anlaşılmakdadır. kitabında diyor ki, talha bin ubeydüllahın radıyallahü teala anh haber verdiği bir hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki her peygamberin bir arkadaşı vardır. benim de, cennetde arkadaşım osmandır. enes bin malik radıyallahü teala anh buyurdu ki, bi'atı rıdvan yapılırken, osman radıyallahü anh yokdu. vazife ile mekkeye gönderilmişdi. resul aleyhisselam iki mubarek elini birbiri ile tutup osman, allahın ve resulünün işini görmekdedir. onun yerine ben bi'at ediyorum buyurdu. kendi mubarek elini, osmanın eli yapdı. de, mürre bin ka'b radıyallahü anh buyuruyor ki, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem yakında çıkacak fitneleri anlatıyordu. o anda, biri geçdi. mubarek eli ile, onu göstererek, buyurdu. kalkdım, bakdım. geçen kimse, osman idi. büyük alim mevlana nureddin abdürrahman cami rahimehullahü teala, kitabında bildiriyor ki, aişe radıyallahü anha buyurdu ki, resul aleyhisselam dedi ki, ya aişe! eshabımdan birini istiyorum. ebu bekri çağırayım mı? dedim, cevab vermedi. onu istemediğini anladım. ömeri çağırayım mı? dedim. ses çıkarmadı. amcan oğlu aliyi çağırayım mı? dedim, yine cevab vermedi. osmanı çağırayım mı? dedim. buyurdu. resul aleyhisselam, ona bir şeyler söyledi. rengi sarardı. osman halife iken, evini sardılar. dediklerinde, resul aleyhisselam, bana çok şey söyledi. ona söz verdim. sabr ederim dedi. hazreti aişe buyuruyor ki . abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyuruyor ki, huneyn günü kafirler dağıldıkdan sonra resul aleyhisselam ile birinin yanından geçdik. resul aleyhisselam o kimseye ey allahın düşmanı! allahü teala seni sevmez buyurdu. dedim. buyurdu. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, resulullahdan işitdim. buyurdu ki . resulullah, kızı rukayyeyi osmana verdikden bir zeman sonra, kızına dedi. hayrlı, iyi gördüm dedi. ey canım kızım! osmana çok saygı göster. çünki, eshabım arasında, ahlakı bana en çok benziyen odur! buyurdu. ali radıyallahü anh fatımatüzzehra radıyallahü anha üzerine bir daha evlenmek istedi. resul aleyhisselam, bunu işitince, mubarek kalbi incindi. ali vazgeçdi ise de, afv etmedi. ebu bekr şefa'at etdi, afv etmedi. ömer şefa'at etdi, yine afv etmedi. osman şefa'at etdi. afv buyurdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. sebebini sorduklarında öyle birinin şefa'atini kabul etdim ki, allahü tealaya, yer ile gökün yerini değişdir dese, allahü teala kabul buyurup değişdirir. yahud, ya rabbi! muhammed aleyhisselam ümmetinin hepsinin bütün günahlarını afv et dese, afv eder buyurdu. ali radıyallahü anh fatımatüzzehra radıyallahü teala anha ile evlenirken düğün için parası yok idi. zırhını satılığa çıkardı. osman radıyallahü anh pazardan geçerken, zırhı tanıdı. dellalı çağırıp, bu zırha sahibi ne istiyor dedi. dellal, dörtyüz dirhem gümüş dedi. dörtyüz dirhemi verip zırhı aldı. eve getirip, ayrıca dörtyüz dirhemle zırhı, aliye gönderdi ve: bu zırh, senden başkasına layık değildir. bu gümüşleri de, düğünde harc et ve bizim özrümüzü kabul buyur, dedi. evliyanın büyüklerinden, derin alim, imamı muhammed parisa rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki: hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: ba'zı kimseler, beni, ebu bekr ve ömer ve osmandan üstün tutuyormuş. bunlar münafıkdır. müslimanlar arasına ikilik sokmak, kardeşi kardeşden ayırmak için böyle yapıyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, bunları haber verdi. bunları görünce, öldür dedi. müsliman görünürler. halbuki, kafirdirler ve islam düşmanıdırlar. yalan söylemekle öğünürler, içleri bozukdur. kur'anı kerimi değişdirirler. dinsizlik üzerinde birleşirler. eshabı kiramın büyüklerini, hatta resuli ekremi kötülerler. eshabı kiram arasındaki ayrılıklar üzerinde dururlar. allahü teala bunları afv etmez. küçükleri büyüklerinden ders alır. onları böylece bozuk yetişdirirler. islamı yıkarlar. bid'atları yayarlar. yer yüzünde onlardan alçak yokdur. yeryüzü, onlara küskündür. gök onlara, la'netle gölge salar. onlar yeryüzündeki insanların en kötüsüdür. fitne, bunlardan çıkar. melekler arasında, bunların adı encas dir. cami'lerinde, kahvelerinde, mekteblerinde, eshabı kirama la'net ederler ve bunu kendilerinin ibadeti bilirler. kalblerinde, insanlık duygusu yokdur. allahü teala, onları insan şeklinden çıkarır. o zemanda, sünnete yapışan, şehidlerden, abidlerden üstün olur. se'adet, onun olur. eshabı kiram, bunları işitince ya emirelmü'minin! biz, o zemana kalırsak ne yapalım dediler. hazreti ali, buyurdu ki, isa aleyhisselamın havarileri gibi olunuz! bizim yolumuzu öğreniniz. allahü tealanın emrlerine sarılmağa, resulüne ita'ate, eshabının hepsini sevmeğe ve bu sapıkların sözlerinden, yazılarından kaçmağa uğraşınız! hak ve sünnet üzere olmak, bid'at ve dalalet üzere olmakdan hayrlıdır buyurdu. imamı refi'uddin tacülislam osman bin ali merendi, abdüllah bin ömerden haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü teala, size namazı, orucu, haccı, zekatı farz etdiği gibi, ebu bekri sıddikı ve ömer faruku ve osman zinnureyni ve ali murtezayı sevmeği de farz eyledi. bu dördünden birini sevmiyen kimsenin namazı da, orucu da, haccı da, zekatı da kabul olmaz. kıyamet günü, bunlar, mezardan, ateşe götürülür buyurdu. hüsniyye kitabında, imamı ca'fer sadık, müt'a nikahını emr ederdi. çünki, allahü teala ayeti celilinde, müt'a nikahını mubah kılmışdır. müt'a nikahı demek, bir kadına, şu kadar mal karşılığı kendini şu kadar zeman bana teslim edermisin deyip, kadının da şahidsiz kabul etmesidir. ya'ni, muayyen gün için, para ile kadın kiralamakdır. müfessirler ve fıkh alimleri, bu ayetin, müt'a nikahı için olduğunu bildirmişdir. bu ayeti nesh eden, başka bir ayet ve hadis yokdur. bunu, ömer halife iken, hiçbir ayet ve hadis söylemeden fitneye yol açar korkusu ile, kendiliğinden yasak etdi. ömer bin hasin diyor ki, müt'a nikahı yapardık. ayet ve hadis ile hiç yasak edilmedi. abdüllah ibni ömer diyor ki, . herşey aslında mubahdır. yasak olmaları için ayet ve hadis lazımdır diyor. bütün tefsirler ve fıkh kitabları diyor ki, nisa suresi, yirmidördüncü ayetinin meali alisi, müt'a nikahı için değildir. nikahdaki mehr parasını vermek içindir. mesela ve bunun haşiyesi ikinci cild, yirmialtıncı sahifede, yukarıdaki ayetin tefsirinde buyuruyor ki, bu ayeti kerime, sahih olan nikahı bildirmekdedir. müt'a nikahının mubah olmasını göstermiyor. mehr parasını emr ediyor. müt'a nikahı, önce mubah olmuşdu. sonra yasak edildi. islamiyyetde belli bir zeman için nikah yapmak yokdur. büyük alim burhaneddini mergınaninin rahimehullahü teala kitabının şerhi olan kitabı ikiyüzotuzbirinci sahifesinde, mevlana ekmelüddin buyuruyor ki: müt'a nikahı batıldır. evet abdüllah ibni abbasın bildirdiği gibi, müt'a nikahı mubah idi. fekat, hadisi şerif ile, bunun yasak edildiğini, eshabı kiram söz birliği ile bildirmekdedir. değişdiren hadisi şerifleri de haber vermişlerdir. mesela, muhammed ibni hanefiyye dedi ki, hayber kal'ası alındığı gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müt'a nikahını men'etdi. imamı ali böyle buyurunca, ehli beytin gözbebeği olan imamı ca'fer sadık, müt'a nikahını hiç emr eder mi? elbette etmez. zaten kitabını yazan murteza adındaki yehudi dönmesi, yalanlarına, iftiralarına herkesi inandırmak için, ayeti kerimelere yanlış ma'na vermekden, hadisi şerifleri inkar etmekden çekinmediği gibi, ehli beytin yolu böyledir demeği de adet edinmişdir. hadis diye uydurduğu sözlere, ehli böyle emr ederdi demekdedir. böylece, cahilleri kandırmakda ise de, dinini bilen, bu yalanlara aldanmaz. alimlerimiz, bu yalanlara, ayetle, hadis ile cevab vererek, ehli beytin yolunda gidenlerin, ehli beyti hakiki sevenlerin, ehli sünnet olduğunu isbat etmişlerdir. rebi' bin meysere radıyallahü anh buyuruyor ki, hayberi feth etdiğimiz gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, müt'a nikahını, üç gün halal etdi. ben, amcam ile bir kadının kapısına geldik. ikimizde de ince palto vardı. amcamın bürdesi daha güzel idi. gayri müslim bir kadın kapıya çıkdı. benim paltoma ve gençliğime bakdı. bunun paltosu, onun paltosuna benzemiyor. fekat, gençliği de, onun gençliğine benzemiyor, diyerek, gençliği paltoya tercih etdi ve beni içeri aldı. o gece orada kaldım. sabah olunca, resulullahın adamının, sokaklarda ey müslimanlar! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müt'a nikahını yasak etdi diye bağırdığını duydum. hepimiz müt'a nikahından vazgeçdik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hayatda iken, müt'a nikahını yasak etdiğini, eshabı kiram, sözbirliği ile bildirmekdedir. icma', ya'ni söz birliği, ayeti ve hadisi değişdirmez, ayetin ve hadisin değişdirildiğini haber verir. sual: sözbirliği nasıl olur? abdüllah ibni abbas müt'a nikahının halal olduğunu söylerdi? cevab: yasak edildiğini, sonradan, o da söylemişdi. nitekim, cabir bin zeyd diyor ki, ibni abbas radıyallahü anhüm ölmeden önce, müt'a nikahının yasak edildiğini söyledi. böylece, icma' hasıl oldu. maliki mezhebinde müt'a nikahının caiz olduğunu söyliyorlar. buna şaşılır. çünki, imamı malik bin enes ismindeki kitabında ali ibni ebi talibin bildirdiği hadisi şerifi yazmakdadır. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, . kitabının yazısı burada temam oldu.nın dört mezhebde de batıl olduğu, da da yazılıdır. arabi ve türkçe kitabların hepsinde, mesela elmalılı hamdi efendi rahimehullahü teala tefsir ahifesinde diyor ki, bekara suresi, yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, yiyecek, içecek ve giyecek maddelerin hepsi halal olup, ancak ayeti kerime veya hadisi şerif ile istisna edilenler haram olur. insanların nefslerine ve ırzlarına dokunmanın haram olduğunu bu ayeti kerime göstermekdedir. ancak, istisna edilenler haramlıkdan kurtulup halal olur ki, bu da, sahih nikah ile almakdır. görülüyor ki, müt'a nikahının halal olduğunu isbat için delil gösterdikleri herşey aslında mubahdır. yasak olmaları için ayet veya hadis lazımdır sözünün nikah ile ilişiği yokdur. ilme, dine uymayan bir isbatdır. halife ömerin radıyallahü anh, müt'a nikahının yasak olduğunu söylerken, hadis ile isbata lüzum görmemesi ve hiç kimse tarafından i'tiraz olunmaması da, bunun önceden yasak edilmiş olduğunu herkesin bildiğini göstermekdedir.resulullah vefat edince, ebu bekr ile ömer, biz peygamberler miras bırakmayız. bırakdıklarımız sadaka olur hadisini söyliyerek, fatımatüzzehranın elinden ismindeki hurma bağçesini zor ile alıp, beytülmala verdiler. fatıma, ebu bekre darılıp, la'net etdi. halbuki, resulullah, hayatında bunu ona hediyye etmişdi ve hurmaları, üç sene ona getirilmişdi. fatıma, bunu, ali ile hasen, hüseyn ve kanber ile isbat etdi ise de, ebu bekr, bu şahidleri kabul etmedi. halbuki, bu hadisi, o zalim uydurdu. kızı aişeden başka, kimse böyle hadis söylememişdir. böyle hadis olsaydı, fatımaya elbette bildirilir, bu da haram şeyi istemezdi. ehli sünnet, ebu bekri haklı çıkarmak için, zındıklık yoluna sapıp, eşrefi kainata iftira ediyor. allahın emrini fatımaya bildirmemiş diyorsunuz. bildirmiş ise, fatıma kabul etmeyince küfr olur. bu hadisi uyduran kafirdir. zaten, ebu bekrin şahid getirmesi lazım idi. şahid istemekle de zulm etmiş oldu. sonra, peygamberlerin miras bırakdıkları, kur'anı kerimin çok yerlerinde yazılıdır diyor. halbuki ahmed cevdet paşa rahimehullahü teala nın. sahifesinde diyor ki: halife hazreti ebu bekr radıyallahü anh, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem silahları ile beyaz katırını, hazreti aliye radıyallahü anh verdi. diğer eşyayı beytülmala bırakdı. fedek ve hayberdeki hurmalıklarını, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayatda iken vakf etmiş, kimlere dağıtılacağını emr buyurmuşdu. şöyle ki: gelip geçen elçilere, müsafirlere ve yolculara verirdi. ebu bekr radıyallahü anh bunları eskisi gibi dağıtıp, asla değişdirmedi. fatıma radıyallahü anha mirasını istedikde; resulullahdan işitdim: bize, ya'ni peygamberlere kimse varis olamaz! bizim bırakdığımız mal, sadaka olur buyurmuşdu. ben resulullahın yapdığını değişdirmem. bir yanlış yola sapmakdan korkarım dedi. fatıma demiş. halife de: deyince, demiş. halife de: buyurdu. onun için sen de varis olamazsın. fekat ben onun halifesiyim, onun nafaka verdiği kimselere, aynı şeyleri ben de veririm. senin masraflarını yapmak benim vazifemdir dedi. bunun üzerine fatıma radıyallahü anha susdu ve artık miras lafı etmedi. mısrdaki büyük alimlerden ahmed bin muhammed şihabüddin kastalani rahimehullahü teala kitabı tercemesi, birinci cild, dörtyüz doksanbirinci sahifede diyor ki denir. bunlardan birini yazan ahmed bin ali nesainin bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu. ve ya rabbi! bana varis olacak evlad ver ayeti kerimelerinde bildirilen varislik, mal ve mülk varisliği değildir. ilm ve nübüvvet mirasıdır. yukarıdaki hadisi şerifi, imamı abdürra'uf menavi de yazıyor ve imamı ahmedin kitabından aldım diyor. hadis alimi abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala farisi dil ile yazdığı iki cild kitabı ikinci cild, beşyüzyetmişikinci sahifede buyuruyor ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz peygamberler miras almayız ve miras bırakmayız. bırakdığımız şeyler sadaka verilir buyurdu. kendisi vefat edince ev eşyası ve silahları ve hayvanları ve fedek denilen hurma bağçesi kalmışdı. bu hurmaları ailesine ve fakirlere ve yolculara verirdi. vefat edince, kızı fatıma radıyallahü anha, halife ebu bekrden miras istedi. halife, hadisi şerifi okuyarak, miras vermedi. fatıma, halifeye: dedi. deyince, fatıma, dedi. ebu bekri sıddik dedi ki, buyurdu. fekat ben, onun halifesiyim. onun verdiği kimselere, ben de, aynı şeyleri vereceğim ve onun bırakdığı malları, onun verdiği yerlere aynen dağıtacağım dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birçok kimselere, mal vereceğini va'd etmişdi. vefatından sonra, gelip, bu malları istediler. halife hepsine verdi. ebu bekr, mirası yalnız fatımadan men'etmedi. aişe de, radıyallahü anhüm gelip, miras istedi. ona da vermedi. başka zevceler de istedi. hiçbirisine vermedi. peygamberler miras bırakmaz hadisi şerifini söyledi. halife, bu hadisi şerifi söyleyince, eshabı kiramın hepsi, biz de işitmişdik, dedi, bir kişi bile i'tiraz etmedi. halife kimseye miras vermedi ve muhammed aleyhisselamın akrabasına evvelce verilen herşeyi aynen verdi ve resulullahın yapdığını değişdirmem dedi ve resulullahın akrabasını, kendi akrabamdan daha çok seviyorum diye yemin etdi. fatımanın miras yüzünden, ebu bekre darıldığını ve ölünciye kadar sevmediğini söyliyenlere şaşılır. eshabı kiramın sözbirliği ile bildirdiği hadisi şerifi, fatımanın kabul etmiyeceği düşünülebilir mi? insanlık icabı kırıldı denilse de, ölünciye kadar dargın kaldı denilebilir mi? fatımanın radıyallahü anha vefat edeceği zeman, ebu bekri sıddik ile halallaşdığı, ondan razı olduğunu bildirdiği meydanda olan bir hakikatdir. mesela, hadis alimi, imamı beyheki, imamı şa'biden rivayet ediyor ki, fatıma radıyallahü anha hasta iken, halife ebu bekri sıddik kapıya geldi. ali radıyallahü anhüm fatımaya, ebu bekrin geldiğini haber verdi. fatıma da, aliye içeri izn vermemi istermisin? dedi. ali: evet dedi. fatıma izn verdi. halife içeri girdi ve kendisi ile halallaşdı. fatıma radıyallahü anha ebu bekrden razı oldu. imamı müstağfirinin ve kitablarında diyor ki, ebu bekr radıyallahü anh, fatımanın radıyallahü anha yanına girip, halallaşdı ve fatıma, ondan razı oldu. imamı evzai buyuruyor ki, ebu bekr, fatımanın kapısına gelip, resulullahın kızı benden razı olmadıkça, bu kapıdan ayrılmam dedi. ali radıyallahü anh içeri girip, fatımaya razı ol diye and verdi. o da razı oldu. hafız ebu sa'id adındaki kitabında da böyle yazmakdadır. fatıma radıyallahü anha gece defn edildi. ali radıyallahü anh gece olduğu için halifeye haber veremedi. ba'zı haberlerde ise ebu bekrin cenazede bulunduğu ve namazını kıldığı bildirilmekdedir. kitabında diyor ki, hazreti fatıma radıyallahü teala anha hasta iken, hazreti ebu bekr gelip, içeri girmeğe izn istedi, hazreti ali haber verdi. hazreti fatıma, hazreti aliye sen razı olur isen izn veririm dedi. razıyım dedi. hazreti fatıma izn verdi. hazreti ebu bekr içeri girip, konuşdu. özr diledi. halallaşdı. hazreti fatıma da, halifeden razı oldu. hazreti fatıma radıyallahü anha akşam ile yatsı arasında vefat etdi. hazreti ebu bekr, osman, abdürrahman bin avf ve zübeyr bin avvam hazır idiler. cenaze namazını kıldırmak için ebu bekre teklif etdiler. hazreti ebu bekr kıldırdı. gece defn etdiler. ömer radıyallahü anh halife olunca, fedek hurmalarını, resulullah zemanında olduğu gibi dağıtdı. iki sene sonra, bu işin idaresini ali ile abbasa radıyallahü anhüma bırakdı. bir zeman sonra halifeye gelip, hurmalığı ikisine taksim etmesini istediler. ömer radıyallahü anh eshabı kiramı toplayıp, hepsine and verdi ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz peygamberler, miras almayız ve miras bırakmayız. bizim bırakdığımız sadaka olur buyurdu mu? diye sordu. hepsi birden evet duyduk diye yemin etdi. bunun üzerine ömer radıyallahü anh hurmalığı taksim etmeyip, ikisine bırakdı ve mahsulü eskisi gibi dağıtınız dedi. hurmalıklar, sonradan alinin radıyallahü anh elinde kaldı. eshabı kiram sonra evladına, torunlarına kalıp, nihayet, emir mervanın eline geçdi. ömer bin abdül'aziz halife olunca, resulullahın, kızı fatımaya vermediği mala elimi sürmem dedi. bu sözden, fatımanın radıyallahü anha resulullahdan bu hurmalığı istediği, onun da vermediği anlaşılmakdadır. bu hususdaki hadisi şerifler, buharide yazılıdır. abdülhakı dehlevinin yazısı burada temam oldu. kitabında ikiyüzdoksanikinci sahifede diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevceleri ve kızları radıyallahü teala anhünne dünyadaki kadınların hepsinden üstündür. zevcelerine kazf eden, kötüliyen için, abdüllah ibni abbas, tevbesi kabul olmaz buyurdu. aişeye radıyallahü anha söven ise, katl olunur. çünki, buna söğmek, kur'anı kerimi inkar etmek olur ki, küfrdür diye sözbirliği vardır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat miras bırakdığını bildiren ayeti kerimelere gelince: allahü teala, meryem suresi, ve ayetlerinde, zekeriyya aleyhisselamın düasını bildiriyor. bu ayeti kerimelerin meali alisi, ben öldükden sonra, yerime gelecek velilerimden korkuyorum. zevcem de akırdır, çocuğu olmuyor. ya rabbi! bana bir oğul ihsan eyle de, bana ve ya'kub oğullarına varis olsun!dir. beydavi tefsirinde buyuruyor ki, bu söz, bizim dinimize ve ilmimize varis olsun demekdir. çünki, peygamberler aleyhimüsselam mal miras bırakmazlar. şeyhzade haşiyesinde diyor ki, peygamberlere aleyhimüsselam varis olmak, dinine salah ve faide verici olmakdır. bu da, peygamber olmakla ve ilm ile ve güzel ahlak ile ve dinde faideli makam sahibi olmakla ve tayyib mal sahibi olmakla olur. zekeriyya aleyhisselamın amcasının oğulları, beni israilin en kötüleri idi. vefatından sonra, bunların dini değişdirmelerinden korkmuş idi. neml suresi, onaltıncı ayetindeki aleyhimesselam varis olmağı, beydavi rahimehullahü teala tefsirinde diyor. görüliyor ki, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh hurma bağçesini hazreti fatımanın radıyallahü anha elinden almamış, eski halinde olduğu gibi bırakmış, onun her ihtiyacını beytülmaldan vermişdir. ba'zı eşyayı, hazreti aliye miras olarak değil, bu eşya beytülmala geçdikden sonra, kendi salahiyyetini kullanarak, hediyye olarak ihsan etmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hurma bağçesini kimseye hediyye etmemişdi. fatıma radıyallahü anha, bu bana hediyye edilmişdi, demedi ve şahid getirmedi. hiçbir kitabda böyle yazmıyor. bunu yalnız irandaki bu acem kitabı, pek acemice uydurmakdadır. hazreti aliyi ve fatımayı ve hasen, hüseyni medh eden, çok öven hadisi şerifler var. hatta ayeti kerime var. hazreti ebu bekri sıddik ki, bütün ticaret malını, mülkünü, vatanını, evladını, resulullah için feda etmiş, bütün gazalarda bulunup, ihtiyar halinde resulullahın önünde harb etmiş iken, bu hadisi şerifleri çiğneyecek kadar aşağı bir kimse mi idi? halbuki yüzlerce hadisi şerif, hatta kur'anı kerim, onu medh etmekde, faziletini bildirmekdedir. miras hadisini, hazreti fatımaya önceden bildirmeğe lüzum yokdu. vakti gelince, eshabı kiram ona bildirdi. fatımatüzzehra, hurmalığı, kendine halal sanarak istemişdi. haram olduğunu anlayınca istemedi. ibadetleri, bir kimseye, vakti gelmeden bildirmek farz değildir. zaten vakf edilmiş mal, kimseden, hiçkimseye miras kalmaz. fatıma radıyallahü anha halifenin sözünü, derhal ve seve seve kabul etdi. bu hadisi şerifin, hadisi şerif olduğuna hiçbir sahabi i'tiraz etmediğinden, inanmıyan kafir olur. fedek bağçesi için kitabının beşinci kısmında uzun bilgi vardır. lütfen oradan da okuyunuz! kitabı, dörtyüz doksanıncı sahifede diyor ki: birgün, ebu bekri sıddik radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evine geldi. içeri gireceği sırada, ali bin ebi talib radıyallahü anh da geldi. ebu bekr geri çekilip, ya ali, sen buyur gir dedi. o da cevab verip, aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu: ali ya eba bekr! sen önce gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde ileri olan, herkesi geçen sensin. ebu bekr sen önce gir ya ali, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem daha yakın sensin. ali ben, senin önüne nasıl geçerim? çünki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim, buyurdu. ebu bekr ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kızı fatımatüzzehrayı radıyallahü teala anha sana verdiği gün buyurdu. ali ben senin önüne geçemem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ali senin önünden giremem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ya rabbi! beni ençok seven ve eshabımın en iyisi kimdir? dedi. cenabı hak buyurdu. ebu bekr ben senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam ilmi bir kimseye veririm ki, allahü teala, onu sever. ben de onu çok severim buyurdu. ilm şehrinin kapısı, sen oldun. ali senin önünde gidemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam hayber gazasında, bayrağı sana verip buyurdu. ali senin önüne nasıl geçebilirim? çünki, resul aleyhisselam ya eba bekr! sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin buyurdu. ebu bekr senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki kıyamet günü, ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. cenabı hak buyurur ki, ya muhammed aleyhisselam! senin baban ibrahim halil, ne güzel babadır. senin kardeşin ali bin ebi talib ne güzel kardeşdir. ali senin önüne geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki kıyamet günü, cennet meleklerinin reisi olan rıdvan adındaki melek cennete girer. cennetin anahtarlarını getirir. bana verir. sonra, cebrail aleyhisselam gelip, ya muhammed, cennetin ve cehennemin anahtarlarını, ebu bekri sıddika ver. ebu bekr, istediğini cennete, dilediğini cehenneme göndersin der. ebu bekr senin önünden giremem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki ali kıyamet günü benim yanımdadır. havz ve kevser yanında, benimledir. sırat üzerinde benimledir. cennetde benimledir. allahü tealayı görürken, benimledir. ali senden önce giremem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu. ebu bekr senin önüne nasıl geçebilirim? çünki, resul aleyhisselam ben ilmin şehriyim. ali, bunun kapısıdır buyurdu. ali senin önünden nasıl yürüyebilirim? çünki, resul aleyhisselam ben sadıklığın şehriyim. ebu bekr, bunun kapısıdır buyurdu. ebu bekr senin önünden geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki, kıyamet günü, ali, bir güzel ata bindirilir. görenler, acaba bu, hangi peygamberdir der. allahü teala, bu ali bin ebi talibdir buyurur. ali senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam ben ve ebu bekr, bir toprakdanız. tekrar bir olacağız buyurdu. ebu bekr senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki, allahü teala, ey cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. biri, peygamberlerin üstünü muhammed aleyhisselamdır. biri, allahdan korkanların üstünü alidir. üçüncüsü, kadınların üstünü, fatımatüzzehradır. dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü hasen ile hüseyndir, buyurdu. ali senin önünden nasıl gidebilirim? çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki ebu bekr senin önünden gidemem. çünki, resul aleyhisselam ben bir ağaca benzerim. fatıma, bunun gövdesidir. ali budağıdır. hasen ve hüseyn, meyvasıdır buyurdu. ali senin önünden geçemem. çünki, resul aleyhisselam buyurdu ki allahü teala, ebu bekrin bütün kusurlarını afv etsin. çünki o, kızı aişeyi bana verdi. hicretde bana yardımcı oldu. bilali habeşiyi, benim için alıp azad etdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu iki sevgilisi kapıda böyle konuşurken, kendileri içeriden dinliyordu. hazreti alinin sözünü kesip içeriden buyurdu ki:ey kardeşlerim ebu bekr ve ali radıyallahü anhüma! artık içeri girin! cebrail aleyhisselam gelip dedi ki, yerlerdeki ve yedi kat gökdeki melekler sizi dinlemekdedir. kıyamete kadar, birbirinizi övseniz allahü teala yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız. ikisi birbirine sarılıp, birlikde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna girdiler. resul aleyhisselam: allahü teala, ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. ikinizi sevenlere de, yüzbinlerle rahmet etsin ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle la'net olsun buyurdu. hazreti ebu bekri sıddik dedi ki ya resulallah! ben, ali kardeşimin düşmanlarına şefa'at etmem. hazreti ali dedi ki ya resulallah! ben de, ebu bekr kardeşimin düşmanlarına şefa'at etmem ve başını kılınçla, bedeninden ayırırım. ebu bekr buyurdu ki .ehli sünnet ehli beyte düşmandır. çünki, kurban bayramı günü, hatib minberde, isma'ili kurban etmeği okurken, alim, cahil, hepiniz feryadü figan ediyorsunuz, döğünüyorsunuz da, muharremin onuncu aşure günü, hasen, hüseynin şehid olduğu için döğünen şi'ilere, rafızi diyorsunuz diyor. kitabının böyle bozuk yazılarına kitabımızın. derdimve sonraki sahifelerinde uzun cevablar vardır. kurban bayramını ve onun hutbesini, resulullah emretdiği için yapıyoruz. hutbeyi sessiz dinlemek lazımdır. burada kimse bağırmaz ve döğünmez. islamiyyetde, musibetler için bağırmak, döğünmek, matem tutmak, allahü tealanın kaza ve kaderine karşı gelmek demekdir. evet, sevdiği için ağlamak caizdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kıymetli zevcesi hadicetül kübra radıyallahü anha ve çok sevdiği ciğerparesi oğlu ibrahim vefat edince ve her zeman medh etdiği amcası hamzayı radıyallahü anh uhud gazasında şehid olmuş görünce, pekçok üzüldü, içi yandı. eshabının önünde çok ağladı. fekat, hiç döğünmedi. hiçbir zeman, matem tutmadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, muharremin onuncu gününe önem verilir, oruç tutulur, fazla ibadet yapılırdı. fekat, o gün ve başka gün, daha büyük acılar çekdiği halde, matem tutulmazdı. matem, hıristiyanlıkda olur. kafirler yapar. ehli sünnet, isma'il aleyhisselam için de, hasen, hüseyn efendilerimiz için de, senede bir kerre değil, her zeman üzülür, ağlar. her cum'a hutbede hasen, hüseyn radıyallahü anhüma okununca, ehli sünnetin ciğerleri yanmakda, gözleri kan ağlamakdadır. fekat, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem matem tutmağı yasak etdiği için, hiçbir zeman matem tutmazlar, taşkınlık yapmazlar. ehli sünnete, ehli beytin düşmanıdır diyenlerin dili kurumalıdır. ehli sünnet alimlerinden, ferideddini attar rahimehullahü teala, kitabında, imamı ca'fer sadıkı radıyallahü teala anh şöyle anlatıyor: imamı ca'fer sadık, milleti islamın sultanı, nübüvvet senedinin burhanı idi. her işi sadık, her bilgide alim idi. evliyanın kalblerinin meyvası, seyyidi enbiyanın ciğerkuşesi idi. imamı alinin radıyallahü anh nakıdi, resul aleyhisselamın varisi idi. arifi aşık imamı ca'fer sadık, ehli beytden idi. ehli beytin hepsi birdir. birinin sözü, hepsinin sözü demekdir. onun yolu, oniki imamın radıyallahü anhüm yolu demekdir. benim dilim ve kalemim onu medh edemez. çünki, her ilmde ve işaretlerde üstad idi. bütün evliyanın reisi idi. hepsi ona güvenmişdir. başka din sahibleri de ona koşar. ehli islam, ona uyar idi. zevk sahibleri, onun peşinde, aşıklar onun yolunda idi. abidlerin mukaddemi, zahidlerin mükerremi idi. hakikatleri yazan odur. kur'anı kerimin sırlarını çözen odur. ehli sünnet ve cema'at için, ehli beyti radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmezler diyen ba'zı kimseler var. bu cahillere şaşarım. çünki, ehli sünnet demek, ehli demekdir. ehli sünnet demek, ehli beytin yolu demekdir. o kimseler ne kadar yanlış hayale saplanmışlar? muhammed aleyhisselamı sevenler, onun evladlarını sevmez mi? hatta, ehli sünnetin imamı, muhammed bin idris şafi'inin, ehli beyte olan aşırı sevgisi dillerde dolaşdığı için, bu büyük imama şi'i diyenler oldu. bu yüzden kendisini habs etdiler. bunun için, kendisi bir şi'r yazmışdır ki, bir beytinin ma'nası şi'ilik, muhammed aleyhisselamın evladını sevmek ise, bütün ins ve cin şahid olsun, ben şi'iyim. çünki, ehli beyti nebeviyi çok seviyorum. ehli beyti sevmek elbet çok iyidir. fekat, ehli beyti sevmek için, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in bir kısmına düşman olmak lazımdır demek, çok fenadır. böyle söyliyenlerin cehenneme gidecekleri, hadisi şerifde bildirilmişdir. demek, ehli beyti ve eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in seven, hepsinin izinde giden müslimanlar demekdir. çünki, ehli beytin ve eshabı kiramın yolu, aynı bir yoldur ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem gösterdiği tek yoldur. ba'zı kimseler, islamiyyeti içerden yıkmak için düşmanlar tarafından uydurulmuş, bozuk yolda gidiyor. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in çoğuna düşmanlık ediyorlar. yurdumuzdaki müslimanları aldatabilmek için, biz ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in aşıklarıyız. bizim yolumuz, ehli beytin yoludur diyorlar. böylece, kendi küfr ve zındıklıklarını, o din büyüklerine, ehli sünnetin göz bebeklerine bulaşdırıyorlar. allahü teala, bunları doğru yola getirsin! bütün müslimanları, bu felaket yoluna sapmakdan muhafaza buyursun! amin. kerbela vak'ası kerbela vak'asını tarihler başka başka yazmakdadırlar. hele ba'zı kitablar acıklı hikayeler uydurarak, okuyanları şaşırtıyorlar. inançlarını, düşüncelerini karışdırıyorlar. yalan, uydurma yazıları ile okuyucularını kendilerinin bozuk i'tikadına sürüklemeğe çalışıyorlar. bunun için, kerbela vak'ası hakkında her zeman herkesin düşüncesi başka başka olmuş, herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanmışdır. hindistanın büyük tarih alimi muhammed abdüşşekur mirzapuri rahimehullahü teala, bu konuyu senelerce incelemiş, işin doğrusunu meydana çıkararak isminde müstakil bir kitab yazmışdır. pakistanda, karaşide medresei islamiyye talebesinden gulam haydar faruki rahimehullahü teala, bu kitabı urdu dilinden farisi diline terceme ederek, adını vermiş, kitab senesinde karaşide basılmışdır. kitabın önsözünde diyor ki: islam dininde ilk olarak ortaya çıkarılan ve bu dine zararı çok büyük olan ve bugüne kadar milyonlarca müslimanın dinden çıkmasına, sapıtmasına sebeb olan fitne, hurafeler, hayaller, uydurmalar ve hususi maksadlar için kurulmuş, müslimanlığa hiç uymayan şeylerdir. bu fitneyi ya'kubi küleyninin oğlu meydana çıkarmışdır. bu çocuk, abdüllah bin sebe' ismindeki yehudinin sapık, bozuk sözlerine aldananlardan biridir. islam dinini içerden yıkmak, müslimanları aldatmak için, çok şeyler uydurmuş, yalanları ile bir kitab meydana getirmişdir. bu kitaba ismini vermişdir. sonra ortaya çıkan tusi, meclisi ve başka azılı sapıklar, kafi kitabındaki ilkeleri yaymağa çalışarak, müslimanlar arasındaki ayrılık ve bozgunculuk ateşini körüklemişlerdir. bunlar, dedikleri iki yüzlülüğü dinlerinin esası yapmışlardır. bütün yıkıcılıklarını, düşmanlıklarını takıyye perdesi altında yürütmüşlerdir. takıyyelerinin en meşhuru e muhabbet etdikleri sözüdür. bu sözleri ile milyonlarca müslimanı, doğru yoldan çıkarmışlar, felakete sürüklemişlerdir. müslimanları bunların tuzağına düşmekden korumak için, herşeyden önce, takıyyesinin iç yüzünü ortaya koymak lazımdır. muhammed aleyhisselamın yoluna sarılan ve eshabı kiramın izinde giden hakiki müslimanlara denir. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala sözünün ma'nasına, yalnız iyi demekle kalmamışlar, ehli beyti sevmenin imanın bir parçası olduğunu bildirmişlerdir. sapıklar, inançlarının temelinin, ehli beyti sevmek olduğunu her zeman, sık sık söylemekde iseler de, her işleri, her hareketleri, kendilerinin, ehli beyte düşman olduklarını göstermekdedir. bu sözümüzü iyi anlamak için, hazreti hüseyni sünniler mi şehid etdi, yoksa sapıklar mı? bunu iyi incelemek lazımdır. onların kitablarını okuyan aklı başında bir kimsenin, şehid edenlerin sünni olduklarına inanması mümkin değildir. cahilleri aldatmak için, hazreti mu'aviyenin ve yezidin ismlerini ileri sürüyorlar. halbuki, bu vak'ayı anlatan kitabların hiçbirinde bu iki halifenin hazreti hüseynin mubarek kanı ile bulandığı açıkça yazılı değildir. hazreti mu'aviyenin hazreti hüseynin şehid edilmesine karışdığı hiç yazılı olmadığı gibi, böyle bir emr verdiği de yazılı değildir. hazreti hüseynin şehadetinin hazreti mu'aviyenin zemanında olmadığını sözbirliği ile bildirmekdedirler. yukarıda ismi geçen molla bakır meclisi, hazreti mu'aviyenin vefat ederken, oğlu yezide yapdığı vasıyyeti şöyle yazmakdadır:imamı hüseynin radıyallahü anh resulullaha olan yakınlığını biliyorsun. kendisi, o hazretin mubarek bedeninden bir parçadır. o hazretin etinden ve kanından hasıl olmuşdur. ben anlıyorum ki, ırak ehalisi onu kendi yanlarına çağırırlar. fekat, yardım etmeyip, yalnız bırakırlar. eğer, senin eline düşerse, onun kıymetini bil! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ona olan yakınlığını ve muhabbetini hatırla! onun yapdıklarına karşılıkda bulunma! onunla aramızda kurmuş olduğum sağlam bağları sen koparma! onu incitmekden, onu üzmekden çok sakın! hazreti mu'aviyenin yezide olan bu vasıyyeti kitabını ahifesinde yazılıdır. bu kitabı, şi'i liderlerinden muhammed bakır bin murtada feyzi horasani yazmışdır. molla muhsin adı ile meşhur olup, senesinde ölmüşdür. şi'i ahundlarından muhammed taki hanın yazmış olduğu farisi kitabında diyor ki, mu'aviye, oğlu yezide şu vasıyyeti de yapmışdır: oğlum, nefsine, hevesine uyma! kendini hüseynin hakkından çok koru! yarın hakkın huzuruna çıkacağın zeman, hüseyn bin alinin kanının boynunda bulunmamasına çok dikkat et! yoksa, o gün rahata, huzura kavuşamazsın. sonsuz azablara yakalanırsın! bundan sonra kitabının cildini ahifesinde, abdüllah ibni abbasın bildirdiği hadisi şerifi şöyle yazmışdır. . hazreti mu'aviye radıyallahü anh hazreti hüseyne karşı bütün sözlerinde, hep edebli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, ona karşı hiç saygısızlıkda bulunmamışdır. halbuki, imamı hüseyn, ona karşı yazdığı mektublarında, sert kelimeler kullanırdı. hatta, yezid ve abdüllah böyle kelimeleri görünce, hazreti mu'aviyeye, dediklerinde, onlara karşı, hazreti mu'aviye gülerek: ikiniz de yanlış konuşuyorsunuz. ben, hüseyn bin aliyi nasıl ayblayabilirim? benim gibi birinin, bir kimseyi ayblaması ve herkesi buna inandırmağa çalışması, akllı bir kimsenin yapacağı iş değildir. hüseyni nasıl ayblayabilirim? allaha yemin ederim ki, onun ayblanacak bir yeri yokdur. ona mektub yazarım. fekat; onu korkutucu, üzücü şeyler yazmam dedi. şi'i yazar, kitabının cild ahifesinde, demekdedir. hazreti mu'aviye, hazreti hüseyne karşı hep edebli ve saygılı davrandığı gibi, ona hizmet de ederdi. kitabında, açık olarak diyor ki: hazreti hüseyne her sene binlerce dirhem gümüş göndermeği adet edinmişdi. bundan başka, kıymetli eşya ve hediyyeler de gönderirdi. bu kadar edebine ve hizmetine karşı, hazreti hüseynden hakaret, sıkıntı gördüğü zeman, bunlara ehemmiyyet vermezdi. mu'aviyeye radıyallahü teala anh, yemenden harac malı göndermişlerdi. bu kafile, şama giderken, medineye uğradı. hazreti hüseyn radıyallahü teala anh, bunların hepsini alarak, ehli beyte ve sevdiklerine taksim etdi ve hazreti mu'aviyeye şöyle yazdı: üzerlerinde mal ve amber yüklü develeri yemenden şama götürüyorlardı. size götürdüklerini hazinesine koyacaklarını anladım. bana lazım olduğu için, hepsini ellerinden aldım. vesselam! hazreti mu'aviye, hazreti hüseyne radıyallahü anhüma şöyle cevab yazdı: o deve kafilesine dokunmasaydın, bana getirdikleri zeman, senin nasibini, senden esirgemezdim. fekat, ey kardeşim, senin müdara edecek, tabasbus yapacak bir kimse olmadığını biliyorum. benim zemanımda, sana kimseden bir zarar gelmez. çünki senin kıymetini, yüksek dereceni biliyorum. her yapdığını hoş karşılarım. bu mektublar kitabını ahifesinde yazılıdır. emir mu'aviye radıyallahü teala anh, şama gelip kendisine söğenleri de hoş karşılardı. onlara mal, para ihsan ederdi. yukardaki şi'i kitabı, bunu da şöyle anlatıyor: hazreti alinin yanından şama gelenler mu'aviyeye kötü söylerler ve söğerlerdi. onu incitirlerdi. bunlara da beytülmaldan ihsanlarda bulunurdu. zararsız, sıkıntısız dönüp giderlerdi. . bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, hazreti hüseyni şehid etdirdi diyerek, hazreti mu'aviyeyi kötülemek, çok çirkin iftira ve pek büyük yalan olmakdadır. mu'aviye radıyallahü teala anh için hazreti haseni radıyallahü teala anh zehrledi diyerek, kötülemeğe kalkışmak da, mümkin değildir. çünki şi'ilerin kitabının. derdimsahifesinde de yazdığı gibi, hazreti hasen allaha yemin ederim ki, bana karşı, mu'aviye, bunlardan daha iyidir. bunlar şi'i olduklarını söyliyorlar. halbuki, beni öldürmeğe kalkışdılar ve mallarımı çaldılar demişdir. şi'i kitabları, yezidin de, bu cinayetlere karışmadığını ve sanıldığı gibi, kötü olmadığını çeşidli şekllerde yazmışlardır. babasının hazreti hüseyn hakkındaki vasıyyetini hiç unutmadı. hazreti hüseyni kufe şehrine çağırmak için bir şey yazmadı. onu öldürmeğe kalkışmadı. şehid edilmesi için emr de vermedi. şehid edilince, sevinmedi. hatta çok üzüldü, ağladı. onun için matem yapılmasını emr etdi. şehid edenlere karşı sert davrandı. hazreti hüseynin ehli beytine çok saygı gösterdi. imamı hüseynin ehli beytinin şamdan medineye gitmek arzularını kabul edip, izzet ve ikram ile ve muhafaza altında gönderdi. bunlar, şi'i kitablarında uzun yazılıdır. meşhur şi'i ahundu molla bakır meclisi kitabının. derdimsahifesinde diyor ki: yezid, ehli beyte karşı iyilikleri ile tanınan velid bin ukbe bin ebi süfyanı, medineye vali yapdı. imamı hüseynin ve evladlarının radıyallahü teala anhüm ecma'in düşmanı olan mervan bin hakemi vazifeden aldı.sahifesinde diyor ki, . derdimsahifesinde diyor ki, velid, bir gece, imamı hüseyni çağırdı ve yezidin gönderdiği mektubu kendisine gösterdi. mektubda hazreti mu'aviyenin vefat etdiği ve yezide bi'at olunduğu yazılıydı. imamı hüseyn, bunu anlayınca, innalillah ayetini okudu. bu yazı da, hazreti hüseynin hazreti mu'aviyeye düşman olmadığını ve onu hakiki müsliman bildiğini göstermekdedir. böyle bilmeseydi, onun vefatını işitince, innalillah ayetini okumazdı. zecir bin kays imamı hüseynin radıyallahü teala anh şehid edildiğini yezide bildirince, başını eğip, ses çıkarmadı. sonra kaldırıp, hüseyni öldürmeyip, ona ita'at etmenizi istiyordum. eğer orada olsaydım, hüseyni afv ederdim dediği in. sahifesinde yazılıdır. iranda basılmış olan, şi'ilerin kitabını ahifesinde diyor ki: biri gelerek, yezide, gözün aydın! hüseynin başı geldi dedikde, ona karşı gadaba geldi ve senin gözün hiç aydın olmasın dedi. kitabının. sahifesinde diyor ki: şimirzilcevşen, imamı hüseynin mubarek başını yezidin önüne koyup, övünerek, devemin heybelerini altın ve gümüşle doldur ki, anası ve babası cihetinden insanların hepsinin en iyisi olan bir kimseyi öldürdüm deyince, benden hiçbir ihsan bekleme dedi. şimir korku içinde ve şaşkın olarak geri döndü. dünyadan ve ahiretden nasib alamadı. dediği d ahifesinde yazılıdır. şi'i kitabları açıkça bildiriyor ki, hazreti mu'aviye ve yezid, hazreti hüseynin radıyallahü teala anh mubarek kanına bulaşmadıkları gibi, ibni ziyad ve ibni sa'd ve hatta şimir de şehid edenler arasında değildir. de yazılı, şi'i kitablarında diyor ki imamı hüseyn ile harb edenler, şamlılar ve hicazlılar değildi. hepsi kufe ehalisi idi. . imamı hüseyni ıraklılar şehid etdi. aralarında şamlılar yokdu. ehli beyte zulm edenler, kufelilerdi. . imamı hüseyni şehid edenler arasında şamlıların bulunmadığı iyi anlaşılmışdır. ebi mahnef, ibni ziyad askerinin seksen bin suvari olduğunu bildirdi. bunların hepsi kufeli idi dedi. . o zeman kufeden başka yerlerde bulunan şi'ilerden hiçbiri imama yardıma gelmedi. halbuki imamı hüseyn, kufelilerin mektublarına cevab yazarken, basralılara da mektub gönderip, kendisine yardım etmelerini istemişdi. basra şi'ileri de, yardım edeceklerini yazmışlardı. . imamı hüseyni kerbelada şehid edenler, daha önce, imamı aliye ve imamı hasene de hıyanet ve zulm etmişlerdi. oniki bin kişi, birleşerek, imamı hüseyne mektub yazdılar. kendisini kufeye da'vet etdiler. yardım edeceklerine söz verdiler. fekat, imamı hüseynin gönderdiği, amcası oğlu müslim bin ukayli şehid etdiler. sonra, imamı hüseyn gelince, yezidin askeri şekline girerek, onu da kerbelada şehid etdiler. müseyyib bin nuhbe ismindeki şi'inin ömer bin sa'd ibni ebi vakkas ile birlikde kerbelaya gitdiğini şi'i kitabı yazmakdadır. şis bin rebi'i, ömer bin sa'dın emri ile, dört bin şi'iye kumanda ederek imama karşı saldırdı. . imamın mubarek başını kesmek için, atından ilk inen habis, şis bin rebi'i idi. . imamı hüseyn, kendisine saldıranlar arasında mücar bin haceri ve yezid bin harisi görünce, dedi. imamın askerinin sol kol kumandanı olan habib bin müzahir, imam şehid olunca güldü ve dedi. şi'i alimlerinin meşhurlarından kadi nurullah şüsteri de, imamı hüseyni şehid edenlerin şi'i olduklarını bildirdi. tenbih: ehli sünnet alimleri, mezhebsizlerin dalaletde olduklarını ve islamiyyeti içerden yıkmağa çalışdıklarını bildirmek için, çok kitab yazdılar. bu kıymetli kitablardan otuzikisinin ismi ve yazarlarının ismleri ikiyüzaltmışüçüncü sahifedek ektubun sonunda bildirilmişdir. imamı rabbani ahmed faruki serhendi kuddise sirruh hazretlerinin hal tercemesi mektubat kitabı üç cild olup farisidir. içinde birkaç da arabi mektub vardır. senesinde, pakistanda karaçide nazımabadda itina ile basılmışdır. istanbulda da ofset baskısı yapılmışdır. bu farisi baskıdan, bir aded, birleşik amerikada kolombiya üniversitesi kütübhanesinde mevcuddur. mektubatı, muhammed muradı kazani mekki rahimehullahü teala, arabiye terceme edip ismini vermişdir ve senesinde mekkei mükerremede miriyye matbaasında iki cild üzere basılmışdır. istanbulda, bayezidde belediye kütübhanesinde numarada mevcuddur. istanbulda, senesinde ofset usulü ile yeniden basılmışdır. birçok kitabları pakistanda karaçide yeniden basılmışdır. bunlardan, kitabı, senesinde, istanbulda ofset usuli ile basılmışdır. bu arabi kitabın haşiyesine, ya'ni kenarına, imamı rabbaninin kuddise sirruh hal tercemesini de yazmışdır. biz buradan bir kısmını aşağıda bildireceğiz. imamı rabbaniyi kuddise sirruh daha yakından ve daha etraflı tanımak istiyenlerin, hace muhammed fadlullahın farisi kitabını ve muhammed haşim bedahşinin kitabını okumaları lazımdır. ihlasın artmasına, imanın vicdanileşmesine yardım eden bu kitab da farisi olup, istanbulda ofset baskısı yapılmışdır.muhammed muradı kazani, de rusyada kazan vilayetinin ufo kasabasında doğmuşdur. memleketinde medrese tahsilini iyi bitirip, de buharaya geldi. buhara ve taşkendde yüksek din bilgilerini okudu. de hindistana ve hicaza geldi. medinei münevverede de okudu. tesavvufda da yetişdi. de reşehat kitabını ve sonra mektubatı arabiye terceme etdi. imamı rabbaninin rahimehullahü teala hal tercemesini de arabi yazdı. muhammed muradı münzavi rahimehullahü teala başkadır. mektubatı arabiye terceme etmemişdir. geçmiş insanların hallerini, ilmlerini, cehllerini, salah ve dalaletlerini anlıyabilmek için, çeşidli yollar vardır. bunlardan birisi: bir mezheb, bir rejim, bir yol sahibi ise, kurduğu yolu incelemekdir. ikincisi: eserlerini, kitablarını okumakdır. üçüncüsü: onun hakkında insaf ile söyleyip, meziyyet ve kusurlarını bildirenleri dinlemekdir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh bu üç bakımdan da tedkik edelim: imamı rabbani müceddid ve münevviri elfi sani ahmed ibni abdilehadın yirmidokuzuncu babası, emir'ülmü'minin ömerülfarukdur radıyallahü anh. dedelerinin hepsi zemanlarının büyük alimi, salih, fadıl kimseleri idi. bir kimseyi dünyaya gelmeden evvel haber veren müjdeler, zan ile ve yaklaşık olur. ism ile, memleket ile bildirilmez. mehdi hakkında haberler böyledir. bunun içindir ki, zeman zeman mehdilik iddi'asında bulunanlar eksik olmamışdır. din imamlarımız için verilmiş olan müjdeler de böyledir. mesela gitse, asyadan çıkan bir genç onu yakalar getirir ve insanlar sıkışıp güçlüklerini çözecek alim ararlar. medinei münevveredeki alimden daha üstününü bulamazlar ve kureyş kabilesinden olanlara dil uzatmayınız. onlardan bir alim, yer yüzünü ilm ile dolduracakdır hadisi şerifleri de böyledir ki, birincisi imamı azam ebu hanifeyi, ikincisi imamı malik bin enesi, üçüncüsü de imamı şafi'inin geleceğini müjdelemekdedir denildi radıyallahü anhüm ecma'in. bu haberlerin hepsi, ne kadar kuvvetli olsa da, zan olup, ilm ve kat'iyyet bildirmez. dostlar için ilm gibi olup, düşmanların, inad ve inkar edenlerin cehllerini artdırır. çünki kabul edenlerin çokluğu ve büyüklüğü karşısında red ve inad etmek ya sefahet ve alçaklık veya cahillikdir. işte imamlarımız hakkındaki yukarıdaki hadisi şerifleri kabul etmeyip inad eden vehhabiler böyledir. mehdiyi inkar edenler de böyle olup, birçok hadisi şeriflere inanmamış oluyorlar. bunun için mehdi geleceğine inanmıyan kafir olur, denildi. bunun gibi, yehudiler ve hıristiyanlar, kendi kitablarında muhammed aleyhisselamın geleceği müjdelendiği halde inanmıyorlar. mü'minler ise, kat'i olarak inanıyoruz. imamı rabbani radıyallahü anh için de, böyle müjdeler vardır ve dostları için kat'i ve muhakkakdır. düşmanların da, inkar ve inadı artmakdadır. inananların faidesi kendine, inanmıyanların zararı da kendinedir. mü'minin, tanımadığı bir mü'mine bile iyi zanda bulunması lazımdır. o halde haklarında cildlerle kitab yazılmış olan ve eserleri dünyayı doldurmuş bulunan ve onların izinde gidenler zemanlarının en kıymetlisi, en sevileni olan, iyilikleri güneş gibi her yerde parlıyan evliyaya iyi zan lazım olmaz mı? peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki ümmetimden sıla isminde biri gelecekdir. onun şefa'atı ile cennete çok kimseler girecekdir. bu hadisi şerifi, imamı süyuti rahimehullahü teala, cem'ülcevami' kitabında yazıyor. imamı rabbani kuddise sirruh evliyanın üzerindeki sözlerini geniş açıklayıp, islamiyyete uygun olduğunu isbat ederek, ahkamı islamiyye ile tesavvufu vasl etmiş, ya'ni ismini hak etmişdir. bir mektub sonunda diye düa etmişdir. eshabı arasında bu ism ile meşhur olmuşdur. hadisi şerifde müjdelenen sıla ismini ondan evvel kimse almamışdır. bu ismin, imamı rabbaniye layık olduğu, güneş gibi meydandadır. buna inanan, ona sevgili olur. inanmakda yanıldı ise, veliye, halis müslimana, iyi zanda bulundu diye, dünyada ve ahıretde ayblanmaz. imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, şi'. tabib ile tabi'iyyeci zan etdi ki insanlar, ölüp çürüdükde, bir daha var olmazlar. sözünüz doğru çıkarsa, değilim hiç zararda, sözüm doğru olduğundan, kalacaksınız cehennemde. mevlana cami kuddise sirruh kitabında diyor ki: şeyhülislam ahmed namıki cami buyurdu ki: evliyanın çekdiği riyazetlerin, sıkıntıların hepsini yalnız başıma çekdim ve daha çok da çekdim. allahü teala, evliyaya verdiği hallerin, ihsanların hepsini bana verdi. her dörtyüz senede, ahmed isminde bir kuluna böyle büyük ihsanlar yapar ve bunu herkes görür. ahmed camiden, imamı rabbani kuddise sirruh zemanına kadar dörtyüzotuzbeş sene olup, bu zeman içinde evliya arasında bu büyüklükde, ahmed isminde biri bulunmadı. ahmed caminin haberi, büyük bir zan ile imamı rabbaniye radıyallahü anhüm aid olmakdadır. şeyhülislam ahmed caminin kuddise sirruh benden sonra benim ismimde onyedi kişi gelir. bunların sonuncusu bin tarihinden sonra olup, en büyüğü ve en yükseği odur sözü de, bu zannı kuvvetlendirmekdedir. halilülbedahşi kuddise sirruh buyuruyor ki: silsiletüzzeheb büyüklerinden hindistanda bir kamil gelir ki, asrında onun gibi bulunmaz. hindistanda bu silsileden, imamı rabbaniden kuddise sirruh başka meydana çıkmamış olduğundan, bu haberin ona aid olması zaruri lazımdır. imamı rabbani ahmed faruki kuddise sirruh, dokuzyüzyetmişbir hicri senesinde hindistanda lahor ile delhi arasındaki cadde üzerinde bulunan sihrind şehrinde dünyaya gelmişdir. sihrind, siyah arslan demekdir. çünki, bu şehrin yeri evvelce arslanlar ormanı imiş. şehri evvela sultan firuz şah kurmuşdur. imamı rabbani dünyaya gelince çocuklara mahsus olan hastalığa yakalandığından, babası, bunu üstadı olan şah kemal kihteli kadiriye göstermiş, üstadı: korkma! bu çocuk çok yaşıyacak ve büyük bir zat olacak buyurmuş ve çocuğu elinden tutup, ağzından öpmüşdür. o zeman abdülkadiri geylaninin radıyallahü anh feyzi ve nuru, vücudi mubarekini kaplamışdır. ilk tahsilini babasından okuyup, arabi öğrenmiş, küçük yaşında kur'anı kerimi ezberlemişdir. sesi güzel olduğundan bülbül gibi okur idi. muhtelif ilmlere aid küçük kitabları ezberlemiş, sonra siyalkut şehrine gidip oralarda mevlana kemaleddini kişmiriden ulumi akliyyenin ba'zısını gayet iyi okumuşdur. mevlana kemaleddin kuddise sirruh, meşhur abdülhakimi siyalkutinin hocası olup, zemanının en yüksek alimi idi. hadis, tefsir ve ba'zı usul ilmlerinden, icazeti, alimi rabbani kadi behluli bedahşaniden almışdır. onyedi yaşında iken, tahsili temamlayıp, ma'kul, menkul, füru' ve usul ilmlerinin hepsinden icazet aldı. tahsili esnasında kadiri ve çeşti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. babasının hayatında zahir ve batın ilmlerini taliblere öğretmeğe başladı. bu anlarda ve ve ve başka birçok kitablar yazmışdır. edebiyyata çok meraklı olup, fesahatı, belagatı, sür'ati intikali, zekasının şiddeti herkesi hayretde bırakıyordu. bu kadar ilmi ve herkesin üstünde kemali ile birlikde kalbi ahrariyye büyüklerinin aşkı ile yanıyordu. bu yolda yazılmış kitabları okuyordu. babasının vefatından bir sene sonra, hacca gitmek üzere sihrindden çıkdı. hindistanın hükumet merkezi olan dehli şehrine gelince, orada muhammed baki billahı kuddise sirruh ziyaret etdi. huzuruna girince, kalbinde bir nur parladı. miknatıs iğneyi çeker gibi, çekildi. şimdiye kadar duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. hacdan sonra uğrayıp istifade etmeği niyyet etdi ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzuruna gelip ahrariyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. hizmetinde kaldı. edeble, can kulağı ile sözlerine ve hallerine bağlandı. ya'ni ka'beye gitmekden vazgeçip, ka'be sahibini taleb etdi. yüksek kabiliyyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, bütün kemalat kendisinde hasıl oldu. üstadının da lutfü ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmiyen hallere kavuşdu. birkaç ay sonra üstadından ahrariyyenin kaydsız şartsız tam icazetini aldı. memleketine dönmesi emr olundu. üstadı, talebesinden çoğunun yetişdirilmesini ona bırakıp, bunları da arkasından sihrinde gönderdi. memleketine gelince, zahiri ve batıni ilm ve nurlarını dünyaya yaymağa, talibleri yetişdirmeğe ve yükseltmeğe başladı. şöhreti aleme yayılıp, her tarafdan gelen aşıklar arasında, kendi üstadı da, onun nurundan faidelenmeğe geliyordu. herkesin kalbini ilm ve nur ile dolduruyor, muhammed aleyhisselamın dinini diriltiyor ve kuvvetlendiriyordu. zemanının padişahlarını, vali, kumandan, alim, hakimlerini çok te'sirli mektublar ile dine, sünneti seniyyeye teşvik ediyordu. çok alim ve evliya yetişdiriyordu. ilmi batını muhammed bakiden kuddise sirruh aldığı halde, allahü teala, ona daha fazlasını ihsan eyledi. kendisine mahsus olan ilmleri de, cihana yaydı. üstadı da, bu yeni ilmlere kavuşmak için huzuruna gelir, hurmetle otururdu. hatta birgün, geldiği zeman, kendisini kalbi ile meşgul görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de, haber verip rahatsız etme! dedi ve sessizce kapıda bekledi. bir müddet sonra imamı rabbani kuddise sirruh kalkıp kapıda kim var? deyince, üstadı: fakir, muhammed baki rahimehullahü teala, dedi. bu ismi duyunca, kapıya koşup edeb ve tevazu' ile karşıladı. üstadı kendisine çok müjdeler vermiş, ahbabına medh etmiş ve öleceği zeman bütün talebesine, ona tabi' olmalarını emr etmişdi. hace muhammed bakinin kuddise sirruh talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek alimlerden olan seyyid muhammed nu'man rahimehullahü teala diyor ki: imamı rabbaniye tabi' olmağı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için, dedim. hocam sert bir sesle: sen, ahmedi ne sanıyorsun? onun, güneş olan nuru, bizler gibi binlerle yıldızı örtmekdedir buyurdu. hace muhammed baki, zemanının alimlerinin büyüklerinden daha ba'zı ahbabına yazdığı mektublardan birisinde buyuruyor ki: şehrinden bir genç geldi. ilmi pek çok. her hareketi ilmine uygun. birkaç gün bu fakirin yanında bulundu. onda çok şeyler gördüm. dünyayı, nurla dolduracak bir güneş olacağını anlıyorum. akrabası ve kardeşlerinin hepsi de, pırlanta gibi, kıymetli ve alim yiğitler! onların da, az zemanda, ne cevherler olduklarını anladım. hele ahmedin oğulları da var ki, herbiri, allahü tealanın birer hazinesidir. bir kerre de buyurdu ki, bu üç dört sene içinde, herkese eshabı kiram doğru yolu, kurtuluş yolunu göstereceğim diye uğraşdım. elhamdülillah ki, bu gayretim boşa gitmedi. çünki, onun gibi biri meydana geldi. hace muhammed baki kuddise sirruh, bir kerre de buyurdu ki, kalblere deva, ruhlara şifa olan bu tohumu semerkand ve buharadan getirip hindistanın bereketli toprağına ekdim. taliblerin yetişip kemale gelmesi için uğraşdım. o, her dereceyi aşıp üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bırakdım. hace muhammed baki billah kuddise sirruh, imamı rabbaniye kuddise sirruhuma yazdığı bir mektubda buyuruyor ki: allahü teala size, en yüksek dereceye yetişmek ve herkesi de yetişdirmek nasib etsin! mısra'; kerimlerin sofrasından toprağa da nasib vardır! mübalağa değil, işin doğrusu şöyledir ki, şeyhülislam abdüllahi ensari rahimehullahü teala buyurmuş ki, beni, ebül haseni harkani rahimehullahü teala yetişdirdi. fekat harkani şimdi sağ olsaydı, hocam olduğunu düşünmez, gelip önüme diz çökerdi. bizim durmamız, ihtiyacımız olmadığından veya ehemmiyyet vermediğimizden değil, belki kabul işaretini gözetmekdeyim. işin doğrusu budur. allahü teala, bizlere hidayet ihsan eylesin! kendini beğenmekden ve aldanmakdan korusun! bu mektubumu size getiren nişapurlu seyyid salih, kalbinin derdine çare için bana geldi. vaktim, halim buna elverişli olmadığından, vaktlerini yanımda ziyan etmemesi için, size gönderiyorum. inşaallah lutf ve yüksek teveccühünüze kavuşarak isti'dadı kadar bir şeyler alır. allahü teala, ilm ve irfan fukarasını, bir şeyden nasibi olmıyanları, sevip seçdiği evliyası rahimehümullahü teala hurmetine maksadlarına kavuşdursun! evliya kaynağı olan makamınıza ihlas ve saygılarımı arz edemedim. evet, halleri doğru olan bir huzura, ancak bu kelimeyi yazmak mümkindir. size talebem demek, hayasızlığın en aşağısı ve görünüşün söylenmesi olup, hakikati örtmek olur. bize lazım olan, haddimizi bilmek, yersiz konuşmamakdır. düalarınızı istirham ederim efendim. üstadından başka, o zemanın büyük alimlerinden, kamillerinden birçoğu, ona, layık olan medhü senalarda bulunmuşlar, ona karşı edebsizce söyliyenlere cevab vererek, hepsi onun ma'rifet ışığı etrafına pervane gibi toplanmışlardır. bunlardan parmakla gösterilen en büyükleri, mesela, fadlullahi burhanpuri, mevlana hasenülgavsi, mevlana abdülhakimi siyalkuti, mevlana cemaleddini taluvi, mevlana ya'kub sırfi, mevlana hasenül kubadani, mevlana mirekşah, mevlana mir mü'min, mevlana can muhammed lahuri ve mevlana abdüsselam diyukidir. muhaddis abdülhakı dehlevi, ömrünün çoğunu ona karşı gelmekle geçirip, son zemanlarında kalb aynası nefsinin pas ve tozlarından kurtulup, o güneşin nurları kalbini parlatınca, onun medhine ve inadcıların iftiralarını red etmeğe başlamışdır. mesela fadl burhanpuri onun güzel evsafını, doğru hallerini dinlemekden hoşlanır, kıymetli ma'rifetlerini işitmekle zevklenirdi. onun, kutbülaktab, ya'ni zemanının imamı olduğunu ve hakikat sırlarından verdiği haberlerin hep doğru ve çok kıymetli olduğunu ve sözlerinin doğruluğuna ve hallerinin yüksekliğine alamet, islam dininin bütün inceliklerine tabi' olması ve herkesin onu sevmesi olduğunu söylerdi. imam kuddise sirruh habs olduğu zeman, kurtulması için beş vakt namazda çok düa ederdi. kendisine sihrind taraflarından talebe gelince siz imamı rabbaniye yakın olup da, ilmi, ma'rifeti başka yerlerde arıyorsunuz. güneşi bırakıp, yıldızların ışığına koşuyorsunuz. sizlere şaşıyorum derdi. hasenül gavsi, onu çok medh ederdi. kitabında, imam için yazmakdadır. mevlana abdülhakimi siyalkuti, imama rahimehümallahü teala çok ta'zim ve hurmet ederdi. inkar edenlerle mücadele ederdi. ona diye hitab ederdi. ona bu ismi evvel söyliyen budur dediler. inkar edenlere karşı büyüklerin sözlerine, maksadlarını anlamadan i'tiraz etmek cahillikdir. böylelerin sonu felaketdir. ilm ve feyz kaynağı, irfan menba'ı üstad ahmedin sözlerini red etmek, bilmemezlik ve anlamamazlıkdandır yazmışdır. belh şehrinde bulunan mir muhammed mü'min kübrevi, talebesinden birini, inabet ve tevbe ve süluk için imamı rabbaninin kuddise sirruh huzuruna gönderdi. gelince, üstadından ve seyyid mirekşahdan ve haseni kubadani ve kadıl kudat tulekden selam getirdi ve dedi ki, üstadım mir muhammed mü'min buyurdu ki, ihtiyarlığım mani' olmasaydı ve yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifade eder, ölünciye kadar ona hizmetçilik ederdim. kimseye nasib olmıyan nurları ile kalbimi aydınlatmağa çalışırdım. bedenim uzakda, gönlüm ise, onunla oradadır. bu fakiri, huzurunda bulunan temiz talebesi gibi kabul buyurmasını ve mukaddes nurlarından ruhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için de mubarek elini öp! dedi, deyip imamın kuddise sirruh bir daha elini öpdü. veda' edip ayrılırken de dedi ki: belh şehrindeki azizler, kendilerine, yüksek hakikatleri bildiren mektublarınızdan göndermenizi istirham etdiler. imamı rabbani kaddesallahü sirrehül'aziz doksandokuzuncu mektubu yazıp, diğer birkaç mektubla beraber verdi. bir zeman sonra, belhden hindistana gelen ba'zı sadıklar dedi ki, imamın kuddise sirruh mektubu, mir muhammed mü'mine gelince, okurken zevkinden yerinde duramıyordu ve sultanülarifin bayezid ve seyyidüttaife cüneyd ve bunlar gibi büyükler şimdi sağ olsalardı, imamı rabbaninin kuddise sirruh önünde diz çökerler, hizmetinden ayrılmazlardı, demişdi. o zemanın ariflerinden biri diyor ki, alimlerin, imamı rabbaninin kuddise sirruh yazılarından nasibleri, cahillerin hakimlerden duydukları hikmetleri anlamaları gibidir. o zemanın, ilmi ile amel eden dindar alimlerinden biri buyuruyor ki: kalb ve ruh ilmlerinin mütehassısları, ya kitab tasnif ederler veya te'lif ederler. tasnif demek, bir arifin kendine bildirilen ilmleri, esrarı, dereceleri yazmasıdır. te'lif ise başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp yazmasıdır. tasnif çok zemandan beri dünyadan kalkdı. yalnız te'lif kaldı. fekat, imamı rabbaninin kuddise sirruh yazıları, doğrusu, tasnifdir. te'lif değildir. ben, onun talebesi değilim. fekat insaf ile söylemek lazım gelirse, onun yazılarına çok dikkat ediyorum. başkalarının sözlerini bulamıyorum. hepsi kendi keşfleri, kalbine gelen ilmleridir. hepsi de, yüksek, makbul ve güzel ve islam dinine uygundur. o zemanın en büyük kadisına, imamı rabbaninin kuddise sirruh halleri soruldukda, dedi ki: kalb ve ruh alimlerinin sözlerine ve hallerine bizim aklımız ermiyor ve almıyor. fekat imamı rabbaninin kuddise sirruh hallerini görünce, geçmiş evliyanın hallerini ve sözlerini anladım ve bildim. bundan evvel, geçmiş evliyanın acayip hallerini, garib ibadetlerini okuyunca, talebenin bunları, büyülterek yazmış olmaları hatırıma gelirdi. onun hallerini, vaziyetlerini görünce, bu düşünce ve tereddütlerim kalmadı. hadis alimi, abdülhakı dehlevi, ilk zemanlar, imamı rabbani kuddise sirruh hazretlerinin yazılarını beğenmez, i'tirazlar yazardı. fekat, son zemanlarında, allahü tealanın inayetine kavuşarak, yapdıklarına pişman oldu. tevbe etdi. hace muhammed bakinin me'zunlarından, mevlana hüsameddin ahmede, bu tevbesini şöyle yazdı: allahü teala, ahmedi farukiye selametler ihsan etsin! bu fakirin kalbi, şimdi ona karşı çok halis oldu. beşeriyyet perdeleri kalkdı. nefsin lekeleri temizlendi. yol birliğini bir tarafa bırakalım, böyle bir din büyüğüne karşı durmamak, akl icabı idi. ne insafsızlık, ne cahillik etmişim. şimdi kalbimde, vicdanımda duyduğum mahcubiyyeti, ona karşı küçüklüğümü anlatamam. kalbleri çevirmek, halleri değişdirmek, allahü tealaya mahsusdur. abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala kendi çocuklarına da mektub yazarak ahmedi farukinin sellemehullahü teala sözlerine karşı i'tirazlarımın müsveddelerini yırtınız! kalbimde ona karşı hiçbir bulanıklık kalmamışdır. kalbim ona karşı halis olmuşdur dedi. görülüyor ki, evvelki i'tirazları insanlık icabı imiş. işte inkar edenlerin hepsi de böyledir. cenabı hak, dilediğine, merhamet ederek, inkar cehenneminden kurtarıp, tasdik cennetine kavuşdurur. tevbesinin sebebi iyi bilinmiyor. ba'zıları diyor ki: resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü ve inkarından dolayı kendisini azarladı. ba'zıları da diyor ki, imam hakkında kur'anı kerimden kur'a çekdi yalancı ise, zararı onadır. doğru söylüyorsa, allahü teala va'd etdiklerinden ba'zısını başınıza getirir! mealindeki ayeti kerime çıkdı. bir kerre de onlar allahü tealanın sevgili kullarıdır. alış verişde bile allahü tealayı kalblerinden çıkarmazlar ayeti kerimesi çıkdı. ba'zıları da diyor ki, ona karşı i'tirazları, düşmanların gönderdiği uydurma bir mektub sebebi ile idi. işin doğrusunu anlayınca, pişman olup tevbe etdi. tenbih: çocukları babalarından mektub alınca, müsveddeleri yok etdiler. fekat ba'zıları başkalarında kaldı. birkaç farisi kitabda bunların yazıldığı görülmüş ve gayet güzel cevablar verilmişdir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh görüp medh eden alimlerin hepsi yazılsa ayrıca bir kitab olur. beşinci manzara: fadl ve kemalin şöhret bulması, hased edicilerin çoğalmasına sebeb olur. adem aleyhisselamdan beri böyle olmuşdur. cahillerin hasedi, hased olunanda ni'metlerin çokluğunu gösterir. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: . imamı rabbaniye de kuddise sirruh belalardan çok nasib düşdü. nasıl düşmez ki, müceddidi elfi sani idi. ya'ni allahü teala onu, peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem bin sene sonra, dini islamı yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermişdi. yenilemek, değişiklik yapmadan kolayca olur mu? günahların, bid'at ve hurafelerin çoğaldığı, dalaletin yayıldığı, bilhassa vahdeti vücud taklidcilerinin din alimi tanındığı bir zemanda, islam dinini kuvvetlendirmek, bunları temizlemek kolay mıdır? şah ahmed veliyyullahı dehlevinin oğlu mevlana şah abdül'aziz rahimehümullahü teala diyor ki: vahdeti vücud, müslimanlar arasında çeşidli şekllere sokuldu. cahiller, büyüklerin sözlerinin ma'nalarını anlamıyarak zemanla dinden çıkdı. bu yüksek ve kıymetli bilgi, dinin yıkılmasına yol açdı. tekke şeyhleri, bu yüzden, zındıklığa sapdı. tutdukları yol, cahil halk arasında yayıldı. bu hal islam düşmanlarının ekmeklerine yağ sürdü. dinsizleri ve ahlaksızları tesavvuf şairi diye tanıtmağa, bunların küfr dolu sözlerini, edebiyyat kitablarında gençlere okutmağa başladılar. allahü teala, kullarına acıyarak, imamı rabbani radıyallahü anh gibi bir müceddid yaratdı. ona derin ilmler ihsan eyledi. bununla, kullarının zihnlerini temizledi. hakkı batıldan ayırıp, batılı çok kalblerden kaldırdı. işte, bunun için ba'zı kimselerin cefasına, oklarına ve iftiralarına uğradı. birçok alimlerin, fadılların, kamillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, imamın etrafına ve hizmetine koşuşmaları da, hasedcileri artdırdı. imamı tehlükeye düşürmek için, hilelere başladılar. mesela, cüneyd, bayezid gibi büyük meşayihi aşağı görüyor, diyerek, cahil tabakayı aldatdılar. yüksek meşayihin bildirdiği vahdeti vücudü inkar ediyor, diyerek, görüşleri kısa olanları, imamdan soğutmağa başladılar. onu sevenlere de, meşayihi izamı inkar ediyor, allahü tealanın ma'rifetine vasıtasız olarak kavuşdum diyor, dediler. nihayet, hükumeti tanımıyor, kanunlara uymuyor diye siyasi leke sürmeğe uğraşdılar. bir müslimanın söyliyemiyeceği iftiraları söylediler. meşayihi kiramı aşağı görüyor sözü, temamen iftira idi. mektubatda onlara nasıl hurmet ve ta'zim etdiğini ve her asrda, düşmanların ele aldıkları sözlerine ne güzel ma'nalar verdiğini, iyi ma'naya çeviremediklerine de, başlangıcda hata ile söylenmiş olup, sonra yüksek derecelere yetişerek bunları düzeltmişlerdir, dediğini okuyanlar, hemen anlar. keşfdeki hataların, ictihad hataları gibi afv olunduğunu, belki sevab verildiğini bildirmekdedir. vahdeti vücudü de inkar değil, ne güzel izah etdiğini ve bu mes'elede hem islam dininin namusunu koruduğunu ve hem büyüklerin hurmetlerini gözetdiğini, mektubatı okuyanlar bilir. o zemanın sultanı olan selim cihangir hanın devlet adamları, hatta büyük veziri ve baş müftisi ve hatta haremi ehli sünnet değildi. halbuki imamın birçok mektubları ve bilhassa ayrıca yazdığı risalesi, mezhebsizleri red etmekde, cahil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmakdadır. imamı rabbani bu risalesini buharada bulunan en büyük özbek hanı abdüllahı cengizi hana yollamışdı. bunu iranda şah abbası safeviye gösterin! kabul ederse ne iyi, etmezse onunla harb caiz olur demişdi. kabul etmedi. harb oldu. abdüllah han, hiratı ve horasandaki şehrleri aldı. buralarını yüz sene evvel safeviler almışdı. işte bundan sonra, hindistandaki mezhebsizler elele verdiler, imamın, üstadına yazmış olduğu, birinci cildin onbirinci mektubunu sultana göndererek dediler. selim cihangir şah, oğlu şah cihanı gönderip, imamı ve evladını ve yetişdirdiği büyükleri da'vet etdi. hepsini öldürmeğe karar verdi. şah cihan, bir müfti ile imamı rabbaniye gitdi. sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. imamı rabbaninin halis olduğunu biliyordu. babama secde edersen, seni kurtarabilirim, dedi. imam, bu fetvanın, zaruret zemanında izn olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi. evladını ve eshabını bırakıp yalnız geldi. sultan, onbirinci mektubu gösterip ma'nasını sordu. o kadar güzel ve doyurucu cevab verdi ki, sultan, yüksek hakikatleri ve esrarı anlıyabilecek birisi olmadığı halde, neş'elendi ve serbest bırakıp afv diledi. hasedciler, sultanın hoş, kendi uğraşmalarının boş olduğunu görünce, sultana, bunun adamları çokdur. sözleri bütün memleketde yürürlükdedir. bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir. ne kadar kendini beğenmiş ki, sizi bile küçük görüp, secde ile saygı göstermedi. hatta, selam bile vermedi, dediler. imam, içeri girince, sultanı, serhoş, kızgın, azgın, ya'ni hurmet ve değerden kendini sıyırmış görerek, selam vermemişdi. meclisde uzun konuşmadan sonra, güvalyar kal'asında hapsini emr etdi. bu kal'a, memleketin en sağlam ve korkunç kal'ası idi. bülbüllerin, aşağı insanların kafesine sokulması gibi, imamın radıyallahü anh mubarek güneş yüzü, müslimanların nazarından perdelendi. ayın ondördü, siyah bulutla örtüldü. hindin meşhur edibi, azad ismi ile anılan seyyid gulam ali, o gecenin kararışını, gayet güzel şi'rleri ile hatırlatmakdadır. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz daha önceleri, yetişdiğim derecelerin üstünde, çok daha makamlar var. oralara yükselmek, celal ile, sert terbiye edilmekle olabilir. şimdiye kadar cemal ile, okşanarak terbiye edildim buyurmuşdu. eshabından ba'zısına, demişdi. işte dediği gibi oldu. o makamlara da yükselmek nasib oldu. kal'ada mahbus bulunan binlerce kafir, imamın kuddise sirruh bereketi ile iman ve islam ile şereflendi. birçok günahkar, tevbe etdi. hatta, ba'zıları yüksek alim oldu. hatta, sultana onbirinci mektubu anlatırken, orada bulunan, ateşe tapıcı hinduların büyük bir kumandanı, imamın dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek, müsliman olduğu meşhurdur. sultanın veziri, zindanda imamın başına kardeşini ta'yin etmiş ve çok şiddetli davranmasını söylemişdi. bu ise, imamdan çeşidli kerametler, üzülmek yerine, heybet, sabr ve hatta neş'e görerek tevbe eylemiş, sapıklık yularını çıkararak, ehli sünnet gerdanlığı ile zinetlenmiş ve imamın kuddise sirruh halis talebesinden olmuşdu. imam radıyallahü anh mahbus iken sultandan razı idi. yapdığı bu işinden memnun idi. ona hep hayr düa ediyordu. hatta, imamın kuddise sirruh eshabından ba'zısı, sultana kasd etmek istedi. bunu yapabilecek kudretde idiler. fekat imam onları, rü'yalarında ve uyanık iken men' etdi. sultana hayr düa etmelerini emr etdi. buyururdu. zindandan evladına yazdığı mektubları, mektubatdan okuyanlar, bunları iyi anlar. sultan selim cihangir hanın oğlu şah cihan rahimehullahü teala babasına karşı geldi. askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu halde, zafer kazanamadı. o zemanın evliyasından birine halini anlatıp düa istedi. veli dedi ki: senin zafer kazanman için, vaktin dört kutbunun sana düa etmesi lazımdır. bunlardan üçü seninle beraber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe razı değildir. o da, imamı rabbani müceddidi elfi sani kuddise sirruh hazretleridir. şah cihan, imamın huzuruna gelip, düa etmesi için yalvardı. imam kuddise sirruh, babasına karşı gelmesine mani' olup nasihat etdi. babana git, elini öp, gönlünü al! yakında vefat edecek, saltanat sana kalacakdır diye müjde de verdi. şah cihan, emrlerini dinledi. arzusundan vaz geçdi. az zeman sonra de, babası vefat edince, saltanata kavuşdu. hasedcilerin imam için, sultanı dinlemiyor, kanunlara karşı geliyor, sözlerine hiç inanılır mı? imam kuddise sirruh kal'ada iki veya üç sene kaldıktan sonra, sultan yapdığına pişman oldu. habsden çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. hatta halis talebesinden ve sadık dostlarından oldu. bir müddet, asker arasında kalmasını emr etdi. sonra serbest bırakıp ihtiramla vatanına gönderdi. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh, evvelce bulundukları hallerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak avdet buyurdu. bundan sonra yazdıkları mektublardaki hakikatleri, ma'rifetleri, esrarı ve incelikleri ancak evladı izamı ve yetişdirdiği hülefai kibarı anlıyabilir. bu kıymetli mektubları ile mektubatın üç cildi temam olmuşdur. evliyanın büyükleri, hatta, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, böyle belalara, musibetlere yakalanmışlar ki, zemanımızın evliyası ve salihleri teselli bulsun ve cahiller de zemanın evliyasını derd ve belada görerek, onları fena bilmesin. bu inceliği anlıyamıyan tarihciler, evliyanın iyi günlerini yazıp, beşeriyyet icabı olan hallerini yazmıyor, bunları okuyan ehali de onları melek gibi sanarak seviyorlar ve kendi zemanlarında salih, mütteki ve evliya gibi diye işitdikleri bir kimsede insanlık icabı bir hal görünce, onu kötü bilip, ondan istifadeden mahrum kalıyorlar. hatta onu çekişdirip, çok büyük günaha giriyorlar. bilmiyorlar ki, allahü teala, sevdiklerini insanlığa lazım olan hallerin içinde saklamakdadır. nitekim sevdiklerimi saklarım. onları herkes tanıyamaz buyurmakdadır. bu hususda imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz mektubatda çok şeyler bildirdiği gibi, muhyiddini arabi kuddise sirruh da, kitabında diyor ki: kalbi kıran, nefsi terbiye eden bir kusur, nefsi azdıran, kalbe gurur getiren ibadetden faidelidir. imamı rabbani, müceddidi elfi sani, ahmed faruki kuddise sirruh, arzularına kavuşup, allahü tealanın ihsan etdiği derecelere varıp, takdiri ilahi yerini bulunca, azrail aleyhisselamın da'vetini kabul edip, hicri binotuzdört senesi, safer ayının yirmidokuzuncu salı günü, refiki alaya kavuşdu. sihrind kabristanına defn edildi. allahü teala, ruhunu rahat ve kabrini nur ile dolu etsin! bizleri, kıymetli nefeslerinin bereketi ve yüksek sevgisi ile faidelendirsin! şefa'atine kavuşdursun ve kıyamet gününde kendisini sevenler ile beraber, bayrağı altında toplasın! amin. insanların huyları ve arzuları ve düşünceleri, başka başka olduğundan, hayatında, ona karşı iki kısma ayrıldıkları gibi, vefatından sonra da, bir kısmı medh etdi. bir kısmı da kötüledi. imamın ma'rifetleri cihana yayılmış olduğundan, düşmanları ne kadar inkar etdi ise de, örtemediler. belki, daha yayılmasına sebeb oldular. çünki, inkar edenler bir i'tiraz zehri saçınca, dostları çeşidli cevablarla deva saçdı. böylece imamın medhi için yetmişden ziyade kitab meydana geldi. bunlar arasında en büyüğü, muhammed özbeki mekkinin risalesi olup, düşmanları rezil etmiş, başlarını bir daha kaldıramıyacak hale getirmişdir. imamı kuddise sirruh vefatından sonra, birçok memleketlerde, birçok alimler medh etmiş, çok faideli ve ehemmiyyetli kitablar yazmışlardır. bunlardan biri, mekkei mükerreme müftisi, şeyhülislam, imamülallavlana abdüllah itaki zadedir rahimehullahü teala. kitabının birkaç sahifesi arabi risalede varsa da terceme etmedik. imamı rahimehullahü teala vefatından sonra medh edenlerden, ariflerin reisi, hakikatin rehberi, vasılların senedi, maddi, ma'nevi kemallerin sahibi, ilm deryası, ziyaeddin mevlana halid osmaniyyi bağdadi kuddise sirruh olup, ince ruhunun terennümleri ile dolu olan farisi divanının doksandördüncü sahifesindeki beytlerinde buyuruyor ki:ya rabbi! o nihayetsiz yolun yolcusu, ilm sahiblerinin reisi, bu göz ile görülemiyen, akl ile varılamıyan gizli sırların menba'ı; insanların anlıyamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sahibi; köpüren, dalgalanan ma'nalar deryası; maddesizlik, mekansızlık aleminin reisi; nurları ile hindistanı aydınlatan, sihrind şehrini, musa aleyhisselama allahü tealanın kelamı geldiği şerefli vadi yapan, muhammed aleyhisselamın dininin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dini bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemiyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken ahmedi farukinin kuddise sirruh gözlerinin nuru hurmetine beni afv et! yüzümün karasına bakma! kendime çok zulm etdim. sayısız kabahatler yapdım. verdiğim sözü hiç tutmadımsa da, senin afv ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek, rahat ediyorum. yalnız senin ihsanına güveniyorum. çünki buyuruyorsun! onu medh edenlerden birisi de, mevlana halidi bağdadinin kuddise sirruh yetişdirdiği ulema ve evliyanın en üstünü, alim, fadıl, veliyyi kamil, sayısız kerametler sahibi, seyyid tahai hakkari kuddise sirruh hazretleridir. imamı rabbaniyi kuddise sirruh medh eden büyüklerden birisi de, ulemanın zineti, evliyanın ekmeli, seyyid abdülhakim efendidir rahmetullahi aleyh. salihlerden birine yazdığı bir mektubda buyuruyor ki: zikr ve zikrin te'siri, derin bir denizdir. onun derinliklerine kimse varamamışdır. bir dalgalı deryadır ki, bütün dünya onun bir dalgasını bilmiyor. dünyayı kuşatan öyle bir bahrı muhitdir ki, onu kavramağa bütün alemin gücü yetmez. zikr, zikr edenlerin kalblerinde hasıl olan bir haldir. söylemesi, yazması, bildirmesi imkansızdır. hak tealayı, bilen kimsenin dili söylemez olur. kelime bulamaz ki, anlatabilsin. şaşar kalır. dünyadan ve insanlardan haberi olmaz. zikr olunan, allahü teala olduğu gibi, zikr eden de ancak odur. kendisini yine ancak kendisi zikr edebilir. mahlukların, onu zikr etmek haddine mi düşmüşdür? ancak sıfatı ilahiyyesi ile sıfatlanması için, yaratmış olduğu insana kendisini zikr etmesini emr etmişdir. herkes, yaratılışındaki kabiliyyeti kadar, o nihayetsiz ve dalgalı denizden birşey ile teselli bulur. veysel karani, o deryanın bir damlası ile teselli bulmuşdur. cüneydi bağdadi, o denizden bir avuç mikdarı ile doymuş, kanmışdır. abdülkadiri geylani, ancak o denizin kenarına varmışdır. muhyiddini arabi ise, bunun dibinden çıkarılmış bir cevher ile övünmekdedir. imamı rabbani, ondan büyük pay almışdır rahimehümullahü teala. kelimei celilesini teşkile hizmet eden elif, lam ve he harfleri, bu mu'azzam kelimenin işaret etdiği, hiçbirşeye benzemiyen zatı anlatmağa, alet ve vasıtadırlar. bunları söylemek zikr değildir. zikr, bu kelimenin neticesi, semeresi olan bir hal ve keyfiyyetdir. bu kelimeye zikr denmesi mecazdır. hakiki ma'na ile değildir. bunun gibi kelimei tevhid de zikr değildir. ancak söylemek ve ma'nası bakımından zikre aletdir. zikr, bu kelimenin ve bu ibarenin kalb ile tekrarından hasıl olan bir haldir. bu halin husule gelmesi, bu kelime ve ibareye bağlıdır. çok uzun olan bu mektubun yukarda yazılı kısmında, imamı rabbaninin kaddesallahü teala sirrehul'aziz medhu senası ne kadar veciz, kısa, fekat geniş ve cami'dir. seyyid abdülhakim efendi kuddise sirruh mektublarında ve derslerinde: buyururlardı. ya'ni, allahü tealanın kitabı olan kur'anı kerimden sonra ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinin toplanması ile meydana gelmiş olan buhari kitabından sonra, dini islamda yazılmış kitabların en üstünü mektubatdır. si olduğu gibi, hem vilayet kemalatının ma'rifetlerini hem de nübüvvet kemalatının ma'rifetlerini ve inceliklerini bildiren kitabların en kıymetlisi ve en üstünü, imamı rabbani ahmed farukinin kitabıdır. bir mektubunda, yazmışlardır. buyururlardı ki, farisiyi az bilen bir kimse, mektubatın farisisini daha kolay anlar. çünki, müstekimzade süleyman sa'deddin efendinin yapmış olduğu türkçe tercemesi, hem karışık, hem de hatalıdır. müstekimzade süleyman efendi, muhammed emin tokadinin talebesinden olup, de vefat etdi. zeyrekde, üstadının yanındadır. kitabı çeşidli tarihlerde, çeşidli yerlerde basılmışdır. senesinde pakistanda karaşide yapılan baskısı çok güzeldir. iki cild halinde olup, birinci cildde yalnız birinci kısm, ikinci cildde ise ikinci ve üçüncü kısmlar mevcuddur. bu iki cild istanbulda ofset yolu ile birinci hamur ve en iyi kağıda, gayet nefis olarak basdırılmışdır. imamı rabbaninin mubarek oğlu muhammed ma'sumi serhendinin yetişdirdiği yüzlerce evliyanın meşhurlarından olan muhammed bakır lahri, de mektubatı farisi olarak hulasa ederek, ismini vermişdir. yüzyirmi sahife olup, içinde yirmi hidayet vardır. de lahrda basılmışdır. ayrıca, farisi kitabını yazmışdır. resulullahın varisi, müceddidi elfi sani, ilmi zahirde müctehid, tesavvufda veysel karani. dini yaydı yeryüzüne, nurlar saçdı her mü'mine, uyandırdı gafilleri, yüce imamı rabbani. iyi bildi ilmi hali, şer'a uygundu her hali, küfr sarmışken cihanı, oldu ebu bekr misali. sohbetinden feyz aldılar, hem kumandan, hem de vali, ömer faruk soyundandır, buna şahid oldu adli. tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve liecdadi ve ceddati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstadi abdülhakim arvasi! rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. seyyid abdülhakim efendinin hayatı işbu aleyhimürrıdvan kitabını, büyük alim ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh hazırlamış ve seyyid abdülhakimi arvasi hazretleri şerh etmişdir. birkaç maddi bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük alimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhassa, dini islamın, beni israil peygamberlerine salevatullahi teala aleyhim ecma'in benzetilen, çok mikdarda ve çok yüksek alimlerinden, velilerinden haberi olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fekat etrafımızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir sermayeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazinesi ve se'adeti ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız islam kitablarının ismlerini işitdiren ve bunların, ruh hastalarına deva yazılarını okumak ve anlamak bahtiyarlığına kavuşduran ve allahü tealanın türk milletine büyük ihsanı, kafirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedi felakete sürüklenen ma'sumların kurtarıcısı ve allahü tealanın varlığını, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem üstünlüğünü, imanın ve islamın hakikatini, fikr hastalarına içirerek, gençliğe şifa sunan ruh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdadımızın mukaddes yolunu örten, küfr ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı serin sabah rüzgarı ve iman kaynaklarını temamen örten, dinsizlik karanlığını ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilm ve ma'rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyalığın yüksekliklerine vakıf, seyyid abdülhakim efendinin kuddise sirruh, kitablarını okumak nasib olan tali'lilere, bu dünya ve ahıret se'adetinin rehberinin hal tercemesini kısaca takdim etmek ve hatırasını yadigar bırakmak uygun görüldü. seyyid abdülhakim bin mustafa kaddesallahü teala esrarehüma, sfiyyei aliyye büyüklerinden ve ilmi ile amil ulemanın kamillerinden olup, tervici din ve neşri ilm ve sehayı tabı' ve şer'i şerifi ahmedinin sallallahü aleyhi ve sellem icrasında bezli vücud ve sarfı mal ederek, akran ve emsalinin üstünde bir zatı kerimülhisal idi. van vilayetinin başkal'a kazasında, de tevellüd etdi. binüçyüz senei hicriyyesi ibtidasında icazet aldı. ilmi sarf, nahv, mantık, münazara, vadı', beyan, me'ani, bedi, kelam, usuli fıkh, tefsir, tesavvuf, nushi lilmüslimin, iftai alelmezhebin, ulumi hikemiyye, ya'ni hikmeti tabi'iyye , hikmeti ilahiyye, riyaziyye, ya'ni hesab ve hendese ve hey'et gibi ulumi zahiriyyeyi, allame seyyid fehimden kuddise sirruh me'zun olduğu gibi, yine onlardan tesavvufun müceddidi, kadiri, kübrevi, sühreverdi, çeşti kısmlarından dahi me'zun olmuşdur. babasının babası, seyyid muhyiddindir. bunun babası, seyyid muhammeddir. bunun babası olan seyyid abdürrahman, seyyid fehimin babasının babasıdır rahmetullahi aleyhim ecma'in. dedelerinin oniki imamdan, ali rıza bin musa kazıma rahimehümullahü teala dayandığı, ırakdaki mahkemei şer'ıyye kaydlarında yazılı olduğu gibi, seyyid abdülkadiri geylaninin radıyallahü anh torunu seyyid abdürrezzakın kuddise sirruh mubarek eli ile de tasdiklidir. binüçyüzotuziki senesi recebi şerifi birinci günü, rus askeri başkal'aya bir saat mesafeye yaklaşdıkda başlıyan ermenilerin yapdığı zulm ve katli amdan halas bulup, kadın, çocuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, revandız, erbil, musul, adana, eskişehir ve nihayet binüçyüzotuzyedi senesinin şevvali ibtidalarında istanbulda eyyub sultan nahiyesine geldiler. önce çarşı içindeki ye yerleşdirildiler. sonra, gümüşsuyunda idris köşkü civarındaki mürteza efendi mescidinin imamlığına ta'yin olundu. bu hicretinden evvel iki def'a hac etmişdir. risale büyüklüğünde müteaddid mektubları vardır. mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıcı ve meşru'iyyeti ve risalesi ve islam halifelerinin sonuncusu olan sultan vahideddin han zemanında denilen islam üniversitesinde tesavvuf müderrisi iken yazdıkları kitabı ve ve risaleleri ve islam hukuku ismli eserleri, arabi, farisi ve türkçe şi'rleri pek kıymetlidir. siyasete hiç karışmamış, siyasi fırkalara bağlanmamışdır. bölücülüğe, tarikatçılığa karşı idi. tekkelerin lağvı kanunu çıkdıkdan sonra, şeyhlik, müridlik üzerinde konuşduğu işitilmemişdir. kanunlara uymakda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. dini dünya çıkarlarına alet eden yobazlara karşı eyyub sultan, fatih, bayezid, bakırköy, kadıköy, beyoğlunda ağa cami'i şerifleri kürsilerindeki konuşmaları, bunların iftiralarına sebeb oldu. bunların tahriki ileramezanının onsekizinci ve eylülünün onsekizinci cumartesi günü istanbuldan izmire götürüldü. meserret otelinde, sonra bir evde kaldı. zilka'denin onuncu pazartesi günü ankaraya hareket ederek, salı günü ankarada, hacı bayramı veli civarında, birader zadeleri seyyid faruk ışıkın evine geldi. farukun evinde onsekiz gün hasta yatdı. zilka'desi yirmidokuzuncu veteşrini sanisi yirmiyedinci cumartesi günü, güneş doğmadan onsekiz dakika evvel, ezani saat onikide ve zevali saat altı buçukda naili vusletserayi ebedi oldu. o gece hafif bir zelzele olmuşdu. o gün keçiören nahiyesinde damadı ibrahimin evine nakl ve orada, gasl, techiz ve tekfin ve namazı eda edilip, ankara şehri şimalinde ve şehre yirmidört kilometre kadar mesafede bağlum nahiyesine gurubi şems ile beraber defn edildiler. namazında bulunmak, telkin vermek ve kabri şerifine girmek vazifeleri hüseyn hilmi ışıka nasib olmuşdur. kabristan, nahiyenin garb cihetinde, hafif meylli ve elli metre kadar mesafede olup, kabrleri, kabristanın şimali şarkisindedir. bağlum mescidinin kapısı yanında, seyyid burhaneddin muşi hazretlerinin kabri vardır. allahü teala derecesini yüksek eylesin! hepimizi şefa'atine kavuşdursun! kitablarını okuyup, gösterdiği yolda ilerlemek ve ruhi mukaddesinden her an istifade etmek nasib eylesin! ami ahifede maddeye bakınız! ağlasın, kan ağlasın her müsliman! çünki, seyyid abdülhakim terk etdi can, alimü amil, veliyyi kamil idi, zatına mevdu' idi sırrı nihan. kaldılar birden yetimü bi neva, hem islamiyyet, hem hakikat bigüman. gördü amma ki, inanmaz gözlerim, oldu mu cidden, ol hazret kün fekan? şevk ile raks eyledi yer, bir gece, ertesi gün, etdi deraguş heman. hayf kim, hurşidimiz etdi gurub bir feridi asr idi ol, bi güman! olmuş idi, son zemanda çok elim, derd ile alama, bir sengi nişan. alemi islam için, bu cidden mühim, bir musibetdir, ey gönül kan ağla, kan! ruhi bakisinden istimdad edip, söyledim tarihini na gehan, hayl çıkdı, kaldı bi seri rahdan. matemi islama ağlar asuman. mehmed timüroğlu müslimanların iki gözbebeği ö n s ö z allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri herkese gönderiyor. zararlardan korunmak, se'adete kavuşmak için yol gösteriyor. ahıretde, cehenneme girmesi gereken suçlu mü'minlerden dilediğini afv ederek, ihsan yapacakdır. her canlıyı yaratan, her varı her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd ederiz. herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi birşeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamdlerin, şükrlerin hepsi allahü tealaya olur. çünki herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen, hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o hatırlatmazsa, iyilik ve kötülük yapmayı kimse irade, arzu edemez. kulun iradesinden sonra, o da istemedikce, kuvvet ve fırsat vermedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. merhamet etdiği kulları, kötülük yapmak irade edince, o irade etmez ve yaratmaz. böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. gadab etdiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını o da irade eder ve yaratır. bu kötü kullar, nefslerine uydukları için, iyilik yapmak istemezler. bunlardan hep fenalık hasıl olur. allahü tealanın çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam ederiz. o yüce peygamberin ehli beytine, eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm hayrlı düalar ederiz. allahü teala müslimanlara, kur'anı kerime sarılmalarını, kur'anı kerim etrafında birleşmelerini emr ediyor. eshabı kiram, her emre tam uydukları için, birleşdiler, sevişdiler, kardeş oldular. onların bu sevişmelerini, allahü teala, suresinde haber veriyor ve övüyor. birleşmekden kuvvet hasıl olur. ayrılık, felakete sebeb olur. biz de eshabı kiram gibi olalım. onların güzel ahlakı ile ahlaklanalım. sevişelim. kur'anı kerimin gösterdiği doğru yolda birleşelim. bu yoldan sapanların, bölücülerin yalanlarına aldanmıyalım. herkese iyilik edelim. herkese tatlı dilli, güler yüzlü olarak, müslimanlığın şerefini bütün dünyaya tanıtalım. hükumete, kanunlara karşı gelmemek her müslimanın vazifesidir. fitne, karışıklık çıkarmak büyük günahdır. mezheb ayrılıkları döğüşmeğe sebeb olmamalıdır. bizi parçalamak istiyen yabancılar, her dilde kitab basdırıyorlar. hadisi şerifleri değişdirerek, ayeti kerimelere yanlış, bozuk ma'nalar vererek ve acıklı hikayeler uydurarak, temiz gençleri aldatıyorlar. islamiyyeti içerden yıkmak istiyenleri bildirmek ve yalanlarını, iftiralarını cevablandırmak için, islam alimleri bin seneden beri binlerce kitab yazmışlar, müslimanları bu belaya sürüklenmekden korumuşlardır. bu faideli kitablardan biri, hindistanın büyük alimlerinden şah veliyyullah ahmed sahibin rahmetullahi teala aleyh farisi olarak yazdığı kitabıdır. şah veliyyullah hazretleri de delhide tevellüd ve da orada vefat etmişdir. bu kitabdaki yazıların hepsinin senedleri, vesikaları, kitabında uzun yazılıdır. mesela, yedinci babda, hazreti alinin birinci halife olacağını isbat için, ba'zı kimselerin beş ayeti kerimeye ve oniki hadisi şerife verdikleri ma'naların yanlış olduğunu bildirdikden sonra diyor ki, dir. bu kitabda peygamberimizin hadisi şerifleri yazılıdır. ba'zı kimselere göre, kur'anı kerimden sonra, en kıymetli kitab, dır. bu kitabda, radi ismindeki kimse, hazreti alinin hutbelerini yazmışdır. bu hutbeleri yazarken, hazreti alinin şeyhaynı öven sözlerini çıkarmış, başka eklemeler, değişdirmeler yapmışdır. hazreti alinin hutbeleri o kadar değişmiş, o kadar bozulmuş ki, yı şerh eden şi'i alimleri birçok yerlerine ma'na verememişler, olduğu gibi yazmak zorunda kalmışlardır. kitabı farisidir. arabiye terceme edilmişdir. mahmud şükri alusi, bu arabi tercemeyi kısaltmış ve demişdir. zahiri ilmlerdeki ve tesavvuf bilgilerindeki yüksek derecesi ile tanınmış olan büyük veli seyyid abdüllahi dehlevi hazretleri, farisi kitabının altmışbirinci mektubunda, kitabındaki hutbeler sahih değildir buyurmakdadır. ba'zı kimseler bu bozuk kitabı adı ile basdırıp, her memlekete parasız gönderiyorlar. muhammed bin hüseyn musevi radi, mürteda ismindeki yehudinin kardeşidir. ali bin hüseyn musevi mürteda da, kitabında, çok çirkin, iğrenç kelimelerle ehli sünnet alimlerine saldırmakdadır. her ikisi de acem seyyididir. muhammed radi ve mürteda senesinde bağdadda ölmüşlerdir. kitabının yazarı, hafız gulam halim abdül'aziz bin kutbüddin şah veliyyullah ahmed sahib dehlevi eshabı kiram da vefat etmişdir. her müslimanın ehli sünnet alimlerinin yazdığı kitablarından birini okuyup öğrenmesi ve çocuklarına öğretmesi lazımdır. hepimizin nefsi emmaresi kafirdir. imanımızın gitmesini, doğru yoldan sapmamızı istiyor. dinsizlerin, sapıkların bozuk, zararlı kitablarını, dergilerini okumamız, yabancıların radyolarını, televizyonlarını dinlememiz için bizi sürüklüyor. haram olan şeyleri yapmak, sapıkların yalanlarına inanmak ve kafirlerin adetlerine, modalarına uymak, nefslerimize tatlı geliyor. ibadet yapmak ona güç geliyor. işte bunun için, kafirlik ve sapıklık her yere kolayca yayılıyor. allahü teala, hadisi kudside buyuruyor ki, nefsinizi düşman biliniz! nefsleriniz bana düşmandır. nefsin sevdiklerini yapmamak büyük cihaddır. çok sevabdır. nefsi emmaremizin ve sapıkların, mezhebsizlerin ve kafirlerin tuzaklarına düşmemek için biricik ilac, ilmihal kitablarını okumak, imanı ve ibadetleri doğru olarak bu kitablardan öğrenmekdir. müslimanlar, çocuklarını, kur'an hocasına göndermeli, kur'anı kerim okumasını, namaz kılmasını, imanın, islamın şartlarını, onlara muhakkak öğretmelidir. nefsi emmare, burada da karşımıza çıkar. önce ekmek parası kazanmasını öğrensin. onları sonra da öğrenir diyerek aldatır. çocuğunun müsliman olmasını istiyen, dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmasını dileyen ana ve baba, nefsin ve insan şeytanlarının yalanlarına aldanmamalı, çocuklarını, elbette kur'anı kerim hocasına göndermelidir. mektebe başladıkdan sonra göndermek çok güç, hatta imkansız olur. ağaç yaş iken bükülür. kartlaşınca bükmeğe kalkılırsa, kırılır, zararlı olur. islam bilgileri verilmiyen çocuk, sapık veya kafir olur. ananın, babanın, sonra ah etmeleri, dizlerini dövmeleri, kendilerini ve çocuklarını cehennemden kurtarmaz. sevgili peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu pek acı hakikati anlatmak için, buyurdu. bunun ma'nası, hayrlı işlerinizi hemen yapınız. yarına bırakmayınız demekdir. hayrlı işlerin birincisi, en mühimmi, çolukçocuğuna islamiyyeti öğretmekdir. her müslimanın bu birinci vazifeyi hemen yapması, yarına bırakmaması lazımdır. kimseye baki değildir, mülki dünya simü zer, bir harab olmuş kalbi ta'mir etmekdir hüner. buna fani dünya derler, durmayıp daim döner. adem oğlu bir fenerdir, akıbet bir gün söner! müslimanların iki gözbebeği aşağıdaki yazı, büyük islam alimi şah veliyyullahı dehlevinin rahmetullahi teala aleyh ismindeki farisi kitabından terceme edilmişdir. bu kitab, ikiyüzyetmiş sahife olup, de pişaverde basılmışdır. kitabında bir mukaddime ile iki fasl vardır. mukaddimede, şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmekdedir. birinci faslda, şi'i alimlerinden nasireddini tusinin kitabındaki yazılarına cevab verilmekdedir. muhammed nasireddini tusi, de tus şehrinde tevellüd ve da bağdadda vefat etdi. ikinci faslda, hased edenler ve zındıklar tarafından şeyhayne yapılan iftiralara, yalanlara cevab verilmekdedir. şeyhayn, ya'ni hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü anhüma, eshabı kiramın en üstünleridir. zemanımızda bid'at sahibleri, ya'ni sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükde şübheler hasıl olmağa başladı. hatta, selefi salihinin doğru inanışları unutuluyor. halbuki, şeyhaynın üstünlüğü, hem akl ile, hem de nakl yolu ile meydanda olan bir gerçekdir. nakl, üç yoldan gelmekdedir. allahü teala, sevgili peygamberine mü'min ve salih halifeler vereceğini, dinini bunlarla kuvvetlendireceğini, nur suresinin ellibeşinci ayetinde va'd buyurdu. resulullahın gördüğü ve eshabı kiramın görüp resulullahın açıklamış olduğu rü'yalar da bunu bildirmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendinden sonra, şeyhaynın halife olacaklarını, hem açık olarak, hem de işaret ederek, çok bildirmişdir. hak halife olduklarını bildiren bu vesikalar, tevatür yolu ile bizlere gelmişdir. o halde şeyhayn, müslimanların en üstünleridir. tirmüzinin ve hakimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi, huzeyfe ve ibni mes'ud haber verdiler. hakimin kitabında, enes bin malik diyor ki, beni mustalak kabilesi, beni, resulullaha gönderdi. senden sonra, zekatlarımızı kime vereceğimizi sor dediler. gelip sordum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. tekrar gönderdiler. gelip, ebu bekrden sonra kime verelim dediklerini söyledim. buyurdu. bir daha gelip, ömerden sonra kime verelim dediklerini söyledim. buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, son hastalığında kendi yerine hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh imam yapdı. başkasının imam olmasını açıkca red eyledi. eshabın büyüklerinden hazreti ömer ve hazreti ali, hazreti ebu bekrin halife olacağını buradan da anladılar. eshabı kiramdan hiçbiri, buna karşı olmadı. buharide diyor ki, resulullahın emri ile, ebu bekri sıddik, eshabı kirama sabah namazı kıldırıyordu. resulullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, eshabını namazda görünce tebessüm eyledi. ebu bekri sıddik resulullahı namaz kıldırmağa geliyor sanarak geri çekildi. eshabı kiram da, anlıyarak sevindiler. mubarek eli ile işaret ederek, buyurdu. perdeyi indirdi. o gün vefat etdi. hadis alimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bir kadın, resulullahdan birşey sordu. buyurdu. ya resulallah! gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, buyurdu. sual: hazreti ömer ve hazreti ali radıyallahü teala anhüma, resulullah, kendinden sonra, kimin halife olacağını bildirmedi dediler. buna ne dersiniz? cevab: bu iki imam, resulullah, eshabını toplıyarak, kendinden sonra ebu bekre bi'at edilmesini emr buyurmadı dediler. çünki, her ikisi de, namaz kıldırması için emr olunması, halife olacağını göstermekdedir demişlerdir. ebu vail diyor ki, hazreti ali yaralanıp yatınca, kimi halife yapacaksın dediler. allahü teala, size iyilik irade buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. hazreti alinin bu sözü de, hazreti ebu bekrin en üstün olduğunu bildirmekdedir. hakimin kitabında, hazreti alinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde, allahü teala, ebu bekre çok rahmet eylesin! bana kızını verdi. hicretde beni medineye götürdü buyuruldu. nizal bin sebre radıyallahü anh diyor ki, hazreti aliye radıyallahü anh, neş'eli bir zemanında, kimleri arkadaş edindin dedim. , buyurdu. ebu bekr için ne dersin dedim. ismini vermişdir dedi. sa'id bin müseyyeb rahimehullahü teala diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh resulullahın veziri idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bütün işlerinde onun ile meşveret ederdi. islamda resulullahın ikincisi idi. mağarada resulullahın ikincisi idi. bedr gazasında çardak altında resulullahın ikincisi idi. kabrde de resulullahın ikincisi oldu. resulullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi. abdürrahman bin ganemin bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ebu bekre ve hazreti ömere dedi ki, allahü teala, islam dinini hazreti ömer ile kuvvetlendirdi. tirmüzinin ve ebu davüdün ve hakimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyurdu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. makamı ibrahim için ve kadınların örtünmesi için ve bedr gazasında alınan esirler için, allahü teala hazreti ömerin sözüne uygun ayeti kerime göndermişdir. hakimin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ebu sa'idi hudrinin bildirdiği hadisi şerifde, buyurarak, ömeri gösterdi. hazreti ömer, ömre yapmak için resulullahdan izn istedikde, izn verdi ve buyurdu. abdüllah ibni abbasın bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. tirmüzide yazılı akabe bin amirin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. tirmüzide yazılı hadisi şerifde, imamı zeynel abidin ali, babası hazreti hüseynden, o da babası hazreti aliden haber veriyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde oturuyordum. ebu bekr ile ömer geldiler. buyurdu. ibni macede, enes bin malik diyor ki, en çok kimi seviyorsun ya resulallah denildikde, buyurdu. erkeklerden kimi denildikde, buyurdu. tirmüzide yazılı, huzeyfenin ve abdüllah ibni mes'udun bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. tirmüzide enes bin malik diyor ki, eshabı kiram otururlarken, resulullah da gelip aralarında otururdu. ayağa kalkmalarına izn vermezdi. hiçbiri resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yüzüne bakamazdı. yalnız ebu bekr ve ömer bakarlardı. resulullah da onlara bakar, karşılıklı gülüşürlerdi. hakimin kitabında yazılı huzeyfei yemaninin bildirdiği hadisi şerifde eshabımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların heryerde öğretilmesini istiyorum. isa aleyhisselam da havarilerini bunun için göndermişdir buyurdu. ebu bekri ve ömeri de gönderirmisin denildikde, bu ikisini yanımdan ayırmam. bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler buyurdu. abdüllah ibni ömerin bildirdiği ve tirmüzi ile hakimde yazılı hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescide girdi. sağında ebu bekr, solunda ömer vardı. ellerinden tutmuşdu. buyurdu. hakimin bildirdiği hadisi şerifde, ebi erva diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile oturuyorduk. ebu bekr ile ömer geldiler. buyurdu. tirmüzide ve ibni macede yazılı, ebu sa'idi hudrinin haber verdiği hadisi şerifde, cennetde yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gökdeki yıldızlar gibi görünürler. ebu bekr ve ömer onlardandır buyuruldu. hadis alimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki, ebu museleş'ari radıyallahü anh dedi ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir bağçede oturuyorduk. birisi kapıya vurdu. resulullah buyurdu. kapıyı açdım. ebu bekr içeri girdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem müjdesini kendisine söyledim. kapı yine vuruldu. buyurdu. kapıyı açdım. ömer içeri geldi. ona da müjdeyi söyledim. kapı yine vuruldu. kapıyı aç! gelene cennetlik olduğunu müjdele ve başına belalar geleceğini de söyle! buyurdu. kapıyı açdım. osman içeri girdi. müjdeyi ve allahü tealanın kaderini kendisine söyledim. allahü tealaya hamd olsun. kazalarda, belalarda ancak allahü tealaya sığınılır dedi. hakimde ve imamı ahmedin müsnedinde yazılı, hazreti alinin haber verdiği hadisi şerifde, başınıza ebu bekr geldiği zeman, onu dünyada zahid ve ahırete ragıb bulursunuz. başınıza ömer geldiği zeman, onu kuvvetli, emin ve allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. başınıza ali geldiği zeman, hadi ve mühdi olur. sizi doğru yola götürür bulursunuz buyuruldu. tirmüzide ve ibni macede yazılı, sa'id bin zeydin radıyallahü teala anh haber verdiği hadisi şerifde, . sa'id bin zeyd dokuz sahabinin ismlerini saydı. onuncusunun ismini söylemedi. bunu sordular. ebül aver diyerek kendisi olduğunu işaret eyledi. ibni macede ve tirmüzide yazılıdır ki, irbat bin sariye diyor ki, eshabı kiram toplanmışdık. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealadan korkunuz. başınızdaki emir, habeş köle olsa bile, ita'at ediniz! benden sonra müslimanlar arasında ayrılıklar olacakdır. o karışıklık zemanlarında benim sünnetime ve hulefai raşidinin sünnetlerine sarılınız. benim halifelerim doğru yolu gösterirler. onların gösterdiği yolda olunuz! sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! bid'atlerin hepsi dalaletdir, sapıklıkdır. resulullaha senelerce hizmet etmiş olan sefine hazretleri diyor ki, resulullahdan işitdim: benden sonra halifelerim otuz sene benim yolumu yaşatırlar. ondan sonra, ümmetimin başına melikler gelir buyurdu. ebu bekrin hilafeti iki sene, ömerin hilafeti on sene, osmanın hilafeti oniki sene ve alinin hilafeti altı sene oldu dedi radıyallahü teala anhüm ecma'in. ebu bekrin ve ömerin radıyallahü teala anhüma üstünlüklerini ve cennetlik olduklarını bildiren bunlar gibi daha nice hadisi şerifler vardır. eshabı kiramın ve muhacirlerin ve bedr, uhud, bi'atürrıdvan ve diğer gazalarda bulunanların üstünlüklerini bildiren yüzlerce hadisi şerif, bu iki halifeyi de, medh ve sena etmekdedir. bu ümmetin en üstünü ebu bekr ve ondan sonra ömer olduğunu, eshabı kiram ve tabi'ini izam sözbirliği ile bildirmişlerdir. hazreti ebu bekr halife seçildikden sonra, eshabı kiramdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. hazreti ebu bekr, kendisinden sonra hazreti ömerin halife olmasını vasıyyet etdiği zeman, eshabı kiramdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. abdürrahman bin avf, hazreti osmanı halife seçerken, şeyhaynın yolunda bulunmasını şart eyledi. hazır olanların hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. ali, osmanın radıyallahü teala anhüma kendinden daha üstün olmasına karşı oldu ise de, bu şarta karşı olmadı. hazreti ali radıyallahü teala anh halife iken çeşidli yerlerde, şeyhaynın kendinden üstün olduklarını çok söylerdi. bu sözüne karşı şübheye düşenleri azarlardı. eshabı kiramın büyükleri bunu işitirlerdi. hiçbiri karşı gelmezdi. buharide diyor ki, enes bin malik ebu bekr, resulullahın en yakınıdır. birçok yerde resulullahın ikincisi olmuşdur. başımıza onun gelmesi lazımdır. kalkınız ona bi'at ediniz! dedi. yine buharide enes bin malik diyor ki, bir kimse, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem kıyamet alametlerini sordu. buyurdu. hiçbirşey yapamadım. yalnız, allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem çok seviyorum dedi. buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu sözünü işitince çok sevindim. ben de resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ve ebu bekri ve ömeri çok seviyorum. onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim. hazreti ali, allahü teala ebu bekre rahmet eylesin. kur'anı kerimi o topladı. resulullah hicret ederken, o hizmet eyledi. ömer mescidlerimizi aydınlatdığı gibi, allahü teala, ömerin kabrini nur ile aydınlatsın diye düa etdi. salim bin ebilca'd diyor ki, necranda kırkbin kişi barınıyordu. hazreti ömer onları vatanlarından çıkardı. hazreti aliye gelip, şefa'at etmesini yalvardılar. bunları kovdu. dedi. hazreti ali, hazreti ömeri kötüleyici olsaydı, necranlılara karşılık olarak söylerdi. halbuki söylemedi. onu övdü. ebu ya'lanın haber verdiği rü'ya ta'birinde, hazreti hasen, hazreti ömeri medh etmişdir. hakim, kitabında diyor ki, abdüllah bin ca'feri tayyar, derdi. zeydi şehid, savaşa giderken, demişdir. hakimin kitabında, abdüllah ibni abbasın hazreti ömeri öven sözleri uzun yazılıdır. imamı ahmedin müsnedinde, hasen bin zeyd diyor ki, babam zeyd, babası hasenden işiterek dedi ki, babam hazreti aliden işitdim. dedi ki, resulullah ile oturuyordum. ebu bekr ile ömer geldiler radıyallahü teala anhüma. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya ali! bu ikisi, cennetde bulunanların en üstünleridir. peygamberlerden başka, bunlardan üstün kimse yokdur! buyurdu. bir kimsenin başkasından efdal olması demek, birçok iyiliklerde ortak olup, birincisinde başka iyiliklerin de bulunması demekdir. bütün kemalatın kaynağı, resulullahın sohbetidir. eshabı kiramın hepsi, bu sohbetde bulunmakla şereflendiler. böylece, bütün ümmetden üstün oldular radıyallahü teala anhüm ecma'in. ebu bekri sıddik, sohbetde hepsinden çok bulundu. hepsinden üstün oldu. şeyhaynde ayrıca, hakkı anlamak ve bildirmek üstünlüğü de herkesden çok idi. abdüllah bin mes'ud diyor ki, arabistan halkının bilgileri terazinin bir kefesine, ömerin ilmi de öteki kefesine konsa, ömerin bilgisi ağır gelir. bugün bilinen hadisi şeriflerin hemen hepsinde şeyhaynın rivayetleri vardır. şeyhaynın bildirdiği hadisleri, yalnız ravileri arasında şeyhaynın ismleri bulunan hadisler sanmamalıdır. kitablarda bulunan merfu' hadislerin hepsini şeyhayn rivayet etmiş olup, bunları başka sahabiler irsal eylemişdir. şeyhayn radıyallahü anhüma, eshabı kiramı, feth olunan memleketlere gönderdiler. hadisi şerifleri yaymalarını emr eylediler. hakimin kitabında, musa bin ali bin rebah haber veriyor: hazreti ömer, hutbede dedi ki, kur'anı kerimde müşkili olan, ubeyy bin ka'ba sorsun. halalı haramı mu'azdan, feraiz bilgisini zeyd bin sabitden, mal kazanmak yollarını da benden sorup öğreniniz!. kitabında diyor ki: filistine ilk ta'yin edilen kadi ubade bin samitdir. filistin valisi olan mu'aviye, kadinin bir hükmünü beğenmedi. beğeneceği gibi hükm etmesi için, sıkışdırdı. ubade, böyle yerde adalet yapılamaz diyerek, medineye geldi. halife ömer, isti'fasını kabul etmeyip, geri gönderdi. buyurdu. mu'aviyeye emr yazıp, dedi. isti'ab kitabında, hasen diyor ki, . dariminin kitabında, ömer bin eşca' diyor ki, halife ömer buyurdu ki, bir zeman gelir, kur'anı kerime yanlış, bozuk ma'na verenler görülür. doğrusunu, hadis alimlerinden öğreniniz! çünki, kur'anı kerimi en iyi hadis alimleri bilir. dariminin kitabında, meymun bin mehran diyor ki, hazreti ebu bekre da'vacı gelince, kur'anı kerime göre hükm ederdi. kur'anı kerimde bulamazsa, hadisi şerife göre hükm ederdi. hadisi şeriflerde de bulamazsa, eshabı kirama anlatır, resulullahın böyle da'vaya cevab verdiğini bilen varmı derdi. sözbirliği ile cevab verilirse, hamd edip, öylece hükm ederdi. haber verilmezse, eshabın büyüklerini toplar. onlara anlatır. sözbirliğine varırlarsa, öylece hükm ederdi. hazreti ömer de, kadi şüreyhe, böyle yapmasını, hiç cevab bulamazsa, kendi ictihadı ile hükm etmesini emr eylemişdi. yine darimide abdüllah ibni yezid bildiriyor ki, abdüllah ibni abbasa birşey sorulunca, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulamazsa, hazreti ebu bekrin ve ömerin sözlerine uyarak cevab verirdi. onların sözlerinde de bulamazsa, kendi ictihadı ile söylerdi. darimide, huzeyfe buyurdu ki, fetva verecek kimsenin, mensuh ve nasih olan ayetleri bilmesi lazımdır. bunları bilen kim vardır dediklerinde, ömerübnülhattab onlardandır dedi. darimide, ziyad bin cedir diyor ki, hazreti ömerle konuşuyordum. islamiyyeti yıkan şey nedir dedi. siz söyleyiniz dedim. buyurdu. yine darimide, amr bin meymun, hazreti ömer ölünce ilmin üçde ikisi gitdi dedi. bunu ibrahime söylediklerinde, ömer ilmin onda dokuzunu götürdü dedi. darimide, amr bin ebu süfyan dedi ki, hazreti ömer radıyallahü teala anh buyurdu. hadis ilminin temeli, hazreti ömerin bu sözüdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ve hazreti ebu bekr zemanında açıklanmamış olan çok mes'ele vardı. hazreti ömer, bunların hepsini icma'a bağladı. bunlarda şübhe bırakmadı. hazreti ömerin bildirmediği mes'elelerde kıyamete kadar sözbirliği olmaz. hazreti ömerin gayreti olmasaydı, islam alimleri kıyamete kadar güç durumda kalırlardı. islamiyyetin bayrağını ellerinde yürüten ehli sünnetin temeli, hazreti ömer farukun sözbirliği yapdığı mes'elelerdir. imamı ahmedin kitabında, abdürrezzak diyor ki, ibni cüreyhden daha iyi namaz kılan görmedim. ibni cüreyh, böyle kılmağı atadan, o da abdüllah bin zübeyrden, bu da ebu bekri sıddikdan, ebu bekr de resulullahdan görerek öğrendiler. hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin, fıkhın bütün kollarındaki sözlerini, şah veliyyullahı dehlevi sahifeler dolusu nakl ediyor. bunları okuyan insaflı kimse, her iki halifenin islam memleketlerini genişletmekdeki hizmetleri gibi, islam ilmlerini yaymakda da, büyük gayretleri ve hizmetleri olduğunu iyi anlar. bunun içindir ki, hazreti ali, buyurdu. bir kerre de, dedi. hadisi şerifde, zemanların en hayrlısı, benim zemanımdır. sonra, bundan sonraki asrdır buyuruldu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, kendilerinden sonra gelenler ile resulullahın arasında vasıta oldukları için, onlardan üstün oldular. her asrın müslimanları, sonraki asrlardakilere islamiyyeti bildirmekle, onların üstadları olmuşlar. onlardan daha hayrlı, daha üstün olmuşlardır. aynı asrda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğretdiklerinden daha üstündür. şeyhaynın fadlı küllisi buradan gelmekdedir. imamı ahmedin kitabında hazreti ali buyuruyor ki, birisinden hadis işitdiğim zeman yemin etdirirdim. yemin edince kabul ederdim. yalnız ebu bekri hemen tasdik ederdim. ebu bekr dedi ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim. buyurdu ki, günah işlemiş kimse, abdest alır. sonra iki rek'at namaz kılar. sonra istigfar ederse, günahı afv olur. hazreti ömeri yaraladıkları zeman, abdüllah bin abbas ziyaretine gelip, ya emirelmü'minin! sana cenneti müjdelerim. herkesin inanmadığı zeman, müsliman oldun. herkes resulullaha düşmanlık ederken, sen onunla beraber cihad etdin. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, senden razı olarak vefat etdi. senin halife olmana kimse karşı çıkmadı. şehid olarak can veriyorsun dedi. resulullaha ilk iman eden adam, ebu bekri sıddikdır. hazreti ali iman ederken çocuk idi. resulullahın evinde ve himayesinde idi. hazreti ebu bekrin hazreti aliden de önce iman etdiğini bildirenler vardır. iman etdiğini ilk önce herkese duyuran ve başkalarının da iman etmesine sebeb olan, ebu bekrdir. ebu amrin kitabında, afirenin kölesi ömer diyor ki, hazreti ali iman etdiğini babası ebu talibden bile sakladı. ebu bekr ise, iman etdiğini arkadaşlarına bildirip, onları da iman etmeğe çağırdı. şa'bi diyor ki, önce kimin iman etdiği, abdüllah ibni abbasa istigfarın nasıl yapılacağı kitabımızın. derdimsahifesinde yazılıdır. soruldu. hassan bin sabitin şi'rini işitmedin mi dedi. bu şi'rde, denilmekdedir. bu kaside, eshabı kiram arasında yayılmışdı. bunu hazreti ali de okurdu. cerir, ebu nadradan haber veriyor. ebu nadra dedi ki, hazreti ebu bekr, hazreti aliye dedi. hazreti ali bunu red etmedi. hazreti ebu bekr iman etdiği zeman kırkbin dirhem gümüş parası vardı. bunların hepsini resulullaha ve iman edenlere sarf etdi. iman etdikleri için işkence yapılan yedi köleyi bu paradan satın alıp azad etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mekkede kaldığı onüç sene içinde, hergün sabah ve akşam ebu bekrin evine gelirdi. bunu buhari haber veriyor. hazreti hadice vefat edince, resulullah çok üzüldü. hazreti ebu bekr, kızı aişeyi elinden tutup, ya resulallah! kızımı zevceliğe kabul buyur. sana hizmet ederek hüznünü azaltsın dedi. resulullah, hazreti aişeyi medinede kabul buyurdu. mi'racı ilk tasdik eden, ebu bekri sıddikdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden medineye hicret ederken, hazreti ebu bekr beraber gidip, gece gündüz hizmet etdi. bedr gazasında resulullahın yanından ayrılmadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, zafer için çok düa etdi. ebu bekr, düanın kabul olduğunu anlayınca, ya resulallah! artık üzülme! allahü teala bize yetişir dedi. çok yerde, vahy gelmeden önce, eshabı kirama, böyle ilham olmuşdur. ezan için abdüllah bin zeydin rü'yası ve hazreti ömerin kıyası da vahyden önce olmuşdu. uhud gazasında, hazreti ebu bekr, resulullahı korumak için, son gayretle çalışdı. hendek gazasında hendeğin bir kısmını korumak vazifesi hazreti ebu bekre verildi. şimdi , o kısmda bulunmakdadır. hayber gazasında birkaç kal'anın alınması için ebu bekr savaşdı. hakimin kitabında, beridei eslemi diyor ki, resulullahda şakika denilen başağrısı olduğu zeman, bir iki gün dışarı çıkmazdı. haybere gelince, şakika başladı. çadırından çıkmadı. bayrağı ebu bekr alıp şiddetli savaş yapdı. resulullah mekkeyi alıp, mescide girince, ebu bekr, babasını bağlı olarak resulullaha getirdi. iman etmesini söyledi. resulullah, ya eba bekr! bu ihtiyarı burayayormasaydın iyi olurdu. biz onun evine giderdik buyurdu. ebu bekr de, ya resulallah, onun senin ayağına gelmesi lazımdır dedi. resulullah, ebu bekrin babasını, mubarek dizleri önüne oturtup, göğsünü sıvadı ve buyurdu. o da, hemen iman etdi. babasının ve oğullarının iman etmeleri, eshabı kiram arasında ebu bekrden başkasına nasib olmadı radıyallahü teala anhüm ecma'in. hicretin dokuzuncu senesinde, resulullah hazreti ebu bekri hac için emir yapdı. hazreti alinin oğlu muhammed bin hanefiyye diyor ki, suresi indi. hazreti aliye okuyup, bunu nahr günü minada hacılara oku buyurdu. hazreti ebu bekr, mekkede hazreti aliyi görünce, emir olarak mı, yoksa me'mur olarak mı geldin dedi. hazreti ali de, me'mur olarak geldim dedi. hazreti ebu bekr, herkese hac vazifelerini yapdırdı. nahr günü gelince, hazreti ali hacılara ezan okuyup, beraet suresini ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem emrlerini okudu. veda' haccında, resulullahın eşyası ile ebu bekrin eşyası bir devede idi. resulullah hasta olunca, mescide geldi. uzun hutbe okudu. önce, uhud şehidleri için düa ve istigfar etdi. sonra, allahü teala, bir kulunu dünyada kalmak ile ahırete gitmek arasında serbest bırakdı. o da, allahü tealanın ni'metlerine kavuşmağı istedi buyurdu. bu sözlerin, resulullahın yakında vefat edeceğini gösterdiğini yalnız ebu bekr anlayıp ağladı ve ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem sen ölme! senin yerine biz ölelim. çocuklarımız ölsünler! dedi. hazreti ömer, resulullahdan önce, yirmi sahabi ile birlikde, medineye hicret etdi. hazreti ebu bekrin müşaviri ve kadisi idi. ilk islam hakimi hazreti ömerdir. resulullahın iki işi vardı. biri kitabı ve sünneti öğretmek idi. ikincisi, tedbiri menzil ve siyaseti medine idi. ya'ni islamiyyeti yürütmek, yapdırmak idi. hazreti ömer halife olunca, bu iki vazifeyi tam yapdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, rü'yasında, bir kadeh sütden içdi. artanını hazreti ömere verdi. bunu ilm ile ta'bir buyurdu. hazreti ömerin, zemanının en alimi olduğunu, eshabı kiram sözbirliği ile bildirdiler. onun halife olması, allahü tealanın müslimanlara büyük rahmeti oldu. hicretin onbeşinci senesinde hums şehri alınınca, rum kayseri heraklius buradan kostantiniyyeye kaçdı. kadsiye muharebesinde yedibin müsliman, altmışbin mecusi aceme galib geldi. onaltıncı senede haleb ve antakya sulh ile alındı. bu senede ebu ubeyde, kufe şehrini yapdı. hazreti ömer, beytülmukaddese geldi. yirmibirinci senede, mısr alındı ve nehavend zaferi kazanıldı. yirmiikinci senede, mugire bin şu'be, azerbaycanı ve amr ibni as, trablusgarbı aldı. da diyor ki, hazreti ömer zemanında binotuzaltı büyük şehr alındı. dörtbin cami' yapıldı. dörtbin kilise harab oldu. cum'a namazı için bindokuzyüz minber yapıldı. ilk islam ordusunu kuran, asker ta'lim ve terbiye eden, hazreti ömerdir radıyallahü teala anh. peygamberler aleyhimüsselam, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir. cehaleti ve zulmü kaldırmışlardır. bu hayr ve rahmet, şeyhayn zemanında da tam hasıl oldu. halifelik de bu demekdir. tarih gösteriyor ki, şeyhaynden sonra, hiç kimse bu dereceye çıkamadı. ayrılıklar, kan dökülmesi başladı. şeyhayn, islamiyyeti en za'if halden, en kuvvetli hale yükseltdiler. bu hizmet, başkalarına nasib olmadı. şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında icma' yapılan bilgilerin hiçbirinde dört mezheb arasında ayrılık yokdur. onların bildirmediklerinde ihtilaflar hasıl olmuşdur. bu sözümüzü, üsul alimleri anlar. cahil din adamları anlamaz. her müsliman düşünmeli! kafirden, mecusilerden kendisini ayıran şeref nedir? bu şereflerin birincisi, kur'an yoludur. kur'anı kerimi toplıyan, şeyhayndır. akaid ve fıkh bilgilerini toplıyan, icma' bilgilerini ortaya koyan, gizli kalmış bilgileri açıklıyan ve eshabı kiramı toplayıp kıyas yapan, hazreti ömerdir. her şehre kur'an hafızı ve hadis alimi ta'yin etdi. bugün bilinen islam ilmlerinin hepsini, şeyhayn ortaya koydu. arabı, acemi hidayete getiren, şeyhayndır radıyallahü teala anhüma. arab ve acem de, bütün insanların hidayete kavuşmasına, medeniyyete ermelerine vasıta oldu. bunu kimse inkar edemez. şeyhayna bütün insanlar minnetdardır. bunu anlıyamamak, güneşi görememeğe benzer. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, şeyhaynın üstün olduğunu, iki damadı da sevmek lazım olduğunu bildirdi. çünki müslimanın birinci vazifesi, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uymağı istemekdir. ikinci vazife, bunları öğrenmekdir. bunları öğrenmezse, islamiyyete uyamaz. mülhid olur. bu bilgileri toplıyan, ortaya koyan, şeyhayndır. dört mezhebden birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imamının daha üstün olduğunu bildirmeğe çalışır. böyle bilmezse, o mezhebe uyması sahih olmaz. bunun gibi, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri ortaya koyanların ve her ikisinin ma'nalarını bildirenlerin üstün olduklarına inanmıyan kimse, onların bildirdiği dine uymuş olamaz. şi'ilere göre halifenin bütün ümmetden efdal olması ve ma'sum olması ve allahü teala ve resulullah tarafından seçilmiş olması lazımdır. bu sözleri hem doğru, hem de yanlış ma'naya çekilebilir. bütün ümmetden üstün olmak, peygamber vekili olan halifeler için sahihdir. çünki, bunlar, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden ma'na çıkarır ve islamiyyeti bildirirler. islamiyyeti heryere yayarlar. bunlar bütün ümmetden üstün olmazsa, yapdıklarına güvenilmez. ma'sum yerine mahfuz demek lazımdır. ya'ni allahü teala onları korur ve kuvvetlendirir. allah ve resulü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lazımdır. ehli sünnet velcema'at böyle söylemişdir. böylece şeyhaynın, hatta dört halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. islamiyyetin başlangıcında halifelerin böyle olması lazımdır. çünki, islamiyyeti kurdular ve heryere yaydılar. dört halifeden sonra gelenler ise, idi. devlet ve hükumet reisi idiler. ilm başka ellerde idi. müftiler de böyledir. ilk zemanlarda, müftilerin alim olması lazım idi. şimdi ise müfti olmak için, eskilerin kitablarını okuyup anlıyabilmek kafidir. ma'sum olmak da, adet olarak yapılan işlerde ma'sumlukdur. çünki, şimdi insanların mu'ameleleri, kazanmaları, geçimleri adete göredir. akla dayanan temel bilgilere göre değildir. hazreti osman da, hakiki halifedir. resulullahın halası olan bida, hazreti osmanın anasının anasıdır. cahiliyyet zemanında zina ve içki ile hiç kirlenmedi. ilk imana gelenlerdendir. dinden çıkarmak için amcasının yapdığı işkencelere dayandı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki kızı ile evlenmek şerefine kavuşdu. allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticaretini bırakıp habeşistana hicret etdi. sonra medineye de hicret etdi. kur'anı kerimi toplıyan muhacirlerden birisidir. vazife ile başka yere gönderildiği için, bedr, uhud gazalarında ve hudeybiyye bi'atinde bulunmadı. diğer bütün gazalarda bulundu. bedr zemanında medinede resulullahın sevgili kızının tedavisine çalışması emr olunmuşdu. bedrde bulunanların sevabına ve ganimetine kavuşacağı bildirilmişdi. uhudda bulunmıyanların afv oldukları, ayeti kerime ile bildirilmişdir. hudeybiyyede osmanın allah işinde ve resulullah işinde olduğu hadisi şerifde bildirildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendi mubarek eline, osmanın elidir diyerek öteki eli ile müsafeha etdi. eshabı kiramı susuzlukdan kurtarmak için bir kuyu satın aldı. tebük gazasında dokuzyüzelli deve ve elli at ve sayısız para vererek yardım yapdı. hadisi şerifi ile şereflendi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurunca, etrafındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu bekr ve ömer ve osman ile dağının üstünde iken zelzele olunca, ey sübeyr! sallanma! üzerinde nebi, sıddik ve şehid var! buyurdu. böylece ömer ve osmanın şehid olacaklarını müjdeledi. bir hadisi şerifde, halife olacağı bildirilerek, allahü teala sana bir gömlek giydirir. onu çıkartmak isterlerse, çıkarma! buyuruldu. kur'anı kerimi toplamak ve yer yüzüne yaymak şerefi ona nasib oldu. kabile kadar asya ve istanbula kadar anadolu, onun zemanında müsliman oldu. resulullah, hazreti osmanın boynuna sarılarak, buyurdu. talhaya karşı da, ey talha! her peygambere ümmetinden biri arkadaş olacakdır. benim cennetde arkadaşım osmandır buyurdu. dinleri, imanları za'if olan birçok kimse, mısrdan medineye geldi. bunlar eshabdan ve tabi'inden değildi. eshabı kirama karşı kin besliyorlardı. üç şeyden birini kabul etmesi için hazreti osmanı sıkışdırdılar. hilafetden çekil veya amirlerin, valilerin ta'yin ve azl edilmelerini bize bırak. yahud seni öldürürüz dediler. hazreti osman, resulullahın vasıyyetine uyarak, halifelikden çekilmedi. ta'yinleri onlara bırakmak da, hilafet vazifesini bırakmak olacağından, buna da razı olmadı. mısrlılar halifenin evini sardılar. medinede bulunan eshabı kiramın bir kısmı, işin ölüme varacağını zan etmedi. mısrlıları geri gidecek sandılar. bir kısmı da, azgınlara karşı koyacak güçde değildi. osman radıyallahü anh adem aleyhisselamın iki oğlundan hayrlısının yolunu tutdu. sıkıntılara katlandıkdan sonra şehid edildi. bu habere eshabı kiram çok üzüldü. başka felaketler de başlamasın diye harekete geçdiler. mısrlılar korkarak, kurtuluşu hazreti aliyi halife yapmakda buldular. eshabı kiram da, buna karşı gelmediği için, hazreti ali halife seçildi. eshabı kiramdan hazreti aişe, talha, zübeyr ve beni ümeyyeden birçoğu, katilleri yakalamak için, arkalarından basraya gitdi. halife seçimi, katillerin öncülüğü ile yapıldığı için fitneli seçim dediler. halife de arkalarından gitdi. mısrlılar halifenin etrafında idi. anlaşma olamadı. halife kufeye gitdi. asker toplayıp, basraya yürüdü. cemel vak'ası oldu. bunun üzerine şam valisi mu'aviye radıyallahü teala anh işe karışdı. sıffin harbi başladı ise de, iki tarafın hakemleri hazreti mu'aviyeyi halife yapdı. eshabı kiramın çoğu ve müslimanların çoğu buna uydu. niyyeti bozuk olan fitneciler denilen yerde toplandı. hazreti ali radıyallahü teala anh bunların üzerine yürüyüp, bu leri öldürdü. kurtulanlarından biri, hazreti aliyi, sabah namazına giderken şehid eyledi. islam alimlerine göre, hazreti osmanın şehid edilmesinde, hazreti alinin bir ilişiği yokdur. bunu kendisi de çeşidli hutbelerinde söylemişdir. imamı nevevi buyuruyor ki, hazreti osman, hak halife idi. zulm olunarak şehid edildi. fasıklar tarafından şehid edildi. bu zulme hiçbir sahabi karışmamışdır. alçaklar, mısrdan geldi. medinedeki sahabiler bunlara karşı koyamadı. hazreti alinin hilafeti de, sözbirliği ile sahihdir. o hayatda iken başka bir halife yokdur. hazreti mu'aviye de adildir, üstündür. eshabı kiramdandır. aradaki savaşlar, şübhe üzerine oldu. taraflardan herbiri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişdi. bu harbler, hiçbirinin adaletden düşmesine sebeb olmamışdır. ictihadda ayrıldılar. bunların hali, mezheb imamlarının ayrılmaları gibidir. bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeğe sebeb olmamışdır. bu muharebeler zemanında, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in ictihadları üç dürlü oldu: birinci kısm, hazreti alinin hilafetini haklı gördü. karşı tarafı baği bildi. bunlara, bağilerle harb etmek vacib oldu. ikinci kısm, karşı tarafı haklı gördü. hazreti aliyi bütün müslimanlar seçmedi. medine ehalisi de zor ile, korku ile kabul etdi. kufeliler ise, ictihad ile değil, kötü maksad ile katıldı dediler. üçüncü kısm, bir tarafı tercih edemedi. bunların harbe karışmamaları vacib oldu. çünki, baği olmıyan müsliman ile harb etmek halal değildir. abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz kitabında diyor ki, imamı ahmed bin hanbel, hazreti talhanın ve zübeyrin ve hazreti aişenin ve hazreti mu'aviyenin radıyallahü anhüm muharebelerini konuşmamalıdır. çünki, allahü teala, kıyamet günü eshabı kiram arasında hiçbir geçimsizlik bulunmayacağını, cennetde karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bildirmekdedir dedi. hazreti ali, bu muharebelerde hak üzere idi. çünki, kendinin sahih halife seçildiğine inanıyordu. kendine karşı olanlara baği diyordu. onlarla harb etmesi caiz oldu. hazreti ali ile harb eden hazreti mu'aviye ve talha ve zübeyr radıyallahü anhüm ise, şehid edilen halifenin katillerine kısas yapılmasını istiyorlardı. katillerin hepsi, hazreti alinin askeri içinde idi. müslimanların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini allahü tealaya bırakmaları lazımdır. hadisi şerifde ammar bin yaseri bağiler şehid edecekdir. onları cennete çağırır. onlar ise, onu cehenneme çağırmakdadır buyuruldu. hadisi şerifden bu fakir şöyle anlıyorum ki, hazreti ali radıyallahü anh, zemanının en üstünü idi. en üstün olan halife seçilirse, islamiyyet daha iyi yürütülür. başkası halife olursa, islamiyyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. birincisinde millet cennete, ikincisinde cehenneme sürüklenir. ammar bin yaser birincisini istiyordu. hadisi şerifi böyle anlamak, hazreti alinin şerefini artdırmakda, karşı tarafdakileri de ma'zur göstermekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem müctehid ba'zan doğruyu bulur. ba'zan da yanılır buyurdu. eshabı kiramın büyüklerinden sa'd bin ebi vakkas ve abdüllah bin ömer ve üsame bin zeyd ve ebu musel eş'ari ve ebu mes'ud ve daha birçok sahabi radıyallahü teala anhüm ecma'in bu muharebelere katılmadı. bunlar, , ya'ni fitneye karışmayınız hadisi şerifine uydular. fekat bunların hepsi, hazreti aliyi çok sever ve çok överlerdi ve hilafete layık olduğunu söylerlerdi. ba'zısının sözleri, onun hilafete hakkı olmadığını değil, halife seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermekdedir. tenbih: çok kimseler sanıyor ki, eshabı kiramdan bu muharebeye katılmıyanlar radıyallahü teala anhüm ecma'in, emrine uymuşlardır. halbuki bu emr, hükumete karşı harb etmeyiniz demekdir. harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükumete yardım etmemek, fitne, fesad çıkmasına sebeb olur. fesadı önlememiz emr olundu dediler. bu fakirin anladığına göre, fesadı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. bunun için şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halife ile birlikde harb etmemeli ve böyle halifeye karşı gelmemelidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, firaset nuru ile anladı ki, bu fesad durmıyacakdır. bunun için, benden sonra fitneler olacakdır. o zeman oturanlar, fitneye karışanlardan iyidir buyurdu. allahü tealanın adeti şöyledir ki, sevdiği kullarından herbirini bir üstünlükle, ötekilerinden ayırmışdır. hazreti ebu bekrin merhameti, hazreti ömerin şiddeti, sertliği fazladır. davüd ve süleyman aleyhimesselam devlet reisi idiler. isa ve yunüs ve yahya aleyhimüsselam ise, yalnızlığı severlerdi. hassan bin sabit, şi'r ile resulullahı överdi. bu yoldan cennet ile müjdelendi. ubeyy bin ka'b kur'anı kerimi ezberlemekde, abdüllah bin mes'ud, fıkh bilgilerinde, halid bin velid savaşmakda meşhur oldu. sevgi ve ihlas ile sohbetde en çok bulunmak ve kendini resulullahın rızası için her an feda etmek ve resulullah için ve islamiyyeti yaymak için canını, malını ve makamını feda etmek üstünlüğü de en çok hazreti ebu bekre ihsan edildi. islamiyyeti yaymak, hazreti ömere nasib oldu. her sıkıntıda mal ile imdada yetişmekde ve hayada ve gadabını yenmekde ve taharet, kıraet ve fakirlere yardımda, hazreti osman cümleden ileri idi. resulullahın kanından olmak, onun elinde büyüyüp, terbiyesi ile yetişmek, cesaret, zühd, vera' ve zeka ve fesahatda hazreti ali, hepsinden ileri idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabının bu üstünlüklerini bildirmiş ve herbirini övmüşdür radıyallahü teala anhüm ecma'in. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, tercümanı gayb idi. ilerde olacak şeyleri haber verirdi. eshabının yapacakları üstün vazifeleri bildirirdi. hepsi, dediği gibi oldu. olmıyacak şeyi haber verdiği hiç görülmedi. demek doğru değildir. böyle bir hak bildirilmiş olsaydı meydana gelirdi. hilafeti onlar alır, ellerinden kimse kapamazdı. halife olmamaları, resulullahın haber vermemiş olduğunu gösteriyor. şi'ilerin haber diye söylediklerinin hep yalan olduğunu isbat ediyor. eshabı kiram resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, herkesin hakkını gözetmekde, herkesden ileride idi. bunun için, hazreti abbası diyerek övdü. hazreti fatıma için buyurdu. hazreti ebu bekr için, buyurdu. hazreti ali için, o bendendir. ben de ondanım ve buyurdu. aklı ve insafı olan kimse, akrabalık bakımından olan övmek ile, dinde üstünlük ve hilafete liyakat bakımından olan övmeği birbirine karışdırmaz. ben ondanım. o da bendendir sözü akrabalık bakımındandır. akrabalık hakkını yerine getirmekdir. yi, ya'ni her bakımdan üstün olmağı bildirmez. çünki, bu sözler, hazreti ali ve hazreti fatıma için söylenildiği gibi, hazreti abbas için de söylendi. hatta, ebu lehebin kızı olan dürre için de söylendi. imamı ahmed bin hanbelin kitabında dürre diyor ki, aişenin odasında idim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. buyurdu. aişe ile leğen ve ibrik getirdik. abdest aldı. bana dönüp, sen bendensin. ben de sendenim! buyurdu. bu sözün, akrabalık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmakdadır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, çok kimse için buyurdu. hale, vakte ve o kimseye göre, bu söze başka başka ma'nalar verilmişdir. zaten sevmek çeşid çeşid olur. zevceyi, evladı, arkadaşı, üstadı sevmek birbirine benzemez. insan birini sever. başka bakımdan, diğer birini daha çok sevebilir. bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. başka bir yerde dedi. üçüncü bir yerde dedi. dördüncü bir yerde de buyurdu. bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydandadır. bir kimsenin başkasından daha üstün olması, aynı üstünlüğün onda daha çok bulunması demekdir. bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. mesela cesaretin bir kısmı, pehlivanın, cesaretidir. bir kısmı da, hükumet reisinin cesaretidir. melikin cesareti, pehlivanın cesaretinden elbet daha kıymetlidir. ilm sıfatının kolları çokdur. suali iyi anlamak, bunu başka mes'ele ile karışdırmamak bunlardan bir parçadır. zühd de iki kısmdır: evliyanın zühdü, haramlardan sakınmakdır. peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in zühdü ise, islamiyyeti yaymakdan başka birşey düşünmemekdir. islamiyyetin yayılması, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri yaymakla olur. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem bunun için, eshabı kiram arasında ba'zılarının kur'an hafızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. bunları sözlerinden tanıyamıyanlar, bu suretle tanıdılar. eshabı kiramın alimlerinden hepsi, bu üstünlükde ortakdırlar. mekkenin fethinden önce, allah yolunda mal verenlerin ve cihad edenlerin daha üstün olduklarını kur'anı kerim bildiriyor. eshabı kiram, bu ayeti kerimenin ebu bekri sıddik için geldiğini bildiriyor. çünki, herkesden önce mal veren ve cihad eden o idi. bu vazifeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlıyanlardan veya önce başladı ise de, şehid olarak uzun zeman yapmak nasib olmıyanlardan daha üstün oldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. uyulacak kimsenin alim olması lazımdır. hazreti ömer, bir sual sorulunca, eshabı kiramın alimlerini toplar. sözbirliği sağlardı. hazreti ali radıyallahü teala anh zemanında böyle olmadı. o radıyallahü anh, keskin zekası, derin bilgisi ile hemen cevab verirdi. hatib ve edib olduğu için, sözlerini yanlış anlıyanlar da olurdu. hatta, hazreti osmanın şehadeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. fıkhda, müt'a nikahının haram olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok mes'eleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlıyanlar çok oldu. alimler arasında ayrılıklara sebeb oldu. hazreti ömerin, sözbirliği yaparak verdiği cevablar ise, iyi anlaşıldı. dört mezheb bilgilerine esas oldu. mesela, , hakları müsavi kimseler arasından birini seçmek için yapılır. birisini haklı göstermek için yapılmaz sözünü ömer radıyallahü teala anh söylemişdir. imamı alinin sözlerini ve ve fırkaları incelemişdir. herbiri başka dürlü anlamışdır. zeydiyye ile imamiyye, evliyalığı inkar etdi. şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında, müslimanlar arasında ayrılık olmadı. hep birlikde kafirlerle cihad etdiler. ali radıyallahü teala anh zemanında ayrılıklar olunca, kafirlerle döğüşmeği bırakıp birbirlerini kırmağa başladılar. hazreti ali, fitneyi önliyemedi. hatta, hilafeti de elinden kaçırdı. sual: ilk iki halife zemanında eshabı kiram çokdu. halifeye yardımcı oldular. hazreti ali zemanında, eshabı kiram azaldı. çeşidli memleketlerde yeni iman eden cahiller, sapık kimseler fitne çıkardı. bu fitneleri ilk iki halife de önliyemezdi. bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu? cevab: allahü tealanın feyzleri, ni'metleri, fark gözetmeksizin herkese gelmekdedir. fekat, allahü tealanın adeti şöyledir ki, feyzlerini, ni'metlerini bir sebeble, bir kimse ile gönderir. bu sebebin, o ni'mete vasıta olabilmesi lazımdır. iyiliğe sebeb olanın iyi olduğu, felakete, azaba sebeb olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. ilk halife zemanında, cahil ve sapık, bozuk kimseler yokdur demek doğru değildir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat eder etmez, arabistan halkının çoğu irtidad etdi. eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in kendilerine vazife ile gelmiş olanları şehid etdiler. iki halifenin tedbir ve gayretleri, büyük bir felaketi önledi. aklı olan kimse, bu hadiselere tesadüf diyemez. takdiri ilahi böyle imiş diyerek, hizmetleri inkara kalkışmak da, emri ma'rufü ve nehyi münkeri inkar etmek olur. hazreti alinin üstünlüğünü inkar etmeğe de yol açar. sual: hazreti alinin radıyallahü teala anh müslimanlarla harb etmesi, hakkı savunmak idi. batılı yok etmek için idi. bunun için, bu harbleri de cihad sayılmaz mı? cevab: hazreti alinin radıyallahü teala anh hak için, iyilik için uğraşdığı ortadadır. bunun için ona bir leke sürülemez. fekat, bu savaşları resulullahın emri ile yapdı demek doğru değildir. çünki, onun fitneleri basdırması takdir edilmiş olsaydı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona emr ederdi. o da, bu hayrlı işe sebeb olurdu. bilindiği gibi, şamın ve ırakın feth olunacağını haber vermişdi. bunun için, iki halifenin bu çalışmaları meyveli oldu. bu fesadlar ise, kaldırılamadı. alinin radıyallahü teala anh söndürmek için aldığı tedbirler, fitneyi daha da körükledi. allahü tealadan resulüne va'd edilmiş olmadığı anlaşılmakdadır. hazreti alinin haricilerle harb etmesi, öyle değildir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu muharebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişdi. şeyhayn zemanında radıyallahü teala anhüma fıkh bilgilerine uymakda ve ihsan ve tarikat denilen ma'rifetleri almakda müslimanlar birlik halinde idi. kusuru olanları halife cezalandırırdı. halbuki, kendileri gibi, onların çoğu da, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmuşlardı. sa'd ibni ebi vakkas radıyallahü teala anh evinin kapısını acemler gibi yapdırınca, hazreti ömer radıyallahü teala anh yıkdırdı. halid bin velid gibi ünlü bir kumandanı azl eyledi. mısr valisi amr ibni ası payladı. hazreti ali radıyallahü teala anh zemanında, halifeyi kabul etmekde bile ayrılıklar oldu. hazreti osmanın radıyallahü teala anh katillerine kısas yapmakdaki ve halifelik için hazreti mu'aviyenin radıyallahü teala anh hakem talebini kabul etmesindeki fikrlerini müslimanların çoğuna kabul etdiremedi. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma sohbetinde bulunanlar, sahabi olmasalar bile, islamiyyete uyar, kalblerini temizlerlerdi. hazreti alinin radıyallahü teala anh yanında bulunanların çoğu ise, asker idi. kalbleri bozukdu. kendisini bile sevmiyenler vardı. halife minberde bunlardan şikayet ederdi. hazreti hasene radıyallahü teala anh cefa edenler ve hazreti hüseyni radıyallahü teala anh vahşice şehid edenler, hep kufe ehalisinden oldu. halifeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yapdı. hazreti ali radıyallahü teala anh, bunlardan da şikayet ederdi. sual: hazreti alinin ruhaniyyeti çokdu. melek gibi idi. onun için insanlarla anlaşamadı. şeyhayn ise, herkes gibi insandı. benzerleri ile kolay anlaşdılar. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem akrabaları bile inanmadı. bu kusur, resulullaha değil, inanmıyanlara aid oldu? cevab: ehli sünnet alimlerine göre rahimehümullahü teala hazreti ali radıyallahü anh için hiçbir kusur söylemek caiz değildir. biz bu kitabda, ehli sünnete uyarak, kusur değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. allahü teala, habibine sallallahü aleyhi ve sellem münafıklarla müdarat etmesini, cahillere ince mes'eleleri anlatmamasını, herkesin haline uygun davranmasını emr eyledi. böylece, onları terbiye etmek, feyz vermek kolay oldu. allahü teala, zaten bunun için, peygamberleri aleyhimüsselam insan olarak gönderdi. melek olarak göndermedi. halifeler içinde de böyle olan, elbet daha üstün olur. islamiyyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. her ne şeklde olursa olsun, böyle yapmağa mani' olan şeyler, hatta şiddet, vera', edebiyyat, halkdan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile, halifenin derecesini azaltır. hayr ve hasenat yapanların kazandığı sevablar, bunların üstadlarına da ve sebeb olanlara da verilir. bu bakımdan da şeyhaynın radıyallahü teala anhüma, aliden radıyallahü teala anh üstün olması lazım gelmekdedir. hicretden evvel kafirler resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem ve müslimanlara akla gelmedik eziyyet ve işkence yapdılar. hazreti ebu bekr ile hazreti ömer radıyallahü teala anhüma onlara karşı çıkdı. hazreti ali radıyallahü teala anh o zeman çocukdu. hicretden sonra hazreti ali radıyallahü teala anh düşmanla dövüşmekde, şeyhayn da radıyallahü teala anhüma resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile meşveret etmekde daha ileri oldular. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatından sonra, şeyhayn radıyallahü teala anhüma zemanında, islamiyyetin yayılması, memleketlerin alınması, o kadar çok ve o kadar çabuk oldu ki, hiçbir zeman ve hiçbir yerde böyle te'sirli ve devamlı başarı görülmemişdir. ali radıyallahü teala anh zemanında ise, hiçbir şehr alınmadı. hatta cihad temamen durdu. hazreti aliden radıyallahü teala anh hadis rivayet edenlerin çoğu, öteden beriden toplanan askerlerdi. kimlikleri belli değildi. onların bildirdikleri sağlam değildir. medinedeki ve şamdaki alimlerden, hazreti aliden radıyallahü teala anh hadis bildiren pek azdır. kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden sonra islamın temel bilgisi dır. fıkhdan ana bilgiler, hazreti ömerin radıyallahü teala anh sözbirliği yaparak ortaya koyduklarıdır. müslimanların çoğu hanefi, maliki ve şafi'idir. maliki mezhebinin kaynağı kitabıdır. muvatta kitabında, hazreti aliden radıyallahü teala anh gelme ancak birkaç mes'ele bulunmakdadır. hanefi mezhebinin kaynağı olan imamı ebu hanifenin rahimehullahü teala müsnedi ve imamı muhammedin rahimehullahü teala eserleri de böyledir. imamı şafi'inin rahimehullahü teala müsnedinde ise, onlardakilerden daha az vardır. fıkhdan sonra bilgileri gelir. burada da, hazreti ali radıyallahü teala anh, öteki sahabiler gibidir. tesavvufa gelince, ve kalbi temizleme olan bu ilmde, hazreti alinin radıyallahü teala anh sözleri, mesela abdüllah bin mes'udun veya abdüllah bin ömerin radıyallahü teala anh sözlerinden daha çok değildir. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri herkesden iyi biliyordu. ondan işitenlerin çürük olmaları, mezheb imamlarına doğru olarak iletememeleri, bu yüce imama kusur olur mu? cevab: onların kusurları, imam hazretlerinin yüksekliğini elbet sarsamaz. onun halife olmak hakkını elbet gidermez. fekat, halifenin hakim, galib olması lazımdır. halife olmağa hakkı olanlar arasından, allahü teala, bilinmiyen sebeblerle, birini bu makama seçince, onun için elbet, ayrı bir üstünlük olur. kendinde olan üstünlüğe, bir de iş yapmakla olan üstünlük eklenir. hizmeti çok olanın, üstünlüğü artar. allahü teala, bu üstünlüğü, kendinde üstünlük olana ve ayrıca çalışana verir. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma kalb temizliği, ya'ni tesavvuf bakımından üstünlüğü, iki yoldan anlatılabilir: hazreti alinin radıyallahü teala anh zühdü, velilerin rahimehümullahü teala zühdü gibi idi. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma zühdleri ise, peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem zühdü gibi idi. vera'ları da böyle idi. tarihler sözbirliği ile bildiriyor ki, hazreti alinin radıyallahü teala anh zühdü, hilafetinin düzenini bozdu. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma zühdleri ise, hilafetlerini düzene koydu. ikinci yoldan deriz ki, zühd, nefsin istediğini yapmamakdır. islamiyyetin izn verdiği şey olsa da, yapmamakdır. hazreti ali radıyallahü teala anh, halife olmak için çok kan dökülmesine sebeb oldu. bu işinde elbet haklı idi ve islamiyyetin izn verdiği işi yapdı. fekat şeyhayn radıyallahü teala anhüma zühdlerinden dolayı, halifeliği istemediklerini söylediler. şeyhayn radıyallahü teala anhüma, ilm sahiblerine ve hilafete hakkı olanlara hep tevadu' gösterdi. zühd, az şeyle geçinmek ise, hazreti alinin radıyallahü teala anh bu bakımdan da şeyhayndan radıyallahü teala anhüma ileri olduğu söylenemez. imamı ahmedin rahimehullahü teala kitabında, muhammed bin ka'bı kurazi diyor ki, hazreti ali radıyallahü teala anh resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında açlıkdan karnıma taş bağladığım oldu. şimdi ise, malımın zekatı dörtbin altın oluyor dedi. hiç şübhe yok ki, hazreti ali radıyallahü anh kamil ve mükemmil idi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kimse rızkını bitirmeden ölmez. fekat, rızkınızı iyi yerlerde arayınız! buyurdu. birinci fasl kitabın başından buraya kadar, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma daha üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. şimdi muhaliflerin şübhelerini gidermeye çalışalım. burada imamiyye ve zeydiyye fırkalarına cevab verecek değiliz. onlara ayeti kerime ile hadisi şerifler ile değil, başka dürlü cevab verilir. bu mes'elede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, üç kısmdır. nasiri tusi bunları şaşırtmışdır. nasirüddini tusi, kitabında, hazreti alinin şeyhayndan daha üstün olduğunu bildiriyor. cihadlarda yapdığı kahramanlıkları ve resulullahın hizmetinde çekdiği sıkıntıları yazıyor. bedr, uhud, ahzab ve hayber ve huneyn gazalarındaki hizmetlerini, başka hiçbir sahabi yapmamışdır diyor. alimlerin ilmleri ondan gelmekdedir. böyle olduğunu kendi de haber vermişdir. ayetinde buyuruldu ki, bu onun şanını bildirmekdedir. çok cömerd idi. resulullahdan sonra, insanların en zahidi idi. ibadeti ençok olanı idi. en alimi, en şereflisi idi. ilk iman eden odur. en fasih konuşan o idi. re'yi, keşfi en doğru olan, allahü tealanın emrlerinin yapılması için en çok uğraşan, kur'anı kerimi en iyi ezberliyen o idi. gaybdan haber verirdi. düaları kabul olurdu. çok kerametleri görüldü. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yakın akrabası ve ahıret kardeşi idi. onu sevmek, ona yardım etmek her müslimana vacib oldu. peygamberlere müsavi olduğu bildirildi. kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu gösteriyor. musa yanında harun gibi idi. halife olacağı, denilen yerdeki hadisi şerifle bildirildi. küfr üzere bir an yaşamadı. islama çok hizmet etdi. ruhu da, bedeni de kamil idi diyor. cevab: , ya'ni her şeyde üstün olmak başkadır. insanı peygambere benzeten çeşidli sıfatlar vardır. bunları birbirine karışdırmamalıdır. millete reis olmak, peygambere halife olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lazımdır. allahü teala, suresinin üçüncü ayetinde, bugün, dininizi kemale getirdim. size ni'metimi temamladım buyurdu. bunun için, din ve millet işlerinde, peygamberden başkasına bakılmaz. allahü teala, sevgili peygamberine ihsan etdiği ni'metlerin çoğunu hayatda iken vermiş, bir kısmını da, sonra vereceğini va'd etmiş, bunları, ba'zı sahabiler elinde yaratmışdır. bu sahabiler, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem, peygamberlik vazifesinde benzemekle şereflenmişlerdir. eshabı kiramın, bu bakımdan resulullaha benzemeleri farklıdır. ençok benziyenleri şeyhayn oldu. bunu iyi açıklayabilmek için, kitabının yazıları birer birer aşağıda yazılacak, herbiri cevablandırılacakdır: sual: hazreti ali, din uğrunda çok cihad yapdı. onun kadar kahramanlık gösteren oldu mu? cevab: hazreti alinin radıyallahü teala anh gazalarda kahramanlık göstermesi, resulullahın yardımı ile idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, şeyhayne de bu yardımı yapdı. hicret ile vefat arasındaki zemanda, hazreti aliye olan yardımı daha çok idi. hicretden önce ve vefatdan sonra ise, şeyhayne olan yardımı daha çok idi. fekat, peygamberlik vazifesinde benzeyiş, şeyhaynde daha çok oldu. sual: eshabı kiram çok şeyi hazreti aliye sorup öğrenirlerdi. bu onun daha üstün olduğunu göstermiyor mu? cevab: hazreti ömer de, ilminin çok olması ile müjdelenmiş idi. tirmüzi bildiriyor ki, hazreti ali, irtidad eden birkaç kişiyi yakdı. bunu, abdüllah ibni abbas işitince, ben olsaydım, yakmazdım, öldürürdüm. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bir kerre de, buyurdu dedi. hazreti ali bunu işitince, abdüllah ibni abbas doğru söyliyor buyurdu. hazreti alinin radıyallahü teala anh ma'sum olmadığını, yanıldığını gösteren böyle haberler, müslimde ve başka kitablarda yazılıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi övdüğü gibi, eshabı kiramdan çoğunu da sena buyurmuşdur. şeyhayn için, ve hadisi şerifleri meşhurdur. hadisi şerifi ve gömlek rü'yasını ve süt rü'yasını söyliyerek, ilm ve din ile ta'bir buyurması, hazreti ömeri müjdelemişdir. ubeyy bin ka'b için de, buyuruldu. ve ve her ümmetin emini vardı. bu ümmetin emini ebu ubeydedir ve her peygamberin havarisi vardı. benim havarim zübeyrdir ve hadisi şerifleri, çeşidli sahabileri bir üstünlükle övmekdedir. insaf ile düşünülürse, bu üstünlükleri içinde, en üstün olanı, ita'at olunmak ve cennet adamlarının en üstünü olmakdır. hazreti ali de, bunu bildirerek, olmam, size emir olmamdan daha iyidir buyurmuşdur. alimlerin ilmleri ondan geldiği gibi, şeyhaynden de gelmekdedir. din alimleri, kıraet, fıkh, hadis, tefsir, üsul, tesavvuf, kelam ve lisan alimleridir. kıraet alimlerinden yedisi meşhurdur. bunların hepsinin ilmi, hazreti osmanın yazdırdığı kur'anı kerimden alınmışdır. bu kur'anı kerimi ise, şeyhayn radıyallahü teala anhüma topladı. bunu da, hazreti ömerin gönderdiği alimler, her yere ulaşdırdı. hazreti aliden radıyallahü teala anh ise, yalnız iki rivayet gelmişdir. fıkh alimlerinden, hanefi, şafi'i ve maliki mezheblerinin temelleri, hazreti ömerin yapdığı icma' bilgilerine dayanmakdadır. bunların ana kitablarında, hazreti aliden gelme rivayet pek azdır. hadis alimlerine gelince, bunların bildirdikleri hadisi şeriflerin çoğunu, ebu hüreyre ve abdüllah ibni ömer ve aişe ve abdüllah bin mes'ud ve abdüllah bin abbas ve enes bin malik ve ebu sa'idi hudri ve cabir bin abdüllah radıyallahü teala anhüm haber vermişlerdir. bunların da çoğu şeyhaynden rivayet etmekdedir. medine, şam, yemen ve mısr alimlerinin hazreti aliden rivayetleri azdır. kufelilerin rivayeti çok ise de, bunların halleri bilinmemekdedir. üsul ilmini imamı şafi'i rahmetullahi teala aleyh kurdu. bunun kitab, sünnet, icma' ve kıyas üzerindeki temel bilgileri ise, hep şeyhaynden gelmekdedir. sonra, her mezheb imamı, kendi mezhebi için üsul koydu. bu üsullerin, eshabı kiramın sözleri ile hiç ilgileri yokdur. kelam alimlerinin temel bilgileri, ehli sünnet ve cema'at i'tikadıdır. bu bilgiler de şeyhaynden radıyallahü teala anhüma gelmekdedir. zemanla eklenen bilgilerin ise, eshabı kiramın sözleri ile bir ilgisi yokdur. tefsir ilmini kuran ömerdir radıyallahü teala anh. tesavvuf ilmine gelince, kalbin sohbetle temizlenmesi, şeyhaynden gelmekdedir. haseni basrinin hazreti aliden feyz alması ve hırka giymesi doğru değildir diyenler de vardır. hazreti alinin radıyallahü teala anh, kendi üstünlüklerini söylemesi caizdir. büyük bir zatın, iyi niyyetle, başkalarının kendinden feyz alabilmeleri için, üstünlüklerini bildirmesi caizdir. hazreti ali, hutbede, kur'anı kerimden dilediğinizi bana sorunuz! vallahi her bir ayetin, gece mi gündüz mü geldiğini ve ovada mı, dağda mı indiğini bilirim buyurdu. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma tevazu'u pekçokdu. mesela, ebu bekri sıddik radıyallahü anh, dalda bir kuş görünce, ne mutlu sana ey kuş! dilediğin dala konarsın. dilediğin meyveleri yirsin. kıyamet günü hesaba çekilmez, azab görmezsin. keşki, senin gibi bir kuş olsaydım dediği meşhurdur. hazreti ömerin de, bir avuç toprak olmak için söyledikleri, kitablarda yazılıdır. allahü tealaya yakın evliyanın halleri birbirine uymaz. kimi övünmüş, kimi yok olmak istemişdir. isa aleyhisselam inbisat halinde, neş'eli idi. yahya aleyhisselam ise, çok zeman korku içinde, üzüntülü idi. hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh dediler. dedi. sual: ayeti kerimesi, hazreti alinin radıyallahü teala anh üstünlüğünü göstermiyor mu? cevab: tefsirlerde bildirildiği üzere, bu ayeti kerimeye denir. mubahele yapmak ve mubahele yaparken, çocukları ve akrabayı da yanında bulundurmak, arabistanda adet idi. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem mubahele yaparken, bu adete uyarak, çocuklarını ve akrabasını topladı. bu ayeti kerime, hazreti alinin radıyallahü teala anh akraba olmak şerefini göstermekdedir. bu şerefin büyüklüğüne hepimiz inanıyoruz. fekat bu şeref, ya'ni her bakımdan üstün olmağı göstermez. bunun gibi, sen bendensin. ben de sendenim gibi hadisi şerifler, akrabalık şerefini göstermekdedir. çünki, hazreti abbas için ve ebu lehebin kızı dürre için de böyle buyurulmuşdur. böyle sözler, fadlı cüz'yi, ya'ni bir bakımdan üstünlüğü gösterir. her bakımdan üstünlüğü göstermez. hamamda bir arslan gördüm demek gibidir. hamamda arslan gibi kuvvetli bir insan görmüş olduğunu bildirmekdedir. yoksa dişleri, pençesi ve yelesi arslanınkiler gibi demek değildir. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh çok cömerd idi. bu üstünlüğü ayeti kerime ile medh olundu. cevab: hazreti ali radıyallahü anh, elbet çok cömerd idi. bunun gibi, daha nice üstünlükleri de vardı. hazreti alinin bu üstünlüklerine ve eshabı kiramın çoğundan daha üstün olduğuna hepimiz inanıyoruz. biz burada şeyhaynın daha üstün olduğunu bildirmek istiyoruz. cömerdlik iki dürlüdür. birisi, kendi malını muhtac olanlara bol bol vermekdir. ikincisi, denilen devlet hazinesi me'murlarının, beytül maldan hakkı olanlara haklarını eksik vermemesidir. şeyhayn, iki bakımdan da daha çok cömerd idi. hazreti ebu bekrin, hicretden evvel ve hicretden sonra, resulullah için verdiği malların çokluğunu, siyer kitabları sözbirliği ile bildiriyor. bir gece allah için onbin altın, ertesi gün onbin altın ve ayrıca gizlice onbin altın ve herkesin yanında onbin altın dağıtınca, nisa suresinin otuzaltıncı ayeti gelerek, allahü teala tarafından medh ve sena buyuruldu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. tebük gazvesinde, malının hepsini verdi. hazreti ömerin radıyallahü teala anh de, allah yolunda malını verdiği çok olmuşdur. tebük gazvesinde malının yarısını verdi. hazreti alinin bu kadar mal verdiği hiç işitilmemişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona bakıyordu. hicretden sonra da malı yokdu. şeyhayn halife iken, beytülmaldan ancak geçinecek kadar ücret alırdı. hazinenin hepsini millete dağıtırlardı. hazreti ali radıyallahü teala anh halife iken, millete dağıtdığı, onlarınkinin binde biri olamaz. ukaylın, geçim sıkıntısından hazreti aliye kızdığı, bu yüzden mu'aviyenin radıyallahü teala anh yanına gitdiği meşhurdur. sual: hazreti ali, resulullahdan sonra insanların en zahidi idi. cevab: evet, hazreti alinin zühdünün çok olduğu meydandadır. eshabı kiramın çoğundan daha zahid idi. zühd, dünyaya düşkün olmamakdır. bunun en kıymetlisi, halifeliği de istememekdir. şeyhaynın halifeliği bırakmak istediklerini, eshabı kiram sözbirliği ile bildiriyor. hazreti ali ise, halife olmak için uğraşdı. dine ve müslimanlara hizmet için istedi diyenlerin, şeyhaynı da, halife oldukları için, kötülememeleri lazım olur. fekat şeyhayn, halife olmak için uğraşmadılar. hazreti ali ise, çok uğraşdı. hazreti ömerin zühdünün mükemmel olduğunu sa'd ibni ebi vakkas bildiriyor. şeyhaynın zühdünü, kana'atini bildiren haberler sayılamıyacak kadar çokdur. zahidlerin en üstünü, resulullahdır sallallahü aleyhi ve sellem. şeyhayn halife iken, tam ona benzediler. allahü tealanın emrlerini yerleşdirmek, yaymak için, herşeyi yapdılar. böyle olduğunu hazreti ali de bildirdi ve resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem hepimizden ileridedir. ebu bekr de öyle oldu. ömer, bunların üçüncüsü oldu. sonra, herşey bozuldu. allahü tealanın dilediği şeyler başgösterdi dedi. hazreti alinin çok ibadet yapdığı için, eshabı kiramın çoğundan ileride olduğu meydandadır. fekat, şeyhaynden ileride olduğu söylenemez radıyallahü teala anhüm. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh önce iman etdi. bundan büyük şeref olur mu? cevab: önce iman eden, ba'zı alimlere göre hazreti alidir. ba'zılarına göre ise hazreti ebu bekrdir. hazreti hadicenin bunlardan önce iman etdiği, sözbirliği ile bildirilmişdir. önce iman etmek daha üstün olmağa sebeb olsaydı, hazreti hadice ile zeyd, eshabı kiramın en üstünü olurlardı. önce iman etmenin bir üstünlük olması, başkalarının imana gelmelerine sebeb olduğu içindir. bu da, ancak baliğ olmuş, yetişmiş kimsede olur. hazreti ali, iman etdiği zeman çocukdu. iman etdiğini babasından bile sakladı. önce iman ederek başkalarını imana getirmek üstünlüğü, yalnız ebu bekrde radıyallahü teala anh hasıl oldu. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, eshabı kiramın en fasih konuşanı idi. cevab: hazreti alinin fasih, beliğ ve edib olduğu ve bu bakımdan eshabı kiramın çoğundan üstün olduğu meydandadır. fekat, şeyhaynden daha üstün olduğu söylenemez. çünki, şeyhaynın çok fasih hutbelerini, eshabı kiramın büyükleri haber vermişdir. hazreti ebu bekrin çok fasih olan kasideleri, ibni ishak tarihinde yazılıdır. bununla beraber, çok fasih olmanın halifelikle bir ilgisi yokdur. evet islamiyyeti bildirirken fesahet lazımdır. şeyhayn radıyallahü anhüma, herşeyi gayet fasih bildirdiler. ayrılıkları, anlaşmazlıkları temamen ortadan kaldırdılar. hazreti ali radıyallahü anh zemanında hasıl olan anlaşmazlıkların hiçbiri çözülemedi. hazreti alinin radıyallahü teala anh sözü ile ictihadını değişdiren bir sahabi bulunduğu işitilmemişdir. sual: hazreti alinin re'yi, keşfi en doğru değil mi idi? cevab: evet, hazreti alinin ictihadının doğru olduğuna ve nasslardan hükm çıkarmakdaki ve suallere cevab vermekdeki sür'atine kimsenin bir diyeceği yokdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, bunu bildirerek: buyurmuşdur. hazreti ömer, eshabı kiramın üstünlüklerini sayarken demişdir. fekat, bu üstünlüğü, şeyhaynden önce halife olmasına sebeb göstermek doğru olamaz. çünki, hazreti ebu bekr halife olunca, arabları mürted olmakdan vazgeçirmek için neler hükm etdi ise, hepsi faideli oldu. irana ve rumlarla yapılan cihadlarda hazreti ömerin düşünceleri ve emrleri hep zafer sağladı. hazreti ali halife iken, yapdıkları zararlı oldu. meşveret edilenlerin re'ylerini beğenmezdi. abdüllah ibni abbas bunu açıkca bildiriyor. hazreti osman şehid edilince, hazreti aliye, oğlu hazreti hasenin söyledikleri, kitablarda yazılıdır. re'yin, ictihadın doğru olması demek, faideli sonuçlar getirmesi demekdir. bu da, yalnız şeyhaynın re'y ve ictihadlarında tam olarak hasıl olmuşdur. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, allahü tealanın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan değil midir? cevab: allahü tealanın emrlerinin yapılması ve islamiyyetin yayılması için şeyhaynın da, hazreti alinin de radıyallahü teala anhüm ecma'in var kuvvetle çalışdıkları şübhesizdir radıyallahü teala anhüm ecma'in. fekat, nass ile açıkca bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icma' elde etmek lazımdır. böyle yerlerde acele etmek hatadır. had cezalarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. şeyhayn, her emrlerinde, resulullahın bu sünnetini gözetirlerdi. bunu, ömer bin abdül'aziz çok güzel haber vermekdedir. hazreti ali böyle yapmadı. hatta bir gece, mugire bin şu'be ile konuşurken, demiş, mugire de, o gece kaçarak, hazreti mu'aviyenin yanına gitmişdir. denilebilir ki, hazreti ali zemanındaki karışıklıklara kısmen acelesi sebeb olmuşdur. hazreti alide sekr ve acele çokdu. şeyhaynde ise, sahv, teenni ve uzağı görmek çokdu. böyle olduğunu, abdüllah ibni abbas, açık olarak bildirmiş, hazreti ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. hazreti ali, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. çoğu yapılamazdı demişdir. sual: kur'anı kerimi en iyi ezberliyen hazreti ali radıyallahü teala anh değil midir? cevab: kur'anı kerimi ezberlemek şerefi, yalnız hazreti aliye mahsus değildir. şeyhayn ve zinnureyn ve abdüllah ibni mes'ud ve ubeyy bin ka'b radıyallahü teala anhüm ecma'in da, kur'anı kerimin hepsini ezberlemişlerdi. şeyhayn halife iken, cum'a ve beş vakt namazı kıldırırlardı. sabah namazında bekara ve yusüf gibi uzun sureleri okurlardı. hazreti ali ve diğer hafızlar, cema'at arasında idiler. hiçbir namazda yanlış okundu dedikleri işitilmemişdir. bu namazlar, cema'atin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etdi. sual: hazreti ali radıyallahü teala anh gaybden haber verirdi ve düaları kabul olurdu. cevab: gaybden haber vermek ve düanın kabul olması, hazreti alide de, şeyhaynde de çok görüldü. şeyhaynın bu kerametleri, sahih haberlerle bizlere geldi. hazreti alinin kerametlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazreti ali de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuşdur. birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. buharide diyor ki, şeyhaynın düası ile yinilen yemek azalmazdı, artardı. yine buharide diyor ki, hazreti ömerin, böyle olacağını zan ederim dediği şeyler, hep zan etdiği gibi olmuşdur. hazreti ömerin, iranda harb eden askerini medinede hutbe okurken görerek, kumandanları sariyyeye dediği meşhurdur. hazreti ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, imamı ahmedin kitabında yazılıdır. hazreti ebu bekrin iman edeceği ve öleceği zeman gördüğü rü'yalar sahih kitablarda yazılıdır. nil nehrinin hazreti ömerin mektubuna uyarak akışını değişdirdiği bildirilmişdir. böyle daha nice kerametleri bildirilmişdir. böyle olmakla beraber, eshabı kiramın yüksek dereceleri, keramet derecesinden daha üstündü. hilafet makamında kerametin az olması lazım olduğunu kitabı, süleyman aleyhisselamın mu'cizesini anlatırken bildirmekdedir. sual: hazreti ali resulullahın yakın akrabası ve ahıret kardeşi idi. bundan daha büyük şeref olur mu? cevab: evet, hazreti ali, resulullahın çok yakın akrabasıdır. buna kimsenin bir diyeceği yokdur. şeyhayn de, kureyş kabilesindendir ve kızları, resulullaha zevce olmakla şereflenmişdir. fekat bu yakınlıklar, en üstün olmağa sebeb olamaz. akrabanın birbirinden yakın olduklarını bildiren ayeti kerime, miras için gelmişdir. halifelikle, hakimlikle ve imamlıkla ilgisi yokdur. eğer halifelik akrabalıkla olsaydı, hazreti alinin değil, hazreti abbasın radıyallahü teala anhüma halife seçilmesi lazım gelirdi. kralların, diktatörlerin adetleri buna sened olamaz. halifeliğin miras gibi, babadan oğula kalmayıp, kabiliyyeti, liyakati olanın seçilmesi, tevratda da bildirilmişdi. allahü teala, hazreti musadan sonra, yuşa' aleyhisselamı peygamber yapdı. harun aleyhisselamın oğullarını yapmadı. islamiyyetde de halifenin kureyş kabilesinden olacağı bildirildi. bu kabilenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. bu kabileden olup hilafetin dokuz şartı kendinde bulunan kimsenin halife olmağa hakkı olur. fekat halife olmak için, sözbirliği ile seçilmek veya önceki halifenin vasıyyet etmesi veya güç ile, darbe ile ele geçirilmiş olması lazımdır. şeyhayn radıyallahü teala anhüma, hilafetin şartlarına malik idi ve sözbirliği ile seçildiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu bekr radıyallahü teala anh için, buyurdu. ömer radıyallahü teala anh için de, buyurdu. ahıret kardeşi yalnız ali radıyallahü teala anh oldu ise de, bunun halifelikle bir ilgisi yokdur. eshabını birbirleri ile kardeş yaparken, hazreti ali ağlıyarak geldi. eshabını birbirleri ile kardeş yapdın. beni kimse ile kardeş yapmadın diyerek üzüldüğünü bildirdi. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem, onun haline acıyarak, buyurdu. beni neccarın reisi es'ad bin zerare ölünce, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına gelip, bize bir reis ta'yin et dediklerinde, siz benim kardeşlerimsiniz! sizin başkanınız ben olayım! buyurdu. bu kardeşlik, onların şeyhaynden daha üstün olduklarını göstermez. sual: her müslimanın hazreti aliyi sevmesi, şura suresinin yirmiüçüncü ayetinde emr olundu. cevab: bu ayeti kerimede mealen, buyuruldu. aliyi sevmek, imanın alametidir. ona düşmanlık, münafıklık alametidir ve seninle harb edenle harb ederim. seninle sulh eden ile de sulh ederim hadisi şerifleri de böyledir. evet, ehli beyti sevmek ve saymak ve resulullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslimana vacibdir. hazreti abbas radıyallahü teala anh da buna dahildir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiramın hepsi için de, eshabımı seven, beni sevdiği için sever. eshabıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, allahü tealayı incitmiş olur buyuruldu. sual: hazreti aliye yardım etmek her müslimana vacibdir. suresi bunu gösteriyor. cevab: evet, suresinin dördüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, salih mü'minlerin hazreti aliye yardımcı olduklarını değil, resulullaha yardımcı olduklarını bildirmekdedir. salih mü'minlerin de, hazreti ebu bekr ile hazreti ömer olduğunu, eshabı kiram sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu ayeti kerime, şeyhaynın şanlarını göstermekdedir. sual: peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem, alinin peygamberlere müsavi olduğunu bildirdi. cevab: peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem yalnız hazreti aliyi değil, başka sahabileri de peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat benzetmişdir. bununla, o peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermişdir. böylece, ebu zerin zühdünü isa aleyhisselama ve ebu bekrin merhametini de isa aleyhisselama ve ömerin şiddetini, nuh aleyhisselama ve ebu museleş'arinin güzel okumasını, davüd aleyhisselama benzetmişdir. sual: kuş kebabı olayı, allahü tealanın aliyi radıyallahü teala anh çok sevdiğini göstermiyor mu? cevab: resulullahın yanında kuş kebabı vardı. ya rabbi, sevdiğin kullarından birini gönder. bu kuşu onunla beraber yiyelim! buyurdu. hazreti ali geldi. birlikde yidiler. bu haber, elbet doğrudur. hazreti ali, elbet allahü tealanın sevgili kullarından biridir. fekat, bu müjde yalnız ona gelmiş değildir. hazreti ebu bekre ve hazreti ömere de böyle müjde verilmişdir. allahü teala, ebu bekre yalnız tecelli eder. başkalarının hepsine birden tecelli eder ve hadisi şerifleri meşhurdur. sual: hadisi şerifi de, onun halife olacağını göstermiyor mu? cevab: kitabı bunu yazarken, tebük gazasındaki sen, benim yanımda, musa yanındaki harun gibisin! fekat, benden sonra peygamber yokdur! hadisi şerifine işaret etmekdedir. bu hadisi şerifdeki , demekdir. kur'anı kerimde, casiye suresinin yirmiikinci ayetinde de, böyle demekdedir. çünki, harun aleyhisselam, musa aleyhisselamdan sonra yaşamadı. daha önce öldü. bu hadisi şerif, tebük gazvesine giderken, medinede, aliyi radıyallahü teala anh kendi yerine bırakdığı için söylendi. çünki, hazreti musa da, tur dağına giderken, yerine harun aleyhisselamı vekil bırakmışdı. bu hadisi şerif, hazreti ali için büyük şerefdir ve çok üstünlükdür. fekat şeyhaynden radıyallahü teala anhüma daha üstün olduğunu göstermez. sual: hazreti alinin resulullahın halifesi olduğu, daki hadisi şerifde bildirilmedi mi? cevab: hadisine gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti aliyi yemene hakim yapmışdı. beytülmalde olan bir cariyeyi hazreti ali kullandı. bu hareketi, dedikodu halini aldı. bu dedikodu resulullahın mubarek kulağına kadar geldi. fitneyi önlemek için, hazreti aliyi sevmeği emr buyurdu. buyurdu ki, demekdir. mevla kelimesi, kur'anı kerimin birçok ayetinde vardır. sevilen kimse ma'nası verilmişdir. bu hadisi şerif, hadisi şerifi gibidir. bu hadisi şerif, yalnız hazreti ali için değildir. hazreti hasen için, ya rabbi! onu seviyorum. onu sen de sev! onu sevenleri de sev! buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekke ile medine arasında bulunan ismindeki yere gelince, hazreti alinin elini tutup, kimin mevlası isem, ali de onun mevlasıdır! ya rabbi, onu seveni sev! onu sevmiyeni sevme! buyurdu. sonra, hazreti ömer, hazreti alinin yanına gelip, ne mutlu sana ya ali! bütün mü'minlerin sevgilisi oldun dedi. kitabında, zeyd bin erkam diyor ki, denilen su başında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbe okudu. ben de insanım. birgün ecelim gelecek. size allahın kitabını ve ehli beytimi bırakıyorum. kur'anı kerimin gösterdiği yola sarılınız! ehli beytimin kıymetini biliniz! buyurdu. de, imran bin hasin diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bizi hazreti alinin emrinde cihada gönderdi. hazreti ali, esir denilen cariyelerden birini kendine aldı. dört kişi, bunu resulullaha söylediler. resulullah çok üzüldü. aliden ne istiyorsunuz? ali bendendir. ben de ondanım. benden sonra, o her mü'minin velisidir buyurdu. bu hadisi şerifler, ehli beyti sevmeği emr etmekdedir. mevla, veli, sevilen kimse demekdir. zeyd bin erkam, de bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, size iki şey bırakıyorum. bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. biri, ötekinden daha büyükdür. bu, allahın kitabıdır. ikincisi, ehli beytimdir. havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!. birbirinden ayrılmaz demek, kur'anı kerime sarılan kimsenin, ehli beyti sevmesi lazımdır demekdir. ehli beyte yapışmak, onları sevmekdir. kur'anı kerime uymak sevab olduğu gibi, ehli beyti sevmenin de böyle sevab olduğunu bildirmekdedir. bu hadisi şeriflerin hiçbiri, hazreti alinin halife, imam olacağını göstermiyor. bu hadisi şerifleri ileri sürerek, ehli sünneti kötülemek, müslimanlar arasında bölücülük yapmak, pek eshabı kiram haksız ve çok yanlışdır. cenabı hak, hepimize ehli beyti ve eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in sevmek nasib eylesin! amin! sual: hazreti ali radıyallahü teala anh, iman etmeden önce küfr üzere bir an yaşamadı. cevab: iman etmeden önce, küfr üzere olmamak üstünlük olsaydı, sonra gelen müslimanların hepsinin, eshabı kiramdan daha üstün olmaları lazım gelirdi. hadisi şerifde buyuruldu. sual: hazreti ali islamiyyete pek çok hizmet etdi. cevab: islamiyyete çok hizmet edenin şeyhayn olduğu güneş gibi meydandadır. çünki, kur'anı kerimi cem' eden, şeyhayndır. hadisi şerifleri rivayet etmek çığrını açan, din bilgilerini, kısmlara ayıran, arabistanı feth eden, islamiyyeti rum ve iran topraklarına yerleşdiren şeyhayndır. yer yüzündeki müslimanların çoğu, maliki, hanefi ve şafi'i mezhebindedir. bu mezheblerin temel bilgileri, hazreti ömerin elde etdiği icma' mes'eleleridir. bu mezheblerde hazreti aliden gelen bilgiler pek azdır. hazreti ali zemanında hiç kafir memleketi feth edilmedi. müslimanlar arasında birlik ve huzur sağlanamadı. bu ümmetin şeyhaynden istifadesi, hazreti aliden olan istifadesinden çok fazladır. çığır açanların sevabı, bunlara uyanların çokluğu kadar çok olur. olan müslimanların hepsi, şeyhaynın gösterdikleri yoldadır. yer yüzündeki müslimanların çoğu, ehli sünnetdir. hazreti aliyi seviyorum diyenlerden üç sapık fırka meydana geldi. üçü de islamiyyeti parçalamak için çalışdılar. allahü teala merhamet etmeseydi, islamiyyeti yok edeceklerdi. bunlardan biri fırkasıdır. bunlara göre, kur'anı kerimi toplıyanlar, sağlam kimseler değilmiş. çünki, imamiyye fırkasında olanlar, eshabı kirama ve meşhur yedi kıraet imamına inanmıyor. onların inandıkları oniki imamdan gelen bir haber de yokdur. merfu' hadisler de bildirmedikleri için, güvenecekleri bir hadis kitabları da yok. fırkası da, hadisi şeriflerden alınmış olan din bilgilerinin çoğuna inanmıyorlar. islam tarihinde kanlı ayrılıklara sebeb oldular. kısmı ise, hepsinden daha kötüdür. tam islam düşmanıdırlar. müslimanların imanlarında ve amellerinde sayısız bozuk bid'atleri, hep bu üç fırka ortaya çıkardı. evet, bunların kötülükleri, hazreti aliyi radıyallahü teala anh lekelemez. bunun gibi, yezidin ve emevi hakimlerinin kötülükleri de, hazreti mu'aviyeyi radıyallahü teala anh lekelemez. zulmleri, günahları kendilerinedir. hazreti aliye bunlardan hiçbir sevab gelmemekdedir. halbuki, yer yüzündeki ehli sünnetin sevablarından, kıyamete kadar hergün, şeyhayne sayısız sevab hasıl olmakdadır. sual: hazreti alinin bedeni de, ruhu da kamil idi. bunun için de şeyhaynden daha üstündür. cevab: bedeni ve ruhi üstünlüğe cevab vermeden önce, yazısını da bildirmek, hepsini birlikde cevablandırmak uygun görüldü. diyor ki, üstünlüğe sebeb olan yükseklikler, hazreti alide toplanmışdır. hazreti ali, eshabın en alimi idi. resulullahın yanında büyüdü. ona damad oldu. çok zeki idi. resulullahdan, onun öğrendiğini, başkaları öğrenemedi. hazreti ebu bekr ise, büyük yaşda imana geldi. resulullah ile hergün bir kerre görüşürdü. hazreti alinin zühdünü bilmiyen yokdur. ihsanı da çokdu. namazda bile yüzüğünü sadaka verdi. bunun için, ayeti kerime ile övüldü. nezr orucu tutduğu gün iftar edeceği zeman, yemeğin hepsini, gelen fakire, yetime ve esire verdi. bunun için de, ayeti kerime ile medh edildi. hazreti alinin gazvelerdeki şeca'ati, kahramanlığı da, herkesden çokdu. hendek gazvesinde, hadisi şerifi ile övüldü. hayberde ve başka gazvelerdeki kahramanlıkları ve medh olunmaları da meşhurdur. güzel ahlakı da, o kadar meşhur olmuşdur. kuvveti de çokdu. hayber kal'asının kapısını kopardı. bu kapıyı adalemin kuvveti ile değil, allahü tealanın verdiği başka kuvvetle kopardım dedi. hazreti ali, soy ile ve nikah ile resulullaha çok yakındı. abbas, yalnız babadan abdüllahın kardeşi idi. ebu talib ise, anadan ve babadan kardeşi idi. hazreti ali, kadınların en üstününün zevci idi. cennet gençlerinin en üstünü olan hasen ve hüseynin babaları idi. cevab olarak deriz ki, hazreti ali radıyallahü anh, elbet bu üstünlüklerin sahibidir. bütün müslimanların buna inanmaları ve onu çok sevmeleri lazımdır. fekat, halife olmak için, başka üstünlükler de vardır. çeşidli mesleklerde, çeşidli san'atlarda en üstün olmak için aranılan üstünlük, başka başkadır. alimlerin en üstünü olmak için, soya, surete, mala bakılmaz. bunlara bakılsaydı, ebu hanifenin, şafi'inin, malikin ve ahmed bin hanbelin talebeleri arasında, kendilerinden daha üstünleri bulunurdu. askerlikde en üstün olmak için, tıb ilmi, güzel yazı, şi'r yazmak gibi üstünlüklere bakılmaz. peygamberlere halife olmak için aranılan üstünlük, peygamberlik vazifesini yapmak için, peygamberlere verilmiş olan üstünlüklere benziyen üstünlüklerdir. bunun içindir ki, alimler, veliler ve emri ma'ruf ve nehyi münker ve cihad yaparak dinin yayılmasına çalışanlar, kendilerinden daha kuvvetli olan sporculardan ve tüccarlardan ve hesab uzmanlarından daha kıymetli, daha üstündürler. bunun için, halife seçilmekde, resulullahın ehemmiyyet verdiği ilmde, ahlakda ve işlerde en üstün olmak lazımdır. hatta, bu üçü arasında, işe daha çok bakılır. çünki, ümmet arasında, istidlal ederek veya ilham olunarak, yeni bilgilere kavuşanlar bulunabilir. fekat, bu bilgiler, peygamberin ilmi kadar kıymetli olmaz. peygamberlik ilmi, islamiyyeti yaymağa, bunlardan ahkam çıkarmağa, bunları açıklamağa, şübheye düşülenler arasında, sağlamını seçmeğe, sözbirliği elde etmeğe yarıyan ilmdir. üstün olan iş ise, ümmet arasında rahat, düzen ve huzur sağlıyan işdir. dört halifenin zemanları iyi incelenirse, hazreti alinin, peygamberlik bilgilerinde ve işlerinde şeyhaynden daha üstün olduğu asla görülemez. hazreti alinin ilmi, çabuk cevab vermekde üstün olduğu gibi, şeyhaynın ilmleri de, sabr ve araşdırarak, sözbirliği yaparak cevab vermekde daha üstündür. hazreti alinin zühdü çok olduğu gibi, şeyhaynın zühdü de çokdu. şeyhaynın kerem ve ihsanları, hazreti alinin ihsanından katkat çokdu. namazda yüzüğünü vermesi ve iftarlığını vermesi de sağlam olarak bildirilmiş değildir. sağlam dersek de, hazreti ebu bekrin sadakaları ve ihsanları ve ayeti kerimelerle medh olunmaları yanında daha üstün olmadığı meydandadır. hazreti alinin bilek kuvveti üstün ise de, şeyhaynın mürtedlerle, iran ve rum devletlerine meydan okumalarındaki kuvvetleri daha üstündür. şeyhaynın bütün ümmeti razı etmeleri ve geçimsizlikleri gidermekdeki güzel ahlakı, katkat daha çokdu. hazreti ali, soydan çok yakın ise de, şeyhayn kabrde, mahşerde ve cennete giderlerken, resulullaha daha yakındırlar. hazreti ali, hazreti fatımanın zevci olmakla şereflendiği gibi, hazreti ebu bekr de, resulullahın sevgili zevcesi ve cennetdeki arkadaşı olan hazreti aişenin babası olmakla şereflenmişdir. kur'anı kerimde on ayet, hazreti aişeyi medh etmekdedir. fıkh ilminin dörtde biri ondan öğrenilmişdir. hazreti ömerin kızı hazreti hafsa da, resulullahın dünyada ve cennetde zevcesidir ve cebrail aleyhisselam, onu diye övmüşdür. hazreti alinin çocukları arasında, insanların en iyileri bulunduğu gibi, islamiyyete çok zarar verenleri de vardır. , ve sapık fırkaları, onun çocuklarından hasıl oldu. etrafına cahilleri toplıyarak, sayısız müslimanı yoldan çıkaran yüze yakın torununun kanlı maceraları, tarih kitablarında uzun yazılıdır. şeyhaynın çocukları arasında böyle din yıkıcıları hiç görülmedi. abdüllah bin ömer, hazreti aişe, salim, kasım ve ubeydüllah bin ömer ömeri ve başka evladları, insanları hidayete, se'adete kavuşdurdular. oniki imamdan sonra gelen şihabüddini sühreverdi ve fahrüddini sühreverdi gibi tesavvufcular ve fahrüddini razi veliyüddin gibi kitab sahibleri, hep şeyhaynın evladlarından feyz alarak hidayete kavuşdular. bir insanın anasının ve babasının haşimi olması veya çocuklarının çok olması, en üstün olmağa sebeb olsaydı, hazreti alinin resulullahdan daha üstün olması lazım gelirdi. bu üstünlüklerin, peygamberlik derecesi yanında te'sirleri olmaz. başkalarından daha üstün olmağa te'siri olur denirse, bu üstünlüklerin, peygamberliğe te'siri olmadığı gibi, peygamberlik sıfatlarında peygambere benzemeğe de te'siri olmıyacağı meydandadır. evet, bunlardan başkasının üstünlüğüne te'sir eder. bunun için de, hazreti ali, kendi hilafeti zemanında bulunan eshabı kiramın hepsinden daha üstündür. ehli sünnet alimleri böyle inanmakdadır. buraya kadar yazılanlar, nasirüddini tusinin kitabına cevabdır. sual: halife olmak için, efdal olmak, daha üstün olmak lazımdır sözü, nasıl doğru olabilir? hazreti ali daha üstün olduğu halde, resulullah ile gaza yaparken, kureyşlilerin babalarını, arkadaşlarını öldürdüğü için ve dine da'vet ederken kimsenin gözyaşına bakmadığı için ve ceza vermekde acele etdiği için, cahiller onun emrine girmek istemez. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ruh hastalıklarının mütehassısı olduğundan, bu sebeble başkalarını halife yapmış olabilir. cevab: milletleri islah etmek, rahata ve huzura kavuşdurmak için, allahü teala peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat göndermişdir. peygamberin de, peygamberlik sıfatlarında en üstün olanı halife seçmesi lazımdır. başkasını seçerse, sefahet ve zulm yapmış olur. kureyşliler, babalarını, arkadaşlarını öldürenlerin emrine girmek istemezlerdi demek yanlışdır. doğru olsaydı, hazreti aliden daha ziyade resulullahı istemezlerdi. çünki, değil hazreti alinin, bütün eshabın gazalarda kureyşlileri öldürmeleri, hep resulullahın emri ile oldu. halbuki, iman edenleri, resulullahı canlarından çok sevdiler. sual: resulullaha yardım etmek ve islamiyyeti yaymak ve arabistanda, acem ve rum memleketlerinde cihad etmek ve kur'anı kerimi toplamak ve memleketler almak, müslimanlara yardım etmek, peygamberlik sıfatlarıdır diyerek, şeyhaynı daha üstün bilmek, çeşidli sorulara sebeb olur. şöyle ki, ve gibi, ehli sünnetin en kıymetli kitablarında, üstünlük sevabın çok olmasıdır diyor. yukarıda bildirilen üstünlük, bu kitabların sözbirliğini değişdirmek olmaz mı? sonra, o ta'rife göre, kafir memleketlerini ele geçiren hazreti mu'aviye ve başka kumandanların, hazreti aliden daha üstün olmaları lazım gelmez mi? üçüncü olarak deriz ki, o üstünlükler, sonradan ele geçen şeylerdir. insanın kendinde bulunan üstünlüklerle birlikde bulunurlarsa, daha üstün olur. hem de, hadisi şerifde, kimse ile de kuvvetlendirir buyuruldu. ayrıca deriz ki, kendilerine yalnız bir iki kişi inanmış olan peygamberler vardı. bu ise, memleketler ele geçirmenin, dini yaymanın, peygamberlik sıfatları olmıyacağını gösteriyor. yok eğer bizim peygamberimize benzemek düşünülüyor ise, peygamberler, birbirlerine elbet benziyorlardı. demek ki, peygamberimize benzemek başka sıfatlarda benzemek imiş! sonra, memleketleri almak, daha üstün olmağı gösterseydi, hazreti ömerin, hazreti ebu bekrden daha üstün olması lazım olurdu. peygamberimizin zemanında yapılan gazvelerde, hazreti alinin hizmeti, hepsinden daha çokdu. peygamberimizden sonra yapılacak fethler ve hizmetler de, ilk halife seçilirken bilinmiyordu. o halde, hazreti ebu bekrin daha üstün olduğu ve halife seçilmesinin, sözbirliği ile olduğu nasıl kabul olunabilir? cevab: bu şübheler, sözümüzün iyi anlaşılmadığını göstermekdedir. üstünlük, yalnız dini yaymak, cihad etmek, memleketler ele geçirmek ve kur'anı kerimi cem' etmekdir demedik. bunlar, üstünlüğe sebeb olan iyiliklerden birkaçıdır. bu sebebleri üçe ayırabiliriz. birincisi, peygamberlik sıfatlarına benzemekdir. resulullaha yardımda üstün olmakdır. resulullahdan sonra, onun vazifelerini temamlamakdır. ehli sünnet alimleri, vazife taksimi yapdı. biri, hadisi şerif bilgilerini, ikincisi kelam bilgilerini yaydı. ehli sünnet aliminin sözü deyince, iki kısmdakilerin de sözbirliği anlaşılır. ehli sünnet alimleri, şeyhaynın üstün olduğunu sözbirliği ile bildirdi. cihad deyince, kılınçla cihad anlaşıldığı gibi, sözle, yazı ile cihad da ve nefs ile cihad da anlaşılır. ikinci ve üçüncü cihadda, hazreti ebu bekr daha üstün idi. cihad ayeti gelmeden önce, onüç sene mekkede ve bir sene medinede, hep cihad yapdı. hadisi şerifi, şeyhaynın peygamberlik sıfatlarına malik olduklarını açıkça bildirmekdedir. facirlerin dine hizmet etmeleri, onlara elbet faide vermez. fekat, bu ileri sürülerek, emri ma'rufun ve cihadın üstünlüğü ve sevabının çokluğu da inkar edilemez. şeyhaynın radıyallahü teala anhüma facir olmadığı, salih oldukları da, ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerle bildirilmişdir. buna inanmıyanın, kendi imanından şübhe etmesi lazım olur. resulullaha benzemek üç dürlü olur: birincisi, peygamberlik makamında benzemek olup, böyle benzemek yalnız peygamberlere mahsusdur. ikincisi, peygamberlik vazifelerini yapmakda benzemekdir. şeyhaynın bu bakımdan benzediklerini önceki sahifelerde uzun bildirdik. üçüncüsü, onun yapdığı ibadetleri yapmakda benzemekdir. bu benzeyiş, zemana ve dinlere göre değişir. dinlerin çoğunda cihad emr olunmamışdı. o peygamberlerin cihad yapması, ibadet olmazdı. nerde kaldı ki, üstünlük olsun. bizim dinimizde cihad etmek, memleket almak emr olundu. peygamberlik vazifesi oldu. hazreti ömer, hazreti ebu bekrden üstün olurdu sözü yanlışdır. doğru denirse, şeyhaynın resulullahdan üstün olmalarını söylemeğe yol açar. şeyhayn, resulullahın başladığı ve temamlanacağını bildirdiği cihadları ve fethleri yapdılar. hayatında olduğu gibi, vefatından sonra da onun cihadında hizmet etdiler. hazreti ömer de, hazreti ebu bekrin başladığı cihadı temamladı. bunun için, dedi. sual: resulullah, dediği zeman, hazreti ali orada yokdu. orada olsaydı, derdi. yahud da, yaşlı olduğu için imam olmasını emr eyledi. şeyhaynın, cennetdekilerin en üstünü olmaları ve ebu bekrin cennete önce girmesi de, hazreti aliden başkası için olabilir. hazreti alinin bu ümmetin en üstünü ebu bekrdir. sonra ömerdir demesi de, benden sonra üstünü demek olmaz mı? çünki, hazreti ali çok yüksek olduğundan, resulullah gibi, ümmetin dışında, üstündedir. cevab: hazreti ebu bekrin üstün olduğunu biz söylemiyoruz. bunu hazreti ömer ve hazreti ali ve ebu ubeyde ve abdüllah ibni mes'ud gibi eshabı kiramın büyükleri ve ensarın çoğu söylediler. onu halife seçdiler. kays bin ubade diyor ki, hazreti ali bana dedi ki, resulullah hasta iken, namaz vakti geldi. ebu bekre söyleyiniz! namazı kıldırsın! buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edince, düşündüm. dinin direği olan namazda resulullahın önümüze geçirdiğini önümüze geçirerek ebu bekri halife seçdik. hazreti alinin bu sözünü, ebu amrin kitabında, haseni basri bildirmekdedir. isti'ab kitabını yazan ebu amr yusüf bin abdüllah kurtubi, ibni abdilberr ismi ile meşhur olup, dörtyüzaltmışüçde vefat etmişdir. isti'ab kitabı, de mısrda basılmış ve da beyrutda fotokopisi yapılmış olan kitabının kenarında basılmışdır. haseni basrinin haber verdiği, hazreti alinin bu sözü, kitabının ikinci cildinin ikiyüzellibi ahifesinde, abdüllah bin ebi kuhafe isminde yazılıdır. imamı rabbaninin kitabında ve abdülkadiri geylaninin kitabında da yazılıdır. yine kitabında hakem bin hacer dedi ki, hazreti aliden işitdim, kim beni ebu bekrden ve ömerden üstün tutarsa, iftira etmiş olur. iftira edenleri döğdüğüm gibi, onu döğerim radıyallahü teala anhüm ecma'in. ikinci fasl dünyada hiçkimse, kötülerin iftiralarından kurtulamamışdır. sapıkları, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat ve meleklere bile dil uzatdı. bu iftiralar, akl ve insaf sahiblerine, kötülenenlerin temizliğini ve yüksekliğini gösterir. şeyhaynın üstünlüklerini gösteren vesikalardan biri de, hasedcilerin, inadcıların, asrlardan beri sürüklenegelen kalıplaşmış kelimelerden başka birşey söyliyememeleridir. bu iftiralardan biri, hazreti ebu bekrin, hazreti fatımaya miras vermemesidir radıyallahü teala anhüma. hazreti ebu bekr, biz, peygamberler miras bırakmayız. bize kimse varis olmaz hadisi şerifine uyarak miras vermedi. davüd, süleyman, yahya ve zekeriyya aleyhimüsselamın sözlerinde miras kelimesini kullanmış olduklarını kur'anı kerim haber vermekdedir. kur'anı kerimin ma'nasını en iyi anlıyan peygamberimizdir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu ayeti kerimelerin mal verasetini değil, ilm ve hilafet verasetini bildirdiklerini anlıyarak, yukarıdaki hadisi şerifi söylemişdir. bu hadisi şerif, kur'anı kerimin ma'nasını açıklamakdadır. ebu davüd diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem beni nadirde ve hayberde ve fedekde hurmalıkları vardı. birincisinin gelirlerini me'murlarına, fedek gelirlerini fakirlere verirdi. hayberdekinin gelirini üçe ayırırdı. ikisini müslimanlara, birini ehli beytine, ya'ni ailelerine verirdi. fazlasını muhacirlerin fakirlerine dağıtırdı. hazreti ebu bekr halife olunca, resulullahın yapdığını değişdirmedi. hazreti ömer halife olunca, hazreti aliyi ve abbası çağırdı. yukarıdaki hadisi şerifi resulullahdan işitdiniz mi? allah aşkına doğru söyleyiniz! dedi. işitdik dediler. hazreti fatımanın, bu hadisi şerifi işitdiği halde, miras verilmeyince üzülmesi insanlık icabı idi ve islamiyyetin verdiği, tam halal olan malı almakla bereketlenmek istemişdi. hazreti ali de, halife iken, bunları kendi çocuklarına vermedi. şeyhaynın yapdığını değişdirmedi. ömer bin abdül'aziz de böyle yapdı. sıddik radıyallahü teala anh, hırsızın sol elini kesdi. bu, islamiyyete uygun değildir diyorlar. kitabı, bunu uzun anlatıyor. o hırsızın sağ eli ve ayağı kesilmişdi. sıra sol eline gelmişdi. maliki ve şafi'i mezheblerinde, hazreti ebu bekr gibi yapılmakdadır. hanefi ve hanbeli mezheblerinde ise, hazreti aliden gelen habere uyarak, bir eli ve bir ayağı kesilmiş kimsenin, artık bir yeri kesilmez. habs olunur. hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh, malik bin nuveyrenin kısasını yapmadığı için de dil uzatıyorlar. halid bin velid, malikin sözlerinden, onun mürted olduğunu anladı. bunun için, onu da öldürdü. hazreti ebu bekrin ictihadı, hazreti halidin doğru söylediğini gösterdiği için, halide kısas yapmadı. ebu bekrin bu hareketine hata diyenler, hazreti alinin radıyallahü teala anh, hazreti osmanın katillerine kısas yapmadığına acaba ne derler? hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh halife olması, ne açıkça, ne de işaret ile bildirilmedi. bildirilmiş olsaydı, ictihad ile seçilmez, ictihada lüzum kalmazdı diyorlar. buna cevab vermek için, yedi önsöz bildirmek iyi olur resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem birkaç dürlü gelirdi. azab haberlerinin bir kısmı çan sesi gibi, geldi. cebrail aleyhisselam insan şeklinde görünüp söylerdi. rü'yada da vahy olurdu. vahyin bir çeşidi de, firaset idi. bu vahylerin çoğu, kur'anı kerimde yokdur. bunun sebebini sormak caiz değildir. mesela oruç emrleri kur'anı kerimde bildirildi de, namazın birçok emrleri kur'anı kerimde niçin bildirilmedi denilemez. bunun gibi, filan emr niçin kur'anı kerimde bildirilmedi de, rü'yada bildirildi denilemez. bunun gibi, hazreti ebu bekrin halife olacağı kur'anı kerimde bildirilmedi de, rü'yada bildirildi denilemez. bunun gibi, hazreti ebu bekrin halife olacağı kur'anı kerimde niçin açıkça bildirilmedi de, rü'yada işaret olundu diye sorulamaz. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, emrlerden, yasaklardan bir kısmını açıkça bildirdi. bir kısmını ise, bunu yapana allah rahmet, şunu yapana allah la'net eylesin diyerek, işaret ile bildirmişdir. bunun sebebini sormak caiz değildir. bunun gibi şeyhaynın radıyallahü teala anhüma halife olacaklarını da, niçin rü'ya anlatarak bildirdi de, benden sonra, ebu bekrle ömeri halife yapınız demedi diye sorulamaz. ba'zı emrler, haber vermek sureti ile bildirildi. isa aleyhisselamın ve deccalın gelecekleri ve deccalın kötülüğü bildirildi. bu haber, isa aleyhisselam gelince ona uyunuz! deccal gelince, ona uymayınız demekdir. şunları yapanları cennetde gördüm. şöyle yapanları cehennemde gördüm demek de böyledir. emr ve nehy, nass ile açıkça bildirildiği gibi, nassın iktizası ile de bildirilmişdir. filan kimse, ahmedi azad etdi sözünden, ahmed onun kölesi idi demek de anlaşılır ki, buna iktiza ile anlamak denir. bunu size hakim yapdım demek, onun emrlerine uyunuz demekdir ki, bu da iktiza ile anlaşılmakdadır. bunun gibi, allahü teala, bu ümmet içinde halife yapacağını açıkca bildirdi. halifelerin şeyhayn olacağını da rü'ya ile bildirdi. bunun gibi, ahırzeman peygamberinin geleceğini isa aleyhisselama müjde etmekle, geldiği zeman ona ita'at ediniz demiş oldu. hadisi şerifi, şeyhayna radıyallahü teala anhüma ita'ati emr etmekdedir. onların halife olacakları, buradan iktizaen anlaşılmakdadır. şeyhaynın halife olacaklarının haber verilmesi, hilafetlerinin hak ve doğru olduğunu da göstermekdedir. isa aleyhisselamın, ahırzeman peygamberinin sallallahü teala aleyhi ve sellem geleceğini müjdelemesi de böyledir. iki mübhem nass birleşdirilince, kesin hal alır. hadisi şerifi, şeyhaynın ismlerini açıkça bildiriyor ise de, halife olacakları anlaşılmıyor. hadisi şerifi de, halifeliği açıklıyor. ikisi biraraya gelince, şeyhaynın halife olacakları açıkca anlaşılıyor. ayrı ayrı bildirilmesinin sebebini, hikmetini ancak sözün sahibi bilir. dörtdür. bunlardan üçüncüsü, dır. icma' hasıl olması için, dan veya den bir , ya'ni sened bulunması lazımdır. eshabı kiram, birbirlerine delilleri hatırlatarak icma' hasıl oldu. bu icma' ile ebu bekri radıyallahü teala anh halife yapdılar. alinin radıyallahü teala anh sözü de, böyle olduğunu göstermekdedir. imamı nevevinin ve başka alimlerin, ve sözleri, çeşidli ma'nalar bildirirler. ölüm yaklaşınca, hal ve akd sahiblerini, ya'ni devlet işlerinde söz sahibi olanları toplayıp, buna ediniz demek, sarih nass ile istihlaf olur. yahud, bu kimsenin halife olmağa layık olduğunu bildirmek, istihlaf olur. burada ölümün yakın olması ve devlet adamlarını toplayıp söylemesi lazım değildir. emr değil, haber vermek olur. birini böyle istihlaf etmek, başkasının halife olmasına mani' olmaz. istihlaf, ba'zan açıkca bildirilmez. sözün muktezasından anlaşılır. yahud, iki nassın terkibinden anlaşılır. fıkh alimleri, nassın muktezasını başka başka anlıyabilirler. yukarıdaki yedi önsöz anlaşılınca, asl cevaba başlıyabiliriz: imamı nevevinin mezhebinin reisi, hatta bütün hadis ve fıkh alimlerinin reisi olan imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, hadisi şerifinin, ebu bekrin halife olacağını açıkca bildirdiğini anlamışdır. imamı şafi'inin ilmi pek derin, idraki ve muhakemesi çok kuvvetli idi. allahü tealanın ayetlerinden bir ayet idi. o buyuruyor ki, bu hadisi şerif hernekadar bir kadına emr idi ise de, hazreti ebu bekrin halife olacağını kinaye yolu ile göstermekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu haber verirken bir hoşnutsuzluk, üzüntü göstermedi. bu hali, haber verilen şeyin meşru' olduğunu göstermekdedir. çeşidli yerlerde bildirilen hadisi şerifler, hazreti ebu bekrin halife olacağını daha açık haber vermekdedirler. hepsi bir araya gelince, , ya'ni kesinlik hasıl olmakdadır. imamı nevevinin nass olsaydı, onu söyler ve ona uyarlardı. bir nass söylemediler sözü yerinde değildir. çünki, çeşidli ları, ya'ni açık haberleri söylediler. mesela, namazda imam yapılan, halife olur dediler. bunu eshabı kiramın hepsi bildiği için, başka nassları araşdırmağa, söylemeğe lüzum görmediler. zaten, resulullah vefat etdiği için, hepsi üzüntülü, sersem halde idi ve arabların mürted olup medineye yürüdükleri haberleri geliyordu. halife seçiminin acele olması icab etdi. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasta oldu. ebu bekre söyleyiniz! namazı kıldırsın buyurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem vefat edince düşündük. islamın bayrağı ve dinin direği olan namazda resulullahın önümüze geçirdiğini başımıza halife yapmağa razı olup, ebu bekri halife seçdik. sual: hazreti ebu bekr, hazreti ömeri ve ebu ubeydeyi radıyallahü teala anhüm ecma'in göstererek, bu ikisinden birine bi'at ediniz, dedi. bu davranışı, kendinin halife olacağını gösteren bir nass bulunmadığını göstermiyor mu? nass varken başkasını tercih etmek haram olmaz mı? cevab: hazreti ebu bekrin bu hareketi, kendisinin halife yapılması için bulunan nassı başkalarına da söyletmek için, kurnazca ve nazikce yapılan bir davranışdır. kendi bildiğini, başkalarının ağzından herkese duyurmak içindir. bu ümmetin en üstünü hazreti ebu bekr olduğunu, islam alimlerinin çoğu bildirdi. hazreti osmandan sonra en üstün de, hazreti ali olduğu sözbirliği ile bildirildi. hazreti alinin, hazreti osmandan, hatta şeyhayndan üstün olduğunu bildirenler de oldu. kitabında, abdüllah bin ebi kuhafe isminin bulunduğu sahifede, nizal bin sebre diyor ki, hazreti ali peygamberimizden sonra, bu ümmetin en hayrlısı ebu bekrdir. ondan sonra ömerdir dedi. hazreti alinin böyle söylediğini, kendi oğlu muhammed bin hanefiyye ve abdi hayr ve ebu cuheyfe de haber verdiler. hazreti ali yine buyurdu ki, resulullah ileriye geçdi. ondan sonra ebu bekr geçdi. hazreti ömer üçüncü oldu. sonra fitne çıkdı. abdi hayr diyor ki, hazreti aliden işitdim: dedi. abdüllah bin ca'fer tayyar dedi ki, ebu bekr bize halife oldu. o çok hayrlı ve çok merhametli idi. mesruk dedi ki, . dan alınan yazı burada temam oldu. ibni haceri mekki buyuruyor ki, hazreti alinin üstün olduğunu söyliyenler, birkaç bakımdan üstün olduğunu bildirmişlerdir. bu üstünlük, fadli külli değildir. bu ise, üç halifeden başka olanlardan daha üstün olduğunu gösterir. eshabı kiramın ve tabi'inin ayrı ayrı üstünlükleri vardı. tabi'inin çoğu müctehid değildi. , müctehidlerin sözbirliği demekdir. bir mes'elede icma' varken, mukallidin sözüne uymak caiz değildir. icma' bulunmıyan işlerde çeşidli ictihadlar bulunur. münazara ve mürace'at olunarak, bu ihtilaflar ortadan kalkar. icma' hasıl olur. selefi salihinin bütün icma'ları böyledir. selmanı farisinin, sözü, ebu bekrin üstünlüklerinde, çeşidli ictihadlar olup, seçilmesine icma' hasıl oldu demekdir. ebu cuheyfe diyor ki, benim ictihadım, hazreti alinin herkesden daha üstün olduğunu gösteriyordu. hazreti ali, minberde bu ümmetin en üstünü ebu bekrdir. sonra ömerdir deyince, bu ictihadım yok oldu. imamı malikin sözü de, fadli cüz'i göstermekdedir. hazreti alinin radıyallahü teala anh daha üstün olduğunu bildiren azınlığın sözleri hep böyledir. sual: hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh daha üstün olduğunu bildiren kelam alimlerinin sözlerinin kesin olmadığı, zan etdikleri anlaşılmıyor mu? cevab: evet, kesin bildirenler olduğu gibi, zan edenler de oldu. zan ile bildirenler de, bu zanlarını ters olarak kullanmamış, yine müsbet olarak bildirmişlerdir. bu da ebu bekrin üstünlüğünden dönmenin mümkin olamıyacağını göstermekdedir. ehli sünneti açıklıyanların reisi olan ebülhaseni eş'ari, ebu bekrin üstünlüğünü kat'i olarak bildirmekdedir. başkalarının zan ile, ictihad ile seçildi demeleri, bu kesinliği değişdiremez. , ya'ni ehli sünnet alimleri, iki kısmdır: birinci kısmı, münazarada hep kazanmışlardır. bunlar hadis ilmiyle çok uğraşmamışlardır. ebu bekri bakıllani ve imamı razi, kadi beydavi ve kadi adud ve sa'deddini teftazani böyledir. ikinci kısm, hadis alimleridir. bunlar da münazaraya, derinliğe dalmamışlardır. acüri ve beyheki bunlardandır. biz mukallidler, her iki sınıf alimlerin sofralarının artıkları ile geçiniyoruz. bu yüksek alimlerin kaselerini yalamakla besleniyoruz. hazreti ebu bekrin üstünlüğü zannidir diyenlerin sözlerine dikkat edilirse, selefi salihinden, zıd haberler geldiği için, böyle söylemişlerdir. halbuki, bu haberlerin hakikatde zıd olmadıklarını yukarda açıkladık. ba'zıları da, üstünlüğü halife seçimindeki sözbirliği ile ölçmüşdür. halbuki, üstünlüğün daha nice şeylere bağlı olduğunu yukarda bildirdik. bunlardan biri, önce iman etmek idi. selefi salihinin sözlerinden anlaşılıyor ki, halife seçimi, üstünlük anlaşıldıkdan sonra oldu. üstünlük, de, ya'ni peygamberin halifesi olmakda şartdır. bu halifeliğin zemanı da otuz senedir. bundan sonra gelen halifelerde üstünlük şart değildir. bunu güzel anlatıyor. kitabın sonunda diyor ki:üstünlük, kesinlikle anlaşılabilen şey değildir. çünki, yalnız akl ile ölçülüp anlaşılamaz. mesela sevabın çokluğu görülerek üstündür denilemez. nakle dayanarak anlamak lazımdır. fıkh bilgisi de değildir ki, ile amel olunabilsin. bu mes'ele ilm işidir. bunda yakin, kesinlik lazımdır. birbirlerine uymıyan nasslar, yakin bilgi vermez. faziletin, sevabın çokluğuna sebeb olan şeylerin çok olması da kesinlik ifade etmez. çünki, sevab, allahü tealanın ihsanıdır. ibadet yapan birine sevab vermiyebilir. başkasının ibadetine ise, çok sevab verir. halife seçilmek, kesin olsa bile, üstünlüğü kesin olarak göstermez. olsa olsa, zan hasıl eder. o halde, nasıl olur da, üstün varken üstün olmıyanın imameti sahih olmaz sözü kesin olarak söylenebilir? bununla beraber, hazreti ebu bekrin, sonra hazreti ömerin, sonra hazreti osmanın ve sonra hazreti alinin üstün olduklarını, selefi salihin bize haber verdi. selefi salihine hüsni zan ederek, bunu bilmeselerdi, bildirmezlerdi deriz. bunun için, onlara tabi' olmamız vacib olur. doğrusunu allahü teala bilir deriz. amidi diyor ki, efdal olmak, birinin cahil, ötekinin alim olması veya ötekinin birinciden daha alim olması gibi iki dürlü olur. eshabı kiram için, böyle üstünlük, kesinlikle söylenemez. çünki, çoğunda hususi fazilet olduğu gibi, müşterek faziletleri de vardır. bir fazilet, birkaç faziletden daha kıymetli olabilir. bunun için, faziletleri çok olana en üstün denilemez. şerhı mevakıfın yazısı burada temam oldu. amid şehri, diyarı bekrin eski ismidir. da şahidliği anlatırken ve de diyor ki, , hadisi şerifde medh olunan ilk iki asrın alimleri demekdir. bunlara de denir. , dört delilden biridir. hiç hilaf olmadığı zeman, kat'i kesin olur. bir hilaf bulunursa, bu hilaf şaz ve nadir olsa bile, bu icma', zanni olur. kat'i olmaz. ehli sünnete göre, hazreti osmanın hilafeti hakdır. bu söz icma' ile bildirilmişdir. fekat hazreti osmanın, hazreti aliden üstün olduğunda icma' yokdur. görülüyor ki, hilafetin kat'i olması, üstünlüğün kat'i olmasına sebeb olmuyor. üstünlüğün zanni olması da hilafetin zanni olmasına sebeb olmuyor. hakiki üstünlük, allahü tealanın çok sevmesidir. bu ise, ancak vahy ile anlaşılır. medh olunmak, üstünlüğü göstermez. çünki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in medh olunmuşdur. sual: hazreti ebu bekrin halife olacağını gösteren hadisi şerifler, allahü tealanın yaratacağı şeyleri önceden haber vermek gibidir. hak olduğunu göstermez. gösterir desek bile caiz olduğunu gösterir. çünki üstünlükleri müsavi olan veya üstünlüğü az olan, halife olabilir. hadisi şerifi, allahü teala bunların halife olmasını irade etdiği için ita'at ediniz demekdir. çünki halife seçilene, üstün olmasa bile, ita'at etmek vacibdir. hadisi şerifi de, tesadüfen olacak şeyi haber vermekdedir. bu haberler üstünlüğü göstermez. diğer hadisi şerifler ve rü'yalar da, olacak şeyleri haber vermekdedirler denirse: cevab: iradei teşri'i, iradei tekviniye tabi'dir. allahü teala, belli zemanda, belli insanları yaratacağını ezelde bildi. bunlar için faideli olacak işleri de bildi. o insanları, o zemanda yaratmağı irade etdi. haramları ve halalleri ve emrlerini ayırdı. bunları takdir etmiş oldu. zemanları gelince yaratmakdadır. şeyhaynın halife olacaklarını ezelde irade etdi. bu iradesini resulüne bildirdi. resulullah da buyurarak, yi ve buyurarak, iradei teşri'yi bildirdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmesini ve ona imanın farz olmasını, ezelde irade etmesi gibi oldu. resulullaha imanın farz olması, halifelere ita'at etmenin vacib olması, onların faziletlerini gösterir. bu faziletden üstün bir fazilet olamaz. şeyhaynın halife olacaklarını haber veren elliden fazla delil vardır. bunların çoğu açık bildirilmişdir. sual: hazreti ömer ve hazreti osman, müt'a ve kıran haclarını yasak etdiler. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in bunlara karşı geldi. buna ne dersiniz? cevab: dört mezheb alimleri bildiriyor ki, hazreti ömer müt'a haccını inkar etmedi. mekkeliler için, ifrad haccı daha sevabdır buyururdu. haccın birçok nüsükünde, dört mezheb arasında da ihtilaflar vardır. bunlar ictihad ayrılıklarıdır. ictihad ayrılıkları bid'at değildir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem haccı nasıl yapdığını, eshabı kiram, bütün ayrıntıları ile haber verdiler. bu haberler arasında hiç ayrılık yokdur. ba'zı işleri ne niyyetle yapdığını anlamakda ihtilaf olmuşdur. şafi'i ve maliki, resulullahın haccı, idi dediler. hazreti ömer ve osman da bunu söylemişlerdir. sual: müt'a nikahı resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında vardı. hazreti ömer halife olunca yasak etdi. bu, sünneti değişdirmek değil midir? cevab: bunun için olan hadisi şeriflerde eshabı kiram ihtilaf halinde idi. hazreti ömer ihtilafa son verdi. icma' hasıl oldu. hazreti ömerin, resulullahın halifesi olduğu buradan da anlaşılmakdadır. müt'a nikahının haram edildiğini bildiren hadisi şerif buharide, müslimde ve muvattada yazılıdır. bunu haber verenlerden biri de hazreti alidir. sual: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, vefat edeceğine yakın kağıd, kalem istedi. hazreti ömer radıyallahü teala anh hastalık ağrıları ile söylüyor. bize allahın kitabı yetişir diyerek, bu emre karşı geldi denilirse: cevab: müşavere ayeti gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birçok işleri, eshabına danışırdı. birçok işde, eshabı kiramın dediklerine uygun vahy gelirdi. abdüllah bin ubeyyin cenaze namazını kılmak da böyle olmuşdu. hazreti ömerin fikrini söylemesi, bunun için idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ömerin sözünü doğru bulup, bir daha istemedi. perşembeden pazartesiye kadar, bir daha bunu tekrar etmedi. arzu etseydi, bu günlerde yine emr ederdi. yazılması lazım olsaydı, tekrar istemesi lazım olurdu. bu iş, hazreti ömerin, resulullah yanındaki kıymetini, şerefini gösteren vesikalardan biridir. kağıd getirmeği istiyenlere karşı, sorunuz. acaba sayıklamış olmasın demesi de suç olmaz. o sayıklamaz. hep doğru söyler. bunun için, iyi anlamak için sorunuz, demekdir. bununla beraber, sayıklıyormu sözünü hazreti ömerin dediğini bildiren sağlam haber yokdur. resulullah, hazreti alinin halife olmasını yazacakdı. hazreti ömer, bunun için mani' oldu demek, boş sözdür. gaibden haber vermek olur. halife yazmak isteseydi, hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh yazardı. çünki, hastalık günlerinde, hazreti aişeye bana baban ebu bekri çağır! ona yazacağım ki, biri çıkıp, kendisinin ebu bekrden hilafete daha layık olduğunu söylemesinden korkuyorum. allahü teala ve mü'minler, yalnız ebu bekrden razıdırlar buyurdu. bu hadisi şerif de yazılıdır. o sırada buyurması, yı istediğini göstermekdedir. sual: hazreti osman radıyallahü teala anh iş başına akrabasını getirdi. bu doğru mudur? cevab: hazreti ali de böyle yapdı. bu işleri için, bu büyüklere dil uzatılamaz. bunun gibi, hazreti ali, hazreti osmanın katillerine kısas yapmadı. ebu museleş'ariye ve ebu mes'udi ensariye saygı göstermedi. müslimanların kanlarının dökülmesine mani' olmadı. tebük gazvesinde bulunmadı. bunlar, hazreti alinin şerefini azaltmaz. hazreti osmanın kendi akrabasına ihsanda bulunması da, islamiyyetin emr etdiği birşeydir. sevabına kavuşmuşdur. bunları hep kendi malından verdi. beytülmaldan verseydi, suç denilebilirdi. fekat, beytülmalda olan hakkını almayıp, müslimanlara dağıtmak, suç değil, faziletdir. hazreti osmanın akrabası cihad etdiler. çok kahramanlık yapdılar. her mücahid gibi, bunlara da haklarını verdi. hazreti osman zemanında, islamiyyetin asyaya, afrikaya yayılmasında, onun bol ihsanlarının çok faidesi oldu. resulullah da, ganimetden, kureyş kabilesinden olanlara başkalarından daha çok verirdi. haşim oğullarına bunlardan da çok verirdi. hazreti ömerin demesi, onun işlerini beğenmediği için değil, faidesi olmaz demekdir. müctehidin, kendi ictihadı ile hareket etmesi suç olmaz. halifenin, dilediğini, dilediği işin başına geçirmesi hakkıdır. hatta vazifesidir. akrabası, kendisine daha ita'atli oldukları için, onları tercih etmesi iyi oldu. onların yapdığı yanlış işler, onun emri ile değildi. halifenin gaybı bilmesi lazım gelmez. velid bin ukbeye kısas yapmaması, şikayetleri değerlendirebilmek içindi. kufeliler, velid şerab içdi diye haber verdiler. doğrusunu anlayınca, hazreti aliye emr edip, velide had cezası vurdurdu. abdüllah bin mes'udün hazırladığı mushafı yakarak, müslimanları şeyhaynın radıyallahü teala anhüma mushafı üzerinde birleşdirdi. bu işi, ona hakaret değildir. islamiyyete büyük hizmetdir. ebu zer icma'a uymadığı için, onu medineden çıkardı. keyfi için çıkarmadı. sual: hazreti osman radıyallahü teala anh muhammed bin ebu bekrin feryadına yetişmedi. cevab: muhammed bin ebu bekr, hatadan ve günahdan ma'sum değildi. halifenin onu cezalandırması vazifesi idi. mektubunu hazreti osman radıyallahü teala anh yazmadı. bunu, kabilelerin, aşağı insanların yapdığını yazmakdadır. sual: hazreti osman, ubeydullah bin ömere radıyallahü teala anhüm ecma'in kısas yapmadı. cevab: halife, maktulün varislerine bol mal vererek onları razı etdi. fitneyi kaldırdı. bu da, hazreti osmanın radıyallahü teala anh güzel idareciliğinin bir örneğidir. sual: hazreti osman, çayır, çiftlik yapdı. cevab: evet yapdı. fekat, kendine mülk olarak yapmadı. beytülmal hayvanları için yapdı. böylece, beytülmala büyük hizmet etdi. hazreti alinin hazreti osmanın şehid edilmesi ile ilgisi olduğunu gösterecek hiçbir delil yokdur. buna hiçbir ihtimal de yokdur. katiller çok ve kuvvetli oldukları için, hazreti ali hemen kısas yapamadı. hazreti osmanın varisleri de kısas yapılmasını istemedi. katil de belli değildi. katiller, hazreti osmana karşı baği, asi idi. hazreti aliye ita'at etdiler. hazreti alinin halife seçilmesi meşru' idi. söz sahibleri bi'at etdi. talha ve zübeyr de hilafete karşı değildi. kısasın yapılmasını istemişlerdi. kitabında diyor ki, hazreti aliye, hazreti osmanın şehid edildiği gün bi'at olundu. muhacirler ve ensar bi'at etdiler. hazreti mu'aviye ile şamlılar bi'at etmedi. allahü teala, hepsini afv edeceğini bildirdi. fırkasına göre, ma'sum imamın yapdığı şeyleri, peygamber yapdı diye haber vermek caizdir. böyle inandıkları için, çok hadis uydurdular. deylemi ve hatib ve ibni asakir, kendilerinden önce gelen alimlerin sahih ve hasen hadisleri toplamış olduklarını gördüler. kendileri de za'if hadisleri topladılar. ve hadislerinin doğru olduklarını, bütün ehli hak, sözbirliği ile bildirmekdedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti alinin radıyallahü teala anh kucağında vefat etdiği ve hazreti aliye vasıyyet yapdığı sözleri doğru değildir. hazreti alinin harb etdikleri ile siz de harb ediniz sözü hadis değildir. imamiyyenin hazreti ali radıyallahü teala anh için geldi dedikleri ayeti kerimelerin hiç birinde hazreti alinin ismi olmadığı gibi, onun için olduğuna bir işaret de yokdur. halbuki, mağara ayetinin ve ba'zı ayetlerin hazreti ebu bekr için radıyallahü teala anh olduklarına açık işaretler vardır. böyle olduğunu şi'i kitabları da yazmakdadır. tathir ayeti, hazreti ali için olmayıp, zevcatı eshabı kiram tahirat içindir. mubahele ayeti de böyledir. mealindeki ayeti kerime de, hazreti ali için olmayıp, mü'min olan bütün akrabası içindir. denilen yerdeki hadisi şerif, ehli beyti sevmeği emr etmekdedir. bu hadisi şerifin sonunda . ve bunlara benzer şeyler yokdur. bunlar uydurulmuşdur. böyle uydurulmuş yüzlerce hadis vardır. bunları bildirenlerin arasındaki yalancıları islam alimleri ortaya koymuşlardır. sual: hadisi şerifde kıyamet günü, tanıdığım çok kimseyi havzımdan uzaklaşdırırlar: eshabım, diyerek onları çağırırım. fekat, bir ses işitilir ki: senden sonra, onların neler yapdığını bilmezsin buyuruldu. bu hadisi şerif, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in çoğunun yoldan sapacaklarını göstermiyor mu? cevab: veda' haccı hutbesinde, benden sonra kafir olmayınız! birbirinizin boynunu vurmayınız! buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, şeyhayn radıyallahü teala anhüma ve müslimanlarla harb etmiyenler, bunun dışındadırlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, şeyhaynı ve eshabı kiramdan çoğunu cennet ile müjdeledi. bu müjde, onların iman ile öleceklerini ve resulullahın havzı yanında ve cennetde, onun yanında bulunacaklarını bildirmekdedir. bundan başka, maide suresinin elliyedinci ayetinde mealen, ey iman edenler! dinden çıkarsanız, allahü teala, sizin yerinize başkalarını getirir. onları sever. onlar da allahü tealayı severler buyuruldu. bu ayeti kerime gösteriyor ki, mürted olanların karşısında bulunanları allahü teala sevmekdedir. bu da, hazreti ebu bekr zemanında oldu. cennetlik oldukları ismleri ile sıfatları ile bildirilen mubarek insanları kötü bilmek ve kötülemek büyük felaketdir. bedr gazasında bulunanların cennete gidecekleri açıkca bildirildi. bunlara dil uzatmak, büyük cahillikdir. sual: allahü teala, oniki halife gönderecekdir. bunların hepsi kureyş kabilesindendir hadisi şerifi oniki imamı rahmetullahi teala aleyhim ecma'in göstermiyor mu? cevab: ilk bakışda, bu hadisi şerifden, imamiyye fırkasının haklı olduğu anlaşılıyor. halbuki, hadisi şerifler, ayeti kerimelerde olduğu gibi, birbirlerini açıklamakdadırlar. abdüllah bin mes'udün haber verdiği hadisi şerifde, islam değirmeni otuzbeş sene döner. sonra helak olanlar bulunur. daha sonra gelenler, islamiyyeti yetmiş sene kuvvetlendirirler buyuruldu. bizim , bu hadisi şerifden anladığımız şudur: bildirilen vaktin başlangıcı, ilk cihadın başladığı, hicretin ikinci senesidir. otuzbeşinci senede, hazreti osman şehid edilerek, müslimanlar arasında ayrılık oldu. cihad ve islamiyyetin yayılması durdu. deve ve sıffin muharebelerinde, müslimanlar birbirlerini öldürdü. allahü teala, hilafete tekrar düzen verip, cihad tekrar başladı. beni ümeyye devletinin sonuna kadar devam etdi. abbasi devleti kurulurken, ortalık yine karışdı. çok müsliman öldü. sonra allahü teala, hilafete düzen verip, hülagunün bağdadı yakıp yıkmasına kadar sürdü. sa'd ibni ebi vakkasın haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. yarım gün ne kadar zemandır denilince sa'd, beşyüz senedir dedi. bu hadisi şerif, abbasi devletinin ömrünü göstermekdedir. birinci hadisi şerif i haber veriyor. bunun otuz sene olduğunu bildiriyor. bundan sonra gelen halifelere ya'ni ismini veriyor. her iki hilafetdeki halife sayısının oniki olacağını bildiriyor. bu oniki halifeyi oniki imam sanmak hiç doğru değildir. çünki, hadisi şerifde, diyor. demiyor. şi'iler de söyliyor ki, oniki imamın çoğu halife değildi. hadisi şerifde, oniki halifenin kureyş kabilesinden olduğu bildirildi. bu ise, hepsinin haşimi olmadığını göstermekdedir. imamiyye fırkası, oniki imamın, islamiyyeti yaydığını, memleketler aldıklarını söylemiyorlar. resulullah vefat edince, din örtüldü. imamlar yapdı, doğru yolu gösteremediler. hazreti ali bile bildiklerini söyliyemedi diyorlar. hadisi şerif, oniki imamdan sonra islamiyyetde gevşeklik olacağını haber veriyor. imamiyye ise, oniki imam temam olunca, isa aleyhisselam gökden inecek ve dini kuvvetlendirecek diyorlar. bizim anladığımıza göre, bu oniki halife, dört ve bunlardan sonra, hazreti mu'aviye ve abdülmelik ve dört oğlu ve ömer bin abdül'aziz ve abdülmelikin torunu veliddir. abdüllah bin zübeyrin bunun dışında kalması lazımdır. çünki, hazreti ömerin bildirdiği hadisi şerif, abdüllah bin zübeyrin halife olarak ortaya çıkması ve mekkei mükerremede kan dökülerek, ka'bei mu'azzamaya hürmetsizlik yapılmasına sebeb olması, bu ümmete gelecek musibetlerden biri olacağını göstermekdedir. yezid ve emevilerin diğer halifeleri, islamiyyete hizmet etmedikleri için, oniki halifeden sayılmazlar. sual: hazreti alinin radıyallahü teala anh çok kerametleri vardı. bunlar, onun üstünlüğünü göstermiyor mu? cevab: şihabüddini sühreverdi rahimehullahü teala buyurdu ki, eshabı kiramda keramet az göründü. hazreti alinin kerametleri kadar hatta daha çok, şeyhaynde de görüldü. kitabında yazılıdır. sual: ben ilm şehriyim. ali radıyallahü teala anh bunun kapısıdır hadisi şerifine ne denilir? cevab: bu hadisi şerif, elbet bir üstünlük gösteriyor. fekat, bunun gibi ve ve ve daha nice hadisi şerifler de vardır. , resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aişeye radıyallahü teala anha verdiği ismdir. hazreti alinin din bilgilerindeki üstünlüğü ve neseb ilminde, eshabı kiramın çoğundan ileride olduğu meşhurdur. fekat bunlar, şeyhaynden daha üstün olduğunu göstermez. hazreti alinin soyundan imamı muhammed bakır ile imamı ca'fer sadıkın radıyallahü teala anhüm ilmde, vera'da ve ibadetlerdeki kemalleri şübhesizdir. küleyni, imamı ca'fer sadıkın tesavvufculara düşman olduğunu yazıyor. ebu ca'fer muhammed razi küleyni, da bağdadda vefat etdi. kitabında onaltı bin hadis vardır. zeydiyye fırkası da turukı aliyyeye düşmandır. evliyanın büyüklerinden abdüllahi ensari rahimehullahü teala buyuruyor ki, binikiyüz veli gördüm. içlerinden yalnız sa'dun ve ibrahim, seyyidlerden idi. bunların ikisi de meşhur değildir. sonraki asrlarda gelen evliya arasında seyyidler varsa da, bunlar seyyid olmıyan mürşidlerden feyz almışlardır. kur'anı kerim ve hadisi şerifler açık olarak islamiyyete uymağı emr etmekdedir. tesavvuf yolunda hasıl olan şeyler hiç bildirilmemişdir. bunun için tam üstünlük, tesavvuf ile değil, islamiyyete hizmet etmekdeki ziyadelikle ölçülür. sual: peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat tabi' olanlarda, fena, beka, ma'rifetler, vahdeti vücud bilgileri gibi kıymetli şeyler hasıl oluyor. kerametler veriliyor. islamın beş şartını ise, her müsliman yapıyor. imamı gazali ve celaleddini rumi rahimehümullahü teala gibi büyük alimler, tevhidi vücudinin çok kıymetli olduğunu bildiriyor. o halde tesavvuf yollarının kaynağı olan hazreti alinin radıyallahü teala anh daha üstün olması lazım gelmez mi? cevab: islamın beş şartı, insanı allahü tealaya yaklaşdırmaz. bunlar, insanların dünyada iyi huylu olmalarını, iyi geçinmelerini sağlar diyen kimse dır. islamiyyeti yıkmak istemekdedir. islamiyyet, allahü tealanın rızasına kavuşdurur. islamiyyete uymıyanları allahü teala sevmez. bunlara azab yapacakdır. fekat, tesavvuf yolu, daha kolay kavuşdurur derse, bu kimseye sözünü isbat etmesini söyleriz. tesavvuf yolunun temeli, islamiyyetdir. islamiyyete uymıyan kimse veli olamaz. islamiyyete uymakda ve uydurmakda şeyhaynın en ileride olduklarını yukarıda uzun bildirmişdik. zikr ve murakabe ile kalbi temizlemeğe çalışmak, islamiyyete uymak demekdir. islamiyyetin delili, , , ve dır. de beş ilm vardır. mahlukları inceliyerek, allahü tealanın var olduğunu ve bir olduğunu anlamağı göstermekdedir. tarihi inceliyerek, iman edenlerin, islamiyyete uyanların mes'ud olduklarını, imansızların ise dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmakdadır. ahıretdeki ni'metleri ve azabları bildirerek, imanlı olmağa teşvik etmekdedir. dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmekdedir. müşriklerle, münafıklarla, yehudilerle, hıristiyanlarla ve yetmişiki fırkadaki sapık müslimanlarla nasıl geçinileceği bildirilmekdedir. tekrar edilmişlerden başka, onbin kadar hadisi şerif vardır. tekrar edilenleri de sayarsak, milyonu aşmakdadır. bütün bu , oniki ilmi bildirmekdedirler: kitabullaha ve sünnete yapışmak. islamın beş şartı, zikrler ve ihsan, ya'ni kalb bilgileri. tesavvuf, bu ihsanı elde etmekdir. mu'amelatdır. nafaka için ticaret, san'at ve zira'at bilgileri ve sosyal haklar bunun içindedir. iyi ahlak bildirilmekde ve övülmekdedir. köle azad etmek. fadail olan ameller ve eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in üstünlükleri. peygamberlerin ve mühim kimselerin tarihi. kıyamete kadar olacak mühim olaylar. kıyamet halleri. haşr, neşr, cennet ve cehennem. resulullahın hayatı sallallahü aleyhi ve sellem. kur'anı kerimi okumak ve tefsir etmek. melekler, şeytanlar, tababet gibi çeşidli ilmler. , ahkamı islamiyyede, ya'ni emr ve yasaklarda olur. bütün bu saydığımız ilmlerde, tevhidi vücudi bilgileri yokdur. , eshabı kiramın ve tabi'ini izamın iman etdikleri ve yapdıkları şeylerdir. bunlar zemanında bulunmayıp, sonradan ortaya çıkan din bilgileri, müslimanlık değildir. hadisi şerifi, bunu göstermekdedir. vahdeti vücud bilgilerinin birinci kısmda olmadığı meydandadır. bu bilgiler, seyyidüttaife cüneydi bağdadi zemanında da yokdu. , , , ve gibi sapık fırkalar da böyledir. bunlar da, selefi salihinden sonra ortaya çıkdı. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem başlıyarak, eshabı kirama ve tabi'ine ve kalbden kalbe akarak ta zemanımıza kadar gelen feyzler ise islamiyyetde vardır. buna ismi verilmişdir. denildi. islamiyyetden olan şeyler, ihlas ile, temiz niyyet ile yapılırsa, kıymetli olurlar. nefsin arzularına kavuşmak ve şöhret için olurlarsa, allahü tealadan uzaklaşdırırlar. cehenneme sürüklerler. sual: tesavvuf büyüklerinin sözleri, tesavvuf bilgilerinin daha üstün olduklarını göstermiyor mu? cevab: bir kimseyi allahü tealaya yaklaşdıracak işler islamiyyetde bildirilmişdir. bunlar arasından insanın haline ve zemanına göre seçilir. tesavvuf büyükleri, talebesini terbiye ederken , onun çeşidli hallerine göre, ona çeşidli vazifeler vermişlerdir. faideli işlerden birini ötekine tercih etmesi, ötekinin faidesiz olduğunu göstermez. her faideli işde iyi niyyete ehemmiyyet verirler. imamı gazali rahmetullahi aleyh, her işde ihlasa ehemmiyyet vermekdedir. ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, islama hizmet etmeği emr ediyor. cihadın ve ilm öğretmenin faziletine inanmıyan, dır. sual: şeyh muhyiddini arabi rahimehullahü teala buyuruyor ki, hazreti ali radıyallahü teala anh, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yaratıldığı toprakdan kalandan yaratıldı. resulullah ile ahıret kardeşi yapılması da bundandır. bundan daha üstün birşey olur mu? cevab: şeyhaynın daha üstün olduğu, islam bilgilerinden anlaşılmakdadır. burada olan kitab, sünnet, icma' ve kıyas bilgilerine bakmak lazımdır. tesavvuf büyüklerinin kalbleri ile keşfleri, şer'i şeylere delil olamaz. islamiyyetin hiçbir hükmü, bu keşflere dayanmaz. şeyh muhyiddini arabi rahimehullahü teala, allahü tealaya yaklaşdıran şeyleri sayıyor. bunlardan en yüksek olan sıddikiyyet derecesinin hazreti ebu bekre, muhaddisiyyet derecesinin hazreti ömere, uhuvvet derecesinin de hazreti aliye mahsus olduğunu bildiriyor. havariyyet derecesinin zübeyre, emanet derecesinin de ebu ubeydeye verildiğini yazıyor. böyle daha nice dereceler bildiriyor. bunlar, fadlı külliyi göstermez. kitabının birçok yerinde, eshabı kiramın, vilayet derecelerinden başka, peygamberlere benzetdiği derecelerini de bildiriyor. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra bu derecelerin devam etdiğini, ancak peygamber olmadıklarını uzun yazıyor. bizim anladığımız üstünlük de, işte bu peygamberlere aleyhimüsselam benziyen üstünlükdür. şeyhaynın radıyallahü anhüma üstünlüğü buradan gelmekdedir. bu üstünlüğe denir. kitabının birçok yerinde, bu üstünlük anlatılmakdadır. altmışdokuzuncu babının sonunda diyor ki, okurken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ibrahim aleyhisselama benzetiliyor. halbuki, ondan daha üstündür. bunun inceliğini, sahifelerle açıklarken sıddiklık derecesinin üstünlüğünü uzun anlatıyor. allahü teala, hususi feyzlerini, seçdiği, çok sevdiği kullarına çeşidli sebeblerle, vasıtalarla göndermekdedir. önce o kullarını bu feyzlere müste'id, elverişli yaratmakdadır. hazreti alinin bedenindeki toprak maddelerini de, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem toprak maddeleri gibi, nübüvvet feyzlerini almağa müste'id yaratmışdır. fekat, bu üstünlük, fadlı külli değildir. fadlı cüz'idir. vilayet derecesinin üstünlüğünü göstermekdedir. peygamberliğe benzemek değildir. sual: tesavvuf büyükleri, hazreti alinin radıyallahü teala anh üstünlüğünü gösteren rü'ya gördüklerini bildiriyorlar. hadisi şerifde buyuruldu. bu da, hazreti alinin daha üstün olduğunu göstermez mi? cevab: dinin hiçbir hükmü rü'ya ile bildirilmiş değildir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. fadlı külli böyle olur. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat halifesinin, onun gibi olması lazımdır. bu fakire göre, şeyhayn radıyallahü anhüma, güneş etrafındaki ışık saçan tabaka gibidir. hazreti ali radıyallahü anh, bu ışıkları alıp aks etdiren kamer gibidir. şeyhayn radıyallahü anhüma nun ışıklarını, hazreti ali de radıyallahü anh, nun ışıklarını saçmakdadırlar. bunun içindir ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, edinseydim, ebu bekri halil edinirdim ve ve ali bendendir. ben de ondanım buyurdu. bu fakir , resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ruhaniyyetine sordum: hazreti alinin radıyallahü teala anh nesebi daha şerefli ve hükmleri daha kuvvetli ve tesavvuf yolunun önderi olduğu halde, şeyhaynın radıyallahü teala anhüma daha üstün olmasının sebebi nedir? ruhuma şöyle cevab ihsan buyurdu ki, , bir de batın yüzü vardır. zahir yüzü ile, insanlar arasında adalet yapar, kardeşliği sağlar ve doğru yolu gösterir. bu vazifeyi yapmasında şeyhayn radıyallahü teala anhüma, onun elleri, ayakları gibidirler. batın vechinden kalblere feyz vermekdedir. şeyhayn, bunda da ortakdırlar! radıyallahü teala anhüm ecma'in. menbaı feyzu meani meclisi abdülhakim, menzili kurbı ilahi, sohbeti abdülhakim. melcei biçaregandır, derde dermandır hakim. ma'deni irfan, nurı sübhan, sırrı kur'andır hakim! urvetülvüska muhammed ma'sum farukinin kitabı farisi olup, üç cilddir. birinci cildde, ikincide, üçüncü cilddemektub vardır. bumektubdan altı adedi terceme edilerek aşağıda yazılmışdır. birinci cild. mektub hak sübhanehu ve teala, din ve dünya muradlarınıza kavuşdursun! dünya lezzetlerinin, fani ni'metlerin zararlarından kurtulmak için ilac, bunları islamiyyete uygun kullanmakdır. ya'ni, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakdır. islamiyyete uygun kullanılmazsa, bu lezzetler zararlı olur. allahü tealanın gadabına, azabına sebeb olurlar. hakiki, tam kurtulmak için, bu lezzetleri, mümkin olduğu kadar, terk etmelidir. terk edemiyenlerin, ilacını kullanmaları lazımdır. böylece, zararlarından kurtulurlar. bu lezzetleri terk edemeyip, ilacını da yapmayanlara, böylece felaketlere, derdlere sürüklenip, se'adetden mahrum kalanlara yazıklar olsun! islamiyyet, dünya lezzetlerini, zevklerini men' etmiyor. bunların hayvanlar gibi, azgın, zararlı kullanılmasını men' ediyor. nefslerinin arzularına tabi' olup, dünya lezzetlerini islamiyyete uygun kullanmıyanlar, böylece, faideli ve daimi olan cennet lezzetlerinden kaçanlar çok zevallıdır. allahü tealanın herşeyi gördüğünü bilmiyorlar mı? zararlardan kurtulmak için, dünya lezzetlerini islamiyyete uygun kullanmak lazım olduğunu işitmemişler mi? sorgu, sual günü elbet gelecek, herkesin, dünyada yapdıkları, önlerine serilecekdir. dünya zevkleri, lezzetleri peşinde koşanların, öldükden sonra dirilmek olduğuna, islamiyyete uyanların, cennet zevklerine kavuşacaklarına, islamiyyete uymıyanların, cehennem ateşinde yanacaklarına inanmadıkları anlaşılıyor. halbuki, bunların ilerici, büyük adam dedikleri avrupalılar, amerikalılar, cennete, cehenneme inanıyor. kiliseleri dolup taşıyor. avrupalıların ahlaksızlıklarına, namussuzluklarına ilericilik diyerek sarılan, onlar gibi ahirete inanan vatandaşlara gerici, yobaz diyerek saldıranların içyüzleri meydandadır. aklları olmıyan, nefslerinin, zevklerinin esiri olan bu zevallılara aldanmamalıdır. dünyada rabbinin rızasını kazanmış, onun haram etdiği şeylerden sakınmış olanlara, o gün müjdeler olsun! dünyanın yaldızlı hayatına aldanmayanlara, rabbin azabından korkarak, nefslerine hakim olanlara, evinde ve emrinde olanlara namaz kılmalarını emr edenlere müjdeler olsun, müjdeler olsun! allahü tealanın gösterdiği se'adet yolunda olanlara ve muhammed aleyhisselama tabi' olanlara selamlar olsun! ikinci cil ektub insan ile allahü teala arasında en büyük perde, insanın nefsidir. nefsini bırak da, bana gel! aradığın güneşi örten bulut, sensin! kendini bil! buyuruldu. nefsin aradan kalkması, vicdani ve zevki bir işdir. söz ve yazı ile bildirilemez. kitab okumakla anlaşılmaz. ezelde ihsan edilmiş olması ve allahü tealanın cezb etmesi lazımdır. sebebler alemi olan bu dünyada, muhabbet şartı ile, bir velinin sohbeti kafidir. muhabbet çok olduğu kadar, onun kalbinden yayılıp, kendine gelen feyzlerden, ma'rifetlerden çoğunu alıp, kemalata kavuşur. hadisi şerifi, bunu haber vermekdedir. ikinci cild. mektub ehlullahın vücudları, hayatda iken de, vefatlarından sonra da rahmetdir. diri iken verdikleri feyzleri ve bereketleri, öldüklerinden sonra da devam eder. feyzleri ve bereketleri, yollarından ayrılmıyanlara akmağa devam eder. dinde ortaya çıkarılan bid'atin, sünnetlerin nurlarını yok etmesine benzer. hayrlı işler yapmağa çalışınız! taat ve ibadet yapmakda yarış ediniz! merhumun evladına hizmet etmeği se'adet biliniz! onları islamiyyete uygun olarak sevindiriniz! ikinci cil ektub sevgili oğlum! dünyanın görünüşü tatlıdır, lezzetlidir. halbuki, hakikatde zehrdir. kıymetsizdir. onun tuzağına düşen, hiç kurtulamaz. bu zehr ile ölen, leş olur. buna gönül vermek delilikdir. yaldızlanmış necaset, şeker kaplanmış zehr gibidir. aklı olan, böyle sahte, yalancı güzelliğe aldanmaz. bozuk, zararlı zevklere gönül bağlamaz. bu kısa hayatında, sahibinin rızasını kazanmağa çalışır. ahıretde işe yarayacak şeyleri kazanır. kulluk vazifelerini yapar. allahü tealanın emrlerine sarılır. haram, yasak etdiği şeylerden sakınır. böyle yapmayıp, zararlı şeyler peşinde koşanlara yazıklar olsun! hakiki dostu üzmekden korkuyorum, bu korkudan, gece gündüz yanıyorum!dünya, allahü tealanın sevmediği, haram etdiği, zararlı şeyler demekdir. haramlardan sakınan, dünyaya aldanmamış olur. allahü teala, dünyada hiçbir zevki, hiçbir lezzeti yasak etmedi. bunları, azgın, taşkın, zararlı olarak kullanmağı haram etdi. gösterdiği, faideli, edebli şeklde kullanılmasını emr etdi. ikinci cil ektub bu dünyaya getirilmemizden maksad, allahü tealanın ma'rifetini elde etmekdir. ma'rifet iki nev'dir. birincisi, fen yolu ile, ya'ni nazar ve istidlal ile hasıl olur. bunu, islam alimleri bildirdi. ikincisi, keşf ve şühud ile, hasıl olur. bu, tesavvuf erbabından gelir. birincisi, ilm olup, akl ve fikr ile hasıl olur. ikincisi, hal olup kendindedir. birincisi, arifi yok etmez. ikincisi, yok eder. çünki, bu ma'rifet, ma'rufda yok olmakdır. kurb, bilinen hareket değildir, kurbı hak, varlıkdan kurtulmakdır! birincisi, ilmi husulidir. etraflı anlamakdır. ikincisi, idraki basit olup, etrafı yokdur. çünki, burada hazır olan hakdır. insan, fani olmuşdur. birincide nefs, inkar etmekdedir. çünki nefs ve kötü sıfatları mevcuddur. onun inadı ve arzuları yok olmamışdır. taşkınlıkdan ve azgınlıkdan kurtulamamışdır. iman varsa, görünüşdedir. ameller, ibadetler şekldedir. nefs, küfründe devam etmekde, mevlasına düşmanlıkdadır. hadisi kudside,nefsini, düşmanın bil! çünki o, bana düşmandır buyuruldu. bu ma'rifete denildi. bu iman yok olabilir. ikinci ma'rifetde, insan yok olduğu için, nefs imana gelmişdir. bu ma'rifet yok olmaz. buna denir. ameller de, hakiki olur. hadisi şerifde, ya rabbi! senden, sonu küfr olmıyan iman istiyorum buyuruldu. nisa suresinin. ey iman edenler! allaha ve resulüne iman ediniz! ayetinde, bu imana işaret edilmekdedir. imamı ahmed ibni hanbel, ilmde ve ictihadda en yüksek derecede olduğu halde, bişri hafinin kapısına giderek, bu ma'rifete talib oldu. sebebi soruldukda, o hak tealaya benden daha çok arifdir dedi. ebu hanife nu'manı kufi rahmetullahi aleyh, ömrünün son iki senesinde, ictihadı bırakarak, uzlet eyledi. vefatından sonra, rü'yada, dedi. uzletinin sebebi, bu ma'rifeti temamlamak idi. bu ma'rifetin neticesi olan, imanın kemaline kavuşmak idi. yoksa, ilmde ve amelde, derecesi çok yüksek idi. hiçbir amel, ictihad derecesine ulaşamaz. hiçbir ibadet, ders vermek makamına varamaz. amellerin kemali, imanın kemaline bağlıdır. ibadetlerin nuraniyyeti, ihlasın mikdarına bağlıdır. imanın kemali ve ihlasın mikdarı da, ma'rifete bağlıdır. bu ma'rifet ve imanı hakiki fenaya ve ölmeden evvel nefsin ölmesine bağlı olduğu için, fenası çok olanın, imanı kamil olur. bunun için, sıddikı ekberin imanı, bu ümmetin imanları toplamından fazla oldu. hadisi şerifde, buyuruldu. çünki, fenada, benzeri yok idi. hadisi şerifde, buyuruldu. ebu bekrin fenaya misal gösterilmesi, fenadaki kemaline delildir. çünki, eshabı kiramın hepsinde fena hasıl olmuşdur. bu ma'rifet kimde hasıl olursa, müjdeler olsun! nerde bulunursa, oraya koşmalıdır. ne yazık ki, aranılması lazım olan terk ediliyor. tahribi emr olunan, ta'mir ediliyor. kıyamet günü, hangi yüz ve hangi özr ile hesab verilecek? ikinci cil ektub insanın şerefi, iman ile ve ma'rifet iledir. mal ile ve mevkı' ile değildir. imanın kuvvetlenmesine çalışınız! ma'rifet derecelerinde yükselmeğe gayret ediniz! hadisi şerifde, ahiret için çalışanı, allahü teala, her arzusuna kavuşdurur. yalnız dünya işleri ardında koşanları helak eder buyuruldu. geçim sıkıntısı olanın, bir işde çalışması caizdir. kazanırsa, iyi olur. kazanamazsa, bu işin üzerine düşmemelidir. uğraşmasının sonu gelmez. zararı artar. islamda ilk fitne önsöz allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri herkese gönderiyor. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden dilediğine ihsan ederek afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem temiz ehli beytine ve adil, sadık eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in hayrlı düalar olsun! muhtasarında yazılı hadisi şerifde, eshabım arasında fitne çıkacakdır. bu fitneye karışanları, benimle sohbetlerinin hatırı için, allahü teala afv edecekdir. sonra gelenler, bu fitneyi dillerine dolayarak, körükliyecekler, bu yüzden cehenneme gideceklerdir buyuruldu. hindistanda, hicri yılında vefat eden, büyük islam alimi imamı rabbani ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh, ehli sünnet i'tikadını ve müslimanlığın doğru yolunu ve tesavvufun islam dininden ayrı birşey olmadığını bildirmek için, her memlekete mektublar yollamışdır. beşyüzden fazla olan bu mektubları, üç cild olarak toplanmış ve basılmışdır. ikinci cildin otuzaltıncı mektubunda, eshabı kiram arasındaki fitneyi uzun yazmakdadır. üçüncü halife hazreti osman radıyallahü anh zemanında, abdüllah bin sebe' adındaki yemenli bir yehudi, islamda ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. buna aldananlar, eshabı kiram arasına karışdılar. tarih boyunca, masonlar ve yehudiler tarafından desteklendiler. zeman zeman azarak, islamiyyeti içerden yıkmağa çalışmışlar ve çok müsliman kanı dökülmesine sebeb olmuşlardır. halbuki islamiyyet, birleşmeği, kardeş gibi sevişmeği emr etmekdedir. eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in düşman olanlar, zemanla oniki fırkaya ayrıldı. hepsi de, müslimanları aldatmak, parçalamak için, planlı olarak çalışıyorlar. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in birbirlerine düşman olduklarını söyliyor, o din büyüklerine, hazreti aliye radıyallahü teala anh uymadılar diyerek, çok kötü iftiralar atıyorlar. aydın din adamı, ilerici yazar gibi ismlere bürünen bu fitne ve fesadcılar, yalanlarını meydana çıkararak ve çirkin iftiralarını çürüterek, müslimanları uyandırmağa çalışmakda olan ehli sünnetin temiz hocalarına gerici, cahil diyorlar. bu mubarek hocaları lekelemeğe, gözden düşürmeğe yelteniyorlar. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, bunların söğmeleri ile kıymetden düşmedikleri gibi, bu hocaların kıymetleri de, bunların saldırmaları ile artmakda, şanları, şerefleri yükselmekdedir. din kardeşlerimizin, kardeşi kardeşden ayırmağa çalışan bu yıkıcıların yaldızlı iftiralarına aldanmamaları için, otuzaltıncı mektubu farisiden türkçeye terceme ederek adını verdik. insaf ile okuyan kıymetli gençlerin saf ruhlarının ve temiz vicdanlarının, ehli sünnetin haklı olduğunu göreceklerinden emin bulunuyoruz. allahü teala, müslimanları parçalanmakdan korusun! hepimizi, razı olduğu, beğendiği, ehli sünnetin doğru yolunda birleşdirsin! islam düşmanlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekden korusun! amin. evliyanın efdali, sıddikı ekber, ba'dehu faruk, ve zinnureynden sonra, alidir ol veliyullah. kalan eshabı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun, cemi'i alü eshabı kiramı severim fillah. aşerei mübeşşere ve fatıma, hasen ve hüseyn, bu ümmetden bunlara cennet ile neşhedü billah. ve gayri kimseye aynile cennetlik denilmez ki, o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah. ve eshabı kiramın cümlesinden sonra ümmetden, cemi'i tabi'in olmuşdur, efdalü evliyaillah. islamda ilk fitne imamı rabbani müceddidi elfi sani şeyh ahmedi faruki serhendinin rahimehullahü teala mektubatından, ikinci cildin otuzaltıncı mektubu, eshabı kiramın büyüklüğünü ve ehli sünnet mezhebi ile diğer bozuk mezheblerin eshabı kiram hakkındaki sözlerini bildirmekdedir. islamiyyetde ilk kopan fitnenin şi'ilik olduğunu ve ehli sünnet mezhebinin şi'iler gibi taşkınlık yapmadığını, hariciler gibi de, cahillik ve kısa görüşlülük yolunu tutmadığını göstermekdedir ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ehli beytini medh eylemekdedir. bu mektubumu yazmağa besmele okuyarak başlıyorum. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! o yüce peygamberin ehli beytine ve eshabının hepsine ve bütün mü'minlere bizden iyi düalar olsun! doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmağa özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitablarını okumak, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir ve onun ihsanlarının en kıymetlilerindendir. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici olan muhammed aleyhisselam, buyurdu. ya'ni, kişi, dünyada ve ahıretde sevdiği ile beraber olur. bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile beraber olur. onların allahü tealaya ma'nevi olan yakınlığında, onlar gibi olur. hareketleri, sözleri iyi olan, yükselmeğe elverişli olduğu anlaşılan kıymetli oğlum hace şerefeddin hüseynin bildirdiğine göre, o büyük ni'met, o çok güzel ahlak, sizde mevcuddur. çeşidli işleriniz ve dağınık düşünceleriniz olduğu halde, o büyükleri unutmuyorsunuz. dünya işleri etrafınızı sarmış iken, bu çok kıymetli ni'meti elden kaçırmıyorsunuz. bunun için, allahü tealaya çok hamd ve şükrler olsun! çünki, sizin se'adetiniz, sizin ni'metlere kavuşmanız, birçok kimsenin se'adete kavuşmasına yol açar. onların kurtulmasına, huzura kavuşmasına sebeb olur. yine o bildirdi ki, bu fakirin yazılarını okuyormuşsunuz. sözlerime kıymet veriyormuşsunuz. kendilerine birkaç kelime yazarsanız çok faideli olur dedi. onun bu arzusunu yerine getirmek için, size birkaç kelime yazmağa kalkdım. hindistanda, bu günlerde herkesin ağzında kimin hakkı idi? eshabı kiram şöyle idi, böyle idi, gibi sözler dolaşıyor. islam bilgilerinin ince bir kolu olan bu konuda çok kimseler, kendi kısa aklları, bozuk görüşleri ile, ulu orta konuşuyor ve yazıyorlar. kendilerini haklı göstermek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'nalar vermekden çekinmiyorlar. islam alimlerinin, doğru ve haklı olan sözlerini örtbas etmeğe çalışıyorlar. bunun için, bu konuda birkaç satır yazmağı ve ehli sünnet alimlerinin doğru ve haklı sözlerini müslimanlara duyurmağı ve bozuk fırkalarının yanlış yazılarını vesikalarla çürütmeği, böylece, hakikati ortaya koymağı uygun gördüm. ey temiz ruhlu ve yüksek yaradılışlı kardeşim! ehli sünnet mezhebinin alimleri rahimehümullahü teala, söz birliği ile, demekdedir. ya'ni, hazreti ebu bekr ile hazreti ömer, eshabı kiramın hepsinden daha yüksekdirler ve hazreti osman ile hazreti aliyi sevmek lazımdır, dediler. ehli sünnet ve cema'at denilen doğru yoldaki her müslimanın, bu ikisini üstün tutması ve o ikisini sevmesi lazımdır. hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin üstün olduğunu eshabı kiramın hepsi söz birliği ile bildirmişdir. bu söz birliğini de, tabi'ini izamın hepsi bize söz birliği ile haber vermişdir. böyle söz birliği olduğunu, bize din imamlarımızın büyükleri, mesela imamı şafi'i bildirmekdedir. i'tikadda mezhebimizin iki imamından biri olan ebül haseni eş'ari hazretleri buyuruyor ki: . hazreti alinin radıyallahü anh, halife iken ve memleketin idaresi ve kuvveti elinde iken, eshabından büyük bir cema'ate karşı buyurduğunu, imamı zehebi yazmakdadır ve bu üstünlüğün tevatür yolu ile bizlere geldiğini bildirmekdedir. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, insanların en üstünü ebu bekrdir. ondan sonra ömerdir. ondan sonra da, bir başkasıdır. dinliyenler arasında bulunan oğlu muhammed bin hanefiyye deyince, hazreti imamın dediğini, imamı buhari haber vermekdedir. ebu bekr ile ömerin en üstün olduklarını haber veren güvenilir, sağlam kimseler o kadar çokdur ki, tevatür halini almış, inanmak zaruri olmuşdur. buna inanmıyan, ya cahildir veya koyu müte'assıb ve inadcıdır. şi'i alimlerinin büyüklerinden olan abdürrezzak bin ali lahici , bu hakikatin pek açık olduğunu görerek, inkar edememiş, bu iki imamın en üstün olduklarını bildirmiş ve imamı ali, ebu bekrle ömerin, kendisinden daha yüksek olduğunu söylediği için, ben de onun gibi söylerim. ikisinin de daha yüksek olduklarına inanırım. eğer hazreti ali, onların daha yüksek olduğunu söylemeseydi, ben de söylemezdim. hazreti aliyi sevdiğim için, onun gibi söylerim. onu çok sevdiğim halde, onun gibi söylemez isem, günah işlemiş olurum demişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki damadının, ya'ni hazreti osman ile hazreti alinin halife oldukları zemanda fitneler çıkdığı için ve müslimanların işlerinde karışıklık çoğaldığı için, insanların kalbinde kırıklık, soğukluk hasıl olmuşdu. aralarına düşmanlık ve geçimsizlik girmişdi. bunun için, ehli sünnet ve cema'at alimleri, hateneyni ya'ni iki damadı sevmek lazım geldiğini bildirmişlerdir. böylece, bir cahilin çıkıp da, resulullahın eshabı kiramına dil uzatmasını önlemişlerdir. resulullahın halifelerinden, vekillerinden birine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır. görülüyor ki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevmek, ehli sünnet olmak için şartdır. hazreti aliyi sevmiyen, ehli sünnet değildir. buna denir. hazreti aliyi sevmekde taşkınlık eden, sevmekde aşırı yol tutan, onu sevmek için, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem eshabına sövmek lazımdır diyen, bunun için eshabı kirama rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in dil uzatarak, eshabı kiramın ve tabi'ini izamın ve selefi salihinin yollarından sapan kimseye denir. görülüyor ki, hazreti aliyi sevmekde, bunlar aşırı gitmekde, taşkınlık yapmakdadır. hariciler ise, hazreti aliye düşman olmakda, o, allahın arslanının kıymetini anlamamakdadır. ise, her iki tarafa sapmamış, orta yoldan gitmişdir. hak da, aşırı sağa ve sola sapanda değil, elbette doğru yolda gidendedir. sağa, sola taşmak, elbette çirkin ve tehlükelidir. ahmed ibni hanbel rahimehullahü teala haber veriyor ki, hazreti ali buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz bana dedi ki: ya ali! sen isa aleyhisselama benziyeceksin. yehudiler ona düşman oldular. annesi hazreti meryeme iftira etdiler. hıristiyanlar ise, onu aşırı severek, olmıyacak dereceye yükseltdiler. ya'ni, allahın oğlu dediler. hazreti ali, bundan sonra buyurdu ki: benim yüzümden iki çeşid kimseler helak olacaklardır. birisi, beni sevmekde taşkınlık yapanlar ve bende olmıyan şeyleri bana söyliyerek, aşırı övenlerdir. ikincisi, bana düşman olanlar ve düşmanlık ederek iftira yapanlardır. görülüyorki, hariciler, yehudilere benzetilmekdedir. sevmekde taşkınlık yapanlar da, hıristiyanlar gibi olmakdadır. bunların ikisi de, doğru yoldan ayrılmışdır. ehli sünnet için, hazreti aliyi sevmezler demek, onu şi'iler sever sanmak büyük, çok çirkin bir cahillikdir. şunu iyi anlamalıdır ki, sapık demek, hazreti aliyi sevmek demek değildir. resulullahın üç halifesine düşman olmak demekdir. eshabı kiramı kötülemek, onlara dil uzatmak kötüdür. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: nazm: muhammed aleyhisselamın alini sevmek şi'ilik ise, ey ins ve cin biliniz ki, ben şi'iyim. ya'ni şi'iler, şi'iliğin, muhammed aleyhisselamın alini, ya'ni ehli beytini sevmek olduğunu söyliyorlar. eğer şi'ilik, onları sevmek ise, şi'iler başımızın tacı olur. fekat, ehli beytden başkasına düşmanlık etmek doğru değildir. veya denir. resulullahın ehli beytini doğru ve uygun olarak sevenler, elbette ehli sünnetdir. ehli beytin yolunda olan, elbette bunlardır. ehli beyti seviyoruz ve onların yolunda gidiyoruz diyen, eğer diğer eshaba düşmanlık etmese ve eshabı kiramın hepsine saygı ve sevgi gösterse ve eshabı kiram arasındaki muharebelerin iyi sebeblerden meydana geldiğine inansa olur. sapık yolda olmakdan kurtulur. çünki, ehli beyti sevmemek, olmakdır. hem ehli beyti sevmek, hem de eshabı kirama saygı göstermek, hepsini sevmek, ehli sünnet olmakdır. görülüyor ki, mezhebsizlik, resulullahın eshabı kiramına düşmanlık etmekden doğmakdadır. çünki, ehli de, eshabı kiramdandır. sünnilik ise, eshabı kiramın hepsini sevmekdir. aklı olan, insaflı olan bir kimse, eshabı kirama düşmanlık etmeği, onları sevmekden daha üstün tutmaz. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği için, onun eshabının hepsini sever. ba'zıları, ehli sünnetin ehli beyte düşman olduklarını söyliyor. bu çok yanlış ve pek çirkin sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. çünki, ehli beyti sevmek, ehli sünnetin imanla gitmesine alametdir. ehli sünnet alimleri, son nefesde imanla gitmek için, ehli beyti çok sevmek lazımdır demişlerdir. bu fakirin babası çok alim idi. zahir ve batın ilmlerinde pek derin idi. herkese, durmadan, ehli beytin sevgisini aşılardı. onları sevmek, son nefesde imanla gitmeğe yardım eder, buyururdu. babamın ölüm hastalığında yanında idim. son dakikaları gelmişdi. dünya ile ilişiği az kalmışdı. ehli beyti çok seviniz dediği zemanları hatırlatdım. şimdi, bu sevginiz ne kadardır diye sordum. kendinden geçmek üzere iken buyurdu. böyle cevab verdiği için, allahü tealaya hamdü sena etmişdim. ehli beyti sevmek, ehli sünnetin sermayesidir. bunu anlıyamıyorlar. ehli sünnetin doğru ve yerinde olan sevgisini bırakarak, taşkın, aşırı bir yola sapıyorlar. aşırı ve taşkın olmıyan sevginin kıymeti olmaz sanarak, ehli sünnete eshabı kiram harici damgasını vuruyorlar. aşırı gitmek ile aşağı kalmak arasında doğru ve uygun bir yol bulunduğunu, hak ve doğru yolun, böyle olduğunu anlıyamıyorlar. aşırı yüksek ile pek alçak iki bozuk yol arasındaki hak ve doğru olan orta yolu bulmak şerefi, ehli sünnet alimlerine nasib olmuşdur. ehli sünnet alimlerinin bu doğru yolu bulmak için, durmadan, usanmadan yapdıkları çalışmalara, allahü teala bol bol mükafat versin. şi'iler de biliyor ki, haricilerle, ya'ni hazreti alinin ve evladlarının düşmanları ile, ehli sünnet döğüşdü. ehli beytin düşmanlarının cezalarını verenler, ehli sünnet idi. o vakt şi'iler yok idi. olsa da, yok denecek kadar az idi. yoksa bunlar, ehli sünnete, ehli beyti sevdikleri için şi'i mi diyorlar? bunun için, haricileri dağıtanları, kaçıranları şi'i mi sanıyorlar? çok şaşılır ki; ehli sünnete ba'zan harici diyorlar. muhabbetlerinin aşırı, taşkın olmadığını görünce harici sanıyorlar. ehli beyte olan, o büyüklere uygun, yakışan sevgiyi gördükleri zeman da, ehli sünneti şi'i sanıyorlar. bunun içindir ki, çok cahil olduklarından, ehli sünnet alimlerinden ehli beytin muhabbetini işitince, bunları kendilerinden sanıyorlar. muhabbetde taşkınlık yapılmamasını söyliyen ve üç halifeyi de sevdirmeğe çalışan ehli sünnet alimlerine de, harici diyorlar. bunların, ehli sünnet alimlerine olan haksız ve yersiz sözlerine yazıklar olsun. hazreti aliye radıyallahü anh olan muhabbetin aşırı ve taşkın olmasından dolayı, hazreti aliyi sevmek için, üç halifeye ve eshabı kiramdan çoğuna düşman olmak lazımdır, diyorlar. insaf etsinler, böyle muhabbet olur mu? resulullahın halifelerine düşman olmak ve onun eshabı kiramını sövmek ve kötülemek şart tutulan bir çılgınlığa, muhabbet ismi verilebilir mi? ehli sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, ehli sünnetin, ehli sevgisine eshabı kiramın hepsinin sevgisini de katmasıdır. eshabı kiram arasındaki ayrılıkları, muharebeleri bildiği halde, onların hiç birini kötülememesidir. ehli sünnet, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinin kıymetini ve şerefini anlıyarak, eshabı kiramın kötü düşünüşden, inaddan, birbirini çekememekden kurtulduklarını, tertemiz olduklarını bildirmekde, herbirinin üstün, kıymetli olduğunu söylemekdedir. bununla beraber, bu muharebelerde, haklı olana haklı, yanlış olana hatalı demişdir. fekat, bu hataların, nefsin isteklerinden, kötü arzularından hasıl olmadığını, re'y ve ictihad ayrılığı olduğunu beyan eylemişlerdir. ehli sünnet de, eshabı kiramın çoğuna düşmanlık etse idi ve bu din büyüklerini kötüleseydi, hoşlarına giderdi. o zeman, ehli sünnete dil uzatmazlardı. bunun gibi haricilerin de, ehli sünneti sevmeleri için, ehli sünnetin de, ehli beyte düşman olması lazımdır. ya rabbi! sen bize doğru yolu gösterdikden sonra, kalblerimizi kaydırma! sonsuz rahmet hazinelerinden bizlere de ihsan et! iyilikleri veren ancak sensin. ehli sünnet alimlerinin büyükleri buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin eshabı kiramı, birbirleri ile muharebe ederken üç fırkaya ayrılmışlardı: birinci fırkada bulunan eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, olayları inceliyerek, hazreti ali yanında bulunanların haklı olduğunu ictihad eylediler. ikinci fırkadakiler, karşı tarafdakilerin haklı olduğunu, ictihad ile anladılar. üçüncü fırkada olanlar, durakladılar. bir tarafın haklı olduğunu gösteren ictihada varamadılar. birinci fırkada olan eshabı kiramın, kendi ictihadlarına uyarak, hazreti aliye yardım etmeleri vacib oldu. ikinci fırkada bulunan eshabı kiramın da, kendi ictihadlarına uyarak, karşı tarafa yardım etmeleri lazım oldu. üçüncü fırkada olanların, bu işe karışmaması lazım oldu. bir tarafa yardım etmeleri hata olurdu. her üç fırkada bulunanlar da, kendi ictihadlarına göre hareket etdiler. herbiri, kendilerine lazım ve vacib olanı yapdılar. o halde, böyle yapdıkları için ne diyebiliriz? hangisine dil uzatabiliriz? imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, allahü teala, bu kanlara ellerimizi bulaşdırmakdan bizleri korudu. biz de dillerimizi karışdırmakdan korumalıyız. ömer bin abdül'azizin de böyle söylediği haber verilmişdir. bu sözden anlaşılıyor ki, bu üç fırkada bulunan eshabı kiramın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lazımdır. hadisi şerifde de böyle buyuruldu. hadisi şerifi gösteriyor ki, eshabım anıldığı zeman, birbirleri ile olan muharebeleri söylenildiği zeman kendinizi koruyunuz. bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekden sakınınız! bu emre uymak lazımdır. bununla beraber, ehli sünnet alimlerinin çoğunun anladığına göre, hazreti ali ile birlikde olanlar, haklı idi. karşı tarafda bulunanlar hataya düşmüşdü. fekat bu hataları, ictihad hatası olduğu için bir şey denemez. o büyüklere dil uzatmamıza sebeb olamaz. hata edenler de, haklı olanlar gibi, kötülenemez ve aşağılanamaz. o muharebeler yapılırken, hazreti alinin radıyallahü anh kardeşlerimiz bize uymadı. onlar kafir değildirler. fasık da olmadılar. çünki, anladıklarına göre ictihad eylediler. kafir ve fasık olmazlar buyurduğu haber verilmekdedir. görülüyor ki, ehli sünnet de ve şi'iler de, hazreti ali ile harb edenlerin hata etdiklerini, hazreti alinin haklı olduğunu söylemekdedir. lakin, ehli sünnet alimleri, bu hatanın, görüş, anlayış hatası olduğunu, bundan başka birşey söylenemiyeceğini bildiriyor. o büyüklere dil uzatmakdan, onları kötülemekden kaçınmak lazımdır diyorlar ve insanların en hayrlısının sohbetinin şerefini, hakkını gözetmeliyiz buyuruyorlar. çünki peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: eshabımın hakkını gözetmekde, allahü tealadan korkunuz! benden sonra, onlara dil uzatmayınız!. bu emrin ehemmiyyetini göstermek için iki kerre tekrar buyuruyor. bir hadisi şerifde de, eshabımın hepsi gökdeki yıldızlar gibidir. hangi birisine uyarsanız, hidayete, se'adete kavuşursunuz! buyuruldu. eshabı kiramın herbirini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lazım geldiğini gösteren, başka çok hadisi şerifler de vardır. bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lazımdır. onların ufak tefek hatalarının da, iyi niyyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. ehli sünnet mezhebi böyledir. ba'zıları, burada taşkınlık gösteriyor. hazreti ali ile harb edenlere kafir diyorlar ve söylenemiyecek çirkin kelimeleri ve iğrenç, bayağı sözleri ağızlarına alıyorlar. dillerini kirletiyorlar. böyle davranışları ile, eğer hazreti alinin haklı olduğunu ve onunla harb edenlerin yanıldıklarını anlatmak istiyorlarsa, bunu bildirmek için, ehli sünnet gibi söylemeleri yetişir. adalete, insafa yakışan yol da öylece anlatmakdır. bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezheb olmaz. bunlar, bu kötü yolu kendilerine din ve mezheb ediniyor. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına düşmanlık etmeği, sövmeği, din ve iman sanıyorlar. bu nasıl dindir ve nasıl mezhebdir ki, imanlarının temeli, resulullahın eshabına radıyallahü teala anhüm ecma'in sövmek olmakdadır. bir hadisi şerifde, müslimanlar yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. bunlardan yetmişikisi, bozuk inanışlarından dolayı, cehenneme gidecekdir. yalnız birisi kurtulacakdır buyuruldu. bu yetmişiki bid'at fırkasından herbiri, çeşidli bid'atler meydana çıkararak, ehli sünnetden ayrıldılar. bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, eshabı kirama düşmanlık yapanlar oldu. yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan ehli sünnetden en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlar oldu. din büyüklerine sövmeyi, bunlara la'net etmeği, imanlarının, mezheblerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir. bunlar, zemanla oniki fırkaya ayrıldı. hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de eshabı kirama kafir demekden çekinmemekdedir. hulefai raşidine sövmek ibadet olur, diyorlar. bununla beraber, kendilerine rafızi dedirtmekden kaçınıyorlar. rafıziler bizden başkalarıdır, diyorlar. çünki rafızilerin kıyametde azab göreceklerini bildiren hadisi şerifler olduğunu kendileri de bilmekdedir. rafızi isminden kaçındıkları gibi, keşki bu kelimenin ma'nasından da sakınsalardı ve resulullahın eshabı kiramına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu. hindistandaki hindular da kendilerine hindu diyor. kafir demiyorlar. kendilerini kafir bilmiyorlar. darülharbde bulunanların kafir olduğunu söyliyorlar. çok yanılıyorlar. her iki memleketde bulunanları da kafirdir. gitdikleri yol küfr yoludur. bunlar, acaba resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytini de kendileri gibi mi sanıyorlar? onları da, ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma düşman mı biliyorlar? böyle sanmaları, ehli beytin büyüklerini münafık, ikiyüzlü bilmek olur. hazreti alinin radıyallahü anh diğer üç halife ile tam otuz sene idare yollu görüşdüğünü, onlara olan düşmanlığını sakladığını ve hakları olmadığı halde, onları üstün tutduğunu, onlara saygı gösterdiğini söyliyorlar. bu sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. bunlar, ehli beyti, resulullahı sevdikleri için seviyor iseler, resulullahın düşmanlarını da düşman bilmeleri lazım gelirdi ve resulullahın düşmanlarına, ehli beytin düşmanlarından daha çok söğmeleri ve la'net etmeleri icab ederdi. halbuki bunların, resulullahın en büyük düşmanı olan ve onu çok inciten ve sayısız sıkıntılar yapan ebu cehle sövdükleri ve la'net etdikleri, onun kötülüğünü anlatdıkları, hiç görülmemiş ve işitilmemişdir. resulullahın en çok sevdiği hazreti ebu bekri, kendi bozuk görüşleri ile ehli beytin düşmanı sanıyorlar. bu yüzden ona söğüyor ve kötülemek için ağızlarına geleni söyliyorlar. şanına yakışmıyacak şeyleri iftira ediyorlar. bu nasıl dindir ve mezhebdir? allah göstermesin! hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin ve bütün eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in, resulullahın ehli beytine radıyallahü anhüm düşman olacakları, hiç düşünülebilirmi? bu insafsızlar, saygısızlar, keşki, ehli beytin düşmanlarına söğselerdi. sahabei kiramın büyüklerinin ismlerini söylemeselerdi, din büyüklerini kötü sandıracak hale düşmeselerdi, çok iyi olurdu. böyle yapsalardı, ehli sünnet ile aralarında ayrılık kalmazdı. çünki, ehli sünnet de, ehli beytin düşmanlarını düşman bilmekde ve onları kötülemekde ve söğmekdedir. ehli sünnetin çok ince, çok güzel bir sözü de şudur ki, çeşid çeşid küfrlere dalmış olan belli bir kimsenin bile cehenneme gideceğini söylememelidir. tevbe edebilir, tekrar müsliman olabilir derler. böyle kimselere de, ismini söyliyerek la'net etmeğe izn vermezler. adını söyliyerek, belli bir kafire la'net etmemelidir. kafirlere la'net olsun demelidir, derler. ölürken imansız gitdiği kesin olarak bilinen kimselere la'net olunabilir derler. bunlardan ba'zıları, sıkılmadan, çekinmeden hazreti ebu bekr ile hazreti ömere la'net ediyorlar ve sahabei kiramın büyüklerine dil uzatıyor, onlara söğüyorlar. allahü teala, bu zevallıların doğru yola gelmelerini, bu yanlış, bozuk yoldan kurtulmalarını nasib eylesin! amin. bu konuda, ehli sünnet ile bunlar arasında iki büyük ayrılık vardır: ehli sünnet alimlerine göre, dört halifenin de hilafetleri hakdır, doğrudur. çünki, gaybdan haber veren hadisi şeriflerden birisinde, buyuruldu. ya'ni tam, kamil hilafet otuz senedir. bu otuz sene hazreti alinin hilafeti ile temam oldu. bu hadisi şerif, dört halifenin de haklı olarak halife olduklarını göstermekdedir ve halifelik sıraları da haklıdır. ehli sünnet olmıyanlardan bir kısmı, üç halifenin haksız olarak halife olduklarını söyliyorlar. hilafeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar. yalnız, hazreti ali haklı olarak halife olmuşdu, diyorlar. hazreti alinin diğer üç halife zemanında ses çıkarmaması, onlara ita'at etmesi, ortalığı idare etmek, fitne çıkarmamak içindi diyorlar. peygamber efendimizin eshabı kiramının, birbirleriyle yalandan ahbablık etdiklerini, ikiyüzlü olduklarını sanıyorlar. geçinmek için birbirlerine dost göründüklerine inanıyorlar. çünki, bunların söylediğine göre, hazreti alinin halife olmasını istiyenler, üç halifenin adamları ile istemiyerek arkadaşlık etmiş ve olduğu gibi görünmemişlerdir. onlar da, hazreti aliyi sevmedikleri halde, güleryüz göstermişler, düşmanlıklarını gizlemiş, dost olarak görünmüşlerdir. bunların söylediğine göre, eshabı kiramın hepsi ikiyüzlü ve yalancı olmakdadır. içlerinde olanın aksini göstermişlerdir. bunlara göre, muhammed aleyhisselamın ümmetinin en kötüleri, eshabı kiram olmakdadır. sohbetlerin, toplantıların en kötüsü de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti olmakdadır. çünki, bu kötü huylar, onlara, onun sohbetinden, onun nasihatlarından gelmiş oluyor. dünyanın en kötü zemanı eshabı kiramın zemanı olmakdadır. çünki: ikiyüzlülük, düşmanlık, birbirini çekememek, kin tutmak ile yaşamış oluyorlar. halbuki, kur'anı kerimde, feth suresinin son ayetinde mealen, buyuruldu. böyle kötü inanışlardan allahü tealaya sığınırız. bu ümmetin önde gelenleri, en üstünleri böyle kötü huylu olurlarsa, sonra gelenlerde hiç iyilik bulunabilir mi? acaba, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinin üstünlüğünü ve ümmetin iyiliğini bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri işitmemişler mi? yoksa bunlara inanmıyorlar mı? kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bizlere eshabı kiram ulaşdırdı. eshabı kiram kötülenirse, onların bizlere bildirdiği din de kötülenmiş olur. allahü teala, böyle bozuk sözlerden, çirkin inanışlardan bizleri korusun! böyle sözlerle, islamiyyeti yıkmağa uğraşdıkları anlaşılıyor. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytini sevmek maskesi altında, islamiyyeti bozmağa çalışıyorlar. resulullahın islamiyyetini yok etmek gayesinde oldukları anlaşılmakdadır. allahü teala, yurdumuzdaki müslimanları aldanmakdan korusun! keşki, hazreti aliyi radıyallahü anh sevenlere saygı gösterselerdi. onları münafık, ikiyüzlü bilmeselerdi. hazreti aliyi sevenler ile ona karşı olanların birbirleriyle yalandan arkadaşlık etdikleri, otuz sene birbirlerini aldatdıkları söylenirse, bunların hangisinde iyilik kalır? bunların hangisinin sözüne güvenilebilir? hazreti ebu hüreyreye radıyallahü anh söğüyorlar, onu kötülüyorlar. onu kötülemekle, islamiyyetin emrlerinin, yasaklarının yarısını kötülemiş, çürütmüş olduklarını anlıyamıyorlar. çünki, müctehid olan derin alimler buyuruyorlar ki, islamiyyetin emrleri ve yasakları üçbin hadisi şerifden çıkarılmışdır. ya'ni ahkamı islamiyyeden üçbini, hadisi şeriflerden anlaşılmışdır. bu hadisi şeriflerden binbeşyüz danesini hazreti ebu hüreyre haber vermişdir. bunun için, onu kötülemek, ahkamı islamiyyenin yarısını çürütmek, kıymetden düşürmek olur. imamı buhari buyuruyor ki, islam alimlerinden sekizyüzden fazla kimse, hazreti ebu hüreyreden hadisi şerif alıp bildirmişdir. bunlardan çoğu eshabı kiramdan ve tabi'ini izamdan idi. mesela abdüllah ibni abbas ve abdüllah ibni ömer ve cabir bin abdüllah ve enes bin malik hazretleri, hazreti ebu hüreyreden hadisi şerif nakl etmişlerdir radıyallahü anhüm. hazreti ebu hüreyreyi kötüliyen bir hadisi şerif söyliyorlar ve bunu hazreti ali haber verdi diyorlar. bu sözleri uydurmadır. bu sözün iftira olduğunu derin alimler meydana çıkarmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ebu hüreyrenin ilminin, zekasının artması için düa buyurduğunu bildiren hadisi şerif alimler arasında meşhurdur ve buhariyi şerifde kısmında yazılıdır. şöyle ki: ebu hüreyre radıyallahü anh buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yanında oturuyorduk. buyurdu ki, içinizden hanginiz elbisesini çıkarıp yere yayar? ba'zı şeyler söyliyeceğim. sonra elbisesini toplayıp, katlasın, sözlerimi hiç unutmaz. paltomu çıkarıp yaydım. resulullah efendimiz dilediğini söyledi. paltomu giydim. göğsümü kapadım. bundan sonra, işitdiğim hiç bir şeyi unutmadım. hazreti ebu hüreyre gibi bir din büyüğünü, hazreti aliye düşman sanarak o mubarek zatı söğüp kötülemek ne kadar insafsızlıkdır. bu taşkınlıklar, hep aşırı sevmekden ileri gelmekdedir. nerede ise imanları gidecek. eğer onların zannetdiği gibi hazreti alinin üç halifeye istemiyerek ita'at etdiğini, iki yüzlü olarak geçindiğini düşünsek bile, onun iki halifeyi öven sözleri her tarafa yayılmış bulunmakdadır. bu sözlerine ne diyecekler? mesela, hazreti alinin radıyallahü anh halife iken ve memleket idaresi elinde iken, üç halifenin haklı ve doğru olarak halife olduklarını bildirdiğini bütün kitablar yazmakdadır. buna ne cevab verecekler? çünki ikiyüzlülük, nihayet kendi hakkı bildiği hilafeti istememek ve üç halifenin haksız olarak halife olduklarını söylememekdir. üç halifenin hilafetlerinin doğru olduğunu söylemek ve hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin müslimanların en üstünü olduklarını bildirmek, hiç de ikiyüzlülük olmayıp, bir hakikati ortaya koymakdır. bundan başka, üç halifenin ve daha birçok sahabinin üstünlüklerini bildiren ve dünyanın her tarafına yayılmış olan sahih ve sağlam hadisi şerifler vardır. eshabı kiramdan birçoğunun cennete gideceği, hadisi şeriflerde ismleri ile müjdelenmişdir. bu hadisi şeriflere ne diyecekler? çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ikiyüzlülük yapacağını söylemek hiç caiz değildir. her peygamberin, her hakikati olduğu gibi bildirmesi lazımdır. eshabı kiramı öven ayeti kerimelere acaba ne diyecekler? ayeti kerimelerde ikiyüzlülük hiç düşünülemez. allahü teala, insaf versin! aklı olan herkes bilir ki, ikiyüzlülük çok kötü bir huydur. hainlikdir. allahın arslanı olan hazreti alide bu kötülüğün bulunacağını söylemek, çok yersizdir. insanlık icabı bir iki sa'at veya bir iki gün böyle olacağı düşünülse bile, allahın arslanının tam otuz sene, hep bu kötü huyla yaşadığını söylemek, çok çirkin bir iftiradır. küçük günaha devam etmenin büyük günah olduğu bildirilmişdir. hainlerin, münafıkların alameti olan bu kötü sıfata senelerce devam edenin hali acaba neye varır. bu sözlerinin kötülüğünü keşki anlasalardı da, hazreti aliyi kötü duruma düşürmemek için, iki halifenin üstünlüğünü inkardan vaz geçseler idi, ne iyi olurdu. münafıkların alameti olan ikiyüzlülüğün kötülüğünü anlasalardı, hazreti aliyi böylece lekelemek belasından kurtulurlardı. iki beladan hafifini kabul ederek, ikincisinden kurtulmuş olurlardı. şunu da söyliyelim ki, iki halifenin daha üstün olduğuna inanmaları, hiç de bela değildir. ya'ni hazreti aliyi küçültmez. hazreti alinin halifeliğe hakkı olduğunu ortadan kaldırmaz. onun, halifeliğe hakkı ve vilayet derecesinin yüksekliği ve hidayet, irşad mertebesinin kuvveti, yine olduğu gibi kalır. halbuki, birinci olarak halife olmak hakkı idi, bu hakkını elinden alanlara istemiyerek dost göründü demek, o büyük imamı küçültmek, kötülemek olur. çünki, ikiyüzlülük, münafıkların alametidir ve yalancıların, aldatıcıların huyudur. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı arasındaki döğüşmeler, çekişmeler, iyi düşüncelerle, faideli sebeblerle meydana gelmişdir. onların hiçbiri nefslerine uymamış, inad ile birşey yapmamışlardır. çünki, eshabı kiramın nefsleri, resulullahın sohbetinde tertemiz olmuşdu. kalblerinde birbirleri için düşmanlık ve kin ve inad kalmamışdı. herbiri islam alimlerinin hepsinden daha yüksek birer müctehid olmuşdu. her müctehidin kendi ictihadına göre iş yapması vacibdir. ba'zı işlerde müctehidlerin ictihadları, ya'ni hak olarak, doğru olarak gördükleri, birbirlerine elbette uymaz. ictihadları uymayınca, işleri de elbette birbirine uymaz, çatışır. çünki, herbirinin kendi ictihadına göre hareket etmesi doğru olur. işte bundan dolayı, eshabı kiramın işlerinin birbiriyle çatışması, hak için, doğruyu meydana çıkarmak için çalışmalarından hasıl olmuşdur. bu çalışmaları, birbirlerine uymaları demekdir. ayrılıkları, çatışmaları, nefsi emmarenin arzularını yerine getirmek için değildir. ba'zı kimseler, hazreti ali ile harb edenlere kafir diyor. onlara çirkin şeyler söyliyor, kötülüyorlar. halbuki, eshabı kiram, ictihad edilmesi lazım olan işlerin birkaçında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden de ayrıldılar ve resulullahın bulduğuna, bildirdiğine uygun söylemediler. bunların hakkı, doğruyu, resulullahın bildirdiğinden başka bulmalarını ne allahü teala ve ne de onun resulü kötülemedi. kendilerine acı birşey bile söylenmedi. vahy inmekde iken, hiçbiri bu yüzden suçlu görülmedi. böyle olunca, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihad sahiblerine, nasıl olur da kafir denilebilir? ictihadları hazreti alinin ictihadına uymıyanlar, niçin kötülenebilir? hazreti ali ile harb edenler, onların dillerine doladıkları birkaç kişi değildi. islam büyüklerinden binlerle kimse idi.kısası enbiyada, hazreti ali radıyallahü teala anh ile harb edenlerin sayısının, cemel, ya'ni deve vak'asında otuzbin olduğu yazılıdır. sıffin vak'asında, hazreti ali ile harb edenlerin yüzyirmibin kişi olduğu bildirildi. her ikisinde ölenlerin toplamı kırkbeşbin idi. yukarıda bildirdiğimiz gibi, abdüllah bin sebe' ismindeki yehudi ve arkadaşları, müsliman görünerek, eshabı kiram arasına fitne sokdular ve binlerce müslimanın şehid olmasına sebeb oldular. yehudilerin birçok peygamberi dahi şehid etdikleri kur'anı kerimde bildirilmekdedir. eshabı kiramın büyüklerine, hatta cennet ile müjdelenmiş olanlarına, kafir demek ve onlara çirkin şeyler söylemek kolay bir iş değildir. ağızlarından çıkanın kötülüğünü keşki anlasalardı. islam dininin yarısına yakın bilgilerini bunlar bildirmişdir. bunlar kötülenirse, dinin yarısına güven kalmaz. bunlar nasıl kötü olabilir ki, islam alimlerinden hiçbiri bunlardan birinin bildirdiği haberi red etmemişdir. hazreti ali de, bunlardan işitdiğini haber vermekdedir. kur'anı kerimden sonra yeryüzündeki en doğru kitabın kitabı olduğunu şi'iler de biliyor ve söylüyor. bu fakir , şi'i alimlerinin büyüklerinden olan ahmed tebtiden işitdim ki, diyordu. bu kitabda, hazreti ali ile birlikde olanların bildirdiği haberler bulunduğu gibi, karşı tarafdakilerin bildirdiği haberler de vardır. haber verenin, iki tarafdan birinde bulunması, haberin kıymetini azaltmamış ve artdırmamışdır. hazreti alinin bildirdiği haberi yazdığı gibi, hazreti mu'aviyenin bildirdiği haberi de kitabına yazmışdır. eğer hazreti mu'aviyede ve onun bildirdiği hadisi şerifde bir şübhesi olsa idi, onun bildirdiği haberi kitabına elbette sokmazdı. bunun gibi, bütün hadis alimleri de, iki tarafdan gelen hadisler arasında hiç fark görmemiş, hazreti ali ile harb etmeği kusur ve leke saymamışdır. ictihadlar birbirine uymadığı zeman, hep hazreti alinin ictihadının doğru olması, ona uymıyanların yanlış olması lazım gelmez. evet bu muharebelerde hazreti alinin ictihadı doğru idi. tabi'inin alimlerinin ve mezheb imamlarımızın, birbirine uymıyan ictihadlar arasında hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadları seçdikleri ve hazreti alinin ictihadını kabul etmedikleri çok olmuşdur. eğer hazreti alinin ictihadının her zeman doğru olması lazım gelseydi, ona uymıyan ictihad kabul edilmezdi. kadi şüreyh, tabi'inin büyüklerinden idi ve müctehid idi. hazreti alinin ictihadı ile hükm etmedi ve oğlu imamı hasenin şahidliğini kabul etmedi. oğlun babaya şahid olmasını kabul etmem dedi. bütün müctehidler de, kadi şüreyhin sözüne uymakda ve oğlun babaya şahid olmasını kabul etmemekdedir. daha nice yerlerde, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadlara göre hareket edilmekdedir. din kitablarını okuyan insaflı kimseler, sözümüzün haklı olduğunu anlarlar. bunun için, misal vermekle sözü uzatmıyalım. görülüyor ki, hazreti alinin ictihadına uymıyan ictihadda bulunmak ve onun ictihadına uymamak suç değildir. ona uymıyanların kötü olması, kötülenmesi lazım gelmez. hazreti aişe radıyallahü anha, resulullahın sevgilisi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar onu çok sever ve üstün tutardı. resulullah, ölünceye kadar, onun odasında yaşadı ve onun kucağında can verdi ve onun güzel kokulu odasında defn edildi. böyle şerefli olmakdan başka, çok alim ve müctehid idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmışlardı. eshabı kiram, yapacakları bir şeyde şaşırdıkları, sıkışdıkları zeman, ona koşarlar, istediklerini öğrenirler, müşkillerini çözerlerdi. hazreti emire uymadı diye, böyle şerefli sıddikaya, böyle müctehideye dil uzatmak, çok çirkin iftiralarda bulunmak, bir müslimanın yapacağı şey değildir. resulullaha iman eden kimseden çok uzakdır. hazreti ali resulullahın damadı ise, hazreti aişe de, zevcei mütahherasıdır ve sevgilisidir ve kıymetli hayat arkadaşıdır. bundan birkaç sene evvel bu fakir , her hafta fakirlere yemek verince, sevabını, nın ruhlarına niyyet ederdim. ya'ni resulullah efendimiz ile birlikde, hazreti ali, hazreti fatıma, hazreti hasen ve hazreti hüseynin ruhlarına da gönderirdim. bir gece rü'yada, resulullah efendimize selam verdim. bana iltifat buyurmadı. başka tarafa bakdı ve ben yemeği aişenin evinde yirdim. bana yiyecek gönderenler, onun evine gönderirlerdi buyurdu. uyandım. bana iltifat buyurmamalarına sebeb, yemek sevabını, hazreti aişeye de göndermediğim için olduğunu anladım. ondan sonraki yemeklerin sevabını, hazreti aişeye de, hatta ezvacı mütahheratın hepsine radıyallahü teala anhünne de gönderdim. çünki, bunların hepsi de, ehli beytdir. böylece, ehli beytin hepsinden yardım ve şefa'at beklemekle şereflendim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aişe radıyallahü teala anha yolu ile incitilmesi, ali radıyallahü teala anh yolu ile incitilmesinden daha ziyadedir. aklı ve insafı olanlar, böyle olduğunu kolayca anlar. yukarıdan beri söylediklerimiz, hazreti aliyi sevmek ve ona kıymet vermek, resulullahın sevgisinden ve kıymetinden olduğuna göredir. resulullaha yakın olduğu ve sevgilisi olduğu için sevildiğine göredir. eğer bir kimse, hazreti aliyi doğrudan doğruya sever ve resulullahın sevgisini araya katmadan yalnız onu kıymetlendirirse, buna bir diyeceğimiz yokdur. ona birşey denemez. çünki o dini yıkmak için uğraşmakdadır ve islamiyyeti yok etmek için çalışmakdadır. resulullahı bırakarak, başka bir yol tutmuşdur. muhammed aleyhisselam yerine, hazreti aliye yüz çevirmişdir. bu ise, küfrdür, zındıklıkdır. hazreti ali böyle kimseleri sevmez. bunların sözlerinden yazılarından incinir. eshabı kiramı sevmek ve ezvacı tahiratı ve damadlarını sevmek, hep resulullahı sevmekden hasıl olmakdadır aleyhi ve ala alihi ve eshabihissalevat. onları büyük bilmek ve saygı göstermek, hep resulullah içindir aleyhissalatü vesselam. hadisi şerifi, böyle olduğunu göstermekdedir. bunun gibi, onlardan birine düşmanlık etmek, resulullaha düşman olmak demekdir. hadisi şerifi de, bunu göstermekdedir. demek ki, eshabımı sevmek, beni sevmek demekdir. onlara düşmanlık etmek, bana düşmanlık etmek olur buyurmakdadır. hazreti talha ve hazreti zübeyr radıyallahü teala anhüma, eshabı kiramın büyüklerindendir. ikisi de, cennet ile müjdelenmiş olan on kişidendir. bunlara dil uzatmak, kötülemek çok yersizdir. onlara yapılan la'net ve kötülük, söyliyene döner. hazreti ömer radıyallahü anh vefat edeceği zeman, kendisinden sonra, içlerinden birinin halife seçilmesini bildirdiği altı kimseden biri talha, biri de zübeyrdir. halife ömer radıyallahü anh, bu altısından hangisinin daha üstün olduğunu anlıyamadı. bu ikisi, hilafeti istemediklerini bildirdiler. bu talha, öyle bir talhadır ki, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı edebi gözetmediği için, babasını öldürmüşdür. allahü teala, kur'anı kerimde, onun, resulullaha olan bu saygısını sena buyurmuşdur. zübeyre gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu öldürenin cehenneme gideceğini haber vermişdir. ona la'net eden, onu kötüliyen kimsenin alçaklığı, onu öldürenden az değildir. din büyüklerine dil uzatmakdan, islamın büyüklerini kötülemekden sakınınız! aman sakınınız! çok sakınınız! onlar bütün ömrlerini, islamiyyeti yaymakda ve yaratılmışların en üstünü olan muhammed aleyhisselama yardım etmekde tüketdiler ve bütün mallarını, dini kuvvetlendirmek için gece gündüz, açıkça ve gizlice feda etdiler. resulullahın sevgisi için, akrabalarını, ahbablarını, çocuklarını, zevcelerini, memleketlerini, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını terk etdiler. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem, bunların hepsine ve kendi canlarına tercih etdiler. bunların sevgisini ve canlarının sevgisini bırakıp, resulullahın sevgisini seçdiler. resulullahla konuşmak, onunla beraber bulunmak şerefine kavuşdular. onun sohbeti bereketi ile, peygamberlik üstünlüklerine erişdiler. allahü tealanın gönderdiği vahyi gördüler ve melekle beraber bulunmakla şereflendiler. fizik ve kimya kanunlarının üstünde olan harikalara ve mu'cizelere şahid oldular. başkalarının işitdiği şeyler, onlara açıkça gösterildi. sonra gelenlerden hiçbirine nasib olmıyan yakınlıklar, üstünlükler onlara ihsan edildi. öyle yükseldiler, öyle sevildiler ki, başkalarının dağ kadar altın dağıtmakla kazandıkları derecelerin, bunların bir avuç arpa vermekle kavuşdukları derecelerin yarısı kadar olmadığı bildirildi. allahü teala, onları, kur'anı kerimde medh ve sena eyledi. onlardan razı olduğunu ve onların da, allahdan razı olduklarını bildirdi. feth suresinin son ayetinde, şerefleri yükseltildi. bu ayeti kerimede, allahü teala bunlara gayz, kin bağlıyanların kafir olduklarını beyan buyurdu. onlara gayz, kin bağlamakdan, küfrden kaçar gibi kaçmalıdır. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bu kadar kuvvetli bağlanmış olan ve onun sevgisini ve teveccühünü kazanmakla şereflenmiş bulunan mubarek kimseleri, ictihad yeri olan birkaç işde birbirlerine uymadıklarını ve birbirleriyle çatışdıklarını ve kendi ictihadlarına göre iş tutduklarını öne sürerek, bunlara dil uzatmak, beğenmemek, hiç doğru değildir. böyle işlerde birlik olmak değil, ayrılmak belki daha doğrudur ve başkasının görüşüne uymamak lazım gelmekdedir. imamı ebu yusüfün rahimehullahü teala, ictihad derecesine yükseldikden sonra imamı azam ebu hanifeye rahmetullahi teala aleyh uyması hata olur. kendi ictihadına uyması doğru olur. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, eshabı kiramdan hiç birinin radıyallahü teala anhüm ecma'in görüşünü, buluşunu, kendi görüşünden üstün tutmadı. ister ebu bekri sıddik olsun, ister hazreti ali olsun, kendine uymıyan ictihadları almadı. kendi ictihadı onlara uymasa bile, kendi görüşü ile hareket etmeği doğru bildi. ümmetden herhangi bir müctehidin, eshabı kiramın ictihadından ayrılması caiz oluyor ve hak olarak görülüyor da, eshabı kiramın birbirinin ictihadlarına uymamaları niçin suç sayılıyor ve bu yüzden o büyüklere dil uzatılıyor? eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadına uymıyan ictihadlar da yaparlardı. resulullahın ictihadına uymıyan hareketlerde bulunurlardı. vahy gelmekde iken, onların bu ayrılıklarına birşey denilmedi. hiçbiri bu yüzden kötülenmedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ictihadına uymıyan ictihadda bulunmaları yasak edilmedi. allahü teala, eshabı kiramın ictihadlarında ayrılık olmasını istemeseydi, ayrılmalarını beğenmeseydi, ayrılmalarını elbette yasak ederdi. ayrılanların azab göreceği bildirilirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile konuşurken, yüksek sesle konuşmanın yasak edildiğini ve yüksek sesle konuşanlara azab yapılacağının bildirildiğini hepimiz biliyoruz. hücurat suresinin ikinci ayetinde mealen, ey mü'minler! seslerinizi, resulullahın sesinden daha yükseltmeyiniz. onunla konuşurken, birbirinizle konuşur gibi bağrışmayınız! buyuruldu. beğenmediği bir hareketi, hemen yasak eylemişdir. bedr gazasında esirlerin ne yapılacağını konuşurken, eshabı kiramın ictihadları arasında ayrılık oldu. hazreti ömer ile hazreti sa'd bin mu'az, esirleri öldürelim dediler. başkaları, para karşılığı koyuverilmesini istediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, böyle ictihad buyurmuşdu. bu ictihada uyarak, esirleri koyuvermeğe başladılar ise de, sonra ayeti kerime gelerek, hazreti ömerin ictihadının doğru olduğu bildirildi. ictihadların birbirine uymadığı, böyle daha nice işler olmuşdur. kitabında şöyle anlatıyor: hicretin altıncı senesinde, bindörtyüz kişi ile ka'bei mu'azzamayı ziyaret için medineden mekkeye gidilirken, kafirler müslimanları mekkeye sokmak istemediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem denilen yerde durdu. ya ömer! mekkeye git! harb için gelmediğimizi, ka'beyi ziyaret edip, geri döneceğimizi onlara söyle! buyurdu. hazreti ömer, bu emrin ictihad yolu ile verildiğini anlayıp kendi ictihadını bildirdi ve ya resulallah! kureyş kafirleri, benim kendilerine çok düşman olduğumu bilirler. aralarına girersem beni parçalarlar. bu iş için osmanın gitmesi uygundur. osmanın orada akrabası çokdur. onu korurlar dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ömerin bu cevabına incinmek şöyle dursun, kabul buyurdu. mekkeye hazreti osmanı gönderdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunun gibi eshabının nice ictihadlarını kabul buyurmuş ve demişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, son hastalığında, onlar için birşeyler yazmak diledi ve kağıd istedi. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, kağıd getirmekde birbirine uymadılar. kağıd getirelim diyenler olduğu gibi getirmiyelim diyenler de oldu. hazreti ömerülfaruk radıyallahü anh, getirmiyelim diyenlerden idi. demişdi. bu yüzden de hazreti ömere saldırıyorlar. ağızlarına geleni söylemekden çekinmiyorlar. doğrusu birşey söylemeğe hakları yokdur. çünki, hazreti ömer, o anda vahyin kesilmiş olduğunu ve allahü tealanın emrlerinin temamlandığını, islamiyyete kaynak olarak, yalnız ictihad yolunun açık kaldığını anlamışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, o vakt ictihad ile anladıklarını yazacakdı. haşr suresinin ikinci ayetinde mealen ey akl sahibleri! bildirilenlerden ibret alınız! buyuruldu. burada, ictihad derecesindeki alimlere, ictihad etmeleri emr ediliyor. eshabı kiramın hepsi müctehid idi. orada yazılacak ictihad bilgileri için, onlar da ictihad ederdi. hazreti ömer radıyallahü anh, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hastalığın ağrıları artdığı bir zemanda, bu iş için de sıkılmasını uygun bulmadı. resulullahı çok sevdiği için, eshabın ictihadı ile işlerin çözülmesi yetişir. resulullahı yormıyalım düşüncesiyle, dedi. müctehidler, aranılan bilgileri, kur'anı kerimden ictihad yolu ile çıkardıklarından, o yazılacakları, ictihadla çıkarmamız için, bize kur'anı kerim yetişir buyurdu. yalnız demesinden anlaşılıyor ki, o anda yazılacak şeylerin, kur'anı kerimde bildirilenlerden çıkarılacağını, hadisi şeriflerden çıkarılacak şeyler olmadığını sezmişdi. görülüyor ki, hazreti ömer radıyallahü anh, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem çok sevdiği ve çok acıdığı için, hastalığın en sıkıntılı, acılı zemanında, yazı ileyorulmasını, üzülmesini uygun görmiyerek, kağıd getirilmesini istemedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem o anda yazmak istemesi de, eshabına bir ihsanda, bir yardımda bulunmak içindi. bildirilmesi elbette lazım olan şeylerden değildi. eshabını ictihad etmek sıkıntısından kurtarmak istemişdi. emri, bir ihsan olmayıp da, elbette lüzumlu olsaydı, tekrar isterdi. dilediklerini elbette yazdırırdı. eshabının sözlerindeki ayrılığı görmekle, bu emrinden vaz geçmezdi. sual: hazreti ömer, orada acaba sayıklıyor mu? araşdırınız demişdi. bu ne demekdir? cevab: hazreti ömer radıyallahü anh, o zeman, resulullahın, hastalık acıları arasında, bu sözü istemiyerek söylediğini anlamış olabilir. nitekim buyurması, böyle olduğunu göstermekdedir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmi idi. hiçbirşey yazdığı görülmemişdi. buyurması da, hazreti ömeri öyle düşündürmüş olabilir. çünki, allahü teala, din bilgilerinin artık kemale geldiğini ve ni'metinin temam olduğunu ve allahü tealanın bu hali beğendiğini bildirmişdi. bu halde, yoldan çıkmak nasıl olur ve kısa bir zemanda yazılacak bir şeyle, bu nasıl önlenebilir? yirmiüç senede yazılmış olanlar yetişmiyor ve yoldan çıkmağı önliyemiyor da, kısa bir zemanda ve hastalığın acılarının çoğaldığı bir anda yazılacak birşey bunu nasıl önliyebilirdi? hazreti ömer radıyallahü anh bunları bir anda kavrıyarak, gözönünde tutarak emrinin insanlık sebebi ile, istemeden mubarek ağzından çıkdığını bildi. bunların iyice anlaşılmasını, tekrar sorulmasını istedi. bu konuşmalarda sesler çoğalınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalkınız. gürültü etmeyiniz! peygamberin yanında gürültü etmek iyi değildir buyurdu. başka bir şey söylemedi. kağıd ve kalem ismini anmadı. eshabı kiramın, ictihad olunacak işlerde, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem ayrılmaları, allah korusun, nefslerine uymakla, ehemmiyyet vermemekle olsaydı, mürted olurlardı. müslimanlıkdan çıkarlardı. çünki, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı saygısızlık ve geçimsizlikde bulunmak küfrdür. bu ayrılıkları, haşr suresinin ikinci ayetindeki emre uymakdan doğuyordu. çünki, ilmde ictihad derecesine yükselen yüksek bir alimin ictihad olunması lazım gelen işlerde, kendi ictihadını bırakıp başkasının ictihadına uyması doğru değildir. böyle yapmasını islamiyyet yasak etmişdir. evet, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilen işlerde ictihad olunmaz. herkesin bu açık emrlere uyması lazımdır. bunlara inanması ve ayrılmaması vacibdir. eshabı kiramın hiçbiri gösterişi sevmez, görünüşe bakmazdı. hepsinin düşüncesi, kalblerini temizlemek idi. hakikate ve ma'naya bakarak edebi gözetirlerdi. gösterişe ve söze bağlanmazlardı. onların birinci düşünceleri ve arzuları resulullahın emrlerini yapmak, onu incitecek en ufak şeyden sakınmak idi. analarını, babalarını, çocuklarını, ailelerini resulullaha feda etmişlerdi. ona karşı olan inançları ve ihlasları, sevgileri, saygıları o kadar çokdu ki, mubarek tükrüğünün, mubarek tırnaklarının ve tıraş olunca mubarek saçlarının yere düşdüğü görülmemişdir. bunları kapışırlar, en kıymetli kazanç olarak saklarlar ve bereketlenirlerdi. yalancılık, birbirini aldatmak gibi kötülüklerin çok olduğu bu zemanda ortaya çıkarılan, o temiz insanların bir sözünde, resulullaha karşı saygısızlık anlaşılacak olursa, bu söze başka ma'na vermek, sözlerinin bütününden anlaşılan iyi ma'nayı düşünmek lazımdır. kelimelerinin her ma'nasını düşünmemelidir. sual: ictihad ile elde edilen din bilgilerinde yanılmak olabilir deyince, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem bildirdiği şeylerin hepsinin doğru olacağı söylenebilir mi? cevab: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ictihad ile meydana çıkan bilgiler, birbirine uymadığı zeman, hangisinin doğru olduğu, allahü teala tarafından bildirilirdi. çünki, peygamberlerin yanlış bir iş yapması caiz değildir. bir iş için, birbirine uymıyan ictihadlar meydana çıkdığı zeman, bunlardan hangisinin doğru olduğu, allahü teala tarafından bildirilirdi. doğrusu yanlışlarından ayrılırdı. bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, bir iş için çeşidli ictihadlar yapıldığında, melekle vahy gelir, hangisinin doğru olduğu bildirilirdi. bu doğru olanlara göre hareket edilirdi. bu işleri de, hak ve doğru olurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bildirdiği, yapdığı şeylerin hepsi, elbette doğru olurdu. yanlışlık ihtimali yokdur. çünki, ictihadla meydana çıkan bilgilerin de açıkça bildirilenler gibi, doğru oldukları, melekle haber verilmişdir. ba'zı işlerin açık bildirilmeyip alimlerin ictihadına bırakılması, alimleri ikram için idi ve ictihad sevabına kavuşmaları için idi. ictihad ile meydana çıkan din bilgileri, müctehidlerin derecesini yükseltmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra yapılan ictihadlar, ya'ni, ictihadla anlaşılan bilgiler kesin değildir. bu bilgilere, elbette doğrudur denilemez. onun için, bu bilgilere göre iş yapılır ise de, doğru olduklarına inanmak lazım değildir. inanmayanlar kafir olmaz. fekat bir iş için, bütün müctehidlerin ictihadı birbirine benzerse, ya'ni, icma', sözbirliği olursa, böyle olan ictihadla meydana çıkan bilgiye inanmak da lazım olur. mektubumuzun sonunu güzel bir ekle bağlıyalım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytinin radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüklerini bildirelim: yusüf bin abdülberrin bildirdiği hadisi şerifde, aliyi seven, beni sevmiş olur. aliye düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. aliyi inciten, beni incitmiş olur. beni inciten, allahü tealayı incitmiş olur buyuruldu.ba'zıları, bu hadisi şerife dayanarak, hazreti ali ile harb edenlere kafir diyorlar. halbuki, harb edenler birbirine düşman değil idi. bedenleri inciniyor ise de, kalbleri birbirine kızgın değil idi. muharebe yapılırken, hazreti ali radıyallahü anh, karşıdakilere buyurmuşdu. hazreti mu'aviye de radıyallahü anh hazreti ali için diye yazmışdı. kısası enbiya kitabının istanbuldabaskısı yedinci cüz. sahifesinde diyor ki: hazreti hasenin hilafeti teslim etmesi ve sa'd bin ebi vakkas gibi eshabın büyüklerinin kabul etmesi ile, hazreti mu'aviyenin hükumeti meşru' olmuşdur. hazreti mu'aviye, eshabı kiramdan olduğu halde, hükumeti zor kullanarak ele geçirmişdi. lakin, zeman bunu icab ediyordu. insanlar halifenin emrine uymuyorlardı. güç, kuvvet de lazım geliyordu. bunun için saltanat devri geldi. bu işe, mu'aviye radıyallahü anh haklı ve layık idi. görülüyor ki, bunların dayandığı kısası enbiya kitabı da hazreti mu'aviyenin eshabı kiramdan olduğunu yazmakda ve kendisine radıyallahü anh demekdedir. yüzellibirinci sahifesinde diyor ki: ümmetin işlerini yürütmek için artık, kuvvet, zor kullanmak lazım geliyordu. bunu yapmak için de, hazreti mu'aviye uygun görülmüş idi. islamiyyet önceleri halifenin emri ile yürütülürken, sonra saltanat kuvveti lazım oldu. maksad ise, islamiyyetin icrası olduğundan, o zeman mevcud olan eshabı kiramın hepsi, mu'aviyeye bi'at eyledi rıdvanullahi aleyhim ecma'in. yüzelliyedinci sahifesinde diyor ki: hazreti mu'aviye, eshabı kiramdan idi ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem iltifatına nail olmuşdu. kureyşin büyüklerinden idi. islamiyyeti kuvvet zoru ile yürütdüğünden, kendisine denildi. tirmüzi ve hakimin rahimehümullahü teala bildirdiği hadisi şerifde, allahü teala, dört kişiyi sevdiğini bana bildirdi. bu dördünü sevmeği bana emr etdi. bunlar, ali, ebu zer, mikdad ve selmandır buyuruldu. taberani ve hakimin ve abdüllah ibni mes'udün bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. buhari ve müslimdeki bera' hazretlerinin bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti haseni omuzuna alarak buyurdu ki: ya rabbi! ben bunu seviyorum. sen de sev! eshabı kiram buharinin bildirdiği ve hazreti ebu bekrin haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem minbere çıkmış idi. hazreti hasen radıyallahü teala anh kucağında idi. bir bize bakıyor idi, bir de hasene bakıyordu. bu benim oğlum seyyiddir. allahü teala, belki bununla iki müsliman askerinin arasını barışdırır buyurdu. tirmüzinin bildirdiği hadisi şerifde, üsame bin zeyd diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasen ile hüseyni dizlerine oturtmuşdu ve bu ikisi benim oğullarımdır ve kızımın oğullarıdır. ya rabbi! ben bu ikisini seviyorum. sen de sev. bunları sevenleri de sev! buyurdu. tirmüzinin bildirdiği hadisi şerifde, enes bin malik diyor ki, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytden radıyallahü teala anhüm ecma'in hangisini daha çok seviyorsun denildikde buyurdu. müsevvir bin muharremin haber verdiği hadisi şerifde, fatıma radıyallahü teala anha benden bir parçadır. onu inciten beni incitmiş olur buyuruldu. hakimin bildirdiği ve ebu hüreyrenin haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. aişe radıyallahü anha buyuruyor ki, eshabı kiram hediyyelerini benim evimde iken getirirlerdi. böylece resulullahın sevgisini kazanmağa çalışırlardı. yine buyuruyor ki, resulullahın mubarek zevceleri iki kısma ayrılmışdı. birinci kısmda, ben ve hafsa ve safiyye ve sevde vardı. ikinci kısmda, ümmi seleme ile öteki zevceler vardı. ikinci kısmdakiler, ümmi selemeyi resulullaha gönderdiler ve eshabına buyurmasını söyle dediler. ümmi seleme böyle söyleyince, beni incitmeyiniz! bana melek vahyi yalnız aişenin evinde iken getirmekdedir buyurdu. ümmi seleme de: ya resulallah! seni incitmekden allaha sığınırım. tevbeler olsun, dedi. o zevceler, ayrıca, hazreti fatımayı da gönderip, böyle söylediğinde, buyurdu. fatıma radıyallahü teala anha, evet dedi. buyurdu. aişe radıyallahü anha buyuruyor ki, hadiceye radıyallahü teala anha imrendiğim gibi, resulullahın hiçbir zevcesine gayret getirmiş değilim. halbuki onu görmemişdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun ismini çok söyliyordu. çok def'a koyun kesdiği zeman etinden, hadicenin yakınlarına hediyye gönderirdi. hadicenin ismini söylediği zeman, dünyada sanki hadiceden yumuşaklığı atalar sözü olmuşdur. birgün huzuruna bir adam geldi ve ağır ve kaba hareket etdi. hazreti mu'aviye birşey söylemedi. buna da mı sabr edeceksin denildikde, dedi. yüzdoksanbeşinci sahifesinde diyor ki: hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki, mu'aviyenin idaresini kötülemeyiniz! zira onu gayb ederseniz başların kopduğunu ve düşdüğünü görürsünüz. kitabında diyor ki: mu'aviye radıyallahü anh, mekkenin feth edildiği gün babası ebu süfyan ile birlikde resulullahın önünde imana geldi. imanları kuvvetli idi. resulullahın katiblerinden idi. resulullah birkaç kerre, bunun için, ya rabbi! bunu doğru yolda bulundur ve başkalarının da, doğru yola gelmelerine bunu sebeb kıl! buyurdu. bir kerre de, ya rabbi! mu'aviyeye ilm ve hesab öğret! onu azabdan koru! ya rabbi! onu memleketlere hakim kıl! diye düa buyurdu. bir kerre de, buyurdu. bu duayı işitdiğim zemandan beri halife olacağım günü bekliyordum demişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün bir hayvana binip, arkasına hazreti mu'aviyeyi almışdı. giderken ya mu'aviye! bana hangi uzvun daha yakın? buyurdu. karnım dedikde, ya rabbi! sen bunu ilmle ve yumuşak huyla doldur! buyurdu. hazreti mu'aviyenin afvı ve yumuşaklığı o kadar çok idi ki, iki büyük cildlik kitab halinde yazılmışdır. arabistanda dört dahi yetişmişdir. birincisi mu'aviyedir. hazreti ömer, mu'aviyeye bakdıkca, buyururdu. o kadar çok ihsan sahibi idi ki, hazreti hasen, çok borçluyum dedikde, seksenbin altın vermişdir. kudüs şehrinin birinci fatihi hazreti ömer, ikinci fatihi hazreti mu'aviye idi. hazreti mu'aviye islam memleketlerini, afrikada, tunusa, asyada buharaya ve yemenden istanbula kadar genişletip, bu geniş memleketlere hakim oldu. heybetli, nurlu, yakışıklı, güzel huylu, sevimli, işlerinde isabetli, şanlı, şerefli bir devlet başkanı idi. temiz ve yeni, şık giyinir, seçme atlara biner, saltanat sürerdi. fekat eshabı kiramdan olduğu için, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbeti bereketi ile, islamiyyetden ayrılmakdan muhafaza olunmuş idi. abdülhakı dehlevi hazretlerinin farisi kitabında. ebu süfyan bin harb taif gazasında çok kahramanlık etdi. bir gözü kör oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya eba süfyan! hangisini istersin? eğer dilersen, düa edeyim, gözün yerine gelsin. eğer dilersen allahü teala, cennetde sana bir göz versin buyurdu. ebu süfyan: ya resulallah! cennetde göz verilmesini isterim dedi ve avucunda duran gözünü yere atdı. ebu süfyan hazretleri yermük gazasında da, çok kahramanlık etdi. ikinci gözü de çıkdı. orada şehid oldu.. derdimsahifesinde diyor ki, mekkenin fethinden sonra, ebu süfyan ile oğlu mu'aviye, resulullah ile birlikde medineye hicret etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu süfyanı necran vilayetine vali ta'yin buyurdu. hazreti mu'aviyeyi de vahy katibi yapdı. kısası enbiyada. sahifesinde diyor ki, yermük gazasında müslimanlardan üçbin kişi şehid oldu. içlerinde eshabı kiramdan çok zevat var idi. ebu süfyanın dahi bir gözüne ok gelerek kör oldu radıyallahü anhüm ecma'in. abdülhakı dehlevi hazretlerinin kitabı, ikinci cild, altıyüzseksendördüncü sahifesinde diyor ki: şam valisi yezid bin ebi süfyan vefat edeceği zeman, yerine kardeşi mu'aviyeyi vali yapdı. halife hazreti ömer, hazreti mu'aviyenin valiliğini tasdik eyledi. hazreti ömer vefat edinciye kadar dört sene ve hazreti osman, hazreti ali ve hazreti hasen zemanlarında onaltı sene şamda vali olarak kaldı. hicretin kırkbirinci senesinde, hazreti hasenin halifeliği bırakması üzerine, meşru' halife oldu. şamda yirmi sene de halifelik yapıp, yetmişsekiz yaşında iken denilen hastalığa yakalanarak vefat etdi. hazreti osmanı şehid eden katillerin yakalanarak cezalarının hemen verilmesini isteyenlerden idi. hazreti ali ise, hilafet işlerinin karışmaması için, bu cezanın gecikdirilmesini istedi. bunun üzerine hazreti mu'aviyeyi valilikden azl eyledi. imamı süyutinin, imamı ahmedin müsned kitabından alarak bildirdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! mu'aviyeye yazı yazmağı ve hesab öğret ve onu azabdan koru! buyurdu. kısası enbiyanın ve kıymetli din kitablarının diyerek hayr düa etdikleri ve medhü sena eyledikleri ve son nefeslerine kadar islamiyyete hizmet için çalışdıklarını bildirdikleri, ebu süfyana ve oğlu mu'aviyeye radıyallahü teala anhüma dil uzatanların ve resulullahın bu iki sahabisini kötüliyenlerin ne kadar yanlış yolda oldukları yukarıdaki yazılardan anlaşılmakdadır. eshabı kiramın üstünlükleri nişancızade denmekle anılan muhammed bin ahmed efendinin rahimehullahü teala birçok kitablardan toplıyarak hazırladığı adındaki türkçe tarih kitabı, eshabı kiramın büyüklüğünü, kıymetlerini kısa ve açık anlatmakdadır. biz de, bu kitabdan, olduğu gibi aşağıya alıyoruz. nişancızade, hicretin yılında tevellüd, yılında vefat etmişdir. kitabını ondördüncü osmanlı padişahı olan birinci sultan ahmed han zemanında temamlamışdır. sahabi kime denir: alimlerin çoğuna göre, kadın veya erkek, çocuk veya büyük bir müsliman, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi çok az da olsa, bir kerre görürse, kör olan, bir kerre konuşursa ve iman ile vefat ederse, buna sahabi denir. kafir iken görüp de, resulullahın vefatından sonra imana gelen veya müsliman iken görüp, sonra mürted olan, sahabi değildir. sahabi oldukdan sonra mürted olup, resulullahın vefatından sonra, tekrar imana gelen, sahabi olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cin sınıfına da peygamber olduğu için, cin de, sahabi olur. birkaç sahabiye veya denir. eshabı kiramın üstünlüğü: kitabında deniliyor ki, peygamberlerden ve meleklerin üstünlerinden sonra, bütün yaratılmışların en üstünü, eshabı kiramdır aleyhimürrıdvan. eshabı kiramın her biri, bu ümmetin hepsinden daha üstündürler. muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanan herkese, ya'ni her müslimana, hangi ırkdan, hangi memleketden olursa olsun, muhammed aleyhisselamın ümmeti denir. biz müslimanlar, muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. her nekadar, bir hadisi şerifde, ümmetim yağmur gibi hayrlıdır. önce gelenler mi, sonra gelenler mi daha hayrlıdır bilinemez buyuruldu ise de, sevabın çok olması, daha üstün olmağı göstermez. çünki, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem görmek gibi üstünlük olamaz. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in, şamı feth etdikleri zeman, hıristiyanlar bunları görünce, güzel hallerine şaşdılar ve bunlar isa aleyhisselamın eshabı olan havarilerden daha üstündürler dediler ve bunu söylerken yemin etdiler. düşmanın da şahid olduğu bir üstünlüğe kim ne diyebilir? ali imran suresinin yüzonuncu ayeti kerimesinde mealen, ve tevbe suresinin yüzüncü ayeti kerimesinde mealen önce müsliman olanlardan, muhacirlerin ve ensarın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden allahü teala razıdır ve bunlar da, allahü tealadan razıdırlar. allahü teala bunlar için, cennetler hazırladı. bu cennetlerin altından nehrler akmakdadır. bunlar cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır buyuruldu. bir hadisi şerifde, eshabımı söğmeyiniz! eshabımdan sonra gelenlerden bir kimse, dağ kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpa vererek kazandığı sevaba veya yarısına kavuşamaz buyuruldu. münavinin ve beyhekinin bildirdikleri hadisi şerifde, eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. herhangi birisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz! buyuruldu. bir hadisi şerifde, eshabıma düşmanlık etmekden sakınınız! allahdan korkunuz. onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitmiş olur. beni inciten de, elbette allahü tealayı incitir buyuruldu. bir hadisi şerifde, insanların en iyisi, benim zemanımda bulunan müslimanlardır. onlardan sonra en iyisi, onları görenlerdir. onlardan sonra da en iyisi, onları görenleri görenlerdir. onlardan sonra gelenlerde iyi olmıyanlar da vardır buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, ümmetimin en iyisi, benim bulunduğum zemanda olanlardır. onlardan sonra en iyisi, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra da en iyisi, daha sonra gelenlerdir buyuruldu. münavinin ve tirmüzinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlüğünü açıkça göstermekdedirler. eshabı kiramın hepsini radıyallahü teala anhüm ecma'in üstün bilmemiz, sevmemiz lazımdır. akaid kitablarında, söz birliği ile deniliyor ki: eshabı kiramın herbirini büyük ve üstün bilmek, hepsine iyi gözle bakmak, herbirinin adil ve salih olduğuna inanmak lazımdır. hiçbirine dil uzatmamak, la'net etmemek, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevmek için başka sahabilere düşman olmakdan sakınmak lazımdır. bir kısmına düşmanlık ederek, söğerek, kötüliyerek, başka kısmın sevilmiş olacağını sanmakdan kaçınmalıdır. böyle olduğu kesin vesikalarla, kuvvetli senetlerle isbat edilmişdir. sahabeden birini, ondan daha yüksek bir sahabiden, dünyadaki işlerinden dolayı daha çok sevmek, fekat ötekinin daha üstün olduğuna inanmak günah değildir. mesela bir kimse, hazreti alinin radıyallahü teala anh evladından olsa, ya'ni seyyid olsa, bunun için hazreti aliyi hazreti ebu bekrden daha çok sevse, fekat ahıret için, hazreti ebu bekri hazreti aliden üstün tutsa, günah olmaz. çünki, dünya muhabbeti, insanın elinde değildir. ehli sünnetin temel kitablarından biri olan kitabında, sa'deddini teftazani buyuruyor ki, eshabı kiram arasındaki ayrılıkların, muharebelerin iyi sebeblerle, güzel niyyetlerle yapıldığına inanmamız lazımdır. eshabı kiramdan birini söğmek, kötülemek caiz değildir. hazreti aişe gibi nass ile üstünlüğü bilinen bir sahabiyi kötülemek küfrdür. nass ile bildirilmemiş bir sahabiyi kötülemek ise, bid'atdır ve büyük günahdır. kitabında yazılı bir hadisi şerifde, eshabım anıldığı zeman, dilinizi tutunuz! onların şanlarına layık olmıyan birşey söylemeyiniz! buyuruldu. bir hadisi şerifde, ve taberani ile münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. celaleddini süyuti hazretlerinin kitabındaki hadisi şerifde, eshabımın kusurları, yanlış hareketleri olacakdır. allahü teala, onları bana bağışlıyacak, kusurlarını afv edecekdir buyuruldu. kitabında diyor ki, hazreti ebu bekri ve hazreti ömeri söğmek küfrdür. fekat hazreti aliyi onlardan üstün sanmak, küfr değildir. bid'atdir ve dalaletdir. imamı azam ebu hanife hazretlerine, mezhebi nedir diye soruldukda, cevabını verdi. kitabında, bir sahabiyi bir kerre söğmek küfr değildir, dalaletdir. bir veya iki veya üç kerre söğen, döverek ta'zir olunur. üçden fazla söğen, katl olunur denilmekdedir. ehli sünnet alimleri, eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlük sırasını üçe ayırmışdır. muhacirler: mekke şehri alınmadan önce, mekkeden veya başka yerlerden, vatanlarını, memleketlerini terk ederek, medine şehrine hicret edenlerdir. bunlar, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına iman ile gelmiş veya gelince iman etmişlerdir. amr ibni as hazretleri bunlardandır. ensar: medine şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde ve evs ve hazrec adındaki iki arab kabilesinde bulunan müslimanlara denir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize her dürlü yardımda ve fedakarlıkda bulunacaklarına söz vermişler ve sözlerinde durmuşlardır. diğer eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in: mekke şehri alındığı zeman ve daha sonra, mekkede veya başka yerlerde imana gelenlerdir. bunlara muhacir ve ensar denmez. yalnız sahabi denir. ibni esir izzeddin ali cezrinin kitabında, muhacirler ensardan, muhacirlerin önce gelenleri, ensarın önce imana gelenlerinden ve ensarın önce gelenleri, muhacirlerin sonra gelenlerinden daha üstün olduğu ve fekat, sonra imana gelen nice sahabinin, önce imana gelenlerden üstün olduğu yazılıdır. mesela, hazreti ömer ve bilali habeşi, kendilerinden önce imana gelen nice sahabiden daha üstündürler. imamı süyutinin kitabında diyor ki: ehli sünnet alimleri, söz birliği ile bildirmişdir ki, eshabı kiramın en üstünleri, resulullahın dört halifesidir. bunlardan sonra en üstünleri, aşerei mübeşşereden, ya'ni cennet ile müjdelenmiş olan on kişiden geri kalan altısı ile hazreti hasen ve hazreti hüseyndir. bunlardan sonra en üstünleri bu oniki kişiden başka, bedr gazasında bulunan üçyüzonüç sahabidir. bunlardan sonra üstün olan, uhud gazasında bulunan yediyüzkahramandır. bunlardan sonra üstün olan hicretin altıncı senesinde, ağaç altında resulullaha, diye söz veren bindörtyüzkişidir. bu sözleşmeğe denir. adındaki tefsirde bildirilen hadisi şeriflerde, ümmetimin en merhametlisi ebu bekrdir. dinde en kuvvetli olan ömerdir. hayası en çok olan, osmandır. ahkamı islamiyyede her suali cevablandıran alidir. halal ve haram olanları en iyi bilen mu'azdır. kur'anı kerimi en güzel okuyan ubeyy bin ka'bdır. münafıkları tanıyan, huzeyfetibni yemandır. isa aleyhisselamın zühdünü görmek isteyen ebu zerin zühdüne baksın! cennet, selmanı farisiye aşıkdır. halid bin velid, allahın kılıcıdır. hamza, allahü tealanın arslanıdır. hasen ve hüseyn cennet gençlerinin en üstünüdür. ca'fer bin ebi talib, cennetde meleklerle beraber uçar. cennet kapısını ilk açacak olan bilaldir. benim kevser havuzumdan ilk içecek olan süheybi rumidir. kıyamet günü melekler ilk önce ebüdderda ile müsafeha eder. her peygamberin bir arkadaşı vardır. benim arkadaşım sa'd bin mu'azdır. her peygamberin eshabından seçdikleri vardır. benim seçdiklerim, talha ve zübeyrdir. her peygamberin mahrem işlerini gören yardımcısı vardır. benim yardımcım, enes bin malikdir. her ümmetde hakim vardır. benim ümmetimde hikmeti çok söyliyen ebu hüreyredir. hassan bin sabitin sözleri allah tarafından te'sirlidir. ebu talhanın harb meydanındaki sesi, bir fırka askerden daha kuvvetlidir buyurdu. kitabını yazan alaüddin ali semerkandi sekizyüzaltmışsenesinde, anadoludalarende şehrinde vefat etmişdir. imamı süyuti hazretleri kitabında diyor ki: hadisi şeriflerde, ümmetimin en merhametlisi ebu bekrdir. allahü tealanın emrlerini yapmakda en şiddetlisi ömerdir. hayası en çok olanı osmandır. ahkamı islamiyyedeki zorlukları en çok çözen alidir. ümmetimin en emini ebu ubeyde bin cerrahdır. ümmetimin en zahidi ebu zerdir. ibadeti en çok olan ebüdderdadır. ümmetimin en halimi ve cömerdi mu'aviye bin ebi süfyandır buyuruldu. resulullahın valileri: li kadi hüseynin dokuzyüzkırksenesinde yazdığı kitabında diyor ki, , acem şahı husrev tarafından yemen valisi yapılmışdı. imana geldi. resul aleyhisselam onu vali olarak yerinde bırakdı. ilk islam valisi bazandır. resul aleyhisselam, halid bin sa'idi, san'a şehrine, ziyad bin esedi hadremut şehrine, ebu musel eş'ariyi aden şehrine, ebu süfyan bin harbi necran vilayetine, mu'aviyenin büyük kardeşi yezidi teyma şehrine, attab bin esyedi mekke şehrine, amr bin ası umman şehrine vali yapmışdır. kadi hüseyn bin muhammed, hicretin dokuzyüzaltmışyılında mekkede vefat etmişdir. resulullahın katibleri: hazreti ebu bekr, ömer, osman, ali, talha, zübeyr, sa'd bin ebi vakkas, muhammed bin seleme, erkam bin ebi erkam, abdüllah bin erkam, mugire bin şu'be, ubeyy bin ka'b, zeyd bin sabit, ebu süfyan bin harb ve oğlu mu'aviye ve büyük kardeşi yezid bin ebissüfyan, halid bin velid, amr ibni as, huzeyfe bin yemandır. bunlardan başka da katibleri vardı. hepsi kırküç kişidir. içlerinden en çok katiblik yapan, zeyd bin sabit ile mu'aviye bin ebissüfyan idi radıyallahü teala anhüma. yabancı memleketlere gönderdiği elçileri ondört kişidir. bunlardan biri amr bin as hazretleridir. bunu ummana elçi olarak göndermişdir. sonra ummana vali yapmışdır. adındaki kitabda, ikibinyediyüzyetmiş erkek ve üçyüzseksenbir aded kadın sahabinin hal tercemesi yazılıdır. kitabını yazan hafız yusüf bin abdüllah kurtubi de vefat etmişdir. kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatına kadar imana gelenler sayısız ve hesabsızdır. mekke fethinde onbin, tebük gazasında yetmişbin, veda' haccında doksanbin ve resulullah vefat etdiği zeman yeryüzünde yüzyirmidörtbinden ziyade sahabi mevcud idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem akrabasından birkaç kişiden başka, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in yaşça, resulullahdan küçük idiler. kitabında, imamı vakıdiden alarak diyor ki, sahabei kiramdan en son vefat edenler şunlardır: abdüllah bin ebi evfa radıyallahü teala anh hicretin seksenaltısında kufe şehrinde vefat etdi. abdüllah bin yesr, seksensekiz yılında şamda vefat etdi. sehl bin sa'd radıyallahü teala anh hicretin doksanbirinde yüz yaşında medinede vefat etdi. enes bin malik, doksanüç yılında basrada vefat etdi. ebuttufeyl amir bin vasile, hicretin yüzüncü senesinde mekkede vefat etdi. sahabei kiramın en son vefat edeni budur. resul aleyhisselam, vefatından sonra kimin halife olacağını hiçbir zeman, hiçbir kimseye açıkça bildirmedi. vefatından sekiz gün önce, hazreti ebu bekri kendi yerine imam ta'yin buyurarak, halife olacağına işaret eyledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hasta olmadan çok evvel bir kerre mescide çıkmayıp, namazı kılsınlar diye emr buyurdu. hazreti ebu bekr bulunmadığı için, hazreti ömer imam oldu. resul aleyhisselam, hazreti ömerin sesini işitince, buyurdu. bir kerre de, hazreti aliye karşı buyurdu ki: eshabım arasında senin en üstün olmanı allahü tealadan üç kerre istedim. allahü teala, ebu bekrin en üstün olmasından razı oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kendisinden sonra hazreti ebu bekrin halife olacağını, birçok zeman işaret buyurmuşdu. mesela, medineye hicret buyurup, mescidi şerif yapılırken, mubarek eliyle temele bir taş koyup, hazreti ebu bekre; taşını benim taşımın yanına koy, buyurdu. sonra hazreti ömere; taşını ebu bekrin taşının yanına koy buyurdu. sonra hazreti osmana; taşını ömerin taşının yanına koy buyurdu. hazreti osman taşını ömerin taşının yanına koyunca, buyurdu. imamı ahmedin müsnedinde ve münavinin kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bir kerre bir kadın gelip bir şey istedi. sonra gel buyurdu. gelip sizi bulamazsam ne yapayım, deyince, beni bulamazsan ebu bekre git! benden sonra halifem odur buyurdu. vefat edeceklerine yakın, bana kağıd kalem getiriniz! ebu bekre birşeyler yazacağım buyurdu ve sonra, dedi. allame ibnül hemmam adındaki kitabında diyor ki: allahü teala, hazreti ebu bekrin halife olacağını resulüne sallallahü teala aleyhi ve sellem bildirmişdi. fekat, ümmetine söylemesini emr etmemişdi. hazreti ebu bekr, resulullahdan iki sene ve birkaç ay sonra dünyaya geldi. babası, ebu kuhafe osmandır. yedinci babası olan mürre, resulullahın da yedinci babasıdır. ismi önceden abdülka'be idi. resul aleyhisselam abdüllah olarak değişdirdi. ebu bekr, bekrin babası demekdir. bekr isminde oğlu yokdur. fekat, arabistandaki adete göre, oğlu olmak için, bir erkek babası diye soyadı konulurdu. bunun için, kendisine ebu bekr demiş idi. cehennemden azad olduğu, çeşidli hadisi şeriflerde bildirildiği için, , ya'ni da denir. resulullahın mi'racını işitir işitmez, inanarak kafirleri şaşkına çevirdiği için, allahü teala ismini vererek şereflendirdi. beyaz yüzlü, za'if, nurlu bir zat idi. imana gelmeden evvel kureyş kafirlerinin ileri gelenlerinden, büyüklerinden, sayılı olanlarından ve sözü tutulanlarından idi. imana gelmeden önce de, çok afif, ağırbaşlı, doğrulukla meşhur idi. hiç şerab içmemiş, şi'r söylememişdi. mekkenin sayılı tüccarlarından olup, pek zengin idi. çok hayr yapar, iyiliği severdi. imana gelmeden evvel, resulullah ile gençlik arkadaşı idi. çok sevişirlerdi. ticaret için gitdiği yerlerde, ahır zeman peygamberinin geleceğini, kendisinin ona sahabi olacağını, kahinlerinden ve din alimlerinden çok işitmişdi. resulullah çağırınca, seve seve hemen imana geldi. annesi ümmülhayr da, ilk imana gelenlerdendir. fekat babası osman, ancak mekkenin fethinde, çok yaşlı iken imana geldi. eshabı kiram arasında, babası, anası ve çocuklarının ve torunlarının hepsi imana gelen, ebu bekrden başka kimse yokdu. mekkede iken ve hicret ederken ve medinede her gazada ve harb olmıyan zemanlarda resulullahın yanından ayrılmadı. bir iki def'a izn ile ayrılmışdır. resulullahın sadık dostu ve sır arkadaşı ve her işinde müsteşarı idi. allahü teala, beni dört vezir ile kuvvetlendirdi. ikisi melekdir. ismleri cebrail ve mikaildir. ikisi de insandır. ismleri ebu bekr ve ömerdir hadisi şerifi, şerefinin yüksek olduğunu göstermekdedir. eshabı kiram, resulullahın yanında, halka olarak otururlardı. resul aleyhisselam, sağ yanına ebu bekri, sol yanına ömeri oturturdu. ebu bekrin üstüne ve yok iken onun yerine, kimseyi oturtmazdı. yeri boş kalırdı. güzel huyları, cesareti, cömerdliği, ilmi, zekası ve hele takvası sahabenin hepsinden fazla idi. hazreti ali, buyurdu. resulullah vefat edince, arabistandaki köylülerin çoğu dinden çıkdı, mürted oldular. hazreti ebu bekr, halife olunca, mürtedlerle harb etmeği emr buyurdu. eshabı kiram, bütün arabistana karşı nasıl harb edebiliriz dediler. kılıncını çekip ilerledi. eshabı kiram arkasından yürüdüler. velleyl suresinin onyedinci ayeti kerimesi ile sena buyuruldu. resul aleyhisselamın buyurduğu, imamı ahmedin müsnedinde ve münavide yazılıdır. ticaretden bütün kazancını resulullah için dağıtdı. halife iken, ağır bir sual çıkınca, cevabını kur'anı kerimde, bundan sonra bildiği hadisi şeriflerde arardı. bulamayınca, sahabeye sorardı. hadisi şerif ile çözemezler ise, birlikde araşdırırlar, söz birliği olursa, öylece yapardı. söz birliği olmazsa, kendi ictihad ederdi. hazreti ömer radıyallahü teala anh halife iken, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bulamadığını, ebu bekrin radıyallahü teala anh ictihadında bulursa, ona uyardı. bulamazsa, kendi ictihad ederdi. zekası şaşılacak kadar çokdu. birgün resul aleyhisselam, allahü teala, bir kuluna, dünya ile ahiretden hangisini istersin dedi. o kul, rabbimin yanında olan ni'metleri isterim dedi buyurunca, resulullahın vefat edeceğini hemen anlayıp çok ağladı. eshabı kiram, hazreti ebu bekrin bu çabuk anlayışına şaşıp kaldılar. resul aleyhisselam, buyurmuşdu. vefat edeceği zeman, hazreti ebu bekrin imam olmasını emr edince, eshabı kiram arasında, kur'anı kerimi en çok anlıyanın kendisi olduğu haber verilmiş oldu. hadisi şerifleri ve resulullahın edeblerini en çok bilen o idi. eshabı kiram, sıkışdıkları şeyleri ondan sorar, öğrenirlerdi. kendisinden bizlere az sayıda hadisi şerif ulaşmasının sebebi, resulullahdan sonra az yaşadığı ve bu kısa zemanı, mürtedlerle ve asilerle savaşda geçirdiği içindir. rü'ya ta'birinde, eshabı kiramın en üstünü idi. tabi'inin büyüklerinden olan ve rü'ya ta'biri ile meşhur olan ibni sirin, demişdir. arab kabilelerinin ve hele kureyş kabilesinde olanların soylarını saymakda en bilgili idi. ileriyi görüşü, buluşu, tedbir alışı da, herkesden üstün idi. resul aleyhisselam dünya işlerinin hepsini ona danışırdı. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ali imran suresi yüzellidokuzuncu ayetinde, emri, hazreti ebu bekr ve hazreti ömer ile müşavere etmek için geldi. eshabı kiram arasında, kur'anı kerimin hepsini ezberliyen birkaç kişiden biri, hazreti ebu bekrdir. hazreti ebu bekrin, peygamberlerden sonra insanların en üstünü olduğunu gösteren ayeti kerimeler ve pek çok hadisi şerif vardır. bunlardan birkaçını bildirelim: tevbe suresinin kırkbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh medh etmekdedir. velleyl suresinin beşinci ayeti, hazreti ebu bekrin şanını bildirmekde olduğu, söz birliği ile haber verilmişdir. yine bu surenin onyedinci ayeti, hazreti ebu bekr için nazil oldu. bekara suresinin. derdimayeti, ebu bekr hakkında nazil olduğu da bildirilmekdedir. çünki, sadaka vermenin çeşidli sevablarına kavuşmak için, geceleri onbin altunu gizli olarak, onbin altunu da, gözönünde olarak ve gündüzleri de böyle onarbin altunu sadaka vermişdir. deyleminin bildirdiği ve münavide yazılı olan hadisi şerifde, ebu bekri sıddik, insanların en iyisi ve en üstünüdür. yalnız peygamber değildir buyuruldu. yine deyleminin bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, ebu bekrin ismi, gök ehli arasında atikdir. yeryüzünde de atikdir buyuruldu. ebu nu'aymın rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir hadisi şerifde, hiçbir kimse, bana sohbeti ile ve malı ile ebu bekr kadar faideli olmadı. eğer rabbimden başka dost edinseydim, ebu bekri dost edinirdim buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı bir hadisi şerifde, buyuruldu. hatibi bağdadinin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, kıyamet günü, insanların hepsi hesab olunur. yalnız ebu bekr olunmaz buyuruldu. bir hadisi şerifde, iyi huylar üçyüzaltmış danedir. allahü teala dilerse, bir kuluna bu huylardan birini verir. bu huyundan dolayı, onu cennete sokar buyuruldukda, hazreti ebu bekr, ya resulallah! o huylardan birisi bende var mıdır? dedikde, buyuruldu. birgün, ayeti kerimesi sonuna kadar okundu. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, ya resulallah! bu ne güzel şeydir dedikde, buyurdu. hazreti ebu bekr, bir kerre sahabeden birine incindi. resul aleyhisselam bunu işitince, eshabı kiramı toplayıp, allahü teala, beni size peygamber gönderdi, inanmadınız. yalnız ebu bekr inandı. bana malı ile, canı ile yardım etdi. benim hatırım için, bu arkadaşımı incitmeyiniz! buyurdu. o günden sonra hiç kimse, hazreti ebu bekri incitecek bir şey söylemedi ve yapmadı radıyallahü teala anh. bir hadisi şerifde, cebrail aleyhisselama, hazreti ömerin üstünlüklerini sordum. cebrail bana, ömerin üstünlüklerini, nuh aleyhisselamın peygamberlik zemanı kadar, anlatsam bitiremem. bununla beraber, ömerin bütün iyilikleri ebu bekrin iyiliklerinden birisi kadardır dedi buyurdu. en çok kimi seviyorsun, ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem denildikde, buyurdu. erkeklerden kimi dediklerinde, buyurdu. ondan sonra kimi denildikde, buyurdu. birgün, hazreti ebu bekr ile hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma göstererek, buyurdu. birgün, resulullahın sağ yanına ebu bekr, sol yanına ömer radıyallahü teala anhüma geldiler. mubarek elleri ile herbirinin elinden tutup, mescidi şerife girdi ve buyurdu. birgün hazreti ebu bekrle hazreti ömeri görünce, buyurdu. birgün bu ikisine karşı, buyurdu. bir hadisi şerifde, ikisine karşı, buyurdu. deyleminin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı hadisi şerifde, her peygamberin halili vardır. benim halilim ebu bekrdir buyurdu. bir hadisi şerifde, her peygamberin ümmeti arasından çok sevdiği kimseler vardır. benim seçdiğim, ebu bekr ve ömerdir buyuruldu radıyallahü teala anhüma. bir hadisi şerifde, buyurdu radıyallahü teala anhüma. ibni adinin rahimehullahü teala bildirdiği ve münavide yazılı olan hadisi şerifde, ebu bekr ile ömeri sevmek imandır. bunlara düşmanlık küfrdür buyurdu. bu hadisi şerifden dolayı, alimlerin hepsi, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere söğmek ve düşmanlık etmek küfr olduğunda söz birliğine varmışlardır ve allahü teala, şi'ilere la'net etsin demişlerdir. bir hadisi şerifde, buyuruldu radıyallahü teala anh. hazreti ali buyuruyor ki, . yine buyuruyor ki, resulullahdan sonra insanların en hayrlısı ebu bekr ile ömerdir. bir mü'minin kalbinde, benim sevgim ile ebu bekre ve ömere düşmanlık birarada bulunamaz. hazreti ali her hutbesinde, ya rabbi! hulefai raşidini ıslah eylediğin gibi, bizi de ıslah eyle! derdi. hulefai raşidin kimlerdir denildikde, gözleri yaşla dolup, buyurdu. hazreti ömer radıyallahü teala anh daima derdi. yine o, buyurdu. yine o, derdi. yine hazreti ömer, buyurdu. hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh, re'feti, merhameti pekçok olduğu için, ona derlerdi radıyallahü teala anh. cebrail aleyhisselamın resulullah ile konuşduğunu, yalnız hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh işitirdi. büyük alim bedreddin mahmud bin ahmed ayni rahimehullahü teala kitabında diyor ki, hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh, ata sözüne göre, allahü tealanın razı olmadığı birşeyi söylememek için, oniki sene mubarek ağzına taş koyardı. islamiyyete veya edebe uygun birşey söyliyeceği zeman, taşı çıkarırdı. yaz günlerinde oruç tutar, kış günlerinde tutmazdı. allahü tealadan o kadar çok korkardı ki, bir kuş görüp, ey kuş ne mutlu sana ki meyveleri yirsin. yapraklar arasında gölgelenirsin. kıyametde hesaba çekilmezsin. keşki, ebu bekr de senin gibi olsa idi demişdi. bir kerre de, keşki bir yeşil ot olaydım. hayvanlar beni yiyeydi. böylece, eshabı kiram kıyamet günü yaratılıp hesaba çekilmeseydim buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, ensar biraraya toplanıp, bizden bir emir, muhacirlerden de bir emir olsun dediler. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, bunu işitince, hazreti ömeri radıyallahü teala anh yanına alıp, oraya geldi ve hadisi şerifini okudu. hazreti ömer de ey ensar! resulullahın hazreti ebu bekri imam yapdığını unutdunuz mu? hanginiz ebu bekrden daha üstün olduğunu söyliyebilir? dedi. ensarın hepsi birden dediler. hepsi ebu bekri radıyallahü teala anh halife seçdiler. hazreti ali ile hazreti zübeyr radıyallahü teala anhüma orada yokdu. ertesi gün bunlar da mescide gelip, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in hazreti ebu bekri radıyallahü teala anh sözbirliği ile halife yapdı. tefsir kitablarında diyor ki: feth suresinin, mealindeki emri, hazreti ebu bekrin hilafetinin hak ve doğru olduğunu göstermekdedir. çünki, bu ayeti kerime geldikden sonra, müslimanları kafirlere karşı gaza etmeğe çağırmak, hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh mürtedler ile gazaya çağırmasından sonra olduğu muhakkakdır. bu ayeti kerimede mealen buyuruluyor. hazreti ebu bekrin hilafeti radıyallahü teala anh haksız olsa idi, ona ita'at edenlere sevab verilir denilmezdi. emir cemaleddin yusüf zahirinin kitabında diyor ki, allahü teala, bütün insanlar arasında üç kimseye halife demişdir: adem aleyhisselama, davüd aleyhisselama ve hazreti ebu bekre radıyallahü teala anh. hazreti ebu bekr, hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma hakim yapdı, hazreti osmanı radıyallahü teala anh katib yapdı. ebu ubeyde radıyallahü teala anh de emniyyet amiri idi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem gümüş yüzüğünü parmağına takdı. halife olunca da, ticaretini bırakmadı. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in ticaret yapmasını uygun görmeyip, kendisine beytülmaldan günde yarım koyun ve senedeakçe gümüş ve yazlık ve kışlık birer kat elbise verildi. mir'ati kainat kitabından alınan yazı burada temam oldu. allahümme inni euzübike min azabilkabri ve min azabinnar ve min fitnetil mahya velmemati ve min fitnetil mesihiddeccal. hazreti mu'aviye radıyallahü anh hazreti mu'aviyenin büyüklüğünü, üstünlüğünü, islam alimlerinin çoğu kitablarında bildirmiş ve bu yazılarını ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle isbat etmişlerdir. türkçe ve kitablarında bu yazılardan ve vesikalardan çoğu bildirilmişdir. aşağıda birkaç satır daha yazmak uygun görüldü. bu yazılar, büyük islam alimi ibni haceri mekki hazretlerinin kitabından terceme edilmişdir. bu kitab, ikinci def'a olarak yılında mısrda basılmışdır. beşinci sahifede buyuruyor ki: hazreti mu'aviyede radıyallahü teala anh, müslimanlık şerefi ve eshabdan olmak şerefi ve hadisi şeriflerde övülmüş olan kureyş kabilesinden olmak şerefi ve resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem nikah ile akraba olmak şerefi toplanmışdır. bu akraba olmak şerefi, o kadar yüksek bir şerefdir ki, böyle akraba olanların cennetde resulullahın yanında bulunacakları bildirilmişdir. saydığımız üstünlüklerden herhangi birisi, bir müslimanda bulunursa, onu sevmek lazım gelir. bu şereflerin hepsinin toplanmış olduğu bir zatın ise ne kadar çok sevileceğini, aklı ve insafı olan herkes kolayca anlar. eshabı kiram arasındaki ayrılıklar, döğüşmeler, birbirlerini sevmedikleri için değildi. mesela, halid ibni velid ile sa'd bin ebi vakkas radıyallahü teala anhüma birşey üzerinde uyuşamamışlardı. bir kimse, sa'd ibni ebi vakkasın yanında, halid bin velidi kötülemeğe başladı. sa'd ibni ebi vakkas, bunu hemen susdurup, sus, ona birşey söyleme! aramızdaki ayrılık, din kardeşliğimizi bozmaz buyurdu. bunun gibi, hazreti ali, sokakda zübeyr bin avvam ile karşılaşdı. hazreti osman için olan birşeyden dolayı, birbirleriyle sertçe söyleşdiler. zübeyrin oğlu abdüllah, bundan dolayı, hazreti aliyi sövmeğe başlarken, babası çok kızdı ve oğlunu döğdü. bir hadisi şerifde buyuruldu ki, ya'ni dünyada ümmetimin arasında olan fitneler, sıkıntılar, günahlarının dökülmesine sebeb olur. bunun gibi, daha nice hadisi şerifler bildiriyor ki, eshabı kiram arasındaki muharebeler, yalnız dünyada olan ayrılıkdır. ahıretde, hepsine sevab, ya'ni cennet vardır. eshabı kiramın her biri radıyallahü teala anhüm ecma'in her işinde, allahü tealanın rızasını, sevgisini kazanmağa çalışır ve onun emrine uymak zan etdikleri işe sarılırlardı. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala söz birliği ile bildiriyor ki, bir müsliman, büyük günah işleyince kafir olmaz. o halde, hazreti ali ile muharebe eden eshabı kirama radıyallahü teala anhüm ecma'in kafir demek, la'net etmek, onları söğmek, hiç caiz olmaz. müslimanların en kıymetli ve temel iki kitabından biri olan sahihinde ve başka kitablarda diyor ki, hazreti mu'aviye radıyallahü teala anh, resulullahın katibi idi. yanında yazardı. zeyd bin sabit radıyallahü teala anh vahy yazardı. mu'aviye, hem vahy, hem de mektub yazardı. abdüllah ibni mubarek rahimehüllahü teala buyuruyor ki, . buradan, hazreti mu'aviyenin ne kadar yüksek olduğu açıkça anlaşılmakdadır. hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh üstünlüğünü anlatmağa şu hadisi şerif yetişir: tirmüzi rahimehüllahü teala bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu: ya rabbi! onu hadi ve mühdi eyle! ya'ni, onu doğru yola ulaşdır ve doğru yola ulaşdırıcı eyle! mu'cizelerine ahmedin, yokdur adedle hesab, etdiler amma sahabe, ondan üç bini ta'dad. mu'cize, herkim nebidir, sıdkına olur delil, şöyle ki, gün olduğunu haber verir afitab. mu'cize, bir de görülse, yetişir tasdik için, göstermişdir, hod muhammed, mu'cizatı bi hesab. sıdkına kur'an yeter ki, hak sözüdür şübhesiz, zira üstündür belagatde, cümleye ol kitab. şöyle ki, cin ve beşer mislini yapamadılar, ta ki bildiler, kelamullah imiş bi irtiyab. iyi insan olalım, hep iyilik yapalım! allahü teala, iyi insanı sever, allahü tealanın sevgisini kazanmak için çalışana , denir. allahü tealanın sevgisini kazanmış olana , denir. başkalarının da iyi insan olması için çalışan veliye denir. iyi insan olmak için, allahü tealaya karşı iyi olmak ve peygamber efendimize karşı iyi olmak ve bütün insanlara karşı iyi olmak lazımdır. bir kimsede bu üç iyilikden biri bulunmazsa, buna iyi insan denilemez. allahü tealaya karşı iyi olmak, onun var olduğuna, bir olduğuna, herşeyi onun yaratdığına, yapdığına inanmak demekdir. her insanın, her canlının ve her cansız cismlerin ve kuvvetlerin yapdıkları herşeyi, o irade edip, dileyip halk etmekde, var etmekdedir. muhammed aleyhisselama karşı iyi olmak, onun allahü tealanın peygamberi olduğuna, bütün peygamberlerin ve bütün insanların en üstünü, en kıymetlisi olduğuna ve her sözünü allahü teala tarafından söylediğine , inanmak ve ona tabi' olmak, uymakdır. onun sözlerine denir. ona inanmak ve uyabilmek için, onun sözlerini, hareketlerini ve işlerini, iyi ve fena dediklerini öğrenmek lazımdır. ya'ni lazımdır. müslimanın öğrenmesi lazım olan bilgilere denir. islam bilgileri ikiye ayrılır: ve . din bilgileri de ikiye ayrılır: ve . beden bilgileri, yapılması iyi ve lazım olan ve yapılması fena ve yasak olan şeyleri bildiren ilmlerdir. din ilmlerini muhammed aleyhisselam bildirdi. bunlara denir. beden bilgilerine veya denir. islamiyyeti doğru olarak öğrenip anlatan ve kitablarına yazan alimlere denir. ehli sünnet alimleri, bu ilmleri, den ve lerden anlamışlar, kendi düşüncelerini karışdırmamışlardır. kendi düşüncelerini de karışdıran alimlere veya , ya'ni sapık denir. ehli sünnet alimleri, ilmde derecesine yükselmiş olan mürşidlerdir. zemanlarında mevcud olan fen bilgilerine de aşinadırlar. bir mürşidi kamilin sohbetinde, ya'ni yanında bulunup, ahkamı islamiyye bilgilerini işiten kimse, hem ahkamı islamiyyeyi öğrenir. hem de, onun mubarek kalbinden yayılan nurlara kavuşur. bu nurların yayılmasına denir. güneş, daima, gördüğümüz ziyaları neşr etdiği, yaydığı gibi, ve dediğimiz, görülemiyen şualar da neşr etmekdedir. göremediğimiz , , ve şuaları da vardır. herbirini hasıl eden kaynakları vardır. resulullahın mubarek kalbinden daima hasıl olan, devamlı fışkıran, görünmiyen şualar da vardır. bu şualara denir. bu şualar, eshabı kiramın, ya'ni yanında bulunan müslimanların kalblerine, isti'dadları, ya'ni alabilecekleri kadar geldi. herkesin isti'dadı, islamiyyete uyduğu kadardır. eshabı kiramın her biri, ehli sünnet alimi idi. her biri, kendisine gelen nurlardan, feyzlerden, resulullaha olan imanının ve muhabbetinin kuvveti kadar alabildi. ebu bekri sıddikın imanı ve sevgisi, hepsinden çok olduğu için, hepsinden çok feyz aldı. birisini sevmek, onun sevdiklerini sevmek, onu üzenleri sevmemek, her işinde ona tabi' olmak, hizmet etmekdir. insanın kalbi, fosforesans madde gibidir. aldığı nurları saçar. eshabı kiramın kalblerinin saçdığı nurlar, tabi'inden, muhabbet sahiblerinin kalblerine girdi. böylece, her asrdaki muhabbet sahibleri kendi mürşidlerinden, hem islamiyyeti öğrendiler. hem de feyz aldılar. bir kimsenin kalbi, kendi mürşidinin kalbine, resulullahdan gelmiş olan feyzlere kavuşursa, bunun imanı kuvvetlenir. islamiyyete uyması, ibadet yapması kolay ve tatlı olur. nefsi, günah, kötü arzularından vazgeçer. aklı, ticaret, zıraat ile, halal kazanmakla, fen, san'at, hukuk, cihad ve astronomi gibi dünya işleri, hesabları ile meşgul olur, herkesin müşküllerini çözer ise de, kalbinde bunların hiçbiri bulunmaz. ibadetlerini ve her işi ve her iyiliği, yalnız allahü teala emr etdiği için yapar. başka bir menfe'at düşünmez. kalbine, ruh aleminin bilgileri gelir. seyyid abdülhakimi arvasi rahmetullahi aleyh böyle idi. iman ve fıkh bilgilerinden ve her meslekden, her fenden sorulanlara verdiği cevablar, dinleyenleri hayretde bırakırdı. çalışarak, akl ile öğrenilen din ve fen bilgilerine denir. mürşidin kalbine gelen bilgilere ve denir. allahü tealanın ve sıfatlarının şühuduna denir. allahü tealanın ma'rifeti, yalnız onun var olduğunu, alemin ya'ni her mahlukun yok olduklarını, aynadaki hayal gibi, bir görünüş olduklarını anlamakdır. sıfatlarının ma'rifeti, hiçbir şeye benzemediklerini anlamakdır. bu iki ma'rifete, ve denir. buna kavuşana denir. arif olan, kimseye kötülük yapamaz. herkese hep iyilik yapar. allahü tealanın sevgili kulu, bir mürşid olur. hem islamiyyet ilmlerini, hem de feyz yayar. bunun yaydığı ilmlere mürşid denmez. ilmi yayan insana mürşid denir. ya'ni mürşid, insanı kamil demekdir. herkese, vatana, millete hayrlı, faideli, olgun bir müsliman demekdir. mürşidden feyz gelmesi için, islamiyyeti bilmek ve tatbik etmek şartdır. mesela, bir kadın islamiyyete uymak isterse, başını, saçını, kollarını, bacaklarını, yabancı erkeklere göstermemesi, sokağa çıkarken, yüzünden ve avuçlarından başka yerlerini örtmesi lazımdır. islamiyyete uymıyana feyz gelmez. hem de tevbe etmezse, cehennem ateşinde yanacağı bildirildi. gelen feyzlerden, kalbin alabilmesi için de, mürşidin kemalini anlamak ve inanmak ve kendisini bunun için sevmek lazımdır. böyle sevene, mürşidin kitablarını okurken de feyz gelir. sohbetde mürşidi dinlerken veya kitabını okurken, feyz almağa kavuşan kimse, mürşide uzakdan yapınca, ya'ni suretini, yüzünü hayaline getirince da feyz alır. eski mürşidlerin kabrlerini ziyaret edince, onlardan da feyz alır. allahümme salli ala muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi hazretlerinin birinci cild sekseninci mektubu: sekseninci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. yetmişüç fırka içinde, kurtulan bir fırkanın, ehli sünnet fırkası olduğunu bildirmekdedir: hak teala, muhammed mustafanın ala sahibihessalatü vesselam nurlu caddesinde yürümek nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. hadisi şerifde, müslimanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. bu yetmişüç fırkadan herbiri, islamiyyete uyduğunu iddi'a etmekdedir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemekdedir. mü'minun suresi, ellidördüncü ve rum suresi otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alametini, işaretini, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle bildirmekdedir: . islamiyyetin sahibi kendini söyledikden sonra, eshabı kiramı da rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, benim yolum, eshabımın gitdiği yoldur. kurtuluş yolu, yalnız eshabımın gitdiği yoldur demekdir. nitekim nisa suresi, yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. resule ita'at, hak tealaya ita'at demekdir. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymamak, allahü tealaya isyandır. allahü tealaya ita'atin, resulüne ita'atden başka olduğunu sananlar için nazil olan, nisa suresinin, allahü tealanın yolu ile, resulünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. senin söylediklerinin ba'zısına inanırız, ba'zısına inanmayız diyorlar. ikisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. bunlar, elbette kafirdir mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayeti, bunların kafir olduklarını bildiriyor. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda gitmeyip de, peygambere aleyhissalatü vesselam uyduğunu söyliyen, yanılıyor. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymuş değil, isyan etmiş oluyor. böyle yol tutan, kıyametde kurtulamıyacakdır. mücadele suresinin, doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. biliniz ki, onlar yalancıdır, kafirdir mealindeki onsekizinci ayeti bu gibilerin halini gösteriyor. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda giden, hiç şübhe yok ki, ehli sünnet vel cema'at fırkasıdır. allahü teala, bu fırkanınyorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükafat versin! cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. çünki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına aleyhimürrıdvan dil uzatan, bunlara uymakdan, elbette mahrumdur.şi'iler, oniki kısmdır. her kısmı da kollara ayrılmışdır. ba'zısı abdestsiz, guslsüz gezer. namaz kılanları azdır. hepsinin i'tikadı, inanışı ehli sünnetden ayrıdır. alevi değildirler. , ehli beyti seven, onların yolunda giden kimse demekdir. imamı aliye ve bunun hazreti fatımadan olan çocuklarına denir. ehli beyti sevmek şerefini ehli sünnet kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde iman ile gitmenin alameti, işareti demişdir. o halde alevi, ehli sünnetdir. bunun için, alevi olmak isteyen kimsenin, ehli sünnet olması lazımdır. bugün, zındıklar ve müslimanlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubarek alevi ismini ehli sünnetden alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmağa, resulullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar. bu konuda, kitabımızda geniş bilgi vardır. mu'tezili fırkası ise, sonradan meydana çıkmışdır. bunun kurucusu olan vasıl bin ata, haseni basrinin rahmetullahi aleyh talebesinden idi. iman ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, haseni basrinin yolundan ayrıldığı için, haseni basri, buna buyurdu ki, bizden ayrıldı demekdir. diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıkdı. eshabı kirama dil uzatmak, allahü tealanın peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem dil uzatmak olur. buyuruldu. çünki, onların kötülenmesi, sahiblerinin, efendilerinin sallallahü aleyhi ve sellem kötülenmesi olur. böyle yanlış i'tikada düşmekden, allahü tealaya sığınırız! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkan ahkamı bizlere getiren, eshabı kiramdır. onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden düşer. islamiyyeti bizlere getiren, eshabı kiram arasından belli kimseler değildir. bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. hepsi adaletde, doğrulukda, öğretmekde müsavidir. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan herhangi birine dil uzatılınca, dini islam kötülenmiş, söğülmüş olur. allahü teala, bu çirkin hale düşmekden hepimizi korusun! eshabı kirama söğen eğer, biz, yine eshabı kirama uyuyoruz. onların hepsine uymak, şart değildir. hatta mümkin değildir. çünki, sözleri birbirine uymıyor. yolları başka başkadır derse, bunlara deriz ki: eshabı kiramdan ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkar etmemek lazımdır. bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. çünki, mesela emir radıyallahü anh, diğer üç halifeyi büyük biliyor, hurmet ediyor ve uyulmağa layık olduklarını biliyordu. bunlara, seve seve bi'at etmiş, hilafetlerini kabul etmişdi. diğer üç halifeyi sevmedikçe, emire radıyallahü teala anhüm uyduğunu söylemek yalan olur, iftira olur. hatta, emiri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabul etmemek olur. allahü tealanın arslanı ali radıyallahü anh için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce, ahmakca söz olur. allahın arslanının, o kadar ilm ve kahramanlığı ile, tam otuz sene, üç halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini hangi akl kabul eder? en aşağı bir müsliman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. emiri radıyallahü anh bu kadar küçülten, aciz, hileci ve münafık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lazımdır. allah göstermesin, emirin radıyallahü anh böyle olduğunu, bir an kabul etsek bile, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem bu üç halifeyi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? haşa! bu, hiç olamaz. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem doğruyu bildirmesi vacibdir. idare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. maide suresi, yetmişinci ayetinde mealen, ey kıymetli resulüm! rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! bunları, doğru bildirmezsen, peygamberlik vazifeni yapmamış olursun! allahü teala, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur buyuruldu. kafirler diyordu ki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, vahy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. bunun üzerine, bu ayeti kerime gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ahırete teşrif edinceye kadar, üç halifeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hata olamaz, yanlış yol olamaz. iman edilecek şeylerde eshabı kiramın hepsine uymak lazımdır. çünki, i'tikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. füru'da, ya'ni yapılacak işlerde ayrılma olabilir. eshabı kiramdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. çünki, hepsinin imanı, i'tikadı birdir. birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. tekrar söyliyelim ki, islamiyyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. onların herbiri adildir, doğrudur. herbirinin islamiyyetde bildirdiği birşey vardır. herbiri ayeti kerimeleri getirerek, kur'anı kerim toplanmışdır. bir kısmını beğenmiyen, islamiyyeti bildireni beğenmemiş olur. görülüyor ki, bu kimse, islamiyyetin hepsini yapmamış olur. böyle olan da, cehennemden kurtulabilir mi? bekara suresi, seksenbeşinci ayetinde mealen, kur'anı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmakdır. ahıretde de, en şiddetli azaba atılacaklardır buyuruldu. kur'anı kerimi osman radıyallahü anh topladı. hatta, ebu bekri sıddik ile ömerül faruk radıyallahü anhüma topladı. emirin radıyallahü anh topladığı kur'anı kerim, bundan başkadır. görülüyor ki, bu büyükleri kötülemek, kur'anı kerimi kötülemeğe kadar gidiyor. allahü teala, bütün müslimanları, böyle belaya düşmekden korusun! şi'i mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh toplamışdır. onun toplamış olduğu, bu kur'an için ne dersiniz? ona bir kusur bulmakda, hiç faide göremem. çünki, kur'anı kerime dil uzatılırsa, din yıkılır dedi. aklı olan kimse, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği gün, eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. halbuki o gün, eshabı kiramdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve ebu bekri sıddikı radıyallahü anhüm halife yapdı. otuzüçbin sahabinin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdu. emirin radıyallahü anh önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. kendisi de böyle olduğunu bildirmiş ve konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. yoksa, iyi biliyorum ki, ebu bekr radıyallahü anh hepimizden üstündür buyurmuşdu. kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. ya'ni, o zeman, ehli beytin arasında idi. onları teselli ediyordu. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala aleyhim ecma'in arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. çünki onların mubarek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. emmarelikden kurtulmuş, itminana kavuşmuşdu. onların bütün istekleri, islamiyyete uymakdı. ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. doğruyu meydana çıkarmak içindi. yanılanlarına da, allahü teala bir derece sevab verecekdir. doğru olanlara, en az iki derece vardır. o büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. herbiri için hep iyi söylemeliyiz. ehli sünnetin en büyük alimlerinden imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyurdu ki, allahü teala, ellerimizi, o kanlara bulaşdırmadı. biz de dillerimizi bulaşdırmayalım. yine buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, eshabı kiram aleyhimürrıdvan çok düşündü. yer yüzünde ebu bekri sıddikdan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yapdılar. onun emrine girdiler. imamı şafi'inin bu sözü de, hazreti alinin radıyallahü anh hiç ikiyüzlü olmadığını ve ebu bekri sıddikı seve seve halife yapdığını göstermekdedir. meyan şeyh ebülhayrin oğlu, meyan seyyid, büyük zatların evladıdır. dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuşdur. yardım ve iltifatınıza kavuşacağı umulur. mevlana muhammed arif de, ilm talebesi olup, büyükler soyundandır. babası öldü. hoca idi. ma'aşını almak için yanınıza geldi. kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. vesselam, vel ikram!üç halifeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimanlıkdan büsbütün ayrıldıklarını, hatta islamiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek için, islam alimleri pekçok kitab yazmışdır. bunlardan birkaçının ismi ve yazarı aşağıda bildirilmişdir. alevi olduklarını söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitabları dikkat ile okuyarak, ehli sünnet ile bunların arasındaki ayrılıkları incelemelerini ve akl, vicdan ve insaf ile, doğru yolu seçmelerini ve bölücü cahillerin yalanlarına, iftiralarına aldanmamalarını, kurtuluş, selamet yoluna sarılarak, din ve dünya se'adetine kavuşmalarını, din kardeşliği ve insanlık namına, allahü tealadan düa ederiz. islam alimlerinin müslimanlara nasihat vermek için, yazmış oldukları kitablardan, elimize geçen birkaçı şunlardır: kitabını fadl bin ruzbehan yazmışdır. şi'i fırkasından, ibnülmutahhirin kitabını red etmekde, yanlışlarını vesikalarla çürütmekdedir. kitabı de isfehanda yazmışdır. kitabıdır. farisidir. mirza ahmed bin abdürrahimi hindi yazmışdır. şi'ileri anlatmakdadır. de vefat etmişdir. kitabını, mirza mahdum yazmışdır. kitabını, seyyid muhammed bin abdürresul berzenci yazmışdır. de denizde boğuldu. kitabı, nevakıd kitabının kısaltılmışıdır. muhammed bin abdürresuli berzenci kısaltmışdır. kitabını, şeyh ali bin ahmed hiti de istanbulda yazmışdır. kitabını şihabüddin seyyid mahmud bin abdüllah alusi yazmışdır. bağdadda şafi'i alimi idi. de vefat etdi. kitabını da alusi yazmışdır. hayderi de, böyle bir kitab yazmışdır. kitabını da şihabüddin alusi yazmışdır. kitabını, muhammed emin bin ali bağdadi yazmışdır. ibni ebihadidin iftiralarını cevablandırmakdadır. kitabını, ali bin muhammed süveydi bağdadi yazmışdır. şafi'i olup, de, şamda vefat etmişdir. kitabını, abdüllah bin muhammed bituşi yazmışdır. şafi'i, bağdadi olup, de basrada vefat etdi. kitabını, şah abdül'azizi dehlevi, farisi olarak yazmışdır. de vefat etmişdir. arabiye tercemesi, şükri alusi tarafından kısaltılarak, ismi ile, bağdadda veda istanbulda basılmışdır. kitabını, mahmud şükri alusi yazmışdır. de kahirede basılmışdır. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, çok kuvvetli delillerle açıklamakdadır. kitabını, abdüllahi süveydi, arabi olarak yazmışdır. arabi kitabı ile birlikde, de istanbulda basılmışdır. şihristaninin rahmetullahi teala aleyh kitabında ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde, şi'ilik uzun anlatılmakda ve cevabları verilmekdedir. türkçe kitabı, şi'ilere cevab vermekdedir. yenikapı mevlevihanesi şeyhi, osman efendi tarafından yazılmış, de istanbulda basılmışdır. ile birlikde, latin harfleri ile, istanbulda basılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin rahmetullahi teala aleyh kitabı farisi olup, türkçesi istanbulda basılmışdır. büyük alim, ibni haceri heytemi rahmetullahi teala aleyh, kitabında, şi'ilerin yanıldıklarını ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbat etmekdedir. yine ibni hacerin kitabında, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatılamıyacağını, çok güzel isbat etmekdedir. ibni teymiyye kitabında, şi'i alimlerinden ibnil mutahhirin kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir. yine ibni teymiyye, kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır. tercemesinde ve türkçe da, eshabı kiramın şanları bildirilmekdedir. seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi teala aleyh türkçe risalesi istanbulda basdırılmışdır. kitabı, yılında karakaşzade ömer bin muhammed bursavi halveti tarafından yazılmış olup, şi'ilere ve hurufilere cevab vermekdedir. da istanbulda basılmışdır. de edirnede vefat etdi. kitabı, türkçe olup, eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. seyyid eyyub bin sıddik ürmevi yazmışdır. muhtelif zemanlarda basılmışdır. ve istanbul baskıları çok güzeldir. istanbulda çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, ve kitablarında, şi'ilik açıklanmakda, islam alimlerinin bunlara verdikleri nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır. tenasüha inananların ve allah insana hulul etdi diyenlerin, kafir oldukları ve kitablarında yazılıdır. yusüf nebhani, kitabının son kısmlarında, şi'ilere vesikalarla cevab vermekdedir. seyyid ahmed dahlan rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ileri red etmekdedir. bu kitabı, süveydinin si sonunda basılmışdır. şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ilere kuvvetli vesikalarla cevab vermekde, hazreti mu'aviyeyi övmekdedir. bu kitab farisi olup, urdu diline tercemesi ile birlikde, de pakistanda basılmışdır. iki cilddir. hindistanın büyük alimlerinden veliyyi kamil muhammed ma'sum faruki müceddidi. mektub arasında buyuruyor ki: allahü teala, musa aleyhisselama sordu, ya musa! benim için ne amel yapdın?. ya rabbi! senin için namaz kıldım ve oruc tutdum ve zekat verdim ve ismini çok zikr etdim deyince, allahü teala, namaz kılmak, senin için burhandır. oruc, seni cehennemden koruyan kalkandır. zekat, mahşer günü, herkes sıcakdan yanarken, sana gölge yapacakdır. zikr de, o gün, karanlıkda, sana nur olacakdır. benim için ne yapdın? buyurdu. musa aleyhisselam, ya rabbi! senin için olan amel nedir dedi. allahü teala, buyurdu. musa aleyhisselam, allahü tealanın sevdiği amelin, onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı. görülüyor ki, sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman olmak, sevginin alametidir. bu dostluk ve düşmanlık, seven kimsenin elinde değildir. kendiliğinden hasıl olur. halbuki, başka ibadetleri yapmak için, arzu ve niyyet etmek lazımdır. dostun sevdiği kimseler, insana güzel görünür. düşmanlar da, çirkin görünür. dünyadaki sevgilerin de, böyle olduğunu herkes bilir. bir kimse, birisini seviyorum deyince, onun düşmanlarını düşman bilmedikce, buna inanılmaz. münafık olduğu anlaşılır. şeyhulislam abdüllahi ensari diyor ki, ebülhüseyn bin sem'un, birgün hocam muhammed husriyi incitmişdi. o günden beri onu sevmiyorum. bir kimse, üstadını incitir, sen de o kimseye darılmaz isen, köpekden aşağı olursun. allahü teala, mümtehine suresinde buyuruyor ki, ibrahim aleyhisselam ve eshabı, kafirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzakız. size inanmıyoruz. sizin, bir olan allaha inandığınızı anlayıncaya kadar, aramızda düşmanlık olacakdır dediler. bunların bu güzel halleri, size nümune olmalıdır. sonraki ayeti kerimede, buyurmakdadır. bu ayeti kerimeler gösteriyor ki, iman sahibi olmak için, bu düşmanlık şartdır ve allahü tealanın düşmanlarını sevmek, imanı yok eder. demek ki, sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdır. rafıziler, burada aldanıyorlar. diyorlar. anlamıyorlar ki, sevilenin düşmanlarına düşman olmak lazımdır. dostlarına değil! resulullahın sohbetine kavuşmakla şereflenenler, birbirlerini çok severlerdi. birbirlerine değil, kafirlere düşman idiler. feth suresinin yirmidokuzuncu ayeti kerimesinde buyuruluyor. bu ayeti kerime, sözümüzü isbat etmekdedir. birinci cil ektub kalbde hasıl olan keşflere, rü'yalara i'timad edilmez. i'timad edilecek ve insanı se'adete kavuşduracak şey, kitab ve sünnetdir. ya'ni, kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. ehli sünnet alimlerinin, bu ikisini açıklayan kitablarıdır. kitab ve sünneti öğrenmek istiyen, ehli sünnet alimlerinin bu kitablarını okumalıdır. bid'at sahiblerinin, mezhebsizlerin, dinde reformcuların kitablarını okuyan, felakete sürüklenir. kitab ve sünneti, öğrenip, bunlara uygun ibadet yapmak lazımdır. allahü tealanın ismini çok zikr etmeyi de, islamiyyet emr etmekdedir. her vakt, çok zikr yapınız! evliyalığın en yüksek mertebesi, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmakdır. , allahü tealanın sıfatlarını anlamak demekdir. fenaya kavuşanlarda hasıl olur. fena, iki nev'dir: birincisi, , kalbin allahü tealadan başka, herşeyi unutmasıdır. insan, kalbinin birşeyi hatırlaması için, kendini zorlasa da, hatırlayamaz ve allahdan başka birşeyi sevmez olur. ikincisi, olup, insanın, kendi varlığını da unutmasıdır. insan, ben diyemez olur. allahü tealadan başka birşeyi hatırlamak ve sevmek, arif için zehrdir. kalbi ölüme sürükliyen bir hastalıkdır. fena hasıl olunca, kalb yı sevmekden kurtulur. hakiki imana kavuşur ve islamiyyete uymak, kolay ve tatlı olur. ihlas hasıl olur. nefs, emmarelikden kurtulup, itmi'nana kavuşur. nefsi emmare, islamiyyete, düşmandır. itmi'nana kavuşunca, islamiyyete uymakdan zevk alır. bu hale denir. hulasa, tesavvuf, seyr ve süluk demekdir. bundan maksad, fenaya ve bekaya kavuşmakdır. allahü tealaya hakiki kul olmakdır. nefsin serkeşliği, isyan ve zevkleri yok olmasıdır. yoksa, kalb gözü açılarak, nurları, ruhları, melekleri, cinleri görmek, onlara kavuşmak, değildir. his uzvlarımız ile, akl ile, hesab ile ve tecribe ile anlaşılan fen bilgilerini bırakıp da, kalb gözü ile gaybları anlamaya çalışmak, akla uygun değildir. fen bilgileri ile anlaşılanlar da, kalb gözü ile anlaşılanlar da, allahü tealanın mahluklarıdır. hepsi yok idi. hepsini sonradan yaratdı. allahü teala, dünyada görülemez. ahiretde görülecekdir. dünyada hasıl olur. ya'ni, görmüş gibi inanılır. hulasa, tesavvuf, tarikat, dünyada islamiyyete tam ve seve seve uymak içindir. allahü tealaya kavuşmak, onu görmek, ona yaklaşmak demek değildir. bunlar, ahirete mahsusdur. o halde, islamiyyete uymaya çalışmalı, emri ma'rufu ve nehyi münkeri elden kaçırmamalı, islamiyyetin unutulmuş emrlerini meydana çıkarmağa çok ehemmiyyet vermelidir. kalbde hasıl olan keşfleri, halleri kimseye söylememelidir. bu hallere ve rü'yalara i'timad edilmez. bir kimse, rü'yada, kendini padişah veya velilerin reisi olmuş görse, ne faidesi olur? bu mertebelere, uyanık iken kavuşmak kıymetlidir. böylesi de, neye yarar? insanı kabr ve cehennem azabından kurtarır mı? aklı olan, böyle şeylere ehemmiyyet vermez. allahü tealanın razı olduğu şeyleri yapmağa çalışır. hubbi fillah ve bugdı fillah ni'metine sarılır. birinci cil ektub hakiki müsliman olan babalarımızın, dedelerimizin, büyüklerimizin yolundan ayrılmamanız için düa ederim. doğru yol, kurtuluş yolu, onların gitdikleri ve kitablarında bildirdikleri yoldur. ey kardeşim! ahır zemandayız. din bilgileri azaldı. islamiyyete uymak gevşedi. sünnetler terk edildi. bid'atler yayıldı. küfrün ve bid'atlerin yayıldığı bu karanlık zemanda, hakiki müsliman evladlarının, ehli sünnet alimlerinin kitablarından, dinlerini öğrenmeleri ve bu kitabları her tarafa yaymaları, birinci vazifedir. unutulan din bilgilerini ihya etmek en kıymetli işdir. islamiyyet bilgilerini öğrenmek ve neşr etmek için, gece gündüz çalışınız! siyasete karışmayınız. devamlı düa ederek, allahü tealadan yardım isteyiniz! biz kuluz. kulluk vazifemizi yapmamız lazımdır. bunun için doğru iman etmemiz ve islamiyyete uymamız lazımdır. kalb gözü açılarak, cinleri, perileri, melekleri, ruhları görmeği, onlarla konuşup, gaybları öğrenmeği, hatırınıza bile getirmeyiniz! allahü tealanın varlığını, birliğini, kudretinin sonsuzluğunu, böyle haberlerden değil, fen ve tıb bilgilerinden öğreniniz. bu bilgilerin yeri, insanın dimagıdır. dimagın fen, tıb bilgileri ile ve harb vasıtalarını hazırlamak ile ve ticaret, ziraat bilgileri ile meşgul olması, kalbin fani olmasına, dünya işlerini hatırlamamasına zarar vermez. dimag, dünya bilgilerine çalışırken, kalb, allahü tealayı bir an unutmaz. hem de, bu işlerde çalışmağı ve düşmanda bulunan harb vasıtalarını sulh zemanında hazırlamağı, islamiyyet emr etmekdedir. islamiyyetin bu emrini de yapmak, kalbin temizliğini, fenasını artdırır. rafızilerle vehhabiler ve bunları besleyen hıristiyanlar ile yehudiler, bu yazdıklarımızı anlamazlar. bunlar, dimagları ile de, kalbleri ile de, dünya çıkarları ve nefslerinin arzu ve zevkleri düşüncesindedirler. dördü de, ehli sünnete düşmanlıkda müşterek çalışmakdadır. bu alçak saldırılarını, ingilizler idare etmekdedir. birinci cil ektub zemanımız, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem nurlu zemanından çok uzak olduğu için ve kıyamet vakti yaklaşdığı için, küfr ve bid'atler her tarafa yayıldı. bunların zulmeti alemi kapladı. resulullahın sünneti unutuldu. islamiyyetin nurları kalmadı. islamiyyeti meydana çıkarmak, din bilgilerini yaymak için çok çalışınız! allahü tealanın rızasını kazanmağa sebeb olan şeylerin başında, bu çalışmak bulunmakdadır. resulullahın şefa'atine kavuşduracak, en faideli şey, bu çalışmakdır. hadisi şerifde buyuruldu ki, . bir sünneti meydana çıkarmak için, bunu evvela kendinin yapması lazımdır. sonra, bunu neşr etmek, başkalarının da yapmaları için çalışmakdır. son nefesinizin nasıl olacağını çok düşündüğünüzü yazıyorsunuz. bu üzüntüden kurtulan kimse yokdur. allahü tealanın rızasına kavuşduğumu zan etmiyorum diyorsunuz. bu zandan kurtulmak, vahy geldiği zemanda idi. sonraki zemanlarda, ancak bunun alametleri ve müjdeleri vardır. kat'i bilinemediği için, üzüntüsünden kurtulmak mümkin değildir. ibadetlerimin ve taatlarımın kabul olacaklarını ümmid etmiyorum. bu sebebden, ibadet yapmakda, ba'zan gevşek davranıyorum diyorsunuz. ibadet yapmamız emr olundu. ibadet yapmak, birinci vazifemizdir. kabul olacağını bilsek de, bilmesek de, ibadet yapmamız ve yaparken hasıl olan eshabı kiram kusurumuz için, istigfar etmemiz, kabul olması için, yalvarmamız lazımdır. böylece, kabul olması ihtimali artar. vaki' olan zulmeti azalır. nuraniyyeti artar. ibadet yapmak, sonra istigfar etmek, kulluk vazifemizdir. bundan başkası, şeytanın vesvesesidir. beni seviyormusunuz diyorsunuz. sizin bize muhabbetiniz, bizim size olan muhabbetimizin eseridir. ağacın dallarında bulunan herşey, göğdesinden gelmekdedir. maide suresinde, allahü teala, onları sever. onlar da, onu severler ve allahü teala, onlardan razıdır. onlar da, ondan razıdırlar buyuruldu. kendi muhabbetini ve rızasını, onların muhabbetlerinden ve rızalarından evvel bildirdi. birinci cild. mektub bu mektub uzundur. bir yerinde buyuruyor ki, eski yunan feylesofları ma'dum, mevcud olmaz. mevcud da yok olmaz dediler. zemanımızdaki fen taklidcileri de, böyle söyliyor. bu söz, islam dinine uymadığı için, böyle söyliyene ilerici diyorlar. müslimanlar, herşey yok idi. allahü teala herşeyi yokdan var etdi dedikleri için, müslimanlara gerici diyorlar. bunlar, vehm ile, hayal ile konuşuyor. herşeyi yokdan var etmek ve var iken yok etmek, allahü tealanın sonsuz kudreti karşısında çok kolaydır. senesinde, fransız ihtilalcilerinin i'dam etdiği, fransız kimyageri lavoisier de kimya reaksiyonlarında maddenin gayb olmadığını görerek, tabi'atde hiçbirşey gayb olmaz ve hiçbirşey yokdan var olmaz dedi. herşeyin kimya reaksiyonlarına tabi' olduğunu zan ederek, böyle söyledi. kendilerine ilerici ve müslimanlara gerici diyen, fen taklidcisi kafirler, lavoisiernin bu sözünü vesika olarak kullanıp, hiçbirşey yokdan var edilmemişdir yaygarasını kopararak, müsliman talebeleri aldatdılar. de ölen alman fizikcisi einstein, maddenin yok olarak enerjiye tehavvül etdiğini isbat edince, bu fen yobazları şaşkına döndü. sesleri kesildi. allahü tealanın yalnız kimya reaksiyonlarına tabi' olduğunu zan eden bu ahmak ilericiler, islamiyyete saldırmak için, şimdi başka sebebler aramakdalar. bütün dinler, alemin yokdan var edildiğini sözbirliği ile bildirmekde, buna inanmıyana kafir demekdedir. meryem suresini yetinde, mealen buyuruldu. tefsir alimlerinin baştacı olan kadi abdüllah beydavi, ismindeki tefsirinde demekdedir. her zeman, herşey yokdan var edilmezse, allahü tealanın işsiz, güçsüz olması lazım olur. allahü teala, her maddeyi yokdan var etdikden sonra, herbirini, her an varlıkda durdurmakdadır. bunun için, hiçbir madde, kendiliğinden yok olamaz. maddelerden cismler hasıl olur. sıfatları, her zeman değişiyor. bunları yapan da, hep allahü tealadır. yalnız allahü teala ve onun sıfatları ebedi olarak vardır. yok iken, sonradan var edilmiş değildirler ve hiç yok olmazlar. alem, ya'ni her mevcud, yok iken, ilmi ilahide var idi. ilmi ilahide var olanlara, ve bu varlığa , haricde var olmağa demişlerdir. abdiyyet, kulluk, allahü tealaya inanmak ve onu sevmekdir. bunun alameti de, islamiyyete tabi' olmak ve bid'atden sakınmakdır. herşeyin yok iken muntazam olarak, hesablı yaratıldığını görüyoruz. mesela, insanın bütün organları nizamlı ve hesablı yaratılmakdadır. bu hal, herşeyi, sonsuz bilgi ve kudret sahibinin yaratdığını göstermekdedir. ikinci cild. mektub muhtelif işlerle meşgul olduğunuz halde, ihlas elde etmek arzunuz, bizi çok sevindirdi. buyurmuşlardır. hastanın, derdini tabibe anlatması lazımdır. feyz menba'ı resulullahdır. fekat, vasıtalardan gelirken, tehavvül eder. büyüklerimizin yolunda, feyze kavuşmak için, mürşidin sohbetine devam etmek şartdır. mürşidin kalbinden, talibin kalbine, muhabbeti ve isti'dadı kadar feyz gelir. mürşid bulamaz ise, eski mürşidlerden birinin kitablarını okuyup, onu sevdiği kadar, onun ruhundan feyz alır. üveys karni , resulullahı göremeyip, uzakdan feyz alarak, büyük veli oldu ise de, eshabı kiramın hiçbirinin derecesine erişemedi. tabi'inin en üstünü oldu. tesavvuf ehline olan muhabbetiniz, büyük ni'metdir. bu ni'metin kıymetini biliniz! hadisi şerifi, müjdedir. sevdiklerimizin kalblerinden istifade edeceğimizi müjdelemekdedir. ibadetleri yapmağa, çok ehemmiyyet veriniz! çalgı, oyun ve eğlence ile, kıymetli vaktlerinizi ziyan etmeyiniz! dünyada müsafir olduğumuzu, kabr ve kıyamet azablarını çok düşününüz. kurtuluş, islamiyyete uymakda ve bid'atlerden sakınmakda olduğunu unutmayınız! bid'at sahibleri ile ve mezhebsizlerle arkadaşlık etmeyiniz! bunlar, din hırsızlarıdır. insanın dinini, imanını çalarlar. islamiyyete uymakda gevşek davranan şeyhlere, tarikatçılara aldanmayınız! . kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! hicri kameri seneyi miladi seneye çevirmek hicri kameri sene, miladi seneden, gün kısadır. her hicri sene başı, bir evvelki hicri sene başının rast geldiği miladi senedengün evvel başlar. takribensenede, bir miladi sene içerisinde, iki hicri sene başı bulunur. ya'ni, hicri ve, miladi senede bir, birbirini ta'kib eden iki hicri seneden birincisinin başı, ocak ayının ilk on gününe, ikincisinin başı ise, aralık ayının son on gününe ve aynı miladi seneye rastlar. daha sonraki hicri senelerin sene başları, miladi. aydan birinci aya doğru giderek, miladi ayların her birine tesadüf eder. sahifedeki cedvelde, aynı miladi seneye rastlayan hicri senelerden ikincisi, ya'ni aralık ayının son on gününe rastlayan hicri seneler yazılıdır. mesela, hicri senesi miladisenesinin aralık ayında, hicri senesi de, yine miladisenesinin ocak ayında başlamakdadır. cedvelde yazılı olmayan herhangi bir hicri senenin başı ile bunun tesadüf etdiği miladi sene, cedvelde yazılı olan hicri ve miladi senelerden aynı mikdar sene sonra olurlar. cedvelde yazılı olmıyan herhangi bir hicri sene başının miladi karşılığını bulmak için, kendinden küçük ve en yakın hicri sene ile bunun karşısında yazılı olan miladi sene cedvelden bulunur. bu iki hicri senenin aralarındaki fark, cedvelde bulunan miladi seneye ilave edilir. bu hicri sene başının, miladi hangi ayda başladığını anlamak için, iki hicri sene arasında farkın aylar cedvelinde hangi aya tesadüf etdiğine bakılır. mesela, hicri senenin başına tesadüf eden miladi sene, olduğundan, olur. rakamı aylar cedvelinde temmuz ayına rastlar. bir hicri sene içerisinde bulunan şemsi ayın, hangi miladi seneye rastladığı da şöyle bulunur: bu şemsi ay, hicri sene başının rastladığı miladi aydan önceki bir ay ise, hicri sene başının rastladığı miladi seneden bir sonraki miladi sene olur. tam ilmihal kitabımızda daha fazla bilgi vardır. hak tecelli eyleyince, her işi asan eder, halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder. hicri sene başlarının tesadüf etdiği miladi seneleri gösterir cedveldir. miladi sene hicri sene miladi sene hicri sene aralık haziran kasım mayıs ekim nisan eylül mart ağustos şubat temmuz ocak nasihat i'tikadı, nazm üzere ey civan, oldu aşağıda sana, açık dil ile beyan: doğru olan i'tikadı, ister isen kardeşim, gece gündüz, bu kitabı oku hem de, pek candan! ruhuna rahmet eylesin, hak, ebu hanifenin, kur'an yolunu gösterdi, bize o yüce nu'man. insan bir şey yaratamaz, şi'iye aldanma! vehhabilik daha kötü, ehli sünnete inan! cennet, cehennem şimdi var, tevbe kabul edilir, şefa'atle kurtulacak, çok günahları olan. atomdan güneşe kadar, canlı cansız her varlık, yok iken yaratıldılar, hem de katkat asüman. dünyaya gönül bağlama, akar ömür su gibi, islamiyyete uyan kimse, her dem olur şadüman. önce ilmihali öğren, çocuğuna da öğret, din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişman! düşmanlarımız sinsice nasıl saldırıyor bak, sen de dini yaymak için, çalış gayb etme zeman! komünistler hep yalanla, gençleri aldatıyor, islamı yok edecekler, artık gafletden uyan! müslimanlar da şaşırmış, tuzağa düşmüş çoğu, sözde hepsi, ayrılmışlar hak yoldan. ilmi hali öğrenmiyen, kendini koruyamaz, kafir veya sapık olur, olmıyan! doğru olan bilgileri yayanlara yardım et! cihad sevabını kazan, olsun bunda mal revan. resulullah hiç durdu mu, eshabı uyudu mu? dini yaymak için hepsi, olmuşdu bir kahraman! çalış boş durma sen dahi, din düşmanı pek kavi, içden dışdan ezecekler, gidecek, dinle iman. eshaba çirkin söyleme, hepsinin kadrini bil, birbirini severlerdi, buna şahiddir kur'an! en üstün ebu bekrdir, ömer, osman, ali hem, mu'aviyeyi de çok sev, odur kur'anı yazan! rabbimiz cism değildir, zemanı, mekanı yok, maddeye hulul eylemez, böyle olmalı iman! mahluka muhtaç değildir, ortağı, benzeri yok, herşeyi odur yaratan, hem de varlıkda tutan. iyi, kötü, iman, küfr, madde, kuvvet, enerji, hepsini o var ediyor, yaratamaz hiç insan! herkese akl, irade verdi, hem yol gösterdi. kim iyilik diler ise, yaratır hemen rahman. önce, i'tikadı düzelt, emri, yasağı gözet, se'adete kavuşamaz islamiyyetden ayrılan! ta önceden adet oldu, kim ekerse, o biçer, pek aldandı, ziyan etdi, ekmeden buğday uman! yetmişüç fırkadan ancak, kurtulan, resulullahın yolunu onlardır bize sunan! her sabah, şu duayı okumalıdır: allahümme ma esbaha bi min ni'metin ev biehadin min halkıke, fe minke vahdeke, la şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr. estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah. allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali seyyidina muhammedin salaten tüncina biha min cemi'il ehvali velafat ve takdi lena biha cemi'al hacat ve tütahhirüna biha min cemi'isseyyiat ve terfe'una biha aledderecat ve tübelliguna biha aksalgayat min cemi'il hayrati fil hayati ve ba'delmemat! hasbünallah ve ni'mel vekil ni'mel mevla ve ni'mennasir! eshabı kiram kitabında adı geçenleri tanıtma kitabda adı geçen ikiyüzaltmışbeş ism, elifba sırası ile aşağıdadır. herbirinin kitabda bulunduğu sahifelerin numarası, hal tercemelerinin sonuna yazılmışdır. abbas radıyallahü anh: abdülmuttalibin en küçük oğlu, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem amcasıdır. resulullahdan üç yıl yaşlı idi. bedr gazasında, düşman ordusunda idi. esir oldu. para verip kurtulanlardan idi. mekkeye dönüşünde müsliman oldu. mekkenin fethinden bir kaç ay önce medineye hicret etdi. muhacirlerin sonuncusudur. mekkenin fethinde ve huneyn gazasında bulundu. hadisi şerif ile medh olundu. ömrü sonunda göremez oldu. otuziki yılında medinede vefat etdi. seksensekiz yaşında idi. baki'dedir. uzun boylu, beyaz ve güzel idi. on oğlu vardı. abbasi halifeleri, hazreti abbasın soyundandır. kerbeladaki büyük türbede bulunan abbas, başka olup, hazreti hüseynin babadan kardeşidir. abbasi halifeleri sıra no: ismi ve babası tevellüd cülus vefat abdüllah seffah ebül'abbas bin muhammed bin ali bin abdüllah bin abbas ca'fer mensur bin muhammed bin ali mehdi bin mensur musa kadi bin mehdi harunür reşid bin mehdi muhammed emin bin harun me'mun bin harun mu'tesem bin harun vasık bin mu'tesem mütevekkil bin mu'tesem müstansır bin mütevekkil müste'in bin mu'tesem mu'tez bin mütevekkil mühtedi bin vasık mu'temid bin mütevekkil mu'tedid bin muvaffak bin mütevekkil müktefi bin mu'tedid muktedir bin mu'tedid kahir bin mu'tedid radi bin muktedir mütteki bin muktedir müstekfi bin müktefi bin mu'tedid muti bin muktedir tayı' bin muti' kadir bin ishak bin muktedir kaim bin kadir muktedi bin ahmed bin kaim müstazhir bin muktedi müsterşid bin müstazhir raşid bin müsterşid müktefi bin müstazhir müstencid bin müktefi müstedi bin müstencid nasır bin müstedi zahir bin nasır müstensır bin zahir müsta'sım bin müstensır mısrdaki abbasi halifeleri sıra no: ismi ve babası tevellüd cülus vefat müntesır ahmed bin zahir hakim ahmed bin hasen bin ali müstekfi bin hakim ahmed vasık bin hakim ahmed hakim ahmed bin müstekfi mu'tedid bin müstekfi mütevekkil bin mu'tedid mu'tesim bin hakim tekrar mütevekkil vasik bin hakim tekrar mu'tesim tekrar mütevekkil müste'in bin mütevekkil mu'tedid bin mütevekkil müstekfi bin mütevekkil kaim bin mütevekkil müstencid bin mütevekkil mütevekkil abdül'aziz bin ya'kub müstemsik ya'kub bin mütevekkil ya'kub bin müstemsikbillah abdül'aziz han: osmanlı padişahlarının otuzikincisi ve islam halifelerinin doksanyedincisidir. sultan ikinci mahmudun ikinci oğludur. de tevellüd ediphaziran de halife oldu. de dolmabağçe serayından alınıp, topkapı serayına habs edildi. beş gün sonra midhat paşa ve serasker hüseyn avni paşa, süleyman paşa ve arkadaşları tarafından, fer'ıyye serayında kur'anı kerim okurken bilek damarları kesdirilerek şehid edildiği, sultan vahideddinin baş katibi, ali fuad beğin hatıralarında yazılıdır rahmetullahi teala aleyh. fer'ıyye serayı, beşiktaş ile ortaköy arasında, galataseray lisesinin orta kısmı olan yalıdır. sultan mahmud türbesindedir. sultan murad, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu.ninkasım vesayılı nüshasında diyor ki: istanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler arasında, ibnülemin mahmud kemal beğinnumaralı defterinde, sultan abdül'aziz hanın annesi pertevniyal valide sultanın söyleyip yazdırdığı vardır. yıldız evrakı arasında görülüp, ibnülemin ahmed tevfik beğin, de suretini çıkardığı bu sergüzeştnamede pertevniyal sultan diyor ki: senesi, cemazilevvelin yedinci günü, sabaha karşı saat sekizde, valide sultanı yatakdan kaldırıyorlar. sultan, oğlu abdül'aziz hanı uyandırıyor. halife, anne bunu bana kim yapdı? beni sultan selime mi döndürecekler? ben kime ne etdim? diyor. valide sultan diyor. yalnız avni etmedi. rüşdü paşa ile ahmed ve midhat paşalar da, bu işe dahil. ben bu felaketi otuz kırk def'a rü'yamda gördüm. bundan sonra, cebrail gökden inse, devlet reisi olmam. cenabı hakkın takdiri böyle imiş diyor. mayıssalı günü kayıkla topkapı serayına götürülüp, üçüncü selim hanın şehid edildiği odada, habs olunuyor. çorba gönderiyorlar. kalfa diyor. bir kırık tahta kaşık veriyorlar. halife, biraz içiyor. abdest almak için, na'lın aratıyor. diyerek vermiyorlar. abdesthaneye yalın ayak giriyor. üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. kayıkda yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. diyerek vermiyorlar. sultan murada tebrikname ve acıklı mektublar gönderip yalvarıyor. dördüncü gün, sultan muradın iradesi ile diyerek, fer'ıyye serayına götürüyorlar. içeri hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. diyor. annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. askerlerin saygısızca konuşdurulduğunu görünce, aman anneciğim. bunlar beni öldürecekler diyerek ağlıyor. iki gün sonra, eski, yırtık eşya gönderiyorlar. askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücum ediyor. vermiyor ise de, valide sultan, gizlice vermek zorunda kalıyor. haziran sabahı valide sultan içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halifenin kanlar içinde yatdığını görünce, feryad ediyor. halife, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup diyor. gelenler, valide sultanı başka odaya götürüyor, kulağındaki küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. halifeyi eski bir perdeye sarıp, ortaköy karakoluna götürüyorlar. can çekişirken rüşdü, midhat ve avni paşalar ve yardakçıları gelip, diyerek alay ediyorlar. valide sultan, arslanım şehid oldu. beni de şehid etsinler diye feryad ediyor. asker gelip, sultan murad irade etdi. seni beğlerbeği serayına götüreceğiz diyorlar. valide sultan, diyor. valide sultanın kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve feracesiz karakola götürüp, paşalara seyr etdiriyorlar. halifenin zevcelerinden tıryal hanım efendi gelip, canım, allah rızası için namusu ile oynamayın. hiç olmazsa araba ile götürünüz diyor. paşalar, başarılarından pek keyfli kahkaha atmakdadırlar. tıryal hanımın arabasına bindirilerek yeniseraya götürülüyor. başka araba ile tiryal hanımı da, zorla oraya götürüyorlar. üç gün sonra kızlar ağası topkapı serayına geliyor. iki sultanın ayrı odalarda baygın yatdıklarını görüyor. altı gece sonra, odalarına birer kandil gönderiliyor. otuzsekiz gün sonra fer'ıyye serayına götürülüyorlar. kapı ve pencereleri çivileniyor. sekiz gün valide sultana eziyyet ederek diyorlar. dokuzuncu gün, pencereler açılıyor. ağustosda beşinci murad tahtdan indirilip, dolmabağçe serayından çırağan serayına götürülüyor. sultan abdülhamid han tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, rahata kavuşuyorlar. sultanlara yapılan işkencelerin, sultan muradın emri ile olduğunu söylerlerdi. halbuki sultan muradın birşeyden haberi yokdu. sultan abdül'azizin tebriklerini ve yalvarmalarını paşalar sultan murada göstermiyor. sultan adına kendileri cevab yazıp aldatdıkları, tarihli askeri tarih mecmu'asında uzun yazılıdır. de istanbulda basılmış olan yılmaz öztunanın nin onikinci cildinde özetle diyor ki: sultan abdül'azizin hal' edilmesi, birkaç ahlaksız veya safdil devlet adamının, şahsi ihtirasları uğruna oldu. bunların başında, eski sadrı azam hüseyn avni paşa geliyordu. kurmaylıkdan yetişmiş, üç def'a serasker olmuşdu. bir uşağın oğlu idi. diyen kindar adamlardan biri idi. mason fuad paşanın yetişdirmesi idi. meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur, sonra entrikalarla yine bir makam kapardı. mahmud nedim paşa tarafından azl edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişanları alındığı için, padişaha kin bağladı. sultanı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe karar verdi. londraya gidip, ingilizlerle bu işi planlaşdırdı. faci'anın ikinci adamı midhat paşanın batı kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de yokdu. tuna ve bağdad valiliklerinde yapdığı işler, avrupa basınında alkışlanmış, bilhassa ingilizler tarafından şımartılmışdır. hislerine kapılan, acele ve yanlış kararlar veren, bu yüzden iyi iş görmeğe müsaid olmıyan bir adamdı. ali paşa gibi, ölünciye kadar sadaretde kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gururuna yidirememiş, hükmdara düşman olmuşdur. içki masalarında, devlete aid kararlar alırdı. ingilteredeki parlamento idaresini aynen alırsa, türkiyenin aynen ingiltere olacağını sanırdı. böyle bir idareyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı. midhat paşanın, meşrutiyyeti te'sis edebilmek için hal' işine karışdığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamakdadır. avni paşa, hal' projesini midhat ve şirvanizade muhammed rüşdü paşalara, sonra zemanın sadrı azamı mütercim rüşdü paşaya açdı. şirvanizadeden yüz bulamayınca, onu taife sürdürdü ve orada zehrletdi. midhat paşa, sadrı azam mahmud nedim paşanın, kendisini merkezden uzaklaşdıracağını vehm ederek, hal' işine karışmışdır denilebilir. hal' işine midhat paşanın emri ile, uydurma fetva veren şeyhulislam hasen hayrullah efendi de, bu makamından, önce azl edilmiş, bu yüzden sultana kin bağlamışdı. sultan abdül'aziz, bunun için, o, serayda iken, müfsid imam denirdi. rüşdü paşanın tavsıyesi ile şeyhulislam yapdık, allah vere de, bir halt etmese demişdir. sultan abdül'azizin hal'inin bir vatanperverlik olacağına inanan tek adam, harb okulu nazırı süleyman paşa idi. yirmibeş mayıs gecesi, redif ve süleyman paşalar, avni paşanın kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüzharbiye talebesinin dolmabağçe serayını kuşatmasına karar verdiler. talebeye, sultanı korumak için gidiyoruz denildi. avni paşa sultanı öldürmeği çokdan planlamış ve nihayet bu cinayeti işlemişdir. uzun zeman serayda casusu olan, ikinci mabeynci fahri beği bu işde kullandı. cezayirli mustafa pehlüvanı ve yozgadlı pehlüvan mustafa çavuşu ve boyabatlı hacı mehmed pehlüvanı fer'iyye serayına bağçıvan yapdılar. fahri beğle bu pehlüvanlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip pencereden bağçeye kaçdılar. avni paşa, çığlık seslerini duyarduymaz, kuzguncukdaki yalısından, kayıkla, hemen fer'ıyyeye geldi. ölüm raporunu imzalamak istemiyen iki doktordan birini, avni paşa hemen trablusgarba sürdü. ikincisi olan ömer beğin apoletlerini hemen orada sökmüşdür. haziranın derdimgünü sabahı, sultan abdül'azizin ortaköy sahilinde fer'ıyye serayındaki odasından garib sesler gelmeğe başladı. saat dokuz buçukda odaya girenler, eski hakanı kanlar içinde buldular. ertesi gün yayınlanan hükümet tebliği, şöyle diyordu: sultan abdül'aziz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihar etmişdir. serasker avni paşa cesedi karakola nakl etdirmişdir. bu tebliğ ve ekli tabib raporu, hiç kimseyi inandıramadı. doktorlara yalnız bilekler gösterilmişdir. avni paşa, birkaç sene önce de, sultan abdül'azizi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. midhat paşa, ölümü işitince, demişdir. maliye nazırı yusüf paşa ise, padişahın başını yidi. inşaallah yakında o katil de katl edilir demişdir. sadrı azam mütercim rüşdü paşa da, na'şı karakola çıkardıkları zeman canlı imiş. hekimler de, canlı olduğunu tasdik eylediler demişdir. üç pehlüvana yüzer altın ma'aş bağlanarak, sırrı ifşa etmeleri önlendi. sultan abdül'azizin na'şını yıkayan sekiz imam, yıldız muhakemesinde, sultanın iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir. pehlüvanlar da, yapdıklarını sonradan i'tiraf etmişlerdir. intihar edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de tıp ilminde meydandadır. hüseyn avni paşa, sultan abdül'azizin hal' edileceğini birkaç sene önce londrada ingiliz nazırlarına söylemek cesaret ve hiyanetinde de bulunmuşdu. bunun için, intihar tezini ileri sürmekdedir. son çıkan, ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. tarihli de, yazılıdır. haziran günü cenazesi büyük merasimle kaldırıldı. topkapı serayında yıkandı. pederi sultan ikinci mahmud hanın çenberlitaşdaki türbesine defn edildi. süleyman paşa, bu inkılabın meşrutiyyet için yapıldığını söyleyince, avni paşa, sen sus! asker siyasete karışmaz demişdir. halbuki, kendisi, askeri çokdan siyasete karışdırmış. balkanlarda felaketli hadiselerin patlak vermesine sebeb olmuşdu. nitekim, temmuzda sırb ve karadağ prenslikleri isyan etdi. balkanlar karışdı. nisan de rusyanın arabulucu teklifi red edilerek, harbi başladı. hemen müşir yapılan süleyman paşa, şıpka geçidini ruslara kapdırınca, mağlubiyyete sebeb oldu. plevnede üç kerre zafer kazanarak gazi ünvanını alan osman paşayı kıskandı. maçka meydan muharebelerini de gayb ederek, edirneye kadar kaçdı. böylece, edirne de, harab oldu. ruslar ayastefanosa kadar geldi. ingilizler, bu mağlubiyyeti fırsat bilerek, mayısde, istanbulda ali süavi vak'asını çıkarıp, ikinci abdülhamid hanı devirmek, hilafeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak olamadı. ali süavi mason idi. karısı ingiliz idi. diyor ki, olmasaydı, harbinin zararları daha büyük olacakdı. süleyman paşa, sefih ve zelil bir hayat sürerek, de bağdadda öldü. abdül'aziz hanı şehid etdiren paşalar, başarılarının zevki içinde, midhat paşanın bayeziddeki konağında, haziran gecesi toplanmışlardı. odaya giren erkanı harb kolağası, yaşındaki, hasen beğ, avni paşayı ve sonra hariciyye nazırı raşid paşayı vurup öldürüyor. midhat paşayı kovalıyor ise de, paşa mutbaha kaçıp, aşçının dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. yaralı yakalanan hasen beğ, ertesi gün bayezid meydanında şehid ediliyor. edirnekapıdan topkapıya giderken, sağ köşede, parmaklıklı mezarının büyük taşında yazılıdır. sultan abdül'aziz han, çerkes hasen beğin eniştesi idi. halifenin feci' şeklde şehid edildiğini ve annesi pertevniyal sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten sultan muradın üzüntüden ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekden aklı bozuldu. sultan abdül'aziz han, onbeş senelik saltanat zemanını dolmabağçe serayında geçirdi. bu serayda iken hal' edildi. beşinci murad da üç aylık saltanatını bu serayda geçirdi. ikinci abdülhamid han, bu serayda yedi ay oturdukdan sonra, yıldız kasrlarına yerleşdi. sonra yıldız serayını yapdı. sultan muhammed reşad da, dolmabağçe serayında oturdu. sultan abdül'aziz han, de yeni askeri elbiseleri kabul etdi. da posta pulu kullanıldı. da süveyş kanalı açıldı. de istanbulda tramvay işletilmeğe başladı. de galata tüneli yapıldı ve askeri rüşdiyye mektebleri açıldı. da osmanlı bankası açıldı. de sahillere deniz feneri konuldu ve devlet şurası kuruldu. de sultani mektebleri açıldı. de sanayi mektebleri açıldı. da fransa imperatöriçesi istanbulu ziyaret etdi. de avusturya imperatörü, sultan abdül'azizi ziyarete geldi. de şark demir yolları yapıldı. de tıbbiyyei mülkiyye açıldı ve orman ve ma'den mektebleri açıldı ve eski seray dış kapısı, ya'ni üniversitenin bayezid meydanına açılan giriş kapısı yapıldı. de itfaiyye alayı teşkil edildi. da seyyar havz yapıldı ve darüşşefeka lisesi açıldı. da iran şahı, sultan abdül'azizi ziyarete geldi ve izmit demir yolu yapıldı. abdül'aziz han, kardeşi gibi, memleketin idaresini ali ve füad paşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. bunlar da, ingilizin siyasetine göre hareket etdiler. dağıstanlı şeyh şamil, yirmi sene ruslarla kahramanca cihad yaparak, ordularını perişan ederken, seyrci kaldılar. bu mücahidin de esir düşmesine sebeb oldular. rusların de, semerkand, buhara ve hiveyi işgal etmelerine de sebeb oldular. ömrlerini avrupada geçirdiler. memleketde kaldıkları zeman, tanzimat fermanındaki mason planlarının tatbik edilmeleri için çalışdılar. bu hiyanetlerinin sebebi mes'ulü elbette halifenin gafleti idi. bu gafletinin neticesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehid edildi. sultan abdül'aziz, çırağan ve beğlerbeği seraylarını yapdırdı. muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. beykoz kasrı bunlardandır. çırağan yalısını ilk olarak nevşehrli damad ibrahim paşa yapdırdı. sonra üçüncü selim hanın hemşiresi beyhan sultan tarafından yeniden yapıldı. ahşab ve çok zinetli idi. sultan, bunu, kardeşi sultan selime satdı. sonra, ikinci mahmud han, de yıkdırarak ahşab seray yapdı. sultan abdülmecid han bu serayda oturdu. de yıkdırdı. de abdül'aziz han, son muhteşem serayı dört milyon altın liraya yapdırdı. beğlerbeği serayının yerinde, tepede birinci ahmed hanın kasrı vardı. sahil serayını ikinci mahmud han ahşab yapdırdı. moltekeyi burada kabul eylediği zeman, çubuk içiyordu. abdülmecid han, de bu serayda merasimle hatmi şerif indirmişdi. sultan abdül'aziz han, de, bu ahşab serayı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serayı yapdırdı. sultan, nisanının yirmibirinci cum'a günü seraya yerleşdi. yaz mevsimlerini burada geçirirdi. balkan harbi bozgununda, enver ve talat paşalar, ikinci abdülhamid hanı rahimehullahü teala selanikden alman vapuru ile istanbula getirtip, beğlerbeği serayına koydular. boğaziçi tarafında, alt katda, arka tarafda, bir odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zatürrie hastalığından vefat etdiği,şubat gününe kadar, burada yaşadı. abdülbaki efendi: mahmud baki, osmanlı şairlerinin büyüklerindendir. de istanbulda tevellüd, de vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. süleymaniyye medresesinde müderris idi. reisülulema oldu. halid ibni zeydin haber verdiği hadisi şerifleri bir araya toplamışdır. tercemesi meşhurdur. abdülcebbari hemedani: mu'tezili idi. kadi idi. üçyüzellidokuzda tevellüd etdi. dörtyüzonbeş de rey şehrinde vefat etdi. babası ahmeddir. abdülgani nablüsi: isma'il nablüsinin oğludur. de şamda tevellüd, de orada vefat etdi. derin alim ve kamil bir veli idi. fıkh, tefsir ve hadis alimi idi. yirmi yaşında ders vermeğe başladı. de istanbula geldi. çok kitab yazdı. iki cild kitabı çok kıymetlidir. tütünün günah olmadığını bildiren kitabı ve tercemesi nuri osmaniyye kütübhanesinde vardır. abdülhakı dehlevi: babası seyfeddindir. hind alimlerindendir. de tevellüd, de vefat etmişdir. dehlidedir. kıymetli kitablar yazdı. abdülhakim efendi: büyük alim idi. hal tercemes ahifede yazılıdır. van vilayetinin başkal'a kazasında de tevellüd edip, de ankarada vefat etdi. komünistlerin, masonların, vehhabilerin, mürtedlerin ve şi'ilerin ve yehudilerin ve hıristiyanların, yazılarla, propagandalarla, ingiliz imperatorluğunun kuvvetleri ve servetleri ile islamiyyeti yıkmağa saldırdıkları, müsliman yavrularını dinsiz, imansız bırakmağa uğraşdıkları bir zemanda, dersleri, va'zları ve yazıları ile ehli sünneti yok olmakdan korumuş, gençliğe aşılanan zehrli yalanları pek mahir yol ile temizlemişdir. bu uğurda çetin eziyyet ve cefalara katlanmışdır rahimehullahü teala. abdülhakim efendinin babası halife mustafa efendi, hakkarinin yüksekova kazasının sakitan köyündendir. abdülhakim efendinin dedesinin dedesi olan seyyid abdürrahman, seyyid abdüllahın oğlu idi. seyyid abdüllah, arvasda, seyyid fehimin baş tarafında medfundur. seyyid abdüllah ölünce, arvasi soyunun devam edebilmesi için, seyyid abdürrahmanı annesi genç iken zorla evlendirdi. seyyid abdürrahmanın, tahir, lutfi, abdülhamid ve muhammed isminde dört oğlu oldu. seyyid abdürrahmanın büyük kardeşi, seyyid abdürrahim de vefat etdi. oğlu hacı ibrahim ve torunu abdül'aziz ile birlikde doğu bayezidde ahmed hani türbesindedirler. abdül'aziz efendinin üç çocuğu, muhammed emin ve ömer efendiler ve seyyidet hadicedir. her birinin çocukları ve torunları din ve dünya bilgileri ile dolu birer hazinedirler. muhammed emin efendinin dört oğlu oldu. bunlar, abdül'aziz, abdülkadir ve abdülhakim ve mahmud efendilerdir. abdülhakim efendinin oğlu ahmed efendi, türkiye gazetesinin tefrika muharriri ikensenesinin son günü da istanbulda vefat etdi. seyyid abdürrahman, zemanının mürşidi ekmeli idi. binlerce hak aşığı sohbetine gelir feyz alırlardı. nasihat için, uzak memleketlere mektublar gönderirdi. irisan beğlerinden emir şerefeddin abbasiye yazdığı farisi mektublar çok kıymetlidir. bu mektublarından birinde muhammed kerim han ve mustafa ve feyzullah beğlere selam ve düa etmekdedir. başka bir mektubuna, emir şerefeddin beğ, şu satırları eklemişdir: mevlana, bu mektubu, bu fakire de göndermişdir. musibete sabr lazım olduğunu ve sabrın kıymetini bildirmişdir. birkaç ay sonra pederim abdüllah han beğ vefat etmişdir. mevlananın kerametini buradan anlamalıdır. seyyid abdürrahman hoşabda medfundur. seyyid tahir, basra valisi idi. seyyid lütfi efendinin onbir oğlu vardır. seyyid lütfi efendinin oğlu abdülganinin oğlu mir hac, bunun oğlu abdürrahman, bunun oğlu muhammed sa'id efendilerdir. lütfullah efendinin ikinci oğlu abdülgaffar efendi, bunun oğlu şerif, bunun oğlu muhammed şefik efendilerdir. lütfullah efendinin üçüncü oğlu muhammed, seyyid fehim hazretlerinin üvey babasıdır. bunun oğlu tahir, bunun oğlu resul, bunun oğlu abdüllah efendilerdir. lütfullah efendinin dördüncü oğlu, resul efendidir. beşinci oğlu seyyid sıbgatullah efendi, seyyid tahai hakkarinin talebesi idi. bunun oğlu celaleddin, bunun oğlu ali, bunun oğlu selahaddin efendilerdir. bunun iki oğlu kamüran inan ve zeynel'abidin inan, bitlis senatörü ve meb'usü olmuşlardır. altıncı oğlu cemalüddin, bunun oğlu abdülmecid, bunun oğlu sa'dullah, bunun oğlu muhyiddin, bunun oğlu abdürrahman, bunun oğlu lütfullah, bunun oğlu nurullah efendilerdir. abdülhamid efendinin iki oğlu olup, biri molla safi idi. bunun eshabı kiram torunu, abdülhamid efendidir. ikinci oğlu, seyyid fehimi arvasi kuddise sirruh hazretleri idi. seyyid muhammedin yedi oğlu ile hamide hanım isminde bir kızı vardı. hamide hanım, timür oğullarından hurrem beğin zevcesi idi. salih, memduh ve sa'id adında üç oğlu vardı. sa'id beğin iki çocuğu, tevfik beğ ile emine hanımdır. emine hanım mekki efendinin birinci zevcesidir. ikinci zevcesi afife hanımdır. seyyid muhammedin birinci oğlu mahmud efendi idi. bunun, zübeyde, meryem ve esma adında üç kızı vardı. esma hanım çok mütteki, saliha olup; abdülhakim efendinin birinci zevcesi idi. ikinci zevcesi, seyyid fehimi arvasinin kuddise sirruh torunu aişe hanım idi. ahmed mekki ve münir efendilerin validesidir. üçüncü zevcesi nine hanım denilen ikinci aişe hanım, dördüncü zevcesi bedriye hanım idi. beşinci zevcesi maide hanım, senesi mayıs ayında, istanbulda vefat etmişdir. seyyid muhammedin ikinci oğlu, muhyiddin efendi idi. bunun iki oğlu ve iki kızı vardı. kızları beyaz hanım, faruk beğin, zeliha hanım da, abdürrahim zapsunun anneanneleridir. bir oğlu hasen efendi, ikincisi mustafa efendi idi. hasen efendinin yedi oğlu ile yedi kızı olup, dört oğlu çocuk iken vefat etdi. beşincisi mazher efendi, nesibe hanımın zevci idi. altıncı oğlu muhyiddin efendi ankarada vefat etdi. yedincisi necmeddin efendi temyiz mahkemesi azası idi. na'ime hanımın zevci ve ahmed efendinin damadı idi. kızları, nine aişe hanım, abdülhakim efendinin, dilber hanım, taha efendinin, fatıma hanım, seyyid ibrahim efendinin, sabiha hanım da, abdüllah beğin zevceleri idi. mustafa efendinin dokuz oğlu ile iki kızı vardı. birincisi, seyyid abdülhakim efendi idi. ikincisi ibrahim efendi, üçüncüsü taha efendi, dördüncüsü abdülkadir efendi, beşincisi şemseddin efendi, altıncısı ziyaeddin efendi, yedincisi yusüf efendi, sekizincisi mahmud efendi, dokuzuncusu kasım efendidir. abdülhakim efendi en büyükleri idi ve en sonra vefat edenlerdendir. abdülkadir efendinin üç torunu zeynel'abidin, bedreddin ve fahreddin hayatdadır. şemseddin efendinin bir oğlu ile iki kızı vardı. bir kızı afife hanım, mekki efendinin zevcesi idi. ikinci kızı nazife hanımmart ayında vefat etdi. oğlu faziletli cemal efendi, istanbulda imamı ve hatibi idi. celaleddini ruminin si üzerinde eşsiz, derin bilgisi vardı. da istanbulda vefat etdi. yusüf efendinin oğlu seyyid faruk ışık, eski sayıştay başkanlarından ve van senatörlerindendir. senesinde ankarada vefat etmişdir. faruk beğin iki oğlu seyyid nevzad ve seyyid rüchan hayatdadır ve oğulları yetişmekdedir. seyyid rüchan de çalışma bakanlığı müsteşarı oldu. mahmud efendinin annesi meryem hanım idi. kardeşlerinin hepsi hano hanımın çocuklarıdır. mahmud efendinin kızı, rukayye hanımdır. mustafa efendinin birinci kızı mu'teber hanım, timür oğullarından sa'id beğin zevcesi ve ahmed mekki efendinin hem halası, hem kayın validesidir. de vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. ikinci kızı rabi'a hanımdır. seyyid muhammedin üçüncü oğlu nureddin efendidir. bunun mecid efendi ve ali efendi adında iki oğlu vardı. mecid efendinin oğlu izzet beğ, nafiye hanımın zevci olup, de vanda vefat etdi. dört çocuğu vardır. seyyid muhammedin dördüncü oğlu ahmed efendidir. bunun, ubeyd, şevket ve şihabüddin adında üç oğlu vardı. seyyid muhammedin beşinci oğlu, hamid paşa idi. bunun ahmed, abdüllah, fehmi ve ibrahim adında dört oğlu ile nafiye, nesibe ve aişe adında üç kızı vardı. bunlardan seyyid ibrahim arvas, abdülhakim efendinin damadı ve uzun yıllar van meb'usu idi. de ankarada vefat etdi. bunun oğlu seyyid sıddik ile kızları gülsüm ve hamiyyetdir. seyyid ahmed, muhammed sıddik efendinin damadı ve na'ime hanımın babasıdır. muhammed sıddik efendi, seyyid taha hazretlerinin torunu, ya'ni seyyid ubeydüllahın oğlu ve şehid abdülkadir efendinin kardeşi idi. nafiye hanım izzet beğin, nesibe hanım mazher efendinin, aişe hanım da muhammed ma'sum efendinin zevceleri idi. seyyid muhammedin altıncı oğlu hüseyn efendidir. bunun celal, ala'üddin, seyyid gazi ve behaeddin adında dört oğlu vardı. celal efendinin oğlu seyfeddin beğ, rukayye hanımın zevci ve aydın ile celal efendilerin ve leyla hanımın babasıdır. aydın beğ de anavatan partisinden van milletvekili seçildi. oğulları cüneyd, melih rüchan ve fatih ve murad efendiler, hayrülhalef olarak yetişmekdedirler. seyyid muhammedin yedinci oğlu, yusüf efendidir. seyyid abdülhakim efendinin üç oğlu ve iki kızı vardı. bunlardan enver ile şefi'a, esma hanımın çocuklarıdır. şefi'a hanım, salih beğin zevcesi iken, hicretde musulde vefat etdi. enver de, hicret ederken de eskişehrde vefat etdi. ikinci oğlu faziletli ahmed mekki üçışık efendi, arabi, farisi kitablardan ve pederinden din bilgilerini geniş olarak edinmiş olup, de istanbulda vefat etdi. bağlum kabristanındadır. fetvalarına güvenilecek, yer yüzünde eşi az bulunan bir mubarek zat idi. çok sayıda ve olgun, değerli din adamları yetişdirdi. ilm ve ma'na taliblerinin derdlerine şifa sunardı. cenabı hak, mubarek vücudu ile istanbul şehrini ve bütün islam alemini şereflendirmiş ve faidelendirmiş idi. seyyid ahmed mekki efendinin behik, beha, medeni ve hikmet adında dört oğlu ile zahide isminde bir kızı vardır. herbiri ahlak ve fazilet örneğidir. torunları taha üçışık, fehim ve muhammed efendiler ve şefi'a hanım ise, birer cevher olarak yetişmekdedir. abdülhakim efendinin kuddise sirruh üçüncü oğlu, seyyid münir efendi, istanbul belediyesinde satış me'murluğunda uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile etrafının saygısını ve sevgisini toplamışdır. da vefat etdi. bağlum kabristanındadır. seyyid abdülhakim efendi, senesinde, ermenilerin ingiliz silahları ile müslimanlara saldırdıkları zeman, receb ayında, başkal'adan hicret ederekde istanbula geldi. eyyub sultanda, önce yazılı medreseye, sonra gümüşsuyu tepesindeki murteza efendi mescidine yerleşdi. çeşidli cami'lerde va'z vererek, vefa lisesinde öğretmenlik, sultan selim camii şerifi yanındaki süleymaniyye medresesinde öğretmenlik yaparak, islamiyyeti yaymağa, din düşmanlarını susdurmağa ve sindirmeğe başladı. medreselerin en yüksek, üniversite kısmı olan, süleymaniyye medresesine müderris, ya'ni ordinaryüs profesör olarak ta'yini, zilka'deveağustos tarihli ferman ile yapılmışdır. ferman şöyle idi: darülhilafetil'aliyye süleymaniyye medresesinde münhal olan hadisi şerif dersi müderrisliğine debreli vildan faik efendi ve tesavvuf dersi müderrisliğine hakkari ulemasından abdülhakim efendi ve ve fıkhı şafi'i dersi müderrisliğine hakkari meb'usi esbakı seyyid taha efendi ta'yin olunmuşdur. bu iradei seniyyenin icrasına meşihati islamiyye me'murdur. muhammed vahideddin. bu iradei seniyye, ceridei ilmiyye mecmu'asının. si sayısının, bindörtyüzseksendördüncü sahifesinden alındı. mürteza efendi, tersane emanetinde baş ruznameci iken emekli olmuş ve mekkei mükerremede ahmed yekdestden feyz almışdı. de gümüşsuyu, idris köşküne yakın, denize karşı mescid yapdı. da vefat edip denize bakan dıvar içinde, defn edildi. oğulları da yanındadır. bu mescidin ilk imamı olan abdüllahi kaşgariden sonra oğlu ubeydullah efendi on sene imam oldu. sonra imam olan isa efendida vefat etdi. selim han buna bir türbe yapdı. sonra abdüllah efendinin damadı çelebi ubeydullah efendide vefat etdi. nihayet, zahiri ve batıni ilmler hazinesi olan seyyid abdülhakim efendi imam, hatib ta'yin edilip, senesinde vefat edinceye kadar burada ve birçok cami'lerde ve mekteblerde islamiyyeti yaydı. memleketin her tarafından ve yabancı milletlerden uyanık, meraklı kimseler gelip, ilmden, fenden çok şeyler sorarlar ve cevablarını alırlardı. bu arada dünyalık için ve hatta düşmanlık için gelen aşağı alçaklar da bulunurdu. keskin görüşleriyle, karşısındakilerin niyyetlerini hemen anlardı. fekat, halim ve şefkatli ve ileriyi görüşlü olduğu için, dostu düşmanı ayırmaz, hepsini tevadu' ve mudara ile karşılardı. islam alimlerine allah için, temiz kalb ile gidip feyz alanlar, onların yolunda gitmekde, islamiyyetin ahkamına uymakdadırlar. o kapıdan feyz aldığını söyleyip de, ibadetlerden kaçınan, haramlara dalan kimselerin de, münafık oldukları anlaşılmakdadır. adı geçen idris köşkünü, idris hakim bin hüsameddin yapdırmışdır. bayezid ve yavuz zemanında derin alim olan bu zat, iran hududundaki yirmibeş kabilenin osmanlılara ita'at etmesine sebeb olmuş, böylece çaldıran zaferine büyük hizmetde bulunmuşdur. bülbül deresi civarında yapdırdığı çeşmenin yanında bir sed üzerinde medfundur. de vefat etmişdir. zevcesi zeyneb hatun, kendi adı ile, idris köşkü yanında bir mescid yapdırmışdır. mescidin yanında vardır. bunun yanında bir evde niyyet kuyusu vardır. arkasında gümüşsuyu çeşmesi vardır. karyağdı tekkesine de denir. üçüncü mustafa han tarafından yapdırılmışdır. bu tekkenin arkasındasenesinde dolancı derviş muhammed mevlevihane yapdırmışdır. seyyid abdülhakim efendi din bilgilerinde ve tesavvufun ince ma'rifetlerinde derin derya idi. ve kitabları basılmışdır. va'zlarından tutulan bilgiler ve ba'zı mektubları de beş cild halinde toplanmışdır. üniversite mensubları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormağa gelir, sohbetinde, dersinde, bir saat kadar oturunca, cevabını alır, sormağa lüzum kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametler görürdü. çok mütevazı', pek alçak gönüllü idi. ben dediği işitilmemişdi. bizler hesaba dahil değiliz. o büyüklerin yazılarını anlıyamayız. ancak bereketlenmek için okuruz buyururdu. halbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi. yakınlarından birine, buyurmuşdu. yakınlarından karamürsel kumaş fabrikası müdiri, yusüf ziya akışık demişdi ki, rü'yada, abdülhakim efendinin elinin ayasını öpmüşdüm. ertesi gün, eyyub sultandaki evine giderek, rü'yamı anlatmak istedim. gitdim. her zeman olduğu gibi, elini öpmek için eğildiğimde, mubarek elini, ayası yukarı doğru olarak uzatdı ve dedi ve iltifat buyurarak çok şey anlatdı.sahifeye bakınız!. abdülhakim siyalkuti: babası şemseddin muhammeddir. hindistanın büyük hanefi alimidir. fakihdir. beydavi tefsirine ve teftazaninin akaidi nesefi şerhine ve ahmed hayalinin şerhi akaid haşiyesine ve devaninin akaidi adud şerhine ve mutavvel kitabına haşiyeler yazmışdır. kitabı da meşhurdur. de vefat etdi rahimehullahü teala. . abdülhamid han. osmanlı padişahlarının otuzdördüncüsü ve en yüksekleri idi. islam halifelerinin doksandokuzuncusu idi. de tevellüd etdi. de halife oldu. da vefat etdi. çenberlitaşda, dedesi sultan mahmudun türbesindedir. islamiyyete hizmeti, saymakla bitirilemez. abdül'aziz han, düşmanlara alet olanlar tarafından şehid edilip, sonra murad da hal' edilip, kendisi kukla olarak halife yapıldı. avrupada belirli ocakların islamiyyeti yok etmek için hazırladığı yıkıcı planları, kıyasıya hortlatmağa başlarken önlerine dikildi. aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olduğu için, memlekete karşı asrlar boyunca hazırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşi su'ikasdı hemen sezdi. hazırlıyanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaşdırdı. islam bilgilerini, ya'ni din ve fen ve ahlak bilgilerini memleketin her yerine yaydı. çok sayıda kültürlü din adamı yetişdirdi. milleti otuzbir sene adalet ile idare etdi. bilgili, temiz bir gençlik yetişdirdi. haksızlığın, kötülüğün, ahlaksızlığın kökünü kazıdı. bu yüzden ba'zı kimselerin hedefi oldu. yıllarca kötülendi. iftiralara uğradı. sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. fekat, insaflı yazılan tarihleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayı'a, ticarete, ahlaka, kısaca insanlığa bırakdığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. ona dil uzatan yalancılardan, ilm adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret etdiler. onun büyüklüğü karşısında hayran kaldılar. önce, bir sene beş ay devlet idaresine karışdırılmadı. memleketi sadrı azam midhat paşa ve arkadaşları idare etdi. bunlar, nisan günü rus harbine sebeb oldular. mali senesine rastladığı için denilmekdedir. harbi edirne mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. müşir yapdıkları süleyman paşa, şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin türk birliklerinin harcanmasına sebeb oldu. bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. fekat, filibeye ve oradan edirneye kaçdı. edirnede de tutunamayıp mütareke istedi. mütareke abdülhamid hanın, kraliçe viktoryaya çekdiği telgraf üzerine mümkin olabildi. ruslar ve bulgarlar, onbinlerce türk kadın ve çocuğunu kesdiler. bir milyondan fazla türk, bulgaristandan, istanbula hicret etdi. o zeman rusyanın nüfusu doksan, osmanlıların ise altmışdört milyondu. sultan abdülhamid han, faci'aları görünce, edirne mütarekesinden onüç gün sonra,şubat da meclisi meb'usanı kapatdı. devlet idaresini eline aldı. meb'usların ancak yüzde kırkı türkdü. bu parlamento devam etseydi, osmanlı devleti, daha o zeman parçalanacakdı. sultan abdülhamid hanın ilk ve büyük başarısı, bu felaketi görmesi ve önlemesi oldu. osmanlılara imzalatdırılanmartayastefanos mu'ahedesini sultan abdülhamid han bir dürlü hazm edemedi. dahiyane bir kurnazlıklahazirande ingiltere ile gizlice anlaşdı. kıbrıs adasının idaresini ingiltereye bırakdı. adanın gelirleri her yıl istanbula yollanacak, ada osmanlı imperatorluğunun bir parçası kalacakdı. buna karşılık, ingiltere ayastefanos mu'ahedesinin türkiye lehine değişdirilmesine yardım edecekdi. böylece, berlin mu'ahedesi, temmuzde imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. bu harbde, para tazminatı pek ağır oldu. sultan abdülhamid, buna da pek dahiyane çare buldu. de düyuni umumiyye idaresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyon osmanlı lirasına indirdi. bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu. büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, abdülhamid han, berlin mu'ahedesinin, anadolunun şarkında ermenilere muhtariyyet veren maddesini hiç tatbik etmedi. midhat paşa ve arkadaşları, rusyanın harb açmasına sebeb oldu. bütün rumeli ve anadolunun büyük kısmı rusyanın eline geçdi. dahili işler, masonların elinde kaldı. islamiyyeti yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. bunun için, din adamları cahil yetişdiriliyordu. alman tarihçisi, hans kramer, adındaki büyük tarih kitabının üçüncü cildi, yirmialtıncı sahifesinde beşinci muradın akllı kardeşi, diye övdüğü sultan ikinci abdülhamid, memleketin felakete götürüldüğünü, paşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapatdı. iradei seniyye ve meclisi vükela kararı ile meclisi meb'usan ta'til edildi. meşrutiyyet ve bunu sağlıyan doksanüçkanuni esasisi ilga edilmedi. bu anayasade ikinci meşrutiyyetin i'lanına kadar devam etmişdir. sultan abdülhamid han, ayan üyelerinin vazifelerine de son vermedi. yaşıyanları, millet meclisine dahil oldular. sultan abdülhamid han, devleti, milleti, otuzbir sene, allahü tealanın emrlerine göre, adaletle idare etdi. millet, sulh, bolluk, ucuzluk, rahat ve huzur içinde yaşadı. her vilayetde mektebler, hastahaneler, yollar, çeşmeler, viyanadan başka bir yerde eşi bulunmıyan modern bir tıp fakültesi yapdırdı. de mektebi mülkiyyeyi yapdırdı. da bir müze yapdırdı. de hukuk mektebi ve divanı muhasebatı kurdu ve beyoğlu kadın hastahanesini yapdırdı. da güzel san'atlar akademisi, de yüksek ticaret mektebi, de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. de terkos suyunu istanbula getirtdi ve mülkiye lisesini açdı. de alman imperatörü istanbula gelip, sultan ahmed meydanında alman çeşmesi yapıldı. de bursada ipekçilik mektebini yapdırdı. de halkalı zira'at ve baytar mektebi ve kağıthanede bir poligon kurdurdu. da bursa demiryolunu ve aşiret mektebini yapdırdı. da üsküdar lisesi ve rüşdiyye mektebleri ve yeni postahane binası ve osmanlı bankası ile reji binalarını ve demiryolu ile ankara demiryolu yapıldı. yineda hamidiyye kağıd fabrikası, kadıköy havagazı fabrikası ve beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. de osmanlı sigorta şirketi ve küçüksu barajı ve demiryolu yapıldı. de demiryolu ve demiryolu yapıldı. yinede hamidiyye yüksek ticaret mektebi ve rıhtımı, dolmabağçe saat kulesi yapıldı. de demiryolu, darülaceze binası, mum fabrikası, demiryolu, sakız limanı rıhtımı, şimdiki istanbul lisesi binası, demiryolu yapıldı. ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. de tuna nehrinde demirkapı kanalını, kapalıçarşı ta'mirini yapdırdı. yunan zaferini kazandı. akl hastahanesini yapdırdı. da şişlide hamidiyye etfal hastahanesini yapdırdı. de medinei münevvereye kadar telgraf hattı yapdırdı. de hamidiyye hicaz demiryolu zerkaya kadar işledi. kağıthanedeki hamidiyye suyu yapıldı. yeni balıkhane, haydarpaşa rıhtımı, ma'den arama mektebi, şamda tıbbiyyei mülkiyye yapıldı. haydarpaşada askeri tıbbiyye mektebi şahanesiteşrini evvelde açıldı. de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. de bingaziye telgraf hattı yapıldı. de kablosu döşendi. haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. beşiktaş tepesindeki yıldız serayını ve önündeki cami'i yapdırdı. velhasıl avrupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şeklde yurdumuzda yapdırdı. ne yazık ki, de tahtdan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. abdülhamid han, ve ve demiryollarını yapdırdığı zeman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yokdu. din bilgileri, fen ve edebiyyat üzerinde çok kitab basdırdı. köylere kadar kurslar açdırdı. parasız kitablar gönderdi. harb gücünü gayb etmiş olan eski gemileri halice çekip, avrupada yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. askeri, subayı öyle şerefli olmuşdu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekden, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. yalnız yılında, yunan isyanı oldu. ethem paşa rahimehullahü teala kumandasında gönderdiği askeri, kendisi seraydan idare ediyordu. askeri yirmidört saatde termopil geçidini aşıp, atinaya girdi. bütün avrupa kumandanları buna şaşırdı. çünki, alman kurmayları, osmanlı ordusu, termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişdi. ikinci abdülhamid hanın güzel ahlakını, dine olan bağlılığını, edeb ve hayasının derecesini, aklını, ilmini, adaletini, millet için durmadan çalışdığını, hiç can yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik etdiğini, masonların aldatdıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile afv etdiğini anlamak istiyenlere, es'ad beğin kitabını okumalarını tavsıye ederiz. ermeni komitecilerin hazırladıkları ve temmuz günü cum'a namazını kılıp, yıldız cami'inden çıkarken patlatılan bir arabadaki saatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebi diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir sanırız: kendimce en büyük emel, ehalinin rahat ve mes'ud olmasıdır. bu uğurda, gecegündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği ma'lumdur. gayret ve hüsnü niyyetimin min tarafillah mükafatı, şu hadiseden, hıfzı huda ile, emin olmaklığımdır. onun için, cenabı hakka şükr ve hamd ederim. müte'essir olduğum birşey varsa, asker evladlarımdan ve ehaliden ba'zılarının telef ve mecruh olmalarıdır. buna, ilelebed teessüf ederim. tebe'amın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyata ansamimilkalb memnuniyyetimi beyan eyler, afati semaviyye ve erdiyyeden masuniyyetleri için düa ederim. merkezi selanikde bulunan üçüncü ordunun ba'zı subayları, ingiliz casusları tarafından bol para ve makam va'dleri ile aldatıldı. temmuzda şemsi paşa, teğmen atıf tarafından vuruldu. hareket ordusu istanbula yürüdü. halife, hazreti alinin ictihadına uyarak, bunlara karşı koymadı. devleti bu eşkiyaya teslim etdi. vaktiyle, mekke kafirleri de, medineye hücum edince, peygamberimiz, bedrde, uhudda ve hendekde, az kuvvet ile cihad ederek, bunların medineye girmelerine mani' olmuşdu. hucurat suresi, dokuzuncu ayetinde mealen emrine uymadı. halife, peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, facia ve felaketlere sebeb oldu. cemazilahırvetemmuzde ikinci meşrutiyyet i'lan edildi. silah baskısı altında seçim yapıldı. birinci kanun da meclis açıldı. bununla, devletin idaresi, ehliyyetsiz, tecribesiz ellere geçdi. ingilizlerin hazırladığı faci'alar tekrar başladı. ekim de, bulgaristan prensliği, krallığını i'lan ederek, osmanlılardan ayrıldı. yine o tarihde, avusturya, bosnaherseki ilhak etdi. yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra giridi ilhak eyledi. nisan da, adanada ermeni ihtilali oldu. müslimanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırdılar. türkü öldürdüler. ittihadcılar buna da seyirci kaldılar. halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyan basdırıldı. ittihadcılar, avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce müslimanı kesdiler, asdılar. bu zulmleri, o zeman adana valisi olan meşhur cemal paşa yapdı. dahiliyye nazırı tal'at paşanın takdirine mazhar oldu. bu hadiseler dolayısiyle ittihadcılar da de meclisi kapatdı. sultan hamide hak vermek zorunda kaldılar. mart vak'ası adı ile meşhur olannisan hareketi ile sultan abdülhamidin hiçbir alakası olmadığı, kat'i olarak anlaşılmışdır. ittihadcıların, padişaha sadık birinci orduya güvenmiyerek, selanikdeki üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tesbit edilmişdir. ya'ni ittihadcıların bir tertibi olmuşdur. ittihadcılar, böylece selanikden bulgar, sırb, yunan, arnavud yağmacılarının meydana getirdikleri hareket ordusunu istanbula gönderdi. tal'at beğin baskısı ile sultan, nisan da tahtdan indirildi. son meşrutiyyet zemanında hükümdarlığı dokuz ay, beş gündür. selanikden gelen, toplama ve frenk silahlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak istiyen kumandanlara, çarpışılmamasını, müsliman kanı dökülmemesini sıkı emr verdi. isteseydi yalnız taksim ve taş kışladaki ta'limli asker ve sadık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. fekat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. istanbula giren hareket ordusu kumandanları, doğru yıldız serayına geldiler. hazineyi, asrlardan beri toplanmış olan kıymetli yadigarları ve dünyanın en zengin kütübhanelerinden olan seray kitablığının bir kısmını yağma etdiler. padişahın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. bu barbarca saldıranlar, birer kahraman, kurtarıcı i'lan edildi. o yıl, ittihadcılar, sultandan iki yaş küçük olan kardeşi muhammed reşadı yerine geçirdiler. sultan reşad, ihtiyar, sessizdi. ortalığı kana boyıyanların, gönülden müsliman olmadıklarını görüyordu. bu canavarlar karşısında aciz, zevallı bir kukla halinde idi. ittihadcılar, sultan hamidi lekeliyecek bir suç bulamadılar. milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek, öldürmeğe de cesaret edemediler. hemen o gece, kurmay binbaşı fethi okyarın emrinde olarak, trenle selaniğe götürdüler. orada alatini köşkünde habs edildi. ömrünü okumakla ve ibadet ile geçirdi. hükumeti ele geçiren ittihadcıların çoğu, hatta din işleri başkanı olan şeyhul islam efendileri dahi mason idi. sultan hamid hanın kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra memleket, siyasi i'damlar, su'i kasdler ülkesi oldu. çok kimseleri i'dam etdiler. birbirlerini, hatta kendi başkumandanları olan mahmud şevket paşayı da dört aylık sadrı azam ikenhaziran de kendileri öldürdü. yerine getirilen mısr prensi sa'id halim paşanınsene, ay vegünlük ve bunun yerine gelen tal'at paşanın birbuçuk senelik sadaret zemanlarında, memleket karma karışık oldu. herkes, ölüm, habs korkusu içinde idi. can, mal ve namus emniyyeti kalmadı. islam düşmanlığı, küfr ve irtidad moda olmağa başladı. her vilayetde zalimler türedi. da arnavud isyanı oldu. mahmud şevket paşa büyük kuvvetle önliyemedi. sultan reşad haziranda kosovaya gitdi. beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin arnavud ile cum'a namazı kıldı. huzuru te'min etdi. mahmud şevket paşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultan muhammed reşad, bir gövde gösterisi ile te'min eyledi. ebüzziya takvimininşubatpazartesi yaprağında diyor ki:meşrutiyyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felaket ve ziyanlara sebeb oldu. çünki da trablusgarb italyanlara bırakıldı. de balkan harbi bozgunu oldu. iki büyük kıt'a ile ilişiğimiz kesildi. afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz elden gitdi. birinci cihan harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. koca imperatorluk yağma edildi. bu felaketlere, ittihad ve terakkinin, gafil, cahil, fırkacı, inadcı, bölücü idaresi sebeb oldu. birinci cihan harbine osmanlılar üç milyon askerle katıldı. bir milyon zayi' eyledi. bunun dörtyüzbini cebhede şehid oldu. müttefiklerimizin mevcudü yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayı'atımız oldu. bunun üçbuçukmilyonu cebhede öldü. düşman orduları mevcudü, kırküç milyon idi. bunların yirmiüç milyonu zayi' oldu. yalnız beşbuçuk milyonu cebhede öldü. sultan abdülhamidi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçdılar. ilk olarak enver paşa, tal'at paşa, doktor behaeddin şakir, doktor nazım, ekim de mondros mütarekesini imza etdikden bir gün sonra, gece yarısı kaçdılar. tal'at paşade kırkdokuz yaşında berlinde, enver paşa kırk yaşındade türkistanda, cemal paşa dade elli yaşında tiflisde öldürüldüler. avrupadaki mason locaları, bu başarılarını uzakdan keyf ile seyr ediyorlar. islamiyyeti yok etmek için, yeni planlar hazırlıyorlardı. masonlar, ittihadcılara yapdırdıkları bu cinayetleri midhat paşa ve arkadaşları gibi maşalarla, daha otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya yapdıracaklardı. fekat, çok akllı, zeki, ileriyi görüşü keskin ve tam müsliman olan, ikinci abdülhamid han, bunu anlamış, bu felaketleri önlemiş, islam alemine se'adet, huzur sağlamışdı. bunun için, bu yüce hakana, kızıl sultan, korkak, zalim gibi ismler takdılar. böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraşdılar.nde diyor ki, ikinci meşrutiyyetden sonra gelen yeni rejim, ikinci abdülhamidi mahkum etmiş, hatta bugüne kadar, bu hükümdarın lehinde, hatta tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlükeli sayılmışdır. bunun bir sebebi, ikinci abdülhamidin, asla mürteci', gerici olmamak şartı ile, muhafazakar olması ve imperatörlüğü otuz yıl şahsen adalet ile idare etmesidir. ikinci abdülhamidi düşürenler birbirinden inkılabcı oldukları için, tabi'atiyle, bu hükümdarın muhafazakarlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. ancak tarih, siyaset değildir. günün modasına göre söyliyen, yazan kimse, tarihci değildir. çünki, siyasi rejimler ve fikr modaları daima değişir. yakın maziyi halka fena tanıtmak gibi hissi görüş, ilmi tedkik yapılmasına mani' olmakdadır. ba'zı sathi görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramanları küçültürler. tarihi realiteden korkmak ma'nasızdır. türkiyede, yine de, ikinci abdülhamid aleyhindeki yalanları nakl etmek modası yürürlükdedir. şubat gününe kadar, ikinci abdülhamidin saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdarın şahsi idaresi ile ilgisizdir. şahsi idaresi,şubatda başlar. zilhicce vekanuni evvel günü birinci meşrutiyyet i'lan edildi. ilk millet meclisimartde açıldı. anayasayı hazırlıyanlardan midhat paşa, bir hukukcu değildi. ikinci abdülhamid han hatıratında diyor ki: midhat paşa, öteden beri meşrutiyyet tarafdarı idi. lakin ismini ve ba'zı kitablarda medhini işitmekle hasıl olmuş bir tarafdardı. hiçbir devletin kanuni esasisini tedkik etmiş ve bu babda esaslı fikr edinmiş değildi. rehberi, nafi'a vekaletinin müsteşarı, odyan efendi idi. odyan efendi ise, o zeman bile bizde mümtaz hukukculardan değildi. hele memleketi hiç bilmezdi. zan ederim bu vukufsuzluk, midhat paşa ile taif kal'asına kadar beraber gitdi. midhat paşanın başkanlığında, ziya beğ ile namık kemalin de katıldığı bir hey'etin hazırladığı anayasanın. derdimmaddesi, hükümdara bir şahsı sürmek hakkını vermişdi. bu maddeyi midhat paşa, mahsus koydurdu. çünki, ölünciye kadar iktidarda kalmağı umuyordu. bu madde ile, muhaliflerini sürmek istemişdir. nitekim birkaç devlet adamını sürdü. ikinci abdülhamid han, muhakemesiz sürülmenin tanzimata aykırı olduğuna dikkati çekdi ise de, midhat paşayı ikna' edememişdi. midhat paşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak istemiş, fekat sultan, bu maddeyi kaldırmışdır. midhat paşa, sultanın bütün selahiyyetini yok etmek için, anayasayı büyük devletlerin kefaletleri altına koymak istemişdir. türk devletinin istiklalini yok edecek bu feci' madde de kabul edilmemişdir. rusya ile harb etmek için, babı alide nutklar çekdi. medrese talebesini ayaklandırarak, harb lehine nümayiş yapdırdı. bunlar, sultanın penceresi altında bile harb diye bağırdılar. harb olursa, ingilterenin yardım edeceğine inanıyordu. içki sofralarında, cumhuriyyet i'lan edip, üçüncü napolyon gibi, cumhurbaşkanı, sonra imperatör olacağını söyledi ve dedi. işi daha ileri götürerek, hususi asker yazmağa kalkışdı. bu yeni asker, millet askeri namı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve midhat paşanın emrinde olacakdı. hıristiyan ve müslimanlardan gönüllü yazılanlar, başkumandanları midhat paşa lehine yürüyüşler yapıyorlar. istanbulda huzuru bozuyorlardı. yeniçeri ocağı hortluyordu. midhad paşa, milliyetçiliğe uymıyan hareketlerde de bulundu. bosnada, türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emr etdi. devlet bayrağının, bir eyaletde olsa bile, sadrı azam emri ile değişdirilmesi de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnekdir. bu haçlı türk bayrağını taşıyan bir tabura istanbulda geçid resmi bile yapdırdı. bütün bu sapıklıkları, ikinci abdülhamid hanın sabrını taşırarak,şubatde, onu sadrı azamlıkdan azl etdi. kendi arzusu üzerine izzeddin vapuruna bindirilerek italyaya gönderildi. eline de beşyüz altın verildi. bir sene, sekiz ay çeşidli şehrleri gezdi. ingilizlerle halifeye karşı anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. iki ay giritde, hanyada oturdukdan sonra son ayında suriye valisi, ağustos de aydın valisi yapıldı. burada iken, mayıs de, yıldızda muhakeme edilmek için tevkif emri verildi. fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. fransız sefirinin emri ile halifeye teslim edildi. mahkemenin i'dam kararını halife, müebbed habse çevirip, temmuzda izzeddin vapuru ile rüşdü, mahmud ve nuri paşalarla ve hasen hayrullah efendi ile birlikde taife götürülüp habs edildiler. mayıs de mahmud celaleddin paşa ile, askerler tarafından boğulup öldürüldüler. ingiltere onu kurtarmağa karar verdi. kızıldenizdeki bir harb gemisine bu vazifeyi verdi. paşaların, ingilizler tarafından kaçırılacağını anlıyan hicaz valisi müşir osman nuri paşanın emri ile öldürüldüğü sanılmakdadır. nin yazısı temam oldu. abdülkadir geylani: muhyiddin ebu muhammed bin ebu salih musa, de iranda tevellüd, de bağdadda vefat etmişdir. babası, hazreti hasenin torunu abdüllah bin haseni müsenna soyundandır. abdüllahın annesi, fatıma, hazreti hüseynin kızıdır. bunun için hem seyyid, hem şerifdir. hanbelidir. kadiri tarikatinin reisi ve bütün tarikatlerin menbaı feyzidir. mürşid, müderris ve müfti idi. pek büyük alimdir. abdüllah bin abbas: resulullahın amcası abbasın oğlu olup, çok alim idi. annesi lübade, halid bin velidin teyzesi idi. hicretden üç yıl önce mekkede doğdu. çok hadisi şerif bilirdi. halife ömerin müşkillerini çözerdi. sıffinde imamı alinin kumandanlarından idi. abdüllah bin zübeyrin hilafetini kabul etmedi. tefsirde çok ileri idi. müfessirlerin şahıdır. yılında, taifde vefat etdi. uzun boylu, beyaz, güzel idi. ömrünün sonlarında göremez oldu. abbasi halifeleri, bunun soyundandır. abdüllah bin ca'fer: resulullahın amcası ebu talibin torunudur. habeşistanda dünyaya geldi. yılında medinede vefat etdi. çok cömerd idi. hazreti mu'aviye buna çok ikram ederdi. muhammed bin ebi bekri sıddik ile yahya bin ali ibni ebi talib ile ana bir kardeş idi. hazreti ali ile fatımatüzzehranın kızı olan zeynebin zevci idi radıyallahü teala anhüm ecma'in. abdüllah bin ebi bekri sıddik: önce islam olanlardandır. hicretde, kafirlerden mağaraya haber getirir, gece mağarada yatardı. mekkenin fethinde, huneyn ve taif gazalarında bulundu. taifde yaralandı.yılda vefat etdi radıyallahü teala anh. abdüllah bin ebi evfa: eshabı kiramdan kufe şehrinde en son vefat edendir. yılında vefat etdi. abdüllah bin mes'ud: ilk müsliman olanların altıncısıdır. resulullahın yanından, hizmetinden ayrılmazdı. kur'anı kerimi çok iyi öğrendi. pekçok hadisi şerif ezberledi. mekke kafirleri arasında açıkça okurdu. çok eziyyet çekerdi. iki kerre habeşistana ve medinei münevvereye hicret etdi. bütün gazalarda ve yermük muharebesinde bulundu. cennetle müjdelendi. halife ömerülfaruk, kendisini kufeye müfti olarak gönderdi. otuziki yılında, altmış yaşından sonra vefat etdi. bakide medfundur radıyallahü teala anh. abdüllah bin mubarek: tebe'i tabi'inin büyüklerinden olup, hadis ve fıkh alimi idi. de horasanda doğup, de vefat etdi rahimehullahü teala. kitabları çokdur. bir yıl hac, bir yıl cihad ve bir yıl ticaret ederdi. kazancının hepsini fakirlere verirdi. şamda birisinden aldığı kalemi vermeden merve gitmişdi. kalemi vermek için mervden şama geldi. sehl ali bin abdüllah meruzi, abdüllah bin mubarekin derslerine devam ederdi. birgün, artık senin dersine gelmiyeceğim. çünki, bugün gelirken senin kızların dama çıkmış beni çağırıyorlardı. benim sehlim, benim sehlim diyorlardı. bunların terbiyesini vermiyor musun? dedi. abdüllah bin mubarek, o gece, talebesini toplayıp, dedi. gidip, vefat etmiş buldular. dediklerinde, dedi. buyururdu ki, derdi. derdi. eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. çünki sevablarımın onlara verilmesi daha iyi olur derdi. abdüllah bin ömer: hicretden on dört sene önce tevellüd vede mekkede vefat etdi. babası ile birlikde iman etdi. küçük olduğundan bedr ve uhud gazalarına götürülmedi. diğer gazalarda ve mute gazasında ve yermükde, mısr ve afrika fethlerinde bulundu. resulullahın namaz kıldığı her yerde namaz kılardı. çok mütteki, cömerd ve halim idi. hilafet işlerine hiç karışmadı. hicrisenesinde, haccac bin yusüf, mekkede, abdüllah bin zübeyri şehid etdikden üç ay sonra, bunun ayağına zehrli kılıç ile vurdurarak şehid etdi radıyallahü teala anh. abdüllah bin sa'. hazreti osmanın süt kardeşi idi. vahy katibi iken mürted oldu. mekkenin fethinde katli emr olundu ise de, tekrar imana gelip afv edildi. mısr fethinde bulundu. de mısr valisi olup, tunusu feth etdi. halifenin şehadetinde medineye yardıma gelirken, mısrda yerinin yağma edildiğini anlıyarak, remleye yerleşdi. da vefat etdi. abdüllah bin sebe. müslimanlar arasına ilk olarak, eshab düşmanlığı fitnesini sokan bir yehudi dönmesidir. hazreti osman zemanında yemenden gelip, müsliman olduğunu söyledi. halifenin yanına sokulmak istedi. fitne, fesad çıkaracağı anlaşılarak, medinei münevvereden dışarı atıldı. mısra giderek, cahiller arasında, halifeyi kötülemeğe, eshabı kiramın büyükleri için atıp tutmağa, kardeşi kardeşe düşürmeğe başladı. kufeye de giderek hazreti aliye yaltaklandı. hatta, sen tanrısın dedi. ali radıyallahü anh da, bunu medayn şehrine sürdü. hazreti ali şehid olunca, o ölmedi. bulutlarda yerleşdi. şimşek, yıldırım onun emri ile olmakdadır dedi. daha nice, düzme sözleri ile, cahilleri aldatıp, ehli sünneti parçalamağa, içeriden yıkmağa koyuldu. fekat, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, ayeti kerimeye ve hadisi şeriflere sarılarak ve akla, ilme dayanarak bunun bozuk ve çürük sözlerine, çok sağlam cevablar verdi. onları her yerde rezil ve perişan eyledi. onlar ancak, kitab okumıyan, va'z, nasihat dinlemeğe gitmiyen cahilleri aldatabildi. abdüllah bin ureykıt: beni veyl kabilesinden bir kafir idi. abdüllah bin yesr: şamda en son vefat eden sahabidir. seksensekiz senesinde vefat etdi. abdüllah bin zübeyr: zübeyr bin avvamın oğludur. annesi esma binti ebi bekr sıddikdır. hicretden yirmi ay sonra tevellüd etdi. ismini resulullah sallallahü aleyhi ve sellem koydu ve düa etdi. cesur, kuvvetli, kahraman idi. geceleri ibadet eder, gündüzleri oruc tutardı. tunus harbinde, yüzyirmibin düşman askeri ile yirmi bin islam mücahidi savaşırken, düşman kumandanı cerciri öldürerek zafere sebeb oldu. cemel vak'asında, aliye radıyallahü anh karşı idi. yezide bi'at etmedi. dokuz sene mekkede halife oldu. yemen, ırak ve horasan elinde idi. abdülmelikin kumandanı haccac bin yusüf, yılında mekkeyi muhasara ve mancınık ile şehri tahrib etdi. abdüllah, de alnına gelen mancınık taşı ile yaralandı ve şehid edildi radıyallahü teala anh. validesi haccacın karşısına çıkıp acı ve doğru sözler söyledi. harab olan ka'beyi ve ayrıca türbei nebeviyi ta'mir etdi. şehid edildikden sonra, abdülmelik bin mervan, ka'benin bir dıvarını yıkdırıp, haceri esvedi eski yerine koydurdu. bugünkü ka'benin üç dıvarı abdüllah, bir dıvarı abdülmelik yapısıdır. abdüllahi cengizi han: maveraünnehrdeki özbek hanlarındandır. sultan selim cami'i bağçesindedir. abdülmecid hanın büyük bir hatası, memlekete ve bütün islamiyyete çok ağır zararı dokunan, afv edilmez bir kabahati olmuşdur. öyle bir hata ki, osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası yapmış, bu koca islam devletinde bir nin başlamasına sebeb olmuşdur. masonların, islam düşmanlarının örtbas etmek istedikleri, gençlerden saklamağa çalışdıkları bu hata, saf, temiz kalbli hakanın, azılı ve sinsi islam düşmanı olan ingilizlerin tatlı dillerine aldanarak, iskoç masonlarının yetişdirdikleri cahilleri işbaşına getirmesi, bunların devleti içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlıyamamasıdır. ingilizlerin osmanlı devletine karşı korkunç saldırıları ve başarıları sultan abdülmecid hanı aldatmakla başladı. islamiyyeti yıkmak için ingilterede kurulmuş olan nın kurnaz üyesi lord redcliffe istanbula ingiliz sefiri olarak gönderildi. senesinde parisde ve sonra londrada osmanlı sefiri bulunan mustafa reşid paşa, aldatılmış, mason yapılmışdı. bunun sadrı azam yapılması için, lord redcliffe sultana çok dil dökdü. bu aydın, kültürlü ve başarılı veziri sadrı azam yaparsanız, ingiltere imperatörlüğü ile devleti aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. devleti aliyye ekonomik, sosyal ve askeri sahalarda ilerler diyerek halifeyi aldatdı. da sadrı azam olan paşa, iş başına gelir gelmez, hariciyye nazırı iken, redcliffe ile el ele verip, hazırlamış olduğu, kanununa istinad ederek, büyük vilayetlerde mason locaları açdı. casusluk ve hıyanet ocakları çalışmağa başladı. gençler, din cahili olarak yetişdirildi. londradan alınan planlarla bir yandan idari, zira'i, askeri değişiklikler yapdılar. bunlarla gözleri boyadılar. öte yandan da, islam ahlakını, ecdad sevgisini, milli birliği parçalamağa başladılar. yetişdirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. bu senelerde avrupada, fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor. yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu. osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. hatta, fatih devrinden beri medreselerde okutulmakda olan fen, matematik derslerini büsbütün kaldırdılar. din adamlarına fen bilgisi lazım değildir diyerek, kültürlü, bilgili alimlerin yetişmelerine mani' oldular. sultan abdülmecid han zemanında dünyada iki büyük islam devleti vardı. biri osmanlı devleti, ikincisi hindistandaki gürganiyye hükümdarlığı idi. her iki devletin sultanları, islam dininin bekçisi idiler. islam düşmanı olan ingilizler, bu iki bekçiyi yok etmek için, çok kurnaz planlar hazırlamışdı. önce, gürganiyye devletini parçalamağa karar verdiler. böylece, asyadaki müslimanları başsız bırakacak, hem de hindistanın hazinelerine, ticaretine hakim olacaklardı. fekat, osmanlıların buna mani' olmasından korkuyorlardı. bunun için osmanlıları ruslarla savaşdırmağa çalışdılar. avusturya ve prusya, osmanlırus savaşının önlenmesini istediler. rusya da bunu kabul etdi. fekat ingilizler, reşid paşayı harb etmeğe teşvik etdiler. yardım edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece osmanlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. reşid paşa, osmanlı devletinin başına geçeceğinin çılgınlığı içinde, ingilizlere maşa oldu. eylül de, babı alide yüzaltmışüçkişi topladı. rusyaya harb açılmasına karar verdi. sultan abdülmecid hanı da, tuzağa düşürüp, tasdik etdirdi. rusyaya harb i'lan edildi. osmanlı devletinin başını derde sokan ingilizler, hindistandaki faci'a ve felaketlere başladılar. de, delhide, büyük ihtilal çıkardılar. ikinci behadır şahı, oğulları ile birlikde kalküteye götürüp habs etdiler. gürganiyye devleti yıkıldı. hindistanın ilerde, ingiliz imperatörlüğüne katılması için, birinci adım atılmış oldu. ingilizler, rus çarı birinci nikolanın kudüsde katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, rusların akdenize inmesini hiç istemiyen fransa imperatörü üçüncü bonapartı da, türkrus kırım harbine sürüklediler. kendi çıkarları için yapdıkları bu işbirliği, türk milletine reşid paşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. düşmanların bu yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtmeğe çalışdıkları imha hareketlerini, herkesden önce anlıyan sultan, çok zeman serayında hüngür hüngür ağlardı. memleketi, milleti kemiren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve allahü tealaya yalvarırdı. bu sebeble, reşid paşayı, birkaç kerre sadrı azamlıkdan uzaklaşdırdı ise de, kendisine , gibi ismler takan bu kurnaz adam, rakiblerini devirip, tekrar iş başına gelmesini becerirdi. ne yazık ki, sultan kederinden tüberküloza yakalanıp genç yaşında öldü. sonraki senelerde devlet koltuklarını kapışan, üniversite öğretim üyeliklerine, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep mustafa reşid paşanın yetişdirmeleridir. böylece devri açılmasına ve osmanlılara denilmesine sebeb olmuşdur. abdülmecid han, da ilk olarak kağıd para çıkardı. da köprüsü yapıldı. şimdi galata köprüsü deniliyor. abdülmecid hanın validesi sultan, de yenibağçede guraba hastahanesi ve dolmabağçe serayı önünde deniz kenarında valide cami' ve bakırcılarda bayezid kulesi önünde büyük sultani lisesi ve daha birçok mescid, çeşme yapmışdır. dolmabağçe denilen yer, de, birinci ahmed hanın emri ile dolduruldu. bir tepeyi denize doldurdular. dolmabağçe iskelesini birinci abdülhamid han yapdı. dolmabağçe serayını birinci ve ikinci mahmud hanlar ahşap olarak yapmışlardı. senesinde abdülmecid han, bunların yerine, şimdiki muhteşem serayı yapdırdı. beşmilyon altın liraya mal oldu. bu kadar çok para, milletin cebine girmiş oldu. binlerce ailenin yüzü güldü. ayrıca, memlekete, çok kıymetli ve tarihi bir san'at eseri kazandırmış oldu. sulh ve terakki sağladı. hicazda ve anadoluda çok eserler yapdı. islam düşmanları, osmanlı halifelerine çirkin iftiralar yapdıkları gibi, bu mubarek zata da, leke sürmeğe çalışıyorlar. memleketin her tarafında ve hele mekkede, medinede yapdırdığı, görülmemiş güzel san'at eserlerine, israf yapdı diyorlar. allahü tealanın mubah etdiği, izn verdiği cariye kullanmasını, ya'ni meşru' hakkını suç olarak gösteriyorlar. içki içerdi diyorlar. sultan ikinci selim hana ve yıldırım sultan bayezide de böyle iftira etdiler. hiçbir vesikaya dayanmıyan bu sözlere saf müslimanlar da inanıyor. yeni tarih kitablarına bile yazıyorlar. halbuki osmanlı padişahlarının hepsi, her işlerinde islamiyyete uyar, yüksek alimlerin fetvaları ile hareket ederlerdi. hepsi salih, dindar, mubarek insanlardı. herbiri islamiyyete çok hizmet etdi. ikinci selim hanın edirnede yapdırdığı büyük selimiyye cami'i, düşmanlarına açık cevab vermekde, iftiralarını yalanlamakdadır. din düşmanları, iyileri kötülemekde, kötüleri, dinsizleri övmekdedir. abdülmecid han, türbesinin yüksekliğinin, yavuz sultan selim türbesinden aşağı olmasını vasıyyet etmiş ve öyle yapılmışdır. türbesinde oğulları burhaneddin efendi ve muhammed abdüssamed efendi ve osman safiyyüddin efendi de vardır. ortadaki üçüncü türbede sultan süleyman hanın validesi hafsa sultan ile sultan süleyman şahzadelerinden murad, mahmud ve abdüllah efendiler ve bir hanım efendi vardır rahimehümullahü teala. abdülvehhabı şa'rani: abdülvehhab bin ahmed, kutbi şa'rani adı ile meşhurdur. şazili idi. ali havasın talebesi idi. arif ve kutbi zeman idi. de tevellüd, de kahirede vefat etdi. tefsir, fıkh, tesavvuf, tarih, nahv ve tıb üzerinde çok kitab yazmışdır. , , , , ve kitabları meşhurdur. abdürrahman bin av eshabı kiramın büyüklerindendir. aşerei mübeşşeredendir. önce imana gelen sekiz kişiden biridir. habeşistana ve medinei münevvereye hicret etdi. bütün gazalarda bulundu. uhud gazasında yirmibir yerinden yaralandı. ayağından aldığı yaradan, hafif topal kaldı. o muharebede on iki dişi de kırıldı. çok sadaka verirdi. bir günde, allah rızası için, otuz köle azad etmişdir. çok zengin idi. büyük tüccar idi. hazreti ömerden sonra, halife namzedi olan altı kişiden biri idi. halife olmak istemedi. çekildi. hazreti osmanın halife olmasını ilk istiyen budur. otuzbir senesinde, yetmişbeş yaşında iken vefat etdi. iri, beyaz, yakışıklı idi radıyallahü teala anh. abdürrahman bin sümer: mekkenin fethinde islama geldi. basrada yerleşdi. efganistan fatihidir. haseni basri de, askeri arasında idi. de azl edildi. senesinde basrada vefat etdi. abdürrezzak lahici: babası alidir. kum şehrinde müderris idi. şi'i alimi olup, çok kitab yazmışdır. de vefat etdi. ahmed asım efendi: alim idi. ayntablıdır. arabi , farisi lügat kitablarını türkçeye çevirmişdir. ni türkçe şerh etmişdir. tarih de yazmışdır. de vefat etdi. üsküdarda nuh kuyusu kabristanındadır. fatihde, yavuz selim durağından eski aliye inen caddeye bunun ismi verilmişdir. ahmed bin ali nesai: de horasanda tevellüd, de şamda vefat etdi. hadis alimidir. mısrda şöhret bulmuşdu rahimehullahü teala. ahmed bin hanbel: hanbeli mezhebinin reisidir. babası mervlidir. de bağdadda tevellüd, de orada vefat etdi. hayatını anlatan çok kitab yazılmışdır. hadis ve fıkhda zemanının bir danesi idi. kur'anı kerim mahlukdur demediği için habsde döğülürdü. cenazesini yüzkırk bin kişi taşıdı. vera' ve takvası, ilmi ve kemali çok idi. üçyüzbin hadisi şerif ezberlemişdi. zühd nedir dediklerinde, zühd üç dürlüdür: cahillerin zühdü, haramları terk etmekdir. alimlerin zühdü, halal olanların fazlasından sakınmakdır. ariflerin zühdü, allahü tealayı unutduran şeyleri terkdir buyurdu rahimehullahü teala. ahmed bin mustafa: taşköprü zade adı ile meşhurdur. de bursada tevellüd, de vefat etdi. aşıkpaşa mahallesindedir. çeşidli medreselerde müderrislik yapdı. son zemanlarında göremez oldu. çok kitab yazmışdır rahimehullahü teala. aişei sıddika radıyallahü anha: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevcei mutahherası ve ebu bekri sıddikın kerimesidir. validesi, ümmü rumandır. hicretden sekiz sene önce tevellüd v ılda, yaşında medinede vefat etdi. bakidedir. evladı olmadı. hadicei kübranın vefatından bir yıl sonra ve hicretden iki yıl önce, nikah edildi. üç sene sonra, medinede, hücrei se'adete getirilmekle şereflendi. aklı, zekası, iffeti ve takvası, şaşılacak kadar çok idi. resulullah tarafından çok sevilir ve çok öğülürdü. nikahı allahü tealanın emri ile yapıldı. ayeti kerime ile medh edilmişdir. eshabı kiram müşkillerini çözmek için kendisine başvururdu. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında onsekiz yaşında idi. ali bin emrullah: ali çelebi, anadolu kadı askeri idi. ya'ni askeri mahkeme reisi idi. da tevellüd ve de edirnede vefat etdi. kitabı türkçe olup iki cilddir. mısrda basılmışdır. beydavi tefsirine haşiyesi, ve kitabına haşiyesi, tefsirine haşiyesi, türkçe şi'rlerinin divanı, şerhi ve daha nice eserleri vardır rahimehullahü teala. ali bin osman: siraceddini uşi, de ta'un, ya'ni veba hastalığından öldü rahimehullahü teala. ve ve meşhurdur. buna kasidesi de denir. ali mürteda radıyallahü anh: resulullahın amcası ebu talibin dördüncü oğludur. hulefai raşidin ve aşerei mübeşşerenin de dördüncüsüdür. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem damadı idi ve çok sevgilisi idi. ehli beytin, ehli abanın birincisi idi. allahü tealanın arslanı idi. çeşidli hadisi şeriflerde medh edildi. ehli sünnetin gözbebeğidir. evliyanın reisidir. kerametler hazinesidir. hicretdenyıl önce mekkede tevellüd etdi. annesi, fatıma binti esed bin haşim idi. on yaşında iken, bi'setin ikinci günü imana geldi. yürüyerek hicret edip, mubarek ayakları şişdi. bütün gazalarda arslan gibi döğüşdü ve çok yara aldı. uhudda on altı yerinden yaralanmışdı. tebük gazasında, medinede muhafız olarak bırakılmışdı. ayeti kerime ile medh ve sena buyurulmuşdur. üç halifeye de bi'at etmiş, seve seve tasdik etmişdir. her üçüne de çok yardım etmişdir. yılında halife oldu. yılındaki cemel vak'asında aişei sıddikayı esir alınca hurmet ve ikram etmiş ve kendi askeri arasında bulunan muhammed bin ebi bekr ile medineye göndermişdir. de sıffin denilen yerde hazreti mu'aviyenin askeri ile yüz günde doksan kerre meydan savaşı yapmış, askerinden yirmibeşbin, karşı tarafdan kırkbeşbin kişi şehid olmuşdu. karşı tarafın sulh teklifini kabul edince, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. bunlara harici denildi. halid bin zeydi, bunlara nasihat için gönderdi ise de, faidesi olmadı. bunların üzerine yürüyüp, perişan etdi. hariciler, kendisine çok iftira ediyorlar. şamdaki islam alimlerinden ebu hamid bin merzuk, baskılı kitabında diyor ki, imamı hayder aliye kerremallahü vecheh dil uzatanlardan biri de ibni teymiyye harranidir. kitabında eshab düşmanlarına karşı harici kitablarından vesikalar nakl ederken, hazreti aliye ve ehli beyte çirkin iftiralar yapmakdadır. hazreti ali radıyallahü anh, haricilerden abdürrahman ibni mülcem tarafından kırkıncı yıl ramezanın onyedinci günü, sabah namazını kıldırırken, kılınçla başından yaralandı. iki gün sonra şehid oldu. necefdedir. üçü fatımadan olmak üzere onsekiz oğlu ve on sekiz kızı vardı. orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sakallı idi. , ali rıza: muhammed cevad taki hazretlerinin babası ve musa kazım hazretlerinin oğludur. oniki imamın sekizincisidir. de medinede tevellüd, de tus şehrinde vefat etmişdir. harunürreşidin kabri yanındadır. bu şehre bugün meşhed denilmekdedir. halife me'mun, kendisini çok sever ve sayardı ve kendine damad yapmışdı. imam önce vefat etmeseydi, kendinden sonra imamı halife yapacakdı. amidi: seyfeddin ali bin muhammed, islam alimlerinin büyüklerindendir. amid şehrinde ya'ni diyarbekrdede tevellüd, de şamda vefat etdi. şafi'i idi. mısrda, şamda yıllarca müderrislik yapdı. kelam, fıkh, mantık ve hikmetde, kıymetli eserleri vardır. ammar bin yaser: anası ve babası ile en önce islama gelenlerdendir. kafirlerden çok işkence çekdi. annesi sümeyye hanım, işkence edilirken şehid oldu. ilk islam şehidi sümeyyedir. ebu cehlin süngüsü ile şehid oldu. ammar radıyallahü anh hadisi şerif ile medh olunmuşdur. her gazada bulundu. nın yapıcısıdır. müseylemetülkezzab ile muharebede bir kulağı kesildi. halife ömer zemanında kufe valisi oldu. de sıffin muharebesinde, yaşında şehid oldu. uzun boylu, buğday renkli, ak sakallı idi radıyallahü teala anh. amr ibni as: eshabı kiramın meşhurlarındandır. hicretin sekizinci yılı, mekkenin fethinden, altı ay önce halid bin velid ile medineye gelerek müsliman olmuşlardır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ummanda valisi olup, hiç azl buyurmadı. ebu bekr tarafından şamın fethine gönderildi. halife ömer tarafından filistin valisi oldu. mısrı feth etdi. mısra vali yapıldı. sıffin muharebesinde, ictihadı, hazreti mu'aviyenin ictihadına uygun oldu. yeniden mısra vali olup, ölünceye kadar bu vazifede kaldı. de vefat etdi. çok zeki, meşhur dahilerden idi. kısa boylu, cesur, edib ve belig idi radıyallahü teala anh. azad: emir gulamı ali bin seyyid nuh, hindistanın meşhur şairlerindendir. dört kasidesi çok meşhurdur. vefat etdi. babür şah: timur gürgan şahın oğlu meşhur asterabad fatihi miran şahın torunu olan sultan ebu sa'idin torunudur. de tevellüd etdi. de hindistanı alıp, büyük bir islam devleti kurdu. bu devlet, senesinde ingilizlerin işgaline kadar, sene hükm sürdü. alim, adil ve edib idi. hayatını kendi yazdı. dediği bu kitabı, ekber şah zemanında çağatay dilinden farisiye, sonra ingilizceye terceme ve neşr edildi. babürün kurduğu veya devletinin onyedi hükmdarı şunlardır: yukarıda yazılı gürganiyye hükmdarlarının son zemanlarında ingilizler hindistana yerleşmeğe başladı. el altından hindu kafirlerini müslimanlara karşı kışkırtdılar. sürekli fitneler çıkardılar. önce, felemenk, portekiz, fransız ve ingiliz tüccarları ve büyük şirketleri sahil şehrlerine yerleşdiler. ilk olarak ferruh sir şah, bir ingiliz şirketine imtiyaz hakkı tanıdı. ikinci şahi alem, bingale kıt'asını senede iki milyon dörtyüzbin rubye karşılığı ingiliz şirketine kiraya verdi. de şahi alem vefat edince, ingiliz hükumeti, şirketin haklarını korumak behanesi ile işe karışdı. de delhide ihtilal çıkarıp, hindistandaki vehhabilerin yardımı ile, behadır şahı kalküte şehrine nakl ve habs ederek, gürganiyye devletine son verdi. hakikat kitabevininsenesinde neşr etdiği kitabına bakınız! de, osmanlırus harbi sırasında, hindistanı, ingiltere krallığına bağlı bir imperatörlük i'lan etdi. midhat paşanın islamiyyete yapdığı zararların en büyüğü bu oldu. ingilizler, girdikleri bütün islam memleketlerinde yapdıkları gibi, islam alimlerini, islam kitablarını, islam mekteblerini yok etdiler. tam din cahili bir gençlik yetişdirdiler. hindularla müslimanları çarpışdırıp, milyonlarca müslimanın kılınçdan geçmesine sebeb oldular. çıkardıkları fitnelerden en kanlısı ve de pakistan kurulurken oldu. pakistana devlet başkanı yapdıkları ali cinnah, şi'i idi. de ölünce, yerine geçen eyyub han mason idi. islamiyyeti yıkmak yolunda idi. bunun yerine gelen general yahya han, koyu kızılbaş idi. başında hind harbinde mağsıra no: ismi ve babası tevellüdü cülusu babür bin ömer bin ebi sa'id hümayun bin babür ekber bin hümayun selim cihangir bin ekber şahcihan bin cihangir evrenkzib alemgir bin şahcihan şahı alem muhammed behadır bin alemgir cihandar iskender bin şahı alem ferruh bin azimüşşan binşahı alem refi'udderecat bin refi'üşşan bin şahı alem şahcihani sani bin şahı alem muhammed bin şahcihanı sani ahmed behadir bin muhammed şah alemgiri sani bin cihandar şahi alemi sani bin alemgir ekber şahı sani muhammed bin şahı alem behadir şahı sani bin muhammed lub olup, doğu pakistan elinden gidince, habs edildi. de, şi'i bir pakistan devletinin kurulması, hindistanda milyonlarca ehli sünnetin ölümüne sebeb oldu. istanbulda, ihlas vakfının müessisi, sonunda hind ve pakistan seyahatinde şehrinde kapısı kilitli bir kur'an mektebi görüp, niçin kapalı olduğunu sorunca, den beri kapalıdır. bütün talebeyi ve şehrdeki binlerle müslimanın hepsinide hindular öldürdü. bir ehli sünnet sağ kalmadı. biz sonradan buraya geldik demişlerdir. seyyid abdülhakim efendi buyurdu ki, islamın büyük düşmanı ingilizlerdir. islamiyyeti bir ağaca benzetirsek, başka kafirler fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. müslimanlar da bunlara düşman olur. fekat, bu ağaç birgün filiz verebilir. ingiliz böyle değildir. bu ağaca hizmet eder. besler. müslimanlar da onu sever. fekat gece, kimse anlamadan köküne zehr sıkar. ağaç öyle kurur ki, bir daha süremez. vah vah çok üzüldüm, diyerek müslimanları aldatır. ingilizin, islama böyle zehr salması demek, para, mevkı' ve kadın gibi nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların, soysuzların elleri ile, islam alimlerini, islam bilgilerini ortadan kaldırmasıdır. baki billah: muhammed baki billah, hindistanın büyük velisi idi. de tevellüd, de vefat etdi. dehlidedir. zühd ve takvası ve kerametleri meşhurdur. kabilden semerkanda gelip ilm tahsil etdi. orada emkenk kasabasında, hacegi emkengi ahmed kaşaniden feyz alarak, tesavvufda kemale geldi. kur'anı kerimi her gece iki kerre hatm ederdi. ve kitablarında hal tercemesi farisi olarak yazılıdır. istanbulda süleymaniyye kütübhanesinde, reşid efendi kısmındanumaradaki, kitabını hicretin senesinde mustafa bin hüseyn rumi ahrari mekkei mükerremede yazmışdır. bunun üstadı, hace ahmed sadık ahrari kabili, mevlana hacegi ahmed kaşaniden ve bundan sonra talebesi hace muhammed islam cuybariden, buharada feyz aldı. cuybarinin talebesi oldu ise de, mevlana hacegi kaşaninin oğlu mevlana hace ishak, belhden taşkende gelince, ilm ve feyz verme vazifesini mevlanaya bırakdı. mevlana hace ishak babasının talebesi olan mevlana lutfullahın talebesi idi. hace ahmed sadık efendi, maveraünnehrden istanbula geldi. üçüncü sultan murad han, bunu büyük bir saygı ile karşıladı. kendisi ve vezirleri hizmet yarışı yapdılar. talebesi oldular. sonra hicaza hareket eyledi. mısr valisi ibrahim paşa, misli görülmemiş hizmet eyledi. mekkede sultanın tahsis etdiği büyük serayda müsafir olundu. burada iki sene kalıp, dokuzyüzdoksanüç de medinei münevvereyi ziyaret etdi. şam yolu ile istanbula geldi. bayezidi bistami: adı tayfurdur. babası isadır. evliyanın büyüklerinden olup, hanefi idi. da bistamda tevellüd, de vefat etdi. bistamdadır. bistam, hazer denizinin cenub sahilindedir. imamı ca'fer sadıkın ruhaniyyeti ile yetişerek tesavvufda yükselmişdir. otuz sene şamda dolaşmış, yüzonüç üstaddan ders almışdır. aşkı ilahide o kadar ileri ve ibadetde o derecede idi ki, namaz kılarken, allah korkusundan ve islamiyyete saygısından göğüs kemikleri gıcırdardı. son derece alim ve fadıl ve edib idi. şi'rleri meşhurdur kaddesallahü teala sirrehul'aziz. begavi hüseyn: babası mes'uddur. muhyissünne ismi ile meşhurdur. hadis alimidir. şafi'idir. senesinde horasanda bag şehrinde tevellüd, de vefat etmişdir. meşhur kitabının sahibidir. bu kitabdahadisi şerif vardır. fıkhda , tefsirde de ve daha birçok kıymetli eserleri vardır rahimehullahü teala. behlul dana: babası ömerdir. kufeli bir meczubdur. harunürreşid ile olan sözleri meşhurdur. ilmi yok ise de, haruna nasihat verirdi. da vefat etdi. bera' bin azib: ensarı kiramın büyüklerindendir. küçük olduğundan bedr gazasına götürülmedi. on dört gazada, resulullahın önünde harb etdi. çok cesur idi. rey şehri alınırken çok kahramanlık gösterdi. basrada vefat etdi radıyallahü teala anh. beşir bin sa'd ensari: eshabı kiramdandır. hazreti ebu bekre, ensardan, en önce bi'at eden, budur. ikinci akabe anlaşmasında ve bütün gazalarda bulundu. yemame muharebesinden dönüşde, aynüttemer vak'asında şehid oldu radıyallahü teala anh. beydavi: abdüllah bin ömer kadi beydavi, müfessirlerin baş tacıdır. şirazın beyda kasabasında tevellüd, de tebrizde vefat etdi. şafi'i mezhebinde derin alim idi. adındaki tefsiri çok kıymetli olup, bütün alimlerce kuvvetli sened olmuşdur. kelam, fıkh, lügat ve nahvde çok kıymetli kitabları vardır. tefsirini çok kimseler şerh etmişdir. bunlardan , en kıymetlisidir rahimehullahü teala. beyheki: ahmed bin hüseyn beyheki, hadis alimidir. şafi'i mezhebinde derin alim idi. de nişapurun beyhek kazasında tevellüd, de nişapurda vefat etdi. ve hadis kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. bilal bin rebah habeşi: eshabı kiramdandır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem müezzini idi. önce müsliman olanlardandır. ümmiyyetebni halefin kölesi idi. kafirler ve efendisi, kendisine çok eziyyet ve cefa ederlerdi. boynuna ip takıp, çocukların ellerine verir, mekke sokaklarında dolaşdırırlardı. bilal ise, allah birdir, allah birdir der, dininden vazgeçmezdi. birgün, bilali soyup, bir don ile, sıcak kum üzerine yatırdılar. üstüne büyük taş koydular. ya, muhammedin dininden çıkarsın, yahud ölünciye kadar, burada böyle kalırsın dediler. bilal hazretleri, bu taşın altında derdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oradan geçerken, bunu gördü. buyurdu. evine geldi. ebu bekr gelince, bilalin çekdiğini söyledi. buyurdu. ebu bekr radıyallahü anh kafirlerin yanına gitdi. bilale böyle yapmakla elinize ne geçer? bana satınız! dedi. dünya dolusu altın versen satmayız. fekat, senin kölen amir ile değişiriz dediler. amir, ebu bekrin ticaret işlerini yapardı. çok para kazanırdı. yanında maldan başka, onbin altın vardı. ebu bekrin her işini görür, ya'ni onun eliayağı yerinde idi. fekat, kafir idi. iman etmiyordu. ebu bekr, amiri, bütün malı ve paraları ile, bilal için size verdim buyurdu. çok sevindiler. ebu bekri aldatdık dediler. bilali taş altından çıkarıp, elinden tutup, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna getirdi. ya resulallah! bilali bugün, allah için azad eyledim dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çok sevindi. ebu bekre çok düa buyurdu. o anda, cebrail aleyhisselam gelip, doksan ikinci sure olan suresinin, onyedinci ayetini getirdi. cenabı hak, ebu bekrin cehennemden uzak olduğunu müjdeledi. en önce ezan okuyan budur. bütün gazalarda bulundu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, cihad için şama gitdi. yirmi senesinde şamda vefat etdi. babüssagirde medfundur. sesi çok güzel ve pek te'sirli idi. ezan okurken herkesi ağlatırdı. ömer radıyallahü anh şama gelince, ezan okuyup, bütün askeri ağlatmışdı. bundan sonra, medinei münevvereye geldiğinde, hazreti hüseynin radıyallahü teala anhüma zorlaması ile bir sabah ezanı okuyarak, bütün medine ehalisi şaşkına dönmüşdü. birgivi: muhammed bin alide balıkesirde tevellüd ve de ödemişin birgi kasabasında ta'undan vefat etdi. türkçe kitabı çok kıymetli olup, bunun pek istifadelidir. arabi kitabını çok alimler şerh etmiş ve türkçeye terceme edilmişdir. çok kerre basılmışdır. türk alimlerinin baş tacıdır rahimehullahü teala. buhari: muhammed bin isma'il de buharada tevellüd, yılı fıtr bayramı günü semerkandda vefat etdi. adı ile meşhur olan hadis kitabı, kur'anı kerimden sonra islam dininin en kıymetli, en sağlam kitabıdır. başka eserleri de çokdur. buhariyyi şerifde yedibin ikiyüz yetmişbeş hadisi şerif vardır. bunları altıyüzbin hadis arasından seçmişdir. her hadisi yazacağı zeman, gusl abdesti alır, iki rek'at namaz kılar, istihare yapardı. buhariyyi şerifi on altı senede yazdı. burhaneddin mergınani: ali bin ebu bekr, büyük alim olup, buharada müderris idi. şeyhülislam adı ile meşhurdur. ferganenin mergınan kasabasında tevellüd ve de buharada cengiz hücumunda şehid oldu. eserleri arasında ya'ni ve ve kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. hidaye iki cild olarak basılmış, ingilizceye terceme edilmişdir. çok alimler tarafından şerh edilmişdir. ibni hümamın şerhi olan yeniden basılmışdır. büreydetübnü hasib eslemi: eshabı kiramdandır. hicretde, kavmi ile birlikde gelip müsliman oldu. uhud gazasından sonra medinei münevvereye geldi. bundan sonraki gazaların hepsinde bulundu. bir müddet basrada kaldı. horasana cihada gitdi. mervde yerleşdi ve orada vefat etdi. çocukları, torunları, orada kaldı. oğlu abdüllah vasıtası ile birkaç hadisi şerif bildirmişdir. cabir bin abdüllah: ensarı kiramın büyüklerindendir. ikinci akabe anlaşmasında babası ile idi radıyallahü teala anhüma. bedr ve uhudda küçük idi. diğer onsekiz gazada bulundu. ömrü sonunda gözlerine perde geldi. yezidin kumandasındaki ordu ile istanbul muhasarasında bulundu. yılındayaşında vefat etdi. medinede medfun olduğu .sahifede yazılıdır. koca mustafa paşanın yapdırdığı cami' ve türbe, başka cabir için olsa gerekdir. cabir bin zeyd: basrada, tabi'indendir. alim ve fakih idi. abdüllah ibni abbasın talebesinden idi. de vefat etdi. ca'fer tayyar: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası olan ebu talibin oğlu ve hazreti alinin büyük kardeşidir. iman edenlerin otuzikincisidir. habeşe hicret edip, hayberin fethinde gelmişdi. şama yakın mu'te denilen yerde, hicretin sekizinci yılı cemazilüla ayında, rum ordusu ile harb eden üçbin askerin kumandanı zeyd bin harise şehid olunca, yerine emir olmuş, sancağı sağ eline alıp hücum etmişdi. sağ eli kesilince, sol eline almış, sol eli de kesilince, dişi ile tutarak hücum etmiş ve nihayet şehid olmuşdur. vefatında kırk bir yaşında idi. o gün yetmişden ziyade yara almışdı. resulullaha vahy olundu. bu müjdeyi eshaba haber verdi. bunun için denildi. ca'fer sadık: babası, muhammed bakır bin zeynel'abidindir. oniki imamın altıncısıdır. validesi, ebu bekri sıddikın torunu olan kasımın kızıdır. yılında medinede tevellüd, de orada vefat eyledi. babası ve dedesinin yanındadır rahimehümullahü teala. ilmi ve kemali eşsiz idi. imamı azam ebu hanife, dersine devam ederek arifi billah oldu. kimya ilminde, zemanının bir danesi idi. meşhur kimyager cabir, bunun derslerinde yetişdi. ikinci abbasi halifesi olan ebu ca'fer mensur, kendisine düşman idi. bir kerre öldürtmek istedi ise de, da yazılı kerameti görünce korkdu. tevbe etdi. çok hürmet eder, nasihatlerini dinler oldu. yedi erkek, üç kız evladı olup, büyük oğlu isma'il, kendisinden önce vefat etdiğinden, yedinci imam, ikinci oğlu musa kazım hazretleri olmuşdur. bid'at ehlinden bir kısmı, oğlu isma'ili ve evladını imam tanıyor. bunlara isma'iliyye denir. şi'ilerin çoğu, kendilerine demekde ise de, bu sözleri, ebu ca'fer muhammed tusinin mezhebinde olduklarını bildirmekdedir. cami molla: abdürrahman bin ahmed nureddin mevlana cami, hiratda şeyhülislam idi. alim ve veliyyi kamil ve edib ve şair idi. horasanda, cam kasabasındade tevellüd ve de hiratda vefat etdi rahimehullahü teala. reşehat kitabında, uzun hal tercemesi vardır. behaeddin buhari hazretlerinin halifelerinden sa'deddini kaşgari meclisinde kemale geldi. sultanlardan ve hele vezir ali şir nevaiden çok saygı görürdü. fatih sultan muhammed hazretleri ile de mektublaşırdı. fatihin da'veti ile konyaya teşrif etdi ise de, padişah vefat etdiğinden görüşemediler. ve ve kitabları tekrar tekrar basılmışdır. her üçü de farisidir. yüze yakın kıymetli eseri çeşidli dillere terceme edilmişdir. cami namıki: ahmed ali bin muhammed namıki cami, evliyanın büyüklerindendir. şeyhülislamı mutlak idi. nefehat kitabının farisi hind baskısı.sahifesinden başlıyarak ahmed camiyi uzun anlatmakdadır. eshabı kiramdan cerir bin abdüllah soyundandır. cerir, beyaz, uzun boylu, çok yakışıklı idi. ömer radıyallahü anhüma, buyururdu. ahmed caminin otuz dokuz oğlu ve üç kızı vardı. on dört oğlu kalıp, hepsi alim, amil, kamil ve veliyyi kamil oldu. hepsinin kitabları, eserleri vardı. kendisi ümmi idi. okumadı, yirmiiki yaşında tevbe edip, onsekiz yıl tenhada nefsini terbiye ile uğraşdı. ilmi ledünniye kavuşdu. bu arada, kendisine ilmi zahir de ihsan edildi. ilmi zahirin böyle ihsan olunması, eshabı kiramdan sonra pek az evliyaya nasib olmuşdur. tevhid, ma'rifeti ilahiyye, siyer, hikmet, tesavvuf, hakikat sırları üzerinde, üçyüzden fazla kitab yazdı. adındaki farisi yazma eseri istanbulda süleymaniyye kütübhanesi, es'ad efendi kısmındanumarada vardır. bunu de yazmışdı. de tevellüd ve de vefat eyledi. kitabında kendi hayatını anlatmakda, hak tealanın verdiği ni'metleri saymakdadır. bu kitabını altmışiki yaşında yazmış idi. o zemana kadar yüzseksenbin kafirin imana gelmesine, tevbe etmelerine sebeb olmuşdur. oğlu zahireddin kitabında diyor ki, . uzun zeman hiratda, abdüllahi ensari hanesinde kalarak neşri hakayık eyledi. cengiz han: cengiz veya timoçin denir. türk değildir. moğol olduğu, bütün dillerdeki tarihlerde yazılıdır. en büyük ve en zalim moğol hükmdarı idi. kafir idi. islam düşmanı idi. da tevellüd, de vefat etdi. büyük tarihci şemseddin sami beğ, da diyor ki, cengiz dünyanın en büyük cihangirlerinden ve en meşhur zalim ve kan dökücülerdendir. moğoldur. islamiyyete çok zararı dokunmuş olan bu adam, bir kabile reisi iken, da da moğol ve tatar hanlarının başı, ya'ni hakanı oldu. cahil ve vahşi moğollardan ve tatarlardan büyük bir ordu, daha doğrusu yağmacılar güruhu toplayıp, doğu türkistanı ve çini aldı. da, sultan muhammed harezm şahın memleketine saldırdı. horasan, kandihar, mültan gibi medeniyyet merkezlerini yakdı, yıkdı. milyonlarca müslimanı öldürdü. çoğunu cami'lerde kılınçdan geçirdi. kendi askerlerinden de yüz binlerce telef oldu. buhara, semerkand, hirat gibi ilm kaynağı büyük şehrleri harabeye çevirdi. kadınlarını esir diye askerine dağıtdı. çok çirkin şeyler yapdılar. islam medeniyyetine, yerine getirilemiyecek darbeler indirdi. kafkasyaya, rusyaya, anadoluya yayıldı. de karakuruma çekildi. suçsuzların, kadın ve çocukların kanlarını dökmek en büyük zevkı ve eğlencesi idi. askerleri de keyfi için adam öldürürlerdi. girdiği şehrlerdeki sivil halkın hepsinin öldürülmesini emr ederdi. altıyüz senede, nice emeklerle elde edilmiş, hatta islamiyyetden önce de yapılmış nice medeniyyet eserlerini, kütübhaneleri, mektebleri, rasathaneleri yok etdi. islam alimlerinin birçok eserlerinin bugün elde bulunamaması, başlıca cengiz ile torunlarının ve bunların emri ile saldıran vahşi moğol yağmacılarının yapdıkları tahriblerin neticesidir. taşkınlık ve azgınlık zemanı kısa sürdü ise de, yıkdığı medeniyyetler bir daha eski halini bulamamışdır.da, bütün dünyaca tanınan ve güvenilen büyük alim imamı süyutinin kitabından alarak diyor ki, cengiz moğol idi. dilleri hind dili ile karışık idi. ya'ni türkçe bilmezlerdi. hiçbir bakımdan türklükle ilgileri yokdu. hatta, türklerle harb etdiler. çok zarar yapdılar. çin çöllerinde yaşarlardı. şehr, hatta köy bile kuramamışlardı. şehrlere saldırdılar. yağmacılıkla geçinirlerdi. kan dökmeği, kötülük yapmağı severlerdi. baskınlarında ok kullanırlardı. kadınları da harb ederdi. hepsi kafir ve azılı islam ve medeniyyet düşmanı idiler. güneşe tapınırlardı. hiçbir kötülük onlarca haram ve yasak değildi. çokları insan eti de yirlerdi. askerlerinde nikah ve aile duygusu olmayıp, bir kadını nice erkek kullanırdı. çok aldatıcı, pek can yakıcı idiler. şehrleri yakar, yıkarlar, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeyip, kendilerinden olmıyan her insanı öldürürlerdi. moğol padişahı düş hanın kadını cengizin halası idi. düş ölünce oğlu olmadığı için, cengiz bunun yerine geçdi. çinin her yerini alıp hakan oldu. da türkistana saldırdı. çok türk öldürdü. cengizin, vahşi, barbar bir kavmden türediğini, heryeri yakıp yıkdığını tarihler bildiriyor. teşkilatlı, eğitimli bir ordusu olmadığı, asker değil, canavar güruhu oldukları meydandadır. şehrleri yıkarak, ma'sum insanları kana bulayarak yıldırım hızı ile saldırmağa cengaverlik demek, barbarlarda disiplin aramak ve hele yirminci asrda meydana çıkan stratejik bilgileri cengize ve onun çapulcu sürüsüne mal etmeğe kalkışmak, tarih kitablarına uygun değildir. cevdet paşa, da diyor ki, cengiz han yediyüzbin süvari ile harzemşah üzerine yürüdü. cengizin süvarilerini zemanımızdaki ta'limli süvariye benzetmek doğru değildir. evet şimdi yüzbin süvariyi sevk etmek mümkin değildir. onun süvarileri, kendi çadırları ile ve hayvanları ile, kadınları ile bir ordu gibi giderdi. hayvanlarının etleri ve sütleri ile beslenirlerdi. hayvanları da, yerleri eşip, ot kökleri yirlerdi. silahlarını kendileri yapar, eğerlerini kendileri dikerlerdi. san'at bölükleri, idare, kumanda teşkilatları yokdu. il ve aşiret beğleri ve kabile hanları kendilerini idare ederdi. cengiz hanın bu işlerden haberi olmazdı. cevdet paşa: de lofcada tevellüd, de istanbulda vefat etdi. arabi, farisi ve türkçe kitabları çokdur. babasının adı isma'ildir. osmanlı vezirlerinden idi. alim, fadıl, edib ve tarihci idi. türkçe oniki cild kitabı çok kıymetlidir. sultan aziz han zemanında, allahü tealanın emrlerini kanun şekline sokmak için kurulan komisyonunun reisi idi. mecelle, çok kıymetli bir kitabdır. adem aleyhisselamdan, fatih sultan muhammed zemanına kadar, ya'nihicri yılına kadar olan peygamberlerin ve halifelerin ve alimlerin vak'a ve hayatlarını anlatan tarihi oniki cüz' olup, açık türkçe ile yazılmışdır. baskısı çok güzeldir. latin harfi ile basılanlarda yanlışlar görülmekdedir. kitabında hepsi mevcuddur. kitabında hakkında geniş bilgi vardır. cihan şah: karakoyunlu hükumetinin üçüncü hükmdarıdır. de tahta çıkıp, iranın bir kısmını ele geçirdi. akkoyunlu devletine harb i'lan etdi ise de, uzun hasen tarafından, de öldürüldü. cüneydi bağdadi: babası muhammed, camcı idi. evliyanın büyüklerindendir. de nihavendde tevellüd, de bağdadda vefat etdi. süfyanı sevrinin derslerinde yetişdi. dayısı sırri sekatiden tesavvufu aldı. binlerle veli yetişdirdi. asrının kutbu idi. otuz kerre yaya hacca gitdi. kerametleri, nasihatleri ve hakikatden sözleri çokdur. hocasının yanındadır. şükr demek, eshabı kiram allahü tealanın verdiği ni'meti, ona karşı isyanda kullanmamak demekdir, derdi. şebli dedi ki, allahü teala, kıyametde, cennete veya cehenneme gitmek arasında beni serbest bıraksa, cehenneme gitmeği isterim. çünki, cennete girmek benim arzumdur, cehenneme sokmak onun muradıdır. dostun arzusunu bırakıp, kendi dilediğini yapan kimsenin seviyorum demesi doğru olmaz. bu sözü cüneyd işitince, şebli, çocukca konuşmuş, rabbim beni serbest bıraksa, bir dilekde bulunmam. kulun dilemesi olmaz. dilediğin yere giderim. senin dilediğini yaparım derim buyurdu. cüneyde biri gelip, bir dakika benimle ol. sana birşey söyliyeceğim dedikde, ey arslanım, benden öyle birşey istedin ki, ben senelerce, onu aramakdayım. bir an rabbimle olmak için, yıllarca uğraşıyorum, olamıyorum. şimdi, nasıl seninle olabilirim buyurdu. davüdi tai: babası, nasiri küfidir. zühd ve takvası ile meşhurdur. imamı azamla sohbet ederdi. harünürreşid ve diğer rütbe sahiblerinin hediyyelerini kabul etmezdi. üstadı, habibi ra'idir. gençliğinde bir şarkıcıdan: hangi güzel yanak ki, toprak olmadı, hangi tatlı gözdür ki, yere akmadı? beytini işiterek kalbine bir ateş düşdü. şaşkına döndü. derdine deva bulmak için dolaşdı. imamı azam ebu hanifenin kapısına geldi. imam, bunun yüzünün renginin değişdiğini görünce sebebini sordu. halini anlatdı. dedi. imamın gösterdiği yolda zühd ve takva eyledi ve imamın derslerine devam etdi. sonra habibi ra'iden feyz alarak kemale geldi. de bağdadda vefat etdi. ebu amr bin salah: ibni salah denilen bu zatın adı, osman bin abdürrahmandır. şafi'i mezhebinde alim idi. tefsir, hadis, lugat ve edebiyyatda da derin bilgisi vardı. de zur şehrinde tevellüd, de vefat etdi. şamda, kudüsde müderris idi. ebu bekr kadi: muhammed bin tayyib bakıllani, büyük ilmi kelam alimidir. eş'ari mezhebinde idi. da basrada tevellüd, de, bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. bilgisi, zekası çok olduğundan herkesi ikna' ederdi. sultan adudüddevle tarafından istanbula sefir olarak gönderilmişdi. ebu bekri sıddik: abdüllah bin ebu kuhafe osman bin amir bin ka'b bin sa'd bin teym bin mürre bin ka'b kureyşi, eshabı kiramın en üstünü, aşerei mübeşşerenin birincisidir. resulullahın mağara arkadaşı ve ilk halifesidir. annesinin adı ümmülhayrdır. atik ve sıddik ismleri meşhurdur. manifatura tüccarı olup, çok zengin idi. kureyşin ileri gelenlerinden idi. hadice, ali ve zeyd bin hariseden sonra, dördüncü olarak imana gelmişdir. resulullaha fevkal'ade sıdkı ve sevgisi vardı. herkesi imana çağırırdı. osman, zübeyr, abdürrahman, sa'd bin ebi vakkas, talha gibi üstün sahabiler, ebu bekrin çağırması ile imana geldi. malının hepsini, resulullahın uğrunda harc etdi. çok hadisi şerif ile ve ayeti kerime ile medh olundu. bütün gazalarda bulundu. kendini resulullaha siper ederdi. resulullah vefat etdiği gün, hazreti ömerin aklı gidip, resulullah göke çıkdı. kim ona öldü derse boynunu vururum diyerek kılıcını çekdi. herkes, üzüntüden ve ömerin bu halinden korkduğu halde, ebu bekr büyük cesaret ile arslan gibi ortaya çıkıp, bildiren ayeti kerimeyi okudu. te'sirli sözleri ile, nasihat ederek, halkı sükuna ve huzura getirdi. mü'minlere teselli verdi. eshabı kiramın sözbirliği ile halife seçilip, önce, mürted olanlarla ve peygamber olduklarını söyliyerek cahil köylüleri aldatan esvedi anesi ve müseylemetülkezzab ve sicah hatun ve tuleyhat ibni hüveylid ile ayrı ayrı harb edip, hepsini kahr ve mahv eyledi. hire ve enbar şehrlerini feth eyledi. halidi ve ebu ubeydeyi büyük ordu ile şama gönderdi. dini islamı yeniden düzene koydu ve kuvvetlendirdi. iki sene, üç ay ve on gün hilafetden sonra, hicretin onüçüncü yılı, cemazilahır ayı yirmiikinci salı günü, akşamdan sonra, yaşında vefat etdi. vasıyyeti üzere zevcesi esma yıkadı. resulullahın tabutuna konup, namazını hazreti ömer kıldırıp, gece, hucrei se'adete defn edildi. zevceleri katilden, abdüllah ve esma, ümmi rumandan, abdürrahman ve aişe isminde çocukları olmuşdur. ca'fer tayyardan dul kalan esma ve habibeyi alıp, birincisinden muhammed, ikincisinden, kendisinin vefatından sonra ümemi gülsüm dünyaya gelmişdir. menkıbeleri, tevazu'u ve cömerdliği dillerde destan olmuşdur. hadisi şerif bildirmişdir. kur'anı kerimi toplıyarak, islamiyyete en büyük hizmeti yapmışdır. ensab ilminde çok ileri olup, eşi yok idi radıyallahü teala anh. ebu bekri sıddik, beyaz, za'if, seyrek sakallı, güzel bir zat idi. ebu cehl: adı amr bin hişam bin mugire bin abdüllah bin amr bin mahzumdur. mahzum, resulullahın dedelerinden mürrenin torunudur. kureyş reislerinden idi. resulullahın en büyük düşmanı idi. dini islama karşı kini ve inadı pek fazla idi. amcası velid bin mugire de islamın azılı düşmanlarından idi. hicretin ikinci yılında olan bedr gazasında afra hatunun iki oğlu mu'az ile mu'avvez kendisini ağır yaralayıp yıkdılar. sonra abdüllah ibni mes'ud hazretleri gelip can çekişirken öldürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisini görünce, allahü tealaya şükr etdi ve buyurdu. ebu cehlin kardeşi olan as bin hişam da o sırada katl olundu. ebu cehl ölürken yetmiş yaşında idi. ebu davüd: süleyman bin eş'as sicstani, hadis alimidir. kitabı çok kıymetli olup, içinde dörtbinsekizyüz hadisi şerif vardır. ahmed ibni hanbelin talebesidir. de iranın efgan hududunda sicstan şehrinde tevellüd, de basrada vefat etdi. ebu hanife: imamı azam nu'man bin sabit, ehli sünnetin reisidir. dini islamın bir direğidir. soyu, iran şahlarından birine ulaşmakdadır. dedesi müsliman olmuşdu. yılında kufede tevellüd, de bağdadda şehid oldu. tabi'inin büyüklerindendir. fıkhı hammaddan öğrendi. imamı ca'fer sadıkın sohbetinde kemale geldi. fıkhın kurucusudur. tesavvufda çok yüksek, büyük veli idi. emevilerin ırak valisi olan yezid bin ömer tarafından kufe kadisı yapıldı ise de, kabul etmediğinden, zındanda kamçı vuruldu. abbasi halifesi ebu ca'fer mensur da kadi yapmak istedi. kabul buyurmadı. yine zindana kondu. zehrli şerbet verilerek şehid edildi. derin ilmi, keskin zekası, aklı, zühdü, takvası, hilmi, salahı ve cömerdliği yüzlerle kitabda yazılıdır. talebesi pek çok olup, büyük müctehidler, alimler yetişdirdi. alb arslanın oğlu, selçuk sultanı melik şahın vezirlerinden ebu sa'd muhammed bin mensurtarafından mükemmel bir türbe yapdırılmışdır. bugün yer yüzünde bulunan ehli islamın yarıdan ziyadesi ve ehli sünnetin yüzde sekseni hanefi mezhebindedir. ebu hüreyre: adı abdürrahmandır. hayber gazasında müsliman oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birgün eteğinde kedi yavrusunu severken görerek, bu ismi vermişdi. kediciğin babası demekdir. çok fakir idi. harbde, sulhda resulullahın yanından ayrılmazdı. hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadisi şerif ezberlemişdi. eshabı kiramdan ve tabi'inden sekizyüzden fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiğini buhari bildiriyor. halife ömer zemanında bahreyn valisi idi. hazreti osman zemanında mekke kadisı oldu. hazreti mu'aviye, kendisini medine valisi yapdı. de, yaşında iken, medinede vefat etdi. ebu ishak isferaini: rükneddin ibrahim bin muhammed, şafi'i mezhebinde büyük alimdir. zemanının en büyük üstadı idi. beş cild fıkh kitabı meşhurdur. de nişapurda vefat etdi. isferaindedir. ebu katade: ensarı kiramdan olup, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem süvarilerinden idi. yılında yetmiş yaşında vefat etdi. medinei münevverededir. ebu kuhafe: ismi osmandır. halifei müslimin hazreti ebu bekri sıddikın babası idi. mekkenin feth günü iman etdi. yaşında iken, onüç yılında vefat etdi. ebu leheb: adı abdüluza idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası olduğu halde, müsliman olmadı. müslimanların büyük düşmanı idi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çok eziyyet ve cefa ederdi. kimsenin müsliman olmaması için, gece gündüz çalışırdı. her sabah, resulullahın kapısı önüne çok diken yığardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya geldiği sabah, bunun cariyesi süveybe, , diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişdi. demişdi. resulullahın ilk süt annesi, süveybe oldu. bunun için, ebu lehebin, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafiflemekdedir. mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren mü'minlerin pekçok sevab kazanacağı buradan anlaşılır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerim okuyarak rast geldiğini müsliman olmağa çağırırken, ebu leheb arkasında dolaşır, derdi. karısı , ebu süfyanın kız kardeşi idi. kocası gibi, o dahi, eli ve dili ile çok eziyyet ederdi. resuli ekremin kızlarından rukayye, ebu lehebin oğlu de idi. ikinci kızı ümmi gülsüm, öteki oğlu de idi. bunlar da, babaları ve anaları gibi, kafir ve büyük düşman oldular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem akrabasını, cehennem ateşi ile korkutarak, dine çağırmağa me'mur olunca, safa tepesine çıkdı. akrabasını dine da'vet buyurdu. akrabası toplanıp dinlediler. şu dağın arkasında düşman var. size hücum edecek desem, inanır mısınız? buyurdu. hepsi, dedi. öyle ise, sizi başınıza gelecek olan kıyamet gününün azabı ile korkutmak için, rabbimden emr aldım. iman ediniz! buyurdu. ebu leheb çok kızdı. ağzını bozdu. dedi. azarladı. çirkin şeyler söyledi. azab göreceğini bildiren ayet geldi. zevcesine, odun, diken hammalı denildi. buna da çok içerledi. hemen oğullarına, eşlerini boşamağı emr etdi. uteybe haini, yalnız boşamakla kalmayıp, gelip senin dinine inanmıyorum. seni sevmiyorum. sen de beni sevmezsin. onun için, kızını boşadım diyerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üzerine hücum etdi. mubarek yakasından çekdi. gömleğini yırtdı. hatemülenbiya efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! buna, canavarlarından bir yırtıcı hayvan ile ceza ver! diye düa buyurdu. cenabı hak, habibi ekreminin düasını kabul etdi. nice zeman sonra, uteybe şama giderken, zerka denilen yerde, bir arslan gelip, onu parçaladı. rukayyeyi radıyallahü anha, sonra osman ibni affan radıyallahü anh aldı. çok zengin idi. çok düa kazandı. se'adeti ebediyyeye kavuşdu. ebu leheb, bütün ömrünü kin ve düşmanlık ile geçirdi. hicretin ikinci yılı, bedr gazasındaki faci'ayı görüp çok üzüldü. dünya başına zından oldu. yedi gün sonra denilen bulaşıcı kara hasbe deri hastalığından öldü. kokdu. ebu lehebin kız kardeşi atike, bedr gazasından birkaç gün önce, korkunç bir rü'ya görüp, kardeşi abbasa söylemişdi. kureyşin başına büyük felaket gelecek demişlerdi. ebu leheb, bu yüzden bedr muharebesine katılmadı. ebu cehlin kardeşi as bin hişamı, para ile kendi yerine göndermişdi. ebül haseni eş'ari: adı ali bin isma'il olup, ebu musel eş'ari soyundandır. ehli sünnetin iki mezhebinden, eş'ari mezhebinin imamıdır. da basrada tevellüd, da bağdadda vefat etdi. üvey babası ebu cibaiden okuyup, bunun gibi, mu'tezile alimi oldu ise de, sonra tevbe etdi. kelam alimlerinden ebu bekr bakıllani, ibni furek , ebu ishak isferaini, ebu ishak şirazi , imamı gazali, ebülfeth şihristani kitabının sahibi muhammed bin abdülkerim ve fahreddini razi ve daha niceleri eş'ari oldu. mezhebi dünyaya yayıldı. ellibeş kadar kitabı vardır. tefsiri yetmiş cilddir. mu'tezileye, haricilere ve şi'ilere karşı kitabları vardır rahimehullahü teala. ebül haseni harkani: ali bin ca'fer zemanının kutbu idi. bayezidi bistaminin ruhaniyyeti ile kemale geldi. harkandan bistama, hocasının türbesini ziyarete gelirken, yolda bir hatm okurdu. ebu ali ibni sina, üstadını ziyaret için harkana gelir. ebülhasen ormana gitdiğinden, hatunundan sorar. hatunu üstadın büyüklüğüne inanmadığı için, uygunsuz sözler söyler. ibni sina ormana giderken, üstadın bir arslana odun yüklemiş, gelmekde olduğunu görür. diye sorunca, buyurur. kalblerin en nurlusu, içinde mahluk tasası olmıyandır. ni'metlerin en iyisi, çalışarak kazanılandır. arkadaşların en iyisi, allahü tealayı hatırlatandır buyururdu. tesavvufu anlatan kitabı vardır. cesedi şerifinin, üstadının cismi pakinden yukarıda bulunması edebsizlik olur diye, kabrinin daha derin kazılmasını vasıyyet etmişdi. yılı, muharremin onuncu salı günü vefat etdi. ve kitablarında sözleri ve kerametleri uzun anlatılmakdadır rahimehullahü teala. ebül hüseyn bin sem'un: natıkülhikme muhammed, de vefat etdi. ebu mensur matüridi: muhammed bin mahmud matüridi, ehli sünnetin iki i'tikad imamlarından birincisidir. ehli sünneti, mu'tezileye karşı pek mükemmel müdafe'a etmişdir. maveraünnehrde yaşadı. de semerkandda vefat etdi. iman üzerinde çok kitabı vardır rahimehullahü teala. ebu nu'aym: ahmed bin abdüllah isfehani, hadis ve fıkh alimi idi. tesavvufda yüksek derecede bir veli idi. hafızı isfehani de denir. çok kitab yazdı. kitabındaki hadisi şerifde, denildiği yazılıdır. bu kitab, berlinde basılmışdır. da isfehanda tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. ebu sa'id razi: isma'il bin ali bin hüseyn razi, rey şehrinde, mu'tezile alimi idi. razi, rey şehrinden demekdir. çok kitab yazmışdır. kitabı meşhurdur. keşşaf tefsirinin sahibi allame mahmud bin ömer zemahşeri, bu kitabı kısaltmışdır. de vefat etdi. ebu sa'id hudri: eshabı kiramın büyüklerindendir. babası malik bin sinan da sahabeden idi ve uhud gazasında şehid olmuşdur. yaşında olduğundan uhud gazasına götürülmedi. diğer on iki gazada resulullahın önünde düşmana arslan gibi saldırdı. alim ve fakih idi. binyüz yetmiş hadisi şerif haber vermişdir. de vefat etdi. istanbulda, ka'riye cami'i yanında sanılmakdadır. . ebu sevr: ibrahim bin halid kelebidir. müctehidlerden, büyük alimlerdendir. şafi'i mezhebindendir. bağdadda tevellüd ve da vefat etdi. fıkh, hadis, usul ve hilaf ilmlerinde çok kitab yazmışdır. ebu süfyan bin harb: dedesi ümeyye bin abdi şems bin abdi menafdır. abdülmenaf, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dedesinin dedesidir. kureyşin reislerindendir. resulullahın büyük düşmanı idi. bedr gazasına bunun ticaret kervanı sebeb oldu. uhud gazasında, düşman ordusunun başkumandanı idi. mekke feth olunurken, islam ordusuna gelip resulullahın zevcei mutahherası olan kızı ümmi habibeye sığınmak istedi ise de, kızı kabul etmedi. o gün imana geldi. mekkeye dönerek, halkı islama da'vet etdi. zevcesi hind, sakalından tutarak, demişdi. ertesi gün, hind de imana gelip, kureyş kadınları adına resulullahla sallallahü teala aleyhi ve sellem sözleşdi ve hayr düalarını almakla şereflendi. ebu süfyan halis müsliman olup, taif gazasında çok kahramanlık gösterdi ve bir gözü kör oldu. hazreti ebu bekr halife iken, onüç yılındaki yermük muharebesinde öbür gözü de çıkdı. yaşında iken vefat etdi. . ebu şekur sülemi: muhammed bin abdüsseyyid bin şu'ayb keşi olup kitabının sahibidir. hanefi kelam alimidir. tefsir kitabının sahibi ebu abdürrahman muhammed bin hüseyn sülemi başka olup, de vefat etmişdir. ebu talha ensari: zeyd bin sehl, gazalarda bulundu. hadisi şerif haber vermişdir. senesinde, yaşında vefat etdi radıyallahü teala anh. ebu talib: abdülmuttalibin oğlu, resulullahın amcası, hazreti ali ile ca'fer tayyarın babasıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yetim olduğundan, dedesi abdülmuttalibin yanında büyüdü. sekiz yaşında iken, dedesi vefat ederken, kendisini ebu talibe ısmarladı. ebu talib, fahri alemi pekçok sever ve sayardı. resulullahı kureyş kafirlerinin hücumlarına karşı son derece korurdu. fekat, öleceği zeman, kadınların, demelerinden çekinerek islama gelmedi. resulullah, ebu talibin müsliman olmasını çok istiyordu. son nefesinde de, islama da'vet etdi ise de, kabul etmedi. ölürken dudakları oynadı. yanında bulunan kardeşi abbas ya muhammed! kardeşim, istediğini söyledi dedi ise de, hayır. ben işitmedim buyurdu. hicretden üç yıl önce, seksen yaşını geçmiş olarak vefat etdi. ebüttufeyl: adı amir bin vasiledir. sahabedendir. hazreti alinin sohbetinde bulunurdu. hazreti hüseynin kanını da'va eden muhtarla birlikde döğüşmüşdür. muhtar tutuldukdan sonra, yaşayıp, mekkede, hicretin yüzüncü yılında, bir düğünde, oğlunun vefatında söylemiş olduğu bir kaside okunurken, üzüntüden vefat etdi. eshabı kiramdan yer yüzünde en son vefat eden budur. ebu ubeyde bin cerrah: adı amir bin abdüllahdır. eshabı kiramın büyüklerindendir. bedr gazasında, kafir ordusunda bulunan babasını katl etmişdir. her gazada bulunup, fevkal'ade cesaret göstermişdir. hazreti ebu bekr ve ömer zemanlarında şamdaki orduda çok kahramanlık gösterdi. bu ordunun kumandanı olup, şamı aldı. adaleti, rumları hayretde bırakdı. aşerei mübeşşereden idi. deyaşında iken remle ile kuds arasında, ta'undan vefat etdi. ebu yusü ya'kub bin ibrahimi ensari, hanefi mezhebindeki müctehidlerin en büyüğüdür. hanefi mezhebinde ilk kitab yazan budur. yılında kufede tevellüd ve de bağdadda vefat etdi. halife mehdi, hadi ve harunürreşid zemanlarında, onsekiz sene bağdadda kadılkudat ya'ni temyiz reisliği yapdı. derin hadis alimi idi. çok zeki, keskin görüşlü idi. oğlu yusüf de alim idi. harun zemanında vali idi. ebu yusüf yetim olup, anası çok fakir idi. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh bunun keskin zekasını görüp, kendine talebe yapdı. evinin bütün ihtiyacını, yıllarca bolbol imamı azam te'min etdi. annesi yine mani' olmak istedi. imamı azam buyurdu ki, oğlun burada aç değildir. burada, tereyağı, fıstık, badem ezmesi yimesini öğreniyor. imamı ebu yusüf, kadi iken, serayda halife ile oturuyordu. tereyağı, fıstık ve badem ezmesi getirdiler. harun, bundan yiyiniz! her zeman gelmez dedi. ebu yusüf güldü. harun sebebini sordu. çocuk iken, imamı azamın sözünü anlatdı. imama rahmetle düa etdiler rahimehümullahü teala. ebu zer gıfari: eshabı kiramın büyüklerinden ve ilk imana gelenlerdendir. kavmini islama da'vete gitdiği için, hicretde ve bedr, uhud ve hendek gazvelerinde bulunamadı. sonra medineye geldi. hazreti ebu bekr vefat edince şama yerleşdi. hazreti osman zemanında rebdeye gitdi. yılında, orada vefat etdi. abdüllah bin mes'ud hazretleri, arkadaşları ile oradan geçiyordu. cenaze hizmetini yapdılar. zühdü ve sıdkı hadisi şerif ile medh edilmişdir radıyallahü teala anh. . ebu zür'atürrazi: abdüllah razi, imamı müslimin üstadlarındandır. de vefat etdi. enes bin malik bin nadr ensari: resulullahın hizmetçisi idi. dokuz yaşında hizmete başladı. on sene hizmet etdi. ikibinikiyüzotuz hadisi şerif bildirdi. yüzden çok çocuk ve torunlarını gördü. yüz yaşını geçmiş ikenyılında vefat etdi. namaz kılması, resulullahın namaz kılmasına çok benzerdi. imamı malikin babası olan enes başkadır. esma binti ebu bekr: hazreti ebu bekrin büyük kızıdır. aşerei mübeşşereden zübeyr bin avvamın zevcesidir. abdüllah bin zübeyrin annesidir. oğlunun şehadetinden az sonra, yüz yaşında, medinede vefat etdi. eşref tatar: mısrda yılında kurulan türkmen hükumetinin yirmiiki sultanından çoğuna eşref denir. bunlardan melik nasır eşref muhammed bin kalavun, dokuzuncu sultandır. babası eşref seyfeddin kalavun, kapçakdan mısra getirilip, bin altuna, köle olarak, eyyubi sultanı melik necmeddine satılmış idi. vezir olunca, iyi idaresi, güzel ahlakı ile kendisini sevdirmişdi. de sultan olmuşdu. da ölüp, yerine oğlu, eşref salahaddin halil geçdi ise de, de öldürüldü. kardeşi eşref muhammed nasır, dokuz yaşında tahta çıkdı. onbeş ay sonra, habs edildi. da, sultan laçin öldürülünce, ikinci olarak tahta çıkarıldı. adil ve çok cömerd idi. hıristiyanların mavi, yehudilerin sarı sarık sararak, müslimanlardan ayırd edilmesini emr etdi. birecikde, gazan hanın askeri ile harb edip, tatar askerleri çekildi. yediyüzsekiz yılında hacca gidince tahtını, kumandanlarından beybers rükneddin aldı ise de, şamlılar eşref muhammed nasırı yediyüzdokuzda, üçüncü def'a tahta geçirdi. beybersi yakalayıp katl etdi. de haremi şerifi ta'mir ve ka'beye abanosdan gümüşlü kapı yapdı. bu sene kıbrıs adasını feth etdi. de vefat etdi. mısr yediyüzdoksanüçde, türkmenlerden çıkıp, çerkeslerin eline geçdi. dokuzyüzyirmiüç senesinin birinci günü de, yavuz sultan han zemanında, osmanlıların eline geçdi. osmanlı padişahları, halife olmağa başladı. eyyub bin sıddik: seyyid eyyub ürmevi, iranın garbında ürmiye gölü sahilindeki ürmiye şehrinde büyük alim idi. sa'deddini kaşgari yolundan feyz alanlardandır. türkçe kitabı çok kıymetli olup, istanbulda çeşidli tarihlerde basılmışdı sme bakınız!. fadl bin abbas: eshabı kiramdandır. hazreti abbasın büyük oğludur. annesi, ezvacı tahiratdan olan meymune bintilharisin kız kardeşi lübabe hanım idi. mekkei mükerremenin fethinde ve huneyn gazasında ve veda' haccında, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında idi. huneyn gazasında, babası ile birlikde, resulullahın yanından hiç ayrılmadılar. geri dönenleri çağırıp, toplanmalarını sağladılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yıkanırken su dökdü. onbeş senesinde yapılan yermük gazasında şehid oldu. beyaz ve çok güzel idi. hüsnü cemali ile meşhur idi. bir kızı kaldı radıyallahü teala anh. fatımatüz zehra: resulullahın dört kızından en sevgilisi idi. aklı, zekası, hüsnü cemali, zühd ve takvası ve ahlakı hasenesi pek ziyade idi. hadicetülkübranın kızı idi. hicretden onüç yıl önce mekkede tevellüd etdi. hicretin ikinci yılında, hazreti aliye verildi. o zeman, hazreti ali yirmibeş yaşına gelmiş idi. hazreti fatımanın kardeşlerinin çocuğu olmadı, olanı da küçük iken vefat etdi. resulullahın soyu, yalnız hazreti fatımadan hasıl oldu. üç oğlu, iki kızı oldu. muhsin küçük yaşda iken vefat etdi. hazreti ali, fatıma, hasen ve hüseyne veya denir. hazreti meryemden sonra, bütün kadınların en üstünüdür. yüzü pek beyaz ve parlak olduğundan denildi. ayeti kerime ve hadisi şerifler ile medh olundu. resulullahın vefatından sonra güldüğü hiç görülmedi. altı ay daha yaşayıp, onbirinci yılda, ramezanı şerifin üçüncü günü, vefat eyledi. fehimi arvasi: seyyid muhammed fehim bin abdülhamid efendi, de tevellüd, de vefat etdi. validesi amine hanımdır. van vilayetinin, müks kazasının arvas köyündendir. za'if idi. uzun boylu idi. sakalı ne uzun, ne kısa idi. burnunun ortası yüksekçe idi. alnı geniş idi. buğday renginde idi. dişleri noksan değil idi. sarığı büyük idi. elbisesi, beyaz basmadan, üç etekli bir entari idi. mavi veya yeşil cübbe giyerdi. çorabları yünden idi. deriden pabuçları vardı. son zemanlarında gözlükle okurdu. gözleri siyah idi. saçlarının çoğu beyaz idi. kaşları orta idi. ömrünün sonuna kadar hayvana binerdi. son zemanlarında sarığını taşıyamıyacak kadar za'if idi. namazda abani sarardı. şevvalin ondördüncü günü vefat etdi. uzun boylu olduğundan mezar taşı uzun yapılmışdı. ermeniler, taşının ikisini de kırmışlar. heybetli idi. insan, gölgesinden korkardı. gölgesini gören, allahın sevgili kulu olduğunu anlardı. zemanında ve van vilayetinde benzeri yok idi. her nev' ilmi hatta zıra'ati ve san'atları, siyasal bilgileri pek iyi bilirdi. ilmi, allahü tealanın vergisi idi. van valisi çözemediği işlerini, gelip sorar ve çözerdi. ömründe bir namazı cema'atsız geçmedi. bir teheccüdü kaçırmamışdır. din ve dünya bilgilerini medresede okurken, bir yandan da, doğu anadolunun kutbu olan, insanı kamil seyyid tahai hakkarinin teveccühünü kazanmakla şereflenmişdi. mutavvel okumak için, şemdinandaki rehberinin yanından ayrılarak, muşda bulanık kazasının abiri köyüne gitdi. rehberi, ayrılırken kendisine ders okurken anlıyamadığın birşey olursa, bana rabıta et! beni gözünün önüne getir! buyurmuşdu. hocası molla resuli sıbkiden mutavveli okurken, bir yeri anlıyamadı. hocası tekrar anlatdı. anlıyamadığı yerin açıklanmasını diledi. molla resul, cümleyi birkaç kerre okudu. dedi. ertesi gün okuyup yine açıklıyamadı. hocası, tekrar tekrar okumakda iken, seyyid fehim rahmetullahi aleyh gözlerini kapayıp, rehberini gözünün önüne getirdi. seyyid taha, elinde bir kitab ile göründü. kitabı, seyyid fehimin önüne açdı. mutavvelin o sahifesi idi. o satırları açık olarak okudu. seyyid fehim, merakla dikkat ediyordu. o cümlenin arasında bir vavı atıfa fazla okumuşdu. seyyid taha gayb olunca, seyyid fehim gözlerini açdı. molla resulün o satırları okuyup, düşünmekde olduğunu gördü. izn isteyip, bir de kendi okudu. üstadından duyduğu gibi bir ekliyerek okudu. hocası bunu işitince, dedi. her ikisi de iyi anlamışdı. bu satırları, yirmi senedir okudum. anlatdım. fekat, hep anlamadan anlatırdım. şimdi iyi anladım. şimdi söyle bakalım. bunu doğru okumak, senin işin değil. ben senelerle bunu anlıyamadım. sen, nasıl anladın? bu yi okudun, ma'na düzeldi dedi. seyyid fehim, rabıta etdiğini, nasıl öğrendiğini anlatdı. molla resul, muşda ala'eddin paşa cami'i kapısı yanındadır. seyyid fehim her yıl bir kerre, müksden vana gelir, bir iki ay kalırdı. aşıkları toplanır, feyz alırlardı. çok def'a, kendisini çok seven, mahkeme baş katibi ahmed beğin evinde müsafir olurdu. bir sene, ahmed beğ hacca gitmişdi. fekat, yine onun evinde kaldı. bir gece yarısı, yakınlarından birini çağırdı. arkadaşlarını uyandır! şimdi buradan çıkıp, falan eve gideceğiz buyurdu. efendim! gece yarısı gitmek ayb olur. yarın gitsek olmaz mı? dedi. hayır, şimdi gideceğiz. hem, ahmed beğin oğullarına da haber ver! buyurdu. oğulları gelip yalvardılar. efendim, bir kusur yapdıksa afv buyurun! bizden ayrılmayın. babamız işitince yüreğine iner. biz de ona ne yüzle cevab verebiliriz. lutf ediniz, ihsan ediniz! kabahatimizi bağışlayınız! dediler. çok göz yaşı dökdüler. hayır. sizden çok razıyım. bize her hizmeti, fazlası ile yapıyorsunuz. sizlere düa etmekdeyim. fekat, şimdi gitmemiz lazım buyurdu. çocuklar, dediler. gece yarısı, sevdiklerinden bir başkasının evine göç etdiler. ertesi gün, oğlu muhammed emin efendi, ahmed beğin oğullarının pekçok üzüldüklerini söyledi ve dedi. seyyid fehim hazretleri de oğlum, şimdi kimseye söyleme! bu gece, ahmed beğ, mekkei mükerremede vefat etdi. ev, yetim evi oldu. mal, mirascılara kaldı. evvelce herşeyi kullanıyor, yiyip, içiyorduk. çünki, ahmed beğin seve seve halal edeceğini biliyordum. şimdi ise, tanışmadığımız mirascılarının hakkı olduğundan birşeyi kullanmak caiz olmaz. kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım buyurdu. bir ay sonra hacılar döndü. herkes geldi. ahmed beğ gelmedi. dediler. hesab etdiler. tam o gece yarısı idi. seyyid fehim talebesi ile van gölü kıyısında giderken gölde bulunan adasındaki ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde yürümeğe başlar. talebe bunu görünce, birkaçının hatırına gelir ki, seyyid fehim, bu düşünceyi anlayıp, mubarek ayaklarındaki na'lınları ellerine alıp, birbirlerine çarpar. na'lınlar birbirine çarpdıkça papas suya batar. boğazına kadar gelince, bir daha çarpar. batar ve boğulur. sonra, böyle düşünene dönerek, o, sihr yaparak, su üstünde gidiyordu. böylece, sizin imanınızı bozmak istiyordu. na'lınları çarpınca sihri bozularak batdı. müslimanlar sihr yapmaz. allahü tealadan keramet istemekden de haya ederler buyurdu. kerameti ile, papasın sihrini bozdu. istanbulda, kağıthanede sabun fabrikası olan rıfat beyin pederi abdülvehhab efendi, de vefat etdi. vefatından birkaç sene evvel dedi ki: erzurumda medrese tahsilini bitirmişdim. daha okumak istedim. aradığım büyük alimin bitlisde abdülcelil efendi olduğunu söylediler. bitlise gitdim. kendisini aradım. vana gitdi. yine gelir, bekle dediler. sabr edemedim. vana gitdim. sordum. müks alimi, seyyid fehim vana geldi. şa'baniyye cami'inde, onun yanındadır dediler. oraya gitdim. hem de büyük alim abdülcelil efendi, kürsiye çıkmış. herkes onu dinleyip istifade etmekdedir diye düşünüyordum. cami'e girdim. herkes başını eğmiş, edeble oturuyordu. karşıda nur gibi, tatlı bakışlı bir zat vardı. herkes buna karşı saygı ile dönmüşdü. diyordum. fekat, soracak kimse yokdu. herkes, boynunu bükmüş önüne bakıyordu. ansızın, önüme bir genç geldi. dedi. dedim. diyerek, en geri sırada boynunu bükmüş edeble oturan birini gösterdi. dedi. dedim. dedi. nice zeman sonra, bu gencin, seyyid abdülhakim efendi olduğunu anladım. biraz sonra ezan okundu. sünnetler kılındı. seyyid fehim imam oldu. safları düzeltdik. imamla birlikde tekbir getirirken, bütün cema'at, elektrik çarpan kimse gibi titremeğe başladık. şimdi altmış sene oluyor. imamın o tekbir sesi hatırıma geldikçe, titriyorum. kalbimde, o gün olduğu gibi, bir hal oluyor. seyyid fehimin kerametleri, derecesinin yüksekliği anlatılmakla bitmez. kerametlerinin en büyüğü, abdülhakim efendi gibi bir arifi kamil ve veliyyi mükemmil yetişdirmesidir. eserdeki kemal, müessirin kemalini gösterir. seyyid fehim efendi, silsilei aliyyenin otuzdördüncüsüdür. tahai hakkarinin sohbetinde kemale geldi. vefat edince, kardeşi seyyid muhammed salihi ziyaret ederdi. muhammed salih de vefat etdi. fazla bilgi almak için ve ismlerini okuyunuz! babası molla abdülhamid efendidir. dedesi seyyid abdürrahman, seyyid abdülhakim efendinin dedesinin dedesidir. seyyid fehim efendinin kardeşi molla safiyyüddinin torunu abdülhamid efendide vefat etdi. seyyid fehim efendinin dokuz oğlu ile dört kızı vardı: reşid efendinin, muhammed bakır isminde bir oğlu ile aişe hanım adında kızı vardı. bu aişe hanım seyyid abdülhakim efendinin ikinci zevcesi idi. muhammed emin efendi, kardeşlerinin en üstünü idi. alim, fadıl ve edib idi. hicaz dönüşü turi sinada vefat etdi. fatıma isminde bir kızı vardır. muhammed ma'sum efendi. arif ve kamil idi. abdülhakim efendinin halifesidir. arvasda vefat etdi. sekiz oğlundan abdülhakim efendi, de meb'us oldu. meclise girmeden istanbulda vefat etdi. edirnekapı kabristanındadır. ikinci oğlu, taha efendi, çatakda ikenhaccında mekkede vefat etdi. oğulları, ercümend, ataullah, ubeydullah ve ender efendilerdir. üç de kızı vardır. üçüncü oğlu, muhammed emin garbi efendi, ibrahim arvas beğin damadıdır. bunun iki mubarek oğlu murad ve hamid efendilerdir. dördüncü oğlu bakır efendida konyada vefat etdi. dört çocuğu vardır. beşinci oğlu selim efendi, de arvasda vefat etdi. bunun oğlu zeynel'abidin efendi, istanbulda muallim idi. altıncı oğlu salahuddin efendi, mer'aşdada vefat etdi. oğlu yahya ve kızları sabahat ve müzeyyendir. yedinci oğlu ibrahim efendidir. bunun beş oğlu, üç kızı vardır. oğulları, fethullah, necat, abdülvahid, mekki ve metin efendilerdir. sekizinci oğlu bedreddin efendinin oğulları habib, muhib ve irfan efendilerdir. muhammed sıddik efendi. van müftisi iken ermeniler şehid etdi. van, gürpınar, aşağıkaymazdadır. oğlu fehmi efendi ile torunu ma'şuk efendi kazasında imamdırlar. seyyid hasen efendi, de, medinede vefat etdi. üç oğlundan necmüddin efendida, muhammed reşid efendide, sıddik efendide vefat etdi. birincinin üç, ikincinin sa'id efendi, üçüncünün dört oğlu vardır. muhammed reşid efendi hicret hanımın zevcidir. molla hüseyn efendi, sabık van müftisi olan faziletli kasım efendinin ve şemseddin ve ihsan efendilerin babasıdır. mazhar efendidir. oğlu mazhar ve bunun oğlu abdülehad ve bunun oğulları muhammed nuri behcet, servet, fatih ve necdet efendilerdir. muhammed salih efendi. de medinede vefat etdi. oğlu raci efendidir. nizameddin efendi. bir zevcesinden olan iki çocuğu, sadreddin efendi ile hicret hanımdır. sadreddin efendi, diyarı bekrdede vefat etmiş, vanda defn edilmişdir. dört çocuğu vardır. ikinci zevcesinden dört çocuğu olmuşdur. bunlardan vehbi efendi emekli teknik zira'at me'murudur. nesibe hanım emekli maliyye müfettişlerinden hayati çiftlik beğin zevcesidir. asiye hanımın zevci abdürrahman ekincidir. sariye hanım vandadır. hicret hanımın oğlu sa'id efendi ile dört damadından birincisi, faziletli kasım efendidir. ikincisi, seyyid abdülhakim efendi hazretlerinin yeğeni rukiye hanımın oğlu aydın beğdir. üçüncü damadı eczacı fatih yılmaz beğ fatihde nin sahibidir. dördüncü damadı habib efendidir. seyyid fehim efendinin iki damadı hüseyn ve emin paşalardır. üçüncü kızı esma hanımın üç oğlu şevki, faruk ve nabi efendilerdir. seyyid fehim efendi kuddise sirruh insanı kamil idi. talebesinin en üstünü, veliyyi kamil seyyid abdülhakim efendidir. yılıcemazil ahır da yazdıkları mektubda buyuruyor ki: sevdiğim, kıymetli seyyid ibrahim ve seyyid taha! allahü teala, ikinize de selamet versin! size çok düa etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla abdülhakim geçen sonbeharda buraya gelmişdi. ders okumağa başlamışdı. bu fakir de, onun dersini gayet dikkat ile, tahkik ederek anlatdım. o da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkik eyledi. ilmden başka birşeye bakmasına vakt bırakmadım. şimdi, zemanımızdaki üsule göre kitabları bitirdi. bu fakir, alet ilmlerini ve fıkh ve hadis bilgilerini okutmak için, üstadlarımdan nasıl me'zun oldu isem, onu da ben, öylece me'zun eyledim. sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. ilmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevazu' gösteriniz! bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. bundan başka, ilme karşı tevazu' göstermek, allahü tealaya tevazu' etmek demekdir. bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! esseyyid fehim rahimehullahü teala. ikinci mektubda buyuruyor ki: sevgili oğlum, gözümün nuru seyyid molla abdülhakim! size, sonsuz düalarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zemandan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. allahü teala her gizli şeyleri bilir. o şahiddir ki, kalbim hemen her zeman seninledir diyebilirim. beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! böylece sevgi bağları oynatılmış olur. eğer o, gözümün nuru, buradaki fakirlerden soracak olursa, allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! bedenimizin ve etrafımızın rahatı ve selameti günden güne artmakdadır. hak teala, biz fakirlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selamet ihsan buyursun! amin. abdülhamide ve hasene ve seyyid ibrahime bu fakirin düalarını bildiriniz! taha efendiye ve mazher efendiye düa ederim. her kime uygun görürseniz, bu fakirin düalarını bildirmek için, vekilimsiniz. bundan başka, nehride olanların, doğru iğri hepsinin hallerini yazınız. ayrıca, nasturilerin taşkınlık yapdıklarını, dörtyüz müsliman öldürdüklerini işitdik. bunların neler yapdıklarını ve ne için yapdıklarını da bildirmenizi istiyorum. vesselam, ocak. düacınız, günahkar seyyid fehim. seyyid abdülhakim efendinin biraderi seyyid taha efendiye yazdığı bir mektub şudur: mubarek bostanın taze fidanı taha efendi! güzel yazılmış olan mektubunuz geldi. o sevgili oğlumun ve yakınlarının selametde olduğunu bildirdikden sonra, hakiki matlubun şevkını, arzusunu da duyurmakda olduğundan çok hoşumuza gitdi. mısra. bu abı hayatı bırakmak, bana yakışmaz. allahü teala bu susuzluğunu her an artdırsın! diyorsunuz. sevgili yavrum, tam kendisi olması lazım değildir. rabıtadan maksad, surete teveccühdür. sureti düşünmekdir. ondan yardım beklemekdir. belli olan sureti teşhis etmek, tanımak lazım değildir. hakikatde, ruhun belli bir sureti yokdur. hayal edilen, düşünülen bir suretde, şeklde görünebilir. ruh, te'alluk etmiş, bağlanmış olduğu cesede, bedene alışmış olduğu için, çok kerre, o cesed şeklinde ve muhtelif hallerde görünür. hangi suretde ve hangi halde görünürse görünsün, eğer güzel, tatlı, sevinçli görünür ve muhabbeti ve huzuru artdırırsa, rahmani olduğu anlaşılır. elinden geldiği kadar o surete arzunu ve sevgini artdırmağa çalış! onda, kendini yok et! suret, eğer çirkin ise, korkunç ve korkutucu ise, bu şeytani bir görünüşdür. ona bakma! def' olsun, gitsin. zikr ederken, hatıra gelen başka şeylerden kurtulmak için ne yapmalı diyorsunuz. azizim, öyle düşünceler, iki şey ile, biiznillahi teala yok olur, giderler. rabıtada görünen surete tam teveccüh etmekle yahud zikre çok ikbal etmekle, hevesle yapmakla ve bütün kuvvetlerini ve duygularını yürek tarafında toplamakla gider. ekim. eshabı kiram fenari: molla şemseddin muhammed bin hamza, osmanlı devletinin en büyük alimlerindendir. ilk şeyhülislamdır. de tevellüd, de vefat etdi. bursada, maksemdedir. mısrda kemaleddinden okudu. matematik ve astronomi de öğrendi. yıldırım bayezid ve çelebi sultan muhammed zemanlarında bursada binlerle alim yetişdirdi. de hacdan dönerken mısr sultanı melik müeyyid, mısrda kalarak ders vermesini rica etdi. bir müddet kaldı. sonra, çelebi sultan muhammed da'vet edince, bursaya geldi. sultan ikinci murad han kendisini ilk olarak şeyhülislam yapdı. bu vazifeyi adalet ve hak üzere altı sene yapdı. vefatında, çok para ve onbinden çok kitab bırakdı. tefsir, fıkh ve mantık üzerinde çeşidli eserleri ve fetvaları vardır. ferideddini attar: muhammed bin ibrahimdir. alim ve tesavvufda kamil idi. de nişapurda tevellüd, de cengiz askeri tarafından şehid edildi. nişapurdadır. babası attar idi. ya'ni parfüm satardı. tesavvuf büyüklerine gider, sohbetlerinden istifade ederdi. zühd, takva ve ibadetle uğraşırdı. şi'rleri çok tatlı, nasihatleri çok te'sirlidir. yüzbin beyti vardır. celaleddini rumi, kendisini medh etmekdedir. kitabları çokdur. bunlardan farisi meşhurdur rahimehullahü teala. fıdda: fatımatüzzehranın radıyallahü anha cariyesi idi. kendisine candan hizmet ederdi. firuz şah: delhide hükumet süren sultanlardandır. sultan gıyaseddinin kardeşi recebin oğludur. de tahta çıkdı. memleketi adalet ve dirayetle idare etdi. birçok şehrler, kal'a ve su kanalları yapdı. da seksen yaşında vefat etdi. kitab da yazmışdır. fudayl bin iyad: evliyanın büyüklerindendir. zühd ve takvası ve va'zları ve irşadı meşhurdur. de mekkede vefat etdi. harun reşidle çok sohbet etmişdi. bişri hafinin ve sırriyi sekatinin rehberidir. semerkandda tevellüd etdi. baverdde büyüdü. kufede yerleşdi. gazali: imamı muhammed bin muhammed gazali, huccetülislam adı ile meşhurdur. islam alimlerinin büyüklerindendir. müctehid idi. ictihadı, şafi'i mezhebine yakın olduğundan, şafi'i mezhebinde sanılır. de tus şehrinin gazal kasabasında tevellüd, de yine orada vefat etdi. vezir nizamülmülk huzurundaki, alimler meclisindeki konuşmalarında, hepsini hayretde bırakmışdı. de bağdadda nizamiye üniversitesine profesör oldu. hacdan sonra şamda profesör yapıldı. mısrda da ders okutdu. mükemmel rumca öğrendi. yunan felesoflarının kitablarına cevablar yazdı. kitabında, kendi hal tercemesini ve fikrlerini uzun yazmakdadır. o kadar çok kitab yazdı ki, sahifelerini ömrüne bölmüşler. gününe onsekiz sahife düşmüşdür. arabi beş cild kitabı ve bunun muhtasarı farisi kitabı yeniden basılmışdır. kitabında, kendisi daha geniş bildirilmişdir. gelenbevi: adı isma'il bin mustafadır. osmanlı alimlerindendir. yenişehr kadisi idi. de vefat etdi. geometri ve trigonometri üzerinde kıymetli kitabları vardır. çeşidli kitablar yazdı. fatihde, bir mektebe adı verilmişdir rahimehullahü teala. haccac bin yusü taifde beni sakif kabilesinden olupyılında doğdu. halife abdülmelik, bunu kumandan yapdı. ilk vazifesi, mekkei mükerremede abdüllah bin zübeyr ile harb etmek oldu. bunu şehid etdi. de hicaz ve ırak valisi oldu. hindistana kadar hakim oldu. çok müslimanı şehid etdi. haricilerle cihad ederek, bunları kahr etdi. böylece, ehli sünnete büyük hizmeti oldu. da velid halife olunca, hükmü bir kat daha artdı. de vali iken öldü. çok zeki ve siyaseti kuvvetli idi. keremi, ihsanı da, zulmü gibi, pek fazla idi. afvı da çok olurdu. hindistan taraflarında birçok yerler feth etdi. kur'anı kerime hareke koyup doğru okunmasını sağlıyan budur. hadicetülkübra: kureyşin asilzade, kibar ailesindendir. resulullahın ilk zevcesidir. babası hüveylid, anası fatımadır. kırk yaşında ve dul iken resulullahla evlendi. resulullah o zeman yirmibeş yaşında idi. bundan dört kızı ve iki oğlu oldu. dul iken, ticaret yapardı. çok zengindi. me'murları, katibleri ve köleleri vardı. cebrail aleyhisselam resulullaha ilk göründüğü zeman korkmuşdu. bu hali hadiceye söyledi. ilk önce, hadice iman etdi. kafirler heykele tapar, resulullaha inanmaz, alay ederlerdi. çok eziyyet ederlerdi. hadice, resulullaha teselli ve gayret verirdi. bütün malını, mülkünü onun uğruna feda etdi. resulullaha yirmibeş sene sadakatle hizmet etdi. bir kerre incitmedi. hicretden üç sene önce, ebu talibin ölümünden üç gün sonra, altmışbeş yaşında, mekkei mükerremede vefat etdi. resulullah, vefatına kadar, her zeman kendisini medh buyururdu. hatta, birgün, evde medh ederken, aişe valdemiz dayanamayıp dedi. hayır! ondan iyisi verilmedi. herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana inandı. herkes bana eziyyet verirken, o bana yar oldu. üzüntülerimi giderdi buyurdu. hazreti hadice ile kerimesi fatımatüzzehra, dünyadaki bütün kadınların en üstünü oldukları hadisi şerifde bildirilen dört kadından ikisidir. üçüncüsü, fir'avnın zevcesi hazreti asiye, dördüncüsü, hazreti meryemdir radıyallahü teala anhünne. hafsa: resulullahın zevcesi ve hazreti ömerin kızıdır. birinci zevci, bedr gazasında bulunan huneys idi. huneys ile birlikde medineye hicret etmişdi. genç yaşında dul kaldı. babası, hazreti ebu bekre ve sonra osmana teklif etdi. o sırada, resulullahın kızı yeni vefat etmişdi. her ikisi özr dilemişdi. hazreti ömer üzüldü. resulullah, bunu anlıyarak, ya ömer! kızını, osmandan daha iyisi alacak ve osman, hafsadan iyisini zevce edinecekdir buyurdu. hicretin üçünden sonra hafsa valdemizi nikah etmekle şereflendirdi. kerimesi ümmi gülsümü de hazreti osmana verdi. bir müddet sonra, hafsayı boşadı. sonra, cebrail aleyhisselamın işareti ile tekrar nikah buyurdu. çok oruc tutar, çok namaz kılardı. altmış hadisi şerif bildirmişdir. hicreti ılı vefat eyledi radıyallahü teala anha. halid bin velid: islamın büyük düşmanlarından velid bin mugayrenin oğludur. ebu cehl ile kardeş çocuklarıdır. sahabei kiramın büyüklerinden, islam gazilerinin kahramanlarından idi. annesi lubabe, resulullahın baldızı idi. uhud gazasında, düşman birliklerinden birinin kumandanı idi. kırka yakın sahabenin şehid olmasına sebeb olmuşdu. hudeybiyede de düşman tarafında idi. altıncı yıl sonlarında amr ibni as ile birlikde medineye gelip müsliman oldu. mekke fethinde, islam ordusunda birlik kumandanı idi. mute gazasında ca'fer tayyar şehid olunca, kumandayı ele alıp, üçbin kişi ile, herakliüsün yüzbin kişilik ordusuna galib geldi. resulullahdan adını alarak şereflendi. hazreti ebu bekr ve ömer zemanlarında da çeşidli zaferler kazandı. yılında humsda vefat etdi. fekat yakuti hameviye göre, medinede medfundur. halid bin zeyd: ebu eyyub ensari, eshabı kiramdandır. eyyub sultan denilmekle meşhurdur. resulullah, medineye hicret edince, deve bunun kapısında çökdü. mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu evde müsafir kaldı. medine ehalisi hazreti halidin evine gelip resuli ekremi ziyaret etdi. bu arada, yehudi alimlerinden da gelip, dikkatle resulullaha bakdı. diyerek, hemen müsliman oldu. hazreti halid, bedr, uhud, hendek ve başka gazalarda bulundu. yüzelli hadisi şerif haber vermişdir. ihtiyar olduğu halde hazreti mu'aviye zemanında, süfyan bin avfı ezdi kumandasındaki ordu ile istanbulu almağa geldi. yezid de bu orduda idi. senesinde sur dışında otuzbin mücahid ile, şehid oldular. hacı bayramı velinin yetişdirdiği evliyadan ak şemseddin tarafından kabri keşf edilip, fatih sultan muhammed han, türbe yapdırdı. osmanlı padişahları, bu türbeye saygı gösterirdi. hükümdarlar bu türbe önünde kılınç kuşanırlardı radıyallahü teala anh. istanbul şehri, yezid ve süleyman bin abdülmelik zemanlarında da muhasara edilmişdir. halidi bağdadi: ziyaeddin mevlana halidi osmaninin babası ahmed bin hüseyn, bağdadın zur kazasındandır. osman bin affan radıyallahü anh soyundandır. mevlana halid, fıkh, hadis, tefsir, tesavvuf, kelam, sarf, nahv, bedi, meani, beyan, belagat, vad', bahs, adab, aruz, lügat, mantık, fizik, matematik, geometri, astronomi ve benzeri ilmlerde zemanının bir danesi idi. firuzabadinin koca kamus lügatini ezberlemişdi. zemanındaki bağdad alimlerinin ve tesavvufcularının, belki, asrındaki bütün alimlerin üstünde idi. kur'anı kerimin esrarına vakıf idi. bütün ömrü zühd ve vera' ile geçmişdi. gören, işiten her alim, yüksekliğini, üstünlüğünü söylerdi. her ilmden, her kitabdan sorulan her suale, düşünmeden, hemen doğru, aslına uygun cevab verirdi. herkesi hayretde bırakırdı. adı her tarafa yayıldı. süleymaniyye mütesarrıfı abdürrahman paşa, bir medresede ders vermesini, her ihtiyacını bol vereceğini çok diledi ise de, kabul etmedi. bu işi beceremem dedi. yılında üstadı seyyid abdülkerim berzenci ta'undan vefat edince, onun talebesi boş kalmasın diye, bunlara ders verdi. her tarafdan alimler dersine üşüşdü. her müşkili çözer, her derde deva olurdu. kendisi hiç kimseye ehemmiyyet vermeyip, gece gündüz ibadet ederdi. cezbe halinde olup, hep ağlardı. çok düşünceli idi. de hacca gitdi. yolda şam alimlerinden çok saygı gördü. verdiği cevablarla, alimleri şaşkına çevirdi. alçak gönüllü olduğundan, orada allame muhammed küzberiden hadis rivayeti icazeti aldı. mustafa kürdiden hadis ve kadiri icazeti aldı. yollarda söylediği farisi beytler, çok nazik ruhunun terennümleridir. divanını gören hayran olur. medinede yemenli bir alimden nasihat istedikde, der. mekkede, bir cum'a günü, kabei şerifeye karşı okuyordu. cahil kılıklı, siyah sakallı birinin ka'beye arka çevirip kendine bakdığını gördü. diye düşünürken, mü'mine hurmet, ka'beye hurmetden daha öncedir. bunun için yüzümü sana çevirdim. niçin beni kötülüyorsun, medinedeki zatın nasihatını unutdun mu? dedi. bunun büyük velilerden olduğunu anladı. afv diledi. beni irşad et diye yalvardı. dedi, eli ile hindistanı gösterdi. dedi ve gitdi. hacdan, memleketine gelip ders vermeğe başladı. fekat, gece gündüz hindistanı düşünüyordu. birgün, hindistanın kutbu abdüllahi dehlevinin talebesinden biri geldi. ikisi biryere kapandı. derse gelmez oldu. talebe, hindliye kızmağa başladı. senesinde, ikisi hind yolculuğuna çıkdılar. herkes, talebe, alimler ağlayıp, yalvarıp yoldan çevirmek için çok uğraşdı. faide vermedi. tahranda şi'i alimi isma'il kaşiyi, talebesi arasındaki konuşmalarda rezil etdi. vaktile şi'i tefsirlerinde, diye, okumuşdu. kaşiye dedi. kaşi, dedi. buyurdu. kaşi, bu ayet, peygambere karşı değildir. ebu bekri azarlamakdadır dedi. dedi. kaşi cevab veremeyip mahcub oldu. sonra, bistam, harkan, semnan ve nişapurdan geçdi. uğradığı yerlerdeki evliyayı, şi'rleri ile medh eyledi. tus şehrinde imamı ali rızanın türbesini ziyaretinde çok güzel kaside okuyarak medh eyledi. cam ve hıratdan geçdi. her şehrden ayrılırken, alimler, ehali aşık olup saatlerce yola uğurluyorlardı. kandihar, kabil, pişaver alimlerinin suallerine verdiği cevablarla, hepsini hayran bırakdı. lahora ve tam bir senede yürüyerek dehliye geldi. orada varisi ulumi rabbani, cami'i kemali suri ve ma'nevi seyyid abdüllahi dehlevi hazretlerinin kalbine yerleşdirdiği zikre devam ve dokuz ay çalışıp, huzur ve müşahede makamına erişdi. vilayeti kübra hasıl oldu. müceddidiyye, kadiriyye, sühreverdiyye ve kübreviyye ve çeştiyyede kemale geldi. abdüllahi dehlevinin mubarek kalbindeki bütün esrara mazhar oldu. da kendi vatanı olan süleymaniyyeye geldi. oradan, bağdaddaki abdülkadiri geylani hanesine yerleşdiler. sa'id paşa bin süleyman paşa, bağdad valisi idi. mevlana halid, matüridi i'tikadında ve şafi'i mezhebinde idi. çok alim, çok veli yetişdirdi. sayısız kerametleri görüldü. bunlardan çoğu türkçe ve kitablarında yazılıdır. mesela, sultan mahmudun seray nazırlarından halet efendi, mevlevi idi. mevlana halidin şöhret ve i'tibarını çekemiyerek kendisini halifeye çekişdirdi ve onbinlerle adamı vardır. devlet ve saltanat için tehlükelidir. ortadan kaldırılması lazımdır dedi. sultan mahmud da diyerek sözüne kıymet vermedi. mevlana halid hazretleri bunu işitince, halifeye hayr ve selametle düa eyledi ve halet efendinin işi, piri celaleddini rumi hazretlerine havale olundu. onu huzuruna çekip, cezasını verecekdir buyurdu. az zeman sonra sultan mahmud han, mora ısyanına sebeb olduğu için, onu konyaya sürdü. orada i'dam olundu. mevlana halidde zur kazasında tevellüd ve de şamda ta'undan vefat etdi kaddesallahü teala sirrehul'aziz. salevat kitabı her hafta okunur. çok faidelidir. nahvde, kelamda, fıkhda, tesavvufda kıymetli kitabları vardır. farisi olan adındaki amentü şerhinin ve rabıta risalesinin tercemeleri basılmışdır. nin türkçe, fransızca, almanca ve ingilizce tercemeleri, hakikat kitabevi tarafından basdırılmışdır. hamza bin abdülmuttalib: eshabı kiramın büyüklerindendir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcasıdır. hem de süt kardeşidir. annesi hale, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem annesi olan hazreti aminenin amcasının kızı idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kırkaltı yaşında iken, birgün safa tepesinde oturuyordu. ebu cehl, yanından geçerken, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem küfr etdi. mubarek ağzını açmadı. birşey demedi. fekat, bir hizmetçi kız, bunu işitdi. hamza radıyallahü anh, o gün avdan geliyordu. adeti üzere, tavaf yapmak için, haremi şerife uğradı. hizmetçi kız, yanına gelip, dedi. hamza daha müsliman olmamışdı. fekat, kardeşinin oğluna küfr edildiğini işitince, akrabalık damarları hareket etdi. silahları üstünde olarak, kureyş kafirlerinin yanına geldi. diyerek, boynundaki ok atan yay ile, ebu cehlin başını yardı. orada bulunan kafirler, hamzaya saldıracak oldular. büyük çarpışma çıkacakdı. fekat, ebu cehl dokunmayınız! hamza haklıdır. onun kardeşi oğluna, bilerek, kötü şeyler söyledim dedi. böylece, hamzayı başından savdı. aman, ona ilişmeyiniz! bize kızar da, müsliman olur. bununla, muhammed kuvvetlenir dedi. hamza müsliman olmasın diye, kafasının yarılmasına razı oldu. çünki, hamza, hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi. hamza, resulullahın yanına gelip, ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! ebu cehlden intikamını aldım. onu kana boyadım. üzülme, sevin dedi. buyurdu. dedi. buyurdu. hamza radıyallahü anh, hemen müsliman oldu. kureyşin yanına gidip, müsliman olduğunu ve allahın peygamberini her suretle koruyacağını güzel bir kaside okuyarak bildirdi. bunun müsliman olması ile, muhammed aleyhisselam çok sevindi. müslimanlar, pek çok kuvvet buldu. medineye hicret etdi. bedr gazasında, fevkal'ade kahramanlık gösterdi. uhud gazasında da, otuzbir kafiri cehenneme gönderdikden sonra, vahşi tarafından şehid edildi radıyallahü teala anh. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buna çok üzüldü. çok ağladı. cenaze namazını kıldı. şehid olduğu zeman elliyedi yaşında idi. vahşi de radıyallahü anh sonra müsliman oldu. harun reşid: abbasi halifelerinin beşincisidir. muhammed mehdinin oğlu, ca'fer mensurun torunudur. de tevellüd, de tus şehrinde vefat etdi. tusdadır. de kardeşi musa hadi vefat edince, halife oldu. babası zemanında, iki def'a rumlarla harb etmişdi. kahramanlık göstermişdi. üsküdara kadar gelmişdi. halife iken, ereğliye kadar aldı. dokuz def'a hac edip medine, mekke halkına çok ihsanda bulundu. ilm ve san'at sahiblerine çok yardım ederdi. çok adil idi. fekat veziri, bermekilere sert ceza verdi. imperatör şarlman ile dostluk kurdu. ona hediyyeler gönderdi. bu arada gönderdiği su ile işliyen bir saat, avrupalılara hayret vermişdi. zevcesi zübeyde, mekkei mükerremenin her yerine denilen çeşmeler ve havzlar yapdırdı. hasen bin ali: hazreti alinin büyük oğlu, resulullahın torunudur. oniki imamın ikincisi, islam halifelerinin beşincisidir. hicretin üçüncü yılı, ramezan ortasında, medinede tevellüd, da, medinede vefat etdi. da diyor ki, hazreti mu'aviye, kendinden sonra yerine hazreti haseni radıyallahü anhüma halife yapmağa karar verdi. bunu millete i'lan etdi. yezid, babasının bu kararını anlayınca, kendisi halife olmak için, şamdan hazreti hasenin zevcesine zehr gönderdi. seni ben alacağım. tepeden tırnağa kadar mal, süs eşyası içine koyacağım diye, onu aldatdı. bu da, kendisini boşıyacak diye, zaten hazreti hasene kin beslemekde idi ve onu zehrledi. yüzü resulullaha çok benzerdi. hilm, rıza, sabr ve kerem sahibi idi. halife osmanın evi sarıldığı zeman, babası tarafından, kardeşi ile birlikde imdada gönderilmişdi. kırk senesinde kufede halife oldu. yedi ay sonra hazreti mu'aviye ile harb etmeği doğru görmeyip, hilafeti kendi rızası ile ona bırakdı. hazreti aişe, imamın resulullahın yanına defn edilmesine izn verdi ve çok istedi ise de, mervan, baki' kabristanına defn etdirdi. çocuklarına şerif denir. hasen çelebi: babası muhammed şahdır. molla fenari soyundan olup, alim ve kamil idi. da tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. ve e, a, e, a, ye haşiyeler yapmışdır. başka eserleri de vardır. hind binti utbe: islamın büyük düşmanlarından utbe bin rebi'a bin abdi şems bin abdi menaf kızı, ebu süfyanın zevcesi ve hazreti mu'aviyenin annesidir. daha önce, fakih bin mugire mahzuminin zevcesi idi. uhud gazasında bulundu. düşman askerlerini harbe teşvik ederdi. mekkenin fethinde, zevcinden bir gün sonra, müsliman oldu. resulullahın hayr düasını aldı. yermük gazasında, zevci ile birlikde islam ordusunda bulunup, islam askerini rumlara karşı harbe teşvik etdi. yılında ebu kuhafe ile aynı günde vefat etdi radıyallahü teala anhüma. hümayun şah: mirza muhammeddir. hindistandaki gürganiyye devletinin ikinci sultanıdır. mirza babür şahın oğludur. de kabilde tevellüd, de vefat etdi. de hükmdar oldu. vede efganistanda şir hana mağlub oldu. irana sığındı. de efgan askerini mağlub ederek tekrar hükmdar oldu. de vefat etdi. dehlideki türbesi pek san'atlı ve zinetlidir. hind sultanları. derdimsahifededir. hüseyn bin ali: resulullahın torunu, hazreti alinin ikinci oğludur. oniki imamın üçüncüsü ve ehli beytin beşincisidir. hicretin altıncı yılında tevellüd, muharremin onuncu günü kerbelada şehid oldu. çeşidli hadisi şeriflerle medh edildi. hep babasının yanında idi. babası şehid olunca, medineye geldi. hazreti mu'aviyenin vefatında yezide bi'at etmedi. kufeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. kardeşi muhammed bin hanefiyye, ibni ömer, ibni abbas ve daha nice eshabı resul mani' oldular ise de, nasihatlerini dinlemeyip, yetmişiki kişi ile mekkeden, ıraka yola çıkdı. yezid, şamdan bunu haber alınca, ırak valisi, ubeydüllah bin ziyade emr gönderip, kufeye sokma dedi. bu da, sa'd ibni ebi vakkasın oğlu ömerin kumandasında bir ordu gönderdi. ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imam kabul etmeyip harb etdi. yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, si de şehid oluncıya kadar dövüşdü. sinan bin enes nehai, hazreti imamı şehid etdi. mubarek oğlu, imamı zeynel'abidin on yaşında ve hasta yatmakda olduğu için öldürülmedi. kadınlarla ve imamın mubarek başı ile şama gönderildi. mubarek başı, mısrda karafe kabristanında medfundur. hüseyn bin ali va'izi kaşifi: sultan hüseyn baykıra zemanında hiratda va'iz idi. adındaki farisi tefsiri çok kıymetlidir. muhammed bin idrisi bitlisive seray hocalarından isma'il ferruh efendi tarafındanda türkçeye terceme edilmiş, ikincisi tefsiri ismi ile basılmışdır. kitabında namaz vaktlerinin ta'yinini bildirmekdedir. da vefat etdi rahimehullahü teala. hüseyn buhari: hüseyn bin yahya buhari, hanefi alimlerindendir. yılında vefat etdi. imamı muhammedin ini şerh etmişdir. hüseyn hilmi ışık: binüçyüzyirmidokuz hicri yılına rastlıyan bindokuzyüzonbirsenesinde mart ayının sekizinci günü, güzel bir behar sabahı, istanbulda, eyyub sultanda, servi mahallesi, vezirtekke sokağı şifa yokuşundanumaralı evde tevellüd etdi. babası sa'id efendi ve dedesi ibrahim pehlivan, plevnenin lofca kasabası, tepova köyünden, annesi aişe hanım ve annesinin babası hüseyin ağa da, lofca kasabasından idiler. sa'id efendi, doksanüç rus harbinde muhacir olarak istanbula gelmiş, vezirtekkesinde yerleşip evlenmişdi. harb ve muhacirlik sıkıntıları sebebi ile, hiçbir mektebe gidememiş, belediyyede kantar me'muru olmuş, kırk seneden fazla, bu vazifeyi yapmışdı. istanbulun büyük cami'lerinde, meşhur hocaların derslerine aralıksız devam ederek din bilgilerinde çok derinleşmişdi. vazifesi icabı matematiğin dört işlemini zihn ile yapmakda, o kadar mahir olmuşdu ki, görenler şaşardı. beş yaşında, eyyub cami'i ile bostan iskelesi arasındaki mihri şah sultan ilk mektebine başladı. burada iki senede kur'anı kerimi hatm eyledi. yedi yaşında sultan reşad hanın türbesine bitişik nde ilk tahsilini yaparken, babası ta'til aylarında , ve din mekteblerine de gönderir, oğlunun iyi yetişmesi için çok gayret ederdi. hüseyn hilmi efendisenesinde ilk mektebi birincilikle bitirdi. ilk okulda, her dersden aldığı altın yaldızlı mükafatları büyük bir albümü doldurmakdadır. o sene, konyadan istanbula getirilmiş olan giriş imtihanlarını pekiyi olarak kazanıp, o sene orta kısmı ikinci sınıfa birincilikle geçdi. her sene takdirler alarakda askeri liseyi birincilikle bitirip, askeri tıbbiyye mektebine seçildi. tıbbiyye mektebinde ikinci sınıfa birincilikle geçdi. eczacı mektebini ve sonra gülhane hastahanesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce, üsteğmen olarak, askeri tıbbiyye mektebine müzakereci ta'yin edildi. eczacı talebesi iken, abdülhakim efendinin tavsiyesi ile, parisde çıkan gazetesine abone olup, fransızcasını ilerletdi. müzakereci iken yine hocasının emri üzerine, kimya yüksek mühendisliğini okumağa başladı. yüksek matematikçi von misesden, mekanik profesörü pragerden, fizikçi demberden, teknik kimyayı grossdan okudu. kimya profesörü arndın yanında çalışdı. takdirlerini kazandı. arndın yanında altı ay travay yapıp, cisminin sentezini yapdı ve formülünü tesbit etdi. dünyada ilk olan bu başarılı travayı, ingilizce olarak, cild numarası ile devlet matbaasında basdırılan fen fakültesi mecmu'asında ve almanyada çıkan kimya kitabının tarih vesayısında isminde yazılıdır. hüseyn hilmi ışık, senesi sonunda sayılı kimya yüksek mühendisliği diplomasını aldı. o sene türkiyede ilk ve tek olarak kimya yüksek mühendisi olduğu, günlük gazetelerde yazıldı. bu başarısından dolayı, askeri kimya sınıfına geçirilerek, ankarada, mamakda zehrli gazlar kimyageri yapıldı. burada onbir sene kalıp, auver fabrikası genel direktörü merzbacher ve kimya doktoru goldstein ve optik mütehassısı neumann ile yıllarca çalışdı. onlardan almanca da öğrendi. harb gazları mütehassısı oldu. de bursa askeri lisesinde kimya mu'allimi, sonra öğretim müdiri olmuş, burada ve sonra kuleli ve erzincan askeri liselerinde uzun seneler kimya dersi okutarak, yüzlerce subaya hocalık yapmış, kıdemli albay iken, ihtilalinde emekli yapılmışdır. sonra, vefa lisesinde ve imam hatib okulunda ve cağaloğlu, bakırköy san'at enstitülerinde matematik, kimya hocalıkları yapıp, çok sayıda imanlı genç yetişdirmişdir. senesinde yeşilköyde merkez eczahanesini satın almış, sahib ve mes'ul müdiri olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etmişdir. siyasete hiç karışmamış, hiçbir partiye bağlanmamışdır. bölücülüğe, tarikatçılığa, devlete, kanunlara karşı gelmeğe, karşı olduğunu eserlerinde açıkça bildirmişdir. türkiyenin ve bütün dünyanın her yerine gönderdiği muhtelif lisanlardaki kitablarında, islam dininin doğru olarak anlaşılması, islam ahkamının ve ahlakının yayılması için çalışdı. bunun için, dini dünya çıkarlarına alet edenlerin ve mezhebsizlerin iftira oklarına hedef oldu. sonbeharında dehliyi, diyobend ve serhendi ve sonra karaşiyi ziyaret etmiş, panipüt şehrinde, senaullah hazretleri ile mazheri canı cananın zevcesinin kabrlerinin ayak altında kaldıklarını görerek çok üzülmüş, beşyüz dolar vererek, her iki kabrin ta'mir ve muhafazasını te'min etmişdir rahimehullahü teala. de vefat etmiş olup, kaşgari dergahı yanında medfundur. vezir tekkeyi safranbolulu muhammed izzet paşa, de sadrı azam olunca, nakşibendi meşayıhı için yapdırdı. . hüseyn tayyibi: şerefeddin hüseyn bin muhammed tayyibi, büyük alimlerdendir. hadis, tefsir ve edebiyyatda çok meşhurdur. de vefat etdi. ibni cüreyci mekki: abdülmelik, hadis alimidir. islamda ilk kitab yazandır. de vefat etdi. ibni haceri mekki: ahmed bin muhammed şihabüddin heytemi, mekkei mükerreme alimi idi. da tevellüd, de vefat etdi. şafi'i mezhebinde derin alim idi. yalnız fıkh üzerinde yetmiş kitab yazmışdır. dört cild , şafi'i mezhebinin en kıymetli kitabıdır. eshabı kiram için yazdığı ve kitabları birer şaheserdir. kitabı, imamı azamın üstünlüğünü gösteren çok kıymetli bir vesikadır. büyük günahları bildiren kitabı ile imamı nevevinin, şafi'i fıkhındaki kitabına yapdığı ismindeki şerhi pek kıymetlidir. fetva kitabları ve daha nice eserleri vardır rahimehullahü teala. ibni haldun: büyük tarihcidir. dedesi haldun hadremutludur. kendi adı abdürrahman bin muhammed hadremidir. dedeleri endülüsde yerleşmişdi. de tunusda tevellüd etdi. de fas sultanı ebu inanın başkatibi oldu. çocuklarını cezaire gönderip, kendiside gırnataya gitdi. sultan ibni ahmer hususi gemi göndererek çoluk çocuğu cezairden gırnataya getirildi. birçok yerlerde, sultanlara katiblik, vezirlik edip, de ders vermeğe başladı. de iskenderiyeye, sonra kahireye gidip, cami'ulezherde ders verdi. mısrda maliki kadisı oldu. şamda timür handan çok saygı ve yardım gördü. da hac etdi. de vefat etdi rahimehullahü teala. yedi büyük cild tarihinden başka, eserleri ve şi'rleri de vardır. tarihi, türkçeye ve avrupa dillerine terceme edilmiş ve basılmışdır. ibni hazm: ali bin ahmed bin sa'id bin hazm, endülüsün büyük alimlerinden idi. devletin veziri idi. ceddi, ebu süfyanın oğlu yezidin azadlısı idi. de kurtubada tevellüd, de vefat etdi. kelam, fıkh alimi, tabib, şair ve felesof idi. her fende çok kitabı vardır. kitabı kıymetlidir. ne yazık ki, felsefeye dalarak, ayeti kerime ve hadisi şeriflere, kendi aklına göre ma'na vermiş, ehli sünnetden ayrılmış, sapıtmışdır. selefi salihinin, kemalini kavrıyamamış, din büyüklerine saygısızlık göstermişdir. bu sebeble, memleketinden sürülerek, çölde vefat etmişdir. ibni hümam: kemaleddin muhammed bin abdülvahid sivasi, hanefi fıkh alimlerindendir. kitabı ve ismindeki şerhi meşhurdur. birkaç cild olup, hindistanda, mısrda, istanbulda basılmışdır. da tevellüd, de vefat etdi. ibni hillikan: şemseddin ahmed bin muhammed bin ibrahim, irbilde, de tevellüd etdi. bermek oğullarındandır. büyük alim ve meşhur tarihcidir. halebde, mısrda ders verdi. de şamda kadılkudat oldu. da mısra gitdi. da tekrar şamda kadılkudat oldu. de şamda vefat etdi. tarih kitabı çok kıymetli olup, şerhleri, ilaveleri ve çeşidli dillere tercemeleri yapılmışdır. şafi'i idi rahimehullahü teala. ibni melek: abdüllatif bin abdül'aziz hanefi fıkh alimidir. izmir tirede ders verirdi. ibnissa'atinin kitabını ve nesefinin kitabını ve yi ve ı şerh etmişdir. de anadoluda tirede vefat etdi rahimehullahü teala. ibni münzir: ebu bekr muhammed bin ibrahim, babası gibi nişapur alimlerindendir. şafi'i mezhebinde idi. üçyüzonsekiz yılında mekkei mükerremede vefat etdi. çok kitab yazdı rahimehullahü teala. ibni nüceym: zeynel'abidin bin ibrahim, hanefi fıkh alimlerindendir. da tevellüd, de vefat etdi. fıkhda kitabı çok kıymetlidir. çeşidli şerhleri vardır. , risaleleri ve fetvaları meşhurdur. çeşidli şerhleri vardır. ömer bin ibrahim ibni nüceym, zeynel'abidin ibni nüceymin kardeşi ve talebesidir. de vefat etdi. mısrda büyük kardeşinin yanındadır rahimehullahü teala. kitabı çok kıymetlidir. ibni sa'. muhammed bin sa'd, basralıdır. vakıdinin katibi idi. da vefat etdi. kitabı onbeş cilddir. sonra bunu kısaltmışdır. ibni semmak: ebül'abbas muhammed bin subh, nasihat ve va'zları ile meşhurdur. harunürreşid, kendisini çok sayardı. de kufede vefat etdi. ibni ziyad: ubeydüllah bin ziyad bin ebu süfyan bin harbdır. hazreti mu'aviye, yılında ziyad bin ebu süfyan vefat edince, bunun oğlu ubeydüllahı horasan valisi yapdı. ubeydüllah o zeman yirmibeş yaşında idi. senesinde bunu kumandan yapdı. ceyhun nehrini develerle geçip buharayı aldı. de, basra valisi oldu. de hariciler basrada isyan edince, bunları perişan etdi. yezid zemanında, kufe valisi oldu. kerbela vak'asına sebeb oldu. yezidin vefatında ırakda halife olmak istedi. halk kabul etmedi. şama kaçdı. mervan, abdüllah bin zübeyre bi'at etmek istiyordu. mervanın zihnini çeldi. mervanın ve oğlu abdülmelikin zemanlarında şamda kumandan idi. kufedeki isyanı basdırdı. de asiler kufede tekrar toplanıp bunlara reis olup, ibrahim ibni üştür kumandasında ordu kurup, şamlıları mağlub etdi ve ibni ziyadı öldürdü. abdüllah bin zübeyr, kardeşi mus'ab bin zübeyri basra valisi yapdı. basralılar, kufelilerle harb edip, galib geldi. deki bu savaşda, muhtar öldürüldü. ibrahim halid: ibrahim bin halid için, ebu sevr maddesine müraceat buyurula. ikrime: ebu cehlin oğludur. önce, islamın büyük düşmanı idi. mekkenin feth günü, öldürülmesi emr buyurulan altı kişiden biri idi. o gün mekkeden kaçıp, gemiye bindi. yolda şiddetli fırtına oldu. batmak üzere iken, kurtulursa, resulullahın ayaklarına kapanmağı adadı. fırtına durdu. yemene çıkınca müsliman oldu. daha önce iman etmiş olan amcasının kızı zevcesi ile medineye geldi. afv buyuruldu. islama çok hizmet etdi. hazreti ebu bekr zemanında, mürtedlerle savaşda, son gayreti ile çalışdı. kumandan olarak umman ve yemene gönderildi. şam fethinde de bulundu. yermük gazasında çok kahramanlık gösterdi ve şehid oldu radıyallahü teala anh. imamı rabbani: adı ahmeddir. hindistanda yetişen en büyük islam alimidir. alimlerin üstünü, vasılların reisi, harikaların, kerametlerin mazharı, sonsuz derecelerin cami'i, hakikat ehlinin öncüsü idi. hazreti ömerin yirmisekizinci torunudur. hicreti e miladın. derdimsenesi aşure günü, serhend şehrinde tevellüd etdi. yüksek derecesinin en büyük şahidi kitabıdır. muhammed ma'sumun talebesinden muhammed bakır lahri, ı farisi olarak kısaltıp, ismini vermişdir. yüzyirmi sahife olup, de lahorda basılmışdır. mektubatın birinci cildinin türkçe tercemesi, ismi ile de istanbulda basılmışdır. müceddidiyye, kadiriyye, sühreverdiyye, kübreviyye ve çeştiyye büyüklerinin bütün kemalatına mazhar idi. bedreddini serhendinin farisi kitabında ve muhammed haşimi kişminin farisi kitabında ve mektubatın arabi tercemesi olan kitabının haşiyesinde ve arabi de kerametleri, hal tercemeleri geniş yazılıdır. ın farisisinin temamı ve kitabı, de istanbulda basdırılmışdır. urvetülvüska muhammed ma'sumi farukinin torunu olan, gülam muhammed ma'sumun talebesi, hace muhammed fadlüllah kaddesallahü teala esrarehümül'aziz yazmış olduğu kitabında, imamı rabbaninin ve üstadlarının ve talebesinin hayatlarını uzun bildirmekdedir. bu kitab, farisidir. hindistanda basılmışdır. muhammed fadlüllah de kandiharda vefat etdi. hace zade ahmed hilmi efendinin, istanbuldade basılan türkçe kitabı da imamı rabbaninin ve üstadlarının hayatını ve kerametlerini bildirmekdedir. ın farisi aslı ve arabi tercemesi kısaltılarak ismi ile, istanbulda ayrı ayrı basdırılmışdır. imamı rabbani hicretin binotuzdörtve miladın. derdimsenesi safer ayının yirmi dokuzuncu salı günü vefat eyledi. serhendde, aile kabristanındadır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. imran bin hasin: eshabı kiramdandır. hayberin fethi senesi imana geldi. ondan sonraki gazalarda bulundu. hazreti ömer, fıkh öğretmek için basraya gönderdi. abdüllah bin amir tarafından basra kadisı yapıldı. de basrada vefat etdi radıyallahü teala anh. izzeddin ali: ali bin muhammed ibni esir cizri, tarih kitabları ile meşhur olmuş bir alimdir. de, cezirei ibni ömerde tevellüd, de musulda vefat etdi. adındaki tarih kitabı, adem aleyhisselamdan, yılına kadar olan olayları anlatmakdadır. bu kitab miladınyılında hollandada şehrinde oniki büyük cild olarak basıldı. sonra, mısrda basıldı. eshabı kiramdan yedibinbeşyüz sahabinin hayatını anlatan kitabı, tarih kitablarının şaheseridir. beş cild olup, mısrda vehbiyye matbaasında, de basılmışdır. kuds alimlerinden bedreddin muhammed bin yahya ve muhammed bin muhammed kaşgaribu kitabı ayrı ayrı kısaltmışlardır. sem'aninin eserini kısaltarak ve düzelterek hazırladığı, üç cild bir eseri daha vardır. her üç eser de türkçeye çevrilmemişdir. kadi ebülhasen: ali bin nu'man magribi, da magribde tevellüd, de vefat etdi. mısrda, fatımiler zemanında, dokuz sene kadılkudat oldu. alim idi. kadi iyad: ebülfadl iyad bin musa, hadis alimi idi. da septede tevellüd, de merakişde vefat etdi. endülüsde tahsil etdi. septede, gırnatada kadi oldu. çok kitab yazmışdır. ve kitabları meşhurdur rahimehullahü teala. kadi şüreyh: ebu ümeyye bin hars, tabi'inin büyüklerindendir. hazreti ömer zemanında kufe kadisı idi. hazreti ali halife iken, bunun huzurunda, bir zimmi ile mürafea olunmuşdu. çok adil idi. fıkh alimi idi. dayaşında vefat etdi rahimehullahü teala. kadizade ahmed efendi: ahmed emin bin abdüllah, de tevellüd, de vefat etdi. kadi idi. kitabını ve ni şerh etmişdir. adındaki amentü şerhi pek faidelidir. çok baskısı vardır. karamani kemaleddin: isma'il kemaleddin, müderris idi. kemali rumi ve kara kemal denir. de vefat etdi. şerhine ve şerhine ve kitabına ve ne ve a haşiyeleri vardır rahimehullahü teala. kastalani: şıhabüddin ahmed bin muhammed, mısr alimlerinin büyüklerindendir. resulullahın hayatını anlatan kitabını, cami'ulezher müderrislerinden allame muhammed zerkani maliki şerh etmiş, sekiz cild olarak, da mısrda vede beyrutda tab' edilmişdir. şa'ir baki efendi türkçeye çevirmişdir. iki cild üzere basılmışdır. yusüfi nebhani tarafından kısaltılarak, senesinde harekeli olarak lübnanda basılmış, de istanbulda ofset baskısı yapılmışdır. çok istifadelidir. de tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. kinane bin beşir: resulullahın üçüncü halifesi olan hazreti osman bin affanı kur'anı kerim okurken şehid eden mısr çingenesidir. fir'avna tapınan ahmakların soyundandır. konstan: ikinci konstan, ikinci herakliusun oğludur. hicretin yirminci yılında, oniki yaşında kral oldu. hazreti mu'aviyenin ordularına hep mağlub olduğundan, istanbuldan ayrılıp sicilyeye gitdi. de burada vefat etdi. kurtubi: ebu abdüllah muhammed bin ahmed şemseddin ensari olup, ibni ebu bekr ferecdir. endülüsün en büyük alimlerindendir. de vefat etdi. maliki idi. şerhi, ve ve başka kitabları vardır. malik bin enes: bin malik bin ebi amir esbahi, ehli sünnetin amelde, ibadetde ayrıldığı dört mezhebden biri olan maliki mezhebinin imamıdır. da medinede tevellüd etdiği ibni abidinin mukaddemesinde yazılıdır. tabi'inden olduğu şübhelidir. fıkhda, hadisde ve tefsirde çok derin bilgisi vardır. hocaları da, kendisinden istifadeye gelirdi. bir hadisi şerifi okuyacağı zeman, yeniden abdest alır. diz çökerdi. medinede hiç hayvana binmedi. yaya yürüdü. çok saygılı idi. de istenilen haksız bir fetvayı vermediği içinkırbaç vuruldu. yine vermedi. yılında medinede vefat etdi rahimehullahü teala. adındaki hadis kitabı, ilk hadis kitabıdır. çok alimler, bunu şerh etmişdir. afrikanın kuzeyindeki müslimanların çoğu maliki mezhebindedir. maliki mezhebinde en meşhur fıkh kitabı, ve kitablarıdır. malik bin nüveyre: beni temim kabilesinin reisi eshabı kiram idi. kabilesi ile müsliman olmuşdu. resulullah, bunu kabilesinden zekatını toplayıp medineye getirmeğe me'mur etmişdi. . sahifede diyor ki, malik, resulullahın vefatını haber alınca, zekatları göndermedi ve sahiblerine dağıtdı. halid ibni velid ile konuşurken, resulullah için ve dedi. bu söz halide çok ağır geldi. eshabı kiramdan dırar bin malikilezveri esediye emr eyledi. dırar bunu katl eyledi. dırar, resulullahın elçisi idi. yermük, şam ve yemame gazalarında çok kahramanlık gösterdi ve şehid oldu. malik bin nüveyrenin kardeşi şair idi. kardeşi için mersiye okudu. halife ebu bekr radıyallahü anh halidin özrünü kabul buyurdu. mehdi: fatımatüzzehra soyundan, kıyamete yakın gelecek bir zatdır. adı muhammed, babası abdüllah olacakdır. alim ve veli olacak, yer yüzünün halifesi olacakdır. isa aleyhisselam gökden şama inince, hazreti mehdi ile buluşacakdır. mehdi, müctehid olup, başka mezhebleri kaldıracak, bütün dünyada, bunun mezhebi kullanılacakdır. çok adil olacak, hiçbir mahluk arasında düşmanlık kalmıyacakdır. eshabı kehf uyanıp, mağaradan çıkacak, mehdiye hizmet edecekdir. hadisi şerifler, bunları ve daha başka, çok alametlerini haber vermekdedir. ibni haceri mekki kitabında uzun anlatmakdadır rahimehullahü teala. menavi veya münavi. abdürrauf bin ali, hadis ve fıkh alimidir. şafi'i idi. de mısrda tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. tefsir, hadis, fıkh, tesavvuf, tarih ve ahlak ve tıb üzerinde yüze yakın şerhleri ve te'lifleri vardır. kitabında onbin hadisi şerif vardır. de istanbulda basılmışdır. mervan bin hakem: bin ebil'as bin ümeyye, dördüncü emevi halifesidir. hicretin ikinci yılında tevellüd etdi. hazreti osmanın amcası oğludur. babası taife sürüldüğü için, taifde büyüdü. hazreti osman, bunu taifden medineye getirip, kendisine katib yapdı. hazreti osmanın şehadetinde mısrdan gelen çingene ordusu ile serayın bağçesinde döğüşürken boynundan yaralandı. boynu iğri kaldı. hazreti mu'aviye zemanında medine ve hicaz valisi oldu. da azl edildi. abdüllah bin zübeyrin halifeliğini kabul edecekdi. fekat, ibni ziyadın sözlerine aldanarak, de hak üzerine halife olan abdüllaha isyan etdi. şamda kendi halife oldu. deyaşında iken zevcesi tarafından uyurken öldürüldü. ba'zı kitablar, ta'un hastalığından öldüğünü yazmakdadır. alim idi. fakih idi. çok zeki ve akllı idi. çok güzel kur'anı kerim okurdu. günahlardan çok sakınırdı. babası hakem bin as, mekkenin fethi günü imana geldi ise de münafık idi. cemel vak'asında mervanın atdığı bir ok hazreti talhayı şehid etdi. halbuki her ikisi de, hazreti aişenin askeri idi. bu muharebede çok yaralandı. hazreti ali, bunu afv edip medineye gönderdi. mührü üzerinde yazılı idi. siyasi hayatı, karışık ve karanlık ise de, abbasi tarihcileri, halifelere yaranmak için, hatalarını şişirmiş, hatta bunu kötülemek için, hadis bile uydurmuşlardır. düşman tarafından yazılan kitablar elbet böyle olur. hazreti osmanın hilafet işlerinde kullandığı ve hazreti alinin afv etdiği bir zatı, mel'un diyecek kadar kötülediler. osmanlı tarihleri, zeman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından abbasi tarihlerinden terceme edilmiş, onların te'siri altında kalmış olduğundan, eldeki kitablarımızda, yanlış bilgiler vardır. şurası muhakkakdır ki, abbasiler, ehli beyte karşı düşmanlıkda, emevileri kat kat geçmişdir. mesruk: mesruk bin merzuban küfi, teba'ı tabi'inin büyüklerindendir. yapdığı rivayetleri çok mu'teberdir. ikiyüzkırkda vefat etdi. ibni haceri askalani, kitabının onuncu cildinde, kendisini anlatmakdadır. meymun bin muhammed nesefi: hanefi alimlerindendir. de vefat etdi. kelam alimidir. kitabı meşhurdur. başka eserleri de vardır. mikdad: mikdad bin amr bin sa'lebe kendi, mikdad bin esved ismi ile meşhurdur. eshabı kiramın büyüklerindendir. önce imana gelenlerden ve habeşe hicret edenlerdendir. medineye hicret edemeyip, islamını saklıyarak mekkede kalmışdı. ikrime kumandasında, müslimanlara karşı gönderilen kureyş ordusunda iken, harb başlayınca islam tarafına geçmişdi. bedrde ve bütün gazalarda bulundu. mısrın fethinde bulundu. otuzüç de, hazreti osman zemanında medinede, yaşında vefat etdi. hadisi şerifle medh edildi radıyallahü teala anh. mu'aviye: ebu süfyan bin harb bin ümeyye bin abdi şems bin abdi menaf oğludur. anası hinddir. eshabı kiramın büyüklerindendir. babası, anası ve kardeşi yezid ile birlikde, mekkenin fethinde imana geldi. kendisi daha önce imana geldi ise de, babasının korkusundan belli etmemişdi. huneyn gazasında baba oğul, resulullah önünde kahramanca çarpışdılar. resulullahın katibliğini yapmakla da şereflendi. hazreti ebu bekrin şama gönderdiği orduda, kardeşi yezid ile birlikde bulundu. yezid, şam valisi yapıldı. yezid ondokuzuncu yılda vefat edince, hazreti ömer, mu'aviyeyi şam valisi yapdı. hazreti osman, bütün suriyeyi bunun emrine verdi. şamda, yirmi sene altı ay vali idi. de kufede halife oldu. şamda yirmi sene de halifelik yapdı. altmış tarihinde, yetmişdokuz yaşında şamda vefat etdi. çok akllı, zeki, güzel konuşur, çok sabrlı, halim ve çok cömerd bir zat idi. dini islamın yayılmasına ve yükselmesine çok hizmet etdi. çok memleketler aldı. islam alimleri kendisinden birçok hadisi şerif almış, kitablarına yazmışdır. bu da, büyüklüğünü ve alimlerin, din imamlarının kendisine inanç ve i'timadını göstermekdedir. abdüllah ibni abbas ve ebüdderda ve birçok sahabe ve tabi'in kendisinden hadis dinlemiş ve bunları din imamlarına bildirmişlerdir. öleceği zeman, fahri alemin sallallahü aleyhi ve sellem kendisine hediyye etdiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, resulullahın saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defn edilmesini vasiyyet etmişdi. hazreti ali ile birbirlerine bed düa etdiklerini, yazıyor ise de bunu, bid'at ehlinin uydurmuş olduğu, kıymetli kitablarda yazılıdır..sahifede diyor ki, imamı ahmedin kitabından, imamı süyutinin çıkardığı hadisi şerifde, irbad bin sariye diyor ki, resulullahın yanında idim. buyurdu ki: yezid bin mu'aviye mu'aviye bin yezid mervan bin hakem bin ebil'as abdülmelik bin mervan velid bin abdülmelik süleyman bin abdülmelik ömer bin abdül'aziz bin mervan yezid bin abdülmelik hişam bin abdülmelik velid bin yezid yezid bin velid ibrahim bin velid mervan bin muhammed bin mervan bin hakem koru! imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, mu'aviyenin halife olmasını istemiyorsunuz. fekat o olmasaydı, çok kelleler bedenlerinden ayrılırdı. emevi halifelerinin birincisidir radıyallahü teala anh. de merakişdeki veya denilen devlet endülüsü işgal etdi. avrupalılar bu devlete diyorlar. den senesine kadar devletinin eline geçdi. sonra devletinin merkezi olan , de gayb edilmekle, endülüsdeki islam hakimiyeti nihayet buldu. endülüsdeki emevi sultanları sıra no: ismi ve babası tevellüd cülusu vefatı abdürrahman bin mu'aviye hişam bin abdülmelik hişam bin abdürrahman hakem bin hişam abdürrahman bin hakem muhammed bin abdürrahman münzir bin muhammed abdüllah bin muhammed abdürrahman nasır bin muhammed bin abdüllah hakem bin abdurrahman hişam bin hakem muhammed mehdi bin hişam bin abdülcebbar bin abdürrahman nasır hişam bin hakem tekrar süleyman bin hakem bin süleyman bin abdürrahman nasır ali bin hamud bin imamı hasen kasım bin hamud yahya bin ali abdürrahman bin hişam bin abdülcebbar muhammed bin abdürrahman bin abdüllah bin abdürrahman nasır hişam bin abdülmelik bin abdürrahman nasır mu'aviye ikinci: hazreti mu'aviyenin torunu ve yezidin oğludur. emevi halifelerinin üçüncüsüdür. dini, kana'ati, takvası, insafı çok idi. de tevellüd, de vefat etdi. de babası vefat edince, halife oldu ise de, kırkıncı günü minbere çıkarak, halife olmakdan acizim. size ömer gibi bir halife aradım. bulamadım. siz beğendiğinizi halife yapınız diyerek hilafeti bırakdı. ibadetle meşgul oldu. kırk gün sonra vefat etdi rahimehullahü teala. yerine mervan geçdi. mugiretebni şu'be: eshabı kiramdandır. arabistanın meşhur dahilerinden biridir. yemame ve şam gazalarında bulundu. yermük muharebesinde bir gözü yaralandı. kadsiye, nihavend ve hemedan zaferlerinde bulundu. hazreti mu'aviye, amr bin ası mısra ve oğlu abdüllah bin amri kufeye vali yapınca, mugire halifeye, dedi. bu söz üzerine abdüllahı azl edip yerine mugireyi kufe valisi yapdı. vali iken, ellinci yılda vefat etdi radıyallahü teala anh. muhammed bakır: imamı hüseynin torunu, imamı zeynel'abidin alinin oğludur. oniki imamın beşincisidir. imamı ca'fer sadıkın babasıdır. elli yedide, medinede tevellüd, de vefat etdi. medinede, baki'dedir. ilmi, irfanı, takvası pekçok idi. muhammed bin ahmed kemaleddin: taşköprü zade muhammed bin ahmedda tevellüd ve da vefat etdi. aşık paşa cami'i avlısında, babası yanındadır. babasının kitabını türkçeye terceme ederek adını vermişdir. muhammed bin cerir: taberi ismiyle meşhur olan tarihcidir. adı muhammed ibni cerirdir. tefsir, hadis, fıkh ve tarih bilgisi pek fazla idi. de iranın şimalindeki taberistanın amül şehrinde tevellüd, da bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. büyük tefsiri ve büyük tarihi meşhurdur ve çok kıymetlidir. elde bulunan taberi tarihi, bu kıymetli kitabın bir şi'i tarafından yapılan muhtasarıdır. muhammed bin ebi bekr sıddik: hazreti ebu bekrin oğludur. annesi esma idi. cemel ve sıffinde imamı ali tarafında idi. hazreti ali zemanında mısr valisi oldu. yılında, amr ibni as ile harb ederken, yaşında, mısrda şehid oldu. hazreti aişe radıyallahü teala anha haber alınca çok üzüldü ve buyurdu. muhammed bin ebi şerif kudsi: muhammed bin muhammed bin ebi bekr, şafi'i alimlerindendir. de tevellüd, de vefat etdi. çok kitabları vardır rahimehullahü teala. muhammed bin hanefiyye: hazreti alinin oğludur. annesi havledir. hicretin yirmi birinde tevellü ılda medinede vefat etdi. tabi'inin büyüklerindendir. fıkh alimi, vera' ve takva sahibi idi. babasının çok sevgisini kazanmışdı. cemel vak'asına karışmak istemedi ise de sözü üzerine babası yanında harb etdi. abdüllah ibni abbas ile birlikde, ibni zübeyre bi'at etmedi. muhammed bin mahmud baberti: ekmelüddini mısri, erzurum civarında bayburddade tevellüd, da vefat etdi rahimehullahü teala. i, nesefinin ını, ı ve daha nice kitabları şerh etmişdir. hidayeye adında şerh yazmışdır. çeşidli kitablar da yazmışdır. muhammed bin yusüf sinnusi: imamı hasen soyundandır. şerifdir. de vefat eyledi. kelam ve akaid üzerinde çeşidli kitabları vardır. cezairde şazilinin bir kolu olan yi kuran muhammed bin ali sinnusi başka olup, da cezairde tevellüd veda bingazi çölünde vefat etmişdir. muhammed cevad: muhammed taki, on iki imamın dokuzuncusudur. imamı ali rızanın oğludur. de medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. halife me'munun damadı idi. muhammed husri: hanbeli idi. muhammed şiblinin talebesi idi. de vefat etdi. muhammed parisa: muhammed bin muhammed bin mahmud hafız buhari, behaüddini buharinin eshabının büyüklerindendir. da tevellüd, de vefat etdi. de hacca gitmek üzere buharadan çıkdı. bir senede mekkeye gelip, haccı ifa etdi. hasta oldu. tavafı veda'ı güç yapdı. medineye geldi. ertesi gün vefat etdi. bursada şeyhülislam olan şemseddini fenari, namazında bulundu. hazreti abbasın türbesi yanına defn edildi. zeyneddini hafi mısrda taş yapdırıp getirdi. dediklerinde buyurmuşdur. farisi ve kitabları basılmışdır. muhammed şeybani: ebu abdüllah muhammed bin hasen, hanefi mezhebi imamlarından olup, büyük müctehiddir. babası, şamlı olduğu halde ıraka gidip, vasıtda yerleşmiş ve imam, de orada tevellüd etmişdir. bağdadda imamı azam ebu hanifenin derslerine senelerce devam etmiş, ebu yusüfün derslerinden de istifade etmişdir. birçok kitab yazmışdır. harun reşid kendisine çok hürmet ederdi. halife horasana giderken, kendisini de beraber götürdü. yılında, rey şehrinde vefat etdi rahimehullahü teala. namazını halife kıldırdı. imamı şafi'i bağdada geldiğinde, halifenin huzurunda imamla sohbet etdi. ilminin ve zekasının çokluğuna hayran kaldı. mühelleb: tabi'inin büyüklerindendir. basrada idi. aklı ve cesareti meşhur idi. haricilerle çok muharebe etdi. basrayı bunlardan korudu. da horasan valisi oldu. de orada vefat etdi rahimehullahü teala. hazreti mu'aviye zemanında, semerkand fethinde, sa'id bin osman ibni affanın kumandasındaki orduda çok kahramanlık göstermiş, bir gözü yaralanmışdı. muhyiddini arabi: şeyhi ekber muhammed bin ali, tesavvuf büyüklerindendir. senesinde, endülüsde tevellüd, de şamda vefat etdi. zahir ve batın ilmlerinde kamil idi. fıkh ve kelam ilmlerinde müctehid idi. konyaya gelip, sadreddin konevinin dul bulunan valdesini tezevvüc etmiş idi. zekası pekçok, hafızası harikul'ade idi. sultanlardan, valilerden, beğlerden çok saygı görür, pekçok hediyye gelirdi. hepsini muhtaçlara dağıtırdı. çok kitab yazdı. yazılarını anlıyabilmek için, alim olmak lazımdır. kitabı yirmi cilddir. kitabı çok meşhurdur. ı beş cilddir. beşyüze yakın kitab yazmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. muradi münzavi: eyyub sultan ile edirnekapı arasında nişancı mustafa paşa caddesindeki tekkesinde ilm neşr ediyor, halkı irşad ediyordu. bu tekkeyi, şeyhülislam minkari zade yahya efendinin damadı kengırılı mustafa efendi, medrese olarak yapdırmış ve oğlu ebülhayr efendi senesinde şeyhülislam olup, de vefat ile tekkede babasının yanına defn edilmişdir. muhammed murad kuddise sirruhde kabilde tevellüd edip, yüksek ilmleri öğrendikden sonra hacca gitdi. sonra hindistana gelerek müceddidi muhammed ma'sumi farukinin kuddise sirruh kalbleri cilalıyan sohbet ve teveccühleri altında yükselerek tekrar hacca ve üç sene sonra bağdad, isfehan, buhara, belh, semerkand, mısr, şam vede istanbula gelip, hazreti halid radıyallahü anh civarında beş sene neşri ulum ve tenviri kulub eyledi. şam yolu ile dördüncü haccını yapmış, de tekrar istanbula gelip, sultan selim rahmetullahi aleyh civarında, bacaklı efendi menzilinde yerleşmişdir. de vefat ederek ebülhayr efendi tarafından medresesinin dershanesine defn edilmişdir kaddesallahü teala sirrehül'aziz. muradı münzavi kuddise sirruh hakkındaki bilgiyi, ismi ile tanınan hanekahı isma'il rumi kuddise sirruh meşayihi kiramından ve sultan abdülhamid hanı saninin meclisi meşayih reisi, şerif ahmed muhyiddinin risalesinden aldık. büyük zahmet ve fedakarlıkla hazırlanmış olan bu risale, istanbul halkına asrlar boyunca feyz ve irfan saçan yüzlerle ahlak ve fazilet yuvasını ve bunlarda parlıyan binlerle ilm ve nur kaynaklarını ve bunların kalblerini aydınlatdıkları zemanları güzel bir san'atla göstermekde olup, cidden kıymetli bir tarih hazinesidir. muradı münzavinin kuddise sirruh ilmin ve tarihin kıymetli bir abidesi olan mubarek türbesi yıkılmak üzere iken, senesinde, askeri hükumet tarafından ta'mir ve tezyin edilmişdir. mürre bin ka'b radıyallahü anh: eshabi kiramdandır. şamda yerleşdi. elliyedisenesinde vefat etdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yedinci babasının ismi de, mürre bin ka'b idi. bunun bir oğlundan , ikincisinden , üçüncüsünden kabileleri hasıl oldu. resulullah üçüncü, ebu bekr ikinci, ebu cehl birinci kabiledendir. musa kazım: imamı ca'fer sadıkın oğludur. on iki imamın yedincisidir. yılında medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi. kazımiyye denilen mahallededir. zühd ve takvası, kerem ve cömerdliği ile meşhurdur. siyasete hiç karışmadığı halde, halife muhammed mehdi, kendisini medineden bağdada getirip habs etdi. sonra, halife harun da habs etdi ve zindanda vefat etdi. kazımiyye mahallesi, bağdadın on kilometre şimal garbında, dicle nehrinden beş kilometre içerdedir. türbesi çok süslü olup, yanında büyük cami' vardır. dicle kenarında, imamı azamın türbesi vardır. müseylemetülkezzab: vakti se'adetde yemame tarafından peygamberlik iddi'a eden bir adam olup, önce islama gelmiş iken, sonra mürted olup, çok kimseleri kendine bağladı. resulullah efendimize bir mektub gönderip, kendilerine inandığını, fekat kendisinin de peygamber olduğunu bildirdi. arabistanın yarısı senin, yarısı benim olsun dedi. o sırada resulullah vefat edince, hazreti ebu bekr, hilafetinin ikinci yılında, halid bin velid kumandasında asker gönderip, şiddetli harb oldu. iki tarafdan, yirmibin kişi öldü. mürtedler mağlub ve mahv olup, müseyleme, vahşi radıyallahü anh tarafından öldürüldü. müslim: ebülhüseyn müslim bin haccac kuşeyridir. hadis imamıdır. kitabı, buhariden sonra, en kıymetli hadis kitabıdır. da nişapurda tevellüd, de yine orada vefat etdi. ahmed ibni hanbelin talebesi idi. kitabında yedibinikiyüzyetmişbeş hadisi şerif vardır. bunları, üçyüzbin hadis arasından seçmişdir. imamı buhari ile nişapurda buluşdu. çok sevişdiler. buharii şerifde de yedibinikiyüzyetmişbeş hadisi şerif vardır rahimehullahü teala. müstağfiri: ebül' abbas yazarıdır rahimehullahü teala. müzeni: ebu ibrahim isma'il bin yahya, şafi'i mezhebi fıkh alimlerindendir. imamı şafi'inin talebesi idi. fıkh, kelam ve hadis ilmlerinde çok üstün idi. vera' ve takva sahibi idi. de mısrda tevellüd ve de mısrda vefat etdi. karafetüssugra kabristanında imamı şafi'inin yanındadır. şafi'i mezhebi fıkhını toplıyan ve kitablara geçiren budur. çeşidli kitabları vardır. kitabı meşhurdur rahimehullahü teala. neccarzade: mustafa rıdaüddin efendi, ibrahim efendinin oğludur. senesinde şebin karahisarda tevellüd etdi. küçük iken, pederi vefat etdi. onyedi yaşında iken, beşiktaşda sinan paşa cami'i yanındaki medresede müderris oldu. bu esnada üsküdarda aziz mahmud hüdayi mescidi imamı ya'kub efendinin babası olan odabaşı fenayı efendinin derslerinden feyz alarak cilvetiyye icazetini ihraz eyledi. beşiktaş mevlevihanesi imamı memiş efendiden mesnevi okudu. moskof gazasına iştirak edip, zaferden dönerken edirnede arabzade hacı muhammed ilmi efendidende müceddidiyye icazetnamesi aldı. arabzade muhammed efendi, ebu abdüllah muhammed semerkandinin talebesi olupda edirnede vefat eyledi. semerkandi de, ahmed yekdest cüryaninin, bu da, urvetülvüska muhammed ma'sumı müceddidi serhendinin talebesidir. bir sene sonra beşiktaşda sinan paşa cami'i yanında satın aldığı arsaya bir mescid yapdırarak, burada müceddidiyye ma'rifetlerini neşr ve kitabını te'lif eyledi. de hac ve ziyareti haremeyn ile şereflendi. ahmed yekdestin talebesinden, eğrikapıda karamani mescidi imamı tatar ahmed efendi ile sohbetleri meşhurdur. sadrı azam hakimbaşı nuh efendinin oğlu ali paşanın altımermerde cerrahpaşa hastahanesi karşısındaki cami'ide yapılınca, buranın ilk va'izi oldu. da vefat etdi. yukarıdaki bilgiler, talebesinden ömer nüzhet efendinin kitabından alındı. yerinde, oğlu muhammed sıddik efendi ilm ve feyz vermeğe başladı. bunun talebesinden biri muhammed agah efendidir. bundan, muhammed emin kerküti, bundan da, ali behçet konevi, bundan da, hafız feyzullah efendi feyz alarak kemale ermişlerdir. feyzullah efendi, muradiyye mescidi imamı ve kurra hafızlarının reisi idi. çarşambada de mesnevi okuturdu. bunun da talebesinin meşhuru, seyyid muhammed niyazi bin mustafa efendidir. bu da, seyyid mahmud lütfullah bin muhammede icazet vermişdir. muhammed sıddik efendide onbir yaşında iken zuhur eden fıtık illeti, vefatına kadar devam etmişdir. pederi gibi harika ve kerametleri meşhur oldu. rumelihisardaki yalısında va'z ve nasihat eder. haftada bir gün beşiktaşa gelir hatm okurdu. onbir ay, aziz mahmud hüdayi mescidinde de vazife ifa eyledi. eyyubdeki kaşgari mescidinden biri gelip, hocaları isa efendinin şifa bulması için düa istedikde dedi. isa efendinin o saatda vefat etdiği sonra anlaşıldı. kendisi senesinde rumelihisarında vefat edip, sinan paşa cami'i şimal dıvarı önündeki mescidinde, pederinin yanına defn edildi rahimehümullahü teala. damadı isma'il hakkı efendi kaimi makamı oldu. bu bilgiler, kitabından alındı. ebu abdüllah semerkandinin kitabını rıdaüddin efendi, farisiden türkçeye terceme etmişdir. bu terceme ve risalesi ve mevlana caminin gazelinin arabzade tarafından türkçeye tercemesi ve muhammed sıddik efendinin kitabı, bir arada olarak matba'ai amirede senesinde tab' olunmuşdur. nesefi: meymun bin muhammed nesefi kelimesine bakınız. nevevi: yahya bin şeref muhyiddin nevevi büyük alimlerdendir. şafi'i mezhebindendir. hadisi şerifleri toplaması ve açıklaması ile tanınmışdır. de tevellüd ve da şam şehrinde vefat etdi rahimehullahü teala. şam kadılkudatı olan büyük alim imamı subki imamı nevevinin evini ziyaret etdiği zeman, basmışdır diyerek, yerlere sakallarını sürmüşdür. çok kitab yazdı. hadis alimlerinin hal tercemelerini bildiren , , ve şafi'i fıkhını bildiren kitabları meşhurdur. , imamı rafi'inin kitabının muhtasarıdır. . nişancızade: muhammed bin ahmed bin muhammed bin ramezan, meşhur kitabının sahibidir. ramezan zade emir muhammedin torunudur. de tevellüd, de edirne yolunda vefat etdi. edirne kadisı idi. kitabları vardır rahimehullahü teala. nuh aleyhisselam: elli yaşında peygamber oldu. küfr ve şirke dalmış olan kavmini dokuzyüzelli sene doğru yola çağırdı, nasihat etdi ise de kabul etmediler. beşyüz yaşında iken, çoluk çocuğunu ve hayvanlardan birer çift alacak büyüklükde gemi yapması emr oldu. zaten marangozluk yapardı. gemiyi yapdı. o zemanın mü'minleri olan zevcesini ve ham, sam ve yafes adındaki üç oğlunu ve bunların zevcelerini ve her hayvandan birer çift alarak gemiye bindi sallallahü teala aleyhi ve sellem. allahü teala, tufan geleceğini, herkesin boğulacağını, yalnız nuh aleyhisselam ile çoluk çocuğunun kurtulacağını haber vermişdi. ken'an adındaki dinsiz olan, inanmıyan oğlunu da gemiye çağırdı. buyurdu. binmedi. dedi. nasihat ederken, sular kabardı. bir dalga gelip, ken'anı götürdü. boğuldu. nuh aleyhisselam: ya rabbi! çocuklarımı kurtaracağını bildirmişdin. oğlumu boğdun dedi. allahü teala, onu sana oğul kabul etmiyorum. o, inanmadı. kafir olan, müslimanın çocuğu sayılmaz! buyurdu. yer yüzünü su kapladı. her canlı boğuldu. yer yüzü, yüzelli gün su altında kaldı. geminin ateşi yanıyor, kazanı kaynıyor, dalgalar arasında yüzüyordu. sular çekilince, gemi cudi dağının tepesine oturdu. karaya çıkdılar. insanlar, yeniden bu üç oğlundan türemeğe başladı. samın evladından arablar, süryaniler, ibraniler ve sami ırklar, hamdan zenciler, habeşler, ken'aniler, nemrud kavmi , yafesden, acem, rum, türk ve asyalılar meydana geldi. amerika ve diğer adalar ehalisi, hep bunların hicret etmesinden, yayılmasından hasıl oldu. bu hususda yeni edinilen fenni bilgiler, tam ilmihal kitabında yazılıdır. lütfen okuyunuz!. osman bin affan: osman bin affan bin ebil'as bin ümeyye bin abdi şems, eshabı kiramın büyüklerinden, cennet ile müjdelenen on kişinin üçüncüsü ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem damadı ve halifelerin üçüncüsüdür. talha ve zübeyrden önce imana geldi. imana gelenlerin beşincisidir. zevcesi hazreti rukayye ile habeşistana iki kerre hicret etdi. medineye de hicret etdi. rukayye ağır hasta olduğundan, bedr gazasına götürülmedi. zafer haberi geldiği gün, rukayye vefat etdi. resulullah, ikinci kızı ümmi gülsümü osmana verdi. bunun için, hazreti osmana, zinnureyn denildi. rukayyeden, abdüllah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılı, altı yaşında vefat etdi. hazreti osman tüccar idi. çok zengin idi. bütün malını ve mülkünü resulullah için feda etdi. hadisi şerifler ile medh olundu. hilmi ve hayası pek fazla idi. derdimsenesinin birinci günü halife oldu. zemanında horasan, hindistan, maveraünnehr, semerkand, kıbrıs, kafkasya, afrikanın birçok yerleri ve endülüs feth edildi. acem devletini tarihden sildi. amcası oğlu mervan bin hakemi vezir yapdı. abdüllah bin sebe' adındaki yemenli bir yehudi, müsliman şekline girerek, islamiyyeti içerden parçalamağa, yıkmağa uğraşdı. medinede çok çalışdı ise de, başaramıyacağını anlayıp mısrda, fitne, fesad yaymağa başladı. cahil ve serseri mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı medineye geli ılda halifeyi şehid etdiler. yaşında, kur'anı kerim okurken şehid oldu. baki'dedir radıyallahü teala anh. vehhabiler, türbesini yıkdı. orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zat idi. hazreti ebu bekrin topladığı kur'anı kerimi çoğaltarak vilayetlere dağıtdı. osman bin ali: tacüislam denir. osmanlı sultanları rahimehümullahü teala: osmanlı devleti osman gazi tarafından da söğüd kasabasında kuruldu. yeni şehri paytaht yapdı. oğlu sultan orhan tarafından bursa şehrida rumlardan alınarak paytaht yapıldı. birinci murad han tarafından de edirne ve fatih sultan muhammed tarafından de istanbul paytaht yapıldı. devletin dini, idi. kanunlar ve bütün sosyal işler ve ferdlerin güzel ahlakları, hep islam dininden hasıl oluyordu. hafta tatili perşembe günü zeval vaktinde başlıyor, cum'a günü gurub vaktinde temam oluyordu. müslimanlar ile beraber başka dinden olanlar da, ibadetlerini, ticaretlerini serbest yapıyorlar, rahat yaşıyorlardı. insan haklarına, adalete tam kavuşdukları için, çoğu müsliman oluyordu. osmanlı sultanları den i'tibaren bütün müslimanların halifeleri oldular. her işlerinde islamiyyete uydular. altıyüzyirmiüç sene islamiyyete hizmet etdiler. alusi, nin doksanbeşinci sahifesinde diyor ki, ayeti kerimesinin osmanlı sultanlarını övdüğünü, abdülgani nablüsi bildirmekdedir. kitabı da bunu yazmakdadır. de halifelerin salahiyyetleri sınırlandı. devletin vemart de hilafetin sonu oldu. osmanlı toprakları üzerinde kurulan küçük arab devletleri, avrupalıların kontrolü altında kaldı. ikinci cihan harbinden sonra da, başlarına geçen din cahili, sosyalist siyaset adamları, islamiyyeti içerden yıkdılar. mülkiyyei şahane, ya'ni siyasal bilgiler mektebinin müdiri abdürrahman şerefüddin beğ da istanbulda basılmış olan kitabında diyor ki, osmanlı devletinin müessisi olan sultan osman, yeni şehrde son günlerini yaşarken, oğlu sultan orhan gelip, bursa şehrinin feth edildiğini müjdeledi ve babasının hayr düasına ve aşağıdaki nasihatlarına kavuşdu. akıbeti kar budur herkese, badi fena pir ve civana ese, azmi beka eylersem ben bu dem, ikbal ile ol muhterem! çünki, senin gibi halef koymuşam, rıhlet edersem bu cihandan ne gam. lik vasıyyet ederim guş kıl! gayrı gamı deni feramuş kıl! ey sahibi ikbalü cah! itmeyesin canibi zulme nigah! adl ile bu alemi abad kıl! resmi cihad ile beni şad kıl! rahı cihad içre edip ictihad, memleketde kıl adlü dad! eyle ri'ayet ulemaya temam. taki bula, şeri'at nizam! her nerede işidesin ehli ilm. göster ona rağbetü hilm! asker ve mal ile gurur eyleme! ilm ehlini dur eyleme! şer'dir mayei şahi ve bes! şer'a muhalif işe etme heves! matlabımız dini hudadır! mesleğimiz rahi hudadır! yoksa, kuru mihnet ve gavga değil, şahı cihan olmağı da'va değil! nusrati din maksad bana. bu maksadıma kasd yaraşır sana! aleme in'amını am et! memleket emrini temam idegör! şah ki, ihsan ile biganedir, saltanat ismi ona efsanedir! hıfzı ri'ayaya çalış ruzü şeb! karin ola sana lutfi rab! osman gazinin bu nasihati, osmanlı devletinin anayasasının çekirdeği oldu. osmanlı sultanları, tervici ulumu, teshiri memalikden aşağı tutmadılar. erbabı ilmü kemali daima takdir ve tergib eylediler. hatta, bunları sair devlet erkanına takdim eylediler. devletin hal ve mesleği icabı olarak, en evvel ve en ziyade mazhari rağbet ve teşvik olan ulumi arabiyye ve şer'ıyye idi. padişahlar, gerek umuri harbiyyede ve gerek masalihi kanuniyyede ahkamı şer'ı şerife tevessül ile yükseldiler ve kuvvetlendiler. bütün işlerinde ulema ile istişare eylediler. nizamati devletin vad' ve tanzimini onlara havale eylediler. idari mesuliyyetlere onları da teşrik eylediler. bunun için, osmanlı devletinde ulema sınıfı bir mevkı'i muhterem ihraz eyledi. böylece, korkutmağa dayanmakdan ziyade, adaleti yerleşdiren kanunlar yapıldı. ilk olarak orhan gazinin büyük kardeşi alaüddin paşa bursa kadisı ve büyük alim çendereli kara halil efendi ni hazırladılar. senesinde, sultan orhan ismi ile para basıldı. askerlik kanunları yapıldı. devletin binası kuvvetli temeller üzerine kuruldu. fatih sultan muhammed han altı dil biliyordu. molla gürani hazretleri, bursa kadisı iken evkafa dair bir fermana diyerek isti'fa etdiğinde, fatih sultan muhammed han, özr dilemişdir. fatih alimlerle istişare ederek, ahkamı şer'i şerife uygun kanunlar hazırladı. bu kanunlar, kanuni sultan süleyman tarafından ikmal olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı. abdürrahman şerefüddin beğin yazısı temam oldu. de hariciyye nazırı olan mustafa reşid paşa, londrada elçi iken mason olmuşdu. mason arkadaşı olan istanbuldaki ingiliz sefiri lord redcliffe ile yeni kanunlar hazırladı. bir kahraman ve başarılı diplomat tanınarak nüfuz sağlamak için, batılı devletlerle sulh ve sükun havası kurdular. rus harblerinden ve vehhabi eşkiyasının işkencelerinden usanmış olan millet, batıdan esen bu sulh dalgalarına aldandı. nun yaldızlı kelimelerine inandılar.şa'ban de gülhane meydanında reşid paşanın i'lan etdiği bu yeni anayasa, din kardeşliği yerine başka kardeşliklerin teşekkülüne yol açdı. islamın güzel ahlakı yerine, batının kötü adetlerini getirdi. istanbulda ve sonra selanikde ingiliz, fransız mason locaları açıldı. buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol va'dleri ile milletin aklı, idraki uyuşduruldu. böylece, osmanlılara batının ilk zehrli hançeri saplandı. koca osmanlı imperatorluğunun içerden yıkılması, parçalanması planlarının birinci ve en te'sirli adımı atılmış oldu. yeni cülus etmiş olan, onsekiz yaşındaki sultan abdülmecid han da, bu mason oyununun içyüzünü anlıyamadı. senesinde basılmış olan nin onikinci cildinde, özet olarak diyor ki, reşid paşanın eseri olduğu gibi, de yayınlanan da ali paşanın eseridir. bu yeni fermanı için, çok kimse tarafından tenkid edildi. bu tarihe kadar asla askere alınmıyan hıristiyan tebe'a da asker olmak hakkını aldı. zimmilerden alınmakda olan ismindeki islami vergi kaldırıldı. müsliman millet, bunları fikren kabul etmemişdi. ali, füad, cevdet, safvet ve vefik paşaları, mustafa reşid paşa yetişdirdi. ali ve füad paşalar da, kıskançlık veya uzağı görememezlik yüzünden birşey yapmadılar. imperatorluğu yıkıma götürdüler. mayıs ayında ya'ni danıştay açılırken sultan abdül'aziz hanın okuduğu nutku ali paşa hazırlamışdı. sadrı azam ali paşanın de bebekdeki yalısında veremden ölmesine, namık kemal, ziya paşa ve ali suavi gibi fikr adamları sevindiler. ziya paşa, onu hayatda iken de çok hicv ederdi. çünki, ziya paşa sadrı azam olmak, namık kemal de, hariciyye nazırı olmak, ali ve füad paşalar ekibi yerine imperatorluğu idare etmek istiyorlardı. nden yapılan özetleme temam oldu. ali paşanın ve in başına midhat paşayı getirmesi, osmanlı devletinin islamiyyetden bir mikdar daha uzaklaşmasına sebeb olarak, fikrlerin ve nihayet imperatorluğun bölünmesine yol açdı. de sadrı azam olan midhat paşa, devlet idaresini, hele dış siyaseti hiç bilmiyordu. üstelik yabancı dile de vakıf değildi. ingilterede mason yapıldı. mısr hidivi isma'il paşadan yüzelli altın rüşvet alarak, ona avrupadan borç alabilme hakkını veren bir ferman çıkarması ve açığı olan büdçeyi varidatı fazla göstererek padişahı aldatmak istemesi sebebi ile iki buçuk ay sonra azl olundu. son ayında tekrar sadarete getirildi. şurayı devlet re'isi iken abdülhamid han ile anlaşarak hazırlamış olduğu ni, sadaretinin dördüncü günü i'lan eyledi. midhat paşanın başkanlığında, ziya paşanın ve şair namık kemalin de katıldığı bir hey'etin hazırladığı bu anayasanın ba'zı maddelerini, insan haklarına, devletin hakimiyyetine uymadığını söyliyerek abdülhamid han haklı olarak, değişdirmişdir. hicretinsenesi zilhicce ayında ve miladınsenesinin son ayında, sultan abdülhamid hanın ta'dil ve tasdik etdiği , ya'ni anayasası, senesi ya'ni diyanet takvimi başında yazılıdır. bu osmanlı anayasasımadde olup, bunlardan ba'zısı şöyledir: madde devleti osmaniyye, memalik ve kıta'ati hadırayı ve eyalati mümtazeyi muhtevi ve yekvücud olmakla, hiçbir zemanda, hiçbir sebeble tefrik kabul etmez. madde saltanati seniyyei osmaniyye, hilafeti kübrayı islamiyyeyi haiz olarak, sülalei ali osmandan üsuli kadimesi vech ile ekberi evlada aiddir. zati hazreti padişahi hini cüluslarında meclisi umumide ve meclis müctemi' değilse, ilk ictima'ında şer'ı şerif ve kanuni esasi ahkamına ri'ayet ve vatan ve millete sadakat edeceğine yemin eder. madde zatı hazreti padişahi hasebülhilafe, dini islamın hamisi ve bilcümle tebe'ayı osmaniyyenin hükümdar ve padişahıdır. madde zati hazreti padişahinin nefsi humayunu mukaddes ve gayri mes'uldür. madde devleti osmaniyye tabi'ıyyetinde bulunan efradın cümlesine, herhangi din ve mezhebden olursa olsun, bilaistisna tabir olunur. osmanlı sıfatı, kanunen mu'ayyen olan ahvale göre istihsal ve ida'a edilir. madde hürriyyeti şahsiyye her dürlü te'arruzdan, masundur. hiç kimse, şer' ve kanunun ta'yin etdiği sebeb ve suretden ma'ada bir behane ile tevkif ve mücazat olunamaz. madde devleti osmaniyyenin dini, dini islamdır. bu esası vikaye ile beraber, asayişi halkı ve adabi umumiyyeyi ihlal etmemek şartı ile memaliki osmaniyyede ma'ruf olan bilcümle edyanın serbestiyi icrası ve cema'ati muhtelifeye verilmiş olan eshabı kiram imtiyazati mezhebiyyenin kemakan ceryanı devletin tahtı himayetindedir. madde herkes üsulen mütesarrıf olduğu mal ve mülkden emindir. menafi'i umumiyye için lüzumu sabit olmadıkça ve kanunu mucibince değeri behası peşin verilmedikçe, kimsenin tesarrufunda olan mülk alınamaz. madde kavanin ve nizamatın tanziminde, mu'amelati nasa evfak ve ihtiyacati zemana evfak ahkami fıkhiyye ve hukukıyye ile adab ve mu'amelat esas ittihaz kılınmalıdır. madde devleti osmaniyyenin temamiyyeti mülkiyyesini ihlal ve şekli meşrutiyyet ve hükumeti tagyir ve kanuni esasi ahkamı hilafatında hareket ve anasıri osmaniyyeyi siyaseten tefrik etmek maksadlarından birine hadim veya ahlak ve adabi umumiyyeye mugayır cem'ıyyetler teşkili memnudur. midhat paşa şımarık sözlerle sultana ve devlet adamlarına hakaret etdiği için ve içki meclislerinde devlet esrarını faş etdiği için ve şahsına bağlı namı ile hususi asker toplaması gibi kanun dışı hareketlerinden dolayı, şubat ayında sadaretden azl ve italyaya nefy olundu. şubat ayında da kapatılarak birinci meşrutiyyete son verildi. hakikatda, abdülhamid han, iradei seniyye ve meclisi vükela kararı ile meclisi ta'tile sevk etdi. meşrutiyyeti ve anayasayı ilga etmedi. meclisi ve bu anayasayı ilga etmiş olsaydı belki de haklı ve isabetli iş yapmış olurdu. çünki, bu anayasa, rum, ermeni ve yehudileri meclise sokmuş, türk meb'usların sayısı yarıyı bulmamışdı. ba'zı meb'uslar, kendi dillerinin de resmi dil olmasını istemiş, muhtariyyet, bağımsızlık isteyenleri de olmuşdu. alman büyük devlet adamı bismark, müşir ali nizami paşaya: demiş, millet meclisinin dağıtılmasını yerinde bulmuşdur. rus orduları, yeşilköyde iken, mayıs ayında, şu'uru avdet etmiş olan beşinci muradı tekrar tahta çıkararak kendi de sadrı azam olmak sevdası ile, gazeteci ali suavi, çırağan serayını basdı. beşiktaş muhafızı hasan paşa, asasını ali suavinin kafasına vurarak, onu ve sonra ihtilalci balkan göçmenlerinden yirmiüçünü öldürdü. darbe hareketi iki saatda basdırıldı. osmanlı sultanları otuzaltı aded olup, onüçüncüsünde tavakkuf , yirmincisinde inhitat devrleri başlamışdır. otuzaltı sultanın ismleri aşağıdadır: sıra no: ismi ve babası tevellüdü cülusu vefatı sultan osman bin ertuğrul gazi orhan bin osman han murad bin orhan han bayezid bin murad han saltanatda onbir sene fasıla olmuşdur. muhammed bin bayezid han murad bin muhammed han fatih muhammed bin murad han bayezid bin muhammed han selim bin bayezid han süleyman bin selim han selim bin süleyman han murad bin selim han muhammed bin murad han ahmed bin muhammed han mustafa bin muhammed han osman bin ahmed han mustafa bin muhammed han murad bin ahmed han ibrahim bin ahmed han muhammed bin ibrahim han süleyman bin ibrahim han ahmed bin ibrahim han mustafa bin muhammed han ahmed bin muhammed han mahmud bin mustafa han osman bin mustafa han mustafa bin ahmed han abdülhamid bin ahmed han selim bin mustafa han mustafa bin abdülhamid han mahmud bin abdülhamid han abdülmecid bin mahmud han abdül'aziz bin mahmud han murad bin abdülmecid han mayıs abdülhamid bin abdülmecid han şa'ban reşad bin abdülmecid han vahideddin bin abdülmecid han osmanlı devleti avrupada viyana ve karpat dağlarına kadar yayıldı. macaristan, romanya, basarabya, kırım ve asyada hemedan ve tebriz ve basra körfezi, umman denizi sahilleri ve afrikada sudan, büyük sahra, libya, tunus, cezayir ele geçdi. devletin kurulması ve genişlemesi harb ile olduğu için, harb sanayi'inde çok ileri gidildi. avrupada ateşli silahları ilk olarak osmanlılar kullandı. hicretin dokuzuncu ve onuncu asrlarında osmanlı fen adamlarının yapdıkları toplar ve koruganlar, avrupada harb tekniğinin başlamasında numune oldu. şimdi, midilli, istanbul buğazı ve van istihkamlarında ve damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. bu topların istanbuldan bağdad, van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine akl erdirilememekdedir. fatih sultan muhammedin istanbulu almak için dökdürdüğü büyük topları isminde bir türk mühendisi ile isminde bir macar döküm ustası yapmışdır. dinamit de ilk olarak fatih tarafından kullanılmışdır. gedik ahmed paşa, italyada otrantoyu alınca güzel kal'a yapdırdı. italyanlar bu kal'ayı gördükleri zeman hayran oldular. harblerde böyle istihkamlar yapmağa başladılar. iran seferlerinde yüzellibin kişilik orduların sevk ve idaresinin büyük bilgi ve meharete muhtac olduğu şübhesizdir. böylece osmanlı imperatorluğu, o zeman, avrupada en ileri devlet olmuşdu. mi'marlıkdaki üstünlüğün şahidleri, büyük cami'ler ve medreselerdir. fatih cami'ini yapan mi'mar ilyasın, bayezid cami'ini yapan mi'mar kemaleddinin ve süleymaniye ve şahzade cami'lerini yapan mi'mar sinanın ve daha nice mi'marların büyük üstad olduklarını eserleri göstermekdedir. bursada çelebi sultan muhammed cami'inde ve türbesinde olan çok kıymetli çinileri yapmışdır. bunların ba'zılarında imzası hala görülmekdedir. hindistan padişahı hümayun şah, sultan süleymandan inşa'at ustaları istemiş, mi'mar sinanın şakirdlerinden musa usta gönderilerek hindistanda osmanlı inşa'atı üzere büyük ve mükemmel binalar yapılmışdır. osmanlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve astronomi derslerinin kitabları ve harb sanayi'ine aid yazılar süleymaniye kitablığında hala mevcuddur. osmanlılarda zira'at ve ticaret de çok ilerlemişdi. her konuda iş bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. millet, servet ve refah içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet re'isi ya'ni padişahlar, peygamber vekili olarak biliniyor, ona ita'at etmek büyük ibadet sayılıyordu. osmanlılarda isyan, ihtilal, devrim gibi şeyler kimsenin aklına gelmiyordu. din düşmanlarının, haçlıların, yehudilerin, masonların, şi'i ve vehhabi gibi ehli sünnet düşmanlarının, yurt dışından yapdıkları kışkırtmalarla çıkardıkları samavneli oğlu bedreddin, celali, hurufi ayaklanmaları, milletin güç birliği ile az zemanda basdırılmışdır. fatih sultan muhammed, uzun hasen isyanını basdırmağa giden askere yüz yük akça hediyye etmişdi ki, altı milyon altın lira demekdir. sultan süleyman zemanında bir dirhem, ya'ni yaklaşık üçbuçuk gram gümüşden üç akça basılırdı. bir akçada yaklaşık bir gram gümüş vardı. sonraları gümüş mikdarı azaltıldı. sultan süleyman zemanında mekke kadılığı ihdas edildi. sinan paşanın yemen seferinden sonra, cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı mekke şeriflerine bağışlandı. daha sonra, isminde valilik yapıldı. her sene hac zemanında, halifeler tarafından mekke şeriflerine ve oradaki ilm adamlarına denilen hediyyeler gönderilirdi. kırım hanları kendileri para basdırır ve cum'a hutbelerinde osmanlı halifelerine düa ederdi. kırkbin askerleri olup moskovaya kadar ilerlemişler, ruslardan vergi almışlardı. senesinde bursada altun para basıldı. hicretin senesinde anadolu hisarı kal'ası yapıldı. senesinde istanbulda tersane kuruldu. o zemanın en büyük gemileri yapıldı. de sultan süleyman, fransayı, himayesi altına aldı. haliçde yapılan osmanlı donanması de avrupa devletleri birleşik donanmasına galib geldi. de malta açıklarında haçlı donanması yok edildi. de takıyyüddin efendinin başkanlığındaki hey'et, yıldızları tetkik ve logaritma cedvelleri ile hesab yapdı. de osmanlı donanması venedik donanmasını mağlub etdi. de üsküdarda osmanlı matba'ası kuruldu. de deniz harb okulu kuruldu. de osmanlı tıp fakültesi kuruldu. de unkapanında mahmudiyye köprüsü, de karantina yapıldı. da karaköy ile eminönü arasında mecidiyye köprüsü yapıldı. de, isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. de istanbul ile varna arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. da basra ile karaşi arasında telgraf hattı yapıldı. de sultani liseleri, de san'at okulları, de orman ve ma'denler mektebi, de istanbul tramvay ve itfaiyye alayı, da izmid demiryolu ve galata tüneli yapıldı. ikinci abdülhamid hanın yapdığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı maddedeki isminde yazılıdır. bu arada osmanlı donanmasını en modern vasıtalarla yeniledi. ingiltereden sonra avrupada ikinci derecede oldu. senesi salnamei bahri, ya'ni takvimi, osmanlı donanmasını uzun anlatmakdadı ahifesinde, aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu, tulü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdarı, pervane adedi, makinanın beygir kuvveti, ateşli silahları, torpido kovanı, vazifeye başladığı tarih, sür'ati ve aldığı kömür mikdarları yazılıdır. mesela, hamidiyye fırkateyn harb gemisi için bunların:, kadem, fus vekadem, fus, fus vekadem, pervane, beygir kuvveti, ve cm. likkrup ve birlibrelik ağızdan dolma vearmstrong ve küçük top venordenfeld veroket, torpido kovanı bulunduğu, de vazifeye başladığı, sür'atininmil olduğu, ton kömür aldığı bildirilmekdedir. zırhsız harb gemisi adet, torpido stimbotu, birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf, tahtelbahr dir. bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de yazılıdır. haydar paşa tıb fakültesi, viyana tıb fakültesinden sonra avrupada en ileri idi. her bölümün laboratuvarları en yeni alet ve makinalarla techiz edilmişdi. senesinde, bu fakültede okuyanlar, histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her mikroskop üzerinde sultan abdülhamid hanın tuğrası, ya'ni ismi oyma olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. avrupadan getirilen seçme profesörlerin yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb bilgilerini veriyorlar. değerli mütehassıslar yetişiyordu. kolağası kimyager cevad tahsin beğinde nda basdırdığı kimya kitabı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usullerini bütün incelikleriyle yazmakdadır. miralay mehmed şakir beğinda basılan kitabındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hien profesörü muhammed fahri beğinde basılan kitabındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimya muallimi olan tabib kolağası vasil neun beğin de basılan kitabını ve yine o sene mısrda basılan kitabını okuyanlar ve mektebi tıbbiyyeyi şahane botanik muallimi tabib şerefeddin beğinsenesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen kitabını okuyanlar ve mektebi mülkiyeyi şahane ve hendesehane fizik muallimi salih zeki beğin kitabını ve bunlar gibi nice kıymetli kitabları görenler, sultan ikinci abdülhamid han zemanında çok değerli mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdika mecbur kalmakdadır. osmanlı sultanları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyyet vererek, kıymetli mütehassıslar yetişdirdikleri ve eserler meydana gelmesine vesile oldukları gibi, islamiyyete hizmetde de, abbasi ve emevi ve diğer islam devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de tarihde şan ve şöhret bırakmışlardır. yavuz sultan selim han, ka'benin içini süpürmeğe mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikde, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuşdur. kendinden sonra gelen sultanların taçlarına koydukları süpürge işareti buradan gelmekdedir. kanuni sultan süleyman, arafat meydanındaki tıkanmış olan su yollarını açarak arafatı ve mekkeyi suya kavuşdurdu. ikinci abdülhamid han, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hacıları suya doyurdu. medinedeki aynı zerkayı abdülmecid han ta'mir ve tevsi' eyledi. vehhabiler, mekkede, medinede, hiçbir kafirin ve zalimin yapamayacağı vahşet ile ehli sünnet müslimanları kılıçdan geçirip, selefden yadigar kalmış olan bütün türbeleri, cami'leri, ziyaret mahallerini yıkdılar. mukaddes makamları ve kabristanları çöle çevirdiler. ikinci sultan mahmud han, vehhabi eşkiyasını def' ve tard etdikden sonra, bütün bu eserleri yeniden inşa ve ihya eyledi. senesinde hücrei se'adete hediyye etdiği şamdanla birlikde gönderdiği aşağıdaki yazı, osmanlı sultanlarının resulullaha olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır: şamdan ihdaya eyledim cüret ya resulallah! muradımdır ulyaya hizmet, ya resulallah! değildir ravdaya şayeste, destavizi naçizim, kabul eyle, kıl ihsan ve inayet, ya resulallah! kimim var hazretinden gayrı, halim eyleyem i'lam, cenabındandır ihsan ve mürüvvet, ya resulallah! dahilek, eleman, sad eleman, dergahına düşdüm, terahhüm kıl, bana eyle şefa'at ya resulallah! düalemde kıl istishab hanı mahmudi adliyi, senindir evvel ve ahırda devlet ya resulallah! mısır ve yanya ve mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları ve yok edilmeleri ve rus ordularının saldırmaları sırasında sultan mahmud han, mekke ve medineyi ancak ta'mir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu abdülmecid han, bunları tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermişdir. hucrei nebeviyyeye döşenmek üzere gönderdiği kaşi tuğlalar altına kendi el yazısı ile kendi ismini zelilane ve hakirane yazmışdır. hele babüsselam kemerine yazılmak üzere hazırlanan yazıdaki şahane kelimeleri kabul etmeyerek, iki cihanın saltanatı resulullaha mahsusdur, demişdir. sultan ikinci abdülhamid hanın bu mubarek beldelere ve bunların şefa'at sahibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin hizmetlerini katkat aşmışdır. ihsanları ve hizmetleri yalnız ümeraya ve ülemaya ve makamlara mahsus kalmamış, ehalinin ve fakirlerin hepsine ulaşmışdır. mescidi haramı gözleri kamaşdıracak derecede ta'mir ve tezyin etmiş, hadicetül kübranın türbesini ve mevlidinnebi ile mevlidi fatıma olan binaları, benzeri olmayacak şeklde ihya etmiş, mina şehrini su şebekeleri ile doldurmuşdur. seyyid ahmed rıfainin ve diğer velilerin türbelerini fevkal'ade bir himmet ile ta'mir etmişdir. mekkede gayretiyye ve hamidiyye piyade kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükumet konağı yapdırmışdır. osmanlı halifelerinin herbirinin olduklarını, eserleri bütün dünyaya i'lan etmekdedir. vehhabi eşkiyaları, haremeyni şerifeyni tekrar ele geçirdikden sonra, bu beha biçilemiyen tarihi eserleri, güzel san'atları, sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile islamiyyeti içerden yıkmakdadırlar. sultan ikinci abdülhamid han memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. senesinde bursa askeri lisesinin kumandanı, bursa erkek lisesini ziyarete gitmişdi. lise müdiri kimyager rıfat beğe, okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. böyle haksızlık olur mu? dedi. rıfat beğ, bu mektebin her odası böyle güzel, havadar ve hoşdur. ben manastırda bu binada okudum. sultan abdülhamid han, büyük şehrlerde hep aynı binaları, aynı güzellikle ve aynı metanet ile yapdırmışdır. bu binanın ta'mire ihtiyacı hiç olmadı. halbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticaret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. şimdi ta'mir ediliyor dedi, tarihi birçok bilgiler verdi. ankarada, yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde de bursadaki lisenin aynı idi. ankara valilerinden abidin paşa, elmadağından ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para toplamışdı. işe başlamak için halifeden izn istedi. ikinci abdülhamid han, valiye gönderdiği cevabda, susuzlara su vermek çok sevabdır. dinimizin emrlerinden biridir. bu vazife ve şeref bana aiddir. topladığın paraların hepsini sahiblerine geri ver. bütün masrafı hazinei şahanemden olmak üzere hemen işe başla. milletimi iyi suya kavuşdur! dedi. az zeman içinde ankaralılar tatlı suya kavuşduruldu. sultan ikinci abdülhamid hanın osmanlı devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islam düşmanlarının ve en başta ingilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. senesinde politik ve masonik fealiyete geçdiler. birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından kuruldu. yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı. birkaç üyesi parisde çalışmalarına devam etdi. halife, mit başkanı orgeneral ahmed celaleddin paşayı parise gönderdi. nasihatleri te'sir ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. ancak ahmed rıza beğ ve birkaç arkadaşı nasihat dinlemediler. haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları lüks hayatdan, kadınlı, içkili sefahet aleminden ayrılmak istemediler. hele ahmed rıza beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va'dinin sevinci ve serhoşluğu içinde, türk düşmanlarının kuklası haline gelmişdi. halifeye karşı basın propagandasına başladılar. senesinde ikinci meşrutiyyetin i'lanına ve bir sene sonra da, halifenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular. sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini millet meclisi başkanlığından atdılar. onların düşmanı haline geldi. cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hatıratında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci abdülhamid hanı, överek ve pişman olduğunu bildirerek öldü. aynı hal, sultan ikinci abdülhamid hanı, tahtdan indiren talat, enver ve cemal paşalarda da tecelli etdi. onun büyüklüğünü anlayamadıklarını i'tiraf edip, hayatlarını hüsranla bitirdiler. senesinde devlet idaresini ellerine geçiren gençler, cahil, tecrübesiz, dünya ve memleket şartlarından gafil, gözü kapalı adamlardı. kimi, telgraf memuru iken başbakan oldu. kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nazırı ve başkumandan vekili, kimi jandarma teğmeni iken dahiliye nazırı oldu. ittihad ve terakkicilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının, sultan abdülhamid devrini aratmış olduğunda bütün tarihciler birleşmekdedirler. ittihad ve terakki cem'iyyeti, türkiyede kötü bir particilik hayatının başlamasına, bölücülüğe yol açdı. particiler, birbirlerine düşman gibi oldular. bu yüzden balkan harbi ve birinci cihan harbi gayb edildi. nihayet imperatorluk parçalandı. sultan ikinci abdülhamid hanın tahtdan indirilmesi ile din işlerine de fesad karışdı. ittihad ve terakki fırkasına kaydlı olan cahiller, hatta masonlar, din işlerinde yüksek mevki'lere getirildi. ilk iş olarak, sultan abdülhamid hanın son şeyhülislamı muhammed ziyaüddin efendi, vazifesinden alındı. bu yüksek makama da musa kazım efendi getirildi. bu zat, koyu ittihadcı ve mason idi. bunun gibi, islamiyyete uymıyan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci abdülhamid han tarafından nefy edilmiş, ıraka ve fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, istanbula getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitablarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. abdülhamid han zemanında yazılan din kitabları, bir ilm hey'eti tarafından tedkik edilirdi. tasdik edilip, izn verilenler basdırıldı. böylece, o tarihlerde basılan din kitablarına güvenilir. den sonra din kitabları salahiyyetli alimler tarafından kontrol edilmez oldu. bu kitablardan, ancak vesikalar vererek, yazılanlara güvenilir. ne oldukları belirsiz kimselerin ve şi'ilere, vehhabilere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitabları okuyan müsliman yavruları, temiz gençler, dini yanlış öğrendiler. böyle cahil yetişdirilen müslimanlardan ba'zıları, siyaset canbazlarının tuzaklarına düşdüler. kendi partilerinden olmıyanlara kafir diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. müslimanlar arasındaki bu fitne, islam düşmanlarının işlerine yaradı. ingilizlerin planlarının gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. .sahifeye bakınız! işte bunun için, allahü teala, müslimanların bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan düşmanlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. birleşmemiz kafirleri korkutur ve allahın yardım etmesine sebeb olur. tefrikaya düşmemiz kafirleri sevindirir ve allahın gadabına uğramamıza sebeb olur nasihati, her müslimanın kalbine işlenmiş olmalıdır. ömer bin abdül'aziz: emevi halifelerinin sekizincisidir. mervanın torunudur. valdesi ümmü asım binti asım bin ömerül hattabdır. da ya'ni hazreti mu'aviyenin vefatı yılında medinede tevellüd etdi. babası mısr valisi olunca, mısra gitdiler. oğlunu medineye tahsile gönderdi. enes bin malik, abdüllah bin ca'fer tayyar ve sa'id bin müseyyeb ve başka zatlardan ders aldı. babası ölünce amcası olan halife abdülmelik bunu şama getirdi. kızı fatımayı buna verdi. da amcası oğlu süleyman vefat edince halife oldu. çok adil idi. ikinci ömer denmeğe layık idi. hazreti mu'aviyenin vefatından sonra hutbelerde ehli beyte la'net okumak adet olmuşdu. halife olunca, ilk iş olarak bu adeti kaldırdı. ehli beyte çok saygı gösterir ve yardım yapardı. de kırkbir yaşında iken kölesi tarafından zehrlendi. beyaz, ince ve nazik yüzlü, za'if, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. biniciliğe çok meraklı idi. enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, imamlık yapmakda, resulullah efendimize ömer bin abdül'azizden daha çok benziyen kimse görmedim. malatya şehrini rumlardan, yüzbin esir karşılığı satın aldı. ibnülcevzi, bunun hayatını, büyük bir cild halinde yazmışdır rahimehullahü teala. ömer bin hattab: eshabı kiramın en büyüklerinden, aşerei mübeşşeredendir. resulullahın ikinci halifesidir. dokuzuncu dedesi olan ka'b, resulullahın yedinci babasıdır. annesi hanteme binti hişam, ebu cehlin kız kardeşi idi. hicretden kırk sene önce tevellüd etdi. kureyşin büyüklerinden idi. çok güzel konuşurdu. önce resulullaha düşman idi. bi'setin ya'ni resulullaha, peygamber olduğu bildirildiği günün altıncı yılında, resulullahın amcası hazreti hamza imana gelince, müslimanlar çok kuvvetlendi. çok sevindiler. bu iş kureyş kafirlerine güç geldi. ileri gelenleri toplandılar. muhammedin adamları çoğalıyor. bunu önlemeğe çare bulalım dediler. herbiri birşey söyledi. ebu cehl muhammedi öldürmekden başka çare yokdur. bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altun veririm dedi. ömer bin hattab yerinden fırladı. dedi. ömeri alkışladılar. haydi hattab oğlu! görelim seni dediler. ömer kılıncını çekerek yola düşdü. nu'aym bin abdüllaha rastladı. dedi. o da, dedi. ya ömer! güç bir işe gidiyorsun. onun eshabı, çevresinde, pervane gibi dolaşıyor. ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. ona yaklaşmak çok zordur. onu öldürsen bile abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin? dedi. ömer, bu sözlere çok kızdı. yoksa, sen de mi onlardan oldun? önce senin işini bitireyim diye, kılınca sarıldı. ya ömer! beni bırak! kardeşin fatıma ile, zevci sa'id bin zeyde git ki, ikisi de müsliman oldu, dedi. ömer, onların müsliman olduğuna inanmadı. eğer inanmazsan, git sor! anlarsın dedi. ömer şaşaladı. bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fekat arabların adeti olan kan da'vası hasıl olacakdı. kureyş ikiye bölünecek. birbiri ile çarpışacakdı. böylece, değil yalnız ömer, bütün hattab oğulları öldürülecekdi. fekat ömer, çok kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişdi. kardeşini merak edip hemen evlerine gitdi. o anlarda suresi yeni gelmiş, sa'id ile fatıma, bunu yazdırıp, habbab bin eret adındaki sahabiyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. ömer, kapıdan bunların sesini duydu. kapıyı çok sert çaldı. ömeri, kılınç belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. habbabı gizlediler. sonra kapıyı açdılar. içeri girince dedi. sa'id dedi. ömerin kızması artarak, işitdiğim doğru imiş. siz de, onun sihrine aldanmışsınız, dedi. sa'idi yakasından tutup, yere atdı. fatıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. yüzünden kan akdı. ömer kanı görünce, kardeşine acıdı. biraz sendeledi. fatımanın canı yandı. kana boyandı ise de, iman kuvveti, kendisini harekete getirip, allahü tealaya sığınarak, ya ömer! niçin allahdan utanmazsın? ayetler ve mu'cizeler ile gönderdiği peygambere inanmazsın? işte ben ve zevcim, müsliman olmakla şereflendik. başımızı kessen, bundan dönmeyiz dedi ve kelimei şehadeti okudu. ömer, ne yapacağını şaşırdı. yere oturdu. yumuşak sesle, dedi. fatıma getirdi. ömere verdi. ömer, güzel okuma bilirdi. taha suresini okumağa başladı. kur'anı kerimin fesahatı, belagatı, ma'naları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşatdı. ayetini okuyunca, derin düşünceye daldı. ya fatıma! bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız allahın mıdır? dedi. kardeşi evet, öyle ya! şübhe mi var? dedi. ya fatıma! bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşden, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. hiçbirinin, yeryüzünde birşeyi yok! diyerek, şaşkınlığı artdı. biraz daha okudu. ondan başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. herşey, ancak ondan beklenir. en güzel ismler onundur ayetini düşündü. dedi. habbab bu sözü işitince, yerinden fırladı. tekbir getirdikden sonra, müjde ya ömer! resulullah allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! bu dini, ebu cehl ile yahud ömer ile kuvvetlendir buyurdu. işte bu devlet, bu se'adet sana nasib oldu dedi. bu ayeti kerime ve bu düa, ömerin kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. hemen, dedi. kalbinde, resulullah sevgisi yanmağa başladı. o gün, resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem safa tepesi yanında, erkamın evinde eshabına nasihat veriyordu. eshabı kiram toplanmış, onun nurlu cemalini görmekle, tatlı te'sirli sözlerini işitmekle kalblerini cilalıyor, ruhlarını ferahlatıyorlardı. sonsuz lezzet, zevk ve neş'e içinde halden hale dönüyorlardı. ömeri buraya getirdiler. ömerin kılınçla geldiği görüldü. ömer heybetli, kuvvetli olduğundan, eshabı kiram, resulullahın etrafını sardı. hazreti hamza ömerden çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. yoksa o kılıncını çekmeden, ben onun başını yere düşürürüm derken, resulullah buyurdu. biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikde olarak içeri girdi. cebrail aleyhisselam, daha önce, ömerin iman etdiğini, yolda olduğunu haber vermişdi. resulullah, ömeri tebessüm buyurarak karşıladı ve buyurdu. bırakdılar. resulullahın önünde diz çökdü. resulullah, ömerin kolundan tutup, buyurdu. o da temiz kalb ile kelimei şehadeti söyledi. eshabı kiram, sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi. o zemana kadar gizli imana gelirlerdi. hazreti hamzanın ve üç gün sonra hazreti ömerin müsliman olması ile, müslimanlar kuvvetlendi. ömer radıyallahü anh dedi. dediler. öyle ise, ne duruyoruz? haydi çıkalım, haremi şerife gidelim. açıkça okuyalım! dedi. resulullah kabul buyurdu. önde ömer, sonra ali, ondan sonra resulullah, sağında ebu bekr, solunda hamza, arkasında öteki sahabiler yürüyerek haremi şerife gitdiler. kureyşin ileri gelenleri, orada ömerden müjde bekliyorlardı. ömer muhammedileri toplamış getiriyor dediler. sevindiler. ebu cehl, zeki, cin fikrli olduğundan, bu gelişi beğenmedi. ileri varıp ya ömer! bu ne? dedi. hazreti ömer hiç aldırış etmeden dedi. ebu cehl, ne diyeceğini şaşırdı. dona kaldı. hazreti ömer radıyallahü anh bunlara dönerek, beni bilen bilir. bilmiyen bilsin ki, hattab oğlu ömerim. karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak istiyen, yerinden kıpırdasın! dedi. hepsi geriye çekilip dağıldılar. ehli islam, haremi şerifde saf olup, yüksek sesle tekbir aldı. ilk olarak meydanda namaz kıldılar. hazreti ömer, o günden sonra, dayısı ebu cehle ve kafirlerin ileri gelenlerine meydan okudu. eshabı kiram, medineye gizli hicret etmişdi. ömer radıyallahü anh silahlarını kuşanarak, açıkca hicret etdi. medineye daha önce varıp, resulullahın teşrif etmekde olduğunu müjdeledi. bütün gazalarda bulundu. arslan gibi döğüşdü. uhudda resulullahın yanından ayrılmadı. daima doğru söylediği için buyuruldu. resulullahın vefatında karışıklık çıkmasını önledi. halifeye, her işinde yardım etdi. halife ebu bekr, vefat edeceği zeman, eshabı kiramın ileri gelenlerini çağırıp, görüşdükden sonra, hazreti ömeri halife ta'yin etdi. onüçüncü yılda halife oldu. emirülmü'minin ismini aldı. az zemanda o kadar çok yer aldı ki, tarihcileri şaşırtdı. kudüse gidip, adaleti ile rumları hayran bırakdı. kadsiye zaferini kazanarak, orduları azak denizine kadar ilerledi. tunusa kadar feth olundu. dörtbinden ziyade cami', mescid yapıldı. hazreti mu'aviyeyi radıyallahü teala anh şam valisi yapdı. kendi de şama geldi. her sene hac yapdı. on buçuk sene ve yedi gün, dünyada hiç görülmemiş bir adalet ile halifelik yapdı. derdimyıl zilhiccesinde, bir sabah namazına giderken, mugiretebni şu'be hazretlerinin kölesi ebu lü'lü' firuz tarafından bıçakla karnına vurularak yirmidört saat sonra, yaşında şehid oldu. hucrei se'adete defn edildi radıyallahü teala anh. çok adil, abid, çok merhametli, aşağı gönüllü, fakirlikle yaşar bir zat idi. kudüse giderken deveye, kölesi ile nöbetleşe biniyordu. şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. kuvveti, adli, askerleri, üç kıt'ayı titreten islam halifesini görmeğe gelenleri hayretde bırakmışdı. o derece adil idi ki, kendi oğlu günah işleyince allahü tealanın emri kadar sopa vurulmasını emr etdi. eshabı kiram yalvardıkları halde, bir değnek eksik vurulmasına razı olmadı ve oğlu bu yüzden öldü. çok acıdı ve üzüldüğünü bildirdi ise de, pişman olmadı. ölünciye kadar, bütün alemi islam, resulullah zemanındaki huzur, safa ve rahatlık içinde yaşadı. çeşidli hadisi şeriflerle medh olundu. hadisi şerifi, yüksekliğini anlatmağa yetişir. faziletini, kıymetini bildirmek için, din alimleri ve dinsizler tarafından cildlerle kitab yazıldı. eshabı kirama derecelerine göre saygı gösterirdi. bedr gazasında bulunanlara daha çok kıymet verirdi. haşimileri, hepsinden üstün tutardı. hazreti aliyi hepsinden yüksek bulundurur, işlerinde ona danışırdı. hazreti ömeri medh eden hadisi şeriflerin çoğunu hazreti ali bildirmişdir. rafi'. ebülkasım abdülkerim bin muhammed büyük alimlerdendir. de kazvinde vefat etdi rahimehullahü teala. imamı şafi'inin rahimehullahü teala kitabını şerh etdi. tefsir ve hadis ve fıkh kitabları vardır. şafi'i mezhebinde çok kitab yazdı. bunlar arasında kitabı çok kıymetlidir. bunu çok alimler şerh veya ihtisar etmişdir. imamı nevevinin rahimehullahü teala ihtisar ederek adını verdiği kitab çok kullanılmakdadır. minhacın şerhleri arasında en kıymetlisi, ahmed ibni hacer heytemi mekkinin rahimehullahü teala şerhidir. adındaki bu şerh dört cilddir. rebi' bin haysem: tabi'indendir. kufe şehrinde zühd ve takvası ile meşhurdur. son zemanında felc hastası oldu. de vefat etdi rahimehullahü teala. rebi' bin meysere: eshabı kiramdandır. bedrde bulunmadı. hayberde bulundu. resulullahın, müt'a nikahını yasak etdiğini bildirenlerden biridir. rukayye: resulullahın ikinci kızıdır. anası, hadicetülkübradır. hazreti osmanın zevcesidir. önce, ebu lehebin oğlu utbeye nişanlı idi. sonra ebu leheb ile zevcesi, resulullaha eziyyet vermek için, oğlunu vaz geçirdi. hazreti osman ile habeşe hicret etmişdir. orada abdüllah adında bir oğlu oldu. abdüllah, hazreti rukayyeden sonra, dördüncü yılda, altı yaşında vefat etdi. hazreti rukayye, hicretin ikinci yılında hastalanıp bedr gazasının zafer müjdesi medineye geldiği gün vefat etdi radıyallahü teala anha. sa'd bin ebi vakkas: eshabı kiramın büyüklerindendir. aşerei mübeşşeredendir. ilk müsliman olanların yedincisidir. onyedi yaşında iken müsliman oldu. bütün gazalarda bulundu. kahramanca döğüşdü. ilk ok atan budur. çok nişancı idi. uhud gazasında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düşmandan gelen okları yerden toplayıp buna verirdi. at ya sa'd at! anam babam sana feda olsun buyururdu. halife ömerülfaruk zemanında, irana gönderilen islam ordusunun başkumandanı idi. meşhur kadsiye zaferini kazandı. iran devletinin başşehri olan medayn şehrini alıp, acem hazineleri, müslimanların eline geçdi. sonra ırak valisi oldu. kufe şehrini kurdu. hazreti osman zemanında kufe valisi oldu. cemel ve sıffin muharebelerine karışmadı. ellibeş yılında vefat etdi radıyallahü teala anh. medinei münevverededir. . sa'd bin mu'az: ensardan evs kabilesinin reisi idi. medineye, hicretden önce gönderilen mus'ab bin umeyrin sözleri ile imana geldi. kavmini de imana getirdi. bedr, uhud ve hendek gazalarında bulundu. hendekde aldığı yaradan vefat etdi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buna çok ağlayıp, cenaze namazını kıldırdı. hadisi şeriflerle medh edilmişdir radıyallahü teala anh. sa'd bin ubade: ensarı kiramdan, beni sa'idenin reislerinden idi. cömerdlikde eşi yok idi. gazalarda ensarın bayrağını taşırdı. resulullahın vefatında halife olmak istedi. herkes ebu bekre bi'at edince, havrana gitdi. on beşinci yılda orada vefat etdi radıyallahü teala anh. havran, şamın cenubundadır. sa'düddini teftazani: mes'ud bin ömer, islamiyyetin en büyük alimlerindendir. de horasanda teftazanda tevellüd, de semerkandda vefat etdi rahimehullahü teala. timür han, kendisini çok sever, pek sayardı. tefsir, fıkh ve akaid bilgilerinde zemanının bir danesi idi. pek kıymetli, çok sayıda kitabları vardır. beyan ve me'ani ilmlerinde, şam müftisi celaleddin muhammed bin abdürrahmanınyazmış olduğu kitabını şerh etmiş adını vermişdir. bu kitabı ve şerhi çok kıymetlidir. sa'di şirazi: müslihuddin bin abdüllah, yılında şirazda tevellüd, de orada vefat etdi. otuz sene ilm öğrendi, otuz yıl seyahat ve askerlik yapdı. otuz yılı inziva ve ibadetle geçirdi. şi'rleri pek kıymetlidir. kitabları, kendi zemanında, her tarafa yayıldı. çok şöhret buldu. pek saygı gördü. bağdadda, nizamiyye medresesinde ders verdi. ehli sünnet idi. ehli sünnet alimlerinden ebülferec ibni cevzinin talebesi idi. tesavvufda, kadiri olup, şihabüddini sühreverdinin sohbetinde kemale geldi. ondört kerre hacca gitdi. bağdad, şam, mısr, anadolu, horasan, hindistan ve türkistanda bulundu. haçlı seferlerinde avrupalıların eline esir düşdü. ve kitabları, farisi dilden avrupa dillerine terceme edilmişdir. türkçe çeşidli terceme ve şerhleri de vardır rahimehullahü teala. safiyye: abdülmuttalibin kızı, resulullahın halası idi. aşerei mübeşşereden zübeyr bin avvamın annesi idi. cahiliyye döneminde, ebu süfyanın kardeşi harisin zevcesi idi. hazreti hamzanın anadan da kardeşi idi. müsliman oldu radıyallahü teala anha. safiyye binti huyey: yehudi kızı idi. hayberde kenanenin zevcesi iken hicretin yedinci yılında esir alındı. resulullah efendimiz alıp azad etdi. seve seve imana gelince, resulullah, nikah eyledi. çok akllı idi. ellinci yılda vefat eyledi radıyallahü teala anha. safiyyeddini erdebili: erdebilde mescid imamı idi. de vefat etdi. oğlu sadreddin ve torunu ali ve daha sonra bunun oğlu cüneyd, sıra ile imam olup, karakoyunlu hükmdarlarından mirza cihan şah, bunu hudud dışına çıkardı. diyarı bekre gelip, akkoyunlu hükmdarı uzun hasene sığındı. uzun hasen, azerbaycanı alınca, yine erdebile yerleşdi. torunlarından isma'il, velii ni'metleri olan akkoyunlulara isyan edip, hükumeti eline aldı. de tebrizde devletini kurdu. de efganlılar iranı istila edinceye kadar sürdü. nadir şah, de efganlıları çıkarınca, hindistana kadar aldı ise de, da şehid edilince, iranda huzur devam edemedi. reyde bulunan kaçar adındaki bir türkmen aşiretinin reislerinden mehmed ağa, da iranı istila ederek kaçar devletini kurdu. de rıza şah, kanlı bir darbe ile, pehlevi hükumetini kurdu. de vefat etdi. yerine geçen, oğlu muhammed rıza şah pehlevi, irandaki sünni müslimanlara da hak ve hürriyyet tanıdı. hanefi mezhebinde medreseler açıldı. buna tahammül edemiyen müteassıblar, reisleri olan, ayetullah humeyninin teşviki ile isyan etdiler. iranda çok kan döküldü. şah amerikaya, sonra mısra kaçdı. de, mısrda, kederinden öldü. iranda şi'i cumhuriyyeti kuruldu. binlerce devlet adamı, subaylar, talebeler öldürüldü. ırak ile harb açıldı. savaş senelerce sürüp, sanayı merkezleri harab oldu. safvet paşa: adı muhammed es'addır. ikinci abdülhamid han zemanında sadrı azam idi. da istanbulda tevellüd, de vefat etdi. sultan mahmud türbesinin bağçesindedir rahimehullahü teala. sahib bin ibad: isma'il bin ebilhasen talkani, buye oğullarından müeyyedin ve sonra kardeşi fahrüddevlenin veziri idi. devletin idaresi bunun elinde idi. çok cömerd idi. alimlerle, ediblerle görüşmeği çok severdi. da kazvinin talkan kasabasında tevellüd, de reyde vefat etdi rahimehullahü teala. isfehanda defn edildi. devlet reisi, tabutu önünde yürüdü. çok kitab yazdı. sa'id bin zeyd: eshabı kiramın büyüklerinden idi. aşerei mübeşşereden idi. ömerülfarukun radıyallahü anhüma amcası oğludur. yine bunun kayın biraderi ve eniştesi idi. ya'ni, hazreti ömerin kızkardeşi olan fatımanın radıyallahü anha zevci idi. zevcesi ile birlikde habeşistana hicret etmişdi. hazreti talha ile birlikde, şam yolunda vazifede olduğundan, bedr gazasında bulunamamışdı. diğer gazaların hepsinde bulundu. yermük muharebesinde ve şamın fethinde de bulundu. ellibirde vefat etdi radıyallahü teala anh. sehl bin hanifi evsi: ensarı kiramdandır. bütün gazalarda bulundu. uhud gazasında, resulullahın yanından ayrılmadı. geri dönmedi. hazreti aliye en önce bi'at edenlerdendir. hazreti ali basraya giderken, kendisini, medinei münevverede, yerine vekil bırakmışdı. sonra, horasana vali yapdı. ehali şikayet etdiğinden azl eyledi. yerine ziyad bin ebihi ta'yin eshabı kiram buyurdu. sıffin muharebesinde hazreti alinin yanında idi. otuz sekiz yılında kufede vefat etdi. namazını imamı ali radıyallahü anhüma kıldırdı. sehl bin sa'. ensarı kiramdandır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem vefatında onbeş yaşında idi. doksanbir yılında, doksanbeş yaşında vefat etdi. eshabı kiramdan, medinede en son vefat eden budur. çok hadisi şerif rivayet etdi. selim cihangir han: hindistan hükmdarlarından ekber şahın oğludur. de tevellüd, de vefat etdi. lahordadır. türbesi çok san'atlı ve çok süslüdür. de hükmdar oldu. ingilizlere hindistanda ticaret yerlerini ilk veren budur. yerine, oğlu şah cihan geçdi. selmani farisi: eshabı kiramın büyüklerindendir. iranlıdır. isfehanda tevellüd etdi. mecusi idi. ateşe tapardı. bir kilise önünden geçerken içeri girip, nasrani oldu. arkadaşları işkence yapdıkları için, anadoluya kaçdı. şimdi emirdağı denilen, amuriye şehrinde, kilisede yıllarla iş yapdı. papasa kendini sevdirdi. ihtiyar papasdan nasihat istedi. onun sözü üzerine şama geldi. şamdan hicaza gelerek, yeni gelecek peygambere hizmet etmek istedi. bunu köle yapdılar. resulullahın medineye teşrif etdiği gün imana geldi. resulullah, bunu satın alıp azad etdi. hendek gazasında, hendek, bunun sözü ile kazıldı. sonraki gazalarda, hep bulundu. hazreti ömer zemanında medayn valisi oldu. otuzbeşde medaynda vefat etdi. hadisi şerif ile medh olundu. abdürrahman cami kitabında buyuruyor ki, sa'id bin müseyyeb diyor ki, abdüllah bin selamdan işitdim. abdüllah bin selam bana dedi ki, selmanı farisi birgün bana dedi ki, kardeşim abdüllah! ikimizden hangimiz önce ölürse, kendini, arkada kalana rü'yada göstersin olur mu? abdüllah dedi ki, böyle şey olur mu? ölen kimse, kendisini rü'yada başkasına gösterebilir mi? selman buyurdu ki, gösterebilir. mü'min öldükden sonra, ruhu serbest kalır. yer yüzünde dilediği yerde bulunabilir. kafirlerin ruhları ise, serbest kalmaz. siccin denilen cehennem çukurunda habs olunur. abdüllah dedi ki, selman radıyallahü anh vefat edince, bir gün ortasında kaylule uykusuna yatmışdım. rü'yada selman geldi. bana selam verdi. selamını aldım. halin nasıl, yerin nasıl? dedim. çok rahatım, çok iyiyim. sana nasihatım olsun ki, tevekkülü elden bırakma. en iyi şey, tevekküldür dedi. bu sözünü üç kerre tekrarladı. sevde: resulullahın zevcei mütahherasıdır. mekkede tezvic buyurmuşdu. hazreti ömer zemanında vefat etdi. önceden zevci ile iman edip, habeşistana hicret etmişlerdi. mekkeye geldikleri zeman, zevci vefat etdi. kendi sırasını hazreti aişeye bağışlamışdı. beş hadisi şerif haber vermişdir radıyallahü teala anha. seyyid eyyub ürmevi rahimehullahü teala: iranın türkiye yakınındaki ürmiye şehrindedir. türkçe kitabının sahibidir. de ve de istanbulda yapılan baskıları pek güzeldir. bu kitabı ahifesinde, kendini tanıtmakdadır. sıbgatullahi hizani: tahayı hakkarinin halifelerindendir. tahayı hakkari ismine bakınız!. sicah binti haris: beni temim kabilesinden bir kadın idi. peygamber olduğunu söyliyerek, yeni bir din çıkarmağa çalışdı. çok kimseyi aldatdı. malik bin nuveyre de, buna uydu. önce hıristiyan idi. müseylemeye yardıma hazırlanırken, müseyleme katl edilince, sicah korkdu. ıraka kaçdı. bir zeman sonra, müsliman oldu. tevbe etdi. hazreti mu'aviye zemanında vefat etdi. sırrı paşa: giridlidir. bağdad valisi idi. de tevellüd, de istanbulda vefat etdi rahimehullahü teala. muhammed sırrı paşanın , , , kitabları meşhurdur. çeşidli ahlak ve tarih risaleleri ve hıristiyanlarla sohbetleri vardır. süfyan bin uyeyne: fıkh ve hadis alimi idi. müctehid idi. vera' ve takvası çok idi. yılında kufede tevellüd, de mekkei mükerremede vefat etdi. yetmiş kerre hac etdi. imamı azam ve imamı şafi'i ile görüşdü rahimehümullahü teala. hadis ve tefsir risaleleri vardır. uyeyne, necdde bir kasabadır. vehhabiliği ortaya çıkaran muhammed bin abdülvehhab, buradan çıkmışdır. süfyanı sevri: babasının adı sa'iddir. hadis ve fıkh alimidir. müctehiddir. zühd ve takvası, nasihatleri meşhurdur. yılında kufede tevellüd, de basrada vefat etdi rahimehullahü teala. istanbulda, yeraltı cami'i şerifinde bulunan süfyan, bu değildir. başkasıdır. cüneydi bağdadi, bunun mezhebinde idi. zemanında, halalı ondan daha iyi bilen yok idi. , ve kitabları vardır. süyuti: celaleddin abdürrahman bin ebi bekr bin muhammed süyuti, islam alimlerinin en büyüklerindendir. almanca kitabında, diyor ve birkaçını bildiriyor. tefsir, hadis, fıkh, tarih, ahlak ve tıb kitabları çok kıymetlidir. mısrda, süyut şehrinde da tevellüd, de mısrda vefat etdi rahimehullahü teala. kitablarının çoğu, avrupada basılmışdır. daha yirmiiki yaşında iken tefsirini temamladı. imamı gazalinin kitabını kısaltmışdır. kitabları, okumakla bitmez. şa'bi: tabi'inin büyüklerindendir. adı amirdir. yirminci yılda basrada tevellüd, de kufede ansızın vefat etdi rahimehullahü teala. ecdadı yemenli olduğu halde, hemedanda yerleşmişlerdi. kendisi kufeye yerleşdi. ibnilmüseyyeb, medinede, haseni basri basrada, mekhul şamda islamın o asrda dört direği gibi idi. eshabı kiramdan beşyüz sahabiyi gördü. abdülmelik tarafından rum kayserine sefir olarak gönderilmişdi. şafi'. muhammed bin idris kureyşidir. dört mezheb imamlarından biridir. büyük müctehiddir. yılında, kuds civarında gazze kasabasında tevellüd, de mısrda vefat etdi. karafe kabristanındadır rahimehullahü teala. medinei münevverede imamı malikden okudu. bütün ilmlerde zemanının bir danesi oldu. vera' ve takvası da herkesden ziyade idi. imamı ahmed bin hanbelin üstadıdırde bağdada gelip, iki sene kaldı. mekkeye döndü. da mısrda yerleşdi. büyük alimler tarafından hayatı yazılmış, hepsi tarafından medhu sena olunmuşdur. usuli fıkh ilminde ilk kitab yazan budur. hadisde, ve adında iki büyük kitabı vardır. ve fıkhda ve ve ve ve kitabları çok kıymetlidir. şah abbası safevi: şah isma'ilin kurduğu şi'i safevi devletinin reislerinden beşincisi ve üç şah abbasından birincisidir. de tevellüd etdi. de şah oldu. isfehanı başkent yapdı. iranı yabancılardan temizledi. de vefat etdi. özbek sultanı abdüllaha mağlub olarak, horasanda özbeklerden aldığı yerleri ve hiratı tekrar elinden çıkardı. ehli sünnete karşı, müfrit düşman bir kimse idi. de bağdadı osmanlılardan alıp, ehalisini katl ve vali bekr paşayı petrola batırıp diri diri yakdı. on sene sonra osmanlılar bağdadı geri aldı. iranda islamiyyetden evvel, pişdaniyyan, kiyaniyyan, işkaniyyan ve sasaniyyan devletleri vardı. birincileri yıldızlara ve güneşe taparlardı. kıyaniyyandan keştasib zemanında, zerdüşt isminde biri, miladdansene evvel, mecus dinini kurdu. hazreti ömer zemanında müsliman yapıldılar. me'mun halifeye isyan eden tahir, horasanda bir hükumet kurdu. sene sonra de bunun yerine devleti, de samaniyyan devleti kuruldu. samaniler zemanında farisi lisanı kuvvetlenip arabi harflerle yazılmağa başladı. da, gaznevilerin bir kolu olan ali sübüktekin, de de selçuki devleti kuruldu. cengizden sonra, hasen sabbahın batıniyye devleti, iranda şi'iliğin yayılmasına sebeb oldu. de cengiz oğulları ilhaniyyan devletini kurdu. bu devlet, de timur han ve oğullarının ve de akkoyunlu uzun hasenin eline geçdi. da şah isma'il, safevi devletini kurarak, şi'i mezhebini resmi din yapdı. emrlerini kabul etmiyen müslimanları görülmedik işkencelerle öldürtdü. da, babasının yerine geçen muhammed rıza şah pehlevi, sünni müslimanlara da hak ve hürriyyet tanıdığı için, ayetullah humeyni, buna karşı kanlı bir ihtilal yapdı. şah da irandan amerikaya kaçdı. ramezan ayında mısrda vefat etdi. iranda şi'i cumhuriyyeti kuruldu. onbinlerce devlet adamı ve generaller öldürüldü. şah cihan: muhammed sahib kranı sanidir. hindistandaki timür oğulları devletinin hükmdarlarındandır. cihangir selim şahın oğludur. bin tarihinde lahorda tevellüd, de hükmdar oldu. de, oğlu evrengzib alemgir tarafından tahtdan indirildi. agra şehrinde sekiz sene habsde kalıp, da vefat etdi. tac mahal içindedir. fevkal'ade debdebe ve safa içinde saltanat sürdü. delhi şehrini i'mar etdi ve genişletdi. tahtı cevherler içinde idi. zevcelerinden birinin egre şehrindeki mezarı üstüne denilen pek san'atlı, çok süslü bir türbe yapdırdı. oğlu alemgir, yılına kadar sultan olup, pek dindar, mubarek idi. şah isma'ili safevi: safiyeddinin torunlarından olduğu için safevi denir. safevi hükumetini kurdu. imamı musa kazım soyundan olduğunu söylerdi. fekat, türklerin hatay kabilesinden idi. ceddi, safiyeddin erdebili, seyyidlik iddiasında bulunmamışdı. sonradan uydurmuşlardır. ayasofya kütübhanesindenumarada, safiyyeddin erdebilinin menakıbinin iki nüshası vardır. bunların ilki, şah isma'ilin cülusundan on sene evvel, ikincisi de numarada olup, şah oldukdan altı sene sonra yazılmışdır. ilk nüshada büyük babasının menakıbı yazılmışdır. burada şah isma'ilin altıncı ceddi olarak firuzdan bahs edilir ki, bunun ahfadından olan safiyeddin erdebili ve muasırı olan hoca ali bu hususda fazla gayret göstermişlerdir. kürdistandan giyara ve oradan şimale kayarak, erdebile gelmişdir. burada türkler arasında. kadar talebe kazanmışlardır. safiyeddinin türkçe bildiği muhakkakdır. ancak ağzından çıkan sözler, menakıbinde ya farisi, veya azeri şivesinde kayd edilmişdir. oğlu sadreddin zemanında, hayallerine seyyidlik gelmişdir. güya anneleri, bu yolda bir rü'ya görmüş. o zeman buna ehemmiyyet verilmemiş ise de, şah isma'il buna dört el ile sarılmışdır. şah isma'ilin seyyid olmayıp, hatay kabilesinden türk olduğunu gösteren vesikalar, kitabının sonundaki hal tercemesinde yazılıdır. lutfen oradan okuyunuz! safinin talebeleri ve şöhreti çok idi. timür han bile ziyaretine gelmişdi. isma'ilin dedesi cüneydi, karakoyunlu sultanı cihan şah, azerbaycandaki erdebilden çıkarıp hudud dışı etdi. diyarı bekre gidip akkoyunlu uzun hasene sığındı. gözüne girip hemşiresini aldı. uzun hasen, azerbaycanı alınca, cüneyd, erdebile döndü. talebesi ile gürcistana saldırdı. şirvan şahı olan sultan halil tarafından katl olundu. oğlu haydar, dayısı uzun hasenin kızını aldı. bu da şirvana saldırdı ise de, katl olundu. işte bu haydarın oğlu isma'ilde tevellüd etdi. de talebesi ile şirvana saldırıp, babasını öldüren sultanı öldürdü. de tebrizde safevi devletini kurdu. bağdadı, baküyü, horasanı aldı. şi'iliği i'lan etdi. sünnileri sürdü, öldürdü. bunu işiten yavuz selim han, büyük ordu ile üzerine yürüdü. senesinde, çaldıran meydan muharebesinde, şah isma'ilin askerleri, talebesi dağıldı, kaçdı, çoğu kılınçdan geçdi. şah da yaralandı, kaçdı. da serab şehrinde öldü. erdebildedir. cesur, intikamcı, zevkine düşkün ve sefih idi. şa'rani. sırada abdülvehhab ismine bakınız! şemseddin mahmud: muhammed bin abdürrahman isfehani, şafi'i mezhebi alimlerindendir. de tebrizde tevellüd, da mısrda vefat etdi. ebüssena denir. üsul, bedi', beyan, akaid, meani, mantık ve hikmet ve tefsir kitabları yazmışdır. ilmi kelamdan, kadi beydavinin yazdığı kitabını şerh ederek adını vermişdir. şemseddin sami: şemseddin sami beğ, da arnavutlukda tevellüd ve de istanbulda vefat etdi. erenköy kabristanındadır rahimehullahü teala. fransızcadan türkçeye lügat kitabı çok faidelidir. bir tarih ve coğrafya lügatı olan kitabı altı cilddir. her cildi sekiz yüz sahifeden fazladır. bunu yazmağayılında başladı. da temamladı. çok kıymetli bir ansiklopedidir. gelmiş olan her dinden, her milletden meşhur insanları ve memleketleri, tarih olaylarını, doyurucu bilgi vererek anlatmakdadır. islami kültürü de olsaydı te'assub ve siyaset ile yazılan kitabları sezebilir, kamusuna yanlış bilgi sokmazdı. kıymeti daha çok olurdu. zemanımızda çıkan tarih, coğrafya kitabları, mecmu'aları, gazete yazıları, ansiklopediler hep bu kamusdan faidelenmekdedir. şeyhzade: muhammed bin muslihiddin mustafa, müderris idi. de vefat etdi rahimehullahü teala. beydavi tefsirine yapdığı haşiyesi, tefsir kitablarının en kıymetlilerindendir. denilmekdedir. dört büyük cilddir. hepsi, hakikat kitabevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır. ve başka şerhleri de vardır. şihabüddini sühreverdi: ömer bin muhammed, şafi'i fıkh alimi ve evliyanın büyüklerindendir. onbeşinci dedesi, hazreti ebu bekri sıddikdır. da sühreverde doğup, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. abdülkadiri geylani hazretlerinden feyz aldı. çok hac yapdı. kitablarının en meşhuru dir. bu kitabını mekkei mükerremede yazdı. şihristani: muhammed bin abdülkerimda, horasandaki şihristan kasabasında tevellüd, de bağdadda vefat etdi. fıkh ve kelam alimi idi. dersleri ve va'zları bağdadda meşhur oldu. eş'ari mezhebinde idi. felsefe ve fizik bilgisi de çokdu. müsliman, yehudi ve hıristiyan dinlerini ve mezheblerini anlatan adındaki arabi kitabı çok kıymetlidir. latinceye, ingilizceye ve birçok avrupa dillerine ve türkçeye terceme edilmişdir. arabi şerhi, de beyrutda basdırılmışdır. başka kitabları da vardır. şirvanşah: şirvanda hükumet süren dirdendiyye oğullarının üçüncüsü idi. halil sultanın oğlu idi. devleti kuran ibrahimin torunu idi. de haydarın hücumunu püskürterek haydarı katl etdi. şah isma'il, babasının intikamını almak için, da şirvana girdi. şirvan şahı, insanlığa sığmıyan bir işkence ile öldürdü. ehli sünneti, çoluk çocuk demeyip kılınçdan geçirdi rahimehümullahü teala. taberi: ibni cerir adı ile meşhurdur. muhammed bin cerir ismine bakınız. taberi: ebu ca'fer ahmed bin muhammed, şafi'i alimlerindendir. de vefat etdi rahimehümullahü teala. çok kitab yazdı. tahai hakkari: evliyai kiramın büyüklerinden olan seyyid taha kuddise sirruh bin ahmed bin salih bin ibrahim, abdülkadiri geylani evladındandır. mevlana halidi bağdadinin ekmel talebesi, rabbani ilmlerinin hazinesi idi. zürriyyeti, ubeydüllah ve alaüddin isminde iki oğlundan devam etmişdir. alaüddin efendi, şemdinanın hizne köyündedir. soyu kitabının sonunda, taha isminde yazılıdır. torunu muhammed sıddik efendi, seyyid mustafa arvasi efendinin vefatından sonra, onun zevcesi meryem hanımı almış, bundan taha efendi olmuşdur. bu seyyid tahanın oğullarından muhammed sıddik efendi, ırak hükumetinde, musul meb'usu iken bağdadda vefat etdi. diğer iki oğulları muhammed salih daru ve mazhar efendiler, osmanlı devleti parçalandığı zeman, emlakı ile ırakda kalmış iken, senesinde türkiyeye yerleşdiler. onüçüncü asrın kutbu olan mevlana halid, da bağdaddan ayrılıp, bir senede hindistana giderek, gulamı ali abdüllahi dehlevinin huzuru ile şereflenip, layık oldukları fadl ve kemalatı aldıkdan sonra, allahü tealanın kullarına ilm sunmak içinda vatanına avdet buyurdu. her taraf, mevlananın kalbinden saçılan envar ile aydınlandığı gibi, ilm öğrenmekde iken arkadaşı olan seyyid abdüllah da, da süleymaniyeye mevlanayı ziyarete gitdi. sohbetinde kemale gelip, halifei ekmeli oldu. mevlanaya, biraderi oğlu seyyid tahanın harikul'ade ve yüksek isti'dadını söyledi. mevlana, ikinci def'a gelirken, beraber getirmesini emr buyurdu. ikinci def'a ziyaretlerinde, seyyid tahayı da götürdü. mevlana, bağdadda, seyyid tahayı görür görmez hemen abdülkadiri geylaninin kabri şerifine gidip, istihare etmesini emr eyledi. abdülkadiri geylani kuddise sirruh, kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, mevlananın ise, zemanının ekmeli olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emr buyurdu. bu ma'nevi emr ve izn üzerine, seyyid taha, mevlana halidin yanında iki süluk, ya'ni seksen gün çalışarak mubarek kalbinden fışkıran, feyzlere, ma'rifetlere kavuşup, kemale geldikden sonra kasabasına geldi. seyyid abdüllah vefat edince, seyyid taha, kasabasına gelip kırk sene talebe yetişdirdi. aşıklar, her tarafdan, pervane gibi, ışık kaynağının etrafına toplanıyordu. nehrideki babadan kalma küçük evinde ibadetlerini yapar. diğer zemanlarında, mescidde akli ve nakli ilmleri öğretmeğe ve islamın güzel ahlakını yaymağa çalışırdı. ağalarla, beğlerle ve siyaset adamları ile görüşmez, huzurunda siyasetden ve dünya işlerinden konuşulmazdı. her gün kitabını okur. bu kitabdaki, gibi nasihatları gönüllere aşılardı. binikiyüz seneden beri gelip geçmiş hocalarının hepsi de, bu güzel islam ahlakını bildirmişler, hepsi devlete, kanunlara saygılı olmuşlardır. içlerinden hiçbirisinin hükumete isyan etdiği işitilmemiş, tarihlerde böyle çirkin bir hadiseleri görülmemişdir. bu ilm ve güzel ahlak kaynaklarından uzak kalan dere beğlerinin, dünyaya, şöhrete düşkün kimselerin, hükumetlere karşı ısyanlarını ve ölümlerinden sonra başkalarının cahilce, taşkınca, ahmakca davranışlarını, ba'zı muhalifleri ve hasedcileri, bu mubarek zatlara da bulaşdırmak istemişler, hatta bir kısmını zındanlara düşürmüşler ise de, kanunlar ve adalet karşısında, hepsinin ma'sum, günahsız oldukları anlaşılıp, serbest bırakılmışlar, kendilerinden afv ve özr dilenerek, büyük ikramlar, mükafatlar yapılarak, mubarek kalbleri ve teveccühleri kazanılmağa çalışılmışdır. tarih ve menakıb kitablarında çok görülen böyle iftira okları, seyyid taha hazretlerine de saplanmak istenmiş, hayali, çirkin iftiralar uydurarak, bu ilm, ahlak güneşini de lekelemeğe çalışan, zevallı bedbahtlar zuhur etmişdir. fekat, güneş balçıkla sıvanamayacağı için, bu fazilet güneşini gören, anlıyan uyanık ve bahtiyar kimseler, böyle iftiralara aldanmayıp, kendisine aşık ve hayran olmakda, mubarek kalbinden saçılan nurlarla aydınlanarak, rahata, huzura ve sonsuz se'adete kavuşmakda, vatana, millete ve devlete faideli birer cevher olmakdadırlar. seyyid abdülhakim efendinin babasının dedesi olan seyyid muhammed, o zeman vandan gelip, bu kaynakdan feyz almışdı. seyyid taha, vanı teşrif edince, seyyid muhammedin evinde müsafir olurdu. seyyid muhammedin biraderi lutfinin oğlu sıbgatullah efendi de, hizandan vana gelince, seyyid tahaya intisab etdi. hizana babasının yanına gidip, meşhur oldu. yüzlerce talebesi ile, her yıl nehriye ziyarete giderdi. bir yıl, amcası molla abdülhamid efendinin mahdumu, seyyid fehimi, pek genç yaşında iken beraber götürdü. seyyid fehim, bir gece, müsafir kaldıkları ev sahibine, hakkari valisinin nasıl olduğunu sorar. o da, gece gündüz serhoş olduğunu söyleyince, valisi serhoş olan bir memleketde nasıl durabileceklerini sabaha kadar düşünür. ertesi gün resulan köyüne gelirler. sıbgatullah efendi, buradakilere valinin nasıl olduğunu sorar. iyi adam olduğunu söylerler. seyyid fehim, hemen amcam oğlu! o, serhoşdur. nasıl iyi denilir? der. nehriye gitmek için başkal'adan ayrılırken, seyyid muhammed efendi, seyyid fehimi bir kenara çekerek, yavrum fehim! huzuruna çıkacağın seyyid taha, çok büyük zatdır. vilayet derecelerinin en yükseğindedir. feyz almadıkça, kemale ermedikçe, ondan sakın ayrılma! der. nehriden ayrılırken, seyyid taha, cami' önünde ayakda duruyor. herkes elini öpdükden sonra, sıbgatullah efendi, seyyid fehimin geride kaldığını görüyor. seyyid tahadan bunun da geri dönmesi için izn istiyor. seyyid taha, izn vermiyor. o burada kalsın diyor. yolcular ayrılınca, hemen orada, ayakda iken, seyyid fehime vazife verip, ta'lim buyuruyor. sıcak bir günde, anlatdıklarını tekrar etdiriyor. hepsini, olduğu gibi söyleyip, yalnız yerine diyor. seyyid taha, hemen düzeltmişdir. o zeman, seyyid fehim pek genç idi. medrese derslerini, henüz bitirmemişdi. seyyid taha, birgün, cami' dıvarına dayanarak otururken, seyyid fehim gelir. mubarek eli ile işaret ederek, yanına çağırır. yanına gelir. sen zeki bir talebesin. mutavveli okumalısın! der. efendim kitabım yok. hem de, memleketimizde okunan bir kitab değildir, diyor. seyyid taha, kendi kitabını veriyor. seyyid fehim tahsilini bitirmek için, muşun bulanık kazası, abiri köyünde, molla resuli sübkinin yanına gidiyor. mutavveli bunun huzurunda okuyup, bitiriyor. vilayet derecelerinde yükselmek için de her yıl iki kerre nehriye ya'ni şemdinana geliyor. her gelişinde, seyyid tahadan çeşidli iltifatlarla şerefleniyor. mesela, birgün cami' sofasında okuyordu. çok kalabalıkdı. seyyid fehim uzakda, ayakda dinliyordu. seyyid taha, kitabdan başını kaldırarak, molla fehim! acaba şimdi, hiç üstad yok mu diyor. seyyid fehim, cevab vererek diyor. seyyid taha, hemen mektubatı kapayıp, odasına gidiyor. seyyid fehim, kemal ve tekmile erip mutlak izn verilince, bu işi görmeğe layık olmadığını bildiriyor. seyyid taha, ısrarla kabul etdirmişdir. memleketi olan arvasa teşrif etmesini emr buyurmuşdur. seyyid fehim nehrideki dağın tepesine çıkarak giderken, tekrar çağırıyor. kitabların içindeki mektublarını kendisine göstererek, bu ihlas ve sevgi, sizin değil midir? niçin bu işden kaçınıyorsun? buyuruyor. icazet ile şereflendikden sonra da, eskisi gibi, her yıl nehriye giderdi. seyyid taha kuddise sirruh, da nehri kasabasında vefat etdi. birgün ikindiden önce, ağaçlar arasında otururken, kendilerine iki mektub veriliyor. damadı abdülehad efendiye okutuyor. buyuruyor. damadı, aman efendim! şamdan gelen bu iki mektub ne olacak? diyor. o gün hatm okundukdan sonra, odasına gidiyor. oniki gün hasta yatıp, ikindi vakti, mubarek ruhu refiki alaya yükseliyor. ağlamak seslerini duyan binlerce aşık, şaşırıp kalıyorlar. hasta iken köyünde bulunan kardeşi salihi istetiyor. hatm ve teveccühleri yapmasını, biraderi ekmeli, seyyid salihe emr buyuruyor. kardeşim salih, kamildir. herkesin başı, onun eteği altındadır buyuruyor. seyyid fehim, seyyid salihi, üstadı sohbet yapdı. salihden sonra da, bu adetini bozmadı. vefatı olansenesine kadar, her yıl iki kerre, nehriye giderek seyyid salihin kabrini ziyaret ederdi. seyyid tahai hakkarinin kuddise sirruh talebesi arasında, seyyid muhammed salihden sonra tesarrufu en kuvvetlisi, seyyid sıbgatullah arvasi idi. bundan sonra, küfrevi muhammed idi. seyyid sıbgatullah, talebesi arasında ve ismleri ile meşhur oldu. de vefat etdi. bunun talebesi arasında abdürrahman tagi nurşini de, ve ismleri ile meşhurdur. bunun da ondokuz talebesi: fethullah verkanisi ve abdüllah nurşini ve molla reşid nurşini ve allame molla halil si'ridinin torunu abdülkahhar ve abdülkadir hizani ve seyyid ibrahim es'irdi ve abdülhakim fersafi ve ibrahim ninki ve tahir aberi ve abdülhadi ve abdüllah hurusi ve ibrahim cukruşi ve halil cukruşi ve ahmed taşkesani ve muhammed sami erzincani ve mustafa ve süleyman ve yusüf bitlisidir. abdürrahman tagi, de vefat etdi. bunun kelimatını ibrahim cukruşi toplıyarak ismini vermişdir. çok mu'teberdir. fethullahı verkaniside vefat etdi. talebesinden muhammed ziyaüddin nurşini, abdürrahmanı taginin oğlu olup, de bitlisde vefat etdi. ında yüzondört mektub vardır. onüç talebesinden birincisi muhammed alaüddini uhini olup, mektubatını toplamışdır. ikincisi, ahmed haznevidir. muhammed ma'sumi sani ve seyyid muhammed şerif arabkendi ve adıyamanlı abdülhakim efendi, bunun talebesidirler. bu sonuncusu de vefat etdi. muhammed raşid efendi bunun oğludur. talha bin ubeydüllah: ilk imana gelenlerdendir. aşerei mübeşşeredendir. kafirlerden çok işkence gördü. ipe bağlayıp çekerlerdi. mekkede iken zübeyr ile, medinede iken de ebu eyyubi ensari ile ahıret kardeşi olması emr buyuruldu. vazifeli olduğundan bedrde bulunamadı. diğer gazalarda bulundu. uhud muharebesinde, resulullahı kılınç darbesinden kurtarmak için, kolunu uzatıp siper etdi. eli yaralanıp çolak kaldı. resulullah, ok yağmuru altında çukura yuvarlandı. talha sırtına alarak çukurdan bir kaya üstüne çıkardı. hazreti ali buyuruyor ki, resulullahdan işitdim: buyurdu. hicretin. yılında, cemel vak'asında, hazreti aliye karşı harb edenler arasında idi. bu muharebede şehid olunca, hazreti ali çok üzüldü. ağlıyarak yanına gitdi. mubarek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. cenaze namazını kendi kıldırdı radıyallahü teala anhüma. tayyıbi: şerefeddin hüseyn bin muhammed, hadis ve tefsir alimidir. de vefat etdi rahimehullahü teala. tefsiri, me'ani ve beyan üzerine yazmış olduğu kitabı ve meşhurdur. tirmüzi: muhammed bin isa, da buharada tirmüz kasabasında tevellüd, da da vefat etdi rahimehümullahü teala. hadis imamlarındandır. çok kıymetli hadis kitabıdır. bu kitabın çeşidli şerhleri arasında, karaşideki nin müdiri yusüf binurinin hazırladığı çok kıymetlidir. arabidir. altı cild olup, basılması binüçyüzdoksan da temam olmuşdur. ümmi habibe: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zevcelerindendir. ebu süfyan ile hindin kızı ve hazreti mu'aviyenin kardeşidir. önce übeydüllah bin cahşın zevcesi idi. ikisi de önce müsliman olup, habeşistana hicret etdiler. zevci orada papaslara aldanarak, dünya malına kavuşmak için mürted oldu. ümmi habibeyi de dinden çıkararak zengin olmağa zorladı. o da buyurdu. übeydullah, işkence etmek için, sürünmesi için, bunu boşadı. fekat, kendisi öldü. resulullah ümmi habibenin, bu sözlerini ve başına geleni işitince, habeş padişahı necaşiye mektub yazdı. necaşinin serayında resulullaha nikahı yapıldı. bunun sayesinde habeşistandaki müslimanlar çok rahat yaşadı. dininin kuvveti ve resulullaha sevgisi o kadar çok idi ki, mekke feth edilmeden önce, sözleşmek için resulullahın huzuruna gelen, kafirlerin elçisi, babası ebu süfyanı, resulullahın yatağına oturtmadı. dedi radıyallahü teala anha. ümmi hıram: enes bin malikin teyzesidir. sahabei kiramdandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birgün bunun evinde uyumuşdu. gülerek uyandı. dedi. buyurdu. ümmi hiram, ya resulallah! düa et, ben de onlardan olayım! dedi. ya rabbi! bunu da, onlardan eyle! buyurdu. mu'aviye zemanında ümmi hiram, zevci ile, gemilere binip, kıbrısa cihad etmeğe gitdi. orada atdan düşüp şehid oldu. kıbrısın ilk fatihi hazreti mu'aviyedir radıyallahü teala anhüma. ümmi seleme: resulullahın zevcelerindendir. fasih, beliğ idi. zevci vefat etmişdi. hadisi şerif haber vermişdir. hazreti osman zemanındaki fitne sırasında, halifeye nasihat olarak söylediği nutk meşhurdur. da vefat etdi. üsame bin zeyd: resulullahın hizmetçisi olan zeyd bin harisenin oğludur. resulullahın sevgilisi diye meşhurdur. mekkeye giderken resulullahın devesinde, arkasında oturmuşdu. birlikde ka'beye girmişdi. huneyn gazasında, çocuk olduğu halde kahramanca çarpışdı. çok cesur idi. onsekiz yaşında iken ordu kumandanı yapıldı. esmer idi. çok hadisi şerif haber vermişdir. da vefat etdi. uzun hasen: akkoyunlu devletinin hükmdarı idi. de hükmdar oldu. diyarı bekrde idi. birçok yerleri alarak, tebrize yerleşdi. de osmanlı devletine saldırdı. fatih sultan muhammed hana mağlub ve perişan oldu. de vefat etdi. tebrizdedir. trabzon imperatoru un damadı idi. hüseyn hilmi ışıkın kayın pederi olan yusüf ziya akışık, akkoyunlu soyundan olup, bosnalı zülfikar paşanın torunu ahmed beğin oğludur. vahideddin han altıncı sultan muhammed, sultan abdülmecidin oğludur. padişah olan dört kardeşden en küçüğüdür. osmanlı padişahlarının otuzaltıncısı ve sonuncusudur. islam halifelerinin sonuncusudur. de tevellüd etdi. ramezanı şerifinin yirmibeşinci, temmuzun dördüncü perşembe günü hükmdar oldu. da italyada vefat etdi. şamda medfundur. ehli sünnet mezhebinde idi. din bilgisi çokdu. vahşi: hazreti hamzanın bedr gazasında öldürdüğü tu'aymenin biraderinin oğlu olan cübeyr bin mut'imin kölesi idi. habeşli olduğu için, el ile ok atmakda usta idi. uhud gazasında, cübeyr buna, demişdi. hind de, babasının ve amcasının intikamı için, vahşiye mükafat va'd etmişdi. vahşi, taş arkasına pusuya girip, yalnız hazreti hamzayı gözetirdi. hazreti hamza sekiz kafiri öldürüp, saldırırken, vahşi okunu atarak ağır yaraladı ve kılıcı ile şehid etdi. sonra, ciğerini çıkarıp hinde götürdü. hind sevinip ciğeri çiğnedi. üzerindeki zinetlerin hepsini vahşiye verdi. daha da vereceğini söz verdi. hindin bu çirkin, canavarca işi, islam dinine olan düşmanlığından değil idi. hazreti hamza, bedrde bunun babası utbe ile amcası şeybeyi öldürmüşdü. bunların ve kardeşi velidin intikamını almak için, bu işi yapdı. vahşi de, azad olmasını, altunlara kavuşmasını düşünüyordu. islamiyyete hücum düşüncesinde değildi. hicretin sekizinci yılında mekke feth edildiği gün, resulullah, kureyşin hepsini afv buyurdu. yalnız on kişinin adını söyleyip, bunları gören öldürsün buyurdu. hind ile vahşi, bunlar arasında idi. vahşi, mekkeden kaçdı. bir zeman uzak yerlerde kaldı. sonra pişman olup, medinede mescide gelip, selam verdi. resulullah, selamını aldı. vahşi, ya resulallah! bir kimse allaha ve resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, resulullahı canından çok sevici olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir? dedi. resulullah iman eden, pişman olan afv olur. bizim kardeşimiz olur buyurdu. ya resulallah! ben iman etdim. pişman oldum. allahü tealayı ve onun resulünü herşeyden çok seviyorum. ben vahşiyim dedi. resulullah, vahşi adını işitince, hazreti hamzanın parçalanmış hali gözü önüne geldi. ağlamağa başladı. buyurdu. vahşi, öldürüleceğini anlıyarak kapıya yürüdü. eshabı kiram kılınca sarılmış işaret bekliyordu. vahşi, son nefesimi alıyorum derken, cebrail aleyhisselam geldi. allahü teala buyurdu ki, ey sevgili peygamberim! bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeğe uğraşmakla geçiren bir kafir, bir kelimei tevhid okuyunca, ben onu afv ediyorum. sen, amcanı öldürdü diye vahşiyi niçin afv etmiyorsun? o pişman oldu. şimdi sana inandı. ben afv etdim. sen de afv et! herkes, öldürün emrini beklerken, buyurdu. kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. vahşiye müjde eyledi. fekat, seni görünce dayanamıyorum. üzülüyorum. bana görünme! buyurdu. resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. mahcub, başı önünde yaşadı. vakıdi: muhammed bin ömer, tarihcidir. yılında medinede tevellüd, de bağdadda vefat etdi rahimehullahü teala. imamı malikden ders aldı. çok tarihler yazdı. kitabı meşhurdur. harun reşide hacda delil olmuşdu. vasıl bin ata: mu'tezile mezhebinin kurucusudur. hicreti ılında medinede tevellüd, de vefat etdi. haseni basrinin talebesi idi. hasenin bir sözüne karşı geldiğinden vasıl i'tizal etdi. ya'ni bizden ayrıldı buyurdu. ehli sünnetden ayrıldı. çeşidli kitablar yazdı. veysel karani: tabi'inin büyüklerindendir. resulullah efendimizin zemanında bulundu ise de göremedi. yemenlidir. hazreti ömer zemanında medineye gelip, çok hurmet gördü. hazreti ömer, düasını istedi. basraya gitdi. sıffin muharebesinde, hazreti alinin askeri arasında iken, yılında şehid oldu rahimehullahü teala. anadoluya gelmemişdir. hadisi şerif ile medh edildi. feridüddini attarın, farisi kitabında, hayatı yazılıdır. yahya aleyhisselam: zekeriyya aleyhisselamın oğludur. annesi elisadır. hıristiyanlar elizabeth diyor. hazreti meryemin baba bir kız kardeşidir. davüd aleyhisselamın soyundandır. da yazılı olan isa aleyhisselam göke çıkarıldıkdan bir buçuk sene sonra e uyduğu için, zalim yehudi hükmdarı herod tarafından, otuzdörtbuçuk yaşında iken, şehid edildi. mubarek bedeninin parçaları başka şehrlerdedir. ibni abidin, önsözünde diyor ki, . yahya bermeki: yahya bin halid, abbasi devletinin vezirlerindendir. horasanlıdır. babası, ebu müslim horasaninin ordusunda çok hizmet etmiş, vezir olmuşdu. yahya da, azerbaycan valisi idi. mehdi zemanında vezir oldu. harun reşidin hocası oldu. sonra buna da onyedi sene vezirlik yapdı. da zındanda öldü. yahya bin şeref nevevi: nevevi ismine bakınız!. yezid: hazreti mu'aviyenin oğlu ve emevi devletinin ikinci halifesidir. hicretin yirmialtıncı yılında şamda tevellüd etdi. senesinde halife old enesinde kerbela faci'ası oldu. hazreti hüseyn şehid olup, mubarek başı şamda yezidin serayına getirildi. yezid dedi ki, bilir misiniz bu iş neden oldu? bu zat, babam ali, onun babasından hayrlıdır. anam fatıma, onun anasından hayrlıdır. ceddim resulullah, onun dedesinden hayrlıdır. ben de, ondan hayrlıyım. hilafet, benim hakkımdır dedi. allah için söyliyorum ki, fatıma, elbette benim anamdan hayrlıdır. ceddine gelince, allaha ve ahıret gününe inanan kimse, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem kimseyi müsavi göremez. lakin hüseyn bunu fıkh ve ictihadı ile söyledi. herşeyin sahibi allahü tealadır. mülkünü dilediğine verir ayeti kerimesini düşünmedi. kısası enbiyada, bundan sonra diyor ki: kerbeladan getirilen kadınlar ve zeynel'abidin, yezidin önüne çıkarıldı. hazreti hüseynin kızı fatıma, ya yezid! resulullahın kızları esir midir? dedi. yezid, ey kardeşimin çocuğu! ben bunu istemezdim dedi. kadınları, yezidin kadınlarının yanına götürdüler. seray kadınları ta'ziyet verdi. alınan mallarını sordular. katkat ödediler. hazreti hüseynin kızı sükeyne, derdi. yezid, zeynel'abidini yanına aldı. akşam sabah beraber yidi. yezid ehli beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, medineye gönderdi. zeynel'abidinle veda' ederken, allahü teala, ibni mercaneye la'net eylesin! vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabul ederdim. lakin kaderi ilahi böyle imiş ne çare. her ne istersen bana yaz! kabul olunur dedi. mercane, ibni ziyadın anasının adıdır. yezid, kerbela vak'asından sonra: allah, o ibni mercaneye la'net eylesin! hüseynin isteklerini kabul etmeyip de, onu katl etdirdi. onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. iyi kötü herkes, hüseynin katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu derdi. yezid, senesinde vefat etdi. büyük alim elkadi ebu bekr ibnül'arabi kitabında diyor ki: nin kitabülfiten kısmında diyor ki, medine halkı, yezidi hilafetden hal' etmek istedikleri zeman, abdüllah ibni ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp, buna, allahın ve resulullahın halifesi olarak bi'at etdik. allahın ve resulullahın halifesi ile harb etmekden daha büyük gadr olmaz dedi. abdüllah bin ömer, yezide bi'at ederken, bu bi'at hayrlı ise, razı oluruz. kötü olursa, sabr ederiz dedi. hamid bin abdürrahman diyor ki, yezide bi'at olunurken, bir sahabinin yanına gitdim. bana, yezid bu ümmetin hayrlısı değildir. ondan daha alimler, ondan daha şerefli kimseler var diyorsunuz. ben ise, bu ümmetin birlik olmasını ayrılıklarından daha çok severim. ümmeti muhammedin girip rahat etdiği bir yere giren kişi, rahatsız olur mu? elbette olmaz dedi. yezidin şerab içmesine gelince, buna inanmak için, iki adil şahidin, gördüm diyerek haber vermesi lazımdır. leys bin sa'd, dedi. bu sözü yezidin adaletini haber vermekdedir. onu adil bilmeseydi, emirülmü'minin demezdi. imamı ahmed bin hanbel de diyor ki, yezid, hutbe okurken, hasta olan kimse, en iyi amellerini araşdırıp, hep onu yapsın! en kötü amelini de araşdırıp, onu terk etsin! dedi. bu yazısı, yezidin sözünü huccet kabul etdiğini gösteriyor. ona şerab içmeği, fasık ve facir olmayı iftira eden tarihcilerin utanmaları lazımdır. tarihcilerin çoğu din bilgilerinde cahildirler. bid'at deryasına düşmüşdürler. çoğu, eshabı kiramı ve selefi salihini kötüliyebilmek için hadis uydurmakdan bile çekinmemişlerdir. bunların maksadları din değil, dünya idi. insanların en zararlısı zeki olan cahiller, hiylekar olan bid'at sahibleridir. mal satın almak için, adil olan tacir aranıyor da, selefi salihin hakkında bilgi almak için, dinden ve hele adaletden nasibi olmıyanların sözleri, yazıları nasıl kabul olunur? dan terceme temam oldu. bu kitab, de mısrda basılmışdır. son nefesde iman ile gitmesi ve tevbe etmesi mümkin olduğu için, imamı gazalinin rahimehullahü teala ve başkalarının, yezide la'net caiz değildir dedikleri, nın binonuncu sahifesinde yazılıdır. ismindeki, kasidesinin şerhini, muhammed bin süleyman halebi yapmışdır. bu şerhinde diyor ki: yezide, öldükden sonra, yalnız iftira eden taşkınlar la'net etdi. bunlar, ehli sünnet alimlerinin çoğunluğuna uymıyan geveze kimselerdir. aklı olan kimse, ona dil uzatmaz, la'net etmez. çünki, ona la'net etmeğe emr olunmadık. kıyametde bundan sorulmıyacağız. şi'iler, hariciler ve mu'tezile fırkasında olanların bir kısmı ve hatta, teftazani, imamı hüseynin öldürülmesinden razı olduğu için ve buna sevindiği için ve ehli beyte hakaret etdiği için ve o zeman küfre sebeb olan beytler söylediği için, ona la'net caiz olur dediler ise de, böyle söylemeleri doğru değildir. kitabında, diyor ki, yezid, imamı hüseyni öldürmeği emr etmedi. kendisine bi'at etdirilmesini, yahud, yakalayıp, diri olarak getirilmesini emr etdi. onlar ise, kendiliklerinden öldürdüler. bu kötü işi, ubeydüllah bin ziyad yapdı. kufe şehrinden asker gönderdi. kerbelada karşılaşıp öldürdüler. imamı hüseyni öldürmek için emr vermek, hatta, peygamberlerden başka herhangi bir kimseyi öldürmek, buna halal demedikçe, la'net etmeğe sebeb olmaz. olsa olsa, fasık olur. kafir eshabı kiram olmaz. fasık olan mü'mine la'net etmek caiz değildir. hatta, hayatda olan bir kafire de la'net, caiz değildir. çünki, mü'min olarak ölmesi ihtimali vardır. ancak belli olmıyan kafirlere ve kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net caizdir. yezidin hep namaz kıldığı muhakkakdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, namaz kılanlara la'net olunmasını yasak etmişdir. sa'düddini teftazani, şerhinde diyor ki, yezide la'net mes'elesinde, ehli sünnet alimleri ikiye ayrıldı. da ve başka kitablarda, ona ve haccac yusüfe la'net caiz olmadığı bildirildi. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılanlara ve ehli kıbleye la'net etmeği nehy etdi. neticede deriz ki, yezidin imamı hüseyni öldürmeğe emr verip vermediği ve buna razı olup olmadığı, kesin olarak bilinmediği için, susmak iyidir. çünki, ona la'net etmek emr edilmedi. la'net etmemek de günah değildir. evet, onun yapdığı çirkin işi sevmeyiz. razı olmasa bile, onun sebeb olduğu meydandadır. den terceme temam oldu. hindistan alimlerinden mevlana hafız hakim abdüşşekür mirzapuri, kitabında hazreti hüseyni kufe şehrinde kendilerine şi'i diyenlerin şehid etdiklerini ve şehid eden şemmer habisinin, hazreti alinin askeri arasında, hazreti mu'aviyeye karşı harb etdiğini vesikalarla isbat etmekdedir. bu kitabı mevlevi gulam haydar faruki, urdu dilinden farisiye terceme etmiş, de karaşide basdırılmışdır. mezkur kitabdan ba'zı kısmları bu kitabımızı ahifesinde ve kitabının kısmının otuzaltıncı maddesinde yazılıdır. oradan okuyunuz!. yezid bin ebi süfyan: ebu süfyanın oğlu, hazreti mu'aviyenin büyük kardeşi idi. eshabı kiramdandır. çok salih idi. mekkenin fethinde müsliman oldu. hüneyn gazasında bulundu. hazreti ebu bekrin şama gönderdiği orduda, bir birliğin kumandanı idi. hazreti ömer zemanında filistin valisi oldu. ondokuzuncu yılda ta'undan vefat etdi radıyallahü teala anh. yerine kardeşi mu'aviyeyi vekil bırakmışdı. halife de tasdik etdi. yusüf aleyhisselam: ya'kub aleyhisselam, oniki oğlundan en çok yusüfü severdi. kardeşleri, onu kıra götürüp kuyuya atdı. onu kurt yidi dediler. içlerinden biri, kuyuya yemek götürmüşdü. kervan gelmiş, yusüfü çıkarmışlar görünce, bu bizim kölemiz idi. kaçdı dedi. ucuz satdı. o zeman, onsekiz yaşında idi. kardeşlerinden korkup susdu. mısra götürüp maliyye vekiline satdılar. çok güzel idi. yüzünde nur parlıyordu. vekilin zevcesi zeliha buna aşık oldu. fekat, iftira etdi. habse konuldu. zindanda, fir'avnın ekmekcisi ve şerbetçisi de vardı. bunlar, bir gece rü'ya gördüler. yusüfe anlatdılar. şerbetçi kurtulacak, ekmekci asılacak dedi. öylece oldu. fir'avn, bir rü'ya gördü. kimse, bunu çözemedi. şerbetçi, gelip yusüf aleyhisselama anlatdı. yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. bollukda saklayın, kıtlıkda bunları yirsiniz buyurdu. fir'avn, yusüfü istedi. çok beğendi. maliyye vekili öldü. yusüfü vekil yapdı. zelihayı ona verdi. bundan, iki oğlu ve rahmet adında bir kızı oldu. bollukda, çok zahire topladı. kıtlıkda, her memleketden mısra gelip, zahire satın aldılar. vesika ile veriyordu. kardeşleri de, ken'an ilinden, ya'ni şam tarafından, zahire almağa geldiler. en küçükleri olan bünyamin, yusüfe çok benzerdi. bunu, babası göndermemişdi. yusüf aleyhisselam, kardeşlerini tanıdı. siz kimsiniz, casus olmıyasınız dedi. söylediler. bunlara ziyafet verdi. bir daha gelirken, öteki kardeşinizi de getirin! onu getirmezseniz, size zahire vermem dedi. paralarını da gizlice, zahirenin arasına koydurdu. geri gelince, baba! bünyamini de götüreceğiz dediler. evvelce yusüfe olanı biliyorsunuz. fekat, allahü teala, en iyi koruyucudur. merhametlilerin en merhametlisidir dedi. paralarını da, geri gelmiş görünce, yine gidip alalım dediler. bünyamini gözeteceklerine kuvvetli söz verdiler. yusüf aleyhisselam, ziyafet ve çok ikram eyledi. bünyamine gizlice kendini tanıtdı. seni göndermiyeceğim, üzülme dedi. bunun yüküne bir altın tas koydurdu. giderlerken arkadan, hırsız var diye sesler geldi. biz hırsız değiliz dediler. sözünüz yalan ise, ne yapalım dediler. hangimizde çıkarsa, onu tutun. biz, böyle yaparız dediler. tas, bünyaminin yükünde bulundu. bunu yakalamak, mısr kanunlarında yok idi. babasının dinini kardeşlerine söyletdi. böylece, bünyamini ellerinden aldı. babamız ihtiyardır. bunu çok sever. bunun yerine bizim birimizi al dediler. biz, sizin sözünüzle bunu tutukluyoruz. başkasını alırsak, zalim oluruz dedi. utanarak, sıkılarak, babalarına geldiler. ya'kub aleyhisselam çok üzüldü. bunda bir iş var! mısr sultanı, bizim dinimizi ne bilir? sabr güzel şeydir. cenabı hak, beni çocuklarıma kavuşdurabilir buyurdu. yusüf, yusüf diye ağlamakdan, gözlerine perde geldi. kuyuya atılalı yirmibir yıl olmuşdu. kardeşleri ondan ümmidi kesmişdi. babası ise, allahdan ümmid kesmiyor ve onun küçük iken gördüğü rü'yadan, kardeşlerinin ona birgün secde edeceğini biliyordu. gidiniz onları arayınız! allahdan ümmid kesilmez dedi. mısra gitdiler. ey aziz! fakiriz. babamız ihtiyardır. bize lutf ve ihsan et! bize zahire ver. kardeşimizi de bağışla deyip, yalvardılar. gülerek, yusüfe yapdığınızı unutdunuz mu dedi. sen yusüf müsün dediler. evet, ben yusüfüm. bu da, kardeşimdir. cenabı hak bize ihsan etdi. o, sabr edenleri mahrum bırakmaz dedi. şu gömleğimi babamın gözlerine sürün ve hepsini buraya getirin dedi. onlar mısrdan gelirken, ya'kub aleyhisselam, diyordu. yanındakiler dediler. sonra, oğulları geldi. gömleği yüzüne koyunca gözleri açıldı. hepsi mısra gitdi. yusüf aleyhisselam, fir'avn ile ve ehali ile, uzakdan karşıladı. serayına götürdü. babasını, anasını sedire oturtdu. sedire karşı, allahü tealaya, secdei şükr yapdılar. onyedi sene sonra ya'kub aleyhisselam vefat etdi. yusüf aleyhisselam ellialtı yaşında idi. yüzon yaşında vefat etdi. fir'avn, bundan önce vefat etdi. sonra gelen fir'avnlar, beniisraile kıymet vermediler. yusüf bin cüneyd: ehi çelebi, ikinci bayezid han devri alimlerindendir. tokadlıdır. bursada, edirnede ve istanbulda müderrislik yapdı. nin ismini vermişdir. kitabı arabi olup, istanbulda basdırılmışdır. dokuzyüzbeş de vefat etdi rahimehullahü teala. istanbulda cami'i yanındadır. yusüf bin ibrahim: cemaleddin yusüf erdebili, şafi'i alimlerindendir. azerbaycan fatihlerindendir. da vefat etdi. fıkh kitabları vardır. yusüf nebhani: yusüf bin isma'il bin yusüf, da hayfada tevellüd, de beyrutda vefat etdi rahimehullahü teala. cami'ulezheri bitirdi. şamda kadi, beyrutda hukuk mahkemesi reisi oldu. çeşidli şehrleri ve istanbulu ziyaret etdi. medinede vehhabiliği yakından incelemek imkanını buldu. topladığı bilgileri yaymak için, çok kıymetli kırkyedi kitab yazdı. kitabında ondörtbindörtyüzelli hadis, harf sırasına göre dizilmişdir. üç cild halinde basılmışdır. kitabı iki cild olup, kerametin hak olduğunu isbat etmekdedir. da mısrda basılmışdır. kırkyedi kitabının hepsi basılmışdır. çok mühim olan, kitabı, mısrda üçüncü def'a olarak binüçyüzseksenbeş hicri vemiladi senesinde basılmışdır. kitab beşyüzyetmiş sahife olup, dörtyüzelli sahifesi ibni teymiyyeyi ve vehhabileri red etmekde, geri kalan yüzyirmi sahifesi de eshabı kiramın üstünlüklerini, hazreti mu'aviye ile amr bin as hazretlerinin yüksekliklerini ve islamiyyete hizmetlerini bildirmekdedir. profesörlerinden allame şeyh ali muhammed beblavi maliki ve allame şeyh abdürrahman şerbini ve şeyh ahmed hüseyn şafi'i ve şeyh ahmed besyani hanbeli ve arif allame süleyman şübravi şafi'i ve şeyh abdülkadir rafi'i ve ayrıca mısr baş müftisi allame bekri muhammed sadefi hanefi ve müderris allame muhammed abdülhayy ketani idrisi fasi ve allame seyyid ahmed beğ şafi'i ve fadıl allame şeyh sa'idi muci şafi'i ve allame şeyh muhammed halebi şafi'i ve daha birçok ehli sünnet alimleri, kitabını beğenmişler, uzun yazıları ile övmüşlerdir. kitabında, vehhabilerin mutlak ictihad her zeman vardır demelerinin yanlış olduğunu ve resulullahı ve bütün evliyanın mezarlarını ziyaret için uzak yerlerden gitmenin meşru' olduğunu ve resulullah ile, evliya ile allahü tealaya istigasenin meşru' olduğunu ve dört mezheb alimlerinin ibni teymiyye bid'atlerine karşı yazılarını uzun bildirmekdedir. beşinci babında, ahmed ibni teymiyyenin bid'atlerini savunan üç kitabdan parçalar almakda, bunları ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle çürütmekdedir. bu üç bozuk kitab, ibni kayyımı cevziyyenin ve ibni abdülhadinin ve nu'man alusi bağdadinin ismi ile ibni hacer hazretlerine karşı yazdığı kitablardır. bu üç kitabın haksız ve ehli sünnete muhalif olduklarını isbat etmekdedir. vehhabilerin temel kitabları olan kitabının ikiyüzellidokuzuncusahifesinde, imamı zeynelabidin ali hazretlerinin, bir kimseyi resulullahın kabri yanına gelip düa etdiğini görünce, buna mani' olduğunu ve bana salat okuyunuz! her nerede olursanız, verdiğiniz selam bana ulaşdırılır hadisini okuduğunu yazıyor. hadiseyi yanlış anlatarak, buradan anlaşılıyor ki, düa ve salat okumak için kabr yanına gitmek yasak edilmişdir. bu, kabri bayram yeri yapmanın bir kısmıdır. mescidi nebiye namaz kılmak için giren kimsenin, selam vermek için kabrin yanına gitmesi yasakdır. eshabın hiçbiri böyle yapmadı. böyle yapanları da men' etdiler. peygambere ümmetinin yalnız okudukları salat ve selam bildirilir. başka işleri bildirilmez diyor. buna mani' olmak için süud hükumetinin, mescidi nebi içine yanına asker koyduğunu da, ikiyüzotuzdördüncüsahifesinde yazıyor. yusüf nebhani, kitabının çeşidli yerlerinde bunlara cevab vermekdedir. seksenincisahifesinde diyor ki: imamı zeynel'abidin radıyallahü anh, resulullahın mubarek kabrini ziyaret etmeği yasak etmemişdir. islamiyyete uygun olmıyan, saygısızca yapılan ziyareti yasak etmişdir. torunu imamı ca'fer sadık, hucrei se'adeti ziyaret eder, ravda tarafındaki direk yanında durup, resulullaha selam verirdi ve mubarek başı buradadır derdi. demek, ziyaretinizi bayram gibi belli zemanlara bırakmayın! her zeman ziyaret ediniz demekdi e. sahifelerinde diyor ki: ebu abdüllah kurtubi sinde buyuruyor ki, resulullaha ümmetinin amelleri her sabah ve her akşam bildirilir. ve sahifelerinde diyor ki: halife mensur, resulullahı ziyaret ederken, imamı malike sordu: yüzümü kabre karşı mı, kıbleye karşı mı döneyim? imamı malik buyurdu ki: yüzünü resulullahdan nasıl ayırabilirsin? o sallallahü aleyhi ve sellem senin ve baban ademin afv olmasına vesiledi ahifede diyor ki: hadisi şerifi emrdir. ziyaret yaparken haram işlenirse, ziyaret yasak edilemez. haramı yapması yasak edili ahifesinde diyor ki: imamı nevevi kitabında buyurmakdadır. derdimsahifede diyor ki: ibni hümam kitabında, darı kutninin ve bezzarın bildirdikleri hadisi şerifi yazıyor. bu hadisi şerifde, buyuruld ahifede buyuruyor ki, allahü teala evliyaya keramet vermişdir. öldükden sonra da tesarruf ederler. bunları allahü tealaya vesile etmek caizdir. evliyanın öldükden sonra da kerametleri çok görülmüşdür. fekat, islamiyyete uygun olarak istigase etmelidir. cahillerin, dilediğimi verirsen veya hastamı iyi edersen, sana şu kadar. vereceğim demesi caiz değildir. fekat, buna küfr, şirk denilemez. çünki, çok cahil olan da, velinin icad edeceğini düşünmez. veliyi, allahü tealanın icad etmesine vesile etmekdedir. onun allahü tealanın sevgili kulu olduğunu düşünmekdedir. dileğimi yapmasını allahdan iste, allahü teala, senin düanı red etmez demekdedir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, aşağı, değersiz sanılan çok kimseler vardır ki, onlar allahü tealanın sevgili kullarıdır. birşeyi yapmak dileseler, allahü teala o şeyi, elbet yaratır buyurdu. bu hadisi şerif, vehhabilerin kitabı.sahifesinde de yazılıdır. müslimanlar, böyle hadisi şeriflere güvenerek, evliyayı vesile etmekdedir. imamı ahmed, imamı şafi'i, imamı malik ve imamı azam ebu hanife, salihlerin kabrleri ile teberrük etmek caizdir dediler. alimlerinden birinin mezhebinde olduğunu, ehli sünnet olduğunu söyliyen bir kimsenin de böyle söylemesi lazımdır. böyle söylemezse, ehli sünnet olmadığı, yalancı olduğu anlaşılır. dan terceme temam oldu. zehebi: şemseddin muhammed bin ahmed, islam tarihcilerindendir. senesine kadar olan tarih olaylarını yazmışdır. kitabı oniki cilddir. bu kitab çok kıymetlidir. başka hadis ve tarih kitabları da vardır. de şamda tevellüd, de vefat etdi rahimehullahü teala. zekeriyya aleyhisselam: süleyman aleyhisselamın soyundandır. beytülmukaddesde tevrat yazar, kurban keserdi. peygamber oldu. zevcesi veya ile bunun anadan kız kardeşi nin çocukları olmazdı. hunne, imranın zevcesi idi. hunne, diye nezr etdi. imran öldükden sonra hunnenin kızı oldu. adını meryem koydu. meryemi beytülmukaddese götürüp zekeriyya aleyhisselama teslim etdi. bu da alıp evine götürdü. teyzesi isa' bunu büyütdü. büyük olunca beytülmukaddesde bir odada ibadete başladı. yanına, zekeriyya aleyhisselamdan başka kimse giremezdi. zekeriyya aleyhisselam ihtiyar olduğu halde, oğlu yahya aleyhisselam dünyaya geldi. yahya aleyhisselam büyüdü. önce tevratdan, sonra incilden va'z etdi. beni israil üzerine hakim olan filistin valisi herod, tevrata göre kardeşinin kızını almak istedi. incilde bu yasak olduğundan, yahya aleyhisselam nikah yapmadı. herod da, bunu şehid etdi. zekeriyya aleyhisselam oğlunu kurtarmağa çalışınca, bunu da öldürmek istedi. bir kütük içine saklandı. kütükle birlikde destere ile ikiye biçilerek şehid edildi. zeyd bin hattab: hazreti ömerin radıyallahü teala anh babadan olan büyük kardeşidir. ilk muhacirlerden idi. bütün gazalarda bulundu. ebu bekri sıddik zemanında yemame cenginde şehid oldu radıyallahü teala anh. bu muharebede, islam bayrağını taşımakda idi. yemame, arabistanda, necd ile bahreyn arasındadır. müseylemetülkezzabla muharebe, burada olmuşdur. zeyd bin sabit: eshabı kiramın büyüklerindendir. hazrec kabilesindendir. vahy katibi idi. hicretde on yaşında idi. babası dört sene önce vefat etmişdi. çocuk olduğundan bedr gazasında geri gönderilmişdi. hendek ve sonraki gazalarda bulundu. hendekde toprak taşırken resulullah görünce, buyurmuşdu. çok alim idi. süryani öğrenmesi emr buyuruldu. öğrendi. gelen mektubları okurdu. halife ebu bekre ve ömere de katiblik yapdı. hazreti ömer hacca ve şama giderken, yerine bunu vekil bırakmışdı. hazreti osman zemanında beytülmal me'muru oldu. ya'ni maliye vekili oldu. halife hacca gidince, bunu vekil bırakdı. hazreti aliyi çok severdi. fekat, cemel ve sıffin vak'alarına karışmadı. çok hadisi şerif bildirmişdir. ilk toplanan kur'anı kerimi bu yazdı. de vefat etdi radıyallahü teala anh. ziyad bin ebih: ebu süfyanın oğlu idi. hicretin birinci senesi tevellüd etdi. resulullahı göremedi. arabistanın meşhur beş dahisinden biridir. anası bir cariye idi. hazreti ömer, kendisini basra valisi yapdı. hazreti ali, basrada beytülmal me'muru yapdı ve basra valisi yapdığı abdüllah bin abbasa, ziyadın sözüne göre hareket etmesini emr buyurdu. cemel vak'asına karışmadı. cemelden sonra, hazreti ali, bunu basra maliye müdiri yapdı. abdüllah ibni abbas, basradan kufeye giderken, yerine ziyadı vekil bırakdı. hazreti ali, bunu faris ve kirman valisi yapdı. buralardaki karışıklıkları düzeltdi. huzur, rahat getirdi. hazreti mu'aviye halife olunca, farisde vali idi. bi'at etmemişdi. bunusenesinde basraya sonra horasana vali yapdı. kufeyi, bahreyn ve ümmanı da emrine verdi. bu da bi'at ve çok hizmet etdi. eshabı kiramın büyüklerine yüksek makamlar verdi. sağ elinde çıban çıkıp, de vefat etdi. oğlu ubeydüllah, deyaşında iken horasan valisi oldu. buharayı feth etdi. de basra, da kufe valisi oldu. ömer bin sa'd bin ebi vakkası dörtbin askerle de kerbelaya gönderdi. hazreti hüseyni teslim alıp getirmesini emr etdi. teslim olmayınca hücum edip, şimrin emri ile, sinan bin enes tarafından şehid edildi. zübeyr bin avvam: eshabı kiramın büyüklerinden ve aşerei mübeşşeredendir. hadicetülkübranın biraderinin oğludur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem halası olan safiyyenin radıyallahü teala anha oğludur. onbeş veya onsekiz yaşında iken, erkeklerin dördüncü veya beşincisi olarak islama geldi. islamda, ilk kılınç çeken budur. mekkede, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem tutuldu diye işitince, kılıncını çekip, kurtarmağa giderken, yolda resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem rastladı. düaya kavuşdu. habeşistana ve medineye hicret edenlerdendir. bütün gazalarda bulunup, çok yara aldı. mısrın fethinde de bulundu. çok zengin idi. bütün malını, allahü tealanın yolunda harc etdi. cemel vak'asında, hazreti aişe ile birlikde, hazreti aliye karşı harb etdi. sonra harbden vazgeçdi. bir kenara çekilip, namaz kılarken şehid edildi radıyallahü teala anh. vefatı. yılda oldu veyaşında idi. namazını hazreti ali kıldırdı. züfer: ebu hüzeyl züfer bin hüzeyl küfidir. yılında isfehanda tevellüd, de basrada vefat etdi rahimehullahü teala. imamı azamın rahimehullahü teala talebesinin büyüklerindendir. müctehid idi. meclisinde dünya işleri konuşulmazdı. allah korkusu, damarlarına işlemiş idi. abdüllahı ensari rahimehullahü teala diyor ki, imamı züferi kadi yapmak istediler. kabul etmedi. evini değişdirip saklandı. hasta iken, ebu yusüf rahimehullahü teala ve başkaları dediler. şu mal zevcemindir. şunlar da kardeşimin oğlunundur dedi. şaşırdılar. çünki, kardeşi varken oğluna birşey düşmez idi. vefatından sonra, kardeşi, züferin zevcesini aldı. bir oğlu oldu. mallar, bu oğluna kalınca, imamı züferin kerameti belli oldu. buyururdu ki, imamı azamın vefatından sonra, ona muhalif ictihadda bulunmakdan çekindim. çünki, hayatında beni mağlub edip, hep o haklı çıkardı. onun sözünü kabul etmeğe mecbur olurdum. vefatından sonra, onun ictihadına uymıyan birşey nasıl söyleyebilirim ki, hayatda olsa beni yine mağlub eder. davüdi tai ile arkadaş idi. çok sevişirlerdi. davüd fıkh ile uğraşmağı bırakıp, ibadet ile, zühd ve takva ile yaşadı. imamı züfer ise, ibadeti, zühd ve takvayı, fıkhla birleşdirdi. babası hüzeyl, basra valisi idi. kardeşi sabah, beni temim üzerine zekat me'muru idi. se'adete kavuşmak için, her kitabı okuma! ehli sünnet kitabı oku, hakikati anla! bu kitabları nerde bulursun acaba? bir kerre de, nde ara! çok mühim tenbih: peygamberler vasıtası ile, allah tarafından bildirilmiş olan yaşamak yoluna denir. insanların yapdığı yaşamak yoluna denir. din, anadan, babadan ve kitabdan öğrenilir. dinsiz insan olamaz. her insan, dininin emrlerine uygun olarak yaşar. dinine uyanın, dünyada rahat yaşayacağına ve ahıretde cennete giderek, sonsuz se'adete kavuşacağına, başka dinde olanların, dünyada sıkıntı çekeceklerine ve ahıretde cehennem ateşinde sonsuz yanacaklarına inanır. herkes, dinini övmekdedir. propagandalarla, reklamlarla herkesi kendi dinine çağırmakda, böylece kendi dininin doğru olduğuna inanmakda ve herkesi inandırmakdadır. insanın dünya ve ahıret se'adeti, dinine bağlı olduğu için, insan, anasından, babasından öğrendiği dinine bağlı kalmamalı ve propagandalara ve reklamlara aldanmamalı, mevcud dinlerin hepsini incelemeli, bozulmamış, doğru olduğunu anladığı islam dinini öğrenmeli ve bu dine sarılmalıdır. böylece, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar, ahıretde sonsuz cennet ni'metlerine kavuşur. büyük alimler nebi, sıddik ve selman, kasım, ca'fer, bistami, irfan kaynağı oldu, ebülhasen harkani. ebu ali farmedi geldi sonra bu meydana, çok veli yetişdirdi, hem yusüfi hemedani. abdülhalık goncdüvani, ma'rifetler semasında, dünyayı aydınlatdı, hem arifi rivegeri. maveraünnehr ili, turi sina gibi oldu, nurlandıranlardan biri, mahmudi incirfagnevi. ali ramitenidir azizan ve piri nessac, çok keramet gösterdi, muhammed baba semmasi. seyyid emir gilal de, ilm deryasında sadef, andan meydana geldi, behaüddini buhari. ala'üddini attar, zemanının kutbu idi, ya'kubı çerhide oldu zahir, envarı rahmani. ubeydüllahi ahrar ve kadi muhammed zahid, derviş muhammed geldi ve hacegi ile baki. bu şi'rin bir sureti kitabının. sahifesinde mevcuddur. her ism hakkında geniş bilgi, sahifeda başlıyan yazıda mevcuddur. bütün bunlardan gelen, nurlara kendi de katıp, binlerce kalb temizledi, imamı ahmed rabbani. urvetülvüska ma'sum ve seyfeddinle seyyid nur, ve mazherle abdüllah, sonra halidi bağdadi. feyz verdiler bunlar da, sonra bu nuru abdüllah, anadoluya yaydı, hem de tahayı hakkari. hem seyyidi salih de, kardeşin yerini tutup, fenafillaha kavuşdu sıbgatullahi hizani. bu üç velinin sohbetlerinde yükselip, mürşidi kamil oldu, seyyid fehimi arvasi. bu otuzdört velinin kalbleri, bir ayna gibi, yaydılar hep cihana, envarı resulillahi. bütün bu nurlar en son, toplandı bir hazinede, ismi bu hazinenin: abdülhakimi arvasi. gelince kalblere müceddidi elfin feyzi, yetişdi her yerde birer hakiki veli. bu hali görünce mason ile yehudi, müslimanlara saldırdı, canavar gibi. bu hücumları, islamı yok etmek içindi, bunu haber veriyor, maide suresi. hem bu sure, islama müşrikler saldıracak diyor, masonların müşrik olduklarını haber veriyor. meşhur yalanları ile aldatıp cahilleri, ehli sünnetden ayırdılar, binlerce müslimanı. hücumlardan korunur, okuyan, hıfzı ilahide olur, okuyan. resulullah buyurdu ki, . se'adete kavuşamaz, önderi şeytan olan! dostlar, ahbablar kaldı mı, ne oldu anan baban? bir hocamız, mason olmuş, dine çatdı hiç durmadan, ingiliz diploması var, lakin, kafası bomboş nadan. güler yüzle, tatlı dille, bol numara vermekle, arkadaşlarımı aldatdı, yalan sözlerle heman. imanım var diyor, her bozuk inanan, ehli sünnetdedir, iyi bil, hakiki iman! çok şükr islam alimi gördüm, sözleri ilm ve irfan, dedi ki, istigfar, dır. ma'nası, dır. urvetül vüska ma'sumı müceddidi, her namazdan sonra, yetmiş kerre okurdu ve yüzkırkbin talebesine okumasını emr ederdi. dinimi ondan öğrendim, ruhu olsun şadüman! avrupa, hem amerika, kısacası bütün cihan. dinleri bozuk ise de, diyorlar vardır niran! kafirler yanacak, kurtulur ancak iyi insan! iyi insan olmak için, muhammed aleyhisselama inan, cehenneme girmeyecek, bu son peygambere uyan. tarihi dikkat ile oku, ey körpecik nevcivan! mala, makama aldananın sonu olmuş ah, figan. aman ya rabbi, elaman! garib oldu ahır zeman! islamiyyet unutuldu, moda oldu haram, yalan! parisde, profesör olunca, resulullaha çatan, hamidullah kurtulamaz, ebedi azabdan. kitabı, sözlerini yazıyor, çok alçak olduğunu anlar, bunları okuyan. seyyid kutb denilen ahmak da, kendini müctehid sanıyor, mahv olur, doğru sanarak, sözlerine aldanan. ömür geçer, herşey biter, kafirlerin gideceği mekan. karanlık bir çukurdur, arkadaş olur yılan, çiyan, hak teala, bu vatanı pek kıymetlendirdi, toprağının çok yerine mü'minler secde etdi. bu topraklardan gelen, ecdadımızın seslerini duyan, anlar ki, cennete kavuşur, muhammed aleyhisselama uyan. ya rabbi! bu vatanı koruyan kumandanlara yardım et, bu millete hizmet etmeği, herbirine nasib et. mü'minlere hizmet, çok büyük ni'metdir, bu ni'mete kavuşanın gideceği yer cennetdir. müslimanın kabri, cennet bağçesi olur, bu ni'mete kavuşamaz, mü'minin kalbini kıran. vandan gelen bir veli istanbulda, senelerce, bunları hep söyledi, yerleşdi hakiki iman. ankaranın toprağı, binüçyüzaltmışikide, cem'i zıddeyn yaparak, şad oldu hacı bayram. düa edeceğin zeman, silsileyi oku heman! salihleri söyleyince, yağar rahmeti rahman! selam olsun, düa olsun, bu yazardan daima, silsilei aliyyenin ervahına ya sübhan! sonra, bir fatiha ile istigfar düası okuyup, sevabını muhammed aleyhisselamın mubarek ruhuna ve enbiyanın ve evliyanın ve silsilei aliyyenin ve aba ve ecdadının ervahına hediyye ve nurlu kalblerine iltica etmelidir. istigfar düası: dir. erzincan. hakiki müsliman nasıl olur? nasihatlerin birincisi, ehli sünnet alimlerinin, kitablarında bildirdiklerine göre, i'tikadı düzeltmekdir. bu alimler, kitablarında eshabı kiramdan işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. cehennemden kurtulan, yalnız bu alimlere tabi' olanlardır. allahü teala, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükafat versin! dört mezhebin ictihad derecesine yükselmiş alimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük alimlere alimi denir. i'tikadı düzeltdikden sonra, islamiyyete uymak, ya'ni fıkh kitablarının bildirdiği ibadetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lazımdır. beş vakt namazı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve ta'dili erkana dikkat ederek kılmalıdır. nisab mikdarı malı ve parası olan, zekat vermelidir. imamı azam buyuruyor ki, kıymetli ömrü, lüzumsuz mubahlara bile harcamamalıdır. haram ile geçirmemek, elbette lazımdır. teganni ve şarkı ve çalgı aletleri ile meşgul olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehr gibidir. etmemelidir. gibet haramdır. gibet, bir müslimanın veya zimminin gizli bir kusurunu, arkasından söylemekdir. harbilerin ve bid'at sahiblerinin, mezhebsizlerin ve açıkca günah işliyenlerin bu günahlarını ve zulm edenlerin ve alış verişde aldatanların bu fenalıklarını duyurarak, müslimanların, bunların şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslimanlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu iftiralarını herkese söylemek lazımdır. bunları söylemek, gibet olmaz . yapmamalı, ya'ni müslimanlar arasında söz taşımamalıdır. bu iki günahı işliyenlere çeşidli azablar yapılacağı bildirilmişdir. yalan söylemek ve iftira etmek de haramdır, sakınmak lazımdır. bu iki fenalık, her dinde de haram idi. cezaları çok ağırdır. müslimanların ayblarını örtmek, gizli günahlarını yaymamak ve kusurlarını afv etmek çok sevabdır. küçüklere, emr altında bulunanlara fakirlere merhamet etmelidir. kusurlarını yüzlerine vurmamalıdır. olur olmaz sebeblerle o zevallıları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. hiç kimsenin dinine, malına, canına, şerefine, namusuna saldırmamalı, herkese ve hükumete olan borcları ödemelidir. rüşvet vermek ve almak haramdır. yalnız, zalimin zulmünden kurtulmak için ve ikrah, tehdid edilince vermek, rüşvet olmaz. fekat bunu da almak haram olur. herkes, kendi kusurlarını görmeli, allahü tealaya karşı yapdığı kabahatleri düşünmelidir. allahü tealanın, kendisine ceza vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. ananın, babanın, hükumetin, islamiyyete uygun emrlerine ita'at etmeli, islamiyyete uygun olmayanlara isyan etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb olmamalıdır. kısacası, hakiki müsliman, medeni, ilerici insandır. ikinci cild. derdimmektuba bakınız! i'tikadı düzeltdikden ve in emrlerine ve yasaklarına uydukdan sonra, bütün zemanları, allahü tealanın zikri ile geçirmelidir. zikre büyüklerin bildirdiği gibi, devam etmelidir. e, ya'ni kalbin, allahü tealanın ismini sini hatırlamasına, anmasına mani' olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. islamiyyete ne kadar çok yapışılırsa, onu anmanın lezzeti artar. islamiyyete uymakda, gevşeklik, tenbellik artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. islam düşmanlarının yalanlarına, iftiralarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir. ihlas ile yapılmayan ibadetin faidesi olmaz, sevabı olmaz. , herşeyi yalnız allah rızası için yapmakdır. ihlas, allahü tealadan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız onu sevmekle, kendiliğinden hasıl olur. kalbin yalnız onu sevmesine , veya denir. kalbin itminana kavuşması, ancak onu çok hatırlamakla, büyüklüğünü, ni'metlerini düşünmekle olacağını, ra'd suresinin yirmisekizinci ayeti bildirmekdedir. insanda, , ve denilen üç kuvvet vardır. aklın ve nefsin yeri dimagdır. kalbin yeri yürekdir. akl, mekteb dersleri, fen bilgileri, san'at hesabları, mal sahibi olmak, ahireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. isterse düşünür. istemezse düşünmez. aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması caizdir. hatta, çok sevab olur. bunların kalbe sirayet etmeleri zararlıdır. nefs, daima haramları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür. kalbin kendinde hiç düşünce yokdur. onu aklın ve nefsin ve his uzvlarından dimaga ve dimagdan kalbe ulaşan haram şeylerin düşünceleri gelerek, hasta yapar. kalbi bu hataralardan kurtarmak gücdür. bu düşünceler gelmezse allahü tealayı hatırlar, düşünür. ya'ni kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. kalbin allahü tealayı hatırlaması, ismini çok söylemekle veya bir veliyi severek görmekle olur. bir veliyi bulamazsa, ismini işitdiği bir velinin hayatını okuyup öğrenir, onu çok sever. ona yapar. ya'ni hep onu düşünür. bir veliyi görmek, allahü tealayı hatırlamağa sebeb olacağı hadisi şerifde bildirilmişdir. çok mühim tenbih erkek olsun, kadın olsun, her müslimanın, her sözünde, her işinde, allahü tealanın emrlerine, ya'ni farzlara ve yasak etdiklerine ya'ni haramlara uyması lazımdır. bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmağa ehemmiyyet vermiyenin imanı gider, kafir olur. kafir olarak ölen kimse, kabrde azab çeker. ahıretde cehenneme gider. cehennemde sonsuz yanar. afv edilmesine, cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yokdur. kafir olmak çok kolaydır. her sözde, her işde kafir olmak ihtimali çokdur. küfrden kurtulmak da çok kolaydır. küfrün sebebi bilinmese dahi, hergün bir kerre, ya rabbi! bilerek veya bilmiyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim veya bir iş yapdım ise, nadim oldum, pişman oldum. beni afv et diyerek tevbe etse, allahü tealaya yalvarsa, muhakkak afv olur. cehenneme gitmekden kurtulur. cehennemde sonsuz yanmamak için, hergün muhakkak tevbe etmelidir. bu tevbeden daha mühim bir vazife yokdur. kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlara tevbe ederken, bunları kaza etmek lazımdır. danortasına kadar okuyunuz! alemlerin rabbinin mahbubu muhammeddir. cismi pak, ismi ahmed, alemlere rahmetdir. hulki azim sahibi levlake. muhatabı, menbaı ilm, edeb, feyz, nur ve muhabbetdir. odur gerçek vasıta, hak'la kul arasına, sözü şifa ruhlara, adı gönül pasına. odur hakiki tabib, me'yus kalb hastasına, değil kendi, ümmeti, meleklerden yüksekdir. bu en seçkin kuluna, hak yardımcılar verdi, en sevdiği kulları ona eshab eyledi. resulullah: yolları, benim yolum demişdir, asrların iyisi bu asrı göstermişdir. muhammed mustafayı canından çok sevdiler, mal, mülk, makamlarını, uğruna terk etdiler. islamı yaymak için severek can verdiler, yarab, bu ne güzel hal, yarab, bu ne izzetdir. onun bir sohbetinde nefsleri pak oldu. kalblerine ma'rifet, feyz, nur, tecelli doldu. evliya hallerini onlar bir anda buldu, ve hep ona uydular, bu ne büyük şerefdir. onlar hepsi adildir, kimseye zulm etmezler, nefsleri için asla, hilafet istemezler. bu yüzden harb etmezler, birbirini üzmezler, en yüksek makamdalar ve hepsi müctehiddir. eshabı kiram ictihad kitabını ektub tercemesi cil ektub tercemesi cil ektub tercemesi tenbih halidi bağdadi hazretlerinin risalesinden bir kısmın tercemesi kitabından, kader, kaza ve iradei cüz'iyye ile alakalı bir kısmın tercemesi hazreti ebu bekr ile hazreti alinin radıyallahü anhüm birbirlerini medhleri kerbela vak'ası imamı rabbani hazretlerinin hal tercemesi seyyid abdülhakim efendinin hal tercemesi ıımüslimanların iki gözbebeği mukaddime birinci fasl kitabındaki yazılarına cevab verilmekdedir. ikinci fasl. hased edenler ve zındıklar tarafından şeyhayna yapılan iftira ve yalanlara cevab verilmekdedir. kur'anı kerimde beş ilm, hadisi şeriflerde oniki ilm bildirilmekdedir. muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi. islamda ilk fitne imamı rabbani ının cild. mektub tercemesi. eshabı kiramın üstünlükleri, sahabi kime denir muhacir, ensar diğer eshabı kiram resulullahın valileri, katibleri son vefat eden sahabiler hazreti mu'aviye iyi insan olalım, hep iyilik yapalım cil ektub tercemesi muhammed ma'sum hazretlerinin ından altı aded mektub tercemesi hicri kameri seneyi miladi seneye çevirmek nasihat büyük alimler hakiki müsliman nasıl olur? evliya çelebi ve eseri hakkında sayısız yazılar yazılmış ve incelemeler yapılmıştır. çoğu yabancı araştırmacılar tarafından hazırlanan yayınlar sonucunda evliya çelebi ve eseri hakkındaki yanlış kanaat yavaş yavaş silinmeye başlamış, yabancı araştırma ve yayınlar çoğaldıkça ülkemizde de ilgi artmaya başlamıştır. günümüz türkçesi ile ilkcildi yayınlandıktan sonra seriyi tamamlamak farz olmuştur. bu elinizdeki cilt, ilkcilt gibi müellif nüshası değildir. ilk yazma, yani müellif nüshasından yapılanayrı kopyadan hazırlanmıştır. bunlar topkapı sarayı kütüphanesi bağdad, süleymaniye kütüphanesi pertev paşa ve süleymaniye kütüphanesi hacı beşir ağa 'de bulunan kopya yazmalardır. bu üç kopyada da birbirinden farklı yazımlar ve metinler vardır. biz bu metinlerin ortak noktasını bulmaya çalıştık. eskilerin deyimiyle siyak ve sibaka bakarak eksiği tamamlamaya çalıştık. diğer ciltlerde olduğu gibi bu ciltte de takip ettiğimiz usulü şöyle özetleyebiliriz: giyecek, değerli taş, para birimleri, ağırlık ve uzunluk ölçüleri, savaş araç ve gereçleri, sivil ve askeri kurum, makam, rütbe, unvan, lakap, meslek, esnaf, isimlerin birçoğunun bugün bire bir kelime karşılıklarını bulmak imkansızdı. bunlar ya dipnotlar ile ya da eser sonuna konacak bir sözlük ile açıklanabilirdi. bu durumda eserin arkasında sanki ayrı bir tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü oluşacaktı. dipnotlarla metin içine bu sözlüğü yedirmek ise metnin akıcılığını kaybettirecekti. bunun yerine, gerek duyulan yerlerde parantez içinde kısaca kelime karşılığı verildi; ancak bugün yaygın kullanış şekli varsa o tercih edildi. elinizdeki eser bugün okuyucuların rahatlıkla anlayacağı günümüz türkçesi ile yazılmaya çalışıldı. bugün kullandığımız türk alfabesinde yer almayan harfler metinde kullanılmadı. deyim ve terimlerin bazıları, eserin özelliği gereği korundu. evliya çelebi'nin üslubuna mümkün olduğu kadar sadık kalındı. metin içinde geçen başkasının ağzından verilen konuşmalar ile evliya tarafından şive özellikleri korunarak nakledilen bölümler aynen korundu. sadeleştirilmiş metin içinde, hemen her kelimenin bire bir karşılıkları verildi. metnin akıcılığı için bazen cümlede tasarruflar yapıldı, ancak kesinlikle bilgi dışlanmasına gidilmedi. ayet, hadis, arapça ve farsça metinlerin orijinal metinleri veya transkripsiyonları verilmedi, türkçe karşılıkları verildi. ayet ve hadislerin kaynakları ibarenin yanında köşeli parantez içinde gösterildi. orijinal yazmada evliya çelebi'nin bırakmış olduğu kelime, satır, sayfa boşlukları yeni metinde de gösterildi. çıkma ve derkenarlar metnin içinde işaret edilen yerlere yerleştirildi. yazma eserin varak numaraları araştırmacılara kolaylık olması amacıyla metin içinde italik şekilde verildi. türkiye'deki yer isimleri, bugünkü bilinen şekliyle yazıldı. ancak yer isminin ilk geçtiği yerde gerek duyulduğunda bir defaya mahsus olmak üzere parantez içinde ismin orijinal şekli yazıldı. islambol kelimesi istanbul şeklinde değiştirildi, ancak istanbul anlamında kullanılan diğer bazı isimler orijinal şekliyle bırakıldı. yabancı yer ve ülke isimleri bugün türkiye'de bilivıı nen şekliyle kullanıldı. yaygın olmayan yer isimleri ise orijinal şekliyle bırakıldı. türk şahıs adları bugün kullanılan şekliyle yazıldı. ancak ahmed, mehmed gibi isimlerdeki son harfler aslına uygun şekilde bırakıldı ve tye dönüştürülmedi. mehemmed gibi isimler mehmed şeklinde yazıldı. evliya çelebi'nin kendisi için kullandığı hakir sıfatı, bir tevazu sıfatı olarak kullanıldığından olduğu gibi korundu. yabancı şahıs isimleri ise türkiye'de bilinen imla ile yazıldı. yaygın olmayan isimlerde orijinal şekli korundu. arap isimlerinde bulunan terkipler gösterilmedi. dua ve övgü cümleleri sadeleştirildi ve metin içinde italik olarak verildi. çok uzun dua cümleleri metin içinde dua olma özelliği dışında bir anlam taşımıyorsa sadeleştirilmeden italik olarak yazıldı. şiirlerin diline dokunulmadan olduğu gibi verildi. tarih düşürme beyit ve mısraları yanında tarih bulunuyorsa miladi tarihe çevrildi; bunun dışında ayrıca bir hesaplama, hesap kontrolü veya tarih düzeltmesine gidilmedi. atasözleri ve deyimler, yabancı dilde ise türkçeye çevrildi, türkçe ise orijinali ile birlikte parantez içinde karşılıkları verildi hicri tarihler köşeli parantez içinde miladi tarihe çevrildi. orijinal metinde yer alan fihrist, eserin başında yeniden verilmedi, bunun yerine çok genişletilmiş olarak içindekiler ilave edildi. ayrıca eserden kolay yararlanmayı sağlayacak detaylı karma bir dizin hazırlandı. orijinal metinde boş bırakılan bir kelimelik yerler için işareti ile, boş satır miktarı ise noktalar arasında parantez içinde, bizim tarafımızdan ilave edilen yerler de köşeli parantez içinde gösterildi. böylesine zor bir işi yaparken gözümden kaçan hatalarımın okuyucu tarafından hoş karşılanacağını ümit ediyorum. esere güzel bir dizin hazırlayan ruşen deniz'e, eserin yayımlanması için devamlı yardımlarda bulunan yapı kredi yayınları yöneticilerinden aslıhan dinç ve raşit çavaş'a teşekkür ederim. seyit ali kahraman ıX içindekiler mekke ve mina seyahatimin sebebi seyahatnamenin yazılma sebebini bildirir muharreminin on ikinci günü aşura günü idi, asitanei saadet'ten uğurlu saatte allah'ın farz ettiği hac ibadetini yerine getirmek için üsküdar'dan mekkei mükerremeye gittiğimiz menzilleri, köyleri, kasabaları ve büyük şehirleri eserleri ve bütün halleriyle bildirir büyük şehir ve eski taht merkezi bursa eynegöl kasabası'nın özellikleri harguş şehri, yani tavşanlı kalesi'nin özellikleri kütahya şehrinin içinde ve dışında yatmakta olan ermişleri bildirir karahisarı sahip'ten izmir vilayeti'ne gittiğimiz menzilleri bildirir şah ishak kalesi, yani uşşak şehrinin özellikleri germiyan kalesi gedüs'ün özellikleri simav kalesi'nin özellikleri simav şehri ziyaret yerleri ahengeran kalesi, yani demirci şehrinin özellikleri kula şehrinin özellikleri eski alaşehir kalesi'nin özellikleri sarp hisar, yani sart kalesi'nin özellikleri gördüs kalesi, yani koritoz şehrinin özellikleri etrak lehçesi kayacık kasabası kalesi kayacık kalesi'nin özellikleri şahin kayası kalesi'nin özellikleri X akhisar kalesi'nin özellikleri marmara kasabasının özellikleri marmara şehri ılıcasının özellikleri durkutlu şehrinin özellikleri münif kalesi, yani nif şehrinin özellikleri eski pus kalesi, yani duman dağı, sarhan vilayeti, büyük manisa şehrinin özelikleri manisa şehrinin şekli ve yapıları manisa ziyaret yerleri bergama kalesi'nin özellikleri melemen güzelhisarı'nın özellikleri kara foça kalesi'nin özellikleri tarhaniye vilayeti eski melemenye şehrinin özellikleri büyük şehir ve eski taht merkezi izmir kalesi'nin özellikleri allah düşmanlardan korusun bahir kalesi'nin özellikleri izmir yapılarının özellikleri sancak burnu kalesi'nin özellikleri urla kalesi'nin özellikleri karaburun kasabası çarpan ılıcası'nın özellikleri hoşabad kalesi, yani çeşme kasabası'nın özellikleri gül ü gülistan adası sakızistan vilayeti'nin özellikleri büyük şehir kalesi, eski bağ ve gülistan, sakız şehri'nin özellikleri sakız kalesi'nin şekli sakız kalesi'nin içinde ve dışında bulunan yapıları bildirir sığacık kalesi'nin özellikleri sivrihisar şehrinin özellikleri cumaabad kasabasının özellikleri kızılhisar şehrinin özellikleri alman boğazı menzilinde hakirin başından geçenler cemşid tahtı eski ayasluk kalesi'nin özellikleri sultan isa yapısı güzel mabet, ibretlik camiin özellikleri harap bodurine şehri kuşlar yuvası kalesi, yani kuşadası şehrinin özellikleri Xı eski şehir, büyük iskele, sultan polat fethi balat kalesi'nin özellikleri ırkı sus, yani biyankökü özellikleri bildirir mandaliyat kasabasının özellikleri söke kasabasının özellikleri şirin şehir aydın güzelhisarı kalesi'nin özellikleri aşağı büyük şehrin hane ve imaretlerini bildirir bal pınarı yaylağı'nın özellikleri süleyman han nazargahı, yani bal pınarı övgüsü büyük şehir, eski taht merkezi, sire yapısı, yani büyük tire şehrini özellikleri tire şehri içinde mahalle camilerini bildirir tire şehrinin etrafında olan mesiregahları bildirir kara kadı kasabasının özellikleri yenice kasabasının özellikleri tire şehrinde yatmakta olan evliyaların ziyaretlerini bildirir bayındır kasabasının özellikleri eski birgi kalesi'nin özellikleri birgi yaylası bozdağ adlı yaylaya gittiğimizi bildirir bozdağ yaylağı'nın özellikleri erbain dağı'nın özellikleri keles kazası'nın özellikleri balyambolu kasabasının özellikleri eski köşk şehrinin özellikleri donduran kasabasının özellikleri amasya kazasının özellikleri sultanhisarı kalesi'nin özellikleri incir vatanı, şirin nazlı kalesi'nin ve şehrinin özellikleri nazilli kasabası pazarı kuyucak kasabasının özellikleri saray kasabası yani ezineabad kazası honaz kalesi'nin özellikleri darı ma kalesi denizli şehrinin özellikleri ışıklı kasabasının özellikleri şahin yuvası davaz kalesi'nin özellikleri muğla kalesi'nin özellikleri kara bağlar ula kalesi'nin özellikleri Xıı yerkeseği kasabasının özellikleri bozöyük kasabasının özellikleri eskihisar kalesi'nin özellikleri cemşid tahtı, büyük şehir milas kalesi'nin özellikleri tütün yurdu peçin kalesi bodrum kalesi'nin özellikleri ısbat kalesi'nin özellikleri narenciye adası istanköy kalesi'nin özellikleri istanköy kalesi varoşunun şeklini bildirir pili kalesi'nin özellikleri andimahi kalesi'nin özellikleri kefaloz kalesi'nin özellikleri istanköy kalesi kiliseli kalesi gereme kalesi'nin özellikleri gökova kalesi'nin özellikleri kuruhisar kalesi marmaris kalesi'nin özellikleri sönbeki adası'nın özellikleri sönbeki adası kilidülbahir, sağlam set, dayanıklı rodos kalesi'nin özellikleri hakir bu rodos'u hendek kenarınca temaşa ederek bir kat daha adımlamışımdır, onu bildirir ibretlik arap kulesi'nin şekli mendirek kulesi'nin şekli bekir paşa çeşmesi'nin tarihi frenk hisarı, yani iç kale'nin şekli hazreti yahya aleyhisselam'ın şehit edilmesinin sebebini bildirir bu şehrin içinde ve dışında olan ziyaretgahları bildirir lindos kalesi'ne gittiğimiz konakları bildirir sindos dağı'nda lindos kalesi'nin özellikleri sakız denizi içinde olan adaları bildirir boğazhisar'dan içeri istanbul denizi sayılır mekri kalesi'nin özellikleri gezip dolaştığım ve birbirlerine komşu olan kazaları sırayla bildirir X sırlar mahremi, ali aba dervişi hazreti abdal musa baba sırrı aziz olsun özelliklerini bildirir finike kalesi'nin özellikleri azrasan kalesi'nin özellikleri eski şehir, elma yurdu elmalı'nın özellikleri ıstanaz şehri yaylağının özellikleri şirin ısparta şehrinin özellikleri adalya kalesi'nin özellikleri teke karahisarı kalesi'nin özellikleri güvercinlik kalesi'nin özellikleri manavgat ırgat kasbası alaiye kalesi'nin özellikleri mamuriye kalesi'nin özellikleri kızılhisar kalesi'nin özellikleri firişke köyü ermenek kalesi'nin özellikleri ılısıra kalesi'nin özellikleri gafirbat, kafirabad kalesi'nin özelliklerilarende kalesi, yani iman yurdu karaman şehrinin özellikleri mut kalesi'nin özellikleri zenbur kalesi'nin özellikleri takyanus tahtı silifke kalesi'nin özellikleri akliman kalesi'nin özellikleri başımızdan geçen büyük tehlike eski takyanus tahtı ve kara görgüs kalesi'nin özellikleri eski tarsus kalesi'nin özellikleri ramazaniye, yani adana kalesi'nin özellikleri misis kalesi'nin özellikleri şahmaran kalesi'nin özellikleri süslü isneyn kasabasının özellikleri sarvanlı kalesi'nin özellikleri maraş kalesi'nin özellikleri sadrı baz yani besni kalesi'nin özellikleri şirin kale, yeryüzünün gelini, ayntab şehrinin özellikleri kilis şehrinin özellikleri eski azez kalesi'nin özellikleri benzersiz eski yapı halebü'şşehba kalesi'nin özellikleri Xıv büyük şehrin ne şekilde ve ne halde idiği bildirilir haleb şehrinin yakın ve uzağında ziyaret ettiğimiz peygamber ve velileri bildirir hanı yetiman kalesi'nin özellikleri selmin kasabasının özellikleri rahat havalı riha kasabasının özellikleri yekfelun kasabasının özellikleri idlib kasabasının özellikleri şuur kalesi'nin özellikleri behluliye köyü latikıye kalesi'nin özellikleri cübeyle kalesi'nin özellikleri sultan ibrahim ibn edhem ziyaretgahının özellikleri betis kalesi tartus kalesi'nin özellikleri zenan adası'nın özellikleri sevimli hüsnabad kalesi'nin özellikleri kaliat kalesi'nin özellikleri ham kalesi, yani trablusşam'ın özellikleri trablusşam şehri ziyaret yerleri maan kalesi cübeyle kalesi'nin özellikleri hazreti ibrahim köprüsü muz yurdu, beyrut kalesi'nin özellikleri sayda kalesi'nin özellikleri eyaletinde olan sancaklar bunlardır ki yazılır sayda velilerinin ziyaret yerleri kasımiye kalesi'nin özellikleri ibretlik re'sü'luyun'un özellikleri sur kalesi'nin özellikleri hazreti yakub oğlu yahuda oğlu hazreti sayyah ziyareti efendimiz hazreti ali ağacı ziyareti keremallahu veche aynü'zzeytun ve aynı mirun köyü'nün özellikleri yahudi yurdu safedi safet kalesi'nin özellikleri safet ziyaret yerleri taberistan vilayeti aynı tüccar kalesi'nin özellikleri cinin kalesi'nin özellikleri evvela bismillah ile o halıkı kevneyn hazretine sonsuz şükür ve sayısız övgü layıktır, ihsanı ve minnetsiz sofrası ay ve yıl, sabah ve akşam, zengin ve fakir, yaşlı ve genç herkese nimeti boldur. alemlerin rabbi hazreti rezzak'ın ezeli hükmü bunun üzerine yürümektedir ki insanların ve cinlerin yaratıcısı ve rızık vericisidir, takdir eylediği rızıklarını verir. allah'ınkadrinigereğigibitanıyamadılar ayeti üzere rızık vericidir, bütün yarattıklarının rızkını verir ki bu ayet de buna delildir, şüphesizrızıkveren, sağlamkuvvetsahibiolanancakallah'tır buyurmuşlardır. ve yaratılmışların en şereflisi ki konuşan canlı beniademdir ve konuşmayanlar bütün mahlukat ve hayvanlardır. onlar için yeryüzünde insanın nafakasından önce yetişmiş olan otlar ve bitkiler vardır. bu hayvanlar için önce arpa ve yulaf bitirdi ki yeryüzündehiçbircanlıyokturkirızkıallah'aaitolmasın ayetince onlara da takdir ettiği nafakalarını verir. hatta karanlık gecede kara taş üstünde kara baş kara karıncanın kadrince nafakasını veren rabbü'lalemin'dir. hatta bu ayetlerin mazmununca şeyh sadi buyururlar ki,. eykerimikiezhızaneigayb, gebritersavazifehordari, dostanrakücakünimahrum, tukibadüşmenannazardari beytleri üzere kulların rabb'idir. : razıkubita'bhudayıkerim halıkıcennetina'imümukim bu beytlere ve kesin naslara tam inançla inanıp hemen cenabı hak'tan dünyada güvenlik ve ahirette iman ricasında olup seyahat aleminde bir kamil mürşid arardım ki güç kuvvet ve vücut sermayesi elde iken ahiret tüccarı olup bu cihanı gezerek herkesten ve her şeyden el çekip dünya pisliğinden el yuduk. zira bütün rızkımız allah üzeredir. : halıkdanutanummasakınrızkınıhalkdan errızkutevekkeltüalallahunutma deyip bu öğütleri kulağıma küpe ve vücudumu kulağı halkalı köle gibi fakr u faka ile kalp zenginliği hasıl edip bunlardan ümidi kestim. o allah'a yüzlerce hamd ve sena olsun, salat ve selam onun üzerine olsun ki insanlığın ilk başlangıcı ve kevn ü mekan onun bediü'lbeyan ihtiraından bir risaledir. mukaddimesi muhammedi nübüvvetin neticesidir ki buyururlar: hadis adem su ile toprak arasındayken bir peygamberdir ol nebilerin sonuncusudur. ama bütün nebilerden evvel seyyidü'lkevneyn'in ruhu yaratılmıştır. bütün nebilerden yine önce ümmetiyle cennete girecektir. sayısız övgü o'na, evladına, ashabına, zevcelerine, ehli beyti ali aba ve çaryarı güzin üzerine olsun ki böyle bir peygamberler şahının ümmetindeniz. allah'a şükür. islam padişahına hayır dua ve övgü: sultanlar seçkini sultan oğlu sultan sultan ibrahim han oğlu sultan ıv. mehmed han'a allahsaltanatınıvemülkünükıyametekadarebedikılsın sayısız ve kıyassız hayır dualar ederiz. zira sultanlar kanununda yazılı ve melikler geleneğinde vardır ki her işte, her fikir ve zikirde allah'ın gölgesi padişahın övülmesinde sayısız sevap vardır. allah'a hamd olsun böyle cem haşmetli, adaletli padişahın kutlu zamanlarında veziriazamı ve büyük serdarı olan köprülüzade fazıl ahmed paşa ile sene tarihinde girit adası'nda fethi geriye kalan ve venedik elinde olan kandiye kalesi'ni üç sene peyderpey kuşatıp bilek kuvvetiyle döve döve tarihinde fethettik. hamd olsun göllük adlı tabya üzerinde ilk fetih ezanı bu hakire nasip oldu. oradan mora adası'na geçip manya kalesi'ni de fethedip istanbul'da istirahate çekildim. ancak gönülden mukaddes topraklarda mekkei mükerreme ve ravzai mutahhara taraflarına gitmeyi arzu ettim ama bir muvafık dost olsa diye köşe bucak arardım. allah'ın hikmeti, mekke ve mina seyahatimin sebebi bu hakir evliya gençlik çağlarında bu beden kuvveti devam ederken bakış kuvvetimle her ne tarafa bakış oklarını yayıyla çekip atsam o an hedefi vururdum. allah'ın emriyle yaz kış ne tarafa gitsem elbette o diyara ulaşırdım. ancak istanbul'daay konaklayınca dünya başıma zindan oldu. sonundasenesi kadir gecesi'nde merdan himmetini rica edip evliya ve enbiyanın mübarek ruhlarından yardım talep edip eba eyyubı ensari hazretlerini ziyarete gittim. zira allah'ın elçisi hazreti muhammed mustafa buyururlar ki, hadis, allah'ın resulü sallalahü aleyhi ve sellem buyurdu: işlerinizde kararsız kalırsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz. hamd olsun ziyaret edip mübarek ruhları için bir yasini şerif okuyup sevabını ruhlarına bağışlayıp ruhlarından yardım talep edince, yardım hak tarafından yetişti. o gece yalnızlık köşesinde gözüm yaşlı, gönlüm buruk, riyasızca uykuda yatarken rüyamda üstadımız evliya efendi ki kur'anı azim hafızı, şeyhler şeyhi takrib sahibi, kura sahibi ve sultan ahmed ve sultan mustafa imamı idi, onları gördüm ve sultan süleyman han nedimi, dergahı ali kuyumcubaşısı babam derviş mehmed zılli ağa'yı ki ikisi de şanlı dervişler idi, bunları rüyamda görüp mübarek ellerini öptüm. hayli konuşmalardan sonra üstadımız evliya efendi bu ayeti okudu. ayet: oralardagecelerivegündüzlerigüveniçindeyürüyün ve bu ayeti de okudu allah'ın rahmetinin eserlerine bak deyip bu ayeti şerifler ile hareket eyle buyurdular. babam mekanıcennetolsun bu ayeti: deki: yeryüzündedolaşın da. okuyup, oğul sana tembihim budur: hadis, allah'ıniyiliklerinidü şününüz, allah'ınzatınıdüşünmeyiniz deyip öğütler verip dua ve senadan sonra fatiha suresini okudular. ve babam mübarek ellerini vücudumun her yerine, bütün uzuvlarıma sürüp tüm bedenime üfürdüler. ve yine babam kulağımı sıkı çekip ebced okuyan mektep çocuğu gibi enseme bir pehlivan tokadı vurdu ki kafatasım nahcivan demiri gibi çın çın ses verdi. ve buyurdular ki, iki yerden bir gayret kuşağını kuşanıp mahremi raz ol. her ne tarafa gidersen, hemen sağ ol buyurdular. ve üstadımız evliya efendi, yürü, alemi beden sıhhati ile gezip dolaşıp yardımcın malikü'lmülk olsun buyurduklarında hemen uykudan uyandım. sanki bu hakir bir başka vücut sahibi olmuşum. tüm vücuduma başka bir kuvvet gelmiş ve gönül gözü aydınlanıp can evi güm güm öter. sabah olunca hemen sefer hazırlıklarına başladım. allah'ın hikmeti o gün azmizade haleti efendi merhumun talebelerinden sa'ili çelebi hanemize teşrif buyurdu. : ruzııydolduomehhanemekıldıteşrif merhabaettibenimlededieyyamışerif birbirimiz ile öpüşüp görüşüp hoş beşten sonra o vefalı, evsiz diyarsız dost, ey benim kardeşim. niçin böyle üzüntülü ve kararsızsın. gel senin ile gezginlik edelim, arabistan ve hindistan diyarına gidelim. ola ki cenabı bari bize bir tarikat önderi, tahkik ehli kamil mürşit, gam ortağı bir dost, vefalı bir sadık yar verir. şimden geri hak yoluna yönelip ikram denizi nazar sahibi ve bir şifa eli bulup ahiret tüccarı olup alem seyyahı olalım deyince içimde yer edip işte budur bana yar ve yoldaş olacak diye önceyoldaş, sonrayol deyip candan gönülden sevindim. ve ikimiz arasında haramlardan ve keyif verici şeylerden hiçbir şey kullanmamak üzere yemin ettik. hakir, ey can beraber kardeşim, bu alçak dünyanın çok elemlerini ve çok sıkıntılarını atlayıp geçmişim ve zehirli tasından ciğer kanı içmişim. bukalemun renkli çark elinde ciğerim döne döne kebap ve gönül kanından kabağım şarapla dolmuştur. : belatennurusinemdirciğerciğimkebaboldu cefameyhanesiiçrekabağımpürşaraboldu deyip başımdan geçenleri anlattım ve kendisine seferin ve gezinin sıkıntılarını, zorluklarını ve acılarını bir bir anlatıp öğüt yollu sözler ettim. o dostumuz olan sa'ili çelebi öğütlerimize razı olup o da yolculuk, birfersahdaolsacehennemdenbirparçadır ifadesini anlayıp hicaz'a doğru yola çıkmaya hazır oldu. seyahatnamenin yazılma sebebini bildirir evvela kara ve denizler gezgini yaratıcı ve rızık vericinin kullarının en zayıfı, alem seyyahı, riyasız evliya'nın babası dergahı ali kuyumcubaşısı derviş mehmed zılli, has altından rahmet oluğunu inşa edip sultan ahmed han fermanı ile surre eminliği hizmetiyle mekkei mükerreme'de kabe çatısı üzerine altın oluğu koyup selametle istanbul'a geldiğinde hakire mekkei mükerreme nasip olması için hayır dua etmişti. bu hakir gençlik çağlarında ve bekar idim. ama hamd olsun anadan doğduğumdan beri haram olan ve keyif verici maddelerden hiçbir şeye bulaşmamış, bir çeşit temiz toprak idim, ancak seyahat etmeye istekli idim. sonunda asıl vatanımız olan beldei tayyibe yani istanbul'u terk edip ve doğum yerimizden ayrılarak yol sıkıntısını ve şiddetli soğuk ve sıcakları tercih edip gurbet ellerde ilim öğrenir ve sanat sahibi oluruz, o hava ve hevesle ülkeleri ve beldeleri gezip cihanı dolaşırız, diye ayet: oralardageceleriyürüyün mazmunu üzere yedi iklimin ibretlik, hayret verici ve görülmeye değer olan eserlerini dikkatle ve insafla görmeye gayret ettim. öyle olsa gönül halim ile müşavere edip, seyahat sırasında nazik ömrün niçin gider? hem seyahat, hem ziyaret ve hem ticaret ola diye zorluğu tercih edişim bakımlı ülkelerin ibretlik eski eserlerinde han, cami, medrese ve mamur eserlerini gezip görmekle ve arzı beledi ve uzun günü ile muharrir gibi bütün eserlerini yazmaya gayret eyledim, ki himmetinyüceliğiimandandır. bu doğru söz bazı acayip ve gariplikleri de saba süratli atıma binip yedi iklimi, yedi seyyare gibi felekleri devredip burç burç gezip dolaşarak, menzilleri katedip merhaleleri uçarak cevahir dil kalemimi söze getirip kah beldelerin özellikleri, kah peygamberlerin ziyaret yerleri ve kah da kur'an okuyarak saat, derece, dakika geçtiğimiz kaleleri ve dağları hey'et ilmi üzere papamonta, coğraflar, minor ve atlas kitaplarında yazdıkları üzere hakir de dünya şeklini yazmaya gayret edip kalemimi ele aldım. ve seyahat günlerimizde bu yeryüzünde nice nice bin garip mekanlar ve dünya eserlerinden nice kez acayip hadiseyi görüp unutmak gailesinden oluşan insan olmamız hasebiyle hatırdan uzak ve belki meşhur şeylerin isimleri unutulup üstü örtülmeye, diye öğrenerek, görerek ve yaşayarak bilgiler elde ederek gezip gördüğümüz tanrı eseri tabiatı ve ibretlik yapıları yazıp zaptettim. hatırda tutulması zor olan şeyleri insanlara akılları ölçüsünde konuşunuz sözü üzere elimizden geldiğince anlaşılır ifadelerle yazmaya başladım. sonunda bütün araç gereçlerimizi hazır edipkölemiz, can dostumuz yoldaşımız vebaş küheylan atlarımız ile bu hakir, kusurlu, fakir, kara ve denizler gezgini bir gün gemiye binip geminin yelkenlerini açıp derya üzere muvafık hava ile istanbul'dan arzı mukaddes toprağı olan üsküdar tarafına yönelip hamd olsun kolaylıklamilde önce, büyük şehir, eski belde üsküdar, yani eskidar allahgece vegündüzkorusun: eskidar'dan bozma üsküdar derler, ama bozulmuş şekli tercih edilir. daha önce sultan murad dönemi yazılırken ayrıntılı olarak yazılmıştır. muharreminin on ikinci günü aşura günü idi, asitanei saadet'ten uğurlu saatte allah'ın farz ettiği hac ibadetini yerine getirmek için üsküdar'dan mekkei mükerremeye gittiğimiz menzilleri, köyleri, kasabaları ve büyük şehirleri eserleri ve bütün halleriyle bildirir cenabı bari yari kılıp sıhhat ve selametle sağ salim yine asıl vatanımız olan istanbul'a ulaştıra bu hakir evliya'yı, evliya venebilerhakkı için, aminyamu'in. evvela bu cilt müsveddesi şu yüzden yazılır ki üsküdar şehrindegün konup ka labalık bir topluluk ile üsküdar'dan bismillah ile doğuya yönelip kadıköy'ü ve bostancıbaşı köprüsü'nüsaatte geçipsaatte daha, kartal köyü menzili: yanko ibn madyan zamanında büyük şehir imiş. emevilerden abdülmelik, istanbul'u kuşattığında bu şehri harap etmişlerdir. sonra yıldırım han zamanında kartal koca, ıvaz hoca ve pendik koca fethettikleri için bu belde kartal koca'ya verilmişti, onun için kartal derler. daha önce bağdad, basra ve lahsa'ya giderken bu yollar ayrıntılı olarak yazılmıştır. oradansaatte, pendik köyü menzili: muğlavi pendik koca fethettiğinden onun ismini almış, deniz kıyısında gayet mamur beldedir. bu da anlatılmıştır. oradan kalkıp kah deniz kıyısı ve kah dağlardan yağmur ve çamur çekereksaatte, gebze kasabası menzili: isim verilme sebebi den bozulmadır. fatih sultan mehmed zamanında yol güvenliğini sağlamak için imar olmuştur. daha önce elli kere geçilip yazılmıştır. mısır valisi efendimiz bu şehirden geçerken askerleri susuzluktan mecalsiz kalıp paşa malındanrumi kese harcayıp allah rızası için bu şehir içinde dört köşe bir abıhayat çeşme inşa edip gelen geçenleri kerbela çölü şehitleri ruhu için suladı. bu büyük hayır işi bir padişaha ve bir vezire nasip olmadı. o yeni yapı çeşmenin kemerleri üzerinde tezhipli ve lacivert celi hatla ham mermer üzerine tarihi yazılmıştır. hayli çelebi güftesi: hayliyadilteşnelereylernidatarihiçün aynıibrahim'denkılnuşmaizemzemi sene bu şehir gayet yüksek yerde olmakla su gelmesi imkansız olup şehrin kuzeyinde bir ok menzili uzak yerde büyük bir su kuyusu kazıp ondan dolaplarla atlar gece gündüz çekip şehir içinde ibrahim zemzemi mahzenleri ile tatlı su dolar. tanrı kulları ondan susuzluklarını giderip hayrat sahibi ebülhayr gazi ibrahim paşa ki, kandiye kalesi sulhunu sağlayandır, ona hayır dualar ederler. sonra bu şehirden kalkıp doğuyasaat gidip, içnzili: daha önce anlatılmıştır. buradan gemilere binip muvafık hava ilemil izmit'e doğru gidip karşı tarafa geçip, dil herseği kasabası menzili: fatih sultan mehmed han zamanında hersekli vezir ahmed paşa yaptığından hersek ismiyle isimlenmiş güzel bir kasabadır. 'dedil iskelesi ve bu kasaba anlatılmıştır. ancak hanedan sahiplerinden hasodabaşı sefer ağa, hatemi tay ve caferi bermeki sofrası sahibi cömert adamdır. oradan kıbleye doğru kırk geçit adlı tehlikeli derbent içindekere yalak deresi'ni geçip tatlı canımızdan bıkarak, yalakabad kalesi'nin özellikleri: tarihinde rum keferesi elinden zorla bizzat osman han oğlu sultan orhan fethidir, kara mürsel bey ve dedemiz yakub ece bey ile birlikte. bir geniş dere içinde, dört tarafı havaleli, dört köşe şeddadi taş yapı bir kaledir. içinde bölge halkının koyunları kışlar. çoban yatağı, harami durağı ve tüccar tuzağı yerdir. etrak taifesi bu kaleye yalak deresi derler. bunu geçip yine dere ve tepeler içindesaatte, derbend köyü menzili: daha önce bütün reayaları kefere idi. tamamı islam ile şereflenip bütün örfi vergilerden muaf, müsellem ve müslim oldular. adet kiremitli evleri, camii ve hanları var, ama gayet mamur olacak bir güvenli yerdir. oradan yine kıbleyesaat izmit sancağı sınırında, çığalı köyü ve nice mamur köyler daha geçip iznik gölü kenarında gidereksaatte, iznik kalesi menzili: daha önce anlatılmıştır. burada atamız yakub ece bey camii'ni tamir edipbin akçe harcadık. bu mahalde hakir kervan halkından ayrılıp bursa yoluna girip iznik'ten lodos tarafına arnavut yaylağı'nı, sultan selim han'ın kardeşi şehzade sultan ahmed'i yenip şehit ettiği yerdir, onu geçipsaatte, yenişehir kasabası: gazi hudavendigar yani bursa sancağı hükmündeakçe şirin kazadır. nahiyesiköydür ve hükmündedir. şehri geniş bir öz içindedir. mahalle vemihraptır. bunlardan kalabalık cemaate sahip çarşı içinde paşa camii, yüksek bir kubbeli ve eski tarz kurşun örtülü aydınlık camidir. kıble kapısı üzere tarih: büniyebisemti'lömri'libtida, mütemmenaliyyenrecae'rrıza, nazarnailabeytihirabba'lhalaku, fekadverrahnahulihayri'lbina. sene vemescit daha var. ve bu camiin bir imareti var, gelen geçenlere gece gündüz nimeti boldur. veadet sıbyan mektebi, adet dükkanı, adet kurşunlu hanı, bedesten gibi iki tarafı demir kapılıadet başka dükkanı, medrese vedarülhadisi vardır. bütün bu eserler cami sahibi gazi paşa'nındır. bu yapıların tamamı kurşun örtülüdür. hayli uzak mesafeden gömgök kurşun örtülü görünür bir şehirdir. büyük hanı kale gibidir. camii avlusu uzun ağaçlarla donanmıştır. paşa çarşısından başka şehir içinde olan çarşı da büyük ağaçlarla doludur, bir hıyaban çarşıdır ki her köşesi gölgeliktir. vehamam vardır, ikisi lala hüseyin paşa'nındır, biri sultan postinpus baba hazretlerinindir. bu şehirdeadet kiremit örtülü hane vardır. bağı ve bahçesi cihanı tutmuştur. suyu, havası, ekinlikleri ve ovası güzel türkistan şehirlerinden bir süslü şehirdir. ali aba yolcusu şeyh hazreti postinpus baba ziyareti: horasan erenlerinden ulu sultandır. bursa yolunda şehrin dışında kılıç dede, imam dede ve postin baba türbesinde orhan gazi oğlu şehzade medfundur. sırrıazizolsun. şehir ayanından deli hüseyin paşa'nın kethüdası abraş köse veli paşa bu şehirlidir. engürü sancağı kendine verilip memleketini görmeye gelince bu şehirde görüştük. at, top hünkari kırmızı sof veguruş bağışladı. emir hasan oğlu seyyid çelebi'yle vedalaşıp bu şehirden lodos tarafına düz sahralar içinde bağlı ve bahçeli şenlikli köyler geçereksaatte, domboz köyü: bursa nahiyesidir. haneli, camili ve kiraz bahçeli köydür. oradan yine bursa ovası içindesaatte, kestel kalesi: tarihinde orhan gazi fethidir. bir yüksek tepe üzerinde bir küçük viran kaledir. hassı hümayundan ayrılıp vani efendi'ye has verilmiştir. kale, saraylar, cami, medrese, tekke ve dükkanlar yapılıp mamur kasaba oldu. haftada bir kere pazar durmak ferman olunup büyük kalabalık olur. onu geçip yine lodos tarafınasaatte, büyük şehir ve eski taht merkezi bursa daha önce tarihinde uzun uzun yazılmıştır. şimdi yeşil imaret'te zeynelabidin ağa'nın hanesinde konuk olup bursa mollası altıparmak efendi'denguruş, bir çuka, kumaş veçift ipek yastıklar bağışladı. ve manisalı mustafa ağazade'nin hazinedarı süleyman çelebi'den de kıymetli yastıklar hediye olup bir hafta bursa'da zevk ü safalar edip bütün dostlarla vedalaşıp bursa'dan ayrıldık. kaplıkaya deresi adlı yere gelip hazreti emir sultan'a yine veda ziyaretinde bulunduk. kaplıkaya deresi, keşiş dağı'ndan inip bursa ovası içinde akan nilüfer nehri'ne karışır. buna yakın delice nehri de keşiş dağı'ndan doğar, bu da yine nilüfer nehri'ne karışır. sonra ulucaklı beli adlı korkunç ve tehlikeli derbendi selametle geçipsaatte, aksu kasabası: bursa nahiyesidir. keşiş dağı'nın doğu tarafı sonunda bir dereli ve tepeli yerde, dağ eteğinde, adet kiremit örtülü bağlı ve bahçeli evlerdir. ve eynegöl kazası subaşılığıdır. yerleşimi aksu nehri'nin iki tarafına kurulmuş kasabacıktır. tamamımihraptır. veküçük camii var, kapısı üzere innemaya'mürümesacidallahallah'ınmescitleriniancak. olanlarimarederler. ayeti yazılmıştır. hamamı vedükkanı vardır. bu aksu, keşiş dağı'ndan doğup nilüfer nehri'ne karışır. bu şehirden yine doğuya doğru gidip kadimi bel dedikleri haramilerin pusu yerlerini geçip saatte, eynegöl kasabası'nın özellikleri tarihinde rum keferesi elinden sultan osmancık fethidir. bursa sancağı'nda paşa hassı voyvodalığıdır. veakçe yüksek kazadır. köyü vardır. şehri bir ulu öz içinde irem bağı gibi bir mamur ve süslü türk halkı kasabasıdır. ama gayet bolluk şehirdir. ve halkı garip dostlarıdır. herkes ile güzel geçinmeleri ile meşhur olmuşlardır. ve bütün şehrimahalle ve bin kiremit örtülü donanımlı ve süslü eski hanelerdir. ve tamamımihraptır. kalabalık cemaate malik çarşı içinde ishak paşa camii, büyük yapıdır. ishak paşa medresesi, alimler arasında meşhur medresedir. ve bir mükellef hanı ve bir hoş havalı hamamı vardır, hepsi ishak paşa'nın ve kurşun örtülü mamur yapılardır. ve bir cami de eski yapı, büyük mabet, yıldırım han camii kiremit ile örtülüdür, kurşunlu değildir, ama acayip ruhaniyetli dua kabul olacak camidir. bu camilerden başka mescittir. vemedrese, tekke, sıbyan mektebi, hayat suyu çeşmesi ve bir yıldırım han hamamı vardır. dükkanları vardır. haftada bir bu şehir içinde çevre köylerden nice bin adam toplanıp büyük pazar kurulur, her çeşit meta bulunup alışverişler olur. bu şehir inegöl ovası'nın tam ortasında bir yüksek yerde olmakla suyu ve havası hoş olduğundan al yanaklı mahbubesi olur, derler. eynegöl ismi ezine günden gelme bir isimdir. bu şehir ilk defa fethedildiğinde ezine günü imiş yani cuma imiş. onun için ezine gününden bozma, etrak kavmi ze harfini kaldırıp sözü basitleştirerek eynegöl derler. ve hala bu diyarlarda camilere eyne damı derler, yani cuma camii demek olur. ilk defa cuma göl kenarında kılındığı için eynegöl derler. gölü ara sıra kuru olur. bu şehrin has ve beyaz ekmeği ve camız kaymağı meşhurdur. bu şehrin yıldız tarafına bursa yenişehri ki, yukarıda yazılmıştır, saat yerdir. bilecik kasabası bu şehrin doğu tarafına kurşunlu dağlarının ahi baba yolundansaat yerdir. adı geçen kasabalara kadar bu arada olan dağ ve taş, sahra, bayır ve kaş, bakımlı ve şenlikli köylerdir. tamamen etrak kavmi sakinlerdir. gafil gitmemek gerek, zira eşkıyası bir av alıp keşiş dağı'nda karar edip ruhban olur. inegöl ziyaretleri: evvela kasım baba sultan ve siraceddin baba. ve ishak paşa sultan, ermişlerden olup allah yolunda cihat eden gazi vezir imiş. camiinin mihrabı önünde taştan bir çeşit küçük köşk vardır, onun içinde yatmaktadır ve halkın ziya ret yeridir. genellikle saralı kimseler ziyaret eder, allah'ın emriyle şifa bulurlar. ve ahi yusuf baba sultan ve güneye yarım saat yakın yeğen gazi sultan, büyük bir türbede yatmaktadır, büyük ziyaret yeridir. sırrıazizolsun. sonra bu şehir ayanından koca imam efendi, oğlu ve celeb ali ağa ile vedalaştık. türkistan olmakla yoldaşlar alıp kıble tarafına hamamlı köyü boğazı tarafına yarım saat gittik ve ılıca nehri'ni atlar ile geçtik. bu nehir de keşiş dağı'ndan doğup nilüfer nehri ile kapıdağı yakınında rum denizi'ne karışır. bir küçük nehir de hamamlı dağlarından ve kurşunlu dağlarından toplanıp akarak bursa ovası'nda nilüfer nehri'ne karışır abıhayattır. bu nehirleri geçipsaatte, zal derbendi köyü menzili: inegöl nahiyesi köylerinden evli mamur etrak beldesidir. gayet derbent ağzında olmakla tüm vergilerden muaf olan bir alay müsellimlerdir. bundan iki pamukçu türkü yoldaşlar alıp sabahleyin yola çıktık. domalic dağı adlı tehlikeli geçidi allah'asığındık deyip sarp ormanlık ve gölgelik içine girdiğimizde bize yoldaş olan türkler yollar güvenlidir ve bu yoldan gayri sağa ve sola sapar yol yoktur, varın sıhhat ile deyip ormanlık içine girip kayboldular. hakirin başından geçenler: biz de tanrı'ya sığınıp seher vaktinde dağlar aşıp gittik. öyle bir dağdır ki dağ dağ üstüne yeşillik bağlardır. bütün hizmetçilerime ve yol arkadaşlarıma, hepiniz aletlerinizle hazır olun diye tembihleyip kendi dünyama dalarak at üzerinde okuyarak yola devam ettim. saatte o yüce dağın yarısına çıktığımızda sıcağın şiddeti artmıştı ve hava tatlı idi. birden sağ tarafımızdaki ağaçların yaprakları üzerine yağmur yağmaya başladı. ancak başka tarafta bir damla yağmur belirtisi yok. havaya baktık, bir de ne görelim, göklere baş kaldırmış bir ağacın en tepesinde bir dal üzerine bir adam oturmuş, dört tarafına, gelenlere gidenlere bakar. meğer zavallı herifin ağaç başında idrarı sıkışmış. rahatlamak için ağaç tepesinden çişini bırakmış. ağacın yaprakları üzerine inmeye başlayınca biz onu yağmur sandık. garip herifin asla bizden haberi yok. biz de bildik ki bu adam haramilerin gözcüsüdür. bazı hizmetçilerimiz, şuna bir iyi kurşun vuralım dediler. ben izin vermedim, yüksek dağın tepesine çıkmaya çalıştık. bütün silahlarımıza sahip çıkıpatlı ile geriye kalıpkölemleatı öncü olarak gönderdim. biz adamın bulunduğu ağaçtan epey uzaklaştıktan sonra adam uyandı ve ağacın tepesinden, bre habib, bre budak ne uyursunuz. hey rezil herifler, işte gerisi ve ilerisi yok. bir pişmiş helva gitti. acele edin, bre şunlara erin diye bağırdı. hepimiz bu bağırışı duyup hazırlandık. atları ileri sürün, bize bakmayın deyipatlı bir araya gelip dört tarafımıza bakınarak dağın tepesine çıkmaya başladık. kölelerimden biri, ağa, geriden eli mızraklı, boğazında kara poşulu siyah atlı bir adam sol yanımızın alt yanından yokuş yukarı atını sıkıştırarak gelir deyince asla arkamıza bakmayıp yola devam ettik. tam bu atlı alt yanımızda bizim hizamıza gelince hemen aşağı doğru gıjılıyarak üzerine şimşek gibi atımı sürüp, uğurlar ola yiğidim. sabahınız hayırlı ola. böyle seğirtip nereye gidersin? diye yanına vardım. benim at sürdüğümü, belimde ve eyerimde kol tüfenklerini görünce asla el kaldırmayıp hayrette kalarak, şu ileride pamukçulu derler, bir köyde alacağım vardır, ona giderim dedi. hemen at sıçratıp atının dizginini elime alıp herifi sanki yedeğe alıp at başı beraber olunca, koyuver dizgini dedi. ancak yüzünün rengine baktım, sapsarı kesilip sanki cansız hale geldi. bildim ki bu adama galip geldim. yiğidim, biz de pamukçulu'ya gideriz. bile yoldaş olup söyleşerek gidelim. şu ileride dağ başındaki ayazma suyu kenarında kahve pişirelim. orada kahvaltı edelim dedim. ey imdi, öyle olsun, koyuver atımın dizginini dedi. hemen atımın dizginini onun tarafına bırakır gibi olup, sen de benim dizginimi eline al. ne olsa gerek, seninle selam sabah yoldaşı olduk diye cevap verdim. birkaç kere dizginimi koyuver diye ısrar etti. asla meydan vermeyip dizginini elden bırakmadım. gördüm ki kuru yaprak gibi tir tir titreyip ayakları üzengide takır takır öter. bu halde yokuş yukarı gi derken allah'ın hikmeti herifin elindeki bağdad kargısı mızrağı bir ağaca ilişip düştü. hemen köleme al şu mızrağı deyince kölem atından inmeden adam attan aşağı inerek mızrağı alıp benim sağ yanıma geldi. zavallı adam yaya kaldı, atını yularından çekerek kölelerimden birine verdim. herif yaya olarak dağ içinde derdiyle baş başa kalıp biz ileri at sürüpsaat ileri gittik. biz de tamam domaniç dağı'nın ta zirvesine vardık. bir de gördük ki ileriden büyük bir kervan gelir. kervancılar bizi görünce, bre vur ha ve bre tut ha diye hayli bağırıştılar. biz de altı kişi ileri varıp bunlar ile konuşmaya başladık, ne canipten gelirsiz? diye sordum. vallahi dünkü gün kütahya'dan çıktık, bursa'ya gideriz. yollar nicedir? dedim. vallahi bey, dikkatli olun. işte bizim sol tarafımızdaki altı atlı bizi güdüp giderler. bilmem daha yoldaşları var mıdır? hele o altı atlıdan pek sakının. ilerideki seyishaneler sizin midir? dediler. bizimdir deyip bunları geçince hemen o altı atlıya at bırakıp selamün aleyküm dedim. asla selamımızı almadılar. bir çalık yüzlü, kör gözlü ve leventçe sözlü herif nereden gelirsin? dedi. bursa'dan gelip kütahya haraç ağası efendimiz geride yüz atlı ile işte geliyorlar. kütahya'ya gidip haraç toplasak gerek. kapuya yapışmak muradınızsa varın, ağaya intisap edin ve onlara haber edin. biz şurada pınar başında kahve pişiririz. geriden tez gelsinler. haber eyleyin dedim. hemen biri, ileride giden seyishaneler ağanın mıdır? dedi. evet ağanındır dedim. onlar yine kervanın ardına düşüp gidince bildim ki atını aldığımız yiğit bunlara gidip haber verecekti. bunlara yaya rast gelip durumu bildirince bunlar ardımıza elbet düşerler, diye biz de at boynuna düşüp domaniç dağı'ndan yüzün aşağı seğirterek indik, ama seyishanelere ulaşamadık. katırlı adam, eşekli kadın veyaya genç adamlara rastlayınca konaklayan arkadaşlarımızı sorduk, handa sizi beklerler dediler. hemen onları geri döndürdüm. nereye gidersiz, harami var dedim. onlar da bizimle döndüler. hamd olsun tam saatte, çukurca hanı köyü menzili: bu güvenli yere hizmetçilerimizle ulaşınca canımızı kurtardık. zira bu domaniç dağı, rum, arap ve acem'de meşhur yüksek dağdır. en tepesinesaatte çıkılır. haramiler dağı, yol kesenler yatağı ve asiler durağı amansız bir dağdır. zirve kısmı bulutlar içindedir. hava açık olunca güney tarafında mihaliç şehri, erdek kasabası, apolyont ve biga kasabaları gözükür. güney tarafındakonak kütahya ve doğu tarafında bilecik kasabası gözükür böyle bir amansız dağdır. hamd olsun esenlikle çukurca hanı'na düştük. tüm köy halkı ensesindeki yaylağa çıkmışlar. hemen çukurca çukurunda karar etmeyip güneş batıncaya dek yaylağa çıktık. bütün yaylaya çıkan halkın ortasına çadırımız kurup konduk. yüksek sesle akşam ezanını okuyup kalabalık cemaatle akşam namazını kıldık. tüm yayla halkı bizden hoşlanıp yiyecek ve içeceklerimizi bol bol verdiler. o gece onlarla can sohbeti edip başımızdan geçenleri bunlara anlattığımızda onlar da iyi can kurtarmışsınız diye hamd ettiler. bu çukurca hanı, bursa sancağı'nda domaniç kazası nahiyesi köylerinden bir müslüman köyüdür. adet tahtadan yapılma sanduka gibi yine tahta örtülü evlerdir. bir ak kayalı dağın eteğinde bağsız ve bahçesiz yerdir. camii veadet kiremit örtülü kargir yapı hanları arasında bir abıhayat kaynak suyu var ve o mahalde bir yeşillik yerde çok büyük bir ağaç var, seyirliktir. bu çukurca hanı yaylağından kalktık. çukurca halkı bize elli pürsilah şahbaz yoldaşlar verip yine kıbleye doğru yeşillik yollar aşıp yarım saatte, selim baba köyü: çukurca kazası köylerindendir. bir bayır eteğindeevli, bağsız ve bahçesiz küçük müslüman köyüdür. ama çok büyük ağaçlar altında abıhayata benzer kaynak suları vardır ki diller ile anlatılmaz bir yeşillik yerdir. bağları bu mahalden aşağı bir dere içinde kurulmuştur. bu köy içinde, hazreti selim dede sultan ziyareti: karaca ahmed sultan erenlerindendir. nice keşif ve kerametleri görülmüştür. bir yeşillik yerde köyden dışarıda mamur bir tekke içinde yüksek bir türbede yatmakta olan bir ulu sultandır. mübarek başlarında abbasi sarığı, dört tarafı çerağlar, şamdan ve sancaklarla donatılmıştır. dış avlusunun etrafında mutfak ve derviş odaları ile bezeli şenlikli bir tekkedir. tüm dervişleri yaylaya göçüp bütün mutfak aletlerini, bakır kap kacaklarını olduğu gibi bırakıp nice kıymetli halı ve diğer eşyaları hali üzere koyup gitmişler. asla tek bir kimse el uzatamaz ulu sultan tekkesidir. allah'a hamd olsun bu sultanı ziyaret edip ve bir yasini şerif okuduk. oradan kalkıp güneye doğrusaat mamur köyler geçip, harguş şehri, yani tavşanlı kalesi'nin özellikleri tarihinde germiyanoğlu fethidir. daha sonra germiyanoğlu kızını bayezid han oğlu şehzade mehmed han'a verince bu güzel kızıyla birlikte düğün çeyizi olarak osmanoğlu'na anahtarlarını teslim etti. kütahya sınırındaakçe kazadır veparça köydür. paşa tarafından hassı hümayun hakimidir. kalesi, rum keferesi yapısı gayet sağlam ve kargir yapıdır ama iç el olmak ile dizdarı ve neferleri yoktur. şehir bu kale eteğinde bağlı bahçeli akarsulu havadar şehirdir. ovalarında ve ağaçlık köylerinde tavşanı pek çok olduğundan tavşanlı adıyla meşhur olmuş mamur bir kasabadır. mahalle vemihraptır. bunlardan çarşı içinde camii mamurdur. hanları, hamamları sıbyan mektebi ve küçük çarşısı vardır, ama bedesteni, imareti ve medreseleri yoktur. beğenilenlerinden, tavşanlı ağdası, çam kutular ile bazı vilayetlere taşınır baldan lezzetli taş gibi pek pekmezdir. bütün halkının karı bu ağdadır ve genellikle halkı bağdadır. hatta simav şehri'nden ve demirci şehri'nden nice bin katır ve deve yükü üzüm kurusunu bu tavşanlı şehri'ne getirip pekmez ederler. allah'ın hikmeti başka diyarda da bağlar çoktur, ama bu tavşanlı şehri'nin pekmezi gibi ağda edemezler. suyu ve havasının mı, yahut bir ulu sultanın nefesinin etkisi mi, lezzetli ağdası olur. oradan kalkıp yokuş aşağı doğu tarafına gidip düz sahralar içinde çamlı dağlar ve mahsullü köyler geçereksaatte, köyü menzili adet toprak örtülü müslüman köyüdür, zeamettir. camii vehamamı vardır. onu da öte geçip, şeyh ömer köyü: adet toprak örtülü haneler ve bir camili müslüman köyüdür ve büyük zeamettir. yol üzere yüksek bir türbede şeyh ömer hazretleri medfundur. bu köyün tüm dağları ve bağları beyaz topraklıdır. oradan doğuya doğru kütahya sahrası içre akan felendi nehri, her yerinden atlı ve yaya adam geçer, ama taşkın zamanında mahmudi fili geçemez, gemilere muhtaçtır. karahisarı sahib tarafında yoncalı adlı dağlardan toplanıp küti nehri'ne karışır. bu küti nehri de firav dağlarından gelip ikisi bir olup eskişehir altında sakarya nehri'ne karışırlar. sakarya nehri de izmit'in ağaç deryası içinden geçip kocaeli sancağı sınırında irve adlı kasaba yakınında karadeniz'e karışır büyük asi nehirdir. daha sonra hakir bu kütahya sahrası içinde felendi nehri'ni atlarımızla geçip yine ova içinde toplamsaat gidip, germiyan vilayeti ve yiğitler yurdu, yani cevher yüzük ve sağlam sur, anadolu tahtı kütahya kalesi tarihinde rum keferesi elinden germiyan padişahlardan şah yakub fethetmiştir, lala hezar dinar eliyle. hızırlık dağı'nda hezar dinar ile gömülüdür. gerçekten de yatmakta olduğu türbesine bin altın gitmiştir ve ölümünden sonra hazinesinde bin altını bulunmuştur. yine bir adama bağışta bulunacak olsa, bin altın verirmiş. anlatmaya muhtaç hikayesi olan ulu bir anadolu sultanıdır. anadolu'yu daha sonda osmancık fethedip bu şehre de sahip olmuştur. hala anadolu eyaleti'nin merkezidir ve vezirliktir. padişah tarafından kanuna göre vezirinin hassı hümayunu on kere yüz bin akçedir. mısır, bağdad ve budin vezirlerinden başka bütün vezirlerin üzerindedir. osmanoğulları, anadolu taraflarında bir yere sefere çıksa, bu kütahya veziri eyaleti ile asker öncüsü olup çarkacı olur. ve eyaletinde toplamsancak vardır. evvela tahtı olan kütahya sancağı, saruhan sancağı, aydın sancağı, kastamonu sancağı, bursa sancağı, bolu sancağı, menteşe sancağı, ankara, karahisarı sahib ve teke sancağı, çankırı ve hamid sancağı, sultanönü ve karesi sancağı, bütün sancakları bunlardır. bunlardan başka eyaletindemüsellem beyleri vardır. onlar da kırkar ve ellişer bakımlı köylere sahiplerdir. salb u siyaset ve cürm gazeller hasan ziyai divanı, müberra gürgendereli minnet ü şükr ol mennan u şekura ve hamd ü sena ol sübhan u gafura ki zamanı evvelde ve ruzı piruzı ezelde ervahı insanı halk idüp meydanı 'azamet ü celalinde ve eyvanı kibriyayı bizevalinde tertibi divanı 'azim itdükde vezaifi rızklarını defteri nahnü kasemnada ve nefaisi enfası 'ömri ma'murelerin ellezi kaddere feheda fehvasınca takdir idüp halayıkun kimini layıkı ni'amı cennatı kerim ve kimini müstehakı 'azabı narı elim eyleyüp inne'lebrare lefi na'im ve inne'lfüccare lefi cahim hükmi mukarrer oldı ve ol cem'iyyeti 'uzmada cennatün tecri min tahtihe'lenhar gülistanında sürur ile serveri sahibi serir ve niçe 'akıbetü'lemr 'ikabı 'azim ile mu'akıb ve sicni siccinde esir oldı. farikun fi'lcenneti ve farikun fi'ssa'ir asarı zuhur eyledi. meger ki cumhurı şu'ara şu arada muntazırı fermanı hümayun olup hayretde ve müterakkıbı emri hudayi kün feyekun olup havf u haşyetde tururken nagehan bir nidayı mehib ve bir sadayı 'acib gelüp ve'şşu'araü yettebiühümü'lgavun ayeti istima' olındı. 'aceba bu nekbet ü zillete ba'is nedür diyü birbirine su'al iderken elem tere ennehüm fi külli vadin yehimun hitabı ile muhatab ve ennehüm yakulune ma la yef'alun töhmeti ile müttehem olup 'aybları yüzlerine urıldı. ve 'akıbet başlarına ne gelecekleri aşikare görüldi. külliyet ile hatırlarına ye's ve şikeste dillerine havfı ye's 'arız olup tamam nevmid olduklarında nagah münadii rahmeti rahman avazı bülend ile ille'llezine amenu ve 'amilü'ssalihati ayetin tilavet idüp şu'arayı ehli imanı ve sulehayı nev'i insanı istisna eyledi. ol istisna senayı şu'arayı ehli islama ba'is olup senayı hudayı cihanaferine ve midhati halıkı asuman u zemine şuru' eylediler. kıt'. kibriyası kulzüminden katredür bahrı muhit bustanı kudretinden bergi susen asuman zerredür nurı cemalinden anun şemsi münir 'izzeti sahrasına daglar uvak kumdur heman mushafı 'ilmine harfi daldur 'ilmi beşer hvanı lutfından eserdür hasılı bagı cihan çar 'unsur heft yemm nüh asuman u şeş cihat iki 'alem birliginün şahididür bigüman har u hasdan tut ki bir tıfl eylemiş cüz'i bina mülkine nisbet anun mülki süleymanı zaman ve salavat u selam ol enbiyaya ki divanı kazayı rabbanide töhmeti şi'rden müberra kılınup ve ma 'allemnahü'şşi're ve ma yenbagi leh teşrifi ile müşerref kılındı. ve eyvanı kibriyayı sübhanide şa'irlik isnadından mu'arra kılınup şanı şerifinde ve ma hüve bişa'irin mecnun bürhanı nazil olup nazmı kur'anı 'azim ana mu'cize oldugı bilindi. salavatu'llahi aleyhi ve selamühü. mesnevi: afitabı sipihri kün feyekun vema hüve bişa'irin mecnun ene efsah baharınun bagı gülsitanı şefa'at ırmagı rahmeti halkı 'alemün sebebi fahrı 'alem muhammedi 'arabi ve çaryarı güzine ki beyti islamun çar erkanıdur. ve sair al u ashaba ki her biri 'askeri ümmetün sultanıdur. rıdvanu'llahi te'ala 'aleyhim ecma'in.ale'lhusus hazreti hassan'a ki şu'araü'lislam tahtı livauke kerameti ile tekrim olınmışdur. ve'hcilmüşrikin feinne cibrilü me'ake sa'adeti ile ta'zim olınmışdur. kıt'. ne sa'adetdür ögile cebra'il ola nazmı suhanda ana mu'in niçe kez şahı enbiya vü rüsül hüsni tab'ına eyledi tahsin eş'şebabü şu'betün mine'lcünun hasebince divanelügüm deminde ve mestanelügüm 'aleminde 'aşk u mahabbet 'alemine düşüp derd ü mihnet vadilerinde hayran u sergerdan gezerken vuslat ümidine heves idüp ol heves badı heva olup 'ömri nazenin badı hevaasa gelüp gitdi. ve tab'ı selim ol hevada kelamı mevzuna meyl itdi. ol sebebden niçe nazmı garib ve niçe şi'ri dilfirib diyüp safahatı müsveddatda kalmışdı. ahirü'lemr evrakı hazanmisal perişan u zayi' olmasın münasib görmeyüp hurufı heca tertibince kasa'id ü ü gayrıdan bir divan cem' eyledüm. mercudur ki bu divanenün divanına nazar iden yaranı safa ve ihvanı vefa el 'özrü 'inde kiramü'nnasi makbul muktezasınca kusurın ma'zur buyuralar. zira divanei bi'akldan kelamı ma'kul istemek 'inde'l'ukala 'akla mülayim degüldür. ve ekser 'ömri nazeninüm bela vü mihnetde ve 'ana vü meşakkatde mürur itmegin ba'zı evkatda sanayi'i şi'riyyeye kasd itmeyüp kelamı mevzun ile mücerred hasbı hal murad olınmışdur. ve ba'zı eş'arumuz ibramı yaran ile söylenüp mücerred hatırları ri'ayet olınsun diyü nazm olınmışdur. sebebden kimi zülfi dilber gibi musanna' ü muhayyeldür ve kimi ruhsarı dildar gibi bihatt ü hal misali saderu güzeldür. amma eş'arı şu'arayı zamana nisbet her biri bir halden hali degüldür. belki mahbubı siyehçerdemanend bakdugunca mütala'a duyar. ve ana gönül virüp meyl idene cazibesin izhar ider. kıt'. umarın kim ola nazmumda benüm ekser ebkarı ma'ani zahir malik olmış gibi tab'ı pake anladugum bu ki her bir şa'ir vasf idenler sühanı matbu'ı yedhulü'lizne bila izn dir kasidei derya der medhi hasan paşa yessera'llahu mayeşa' fi'lmesel 'aşıkı şurideye benzer derya yarı koynına girer anun içün her derya mevc mevc itdi anı sanma muhalif yiller cündi adaya meger kim cebe satar derya üzerinden yine yol virdügiçün adaya desti bad ile dögüp gögsini inler derya gömgök itdi denizün çehresini sillei bad ki olur keştii ada ile hemser derya servera çün ele girdi bogazı deryanun umarın hazretüne ola musahhar derya su koyup ocagına düşmeni dinün baran umarın memleketin gark ide ekser derya göricek heybeti şemşirüni oldı sakin naseza eylemez oldı hareketler derya düşmeni dini helak itse gerek sanma habab gaybdan eyledi peyda niçe çader derya denizün gönline girdi bu vilayet suları darı islama muhibb oldı mukarrer derya her kaçan görse esüp geldi nesimi rahmet şevk ile cuşa gelür ey şehi kişver derya tan degüldür ana dahl eylese her abı revan yol virür 'askeri küffara bu ebter derya giderür cevşenini badı saba ta ki çıkup ceng ide düşmeni din ile mükerrer derya umarın olmaz idi iki yaka ıssı gelüp sürmeseydi yüzini dergehüne ger derya ruyı deryada degüldür görinen zevraklar geldi dergahuna kase ile ide cer derya deniz itmez bu yakalarda temevvüc likin şevki mihrünle giribanını yırtar derya heybetünden yüregi ditrer eya bahrı kerem sanma kim kıldı temevvüc bu hünerver derya ruzgar içre diler ta ki yaza midhatüni badı sarsarla çeker yüzine mıstar derya bu yakalarda seni seyr ideli düşmenden gönli bulanmadı olmadı mükedder derya ruyı deryada habab olmadı peyda likin itdi adana nazar hışm ile ejder derya akdenizden umarın kim elini yuya frenk çün kudumunla senün oldı muzaffer derya sen gelelden gözi açıldı şeha deryanun her hababını bilür çeşmi münevver derya şöyle deryaya muhibb olmış idi düzdi la'in guyiya başına olmışdı beraber derya yiryüzinde çü 'adu 'askerine yol virdi yirlere düşdi yüzi oldı muhakkar derya şimdi baş kaldırup ada çü hababı derya çıkdılar karaya yol virdi bu ahker derya düşmenün kanını dök cehd idüben eyle cihad ki bu demlerde olur sana musahhar derya mevci deryayı çeküben çevirür badı seher ki niçün yol vire adaya bu kemter derya hasılı badı hevadur denizün menfa'ati bir iki yüzlüdür ancak nene yarar derya bir yüzi hazretünün bir yüzi küffarundur oldı ma'nide iki yüzlü mukarrer derya dil döker ana niçe nehri 'azim ey server yohsa olmazdı iki yüzlü dilaver derya lebi deryada bina eyledügün kal'a şeha zann ider anı görüp seddi sikender derya akdeniz dergehüne şöyle mahabbet kıldı derkenar eyledi ol kal'ayı benzer derya bir gazalar kılıcısın sen eya seyfi gaza dökdügin hunı 'adu oldı bir ahmer derya görmez oldum karasın bahrı gamun hızr ol kim beni gark itmeye nagah bu kafir derya şöyle acıtdı bugün canumızı kahrı felek agladı halümüze ebr acıdı her derya bahrı nazmum ne 'aceb bahrı firavan oldı oldı her kafiyesi ey şehi ekber derya gevheri bahrı kasidüm sana layıkdur kim hazretün çün yiridür saklasa gevher derya şi'rümün bahrına tan mı su gibi aksa gönül kulzümi lutfı latif oldı bubihter derya asitanunda ziya'i ki du'aguyundur ol senün medhüni dimez mi mukarrer derya kaydefa gibi huda düşmenün gark itsün 'ömrün oldukça ola sana musahhar derya nuh ömrin dilerin vire sana ol baki tuta madam ki dünyayı seraser derya kasidei berfi şita der medhi fahrü'l ümera hasan beg ruzgar ile cihana tagılup berfi şita gösterür şimdi cihan sahnını bir ak derya yazda ısınmış idük zevkine bagı dehrün geldi kış mevsimi sovutdı bizi serdi heva hut burcını güneş var ise sayd itdi yine kazır anı dökülen pullarıdur berfasa ag iderken yüzini dökdi sefid içini bad zişt görinse bu dem pirezeni dehr n'ola kar yagar sanma cihana niçe zenburı sefid hasılı bal yirine getürür oldı bela karlar yagdırıcak sun'ı hudayı cebbar akça pul saçdı sanurdum şehi gerdun guya kar yagdukça düşer hatıra bu turfe hayal asiyabı felek un atdı ne gam yir fukara bilmezin kar mı yagar yohsa felek bagında şeceri sidre baharın mı döküpdür aya beyzai mihr ü mehi var ise ekl itdi felek hurde yumurda kabıdur dökülüşler mesela yırtup atdı var ise defteri sayfi gerdun hurdei kagıda benzer dökilen berfi şita kavs burcın ele mi aldı felek hallacı penbesi mi dökilür sahnı zemine 'aceba tut ki ta'mir olıyor hanei viranei dehr kireçin dökdi yaparken anı bennayı kaza ejderi ahum ider tevseni gerdunı zebun berf sanma deheninün kefi saçıldı şeha şimdi ak kara bakup bahtı siyahum anarın n'oldı kim nesneye malik degülem ag u kara derdi mi dökdi saçın pirezeni dehr yolar dökilen ak saçıdur berf degüldür hakka gördi dilber lebi esrarına hayranem ben berf yagdursa felek hey'eti sükkerde n'ola ben niçe ıssı sovuk çekmişem ey lutf ıssı dergehün oldı sovukdan bana ahir me'va 'arsai gussada kış basdı vücud ise za'if kurtar allah içün ey menba'ı ihsan u 'ata mesnedüm yok bu cihanda işigünden gayrı dergehünde olur olursa bana zevk ü safa sensin ol muhsini bimisl hasan beg ki senün hüsn ü ihsanunı tahsin ide hassan şeha menba'ı cud u kerem melcei erbabı hüner ma'deni lutf u saha mazharı eltafı huda zulmeti gamda kalurdum niçe ay u niçe gün irmese matla'ı mihründen eger nurı ziya serdlik yüzini gösterdi felek ta'n itme vaki' olursa kelamumda eger bar dada bagrumı deldi benüm tişei derdi tuşe gamzad itdi ziyade elemi dil peyda ger azıkdan azacık bana idersen ihsan birine bin vire gülzarı cinanda mevla gerçi şermendeyem ihsanı safabahşundan beni söyletdi zaruri n'ideyin fakr u fena arzu eyler iken tuşei ihsanundan kar yagsun başuna dir isen ey vay bana kuşei gamda sovukdan gice ditrerdi yürek hatifi gayb heman eyledi bu resme nida ey ziya'i ne umarsın bu sovuk sözlerden ol kemal ü kerem ıssı bege var eyle du'a beglerün gerçi yüzi ıssıdur amma var ümid seni sovutmaya nevmid idüp ol kanı saha zatı pakı ola ıssı vü sovukdan mahfuz geldügince bu cihan gülşenine sayf u şita ana allah nasib ide yüz aklıklarını ola madam ki ak berf ile ruyı dünya kasidei bahar der medhi mustafa beg masnu'ı kainata sabah eyledüm nazar lutfı hudaya mazhar idi zahira seher meydanı gülsitanda çeman idi her çemen manendi hızr hullei hadra geyüp şecer dendanı gonçe idi degül jale görinen lutfı latife şad olup eylerdi handeler irdi behişt eserleri ürdi behişt irüp lutfı huda eserleridür kim saba eser sahnında gülşenün esen idi seher yili sıhhatde idi tıflı çemen cümle taze ter ruşen bu kim cihan yüzi nur u ziya idi hurşidi şevki şöyle ki göz nurını basar hallakına müsebbih idi zümrei tuyur dehşet virürdi halkı cihana sadayı mürgı seher buyı bahar irişdi seher can dimagına bu ise buyı ter didükleri hep bu yiter şebnemden ayruk aglamadı kimse çerhden her kanda baksa kişi cihanun yüzi güler esdikçe çın seherde nesimi saba latif bir rayiha gelürdi ki canlar safa sürer bilmem bu rayiha ne idi yasemen degül zülfi nigar açılalı düşmişdürür meger hod buyı gülde böyle letafet kaçan olur sünbülde yok bu rayiha bilmem neden irer tanlardum ana subhdem aya nedür bu n'oldı neden irişdi cihana bu nur u fer deşti 'ademde iken o gün ziveri cihan şehri vücuda geldi benagah serbeser n'oldı sebeb ki 'alemi zeyn itdi lutfı hakk ba'is mi var ki irdi cihana bu zib ü fer tenhada bunı fikr iderek nagehan heman tab'ı selime mülhemi gayb eyledi haber hakk 'ömrini ziyade ide mustafa begün oldı muhammed ümmetine mihri namver madam kim ide bu cihan içre 'adl ü dad lutf ide bize lacerem ol haliki beşer kisra 'adalet ile mu'adil degül ana ba'de'nnebi 'adalet ile bir bu bir 'ömer kalmadı ehli şirret ü müfsid zamanede eyyamı devletinde unıduldı şurı şer ümmid odur ki kendüyi taşlardan uçurur ehli zarar görürse anun heybetin eger mümkin degül kemali ile 'adl ü dadını vasf eyleye ziya'i anun oldugı kadar bu denlü var nazmı beligüm güherlerin dergahına nisar iderin eyleyüp güzer cüz'i sebeb gerek ide külli 'atalar ol kadri kemali yine kemal ehli fehm ider ey vacibü'lvücud muradum budur heman devr eyledükçe dünyede hurşid ile kamer ruz u şeb eyle devlet ü 'ömrini müstedam eyle vücudı düşmenine kahr ile zarar kasidei güneş der medhi 'osman beg mısrı çerhün 'izzet ile oldı sultanı güneş hüsn ile guya ki oldı yusufı sani güneş yusufı mahı yitirmiş şule sanman görinen dembedem aglar nitekim piri ken'ani güneş dembedem ditrer felekde badı ahumdan benüm sidrenün guya ki oldı bergi lerzanı güneş görmeyelden ruyı yarı tende yakdum daglar sinemün oldı bugün her dagı hicranı güneş gelse ger gözüm terazusına ol yusufcemal fi'lmesel eyler müşerref burcı mizanı güneş döne döne anı oynatsa n'ola cevganı ah 'arsai gerdunun oldı guyı galtanı güneş subha dek benzer ki dagda büyümişdür afitab anun içün beklemez dergahı cananı güneş gamzesi celladı cananun helak eyler bizi göklere girse yiridür subhdem kanı güneş gün yüzinden ayru düşsem ol mehi tabanumun tali'ümdür kim yakar bu cismi 'uryanı güneş zulmeti şeb kaküli canana öykünmek diler dahl ider her gün anun çün ana nurani güneş yakmasun ahum seni öykünme ruyı dilbere gafil olma assı itmez son peşimanı güneş çehrei hurşide muhkem sille urmışdur küsuf yüzüne öykünmiş ey dilhasteler canı güneş hale öykünmiş nitakına mehi tabanumun gezdürür bazarı çerh içre müdam anı güneş döne döne bezmi canana kebab olmak diler oldı ol mirrih çeşmün kulı kurbanı güneş surei ve'şşems yazmış safhai gerduna mihr ve'dduhayı vird idinür itse seyr anı güneş sanurın tavusı zerrinper salınur bagda her kaçan kılsa felek bagında cevlanı güneş künbeti çerh üstine bir şemsei zerrin yazar oldı guya kim nigaristan felek mani güneş bir kaba geymiş felek 'idı visali yarda guyiya zerrin benekdür ana nurani güneş sanki bir berber dükanıdur sipihrün kubbesi asmış içinde anun mir'atı rahşanı güneş guyiya tlabı çerhe baglu zerrin kuzedür abı nur ile suvarur bag u bustanı güneş kubbei eflake bir kandil asar günden güne her zaman eyler münevver çerhi devranı güneş zümrei küffara 'arz eyler bu gün ruşen delil safhai çerhe yazar ayatı kur'anı güneş subhdem bu matla'ı eflake yazdı afitab safhai çerhe çeküp bir hattı nurani güneş şöyle ziba gösterür sahnı gülistanı güneş bagı dehrün görinür her verdi handanı güneş surei nurı yazar eflake her gün afitab ezber eyler guyiya ayatı furkanı güneş yine baş kaldırdı eflak üzre şahı haveri tutdı guya esbi hüsn ile bu meydanı güneş terkiye asmaz sipihr üzre hilali zerrece her kaçan öpse rikabı miri 'osmani güneş asitanında hilal eksüklü kulıdur anun bir zavallı kimsedür dergahı derbanı güneş halkai babı serayıdur hilali asuman takıdur kavsı kuzah her camı rahşanı güneş asitanun virmezin eflake ey şahı zemin zerre gelmez gözüme yanunda bu fani güneş bilürin kendüm degirmendür bu devri asuman olagelmişdür anun ey şah mihmanı güneş hoş degirmende agarmışdur sakalı kim senün asitanun beklemez ey lutfı 'ummani güneş mihrün ile gün başına piri çerhün her seher yüregi oynar ferahdan görse sen canı güneş kapuna öykündügiyçün kulb takdı çerhe mah her gice encümle eyler nar u nur anı güneş yire basmaz ayagı şevkinden olur şadman görse hurşidi cemalün ey kerem kanı güneş hayli gün gördi felekler devri 'adlünde senün devletünde görmedi bir zerre noksanı güneş dergehünde zeyn içün bir şebkülah geymiş hilal sarınur başına destarı perişani güneş ni'meti in'amuna var ise öykünmek diler bir tabakdur asuman bir sibi eyvani güneş çerh bir divanedür zenciri mihrün sürmede narı şevkün birle yakılmakda pinhani güneş asitanun mah ırakdan gösterür barmag ile hıdmetünde da'ima yürür hıramani güneş hey ne 'alemdür nazar kıl nazmuma ey zü'lkerem 'arz ider dergahuna her mısra'ı sani güneş yiridür yazsa 'utarid çerhe bu ebyatı kim ola her bir kafiye göklerde nurani güneş ey ziya'i şulei hurşidde sanma görinen çekdi mıstar yaza bu nazmı dürefşanı güneş olalı perverdei ebri sahası ben fakir olmışam ol kanı ihsana du'ahvan ey güneş da'ima gönli muradın vire rabbü'l'alemin virdügince 'aleme nurı firavanı güneş 'alemi sıhhatda seyran itsün ol şeh muttasıl itdügince 'arsai 'alemde nurani güneş kasidei hazan der medhi mehmed beg me cihana vakti hazan irdi cana hüzn ü melal cihana berfi şita yagdı cana derdi zeval degül degül ki 'umumen havadisi gerdun biesriha bana mahsus oldı fi'lazal çemen hazanesi şimdi hazan berginden olupdurur yine altunlar ile malamal çemende serv ayagında tutuldı yah likin yaraşur o kadi mevzuna ol gümüş halhal egildi anı arar fi'lhakika egmedi bad düşürdi topraga altun varaklarını nihal rehi nigarda evrakı seyr idenler dir nedür bu dagı siyehle bu sinei abdal meger ki tahtai nerd oldı rahı yar varak pul oldı zar benem rahı yarda pamal üzüldi bergi şecer şimdi kış kıyametdür görün ki yevmi yefürr oldı ma'nide fi'lhal vefada rüstem iken zali dehri kış basdı harami gibi soyar bergi bidi badı şimal tonandı jale ile gitdi bergi eşcarı yaşın döküp benüm içün meger yolındı cibal çürür giderse n'ola yiryüzinde bunca varak sipihr yok yire da'im çürütmek ister mal meger ki pirezeni dehr başın itdi tıraş dökilen ak saçıdur yiryüzine berfmisal çemen sarardı vü huşk oldı her giyeh mesela fakire suzen olurdı garibe anca hilal enar bergi sarardı vü egdi kametini zemini çerh sanur gün vezni ana hilal benüm de derd bilüm bükdi vü sarardı tenüm nazar kılan bana eyler enar bergi hayal beni miskini kenarı kasavet itdi heman kılan bu ruyı zemini gariki mal ü menal bu deşti 'alemde düşdüm garib ü sergerdan ne buyı vefa irişdi ne geldi vahşi gazal bu deşti fakada divaneyem ki boynumda kuyudı fakr u felaket selasil ü aglal ne hal olur bu ki asla zamanı mazide bu denlü gussa bana itmez idi istikbal ne denlü pürzer ise astini devranun cihan halkı senün asitanuna meyyal sahi vü ehli kerem hazreti mehemmed beg seri ekabiri afak u mefharü'lemsal emini din ü diyanat u nazıri gureba sipihri 'adl u saha mihri devlet ü ikbal emiri hayli efazil sa'idi fi'ddareyn hurı sipihri sa'adat o sayei müte'al mürekkeb olsa sirişküm cihan halkı debir defatiri keremün yazmaya 'ale'licmal dilümde midhati şirinün oldı sükkeri ter deri şerifüne 'arzoldı hali mafi'lbal rıza budur ki ziya'iyi zulmeti gamdan 'atan rehber olup kurtara bilaihmal reva mıdur ki ola kuşei melaletde hazan varakları gibi müşevveşü'lahval 'ale'lhusus du'a kıla 'an samimü'lkalb devamı devletüne bi'lgudüvvi ve'lasal cenabı hazretüne her zaman du'am oldur cihana bereketi madam ki saçarsa nihal saçıla 'aleme lutfun diremleri bihadd sahanı artıra her bar kadiri müte'al kasidei kalem der medhi mehmed beg şa'irane geh olur kasd ider ihama kalem geh misali melek olur sebeb ilhama kalem kimde var bu hüner ü fazl u belagat 'aceba bibedel vasf yazar her sühan endama kalem gösterür mu'cize manendi 'asayı musa şekli ejder görinür ayeni adaya kalem lulei çeşmei hayvana nem icra eyler canfeza ka'ideler hasa dahı ama kalem negamat eyledi ney subhdem eyle sandum oldı hengamı seher eyledi hengame kalem bu ne sırdur niçesin layıkı ikbal eyler niçesin ugradur amma gam u alama kalem ne sorarsan dili ucında cevabı hazır layık oldı bu zekavetle çok en'ama kalem niçe azadelerün yirlerin itdi tahrir çün vilayetde şuru' eyleye ikdama kalem oldum engüştini bus itmege yarun talib güldi yokdur didi divanei bednama kalem ben iderdüm kadd ü zülfini nigarun ta'rif dahı el urmamış idi elif ü lama kalem bagbanı dil umar buse yazup çeşmine vasf bitse şeftalü n'ola aşladı badama kalem vasfı zülfin yazamam ruyını medh eyler iken rumilinden hiç olur mı ki gide şama kalem 'aşıkam barmagunı öpmege men' itme didüm güldi n'eyler didi mesti meyaşama kalem her kaçan vesme çeke mil ile ebruya nigar dir gören anı ki tugra çeker ahkama kalem sernüviştüm gamı derd oldı ezel hiç bilmem ugradur mı dahı çok dürlü serencama kalem bilmezin başa ne yazmışdur ezel kilki kaza neler eyler dahı can u azama kalem puhtei narı gamem olsa sözümde n'ola suz bezmi fazl içre sunulmaz gibi her hama kalem kimse yazmaz umarın nazmı bedi'üm gibi şi'r gerçi irdi irişür dahı çok eyyama kalem kasdum odur ki idem vasfı cemilün da'im bu cihan içre meger sehv ile bihame kalem tab'ı tuti bu kasidüm şekeristanı sühan neyşeker kafiyeyi irdüren itmama kalem yazamaz vasfunı aklamı ekalimi cihan ben yitem vasfun idem ya irem erkama kalem her ne hıdmet buyurursan başı üstinde tutar müstehak oldı hakikatde çok ikrama kalem hameveş bagrı delinsün yine ehli hasedün girdi ol emrün ile mülketi islama kalem çün vilayetde emin oldun emin ol gamdan yazsun emrünle niçe defter ü sername kalem zulmeti derd ü gama saldı ziya'iyi heman gerçi irgürdi çok ehli hüneri kama kalem lutfı tab'um ide iş'ar ayagun topragına umarın yalvarıcak duymaya ibrama kalem haki paya bu du'ayı yazup itsün iş'ar lutf idüp söyledügüm başlasun i'lama kalem desti lutfunda senün eylesün ey menba'ı cud kahrı müfsidlere lutf u kerem eytama kalem kasidei ahvali ruzgar der medhi hasan beg ey diriga ki döner 'aksine bu devri zaman düşdi bir hüsni gurura yine nev'i insan başiri şerr ü fesad oldı beşer hay meded ne beşaret bula elünden ahalii zaman niçe şad ola gönül her 'abese vü hubsa döndi şadi yine hengamei meymuna heman cisre girdi hasedi peykere toldı peygar zirihasa koyılur birbirine halkı cihan gıybet ü kizb ü mesavide müsavi oldı merdi merdud ü zeni zaniye vü pir ü cevan şimdi yaranun eşedd oldı esedden hasedi şiri hurtıflı görürsin ki olur şiri jiyan başı göklerde bugün tubaya hemser geçinür sayei serv gibi yüzi koyı yirde yatan bi'zzaruri didük el arkası yirde çün kim puşt olanlar geçinür n'eyleyeyüm puştiban kendü keyfiyyetini bilmez iken tiryaki geçinür bengi gibi vakıfı esrarı nihan ma'rifet rayihasın tuymaz olur bir miskin kibr ile burnı ucı göge irişür her an dirlik ıssı olımaz olsa eger ehli hüner nuş idüp abı hayatı keremi her hayvan ışıga kimse gözün üzre kaşun var diyemez 'alim olan çeker amma elemi bipayan degmede degme bir ehli hünere degmeye pay kısmet olınsa eger zevk ü safayı devran kendüzin gördi gurur ayinesinde cehele gidiler var ki sanur kendüye yokdur akran bilürin kendüm ucuz oldugını bugdayun irdi bir dem ki bulınmaz cevi erzen erzan cah ile cahil olanlar buluşur zevk eyler kam ile lik bulışmaz n'ideyin kamil olan şa'iri fazıla bir ragbet ider kalmadı hiç ne 'acebdür bu ki şa'ir geçinür her nadan yok mı ben bidili bir acıyacak şirintab aglayup derdi derunum ideyin ana beyan kalduk ayakda bizi eyledi iller pamal başumuzda niçe enduh u gam u derdi giran ta'nı nadan ile dana hasedinden hergiz bulmaduk devri zaman içre meded emn ü eman bana bu dehri deni zulm ider oldı hayfa başladı kahr ile viranelige canibi can cevri devr ile ki dil mülki harab olmışdur anladugum bu ki olmaya ebedabadan meger anı ide ma'mur kemali lutfun ey emiri kerem ey menba'ı cud u ihsan sensin ol muhsini ihsan hasan beg ki senün görse eltafunı ahsente diyeydi hassan kurtarursın niçe mazlumı felek zulminden niçe müşgil iş olur haki deründe asan fukara zevk ü huzur itmededür sultanum devri 'adlünde senün itmeyorur kimse figan hasleti cudı vücudunda ki vaz' itdi huda zahiri mazhar olur ana gedayanı zaman bereket buldı zemin oldı mübarek kademün geldügün mülkete yagdı zararsız baran geldügün yirde çemen neşv ü nema buldı heman sahnı firdevse şebih oldı fezayı bustan zatı pakün niçe medh ide ziya'i benden yokdur evsafuna ey miri mükerrem payan harı azardan allah ide zatun mahfuz olasın gül gibi gülzarı cihanda handan 'ömrüni devletüni da'im ide hazreti hakk iki 'alemde sana vire mezadun yezdan kasidei bahar der medhi sinan beg dün gice olmış idüm kuşei gülşende mekin niçe gülşen ana reşk eyler idi 'adnı berin lebi cuy üzere kim hattı lebi yarsıfat safhai gülşene kafi idi zib ü tezyin yasemen şahı ki yir yir suya tayanmış ola surei kevsere eyler el urup san ki yemin ahir elden gider iş bu lebi cuy u gülzar eylenüz zevk ü safa elde iken fırsatı hin baga ferverd yiter gülşeni dehre nite kim serbeser zib yiter şimdi mehi ferverdin bareka'llah ne güzel demlere irdük bu zaman oldı havrası heman cennet idi ruyı zemin her giyeh şekli elif katrei şebnem nokta zevk ya'ni bir iken şimdi on oldı ta'yin ne çemen sun'ı huda saldı yire sebz bisat her baharıyla şecer çaderi bala vü güzin kuşe kuşe çagırur bülbüli gülzarı hezar gitme gülşenden ırak hay sakın hay sakın göricek bagı bu resme katı oldum magrur şadilik eylemege başladı kalbi gamgin anda bir mürgı hoşelhan işitdüm nagah giceden subha dek eyledi feryad u enin niçe feryadı ferid ü niçe efganı bülend 'aşıkane niçe nale niçe avazı hazin didüm ey mürgı hoşelhan beyan eyle bana niye kıldun 'aceba böyle enin ile hanin ta'nı ada mı 'aceb yohsa hasud itdi hased canuna bunca cefa kıldı mı eflaki berin hicri canan ile nalan mısın ey mürgı garib hemdemün yok mı seni böyle kim itdi gamgin gönlüne yohsa gelür baga hazan irecegi yohsa olmadı mı canun gamı canandan emin bu tereddüdde iken mülhemi ga'ib nagah bülbüli cana hitab itdi didi ey miskin gayre sormak ne 'aceb kendüne gör n'eylediler bir iki müfsid ü bedkar ü bedendiş hemin iftira taşı ile şişei 'ırzun sıdılar gitdi yüz suyı sevinmekde 'aduyı bidin ugradun bir kurı bühtana yaşun akmakda yiridür gark ola ger bahrı sirişkünde zemin di yüri halüni ol sahibi cud ü kereme ola kim merhamet ide komaya böyle hazin müşfik ü ehli saha ya'ni sinan beg kim anun menba'ı ceyşi ilah dergehidür hısnı hasin umarın bunı reva görmeye kim ehli hüner paymal ola zamanında olup kahra karin destgir ola ayakda komaya şefkat ide sana allah rızasıyçün ola şimdi mu'in zulmeti gamda ziya'iyi melul eylemeye bezl ide abı hayatı keremin ana hemin ya ilahi dilerin gönli muradın viresin iki 'alemde anun diyelüm amin amin kasidei sengistan nagehan 'alemi 'işretde iken zevkde iken simsimaları gülşende kenar eyler iken ruzgar atdı beni sahili bahra nagah gel dinüz böyle bela çekdi mi bir ehli sühan bir ulu taşda yüce kal'ada dizdarı felek beni habs itdi günahum ne beladur bilmen sengdil bir sanemün derdini çekmek gibidür böyle bir sengi siyah üzere tutmak mesken bisutun üzre heman kuhken oldum guya canı şirinden usandurdı beni çerhi kühen meskenet meskeninün sakini oldum amma beni tahrik iden aya ne hevadur başdan şahini tab'ı bülendüm yine pervaz itsün kendüm uçurmaz isem şimdi eger taşlardan geh taşı başa gehi başumı taşa ururın ya'ni divanemisal oldı gönül derdinden dostlar kaldı taş altında benüm iki elüm destgir ola meger sengi siyahı yaradan beni acun ki cihan başuma zindan olmış kanı ol seyri sahari kanı gülgeşti çemen böyle bir teng mekana n'ite kim kalbi hasis beni dilteng iden ey çerhi felek sensin sen cami'i çerhe heman minberi kudretdür bu şimdi üstine çıkup tut ki hatib oldum ben canuma ateşi gam düşdi dutuşdum cana 'aceb olmaz eger ateş çıka katı taşdan taşda meskenden igen katı şikayet kıluruz n'idelüm başumuza parelenür anca mihen bir ulu taşı mezarumda nişan eyleyesiz dostlar bunda ölürsem elemi gurbetden bir hudayi kayalardur ki huda ide halas şahini tab'umı bu yirde yuva tutmakdan adem olan hele cennetden ider mi nefret sengi ta'n ursa yiridür bana yaranı vatan ger cenazem çıkarup defnüme kasd eyleyeler korkum oldur ki ilişe kala taşlarda kefen çar erkanı hatarnak iki yanı uçurum şart u erkanı budur kim gide adem erken laleveş rızkunı taşdan çıkar olma dilteng dagı gam var ise sinende ziya'i katlan dag u taşı yaradan tanrıdan oldur maksud çıkam ahir buradan badı saba gibi esen kasidei hasbi hal der medhi hasan beg can ezel düşmiş idi seylaba ruzgar atdı şimdi girdaba rismanı ümid ele girmez bir sebeb yok el ire asiyaba şevk gelmez karanu gönlüme hiç derdüm artar çıkınca mehtaba desti mihnetde ten keman oldı can nişan oldı tiri pürtaba hvabı gafletde geçdi 'ömr henüz varmadum rahat ile ben hvaba zehri kahrı sunar bu dehri deni teşnedil ma'il olsa cüllaba la'li dilber tahassüriyle bu dem gözyaşı döndi şimdi hunaba inledüp agladup yaşum akıdup beni döndürdi çerh dolaba ten mihnetde can u dil lerzan benzedi fi'lhakika simaba şöyleyem bakmaga yüzüm yokdur ruyı yarana vechi ashaba bagı 'alemde her dem aglar iken döndi 'aynıyla eşk 'unnaba pisteri haki ideli me'va bakmazam camehvabı sincaba teşnedür dil zülali şefkatüne bizi haml itme degme siraba rahmet itsün rahim o merhuma ki ider pendi böyle ahbaba devlet istersen arka vir arka bir ulu asitana bir baba ka'beye virmeseydi arkasını kimse baş egmez idi mihraba dil işidüp bu pendi matbu'ı iltica kıldı zıllı vehhaba ya'ni muhsin hasan beg ki müdam ider ihsanı şeyh ile şaba malik itdi anı hudayı kadir mülki darat u dar u daraba lacerem olmadı bu mülk nasib cem ü cemşid ü sam u sühraba gönli alçak su gibi kadri yüce meyli yok zerre kibr ü i'caba haki payında bulınur kıymet var ümidüm bu gevheri naba n'ola nazmum begense meyl eyler kamil olan kemali kamyaba fi'lhakika selaseti nazmum benzer ol pak akup giden aba 'avni 'aynunla ey emiri kelam nazar eyle bu nazmı nayaba kaküli zülfi medh ider çokdur beni benzetme degme mutaba niçe kez deldi bagrumı gamı derd nazmum uyınca dürri hoşaba şevke gahi gelür ziya'i gönül benzedi zulmet içre şebtaba itsün ol mir içün du'a dil ü can yüz urup babı rabbı erbaba eyledükçe 'ata vü lutfı zuhur mazhar olsun 'atayı tevvaba kasidei hanei virane meskenüm oldı diriga bir 'aceb mihnet yiri hanei viraneye koydı felek ben çakeri hanei viranei kalbüm midür ya meskenüm zahira yohsa kazayı asumanı mazhari beyti şi'ri böyle nasaz olmasun bir şa'irün yohsa beytu'llah hakkı dünyede kalmaz yiri bir fena kaşanedür amma o da mülküm degül gerçi yokdur hanenün 'alemde bundan bedteri kametüm yay olsa tokınmam kiriş agacına ok gibi togrulsam amma sorma hiç derdi seri kasrı kayserdür ana nisbet ebu derda evi böyle ev yapılmamışdur devri ademden beri anlamaz halüm meger hemhanem olan 'ankebud ol benümle yelde yagmurda çeker mihnetleri anı üstadı fena hayli musanna' eylemiş binsekizyüz revzeni var ikiyüz elli deri şöyle evdür malı meyyitden mezad olınsa ger bir pula teklif olınsa kimse olmaz müşteri var ise eyler temaşa çekdügüm zahmetleri tahtadan başın çıkarmış yekserinün ekseri korkarın çahı cehennemdür temaşa eylesek evdeki mar u çıyan u 'akreb olmış bir çeri ol kadar evde yakışsun bu evün mi'marı çün ihtiyar itmiş degül yapmakda tarzı aheri cabeca çekmiş müşebbek zarların bir 'ankebud perdedarumdur benem iklimi fakrun serveri dembedem derd ü beladan dürlü suret gösterür cabeca dökmiş suyı ayinei iskenderi rahtı fülki nuh ile hem'asrdur her tahtası cerr idüpdür anı 'uc ibni 'unukdan dülgeri tahtalar feryad ider sarsar der ü divarı hep ruzgarun her kaçan dokınsa badı sarsarı ocaga yansun odun bazara gelmez bir gice rahtını yaksam gerekdür gör belayı digeri her tarafdan yel nüfuz itdükde ateşdandan dagıdur külliyet ile cem' olan hakisteri müslümanlar n'eyleyem manendi destarı yehud katrelerden cabeca dülbendüm olmışdur sarı dembedem agladugum bu kim duhanı biaman göz göre nergis gibi binur ider çeşmi teri gah eve girdükçe bakup gülerin biihtiyar hep dütün derdinden aglar görsem oglancıkları hazreti ya'kuba döndüm meskenüm beytü'lhazen gözsüz eyler korkarın ahir felek ben çakeri ateşi yel dagıdur su kaynagıdur topragı çar 'unsur mecmu'ıdur fi'lhakika her yiri fi'lmesel serçeşmedür divarınun her bir taşı sine dögmek kasd eyler galiba her mermeri perdesi açık vilayet ehline benzer heman perdesin yıllar harab itmiş açılmış her yiri fareler yir yir deliklerden çıkarmış başını san temaşa idüp istihza ider ben ahkarı fareler çün pareler olanca esbabum meded bir kedi yok mı ki görsün hayfumı gelsün beri hanenün bagrı delinmiş sanmanuz surahı muş ya dehendür itmege şekva ya mihnet sagarı tozlıdur divarı amma yil eserse gör tozı hanenün sakfın yıkarsa gör belayı ekberi ebri mihnetdür duhanı iş bu mihnethanenün ateşinün her şerarı bir nuhuset ahteri zahida sen de kömür çiyner deli sanma beni bilürin külli cehennem ahkeridür ahkeri mezbeleyle ev önin toldurdılar hemsayeler mezbele gibi gedik olsun ilahi yirleri ey ziya'i kalbi fasık gibi zulmetdür içi taşra çık görmek dilersen afitabı haveri m u sm mt lr terkibbend ey diriga bu 'alemi fani agladur her dem ehli 'irfanı kişi kasrı ümide çıkmış iken anı vahidde ol yakar anı niçesi rahat u safada iken toldı ey vadan ahir eyvanı koyalum gayrı 'aynı 'ibretle hele seyr eyle şimdi insanı birbirine zirih gibi koyılup geçirür ceng ile bu devranı hüner ehline bihünerler hep aşikar itdi ba'zı pinhanı nakısü'l'aklı kamil anlarlar zann iderler kemal noksanı togrılar ok gibi yabana düşüp egriler tutdı şimdi meydanı togrusı niçe togru egri çıkar niçe cani halas ider canı emr ber'aks olup cihan içre togrılar kalmadı zaman içre şum tali'den ideyin her gah bülbülasa hezar nale vü ah gördi halüm harab matem içün kara geydi meger ki bahtı siyah geçdi 'ömrüm bela vü zilletde tutalum mülki nazma oldum şah ma'rifetden cihanda fa'ide yok rahmet itmezse ahiretde allah nef' görmem kemalden amma ba'zı yaranı görürin her gah talib olsam eger ki caha fakir vaki' olur yolumda bir ulu çah dirlük itsem rica beni bu felek dirlügümden usandurur nagah olmasun hiç kimse bencileyin böyle bedbaht u 'aciz ü gümrah deri bahtum güşade olmayorur fethi bab ile ya kerim allah senden olmazsa bir 'inayet eger badı mihnet vücud dalın eger halüm i'lam içün benüm her an cabeca çak camum oldı heman çıkmagıyçün ya dudı suzı derun revzen açıldı yer yer oldı 'ıyan ya bela tigi çak kıldugına zahirüm batınumdan oldı nişan kudreti geh kalka çıka gide za'fdan anlanur tenümdeki can ta'nı ervahdan hicab kılup mahbesi tende yahud oldı nihan kanı ol gün ki mihri lutfı latif şebi zilletde iken ola 'ıyan kalmış iki elüm taş altında destgir ola rahmeti rahman kaldum ayakda destgirüm yok başda ise belayı bipayan bir görünmez belaya düşdüm ben hakdan olur olursa bir derman ey viren afitab u maha ziya zulmeti gamdan eyle canı reha ey gönül farig ol şikayetden ne beter hasılı kasavetden bir dem olmaz mı sakii rahmet mest ide canı rahı rahatdan ne kadar kim mukadder itdi kader irişür herkese okıtmadan ne bilürsin ezel güninde sana ne nasib oldı rızk u ni'metden tutalum anca mülke maliksin devlet ü 'izzet ü sa'adetden 'akıbet bu cihanı fanide haberün yok mı yohsa rıhletden gözün aç bustanı 'alemde nergisasa bu hvab ı gafletden sana yetmez mi ey gönül bürhan ayeti küllü men 'aleyha fan ey gönül gel berü du'a eyle hazreti halika nida eyle kendü lutfundan ey hudayı kerim sen gönül derdine deva eyle kendü darü'şşifayı 'avnünden canı bimarı pürsafa eyle eyle dermandeyem bana derman derdmendem bana şifa eyle canı yad eyle rahmetünle meded dili lutfunla aşina eyle kalbüm ayinesin mücella kıl Jengi enduhı bir yana eyle ben gedayı kemali lutfundan mülki cennetde padişa eyle beni ahvali ruzı mahşerden ya ilahi meded reha eyle kaldı kulun ziya'i zulmetde dil ü canını pürziya eyle mihr ü mahun ziyası sendendür derdmendün devası sendendür terci'bend diyarı gurbete düşdüm gam u derd oldı yaranum bu fani 'alem içre ne serayum var ne dükkanum mekin olmaga asla bir mekanda yokdur imkanum irişdi anca dürlü devlete emsalüm akranum benüm serpençei muhtelle çak oldı giribanum usandum tatlu canumdan benüm ey mahı tabanum hisab olmak ne mümkindür benüm derdi firavanum benüm derdüm bana kafidür ey pakize damanum gözüme karşu her naehle uyma sen de sultanum koşlama her pelid ile benüm servi hıramanum kalursa böyle derdi 'aşk ile hali perişanum helak olur bela vadilerinde cismi 'uryanum gelürsen öldügümde kabrüm üstine benüm canum mukadderdür işitmen can kulagıyla bu efganum reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum gezerken gülşeni 'alemde sergerdan u avare dili avare düşdi şimdi sen yarı cefakara nedür mahiyyetün hiç görmedüm bu reshpare kimün canısın ey ruhı mücessem başla güftara ne bagun servisisin gel salun naz ile reftara hezaran işve ile salınup geldükçe gülzara esirge şefkatünden bir nazar kıl ben siyehkara ya derdünden helak oldum ya eyle bana bir çare senün vaslun olur derman olursa derdi bimara gözüm pürnem gönül pürgam bela çok tali'üm kara işüm kaldı heman şimdi kemali lutfı settara za'ifem padişahum kıyma igen ben günahkara yazukdur zulm ile kan eyleme mazlumı naçara peşiman olasın itdüklerüne sonra elvere reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cihanda görmemişdür kimse şirin lebünden dad kıya bakışlarun derd ehline cana yeter cellad vefayı itmesün ben bivefaya kimse hiç isnad cefa resmini yohsa sen mi itdün ibtida icad bu viran olası gönlüm ebed olmayorur abad meger sen desti lutfunla esasın idesin bünyad hevana gerçi ey servüm düşen gamdan degül azad hevadar oldum uşta ben de sana herçibadabad sana 'aşık olan olmak gerek derd ü gama mu'tad muti' olmak gerek cevri zamana derdüne münkad vücud hırmenini hasılı itmek gerek berbad gamunla aşina olan olur hayr ile ahir yad keserken bisütunı derdi dilden eyleyüp feryad işitdüm kim demi ahirde şirine dimiş ferhad reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum küduret var ziyade şimdi kalbi pürmelalümde sana derdi derunum dimege yokdur mecalümde bugün ey afitabum geldi yaklaşdı zevalümde şehadet var şehid olmaga şimdi eşki alümde bela budur beni 'aşkun komayur kendü halümde cihan zevk ü safada ben günah ile vebalümde hele başdan çıkar bir gün vücudı paymalüm de seri zülfün tezekkürdür muhassal kil u kalümde cihanda bundan ayruk faide yokdur kemalümde sana iller dolaşur muttasıl ben infisalümde irişen vuslatunda ben kemali infi'alümde gönül mihnetde fikrüm şehryarı bimisalümde ümidüm var heman lutfı kerimi layezalümde gice gündüz bu eglencem olmışdur hayalümde reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum vücudum külliya hakister itdi narı hicranun yüzüme gülmedi bir gün senün ruhsarı handanun helak itdi beni aşub ile ol çeşmi fettanun perişan eyledi ahvalümi zülfi perişanun benüm alıyla kanum dökdi la'li gevherefşanun tutam hakk kadi oldukda yarın mahşerde damanun cenabı hakka 'arz idem senün zülfi firavanun benümle lacerem söyleşmege olmaya imkanun bugün sulh it benümle var iken ıslaha dermanun digergun olmadın halün 'ikaba düşmedin canun bana çok zulm idersin hep cevabın viresin anun beni nevmid kıldı vuslatundan tigi bürranun benüm hışm ile bagrum deldi ol peykanı müjganun cihanda görmedin ben zerre denlü lutfun ihsanun reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cemalün bagı olmazsa cehennemdür bana gülşen ruhun hurşidini görmezsem olmaz hatırum ruşen müjensiz çeşmüme hançer görinür gonçei susen yüzün seyr itmesem müjganum olur çeşmüme suzen bana sensiz olur kendü vücudum dostum düşmen senün 'uryanunam n'eyler benüm cismümde pirahen gülistandur bana fikri ruhunla kuşei külhen beni gördükçe mihnetde niçün rahm eylemezsin sen dili pakün cibilli sengi haradan yahud ahen makamı hasret olmışdur dili miskinüsken bulursın sen de bir gün hep bana itdüklerün katlin bugün narı firakunla beni sensin helak iden gidersem bagı firdevse olup nevmid vaslundan gelicek haleti nez'a okuyam iş bu beyti ben reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum gice meclisde seyr itdüm o mahı meclisarayı münevver eylemiş hurşidi ruhsarı her arayı unutdurmış yüce 'ünvan ile daratı darayı ider 'aşk ehline her lahzada yüz bin müdarayı bir özge bezmi has itmiş getürmiş bezme sahbayı o sahba ile mest itmiş seraser halkı dünyayı duhul itdüm o şahun bezmine aglayı aglayı düşüp ayagına itdüm visalinden temennayı tehevvür itdi bakdı hışm ile ol mahı hercayi didi celladı hunrizine katl eylen bu şeydayı heman kasd itdi hışm ile çeküp tigi mücellayı hayatumdan ümidüm kesdüm andum namı mevlayı çekerken 'alemi batında bu havfı bu gavgayı uyandum nageh okurken bu beyti hasretefzayı reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum rakibün muttasıl sohbetde ülfetde meveddetde belakeş 'aşıkun hayretde hasretde hasaretde muhassal halkı 'alem serbeser enva'ı devletde benüm halüm sorarsan şimdi derdi binihayetde gönül mihnetde can hasretde ten dürlü meşakkatde dil ü can u tene cevrün elemler virdi gayetde senünle söyleşem hakk kadi oldukda kıyametde belanı ben çekem layık mı eller cümle vuslatda kimi eyvanı rif'atde kimi bustanı 'işretde heman tenha benem derdün çeken iklimi gurbetde düşelden 'aşkuna günden güne oldum kasavetde reva mı böyle bedhaslet ola şahı velayetde kulun her biri ihsanun görür devletde 'izzetde döküldi kahr ile kanum benüm meydanı zilletde reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum cihanda sana benzer cevri çok bir bivefa olmaz gamun katl eylemez vaslundan ise bir rica olmaz muhassal derdmendün hali hergiz bir yana olmaz hele hercayi dilber sevmeden müşgil bela olmaz seni amma gören kimdür yüzün kim mübtela olmaz cihanda sana benzer kulları çok padişa olmaz ziya'i gibi dergahunda muhlis bir geda olmaz senün bir zerre amma lutfun ihsanun ana olmaz anı yad eylemezsin hazretünle aşina olmaz kadimi derdmendündür ana senden deva olmaz tabibi can u dilsin senden amma bir şifa olmaz ümidüm var idi vaslundan amma galiba olmaz heman öldür beni bana bu dirlikden safa olmaz egerçi zulm ile kan eylemen dahı reva olmaz reva mıdur gidem zulm ile boynunda kala kanum umarken lutfunı ihsanunı devletlü sultanum mu'aşşer diriga geçdi 'ömri nazeninüm derd ü mihnetde ne yaran ile sohbetde ne ihvan ile ülfetde hüner kadri bilinmez kaldum alçak bir vilayetde unutdum bildügüm dahı bu kılletde bu zilletde 'acebdür kadirem bir beyti nazma niçe müddetde felekden midür aya kaldugum böyle felaketde kalur mı tali'i şumum benüm 'ömra nuhusetde mezelletde meşakkatde melaletde melametde yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde neler gördüm seher hakkun fezayı mümkinatında ki zevk esbabı malamal dehrün şeşcihatında safa ehli salınur gülşeni cennet sıfatında oturmış garkı girdabı bela fülki necatında safada ehli 'aşkun her biri mahbubı katında safadur serbeser mahbublar hod haddi zatında hele bibehre kalmış yok bu 'ömri bisebatında bulup bir kuşe tenha zevk ider herkes hayatında yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde şikeste kalbüme bir gün gelür efkar gunagun benümle başladı ceng ü cedele tali'i meftun didüm ey kara bahtum n'oldı olmışsun kara magbun didi bilmez misin kim dunperverdür ezel gerdun iderken 'arbede bahtumla ben hal ise digergun teselli buldı kalbüm kıssai kaysı anup ol gün meger sahrada bir gün kendü halin fikr idüp mahzun gezerken vahşi ahularla sahrada dimiş mecnun yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde ziya'i zulmeti gamda ne kara günlere kaldum döküldi yüz suyı ben camı namusı yire çaldum götürdüm kendümi deryayı derd ü mihnete saldum halas olmak ne mümkindür bela girdabına taldum deri maksud ümidiyle diriga bagrumı deldüm 'acebvar yollara düşdüm 'aceb sahralara geldüm safasından cihanun bi'zzaruri cümle vaz geldüm tehi destem ne dünyadan ne 'ukbadan murad aldum yazuklar bana ger 'ömrüm geçerse böyle gurbetde gehi nacins ile sohbetde geh tenha kasavetde müseddes müseddesi matla'ı piri çelebi dökülüp haki zillete külümüz kalmasa elde akçamuz pulumuz olmasa mihnete tahammülümüz ursalar ateşe tecemmülümüz göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz dutuşup derd ile vücudum eger yansa narı belada sertaser kara toprakda bu teni lagar olsa külliyet ile hakister göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz yele virse heva kararumuzı kara topraga karsa varumuzı eşkıya çignese mezarumuzı tagıdur taglara gubarumuzı göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz sabıkanı şer'i ahmedi muhtar çünki mansurı eyledi berdar yakmaga kasd idince ahiri kar işidüp söylemiş o şeyhi kibar göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz ey ziya'i sen itme tedbiri var gözet muktezayı takdiri nazm idüp bu kelamı dilgiri gör ne dir tekyei hüner piri göge savursalar eger külümüz hazreti hakkadur tevekkülümüz muhammesler muhammesi gazeli vusuli beg ilahi şefkatünden sen dili dildara şefkat vir habir olmaga bu derdi derunumdan feraset vir dili pakine ilham eyle asarı mahabbet vir mahabbetden ilahi ol mehi namihre halet vir beni yakdı ana da zerre denlü bir hararet vir ilahi bu vücudum cübbesini çak çak eyle ya garkab it ya pürsuz it ya berbad it ya hak eyle ya derman eyle derde haşre dek ya derdnak eyle ya vasl ile sevindür ya firak ile helak eyle yahud şevk ile gönlüne anun dahı mahabbet vir dili şeydaya pertev salmaz ol hurşidi rahşanum güzer kılmaz mahabbet bezmine ol şem'i tabanum yanup yakılmak ister meclisinde canı suzanum cemali şem'ine pervaneveş ya rabb ya yak canum ya insafa getür anı ya bana sabr u takat vir keman ebrularun derdiyle manedi hilal oldum n'ola başdan çıkarsam rahı gamda paymal oldum garib ü bikes ü avare vü şuridehal oldum belayı 'aşkı çekmekden hele ben bimecal oldum bu bir barı girandur sen heman ya rabbi kuvvet vir ziya'i gibi bir mehcura zulm ile uzatma el ümidi var vusuli vaslı dilberden hususa gel bu gün sabr eyle hal anla şitabun aslı var vaz gel vusuli desti hicrandan halas olsun hele evvel kerem kıl ey ecel bir lahza aram ile mühlet vir zahide kuyun unutdurdı behiştün meskenin hasılı virdün hevaya sabrı 'aşık hırmenin şiven ile arturursın 'andelibün şivenin vaz' idelden bagbanı sun' hüsnün gülşenin harı gayret güllerün sadpare kılmışdur tenin 'aşık olan can virür ol mahı ruhsar üstine muttasıl tan mı düşerse derdi düşvar üstine şevki ruyunla düşer pervaneler nar üstine gül gamı haddünle düşmiş hançeri har üstine gülşen içre kan bulaşık buldılar pirahenin bu ne hikmetdür ki bari nur u zulmet halk ider bu ne kudretdür ki 'alem zulmet iken serbeser kainata nur bahş olmaga nageh gün togar gün togar sanman melaik hanei çerhün seher afitabı hüsnüne karşu açarlar revzenin hasreti haddünle gitdi dün gice benden sürur derdi dilden ah idüp oldum ziyade bihuzur kıldı ahum sarsarı çerhi mu'alladan 'ubur gördi kasrı dehrde ahum yelinden söyinür eyledi hale çeragı maha perde damenin hasreti şirin ile kuhsara 'azm itdi seher yad idüp derdi derunın dilden ah itdi meger ahı bünyadı serayı 'aleme virdi zarar gördi kim her dem sütunı hane suzından yanar bisütun itdi varup ferhadı miskin meskenin eşki çeşmüm 'aksi la'li dilsitandan sürh olur sinede kalbi hazinüm dahı andan sürh olur dilde peykanı müjen dirsen ki kandan sürh olur sanma kim peykanı gamzen dilde kandan sürh olur ateşi gam tabıdur anun kızardan temrenin subhdem derdi firakı yar ile ah eylesek ahı mazlumanedür 'arşa güzar itmek gerek ga'ib olur guyiya andan firar eyler melek sanma encüm tiri ahı emri vehminden felek bile yatur gice egninden çıkarmaz cevşenin me şarab meygede içre müdam alınmakda haramiveş kadeh el içinde tutulmakda sebuya kulb takıldı oturdı alçakda meta'ı badei gülreng şimdi ayakda kumaşı zühd ü riya turmayup satılmakda çü bahrı gamda buluşduk 'aduyı gussa ile şarabı peyki bu deryada gönderilse dile çü ruzgar virür fülki 'ömri bunda yile kenarı 'ayş u safaya geçilse tolmış ile yine pür olsa meyi hoşgüvar zevrakda çü muhtesib mey içürmez bize zebani degül nihani içelüm anı hele 'ıyani degül dil uzradur bize sufi veli zebani degül şarabı zevrak ile içmenün zamanı degül efendi keştiyi kagıdda suyı zevrakda gönülde suzı nihaniyle kaynayup va'iz hevaya jalei gül gibi sıçrayup va'iz çün oldı meymun uyanup va'iz behişt şevkına şadilik eyleyüp va'iz miyanı meclise atıldı yek mu'allakda şarabı sagar ile sun berü gel ey saki gör imdi bezmi cihanda niç'oldı 'uşşakı ziya'i tigi zeban ile tutdı afakı semendi tab'a süvar oldı 'azm ider baki belagat ehline ya hu gönüller alçakda fakir itdi beni iklimi derde gam emir itdi sürurum var ki server eyledi sahibserir itdi süleymanlar zebun idüp ne asaflar esir itdi şarabı bezmi gam zevkin ne mir ü ne vezir itdi anun keyfiyyetin benden su'al eylen fakir itdi cihanda 'akil oldur kim ola 'aşk ile divane içüp bezmi mahabbet badesinden ola mestane hadisi 'aşkı ey sufi sakın sanma bir efsane saçıldı cür'ai camı mahabbet bagı rıdvana suyın kevser nebatın neyşeker hakin 'abir itdi ne gafildür şular kim karı 'alemden hazer kılmaz irür seyli fena nageh gelüp kimse haber kılmaz mahabbet kasrını divanedür şol kim ki her kılmaz binayı 'aşka tufanı havadis karger kılmaz esasın guyiya bennayı kudret kargir itdi menali kaddümi badı fena ditretdi hem çü teb gelür can agzuma ol dem ol yar ile lebberleb derunı dilden olınca seher virdüm budur her şeb cevanlık 'alemi gitdi ne vaktin togrılam yarab egildüm barı 'aşkı yar kaddüm bükdi pir itdi gül umarken ziya'i gibi kaldı ayagum gilde diriga gitmedi kaldı bela vü derd ü gam dilde mezellet şimdi 'aşk ehlinde devlet şimdi cahilde ne gam endişei zilletden ey baki bu menzilde hidayet rehberi lutfın ana kim destgir itdi gz e l l e r gazeller elif salup dil zevrakını ma'rifet deryasına cana didüm 'aşk ile bismi'llahi mecraha ve mürsaha gönül kim cuşa geldi teşnei feyzi mahabbetden talazlandı nesimi rahmeti rahman ile derya gelün feth eylen ey erbabı hikmet bu mu'ammayı gönülde 'aşkı peydadur gönül 'aşkında napeyda güzeller derdini çekmekdedür dermanı her derdün bana keşf eyledi seyrümde bu sırrı ebu derda 'azab olur gönül başka mahşer ehline ana kim ferd olup mahşerde yarın bulmaya ferda niçe demdür ki vaslı dilrübaya irmedi kaldı erenlerden umar himmet anunçün bu dili şeyda kasavetden helak oldı ziya'i bezmi zilletde ela ya eyyühe's saki edir ka'sen ve navilha ol peri çehrede ya bir bu ki yok resmi vefa ya anagelmedi bir kimse benüm halüm ana togrusı çok bulınur servi sanevberkamet yokdur illa n'ideyin böyle güzel müstesna korkarın 'ar ide benden segi kuyı dilber yohsa ben kendüm olurdum katı çokdan rüsva yüzüni görse umar ni'meti vaslun diller nevbahar olsa gam nanı yir artuk fukara ey ziya'i hele ben gussadan öldüm gitdüm ki niçün ol lebi 'isa beni itmez ihya yaşum birdür hevayı zülfi yar ile hababasa anunçün bezmi gamda kaldum ayakda şarabasa ben ol 'uryanı deşti mihnetem kim tali'ümdendür beni ey mahı tabanum yakarsın afitabasa revan olsa yaşum her suya cana suyı zann itme akar didarun ister 'aşıkundur çünki abasa veda'ı hicre nafidür anunçün ey tabibi can sirişkümle toludur şişei çeşmüm gülabasa meger tab'ı ziya'i şahbazı evci ma'nadur ki vehm eyler zamanun şa'iri andan gurabasa derdün ile taglara düşsem gerek didüm şeha yüri hey mecnun didi ol saçları leyla bana sahnı dünya gözüme dar oldı derdi yar ile hak dimişlerdür iza cae'lkaza zaka'lfeza seyre alup gitdiler ol mahı tenha bu gice tanrıya ısmarladum fa'llahu hayrun hafıza mihre bakdumsa 'izarun terk idüp gün görmeyem la'lüni koyup mey içdümse haram olsun bana lutfun ile yine yad itdün ziya'i bendeni merhaba ey aşinayı canı şeyda merhaba niçün bir zerre mihrün görmez ey meh bu dili şeyda niçün ahvali mecnuna terahhum eylemez leyla niçün cem'iyyeti hatır ola ellerde sultanum hevayı sünbülünle ben perişanhal olam tenha bana ta'n eylemek yokdur benüm de var idi 'aklum beni divane kıldı 'aklum aldı bir perisima 'arakriz olur ol mahun yüzi gahi hicabından küsuf irse güne olur nücumı asuman peyda ziya'i baş açık divanedür sahrayı 'aşkunda başında tac idinmez aşiyanı mürgı kaysasa alma şeftalümi dir ol lebi hurma eyva kaysı narı gama alude kılur san leyla sıdı peymanei kalbüm çün o peymanşiken dideden hunı ciger akmaga yüz tutsa n'ola ya büküldüm çekerek barı gamı cananı fikri ebrusı bilüm bükdi keman eyledi ya lebi canbahşun ile ey sanemi simbeden sünneti hazreti isayı idersin ihya gerçi agyara lebi la'lün olupdur şekerab oldı biçare ziya'i kuluna zehr amma 'arızı canana düşdi sanmanuz zülfi düta gafil olman rumiline geldi iki ejdeha iki kafir mısra gelmiş sükker almak kasdına la'line sarkar ruhında sanman ol zülfi düta can dimagın bu seher gayet mu'attar kıldılar su kenarında iki sünbüldür anlar galiba gice gündüz var ise fikri dırazumdur benüm 'aşıkun 'ömri tavilidür ya anlar zahira gice zulmetde ziya'i şevki gisuyı nigar bu muhayyel sözlerin tesvidin itdi iktiza itdüm kamu rum illerini gerçi temaşa va'llahi sana bulmadum ey mugbeçe hemta iki gözümün yaşı biribirine akdı buluşdı sitanbul'da sanasın iki derya kuyun var iken dünyede ey hurı cinanum gönlüm dilemez şehri sitanbulda kalata ben bulımadum cami'i hüsnün gibi ma'bed meşhurı cihan olmış egerçi ayasofya habs olsa ziya'i yedikullede sekiz yıl virmezdi sekiz cennete didarunı cana geydi ol şuhı cihan egnine ziba diba oldı her kuşede şimdi güli beyda peyda devri gül daim ü canane mülayim amma idemez zalı zaman ile müdara dara ta'atı hakkı koyup ma'ili huban oldum kimsede var mı ola bunca hata ya aya beni ferdaya salup derdümi arturdı habib canuma eyledi te'sir bu ferda derda hay şevk ehli ziya'i gazelin ezberlen sözi rengin ü edası ter ü ma'na rana uyar cünun u 'aşk u heva muttasıl bana ko her ne dirse padişehüm disün il bana agyar bihuzur ise gamunı çekmeden cevr ü cefanı padişehüm sen de kıl bana agyara sengi 'işveni atmak neden gelür bir iylügün tokınmadı ey sengdil bana sebze vü benefşe vü sünbül ü reyhan ü yasemen zülfi nigar olsa veli muttasıl bana benzetdün ey ziya'i meye leblerin diyü gice surahi bezmde uzatdı dil bana gice seyründe lebi cananı bus itdün dila zulmet içre çeşmei hayvanı buldun vakı'a mürde idün düşde ruhu'llah ihya eyledi sanma bus itdün lebi dildarı seyründe dila camı la'linden gice şerbetler in'am eyledi haste idün bir tabibi dil irişmişdür sana teşne idük uyanup laya'kıl oldum var ise leb diyü sahbayı 'aşkından kadeh sundı bana buna hayranem ki nageh bengii hicran iken gice helvalar iderdi la'li nabı dilrüba lal iken guya benüm tutii tab'um bu gice cana layık sükkeri ter sundı bir dildar ana ruhı sani idi çün kim la'li nabı dilberün ey ziya'i canı şirinün ne var kılsan feda dide didarun temaşa itmek olmazsa n'ola ruyunı rü'yada seyr itmek de hoşdur vak'ıa 'aşıkı dilhasteye hoş gelmese derdün senün ey tabibi can ezelden olmaz idi mübtela hame yonsam kaşlarun vasfını yazmak kasdına gösterür şekli hilali her tıraşum galiba ey hicaza 'azm idenler merve hakkı var mı din ka'bei kuyın tavaf itmek gibi zevk ü safa kara zülfünden şikayet kıldı sanursın heman eylese bahtı siyahına ziya'i beddu'a olmasan eger dil mi virürdüm sana cana dildar u dilefruz u dilaram u dilara ben şimdi belasın mı çekerdüm ezel anun ger olmasa sevdası süveydada hüveyda çok çekdi çevirdi anı ol kaşı kemanum cevvar eline düşdi gönül eyle olur ya kanum dökesin bir dem ola ey gözi huni ol demler içün mi bizi saklar felek aya bir derde düşürdi bizi ol afeti devran öldürse gelüp olmaz idi böyle tesella dirdüm beni ihya ide bilmem hiç olur mı bir mugbeçei mu'cizei hazreti 'isa kuçmagı umar kulzümi hicründe ziya'i girdaba düşen sanma kenar uma nigara gerçi ki cana 'arız olur daima kaza amma firakı yar gibi olmaya kaza la'lün yanında busei şirin telh olur zülfün yanında gisuyı leyla kara kaza halatı 'aşk ider beni geh kuh gah kah 'arız olur vücuduma ya vecd ya kaza yir gök götürmez eşküm ile ahumı benüm irse kaçan ki firkatün ile bana kaza her demde kanlu yaş akıdursın ziya'iya sabr eyle çünki böyle ider iktiza kaza saçun mecnunıdur gisuyı leyla 'izarun 'özrhvahı ruyı leyla bahayı haki payun olmaz altun efendi simde yokdur bu sima lebi la'lün şekerdür cana layık zebanun tutidür ey yar guya geyersen padişahum gey yaraşur seraser atlas u dibayı ziba ruhun lale dişün lü'lüi lala dilün seng ü libasun dahı hara eya şem'i cihan bezmünde olmaz ziya'i gibi bir şevk ehli peyda serayı midhatünde bu yedi beneyna fevkaküm seb'an şidada bugün ol şuhı cihan nageh elün saldı bana çın seher pençei hurşid heman kaldı tana şöyle şevk irdi bana el salıcak cananum yedi beyzayı 'ıyan itdi sanurdum musa gah olur el salar ol yar bana ah itsem güli gülşen salınur badı sabadan guya kim bakar yasemenün bagda salındugına nagehan el salıcak ol sanemi bihemta el salar gerçi ziya'iye işaretler ider salınur eller anun iki yanında amma n'olaydı bir gice gün gibi çıksa ol kamer tenha ana derdi derunumdan diyeydüm bir haber tenha ne 'alemdür bu kim seyrümde ol mahı cihanara girer 'uryan olup koynuma her şeb taseher tenha ayaklarda anunçün kalmışam kim ol seri huban vefadan el çeker el virmez ellerle gezer tenha yüzin gün görmez iken genci karunun gibi ahir kara toprakda kalmış anca simendamlar tenha ziya'i şevke geldi gönli bir fanusı hikmetdür ki anda ruz u şeb 'aşk ateşi turmaz yanar tenha gamzen ile kakülün zulmi mehin eyler bana gözlerünle kaşlarun sihri mübin eyler bana dostlar lutf eylen adum anman ol hercayiye hem sizi düşmen sanur hem hışm u kin eyler bana gitdi 'aklum gitdi fikrüm gitdi sabrum gitdi dil dostlar bu zulmi hep ol nazenin eyler bana gönlüm aldı canuma kasd itdi bednam eyledi kim bilür şimden girü cevr idici n'eyler bana ey ziya'i şevk ile hicr ateşine düşdügüm nurı mevla hakkı hep ol mehcebin eyler bana hasretı 'arızı yar ile ölürsem hayfa bergi gülden tenüme bir kefen eylen peyda 'aşkı ve'lleylisi başında idi mecnunun aşiyan eylemedi yohsa gelüp mürgı bela gönlümün hanesine revzen olupdur çeşmüm pertevün girse n'ola gönlüme ey şemsi duha serve benzer dir isem kaddün eger incinme togrusı bu ki yalancı olur ekser şu'ara ey ziya'i buluruz menzili maksudı ne gam zulmeti gamda çü şevki ruhıdur rahnüma rahı 'aşkıyla diyarı gama çün 'azm itdüm 'adem iklimine varmak bitariki'levla hunı eşküm şarabdur guya gözüm iki hababdur guya zekanınun hayali çeşmümde camı mülde hababdur guya vasfı zülfinde şi'ri manzumum bir mutavvel kitabdur guya meclisi gamda eşk ile cigerüm meyi nab u kebabdur guya ey ziya'i ziyayı mihri ruhı 'aleme afitabdur guya bana reng itdi ruh u la'lün ki al oldı bana sakiya divanenem bilmem ne hal oldı bana 'alemi rü'yada seyr itdüm o mahı bu gice vakı'a seyr itdügüm özge hayal oldı bana bagı mihnetdür vücudum bustanı guya daglarla şerhalar gülden nihal oldı bana böyle taksim eyledi var ise kassamı ezel 'işret ü şadi sana hüzn ü melal oldı bana ey ziya'i zulmeti firkatde kaldum yalunız menzili maksuda yol bulmak muhal oldı bana me ne derd olur bu ki bu derd başa düşmiş ola biesriha ben esire belalar üşmiş ola düşürdi bendi belaya bu ben fütadeyi 'aşk cihanda az bulunur ki böyle düşmiş ola bu dem biladı belada turup bela çekerin 'aceb kim ola bu derd ile turuşmış ola kadi nigardan ırak belaları göririn bela budur benüm ile bela görüşmiş ola ziya'iya gamumı kimse bilmez ah benüm meger şu kim bu bela ile ol buluşmış ola şol siyeh çeşmüni gören şeyda mesti 'aşk olsa tan degül cana nakdi cana meta'ı vaslunı vir bey'i döndürmese 'ayb olur zira ey peri yok yire dehanun içün müdde'ilerle iderüz gavga vasfı tigünde kıt'alar yazarın vacibü'lkatl isem de faraza ziri zülfindedür yüzi yarun sanki zulmetdedür ziya'i ziya dirsin riyazetünde riya yok çü zahida bir buriya geyersin olur sana bu riya cana gariki bahrı gamun yad idüp 'aceb dimez misin ki kandadur o eski aşina çerhi felek bu seb'ai seyyaresiyle ah oldı helakı halka yedi başlu ejdeha akıtdı bahrı eşki sikendersıfat o şah gark eyledi vücudumı çün mülki kaydefa manendi yok sanurdum o mihri kamerruhun gördüm nazirin ayinesinde ziya'iya çeşm ü ebrun ile kaddün sanema görinür gözümüze 'aynı i'na nuklı meclis lebüne öykünmiş anun içün mezelendi zurefa terk idüp la'lün içersem bade bezmi 'alemde haram ola bana karanulukda ne göz kıpdugını bilürin encümün ey mahlika asuman encümeni encümini seni hıfz itmege gönderdi şeha ehli 'aşkı ne içün yakdı diyü narı hicrünle tutuşdum cana gülşeni kuyun içinde ey gül bülbülündür bu ziya'i guya kasdi bizedür n'idelüm ey dil o dilara 'uşşakı helak itdi 'umum üzre hususa agyar temaşa ideyor hüsnini her an bin cehd ile biz göremezüz özge temaşa ey 'aşk bize sen dahı bir barı giransın ta'llahi lekad asereka'lallahu 'aleyna başumda yuva derdi serümdür didi mecnun üstadlarun başı agrımaz didi leyla yagmada gözi yaşı ziya'inün o zalim rahm itmedi itdi dil ü can mülkini yagma ey tabib eyle didüm vaslunla derdüme deva didi karın agrısı ol gözleri bimar bana zülfün altında ne hoş yaraşur ol hali siyeh cimün altında konan noktaya benzer guya afitabı ruhun arturdı bugün şevkümüzi innehu lutfu latifin ce'ale'şşemse ziya mey içüp lebleri şevkine gelüp kapusına eyler ol şaha dili mest senayı müstesna görse hassan ile selman ziya'i şi'rün biri ahsente diyeydi birisi sellemna me bize vefa ider oldı ol afet ahyana ematena elemün v'elhabibü ahyana yüzin görüp yire düşdi yüzüm hicabumdan ne secdedür bu da sübhane rabbiye'l 'ala yiridür abı zer ile mezarı mecnuna yazılsa ayeti isra bi 'abdihi leyla iki eli taşun altında kaldı ferhadun terahhum itmedi şirin gelüp yazuklar ana beyan ider gam u derdi ziya'i her beytün sanur görenler anı hanei ebu derda kaçkın kulun kapuna gelüp izn ider rica ihsanuna ne layık ise anı kıl şeha almakda busei lebi şirinüni rakib ben görmedüm dahı ola mı hüsreva reva girdabı bahrı derde düşüp dil meded umar ol derdmendi yad ide yok mı bir aşina aldum meta'ı vaslunı can nakdini virüp yar ile böyle itsün iden bey'i bi'lvefa şevki 'izarı yar ile her söyleyen böyle latif ü hub gerekdür ziya'iya ba çünki nevruz ola dirler zerre kalmazmış sehab gün yüzünde zülf ebrasa neden ay afitab destgir olmazsan ey serdarı hubanum bana derdi 'aşkun paymal eyler beni halüm harab gel gubarı cismi kaldur ayakdan ey badı saba asitanına nisar olsun 'alinün bu türab dembedem agyar ile tenhada tek çift olmasun meclisi cananeye bagrum kebab eşküm şarab hvabda seyr eyledüm dün gice ol mehpareyi ey ziya'i çok zaman olur ki böyle düşe hvab me nedür o gizleniş aya nedür o şerm ü hicab nedür o hüsn ü eda ile ah o gizlü hitab nedür o lutfı hafi ol tekellümi mahfi o 'ahdi bihude ol naz u şive ile cevab o söyleyiş o gülüş o tevazu' ile selam o salınış o reviş ol kirişme ile şitab o göz ucıyla bakışlar o kaşların çatmak ol inciniş o sögüş ah o zalimane 'itab ziya'iya nedür ol gice gelmege ikrar meded meded ya nedür intizarda bu 'azab hazz iderse kesreti 'uşşakdan tan mı habib lacerem kim hasteler çok olsa hazz eyler tabib fi'lhakika cevri cananı görüp incindügüm padişaha incinür guya ki bir merdi garib gonçenün gönli açılmış gül güler hikmet bu kim narı hicrana yanup hakister olmış 'andelib kurtarur gamdan bu gün ehli kubur eyler bizi ol keman ebru atarsa tigi hışmın ya nasib görmeyince 'arızın ohşamayınca gabgabın bakma ey dil verdi ra'naya elüne alma sib 'arızunda ey sanem zülfi perişanun senün sanki su içre kilisada komışlardur salib tutii tab'ı ziya'iyi kuçarsın sayd idüp şahbazı evci istigna mısın ey dilfirib t a minnet allaha ki irdi yine 'idi vuslat vuslatı yar ile buldı dili bimar sıhhat sıhhat olursa rakibi komayam sıhhat ile eyle bednam ideyin anı olursa takat takatüm tak olur görmeyeli haki derün derüni mesken ideyin bulur isem fırsat fırsat el virse öpeydüm elini yarun ben ben kulıyla n'ideyin eylemez ol şah ülfet ülfet eyler segi kuyunla ziya'i her gün bir gün ey ahu seni sayd ider ol biminnet itdün ey sengdil beni katı saht bilmezin kim sitaremi ya baht yok dime söyle ey dehanı 'adem gonçeasa taralmasun dili saht var ise itdi banii ezeli hanei 'aşka derdi gamdan raht şahıdur miri 'aşıkanı bagun tacı beg börkidür çemen ana taht gel şehi 'aşka kulluk eyleyelüm ey ziya'i ya taht ola ya baht çünki canundur güzeller zahida canun gözet uymasun div rakibe ya'ni cananun gözet ey şehi mülki cemale dinüm imanum diyen uydı yar agyara var sen dinün imanun gözet her dem ol yusuflika gözüm terazusındadur hvacei bazarı 'aşk ol sen de mizanun gözet desti hasret çekdi çak itdi giribanun dila kuyı dilber seglerinden bari damanun gözet bir devasız derde düşmişdür ziya'i derdmend ey dili haste yüri sen kendü dermanun gözet camı 'aşk ile beni itdi ezel sakisi mest bezmi has itdükde ervahı beşer ruzı elest sayesi düşdügi toprakdan düzilse bir sanem zannum oldur cümle 'aşıklar olurdı bütperest göricek mescidde agyara mahabbet kıldugun hunı eşki çeşm ile 'aşıklar aldı abdest eşki çeşmüm seyl olup akmazdı zahir dembedem şişei dil bulmasa sengi havadisten şikest razı 'aşkun dilde saklardı ziya'i lik çerh sillei mihnet urup söyletdi anı darbı dest kendümde sanurdum var imiş kuvvet ü şevket meydanı belaya getürüp basdı kasavet ta'n eylemen ol yarı seversem nazar eylen ol çeşm ü ol ebru nedür ey ehli basiret son demde görürsem yüzin ol şahidi canun ben mürdei 'aşka yeter ol denlü şehadet iki gözümün şişesi kumlarla pür olsun ger kuhlı gubarı derün irmezse bu sa'at can virmededür derdünle haste ziya'i ey gözleri bimar cihanda sana sıhhat olalı kakülün şeha zulmet tutsa dil mülkini dila zulmet tan mı havf itse dil şebi gamda korkuludur çü vakı'a zulmet şebi hicründe hayali lebün abı hayvana oldı ca zulmet göricek turrai siyehfamun tan mıdur kalsa ger tana zulmet zülfi sevdası ile hanei dil olsa tan mı ziya'iya zulmet zevk ü safa gelür bana derd ü belayı dost mihr ü vefadurur bana cevr ü cefayı dost ey dil ümidi vaslı ko batıl hayal imiş çekmek gerek firakı budur muktezayı dost ben hasteden dinüz ki etibba elin çeke el virmedi muradum idem merhabayı dost insaf idün ki himmetüm ala degül midür bu geldi yaduma ki olam aşinayı dost hiç hakk reva görür mi ki ben derdini çekem agyar ile safalar ide ey ziya'i dost 'aklumı eyler perişan kaküli hoşbuyı dost cenneti unutdurur ahir ümidi kuyı dost bu libası sebz ile bu şivei reftar ile rasti şimşada benzer kameti dilcuyı dost 'idı vasla irmedin kurbanı canan olmadın öldürür bizi eya bu ejderi gisuyı dost 'akl u dil gitdi nigara kaldı ancak can u ten kanda ise gözedür anlar da her dem suyı dost rasti kaddüm ziya'i bükdi barı derdi yar var ise sihr eylemişdür sahiri ebruyı dost dendanunı vasf itmege her kim kıla niyyet bagrı delinür ey düri deryayı letafet mecnunı ezel 'aşk işini başa iletdi nevbet bize degdi sanema karbenevbet minnet iderem vuslatun ey arzuyı can yohsa gamı hicranuna 'alemde ne minnet bir gün umaram mihrüni ey mahı dilefruz rü'yada bana şeyhi vefa eyledi himmet nazmın hadi i'caza iletmezdi ziya'i ey mugbeçe olmasa ger ümmetde keramet ka rakibünle kıtalüm kalmadı her dundan miras gaza bezminde şem' olmak bana şem'undan miras bela deryasınun mahileriyle aşina oldum kalupdur bu keramet hazreti zü'nnundan miras benümdür şimdilik esbabı derdi 'aşkı canane bana kalmışdur ol ferhad ile mecnundan miras meger ey ehli dünya bu gurur u bu enaniyyet size kalmış heman haman ile karundan miras dehanunla miyanun sırrını ma'lum idinmişdür ziya'iye bu hikmet kaldı eflatundan miras eyledüm ol gülruhun kuyında agyar ile bahs işidenler didi bülbül eylemez har ile bahs ol gözi huni beni eyler diyü ahir helak eyledüm ben haste bir mesti dilazar ile bahs ey dili şuride gel bahs eyleme agyar ile mü'min olan eylemek ca'iz mi küffar ile bahs mesti 'aşkam yanuma gelmen beni 'alemde kon müşkil olur meclisi sahbada meyhvar ile bahs ol dehanı gonçe vasfında ziya'i ruhumuz eylesün mülki 'ademde hvace 'attar ile bahs cim şahı 'aşkam virilür bana gam u gussa harac başum üzre 'alevi ateşi ah altun tac gice agyar ile mescidde ne kıldun bilmem tanladum subha dek ol işüne ey hubmizac dostum ugrayıcak kabrüme düşnam ile ki olur mürdelerün ruhı du'aya muhtac ey tabibi dil ü can derdüne düşdüm gitdüm şerbeti la'lün olur bana ger olursa 'ilac imriü'lkaysa kıyas itme ziya'i şi'rün ki budur 'azb ü furat ol birisi milhi ücac ha 'uşşaka vir badei safı safayı ruh ashabı zevke camı mücella cilayı ruh yok yok hata didüm lebi saki muradı dil ol bibedel 'izarı musaffa safayı ruh candur çeken belayı lebi la'lfamunı gam yok belayı tende beladur belayı ruh pervazı ney hemişe bülend eylesün meded ta evci kibriyaya irince hümayı ruh erbabı şevk anı okıdukca bulur hayat te'lifün olsa tan mı ziya'i gıdayı ruh haleti firkat olmaz vaslı nigara racih faslı hazan olur mı evvel bahara racih fikri visalün olmaz kuçmak gibi miyanun olmaz miyanı derya zevki kenara racih hüsn ü cemal ü naz u reftar u 'işve ile hubanı 'alem olmaz ol şivekara racih ta'n itmen ehli 'aşka rüsvayı 'alem olsa 'aşk ehli 'aşkın eyler namus u 'ara racih ruşen bu kim ziya'i 'aşk ehlinün yanında olmaz behişti 'ala didarı yara racih sakiya sun berü şarabı sabuh ola meksur gönlümüz meftuh lacerem gark ideydi zevrakını salsa eşki çeşmüme nuh ey sanem söyle fikri la'lün mi asuman üzre cismi 'isaya ruh 'aşk yanında ol mehün mezmum kendü 'alemde hüsn ile memduh vasfı la'lün ziya'i şerh ide ger bir mutavvel kitab olur meşruh fa'ul feramuş olınmaz safayı kadeh heba ola mı hiç bahayı kadeh tolar ehli bezmün sadasıyla dehr okırlar meger kim du'ayı kadeh niçün imtizac idemez sufiler igen hoşdur ab u hevayı kadeh bu devr içre saki bizi yad itdün varup olalum aşinayı kadeh çü şevke gelür içicek sakiya ziya'iye lazım ziyayı kadeh ha rind şuh u şem' şuh u saki vü peymane şuh tan mı olsa yanuben yakılmada pervane şuh kuhken gibi virürsem canı şirinüm ne var oldı çün kim dostlar ol gözleri mestane şuh böyle küstahane kafirlikler itme ey sanem vechi yok kim diyeler sen afeti devrana şuh adı mecnun olmag ile 'aşık olur mı kişi gitdi sahraya hevaya uydı bir divane şuh deşti şevk içre ziya'i gibi mecnun olmaya çün dili şuride sevdi bir güzel canane şuh dal çün hüsn ile 'alemde yok emsali muhammed olsa n'ola dil can ile meyyali muhammed 'alemde yeter mu'cizei bahire bişekk ashabı gamı 'aşka ruhı alı muhammed san bedr gazasında ol 'arızı bedr ay 'uşşakı şehid eylemedür hali muhammed san ka'be tavafında bilali habeşidür ol 'arızı ra'nada hali muhammed kurbanı visalinde beni eylese kurban olmasa ziya'i ne var ihmali muhammed niçe bir çahı gamda habs olam dilhaste vü naşad beni bu gamdan ey servüm idersen vaktidür azad rehi meyhanede düşdüm gice kan mesti hakalud meded gelsün beni piri harabat eylesün irşad bana öykündi benzer 'aşık oldı cümle bu 'alem ki feryad u figanumdan ider halkı cihan feryad gel insaf idelüm hiç böyle olmaz 'aşıkı şirin keserken bisütunı kesmedi ümmidini ferhad ziya'i zulmeti gamda gezer şadan olup nadan giriftarı kafes bülbül yürür zag u zagan azad asitanundan ideli beni redd mededüm yok figana dahı meded haddün üstinde hali müşginün yaraşur ziyade fevkal hadd badei 'aşkun ile mest oldum gamun urdı bana haddi bihadd tan mı mecmu'ı halüm anlatsa ol feridi cihana bir müfred menzili 'akıbet ziya'inün zekanun hasretinden oldı lahd padişahum sergüzeştüm yazmak idündüm murad eşki hunalud ile gördüm mürekkebdür midad derd ü gamda aşinalar anmaz olmış halümi hiç olur mı kim ide ben hasteyi bigane yad ehli 'aşka zulm olur hergiz 'adalet kalmadı la'li şirinünde vardur var ise 'alemde dad söyle ey kafir o la'li şekkerinün meşrebin bihalel midür 'akidün idelüm mi i'tikad bermurad olsa ziya'i namurad olmaz 'aceb çün zaman oldı zamanı devleti sultan murad ey 'ırzı saklayan kişi var eyleme 'inad 'aşık degülsen eyleme derdi serüm ziyad 'aşk ile 'ırzı bir yire yazsam da vechi var makbuldür gazelde begüm san'atı tezad 'aşk ateşi yakupdur şu resme hazrayi kim gülşende sanur anı gören tudei remad agladugum budur ki diriga vü hasreta ümmid var iken beni yar itdi namurad kimdür diyen bana şehi huban dir isen kulun ziya'i 'abdi fakir ez'afü'li'bad 'aşkı şirin ile kazandun ad kaniyem şimdi sana ey ferhad desti zulmünle paymal itdün dad elünden şehi cihanum dad buyı zülfün getürdi badı saba vakıf olan didi mübarek bad damı zülfünde mürgı diller çok cümleten saydunuz mı ey sayyad nerm olımaz çü sengi kalbi nigar n'eyler imdi ziya'iya feryad kalmadı ben fakire hay meded ne kapunda rica ne sende sened bülbüli baga bakma ey nergis getürür dideye remad remed name gamz eylemiş beni yara siyeh it yüzin ey midad meded sana gönlüm kalur benüm canum eyler isen beni kapundan redd vardı divanelik yolın tutdı oldı şimdi ziya'i ehli hıred kaşun alnunda ey habibi ferid afitab üzre şekli meddi medid subhdem 'arızun görüp ey mah tarfı magribde tanlamış hurşid tigi canbahşı dilrübadan biz 'aşıkuz idelüm mi kat'ı ümid düşeli cana zülfi sevdası eyledüm bir niçe tesvid eski eş'arı hep unutdurdı ey ziya'i bize bu tarzı cedid hemser oldı o servkadde pelid reşki nize çekdi üstine bid nalesin dinle ben sitaresizün ne çalarsın yanumda ey nahid ey gönül her nagamda inlersin neye eyler bu naleler taklid bilmeyen kadri cenneti vaslun duzahı hicrde kalur cavid göreli şevki mihri ruhsarın şevke geldi ziya'iya hurşid seyr idem seyrümde dirdüm yarı dutardum ümid gözlerümden uyhu dahı gitdi oldı nabedid busei la'lin dirig itdi diriga ol sanem kat' idersem tan degüldür tatlu canumdan ümid kat'i da'vi kılmaga 'uşşaka bir şahid yeter tigi gam kafidür ahir itmege anı şehid gönlümi habs itdi zindanı zenahdanında yar zülfini zencir kıldı 'aşkını muhkem kilid ben helakem buna kim düşmen bugün oynar güler ey ziya'i ruzı matem olmasun mı ruzı 'id zalme cigeri gam sanemün bezmine kebabı leziz lebi hayali ile eşki ter şarabı leziz çü can virürdüm o la'li lezizi yad itdüm acun beni ki eceldür bana şarabı leziz 'aceb mi yursam elüm çeşmei hayatumdan çü haste olana acı gelür her abı leziz gamundan eşküm akar gör zamanı barandur bu hvabı mevtüm olur şimdi bana hvabı leziz ziya'i ol sanemün sormadın lebini henüz ecel irişdi almadın dahı hvabı leziz ra mezarumda açılmış lale sanman 'aksi dagumdur ricalü'lgayb kabrümde komış yahud çeragumdur bihamdi'llah ki başum parelendi sengi dilberden karanfillerle zeyn olmış benüm ra'na kabagumdur mahabbet bezmgahında sakınsun müdde'i benden derunum ateşinden her 'alev yalun yaragumdur rehi kuyunla taki asitanun tek bana kalsun hilal ü kehkeşan asla ne çiftüm ne oragumdur bana bu 'alemi vasi'de yir yok ana diltengem ziya'i şimdi ancak zulmeti mihnet duragumdur divanelik zamanıdur eyyamı nevbahar zencire girdi sahnı çemenlerde cuybar guşı güle irişmez odur nale kıldugı gülşende bülbül itse eger nalei hezar can istemezdi şimdi 'avam ihtilatını bulsa eger ki kendüye mahsus bir kenar dudı derunum itdi felek sakfını siyah ateş bırakdı gönlüme tabı ruhı nigar hüsrev gibi diyarı sühanda ziya'iya ben dahı bir ocak arayum şimdi namdar hakimi hüsne gönül can nakdini rüşvet virür vaslunı hükm eyleyüp hattun heman hüccet virür can virürdüm yolına makbuli olmaz korkaram katlüm isterdüm veli kattalüme zahmet virür karı ferhadı begenmez niçeler yetmez mi kim kuhı gamda itdügi 'aşıklara gayret virür anman eyyamı firakı işidenlerden ırak adın işitmek ne denlü ademe heybet virür nazmı şirinüm okursam şevki vaslunla n'ola eyle dirler dostum tuz ni'mete lezzet virür bengiler hayran olurdı ger temaşa kılsalar bana esrarı lebi dilber ne keyfiyyet virür halden hali degül nazmı selef amma benüm ey ziya'i her sözüm çok şevk ü çok halet virür kudumı nevbahar u mevsimi 'ayşa 'alametdür benefşe fi'lmesel miftahı babı bagı cennetdür gel ey saki bahar irdi getür camı musaffayı safa kesb idecek demdür bu fırsatı ganimetdür ben ol divaneyem zenciri zülfeynünledür fahrum bana 'akl ehline uymak cihanda hayli zahmetdür senün cismi latifün bahrı behçetdür kenarı yok senün nafun meger girdabı deryayı letafetdür bu şi'ri abdarun görse ger cami sekahu'llah diyeydi kim ziya'i sakii bezmi belagatdur yolına 'aşıklar anun can virür dörder beşer dir görenler ol meleksimayı mahirü'lbeşer 'alemi 'işretde cuş itdi mahabbet çeşmesi camı mey sanman müdam anun ayagıdur akar bendeni giryan iden su'banı zülfeynün gibi görmedi düşinde dahhak ey şehi cemşidfer savma kutı gussanı sa'imi hicranunı 'idi vaslunla sevindür ey hilalebru kamer va'de eyler vaslın amma bivefa itmez vefa virmek allahun ziya'i görelüm ahir n'ider bugün laleyle nergisden çemen pür zib ü ziverdür biri cem camıdur saki biri tacı sikenderdür getür camı sürurencamı saki devri güldür bu saba hempa safa hemdest ü sahba hemseri terdür görelden ruyı ziban ile gisuyı perişanun benüm ey hüsni nevruzum günüm gicem beraberdür erazil paymal itse beni incinmezem hergiz ki zira bilürem gerdun ezelden dunperverdür beni şehri selametden bugün men' itdiler amma varup kuyı melametde karar itmek mukarrerdür görinen üstühvanı sine sanman hay derd ehli tokınmış cevri dilberden bana her biri hançerdür işitdüm ey şehi 'alem ki cahillerle yar oldun ziya'iyi unutma ol dahı bir cahil ebterdür ol şahun itdügi bana zulmi 'azimdür bilmem günahum da nedür hakk 'alimdür her dem rakibe mihr ü vefa eyleyüp bana cevr ü cefalar eylesen allah kerimdür rahı bela misafirinün derd ü mihnetin bilmez o kim diyarı safada mukimdür mey meclisinde ol sanemi meyperestümün guya dehanı bibedeli meyde mimdür 'aynı 'aduya görinür ejder ziya'iya guya kalemi elde 'asayı kelimdür didüm ey saki meded gönlümde bir gam var gider camı mey sundı didi huz ma safa da' ma keder agırı altun degerdi ol şehi mısrı baha kıymetin bilmezlere kendin satar ucuz düşer 'arızun üzre perişan eyleme zülfeynüni lacerem firdevsi 'ala içre olmaz giceler müşkili 'aşkı soran gelsün ki destümde kalem dili ucında cevabın her zaman hazır dutar ey ziya'i ekser eş'arun beşer eyledün pençei hurşidveş afakı tutsun serbeser derunumda benüm sanman ki derdi 'aşk dagıdur melamet tekyesidür hanei kalb ol çeragıdur gönülden eksük olmaz fikri zülf ü çeşm ü müjganun bu viran olası benzer haramiler yatagıdur beden mihnet hisarı can ise dizdarıdur anun dikilmiş cismüm üzre yareler birkaç yamagıdur gönül geçdi güzeşte dilrübalardan bugün amma hele ben bildügüm ol servkaddün rast çagıdur ziya'i tariki tarik cahı çahidür şimdi yirin anun sorarsan kasrı istigna turagıdur bana bir gün umarın vuslatı canan virür ol huda kim bir avuc topraga iman virür teni zerdümde görüp 'illeti 'aşkı didi yar 'illet ile dirilen mihnet ile can virür dagın ihsan idicek şöyle sevab itdi nigar bir yetime sanasın şefkat ile nan virür derdi 'aşka olalum razı ki çün hazreti hakk kimine derd virür kimine derman virür yüri gam çekme ziya'i ki ezel kassamı kimine vasl virür kimine hicran virür hasreti gisuyı müşginünle kaddüm dal olur la'li renginün ümidiyle bana çok al olur camı hasret sunma hey afet helak itdün beni bu mahabbet meclisinün badesi kattal olur ya irem bagı visale ya virem derdünle can rahı 'aşkunda ümidüm var bana bir hal olur bir bir eylerdüm beyan agyara işler kıldugum korkarın kim kıssai seyyid gibi battal olur zühd makbulümdür amma ey ziya'i n'eyleyem leblerin yad itdügümce dil meye meyyal olur hevayı kakülünde raks ider gönlüm kebutervar safalar kesb ider can ateşi gamda semendervar gazelde lamelifdür zülfekar u tab' düldüldür diliriyem bugün meydanı nazmun ben de haydarvar haraba virmesün su'banı ahum mülki dünyayı yiridür ger çekilse canibi eflake ejdervar ruhun terk eylesün bu reng ü ali kaydefaasa sirişküm üstüne derya çeker yohsa sikendervar kazıtdum kaşumı tavk eyledüm gisunı boynumda efendi baş açık abdalunam ben de kalendervar irürsem ka'bei vasluna kıblem ömre sa'yum yok ki la'lün zemzeminde merve hakkı çok safalar var nişanumdan sorarsa suzı elfazum görüp dilber çeragundur ziya'i dirler aydun bir sühanver var dimem ey sufi sana 'aşık olup dilber gör söz güherdür kulagun tut bir iki gevher gör olma keyfiyyeti esrarı gamun hayranı ne gubarı rehi yar ol ne lebi dilber gör bülbüli bagı fena gibi ne feryad eyle ne gülistanı melahatde güli ahmer gör ne lebi la'line can vir ne hayal eyle saçın ne uyu makberelerde ne kara düşler gör dilberün derd ü belasın ko ziya'i çeksün yüri sen savma'ada nurı kerametler gör yüzine tutar elini bakdugumca naz ider ah elinden ol şehi hüsnün ki cevre yüz tutar ol perinün şive ile yüzine el tutdugı 'aşıkı şuridehatırdan hicab eyler meger 'arızı hurşid ü desti pençei hurşiddür yasemenle gülşeni hüsn içre yahud verdi ter fi'lmesel oldı yedi beyzayı musa aşikar anun içün ehli 'aşkun gönli şevk ile tolar busei ruhsarı hayfa kim nasib olur ele zulmeti gamda ziya'i muttasıl derdin çeker gönül ahlar ider feryadın eflake uçurmışdur gözüm kan aglamaga başladı bilmem ne görmişdür meta'ı badei gülreng igen satılmadı kaldı harabatiler ey saki meger ayaga urmışdur lebi canbahşın urdum mürde ihya kıldı cananum gice var ise düşde hazreti 'isayı görmişdür mahabbet şahınun bir gözi baglu şahbazıyam ecel mürgın henüz avlatmayup koldan uçurmışdur seher kaftanun açmış gül gibi baga salınmışsın sanevberler ziya'i gibi hep hayretde durmışdur demadem derd ile kan içdügüm la'li lebündendür başum tob oldugı meydanı 'aşka gabgabundandur egerçi huriler cennetdedür allah bilür amma benüm hurı cinanum ey mu'allim mektebündendür güzel dilber sevüp sen badei gülreng içermişsin üşenme sufi 'aşk ehlinden anlar mezhebündendür hilal eksüklügin bildi görince na'lçen nakşın ziyası kevkebün göklerde 'aksi kebkebündendür ziya'inün efendi şevki ruyı mehveşündendür gamı hicran ile zevk itdügi yadı lebündendür saçun vasf itmede cana ne mihnetler çekilmişdür beyaza çıkmada hattun ne zahmetler görilmişdür senün razı dehanun fehm idüp hıfz itmiş anunçün mu'amma kısmınun ey nüktedan adı çekilmişdür gice kasd eylemiş ahengi ahum çıkmaga çerhe senün kuyun koyup yabana gitmişdür yanılmışdur bugün meyhaneden mescid temaşa kılmaga vardum kanadil adına gördüm ki bihadd cam asılmışdur hevayı zülfi dilberde ziya'i bergi ümmidüm güli gülşen gibi berbad olup gitmiş tagılmışdur hevayı kakülünle ger olursam 'akıbet berdar ümidüm bu ki dünya halkı dirler ni'me 'ukbe'ddar düşelden çarsuyı 'aşka yandur narı 'aşkunla hadisi hvacei 'alemdür ehlü'ssukı ehlü'nnar firakunda ümidi vuslatun endişem olmışdur 'aceb mi hastelikde sıhhat itse arzu bimar rehi 'aşkunda dil gitdi bela bu derdi dil gitmez gider başum da gitmez başdan amma 'aşkun ey dildar ziya'i 'aşık olmak çar 'unsurdan feragatdür vücudum mahv kıldum 'aşık oldum ben dahı naçar sanma dellalı ki ol mahbubı dellal gezdürür çarsuyı 'aşkı yusufda heman can gezdürür çarsuyı 'aşkda zülfün hayaliyle gönül tıfldur guya girüp bazara reyhan gezdürür var iken la'lün zülali kimse bakmaz sükkere sükkeri bazariler dükkanı bedkan gezdürür biz ırakdan baksak eyler bize ta'n ehli cihan dilberün ra'naların hep şimdi nadan gezdürür dil ziya'i ol lebi rengini medh eyler yürür çarsuyı mihnetün dellalı mercan gezdürür ahum ki bir nefesde felekde vatan bulur kendin sakim badı sabayı esen bulur hicründe can viren sevinür çün kefen geye müflis gibi ki yolda yeni pirehen bulur her dem bana 'azab u 'ikab u 'itabunı itme efendi çün ki cihanda iden bulur bulsam seni bu derdi derunum disem sana amma bulan senafeti kendin kaçan bulur mahv itdi derdi 'aşkun efendi vücudını bilmem ziya'i bendeni gussan neden bulur 'adem mülkin bana seyr itdüren yarun dehanıdur benüm cismi nahifüm kıl gibi kılan miyanıdur beni gark itse tufanı sirişke bin yaşar dilber hakikatde bana ol ruhı sani nuhı sanidür degüldür penbei dagum görinen başum üstinde benem mecnunı 'aşk ol mürgı mihnet aşiyanıdur kanı sakii siminsak ile camı sürur encam cevanlık 'alemi gül devri şeydalık zamanıdur mahabbet kulzüminün sahilinde kuhı mihnetde beden bir kal'adur kim derd ü hasret pasbanıdur beni avarei deşti cünun iden nedür aya cevanun derdi mi yohsa cevanlık 'unfuvanıdur yüzün ak gül gibi ra'na lebün bergi güli hamra cemalün gülşeni guya letafet gülsitanıdur senün kurbanun olmak ey kaşı ya geçdi gönlümden hedef olmak hadengi gamzene devlet nişanıdur sefine keştii hikmet düri manzumdur nazmum ziya'i şi'rümün her bahrı deryayı ma'anidür 'arızun hicrinde eşki dide nilün 'aynıdur fi'lmesel 'aynen tusemma selsebilün 'aynıdur derdden suzı derunum ateşi nemruddur eşki çeşmün gussadan 'aynı halilün 'aynıdur 'aynı ile daguma benzer güli hamrayı bag nergisi gülzar bu 'aynı 'alilün 'aynıdur 'aynı ile 'arızun manendidür mahı münir zatı pakün gökde hurşidi cemilün 'aynıdur şevküm artar cismümi yakdukça narı nazı yar ey ziya'i şem'de yanan fetilün 'aynıdur bagda badı hazan buldugı eşcarı soyar şol harami gibi kim zulm ile tüccarı soyar pirehensiz kodı 'uşşakı hayali çeşmün muhtesib tut ki bulup zecr ile meyhvarı soyar nagehan kadre irüp gönli muradın buldı camehvabı şebi vuslatda şu kim yarı soyar bir yana şeyh soyar sufi ider zühd ehlin bir yana piri mugan fasıkı bedkarı soyar gamı gamzen kodı 'uryan ziya'i kulunı tut ki celladı şehinşah günehkarı soyar şolar kim bendeni gamz eyleyüp divanedür dirler senün çün ey periru 'akl alur cananedür dirler mukayyed oldugı çün dil saçı zencirine yarun niçe yirden işitdüm kim bana divanedür dirler mahabbet kulzümine gark olanlar ittifak idüp vefayı dilberan içün 'abes efsanedür dirler senün çün serbeser ehli siva ey yari gendumgun melahat hırmeninde hasılı bir danedür dirler harabat erlerinden halini sordum ziya'inün şarabı bezmi 'aşkı yar ile mestanedür dirler derdün ile gönül cana geh aglar geh güler nite kim gurbet çeken şeyda geh aglar geh güler gah derdi firkatünle gah ümidi vasl ile dergehünde 'aşıkı rüsva geh aglar geh güler gah şebnemle tolar geh açılur gülzarda şevki ruyunla güli ra'na geh aglar geh güler camı 'aşkun mesti geh handan u geh giryan olur bezmi meyde mest olan zira geh aglar geh güler şevke gelmişdür ziya'i gibi 'aşıkdur meger meclisünde şem'i bezmara geh aglar geh güler benüm canan ile ruzı ezelde ittihadum var visal ile firakun farkı yokdur i'tikadum var vücudum hırmenin badı fena mahv itdi sertaser muhassal bu ki 'alemde benüm ancak bir adum var bana ta'n itme ey zahid eger ah idüp aglarsam benüm ol kasımü'lerzak işiginde muradum var elem çekmem beladan derd ü gamdan zerre derdüm yok benüm takdiri mevlaya ezelden inkıyadum var ziya'i herkesün bir mesnedi vardur bu 'alemde benüm dergahı gitiaferine istinadum var gören agyarı deri yarda hannas sanur seyr iden mekr ile telbisini vesvas sanur medh ider piri muganı o men'i badefüruş her kişi kendü atasın hızır ilyas sanur ruz u şeb halk uyımaz nale vü feryadumdan beni kuyunda görenler zararı nas sanur ruzı hızr itdi kara cismümi taşlarla nigar benzedüp kara libasa anı il yas sanur ey ziya'i gamı 'aşk ile ganidür dili pak gören amma bizi garkı yemmi iflas sanur be hey zalim mahallen topragı kan ile tolmışdur misali kerbela hunı şehidan ile tolmışdur benüm de kuyı canan itlerine bergüzarum var seherde kasei kalbüm ciger kanıyla tolmışdur bana rahm eylemen firdevsi kuyından görüp münfekk derunum hep hayali vaslı canan ile tolmışdur bela vü derd ü gam gönlümdedür sen ey ferah var git sana va'llahi yir yok hücre yaran ile tolmışdur ruhun vasfındaki şi'rüm seraser dehri tutmışdur vilayet şeyh sa'dinün gülistanıyla tolmışdur güli fazl ey ziya'i hiç bilür misin niçün yitmiş cihan gülzarı haristanı nadan ile tolmışdur ruyı sıhhat görür ol haste geh yanagun öper taze can bulur o bimar geh tudagun öper guşuna gizlü haber dir gibi olur mahza guşvarun eğilüp görince kulagun öper paymalı seri gisuyı perişanundur dili aşüfte ki damen gibi ayagun öper maliki mühri süleyman olur ol 'aşık kim fırsat el virse ana bir gice tırnagun öper ey saba yar ziya'iyi sorarsa diyesin haki rahı seri kuyundur o başmagun öper bir 'aceb divaneyem kendü sözümden bihaber olmışam mesti meyi engur özümden bihaber ruyı yarı görmedüm halin dahı seyr itmedüm tali'ümden gafil oldum yıldızumdan bihaber ol iki gözüm beni aglatmak ister hicr ile dembedem kan agların iki gözümden bihaber yüzümi topraga sürdüm eyledi yüzbin cefa olmışam her vech ile kendü yüzümden bihaber geldi canan ey ziya'i kendüm idrak itmedüm yardan gafil diriga kendüzümden bihaber huruşı bihude erbabı 'aşka namünasibdür ne çare bu dili şeydanun amma 'aşkı galibdür reva mıdur bana tenha cefayı bihisab itmek be hey sultanı 'alem cümle 'alem vasla talibdür bizi mahrum kılmak vuslatundan nehyi hazırdur dehanun busesin teklif kılmak emri ga'ibdür senün garı zenahdanundaki diller belakeşdür okunmak kıssai ashabı kehf amma 'aca'ibdür münevver kıldun ey nurı musavver bezmi afakı çeragun çak ziya'ide çerag olmak münasibdür me firakı yar ile bihadd kasavetüm vardur hezar deftere sıgmaz hikayetüm vardur visali yara irişdükde cür'et idemedüm zamanı haşr irişince nedametüm vardur şikayet eylemezin kimseden benüm amma bu bahtı şumdan özge şikayetüm vardur 'itaba müstahak olmagıçün el üzreyin dir benüm güzellere gahi zerafetüm vardur ziya'i şi'rine dahl itmesün 'inadı kosun kelamum anlamayan şahsa minnetüm vardur ey açık kaşlu hayali kaşınun şam u seher kasrı 'aşkunda yeter gözlerüddi basar. safhai sinemde gamun metni durur ehli derd olmayan anı bilimez şerha bakar şehre meşhur olalı hüsn ile ol mahı münir ruyı hurşide bugün eyleyemez kimse nazar zülfine gönlüm asar yar günahın sormaz gerçi mansurı sebebsiz bilürüz asmadılar iltifat eylemez efganı ziya'iye habib kulagum aldı diyü bülbüle bakmaz güli ter dila busı lebi canana magrur olma firkat var bilürsin ahirinde bezmi sahbanun nedamet var ümidün kes temenna itme vaslın ehli derd ol kim cefayı dilberi çekmekde ey dil özge halet var gönüller nakdini almakda eyler hileler peyda zeni dünyaya aldanma er isen erde gayret var ruhun bagın temaşa itmede 'ömrüm safa yokdur idicek bir mesire seyrini dilde meserret var bu sa'di gör ki fettahi ziya'iye mu'in oldı kemalinden zahirün sözlerinden yeg selaset var agyardan şu dem ki sana yar ola üç er tirünle bize balı bela hep üçer üçer her bir melek yanında birer div var gezer yanında ol periruhun amma beşer beşer şiri ner oldı disem o cellada tan degül 'aşıkların çü katl ider onar onar bahrı gamun degüldür bir iki şinaveri 'aşıklarun bu bahrda cana yüzer yüzer kulun ziya'i dirler efendi bu lü'lüyi bu bahr içinde nazm idici birer birer gözümden yaş akar her dem gönülde bunca gussam var benüm iki gözüm çün dünyede bilmem dahı nem var niçe bir ateşi hicrana yakdun merhamet kıl kim benüm ruhum bilürsin darı 'ukbada cehennem var demadem seyr ider hüsnün rakibi divşekl amma cinanı kuyunı 'ömrinde görmez bunda adem var ne denlü cevr iderse ol peri hiç ihtizar itmez elem çekmekde hey divaneler bir özge 'alem var ziya'i korkarın ter düşmesün gayet de nazikdür güli ruhsarı canana şebih itmekde şübhem var şad ol ey saimi hicran yine bayram gelür salını salını ol servi hıraman gelür 'ahd ü peymandan igen dönme igen ey rakkas devrdür böyle bu kalmaz geçer eyyam gelür gelse ger raks iderek bezme o hurşidi cihan tenüme can irişür canuma aram gelür merhaba eyleyesin ola ki devlet vire el ey kalan ruzei gamda gör e bayram gelür ey ziya'i niçe kırılmaya halkı 'alem çünki ol pistedehen gözleri badam gelür celladı çerh hey ne 'aceb hunriz olur her ay başında mahı nevi tigi tiz olur ger şimdi kurtulursa bu zindanı gussadan mısrı vücud içinde begüm can 'aziz olur kanum dökerse bezmi belada gözün ne tan mesti şarabı 'işve olan cür'ariz olur leyla işigini kodı sahraya yüz tutup mecnunı desti 'aşk 'aceb bitemiz olur kaçsa ziya'iden o vefasız 'aceb degül ademden işi vahşi gazalun giriz olur çeşmi haramidür işi hep tutma urmadur mu'tadı damı kakülinün hile kurmadur yıksak nihali 'ömri n'ola emri yar ile maksudumuz muradını anun bitürmedür ey haki payı didei 'uşşaka tutiya bu asitaneden garazun bizi sürmedür leylii zülfüne güzelüm ben mukayyedem mecnunun işi dünyede bikayd oturmadur şehbazı tab'a bu gazeli ter ziya'iya bi'llahi hiç yalan degül ancak uçurmadur mahcubdur hicab ider ol yarı şivekar vaslına irmege niçe yüz bin hicab var gizlenme ey melek gel e göster cemalüni derdi derunum eyleyesin bir bir aşikar allah ne şahbaz imiş ol hali 'arızun simurgı tab'um eyledi bir lahzada şikar ma'i geyen nigara gönüller akar gider enhar bahre nite ki fi'lleyli ve'nnehar öpdi rakib la'lüni olmaz mı bari hiç bahrı gamun gariki ziya'iye bir kenar mahabbet meclisinde bilürüz mecnunı 'akildür melamet san'atında kuhken üstadı kamildür riya ile cemalün mushafına nazır olmışdur senün zülfi siyahun hak bilür kim kara cahildür lebi la'lün ki anun teşnesidür hızr u iskender rakibe ruhı sanidür bana semmi helahildür görürler turrası tarrardur hem gamzesi gammaz 'acebdür ol gözi celladdan bu halk gafildür ziya'i subhdem böyle işitdüm bir müfessirden habibün ruyı hubı hakkına ve'şşems nazildür kah olur şevki ruhun dil micmerinde od olur ahum ana dud olur canı hazinüm 'ud olur defteri 'uşşak içinde vasılı vasl olanun ismi mevcud olur amma cismi namevcud olur sen meleksimaya zemm itmiş bizi bir müdde'i lacerem şeytanlık iden 'akıbet merdud olur ey yüzi gül la'li mül dirsen gice mey içmedüm nergisi mestün nedendür böyle hvabalud olur gerçi eylersin ziya'iye cefayı bihisab i'tikadum var hisabı mahşeri mev'ud olur niçe vasl olam ki canum cevri dilberden kaçar bir yana canan ise feryad u ahumdan kaçar şad ol ey dil cevrini çekmekde has oldun yine zulmini gören 'umumen padişahumdan kaçar didüm ey meh ruyunı seyr itmesün gisularun didi gör divaneyi zülfi siyahumdan kaçar tagılursa jaleler yelden benüm de ey felek encümi seyyare ahı subhgahumdan kaçar ey ziya'i korkarın bir gün kiramen katibin yazmada izharı 'acz eyler günahumdan kaçar var ise biçare bülbül 'aşıkı didardur gicelerle nale eyler subha dek bidardur buyı ümmidi visalünle senün dil hanesi ey güli gülzarı cennet külbei 'attardur la'li renginünde ey mehru yine tebhale var bergi verdi ahmer üzre şebnemi gülzardur 'arızı cananeye meyl eyledi gönlüm benüm laleye konmış heman zenburı bimikdardur merhabasız yardan el çek ziya'i farig ol devlet el virince sabr it bunda hikmet vardur ah itdügümce dilbere te'sir ider mi gör ahen mi gönli ol sanemün ya hacer mi gör gamz itdi bülbüli dili yara rakibi zag suç olmayınca ol gözi şahin tutar mı gör salındı gitdi gülşene dirler o servkadd ey dil tecessüs eyle bu togru haber mi gör camı zücac içinde 'aceb reng bagladı la'lünden utanup kızarur meyde şermi gör sevdi beni ziya'i diyü taş uram didün evvel nazar kıl üstine anun düşer mi gör yine candan sevgilü ol şahı hubanum gider bir yana canum gider bir yana cananum gider gitdi ruzı vuslat irişdi şebi firkat yine canibi garba bu gün ol mihri rahşanum gider dagıl ey sabr u karar ey gam haramiveş iriş mülki dil hali kalur devletlü sultanum gider ayrılık bilmem nedür hakka eceldür bu bana ey müselmanlar acun kim dinüm imanum gider ey ziya'i göz açup bir dahı bakmam 'aleme çün gözüm nurı gider hem nurı yezdanum gider ey dili pejmürde müjde şahı hubanum gelür ol lebi 'isa irişür seyrine canum gelür dostlar tan mı kıyamet kopsa düşmen başına tarfı magribden benüm hurşidi rahşanum gelür başladı can u gönül iklimi ma'mur olmaga 'izzet ile şehrine sultanı hubanum gelür ol sanem kafirlik itmez ey müselmanlar bilün dinüm içün i'tikad eylen ki imanum gelür zulmeti hicre düşenler abı hayvan istesün ben ziya'iyem benüm ol nurı yezdanum gelür germ olup olma igen ey mehi garra magrur ne kadar olmış isen hüsn ile şehre meşhur bedenüm kal'asını yıkdı haramii gamun ezel oldugı gibi olmaya 'ömren ma'mur bir perişanlugı var başın asar her tarafa meyi şebnemden olupdur güli hamra mahmur dilberün derd ü gamı canumuza minnetdür vamıka sorsan olur 'işvei 'azra ma'zur zulmeti gamda ziya'iyi feramuş itme germ olup olma igen ey mehi garra magrur çün ol peri cemal ilinün serveri çıkar ey nergis imdi başdan o zer efseri çıkar aylarca ben yüzin göremem lik her gice ol afitaba encüm iken müşteri çıkar div rakibi öldürecek var ümidümüz bir gün bu dehri pirezenün bir eri çıkar zindanı derde salınca kendüyi bir kişi mısrı mahabbetün görürin serveri çıkar gitsün bu 'akl karbanı tagılsun ziya'iya naz ile çünki karşumuza ol peri çıkar bir haste yok cihanda ki benden beter düşer tiri kaza efendi bana ol kadar düşer 'alemde bundan özge elem var mıdur 'aceb kim vasl ümidi var iken ansız sefer düşer her kim sorarsa 'alemi 'aşkun haberlerin bir halet irişür ana kim bihaber düşer mihman olınca tekyei derdünde dembedem bu danei sirişk önüme mahazar düşer dirmiş rakib gönli düşer bana dilberün va'llahi ibtida başına bir hacer düşer bilmem efendi kim bu ne sırrı 'acib olur şi'ri ziya'i la'lün anıldukça ter düşer bahar şad olur 'akiller anca i'tibar eyler bizi divanei şehri bela evvel bahar eyler zer çehremle simi eşküsrur olur gönlüm gedayı kimiyayı malhulya maldar eyler ne hikmetdür bu kim 'aşk bakmaz va'iz ile şeyhe cihanda hıdmeti piri muganı ihtiyar eyler didüm la'lün umarken niçün oldı barı gam yirüm didi kim arzuyı mey kişiyi ehli nar eyler ziya'i var ise perridür ol bizden kaçar dilber ya vahşi ahudur insanı gördükçe firar eyler allah ki beşer şöyle turmayup gider guya cihanda kimse safa sürmeyüp gider biz 'ömre maliküz dirüz amma görmezüz leyl ü nehar kendümüzi sormayup gider ben hazır olmayup yoluma gafil iken ah gördüm ki 'ömr kafilesi turmayup gider dirdüm ki şad olam n'ideyin şahbazı 'ömr mürgı melaletüm henüz uçurmayup gider acun ziya'i hasteyi derdi firak ile mülki bekaya sevdügini görmeyüp gider ehli 'aşkun virdi canan ismidür hastediller canı anun cismidür bilmezin kim cana keyfiyyet viren şevki la'lün mi meyi meclis midür derdümi itmen benüm kaysa kıyas bana ahular görün munis midür fülsi eşki çeşm hadsiz var iken padişahum her geda müflis midür duhteri rezdür senün medh itdügün hey ziya'i sevdügin zen kısmıdur tanlaman 'uryan isem ben 'arı bilmem kandadur süsti 'aşkam cübbe vü destarı bilmem kandadur ol vefasız yarı ararken yitürdüm kendümi kendümi bulmak kanı dildarı bilmem kandadur derdi dilden ta'nı düşmenden şikayet kılmaga gösterün allah içün hünkarı bilmem kandadur rub'ı meskunı bütün bahş itseler eksükliye hiçe saymam bilürem kim yarı bilmem kandadur gisuyı fettanı dil mülkini viran eyledi hey meded ol mekri çok 'ayyarı bilmem kandadur bilmezin ol gamzesi gammazı kanda arayam hey dirig ol turrası tarrarı bilmem kandadur kanum içer ey ziya'i dembedem gerçi hasud ben henüz ol gözleri hunhvarı bilmem kandadur yirde yaşum katresin bahrı mükedder sandılar asuman üzre şerarı ahum ahter sandılar yandugınca narı gam derdinden irdi buyı misk gönlümi erbabı şevk allah ki micmer sandılar gönlümüz narı gamunla çok safalar kesb ider anda bu halatı görenler semender sandılar cangariz oldugına bakmayup itdiler feda yusufı mısra seni şahum birader sandılar dilrübalar ma'il oldılar ziya'i hasteye var ise anun sararmış yüzini zer sandılar zemine sanma kim zülzal irişür nagehan ditrer tebi hicrandan ol şuhun bugün cümle cihan ditrer periler şerrine ugramış adem gibi vaveyla görenler ol peri ruhsarı canum her zaman ditrer dila camı ezel mahmurısın kim dide lerzanun mülayim dilberün camı lebin tutsa heman ditrer tabibi cansın ihsan eyle la'li şerbetinden gel tebi hicranuna düşmiş bu canı natüvan ditrer ziya'i katlüme kasd itse ol afet sürurumdan gözüm segrür nişanum deprenür cismümde can ditrer şebi firkatde şevküm arturan gün yüzli mahumdur fürugı çeşmi 'alembinem ol nurı ilahumdur cihan eyler şikayet padişaha zulmi zalimden bela bu kim bana zulm eyleyen ol padişahumdur belalar hırmeni yanında gelmiş kah idüm şimdi tutuşdum 'aşk odıyla ahı dil dudı siyahumdur görinen kehkeşan ü mahı bedr eflakda sanman seher vakdinde ah itdüm benüm ol şekli ahumdur gice hurşidümi gördüm ziya'i mahı nev sanma ki şevkümden sipihre atdum anı şebkülahumdur 'aceba şebnem ü nergis mey ü peymane midür devri gül irdi çemen 'arsası meyhane midür bustanı ceberutı subhda çerhi kebud varakı susen olupdur ki küreyya nemidür bana bir çare ilahi ki zebun eyledi gam haberi vaslı şeyh efsun mı efsane midür 'aklum aldıysa periler bana divane dimen her meta'ın yitiren sehv ile divane midür zulmeti gamda ziya'i niçe bir şevke gele intisabı 'aceb ol nurı dırahşana mıdur fa'ul o bala sanevber gedadan kaçar meger kim beladur du'adan kaçar belası devasızdurur var ise tabibüm dili mübteladan kaçar ben ol zülfe irmek ricasındayam egerçi cihan ejdehadan kaçar koyan ka'bei kuyunkıblem ol gider merve hakkı safadan kaçar gamun odına n'idügin dilemez ziya'i nedendür ziyadan kaçar şiveler kim bana ol şahidi ken'an satar nakdi canum da alursa kati erzan satar penbedür cismi latifi o şehi mısrı baha oturur kuşei dükkanda kettan satar zehri kahrın içirüp mihnet ile can virürin ki lebi şerbetin agyara hüsni can satar ehli 'aşka sanema simtenün virme sakın akça üstine ölür her birisi can satar kim ola tab'ı ziya'iye ki tahsin itmez söyler ol medhi hasen san'atı hassan satar kendüye dost beni kendüye bedhvah bilür çekdügüm zahmeti bilmez henüz allah bilür gam usandurdı beni can u cihan mülkinden yok mıdur kimse 'adem kişverine rah bilür yıkma gönlüm sakın ey afeti devran sakın ka'be yıkmakça günahı olur allah bilür n'ola ger derdüne düşdiyse gönül gam yimezem ola kim virdi tevekkeltü 'ala'llah bilür saglar hali ziya'iyi n'ola bilmez ise ol gözi haste hele sellemehu'llah bilür iki şahiddür ol iki ruhsar da'viyı hüsn iderse vechi de var gül ruhın görsem gülsitanda zehri katil gelür bana ezhar gam siyasetgehünde mansuruz leyse fi'ddari gayruhu deyyar narı ruhsarı yakdı canumuzı ve kına rabbena 'azabe'nnar zenahında ziya'iya dil ü can kani isneyni iz huma fi'ggar nahs iden tali'ümi ol mehi tabanumdur bisitare kılan ol mihri dırahşanumdur kanlu dagum elemünden senün ey lale'izar bagı sinemde açılmış güli handanumdur sakiya teşnedilem camunı ya lalüni sun kangısın himmet idersen o benüm canumdur kanın içdi cigerin deldi dilün gamzei yar acısam n'ola birader cigerüm kanumdur ey ziya'i şehi iklimi belayem şimdi cümle şevk ehli benüm katibi divanumdur ümmid odur ki eyleyesin gah geh nazar düşdükçe lutfunı umar ey şeh üftadeler yaşum oluklar itdi ruhı zerdüm üstine ol ka'bei cihana bu altun oluk yiter ka'be hakkı çün ehli mahabbet cemalüni kıble idindiler sanema gör ne kıldılar kıblem hatundan irür ahir hüsnüne zeval dirler esası ka'beyi ahir habeş yıkar şevki ruhun bu çeşmi püreşki ziya'ide guya fetili abı kanadildür yanar meclisi 'aşka melul olup gelen hürrem gider nite kim giden deri meyhaneden bigam gider mesti 'aşkı can olup geçdüm cihan u candan kanda kim keyfiyyeti mey gelse andan gam gider didüm ey gül hüsnün açmış bada virme jalemi handei naz eyleyüp didi yanumdan nem gider çok kişi olur helak irince kasrı vasluna cenneti kuyun makam olınca çok adem gider camı cem nuş it ziya'i gibi 'alemde müdam bezmi 'alemdür bu şahum cam kalur cem gider içdüm şarabı 'aşkunı mestanelik budur yandum çeragı şevküne pervanelik budur görmek dilerse beydakı hali ruhun rakib açmaz ko şahum arada ferzanelik budur zenciri zülfi leylaya mecnun esir iken sahraya kaçdı bir dahı divanelik budur deryayı gamdaki ezeli aşinaların yad eylemez o mugbeçe biganelik budur gördün zeni zamane vefa eylemez sana terk it ziya'iya anı merdanelik budur ah ol dehen diyarı dili serbeser yakar bir şehri gah olur ki düşer bir şerer yakar gönlüm yıkıldı canuma od düşdi hak bu kim sultanı 'aşk kanda ki konsa yıkar yakar seyyare sanma kayyumı kudret sabaha dek gör cami'i sipihre ne kandiller yakar gam külheninde yandı kül oldı vücudumuz narı kaza efendi bizi ol kadar yakar hakister oldı bülbül ü ateş kırmızı gül benzer ziya'i bülbüli bir verdi ter yakar bindi semendi nazına ol şehsüvarı gör sayd itdi mürgı canumı didi şikarı gör ah eyleyüp didümni ki bu gubarı hat güldi o gonçeleb didi kim ruzgarı gör canlar virür ol saneme yadigar içün can virmek ister engel yadigarı gör çeşmi hayali ile gözüm uykuya varur ey can gelürse üstüme uyarıgör evvel mülayemetle dil aldı ziya'iya ahir ne kıldı n'eyledi ol şivekarı gör gördüm ol kaddi müntehi salınur ah kim canuma bela salınur gülşeni dehrde o servi revan canuma kılmaga cefa salınur salar anca garibi topraga naz ile çün o dilrüba salınur ruzgarı cihan muhalifdür korkarın yar bir yana salınur ruhı yarı ziya'iya göricek kara gönlüme ziya salınur hastalıklar cismüme ol çeşmi şehladan mıdur bu belalar başuma ol kaddi baladan mıdur zülfün ucından mıdur gönlüm perişan oldugı her zaman derd ü bela mecnuna leyladan mıdur mahremündür gayrılar ben böyle mahrum oldugum kara bahtumdan mıdur yohsa bu sevdadan mıdur zülf ü 'arız fikri uyutmaz beni leyl ü nehar bilmezem dilden midür derdüm dilaradan mıdur mey içer la'lün öper cana ziya'i dembedem şevki la'lünden midür camı musaffadan mıdur sohbet eylen yar ile vakti bahar elden gider bade nuş eylen kenarı cuybar elden gider iledün piri mugana bir du'a kılsun bana mesti 'aşkam korkarın kim ihtiyar elden gider ey müselmanlar melamet eylemen ah eylesem kuyı yara varıcak namus u 'ar elden gider ey gönül cevrini zevk anla cefasını vefa bir zaman olur ki yarı şivekar elden gider göricek yarun cemalin 'aklum olur tar u mar bir beladur görmesem sabr u karar elden gider ey süvarı esbi naz igende magrur olma kim başuna sevda düşer bir gün mehar elden gider ey ziya'i mest olalum şevkine ol mehveşün bir dem olur kim şarabı hoşgüvar elden gider gülşeni dehrde zevk eyleyecek günlerdür ak şükufeyle agaçlar sanasın çaderdür 'oddur nalelerüm sinede hod ateşi gam kulzümi gamda gönül sandalı micmerdür hanei dil ki kızardur anı ateşi gam fikri kalbünle heman külbei ahengerdür gördi kan agladugum acıdı ol şirinleb sevinüp kesbi safa eyleyecek demlerdür ey ziya'i niçe gencine olur vuslatı dost halka halka saçınun turreleri ejderdür şevküm ol afitabı enveredür intisabum mehi münevveredür tan mı gün görmese belalu gönül şamı hicründe kaldı şebperedür koynuma gir esirge kuzucagum bedenüm başdan ayaga beredür fikri kalbünle revzeni çeşmüm guyiya bir demirli penceredür tali'i nahs yıldızı düşkün ruyı bahtı ziya'inün karadur elinde kasebazun kase sanma ey dili meksur yuvasın bülbüli can itdi şahı servde ma'mur elinde kasedür sanman melahat gülsitanında açılmış taze güldür gül budagında degül mestur ayaguna iderdi serfüru çini saçun gibi elünde devr ider görse bu kaşi kasei fagfur güzellikde tutalum mahı bir barmakda oynatdun gel ey hurşidi 'alembinüm olma hüsnüne magrur gözüm nurı ziya'i kabrine raks iderek gelsen mezarında görenler diyeler kim cilve eyler nur hali 'uşşakı ehli hal anlar gamı cananı pürmelal anlar leblerün kadrini benüm canum teşnei çeşmei zülal anlar 'alevi suzı sinem ol mehru sakfı eflakda hilal anlar kudretüm yok söze görince yüzin yar ben derdmendi lal anlar yüzün aydın ziya'iya çün kim şevkün ol nurı zü'lcelal anlar niçe girdi destine celladı mevtün samı gör damına düşdi ecel sayyadınun behramı gör turmasun devr eylesün meclisde sagar sakiya sür'ati devri zamanı gerdişi eyyamı gör arzuyı kevser ü firdevs idersen zahida ol zülali la'li seyr it ol ruhı gülfamı gör ey bela deştinde mecnunı temaşa kılmayan gel heman hamunı gamda bu dili şeydamı gör bilmek istersen eger ehli cahimün halini narı firkatda ziya'i çekdügi alamı gör iltifat itse bana ol serv eger gülşeni kalbüm ebed abad ider ol kaşı ya tir urursa sineme kısmeti gamdan bana sehmüm deger çini zülfümde gice mihri ruhın 'arz idince ol meh oldı çın seher dagı sine sengi mihnetden nişan şerhai ten tigi dilberden eser ol saçı leyla beni mecnun idüp sergüzeştüm ellere destan ider şevketi harı temaşa eyle kim gülsitanda bülbüle hançer çeker zahidi huşka kurı efsanedür ey ziya'i gözden akan yaşlar ne sükkerdür lebi dilber ki diller ana ma'ildür meger kim surei kevser anun hakkında nazildür başum rahı mahabbetde ceresdür kim figan eyler sadalar virmege guya zebanum ana bir dildür bize 'arz itmeyelden 'arızun bir aydur ey mehru yiler ahum yili kuyunda amma bir niçe yıldur lebi şirinüne can meyl iderse anı men' itme lebün zevkin begüm sormak diler kapunda sa'ildür eger bir busene canın dilersen can atar cana ziya'i dahı 'akil kişidür ma'kule ka'ildür fakirem eyle ihsan ey cefakar visalün meyvesinden bana her bar hicab itme kulundan kim figanum ider ahir cemalün perdesin zar sovuk sözlü rakibe degme lutf it sana kim dir ki el kar berfe ey yar güli biharıdur çün kim behiştün kanı kimdür mahallende diken har ne var yanarsa şem'i meclisara ziya'i yüz bezmde şevkümüz var ol meh efradı hüsni cami'dür lik agyara gayrı mani'dür can u dil nakdine ziyan eyler ol ki esbabı vasla mani'dür ulu yoldur tariki 'aşkı habib gönlümüz ol tarike şari'dür bana lazım mı bu ta'addiler hod günahumda gayr vaki'dür ey ziya'i gülabdur eşküm ki sadayı firaka nafi'dür canan çıkınca taşraya canum çıkar gider ger çıkmaya sipihre figanum çıkar gider azade ola dil çehi gamdan ki gayr ile gülgeşti baga servi revanum çıkar gider darı fenada çeşmi püreşküm beka kalur çün subhdem o mihri cihanum çıkar gider ok gibi togrı söyleyeyüm kaddümüz büker seyrana çün ol kaşı kemanum çıkar gider yakdı derunum ateşi firkat ziya'iya ahum degül sipihre duhanum çıkar gider zülfün ruhunda cana can üzre cime benzer guya femün yüzünde mushafda mime benzer hüsnün garibi 'alem zülfeynün iki miskin dendanı binazirün dürri yetime benzer her kanda 'azm iderse yanınca cündi 'uşşak şahum bu şevket ile sultan selime benzer kaddün dirahtı cennet tuba l'imen re'ahu ey reşki hur kuyun bagı na'ime benzer malik degül ziya'i kim deprede zebanı hicr odı hak budur kim narı cahime benzer cennet'ül meva cemalün bagıdur la'li nabun selsebil ırmagıdur dagılur 'akl u dil ü fikrüm benüm her kaçan kim şane zülfün dagıdur bagı kuyunda nigara laleyüz bagrumuz yanıkları gam dagıdur başum içün destgir olan bize bezmi 'aşkun sakiya ayagıdur bu ziya'inün dolaşur gönline nüshai zülfün meger dil bagıdur başumda gamı sevda bilmem neden olmışdur ey yarı siyehpuşem bana olan olmışdur ben mülketi firkatde çeşmün gibi bimarem ahum yili kuyunda şimdi esen olmışdur sen mısrı melahatde sultan idügün söyler ken'anda çehi yusuf guya dehen olmışdur sercümle cihan halkın miskin ider ol ahu buyı seri zülfünden 'alem hoten olmışdur her kim ki ziya'iveş vasf itdi lebi la'lün hüsrev gibi 'alemde şirinsühan olmışdur gülzar efendi sanma ki kuyunda gül döker vaslun ümidine yoluna akça pul döker bihuş ider beni o peri 'arzı cemal iderse eşki ter acıyup yüzüme abı gül döker kanlu yaşum dökersem efendi 'aceb degül meclisde mest olan kişi üstine mül döker görüp saçında çeşmini yandı kül oldı ten ugrı gözine 'arif olan gice kül döker itdi ziya'i yoluna kanlu yaşın nisar şahun yolına la'l ü güher san ki kul döker saki elinde rengi meyün çünki kandurur bilmem bu teşne canum ana niçe kandurur canana hemdem oldı rakib ahirü'lemr bu işler ile ol bizi candan usandurur gam zulmetinde şevk virür bana suzı ah canum çeragını bedenümde o yandurur va'iz bugün cehennemün evsafın eyledi bildüm zerafet ile anı bize yandurur vasfı lebün ziya'i ne şirin eda ider zevk ehlinün dehanın ırakdan sulandurur o nurı çeşmüm ayagın şu dideye ki basar cihanda nergisi baga ne yüzden ide nazar ne canibe salınur gülşeni cihanda 'aceb o serv boyludan alsam n'olaydı togru haber cihanda lali lebün var iken mevzun ne fa'ide ide şol kim varup taşıdı güher zere sarılur imiş ol nigarı simbeden eger ki 'aşık isen zer gibi cihanda sarar efendi kolunı boynuma sal ki lazumdur semendi tab'ı ziya'iye bir gümüşli kemer tiri gamunla gamzen okı cana degdiler bagrumı delmedi bir tiri kazayı kader naz uykusında sehergehi kazayı gör saf saf cema'ati müjesi hep kaza ider mergub olupdur elde sirişküm hikayeti gözden geçürdüm anı hele ben de dostlar ölince komayam seni kuyun unutmayam şeddad bagına irem ey servkadd eger bezmi cihanda camı mematı ziya'iya içmek gerek ne çare bu bir devrdür döner kuyı nigarda komaz agyar bize yir candan anı lutf kıl ey bizeval ayır haki deri nigarı reva görme ey saba çeşmi rakibe koymaga vadide kum kayır iki nigara baglanamaz m'ola bir gönül bu hatıruma tolanur oldı ikide bir vasl oldum ol mehe gice bu düş midür didüm gonçe gibi tebessüm idüp didi kim hayır eş'ar dimede hele hassanı saniyem bana ziya'i halkı cihanun hasan mı dir her kaçan kim yüzine ol saru kaküller düşer mülketi islama san cündi beni asfer düşer mürgı tab'um ol gözi şehbaz öninde alınur ol ruhı zibayı görse eşki çeşmüm ter düşer na'lçenle kebkebün nakşın gören ey afitab haki payuna hilal ile sanur ülker düşer haki payı yarda eksük degül üftadeler kulı olur halkı 'alem ol şehün ekser düşer merdi 'aşk olalı sen divane olmışsın diyü başına şimdi ziya'inün niçe namerd üşer bazarı 'aşk içinde derdün muradı vardur bu nakdi canun amma gayet kesadı vardur dildür çeken belasın şirini bivefanun ferhadı kuhı 'aşkun ancak bir adı vardur bilmem niçün ta'addi kılur o şahı huban şirinleb olanun hod elbetde dadı vardur ahumla çerh döner bir yildegirmenidür şam u seherde tan mı turmazsa badı vardur şehbazı evci ma'ni tab'undurur ziya'i amma hasud zagun her dem 'inadı vardur diller efendi kaküli meftulüne gelür şehbazı tab' kanda ise koluna gelür ey dil çekildi evci bekaya hümayı ruh 'ükabı merg laşei maktuluna gelür şahum sürurı zevk ü safa vü ferah sana derd ü bela meşakkat ü gam kuluna gelür katli rakib içün koluna gelmediyse taş ey dil nigara canun at ol koluna gelür lutf it esirge 'aşıkı biçaredür begüm redd eyleme ziya'iyi kim yoluna gelür dil ki dildarun müdam ol la'li zibasın sever rindi derdaşamdur kim camı sahbasın sever zülfüni dil halüni canum severse tan degül dünyede halince herkes kendi sevdasın sever dostlar cismüm segi dildara kurban eylenüz çün ol ahu itlerün aşubı gavgasın sever sufiye ümmü'lhabais 'aşıka rez duhteri bir meseldür kimi kızın kimi anasın sever gerçi kim rüsvayı 'alemdür ziya'i derdmend likin insaf idelüm mahbubun alasın sever bagrumun pergalesi dil gülşeninde laledür her seher kan yutdugum derdünle guya jaledür duhteri rez kimseye el virmedi dirlerdi lik sakii bezme müdam ayagını hınnaladur sanman altunlu kemer kuşatdı ol şahı cihan afitabı asumanı hüsne ol bir haledür cama te'sir eylemiş tabı tebi 'aşkun senün leblerinde şol hababasa meger tebhaledür szfiya terk it ziya'iyi kadeh sun sakiya gıll u gışşdan pak iden kalbi meyi gassaledür kabrüm üstinde nişanı payı kelbün guyiya tudei haki mezarumda açılmış laledür çıksa naz ile bana ehli gamun canı çıkar çözicek turrasını 'aklı perişan eyler tolaşur gerdenine iki tarafdan gisu ezilür la'li şekerbarına her bar şekker sakınur keştii hüsnini muhalif yilden indürür yelkenin ol şeh katı ah itsem eger hastei 'aşk oluram kuyı nigara varsam vardugunca sen esen oldun eya badı seher baglanaldan saçı zencirine dil dildarun halkı 'alem bana divane ziya'i dirler zar iden ben bülbüli ol ruhları gülgundur mest ü rüsva eyleyen ol lebleri meygundur ger beni yaran sorarsa firkat ikliminde din ol saçı leyla hayaliyle dahı mecnundur üstühvanum nay u kaddüm çeng idüp zar eylemen ey güzeller şahı yohsa eskiden kanun mıdur zehri kahrından bu dehrün laleye kan aglada görmedüm benden beter anun da bagrı hundur desti gamdan kurtarımadı giribanın dahı gerdenin alan ziya'inün meger gerdundur gidelden ol peripeyker firakı cana gelmişdür diriga kim gidüp 'ömrüm ecel gerdanum almışdur elüm tut sakiya sun camı cem ta şevki la'lünle vücudum cür'ai sagar gibi ayakda kalmışdur miyanundan nasibüm alayın men' itme ben benden bilürsin padişahum kim alan bir kıldan almışdur şikayetler kılur biçare dil bahtı siyahından hayali zülfi yaranı meger sevdaya salmışdur ziya'i dürlü sözler vasf ider dendanı vasfında mahabbet bahrına gavvas olup 'aşk ile talmışdur camı gam meclisine bu dili nakam okınur guyiya bezmi meye rindi meyaşam okınur vuslatun ni'metin agyara kaçan vasf itsem incinür mevtine san surei en'am okınur andı agyara ne reng itdügümi yaranum gurum üzre sanasın kıssai behram okınur urdı bir tigi sefid ugrayıcak kabrüme yar görinür anda o mahbubı dilaram okınur ey ziya'i yazaram hattı lebi evsafın lacerem meclisi sahbada bu erkam okınur rahı kuyunda şu kim terki dil ü can eyler ana firdevsi berin içre 'aceb ca n'eyler tan degül subh gibi sadık ise 'uşşakun her biri mihri güle çakı giriban eyler bergi gül gibi tenün nazük ü terdür cana bülbüli tab'umı amma niçe nalan eyler bezmi gamda n'ola 'uşşakun iderse feryad meclis içre yaraşur olsa hoş avan eyler zarum uyıtmaz iken halkı deri dilberde ey ziya'i 'aceba ney neye efgan eyler hatt degüldür lebi dilberde dila itme hazer lebine sayei ebrusı düşüpdür benzer ya şekerdür lebi üşmişdür ana mur u mekes ya yeşil tutidürür hattı lebi sükkeri ter hücceti hüsnine imzadur o hattı miskin ya benüm defteri cürmümdür o hattı dilber yine ben vasıfı hattı lebi canan oldum levhi yakuta yazılsa yiridür bu sözler hattı müşgini görenler lebi cananumda canuna düşdi ziya'i didiler yine keder guşı cananı görenler sandılar gül takınmış zülfüne ol simber iki canibden degüldür iki guş anı bekler iki şakk olmış kamer simden menguşdur sanur gören guşı şöyle görinür ziba vü ter 'aşıkun başında yir yir kanlu dag guşı yarun san ki ra'na laleler ey ziya'i dürri nazmun guş ider guşına tan mı sadef dirlerse ger sanma cevründen kaçup dil sevmeden bizar olur her ne mikdar olsa cevrün 'aşkum ol mikdar olur bag u cuya şimdi bir halet virür devri bahar şivei cennati tecri tahtehe'lenhar olur tali'ümdür bir güneş yüzlüyi sevsem dostlar hem beni düşmen bilür hem düşmenümle yar olur düşmene düşnam idersem yara biperva sena kimse ta'yib itmesün divanelügi 'ar olur hini vuslatda ziya'i bus idem dilber lebin buna hayranem ne yüzden vakıfı esrar olur rind isen 'arif isen bezmümüze gel meyi gör zühd da'vası dilünde var ise gelmeyigör mey hababı gibi var ise heva başında ey dil ayakda sakın cür'asıfat kalmayıgör dil ü can u ten efendi sana kurban olsun tek rakibün dili napakin ele almayıgör ey saba şam u seher seyri gülistan eyle ak gülün şebdeki dülbendini tek çalmayıgör sayd olur sanma ziya'i o hümapervazı şahini tab'ı bülendün sen ana salmayıgör otlıdur keyfiyyeti kudretle şimdi sebzezar ey saba degme otına itme teklifi gubar sebzezarı baga bir ot virdi dehri nevbahar ol sebebden hatırı hamuna düşmişdür gubar halkı 'alem va'iz ü şeyhe giderler ben dahı eyledüm meyhanede piri muganı ihtiyar pişei nazm içre çok vahşi kaçırmışdur selef ben erenler himmetinde eyledüm bir bir şikar ruyı zerdümle ziya'i bir hazan yapragıyam bagı mihnetde beni topraga salmış ruzgar muttasıl tıflı dili ol mihri enver söyledür mu'cizeyle tıflı san yusuf peyamber söyledür söyledür tab'um benüm ol şahı huban fi'lmesel 'ilm ü hikmetden aristoyı sikender söyledür hep güzeller derdidür tab'ı selimüm söyleden mücrimi iskencelerle tut ki begler söyledür arzuyı vuslatundur söyleden 'aşıkları tutii guyaları guya ki sükker söyledür ey ziya'i söylemekden geçe tutii zaman ol şekergüftar anı va'llahi söyler söyledür mahallende gören ben hasteyi gayet zebun anlar ezelden paymalı desti kahrı dehri dun anlar benüm suzı derunum anlamaz napuhte ahmaklar gamum anlarsa ancak kaysı sahrayı cünun anlar kilisayı bedende canı zar inler sanemlerden rakibi kibr işitdükce sadayı erganun anlar yolunda çekdügüm zann itme kim ma'lumun olmışdur benüm halüm heman ol 'alimi razı derun anlar ziya'i biz edanii zamana paymal olduk kemal ile ma'arif ehlin ancak züfünun anlar hanei dehrün gönül bir onmaduk evbaşıdur kahrı derd ü gam 'ıyalidür o da ev başıdur bir gice dünyaya gelmiş leyliyle kaküli ol şekerleb yar ile şirin süd kardaşıdur derd ile ruzı ezelde bile giryan oldılar çeşmümün ferhad ile iki yaşdaşıdur cami'i pak u mu'azzamdur sipihri nühkıbab ey melek ahı derunum her seher ferraşıdur padişahı kişveri 'aşkam ziya'i şimdi ben şehri gamda mürde cismüm benüm subaşıdur benüm ol gözleri fettan meftun oldugum bilmez meded ol saçı leyla kara magbun oldugum bilmez benüm agladugum ah itdügüm budur ki 'alemde henüz ol zülfi leyla böyle mecnun oldugum bilmez 'aceb mi ma'il olsa kıssai mecnun u leylaya çün ol vahşi gazalum kaysı hamun oldugum bilmez sipihri bivefaasa cefa eyler meger ol şuh ezelden paymalı kahrı gerdun oldugum bilmez ziya'i acıdugum bu ki her bir talibi ma'ni belagat kulzümünden dürri meknun oldugum bilmez 'aşıkı dildar olaldan rahı gurbet beklerüz geçmişüz biz 'ardan kuyı melamet beklerüz biz hilali na'lı esbi yarı her dem gözlerüz irmege 'idi murada dallı devlet beklerüz padişahı 'aşka kul olalı bu 'alemde biz maliki mülki gamuz başka velayet beklerüz badı kahr ile felek girdaba salmışdur bizi bahrı firkatda henüz fülki felaket beklerüz göreli ruhsarı yarı kıpkızıl divaneyüz lale gibi daga düşdük kuhı mihnet beklerüz leylii zülfi nigarun biz dahı mecnunıyuz kalmışuz yabanda sahrayı firkat beklerüz ey ziya'i olmışuz 'alemde binam u nişan biz 'adem 'ankasıyuz kafı kana'at beklerüz şahı 'aşk olmayana ehli hıred şah dimez 'aşk eri cahı cihanabegüm cah dimez nat'ı dilden kaçaram bari diyü beydakı can niçe ferzane olur şahı görür şah dimez elif kaddün ile ha gözüni sultanum kimse yok mı göricek derd ile bir ah dimez dir dimez halkı cihanı kul ider kendüzine şahı hüsn oldugunı gah dir ü gah dimez tekyei gamda ziya'i hele derviş olalı cahile minnet ile yarıcun allah dimez gören ol çehrei gülgunı hergiz alını bilmez belayı kaddi balasın çekenler balını bilmez 'aceb ol mihri mehpeyker niçün kendüye gadr eyler olur nacins ile hemser bugün emsalini bilmez pelid ile olur hemser cihan bagını geşt eyler niçün ol servkadd dilber bizümle salınıbilmez saçın gerdanına salmış günahum boynına almış bu mihnethanede kalmış garibün halini bilmez tabibi can imiş çün kim lebi canbahşı dildarun ziya'i gibi bimarun niçün ahvalini bilmez ol kıyamet yar ile haşr olabilse canumuz tarfı magribden çıkagelse hurı rahşanumuz tali'üm yok kim ben ol hurşidi rahşanı görem ol sitarem yok ki çıka mahı 'alişanumuz meclisi gamda gözüm yaşın görüp manendi mey ateşi hicrün kebab itdi bizüm büryanumuz bunca yıldur 'aşkı paki canumuzda saklaruz zahida dilber seversek yok mıdur imanumuz ey ziya'i ol şehi 'aşkuz cihan mülkinde kim haşr olınca lacerem tagılmaya divanumuz sihri gamzenden efendi katı gafil degülüz bilürüz fitnei zülfün kara cahil degülüz çekerüz barı gamun bari bizi denk itme natüvanuz hey efendi mütehammil degülüz kil ü kal eylemesün kimse saçun vasfında kılca ey zülfi siyeh biz buna ka'il degülüz seni ey servi gülistanı taravet her gah togrılukla severüz gayruna ma'il degülüz lebi dilber bizi her demde kılur kan hayran şevki cam ile ziya'i gibi kanzil degülüz sengi cefası yarun bir dem başumdan inmez devlet güni başuma togdı ebed tolınmaz ol servkadd nigarı togrılug ile sevdüm derdi bilüm büküpdür togrılugum bilinmez gördükde eşki ahum dilber terahhum itmez ab u hevaya benzer ol sengdil tanınmaz narı mahabbetine düşdüm bir afitabun gerçi sovukluk eyler amma ol od soyınmaz göstermedi ziya'i ol mah gün yüzini hem tali'ün açılmaz hem yılduzun görinmez didüm 'izarun üzre hattun neden belürmez didi kim yansa ateş anda çemen belürmez rahı mahabbetünde dil zahmetin sorarsan gam canuma geçüpdür amma geçen belürmez mecruhunam 'ilac it ey kaşları kemanum tirün tokınmayınca derdi beden belürmez va'llahi 'alem içre yokdur senün nazirün bilün hayale gelmez hiç ol dehen belürmez rum içre padişahum çokdur egerçi şa'ir amma ziya'i gibi ehli sühan belürmez manendi lebi la'li bedehşanda bulınmaz hemtayı seri zülfi karamanda bulınmaz mısr içre bunun gibi şekerleb ele girmez hiç böyle güzel mülketi ken'anda bulınmaz kat'a o gözi katil ü hunriz nigarun şemşiri cefası gibi kirmanda bulınmaz ey gözlerümün nurı beni sürme tapundan haki kademün kuhlı sifehanda bulınmaz bu tarzda bir şi'ri dilaviz ziya'i hakka bu ki şiraz ü horasanda bulınmaz mübtelayı belayı mahbubuz müstehakı cefa vü aşubuz dide meftuh u gönlümüz meksur biz bela 'aleminde mansubuz başdan ayaga paymal olduk eller içre bununla mergubuz rüstemüz tutalum şeca'atde galiba zalı dehre maglubuz zulmeti gamda böyle kalmayalum biz ziya'i ziyaya mensubuz rahı gamda n'ola korkarsam efendüm ca'iz yolda her ehli sefer kılsa tevehhüm ca'iz niçe yıl gurbeti hicründe belalar çekdüm bir garib 'ademe olmaz mı terahhum ca'iz göricek hattı ruhun niçe figan eyleyeyin lacerem olmadı kur'anda terennüm ca'iz 'arızın görmez isen var ayagı topragına su bulınmazsa türab ile teyemmüm ca'iz segi kuyun göricek oldı ziya'i handan kişi yaranını gördükde tebessüm ca'iz demadem canumı korkutma idüp hançerün sertiz o demler kanı kim kanum döke ol hançeri hunriz acurdı bisütunı gamda düşmiş haste ferhadı 'aceb şirinsühandur hüsrevi dehlu gibi perviz gamundur bisütunum tişem ahumdur benem ferhad lebün şirin ruhun gülgun saçundur hüsreva şebdiz saba kuyundan irdi çın seher kıldı tesellayı perişan hatırum cem' eyledi ol badı zülfamiz ziya'i sinemüz külhan rakibi seg cehennemlik felek hammamına cam oldı encüm kehkeşan kariz didiler giderek ol cevri çok dilber cefa itmez cefaya sabr iderdüm korkarın 'ömrüm vefa itmez gözi yaşını zemzem itmeyen 'aşıklarkıblem mahallen ka'besinde merve hakkı çün safa itmez yiridür ol mehi bimihre dirsem bivefadur ger ki 'ahd itdi beni katl itmege amma vefa itmez 'aceb niçün tabibi can u dil dirler o cellada dili bimaruma rahm eyleyüp çün kim şifa itmez beni giryan idüp agyarı handan itdün ey gerdun ziya'iye bu kahrı derdi hicri mustafa itmez kays benden gamı hicranunı yigrek bilmez 'aşıkun çekdügi alamını mudhak bilmez halkı her gice felek sufresine da'vet ider 'arz ider encüm ile mahı tuz etmek bilmez harı hicranda niçe bülbüli nalan eyler tazedür ol güli nevreste sevilmek bilmez görür ayinei kalbinde nigarı nakşın kendüden 'aşık olan yarını münfek bilmez paymal itdi bizi ellere el virdi nigar vasfı dest ü kef ü engüştini dirsek bilmez kadrini bilmeze yar oldı beladur dilber bir bela bu biz anun kadrini bilsek bilmez bilmez ol yar didüm şi'r yalan oldugını ey ziya'i işidenler didi gerçek bilmez ben gubara nazar ol yarı dilaramum itmez kabrüm üstine kadem basmaga ikdam itmez meskeni kuyı nigar olmayıcak miskinün gönlümüz bagı iremde dahı aram itmez lebi dilber ki bizi mesti müdam itmişdür rindi meyhvareye çok böyle mey ü cam itmez böyle rüsvayı cihan olduguma ta'n itmen ihtiyar ile kişi kendüyi bednam itmez diyemez şi'ri ziya'i gibi her bir şa'ir lacerem ruhı kudüs herkese ilham itmez gedayı kambin ü kamran ü kamyabuz biz edani kısmına meyl itmezüz 'alicenabuz biz kıyas itme bizi her ahmak u nacins ü nadana karadag gibi sultanum bugün hazır cevabuz biz hevayı 'aşkun ile 'akıbet baş terkin itmekdür bizüm maksudumuz deryayı gamda bir hababuz biz bizi her dem erazil paymal itmekdedür zira ayakda kalmış edna alçaga düşmiş türabuz biz ziya'i nesne bilmez dir işitdüm ba'zı cahiller açılmaz degme bir nadana bir müşkil kitabuz biz sin şerbeti lalüni sun hastene ey afeti nas oldı çün hattı lebün fihi şifaün li'nnas 'ömrümün hasılı sensin benüm ey ruhı revan kametüm mezra'ı 'alemde gamun eyledi das kavli şarih ile şerh olabilür şerhalarum ne kazayayı kazayı dil olur kaysa kıyas küştei tigi gamem matemümi tutdı nigar ne belayı siyeh oldı bana ol kara libas dehenün sırrını keşf itdi ziya'i amma kanı bir hurde bilür raz duyar razşinas fikri ruhsarum dili şeydaya olmış mün'akis fi'lmesel hurşiddürür deryaya olmış mün'akis hamrını lalünden almış galiba ruzı ezel la'li gülrengün meyi hamraya olmış mün'akis hüsni bihemta görüp karşunda hayran olma kim tal'atun ayinei garraya olmış mün'akis sengi haradan çıkan narı cibilli sanmanuz suzı ferhadun ezel haraya olmış mün'akis 'aşkumuz faş oldı dehre her güneş söyler yürür ey ziya'i şevkümüz dünyaya olmış mün'akis külalendür gülistanı ruhunda cilveger tavus bulınmaz gülşeni firdevs içinde böyle ter tavus saçun vasfını tavusi mürekkeblerle zeyn itdüm sanur anı görenler bir mu'anber mu'teber tavus güli rengin ile her şahı gül gülzarı 'alemde ziyadan cilve eyler sanasın cevlan ider tavus gülistanda salınsa ol melek zerrin kaba ile görenler dir ki cennet bustanında gezer tavus ziya'i bagı nazmun bir müzeyyen gülsitandur kim kenarında anun her kafiye bir cilveger tavus niçe 'ankalar şikar olurdı manendi mekes düzseler haşakı kuyı dilrübadan bir kafes salınur durmaz dili çalar figan eyler müdam var ise camı meyi 'aşkunla kanzildür ceres çok bu denlü zulmi bihadd bunca derdi bikıyas padişahumdan huda bilür degüldi mültemes hep seri agyar içündür itlerünle da'vamuz tigi 'adlünle şeha lutf eyle ol da'vayı kes gel ziya'iden şikayet kılalum dildarına bizi uyutmaz anun ah u figanı bir nefes 'aceb midür yüzün gördükde itse her geda meclis bilürsin mevsimi gülde olur ey şeh reva meclis yine rahm eyleyüp şem'i ruhun gösterdün ey mehru şebi firkatde anun çün olupdur pürziya meclis ney ü kanunı inler mesti feryad u figan eyler gamı hicri nigara benzer olmış mübtela meclis melek saki şafak mey nukl encüm mahı nev sagar güneş şem'i safa kavsi kuzah çeng ü sema meclis gelelden meclise ol yüzi ka'be lebleri zemzem ziya'i merve hakkıyçün olupdur pürsafa meclis mevsimi güldür döşendi meclisi sahbaya nas destine destar merhun olmada cama libas bezmi gülde yar ile agyar içer turmaz müdam zehri kahrı dehri nuş itsem n'ola ben tas tas ey cefacu muttasıl senden bana eksük degül derdi bihadd cevri bipayan cefayı bikıyas simtenler vaslın eyler hatırı şeyda rica bir geda devletlülerden akça eyler iltimas şevkin artursa dilün şi'ri ziya'i tan degül mushafı ruyundan itmiş anca yirde iktibas şin hakka ki bezmi bag güzel bezmgah imiş ey ehli 'işret ahiri amma ki ah imiş gam tekyesi ki erbabı menzili 'aşkdur şehri mahabbet içre ulu hangah imiş uzun gice belaları zülfün hayali hem bahtı siyeh dahı ne belayı siyah imiş gah mahallen içre rakibi seg ah ider amma ki nagmesi de makamı segah imiş girdi sipahı eşk ile şehri melamete derd ehline ziya'i meger padişah imiş hubı mergub idi bu 'alemi fanide güneş şevki mihrünle senün olmasa şuride güneş şevki artar yüzini dergehine sürse geda her seher kapuna yüz sürer ol ümmide güneş hanemüz ruşen ola hatırı hoşhal misal ger şebangeh gele ol mahsıfat gide güneş sayeperver boyı serv afetüme benzeyemez şiri şehrdür iki piri cihandide güneş ne yüzin gösterür ol meh ne gönül şevke gelür ne o mehparede ay var ne ziya'ide güneş dostlar rüsvay u bednam olsam itmen serzeniş itdi divane beni ol cilve ol naz ol reviş bagı hüsn içre nihali nahli balayı habib bagbanı lutfı yezdan ile bulmış perveriş hanei dilde heman erjeng nakşıdur hayal çini ebruyı nigar olmışdur elde muntekış olmaya bigane dirsen yad ide dilber seni asitanında var evvel aşinasıyla biliş hışm ider zülfün ziya'iye gazabdan küfr olur söyle ey 'aşıklarun kim sana n'itmiş n'eylemiş bu mürde cisme sanman bir niçe yirden kefen gelmiş fakire galiba devletlülerden pirehen gelmiş gönül geldikçe bimar oldı kuyunda bela bu kim mahallenden saba haste gidüp girü esen gelmiş cefasından kaçup dil girü lutf ümmidine geldi sorup ol bivefalar serveri didi kaçan gelmiş ziya'i turmayup bu fani dünyaya gelen gitdi 'aceb bu kim haber virüp dimez kimse giden gelmiş gamı ol taze dildarun dili gamnake sarmaşmış nihali tazesi engurı bagun take sarmaşmış vücudı haksare sarmaşan regler mahallende tamarlardur ki servün sayesinde hake sarmaşmış hayali vuslatun ruhumla sandum imtizac itmiş görüp pirahenün kim ol vücudı pake sarmaşmış bugün gurbetde gördüm aşinalar birbirin bulmış segi kuyun sanurdum 'aşıkı bipake sarmaşmış edaniye zaruretden ziya'i iltica eyler gariki bahrı gamdur buldugı haşake sarmaşmış çemende sarmaşık gördüm güli bustana sarmaşmış sanurdum kim züleyha yusufı ken'ana sarmaşmış sarılmış yusufun pirahenine hazreti ya'kub açılmış yasemen bergi güli handana sarmaşmış sarılmış camehvabı vuslat içre 'aşık u ma'şuk görenler dir ki tendür hasretiyle cana sarmaşmış gönül tıflı yapışmış rismanı kaküli yara görenler dir ki canbaz oglanı urgana sarmaşmış rica eyler dili sengini dilberden vefa 'aşık sanasın sarmaşıkdur dagda sengistana sarmaşmış esir olmış yitürmiş tıflı maksumın girü bulmış zeni dünya mahabbetle dili nadana sarmaşmış ziya'i ehli dünya sarmaşup kalmış bu dünyaya sanasın sarmaşıkdur kal'ai virana sarmaşmış bilmem ne ki sihr itdi bana ol yüzi mehveş çeşmümde sular zahir oldı sinede ateş 'aklum takınık yar vefasız rakiba çok bilmem n'ideyin n'eyleyeyin hal müşevveş yanında siyehrular o sengin dilün çok ey bülbüli dil gam yime bin kargaya bir taş dünyada beni yusufumun vaslına irgür ey sufi gel ol ahiretün çün bana kardaş insaf idelüm şimdi ziya'i gibi yokdur bir gamzede vü zar u dilfigar u belakeş hışmı çeşmün canumı ey yar bimar eylemiş başuma bu darı dünyayı benüm dar eylemiş tahtai tabutum üzre inledür dilber beni tahtai nerd üzre guya ben kulın zar eylemiş çar 'unsurdan yaradaldan tenüm canaferin 'aşkı cananda beni gayetde naçar eylemiş bizi gam öldürdi öldürmez diyü ol bivefa gerçi kim öldürmege evvelde ikrar eylemiş firkatün çok çekdi kim her bir güni bir yılcadur bu ziya'inün huda 'ömrini bisyar eylemiş sad gel beni zecr ile öldür kakülün darına as kıssai derdüm gibi bulınmasun beyne'lkısas tiri gamzen şöyle kılmışdur müşebbek sinemi seyr idenler sanur anı cismi cana bir kafes halkai bezmi şarab oldı mahabbet hatemi camı la'lindür ana yakutdan guya ki fass fikr iderdüm kim niçe biçem melamet camesin karşudan gördüm pürşevküm getürür bir makas ey ziya'i nurı yezdan oldugına ol sanem ehli imana kaş ile kirpigi yetmez mi nass lazım mı derdi 'aşkı sana eylemek luhus mir'atı dilde 'aksi ruhı yarı ter nusus 'uşşakı haste kodı muhabbet yüzükleri şol kehrübay çehreleridür meger fusus mir'atı dilde 'aksi ruhı yarı seyr kıl yog ise anda jengi riya var ise hulus adem bu mülki faniye itsün mi 'itimad çekmekdedür gumumı 'umumen 'ale'lhusus nazmı ziya'i gibi gerek şi'ri abdar ta beytine gelüp od urmaya lüsus dila ol yüri bahrı 'aşka gavvas lebi dilberdür anda gevheri has benem mansurı meydanı mahabbet heman cana saçun zencirine as cemadatı gamun tahrik iderdi 'aceb mi sufiler olursa rakkas biçerken camei 'aşkı rakibe bugün hayyat elinde sındı mikras halas olmaga kizbi müdde'iden ziya'i okuruz sıdk ile ihlas had layıkı vasl olmadur bu eşki didemden garaz bir safa sürmekdür ahir şimdiki demden garaz can virüp canana derdüm 'akıbet vasl olmadur 'alem itmekdür heman bu iki 'alemden garaz camı cem efsanedür kim rindler söyler yürür la'li nabun camdan sensin begüm cemden garaz böyledür iz'anumuz zevk ü elem efsanedür vasl u hicranundur ancak sur u matemden garaz vuslatundur anlaram firdevsi 'aladan murad var ise narı firakundur cehennemden garaz ka'beden kıblem senün didarı pakündür murad gabgabun çahıdur ey meh çahı zemzemden garaz ey ziya'i halüm i'lam itmedür dergahına gice gündüz böyle feryad ile nalemden garaz firkatda la'li dilberi anmak melali mahz anun dehanı busesin almak muhali mahz teşnedilüz harareti hicrünle yanmışuz unutma bizi ey lebi la'li zülali mahz gisularun dile katı zulm ider dirig boynunda ol degül 'ömrüm illa vebali mahz bu sa'di gör ki nuş idicek camı hüsreva şöyle hasen direm sözi olur kemali mahz halin ziya'inün ne sorarsın ki ol garib ey mumiyan gamunla olupdur hayali mahz diriga derdi 'aşk irdi irişdi canuma emraz yanumdan gitdi yaranum ehibbam eyledi i'raz şu derde mübtelayem kim etibba idemez derman ecel gibi güzel sıhhat müyesser eyle ey feyyaz 'aceb mu'tad imiş gönlüm belayı 'aşkı çekmede zebun olurdı gerduna eger yüklense bu araz görüp tigi cefanı nefret itmez kimse kapundan meger cana yolunda canı kurban itmedür agraz ziya'inün efendi boynın ur şevkin ziyad eyle ziyası şem'ün artukdur kesince boynını mikraz ta 'arızunda degül ol hattı perişan galat hiç olur mı ki ola ayeti kur'an galat şerbeti arzuyı la'lüni dil sundı bana meye göndermiş idüm eylemiş oglan galat vasl ile firkati fark itmiş işitdüm agyar bilsem aya ki neden eyledi nadan galat kamran itdi edaniyi e'aliyi hempay muttasıl itmededür tarum devran galat ey ziya'i şehi nazmem sühanum togrusı rast korkum oldur ki ide katibi divan galat var ise çehrende tan mı hal ü hatt yaraşur mushafda i'rab ü nukat 'arızun seyr itmek ister mürgı can su kenarın arzu itmez mi batt hayra kalmışdur umurı 'aşkda her kimün oldı muradı ol vasat anladugum bu ki rahı dilbere başını galtan iden itmez galat ey ziya'i başumuz beş vaktde nil ü ceyhun u fırat u dicle şatt hanei kalbe o şeh saldı bisatı inbisat tayy olındı buriyayı zevk ü balini neşat vasfı ahı ateşinüm yazdılar sanman fişek göklere mektub uçurdılar ki kılsun ihtiyat tan mı sergerdan yürürse yollar üzre girdi bad böyle eyler haki payı yarda kalan ihtiyat mihr ü meh iki şafakdur tevseni çerhün meger şol licamı kehkeşanına kılmış irtibat ey ziya'i ol kıyamet yar ile haşr olmaga derd ü gam guya terazudur rehi 'aşkı sırat za belalu 'aşık itmez dime lutf ile vefadan haz tabibüm yohsa bimar olan itmez mi devadan haz nazar kıl hışm ile ra kaşlarun çat ey hilalebru gönül kesbi safa eyler ider canum bu radan haz n'ola gam kişverinde dil severse ger segi kuyun garib iklimi gurbetde ider çün aşinadan haz bana yir gösterür kaşanesinde bir hasir üzre anı bilmez mi zahid 'aşık itmez buriyadan haz yüzün göster ziya'iye görür çahı firakunda iderler zulmeti zindanda kalanlar ziyadan haz 'ayn gitdüm diyarı gurbete cananum elveda' düşdi sefer çü bendene sultanum elveda'aklum tagıldı 'ariyüm ey mah 'ardan bilmem ki n'oldum ey gözi mestanum elveda' bülbül gibi hezar figan eylesem gerek ben ey yanagı verdi gülistanum elveda' sünbülleründen ayru perişanı hatırum cem' olımadı ey saçı reyhanum elveda' la'li lebi habib görinmez ziya'iya kan aglasun bu didei giryanum elveda' olalı gönlüm gibi aşüftei dildar şem' subha dek göz yummaz olur taseher bidar şem' ger kafasından çekerlerse zebanun bir şerer suzı 'aşkun nüktesinden eylemez izhar şem' ben du'aguyın sögerse tan degül ol mahru dil uzadur kendüye can virene her bar şem' kaddünün bir dikmesidür servi gülzarı cihan bir çeragıdur senün ruhsarunun ey yar şem' ruşen eyler miydi bezmi mihri 'alemtabveş böyle pürşevk olmasa her şeb ziya'ivar şem' tab'um seraya ma'il ider ıztırari bag saki getür meyi kamu ıztırr gayrı bag didüm göreyin müjeni kaçma didi yar 'akil virür mi destine divanenün bıçag şevki ruhun yakar seri kuyunda canumı hayr itdi yakdı kuşei meclisde bir çerag yakdı memaliki gazeli suznak ile ruhum ezelde husreva uyarmış gibi ocag gören ziyayı mihri 'izarın ziya'iya eyler fürugı şemsi cihantabdan ferag bagı sinemde her dem ey güli bag sol ki ol gonca itmedi beni sag gülsitanı cemali cananun oldı dil mürgınun ayagına bag 'arızun üzre hal ü zülfünle saydı mürgı dil eyledün yüzün ag sakiya bizi şöyle mest itdün el dutuldı dutulmaz oldı ayag meclisi meyde mahı tabanum şevke geldi ziya'i gibi çerag bagı sıhhatde gezerken ferah u zevk ile sag yakdı tabı tebi hasret işidenlerden ırag hastedillerde egerçi niçe 'illet bulınur hiç layık degül amma ki yolından sapa sag var iken eşki revanum neme yarar cular hüsni dilber var iken bana ne kayd olsun bag bülbüli tab'uma cevlangeh olur bagı kemal aşiyan eylemez anda umarın zag u kelag yarı sadık arayup bulmaga çekdüm çok elem ey ziya'i aramakdan idelüm bari ferag fa kaşına karşu dizilmiş niçe müjgan saf saf karşı mihraba turur san ki müselman saf saf kırmızı gülleridürür bagı cudun yir yir sinem üstinde olan dagı firavan saf saf bagı ol servi hıraman güzer itmez mi görün intizar üzre turur servi gülistan saf saf ha sakın terki cefa eyle şikayet kılurın ruzı mahşerde kaçan kim turur insan saf saf gel ziya'iyi halas eyle beden kaydından çünki eksük degül ey şah du'ahvan saf saf yok mıdur şefkatün ey biinsaf bendenün eyle günahını mu'af gayrılar gördügi lutf u keremün görmedüm nısfını hakkü'linsaf umarın sana beni gamz ideni aşikar ide hafiyyü'leltaf görse ger tigi gamı cananı cebeli olur idi kullei kaf ey ziya'i gamı cananun ile fahrlar kıl uyar şa'ire laf kaf miyanuna yakışdı zer kemer hub oldı ortalık libası nazı geydün vir lebünden buse helvalık bugün cevrünle gönlüm yıkdun asla virmedün suret gamunla ey sanem dil hanesi eski kilisalık miyancı olmayınca bilini kuçdurmaz ol afet cihan aksine döndi şimdi ortalık temaşalık güzeller mübtelası derdi 'aşkun paymalıyem yaradaldan berü cismi za'ifüm hazreti halık ziya'iyi nazardan dur idüp agyara yar oldun umulmazdı benüm iki gözüm senden bu rüsvalık mülki nazm içre bana benzer bugün vassaf yok degme bir divanda elfazum gibi evsaf yok saydgahı deşti 'aşkun ben de bir sayyadıyam saydum olur lik bir ahuyı müşginnaf yok kanı kimdür bu cihan içre 'anka yok diyen ben de bir 'ankayem amma bana kuhı kaf yok fi'lhakika gevheri nayabum insaf eylesen bir zamandur şimdi amma kimsede insaf yok derd ile benzüm sararsa ey ziya'i gam degül ben zeri halisvücudem n'eyleyem sarraf yok halümi yaran sorarsa bicihet kaldum fakir şeşcihet viran muhassal hasılı evkaf yok sünbüli zülfi heva ile perişan bulıcak rahm idüp yar didi bu dahı miskin ancak ruzgar atdı gönül fülkini girdabı gama kurtarursa beni kurtarur efendi zevrak kafir agyarı helak itmege bir demde heman üstine peyki ecel gibi bıçakla varsak dilrübalar göricek gönlümi zülfünde esir didiler hay n'olaydı o esiri tutsak ey ziya'i su gibi taşdı gönül cuş itdi 'özri leng eylemeyüp yar ayagına aksak safha ruyum dude eşkümdür müjem aklamı 'aşk serde hattı sergüzeştümdür benüm erkamı 'aşk damı tesbihi riyaya biz mukayyed olmazuz ehli 'aşkuz zahida zülfi sanemdür damı 'aşk rahı 'aşkunda elif gibi olurdum müstakim kaddümi lam itmese ey serv eger alamı 'aşk dil kesildi 'ayşı dünyadan kaza kestirdi yol zahir oldı bu mu'ammadan bize bir namı 'aşk gerçi kim dirler şarab içmez ziya'i derdmend dostlar va'llahi mest itmişdür anı camı 'aşk gice pervane gibi şevkden aramum yok benüm eyyamum gibi dünyede eyyamum yok elüm irişmedi ol zülfe yüzin görmedüm ah kadre kadir degülem bir yana bayramum yok güli bagı n'ideyin sünbülini toplayayın bir boyı serv yüzi gül semen endamum yok giderin ahiret iklimine ya hu ya hu gönül eglencesi bir yarı dilaramum yok açmaga kalbi perişanı ziya'i geh geh bir saçı sünbüli ter 'arızı gülfamum yok divaneyem ahvali cihana nazarum yok mesti meyi engurem özümden haberüm yok benden olalı padişahı mülki gam oldum 'aşkunla ganiyem sanema sim ü zerüm yok şol tapdugum allah hakı deyri cihanda bir gönlümi egler sanemi simberüm yok cennet 'amelin işleyemem derd ü gamdan andan berü kim kuyı nigara güzerüm yok cennetdür anun kuyı ziya'i lebi kevser ol cennete uçmaga veli bal u perüm yok ey gönül 'arif isen iç yüri camı cemi 'aşk ki deger iki cihan zevkine bir 'alemi 'aşk felek üstinde melek emrine ram olmış idi olsa engüşti süleymanda eger hatemi 'aşk mihrüni görmediler çün ki sipihrün giceler geydiler zulmeti firkatde kalup matemi 'aşk çeşm ü hal ü dehenün fikri gönülden gitmez eksük olmadı derunumdan efendi gamı 'aşk bagı 'alemde hayali güli ruhsarun ile dembedem çeşmi ziya'i akıdur şebnemi 'aşk cebinine kodı uyurken ol meh nagehan barmak ben anı sandum engüşti nebi kim mahı kılmış şak görenler eyle sanur surei şems ü kalem yazduk o mahun ayasıyla barmagı vasfın kaçan yazduk 'aceb havzı müdevverdür kefi simini cananun ki teşne dillere karşu diler beş luleden akmak şafak hınnası hurşid ayası engüşt mahı nev elinde huşei pervinesidür ol mehün tırnak el elden üstün oldugın işitdi var ise hurşid sipihre agdı destünle beraber olmaga elhak yaraşur pençei simini gülzarı cemalinde gülistana virüpdür fi'lhakika revnak ziya'i sen gülistanı cemali yara bülbülsin kefi ak güldürür beş gonçedür yanında beş barmak gitdün yalunuz ey mehi tabanum elfirak tariki gamda kaldı dil ü canum elfirak dil mürdesine ol lebi 'isayı bulmaga çıksa sipihre yiridür efganum elfirak ben el yudum hayat suyından meded meded zulmetde kaldı çeşmei hayvanum elfirak ben künci gamda hastei dilbestenem senün bulınmadı bu derdüme dermanum elfirak bildüm ziya'i şimdi yanumdan çıkup giden ya 'ömrüm idi kalmadı ya canum elfirak gözüm yaşından özge elde 'alemde nükudum yok ne gam mal u menalüm yog ise bari hasudum yok ne aldum ben ne satdum nesnesin bu fani dünyanun bugün 'alem meta'ından ziyanum dahı sudum yok niyaz idüp yire urmam yüzüm babı erazilde ganii lemyezelden gayra 'alemde sücudum yok mukadder bir kaza gelse rızadan gayrı fikrüm yok cihanun nef'ine çokluk sürurum yok sürudum yok ziya'i ben kemal ü ma'rifet kafında 'ankayem anunçün cahilanı dehr öninde hiç vücudum yok kaf ey dil ü can gamı canan ile mihnetde olun ta'nı agyar ile zilletde meşakkatde olun sizi ısmarladum allaha didüm can u dil didi anlar dahı sıhhatde selametde olun göricek 'aşıkı kuyunda kilabı kuyun didi hıdmetde olalum didi 'izzetde olun rindler piri harabata diyince ya hu didi lutf ile heman devlet ü rif'atde olun vaslı cananeye ikdam idün ihmal itmen ya ziya'i gibi herbar mezelletde olun bugün ey mihri rahşan ol mehi tabanum andurdun gice ey mahı bedr ol afeti devranum andurdun cihan bagında senden umdugum bu mıdur ey bülbül perişanhatır itdün zülfi müşgefşanum andurdun gice meclisde bir hal itdün ey pervane bi'llahi yanup yakıldugum narı gamı hicranum andurdun gülistanda seher şol denlü feryad itdün ey bülbül ki ah u zar ile derd ü dili nalanum andurdun ziya'iye seherde ey saba bir nükte açdun kim derunum hun idüp ol goncai handanum andurdun egerçi hüsn içinde ol periruhsar olupdur beg n'olaydı olmasa yanında anun kimse bizden yeg ola kim ma 'il olup iltifat ide bu ben hake var ey badı saba gülşende ol servi revanı eg teni 'uryanuma celladı gam hile 'ikab itdi gögermiş taziyane yiridür cismümde sanman reg 'aduyı gussa vü gam kal'ai cana hücum itse gönül burcı bedenden çıgırur allah yegdür yeg kaşun çin eyleyüp hışm eyledün miskin ziya'iye yanundan gitmez ey ahu bakışlu hiç rakibi seg gönül derdine bakman şuhı derdefzayı seyr eylen cünunı kaysa bakman behçeti leylayı seyr eylen mahabbet şevkine ey müdde'iler eylemen inkar vukufı hal içün bir sureti zibayı seyr eylen hevayı 'aşkı yar ile sirişküm cuşa gelmişdür bu rihi sarsar ile mevc uran deryayı seyr eylen ezelden gönlüm ol yusuflikayı düşde görmişdür beni 'aşk ile sergerdan iden rü'yayı seyr eylen şebi vuslatda ol mahı temaşa itmek olmazsa hevanun i'tidalinde çıkun bedr ayı seyr eylen sular çaglar hevalar mu'tedil güller açılmışdur bahar eyyamıdur divaneler sahrayı seyr eylen ziya'inün derunı dagını görmek ne mümkindür beyabanı fenada lalei hamrayı seyr eylen yar agyardan olmadı diriga münfek anı ol segden ayırmaga ne kılsak n'itsek beglügüm varur kaba cem'ine mirem guya rumilinde bana sancak virilmiş hersek geymeden efseri zerrini mukaddem kuşanur naz ile camesin ol vahşi gazalum geyicek vezne gelmez şu'arayı şi'r bu nazma nisbet tobı ahumla çakışmaz dahı çatlarsa tüfek ey ziya'i bize rahm itmek elinden gelmez ne kadar vasfı kef ü sa'id ü destin dirsek zerün zerd oldı cismi hasretinden simsimanun teni bir yana sim ü zer gamından ehli dünyanun temevvüc sanma derya sinesin derdünle çak eyler kenar özler meger bir derdi var elbetde deryanun femün bir nüktei müşkildürür kim zerre anlatmaz benüm canum heman bir adı var ancak mu'ammanun lebün zülfeyn ü ruhsarunla hoş ziba yaraşmışdur şebi mehtabda gayetde hoşdur nuşı sahbanun sabavet 'aleminde itdügün halatı terk eyle saba bir tarına degme o zülfi 'anberefşanun ölürsem cevri canan ile taş dikmen mezarumda nişanum kalmasun kuyında ol birahm cananun ziya'i sen belagat mülkinün sultanısın şimdi bozılmaz lacerem haşre dek ayini divanun yiridür terki can itsem çü sen terki diyar itdün sıdun ahdi bizi gayetde şimdi dilfigar itdün beni ey laleruh camı meyi 'aşkunla mest itdün tenümde dagı hasretler kodun hoş yadigar itdün dutalum kim bilüm ya gibi bükdün ey kemanebru niçün ya ok gibi ta'cil ile benden firar itdün zamane hubınun 'ahdine hiç inanmasun kimse sıdun 'ahdi bana sen çünki böyle ey nigar itdün mahallen mesken olmışdı ziya'i derdmendüne efendi turmadun ikrara anı bikarar itdün meme degül mi 'arşı mu'alla likası mahmudun degül mi sidre kadi müntehası mahmudun benanı mahı nevi 'iddür hakikatde mehi münevvere benzer ayası mahmudun demadem akıdur oldı eşki huninüm boyandı kana kırmızı libası mahmudun cefa vü cevrini yıllarca çekdügüm bu kim gönülde vardur ümidi vefası mahmudun ziya'iya şehi mülki bela olur 'aşık olınca can u gönülden gedası mahmudun togrısı bu kim senün bir servi baladur kadün ya behişti hüsn içinde şahı tubadur kadün her pelide hemser olma ey boyı servi revan bir nihali tazesin gayet de 'aladur kadün hem letafet bustanında saçun reyhandur hem melahat gülşeninde servi ra'nadur kadün togruyam yolunda didüm hak bilür ey servkad didi barı derdüm ile şimdi dütadur kadün kahr ile çün kim elif kaddün keman itdi rakib ey ziya'i yiter ahun urmaga yadur kadün rakibi kafire niçün sen ey nurı huda geldün gelem sana rakibi anmayam dirdün anageldün meded kurtar gariki bahrı hicran olmadın çün kim gamun deryasınun gavvasına ey aşina geldün niçe gün hankahı şeyheynün irşadın beka kıldun anun çün meclisi 'uşşaka ey sufi fena geldün kudumun merve hakkıyçün hayatı cavidanumdur benüm ka'bem benüm kıblem benüm 'ömrüm safa geldün düta ol barı hicrüm çekmede ol yarı zalim dir dimek olsun ziya'i emri cananı dutageldün demadem gözleründen kanlu yaşlar dök elemler çek güzeller şahıdur yar ana layık dürr ü gevher çek gözün saki gözün yaşı şarabı la'ldür ey dil şehi iklimi hicransın bela bezminde sagar çek gönül var müntakim dergahına çok çok şikayet kıl ki agyar ile 'işretde sen ol dürlü belalar çek vefa umma o şehden haddi zatından cefacudur seversen sev gidersen git belalar çek cefalar çek ne lazım yolına can vir ne kasd it ey gözi cellad gönül maktuli hicründür ne hışm eyle ne hançer çek hatun gelsün görüp agyarı bigayret nüfur itsün güzeller mülkinün sultanısın adaya 'asker çek ziya'i rasti ol serve layık vasfa kudret yok yalan dirlerse şi'ri dilgüşaya aslı var gerçek esbi naz ey padişeh çabüksemendündür senün elde zülfi canfigen ra'na kemendündür senün ey şekerleb içüren zehri mükerrer canuma ol nebatı hatt ile lalünde kandündür senün sa'idi siminünün vasfında şi'ri pürgüher ey peri gel gör ki ra'na bazubendündür senün bana zülf ü kaddi yarı anduran ey bustan sünbüli hoşbu ile servi bülendündür senün gönlini al canına kasd eyle kıl cevr ü cefa eyle n'eylersen ziya'i derdmendündür senün gayra çare kalmadı agyar ile gavga gerek sen güzeller padişahısın kulun rüsva gerek kendüzin pervane gibi narı kahra salmaga ehli şevk ey şem'i can 'aşkunda biperva gerek kahrı dünyayı feramuş eyleyüp 'ayş itmege mey gerek meclis gerek mahbubı müstesna gerek baş giderse gitmeye sevdayı 'aşkun başdan lacerem her ademün başında bir sevda gerek suda od gizlenmez amma ey ziya'i lacerem abdar elfazda muhrikçe bir ma'na gerek böyle mestane bakış vahşice ahuda gerek böyle 'işveyle reviş kebk ile tihuda gerek sünbüli zülf ü güli 'arızuna meyl iderüz bagı hüsn içre begüm o da gerek bu da gerek ne ise ahı dili itmege teskin biraz mey gerek bag gerek vahşice ahu da gerek şol gubaruz ki lebi dilbere hayranuz biz ol lebi la'li şeker ol teni palude gerek vaslun isterse ziya'i sakın alınma begüm çünki divanelerün sözleri bihude gerek cefalar itmesün dildara söylen igen zulm itmesün hünkara söylen niçe bir pareye atsun bizi yar terahhum eylesün bir pare söylen bu sinem zahmınun zahmetlerinden ne denlü zahmet ise yara söylen ne bilsün böyle hayran oldugum yar gamum bir vakıfı esrara söylen cünunumdan su'al itmen bana hiç varun ol gözleri sehhara söylen yakasın yırtup eylen 'aybın izhar açılmasun güli gülzara söylen şarabı la'linün keyfiyyetinden ziya'i gibi bir meyhvara söylen 'ayş içün zevk ehline bir gülşeni hurrem gerek gönderün bagı behişti görmege adem gerek mesti 'aşk olmak gerekdür talibi didar olan bezmi cemşid itmege 'alemde camı cem gerek müdde'iler dir ki hemm ü gam gerek 'uşşakda her ne dirlerse disünler gam degüldür hem gerek subhdem gülzarı kuyunda beni aglatdı yar bilmezem kim ol güli bagı behişte nem gerek dergehünde hiç olımazsa şeha derd ehline macerayı eşki çeşmin dimege bir dem gerek zülfün ile leblerün evsafını divanuma hattı reyhan u hatı yakut ile yazsam gerek beklemez kimse ziya'i gibi kuyı dilberi kıymeti kuyı cinanı bilmege adem gerek naz uyhusına var idi dün meyli nigarun gözi henüz açılmadı uyhudan uyarun çiyner dilin inanman ana dilde kemik yok agyarı seg emdüm dirse dilini yarun mahsulini taksim ide ger gülşenün eşcar payına heman ab düşer serv ü çenarun can bülbüli gülgeşt iderek bagı cemalin açıldugını göremedi zülfi nigarun bahrı gamuna ol ki ziya'i gibi düşmez bilmez bilürin kıymetin ey yar kenarun iftiharumdur beni bu resme rüsva kıldugun iştiharumdur cihanda böyle şeyda kıldugun ey kaşı mihrab işigi kıble her şam u seher istemem agyar ile seyri musalla kıldugun kaçma ey vahşi gazalum budur ol miskin kulun valih ü şuride vü aşüfte şeyda kıldugun gördügün divanei zenciri zülfündür senün kaysı sahrayı mahabbetdür temaşa kıldugun ey ziya'i şevkidür bir şem'i bezmaranun ol subha dek pervaneasa yandugun yakıldugun işigin gözedirken dilrübanun dila bir gün çıkar elbetde canun ümidüm var analar yara derdüm düşersem yadına bir aşinanun vefa yüzini görmezsem gamum yok yüzin tek göreyin ol bivefanun cinanı kuyı yara nisbet itme be hey zahid kusurı var cinanun ziya'i aşınur anca kalemler yazınca vasfı engüştin ben anun bir tokuz gözli kemerdür nehri eşkümde felek korkulukdur kehkeşan u şu'lei haver direk şehr halkı birbirine gösterür barmagıla sen hilal itdün beni derdünle benzer ey melek zahida çün yüz çevirdün sübhai sad daneden bu riyadan yeg degül miydi feragat eylemek ol mehün kaşı hayalinden çü hazz eyler gönül şekli mahı nev seri etfale baglanmak gerek ey ziya'i şahı huban oldugına ol sanem zülfi dall ü hüsni şahiddür ne hacet söylemek çahı yusufdur ey sanem zekanun hem süleyman mühridür dehenün boynuma almışam senün tigün kanını dökmeye bela çekenün 'akıbet çünki var ümid i vefa kim ola çekmeye cefanı senün vir meta'ı vücudunı evvel ger muhibbi isen o simtenün yıkar ol şeh ziya'iya ahir tobı cevr ile kal'ai bedenün kulı olalı şahı hubanun şahı oldum diyarı hicranun 'aynına almayan senün elemün itmedi 'alemin bu dünyanun bagı 'alemde benzemez boyuna rasti kaddi servi balanun karanu gönlümüzde fikri hatun bir mu'ammasıdur şebistanun bu güzellikle ey büti tersa yara söz söyle var ise canun bana zilletde bakma kim ey şah mur olur hemdemi süleymanun suzı sinen ziya'i ahiri kar korkarın kim yaka giribanun rahı 'aşk içre ol ey 'aşıkı şeyda müdrik seferi bahrı mahabbet mi degüldür mühlik umaram vuslatunı lik yok imkanı vusul didüm ol afeti can didi te'emmül tüdrik firkatünden eger ey servüm olursa azad 'ömri oldukça dil olmaz rehi 'aşka salik yusufı mısrı melahatsin eya canı 'aziz itsen olurdı beni genci visale malik can nisar eyle ziya'i yüri rahı yara gel kerem eyle ganilerle olma mümsik müstef'ilatün müstef'ilatün oldun rakibün pendiyle münfek haza firakun beyni ve beynek eller ayagun tozı olurlar ol sa'idün biz vasfını dirsek güftara gelse olmaz mı la'lün mümkin degül mi sudan tuz itmek kasrı visale irmek dilersen sahrayı gamda var çok bela çek pendi selefdür dinle ziya'i ca'iz degüldür hercayi sevmek me saba cihanı mu'attar kıl ol külaleye deg yahud vefa tarafına sanevber kaddin ek eger ki can hazer eylerse mekri düşmenden beden hisarına çıksun çagırsun allah yek didüm ki şa'iri koyup rakibe yar oldun ol ahu didi ki gerçek yalancıdan it yeg hayali kakülin ile şebi firakunda sarıldı cismüme maranı gam degüldür reg ziya'i gibi seherde rakib ah itmez 'aceb degül ki uyurmış seherde dirler seg lam servlerdür cabeca bu şerhai sinem degül taze güller yir yir açılmış bu dagı gam degül seyli eşki 'aşıkı akıtma ey sultanı 'aşk çok ziyan eyler binayı hüsn igen muhkem degül kim ki tercih itmeye cennetden ey şeh kuyunı i'tikadum bu ki bu 'alemde ol adem degül asumanı hüsne sen hurşidi 'alemtabsın zerreye benzetmek ey gonçe dehanun kem degül iki 'alem gussasın çekme ziya'i farig ol ger gamı canan olursa hatırunda gam degül dil görüp ruhsarun eyler arzuyı hatt u hal san gülistan okuyup başlar şebistanı hayal arzuyı can u dilsin ey dili gülzarı hüsn hasılı 'ömrümsin ey nevbavei bagı cemal harf okurken hvacei gamdan bu canı suhte geldi ey maksudı dil dersinde babı infi'al mektebi gamda meger bir tıflı kabildür rebab kıssai ders okudup eyler muganni guşmal derdi hicrünle ziya'iyi za'if itmek neden sen anı 'aşık hayal itmekle itmişsin hayal bilüm bükdi gamun pir eyledi hey nevcevanum gel hıramun birle hurrem kıl benüm servi revanum gel senün derdünden öldüm hey meded ey canı müştakan yetiş can var iken cismümde hey ruhı revanum gel yine tatarı gam tarac idüp yıkdı gönül şehrin harab olmaga yüz tutdı meded şahı cihanum gel firakı takı ebru takatüm tak itdi va'llahi gamunla kıl gibi kıldun beni hey mumiyanum gel n'olaydı bir gice meclisde germ olup o mehtal'at dise mihri nihan idüp ziya'i natüvanum gel gönlüm itdi zülali yar hayal arzu itdi haste hatırı bal kuşei gamda farigü'lbalem bulmadum kandi la'lüni çü mecal ben perişanhali sultanum kakülün gibi eyleme pamal bilmezem kim ne çare n'eyleyeyin mekr ider saçlarun lebün bana al güzer itmez mezarı mecnuna leylinün paypendidür halhal ey ziya'i kemale sa'y eyle ki gerek erde ya kemal ya mal ma'ili mal olurdı ehli hıred olmaz amma ki mal gibi kemal 'aşık olmışdur kulakdan yara düşmişdür gönül bir kulagı küpelü dildara düşmişdür gönül bir belaya ugramış bir derde düşmiş derdmend kullarına zulmi çok hünkara düşmişdür gönül eski derdüm tazelendi taze dilber mi sever bilmezin n'oldı neden avare düşmişdür gönül bir vefa umardum eyler yar bin dürlü cefa cevri bihadd dilberi mekkara düşmişdür gönül tig ile bin pare eylerse ziya'i bendesin gayrına meyl itmez ol gaddare düşmişdür gönül la'lin aldum agzuma var gerçi hicre ihtimal çıkmayan candan ümidin kesmez amma ehli hal kaddin anup gülşeni 'alemde dir dil bülbüli ya haliyye'lbal kad belbelet bi'lbali bal mülketi gamda ne tedbir eylesün canı za'if çeşm mesti fitne kaşı mekr ider ruhsarı al ya unutmış tali'üm yahud yitirmişdür beni ey melekler andurun allah içün şum oldı hal ey ziya'i gerçi evvelde hüner makbul imiş şimdi bir demdür kişiyi paymal eyler kemal yanılup öykünmese ruhsarei dildara gül hacletinden eylemezdi cismini sad pare gül yara 'arz itmek dilerdüm kanlu yaşum kıssasın tuhfe diyü gönderem dirdüm vefasız yara gül sanma şebnemdür görinen hasretinden haddinün aglayugelmişdürür ey laleruh gülzara gül 'arızun göster didüm ey bivefa naz eyleme handeler kılup didi n'eyler 'aceb bimara gül namurad ol ey ziya'i bermurad olsun rakib virülür agyara yar u mara genc u hara gül sureta yusufdur ol gül lik ken'ani degül padişahı mülki candur mısr sultanı degül dişleri dürri semin amma 'adenden çıkmamış can deger la'li lebi illa bedahşani degül vahşi ahudur hoten sahralarından gelmemiş bir şekerdür lebleri kim mısr anun kanı degül bir nigarı laleruhdur mülketi rum içre bu benleri hindi degül zülfi karamani degül pisteri gamda ziya'i bir ölümlü hastedür şerbeti la'lün dirig itme beşer cani degül cefa bihadd vefa hergiz hayali dilrüba müşkil dirilmek derdi dilberle degül midür bana müşkil koyup gitmek bela cevrini çekmek derdi biderman firakı bir yana düşvar u cevri bir yana müşkil o meh gün yüzini yıllarca göstermez nedür bu derd vefasız yarı sevmek gibi var mı bir bela müşkil nedür ol seyri didar u temaşayı ruhı dildar olurdı her kişi 'aşık sonı ger olmasa müşkil ziya'i yar ile agyar nihani 'ayş u 'işretde degül mi ayrılık derdi bana vahasreta müşkil ben ölince olurın sana efendi ma'il zecri hicrünle gerekse beni sen bir mu kıl sa'y idüp ka'bei kuyunda safalar sürmek şimdi olmazsakıblem gelecek yıl kabil hali ruhsarunı örter sanema zülfi siyah oldı tan yıldızına kara bulutlar ha'il gönli var mı sana meyl itmege zühhadun zülfi 'ayyarunı gönder ki getürsin bir dil mezra'ı dilde rica tohmını tahsil idemem kendüm ancak bu kadar ekilmişem ve'lhasıl gonce tıflına meger göz degirüpdür nergis togru başın tutamaz hali begayet müşkil firkatin gerçi ziya'iyi za'if itdi veli canını kılca koyan fikri miyanundur bil me saçunla eyleyemez dilbera cedel sünbül gamunla perişandurur ezel sünbül saçunla olmasa hemser begüm niçe müddet bu reng ü buyı bulur mıydı mahasal sünbül yüzünde zülfün efendi igen güzel yaraşur egerçi ateşe karşu bulur halel sünbül dila ko seyri gülistanı çün yeter yarun yanagı abı revan zülfi bibedel sünbül degül mi nazmı ziya'i efendi bagı latif bitürdi ziynet içün cabeca güzel sünbül minnet allaha ki kıldum şahı hüsne 'arzı hal gitdi eyyamı firak irişdi eyyamı visal itmiş iken bana sensiz gülşeni narı cahim ey halilüm gülşen itdi narı hicri zü'lcelal şevkün elden komadum irince burcı devlete olmış iken asumanı gussada kaddüm hilal paymal itmişdi gam ayakda kalmışdum veli destgir oldun bana ey hüsrevi mülki cemal ey ziya'i togrusı kurtarmasa ol servkadd kılmış idüm barı derd altında kaddüm ana dal yalvarup düşme dila ayagına nite ki seyl serv serkeşdür igen eylemez üftadeye meyl varıcak kuyuna dendanı segün damende eylesem 'azmi gülistan ilişür harına zeyl şimdi ümmidi visalün var efendi dilde duzahı hicrüne tekrar düşer isem vaveyl lebi renginüne öykündügi içün mahza renkler virdi 'akiki yemene necmi süheyl dili pürşevki ziya'i şebi hicranunda sanki şebtabdur şevke gelür çün ire leyl şimdi yanumdan gidüp agyara yar olmazdı dil tolasam nazun miyanuna mukaddem ben de kol yüz bulup ruhsarına öykünmek istersin yine ey güli ter yar elinde olımazsın sag sol didei canana çün öykünmedi ey bagban sana kim dir gülşen içre nergisi birah yol kimse bazarı mahabbetde ziyan itmiş degül ger muradun can virüp derd almag ise 'aşık ol ruhı sanidür ziya'iye şarabı erguvan gönlümüz şevk ile tolsun sen de ey peymane tol müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün ey aşinayı can u dil ben bendeni yad eyle gel virane gönlüm hanesin lutfunla abad eyle gel gönlüm ihata kıldı gam yaşum akıtma dembedem ey servi bustanı irem derdünden azad eyle gel bir servkaddazadesin bu dergehün üftadesin her dem niçün agladasın ey handeru şad eyle gel yaşum suladı gülşeni ahum eritdi aheni zulm itdi acıtdı beni gamlar şeha dad eyle gel gam 'askeriyle nagehan toldı ziya'i mülki can şimdi zamanıdur heman ol şaha feryad eyle gel sen bezerdün bezmümüz ey şem'i bezmara ezel şimdi bizden bilmezin niçün bezersin bezme gel goncadur peykanı tirün bagı dilde cabeca servi sahnı sinemüzdür darbı tigün fi'lmesel ol hilalebru işitdi böyle şeyda oldugum derd ile cismüm hayal itdi ki men yesma' yuhil canum aldı cebr ile la'linden amma rahm idüp buse virürse bedel ol bibedel ni'me'lbedel şevke gelsün okıyan bezmi şarabı nabda vasfı la'linde ziya'i yazdı bir rengin mekr ider zülfün meger ey dilberi yusufcemal ehli şevke renk ider la'li ruhı renginün al saki meşşata meyi gülgundur gülgunesi sana bir reng olmasun meclisde ey sahibcemal barı hicrün şöyle kılmış tevseni çerhi nahif üstühvanı sinesidür görinen sanma hilal dost uymış düşmene düşmen hayal itmiş beni dostlar bu hal ile dilberini eyler hayal bendeyem ben de ziya'i gerçi şahı 'aşka lik maliki mülki kemalem kamili sadrı kemal bülbül yanup yakılmaga gülşende ey halil saru gül oldı şem' meger goncalar fetil bag içre nergise yaraşur benefşeler gök destmal ile silinür didei 'alil ey mısrı hüsni yusuf ruzı hisabda mizanı yad kıl yaşumı itme nil gönlüm çü bazpare kılursın sakın hele gisuna paresi tokınur ey şehi cemil ben şol ziya'iyem ki bela zulmetindeyem zar u garib ü bikes ü biçare vü zelil meclisi bagda zerrin kadehe bakma gönül meyi şebnemle tolu bülbüledür goncai gül germ olup 'arızı cananuma öykünmişsin şafak üstüne yüridi tutul ey mah tutul hale sanma güneş ey mah olıcak div anun takdı celladı felek gerdenine halkai gul ne aceb devr ider elden ele düşdi sagar ragbeti kalmayup ayakda kalur cür'ai mül aglasun inlesün ey mah ziya'i her dem ne ziyan ide güle ah u figanı bülbül lebüne benzedügiyçün meyi al eli üzre tutar anı meyyal la'li şirinüne hayran ancak özledi anun içün hatırı bal nakdi can ister ise la'lün eger ben ana can virürin nakdini al simi eşk ü zeri çehrem var iken mal ile her tarafum malamal 'aşık oldur ki ziya'i ola ol haki rahı şehi iklimi cemal me yabana söylemege başladı yine bülbül meger ki mest ider anı şarabı jalei gül gönülde çeşm ü 'izar u külale fikri heman konuldı şişede san nergis ü gül ü sünbül çogalsa memleketi islamda fitne tagıldı safhai ruhsarı yara çün kakül reva mı kanumuzı kana kana nuş idesin şarabı içme hususa ki diye fahrı resul dili ziya'i ki meddahı hali ruyundur çemende kumrıdur agzında danei fülfül mim seherde çak idem gül gibi şevkümden giribanum gelürse seyri gülzara nigarı pakdamanum dili pürhun açılsun goncaveş reftarunı görsün seher tarfı gülistana salın servi hıramanum niçün gelmez senün gülzarı kuyun seyrine bir gün dikenler mi batar payı güle ey verdi handanum eger kim can virürsem hasreti balayı dilberle sanevber sayesinde defn olınsun cismi bicanum ziya'i tişei gamla sıyam ferhadveş başum er ol baş yar diyü şirineda eylerse cananum demi ahirde sanman menzilüm ziri türab itdüm günahum çoklugından yirlere girdüm hicab itdüm diriga kıymeti 'ömri 'azizi bilmedüm gitdüm ne kesbi ma'rifet kıldum ne hayrına sevab itdüm 'izarı i'tizarı yarı cayı ilticaya hiç komadum ben cenabı ehli hakdan ictinab itdüm koşuldum her harı layefheme nekbet gibi hayfa muradum menziline irmedüm çok ıztırab itdüm ne dünyadan murad aldum ne oldum talibi 'ukba ziya'i gibi dünyamı vü 'ukbamı harab itdüm gice yadı lebünle eşki çeşmüm erguvan itdüm seher gülruhlarun gördüm hezar ah u figan itdüm beni ey ehli dil anlan mezarum taşıdur sanman ben ol sengin dilün derdinden öldüm bir nişan itdüm görüp la'li hayatefzayı cananı hicabumdan hemen n'itdümse itdüm canı cismümde nihan itdüm dutalum sevdügüm çün cevr ide ol mahı hercayi bana zulm eyleme sen ey felek bari sana n'itdüm ziya'i gibi 'ömrüm nakdini harc eyledüm bir bir ticaret bilmedüm ahir tasavvurdan ziyan itdüm gice ol meh gele diyü oyalanıgördüm durmadı 'ahdine ahir o yalanı gördüm sinem evvel hedefi tiri bela kılmış idi vazgeldi bu kez ol kaşı kemanı gördüm gerçi çok dilberi ra'nalar işitdüm amma 'alem içinde heman hüsn ile anı gördüm zerrece 'aşıkına merhameti şefkati yok bagı 'alemde ben ol goncadehanı gördüm seyr iden nazmı bedi'üm ne beyan eyledügin ey ziya'i ko disün ben de me'ani gördüm bulmaga kapunda efendi meram idemedüm ah tamam ihtimam vuslatun ardınca irişür firak olmadı bu derdüme da'im devam olmasa hemreng zülali lebün gamzedeler içmez idi mey müdam didi kıyam idüp o servi sehi kasd iderin canuna bir gün kıyam karı ziya'i kulunun da'ima sana du'a eylemedür ve'sselam gamı hicrünle her dem zehri katildür benüm nuşum bela vü derd ü hasretdür hayalünle hemaguşum cihanda ey periruhsar o hüsni 'alemaranı 'aceb divanelikdür gördügümce mahv olur huşum n'olaydı mesti camı bezmi nar oldukda sultanum dise n'eyler meyi 'aşkumla mest olan o medhuşum ben ol deryayı 'irfanem ki nazmum dürr ü gevherdür hevayı 'aşk ile ancak olur cana benüm cuşum ziya'inün sorarsan zulmeti hicründe ahvalin senün sevdana düşmişdür benüm yarı siyehpuşum mektebi gamda elif ögredicek üstadum yaduma geldi beladur o boyı şimşadum ah kim razı nihanum duyılur nalemden bana yirden göge dek zulm ideyor feryadum reng ü al ile demadem benüm ol kanum içer lebi la'lünden efendi alabilsem dadum altmış busene yitmişdür işitdüm agyar bin bela bu ki benüm seksene çıkdı adum ben ziya'i gibi mülki 'ademe 'azm itdüm zada'llahu te'ala gam olupdur zadum esiri kaydı 'aşkam mahbesi hicrana mahbusem ne 'ırzun mübtelası ne esiri namı namusem dili camı mahabbet gıll u gışşdan pak kılmışdur behakkı hazreti razık ne zerrakem ne salusem vücudum mahv ider ahir hevayı 'aşk u narı gam anunçün dürlü feryad itmede manendi kaknusem hasudı layesudun bana bugzı bir zarar kılmaz muradumdan ümidüm kesmişem bir merdi me'yusem ziya'iyem benüm nazmı bedi'üm şevke ba'isdür muhibbi biriyayem derdi bidermana me'nusem iştiyakun bihara benzetdüm vaslun ahir kenara benzetdüm ruhı gülgunun ey güli handan ben baharı enara benzetdüm 'aşıkun kim sirişki didesi yok suyı yok çeşmesara benzetdüm servkadler seven fakiri heman eli yufka çenara benzetdüm ey ziya'i selaseti şi'rün tiz akar cuybara benzetdüm vücudumdan usandum dehri faniden güzer kıldum 'adem iklimi dirler bir 'aceb mülke sefer kıldum ben ol üstadı nerradem ki pullar dagı sinemdür beni nerdi belada zar iden mahı kamer kıldum kenarı cuybara cem' olan zenbura benzetdüm kenarı 'arızunda halüne çünki nazar kıldum elek asdı benüm fikri dakiküm haleden maha gice bahsi ruhunda görsen anunla neler kıldum ziya'i gibi kuyun ka'besini kıblegah itsem namazumda bu fikri ben niçe şam u seher kıldum eyledi 'aşkun beni sahrayı hayretde mukim bir yanı bagı ümid bir yanı hem deryayı bim didi va'iz koynuna girmek günah inanmaduk hoş günaha girmişüz estagfuru'llahü'l'azim 'ömrümüz nakdin ümidi vasluna sarf eyledük bir kerem gelmezse senden n'idelüm allah kerim diyesin ümmidi vasl eylerdi gitdi namurad öldügümde halümi yaran sorarsa ey nesim ey düri pakize ger kimdür ziya'i dir isen bagrı derdünle delinmiş gözi yaşlu bir yetim namede sana yazardum gam u derd ü keselüm tıfl eyyamı idügündür benüm amma ecelüm elifi kamet ü mimi fem ü lamı zülfün oldı ey la'li lebi sükkeri safi emelüm destgir ol bana gel ey sanemi sengindil ki taş altında kalupdur bu zaman iki elüm ney gibi inledügi döne döne dolabun 'aşkı canan ile bir derdi mi vardur görelüm ka'beye varup eger görmek ise nur murad yarı kuyında temaşa kıl ırak gitmeyelüm zülfi altında yüzi mushaf elifdür kaddi hakkı setr itmeyelüm togrusını söyleyelüm ey ziya'i saçına öyküne ger sünbüli bag sakın öykünme diyü ana piyazı basalum gülşeni 'alemde bir goncadehanum yok benüm muya döndüm gussadan bir mumiyanum yok benüm barı gam bükdi bilüm ahir beni pir eyledi eski derdüm tazeler bir nevcevanum yok benüm yar ile agyarı görmekden ben ölmiş gitmişem derdümi 'arz itmege canana canum yok benüm ben güzeller vuslatından binasibem taezel derdi dilden gayrı bir razı nihanum yok benüm ey ziya'i her sözün sükkerdür amma n'eyleyüm meyl ider bir tutii şirinzebanum yok benüm ey peri divanenem var ise ya mesti meyem kılurın zari vü nale bezmde bilmem neyem gamdan özge hemdemüm yok hergiz ey şem'i münir kime yanam yakılam ya kime derdüm söyleyem uslanur divaneler zencir ile ben ey peri terk idersem zülfünün zencirini divaneyem şahı 'aşk öninde hacletden yüzüm düşer yire ger koyup tacı melamet hırkai 'arı geyem ben deri dildara düşdüm derdüm amma bikıyas ey ziya'i her zaman bu derde bilmem n'eyleyem gülşeni kuyı nigar imiş bugün bagı irem çare yok ben bülbüle ta kim o gülzara irem barı hicranı nigarı çekmeseydi asuman kameti her demde anun böyle olur mıydı ham bagı 'alemde görüp ol servi şeyda olmasa didei nergisde olmazdı seher vaktinde nem kaddi yarı göreli gönlümde bir gam var idi 'arızunda gördüm üç ben bir iken on oldı gam ey ziya'i camı bezmi yara öykünmek diler meclisi gamda dolar hun ile çeşmüm dembedem kalmışam timarsız çün olmışam bimarı gam kalmışam naçar çünki olmışam efkarı gam cismümi hak ile yeksan eyledi badı firak abı didem olmasa yakardı anı narı gam 'aynuma gelmezdi mahmurı meyi 'aşk oldugum özge 'alemdür veli keyfiyyeti esrarı gam hoş tahammül eyler idüm barı 'aşkı çekmege ah eger yüklenmeseydi üstüme serbarı gam afitab olursa ayruk sevmeyem şehr oglanın şimdilik hercayi sevmekden ziya'i farigam benüm iki gözüm şarab alalum cigerüm paresi kebab alalum içelüm birer ikişer sagar 'ömrümüzden biraz hisab alalum yanmışuz hicrün ile teşnedilüz vuslatundan zülali nab alalum gel ki şirin kıssalar soralum lebleründen güzel cevab alalum nalemüz bezmi yara saz yeter yine ya rabbena rebab alalum ola kim açılaydı tali'ümüz ruhı cananeden nikab alalum malhulyayı vaslı dilberden gel ziya'i biz ıztırab alalum yar elüm tutmaz elinden çekdi canum çok elem gamzei canane canum dahı alursa ne gam yazmaga dilde miyanun nakşın eylerken hayal bagladı cana nitakun ol ümide kıl kalem şahı 'aşkam laciverdi çerh otagumdur benüm gam sipahumdur benüm yanumca ahumdur 'alem la'lünün divanesi olan libası n'eylesün camesin nakd eylesün şevk ile içsün camı cem nur inüp kabri ziya'iye ziya vireydi ger ol gözüm nurı ana ikdam idüp bassa kadem çok güzel var cihanda sultanum sana kurban olur veli canum seni tercih ider güzellerden bu benüm hatırı perişanum niçe bir bu cefa vü cevri bana zulmi ko gel esirge sultanum tana kalurdı karvankıran görse halik neler kılur canum zulmeti zulmden ziya'iyi gel halas eyle mahı tabanum me şu dem ki padişehi 'aşka ben vezir oldum virüldi mülki mihnet bana emir oldum büküldi barı gamı nevcevan ile kaddüm 'aceb degül mi cevanlık ya ben de pir oldum nedür bu cevr ü cefalar nedür bu derdi bela ne çare n'eyleyeyin kafire esir oldum rakibi kafire çün tigi ahumı çekerin başı yaragını görsün ki ben dilir oldum ziya'iya kaluban zulmeti şebi gamda meded ki muntazırı mahı binazir oldum seher vaktinde mahum gün yüzün gördüm tanakaldum fena olur vücudum diyü kapunda bakakaldum sanurdum vasla irdüm 'arzı hal idem diyü bir bir hayali dilrübaya sadece derdüm sayakaldum cihanda vaslı yara irmemiş kalmadı bir 'aşık yalunuz kuşei gamda heman ben mübtela kaldum bu dem bir ruze irdüm togrusı kaddüm düta kaldı ne ruze ruzei hicranı cananı dutakaldum saçup tohmı ümidi mezra'ı dünyaya bir kaç kez ziya'i hasılı kendüm yine derdi firak aldum ehli insaf acır aglar bizi insaf idelüm saderulardan ayırmaga kıyarsa ecelüm halün ey yar hayalüm saçun endişemdür kakülün fikri dırazum lebi la'lün emelüm gitdi yar irdi demi firkat esir itdi beni nazenin 'ömr gelüp geçdi irişdi ecelüm soralum div rakibe 'aceb el virmiş mi ol gözi haste girse ele nabzın tutalum 'alevi muhrikeda noktalar anun şereri vasfı hicranda ziya'i yanar oddur gazelüm bu zulmi görmedüm ben çok mehpareler gördüm dili 'uşşakı tigi hicrün ey meh yareler gördüm görüp sinemde zahmı tigi hicrün ey cefakarum didi cerrah böyle görmedüm çok yareler gördüm nazar kıldum sipihre dün gice ey mihri mehpeyker dizilmiş kuyuna seyran ider seyyareler gördüm meded bir dahı anman bana ferhad ile mecnunı yazılmış defteri 'uşşakda zenpareler gördüm ziya'i gibi hergiz görmedüm derd ehli hak bu kim egerçi ben dahı çok hasteler biçareler gördüm kanlar dökülür camı lebün şevkine her dem canlar virülür vaslına ey maksadı 'alem can gussa çeker cümle cihan vasılı canan dil derdini çekmekde sürer zevkini 'alem va'ız bana vasf itme cinanı ki cihanda kuyı gibi cennet mi olurmış be hey adem ol hüsni cemali göricek gönlümi virdüm canum da virürdüm anı ger bir dahı görsem seyr itmeyeli ol mehi bimihri ziya'i tariki şebi hicrde muhtacı ziyayem bana ikbal idelden derdi dilber hoşdur ahvalüm şehi mülki gamem hem devletüm vardur hem ikbalüm ben ol derd ehliyem 'alemde kim yokdur benüm hergiz ne vaslı yara ümmidüm ne can virmekde ihmalüm lebi dilber hayaliyle tenüm gamda gubar olsa buna hayranem anlar yok benüm keyfiyyeti halüm getürmen yanuma ferhad ile mecnunı lutf eylen bular sadrı mahabbetde degül emsalüm akranum cinanı kuyuna uçmak diler can mürgı bal açmış n'olaydı ey ziya'i bilse ol zalim benüm halüm künci gamda dimezem kimseye kat'a keselüm rahm idüp ta ki benüm dutmaya nakes elüm anduk aşnayı kelam içre seri agyarı kerem eyle sözümüz burada cana keselüm kuyı canana esen geldi nesimi ahum didi ki badı seherde burda bipak eselüm merhaba itmek içün ança du'alar kıldum şayed idem el uzunlugını şaha kes elüm ey ziya'i ne za'if itdi beni derdi firak künci gamda dimezem kimseye kat'a keselüm diriga kim giriftarı 'aduyı derdi hicranem cüdayem padişahumdan esiri kafiristanem ümidüm kesmezin kat'a visalinden o cananun kesildi gerçi tigi hicr ile bu cism bicanem virelden canumı canan yolına taze can buldum kul olaldan şehi 'aşka gam ikliminde sultanem bugün iklimi hicran içre kimse halüme bakmaz bu dem yaşum silen yarum kanı kim zar u giryanem ziya'i bengii esrarı 'aşkı dilberem amma müyesser olmadı helvayı vaslı buna hayranem ah kim bir kamerden ayrıldum ne kamer simberden ayrıldum gitdi sabr u dil ü dilaramum rahı gamda nelerden ayrıldum tan degüldür felekden aglar isem Jaleyem verdi terden ayrıldum subhdem hvabı gaflet aldı beni seher irdi seherden ayrıldum eşki çeşmüm gibi ben üftade ey ziya'i nazardan ayrıldum çıkdum 'adem ilinden mülki vücuda irdüm derbendi 'aklı geçdüm şehri cünuna girdüm canandan ayru cana ten ma'il idi ölüp dirilüp ahir candan anı ayırdum busı dehanı yarı alınca çıkdı canum hayfa ki can meta'ın ben yok bahaya virdüm va'ız didi günehdür koynına girme yarun hiç tutmadum sözini nageh günaha girdüm olmışdur ey ziya'i gam tekyesinde yarun fikri visali zikrüm verdi cemali virdüm ey peri zülfün görüp niçe yakıldum bilmedüm 'aklumun nakdini başdan yavı kıldum bilmedüm surei ve'lleyl okurken dün namazı şamda zulmeti zülfün anup ka'bem ne kıldum bilmedüm ruhlarun ey mahru bir şevk virdi bana kim tabı mihrünle bugün niçe yakıldum bilmedüm dir hicaza 'azm iden rahı mahallen var iken egri gitdüm togrusı yolum yanıldum bilmedüm dest ü vasfı 'arızın su gibi ezber okurın ey ziya'i 'ilmi 'aşkı niçe bildüm bilmedüm aşinayı nefsi şeytan oldugum yad eyledüm ol sebebden togdugum demlerde feryad eyledüm gördüm ol demde yahud şeytan eline girdügüm var ise anun elinde böyle feryad eyledüm taş bagırlı dilberün 'aşkıyla gönlüm hanesin muhkem olsun diyü ta evvelde bünyad eyledüm mesnedümdür her gice dergahun ey mehru diyü kendüme bu töhmeti yok yire isnad eyledüm zulmeti zindanı hicranda ziya'i derdmend kalmış ol servi sehi dimez mi azad eyledüm sünbül saçuna öykünür imiş yolayazdum ey kaküli leyla hele mecnun olayazdum bir vech ile 'attar ruhı yarı ögermiş bülbülden işitdüm bugün anı güleyazdum korkutmış işitdüm bizi tigi gam ile yar bi'llahi bugün kesbi safadan öleyazdum ol turrei müşgine diyüp vasfı dilaviz gülzarı cihanda varakı sünbüle yazdum şi'rümde ziya'i ne teselli bula 'aşık ben anda heman ka'idei gulgule yazdum sırrı dehanunı bile mi her rakibi şum her bir sefihe keşf ola mı hikmeti 'ulum meyl eyle badı ahuma ey şem'i bezmi can her canibe çü ma'il olur bad esince mum gencinei visalüne kasd eyledüm gice nageh kıldı ejderi zülfün bana hücum dil yalunuz vilayeti firkatde n'eylesün gam 'askeri yüridi hususa 'ale'lücum gam zulmetinde koma belalu ziya'iyi ya dafi'ü'lgumum ü ya rafi'ü'lhümum olur zülfi ruhun kaddünde ey dildar hamderham olur balaya gitdükçe duhanı nar hamderham meger takı derünle halkai babun misalidür ki bir hamdur felek kavsi kuzah tekrar hamderham senün bagı cemalünden hicab itmiş meger cennet anunçün böyle olmış ol sekiz divar hamderham ne dem kim hvaba varsan genci hüsnün bekler ejdervar kuşagun başun ucında olur ey yar hamderham yazar gömgök delüdür yara 'arzı hali tumarın ziya'i goncasın susen ider her bar hamderham ey kaşı ya gamı hicrün niçe yıllar çekdüm ey şekerleb n'ideyin şimdi mükerrer çekdüm hasreti zülfün ile dara teveccüh kıldum hicri müjganun ile sineme hançer çekdüm lamı zülfüne degince ne elemler gördüm kaddi balana irince ne belalar çekdüm dagı pürhunı ki sundum dili mecruha bu dem padişahı gama bir taze güli ter çekdüm sakiya tan mı ziya'i gibi mest olsam eger hasreti la'li lebünle meyi ahmer çekdüm fena dünyada ben çok servkamet dilrüba gördüm beladur görmedüm balayı yarı çok bakagördüm umarken vaslın ol yarun kesdüm andan ümmidüm beni yad eylemez agyara yarı aşina gördüm o servün rast geldüm şevkine bir buse 'ahd itdi dehanı yardan ben zerre mikdarı vefa gördüm nesine aldanurlar bilmezin bu fani dünyanun fenadan gayrı nesne görmedüm ben çok beka gördüm bela deştinde 'uryan olmak ben ihtiyar itdüm ziya'i çün libası cismi 'aşıkda kaba gördüm hücreme geldi benüm ol boyı tuba ahşam bana keşf oldı heman nüktei tubaü'şşam bana dilber sever ol diyü varun ta'n itmen ademi aldamasun mı sanemi simendam bir fakirem bana bu ta'n u melamet ne reva 'aşk idüpdür niçe sultanı benamı bednam dembedem kanum içer sakii bezmi hicran vara madam ki agyar ile yar içe müdam şi'ri pürsuzumı seyr itse ziya'i hüsrev odlara yakmaga divanın iderdi ikdam gamı haddünle verdi handanum gül gibi çak olur giribanum derde derman arardum olsa eger haste cismümde derde dermanum canum ise muradı cevründe ben dirig itmezin benüm canum akdeniz içre şahin adasıdur fikri çeşmünle çeşmi giryanum sen gözi nurısın ziya'inün hey benüm afitabı rahşanum gördüm ümmidi visalünde ki yokdur sudum terki can oldı rehi gamda heman maksudum atun aheste bu rayı şeh ki şerarı na'li yakmasun narı gama teni hakaludum korkarın gökde melekler gözin eyler giryan subhdem ateşi enduhı dilümden dudum segi agyar ile ayrılmadugun görmeyeyin dilerin canumı tenden ayıra ma'budum bir du'a eyle ziya'i ki huda ide cüda ruhı mecruhum ile kalıbı hakaludum nun saba kıldı rivayet gonçeden gonçe dehanından ki yok buyı vefa 'uşşaka 'alem gülsitanından yeni divane oldum eski derdüm tazelenmişdür kocaldum mihr umarken bu cihanun nevcevanından ümidüm riştesin kesdüm vücudum dermiyan itdüm ki bir kılca haber duydum hayalümde miyanından behişti terk idem kendüm görürsem danei halin bu huri gelmemişdür hazreti adem zamanından umardum kim düşümde seyr idem ahuyı ken'anı gözüm uyku yüzin görmez ziya'inün figanından 'aceb midür çıkarsam 'akıbet 'aklum gibi başdan şikayet bahtı şumumdan meded hali müşevveşden 'aceb derd ü bela çekdüm 'aceb cevr ü cefa çekdüm niçe birahm dilberden niçe bimihr mehveşden vücudum gibi viran olmasun bir gün kamu 'alem demadem gözlerümden seyli hun olup akan yaşdan günahum çoklugından ateşi derdi derunum var 'acebdür bahrı rahmet cuşa gelmezse bu ateşden ziya'i çekdüm anca derd ü mihnet i'tikadum bu beter çekmiş degül kimse belayı ben belakeşden diriga kim cüda düşdüm ben ol sahibcemalümden ırak ben mübtela düşdüm benüm vahşi gazalumdan ben andan düşeli ayru yüzüm saru tenüm sayru haberdar olsa ol mehru benüm bari bu halümden başumdan aşdı mihnetler geçüpdür cana hasretler kime kılam şikayetler gönülden bu melalümden cefa kılar o celladum çıkar eflake feryadum meger mevlam ala dadum benüm ol yarı zalimden ziya'i pürmelal oldum gamından bimecal oldum ırıldum bir hayal oldum ben ol kaşı hilalümden sanurdum hastei 'aşkunı vaslunla esirgersin çıkup gitdün benüm canum gibi bimihr dilbersin enis idün ezel deşti mahabbetde bu mecnuna neden kaçdun benüm vahşi gazalum niçün ürkersin beni divane kıldun ey melek 'arzı cemal idüp kaçarsın şimdi ademden heman periye benzersin gamun barını evvel çekdirüp kaddüm keman itdün niye ta'cil ile ok gibi benden nefret eylersin ne buldun bir lebi 'isa ne içdün abı hayvanı ziya'i zulmeti firkatda şimdi ölmek istersin ruzı vuslatda unutdum nuşı la'li yarı ben hoş peşimanem bugün fi'ssayfi dayy'atü'lleben ka'beye gitdünse kuyı dilberi terk eyleyüp yol yanuldun gitme gel yanlış döner bagdaddan sim ü zer harc itmek ister vuslatı şirin içün bisütunda var ise ma'den arardı kuhken ehli bezme şevk virdi camı mey meyhanede san ki mescid ruşen oldı pertevi kandilden narı gamdan hep şikayetdür ziya'i yazdugum anun içün suznak olmış kelamum cümleden ey sirişküm güli gülzarı gamun şebnemisin hey fütade rehi dilberde kimün hemdemisin ey saba söyle ki bir hemnefesün var mı senün haremi kuyı habibümde kimün mahremisin ey 'arak yüzi suyı 'arızı yarun sensin sen gülistanı letafet gülinün şebnemisin zülfi dildar hevası yemi firkatde benüm saldı girdabı gama şimdi vücudum gemisin ey ziya'i niçe bir 'aleme rüsvay olasın zülfi zencirine dil baglama divane misin gerçi ey mugbeçe mahbubı kilisasın sen tapdugum tanrı hakı kıblei tersasın sen sureta bir sanemi simbedensin amma lebi canbahşunla ma'nide 'isasın sen deyre suret viren ol hüsni dilaramundur zülfi bedkiş ile hammalı çelipasın sen yüri kafirligi ko ey saçı zünnar yüri ehli islama kıyar afeti ra'nasın sen öldürüp haste ziya'iyi gamı hicrünle yine can virdün ana tut ki mesihasın sen reva mı iltifatun böyle kesmen derdmendünden gel insaf eyle hey sultanı 'alem kendü kendünden ne derde mübteladur bu dili divane seyr eyle ne kapundan diler gitmek ne kurtulmak kemendünden za'if oldum büküldüm firkatünle ey hilalebru yolunda fark olınmaz kalıbum na'li semendünden hevayı firkatün gülşende lerzan itdi endamın ne halet geldi aya serve balayı bülendünden nedür cevr eyleyüp çok böyle i'raz itmege ba' is ne gördün hey gözüm nurı ziya'i müstemendünden leyli zülfüne benem mecnun eksükümdür benüm heman hamun leyli zülfün işidüp cana olmış idüm cenin iken mecnun kametüm çeng olur meyi derdünle ney ki bezmünde sakiya kanun ben yaşum bag bergi zerdi döker bozılur tut ki akçaya altun bezmi yarı ziya'i vasf itdüm döndi şi'rümde cam tasına nun muradum bu ki gönlüm mürşidi 'aşka mürid olsun yolında canumuz ol şahidi canun şehid olsun degülse nüktei razı femün künhiyle mefhumum vefayı dilberanasa vücudum nabedid olsun meger kim sayei perri hümadur zülfi şebrengün şehi mülki gam eyler bendeni ömrün mezid olsun vefa sende mürüvvet sende ihsan u saha sende 'ali balum seni her kim ki sevmezse yezid olsun ziya'i gibi da'vayı mahabbet eyleyen 'aşık vusuli vuslatı yarı unutsun naümid olsun şebi kadr u şebi mi'rac o zülfeyn iki kaşun arası kabe kavseyn zeri ruyumla simi eşk hazır meta'ı vaslun içün uşta nakdeyn gülistanı belada padişahum akar her dem iki çeşmüm iki 'ayn tenüm gerduna döndürdüm nigara anı dag encümiyle eyleyüp zeyn ziya'i haşre dek hicründe kalsun tek ol şanı şerife gelmesün şeyn canuma kasd itme ey 'isanefes kafir misin evvela gör mürde ihya itmege kadir misin bihuzur isen dila fikri dehanı yardan gel 'adem iklimine 'azm idelüm hazır mısın dembedem ol gözleri huni beni kan agladur eşki çeşmüm göricek ey bahr sen acır mısın gam meta'ın alup olsam simi eşkümde emin yohsa bunca akçaya ey dide sen nazır mısın hasbi halün nazm idüp dildara arz itmek nedür bu hicab ile ziya'i sen dahı şa'ir misin cüdayem dergehünden merve hakkı bisafadur can irişür ka'bei vasluna ya hannan u ya mennan benüm canan yolına 'akıbet can virmedür borcum halas it deynden 'alemde her medyunı ya deyyan benüm yarı 'azizüm maliki mülki bahasın sen o hüsn ile ko varsun yusuf olsun mısrda sultan lebünden dad umarken ey güzeller şahı 'aşıklar reva mı eyleye huni gözün 'alemde her dem kan seni vasf eylemekde tıflı dil gayetde mahirdür efendi tab'a malik böyle kanda kopısar oglan degülsin bir zaman da ey peri agyardan münfek süleymansın ki karşunda iderler divler divan şarabı 'aşkun ile dembedem canı ziya'i mest gönül hayrandur esrarı lebünle hüsnüne her an ey saba benzer ki geldün hıttai ken'andan gel haber vir şahı mısra külbei ahzandan lezzeti la'li lebün fehm itse ey şirindehen hızr elin yurdı mukarrer çeşmei hayvandan kanlu yaşum katre katre dizilür müjganuma sübhadur allahu ekber danei mercandan ehli derde halüm aglardum dökerdüm derdümi korkarın hazz itmeye yaran igen barandan ugrasun bir derde ol zalim ziya'iden beter aldı çün 'akl u dil ü sabrı ne ister candan hasreti çahı zenahdanunla çak olursa ten kabrümi lutf eylesün bir hoşça kazsun gurken za'il oldı seyri kuyunla temennayı cinan fikri zülfün yada geldi gitdi sevdayı vatan sarb idi derbendi 'aşk asla geçilmezdi eger açmasa tişeyle bir mikdarını çün kuhken 'askerinde ol şehi hüsnün kızıl bayrak degül katli uşşak itdi baglar fahr içün kanlu kefen gitdi 'akl u sabr u dil didara imkan olmadı ey ziya'i n'eylemek n'itmek gerek gitdi giden mesihadem sanemler derdine düşmiş zebunem ben figan ile cihan deyrinde kalmış erganunem ben nehar u leyli mecnunun n'ola geçdiyse mihnetde garibem bikesem avarei deşti cünunem ben degüldür bisütun ol kesdügi kuhsarı ferhadun ki deldi tagları tagı derunı şirinem ben derunum derdin iş'ar idemem mest olmasam yara budur ba'is ki meyyali şarabı lalegunem ben ziya'i tan degül hunı sirişke gark olursa ten şehidi tigi 'aşk olalıdan garkı hunem ben dehenün goncai cennet gibi hemvar olsun buse virdi bana hiç yok dimedi var olsun canumı zülfi ruh u hal u hatundan ayıran reb'i meskunda muradum bu ki naçar olsun kahr ile kanı dökülsün lebüne kasd idenün zülfüne el uzada zulm ile berdar olsun cevrün arturdı meded anlaya mı halümi yar dilerin bencileyin derde giriftar olsun dir imişsin ki ziya'i bana kurban olmaz olsun ey şuhı cefapişe sitemkar olsun me demi baharda bibehreyem hazanda hazin vücudum olmadı bu devri biemanda emin teferrüc eyleyelüm bagı gel bile ey hur ki döndi cenneti firdevse bu zamanda zemin senünle geşt idelüm kuh u deşti tenha gel reva degül olasın şimdi bir mekanda mekin karibün oldı şeha yanmayan firak odına olaydı olsa eger canını yakan da yakin ziya'inün teni bunda dil anı hüsnünde vücudı ah ki hem bundadur hem anda hemin çünki cennetde ecel olmaz eya simbeden ne münasib ki kıla kuyunı agyara vatan disen olurdı sunup la'lüni ey meh ma em itsen olurdı vefa bendene mehmaemken hastenün güneşe karşu olur za'fı kavi lik ben haste cemalün göricek oldum esen bilmezem n'eyleyem ahir ne kılam kanda gidem beni miskin ider ol gözleri ahuyı hoten lacerem layıkı firdevs ola ruhı mecnun ki ana surei ve'lleyl ile yazılsa kefen havfı tigünle şeha kalmadı kan benzümde dembedem gözde bu hunabı sirişküm kandan elifi kametün ile görüp üç noktai hal bin bela geldi ziya'iye senün 'aşkundan ni'meti vaslunı bezl it var iken devleti hüsn destbus eyleyelüm elde iken fırsatı hüsn gisuyı bibedelün şehperi cibrili emin 'arızun mushafı lareyb ü hatun ayeti hüsn ne kazayayı gamı bihadd resm ide debir kavli şarihle ne ta'rif ola ol hücceti hüsn afitabum katı hercayi güzelsin bildüm yog imiş sende bugün zerre kadar gayreti hüsn zülfi zencirine baglandı ziya'i miskin anı divane idüpdür meger ol haleti hüsn hurşidi sinen aç kim 'alem münevver olsun kıl turranı perişan dünya mu'attar olsun can vaslesidür ey can nazik vücudun amma ol vaslenün vusuli kime müyesser olsun tutdı karar dilde takrire gelmez enduh ikrarı vaslun ahir bari mukarrer olsun dök dirhemi sirişkün 'arz eyle ruyı zerdün çift olmaga ne minnet tek sim ile zer olsun terk eyledün ziya'i biçareni efendi ol biedeb rakibe uydun edebler olsun cüda düşdüm bugün ahmed gibi bir şemsi enverden şikayet nahsı tali'den meded bidevlet ahterden helakem ahmedi muhtar hakkıyçün ger olmazsa 'inayet hazreti hakdan şefa'at hem peyamberden cüdayem derüne ahmedün amma rahm idüp bir gün beni yad eylemez mi kimse bari aşinalardan cüdayem gerçi ahmedden bihamdi'llah ümidüm var nasib olan gelür ahir bana kadri mukadderden ziya'iye delil olmazsa nurı ahmedi muhtar halas olmaz ebed tariki derdi hicri dilberden hazreti 'isanun oldıysa mekanı asuman lacerem yiri benüm 'isamun olmışdur cinan can virürken mürdeye 'aşıklar anun vaslına şimdi 'isa can virüp firdevse olmışdur revan ahir ölüp dirilüp ol la'li canbahşum benüm idünüpdür gülşeni darü'sselamda mekan gelse ger 'isa kıyamet kopa dirlerdi benüm başuma kopdı kıyamet gidicek 'isa heman tatlu tatlu dirilürken ol lebi canbahş ile ey ziya'i canum acıtdı bu çerhi bieman bana bir name gelmez çünki yaranı vilayetden feragat lazım oldı bi'zzaruri mülki gurbetden kulundan 'ar idüp çün mescide gelmezsinkıblem feragat eyledüm mescid hakıyçün ben imametden bana çün nerdbanı kasrun olmadı bugün minber efendi hürmeti cum'a hakı geçdüm hitabetden eger da'vaya gelmezsen rakibi bedfa'al ile şeri'at hürmeti hakkı heman geçdüm niyabetden ziya'i şimdi bir miri kerime intisabum var bihamdi'llah bir mikdar kurtuldum kasavetden gam u derd ü melale düşdüm ben şimdi bir özge hale düşdüm ben düşde gördüm bir afeti sevdüm bir hayali muhale düşdüm ben sevdüm ol servi simendamı bülbülem kim nihale düşdüm ben ka'il oldum cefayı canana lacerem kil u kale düşdüm ben ey ziya'i kenar ümidi mi var ka'rı bahrı hayale düşdüm ben niçe can kurtaram ol gamzesi celladumdan niçe azad olam ol kameti şimşadumdan kimse yok mı ki beni öldüre kuyunda senün beni kurtara gamundan seni feryadumdan tiri gamzen beni öldürse kasavet gitse ey kaşı ya bu geçer hatırı naşadumdan bagı vuslatda kimünle salınur bilmedüm ah almadum togrı haber ol boyı şimşadumdan ey ziya'i gamı cananı feramuş idemem aşinayı dil ü candur gidemez yadumdan yara söylen 'arızın ahı gedadan saklasun şem'ini lutf eylesün badı sabadan saklasun vaslı bir gencinedür malik degüldür padişah söylen ihsan itsün amma eşkıyadan saklasun rismanı kakülünde dir görenler gönlümi nevheves canbazdur allah hatadan saklasun keştii gamdur vücudum düşdi bahrı mihnete hak te'ala anı girdabı fenadan saklasun gülsitanı hüsn içinde bir nihali tazedür ey ziya'i hakk anı badı beladan saklasun sana can virmek ise borcum ancak ey büti simin heman kabz ile teslim ideyin e'ddeynü şeynü'ddin sever dini gibi dil cevrün insaf ile cevr itsen ki dirler ey vefasız yar elinsafu nısfü'ddin yanulmazsam hatadur zülfi yara misk ıtlakı gelüp kurban ola hiss itse ol buyı gazali çin dirahtı bagı ümmidüm ne hasıl meyvedar olsa yıkar sengi havadisle anı gerdunı bedayin ziya'i kuhı gamda hüsreva ferhadun olmışdur ruhı gülgun ü şebdiz külalen vasf ider şirin yarı görmez gözlerin derd ile giryan itmeyen la'lin emmez dembedem bagrın tolu kan itmeyen malik olmaz bir güli handana sergerdan olur bülbülasa kendüzin gülşende nalan itmeyen hasılı bu zalı dünyadan murad almaz bugün namını rüstem gibi 'alemde destan itmeyen ey güzeller şahı mahrum itme vaslundan beni layıkı ihsan degül insana ihsan itmeyen ey ziya'i yakası açılmaduk sözdür bu kim başa çıkmaz gül gibi çakı giriban itmeyen niçe bir derdüni ey kaşı kemanum çekeyin şimdi müştakı ecel muntazırı mehlekeyin kuyı dilberde muhannes dir imiş bana rakib camesin hep ala kan eylemez isem lekeyin bana ekdi dir imiş mezra'ı 'alemde rakib hasılı ölmez isem ben anı bir gün ekeyin var şehadet eseri camei huninümde ben ezel küştei şemşiri seri ma'rekeyin kuyı dilberde asılmak diler imiş agyar ey ziya'i o belayı dahı varup çekeyin dila sen 'aşka düşdün derdi bidermanı bilmezsin visale talib oldun mihneti hicranı bilmezsin dila gafil gezersin sen bu derbendi mihnetde meger kanlar döken ol gamzei fettanı bilmezsin kanı idrakün ey dil yohsa kaldun mı tedarikden usandun tatlu canundan henüz cananı bilmezsin bilürsin göz ucıyla iltifatun bir kez ey huni niçün yıllarca derdün çekdügüm devranı bilmezsin sözi makbulün amma ragbet itmezsin ziya'iye güher kadrin bilürsin ma'deni 'irfanı bilmezsin kalmış idi habs içinde şahı hubanı cihan düşmiş idi mahbesi hicrana canı 'aşıkan başladı halkı cihanı yine mecnun itmege ol peri habsı süleymandan bugün buldı eman hakka minnet kim yüzin gördi yine ashabı 'aşk mustafa garı belada gerçi dutmışdı mekan padişah olsa melahat mısrına gayet mahal çünki zindanı beladan çıkdı ol mahbubı can ey ziya'i zulmet içre kalmış idi afitab başuna gün togdı nageh çıkdı ol mihri cihan men' eyleyen visalüni bayrama irmesün zülfünden ayıran beni ahşama irmesün rahı belada eyleyen aramsız beni mülki safada menzili arama irmesün mahrum iden beni meyi la'lünden ey sanem bezmi sürur içinde tolu cama irmesün zülfün tagıtma 'arızun üzre benüm begüm kafir çerisi mülketi islama irmesün bagı cihan içinde muradum ziya'iya badı hazan ol semenendama irmesün söyle ey mürgı seher ey 'andelibi gülsitan var mı gül yüzlüler içre böyle bir gonçedehan 'aklumun nakdin meta'ı 'aşkı yara vireli hvacei 'alem hakıyçün görmedüm asla ziyan hastei 'aşkam vücudum içre var iken ramak gel benüm ruhı revanum gel eya mahbubı can bu sirişki didemi bir dem temaşa eylesün makberüm taşından özge kalmadı benden nişan meme kıldun bu dil ü cana ey mugbeçei bidin derd ü elemün tahmin cevr ü sitemün ta'yin ey bana su'al iden zülf ü ruhı dilberden bu yasemeni müşgin ol bergi güli nesrin la'l ü ruhı dildarı bi'llahi temaşa kıl biri şekeri şirin ol biri güli rengin zindanı firakında çok derd ü bela çekdüm rahm ide mi ol bidin ya maliki yevmü'ddin gün yüzini ol mehru gösterdi ziya'iye didi ki yüzün aydın gel şevke be hey miskin terk eyle zulm ü gareti şahı cihan iken 'adl eyle kullaruna feridi zaman iken hicrün güninde tazelenür dagı sinemüz şol gül gibi açıla vakti hazan iken hikmet nedür ki yoluna olmak diler feda mülki vücudum içre bugün can revan iken ferhadun oldı ay yüzi gülgun ziya'i gör mülki sühanda hüsrevi şirinzeban iken kesilmez sayesi gibi yanından ol mehün düşmen bana bir zerre mihri olmadugı gün gibi ruşen o servün zülfi zencirin görelden bagı 'alemde olupdur kıpkızıl divane gül gömgök delü susen görüp pervaneyi bal u perin oda yakar sanman şarabı 'aşkı mestidür yakar meclisde pirahen henüz tohmı ümidi vaslı ekdüm mezra'ı dilde igen seyl olma ey eşküm nem alursın bu mezra'dan huda bu didei gamdideme çok yaşlar virsün ziya'i dirhemi eşkümle her dem toldurur damen iltifat itmedi ol ahu seg agyara bugün şadilik eyle dila tali'ün oldı meymun varayın hak olayın kuyı dilarada heman yok mıdur kimse bana ögredecek bir efsun kuyı leylayı koyup kıldı beyabanda karar i'tikad eyle ki bi'llahi deliydi mecnun bana ta'n eylemenüz 'aleme rüsvay olsam kendü halümde komaz derd ü gam u 'aşk u cünun şekeristan budur tab'ı ziya'i tuti kafiye nunı yuva beyzasıdur noktai nun togrusı ruhsarun ey servi çemen bagı hüsne ya semender ya semen hüsnüne can u cihan olmaz baha din ü dünya vasluna olmaz semen ka'be kuyun ruy u zülfün mısr u şam şehri dil bagdaddur halüm yemen kehkeşan ucında mahı nev mi ya tevseni gerdun öninde bir saman ey ziya'i lacerem bulur eman her marazdan şerbeti la'lün emen şafakla mahı nev guya ki bir peymanedür pürhun içerler bunda 'aşık kanını meyhanedür gerdun dili 'uşşaka yokdur bendi zülfün gibi dil bagı ki hakka sihr batıl nesnedür efsanedür efsun ne bilsün kıymetini 'alemi vaslun bu 'alemde mukayyeddür saçun zencirine divanedür mecnun güzellik mülkine hüsrevdür ol ferhadı ol ey dil lebi şirin saçı şebdiz ruhı cananedür gülgun ziya'i gibi suretde geda şekl ise 'aşıklar hakikat 'alemi 'aşk içre hep şahanedür kanun 'aşıkı mahzun iden 'alemde şadan olmasun 'andelibi agladan gül gibi handan olmasun bize camı gam rakibe la'lüni sunmak neden ey gözi huni sakın devründe bir kan olmasun güller açıldukça gülsün güllerün ey goncaleb sünbül açıldıkça zülfeynün perişan olmasun başumuz tob itmişüz meydanı 'aşkı yara biz tutalum ol şehsüvarun zülfi çevgan olmasun ihtiyar it zahmeti öldür beni ey nevcevan bende gam sende cefa kuyunda efgan olmasun müşteriyüz nakdi can ile meta'ı vasluna korkaruz bir gizlü yirde sonra hicran olmasun busesini nakdi cana virmege ahd eylemiş can virürdüm ben heman dilber peşiman olmasun hak u zer dirler beraberdür yanunda korkaram 'aşıkı zerçehreler hak ile yeksan olmasun katrei eşki ziya'iden sakın ey dürri pak 'alemi gark itmesün bir demde 'umman olmasun gözümi hvab aldı canan işiginde nagehan 'alemi rü'yada kendüm ka'bede gördüm heman sinem üstinde elifle dag şekli ahdur nite kim pehluyı gerdun üzre mah u kehkeşan kehrübadur gözlerüm kirpik degüldür görinen kıl çeker bilün hayaliyle senün ey mumiyan yoluna can virmede bahs eylerüz agyar ile talibi vasluz bizi şemşirün itsün imtihan gönline girdi ziya'i taş bagırlu dilberün şahbazı evci ma'na taşda yapdı aşiyan 'alemün sanma bekasın göresin 'aynı 'ibretle bakasın göresin fanidür ka'be hakkıyçün bu cihan 'ömre dayanma safasın süresin bivefa sevme ki ma'kul degül her zaman derd ü belasın göresin cevri cananı çekersin ey dil mümkin olmaz ki vefasın göresin ey ziya'i bu bela kulzüminün umma ayruk ki karasın göresin öldür beni zindanı gamunda koma gamgin rahm eyle giriftaruna gel ey me'a bidin pervane gibi kendümi yirden yire ursam şevküm var iken yanmaga ey şem'i mesakin nazundan igen gam yimem ey vahşi gazalum ahu bakışun eyledi amma beni miskin dil muttasıl o yara varup gelmede amma gözden ne aceb ga'ib olur ol büti simin bahrı günehe batmam eger menni hudadan dirhemce ziya'i olunursa bana ta'yin kanı ol demler ki huni eşküm olmazdı revan la'li yarı emdügümce ten bulurdı taze can devlet el virüp iderdüm merhaba dildar ile gitdi elden devletüm gör n'eyledi devri zaman gün yüzine bakdugumca kamaşurdı gözlerüm bakdugum demde olurdı eşki huninüm revan tatlu tatlu dirilürdüm ol lebi şirin ile 'akıbet acıtdı ben ferhadı caduyı zaman ol kamerruh söylese kalmazdı canumdan ramak kendü kendümden giderdüm gelse ol mahbubı can hande kılsa naz ile handan olurdı can u dil baksa lutf ile bana kalmazdı canumdan nişan ey ziya'i ateşi 'aşk ile suzan oldugum iş bu şi'ri suznaküm eylesün bir bir beyan meyden ey dil haberi la'li nigarı sorasın mey hababında hevasın anun ey şeh göresin ey rakib ol mehi hurşidlikanun bilürüz yüzini görmege geldün o kadar gün göresin anma ey hacı hicazun seferin merve hakı ka'bei kuyuna sa'y it ki safalar süresin beni öldürmege tigünle ezel 'ahd itdün intizarunla reva mı ki bu dem öldüresin niçe demdür ki ziya'i yoluna kan aglar bir mübarek dem olur mı ki anı güldüresin gönlüm yıkar ol şuhı cefapişe firavan bu darı fenada bir evüm var o da viran anulsa zülali lebi ol çeşmei canun agzı suyını akıda serçeşmei hayvan hubanı cihanı koyup ol afeti canun gönlüm çekinür cazibei hüsnine her an ya'kubı dili dembedem aglatmaz idi ger olmasa varisi hüsni şehi ken'an hoşdur demi baranda biraz uykuya varmak benzer ki ziya'i virür aglamagıla can bana bunca belalar geldi ol mahbubı ra'nadan usandurdı beni can u cihan u din ü dünyadan mukarrer mi kalur bu derd ü mihnet böyle canumda kıyamet kopa şefkat gelmeye ol servi baladan mahabbet kanda leyla kanda vaslı kanda sen kanda be hey mecnun be hey divane kes ümmidi leyladan cezaka'llahu hayren ey saba bu çeşmi giryana getürdün tutiyayı haki dergahı dilaradan ziya'i mürdeyi her gice ihya eylemen cana lebi canbahşuna miras kalmış gibi 'isadan bilmezin 'aklumda da'im bu perişanlık neden muttasıl dil hanesinde böyle viranlık neden gönlümi zülfi siyahundur perişan eyleyen bilmezin zülfünde amma bu perişanlık neden göreli dilber lebin neyki bu esrar 'aceb ben gubar oldum henüz canumda hayranlık neden malik oldun tutalum ey dil bela iklimine şahı hubana kul iken sana sultanlık neden kafir olmadı severse bir büti siminbeden böyle ta'n itmen ziya'iye müselmanlık neden ne revadur o melek ahumı her an alsun melekü'lmevt ise gelsün ileri can alsun riştei barik tenüm katrei eşküm mercan ol mehe din ki gelüp sübhai mercan alsun zahida gönlüm alursa o melek ta'n itme beni halümde ko var git seni şeytan alsun düşmişem derdine din yara ki kanum döksün marazum var o tabibi dil ü can kan alsun 'arsai nazm ziya'inün atı oynagıdur her kimün kim hüneri var ise meydan alsun sana dil virdügüm hep didei giryemden anlarsın benüm iki gözüm derdi derunum nemden anlarsın bana rahm eylemezsin şimdi 'aşık olasın katlin gamı hicrünle kan agladugum bir demden anlarsın gözi yaşlu kulıdur bir begün ey verdi handanum sirişki nergisi vakti seher şebnemden anlarsın lebinden bildün ey dil cümle halatı meyi 'aşkı safayı sohbeti sahbayı camı cemden anlarsın ziya'inün geçen 'ömrine yazuk haki rahunda ne zecri hicri çekmişsin ne derdi gamdan anlarsın hicrüni sanma az halel bilürin hay 'ömrüm heman ecel bilürin harbı tigünden olmasa havfum dir idüm misli yok mesel bilürin görmedüm leyla ile şirini seni amma igen güzel bilürin can virürdi işitmege 'isa vasfı la'lünde bir bilürin ey ziya'i benümle hemderd ol çekdügün zecri hicri gel bilürin keyfiyyetini söyle ki sermestidür cihan saki buyur ki katrei yemmidür o dehan abı hayata irmedi ana ki saltanat sovuk suyun da içmedi iskender ey cihan ol gül'izar ile bile salınmak isterin gülzarı kuyı içre benem miri 'aşıkan ol hüsni binazire ki dil olmaz ansız hüsni heman var dime hem hüsn hem an eller ki paymalidür ol servi serkeşün canı ziya'i su gibi olur ana revan rahm itmege şayet ola bir şevki varayın pervaneveş ol şem'e yanayın yakılayın ben mesti meyem meygedede kendümi bilmem mesciddedür ol kıblei kalbüm ne kılayın ol şiri şikarefgen ü merdümküşe yarab ahuyı hotendür dimişem ehli hatayın çün darı cihanda saçun agyara sunılmış mansur gibi ben bu sebebden asılayın zulm eyleme hey zalim esirge ki kapunda ben dahı ziya'i gibi mazlumı gedayın zeyn oldı sanma gökde nücum ile kehkeşan çok dag yakdı kolında hicrün ile asuman ahumla tutuşup göge çıkmak diler rakib n'eylerse itsün işte işik işte nerdban gönder efendi nizei müjganı sineme ta kim derundan ideyin canumı revan haşr olmak isteyen ol kıyamet nigar ile derdini haşr olınca çeküp eylesin figan bahrı fenaya saldı ziya'iyi ruzgar tabutı zevrak u kefeni oldı badban güzeller şahınun divanuna şaha ne çıkdum ben cünunum galib oldı bir 'aceb divane çıkdum ben çıkanlar bezmi 'aşka şevkden yanar kül olurlar bu hali var idi çün ıttıla'um ya ne çıkdum ben gül ü sünbül bana ol 'arız u ruhsarı andurdı beni aglatdı baga çün seher seyrana çıkdum ben bugün gam küştigirin hake saldum paymal itdüm senün şevki meyi 'aşkunla çün meydana çıkdum ben çıkup gitdüm mahallenden ziya'i gibi ey leyla yine mecnunlugum tutmış gibi yabana çıkdum ben hasteye darı şifadur çü deri şahı cihan dünyede badı sabaya esen olmak asan vuslatı umma gönül eyleme divanelügi bir gedanun ola mı hemdemi sultanı cihan can virür gerçi senün her bir benden can dirig eylemezin ben de yokdur illa mekan dilde günden güne artar mıydı bu 'aşk u cünun olmasa hüsni terakkide o mahun her an ey ziya'i degülüz mest ü harabat ehli olduk esrarı lebi dilbere amma hayran gevheri la'lünden ayru ey büti şirindehen danei rümman eger olsa akik anı yemen kıssai hicranı leylayı hikayet kılmaga oldı mecnunun başında aşiyan guya dehen 'akıbet tobı havadis hak ile yeksan ider kal'ai derd ü belaya cismümi kıldum beden kaşki bassa kadem mülki keramata rakib boynına mansurveş takılsa bir muhkem resen ey ziya'i tutdı ebyatum cihanı serbeser ehli beytümdür hakikatde bu dehri pirezen kandasın ey mahpeyker kandasın kandasın ey mihri haver kandasın bir pelide hemser olmışsın meger kandasın ey kaddi 'ar'ar kandasın gülşeni 'alem cehennemdür bana sensiz ey hurı münevver kandasın hatırum sensiz perişandur katı şimdi ey zülfi mu'attar kandasın zulmeti gamda ziya'iyi kodun ey dudagı çeşmei ter kandasın zahir itdükçe ruhı yar musaffa 'arakın çerh nemnak kılur şebnemle gül varakın silinür ayinei dilde olan jengi gamum her kaçan kim sile ol mah yüzinde 'arakın ne 'acebdür ruhı canane 'arakriz olıcak pür ider jale ile lalei hamra tabakın ne hicab eyledün ey gül ki 'arakriz oldun haki payuna ben üftadeyi gördükçe yakin ey ziya'i o perinün ili sudur 'arakı haki payına yakın gelme anun hay sakın gördükde senün 'aşıkı şurideni giryan sufi n'ola peşminesine olsa peşiman zevk itmek içün arzuyı vasl ile oldum esrarı lebi dilber ile bengice hayran bin mihnet ile gitdi gönül yara ko gitsün korkum bu ki bir gün gide bin hasret ile can dilber ki seferden gelüp itmişdi ikamet tekrar sefer 'azmin ider yine mi hicran irdi dil ü can vasla ziya'i bu ne sırdur dil dagı bayagı elemi hicr kemakan zerle mümkindür murad almak visali yardan bu rivayet nakl olındı maliki dinardan ben lebi dilber gibi şirin müferrih bulmadum aslın asla bilmezem hayranem ol esrardan olmasun olmazsa meylün tek ırak sürme beni çok sipahi var sefer kılmaz geçer timardan 'ayşı gülzar itmege meşgulüz amma bilmezüz kim neler peyda olur ta ki pesi divardan ma'rifetdür kesreti cürme ziya'i likin ol kesmez allah saklasun ümmidin ol gaffardan daglar kırmızı gül ü şerhalar servi revan gülsitan oldı vücudum gelün eylen seyran fikri la'lünle ruhı alün eya servi behişt birisi virdi cinandur birisi verdi cinan ey peri hattunı gördükde rakib itdi nüfur beni divane kılur cazibei hüsn el'an asitanunda kulıyam o şehi hubanun eylesün her ne dilerse bana gönli sultan ey ziya'i irişem vaslına ol mugbeçenün eger olursa bana himmeti şeyhi san'an meme tob olsa gerek başum meydanda o gabgabdan ölsem de dirig itmem ben canumı ol lebden halatı meyi 'aşkı bilmez bilürin herkes ey sufii safidil sen dahı bu şerbetden 'arz idüp elif kaddin kul itdi beni canan men 'allemeni harfen kadd sayyereni 'abden haşr olur idüm bir gün mahumla ümidüm var ger haşre degin canum ayrılmasa kalebden cem' eyle ziya'i gel eş'arı ki hatt olsun hem nazmı mürettebden hem cildi müzehhebden girersin kabre ahir kasr ile eyvanı n'eylersin seraser çün kefen geysen ya bu kaftanı n'eylersin nesine aldanursın bu harababad dünyanun bu daratı bu tavr u tumturakı kanı n'eylersin huzurun uçurur zag u zagan gibi 'avam ey dil gözet viranı bum ol taşrada seyranı n'eylersin tedarik kılmaga kadir degülsin yokdur idrakün yıgarsın malı dünyadan gidicek anı n'eylersin ziya'i tutalum kim padişahı mülki nazm oldun hüner kadrin bilür yok cem' idüp divanı n'eylersin nale eyler kametin yad eyleyüp canı hazin servi gülzar üzre guya 'andelib eyler enin kuyuna benzetdüm anı işidüp evsafını şimdi gitmez hatırumdan fikri firdevsi berin katibi kudret havale yazdı çün 'aşkun bana nazır oldum lutfuna olmaga kahrundan emin kimse duymaz öldügüm ya gayrı şehre vardugum niçe ay u gün geçer ey afitabı mehcebin ey ziya'i geldi mektubı nigar itdi bizi kamyab u kambahş u kamran u kambin 'arızun üzre tagılmış zülfün ey aramı can su kenarında açılmış taze sünbüldür heman duhteri rez şevki ruyun virdi benzer fikrüme birbirine iki kızlar yine virmiş armagan san turunc efsun ile düşmiş mahabbet narına ateşi firkatda yanan cismi zerd ü natüvan haste düşdüm hasreti la'lünle dün meyhanede su yirine agzuma mey tamzurur piri mugan cismi zarum canı bimarum seri bidevletüm ey ziya'i yara kurban olmak ister her zaman dilber odur ki 'aşıkın eyleye imtihan sadık bulursa şam u sabah ola mihriban 'aşık odur ki cazibei hüsne can vire canan cezayı vasl ide amma beşartı an vaslun vücudı var mı henüz can inanmıyor gerçi ki vaslı ile bana bühtan ider cihan zevk iderek dehanuma aldum zebanını incindi eyledi beni ta'ziri bi'llisan öldükde ey ziya'i helaki rakib içün peykanı tir olur bedenümde her üstühvan vav servi balana ider cennetde tuba serfüru mahı nev ebruna eyler gökde cana serfüru servi gülşen karşuna saf saf turur ta'zim ile zülfüne eyler benefşe ey dilara serfüru ey şehi 'alem sen ol şahı bülend eyvanısın dergehün takına eyler çerhi mina serfüru sakinanı kuyun itse secde ebruna ne tan sakini mescid kılur mihraba karşu serfüru gördi kim yadı lebünle eller el üzre tutar sagarı bezme surahi itdi cana serfüru camı 'aşkun mestiyem mahcub olursam tan degül lacerem mest olsa eyler rindi rüsva serfüru gördi kim vasfında bir nazmı müselsel bagladum ey ziya'i itdi ol gisuyı ziba serfüru delüpdür bagrumı gamzen meger tiri kazadur bu beni bimar ider çeşmün 'aceb 'aynı 'anadur bu rakibün didesine çöp olupdur göz göre çeşmüm habibün ka'bei kuyuna bir kıblenümadur bu nigara bahrı eşkümde dili senginünün 'aksi görinür ka'rdur ya da binayı kaydefadur bu sanurdum mürgı gam bir gönlüm egler şahbazumdur leşüm üstine konmak kasd ider zagı beladur bu gelüp bir hayli sögmiş kabrüm üzre ol gözüm nurı ziya'i derdmende müstecab olur du'adur bu levhaşa'llah ne hoş vahşet ider ol ahu bareka'llah niçün nefret ider ol tihu can dimagına ezel rayihai 'aşk irdi çekdiren şimdi belayı bana hep budur bu ne dimekdür bu ki bir dilberi paludebeden ola bir gice gelüp 'aşıkına hempehlu hastelendi görüp ey gül lebüni goncai bag tamzurur penbe ile ebri bahar agzına su seri zülfün zenahunda katı sehhar ancak zenahundur çehi babil seri zülfün cadu didüm ey dil ki mahabbet kadehi var mı bana şevk ile içdi vü geçdi didi ya hu ya hu olalı ol gözümün nurı gözümden ga'ib gözüme cümle cihan oldı ziya'i karanu sengdiller arasında katı afetdür bu servkametler arasında kıyametdür bu can dimagına senün rayihai sünbülüni getürür badı saba özge sa'adetdür bu buyı 'aşkun ireli cana sürurum gitdi çok olur rayiha amma katı hikmetdür bu daglar sinede eksük degül ey goncadehen güli ra'nayı gülistanı mahabbetdür bu meyi engur içilür bezmi ziya'ide müdam kemeratı şeceri bagı velayetdür bu dirler yanar gider tavla çün kim bir ev 'alev hayfa ki dilde ateşi 'aşkun 'alev 'alev ahum sipihr sakfına od urdı dün gice seyyareler şererdür ana mahı nev 'alev her gice halka görinür encüm gibi benüm 'ayyuka çıkdı suzı derunum 'alev 'alev meyl eyle ey gönül ruhı canana çünki sen pervanesin yanup yakılup bari sev 'alev canda ümidi vasla meta'ı dile kerev oldı ziya'i narı gama ol kerev 'alev tutdı müşgin saçını ol mehru didi dil dagıdıcı budur bu beni aglatmasun o kaşı keman dökmesün abı ruyum ol ebru saru altuna meylini göricek cümle 'uşşakun oldılar saru bu gice 'ahd kıldı seyre çıka çıkdı canum çıkınca ol mehru kuyı gamdur yiri ziya'inün ana yegdür felekden ol seri ku naz ile geçdi ol gözi ahu neler itmişdürür bana ah o gerdeni gayet ile nazikdür korkarın anı incidür lü'lü buyı zülfin duyınca zahidi huşk didi bi'llahi hoşça rayiha bu lebi abı hayat ise mahza yarı hercayiden dila al bu miski rumi ziya'i zülfi nigar hod gülru heman gülru ey kılanlar 'alem içre vaslı yarı arzu can virün kim lentenalü'lbirre hatta tenfiku sagarı sahbayı canan ile lebberleb görüp al kuşagına urup hayretde kalmışdur sebu gülşeni 'alemde 'alem eşün olurdı veli reng bu kim bizi magrur itmek ister rengi bu iddi'a eylermiş ayine nazirün var diyü ey sanem gelsün beru olsun senünle ruberu bivücudem cümle halk unutdı sanurdum beni ey ziya'i var imiş hakkumda amma güft ü gu ha mesti naz olmış içer mey yirine kanumı ah rindlik eylemege başladı ol çeşmi siyah niçe iş'ar ideyin derdi derunum yara n'ideyin kalmadı ah eylemege takatüm ah itmesün sana zarar didüm o şeytan rakib didi la havle vela kuvvete illa bi'llah kehrüba sübhasın alur ele salusi felek halkı aldamagiçün her gice sübhana'llah kıssai 'aşkı ziya'i yazup eylerdi beyan gayet olmasa dıraz olsa bu kıssa kütah döndüm ey mah çardeh sale muyeden muye naleden nale oldı guya hababı abı hayat la'li meygunun üzre tebhale eseri dagı hasret itdi zuhur kabrüm üstinde sanmanuz lale dembedem dagı dilde katrei hun güli hamrada nite kim jale paymalündür ey seri huban destgir ol ziya'i pamale derdümi kaysa kıyas itmen deri cananda ben cünunı kaysasa bulmadum yabanda mushafı ruhsarun üstinde o hattı nilgun laciverdi bir güzel serlevhadur kur'anda gözde senün mumiyanun kanlu yaş içre şeha riştedür sanur görenler sübhai mercanda halümi gördi perişan oldı zülfeynün senün 'arızunda sünbüli hoşbu gibi bustanda vasf ider bilün ziya'i vasfı namesmu' ile yazılan ancak hayali hasıdur divanda sanmanuz kuyruklu yıldız dudı narı ah ile bir şererdür canibi 'ayyuka çıkmışdur bile seyr idün tokundugı yirde ne tozlar kopdugın bu gice peykanı tiri ahum irmiş menzile dün gice anup sitarem derd ile ah eyledüm tutmış eyle narı dudı ahum anı kim bile bir yalun yüzlü güzeldür başına sorkuc takup seyr ider sahnı sipihri mahı şebara ile bir meleksimadur ol sünbül takup destarına ey ziya'i çıkdı gökler seyrine ol şevk ile ey kemanebru okun gibi geçersin canuma dembedem ey yarı huni girme bari kanuma sen şikayet eyle halka ah u zarumdan benüm ben şikayet ideyin cevründen ol sübhanuma ben umardum güli terden ire bir buyı vefa kandan ise harı mihnet irüşür damanuma kime yanam yakılam ey şem'i tabanum benüm derd ü gamdan özge hergiz kimse gelmez yanuma cevr kanunın güzeller terk iderdi lacerem ey ziya'i baksalar bir gün benüm divanuma gitmezem kaddün koyup cennetde tuba seyrine sen meleksimanun olur gelse havra seyrine ol lebi canbahş ile küfr ehli 'isadur sanur ey sanem gel varalum bir gün kilisa seyrine aglamakdan yeg gelür vaslunla şad olmak bana ben kenara 'aşıkem gönderme derya seyrine yandugum yakıldugum derdünle görmezler benüm kaysı 'aşıkdur sanurlar varsa sahra seyrine sen mehi görmiş ziya'i anda bayram eylemiş varsa 'ayb itme benüm kıblem musalla seyrine bakma baglanmayasın bendi belaya nagah ey gönül pendümi guş it nazarun eyle nigah ma'il olmazın dünyaya ki dil şahid ola 'iffeti şahidi ken'ana sabi oldı güvah hüsni zibana senün kimse bahane bulımaz diyebilür mi cihanda kişi hiç kara siyah ratb u yabisden iderse n'ola düşman kelimat ki hara lazım olur gah saman gah giyah tibi hatırla eger kabrüne ugrarsa nigar sengi kabründe ziya'i yaza tabe serah öl diril yalvarıgör 'aşık isen 'isaya ola kim bu gice meyl ide gele ihyaya ruhdur cismi serapa lebi la'li canbahş yiridür olsa felek mesken o ruhefzaya sandılar kopdı kıyamet göricek 'isayı gelmedi ol sanemün misli meger dünyaya beni öldürdi 'acebdür hod işitdüm 'isa can virüpdür niçe kez mürdei napeydaya deyri 'alemde ziya'inün odur maksudı haşre dek 'ömr vire hakk hazreti 'isaya ey dil aldanma o şahun vadei ihsanına i'tibar olmaz ekabir kısmınun peymanına şaneasa şerha şerha eylemek sinem benüm hiç düşer mi ol saçı 'anberfeşanun şanına ayagına yüz sürem derdi derunum söyleyem sayeasa ol boyı servün düşersem yanına gitdi 'akl u can u dil işüm tamam oldı benüm bakma ey bedri tamam eksiklinün noksanına lacerem kıymetde la'lasa olurdı her sözi ger ziya'i leblerün vasfın yaza divanına bir 'aceb sevdaya düşmişdür bugün ol yüzi mah camesini gün gibi ag iken itmişdür siyah gördi kim celladı gam öldürdi ben dilhasteyi kara bahtum gibi matem geydi ol nurı ilah bir güneşdür zatı kim ebri siyah içindedür ya tulu' itmiş karanu gicede şevk ile mah kara tonlu ka'be hakkı kıblei 'uşşakdur asitanıdur mahabbet ehline anun penah tan degüldür tali'üm gibi karalar geyse yar zulmeti çün çeşmei hayvan idinmiş caygah 'ömridür 'aşıklarun kim kara günlerle geçer camesin yohsa siyah itmiş degül ol padişah zulmeti gamda ziya'i mübtelanun canıdur sanman itmişdür libasın ol şehi 'alem siyah ben ol bergi hazanem örtülüp kalmış gubar ile düşürse badı himmet bagı vasla ruzgar ile güzar itmek hisarı vasluna derbendi firkatdan heman gelmek gibidür akhisara kuhsar ile letafetde lebün abı hayatun 'aynıdur hattun müzeyyen sebzezarı kudreti hakdur kenar ile habibüm hüsn ile mümtaz u ben 'aşk ile müstesna bela bu bizden artuk kays u leyla iştihar ile kişi çün sevdügiyle haşr olur mahşerde ya rabbi ziya'i bendeni haşr eyle bir ziba nigar ile vefanun bilürin nam u nişanı yok güzellerde heman bihude bir efsanedür söylendi illerde gedalar kaldı mahrum ebed pamali derd oldı visalün gibi bimanendi mansıb namahallerde vefasız dilrübalar derdini her bar çekmekden yeg idi ger vücudum mahv olup gitse ezellerde demi vuslatda bu şirin kelamı söylemiş hüsrev lebi cananeye nisbet halavet yok 'asellerde letafetde sözin abı hayat itmek midür kasdi ki çok anar ziya'i la'li cananı gazellerde meme ey dil evi derd ile virane misin yohsa zulmet ile harab olmış kaşane misin yohsa leylayı koyup gitdün agyar ile ey mecnun sahrada ne istersin divane misin yohsa geh yanumdasın gahi yirden yire düşmekde şem'i ruhına ey dil pervane misin yohsa oldun rehi dilberde ey dil yine hakalud camı meyi 'aşk ile mestane misin yohsa ne bela çekdügüm anlatmaga imkan olsa yara bir bir dimege derdümi derman olsa bilmese 'aşkumızı duymasa esrarumızı kaşki cümle cihan ahmak u nadan olsa sinemi tig ile yarup beni öldürse heman ya'ni kurtarsa gamumdan beni yaran olsa her kişi vuslat ümidiyle olurdı 'aşık dilberün derdini çekmek eger asan olsa biri olmaya ziya'i gibi gülzarunda bülbülün ey güli nevreste hezaran olsa taş bagırlı yar bahsin eylemek ada ile fi'lmesel taşla dögüşmek gibidür ama ile aldı dil tıflın dudagın gösterüp ol dilfirib yohsa oglancugı aldar bilmezin helva ile 'aşık olur seyr iden didarını hikmet bu kim 'aşık itmişdür beni didarı napeyda ile va'iza ürkütme lutf eyle gelen müminleri mescidi lazım mı toldurmak bu huy u hay ile şöyle mest olmış ziya'i camı 'aşkı pak ile ol sehergahı kıyametde meger kim ayıla var ey badı saba hali dili dildara 'arz eyle harab oldı vilayet zulm ile hünkara 'arz eyle gönül viranedür ey can haberdar eyle cananı harab oldı mahabbet hanesi mi'mara 'arz eyle helak itdi rakibün kahrı ey ahı seherhizüm 'üruc it 'arşa derdüm hazreti kahhara 'arz eyle 'aduyı gam beden burcına çıkdı agah it hisara girdi düşmen var meded dizdara 'arz eyle helak oldı ziya'i hançeri hicran ile ey dil cefa tigin gidersün ol şehi gaddara 'arz eyle vaslın ihsan itmez ol yar hicran ehline anı bilmez mi ki hakk lutf eyler ihsan ehline layıkı didarı dildar it mahabbet ehlini ya ilahi rahmet eyle cümle iman ehline bihuzur olur görenler derdüm ey yusuflika hüzni ya'kubun elemdür cümle ken'an ehline rumilinde vasfı hüsnün gibi olmaz bergüzar vasfı zülfün tuhfedür şahum karaman ehline vasf ider zülf ü zenahdanun ziya'i lacerem bir garib eglencedür zencir ü zindan ehline bilürin kim ugramaz kat'a rakibün boynına tigi hunrizün senün ben binasibün boynına ka'bei kuyun tavaf itmek hatadur tig ile hay kıblem ol günah olsun rakibün boynına zeyn ider gerdanın ol meh sanmanuz incü ile çok yetim asıldı kaldı ol garibün boynına gerdeni cananeye zinet viren incü degül katre katre dizilür yaşum habibün boynına hal sanma merdümi çeşmi 'alilümdür benüm düşdi ol 'isanefes taze tabibün boynına dir görenler gerdenümde gisuyı meftulüni geçdi zencir ol garibi bişekibün boynına ey ziya'i şem'i kafura düşen pervanedür meh ki tokunmış gice ol dilfiribün boynına devlet ireydi heman kaysun ezel başına başı eger leylanun irse yolı taşına kasei kaysı sıyup n'eyledi leyla görün hatırı mecnunı sır eller üşerler aşına nakai leyla izi tozını bulsayıdı kays sürme ider idi heman didei hunpaşına 'aynı ile gözlerüm didei mecnundurur benzemesün gözlerüm yaşı anun yaşına sanma ziya'i seri kaysdaki aşiyan mihneti leyla ile geldi belalar başına gör macerayı eşkümi ol asitanede deryayı anma kalma bu kuru efsanede gönlüm evinde didesinün fikri fi'lmesel benzer belalu hasteye bimarhanede ol serv sana işigin bekle ey gönül hiç böyle togrı yar bulınmaz zamanede pergarveş tolansa n'ola hüsnüni gönül çün noktai dehanunı gördi miyanede bu şahbazı tab'ı bülendün ziya'iya mecnun başında mı büyüdi aşiyanede me rakib mey gibi başa müdam çıkmakda n'olaydı cür'a gibi kalmasam ben ayakda geçer gamun denizin ruzgar ile mey içen habab yelkene benzer heman zevrakda bu kanlu yaralarum başda sengi cevründen kırmızı güllere benzer efendi bardakda semendi naza süvar oldı ol kaddi bala didi güzellere ya hu gönüller alçakda haramidür tagıdur karbanı 'aklı meger ziya'iya meyi nab elde hep tutulmakda meydana girdi şevk ile yalun yarag ile pervaneler tutuşmasun igen çerag ile rindanı bezmi bade zamanun diliridür saki yıkardı rüstemi zalı ayag ile recm olur nücum ile şeytan 'askeri agyar layık mı buna taş ile tagıla mecnun başında sanma ki mürg aşiyanıdur leyla velimesine gelüpdür çanag ile dagı dilümde bitdi elemler ziya'iya ve'lhasıl isteyen gelsün orag ile ayırmasa felek beni ol mahum almasa n'olaydı böyle ahı sehergahum almasa gitdi diyarı gurbete canı 'aşıkan yüzin görince canumı allahum almasa bir kameti elif gözi ha yarı sevmişem sayd itmese kimesne anı ahum almasa badı saba gibi idicek kuyı 'azmi yar seyli sirişküm irişüben rahum almasa mezmum olup ziya'i umar mıydı vaslını mezmum olanları yanına şahum almasa varmaz idüm kuyına ger vaslı dildar olmasa cennet ehli cenneti n'eylerdi didar olmasa medh iderdüm zülfüni 'aklum perişan olmasa vasf iderdüm bilüni efkarum efgar olmasa abdar olmazdı şi'rüm dide nemnak olmasa sözde yüz olmazdı ger şevki ruhı yar olmasa zikr ü fikr ider midüm ol mahumun mahiyyetin dilde kable'zzikr eger kim 'aşkı razı olmasa gözleri kurban ider miydi ziya'iyi eger canı 'aşık gibi yarun çeşmi bimar olmasa vasl umar iken ol sanemi bivefa ile bir dem irişdi gurbete gitdüm büka ile dirdüm ki bekleyem yalunuz dergehin veli gitdüm diyarı gurbete yüzbin bela ile sögsün unutmasun meded ol bivefaya din varup niyaz idün bizi ansun du'a ile el virmedi muradumuz ol bivefa habib şad itmedi mahabbeti bir merhaba ile benzi sarardı bergi hazanveş ziya'inün kalun esen ki gitdi o badı saba ile gel ey yusuflika lutfunla bir gün beyti ahzana seni yıllarca görmez merhamet kıl piri ken'ana benüm yarı 'azizüm malik olmak vaslına bir kez deger ya'kub u yusuf hakkı mısr u şam u ken'ana nedür ey yusufı gülpirehen bu cevr ü kahr u naz bana itdüklerün mahşer güni girmez mi mizana sakın magrur olup ihvanı dehrün iltifatına derunı dil mekanundur senün meyl itme yabana zenahdanındaki can u dile dilber hitab eyler ider ta'biri rü'ya sanki yusuf ehli zindana ziya'i 'aynı ya'kub oldı giryan olmada çeşmün düşürdün yusufı canı 'azizi çahı 'isyana 'arusı tab'umun bu heft beyti vasfı yusufda zeliha yusufa zeyn eylemiş guya yedi hane biz ayagı topragına degmedük yüz sürmege her nefes badı saba zülfine layık mı dege dive uymış ol melek korkum budur ey ademi sevse bari bir peri yar olsa bizden bir bege ol şehi huban rakibe kulluk eylermiş görün servi azade ne layıkdur pelide baş ege seyr ider agyar ile tenhaca hersek illerin benzer ol ahu mahabbet eylemişdür her sege ey kebuter gel ziya'i name uçurmak diler kudretün var ise anı şahine iletmege muttasıl derdüm izdiyad üzre gitmedi kaldı gam füvad üzre ta muradum olalı ol pehlu uyımadum dahı murad üzre badı ahumda safhai gerdun bergdür san ki girdi bad üzre hüsne nass olmaga kaşunla gözün nundur kim yazıldı sad üzre diller üzre ziya'iya gamı yar duddur kim durur bilad üzre şöyle üşmiş diller ol çeşmi siyehfam üstine guyiya etfal üşer bir mesti bednam üstine vasfı çeşmün tan degül yazsam marizi 'aşk iken zahmeti tebden yazarlar çünki badam üstine hastediller can virürler vuslatı cananeye kurılur derviş olanlar hvanı in'am üstine rast gelse lutf ile agyara virürmiş selam togrusı söylendi ol servi gülendam üstine ey ziya'i içicek gam gitsün açılsun gönül yazalum vasfı lebi cananı bir cam üstine serv susen kulıdur kendü yürür azade nakşı gayet de güzel geydügi amma sade ger seraser arasan 'alemi yokdur bedeli nedür ol terlük o naziklük o ruyı sade seni sevdüm görüp ey sade geyen nakşı güzel bana renk oldı sarardı yüzüm ol sevdada yansun oda başı anun ki yanup yakılmaz cümle dünyaya od urdı odabaşızade ey ziya'i geye çün sadesin ol servi sehi zevk anun sayesine girmek imiş dünyada şerhai sinem yanında yakmışam dagı siyah didiler şeklin görenler acıyup sinemde ah ger safayı hatır ile kıblem irsem ka'beye zemzeme şöyle kılaydum kim acırdı kıblegah da'vii hüsn eylesen mısrı melahatda eger şahidi ken'an olurdı sana sultanum güvah şimdilik meydanı nazmun ben de tirendazıyam tiri kilkümden sakınmaz mı rakibi rusiyah ey ziya'i şiriyem ben bişei nazmun bugün şiri hur bir tıfl esir itdi ve likin bigünah dimen zulm itdi caduyı felek ferhadı miskine kişi hayran ölicek can virür helvayı şirine şehi iklimi istigna imiş mahbublar bilsün unutsun vaslı leylayı dinüz mecnunı gamgine didüm agyara meyl eyler misin ey bütlerün şahı didi gelmez sanemden fa'ide tersayı bidine işitdüm pakdamanem diyü da'vi kılurmışsın seni göz göre canum koynına komaz mı ayine ziya'i bir yana miskin ü zülfün bir yana miskin buluşdur hayra gir allah içün miskini miskine gezmez erazil ol şehi 'ali cenab ile pervin olur mı kim görine afitab ile gül yapragıyla yaraşur ey 'andelibi can ruhsarı yar tan mı görinse nikab ile harc itme nakdi 'ömrüni kasrı ümide hep dirler ki kayseriyye yapılmış hisab ile bagrum bişürdi kanumı içdi benüm o şuh hakka ki nuşı bade güzeldür kebab ile ben ey ziya'i kubbei çerhün bekasını benzetdüm ol sebata ki turur habab ile 'alem tolar sadadan dokındugumca tasa var ise zerre denlü kalmaz gönülde tasa lazım degül efendi sunmak şarabı nabı kan yudaruz demadem derdünle kase kase şerh itdügümce derdüm dirler ki kavli şarih gayet güzel kazaya gelmez veli kıyasa didüm ki mürgı diller zülfün şebinde perran didi ki bunca huffaş ölmezdi ger yarasa olur mı ey ziya'i hiç böyle malhulya ol simtenlü gelse kol boynuma tolasa dil eger kasdi tekellüm ide ugrar hasra 'arzı hal itmedi kaldı o feridi 'asra yıkdı bagdadı dili zulm ile ol şuhı cihan şimdi yapmak mı diler ba'de harabi'l basra fikri zülfün kodı meyl itdi gönül arızuna terk idüp şam ilini gitdi diyarı mısra ey şehi mülki melahat sana hakk virmişdür baht u nusret ki nasib olmadı buhtu'nnasra kuyı 'aşkunda ziya'i kulunun sultanum çok kusurı var ise gel girelüm bir kasra dergehünde derdüm aglamaga bir dem var ise yoluna olsun benüm iki gözüm nem var ise ka'ilem n'eylersen eyle hurı 'aynum uşta ben kuyunı koyup cinanı ister adem var ise başka 'alemdür didiler seyri 'iklimi 'adem virelüm canan yolına canı 'alem var ise sakiya şol gül gibi sagarları nuş idelüm gönlümüzde zerre denlü gussai gam var ise ey ziya'i öyküne diyü dehanı dilbere goncenün agzın arar gülşende şebnem var ise kandur çeşmi mesti her demde var mıdur böyle huni 'alemde hastedür kim hararet ile yatur fikri çeşmün derunı sinemde ne haramidür ol siyeh çeşmün ki komaz 'akl u fikri ademde ah kim haste çeşmi cananun kodı ben mübtelayı matemde meyperest olmasaydı huni gözün kanuma kanmazıdı her demde nimhvab olmasa o çeşmi siyah gazab itmezdi böyle 'alemde kodı çeşmi siyahun ey afet bu ziya'iyi zulmeti gamda halsiz dil aldı bir güzel yine şahdur dehri saderularına n'ola hal olmasa 'izarında nokta konmaz cemal mushafına hal u hattdan 'izarı sade güzel tan degül ger güneş gibi görine halden halidür veli zenbur kondugın görmedüm gül üzerine merdümi çeşmüm ey ziya'i ne var 'arız üzere konsa ben yerine ta'cil ile geldi irişüp yaza benefşe diler ki saçun vasfını hep yaza benefşe umar ni'amı vaslunı tayandı 'asaya oldı sanasın sa'ili dervaze benefşe ferhad gibi tişei gonçe ile efendi kasd eyledi kuhsarı gelüp kaza benefşe baga sakın ey kebki deri itme güzer bal u per ile benzedi şehbaza benefşe sanman ki gülistanda muti' olmadı yara boynın eger ol servi serefraza benefşe zülfin dagıdur 'arızına ol şehi huban mushafta komışlar sanasın taze benefşe her beyti ziya'inün olur bikri safabahş guya takınur başlayuban naza benefşe tagıldı gitdi bir yana sabr u karar ise sagar gibi elümde degül ihtiyar ise irdi demi bahar uyan ey miri 'aşıkan yir yir açıldı bagda zülfi nigar ise unutma eski kulunam ey nevcevan ben terk it rakibi kafiri gönlünde var ise sahraya varmasun koyup ey leyla kuyunı mecnunı namurada eger 'aklı yar ise mahzun olur hazan iricek ziya'iya bibehreyüz geçer bizi vakti bahar ise can hevada gezer ten alçakda zülfi yar ile dil mu'allakda hızr u idris vaslun ister iken biri yelmekde biri uçmakda kametün sidre gabgabun cana 'arş kandili hod mu'allakda beni ref' eyle ey nesimi seher kalmışam ben gubarı toprakda ol yalun yüzlü ey ziya'i müdam bizi hicran odına yakmakda gül gonçesi dikilmedi bagun miyanına peykanı tiri mihnet anun irdi canına virmezdi nakdi encümi dünyaya asuman ahir boyandı gözgöre ahum duhanına misvak sanma sufi bugün hüsnini görüp engüşti hayretini koyupdur dehanına vasf itdi segi rakib ol ahuyı şöyle kim döndi sözi cihanda geyik dastanına ben binişanı itdi nişan ey ziya'i çün tiri ecel demidür irişse nişanına ragbetüm kılca yok mı yanında bir bahane çü yok miyanında dehenün busesin dirig eyler hiç vefa yogimiş dehanunda kapışur haki payun iki gözüm kapıcılardur asitanında hüsnüne gırra olma kim ey mah bir gün olur zevali anun da sözlerün ey ziya'i yakdı beni yohsa suzun mı var zebanunda her kim mütala'a kıla hüsnün kitabına her fende tan mı kadir olursa cevabına bir yüzi kara zengidür engel ne kılayın yarun takıldı gitdi o zengi rikabına 'uşşak anulsa ben kulına virmeyüp vücud sayar heman o goncadehan yok hisabına dilhaste görse düşde seni ey tabibi can uyandugında degmez imiş ıztırabına def'i suda' içün gözümün yaşı var iken meyl itmezin ziya'i bu dehrün gülabına gönül meyl itdi kaddi dilrübaya giriftar oldı bir uzun belaya temaşa kıl ki benzer desti yarun hilale barmagı ol aya aya alurlar vaslı yarı nakdi cana satılur mülki 'alem yok bahaya bu devr içre dükenmez cevri yarun müselseldür eli gayrü'lnihaye ziya'i gibi bir kemter garibem nazar kıl padişahum ben gedaya gırra olmışdur ol afet hüsni bihemtasına ol sebebden ma'il olmaz 'aşıkı şeydasına geldi falumda elif takdire oldum muntazır rast geldüm togrusı yarun kadi balasına teng idi hicri dehanundan bana şehri vücud geldi ol demler ki 'azm idem 'adem sahrasına can kenar özlerdi amma bir muhalif ruzgar saldı gönlüm zevrakın derd ü bela deryasına öldüginden sonra güftarı ziya'i hastenün fi'lmesel benzer halavetde öli helvasına 'aşk ehlinün muradını da'im huda vire ol serkeşün visalini dahı bana vire virse huda didüm bana balayı kaddüni hışm ile bakdı didi ki allah bela vire 'ayyuka ahumı çıkarurdum gamunla ah korkum bu ki fenasına çerhün fena vire kasrun öninde secdeyi dil eksik itmesün kasrı salat ca'iz olur mı mücavire haletfeza gerek meyi safi ziya'iya saki gerek ki ademe bir hoş safa vire yame 'aceb mi 'arif el üstinde tutsa esrarı anunla seyr ider ey dil hayali dildarı sebeb nedür reseni zülfe eyledün berdar günahı yog iken ey bivefa dili zarı rakibe el virüp itdünse merhabayı eger il ıssı duymadın eyle efendi inkarı meyi sabuhı getür 'aşıkı seherhizem kadeh du'asın o şevk ile okıyam bari ziya'iya gevheri nazmı paymal eyle diyarumuzda bulınmaz güher haridarı ol yüzi şem'i münir okıyalı mısbahı bizi pervanesıfat yakmagadur ilhahı vechi var can dise canana eger aşıklar odur la'l ü dehan u sühanı ervahı rindler 'id olıcak kuyı harabata gider tut ki bayram ayıdur meygedenün miftahı zülfün altında femün nükteleridür bir bir ki şebistanı hayalinde yazar fettahi sakii bezmi ecel camı mahabbet ki sunar rahatı ruhı ziya'i olur anun rahı gerçi kim bin can deger cananumun bir busesi degmede degmez ana 'uşşakun amma degmesi ruyı zerdüm dir görenler haki payı yarda topraga badı hazan iletdi bergi nergisi canı bimar ateşi gamdan olupdur suhte oldı var ise hayali halün anun noktası aşiyanı murg ile mecnun niçe fahr itmesün başına cem' oldı leyla kuyınun har u hası bir tabibe derdi 'aşkun çaresin sordum didi ey ziya'i 'akıbet teslimi candur çaresi sanmanuz bihude efgan eylerem bülbül gibi da'vii 'aşk eylerem ben şahidüm var gül gibi ey peripeyker olan 'aklum dahı tagılmasun çözme bu gisuyı 'anberbuyunı sünbül gibi tan degüldür olmasa ruhsarun üzre hal eger rumilinde hasıl olmaz danei fülfül gibi kah olur kim mesti camı 'aşka bir halet gelür derdi serdür ol dahı başdan humarı mül gibi sünbüli görsem ziya'i dir perişanhal olur bir beladur ol dahı başdan bana kakül gibi şehi gam dergehinde merdümi çeşm oldı subaşı ziyade olsun anun ya ilahi dembedem yaşı ne derd olur bu kim derdi derunum aşikar eyler bana yaşı düşer gözden sirişk olsa eger yaşı yüzini düşürür mihrün yire ruhsarı cananun mehi bedri hilal eyler o mahı enverün kaşı niçe kez asitanı yarı silmişdür süpürmişdür iki çeşmüm iki sakkası badı ah ferraşı belayı yar ile ayırmaga kasd eylemiş düşmen ziya'inün veli anunla hoşdur ta ezel başı bagı 'alemde işitsem ol gülün güftarını görsem ol servi revanun şivei reftarını dil mahabbet kuyını zabt itdi agyar eylemez bir sipahidür ki serbest eylemiş timarını zahida zühdün meta'ın alana sat çünki ben meyfuruşı 'aşk ile itdüm şira' bazarını şem'i suzan gibi geh handan u geh giryan olur lacerem bilmez edani 'aşıkun esrarını va'de eylersin visale likin itmezsin vefa yarı sadık dostum ferdaya salmaz yarını kaşlarun vasfın ziya'i şöyle tahrir itdi kim yiridür mihrablarda yazsalar eş'arını gel ey hubanun abı ruyı ten hicrünle çak oldı hevayı 'aşk ile can ateşi gamdan helak oldı siper kılmaga cismüm can atardum ey kemanebru veli tiri müjen gitdükçe gayet sehmnak oldı felekde kehkeşan u yiryüzinde sanma yollardur zemin ü asuman tigi gamunla sineçak oldı umarken meyvei vaslın nahif oldum muhassal bu vücudum bir nihal içün cihan bagında tak oldı yetiş gel ey tabibi can u dil kim kuşei gamda ziya'i haste derdi hasretünle derdnak oldı hayali gam şebinde canı talan eyledi kaçdı haramidür giceyle şehri viran eyledi kaçdı hayali gayet oldı gözden eşküm eyleyüp hunin yirinde tut ki merdümzadedür kan eyledi kaçdı başum kesse dökülse kanum aglamazdum ol mikdar ki mey döküldi sufi camı pinhan eyledi kaçdı yakam çak itdügine muhtesib derdüm yok oldur derd şarab u camı sufi ziri daman eyledi kaçdı devayı derdmendan eyler iken ol tabibi can ziya'i hastesin derd ile nalan eyledi kaçdı la'lün eşküm şaraba döndürdi yakdı bagrum kebaba döndürdi beni hicranun ateşe düşmiş muyı pürıztıraba döndürdi kodı matemde hasreti zülfün beni gurbet guraba döndürdi agların inlerin döner yürürin beni 'aşkun dolaba döndürdi badı ahum ziya'iya felegi bikarar asiyaba döndürdi egerçi baga ezharı nev irdi bana ne sünbüli yarar ne verdi dil ü 'akl aldı şimdi canum ister bana ol bivefa bilmem ne virdi mu'arradur dikilmek töhmetinden libası 'aşkun olmaz hiç neverdi mahabbet bilmeyen hiç balig olmaz geçerse salı heşti düneverdi şu kim 'aşkun gamundan bihaberdür sen ana dime adem ca ne virdi bihamdi'llahmuradı hasıl oldı visali dilrübaya can iverdi gönül mesti meyi 'aşk oldı benzer rakib ile müdam eyler neverdi halas oldı belasından cihanun ziya'i canını canane virdi bezmi gamda mutribi nasaza din n'eyler defi sayhati min hüzni hicranü'lhabibi yektefi ol melek seyrine gelmiş saf saf olmışdur bu halk kimse görmiş var mı ola böyle çok adem safı çün gelürsin katlüme bari yüzün göster didüm didi menhidür alup gitmek gazaya mushafı hay sultanum niçe bir bana bu zulmi sarih itsen olmaz mıydı gahi bana bir lutfı hafi asitanunda ziya'i kimdür eylersen su'al ehli şevkün şahı şahum kullarınun ez'afı saki mi mey mi duhteri rez mi itdiren meclis ehline rezmi başın ortaya kor surahi müdam ki kıla mest ahalii bezmi terk ider can vücud kişverini 'adem iklimine gibi 'azmi hatun i'rabı mushafı hüsnün haller noktası femün cezmi ey ziya'i solar kalur mı heman güli bagı ümid açılmaz mı bana sor gayra sorma derdi gisuyı perişanı uzun gice belasın bilür ancak hastenün canı çeküp kullabı zülfünle şeha deryayı hayretden kenarı vasla mahiveş çıkardun canı lerzanı gice sermest olup ayagına damen gibi düşdüm seher ol şevk ile gül gibi çak itdüm giribanı n'ola tavrı cünunı ihtiyar itsem ki seyr itdüm atar ol şuh bir divaneye sengi firavanı ziya'idür cünun ikliminün sultanı sultanum 'aceb şahane tertib itdi divane bu divanı bilmezem ol bivefa niçün bana el virmedi çünki virdüm ben dil ü canı ana el virmedi 'idgehde öpmege canan elin kıldum du'a kaldum ayakda bana desti du'a el virmedi 'id erişdi her kişi yar ile eyler merhaba talib oldum ben de amma merhaba el virmedi rindler piri mugandan hep el aldılar bugün mest ü bednam oldılar devlet bana el virmedi ey ziya'i al ele dünyayı bir gün darbı dest her deniye el virür amma bana el virmedi dil bugün bazarı dehr içinde olmaz müşteri atlası gerdunun ey mah olsa pervin müşteri 'aşkı cananı ne bilsün anı hiç işitmeyen gevher adın bilmeyen şahum ne bilsün gevheri keşfi esrar eylesem hayran iderdüm 'alemi saklamazdum degme cahilden degül amma yiri hasreti ruyunla eşküm bir akar sudur latif 'aynı ile iki çeşmümdür iki nilüferi ey ziya'i her sözün bir gevheri nayabdur şimdi bir bazara düşdün kim bulınmaz müşteri çık salın servüm benüm seyr idelüm reftarunı söyle ey gonçedehan guş idelüm güftarunı kaşlarun üzre perişan eyleme zülfeynüni hay kafir asma mihrab üstine zünnarunı su gibi taş yasdanup toprak döşensin muttasıl can u dilden her kim eyler arzu didarunı şerbeti la'lün 'ata kıldukda her dilhasteye ey tabibi can meded unutma ben bimarunı bir peri teshirine benzer mukayyedsin yine ey ziya'i sihri mutlak eyledün eş'arunı benüm servüm türabı sayei şimşadunam şimdi ezel handan idüm amma senün naşadunam şimdi ezelde aşinalık kıldugun gitmiş mi yadundan yüri biganelerle var biliş ben yadunam şimdi ne lazım okımak efsanei ferhad u şirini benüm şirinkelamum ben senün ferhadunam şimdi ezelden inkıyadum var güzeller hüsnine amma ben ey mahbublar şahı senün münkadunam şimdi ziya'iyem kesilmem haşr olınca 'aşkı pakünden egerçi sineçakı hançeri puladunam şimdi adem cihanda ger ola 'ali vü ger deni gerdun elindedür anun elbetde gerdeni bu cevr ü bu cefa ile bu zecri hicr ile öldürmez ise yar beni öldürün beni durmaz rakibe kameti balayı 'arz ider bir gün belaya ugradur ol şivekar anı yarun gözükdi diyü ne ta'n itdiler bana 'uşşakuna gözüksen olur göreyin seni silse gözün yaşını demidür ziya'iya hunı sirişki dideni seylab iden kanı seyr iden dir visali cananı çıkar ahir bunun da hicranı çın seher zülfine tokındı güneş şamı feth itdi rum sultanı eşki çeşmüm hayali zülfi ile 'aynı ile benefşe limanı haşiyi kagıd üzre yazsak olur vasfı şimşadı kaddi cananı dehenün kim ziya'i vasf eyler sırrı gayb anlar ehli hal anı bir güzel çubanı gördüm hazreti musa hakı ibni meryem dinidür dini demi 'isa hakı kışlasam kuyunda didüm ten bulurdı taze can razı olmam didi 'isa itdügi ihya hakı hile kurdum koynına girmek tedarik eyledüm duydı atası anası adem ü havva hakı can virürdüm ger beni koç gibi kurban eylese eylemez zulm ile katl itmek diler yahya hakı ey ziya'i ol siyehpuşun saçı sevdasına karalar geysem gerekdür ka'bei 'ulya hakı yarum agyara enis olmasa hoş hemdem idi ol peri uymasa şeytana melek adem idi göz göre 'aşkumun esrarını ifşa kıldı ko yıkılsun sanema eşki revanum nem idi ey gözüm nurı benüm didei pürhunumdan sana kan aglayubilsem ne mübarek dem idi mülki hicrana eger olmasa ahir tebdil 'alemi vuslat efendi ne güzel 'alem idi ey ziya'i sözümün suzı çeragı kudret kuşça canum yakılurdı ana pervanem idi beni kuyı belada ol gani sanman fakir itdi diyarı 'aşka sertaser ben ednayı emir itdi safayı camı sahbayı cihan bezminde benden sor niçe kez padişahum tanrı hakkıyçün fakir itdi 'abiri buyı zülfünsüz türab itdi bana cana o kim topragını firdevsi alanun 'abir itdi ne tirendaz olur ol afeti devranı seyr eylen keman itdi kadüm ahı derunum dahı tir itdi ziya'i zulmeti çahı firak içinde gam yokdur ana kim lutfunı hallakı 'alem destgir itdi yayıldı eşkümün hep dünyaya macerası bildürdi halka gizlü sırrum o kan olası camı lebin sunınca bin can alur ol afet bir can imiş tutalum anun tolu bahası işün tamam olupdur didi o mah ayıtdum 'uşşakun ey efendi eksük degül belası ol servkad kim olmaz gönlüm gamından azad gülgeşti gülşen eyler geymiş yeşil libası şi'ri ziya'i gerçi rengindür begayet la'lün anılsa olur renginter edası me be hey belalu güzel pürbelan unutdun mı diyarı hicre düşen mübtelan unutdun mı bize kıyarsın igen hey nedür bu kafirlik sanemlerün begi yohsa hudan unutdun mı meded meded bizi yad eyle destgir ol gel bu bahrı gamda kalan aşinan unutdun mı nesimi ahun ile ey gönül çü bergi hazan deri nigara varurdun hevan unutdun mı ziya'iya kanı ol kan akıtdugun demler o huni ile geçen maceran unutdun mı perdedar olmış ruhı canana yelken takyesi san şafak olmış mehi tabana yelken takyesi baş koşaldan başı üzre bendi zülfi yar ile oldı zahir kıpkızıl divane yelken takyesi şem'i ruhsarı nigara yanmaga kasd eylemiş bal u per açmakdadur pervane yelken takyesi al tuti servi ra'na üzre konmış sanasın kaddi yar üstindeki merdane yelken takyesi ey ziya'i guyiya bir şahı güldür kaddi yar sureta benzer güli handana yelken takyesi o zalim kim tahallüs eylemişdür kendüye cevri cefası hatırı viranede boynumdadur cevri ne dil kurtuldı derdünden ne mahlas buldı cevrinden anun kim mahlası cevridürür cevr ü cefa tavrı temaşa eyler idüm ey sanemler bir vefasızdan havale kıldunuz ben mübtelaya cevrünüz fevri vefasına bu fani dehrün asla i'tibar itmem benüm bu hatırı viranum içre var iken cevri ziya'i zulmeti zulm içre kaldı cümle şevk ehli olaldan edrine şehrinde bakkaloglınun devri bir mubarek dem irüp gördi gözüm bayramı kimseler gördi mi aya bu şerif eyyamı ruzei hicrün ile mahı neve döndi tenüm vaslun ey kaşı hilal olmaya mı bayramı bana ey leylisıfat hürrnekeşdür mecnun götürür kaseki başında gör ol bednamı lerze eyler dil ü can görse o nazik bedeni göreli kasesini yok felegün aramı bezmi 'alemde ziya'ii meyaşam gibi kasebazum seni vasf eyleyemezdi cami hurşidi ruhun gördi gözüm kamaşayazdı can sandı teni hastesini sarmaşayazdı ey dürri giranmaye kenar olmadı ruzı deryayı gamun gerçi başumdan aşayazdı itdüm başumun ka'idei cerrini icra ahz itdi anı abı revanlar taşayazdı ger mertebemüz kişveri gurbetde sorarsan bir mertebeye varduk ecel yaklaşayazdı bir bir göresin ölmez isen şimdi ziya'i anı ki ezel katibi kudret başa yazdı layık mı her dem akıdasın eşki didemi anmaz mısın ezel sen ile sürdügüm demi kul mıdur ahı sine gözüm yaşı cariye bazarı 'aşkda gel e gör hvacei gamı zülfün ki dam kurdı dile damı 'ömrüme kaldı esiri bendi bela canum eyle mi ey karbanserayına konup göçen kişi hiç fikr ider misin 'aceba hali 'alemi ben şahbazı evci cünunem ziya'iya mecnun başında yapdum ezel aşiyanemi 'akıbet gayeti bu cevr ü cefanun yok mı söyle ey goncadehen yohsa dehanun yok mı yar vasfını mı işitdün ki sükut itdün ey sanem da'vii hüsn itmege canun yok mı ne kadar taş isen ol sengdilün derdinden dilde ey sengi siyah suzı nihanun yok mı gırra olma sakın ey dehr döner bu devran nevbaharun var ise vakti hazanun yok mı ney gibi inledügün her nefes ey piri felek mahı taban gibi bir taze cevanun yok mı vahşiyem dirsin eya bagı cinan tavusı gülşeni hatırumuzda cevlanun yok mı kangı meh şevke seni yakdı ziya'i gibi gel söyle ey şem'i ziyabahş zebanun yok mı pervane halini bilürin zerre bilmedi ol kim çeragı hüsnine yanup yakılmadı yıllardur ki ahumı guş itmedi benüm demlerdürür ki yaşumı dildar silmedi çok demler oldı 'aşıkı sadık geçer sana miskin benefşe kara saçundan kesilmedi abı hayat katresidür leblerün senün hızr u sikender içmedi hergiz içilmedi şevki ruhun çün oldı delili ziya'inün tutdı rehi mahabbeti yolın yanılmadı ya rabb 'izarı yar mı 'azra didükleri mecnun iden midür beni leyla didükleri ya rabbi çekdügüm bu belayı siyeh midür anup diyarı 'aşkda sevda didükleri ey dil 'izarı yarda zülfi siyah imiş firdevs içinde sayei tuba didükleri zülf ü dehan u çehresidür seyr idün gelün reyhan u gonçe vü güli hamra didükleri dirler gezer rakib ile tenhada her gice gerçek mi ki o mahuma aya didükleri bilmez miyüz ki kafı 'ademdür güzergehüm tab'um degül midür hele 'anka didükleri vasfı lebünde şi'ri ziya'i akar sudur bu heft imiş yedi derya didükleri tigi elem dirig ki başumdan inmedi 'ömrüm güni zevale irişdi tolınmadı gönlüm sovutdı ol sanemün serd oldugı hayfa ki narı 'aşkına gönlüm ısınmadı ol kaşları kemandan usandı gönül veli sanman ki tiri hicr ile bagrum delinmedi abı hayat idi lebi ben dürrisi idüm ahir elüm yudum ki melalüm bilinmedi gönlüm kesilmedi o sanemden ziya'iya tigi kazaya ugradı kat'a sakınmadı zevki kahpe felegün olsa ne var erzani katı mezmum olur amma olıcak erzanı kalkup eylerdi siper cismini tiri gama can lik ok darb ile dirler ki deler kalkanı hal u hatdan n'ola hali ise ruhsarı nigar hiç olur mı ki gele ruma habeş sultanı mushafı 'aşk hakı ey yanagı zi'nnureynüm direm eşkümüzün her biri bir 'osmani bu gice kıl bizi ihya demidür ey 'isa bu ziya'ii marizün hele yokdur canı cah ile mesrur ider dehri deni her cahili kam ile illa ki buluşdurmaz allah kamili nakdi can harc itdüm ancak derdi tahsil eyledüm bagı ümmidi visalün harca degmez hasılı anı teşbih eyleyen kimdür dehanı yara kim goncai gülzarı dehrün agzı var yokdur dili gözlerüm çok yaşamışdur haki payunda senün asitanunda efendi ahumun çokdur yili niçe kez devr eyleye dolabı 'alem döne çerh zahir olınca ziya'i gibi merdi kamili kılmaz sitaresiz umarın ben müfellesi ol kim bezer nücum ile takı mukarnesi etrafı dideden görinen kirpügüm degül derya kenarınun görinür har ile hası uşşak alayına girişür katle kasd ider ademler öldürür o perinün kirişmesi mecnunun oldı ey saçı leyli ki başına mürg aşiyanın aldı gör avare nergisi beş beyti bir nefesde ki didi ziya'iya beş yılda dimeye ana kimse muhammesi kulluk eyler gayra gördüm sevgilü sultanumı çahı kahra saldılar ol yusufı ken'anumı öldügümde korkaram agyara yar olur habib bir ölümlü hasteyem bi'llahi beklen canumı ya ilahi yar ile agyarı demsaz eyleme son nefesde saklagıl şeytandan imanumı var ise piri mugan zann eylemişlerdür beni mey döküldi nevcevanlar içmek ister kanumı şahı 'aşkam ey ziya'i şimdi hazz eyler gören sonra cahiller bozarlar korkaram divanumı eflake çıkdı ahum bir demde menzil aldı üftade eşküm amma bir yirde yolda kaldı ol kim seriri hüsnün şahı sitemgeridür peyki dili ezelde şehri belaya saldı gün yüzlü mahum ile ben sohbet itdügümde zühre bakup ırakdan göklerde çeng çaldı şehbazı 'aşk irişdi mürgı huzurum uçdı şiri bela yetişdi ahuyı zevküm aldı şi'ri ziya'i tan mı olursa dürri manzum gavvas olup ezelden deryayı 'aşka taldı dostlar dimem ki halka aşikar eylen beni 'aşıkı biçareyem ma'lumı yar eylen beni abı ruyum saklayup kan aglar isem dembedem eşki çeşmüm gibi garkı cuybar eylen beni vazgeçersem sevmeden ol taş bagırlu kafiri ey müselmanlar anun çün sengsar eylen beni bu yakınlarda vefat eylerse ger piri mugan layıkem anun yirine ihtiyar eylen beni nerde ma'ildür güzeller ey ziya'i söyle kim yirlere çalun meded tek bunda zar eylen beni narı gam şöyle yakar bu teni viranemüzi rahm ider bizi görince göyünür şem'ün özi bezmi gamda igen incinme begüm inler isen neyi dinlerdi kişi dinlemese nalemüzi yakmasun ahum odı gökde 'arusı 'aşkı eşk gark eylemesün tahtı serada o gözi eşk mey nalelerüm bezmi gama saz yeter mesti camı ezelem zühre götürsün kopuzı kanmadı kanına ben teşne dilün hay meded dembedem kanum içer hışm ile mestane gözi yüz kulum var dir idi sencileyin evvelde şimdi hatt geldi yüzine hele kalmadı yüzi kafesi gamda ziya'i seni tutimanend yar guya mı iderdi şekker olmasa sözi boyı şimşad u serv ü nar u nemi yohsa 'ar'ar mı gözi cellad u mest ü canfigeni yohsa 'abher mi be hey kardeş terazuyı ta'akkul birle vezn itdüm güzellikde benüm sultanuma yusuf beraber mi 'aceb ashabı kehf andukları ehli tevarihün zenahdanunda hvab ı rahata varan gönüller mi haber vir ey saba şad it beni allah içün güldür dimez mi ol güler yüzlü garibüm dahı aglar mı alup gitdi meta'ı sabr u fikr ü 'akl u idraki ziya'i bilmem ol cevvar canum almak ister mi neye boyandı saçun kim kara magbun oldı kime ter düşdi lebün böyle digergun oldı zülfi leyla eserin sünbüli sahrada görün kays 'azm itdi beyabanlar mecnun oldı kaldı alçakda rakib itmedi alaya su'ud çok zaman geçmedi bu iş geçeli dün oldı ey gazalum seni yanumda görenler dirler tutdı mecnunla enis ol gözi ahu n'oldı zahmı tigün elif yanına zahmı tirün nokta şeklinde düşüp gam bir iken on oldı simi eşküm gibi ahir yire girer tutalum bir kişi maliki gencinei karun oldı bir yana haste ziya'i tebi hicrünle zebun ta'nı ta'in sanema bir yana ta'un oldı ireli ürdi behişt irdi behişt asarı cenneti 'adne cihan döndi akar enharı ne revadur gülesin sen anun agladugına bülbül zar ide gülzarda ey gülzari lebüne benzer idi ey gül gülzarı cinan gonçenün olsa eger böyle güzel güftarı kaldı bustanı tahayyürde ta'accüb iderek togrusı servi sehi gördi çün ol reftarı ey ziya'i lebidür goncai bagı firdevs bagı 'adnün güli biharı anun ruhsarı hıraman ol kadi bala irişdi rif'atün geldi uyan ey bahtı hvabaludum uşta devletün geldi melamet 'askerine kendüni aldurma sabr eyle tabibi can irişdi haste canum sıhhatün geldi perişan olmasun gönlün gel e badı melaletden açıl ey goncai can kim riyahı rahatun geldi niçe bir cür'aveş ayakda kalmak paymal olmak şarabı hoşgüvar irişdi saki hürmetün geldi ziya'i camı gülfam iç ki devri verdi ra'nadur baharı behrebahş ile evanı 'işretün geldi ruhlarun görmeyeli suzı nihanum yog idi sözün işitmeyeli dilde figanum yog idi esbi asibüne ey şahum süvar olmayalı 'arsai derd ü gamunda cevelanum yog idi dembedem künci 'ademde niçe kanlar yutdum sanmanuz ol kuşede goncadehanum yog idi rahmı maderde iken rahmı yok afet işidüp kanlar içdüm niçe dem çıkmaga canum yog idi şevkine yanmayalı ben o mehi çardehün ey ziya'i bilürin nam u nişanum yog idi benem darü'şşifayı 'aşkınun bimarı gamhvarı bana kalsun sipahizadenün var ise timarı melamet tekyesinün ihtiyar abdalıyam ben de mahabbet cür'adanı sinedür eksilmez esrarı şebi vaslun bilür mi kadrini ey mahı tabanum firak eyyamınun yıllarca olmayan dilefgarı dehanundan bana bir buse ihsan eyle lutf eyle gel ey 'aşıklarun dünya serayında yogı varı senün şahanedür esbabı hüsnün tan mı dirlerse sana nisbet meta'ı yusufı ken'an bazarı libası 'aşk derd ehline pirahendür ateşden derunı ehli derdün var kıyas it niçedür narı gamı hicranı canan ile bagrında ta başlar var ziya'idür bugün derd ehlinün 'alemde serdarı canuma kar itdi gam cananum incinmiş gibi kulına ol zulmi çok sultanum incinmiş gibi tali'üm yokdur güneş yüzlülere meyl itmede yıldızum düşmiş mehi tabanum incinmiş gibi nili eşküm korkarın dil mısrını eyler harab ey birader yusufı ken'anum incinmiş gibi çare yok bu derdi bipayana bilmem n'eyleyem bir beladur afeti devranum incinmiş gibi ey ziya'i böyle bülbül gibi nalan oldugum bu ki dirler ol güli handanum incinmiş gibi harimi kuyuna varmaga bir mahrem bulınmaz mı delil olmaga canı hasteye adem bulınmaz mı tutalum itmedük canan ile 'alemde bir 'alem 'adem iklimine vardukda bir 'alem bulınmaz mı niçe demlerdür eşküm yirine kan akdı cismümden nigara maceramı diyecek bir dem bulınmaz mı şikayet kılmaga derdi derunumdan ana bir bir belayı 'aşka düşmiş bana bir hemdem bulınmaz mı em eyle çare kıl kim semmi gam anı helak eyler ziya'i hasteye la'lünde bir emsem bulınmaz mı hakka layık nem ola desti du'adan gayrı destgirüm kim ola lutfı hudadan gayrı hatı dilber geleli nesne yazılmadı benüm 'amelüm defterine hattı hatadan gayrı rayı ebrunı görelden dili sufiye bugün nesne gelmez bilürin rayı riyadan gayrı ireli rayihai zülfi 'abirefşanun nesneye yok hevesüm iş bu hevadan gayrı ey ziya'i seveliden o kadi balayı togrusı göremedüm nesne beladan gayrı diriga fanidür mahbubı dehrün hüsn ile anı cihanda aferin ol 'aşıka kim bakmaya anı tamam olur işi mir'atı hüsne gırradur çün kim kusurın bilmemiş eylen temaşa mahı tabanı rehi 'aşkında hallakı cihanun subhı sadıkdur anun çün mihri ile çak ider her gün giribanı saçına meyl iden 'uşşakun aya var mıdur 'aklı lebi la'line can viren muhibbün var mıdur canı kazayı dehrden yügrük olanlar geçdiler bir bir semendi tab' ile şimdi ziya'i tutdı meydanı yine sevdi gönül bir bivefayı kadine ma'il oldı gör belayı ögerken sidreyi göge çıkarduk idüp nisbet o kaddi müntehayı kadi vasfında ol servi revanun görün niçe bülend itdüm edayı murad oldur çü vaslı dilrübadan el üstinde tutalum merhabayı şahı desturunla silsen yaşum ey hüsn ahteri gerçi kim kamusınun muhtarı la'lün cevheri gülşeni hüsnünde zar olsun hezaran 'andelib şem'i ruhsaruna yansun var ise cinnün peri bir kabayı asumanidür bu çerhi laciverd kehkeşan ana miyangerdür süreyya ülkeri göz göre her rindi meyhvar ayagın almakdadur bilmezin n'eyler gelüp her meclise rez duhteri çıksa yusuf gibi bazara ol yusufcebin gün yüzine ol mehün bir hayli oldı müşteri 'aşık olan cenneti kuyunda ey hurı cemil la'li nabun var iken 'aynına almaz kevseri ey ziya'i sanki bir havzı müdevverdür felek ebr mevcidür meh ü hurşid iki nilüferi şevkini kimse bencileyin zahir itmedi didüm o mahçehre didi zahir itmedi gel ahir eyle cevrüni ey bivefa didüm ahir kılam didi n'ideyin ahir itmedi iki iken rakibün efendi bir it didüm redd itdi ikisin dahı iki bir itmedi tab'um semendi ile suhan 'aleminde ben seyr itdügüm diyarı begüm sa'ir itmedi ashabı şevk içinde bu muhrik edaları evvel ziya'iya hele bir şa'ir itmedi yanaram 'aşkunla ben pervane görmezsem seni yakıluram ateşi suzana görmezsem seni taga düşüp yar olam vahşilere mecnunsıfat hasretünle oluram divane görmezsem seni mesti 'aşk olup demadem derd ile kanlar yutam ger bu dem ey gözleri mestane görmezsem seni gülşeni kuyundan ayru harı hicrana düşüp başlayam bülbül gibi efgana görmezsem seni şol ziya'i gibi şevki şem'i ruhsarunla ben atıluram ateşi hicrana görmezsem seni ümmidi lebünle şu ki sahbayı ter aldı hayr idemedi kendüzine derdi ser aldı kasdi var imiş kabrümüze gelmege yarun badı seher ayagı tozından haber aldı yaşum gibi kuyına akup seyl o perinün payına yüzin süremedi çok keder aldı evsafı nebatı hatı la'lün çü mükerrer bu tutii dil agzına guya şeker aldı vasfı lebüni kim ki ziya'iden işitdi şad olsa n'ola cana deger bir güher aldı evvel ol şuhı cihan eşkümi seylab itdi sonra bu çeşmi sitem didemi garkab itdi rahm iderdi bize canan ezel amma şimdi selbi rahm eyledi bilmem ne ki icab itdi çün cefakar degül dirsüz ol ebrusı keman ya niçün tiri cefasın bize pertab itdi kuyun ümmidi beni sakini mescid kıldı kaşlarun fikri beni ma'ili mihrab itdi şevke geldi sanema midhati dendanunda nazmı pakini ziya'i düri nayab itdi bugün ol mahumun mihri cemali komaz canumda bir zerre mecali firakı yara sabr itmez mi 'aşık hususa var iken vasl ihtimali begayet dilgüşa vü canfezadur gül eyyamı hevanun i'tidali nigara boynuma bend eyle zülfün benüm boynuma var ise vebali ziya'iden ma'arif ögren ey yar huz ü'l'ilme min efvahi'rricali rayı ebrunı alemün mahı dir gören el hilal va'llahi rast gelse hicazı kuyunda sana 'uşşakı bineva gahi senün asla kulagına girmez çıksa 'ayyuka 'aşıkun ahı mülki ken'andur senün hüsnün zenahun anda yusufun çahı kullarun çok ziya'i de biridür ey melahat seririnün şahı itsem ziyafet ol şehi 'alicenabumı pergalei cigerden iderdüm kebabumı mahmurlukdan aglamazın derdi ser bu kim bir katre kalmadı gice dökdi şarabumı benzetdi nar içinde düşen muya halümi fikri miyanun ile gören ıztırabumı haki mezarveş gönül alçaklugın kılup itsün du'a ziyaret idenler mezarumı ruşen bu kim sitarem açıldı ziya'iya gördüm seherde karşudan ol afitabumı turmadun peymana içdün gayr ile peymaneyi bilmedün yolsuzluk itdün hürmeti meyhaneyi gayr ile ey şem'i bezmara görürdük itdügün bezmi gamda narı gayretdür yakan pervaneyi uyku almış mest iken yaran koyup gitmiş beni gösterün allah içün bilmem rehi meyhaneyi 'aklum aldı bir peri va'iz kerem kıl söyleme dinlemez divane olan degme bir efsaneyi va'iz olmışdur ziya'i müjde ey piri mugan aşikar itmek gerekdür gül gibi peymaneyi dili aşüfteyi mehcur kıldı yine ol huri yine candan usandurdı o meh cevr ile mehcurı ezel bezminde camı 'aşk ile mest eyledün canı feramuş itme camı vaslunı şimdi o mahmurı visalün mevsimünde zülf ü hattun görelüm zira bahar irse zuhur eyler cihanun mar ile murı 'aceb mi destüni yad eyleyüp kör olsam aglarken el içün aglayan gözsüz kalur dirler gözüm nurı ziya'i gice vasfı gerdenindeyazdum yanup yakıldı karşumda bir iki şem'i kafuri yüzün gördüm kasavet bu dili divaneden gitdi ne tan gitse kasavet bilmezin 'aklum neden gitdi bahar irdi yine avarelik vakti zuhur itdi bihamdi'llah şitanun şiddeti gülzardan gitdi didüm dil kaçdı cevründen senün ey bivefa dilber tebessüm kıldı ol meh naz ile didi kaçan gitdi bana zulm oldı dil gitdi didüm bir buse vir bari didi ol canumun canı olan oldı giden gitdi ikamet menzili sanma ziya'i darı dünyayı serayı karvandur bu konan göçdi gelen gitdi zemm eyleme gülşende esen badı sabayı men' itme mahallende görüp ahı gedayı bidillere lutf eyle cefa itme esirge ca'iz degül incitmek efendi fukarayı ey ruhı mahabbetumarın vaslunı bir gün rü'yada niçe görmiş idüm şeyh vefayı ben ma'il idüm çehren ile zülfüne cana fark itmez iken dahı gözüm ag u karayı dergahuna kimdür dir isen halin iden 'arz darendei fermanı hümayun ziya'i bagı hüsnünde senün ey boyı şimşadı sehi tan mı sibi zenahun meyveleri olsa bihi salınur mıydı benüm canuma bin dürlü bela togrılıkla seni ger sevmesem ey servi sehi kirpigünle kaşuna yokdur efendi manend ne güzel tir ü kemandur bu zihi sun' zihi bilmezin niçe tolar şevkün ile hanei dil humı humhane tehi camı safabahş tehi ahir olınca şeha 'ömri ziya'i kulunun binihayet gamunı çeksün eli ahirihi tr i h l e r tarıhler tarihi cisri mostar meme kavsi kuzahun 'aynı bir köpri bina itdi var mı bu cihan içre manendi hey allahum 'ibretle bakup didi tarihini bir 'arif il geçdügi köpriden biz de geçerüz şahum tarihi vefatı keyvan beg emini memleket merhum keyvan cinan içinde gitdi tutmaga cay didi çün gördi 'ömri ahir olmış dürüldi defteri 'ömrüm meded hay didi hatif anun mevtine tarih ecel çaldı elinden defterin vay tarihi vefatı peder pederüm terki cihan itdi ziya'i dilerin 'afv olup ma'siyeti cennet ü rahmet bulsun ey ziya'i beni hasretde kodı dünyada pederüm terki cihan eyledi tarih olsun tarihi cülusı padişahı 'alempenah murad üzre murad ibni selim han cihan mülkinde buldı 'izz ü cahı devamı devletini bermezid it seriri saltanatda ya ilahi cülusı tahtına bir miri meclis didi tarih heft iklim şahı tarihi vefatı merhum müfti hvace çelebi semi'na mate müfti'zzaman feerzahu fetevvebehu tamam tarihi vefatı emri çelebi kodı emri suhan iklimini ol dem hatif didi tarihin anun kanı emiri şu'ara tarihi vefatı emri çelebi irişdi emri allahun müverrih didi tarih kanı şa'ir emri mostara gelen nazır suyına tarihdür bu ab kevserasa şehri müşerref itdi 'ukbada sahibinün firdevs ola mekanı şehrün yüzi suyıdur hem 'aynı selsebilün yazdılar ana tarih abı hayatı sani mustafa begün plevnede bina eyledügi cami'i şerifün tarihidür mustafa beg bir güzel hayr işledi allah içün yapdı bir cami ki mislin görmemişdür dehri dun bikusur oldı kusurı cennetasa her yeri kubbesi takı sipihrasa düşüpdür nilgun cami'ün bünyadı bir yılda tamam oldı kamu şad olup mü'minler oldı gebr ü tersa sernigun hep tamam oldukda avazı bülend ile hatib indi minberden didi tarihini yüzekkirun tarihi vefatı behlül beg ravzai firdevse 'azm itdi yine behlül beg nefret itdi hasılı bu mülk ü bu mahsulden 'akılane didi bir mecnun anun tarihini ey dili divane gahi 'ibret al behlülden tarihi vefatı şemsi paşa felegün halini hiss eyledi şemsi paşa kodı zevk ü basar u sem'i ü şemm ü lemsi şemsi 'ömrine zeval irdi ziya'i ol an didi tarih yine gitdi cihanun şemsi tarihi vefatı merhum sinan beg virdi hudayı malike canı 'azizini ken'anı 'adn yusufı mısrı cinan begi hatif du'a idüp didi tarihi mevtini firdevsi 'adne gönder ilahi sen uc begi bosna'da mehmed beg timar defterdarı oldugına tarihdür çün mehmed beg oldı defterdar güni 'id ü gamı ba'id olsun didi da'i ziya'i tarihin 'ömri vü devleti mezid olsun tarihi va'ziyye meme itdükde ziya'iyi takdiri huda va'iz hatif işidüp didi tarihini va'ziyye m u 'm mlr benamı memi kanı kimdür yolında virmeyen can dehanına şarab aldıkda canan benamı kubad niçe halet zuhur ide ruşen kadi dilberde ikiden birden benamı şani benüm bir naleme olmaz mu'adil ger olursa figanı üçyüz ey dil benamı şeyli seyr idüp bag u baharı tan mı hayran olsa dil kudretin bari ta'alanun görür her şeyde bil benamı 'izari çekmişem çok cefayı dildarı çekmeseydüm 'azabda bari benamı 'ali ruhun kim ana 'alem müşteridür hur u mahı tamam u müşteridür benamı resm çü 'aklı muşikaf anda kalur hayranı dembeste kalup n'eyler hayali zülfi yarumda dili haste benamı hüsam beni aglatdı hayali müjgan göze çöp düşse olur yaşı revan benamı sadr u sun' yad idüp ebrunı mahı nev müdam kapun öninde gelüp virür selam benamı 'ali gice ahum od urdı camei çerhe degül encüm gören anı felekde her tarafdan deh düşer şahum benamı şems keşf ola dirsen eger kim sana namı nazenin evvela ol niyyet içün yılda çek bir erba'in k ı t 'lr kıt alar dimen nevrestedür ol servi bala kıyamet koparur eylen temaşa yürür mahcub egerçi goncaasa açılur giderek ol verdi ra'na yüzi suyı serayunzann iderler bend başıdur mahallende gözi baglu garibün gözi yaşıdur külüngüm tişei ahumdur ey şirindehen şimdi bana ferhaddan kalmış teberün tag başıdur sevdügüm ol afeti hep halkı 'alem bildiler hep elem çekdüklerüm allahu alem bildiler duydılar ol la'li rengine benüm dil virdügüm kandan akar eşkümün hunı demadem bildiler keskin olmasa kılıç ademe sözün yegdür mihneti dostdan ise şefkati düşmen yegdür fi'lhakika eri olmasa sözinün adem rahı insafda andan zeni rehzen yegdür bir pişe ögren olma tehi akça pul kazan ta pişe matbahunda pilavun kazan kazan görmez misin bir akça alur sa'ili mezar yigirmisin otuzın alur makbere kazan bagı behişte 'izarun bir kızıl güldür heman nale eyler bu dili şuride bülbüldür heman penbei dagum ki rengin oldı kandan cabeca bagı dilde saçma bir katmer karanfildür heman çün nazmı bedi'ümde beyan ola ma'ani izhar ider iklimi suhanumda lem'ani eş'arı ziya'ide 'aceb cazibe vardur lutf eyle begüm gayra kıyas eyleme anı sihr kar itmez efendi saçuna ejder olur çü 'asayı musa n'ola sihr eylese fir'avn rakib la tehaf inneke ente'lala laleasa rızkını taşdan çıkar sinen üzre kalmasun dagı bela hvanına ihvanun olma kaselis leyse li'linsani illa ma se'a müstef'ilatün müstef'ilatün lutf eyle dinle pendi latifi lutf eyle da'im her şahsa cana ol şahs olursa dilden muhibbün artar muhibbün lutfunla zira ger ittifaki olursa düşmen ol itdügün lutf olur müdara ey karanu gicelerde seyri kuhistan iden sanma bihude çürük agaçda görürsen ziya şevki yar ile ziya'i idicek teslimi ruh yongası tabutınun taga dökülmiş cabeca fa'ul didüm geçdi gamzen okı canuma didi anma anı meza ma meza didüm agladursın beni dembedem didi kim anılmaz geçen macera me ocaga yansun odun gelmez oldı bazara odun gelen odunından olur olınsa rica bir iki yarma odun bulmaga mecalüm yok görün ne yarmalar urdı felek bu yirde bana yara düşdükce aşina düşerin hergiz amma rakibe düşmen dost dostlar başdan anı fikr eylen dost düşmen olur mı düşmen dost bana bir mansıb nasib olmadı çekdüm çok nasib bicihet kaldum harab oldı diriga şeşcihat ahir ölüp dirilüp bir dirlik ıssı olmadum bilmezin yohsa bu halk içmiş midür abı hayat niçe yıldur ki tahsili kemal ü ma'rifet kıldum umardum merdümi kamil diyü halk eyleye ragbet bela bu kim kemalüm gördi her biri hasud oldı ihanet kıldılar gitdi olanca hürmet ü 'izzet başun içün koma ayakda elüm tut servera ruzgar itdi beni kış günlerinde tengdest tan degül dökse yüzüm suyın yire fakr u fena oldı gönlüm şişesi sengi havadisden şikest kahr u mihnet hasreta derd ü gam olmışdur nasib defteri nahnü kasemnada bana ruzı elest ahiret hakkıyçün ey hurı cinan kuyunı seyr eylemek dünya deger kıymeti eyyamı vaslı bilmeyen bir iki gün eylesün 'azmi sefer ne 'aceb hali var bu gülzarun harlar pençesindedür güller derdi dilden hezar zar itse bülbüli zara öte dur dirler dil uzatsa 'aceb mi susenvar tab'ı ruşennihada münkirler tabı hurşidi 'aleme ne ziyan ana inkar iderse şebpere ger ger müzemmem dir ise müşrikler zatı paki muhammede ne zarar rakibi zag ak atlasla siyeh ferace geydükçe görenler dir ki şer ormanınun bu sagsaganıdur yanına ol humanun varsa rengareng cameyle sanurlar bustanı hüsninün agaçkakanıdur iblis ü nefsi şirretini eylesün ba'id dergahı hakka şam u seherde du'a budur nefsümle her ne itsem iderdüm ziya'iya iblise n'eyleyem ki görinmez bela budur camı 'aşkunla oldı mestane ol müdamı gönül hemişe çeker derdi aya nedür ziya'inün ki ayakdan müdam şişe çeker nagmei bülbüli bagı kuyun kelimatun gibi ruhefzadur fi'lmesel ab u hevayı kuyun abı hızr u nefesi 'isadur talibi vaslun iktizası müdam yel gibi kuyun içre yelmekdür togrısı bezmi vasl olurdı veli sohbet ol serve rast gelmekdür busei la'li lebi yara elüm irmiş iken bir tarafdan çıkageldi n'ideyüm 'aşıklar buselik hoşça makam idi ve likin 'uşşak gahice rast gelür sonra hüseyniye çıkar naziri yok bahar eyyamınun ancak budur 'isa temaşa eyleyen terki temaşayı cinan eyler yüri va'iz degül mümkin işitmek cennet evsafın sular çaglar nesimi subh eser bülbül figan eyler niçe napuhte ile sohbeti has eyledügin bilürüz künhi ile biz de 'abes kaynamazuz eylemiş bir kaç ocak erleri külli zevkün duymışuz kıssayı hep biz de kömür çiynemezüz ey ziya'i maliki mal olmaduk 'alemün gayet fakirü'lhaliyüz hırsımuzdan her meta'ı medh ider çarsuyı 'unsurun dellalıyuz gamı gamzenle muztarib düşdi dili bimara gelmez asayiş gönlüm ararsın ey cihanara bilmem amma nedür bu arayiş bu cansız cisme ey ruhı musavver teselli nutkın it ihyaya mahsus degüldür mürde ihya eylemek çün mücerred hazreti 'isaya mahsus ey ziya'i bu şehr halkında bana hiç şefkat u 'inayet yok belki bunlar ya ma'rifetsizdür bende ya zerre kabiliyyet yok diler isen ki el vire dünya ya müzevvir ya bari mashara ol fi'lmesel kahbedür zeni dünya kuçılur mudhik ü müzevvire ol kıl 'ata ol devatı ma'hudı keremünden eya emiri kerem katibi defter sıfatun iken ne revadur ki bidevat kalam ka'be hakkı cefayı 'uşşaka azer eyle halilüm ibrahim narı nemruddur firakun odı hay nurı celilüm ibrahim sırrı 'aşkı ey dil izhar eyleme eyleme ol ateşe ahun duhan her kişiyi vakıf itme sırruna rahatü'linsan fi samtü'llisan külli sırrın caveze'l isneyni şa' imdi ey dil sırrunı eyle nihan didiler bir gice mecnuna gelüp seni leyladan ayırdı gerdun ah idüp hakka tevekkül kıldı didi e'lleyletü hubla mecnun ey ziya'i görmedi ben gördügüm mihnetleri serbeser dünya serayın geşt ü seyran eyleyen birkaç ahmak cahile şimdi imam itdi beni şeyhi san'anı ezel hınzıra çuban eyleyen hasreti bezmi visalünle gözüm kan aglasun dembedem pür hun olup peymane şeklin baglasun kakülün zencirine men' itme baglansun gönül ey peri günden güne divane şeklin baglasun subhdem hasreti vasl ile nesimi ahum korkarın yıka hisarı felegün güngüresin ruzı vaslın anıcak ol güni görmemi didüm naz idüp ol meh ayıtdı o kadar gün göresin yarun alnında yine yara yiri var gördüm hardan zahm irişmiş gibi gülbergi tere didüm aya nedür alnunda bu yara didi yar cayı engüşti nebidür ki tokınmış kamere mektebi 'akıl olan ana görür mi ma'kul kaydı ta'lime ne layık düşe bir divane n'idügin bilmez iken sarfdan asla maksud fi'li yef'al ta'limin ider subyana sürhı pirahen ile sebzi kaba gonçemanend geydi canane cismi paki terakki bulmışdur gonçeveş sıgmaz oldı kaftana mu'allimlikde buldum sa'di irdüm gülistanı visali dilrübaya o gül yüzlü güzel ben bülbülinden gülistan başladı minnet hudaya can belada ten elemde gönül ah eylemede mübtelayı derd garibe seri bidevlet ise zahmete girme cefa eyleme didüm didi yar sen de sabr eyle cefama ne kadar zahmet ise ey ziya'i şu'ara içre bizüm dilümüz yok yakışur güftara sengdil cahile pend olmagiçün sözümüz yok yazacak divara ziya'i hırmeni hirmana düşmiş kaha dönmişdür vusuli yok muhassal çokdur mahsuli maksuda bu dem derd ile merdümlük midür aglayu göndermek reva mı çekdügüm zahmetler olmak cümle bihude ne layık halkı 'alem benzede devletlü sultanum beni firdevsiye sultanumı sultan mahmuda kemal ü 'ilm ü 'irfan ehline hiç nasihat olmaya bundan ziyade sakın nacins ü bedasl u deniden hususa kim ola debbagzade derisin darb idüp kılsun dibagat gururundan girü başlar 'inada 'aceba kakülüni cevre kim itdi tahrik didüm ahun yine badidür o tahrike didi bir vefanı görelüm sana mahabbet ideli didüm ol mahveşe hubbike yu'mike didi bagı hüsnünde meyveler çokdur seyr içün baga girsen olmaz mı ey gülistanı behçetün servi bana şeftalü virsen olmaz mı benden evvel sihr iderdi sahiri fir'avnvar gerçi kim nazm ile inşada zamanun şa'iri haddi i'caza iletdüm ben de nazmı pakümi mu'cizi musa mıdur gel gör ya sihri sahiri beni bir yirlere düşürdi felek hak bu ki ben yimezin gussa hakikatde beni gussa yidi destgir ol ki hakikatde ben ol amayem çagırur çaha düşüp ya reculen huz biyedi naleden bendeni men' itme benüm sultanum çünki eglencesi yok ah u figandan gayrı hasretünle n'ola dökülse demadem yaşum nesi var yüze gelür 'aşıkun andan gayrı fecr ile zuhr u 'asr ile şam u 'işa kılur şark ehli rum u mısr ile şam u habeş dahı şeytan bize 'adavet iderse namaz içün ragmına kılalum anı gavgaya beş dahi masadak düşme it gibi ifke dilüne alma kizbi napakı rasti sıdkı nüsha kafidür nassu veylün likülli effaki dila kesbi kemal it farig ol 'örf ü izafetden ki da'ü'lcehli da'un muhlikün ve'l'ilmü keşşafi müderrislik olaydı ger sakal u taylasan ile keçi lazım gelirdi kim diye tefsiri keşşafı m ür e dv emt l alr didüm şeha rakibden ala itün olmaya güldi ayıtdı hazretünüzden yeg olmaya meme ben mushafı ruhsarun hıfz itmiş idüm cana mecnun dahı okurdı ve'lleyli iza yegşa bir şuhı cevrpişe zülfine gönlüm bilasebeb divane olıgör yüri sahraya ne minnet mecnun olıgör mihneti leylaya ne minnet ugramasun kabrücnun rakibi bednihad makberüm taşından anı taşa tutmakdur murad suya gitdi rakibi bedef'al didiler buharaya gitmişdür sultanı mülki derd ü gamem likin ey nigar tahtı tasarrufumda degül mülki ihtiyar bu zalı zaman bana 'ata kılsa birader tut kim ögi atası ögey oglına eyler sarıdur benzüm didüm derdün bana hemrahdur didi kim ma'zur tut saribazun allahdur yapışur destüne hınna ne güzel el eyler sarmaşur boynuna zülfün ne 'aceb hal eyler gülberg didüm yokdur ey gül ruhuna benzer ter düşdi o gülçehre didi varakı diger lebün şevki beni mest itdi münkirler idüp tahkir şarab içdün diyu hadden ziyade itdiler ta'zir yolında oldugum didarı yara hasretümdendür segi dildar ü agyara niyazum hayretümdendür diriga her muhibbün bir habibi var benüm yokdur meded her derdmendün bir tabibi var benüm yokdur hanei gayra didüm at sürme ey şatrancbaz didi ol şahı kamer ruh tutmazın ta'limdür lebi dilber severüz 'aşıkı sergerdanuz biz güzel gözlemeden hazz iderüz hayranuz bir lugaz söyle didi sa'ir ola ol rakib didüm eyi bir lugaz aksi gibi maksudun olsa bulsa tohmını ekdikde dihkanı ezel hay u hudan gayrı nesne biçmemişdür mahasal bagı şol denlü güneş yakdı ki güneydi üzüm yaş yirine meyi gülgun akıdur iki gözüm ister iken vaslını gitdi dil ü 'akl ile can eyler imiş ademe az tama' çok ziyan gönlüm alsun o sanem hayrına bir deyr itsün bir nefes gönlüme degmen ki alan hayr itsün taş atdı habibüm bana sevk itdi rakibüm tokındı bana elüni gönlümce yaşasun ka'ilüz sengi cevrüne cana bilürüz gerçi düşmez üstümüze kat'a rakib kurımaz ahdan çalsam cihanda bari ol iti kılıç ile kuzı büryanına meyl itdi rakib yidi andan ötüri niçe bere gice mey sohbetinde la'li canan agzuma geldi safadan öleyazdum şöyle kim can agzuma geldi mülki bekada 'akl za'im eşk 'askeri çeşm subaşıdurahı derunum ocag eri çün beni laya'kil itdün kes meded ibramunı sakiya mest oldum ayruk sunma içmem camunı hayra yazsun şerrini anun kiramen katibin kim du'a ile anarsa iş bu hattun katibin fr s ç ş i i r l e r kaside kasidei farsi der zikri şu'arayı 'acem mefa' ilü mefa' ilü gerçi ne zi şiraz u hocend u hemedanem tarzı şu'arayı 'acem amma heme danem men cür'akeşi meclisi cami neem amma mesti meyi 'irfanem ü camiyi zemanem şirin büved eş'arı men ez husrevi dehlev ragbet küned ez şi'ri men ahsen manzumı nizami nebud muntazam asla im'anı nazar ger beküni ger gazalanem hemrahi sa'adet büved ez tali'i sa'dem nagz ez suheni sa'di büved nazmı revanem ger hıfz küned yek gazelem hafızı şiraz guyed ki meyarid zi nazmı digeranem fettahi bepişem neküned fethi kelami men miri kelam ü şehi iklimi beyanem firdevsi bihişt an ki zi eş'ar u daşt beşünid meger gülşeni nazm çü cinanem enver büved ez mihri felek lem'ai nazmeş beşinased eger enveri şevki leme'anem ez tablai 'attar 'abiri neharidem pür şud felek eznükheti esrari nihanem zahir neşeved lutfi gazelhayi zahir er mazhar şeved eltafi huda ra dil ü canem ba 'avni huda bihter ez elfazi mu'inest im'ani nazar kün beme'aniyi beyanem men maliki mülki kelimatem çü mukemmel ekmel zi kemalani hocend ü sifahanem guyed be men ey hvacei bazari belaget hvacu beşinased eger eş'arı 'ıyanem der san'atı ebyat 'imad erçi bülendest men niz çünan 'umdei erbabi lisanem nasır behüner bihter ez in bende nebaşed banusreti hallaki cihan bihter ez anem selman mera salemek allah beguyed der sahni suhen seyrküned ger cevelanem ez nahnü kasemna ki neşüd kısmeti kasım kassamı ezel dad edayi bezebanem der midhati men katibi şüd katibi divan der mülki suhen men şehi iklimsitanem 'ısmet şüde çün kudeki ma'sum benezdem pirane suhenguy ü hıredmendi cevanem şahan gulamanı deri devleti men bud der mülki suhen padişehi 'alemiyanem batir u keman mülki suhenra begüşadem begüriht hilali bekenari zi kemanem der sayei men bud riyazi çemenasa men derçemen çü şimşadi çemanem er suzen der didei agyar hoş ayed men niz beelfaz mü'essir çü sinanem nagzest hayalatı kelamem zi hayali der kuyı habib er çi men ez hayli seganem lafi zenem ü kahr künem mudde'iyanra başed ki bemirend zi gam mudde'iyanem vez ne be rehi gülşen nazmi selef ahir men bende ziya'i meselen bergi hazanem gazeller mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün şeha ber darı zulmi firkatet ez kişveri dilha ki maned namı niku ahir ez şahanı 'adilha bemuyi kakület bendi dili ma ra çi muşkil şüd berefşan kakület ey yar u hall kün müşkili dilha 'aceb durest menzilhayi maksad der rehi 'ışket muhibbi k'o neşüd mukdem neyayed z'ah menzilha şeha haki rehi kuyet zi seyli eşki men gil şüd men an mesti meyi 'ışkem ki üftadem derin gilha ziya'i mesti camı bezmi 'uşşakest mi guyed ela ya eyyühe's saki edir ka'sen ve navilha me rehi hicaz çi pürsi der habib beyab nasihatest tura in kelamı men deryab goşadedar deri dari vuslatı dildar bedin esiri belaya mufettihe'lebvab hati ki der ruhı canan girifteest kenar nişani pençei mürgest der kenarei ab figan zi ebruyi canan meded zi gamzei yar zehi kemani 'ikab ü zehi sihamı 'azab eğer ziya'i zi gamhayi tu şeved berdar şeha besest resenhayi kakulet berdar kasdi can miküned la'li revanefzayi dust 'alemem duzah küned husni cihanarayi dust bülbülasa ez seri servi sehi şebtaseher naleha dil miküned ez hasreti balayi dust halkı 'alem ra şenidem düşmeneş rüsva küned v'in 'aceb sırrest geştem men geda rusvayi dust men hemi tersem ki badi 'ışk ma ra mibered kuyı gamra geşteim ey dil hakpayi dust ey ziya'i zulmeti gam ra fütadem 'akıbet k'in çünin şüd iktizayi haleti sevdayi dust men bende amedem ba cürmem becayi haclet şüd cismi men nişani tiri kazayi haclet daned günahi ma ra mecmu'i halkı 'alem mir'ati peykerem şüd peyker numayi haclet binger be'ayni 'ibret baruyi men futade k'o rengi sürh dared ez seghayi haclet desti du'a ki darem ba dergehet hudaya destem beruy darem ezgussehayi haclet dü ta neşüd zi piri kaddi ziya'i likin nazır şüd ez 'uyubeş bapuşt payi haclet berev ey rahibi mug babüti simini kinişt ta bemaned bemeni üftadeş an huri bihişt telh düşnam dehed an lebi şirin mera şüd meğer dusti ma hemdemi an düşmeni zişt bih ü sib ü zenah ü gabgab ü an servi cinan bemeni aşufte bih zi bihi heşt bihişt ruh nihadem berehi esbi şehi nat'i cemal tersem ahir ki beguyed meni şeydara kişt hamei desti ziya'i çu neyi şekker şüd şekeristani latifest suhenhayi ki nüvişt müstef'ilünfa'ulün müstef'ilünfa'ulün zulmi ki yar mi kered'uşşakra sitem nist derdi tabibi hazik bimarra elem nist camı mahabbeti yar ser mest kerd canem keyfiyyeti müdameş der nuşi camı cem nist bafursati giriftem engüşti an perira handid u güft banaz divane ra kalem nist cana eger bedidem mergi rakibi düşmen ez refteni hayatem min ba'd hiç gam nist ey gül'izar bişnev evsafet ez ziya'i k'an bülbüli belagat der gülşeni 'acem nist ahu z'an çeşmanı merdümküş suyi sahra remed men eger çeşmet nebinem çeşmra ayed remed her ki caneş der neberd gamzei canan nebered lacerem ahir muhannes guyedeş ehli hıred aferin ber hilkati hallaki giti aferin kerd der gülzarı hüsnet servkad ü lalehadd kuhken ba kays pendari ki manendi menend key büved akil ki ba divanegan yeksan büved ey ziya'i kahrı düşmen ra behvan tebbet yeda gerdeni veyra veli bihter ki hablün min mesed mitıraşed dili ma yek berber lik an şuh neyamed berber garki bahri gamıhicran tüem hiç para nenihadem berber bavisalet dili ma ma'il şod megesi üftad nigara berber mivei vasl mera ihsan kon ba gedayi deret ey şeh berber haste şüd cismi ziya'i bazin caneş ey yar hoda ra berber kad cera u'yünü'l'uşşak sare ma'ü'lbihari fi'lafak ruz u şeb mihr u mahi felek bacemali nigar şüd müştak gamı dilber mera çu ruzi şüd virdi men şüd müdam ya rezzak çü nedidem meyani dildarem canı men maned hem çü suzi firak suhenanı ziya'i pür suzest tersem ahir ki suzed in evrak abi visaleş evvel men teşnedil becüstem ez abi vasleş ahir desti ricabeşüstem mara vü kahramanra ziali cihan beperverd men tıfl derhakikat derzeyli zali rüstem bimarı 'ışkı yarem hergiz deva nedarem z'an der meyanı 'uşşak ez cümle tendurüstem 'ışket beberd ez men sabr u karar u takat kuvvet nemand der ten cana za'if ü süstem talib neem ziya'i sengi dili sanemra ba keşteni rakibeş yek seng ra becestem mefa' ilün mefa' ilün fe'u lün bedesti mey, bedesti beng darem ezan ru der rahı hod reng darem gamı sengindili derdi serrem şüd ki balini zir ez seng darem figanem tir ü kaddi men kemanest batali'i hod ceng darem zi derdi an dehen çün goncai bag hemişe hatırı hod teng darem men ez tasviri mecnun ey ziya'i bedin endamı lager teng darem mefa' ilü men bendei tüem tü şehi düşmenani men men hastei tüem merev ez sine canı men raki' neem derig derin cami'i bülend piri dü ta şüdem zi gam nevcevani men der hvab çeşmi men çü bedid an nigarra hvab nedid çeşmi kesan ez figanı men der deşt mihnet mekeş ü camra bedeh ey teşnei zülali lebi tü revani men 'aşık hayal kerd mera çün ziya'iya geştem hayali ebed zi gam mumeyanı men nevbahar amed müzeyyen şüd gulistanı zemin ger bebini rengi mani in nigaristanı çin şahı gül ra meneger ey dil sebzpuşem ra niger gonçei zanbak mebin an biniyi ziba bebin her teni simin çü gisuyi perişaneş beriht elveda' ey canı miskin elfirak ey 'akl u din dameni vaslet bedest arem derin rahı umid ta bepuşem 'akibet piraheni bi astin gulşeker dadi ziya'ira ki güfti nükteha aferin ey tuti tab'em hezaran aferin şaha fütadeganra da'vet küni behvani bi hadd sevab yabi mara eger behvani ez ni'meti visalet micüst dil tabib bimari tust miskin haleş çera nedani ger miberend mara ez behri tü beduzeh ora terahhum ayed guyem çü bazbani ma ra meded halasi ya 'alime'lhafiyyat 'ışkem şüd aşikara gam miharem nihani güftem nişanı na'lı esbi tü berseri men nakşist hoş nigara güfta ki nakşi mani erjeng gam negired ayinei dilet ra nakşi nigar bini ta haşr şadumani bi destgir budem der künci gam ziya'i begirift nabzei men nageh tabibi cani kıt'a ez bedan mi girend hem bedan kes nedidest nikuyi ez kemi tü heme dani in kelamı belig itteku min mevadi'i'ttuhemi kasideler kasidei derya der medhi hasan paşa yessera'llahu mayeşa' kasidei berfi şita der medhi fahrü'l ümera hasan beg kasidei bahar der medhi mustafa beg kasidei güneş der medhi 'osman beg kasidei hazan der medhi mehmed beg me kasidei kalem der medhi mehmed beg kasidei ahvali ruzgar der medhi hasan beg kasidei bahar der medhi sinan beg kasidei sengistan kasidei hasbi hal der medhi hasan beg kasidei hanei virane musammatlar terkibbend terci'bend mu'aşşer müseddes müseddesi matla'ı piri çelebi muhammesler muhammesi gazeli vusuli beg me gazeller elif me me ba me t a ka cim ha fa'ul ha dal zalme ra me fa'ul meme me za sin şin sad had ta za 'ayn fa kaf kaf meme müstef'ilatün müstef'ilatün me lam me müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün me mim me nun me meme meme vav ha meme me yame me tarihler tarihi cisri mostar meme tarihi vefatı keyvan beg tarihi vefatı peder tarihi cülusı padişahı 'alempenah tarihi vefatı merhum müfti hvace çelebi tarihi vefatı emri çelebi tarihi vefatı emri çelebi mostara gelen nazır suyına tarihdür mustafa begün plevnede bina eyledügi cami'i şerifün tarihidür tarihi vefatı behlül beg tarihi vefatı şemsi paşa tarihi vefatı merhum sinan beg bosna'da mehmed beg timar defterdarı oldugına tarihdür tarihi va'ziyye meme mu'ammalar benamı memi benamı kubad benamı şani benamı şeyli benamı 'izari benamı 'ali benamı resm benamı hüsam benamı sadr u sun' benamı 'ali benamı şems kıt'alar müstef'ilatün müstef'ilatün fa'ul me müfred ve matla'lar meme farsça şiirler kaside kasidei farsi der zikri şu'arayı 'acem mefa' ilü mefa' ilü gazeller mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün mefa' ilün me müstef'ilünfa'ulün müstef'ilünfa'ulün mefa' ilün mefa' ilün fe'u lün mefa' ilü kıt'a on sekiz yaşında onunla kimse mukabele durub bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zuri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi bunun gibi işlerde naziri yogidi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. bebür ve peleng ve kaplan ve gözi her ne görse kurtulmazdı. ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. meğer sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden seyyid abdal musa sultan'a aitmiş. yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. teke ili alaiye sancak beyi'nin oğlu gaybi beg, on sekiz yaşına gelince, günden güne sararıp solmaya başlar. arkadaşları gaybi beg'e sorarlar: bir gün gaybi, babasından izin alır, atına binip avlanmak üzere yanına yiyecek ve birkaç kişi de alarak alanya'dan yola çıkar. kirişden çıkan ok, ahunun ön sol koltuğuna saplanır. tutacak olur, bir yaklaşır, bir uzaklaşır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. gaybi: bu esnada, zaten durumu içeriden dinleyen sultan: dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: sultan şöyle karşılık verdi: bak imdi, gör okunı. koltuğunun altında saplı bulunan oku gösterdi, gaybi beg, bakıp gördü ki attığı ok, sultan abdal musa'nın koltuğuna saplanmış duruyor. aklı başına gelince abdal musa'nın hizmetine alınması için tazarru ve niyazde bulundu: meğer bu ahu suretinde görünen, bu asitanenin şeyhi abdal musa sultan imiş. beyzade, bu durumu görünce çok pişman oldu, utandı bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. kendine gelince hemen sultan'ın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru ve niyaz eyledi. abdal musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, gaybi beg'in önüne koydu ve şöyle dedi: oğlum! zira kim bu yol, ince, sarp bir yoldur ve bu yolun derd belası, mihnet cefası boldur ve bu tarika giren kişi kadir oldugı denlü elden gelen işi men'itmeye. halkdan kendüsine her ne cefa gelürse sabreylemeye ve canibi hakk'dan ne bela nazil olırsa kendüsine ganimet bilmeye, feryad kılmaya, incinüb me'lul ve mahzun olmaya. mesela dünya ve ahiret, cehennem ve cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş hep birbirinin mukabilidür. senün pederün bir sancak begidür. var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm katumuza gel. gönlüne de danış ki, sonra peşiman olmayasun. menakıbname'de bundan sonra gaybi beg'in babasının teke begi'ne abdal musa'yı şikayet etmesi teke begi'nin abdal musa'yı cezalandırmak üzere harekete geçmesi ve ölümü anlatılmaktadır: bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, tac ve hırka giydirdiler, beline kemer bağladılar. daha sonra asitanei saadetde yer gösterip, bir posta oturttular. fahr libasını kabul edip, dünyadan el etek çekti, her şeyden, uzak kalıp hakk'a tevekkül kıldı. bu müşavereden sonra abdal, musa, bir halifesine buyurdu: gaybi beg'ün başını tıraş idün. dağları, ovaları, sahraları tamamiyle aradıkları halde onu bulamamışlardı. nihayet hizmetkarlardan biri kan izini takiben asitanei sadete geldi. hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi: teke begi ve kılağalı ısa'nın ölümleri bunun üzerine maiyeti de bu emre uyarak atını ve elbiselerini alıp babası katına, alaiye sancağı begi nezdine geldiler. bevvaplar gaybi beg'in atını ve elbiselerini görüp kendisini göremeyince şaşırdılar. atlarından inip, asitane kapısından meydana girdiler. selam verip durumu gaybi beg'den sordular. gaybi beg de, vakıayı olduğu gibi anlattı. maiyetinin tereddüdünü izale maksadıyla: bu emri müteakip kılağılı ısa, el baş üstüne koyup saray kapısından çıktı, hemen atını eğerleyip üzerine bindi ve süratle at koşturarak abdal musa asitanesi'ne geldi. dervişler onu görünce, hürmetle karşıladılar, atının başın tutup: dervişler: meğer esnada teke begi'nin yanında meşhur bir kimse vardı. teke begi, nerede bir cenk olsa, daima onu gönderirdi. hiçbir kimsenin bitiremediği işi bu bitirirdi. teke begi, abdal musa'yı getirmesi için en çok güvendiği kılağılı ısa'yı katına çağırdı ve şöyle dedi: alaiye sancağı begi, oğlu gaybi'nin bir derviş olup abdal musa tekkesi'nde kaldığını işitince ciğeri yandı, acısı tepesine çıktı. hemen yerini yurdunu bırakıp oğlunun kurtarılması için ricada bulunmak üzere teke begi'nin huzuruna geldi. abdal musa hazretlerinden şikayette bulundu: sultan seccadesinde oturup halifeleri ile sohbet ider. sen dahı sözün var ise içerü meydana gir, mübarek elüni öp, sonra ne hacetün var ise huzurunda arz eyle, dilegüni dile. hemen atından aşağı inip, içeri girerek, sultan'ı tutup zorla dışarı çıkarmak ve teke begi'ne götürmek istedi. sağ ayağını üzengiden çıkardı, fakat sol ayağı üzenginin içinde kaldı. at, kapıdan dışarı çıkıp, öyle koşuyordu ki, ne atı durdurabiliyor ne de ayağını kurtarabiliyordu. böylece at, teke iline kadar bu minval üzre vardı, kılağılı ısa ise, taştan taşa, yerden yere çarpıla çarpıla, pare pare oldu, baş kol dağılıp ancak üzengide takılı bir budu kaldı. karşıdan gördüler ki, kılağılı ısa'nın atı kaçıp gelir, nihayet at bu haliyle menziline geldi. bu ne haldir diye ileri vardılar ve atı tutup gördüler ki atın sol üzengisine asılmış bir insan budu var, başka hiç nesne yok. kılağılı ısa'nın başı, kolu, gövdesi gitmiş, yalnız bir budu üzengide asılı kalmıştı. bu hali hemen teke begi'ne bildirdiler. sultan, bu karşılıklı konuşmaları işitti ve hemen nida kıldı: sana kim dirler ve adun nedür? beg buyurdu: bunun üzerine teke begi melul ve perişan olup çok hiddetlendi. zira kılağılı ısa, teke begi'nin hem güvenilir bir maslahatgüzarı hem de kıymetli bir cengaveriydi. teke begi, daha fazla gazaplandı ve bütün adamlarını yanına çağırarak şu emri verdi: kılağılı: dur! daha sonra abdal musa ile taş ve ağaçlar cuşa gelip sultan'ın ardınca teke begi'ne doğru yürüdüler. dur dağı'nda ne kadar ağaç, taş varsa hepsi halka halka olup abdal musa ile sema girdiler. sultan ve müritleri sema ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip söndürdüler. beri taraftan abdal musa, halifeleri ve dervişleri ile sema ederek ateşi tamamiyle söndürdükten sonra tekkeye doğru yürüdüler. asitane'nin batısında yüksek bir dağ vardı abdal musa ve müritlerinin sema etmesi esnasında bu dağ da hemen onların ardınca yürüdü. sultan, dağın yürüdüğünü görünce ona bakıp mübarek eliyle işaret edip tekkeye odun getiren baltasıgedik adında bir derviş vardı. bu esnada teke begi de at üzerinden düşüp ölmüş ve askerleri dört bir yana giderek dağılmıştı. teke begi'nin ölümü ve askerlerinin dağılmasını bizzat gören alaiye sancağı begi, bildi ki sultan abdal musa, velayet ve keramet sahibidir. bu işlere biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen sancak begi pişman oldu, tevbe ve istiğfar eyliyerek varub er ile buluşalum, mübarek elini öpüp, ayaklarına yüz sürüp, özür dileyüp kendüsine tabi' olalum diye düşündü. menakıbname'nin bundan sonraki kısmında gaybi beg'in babası, oğluu kendi rızasıyla abdal musa'ya teslim edişi anlatılmaktadır: bir müddet sonra, alaiye sancağı begi, üç yüz adamıyla birlikte, alaiye'den kalkıp, abdal musa sultan'ın asitanesi'ne müteveccih hareket etti. başını kaldırıp şöyle söyledi: babası, gaybi beg'i abdal musa'ya teslim eder sultan, onların özürlerini kabul edip sultan abdal musa: dervişler, sultan'ın dediği yere vardılar. dervişler bundan üç gün üç gece taşıyıp mutfağı doldurdular. bu pınarlardan bu nimetler üç gün üç gece aktı. dördüncü gün olunca abdal musa sultan: bu taraftan alaiye sancağı begi üç yüz adamıyla asitane kapısına geldiler. sultan'ın mübarek cemalini gördüler. her biri, önce sultan'dan özür dilediler ve gaybi beg dahi babasıyla görüştü. babası onun iki gözlerinden öpüp nevaziş eyledi ve sultan'ın dediği gibi, dördüncü gün vardılar gördüler ki pınarlardan balyağ yerine su akar. alaiye sancağı begi, maiyeti ile birlikte, asitane misafirhanesinde üç gün üç gece konakladı. bundan itibaren gaybi beg'in adı kaygusuz oldu. gaybi, bundan sonra begzadeliği tamamen terk ve maddi hayatın alayişinden feragatla, dervişliği ihtiyar etmiş, zahir alemin kayıt ve alaikinden nefsini tecrit etmiştir. rivayet bu cihetledir ki kaygusuz, abdal musa asitanesi'nde kırk yıl hizmet eyledi. hacc'a gitmeye niyetlendi. aşağıdaki şiiri okuyarak abdal musa'dan icazet istedi: bundan sonra abdal musa sultan, sünnet nazariyle gaybi'nin yüzüne baktı ve gaybi beg'in kaygusuz mahlasını alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır: dedi. hercayi yüze gülici yarı niderem ben kaygusuz abdal, icazetnameyi aldı, şerefi desti bus kıldı. bir keşkül içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su katarak ayran yapar ve erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak içer. sultan, kalemi kağıdı alıp kaygusuz'a bir icazetname yazdı. safanazarın ve himmetin reca ve niyaz kılsun ve her ne diyara ki azm idüb gerekdür ki, ol velayetün erbab ayan ve ekabir ve eşraf ve agniya ve fukara, her kim olsa, mezbur kaygusuz'un üzerinde bir vechile nazarı inayet ve merhamet ve şefkat dirig buyurmayalar. bu canibün ri'ayet hatırıçün ana izzet ve hürmet kılalar. anun kademi kudumın kendülere minneti azimile ra'iyyet bileler didarlarıyla müşerref olup safanazar himmetiyle mugtenim olalar ve ana olan riayet ve himayet mahza bu canibe olmış gibidür, şöyle bileler. baki ne ola ki ma'lumı sa'adet olmaya ve'sselam. bu hali gören dervişler taaccüp edip durumu hemen abdal musa sultan'a haber verdiler. menakıbname, ag nüshası, 'de kal dağlı. 'de ihsan kıl kaygusuz abdal ve dervişleri sabah namazını eda ettikten sonra azıklarını alıp yola çıktılar. konakladıkları yerin etrafında bağbahçe, sebze ve meyveler vardı. orada ayrıca ulu bir kavak ağacı bitmiş idi. yediler, şükrettiler, ellerini yudular, daha sonra sohbete başladılar. burada kaygusuz, başını kaldırıp kavak ağacına baktı ve: gusuz abdal, oturduğa yerden kalkarak şeyhine doğru yöneldi. erenler karşısında meskenet gösterip, yüzünü yere koydu, gitmek üzere izin istedi. bu hal, sultan'a malum oldu. etrafına baktı ve bizüm kaygusuz'a kim yoldaş ola? bir akşam vakti, halifeler ve dervişlerin hepsi meydana gelip, menzili meratib üzre yerlerini alıp, seccadeleri üzerinde oturdular. abdal musa ise adrı ala'da oturmuştu. bu esnada kaykaygusuz özr niyaz eyliyerek şöyle cevap verir: saat kaygusuz'un gözü gönlü açıldı ve söylemeye başladı. bundan onra kaygusuz'un mana denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap oldu, rifler yazdılar ve onun manasını bildiler, cahiller bilmeyip şaşakaldılar. dervişler: yine sabah olunca bir koyun kurban edildi. kaygusuz, abdal musa'nın elini öpüp, baki halife ve dervişlerle vedalaşıp asitane'den ayrıldı. yemekten sonra kaygusuz sultan başını kaldırıp: hepsinin birer gözlerinde pamuk sarılı olduğu halde, kal'a yolundan mısır şehrine geldiler. esnada bir hacib de mısır'dan çıkıp bulak iskelesi'ne gelirken, turna katarı gibi dizilmiş, birer gözleri pamukla kapalı, yalınayak kırk dervişi gördü. hepsi hacib'in önünden geçtiği halde ne yüzüne baktılar ne de selam verdiler. ancak en sonda bir merkebe binmiş kaygusuz sultan geldi, selam verdi, hacip selamı aldı: mısır'a gelince önce vilayetin durumunu sorup zamanın mısır padişahının bir gözünün kör olduğunu öğrendiler. bunun üzerine kaygusuz bir gözünü pamuk ile kapattı. gemilerden dışarı çıktılar. yanındaki kırk nefer de her biri, tennurepuş uryan pabürehne dayak omuzlarında olup turna katarı dizildiler. halifeler ve dervişler, erenlerin nutkunu işidince her biri süratle dışarı çıktılar. gördüler ki kırmızı kırmızı elmalar su içinde yüzerler. her biri beşer onar elma tutup sultan'a getirdiler, tenavül eylediler. bunu görüp işitenler hayretler içinde kaldılar. kaygusuz abdal ise elmaları yedikten sonra bütün yoldaşlarıyla beraber mısır diyarına doğru yola çıktılar. hemen halifelerine buyurdu: baba kaygusuz şöyle cevab verdi: hacib: hacib: bizüm bu diyara gelmekden muradumuz hacc itmek ve ka'betu'llah tarafına gitmekdür. bu diyarı mısır ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb, bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. cümle dünyanın metaından geçüb ışk muhabbet şerbetini dost elünden içmişüz. baba kaygusuz: hacib: yirmisi sofranın bir tarafına, yirmisi de diğer tarafına karşılıklı oturdular. diğerleri de aynı daha sonra yemeğe oturdular. kaldırıp ağızlarına götürmek istediler, fakat bir türlü ağızlarına götüremiyorlar, ancak kulaklarına doğru götürebiliyorlardı. taht üzerinde oturan sultan'ı gördüler, eğilip selam verdiler. padişah bunları görünce selamlarını aldı ve: orada hazır bulunanların her biri bir fikir beyan etti. daha sonra vezir şöyle dedi: vezirin bu sözü makul görüldü. eğer kişi bir akil ve dana ise müşerref olalum cahil ise hakkından gelelüm. eger yiyemezler ve şaşırup birbirlerine bakarlarsa cümlesi cahildür nice bilürsenüz öyle yaparsınuz. kaygusuz: davete icabet lazımdur. surei seb'almesani ve ümmü'lkur'an okuyup ve laddallin amin dedikten sonra ellerini yüzlerine sürdüler gözlerinden pamuğu kaldırdılar. gönlüne ilhamı rabbani varit olup bildi ki bu kaygusuz abdal keramet sahibi, allah'ın sevgilisidir. tereddütsüz olarak tahtından aşağı inip baba kaygusuz'un elini öptü ve ayaklarına yüzünü sürdü. can gönülden muhibbi oldu ve: sultan'um, bizüm adetümüze göre hangi beldeye varursak vilayetün padişahına uyaruz. sayei devletünüzde bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradmuz idi. siz bu dünyaya bir gözle bakarken bizüm iki gözle bakmamuz reva degüldir. mısır padişahı, kaygusuz'un bu sözlerini işitince son derece memnun oldu. bundan sonra sultan kaygusuz: daha sonra kaygusuz sultan, ellerini semaya kaldırıp dua etti. padişah ve vezirleri de duaya el kaldırdılar. ola ki hakk sübhanehu te'ala katında duamız müstecab ola. ve: mısır padişahı başından sonuna kadar şiiri dinledi ve gördü ki baba kaygusuz'un muradı dünya malı değildir. o, muhabbetle gülen bir yüz, aşkla dolu bir gönül ister. oturduğu yerden tebessüm etti ve kaygusuz'. kaygusuz, belinden keşkülini çıkarıp padişaha verdi. padişah da keşkülü kiler emirine verip bal ve yağ ile doldurmasını emretti. kilerci, kilere gelip yağ küpünün ağzını açtı. ne kadar yağ küpü varsa hepsini keşkülin içine koydu. bunun üzerine padişah: sonra bal fıçılarının ağzını açtı. ancak yarısı doldu. keşkülü oraya bırakıp padişahın yanına gitti: var getür keşküli erenlerün nazarında koyup özür dile, bundan sonra dahı ne kadar koysan dolduramazsın. gündüz gider, akşam olunca da konaklarlardı. kaygusuz ve dervişleri her gün akşam olunca bakarlardı ki önlerinde muazzam bir şehir peyda olurdu. her biri şehrin bir yanına gidip, her türlü ihtiyaçlarını görürlerdi. daha sonra sabaha kadar da dinlenirlerdi. ne şehir var ne pazar. sabahleyin tekrar yollarına devam ederlerdi. akşam olunca yine aynı hal olup karşılarına yine muazzam bir şehir gelirdi. kaygusuz ve dervişleri bütün erkanıyla hac farizasını yerine getirdikten sonra medinei münevvere'ye geçtiler: peygamberimizin kabrini ziyaret kıldılar. mısır padişahı, gönlüne gelen ilhamla kaygusuz'un nil nehri kenarında konakladığını bildi ve adamlarına orada bir kasrı ali bina etmelerini emretti. kaygusuz ve dervişleri, eski mısır dedikleri yere, nil nehri kenarına gelip oturdular. keşküldeki bal ve yağdan yediler, fakat bir zerre eksilmedi. kasrü'l'ayn içinde asılı bulunan battal gazi çizmesi ile yavuz sultan selim'in mısır fethinden sonra orada ikamet ettiği köşk ve sarayın kubbesine sapladığı yedi ok bilhassa dikkat çekicidir. seb'u semane mae rebiyülahir fi yevmi'lerbea külli yevm elf derahüm musarraf, baş. kaygusuz baba da yerinden kalkıp padişahı selamlayarak vedalaştı. kaygusuz bu dolaba bir kaside söyledi ki adı kasidei dolab'dır. kutayfa denilen mahalle, oradan karyei nebek'e ve daha sonra karyei şeyhun ma'arra ? hanı tuman haleb akyol kilis ayıntab yolu ile fırat üzerindeki bincik iskelesi'ne, oradan da bağdad'a ulaştılar. bağdad'da bir müddet dolaştıktan sonra hille, kufe, necef, kerbela şehirlerini ve oradaki mukaddes yerleri ziyaret ettiler. oradan medain, samarra, musul, nusaybin yolu ile abdal musa asitanesi'ne geldiler. asitane'ye girildikten ve gerekli tarikat ayinleri icra edildikten sonra şükür namazını eda ettiler. daha sonra kaygusuz, abdal musa'yı gördü, yüzünü yere vurdu, ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü. abdal musa: menakıbname, ag nüshası, ayrıca menakıbname'nin sayfaları arasında gevhername'nin metni verilmektedir. evliya çelebi, hama'da bu adla anılan bir büyük su dolabını anlatır. ona göre, orta milinden yukarısına kadar kırk, aşağısı da kırk arşın olan ve şehrin suyunu temin eden bu dolap, asi nehrinin kıyısındadır. bu dörtlüğün birinci mısraı beylerimiz elvan gülün üstüne ve ikinci mısraı da ağlar gelir şahım. bu mısralardaki elvan gülü ve ağlar kelimeleri muhteva ve mekan itibariyle doğru değildir. metnin bütününe bakıldığı zaman, menakıbname de geçtiği şekliyle mısraların doğrusu eskiden olduğu gibi elvan gülün üstüne okunması mümkün değildir. bu kelime yer adı olarak avlan gölü'nün adıdır. zira avlan gölü dünden bugüne kadar elmalı ovası'nda, yani abdal musa dergahı'nın bulunduğu tekke köyü civarındaki gölün adıdır. ayrıca manzumenin diğer dörtlüklarinde geçen akpınar ve yeşil göl'de, elmalı civarmdaki yer adlarıdır. ogelir olması da muhteva ve gramer şekilleri bakımından mümkün değildir. beglerimüz çıkdı avdan üstine rıza nur dilgüşa'daki sekiz yüz kaydını, kaygusuz abdal'ın mısır'a geliş tarihi olarak kabul eder. bu cümleden olarak da kaygusuz'un doğum tarihiniolarak hesaplamaktadır. menakıbname'deki, kaygusuz'un on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiği ve kırk yıl hizmetinde kaldıktan sonra mısır'a gittiği şeklindeki malumata dayanan rıza nur, tarihinden 'i çıkarmak suretiyletarihini bulmaktadır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye adlı eserinde, kaygusuz'un 'de mısır'a geldiğini, 'da hicaz'a gittiğini, 'da mısır'a döndüğünü ve 'de vefat ettiğini kaydeder. kaygusuz'un, abdal musa'ya intisabı: kaygusuz'un gerek şiirlerinde, gerek menakıbnamesinde bu husus açıkça belirtilmiş olduğundan onun abdal musa'nın müritlerinden olduğu açıktır. bazı tarihi menbalar abdal musa'nın bursa fethi'ne iştirak ettiğini belirttiklerine göre abdal musa Xıv. kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca dört görüş vardır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikati'laliyettibektaşiyye bimısri'lmahruse, baskı,. ahmed sırrı baba'nın kaygusuz'un mısır'a geliş ve ölüm yılı olarak verdiği hicri tarihlerle miladi tarihler birbirini tutmamaktadır. kaygusuz'un mısır'a geliş tarihiniolarak göstermektedir ki bu 'e değil, tarihlerine tekabül eder. köprülü'nün delilleri şunlardır: kaygusuz'un eserlerinden kitabı dilgüşa'nın m 'de istinsah edilmiş bir nüshası mevcut olduğuna ayrıca m 'de hazırlanan cami'ünnezair'de kaygusuz'un bir manzumesine rastlandığına göre kaygusuz, mezkur tarihlerden önce yaşamış olmalıdır. bektaşi şairleri ve nefesleri'nde kaygusuz'un Xıv. annamaria schimmel ile Walter björkmann da kaygusuz'un ölüm tarihi olarak 'ü belirttiklerine ve onun abdal musa'nın müritlerinden olduğunu zikrettiklerine göre kaygusuz'un Xıv. rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizersiches arschiv für volkskunde, bd. annamaria schimmel, drei türkische mystiker yunus emrekaygusuz abdalpir sultan abdal, deutschtürkische gesellschaft bonn oktober, heft. muhtar yahya dağlı, fikrini kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler ile de takviye ediyor. ona göre kaygusuz'un söz konusu yaşadığı devirler ile dilgüşa'daki kayıt birbirleriyle uyuşmaktadır, muhtar yahya dağlı'ya göre bu şiirlerdeki murad han, murad ibni fenari, mevlana fenari'nin torunu alaaddin ali fenari öl. beg, filibe begi ve sırp hudut kumandanı olan ishak beg öl. muhtar yahya dağlı'dan önce, türk edebiyatı nümuneleri'nde kaygusuz'un dokuzuncu hicret asrının ikinci nısfında yaşadığı herhangi bir delil zikredilmeden yer almıştır. kitabı dilgüşa, ankara genel kitaplığı, no: , nuruosmaniye kütüphanesi, no: rıza nur'un tanıttığı menakıbname'nin sonlarında yer alan kitabı dilgüşa da ise söz konusu kayıt biraz farklı olaak şöyle geçer: bu derviş dahı hazreti muhammedü'lmustafa'nun tarihi hicretindenyılında geldi. nur, rıza, kaygusuz abdal gaybi bey kahire'de bektaşi tekyesinde bir manüskiri, türk bilik revsü, no: yıl: , marburg nüshası, b'de ise sekiz yüz yerinde dokuz yüz kaydı vardır ki bu, müntensihe ait bir zühul olmalıdır. hıfzı tevfikhammamizade ihsanhasan ali, türk edebiyatı nümuneleri, istanbul. abdülbaki gölpınarlı'nın kaygusuz'un doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkındaki fikrleri muğlaktır. o, 'te yazdığı bir eserinde, dilgüşa'daki ibareyi kaygusuz'un 'de doğduğu şeklinde anlar ve Xv. buna göre abdal musa'ya gençken intisap etmiş olacağını ve kırk yıl hizmetinin de muayyen bir geleneğin tesirinden doğduğunu ileri sürer. gölpınarlı, 'de tekrar 'teki fikrine dönerek onun 'de doğduğunu ifade etmekte, fakat dört satır sonra kaygusuz'un yaşadığı çağı Xv. gölpınarlı, 'de bu derviş hicretin sekiz yüzünde geldi ibaresini bu geldi'den maksat, doğum tarihiyse, abdal musa'nın uzun ömürlü olduğuna ve kaygusuz'un ona pek gençken kavuştuğuna hükmetmek gerekir. kaygusuz'un doğum takaygusuz, manzum bir risalesinde, hicride doğduğunu bildirir buna göre abdal musa'ya, gençliğinde bağlandığına, onun ölümünden sonra da bir hayli yaşadığına, abdal musa'nın da bursa fethine genç yaşta katıldığına hükmetmek gerekir. türk dili dergisi'nde yazdığı bir makalede ise bu konuda şunları söyler: kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca görüşleri yukarıda özet halinde vermeye çalıştık. bize göre kabule şayan olan görüş, rıza nur ve fuad köprülü tarafından ayrı ayrı delillere dayanılarak izah edilen birinci görüştür. 'de doğduğu meselesini de şüpheyle karşılayarak rıza nur ve mehmet fuad köprülü'nün fikirlerine iştirak etmiş görünmektedir. kocatürk'e göre rumeli'de yaşayan ve vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını taşıyan ikinci kaygusuz abdal ise Xv. daha önce anlattığımız menkıbevi hayat bölümünde kaygusuz etrafında gelişen bütün menkıbelerin abdal musa ile bağlantılı olduğu açıkça kaygusuz abdal, türk ansiklopedisi, XXı, ankara, ansiklopedi de bu maddenin yazarı belirtilmemişse de yazının pek çok yerlerinin gölpınarlı'nın türk dili'ndeki yazısıyla mutabakat göstermesi ve yazının da gölpınarlı'ya ait olduğunda şüphe bırakmamaktadır. abdal musa'nın orhan gazi zamanında bir gazaya iştirak ettiği, gaza sırasında bir yeniçerinin üsküfünü başına giydiği ve elfi tacın esasının bu olduğu aşıkpaşazade de kayıtlıdır. ayrıca abdal musa velayetnamesi'nde de abdal musa'nın müritleri arasında kaygusuz yer almaktadır. abdal musa'nın yaşadığı devrin, kaygusuz'un yaşadığı devre de ışık tutacağı tabiidir. muhammed mustafa'nun sekiz yüz yılında geldi ibaresi, şüphesiz ki onun yaşadığı devre ışık tutan bir ibaredir. ancak bu tarihi, bazı araştırıcıların kabul ettiği gibi onun doğum yılı olarak kabul etmek pek bu durumda kaygusuz'un da abdal musa'ya Xıv. kaygusuz abdal gör ne söyledi mısraı ile biten bir mesnevisinde kaygusuz da kaygusuz'un dilgüşa'sında geçen abdal musa'ya kul oldı candan çekdi elini iki cihandan sekiz yüz yılında geldi. metinde dünya kelimesinin düşmüş olacağı hatıra gelirse de biz bu ihtimali de varit görmüyoruz. yılını kaygusuz'un doğum tarihi olarak kabul edersek onun abdal musa'ya intisabı keyfiyetini reddetmemiz gerekir. tarihini kaygusuz'un hayatındaki başka bir safha olarak kabul etmek zarureti vardır. kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler de onun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir. onun şiirlerinde geçen murad han, ishak beg ve ibni fenari isimleri, bizce bazı araştırıcıları yanıltmıştır. muhtar yahya dağlı ve vasfi mahir kocatürk daha önce de kaydettiğimiz gibi bu şahısları Xv. ancak muhtar yahya dağlı bu noktadan hareketle kaygusuz'u da Xv. vasfi mahir kocatürk, Xv. bu hususta akla en uygun ihtimal, tarihini rıza nur'un kabul ettiği gibi, kaygusuz'un mısır'a geliş tarihi olmasıdır. rıza nur kaygusuz'unyaşında abdal musa'ya intisabı ve kırk sene ona hizmet etmesi dolayısıylayaşında mısır'a geldiğini kabul etmekte ve 'den 'i çıkararak 'de doğduğunu yazmaktadır. menakıbname'deki kırk yıl meselesini gerçek olarak kabul etmek şart değildir. bu ifade her halde yunus emre'nin tabduk emre'ye kırk yıl hizmet etmesi rivayetinde olduğu gibi, türk töresindeki uygulamanın neticesi olmalıdır. dolayısıyla kaygusuz, mısır'ayaşından önce de gitmiş olabilir. kaygusuz'un doğum tarihiniolarak kabul etmesek bile 'den geriye gidemiyeceğini rahatça ifade edebiliriz. o, ila bu tarihten sonraki yıl içinde doğmuş olabilir. bizce bu şiirlerde geçen murad han tarihleri arasında edirne'de hükümdarlık eden fenarioğlu muhammuhtar yahya dağlı, buradaki ibni fenari'nin muhammed şemseddin değil, onun torunu olan ve 'de ölen alaaddin ali ibni fenari olduğunu kabul etmeye mütemayildir. murad devrinde fetva makamı ise fenarioğlu muhammed şemseddin tarafından deruhte edilmektedir. burada muhtar yahya dağlı'yı yanıltan her halde ibni kelimesidir. halbuki alaaddin ali, ibni fenari olduğu gibi, mevlana şemseddin muhammed de ibni fenari'dir. fatih devrine ait olan bu defterde söz konusu zatın adı aynen fenarioğlu mevlana şemseddin olarak geçmektedir. anlaşıldığına göre fenari lakabı, bu sülale için mevlana şemseddin'den de önce kullanılıyordu. murad devrinde üsküp sancak begi ve 'de ölen semendire fatihi gazi ishak beg'dir. fenari'nin adının geçtiği şiir, bize kaygusuz'un hayatı hakkında önemli bilgiler vermektedir. bu şiirden bazı bölümleri örnek olarak verelim: ahmed refik, fatih zamanında teke ili, ttem, no: , istanbul, bursalı mehmed tahir, osmanlı müellifleri, istanbul, ikinci baskı, ismail hami danişmend, izahlı osmanlı tarhiri kronolojisi, istanbul, flemming. murad'ın padişahlığı devrinde ve tarihleri arasında edirne'de şeyhülislamlık yaptığına göre bu şiir de bu tarihler arasında yazılmış olmalıdır. halde rumeli'de doğup büyüyen ikinci bir kaygusuz abdal düşünülemez. beg'in adının geçtiği şiirden de bazı parçaları kaydedelim: bu şiirden de ikinci bir kaygusuz'un bulunduğuna hükmetmek mümkün değildir. kaygusuz menakıbnamelerinde bu husus dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultanalaiye, sancağı begi'nün ikinci şiirde geçen filibe ve ishak beg isimleri de kaygusuz'un murad devrinde rumeli'de bulunduğunu gösteriyor. orada da murad han'ın adının geçtiği beyitler şöyledir: birinci şiirde kaygusuz'un anadolu'dan rumeli'ye geldiği açıkça belirtiliyordu. murad han'a halvet anlatsa sözi alaiye beyleri hakkındaki ilk bilgiyi ibni batuta'dan edinmekteyiz. m'te alaiye'ye gelen ibni batuta, bu şehrin karamanoğullarından yusuf beg tarafından idare edildiğini ve şehirden on mil mesafedeki sarayında oturan bu bey ile görüştüğünü ve ikramına nail olduğunu söyler. bu kayıttan tarihlerinde alaiye beyi'nin karamanoğulları'ndan yusuf beg olduğunu öğreniyoruz. mesalikü'lebsar adlı eserinde m m yılları arasında karamanoğullarının buraya hakim olduğunu ve onlar namına yusuf adındaki zatın burasını idare ettiğini söyler. bundan sonra alaiye beyleriyle ilgili ilk kayıtyılına aittir: 'de kıbrıs kralı pierre alaiye begi'ni kendisine tabi olmaya mecbur etmişti. aynı alaiye begi, 'te antalya'yı kıbrıs kralından almak için denizden bir donanma yollamış, onun bu hareketine kızan pierre ise 'da bir donanma göndererek alaiye'yi almaya teşebbüs etmiştir. ramazan'ındaki bu teşebbüs, alaiyelilerin mukavemeti ve karamanoğlu'nun yardımı sayesinde akamete uğratılmıştır. mükrimin halil yinanç, bu alaiye'nin adının bilinmediğini yazıyorsa da kalkaşandi'nin kaydından bu beyin hüsameddin mahmud bin alaaddin olduğunu tahmin edebiliriz. kalkaşandi hüsameddin mahmud bin alaaddin'inşevval'inde, yaniramazan'ından bir ay sonra mısır sultanı'na bir mektup yazdığını kayıt eder. ayrıca şarki karaağaç'daki tarihli bir mamamın kitabesinde de mahmud bin alaaddin bin yusuf çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde kaygusuz abdal'ın mm tarihleri arasında doğmuş olabileceğini ifade etmiştik. on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiğine göre bu intisabın m m tarihleri arasında olması gerekmektedir. alaiye beyliğini idare eden yusuf ömer alaaddin hüsameddin mahmud ailesinin karamanoğullarından indiği hususu yanında, bu ailenin bir tarafının anadolu selçuklularına dayandığı rivayetini de kaydetmemiz lazımdır. yazıcıoğlu ali'nin, tevarihi ali selçuk'undaki, alaiye'yi fetheden selçuklu sultanı alaaddin keykubad'ın alaiye'yi kasdederek kuvvetli yagı rum memalikine hücum edüb bizüm evlad ve ahfadımız mukavemet edemeyüp hezimet bulacak olursa, bazı bu kaleye ve bazı sinob'a iltica kılalar. alaiye beylerinin selçuk neslinden indiği hakkında bir an'anenin mevcut olduğunu zikretmektedir. ayrıca camiü'ddüvel'de de alaiye beylerinin selçuk sultanının kızının oğullarından geldiği kayıtlıdır. mezkur sülalede alaaddin ve kılıç arslan 'de alaiye'yi osmanlılar'a terke mecbur kalan son alaiye beyi yukarıya aldığımız bütün bu kayıtlardan çıkan neticeye göre 'de alaiye beyi karamanoğullarından yusuf 'larda ve 'lerde hüsameddin mahmud'un 'den önce hangi tarihte alaiye beyi olduğunu ve 'den sonra hangi tarihte beyliğinin sona erdiğini bilemiyoruz. mezkur tarihi kayıtlar ve kitabelerden hüsameddin mahmud'un babasının alaaddin, onun babasının da yusuf ömer olduğu anlaşılmaktadır: yusuf ömer'in de karamanoğullarından olduğu hem ibni batuta ve şihabeddin ömeri'deki kayıtlardan, hem de gülfeşan camii kitabesinden açıkça belli olmaktadır. mübarizeddin mahmud bey alaiye ve manavgat emirlerinin de yardımıyla antalya'yı kıbrıslılardan geri aldığı sırada da alaiye beyi hüsameddin mahmud'dur. emirü'lmu'azzam mahmud bin alaeddin bin yusuf bin karaman ve emir mahmud bin alaeddin bin yusuf ömer şekillerinde geçmektedir. alaiye beyinden hangisidir? bizce bu husustaki en kuvvetli ihtimal, hüsameddin mahmud bey üzerinde toplanmaktadır. kaygusuz menakıbnamesi'nde de gaybi bey'in babası, oğlunu abdal musa'nın elinden almak üzere tekebeyi'ne müracaat eder ve teke beyi ile birlikte abdal musa üzerine ordu yürütürler. menakıbname'de abdal musa'ya karşı teke beyi ile birlikte hareket eden kaygusuz'un babasının tarihi kaynaklarda kıbrıs kralına karşı teke beyi'yle müşterek hareket eden alaiye beyi hüsameddin mahmud olması kuvvetle muhtemeldir. ayrıca kaygusuz'un minbernamesi'nde geçen: fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'de de bu beyden teke beyi olarak bahsedilmektedir. muahhar osmanlı tarihlerinin de mübarizeddin mehmed'den emiri teke veya teke begi olarak bahsettiklerini kaydeder. tekindağ'a göre antalya beylerine tekeoğulları adını veren de aynı beydir. alaaddin adını taşıyan bir şahsın babasının da alaaddin adını taşıması pek uzak bir ihtimal değildir. bilakis, çocuklara dedelerinin adının konulması pek yaygın bir gelenektir. bu yaygın geleneğe dayanarak alaaddin gaybi'nin , babasının hüsameddin mahmud, dedesinin alaeddin bin yusuf olduğunu tahmin edebiliriz. teke eli ve teke oğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul, kaygusuz'un dolabname'sindeki bir mısrada da onun adı geçmektedir. sadeddin nüzhet'in alai gaybi bunda tekke kılmaz şeklinde okuduğu mısra bazı nüshalarda yoktur. rıza nur'a göre kelime, alaiyenin alaylı şeklinde bozulmasından ibarettir ve kaygusuz'un memleketine delalet eder. kaygusuz'un, minbername'sindeki bir beyit bizce bu noktaya açıklık getirmektedir. beyit şöyledir: bilün kaygulu bunda tekye dutmaz şeklindedir. rıza nur'un tanıttığı yazmada ise aynı mısra pertev paşa, nu: 'daki yazmanın b varağındatürk ansiklopedisi kaygusuz abdal maddesinde gaybi nin bazı nüshalarda kaygıolduğu şeklindeki kayıt, bir yanlış okumadan ibarettir. olublar gaybi bunda tekye kılandağlı. aşık olsam adum tenbel alayi eğer sofi isem dirler mürayi. alaiye beyleri arasında da alaaddin isimli bir şahsın bulunması ve ayrıca bu beylerin selçuklu sultanlarından indiği hak kındaki rivayet, aile içinde alaaddin adının kullanıldığını gösteriyor. menakıbname'de bu mahlasın verilişinin sebebi olarak gösterilen kaygudan reha bulması yani teke begaybi beg, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda kaygusuz abdal, kaygusuz mahlasını kullanmaktadır. buna bir örnek olarak şu beyti gösterebiliriz: seyfeddin, şemseddin, bedreddin gibi isimlerin seyfi,şemsi, bedri olarak kısaltılması gibi alaaddin de alai alayi? sultan abdal musa hazretleri sünnet nazarıyla gaybi'nün yüzine bakup eyitdi: bizim kanatimize göre, alaialayi? gaybi yüz yire koyup meskenet gösterdi. sultan bu nutkıyla zadenün ismini kaygusuz diyü söylerdi. kaygusuz abdal'dur adum vardur benüm bir nemedüm onı dahı od'a salam dahı benüm nem alalaralaiye beylerinden hüsameddin mahmud'un babsının adı alaaddin bin yusuf'tur. doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde iki ayrı kaygusuz abdal olamıyacağını belirtmiştik. bizce kaygusuz'un sarayi mahlasını kullanmasının sebebi kendisinin bir şehzade ve sancak begi oğlu olmasıdır. kocatürk'ün tahminine göre alaiyeli gaybi'den ayrı bir şair ikinci kaygusuz abdal, vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını kullanmaktadır. kaygusuz birkaç şiirinde kendisini miskin kaygusuz, miskin sarayi ve kul kaygusuz olarak da belirtmektedir. yunus'ta da görülen bu miskin sıfatı yine tasavvufi bir mana taşır. bektaşi ananesinde, eserlerinin isminde ve menakıbname'de kaygusuz'dan çoğunlukla kaygusuz baba, baba kaygusuz, kaygusuz sultan ve kaygusuz sultan abdal diye söz edilmektedir. bizim tesbitlerimize göre yedi şiirinde sarayi mahlasını kullanmaktadır. bektaşiler arasında kaygusuz isminin, esrar ve pilav manasında kullanıldığı bazı araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. gölpınarlı, abdülbaki, yunus emre ve tasavvuf, tasavvuf'tan dilimize geçen deyimler ve atasözleri. mısır'a gitmek için anadolu'nun neresinden hareket ettiği menakıbname'de kayıtlı değildir. rıza nur, menakıbname'nin kahire nüshasını, tanıtırken kaygusuz'un alaiye'den gemi ile hareket ettiğini kaydediyorsa da metni vermediğinden bu hususun metinde yer alıp almadığını anlayamıyoruz. bizim elimizdeki menakıbname nüshasında ve diğer neşirlerde kaygusuz'un alaiye'den hareket ettiğine dair bir kayıt bulunmadığına göre, rıza nur'un ifadesi, metne dayanmaktan çok bir tahmin olsa gerektir. biz de rıza nur'un bu tahminine iştirak ediyoruz ve kaygusuz abdal'ın müridleriyle beraber alaiye'den gemi ile dimyat'a çıktığını kabul edebiliriz. nitekim 'te alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta alaiye'de mısır, iskenderiye ve şam tüccarlarının ticaretle meşgul olduğunu, ayrıca alaiye'den iskenderiye, dimyat vesaire beldelere kereste ihraç edildiğini ifade etmektedir. kendisi de alaiye'li olan kaygusuz'un bu uzun seyahattan önce ata yurdu olan alaiye'ye geldiğini ve oradan gemi ile mısır'a hareket ettiğini kuvvetli bir ihtimalle doğru olabilir. dilgüşa'daki: imdi bu derviş dahı muhammed mustafa'nun sekizyüz yılında geldi. kaygusuz'un mısır'a m 'de geldiği anlaşılıyor. mısır'da ne kadar kaldığını bilmiyorsak da burada kaygusuz'un veya başka birinin inşa ettirdiği kasrü'l'ayn adlı tekkenin kapısındatarihinin yazılı bulunduğu kaydı, menakıbname'ye göre, kaygusuz'un en az bu tarihe kadar orada ikamet ettiğini gösterir. kaygusuz'un mısır, hicaz, suriye ve ırak'taki seyahatlerini sadece menakıbname'den öğrenmekteyiz. köprülü'nün de kaydettiği gibi bu hususu teyit eden herhangi bir başka tarihi vesika yoktur: fakat şimdilik tarihi vesikanın bulunmaması demek, kaygusuz'un buralara gitmediğine delalet etmez. kaygusuz'un şiirlerinde de buralarda dolaştığına dair bir kayda rastlamıyoruz. onun menakıbname'de geçen yerler dışında hiç olmasa güney ve batı anadolu'da dolaşmış olması icap eder. nitekim onun rumeli'den bahseden şiirlerinin birinde anadolu'dan geldiği ifade edilmektedir: yukarıdaki şiirden de anlaşıldığına göre, kaygusuz, edirne'ye anadolu'dan yeni gelmiştir. rumeli'de gariptir ve henüz rumeli hakkında bilgisi olmadığından sanma ki anadolu'dur şeklinde ikaz edilmektedir. edrene şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya sordı bana garib misün hiç bu şehri görüp misün yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye beytinden kaygusuz'un anadolu'dan edirne'ye geliş tarihinin ibni fenari'nin şeyhülislamlığı zamanında, yani tarihleri arasında olduğunu anlıyoruz. demek ki yılları arasında rumeli'ye geçen kaygusuz'un buradaki ilk durağı edirne'dir. kaygusuz abdal'ın rumeli'deki yerlerle ilgili diğer şiirleri şunlardır: sadece, mısır'daki son bektaşi şeyhlerinden ahmed sırrı baba, hiçbir kaynak belirtmeden kaygusuz abdal'ın 'de vefat ettiğini yazar. ahmed sırrı baba'nın verdiği bu ölüm tarihini nur, annemaria schimmel, Walter björkmann ve rudolf tschudi de aynen kabullenmektedirler. bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber konu bakımından diğerlerinden farklı olan manastır'la ilgili şiiri takviye eden bir başka husus da manastır'da kaygusuz'a izafe edilen yer adlarıdır. bugün makedonya sınırları içinde bulunan bu şehirde bir kaygusuz mahallesi ve bir kaygusuz çeşmesi vardır. fakat burada bizim için şiirlerin konusundan çok, buralarda geçen yer adları önemlidir. kaygusuz'un bu şiirlerde geçen şehirlerde bulunduğunu tahmin etmek herhalde yanlış olmaz. dağlı. evliya çelebi,. ahmed sırrı baba. zira daha önce de bahsettiğimiz edirne ile ilgili şiirinde geçen beyti, kaygusuz'un ibni fenari'nin şeyhülislamlığı devrinde hayatta olduğunu göstermektedir. fenaritarihinde şeyhülislam olduğuna göre kaygusuz'un ölüm tarihi 'ten eskiye gidemez. kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi ve mezarı hakkındaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: kaygusuz, mısır'da ölmüştür ve mezarı buradaki mukattam tepesi'ndeki bir mağaradadır. mukaddem tepesindeki abdullah elmagaviri mağarasıkahire fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye mezarı hakkındaki görüşler rıza nur mısır'da bulunduğu sırada, mukattam dağındaki kaygusuz'un mezarını birkaç defa ziyaret ettiğini kaydederek, mezarı tavsif etmekte ve ka'hire'de halkın kaygusuz'a abdallah elmağarevi adını verdiğini zikretmektedir. ve mağarevi mağaraya mensup demektir. nur, bir yandan bu mezarın kaygusuz'a ait olduğunu şüpheyle karşılarken, öte yandan, an'aneye ve eskiden beri gelen rivayete göre bunu kaygusuz'un mezarı kabul etmek zaruridir. evliya çelebi, aynı asrın ikinci yarısında, mukattam tepesinde şeyh cuşi tekkesinden bahsetmektedir. ahmed sırrı baba'ya göre buraya evvelce celaliler tekkesi adı verilmekte imiş. fuad köprülü, mukattam dağındaki tekkenin, Xvıı. vanjany, 'teki le caire et sese environs adlı eserine göre, eskiden kerpiç ile yapılmış olan ve 'de tamir edilen tekkenin bulunduğu mukattam dağının taşlarına oyulmuş mağaranın dibinde kaygusuz yatmaktadır. ancak sonradan kahire'de bizzat tespit ettiğimiz kaygusuz sultan'a ait olduğu kabul edilen anıt mezarın' önarka yüzlerindeki yazılar, kehf suresi'nin bu ayetlerin metni ve türkçe tercümelerini' aşağıda veriyoruz. londra'da basılmış, tarihli egypt adlı eserde kaydedildiğine göre mukattam dağında orjinal adı kaygusuz olan abdullah elmağarevi'nin mezarı vardır. köprülü, nur, rıza, hani gençler, mağaraya sığınmışlardı da tarihçi elkurayzi, adı geçen mağaranın fatimi halifesi zahir i'zaz dini'llah zamanında sudanlı bir cemaat tarafından yapılmış olduğunu söyler buradaki mezarın da resmini çektik ve kitaberi de okuduk. yine kahire'de yaptığımız araştırmamızda karşımıza başka bir rivayet dahi çıktı. sandukanın tarafındaki ayetleri ve tercümelerini de aşağıya aynen alıyoruz: abdullah elmağarevi kahire'de yer alan mukaddam dağı'ndaki sudan mağarası'nda yer almaktadır. sudan mağarası abdullah elmağaviri yatırı, elmağaviri zaviyesi, elmağaviri tekkesi' gibi farklı isimlerle anılmaktadır. o'ndan başka tanrı'lar edindiler. artık kim allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik. kehf suresi onların kalpleri üzerinde rabtetmiştik kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: mukaddam dağı'nın eteklerinde yer alan tekkenin içinde bazı tarihi eserler de bulunmaktadır. kuzey batı kısmından mehmet ali paşa kalesi'ne bir de tünel kazılmış bulunmaktadır. güney batı kısmında ise salahaddin eyyübi kalesi yer alır. mağaranın sınırlarını cuyuşi camii, mehmet ali paşa kalesi, inci sahnesi, mihmandar yakub şah kubbesi ve salah salim caddesi oluşturmaktadır. kaygusuz'un mezarı olduğu söylenen sandukanın diğer yüzü onlar iman etmiş ve allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. yunus suresi dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. hidivli islamil paşa zamanında el mağaviri'nin dervişleri mevleviye'den sudan mağarası'na taşındı. sultan hüseyin'in oğlu emir kemaleddin ve tekkenin şeyhlerinden birisi olan emir lütfi, kaygusuz abdal abdullah el mağaviri tekkesi'nin bakımını gerçekleştirmişlerdir. zira yukarıda verdiğimiz kitabeler'de, hiçbir surette kaygusuz'a ait tek bir ibarenin dahi yer almamış olması, bu mekanın olsa olsa makam' olabileceğini düşündürmektedir. abdullah elmağavirikaygusuz'a ait olduğu söylenen yatır, zaviye ve tekke'de görülen kuyu ikincisi: kaygusuz abdal, elmalı'ya bağlı tekke köyü'nde bulunan abdal musa türbesi'nde gömülüdür. akçay, elmalı'nın tekke köyündeki abdal musa türbesinin iç kısmında kaygusuz abdal'ın da yattığını zikreder. tekindağ'ın bu husustaki kaydı şöyledir: abdal musa türbesi'nin giriş kapısı üzerinde bulunan bir kitabe, tekke içinde yatanların adlarını zikretmektedir. sonradan konulduğu anlaşılan bu kitabede, abdal musa'nın babası: hasan gazi, annesi: ümmü gülsüm, kız kardeşi: zeyneb, müridi: kaygusuz abdal ve üç dervişin adları kayıtlıdır. abdullah elmağavirikaygusuz sultan'a ait olduğu söylenen tekke'deki yatır'da görülen kitabeler biz de buradaki abdal musa türbesi'ne yıllardır yaptığımız önemli ziyaretlerde, türbenin iç kısmındaki kitabesiz mezarlardan birinin kaygusuz asıl adı alayi gaybi olan kaygusuz abdal, Xıv. doğum tarihi 'den eskiye gidemez. babası, bizim tahminimize göre alaiye beyi hüsameddin mahmud dedesi alaeddin bin yusuf'tur. bir rivayete göre aynı ailenin bir tarafı da anadolu selçukluları'na dayanmaktadır. bu devirde alaiye, zengin bir ticaret merkezi ve önemli bir limandır. mısır ve suriye tüccarları alaiye'de ticaretle meşgul olmakta ve alaiye'den mezkur memleketlere büyük mikyasta kereste ihraç edilmektedir. ayrıca alaiye beyliği antalya, karaman ve memlukler'le sıkı siyasi ve askeri münasebetler içindedir. teke ve alaiye beyleri kıbrıs krallığı ile çetin mücadeleler vermişler teke beyi mübarizeddin mehmed, alaiye beyi hüsameddin mahmud ve karamanoğlu alaaddin ali müştereken kıbrıs krallığına karşı şiddetli savaşlar yapmışlardır. bu çetin savaşlarda antalya on yıl kadar kıbrıslıların elinde kalmış, bir ara alaiye dahi kıbrıs donanması tarafından işgal edilmiştir. yukarıdaki her iki rivayetin de değişik bektaşi an'anelerine dayandığı ortadadır. sonuç ve değerlendirme kaygusuz abdal'ın çok sayıda manzum ve mensur eseri bilinmektedir. bugüne kadar yapılan araştırmalarda onun önemli mecmualarda bulunan bir kaç şiiri ile gevhername, minbername gibi küçük mesnevileri neşredilmiştir. bugüne kadar yapılan şiir ve nesir neşirleri, tarih sırasına göre şöyledir: hammer, gdo, bd. betsch, atalay, bektaşi edebiyatı, istanbul. kadriye hüseyin, kaygusuz sultan'da bir nevruz sabahı, mihrab, istanbul, tevfikihsanali, türk edebiyatı nümuneleri, istanbu, fındıkoğlu, harsımıza ait vesikalar , hayat, istanbul, onay, türk halk şiirinin, şekil ve nevileri, istanbul, ergun, bektaşi şairleri, istanbul. türk edebiyatı tarihi, istanbul, nur, rıza, kaygusuz abda gaybi bey kahire'de bektaşi tekkesinde bir manüskırı, türk bilik revüsi, no: , yıl: , dağlı, bektaşi tomarı, istanbul, levend, edebayat tarihi dersleri, istanbul, ergun, halk edebiyatı antolojisi, istanbul, baba, errisaletü'ahmediyye, mısır, uraz, türk edip ve şairleri, ı, istanbul, dağı, kaygusıız abdal, istanbu, boratav, fıratli, izahlı halk şiiri antolojisi, ankara, salcı, kaygusuz abdal hakkında etüdler, ı, istanbul, tfa, sayı: , gölpınarlı, kaygusuz abdal, hatayi, kul himmet, istanbul, kocatürk, tekke şiiri antolojisi, istanbulb, ergun, bektaşi şairleri ve nefesleri, istanbul, boratav, zaman zaman içinde, istanbul, oytan, bektaşiliğin iç yüzü, istanbul, gölpınarı, yunus emre ve tasavvuf, istanbul, schimmel, drei türk. bonn, oktobercunbur, gülşehri ile kaygusuz abdal'ın şiirlerini kapsayan Xv. kalan bir mecmua, tdk ankara, gölpınarlı, alevibektaşi nefesleri, istanbul, iz, eski türk edebiyatında nesir ı, istanbul, gölpınarlı, kaygusuz abdal, td özel sayı, XıX, ankara, başgöz, türk halk tasavuf şiiri antolojisi, istanbul, pekolcay, eraydın, islami türk edebiyatı, istanbul, güzel, abdurrahman, kaygusuz abdal'ın bugüne kadar yapılan şiir ve nesir neşirleri, tarih sırasına göre şöyledir çağatayca bir gazeli tk. ankara, güzel, abdurrahman, kaygusuz abdal'ın eserlerinde bazı tasavvufi terimler, milli kültür, sayı: , şubat, risalei kaygusuz abdal, istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, no: 'de kayıtlı tercüme bir eserdir. eser, muhtevası ve şekli itibariyle kaygusuz'un diğer eserlerin, sarayname ve dilgüşa'daki konuları itibariyle ayniyyet içindedir. bu sebeple biz de bu eseri, kaygusuz'un mensur eserleri bölümünde değerlendirmenin daha doğru olacağını kabulleniyoruz. biz, kaygusuz'un eserlerini ihtiva eden yazmalardan istinsah tarihleri Xv. bu bölümde, tespit edebildiğimiz nüshaları, kronolojik olarak yazılış tah sırasına göre vereceğiz: ankara genel kitaplığı, nu: varak: topkapı sarayı müzesi kütüphanesi, koğuşlar bölümü, nu. baş: bu kitaba delili budala defteri aşık ve seyri sadık diler istanbul üniv. son: evvel ahir menem zahir batın menem mansur nasır menem genc nihan bendedür. velayetnamei sultan abdal musa nüshası, istinsah tarihi: baş. son: bu nazmı beyanatun her beyti bir beyti mu'azzamdur. var: lb a delili budala istinsah tarihi: baş. mesnevi baş: haza kitabı hutbei duvezdei imam hazretleridür. son: kaygusuz abdal benem cümlelere can benem evvel ahir benem genci nihan bendedür. senün sırrında akıllar olur mat var: a b delili budala. divanı kebır sultan kaygusuz abdal baş: ilahi alemi sırrı hafiyyat karton ciltli. milli eğitim bakanlığı, ankara genel kitaplığı nu: dil ve tarihcoğrafya fakültesi kütüphanesi istanbul belediye kütüphanesi araştırmamız sırasında, varlığını öğrendiğimiz ancak çeşitli sebeplerle görme imkanı buulamadığımız bazı şunlardır: kütüphanemizdeki tarihsiz kaygusuz menakıbname'sinde fermayed kaygusuz baba sultan, gevhernamei baba kaygusuz sultan, kasidei tolab minkelamı kaygusuz baba sultan, necef'e medhiye, min kelamı baba kaygusuz sultannutuk, minkelamı kaygusuz baba sultan,şiir, minbernamei kaygusuz sultan, salatname. kaygusuz divanı ile ilgili marburg nüshası, eserin bulunduğu kütüpne ve şiir sayıları hakkındaki tespitlerimiz şöyledir: kaygusuz divanı'nın en sağlam nüshası almanya, staatsbibliothek, ms. nüshanın müstensihi derviş ali horasani ve istinsah tarihi de. bu nüsha, bir noktada kaygusuz abdal külliyatı niteliğindedir. divan'a ait olan şiirler değil, kaygusuz'un bütün eserlerinin takriben 'i yer almaktadır. divan, kaygusuz'un ölümündentakriben yıl sonra, 'lerde yazıya geçirilmiştir. barbara, flemming, hazırladığı die türkische handschriften in deutschland' adlı katalogunun ab varakları arasında kaygusuz'un toplu halde bulunan önemli şiirlerini d v n adı altında vermekte ve bunların 'un üstünde olduğunu ifade etmektedir. biz de bu nüshayı, bizzat yeni harflere aktarıp, yayımladığımız zaman gördük ki bu nüshanın muhtelif yerlerine serpiştirilmiş pek çok şiiri ve yine aynı nüshada yer alan gülistan'da dacivarında bulunmaktasır. düğümlü baba, nu: 'de millet kütüphanesi, ali emiri bölümü, nu: 'da nu: 'debelediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'de: menakıbname, ag nüshasında şiir bulunmaktadır. bazı şiirlerinde önemli yiyecek adları, hayvan, bitki, maden, kozmik alem ve eşya isimleri de yer almaktadır. salatname'de kendisine namazın ne olduğunu soran kadılara hiddetli bir eda ile şimdi size cevap vereyim. kuşlar, kumrular budaklarımda yuva yapardı. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolap şöyle cevap verir: dolabname'de kaygusuz, bir su dolabınabarbara flemming, türkische handschriften in deutschland, teil ı, Wiesbaden, nu: aa. nuruosmaniye, ab, ba kiyabı miglate, belediye, ergin böl. nuruosmaniye, aa süleymaniye, haşim paşa, no: , ab. nuruosmaniye, ab ag nüshası, kaygusuz menakıbnamesi, bütün bunların sebebi, mustafa oldu. allah bu cevhere bakınca, cevher dirildi ve bütün cihan meydana geldi. cihan istikamet tuttu ve her mekan yerli yerinde düzeldi. bundan sonra allah tekrar mustafa'nın canına nazar eyledi, bütün canlar ondan yaratıldı. her can kendi cismine girdi, böylece varlıklar canlanmış oldu. sonra yerine bir türlü kul geldi. ayağı sığıra, kulağı eşeğe, gövdesi ve tüyü koyuna, huyu at'a benzeyen mahluklar kamışı yeyip çoğaldılar. bunlardan sonra yetmiş bin şehir yaratıldı, içleri hardal tanesiyle dolduruldu. allah bir kuş yaratıp, ona t aneyi ye! bu da elli bin yıl sürdükten sonra, allah atı, elli bin yıl sonra da adem'i yarattı. cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak ehli dil olanlar bilir. benim sözümü de ancak akıllılar anlar. hak bana söyletirse ben de size bu haberi vasf ederim. ay, güneş, yıldızlar, zaman, cennet, cehennem, huri, gılman, dünya, ahiret yoktu. adem, yerlerin ve göklerin esrarını anlayıp allah'ı tanıdı ve bütün mahlukatın halifesi oldu. eserin özeti nüshanın bulunduğu yer eserin kayıt numarası adem, şam'a vardı. bir dereye erişti: cennet'te yediği bütün tohumları oraya döktü. yeryüzündeki bütün yemişler bundan çıktı. on iki yıl havva'yı arzulayıp aradı. da adem'i arzulayıp aradı. fakat adem sakallı ve ayağı aksak olduğu için havva onu tanıyamayıp kaçtı. otuz üç yıl adem, havva'nın peşinden gitti. nihayet allah'ın cebrail'i göndermesi ve adem'in allah'tan af dilemesi üzerine adem, eski haline döndü. böylece havva onu tanıdı ve boynuna sarıldı. eserin bundan sonraki büyük kısmında belirli bir konu, hikaye edilmez. kaygusuz abdal konuyu dervişlere ve tasavvufa getirmek için yukarıda hülasa ettiğimiz girişi yapmış gibidir. bundan sonra tasavvufla ve dervişlikle ilgili önemli hususlar ve tabirler uzun uzun anlatılır. acı sözlerle tahammül edip dünya için endişe çekmediler. nemrud'la mücadelesi, musa peygamber ve firavun, allah, adem'de ayna oldu. perdenin aslı su, toprak, ateş ve yel'dir, fakat perde içindekinin kim olduğunu bilmek lazımdır. daha sonra kaygusuz, misafir bir derviş olarak dünyayı gezerken bir şehre vardığını söyler. kal'a dan biri çıkıp ona nerden geldiğini, ne sattığını sorar. destur verilince içeri girer, bakar ki bir muazzam şehir. aşıkların ahvalinden bahsedildikten sonra attar'ın mantıku'ttayr adlı eseri ele alınır. bu eserde, simurg adlı kuşun kafdağı'nda mekan tuttuğu ve cümle kuşların sultanı olduğu ifade edilmiştir. otuz bin kuş simurg'u arayıp giderler. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, üç yüz altmış altı çarşısı, on iki burcu ve dört yüz kırk dört sipahisi, on iki kapısı vardır. derviş bütün şehri dolaşarak müşkülünün hallolduğunu ve özünü bildiğini söyler. bilmediğin sözü söyleme, ulaşamayacağın şeye elini uzatma, kırılacak dala konma, fakirlerin elinden tut, tuz ekmek hakkını unutma, kendi işini başkasına bırakma. gibi nasihatlardan sonra birinci mesnevinin süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu: süleymaniye, haşim paşa, nu: ve belediye kütüphanesi , osman ergin bölümü, nu: 'de birer nüshası mevcuttur. allah'ın peygamberlerde tecelli etmesi şeklinde ifade edilir. yedi kat yerde mi, yoksa gökte mi bulunduğu vücut mu, can mı, erkek mi, dişi mi olduğu sorulur. daha sonra eser, münacat ile başlar. bu kısımda vahdeti vücud görüşü, nutfeden ademin ana rahminde teşekkülü ve dünyaya gelişi anlatılır. mananın ehemmiyeti üzerinde durulduktan sonra tekrar önemli örneklerle vahdeti vücud anlatılır. halde nefsi bırakmalı, ona uymamalıdır: diyen kaygusuz abdal yine vahdeti vücuda geçer. birtakım nasihatlerden onra birlige yitdi kamu yahşı yavuz dünyada herkes er olamaz herkes de erin kim olduğunu bilemez. evliyanın delil olduğu insan, iki cihanda zelil olmaz. dünyaya gelmekten murat, mal sahibi olmak değil, hakk'ı bilmektir. daha sonra yine allah'ın her yerde tecelli ettiği anlatılır. ferhad'a şirin görünen, leyla'nın yüzündeki güzellik odur. halil'i nemrud'un odundan saklayan, yunus'u balık içinde bekleyen, yahya'yı her dem ağlatan, eyyüb'ün dertli bağrını dağlatan odur. sofi, zikr tesbih etmeli zahit öz huzurunu beklemeli aşık feryad ah etmeli derviş öz yolunu gözetmeli bülbüle gülistan, tavusa seyranı bostan gerektir. türkmen yaylaya göçmeli, harama, kervan gözlemeli, emin kişi kendi yolunu izlemelidir. bundan sonra yemeklerden bahseder: sonra tekrar, her şeyin yerli yerinde olması gerektiği hususunda birçok örnekler verir. abı hayat değme su gibi değildir. dograma darı çöregin ayrana ayrandan yegdür balıla kaygana bu nişanı kimde görsen bil yakin oldur er dutgıl etegin öp elin insanın gözünü açması ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini düşünmesi lazımdır. adem hüdhüd'dür, simurg'dur, kaf'dır. allah da ademde aşikar olmuştur: cümle eşyadan maksut, ademdir. marburg nüshası'nda küçük mesnevi başlığıyla geçen bu mesnevinin, ank. kaygusuz abdal dimişler bir fakir isterisen buncılayın bir nasib hakk seven kişi yile ol habib bir aceb vasfı hikayet eylemiş işte dünyanın hali budur. er olan kimse dünyayı bir pula almaz diyerek burada da eri anlatır. kimisi bunların niçin sakalını kırktığını sorar. kaygusuz onlara kibirlenmemelerini, gözlerini açıp özlerini bilmelerini tavsiye ettikten sonra şunları söyler: tarikat yolu emindir. orada yaz, kış, gitmek, gelmek, doğmak, ölmek, uyumak, uyanmak yoktur. ruşen oldı bu ma'ni sırrı muglak diye devam eden kaygusuz, bundan sonra erenleri anlatır. bundan sonra kaygusuz düşünde bir şehir, şehir içinde bir padişah gördüğünü, şahane bir meclis kurulduğunu padişaha bu esrar sırrını sorduğunu ve kendini bil, sen hayvan değilsin cevabını aldığını anlatır. sonra uyanmış, gözünden perde açılmış, sultan'ı allah'la görmüş ve aşk müptela olmuştur: diyerek önce aşk hakkında, daha sonra gönül hakkında yazar. kisra, kayser, azizi mısır nerede? her şeyin yerli yerinde olabileceği hakkındaki daha başka atasözlerinden sonra vahdeti vücuda göre, dünyada görünen herşeyin o olduğunu anlatır: bülbül o, gülistan o'dur. bu ışk ile cihan oldı münevver bu ışk ile döner künbedi devvar nefis, insanı yoldan çıkarır. bir akçayı atasından aziz tutar. bir akça için bin yalan söyler başından vazgeçer, ölüyü mezarından çıkarıp soyar. dünya yalandır, fitnesi çoktur. eğer insan, bu gafletten kurtulursa bütün sırları keşfeder. cihan aşk ile parlar. musa, tur'a aşk ile gelmiştir. kaf ile nun, çeng ile ney, hüdhüd ile simurg, ırak ile yakın, gece ile gündüz, her şey bir olduğunu belirtir. kevn ile mekan ademe müştaktır. kendisini görebilen insan, birlik'e erer diyen kaygusuz, tekrar birliki anlatır. o, bir çerağ, yahut yemişli bir bağ misalidir. tekrar adem in değerini anlatan, onun sedef içinde cevher olduğunu belirten kaygusuz, elhaya mine'l iman hadisini zikrederek edeb konusunu işler. süleymaniye, haşim paşa bölümü, nu: 'da birer nüshası vardır. tenin insan için bir tuzak olduğunu, zaten beş günlük ömrü olduğunu söyledikten sonra tekrar insanın ömrünü boşuna geçirmemesini bir delile tutunmasını tavsiye eder. bazı yiyeceklerden bahsettikten sonra bu kuş dilini ancak süleyman'ın anlayacağını, bu sıfatların dünya adeti olduğunu söyleyerek mesnevi'yi bitirir. kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığı vahdet teorisi içinde kısaca anlatılmıştır. mütekaiben de, muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi, güzellikleri ve daha nice vasıfları verilmiştir. bu konuda da şimdilik en güzel örnek: kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername'yi örnek olarak verebiliriz. gevher cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır. gevherin bir adı da mahmud' dur. eser tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: eser, mesnevi nazım şekliyle söylenmiş vebeyitten oluşmaktadır. marburg nüshası min kelamı gevhernamei baba kaygusuz sultan başlığıyla yazılan bu mesnevi daha önce mehmet akalın tarafından topkapı sarayı kütüphaneside kayıtlı mecmuai latife adlı yazmadan yeni harflere aktarılarak tamamıbeyit halinde yayınlanmıştı. bizim burada yaptığımız kritiğe göre mesnevibeyitten ibaret ve bir hayli farklılıklar vardır. kaygusuz, hac mevsimi yaklaşınca şeyhi abdal musa'dan icazet alarak mekke'ye hareket eder. muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını da ortaya koyan bu gevhernamei baba kaygusuz sultan adlı eseri söyler. yani bu mülkü şereflendirdi. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. muhammed'in canıydı. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı gevherdendir. peygamberin nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyeyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eserini tamamlar. kaygusuz abdal, hac farizasını ifa ettikten sonra anadolu'ya gelmek üzere medine'den hareket eder. karyei nik ve kal'aı humus'a gelirler. bu dolap'ın iniltisi karşısında kaygusuz abdal cuşa gelip bu kaside'yi söyler ve bu zamandan sonra dolab'ın adı daha sonra muhammedi dolab olarak literature geçer. dolap, kelime manası itibariyle içine eşya konulan raflı veya rafsız göz hile, dek, dubara kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark devreden, dönen bedestenin içindeki küçük dükkanlardır. dolap, ıstılahi manada ise allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesi dir. bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni kaygusuz abdal'a ait dolabname'nin yazılışı onun menakıbname'sinde şöyle anlatılır: dolabname allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dolap şöyle cevap verir: kaygusuz abdal, dolabname'de özetle şunları ifade etmektedir: eserin özeti dolabname, sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir. her iki bölüme ait birkaç beyit ile örnek vermeye çalışalım: kaygusuz neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. bak: güzel, kaygusuz abdal, baskı, ankara, kaygusuz abdal'ın eserlerinde su motifi, milletlerarası türk folklor kongresi bildirileri, ı, ankara, kaygusuz abdal menakıbnamesi, dolabın cevabı: kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün nsalat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiye'sidir. kaygusuz abdal bu şiirinde kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularına beş vakit günlük namazı, vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte beytiyle cevap vermektedir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatnameyi konunun ehemmiyeti bakımında ileriki sayfalarda tam metin olarak vermeye çalışacağız. farzı sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürembkz. baskı, kaygusuz abdal, ankara, menakıbname'nin ag nüshası, ankara genel ktp. ahmed sırrı baba, errisaletü'l ahmediyye fi tarihi't tarikatü'l aliyyeti'l bektaşiyye be mısri'l mahruse, kahire, dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, onun va'z nasihatını dinlemeye başladılar. hatip , oturduğu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. vaiz efendi başladı cehennemin kapısını açmağa sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmaga' deyip bazı sözler söyledi halka va'z nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. fi'lhal oturdugu yerden ayak üzerine durugelip gönlü cuşa geldi ve şöyle söyledi: akıl ile hali bildim. hakk'ı buldum, diyerek minberi tepenler ve halkı irşat etmeye kalkan kişiler özünden geçmeden rabbini bilemez, allah'ı bilmek için benlik'i bırakmak lazımdır. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbını gözetirler, gönüllerinde türlü fitneler üretirler, birinin minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, namazdan sonra hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, onun, hatibe verdiği cevaptır. meger gün mübarek cuma ünüdür. bu olay, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: minbername dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir tür olan kaygusuz abdal'ın mesnevi nazım şekliyle yazılmış minbername'si, bugüne kadar sadettin nüzhet tarafındanyılındabeyit olarak nesredilmiştir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda kaygusuz abdal'a ait olan bu minbernamei kaygusuz baba adlı eseri, ilerdeki sayfalarda vermeye çalışacağız. daha sonra kaygusuz dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de beyitle konuyu bitiriyordu. güzel, minbername ve salatname, bu ilmi aklı ma'ad bilir. bir de gönlü ve gözü açık arifler bilir. bu sapıklar ve kısırlar bilmezler ki hakk leşkeri kırmakla tükenmez. eğer budalaname'nin yazma nüshaları pek çoktur. en eski nüshaları mevlana müzesi ktb. dtcf, ismail saib ı, nu: 'de yer almaktadır. bu eserin ayrıca risalei kaygusuz adıyla, tarihsiz, birkaç taş basması da mevcuttur. taş basması nüshalar, sayfa arasındadır. bunun arasında da iki direkli bir şehir var: bu şehre girmeyen allah'ın sırrından hiçbir şey anlayamaz. bu akıl ne kadar çalışırsa çalışsın arifler menziline yol bulamaz, şaşkın olarak kalır. eserin ilk satırlarında bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve seyri sadık dirler ve hayali nadan dahı dirler. kaygusuz, aklı maaş ile hakk'ın bilinemiyeceğini söyleyerek şöyle devam eder: eserin özeti birinci konu, kendini bilmektir. kendini bilenler şehzade iken geda olur mekanları gülşen iken külhan olur. kendini bilene atasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının südü haramdır. sen kendi bildiğini bir kenara bırak, bir mürşidi kamile bağlan, arifler ve ehli diller meclisine gir ki ahiret marazlarından emin olasın. yarın mahşerde insanların kimi eşek, kimi sığır, kimi maymun suretinde olur. bu mana ancak gönüle yol bulana feth olur. gönlü bırakıp surete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar. hakk, gönlü kendisi için yaratmış ve kim beni isterse, kırık gönüllerde bulsun, demiştir. gönüle giren ise herşeyi sorup çıkarır muhannetleri er, erleri şiri merd şiri merdleri, ferd eder. hakk'ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikatı bilmektir. ahirette hakk taala bir dolunay gibi görünecektir. bu dünyada iken insanın uzun kısa fikirleri bırakıp makam ve hal ehli olması lazımdır. fırsat elde iken kaya kuşu gibi ömrü lak lak ile geçirmemeli, körler gibi deve tepmesini somun sanmamalıdır. onlara eren mukallit iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken maşuk olur. bundan ileri makamı olmaz ve bu makama makamı mahmud derler ki bunı arifler bilir. bundan sonra kaygusuz, göz ile görüp, gönlüm ile inandığım şeyden haber verürüm görmediğüm bilmediğüm yirden haber virmem. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi, gah anaya beni kız eyledi gah anayı bana kız eyledi gah beni tıfl idüb anlara besletdi. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende gah perende oldum. nice bin kerre küfr imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karuşdum. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. ve'lhasılı kelam bu harabat ehli ölmeden ölenler, içi maşuk, dışı aşık olanlardır. onlar bihodluk şarabını içip daha ölmeden soru ve hesabı verirler. onlar havf ve recadan kurtulup hayır ve şerden geçmişlerdir. onlar suret kapısını kapayıp ademi tekayyüd etmişlerdir. varlık yokluk lezzetinden fariğ olmuşlardır. ne öğünmek ne dava ne keramet ile uğraşırlar, ne tesbih ne seccade ne ibrik düşünürler. daim tenha olup bu halka karışmaz olurlar. halik'in emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp utıldum. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudım. gökler, yerler, yıldızlar, hiçbir şey mevcut değilken allah, kendi gizli hazinesinin bilinmesini istedi, kendi kendisini temaşa ederek kafı nun'a vurup bu karhaneyi yarattı ve hemen kendisi sır oldu. kaygusuz biz de bu karhaneyi seyritmek istedik, padişahı alem dilegümüzi kabul idüb, bize insan donunı giydirüp bizi bu dünyaya gönderdi. bundan sonra kaygusuz, ansızın anadan doğup tıfl, baliğ, yiğit, pir olduğunu, bir gün ruh aşinalarının halinden haber sorduğunu söyleyerek onlara kısaca yirmi beş bin aşiyan gezdim ve seyran ettim diye cevap verdiğini anlatır ve şöyle devam eder: beşinci konu, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakk'ı bilmek olduğudur. bugüne kadar halk birbirine bu karhaneyi kim bünyad etti diye sormuştur. muhammed bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içinde bildirdi. aklı ma'ad'a mukarin ol, dünyaya takılma, sonun düşün kimseyle düşmanlık itme, helali haramı ayur, haksız işlerden sakın, cahile karşu yumuşak, arifler katında sessiz ol, sorulmadıkça konuşma. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonup erenler meydanına kodum. yetmiş iki millet orada şaşkın. karşımda bir şehir görüp yana gitmek istedim ama gidemedim. ben de avcı zağarı gibi yanına düştüm. yalnız başıma şehrin her köşesini dolaştım. ne istesem anda mevcut olurdu. daha sonra nefsi anlatan ve vücutta hakk'tan gayrı bütün düşüncelere nefs denildiğini bildiren kaygusuz, bütün yaratılmışlarda allah'tan bir şem'a olduğunu söyler. ben de allah herşeyi muhittir. tanrı hakkı sözü bunu anlatır. kaygusuz şöyle devam ediyor: insan bir mürşidi kamil'e bağlanmalıdır. mürşidi kamil odur ki özünü bilmiş ve kendi vücudunun şehrinde hakk'ı bulmuştur. hakk ile birleşmiş ve süleyman gibi hatem sahibi olup yedi iklime hakim olmuştur. buna mukabil insan sıfatlı mürşitler çoktur. ancak bunlar sırru'llahı bilmezler. dünyalık işin kendilerini halka sevdirip yalan sözler ve mühmel remizler ile avamı ve cahili kandırırlar. peygamber'imizin buyurduğu, din yolunun dikenleri ve halkın çirkin kokuları bunlardır. müritlerinin kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oğlan, kimi uşaktır. kendilerini de şibli, hasanı basri, bayezidi bistami yerine koyup keramet iddiasında bulunurlar. halka dam tezvir içün başların kabartup bol cübbeler giyüp musahebet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler, benzin saradup dudağın kemerlendürürler, muttasıl oruçdur disünler, bunlar her dem başın aşağa salarlar, gah sadık ve gah ah iderler, ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler eydürler ki ya'ni pirinden ana ziyada nazar olmışdur disünler. bana kuş dili bilirsen söyle, bilmezsen kalk git. ben de ya söylerim ya giderim deyip söze başladım: bu cihan bir kubbe misalidir. ay ve güneş kandile benzerler. yedi kat yerler vücudum, sular damarım, gökler çadırım, arş seyranım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, bu nakşı pergal seyranımdır. yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekne, yerden göğe bir kulaç, yerin eni boyu bir karıştır. su yukarıdan aşağıya akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar. bunların cümlesi fırsat eldeyken insanın nadanlığı bırakmasını öğütler. kaygusuz, şöyle devam ediyor: şiirini okur. bakar ki ne sahra var ne yol. bunun üzerine bendedür' redifli şiirini okur. bundan sonra bir dervişin gördüğü rüyayı anlatır: derviş sonsuz bir çölün ortasındadır. fakat çağırmalarına hiçbir cevap alamayınca: eserin adı mevcut yazmaların en eskisi olan tarihli muahhar olan diğer nüshalarda eserin adı kitabı mağlata olarak kaydedilmiş ve bazı araştırıcılar da bu şekli kullanmışlardır. esasen birini şaşırtmak, yanıltmak için söylenen zihin karıştırıcı, saçma sapan söz manasına gelen mağlata kelimesi, böyle bir esere isim olarak uygun düşmemektedir. aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, kitabı miğlate'nin mar, nu: süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu: ankara genel kitaplığı, nu: ali emiri blm. vatican, turco, nu: ı süleymaniye, hacı mahmud efendi bölümü, nu: ve istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'te birer nüshası vardır. basma budalaname nüshalarında, yeni bir esere bağlandığı belirtilmeden kitabı miğlate'deki hikayelere geçilir ve böylece kitabı miglate'nin baş tarafı budalaname'lerde yer almış olur. miglat ise yayın gerilmesi suretiyle uzağa atılan, isabet kaydeden ok manasına gelmektedir. bu sebeple eserin adını miglataname olarak kabullendik. muhammed'e devenin büyü ğüne deve derler. peygamber de o da devedir, ama küçük olduğu için ona köçek derler. peygamber buraya kabe kavseyn derler ve ağacın adı şecerei islam'dır. derviş ağacın iki budağına güneş vurduğunu, diğer üçüne vurmadığını gördüğü sırada uyanır. bakar ki yer, gök ve bunların içindeki bütün eşyanın sesi kendi vücudundan gelir. zaman anlar ki bu alemden murat, kendisidir. bir yerde oturup dinlenirken yine bir rüya görür: yine bir sahra ve ortasında ulu bir ağaç görür. bütün peygamberler orada toplanmışlar. derviş: bu suretlerin içünde cümbüş kılan ve şubede gösteren sayvanın sahibidir. derviş bu cevapla şad olup bir başka rüyada, meğer şeytanın ne kadar fitnelikleri varsa bu torba içinde imiş. hepsi de bu sayvanın sahibini aramaktadırlar. adem peygamber dervişe derviş bir rüya daha görür. ali'nin önünde şeytanla mücadele edip kazanır. muhammed'in bütün peygamberlerin önünde yürüdüğü nü, allah'tan bütün mahlukat için şefaat dilediğini ve allah'ın da, sen sana değeni iste! allah'a, ilahi, ben miskine dahi nazar eyle! derviş'den, derviş: bu ne küfür söyledi. bunun üzerine derviş, nemrud tanrı mıdır, ben bunun doğduğunu bilirim. ne zaman tanrı olmuş? nemrud, ibrahim'i ateşe atacağı sırada derviş allah'a, seni hak bilene inayet eyle! nemrud'un askerleri dağılır. dokyanus, firavun, şeddad ve nemrud gelip bu şeyhi bize sat, sana bir kepenek yapalım ve bir palan verelim. behlul de onu görür kucaklaşırlar. derviş, behlul'ün kuş dilinden anladığını görünce cuşa gelip şiir okur. behlul'ün çok hoşuna gider, dervişi kucaklar ve yakasından içeri girip kaybolur. düşünde cümle alemin hakk teala'nın birliğini söylediklerini görür. bir yerde kalabalık bir divan var. nur parlayınca cümle eşya uyanır, hakk'ın birliğine şükreder. nemrud adam gönderip adem'le dervişi çağırtır. derviş dayanamayıp odun toplayın, ateş yakın, ibrahim'i içine atın. bundan sonra derviş meclistekilere şunları anlatır: zamanı evvelde bu cihan yok iken allah bu cihanı halk etmek istedi. onun nurundan ve ruhundan sonra bu nur yandı ve bütün alemler vücuda geldi. bütün şeyhler, zahitler, abidler, sofiler gelip ali onlara, gözlerinizi açıp bakın der. derviş dahil hepsi gözlerini açınca yerden göğe, gökten arşı ala'ya, arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya, oradan makamı kabei kavseyn'e, cennetü'l me'va'ya ve firdevsi ala'ya kadar her şeyi görürler. derviş bu manzara karşısında coşup bir şiir okuyunca, orada bulunan şeytan onu tanır ve üzerine yürür. ali dervişe tahsin eylediği sırada derviş uyanır. bu esnada, gel kurban al, yeri göğü kaldıran öküzün balığın işi bitmiş, dervişlere hakk tebareke ve teala öküzü balığı kurban vermiş. musa peygamber, derviş, kurbanı al, buraya gel, burada sohbet edelim. süleyman'la sohbet ederken birçok insanlar gelir. derviş de önce adem donunda, sonra çeşitli kılıklarda cihana geldiğini anlatır. derviş alemin teşekkülünü, insanın meydana gelişini anlatırken tam adem peygamber mevzuuna geldiği sırada şeytan onu tanır. yine mücadele ederler. derviş aldırış etmez, ileri yürür, görür ki balığı öküze yükletmişler, yürürler. muhammed, allah'ın hepsini bağışladığını, ancak rüşvet yiyen nablus kadısının işinin kendilerine çok müşkül geldiğini söyler. bunu, söyleyen derviş cihandaki her şeyin, cihan suretli bütün hayallerin kendi vücudunun gölgesi olduğunu görünce tekrar cuşa gelip şu şiiri okur: böyle rüyalar görüp uyanan derviş kendisini şamakı şehrinde bir külhan bucağında görür. daha sonra uyuyan derviş, bütün alemin kendisine karşı secde ettiğini görür. bu manzara karşısında hayran kalan derviş şu şiiri okur! oraya gelen derviş, mısır sultanıyla karşılıklı şiir söyleşir. kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuzdan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erbaa ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudname'si bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman çelebi ve azeri sahasında yazılmış olan manzum vücudnameler de bu türün diğer örnekleri olarak değerlendirilebilir. bu eserler vücut, ıstılahi manada ise insanın allah tarafından yaratılışı, tanrı'nın bütün güzelliklerini kendinde toplaması dır. vücudname, insanın yaratılışı ile ilgili olarak yazılan manzum ve mensur eserlerdir. sonra eserin özeti eserin nüshaları genel teori ilahi hükmü gereği insanın ana rahmine düşen nutfeyi yedi seyyarenin terbiyesi ile vücud bulup yaradılışına dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz abdal, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: şte bu yedi seyyarenin tesiri ve görevi de aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: ademoğlu yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir. adem, bir şehri muazzam'dır ki, nice bin alemler anda mahvolur ve bu şehrin on iki kapısı vardır ki bu alemin on iki burcuna mukabildir. her akıl bunu kavramaktan bilmekten acizdir. bilmek ve kavramak isteyenler varsa onlar da ehline yani insanı kamil'e müracaat etmeli, onun eteğinden tutmalı, izinden gitmelidir. sonra ademoğlunun dışındaki burun, ağız, kulak gibi ve batınındaki hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir: ayrıca dört melek'in de insan vücudundaki aşağıdaki uzuvlara benzetilmektedir. alemdeki meratibi erbaadan kara kış, şeriat gibidir yaz, tarikat gibidir güz, marifet gibidir bahar. alemdeki meratibi erbaa dört mevsime müşabihdir: daha sonra kaygusuz, gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi! bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için talim lazım geldiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fani olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu, bu alem yaratılmadan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve ala, kamış içinde şeker ve gülab gibi vaki olmuştur. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyti getirir: yine kaygusuz, yukarıdaki sözlerine nisa suresi. göklerde olanlar da, yerde olanlar da allah'ındır. yeryüzünde ondan daha şirin nesne yoktur. kaygusuz'a göre, her mürşidim diyen mürşit olamaz. dolayısıyla insanın hakikatı bilmesi için kendini bilmesi lazımdır. bunun için de insanın suretini bırakıp manasını aramalıdır. muhammedmen arafe nefsehu, fekad arefe rebbehu buyurmuştur. kaygusuz da, bu sözü şöyle açıklıyor: insan deryada gavvas, yani dalgıç olursa her cihetten azat olup devleti bulur. on sekiz bin alem insana mütealliktir ve on sekiz bin sıfattır. altı bini nebatata, altı bini hayvanata, altı bini insana mütealliktir. bunların da eli altında veliler vardır. batın erenlerinin halleri böyledir. zahiri kutuplar ve batıni kutuplar. zahiri olanlar kutbü'laktab, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler ve binbirlerdir. daha sonra kaygusuz, padişahlar alemini ikiyi ayırır: çalışmalarımız esnasında onun bilinen eserlerinin yanında, daha başka eserlerinin de olduğunu tespit etmeye çalıştık. risalei kaygusuz abdal da bunlardan biridir. ayrıca bu konuda elimizde daha başka herhangi bir ipucu da yoktur. dolayısıyla bu tercümenin ne derece tam bir tercüme olup olmadığı veya müellifimizin bazı ilavelerini ihtiva edip etmediği hususunda da şimdilik herhangi bir şey söyleyemiyoruz. hakk'ı dünyada iken tanımak, hakikati bilmek, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakkı bilmek, gönül, mürşid, mürşidi kamil'e bağlanmak. ayrıca kitabi miğlate'deki rüya motifine burada da rastlamaktayız. kaygusuz'un gülistanı, mesnevi'ler ve dilgüşa'daki tasavvufi unsurların pek çoğu da yine bu risalede mevcuttur. dil ve imla hususiyetlerinin kaygusuz'un diğer eserleri ile mutabakat arzetmesi, dükeli gibi bazı kelimeler bu kanaatimizi teyit etmektedir. yer yer lirik parçalar ihtiva etmekle beraber, umumiyetle didaktiktir. muhteva ve şekil itibarıyle de kaygusuz abdal'ın diğer eserleriyle örtüşmektedir. hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz eser, mesnevi tarzında kafiyelenmiş uzun bir şiirle başlar. aleserin nüshaları insan kisvetini giymeden can idik ve sultanın vücudunda bir idik. her eşya yerli yerini aldı ve padişahı alem bunların içinde sır oldu. alem cümbüşe geldi, her şekil ve suret bir ayrıksı şubede göründü. padişah, adem donunu bize hil'at olarak verdi. yoldaşyukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bu uzun şiirde de allah'ın cümle eşyada mevcut olduğunu anlatan kaygusuz, altı varaklık farsça bir bölümden sonra bir dervişin bu kitabı yazan dervişe ki midani dersin durursun, sen hiç türkice bilmez misin? biri vücudun bütünü, diğeri vücud içindeki hakk'dan gayrı hayaller, düşüncelerdir. bundan sonra ademin cümle şeyin özüne malik olduğunu anlatan kaygusuz, özünü bilenin mücerred hakk'ı bileceğini söyleyerek tekrar uzun bir şiire geçer: daha sonra, nefsini bilen rabb'ını bilir. kaygusuz, nefs üzerinde durur: derviş, başımdan geçen hikaye mi söyleyeyim, yoksa işitilmiş hikaye mi söyleyeyim? odur gevher adem anun sadefi mesnevi kafiyeli uzunca bir şiirden sonra dünyaya gelmekten maksadın tanrı'ya kulluk etmek olduğu, kullanıp paylaştığımız bu dünyadaki nesnelerin bir sahibi bulunduğu anlatılır. müslümanın sıfatları sayılır: tanrı'yı hazır görmek, peygamberden utanmak, edepsiz olmamak, adetsiz iş işlememek, büyüklere küstahlık, küçüklere tekebbür olmamak sözünde dürüst olmak hasud olmamak, cimrilik etmemek, yalan söylememek. ışk eri oldur ki, aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tama'lık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendi vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yir gibi sakin ola, od gibi çiği pişirici ola, su gibi daima bir yola vara, yil gibi her yiri seyran ide! daha sonra la ilahe illa'llah redifli bir şiirden sonra ibadetin icabet için olduğu, taatın kul ile tanrı arasında sebep olduğu, temizliğin ise hakk'ın gayrısından perhiz eylemek manasına geldiği ifade edilir. aşk muhabbetten doğar, akıl fikirden biter, inancın aslı ikrar, marifetin aslı tevhid, tevhidin aslı herşeyde allah'ı hazır görmektir. daha sonra aşk erini anlatır: bilahare, kim ki tanrı'yla ise tanrı dahi onun iledir. tanrı'dan korkmak, erenlere ikrar eylemek, hasut olmamak gibi öğütlerden sonra şöyle der: bir avuç toprak kendi miktarını bilse, böylece kulluğa bel bağlasa allah ganidir. rum salikleri bunun ne demek olduğunu bilirler. biz dillerden türk dilini biliriz, gün doğduğu zaman sabah oldu. türki dilince bu kadar biliriz. aslı hakk'tır, cümle sıfat onun şubesidir. daha sonra can ile vücut, murakka bir hırkanın astarı ile yüzüne benzetilir. hakikat, kerimi zü'lcelal'dir. hakk'ı bilmek için dört nesne lazımdır: mürşidi kamil, ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak. daha sonra allah'ın her yerde mevcut olduğunu ifade ederek şöyle der: herkesin gönlü bir nesneye emin olur kimi aya güneşe, kimi kendi eliyle yaptığı şeye, kimi allah'a tapar bunların cümlesi pergal'den dışarı değildir, hepsi allah'ın yedi kudreti'ndedir. bir insanın elinde bir haşhaş tanesi ne kadarsa bütün yaratılmış eşya da kadardır. hakk'ı aramak, ayrılığa tanıklık kısa bir şiirden sonra allah'ın zerreden güneşe, katreden ummana kadar her yerde dopdolu olduğunu burada var, burada yok dememek gerektiğini söyler. daha sonra vücudun bir kisve olduğu, insanın özünü bilmesi gerektiği anlatılır. kabiliyyeti latif, mürebbinin irşad ettiği her şeyi havsalanın alması ve istikamet tutmaktır. hak ise nebiler işaretidir, gayb alemini söyler, bizim aklımız buna erişmez. bir şiirden sonra tekrar vahdeti vücut şöyle anlatılır: mürşidi kamil, menzile erişene derler. aklımın erdiği kadar remiz eyledim. gördüğüm nişanları remiz ile söyledim. bu altı nesne bir arada olursa allah'tan hidayet erişir. bir sanata kulluk etmek ile allah'a kulluk etmek farklı değildir. nasıl zahmet çektikten sonra üstad olunursa hakk'ın kulluğunda da zahmet çekmek lazımdır. bütün ibadetlerin aslı hakk'ı hazır görmektir. devamında insanın türlü türlü olduğu kimisinin fitnesinden şeytanın dahi yenildiği, kimisinin işlerinin rahmani olduğu kimisinin öz nefsinden aciz, kimisinin can gibi aziz olduğu ifade edildikten sonra insana bunlardan hangi güruha girdiğini düşünmesi tavsiye edilir. bazı öğütler verdikten ve insanın önemli hallerinden bahseden bir şiirden sonra beş varaklık bir farsça kısım daha vardır. onlar da tanrı'yı her yerde hazır görmek, özünden tamamen fena olmak, taati temiz kılmak. kaygusuz şu ifadelerle kitabı bitirir: vahdeti vücud'u anlatan uzun bir şiirden sonra, fasıl başlığı altında cihan anlatılır: bu cihan bir saray'a benzer. altı kapısı vardır. bu münakkaş sarayda yüz binlerce nakış ve hayal görünür. ay, güneş, yıldızlar, gece, gündüz, yaz, kış bu sarayın revnakıdır. halife, olduğunun nişanı şunlardır: allah'tan korkmak, peygamberden utanmak, evliyaya ikrar eylemek, hakk'tan gayrı işlere perhiz eylemek ibretle bakmak, hikmetle konuşmak, baktığı her yerde allah'ı görmek, yare yoldaş, komşuya emin olmak, ulu'emre uymak, hakk'tan ümidini kesmemek, menzile yol ile, yola erkan ile varmak, cahillere ilimle söylemek, arifler katında sakin olmak. mensur ve manzum olarak kısaca allah'a yalvardıktan sonra kaygusuz, bu cihanın bir saray olduğunu, içindeki insanların her birinin bir işe daldığını ve cihanın sahibini düşünmediklerini, kendilerine peygamberler gönderildiğini, fakat yine onların nakşa bağlanıp nakkaş'ı fikreylemediklerini anlatan mesnevi kafiyeli bir şiir söyler. daha sonraki uzun şiirde allah'ın insana aklı yar eylediği, insanın akıl ile sarayın sahibinin allah olduğunu bildiği, allah'ın insanoğlunu alemdeki her şeye şah eylediği, insanların kimisinin allah'ı bulduğu, kimisinin ise kamil insandan kaçıp ömrünü boşa geçirdiği anlatılır. allah'ı uzakta değil, bu saray içinde aramak lazım geldiği, saraydan maksadın da insan olduğu ve allah'ın kendini insanda gizlediği anlatılır. kısa mensur kısımda cihan yaratıldıktan sonra her şeyin yerli yerine iliştiği herkesin bir şeye bağlandığı ve bağlandığı şeyin kendisine perde olduğu, sonra allah'ın insanlara peygamberler gönderdiği anlatılır. eserin özeti bu sarayda insan, allah ile bilişir. peygamber, mirac'a bu sarayda varmış, her hünere bu sarayda erişmiştir. ali'ye zülfikar, eyyüb'e sabır, musa'ya tur bu sarayda verilmiştir. bu sarayın bir sahibi olduğunu insanlara ilk önce muhammed mustafa haber vermiştir. allah bu kainatı yarattığından beri muhammed mustafa gibi bir insanı kamil gelmemiştir. mustafa ilmi ile yolunu bulur. bu ibreti anlamak isteyen allah'ın yarattığı halka emin olmalı, nasibine şükretmeli, kimsenin hakkına tamah kılmamalı, tuzekmek yediği yere ihanet etmemeli, komşuları, dostları kendisinden emin olmalı, ariflerle hemnişin olup kendini bilmeyenden uzak durmalı. bu saraya insanlar ibadet için gelmişlerdir. hakk'ın hikmetini görüp ibadetle meşgul olur, hayvan olan otlamakla vakit geçirir. tanrı hasları bu sarayda taat kılmış, insan marifet ilmini bu sarayda can kılmıştır. nefislerine uyup güzeller muhabbeti ile ömürlerini geçirirler. bunları kısaca şöyle hülasa edebiliriz: bu sarayda başka nesne kalmamış, gam ve sevinç birliğe birikmiştir. artık mutrib çalıp söylesin: şarap gelsin meclis bezensin taslar dolsun, herkes sarhoş olsun, saki kazı kebap eylesin aşçılar kuzuyu büryana assınlar hastalar kalsın, sağlara haber verin, bağlara varalım ney figan eylesin, çengi kızları oynasın, ela gözleri süzülsün kaftanlar bohça ile gelsin, mutribin gönlü akça ile hoş olsun il ve şar'ı kullara tımar verelim içelim, ay ve güneş doğsun dolansın çünkü bu saray bizim içindir. zahid yel üzredir hakk'tan gelen nesneler karşısında şad olacağına şad, melul olacağına melul olur. aşık od üzredir gözünü baktığı yerden ayırmaz, elini işinden gidermez. bağ, bahçe, bostan, altın, gümüş paşa, efendi, hoca, sultan gibi ad ve sanlar insanı şaşırtıp aklını mat eder. kaygusuz, sarayname'yi şu beyitlerle bitirir: abdal musa'ya, ait velayetname günümüze kadar birkaç değişik varyant halinde bize kadar ulaşmıştır. bu varyantlar muhteva itibariyle birbirinin tekrarı gibidir. elimizdeki orijinal nüsha ise 'da veli baba tarafından istinsah edilen haza kitabı abdal musa, velayetnamei sultan abdal musadır. velayetname'de anlatılan olayların geçtiği yerler: teke ili, elmalı, eğirdir, tahtalı dağ, lotanya ? güney anadolu 'dadır abdal musa, dinitasavvufi türk edebiyatı'nın önde gelen simalarından biridir. ayrıca velayetname'de geçen keramet motifleri de, kaygusuz abdal bugün elimizde abdal musa'ya ait bir orijinal, iki de latin harfleri ile yazılmış abdal musa velayetnamesi bulunmaktadır. eserin nüshaları hacı bektaş veli'nin vefatından sonra zuhura geleceği, münkirlerin abdal musa yı sevmedikleri için başlarına pek çok felaketler geldiği, fakat sonradan münkirlerin abdal musa'nın bir sahibi velayet olduğunu anlamaları üzerine ondan af dilemeleri, daha sonra onun kafirlere çeşitli kerametler göstermesi, dağların taşların yürümesi, durması, rodos'a rodos çomağı'nı atması, kısa ağaçların uzatılması, tarihi şahsiyetlerle münasebetleri. velayetname'de insanların dürüst olmaları, allah'a samimi bir imanla bağlanmaları, birbirlerini sevmeleri, kötülükten uzak kalmaları şeklinde nasihatler de bulunmaktadır. bu velayetname'de abdal musa'nın kaygusuz abdal menakıbnamesi için elimizde ag ve ma nüshaları ile, bunlardan fazla farkı olmayan köprülü, dağlı, tschudi, rıza nur ve vahid lütfı salcı hülasaları bulunmaktadır. kanaatimizce en sağlamı ag nüshasıdır. bu nüshayı aynen veya bazı kelime farklılıkları ile ma nüshası takip etmektedir. ancak köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği hülasalar ise ag ve ma nüshalarından biraz farklıdır. zira bu hülasalarda kaygusuz, mısır'a kadar gitmekte ve geri dönmemektedir. halbuki ag nüshasında kaygusuz, hacc'dan döner, şeyhi abdal musa'ya kavuşur. ayrıca hülasalarından anlaşıldığına göre rıza nur ve vahid salcı'nın dayandığı nüshalar ise, ag nüshası ile büyük benzerlik göstermektedir. bunlar birbirlerinden istinsah edilmemişse de, aynı nüshaya dayandıkları muhakkaktır. ag'deki bazı noksan ifadeleri ma ile tamamlamaya çalıştık. ancak ma nüshasındaki doğru kelime, cümle ve farklı bilgileri metnin dip notunda verdik. sayfa numaraları, yine ag nüshası esas alınmak üzere her sayfanın başlangıcında gösterilmiş, ayrıca sayfa numaraları köşeli parantez işaretiyle belirtilmiştir. menakıbname'nin başlangıcı, hamdele ve salvele', ag nüshasında bulunmadığı için, ma nüshasındaki bölümle tamamlanmıştır. bu durum dip notta da belirtilmiştir. bu menakıbname dört bölüm halinde özetleyebiliriz: ag: abdurrahman güzel nüshası. bu nüsha, hususi kütüphanemizdedir. ali emiri bölümü, bu intisaba razı olmayan alaiye sancak beyi'nin abdal musa'ya karşı, teke beyi'nden de yardım alarak harp ilan edişi fakat abdal musa karşısında muzaffer olamayışı onun daima şeyhin kerametleri ile karşılaşması ve neticede oğlunu bizzat abdal musa'ya teslim edişi, teke beyi'nin ruhunun kara canavar suretinde alnılışı, teke beyi'nin cengaveri kılağılı isa'nın atının üzengisine takılarak ölüşü yazılıdır. dördüncü bölümde ırak, suriye üzerinden anadolu'ya dönüşü esnasında suriye'de asi nehri başında kasidei dolab'ı yazışı, anadolu'ya geçişi, mardin, urfa, antep üzerinden elmalı'ya gelişi ve avlan gölü yanında şeyhi abdal musa'ya beglerimiz çıktı avlan üstüne selamlaması'nı söyleyişi, şeyhine kavuşması, hediyelerini verişi ve müritlik görevine devamı anlatılmaktadır. gaybi beg'in, tekkede abdal musa'ya kırk yıl hizmet edişi, kaygusuz adını alışı, şeyhi tarafından verilen icazetname'yi ayran tasında içişi, şeyhinin izni ile hacc'a gidişi, yolculuğun iyi olduğunu bildirmek için kaygusuz'un şeyhine kızıl elma gönderişi kayıtlıdır. bu menakıbname'de daima doğru ve dürüst olmanın yanında türkislam birliği'nde bulunmanın faziletleri anlatılmış, dine ve devlete bağlılık ve bunların mensuplarına da nasihatin gerekli olduğu vurgulanmıştır. hacc ziyareti, medinei münevvere'de yedi gün, yedi gece kalışı ve orada gevhername'yi yazışı ve daha sonra şeyhine dönüşü kayıtlıdır. kaygusuz'un mısır'a gidişi, mısır padişahı ile karşılaşması, sofrada bazı kerametlerin zuhuru, özellikle mısır padişahının ama kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinıtasavvufı türk edebiyatına ait nazım türleri bilindiği gibi dinitasavvufi türk edebiyatı, türler konusunda zengin bir malzemeye sahiptir. bu cümleden olarak kafiye şemaları bakımından koşma türüne giren, kaygusuz'un hece ile yazılmış şiirlerini konuları ve edaları bakımından ilahi, şathiye, salatname, nutuk ve aruzla yazılmış na't, gevhername, dolabname, esmai nebi, minbername, nevruzname. vb'leri olarak da ele almak mümkündür. kaygusuz abdal'ın eserlerinde geçen dinitasavvufi türk edebiyatına ait bu türlerden örnekler vermeye çalışalım: ali nihat tarlan divan edebiyatında tevhidler konusunda yaptığı araştırmada, tevhid türünü herhangi bir edebi sınıflandırmaya göre değil, tevhidin bizzat şer'i veya tasavvufi oluşuna göre değerlendirmiştir. aslında mutasavvıf bir divan şairi ile dinitasavvufi türk edebiyatı şairi arasında inanç, zihniyet ve yaşayış bakımından herhangi bir fark yoktur. böyle olunca, ortaya konulan eserde de fazla bir farkın olamayacağı da aşikardır. ancak, tasavvufi tevhidlerin genel karakteri, şer'i tevhitlere göre biraz değişiktir. yani bu manzumelerde tefekkür, feraset ve tevil daha fazla kendini gösterir. bu özelliklere göre tevhid allah'ın varlığı, birliği, isimleri, fiilleri, sıfatı, zatı, makamları, kesretvahdet münasebeti, yaratılış ve kainatın asli unsurlarını ortaya koyan, yorumlayan' manzum veya mensur eserlere verilen isimdir şeklinde ifade edebiliriz. tevhidlerde dini konular tasavvufi temler içinde işlenir, şer'i olarak allah'ın varlığı ve birliği, yüceliği ve sıfatları tasavvufi olarak da, kenzi mahfi ve vahdeti vücut temleri içinde ve mensur olarak da, esmai hüsna vücudname, devriye, nasihatname. manzum olarak yazılan tevhidler kaside, ve mesnevi nazım şekli ile yazılmaktadır. yani ayet ve hadisler, ya aynen ya mealen veya telmihen alınarak manzum hale getirilirler. kaygusuz'da tevhid türü, müstakil olarak fazla bulumamakla beraber, bu konuyu vahdeti vücud içinde zaman zaman işlemektedir. kaygusuz'dan bir tevhid örneği: esselam iy heşt cenneti na'im esselam iy bağı erzanı nihal kaygusuz, başka bir ilahisinde bir yandan yunus'un gül koklarken onda allah'ı buluşu, diğer yandan da hacı bayram veli'nin kalpgönülakıl üçleminde allah'ın birliği'ni duyuşu. daha çok allah'ın birliğini, azamet ve kudretini anlatan veya telkin eden eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli nazım şekillerinden biri olan ilahi, hemen hemen bütün şairler tarafından işlenmiştir. ama bütün bu varlıkyokluk sırlarını yalnız allah bilir. vb demektedir. tapuğ: gülşeni tekkelerinde okunur. bu tarz manzumelerde rindane, kalenderane, istihzali bir eda bulunur. bu nefesler, daha çok ayini cem lerde saz eşliğinde makamla okunur. kaygusuz abdal, bir ilahisinde adl, afüvv, ahir, aliyy, alim, azim, aziz, bais, baki, bari, basır, basit, batın, bedi', cami', cebbar, celil, darr, ehad, evvel, fettah, gaffar, gafur, gani, habir, hadi, hafid, hafiz, hakem, hakim, hakk, halik, halim, hamid, hasib, hayy, kabiz, kadir, kahhar, kavi, kayyum, kebir, kerim, kuddüs, latif, macid, malikü'lmülk, mani, mecid, melik, metin, muahhir, mucib, mugni, muksi, muhyi, muid, muizz, mukaddim, mukid muksid, muktedir, musavvir, mübdi', müheymin, mü'min, mümid, müteali, müntekim, mütekebbir, muzill, nafi, nur, rafi, rahim, rakib, ra'uf, reşid, rezzak, sabir, samed, selam, semi', şehid, şekur, tevvab, vacib, vehhab, vahid, vali, varis, vasi', vedud, vekil, veli, zahir, zü'lcelali ve'likram'dir. türklerin müslüman oluşundan günümüze kadar esmai hüsna'ya dair pek çok manzum ve mensur eserler yazılmıştır. kaygusuz abdal'ın eserlerinde de esmai hüsna veya esmai şerife'de allah'ın en güzel, en şerefli isimleri çok sayıda geçmektedir. bunlar da şunlardır: kaygusuz, eserlerinde muhammed'e övgü olarak pek çok motifleri bir arada ifade etmektedir. bu konuda iki örnek verelim: kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığını vahdet teorisi içinde verir. allahmuhammed ikilemi içinde yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. gevherin bir adı da mahmud dur. orada ay ve güneş doğup batmazdı. yani bu mülkü şereflendirdi. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı gevherdendir. gevher kelime manası itibariyle, elmas, cevher, inci, değerli taş, bir şeyin aslı, esası. eser bir tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: daha sonra gevhername failatün fa'ilatün fa'ilün ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. her iki bölüme ait birer beyit ile örnek vermeye çalışalım: dolab, ıstılahi manada ise allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesi dir. bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dolabname'nin birçok örneklerine rastlanılmıştır. dolap şöyle cevap verir: kaygusuz, dolabname'de özetle şunları ifade ediyordu: kaygusuz'un bu kasidesi hakkında bakınız: güzel, kaygusuz abdal, ank. metnin tamamı için bakınız: güzel, kaygusuz abdal'ın eserlerinde su motifi, kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün nesmai nebi kelime manası itibariyle, muhammed'in isimleriyle ilgili hususiyetleri, muhammed'in isimlerinin harfi ile ifadesi ve bu ifadenin onun son peygamber oluşuna delaletidir. ahmed'den eğer harfini çıkarırsanız geriye ahad kalır. ona her türlü saygıyı göstermekten geri kalmaz. ıstılahi manada ise bir şeyin kısa veya uzun bir hareketten sonra, ilk vaziyetine dönerek, tekrar aynı hareketine geçmesidir ki günümüzde bazı bilim dalları devriyeyi bir mesleki terim olarak da kullanmaktadırlar. bu kelime manası itibariyle devir, dolanmak, dairevi bir hareketle dönmektir. ansiklopedisi, devir maddesi, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi, devir maddesi, pakalın, osmanlı tarih deyimleri ve tererimleri sözlüğü, devir maddesi. dinitasavvufi türk edebiyatı bilim dalında devriye sudur ve tecelli'nin, yani yaratılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gidişi ve bu ikileme arasındaki safahatın edebi mahsullere yansıması, bunun tasavvufi motiflerle ele alınışıdır. türk edebiyatında bu özelliklere dayalı olarak yazılan edebi türe devriye adı verilir. devriye türü eserler klasik arap ve acem mutasavvıflarında da görülmekle beraber, türk edebiyatında fevkalade bir seviyeye ulaşmıştır. devriye türüne ait örnekleri, yusuf has hacib, ahmed yesevi, yunus emre, kaygusuz abdal, niyazii mısri vb'lerinin manzum ve mensur eserlerinde görmekteyiz. niyazii mısri'nin müstakil bir risalei devriye adlı eseri de bulunmaktadır. halbuki devriyelere ait fikirlerin önce mensur eserlerle anlatıldığı, daha sonra da manzum olarak belli başlı nazım şekilleriyle yazıldığı görülmüştür. biz de bu karhaneyi seyritmek istedük, padişahı alem dilegümüzi kabul idüp, bize insan donunı giydürüp bizi bu dünyaya gönderdi diyerek söz başlar ve devam eder: kaygusuz abdal'ın, budalaname'sinde mensur, gülistan ve mesnevileinde manzum olarak devriye nazım türü yer almaktadır. kaygusuz'un budalaname'sinden mensur bir devriye örneği: yıldırım, erdem, kaygusuz abdal'ın budalaname' adlı eserinin incelenmesi, gaziantep üniv. yüksek lisans tezi, kasımahmet faruk kemalolu, kaygusuz abdal menakıbnamesi ve velayetnamemanakıbı hünkar hacı bektaşı veli'de mitoloji,afyonkarahisar üniv. sosyal bilimler üniversitesi, basılmamış yüksek lisans teziabdullah uçman, devriyeler üzerine rıza tevfik'in yayımlanmamış bir makalesi, türklük araştırmaları dergisi, istabul, haşim baba ve devriyeleri, türk kültürü incelemeleri dergisi, güz, güzel, abdurrahman, niyazii mısri'nin gözden kaçan bir eseri, risalei devriye, türk kültürü araştırmaları dergisi, faruk kadri timurtaş armağanı, yıl: , ankara, gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi, ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi gah ana'ya beni kız eyledi gah ana'yı bana kız eyledi, gah beni tıfl idüb anlara besletdi. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende, gah perende oldum. nice bin kerre küfr imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum nice bin hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname ile ilgili yazılmış birçok manzum ve mensur eser bilinmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuz'dan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erba'a ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. ve kabdan kaba boşatdı. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudnamesi bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman kaygusuz, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. sonra nutfeyi alaka aşılanmış yumurtaet parçası yaptık. sonra onu başka bir yaradılışla insan haline getirdik. yapıpyaratanların en güzeli olan allah pek yücedir. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini, nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur, ikinci olarak merih terbiye eder et olur, üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur, dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur, beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur, altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir, yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. on iki burç'un her biri şu insan uzuvlarına karşılık gösterilmiştir: ademin doğumundan ölümüne dek şu dört vecih vardır: bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: dördüncüsü pirlük'dür ki üç ay kara kışa müşabihdir. kırgıllık'dur ki üç ay güze müşabihdir, ikincisi yigitlük'dür ki üç ay yaza müşhabihdir, yazılış amacı, insanlara öğüt vermek ve doğru yolu göstermek olan nasihatnameler, manzum veya mensur olarak kaleme alınmıştır. bu eserler, kişilerin günlük hayatlarında kendi durumlarına daha güzel bir zemin hazırlamalarını temin ve bilgi vermek gayesiyle, mesnevi, kaside nazım şeklilleri ve mensur olarak da yazılmaktadır. bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için de ilim gerektiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fena olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu bu alem olmazdan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve teala, kalmış içinde şeker ve güllab gibi vaki olmuştur. hakk teala hazretleri eşyaya mühit etmiş, yabanda aramanın aslı yokdur. allah her şeyi kuşatır mealindeki nisa suresinin. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyiti getirir: ademoğlu, yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir: ademin vücudunda üç yüz altmışaltı kemik ve dört yüz kırk dört damar, yedi yüz yetmiş yedi sinir vardır. bir bazar kurdı ezelden her meta'ı koydu ol kendü aldı kendi satdı bazar eyledi nasihatnamelerde insana yaşam sürecinde en doğruyu bulmak ve uygulamak yolunda hizmet önemli olduğu için dinimizin ve yüzlerce yıllık milli kültürümüzün değerleri bir bütünlük içinde verilir. ayet ve hadisleri hemen atasözleri takip eder. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda siyasetname olarak da vasıflandırılan bu eserlerin ilk yazılanları hükümdarlara ve devlet büyüklerine nasihatleri ihtiva etmektedir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk mahsulü olan kutadgu bilig, iki cihan saadetinin dünyada çalışarak ve ibadet ederek sağlanacağını belirtmektedir. zaman içerisinde son devrelere yaklaşıldıkça, nasihat kitaplarının daha çok babadan oğula nasihatlar ihtiva eden şekillerde geliştiğini görmekteyiz ki nabi'nin hayriyye adlı eseri bunlardan biridir. nasihatname'lere tarihi seyir içerisinde bir sıralama yapacak olursak ilk örnek yusuf has hacib'in kutadgu bilig'i ile edib ahmet yükneki'nin atabetü'lhakayık'ını göstermek gerekir. türk edebiyatına, iran ve arap edebiyatlarından geçen nasihatname türü, genelde ahlakidir. bunların içinde yalnız dini nitelikte olanları, kuranı kerim ve hadislerden birtakım örnek sözler alınarak yazılanları da vardır. türk edebiyatında birçok nasihatname kaleme alınmış ve zengin bir nasihatname edebiyatı oluşmuştur. kaygusuz'dan bu nasihatname ile ilgili bir örnek verelim: salat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır, fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiyesidir. kaygusuz abdal bu şiirinde kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularını cevaplar ve beş vakit günlük namazı vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte verir. bilindiği gibi minber camilerde hatiplerin cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe okuduğu, cemaata göre mihrabın sağında bulunan basamaklı, merdivenli kürsüdür. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatname'den beş dörtlüğü örnek olarak verelim: baba kaygusuz, anun sözini işitti. fi'lhal oturdugı yirden ayak üzerine turıgelüb gönli cuşa geldi ve akıl ile hali bildüm. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdur. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbunı gözetirler gönüllerinde türlü fitneler üretirler birinin ondugunu diğeri istemez. kendi halinde olan aşıklara ise dirler. digerleri ise bir sözi bin söz ederler ve dogru yolu bırakub egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı. kaygusuz da, oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennem'in kapısını açmaga sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmağa' deyip bazı sözler söyledi. halka vaaz ve nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, hatibe verdiği cevaptır. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. daha sonra kaygusuz dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından alim, sofi, derviş herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de nevruz, kelime manası itibariyle, yeni gün, güneşin koç burcuna girdiği gün olup rumi mart'a rastlar, ilkbaharın başlangıcı ve celali takvimine göre yılbaşıdır. kaygusuz abdal'a ait bu mesnevi, daha önce güzel, minbername ve salatname başlığı altında, hacettepe üniversitesi edebiyat fakültesi dergisi ankara, 'de neşredildi. kainat adeta cennete dönüşmüştür. menekşe nazara gelerek baharı muştulamıştır. reyhan çadırını açmış, goncasının yanakları kızarmış, lale gelin gibi eline kına yakmış, zambak da gül bahçesinde nazla salınmaktadır. bülbül seher vakti ötmekte ördek, kaz, üveyik, bıldırcın, su kenarlarına konmaktadır: dinitasavvufi türk edebiyatı'nın meşhur şairlerinden kaygusuz abdal, nevruzu şu şekilde tasvir etmektedir: dudak dudağa verdi canı cane nutuk, kelime manası itibariyle söz, lakırdı, konuşma, nutuk, söylev, bir kalabalığa karşı söylenen söz söyleyiş, ikna edici, inandırıcı mahiyette söz söyleme, kuvvet ve hassas durumları ifade eden manzum ve mensur ifadelerdir. türk edebiyatında oluşan şathiyat türü, sonradan bazı şairler tarafından dini ve tasavvufi ölçütlerden uzaklaştırılmış ve bu sebeple de bazı kesimlerde bu tür küfriyattan sayılmıştır. halbuki şathiyeler edebiyatımızda, özellikle dini tasavvufi türk edebiyatında bazı tasavvufi remiz ve rumuzlar ile hakk'a ulaşmanın yolları, dini ve tassavufi konularının daha kolay anlaşılması ve topnutuk ıstılahi manası itibariyle de tarikate yeni girecek olan müritlere, onun rehberi olan mürşitler tarafından tarikatın adab ve erkanını, derecelerini öğreterek irşat etmek maksadıyla söylenen manzum eserlerdir. o, bu eserlerinde, allah'a hakiki manada kulluk edecek veya insanı kamil olacak kişinin, insan olarak doğup, insan olarak yaşaması için mutlaka edeb öğrenmesi' gerektiğini telkin eder. kaygusuz'a ait iki dörlük ile bir nutuk örneği verelim: dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dün var olan, manzum ve mensur nutuk nazım türü bugün de varlığını sürdürmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'ın bu türde yazdığı birçok nutuk örnekleri elimizdedir. yunus emre'nin çıktım erik dalına anda yedim üzümü şerhini yapan niyazii mısri ise gerçi görünüşte alay ve istihzaya ve çocuk eğlencelerine benzer, ama batinen allah'ın sevgilileri olan gelinleri, ilahi sırlar ve hakikatlar manası bağlamında bakirelerin yüzlerini namahremlerden örtmek için çekilmiş duvak ve nikap gibidir. ta ki, namahrem gözü görmeye ve eli ermeye, demekle yunus emre'nin bu beyitte ifade etmek istediği mananın her bir aşık bu yolda pek çok nişanlar vermiş, fakat bu nişanların en mükemmelini ve en güzelini yunus'tan başkası verememiş demektedir. mehmet fuad köprülü, yunus emre hakkında yunus emre'nin ahlaki ve felsefi manzumeleri yanında pek az şathiyyatı sofiyane şeklinde şiirlerine de rastlanır diyerek, meselenin ilk habercisi olmuştur. köprülü, yine aynı eserinde mevlana'nın bir farsça şathiye gazelini iktibas ederek, açıklamalarda bulunmaktadır. ıstılahi manada ise şathiyyat ilahi kitap ve sözlerde, kur'anı kerim ve hadisler'e dayalı geçen veya sufilerce belli makamların sırlarını izah eden, rumuzlarla örtülü kalbi ve hissi ifadelerdir. sufilerin tanrı'ya yaklaşmaları ve tanrı'yı bütün benliklerinde bulmalarındaki hallerdir. tıpkı hallacı mansur'un bilindiği gibi şathiye, kelime manası itibariyle dudaklarda bir tebessüm uyandırmak maksadıyla söylenen manzumeler dir. ali şir nevayi'nin, nesayimü'lmahabbe adlı eserinde, şeyh razbihan'ın şathiyat şerhinden bahsederken, işaret dili ile sözleri var diyerek şathiyatın kısaca tarifini de vermektedirler. daha geniş bilgi için bak: abdurrahman güzel, dinitasavvufi türk edebiyatı el ki baskı, ankara, daha geniş bilgi için bak: abdurrahman güzel, dinitasavvufi türk edebiyatı el kitabı, baskı, ankara, kaygusuz abdal, şathiyelerini, hem hece vezni, hem de aruz vezni ile söylemiştir. kaygusuz'dan iki şathiye örneği verelim: köprülü. kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri kaygusuz abdal Xıv. kaygusuz'un eserleri sadece dil bakımından olmayıp, kültürel boyutuyla da incelenmemiz icap eder. biz, onun yaşadığı devri aksettirdiğini göstermek için eski gramer şekillerinden bazılarını veriyoruz. aşağıda liste halinde verilen kelimeler kaygusuz'un eserlerinde geçen bütün kelimeler olmayıp, bugün kullanılmayan veya herkesçe iyice bilinmeyen kelimelerdir. bu listede sadece birkaç örnek olmak üzere bazı kelimelerin metinde geçen manaları ile hangi eserde geçtiği verilmiş, öbür manaları üzerinde durulmamıştır. kaygusuz'un eserlerinde, tahkiye'den delil ve ispat yoluna kadar bütün anlatım şekillerine rastlamak mümkündür. onun kullandığı anlatım şekillerini, birkaç örnekle göstermeye çalışalım: imdi iy şükr zikr eyleyen sadıklar, iy allah'a ibadet kılan aşıklar! ya'ni gele hakk'un kulları bu sarayı göre, ta'ata meşgul ola, bu saray nakşına gönul bağlamaya. bilhassa mesnevilerde ve mensur eserlerde kaygusuz'un tasavvuf umdelerini anlatırken nasihat verme usulüne başvurduğunu görüyoruz: yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi kaygusuz, iyi bir müslüman'ın yapması ve yapmaması gereken şeyleri gayet açık ve sade bir dille anlatmaktadır. nasihat tarzında, dikkati çeken hususlardan biri de kaygusuz'un öğüt vermeye başlamadan önce, gel iy talib, iy gönül, iy can, iy insan, iy hakk'ı isteyen, iy'aklı kamil, iy gafil gibi hitaplarla söze başlamasıdır. bilhassa dilgüşa'da bu hitap kısmı bazen çok uzun sürmektedir: abid toprak üzredür, her nesne ki hak'dan gelse sakin olur. amma zahid yil üzredür, her nesne ki hak'dan gelse şad olacağına şad olur, melul olacağına melul olur. aşık od üzredür, cünundur, gözini bakdugı yirden ırmaz, elin işinden gidermez. muhib su üzredür, ma'rifet ile her kancarı kılaguzlasan ol yana varur. ademün vücudı bir şehirdür, dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od, su, toprak, yil ve tokuz dürlü cevahirden yapılmışdur. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer, evvela zühal terbiye ider, kan olur saniyen mirrih terbiye ider, et olur salisen zühre terbiye ider, kemik olur rabi'an şems terbiye ider, ruh olur. adem evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür geçer, anı beyan ve ayan idelüm: evvelki oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür ikinci yigitlikdür ki üç ay yaza müşabihdür üçünci kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür dördünci pirlikdür ki üç ay kara kışa müşabihdür kaygusuz'un başvurduğu ve çok kullandığı anlatım şekillerinden biri de doğrudan doğruya anlatma, tarif ve izah etme usulüdür. gerek tasavvuf umdeleri, gerek dini meseleler, bilhassa mensur eserlerinde bu üslup içinde anlatılır: kaygusuz'un eserlerinde zaman zaman karşılıklı konuşmalara da yer verilmekte ve meseleler sorucevap şeklinde anlatılmaktadır. bu üslubun en tipik örneğini dolabname'de görüyoruz: peygamber dervişe eyitdi, sen hiç tınma, ben anunla söyleşem didi. hele bunlar fir'avnun katma irişdiler. kaygusuz'un sık sık başvurduğu yollardan biri de fikrini ayet, hadis ve kelamı kibarlarla takviye etmektir. bilhassa tasavvufun çıkış noktası olan men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu hadisini çok sık kullanır. budalaname'den aldığımız şu örnekler, kaygusuz'un bu anlatım tarzına tipik misal teşkil ederler: ve bu vücud ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurından bir şem'a vardur. amma kendüden gayrı kimesne yok. bu def'a gördi ki yunus peygamber haylden çıkmış, peygamberler cümle anun katına gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. nagah ol demde şeytan çıkageldi. derviş anı görüp eyitdi, ya şeyhu'nnuhus yine mi geldün bunda dir. ol vakt kim alemi sabavetden haleti büluga irişdüm bir zerre gam gussa yogidi alemün padişahı idüm. bu kez yolum bir çöl beyabana irişdi. bakdum ki bu yitmiş ilci milletün halkı güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. bir dervişin gördüğü rüyalar şeklinde tertip edilen kitabı miğlate'deki rüyalar da tahkiye üslubuyla anlatılmaktadır: kamu ansuz suretdür can oldur otuz bin kuş anı isdeyi gitdi tekrir kaygusuz'un en çok başvurduğu unsurlardan biridir. manzum eserlerde, bilhassa mısra başlarında kullanılan tekrarlar onun şiirlerine yüksek bir heyecan katarlar: tasavvuf, bir mecazlar hazinesidir. bunun için mutasavvıf şairler daima mecaza başvurmuşlardır. bu hususta en ileri giden mutasavvıf şair diyebiliriz ki kaygusuz abdal'dır: onun bilhassa şathiyeleri, mecazlarla doludur. mecazları anlamadan şathiyelere nüfuz etmek mümkün değildir. bu hususu daha açık anlatmak üzere kaygusuz'un tipik şiirlerinden birini ele alalım: bu meydandur ki meleklerden denk hayrandur bu meydandur ki felekler mest şeydadur bu meydandur ki zemin asüman cüst cudadur bu meydandur ki hur gılman setaretdedür bu meydandur ki yaradılmışın biri içdi akil oldı, birisi içdi aşık oldı, birisi dahı içdi sadık oldı harifi men, şerifi men, zarifi men, gönli sana çevir gönül göziyle bak, gönül kulagıyla dinle söyleyeni ko, söyledene bak olma sakın kelle göz, dinle kabul eyle söz. mensur eserlerinde veya karışık eserlerinin mensur kısımlarında kullanılan seciler kaygusuz'un üslubunda önemli bir yer tutar pes imdi iy hakk'a talip olan aşıklar, iy, mustafa kulına tabi olan sadıklar, iy evliya yolına muhib olan müştaklar. oglanlık yil gibi, yigitlik sel gibi pirlik üstünleri eskimiş dama benzer, ma'nisüz dava eylemek kirişi üzilmiş yaya benzer. bunlardan biri evladı tutdı beniyanbolu'da bir karı, diğeri filibe'de yenile bir karı sevdi benidiye başlamaktadır. konuyu tamamlamak için bu şiirlerden de bazı dörtlükleri verelim: yukarıdaki şiirler ilk bakışta bir delikanlıya aşık olan yaşlı ve kötü yola düşmüş bir kadını anlatmaktadır. ancak şiirlerden birinin sonundaki şu dörtlük bizi başka türlü düşünmeye sevk etmektedir: bu vücudun bir dükkandur, sana kiraya virilmişdür. bu izahtan açıkça anlaşılmaktadır ki kaygusuz, şiirlerdeki dükkan kelimesiyle vücudu kastetmektedir. gerçi dükkanın vücudolduğu anlaşıldıktan sonra karının da dünyaolduğu anlaşılmaktadır. fakat kaygusuz, bir şiirinde bu hususunda açıkça belirtir: bu dörtlüğe göre kaygusuz'un, yukarıdaki şiirlerde geçen bazı kelimeleri bilinen manada kullanmadığı anlaşılıyor. halde kaygusuz bu kelimeleri hangi manada kullanmıştır. bazı anahtar kelimeler, bu hususta bize yardımcı olabilir. onun budalaname adlı eserinde biz bu anahtar kelimelerden birinin hangi manada kullanıldığını buluyoruz. budalaname'deki ibare aynen şöyledir: şiirinden anlaşılıyor ki şehre benzeyen dünya, cazu ayyardır: kaygusuz'un yukarıya aldığımız şiirlerindeki karı ile buradaki cazu ayyar aynıdır. esasen bu şiirde de vücudun dükkanolması, ömrün bazarolması benzetmesiyle verilmektedir. dükkan ve karıanahtar kelimelerinin böylece anlaşılmasıyla, şiirde geçen diğer hususlarda çözülmektedir. bu beyitlerde geçen şehir, yedi yüz yetmiş yedi mahalle, üç yüz altmışaltı çarşı, on iki burç ve dört yüz kırk dört sipahi acaba hakiki manasıyla mı kullanılmıştır? kaygusuz'un vücudname ve dilgüşa'sını incelediğimiz zaman yukarıdaki kelimelerin de mecazi anlamda kullanıldığını anlarız. dilgüşa'da şöyle diyor: ademün vücudı bir şehrdür, her ne kim cümle alemde kaygusuz'un daha pek çok şiiri böyle mecazlarla doludur. bu mecazlarla ilgili mukayeseli bir örnek daha verelim: dörtlüğündeki akın, çeri kelimelerini de hakiki anlamda düşünüp onun akıncılık yaptığı sonucuna varmak doğru değildir. dörtlükte görüldüğü gibi karı yani dünya konuşmakta ve beni terk etme akına çeriye gitmedemektedir. kaygusuz'un eserlerinde üslup bakımından göze çarpan hususiyetlerden biri de atasözleri ve deyimlerin bol bol kullanılmasıdır. böylece kaygusuz, halk diliyle konuşmakta, eserlerini halkın rahatça anlayabileceği bir şekilde söylemiş olmaktadır. bilhassa nasihat yoluyla anlatma sırasında kaygusuz'un atasözlerine sık sık başvurduğu görülmektedir: dilgüşa, yorganun kadar uzatgıl ayagun boynunı sun yola başun çekmegil atasözleri yanında deyimler de kaygusuz'un üslubunun önemli unsurlarından biridir: bunun için atasözlerini ve deyimleri bol bol kullandığı gibi zaman zaman ünleme ve seslenme edatlarına başvurmakta, zaman zaman küçültme eklerini kullanmakta, bazan halk arasında kullanılan şahıs isimlerini saymaktadır. onun üslubundaki samimiyeti yaratan en önemli unsurlardan biri olan bu söyleyiş tarzına ait bazı örnekler veriyoruz: kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. yarıla otururken. eger anlarun biri emmün oglından su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz melal ile dola. direm ki molla sevündük oglı acı doyuran aganun ulu babası hızır'dan böyle işitmişidi. kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal, türkçe'yi din dili olarak kabul eden şahsiyetlerin ba şında gelmektedir. hakkı bursevi'nin öl. feraizcizade mehmed şakir efendi, yılında telif ettiği persenk açıklaması adlı eseriyle kaynak dilinin türkçe olduğu tezinin ilk kaynağının da kaygusuz olduğu görülmektedir. ahmed hamdi tanpınar da türkçe bilmeyen cennet'e giremez konusu üzerinde, yaşadığım gibi adlı eserinde iki rum'dan bir anekdotu anlatır. demek oluyor ki türk kültür tarihi, türk edebiyatı ve özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahalarında çalışan veya gönül veren devlet adamları ve sanatkarların eserlerinde türkçe gramer hakimiyeti ve muhteva özel türkçeyi koruyan devlet adamlarından birkaç örnek: bilindiği gibi türkçe göktürk kitabeleri'nden günümüze değin, bütün devlet yetkilileri tarafından resmi dilbilim dili kabul edilmiştir. bu sebeple türkçenin bir bilim dili olmasını bilim adamları, sanatçılar, şairler, ozanlar, mutasavvıflar bu cümleden olarak da tarihin akışı içinde pek çok devlet yetkililerinin türkçeyi bizzat korudukları, türkçe eserler yazdıkları, kendilerine türkçe eserler ithaf edildikleri, türkçe eserler yazmaları için pek çok bilim adamı ve şairleri ödüllendirdikleri ve yabancı dillerden türkçeye tercüme ler yaptırdıkları da bilinmektedir. bu türkçe metinler bir yandan hakan ve vezirler adına taşlara işlenerek yazılırken, diğer yandan bu metinlerin kağan ve başka devlet ileri gelenleri tarafından yazılmış olması veya yine bu tür eserlerin devlet yetkililerine ithaf edilmesi, türkçenin gramer, dil, üslup, anlatım özellikeleri. bakımından çok güçlü bir bilim dili oluşunu, hem de tarihen bir devlet dili olarak asırladır yaşadığını ortaya koymaktadır. bu cümleden olarak göktürkler'den türkiye cumhuriyeti'ne yani günümüze kadar geçen dönem içindeki türkçeye böylesine hizmetferaizcizade mehmed şakir, persenk ve persenk açıklaması, hazırlayan ve inceleyen mustafa koç, kale yay. hakkı bursevi, hadisi erbain tercümesi, istanbul, mutasavvıf şairlerimizden kaygusuz, türkçeyi sehli mümteni şeklinde halkın kolayca analayabileceği bir şekilde kullanmıştır. bu mutasavvıf şair eserlerinde birlik ve beraberliği, ahlak felsefesini, iki günü birbirine eşit olmayacak şekilde çalışmayı, üretkenliği, sevgiyi, sevecen olmayı, allahvatanbayrak sevgisini, hoşgörüyü vb temaları türkçe işlemiştir. yine bu mutasavvıf şair, gülistan ve dilgüşa'sında, en zor ve yaklaşılması bile düşünülemeyen konulardan biri olan tanrı'nın, cebrail'in ve adem'in türkçe konuşması temasını işlemiştir bilindiği gibi, türkçe ile her konunun rahatlıkla yazılışı, anlatılışı itibariyle onun dünya dilleri arasındaki belirgin yeri bir kere daha ortaya çıkıyordu. biz burada türkçe dil şuuruna sahip binlerce mutasavvıfdan sadece kaygusuz'un bu konudaki sözlerini örnekelemeye çalışacağız. kaygusuz türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde cennet dili sonuç olarak ifade edebiliriz ki başlangıçdan bu yana türk devlet yetkililerinin tamamı ister türkçe eserler vererek, ister türkçeeye tercümeler yaptırarak, ister türkçeyi resmi bilim dili haline getirip onu zenginleştirmişlerdir, böylece türk devlet adamları, türkçeyi karmaşalıklardan kurtarıp, onu anlaşılır bir dil haline getirmeyi başarmışlardır. görülüyor ki dünden bu güne türkçeyi yaşatan bu abide şahsiyetler türkçe düşünmüşler, türkçe konuşmuşlardır. türkçe her zaman ve her yerde ebediyete kadar böyle devam edecektir. murad han'lardan, mustafa kemal atatürk'e kadar herkesin türkçe konusundaki hassasiyetleri, birliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmışlardır. kağan, bumin kağan, kutluğ kağan, aprınçor tigin, kül tarkan, karamanoğlu şemseddin mehmed bey, germiyan beylerinden süleyman şah, onun oğlu yakub bey, ladikli beylerinden inanç bey, oğlu murad arslan, menteşe beylerinden ilyas bey, aydınoğlu mehmed , bahauddin umur bey, fahruddin isa bey, candaroğlu beyliğinden kemaleddin ismail bey, mısır hükümdarı sultan bakuk, orhan bey, germiyan beylerinden yakub bey, kadı burhaneddin, fatih sultan mehmed, abdülhamid, mustafa kemal atatürk, süleyman demirel adem'e türki dilince söyle, durmasın, cennet'i en kısa zamanda hemen terk etsin. cibril, harfiyen yerine getirir. zaman cenabı hakk cebrail'e üçüncüsünde tekrar buyurur: işte kaygusuz, gülistan adlı eserinde bu durum türkçe olarak şöyle ifade ediyor: kaygusuz'a göre türkçe hz adem'den bu güne kadar varlığını sürdürmekte ve gülistan adlı eserinde türkçenin kaynağını hz adem'e kadar götürmekte ve havva'nın cennet'teki hayatlarını kısaca ele almaktadır. adem'in cennet'ten çıkması emredilmekte ise de cennet'te kalmayı düşünmesi karşısında cenabı hakk, cebrail'e. adem'e dayandığını vurgular. demek oluyor ki türkçenin bu ve buna benzer pek çok özellikleri dünyanın hiçbir kültüründe, edebiyatında ve şairinde bu kadar samimi bir şekilde ele alınamamıştır. ayrıca kaygusuz allah'ın alim sıfatı ile bütün dilleri bildiğini, insanoğlunun allah'a her zaman demekle dillerden yalnız türkçeyi bildiklerini açıkça ifade ediyorlar. bu dönemde, türkçenin mutasavvıf türk şairleri tarafından bu kadar ustaca kullanılmasının yanında dünyada başka milletlerin şairlerinde kendi dilleri için bu derece duyarlılık görülmemiştir. türklerin islam dini ve tek tanrı inancının sonradan değil, ta ezelden beri ilk insan adem'in yaratılışından bu yana kabul etmiş olduğunu da açıkca bilen ve vurgulayan bir şairdir. ayrıca kaygusuz abdal, dilgüşa adlı eserinde de türkçe şuurunu eserlerinde ve gönlünde yaşattığını ifade etmektedir: şeklindeki son ifadesiyle türkçenin her zaman ve her yerde sürecek olan önemini, devamlılığını ve bilim dili oluşunu vurgulamaktadır. yine aynı şairimiz bu eserinin devamında: hatta, kaygusuz abdal. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz'a göre türkçe tanrı dili, türkçe cennet dili, türkçe gönül dilidir. o, bu konuyu hem gülistan'ında, hem de dilgüşa'sında açık bir şekilde ifade eder. hatta öyle ki o, tanrı'yı, cebrail'i, adem'i türkçe konuşturur ve türkçenin kökenini, hz adem'e kadar götürür. ancak biz konumuz itibariyle burada yalnız kaygusuz'un türkçe hakkındaki görüşlerini kendi cümlelerin den vermeye çalıştık. kaya kuşu gibi ömrüni laklak ile geçirme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. hamse adını bizzat kendisinin koyup koymadığı konusunda tartışmalar bulunan nizami'nin ilk büyük hamse üstadı olarak benimsenip daha sonra gelen iran ve türk şairlerince örnek alındığı açıkça görülmektedir. nizami'ye, ayrıca diğer iran şairlerinin mesnevilerine türk şairleri bu geleneğe uyarak cevap vermişler, nazire yazmışlar veya bu eserleri tercüme etmişlerdir. her sanat dalında olduğu gibi hamsecilikte de edebiyatımız bir tercüme ve taklit devri geçirmiştir. fakat zamanla türk hamseciliği kendi benliğini bulmuş ve iran tarzından çok uzaklaşarak bambaşka bir tarzda gelişmiştir. bu şekilde türk hamseciliği iran tesirinden tamamen kur nizami'nin hamse'sindeki mesnevilere yazılan nazire, cevap ya da tercümeler konusunda bak: nazir akalın, nizamiyi gencevi'nin hayatı, edebi şahsiyeti ve eserleri, bilig dergisi, güz, saime inal savi, fars edebiyatında hamseler, gülgün erişen, bursalı rahmi'nin güli sadberg'i, aü, dtcf türkoloji dergisi, X, hakkı aksoyak, mahzenü'lesrar geleneğine bağlı mesnevilerde ortak hikayeler, bilig dergisi, güz, asgar dilperipur, türk edebiyatında nizami'nin takipçileri ve hamse'sine nazire yazanlar, çev. agah sırrı levend, ali şir nevai, hamse, ankara, tunca kortantamer, nevizade atayi ve hamse'si, izmir. hamse kavramı, istisnai örnekleri de gözönünde bulundurularak, bir müellifin beş kitabını içine alan eserler topluluğudur şeklinde de tarif edilebilir. lamii'nin mesnevilerinin sayısı ondan fazladır. yazdığı mesnevi sayısı beşten fazla olan müelliflere de sahibi sitte, sahibi seba gibi adlar verilmektedir. lakin edebi an'ane, hamse sahibi veya sahibi hamse demeyi uygun görmüştür. beşten fazla mesnevi yazma konusunda nizami'yi iran edebiyatında hacuyı kirmani, nizamüddin mahmud daii şirazi ve abdurrahman cami takip ederler. anadolu sahasında kaygusuz abdal'ın, özellikle de dinitasavvufi türk edebiyatı alanında ilk hamseci şair olduğunu belirlememiz gerekir. bu cümleden olarak bu güne kadar bilinmeyen veya üzerinde durulmayan bu bilim dalının önde gelen şairlerinden kaygusuz da hem manzum hem de manzummensur karışımı küçükten büyüğe sekiz müstakil mesnevi yazmak suretiyle edebiyatımızda ayrı bir yere oturmuştur. nizami, kaygusuz ve ali şir nevai'nin dönemlerini ve hamselerini bir tablo halinde karşılaştırmalı olarak vermeye çalışalım: yukarıda üç örnekte gördüğümüz gibi, anadolu yakasında özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahasında ilk hamseci şair kaygusuz abdal görülmektedir. bunlara divan içinde yer alan dolabname, tercii bend, terkibi bend, müstezad, salatname, kitabı miglate ve diğer münferit şiirleri dahil edilmemiştir. hüseyin baykara'nın yardımcısı olarak görev yapmıştır. kaygusuz abdal ve ali şir nevai'yi yaşadıkları zaman dilimi açısından karşılaştırdığımız zaman görürüz ki nevai, kaygusuz'un ölümünden birkaç yıl evvel doğmuştur. böylece bir noktada ona olan borcumuzu ödemiş olabiliriz. o'nun bu eserleri, kur'anı kerim, hadisler çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü yansıtır. o'nun her bir eseri insan merkezli' olarak, hem dünyada, hem de uhrevi hayatta mutlu ve bahtiyar olmalarını sağlamaya hizmet vermeyi hedefler. o, ayrıca kendi devleti ve milletinin, bilim, sanat ve teknoloji alanında daima üstün olmasını kendisine şiar edinir. o, milletinin hep ileriye, daima ileriye ve üstün olmalarını ideal haline getirmek ister. bilindiği gibi, böylesine mükemmeliyet sahibi olan kaygusuz hakkındayıldan beri fazla bir bilgiye sahip olmayışımız cidden bizler için düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden bu yana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, günümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle ileri seviyede yazılmış bilimsel çalışmalardır. biz de bu doğrultuda, o'nun eserlerinden kaygusuz, yaşında bir av esnasında attığı ok ile yaralanan avının arkasından at sürerek abdal musa dergahına ulaşır. o'nun bu ulaşım esnasında abdal musa'ya intisabı bu karşılaşma ile başlar ve burada da aldığı manevi eğitim ile anadolu sahasının en güçlü mutasavvıf şairi ve nasiri olur. kaygusuz çocukluğunda alaiye sancağı sarayı'nda zamanın bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık kendi eserlerinden de çıkardığımız bazı ipuçları neticesinde kaygusuz'un asıl adının alaaddin gaybi, doğum tarihinin de miladi 'den geriye gidemeyeceğini ortaya koymaya çalıştık. bu beylerin karamanoğulları'ndan inmesi hatta bir taraftan da anadolu selçukluları'na dayandığı rivayeti, kaygusuz abdal'ın çok asil bir sülaleye mensup olduğunu göstermektedir. gaybi beğ, babası hüsameddin beğ tarafından belirli bir zaman sonra abdal musa'ya teslim edilir. kaygusuz burada şeyhine kırk yıl hizmetten sonra icazet alır ve kırk dervişi ile birlikte mısır üzerinden hacc'a gider. mısır'da bulunduğu sıralarda, mısır sultanının huzuruna kabul olunur, ona bazı keramet ler gösterir ve mısır sultanı da o'nun için nil kenarında bir kasr inşa ettirir. bu kasrü'l ayn adlı dergahta bir müddet ikamet eden kaygusuz, oradan hacc'a gider mekke ve me dine'deki mübarek yerleri ziyaretinden sonra suriye ve ırak üzerinden nusaybin yoluyla anadolu'ya şeyhi abdal musa'ya ulaşır. birinci bölümde kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı ele alınmıştır. menakıbname'ye göre kaygusuz'un alaiye sancak beği hüsameddin beğin şehzade oğlu ve asıl adının gaybi beğ olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. o, sarayda iyi bir tahsil görmüş, zamanının mad di ve manevi ilimlerini öğrenmiştir. bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen abdal musa'nın peşine at sürmüş ve sonunda abdal musa dergahı'na ulaşarak o'na mürit olmuştur. menkıbevi unsurları bir yana bırakacak olursak o'nun abdal musa'ya intisabı nın kesin olduğu muhakkaktır. kaygusuz'un abdal musa'ya intisabı hem menakıbname'de, hem abdal musa velayetname'sinde hem de kaygusuz'un kendi eserlerindeki kayıtlarda yer almaktadır. kaygusuz'un uzun menakıbname'de, kaygusuz'un yetişmesiyle ilgili olarak verilen bilgiler, onun eserleriyle teyit edilmektedir. elimizden geçencivarındaki yazma eserin yüzlerce varakları arasında kaygusuz zamanının bütün ilimlerine, anatomi, astronomi, sağlık, fen, genel kültür, tarih, edebiyat, din ve tasavvuf bilgi ve terminolojilerine vakıf olduğu, arapça, farsça, çağatayca o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözleri ve deyimler, halk söyleyişleri onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. kelimenin tam manasıyla o, bir vecd şairi ve bir dinitasavvufitürk edebiyatı şairidir. yunus'un da ilk muakkiplerinden olan kaygusuz, san'atı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eserlerinin kesafet ve cesameti itibariyle onun üstündedir diyebiliriz. kaygusuz'un anadolu'ya döndükten sonraki hayatını ancak bazı şiir lerindeki kayıtlarından anlıyoruz. onun şiirlerinde geçen rumeli'ye ait yer adları ve murad han, ibni fenari, ishak bey, molla fenari'nin isimleri tarihi bilgileri vermektedir. bazı şiirler her ne kadar mecazi manalar ifade ediyorsa da kaygusuz'un rumeli'de bulunmuş olduğunu gös terdiği muhakkaktır. o'nun manzum eserlerinden divan, gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevi ve üçüncü mesnevi, gevhername, minbername ve dolabnansur eserlerinden budalaname, kitabı miglate, vü cudname, risalei kaygusuz abdal ve manzummensur birleşimi sarayname ve dilgüşa'nın nüsha tavsifleri ve her bir eserin özetini verdik. kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerinden tevhid, ilahi, esmai hüsna, dolabname, gevhername, vücudname, nasihatname, salatname, minbername, nevruzname, nutuk, devriye ve şathiye'yi örneklemelerle verdik. kaygusu'unyılında vefat ettiği ve mezarının da elmalıantalya tekke köyü'nde şeyhi abdal musa'nın yanında olduğunu belirlemeğe çalıştık. bunlardan ikincisi, küçük mesnevi başlığı altında geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. her üç mesnevide de belli bir konu olmayıp tasavvufi vecd ve heyecan etrafında dönerler. mesnevilerde kaygu suz, lirizmin zirvesine ulaşır. diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevilerde, bilhassa birinci mesnevide bulunur. gülistan lamekanı, ezeldeki vahdeti vücudu an latmakla başlar. kısası enbiya kısa olarak anlatıldık tan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. tasavvu fun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üs lupla dile getirilir. dolabname adlı kasidesi ile üç tercii bend, iki terkibi bend ve üç müstezatını da divanı içinde verdik. divan'daki şiirle rin hemen hemen hepsi ilahi bir vecd içinde yazılmış gi bidir. hece ile yazılanlar arasında şathiye karakterinde olanlar da vardır. kaygusuz, burada daha çok dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslupla anlatmaktadır. demek oluyor ki döneminin ilk hamseci şairi unvanına sahiptir. baş langıçta, vahdeti vücud görüşünü, deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle dile getirir. türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması ayrı bir özelliğidir. kaygusuz, türkislam tarihinde ilk defa cenabı hakk'ı, cebrail'i ve beşinci bölümde kaygusuz'un türkçeye bakışı ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçe ve hamseciliği üzerinde durduk. altıncı bölümdekaygusuz abdal külliyatı metinleri'nden ilk önce aruz ve hece vezniyle yazılmış metinler verildi. o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş veya mükerreren basılmıştır. bu da o'nun ne denli etkili bir mutasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. o'nun tesirlerini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. burada bir derviş devamlı olarak uykuya dal makta ve rüyasında, bazan geçmişte, bazan gelecekte te ferrüc etmektedir. bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler tablolar science fictionların zaman makinası'nı andırmaktadır. sarayname'de cihansaray teşbihiyle yola çıkıla rak, dünyaya gelmekten maksadın insan merkezli', hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmak ve rabbını tanımak' kaygusuz'un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eseri sarayname'dir. bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha kurudur. vücudname, insan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufi ve kozmik kavramlar arasında teş bihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. mesela ka ra kış şeriata, yaz tarikata benzetilir. eserde uzun farsça bölümler yer alır. bir dervişin tasav vuf umdelerini anlatması ile devam eden dilgüşa tamamen tasavvufa hasredilmiştir. bu eserler, yer yer lirik bölümler ihtiva etmekle beraber genellikle didaktiktir. budala name'de aklı maaş, aklı maad, nefsi bilmek, gönül, mürşit gibi tasavvufi meseleler ele alınır. dokuzuncu bölümde abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal menakıbnatinleridir. asıl amacımız kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve onun türkislam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. bu eser ile bilim hayatımıza katkıda bulunabilmiş isek kendimizi mutlu sayarız. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kay gusuz abdal'ın dünkü şahsiyetinden farklı olarak, nispeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini söyleyebiliriz. ayrıca bu eserin basımındaki teşvik ve yardımlarını esirgemen her dost ve meslektaşlarıma, öğrencilerime de teşekkürler ederim. esselam. ıstılahatı ehli tasavvuf, marmara üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, istanbul. mystical ıslam: an ıntroduction to sufism , london. resimli türk edebiyatı tarihi, istanbul: meb basımavi. türk edebiyatında ilk mutasavvaflar, , ankara. tekke eli ve tekeoğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul. kaygusuz abdal'ın budalaname adlı eserinin incelenmesi, gaziantep sosyal bilimler enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, gaziantep. devriyye, türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi, ı, istanbul. vuslat sıfatunı kılma fürkat akluna bu fikri eyle irşad ta sen olasın ayyarı bağdad senden ibaretdür subh ahşam tuzunda mat olur şeker bal zatundan alem dolu malamal bu sal mah devri eyyam tabl melamet ışk ile çal hal bu hadis ahbar kil kal zahir batın yine hakk'dur tek dur iy fakih okıma efsun senün istedüğün bendedür çün menzile yitüp mekan bulanlar cemalüne gül canuna müştak aşina kulunı eyleme yad vaslun nasib olısar zikısmet gel ki cemalün güle tutarduk kamu işüm büt zünnar harabat yohsa heman bezemişsin şöyle bu nakş suret kimisi şekkeri güftar nedendür nice aşıkı gaflet içinden bidar ider aşık olanun derunı dahı beter ider n n n n fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün aslı nedür kangı vatandan gelür anlayı bak cana canandan gelür seyredüben kevn mekandan gelür yüz tutdı yine deryaya karşu sefer eyler ne sözdür dilümüz virdügi ahbar fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün yumışak toprak ol olma katı daş nice bu sağlık esenlik nice bu ömr bu yaş özüne yören gel berü iy sahibi insaf var sen cahil hayali ko eylemegil laf karınca kaçan avlaya denizde ki nehengi arslan çetüki göricegez eylemeye havf nemrud eger ok atdıysa göge mi irişdi elest deminde tokınıcagaz nun' ile kaf' özini bilen sözini söylemeyen güzaf su kenarına kondı ördek kaz öket turac bıldırıcun tavusa oldı mesak ki ezelden neyise aslun yine anı iste nice bu çeng çegane bu işreti meclis niçe bu sen sen aceb ben ben aceb kibr meni surahi söyledi arabca kulkul kaz ördek ile zeyn oldı her göl yeşil atlas ile tonandı dünya göresin cümlesi işinde meşgul fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilünfa'ilatüfa'ilün yine bu bezmi eyyamı getürgil halk duydı sırrumı gör ki ne gavgaya sataşdum var var gönül sen feragat it kendü işünde tevhid ile ışk odına seni sala geldüm sa'adetün sayesinde sakin olupdur uş bikülli sensin ademde keramet varlık çarhı cünun benem ben uş kaf ile nun benem ben uş ilmi ledün benem ben uş şerh beyan degül miyem fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün yüz binde biri olsa hemin ola bu heman fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilatün fa'ilün ışkdur sa'adet cümle başa devlet ikbal yol içün azarlanursa haşa bizarlıg ola yaraşmaz ahi cevlan olmayınca nicenün canı üstinde mar oldı görinen ol anun hüsn cemali bana mey virmedi içüp kanası virür sem'üme bin dürlü hitabı nefesi güher nazarı derde tımar oldı canum esridi gönlüm mahmur oldı tutarsan uş budur tarik erkan özin bilene sor bu mensubeyi ibret gözüni aç bak kim göresin aslı ol nurdandur ahı mustafa andan artuk dahı kim vardur dahı ol nur ile ruşen olmış her bir iş kanda baksan bir görinür her taraf yine bir dürlü hikayet iy yigit yine gönlümde pusı virdi pusı bu kaçan olur müyesser her cana kiminün ömri geçübdür bihasıl dahı kurtulmaga bulmazlar mecal aklı küll ta can olısar her akıl her yerde punar mı akar sahrada ağlamak gülmek bilişmek ayrulık bile geldi ağlamak gülmegile akla akıl mecnun'a mecnun gerek bir delildür ayeti bürhanı bir genc esbab izz ni'met milk mal can canan ab ateş hak bad göresün gönlün içinde bu ayı putperest işitse kese zünnarı her nefesi abı hayvandan latif kişi var ki derdi ser çeker heman içi daşı ışk ile ma'mur ola can ola ulu kişiye sözleri yahşı yaman tedbir takdir dimek akl gönül can sünük et deri külli varlık bir vücuddur bir cemal yol menzil zulmet delil dimek veli nebi akıl cahil dimek gönül içinde bulur bu can elün hakk'ı ayan gönli içinde bulur simurg ile bunda geldi kuhı kaf ol ki nihan olmışidi oldı faş her neye baksan görinen vechi hak zerk tezvirün dürildi defteri elif oldı lamelifden gitti lam sen bu yolı ana sor andan dile gelmedün bu mülke kıla seyranı yogidi henuz bu suret bahane hal ide görgil olalı müşkilin arif katında söz derdi ser olmaz ana de ki aşıkdur can dilden yüregi yanana duz em buyurma derledügi da'im neccari dirlik ayandur genc veli ki gözi görmez ne nişan virdi akıl intihasın kamu tamamdur arada ne var kim kamu cism suretler cana döndi ne sır kaldı arada dahı muglak güneş görindi bulutdan seçildi aceb genc ki doludur her viranlar talib matlub ikisi bir sır oldı nişin konşuluga dogrı degülsen yiyüben etmegin tuzın basarsın birlik oldı çi gani vü çi fakir aşık isen feryad ah itsene anı ki bulmışdur anı saklaya anı ki bulmadı da'im isteye zahid isen öz huzurun beklegil canı sudur sudan ayrılmaz balık abdal olmış cümle alemden farık insanı kamilde gördi sultanı bismillahirrahmanirrahim hece vezni ile yazılanlar aslı vardur ignesini sürişde ya alkışda bulınasız ya kargışda yeni hammam'dan berü gerçi et ve deridür mensur eserler bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve siyeri sadık dirler. ve bu aklı maaş merkebi bu yolda lenktür. eger kur'an'ı başdan başa ma'nasın dahı virsen yine kara renkden gayri renge inanmaz. zehi nadan ki hakk'ı ister. ve bu aklı ma'aş bir nesne ki bulmışdur heman budur diyüp turmışdur. bilmez ki bu yirden ve gökden özge bir yir ve bir gök dahı var. ol yir ile gök arasında iki direklü bir şehir var kim ol şehre girmeyen sırru'llah'dan bir nesne tuymaz. eğer bin yıl dahi çalışursa anun, kim bal yimekden nasibi olmaya, bal dimekle agzı şirin olmaz. aklı ma'aş bilmez ki ariflerün gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur. gel imdi sen de aklı ma'aş irmedügi sözlerden haber al ve anun görmedügi yüzlerden nazar al. arifler menziline yol bulmaz. bu ilmi aklı ma'ad olan bilür ki buna mantıku'ttayr dirler. mantıku'ttayr'ı her bar bilmege ya süleyman gerek yahut attar. elhamdüli'llahi rabbi'lalemin vessalamü ala seyyidina muhammed'ün ve alihi ecmain. amma ba'dahü bilün ve agah olun ki: bismi'llahi'rrahmani'rrahim midani: pes imdi, allah hakkı çün da'vam ol yirdendür ki göz ile görüp gönlüm ile inandum, görmedügüm ve bilmedügüm yirden haber virmezem. her kim benüm gördügimi görübdür ve nişan virdügüme irübdür. ben dahı andan soram müşkilüm hall iderse canumı şükrane virem. zira şeker içen ola kim kamış sormaya. her dem dost yüzine bakalum özümüzle diyelüm işidelüm. sıdk safası ahd vefası olana yoldaş olalum. ve in yevmen inde rabbike keelfi senetin mimme teaddüne mümkin degül. ya can gönülden talib idi, yahud mukallidligi ziyade idi. bu hicabdan merdler geçer, namerdler geçemez ve bu ilmi danalar bilür, nadanlar bilmez. böyle haberler hod işitdügi yok. bu kez gönli bugz melal ile dolar. az iken bunları kırmak gerek diyü çalışur. amma ol halkun edall ebteri bilmez ki hak leşkeri kırmak ile tükenür mi, anlara kim hak mu'in ola. mahluk ne idebilür? eger anlarun biri emmin oglundan su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz melal ile dola. gör ki suret misin, ya can mısın, ya kul ya sultan mısın niçün sen seni bilmeyesin ki şahzade iken geda gibi bineva olasın. mekanun gülşen iken külhana razı olasın. eger sultansan emin ol. eger ten isen hod tahte'tturab oldun. midani: pes imdi bir saat dana ve arif sohbetine girüp mest olmak bin yıl kendü başuna ibadet ve riyazat kılmakdan yegdür. kavlehü taala: her kim beni isterse sınık gönüllerde bulsun didi. padişah, didarın görmedi. eğer ol seni kulluğa kabul iderse zihi devletdür anun kim gönülden haberi olmaya. zira bu arada gizlü ma'na vardur ve ol gönülde yazılıdur dile gelmez. her kim gönülden yana yol buldı, ol ma'na ana feth oldı, hakikat ademlerimden oldı. bu kez anun hükmi kaf'dan kaf'a geçer, her kanda ol olsa hakk anunla olur. zira sözün aslı gönüldür. her kim gönül bahrine yol buldı, bu kez ne dürri isterse dalub çıkardı. ta'at hidmetün oda yakdı, duhanı göklere çıkdı. dahı eyitti: pes imdi nadana ma'rifetu'llah dimek şure zemine tohum ekmek gibidür. zira sırru'llah, hakk zira ögüdi ehline dimek evladur. pes imdi bu vücudun mülki sana ol zaman müsellem olur ki süleyman gibi hatemi, nefsün divinün elinden halas idüb emin olasın. yohsa hatemi div eline virdükde hudaperest iken divperest olursın. mesela bir hatun bir kimseye nikahlu olsa bir kimse dahı anı gayrıya nikah idebilmez. ya'ni gönül eğer dünyaya tabi olsa hakk'un anda tasarruf olmaz. senün kelle gözligün sana disem gönlün bir halden bir hale döner, melul ve mahzun olursın, dimezsem, nidem ki senün senden haberün yok. subhı kıyametde seni uykudan uyarurlar. feleğün çarhı ol hisarı yıkar, imdi suret ve ma'na ya'ni iki cihan elünde iken niçün can mülkinden haber almayasın. eger said isen fena donun çıkarub nar donın giydürürler. dünyadaki ömrüni niye sarf itdün diye ve kar kisbün niye harç eyledün diyü sual iderler: eger cevap virmedünse gönlün sarayı ruşen ola ve gayrılara andan kisb ile mülkler dola. zira bu vücud bir ü k ndur. ve men dahale kane aminen, yani evliyaullah zümresine dahil olup emin olur. ta ki gözünden gaflet hicabı gidüb hakk kitabı ruşen ola. ve gönül velayetleri ana müsahhar olmaz. sana ruşen haber söyleyem. harif misin, şerif misin, zarif misin gönli bana çevür, gönül gözüyle bak, gönül kulağıyla dinle ve söyleyeni ko, söylede bak: pes imdi sen dahı ol badenuşun yüzüni gör visali badesini iç. dahı her ne olursa kayurma. yarın bir kıl sana dag gibi görünmeye, bu razı gönlüni sandugunda pinhan eyle. bu razı ve remzi anla hayf fursatun elde iken kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme. tıfl gibi her sözi hak katında makbul olur. midani: pes imdi bundan garaz budur ki heman hakk'ı bunda iken bul ve hakikat sende iken sen seni bil dimekdür. zira kamu fi'lün ve hal kalün mahşerde ayan olacakdur. cümle yaradılmış dile gelür söyleşür, anları sen ruşen görürsün. ol vakt hakk taala'yı dolu ay gibi ruşen görürsin. ben ne diyem ki ne esrüklükler kılursın dil ile vasf olunmaz. anda temaşa baki didar baki, şarab ıyş baki, rab saki, pes imdi ruhu'lkuds'ün manasına iren nahv sarf nakşını neyler? anlar ki arefe'ye irdi arif oldı ve anlarun gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur ve anlara iren mukallid iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken ma'şuk olur. bunı ancak arif bilür. dahı ne cennet içün şad olur ne cehennem içün havf çeker anda ne akl ne idrak kalur. ıyş da budur, lezzet de budur, şerbet de budur. midani noldun sen dahı huşyar ol, aklı ma'ad'a mukarin ol, derd hasıl eyle. tapdugun tanrı degül putdur. zihi nadan ki hakk'ı ister ve ruhu'lkuds taleb ider ve deccali lain'den ayrılmaz. yohsa mülhiddensin, öz elünle kendüni toprağa göm. ve bihodluk şarabın içüb ölmeden öndin soru ve hisabın virenlerdür. anlar havf recadan kurtulup hayr şerden geçüpdürler. ol içmekde, ne leb var ne hod cam ne namus var ne hod nam. bu meydandur ki zemin asuman cüst cudur. birisi dahi içeli sadık oldı. birisi içdi agzun açub himmet denizün yir göği berr bahr meyhane'yi ve cümle varlığı bir lokma gibi yutdı. sanki boğazından nesne geçmedi. rind laübali olup yani ademi takayyüd idüp mürid ve şeyhlikden geçüp ol tuzakları üzüp uçdı. feragat pes imdi hakikatte anlar dünya cifesinün kuzgunlarıdur. ve cümlesi hakk'un azgınlarıdur. hakikatte anlar hakk'dan ve nebi'den bihaberlerdür. diri degül ölülerdür. niçün mülhidlük amelini muvahhidlik yerine satarsın ve muvahhid suretinde gösterirsin, har mühreyi la'l gevher diyü satarsın. zira hakk'dan reca ile müyesser olan muradun zımmında nice murad hünerlik hasıl olur. pes imdii l r hakikatde ışk meyhanesinün şem şarabı sırrından ve harabat elfazınun ibaretünden bihaberdür. zira şeriat ehline kavga düşürürler ve oğul balına arı üşürürler. anlara zahidler gibi bir libası mahsus degüldür. yirde ve gökde imamet anundur. hakk emriyle kaygu ve şazlık anun hükmindedür. hakk taala anı cümle yaradılmışa her cihetden vesile itmişdür. dünya yüzinde ne kadar kim veliler vardur, anun eli altundadur ve anun başında tacı rahmani var. anun içün bu halkın ekserisi ana uymaz. yemek ve içmekde, söyleyüb ve işitmekde ve turub oturmakda ve halkla bile gezmekdedür. heva hevesi ma'lubı olanlar anı bilemez ve bulamaz. yohsa bir kimesnenün eli anun ayagınun tozına irmez, gözüne tutiya ide. amma devri ahir de bir sahibi zaman zuhur ide. yine peygamberün şeriatı üzerine amma suret gizlü olub hakikat aşikare ola. hakikatı islam ve iman, hakikatı savm salat, hakikatı hacc zekat, hakikatı sırat mizan, hakikatı cennet ve cehennem aşikare ola. görinen anun öninde zerre gibidür. hiç nesneye anun ihtiyacı yokdur. bir gün aç ve bir gün tok. can dilden anlayın ve hikayetüm nedür dinlen ve bu sözün hakikatına hub nazar idün ki, ne beyan ider didi. ol vakt kim encüm eflak anasırı tabayi' bir nesne vücuda gelmemişdür. biz dahı adem kisvetün görmeyüb ve geymeyüb sultan vücudında bir can idük. bir nice dervişler didiler. bu kaygusuz abdal eyitdi: efendi sana bir ruşen haber söylerem ki kendü vasfı halümdür. siz dahı halünüzi bundan kıyas eyleyesüz didi. eyitdi: elkıssa. gah beni ataya oğul eyledi, gah atayı bana oğul eyledi. gah beni tıfl idüb anlara besletdi, gah anları tıfl idüb bana besletdi. velhasıl: ne başunuz agrıdayum nice bin kerre ata belünden ana rahmüne, ana rahmünden cihana geldüm. nice bin kerre tıfl oldum ve pir oldum yine ecel gelüb beni atam ve anam ardunca gönderdi. gah oynayup ütdüm, gah bilmeyüp ütildüm. gah kazzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah beni deryada mahi, gah dağlarda ahu eyledi. nice bin kerre bulıt gibi havaya agdum, nice bin kerre yağmur gibi yire yagdum. nice bir kerre küfr iman karışdum. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum. nice bir kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. elkıssa: halik'un emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolab gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah buze düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayaklar altında hiç eyledi, gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah şah, gah geda eyledi. gah günde yandum, gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. pes imdi bu sözlerden ve haberlerden garaz budur ki sen dahı gönlüni cem eyle, aklı ma'ad'a mukarin ol. ve edeb bekle. edeb beklemeyen dünyaya nadan özün hayalda kodı. anlayana bir kitab sözdür, anlamayana bin söz dahı disen faidesi yokdur. söz var halk içinde, söz var hulk içinde. zira kim helal lokma ve ehli diller sohbeti ademün hublugıdur, ma'murlugıdur. haram lokma ve cahiller sohbeti ademün harablıgıdur. andan sonra nahak işlerden sakın, ibret ile bak, hikmet ile söyle, her yirde edeb birle, debren aşagı yukaru gözleyüp hodbinlik eyleme. bir söz ki senden sormıyalar söyleme ve eğer sorsalar bilürsen de muhtasar söyle ve eğer bilmezsen özünden söz düzüb söyleme ve kimseye imtihan ile söz sorma. eğer sorarsan kabul it, inad ve mücadele itme, sonra merdudi hakk olursın. ta ki hakk'ı batıldan fark idüb ömrüni telef itmemiş ola. anun çün her kişi kendü işüne kail düşüb hak taala'nun sırlaruna ve hakikatına irmeyüb öz bildükleri anlara azim hicab olmışdur. bu sebebdendür ki halk birbirlerine dirler ki: pes imdi emin ol, yohsa sen seni bilmezsen ehli diller sohbetine gir, bir mürşidi kamile iriş kim seni bilesün. nagah bir gün sultan sarayında hıyanet idersen sonra çok hacalet çekersin, şermende olursın. ve bu saray ve bargah anundur. gökdeki mahluk yire bakar ki: bu beşi ana canibidür. kapu var ki gah açılur, gah örtülür. ve dört yüz kırk pare direği vardur ki kemüklerdür. ve ortasında bir pınarı vardur ki bu şehrün cümle yirine su andan bahş olur ki cigerdür. zira hazreti resul'den ve alinden sonra gelen kamiller dahı bu nefs ki dirler ademün nesidür ve neresindedür? anı bilen rabbısın bilmiş ola. amma bu kaygusuz abdal eydür ki bu dört ata canibidür. bir zerre gam gussa yok idi. günden güne yigitlük menzilüne kadem ki basdum. baktım ki bu yitmiş iki milletün halkı güruh güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. ve cümle mahlukun ma'budı birdür. ve dahı vücudda hak'dan gayrı fikirlere vesair eşgale endişelere nefs dirler. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hakk nurundan bir şemme olmaya. kavlehu taala: pes imdi tahkik bil kim hakk taala'nun evvelü ahiri ve üstialtı ve sagısolı ve önüardı yokdur. bir bahri bikenardur ki cümle alemi kaplayubdur. anı bilen hakk'ı bilür ola didi, bu dervişler eyitdiler: va'llahü bikülli şeyin mühit ayeti kerime değil midür? anun çün komşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. bu kaygusuz abdal eyitdi ki: midani: ihvan, bu oturan dervişler eyitdiler pes imdi ademün vücudı cami' oldı, cami'a dahil olanun salatı makbul olur. hakk'ı öz şehrinde buldı ya'ni midani: ihvan, pes imdi bu sözlerden garaz budur ki cümle yaradılmışda hak mevcud imiş. cemi ömrüni de zayi itmiş olup marifetu'llah'dan bir nesne bilmedün, heman cihana hayvan geldün ve hayvan gitdün. kavlehu taala: bu kerre şehri guşe beguşe serbeser temaşa eyledüm. men danem ve men danem yani ol kimesneyim ki yine ben bilürem diyüb bir zaman sükut eyledüm. senüriyehüm ayatüne fi'lafaki ve fi enfüsihüm hatta yetebeyyine lehüm ennehü'lhak her nesne ki vücuda gelmişdür evvel ahir ademün sureti anun defteridür. ben dahı avcı zagarı gibi yanına düşdüm. bu kerre kendüm kendüme didüm ki: meşk olsun! ben dahı didüm ki bu şehirden yana gitmek isterem heman boynuma bir resen takub çekdi gel imdi sen sana insaf eyle. ma'nasız da'va eylemek kirişi kırılmış yay gibidür. sözün giçmedügi yire söz söylemek yaysız ok ataram dimek gibidür. heman bir kimse kendüyi bildi cümle eşyanun aslını ve fer'ini bildi. eger cennet, eger cehennem, eger melek, eger şeytan, eger zulmet, eger nur taleb idersen cümlesi ademün vücudunda mevcuddur. agacun yimişi olmasa revnakı olmaz. nadanlar kendülerün hayalde zayi' iderler, zira bilür ile bilmezin farkı uyur ile uyanık gibidür. her kimden sual eylese, hak her yirde hazırdur dirler. yahud kimi aya, kimi güneşe ve kimi kendü elüyle düzdigi nesneye hak budur diyü tapar. talib bunlarun kangısına inanub itikat eylesün. gerek dünyevi, gerek uhrevi, zira hiç kimse öz işini bilmez. cümle işin temam sanur dahı ma'bun olur. ya'ni hakk ile birleşmiş ola. süleyman gibi hatem sahibi olub heft iklimün kabz bastı ve azl nasbı kabzai tasarrufunda ola. zira alemde mürşid bir pes imdi bu müşkili güşade kılmaz. maraza ne lazımdur iderler. avam ile hemdem olan ehli şekavetdür. zira halka damı tezvir içün başlarun kabartub bol cübbeler giyüb yünden şemle sarub ve bellerine zünnar gibi tiğ bend ve kemer baglarlar. muttasıl oruçdur disünler diyü böyle yaparlar. bunlar her dem başlarun aşagu salarlar ve gah gah sadık ah iderler. ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler iderler ki, ya'ni pirinden anlara ziyade nazar olmuşdur disünler. hile ve midani: ihvan, pes imdi öyle mürşidler, kibriyanun müşrikleridür. zira serverlik itdi cühhale düşmişdür. zira cihanda şeyhi vaktüz diyü kendülerin özin hazreti hızr teşbih iderler. dahı ayagun hızır izine basdı sanurlar. kel, em eylese öndin öz kendi başuna eylerdi. sırrı ilahi'de cahillerdür. dünyalık içün halka kendülerün sevdirüb yalan sözler söyleyüb ve mühmel remizler ile avamı ve cahili inandururlar. yirde ve gökde halifei hak olanun hayatı ve mematı elinde olub kabz bast azl nasba hakim olur. biiznihi taala. ve müridlerinün kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oglan, kimi uşak. dahı kendülerin bilmezler. bunlar koyun başlı kurtlardur. peygamberimüz buyurmuşlardur ki: peygamberimiz'in buyurdugı din yolınun dikenleri ve halkun çirkin kokuları bunlarun hakkındadur. horos olan banladı nadana ben ne didüm, ol ne anladı. yani bu haberler kimine söz kimine saz geldi. anladun ise hal oldı, eger anlamadun ise kal oldı didi. ahiri kar bana dahi nevbet irişdi. heman bir gün içinde bir sohbete ugradum gördüm ki bu oturanlarun kimi muhammed resulu'llah ve kimi isa ruhu'llah ve kimi musa kelimul'llah ve kimi ibrahim halilu'llah ve kimi adem safiyyu'llah bana yir gösterdiler. nice kerre sana didigüm budur ki fursatun elde iken ahiret marazlaruna ilaç idesin. dahı sen gamu gussa ile dürlü dürlü belalara giriftar olub kalursın. kendüni arifler ve ehli diller sohbetine ve meclisine layık eyle. bu kerre talib piri kamil'i bulduktan sonra ışkı delili de özin bilüb arif olub hakk'ı vücudunda bula, hulkı hazreti muhammed'e, huyı hazreti ali'ye benziye. zira hazreti ali her gah peygamber aleyhisselam'ı halvet buldukça eydür kim: hakk'ı bulmak istersen kendüni bil, arifler sohbetine gir. sadık olub sözi tasdik eyle. kendüni ne sanursan, halka dahı anı san. heman kendüni bildün ve hakk'ı buldun. hazreti resul sallallahu aleyhisselam eydür ki: pes imdi bil ki allah'a giden yol gayet yakındur ve gayet müşkildür didi. nagah bir gün vücudun şehrinden kafile göçer. bu kerre sen senünle tenha kalursın. eğer meta'un dürr cevahir ise şad hurrem olub gam gussa yok. kangı şehre varsan müşteri tacirler meta'ından almak içün kapuna mülazemet çekerler. yohsa metaun hazef ise kangı şehre varsan meta'un kesad bulursın. gam gussa başuna üşer. nice devranlar bu cihan kubbe misalidür. arş seyranumdur. bu nakşı pergarlar seyranumdur. yirden göge bir kulaç yerün eni ve uzunı bir kulaç. gice vilayet, gündüz nübüvvet, doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık zindan, yalan dimek zagarlık, dogrı dimek erlik, uyku münacat, uyanıklık ariflik, hulk cennet, kahr cehennem, evliyalar vezir, peygamberler elçi, akıl cebrail, kitaplar vasfı hal, bahiller zahmet, cömerdler rahmet, münkirler zulmet, arifler vahdet, aşıklar rahmet, cahiller melul, nadanlar mihnet, adiller nur, zalimler ateş, pirler bereket, yigitler sıhhat, sabiler selamet. güneş aşagudan yukaru çıkar. bunlarun cümlesi bir vücuddur ki kaimdür. beglik ve hakimlik ve kulluk benüm mertebemdür didüm. yohsa ben alim degülem ilim bilmem, veli degülem kerametüm ola, derviş dervişane karpuz gibi yogun yumrı söyleyüp sözden top düzdüm. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. anlayana bir kitab söz, anlamayana bin söz dahı disek faidesı yokdur. hodbin ve nadan olub özi hayallerde gark olmışdur. dahı sırru'llah ve ma'rifetu'llah sözi ana kar kılmaz. bu meclisde oturanlar eyitdiler: derviş! derviş eyitdi: pes imdi eger sen dahı hakk'ı taleb iderem dirsen mutu kable en temutu mazmununa masadak olub ölmezden öndin öl ki dirilesün. yohsa iş bilmez gafil gibi öz bildigüni işledün olursun. eger idersen bu kerre müzdesin ya'ni sevabsız fail gibi elün boş kala, halün düşvar ola. zira yokuş dibinde merkebe alef virmek gibidür. derviş bir zaman sükut eyledi. ol sahranun ortasunda bir azim yol vardur. gördü ki bu yolun nihayeti yokdur. eyitti: yine derviş öz haline mütehayyir oldı. bir kimse diler ki halünden haber sora. görür ki özinden gayri deyyar yok. eyitdi: aceb bu benüm düşüm mi, hayalüm mi, ya hayal mi ola? gördi ki başı tacdan taşra çıkmış. gördi ki ne sahra var, ne yol var. eyitdi: bari çagurayım, göreyim, belki bir kimse buluna, bu yoldan haber vire didi. eyitdi: midani: efendi haberdar ol. men enem ve men danem, ya'ni ben dahı beni bilürem diyüb bu beyti okıdı: temmetü'lkitab ala yedi derviş yusuf gulamı sultanü'larifin esseyyid eşşeyh muhammed efendi halvetiyyi sinani dimyati kaddesa'llahu sırrahu fi sene. amma ba'de bilgil ve agah olgıl ki bu cihan içinde bir derviş seyahat aleminde gezerken kendözün bir sahrada görmiş ki hiç nihayeti yokdur. ol sahranun ortasında bir yol var. ol derviş fikr idüb bu hali kimden sorayım dir. bu derviş durur, dört yana bakar görür ki hiç kimesne yok. yalnız özidür, tek tenha öz haliyle danışub eyitti: yabana gitmekden yola gitmek yahşidür didi. bu kerre derviş özinden cuşa geldi. dir kim elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'lakibeti li'lmuttakin vela udvani illa ale'zzalimin. ve'ssalatü ve'sselamuala hayri hulkı muhammed ve alihi ve sahbihi ecmain. andan bir haber soram ki bu yol kanda gelür, kanda gider, görem bana bir haber virebile bismi'llahi'rrahmani'rrahim bari emin olayım dir oturdı. meğer ki başı bacadan daşra çıkmış. tiz heman başunı özine çekdi. eydür ya şeyh, sana ne oldıdir. didi ki bu şeytandur ola mı dir, tiz kötegin çıkardı. derviş bir kötek çıkarmış kendüye karşı gelür. derviş eyitdi: hay sana bir haber sorayım didi. veli hiç senün gibi kişi gördügüm yokdur. derviş didi ki: didi. sakalı akdur, tesbih boynunda, asası elinde ve seccadesi çigninde, zikr tesbihi kavi okur. derviş didi ki: şeyh dervişi göricek didi: allahu ekber didi. allah avniyle kodı gitdi, hele çok şükür bu beladan kurtuldum didi. oturdı bir hamle rahat olub dinlendi. derviş düş gördi. gördi ki sadhezaran musa her cihetden rabbı erini, diyüb durur. derviş gözin silüb anılayun bakub gördi ki sad hezaran ibrahim ve isa. gözün açub bakdı. eğer rahmani düş ise yine göreyim didi. bu kerre gördi ki, tuba ağacı dibünde azim bir yıgınak var. bunlar ne söyleşürler dinleye, bir hikmet anlaya. derviş gördi ki, ihtiyar sadrında oturan muhammed mustafa'dur. peygamberler sual iderler ki: ya resula'llah! derviş eyitdi: benüm adum bilür misen? bunca ta'at ibadet itmüş idüm. evvel adum azazil idi. resul hazretlerinün huzurı şerifine gelüp eyitdi: ya resula'llah develerün büyügüne deve dirler. resul dir ki: yirün gögün misafirüyem. amma senün gibi kişi gördüğüm yokdur. derviş eyitti: ya ne sorarsun hikayetüm çokdur. başladı başundan geçen sergüzeşti söyledi. eydür: sormak ayub degül, sen ne kişisün ve yalnuz bu sahrada neylersün. eydür: ne haber derviş, sözün var ise söyle, halün arz eyle, işidelüm bilelüm dir. eydür: bunı didi. tek tenha heman özidür. kendi vücudınun içinde sırr olmış cemi' yirdegökde her eşya ki var sadasun işitdi. derviş fikr eyledi. eydür: bu aceb ne haldür. düşi degül gönli cuşa geldi eydür: çünki derviş cümle alemi kendi vücudunda gördi, haberdar oldı. bu alemden murad olan heman kendidür ve özi imiş. bu makama ka'be kavseyn dirler, ve bu agac ki görürsün ana şecerei islam dirler. derviş ihtiyat eyledi. filhal belinleyüb uykudan uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki, kendüden gayrı kimesne yok. bu beyti didi: ya resula'llah bu makam ne makamıdur? muhammed mustafa eyitdi anılayın derviş sorar ki: hoş ola! var git olmaz bu bir dergahdur ki 'ışk ile her kim geldi nasibün aldı. can dilden kulluga bel bagladı. bir gün sual idüb eyitdi: ya ali bundan ilerü bu ten yok idi. ol vakit düşümde gördüm ki bu cümle alem benüm gönlüm içindedür. lutf eyle bu düşün ta'biri nedür bana bildür didi. kimesne göremedi. cümle hakk'ın birligine tanukluk virürler. bu şevk ile yine derviş cuşa geldi. ali eyitdi: sayeban sahibi yine sayeban'un içindedür didi. derviş eyitdi: ya görünmez bana. ali eyitdi: bu suretler ki vardur içinde cünbiş kılan şubede gösterün. sayebanun sahibidür. bildi ki zill hayal gibidür cuşa geldi bu beyti didi. erkan tavrı bana öğret, öğrenmek içün bilmedüklerüm bana bildüresin. ali eyitdi: derviş ki bunı didi, dahı ilerü yüridi. sual idüb eyitdi: bunı didi. merdan'un elün öbdi, ayagına yüzin ürdi. bir müddet geçdi, divler, periler, cinniler, ifritler, vuhuş, tuyur, mur mar her ne ki var, cümlesi ana muti' olmışlar. derviş dahı vardı süleyman peygamber'in divanına girdi ve karşusında durdı, şah ali'yi gördi. süleyman peygamber'ün kirpigi altundan bakar. eyitdi: derviş yukaru bak! gördi ki yüzyigirmi dörtbin peygamber cemii enbiya ve evliya dirilmişler, her biri ali'ye tahsin iderler. yüzi nurundan yirler ve gökler aydun olmış ve cümle peygamberlerün önüne düşmiş hakk dergahına giderler. derviş eyitdi: ya şah! sakin oldı. eyitdi: ya muhammed sen, sana degeni iste, zira ki her peygamberün benümle bir muamelesi vardır. bunlar bu halde iken heman ilerü gelüb eyitdi: ve ben dahı bununla gideyim, vakt ola kim dururlar ola didi. eydür: ilahi bari hüda bu cümle mahlukatını yaratmışsun rahmetünle yarlıgagıl dir. hakk sübhanehü taala eydür: kuyu didikleri bu cism idi. mısır'a sultan oldum didi. eyitdi: ya şeyh yine mi geldün bunda dir. tiz asasun çeküb dervişün üstine yüridi. bunlar bu sözde iken derviş heman gayretlendi. heman ilerü yürüyüp hamle kıldı, el sundı. ol galebe divan içinde şeytanı basdı. kepenegün arkasına giyüb geldi oturdı. muhammed mustafa dervişe eydür: canımı ben ne hoş yirde idüm ve hoş sohbetde idüm. yine ol meclis durmış yirlü yirünce adet üzerine derviş şah ali'yi gördi. elin öpüp eyitdi: ya şah! eyitdi: ol demde uykudan belinledi. bu beyti didi: bu sözi söyledi. ol sohbet canına kar kıldı, hayran kaldı. fikr idüb eydür ki, ya resula'llah kimesnem yokdur. resul hazretleri buyurdı. derviş eyitdi: bunı dirken derviş gördi ki sımat çekildi. derviş bakdı. gördi ki yirdegökde her ne mahluk ve cemi eşya ki var cümle fasih kelam ile söyler. derviş bu kez bunı böyle söyledi: buna uçmag dirler. tahte'ssera'ya bakdı, ferşi gördi. cümle eşyanun asl ferin hoş temaşa kıldı. gönli ferah oldı, bu beyti didi: ben seni halvet buluram. derviş eyitdi: ben de senün hakundan gelürem dir kepenegün giyüb yine geldi. oturdu ali'ye eyitdi: gafil olma. derviş bunı did ya şah benümle bu şeyh ne katı uruşdı. merdan eyitdi: ya ali bu ne yirdür? merdan eyitdi: bu karban sarayını mı sorarsın? derviş bakdı gördü ki firavn şeytanı özine pir edinmiş, gelür. firavn'un sözin söylediler. heman tek tenha özidür. gördi isa peygamber geliyor. anı göricek derviş eyitdi: derviş bunda ne istersün. derviş eyitdi: sultanem bu ne yirdür ve ne makamdur? peygamber eydür: turun gidelüm didiler. peygamber dervişe eyitdi: sen hiç tınma. derviş eyitdi: derviş ki sözi işiddi. gördi ki cümle alem dil olmış tevhid söyler. derviş cuşa geldi bu beyti didi: derviş bu sözi söyledi. gözin açdı bakdı, gördi. eyitdi: iki kişi oturmışlar şunda bilmezüz ne kişilerdür didiler. firavn eyitdi: derviş bunı didi. bir fitne dagarcugı ve bir asası ve bir torbası var idi. bu ol dervişdür ki mukaddema görmiş idi. anun kuvvetin bilürdi. bu denlü ma'reke içinde firavn gördi ki piri kaçdı. eydür: dervişi tutun. firavn bakub dururken, derviş anun başundan börkin aldı, yirine oturdı. meydana girüb şeytanun üzerine hamle kıldı. gönlünden eyitdi: sen mi didün tanrı vardur? firavn eydür: sen kendü gözünle gördün mi, yoksa kıyas ile mi söylersün? peygamber'. bu ne kişidür? derviş ki bu sözi şiddi. bir kerre na'ra urub eyitdi: cümleyi azdurdun cazulukla, şindi geldün bunı dahı azdurmak mı istersün? peygamber eydür: ya bilmez miyem şeytandur. firavn şeytana eydür: hele bir dem sabreyle. meger firavn'un başı keçel idi. derviş bu hali gördi. derviş ol leşkeri tartagan eyledi. bir kötek çıkardı. eydür: bana ol torbayı vir didi. ol mahalde ol derviş uykudan uyanıgeldi. derviş eydür: ya isa! hakından gelelüm dir. dervişün gönli cuşa geldi, bu beyti eydür: derviş, isa peygamber ile oturdılar. eydür: firavn'a derviş ki bunı didi. derviş anı indürdi salıvirdi. benüm ancak dirligüm ol torba iledür didi. peygamber vir kurtulalım gidelüm didi. derviş eydür: la ilahe illa'llah dir. bir lahza fikr kıldı. gördi ki cümle alemde yaradılmış eşya dükeli cem olub bir yare gelmişler. güneş dogmış nurı zulmet irte gice ırak yakin hep bir olmış cümle eşya savt ile hoş avaz ile tevhid dilün söyler. sayvanı düzen kimdür yahud anun oglanlarını gördin mi ola? bunlar, bu sözde iken anı gördiler ki adem peygamber dahı irişi geldi. selam virdiler. andan dahı haber sordılar ki, aceb. derviş eyitdi: beli! adem peygamber dirler bir kimesne bu cihana geldi bir zaman bu cihanda oldı. bunlar dir ki vallahi ben dahı geldüm, bunı böyle buldum. hazır düzilmüş gördüm dir. bu kez derviş gizlendi, aydur: bu sayvunun ıssı kanda olur gördigün var mı dur? adem peygamber eyitdi: derviş ki bu sözi söyledi. adem peygamber işitdi: bunlara sordu ki, bu ne kişidür? eyitdiler: biz dahı şimdi gördük bilmezüz kimdür di diler. adem peygamber eyitdi: derviş, ibrahim peygamber'i nemrud ateşe atmak ister imiş. gel sen dahı bile varalum didi. bakdılar gördiler ki nemrud hükm idüp söyler: ben seni görmedüm. ben senün vücudunda bile idüm. başladı adem'ün başından giçen halleri bir bir söyledi. cümle beyan eyledi: adem eydür: tiz durun odun getürün. azer oglını ateşde yakın, temaşaya bakın dir. nemrud'un varlığı olmış vücudında, şeytan ne ki dirse nemrud anı tutar. amma ol oturan ak sakallı kimdür bilür misün dir. adem eydür: ol kişileri okun bana berü geldün gelsünler görelüm. eyü bulduk elümize girdi. nemrud eydür: söyle bana bildür ben dahı bilem didi. nemrud şeytana haber sorub eydür: bu ol kişidür ki beni dergahdan ma'zul idüb sürmege sebep oldı dir. nemrud eydür: sizi nemrud ister. nemrud eydür: şeytandur. yanunda şeytana haber sordı. nemrud'a eydür: bilmezem kimdür? derviş eyitdi: hey ne durursun? tevhid ipiyle ellerin ayakların muhkem bağladı ve nemrud'ı dahı tutdı. meydan ortasında, yüzyigirmi dörtbin peygamber, cümle enbiya, evliya, yidi tabaka yirde ve tokuz tabaka gökde berr bahr içinde cümle yaradılmış eşya hazır idi. bu hususda, derviş allahu taala'yı yad eyledi. ol dervişdür kim kendünün asasın ve torbasun almış idi. heman nemrud'a eydür: nemrud'un suçı yokdur didiler. heman bir kötek çıkardı eyitdi: tanrı vardur dirsin, gel bu küfr sözi terk iyle seni kurtaralum dir. ol zaman derviş sabr idebilmedi. heman yirinden turıgelüb eyitdi: bu ne küfr söyledi? adem peygamber eydür: bunı hiç söyletmek olmaz. nemrud eydür: o köseyi dahı tutun ateşe atun dir. eydür: ya nemrud tanrı mıdur? horasan milkinde beykozlu paçan'un oglıdur. eydür: bari biz gidelüm anun ateşe düşdigin görmiyelüm. derviş eyitti: derviş bunı didi. eyitdiler: derviş bizden feragat eyledi diyüb dagıldılar gitdiler. derviş dahı derhal uykudan belinledi, uyanıgeldi. bu sıfatlar ki vardur. nemrud, gerek firavn, dokyanuz, şeddad hep hırs heva vü heves dahı gayri endişeler vücudunda imiş, derviş dört yana bakdı. gönli cuşa geldi eydür kim derviş bir saat sabr eyle görelüm hali niye varur didiler. ol demde anı gördiler. derviş gel bu şeyhi bize sat sana kepenek idelüm ve bir palas dahı virelüm didiler. derviş eydür şeytanı bana virün. bir kolayıda geldi. eydür: her kişi kendi işine maslahat eylesün. adem peygamber zamanundan berü, ta bu deme gelinceye degin bunı bilür misin ki salihlere neler eylemişdür? ol demde ibrahim peygamber resul hazretlerinün huzuruna gelüb eyitdi: nicedür sen tevbe ider misün? eyitdiler: ko bizi halümüze var altın kullugına turmuşuzdur. ol zaman dervişe bir zevk hasıl oldı bunı didi: ya resulallah nemrud'un hakkında ne buyurursun? muhammed musafa eyitdi: derviş ne dirse siz anı tutun. derviş dahı eyitdi: bunun bahası mıdur? nemrud eydür: bu piri bana bağışlan salıvirün dir. heman derviş eyitdi: derviş ki bu sözi söyledi. oturdugı yirden durugelüb yüridi. bağdad şehri heman özidür. derviş fikr eyledi. bu kerre gördi ki düşleri vaki' olan işleri yiri, gögi arş kürsi levhi kalemi onsekiz bin alemi, ve kendü başundan geçen sergüzeştleri ve hikayetleri andı. düşinde derviş bunı didi, turıgeldi. düşünün ta'birün sormaga bir kimesne isterken nagah anı gördi. tevrat ki geldi tanrı tebareke ve ta'ala hazretleri buyurur ki bu cümle mahlukat kim yaratdum. ol vakt ben dahi uykudan belinleyüb uyanı geldüm. bu sözi ki derviş dinledi. dervişün gönli cuşa geldi. eydür: ben düşümde gördüm cümle eşya benüm yüzüme karşu secde kılur. sag yanuma bakdum gördüm, musa peygamber durur. ol hem aleyk aldı. ana haber sordum ki bu sultan meliki bunda düzildügi vakt sen kanda idün? musa peygamber eyitdi ki: yaran, ben dahı bir düş gördüm. behlül eydür: eydür: aceb ne ola? her biri kendü dilince hakk'un birligüne şükr eyler idi. sormak istemek günidür, muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem serfiraz olmış cümle eşyanun ortasında aygün gibi. derviş gördi ki her eşya kendü cinsiyle çok zevk sefaya düşmişler. maksud yirin bulmış, cümlesinün suçları bağışlanmış, tanrı'nun hasları bir yire gelmişler. bunlar bu halde selam virdi. nagah gördi ki şeytan donun değşürmüş ol orada bile turur. derviş anı keşf eyledi. didiler kim: derviş kurbanı alun. geldi gördi ki balıgı öküze yükletmişler geldiler. pişmek kotarmak oldı. eyit diler: her birünüz hikayet söylen didiler. bunlar sohbetle dahı meşgul oldılar. hala dervişlere öküzi balıgı, hak taala hazretleri kurban virdi didiler. derviş turdı ki vara musa peygamber eydür: la ilahe illa'llah muhammedü'rresula'llah. bir yirde galaba divan durmış gördi. hak tebareke ve taala hazretleri var idi diledi ki bu alemi halk idüb vücuda getüre. muhammed mustafa'nun nurundan cümle alemi vücuda getürdi. yirde gökde her ne kim var cümle eşya tamam oldı. ol demden ta bu deme degin her eşya kendü haline meşgul oldı. evvel ahir ne ki gördi ve bildi ve ne ki hikayet geçdi derviş söyledi. her ne ki adem'ün, hali var idi. gördi ve bildi ol derviş dür ki kendünün asasın ve torbasın almış idi. ve fir'avun'un börkün dahı almış idi. eydür: derviş bunı didi. derviş şeytanı meclis içinde tutdı kaldurdı yire urdı. muhkem elünayagun bagladı. ol sohbet içinde olanlar dervişe aferin didiler. eydür hiç ben senün elinden kurtulamaz mıyam? her kanda ki varsam ve her ne ki surete girsem ben seni anda hazır görürem. bari bu defa senünle bir yana oluram dir. derviş gördi ki şeytan hışımla üstine gelür. bu dahı fi'lhal yirinden turıgelüb arkasından kepenegin çıkardı. bu kez bunı didi: derviş ki bu sözi söyledi. derviş eyitdi: didi. benüm halüme bir nazar idün, bakın görün şimdi vaktüm niye irişdü, cemi enbiya ve evliya ve sulaha, ubbad ve zühhad ne kadar vardur cümlesi benüm elümden aciz zar sergerdan olmışlar ve aciz kalmışlardı. ol vakt derviş uykudan belinledi. ol gördigü düşleri vaki olan işlerün, fikrün, hayalün önine getürdi bu iki beyti didi. ol mahalde gördi ki sabah olmış, cümle alem münevver olmış, güneş doğmış ruşen olmış, yidi kat yirde dokuz felek de ne kadar ki yaradılmış eşya var ise dükeli hak sübhanehu taala hazretlerinün birligüne tanıkluk virürler. kamusı bir vücud bir baş olmış cümle bir dilden söylerler. ya derviş lütf eyle, bunun elün ayagun açub salıvir, andan dahı bir haber soralum. derviş anun elün ve ayagun açdı salıvirdi. eydür: derviş böyle söyleyüb geçen ahvallerün ve gördigi düşlerün fikrinde iken nagah yine dervişe uyku havale oldı. orta yirde bir ayinei kadim, mukimkaim durmış, her eşya ki var bu sarayun divarunda ve kenarında ve ortasunda nakş olmış, aksi bu ayine içinde tanrı vardur, peygamber, dünya, ahiret, batıl, rahman, şeytan vardur dimezler miydi? geldi bunda şimdi benümle böyle mücadele kıldı. gördünüz akibet anı neyledüm ve nice bağladum eyitdiler: ya erenler! ay, gün, yıldızlar togar tolanurdı. sabah olur ahşam olurdu ol vakt dirlerdi ki sahihrast söylersün. gel varalum bir lahza oturalum didi. meğer kim ol menzil sohbet yiri imiş anı gördiler ki, meger gaib erenleri gelürler. geldiler bunları dahı gördiler ki iki kişi oturmışlar selam virdiler. bir saat ki giçdi gördiler ki bunlar garibdür. haber sordılar ki, ne kişilersiz gelişinüz ne yirdendür didiler. bu dünyadan gitdi, yirine ben geçdüm. bir zaman cihanda hükm hükumet eyledüm didi. derviş bu hal içinde söylenürken bakdı gördi ki süleyman peygamber bir gemiye girmiş, deniz ortasında ebed mülkine gider. derviş gördi ki süleyman peygamber kendüye karşu gelür. bu cihanda milke süleyman olduğun, div peri, ins cin, vuhş tuyura cümle hükmüne ferman oldugın adl dad kıldugın cihandan murad aldugın ahir çarh elinden sergerdan oldugın söyledi. cümle keyfiyeti halün hikayet eyledi. katı taaccüb idüb eyitdiler: yine bir adem gördüm dedi. bunlar bu halde iken bu sahrada müşerref menzil gördiler. abı revan, bag, bustan, murgzar, sebzezar anı göricek, süleyman peygamber eydür: ya ol yoldaşun ne yirdendür didiler. süleyman peygamber eydür: ben dahı geldüm. dervişün önli cuşa geldi eydür: benüm bir tonum var idi. ben yalınuz tek tenha olan yirde eglenemedüm. allahu taala hazretlerine yüz urdum didüm ki yirde gökde bana bir yar yoldaş vir didüm. tanrı tebareke ve taala hazretleri bana bir yar yoldaş virdi. yoldaşumla zevk safa kıldum. anı bana padişah hil'at virmiş idi. yine sultan katına vardum. bir zaman sultan katında oldum. bir vakit uyandum gördüm ki hak sübhanehu taala hazretleri bana hil'at virmiş ki yine ol hil'ate benzer. geldüm bu sarayda gördüm ki ehli iyalümden üremiş ve çoğalmış ve tertib düzilmiş. bunlar hiç bana bilişik virmediler. eyitdiler: nişanun togrı veli bizüm seni gördüğümüz yokdur didiler. süleyman peygamber zamanı idi. vakıayı oldugı gibi togrısın dişin dir. süleyman peygamber eydür: evvel ahir enbiya evliya külli bundadur dir. eydür ki: bilmezüz senün sözün girçek' veli bizüm dervişi gördüğümüz yokdur didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür ki: bu dervüş'ün verdiği nişan içinde cümlenüz bilesiz hiç aklunuz irmez mi? didiler ki rahmani düş ise yine görine didi. derviş gördi ki heman ol meclisdür oturmuşlar. ol eyitti: derviş bunı didi. gözin açdı bakdı, gördi ki sabah olmış, güneş togmış, cihan başdan başa pürnur olmış ırakyakin, gicegündüz yeksan olmış. allahu taala hazretlerin yad eyledi secde kıldı. bu şevk ile cihanı görmiş idi. ol kudüsi şerif'de yevmü'lhisab olmış. cümle yaradılmış eşya safendersaf hazır durmuşlar. derviş cuşa geldi: derviş ki bu sözi söyledi. henüz dahı söz agzından ahir olmadın, bakdı anı gördi. bunları teferrüc eyler. bu şevk ile cuşa geldi bunı eydür: derviş bu sözi didi yine uykı havale oldı. düşünde gördi ki cümle eşya içinden bir kişi çıkdı ki muhammed mustafa'dur. bir köhne murakka' vasla geymiş bu nakş hayal ki ol eşya suretlü göriniyordı. eydür: canum bir vakt var idi ki yir gök var idi. her nesneye bir dürlü ad virürler idi. derviş bu şevk ile cuşa geldi, eydür ki: derviş ki bu sözi söyledi. gözin açdı bakdı gördi ki tek tenha özidür. fikr eyleyüb ne hal ne hayaldür, şol düşümde gördüğüm dirken yine gözlerine uyku havale oldı. derviş nazar idüb bakdı gördi ki bunlarun getürdigi yir gökdür. dahı yirde gökde her ne ki var cümle her nesne ki var anı perverdigarı alem halk idüb yaratmışdur. dünya ve ahiret arş kürsi levh kalem, od, su, toprak, ferş, öküz, balık bekülli pergalı dairei müdevver ile getürdiler. bunlar açdılar bargah'ı kurdılar. bir nesne dahı getürdiler deniz idi. ferş üstine yidi tabaka yiri tokuz feleki arşı mecid'i yirlü yirünce areste kıldılar. bu kerre yine dervişün gönli cuşa geldi eydür: ne hoş meclise irişdüm. derviş eydür: bu sözi derviş söyledi. yemin yesar bulındı. her kişi kendü haline meşgul oldı münadiler çagırdılar ki derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. kırk başı var, yidi agzı, üç gözi var. derviş ki bunı gördi, kendüye fikr idüb eyitdı: şol derviş niçün geldün? derviş bakdı gördi padişah yirinde oturan tanrı arslanı ali'dür. elin öpdi eteğine yapışdı ki halin arz kıla. gözin açub bakdı gördi ki elinde öz kendi kepeneginün etegidür. dört yana bakdı fikr ider ki ben ne hoş yire ye ne hod menzile vardum, ne yahşi meclisdeyim. meğer ki benüm vücudumun aksi imiş, ola mı bu gördüğüm düşler nedür dirken dervişe yine uyku havale oldı. bu kez düşünde gördi ki yine meclis araste pürkemal durmış. dervişün gönli cuşa gelüb eydür: derviş bunı didi bakdı gördi ki çok çok kişiler peyda oldı. hep geldiler cinsi cinsiyle oturdılar. merdan ali dir ki: iy tanrı bendeleri! derviş dahı bakdı gördi ki yirden göge degin ve gökden arşı alaya degin ve arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya degin ve sidretü'lmünteha'dan makamı kabe kavseyn ev edna'ya degin andan cennetü'lme'va'ya degin ve firdevsi ala'ya degin görünür. bunlarun arasında her eşya ki var cümlesi muayyen oldı, derviş cuşa geldi bunı eydür: derviş ki bu sözi söyledi. eydür ki bu söyliyen kimdür? bunlarun arasında ceste ceste söyler. heman ol demde derviş cuşa geldi. elinde bir asası var idi. fi'lhal yiründen turub hazır oldı. elinden alub geldi, oturdı. merdan ali teferrüc eyler. katına geldi. bunlarun aralarından bir kişi çıkdı. hiç ben bunun elinden kurtulamaz mıyam? yine ol güruhdan bir kişi ilerü gelüb eydür: ol nedür kim yukarısı yumrı aşagısı çataldur. dört divarı var, altı kapusı var. biri eydür: yarenler size bir sualim var. eyitdiler: sor sualün görelüm bilürsek cevabun virelüm didiler. derviş eydü şol miskinün günahı nedür? derviş eyitdi: leklek ola. biri eydür ki: nisbet degül. biri eydür: derviş ki bu sözi söyledi. veli bir kavga ve galabe gelür. bir zaman dinlendi gördi ki ol kavga ve galaba öz kendü vücudundan gelür. yirde gökde her nesne ki var cümle yaradılmış eşya öz kendi koynundadur. yidi tabaka yir, dokuz felek arşı mecid, kürsi, levh kalem, onsekiz bin alem her ne ki var bu pergar içinderviş bunı böyle diyü özine yörindi. kim bu halkı alemün gözlerine her ne kim cihan suretli görinür kendü vücudınun aksi imiş. kim teferrüc ide. gönli cuşa geldi, şevk ile bunı didi. eydür: dervişe geldün dir. derviş tiz vardı şah'un elin öpdi, yirinden tıırdı. ol düzilen aletlerün ol meclisden çıkub gitdi. derviş uykudan belinledi. gördügi hikayetler öz kendi kepeneginün gölgesi imiş dahı kimesne yokdur. eydür: derviş bunı didi. meger ki fitne perdesi anun yüzinde baglu idi. ol mahalde şahı merdan ali dir ki: bundan bir haber sorayum belki bu yirlü ola görelüm ne söyler didi. ol kişi yakin geldi. oturdılar, birbiriyle haber sorışdılar. derviş rivayet eyler ki ol kişi müsafir imiş. nagah yolum irişdi. ol dahı heman bu cihana benzer bundaki şeylerün gölgesi depredügi aksi anda düşmiş. heman ol dahı bu cihan suretlü nesne olmış. anda teferrüc iderken yirün gögün aslını her nesne ki dahı yirdegökde var idi. hikayet çokdur. derviş eydür: derviş kendüye geldi. eydür: ben bu şehri ol vakt teferrüc itmek isterdüm. bu şehri teferrüc eyleye. derviş anı göricek eyitdi: hele bu kişi geldi. cuşa geldi eydür: yaren sen söyledün. bu şi'ri söyledi eydür bunı didi. derviş bakdı gördi ol bir muazzam şehirdür ki üç kat barusı var. azim muhkem kal'adur. yaz ve kış kesilmez, yürür durmaz ırmaklardur. ol ark içinde bir nişanı dahı oldur ki üstad anı iki direk üstine bünyad eylemiş ve bir nişanı dahı budur ki kadim, yarenler bunca gezmek, turmak, oturmak görmek işitmek, bunca hal ahval anunçündür. kim bir kişi bulam da haber soram bilem, görem ki irte gice kanda gelür ve kanda gider ve bu pergarı döndüren kimdür. bu sular ki her daim akar. ne dimek olur. bu çarhı müdevveri her daim döndüren bizüm düzilecek degirmenümüz vardı. anı üstad dirler bir kişi bize ol gerek idi. aceb kanda bulsam, makam ve menzilün bilür. adem var mıdur andan haber sorsam, bana bildürse dirken meger kim uyumışdı. gözün açub bakdı gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek tenha özidür. bu kez fi'lcümle hayallerden ümidün kesdi, bunı didi. eydür ki rum, şam, meşruk, magrib, zengıbar, habeş, yemen, taif, mısır, diyarbekir, bagdad, ırak, horasan, türkistan, bedahşan, hürmüz, hindistan, keşmir, çin, maçin, hıta vü hoten, desti kıpçak, bulgar, kandehar cemisi bir aradadur. yidi kat yiri gördi. ferşi öküz üstine, öküzi balık üstine komış, balıgı deniz üstine komış, denizi yil üstine komış, yili tutmış bir şişe gibi ayine düzmiş kudreti hak min külli pergal içinde hali teferrüc eyledi. yil dokınur bu kubbei barigah yilün heybetünden döner. adem oglanları öz akıllarunca ad virmişler. güneş yirden yukarı çıkar alem ruşinalık olur, irte oldı dirler. gözün açdı bakdı gördi sabah olmış, güneş togmış, alem nur ile münevver olmış. hep birbiri içinde yapılmış. mesela ol kubbelerün üstinde ulu sayvan tutılmuş ola. yirün dairesine bakdı gördi ki derviş ol şehre girdi, bakdı gördi. birinün adı: kabili rahman, birinün adı: azazili şeytan . ol şehrün bir nişanı dahı budur ki bu şehr ayineye benzer. derviş cuşa geldi: leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. derviş cuşa geldi bu iki beyti söyledi: bundan rubı meskun'a yitmiş yıllık yoldur. gemi düzdügin bir zaman deniz yüzinde gezdügin, talgalar dokındugın bu adaya geldigün cümle hikayet eyledi. süleyman peygamber eydür: hele bu adayı teferrüc ideyüm diyüb ol gemiyi kuru'ya çekdi. kendi teferrüce düşdi. ol vakt derviş gördi ki süleyman peygamber bunlarun içinde sultan'dur. ne ki div peri, ins cin, ehrimen ve ifrit cümlesi anun hükmüne fermandur. süleyman peygamber eydür: ben orta köylü degirmencinün oglıyam didi. derviş süleyman peygamber'ün her hünerin ögrendi. bir gün eydür: süleyman peygamber'e haber sorub eyitdi: ben şam milkinde haleb kurbunda aziz ve kilis dirler iki şehr vardur. derviş eydür: bundan öte gayri yir var mıdur teferrüc etmege? süleyman peygamber eydür: şimdi bunlar yarag eylediler. ol yana kuşlara dahı haber oldı ki süleyman peygamber leşkeri almış bunda gelür didiler. padişahları katına geldiler. bir hamle ki oldı. fi'lcümle karşusına turdılar. kavga belürdi. derviş bakdı gördi ki hal böyle hengame çoğaldı. kuşlar derviş'i gördiler. derviş süleyman peygamber'ün katına geldi. süleyman peygamber eydür: hal ahval ne idigün gördün mi derviş? derviş derhal duzak kurdı, bir kuş tutdı. derviş, baykuş'a dir ki: derviş ki bu sözi söyledi. süleyman peygamber işidüb, derviş'i tahsin eyledi. süleyman peygamber dahı bunı didi: ne kişilersüz, bunda neye geldünüz? süleyman peygamber eydür ki: derviş ki bunı didi. ol gördügi düşleri vaki olan işlerün halün hayalün tefekkür iderken, nagah yine gözlerine uyku geldi. yatub uyudı düşünde gördi ki, bu şehr ayineye benzerdi. kendözine ferah geldi, bu şi'ri söyledi. eydür: leyse fi'ddarı gayrina deyyar. gönli cuşa geldi eydür ki: derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde anı gördi ki iki cihan fahri seyyidü'lkevneyn fahrü'l enbiya muhammed mustafa sallaallahu taala aleyhi vesellem hazretleri çıkageldi. tazarru' niyaz ile yürüyüb huzurunda eyitdi ya resula'llah! resul hazretleri sual idüb yitdi: derviş gelişün ne yirdendür? derviş eyitdi: hangi milkdensin? derviş dir ki rum'dan. resul der ki: sultanum dünya mülkinden gelürem. resul eydür: cümlenün günahları bagışlandı. derviş eyitdi: leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek tenha özidür. sabah olmış, güneş doğmış, alem münevver olub, irte gice, ırakyakin cümlesi yeksan arşun dairei müdevverün, tokuz felek, on iki burçları, yidi yılduzları, giceyi gündüzi, yidi tabaka yirleri, ferşi, öküzi, balıgı, denizi, havayı bu menzilgahlari bir hoş teferrüc eyledün mi dir. derviş dir ki: sultanum, biribirine uymazlar. dünya cehdine doymazlar. resul hazretleri eydür: sultanum, bizüm kelsürt kadısı karpuzı bütün bütün yudar. peygamber eydür: gel bir hamle yoldaş olalum dir. resul hazretleri eyitti: derviş bir şehr var. muhammed mustafa hazretleri dir ki: derviş ki bu sözi söyledi, uykudan belinledi, uyanıgeldi. derviş eyitdi: arşı kürsiyi teferrüc itdün mi? muhammed mustafa başladı: ikisinün arasındadur. eydür yirde midür, ya gökde midür didi. resul eydür: derviş ki bu sözi didi. otururken yine uykusı geldi. bu kerre yine derviş düşünde gördi ki yir gök cümle alem bir hırkadur ki kendinün üstinde şöyle bir hırka sadhezeran dürlü vasla renk renk var. derviş fikr idüb eyitdi: kepenegüm sökülmekden, dikmekden canuma geldüm. bu hırka ne yini olur, ne eski olur. anı arkasına geyüb bakdı. bu gördügi düşleri ve başundan giçen işleri dahı avladığı kuşları, vaki olan hikayetleri, gözledügi tuşları taaccüb iderken, nagah derviş bakdı gördi ki ırakyakin, derd derman, yahşı yaman, bir şişe içinde bizüm hacei nasr bazirgan dükkanunda şöyle durmuş anı gördi. derviş eyitdi: bu ihtilafdur. derviş bu fikr içinde iken nagah bakdı gördi ki özini hıta vü haten milkinde süleyman peygamber av salmış ki meger bu mişki olan geyiki avlaya. anı göricek derviş dahı bir hoş yire geldi oturdı. selam virdi derviş aleykü'sselam didi. süleyman peygamber dir ki şol miski olan geyiki avlaram dir. bu kadar da derviş gördi sahrada bir köçek otlayub gezer. derviş süleyman peygamber'e gösterdi. süleyman peygamber bakdı gördi ki istedügidür, hay budur tiz avı baglan, yolları tutun koman dir. ol geyikün üstine ardınca yüridiler gitdiler. geyik dahı kendi halinde ol sahrada otlayub gezerken kulagına avaz bir ses irişdi. heman bir kerre turdugı yirden sıçradı kaçdı. bunlar dahı anun arduna düşüb geyik avlaram dir. derviş eydür: nice geyikdür avladıgun? süleyman peygamber eydür: bunda heman derviş var, dahı kimesne yok. derviş dört yana bakdı ve kulak urdı gördi ki bu geyik ün ayagı takıldı, sesi öz vücudından gelür. uyandı başun yirden kaldurdı. dahı kimesne yok. eydür: ben avumı sana niçün vireyüm? derviş dahı anı tutdı. habibi huda muhammed mustafa salla'llahu aleyhi vesellem hazretleri irişigeldi. süleyman peygamberi muhkem tutdı. eydür: ne aceb ol geyik bu sahradan kaçub bu taga geldi ben teferrüc ider idüm. süleyman peygamber eydür: geyik bunda geldi diyü ol yana bu yana bakdılar, geyiki göremediler. eyitdiler: derviş geyik'i getür! derviş eydür: derviş bu sözi söyledi, uykusundan belinledi. aceb bu vaki midür, yohsa vakıa mıdur? fikr iderken nagah sag yanuna bakdı gördi bir çarşu galabalık ve gavga alub satarlar. bilsem müşkilüm hall olsa ki dir. bildügi cümle gördügi öz hayalidür. heman kendü vücudınun hayalidür. yine başın yire koyub yatdı. cümle alem burada cem olmışdur. cümle alem anda gelmişler her biri kendü işine meşgul olmış gördi. heman gönli cuşa geldi. eydür: leyse fi'ddarı gayrina deyyar. derviş bu şiiri eydür: derviş bunı didi. andan dahı ilerü vardı. alemi dünya bir araya gelmişler. bakdı gördi ki sultanun divanı durmış yemin yesar areste olmış. cümle yaradılmışlar eşya anda gelmişler dükeli sultan divanında cem olmışlar. her birisi sultan ile huş. meger ki kassabı cömerd dükkanı idi. dervişün ismi hakk'ı zikretdigün cömerd kasab işitdi. eydür: hey derviş senün bu denlü kudretünkuvvetün var mıdur ki bu adı anarsun? derviş anı işidüb bu beyti eydür: derviş dahı bu sözi söyledi. bakdı gördi ki müsafir dervişdür. sultan dahı derviş'e eydür: derviş ki bu sözi işitdi. eydür: derviş ki bu sözi söyledi, ol saat uykudan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki sabah olmış, ırakyakin, gicegündüz cümle yiksan olmış. kendü yalınız tek tenha, leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok, heman kendi özidür. cümle ye padişah hanenden nevale geldi. bakdı gördi cümle yaradılmış eşya kadirlü kadrince kısmetin aldı ve her biri kendi kıs metine gönli teselli oldı. gözi gönli pürnur ile toldı şimdi bunı didi: derviş ki bu sözi işitdi. eydür ki: derviş ki bunı didi. sultan dahı şevk ile derviş'e dir ki: derviş ki bu sözi söyledi. eydür: derviş dahı bu sözi işitdi. bunı didi eydür: derviş ki bu sözi söyledi. gözün açdı bakdı gördü ki kendüyi şamakı şehrinde bir külhan bucagında yatur buldı. ol vakt eline divitkalem alub kagıt üzerine başundan geçen sergüzeştleri ve gördügi düşleri, vaki olan işleri yazub mufassal bir kitab eyledi. düş gördüm sayıkladum. bu söz ne dimek oldugun ol bilür. bir hoş ayan ve beyan eylesünler. amma bu canum bunlar niye sücud iderler didi. kim yüzbin bu cihan gibi nesne anun her köşesünde yiter gaib olur. min külli kendinün vücudunda mevcuddur. eydür canum ben bir zaman bu cihan içinde idüm, bu cihan benüm içimde görinür didi. eydür: derviş ki bu sözi didi. derviş eydür: derviş ki bu sözi söyledi. bakdı bu cihan suretlü görünen hayallere külli kendünün vücudunun gölgesi imiş. eydür: e m t. va'llahu alem vü ahkem midani: pes erenler bu fakir dahı bulunan aşikana yadigar eyledüm. ma'lum olsun ki evvela adem ki kudreti hakk'ıla ana rahmine nice düşer ve nice vücuda gelür ve nice ruh virilür ve nice dirilür ve anadan nice ırar. ve adem de kaç burç vardur ve nice hasıl olur ve kevakib nice ider ve ademün zahirinde ve batınında hasiyyeti nicedür ve kaç ruh vardur ve anasırı erbaa niye tabidür ve kaç nefs vardur ve nice gelür ve aleme nice giçer ve kuvvet nelerinde olur ve hasiyyetleri nicedür ve ahvalı alemi var mı ayan ve beyan idelüm: kavlehu taala: goftei risalei vücudname hazreti kaygusuz abdal sultan kuddise sırrahu'laziz: elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'ssalatü ve'sselamü ala nuri seyyidina ve alihi ecmain. mü'minun suresi, ayet and olsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık. sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bir çiğnem eti de kemike bilahire onu başka yaradılışla inşa ettik. suret yapanların en güzeli olan allah'ın şanı ne yücedir. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer: bismi'llahi'rrahmani'rrahim ademün batınında kevakibi seyyareye müşabih olan yirleri dahı ayanbeyan idelüm ve dahi gökde on iki burç ki, dokuz felekdedür. elfimde dahı mevcud durur. anları dahı ademde ayan ve beyan idelüm: alemi lahut alemi uluhiyyetdür. resm sıfat ve na'tı semerei tarikat fenadur. ata, hakk'a varabilmek gibidür. alemi ceberut kerbiyyei melaili'lala, dairei 'ışk, makamı cebrail, aklı kamil, ve ademde olan dört alem anları dahı beyanayan idelüm adem, bir şehri azimdür ki nice bin alemler anda mahvolur. ol şehri azimün oniki kapusı vardur. bilmek murad isteyen ehlüne müracaat eylesün. her şeyin miftahı insanı kamildür ve ademün: ve adem cümle eşyanun yirde ve gökde her ne ki muradı var ise cümlesinün güzidesidür ve ayinesidür ve dahı: altı bini dahı insandur ki insana müteallikdür. birü birinden ayrı gayrı degildür. altı bini nebatatdur ki yirlerden biter, adem'ün vücudı, aslında yigirmi sekiz huruf üzre yaradılmuşdur: la cereme mazharı zatu'llah oldı. suretden zuhur eyledi ve hak'un birligüne ol suretle beyan eyledi. ol kelamı hakk'ı hak zahir kıldı ve mahbubı rahman oldı. hazreti hak'dan tanrı taala hazretleründen gayrı eşyanun vücudı hakk taala'nun vücudında mahvolur, heman hak kalur. zira eşya fanidür ve hem baki oldur ki daim kaim oldur. ve alem benüm iledür ve bu alem olmazdan evvel onsekiz bin alem içinde hak celle ve ala kamış içinde şeker, şeker içinde lezzet ve kil içinde ab gibi vaki olmışdur. bilateşbih eğer hakk aradan götürülse bu onsekiz bin alem içinde bir kul kalmazdı mahvolurdu nitekim resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem el mü'minü mir'atül mü'min tanrı'nun adı mü'mindür. ademün adı dahı mü'min ve mü'minedür, nailesi olmışdur. bu hadisi şerif'ün hayli manası vardur. ve zat bakidür ve gerçi zat sıfat ile görinür. ve dahı bunı beyan idelüm ki haliki alem bu manada hayrandur. elbette kendi bildügiyle rast gelmez. ta ki kendünün hakikatundan haberdar ola ve her ne ki vardur ademde vardur. kavlehü taala: ve pes imdi cemi eşyanun hakikati alemi ademdür. ve anun ne evvelinün evveli var ve ne ahirinün ahiri var buyurdı. külliyen evvelün ve ahirün' eşya ve mahlukat ins cin cümleye peygamber oldı ve cümle mahlukat ve mevcudat bu hayra rızası oldukda anun kullugun emrini işlemek kabul eylediler ve anlara külliyen, hayat virdi. hak resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem bizüm oldı ve burada guft gu çokdur. bu mana ile gizlü karhaneyi düzen kendüni içinde gizledi. cümle eşya talib ve ragıb olur. ol dem ki adem aleyhisselam ketmi ademden sahrayı vücuda geldi ve bu karhaneyi gördi. gitdikçe derdi ziyade oldı ve ba'dehu yüz yigirmi dört bin peygamberan geldiler ve kendilere her biri mümkün oldukça haber virdiler ve bu karhane sahibinün ismin bilmek babında cidd cehd eylediler. temyizde ve teşhisde bir şeye kanaat bulamadılar ve bir şey'e mevkuf olmadılar. ta kim hatemü'lenbiya muhammed mustafa salallahu aleyhi veselem geldi ve bu karhanenün aslını ve fer'ini beyan eyledi ve mu'cizkelam ile şöyle eşyayı külliye hayat buldı. siva ile işaret buyurdı ki eya hak kanda ola? ve gökde olan mahluk yire nazar iderler aşagıda mı ola? va'llahu bikülli şey'in muhitan ve bu ma'nayı beyan ideyüm: çünki nişan dahı eşya içünde bulundı. lakin özin bilmez ve insanı kamile ilişmiş degüldür ki gözin aça, özin görebile. sultan iken kul ve yohsul gezer. amma adem vardur ki adem suretinde gezer. andan kendü hakikatini bilmek gerek. zira kendüsin bilen arasında ve bilmeyen arasında fark çokdur. yabanda dahı hasıl olan noktada mevcuddur. her mekanlar anundur ve her gönül anundur ve sıfat ve hem alem anundur. hem şekiller ve hem varlık anundur. : ve insanı kamil benüm mürşidüm dimek ile mürşidi olmaz. bizzat hak virmeyince. zira ki adem hakiki kainatun defteridür. bu manaları malum idünüb bilmege belli ki er gerekdür. zira hakk sade bir şey ile bilinmez ve bulunmaz. her bir şey ve her bir eşyayı ve her bir dolu işler ile bilmeyüb ve isbat eylemek gerek. gel imdi kaygusuz abdal berü küfr iman didükleri nasıl şeydür: küfr gizlemek, iman bir şeyi ikrar eylemek. mü'minün kalbi allah'un arşı ve hazinesidür ve cemalu'llah'dur ve bakisin kalbi, hakkı inkar ider. ela inne evliyau'llahi la havfün aleyhim velehüm yahzenun öyle olınca hiçbir şeyden faide okumam ve hiçbir şeyden keyf eylemem. ancak allah'ü azimü'şşan ki balada zikrolundı. ol tanrı'dan gayrıya meyl virmem, zira bu manada dahı tanrı bir degüldür. resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurdı ki: imdi bilmeyen kendüsinden, bilen dahı kendüsinden degüldür. mesela bir tıflı mektebe vireler elif diyü okur. elif bilür, ne didigüni bilmez bu gibidür. hak taala buyurur: küllü maksudin mağbudun. bir kişinün maksudı ne ise ma'budı dahı oldur dimek olur. gözin aç özin bakgör heman kul mısun, sultan mısun, geda mısun, şah mısun? adem suretinde olub hayvan gezme. kendüsin bir mürşide vir. var ise nasibun alursun anı bulursun. kavlehu taala: men arefe nefsehu fekad arefe rabbehü. ve şeş ciheti gördi ki kendünün gölgesi gibidür ve ol dem bildügi öz bahri muhitdür. ve burada kişiye hidayeti hak kavi gerekdür. ve girü bu alemün sıfatına onsekiz bin alem insana müteallikdür. ve yine resu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur: altı bini nebatata müteallikdür. bu tertib özde kurulmışdur. eleman burada layık olan budur ki bu eserleri görüb müfessirine şükr zikr ta'at ibadet oluna. gel gör ki aferiden gayri bir ferde dilimizden elimizden ve fi'limizden fikr olunmaya. evvel kalben ulu mü'min ve muvahhid olurlar. yohsa dilümüzden mü'min ve muvahhid geçinüb yine dilümüz ve elümüz ile mahlukı rencide iderüz. zira ki mahluk sıfatı hak'dur. hayr şer fark ola, eşyayı mahluk halik'den ayrı degüldür. nitekim muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: allahümma yessirli zira eşya yir gök mahsulidür ve eşya cesedler tılsımıdur, alem zatı hak anlarun ruhıdur. bir cesedden allahümme erina hakikate'l eşyai kema hiye hakkuha yani eşyayı hakikat benem kim taleb itmek her şeye gerek olur. ve sağında olan mürid makbuldür. ve bunlarun cümlesi bin üç yüz elli neferdür. gice gündüz yigirmi dört saat kutbı alem daima bu onsekiz bin aleme nazar eyler her ne ki hayr şerri, faide ve zarari zuhur eyler ise görürler. sag yanunda olan mürid makbul haber virür ve sol yanunda olan halifeye haber virür. alemi, nizam üzre tutarlar. ve ol kutbu'laktabun bu on sekiz bin alemler ve yidi deryayı ve cemi semavat ve arz yanunda bir fafuri tabaka gibidür. zira hak ile alemi anun feyzine teslim idüb kutbu'l alem nazarıdur ve her biri perverdigar'un emri her adem ki fevt olur ruh ervahı aleme gider. cesedi yire defn olur ki anasırı erbaa'dan hasıl olmışdur ve andan hasıl olur ve ateş ile bad ulvidür ve ab ile hak suflidür ve bad dahı oldur ki ulvidür. ruhla kan evvel gider ki yil ile ateşdür ve ruh kan gibidür. kemük çürür hak olur ki et su olur. allah bilür ki ilim anundur. padişahlar alemi iki kısımdur: amma ki batından haberleri yokdur. anlar ki sahibi tasarrufı batinidür. zahiri olan padişahlar ve vezirler ve begler ve agalar gibidür ki zahiren bu memlekete hükm iderler ve bunlardan altun ve gümiş vesaire esbabı zahiriyelerdür. sair eşyada bu kabiliyyet bulunmadı. ve hem olmaz. ve hem alemdür. ve vakıa'larına birşey irişmez. ve yine ol seyr herbar anunla kaimdür. belki gördigün dahı bilmez hayvandur, münafıkdur ve mel'undur. bu ayeti kerime mütevafıkınca kavlehu taala: bismi'llahirrahmani'rrahim ya davud inna cealna ke halifeten fi'lardı bu manayı beyan idelüm. zira zahirde ve batında yirde ve gökde ademden eşref vücud yokdur. halifesi ademdür. hak taala hazretleri davud'a emr eyledi kim: ya davud: üla ike ke'len ami bel hüm edallü. bu alemde niceleri vurdur ki suretleri insan, veli siretleri hayvanlardan azılıdur. bunlarun hakikat hallerini hak'dan gayri kimse bilmez. mana virür, böyle beyan ider ve söz dahı çok olur, bu mahalde gerçi söz çokdur. hak ademe buyurur. ve adem anlara her dem nazar olmışdur. teslimiyyet mürşidi kamil'e kuvvet ve talibe ışk, zahide cennet ve cahile takva ve akile sabr, yigide selamet, mü'mine rahmet, aşıka vird ve yare cefa ve derde deva ve güle hoş renk, bülbüle feryad, bu cümle takdir ezeli takdir olub herkese recü'ltaksim olınmuştur. zira bu karhaneyi bünyad eyledi. ta adem gelince umurı insaniyyeti tefviz eyledi. nitekim resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurur: zilhice. temmetü vücudnamei kaygusuz abdal kaddese sırrahu'laziz. pes imdi hakk olan nazenin ömrin aklı ma'aş ile geçürmez, aklı me'ad ehline kendüsün layık eyleyüb ehli diller sohbetine dahil olur, habercilerden haber ala. abı hayat sözlerün can dilden anlaya bilmedügi işitmedügi sırrı ilahiyi işide ve ma'rifetullah gönlin ruşen eyleye yoksa aklı ma'aş tasavvuratiyle anladum ve bildüm diyü gönlüne teselli virüb heman heman hak taala'nun karhanesine hayvan geldi ve hayvan gitdi ve hayvan oldı. nitekim farisi dimişdür ferni zeyd ferni merd. anunçün anlara dünya ve ahiret haramdur. zira kim her ne yaradılmış vardur ay ve güneş yıldızlar ve nebatat çerinde perinde iy talibi esrarı ilahi gel ve agah olgıl ki bu ilme ilmi ledünnii ilahi ve ilmi rabbani dirler. zira kim ol mukaddem sadrı tarikat ve ol rehnümayi rahı hakikat ve ol mürşidiale'lıtlak ve ol kutb bi'l istihkak ya'ni sultanü'larifin fazlı hak kaddesallahu sırruhu'lazizün mübarek nutkından sadır olan kudret kelamıdur. ta kim taklid zulimatından ve kendünün cehaletinden halas ola. subhı kıyametden durıcak, kabrinden kalkınca yüzi ak ve gam gussası yok şad handan ola. kale resulu'llah pes imdi hak taalanun esrar ve envarından mahrum oldı. hezihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesallah'u sırruhu'l aziz: ahir zamanda horasan canibinden isasıfatlu bir kimse zuhur ide. siz ol alemden yana gidün. zira ol vakt yir yüzini mehdinün leşkeri tutar adl adalet zuhur idüb zulm def olur. ol zaman ona inanub tasdik idenler ehli cennet fırkasundan olur didi. zira ki hazreti resul sallallahu aleyhi vesellem ümmetine nice ki mehdi haberin virdi. musa aleyhisselam, isa haberin kavmine virdi ki bir nice zamandan sonra bir pakize kızoglan doga, kızun adı meryem, oglanun adı isa ola didi. ol kavm güft guya başladılar. bu kez isa'ya peygamberlik geldi, kavmine eyitti ki musa size haber virdügi oğlan benem didi kavmin bir fırkası inanmayıb eyitdiler. pes imdi yusuf'un hüsn cemalinde taban olan iki cihan güneşi ahmed'ün cemalinden taban olan nurı ilahidür ki ay ve güneş yusuf'a secde eyledi. ve'lhasıl yusuf'un ve adem'ün ve serveri enbiya ahmed'ün cemallerinde taban olan ol nurı ilahidür ki ezelde nakkaşı ezel desti kudretiyle yazmış idi. kavlehu taala: musa haber virdügi oğlan bu denlü degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. bu kez isa sallallahu aleyhi dahı kavmine eyitdi ki pes imdi her kişi kim ol cemale özin teslim itdi. tahkik bilün ki, ol kişi hakkıyla ülfet ve muhabbet buldı. zihi devlet ana kim yusuf cemali gibi bir cemale irişe. levla en rae bürhane rabbihi ya'ni rabbı'nun bürhanı ol cemalde gösterilmeseydi kimse aşık olmaz idi. bir nice zamandan sonra beni haşim kavminden ahirzaman peygamberi gelse gerekdür. bir nice inni raeytü ahade aşare kevkeben veşşemse ve'lkamere raeytühüm lisacidin. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur ki: isa aleyhi'sselam dünyadan gitdi. peygamberlik geldükden sonra ol kavme eyitdi ki isa haber virdügi muhammed benem, ısa gökden inüb benüm kıbleme namaz kılsa gerekdür ve benüm alemüm getürüp ahir zamanda mehdii sahibi zaman olsa gerek didi. ol kavm iki fırka oldı bir fırkası budur didiler. ol vakt kim mehdi dahi zuhur olanda ol zamanun halkı ana inanmayıb peygamber haber virdügi mehdi'ye sahibi zaman bu degül gelse gerek diyü halk fırka fırka olalar didi. eliyazübillah anlarun hakkında peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyurmuşdur ol menarei ag ki isa aleyhisselam andan iner didükleri ademün vücudından kinayetdür. ol dahı ademün vücudından kinayetdür ve beytü'lma'mur ve beytü'latik didükleri dahı ademün vücudından kinayetdür ve cibril dahı akıldan kinayetdür. amma ol akl ki hakkı batıldan fark ide, ana aklı ma'ad dirler yohsa ol aklı tahkik bilün ki ol mehdii sahibi zamandur ve livaü'lhamd ki benüm alemümdür. ol kişinün vücudında zahir ola gerekdür ve hakikat manasun ol kişi dürüst virse gerekdür. ol alemi ki getüre. cevr zulm ademden ve hayvandan götürülür. peygamber sallallahu aleyhi vessellem devri ahirde bir sahibi zaman zuhur ider didügi budur kim ol vakt bir kişi gele kara yigirmi sekiz harf ve otuz iki kelimei ilahi ve ol kişi kendi vücudunda ve cümle kainatda beyan ki eyledi. ya'ni benüm ümmetüm yitmiş üç fırka ola yitmiş ikisi ehli cehennem ola bir fırkası ehli cennet ola. mehdi'nün leşkeri ola. ve'tturi ve kitabin mesturin fi rakkın menşurin ve'lbeyti'lma'muri buyurdı. anunçün kim encumi eflak afıtab mahitab insan eğer hayvan eşcar enhar ve hububat mecmu yaradılmış adem'ün ve muhammed'ün cemalindeki kelimei ilahinün narından ruşendürler. gice ve gündüz cünbiş ve hareket itdükleri budur ki ol cemallerde kelimei ilahinün nurına irişeler. eger bir kimse vechi adem'i pes imdi her adem suretinde olana adem dimezler. yüz yigirmi dört bin enbiya'ullah ki mecmu'a adem'ün ve muhammed'ün cemaline irişmege kulak tutub göz açmışlardı, irişdiler. zira adem'ün ve muhammed'ün vechinde kelimei ilahi mestur ve menşur idi kavlehu taala: zira her sözi dimek olmaz. mecmu yaradılmışun padişahıdur. amma bu söz her adem hakkında degül zira kavlehu taala: elaklü nurun fi'lkalbi yüferrigu beyne'lhakkı ve'lbatılı, ya'ni kalbinde bir nurdur ki hakkı batıldan fark eyleye ve dahı üç kadeh kim mirac gicesi cibril peygamber'e sundı peygamber birin içdi didükleri ol sudur ki adem eger hayvan anunla vücuda geldi. bu söz ol adem hakkındadur ki özi hazinedardır. pes imdi ol adem hakkındadur ki özin bildi ve hakk'ı öz şehrinde buldı min oldı. men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu kavlehu taala huligatü'linsanu ala sureti'rrahman buyurdu. ya'ni benüm salih kullarum yiri miras yir dimekden murad budur ki yirde gökde olan sırru'llah ve ma'rifetu'llahı bile ve anlıya andan salih ve mütteki olub miras yir. yani enbiyau'llah ve evliyau'llah zümresine dahil olur dimekdür. yohsa şemle ve hırka ve tesbih ve kemer ile salih olub miras yimez. bu kez ol vücuda beytu'llah didiler. ol nüridü en nehlüga insenen bişeklina ve hey etina li yekune sultanen lituyuri'lheva ve hıytani'lbahri ve külli rabbi ve vech mina'llahi zilli ila'llahi fi'lulviyatı ve'ltüfliyyatı muhtelifet ademe ve allemtühü yani hak taala eyitdi. diledüm ki bir insan halk idem öz şeklümüz üzere ta kim sultan ola. havada uçan kuşlara ve denizdeki balıklara ve her nesne ki canlu ola ta ezelden ebede varınca yukaruda ve aşagıda cümlesine sultan olub hükm eyleye, andan sonra adem'i yaratdum ve esmayı külliyi adem'e bildürdüm. kavlehu taala: elulamai verasetü'lenbiya. zira mecmu esrarı ilahiyyeye muttali olmışlardur. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: inni ca'ilün fi'lardı halifeten. halife buyurdı, her kim halifei ilahi adem'ün ve muhammed'ün vechinde bildiyse ademün oglı olub babasından miras yidi yohsa bilmediyse bin yıl cidd cehd eylese ogul babadan miras yimedi. hak sübhanehü ve taala tevrat kitabındaenbiya suresi, ayet. anlarun mübarek vücudları medine'dür. bilmedüler ki kaf didügindc adem'ün ve kendünün mübarek vücudları idi. bu remzi gine güruhı naci anlar. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: bir bazar var hüsn cemal satılur. ol hüsninde kelimei ilahi görür. la yedhulu elmedinete deccalün egverüleha yevme izin sebatü ebvabin ala külli babın melekanı. medine'nün ol günde yidi kapusı ola. ya'ni kıyamet güni anlarun yüzi ensesine dönüb bir gözlü ola. yani bir kimesne aşık ola ışkı gizlese ol ışk içinde ölse şehid olur. anunçün peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı: nisa suresi, ayet. darekutni, sabit değil buhari, sahih bir vechi yoktur tirmizi münkerdir habibü'l bağdadi ibn main'in aslı yok, yalan dediği zikredilmiştir, ibnü'l cevzi bunu mevzuatında zikretmiştir. tafsilat için bakınız el acluni, hadis nu. girçi sa'ir ümmetler de irişdi lakin kema hüve hak'dan bilmediler, heman kendü tasavvuratlarıyla bildük ve anladuk didiler. bu şehrün kavmi cümle agma idiler. fili görmegi arzu idüb aralarından bir nice akılları gönderdiler ki bunlara filün haberin getüreler. ve'lhasıl filün yanına geldiler. birin elin uzatdı eli filün hortumına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün kulagına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün arkasına tokındı. fil didükleri heman çomak gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi: fil didükleri tahta gibi bir nesne imiş diyü her biri kavmini bir nice deliller ile inandurdı. dirler ki meger bizüm akıllarumuz yalan mı söylersün kadr bilmezler mi diyü iki fırka oldı. bir fırka inandı ehli tasdik olub havf hatardan emin oldı bir fırka inanmayub ehli tekzib olub mahrum oldı eliyazü billah. ona yapışan ki ilmi evvelin ve ahirin sırrı size feth ola. mecmu enbiya ve evliyanun halinden ve sırrından haberdar olasın. zinhar adem'ün ve muhammed'ün vechinden hattı ilahiyi inkar itmenüz kim şeytan gibi merdud olub hak'dan dur olmayasız. bu ümmet hakkındadur ki adem'ün ve muhammed'ün cemalinde kelimei ilahi okıdı ve inandı. ol vasatı ümmetden oldı. vasatı ümmet'den murad budur ki kabe dünyanun ortasıdur. pes imdi iy talibi hak bihicab ve biperde fazlı hak güruhına karışub hable'lmetin'i ki, ali imran suresi, ayet. ademün vücudıdur makamı ibrahim dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol vücudlara inanub dahil olan emin olur. her kim adem'i ve muhammed'i bir cemal bilmediyse nuh tufanundan helak olub imansuz gider dir ve dahi nuh'un gemisi ki otuz iki pare tahtadur dirler. ol dahı adem'ün vücudından kinayetdür. peygamber sallallalu aleyhi vesellem, men mate velem yağrif imame zamanihi fekad mate cahiliyyehu ya'ni bir kimse ölse ve kendi zamanınun imamını bilmese ölen de cahil olur didügi anlardur ki yitmiş üç fırka imiş. yitmiş ikisi kendü zamanlarınun imamını bellü bilmeyüb ölende cahil oldı. ol bir fırka kendü zamanlarınun imanun bilüb güruhı naci'den oldı. ya'ni kıyamet güni de dükeli nası imamıyla da'vet iderüz didi. ziraali imran, ayet: doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, mekke'de dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren kabe'dir. daha adem yaratılmadan önce ben nebi idim tarzıyla mevcuttur. bu hadis için bakınız: muhammed bin esseyid, elmakasıdu'lhasene, kahire hadis nu. bilmedüklerinden halkı dahı azdururlar. bir gün ashab hazreti ali'den radıyallahu anhu sual itdiler ki peygamber sallallahu aleyhi vesellem şeri'ati beyan eyledi neden hakikati beyan itmedi didiler. hazreti ali eyitti: peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmışdur ki büistü libeyani'şşariati la libeyani'lhakikati didi. anunçün ki ahir zaman kavmi gayet dünyadar olalar dahı ba'zınun sadakati olmaya sözleri fiillerine uymayıb iki dillü ola. küllühüm finnar anlarun şanına dimişdür. zira ki hudaşinas olmaga layık degüllerdür. ya'ni ashabı meymene anlardur ki kendü zamanınun imamın bildiler kıyametde kitablarını sag ellerine virildi. kitabları dahı yüzleri ag oldı. arşun solında turdılar kitabları dahı sol ellerine virildi. zira dünyada şeytan gibi bildügine musir olub sırru'llah ve ma'rifetu'llah da vakıf olmadılar. taklid zulumatında kalub zalümen cehule oldılar, anlar kelimei ilahiyye ve hakikata sadakat idüb hudaşinas olur ve hazreti resul'un mübarek vücudına ilmün şehri ve ali kapusıdur didügi yine anlar bilür ki andan murad ne idi ve bir dahı buyurdı ki ene ve aliyyün min nurin vahidin kable en yuhliga ademü be erbeati aşere elfi amin ya'ni ben ve ali bir nur idük. on dört bin yıl adem'ünaraf suresi, ayet: her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler ne yazık solculara. ve ashabu'l meş'emeti ma ashabu'l meş'emeh. anlarun gönülleri ilmi rabbani ve ma'rifeti ilahi ile pürnur olmışdur ki anlar nefsün hakk'a virüb hakdan alurlar. yahya bin ammar , abdullah ibn ensari'nün üstadı idi. hazreti ali radiyallahu anhu ekser mübarek ağzında bir nice daş dutardı kim samit ola dirler. bir gün yine ehli dilden bilişi haki ki ulemai izamdan idi ve müfessirin idi. bir name yazub gönderdi ki yahya bin ammar dahı ana yazdı ki evvela: men arefe nefsehu. bir gün yahya bin ammar'dan kaddesa'llahu sırrahu'laziz sual itdiler ki talib hakk'a ne vech ile irişür didiler. buyurdı ki iy hasan, pehlevanlık oldur ki bir nefesde ezelün ve ebedün denizlerün dahı hel men mezid diyü çagıra didi. haletü'nnez'de hatunı eyitdi: ben eyitdüm. benden sual itdüler ki iy melekler! bu cevabı benden sormagıla ne menüm ne sizün işinüz biter didüm. eyitdiler ki: yahya eyitdi: ben eyütdüm ki: b ilahi hudavendi kerim, padişahı alem sultanü'lkadimü'rrahim ve kudretün kabzında cümle calem aciz, sergerdan hikmetün babında cakiller hayran rahmetün denizünde külli ka'inat gark lutfun kemalinde kem yok, sana sıgınan miskine inayet senden. edeb ehlidür gözedür yolını kimisi anladı kendü halini hakk tebareke ve tacala celle celalehu ve cammehu bu bargahı cazimi ki bunda düzdi. yedi tabaka yukarı köşki, yedi tabaka aşaga ziri zemin eyledi. her bir yana ki baksan sadhezaran dürlü nakş hayal görinür. bu sarayın dahı hali çokdur. hocası milkine şerik olan kişilerün şerrinden saklasun allah cümle aşıkları, amin ya rabbü'lalemin. her birisine durdugı düşi perde oldı. bu mahlukat bu hali iclam kıldılar. ıssı oldur kim tacate meşgul oldı, perhiz eyledi. ıssı oldur kim şöyle ki kendüye nice hoş geldi ise öyle eyledi. külli tertibini areste kıldı. yaratdugı mahlukat ki geldi bu sarayı gördi, yukarı ve aşağı tabakalara toldılar, sıgdılar, yerlü yerine ilişdiler durdılar, her birisi durdugı yire ısındı, benüm didi. bu sarayda her birinün ki imdi iy kend'özini insan bilen kamiller, bu sarayda allah'un kudreti çok, hikmeti binihayet. eger şöyle ki özinün ise emin ola. bilen katunda pes insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur ki her işün önin, sonun sına işleye. hakk tebareke ve te'ala insana bunca dürlü keramet virdi ki yirdeki, gökdeki nesneyi halka bildirdi ki cadem halifedir. yare, yoldaşa, konşuya emin ola, ulu'lemre casi olmaya, hakk'dan ümidin kesmiye. menzile yolıyla vara, yolı erkanıyla vara, cahillere cilmile söyleye, carifler katında sakin ola. vallahu alembi'ssevab pes cadem halife oldugunun nişanı budur ki, hakk'dan korka, peygamberden utana, evliyalara ikrar eyleme. gayri hakk işlerden perhiz eyleye, bakışın ibretle tanrı hasları ibadet kıldıgı yir budur. bugün bunda işün temiz kılan kişi kurtulmuşlardan oldı. hakk tebareke ve ta'ala insana şol kadar keramet virdi kim gök ehli sücud kıldı. pes halifelik mertebesi üzerine hilcat oldı, yirdeki gökdeki halk cümle ana mutic olsa aceb olmaya. zira kim insan bu sarayda cümle halk özine malikdür. hikmeti cümle halkun üzerine revan olur, cümle halk andan ictiraz ider. pes bu cadem bunda cümle halk üzerine ihtiyardur imdi bu saray cemc yiridür. sultanun sultanlugı, kulun kullugu bunda ma'lum oluna gerek. hakk tebareke ve ta'ata bu sarayı bünyad eyledi. allah'a ibadet ideler, hakk'un ululugu ve kulun kullugu burada maclum ola. ne ki gönli dilerse anı ide. zira ki sultan bu sarayı kullarına ibadet idecek yer eylemişdür. hakk'un hikmetine bakdı, ta'ata meşgul oldı. gel imdi iy saliki rahrev fikr eyle gör ki bu sarayda kankı bölükdensin, her amel ki işleyesin ana göre ola. gör ki bu sarayda bu kervanserayda şerikligün ne? yalınuz senün içün olmadı, cümle mahlukatun mekanıdur. her bir kişinün bunda lacerem bir işi var, bir düşi var. hakk tebareke ve ta'ala cümle mahlukatı ki yaratdı, cümlesinün mekanı bunda olur. bunda gelen halk anda dahı varmak gerekdür. bunda ne itdüyse cavazın ol sarayda bulmak gerekdür. pes insan oldur ki sadıku'kavl ola, peygamberin sözine inana, hakk'a muti' ola. hakk tebareke ve ta'ala bu kainatı vücuda getürdi. vücuda getürileden beri muhammed mustafa gibi insanı kamil gelmedi. hakk tebareke ve ta'alaya mi'raciye okudı. yirde gökde cümle halka muhammed mustafa'yı baş eyledi. pes cümle halka delil oldı kim hakk'a ibadet eyleye. allah'dan korka, peygamber'den utana, gayri hakk iş işlemez, yüzi sulu olur, ta'atı temiz olur, ikrarı halis olur, gönli alçak olur, tekebbür olmaz, zira ki tekebbürlük şeytani ameldür. eger şöyle ki kul ise buyrulan kullugu yerine getüre, sultansa milk kendünündür, emin ola. pes adem dimekden maksud budur ki, işi hayvana benzemeye, her dürlü halün evvelin ahirin sınaya. bu hali bilmegün aslı özini bilmekdür. pes özini bilmegün ma'nası budur ki hakk'ı bilmek olur. yunus'ı denizde balık yutdugı ademsin adem deminden kalma ham bu dem idi hakk'un uzlet itdügi külli varlık cem' olubdur bu deme yusuf un hüsnü ya'kub'un hasreti a cariflerün teferrücidür, hayvanlarun otagıdur. ya'ni özinün hikmetin ayan kılmak içün oldu. gör ne hakk münezzehdür cümle alemde evvela bu sun'a bakup sani'i bilenler evliya ve enbiya oldı. anlar ki evliya enbiya sözine güman eyledi, anlar inkar ehlidür, öz haklarına güman eyledi. gel imdi ibret nazarun aç, bu hikmete bak, gör bu sarayda senün nen var ki sen bu saraya bunca özenürsin. eger şöyle ki şerik olıcak nesnen var ise haris ol, yog ise yolın gözle bu milkin ıssı vardur, sonra utanacak işi işleme, ot olmadan artukdur, bilen katunda bilmek sultanundur bir kişi kul olsa hocasınun milkine hıyanet eylese fene'uzubillah ki anun hali ne ola. külli hal içinde senün elün sana irmez pes sen bu sarayda beyhude laf eylemenin macnası vardur. eger talib isen buyrulan kullugı yerine b getür. gönlün selim olsun aklın alim olsun. zira ki bu saray ibadet yeridür. hakk tebareke ve ta'ala sadhezaran dürlü ibret komış. eger şöyle ki bu ibreti anlayıp, aslın anlamak istersen temyizkar ol, hakk tebareke yaratdıgı halka emin ol, nasibüne şakir ol, kimsenün hakkına tama' kılma. yar yoldaş konşu oldugun kişi senden emin olsun gel imdi ey hakk yoluna sa'y eyleyen sadıklar, ey cışk yolında gözin açan aşıklar, gayrı koya hakk'a müntazır ola namı in kitab dilgüşast der tarihi noh sadi peygamber in kitabra derviş tasnif kerd der vilayeti kastamoni est der zemani emir isfendiyar va'llahu alemu bis'savab. bismi'llahi'rrahmani'rrahim ey aklı kamil bu sözün cevherine bir nazar eyle gör neyi beyan eyler. ol kadimi lemyezel ki bu karhaneyi bünyad eyledi. kaf ile nun içinde tamam kıldı. herşey kendü işüne kail oldu. her bir kişi yine bu babda bir dürlü sıfat söyledi. bunı bilmek gerekdür ki niresindedür ademün niresidür bu nefs dedikleri kim onu bilen tanrıyı bile. anda dahi bu babda bir dürlü akl tarikınca didiler. ta muhammed mustafa geldi, bu halün aslını ferini beyan kıldı, şöyle ki şartdur, karhaneyi düzeni karhane içinde bildürdi allahu bikulli şey'in muhit didi. her ne kim cümle alemde var ise ol şehrde vardur. kapu var ki bu şehrde dayim açıkdur, kapu var kim dayim yapukdur kapu var ki dem açılur, dem yapılur. cümle eşya heman bu halde biribirinün halinden haberi yok. elestu birabbikum deminden ta adem peygamber zamanına değin şöyle kaldı. ol dem ki adem geldi, ol dahi bu adem peygamber zamanından ta muhammed mustafa zamanına değin her peygamber ki geldi her birisi bir dürlü fikr eyledi, bu karhaneyi düzeni istemek babında temyiz kılmadılar. ol sebebden cümle eşya biribirinden sorar ki bu karhaneyi düzen nerede ola der, cümlesi bu hal içinde sergerdan kaldı. anlar dahi muhtar ilminden delil aldılar ahirü'lemr didiler ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. türk dilince dimek olur ki karhaneyi gördi, yukarı bakdı gök ırak, aşağı bakdı yerün nihayeti yok. ol dahi kendü işüne meşgul oldı. derviş dahi nefsini bilen tanrı'yı bilür dimekdür. hakk kabul idenündür, ikrah idenün degildür. hak nurdur bikülli nurdan tecellidür. bu eşya birbirinin ayinesidür hak zatdur, eşya sıfatdur, suret ile malum olur. zat sıfat, sureti hakikatde bir vücuddur. her kim bu hattı okudı, bu hazinedeki gencden haberdar oldı, bildi kim evvel ahir vücuda geldi veli, sen hakk'ı görmek istersen özün gör. hakk'ı eşyadan ayru gayru yerde istemek bir babdur. eşya içinde istemek, bir bab dahi var şöyle ki eşyadan ayru isterse yol uzakdur, menzil ırak, payanu belürmez, eğer eşya içinde ister olsa delil ademdür. biri bu ki hakkdan gayri hayaller ki vücud içinde endişe olur, ana nefs dirler bu ikincisi de nesnenün tayini kangısıdur? bu muhaddis nesne kadimi bilmeğe delil nice ola. her cihetine nazar eylesek bir ayruksı sıfat görinür. ey talibi hakk sen bu temyizi bilmek dilersen, muhammed mustafa aleyhis'selam didi ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu. pes nefsini bilmek ol degül ki maişet maslahatı ola her eşya ki var cihanda, cümlesi bundan haberdardur. onlar da. bir kişi çün ademden ademi fark eyledi, ademin aslını ferini bildi. adem cümle şeyin özine, malik idügün bildi. halik sıfatı mücerred özüni bilmekdür. her cihetine ki bakdı gördi ki şeş cihet kendünün gölgesidür. gönlü emin oldı, burayı mekan idindi. zatından ışk mevci kopdı, başladı bu sözi dir ki hayvandur, adem var ki özüni bildi sultandur. evvel bir bu kim ademden ademi fark eylemekdür. bir dahi bu kim eşyalarun birisi dahi ademdür. veli bu adem cümle şeyin özine malikdür. eğer bilmediyse heman eşyalarun birisi dahı oldur, pes özüni bilen bilmez arası fark oldı, pes ademi ademden fark eylemek bir babdur. nice haldür kemal noksan dimeklik talib matlub şakird üstad dimeklik bu pergalden bari biten hasıl ne vücud nedür neymiş can dimeklik nedür menzil ne imiş yol delil ne ne maksuddur bu hakbatıl dimekden ayan ne vardı kim pinhan dimek ne muti dimek ne dimekdür asi ne dahi söyleyeyin mi dir. dahi söyle dir didi. padişahı alem bunları teferrüce gönderdiydi. zindan suretlü kişiler kodı. oturan herifler muhammed mustafa gibi ısa gibi ibrahim gibi bunlar cem olmuşlar bir arada sohbet iderler dir. bir hamle ki oldı. başladı bu şiri bünyad eyledi, dir ki: padişahdan dilek oldı, padişahdan dilek diledük dir. bu düzülen pergali teferrüc eyleyesüz didük dir. giydük dir bu milke seyrana geldük dir, irüşdük dir. bu yir gögi bu nakş pergali gördik dir. yoldaşlarumuz her birisi bir nesneye meşgul oldı dahi bu adem kisvetin giymedin can idin didi dir. sultan vücudunda bir idük didi dir. nagah gördün bu yir gök bu kevkebi seyyar bu nakş pergal tamam oldı dir. padişahı alem bu pergalün içinde sır oldı. pergal cünbüşe geldi, her şekl suret bir ayruksı şubede görsetdi dir. kimisi dahi anı bunı duymadı, gönlü diledügine dolaşdı. kimisi dahi sonın sandı edeb bekledi. ol ki sonın sanmadı tolaşdı. bu kez derviş başundan geçen hikayeti şöyle eyitdi ki biz geldik ol hikayete ki ol derviş söyledi rivayet ider. bir hikayet öyleyivirsen bize didi dir. derviş eyitdi, dir: kimisi dahi didi kim bu meclis içinde oturanlar dervişi dinlediler gördüler ki kuş dilin söyler. yogın yumrı bildügümce eyideyin didi' dir. derviş başladı didi kim bu meclis içinde bir kişi durıgeldi, eydür ki derviş düşün mi söylersin' dir. söyledügüm dir sözleri muhalif oldı. derviş bu şiiri bünyad eyledi, başladı dir ki: bu cihan bir kubbe misali bir yerdür. ay güneş kandillere benzer erte gece bellüdür. bu evde nakş hayal çok, talib eğer bu hayalleri görüp ardunca varırsa matlubdan ayrı düşer. pes ışk eri oldur ki aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tamalık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendü vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yer gibi sakin ola, od gibi çigi pişirici ola, su gibi dayima bir yola vara, yel gibi her yeri seyran ide. ol sıfatlu kişi de vardur bu dünyada, cahiller zahmetdedür, hasudlar illetdedür, münkirler zulmetdedür. su aşağı akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar, gök dayima döner, yer dayima b durur. nakş hayal şubede gösterür. zihi devran bu devran, zihi meydan bu meydan, başlar top, eller çevgan, canın sakınan bu meydana girmez, ibret ile bakmıyan bu hikmeti görmez, itikadı saf olmıyan bu menzile irmez. bir bab dahi temizlik budur ki pes ey müştaku aşık güneşden zerreye değin, ummandan katreye değin hisabile düzülmiş nesnedür. heman bu hakk'un karhanesi içinde idraki yokdur nesneye irüşür. temiz gerek, temizlik hakk'ı hazır görmekdür. gayri hak'dan perhiz eylemekdür, ibretile bakmakdur, kudretini görmekdür, hikmetle söylemekdür. amma vücud aslı yemekdendür, a yemeğin aslı nebatatlardandur, nebatatların aslı yerdendür. hakk batıl, murdar mükemmel noksan kemalı hayz nifası gusl cenabet bunları fark eylemekdür. bir bab dahi budur kim, lailahe illa'llah dimek nefyi isbatdır. anınçün ki taatun icabatı temizlikdedir. oğlanlık yel gibi, yiğitlik sel gibi, pirlik üstünleri eskimiş dama benzer. manisiz söz dava eylemek, kirişi üzülmüş yaya benzer. bunları bilmegün aslı özüni bilmekdür. bu sizden istenecekdür dir. bu halde giriftar olduk kalduk. bu saray içinde uşte kulluk halinde işimüz bu peygamber sözin dahi işüdmedük. her bir kişi bir işe meşgul oldığı iş hakkıla kendü arasında perde oldı. bu sözleri işüdür işütmeze ururuz. ademden gayri kimse yok ki, bunı işlemen diye. bu hal içinde iken peygamberün getürdügi imdi iy talibi hakk, hak ile senün arandagı hicab budır, eğer şöyle kim hakk'a irişmek istersen bu hicabdan geç, yine asluna dön, hakk ile biliş, korkusuz gez, hem emin ol, ömrüni nice bu hayalde sarf eylersin. tanrı bendeleri bu mülke gelmekten maksad tanrı'ya kulluk itmek içündür. yir gördük üleşdük, ekin, tarla, bag bustan eyledük. ahirü'emr haber geldi tama kişiyi hor eyler, tekebbürlük izzetin yeyni eyler, taate sed olmak şevk azluğundandır. durup yola varanun eteğin tut. ayb görürsen ört, mecruh miskinlere gülme. allah'a ulu'lemre, ululara, asi olma alimlere muhalefet itme. cahillere baş koşma, eğer insan isen bu sözleri fehm eyle. pes ey talibi hakk eğer bu kavli dutarsan ki her nesne kişiye kendüden kendüyedür. eğer senden sana ise ibadetün temiz eyle. zira ki aziz olmagun aslı ibadetünü temiz eylemekdendür. zira ki muhammed mustafaa dir ki men kane maallahi kanel'llahu maahu demek olu oluyor ki, kim tanrı'yla ise tanrı dahi anun iledür, imdi ey talib sen özüne bürün ki, fikr eyle kim, hakk ile olmak yeg olsa maksud sen hakk ile bilesün, hakk senün ile bile idügün bilmekdür. sen kendü özindeki mertebeyi bilesün. dahi mürşidi kamil gerek, talibi akıl gerek dahi mülazemet gerek dahı hakk'ı bilmek, dünya ve ahireti fikr idenlerün degüldür, zira kim dünya ehli katında mertebedür, ahiret dahi mertebedür. adem yaradılalıdan beri ta bu deme değin a ol sıfatlu adem gelmedi. pes ey talib sen kendü halüne bürün, akluna bak, ilmüni gör, taat ne kıldun anı gör, merteben dahi ol kadar bil. bir kişinün aklı ola, ilmi ola, taatı ola, terakki, tenezzül bu üç nesnenün üzerinedür. aceb degül olmayan kimesne dahi gafil olsa ol dahi aceb degül. bir bab dahi budur kim her nesneden kişiye kendüden kendüyedür. hayr eğer şer, zira ki hayr işlese hayır bilür, şer işlese şer bilür. bu menzile, dilersen yol varanun izine düş, azma. pes ey talib olanlar, hakk'ı istemeğe mustafa yoluna gelenler ibadetini temiz kılup hakk'a layık kılanlar, gönül pasını tevhid birle silenler ve temiz kılanlar. hakk'ı kendi vücudunda bulanlar, bu şevk ile hayran olanlar, hakk cümle alemi zatı birle kablayup durur, görünmez, yirde degüldür. zira kim bir kişi bir nesneyi istese, bulsa faidesi yokdur, zira ki hak kemaldür, noksan değildür. bir kimse gerek kim bu kisveti giye, bu kisvet cünbüşine gele, yoksa camiddür. pes özini bilen bilmeyen buradadur ki özini bilmek bu degül ki özüni vücud bile, vücud can ile diridür. hayye'ıkayyum allah'dur. her işi takdir işler ile olsa kendü aradan gitmekdür. biz dillerden türki dilin bilürüz, gün dogıcak irte oldı dirüz, dolınacak gice oldı b dirüz. hakk nurdur, cümle alem tecellisidür, aslı hakk'dur, cümle sıfat anun şubedesidür. dahı hırka vücuda murakka, mutassıldur, arası yok, dahi bu hırkadagı vasla dahi, var renk renkdür. zira kim hali hayal dimek insaniyyet pergalidür. her nesne ki göz ile görünür, hakikatdür kerimi zü'lcelal'dur. zerreden güneşe değin, katredan ummana değin hakk dolu, malamaldur. marifeti kavi, hulkı azim, dünya hisabını itmez, ahirete aldanmaz. fikr hayali her lahza, her dem, her saat hakk ile ola. anun kulluğuna er gibi bel bağla, cismüni tarh eyle. gayb aleminden söyleyenler bizim aklumuz buna irüşmez. zira kim biz aşikare bazar iderüz, gözümüz gördüğü nesneyedür, gönlümüzün eminligi. ey arifi kamil bu işaretler ki söylendi ne dimek olur. bilürsin devranun geçmedin yaragun kılursan, kılavuz bulundı, yol göründi eğer yola gelürsen, zihayf eğer gaflet ile dirilüb gafil olursan insaniyyet hikmetine zulm eylemiş olasın kendüzüni bilmemiş olasın bel hum adallu menzilinde kalmış olasın. kamil insanlar bir yere cem olsa bu hayvan tabiat ile sen nolmuş olasın. ey talib, bir bab dahi budur kim hakk'ı bilmek hakk'dan inayet gerek: mürşidi kamil ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak bu dört nesne bir yirde olsa, talibün işi noksan olmaz. evvel mürşidi kamil gerek, ikinci ikrarı sadık gerek, üçüncü kabiliyyeti latif gerek. pes ey talib bu işaretler ki söylendi, bu sıfatlar ki, a ana temessül eyledi. hakikat nazarın eylesen gayrı dahı yok. her nesne kim senün gözüne hub görinür veya zişt'sin, şeysin senün aklun ol kadardur, görmegün dahı bu zaruret senündür. her kaçan ki sen aradan gitsen, hemen hakk kalur. hiç gayri yokdur, senün senligünden artık, zira kim kul ile tanrı arasında hicab olan şey kendüdür. ancak ol sebebden şey'i kendüzüni hakk'dan ayru bir nesne sanur haberi yok, kim kendü vücudıdur, vücudı camiddür, hareket cünbişi yok, hareket cünbiş hakk'ındur. pes ey hakk'un buyruğuna muti olanlar, mustafa kavline sadık olanlar, veliler izini izleyenler, hakk'a irişmiş kişilerün menzilin gözliyenler. hakk cümle alem içinde doludur. her nesne kim sen anı görürsün ki, göz anı gördi, akıller, kainatda her sada kim işidürsin her nakş hayali ki görürsin. lebbeyk ur vallah di. vallahu alem. küllisi allah'a tapar ki allah'un yedi kudretindedür. bir ademün elinde bir haşhaş danesi ne kadar ise cümle yaradılmış eşya hemin ol mikdar ola. senün evünde dogan güneşün tecellisinden cümle alem aydın olmış oldı, cümle eşya uyandı, kendüzüni vahdaniyyet denizünün içinde gark göründi. sen henüz uykudasın istedügün nesne sende. ey bihaber sen niredesin sultan katında genci edebün hazinesi sensin. bir dem mal altun ardunca, bir dem mülk tecemmül ardunca, bir dem mahbubı dilaram ardunca ömrün giçdi. anunçün bir mürebbiden halün sorup nasihat almadun. eğer şöyle kim kendü vücudunda istese bu da kavl'dür ayruk babdur. mürşid dahi özgedür, veyahud biribiründen istese bu dahi kavlidür. pes vacib oldur kim b her şey ve her kişi kendü şehrüne yörene. anun zahmetin çeker. hakk'ı bilmege müştak olanlar, mustafa tarikinde teslimi hakk olanlar, hakk tebareke ve taala, külli kayinatı zatı birle kablayupdur. akil anlar, ahmak tınlar, müştak can ile dinler, cahil döşüne banlar . yola sıdk ile giren menzile irdi. muhammed mustafa didi ki: zira kim gönül hakk'un evidür. bir bab dahi kim gönül hakk'un hazinesidür. külli bu tertib bu remz bu üç nesne kim aslidür. evvel kamil mürşid gerek, ikinci mülazemet gerek, üçünci kabiliyyet gerek. bu altı nesne ki bir yerde ola, allah'dan hidayet irişse aceb degüldür. hakk'dan hidayet irişdi, bakdugın gördi, gördügün bildi. allah'un inayeti demek oldur ki, kişiye bu derecatlar açıla. her fil hareket ki işlersin, ona münasib işle, ta ki hikmete zulm eylemeyesin, işün temiz ola. heman bir mülk, bir sultan, bir meclis, bir saki, bir acaib tınlamak şeyi tasavvuridir. havf reca insan zaruretidür. zira kim, mahluk sıfatunda giriftar olubdur kurtulubilmez ki halik sıfatına irişe. pes iy talib fikr eyle gör ki hakk senden ayru mıdur, eğer şöyle ki ayrı ise iste. bir kişi hakk'ı hazır gördi, gayrı hakk işi işlemez, gözi açık olur, gönli ey cihanda can menziline irişenler, kul iken sultan menziline irişenler, hakk'ı bilen saliklere yar olanlar, bu gaflet uykusundan bidar olanlar. hikmet ile bir nazar eyle gör ki bu cihanda halün nedür, ne işdesün. evvel kendüpes iy talib ademün hali budur, sen fikreyle kim bunlarun kangısınun güruhundansın. filüni dahi anadur, ta kim ibadetün hasılından sana faide irüşe. vallahu alem akıl irmez gehi pinhan gehi faş gehi hüsn olur ademin yüzünde gehi insan ile sıfatı rahman ey kendüzün bilen salikler, ey hakk'ı özinde bulan aşıklar, men arefe nefsehu: babında bir nice keleci söyledim. ışk meydanında kadem irüşdügüm menzillere nişan virdüm. gördüğüm nişanları remz ile söyledüm. arif bilür ki ne direm, armaganum heman budur, dahi ne virem. nice ki her yana bakdum vücudumdan artuk nesne görmedüm. cümle alem bir harf, heman söz muhtasar oldı. ey aşk talibi, insanlık hilatini giydin. her yıl kendini daha insan hava, toprak, ateş ve su'dan ibarettir. biz de eserde bütünlüğü sağlamak amacıyla, b b, b veb varakları arasında yer alanvaraklık farsça metinleri de nüshadaki sırası itibariyle türkçeye çevirerek burada vermeyi uygun bulduk. ancak bu nüshadaki, varaklık dilgüşa'nınvarak'ı farsça, diğer varaklar ise türkçedir. diğer nüshalarda ise bu farsça bölümler bulunmamaktadır. salikler şöyle derler: bak. bütün alem sende kaybolmuş, sen hiçbir işin aslını anlıyamıyorsun. enbiya ve evliyanın işaret ettiği yer senin kalbindir. halde ey talip, gördüğün bu yer, bu gök ve bu yıldızların hepsi hayalden ibarettir. senin müşkülün, senin halinden kaynaklanmaktadır. allah'a ulaşmış herkes evine, makamına ve kendi aslına ulaşmış olup, müşkili hallolmuştur. eğer bu pazarın müşterisiysen, eğer tanrı'yı görmeyi arzuluyorsan, sen kendini var sayma. halde ey talib, eğer bu mertebeye ulaşmayı arzu ediyorsan, su gibi berrak, toprak gibi sabırlı, ateş gibi nurlu, rüzgar gibi hareketli ol. gaflet uykusundan uyan. hikmetten gözünü ayırma. eğer hakkı istiyorsan, işin yolu budur. eğer huma kuşuna bakarsan, onun dışının tüy ve telekten yapılmış olduğunu görürsün ve vücudunun içine nüfuz edemezsin. enbiya ve evliyanın huyunu kendine örnek al. eğer bundan haberdar değilsen, sahra senin için çok geniş, gök çok uzak ve yer uçsuz bucaksız olur. eğer gökle yer arasına bakarsan hayal içinde hayal görürsün. hiç ip üstünde yürüyen bir cambazı emniyette gördün mü? peygamber şöyle ve filan kimse öyle buyurdu diyorsun fakat kendi ilminden haberdar değilsin. eğer bütün bunlardan söz edecek olursam söz uzar gider. sen suyun ortasında susuzluk çekiyorsun. saadet iksiri sende olduğu halde, sen kötü sıfatlarınla ondan faydalanamıyorsun. kendini onun rehberliğine bırak. hikmet denizi ve kudret kaynağıdır. rızk sahipleri rızklarına kavuştular, hilekar hayrette kaldı. bütün taşlar lal ve mücevher oldu cisimlerini unutup gittiler. her şeyin aslı hak'tır, sen mutlaksın artık hiçbir hayal ve tereddüde yer kalmadı. halde eğer böyle ise sana sayı gerekmez. onlar seni günden güne eğitirler. hazreti kul edebilir durumdadır. baştan sona kadar seninle yoldaştır. eğer doğru sözlü mustafa'nın sözü bu ise, yüce, ulu ve nimeti bol olan allah'ın bütün bu kainatı yarattıysa varlık olarak yarattı. görmediğin her nakşı bu alemin dışında sayma. eğer sen kendin gelmişsen bu başka bir haberdir. eğer seni biri bu dünyaya getirmiş ve sen o'nu görmüş olsaydın, sana ne söylerdi ve ne yapardı? ey allah'ın kulu ve mustafa'nınümmeti, hiç halinden haberin var mı? farsça başka bir hikaye ııvelhasıl, yerde gökte ne varsa allah'ın tecelli nurudur. allah'ı tanıyan her aklı kamilin kendinden haberdar olması gerekir. güvenli bir mülke varmış olması gerekir. bu menzile erişen insanın bir adı da mert, bir adı evliya, bir adı da veli olur. eğer hakk'ı görmeseler bile, hakk der ve doğru söylemiş olurlar. nefsini, tama'dan, hava ve hevesten arındır. başka bir şeyle vardır. ey talip, insan yaratıkların en yüksek mertebesinde eşrefi mahlukat' derecesini bulunur. gayesi iyilik olan tevhid ehli her arzuladığını elde eder. eğer bunları öğrenmek istiyorsan, sana bir rehber gerektir. kalbindeki şüpheyi söküp at. tevhid ehli hayal peşinden gitmekten tasarruf eder. tanrı mülkünde o'ndan başka iyilik yapacak birisi yoktur. hepsi bir güneş gibidir. hepsi birdir. ey yol salikleri, ey şah'ın talipleri, ey allah'a itaat edenler, kimin için ibadet ediyorsunuz ve bu zahmetleri niçin çekiyorsunuz. allah ne yaptığınızı biliyor. bunları allah için yapıyorsun. bu böyleyken niçin gafilsin ve bütün gücünü bu dünya için sarfediyorsun? yüce allah kur'anı kerim'de şöyle buyuruyor: cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım. doğruyu yanlıştan ayırt edebilen bir insan olmak istiyorsan perhiz ehli ol ve her işin peşinden koşma. büyüklere hizmet et, küçüklere karşı şefkatli ol. allah'ı kendi vücudundan dışarıda arama. bildiğini yerinde söyle. kaybetmediğin bir şey için isyan etme. eğer dostlarından iyilik bekliyorsan, mütevazi ol, mütevazi ol, mütevazi. söylenen bu sözlerden haberdar ol işaretin rümuzu ancak bu şekilde açıklanır. halde ey talip, gözünün önündeki perde senin hayalindir. eğer bu söze inanmıyorsan, araştır, doğru olduğunu görecek ve hayalden kurtulacaksın. ey talip, senden önceki talipler de kainatın sırrını aradılar ve kendilerinden başka bir şey olmadığını haber verdiler. ben kendimi bildim diyen insan, hakk taala'nın kendinde olduğunu anlamış demektir. ey hakkı talep eden, yoksa sen hayvanlığını mı kaybettin de onu mu arıyorsun? eğer böyle davranışlarını devam ettirirsen, hayvanlığını kaybetmiş onu arıyorsun demektir. belki de duyduğun bir hikayeye göre hareket ediyorsun. eğer durum başkaysa yani başka bir hikaye duyduysan, onu kendi kendine kıyasla ve istediğin şekilde hareket et. halde ey talip, eğer sen hakk'ın peşindeysen, onun hakkında bir iz, bir işaret buldun mu? yoksa kendi kafana göre mi hareket ediyorsun? ey talip, sen haberin doğrusunu deliden dinle. bu dört unsur da camid olup natık değildir. o, abdest ve hamam yoluyla temizlenir. yıkanan kısım vücudun camid olan kısmıdır. vücudun natık olan kısmı ise hiçbir değişikliğe uğramaz, baki kalır ve ölümsüzdür. bütün alemin hakikati birdir, talip de tek olan matlubuna kavuştu. her sözün özü, kamil bir denizdir, artık sen onları insan bilme, onlar hayvandır biri, insan suretinde bir divane gibi, o, içinde inci olmayan bir sedeftir. sen kendin bir avuç topraksın. bütün kainat allah'la doludur. güneşten daha aydınlık, yerden ve gökten daha aşikar olan bu delilleri görünce inandın mı? yoksa menfaatin için mi böyle yapıyorsun? sen tanımaktan ve bilmekten söz ediyorsun. hem yol göstereni hem de yol göreni gördüğün halde niçin yalan söylüyorsun? bu yolda yalnız kalan çoktur. bütün ibadetlerin özü hakk'ı aramaktır. eğer bunların herbirinin peşinden gidersen, hiçbirinin sonunu bulamazsın. halde hayırı şerden, hakkı batıldan, yakını uzaktan ayırt etmen gerekir. halde ey hakk'ı arayan, gözünü aç ve bak. kendini hakk'tan halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. sen hala durumunu bilmiyor, avare dolaşıyorsun. bu durumda sen şey sıfatında kalmış, aslını unutmuşsun. halbuki vücud senin gömleğindir. nasıl ki, gömleği sık sık değiştirmen gerekiyorsa, vücud da değişkendir. halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. sen öyle bir padişahsın ki, bütün kainat seninle diridir. bazen altın ve gümüşün, bazen şöhret ve izzetin peşindesin, bazen de makam ve mansıp hevesinde hep hayallerle yaşıyorsun. sen her şeyin maksadısın, maksadı, bütün kitap ve defterlerdeki ilimler sensin. kendi halinden haberdar ol, haberdar, gel ey talip, hakkın peşinde olan, evvel sırrını kavi sakla, çok söyleme, muin ol, kavgalı yerden kaç, bilmediğim kişiye yakın olma, düşmanlığı sabit olan kişi ile dost olma, bir kimsenün başına gelen musibetüne gülme, senden ulu kimesnelerle mücadele etme, doğru ol, musibete sabreyle, once düşün, sonra söyle, her çocuk ve kadına sır ve söz söyleme, ibadete ve mala güvenme, halim ve selim ol, inkarcılara gönül verme, evliyaullahın sözlerini inkarcılara söyleme, dünyaya fazla meyletme, bir menfaat uğruna başkasına dervişlik satma, zahir padişahına yakın olma, işin olmadan vezir ve şair devlet adamlarının yanına varma, bana iyi desinler diye sofuluk satma, düşmanına yüz verme, her bulduğuna şükret. zina'dan uzak dur. elden geldikçe tek başına yemek yeme, pirdaşını gerçek kardaşun bil, evliya ve mürşidden ayrılma, hak divanundan ayrılma, sözünde dur, vaktini boşa harcama. ah evladına can gönülden dost ol, sev, daima salavat ile onları hatırla. allah dostlarıyla muhabbet ederken ali düşmanları olan kafirlerle dostluk yapma, zira bunların dostluğu sana fayda vermez. yoldan çıkmış, dönek, pirsiz insanlarla yoldaş olma zira yol, erkan bozulur. kötü olma, zira bazı kimesneler yirmi dört saatte bin devre girer, sakın sen kimesnelerden olma! zira kimesneler bu devrelerin hangisinde bulunursa sıfatla haşr olur, sen allah yolunda ol, yalnız allah'a teslim ol! bildiler ki abdal musa sahibi velayetdür. gitmege niyyet iden şehirlünün yolları üzerlerine vardı, eyitdi: ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve latif gözlü ve güler yüzlü sultan hacı bektaş elhorasani bir gün hayatında oturur iken mübarek nefesünden nutka gelüb eyitdi: kanlu gömlegümi boyumca yugdum. ol sebebden afatı semaviyye irişüp sizi allahu taala kahr itdi. anlar dahı didiler kim: biz sizün hatırınuz yıkmışuz, huzur idemeyüz. bir yire dahıgidelüm didiler. abdal musa sultan didi ki: hünkar hacı bektaş vefat idicek abdal musa zuhura geldi. kafirler bu sözi işidicek gönüllerinden tutdılar kim eger bu kişi hakk veli ise biz varınca bademüz hazır ola ve hınzır çocugı, bişmiş ola. andan bu söz abdal musa sultan'a malum olup şikare abdal gönderdi. bunları yüzüp ocaga kodılar. kafirler dahı gemiden gelüp hazır buldılar. abdal musa sultan buyurdı: tekkenün yanından akan su içine sandal getürdiler, kazanla malı kodılar, sandala bindiler. ol hatırlarına gelüp kazanı çıkardılar. andan sonra malun bulundugını teke begine bildirdiler. teke begi dahıeyitdi ki: bu malun yetimleri vardur yimek kan ve irindür. derya kenarında bir kafir gemisi vardur. ol malun varis leri ol gemidedür. vardı gemiye habervirdi. gemi içinde olanlar sordılar: ne hoş biz burada islam padişahı iken bize virmeyüp kafire niçün virdi. bir kul gönderdi: varun ol kimesneyi huzuruma alun, gelün didi. abdallar eyitdiler kim: abdal musa sultan eyitdi: bir veliyyullahdan ademdür. bu tekke, finike'nin yaya yolu ityibariyle bir saat doğusunda limirra harabesdi yanında türbenin olması ihtimali kuvvetle muhtemeldir. burası yakın zamana kadarsulak ve pek güzel bir yer idi. tekke'de, metnimizde adı geçen kafi baba türbesi vardır. cemi'i gönderdikleri sekiz yüz kadar kul oldı. teke begi dahı karye halkına emreyledi: teke begi dahı yaraklandı yaylaga çıkdı. abdal musa sultan dahı teke begi genceli'ye çıkdılar. geldi abdal musa sultan'. turı geldi cemi fukarasıyla kalkdı. abdal musa sultan eyitdi ki ataşa atalım. karye halkı ev başına birer yük odun hazırlayup cümlesini birikdirdiler harman itdiler. kirde yusuf dahı: benüm adım kirde yusuf'dur diyicek, abdal musa sultan eyitdi ki: adun nedür? vezir eyitdi: adun bize bagışla didi. vezir eyitdi: ev başına birer yük odun getürün didi. atından aşagı ineyim dirken ayagı üzengiye geçdi. tekrar abdal musa yitdi: çık aşık, padişah kapusına varalum suçlusın didi. abdal musa sultan vezire eyitdi: eyitdi: turmaz mısınuz? tağlar da sakin oldı ve kendi fukarası ile teke begine vardılar. teke begi bir yüksek yirden temaşa iderdi. başuna yarak eyle didi. teke begi eyitdi: taglar bile yüridi sultanum didiler. abdal musa sultan eyitdi: meger ol şehirde bir koca karıcık var idi. ol inegün südini her zaman abdal musa sultan'a getürürdi. heman anun evi kurtuldı, kaldı. fukara eyitdiler: hay sultanum kıyma. sultan eyitdi: teke begini içünüze koman. cümlesi çıgrışdılar eyitdier ki: girü geliyorlar, didiler. abdal musa sultan dahı: abdal musa sultan nutka gelüp eyitdi ki: sen bizüm begimüz olamazsun. ataş mahvoldı. sonra çıkdı: biz kendi bilmezligümüzle itdük, sultanum didi. abdal musa sultan'a anun gelecegi malum dı. kullarına eyitdi: andan sonra abdal musa sultan kalkdı hareket idüp taga çıkdı. rodos cemea'tine, rodos'a çomagın atdı. erzade menteşe bazarından ahmed durı geldi. dükkanında nesi var ise devşirdi. meger ol vakt teke begi döşeme derunu'nda antalya'ya gider iken atı sürçdi, atdan yıkıldı. oglı babasınun halini gördi. eyitdi: teke begi ıstanaz şehrine yetdi. abdal musa sultan namaz vaktinde turı geldi. abdal musa sultan eyitdi: baltanı bile getür. kara canavarı gösterdi: halil beg fıkr itdi: buna n'oldı, diyü su'al eyledi. yanında olanlar halini bir bir bildürdile ol, benüm babam olsun şimden girü didi. heman ol nice askerün alup alkdı abdal musa sultan'a geldi. kara abdal'a buyurdı: abdal musa gerçek er imiş şöyle oldı, didiler. halil beg eyitdi: abdal musa sultan eyitdi: gözetdiler, ahmed'i taga karşu gitdi. ahmed'ün gitdigi yana yola bakdılar ki binihaye adem geliyor. vardı ahmed bunlarun elin öpdi, önine düşdi. bu üç çatal agaç dahıanda karar itdi. bir adem kısrak yidüp gider. abdal musa sultan: var imdi, hacetün kabuloldı. bu yana ahmed evinde yimek ısmarladı. hep gelenler ellerindeki taşı yire bırakdılar. abdal musa sultan eyitdi: kanda gidersün didi. ol adem eyitdi: hazırlan diyüp kendüsi karşu çıkdı. eyitdiler kim: ahmed divane oldı. sana gülbenk delüm. kafir eyitdi: yimek yiyelim, gelün. abdal musa sultan eyitdi: erenler, bir bir taş götürelim abdal musa sultan gülbenk eyledi: bu sana yaramaz, sultanum didi. cümlesi bunun eline ve ayagına düşdiler: biz de bilelüm leşkerün begi var idügin. bu kısa gelen dügeri çeksün uzadsun didiler. abdal musa sultan eyitdi: andan göçdiler, gitdiler. veli dede bina yapar idi. abdal musa sultan selam virdi. didiler ki: heman bize incir getürün didi. abdal musa sultan su istedi. ev ıssı eyitdi: leşkerün begi olmaz mı didi. bunlar eyitdiler ki: kafir iman getürdi. kalkdılar üç kez sema dutdılar. abdal musa sultan eyitdi: sizün de begünüz var mıdur abdal musa sultan eyitdi: bu çamun kabugı her derde derman olsun didi. kafir eyitdi: dinimüz muhammed dinidür. abdal musa sultan eyitdi: aç gözün kişi, bunlar gayb erenleridür. kafir didi kim: siz bunı bal eyledinüz. abdalun birisi eyitdi: dinünüz ne dindür? abdal musa sultan: abdal musa sultan yumrugın yire urdı. bunlar incirün dögmesini devşirdiler, saydılar, sekizyüz dögmedür. yine seher vaktinde eve geldüler, indiler. abdal musa sultan eyitdi: birkaç abdal aldı vardı. ve kırk nefer abdal virdi. birisi mermer çerakdur hacı bektaş hünkarun öninde yanmışdur. defn eylediler. kabrini tenhalayup üzerine vardı: hacı bektaş hünkar'un üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapun ve dai'resün ırakdan havlıya alun. her agaç yemiş virince turun, kulluk eylen. kızıl deli sultan hazretlerine emanetleri teslim eyledi. denüz kenarına indi ve didi ki: ol söze bakman dikün kim hünkar ölüp geldigümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. her agaç yemiş virdükde, her biründen alun getürün, meydana dökün meydan toptolu olsa gerekdür. sultan'a abdal gönderdiler, geldi: sarı ismail sultan, kabri içinde yedi beyza gibi bir eliyle sunuvirdi. abdal, alup abdallar dahısize cevab diseler gerekdür. hacı evinde kızıl deli sultan'a yeşil fermanı virdi. siz bu haranıdaki yemekleri birinüz yirüz sanurdınuz. geldiler gaziler temaşa eylediler. gazi umur beg geldi didi kim: yeter sultanım, didiler. abdal musa sultan kepçeyi haranınun üzerine kodı, giri çekildi. abdallar gördiler ki haranı yine evvelki gibi dolup turur hiç eksilmemiş. abdalun birisi didi ki: bunlar tamam kırkbin er idi. karınları toyduktan onra önlerinden yemek dökülüp kaldı. didiler ki: hay, sultanum, bu yimek sizün leşkere mi yeter, bizim leşkere mi yeter? gemiden çıkan, kişiler, abdallarun yanına gelüp: şimdengirü biz sana çagırıruz efendüm, himmet eyle! abdal musa sultan eyitdi: bir saatden sonra denüzden bir gemi zuhur itdi. geldiler dergah'ı görince, abdal musa sultan kalkdı. haranınun yanına vardı, kepçeyi eline aldı: bir börk getürün. abdallar didiler ki: ve sizün içün yimek hazırladı. bogaz hisar'un aldukdan sonra rumeli'n size virdüm. bir gün abdal musa sultan sabahın turdı: nice idelüm, sultanım? abdal musa sultan eyitdi: bir bir bakdılar gözetdiler. abdallara eyitdi: abdal musa sultan çagırup bir agaç kılıç sundı. kızıl deli sultan aldı, pdi başına kodı. abdal musa sultan eyitdi: kızıl deli sultan işaretle giderün didi. sultan eyitdi: gider misün baba? bu gaziler kalkdılar: abdallar, size bir kişi geliyor. abdallar eyitdi: buna gerçek veli diyü geldik. biz buna farisi dilince söyleyelim. eyitdiler: şöyle urun ateşi, tekye muhkem kızsun ve matbaha ateş eylen. koyu oyu tütünler çıksun ve suyı sık sık ulaşdırun. carunuz çekün, her erkanunuz ekmil olsun. dile geldi, eyitdi: dördinci gün oldı, bu konuk acıkdı. birbirine danışdılar: ateş gerem abı bisyar naan didi. abdal musa sultan eyitdi: nist hoş abdal musa est. ezmiyan dermiyan hezar eşrefi ne gam çekersünüz? abdal musa sultan eyitdi: di: varun abdallar, bunı hep nimete virün: hiç birisün erteye koman didi. ayagun gaybi'nün üzerine basdı. abdal musa sultan aldun, kaygusızum, aldun kaygusızum, aldun! eline yapışup içerü getürdi. ocaga düşicek vakt abdal musa sultan, şu ben bir padişah oglı idüm. abdallar hep yatdıkda, baba kaygusız eşigi yasdandı tutun gaybi'yi. baba gaybi: lebbeyk sultanım, kulun gaybi'dür. abdal musa sultan: elimüzden ne gelür? gider iken bunu görmedigine gussalandı. abdal musa sultan eyitdi: efendim, beni sevmez misün? senden hiç bir nesnecik görmedüm. gaybi, gussalandı, eyitdi: didarundan cüda düşerin. gaybi: abdallara bu müşkil oldı. abdal musa sultan eydivirdi: her kim geldi ise nasib virdi. oturdı, eliyle ocagı karışdırdı. abdal kefi didi: biz bu sultanun ötesini sormayuz. abdal musa sultan eyitdi: yüri, sana egirdür'ü virdüm. sultan mehmed bin nebi efendi çelebi bin ahmed çelebi bin kara ahmed çelebi bin hacı mehmed çelebi bin budala ahmed çelebi bin deli nebi çelebi bin mustafa çelebi bin hüseyin çelebi bin ahmed çelebi bin nebi çelebi bin şeyh hasan çelebi bin şeyh mustafa çelebi. digeri hüseyin şeyh efendi bin veli baba sultan bin hüseyin seyyidi sülalei tahire zeynel abidin. ma: nüshası. hazreti allah'un keremi rahmetini ifade idüb, bakun bana ne kerem oldı, sizler dahi say idüb benüm menzilime vasıl olun diyü, yohsa gayrı degildür. zira dahi ebcedi okuyub anlamadun pes ve taha ve eliflam'dan söyleyenlerün ve hakayıkdan bahs idüb sultanlarun cevablarun nice fehm idersen, mümkin değildür. kuranı azimü'şşanun ma'nasına nihayet yokdur. ma: nüshası. ba'dehu kendülerinün mes nevileri, ba'dehu gazaliyatı şerifeleri ve tercii bendleri, ba'dehu kendülerinün seyri süluk aleminde vakı olan seyranları ve gayrı hem asıl nüshadan ketebe olundı. lakin dervişandan gayrı halsiz kimesne, zinhar okımasun. zira alemi hakikatdür, fehm idemezler. zahir abdalun dini vesair dervişanlarun dinleri bizüm dinimüzden gayrı mıdur? bu kitabı, ehli irfan menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak asandur, zira sultan kaygusuz baba kaddessa'llahu sırrehü'l'aziz hazretleri'nün kendüleri menzil meratib sahibi olmuşdur. bu kerre kemali merhametinden ehli tarik olan kardaşlara kendülere inam olan menzili binihayeden ifade buyurmuşlar ki,. küşad virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol ahuya dokındı, koltugından geçdi. becid üzerine at sürdi peşteler, daglar ve vadiler geçüb, bir sahraya indi. bir ahu, anun önüne çıkageldi. ve fi'lhal gaybi beg anı göricek tirkeşinden bir ok çıkardı, kirişde kodı gözledi, çekdi. ma: nüshası. amma ba'dehu: ehli tarik içinde ma'rufu meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan kaddesa'llahü sırrehü'l'ala alaiye sancağı begi'nün oglı idi. onsekiz yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okumışdı. ve hem ziyade pehlevan idi. bunun gibi işlerde anun naziri yogidi. ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikar iderdi: beber ve peleng ve kaplan ve ahu eline her ne geçirse ve gözi her ne görse kurtulmazdı. elhamdüli'lehi veli'yyehü ve'sselatü ve'sselam ala nebi'yyühu muhammed ve alihi ve ashahi ecmain kaygusuz abdal baba sultan abdal musa haretlerine irişüb irşad oldıgında dervişler anı görüb, karşu geldiler. beg'ün atun tutub: dervişler eyitdiler: bunlardan galabalarından işidüb, vahdedhanesinden abdal musa sultan çagırub eyitdi: n'ola, varalum, ol mübarek cemalini görelüm ellerini öpüb, haki payına yüzümüzi sürelüm, didi. yüz yire koyup ayakları türabına yüzin sürdi, turdı. var heman edebünle girü dön, geldigün yola git. pes, kılagılı ısa ol kakmakıla böyle niyyet eyledi. rivayet bu vecihledür ki, sultan hazretleri'nün asitanesine kaygusuz kırk yıl, tamam hizmet eyledi nasibün aldı. menzil meratib sahibi oldı. abdal musa sultan işitdi'arifın ila ahir. dahı buyurdı kim: bizümle müşahede kılmak murad eyleyen kaygusuz'a nazar eylesün ve bizden hayırdu'a iltimas eyleyen kaygusuz'dan alsun bu canibün ri'a yeti hatırı içün ana, izzet hürmet kılalar. anun kademi kadumin kendülere minneti azimle raiyet bileler. didarlarıyla müşerref olub, safanaarı himmet ile mugtenim olalar. ve ana olan ri'ayet bu canibe olmış gibidür. abdal musa hazrederinün hizmetinde kaygusuz kırk yıl tamam hizmet eyledi. meger günlerden bir gün ahşam oldı: halifeler ve dervişan cümle meydana gelüb menzili meratibine göre her biri yerlü yerine geçüp, oturdı. abdal musa hazretleri, sadrı alada oturmışidi. ol mahalde kaygusuz abdal, oturdugı yirden ayag üzerine turub kapuya vardı. gitmege destur ve havalet alub, hayırdua ve ena temenna kılub sultan'a bu hal ma'lum oldı. ale'sseher bir koyun kurban idüb, bütün söyüş idüb pişürdiler çün kim kaygusuz, ol mekana geldi, bir mikdar sakin oldı. ol sofrayı açup, içinde olan sögüş püryanı kısmet eylediler. esnayı sohbetde kaygusuz baş kaldırub, ol kavak agacına nazar kıldı ol gice geçdi. söviş puryan ve birkaç nan ile sofraya koyub, virdiler. ol tevabi'leri gibi cümleden bu yana kaygusuz baba, ol almaları ekl idüp, hora geçürdükden sonra kalkdılar. eger mışır'a gelinceye dek vaki olan hali zikr olunursa, gayet mufassal olur. bari maksuda varalum: çün kim mısr padişahı diyarına geldiler sultan kaygusuz'a hayırdu'a gülbenk eyledi. her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler. yineol hacib eyitdi: pes, ma'lum kırk nefer kimesne fi'lcümle sana tabi'dür. baba kaygusuz eyitdi: bizüm mabeynimüzde bir ka'ide vardur adetimüz budur ki, biz selamı nevbet ile virürüz. onlarun cümlesi hep nevbetlerini savdılar, nevbet bu gün benümdür. yine ol hacib eyitdi: pes, ol vezirün bu sözini ma'kul görüb, mısr padişahı buyurdı anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dane kaşık dahı tedarik itdiler. ol da'vet itmeğe giden kimesneler geldiler. baba sultan'ı buldılar, selam virdiler: padişahıla vezirler bakısub bunlarun gördiler ve ba'dehu simat götürildi şekker şerbedleri içildi. padişah, kaygusuz baba'nun keyfıyyeti halinden su'al idüb kırk kişinün yigirmisi bir tarafa ve yigirmisi karsu tarafa, karsu biribirine mukabil oturdılar. baba, heman karsusında olan yoldaşlarına balım tolusı' gibi sunuvirdi. ana gördiler, baki yoldaşlar dahı öyle itdiler. padişah buyurdı, çeşnegirler ta'am getürdiler. ol kırk dane sapı uzun kaşıkları koydılar. meger kim ol vakit padişahun sarayında ulema suleha vü ibad vü zühhad, bunlardan ma'ada mısr beglerinden nice begler dahı hazır olmuşlardı. niceler dahı bu ahvale vakıf olub, imtihan tarikiyle teferrüc itmek içün gelmişlerdi. pes lazım oldu ki, ol simat üzerine evvel ulema vü suleha varub emir geda vü fukara tenavül ideler. ol kaşıkları görüb taaccüb eylediler. ulema vü şüleha vü ümera ol simat üzerinden kalkub, baba kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. anun çün gözlerimüze penbeyi yapışdurduk ki, tabi'inden olavuz. ol saat, kaygusuz baba sultan iki ellerini semaya kaldurub, dua' kılub resulu'llah salla'llahu ta'ala aleyhi vessellem hazretine ve evladlarını şefi' getürdi. padişah dahı veziriyle desti du'aya el kaldurub, amin ya mu'in didiler. ve bu du'ada hazır olan ulema vü suleha va udeba vü zühhad vü mir geda her kim varısa amin diyüb sultan kaygusuz baba ol kırk nefer dervişanıyla du'ayı tamam idüb surei seb'ulmes ani vü ümmü'lkur'an okuyub vela'ddallin, amin diyüb ellerin yüzlerine sürdiler. ol sa'at hakk ta'ala'nun avnı inayetiyle vel evliyanun velayetii keramatıyla padişahun dahı ol ama gözleri açılub ruşen oldı ve dünyayı gördi. gönlüne ilhamı rabbani varid olub bildi kim, şeyhi takdir hüda ezeli lem yezel böyle yazmış ne ki hakk'dan geldi hoş geldi. bu yusuf peygamber tahtını iki gözile ziyaret idün. andan sultan kaygusuz baba: keramet sahibi ehl'ullah'dur. ve evliyaya hizmet eylemiş, mürşide irişüb bir pir olmış, evliyadan safanazar himmet olmış, anun kim oldugın bildi. hemandem mısr padişahı ihtiyarsuz yirinden turub tahtından aşagı inüb baba kaygusuz'un elin öpdi ve ayaklarına yüzin sürdi. can gönülden muhibbü muhlis olub eyitdi: çün kim baba kaygusuz bu beyitleri bünyad idüb fi'lhal mısr padişahı huzurunda söyledi. gördi kim, baba kaygusuz'un taleb kıldugı şey ga yet mübalagadur, fikr idüb bu sözlerün hakikatine nazar kıldı. bildi kim baba kaygusuz'un muradı mali dünya degüldür. bunlar dünya sıfatıdur, baki kalmaz. baba, sultan'a nazarda, bir güler yüz ile didiği dem, padişahun gönli hoş oldı. oturduğı yirde tebessüm kıldı, buyurdı kim: nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yagile toldurun, dahı nesne la zım degüldür, kendi elün sunub belinden bir küçigez keşkül çıkardı sunuvirdi. padişah buyurdı kiler emiri olan kimesnelere: ol yire bir ali kasr bina eylediler. her dem mısr begleri gelürler, anda sakin olub, teferrüc kılurlar. mısr padişahunun baba kaygusuz içün bina eyledüği kasrı görüb bu mahalde tahrir takrir eyledi. kim, biribirinden içerüdür. bir kubbesinün vasiliği şol denlüdür kim kapudan dibe varınca elli dört kademdür. yigirmi revzenesi var. teymür münakkaş kanatlu on iki da ne tolap var. ol dahı zencir ile asılu. ve bir balık bedeni var nil derya sından çıkdığı zamanıyla ta'aacüb içün anı dahı asakomışlar. ol kandilün muka belesinde kubbenün orta yirinde, revze öninde medfun ali mest baba dirler bu aziz, sultan selim hanıla gelmiş, merhum olmış, anda defn eylemişler ve ol zikrolunan ali kubbenün kapusı karşusında bir kubbe dahı yapılmış, biribirine muttasıl iki kubbe olmışdur. ve teymür hindi agacı ve firenk yemişi agacıdur kim, ol vilayetün inciri oldur, içinde çekirdeği olmaz. biriki yüz danesi bir yire cemi' olub, mesela tesbih dizilmiş gibi biribirine muttasıl arablar anun vaktında çıkarlar, her biri minnet ider. kemalün bulunca, üzerine ag kurarlar, kuşlardan sakunurlar. baba sultan tevabi'iyle bir müddet ol kasr'da sakin olub, ba'dehu hacc niyyetine mısr'dan çıkub, ol kırk nefer yoldaşlarıyla beytu'llah tarafına müteveccih revane oldılar. müslimin gayrisi cem' olur mısr'dan mahfeli şerif çıkub emiri hacc ile ma'an gice yürüdiler. amma kaygusuz baba hacc mevsiminden mukaddem miri hacc ile gitmege bakmayub mısr'dan çıkub yoldaşlarıyla gündüz giderler, ahşam olıcak konarlardı. bir ala su kuyusı vardur üzerine dolab atmışlar, ol bagçeleri suvarmak içün, temmuz ayında her gün öküzler koşub ol kuyıdan variller ile su çeker. biribirinden içerü muhkem çevre etrafı kal'a gibi. mısr halkı cümle anda gelürler, taşra kuyu öninde üç ulu ceviz ağaçları bitmişdür ki, her biri üç dane adem el ele virüb kucaklasalar, kolları irüşmez. ve ol şekiler üzerinde asma üzümleri vaktında üzümleri bitüp, salkım olur. yusuf peygamber tahtında oturub hükümet ider. anun dahı her bir yapragı mesela mevleviler külahına benzer. butraklu ve hem yassı, biribiri üzerine arkurı biter. anun agacı adem boyuncave daha ziyadece olur. hikmeti hüda velayeti evliya ahir olub, her gün bir şehre irüşüb her biri tabnak, yorgun sabahahşam olınca yürürlerdi. her biri parsa idüb, ol şehrden nafaka alub ve dürlü levazımlarun görürlerdi. bir menzilde rahat olub, ol gice sabaha değin dinlenürlerdi. ale'sseher kalkub kaygusuz baba sultan hazretleri cuşa gelüb, bu beyitleri söyledi. millerinden çıkub bakmayub biribirine sür'atle müzdelife nam menzile gelüb ol gice anda sakin olub ahşam ve yatsu namazun birlikte eda kıldılar. ale'ssabah kalkub, mina bazarına gelüb yolda ismail peygamber 'aleyhi'sselam hazretleri iblis'e taş atdugı yire ugradılar. yedi defa şeytan'aleyhi'lla'ne gelüb anda isma'il peygamberr'e igva virmiş idi. ve hazreti isma'il üç defa şeytan'a cemre taşın atmış idi. andan kalkub mekkei mükerreme'ye geldiler, tavaf eylediler. peygamber'ün makamında tavaf nama zun kılub safa vü merve'yi tavaf idüb abı zemzem'den su içüb umre getürüb her hacat kabul olan yirlerde münacat, dua vü sena kılub cemi hacc erkanun yirine getürdükden sonra yoldaşlarıyla kalkub mekkei mükerreme'den medinei münevvere'ye geldiler. bir kaç gün sakin oldılar. yemen miri haccı vü mısr şam miri haclan tablhanelerün çalub, ol mahalde buyurdular kıble' tarafına yüridiler. baba kaygusuz sultan mütala'a kılub, bir zaman nazar kılub, bir zaman hayran oldı, anun zarılıgun işidüp gayetle ta'accüb kıldı. bu kaside'yi anda okıdı ol tolabun adına muhammedi tolab'ı dirler idi. anun içün gayet ulu ve hem yüce agaçlı, agır tolab idi. anun içine su çıkarmak içün bir üstad anı yapdı. melul mahzun olup, ol tolabun dönmedügine hatırı münkesir oldı. hazreti resulsallall ta'ala aleyhi vessellem gelmişdür, bir şam şehrine girmemişdür. biz dahı girmeyelüm diyü ol kırk nefer yoldaşlarıyla şehre girmeyüb, yanından geçübgitdiler kutayfa nam menzile geldiler. nüsha alub, andan kalkub ve cennetü'lbaki'de olan şühedaları ziyaret idüb, yoldaşlarıyla menzil merahil kaş'idüb minvali muharrer üzre kalayı dımışk'a geldiler. hazreti isa bin meryem hürmetine dön diyü ol tolaba and virdi, tolab dönmedi. gerçi alemden seyran teferrücgah çokdur velakin bunun gibi heybetlu tolab yokdur. ve bu hal ki asmana şerhi dile gelmez, mümkin degildür, va'lla hu'lalem: muhammedi tolab kaldı. menzili meratıb'a andan hanei nevmer didükleri yirde bir gice yatub, yarındaşı? ulu camiin havlısı ortasında bir gök mermer direk vardur anı çün kim kaygusuz baba sultan, ol tolab üzerine bu kasideyi söyledi, tamam eyledi. mescidi şems ve zülkif peygamberi ziyaret idüb, andan kufe şehrine geldiler. mülcemoğlı, ol mescid'de hazreti ali'yi şehid eylemiş idi. baba sultan yoldaşlarıyla namaz kılub, hatm okuyub, savabın hazreti imam ali'ye bağışladılardu'asena kılub andan kalkub necef deryasına hazreti imam ali'yi ziya ret kıldılar. necef' de, hazreti adem safıyu'llah ve hazreti nuh, neciyü'limam ali veliyü'llah ol necef kal'ası'nda medfun olmışlardı ziyaret idüb berri mecnun didükleri kumlık, ıssuzlık susuzlık yirden geçüb kerbela 'ya geldiler. ol kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub imam hüseyn ibni ali kerrema'llahu vechehu hazrederün ziyaret kıldılar. yoldaşlarıyla ba'dehu kaygusuz baba sultan necef' geldiği vakit bu medhiye'yi söyledi: andan dahı kalkub, uzzazı kilis iline geldiler. davud peygamber'ün kabrin ziyaret itdiler. andan kalkup birkaç gün yol yüridiler, ayıntab şehrine geldiler. andan fırat suyı üzerine gelüb bincek nam iskeleye geldiler. menzilbemenzil ta kim, bağdad şehrine geldiler. bağdad'un kal'ası dibünden dicle ırmagun cisr'den geçdiler. fırat suyun dahı cisre'den geçüb ol dahı otuz iki gemi üzerine amma ol tasun yüksekligi yukaru üç adam boyunca var. baba anı ziyaret idüb mankusa kapusında taşra akyol'da sultan baba bayram hazretlerine geldiler, ziyaret kıldılar. bektaşı veliyü'lhorasani kaddesa'llahü sırrahu'l aziz kendü mübarek eliyle bir taş koymışlar. baba kendüye tabi' olan kırk nefer kimesne ile ol zıllu'sselam didükleri kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub, ta'am yiyüb du'a vü şena bir hatm okuyub, bunı ibni imam hüseyn vü ali vü abbas'a ve yetmiş iki şühedanun ruhı şeriflerine hibe idüb, andan selamlayub girü döndiler. yanında yoldaşları birbirine bakişub eyitdiler: andan kalkub fırat ırmagun geçüb müseyyib kal'ası'ndan gemiyle geçüb yine bağdad'a geldiler. takkisra'yı temaşa idüb medayin'de hazreti selmanı farisi, imam musa kazım vü imam muhammedü'lcevad hazretlerini ziyaret idüb, ena kılub, anda samarra 'ya geldiler. aliyyü'lhadi vü imam hasanü'l'askeri hazretlerini ziyaret idüb muhammed mehdi hazretlerinün makamın görüb, anda dahı birkaç gün sakin olub hatmi kur'an okuyub du'a sena kıldılar. andan dahı kalkub musul şehrine geldiler pençei ali'yi ziyaret idüb andan kalkub hayal gedüginden geçüb nusaybin şehrine geldiler. abdal musa sultan hazretlerinün asitanesine geldiler. baba kaygusuz hazretleri bu nutukları bünyad idüb, söyledi: asitanei sa'adetlerine yakın geldiler. ol asitane'de olan derviş, baba kaygusuz'un kudümünden haberdar olub, bermenzili istikbal idüb' karsu çıkdılar. fi'lcümle şerefi destpus idüb, baki dervışanıla dahı görişdiler. baba kaygusuz tekye kapusına geldi, hazır ga'ib evliya demine hu baba, erenlerün hedayesin her ne ise hazır idüb ayag üzre turdı kapuya vardı, sultan'un ve halifelerün bergüzarların yerlü yerince, adet erkan üzere herkes yerinde otururken her birinün hedayelerin nazarında koyub özr niyaz idübmısr'da ve bagdad'da ve ırak'da ve mekke'de ve medine'de irişüb ve görüşdüğü esenlerün selamların getürdi. baki dervişe dervişan didi, turdı. abdal musa hazretleri ve halifeleri vesa'ir dervişan, cümlesi ayag üzre turub izzet ta'zimile baba kaygusuz'un selamın alub du'a yı gülbenk eylediler. dahı yirlerine geçüb sultan abdal musa ve halifeleri seccadeleri üzerine turub karar eylediler kaygusuz baba dahı seccadesi üzerine oturdı. ve gönli cuşa geldi bu beyitleri söyledi: baba kaygusuz ol asitane'ye yüz sürüb içerü girdi. her biri pa vü zarun çıkarub tozdan toprakdan ellerün yüzlerün yudılar. desti şeriflerin bus idüb haki paylarına yüzin sürdi. abdal musa sultan hazretleri, baba kaygusuz'ı nevahte idüp, hoş gördi, mahabbet eyledi abdal musa sultan hazretleri kutbı cihan, veliyyü'zzamanıdı. her sene frengistan'dan bac harac gelürdi. ol çomagı sahili deryada görüb bulurlardı. her ne ise bac haraclardan cem' idüb bir kise içine koyub kara çomagı muhkem baglayub gönderürlerdi. ve ol çomak deryanun içinde yüzüb gelürdi. hiç kimesne ana kasd idemezlerdi. her kim kasd iderse, fi'lhal helak olurdı ve her kim inad muhalefet idüb bacın virmekde ta'allül itse, içlerinde veba ahir olurdı. baba kaygusuz sultan bu nutukları söyleyüb cemi' halifeler herbiri tahsin itdiler. baba sultan, abdal musa hazretleri'nün hakk ta'ala hazrederinün avnı inayetile ve kaygusuz baba'nun ışk mahabbeti iradetiyle ve gönülden mürid olan sıdk safa itikadıyla kendüyi teslim idüb her hal üzerine mürşidün emrine muti' hükmine ram olubpirine izzet hürmedle ve kendinü hizmeti ve mürşidi kamilün kuvvetiyledür kim bir avıç topraga nazar itse, cevahir olur. bir kara taşa nazar itse, la'l olur. nadan olan anun kadrin ne bilür? kimesne ana el tokınduramaz. zira kim ta'un askeri, alla emriyle sultan abdal musa hazretlerinün zabtındadur. ve her kim, sultan abdal musa hazretlerinün ismi şerifün yazub, kapusı üzerine koyub yapışdurursa, biinayeti hüda ol eve ta'un girmeye. eger nezir itdügi şeyi, sultan hazretlerinün asitanelerine ulaşdurmak mümkin degül ise mu'temedlerden i'timad itdügi kimesne ile göndere eger göndermek mümkin degül ise anun niyyetine bir fakir dervişe vire: abdal musa sultan'un çomagıdur diyüb biri birine gösterürlerdi. anı, derviş aba vü nemed hırka degdirüb arkalarınarivayet olınur ki baba kaygusuz sultan, abdal musa hazretlerünün hizmetlerinde mukim olub her hale ala kadre, her hizmete canıyla mübaşeret kılub müba rek cemali bakemal müşahadesine bendevar mugtenem olub muradına, maksudına. baba kaygusuz sultan dahı pak taharetle abdest alub, ol cema'atla cami'e gelüb minber mukabelesinde iki rek'at tahiyyatı secde kılub, tahiyyata oturdı. selam virdi dua vü ena kıldı, sakin olub ba'dehu öğle ezanı okındı. müezzinler mahfele çıkub kur'anı azim okuyub du'a vü enadan sonra cum'a sünnetin eda kıldılar. dahı izzet ta'zim ile hatibi minbere çıkardular. cum'a namazı kılınub, dua vü ena oldı. heman ol hatib bir kürsi üzerine çıkub bu halka vaz nasihat etmege başladı. baba dahı oturduğı yirden hareket itmeyüb ol cema'atle, ma'an göz kulak olub dinlerdi. ol va'iz oturduğı yirden mukabelesine baba kaygusuz'ı gördi bir sakalı kırkuk uryan büryan egiryan derviş oturur. başladı cehennem kapusını açmağa: vitir vacib üç rik'atbk. güzel, kayğusuz abdal, baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikatü'l bektaşiyye bemışru'lmahruse, kahire, dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, kaygusuz, bu mutasavvıflık döneminde –bizim tespitlerimize göre civarında manzum, mensur ve manzummensur karışık eser yazmıştır. o'nun eserleri kur'anı kerim, hadisler, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi. türkislam ülküsünü vermeye çalışmıştır. her bir eserinde hem dünyada, hem de uhrevi hayatda insanların mutlu ve bahtiyar olmalarını istemiştir. o, türk milletinin, bilim ve teknolojide daima üstün olmasını hedeflemiştir. o, milletinin hep ileriye, daima üstün olmalarını ideal haline getirmiştir. on sekiz yaşında onun ile kimse mukabele durub bahs idemezdi. zira o, çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zöri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda, kılıç çalmada, gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. böylesine bilimsel verilerle dolu olan kaygusuz hakkındaseneden buyana fazla bir bilgiye sahip olmayışımız da düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden buyana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, güişte bu kaygusuz çocukluğunda alanya sarayı'nda zamanının bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık o, şeyhi abdal musa'ya intisabından sonra da anadolu sahasının en güçlü mutasavvıf şairi ve nasiri olmuştur alaaddin gaybi , Xıv. kendisi alaiye sancak beği, hüsamneddin mahmud beğ'in oğludur. alaaddin gaybi menakıbname'sinde. dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan, alaiye sancağı beği'nin oğlu ve adına da gaybi derlerdi. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. tekrir ve seciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer işgal eder. o, kelimenin tam manasıyla bir vecd şairi ve bir dinitasavvufitürk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd biz de bu doğrultudaki çalışmamızla, o'nun eserlerinden oluşan kaygusuz abdal külliyatı' adı altında neşretmeyi hedefledik. eserin basımını sağlayan tdk başkanı sayın gürer gülsever'e bu bilimsel hassasiyetindeki ileri görüşlülüğü sebebiyle bir kere daha teşekkür ederim. bu çalışmamızda kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı, eserlerinin tavsif ve hülasaları, eserlerinin şekil ve tür bakımından incelenmesi, türkçesi ve hamseciliği, dil ve üslup özellikleri, dini ve tasavvufi unsurlar, simatiyeler, su motifi ve nevruz geleneği olmak üzere sekiz bölüm halinde vermeye çalıştık. divan, gülistan, birinci, ikinci ve üçüncü mesneviler, gevhername, minbername, budalaname, kitabı miglate, vücudname, sarayname ve dilgüşa, şeyhi abdal musa velayetnamesi ve kaygusuz abdal menakıbnamesi'ni de, hem muhteva, hem şekil ve tür bakımından inceleme, hem de metinlerin tam neşrini' vermeye çalıştık. türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması bizi fazlası ile sevindirmiştir. döneminin, sekiz müstakil mesnevi'nin olması, o'nun türk edebiyatında, ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. kaygusuz'un eserlerinde tespit edebildiğimiz tevhid, ilahi, esmai hüsna, esmai nebi, na't, gevhername, vücudn'ame, dolabname, minbername, salatname, nutuk, devriye, şathiye, nevruzname ve nasihatname. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçe ve hamseciliği üzerinde durduk. o'nun işte böylesine dinitasavvufi türk edebiayatı disiplini içinde, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi'den sonra yunus emre, mevlana celaleddini rumi, hacı bektaş veli, şeyh ede balı'nın da muakkibi olan bu şahsiyetin Xv. kaygusuz abdal külliyatı' olarak neşretmemiizin yerinde bir hizmet olacağı kanaatimi vurgulamak istiyorum. bu cümleden olarak, külliyat'ın neşriyle kaygusuz'un bilim tarihi, türk edebiyatı tarihi, dinitasavvufi türk düşünce tarihi, tıp tarihi, astronomi bilimi. vb konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu dasene öncesinden görmekteyiz. o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş, hatta marburg nüshası bir külliyat ve mürettep bir divan niteliğini de taşımaktadır. bu da o'nun kendisinden sonra gördüğü alakanın ve tesirlerinin en açık delilidir. kaygusuz'un tesirini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kaygusuz abdal'ın şahsiyetinden farklı olarak, nisbeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini umuyorum. bb yanus. c bilavasıta: vasıtasız, doğrudan. dd dad: adalet, hak, doğruluk. ee düzgün: doğru. ff eyyam: günler, gündüzler. hakk yolundan çıkma, allah'a isyan etme ahlaksızlık, kötülük. gg galaba: kalabalık. hh hab: uyku. ıı hükmi ilahi: allah'ın koyduğu hüküm. Jj istikbal: karşılama, gelecek zaman. kk infial: gücenme, güce gitme. allah'tan ve allah'ın birliğinden bahseden ilim. muhammed mustafa: peygamberimizin diğer biradı. musul: ırak'ta, daha çoktürkmenlerin yaşadığı bir şehir. nn nadim: pişman. oo nihai: taze, düzgün, fidan, sürgün, nişanı binişan: belirsiz hedef. kur'anı kerim. pp peyam peygam. haber. ss rehbin: yol gösteren. mevve arasında koşmak, yürümek sa'adet: mutluluk, mesut oluş. tt şimal: sol, sol taraf. uu tuzag: tuzak. vv vahid samed ahad padişahı yekta: allah. yy yalap yalap: parıl parıl, alev alev. zz zehri mar: yılan zehri. sehzade alaaddın gaybı kaygusuz abdal kullıyatı abdurrahman guzel turk dil kurumu yayinlari kaygusuz abdal külliyatı:; abdurrahman güzel. ankara: türk dil kurumu. cm ısbn türk halk edebiyatı halk edebiyatı, türk türk edebiyatı, tasavvuf güzel, abdurrahman türk dil kurumu yayınları abdurrahman güzel ankara, atatürk kültür, dil ve tarih yüksek kurumu türk dil kurumu yayınları: abdurrahman güzel inceleyiciler: ismail hakkı aksoyak ismet çetin metin denetimi: ayk uzmanı erol deniz sayfa ve kapak tasarımı: tdk dilek şerbetçi birinci baskı ekitap. ankara, mayıs ısbn: dağıtım: türk dil kurumu atatürk bulvarı no. kavaklıdere ankara telefon: belgegeçer: genel ağ: http: tdk. gov. tr sayılı yasa'ya göre eserin bütün yayın, çeviri ve alıntı hakları türk dil kurumuna aittir. içindekiler söz başı giriş kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı menkıbevi hayatı ailesi, çocukluğu, tahsili ve yetişmesi abdal musa'ya intisabının yol haritası gaybibeg, avyapmaküzereyolaçıkar ahu'nunardıncaatsürer abdalmusadergahınailkadımıatar tekebegivekılağalıisa'nınölümleri babası, gaybibeg'iabdalmusa'yateslimeder mahlas alışı şeyhinden icazetname alışı mısır'a gidişi kızılelmamefkuresi mısırsultanınagösterilenkeramet kaygusuz'uncevabı hacc'a gidişi hacc dönüşü tarihi hayatı doğum tarihi ve yaşadığı devir Xıv. asrın ilk yarısı ile Xv. asrın birinci yarısında yaşadığını kabul edenler Xv. asırdayaşadığınıkabuledenleringörüşleri abdülbakigölpınarlı'nıngörüşü vasfimahirkocatürk'ünikikaygusuzabdalgörüşü bizimgörüşümüz ailesi adı ve mahlası seyahatleri mısırvehaccziyareti batıanadoluverumeliseyahatleri vefatı ve mezarı hakkındaki görüşler vefatıhakkındakigörüşler mezarıhakkındakigörüşler sonuç ve değerlendirme ikinci bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinin nüsha tavsifi ve özetleri eserlerin genel olarak nüsha tavsifi eserlerin nüshaları ve özetleri manzum eserler divan gülistan mesneviler gevhername dolabname salatname minbername mensur eserlerin özetleri budalaname kitabı miğlate vücudname risalei kaygusuz abdal'ın muhtevası manzummensur eserlerin nüsha ve özetleri dilgüşa sarayname abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal abdal musa velayetnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri tevhid ilahi esmai hüsna na't gevhername dolabname esmai nebi: devriye vücudname. nasihatname. salatname. minbername. nevruzname. nutuk. şathiye dördüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri gramer şekilleri ve söz varlığı gramer şekilleri söz varlığı bugüne göre arkaik kelimeler anlatım şekilleri nasihat ve hitap yoluyla anlatma doğrudan doğruya anlatma mükaleme ve sual yoluyla anlatma delil ve isbat yoluyla anlatma tasvir yoluyla anlatım tahkiye yoluyla anlatım diğer üslup hususiyetleri tekrir seci mecaz atasözleri ve deyimler halk söyleyişleri beşinci bölüm kaygusuz abdal'ıntürkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı kaygusuz abdal'ın hamseciliği genel sonuç ve değerlendirme kaynaklar altıncı bölüm metinler manzum eserler aruz vezniyle yazılanlar divan tevhid na't dolabname tercii bend'ler terkibi bend müstezad mukatta'at şathiye mesneviler gülistan gülistan mesnevii baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevii sani mesnevii salis gevhername minbername kısa mesneviler hece vezni ile yazılanlar ilahi salatname nutuk şathiye yedinci bölüm mensur eserler budalaname miglataname risalei vücudname risalei kaygusuz abdal sekizinci bölüm kaygusuz abdalmanzummensur karışık eserleri sarayname dil güşai kaygusuz abdal ı farsça birinci bölümün tercümesi ı farsça ikinci bölümün tercümesi farsça üçüncü bölümün tercümesi dokuzuncu bölüm abdal musa velayetname'sivekaygusuz abdal menakıbname'si abdal musa velayetnamesi abdal musa hazretleri'nin nasihatnamesi abdal musa velayetnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi sözlük kaygusuz abdal eserleri'nin sözlüğü annememiş, babamali, ablamhatice, ağabeylerimmehmetnuri, hasanvemahmudgüzel'in azizruhlarına. söz başı kaygusuz abdal'ın asıl adı alaeddin gaybi'dir. o, alaiyesancakbeği hüsameddinmahmudbeğ'in oğludur. yılları arasında alaiye'de doğar, horasanalperenlerinden abdal musa'yayaşında intisap eder ve şeyhine kırk yıl hizmette bulunur. şeyhi tarafından, gaybibeğ'e kaygusuz adı verilir. o, yıllarında vefat eder ve elmalı'da şeyhi abdal musa külliyesi'ndeki mezarlıkta yerini alır. gaybibeğ, alaiyesarayı'nda dini, tarihi, felsefi, tasavvufi ve dönemin birçok ilmi disiplinlerinde köklü bir eğitim alır ve bir şehzade olarak yetiştirilir. gaybibeğ; idari sosyal ve beşeri faaliyetlerinin yanında bilimsel olarak da manzum, mensur ve manzummensur karışımı üç bölümden oluşan eserler yazar. onun bu eserleri, hem nitelik hem nicelik itibarıyla bir hayli yekun tutar hem de bu eserler günümüze kadar ulaşabilmiştir. şehzade kaygusuz abdal'ın hayatı ve eserleri üzerinde doçentlik dezi çalışmalarıma, 'te başladığım günden itibaren, yurt içi ve yurt dışındaki birçok kütüphanede kaygusuz'un eserleri üzerindecivarında yazma nüsha tespit edebildim. bu araştırmalarımda kaygusuzabdalkülliyatı'nın tamamına yakınını ise almanya'nın marburg üniversitesi kütüphanesinde bulabildim. bu külliyatta kaygusuz'un; manzum eserlerinden divan, gülistan, mesnevii evvel, mesnevii sani, mesnevii salis, gevhername, minbername, dolabname, salatname; mensur eserlerindenbudalaname, vücudname, kitabı miglate, risaleikaygusuz, manzummensur karşımı eserlerinden desarayname ve dilgüşa'yı tespit edip tamamını kütüphenemde muhafaza altına aldım. gördüğüm kadarıyla bu külliyat, kaygusuz'un ölümünden takribensene sonra, yani 'lerde yazıya geçirilmiştir. biz de marburg nüshası'nı, bu külliyat'ın hazırlanışında asıl nüsha olarak aldık. diğer nüshaları da tarayarak buralarda yer alan onun her bir eserini sağlam bir metin haline getirmeye çalıştık. çalışmamız; giriş, inceleme, kaynaklar, metinler, sözlük ve indeks'ten oluşmaktadır. giriş'te, kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ilinin tarihi ve kültürel yapısını kısaca belirlemeye çalıştık. birinci bölümde kaygusuz'un, menkıbevi, tarihi hayatını ve eserlerini özet halinde verdik. ikinci bölümde kaygusuz'un eserlerinin tavsif ve özetlerini verdik. onun bizzat elinden çıkmış herhangi bir yazmaya bugüne kadar tesadüf edemedik. eldeki yazmaların en eskisi, gevhername'yi içine alan ve tarihli topkapı sarayı'ndaki mecmuai latife'dir. ama asıl külliyat ise tarihli marburgnüshası'dır. biz burada yazma eserlerin istin sah tarihlerine göre, Xv. asrı geçmeyenleri nüsha tavsifini yaptık. XıX. asırdan itibaren istinsah edilenleri tavsif etmeyip, yalnız yerlerini belirlemeye çalıştık. üçüncü bölümde kaygusuz'un dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerini tespite çalıştık. o, zengin bir kültürel birikime sahip ve bugüne kadar da kimsenin fark edemediği dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türünü ortaya koymuştur. dördüncü bölümde kaygusuz'un eserlerinde, dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri üzerinde durduk. beşinci bölümde kaygusuz'un türkçesi ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. o türkçenin anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim diliolduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde konuşturan bir şairdir. o, eserlerinde dinitasavvufi duygu ve düşüncelerini, kur'anı kerim hükümlerine göre türk dilinin genel kurallarına uygun ve halkın kolay anlayabileceği sade bir ifade gücüyle işleyen bir şehzadedir. döneminde, türk edebiyatının ilk hamseci şairi olarak isimlendirebileceğimiz kaygusuz'un elimizde, sekiz müstakil mesnevisi mevcuttur ve toplam beyit sayısı da sekiz binin üzerindedir. altıncı bölümde kaygusuz'un manzum eserlerinden divan, gülistan, mesnevii evvel, mesnevii sani, mesnevii salis, gevhername, minbername, dolabname, salatname'nin metinlerini verdik. yedinci bölümde mensur eserlerinden budalaname, vücudname, kitabımiglate, risaleikaygusuz'un metinlerini verdik. sekizinci bölümde manzummensur karışımı eserlerinden sarayname, dilgüşa'nın metinlerini verdik. abdurrahman güzel dokuzuncu bölümde konumuz itibariyle, abdalmusavelayetnamesi ve kaygusuzabdalmenakıbnamesimetinlerine de yer vermeyi uygun bulduk. kaynaklar kısmında, eserleri yazmalar eserler ve basma eserler olarak iki başlıkta verdik. sözlük kısmında kaygusuz'un eserlerine dayalı olarak tespit ettiğimiz kelimelerin anlamlarını verdik. bu eserin hazırlanmasında, yayınlanmasında beni ısrarla teşvik eden, maddimanevi yardımlarını esirgemeyen, önemli katkılarda bulunan meslektaşlarım, öğrencilerim ve dostlarıma ve özellikle de her zaman yanımda olan ve çalışmalarımda da yardımlarını, özverilerini esirgemeyen sevgili öğrencilerim sayın alifuatbilkanvesayınprof. celaldemir'e samimi duygularımla teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. yine bu beş yüz elli yıl öncesinden gelen eserin basımında tashihinde kendilerinden yardım gördüğüm sayınprof. gürergülsevin'eveprof. feyziersoy'a da teşekkür ederim. özellikle de bu eserin hazırlanmasında, yayınlanmasında beni ısrarla teşvik eden, maddimanevi yardımlarını esirgemeyen, önemli katkılarda bulunan meslektaşlarım, öğrencilerim, dostlarıma ve tdk çalışanlarına samimi duygularımla teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. külliyat çalışmamızda; gerek bizden gerekse müstensihten kaynaklanan bazı eksiklikler, hatalar bulunabilir. asıl amacımız; kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve türkislam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. bu görüşler bağlamında eseri, ilim aleminin istifadesine sunmanın hazzını duyuyoruz. tevfik ve inayet yüce mevla'mızdandır. ankara, mart abdurrahman güzel giriş kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili teke ilini bu dönemde iki noktada ele almamızda fayda görmekteyiz. bunlardan birincisi, kültürel yapıyı hazıralayan sebepler, ikincisi de tarihi yapıdır. bilindiği gibi kaygusuz abdal'ın yaşadığı teke ili civarındaki kültürel yapıyı hazırlayan tarihi perspektife baktığımız zaman görüyoruz ki o zaman anadolu'da X. yüzyıldan itibaren türk'ün ruhuna uygun bir kültürel cereyan yayılıyordu. bu tasavvuf cereyanıydı. herkes, memleketin içinde bulunduğu siyasi, iktisadi ve sosyal karışıklıklardan kurtulmak için kendilerini bir dergaha bağlamak zorunluluğunu duyuyordu. bu, insanlara manevi bir huzur veriyordu. çünkü müslüman türklerin anadolu'ya yerleşmelerine tahammül edemeyen hristiyan avrupalılar, türkleri anadolu'dan çıkarmak için haçlı seferleri düzenliyorlar ve önlerine de din adamlarını alıyorlardı. buna karşı olarak türklerde de din ve tasavvuf öncüleri erenler, alperenler ortaya çıktı. bunlar gazaya giden savaşçıları maddeten ve manen desteklediler. daha sonra bir ahilik teşkilatı kuruldu ki bunun o tarihlerde tasavvufun yayılmasında büyük rolü olmuştur. çünkü türkistan'da ahmed yesevi ile başlayan tasavvuf hareketi, anadolu'ya geldi. bilhassa horasan ve başka türk yurtlarının moğol istilası altına girmesinden sonra buradaki türkler, anadolu'yu bir sığınak olarak buldular. manevi bir göç halinde anadolu'ya geldiler. horasan erenleri olarak isim yaptılar. bu göç akımı uzun zaman devam etti. hatta kaygusuz abdal'ın şeyhi abdal musa'nın da hoy'dan geldiği kendi ikrarıdır. bunlar anadolu'ya yepyeni fikir, ahlak ve iman canlılığı getirdiler. büyük şehirlerde dergahlar kuruldu, kasaba ve köylerde tekkeler açıldı, her tarafta sufiler halkı irşat etmeğe koyulunca adeta bir misyon hareketiyle anadolu'da tasavvuf hızla yayıldı. çünkü X. ve Xıv. yüzyıllarda anadolu'da siyasi bir istikrar, sağlam bir devlet otoritesi yoktu. moğol akınları ile memleket yağmalanıyor, yakılıp yıkılıyordu. hiçbir yerde can ve mal güvenliği kalmamıştı. herkes huzursuzdu. işte bu şartlar altında insana manevi bir alemin sesini duyuran, insanları kardeş gören, yardımcı olmaya davet eden, allah'ın müm taz bir kulu olmayı öğütleyen tasavvuf cereyanına sımsıkı sarıldılar. tarikatın manevi havasında ve şeyhlerin nüfuzu altında huzur bulmaya çalıştılar. artık, tasavvuf, böylece saray ve konaklarda, şiir ve edebiyatta bir sanat unsuru olurken halk arasında da ahlaki öğütler şeklinde yayılıyordu. bunu sultanlar da benimsemişti. bu devirde tasavvufun asıl dayanağı ahilik idi. zira ahilik, diniiktisadi bir teşkilattı. o, yalnız dünya değil, hem dünya hem de ahireti beraber yürütmeye çalışan bir teşkilattı. bu esnaf ve zanaatçılar birliği zamanla tasavvufi bir renge büründü. yesevilik'ten de bektaşilik, melamilik, nakşibendiilik, bayramilik gibi milli tarikatlar doğdu. ikinci olarak kaygusuz abdal'ın yaşadığı dönemde teke ili; anadolu'nun güneyinde bir kıyı şehri olan antalya ve alanya arasındaki sahil şeridi ile finike, kaş, kalkanlı, milli, gömbe, elmalı, istanoz ve karahisar kazalarının bulunduğu bölgedir. bu bölge, Xıv. asrın ikinci yarısında sultanü'ssevahi'l emir mübarizü'ddin mehmed beg zamanında tekeeli olarak tanınmıştır. teke ismini ilk defa zikreden elkalkaşandi'dir. bu isme ayrıca şerefü'ddin ali yazdi'nin zafername'sinde de tesadüf edilmektedir. teke iline; ile yılları arasında antalya, ile yılları arasında da korkudeli başkentlik yapmıştır. yılları arasında antalya, kıbrıs krallığı tarafından işgal edildiği için başkent, korkudeli'ne taşınmak zorunda kalmıştır. bu suretle teke oğullarıile yılları arasında toplamyıl iktidarda kalmışlardır. teke ili, selçuklular zamanında önemli bir ticaret merkezi olmakla meşhurdur. selçuklu sultanı alaaddin keykubad, akdeniz'de antalya, karadeniz'de de sinop'tan istifade etmiştir. o devirde teke ilinin merkezi antalya idi. teke emirliği yılları arasında müstakil olmuştur. selçuklu devleti'nin çöküşünden sonra antalya yerlilerden birinin hakim olması ve bu zatın memleket içi bir geziye çıktığı sırada, dündar bey'e bağlı bazı türkmenler tarafından öldürülmesinden sonra pampyliya, hamid iline dahil ahmet kabaklı, türkedebiyatı, ist. şahabeddin tekindağ, tekeili maddesi, islam ansiklopedisi. uzunçarşılı, osmanlıtarihi, ttk yay. ankara, ı,; yılmaz öztuna, büyüktürkiyetarihi,ötüken yay. istanbul, ahmet refik, fatih zamanında teke ili, türktarihencümenimecmuası, no. istanbul, abdurrahman güzel edilmiştir. böylece hamidoğulları'ndan dündar bey, 'de antalya'yı zaptederek kardeşi yunus bey'i emir tayin etmiştir. hamid bey'in oğlu ilyas bey'in ölümünden sonra oğullarından yunus bey, antalyateke eyaletinin kurucusu olmuştur. hamidoğulları; gölhisar, korkuteli ve antalya'yı aldıktan sonra teke oğulları adını almışlardır. dündar bey, anadolu valisi çobanoğlu demirtaş tarafından 'te antalya'yı zabtı sırasında öldürülmüştür. dündar bey öldürüldükten sonra üç yıl devlet yok edilmiş, sonra dündar bey'in oğulları hızır bey ve ardından ishak bey tahta geçmişlerdir. antalya'nın yılları arasında kıbrıs krallarının idaresinde bulunduğuna dair bir kitabeye antalya müzesi'nde rastlanmaktadır. hamidoğulları'ndan mübariziddin mehmed bin mahmud bin yunus tarafından tekrar antalya'nın kıbrıslılardan geri alındığı hususu, antalya yivli camii'nin kapısı üzerindeki tarihli kitabeden anlaşılmaktadır. mehmed bey'den sonra oğlu osman bey hükümdar olmuştur. osman bey, 'de yıldırım bayezid tarafından uzaklaştırılmış ve teke, osmanlı birliğine katılmıştır. zilhicce'sinde vuku bulan ankara savaşı'ndan sonra antalya yine osmanlılarda kalmış, osman bey, osmanlılara tabi olmuş, korkuteli'nde saltanat sürmüş ve 'te öldürülmüş, bunun üzerine korkuteli tamamen osmanlılar'a geçerek livai teke olmuştur. fatih ve bayezid devirlerinde tanzim edilen teke livası takrir ve tapu defterlerindeki kayıtlara göre bu bölgeye X. asırdan itibaren ekseriyetle üçoklar'ın teşkil ettiği türkmen zümreler yerleştirilmiştir. bu türkmen zümreler arasında da bazı tarikat erbabının faliyetlerde bulundukları görülür. bilhassa ahiler, yunus bey oğlu hızır bey zamanında antalya'da mükemmel bir teşkilat kurmuşlardır. 'de bu şehri ziyaret eden ibni batuta'yı da birçok defa zaviyelerine davet etmişlerdir. hızır bey'den itibaren tekeeli'ne süleyman fikri erten, antalyavilayetitarihiı, istanbul,; refik, ahmet, agm. uzunçarşılı..; öztuna, ı. erten, ı. uzunçarşılı,.; öztuna,.; erten, ı. erten, ı. erten, ı. erten,.,; öztuna,.; ahmet refik. hakim olan teke beylerinin bu bölgede kurulmuş olan bazı zaviye ve tekkelere nişan verdikleri, vakıfta bulundukları kayıtlıdır. yine selçuklular zamanında antalya'yı idare eden teke beyi ilim adamlarını himaye ederdi. kendisinin fenari oğlu mevlana şemseddin'e büyük hürmeti vardı. fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'den anlaşıldığına göre karyei ada, mevlana şemseddin ibni muhammed elfenari'ye verilmiştir. daha sonra ibni fenari olarak kaygusuz abdal'ın şiirinde yer alan bu zat, murad devrinde ilk osmanlı şeyhülislamı olmuştur. o, yılları arasında edirne'de şeyhülislamlık yapmıştır. teke iline bağlı karyelerin büyük bir kısmında eski teke beylerinin veya isa bey'le mustafa çelebi'nin ve murad'ın vakıfları vardır. hatta kaş tevabiinden şeyh beg zaviyesi'ne birkaç ev yaptırıp vakfeden, murad'ın eniştesi ve selçuk hatun'un beyi merhum karaca bey'dir. murad zamanında teke ilinin evkaf defterini tutanlar oruç bey ile edhem bey'dir. teke ilindeki ahi teşkilatı fatih zamanında da mevcuttu. teke ili birçok zaviyelerle dolu idi. hatta teke beyi'nin anası sultan hatun, istanoz tevabiinden elmalı'da seydi hızır zaviyesi'ne on mudluk yerle beş dönüm bağ vakfetmiştir. keza karahisar tevabiinden bali zaviyesi'ne de sultan alaaddin selçuki keçeci karyesini vakfetmiştir. o çağlardaki teke ilindeki başlıca tekke ve zaviyeler şunlardır: antalya'da, kılıçcı yusuf zaviyesi elmalı'da tevabiinde abdal musa tekkesi kalkanlı'da ahi devlethan zaviyesi gömbe'de şeyh ishak zaviyesi istanoz tevabiinde hacı balaban ve seyyid hızır kaş tevabiinde şeyh beg ve şeyh orhan zaviyesi bütün bu şartlar neticesinde antalya bölgesi de tasavvuf akımlarının yayıldığı bir yer oldu. şehir, köy ve kasabalarda açılan dergahlar, tekkeler hepsi islam dini'ni kur'an ve muhammed'in ölçüleri doğrultusunda, maddi ve manevi umut bağlamında bütün insanlara bir kurtuluş kapısı açıyordu. ahmet refik. refik, ahmet.. kaygusuzabdal'ıntarihihayatı bölümü. ahmet refik., ahmet refik. ahmet refik. abdurrahman güzel alaiye beyi'nin oğlubeg de bu manevi kapıdan içeriye girenlerden biri oldu. zira onun, babasının sarayını terk edip elmalı'da abdal musa'ya mürit olmasıyla dinitasavvufi türk edebiyatı, yeni coşkun ve samimi bir ses duyuyordu. böylece yukarıdan beri kısaca özetlemeye çalıştığımız antalya ve çevresi; kaygusuz abdal'ın yaşadığı devirde hem siyasi hem ticari hem iktisadi hem de kültürel bakımdan çok hareketli bir dönemi oluşturuyordu. birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı birinci bölüm kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı bilindiği gibi günümüzde tanınmış velilere ait menakıbnamelerin birkaç çeşidine rastlamak mümkündür. zira velilerin vefatından sonra hayatları etrafındaki rivayetler ağızdan ağıza dolaşarak menkıbeleşmekte ve bunlar bilahare menakıbname adı verilen eserlerde toplanmaktadır. kaygusuz abdal etrafında teşekkül eden menakıbnameleri de bu noktada ele alabiliriz. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'a ait menakıbnamelerin bir kısmı, özet olarak da olsa mehmet fuad köprülü, muhtar yahya dağlı, vahit lutfi salcı, rıza nur, sadedin nüzhet, rudolf tschudi ve Jacob, hallauer tarafından neşredilmiştir. söz konusu neşirler ise bir birinden pek farklı da değildir. hususi kütüphanemizdeki menakıbname; köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği özetlerden farklıdır. bu özetlerde kaygusuz, mısır'a kadar git fuad köprülü, abdal musa, türkkültürü, şubat, nde neşredilmiştir. muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal, istanbul, muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal hakkında etüdler, ıv, istanbul; türk folkloraraştırmaları, rıza nur, kaygusuz abdal, gaybi bey, kahire'de bektaşi tekkesinde bir manüskırı, türk bilik revüsü, no:, yıl:, rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz. aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizerisches arschiv für volkshunde, bd. Jakob hallauer, dievitadesıbrahimbinedhem, basel, ag nüshası,; ölç. x, xcm; st. yz. nestalik rik'a; kt. sarı abadi; ciltsiz. yazmanın başından bir, sonundan bir veya iki yaprak noksandır. bu bakımdan müstensihi ile istinsah tarihini bilemiyoruz. dil hususiyetleri; elimizdeki nüshanın XvıXvıı. yüzyıla ait bir başka nüshadan kopya edildiği intibaını vermektedir. sahifede bitmektedir; yazmada bundan sonra abdal musa'ya ait bazı rivayetler, kaygusuz'un minbernamesi ve muhtelif şiirler yer almaktadır.. mekte ve geri dönmemektedir. bizdeki nüshada ise kaygusuz, hac'dan dönüp abdal musa'ya kavuşur. menakıbname özetlerinden anlaşıldığına göre nur'un ve salcı'nın dayandığı nüshalar da bizim elimizdeki nüshadan farklı değildir. bu sebeple biz, kaygusuz'un menkıbevi hayatını ele alırken esas itibariyle elimizde bulunan ag nüshasına dayanarak onun menkıbevi hayatını vermeye çalışıyoruz. yalnız eksik kısımlar için de diğer nüshalara başvurduk. menkıbevi hayatı ailesi, çocukluğu, tahsili ve yetişmesi menakıbname'de kaygusuz'un ailesi, doğumu ve çocukluğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. ancak, menakıbname'deki. ehli tarik içinde ma'ruf ve meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan alaiye sancağı beyi'nin oğlu idi. adına gaybi derlerdi ibaresinden onun alaiye sancağı beyi'nin oğlu ve asıl adının gaybi olduğunu anlıyoruz. çocukluğuna ait bilgileri, onun on sekiz yaşındaki durumu anlatılırken az çok çıkarabiliyoruz. menakıbname'de bu kısım şöyledir: gaybi beg, gayet akil, arif, amil, kamil ve tüvane idi. on sekiz yaşında onunla kimse mukabele durub bahs idemezlerdi. zira çok kitablar okımışdı, ulumu bi'ttamam bilürdi ve hem ziyade pehlevan idi, zuri bazuya malik, at üzerinde, silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. bunun gibi işlerde naziri yogidi. ve her daim kendi kullarıyla çevre etrafında olan dağları şikar iderdi. bebür ve peleng ve kaplan ve gözi her ne görse kurtulmazdı. yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki kaygusuz, çocukluğunda zamanının bütün ilimlerini tahsil ettiği gibi silahşörlük, pehlivanlık, avcılık maharetleri de en mükemmel şekilde öğrenmiş ve tam bir bey oğlu gibi yetişmiştir. daha fazla bilgi için bakınız: güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, türk tarih kurumu yay. baskı. ankara. rızanur. rızanur. abdurrahman güzel abdal musa'ya intisabının yol haritası gaybi beg, av yapmak üzere yola çıkar teke ili alaiye sancak beyi'nin oğlu gaybi beg, on sekiz yaşına gelince, günden güne sararıp solmaya başlar. babası, oğlunun bu durumuna çok üzülür. arkadaşlarına, oğlum gaybi beg, neden böyle sararıp soluyor? diye sordurur. arkadaşları gaybi beg'e sorarlar: sana ne oluyor, sevdalı mısın yoksa? gaybi, cevap veriyor: hayır arkadaşlar sevdalı değilim, yalnız benim içimde bir aşk var ki ne olduğunu ben de bilemedim. bir gün gaybi, babasından izin alır, atına binip avlanmak üzere yanına yiyecek ve birkaç kişi de alarak alanya'dan yola çıkar. manavgatserikaksuaknik köprüsü'nden geçerek antalya'ya; oradan da kepezbaşı'na gelir. burada tepebaşında bir ahu görür. gaybi: ha. benim aradığım av budur. diye hemen attan inip tirkeşinden bir ok çıkarıp, kirişe kor, nişan alır ve oku atar. kirişden çıkan ok, ahunun ön sol koltuğuna saplanır. tutacak olur, bir yaklaşır, bir uzaklaşır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. ahu'nun ardınca at sürer ahudan durmadan kan akar, gaybi beg de onun kaçışına bakar. ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. ahu; yenicebarutluyazırsöğütçükkurkudeliyokoman belibeyis ovasıöküz gözüsabancaelmalı boyları güzergahından yaralı ahu tekke köyü'nde bulunan asitane kapısından içeri girer. gaybi de arkasından dergaha girerek dervişlere geyiği sorar. meğer o sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden seyyid abdal musa sultan'a aitmiş. abdal musa, burada büyük bir asitane yaptırmış. onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. pek çok dervişi varmış. hepsi adbal musa'ya layıkı veçhile hizmet ederlermiş. ona bağlıymışlar. kepezbaşı; XXıv. asırda geyik avlanma bölgesi' olduğu gibi, bugün de aynı şekilde avlanma bölgesi' olarak devamlılığını sürdürmektedir. bu bilgilerin bir bir bölümünü, dönemin abdal musa tekkesi halifelerinden halil zeybek ve akçainiş köyü sakinlerinden hasan tanal'dan aldım. abdal musa dergahına ilk adımı atar işte geyiğin ve gaybi beg'in girdikleri dergah, abdal musa dergahı imiş. dervişler gaybi beg'i görüp karşıladılar ve atının dizginini tutup: buyurun, ziyarete geldünüz ise aşağı inün. dediler. gaybi beg: buraya oklanmış bir ahu geldi, o benüm şikarumdur, nice oldı, onu bana virün. dedi. dervişler de: buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedük. dediler. gaybi beg: hiç dervişler yalan söyler mi, niçün inkar idersünüz? ben ahuyu kendü gözümle gördüm, buraya gelüp içerü girdi. dedi. dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: bizüm haberimüz yok, bilmeyüz. dediler. beyzade, bu durum karşısında hayli melul ve perişan oldu. bir müddet öyle kaldı. aceb bu ahu nice oldu, nereye gitdi? bunlardan gayri kimünle söyleşsek. diye düşünürken, dervişler, dergaha doğru dönüp sultanum! alaiye sancağı beyi oglı gaybi beg, buraya gelüb bizden şikar taleb ider. dediler. bu esnada, zaten durumu içeriden dinleyen sultan: onu benüm katuma getürün, gelsün ben ona cevab vireyüm. dedi. dervişler gaybi beg'. sizü, erenler gelsün diye buyurdılar. hem ziyaret kılasunuz, hem de kifayetlü cevab alasunuz. dediler. gaybi beg de, sultan'ın bu hitabını işitdi ve hemen atından aşağı inerek; n'ola varalum, o mübarek cemalüni görelüm, ellerini bus idüb, haki payüne yüzümüzi sürelüm. dedi. içeri meydana girdi, sultan'ı gördü, hemen eğilerek selam verdi, ileri yürüyüp elini öptü, alnını yere koyup, haki payine yüzünü sürdü. daha sonra geri çekilip karşısında el kavuşturarak ayakta durdu. seyyid abdal musa hazretleri, onun selamını izzetle aldı: hoş geldünüz oğlum, safa geldünüz, kadem getürdünüz. gönlün, dilegün nedür, dile bizden, şöyle işidelüm bilelüm dedi. gaybi beg, keyfiyeti hali beyan etti. vakıayı olduğu gibi anlattı. sultan: o ahu, neden senün şikarun oldı? diye sordu. gaybi beg: abdurrahman güzel sultanum! ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koşdum. çok menzil aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi. cevabını verdi. sultan: o okı görünce bilür misin? diye sordu. gaybi beg: bilürem, sultanum dedi. abdal musa: bak imdi, gör okunı. dedi. kendi mübarek kolunu yukarı kaldırdı. koltuğunun altında saplı bulunan oku gösterdi, gaybi beg, bakıp gördü ki attığı ok, sultan abdal musa'nın koltuğuna saplanmış duruyor. meğer bu ahu suretinde görünen, bu asitanenin şeyhi abdal musa sultan imiş. beyzade, bu durumu görünce çok pişman oldu, utandı; bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. kendine gelince hemen sultan'ın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru ve niyaz eyledi. abdal musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, gaybi beg'in önüne koydu ve şöyle dedi: dergahunuzda itizar ehline lutf u ihsan kapusı her zaman açukdur. biz geçtük suçundan, bir dahı böyle etmeyesün, her gördüğün cana ok atmayasun. begzade pişmanlık duydu. aklı başına gelince abdal musa'nın hizmetine alınması için tazarru ve niyazde bulundu: sultanum! bendenüzi hizmetünüze layık görüp, ogulluga kabul eyleyün. allah'un kudretiyle hizmetünüze idelüm. sultan şöyle karşılık verdi: oğlum! bu erenler yolına gitmeklige mutlak mücerredlik gerekdür. sonunı düşünmeyüp sonra peşiman olmakdan tek durmak yegdür. zira kim bu yol, ince, sarp bir yoldur ve bu yolun derd ü belası, mihnet ü cefası boldur ve bu tarika giren kişi kadir oldugı denlü elden gelen işi men'itmeye. halkdan kendüsine her ne cefa gelürse sabreylemeye ve canibi hakk'dan ne bela nazil olırsa kendüsine ganimet bilmeye, feryad kılmaya, incinüb me'lul ve mahzun olmaya. hakk te'ala hazreti'nün, her işde bir hikmeti vardur. mesela dünya ve ahiret, cehennem ve cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ü şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş hep birbirinin mukabilidür. senün pederün bir sancak begidür. o sana riyazatı çekmege rıza virmez. var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm katumuza gel. gönlüne de danış ki, sonra peşiman olmayasun. bilirim sultanım! çünkü okta alaiye sancağı beginin nişanı vardır dedi. . begzade: sultanum! benüm pederüm sizsünüz. burada kaldıguma razı olmazsanuz, ben gayri yire gidemem ve bu asitaneyi terk idemem. gelmek var, gitmek ve dönmek yok. dedi. bu müşavereden sonra abdal, musa, bir halifesine buyurdu: gaybi beg'ün başını tıraş idün. bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, tac ve hırka giydirdiler, beline kemer bağladılar. daha sonra asitanei saadetde yer gösterip, bir posta oturttular. gaybi beg de bu post üzerine çıkıp iki diz üzerine, erkan üzre oturdu. fahr libasını kabul edip, dünyadan el etek çekti, her şeyden, uzak kalıp hakk'a tevekkül kıldı. teke begi ve kılağalı isa'nın ölümleri menakıbname'de bundan sonra gaybi beg'in babasının teke begi'ne abdal musa'yı şikayet etmesi; teke begi'nin abdal musa'yı cezalandırmak üzere harekete geçmesi ve ölümü anlatılmaktadır: begzade'nin yanında bulunan refakatçılar, ahunun arkasından yalnız başına giden gaybi beg'i kaybetmişlerdi. dağları, ovaları, sahraları tamamiyle aradıkları halde onu bulamamışlardı. nihayet hizmetkarlardan biri kan izini takiben asitanei sadete geldi. kapıdan içeri bakdı. gördü ki, begzade buradadır. hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi: gaybi beg'i burada buldum, gelün. dedi. bunun üzerine ne kadar atlı varsa hepsi asitaneye geldiler. atlarından inip, asitane kapısından meydana girdiler. orada begzade'yi gördüler. begzade, atından ve donundan feragat etmiş, bir post üzerinde oturuyordu. selam verip durumu gaybi beg'den sordular. gaybi beg de, vakıayı olduğu gibi anlattı. maiyetinin tereddüdünü izale maksadıyla: bundan sonra benüm babam abdal musa sultan'dur. siz bana dahl idemezsünüz. hemen at ve tumanumu alup benden farig olun! dedi. bunun üzerine maiyeti de bu emre uyarak atını ve elbiselerini alıp; babası katına, alaiye sancağı begi nezdine geldiler. bevvaplar gaybi beg'in atını ve elbiselerini görüp kendisini göremeyince şaşırdılar. gaybi beg avdan geri dönmedi, gaib oldı, hiç görünmez. nerede ve ne halde oldugını bilmeyüz. dediler. zaten merak içinde bulunan ala'iye menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel sancağı begi bu konuşmaları içeriden duydu. aklı başından gitti. bu esnada kulları başına geldi. durumu tafsilatıyla onlardan sordu. hani, oglum gaybi nice oldı? sizünle beraber gitmüş idi, neyledünüz? dedi. onlar da begzade'nin durumunu gördükleri ve gaybi'den duydukları şekliyle babasına anlattılar. alaiye sancağı begi, oğlu gaybi'nin bir derviş olup abdal musa tekkesi'nde kaldığını işitince ciğeri yandı, acısı tepesine çıktı. hemen yerini yurdunu bırakıp oğlunun kurtarılması için ricada bulunmak üzere teke begi'nin huzuruna geldi. selam verdi, yüzünü yerlere sürdü, ağladı. abdal musa hazretlerinden şikayette bulundu: bir aşık dünyayı tutdı. dörtbeş yüz abdalı var. benüm oglumı dahı efsunlar idüb alakoymuş! bana meded eyle! tut, onun hakkından gel! bu yanmış yüregüme bir su serpüp bana derman eyle, yok dirsen helak oluram, halk içünde vakarum, namusu u arum kalmadı. her ne idersen becid tut. dedi. meğer o esnada teke begi'nin yanında meşhur bir kimse vardı. adı kılağılı isa idi. bu, bahadır bir kişiydi. teke begi, nerede bir cenk olsa, daima onu gönderirdi. zira onun beceremediği iş yoktu. hiçbir kimsenin bitiremediği işi bu bitirirdi. kaf dağı bile olsa o giderdi. hiçbir kimse ona karşı durup savaşamazdı. civanmerd idi. teke begi'nin en çok güvendiği itimat ettiği bir kişiydi. teke begi, abdal musa'yı getirmesi için en çok güvendiği kılağılı isa'yı katına çağırdı ve şöyle dedi: var, o abdal'ı bana tut getür, nice kişidür göreyüm, andan haber sorayum. dedi. bu emri müteakip kılağılı isa, el baş üstüne koyup saray kapısından çıktı, hemen atını eğerleyip üzerine bindi ve süratle at koşturarak abdal musa asitanesi'ne geldi. içeri girdi. dervişler onu görünce, hürmetle karşıladılar, atının başın tutup: aşagı in de, atunı bagluyalum. dediler. bunun üzerine kılağılı isa: ben aşagı inmem, bana tiz haber virün, abdal musa sultan sizün hanginüzdür? ana söyleyün gelsün, benümle teke begi'ne gidelüm dedi. dervişler: sultan seccadesinde oturup halifeleri ile sohbet ider. sen dahı sözün var ise içerü meydana gir, mübarek elüni öp, sonra ne hacetün var ise huzurunda arz eyle, dilegüni dile. dediler. kılağılı isa: söyleyün gelsün! bana zahmet virmesün, ben atumdan aşağı inmem. dedi. sultan, bu karşılıklı konuşmaları işitti ve hemen nida kıldı: sana kim dirler ve adun nedür? kılağılı: bana kılagılı isa dirler diye cevap verdi. sultan: hemen edebünle geri dön, geldigin yola git, biz senün didigün adem degilüz. dedi. kılağılı isa'ya bu sözler pek hoş gelmedi. hiddetlendi. hemen atından aşağı inip, içeri girerek, sultan'ı tutup zorla dışarı çıkarmak ve teke begi'ne götürmek istedi. sağ ayağını üzengiden çıkardı, fakat sol ayağı üzenginin içinde kaldı. çıkarmak için uğraşırken, ayağı ile atın karnına tekme vurunca at ürküp durduğu yerden hızla uzaklaştı. durdurmak mümkün olmadı. at, kapıdan dışarı çıkıp, öyle koşuyordu ki, ne atı durdurabiliyor ne de ayağını kurtarabiliyordu. çünkü at, yel gibi uçuyordu. kılağılı isa da atın arkasından sürünüp gidiyordu. böylece at, teke iline kadar bu minval üzre vardı, kılağılı isa ise, taştan taşa, yerden yere çarpıla çarpıla, pare pare oldu, baş kol dağılıp ancak üzengide takılı bir budu kaldı. karşıdan gördüler ki, kılağılı isa'nın atı kaçıp gelir, nihayet at bu haliyle menziline geldi. ama üzerinde kimse yoktu. bu ne haldir diye ileri vardılar ve atı tutup gördüler ki atın sol üzengisine asılmış bir insan budu var, başka hiç nesne yok. at ise, koşmaktan kan tere batmıştı. kılağılı isa'nın başı, kolu, gövdesi gitmiş, yalnız bir budu üzengide asılı kalmıştı. bu hali hemen teke begi'ne bildirdiler. bunun üzerine teke begi melul ve perişan olup çok hiddetlendi. zira kılağılı isa, teke begi'nin hem güvenilir bir maslahatgüzarı hem de kıymetli bir cengaveriydi. durumu etrafına sordu. herkes ayrı ayrı tahmin yürüttü. teke begi, daha fazla gazaplandı ve bütün adamlarını yanına çağırarak şu emri verdi: askerler atlaruna binsünler, filan yire azim bir ateş yaksunlar, o münafıgı ateşde yakayum, temaşa ideyüm. dedi. alaiye sancağı begi ve bütün askerleri arkasına süvar olup alemler, sancaklar kaldırılıp, davul ve zurna çalınıp, munzam süvarler halinde durdular. beg buyurdu: öncüler önde gidecek ateşi yakacaksunuz. abdal musa yanacak; biz de arkadan geliyoruz. dedi. abdurrahman güzel bu durum, abdal musa hazretlerine önceden malum oldu. oturduğu yerden ya allah! diye bir nara vurdu. bu ses üzerine dörtbeş yüz müridiyle beraber abdal musa sema ede ede teke begi'ne karşı yürümeye başladı. asitane'nin batısında yüksek bir dağ vardı abdal musa ve müritlerinin sema etmesi esnasında bu dağ da hemen onların ardınca yürüdü. sultan, dağın yürüdüğünü görünce ona bakıp mübarek eliyle işaret edip dur! dağum dur! dedi ve dağ durdu. daha sonra abdal musa ile taş ve ağaçlar cuşa gelip sultan'ın ardınca teke begi'ne doğru yürüdüler. dur dağı'nda ne kadar ağaç, taş varsa hepsi halka halka olup abdal musa ile sema girdiler. sultan ve müritleri sema ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip söndürdüler. teke begi, askeri ile gelirken bu durumu görünce çatal derbendi'ne doğru yürüdü. askeri de onun ardınca geldiler. beri taraftan abdal musa, halifeleri ve dervişleri ile sema ederek ateşi tamamiyle söndürdükten sonra tekkeye doğru yürüdüler. yolda gelirken, dağdan bir kara canavarın gelmekte olduğunu gördüler. yaklaşınca, sultan onu gördü ve işte teke begi'nün ruhı dedi. tekkeye odun getiren baltasıgedik adında bir derviş vardı. bu derviş baltasıyla o canavarı vurup öldürdü. bu esnada teke begi de at üzerinden düşüp ölmüş ve askerleri dört bir yana giderek dağılmıştı. babası, gaybi beg'i abdal musa'ya teslim eder menakıbname'nin bundan sonraki kısmında gaybi beg'in babası, oğlunu kendi rızasıyla abdal musa'ya teslim edişi anlatılmaktadır: teke begi'nin ölümü ve askerlerinin dağılmasını bizzat gören alaiye sancağı begi, bildi ki sultan abdal musa, velayet ve keramet sahibidir. bu işlere biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen sancak begi pişman oldu, tevbe ve istiğfar eyliyerek varub o er ile buluşalum, mübarek elini öpüp, ayaklarına yüz sürüp, özür dileyüp kendüsine tabi' olalum diye düşündü. bir müddet sonra, alaiye sancağı begi, üç yüz adamıyla birlikte, alaiye'den kalkıp, abdal musa sultan'ın asitanesi'ne müteveccih hareket etti. öte yandan abdal musa, halifeleriyle sohbet etmekteydi. başını kaldırıp şöyle söyledi: filan mahalde iki punar çıkdı. biründen bal ve biründen de yag revan olup akdı. o punarlardan balyağ alup mutfakda bir yire doldurun. bizim gaybi'nün babası alaiye sancağı begi, kendüsine tabi üç yüz adamıyla gelüp bi menakıbname, ag nüshası, zümle mülakat olmaga azm kıldı. erte bir gün gelürler. onları ziyafet idüb konaklık eyliyelüm. dervişler, sultan'ın dediği yere vardılar. gördüler ki, iki büyük pınar çıkmış, birinden bal, diğerinden de yağı safi akmaktadır. dervişler bundan üç gün üç gece taşıyıp mutfağı doldurdular. bu pınarlardan bu nimetler üç gün üç gece aktı. duyan herkes gelip bu pınarlardan balyağ aldılar. kaplarını doldurdular. dördüncü gün olunca abdal musa sultan: şimdüden sonra punarlardan su aksun! dedi. halifeler ve dervişler: sultanum, bu punarları koyun, ta kıyamete degin böyle bal yağ aksun, nice kimseler faydalansunlar, size hayır du'a kılsunlar ve hem sizin yadigarınuz olsun. dediler. sultan abdal musa: didigünüz olur, lakin miri canibden ademler gelürler, bizden sonra üzerlerine nazır olurlar, çok mücadele olur, fukaraya virmezler. dedi. sultan'ın dediği gibi, dördüncü gün vardılar gördüler ki o pınarlardan balyağ yerine su akar. buna binaen bu pınarlara bal ve yağ çeşmeleri derler. bu taraftan alaiye sancağı begi üç yüz adamıyla asitane kapısına geldiler. atlarından aşağı indiler. sultan'dan destur alıp içeri girdiler. sultan'ın mübarek cemalini gördüler. ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdüler. her biri, önce sultan'dan özür dilediler ve kem bizden, kerem erenlerden; bizüm eksükligümüze kalmıyasınuz dediler. sultan, onların özürlerini kabul edip dergahumuzda i'tizar sahiblerine lutf u ihsan kapuları açukdur. hoş geldünüz, safa geldünüz. diyerek her birine yer gösterdi. alaiye sancağı begi, maiyeti ile birlikte, asitane misafirhanesinde üç gün üç gece konakladı. ev sahipleri bunlara büyük ziyafetlerde bulundu, dervişler de hizmet ettiler. gaybi beg dahi babasıyla görüştü. babası onun iki gözlerinden öpüp nevaziş eyledi ve: oglum, fahrün mezid olsun! akluna fikrüne kurban olayum. bu fani dünyada akil odur kim bir mürşid etegine yapışa, salihler, veliler güruhuna karışa, ahiretde dahı onlar ile haşr ola! dedi. alaiye sancağı begi, bu sözleri söyledikten sonra oğlu gaybi'yi hatır u safa, hüsn ü rıza ile abdal musa sultan hazretlerine teslim edip, onun terbiabdurrahman güzel yesine bıraktı. daha sonra sultan abdal musa'dan destur alıp vedalaştı. bu vedalaşma esnasında gaybi beg, abdal musa'ya intisabının babası tarafından da hüsn ü rıza ile husul bulduğunu görmekten mütevellid, memnuniyetle babasının elini öperek son oğulluk vazife ve hürmetini gösterdi. gaybi beg, asitane'de kaldı. mahlas alışı gaybi beg'in kaygusuz mahlasını alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır: gaybi, bundan sonra begzadeliği tamamen terk ve maddi hayatın alayişinden feragatla, dervişliği ihtiyar etmiş, zahir alemin kayıt ve alaikinden nefsini tecrit etmiştir. bundan sonra abdal musa sultan, sünnet nazariyle gaybi'nin yüzüne baktı ve gaybi, kaygudan reha buldun, şimden girü adun kaygusuz olsun. dedi. gaybi yüzünü yere koyup meskenet gösterdi. sultan bu sözleriyle begzade'nin ismini kaygusuz diye söyledi. bundan itibaren gaybi beg'in adı kaygusuz oldu. şeyhinden icazetname alışı rivayet bu cihetledir ki kaygusuz, abdal musa asitanesi'nde kırk yıl hizmet eyledi. nasibini aldı. menzil ve meratib sahibi oldu. hacc'a gitmeye niyetlendi. aşağıdaki şiiri okuyarak abdal musa'dan icazet istedi: canumıyolınakurbanideremben belürsizolıcak canucihanınideremben şey'en li'llah benüm gıybetüme kılıç salan hercayiyüzegüliciyarınideremben hayvanüademezenciryulardahıdayanmaz ehlitarikibin nefesdeyederemben menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. olunca. dağlı. 'de eyek. hüsnüncemalüngöreligeldümimana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben haldiliyleicazetisterkaygusuzabdal şahumassıkıl kuşumuçdıgideremben bunun üzerine abdal musa, bana divit ve kalemi getürün. diye emretti. dervişler istenilenleri getirip hazır eylediler. sultan, kalemi kağıdı alıp kaygusuz'a bir icazetname yazdı. icazetname aynen şöyledir: bismi'llahi'rrahmani'rrahim! elhamdüli'llahi'llezica'alekulube'l'arifineilaahirihi. hernekimvardurcevabiçindemesturkıldu. dahıbuyurdıkimbizümilemüşahedekılmakmuradeyleyenkaygusuz'anazareylesün. vebizdenhayrduailtimaseyleyenkaygusuz'danalsun. safanazarınvehimmetinrecaveniyazkılsunvehernediyarakiazmidüb gerekdürki, olvelayetünerbabüayanveekabirveeşrafve agniyave fukara, herkimolsa, mezburkaygusuz'unüzerindebir vechilenazarıinayetvemerhametveşefkatdirigbuyurmayalar. bu canibünri'ayethatırıçünanaizzetvehürmetkılalar. anunkademi kudumın kendülereminneti azimile ra'iyyet bileler; didarlarıyla müşerrefolupsafanazarhimmetiylemugtenimolalarveanaolan riayetvehimayetmahzabucanibeolmışgibidür,şöylebileler. baki ne ola ki ma'lumısa'adetolmayave'sselam. kaygusuz abdal, icazetnameyi aldı, şerefi desti bus kıldı. tazarru ve niyaz edip meskenet gösterdi. makamına geldi, karar eyledi. şevk ve muhabbetinden ona bir susuzluk arız oldu. bir keşkül içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su katarak ayran yapar ve erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak içer. o, bu icazetnameyi en iyi bir şekilde yemek suretiyle kalbinde saklayabileceğini gönlünden geçirmişti. bu hali gören dervişler taaccüp edip durumu hemen abdal musa sultan'a haber verdiler. sultan'um, bir divaneye, bunca zahmet çeküb mübarek elünüzle icazetname yazup verdinüz, o bunun kadr ü kıymetüni bilmeyüb yogurt içine dograyub yidi. diye şikayette bulunurlar. menakıbname, ag nüshası, 'de kal; dağlı. 'de ihsan kıl. menakıbname, ag nüshası,; güzel, kaygusuz abdal menakıbnamesi. menakıbname, ag nüshası,; güzel. abdurrahman güzel abdal musa sultan bu haberi işitince sadece tebessüm eder ve bana kaygusuz'ı çagırun haber sorayum niçün böyle eylemiş? kaygusuz'a haber verilir ve hemen kaygusuz, abdal musa'nın huzuruna gelir. abdal musa, kaygusuz abdal'a sorar: niçün böyle eyledün? kaygusuz özr ü niyaz eyliyerek şöyle cevap verir: sultanum, sizün yadigarunuzu saklamaga hiç bundan daha ma'kul bir yir bulamadım. kendü kalbümde saklayam. bu cevap sultan'ın çok hoşuna gider ve şöyle der: başka kimesneler dışarudan söyler, sen içünden söyleyesün. o saat kaygusuz'un gözü gönlü açıldı ve söylemeye başladı. bundan sonra kaygusuz'un mana denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap oldu, arifler yazdılar ve onun manasını bildiler, cahiller bilmeyip şaşakaldılar. mısır'a gidişi bir akşam vakti, halifeler ve dervişlerin hepsi meydana gelip, menzili meratib üzre yerlerini alıp, seccadeleri üzerinde oturdular. abdal musa ise sadrı ala'da oturmuştu. çerağlar yakıp gülbanklar söylediler. bu esnada kaygusuz abdal, oturduğa yerden kalkarak şeyhine doğru yöneldi. erenler karşısında meskenet gösterip, yüzünü yere koydu, gitmek üzere izin istedi. bu hal, sultan'a malum oldu. etrafına baktı ve bizüm kaygusuz'a kim yoldaş ola? diye sordu. hemen kırk nefer ayağa kalkarak kaygusuz'un yanında yerlerini aldılar. abdal musa da duayı gülbank edip onlara uğurlar diledi. sabahleyin bir koyun kurban ettiler. söyüş edip onu kırmızı büryan kebabı şeklinde pişirdiler. birkaç ekmek ile büryanı kaygusuz'a verdiler. kaygusuz abdal ve dervişleri sabah namazını eda ettikten sonra azıklarını alıp yola çıktılar. bir menzile vardılar. konakladıkları yerin etrafında bağbahçe, sebze ve meyveler vardı. orada ayrıca ulu bir kavak ağacı bitmiş idi. yanından da ulu bir su akardı. bu su, abdal musa'nın dergahına giderdi. kaygusuz, oraya gelince biraz dinlendi. sofrayı açıp içinde bulunan kebabı kırk nefere taksim ederek dağıttı. yediler, şükrettiler, ellerini yudular, daha sonra sohbete başladılar. burada kaygusuz, başını kaldırıp kavak ağacına baktı ve: menakıbname, ag nüshası,; güzel. bu çınar acaib ulu çınar degül midür, ne hoş yirde bitmiş, balabülend olmış. dedi. esasında ona sergerdan kavak ağacı derlerdi. kaygusuz sultan da onun gerçekten bir kavak ağacı olduğunu biliyordu, yanındakileri imtihan maksadıyla böyle söylüyordu. dervişler: sultanum, bu çınar degül, kavak agacıdur. diye cevap verdiler. bunun üzerine kaygusuz ben onı çınar agacı sandum. dedi. hiç konuşmadan hemen asitane'ye geri döndü. dervişler, kaygusuz'un geri gelişini gördüler ve: acaba niçün gitmedi. dediler. durum, abdal musa sultan'a malum olmuştu. kaygusuz'un yoldaşları ona tam olarak tabi olmamışlardı. o gün yine akşam oldu. yine adet üzere çerağlar yakıldı. kaygusuz, yine kapıya vardı. yüzünü yere koydu. adet üzere yerine geçti. abdal musa sultan'ın; bu def'a evvelki yoldaşlar otursun ve gayrıları kalkup kaygusuz'un yanına varub dursunlar emri ve işareti mucibince kırk nefer kalkıp kaygusuz'un yanında durdular. asitane'de beş yüz nefer bulunmaktaydı. geri dönenler hatalarını ancak orada anladılar, pişman oldular ve: bilmedük, muvafakat kılmaduk, yekdil, yekcihet olmaduk, cümle bir dilden söylemek gerek idi. şimdüden sonra ne fayda, peşimanluk fayda itmez dediler. yine sabah olunca bir koyun kurban edildi. büryan kebap yapılarak pişirildi. birkaç ekmek ile sofraya konup kaygusuz'a verildi. kaygusuz, abdal musa'nın elini öpüp, baki halife ve dervişlerle vedalaşıp asitane'den ayrıldı. yine aynı kavak ağacının dibine gelip konakladılar. yemekten sonra kaygusuz sultan başını kaldırıp: yarenler ne hoş çınar bu ulu çınar dedi. bu halin ne olduğunu tevabileri bildiler. bülbül kuşu gibi hepsi bir dilden ötüp: sultanum beli, güzel çınardur! dediler. o zaman kaygusuz sultan dahi bildi ki bu yoldaşları kendisine tabidirler. hepsi yekdil, yekcihet olup biribirine muvaffakat eylediler. bu sözler üzerine kaygusuz'un gönlü hoş oldu ve: bu çınardan bize birinüz meyve getürse, ta'am üstüne onı tenavül eylesek dedi. abdurrahman güzel kızılelma mefkuresi içlerinden biri hemen kalkıp, eteğini beline sokup kavak ağacının üzerine çıktı, bir dalı sıkıca tutup silkeleyiverdi. kudreti hüda'nın evliyalara bahşettiği velayet zahir oldu ve kavak ağacından kırmızı kırmızı elmalar döküldü. kavak ağacından düşen elmaların birçoğu bu suyun içine düşüp yuvarlana yuvarlana asitane'ye doğru akıp gitti. abdal musa sultan, asitane'deki vahdethane'sinde oturuyordu. hemen halifelerine buyurdu: bizüm kaygusuz'un velayet elmaları su ile akup gelür, tiz tutun, biz de tenavül idelüm. halifeler ve dervişler, erenlerin nutkunu işidince her biri süratle dışarı çıktılar. akarsuya baktılar. gördüler ki kırmızı kırmızı elmalar su içinde yüzerler. her biri beşer onar elma tutup sultan'a getirdiler, tenavül eylediler. ilkbahar günleri idi. meyve mevsimi değildi. bunu görüp işitenler hayretler içinde kaldılar. kaygusuz abdal ise elmaları yedikten sonra bütün yoldaşlarıyla beraber mısır diyarına doğru yola çıktılar. mısır sultanına gösterilen keramet mısır'a gelince önce vilayetin durumunu sorup zamanın mısır padişahının bir gözünün kör olduğunu öğrendiler. bunun üzerine kaygusuz bir gözünü pamuk ile kapattı. kırk yoldaşı da öyle yaptılar. dimyad kasabasından gemilere binip nil nehri üzerindeki bulak iskelesi'ne geldiler. gemilerden dışarı çıktılar. kaygusuz baba sultan, bir merkebe bindi. yanındaki kırk nefer de her biri, tennurepuş uryan pabürehne dayak omuzlarında olup turna katarı dizildiler. hepsinin birer gözlerinde pamuk sarılı olduğu halde, kal'a yolundan mısır şehrine geldiler. o esnada bir hacib de mısır'dan çıkıp bulak iskelesi'ne gelirken, turna katarı gibi dizilmiş, birer gözleri pamukla kapalı, yalınayak kırk dervişi gördü. hepsi hacib'in önünden geçtiği halde ne yüzüne baktılar ne de selam verdiler. her birisi kendi aleminde geçip gittiler. ancak en sonda bir merkebe binmiş kaygusuz sultan geldi, selam verdi, hacip selamı aldı: mısır'a kadarki yolculuk hakkında, menakıbname'de bubabdasözçoktur. eğermısır'a gelinceyekadarvakiolanhalzikroluncagayetmüfassalolur. bakimaksudavaralum denmektedir. menakıbname, ag nüshası. üstlerinde tennure, uryan, ayakları çıplak, omuzlarında dayak turna katarı gibi dizildiler. lutf ihsan eyle, sana bir sualüm var, müşkilümi hallet bana cevab vir. dedi. baba kaygusuz: buyur ogul, müşkilini sual eyle. aklımuz irerse sana cevab virelüm. dedi. hacib: ne diyardan gelürsünüz? diye sordu. baba kaygusuz: teke vilayeti'nden, abdal musa sultan asitanesi'nden. cevabını verdi. hacib: pes malum, kırk nefer fi'lcümle sana tabidür. bu yol kenarında durdum. bunların cümlesi hep önümden geçdi, hiç biri selam virmedi. sebebi nedür? diye devam etti. baba kaygusuz: bizüm adetümüz budur ki, biz selamı nevbetle virirüz. onların cümlesi nevbetlerini savdılar. nevbet bugün benümdür. onun içün sana selam virmediler biz selam virdük. dedi. hacib: bir müşkilüm dahı kaldı, lutfeyle bana onun da manasını beyan eyle! deyince kaygusuz: nedür müşkilün söyle dedi. hacib: bu denlü amaları nereden topladun, hepsinün bir gözinde pamuk var, sen de bir gözine pamuk koymuşsun, sebebi nedür, bu diyara niçün geldünüz? diye sordu. baba kaygusuz şöyle cevab verdi: bizüm bu diyara gelmekden muradumuz hacc itmek ve ka'betu'llah tarafına gitmekdür. bu diyarı mısır ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb, bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. gözlerümüze anun içün pamuk koyduk ki, zahir gözümüzi yumup, batın gözümüzi açmışızdur. cümle dünyanın metaından geçüb ışk u muhabbet şerbetini dost elünden içmişüz. hacib bunları dinledikten sonra geri dönüp padişahın huzuruna geldi. padişah: abdurrahman güzel niçün tiz geldün? diye haber sordu. hacib: sultanum, bir kimseye rast geldüm. yanınca kırk nefer ademi var. cümle hep birer gözlerine pamuk baglamışlar. sordum, teke sancağı'ndan abdal musa sultan dergahı'ndan gelürüz diye cevab virdiler. dedi. padişah ve vezirler bu haberi işitince taaccüb ettiler. birbirlerine bakarak: o kişi ya çok akıllı ve arif'dür, yahud gayetle nadan ve cahildür. onı imtihan itmek gerekdür. eğer o kişi bir akil ve dana ise müşerref olalum; cahil ise hakkından gelelüm. dediler. orada hazır bulunanların her biri bir fikir beyan etti. daha sonra vezir şöyle dedi: sultanum, o kimseleri çagırtalum. selam ve kelamdan sonra çeşnigirler kendülerine yimek getürsünler, kırk tane kaşuk yondursunlar, her birinün sapları üçer karıştan ziyade olsun. eğer o kaşukların yukarı başından tutup yirler ve şükrüni iderlerse anlaşılur ki her biri arif, kamil ve akildür. eger yiyemezler ve şaşırup birbirlerine bakarlarsa cümlesi cahildür; nice bilürsenüz öyle yaparsınuz. vezirin bu sözü makul görüldü. mısır padişahı her şeyi hazırlattıktan sonra, kaygusuz sultan'ı davet için adam gönderdi. kaygusuz: davete icabet lazımdur. varalum ol padişahın mübarek cemalini görelüm, haki payine yüz sürelüm. dedi. padişahın sarayına vardılar, içeri girdiler. taht üzerinde oturan sultan'ı gördüler, eğilip selam verdiler. padişah bunları görünce selamlarını aldı ve: hoş geldünüz, safa geldinüz, kademler getürdünüz dedi. daha sonra yemeğe oturdular. çeşnigirler yemekleri ve sapı uzun kaşıkları getirdiler. imtihanı merak eden bütün alimler, salihler, abidler, zahidler ve mısır begleri de hazır bulunuyorlardı. bunlar kaşıkları görünce şaşırdılar. ellerine aldılar, yukarı başından tutup kaşıkları yemekle doldurdular. kaldırıp ağızlarına götürmek istediler, fakat bir türlü ağızlarına götüremiyorlar, ancak kulaklarına doğru götürebiliyorlardı. buna bir çare bulamayan alimler, salihler ve emirler sofradan kalktılar, sıra kaygusuz ve yoldaşlarına geldi. yirmisi sofranın bir tarafına, yirmisi de diğer tarafına karşılıklı oturdular. kaşıklarını ellerine aldılar. başından tutup doldurdular. kaygusuz baba, hemen karşısında olan yoldaşına balım dolusu gibi sunuverdi. diğerleri de aynı şeyi yapıp karşısında bulunanlara yemeği yedirdiler. yemekten sonra şeker şerbeti içildi ve söze başlandı. padişah kaygusuz'. gözlerünüze niçün pamuk koydunuz? diye sordu. kaygusuz'un cevabı sultan'um, bizüm adetümüze göre hangi beldeye varursak o vilayetün padişahına uyaruz. şimdi sizün tahtı hükumetünüzde oldugumuza göre size tabi oluruz. sayei devletünüzde bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradmuz idi. siz bu dünyaya bir gözle bakarken bizüm iki gözle bakmamuz reva degüldir. biz dahı bir gözle bakaruz. mısır padişahı, kaygusuz'un bu sözlerini işitince son derece memnun oldu. gönlü bu hakikatlı cevabın tesiri ile doldu. ve: ey şeyh, takdiri hüda böyle yazmış. her ne ki hakk'dan geldi, hoş geldi. gözlerinüzden pamugı kaldırun. bu yusuf peygamber tahtını iki göz ile ziyaret idün. dedi. bundan sonra sultan kaygusuz: bir dua eyleyelüm, siz de amin' diyinüz. ola ki hakk sübhanehu te'ala katında duamız müstecab ola. ellerimüzü yüzlerümüze sürelüm. gözlerümüzden pamugu kaldıralum, hakk te'ala hazretleri'nün kudretini müşahede kılalum. dedi. daha sonra kaygusuz sultan, ellerini semaya kaldırıp dua etti. padişah ve vezirleri de duaya el kaldırdılar. amin, ya mu'in dediler. sultan kaygusuz, kırk dervişiyle duayı tamamladı. surei seb'almesani ve ümmü'lkur'an okuyup ve laddallin amin dedikten sonra ellerini yüzlerine sürdüler; gözlerinden pamuğu kaldırdılar. yüzleri ve gözleri açıldı. padişah dahi ellerini yüzüne sürdü. ol saat hakk te'ala'nın kudretiyle ve evliyanın velayetiyle padişahın ama olan gözü açıldı, dünyayı gördü. gönlüne ilhamı rabbani varit olup bildi ki bu kaygusuz abdal keramet sahibi, allah'ın sevgilisidir. tereddütsüz olarak tahtından aşağı inip baba kaygusuz'un elini öptü ve ayaklarına yüzünü sürdü. can u gönülden muhibbi oldu ve: hicr suresi, ayet:: ve lekadataynake seb'anmine'lmesani ve'lkur'an elazim. kur'anı kerim ve türkçe anlamı, diby, ankara. fatiha suresi. abdurrahman güzel ya şeyh, dile benden ne dilersen! dedi. kaygusuz sultan, mısır padişahı'ndan birçok dileklerde bulundu. bu dilekleri manzum olarak şöyle ifade etti: sözbaşundazikridelümallah'ıniyazile canugönüldendiremlafdegüldürsözile yailahi, kapundabirkaçdileklerümvar heleşimdikihaldecengimvarbogazile onbinkoyunbindevebişbinsusığırı bişbintavukbinördekdahıbuncakazile mahazarlokmalarıdaimnasibkılbize üçyüzotuzazmanyidibinöküzile mısır padişahı başından sonuna kadar şiiri dinledi ve gördü ki baba kaygusuz'un muradı dünya malı değildir. o, muhabbetle gülen bir yüz, aşkla dolu bir gönül ister. oturduğu yerden tebessüm etti ve kaygusuz'. ya şeyh! senün bu istedigün şeyleri bizler cümle virelüm sana. dedi. baba kaygusuz şöyle karşılık verdi: padişahum, dünyada muradumuz, padişahun gönül hoşlıgı ve beden saglıgıdur. yoksa cihanda bilinmedük ve görünmedük nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yag ile doldurun, başka nesne lazım degüldür. kaygusuz, belinden keşkülini çıkarıp padişaha verdi. padişah da keşkülü kiler emirine verip bal ve yağ ile doldurmasını emretti. kilerci, kilere gelip yağ küpünün ağzını açtı. kepçeyi doldurup keşküle yağ koydukça, yağ keşkülin içinde kayboluyordu. ne kadar yağ küpü varsa hepsini keşkülin içine koydu. bir türlü dolduramadı. sonra bal fıçılarının ağzını açtı. hepsini keşküle boşalttı. ancak yarısı doldu. kiler emiri bu hale şaşırdı. keşkülü oraya bırakıp padişahın yanına gitti: padişahım, ne kadar bal, yağ var ise cümlesini koydum, o keşküli dolduramadım. dedi. bunun üzerine padişah: var getür o keşküli erenlerün nazarında koyup özür dile, bundan sonra dahı ne kadar koysan dolduramazsın. dedi. menakıbname, ag nüshası,; şiirin tamamı için bak. ve dağlı. kiler emiri keşküli getirdi. kaygusuz baba'nın önüne koydu ve özür diledi. orada hazır olan bütün vezirler, emirler, salihler, alimler ve fakihler her kim varsa hepsi görüp taaccüp ettiler. baba kaygusuz gerçek er! dediler. hepsi yerlerinden kalkıp ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdüler. kaygusuz baba da yerinden kalkıp padişahı selamlayarak vedalaştı. kaygusuz ve dervişleri, eski mısır dedikleri yere, nil nehri kenarına gelip oturdular. burada kırk gün kaldılar. o keşküldeki bal ve yağdan yediler, fakat bir zerre eksilmedi. mısır padişahı, gönlüne gelen ilhamla kaygusuz'un nil nehri kenarında konakladığını bildi ve adamlarına orada bir kasrı ali bina etmelerini emretti. bu emir üzerine büyük bir kasr bina ettiler, adını da kasrı bü'layn koydular. hacc'a gidişi kaygusuz sultan, bir müddet bu kasrda oturduktan sonra dervişleriyle beraber hacc niyetiyle mısır'dan beytu'llah'a doğru yola çıktılar. gündüz gider, akşam olunca da konaklarlardı. kaygusuz ve dervişleri her gün akşam olunca bakarlardı ki önlerinde muazzam bir şehir peyda olurdu. her biri şehrin bir yanına gidip, her türlü ihtiyaçlarını görürlerdi. daha sonra sabaha kadar da dinlenirlerdi. sabah olup uyanınca görürlerdi ki yattıkları yer bir sahradır. ne şehir var ne pazar. buna teaccüp ederlerdi. sabahleyin tekrar yollarına devam ederlerdi. akşam olunca yine aynı hal olup karşılarına yine muazzam bir şehir gelirdi. her birisi memnun ve mesrur olup, akşamleyin şehre inerek alışverişlerini ederlerdi. gece yatıp, istirahat edip sabah olunca da kalkıp giderlerdi. bu minval üzre tam kırk gün yol yürüyüp beytu'llah'a geldiler. konakladılar. hac vakti erişti. bütün hacılar geldiler, ka'be şehrinde cem oldular. kaygusuz ve dervişleri bütün erkanıyla hac farizasını yerine getirdikten sonra medinei münevvere'ye geçtiler: peygamberimizin kabrini ziyaret kıldılar. burada yedi gün kaldılar. menakıbname, ag nüshası, menakıbname'nin katibi katibü'lhuruf'takasrü'layn denen bu sarayı gördüğünü ifade eder ve sarayı, ölçülerine varıncaya kadar tavsif edip içindekileri anlatır. kasrü'l'ayn içinde asılı bulunan battal gazi çizmesi ile yavuz sultan selim'in mısır fethinden sonra orada ikamet ettiği köşk ve sarayın kubbesine sapladığı yedi ok bilhassa dikkat çekicidir. ayrıca, müellif kasrü'l'ayn'ın kapısı üzerineki tarihi de vermektedir. . menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel burası kaygusuz'a çok hoş geldiği için peygamberimizin kabrinin başında gevhername adlı risalesini söyledi. hacc dönüşü bu ziyareti müteakip anadolu'ya, şeyhine gelmek üzere yola çıktı. şam'a geldi. şehre girmeyip kutayfa denilen mahalle, oradan karyei nebek'e ve kal'ai humus'a geldiler. halid velid ve baba amr orada yatardı. ziyaret ettiler. oradan kal'ai hama'ya geldiler. asi suyu üzerine konup oturdular. burada kal'aya su çıkarır büyük bir su dolabı vardı. buna muhammedi dolab derlerdi. kaygusuz bu dolaba bir kaside söyledi ki adı kasidei dolab'dır. daha sonra karyei şeyhun ma'arra serakıb hanı tuman haleb akyol kilis ayıntab yolu ile fırat üzerindeki bincik iskelesi'ne, oradan da bağdad'a ulaştılar. bağdad'da bir müddet dolaştıktan sonra hille, kufe, necef, kerbela şehirlerini ve oradaki mukaddes yerleri ziyaret ettiler. tekrar bağdad'a döndüler. oradan medain, samarra, musul, nusaybin yolu ile abdal musa asitanesi'ne geldiler. kaygusuz ve kırk neferi, abdal musa ve dervişleri tarafından karşılandı. asitane'ye girildikten ve gerekli tarikat ayinleri icra edildikten sonra şükür namazını eda ettiler. daha sonra kaygusuz, abdal musa'yı gördü, yüzünü yere vurdu, ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü. abdal musa: safa geldünüz, kadem getürdünüz. diyerek onları karşıladı. kaygusuz ve dervişleri teker teker hediyelerini takdim ettiler. gezip gördükleri yerleri anlattılar. kaygusuz, cuşa gelerek şeyhine kavuştuğunu şöyle ifade etti: menakıbname, ag nüshası, ayrıca menakıbname'nin sayfaları arasında gevhername'nin metni verilmektedir. dolabı muhammedi, evliya çelebi seyahatnamesi'nde de geçmektedir. evliya çelebi, hama'da bu adla anılan bir büyük su dolabını anlatır. ona göre, orta milinden yukarısına kadar kırk, aşağısı da kırk arşın olan ve şehrin suyunu temin eden bu dolap, asi nehrinin kıyısındadır. gece yarısı bu dolap dönerken çıkardığı ya muhammed! sesi, dört yanından, sekizer saatlik mesafeden duyulur. bu yüzden de dolabı muhammedi diye anılır. : evliya çelebi, seyahatname, istanbul ikdam matbaası. menakıbname, ag nüshası, ayrıcasayfada kaygusuz'un, abdal musa'ya kavuşması dolayısiyle söylediği sekiz kıt'alık şiir yer almaktadır; güzel. menakıbname, ag nüshası, s ayrıca, sayfada kaygusuz'un abdal musa'ya kavuşması dolayısiyle söylediği sekiz kıt'alık şiir yer almaktadır. beglerimüzçıkdıavlanüstine olargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıhırkavüpostun bağlargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıgelürdostdiyü giydüklerinemedilepostdiyü hastalardagelürdermanisteyü sağlargelürsultanabdalmusa'ya. bir niyazum vardur gani keremden münkirbilmezevliyanunsırrundan kulkaygusuzayrudüşmişpirinden ağlargelürsultanabdalmusa'ya şiirini söylemesiyle menakıbname burada sona ermektedir. bu dörtlüğün birinci mısraı beylerimiz elvan gülün üstüne ve ikinci mısraı da ağlar gelir şahım. abdal musaya şeklinde bugüne kadar yanlış olarak okunmuştur. bu mısralardaki elvan gülü ve ağlar kelimeleri muhteva ve mekan itibariyle doğru değildir. metnin bütününe bakıldığı zaman, menakıbname de geçtiği şekliyle mısraların doğrusu; beglerimüz çıkdı avdan üstine olar gelür sultan abdal eskiden olduğu gibi elvan gülün üstüne okunması mümkün değildir. bu kelime yer adı olarak avlan gölü'nün adıdır. zira avlan gölü; dünden bugüne kadar elmalı ovası'nda, yani abdal musa dergahı'nın bulunduğu tekke köyü civarındaki gölün adıdır. menakıbname'ye göre bu manzume, kaygusuz'un hacc dönüşü şeyhine kavuşmasını anlatır. kaygusuz, avlan gölü civarına geldiği zaman bu şiiri söylemiştir. ayrıca manzumenin diğer dörtlüklarinde geçen akpınar ve yeşil göl'de, elmalı civarmdaki yer adlarıdır. ikinci mısradaki ağlar gelir olması da muhteva ve gramer şekilleri bakımından mümkün değildir. insanoğlu sevgilisine kavuşmak isterken, niçin ağlayarak veya avlayarak gelsin? bu bir zühuldür. bu manzumenin doğru metni menakıbnamede mevcuttur. bunlardan başka kelimeyi iver biçiminde de okumak mümkündür. menakıbname, ag nüshası,; güzel. menakıbname, ag nüshası, abdurrahman güzel tarihi hayatı doğum tarihi ve yaşadığı devir kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca dört görüş vardır. bunları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz. Xıv. asrın ilk yarısı ile Xv. asrın birinci yarısında yaşadığını kabul edenler rıza nur, ahmet sırrı baba, mehmet fuad köprülü, sadeddin nüzhet ergun, agah sırrı levent, nihad sami banarlı, rudolf tschudi, barbara flemming, annamaria schimmel ve Walter björkmann; kaygusuz abdal'ın Xıv. asrın ikinci yarısı ile Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kabul etmektedirler. rıza nur; dilgüşa'daki sekiz yüz kaydını, kaygusuz abdal'ın mısır'a geliş tarihi olarak kabul eder. bu cümleden olarak da kaygusuz'un doğum tarihini holarak hesaplamaktadır. menakıbname'deki, kaygusuz'un on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiği ve kırk yıl hizmetinde kaldıktan sonra mısır'a gittiği şeklindeki malumata dayanan rıza nur, tarihinden 'i çıkarmak suretiyletarihini bulmaktadır. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye adlı eserinde, kaygusuz'un h 'de mısır'a geldiğini, 'da hicaz'a gittiğini, 'da mısır'a döndüğünü ve 'de vefat ettiğini kaydeder. herhangi bir kaynağa ve muhakemeye dayanmadan verilen bu bilgiler bu husustaki bektaşi ananesini aksettirmektedir. fuad köprülü de kaygusuz'un Xıv. asır sonlarında ve Xv. asrın ilk nısfında yaşamış olduğunu kabul etmektedir. köprülü'nün delilleri şunlardır: kaygusuz'un, abdal musa'ya intisabı: kaygusuz'un gerek şiirlerinde, gerek menakıbnamesinde bu husus açıkça belirtilmiş olduğundan onun abdal musa'nın müritlerinden olduğu açıktır. bazı tarihi menbalar abdal musa'nın bursa fethi'ne iştirak ettiğini belirttiklerine göre abdal musa Xıv. asırda ya nur. ahmed sırrı baba, errisaletü'lahmediyye fi tarihi'ttarikati'laliyettibektaşiyye bimısri'lmahruse, baskı,. ahmed sırrı baba'nın kaygusuz'un mısır'a geliş ve ölüm yılı olarak verdiği hicri tarihlerle miladi tarihler birbirini tutmamaktadır. kaygusuz'un mısır'a geliş tarihini molarak göstermektedir ki bu 'e değil, tarihlerine tekabül eder. aynı şekilde kaygusuz'un ölüm tarihi olarak gösterilen m 'de 'e değil, 'e tekabül etmektedir. fuad köprülü, mısır'dabektaşilik, tm, ıv, ist. şamıştır. şu halde onun müridi kaygusuz'un da Xıv. asır sonlarıyla Xv. asrın ilk yarısında yaşamış olması gerekir. kaygusuz'un eserlerinden kitabı dilgüşa'nın h m 'de istinsah edilmiş bir nüshası mevcut olduğuna; ayrıca h m 'de hazırlanan cami'ünnezair'de kaygusuz'un bir manzumesine rastlandığına göre kaygusuz, mezkur tarihlerden önce yaşamış olmalıdır. sadeddin nüzhed ergun, bektaşi şairleri'nde kaygusuz'un Xv. asrın ilk nısfında yaşadığını kaydediyorsa da bektaşi şairleri ve nefesleri'nde kaygusuz'un Xıv. asrın son yarısında yetişen bir şair olduğunu belirtmiştir. agah sırrı levend de herhangi bir delil zikretmeden kaygusuz'un Xıv. asırda yaşadığını kabul etmektedir. nihad sami banarlı da kaygusuz'un Xıv. asır sonu ve Xv. asır başı şairlerinden olduğunu ve murad devrinde yaşadığını kaydeder. rudolf tschudi ve barbara flemming de kaygusuz'un Xıv. yüzyılın sonu ile Xv. yüzyılın başı arasında yaşadığını kabul edenler arasındadır. annamaria schimmel ile Walter björkmann da kaygusuz'un ölüm tarihi olarak 'ü belirttiklerine ve onun abdal musa'nın müritlerinden olduğunu zikrettiklerine göre kaygusuz'un Xıv. asır ile Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kabul etmektedirler. köprülü. köprülü. sadeddin nüzhet ergun, bektaşişairleri, istanbul. ergun, sadeddin nüzhet, bektaşişairlerivenefesleri, istanbul. agah sırrı levend, edebiyattarihidersleri, istanbul. nihad sami banarlı, resimlitürkedebiyatıtarihi, istanbul. rudolf tschudi, die bekehrugn des kaighusuz aus einer türkischen heiligenvita, ın schweizersiches arschiv für volkskunde, bd. barbara flemming, landschaftsgechhichtevonpamphylien, pisidienundliykienimspatmittelalter, Wiesbaden. annamaria schimmel, drei türkischemystikeryunusemrekaygusuz abdalpirsultan abdal, deutschtürkische gesellschaft bonn oktober, heft. Walter björkmann, diealtosmanischeliteratur, fundamente ı, Wiesbaden. abdurrahman güzel Xv. asırda yaşadığını kabul edenlerin görüşleri dilgüşa adlı risalesindeki bir kayda dayanan muhtar yahya dağlı kaygusuz abdal'ın, h m tarihinde doğduğunu kabul etmektedir. dilgüşa'daki kayıt aynen şöyledir: imdibudervişdahımuhammedmustafa'nunsekizyüzyılındageldi. muhtar yahya dağlı, fikrini kaygusuz'un bazı şiirlerinde geçen tarihi şahsiyetler ile de takviye ediyor. ona göre kaygusuz'un söz konusu yaşadığı devirler ile dilgüşa'daki kayıt birbirleriyle uyuşmaktadır, muhtar yahya dağlı'ya göre bu şiirlerdeki murad han, ; ibni fenari, mevlana fenari'nin torunu alaaddin ali fenari ; ishak beg, filibe begi ve sırp hudut kumandanı olan ishak beg dir. dağlı, bu delillere istinaden kaygusuz'u hicri asır ricalinden yani Xv. asırda yaşamış olarak kabul etmektedir. muhtar yahya dağlı'dan önce, türk edebiyatı nümuneleri'nde kaygusuz'un dokuzuncu hicret asrının ikinci nısfında yaşadığı herhangi bir delil zikredilmeden yer almıştır. daha sonra kaygusuz'dan bahseden ilhan başgöz de onun Xv. yüzyılda yaşadığını belirtiyor. kaygusuz'u Xv. yüzyıl şairleri arasında inceleyen ahmet kabaklı da onun murad zamanında yaşamış olduğunu kaydetmektedir. muhtar yahya dağlı, kaygusuz abdal, istanbul, kitabıdilgüşa, ankara genel kitaplığı, no:,; nuruosmaniye kütüphanesi, no:; rıza nur'un tanıttığı menakıbname'nin sonlarında yer alan kitabı dilgüşa da ise söz konusu kayıt biraz farklı olaak şöyle geçer: bu derviş dahı hazreti muhammedü'lmustafa'nun tarihi hicretindenyılında geldi. nur, rıza, kaygusuz abdalgaybibeykahire'debektaşitekyesindebirmanüskiri, türk bilik revsü, no: yıl:,; marburg nüshası, b'de ise sekiz yüz yerinde dokuz yüz kaydı vardır ki bu, müntensihe ait bir zühul olmalıdır. dağlı. dağlı. hıfzı tevfikhammamizade ihsanhasan ali, türkedebiyatınümuneleri, istanbul. ilhan başgöz, izahlıtürkhalkedebiyatıantolojisi, istanbul. ahmet kabaklı, türkedebiyatı, istanbul. biz de daha önce yazmış olduğumuz iki makalede dilgüşa'daki mezkur kayda dayanarak kaygusuz'un doğum tarihini h? olarak kabul etmiş idik. abdülbaki gölpınarlı'nın görüşü abdülbaki gölpınarlı'nın kaygusuz'un doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkındaki fikrleri muğlaktır. o, 'te yazdığı bir eserinde, dilgüşa'daki ibareyi kaygusuz'un 'de doğduğu şeklinde anlar ve Xv. yüzyılda yaşadığını ifade eder. buna göre abdal musa'ya gençken intisap etmiş olacağını ve kırk yıl hizmetinin de muayyen bir geleneğin tesirinden doğduğunu ileri sürer.te ise kaygusuz abdal'ın abdal musa dervişi olduğunu bu bakımdan Xıv. yüzyılda yaşadığını, nihayet Xv. asrın ilk yıllarında öldüğünü kabul eder.de türk dili dergisi'nde yazdığı bir makalede ise bu konuda şunları söyler: kaygusuz, manzumbirrisalesinde, hicridedoğduğunubildirir; bunagöreabdalmusa'ya, gençliğindebağlandığına, onunölümündensonradabirhayliyaşadığına, abdalmusa'nın dabursafethinegençyaştakatıldığınahükmetmekgerekir. kaygusuz'unyaşadığıçağXıvXv. yüzyıldır;ölümyılınıkesinolaraksöylememizeimkanyoktur. görüldüğü gibi 'de kaygusuz'un Xv. asrın ilk yıllarında öldüğünü kabul eden gölpınarlı, 'de tekrar 'teki fikrine dönerek onun 'de doğduğunu ifade etmekte, fakat dört satır sonra kaygusuz'un yaşadığı çağı Xv. asırla birlikte Xıv. asır olarak göstermektedir. gölpınarlı, 'de; buderviş hicretin sekiz yüzündegeldi ibaresini bugeldi'denmaksat, doğumtarihiyse, abdalmusa'nınuzunömürlüolduğuna ve kaygusuz'un ona pek gençken kavuştuğuna hükmetmek gerekir. şeklinde açıklayarak tarihini şartlı da olsa kaygusuz'un doğum ta güzel, abdurrahman, kaygusuzabdal'ınçağataycabirgazeli, türk kültürü, aralık,; kaygusuzabdal'ınvücudname'si üzerine, türk kültürü, mart, abdülbaki gölpınarlı, kaygusuzabdalhayatıkulhimmet, istanbul, abdülbaki gölpınarlı, alevibektaşinefesleri, istanbul. abdülbaki gölpınarlı, kaygusuz abdal, türk dili aylık dil ve edebiyat dergisi, türk halk edebiyatı özel sayısı, XıX, aralık. abdurrahman güzel rihi olarak tekrar kabul etmekte ve 'den önce öldüğünü de ima ederek onu ancaksene kadar yaşatmaktadır. fakat gölpınarlı, bir paragraf sonra kaygusuz, yüzyılın başında doğmuş, ıX. yüzyılda yaşamış Xv. yy bir şairdir. diyerek bu kere kaygusuz'un doğumunu yüz yıl kadar geriye götürmekte ve yüz yıldan daha fazla yaşatmaktadır. nihayet türk ansiklopedisi'ndeki kaygusuz abdal maddesinde gölpınarlı, kaygusuz abdal, h yüzyılın yarısıyla ıX. yüzyılın ilk yıllarında yaşamıştır. diyerek ve h 'de doğduğu meselesini de şüpheyle karşılayarak rıza nur ve mehmet fuad köprülü'nün fikirlerine iştirak etmiş görünmektedir. vasfi mahir kocatürk'ün iki kaygusuz abdal görüşü vasfi mahir kocatürk, biri alaiyeli, diğeri rumelili olmak üzere iki kaygusuz abdal kabul etmektedir. ona göre alaiyeli kaygusuz abdal, Xıv. yüzyılda yaşamış ve abdal musa'ya mürit olmuştur. kocatürk'e göre rumeli'de yaşayan ve vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını taşıyan ikinci kaygusuz abdal ise Xv. yüzyılda yaşamaktadır. rumeli'ye ait yer isimleriyle, Xv. asra ait tarihi şahsiyetlerin geçtiği şiirler bu ikinci kaygusuz'undur. bizim görüşümüz kaygusuz abdal'ın doğum tarihi ve yaşadığı devir hakkında başlıca görüşleri yukarıda özet halinde vermeye çalıştık. bize göre kabule şayan olan görüş, rıza nur ve fuad köprülü tarafından ayrı ayrı delillere dayanılarak izah edilen birinci görüştür. çünkü burada belirtilen belgeler itbariyle; daha önce anlattığımız menkıbevi hayat bölümünde kaygusuz etrafında gelişen bütün menkıbelerin abdal musa ile bağlantılı olduğu açıkça abdülbaki gölpınarlı, türktasavvufşiiriantolojis, istanbul. gölpınarlı. kaygusuz abdal, türkansiklopedisi, XXı, ankara, ansiklopedi de bu maddenin yazarı belirtilmemişse de yazının pek çok yerlerinin gölpınarlı'nın türk dili'ndeki yazısıyla mutabakat göstermesi ve yazının da gölpınarlı'ya ait olduğunda şüphe bırakmamaktadır. kocatürk, vasfi mahir, tekke şiiriantolojisi, ankara,; türkedebiyatıtarihi, ankara. vasfi mahir kocatürk,; kabaklı. rülmektedir. bizim ilk defa hülasa ettiğimiz menakıbname'de olduğu gibi bugüne kadar tanıtılmış bulunan diğer kaygusuz menakıbnamelerinde de kaygusuz, daima abdal musa'nın müridi olarak gösterilmiştir. ayrıca abdal musa velayetnamesi'nde de abdal musa'nın müritleri arasında kaygusuz yer almaktadır. kaygusuz abdal gör ne söyledi mısraı ile biten bir mesnevisinde kaygusuz da abdalmusa'yakuloldıcandan çekdieliniikicihandan beyti ile abdal musa'ya intisap ettiği hususunu bizzat teyid etmiş olmaktadır. esasen bugüne kadar yapılan bütün araştırmalarda bu husus kabul edilmektedir. şu halde abdal musa'nın yaşadığı devrin, kaygusuz'un yaşadığı devre de ışık tutacağı tabiidir. abdal musa'nın orhan gazi zamanında bir gazaya iştirak ettiği, gaza sırasında bir yeniçerinin üsküfünü başına giydiği ve elfi tacın esasının bu olduğu aşıkpaşazade de kayıtlıdır. ayrıca taşköprülüzade, hoca sa'deddin, mustafa ali ve bursalı beliğ'de abdal musa'nın bursa fethine iştirak ettiği ifade edilmiştir. demek ki abdal musa Xıv. asırda yaşamış bir şahsiyettir. bu durumda kaygusuz'un da abdal musa'ya Xıv. asırda intisap etmiş olması gerekir. kaygusuz'un dilgüşa'sında geçen imdibudervişdahımuhammedmustafa'nun sekiz yüzyılındageldi ibaresi, şüphesiz ki onun yaşadığı devre ışık tutan bir ibaredir. ancak bu tarihi, bazı araştırıcıların kabul ettiği gibi onun doğum yılı olarak kabul etmek pek. kaygusuz abdal'ın menkıbevi hayatı bölümü. güzel.; ergun, sadeddin nüzhet, türkşairleri, abdal musa maddesi, istanbul. marb. aşıkpaşazade tarihi, istanbul tab'ı. taşköprülüzade, şekayıkınumaniye, , istanbul. hoca sadeddin, tacü'ttevarih, istanbul. mustafa ali, künhü'lahbar, istanbul. bursalı beliğ, güldesteiriyazıirfan, bursa. abdal musa hakkındaki bir araştırmasında fuad köprülü de onun Xıv. asırda yaşadığı fikrindedir. abdal musa, türkkültürü, yıl: Xı, şubat. abdurrahman güzel sağlıklı olmaz. çünkü söz konusu ibareden önceki ve sonraki cümleler mana bakımından bu ibareyle bağlantılı değildir. şu halde bu ibareyi müstakil olarak anlamak zorundayız. sekizyüzyılındageldi. ifadesi açıkça dünyayagelmeyi, yani doğmuşolmayı belirtmez; daha çok bir yerden gelmiş olmayı da anlatabilir. metinde dünya kelimesinin düşmüş olacağı hatıra gelirse de biz bu ihtimali de varit görmüyoruz. çünkü hyılını kaygusuz'un doğum tarihi olarak kabul edersek onun abdal musa'ya intisabı keyfiyetini reddetmemiz gerekir. bu ise birinci maddede zikrettiğimiz kaygusuz'un abdal musa ile olan alakasına dair delillerin hepsini reddetmemiz manasına gelir. şu halde bahsi geçen htarihini kaygusuz'un hayatındaki başka bir safha olarak kabul etmek zarureti vardır. bu hususta akla en uygun ihtimal, htarihini rıza nur'un kabul ettiği gibi, kaygusuz'un mısır'a geliş tarihi olmasıdır. rıza nur; kaygusuz'un yaşında abdal musa'ya intisabı ve kırk sene ona hizmet etmesi dolayısıyla yaşında mısır'a geldiğini kabul etmekte ve 'den 'i çıkararak h 'de doğduğunu yazmaktadır. biz buyaşı azami bir had olarak kabul etmekteyiz. çünkü menakıbname'deki kırk yıl meselesini gerçek olarak kabul etmek şart değildir. bu ifade her halde yunus emre'nin tabduk emre'ye kırk yıl hizmet etmesi rivayetinde olduğu gibi, türk töresindeki uygulamanın neticesi olmalıdır. dolayısıyla kaygusuz, mısır'ayaşından önce de gitmiş olabilir. şu halde kaygusuz'un doğum tarihiniolarak kabul etmesek bile h 'den geriye gidemiyeceğini rahatça ifade edebiliriz. o, ila bu tarihten sonraki yıl içinde doğmuş olabilir. kaygusuz'unbazı şiirlerindegeçen tarihi şahsiyetlerdeonun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir. onun şiirlerinde geçen murad han, ishak beg ve ibni fenari isimleri, bizce bazı araştırıcıları yanıltmıştır. muhtar yahya dağlı ve vasfi mahir kocatürk daha önce de kaydettiğimiz gibi bu şahısları Xv. yüzyıl ricali olarak kabul etmektedirler. ancak muhtar yahya dağlı bu noktadan hareketle kaygusuz'u da Xv. yüzyıl ricalinden sayarken, vasfi mahir kocatürk, Xv. asırda yaşamış ikinci bir kaygusuz olduğunu ileri sürmektedir. muradhan, ishak beg ve ibnifenari'nin Xv. asır ricalinden olduğu şüphesizdir. bizce bu şiirlerde geçen murad han tarihleri arasında edirne'de hükümdarlık eden murad'dır. ibnifenari olarak kaygusuz'un şiirinde yer alan zat, ilk osmanlı şeyhülislamı fenarioğlu mevlana muhammed şemseddin'dir. fenarioğlu muham med şemseddin, yılları arasında edirne'de şeyhülislamlık yapmıştır. muhtar yahya dağlı, buradaki ibnifenari'nin muhammed şemseddin değil, onun torunu olan ve 'de ölen alaaddin ali ibni fenari olduğunu kabul etmeye mütemayildir. bizce bu doğru değildir. çünkü şiirde ibni fenari'ye varıp fetva bulmak tan bahsedilmektedir. murad devrinde fetva makamı ise fenarioğlu muhammed şemseddin tarafından deruhte edilmektedir. alaaddin ali ibni fenari ise ancak fatih devrinde kazaskerliğe kadar yükselmiştir. burada muhtar yahya dağlı'yı yanıltan her halde ibni kelimesidir. halbuki alaaddin ali, ibni fenari olduğu gibi, mevlana şemseddin muhammed de ibni fenari'dir. ahmet refik, mevlana şemseddin'e ada karyesinin verilmesi hususunu defterii evkafı vilayeti teke'den iktibas eder. fatih devrine ait olan bu defterde söz konusu zatın adı aynen fenarioğlu mevlana şemseddin olarak geçmektedir. anlaşıldığına göre fenari lakabı, bu sülale için mevlana şemseddin'den de önce kullanılıyordu. ishak beg'e gelince bu zat, murad devrinde üsküp sancak begi ve 'de ölen semendire fatihi gazi ishak beg'dir. ibni fenari'nin adının geçtiği şiir, bize kaygusuz'un hayatı hakkında önemli bilgiler vermektedir. bu şiirden bazı bölümleri örnek olarak verelim: edrene şehrinde bu gün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya. sor bana garib misin bu şehri görüp misin. ahmed refik, fatihzamanındatekeili, ttem, no:, istanbul,; bursalı mehmed tahir, osmanlımüellifleri, istanbul, ikinci baskı,; ismail hami danişmend, izahlıosmanlıtarhirikronolojisi, istanbul,; flemming. dağlı. bursalı mehmed tahir, ı. refik. islam ansiklopedisi murad ı maddesi; ismail hami danişmend; türk ansiklopedisi, ishak bey maddesi,.; yılmaz öztuna, büyük türkiyetarihi, ı, istanbul, abdurrahman güzel yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü döşek getürsin cariye. eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esirbendler çok olur düşmeyesin bazariye. ol karıdan kurtılmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya ibni fenari, murad'ın padişahlığı devrinde ve tarihleri arasında edirne'de şeyhülislamlık yaptığına göre bu şiir de bu tarihler arasında yazılmış olmalıdır. şiirden anlaşıldığına göre kaygusuz, yine bu tarihler arasında anadolu'dan rumeli'ye gelmiştir. vasfı mahir kocatürk'ün göremediğini zannettiğimiz bu şiirden kaygusuz'un rumeli'ye yabancı olduğu anlaşılmaktadır. o halde rumeli'de doğup büyüyen ikinci bir kaygusuz abdal düşünülemez. ishak beg'in adının geçtiği şiirden de bazı parçaları kaydedelim: filibe'de yinilen bir karı sevdi beni igen igen dikdürür bana yini kaftanı. divan, v a ishak beg'e söylesem halumi arz eylesem karıdan kurtarmaga ola mı ki dermanı bu kaygusuz abdal'un derviş ü miskin halin şöyle geçer mi aceb ol karıyla devranı. ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı bu şiirden de ikinci bir kaygusuz'un bulunduğuna hükmetmek mümkün değildir. çünkü şiir, gerek üslup, gerek konu bakımından daha önce kaydettiğimiz şiirle bir benzerlik arz etmektedir. birinci şiirde kaygusuz'un anadolu'dan rumeli'ye geldiği açıkça belirtiliyordu. ikinci şiirde geçen filibe ve ishak beg isimleri de kaygusuz'un murad devrinde rumeli'de bulunduğunu gösteriyor. kaygusuz'un murad han'dan bahsettiği bir şiiri daha vardır. orada da murad han'ın adının geçtiği beyitler şöyledir: bizebinmutpirinçdisemuradhan dahıonbinkoyunbileyimege muradhan'ahalvetanlatsasözi kapu'da, kimbilevezirisöge ailesi kaygusuz abdal'ın alaiye sancağı begi'nin oğlu olduğunda bütün araştırıcılar birleşmektedir. çünkü eldeki kaygusuz menakıbnamelerinde bu husus dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultanalaiye, sancağı begi'nün divan, ba. divan, ba nur.; mehmed fuad köprülü, mısır'dabektaşilik, tm. ıv,; dağlı.; barbara flemming.; gölpınarlı, kaygusuz abdal, türk dili, aralık. abdurrahman güzel oğlu idi. şeklinde açıkça belirtilmektedir. menakıbname'nin müteakip sayfalarında da kaygusuz'dan alaiye sancagı begi oglu gaybi beg, gaybi'nin babası alaiye sancağı begi, şeklinde söz edilmektedir. şu halde kaygusuz abdal'ın ailesi hakkında bilgi edinmek için alaiye beylerini araştırmak gerekmektedir. çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde kaygusuz abdal'ın h mh m tarihleri arasında doğmuş olabileceğini ifade etmiştik. on sekiz yaşında abdal musa'ya intisap ettiğine göre bu intisabın h m h m tarihleri arasında olması gerekmektedir. alaiye beyleri hakkındaki ilk bilgiyi ibni batuta'dan edinmekteyiz. h m'te alaiye'ye gelen ibni batuta, bu şehrin karamanoğullarından yusuf beg tarafından idare edildiğini ve şehirden on mil mesafedeki sarayında oturan bu bey ile görüştüğünü ve ikramına nail olduğunu söyler. bu kayıttan m tarihlerinde alaiye beyi'nin karamanoğulları'ndan yusuf beg olduğunu öğreniyoruz. şihabeddin ömeri de mesalikü'lebsar adlı eserinde h m h m yılları arasında karamanoğullarının buraya hakim olduğunu ve onlar namına yusuf adındaki zatın burasını idare ettiğini söyler. bundan sonra; alaiye beyleriyle ilgili ilk kayıtyılına aittir: 'de kıbrıs kralı pierre; alaiye begi'ni kendisine tabi olmaya mecbur etmişti. aynı alaiye begi, 'te antalya'yı kıbrıs kralından almak için denizden bir donanma yollamış, onun bu hareketine kızan pierre ise 'da bir donanma göndererek alaiye'yi almaya teşebbüs etmiştir. ramazan'ındaki bu teşebbüs, alaiyelilerin mukavemeti ve karamanoğlu'nun yardımı sayesinde akamete uğratılmıştır. mükrimin halil yinanç, bu alaiye'nin adının bilinmediğini yazıyorsa da kalkaşandi'nin kaydından bu beyin hüsameddin mahmud bin alaaddin olduğunu tahmin edebiliriz. çünkü kalkaşandi; hüsameddin mahmud bin alaaddin'inşevval'inde, yaniramazan'ından bir ay sonra mısır sultanı'na bir mektup yazdığını kayıt eder. ayrıca şarki karaağaç'daki tarihli bir mamamın kitabesinde de mahmud bin alaaddin bin yusuf nur.; dağlı, sahifeden sonraki fotokopi; tschudi. nur, rıza, agm. dağlı, sahifeden sonraki fotokopi; tschudi. menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. yinanç, ı. yinanç, ı. kaydı vardır. demek ki 'de kıbrıs kralının kendisine tabi kıldığı alaiye beyi de hüsameddin mahmud'dur. alaiye'nin oba köyünde harap bir vaziyette bulunan gülfeşan camii'ndeki iki kitabede de bu beyin adına rastlıyoruz.? tarihlerini taşıyan bu kitabelerde bu zatın adı emirü'lmu'azzammahmudbinalaeddinbinyusufbinkaramanve emirmahmudbinalaeddinbinyusufömer şekillerinde geçmektedir. şu halde tarihinde mübarizeddin mahmud bey ; alaiye ve manavgat emirlerinin de yardımıyla antalya'yı kıbrıslılardan geri aldığı sırada da alaiye beyi hüsameddin mahmud'dur. yukarıya aldığımız bütün bu kayıtlardan çıkan neticeye göre 'de alaiye beyi karamanoğullarından yusuf; 'larda ve 'lerde hüsameddin mahmud'un 'den önce hangi tarihte alaiye beyi olduğunu ve 'den sonra hangi tarihte beyliğinin sona erdiğini bilemiyoruz. mezkur tarihi kayıtlar ve kitabelerden hüsameddin mahmud'un babasının alaaddin, onun babasının da yusuf ömer olduğu anlaşılmaktadır: yusuf ömer'in de karamanoğullarından olduğu hem ibni batuta ve şihabeddin ömeri'deki kayıtlardan, hem de gülfeşan camii kitabesinden açıkça belli olmaktadır. seneleri arasında alaiye beyliğini idare eden yusuf ömer alaaddin hüsameddin mahmud ailesinin karamanoğullarından indiği hususu yanında, bu ailenin bir tarafının anadolu selçuklularına dayandığı rivayetini de kaydetmemiz lazımdır. yazıcıoğlu ali'nin, tevarihi ali selçuk'undaki, alaiye'yi fetheden selçuklu sultanı alaaddin keykubad'ın alaiye'yi kasdederek kuvvetli yagı rum memalikine hücum edüb bizüm evlad ve ahfadımız mukavemet edemeyüp hezimet bulacak olursa, bazı bu kaleye ve bazı sinob'a iltica kılalar. şeklindeki sözlerine ve tevarihi ali osman'ların bir kısmındaki rivayetlere dayanan mükrimin halil yinanç, Xv. asırda alaiye beylerinin selçuk neslinden indiği hakkında bir an'anenin mevcut olduğunu zikretmektedir. ayrıca camiü'ddüvel'de de alaiye beylerininselçuk sultanının kızının oğullarından geldiği kayıtlıdır. mezkur sülalede alaaddin ve kılıç arslan 'de alaiye'yi osmanlılar'a terke mecbur kalan son alaiye beyi süleyman fikri erten, antalyatarihi,ı, istanbul. erten. yinanç. ismail hakkı uzunçarşılı, anadolu beylikleri, ankara. abdurrahman güzel gibi selçuklu sultanlarının isimlerini taşıyanların bulunması da bizce bu rivayetleri desteklemektedir. kaygusuz'un babası, tarihleri arasındaki bu üç alaiye beyinden hangisidir? bizce bu husustaki en kuvvetli ihtimal, hüsameddin mahmud bey üzerinde toplanmaktadır. çünkü yılları arasındaki on iki sene zarfında alaiye beyi hüsameddin mahmud ile antalya beyi mübarizeddin mehmed; kıbrıs kralına karşı yapılan çetin savaşlarda daima birlikte hareket etmişlerdir. antalya beyi mübarizeddin mehmed, kendi devrindeki yabancı kaynaklarda tacatacca adıyla geçmektedir. fatih devrine ait defteri evkafı vilayeti teke'de de bu beyden teke beyi olarak bahsedilmektedir. muahhar osmanlı tarihlerinin de mübarizeddin mehmed'den emiri teke veya teke begi olarak bahsettiklerini kaydeder. tekindağ'a göre antalya beylerine tekeoğulları adını veren de aynı beydir. kaygusuz menakıbnamesi'nde de gaybi bey'in babası, oğlunu abdal musa'nın elinden almak üzere teke beyi'ne müracaat eder ve teke beyi ile birlikte abdal musa üzerine ordu yürütürler. menakıbname'de abdal musa'ya karşı teke beyi ile birlikte hareket eden kaygusuz'un babasının tarihi kaynaklarda kıbrıs kralına karşı teke beyi'yle müşterek hareket eden alaiye beyi hüsameddin mahmud olması kuvvetle muhtemeldir. ayrıca kaygusuz'un minbernamesi'nde geçen: "aşık olsam adım tenbel alayi, eğer sofi isem derler mürayi" mısralarından kaygusuz'un asıl adının alaaddin olduğunu kuvvetle tahmin edebiliriz. alaaddin adını taşıyan bir şahsın babasının da alaaddin adını taşıması pek uzak bir ihtimal değildir. bilakis, çocuklara dedelerinin adının konulması pek yaygın bir gelenektir. bu yaygın geleneğe dayanarak alaaddin gaybi'nin , babasının hüsameddin mahmud, dedesinin alaeddin bin yusuf olduğunu tahmin edebiliriz. şahabeddin tekindağ, tekeoğulları maddesi, ia. teke eli ve teke oğulları, tarih enstitüsü dergisi, istanbul, tekindağ. tekindağ; reface. tekindağ; flemming. menakıbname, ag nüshası, menakıbname, ag nüshası. adı ve mahlası bugüne kadar yapılan araştırmalarda, kaygusuz abdal'ın asıl adının gaybi olduğu üzerinde mutabık kalınmıştır. çünkü menakıbname'de gaybi adı açıkça zikredilmektedir. ancak kaygusuz'un asıl adının sadece gaybi olduğu düşünülemez. gaybi, daha çok ikinci bir ad veya mahlas intibaını uyandırmaktadır. çünkü türk halkı arasında gaybi kelimesinin isim olarak kullanıldığı pek görülmez. o halde kaygusuz'un asıl adının bir başka isim olması icap eder. bu husus üzerinde şimdiye kadar sadece muhtar yahya dağlı, gaybi'nin kaygusuz'un göbek adı olması gerektiğini, asıl adının ahmed gaybi, mehmet gaybi ve emsali gibi bir şekli olması icap ettiğini belirtmiştir. kaygusuz'un, minbername'sindeki bir beyit bizce bu noktaya açıklık getirmektedir. beyit şöyledir: aşık olsam adım tenbel alayi, eğer sofi isem derler mürayi. görüldüğü gibi birinci mısrada kaygusuz, adının alayi olduğunu açıkça ifade etmektedir. kaygusuz'un dolabname'sindeki bir mısrada da onun adı geçmektedir. sadeddin nüzhet'in "alai gaybi bunda tekke kılmaz" şeklinde okuduğu mısra bazı nüshalarda yoktur. bizdeki menakıbname nüshasının sayfasında bu mısra; "olublar gaybi bunda tekke kılan" pertev paşa, nu: 'daki yazmanın b varağında "bilün kaygulu bunda tekke dutmaz" şeklindedir. rıza nur'un tanıttığı yazmada ise aynı mısra; "aleyli gaybi bunda tekke kılmaz" şeklinde verilmiştir. rıza nur'a göre kelime, alaiye'nin alaylı şeklinde bozulmasından ibarettir ve kaygusuz'un memleketine delalet eder. türk ansiklopedisi kaygusuz abdal maddesinde gaybi'nin bazı nüshalarda kaygı olduğu şeklindeki kayıt, bir yanlış okumadan ibarettir. abdurrahman güzel sadeddin nüzhed ergun'un hangi nüshaya dayandığını bilmediğimiz "alai gaybi" şekli bizce en eski ve doğru şekil olup kaygusuz abdal'ın hakiki adına delalet eder. bizim kanaatimize göre, alai kelimesi alaaddin'in kısaltılmış şeklidir. seyfeddin, şemseddin, bedreddin gibi isimlerin seyfi, şemsi, bedri olarak kısaltılması gibi alaaddin de alai olarak kısaltılmıştır. ayrıca kafiye ve veznin de bu kısaltmada amil olduğu aşikardır. alaiye beyleri arasında da alaaddin isimli bir şahsın bulunması ve ayrıca bu beylerin selçuklu sultanlarından indiği hakkındaki rivayet, aile içinde alaaddin adının kullanıldığını gösteriyor. aynı ad, kaygusuz abdal'a da verilmiş olabilir. yukarıdaki delillere istinaden kaygusuz abdal'ın asıl adı bizce, alaaddin gaybi'dir. gaybi bey, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda kaygusuz abdal, kaygusuz mahlasını kullanmaktadır. buna bir örnek olarak şu beyti gösterebiliriz: kaygusuz abdal'duradum var dur benüm bir nemedüm, onı dahı od'a salam dahı benüm nem alalar. alaaddin gaybi'nin bu mahlası alışı menakıbname'de şöyle anlatılmaktadır. gaybi bey, sultan abdal musa hazretleri'nin asitanesinde kaldı. can u dilden erenlere hizmet kıldı. sultan abdal musa hazretleri sünnet nazarıyla gaybi'nin yüzüne bakup eyitdi: "kaygudan reha buldun, şimdensonra kaygusuz oldun" didi. gaybi yüz yere koyup meskenet gösterdi. sultan bunu utkıyla zadenin ismini kaygusuz diyu söylerdi. andan sonra adı oldı. şu halde, gaybi bey'e kaygusuz mahlasını şeyhi abdal musa vermiştir. bu husus tarikat ananesine de uygundur. menakıbname'de bu mahlasın verilişinin sebebi olarak gösterilen kaygudan reha bulması yani teke beyi alaiye beylerinden hüsameddin mahmud'un babasının adı alaaddin bin yusuf'tur. tahminimize göre bu zat kaygusuz'un dedesidir. yi'nin ordusunun mağlup olması ve gaybi'nin babasının artık kendi rızasıyla onu abdal musa'ya bırakması keyfiyetini bir rivayet olarak kabul etmek lazımdır. herhalde kaygusuz kelimesinin dünya kaygısından uzak olma gibi tasavvufi bir mana ile gaybi bey'e mahlas olarak verildiğini kabul etmek akla daha yakındır. kaygusuz'un diğer bir mahlası sarayi'dir. bizim tespitlerimize göre yedi şiirinde sarayi mahlasını kullanmaktadır. vasfi mahir kocatürk, sarayi mahlaslı kaygusuz abdal'ın xv. asırda yaşamış bir başka şair olduğunu ileri sürmekteydi. kocatürk'ün tahminine göre alaiyeli gaybi'den ayrı bir şair ikinci kaygusuz abdal, vize'ye bağlı saray kasabasından olduğu için sarayi mahlasını kullanmaktadır. çalışmamızın doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümünde iki ayrı kaygusuz abdal olamayacağını belirtmiştik. şu halde bu mahlasın da rumeli'de saray kasabası ile bir ilgisi olamaz. bizce kaygusuz'un sarayi mahlasını kullanmasının sebebi kendisinin bir şehzade ve sancak beyi oğlu olmasıdır. nitekim 'de alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta, alaiye beylerinin şehirden on mil mesafede bir sarayları olduğunu zikretmektedir. kaygusuz birkaç şiirinde kendisini miskin kaygusuz, miskin sarayi ve kul kaygusuz olarak da belirtmektedir. yunus'ta da görülen bu miskin sıfatı yine tasavvufi bir mana taşır. bektaşi ananesinde, eserlerinin isminde ve menakıbname'de kaygusuz'dan çoğunlukla kaygusuz baba, baba kaygusuz, kaygusuz sultan ve kaygusuz sultan abdal diye söz edilmektedir. bektaşiler arasında kaygusuz isminin, esrar ve pilav manasında kullanıldığı bazı araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. gölpınarlı, abdülbaki, yunus emre ve tasavvuf; tasavvuf'tan dilimize geçen deyimler ve atasözleri. william hasluck , bektaşilik tetkikleri, istanbul. abdurrahman güzel seyahatleri mısır ve hacc ziyareti menakıbname'ye göre kaygusuz, mısır'a gitmiş, hicaz'da hac farizasını ifa etmiş ve bağdat yoluyla tekrar abdal musa tekkesi'ne dönmüştür. mısır'a gitmek için anadolu'nun neresinden hareket ettiği menakıbname'de kayıtlı değildir. rıza nur, menakıbname'nin kahire nüshasını tanıtırken kaygusuz'un alaiye'den gemi ile hareket ettiğini kaydediyorsa da metni vermediğinden bu hususun metinde yer alıp almadığını anlayamıyoruz. bizim elimizdeki menakıbname nüshasında ve diğer neşirlerde kaygusuz'un alaiye'den hareket ettiğine dair bir kayıt bulunmadığına göre, rıza nur'un ifadesi, metne dayanmaktan çok bir tahmin olsa gerektir. biz de rıza nur'un bu tahminine iştirak ediyoruz ve kaygusuz abdal'ın müridleriyle beraber alaiye'den gemi ile dimyat'a çıktığını kabul edebiliriz. çünkü en doğru olanı da kaygusuz, ailesi ile de helalleşmiş olması bakımından bu bilginin doğru olabileceğini düşünüyoruz. nitekim 'te alaiye'yi ziyaret eden ibni batuta; alaiye'de mısır, iskenderiye ve şam tüccarlarının ticaretle meşgul olduğunu, ayrıca alaiye'den iskenderiye, dimyat vesaire beldelere kereste ihraç edildiğini ifade etmektedir. şu halde o devirde alaiye ile mısır arasında ticari bir köprü mevcuttur. kendisi de alaiyeli olan kaygusuz'un bu uzun seyahatten önce ata yurdu olan alaiye'ye geldiğini ve oradan gemi ile mısır'a hareket ettiğini kuvvetli bir ihtimalle doğru olabilir. dilgüşa'daki: "imdi bu derviş dahi muhammed mustafa'nın sekiz yüz yılında geldi." kaydına nazaran kaygusuz'un mısır'a h.m.'de geldiği anlaşılıyor. dimyat'tan gemilere binip nil yoluyla bulak iskelesi'ne varırlar. mısır'da ne kadar kaldığını bilmiyorsak da burada kaygusuz'un veya başka birinin inşa ettirdiği kasrü'l-ayn adlı tekkenin kapısında tarihinin yazılı bulunduğu kaydı, menakıbname'ye göre, kaygusuz'un en az bu tarihe kadar orada ikamet ettiğini gösterir. menakıbname'ye göre kaygusuz, bir müddet kasrü'l-ayn'da oturduktan sonra müritleriyle beraber hac niyetiyle hicaz'a hareket ederler. elimizdeki menakıbname nüshasına göre mekke'den şu güzergahı takip ederek anadolu'ya gelirler: medine şam hama humus halep kilis birecik bağdat hille kufe necef kerbela bağdat musul nusaybin abdal musa asitanesi. kaygusuz'un mısır, hicaz, suriye ve ırak'taki seyahatlerini sadece menakıbname'den öğrenmekteyiz. köprülü'nün de kaydettiği gibi bu hususu teyit eden herhangi bir başka tarihi vesika yoktur: fakat şimdilik tarihi vesikanın bulunmaması demek, kaygusuz'un buralara gitmediğine delalet etmez. bizce menakıbname'deki kaygusuz'un dolaştığı yerlerle ilgili malumatı doğru olarak kabul etmekte bir mahzur yoktur. kaygusuz'un şiirlerinde de buralarda dolaştığına dair bir kayda rastlamıyoruz. batı anadolu ve rumeli seyahatleri şiirlerinde rumeli'deki pek çok yerden bahseden kaygusuz'un buralardan ve anadolu'dan hiç söz etmemesi düşündürücüdür. onun menakıbname'de geçen yerler dışında hiç olmasa güney ve batı anadolu'da dolaşmış olması icap eder. nitekim onun rumeli'den bahseden şiirlerinin birinde anadolu'dan geldiği ifade edilmektedir: edirne şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya sordı bana garib misün hiç bu şehri görüp misün yoksa gelişün şindi mi anatolı'dan berüye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü . eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esir bendler çok olur düşmeyesin bazariye yukarıdaki şiirden de anlaşıldığına göre, kaygusuz, edirne'ye anadolu'dan yeni gelmiştir. rumeli'de gariptir ve henüz rumeli hakkında bilgisi olmadığından "sanma ki anadolu'dur" şeklinde ikaz edilmektedir. abdurrahman güzel şiirin devamında geçen "fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye" beytinden kaygusuz'un anadolu'dan edirne'ye geliş tarihinin ibni fenari'nin şeyhülislamlığı zamanında, yani tarihleri arasında olduğunu anlıyoruz. demek ki yılları arasında rumeli'ye geçen kaygusuz'un buradaki ilk durağı edirne'dir. kaygusuz abdal'ın rumeli'deki yerlerle ilgili diğer şiirleri şunlardır: evladı tutdı beni yanbolı'da bir karı velikin akçası çok karabaşı kulları. yanbolı'ya varıcak mahallesin sorıcak tunca kıran undadur yini hamam'dan beri. filibe'de yinilen bir karı sevdi beni igen igen dikdürür bana yini kaftanı karıdan kaçsam direm sofya'ya göçsem direm. manastır'da bir başacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm. doğum tarihi ve yaşadığı devir bölümü. yukarıdaki şiirlerden de anlaşıldığına göre kaygusuz abdal; edirne'den başka yanbolu, filibe ve manastır'da da bulunmuştur. edirne, yanbolu ve filibe'ye ait şiirlerin konu bakımından birbirlerine çok benzemesi, hatta bazı ibarelerin aynı olması bu şiirlerin bir tek şiirin varyantları olabileceğini de düşündürmektedir. çünkü her şiirde aynı vakanın tekerrürü tabii değildir. bu hususta bir diğer izah tarzı, bu şiirlerde geçen vak'anın mecazi bir mana taşımasıdır. nitekim filibe ile ilgili şiirin sonunda ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı denilerek şiirdeki konunun aslında hayali olduğu ifade edilmektedir. fakat burada bizim için şiirlerin konusundan çok, buralarda geçen yer adları önemlidir. kaygusuz'un bu şiirlerde geçen şehirlerde bulunduğunu tahmin etmek herhalde yanlış olmaz. konu bakımından diğerlerinden farklı olan manastır'la ilgili şiiri takviye eden bir başka husus da manastır'da kaygusuz'a izafe edilen yer adlarıdır. bugün makedonya sınırları içinde bulunan bu şehirde bir kaygusuz mahallesi ve bir kaygusuz çeşmesi vardır. rumeli'de uzun seneler kalan kaygusuz, bizim tahminimize göre anadolu'ya veya mısır'a dönmüş olmalıdır. vefatı ve mezarı hakkındaki görüşler vefatı hakkındaki görüşler kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi hakkında herhangi bir tarihi vesika mevcut değildir. sadece, mısır'daki son bektaşi şeyhlerinden ahmed sırrı baba, hiçbir kaynak belirtmeden kaygusuz abdal'ın 'de vefat ettiğini yazar. ahmed sırrı baba'nın verdiği bu ölüm tarihini nur, annemaria schimmel, Walter björkmann ve rudolf tschudi de aynen kabullenmektedirler. bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber divan, abdurrahman güzel kaygusuz'un Xıv. asrın sonlarında ve Xv. asrın ilk yarısında yaşadığını kaydederek onun Xv. yüzyılın birinci yarısında ölmüş olabileceğini kabul ederler. bize göre de kaygusuz'un Xv. asrın ilk yarısında öldüğü muhakkaktır. ahmed sırrı baba'nın verdiği tarihi ihtiyatla kabul etmek mümkündür. bizce kesin olan husus, onun tarihinden önce hayatta olduğudur. zira daha önce de bahsettiğimiz edirne ile ilgili şiirinde geçen; "fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye" beyti, kaygusuz'un ibni fenari'nin şeyhülislamlığı devrinde hayatta olduğunu göstermektedir. ibni fenari tarihinde şeyhülislam olduğuna göre kaygusuz'un ölüm tarihi 'ten eskiye gidemez. mezarı hakkındaki görüşler kaygusuz abdal'ın ölüm tarihi ve mezarı hakkındaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: kaygusuz, mısır'da ölmüştür ve mezarı buradaki mukattam tepesi'ndeki bir mağaradadır. mukaddem tepesindeki abdullah elmagaviri mağarası kahire'de bulunmaktadır . hasluck'un kaydettiğine göre xvıı. asrın ilk nısfında bu mukattam tepesini kemal-i dikkatle tetkik etmiş olan pococke ve pery burada tekkeler değil, mağaralar görmüşlerdir. evliya çelebi, aynı asrın ikinci yarısında, mukattam tepesinde şeyh cuşi tekkesinden bahsetmektedir. ahmed sırrı baba'ya göre buraya evvelce celaliler tekkesi adı verilmekte imiş. fuad köprülü, mukattam dağındaki tekkenin, xvıı. asrın ikinci nısfı başlarında yapılmış ve sonradan bektaşilerin eline geçmiş olması gerektiği kanaatindedir. de vanjany, 'teki le caire et ses environs adlı eserine göre, eskiden kerpiç ile yapılmış olan ve 'de tamir edilen tekkenin bulunduğu mukattam dağının taşlarına oyulmuş mağaranın dibinde kaygusuz yatmaktadır. ve araplar ona şeyhü'l mağarevi demektedirler. londra'da basılmış, tarihli egypt adlı eserde kaydedildiğine göre mukattam dağında orijinal adı kaygusuz olan abdullah el mağarevi'nin mezarı vardır. rıza nur; mısır'da bulunduğu sırada, mukattam dağındaki kaygusuz'un mezarını birkaç defa ziyaret ettiğini kaydederek, mezarı tavsif etmekte ve kahire'de halkın kaygusuz'a abdallah el mağarevi adını verdiğini zikretmektedir. ona göre araplar abdal kelimesini abdallah yapmışlardır. ve mağarevi mağaraya mensup demektir. nur, bir yandan bu mezarın kaygusuz'a ait olduğunu şüpheyle karşılarken, öte yandan, an'aneye ve eskiden beri gelen rivayete göre bunu kaygusuz'un mezarı kabul etmek zaruridir, diyor. mukaddem tepesinde yaptığımız araştırmada ise, mağara içinde bir mezar bulamadık. ancak sonradan kahire'de bizzat tespit ettiğimiz kaygusuz sultan'a ait olduğu kabul edilen anıt mezarın ön arka yüzlerindeki yazılar, kehf suresi'nin ayetleridir. abdurrahman güzel abdullah elmagaviri kaygusuz abdal, kaygusuz abdal'ın mezarına ait olduğu söylenen kitabe yoksa sen, yoksa ashabı kehf ve ashabı imi bizim verici delillerimizden sandın? . hani o gençler, mağaraya sığınmışlardı da; "ey rabbimiz! bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır" demişlerdi. bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını kapattık . sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim. biz sana onların haberlerini bir gerçek olay olarak aktarıyoruz. şüphesiz onlar rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitti. biz de onların hidayetlerini artırmıştık. onların kalpleri üzerinde rab tetmiştik; kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "bizim rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir; o'ndan başkasına asla ilah demeyiz. yoksa andolsun ki, saçma bir söz söylemiş oluruz. şunlar, şu kavmimiz, o'ndan başka tanrılar edindiler. onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya!" artıkkim allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? dediklerinde onların kalplerine kuvvetvermiştik. yine kahire'de yaptığımız araştırmamızda karşımıza başka bir rivayet dahi çıktı. şöyle ki; abdullah elmağarevikahire'de yer alan mukaddam dağı'ndaki sudan mağarası'nda yer almaktadır. sudanmağarası; abdullah elmağaviriyatırı, elmağavirizaviyesi, elmağaviritekkesi' gibi farklı isimlerle anılmaktadır. tarihçi elkurayzi, adı geçen mağaranın fatimi halifesi zahir i'zaz dini'llah zamanında sudanlıbircemaat tarafından yapılmış olduğunu söyler. buradaki mezarın da resmini çektik ve kitaberi de okuduk. kitabelerdeki yazılar, kur'anı kerim, yunus suresi: ve ayetleri verilmekte, başkaca bir bilgiye şimdilik rastlamadık. sandukanın tarafındaki ayetleri ve tercümelerini de aşağıya aynen alıyoruz: kaygusuz'unmezarıolduğusöylenensandukanınyüzü abdurrahman güzel kaygusuz'unmezarıolduğusöylenensandukanındiğeryüzü sandukanın tarafı bilesinizki, allah'ındostlarınahiçbirkorkuyoktur. onlarüzülmeyeceklerdirde. not: bu ayetin yukarıda altı çizili kısmı sandukanın diğer tarafında yer almakatadır. sandukanın diğer tarafında iki ayet vardır: onlarimanetmişveallah'akarşıgelmektensakınmışolanlardır. dünyahayatındada, ahirettedeonlariçinmüjdevardır. mukaddam dağı'nın eteklerinde yer alan tekkenin içinde bazı tarihi eserler de bulunmaktadır. kuzey batı kısmından mehmet ali paşa kalesi'ne bir de tünel kazılmış bulunmaktadır. güney batı kısmında ise salahaddin eyyübi kalesi yer alır. mağaranın sınırlarını cuyuşicamii, mehmetalipaşa kalesi, incisahnesi, mihmandaryakubşahkubbesivesalahsalimcaddesi oluşturmaktadır. bu mağara'da yaşayanların en meşhuru şeyh kaygusuz' olarak adlandırılmış olan seyyidi abdullah el mağaviri'dir. el mağaviri, mısır'a melik elsalih zamanında yılında gelmiş, kahire'de beş yıl kalmış ve bu süre içerisinde etrafına çok sayıda mürid toplanmıştır. kahire'de yaşadığı beş yılın ardından hicaz'a giden ve medinei münevvere'yi ziyaret eden el mağaviri, ırak'a geçerek necef ve kerbela'yı da ziyaret etti. tekrar mısır'a dönen şeyh el mağaviri, yılında mısır'da vefat etti. el mağaviri sudan mağarası'na defnedildi. mezarının bulunduğu türbe önemli minari bir eser olarak kabul edilmektedir. abdullah elmağavirikaygusuz'aaitolduğusöylenenyatır, zaviyevetekke'degörülenkuyu hidivli islamil paşa zamanında el mağaviri'nin dervişleri mevleviye'den sudan mağarası'na taşındı. tekke'den bedevileri çıkarılarak türbe temizlendi, boyandı, türbeye fenerler taktılar. 'e kadar sultan hüseyin'in oğlu emir kemaleddin ve tekkenin şeyhlerinden birisi olan emir lütfi, kaygusuz abdal abdullah el mağaviri tekkesi'nin bakımını gerçekleştirmişlerdir. ancak, yukarıda ifade edilen bu bilgilerin sağlamlığı şüphelidir. çünkü Xıv. asırdan günümüze değin orada birçok değişim olmuştur. zira yukarıda verdiğimiz kitabeler'de, hiçbir surette kaygusuz'a ait tek bir ibarenin dahi yer almamış olması, bu mekanın olsa olsa makam' olabileceğini düşündürmektedir. bu bakımdan kaygusuz'un, elmalı'da şeyhi'nin yanında yer aldığına inanıyoruz. abdurrahman güzel abdullah elmağavirikaygusuz sultan'aaitolduğusöylenentekke'dekiyatır'dagörülenkitabeler ikincisi: kaygusuz abdal, elmalı'ya bağlı tekke köyü'nde bulunan abdal musa türbesi'nde gömülüdür. ilhan akçay, elmalı'nın tekke köyündeki abdal musa türbesinin iç kısmında kaygusuz abdal'ın da yattığını zikreder. temmuz'unda tekeeli'nde bir araştırma gezisi yapan şahabeddin tekindağ, elmalı'nın tekke köyündeki abdal musa türbesinde kaygusuz'un da mezarının bulunduğunun kayıtlı olduğunu yazıyor. tekindağ'ın bu husustaki kaydı şöyledir: abdal musa türbesi'nin giriş kapısı üzerinde bulunan bir kitabe, tekke içinde yatanların adlarını zikretmektedir. sonradan konulduğu anlaşılanbukitabede, abdalmusa'nınbabası: hasan gazi, annesi: ümmü gülsüm, kız kardeşi: zeyneb, müridi: kaygusuz abdalveüç dervişinadlarıkayıtlıdır. tekindağ, sonradan konulduğunu zikrettiği kitabe hakkında başka bir bilgi vermemektedir. her halde bu kitabe oldukça muahhardır. biz de buradaki abdal musa türbesi'ne yıllardır yaptığımız önemli ziyaretlerde, türbenin iç kısmındaki kitabesiz mezarlardan birinin kaygusuz ilhan akçay, abdal musa tekkesi, türktarihkongresi ankara. tekindağ, şahabeddin, tekeeli ve tekeoğulları, tarih enstitüsü dergisi, sayı:, istanbul. abdal'a ait olduğunu o günlerde türbenin halifesi olan halil zeybek'ten bilgi almıştık. buradaki türbenin abdal musa'ya aidiyeti hususu ise evliya çelebi'ye kadar uzanır. seyahatname'de evliya çelebi, abdal musa evkafı olduğunu ifade ettiği bu asitaneyi etraflıca anlatmaktadır. ancak evliya çelebi'de mezarlardan birinin kaygusuz'a ait olduğuna dair bir kayıt yoktur. yukarıdaki her iki rivayetin de değişik bektaşi an'anelerine dayandığı ortadadır. sonuç ve değerlendirme asıl adı alayi gaybi olan kaygusuz abdal, Xıv. asrın ortalarında alaiye'de doğmuştur. doğum tarihi 'den eskiye gidemez. babası, bizim tahminimize göre alaiye beyi hüsameddin mahmud; dedesi alaeddin bin yusuf'tur. alaiye beyleri ailesi karamanoğullarından inmektedir. bir rivayete göre aynı ailenin bir tarafı da anadolu selçukluları'na dayanmaktadır. bu devirde alaiye, zengin bir ticaret merkezi ve önemli bir limandır. mısır ve suriye tüccarları alaiye'de ticaretle meşgul olmakta ve alaiye'den mezkur memleketlere büyük mikyasta kereste ihraç edilmektedir. ayrıca alaiye beyliği; antalya, karamanvememlukler'le sıkı siyasi ve askeri münasebetler içindedir. yılları arasında, teke ve alaiye beyleri kıbrıskrallığı ile çetin mücadeleler vermişler; teke beyi mübarizeddin mehmed, alaiye beyi hüsameddin mahmud ve karamanoğlu alaaddin ali müştereken kıbrıs krallığına karşı şiddetli savaşlar yapmışlardır. bu çetin savaşlarda antalya on yıl kadar kıbrıslıların elinde kalmış, bir ara alaiye dahi kıbrıs donanması tarafından işgal edilmiştir. tekindağ, şahabeddin çelebi, seyahatnamesi abdurrahman güzel alaiye beylerinin şehre on mil mesafede bir sarayları vardır. alaaddin gaybi işte böyle bir aile ve mühit içinde çocukluk ve gençlik yıllarını geçirmiştir. şüphesiz ki zamanının bütün ilimlerini tahsil etmiş, pehlivanlık, avcılık, okçuluk gibi hünerleri de saraya mensup bir bey oğlu olarak en mükemmel bir şekilde öğrenmiştir. genç yaşında elmalı'daki abdal musa'ya intisap ederek kaygusuz adını almış ve uzun müddet abdal musa'nın hizmetinde bulunmuştur. tahminen yıllarında mısır'a gelerek orada bir tekke açmış, mısır'da tarikatını yerleştirdikten sonra hacca gitmiş; hicaz, suriye ve ırak'ı dolaşarak anadolu'ya dönmüştür. anadolu'da, hiç olmazsa güney ve batı anadolu'da bir süre dolaşmış olmalıdır. tarihleri arasında rumeli'ye geçmiş; edirne, yanbolu, filibe ve manastır'da bulunmuştur. bundan sonra muhtemelen tekrar anadolu'ya şeyhinin yanına dönen kaygusuz, tahminen yılında vefat etmiştir. mezarı da abdal musa'nın hemen yanında yer almaktadır. eserinözeti kaygusuz, gülistan'da hülasa olarak şunları söyler: şimdi, vahdetin üstündeki perdeyi açıp size vahdeti anlatayım. cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak ehli dil olanlar bilir. benim sözümü de ancak akıllılar anlar. hak bana söyletirse ben de size bu haberi vasf ederim. önce lamekan ne demektir, onu anlatayım. öyle bir zaman idi ki, kainat yoktu. her sıfat zat içinde gizliydi. insan vücudu yoktu. alem ve insan hepsi birdi. ikilik yoktu; her şey, yer ve gök hazine içinde bir sırdı. ay, güneş, yıldızlar, zaman, cennet, cehennem, huri, gılman, dünya, ahiret yoktu. bütün bunların sebebi, mustafa oldu. allah, ilk önce mustafa'yı yarattı. onun canı, canların ilkidir. cihan, mustafa'nın canında sır idi. allah bu cevhere bakınca, cevher dirildi ve bütün cihan meydana geldi. önce su oldu, aktı; denizler ve karalar meydana geldi. denizin buğusundan felekler ve feleklerin içinde melekler yaratıldı. cihan istikamet tuttu ve her mekan yerli yerinde düzeldi. bundan sonra allah tekrar mustafa'nın canına nazar eyledi, bütün canlar ondan yaratıldı. her can kendi cismine girdi, böylece varlıklar canlanmış oldu. dünya önce denizle doluydu. bu hal elli bin yıl devam etti. sonra yerine bir türlü kul geldi. bunlar da elli bin yıl devam ettiler, fakat asla allah'ı tanımadılar. sonra kamış yaratıldı. ayağı sığıra, kulağı eşeğe, gövdesi ve tüyü koyuna, huyu at'a benzeyen mahluklar kamışı yeyip çoğaldılar. bunlardan sonra yetmiş bin şehir yaratıldı, içleri hardal tanesiyle dolduruldu. allah bir kuş yaratıp, ona t aneyi ye! dedi. bu da elli bin yıl sürdükten sonra, allah atı, elli bin yıl sonra da adem'i yarattı. adem'e kadar olanlar allah'ı tanımamışlardı. adem, yerlerin ve göklerin esrarını anlayıp allah'ı tanıdı ve bütün mahlukatın halifesi oldu. abdurrahman güzel bundan sonra iblis'in adem'e secde etmemesi, adem'in cennet'e konulması, havva'nın yaradılışı, şeytanın onları kandırıp yasak buğdayı yedirmesi, adem ile havva'nın cennet'ten kovulması anlatılır. adem, şam'a vardı. bir dereye erişti: cennet'te yediği bütün tohumları oraya döktü. sel gelip bunları dünyaya yaydı. yeryüzündeki bütün yemişler bundan çıktı. bundan sonra adem bir tavus ile birlikte hindistan'a gitti. on iki yıl havva'yı arzulayıp aradı. havva, mekke eline düşmüştü. o da adem'i arzulayıp aradı. üç yüz yıl ayrılıktan sonra arafat dağında buluştular. fakat adem sakallı ve ayağı aksak olduğu için havva onu tanıyamayıp kaçtı. otuz üç yıl adem, havva'nın peşinden gitti. nihayet allah'ın cebrail'i göndermesi ve adem'in allah'tan af dilemesi üzerine adem, eski haline döndü. böylece havva onu tanıdı ve boynuna sarıldı. adem'in cennet'ten kopardığı incir yaprağının sütünden pamuk yaratıldı. adem'le havva, pamuktan elbiseler giydiler. cebrail, adem'e öküz beslemeyi ve buğday yetiştirmeyi öğretti. adem ile havva'dan insanlar çoğaldılar. adem'in yaptığı her şey insanlar için adet oldu. adem, alemin aynasıdır. her mekan ayna içinde görünür. allah, adem'de ayna oldu. adem'i yüzüne perde eyledi. perdenin aslı su, toprak, ateş ve yel'dir, fakat perde içindekinin kim olduğunu bilmek lazımdır. daha sonra şit peygambere geçilir. insanların bir kısmı şit'e, bir kısmı sam'a tabi olur. ademoğlu üçe ayrılır: beyler, raiyyetler ve peygamberler. daha sonra nuh tufanı, ibrahim'in nemrud'la mücadelesi, musa peygamber ve firavun, davud ve isa'dan kısaca bahsedilir ve muhammed'e gelinir. muhammed'in nuruyla kainatın dolduğu, puta tapanların mat olduğu anlatıldıktan sonra onunla, birlikte peygamberler devrinin bittiği ifade edilir. nübüvvet devrinden sonra velayet devri başlar. peygamberden sonra zuhur eden şeyhler, mana sırlarını keşfedip halka hak yolunu gösterdiler. sabrı ve kanaati adet edindiler. acı sözlerle tahammül edip dünya için endişe çekmediler. onlar da gidince onların erkanı kaldı. işte dervişler bunlardan nişandır. buraya kadar olan kısım, gülistan'ın giriş kısmı gibidir. eserin bundan sonraki büyük kısmında belirli bir konu, hikaye edilmez. kaygusuz abdal; konuyu dervişlere ve tasavvufa getirmek için yukarıda hülasa ettiğimiz girişi yapmış gibidir. bundan sonra tasavvufla ve dervişlikle ilgili önemli hususlar ve tabirler uzun uzun anlatılır. çoğunlukla nasihat üslubuyla ve sade ifadelerle tasavvufun çeşitli konuları hakkında bilgi verilir. mesneviler kaygusuz'un eserlerinin bulunduğu yazmalarda, mesnevi başlığı altında üç şiiri kaydedilmiştir. bunlar mesnevii baba kaygusuz adı altında verilmiş, ikinci ve üçüncü mesneviler, mesnevii sani ve mesnevii salis adıyla adlandırılmıştır. ikinci mesnevi için marburg nüshası küçük mesnevi adını da kullanır. eserinnüshaları mesnevi baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevi i sani mesnevi i salis mesnevii evvel staatsbibliothek, marburg nüshası, ms. bu kısımda vahdeti vücud görüşü, gahi adem gahi şit ü gah eyyub gahi musa olursın gah şuayyub' beytinde görüldüğü gibi allah'ın peygamberlerde tecelli etmesi şeklinde ifade edilir. bu yolla peygamberlerin adları sayılır: insanlara bazı öğütler verildikten sonra, allah'ın nerede olduğu ve mahiyeti meselesi üzerinde durulur. yedi kat yerde mi, yoksa gökte mi bulunduğu; vücut mu, can mı, erkek mi, dişi mi olduğu sorulur. daha sonra; kamu alem içindeki can oldur bu kıssa vü hikayet ü destan oldur o'dur vahdet gülistanında bülbül o'dur vuslat çimenünde biten gül denilerek yukarıdaki suallere vahdeti vücud görüşüne göre cevap verilir. bunu ancak aşıklar anlar. aşıkların ahvalinden bahsedildikten sonra attar'ın mantıku'ttayr adlı eseri ele alınır. bu eserde, simurg adlı kuşun kafdağı'nda mekan tuttuğu ve cümle kuşların sultanı olduğu ifade edilmiştir. otuz bin kuş simurg'u arayıp giderler. sadece biri ona ulaşır ve aynada cemalini görür. fakat gördüğü kendi nakşıdır. daha sonra kaygusuz, misafir bir derviş olarak dünyayı gezerken bir şehre vardığını söyler. kal'a dan biri çıkıp ona nerden geldiğini, ne sattığını sorar. derviş, şehre girmek için destur ister. destur verilince içeri girer, bakar ki bir muazzam şehir. ne mısır ne de şam onunla kıyaslanabilir. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, üç yüz altmış altı çarşısı, on iki burcu ve dört yüz kırk dört sipahisi, on iki kapısı vardır. derviş bütün şehri dolaşarak müşkülünün hallolduğunu ve özünü bildiğini söyler. bilmediğin sözü söyleme, ulaşamayacağın şeye elini uzatma, kırılacak dala konma, fakirlerin elinden tut, tuz ekmek hakkını unutma, kendi işini başkasına bırakma. gibi nasihatlardan sonra; oldur ahi ahmed'ün alnunda nur oldur ahi eyyub'a şükr ü sabur diyerek yine vahdeti vücud anlatılır. bundan sonra bir pire bağlanmanın lüzumuna işaret edilir. şeriat, tarikat, ma'rifet ve hakikata ancak pir'in yol göstermesiyle ulaşılır. pir ve mürit, talib ve matlup hepsi bir noktadan olmuştur. kainat, önce bir noktadan ibaretti. nokta çekilip elif oldu. elif'ten üç harf meydana geldi. daha sonra sözün ehemmiyeti üzerinde durulur. nutfeden ademin ana rahminde teşekkülü ve dünyaya gelişi anlatılır. insan dört safhadan geçtikten sonra ölür. işte insan bu hayatını boşuna geçirmemeli ve bir yol eri ne bağlanmalıdır. çünkü sağı, solu, hayrı, şeri yol eri bilir. yol eri keşşafü'lkulubdur. özünü tahkik suretiyle bilir. özünü bilen de rabbini bilir. bundan sonra men arefe nefsehu. hadisi açıklanır. mananın ehemmiyeti üzerinde durulduktan sonra tekrar önemli örneklerle vahdeti vücud anlatılır. nur u zulmet birligi yitdi tamam birlik içinde bir oldı has u am dahı hiç cihanda gayrı kalmadı ikilik bir oldı ayrı kalmadı ten ü can birlikde eyledi karar birligi kıldı kamusı ihtiyar birlik oldı el emindür töre düz birlige yitdi kamu yahşı yavuz aslı fer'i bir şey oldı kayinat küllisi bir oldı arab türk ü tat beyitleriyle birlik üzerinde durulur. daha sonra nefse geçilir. insanın nefsine uymaması tavsiye edilir. çünkü bir gönüle iki sevgi sığmaz. o halde nefsi bırakmalı, ona uymamalıdır: bir gönülde iki sevgi sıgmaya iki dilliden safaluk dogmaya diyen kaygusuz abdal yine vahdeti vücuda geçer. birtakım nasihatlerden sonra her kişi kim hakkı batıldan seçer ana dimişler bu yolda gerçek er diyerek gerçek erin nasıl olması gerektiğini anlatır. onun katında her diken gül olur. cümle kainat ona cennet olur. vahdet mülkünün sultanı olur. cevabdurrahman güzel herden cevheri o fark eder. içini dışını aşk ile yandırır. sözü pişirir, sonra söyler. dünya mülkünü tamamen terk edip dinini iman ile mamur eder. o, ahmed huylu, isa nefesli, eyyüb sabırlıdır. gözleri ya'kub gibi yaşla dolar. gönlü madeni esrar sırrı, canı vahdet aleminin defteridir. bir nefeste bin ibadet eyler, sözlerini mizana tartıp söyler. her şeye hikmetle bakar. zahir içinde batını nurdur; cismi viran, kendisi mamurdur: bu nişanı kimde görsen bil yakin oldur er dutgıl etegin öp elin diyerek yukarıdaki vasıfları taşıyan kimsenin gerçek er olduğunu ve ona bağlanmak gerektiğini ifade eder. dünyada herkes er olamaz; herkes de erin kim olduğunu bilemez. evliyanın kim olduğunu er bilir. evliyanın delil olduğu insan, iki cihanda zelil olmaz. bundan sonra tekrar, evliyanın vasıflarını sayar. insanın hayvan olmadığını, dolayısıyla dünya lezzetine gafil olmaması gerektiğini belirterek bu dünyanın geçici olduğu, akıllı olanın dünyayı terk etmesi lazım geldiği hakkında öğütler verir. dünya bir görgeç evidir. kimse dünyada baki kalmamıştır. nice sultanlar da göçüp gitmişlerdir. dünyaya gelmekten murat, mal sahibi olmak değil, hakk'ı bilmektir. etraftaki her şeyde allah tecelli etmiştir. tekrar öğüt verici beyitlerden sonra meratibi erba zikredilir. daha sonra yine allah'ın her yerde tecelli ettiği anlatılır. ferhad'a şirin görünen, leyla'nın yüzündeki güzellik odur. halil'i nemrud'un odundan saklayan, yunus'u balık içinde bekleyen, yahya'yı her dem ağlatan, eyyüb'ün dertli bağrını dağlatan odur. daha sonra herkesin kendine uygun olan işi yaptığını ifade eder. sofi, zikr ü tesbih etmeli; zahit öz huzurunu beklemeli; aşık feryad ü ah etmeli; derviş öz yolunu gözetmeli; bülbüle gülistan, tavusa seyranı bostan gerektir. tutinin layığı şeker, karganın maksudu murdardır. insan konuşur, hayvan otlar; türkmen yaylaya göçmeli, harama, kervan gözlemeli, emin kişi kendi yolunu izlemelidir. bundan sonra yemeklerden bahseder: dograma darı çöregin ayrana ayrandan yegdür balıla kaygana türkmen'e vir yahniyile burmayı arabun önüne dökgil hurmayı sonra tekrar, her şeyin yerli yerinde olması gerektiği hususunda birçok örnekler verir. leyleğin yeri gülistan değildir. bülbülün yeri gülşen, baykuşun viranedir. saksağan bülbül gibi ötemez; her çiçek güle benzemez. abı hayat değme su gibi değildir. her sedeften inci çıkmaz. iğne, kılıcın yaptığı işi yapamaz. kelebek uçmakla kuş olmaz. atla eşek bir değildir. her işin aslını anlamak için, kendini bilen insana sormak lazımdır. halik, mahluk, ırak, yakın, sedef, inci, haşr, sırat, aşk, aşık, maşuk, katrei umman, bağ, bağban, hayır, şer, dünya, ahiret, sen, ben, şakird, üstat, vahdet, kesret'in ne olduğunu hep kendini bilenden sormalı. her işin aslını o bilir. seni vuslata o iletir, imanını aşk ile kaim eyler. gönlünde türlü hikmet bitirir; gözünden perdeyi kaldırır; küfrünü kesip iman aşılar. isterisen buncılayın bir nasib hakk seven kişi yile ol habib diyerek bu konuyu bitirdikten sonra tekrar birlik ve vahdeti vücud konusuna döner. birligi söyler birikdi cümle dil her gönülde bitdi birlikden hasıl ol kişi kim bu haberi söylemiş bir aceb vasfı hikayet eylemiş kaygusuz abdal dimişler bir fakir kulak ol bir dem sözini dinle bir beyitleriyle birinci mesnevi sona erer. ikincimesnevi marburg nüshası'nda küçük mesnevi başlığıyla geçen bu mesnevinin, ank. bu ışk mevci yine başumdan aşdı sırrumı faş eyledi razumı açdı diyerek mesneviye başlayan kaygusuz, insanoğlunun nüshai alem olduğunu ifade eder ve insanın kıymetini anlatır: melekler, adem'e secde etmişlerdi. alem sedef, adem cevherdir; alemde olan her şey ademde vardır. adem; hüdhüd'dür, simurg'dur, kaf'dır. allah da ademde aşikar olmuştur: cümle eşyadan maksut, ademdir. ademi bilen köle iken sultan olur. insanın gözünü açması; ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini düşünmesi lazımdır. çünkü yıldızlar onun için parlar; ay onun için batıp çıkar. su, ateş, toprak ve havanın tılsımı odur. huri, tuba, havuz, kevser onun içindir; bu dünya çarkı onun için döner. cihan onun için gülşen olmuştur. abdurrahman güzel insan hayvan hasiyetini bırakıp eğer kendisini bilmezse bilene sormalıdır. diyen kaygusuz, evliyanın insanlara delil olduğunu, delile uymayanın zillete düşeceğini ifade eder: delilsiz bu yola kimesne gitmez giden yolda kalur menzile yitmez. tarikat yolu emindir. onda ne azık ne su; ne harami ne yoldaş vardır. menzile yeten, kesretin tamamen gittiğini, her şeyin vahdet olduğunu görür ve geri gelip bize o halden haber verir. orada yaz, kış, gitmek, gelmek, doğmak, ölmek, uyumak, uyanmak yoktur. bu gibi nesneler orada kesrettir. orada sıfat yok, zat vardır. kaygusuz, daha sonra dünyayı anlatır: bu dünya acayip gülistandır. kiminin elini tutup sultan eder, kiminin yerini külhan eder. kimi aç, kimi toktur. kiminin vakti hoş, kiminin kesesi boştur. işte dünyanın hali budur. er olan kimse dünyayı bir pula almaz diyerek burada da eri anlatır. o, isa nefeslidir. özü, güneş gibi menşurdur. bu dünya halkı ona deli der; kimisi inkar eder, kimisi veli der. kimisi bunların niçin sakalını kırktığını sorar. kimisi bunlara bakmanın hata olduğunu söyler. kimisi ise bütün sırları bildiğini ifade eder. insanlara bazı nasihatlerde bulunan kaygusuz onlara kibirlenmemelerini, gözlerini açıp özlerini bilmelerini tavsiye ettikten sonra şunları söyler: acayibsin acebsin bü'l'acebsin özün matlubsun özgeye talibsin cihan başdan başa külli nur oldı her eşyada hakikat menşur oldı dahı herbir sada kıldı ene'lhak ruşen oldı bu ma'ni sırrı muglak dag u taş kuh u sahra müşkin oldı kokusı her çiçegün gülgun oldı nikabın açdı yüzinden bu dilber bu ne sözdür ne mansur'dur ne berdar aşıka her mekan mekke olubdur mekke bilmeyene sevda olubdur sırata'l müstakim düpdüz yol oldı özini anlayan külli ol oldı yukarıdaki tasvire devam eden kaygusuz abdal, vahdet aleminin güzelliklerini sayar. bazı nasihatlerden sonra tekrar insanın kıymetine döner. bütün dünyanın insan için yaratıldığını tekrarlar. cihanı tutan, tanrılık davası kılanlardan eser kalmamıştır. nemrud, şeddad, firavun nerede? cemşid, karun, afrasiyab nerede? kisra, kayser, azizi mısır nerede? hepsi göçüp gitmiştir. bundan sonra kaygusuz; düşünde bir şehir, şehir içinde bir padişah gördüğünü, şahane bir meclis kurulduğunu; padişaha bu esrar sırrını sorduğunu ve kendini bil, sen hayvan değilsin cevabını aldığını anlatır. sonra uyanmış, gözünden perde açılmış, sultan'ı allah'la görmüş ve aşkmüptela olmuştur: bu ışk ile cihan oldı münevver bu ışk ile döner künbedi devvar bu ışk ile denizler cuşa geldi bu ışk ile felek cünbişe geldi diyerek önce aşk hakkında, daha sonra gönül hakkında yazar. aşk, gönülde mesken tutmuştur. aşk ile gönül ezelden beraber gelmişlerdir. aşk gönül içinde delildir. bütün sırlar gönülde gizlidir. padişahı bulan gönülde bulmuştur. benim her şeyim allah'tır. şahım, mahbubum, dildarım, sermayem, dükkanım odur. onsuz bana can, cihan, cennet gerekmez der. yine gönlüm denizi taşdı çaglar yine ışk oldı bagrumı daglar diye devam eden kaygusuz, bundan sonra erenleri anlatır. cümle katrenin ummanı erdir. erenlerin himmeti arştan yücedir. her haberi erenlerden sorarlar. erenler halk içinde güneş gibidir. kimi leyla, kimi mecnun'dur. kimi namık, kimi azra'dır. nice kim söylesek söz ahir olmaz deveyinen ev içinde seyr olmaz sünü çuvalda gizlenmez dimişler kargaya karga, baza baz dimişler her şeyin yerli yerinde olabileceği hakkındaki daha başka atasözlerinden sonra vahdeti vücuda göre, dünyada görünen herşeyin o olduğunu anlatır: bülbül o, gülistan o'dur. anlatılan destan o, cümle cisme can o'dur. hüsni latif, zülfi perişan o'dur. geyikteki misk, kamıştaki şeker o'dur. türkmen'e çığ, kürd için cacığ o'dur. yara da o, merhem vuran da o'dur. abdurrahman güzel kaygusuz, sözü çok uzatma, helvayı gör başka şeye bakma. diyerek mesnevi'yi burada bitirir. kt. nu: veile süleymaniye, haşim paşa bölümü, nu: 'da birer nüshası vardır. kaygusuz, mesnevi'ye birliki anlatmakla başlar. kaf ile nun, çeng ile ney, hüdhüd ile simurg, ırak ile yakın, gece ile gündüz, her şey bir olduğunu belirtir. sonra her sırrın ademde mevcut olduğunu anlatır. kevn ile mekan ademe müştaktır. çünkü mabud, adem sıfatında görünmüştür. insanın kendisini başkasına sormasına lüzum yoktur. ilmi hikmetin tılsımı ademdedir. binişana nişan, her surete can ademdir. insan gözünü açıp özünü görmelidir. kendisini görebilen insan, birlik'e erer diyen kaygusuz, tekrar birliki anlatır. birlik haberi yayıldı şehirde birlik bazarı oldı her bazarda her su kim akar gülaba döndi kat' oldı günah sevaba döndi kurt koyunıla bile karışdı ugrı begile yol varışdı birlik aleminde her şey güzeldir, her şey birbiriyle dosttur. orada düşman ve ağyar yoktur. her şeyde allah vardır. onu görene ne mutlu! onu görene bütün kapılar açılmıştır. cihanda ne varsa ona keşf olunmuştur. o, bir çerağ, yahut yemişli bir bağ misalidir. tekrar adem in değerini anlatan, onun sedef içinde cevher olduğunu belirten kaygusuz, elhaya mine'l iman hadisini zikrederek edeb konusunu işler. imanın aslı edeb iledir. biedeb olan, hor ve hakirdir. bundan sonra aşk konusu ele alınır. alem aşk ile döner. cihan aşk ile parlar. cümle defter aşk ile yazılmıştır. alem aşk ile zuhura gelmiştir. musa, tur'a aşk ile gelmiştir. adem'i eşinden ayıran aşktır. aşk, gözü görene meşale, yol sorana delildir. nefis, insanı yoldan çıkarır. bu insan sağını solunu bilmez, kanadı kesilmiş kuşa döner. dini, imanı dünyadır. sureti, adem; özü, hayvandır. bir akçayı atasından aziz tutar. bir akça için bin yalan söyler; başından vazgeçer, ölüyü mezarından çıkarıp soyar. halbuki dünya kimseye baki kalmamıştır. dünya yalandır, fitnesi çoktur. insan, gafil olup dünyaya aldanmamalıdır. eğer insan, bu gafletten kurtulursa bütün sırları keşfeder. mansur'un niçin asıldığını, yu suf'un niçin satıldığını, ibrahim'in niçin ateşe atıldığım, muhammed'in miracı'nı, müslüman'ın haccını öğrenir. cennet, cehennem, yedi kat yer, kürsü, kalem, yedi kat gök nedir, hepsini anlar. ilmi ledüne ulaşır, sırrı layezale vasıl olur. kaygusuz, daha sonra tekrar ademi ve aşkı anlatır. tenin insan için bir tuzak olduğunu, zaten beş günlük ömrü olduğunu söyledikten sonra tekrar insanın ömrünü boşuna geçirmemesini bir delile tutunmasını tavsiye eder. bazı yiyeceklerden bahsettikten sonra bu kuş dilini ancak süleyman'ın anlayacağını, bu sıfatların dünya adeti olduğunu söyleyerek mesnevi'yi bitirir. abdurrahman güzel gevhername eserinnüshaları nüshanın bulunduğu yer eserin kayıt numarası şiir sayısı. etnoğrafya müzesi nu: menakıbname nüshası, beyit eser, mesnevi nazım şekliyle söylenmiş vebeyitten oluşmaktadır. eserinözeti gevher; cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır. bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. buradaki gevherin aslı, o birdendir. gevherin bir adı da mahmud' dur. kaygusuz'un gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığı vahdet teorisi içinde kısaca anlatılmıştır. mütekaiben de, muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi, güzellikleri ve daha nice vasıfları verilmiştir. allah ve peygambe hakkında yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu konuda da şimdilik en güzel örnek: kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername'yi örnek olarak verebiliriz. eser; tevhid bölümü ile başlar ve sonra şair, kendi halini hikaye ettiğini söyleyerek konuya girer ve şöyle der: marburg nüshası min kelamıgevhernameibabakaygusuzsultan başlığıyla yazılan bu mesnevi; daha önce mehmet akalın tarafından topkapı sarayı kütüphaneside kayıtlı mecmuailatife adlı yazmadan yeni harflere aktarılarak tamamıbeyit halinde yayınlanmıştı. : mehmet akalın, kaygusuz abdal'ın gevhernamesi; edebiyatfakültesiaraştırmadergisi, caferoğluözelsayısı, fasikül:; ank. bizim burada yaptığımız kritiğe göre mesnevibeyitten ibaret ve bir hayli farklılıklar vardır. . uluçay, kaygusuzabdalsultan, istanbul. bu tenim yoktu, ben sadece candım. katre değil, ummandım. orada ay ve güneş doğup batmazdı. daima birlikti. ayrılık, ölmek, dirilmek olmazdı. o zaman ne insan, ne melek, ne de gökler vardı. cümle varlık ancak o idi. cenabı hakk, kendi kudretini aşikar kılmak diledi. vahdet deryası dalgalandı. beni kenara saldı. menzilim derya iken katre oldu. gevher deryadan harice düştü. hikmetin aslı, o bir gevherdendir. gevher'in aslı da o, birdendir. gevherin bir adı da mahmud idi. hakk adem'i gevhere sedef eyledi. yani bu mülkü şereflendirdi. maksat sedefteki inci'dir. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. bütün suların aslı birdir. o gevher, muhammed'in canıydı. onun için cümle alem gülistan oldu. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı o gevherdendir. kaygusuz, hac mevsimi yaklaşınca şeyhi abdal musa'dan icazet alarak mekke'ye hareket eder. mekke'de; arafat, müzdelife vb yerlerde haccın rükünlerini yerine getirir ve medine'ye döner. burada yedi gün yedi gece kalır. bu zaman içinde muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını da ortaya koyan bu gevhernamei baba kaygusuz sultan adlı eseri söyler. daha sonra peygamberin nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyleyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eserini tamamlar. bak: mehmet akalın, kaygusuzabdal'ın gevhernamesi fasikül. eserinözeti dolap, kelime manası itibariyle; içine eşya konulan raflı veya rafsız göz; hile, dek, dubara; kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark; devreden, dönen; bedestenin içindeki küçük dükkanlardır. dolap, ıstılahi manada ise; allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesi dir. dolabname; allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda dolabname'nin birçok örneğine rastlanmıştır. ancak biz burada, kaygusuz abdal'ın dolabname'sini bu türe örnek olarak vermeye çalışacağız. kaygusuz abdal'a ait dolabname'nin yazılışı onun menakıbname'sinde şöyle anlatılır: kaygusuz abdal, hac farizasını ifa ettikten sonra anadolu'ya gelmek üzere medine'den hareket eder. şam'a gelirler. karyei nik ve kal'aı humus'a gelirler. orada da gerekli ziyaretleri yaptıktan sonra kal'aı hama'ya gelirler. asi suyu kenarında otururlar. görürler ki orada bir dolap su çeker, bunun iniltisi bir günlük yoldan duyulmaktadır. bu dolap'ın iniltisi karşısında kaygusuz abdal cuşa gelip bu kaside'yi söyler ve bu zamandan sonra dolab'ın adı daha sonra muhammedi dolab olarak literature geçer. kaygusuz abdal, dolabname'de özetle şunları ifade etmektedir: bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dolap şöyle cevap verir: ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. dallarım göklere ulaşırdı. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bir gün bir şahıs gelip nacağı saldı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. o zamandan beri ben dost diye inlerim. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam. sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolabname, sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir.her iki bölüme ait birkaç beyit ile örnek vermeye çalışalım: kaside-i dolabname-i kaygusuz abdal: mefailün su'al itdüm bugün ben bir tolaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba dolabın cevabı: tolab eydür eya çeşmüm çeragı işidmege cevabum aç kulagı benüm budur sorarsan sergüzeştüm ki ben yaylarıdum bir yüce tagı kaygusuz abdal menakıbnamesi, abdurrahman güzel nüshası. kaygusuz abdal'ın eserlerinde namaz konusuna dair önemli bilgiler yer alır. salatname adı verilen eserlerde, namaz hakkında yazılan manzum ve mensur eserler bulunmaktadır. kaygusuz abdal, bu eserinde; kendisinin namaz kılıp kılmadığı konusunda yapılan dedikodulara, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye cevap verir. o, beş vakit günlük namaz, vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını; bunların günlük ve yıllık rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını detaylı bir şekilde açıklar. bu manzume, dini-tasavvufi türk edebiyatında salatname türünün en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilir. eser, kaygusuz abdal'ın şiirlerinde görülen matematiksel detaylar ile de dikkat çeker. eserin muhteviyatı, dini ritüellerin tasavvufi yorumları açısından da önemlidir. kaygusuz abdal'ın minbername adlı eserinde; kendisinin bir cuma namazı esnasında, namazdan sonra hatibin kendisine bakarak söylediği sözlere verdiği cevaptan bahsedilir. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır ve olay kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: kaygusuz, günlerden bir gün bir şehre gelir. meger o gün mübarek cuma günüdür. müezzinler sela verirler. halk da abdest alıp camiye koşar. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua eder ve sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. bundan sonra hatip, bir kürsü üzerine çıkıp halka va'z u nasihat etmeye başlar. meger bu kürsü minbere yakın idi. cemaat dağılmayıp oturdılar. onun va'z u nasihatını dinlemeye başladılar. kaygusuz da oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. o hatip , oturduğu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. karşısında bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennemin kapısını açmağa; sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmaga' deyip bazı sözler söyledi; halka va'z u nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz anun sözini işitti. fi'lhal oturdugu yerden ayak üzerine durugelip gönlü cuşa geldi ve şöyle söyledi: akıl ile hali bildim. hakk'ı buldum, diyerek minberi tepenler ve halkı irşat etmeye kalkan kişiler; özünden geçmeden rabbini bilemez, allah'ı bilmek için benlik'i bırakmak lazımdır. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdır. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbını gözetirler, gönüllerinde türlü fitneler üretirler, birinin neşri için bakınız: salcı, agm. cunbur, agm. akalın, kaygusuzabdal'ıngevhernamesi edebiyat fakültesi araştırma dergisi, ankara,; güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ankara, ondugunu diğeri istemez. dünyada malı olanın dostu çok olur. kendi halinde olan aşıklara ise iş sevmez eşek' derler. arifler, hakk'tan başka bir şey bilmez. diğerleri ise bir sözü bin söz ederler ve dogru yolu bırakıp egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı, diyordu. daha sonra kaygusuz; dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından; alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de kosözifarigolkaygusuzabdal ki sözden açılur cümle kilukal' beyitle konuyu bitiriyordu. dini tasavvufi türk edebiyatı'nda bir tür olan kaygusuz abdal'ın mesnevi nazım şekliyle yazılmış minbername'si, bugüne kadar sadettin nüzhet tarafındanyılındabeyit olarak nesredilmiştir. halbuki bizim elimizdeki yazma nüshabeyitten oluşmaktadır. dini tasavvufi türk edebiyatı'nda kaygusuz abdal'a ait olan bu minbernamei kaygusuz baba adlı eseri, ilerdeki sayfalarda vermeye çalışacağız. bu eserin ayrıca risalei kaygusuz adıyla, tarihsiz, birkaç taş basması da mevcuttur. taş basması nüshalar, sayfa arasındadır. eserin adı, başlıklarda çoğu defa risalei kaygusuz, bazen de budalaname olarak geçer bazen de yanlış olarak dilgüşa başlığı altında verildiği görülmüştür. eserin ilk satırlarında; bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve seyri sadık dirler ve hayali nadan dahı dirler. kaydı vardır. eserinözeti insan aklı, anadan doğma kör ve topaldır. diyerek esere başlayan kaygusuz, aklı maaş ile hakk'ın bilinemiyeceğini söyleyerek şöyle devam eder: aklı maaş ile güneşin nurunu bulmaya çalışanlar bilmezler ki bu yerden ve bu gökden başka bir yer ve bir gök daha var. bunun arasında da iki direkli bir şehir var: bu şehre girmeyen allah'ın sırrından hiçbir şey anlayamaz. aklı maaş, ariflerin gecesinin kadir; gündüzünün bayram olduğunu bilmez. bu akıl ne kadar çalışırsa çalışsın arifler menziline yol bulamaz, şaşkın olarak kalır. bu ilmi aklı ma'ad bilir. buna mantıku'ttayr' derler. bunu bilmek herkese müyesser olmaz. ancak süleyman ve attar bilir. bir de gönlü ve gözü açık arifler bilir. arifler sohbetine girmeyen hiçbir şey bilmez; murad ve maksuduna eremez. bu defa gönülleri buğz ile dolar ve ariflerin sözlerinin küfür olduğunu; onları az iken kırmak lazım geldiğini söylerler. bu sapıklar ve kısırlar bilmezler ki hakk leşkeri kırmakla tükenmez. eğer güzel. diğer yazma nüshaların bulunduğu yerler için bakınız: nüshatavsifleri bölümü. onlardan biri emmin oğlu'ndan sual ederlerse, gönülleri buğz ve melal ile dolmasın diye molla sevündük oglu toparan aga 'nın ulu babası hızır'dan böyle işittim. derim. kabul ederlerse ne ala, etmezlerse emmin ogulları kabul ederler. bundan sonra kaygusuz, göz ile görüp, gönlüm ile inandığım şeyden haber verürüm; görmediğüm bilmediğüm yirden haber virmem. beni anlayandan icabında ben de sorarım. diyerek tasavvuf konularına girer. birinci konu, kendini bilmektir. insan, suret midir, can mıdır; kul mudur, sultan mıdır, bunu bilmeli. kendini bilenler şehzade iken geda olur; mekanları gülşen iken külhan olur. kendini bilene atasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının südü haramdır. insanları vatanı asli den bu dünyaya gönderdiler. arkasından nameler ve haberciler de gönderip yahşı amel kılmasını arzu ettiler. fakat onlar cihanın nakşına aldanıp gafil oldular. sen kendi bildiğini bir kenara bırak, bir mürşidi kamile bağlan, arifler ve ehli diller meclisine gir ki ahiret marazlarından emin olasın. yarın mahşerde insanların kimi eşek, kimi sığır, kimi maymun suretinde olur. eğer dünyada bir mürşidi kamile bağlanırsan kıyamette yüzün ak olur. ikinci konu, gönüldür. gönülde gizli mana yazılıdır, dile gelmez. bu mana ancak gönüle yol bulana feth olur. gönül bahrine yol bulan, ne inci isterse dalıp çıkarır. gönlü bırakıp surete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar. hakk, gönlü kendisi için yaratmış ve kim beni isterse, kırık gönüllerde bulsun, demiştir. gönüle girmeyen istediğini bulamaz, şekeri kamıştan ayıramaz. gönüle giren ise herşeyi sorup çıkarır; muhannetleri er, erleri şiri merd; şiri merdleri, ferd eder. vücud bir dükkandır, insana kiraya verilmiştir. insanın bu dükkan içindeki hazineyi arayıp bulması lazımdır. örfiyyeye erenler arif olur, ariflerin gecesi kadir, gündüzü bayramdır. onlara eren mukallit iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken maşuk olur. bundan ileri makamı olmaz ve bu makama makamı mahmud derler ki bunı arifler bilir. üçüncü konu, hakk'ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikatı bilmektir. insan, hakk'ı dünyada iken bilmelidir. çünkü burada bir katre olan amel, öbür dünyada umman olacaktır. ahirette hakk taala bir dolunay gibi görünecektir. orada temaşa bakidir. asıl mesele bu dünyada iken hakk'ı bilmektir. bu dünyada iken insanın uzun kısa fikirleri bırakıp makam ve hal ehli olması lazımdır. fırsat elde iken kaya kuşu gibi ömrü lak lak ile geçirmemeli, körler gibi deve tepmesini somun sanmamalıdır. muvahhit olan kendini bilir. mülhit, öz eliyle kendini toprağa gömmüş olur. ancak muvahhitlik, kal ile olmaz. mecazi söz hal olmaz, bal dimekle abdurrahman güzel ağız bal olmaz, dervişlik şemle ve şal ile olmaz, ehli külhan taç vurunmaz, her ahunun göbeğinde misk olmaz, her kamışın içinde şeker olmaz. harabat ehli; ölmeden ölenler, içi maşuk, dışı aşık olanlardır. onlar bihodluk şarabını içip daha ölmeden soru ve hesabı verirler. onlar havf ve recadan kurtulup hayır ve şerden geçmişlerdir. onlar suret kapısını kapayıp ademi tekayyüd etmişlerdir. müritlikten ve şeyhlikten, ikrardan ve inkardan, küfür ve imandan geçmişlerdir. varlık yokluk lezzetinden fariğ olmuşlardır. ne öğünmek ne dava ne keramet ile uğraşırlar, ne tesbih ne seccade ne ibrik düşünürler. daim tenha olup bu halka karışmaz olurlar. felekler sağ ellerinde, melekler sol ellerindedir. dördüncü konu, kaygusuz'un kendi vasfı hali'dir. gökler, yerler, yıldızlar, hiçbir şey mevcut değilken allah, kendi gizli hazinesinin bilinmesini istedi, kendi kendisini temaşa ederek kafınun'a vurup bu karhaneyi yarattı ve hemen kendisi sır oldu. kaygusuz; biz de bu karhaneyi seyritmek istedik, padişahı alem dilegümüzi kabul idüb, bize insan donunı giydirüp bizi bu dünyaya gönderdi. diyerek devam eder. halik'in emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, dellal olup satdum. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp utıldum. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başçı, gah demürci, gah kürekçi eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah deryada mahi, gah daglarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudım. elkıssa dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi, gah anaya beni kız eyledi gah anayı bana kız eyledi gah beni tıfl idüb anlara besletdi. gah anları tıfl idüp bana besletdi. ve'lhasıl ne başunuz agrıdayum nice kerre ata belünden ana rahmine, ana rahmünden cihana geldüm. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende gah perende oldum. nice bin kerre küfr ü imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karuşdum. nice bin dürlü hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. nice bin suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam bu nefis askeri beni güçden güce saldı. ve kabdan kaba boşatdı. şehrbeşehr, karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. bundan sonra kaygusuz, ansızın anadan doğup tıfl, baliğ, yiğit, pir olduğunu, bir gün ruh aşinalarının halinden haber sorduğunu söyleyerek onlara kısaca yirmi beş bin aşiyan gezdim ve seyran ettim diye cevap verdiğini anlatır ve şöyle devam eder: bana aferin derviş, iyi hikaye eyledin, ama bunlar düş müdür, hayal midir, yoksa sen sayıklıyor musun? diye sordular. ben de; görmediğini, bilmediğini söyleyen namerttir. alim değilim ki ilim bileyim, veli değilim ki kerametim olsun. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonup erenler meydanına kodum. diye cevap verdim. aklı ma'ad'a mukarin ol, dünyaya takılma, sonun düşün kimseyle düşmanlık itme, helali haramı ayur, haksız işlerden sakın, cahile karşu yumuşak, arifler katında sessiz ol, sorulmadıkça konuşma. gibi öğütlerden sonra kaygusuz yine bir mürşidi kamile bağlanmayı tavsiye ederek bu konuyu bitirir. beşinci konu, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakk'ı bilmek olduğudur. bugüne kadar halk birbirine bu karhaneyi kim bünyad etti diye sormuştur. yerdekiler onu gökte, göktekiler yerde aramışlardır. yüz yirmi dört bin peygamberin her biri bir söz söyledi, hiçbiri bunu temyiz edemedi. ancak muhammed bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içinde bildirdi. buyurmuştur. bundan sonra kaygusuz, insan vücudunu anlatır. daha sonra nefsi anlatan ve vücutta hakk'tan gayrı bütün düşüncelere nefs denildiğini bildiren kaygusuz, bütün yaratılmışlarda allah'tan bir şem'a olduğunu söyler. allah herşeyi muhittir. ayeti ve komşu hakkı, tanrı hakkı sözü bunu anlatır. kaygusuz şöyle devam ediyor: yiğitlik menziline kadem bastığım zaman yolum bir çöle düştü. yetmiş iki millet orada şaşkın. ben de aralarına karıştım. bin türlü beladan sonra kendimi bir kenara çıkardım. karşımda bir şehir görüp o yana gitmek istedim ama gidemedim. bir oğlan zuhur edip beni o şehre götürdü. ben de avcı zağarı gibi yanına düştüm. şehre girince oğlan kayboldu. yalnız başıma şehrin her köşesini dolaştım. orada sonsuz cevherler vardı. ne istesem o anda mevcut olurdu. abdurrahman güzel şehir insandır. hakk'ı isteyen orada bulur. çünkü cümle yaradılmışta hakk mevcuttur. kendini bilen, cümle eşyanın aslını ve fer'ini bilir. ne istersen kendinden iste. çünkü her şey ademin vücudunda mevcuttur. insan bir mürşidi kamil'e bağlanmalıdır. çünkü mürşit, hazık bir hekimdir; hastanın marazını bilir. ancak herkes mürşit olamaz. mürşidi kamil odur ki özünü bilmiş ve kendi vücudunun şehrinde hakk'ı bulmuştur. hakk ile birleşmiş ve süleyman gibi hatem sahibi olup yedi iklime hakim olmuştur. alemde mürşit de mürit de bir olur. buna mukabil insan sıfatlı mürşitler çoktur. bunlar kibriyanın müşrikleridir. hakk'ı isteyenleri azdırıp nefis yoluna salarlar. kendilerini hızır'a benzetip şeyhi vaktız derler. ancak bunlar sırru'llahı bilmezler. kel ilaç eyleseönce kendibaşınaçalardı. dünyalık işin kendilerini halka sevdirip yalan sözler ve mühmel remizler ile avamı ve cahili kandırırlar. işte peygamber'imizin buyurduğu, din yolunun dikenleri ve halkın çirkin kokuları bunlardır. müritlerinin kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oğlan, kimi uşaktır. kendilerini de şibli, hasanı basri, bayezidi bistami yerine koyup keramet iddiasında bulunurlar. halka dam ü tezvir içün başların kabartup bol cübbeler giyüp musahebet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler, benzin saradup dudağın kemerlendürürler, muttasıl oruçdur disünler, bunlar her dem başın aşağa salarlar, gah sadık ve gah ah iderler, ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler eydürler ki ya'ni pirinden ana ziyada nazar olmışdur disünler. daha sonra kaygusuz, tekrar mürşidi kamil tavsiye eder. fırsat eldeyken insanın nadanlığı bırakmasını öğütler. ali, halvet buldukça muhammed'e ne amel eyliyeyim ki ömrümü ziyan etmemiş olayım? diye sorarmış. peygamber de hakk'ı istersen kendüni bil, arifler sohbetine gir. diye cevap verir. kaygusuz, şöyle devam ediyor: birgün bir sohbete uğradım. muhammed, isa, musa, ibrahim ve adem oradaydılar. bana kuş dili bilirsen söyle, bilmezsen kalk git. dediler. ben de ya söylerim ya giderim deyip söze başladım: bu cihan bir kubbe misalidir. ay ve güneş kandile benzerler. yedi kat yerler vücudum, sular damarım, gökler çadırım, arş seyranım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, bu nakşı pergal seyranımdır. yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekne, yerden göğe bir kulaç, yerin eni boyu bir karıştır. su yukarıdan aşağıya akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar. gökler, dolap gibi döner, yerler daim durur. bunların cümlesi bir vücuttur. bu bütün kainata ben halikim, beylik, hakimlik, kulluk benim karinemdir. bundan sonra bir dervişin gördüğü rüyayı anlatır: derviş sonsuz bir çölün ortasındadır. çölün ortasında bir büyük yol var. derviş bir müddet yolda gider, fakat yolun sonu yoktur. orada kendinden başka kimse de yoktur. bari çağırayım, belki biri cevap verir, diye düşünür. fakat çağırmalarına hiçbir cevap alamayınca: alemi kül vücudı can ben oldum cihana can cihana can ben oldum süretümi gören dir ki beşerdür suretle sıfatı rahman ben oldum, şiirini okur. tekrar mütehayyir kalır. birilerini arar, fakat yine bulamaz. bu düş mü, hayal mi, diye düşünür. bakar ki düş değil, özü özüne görünür. başı taçtan dışarı çıkmış. hemen başını özüne çeker. bakar ki ne sahra var ne yol. kendinden başka kimse yoktur. bunun üzerine bendedür' redifli şiirini okur. kitap burada sona erer. abdurrahman güzel kitabı miğlate eserinnüshaları aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, kitabı miğlate'nin mar, nu:; süleymaniye, düğümlü baba bölümü, nu:; ankara genel kitaplığı, nu:; ali emiri blm. nu. vatican, turco, nu: ı; süleymaniye, hacı mahmud efendi bölümü, nu:; ve istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: 'te birer nüshası vardır. nüshası yirmi beş varaktır. basma budalaname nüshalarında, yeni bir esere bağlandığı belirtilmeden kitabı miğlate'deki hikayelere geçilir ve böylece kitabı miglate'nin baş tarafı budalaname'lerde yer almış olur. eserinözeti eserin adı; mevcut yazmaların en eskisi olan tarihli nüshasında kitabı miğlate şeklindedir. muahhar olan diğer nüshalarda eserin adı kitabı mağlata olarak kaydedilmiş ve bazı araştırıcılar da bu şekli kullanmışlardır. ancak biz, eski nüshadaki şekli tercih ettik. esasen birini şaşırtmak, yanıltmak için söylenen zihin karıştırıcı, saçma sapan söz manasına gelen mağlata kelimesi, böyle bir esere isim olarak uygun düşmemektedir. miglat ise yayın gerilmesi suretiyle uzağa atılan, isabet kaydeden ok manasına gelmektedir. bu sebeple eserin adını miglataname olarak kabullendik. kitabımiglate'nin neşri için bak: güzel, kaygusuzabdal'ınmensureserleri. neşri için bakınız: ergun, bektaşişairlerivenefesleri, istanbul. diğer yazma nüshaların bulunduğu yerler için bakınız: nüsha tavsifleri bölümü. mes'ud, erraid, baskı, beyrut. eser, budalaname'nin sonundaki rüya ile başlar. rüyasında çölün ortasına düşmüş derviş şiirler okuyup birisini ararken aksakallı bir şeyhe rastlar. elinde asa, boynunda tesbih vardır. ona kim olduğunu ve bu çölün adını sorar. şeyh, buraya heyhat sahrası derler diye cevap verir ve kendi macerasını anlatır. vaktiyle meleklere yakın ve adının azazil olduğunu, şimdi ise şeytan lakabını taşıdığını söyler. derviş, gördüğü şeyhin şeytan olduğunu öğrenince kaçar. bir yerde oturup dinlenirken yine bir rüya görür: yine bir sahra ve ortasında ulu bir ağaç görür. ağacın dibinde büyük bir yığınak vardır. bütün peygamberler orada toplanmışlar. ortada muhammed vardır. burada bulunan diğer peygamberler, muhammed'e devenin büyüğüne deve derler. türkçede küçüğüne köçek derler. köçek de deve değil midir? diye sorarlar. peygamber de o da devedir, ama küçük olduğu için ona köçek derler. diye cevap verir. bu sırada derviş muhammed'e doğru yürür ve ona bu sahranın adını sorar. peygamber buraya kabe kavseyn derler ve ağacın adı şecerei islam'dır. gördüğün beş budak da islam'ın beş erkanıdır. diye cevap verir. derviş ağacın iki budağına güneş vurduğunu, diğer üçüne vurmadığını gördüğü sırada uyanır. kendisini tek ve tenha görür. bakar ki yer, gök ve bunların içindeki bütün eşyanın sesi kendi vücudundan gelir. o zaman anlar ki bu alemden murat, kendisidir. daha sonra derviş akıl pazarına girer, bakar ki buranın sultanı muhammed mustafa'dır. aşk pazarına girer, görür ki buranın sultanı aliyyülmürteza'dır. bu defa derviş sahrayı ali'ye sorar. ali yukarı bak. derviş bakınca herşeyin allah'ın birliğine tanıklık verdiğini görür. derviş: peki, bu sayvanın sahibi nerededir? diye sorar. ali: sayvanın sahibi yine sayvanın içindedir. diye cevap verir. derviş: ben onu göremiyorum, nasıl görebilirim? diye sorar. ali: bu suretlerin içünde cümbüş kılan ve şubede gösteren sayvanın sahibidir. derviş bu cevapla şad olup hakk'a minnet bugün sultanı gördüm bihicab cism içünde canı gördüm zerreyidüm nagah güneşe irdüm katrem mahveyledi ummanı gördüm şiirini okur. ali'nin elini ayağını öpüp ben erkan töre bilmem. deyip bir müddet ali'nin kulluğunda bulunur, ona mürit olur. abdurrahman güzel bir müddet sonra derviş, süleyman peygamberi görür, fakat süleyman'ın kirpiği altından bakan ali'dir. derviş yine bir gün ali'ye sorar: yusuf peygamberin kuyuya düştüğü doğru mudur? ali: kuyu dedikleri bu cisimdir, kuyudan ki çıktım, mısır'a sultan oldum. diye cevap verir. daha sonra derviş yüz yirmi dört bin peygamberin ve cümle evliyanın ali'ye tahsin ettiğini görür. daha sonra muhammed'in bütün peygamberlerin önünde yürüdüğü nü, allah'tan bütün mahlukat için şefaat dilediğini ve allah'ın da, sen sana değeni iste! dediğini gören derviş, allah'a, ilahi, ben miskine dahi nazar eyle! dediği sırada uyandığını söyler. derviş bu defa şu rüyayı görür: yunus peygamberin katında bütün peygamberler toplanmışlar. o sırada şeytan gelir. şeytanla derviş çetin bir mücadeleye girişirler. derviş galip gelir. bütün peygamberler kendisine aferin! derler. muhammed'in emriyle kendisine taam getirildiği sırada uyanır. derviş bir rüya daha görür. bu rüyada da ali'nin önünde şeytanla mücadele edip kazanır. bir başka rüyada, isa'yı ve firavun'u görür. firavun'un piri olan şeytanla yine mücadele eder. şeytan kaçar. firavun'un askeri, dervişi kovalar. derviş onları da sapan taşıyla mağlup eder. isa peygamber de onu takdir eder. derviş, şeytanın torbasını ve dağarcığını ele geçirmiştir. onları dökünce içlerinden bir sürü garipnesneler çıktı. meğer şeytanın ne kadar fitnelikleri varsa bu torba içinde imiş. şeytan geri dönüp yalvararak torbasını geri ister. derviş şeytanı ayağından asıp bu fitnelikleri ne zamana kadar işleyeceksin? diye sorar. şeytan yalvarır. derviş, isa'nın şefatı üzerine torbasını vererek şeytanı bırakır. sonra derviş uyanır. bir diğer rüyasında derviş cümle eşyayı toplanmış görür. hepsi de bu sayvanın sahibini aramaktadırlar. derviş de onlara erişir. derviş'den, senin de bu bisata geldiğin var mı? diye sorarlar. derviş onlara adem'i anlatırken adem çıkagelir. adem, dervişe kim olduğunu sorar. derviş: ben senin vücudunda beraberdim. diye cevap vererek adem'in başından geçenleri ona anlatır. adem peygamber dervişe; nemrud, ibrahim'i ateşe atmak istermiş, gel beraber gidelim. der ve yola çıkarlar. bir kalabalık görürler. başlarında nemrud, odun toplayın, ateş yakın, ibrahim'i içine atın. diye emir veriyor. derviş gördü ki, şeytan nemrud'un varlığı olmuş. ne kim şeytan der, nemrud onu tutar. derviş adem'e nemrud'un yanındaki aksakallıyı tanıdın mı? diye sorar. adem tanımadığını söyleyince onun şeytan olduğunu söyler. bu sırada nemrud ve şeytan da onları görmüştür. nemrud adam gönderip adem'le dervişi çağırtır. onlar da giderler ve otururlar. mancınık kurulur, ibrahim getirtilir. şeytan ibrahim'e tanrı var dersin, gel bu küfür sözleri terkeyle, seni bırakalum der. derviş dayanamayıp bu ne küfür söyledi. diye sorar. şeytan da ibrahim'in nemrud'u tanrılığa beğenmediğini, başka tanrı var dediğini anlatır. bunun üzerine derviş, nemrud tanrı mıdır, ben bunun doğduğunu bilirim. horasan mülkünde beykozlu peçenek oğludur. ne zaman tanrı olmuş? nemrud, ibrahim'i ateşe atacağı sırada derviş allah'a, seni hak bilene inayet eyle! diye yalvarıp kepeneğini çıkarınca şeytan dervişi tanır. yine mücadele ederler. derviş şeytanı yakalayıp bağlar. nemrud'un askerleri dağılır. şeytanın müritleri olan dokyanus, firavun, şeddad ve nemrud gelip bu şeyhi bize sat, sana bir kepenek yapalım ve bir palan verelim. diye yalvarırlar. derviş de onlara bunun babası bu mu? diye sorar. nemrud bizi halimize bırak, kulluğuna durmuşuz. deyince dervişe bir zevk hasıl olur, diğerleri de dağılıp giderler. derviş burada uyanır. derviş yine rüyaya dalar. seyahat aleminde gezerken yolu bağdat'a ulaşır. bağdat'ın ortasında dicle ırmağı derler bir ulu su akar. üzerinde köprüler kurulmuş. şehirde arifler, alimler, akiller dolup taşar. derviş şehre girip rüyasının tabirini soracak kimse ararken karşısına behlul dana çıkagelir. behlul de onu görür; kucaklaşırlar. derviş, rüyasını behlul'e anlatır. derviş, behlul'ün kuş dilinden anladığını görünce cuşa gelip şiir okur. behlul'ün çok hoşuna gider, dervişi kucaklar ve yakasından içeri girip kaybolur. derviş uyanır. gördüğü rüyaları düşünen derviş tekrar uykuya dalar. düşünde cümle alemin hakk teala'nın birliğini söylediklerini görür. bir yerde kalabalık bir divan var. orada tanrı teala bir nurdur. nur parlayınca cümle eşya uyanır, hakk'ın birliğine şükreder. abdurrahman güzel derviş anlar ki hesap günü'dür: muhammed mustafa, cümle eşyanın ortasında ay güneş gibi o nura karşı durmuştur. allah kimsenin aybını yüzüne getirmemiş, herbirinin maksudu ne ise onu vermiş. her eşya kendi cinsiyle zevk u safaya düşmüş, soru hesap bitmiş, maksut yerini bulmuş, cümlesinin suçları bağışlanmış. tanrı'nın hasları bir yere gelmişler, tuba ağacının dibinde sohbet etmektedirler. derviş de onların yanına gelir. şeytan kılık değiştirmiş onlara hizmet etmektedir. derviş derhal onu tanır. bu esnada, gel kurban al, yeri göğü kaldıran öküzün balığın işi bitmiş, dervişlere hakk tebareke ve teala öküzü balığı kurban vermiş. derler. musa peygamber, derviş, kurbanı al, buraya gel, burada sohbet edelim. şeytan, bunlardan ne umarsın? der, derviş aldırış etmez, ileri yürür, görür ki balığı öküze yükletmişler, yürürler. gelenler derviş'e, burada bir sohbet yeri gördün mü? diye sorarlar. derviş de onları sohbet yerine getirir. bundan sonra derviş meclistekilere şunları anlatır: zamanı evvelde bu cihan yok iken allah bu cihanı halk etmek istedi. önce muhammed mustafa'nın nurunu yarattı ve ruhunu halk eyledi. onun nurundan ve ruhundan ali'nin nurunu ve ruhunu yarattı. ikisinin nurunu bir kandile koydu. bunlar bir zaman arşta muallak durdular. sonra bu nur yandı ve bütün alemler vücuda geldi. derviş alemin teşekkülünü, insanın meydana gelişini anlatırken tam adem peygamber mevzuuna geldiği sırada şeytan onu tanır. yine mücadele ederler. derviş şeytanı tutup bağlar; meclistekilere şeytanın dünyada yaptıklarını bir bir anlatır. şeytanın elini çözer, o da dünyada yaptıklarını kendi ağzından anlatır; o sırada derviş uyanır. bir başka rüyasında süleyman'ı görür. süleyman'la sohbet ederken birçok insanlar gelir. kim olduklarını sorarlar. süleyman hükümdar olduğunu, kurda kuşa hükmettiğini anlatır. derviş de önce adem donunda, sonra çeşitli kılıklarda cihana geldiğini anlatır. başka bir rüyada taht üzerinde oturmuş olarak ali'yi görür. bütün şeyhler, zahitler, abidler, sofiler gelip ali'ye selam verirler. ali onlara, gözlerinizi açıp bakın der. derviş dahil hepsi gözlerini açınca yerden göğe, gökten arşı ala'ya, arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya, oradan makamı kabei kavseyn'e, cennetü'l me'va'ya ve firdevsi ala'ya kadar her şeyi görürler. derviş bu manzara karşısında coşup bir şiir okuyunca, orada bulunan şeytan onu tanır ve üzerine yürür. derviş, şeytanı yine mağlup eder. ali dervişe tahsin eylediği sırada derviş uyanır. daha sonra önemli rüyalarda bütün alemi kendi içinde gören derviş muazzam bir şehir görür. üç katlı, on iki burçlu, on iki kapılı. yedi yüz yetmiş yedi mahallesi, dört yüz kırk dört çarşısı, üç yüz altmışaltı arkı var. iki direk üstüne bünyad olunmuş. derviş şehre girince orada iki sultan görür. birinin adı kabuli rahman, diğerinin adı makbuli şeytan. bunlar devamlı birbirleriyle savaşırlar. bu şehir aynı zamanda bir aynaya benzemektedir. bütün kainat bu aynaya akseder. daha sonraki bir rüyada bu şehrin kendi öz vücudu olduğun ve kendisinin bu şehre sultan olduğunu görür. bundan sonraki rüyalardan birinde muhammed'i, birinde süleyman'ı, diğerinde mısır sultanını görür. muhammed ona şam'ı sorar. derviş rum'dan geldiğini söyleyerek şam'dakilerin yoldan çıktıklarını anlatır. muhammed, allah'ın hepsini bağışladığını, ancak rüşvet yiyen nablus kadısının işinin kendilerine çok müşkül geldiğini söyler. süleyman bir geyik peşinde avdadır. geyik kaçarken dağda duran dervişin gölgesinde kaybolur. geyik dervişin içine girmiştir. cümle alem mısır sultanının divanında cem olmuşlardır. oraya gelen derviş, mısır sultanıyla karşılıklı şiir söyleşir. daha sonra uyuyan derviş, bütün alemin kendisine karşı secde ettiğini görür. cihandaki herşey onun vücudunda mevcuttur. bu manzara karşısında hayran kalan derviş şu şiiri okur! canum bu cümleye nüsha mıyım ben kamuda şurı aşkı kavga mıyım ben kamu gönüllerün fikr ü hayali kamu başlardagı sevda mıyım ben. bunu, söyleyen derviş; cihandaki her şeyin, cihan suretli bütün hayallerin kendi vücudunun gölgesi olduğunu görünce tekrar cuşa gelip şu şiiri okur: benem cümle vücud içindeki can benem külli sıfat her dürlü erkan benem leyli benem mecnun ki dirler benem ol ki özüm özüme hayran. böyle rüyalar görüp uyanan derviş kendisini şamakı şehrinde bir külhan bucağında görür. yer gök, her şey yerli yerindedir. eline kağıt kalem alıp gördüklerini bu kitaba yazar. ben bir düş gördüm, sayıkladım, şu kitabı yazdım, ariflere sorun bu düşün tabirini, bu söz ne demek olur, arifler manasın söyleyeler. diyerek kitabı bitirir. abdurrahman güzel vücudname vücut, kelime manası itibariyle; bulunma var olma, varlık; insan veya hayvan gövdesi, ten dir. vücut, ıstılahi manada ise; insanın allah tarafından yaratılışı, tanrı'nın bütün güzelliklerini kendinde toplaması dır. vücudname, insanın yaratılışı ile ilgili olarak yazılan manzum ve mensur eserlerdir. eserinnüshaları dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname ile ilgili yazılmış manzum ve mensur eserler vardır. bu eserler; vücudname ms. or quart. tübinger depot der staatsbibliothek, nu:, teil , b istanbul belediye ktp. ergin böl. nu:, istanbul üniversite ktp. nu:, 'b millet ktp. ali emiri böl. nu:, b ankara genel ktp. , nu. ankara genel ktp. , nu. eserinözeti kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı; levhi mahfuzdan başlayarak; yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erbaa ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatında vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudname'si bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman çelebi ve azeri sahasında yazılmış olan manzum vücudnameler de bu türün diğer örnekleri olarak değerlendirilebilir. kaygusuz abdal, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin ayetlerini dayanak noktası olarak alır. bu bakımdan eser, mü'minun suresi'nin ayetlerindeki; andolsunbizinsanı,çamurdan bir özden yarattık. sonraonusağlambirkarargahdanutfehalinegetirdik. sonra güzel. elmire, fikretqızı, vücudnamelerdemetinlerarasıelaqe, bakı. nutfeyialakyaptık. peşindenalakıbirparçacık ethalinesoktuk; bubirparçacıketikemiklereçevirdik; bu kemiklerietlekapladık. sonraonubaşkabiryaradılışlainsanhaline getirdik. yapıpyaratanlarınengüzeliolanallahpekyücedir. genel teori ilahi hükmü gereği insanın ana rahmine düşen nutfeyi yedi seyyarenin terbiyesi ile vücud bulup yaradılışına dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz abdal, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini; nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: işte bu yedi seyyarenin tesiri ve görevi de aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: insanın yaradılışında yedi seyyarenin etkileri: birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur. ikinci olarak merih terbiye eder et olur. üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur. dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur. beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur. altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir. yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. ademoğlunun doğumundan ölümüne dek mevsimlere göre şu dört vecihe benzer: birincisi oğlanlık'dur ki üç ay bahar'a müşabihdir. ikincisi yiğitlük'dür ki üç ay yaz'a müşhabihdir. üçüncüsü kırgıllık'dur ki üç ay güz'e müşabihdir. dördüncüsü pirlük'dür ki üç ay karakış'a müşabihdir. abdurrahman güzel on iki burcun her biri şu insan uzuvlarına müşabihdir: baş hamel göbek mizan alın seratan but kavs kollar sevr kasuk sünbüle eller cevza zeker akrep gögüs esed dizler cedy baldırlar devl taban hut'dur. sonra ademoğlunun dışındaki burun, ağız, kulakgibi ve batınındaki hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir: ayrıca dört melek'in de insan vücudundaki aşağıdaki uzuvlara benzetilmektedir. dört melek insanda bulunan şu uzuvlara müşabihdir: kulak mikail'e göz azrail'e, burun israfil'e ağız cebrail'e müşabihdir alemdeki meratibi erbaadan; kara kış, şeriat gibidir; yaz, tarikat gibidir; güz, marifet gibidir; bahar. hakikat gibidir: alemdeki meratibi erbaa dört mevsime müşabihdir: kara kış şeriat gibidir. güz marifet gibidir. yaz tarikat gibidir. bahar hakikat gibidir. bunlarinsandadahışöylegelirgeçer. meratibi erbaa'nın insanın yaradılışındaki karşılığı: ana rahmi şeriat gibidir. cihana gelmek tarikat gibidir. cihanda durmak marifet gibidir. cihandan gitmek hakikat gibidir ademoğlu yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir. adem, bir şehri muazzam'dır ki, nice bin alemler anda mahvolur ve bu şehrin on iki kapısı vardır ki bu alemin on iki burcuna mukabildir. bu kapıların kimisi açılır, kimisi kapanır; bunlarda hikmet çoktur. her akıl bunu kavramaktan bilmekten acizdir.bilmek ve kavramak isteyenler varsa onlar da ehline yani insan-ı kamil'e müracaat etmeli, onun eteğinden tutmalı, izinden gitmelidir. ademoğlunun on iki uzvu şunlara müşabihdir: baş, tacı devlete; alın, nuru hidayete; kaş, alemi kudrete; göz, nuru vahdete; kulak, pakı nübüvvete; burun, yolu cennete; ağız, kelime-i şehadete; gönül, mihri muhabbete; göğüs, kur'an-ı hikmete; el, kudreti allah'a; ayak, kuvveti allah'a; ve cemali hikmetullah'tır. insanoğlunun vücudunda bulunan kemik, damar ve sinir sayıları: üç yüz altmış altı kemik, dört yüz kırk dört damar, yedi yüz yetmiş yedi sinirdir. bu uzuvların her biri, alemde var olan şeylerin mahiyetini taşır. kaygusuz, talibe rehber gerekliliğini, kişinin kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını ve bu yüzden talim gerektiğini ifade eder. kaygusuz, her şeyin fani olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu belirtir ve bu alem yaratılmadan önce de allah'ın var olduğunu vurgular. "kün!" emriyle bütün mevcudatın yaratıldığını, yerin ve göğün sonsuzluğu karşısında hayran kaldığını, tüm peygamberlerin hakk'ı bulmak için çaba gösterdiğini, son peygamber muhammed'in bu karhanenin aslını ve fer'ini beyan ettiğini anlatır. kaygusuz, "gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi!" sözünü şöyle açıklar: çünkü nişan dahi eşya içinde bulundu. kim her şeyi görürse hakk'tan ayrı görür mü? bunlar hakk'tan ayrı değildir. çünkü hakk teala hazretleri eşyaya muhit olmuştur, yabanda aramanın aslı yoktur. eşyada aramanın aslı budur ki delili ademdir, yani insan-ı kamil'dir. kaygusuz, bu sözlerine nisa suresi'nden ayeti delil gösterir: "göklerde olanlar da, yerde olanlar da allah'ındır. allah her şeyi kuşatır." bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyler ve şu beyti getirir: "bir bazar kurdu ezelden, her metaı koydu, ol kendi aldı, kendi satıp bazar eyledi." kaygusuz'a göre, "her mürşidim diyen mürşit olamaz." bunun için tanrı'nın el vermesi gerekir. insanoğlu kainatın defteridir; yerde ve gökteki her şey onda mevcuttur. dolayısıyla insanın hakikati bilmesi için kendini bilmesi gerekir. bunun için de insanın suretini bırakıp manasını aramalıdır. insanın maksudu ne ise mabudu da odur. herkes özünü bir mürşide bağlamalıdır. insan kendisine bakmalı, kul mu sultan mı anlamalı. çünkü, bilenle bilmeyen bir olmaz. insanın kendisini bilmesi, mücerret hakk'ı bilmesi gibidir. çünkü muhammed; "men arafe nefsehu, fekad arefe rabbehu" buyurmuştur. kaygusuz da bu sözü şöyle açıklıyor: insan deryada gavvas, yani dalgıç olur, her cihetten azat olup devleti bulur. kendine bakınca gör ki özü bahri muhittir. on sekiz bin alem insana mütealliktir ve on sekiz bin sıfattır. altı bini nebatata, altı bini hayvanata, altı bini insana mütealliktir. bunlar da birbirlerinden ayrı değildir, ihtilat halindedir. tanrı ise hepsini kuşatmıştır. göklerde ve yerde olan her şey allah'ındır. onun için mahlukları dilimiz ve elimiz ile rencide etmemeliyiz. çünkü onlar rencide olursa tanrı da rencide olur. kaygusuz, padişahlar alemini ikiye ayırır: zahiri kutuplar ve batıni kutuplar. zahiri olanlar; kutbü'l aktab, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler ve bin birlerdir. cümlesi bin üç yüz elli neferdir. bunlar gece gündüz dünyanın dört köşesini dolaşırlar. kutbı alemin sağ yanında mürit, sol yanında halife vardır. bunların da eli altında veliler vardır. hepsi birden alemi nizam üzre tutarlar. batın erenlerinin halleri böyledir. hakikat hallerini allah'tan başkası bilmez. bundan sonra, ey davud, seni şüphesiz yeryüzüne hükümran kıldık. ayeti açıklanır. bu açıklamaya göre hüküm ve hükümet insanın elindedir. çünkü insan eşrefi mahlukat, makbulı vücuddur. yeryüzünde ondan daha şirin nesne yoktur. o, allah'ın zatının mazhardır ki başka eşyada bu kabiliyet yoktur. bundan dolayı cümleye hükmeyler. ancak insanların hepsi böyle değildir. birçokları sureta insan, fakat siret olarak hayvandan daha aşağıdadırlar. abdurrahman güzel, kaygusuzabdal'ınvücudname'si üzerine, türk kültürü, mart,; vücudname'nin neşri için bakınız: güzel, kaygusuz abdal'ın mensur eserleri, risalei kaygusuz abdal'ın muhtevası eserinnüshaları çalışmalarımız esnasında onun bilinen eserlerinin yanında, daha başka eserlerinin de olduğunu tespit etmeye çalıştık. risalei kaygusuz abdal da bunlardan biridir. fakat te'lif değil, tercümedir. çünkü yazmanın ilk sahifesindeki türkiye terceme olundı. ibaresinden bunun tercüme bir eser olduğu anlaşılmakta ise de henüz eserin aslını bugüne kadar bulamadık. ayrıca bu konuda elimizde daha başka herhangi bir ipucu da yoktur. dolayısıyla bu tercümenin ne derece tam bir tercüme olup olmadığı veya müellifimizin bazı ilavelerini ihtiva edip etmediği hususunda da şimdilik herhangi bir şey söyleyemiyoruz. eserin bildiğimiz tek nüshası istanbul belediye kütüphanesi'ndedir. bugüne kadar başka bir nüshasına tesadüf edilmemiştir. bu eserin, Xv. asra ait bir yazmadan, istinsah edildiği kanaatindeyiz. dil ve imla hususiyetlerinin kaygusuz'un diğer eserleri ile mutabakat arzetmesi, dükeli gibi bazı kelimeler bu kanaatimizi teyit etmektedir. hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz eserinözeti hazihi errisaletü kaygusuz abdal kaddesa'llahü sırruhu'laziz istanbul belediye kütüphanesi, osman ergin bölümü, nu: eser mensurdur. yer yer lirik parçalar ihtiva etmekle beraber, umumiyetle didaktiktir. muhteva ve şekil itibarıyle de kaygusuz abdal'ın diğer eserleriyle örtüşmektedir. budalaname'deki aklı maaş, aklı maad, nefsi bilmek. hakk'ı dünyada iken tanımak, hakikati bilmek, insanın dünyaya gelmekten maksadının kendini ve hakkı bilmek, gönül, mürşid, mürşidi kamil'e bağlanmak. gibi tasavvufi temler, bu eserde de aynen işlenmektedir. ayrıca kitabi miğlate'deki rüya motifine burada da rastlamaktayız. sarayname'deki cihansaray teşbihi de risalei kaygusuz'da yer almaktadır. kaygusuz'un gülistanı, mesnevi'ler ve dilgüşa'daki tasavvufi unsurların pek çoğu da yine bu risalede mevcuttur. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki risalei kaygusuz adıyla tespit ettiğimiz bu eser, kaygusuz'un diğer eserlerinden muhteva ve şekil itibariyle farksız görüldüğü için onun mensur eserleri arasında yer almasını uygun bulduk. yazma, asitanei yeni bağçe şeyhlerinden bendei kazlı çeşme esseyyid ismail hakkı tarafından h mtarihinde istinsah edilmiştir. eser, mesnevi tarzında kafiyelenmiş uzun bir şiirle başlar. burada vahdeti vücud anlatılır. insanlara dünya malına kapılmaması, kendilerini tanımaları tavsiye edilir. bundan sonraki mensur kısımda muhammed'e kadar bütün peygamberlerin, bu karhaneyi istemek babında temyiz. muhammed'in bu halin aslını ve fer'ini beyan ettiğini ifade eder. daha sonra, nefsini bilen rabb'ını bilir. hadisindeki nefs kelimesini kendi zamanına kadar hiç kimsenin açıklayamadığını söyleyen kaygusuz, nefs üzerinde durur: insan vücudu bir şehirdir nefs acaba bu şehrin kendisi midir, yoksa bu şehir içinde bir nesne midir? nefs iki nesneden ibarettir. biri vücudun bütünü, diğeri vücud içindeki hakk'dan gayrı hayaller, düşüncelerdir. bundan sonra ademin cümle şeyin özüne malik olduğunu anlatan kaygusuz, özünü bilenin mücerred hakk'ı bileceğini söyleyerek tekrar uzun bir şiire geçer: özin bilen hakikat hakk'ı bildi. fena oldı özini baki bildi güneş gibi alemde meşhur oldı heman sertakadem külli nur oldı can oldı külli kalmadı vücudı kamu alem ana kılur sücudı götürdi ten hicabın canı gördi can içinde nagah sultanı gördi anı gördi kamu veche yüz olmış kamu gönülde sır dilde söz olmış adem anun ile bulmuş şerefi odur gevher adem anun sadefi ademi don idinüp giyen oldur dilinde ademün söyleyen oldur yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bu uzun şiirde de allah'ın cümle eşyada mevcut olduğunu anlatan kaygusuz, altı varaklık farsça bir bölümden sonra bir dervişin bu kitabı yazan dervişe ki midani dersin durursun, sen hiç türkice bilmez misin? diye sorduğunu ve bir hikaye istediğini kaydeder. derviş, başımdan geçen hikaye mi söyleyeyim, yoksa işitilmiş hikaye mi söyleyeyim? diye sorar ve başından geçen hikayeyi anlatır: insan kisvetini giymeden can idik ve sultanın vücudunda bir idik. aniden gördüm ki yer, gök, yıldızlar, seyyareler tamam oldu. her eşya yerli yerini aldı ve padişahı alem bunların içinde sır oldu. alem cümbüşe geldi, her şekil ve suret bir ayrıksı şubede göründü. padişah, adem donunu bize hil'at olarak verdi. donu giyip bu mülkü seyrana geldik. yoldaşabdurrahman güzellarımızın herbiri bir şeyle meşgul oldular. sonunu düşünenler evliya enbiya oldular. sonunu düşünmeyenler, hala dolaşıp durmaktadırlar. allah bunların fiiline göre bir ev düzdü, içini sekiz tabaka gülistan eyledi. onun aksince bir yer daha düzdü, içinde zindan suretli kişiler koydu. bu teferrücün içinde ben bir meclise eriştim. muhammed mustafa, isa, ibrahim gibi peygamberler oturmuşlar, sohbet ederler. bana da yer gösterip bir hikaye bilirsen söyle dediler. derviş, vahdeti vücudu anlatan bir şiir okuyunca meclistekiler onun kuş dilini bildiğini görüp onu övdüler, bir hikaye daha söylemesini istediler. o da şunları söyledi: yer vücudum, sular damarım, gök çadırım, arş sayvanım, çarh devranım, yıldızlar meşalem, nakş ü hayaller teferrücüm, yedi kat yer bir avucum, dokuz felek bir değirmen, gece velayet, gündüz nübüvvet, kış koz, yaz geven , doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan sayrılık zindan, yalan söylemek zağallık, doğrusunu demek erlik, uyku münacat, uyanmak aşikare bazar, cennet halk, cehennem kahr, yerden göğe bir kulaç, yerin eni uzunu bir arşın, evliyalar vezir, peygamberler elçi, kitaplar vasfı halim, külli kainat hilkatim, beylik hakimliğim, kulluk mertebemdir. derviş bunları sayıklayınca meclis içindekilerden biri düş mi söylersin?' diye sordu. o da, söylediğim başımdan geçen hikayedir. diye cevap verdi ve meclisin muhalif olduğunu görünce bir şiir okudu. daha sonra aşk erini anlatır: ışk eri oldur ki, aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tama'lık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendi vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yir gibi sakin ola, od gibi çiği pişirici ola, su gibi daima bir yola vara, yil gibi her yiri seyran ide! daha sonra la ilahe illa'llah redifli bir şiirden sonra ibadetin icabet için olduğu, taatın kul ile tanrı arasında sebep olduğu, temizliğin ise hakk'ın gayrısından perhiz eylemek manasına geldiği ifade edilir. aşk muhabbetten doğar, akıl fikirden biter, inancın aslı ikrar, marifetin aslı tevhid, tevhidin aslı herşeyde allah'ı hazır görmektir. bundan sonra insanların çeşitli sıfatlarını sayar. insan suretli pek çok kimsenin dev siretli olduğunu söyler. cahilliğin, tekebbürün, akilliğin, devletin, hayvanlığın alametlerini sayar. mesnevi kafiyeli uzunca bir şiirden sonra dünyaya gelmekten maksadın tanrı'ya kulluk etmek olduğu, kullanıp paylaştığımız bu dünyadaki nesnelerin bir sahibi bulunduğu anlatılır. insanın kıymeti; yer, gök, bulutlar 'nin insan için yaratıldığı ifade edilir. iyi bir müslümanın sıfatları sayılır: tanrı'yı hazır görmek, peygamberden utanmak, edepsiz olmamak, adetsiz iş işlememek, büyüklere küstahlık, küçüklere tekebbür olmamak; sözünde dürüst olmak; hasud olmamak, cimrilik etmemek, yalan söylememek. altı varaklık farsça bir kısımdan sonra dünya ve ahiretin birer mertebe olduğu, mertebelerin alası ve ednası bulunduğu, ariflerin her menzili geçişte bir mertebeye eriştiği, muhammed mustafa'nın da kırk yılda kamil olduğu anlatılır. daha sonra hayır ve şerre geçilir. bilahare, kim ki tanrı'yla ise tanrı dahi onun iledir. sözü zikredilerek insanın kendi özündeki mertebeyi bilmesi istenir. tanrı'dan korkmak, erenlere ikrar eylemek, hasut olmamak gibi öğütlerden sonra şöyle der: bir avuç toprak kendi miktarını bilse, böylece kulluğa bel bağlasa allah ganidir. rum salikleri bunun ne demek olduğunu bilirler. biz dillerden türk dilini biliriz, gün doğduğu zaman sabah oldu. deriz, dolandığı zaman gece oldu. deriz, suyun geldiği tarafa yukarı, gittiği tarafa aşağı deriz. türki dilince bu kadar biliriz. daha sonra vücudun bir kisve olduğu, insanın özünü bilmesi gerektiği anlatılır. bir şiirden sonra tekrar vahdeti vücut şöyle anlatılır: hakk nurdur, cümle alem tecellisidir. aslı hakk'tır, cümle sıfat onun şubesidir. daha sonra can ile vücut, murakka bir hırkanın astarı ile yüzüne benzetilir. bilahare dört mertebeden hakikat ile marifet anlatılır. hakikat, kerimi zü'lcelal'dir. marifet ise dünya hesabını etmemek, ahirete aldanmamak, her zaman hakk ile olmak'tır. hakk'ı bilmek için dört nesne lazımdır: mürşidi kamil, ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak. mürşidi kamil, menzile erişene derler. ikrarı saf, mürşide inanmaktır. kabiliyyeti latif, mürebbinin irşad ettiği her şeyi havsalanın alması ve istikamet tutmaktır. inayeti hak ise nebiler işaretidir, gayb alemini söyler, bizim aklımız buna erişmez. kısa bir şiirden sonra allah'ın zerreden güneşe, katreden ummana kadar her yerde dopdolu olduğunu; burada var, burada yok dememek gerektiğini söyler. hakk ile kul arasındaki hicap, kulun kendisidir. kul giderse hakk kalır. insan vücudunun hareket ve cümbüşü hakk'tır. onsuz hiç bir eşya deprenemez. daha sonra allah'ın her yerde mevcut olduğunu ifade ederek şöyle der: herkesin gönlü bir nesneye emin olur; kimi aya güneşe, kimi kendi eliyle yaptığı şeye, kimi allah'a tapar; bunların cümlesi pergal'den dışarı değildir, hepsi allah'ın yedi kudreti'ndedir. bir insanın elinde bir haşhaş tanesi ne kadarsa bütün yaratılmış eşya da o kadardır. hakk'ı aramak, ayrılığa tanıklık abdurrahman güzel vermek demek olur. çünkü allah, bütün yaratılmış eşyada mevcuttur. vacip olan, allah'ı bulmak için herkesin kendine yönelmesidir. vahdeti vücud'u anlatan uzun bir şiirden sonra, hakk'ı istemek adet ile kaideden dışarı değildir. denilerek bu kaidenin aslı ve fer'i anlatılır. aslı üç nesnedir. onlar da; tanrı'yı her yerde hazır görmek, özünden tamamen fena olmak, taati temiz kılmak. fer'i de üç nesnedir: mürşidi kamil, mülazemet, kabiliyet. bu altı nesne bir arada olursa allah'tan hidayet erişir. bir sanata kulluk etmek ile allah'a kulluk etmek farklı değildir. nasıl zahmet çektikten sonra üstad olunursa hakk'ın kulluğunda da zahmet çekmek lazımdır. bazı öğütler verdikten ve insanın önemli hallerinden bahseden bir şiirden sonra beş varaklık bir farsça kısım daha vardır. farsça kısımdan sonra insanın hikmet ile haline bakması; hakk'ın kendisinden ayrı mı, beraber mi olduğunu düşünmesi istenir. bütün ibadetlerin aslı hakk'ı hazır görmektir. hakk'ı hazır görenler, hakk'tan gayrı iş işlemezler. devamında insanın türlü türlü olduğu; kimisinin fitnesinden şeytanın dahi yenildiği, kimisinin işlerinin rahmani olduğu; kimisinin öz nefsinden aciz, kimisinin can gibi aziz olduğu ifade edildikten sonra insana bunlardan hangi güruha girdiğini düşünmesi tavsiye edilir. kaygusuz abdal'a sorsan haberi budur canunda gönlünde bazarı diyerek bitirdiği bir şiirden sonra kaygusuz şu ifadelerle kitabı bitirir: men arafe nefsehu babında birkaç söz söyledim. aklımın erdiği kadar remiz eyledim. alim değilim, ibadet bilmem. veli değilim, keramet bilmem. sözü karpuz gibi yamru yumru söyledim. sözden top yontup aşk meydanına koydum. eriştiğim menzillere nişan verdim. gördüğüm nişanları remiz ile söyledim. deliyi zincirle bağladım, akıllıya nasihat eyledim. işte armağanım budur. daha ne vereyim. nereye baktımsa vücudumdan başka nesne göremedim. eserinözeti mensur ve manzum olarak kısaca allah'a yalvardıktan sonra kaygusuz, bu cihanın bir saray olduğunu, içindeki insanların her birinin bir işe daldığını ve cihanın sahibini düşünmediklerini, kendilerine peygamberler gönderildiğini, fakat yine onların nakşa bağlanıp nakkaş'ı fikreylemediklerini anlatan mesnevi kafiyeli bir şiir söyler. fasıl başlığı altında cihan anlatılır: bu cihan bir saray'a benzer. altı kapısı vardır. yukarısı yedi tabaka köşk, aşağısı yedi tabaka zir ü zemin'dir. her tabakanın içi halkla doludur. bu münakkaş sarayda yüz binlerce nakış ve hayal görünür. halkın her biri sevdiği nesneyi tutup onunla munis oldu. ay, güneş, yıldızlar, gece, gündüz, yaz, kış bu sarayın revnakıdır. bu saray padişahın kendi mülküdür. bundan sonra uzun bir şiir vardır. şiirde yine bu cihanın bir saray olduğu ve padişahı uzakta değil, bu saray içinde aramak lazım geldiği, saraydan maksadın da insan olduğu ve allah'ın kendini insanda gizlediği anlatılır. kısa mensur kısımda cihan yaratıldıktan sonra her şeyin yerli yerine iliştiği herkesin bir şeye bağlandığı ve bağlandığı şeyin kendisine perde olduğu, sonra allah'ın insanlara peygamberler gönderdiği anlatılır. daha sonraki uzun şiirde allah'ın insana aklı yar eylediği, insanın akıl ile sarayın sahibinin allah olduğunu bildiği, allah'ın insanoğlunu alemdeki her şeye şah eylediği, insanların kimisinin allah'ı bulduğu, kimisinin ise kamil insandan kaçıp ömrünü boşa geçirdiği anlatılır. mensur kısımda ademin halife oduğu söylenir. halife, olduğunun nişanı şunlardır: allah'tan korkmak, peygamberden utanmak, evliyaya ikrar eylemek, hakk'tan gayrı işlere perhiz eylemek; ibretle bakmak, hikmetle konuşmak, baktığı her yerde allah'ı görmek, yare yoldaş, komşuya emin olmak, ulu'emre uymak, hakk'tan ümidini kesmemek, menzile yol ile, yola erkan ile varmak, cahillere ilimle söylemek, arifler katında sakin olmak. abdurrahman güzel, kaygusuzabdalsarayname, kültür bak. yay. ankara. abdurrahman güzel şiir kısmında bu sarayın, yıldızların, güneşin, ayın ne olduğu sorulur. bu sarayın, sultanın mülkü olduğu, insanın işinin kulluk olduğu ifade edilir. kısa mensur parçada da yine insanın kulluk için dünyaya geldiği anlatılır. kaygusuz, bu konuları çeşitli ifade kalıplarıyla manzum ve mensur olarak anlatmaya devam eder. bunları kısaca şöyle hülasa edebiliriz: bu sarayda adem padişahtır. her haberi ondan almak lazımdır. bu saraya insanlar ibadet için gelmişlerdir. bu sarayda nakş ü hayal çoktur. insan olan hakk'ın hikmetini görüp ibadetle meşgul olur, hayvan olan otlamakla vakit geçirir. insan bir mürebbi bulup kendi halini sormalı. kendisini bilmeyen insaniyet haline yol bulamaz. insanı bu saraya bir getiren var. insan bunu anlamalı ve bu saraya şerik olmamalı. bazı insanların inkarı yol vermediği için bu sarayın sırrına akılları ermemiştir. mal, altın, katır, at peşindedirler. nefislerine uyup güzeller muhabbeti ile ömürlerini geçirirler. mürşide boyun vermeyip işret ve şarapla oyalanırlar. bu sarayın bir sahibi olduğunu insanlara ilk önce muhammed mustafa haber vermiştir. onun için mustafa'dan başka mürşit tutmamak lazımdır. allah bu kainatı yarattığından beri muhammed mustafa gibi bir insanı kamil gelmemiştir. muhammed bu sarayı görünce hemen bel bağlayıp kulluğa durmuş ve bu derecelere ibadet ile erişmiştir. insan da mustafa ilmi ile yolunu bulur. bu sarayda insan, allah ile bilişir. bu sarayda hakk'ın kudreti ve hikmeti malum olur. sultanı bilen, hazineye yol bulan bu sarayda yol bulmuştur. hayır ve şer bu sarayda hasıl olur. peygamber, mirac'a bu sarayda varmış, her hünere bu sarayda erişmiştir. ali'ye zülfikar, eyyüb'e sabır, musa'ya tur bu sarayda verilmiştir. hakk teala, bu sarayı kullarına ibadet edecek yer eylemiştir. bu sarayda ibrahim nemrud'un boynunu vurmuş; allah, musa için firavun'u suya gark etmiştir. tanrı hasları bu sarayda taat kılmış, insan marifet ilmini bu sarayda can kılmıştır. allah, bu kainattaki her zerreye yüz bin türlü ibret koymuştur. bu ibreti anlamak isteyen allah'ın yarattığı halka emin olmalı, nasibine şükretmeli, kimsenin hakkına tamah kılmamalı, tuzekmek yediği yere ihanet etmemeli, komşuları, dostları kendisinden emin olmalı, ariflerle hemnişin olup kendini bilmeyenden uzak durmalı. bu alem bir kervansaraydır, konan göçer. bu alem allah'ın nazargahı, insanın teferrüc yeridir. nereye bakılsa, nurı tecelli görünür. saray, işte bu cihandır. bu saray bir ulu sultanındır. içindeki halk onun kullarıdır. kullar arasında am ü has ve hassü'lhas vardır. bu mertebe kişiye dirliğinden erişir. bu mertebedeki insan cümle yaratılmışları kendi nefsinden kem görmez; hangi nakşa baksa nakkaşı görür. nefsi kırık, gönlü alçaktır. bu sarayda başka nesne kalmamış, gam ve sevinç birliğe birikmiştir. kahır, lütuf, küfür, iman, külli hal birlik olmuş hayal aradan gitmiştir. artık mutrib çalıp söylesin: şarap gelsin meclis bezensin; taslar dolsun, herkes sarhoş olsun, saki kazı kebap eylesin; aşçılar kuzuyu büryana assınlar; hastalar kalsın, sağlara haber verin, bağlara varalım; ney figan eylesin, çengi kızları oynasın, ela gözleri süzülsün; kaftanlar bohça ile gelsin, mutribin gönlü akça ile hoş olsun; il ve şar'ı kullara tımar verelim; içelim, ay ve güneş doğsun dolansın; çünkü bu saray bizim içindir. hak, bu sarayı bize mesken vermiştir. abid toprak üzredir; hakk'tan gelen her nesneye sakin olur. zahid yel üzredir; hakk'tan gelen nesneler karşısında şad olacağına şad, melul olacağına melul olur. aşık od üzredir; gözünü baktığı yerden ayırmaz, elini işinden gidermez. muhib su üzredir; marifetle nereye kılavuzlansa o yana gider. bağ, bahçe, bostan, altın, gümüş; paşa, efendi, hoca, sultan gibi ad ve sanlar insanı şaşırtıp aklını mat eder. kaygusuz, sarayname'yi şu beyitlerle bitirir: çün gönül hakk'un evidür ey safa beyti hakk didi gönle mustafa cümle ilmün hem kabı olmuş gönül nutkı hakk gönle eyler hem nüzul ol ki nutkın ademe can eyledi kendüyi gönülde pinhan eyledi bu gönülün sırrını sen ey yiğit gel beri kaygusuz abdal'dan işit. abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal abdal musa velayetnamesi bugün elimizde abdal musa'ya ait bir orijinal, iki de latin harfleri ile yazılmış abdal musa velayetnamesi bulunmaktadır. eserinnüshaları abdal musa, dinitasavvufi türk edebiyatı'nın önde gelen simalarından biridir. onun tarihi şahsiyeti de objektif veriler ışığında yeniden değerlendirilmelidir. velayetname'de anlatılan olayların geçtiği yerler: teke ili, elmalı, eğirdir, tahtalı dağ, lotanya , rodos. yerler, güney anadolu 'dadır eserde adları geçen şahsiyetlerin de hepsi tarihte yaşamış kişilerdir. ayrıca velayetname'de geçen keramet motifleri de, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde geçen motiflerle benzerlik arz etmekte ve birbirlerini tamamlamaktadır. abdal musa'ya, ait velayetname günümüze kadar birkaç değişik varyant halinde bize kadar ulaşmıştır. bu varyantlar muhteva itibariyle birbirinin tekrarı gibidir. elimizdeki orijinal nüsha ise 'da veli baba tarafından istinsah edilen haza kitabı abdal musa, velayetnamei sultan abdal musadır. abdurrahman güzel nüshası: velayetnamei sultan abdal musa sadeddin nüzhed ergun nüshası velayetnamei sultan abdal musa süleyman fikri erten nüshası velayetnamei sultan abdal musa hususi kütüphanemizdeki abdal musa velayetnamesi. eserin özeti: velayetname'de, abdal musa'nın bir şeyh ve velayet ehli oluşu, pek çok kerametler gösterişi gibi hususların eserin konusunu teşkil ettiğini söyleyebiliriz. bu velayetname'de abdal musa'nın; hacı bektaş veli'nin vefatından sonra zuhura geleceği, münkirlerin abdal musa'yı sevmedikleri için başlarına pek çok felaketler geldiği, fakat sonradan münkirlerin abdal musa'nın bir sahibi velayet olduğunu anlamaları üzerine ondan af dilemeleri; daha sonra onun kafirlere çeşitli kerametler göstermesi, dağların ve taşların yürümesi, rodos'a "rodos çomağı"nı atması, kısa ağaçların uzatılması, tarihi şahsiyetlerle münasebetleri gibi konular ele alınmaktadır. velayetname'de; insanların dürüst olmaları, allah'a samimi bir imanla bağlanmaları, birbirlerini sevmeleri, kötülükten uzak kalmaları şeklinde nasihatler de bulunmaktadır. kaygusuz abdal menakıbnamesi: menakıbname'nin elimizde abdurrahman güzel'in ag ve ma nüshaları ile köprülü, dağlı, tschudi, rıza nur ve vahid lütfı salcı hülasaları bulunmaktadır. kanaatimizce en sağlamı ag nüshasıdır. bu nüshayı aynen veya bazı kelime farklılıkları ile ma nüshası takip etmektedir. köprülü, dağlı ve tschudi'nin verdiği hülasalar ise ag ve ma nüshalarından biraz farklıdır; zira bu hülasalarda kaygusuz, mısır'a kadar gitmekte ve geri dönmemektedir. halbuki ag nüshasında kaygusuz, hacc'dan döner ve şeyhi abdal musa'ya kavuşur. rıza nur ve vahid salcı'nın dayandığı nüshalar ise ag nüshası ile büyük benzerlik göstermektedir. menakıbname'nin başlangıcı hamdele ve salvele' bölümü ag nüshasında bulunmadığı için, ma nüshasındaki bölümle tamamlanmıştır. bu durum dip notta da belirtilmiştir. ag nüshasında yırtılmış bulunan bazı sayfalar, ma nüshası ile tamamlanmaya çalışılmıştır. ag nüshası: abdurrahman güzel nüshası. bu nüsha, hususi kütüphanemizdedir. menakıbnın müstensihi ve istinsah tarihi belli değildir. ancak, dil ve üslup özellikleri itibariyle . yüzyılda yazıldığı kanaatindeyiz. külliyatı kaygusuz sultan: menakıbname, gevhername, dilgüşa, mesnevii evvel, mesnevii salis, tercii bend, terkibi bend, divanı kaygusuz sultan, nutkı kaygusuz abdal, miglatai kaygusuz sultan ve muhtelif şiirler yer almaktadır. menakıbname'nin özeti: eser, kaygusuz abdal'ın bir bey oğlu oluşunu, abdal musa'ya intisabını ve daha sonra bir derviş olarak yaşayışını konu alan bir menakıbnamedir. bu menakıbname dört bölüm halinde özetlenebilir: - birinci bölümde; gaybi beg'in alaiye sancak beyi'nin oğlu oluşu, av esnasında yaraladığı geyiğin ardından koşan gaybi bey'in, kovaladığı avın geyik olmayıp, abdal musa oluşu ve gaybi bey'in elmalı tekke köyü'nde abdal musa dergahı'nda, şeyhine intisabı anlatılmaktadır. bu intisaba razı olmayan alaiye sancak beyi'nin abdal musa'ya karşı, teke beyi'nden de yardım alarak harp ilan edişi, fakat abdal musa karşısında muzaffer olamayışı ve oğlunu abdal musa'ya teslim edişi yazılıdır. - ikinci bölümde; gaybi beg'in, tekkede abdal musa'ya kırk yıl hizmet edişi, kaygusuz adını alışı, şeyhi tarafından verilen icazetname'yi ayran tasında içişi, şeyhinin izni ile hacca gidişi ve yolculuğun iyi olduğunu bildirmek için kaygusuz'un şeyhine kızıl elma gönderişi anlatılmaktadır. - üçüncü bölümde; kaygusuz'un mısır'a gidişi, mısır padişahı ile karşılaşması, sofrada bazı kerametlerin zuhuru, mısır padişahının ama gözünün açılması, hac ziyareti, medine'de yedi gün, yedi gece kalışı ve orada gevhername'yi yazışı ve daha sonra şeyhine dönüşü anlatılmaktadır. - dördüncü bölümde; ırak, suriye üzerinden anadolu'ya dönüşü esnasında suriye'de asi nehri başında kaside-i dolab'ı yazışı, anadolu'ya geçişi, mardin, urfa, antep üzerinden elmalı'ya gelişi ve avlan gölü yanında şeyhi abdal musa'ya "beglerimiz çıktı avlan üstüne" selamlamasını söyleyişi, şeyhine kavuşması, hediyelerini verişi ve müritlik görevine devamı anlatılmaktadır. bu menakıbname'de; daima doğru ve dürüst olmanın yanında türk-islam birliği'nde bulunmanın faziletleri anlatılmış, dine ve devlete bağlılık ve bunların mensuplarına nasihatin gerekliliği vurgulanmıştır. üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri üçüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatına ait nazım türleri bilindiği gibi dinitasavvufi türk edebiyatı, türler konusunda zengin bir malzemeye sahiptir. eğer bizler bu malzemeleri hakkıyla değerlendirebilirsek önemli neticelere ulaşabiliriz. bu cümleden olarak kafiye şemaları bakımından koşma türüne giren, kaygusuz'un hece ile yazılmış şiirlerini konuları ve edaları bakımından ilahi, şathiye, salatname, nutuk ve aruzla yazılmış na't, gevhername, dolabname, esmai nebi, minbername, nevruzname. şimdi kaygusuz abdal'ın eserlerinde geçen dinitasavvufi türk edebiyatına ait bu türlerden örnekler vermeye çalışalım: abdurrahman güzel, dinitasavvufitürkedebiyatıelkitabı, baskı, ankara. dinitasavvufi türk edebiyatı'ndaki türlerin ihtiva ettikleri konuları itibariyle ana başlıklar altında bir tasnife tabi tutabiliriz: itikat: allah, melekler, kitaplar, peygamberler, ahiret günü, hayır ve şer, kaza ve kader, ibadet: kelimei şehadet, namaz, oruç, zekat ve hacc, ahlak dini inanç ve tasavvufi düşünceler, din ve tasavvuf yolunun büyükleri, dini ve tarihi şahsiyetler etrafında teşekkül eden normlar, millimanevi şahsiyetler etrafında teşekkül eden normlar, türkislam kültürü etrafında teşekkül eden normlar, tasavvufi remiz ve rumuzlar. dini ahlaki eserler ve şerhleri. dini tasavvufi folklorik eserler. tabiat bilimleri demek oluyor ki dinitasavvufi türk edebiyatı alanında binlerce eserlerdeki türler, genel anlamda konularına göre değerlendirilecektir. ancak bu eserler; dinitasavvufimilli normları, milli manevi birlik ve beraberlik ülküsünün asli temalarında belirtildiği konular çerçevesinde işleneceklerdir. tevhid tevhid, sözlük anlamıyla birlemektir. divan edebiyatında ve dinitasavvufi türk edebiyatı'nda allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzum ve mensur eserlere verilen isimdir. eski şairler, alimler, yazarlar, eserlerine tevhid veya münacat ile başlarlardı. manzum olarak yazılan tevhidler; kaside, ve mesnevi nazım şekli ile yazılmaktadır. tevhidlerde yer alan husus, ayet ve hadislere dayalıdır. yani ayet ve hadisler, ya aynen ya mealen veya telmihen alınarak manzum hale getirilirler. tevhidlerde; dini konular tasavvufi temler içinde işlenir, şer'i olarak allah'ın varlığı ve birliği, yüceliği ve sıfatları; tasavvufi olarak da, kenzi mahfi ve vahdeti vücut temleri içinde ve mensur olarak da, esmai hüsna vücudname, devriye, nasihatname. vb'leri ile ele alınır. ali nihat tarlan; divan edebiyatında tevhidler konusunda yaptığı araştırmada, tevhid türünü herhangi bir edebi sınıflandırmaya göre değil, tevhidin bizzat şer'i veya tasavvufi oluşuna göre değerlendirmiştir. aslında mutasavvıf bir divan şairi ile dinitasavvufi türk edebiyatı şairi arasında inanç, zihniyet ve yaşayış bakımından herhangi bir fark yoktur. böyle olunca, ortaya konulan eserde de fazla bir farkın olamayacağı da aşikardır. klasik şairlerimiz; tevhid türünü, mürettep divanlarda, ilk sıralarda vermektedirler. bu metodoloji, mutasavvıf şairlerimizin divanlarında da uygulanmıştır denilebilir. ancak, tasavvufi tevhidlerin genel karakteri, şer'i tevhitlere göre biraz değişiktir. yani bu manzumelerde; tefekkür, feraset ve tevil daha fazla kendini gösterir. bu özelliklere göre tevhid; allah'ın varlığı, birliği, isimleri, fiilleri, sıfatı, zatı, makamları, kesretvahdet münasebeti, yaratılış ve kainatın asli unsurlarını ortaya koyan, yorumlayan' manzum veya mensur eserlere verilen isimdir şeklinde ifade edebiliriz. kaygusuz'da tevhid türü, müstakil olarak fazla bulumamakla beraber, o bu konuyu vahdeti vücud içinde zaman zaman işlemektedir. kaygusuz'dan bir tevhid örneği: esselam iy heşt cenneti na'im esselam iy bağı erzanı nihal pekolcayeraydın. vd. tarlan, ali nihad, divanedebiyatındatevhidler, ıv, istanbul: ma cennetünna'im abdurrahman güzel iy sıfatun kulhü va'llahu ahad her dem içinde kadirsin her sa'at. aşık isen kaygusuz abdal gibi sana bir hırka heman bir şal gibi ilahi ilahi; mutasavvıf şairler tarafından söylenen dini ve ilahi fikirleri içeren manzumelerdir. daha çok allah'ın birliğini, azamet ve kudretini anlatan veya telkin eden eserlerdir. bunlar aruz ve hece ile yazılırlar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli nazım şekillerinden biri olan ilahi, hemen hemen bütün şairler tarafından işlenmiştir. ilahilerde işlenen en önemli unsur, allah'ın birliği meselesidir ve ekseriyetle hece ile yazılır. kaygusuz abdal, bir ilahisinde; herkes neyi arzu ederse onu bulur. yalnız bunların hepsi allah'ın birliğinde kendini gösterir. yani, bülbül de, tuti de, sarraf da hepsi kendi arzuladıklarını elde ederler. ama bütün bu varlıkyokluk sırlarını yalnız allah bilir. kaygusuz, başka bir ilahisinde bir yandan yunus'un gül koklarken onda allah'ı buluşu, diğer yandan da hacı bayram veli'nin kalpgönülakıl üçleminde allah'ın birliği'ni duyuşu. vb gibi özelliklerini müştereken taşımaktadırlar. demek oluyor ki bu üç mutasvvıfın görüşduyuşinanç üçle ilahiler hakkında daha fazla bilgi için bakınız: güzel. ilahiler, tarikatlarda şu isimlerle anılırlar: ayin: mevlevi tekkelerinde okunur. tapuğ: gülşeni tekkelerinde okunur. nefesler: ekseriyetle alevibektaşi tekkelerinde okunur. melami'lerde vahdetivücud. telkinleri hep nefeslerle yapılır. bu tarz manzumelerde rindane, kalenderane, istihzali bir eda bulunur. nefesler; koşma tarzında hece vezniyle yazıldığı gibi, sonradan aruz vezni ile de yazıldığı olmuştur. bu nefesler, daha çok ayini cem lerde saz eşliğinde makamla okunur. duraklar: ekseriyetle halveti tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında bir veya iki zakir tarafından okunur. cumhurlar: mevlevi ve bektaşi dergahından başka tekkelerde herkes tarafından okunur. bu dünyanun misali muazam şehre benzer veli bizüm ömrimüz bir tiz bazara benzer güzel. güzel. mi'ndeki müştereklikler hemen göze çarpmaktadır. burada kaygusuz'dan bir örnek verelim: bülbül'e gülzar gerek tuti'ye şeker gerek sarraf'a gevher gerek lailahe illallah. safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illallah tesbih ü zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illallah esmai hüsna kaygusuz abdal'ın eserlerinde de esmai hüsna veya esmai şerife'de allah'ın en güzel, en şerefli isimleri çok sayıda geçmektedir. bunlar da şunlardır: adl, afüvv, ahir, aliyy, alim, azim, aziz, bais, baki, bari, basır, basit, batın, bedi', cami', cebbar, celil, darr, ehad, evvel, fettah, gaffar, gafur, gani, habir, hadi, hafid, hafiz, hakem, hakim, hakk, halik, halim, hamid, hasib, hayy, kabiz, kadir, kahhar, kavi, kayyum, kebir, kerim, kuddüs, latif, macid, malikü'lmülk, mani, mecid, melik, metin, muahhir, mucib, mugni, muksi, muhyi, muid, muizz, mukaddim, mukid muksid, muktedir, musavvir, mübdi', müheymin, mü'min, mümid, müteali, müntekim, mütekebbir, muzill, nafi, nur, rafi, rahim, rakib, ra'uf, reşid, rezzak, sabir, samed, selam, semi', şehid, şekur, tevvab, vacib, vehhab, vahid, vali, varis, vasi', vedud, vekil, veli, zahir, zü'lcelali ve'likram'dir. kaygusuz, bu isim ve sıfatları eserlerinin hemen hemen hepsinde işlemiştir. çünkü bu türde; türklerin müslüman oluşundan günümüze kadar esmai hüsna'ya dair pek çok manzum ve mensur eserler yazılmıştır. fuat bayramoğlu, hacı bayramı veli, yaşamı, soyu, vakfı, ttk yay. ankara, ı. güzel. abdurrahman güzel na't na't, bir şeyi methederek anlatma, vasıflandırmadır. bu daha çok edebiyatımızda muhammed'i methetmek maksadıyla yazılan manzum ve mensur eserlerdir. divan edebiyatı'nda ve dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, muhammed için yazılmış pek çok na't vardır. ayrıca diğer peygamberler, veliler, din büyükleri, mürşitler, halifeler hakkında da na'tlar yazılmıştır. na'tlar; divanlarda, tevhid ve münacatlardan sonra yer almakla beraber, sadece na'tla başlayan divanlar da vardır. kaygusuz, eserlerinde muhammed'e övgü olarak pek çok motifleri bir arada ifade etmektedir. bu konuda iki örnek verelim: mustafa'nun canı oldı ibtida evvelinde anı yaratdı hüda. mustafa canında sır idi cihan yirde gökde her ne kim var cism ü can mustafa'nun canı bu gevher idi ol güherde bunca hikmet var idi hak nazar itdi o gevher dirildi andan oldı bu cihanun bünyadı yüzün nurı iman. "gevher" kelimesi ıstılahi manada; cenabı hakk, kendi kudretini göstermek isteyince vahdet deryası dalgalanır ve bu dalgalanmanın bir katresi olarak adem, dünyayı şereflendirir. buradaki gevherin aslı, o bir'dendir. gevherin bir adı da mahmud'dur. kaygusuz abdal'ın gevhername adlı eserinin baş kısmında, allah'ın birliği, yüceliği, yaratıcılığı vahdet teorisi içinde verilir. ardından muhammed'in ahlaki güzellikleri, dünyaya allah tarafından insanlar için rahmet olarak gönderilişi ve diğer nitelikleri anlatılır. allah ve muhammed ikilemi içinde yazılan bu tür eserlere nazım türü olarak gevhername adını verebiliriz. bu konuda kaygusuz abdal tarafından yazılan gevhername en güzel örneklerden biridir. eser; bir tevhid bölümü ile başlar ve şair, kendi halini hikaye ederek şöyle der: "bu tenim yoktu, ben sadece candım. katre değil, ummandım. orada ay ve güneş doğup batmazdı. daima birlikti. ayrılık, ölmek, dirilmek olmazdı. o zaman ne insan ne melek ne de gökler vardı. cümle varlık ancak o idi. cenabı hakk, kendi kudretini aşikar kılmak diledi. vahdet deryası dalgalandı ve beni kenara saldı. menzilim derya iken katre oldum. gevher deryadan hariç düştü. hikmetin aslı, o bir gevherdendir. gevherin aslı da o bir'dendir. gevherin bir adı da mahmud idi. hakk adem'i gevherin sedefi eyledi, yani bu mülkü şereflendirdi. maksat sedefteki incidir. su dilersen bardağa değil, ondaki suya bak. bütün suların aslı bir'dir. o gevher, muhammed'in canıydı. onun için cümle alem gülistan oldu. hurinin, cennetin, aklın, canın, her şeyin aslı o gevherdendir." daha sonra, peygamber'in nazarı lütfuyla bu eseri nazmettiğini söyleyen kaygusuz, tevazu tavsiye ederek eseri bitirir. abdurrahman güzel'in "kaygusuz abdal bibliyografyası" ve "kaygusuz abdal menakıbnamesi" eserlerinde de bu eserden bahsedilmektedir. kaygusuz, bu eserini hac ziyaretini yaptıktan sonra medine'ye gelir ve burada yedi gün yedi gece kalır. bu süre içinde muhammed'in kabri başında onun bütün vasıflarını ortaya koyarak bu gevhername'yi söyler. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır ve toplamda beyitten oluşmaktadır. kaygusuz abdal eserde şöyle der: "gevhername-i baba kaygusuz sultan; failatün fa'ilatün fa'ilün. esselam iy deryayı cemal, esselam iy afitabı bizeval, esselam iy heşticenneti na'im, esselam iy bağı erzanı nihal. iy sıfatın kul hüvallahu ahad, her dem içinde kadirsin her saat. cümle sırrı sen bilürsün ey kadir. bişeriksin, bi misalsin, bi nazirsin. cümle sensin mu'teberü ihtisar. ol ki sensizdir fişar ender fişar. cümle sensin aşikar ve nihan. yirde gökte cümle sensin cismecan. senden özge cümle nün hiç canı yok, pür kemalsin kudretin noksanı yok. malikü'l mülksin kadimi lem yezal, mahlukun halikisensin zü'l celal. degme bir zerrede bindürlü acab, sen bilürsün, sen kılursun ey çalab. kim akıl armatü sergerdan durur, bü'la ceb kim kudretün andan durur." kaygusuz abdal, bu eserini hac ziyareti esnasında medine'de yedi gün boyunca kalırken muhammed'in kabri başında nazmetmiştir. eser, allah'ın birliği ve muhammed'in özelliklerini tevhid ve vahdeti vücut çerçevesinde işleyerek, tasavvufi bir eser olarak dikkat çeker." dolabname dolab, kelime manası itibariyle; içine eşya konulan raflı veya rafsız göz; hile, dek, dubara; kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark; devreden, dönen; bedestenin içindeki küçük dükkanlar'dır. dolab, ıstılahi manada ise; allah aşkı, allah'a teslimiyet, hakk'tan aldığını halka vermek, mevla'nın insana verdiği acıtatlı her nimete şükretmesi dir. dolabname; allah aşkının terennümünü ifade eden, sorulucevaplı yazılan manzum eserlerdir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, dolabname'nin birçok örneklerine rastlanılmıştır. ancak kaygusuz'un dolabname'si, bu türe en güzel örnektir. kaygusuz, dolabname'de özetle şunları ifade ediyordu: bir su dolabına niçin yüzünü daima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini sorar. dolap şöyle cevap verir: ben yüce bir doğada ulu bir ağaç idim. dallarım göklere ulaşırdı. kuşlar dallarımda yuva yapardı. bir gün bir şahıs gelip nacağı saldı. bağrıma kement taktılar, sokak sokak dolaştırdılar. sonra vücuduma demir mıhlar çakıp beni dolap yaptılar. o zamandan beri ben dost diye inilerim. felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır? süleyman, iskender, kayser, kisra, sam sonunda yok olmadılar mı? kaygusuz, neticede insanın ancak allah'ın fazlına dayanması gerektiğini söyleyerek şiiri bitirir. dolabname sorulucevablı iki bölümden oluşur. kaside nazım şekliyle yazılmış vebeyit'ten ibarettir. her iki bölüme ait birer beyit ile örnek vermeye çalışalım: kasidei dolabnamei kaygusuz abdal mefailün su'alitdümbugünbenbirtolaba didümniçünsürersinyüzbuaba kaygusuz'un bu kasidesi hakkında bakınız: güzel, kaygusuz abdal, ank. metnin tamamı için bakınız: güzel, kaygusuzabdal'ıneserlerindesumotifi, milletlerarası türk folklor kongresi bildirileri, ank. kaygusuz abdal menakıbnamesi. ma tolaba abdurrahman güzel dolabın cevabı. tolabeydüreyaçeşmümçeragı işidmegecevabumaçkulagı esmai nebi: esmai nebi; kelime manası itibariyle, muhammed'in güzel isimleri dir. ıstılahi manada ise: muhammed'in isimleriyle ilgili hususiyetleri, muhammed'in isimlerinin harfi ile ifadesi ve bu ifadenin onun son peygamber oluşuna delaletidir. kaygusuz, eserlerinde muhammed'i değişik isimlerle anar. ona her türlü saygıyı göstermekten geri kalmaz. bunun en güzel örneğini de gevhername adlı eserinde görürüz. muhammed, madde ve mana aleminin sultanı, alemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberdir. dünyevi adı ahmed'dir. ahmed'den eğer harfini çıkarırsanız geriye ahad kalır. kaygusuz, muhammed'i ahmed, mahmud, mustafa, kasım, hayrü'l beşer. adlar ile de şu beyitlerle daha güzel bir şekilde anmaktadır. gökde ahmed yirde muhammed adı cennet ehli adına kasım didi tahtı sera'da adı mahmud anun kıblesidür ol bu cümle insanun ol habibu'llah adı hayrü'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var sen bu sırrı ol kişiye sor kim ol mustafa sırrına akil buldı yol devriye kelime manası itibariyle devir, dolanmak, dairevi bir hareketle dönmektir. ıstılahi manada ise; bir şeyin kısa veya uzun bir hareketten sonra, ilk vaziyetine dönerek, tekrar aynı hareketine geçmesidir ki günümüzde bazı bilim dalları devriyeyi bir mesleki terim olarak da kullanmaktadırlar. bu bu başlık sadece ag nüshasında mevcuttur. gülistan. aislam ansiklopedisi, devir maddesi,; türkdiliveedebiyatıansiklopedisi, devir maddesi,; pakalın, osmanlıtarihdeyimlerivetererimlerisözlüğü, devir maddesi. cümleden olarak devriye; anatomi, astronomi, astroloji, felsefe, mantık, tıp, tarih, edebiyat ve tasavvuf gibi disiplinlerle takvim hesaplarında, belli bir zamanı ifade anlamında da kullanılan bir türdür. dinitasavvufi türk edebiyatı bilim dalında devriye; sudur ve tecelli'nin, yani yaratılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gidişi ve bu ikileme arasındaki safahatın edebi mahsullere yansıması, bunun tasavvufi motiflerle ele alınışıdır. türk edebiyatında bu özelliklere dayalı olarak yazılan edebi türe devriye adı verilir. devriye türü eserler; klasik arap ve acem mutasavvıflarında da görülmekle beraber, türk edebiyatında fevkalade bir seviyeye ulaşmıştır. devriyelerin, bugüne kadar yalnız manzum yazıldığı sanılmıştır. halbuki devriyelere ait fikirlerin önce mensur eserlerle anlatıldığı, daha sonra da manzum olarak belli başlı nazım şekilleriyle yazıldığı görülmüştür. devriye türüne ait örnekleri, yusuf has hacib, ahmed yesevi, yunus emre, kaygusuz abdal, niyazii mısri vb'lerinin manzum ve mensur eserlerinde görmekteyiz. özellikle de, tarafımızdan ilk defa neşredilen niyazii mısri'nin müstakil bir risalei devriye adlı eseri de bulunmaktadır. kaygusuz abdal'ın, budalaname'sinde mensur, gülistan ve mesnevilerinde manzum olarak devriye nazım türü yer almaktadır. kaygusuz'un budalaname'sindenmensurbirdevriyeörneği: biz de bu karhaneyi seyritmek istedük, padişahı alem dilegümüzi kabul idüp, bize insan donunı giydürüp bizi bu dünyaya gönderdi diyerek söz başlar ve devam eder: abdullah uçman, devriyelerüzerinerızatevfik'inyayımlanmamışbirmakalesi, türklük araştırmaları dergisi, istabul,; haşimbabavedevriyeleri, türk kültürü incelemeleri dergisi, güz, bak: nusret gedik, türkedebiyatındamanzumdevriyye, istanbul. güzel, abdurrahman, niyaziimısri'ningözdenkaçanbireseri, risalei devriye, türk kültürü araştırmaları dergisi, faruk kadri timurtaş armağanı, yıl:, ankara , yıldırım, erdem, kaygusuzabdal'ınbudalaname' adlıeserininincelenmesi, gaziantep üniv. sosyalbilimlerenst. yayımlanmamışyükseklisanstezi, gaziantep,; rahime özdem, kaygusuz abdalın vücudname adlı eserinin tasavvufi açıdan tahlili', akdeniz üniversitesi, sosyal bilimler enst. yayımlanmamışyüksek lisans tezi, kasım ; ahmet faruk kemalolu, kaygusuz abdal menakıbnamesi ve velayetnamemanakıbı hünkar hacı bektaşı veli'de mitoloji, afyonkarahisar üniv. sosyalbilimlerüniversitesi, basılmamışyükseklisanstezi abdurrahman güzel halik'un emri beni kuzeger balçıgı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolap gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah boza düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayahlar altında hiç eyledi. gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, dellal olup satdum. gah oynayup utdum, gah bilmeyüp ütildüm. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah bezzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başcı, gah demürci, gah kürekci eyledi. gah beni şarka ve gah garba iletdi. gah deryada mahi, gah daglarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudum. elkıssa dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi, ögretdüm, gah beni ataya ogul eyledi, gah atayı bana ogul eyledi gah ana'ya beni kız eyledi gah ana'yı bana kız eyledi, gah beni tıfl idüb anlara besletdi. gah anları tıfl idüb bana besletdi. ve'lhasıl ne başunuz agrıdayum nice kerre ata belünden ana rahmine, ana rahmünden cihana geldüm. nice kerre bulıt gibi havaya agdum, nice kerre yagmur gibi yire yagdum, nice bin kerre çerende, gah perende oldum. nice bin kerre küfr ü imana karışdum nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum nice bin hil'atler giydüm. nice bin kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm, nice bin isimler ve lakablar urundum. nice bin suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam bu nefis askeri beni güçden güce saldı. ve kabdan kaba boşatdı. şehrbeşehr karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. vücudname dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname ile ilgili yazılmış birçok manzum ve mensur eser bilinmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz, insanoğlunun yaradılışını, kur'an ve hadislerin ışığı altında tıbbi veriler doğrultusunda ifade etmektedir. hatta öyle ki bu yaratılışı levhi mahfuz'dan başlayarak yıldızlar, ay ve güneş, anasırı erba'a ve insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği merhaleleri, hem tıbbi yöntemlerle hem de tasavvufi sembollerle açıklamaktadırlar. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda vücudname türünde mensur olarak kaygusuz abdal'ın vücudnamesi bunun en güzel örneğidir. ayrıca süleyman güzel. çelebi ve azeri sahasında da yazılmış manzum vücudnameler de bu türün örnekleri olarak değerlendirilebilir. kaygusuz, vücudname adlı eserinde bu türü, bizzat ortaya koyarken doğrudan doğruya mü'minun suresi'nin ayetlerine bir özden yarattık. sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. sonra nutfeyi alaka yaptık. peşinden alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. sonra onu başka bir yaradılışla insan haline getirdik. yapıpyaratanların en güzeli olan allah pek yücedir. dayandırmaktadır. yukarıda görüldüğü gibi kaygusuz, yaratılışın temelini ilahi olarak ele alır ve doğrudan doğruya konuya girer. yani burada insanın ana rahmine düşmesini, nutfenin gelişmeye başlamasını, bunun yedi seyyare tarafından terbiye edilerek insan vücudu haline gelmesini ayetlerin muhtevaları doğrultusunda anlatır. bu yedi seyyarenin tesirleri şu şekilde ifade edilir: birinci olarak zuhal terbiye eder kan olur, ikinci olarak merih terbiye eder et olur, üçüncü olarak zühre terbiye eder kemik olur, dördüncü olarak şems terbiye eder ruh olur, beşinci olarak utarit terbiye eder hareket hasıl olur, altıncı olarak kamer terbiye eder vücuda gelir, yedinci olarak müşteri terbiye eder cihana gelir. on iki burç'un her biri şu insan uzuvlarına karşılık gösterilmiştir: baş hamel, alın seratan, kollar sevr, eller cevza, gögüs esed, göbek mizan, but kavs, kasık sünbüle, zeker akrep, dizler cedy, baldırlar devl, taban hut'tur. sonra ademoğlunun dışındaki; burun, ağız, kulak gibi ve batınındaki; hayal, akıl, fikir gibi hususiyetlerden bahsedilir. ademin doğumundan ölümüne dek şu dört vecih vardır: birincisi: oglanlık'dur ki üç ay bahara müşabihdir, ikincisi: yigitlük'dür ki üç ay yaza müşhabihdir, üçüncüsü: kırgıllık'dur ki üç ay güze müşabihdir, dördüncüsü: pirlük'dür ki üç ay kara kışa müşabihdir. dört melek insanda şu uzuvlara müşabihdir: kulak mikail'e, göz azrail'e, burun israfil'e, ağız cebrail'e müşabihdir. alemdeki meratibi erbaadan; kara kış şeriat gibidir, yaz tarikat gibidir, güz marifet gibidir, bahar hakikat gibidir. bunlar insanda dahı şöyle gelir geabdurrahman güzel çer: ana rahmi, şeriat gibidir. cihana gelmek, tarikat gibidir. cihanda durmak, hakikat gibidir. cihandan gitmek marifet gibidir. ademoğlu, yerde ve gökte var olan cümle eşyanın en güzidesidir: ademin vücudunda üç yüz altmışaltı kemik ve dört yüz kırk dört damar, yedi yüz yetmiş yedi sinir vardır. bundan sonra kaygusuz, talibe rehber gerek olduğunu, kendi bildiğiyle doğru yolu bulamayacağını, doğruyu bulması için de ilim gerektiğini ifade eder. daha sonra bütün eşyanın fena olduğunu, yalnız allah'ın ezeli ve ebedi olduğunu bu alem olmazdan evvel on sekiz bin alem içinde hakk celle ve teala, kalmış içinde şeker ve güllab gibi vaki olmuştur. şeklinde belirtir. kün!' emriyle bütün mevcudatın yaratıldığını, yerin ve göğün sonsuzluğu karşısında hepsinin hayran kaldığını, bütün peygamberlerin hakk'ı bulmak için hezar be hezar cehd eylediğini, nihayet son peygamber muhammed'in bu karhanenin aslını ve fer'ini beyan eylediğini anlatır. daha sonra kaygusuz, gizli karhaneyi düzen kendini içinde gizledi. sözünü şöyle açıklar: çünkü nişan dahı eşya içinde bulundı. imdi her kim her şeyi görür, hakk'dan ayru nice görür? bunlar hakk'dan ayru degildür. çünki hakk teala hazretleri eşyaya mühit etmiş, yabanda aramanın aslı yokdur. eşyada aramanın aslı budur ki delili, ademdir. yani insanı kamil'dir. kaygusuz abdal; göklerde olanlar da yerde olanlar da allah'ındır. allah her şeyi kuşatır mealindeki nisa suresinin. ayetini yukarıdaki sözlerine delil olarak gösterir. bütün mekanların, sıfatların, gönüllerin, alemlerin, varlıkların ve şekillerin allah'a ait olduğunu söyledikten sonra şu beyiti getirir: bir bazar kurdı ezelden her meta'ı koydu ol kendü aldı kendi satdı bazar eyledi. nasihatname yazılış amacı, insanlara öğüt vermek ve doğru yolu göstermek olan nasihatnameler, manzum veya mensur olarak kaleme alınmıştır. bu eserler, kişilerin günlük hayatlarında kendi durumlarına daha güzel bir zemin hazırlamalarını temin ve bilgi vermek gayesiyle, mesnevi, kaside nazım şeklilleri ve mensur olarak da yazılmaktadır. daha çok kaside nazım şekliyle yazılan nasihatnameler, mesnevi veya musammat nazım şeklinde de yazılabilmektedir. aynı zamanda pendname olarak da anılan nasihatnamelerde; dini, sosyal ve ahlaki birtakım öğütler verilerek çağın gereğine göre yaşamın bütün evre leri için hazırlamak ve yetiştirmek esastır. bundan dolayı pendnameler nazma çekilmiş ayet, hadis, hikmet, kelamı kibar ve atasözleriyle doludur. nasihatnamelerde insana yaşam sürecinde en doğruyu bulmak ve uygulamak yolunda hizmet önemli olduğu için dinimizin ve yüzlerce yıllık milli kültürümüzün değerleri bir bütünlük içinde verilir. ayet ve hadisleri hemen atasözleri takip eder. aynı zamanda yazıldıkları çevrenin sosyal ve tarihi durumu hakkında bilgi veren kaynaklar durumundadır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda; siyasetname olarak da vasıflandırılan bu eserlerin ilk yazılanları hükümdarlara ve devlet büyüklerine nasihatleri ihtiva etmektedir. türk edebiyatına, iran ve arap edebiyatlarından geçen nasihatname türü, genelde ahlakidir. bunların içinde yalnız dini nitelikte olanları, kuranı kerim ve hadislerden birtakım örnek sözler alınarak yazılanları da vardır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda ünlü nasihatname, iran şairi feridüddin attar'ın pendname adlı eseridir. türk edebiyatında birçok nasihatname kaleme alınmış ve zengin bir nasihatname edebiyatı oluşmuştur. nasihatname'lere tarihi seyir içerisinde bir sıralama yapacak olursak ilk örnek yusuf has hacib'in kutadgu bilig'i ile edib ahmet yükneki'nin atabetü'lhakayık'ını göstermek gerekir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk mahsulü olan kutadgu bilig, iki cihan saadetinin dünyada çalışarak ve ibadet ederek sağlanacağını belirtmektedir. atabetü'lhakayık'ta da aynı esasların yer aldığını görüyoruz. zaman içerisinde son devrelere yaklaşıldıkça, nasihat kitaplarının daha çok babadan oğula nasihatlar ihtiva eden şekillerde geliştiğini görmekteyiz ki nabi'nin hayriyye adlı eseri bunlardan biridir. ayrıca kutadgu bilig'den sonra siyasetname örneğini kenzü'lkübara takip etmektedir. abdal, eşrefoğlu rumi ve şah ismail hatayi'nin birer nasihatnamelerinin olduğunu da burada ifade etmek isteriz. kaygusuz'dan bu nasihatname ile ilgili bir örnek verelim: gel iy talib olan hayali terk it hamuş ol bu kamu makali terk it sakın bihude sözlerden dilüni irişdügün yire sungıl elüni. islami türk edebiyatında şekil. abdurrahman güzel bu cihan sahrasında yol bekleme hakk'ı sen kendüzünden ayru görme. uyuma gönül aç gözüni dört yanuna bak devşür ögüni kendüzüne kem akil olma toprak ol acib tekebbür eyleme haddünden artuk keleci söyleme. kanda bir miskin görürsen dut elin böyle varmışlar bu yolın evvelin gül olgıl bu yolda diken olmagıl yol varan miskine düşman olmagıl gel i talib müstemi ol aç gözün neredesin çağlayıver kendüzün çün ademsin hikmete zulm eyleme bir söz ki akla ziyandur söyleme arif isen yile virme fursatı bilmek istersen bu ilm ü hikmeti. salatname salat, kelime manası itibariyle, namaz anlamındadır. salatname de, namaz hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. bu hususta pek çok manzum ve mensur eser yazılmıştır, fakat bunların içinde, daha doğrusu edebiyatımızda salatname türünde yazılan en güzel eser, kaygusuz abdal'ın hece vezniyle yazdığı manzum bir şathiyesidir. kaygusuz abdal bu şiirinde; kendisinin namaz kılıp kılmadığı hakkında, başkaları tarafından yapılan dedikoduları, yarı öfkeli, yarı alaylı bir dille emir efendi'ye hitaben verdiği cevapta görüyoruz. o, emir efendi'nin namaz hakkındaki sorularını cevaplar ve beş vakit günlük namazı; vitir, cuma, bayram, teravih ve cenaze namazlarını; bunların günlük ve yıllık olmak üzere rekat, selam, tahiyyat, sünnet, farz, vacip sayılarını toplamlarıyla birlikte verir. onun bu manzumedeki şathiye tarzında verdiği matematiksel bilgiler ve neticeleri, bugün dahi birçok ilgili kişiler tarafından hesap edilerek çıkarılamamıştır. bu manzumenin muhteviyatı günümüzde bazı bakımlardan da önemlidir. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda bir salatname türü olarak kabul ettiğimiz kaygusuz abdal'a ait bu salatname'den beş dörtlüğü örnek olarak verelim: ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısın? tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısın? zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısın?. pirimizden olsun himmet yaradan allah'a minnet yedi bin iki yüz yigirmi sünnet dahı namaz sorar mısın?. tamam oldı çünki namaz kimini okı kimin yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısın?. bir namaz vardır cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısın?. minbername bilindiği gibi minber; camilerde hatiplerin cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe okuduğu, cemaata göre mihrabın sağında bulunan basamaklı, merdivenli kürsüdür. salatname, aahmed sırrı baba ve dağlı tarafından dörtlük halinde neşredilmiştir. halbuki elimizdeki yazmalara göre bu eser, dörtlükten ibarettir. aslında salatname, minbernamenin devamı gibidir. bakınız: güzel, menakıbname, güzel, abdurrahman güzel minbername'de; bu kürsü veya kürsülerde bulunan hatipler hakkında veya hatipler tarafından söylenen ve yazılan eserlerdir. bu hususda yazılmış edebi eser pek fazla değildir. minbername türünün ilk örneği de kaygusuz abdal'ın minbername adlı manzum eseridir. bu eser; kaygusuz'un bir cuma namazı esnasında, hatibin kendisine bakarak söylediği sözler karşısında, hatibe verdiği cevaptır. eser, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. bu olay, kaygusuz abdal menakıbnamesi'nde şöyle anlatılır: kaygusuz, günlerden bir gün bir şehre gelir. meğer kim o gün mübarek cuma günüdür. müezzinler sela verirler. halk da abdest alıp camiye koşar. baba kaygusuz da abdest alıp camiye gelir, minberin karşısında iki rekat tahiyyat namazını kılar, selam verir, dua ve sena kılar, sakin olur. daha sonra ezan okunur. cuma sünneti kılınır ve akabinde hatip minbere çıkar ve hutbeyi okur. arkasından kamet okunur, cuma namazı kılınır, dua ve sena olur, namaz biter. bundan sonra hatip, bir kürsü üzerine çıkıp, halka vaaz ve nasihat etmeye başlar. meğer bu kürsü minbere yakın idi. cemaat dağılmayıp oturdular. onun vaaz ve nasihatını dinlemeye başladılar. kaygusuz da, oturduğu yerden kalkmayıp cemaatle beraber manen gözkulak olup hatibi dinledi. ol hatip , oturdugu yerden bakıp karşısında baba kaygusuz'u gördü. bir sakalı kırkık, üryan ve büryan ve giryan bir derviş oturur. vaiz efendi başladı cehennem'in kapısını açmaga; sakalını kırkan, üryan olanlar giremez uçmağa' deyip bazı sözler söyledi. halka vaaz ve nasihat eyledi. namaz kılmayanların hali şöyle olur ve namaz kılanlar böyle olur. velhasıl çok türlü temsiller getirdi, hikayetler eyledi. baba kaygusuz, anun sözini işitti. fi'lhal oturdugı yirden ayak üzerine turıgelüb gönli cuşa geldi ve akıl ile hali bildüm. hakk'ı buldum. diyerek minberi tepenler ve halkı irşad etmeye kalkanlar; özünden geçmeden rabbını bilemez. allah'ı bilmek için benliği bırakmak gerekdür. mahremi esrar olmak için dünya kavgasına uymamalıdur. nefs atına binenler birbirlerinin ayıbunı gözetirler; gönüllerinde türlü fitneler üretirler; birinin ondugunu diğeri istemez. dünyada malı olanın dostu çok olur. kendi halinde olan aşıklara ise dirler. arifler hakk'dan başka bir şey bilmez. digerleri ise bir sözi bin söz ederler ve dogru yolu bırakub egri yola giderler. söz ile hakk'ı bulmak mümkün olsaydı bütün fakihler arşa çıkardı, dedi. daha sonra kaygusuz; dünyada şeytanın fitnesiyle kavganın çoğaldığından; alim, sofi, derviş. herkesin şöhret sahibi olduğundan şikayet ederek de ko sözi farig ol kaygusuz abdal ki sözden açılur cümle kil u kal beyitle konuyu bitiriyordu. dinitasavvufi türk edebiyatı'nda, kaygusuz abdal'ın, minbernamei kaygusuz adlı eseri bu nazım türünün en güzel örneğidir: vezni: eya 'akl ile 'irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hakk'ı bildüm diyü irşad idersün yetersün minbere feryad idersün. aşık olsam adum tenbel alayi eger sofu isem dirler mürayi. eger alim eger sofi vü derviş heman şöhret olupdur cümleye ceyş tanrı settaru'l'uyub'dur hem kerim hem rahimdür hem'alimdür hem halim sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür dili dil. nevruzname nevruz, kelime manası itibariyle, yeni gün, güneşin koç burcuna girdiği gün olup rumimart'a rastlar, ilkbaharın başlangıcı ve celali takvimine göre yılbaşıdır. kaygusuz abdal'a ait bu mesnevi, daha önce; güzel, minbername ve salatname başlığı altında, hacettepe üniversitesi edebiyat fakültesi dergisi, ankara, 'de neşredildi. ma tepersün minberi ma ala'i ma cümle cünbiş ma hem halimdür, hem alim abdurrahman güzel türkislam klasiklerinden biri ve dini tasavvufi türk edebiyatı'nın ilk eseri olarak kabul ettiğimiz yusuf has hacib'in kutadgu bilig adlı eserinde de oldukça canlı tabiat tasvirleri yapılarak baharın gelişi, ağaçların yeşiller giymesi, tabiatın al ve kızıl renklerle süslenmesi en güzel şekilde anlatılmaktadır. dinitasavvufi türk edebiyatı'nın meşhur şairlerinden kaygusuz abdal, nevruzu şu şekilde tasvir etmektedir: bahar mevsimi gelmiş ve bütün cihan yeşillere bürünmüştür. kainat adeta cennete dönüşmüştür. çiçekler bin renk ile boyanmışçasına rengarenk olmuştur. kimi kızıl, kimi ak, kimi de aşıkların benzi gibi sapsarıdır. menekşe nazara gelerek baharı muştulamıştır. reyhan çadırını açmış, goncasının yanakları kızarmış, lale gelin gibi eline kına yakmış, zambak da gül bahçesinde nazla salınmaktadır. bülbül seher vakti ötmekte; ördek, kaz, üveyik, bıldırcın, su kenarlarına konmaktadır: erişti badı nevruz gülsitana gülistan vakti yetti kim uyana tamamet yeryüzü cünbişe geldi behişte benzedi devri zemane gülistan goncesin açtı donandı divane oldu bülbüller divane yine simurg'e haber verdi hüdhüd otağın başına konmuş şahane güvercin çifti ile ötegeldi dudak dudağa verdi canı cane kışın hamuş olan kuşlar aceb kim firak u derd ile geldi lisane yine bülbül gülistan arzu kıldı tuti'ye şekker ü baykuş virane zihi faslı bahar ü revnakı gül zihi zevk u sefa nam ü nişane bezendi dağ u sahra nurı rahmet nihani neslihan geldi iyane abdulhaluk çay, türkergenekonbayramı nevruz, türk kültürünü araştırma enstitüsü, ankara, abdurrahman güzel, XıvXv. yüzyıledebiyatımızdanevruzvenevruziyeler, akm yayını, ankara. eğer bildinse hoş kaygusuz abdal yüzün hak eylegil pir ü cüvane. nutuk nutuk, kelime manası itibariyle; söz, lakırdı, konuşma, nutuk, söylev, bir kalabalığa karşı söylenen söz söyleyiş, ikna edici, inandırıcı mahiyette söz söyleme, kuvvet ve hassas durumları ifade eden manzum ve mensur ifadelerdir. nutuk; ıstılahi manası itibariyle de; tarikate yeni girecek olan müritlere, onun rehberi olan mürşitler tarafından tarikatın adab ve erkanını, derecelerini öğreterek irşat etmek maksadıyla söylenen manzum eserlerdir. dini tasavvufi türk edebiyatı'nda, dün var olan, manzum ve mensur nutuk nazım türü bugün de varlığını sürdürmektedir. bu cümleden olarak kaygusuz abdal'ın bu türde yazdığı birçok nutuk örnekleri elimizdedir. o, bu eserlerinde, allah'a hakiki manada kulluk edecek veya insanı kamil olacak kişinin, insan olarak doğup, insan olarak yaşaması için mutlaka edeb öğrenmesi' gerektiğini telkin eder. kaygusuz'a ait iki dörlük ile bir nutuk örneği verelim: iy özin insan bilen var edeb öğren edeb iy edeb erkan bilen var edeb öğren edeb. kaygusuzt abdal uyan ışkı bil ışka boyan şöyle dimişdür diyen var edeb öğren edeb. şathiye türk edebiyatında oluşan şathiyattürü, sonradan bazı şairler tarafından dini ve tasavvufi ölçütlerden uzaklaştırılmış ve bu sebeple de bazı kesimlerde bu türküfriyattan sayılmıştır. halbuki şathiyeler; edebiyatımızda, özellikle dini tasavvufi türk edebiyatında bazı tasavvufi remiz ve rumuzlar ile hakk'a ulaşmanın yolları, dini ve tassavufi konularının daha kolay anlaşılması ve top güzel. abdurrahman güzel lumun belli başlı kesimlerine mesajlar verilmesi hedeflenmiştir. bu cümleden olarak biz de burada edebiyatımızda bir tür olarak gelişen şathiyeninkelime ve ıstılahi manaları üzerinde kısaca durmaya çalışacağız. bilindiği gibi şathiye, kelime manası itibariyle dudaklarda bir tebessüm uyandırmak maksadıyl asöylenen manzumelerdir. ıstılahi manada ise şathiyyat; ilahi kitap ve sözlerde, kur'anı kerim ve hadisler'e dayalı geçen veya sufilerce belli makamların sırlarını izah eden, rumuzlarla örtülü kalbi ve hissi ifadelerdir. sufilerin; tanrı'ya yaklaşmaları ve tanrı'yı bütün benliklerinde bulmalarındaki hallerdir. tıpkı hallacı mansur'un; ene'l akk! veya başkalarının, ben hakk'ın bekası ile baki, o'nun varlığı ile varım. demesi gibi duyuş ve ifadelendirilişlerdir. şathiyatın kökü; şath kelimesinden gelmektedir. ali şir nevayi'nin, nesayimü'lmahabbe adlı eserinde, şeyh razbihan'ın şathiyat şerhinden bahsederken, işaret dili ile sözleri var diyerek şathiyatın kısaca tarifini de vermektedirler. yunus emre'nin çıktım erik dalına anda yedim üzümü şerhini yapan niyazii mısri ise; gerçi görünüşte alay ve istihzaya ve çocuk eğlencelerine benzer, ama batinen allah'ın sevgilileri olan gelinleri, ilahi sırlar ve hakikatlar manası bağlamında bakirelerin yüzlerini namahremlerden örtmek için çekilmiş duvak ve nikap gibidir. ta ki, namahrem gözü görmeye ve eli ermeye, demekle yunus emre'nin bu beyitte ifade etmek istediği mananın; her bir aşık bu yolda pek çok nişanlar vermiş, fakat bu nişanların en mükemmelini ve en güzelini yunus'tan başkası verememiş demektedir. mehmet fuad köprülü, yunus emre hakkında; yunus emre'nin ahlaki ve felsefi manzumeleri yanında pek az şathiyyatı sofiyane şeklinde şiirlerine de rastlanır diyerek, meselenin ilk habercisi olmuştur. çünkü köprülü, yine aynı eserinde mevlana'nın bir farsça şathiye gazelini iktibas ederek, açıklamalarda bulunmaktadır. daha geniş bilgi için bak: abdurrahman güzel, dini tasavvufi türkedebiyatı el kitabı, baskı, ankara, ali şir nevayi, nesayimü'lmahabbe, haz. erarslan, kemal, istanbul. kaygusuz abdal'ın da birçok şathiyatı bulunmaktadır. bu cümleden olarak onun; yücelerden yüce gördüm, erbabsun sen koca tanrı, bir kaz aldım ben karıdan, kaplu kaplu bağalar, yamru yumru söylerim, benk ile seyretmeğe, bugün bana bir paşacuk, filibe'de bir koca karı, edrene şehrinde bugün, yanbolu'da bir karı matla mısralarıyla başlayan şiirlerini örnek verebiliriz. ayrıca kaygusuz'un; bilinen bu dokuz şathiyesinin yanında, ilk defa tarafımızdan neşredilen dinle imdi şu ben beni ögeyim matla mısraıyla başlayan şathiyesi de son derece dikkat çekici bir eserdir. kaygusuz abdal, şathiyelerini, hem hece vezni, hem de aruz vezni ile söylemiştir. şimdi kaygusuz'dan iki şathiye örneği verelim: ıbu adem didükleri, el ayakla baş degül adem ma'naya dirler, surat ile kaş degül gerçi et ve deridür, cümlenin serveridür hakk'un kudret sırrıdur, gayra bakmak hoş degül adem ma'nayı mutlak, ademdedür nutkı hakk ademden gafil olma, o hayal ya düş degül adem gerek su gibi, arı olsa arınsa adem oldur iy hoca, nefsi de serkeş degül ademdedür külli hal ilm ü hikmet güft ü kal adem katında adem, danei haşhaş degül adem odur iy hoca, gıdası ma'na ola maksud ademden ahı, çubiya tutmaş degül köprülü. abdurrahman güzel kendü özini bilen, masadın bulan kişi hakkı bilen doğrudur, yalancı kallaş degül bu kaygusuz abdal'a, aşık dimem dünyada nakş u suret gözedür, maksudı nakkaş degül ııkaplu kaplu bağalar, kanatlanmış uçmağa kertenkele dirilmiş, diler kırım geçmeğe kelebek ok yay almış, ava şikara çıkmış donuzları korkutur, ayuları kaçmağa ergene'nün köprisi, susuzlıkdan bunalmış edrene minaresi, eğilmiş su içmeğe kazana balta koydum, çervişin deremezem çuval çayırda gezer, segürdüben kaçmağa allah'umun dağında, üçbin baluk kışlamış susuzlıkdan bunalmış, kağnı ister göçmeğe leklek koduk doğurmuş, ovada zurna çalar balık kavaka çıkmış, söğüt dalın biçmege kelebek buğday ekmiş, manisa ovasına sivrisinek dirilmiş, ırgat olup biçmege bir sinek bir deve'nün, çekmiş budın koparmış salunuban seyirdür, bir yar ister kaçmağa bir aksacuk karunca, kırk batman tuz yüklenmiş gahyorgalar gah seyirdür, şehre gider satmağa donuz düğün eylemiş, ayuya kızın virmiş maymun sındı getürmiş, kaftan gönlek biçmeğe deve hamama girmiş, dana dellaklık ider susığırı natır olmuş, nöbet ister çıkmağa kaygusuz'un sözleri, hindistan'un kozları bunca yalan söyledün, girer misin uçmağ'dördüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri dördüncü bölüm kaygusuz abdal'ın eserlerininin dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleri gramer şekilleri ve söz varlığı gramer şekilleri kaygusuz abdal. asrın ilk yarısında yaşamış bir sanatkar olarak, gramer şekilleri bakımından tabiidir ki eski anadolu türkçesi'nin bütün hususiyetlerini taşımaktadır. kaygusuz'un eserleri sadece dil bakımından olmayıp, kültürel boyutuyla da incelenmemiz icap eder. biz, onun yaşadığı devri aksettirdiğini göstermek için eski gramer şekillerinden bazılarını veriyoruz. onun eserlerinde hayatın her safhasına ait kelimelere rastlamak mümkündür. abdurrahman güzel bugüne göre arkaik kelimeler bugün kullanmadığımız pek çok kelime, kaygusuz'un eserlerinde sık sık kullanılmaktadır. aşağıda liste halinde verilen kelimeler; kaygusuz'un eserlerinde geçen bütün kelimeler olmayıp, bugün kullanılmayan veya herkesçe iyice bilinmeyen kelimelerdir. bu listede sadece birkaç örnek olmak üzere bazı kelimelerin metinde geçen manaları ile hangi eserde geçtiği verilmiş, öbür manaları üzerinde durulmamıştır. o, tasavvuf konularını; halkın anladığı basit kelimelerle, benzetmelerle ve sade bir şekilde verir. kaygusuz'un eserlerinde, tahkiye'den delil ve ispat yoluna kadar bütün anlatım şekillerine rastlamak mümkündür. onun kullandığı anlatım şekillerini, birkaç örnekle göstermeye çalışalım: nasihat ve hitap yoluyla anlatma bilhassa mesnevilerde ve mensur eserlerde kaygusuz'un tasavvuf umdelerini anlatırken nasihat verme usulüne başvurduğunu görüyoruz: gel iy talib olan hayali terk it hamuş ol bu kamu makali terk it sakın bihude sözlerden dilüni irişdügin yire sungıl elüni bu cihan sahrasında yol bekleme hakk'ı sen kendüzünden ayru görme var var i gönül din yolına sen gafil olma dinüni hasıl eyle gönül bihasıl olma uyuma gönül aç gözüni dört yanuna bak devşür ögüni kendüzüne kem akil olma toprak ol acib tekebbür eyleme haddünden artuk keleci söyleme kanda bir miskin görürsen dut elin böyle varmışlar bu yolın evvelin gül olgıl bu yolda diken olmagıl yol varan miskine düşman olmagıl imdi iy şükr ü zikr eyleyen sadıklar, iy allah'a ibadet kılan aşıklar! hak tebareke ve teala bu sarayı kullarına ibadet idecek yir eyledi. ya'ni gele hakk'un kulları bu sarayı göre, ta'ata meşgul ola, bu saray nakşına gönul bağlamaya. müslüman olmagun bir şartı budur ki tanrı'yı hazır göre, peygamberden utana, edebsüz olmaya, adetsüz iş işlemeye, özinden uluya küstah olma, özinden kiçiye tekebbür olma, kavlünde dürüst ol, hasud olma, bahillik eyleme, yalan söyleme. yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi kaygusuz, iyi bir müslüman'ın yapması ve yapmaması gereken şeyleri gayet açık ve sade bir dille anlatmaktadır. bu tür anlatım tarzında onun emir kipini kullandığı görülmektedir. nasihat tarzında, dikkati çeken hususlardan biri de kaygusuz'un öğüt vermeye başlamadan önce, gel iy talib, iy gönül, iy can, iy insan, iy hakk'ı isteyen, iy'aklı kamil, iy gafil gibi hitaplarla söze başlamasıdır. bilhassa dilgüşa'da bu hitap kısmı bazen çok uzun sürmektedir: doğrudan doğruya anlatma kaygusuz'un başvurduğu ve çok kullandığı anlatım şekillerinden biri de doğrudan doğruya anlatma, tarif ve izah etme usulüdür. gerek tasavvuf umdeleri, gerek dini meseleler, bilhassa mensur eserlerinde bu üslup içinde anlatılır: pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer, evvela zühal terbiye ider, kan olur; saniyen mirrih terbiye ider, et olur; salisen zühre terbiye ider, kemik olur; rabi'an şems terbiye ider, ruh olur. adem evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür geçer, anı beyan ve ayan idelüm: evvelki oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür; ikinci yigitlikdür ki üç ay yaza müşabihdür; üçünci kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür; dördünci pirlikdür ki üç ay kara kışa müşabihdür bu adem hod cümle yaradılmışun ayinesidür. ademün vücudı bir şehirdür, dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od, su, toprak, yil ve tokuz dürlü cevahirden yapılmışdur. kemik, sinir, tamar, deri bu dört ata canibüdür. ilik, et, kan, yağ, kıl, bu beşi ana canibindendür. abid toprak üzredür, her nesne ki hak'dan gelse sakin olur. amma zahid yil üzredür, her nesne ki hak'dan gelse şad olacağına şad olur, melul olacağına melul olur. aşık od üzredür, cünundur, gözini bakdugı yirden ırmaz, elin işinden gidermez. muhib su üzredür, ma'rifet ile her kancarı kılaguzlasan ol yana varur. cümle bu hikmet, bu kudret dost tecellisidür. abdurrahman güzel tokuz felek bizüm sayvanumuzdur yidi yir yüzi hem seyranumuzdur zira insan suretidür donumuz kamu alem bizüm hayranumuzdur mükaleme ve sual yoluyla anlatma kaygusuz'un eserlerinde zaman zaman karşılıklı konuşmalara da yer verilmekte ve meseleler sorucevap şeklinde anlatılmaktadır. bu üslubun en tipik örneğini dolabname'de görüyoruz: su'al itdüm bugün ben bir dolaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba kararun yok gice gündüz dönersin dökersin dertli gözlerden hunabe elif kaddün bükilmiş çenge dönmiş inildini düzeltmişsin rebaba. dolab eydür eya çeşmüm çeragı işitmeye cevabum aç kulagı benüm budur sorarsın sergüzeştüm ki ben yaylar idüm bir yüce tagı irişmezdi boyuma altmış arşun bilüme dahı on adem kucagı bana sordı ki ne yirden gelürsin nedür nakdun ne satarsın alursın didüm ki gelişüm dünya evinden kaçuban gelmişem dünya divinden.isa peygamber dervişe eyitdi, sen hiç tınma, ben anunla söyleşem didi. derviş eyitdi, neme gerek, sen nice dilersen eyle didi. hele bunlar fir'avnun katma irişdiler. birinci mesnevi, a bilmedi: derviş şeytanı bildi, amma hiç tınmadı. şeytan eydür, isa peygamber içün fir'avna söyle ki bu kişi tanrı vardur dir, eyü halvet bulduk, bunun cezasın virelüm, bir dahı öyle söz söylemesün. fir'avn haber sorup sen mi didün tanrı vardur diyü. isa peygamber eyitdi beli ben didüm, tanrı vardur diyü, fir'avn eydür sen kendü gözünle gördün mi yohsa kıyas ile mi söylersin. delil ve isbat yoluyla anlatma kaygusuz'un sık sık başvurduğu yollardan biri de fikrini ayet, hadis ve kelamı kibarlarla takviye etmektir. bilhassa tasavvufun çıkış noktası olan men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu hadisini çok sık kullanır. budalaname'den aldığımız şu örnekler, kaygusuz'un bu anlatım tarzına tipik misal teşkil ederler: ve bu vücud ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurından bir şem'a vardur. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hak nurından bir şem'a olmaya. kavluhu te'ala: vallahu bikülli şey'in muhit ayeti kerime değül mi? anunçün konşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. küllü men aleyha fan didi kur'anda hakim bu hükümde cümle eşya serbeser yeksan geçer başda anasın anda vatanun aslına yitişe kavuşa canun hubbu'lvatan mine'limandur dut nebi sözini cana candur mustafa sözini dut ki hakdur geldün yine gitmege yarakdur kitabı miğlate, belediye ktp. allah her şeyi kuşatıcıdır, fussilet suresi. abdurrahman güzel tasvir yoluyla anlatım kaygusuz abdal zaman zaman tasvir yoluna da başvurur. bilhassa dünyayı ve insan vücudunu anlatırken onun tasvir üslubunu kullandığını görürüz: bu sarayda gice gündüz ay u gün mizan ile düzilmişdür bu düzgün altı kapulu bir evdür bu cihan külli tertib yirlü yirince heman cümle pergali araste pürkemal kışıyazı gicegündüz mah ü sal şöyle kim üstad münakkaş eylemiş yirlü yirince tamam hş eylemiş yidi tabaka aşaga zir zemin eksügi yok düzmiş üstadı emin yidi tabaka yukaru manzarı cümlesi araste dürr ü divarı içini taze gülistan eylemiş zihi sultan gör ne ihsan eylemiş çü destur virdiler içerü girdüm özüme bürünüp aklumı dirdüm görürem bir ulu şehri mu'azzam ana nisbet degül ne mısr u ne şam yidi yüz yitmiş yididür mahlesi aleme dolmış o şehrün kavgası üç yüz altmışaltı çarşudur bazar her ne ki vardur cihanda anda var on iki burcı bedeni var tamam dört yüz kırk dört sipahi saklar müdam bu cihan içinde bir derviş seyahat aleminde gezerken kendüzin bir sahrada görmiş ki hiç nihayeti yok. ol sahranun ortasında bir yol var. amma kendüden gayrı kimesne yok. tahkiye yoluyla anlatım bilhassa dünyanın yaradılışı ve peygamberlere ait kıssaların anlatılışında kaygusuz, tahkiye üslubuna başvurur: ol zaman ki yog idi bu ka'inat zat içinde nihan idi her sıfat zat içinde bu sıfat mestur idi bu vücud yok idi heman nur idi ne nebi var idi ol dem ne veli dahı söylenmedi idi labeli yir ü gök hazine içinde sır idi ikilik yog idi heman bir idi.. adem eydür bu kez bagışla suçum bugdayı ayruk yimeyün iy hakim cebra'il dir hakim oldur kim anun noksanı yokdur ol gani sultanun söz gerekmez dir adem dur git didi tanrı'nun buyrugu budur dut didi niçe ki söyledi hergiz gitmedi cebra'ilün sözini işitmedi türk dilin tanrı buyurdı cebra'il türk dilince söylegil dur git digil türk dilince cebra'il hey durdidi durugel uçmagın terkin ur didi dutdı kolından ilerü yüridi kapuya yakin varınca süridi bu kez adem çok tevazu eyledi bir lahza aman diyüben söyledi çünki aman didi kodı cebra'il ademe teferrüc eyler ol akil bu kez adem yapraga sunar elin ya'ni yapragıla örter her halin gülistan. abdurrahman güzel aşık paşa hoca attar ü sa'di bular ki bulmışıdı her muradı her biri bir haber virdi bu yoldan ne kim bilmiş idi bildügi halden veli aceb haber söylemiş attar o kim sırrın günül içinde esrar o attar kim bu mantık'ı o düzmiş karada istemiş deryayı süzmiş dimiş ki kaf tagında bir ulu kuş anı gören özin kıldı feramuş o simurgun mekanı kuhı kaf'da işidildi bu haber her tarafda bu cümle kuşlarun sultan oldur kamu ansuz suretdür can oldur otuz bin kuş anı isdeyi gitdi kalanı yolda kaldı biri yitdi sana dahı ruşenter haber söyleyem halümün ancak binde biri ola. ol vakt kim alemi sabavetden haleti büluga irişdüm bir zerre gam ü gussa yogidi; alemün padişahı idüm. günden güne yigitlik menziline kadem basdum. bu kez yolum bir çöl beyabana irişdi. bakdum ki bu yitmiş ilci milletün halkı güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. ben dahı bu güruhun birine karışdum. bir dervişin gördüğü rüyalar şeklinde tertip edilen kitabı miğlate'deki rüyalar da tahkiye üslubuyla anlatılmaktadır: derviş uykudan benilledi, uyanı geldi. gözin açup bakdı gördi düşidür. subhana'llah didi, yine yatdı, uyudı. bu def'a gördi ki yunus peygamber haylden çıkmış, peygamberler cümle anun katına gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. derviş anları görüp kasd kıldı ki parsa ura. nagah ol demde şeytan çıkageldi. derviş anı görüp eyitdi, ya şeyhu'nnuhus yine mi geldün bunda dir. şeytan, kakıdı, tiz asasın çeküp dervişün üstine yüridi. diğer üslup hususiyetleri kaygusuz'un kullandığı söz varlığı ve başvurduğu anlatım şekilleri yanında tekrir, seci', mecaz, atasözleri ve deyimler gibi dikkati çeken daha başka üslup özellikleri de vardır: bunları da sırayla ele alalım. tekrir tekrir kaygusuz'un en çok başvurduğu unsurlardan biridir. manzum eserlerde, bilhassa mısra başlarında kullanılan tekrarlar onun şiirlerine yüksek bir heyecan katarlar: gahi katrenun içinde deryayı mahv eyler ol gahi güneşi hikmetle zerrede pinhan kılur gah cümle cism içinde binişandur can bigi gah viran gönülleri ol özine vatan kılur bir kula bak kim ta'atın özine put eylemiş bir kulına rahmet eyler küfrini iman kılur kimisi ahmed yolında kesbini kılmış kemal kimisi hayvan veli kim suretin insan kılur zira bu hazine genci kadimdür bu gencün sahibi hayy'ülalimdür hezaran hikmet ü tılsım u perde bu gencün sahibi hayyü'lalimdür bu sırrı faş iden gitdi başından elin öz kanıyla yudı yaşından zihi hazine zihi bab ü miftah zihi perde zihi halvet zihi şah zihi derya zihi mevci dürefşan zihi ilm ü zihi delil ü bürhan zihi hüma ki gölgesi sa'adet zihi mülk ü imaret zihi üstat. divan, birinci mesnevi, abdurrahman güzel kimisi mest olup börkin yitirmiş kimisi destarın kavala virmiş kimi namus şişesin daşa çalmış kimisi kilimini suya salmış kimi sarhoş olup eyler hay u huy ya'ni dir ki bu ne haldür haber duy kimi meyhanede serdih olupdur kiminin işi dün gün ah olupdur kimisi bir hiçe satmış cihanı terk eylemiş kamu sudı ziyanı bu ışkıla cihan oldı münevver bu ışkıla döner künbedi devvar bu ışkıla denizler cuşa geldi bu ışkıla felek cünbişe geldi bu ışkıla alem pürnur olupdur bu ışkıla gönül ma'mur olupdur bu ışkıla cihan kavgaya düşmiş bu ışk nurı güneşe aya düşmiş, bu' ışkdur derde derman zahrhem bu ışkdur cümle başdagı serencam bu ışk genci sa'adetdür sa'adet bu ışk katında akiller olur mat bu ışk didükleri derd ü beladur bu ışk elinde canlar mübteladur dahı bir burca irişdi menzilüm dahı bu dürlü beyan söyler dilüm dahı bir özge hikayet kil ü kal dahı bir özge tali'dür özge hal dahı bir menzile yitdi seyranum dahı bir dürlü haber duydı canum birinci mesnevi. dahı bir dürlü nişane görmişem dahı bir özge mekana irmişem bu meydandur ki meleklerden denk ü hayrandur; bu meydandur ki felekler mest ü şeydadur; bu meydandur ki zemin ü asüman cüst ü cudadur; bu meydandur ki hur u gılman setaretdedür; bu meydandur ki yaradılmışın biri içdi akil oldı, birisi içdi aşık oldı, birisi dahı içdi sadık oldı seci mensur eserlerinde veya karışık eserlerinin mensur kısımlarında kullanılan seciler kaygusuz'un üslubunda önemli bir yer tutar; oglanlık yil gibi, yigitlik sel gibi; pirlik üstünleri eskimiş dama benzer, ma'nisüz dava eylemek kirişi üzilmiş yaya benzer. pes imdi iy hakk'a talip olan aşıklar, iy, mustafa kulına tabi olan sadıklar, iy evliya yolına muhib olan müştaklar. harifi men, şerifi men, zarifi men, gönli sana çevir; gönül göziyle bak, gönül kulagıyla dinle; söyleyeni, söyledene bak; olma sakın kelle göz, dinle kabul eyle söz. mecaz tasavvuf, bir mecazlar hazinesidir. çok defa kelimelerin manaları bilinen ağır tasavvufi konuları anlatmaya yetmez. bunun için mutasavvıf şairler daima mecaza başvurmuşlardır. onların bu mecazlı kullanışları çok defa yazdıklarının anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına yol açar. bu hususta en ileri giden mutasavvıf şair diyebiliriz ki kaygusuz abdal'dır: onun bilhassa şathiyeleri, mecazlarla doludur. mecazları anlamadan şathiyelere nüfuz etmek mümkün değildir. bu hususu daha açık anlatmak üzere kaygusuz'un tipik şiirlerinden birini ele alalım: edrene şehrinde bugün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçası çok karıya gülistan abdurrahman güzel sordı bana garib misin hiç bu şehri görüp misin yohsa gelişün şindi mi anatolı'dan beriye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü iy kurban oldugum yigit gör ne direm sözüm işit bu edrene şehrinde sen gezmeyesin serseriye eydür ki bu rumili'dür sanma ki anatolı'dur bunda esirbendler çok olur düşmeyesin bazariye harçlıgiçün kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel yi iç otur heman varma akma çeriye çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buhariye aldı beni girdi içerü yapdı kapusını girü getürdi şol nimetleri kim bakar aka sarıya karı beni aldatdı çün hükmine eyledi zebun anca dürişdüm dün ü gün sarlanı kaldum deriye şol hadde irişdi belüm külli unıtdum bildügüm başladı şindi iligüm sünük içinde eriye gönlegi kaftan eyledi hükmine ferman eyledi hamama da varurısa beni yanınca süriye dişi kırık yüzi sovuk fitnesi çok kendü çabük ben biçare haberüm yok ugramışam zemheriye ol karıdan kurtulmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya yukarıdaki şiire çok benzeyen iki şiir daha vardır. bunlardan biri evladı tutdı beniyanbolu'da bir karı, diğeri filibe'de yenile bir karı sevdi benidiye başlamaktadır. konuyu tamamlamak için bu şiirlerden de bazı dörtlükleri verelim: kanda bir yigit görse akçala avlar anı utanmaz oglan sever başı ak döşi şarı bir gice fursatıla koynına girdüm nagah göbegünün sovugı unutdurdu mermeri divan. adivan, abdurrahman güzel ben seni donadayın sırmanı üsküf ideyin harçlıgiçün gam yime sen heman tip kuç beni uşda mal altun kumaş sermaye kul karabaş tek kan dime bana şad eyleme düşmanı dir girelümyorgana varalum cam cana sen beni kuç ben sana ögredeyin erkanı yanunı halvet bula yatmaga yarak kıla karnın oda kızdurur zira sovukdur teni beş vakit namaz kılur halk anı salih bilür böyle çabük oldugın kim bilür ol fettanı bir dem beni görmese dudagumı sormasa yigirmi kez dolanur şol yeni bezesteni yukarıdaki şiirler; ilk bakışta bir delikanlıya aşık olan yaşlı ve kötü yola düşmüş bir kadını anlatmaktadır. üstelik kaygusuz, yaşlı kadınla genç arasındaki aşk sahnelerini bugün bile açık sayılacak bir üslupla anlatmaktadır. ancak şiirlerden birinin sonundaki şu dörtlük bizi başka türlü düşünmeye sevk etmektedir: divan, ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı bu dörtlüğe göre kaygusuz'un, yukarıdaki şiirlerde geçen bazı kelimeleri bilinen manada kullanmadığı anlaşılıyor. o halde kaygusuz bu kelimeleri hangi manada kullanmıştır. bazı anahtar kelimeler, bu hususta bize yardımcı olabilir. onun budalaname adlı eserinde biz bu anahtar kelimelerden birinin hangi manada kullanıldığını buluyoruz. budalaname'deki ibare aynen şöyledir: bu vücudun bir dükkandur, sana kiraya virilmişdür. bu izahtan açıkça anlaşılmaktadır ki kaygusuz, şiirlerdeki dükkan kelimesiyle vücudu kastetmektedir. esasen tasavvufa göre ebedi olan ruhtur. vücudise geçicidir. işte bu şiirlerde vücudun geçiciliği, kiraya verilmiş dükkan benzetmesiyle ele alınmaktadır. anahtar kelimelerden bir diğeri karıdır. gerçi dükkanın vücudolduğu anlaşıldıktan sonra karının da dünyaolduğu anlaşılmaktadır. fakat kaygusuz, bir şiirinde bu hususunda açıkça belirtir: bu dünyanun misali mu'azzam şehre benzer veli bizüm ömrümüz bir tiz bazara benzer bu şehrün hayalleri dürlü dürlü halleri aldamış gafilleri cazu ayyara benzer şiirinden anlaşılıyor ki şehre benzeyen dünya, cazu ayyardır: kaygusuz'un yukarıya aldığımız şiirlerindeki karı ile buradaki cazu ayyar aynıdır. esasen bu şiirde de vücudun dükkanolması, ömrün bazarolması benzetmesiyle verilmektedir. dükkan ve karıanahtar kelimelerinin böylece anlaşılmasıyla, şiirde geçen diğer hususlarda çözülmektedir. karının gence verdiği çeşitli nimetler de dünya nimetleridir. nitekim kaygusuz, şiirlerde karıdan yani dünyanın aldatıcı cazibesinden kurtulmanın çarelerini aramaktadır. divan, budalaname, taş basması, divan, abdurrahman güzel yukarıda açıkladığımız mecaz anlaşıldıktan sonra bugüne kadar yapılmış yanlış tefsirler, kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. söz gelişi kocatürk, bu şiirleri dil ve ruh bakımından, eski kaygusuz'un eserlerinden tamamiyle ayrı ve çok daha ileri evsaftave laubali bulduğu için ikinci bir kaygusuz abdal olduğunu düşünmüş ve sarayi mahlaslı bu ikinci kaygusuz'un şiirlerinde rumeli'de yaşadığını ve akıncı eri olduğunu gösteren kayıtlarbulmuştur. halbuki kaygusuz'un budalaname'sindeki açıklayıcı cümleden sonra bu şiirlerin ikinci bir kaygusuz'a ait olduğunu düşünmek mümkün değildir. ayrıca: harçlıgçün kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel yi iç otur heman varma akma çeriye dörtlüğündeki akın, çeri kelimelerini de hakiki anlamda düşünüp onun akıncılık yaptığı sonucuna varmak doğru değildir. dörtlükte görüldüğü gibi karı yani dünya konuşmakta ve beni terk etme; akına çeriye gitmedemektedir. o halde burada akına çeriye gitmek, dünya nimetlerini terketmek ve tasavvuf yoluna girmek demektir. kaygusuz'un daha pek çok şiiri böyle mecazlarla doludur. mesela o, vatan kelimesiyle elest meclisini, saray kelimesiyle kainatı, şehir kelimesiyle insan vücudunu kasteder. bu mecazlarla ilgili mukayeseli bir örnek daha verelim: görürem bir ulu şehri mu'azzam ona nisbet degül ne mısr u ne şam yidi yüz yitmiş yididür mahlesi aleme dolmış ol şehrün kavgası üç yüz altmışaltı çarşudur bazar her ne ki vardur cihanda anda var on iki burc u bedeni var tamam dört yüz kırk dört sipahi saklar müdam bu beyitlerde geçen şehir, yedi yüz yetmiş yedi mahalle, üç yüz altmışaltı çarşı, on iki burç ve dört yüz kırk dört sipahi acaba hakiki manasıyla mı kullanılmıştır? kaygusuz'un vücudname ve dilgüşa'sını incelediğimiz zaman yukarıdaki kelimelerin de mecazi anlamda kullanıldığını anlarız. dilgüşa'da şöyle diyor: ademün vücudı bir şehrdür, her ne kim cümle alemde kocatürk, vasfi mahir, türkedebiyatıtarihi. birinci mesnevi, var ise ol şehrde vardur. ol şehrün on iki kapusı vardur. ademün vücudı üç yüz altmışaltı damardur yidi yüz yitmiş yidi sinirdür dört yüz kırk dört pare sünükdür. atasözleri ve deyimler kaygusuz'un eserlerinde üslup bakımından göze çarpan hususiyetlerden biri de atasözleri ve deyimlerin bol bol kullanılmasıdır. böylece kaygusuz, halk diliyle konuşmakta, eserlerini halkın rahatça anlayabileceği bir şekilde söylemiş olmaktadır. bilhassa nasihat yoluyla anlatma sırasında kaygusuz'un atasözlerine sık sık başvurduğu görülmektedir: ana kim yitmedün elün sunmagıl sınacak budaga zinhar konmagıl bitmeyecek yere tohum ekmegil boynunı sun yola başun çekmegilyorganun kadar uzatgıl ayagun söz işit sagır degülse kulagun yoluna bak ayagun daşdan sakın sırrunı sevdügün kardaşdan sakın su görmeden etegün çemrenürsin meger sen bülbüli leglek sanursın bu ne dimekdür ne bilsün her naşi aslını bilene sorun her işi evde giçen sırrı ne bilsün çoban sultanun yirin tutamaz pasban ata arpa sıgıra saman gerek hayvanun budur ademe nan gerek eşegün boynına dakma incüyi insanun insan gerekdür her huyı keçe dikmek atlasa usul degül balı neft kabına koymak yol degül dilgüşa. abdurrahman güzel aşina olmaya koyun kurd ile nitekim türkman barışmaz kürd ile devenün nesine gerekdür hamam her işün özge hali var iy adem akilün işin ne bilsün divane sirkeyi sirkefüruşdan sor yine feragatdur gülbeşekerden eşek bala katran tut yaya sıgmaz nemek taş atana çömlegi dutma siper anlaya halin ki anun aklı var. atasözleri yanında deyimler de kaygusuz'un üslubunun önemli unsurlarından biridir: iy gafil uyan ki sen uyursın kanı sen yine kan ile yursın. ne baluk var ne su var tor salarsın balı tutmadın barmagun yalarsın. şöyle meşguldür bular kim işine elleri degmez ki başun kaşına. tuz ekmek hakkını sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa. kişi var ki teni dahı oldı can kişi var ki derdi ser çeker heman gülistan. adem oldur bu haberi anlaya tevhidi can kulagıyla dinleye kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. boş tulumdan her ne agzuna gelürse fır fır söylersin. halk söyleyişleri kaygusuz, eserlerinde çoğunlukla halk gibi konuşmakta; sokakta, çarşıda, pazarda yaşayan insan gibi hitap etmektedir. bunun için atasözlerini ve deyimleri bol bol kullandığı gibi zaman zaman ünleme ve seslenme edatlarına başvurmakta, zaman zaman küçültme eklerini kullanmakta, bazan halk arasında kullanılan şahıs isimlerini saymaktadır. onun üslubundaki samimiyeti yaratan en önemli unsurlardan biri olan bu söyleyiş tarzına ait bazı örnekler veriyoruz: aşık oldum zangadak ırlayuban fingedek yarum ögütler beni yanramagıl bangadak yarun severse seni sen dahı sevgil anı lutfıla söyle yare söylemegil vangadak yarıla otururken agyar gelse katuna kendüzüni agır dut durugelme dangadak gördüm yarum oturur çin ü hıtay elinde yarum anda ben bunda tapu kıldum zengedek yarum urum elinde benem şiraz şehrinde arkıncacık söylerem şiveyile cingedek sarayname, budalaname, taş basması, abdurrahman güzel yare işaret eyledüm remizile söyledüm bir taşçagız atmışam sapanıla fingedek ışkunıla faş oldum yolunda tıraş oldum melamet dümbecegin kakıvirdüm dümbedek lutf u ihsan eylegil yare eyi söylegil ışkunun denizine ben de düşdüm cumbadak ben yarun mahallesin yöreneydüm dembedem agyar görüp ürmese köpek gibi fengedek kaygusuz abdal'ı gör ışkıla oldugiçün aklı deryadur anun kendüzi nihekkidek. çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buharıya manastır'da bir başacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm. didüm gülüm sevdüm seni aşıkam esirge beni dahı beter naz eyledi vay hakkumdan geldi benüm divan. kaygusuz abdal'um didüm bir lutf eyle gülüm didüm tapuna kul olam didüm bu sözime güldi benüm. mahluk ne çare idebilür. eger anlarun biri emmün oglından su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz u melal ile dola. direm ki molla sevündük oglı acı doyuran aganun ulu babası hızır'dan böyle işitmişidi. kabul iderse hoş, etmezse emmün oğulları hod kabul ider didi. eger bu kıssadan sen dahı su'al idersen emmün oglı eydür ki bilen bilür ne söyleyem. bilmeyen bilmez, hod yine ne söyleyem. bilen bilür bilüri bilmeyen ne bilür bilüri sen seni bilmez isen bulagör bir bilüri. divan, budalaname, taş basması, burada nasrettin hoca'nın meşhur camide vaz vermesi fıkrasına telmih vardır ki çok dikkat çekicidir. budalaname, yunus emre'nin ilim ilim bilmekdür, ilim kendün bimekdür, sen kendini bilzsen, bu nasıl ilim bilmekdürün de buna uygun olduğunu söyleyebiliriz. beşinci bölüm kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği beşinci bölüm kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı ve hamseciliği kaygusuz abdal'ın türkçeye bakışı kaygusuz abdal, türkçe'yi din dili olarak kabul eden şahsiyetlerin ba şında gelmektedir. yüzyıl sufilerinden ismail hakkı bursevi'nin de benimsediğini görüyoruz. yüzyılda feraizcizade mehmed şakir efendi, yılında telif ettiği persenkaçıklaması adlı eseriyle kaynak dilinin türkçe olduğu tezinin ilk kaynağının da kaygusuz olduğu görülmektedir. ahmed hamdi tanpınar da türkçebilmeyencennet'egiremez konusu üzerinde, yaşadığımgibi adlı eserinde iki rum'dan bir anekdotu anlatır. türkçeyi koruyan devlet adamlarından birkaç örnek: bilindiği gibi türkçe; göktürk kitabeleri'nden günümüze değin, bütün devlet yetkilileri tarafından resmi dilbilim dili kabul edilmiştir. bu sebeple türkçenin bir bilim dili olmasını; bilim adamları, sanatçılar, şairler, ozanlar, mutasavvıflar eserleri ile yaşatmışlardır. bu cümleden olarak da tarihin akışı içinde pek çok devlet yetkililerinin türkçeyi bizzat korudukları, türkçe eserler yazdıkları, kendilerine türkçe eserler ithaf edildikleri, türkçe eserler yazmaları için pek çok bilim adamı ve şairleri ödüllendirdikleri ve yabancı dillerden türkçeye tercüme ler yaptırdıkları da bilinmektedir. türkçenin ilk yazılı metinleri; yenisey kitabeleri ve orhun abideleri'dir. bu türkçe metinler; bir yandan hakan ve vezirler adına taşlara işlenerek yazılırken, diğer yandan bu metinlerin kağan ve başka devlet ileri gelenleri tarafından yazılmış olması veya yine bu tür eserlerin devlet yetkililerine ithaf edilmesi, türkçenin gramer, dil, üslup, anlatım özellikeleri. bakımından çok güçlü bir bilim dili oluşunu, hem de tarihen bir devlet dili olarak asırladır yaşadığını ortaya koymaktadır. bu cümleden olarak göktürkler'den türkiye cumhuriyeti'ne yani günümüze kadar geçen dönem içindeki türkçeye böylesine hizmet likleri ile türkçecilik şuuru, insan vücudundaki etle kemik gibi bir bütün'ü meydana getirmektedir. bunları birbirinden ayrı düşünmek nasıl mümkün değilse, bir şahsiyetle üslubunu da birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. çünkü sanatçının üslubunu besleyen alt yapı unsurları, kullandığı dil'in sistematiğine ve sanatçının dehasına göre biçimlenip belli tarzda ifadesini bulur. bu sebeple bir şahsiyeti doğru değerlendirebilmek için önce onun dilini iyi incelemek ve ayrıntıları görüp anlamak gerekir. bilindiği gibi, türkçe ile her konunun rahatlıkla yazılışı, anlatılışı itibariyle onun dünya dilleri arasındaki belirgin yeri bir kere daha ortaya çıkıyordu. biz burada türkçe dil şuuruna sahip binlerce mutasavvıfdan sadece kaygusuz'un bu konudaki sözlerini örnekelemeye çalışacağız. mutasavvıf şairlerimizden kaygusuz, türkçeyi sehli mümteni şeklinde halkın kolayca analayabileceği bir şekilde kullanmıştır. bu mutasavvıf şair eserlerinde; birlik ve beraberliği, ahlak felsefesini, iki günü birbirine eşit olmayacak şekilde çalışmayı, üretkenliği, sevgiyi, sevecen olmayı, allahvatanbayrak sevgisini, hoşgörüyü vb temaları türkçe işlemiştir. yine bu mutasavvıf şair, gülistan ve dilgüşa'sında, en zor ve yaklaşılması bile düşünülemeyen konulardan biri olan; tanrı'nın, cebrail'in ve adem'in türkçe konuşması temasını işlemiştir kaygusuz; türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu vecizeleştirip tanrı'nın dilinde cennet dili eden o kadar çok devlet adamlarımız vardır ki, burada onlardan birkaçının isimlerini vermeye çalışalım: istemi kağan, bumin kağan, kutluğ kağan, aprınçor tigin, kül tarkan, karamanoğlu şemseddin mehmed bey, germiyan beylerinden süleyman şah, onun oğlu yakub bey, ladikli beylerinden inanç bey, oğlu murad arslan, menteşe beylerinden ilyas bey, aydınoğlu mehmed , bahauddin umur bey, fahruddin isa bey, candaroğlu beyliğinden kemaleddin ismail bey, mısır hükümdarı sultan bakuk, orhan bey, germiyan beylerinden yakub bey, kadı burhaneddin, fatih sultan mehmed, bayezid, kanuni sultan süleyman, sultan murad han, abdülhamid, mustafa kemal atatürk, süleyman demirel türkçe konusundaki hassasiyetleri birliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmaktadır. sonuç olarak ifade edebiliriz ki başlangıçdan bu yana türk devlet yetkililerinin tamamı; ister türkçe eserler vererek, ister türkçeeye tercümeler yaptırarak, ister türkçeyi resmi bilim dili haline getirip onu zenginleştirmişlerdir, böylece türk devlet adamları, türkçeyi karmaşalıklardan kurtarıp, onu anlaşılır bir dil haline getirmeyi başarmışlardır. görülüyor ki dünden bu güne türkçeyi yaşatan bu abide şahsiyetler türkçe düşünmüşler, türkçe konuşmuşlardır. şüphe yok ki türkçe her zaman ve her yerde ebediyete kadar böyle devam edecektir. çünkü aradan on dört asırlık bir zaman diliminin geçmesine rağmen, göktürk'lerden, karamanoğlu mehmet bey'lerden, sultan murad han'lardan, mustafa kemal atatürk'e kadar herkesin türkçe konusundaki hassasiyetleri, birliktelikleri, türkçenin önemini bugün de bir kat daha artırmışlardır. abdurrahman güzel olarak konuşturan bir şair olmuştur. o; eserlerinde dinitasavvufi duygu ve düşüncelerini kur'anı kerim hükümlerine göre türk dilinin de fonetik, morfolojik bütün kurallarına uygun olarak mükemmel bir şekilde işleyen büyük bir şairdir. hatta o her eserinde türkçenin üstünlüğünü çeşitli vesilelerle dile getirir. ben türkiceden başka dil bilmezem. derken, türk dilinin de sonradan ortaya çıkmış bir dil olmadığını ve başlangının adem'e dayandığını vurgular. kaygusuz'a göre türkçe; hz adem'den bu güne kadar varlığını sürdürmekte ve gülistan adlı eserinde türkçenin kaynağını hz adem'e kadar götürmekte ve adem ile. havva'nın cennet'teki hayatlarını kısaca ele almaktadır. burada, bilinen suç sebebiyle adem'in cennet'ten çıkması emredilmekte ise de adem'in belki affedilirim. ümidiyle bir müddet daha cennet'te kalmayı düşünmesi karşısında cenabı hakk, cebrail'e; ya cibril, git! adem'e söyle. cennet'ten hemen çıksın! emrini cibril, harfiyen yerine getirir. fakat adem cennet'te kalma arzusunda ve suçunun affı konusunda ısrarlı gibi görünür. o zaman cenabı hakk cebrail'e üçüncüsünde tekrar buyurur: ya cibril! git, adem'e türki dilince söyle, durmasın, cennet'i en kısa zamanda hemen terk etsin. kaygusuz, gülistan adlı eserinde bu durumu türkçe olarak şöyle ifade ediyor: "hakk buyurdı cebraile vardidi, adem'i cennetin içinden sürdidi." "geldi cebrail, adem'e söyledi, hakk buyruguna yanay eyledi." "cebrail didi: çık gil uçmag'dan adem, tanrı'nın buyrugı budur iş budem." "nice ki söyledi adem gitmedi, cebraile'nin sözini işitmedi." "türk dilin tanrı buyurdı cebrail, türk dilince söylegil dur git digil." "türk dilince cebrail heydur! didi durugel uçmag'un terkin urdidi." bu şekilde tanrı dili, gönül dili ve cennet dili olarak anlatılmaktadır. adem'in de türkçe bildiğini ve türkçe ile anlaştıklarını özellikle ifade etmek ister. yani kaygusuz abdal, ilk insan adem'in de türkçe'yi bildiğini, kendisine cennet'te bu dille hitap edildiğini, bu dili anladığını ve bu sebeple de cennet'ten çıktığını vurgulamaktadır. ayrıca kaygusuz abdal, dilgüşa adlı eserinde de türkçe şuurunu eserlerinde ve gönlünde yaşattığını ifade etmektedir: "ey derviş, midanimidanidirdurursın sen hiç türkice bilmez misin?" beytiyle ifade etmektedir. yine aynı şairimiz bu eserinin devamında: "biz dillerden türk dilin bilürüz: gün doğıca kirte oldı dirüz, tolı nıca gice oldı dirüz. suyun geldiğinden yana yukarı dirüz, gitdüginden yana aşağadırüz. türk dilince hemen bu kadar bilürüz." demekle dillerden yalnız türkçeyi bildiklerini açıkça ifade ediyorlar. bu dönemde, türkçenin mutasavvıf türk şairleri tarafından bu kadar ustaca kullanılmasının yanında dünyada başka milletlerin şairlerinde kendi dilleri için bu derece duyarlılık görülmemiştir. hatta kaygusuz abdal: "biz yalnız türkice'yi bilirüz. bu dil dünya durdukça duracaktır ve bu dili herkes de öğrenecektir." şeklindeki son ifadesiyle türkçenin her zaman ve her yerde sürecek olan önemini, devamlılığını ve bilim dili oluşunu vurgulamaktadır. demek oluyor ki türkçenin bu ve buna benzer pek çok özellikleri dünyanın hiçbir kültüründe, edebiyatında ve şairinde bu kadar samimi bir şekilde ele alınamamıştır. zira şair, yaradanı ile böylesine iç içe türkçe konuşabilmektedir. ayrıca kaygusuz; allah'ın alim sıfatı ile bütün dilleri bildiğini, insanoğlunun allah'a her zaman şah damarından daha da yakın olduğunu bu vesileyle de olsa anlatırken türklerin; islam dini ve tek tanrı inancının sonradan değil, ta ezelden beri ilk insan adem'in yaratılışından bu yana kabul etmiş olduğunu da açıkça bilen ve vurgulayan bir şairdir. abdurrahman güzel kaygusuz abdal, atasözlerinin yanında deyimleri de mükemmel bir şekilde eserlerinde türkçe olarak kullanmaktadır: "iy gafil ki sen uyursun kanı sen yine kan ile yursın ne balık var ne su var tor salarsın balı tutmadın barbagun yalarsın tuzetmek hakkını sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa şöyle meşguldur bular kim işine elleri değmez ki başun kaşına kaya kuşu gibi ömrüni laklak ile geçirme, ama gibi deve tepmesin somun sanma. boş tulumdan her ne agzuna gelirse fırfır söylersin." gibi söyleyişler buna örnek verilebilir. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz'a göre türkçe; tanrı dili, türkçe cennet dili, türkçe gönül dilidir. o, bu konuyu hem gülistan'ında, hem de dilgüşa'sında açık bir şekilde ifade eder. hatta öyle ki o, tanrı'yı, cebrail'i, adem'i türkçe konuşturur ve türkçenin kökenini, hz. adem'e kadar götürür. bu husus, . asırdan itibaren pek çok yazar ve şaire de "türkçe bilmeyen cennet'e giremez" şeklinde ifadesini bulur. yine bu hususta müstakil eserler de yazıldı. ancak biz konumuz itibariyle burada yalnız kaygusuz'un türkçe hakkındaki görüşlerini kendi cümlelerinden vermeye çalıştık. güzel. kaygusuz abdal'ın hamseciliği bilindiği gibi hamse teriminin bize ilk ve standart örnekleri iran edebiyatından geçmiştir. iran edebiyatında hamse geleneğini başlatan . yüzyılda yaşamış büyük mesnevi şairi genceli nizami'dir. nizami, hamsesini penc genc adıyla adlandırmıştır. bu adlandırma, sanskrit dilinde yazılmış ve beş kitapta toplanmış hint masallarının aldığı ad olan pantscha tantra isminin ilhamına veya etkisine bağlanır. eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla iyi bir müslüman olduğundan şüphe edilmeyen nizami'nin, islam'da ve kültür hayatımızda müstesna bir yeri olan ve kutsal sayılan beş sayısından ilham alarak da eserine pencgenc adını vermiş olabileceği düşünülebilir. pencgenc tabirinin ilham kaynağı ister hind'e, ister islam'a ister hurafelere dayansın, kültür hayatımızda beş sayısının yadsınamaz bir yeri olduğu muhakkaktır. binaenaleyh nizami'nin mecmuasına beş hazine adını vermesi bunlardan birini nazarı itibara almasından kaynaklanabileceği gibi, tesadüfi de olabilir. ilk hamseyi yazdığı üzerinde fikir birliği olan, fakat beş mesnevisine hamse adını bizzat kendisinin koyup koymadığı konusunda tartışmalar bulunan nizami'nin ilk büyük hamse üstadı olarak benimsenip daha sonra gelen iran ve türk şairlerince örnek alındığı açıkça görülmektedir. ilk hamse üstadı olarak kabul edilen nizami'ye, ayrıca diğer iran şairlerinin mesnevilerine türk şairleri bu geleneğe uyarak cevap vermişler, nazire yazmışlar veya bu eserleri tercüme etmişlerdir. bize gelince ise hamse yazma sanatı ve geleneği, sultan yıldırım bayezid devrinden yani Xıv. asırdan itibaren iranlılardan türklere intikal etti. her sanat dalında olduğu gibi hamsecilikte de edebiyatımız bir tercüme ve taklit devri geçirmiştir. fakat zamanla türk hamseciliği kendi benliğini bulmuş ve iran tarzından çok uzaklaşarak bambaşka bir tarzda gelişmiştir. türk hamseciliğinin hususiyeti küçük hikayecilik ve nesir unsurlarını da bu edebi sanatta kullanmasıdır. bu şekilde türk hamseciliği iran tesirinden tamamen kur nizami'nin hamse'sindeki mesnevilere yazılan nazire, cevap ya da tercümeler konusunda bak: nazir akalın, nizamiyi gencevi'nin hayatı, edebi şahsiyeti ve eserleri, bilig dergisi, güz,; saime inal savi, farsedebiyatındahamseler,; gülgün erişen, bursalırahmi'ningülisadberg'i, aü, dtcf türkoloji dergisi, X,; hakkı aksoyak, mahzenü'lesrargeleneğinebağlımesnevilerdeortakhikayeler, bilig dergisi, güz,; asgar dilperipur, türk edebiyatındanizami'nintakipçilerivehamse'sinenazireyazanlar, çev. fatih köksal, türklük bilimi araştırmaları, sy. agah sırrı levend, ali şir nevai, hamse, ankara,; tunca kortantamer, nevizade atayi ve hamse'si, izmir. hüseyin ayan, agm. abdurrahman güzel tulmuş bulunmaktadır. nergisi mehmed efendi mensur tarzıyla, nevizade atayi ve kaygusuz abdal ise küçükbüyük hikayeleri hamse çerçevesi içinde işlemesi ile bunun en güzel örneklerini göstermişlerdir. hamse kavramı, istisnai örnekleri de gözönünde bulundurularak, bir müellifin beş kitabını içine alan eserler topluluğudur şeklinde de tarif edilebilir. hamse yazarlarına hamsenüvis veya sahibi hamse denilmektedir. hamse yazan bazı şairler beş mesnevi ile yetinmemişlerdir. bizim edebiyatımızda buna en güzel örnek lamii çelebi'dir. lamii'nin mesnevilerinin sayısı ondan fazladır. yazdığı mesnevi sayısı beşten fazla olan müelliflere de sahibi sitte, sahibi seba gibi adlar verilmektedir. lakin edebi an'ane, hamse sahibi veya sahibi hamse demeyi uygun görmüştür. beş mesneviden fazla yazanların başında nizami gelir. beşten fazla mesnevi yazma konusunda nizami'yi iran edebiyatında hacuyı kirmani, nizamüddin mahmud daii şirazi ve abdurrahman cami takip ederler. anadolu sahasında kaygusuz abdal'ın, özellikle de dinitasavvufi türk edebiyatı alanında ilk hamseci şair olduğunu belirlememiz gerekir. bu cümleden olarak bu güne kadar bilinmeyen veya üzerinde durulmayan bu bilim dalının önde gelen şairlerinden kaygusuz da hem manzum hem de manzummensur karışımı küçükten büyüğe sekiz müstakil mesnevi yazmak suretiyle edebiyatımızda ayrı bir yere oturmuştur. fakat bu güne kadar onu tanıyamamışızdır. şimdi geç de olsa onun hakkını verebilmemiz için eserlerini aşağıya bir liste halinde vermeye çalışalım. şöyle ki: dinitasavvufi türk edebiyatı'nın ilk hamseci şairi kaygsuz abdal gülistanbeyit birinci mesnevibeyit ikinci mesnevibeyit üçüncü mesnevibeyit saraynamebeyit dilgüşabeyit gevhernamebeyit minbernamebeyit toplambeyit nail tuman, istanbulkütüphaneleritürkçehamselerkataloğu, ; güzel abdurrahman, kaygusuzabdaldivanı, ankara, hüseyin ayan, agm. bu durumda kaygusuz'a hamse sahibi şair demek yanlış olmaz. hatta türk edebiyatı tarihinde ali şir nevai'den de önce olması sebebiyle kaygusuz'u türk edebiyatında ilk hamseci şair olarak tanımlamamız da ona geciken bir hakkı vermiş olmamızı sağlamış olur. şimdi de nizami, kaygusuz ve ali şir nevai'nin dönemlerini ve hamselerini bir tablo halinde karşılaştırmalı olarak vermeye çalışalım: adı yaşadığı dönem eserleri nizamii gencevi yılları arasında azerbaycan'da yaşamıştır. azerbaycan'ın gence şehrinda yaşamış ve divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair olmuştur. hamse'leri; mahzenü'lesrar, hüsrev ü şirin, leyla vü mecnun, heft peyker, iskendername'dir. kaygusuz abdal yılları arasında andolu sahasında dinitasavvufi türk edebiyatı alanında, ilk hamseci şair olmuştur. alaiye sancak beyi, hüsameddin mahmud bey'in oğludur. o, Xıv. yüzyılın sonu ile Xv. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. hamseleri; gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevi, üçüncü mesnevi, gevhername, minbername, sarayname, dilgüşa'dan oluşmaktadır. kaygusuz, sekiz adet müstakil mesnevisi bulunan mutasavvıf bir şairdir. bunların toplam beyit sayısı da sekiz binin üzerindedir nizamüddin ali şir nevai herat'da doğdu ve mezarı da herat'da bulunmaktadır. ali şir nevai, türk edebiyatı'nda ilk hamseci şair olarak bilinir ve günümüzde dahilolmaküzere bütün türk edebiyatı kitaplarımızda ve araştırmalarında böyle kabullenilmektedir. hamseleri'ni çağatay türkçesi ile yazmıştır. hamse'leri ise: hayretü'lebrar, ferhat ü şirin, leyla vü mecnun, sab'ai seyyar, seddi iskenderi'dir. yukarıda da belirttiğimiz gibi, ilk hamseci şair Xıı. asırda yaşayan nizami'dir ve eserlerini farsça yazmıştır. biz de ise hamse geleneği Xvı asırda başlamıştır. bu da önceleri iran edebiyatından yapılan tercümeler neticesinde önce taklit seviyesinde, sonra da Xvı. asırda kendimize has bir hamse geleneği başlamış ve devam etmiştir. abdurrahman güzel kaygusuz abdal ise, Xıv. asrın sonu ile Xv. asrın ilk yarısında yaşamış, eserlerini türkçe yazmıştır. o, eserlerini küçükbüyük hikayeleri ile toplumun geleneksel, bilimsel ve kültürel değerlerini didaktik ve lirik bir şekilde hamse çerçevesi içinde; dini, tasavvufi, tarihi, sosyal, sağlık, metafizik, alegorik konular halinde işlemiştir. ali şir nevai ise, Xv. asrın ikinci yarısında yaşamış, döneminin hem büyük şairi, hem de büyük bir devlet adamı hüseyin baykara'nın yardımcısı olarak görev yapmıştır. eserleri ve tesirleri günümüze kadar gelmiş ve de devam edecektir. yukarıda üç örnekte gördüğümüz gibi, anadolu yakasında özellikle dinitasavvufi türk edebiyatı sahasında ilk hamseci şair kaygusuz abdal görülmektedir. çünkü onun; altısı müstakil mesnevi, ikisi manzummensur karışık mesnevi, toplam sekizbinbeyit civarındadır. bunlara divan içinde yer alan; dolabname, tercii bend, terkibibend, müstezad, salatname, kitabı miglate ve diğer münferit şiirleri dahil edilmemiştir. kaygusuz abdal ve ali şirnevai'yi yaşadıkları zaman dilimi açısından karşılaştırdığımız zaman görürüz ki nevai, kaygusuz'un ölümünden birkaç yıl evvel doğmuştur. zaman itibariyle de kaygusuz'un önce yaşadığı görülmektedir. bu sebeple onun ilkhamseci şair olduğunu söyleyebiliriz. böylece bir noktada ona olan borcumuzu ödemiş olabiliriz. genel sonuç ve değerlendirme alayesancakbeğihüsamneddinmahmudbeğ'in oğlu alaaddin gaybi , Xıv. yüzyılın birinci yarısında doğmuş, Xv. yüzyılın birinci yarısında da vefat etmiştir. alaaddin gaybi menakıbname'sinde;. ehli tarik içindemaruf vemeşhurdilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan, alaiyesancağıbeği'ninoğluveadınadagaybiderlerdi' ifadesi yer almakta ve dilgüşa'sında da; gayetakil, arif, amil, kamilvetüvaneidi. onsekizyaşındaonunile kimse mukabele durub bahs idemezdi. zirao,çokkitablarokımışdı, ulumu bi'ttamambilürdivehemziyadepehlevanidi, zri bazuya malik, atüzerinde, silahşorlukda, okatmakda, kılıççalmada, gürzsalmakdavesünüoynatmakdahünermendidi. bunungibi işlerdenaziriyogidi. ve her daim kendi kullarıylaçevreetrafındaolandağlarışikariderdi. bebürvepelengvekaplan vegözihernegörsekurtulmazdı' vasıflarıyla tanıtılmaktadır. kaygusuz; çocukluğunda alaiye sancağı sarayı'nda zamanın bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılıkvb. maharetleri de öğrenmiş vetambirbeğoğlu,şehzade gibi yetişmiştir. kaygusuz, yaşında bir av esnasında attığı ok ile yaralanan avının arkasından at sürerek abdalmusadergahına ulaşır. o'nun bu ulaşım esnasında abdal musa'ya intisabı bu karşılaşma ile başlar ve burada da aldığı manevi eğitim ile anadolu sahasının en güçlü mutasavvıfşairivenasiri olur. kaygusuz, bu dönemden sonra, hem irşad görevini yapar, hem de eserler vermeye başlar. bu sahadacivarında, manzum, mensur ve manzummensur karışık eser telif eder. o'nun bu eserleri, kur'anıkerim, hadisler çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü yansıtır. o'nun her bir eseri insan merkezli' olarak, hem dünyada, hem de uhrevi hayatta mutlu ve bahtiyar olmalarını sağlamaya hizmet vermeyi hedefler. o, ayrıca kendidevletive milletinin, bilim, sanatveteknolojialanında daima üstün olmasını kendisine şiar edinir. o, milletinin hep ileriye, daima ileriye ve üstün olmalarını ideal haline getirmek ister. bilindiği gibi, böylesine mükemmeliyet sahibi olan kaygusuz hakkında yıldan beri fazla bir bilgiye sahip olmayışımız cidden bizler için düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden bu yana kaygusuz abdal üzerinde yurtiçiveyurtdışıkütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, günümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle ileri seviyede yazılmış bilimsel çalışmalardır. biz de bu doğrultuda, o'nun eserlerinden abdurrahman güzel oluşan XvXıX. yüzyıllar arasındaki yazmalardan elde ettiğimiz metinleri, kaygusuzabdalkülliyatı' adı altında; dokuzbölüm, kaynaklar, eserlerinin tammetni, menakıbname ile şeyhiabdalmusa velayetnamemetinleri ve sözlükhalinde bütünleştirip neşretmeyi hedefledik. birinci bölümde kaygusuz abdal'ın menkıbevi ve tarihi hayatı ele alınmıştır. menakıbname'ye göre kaygusuz'un; alaiye sancakbeğihüsameddinbeğin şehzade oğlu ve asıl adının gaybibeğ olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. o, sarayda iyi bir tahsil görmüş, zamanının mad di ve manevi ilimlerini öğrenmiştir. bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen abdal musa'nın peşine at sürmüş ve sonunda abdalmusadergahı'na ulaşarak o'na mürit olmuştur. gaybibeğ, babası hüsameddinbeğ tarafından belirli bir zaman sonra abdal musa'ya teslim edilir. şeyhi de ona kaygusuz adını verir. kaygusuz burada şeyhine kırkyıl hizmetten sonra icazet alır ve kırkdervişi ile birlikte mısır üzerinden hacc'a gider. mısır'da bulunduğu sıralarda, mısır sultanının huzuruna kabul olunur, ona bazı keramet ler gösterir ve mısır sultanı da o'nun için nilkenarında bir kasr inşa ettirir. bu kasrü'l ayn adlı dergahta bir müddet ikamet eden kaygusuz, oradan hacc'a gider mekke ve me dine'deki mübarek yerleri ziyaretinden sonra suriye ve ırak üzerinden nusaybin yoluyla anadolu'ya şeyhi abdal musa'ya ulaşır. tarihihayatı da menakıbname'deki bu hayat çizgisine paralel olarak uyduğu, ancak bazı menkıbevi unsurlarla süslendiği görülür. kendi eserlerinden de çıkardığımız bazı ipuçları neticesinde kaygusuz'un asıl adının alaaddin gaybi, doğum tarihinin de miladi 'den geriye gidemeyeceğini ortaya koymaya çalıştık. o, alaiye beylerinden hüsameddinmahmud beğ'in oğludur. bu beylerin karamanoğulları'ndan inmesi hatta bir taraftan da anadolu selçukluları'na dayandığı rivayeti, kaygusuz abdal'ınçok asil bir sülaleye mensup olduğunu göstermektedir. menakıbname'de, kaygusuz'un yetişmesiyle ilgili olarak verilen bilgiler, onun eserleriyle teyit edilmektedir. elimizden geçencivarındaki yazma eserin yüzlerce varakları arasında; kaygusuz; zamanınınbütünilimlerine, anatomi, astronomi, sağlık, fen, genelkültür, tarih, edebiyat, dinvetasavvufbilgiveterminolojilerinevakıf olduğu, arapça, farsça,çağataycavb. dilleribildiğini görmekteyiz. menkıbevi unsurları bir yana bırakacak olursak o'nun abdal musa'ya intisabı nın kesin olduğu muhakkaktır. çünkü kaygusuz'un abdal musa'ya intisabı; hem menakıbname'de, hem abdal musavelayetname'sinde hem de kaygusuz'un kendi eserlerindeki kayıtlarda yer almaktadır. kaygusuz'un uzun yıllar abdal musa dergahı'nda yetiştiğini kabul ede biliriz. buradaki kırkyıl hizmeti, bir gelene ğin neticesidir. sonra mısır'a gidiş tarihi, miladi yıllarında olsa gerekir. kaygusuz'un anadolu'ya döndükten sonraki hayatını ancak bazı şiirlerindeki kayıtlarından anlıyoruz. onun şiirlerinde geçen rumeli'ye ait yer adları ve muradhan, ibnifenari, ishakbey, mollafenari'nin isimleri tarihi bilgileri vermektedir. bazı şiirler her ne kadar mecazi manalar ifade ediyorsa da kaygusuz'un rumeli'de bulunmuş olduğunu gös terdiği muhakkaktır. kaygusu'unyılında vefat ettiği ve mezarının da elmalıantalya tekke köyü'nde şeyhi abdal musa'nın yanında olduğunu belirlemeğe çalıştık. ikinci bölümde kaygusuz'uneserlerinintavsifi veözetleridir. o'nun manzum eserlerinden; divan, gülistan, birincimesnevi, ikincimesnevive üçüncümesnevi, gevhername, minbername ve dolabname; mensur eserlerinden budalaname, kitabımiglate, vücudname, risaleikaygusuzabdal ve manzummensur birleşimi saraynamevedilgüşa'nın nüsha tavsifleri ve her bir eserin özetini verdik. üçüncü bölümde kaygusuz abdal'ın eserlerinde dinitasavvufi türk edebiyatı'na ait nazım türlerinden tevhid, ilahi, esmaihüsna, dolabname, gevhername, vücudname, nasihatname, salatname, minbername, nevruzname, nutuk, devriye veşathiye'yi örneklemelerle verdik. dördüncü bölümde, dilüslup özellikleri ve anlatım şekilleridir. o'nun bu eserlerindeki; gramerşekilleri, sözvarlığı, bugünegörearkaikkelimeler, anlatımşekillerivediğerüslupözelliklerini ortaya koymaya çalıştık. gördük ki, kaygusuz'un üslubu çok hareketli ve çeşitlidir. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme,öğütverme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözleri vedeyimler, halk söyleyişleri; onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. tekrir ve seciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer alır. ayrıca onun eserlerinde dini ve tasavvufi unsurları da örneklemelerle inceledik. kelimenin tam manasıyla o, bir vecd şairi ve bir dini tasavvufi türk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd ve heyecan bakımından son derece başarılı şiirler vermiştir. yunus'un da ilk muakkiplerinden olan kaygusuz, sanatı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eserlerinin kesafet ve cesameti itibariyle onun üstündedir diyebiliriz. çünkü yirmi bin beyte yaklaşan şiiriyle ve yirmiye yakın eseriyle abdurrahman güzel ondan bize büyük bir miras kalmıştır. ancak kaygusuz, eserlerinin bu cesameti içinde kaybolmaz. ufak tefek bazı kısımlar hariç, onun manzum ve mensur eserleri her zaman üstün bir seviye gösterir. beşinci bölümde; kaygusuz'un türkçeye bakışı ve hamse sahibi oluşu üzerinde durduk. onun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçe ve hamseciliği üzerinde durduk. çünkü o; türkçeyi, "anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili" olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olmasıyla ayrı bir özelliğe sahiptir. kaygusuz, türk-islam tarihinde ilk defa; cenabı hakk'ı, cebrail'i ve adem'i türkçe konuşturan büyük bir mutasavvıftır. onun sekiz müstakil mesnevisinin olması, türk edebiyatında ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. demek oluyor ki o; döneminin ilk hamseci şairi unvanına sahiptir. ancak bu geciken bir haktır. inşallah her zemin ve zamanda hak yerini bulur ve bulacaktır. altıncı bölümde; şehzade alaaddin gaybi kaygusuz abdal külliyatı metinlerinden ilk önce; aruz ve hece vezniyle yazılmış metinler verildi. divan'daki şiirleri beş yüzün üzerindedir. bunların yüzde sekseni gazeldir. civarında da heceyle yazılmış şiirleri vardır. dolabname adlı kasidesi ile üç terciibend, iki terkibibend ve üç müstezatını da divanı içinde verdik. divan'daki şiirlerin hemen hemen hepsi ilahi bir vecd içinde yazılmış gibidir. hece ile yazılanlar arasında şathiye karakterinde olanlar da vardır. kaygusuz, burada daha çok dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslupla anlatmaktadır. bazı şiirleri ise ilahi ve nutuk havasındadır. gülistan; lamekanı, ezeldeki vahdet-i vücudu anlatmakla başlar. kainatın ve adem'in yaratılışını uzun uzun hikaye eder. kısası enbiya kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. tasavvufun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üslupla dile getirilir. yazmalarda mesnevi başlığı altında kaygusuz'un üç mesnevisi vardır. bunlardan ikincisi, küçük mesnevi başlığı altında geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. her üç mesnevide de belli bir konu olmayıp tasavvufi vecd ve heyecan etrafında dönerler. mesnevilerde kaygusuz, lirizmin zirvesine ulaşır. diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevilerde, bilhassa birinci mesnevide bulunur. gevhername, beyitlik kısa bir mesnevidir. başlangıçta, vahdet-i vücud görüşünü, deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle dile getirir. gevherin canı muhammed'dir ve eser onu methetmek için kaleme alınmıştır. minbername adlı beyitlik küçük mesnevi, nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulmuştur. yedinci bölümde kaygusuz'un mensur eserleri ele alınır. bu eserler, yer yer lirik bölümler ihtiva etmekle beraber genellikle didaktiktir. budalaname'de aklı maaş, aklı maad, nefsi bilmek, gönül, mürşit gibi tasavvufi meseleler işlenir. kitab-ı miglate, kompozisyon bakımından oldukça değişiktir. burada bir derviş, devamlı olarak uykuya dalmakta ve rüyasında bazen geçmişte, bazen gelecekte teferrüc etmektedir. her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu mağlup etmektedir. bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler tablolar science fiction'ların zaman makinası'nı andırmaktadır. eserde dervişin zaman zaman söylediği şiirler, coşkun bir lirizmin ifadesidir. vücudname, insan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufi ve kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. mesela kara kış şeriata, yaz tarikata benzetilir. baş, devlet tacına; alın, hidayet nuruna teşbih edilir. daha sonra mürşidin lüzumu anlatılır. Sekizinci bölüm; Kaygusuz Abdal'ın manzum mensur karışık eserlerinden Dilgüşa ve Sarayname üzerinde duruldu. Dilgüşa, vahdet-i vücudu anlatan uzun bir mesnevi ile başlar. Eserde uzun Farsça bölümler yer alır. Bir dervişin tasavvuf umdelerini anlatması ile devam eden Dilgüşa tamamen tasavvufa hasredilmiştir. Sarayname'de cihansaray teşbihiyle yola çıkılarak, dünyaya gelmekten maksadın insan merkezli, "hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmak ve Rabbını tanımak" olduğu vurgulanır. Kaygusuz'un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eseri Sarayname'dir. Bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha kurudur, ancak yer yer lirik söyleyişler de taşır. Dokuzuncu bölümde; Abdal Musa Velayetname'si ve Kaygusuz Abdal Menakıbnat'ı incelenmiştir. Sonuç olarak ifade etmek isteriz ki Kaygusuz; kendisinden sonra gelenlere de adeta hocalık yapmış, birçok şair ve nasir üzerinde etkili olmuştur. Çünkü onun eserleri vefatından sonra defalarca istinsah edilmiş veya mükerreren basılmıştır. Bu da onun ne denli etkili bir mutasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. Onun kendisinden sonra görülen bu alaka, tesirlerinin en açık delilidir. Çünkü onun tesirlerini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz'un dini tasavvufi Türk edebiyatı disiplini içinde; Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacib, Dede Korkut, Ahmed Yesevi'den sonra Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali'nin de muakkibi olduğunu ifade eder. Bu cümleden olarak, külliyatın neşriyle Kaygusuz'un; bilim tarihi, Türk edebiyatı tarihi, dini tasavvufi Türk düşünce tarihi, tıp tarihi, astronomi bilimi gibi konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu daha seneler öncesinden görmekteyiz. Kanaatimce, Kaygusuz Abdal Külliyatı adı altında onun bütün eserlerinin neşri ile dini tasavvufi Türk edebiyatı hakkında da belgelere dayalı derli toplu bilgiler verilmiş olacaktır. Çünkü Kaygusuz'un eserlerinde, değişik branşlar için de birçok bilimsel veriler yer almaktadır. Kaygusuz, bu edebiyatın Anadolu sahasında en önemli simalarından biri, hatta eserlerinin kesafet ve cesameti bakımından birincisidir. İşte biz, onun bu denli ehemmiyetini eserlerinin bütünü üzerinde yaptığımız bu çalışma ile ortaya koymaya çalıştık. Görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen Kaygusuz Abdal'ın dünkü şahsiyetinden farklı olarak, nispeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. Bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini söyleyebiliriz. Kaygusuz Abdal Külliyatı çalışmamızda; gerek bizden, gerekse müstensihten kaynaklanan bazı eksiklikler, noksanlar, hatalar bulunabilir. Asıl amacımız; Kaygusuz'un hayatını, eserlerini ve onun Türk İslam kültürüne olan katkılarını ortaya koymaktır. Bu bakımdan hatalarımızın ve noksanlarımızın bu iyi niyet çerçevesinde hoş görüleceğini ümit ediyorum. vahdet çemeninde can bagında gevheri kan u ma'den oldum. ikilik evin harab idelden birlikde yir ile yeksan oldum. gayrı hayali koyalı gönülden evvel ne idüm heman ne oldum. ışk idi başum zira ezelden gülistanı güli handan oldum. benem bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. canı cananum bu ten içinde sırrı nihanum nihan içinde. bağdat'da diyen ene'lhakk ben idüm ahir zeman içinde. bu cismi viran içinde sagam genci nihanem viran içinde. hayvan ne bile beni neyem ben güneş gibiyem insan içinde. gönüller içinde gör beni kim gevheri kanem mekan içinde. ma'rifeti keşfi ilmi esrar söyleyen benem uş lisan içinde. insan yüzine gözin aç bak benem binişan nişan içinde. bir anlayu bak kim benden artuk kim var dahı bu cihan içinde. insan ile bu vücuda geldüm armaganum uş armagan içinde. benem bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. benem ahi ol cazu ayyar her türlü hikayetilmi esrar. vuslatda heman yegane oldum vahdet çemeninde güli gülzar. evvel ü ahir heman benem ben gönülde nihan sırrı esrar. her cismi suretde hüsni ziba her sadef içinde dürri gevher. hal ehlisin hayale düşme heman benem uş her ne ki var. benem bu kamu dükkan içinde rahtı gümanı dükkanı attar. talib olanun benem muradı kabe vü iman küfr ü zünnar. lütfum sayesinde sıgınupdur külli ka'inat cümle ahter. benem kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. evvel ü ahir heman benem ben münkir degülsen olma küstak. benem ahi ol muhiti zevrak uş gönlüm içinde biledür hakk. ol sırrı ezel ebed ne kim var heman benem uş gözüni aç. bak her canun içinde mihribanem her gönül içinde setri. muglak cihanda henüz yogıdı mansur tesbihüm idi ki hem. ene'lhakk her eşya içinde bile mevcud doğrusı budur. benem ene'l hakk şahidi guyub ki var gönülde benem ki. alem can ile müştak zerrece sırumı ayan idersem pür. ola kamu divan ü evrak bu kuş dilini ki söylerem ben. akıllara sorun ne bilür ahmak benem bu kamu alemde maksud. hem alem içinde bile mevcud bahri muhitem ki yine taşdum. sırrum ayan oldı perdem açdum takdir donum alem olalıdan. gör ki ne aceb hale sataşdum ma'deni kana erişdi yolum. dürr ü cevahiri taşra saçdum yoldaş olalı adem ile ben. elif gibi lam'a ki dolaşdum ışk bahriyem i ki binihayet. mevci gelüben başdan aşdum insan vücudında ışk ile ben. evvel ü ebed bile ulaşdum aklı külem ışka yoldaş oldum. nefs ile nice nice savaşdum ol canı yegane dilberem ben. insan yüzine perde bişdüm ezel ne isem yine oyum ben. sanma ki gafil yolumı şaşdum benem bu kamu alemde maksud. hem alem içinde bile mevcud bir beni ögütle ya müfessir. aklun irişürse kılma tefsir adem donı bana perde oldı. halüme benüm ne ola tedbir ben canı ebed layemutem perdem. adem oldı barı takdir her başda hayalı sevdayem her. gönül içinde gizlenen sır cümle maksud benem beni. söyler bu keşfi beyan ilmi tefsir pirlikde görün ki ne. civanem civanlık içinde olmışam pir vahdetde kaçan ola. bu sözler paşa vü hace gulam u emir vahdet gözinün. nikabın aç bak şemsi bizevalem bu mahı bedir ol ki her. vücudda mevcud olmış ben idüm ahi evvel ü ahir benem. bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. ben ol nurı abdal bakiyem hakkum hakk'ı bilenüm hakkiyem. vuslat çemeninde bülbülem ben vahdet denizinün zevrakıyem. ariflere gah harif oluram gah meyi piyale gah sakiyem. nadanlara renci derd ü bela hakşinas olanunuşşakıyam. ışkı hakikate delilem ben fürkat agusınun torpakıyam. insan ile bile gizlü geldüm insanı kamilün revnakıyam. budur kasdum başuma saglıgum hakkı bilenün hakk ittifakıyam. ol genci ebede nüshayam ben mani beratınun evrakıyam. bakii ebed olur kim içse çeşmei hayatun bardakıyam. benem bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. benem ne kim var alemde yeksan dürr ü cevahir kanı ma'den. her zerre içinde afitabum her katre içinde bahri umman. benem dahı kim ola cihanda ehli hüner ü sahibi meydan. ben ol hümayam sayem hemişe külli ka'inat lutfı ihsan. bu mülke halife sultanem ben insan vücudında sırrı pinhan. ezel ü ebed benem hemişe can iklimine delil ü bürhan. gayrı dahı yok benem hakikat keşfi keramet aynı insan. çin'den yine armagan getürdüm her bir nefesüm gül ü reyhan. güneşde benem nurı tecelli katrenün içinde bahri umman. benem bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. her göze benem hayal ü perde her başda safa vü cuşı sevda. bahane sebeb benem her işde savm u salat u kim büti tersa. benem hakikat gümane düşme ol kanı ezelde dürri yekta. vücudun içinde dogrı bak bir kimdür dahı de kim gayri mevla. birlikde heman yeganeyem ben kim ola bana şerik ü hemta. ben ol güneşem ki zeval irmez külli ka'inat katumda zerre. gerdişe gelüben beni ister sitare vü mah u burcı cevza. fikrümde piyade cümle hüdhüd sırrumda nihandur kaf u anka. heman benem uş gayrı ki yokdur evvel ü ahiri sırrı peyda. benem bu kamu alemde maksud hem alem içinde bile mevcud. sırrı aşikare benem eknun tek dur iy fakih okıma efsun. efsane yi ko hayale düşme senün istedüğün bendedür çün. gönlümde bulındı mısrı cami musa ayan oldı gitti fir'avn. aleme ler içinde destan oldı ışkun hayali leyla vü mecnun. lutfun ümidi o şadı kevnden oynar döner i bu çarhı gerdun. her hal arasında bileyim ben her işün içinde resmi kanun. benüm ile zeyni şerif olmış zahir ü batın bu cümle düzgün. varlıgı benem benümle oldur külli ka'inat ki kaf ile nun. bu ten oddur kaygusuz abdal bilgilü karındaş olma dilhun. benem bu kamu alemde maksud her alem içinde bile mevcud. tercii bend gelün hakk ile bazar idenler yoklık sıfatın. ki var idenler işini hak'a yarar idenler hakk ile özini. yar idenler kavline durup karar idenler bu saydı görüp. şikar idenler kamu dağ u can bu can degül mi bu can o. cana nişan degül mi gelün hak ile vasıl olanlar bihasıl. iken hasıl olanlar hakk'a irişüp dahil olanlar fi'li. koyuban fail olanlar insaniyeti kamil olanlar bu hakk. yoluna delil olanlar kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi gelün cevahiri kan bulanlar. ol binişane nişan bulanlar emin oluban aman bulanlar. menzile yitüp mekan bulanlar sırrı nihanı ayan bulanlar. vücudı içinde can bulanlar kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi gelün i hak ile bir olanlar. gönüller içinde sırr olanlar vahdet deminde kadir olanlar. saliklere dilpezir olanlar kula kul iken emir olanlar. özini bilüp habir olanlar kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi gelün hak ile biliş olanlar. özini bilüp hamuş olanlar ariflere hem gerdiş olanlar. özini bilüp hamuş olanlar yol ile varan ki piş olanlar. bu hazineye ki duş olanlar kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi gel iy özini bilen harifler. menzile yitüp gelen harifler ayinesini silen harifler. vücudunı can kılan harifler kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi bir uyan ahi kaygusuz abdal. nedür hikayet neymiş işbu hal tablı melamet ahi yeter hal. bu sırrı sakın ki nasihat al özüne yören ki deryaya dal. gör dalgıcı sen tut gel ahi sal kamu dağ u can bu can degül mi. bu can o cana nişan degül mi terkibi bend derbeyanı hikayet. şikayet dünya fani vü bivefa gayet iy mekriledür cihanı. gaddar iy bivefa kalbi caduyı ayyar lutfun şirin ile hüfte. dostsın yüze gülicisin sihri mekkar kimine cihanı cenan. düzdi kimisine put kimine zünnar malıyla neye erişdi karun. hükmile yarına kaldı kayser cife didi bu cihana ahmed gel. mustafa'ya kılursan ikrar her kişiyi bir hayale saldı. kimine diken kimine gülzar dünya hakına didügi sözi. işitdüm ahi seyyidi muhtar evvel ü ahiri bikülli dünya. perdei hayaldür şöyle kim var gel mü'min isen cihana bakma. setr it ayıbunı örte settar iy dünya kovan hayale düşme. aldanma cihana ale düşme iy köhne ribat sarayı emlak halkı. cihanı sen eyledün hak ömri hasılın firaset itdün kimünle. yidün ise tuzetmek geçer bu cihan sebatı kalmaz döner. da'ima bu çarhı eflak beka yolına bak ahi doğrı fena di. cihana tutmagıl şek dünya halini karun'dan anla süleyman'a. bir karınca örnek hak'la biliş ol canun içinde cehlile. başuna sokma misvak özünde hak'ı mu'ayyen eyle beyhude. yire çekmegil emek sıdkunı safii musaffa eyle tevhid. tohumını gönlüne ek hakk gerek ise hayali hamdan külli. zamirüni eylegil pak bir di hakk'ı sözini bir eyle terk it. bu kali makale düşme iy dünyayı dun köhnei viran iy mihneti. çok iy çahı zindan her kim ki cihane virdi gönlin yar. ağyar oldı ki dust düşman cihana gelen mukayyed oldı. dimez ki niye getürdi sultan cife didi çün cihana muhtar. nebi sözidür bu anla iy can evveli latif ahiri hiçdür. lezzeti şirin sonı peşiman cihana sebatı baki değüldür. geçer bu zeman döner bu devran mesela cihan kervansaraydur. gelen bir sa'at oldı mihman yatma durugel ki sur çalındı. uyuma uyan ki göşdi kervan ben ne didügüm bu söz içinde. hayvan ne bilür ne anlar insan heman yüzüne bağlar bu dünya. sen bu dünya içün melale düşme iy mihneti çok çarhı gerdun. işün hemişe bu sihr ü efsun seni sevenün safası gitdi. sana inananlar oldı magbun bin hasretile gitdi bu şeddad. nemrud yüregini eyledün hun ahir işde peşiman ki oldı. her kim bu cihanda düzdi düzgün gör dakyanus'a ne kıldı. dünya mar oldı dahhak'a mal u altun cife didügi nedür. muhammed behlul ne sebepden oldı mecnun iy kendözüni akıl. bilenler elün erişdügi nesneye sun koma cihana kim. yinemezsin yolunı yine geldügün yola dön fa'ide nedür. bu imaretden ahiri ki viran olısar çün terk it bu cihan. hayalini ko zulmetde kalup dalale düşme iy dünyayı hiç. caduyı kallaş kim sevdi seni kim olmadı faş toprağa. düşdün ki keykubad'a fir'avn yastugın eyledün taş mülkine. baki kalmadı süleyman ne fa'idedür nuh'a uzun yaş senden. murad almadı nuşirevan cehdile cemşid'e olmadun aş. cihanda kamu zeyreklerün sen kıldun ömri hasılanı tarac. her kim ki seni penah idindi cevrile bagrını eyledün yaş. dünya kamunun yüzine güldi sen bu cihana kalma karındaş. iy dünyada lezzete kananlar ko bu hayali ışka kim ulaş. iman bağını imaret eyle bu din ki yolunda olma kallaş. terk it cihanı hakk'ı iste sevabı koyup vebale düşme. iy dünyada izz ü naz idenler dünya hevesin iy saz idenler. dünya cehdini kim arturanlar ukba hevesini az idenler. nefsün dilegini hakk bilenler bu perdede seragaz idenler. kıssasını dünyanın cihanda cehaletile dıraz idenler. arturmagiçün bu mal ü altun azmi seferde hicaz idenler. dünya sebatunı sanma devlet iy gönül gözüni vaz idenler. unutdı cihanı hakkı andı telakkini şal pelas idenler. bikülli cihan hayali hamdur kendözüni serfiraz idenler. dolaşmadı bu cifeye hergiz ışk ile özini baz idenler. geçer bu cihan baki değüldür sen bu cevab u su'ale düşme. iy dünya haline aldananlar dünyayı baki kalur sananlar. yitürdi yolın işin yıkıldı dünya sebatuna dayananlar. çünki cifedür didi muhammed baş koşmadı hakk'dan utananlar. kim fa'ide eyledi cihanda iy bu cihan odına yananlar. mihnet odına düşdi ki yandı bu aguya barmagın bananlar. ibrahim edhem gibi has oldı dünya safasından usananlar. fir'avn gibi yastuğı taş oldı dünya halin nemrud'a tananlar. dünya haline kim aldananlar bu cevr ü cefaya boyananlar. kurtıldı heman kaygusuz abdal akl ile özine bürünenler. sen dahı işit nasihatümden nazükligi ko muhale düşme. berü gel ahi iy hurimanzar iy boyı tuba yanagı gülzar. iy agzı sadef dişleri gevher iy lebleri bal sözi neyşeker. iy kirpügi tir kaşı hançer iy hublar içinde şahı perver. gel ki ciğerüm tutuşdı yandı hasretüne döymeyen efendi. berü gel eya yüzi gülistan iy kirpügi fitne gözi fettan. iy hublar içinde şahı sultan hüsnünde mat oldı mahı taban. canum komışam yolunda kurban iy lutf issi kıymetlü insan. sor yiridür hatırın al ele bu şikestehatıru müstemendi. gel gel ki bana müdde'i geldi benzüm zira kim sarardı soldı. aşkare bu halk sırrumı bildi ışkun hevesi canuma doldı. bu hasret odı uş beni aldı külli ciğerüm oda yakıldı. gel ahi beni melamet itme bu haste gönül sana uzandı. gel ki cemalün güle tutarduk cemalüne gül canuna müştak. sıdkı sani'ün sun'ına sadak hüsnüni kemal yaratmış ol hakk. haste aşıkun haline bir bak iy aslı ulu gönüli alçak. bir gül inayet nazarın ile hoş gör bu haste vü derdümendi. berü gel ahi iy servi azad ışkun beni külli eyledi mat. bana cemalün delili ilet vaslun nasib olısar zikısmet. ışkı canuma o kıldı irşad aşina kulunı eyleme yad. zülfün girihi cana düşeli bagladı beni saçun kemendi. berü gel ahi iy gülişi usul gül ki cemalünde açıla gül. iy turresi fitne saçı sünbül ışkun cefası canuma kabil. berü gel hatrumı kılma melul ışkun beni kim küll eyledi. küll gamzen ki sihri cana dokundı fettane gözi kılalı fendi. berü gel seragaz eyle sarayi sevdiyse canun şol yüzi ayı. tahlil eyle güzel mehlikayı şol hurisıfat meleksimayı. getürsen ele o dilgüşayı görmiş olasın nurı hudayı. lutf ideyüdün aşıka bir gün sarayi kulun sana inandı. müstezad şem'a düşüben yandugını pervane bilmez yanmakda. murad ne aşıklara sor meydan içinde başın oynar bu halde. garaz ne ol şahı kadim cümle vucudda bile mevcud. fark olsa olmaz pes bunca haberilm ü kitab insan içinde. bunca işaret ne külli ka'inat garkoldı buışk denizinde. eseri belürmez nuh nebi'nün maksudı nedür bu sıfatda tufanı. necat ne zahir ü batın cümle alem hakkla vuslatda. tevhid ü sıfatda musa neyimiş kıldugı ta'at ne dimekdür. tur u münacat ne fi'lcümle alem ma'nide bir harfi. elifdür zir ü zeberi yok bes bunca haber kal ü makal. remz ü kirişme tefsiri ayat ne evvel ü ahir her ne ki var. pergal içinde bir noktadur ancak bes havf u reca. zühd ü ta'at kitab u peygam takriri berat ne bu sun'a bakup. sani'i bilmek bu suretde insana vacibdür dinle va'izi mihrab. u minberde ne söyler virdügi sıfat ne bikülli anun söyledügi. ahbarı tevhid mustafa halidür çünki hakikat mürşidi. kamil heman oldur bes gayrıya sebat ne öz okıdugın tutana. er didi erenler anla iy sarayi ne fa'ide çün okıdugın sen. tutamazsın gayrıya hacet ne iy ma'na bilen kendözüne. vücud içinde bir gözüni aç bak gayrı diyicek ne var ola. cümle cihanda cümlesi heman hak tevhid san'atın her kişiye. sorma ki bilmez tevhid ne dimekdür ol kimesneye sor ki diye. her dem ü her söz amenna ve saddak zahir ü batın cümle. alem hakikatidür gayrı dimek olmaz hakk'ı bilene muhalefet. eyleme zinhar ne sözdür ene'lhak hak bil kamusın kimseye. ikrah ile bakma ta sende göresin cümle alem iy toptolu. sen kim gafil olma bu esrarı muğlak evvel ü ahir cümle şeyün. varlığı hak'dan hak'dan gafil olma ta hakkı bilen kişi. sana can ü gönülden müştak ola müştak sen aşıkisen tevhidi. küstah göre söz küstahı görenler tevhid dimegün aslı nedür. ne dimekdür anlamaya güstak külli ka'inat anlayu bak. pertevi hakdur hak nurı tecelli terk it hayali koy ahi. gel sıdkile söyle cümle hakı mutlak fi'l cümle alem gör ahi. vücudunda mevcud nihan vucudunda sen sende olan nesneyi. özgeye ki sorma olmayasın ahmak şehsüvarısın ışk ile sen. kaygusuz abdal şahbazları gözle şah menziline her nice ki. cehdile sürse iremedi baydak tışk ile gönlüm içinde bitdi. bu esrar mest mesti ışk olanlarun olur kamu güftar mest. mesti laya'kıl oluban ışka virdüm gönlümi ışkıla bakdum. cihanda ne ki var devvar mest bu cihetden mest olupdur. cümle eşya serbeser tuti mest ü kumri mest ü bülbüli gülzar. mest mest olupdur her biri merdane söyler sözini her biri. işinde mestdür yar mest agyar mest her şeye bakdum cihanda. mest olupdur şöyle kim ka'be mestdür öz halinde deyr mest. zünnar mest bu cihan ki sen görürsin cümle varun varlıgı. orta yirde var mestdür yirde ta envar mest bu neyi gör kim. ne söyler sana neyi anladur ışk elinden mest olupdur. neyşekker pürbar mest badei camı ezelden mest olupdur. şöyle kim cümle varlık mest olupdur nur mest ü nar mest. saki mest piyale mest mestane sundı cümleye mest olupdur. vahş ü tayr u mur mest ü mar mest bir sakidendür bu cümle. mest sarhoş oldugı ev ısı mest evi mest ü hem der ü divar. mest her ne ki meclise geldi ol kaçan hüşyar ola sadıkun. ikrarı mestdür münkirün inkarı mest mestlerün sözüni. dinle mestane gel meclise meyi mest ü saki mest ü virdügi. ahbar mest çerhi gerdun mest olupdur dün ü gün durmaz. döner mestane bak kim göresin cümle kar u bar mest kaygusuz. abdal'ı gör kim mest olupdur ışk ile zira kim gönülde buldı. devleti bidar mest ışk elinden içeli bu bade huşyar ola mı. şah mestdür şah ile ol kıldugı bazar mest şol yüzün. tecellisinden ruşen oldı ka'inat hem senün hüsnüne indi. ayetile beyyinat bu ne ziba hadd ü haldür bu ne hüsni. berkemal göreli tahsin iderler müslimin elmü'minat sunalı. şirin lebinden meyi rengin ol nigar içeli laya'kıl oldum. gezerem mecnunsıfat i benüm erkanum yolum harabat susenüm. sünbülüm gülüm harabat harabathanede kullık idelden hal. oldı külli müşkilüm harabat çü sende gördüm ol nurı. hudayı benem iy huda'dan ulum harabat harabathanede ilmi. ledünni açıldı söylerem dilüm harabat bunda eylenmişidüm. zühd salusı benüm bu nefsi fodulum harabat feragat olmışam. zühd ü riyadan sen oldun fikr ü meşgulüm harabat harabathanede. tambur çalaram gel ahi dinle usulüm harabat benüm ayıtdugum. fikrüm hayalüm benüm canumda makbulüm harabat zahidün zikri. tesbihi bana ne benüm ömrümde hasılum harabat sana kullık. içün bu ışk yolında ka'im baglamışam bilüm harabat kaygusuz. abdal'um senün kapunda dut ahi düşmişem elüm harabat i. cihanda benüm yirüm harabat canum içindeki sırrum harabat. gözümde hayalüm gönlümde fikrüm dilümde nutk u güftarum. harabat bu zühd ü salusı terk eyleyelden müsellem oldı. menşurum harabat harabathaneyi mesken idindüm kodum bu. rızkı tezvirüm harabat harabatdan münacatdan farigam çü. bildüm kendü mikdarum harabat senün çeng ü çeganundan. uyandı benüm devleti bidarum harabat harabatilere hemdem. olaldan kamu işüm büt ü zünnar harabat harabatilerün müridi. oldum zira terk itmişem arı harabat dükanum sermayem nakdum. kazancum canum içinde bazarum harabat harabatda münacatda. hazır hak budur yakinüm ıragum harabat kaygusuz abdal'am. harabatiyem alem toldı humarumdan harabat i benüm asli. vatanum harabat bikülli varlıgum canum harabat eger ta'ne. taşın atsa zahidler n'ola benüm gülistanum harabat hakikat. baki menzile irişdüm geçerse sende devranum harabat benem. hakk virdügi kısmetüm oldur benem sermaye dükkanum harabat. bana nahnü kasemna'didügin ol i benüm genci pinhanum harabat. canumda nakşolan gönlümde torlak benüm defter ü divanum. harabat bana bu sa'adet senden irişdi benüm derdüme dermanum. harabat münacat ehli n'ola ta'n iderse utanmam yolum erkanum. harabat harabat da münacat da külli hakk sende görindi sultanum. harabat harabathanede hakk'ı görelden dürüstdür din ü imanum. harabat harabati isen kaygusuz abdal de ki gülşen ü bustanum. harabat gel gel i gönül ışkı koma işüni terk it bu ışk. yolına canunı ko başunı terk it zuhruf suresi. ayet: rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. cünbişüni terk it bir yirde gönül fikr iderem hiç mekanum yok. bile hasıl bu beyhude düşüni terk it didügüm içün ışk od'ına. vallah yanarsın benüm ile sen yargu vü savaşunı terk it agyar. sözi çün fikr iderem zulmete düşme ilk yaz güni ol sen i. gönül kışunı terk it gel gel i gönül bu nam u nişaneyi terk it. baykuş bigi gel kalma bu viraneyi terk it zühd ü salusa kalma ki. ir babı ameldür sıdkun safa kıl hayal ü efsaneyi terk it bir. lahza zahid bir dem aşık sadpare olma koy ahi gönül bari. bu bahaneyi terk it ışk gerek ise kibri başundan aşaga ko bu. zeyn ü suret zinet ü zemaneyi terk it her bir bigane geldi. bana ışk belasından aşinayısan ışk ile biganeyi ki terk it iy. hoca yatma turıgel yokdur bu ömre berat ne hoş feragat. idersen olmasun yoksa arat hoca mısın bana di kim ya. hocanun kulısın kelime tesbihün ahi işüni kılmaz alat sana. hoca didilerse ulalmasun bu gönlün kılsun hocanı unıtma ki. ömrüne berekat seni neye viribidi ki müsebbibü'lelbab bu cihana. neye geldün ne idi bunda merrat bu dünya lezzeti senün. ugrılamış aklunı bu ne zer ü sim ü esbab u ne şöhreti afat niçe. bu izz ü naz ile besleyesin tenüni niçe bu asel u revgan u. niçe bu kand u nebat nice özün bana senün ki iblis gibi hoca. nice bu hayalgülşen nice bu kıssaı guzat hoca ögüne düşer mi. hiç ahirün ki fikri bilür misin ne dimekdür bu delil ü bu ayat. turı gel ahi gözün aç i hoca güneş togdı güneş tecelli tutdı. kim pür oldı cümle bulut inandugun aceb bilür misin hoca ki. sen yohsa heman bezemişsin şöyle bu nakş u suret ademsin. hoca sana melekler sücud itdi senüniçün vücud oldı dört erkan. altı hayat bu dünyada her ne ki var insaniçün hep oldı insaniçün. bezemişdür behişti hep ol üstad her ne kim var yaradılmış. halifesi ki sensin sana yaraşur iy hoca bu sa'adet ü devlet ana. ki cümle talibdür gönlün içindekin bul özüne yören iyki. dilüne tebriz ü bağdat kaygusuz abdal ögüdün öz nefsüne vir. gel sözüni muhtasar eyle meta'un alana sat. gel gel i gönül sıdkile sen ışk etegin tut ta ki işüni hasıl ide. ışk ile ma'bud ışkdur aşıkı ma'şuk ile vuslata ilten ışkı didiler. bari gönül makamı mahmud ışk kullıgına sıdk ile tur ahdi çın eyle. ışka kul olan kimse gönül olmaya merdud özini arıt ışk ile gaflet. gubarından ta kim bulasın sen i gönül talii mes'ud ışkdur alemün. maksudı heman dü cihanda ışk ile ka'im oldı gönül kabe eger. put var var i gönül ışk idi heman sana maksud bu ışkı nasib virdi. ezelde sana ma'bud ışk göziyile bak da göresin lamekanı irmek. dilesen menzile ışk etegini tut gel gel i gönül geç dü cihanda. koma ışkı ışk ile sana hasıl ola makamı mahmud nazük diyeler. kimse gönül ışkı ne bilsün cevr ü cefa kıl kend'özüne fevti. melabud ışk ile bakan gözde gönül yirde hicab yok perde mi. olur ışk güneşi yüzine bulut mefa'ilünmefa'ilünmefa'ilün ilahi bu. alemi sırrı hafiyyatı ma'bud senün nurun şu'lesi ile gördi cümle. vücud bu şeş cihet ü çar unsur senün ile ka'imdür bu savm u salat. u erkan bu kıyam u bu ku'ud bu yir ü gök ne kim var yirde vü gökde. bu cümle ehli ibadet sana kılur ki sücud her neye kim bakar isen. fesemme vechu'llah bu cümle şöyle kim olup durur iy ahi mevcud. senün kamerüne hergiz irişimedi noksan senün güneşün öninde ne. hicab ola bulud vahid ü samed ü ahad ki padişahı yekta kadir ü. ka'im ü rahman kerim ü ferd ü vedud senün nurunla görindi bu. cümle aynı nazar senün sıfatunı söyler bu kamu güft ü şuhud. cümleye hayat u kısmet cümleye bahş u ata kamuya nasibi devlet. kamuya sensin umud emrüne muti' oluban bu yir sücuda indi. senün işaretün ile döner bu çarhı kebud senün ile ka'im olmış bu. zahir ü bu batın senün hanundan irişdi cümleye nasib. dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. birbirlerine iş gördürmeleri için kimini yare hakikat aşık isen kaygusuz abdal agyar yoluna da'im kuyu kazdığı hoşdur. dilber hayali cigerümi yaktığı hoşdur. benzüm sarusu gizlü razum çaktığı hoşdur. yar yar diyüben ah idicek ışk ile her dem bagrum kanı bu göz yaş ile aktığı hoşdur. anlayamayup müdde'inün nüktelerinden aşık yarinün cefasını çektiği hoşdur. şive kıluban naz ile şol dilberi ziba boynuma saçı zencirini taktığı hoşdur. gamzen ok ile cigerüme yara vuracak şol fitne gözün yare metuz ekdiği hoşdur. şu şunu sever diyübeni dile bırakma her müdde'i ışkı başuma kakdığı hoşdur. lutf eyleyicek aşıka yar kaygusuz abdal dili nökerün cigerini sökdüğü hoşdur. yar güle güle bize dahı geldiği hoşdur. lutf ile bizim gönlümüzü aldığı hoşdur. kaşlar yay ile kirpük okı sihr ile her dem aşık kişinün cigerini deldiği hoşdur. benzüm sarusu derdile feryad u ahumdan ben sevdiğümi yar öz ile bildiği hoşdur. müdde'ilerün karşusına naz ile her dem ma'şuk aşıka cevr ü cefa kıldığı hoşdur. ötekine derecelerle üstün kıldık. rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. boynuma kolın tolayasın lutf ile her dem yar aşıkumun gözi yaşın sildiği hoşdur. yarun naz ile müdde'inün nüktelerinden aşık kişinün benzi da'im solduğu hoşdur. hakka bakacak aslı budur kaygusuz abdal yardan yara bir lutf u vefa olduğu hoşdur. gafil olma öz halünden eyyam u devran geçer katı ömr olur hisabı aş dükenür nan geçer. bu viran kervansarayda cay u mesken tutma kim kimseye bekası yokdur kul olur sultan geçer. küllü men aleyha fanin dedi kur'an'da hakim bu hükümde cümle eşya serbeser yeksan geçer. bu cihan gelgeç evidür baki kalmaz kimseye cemşid'ün aklı dükenür hükmi süleyman geçer. musa'nun subanı kalmaz ismail'ün rifatı gemi sınur garkolur nuhı necat tufan geçer. iy cihan lezzetine gönül virenler dinle gel kat' olur zineti dünya yakut u mercan geçer. iy cihanda cayı şöhret izz ü ni'met gözleyen kimse kalmaz bu mekanda insan u hayvan geçer. ne hüküm kalur bu mülkde ne hor ne cevr mübtela bokrat'un ilacı kalmaz eflatun lokman geçer. kim gelir bir etmek için bin beladır çektiği kimisi giryan cihanda kimisi handan geçer. kiminin aklı kamildür kendözine yol bulur kimisi özini bilmez şöyle sergerdan geçer. kiminin ömrü geçüpdür kendözinden bihaber kimisi özünü bildi veli kim pinhan geçer. iy cihan mülkünde her dem köşk ü saraylar yapan çarh döner ömür dükenür der gider derban geçer. cihanun kalmaz sebatı iy hak'ı hazır gören servi kalmaz gülsitanda tavus u bustan geçer. kaygusuz abdal öğüdün sen sana ver dünyada çünki cümle geçiserdür kamil ü noksan geçer. öz halünden haberün var ise yolın gözlegil kim güler kim seni tanlar it ürür kervan geçer. her keleci kim bu lisandan gelir canda biter lisana andan gelir. er nefesini hakikat hak bilen aslı anın candur ol candan gelir. ilmi dekayık kelamı ma'rifet kaynayuban candaki kandan gelir. hakikatin söyler isem her nefes anlayı bak cana canandan gelir. gel i salik fikrine bak gönlümün seyredüben kevn ü mekandan gelir. ışk hemişe her libasa seyr eder şimdi bu genc uş bu virandan gelir. sorma bu ışkı ne bilür her naşi aslı nedür hangi vatandan gelir. kim ki bu ışkı sa'adet bilmedi vahşidir ol kişi yabandan gelir. kaygusuz abdal ne bilür kuş dilin divanedir sözi divandan gelir. hoca uyuma uyan çalındı bu nefir beşaret işaretidir çü doğdı şemsi münir. şadilık avazesi yere göğe doldu eya meğer sen işitmezisen bu üni ey sağır. bu afitab cemalinden nikabını açdı nurundan aşikâr oldı cümle sagir ü kebir. bikülli yirlü yerince hiç eksügi yokdur her biri kendü halinde nasibine şakir. cümlenün oluşı ki bunda oluşup geldi her kula kendü nasibin verdi ezelde kadir. bu hali sana hergiz ayruksıdı bilmez ki her ne ki olacağıdı olupdurur takdir. bu hikmetin aslı nedür bilmedi ki kimse ademçün ortaya geldi aşikâr oldı bu sır. cihan külli sadef gevher ali'dür hakikat ilmine defter ali'dür ali'dür ışk u akl u fikr ü tedbir gönülde pinhan u esrar ali'dür. ali'dür maksudı cümle talibün ali'dür sadıka ikrar ali'dür'dür budur ahmed ü muhtarun haberi ben ilmün şehriyem der ali'dür. ali sındurdu bu din putperestin ali'dür hayderi hayber ali'dür. ali gösterdi nurı mustafa'yı zira ki yarı peygamber ali'dür. kapısı ali'dür ehli şedd sahibi şemşir ali'dür canı zülfikar ali'dür. ali'dür arzusı ehli cihanun ali'dür sakiyi kevser ali'dür. kamu aşıklarun derdine derman ali'dür tabibi attar ali'dür. heman bir nur idi ali muhammed ma'nide seyyidi muhtar ali'dür. ali'dür destgir yolda kalana gönüller yapıcı mi'mar ali'dür. yakin bil ey salik iki cihanda kamu serverlere server ali'dür. yakin budur sana kaygusuz abdal eger aşık isen didar ali'dür. canun sakınmagıl ali yolunda zira ki sana her dem yar ali'dür. gönlüm yine şol dilberün hüsni cemalin arzular gözlerinün elasını yüzinün alın arzular. bu divane gönlüm cünun artdı bu efgan günbegün gönlüm yine şol dilberün lutf u kemalin arzular. gör kim yine delü gönül bihude sevdalu gönül gözünde sihr ü fitnesin yüzünde halin arzular. aşıkı didar olmuşam bu ışk ile zar olmuşam haste gönül leblerinün abı zül. her kime kim ışk irişse derdine derman kılur. müflis ise mün'im eyler. kul ise sultan kılur. gevhere sadef içinde kadr u kıymet eyler. ol her gönülde sadhezaran deryayı umman kılur. zihi sultan kullarınun sadhezaran aybını yüzine vurmaz. kerimdür lutf ider ihsan kılur. gahi katrenün içinde deryayı mahv eyler ol. gah güneşi hikmetiyle zerrede pinhan kılur. gah cümle cism içinde binişandur can bigi. gah viran gökleri ol özine vatan kılur. bir kula bak kim ta'atin özine put eylemiş. bir kulına rahmet eyler küfrini iman kılur. kimisi ahmed yolında kesbini kılmış kemal. kimisi hayvan veli kim suretin insan kılur. cercis'e zecri belayı yoldaş itdi ol alim. ibrahim'e nemrud od'ın gül ider reyhan kılur. cahili gör küfre mülhak mahmud'ı inkar ider. ahmed'e bak alem içre göklere seyran kılur. her ki bu hikmeti bildi kendü halin anladı. da'ima sözin gözedür sözini mizan kılur. kaygusuz abdal'ı gör kim ışk yolında dembedem. başını eline almış niyyeti merdan kılur. sen eger hayvan degülsen gel berü insanı gör. nice bir ten ten diyesin tene bakma canı gör. hasılı ömrün sakın hiç yire kılmagıl telef. kulısan kullıgun eyle gel berü sultanı gör. her bir işi anlagıl kim aslı nedür fer'i ne. ne kılur meydan içinde sahibi meydanı gör. kendözünden bihaber olma tagılma her yana. haddüni bil halün anla katresin ummanı gör. rahatı terk eyleyüben neşi düşdün zahmete. kalma bu diken içinde gel berü gülşeni gör. nice bir har mühreye gevher diyesin dünyada. sarrafa kullık idüben gevher ile kanı gör. sani'ün sun'ını anla nice hikmetler kılur. gel berü bu hikmete bak gerdişi devranı gör. kendözüni mürşide vir ta bilesün hak nedür. nice bir susuz gezersin gel berü hayvanı gör. su katında oturuban susuz olman yol degül. öz evünden gafil olma evdeki mihmanı gör. yirde gökde her ne ki var cümle sensin cümle sen. bir nazarda gördi ahmed seyre bak seyranı gör. ay u güneş cümle yılduz mustafa'dan aldı nur. iki cihan ruşen oldı şu'lei imanı gör. dünyayı bir hiçe satmış ahiret arz eylemez. hakikat gencin bulmışam kuvveti merdanı gör. sen kimün evin sorarsın ne yitürdün söylegil. nişanundan binişan ol gel berü nişanı gör. şol viran gönülleri gör toptoludur gencile. gel bu kibri ko başundan gence bak viranı gör. sana bu ma'na hanından sundı şükür evliya. gel berü kaygusuz abdal gör de bak ayranı gör. nokta vü kelam deryayı umman neme gerek terk eylemişem zerkile zühdi saluslıgı tacir degülem sermaye dükkan neme gerek sırat u mizan dünya vü ukba hikayeti koy ahi benüm kıssa vü destan neme gerek evvel ü ahir cümle canun menba'ıyam ben genc ü hazine mülki süleyman neme gerek elden komışam murdarı şehbazı hazretem baykuş degülem ben ahi viran neme gerek mahv eylemişem varlıga külli vücudumı çün binişanem bu nam u nişan neme gerek şemi meş'ali zulmete düşen kişiye sor bikülli nurem hurşidi taban neme gerek sıdk ile gelüp allah'un birligini bildüm münkir degülem inkar u güman neme gerek fi'lcümle alem hakikat hakk'un tecellisi gerçek direm uş sözümi yalan neme gerek hakk disene cümleye çün kaygusuz abdalam rahman var iken vesvese şeytan neme gerek l gel gel i gönül tabl u melamet ki yiter çal ışk ile beni eyledün uş divane abdal melamet ider çünki benüm perdemi açdum gönül dahı ko eylemegil bana kil u kal bu ışkı nice oda yakup eyledi berdar sakın ki gönül dahı bana eylemesün al bu ışkı nice mihnet okına nişan eyler dek dur i gönül ışk ile sen eyleme kim kal gel gel i gönül ışk ile sen serbeser eyle nasihat idüp bari gönül ögüdümi al delil akla gelem ben berü gel iy akıl akıl olan kişi aceb niçün olur gafil hakka eyle nazarı bakma bana sultanum bu ab u gil suretümdür can u dilüm can u dil ki ezelden neyise aslun yine anı iste evliya eteğini tut eger ki varsa delil niçe bu sen sen aceb ben ben aceb kibr ü meni niçe bu fikri fesad u bu tasavvurı batıl nice bu çeng ü çegane bu işreti meclis nice bu efsane sözler niçe bu kal ü kil seni bu şarabı gaflet seni bu ham itmiş kendözin iş gice uyku uyan iy gafil ayıl kanı senün ile bile gelen yine gitdi sen dahı bırak eyle degülisen aklı kalil bu işün içinde o sani' biledür gel bak bu nakış suretle kalma baki degül ab u gil bu aklı ma'aşı terk it bir akıl gel iste delil iste gör i karındaş olmasun zelil gel eksükliğüni dile sözile iş bitmez nite karun bu bihude rivayet ü te'vil özüne bir yören ahi ne haldesin anla ömür geçer sana koymaz işüni eyle hasıl nasihatun ayruga çok sana itmez eser bahil ana dirler ki özine ola bahil dayima arpa satarsın ki buğday gösterdün bu sen iy kaygusuz abdal halüni sen kim bil gel gel i gönül ışkıla bu diyara bakgıl aslı ne imiş fer'i nedür her kara bakgıl sen arif isen nakdünı turrada unutma agyarı gözet hali nedür hem yara bakgıl sen dilerisen keşfola bu ma'niyi esrar inkarı ko sıdkıla bu ikraruna ki bakgıl var tavus isen seyredegör nişan içinde gel bülbül isen dikeni ko gülzara bakgıl cümle alemün gel i gönül defteri ışkdur ne yazmış ezel kalemi bu deftere bakgıl gel gel i gönül derdüni ışk ile dile gel söyle dile gel veli ki derd ile dile gel ışkı göricek can u cihanı unudursın nice delüsin sen i gönül bir usule gel aklı kül ü hakikatı ışk sende bulındı ışk ile gönül cuş ahi barkına dile gel ışkı göricek canunı yagmaya virürsin koy ahi gönül bu hayali şimdi yola gel canın sakınan ışkı gönül başa iletmez ışk meydanına tablı selameti çala gel gel gel i gönül ışk ile sen ışka sadık ol ya ele getür ışkı gönül yahu farig ol hiç yire gönül ömrüni yile mi virürsin bir işi gönül işle ki ta hakk'a layık ol gel gel i gönül ışk ile bak keşf ola esrar ışk etegini koma gönül ışka aşık ol ya nedür vücudun sen i gönül ışk ocagında candan aşık ol ta ki aşıklara ma'şuk ol ışka aşık ol sen i gönül bu hizmetündür bagla bilüni ışk yolına sahibtarik ol var var i gönül kendü özün bilmege bilgil bilgil özüni ayineni ışk ile silgil sil ayineni ışk ile bak gör ki ne vardur eyilme her aka eyilirsen bu aka eyilgil yar yolına yan yüregüm bagrunı kebab eyle kıyma çeküben cigerümi ışk ile delgil tutulma gönül kalma bu gaflet duzagından ta kıssa idüp hikayetün söyler i her dil gel gel i gönül özüni bil her yana gezme özin bilen aceb evine asa mı zenbil gel gel i gönül sen ışk ile birlige bitgil her ne ki sana ışk dir ise özün işitgil iki cihanı fikr iderem hiç zararun yok maksud ne ise bari gönül anı itgil gafil gibi gel sen i gönül gaflete düşme ur bildügüni ko i gönül ögüt işitgil yolunı koyup delü gibi yabana düşme yol eriyisen yolı gözet yoluna gitgil her ne ki sana sanur isen yoluma gelsün sergerdan olup kalma gönül menzile yitgil bahar oldı yine saki getür gül açıldı gül ü reyhan bitdi sünbül yine rahmet yeli esti cihana figan eyler gülistanlarda bülbül teferrüc kıl ki ne şebbuylar eyler bu gün hublar bana kanda kızıl gül yeşil atlas ile tonandı dünya kaz u ördek ile zeyn oldı her göl aşıkile ma'şuk gülşen içinde surahi söyledi arabca kulkul bu rahmetten cihan cünbişe geldi göresin cümlesi işinde meşgul hezaran ıyşı sohbet gülsitanda bahası yad ile olması bir yol muradun yar ise kaygusuz abdal dile hakk'dan başed eyleye kabul her sureti nakşı görsen olmagıl hayran gönül cismüni tarh eylegil ki can olasın can gönül kendözün bil ki bilesin kanda var bir kan nedür hiç yire niçün gezersin söyle sergerdan gönül bütüni sındur gönül ki hak sana halil diye ateşi nemrud katında ol ki gülistan gönül ışk ateşin tut gönül ki iresin maksuda sen ışk ola sana bu yolda delil ü bürhan gönül gah olur medreselerde tahsili ilme varup ki ola vire virirsen şöyle ki risman gönül gah arifsen bir kılı bin kesdi dersin parile gah özünden bihabersin şöyle ki hayvan gönül gah hak'a vasıl olursan gayrı sığmaz araya gah olur yoldan çıkarsın şöyle ki şeytan gönül gah olur yirlü yirinde fark idersin her şeyi gah katunda kahr u lutuf bir olur reyhan gönül gah sadıku'lkavl olursın fi'l münasib kavline gah katunda bir yol olmaz hezeran peyman gönül gah nadansın şöyle ki kendü halinden bihaber gah virürsin binişandan sureti insan gönül gah olur derviş olursın kana'at bir itmegi gah olursın laf içinde mülki süleyman gönül gah olur köşk ü sarayda işreti ten meyi ışk gah olur ki ışk elinden seyr ide külhan gönül iy gönül ışkun elinden şikayet kılsam direm kaygusuz abdal'ı kodun giryan u büryan gönül fa'ilatüfa'ilün iy beni da'im derdile giryan iden gönül bu ışk odıyla bağrumı büryan iden gönül efsane kılup aklumı avare eyleyen razı nihanı aleme destan iden gönül gah canumı cehaletle vücuda benzeden gah vücudumı hak ile yeksan iden gönül gah ibadetümi zerk ile zünnara degşürüp gah sıdkumı saf küfrümi iman iden gönül aşkare beni zühd ile zahidmisal kılup hırkam içinde zünnarı pinhan iden gönül gah beni arif kılup aklum bigane'yleyen gah kim kulı sıfatı beyaban iden gönül vahdet içinde gah beni vuslata irgüren zerremi güneş katremi umman iden gönül bir lahza beni hakile hakister eyleyen bir demde beni hurrem ü handan iden gönül bir dem işi muhal iken müşkile irgüren bir demde külli müşkilüm asan iden gönül bir dem kul idüp bilümi kullıga bağlayan bir lahza beni aleme sultan iden gönül gönül bu ışk yolında derdile kaygusuz abdalam mihnet okına putei nişan iden gönül berü gel iy saki camı getürgil yine bu bezmi eyyamı getürgil bana bu zühd ü takva hiç yaraşmaz şu sakii gülendamı getürgil berü getür şarabı layezali veli kim yarı mahremi getürgil padişah çün bize mihman gelüpdür bize hemtaü hemdemi getürgil bu mecliste bize mansur gerekdür bu sırra şahı edhem'i getürgil harabatı münacat ehli bilmez bu işte benüm ustamı getürgil dane içün dama düşen ne bilsün bize bizdeki sersamı getürgil harabatda sakin ol kaygusuz sen yiter bu namus u namı getürgil m gel gel i gönülışk od ile külli kül oldum şöyle yanaram sanası şemi delil oldum gitdüm aradan nam ü nişan kalmadı hergiz dükendi vücud ışk ile andan hasıl oldum aklum varidi öz işümi yahşı bilürdüm ışk oldı işüm gitdi akıl kem'akıl oldum halüm göreli halkı cihan beni esirger düşdüm ayaga ışk ile külli sebil oldum ben sultan idüm öz halüme kendü işümde ışkı göreli sıdkile ben ışka kul oldum gel gel i gönül gör ahi ben neye sataşdum ışka düşeli derd ile sevdaya sataşdum hem zahid idüm zühd ile takvam bile halk duydı sırrumı gör ki ne gavgaya sataşdum var var i gönül sen feragat it kendü işünde bu ışk ile ben mihnet ü belaya sataşdum ışk göreli berü gönül ka'beyi buldum safa'yı tavaf eyledüm merve'ye sataşdum gör gör tali'üm sen i gönül ışka düşelden ışk sayesiyle devleti hümaya sataşdum gel gel i gönül hasret ile hastedil oldum bu ışk ile ben ayaga düşdüm sebil oldum bu hasret ile tütdi cigerüm oda yandı ışka düşeli valla gönül laya'kil oldum yar yar diyü uş düşeliden ışk odına ben başdan ayaga yandum uşda iy delil oldum ben benligümi terk idüben ışka tutıldum dükendi vücud ışk ile andan vasıl oldum sabr u kararum kalmadı bu ışk belasından divane gibi gör ahi mecnunşekil oldum var var i gönül halümi sor ışk ile yandum ışka düşeli cevr ü cefayıla boyandum almışdı beni valla gönül uykuyı gaflet ışk kulagumı burdı eyle ki közine yandum ışkı göreli can u gönül şöyle sevindi vallah i gönül külli bu cihandan usandum ben kend'özümi dünyada bir nesne sanurdum ışkı göreli ben dahı özüme yörendüm tüketdi kamu fikrümi aklum hacil oldı ışkı göreli ben i gönül şöyle utandum gel gel i gönül ışk denizinde yüzer oldum ışkı göreli külli cihandan bezer oldum bu ışk ile ben bilişeli bahdum uyandı sarraflık idüp incü vü gevher dizer oldum genc ü hazine oldı gönül ışkı bulaldan bu hazineyi gönlüm içinde sezer oldum gevheri tanır oldı gönül ışkı bulaldan dürdane içün bahrii muhiti süzer oldum gel gel berü iy talib olan sözümi dinle aşıklar içün ışk ile şekker ezer oldum gel gel i gönül ışk ile gözde hakir oldum her kim ki beni görse begenmez fakir oldum gerçi ki naşi kişi gözinde fakirem ben veli ki bu ışk nurıla bedri münir oldum halk nükte kılur bana bu gönül belasından halümi kime söyleyem ışka esir oldum ışk ile gönül belası bagrum kebab eyler çarem ne gönül her hale şükür şakir oldum müdde'i sözi beni bu ışkdan cüda kılmaz bu ışkıla aşnayı evel ü ahir oldum gel gel i gönül çagır ayıt ki şahı buldum ol benüm ile bile gelen hemrahı buldum sende biledür hakk i gönül söyle utanma ayet ki gönül bendeyimiş allah'ı buldum ışk beni eger oda yakarsa gelesim yok bu ışk nurıla sırrı ezel ilahı buldum gör gör tali'üm ışk ile gönlüm ferah oldı sevindi canum şadi kılur ferahı buldum bahtum çıragı yandı yine ışkı meyinde gümrah oluban güzer idüp ıragı buldum gel gel i gönül ışk sadefinde güher oldum muhtasar iken gör ki nice mu'teber oldum uyumış idüm gaflet içinde haberüm yok ışk geldi nagah gör ki nicesi bidar oldum ışk oldı nasib sa'adeti çü yarı kıldı bihüner idüm gör nice ehli hüner oldum ar u namusı yok idi halk serzeniş eyler ışk geldi başa çünki ne din ü ne car oldum kış güni gibi olmış idüm gaflet elinden ışkı göreli sanasın evvel bahar oldum var var i gönül gizlü razumı açar oldum ışk geldi başa sabr idemezem naçar oldum tablı melamet çaldugumı halk kamu bildi ışk aldı başum ar u namusdan geçer oldum külli beşaret oldı canum ışk safasından bu ışk nurıla hakk'ı batıldan seçer oldum ışk ile canum bilişeli mertebeme bak her nefes ile dürr ü cevahir saçar oldum ışk ile gönül çün bihicab vuslat olaldan arife kulam naşi kişiden kaçar oldum var var i gönül ol canı yeganeyi buldum bahra daluban gevheri dürdaneyi buldum bahtum çeragı yandı bu ışkun safasında gönlümde nagah dilberi cananeyi buldum gönlümde bu ışk sa'adeti genci ezeldür genc ile tolu bu vasluna hicran vuslat olur ise nazar bu kaygusuz abdal zihi tali'ün elinden iy can içinde bu ışkı ile her bazar iden sıdk u safa ile aklını bu ışka yar iden özini bilen gönülünde hak ile bilişen külli cihanun bu sevdasını muhtasar iden mustafa yolın hakikat canı ile gözleyen kendü halini şugulı cihandan kenar iden gaflet ile bu gafilin uykusına düşmedin tevhidün yolında gönli gözini bidar iden eyledi terk kış bu sıfatını irişdi bahar tevhidün suyı ile can bagına timar iden hartabi'at huşk zahid bihabersin ey ki sen bu ki taylasanı kendü başına yular iden ahmed'ün yolında menzile irişmeye hergiz cihanun hevesin kendözine kar u bar iden zulmet içinde kaldı vü o hakk'ı bilmedi cehaletile hisabı dünyayı şümar iden var oldı kamu alemde güneş bigi menşur kendü özini gönülinde varlığı var iden toprağa koya yüzini ki tekebbür olmaya islamun yolında işini hakk'a yarar iden ışk etegini ki sıdkile dut kaygusuz abdal menzile yeter bu ışk yolında ol sefer iden münezzeh olmışam çün ab u gilden nişan sorsan bana sor can u dilden ayan oldı güneş zerrem içinde delil oldum delil oldum delilden yakin oldı yakinem bir kemale farig oldum bihude kil ü kalden akıl olan sırın nadana virmez kaçan kemlik gelür aklı kamilden sözüm dinle bana hakir bakarsan nasihat tutdı süleyman nemilden özün dürri vahide kan kılursan bite gönlün içinde her hasıldan çü birlikdür alem çun u çira yok dahı maksud ne kesirden kalilden özün bildün ise kaygusuz abdal dahı maksud ne cömertden bahilden neden gönül zar u giryan degülsin meger bu ışk ile hayran degülsin çün ışk yolına can terk idimezsin söyleme bari sen bican degülsin melamet bednam olmadun bu ışkdan henüz gönül dahı insan degülsin aşina ol bigane olma ışka kim insan sureti hayvan degülsin bil ahi sendeki nadim gönülse sergerdan olma sergerdan degülsin isma'il mertebesini dilersen niçün ışk yolına kurban degülsin başın oynamasun bu ışk yolında gönül sen sahibi meydan degülsin kadim sultan da'im sende mukimdür kemalün bil ahi noksan degülsin bu nakdi sultanun sende bulundı sana kim der gönül sultan degülsin gönül bu genci bulmasan özünde sa'adet burcına mihman degülsin gönüle girmesen kaygusuz abdal henüz sen ayyar u fettan degülsin mefailünmefailünfeulün ki rindi harabatem üstadem ben getür bikülli şarabun dadam ben ben ol sakii bakinün elinden içerem camı meyi dilşadem ben harabat zemzemesinden uyandum danei dam komışam sayyadem ben sana mekke bana künci harabat veli kim her makamdan azadem ben yare yar oluram agyara agyar bilişe bilişem yada yadam ben gahi leyla gahi mecnun oluram gahi şirin geh olur ferhad'em ben ne leyli'dür ne mecnun'dur bu vahdet bu resme ton biçerem hayyadem ben adem bu ton ile insan olupdur kamu sıfatlar içinde zatem ben kaygusuz abdal'am gam yimezem hiç muhibbi hanedanı evladam ben metinde hayatem' kelimesi vezinden dolayı hayyadem' şeklinde yazılmıştır. derdile canum yandı bu hicrana düşelden bu ışk hayali sırrile bu cana düşelden her bir nefesüm gör ahi esrarı ene'lhakk divaneyem uş ışk ile divane düşelden genci ezelem surete insan ile geldüm pinhan geçerem bu cismi virana düşelden ben ol filanam sırr ile seyrana gelmişem insandur adum sureti insana düşelden zerrem güneşe irişdi bikülli nur oldı katre vücudum deryayı ummana düşelden geh binişanem gahi nişan cümle vücuda seyran kıluram gerdişi devrana düşelden aşinalara sıdkile aşina olmışam biganelere sıfatı bigane düşelden bir anlayu bak gör ahi kaygusuz abdal'am gamdan farigam sohbeti merdana düşelden gel gel i gönül başumı hacun idesin sen bu hasret ile cigerümi hun idesin sen fikrüm budur aklum imaret ideyüm ben ışk ile gönül bir dahı düzgün idesin sen var var i gönül ışkun ile kime yitersin mecnun ne ola leyli'yi mecnun idesin sen fettaneligün var i gönül menşur olupdur bu fitne ile çokları magbun idesin sen ışk ile gönül iki bükildüm haberün yok elif kametüm nice nun idesin sen h gel gel i gönül bana dahı derdi ser itme ayaga salup sen beni gerd ü gubar itme ışkdur alemün maksudı sen ışk etegin tut ko ar u namusı ko gönül gel berdar itme nice nice bu cevr ü cefa ışk sebebinden sen beni gönül ahi canumdan bizar itme aşıklara halk ışk içün gülmek ayb olmaz efsaneyi ko sen i gönül söz fişar itme ışk gerek ise aklı dahı'ışkla yar eyle aklı uyudup cehlile nefsi bidar itme gel gel i gönül ışka sen tüccar gibi bakma yar ol i gönül ışka sen agyar gibi bakma sadık olanun kıblesi ışkdur dü cihanda ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma bu ışk sözini can ile yaz gönlün içinde bu deftere sen evrakı ebter gibi bakma ışk cefasına her kişi sabr eyleyibilmez bu ışk işine gözün aç her kar gibi bakma ışkı hakikat fark ola bu ışkı mecazdan sen topalaga nafeye anber gibi bakma gel gel i gönül ışk belasına sabır eyle her ne ki gele yoluna ışkdan şükür eyle ışka tolaşan halk ile başa varıbilmez ko halk sözini ışk ile bir dem huzur eyle eger dilesen ma'şukıla vuslata irmek ışka mürid ol ışkı sen özüne pir eyle gel gel i gönül aşıkisen can u gönülden ışka kuvvet ol bu yola nefsi hakir eyle ışk gelse başa çünki gönül egleyimezsin koy ahi gönül bari bu sözi ahir eyle gel gel i gönül ışk denizi taşdı gönülde dürr ü cevahir oldı bakun mevci bu dilde sen aşıkisen öz halüni ışk ile hoşgör ne maslahatun var i gönül bu kal ü kilde teslimligi tut yüzüni ışka türab eyle mekan mı tutar ışk i gönül degme fodulda ışkun nişanı kimde ise saki olur ol bu ışkı gönül sorma ki olmaz her bahilde her aklı nakıs noksan ola ışkı ne bilsün ışkun mekanın ister isen aklı kamilde gel gel i gönül sırrunı her bednama virme sen akıl isen şadlıgunı ki gama virme razunı sakın sen i gönül çıkma kanundan bu ışk sırını bilmez olan ademe virme hak it yüzüni arif olanun ayagına puhtelere vir sırrunı zinhar hama virme dünya ahiret ya'ni ki bunlar ne dimekdür çün ışk sana yar oldı kamu aleme virme ışk ile senün razunı sen sakla özünde her bir özini bilmez olan serseme virme gel gel i gönül ışk ile vuslat taleb eyle geçer bu ömür dünyada bir ad taleb eyle oynat başunı ışk ile bu meydan içinde sen bilmez isen yürü bir üstad taleb eyle bu yolda cana kalma ki ta ışkı bulasın ışkı bulıcak sıdkile himmet taleb eyle ışk hazinedür çünki gönül canda bulındı bu hazineden gevheri vahdet taleb eyle gel gel i gönül ışk ile gönlün safa eyle sabitkadem ol bu yola ahd ü vefa eyle yar yar diye uş hasret ile hastedil oldun derdüne gönül ışk ile gel bir du'a eyle yar gerek ise sana gönülışk etegin tut bu ham hayal ü sevdayı geç ko veda' eyle nazüklik ile ışk işini kimse başarmaz bu ışk yolına varur isen bir yarag eyle hodbinlig ile ışk kişinün eline girmez meskeneti tut kend'özün ışka otag eyle gel berü zahidi magruz namus u ar eyleme secde kıl bu hüsne karşu dahı güftar eyleme çün buyurdı hakk ezelde üscüdu adem didi söz bilürsen budur ancak sözi seyyar eyleme cümle gönülde melaik adem'e secde kılur gel sofi sen de secde kıl kendözün har eyleme külli şeyde mevcud oldı çünki hakkun varlıgı gel hak'ı hazır görürsen hüsne inkar eyleme bu hur u gılman dimegün maksudı hublardurur hublara münkir oluban yirüni nar eyleme nice bir zerki saluslık fikri fesad yat hayal gel bu hublar sohbetinde sözi fişar eyleme gel bu hasudlık kirinden gönlüni yu iy sofi taşranı yuyubani içüni murdar eyleme hublarun hüsni sıfatın yaz canun defterine dahı bu defterden özin nesne defter eyleme zühdüne tekye kıluban da'ne urma aşıka gönlüni mum gibi yumşat katı mermer eyleme ömrüni hublar ile sarf ide görgil dünyada hubcemal katından özge yirü karar eyleme kaygusuz abdal ögüdün sen sana vir dünyada hubları sevmekden özge işi ikrar eyleme gel gel i gönül sen beni bu ışkdan ayırma zulm itme bana sen i gönül kanuma girme ömrüm hasılı dünyada bu ışk hasıl oldı dek dur i gönül emegümi hiç yile virme ışk ile benüm arama hiç kimsene girmez var sen i gönül özün içün sevda bişürme demsafa gönül dünyada didar ganimetdür hoş gör i gönül ömrüni sen hiç yire sürme aşık kişinün işi da'im ışk ile hoşdur tur tur i gönül işüne var gafil oturma gel gel i gönül başunı ko meydan içinde dürdane getür daldun ise umman içinde gavvas didiler seni bu ma'ni denizinde ne buldun eyit bari gönül bu kan içinde baş vir i gönül ışkı koma başa varınca yazalar adun söyleyeler destan içinde ışk ile özi yesir olup aşıka gülmek sıgmaya gönül bu fa'ide insan içinde aşık olanun küfri bu hulk yahşı dimekdür bu küfri gönül saklamasun iman içinde gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamil isen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme gel gel i gönül ışk bazarında sücud eyle terk it vücudun ışkı özüne vücud eyle sen gaflet ile uykudasın geçdi bu devran var vaktiyile kend'özüne bir kuyudeyle sor ahi gönül bu ışk ki mecnun'a ne kıldı sen kend'özüne mecnun oluban ögüt eyle aldanma gönül nakş u suret baki degüldür bu halleri göresin i gönül varid eyle kılma canuna cihanı ko baki degüldür bu yolda gönülışkı özüne umud eyle gel gel i gönül yar sırrını agyara virme sen kend'özüni dünyada hiç deyyara virme ömrün hasılın çarhı felek gafil olurlar nakdüni sakın sen i gönülayyara virme murdar didi çün dünyaya seyyid hazer eyle hakk sevgüsini iy cifei murdara virme tanrı dahı bir ışk dahı bir söz dahı birdür ikrarı sakın sen i gönül inkara virme bu ışk sırını sen i gönül can gibi sakla her bir özini bilmez olan ebtere virme gel gel i gönül kalma bu gaflet duzagında biliş ol i gönül kalma bu yad duzagında sen delü gönül aşık olup ışka düşelden yandum i gönül cevr ile mihnet duzagında sırrunı faş idüp yakanı yırtdı ene'lhak tutılma gönül kalma bu fürkat duzagında vuslat olasın ma'şuk ile gide bu perde ışk yolına düş kalma bu fürkat duzagında sakın i gönül ışk ile sen oynama satranç tutmaya seni baydak ala mat duzagında var var i gönül hasret ile bagrumı yarma sulh eyleyelüm gel i gönül fitneyeyorma ben senün içün nice nice hasret ü gamgin nahak kanumı öldürüben topraga karma da'ima gönül söyledügün sözün ene'lhak berdar ipini biz fakirün boynına sarma hak sende da'im senün ile hemdem olupdur sen kend'özüni gel i gönül yok yire urma n'ola fakirem didüm ise divanesin sen da'ima gönül benüm ile gavga başurma var var i gönül her dü cihandan güzar eyle ışk ile heman özüni maksud didar eyle ışkdur sa'adet cümle başa devlet ü ikbal var sen i gönül canunı ışka nisar eyle sen dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek var ışk etegin tut sözi yiter fişar eyle ne akla muhib ışka ne külli yar olursın gör ma'şuka bak da'vini de ol kadar eyle zahir ü batın cümle sıfat kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni yiter şümareyle var var i gönül yüz yire ko can nazarında hikmet haberin söyle bu lokman nazarında söyle sözüni şöyle ki canlar bidar olsun efsane sözi söyleme sultan nazarında namus şişesin ur taşa gel ışk etegin tut derdüne çare iste bu derman nazarında sor müşkilini ışk ile hall ide aşıklar yüz yire ko var bir kamil insan nazarında ışka mürid ol bagla bilün beligi gözle sakla evüni sahibi erkan nazarında var var i gönül ışkı gör vahdet çemeninde genc oldı bu ışk toptolu gönlüm viranında ışk oldı sözi gönlüme bak dahı haber yok özge keleci kalmadı hergiz lisanında ışk oldı pişe gönlümün dahı pişesi yok bu ışk yazılur da'ima gönlüm divanında bu ışkı diler gönlümi gör maksudı ışkdur dahı haceti kalmadı kan u mekanında mecnun kıssası kanumda efsaneye döndi halince aşık oldı o dahı zemanında var var i gönül ışk okı yüregüme atma yad endişeler bari gönül derdüme katma bir lahza zahid zühd ü ta'at bir dem aşıksın koy ahi gönül zerk u saluslık bana satma aşıklara halk ışk içün gülmek ayıb olmaz hoş var i gönül ışk ile bu fikire batma var var i gönül aşık isen ışk etegin tut aklı uyudup gaflet ile nefsi uyartma senün muradun ışk ise ışkı koma elden kadeh ile gönül efsane sözleri uzatma var var i gönül ışk ile bir dem niyaz eyle efsane sözi kes ahi yiter dirazeyle her bir müdde'i güldi bana ışk belasından ko ahi gönülsen dahı yiter dınaz eyle aşıklara bu ışkı çü gülmek ayıb olmaz fikri ko gönül gel berü endişe az eyle ene'lhak urup mansurvar meydan içinde çagır i gönül ışk ile bir seragaz eyle ışk içine hiç sıgmaya hiç ucb u tekebbür kalenderivar ışk ile tonun pelas eyle var var i gönül baş ko bu sultan nazarında derdün var ise söyle bu derman bazarında ışk etegini tut ki bu heman ola maksud hayvanlıgı ko gel gönül insan nazarında sen ışkı koma cümle cihandan elüni çek maksud heman ışk ola gönül can nazarında ışk bahrı muhit cümle alem katreye benzer katre ne ola deryayı umman nazarında viran vücudum ışk ile genci ebed oldı gel gel i gönül genci gör viran nazarında var var i gönül derd ile yandum timar eyle halüme benüm bak ahi bir kez nazar eyle her bir naşi bu ışkda nükde taşın atdı billah i gönül bu cefayı muhtasareyle ışkı göreli uşda dahı müyeser oldı nice ki direm sen gönül ışkdan hazereyle var var i gönül meskeni ışk sende bulındı sen gaflet ile kalma özüni bidareyle maksud heman ol sırrunı sakın bihaberden var sohbetüni ışk ile leyl ü nehar eyle var var i gönül arif isen biusul olma teslimligi tut aşıkisen sen fuzul olma koma elüni cehd ile dilber eteginden çün ışk sana yar oldı gönül hiç melul olma dünya ahiret ışk ile vücuda gelüpdür ışkdur alemün maksudı sen kim akıl olma aşıklara halk ka'idedür ta'ne ururlar sen aşıkisen naşi sözinden hacil olma hak it yüzüni ışkı bilenün ayagına ışkı tanımaz naşi katında sebil olma var var i gönül ışk odıla canumı yakma namus şişesin taşa çalup taşra bırakma ezelde gönül çünki sana ışk nasib oldı bu sırrı sakın zinhar i her naşiye çakma ışkla henüz aşinalık eyleyimezsin aşıklık adın bari gönül özüne dakma arsuz didi halk ışka çü ta'ne daşın atdı her naşi gibi sen de gönül başuma kakma hercayilıgı koy ahi gel ışk ile hor var her ne ki bu göz köre gönülsen ana akma var var i gönül ışk ile sen arbede kılma dek dur i gönül özüne kavga peyda kılma bu ışk huyı ki ile şara melamet itdi git bari gönül dahı beni sen şüde kılma tolaşma gönül ışka ki başa varımazsın öz elün ile kendü başuna kada kılma bir dem bana yar bir sa'at ışka muhib olmak bu fitneleri bari gönül arada kılma ışk ile gönül çünki bari birlige yitdün cefanı bana meyl ü vefanı yada kılma var var i gönül derdini sen dermana virme canun var ise ışk sırını bicana virme ışk hasılı çün bivasıta bitdi gönülde sen arifsin i bitmiş işi ziyana virme ışk gerekdür ışkı gönül iy can bigi sakla sen kamilsin iy sırrunı her noksana virme işiddün ahi ışk i gönül mansur'a nitdi sen sakla dur iy başunı bu meydana virme her bir zahidi ra'na salusı ışk n'eylesün ışk küfrini iy sen arifsin imana virme var var i gönül ışka ki yüzün türab eyle ko yad hayali ışk ile işün sevab eyle her bir bihaber sana gelür ışk belasından utangıl ahi sen i gönül bir edebeyle ger dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek yüregüni yar ışka cigerün kebab eyle ışk etegini tut gönül kurtul bu hayalden ışk ile da'im işüni ayş ü tarab eyle var var i gönül rahat ile ışk ele girmez derd ile biliş ışka sen andan taleb eyle var var i gönül yare sen agyar gibi bakma her kara taşa incü vü gevher gibi bakma fark idicek ol her kişi ki yirlü yirince her bir cahile ahmed ü haydar gibi bakma bu ışkı gönül sen sana gel din ü iman bil ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma devlet ider ışk gönline burca togar ise can ile gözet ol ay'ı bizar gibi bakma can göz ile bak ışk yüzine var ise aklun her bihabere akılı ebter gibi bakma var var i gönül hayal ü efsaneye kalma ışk gerek ise zineti zemaneye kalma ışk ile biliş ta ki gönül şahbaz olasın baykuşdaki bu harab ü viraneye kalma ışka tolaşan ar ü namus perdesin açdı sen dahı gönül namı ko nişaneye kalma aşık olana biganeler ta'ne ururlar sen ışk ile ol nüktei biganeye kalma ışk sermayesi baki olur ziyana varmaz sen ışkı gözet gevheri dürdaneye kalma var var i gönül ışk ile feryad ü ah eyle ko yad hayali ışka özüni penah eyle gel gel i gönül barnişin gamgin olursın can ile bir ol ışk ile özün ferah eyle bu halkı cihan sana gönül ta'ne ururlar ışk ile bari işüni bir yana sag eyle her bihaber'ışk ile hemdem olubilmez bil kend'özüni ışkı sen andan tama'eyle ışkdur alemün maksudı gayrı dahı yokdur sen dahı gönül kend'özüne ışkı şah eyle var var i gönül her naşiye razunı virme her bir bihaber kalmışa sen özüni virme yar dime gönül her kişiye kim yanılursın satamadugun kişiye sen özüni virme mizan iledür ışk nefesi mizanı sakla herbir naşinün eline terazunı virme bu ışkı gönül şahbazı kudsı layezeldür evvel la diyen kişiye şahbazunı virme ışka ibadet eyler isen bekle bu sırrı her bir cünübe sen gönül abdestüni virme var var i gönül bizüm ile kargaşa kılma bu ham hayali kend'özüne sen pişe kılma ışka düşene tane urur hem kim irişse bu sözleri sen kend'özüne endişe kılma beni bıragup ışk odına hasret ü gamgin ırakda turup sen i gönül temaşa kılma her lahza beni ışk ile melamet idersin ben bir fakirem cefayı hadden aşa kılma terk eyle canı ışk etegin koma elünden meylüni gönül her safasuz kulmaşa kılma var var i gönül can ilini yagmaya virme zinhar i gönül başunı bu sevdaya virme divşür ögüni sen i gönül hakk'ı ki virme sakın özüni her bihude sevdaya virme yol eriyisen gel i gönül çıkma yolundan islam'ını sen sakla gönül tersaya virme zinde dillere sırrunı sen söyler olursan her biri bihaber olmış olan mürdeye virme sarraflara çok kullık iden üstad olupdur şahbaz yirini sen i gönül kargaya virme var var i gönül delil ü bürhan nedür anla can dimenün i maksudı ne can nedür anla sen hak evisin hak'dan iy niçün haberün yok bu ev neyimiş evdeki mihman nedür anla hayf ki gönül kend'özüne sen şöyle gafilsin gör ahi gönül derdüm dermanı nedür anla hakk'ı bil ahi iy ki gönül sende nihandur bir anlayu bak şu'lei iman nedür anla özüne yören mertebeni bilmek içün sen gör ahi gönül sözümi noksan nedür anla var var i gönül hemnişinün iste cihanda bu gaflete sen tutıluban kalma yabanda sözi söyler isen gel i gönül ışka söyle ta her nefesün defter olup yazıla canda senün nişanun vallah gönül kimsene virmez veli hayalün toptoludur kevn ü mekanda niçün i gönül iki cihanda nazarun yok eglenmeyesin sen i gönül bunda vü anda iki cihana kalma gönül ışkı taleb kıl kalma i gönül tutıluban sud u ziyanda var var i gönül din yolına sen gafil olma dinüni hasıl eyle gönül bihasıl olma uyuma gönül aç gözini dört yana bir bak divşür ögüni kend'özüne kem akıl olma sen diler isen ışk ile aşina olasun meskeneti tut zinhar i gönül fuzul olma hulkunı gönül mustafa gibi şirin eyle çirkin hevayıla altun iken kara pul olma cehd eyle heman ışk etegine elün irsün ışk safi kılur seni gönül hiç melul olma var var i gönül sen sana bir togru yol iste aklun var ise usul içinde usul iste sergerdan olup kalma gönül mihnet evinde bul varmaga sen sana gönül bir delil iste gayrı halık'la gönül sen mu'amele kılma ne ister isen vacib odur hakk'ı bil iste hemnişinüni iste gönül sen bu cihanda bilmek diler isen hak'ı aklı kamil iste şeytan gibi sen kend'özüni görme bu yolda yol var dir ise ibadetünden hasıl iste var var i gönül ışk ile bu haberi söyle namusı kodun taşa mı çaldun arı söyle söyle ki gönül her sözi akluna ziyandur hakk ile da'im eyledügün bazarı söyle fişar keleci beyhude söze ne gerekdür söyleme dimen sen velikin arı söyle gel gel i gönül bize nişan vir binişandan şol peyda nihan gizlü turan esrarı söyle ne söyler isen söyle gönül gel bu keremdür şol hüsün issi hulkı latif hubları söyle var var i gönül teni ko gel can bazarında canlar satılur gör ahi canan bazarında her dem i gönül ışk ile melamet olursın assıyı koyup yürime ziyan bazarında ışk meydanında başunı top eyle i gönül issi dilesen gel berü sultan bazarında ger yad dilesen cevrine sabreyle gönül sen derd dahı bile satılur derman bazarında sen sarraf isen cevheri ol güheri bilgil ne assın ola akik ü mercan bazarında gel gel i gönül hublar elinden hazer eyle hikmetini hublar ile kim muhtasar eyle da'ima gönül bildügüni piş idinürsin akıl katında gel ahi bir dem karar eyle ışk ile gönül şem' ü çırak gibi yanarsın billah i gönül bir dahı bana nazar eyle ışk zülfikarın çünki gönül elüne aldun nefsi zalimün boynına ur bir hüner eyle terk it i gönül cism ü canı cihana kalma zinhar i gönül ışk ile her dem bazar eyle iy ışk delüsi olan niçün delü oldun sen sende ol seni delü kılan ışk delüsi sendedür sende yaragun iy toludur hak kim söyler çünki bunda hiç gözlere o görinmez kim biline bu nişanda her kim seni ki gördüm dirse gerek oda yakalar ol kim sana bu seg iy gelür ne dinde ne imanda meyhanelere ki vardum yir bulamadım i sensüz yine sana ki sataşdum meyhanede bu külhanda bir niçesine kaç virür niçesine bu tutdur kaçanla bile kaça tuta söyle bunı tutanda cümle cana can olmışsın cümlede pinhan olmışsın cümle alemün oldurur bu sermaye vü dükanda cümle sıfatun ol cümledeki gizlü hikmet ol cümlesi anı ki söyler oldur sözi bu lisanda ya sen i kaygusuz abdal neden delü ki olmışsın ne akl u fikr kılasın bu hikmeti böyle tuyanda kime ki allah virür anı temiz dirlik ola ma'nide ayru degül ol ki hak'la birlik ola il yavuzlık itmek ol namerdlerün ki işidür pazulıgla erlik eyle erligün erlik ola toğrulıgun er yolında ol hakı görd'eşkere her şeye keç nazar olmak yolda münkirlik ola cehlile zulmete düşme gözün aç bak iy talib evliya hakkına inkar hakka taksirlik ola sıdk ile kendü işini temiz eyleyen kişi dirligi kendü haline gör ne gaddarlık ola hakikat mürşid öninde özini bilen kişi yol içün azarlanursa haşa bizarlıg ola hakka asi ere münkir kendüsi hiç olduğı ışk yolında eyleyüben her kişi darlıg ola sıdk ile can gözin aç ki hakkı görübilesin dosta düşmanlık vire kim ol seha dirlik ola hak yolında ihlas ile lutf u kerem isteyen yapmaya gönül sınugın işi mi'marlıg ola bu kullıgı kabul iden kaygusuz abdal gibi hemişe gönli içinde toptolu varlık ola ol şahı kadim senün ile oldugın anla gönlüne senün ışkunı toldugını anla ol senün ile ezeliden bile gelindi her lahza sana lutf u kerem kılduğın anla sen kendözüni bilmek içün taleb idersen özin bilenün mertebesin n'olduğın anla ol lutuf ıssı kanı kerem öz kereminden ışk eliyile ayineni sildügin anla insan isen ahi aklunı dir gözin aç bak bu yolda nedür yol erinün bildügin anla gavvaslık idüp ışk eri bu bahrı muhite maksud neyimiş bu denize daldugın anla yetişmek içün yol erinün mertebesine yeganelerin hamd idüben bildügin anla pak eyleyicek gönlini efsane hayalden ilham ile ol padişahun geldügin anla gönlüni meger gayrı hak'a virdi cihanda menzil gözeden yolda niçün kaldugın anla hoş gör bu demi arif isen kaygusuz abdal ömrün çiçeği tazeyiken soldugın anla vücudun ne biter can olmayınca yaraşmaz şehre sultan olmayınca kulıyla sultanun mertebesine varılmaz lutfı ihsan olmayınca eger bu kimseye kısmet degüldür delil eyyamı devran olmayınca kaçan biter bu gül vahdet bagında meziyyet kamil insan olmayınca muradı ma'lum olmaz bu beyanun sıfatı dut bu düşman olmayınca iy bu vahdet bagına yol bulanlar bir olmaz katre umman olmayınca kaçan gelsün dile bu dürri vahdet anun gönlinde bu kan olmayınca gel iy vahiy bilen bir nazar eyle delil olmaya bürhan olmayınca melekut bagçesindeki tavuslar yaraşmaz ahi cevlan olmayınca küfr kaçan kosun yakanı elden senün maksudun iman olmayınca kaçan aşikar oldı can vücudda vücudı külli viran olmayınca şehidlik mertebesine irişmez bu ışk yolında kurban olmayınca yahya menziline kaçan irişsin anun gözleri giryan olmayınca ya ne bilsün nedür mesih dimeklik isa nefeslü ol can olmayınca ne bilsün ilmini eflatun'un ol refikı yolda lokman olmayınca mürüvvet bazarında kabul olmaz delili şahı merdan olmayınca bal ü yag helva derdine düşdi gönül hoş olmaz derde derman olmayınca yine nazlandı bu kaygusuz abdal yimez helvayı büryan olmayınca arif isen ki her naşi özüne hemdem eyleme hemdem olup nadan ile özüni bednam eyleme cehlüni ko can u dil ol bihaber olma akıl ol işün sakın nadan gibi puhte iken ham eyleme hemdem ü hemrah olmaga bir kamil insanı gözet kemile hemnişin olup kendözüni kem eyleme ışk yolına varur isen ışkı bilen kişiye var her cah ile hemrah olup gönlüni pürgam eyleme ışk erinün tut etegin nurı tecelli göresin cehlile zulmete düşüp ki subhı ahşam eyleme ışk iledür iki cihan ışk iledür bu cism ü can bu ışkı inkar idenün katında aram eyleme sır u ibda' ademdedür cümle sıfat ademdedür mertebesin bil ademün cümleye derhem eyleme sendedür ol kanı mekan ki kendü halüne bürün bu dünyada özün sen abad eyle derhem eyleme gelgil eğer akıl isen bu ışk ile halil isen bahrile var ışk yolına hiç hay u hışmı eyleme mürşid dilersen eger özin bilen kişiye eri özini bilmez adamı özüne imam eyleme kaygusuz abdal ışka sen ki can ile mu'tekidsin başunı evine ışkile da'vi haram eyleme fa'ilatüfa'ilün şemi cemalün narına pervaneyem yine mest ü şuride aşıkı divaneyem yine sen leyli sıfat hüsnüne magrur u mukayyed ben mecnun ile hemsaye hemhaneyem yine saçun gibi bu zulmeti kavgaya düşmişem zülfün tegi uş perişanı şaneyem yine aşinalara sıdkile aşina olmışam biganelere gör ki ne biganeyem yine genci ezelün haznesi gönlümde bulundı genc saklamaga gör ki ne viraneyem yine ezel can iken vatanum meyhane küncidür bugün dahı kim uş rindi meyhaneyem yine geldi zemane benümle kaygusuz abdal'am bendi ahbarı peyrevi zemaneyem yine. fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gel berü ben yari gördüm söyleme ol şahı ayyarı gördüm söyleme cümle nakş u hayal içinde bile sahibi herkarı gördüm söyleme deryayı vahdetde vuslat şevkıle ol vahid gevheri gördüm söyleme külli benem tınma kimse tuymasun şehrümde tarrarı gördüm söyleme vücudum mülkine toldı serbeser ol şahı saları gördüm söyleme puthane ka'be dimegün aslı ne neyimiş mikdarı gördüm söyleme zulmat içinde bile mevcud imiş ol nurı envarı gördüm söyleme gün gibi gönlüm içinde eşkere nihani esrarı gördüm söyleme kaygusuz abdal didügi bir imiş yar ile agyarı gördüm söyleme. biz ol canı yeganeyüz yegane ne bilsün bizi her naşibigane saki bize tolu sundı kadehi delürdük ışk ile olduk divane divaneyüz divaneye kalem yok dahı bize ne sakal u ne şane n'ola suretümüz viran görinse biz ol genci kadimüz bu virana ki şehbaz lokmasın şehbaza sungıl şekeri tutiye fasih lisana biz ol bülbüllerüz dost bagçesinde seyrana gelmişüz bu gülsitana bizüm içün döner bu çarhı gerdun bize kullık ider devr ü zemane talibün menzili bize dikendür nişan bizüz heman ol binişana bizi gören bizim mertebemüzden halini anlaya akıl u dana gerçek aşık olan bu ışk yolında cana kalmaz ne kalsun hanumana sarayi'nün sadasın işidenler sa'adeti yarı kılsa uyana ol şahı kadim senün ile oldugın anla gönlüne senün gelübeni toldugın anla ol senün ile ezeliden bile gelüpdür her lahza sana lutf u kerem kıldugın anla bilün çün i sen kendözini taleb idersin özin bilenün sırrı nefsi n'oldugın anla ol lutuf isi kanı kerem öz kereminden ışk eliyile ayineni sildügin anla insansın ahi aklunı dir gözüni aç bak bu yolda nedür yol erinün buldugın anla gavvaslık idüp ışk eri bu bahri muhitde maksud ne imiş bu denize taldugın anla yetişmek içün yol erinün mertebesine biganelerün cehd idüben bildügin anla meger ki özün bildi hak'ı buldı özinde şadilik idüp ışk erinün geldügin anla pak eyleyicek gönlüni efsane hayalden ilhamile ol padişahun geldügin anla gönlüni meger gayrı hak'a virdi cihanda menzil gözeden yolda niçün kaldugın anla hoş gör bu demi arif isen kaygusuz abdal ömrün çiçegi tazeyiken soldugın anla gel berü zahidi magrur namus u ar eyleme secde kıl bu hüsne karşu dahı güftar eyleme çün buyurdı hakk ezelde v'escüdu adem didi söz bilürsen budur ancak sözi mi'yar eyleme cümle göklerde melaik adem'e secde kılur gel sofi sen de sücud kıl kendözün har eyleme külli şeyde mevcud oldı çünki hakk'un varlıgı gel hak'ı hazır görürsen hüsne inkar eyleme bu hur u gılman dimegün maksudı hublardurur hublara münkir oluban yirüni nar eyleme nice bir zerk ü saluslık fikr ü fesadı hayal gel bu hublar sohbetinde sözi feşar eyleme gel bu hasudlık kirinden gönlüni yu iy sufi taşranı yuyubanı içüni murdar eyleme hubların hüsn ü sıfatun yaz canun defterine dahı bu defterden özge nesne defter eyleme zühdüne tekye kıluban ta'ne urma aşıka gönlüni mum gibi yumşat katı mermer eyleme ömrüni hublar ile sarf idegör gül dünyada hubcemal katından özge yirde karar eyleme kaygusuz abdal ögüdün sen sana vir dünyada hubları sevmekden özge işe ikrar eyleme. başladı ki bu ışk beni kendözine kul eyleye devlet anun ki ışk anı kullıga kabul eyleye ışkdur bana mürşid olan yüzümde şeraver olan haşa ki ışk ben fakirün nefsini fuzul eyleye akıllara kuvvet olur arife külli zat olur gerek ki ışk gafillerün halini müşkil eyleye ariflere candur bu ışk kadir'den ihsandur bu ışk kamillerün aklın gerek ışk dahı kamil eyleye münkirlere zulmat ola mahbublara kuvvet ola taliblerün ta'atini hazretde makbul eyleye ışkun dahı bir nişanı her kime irişdiyise ikrarile kullık idüp gönüllere yol eyleye ışka boyanmayan kişi ışk ile yanmayan kişi noksanlıgı kamillere kale kal kulı kul eyleye ışk erinün hüneri bu canında külli varı bu komaya bu ışk etegin nefsini ma'zul eyleye ışk yolına düşsem diyen ışk ile bilişsem diyen hayran ola bu ışk ile'aklını behlul eyleye akıl olan kamil olan menzili can u dil olan sıdk u safala varlıgın ışk yolına kül eyleye kaygusuz abdal yandugı ışk yolına özendügi bu ışk ile her dem diller işini ma'kul eyleye oldur aşıkışk yolına canını kurban eyleye hayvan sıfatın terk ide özini insan eyleye ahmed gibi arif ola öz haline vakıf ola sıdk u safala gönlini tevhide mekan eyleye gönlinde tevhid bagını ilmile areste kıla yaka bu yad endişenün şehrini viran eyleye bel baglaya merdan gibi musaffa ola can bigi aklı kamil insan bigi küfrini iman eyleye aklın dire tagıtmaya hakk'ı ana unutmaya ışk ile külli varlıgın özine ferman eyleye külli vücudın nur kıla turdugı yiri tur kıla hakk'ı bile sabır kıla gönlinde pinhan eyleye arif da'im vahdetile areste kıla tevhidi cahil kişi kesretile işini noksan eyleye bu hikmeti bilen kişi bu varlıgı bulan kişi haşa ki ol nadan gibi özin perişan eyleye külli hak'un varlıgını kendü vücudında bulan şükr ide ol bu şevkile hem cismini can eyleye kaygusuz abdal özini bildi nedür kendözini bes bir nice hasretile feryad u efgan eyleye ruşen olan kişi da'im ışk ile bazar eyleye sıdk u safala gönlüni kendözine yar eyleye özin bilen insan mıdur kamil midür noksan mıdur özin bilen kişi haşa bihude güftar eyleye laf urmaya alçak ola erenlere müştak ola allah yolında ışk ile varını girdar eyleye cümle sözi hak'dan gele ma'nile elhak diye aklun canın bu ışk ile ma'nide nessar eyleye ibretile öz halini anlaya kim nedür özi hikmetile öz derdine ilac u timar eyleye mutlak hak'ı bulan kişi kendözini bilen kişi gaflet içinden ışk ile'aklını bidar eyleye hakk'ı ayan görmek içün gayri hakk'ı terk ide ol bu ışk yolın varmag içün özin sebükbar eyleye bu yolda menzile yite düşmişlerün elin tuta yolda kalan miskinlere ma'nile ihbar eyleye hakk'ı bile faş itmeye sakin ola cuş itmeye ahdi çın ola ışk ile kavlinde karar eyleye fikri da'im ma'bud ola her bir sözi tevhid ola cümle cihanun gün gibi haline nazar eyleye kaygusuz abdal ışkı sen baş göz ile gözetmegil ta ki bu ışk şevki senün gönlüni gülzar eyleye. y gel gel i gönül yarışalum ko ahi cengi yohsa i gönül yire salaram nam u nengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok cahile ki sorsan göricek bir şuh u çengi vallah i gönül senün ile ışk belasından şehr ehli lakab koydı ki dehri bidirengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok ışk ugrayıcak zebun ider şir ü pelengi ben bir fakirem ışka gönül sabr idebilmem cuşa getürür ışk i gönül bahr u nehengi ben bir inayet yardan umdum nagehani ger olmaz ise terk iderem nam u nişanı arun namusun terkin urup ışka dolaşdum sevdüm ne diyem ben dahı şol leb ü dehanı yüzün güneşi afitabı zulmeti sürdi saçun kokusı virdi yile müşgi hıtanı tal'atına mah müşteridür hüsnine hurşid kim sevmiye şol hüsni yusuf hulkı hasanı gönül tapuna vireliden kaygusuz abdal düşdi ayaga kalmadı hiç nam u nişanı gel gel i gönül canumuza can yine geldi şol bedri münir kıblei iman yine geldi şol ki can ile cümle alem ana aşıkdur şol hüsn iyesi revnakı gülşen yine geldi şol nurı ebed ay u güneş andan alur nur şol şem ü çırak delil ü bürhan yine geldi şol ki bu kamu can u gönül bana aşıkdur şol kamu seha edeb ü erkan yine geldi sen derdlüyisen gel i gönül çevre gözetme zahmuna timar derdüne derman yine geldi gel gel i gönülışk okına can nişan oldı can gitdi meger bu ışk vücudumda can oldı sevindi gönül ışkı göreli şadümandur akluma bakun ışk ile nice viran oldı vuslat sebebi aşıkile ma'şuka ışkdur ışka irişen kişi gönül cavidan oldı her bir kişiye mertebe sunuldı ezelde mertebe gönül sana dahı'ışk heman oldı ışk sana nazar itdi gönül ışkla bu ne kim her bir nefesüm anun içün armagan oldı gel gel i gönül gör ki ne kutlu sa'at oldı ışkı göreli akluma bak nice mat oldı gerçek aşıkun kalbi hakikati ışk turur her kim i gönül ışkı yirerse la'net oldı ışka i gönül aşık olan olmaya münkir gerçek aşıkun işi da'im heyhat fat oldı delürdi gönül delüligi külli belürtdi ışka düşeli gör nice mecnunsıfat oldı sen delü gönül beni koyup ışka uyaldan zühd ü ta'atüm gör ki bu niçesi kat oldı gel gel i gönül ışk odı canumda dag oldı dag üstine dag bu hikayet hubyar oldı ben zahid idüm şöyle farig kendü halümde gönlümi görün bu ışk odına ocak oldı. akar idi gönlüme bu gör ışkı göricek kaf dagı gibi büyük iken yavrucak oldı. iy'ışkı bilen gönlümi gör ışkı görincek yok dir iken ışkı göreli ittifak oldı her kim nagehan bencileyin ışka bilişdi tutuldı nagah ışk ipi boynında bag oldı. gel gel i gönül naşi gibi yirme bu ışkı tor dutma gönül başunı vir virme bu ışkı özini bilen kişi bilür ışkı ana sor her biri bihaber'akıle sorma bu ışkı bu ışk kadim ü nurı ebedi layezaldür her nesne gibi sen i gönül görme bu ışkı ışk fikri gönül ruhanidür cismine bakma yanlış hayale sen i gönül karma bu ışkı cüst ol i gönül ışk ile süsüz niçün itdün baş vir i gönül başa ilet turma bu ışkı gel gel i gönül ışk sana çün kim nasib oldı hoş gör i gönül ışk sana çün kim habib oldı sen zahid idün ta'atün niçün anda kim dek vallah gönül ışkla işün n'içün acib oldı var var i gönül ışk kademinde sücud eyle bu ışk i gönül derdüne çünki nasib oldı faş oldı gönül fikri hayal zerk ü saluslık ışk ile işün vallahi gönül habib oldı birdür halayık cümle bu ışk ile diridür gönüllerde milk dahı bu ışka talib oldı gel gel i gönül ışk belası beni eritdi pes ola gönül cefa yine canuma yitdi gönlüm hemişe ibadete meşgul olurdı ışkı göreli tesbih ü zikrümi unutdı ışkı ko diyü bana gönül nasihat eyler kurtılımazam ışk beni bir duzaga tutdı ışk da'viyi bana gereklü görenler iver yüzüm suyunı dökdi yire topraga katdı gel gel i gönül bana bu ışk havale oldı bilmen ki gönül bana bu ışk ne bela oldı ben bir fakirem şakir idüm kendü halümde ışk dahı benüm başuma bir meşgale oldı akıl kişinün işi da'im ışkı mecazdur ışkı hakikat kimdeyise budala oldı ışkı tanıyan kimse ki insanı kamildür bilmez kişi bu ışkı gönül gusale oldı evvel göricek ışkı akıl gitdi başumdan ışk ile gönül şindi işüm bir sala oldı gel gel i gönül ömri cavidan ele girdi ya'ni gönül ışka nagah insan ele girdi yanmışdı canum ışk ile gönül belasından şükür ki bari derdüne derman ele girdi bu ışka gönül can ile sen arzu kılurdun oyna başunı ışk ile meydan ele girdi hicran belası ışk ile çün vuslat olupdur şükr it i gönül çünki bu devran ele girdi aşıka bu ışk devleti genci sa'adetdür hoş gör i gönül sermaye dükkan ele girdi gel gel i gönül ışk eli kulagumı burdı yakdı cigerüm yüregüm üstinde dag urdı budur halüm uş ben ne diyem ışkı görelden gönlümi tarac can ilini yagma buyurdı bu gönlümi gör hiç bana şefa'ati yokdur ışkı özine sultan idüp kullıga turdı ben halümi gönül belasından ki ayırdum cevr okın atar ışk ile mihnet yayı kurdı bana melamet taşını halk atalı günden gör ki ne kalur bu gönül ışk ile kudurdı gel gel i gönül ışk ile maksud hasıl oldı gönül dilegi ışkidi ışka vasıl oldı gör gör i salik ışk ile bu gönlüm içinde uyandı bu ışk çırağı şem' ü delil oldı keşf oldı bana iki cihanda bu ne ki var andan biri ki ışk ile gönlüm ka'il oldı bu delü gönül ışk ile vuslata irelden gitdi namusum ışk ile varum sebil oldı didi ki sakın gönlüme bu ışka tolaşma işi da'ima benüm ile kal ü kil oldı gel gel i gönül nurı iman sende bulındı revnakı cihan maksudı can sende bulındı bu ışkı mecaz her kişide hal halince ışkı hakikat yine heman sende bulındı ahmed söziyle vadi ebed sende nihandur ol sırrı ezel kan u mekan sende bulındı sen kend'özüne gel i gönül her yana gezme bu şahidi gayb sırrı nihan sende bulındı bu ışkı sebeb eyleyene sıdkile bakdum ol binişane nam ü nişan sende bulındı gel gel i gönül başuma bu ışk yine geldi bu derd ile uş tutdı cigerüm yana geldi bunca nasibi gönlüme hiç fa'ide kılmaz baş açdı bugün ışk ile bu meydana geldi kuşanmış idi beline tersa bigi zünnar ışka ireli barışı gör imana geldi sarraflık idüp incüfüruş olalı aklum gönlüm sadefi içine ışk dürdane geldi geçmişdi gönül külli cihan sevdalarından ışkı göreli gör ki nice kıvana geldi gel gel i gönül ışkı bilen külli can oldı her düşvar işüm ışk ile gör ne asan oldı bu ışk ile ben bilişeli mertebe buldum küfrüm dahı bu ışk ile nurı iman oldı ışk bana delil olalı ben vuslata irdüm ömrün hasılı gör ki nice cavidan oldı ışk oldı varum külli bu vücudum içinde her lahza gelüp dilüme ışk terceman oldı ışkdur da'ima tolu bu gönlüm sarayında canumda biter ışk ile gevheri kan oldı gel gel i gönül ışk ile canum azad oldı terk itdi kamu efsane sözleri yad oldı fikr ü hayali gönlümün ışkdur dü cihanda geçdi kamudan özi bu ışka mürid oldı agyar müddei söz içün hergiz melul olmaz bu delü gönül ışk ile gör nice şad oldı sanki melamet itdi bu halk ışk belasından sabr itdi gönül gör nice dervişnihad oldı agyar cefası gönlümi ışkdan cüda kılmaz ışk ile gönül aşina ezel ebed oldı gel gel i gönül ışk ile işüm temiz oldı perde aradan gitdi bu ışk yüze yüz oldı şek tutma ki sen ma'şuk ile vuslat olursın bu yolda sana çün gönül ışk kılaguz oldı gönlüm hemişe sufisıfat tesbih iderdi ışkı göreli ışk ile gör ne kutuz oldı candur bahası ışkı sen kadrin bilene sor bu ışk i gönül naşi katında ucuz oldı canumda bu ışk od'ı yanaldan halüme bak sulandı gözüm yaşıyla agzum susuz oldı gel gel i gönül derd ile derman yaraşur mı ışk olmayıcak insana insan yaraşur mı sen insan isen hayvan ile hemnişin olma hemnişin içün insana hayvan yaraşur mı gönlümde bu ışk bahri muhit mevci bu sözdür mevc olmasa bu deryaya umman yaraşur mı gönlüme bakun ışk odı pinhan idinüpdür andaki ışk dudı ola pinhan yaraşur mı benüm bu viran gönlüme ışk genci kadimdür genc olmasa bu virana viran yaraşur mı gel gel i gönül ışk ile tenüm cana döndi katre vücudum gör ki nice ummana döndi terk itdi kamu efsane sözlerden azaddur bu ışk nur ile gönlüme bak sultana döndi sen ışk ile hoş kendü işünde firak dersin derd ile benüm cigerüm külli kana döndi her gice işüm subha degin ah u figandur gözümden akan yaş i gönül tufana döndi bu ışk ile sen vallah gönül imaret oldun veli ki benüm vücudum uş virana döndi var var i gönül deryayı vahdet cuşa geldi ışkı gör ahi mevci başumdan aşa geldi tekin degülem ışka esir anlayıbak bir ışkdandur ahi cümle alem cümbişe geldi kısmetden alup cümle vücud kavli elestden bu güni gönül her birisi bir tuşa geldi her bir kişiye nasibi ezelde sunıldı sen ışkı koma çünki gönül ışk başa geldi ben n'eydügümi ışk ile aşıklar esirger hayvana işüm gör ki nice temaşa geldi var var i gönül gör ahi bu ışk bana n'itdi ışka düşeli ar u namusum yile gitdi ben ne kılayın gönül ile beni ögütlen ışk ile gönül kaynayuban birlige yitdi ışkı göreli ışk ile hoş safası vardur gönlümi görün ben fakiri külli unıtdı sevdalarını terk idüben kodı elinden bu deli gönül ışk etegin ışk ile tutdı nasihat idüp nasihatüm hergiz işitmez ışk ögüdini gönlümi gör ne tiz işitdi fe'ulü var var i gönülışk odı dükkanumı yakdı ışkı göreli gönlümi köz içine yakdı gönlümi görün benüm ile yargusı eşdür ışk zencirini şöyle nagah boynuma dakdı ben kime diyem derdümi bu gönül elinden ışkı gözi namusumı ki yire bırakdı bu ışk odına beni yakan külli gönüldür hem yine gönül ışkı benüm başuma kakdı aşık olana bu nasihat hiç fa'ide kılmaz aslı gönülün ışk idi aslına uyakdı var var i gönülışk od'ı canumda uyandı bu ışk odınun cefası canuma boyandı gönlümi görün ar u namus kodı elinden ışkı göreli külli bu cihandan usandı ışk zencirile gönlümi gör bagladur iken ussı mı kalur çünki delü bagda boşandı ışk ile gönül bileyimiş milki ebedde bu ışk i gönül aslıdur aslına özendi ışk ile gönül akluma da divane eyler işledi gönül öz işini bana mı tandı var var i gönül gör ki bu ışk bana ne kıldı gönlüme yaradan zikir ü tesbihi kaldı unutdum ahi tesbihümi ışkı görelden fikrümdeki bu ışk ile ben kamu tagıldı başını kodı ışk ile bu meydan içinde ene'lhak urup dilberi zülfinde salındı virme ki gönül ışka yanaşma asılursın tutmadı sözüm gör ki nice yandı yakıldı ışk ile gönül tablı melameti çalaldan faş oldı razum ile şara külli bilindi var var i gönül ışk ile bir bazarum oldı barışduk ahi ışk dahı şimdi yarüm oldı var var i gönül ışk ile biz aşina olduk ışkdur ki heman gönlüm içinde sırrum oldı bu ışk güneşi saadet ü milki ebeddür bu ışk i gönül genci hazinem varum oldı şad oldı gönül sevindi bu ışkı görelden veli ki akıl gör ki nice naçarum oldı ışkı göreli can u gönülden aşık oldum dünyada gönül dahı niye nazarum oldı var var i gönül ışk beni senden cüda kıldı canumda bu ışk gör ki ne kavga peyda kıldı zahid kişiyidüm öz namusum saklar idüm bu ışk i gönülgör beni nice şeyda kıldı bu ışka mürid olalı gönlüm ulalupdur veli ki bu ışk aklumı uş alude kıldı ışkı göreli akl ile gönül savaşurken aldadı beni gör ki nice şuride kıldı bir bu ki gönül nasihat eylerem işitmez gör bana dahı'ışk ile ne arbede kıldı var var i gönül ışk bana din ü iman oldı her lahza bu ışk lisanuma tercüman oldı bu ışk i gönül bana safa nazar idelden her bir nefesüm nafei müşki huten oldı dürr ü cevahir dökdi dilüm geldük alana ışkdur ki gönül canumun içinde kan oldı dellallık ider gönlümi gör incüfüruşdur gönlümi görün ışk güherine dükan oldı ışkı göreli akıl ile gönül barışmaz her dem bularun arası yargu divan oldı var var i gönül çünki cana ışk mürid oldı sevindi gönül işinde dahı becid oldı gönlümi görün ışk ile andelibe döndi veli ki akıl ışkı göreli samid oldı yanma i gönül ışk yolına can dirig itme her kim ki gönülışka girüben şehid oldı safasına bak gönlümün ışka alışaldan her düni kadr her güni nurı ziiyd oldı gönlümde bu ışk gevheri genc ü hazinedür bu hazneyi açmaga dilüm kilid oldı var var i gönül ışk ile ehli hüner oldun muhtasar idün gör nice ki mu'teber oldun sen bir zahidi magrur idün kendü halünde n'oldun i gönül ışk ile yandun tüter oldun aşık neyimiş gevheri kan bilmez idün sen ışk cevherile gönül tolu sen güher oldun seni göreli halk kamu mebsus u avanak halavetile sen gönül i kand u şeker oldun evvel gönül hatırumuzı sorar idün sen şimdi yarama ışk ile uşduz eker oldun var var i gönül bivefalıgun ıyan oldı bu cevrün ile bagrum ahi tolu kan oldı her gice gönül gözlerüme uyku haramdur ta subha degin tesbihüm ah u figan oldı kavli buyıdı gönlümün uymaya bu ışka ışkı göricek kavline külli yalan oldı ışkı göreli zühd ü ta'atin yile virdi gönlüme bu ışk kaplayu din ü iman oldı uş ben yanaram hasret ile haste vü gamgin terk itdi beni bu gönülışka vatan oldı var var i gönül ışk ile işüm aceb oldı yandı yüregüm derd ile bagrum kebab oldı bu halkı cihan bana güler ışk belasından ben kime diyem ışk ile gönül sebeb oldı halüm budur uş ben ne diyem ışka düşelden ar u namusı kodı gönül biedeb oldı tutdı beni bu ışk i gönül kurtulabilmen ayaguma bend boynuma zencir kulab oldı berkidi gönülışk ile ben hastedil oldum ışk ile gönül arası şöyle hisab oldı var var i gönül cevr ü cefa canuma yitdi bu ışk kala ar u namusum bile ki gitdi yandı cigerüm derd ile elüm işe varmaz canumda bu ışk hayali çün kaynadı bitdi ışk beni od'a yakdı bu gönül belasından idem diridi bana gönül didügin itdi ben bir fakirem ışkı gönül saklayı bilmen faş oldı razum halkı cihan külli işitdi diler bu gönül feryad ide diye ene'l hakk didüm ki sabur eyle gönül beni sekitdi var var i gönül ışk ile gönlüm latif oldı ışka düşeli gör ki nicesi arif oldı tevhid yazılur da'ima gönlüm varakında zira ki bana ışkı hakikat harif oldı kalmadı hicab perde bu gözüm nazarında ışka düşeli cümle alemden vakıf oldı hayvan ne bilür ışkı gönül hayvana sorma insan dahı bu ışk sebebinden şerif oldı ışkı hakikat kimdeyise nişanı oldur terk itdi kamu sevdayı şöyle elif oldı var var i gönül derdüm içümde biter oldı bu ışk odıla yandı cigerüm tüter oldı agyar müdde'i geldi bana ışk belasından bu halkı cihan sengi melamet atar oldı gerçek ki bu ışk sırrumı faş eyledi halka canumda veli dürr ü cevahir biter oldı anca ki direm gönlüme ışkdan hazer eyle namusı kodı ışk ile gönül katar oldı gör gör halümi ışk ile gönül belasından her müdde'inün nüktesi cana yiter oldı var var i gönül ışk ile varlık ıyan oldı ışkı hakikat gönlümün içinde kan oldı bir yana bu halk bana güler ışk belasından bir yana bu ışk okına canum nişan oldı genc oldı bu ışk tolu bu can hazinesinden veli ki gönül vücudum külli viran oldı ben zahid idüm zühdümi bu ışk yile virdi dilümde bu kez ışk haberi terceman oldı arsuz diye bu yahşı yaman tane ururlar uslangıl iy ahi gönül şindi evran oldı var var i gönül ışk belası beni eritdi her naşinün nüktesi top canuma yitdi faş oldı razum ışk ile benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana k'ey tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi aşüfte gönlüm ışkla özini perişan itdügi dildarı ister dildarı feryad u efgan itdügi aşinayımış candan ol biliş imiş sultanile her dem gönül kendözini hemdem ki sultan itdügi gelün bu ışka kul olup ışk aluban gayrı salup içinde da'im ışkı bul özüni viran itdügi sen bu gönül ayarı gör yar ol gönüle yari gör bu nihan esrarı gör ki ortada pinhan itdügi bir dem akıl bir dem gafil bir dem alim bir dem cahil bir dem gönül kendözini canıyla yegan itdügi bir dem gönül toprak gibi her yiri mesken eyledi bir dem gönül melek gibi gökleri seyran itdügi bir dem gönül rençber olup derde boyanur serbeser bir dem gönül hakim olup derdine derman itdügi bir dem gönül ahmed gibi vahidle ki vasıl olup bir dem gönül şeytan gibi işini noksan itdügi bir dem işin bütün kılur özin hakk'a yakın kılur bir dem gelür münkir gibi yakine güman itdügi bir dem gani bir dem geda bir dem yiri köşk ü sera bir dem virane küncini özine vatan itdügi bir dem dilegi yarımış maksudı ol dildarımış kaygusuz abdal gönlüni ışk ile hayran itdügi benzüm kanı her dem benüm gözlerümi kan eyledi benzüm sarardı ah ile derdüm dahı bol eyledi bu ışk beni çakdı ile bilmen kime kılam gile arturdı ah u feryadum halümi müşkil eyledi gile: yanıp yakılma, şikayet melamet oldum ışk ile faş oldum uş düşdüm dile ışkdan gelen cevri gönül özine melul eyledi ben zahidi ra'nayidüm zehirden her dane yidüm ışka tolaşdı bu gönülaklumı melul eyledi aklum diler fikr eyleye takva kıla zikr eyleye bu ışk sözin umar gönül bir soru ma'kul eyledi delü gibi ah eylerem yandı yüregüm derd ile gör kim yine beni gönül ne ise meşgul eyledi bu ışk odı yakdı beni faş eyledi çakdı beni gönlüm virane oldı uş aklumı meblul eyledi yandum tutuşdum tutdum uş gör ki ne hale yitdüm uş ışk odınun harareti kül beni uş kül eyledi aşıklara güler idüm ya'ni ta'at kılar idüm bu ışk bana neydise bikülli usul eyledi ışka boyun sundı gönül ışk odına yandı gönül ışk kullıgunı sıdkla besleyende meftul eyledi ben kaygusuz abdalam kar bilmezem aklan karayı dilüm açıldı söylerem ışk beni bülbül eyledi bu gaflete tolaşma gel gönül terk it bu sevdayı ta ki bu ışk bazarında işün olmayam cayi uyan gel berü göz aç bak canile ışka ol müştak canun içinde göresin yakın kadiri yektayı özüne gel sözin anla nesin sen kendözün anla niçe berca sana gönül ki bu beyhude sevdayı iresin bir kamil insana belüni bağlamadan boyun sun hıdmetin eyle ta ki göresin ol ayı gönül hayale aldanma ağudur barmağun banma sana baki kala sanma iy bu mülk ü bu sarayı olursan ışk ile hemdem özüni bilesin gönül bu yolda ibrahim olam abaya derdi kabayi bu dem derdüm haberdar ol ko bu küffarı girdar ol niçe bir hisab idersen gönül imruz u ferdayı bu ışkı sen güzaf görme kavli fesane laf urma başın gönül bu meydane çekersen budur ışk yayı muhalif olma nedim ol sahibi lutf u kerem ol sadıklar ile hemdem ol dile hak'dan bu atayı özün bil kılma başunı senün istedügün sende gönül kafında görürsin nagah simurg u ankayı biçare kaygusuz abdal ne mülkdür arzusı ne mal abdaldür bengi olıcak sever biryan u helvayı dembedem bu ışk elinden gözlerüm yaş oldugı görürem derd ile yanup cigerüm baş oldugı melamet oldı açıldı ar u namus perdesi kandese ışkun belası bana dutaş oldugı yandugum bu ışk ile derde giriftar oldugum gizlü razum can içinde aleme faş oldugı ışk benüm başuma gelüben o canı severem ol benümle külli halde bana yoldaş oldugı ışk ile bilişeli aklum nasihat dinlemez gönlümün bu şevkile deründa kallaş oldugı zahidün fikrinde cennet aşıkun meyhaneler ışk ile aklun arası şöyle savaş oldugı biri allah yolına cana başa kalmadı hiç birinün fikr ü hayali mal u kumaş oldugı mahlukun tabi'atı biribirine benzemez biri teslim oluban birisi serkeş oldugı birisi ma'ni hanından şöyle müstağni olup birinün gönlinde etmek birinün aş oldugı da'ima ışk oldı fikri cana başa kalmadı kaygusuz abdal bu yolda reng ü libas oldugı giderdün sen gözündeki bu bağı temaşa eylegil bustan u bağı anun kim gözinün hiç ibreti yok gönül gözi aman nefsi bayagı yine yir yüzinün geldi cesatı yine yandı semavatun çeragı yine deryaları getürdi mevce tonatdı ni'meti sahra vü dağı agaç agaca baş çatup kuçışdı musahhar hulle giydi her budagı çiçekler dürlü tona girdiler hep kimi ak kimi saru kim somaki susen yeşil giyüp salınur ezrak gül önince gelüp dutmış bucağı o ki rahşanı serluşmi hıfzu'llah alem ger getürür eyyub ishak'ı her agaç dalına kuşlar oturmış celal'i zikr iderler ittifaki kimi nevruz çıgırur kim nevada kimi zeng ile söyler kim ıraki çagırup kumrı eydür bendeyem dost sana can virmege kıldum burak'ı gögercin çagırur allah ya hu tokunmaz tutanun dil ü dimagı gözün badem yanagun nar efendi yüzünden utanur gülzar efendi cemalün serbeser nurı tecelli sözün şekker lebün kevser efendi kaşun yagmacıdur kirpügün ayyar şu cazu gözlerün mekkar efendi yüzün katında iy kıblei iman ne ola cennet'e mikdar efendi her kim cemalüne cennet dimezse yiri cehennem ü fi'nnar efendi yüzün nurından iy nurı ilahi utanur hurşidi haver efendi kaygusuz abdal'a zihi sa'adet olursa zülfüne berdar efendi vücudum ışk ile külli can oldı katrem içinde umman pinhan oldı sıfatum zat ile yeksan olupdur bu aceb ki suretüm insan oldı hakikat gevheri bite canumda cevahir gönlüm içinde kan oldı anun ki canı var cananı ister maksud hayvanlara işi nan oldı canum ışk yolına kurban olaldan bu ma'ni genc vücudum viran oldı hakikat ışk sebebinde hakikat nefisüm yol içinde bürhan oldı sabitkadem olan tevhid yolında ana cihan içinde sultan oldı ömürin hiç yire harc itdüginden cahil kendü işine pişman oldı kaygusuz abdal'un bu ışk yolında huyı hulkı sıfatı rahman oldı. iy talibanı hakşinas her dü cihan sultan ali v'iy aşıkanı hemnişin iy gevheri ma'den ali vahdet bagından gülsitan vuslat deminde cavidan şemsi münir mahı taban iy delil ü bürhan ali iy maksudı cümle alem ibni tefasir bukelam iy hacei beytü'lharam iy kıblei iman ali iy ahdi çin ü hıta k'iy yarı canı mustafa iy valii şiri huda iy sıfatı rahman ali cümle sıfatun zatısın cümle şey'ün mir'atısın innema nun isbatısun iy ma'nii kur'an ali iy cümle şey'de ihtiyar iy cümle sadefde güher meydan senün dür serbeser iy sahibi meydan ali oldur güher oldur sadef oldur bu cümleye şeref oldur bikülli bihilaf iy peyda vü pinhan ali dünyayı denide suret ol hakk'a hakikat isbat cennet bagında ni'met ol ol gülşen ü bustan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutf ile n'ola şahı merdan ali fa'ilatüfa'ilün gönlüm yine şol hurşidi tabanı gözledi cism ü sureti tarh idüben canı gözledi nadan olanun sıfatı nadan ile hoşdur insanı kamil bir kamil insanı gözledi harbende olan mahfelde harbendeyi gözler sultanı bilen da'ima sultanı gözledi izleyübilen ışk erin vahdet denizinde yolı komadı delil ü bürhanı gözledi razı nihanı sultana eşkere söylerem vakt ü sa'ati mahal ü mekanı gözledi ahmak kişinün nişanı yüzi suretidür akıl kişiler genc içün viranı gözledi biderd olana sorma ki derman hacet degül derdlü kişiler veli ki dermanı gözledi şahbazı bilen baş kodı şahbaz kademinde baykuş viran andelib gülistanı gözledi bir dinle ahi halini kaygusuz abdal'un canı koyuban ya'ni ki cananı gözledi. n hiç kimse çekebilmez berkdür felegün yayı bu çarhı tolab döner bir günce degül ayı bu çarhı tolab durmaz bir lahza karar kılmaz gah yohsulı bay ider gah yohsul ider bayı bir ahde vefasuzdur aldanmagıl alına aldar seri pay ider döner ser ider payı bir fitnei çabükdür agladı gülegelür bir buncılayın fitne dahı bulunmaz tayı bir küpe agu koymuş agzında sehil balı dadına gönül virme bir gün irişür vayı bu hikmetün altında alemler aciz olmış kaf'dan kafa hükm iden bilmez bu mu'ammayı iy kaygusuz abdal gel biderde gönül virme bir ulu sa'adetden al başuna bu sevdayı. ondan berü ki cana aşıkdan nazar oldı uyandı canum gaflet içinden bidar oldı canum özini anladı aslını bilelden unutdı cihan sevdasını ışkla yar oldı bu ışk hayalü sevdası başuma gelelden tutdı bu gönül mülkini cana haber oldı gönlüme bakun ışk ile hemnefes olaldan vahdeti külli sırrını cana satar oldı bu ışk odına can u gönül düşeli günden tutuşdı kamu vücudum bagrum yanar oldı canumda yanan ışk odınun hararetinden dilüm damagum kurudı gözüm pınar oldı her bir nefesüm ışk ile mesih'e benzedi her bir kelecim agzum içinde şeker oldı halk güldi bana ışk ile feryad u ahumdan ciger kanı uş şindi gözümden tamar oldı ışka vireli gönlini bu kaygusuz abdal külli bu cihan meşgalesinden bezer oldı. acep sen ben misin ya ben senem mi ya sen benüm canumsın ben tenem mi ya sen misin heman bendeki varlık ya sen ü ben bikülli yeksanem mi ben eşkere miyem gizlü misin sen ya sen eşkeresin ben pinhanem mi ya sen misin heman bu cümle varlık ya bende bir pare nur sendenem mi ya sen ben arada yokdur bu sözler ya sen sensin heman ben de benem mi ya ben gevher miyem ma'den misin sen ya sen genci kadim ben viranem mi gahi topragıla bir yirde kalmış gahi bu çerhile sergerdanem mi gahi kürsi güneş gahi tecelli gahi cism ü suret gahi canem mi gahi zerre miyem güneşe karşu gahi katre içinde ummanem mi heman birlik midür suret ne ma'ni ya ma'ni sen suretde insanem mi ya bu cism ü suret nişan olupdur nişan içinde ben bi–nişanem mi bikülli sen misin bu cümle tertib ya ben sana heman bir dükkanem mi ya sen misin heman cümle vechi can ya ben her neyisem ben bendeyem mi güneş dogdı gözün aç bir berü bak beni gör kul mıyam ya sultanem mi kaygusuz abdal'a dün yoldaş oldum ezelde ne idüm ben bilmezem mi gözün yagma kılur çin ü hıtayı yüzün mat eyledi gökdeki ayı perişan zülfüne anber kul oldı saçun kıldı hacil müşg ü nafeyi bu ne yüzdür nurı allahuekber ki ruşen eyledi her dü sarayı bibasardur gözinün nurı yokdur yüzünde görmeyen hattı istivayı bu can maksud u mahbubun yüzinde ayan oldı görün nurı hudayı lebün çeşmei hayatdur yüzün nur sana allah virüpdür bu atayı sa'adetde şaha sen şol hümasın ki senden aldı hümada sayeyi zülfün damındagı şol dane benler giriftar eyledi ben mübtelayı şeha çün ışkuna aşina oldum bigane kılmagıl bu aşinayı saçun leyletü'lkadr'ün menba'ıdur hatayı müşg diyen söyler hatayı melamet daşın atsa yüz bin agyar haşa terk eyleyem sen dilgüşayı özi huri vücudı külli nurdur neye nisbet idem bu mehlikayı sen eger bana yüz bin cevr idersen şeha ben sana kıluram du'ayı başun terk eylegil ahmed yolında muhibbisen seversen mustafayı ma'şuk bin cevr ider kaygusuz abdal aşık isen kabul it bu belayı canı ister isen terk it cihanı cihanı terk idenler buldı canı cihanı canı külli yolda kogıl dilersen bulasın kevn ü mekanı eger talib isen gence taleb kıl nesin görüp seversin bu viranı bu aciz dünyayı mekkarı gör kim paymal eyledi pir ü cüvanı hadisdür mustafa'dan kim işitdün ahiret baki didi dünya fani bu kasr u köşk ü eyvan yahşı dirsin oranlarsın özün içün evranı nice meclis nice işret nice zevk nice bir sevesin leb ü dehanı nice sen sen nice ben ben diyesin nice bir söyleyesin bu yalanı nice magrur olup yoldan kalasın nice bir anmayasın ol vatanı bu yurtdan akibet göçmek gerekdür nice bir saklayasın bu kalanı gelen gitmek içün geldi cihana baki oldur kim oldur cavidani selatinler cihan harcına dönmez sürer bundan fülan ibni fülanı cihan zerre degül aşık katında veli bir deryadur ki yok payanı bu pend ü nasihatdür anlayana isa'ya pendüvan kıldı suzeni yakin bildi hali kaygusuz abdal anun çün binişan oldı nişanı ışk beni alem içinde şöyle bednam eyledi aklumı divane kıldı beni sersem eyledi benem ol sufii salus zühdüm satdum zerkile ışk benüm perdemi yırtdı sevdamı ham eyledi ışk ile bilişeli artdı bu gönlüm sevdası aklumı hamuş kıluban şöyle epsem eyledi ışk degül mi mecnun'ı cihanda rüsvay eyleyen ışk ile olan gönüller kaçan aram eyledi alemün kısmetini ezelde kısmet eyleyen ışk ile benüm nasibüm bile hemdem eyledi ışk ta'atüm hiçe yitdi yile virdi takvayı aklumun karhanesin gör nice dirhem eyledi her şeyi gör sevdası hiç birbirine benzemez her birinün kısmetin ezelde in'am eyledi rindi rüsvay eyleyüben yile virdi takvayı ışkı gör ahir bana nice serencam eyledi gündüzin bu ışk benüm arturdı ah u feryadum giceler gözlerime uykuyı haram eyledi ışk götürdi can yüzinden dahı perde kalmadı gönlümi bu yad hayalden şad u hurrem eyledi günbegün bagrı başın gözi yaşını arturur kaygusuz abdal'a ışk ya'ni hu epsem eyledi cihan sevdaları muhtasar oldı cihanı terk iden gerçek er oldı bu ne cihan bu ne aceb virandur buna gönül viren kur u ker oldı eddünya cifetün didi muhammed dünya murdar seven de murdar oldı cihan sevdasına gönül virenler tanrı'ya asi ere inkar oldı bu ne dünya bu ne derd ü beladur bu gafletde niceler bimar oldı niceler dünyayı cennet sanurdı ahir ana cehennem ü nar oldı niceler dünyayı put idinüpdür nicenün canı üstinde mar oldı kanı şol köşk ü saray ev yapanlar bu dünyadur ahiri ebter oldı bu kadar nükdeyi anlamayanlar adem suretlü kendözi har oldı o kim dünyayı candan yig severdi ahir yirinde kaldı o naçar oldı hak'ı terk eyleyüp dünya sevenler odur kim gönli katı mermer oldı niceler var bu dünya hasretinden dinini terk idüben kafir oldı nice müselmanam diyen cihanda malı put kendözi bir nasar oldı o zahid kim cihana virdi gönlin özi har taylasanı efsar oldı mahabbet içün ali resul'e gulamı hanedanı hayder oldı heman oldur bu alemde ne kim var özin bilen cihana serdar oldı bu dünya nicenün kaygusuz abdal imanıdur belinde zünnar oldı hak'a minnet bahar oldı teferrüc it gülistanı yine cümle kula hakk'un irişdi lutf u ihsanı su oldı eridi karlar yagar yagmur göki gürler teferrüc eyle havada çalındı kusı sultani delürdi çay sular taşdı kar ovadan dağa kaçdı havanun zulmeti geçdi ekinci dögdi bostanı çü geldi geçdi bu kışlar yeşerdi kurı agaçlar çığrışuban öter kuşlar tesbih iderler sübhan'ı bu kışlar zahmeti gitdi kara dikende gül bitdi yeşil yapraklar üstinde yazılmış hattı reyhani çiçekler reng reng bitdi kuş içinde yuva tutdı çü hakk'un rahmeti yitdi uyandı cümlenün canı zuhur oldı kamu otlar çadıra döndi sögütler sögüt dibinde yigitler getürdi gül ü reyhanı bakun bu gül ü reyhana buyı safa virür cana kuzı yaradı büryana arif hoşgör bu devranı heman maksud budur sözden hak'a şükür gerek bizden dügündür külli kübradan gine zeyn itdi dükkanı yaz oldı mevsimi güldür saki dur surahi doldur bile hemnişin olmaga gözet bir kamil insanı gine hublar bezendiler teferrüce özendiler buların nazı şivesi mat ider hur u gılmanı aşık ma'şuk elin aldı yine gülistana girdi çü vaslun fursatın bildi safaya daldı pinhanı yürü var kaygusuz abdal bu haberler senün nendür çü karnun açdı bengisin gözet halvayı büryanı fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şeha zülfün boynuma tolaşdugı faş idüben gizlü razum açdugı gördi gözüm vasluna irmek diler delü gönül kaynayuban taşdugı bagrumı hun benzümi saz eyleyen şol nigarun naz idüben kaçdugı gözlerüne n'itmiş olam ben karib kirpük okın atuban savaşdugı şu gözleri fitneyi gördüm meger gönlüm nagah ışk odına düşdügi şol nigarun lutf idüben boynuma ak kolların baglayuban kuçdugı kaşı cazu gözleri çün fitne yar kaygusuz abdal nagah sataşdugı aceb kim her kemalün var zevali bu bedri mahı gör kim yok hilali kemal oldur kim anun noksanı yok kemal sıdkı olan gördi kemali bu akl u fehm iderekden müberra bimisl ü bimanend imiş misali zihi alem ki bu her dürlü işde melul olmaz işinden yok melali mahüve gayru bikülli hakikat te'al aksa ta'al hatta te'ali gice gündüz bu çar fasl u çar erkan heman oldur döner halibehali bu ademi suretine bakuban aşıklar anladılar zü'lcelali muhakkikler didiler kim hakikat görinen ol anun hüsn ü cemali hakikat hakk'ı mutlakdur bu tevhid sakın gümrah olup kılma hayali sadık ol sıdkıla kim anlayasın erenler kabul itmedi zugali erenler ma'nisinden tola görgil nice bir gezdürürsin boş çuvalı yine delürdi bu kaygusuz abdal yıkar her şöhreti deng ü düvali meger bu ışk ile akıl bir oldı kılur nefsi ile ceng ü cidali yine vakti hazan oldı durugel yatma iy saki bu gafletde ne yatursın bu ömr kalmaz bize baki bu demi hoş görelüm ki bize bu dem ganimetdür nice bir gezdürevüz biz bu deryada bu zevrakı durugel bagçeye gir gel agaçlar sözini dinle ah eyler çarhun elinden dökilmiş yire yaprakı hoca sen özüni divşür bu dünya külli fanidür kafesden uçmadın kuşun durugel eyle yarakı fakih bize kim eydürsin şarabı içme haramdur sana haram u murdardur fakih dutma bize dakı bu sen beş günki ömrüni gafilin görmege geçer bari armaganın toldur komagıl boş bu bardakı sufi dirsin ki haramdur şarabı şemi dilaram başından misbakin alun sürün gitsün bu küstakı meger yine çiçek abdal irişdi vakti hazana agaçlarun halin görüp oda yandurdı evrakı kaygusuz abdal'a irdi ana can u gönül virdi anun ayagı topragı anun caniyle müştakı pür oldı yine ma'nada canum sefinesi dürr ü cevahir toldı bu gönlüm hazinesi göründi ayan her ne ki var şeş cihetümde pak oldı heman silindi canum ayinesi ben o erem gör ahi bu deri biyabanda gönlümdeyimiş genci ezelün definesi bedr oldı bu ay görindi canum feleginde kat' oldı cihan hisabı mahun deminesi bir anlayu bak cümle sır oldum sır içinde ben oldum ahi cümle şey'ün abginesi gönlüme bakun ışkı hakikati bulaldan ben oldum ahi cümle alemün keminesi can gözile bak bir gör ahi kaygusuz abdal özi musa dur ma'nada tur oldı sinesi şu bana can olan uş yine geldi cana canan olan uş yine geldi şu kim kaşı anun mihrabı candur yüzi iman olan uş yine geldi şu kim güneş gibi ayan tururken nagah pinhan olan uş yine geldi şu kim boyı anun sevri gülistan yüzi cinan olan uş yine geldi yanagı goncası gül hırmeninde güli handan olan uş yine geldi enegi çukurı zülfi kemendi bendi zindan olan uş yine geldi şu kadir gicesi vahdet şebinde bize mihman olan uş yine geldi şu kim hüsniyle hublar meydanında kamuya han olan uş yine geldi şu kim hüsniyle firişte suretlü adı insan olan uş yine geldi şu kim agzı yarınun katresinde abı hayvan olan uş yine geldi kaygusuz abdal'un gönli içinde şahı sultan olan uş yine geldi. şu sevri gülsitanı görmedün mi şu cümle cism ü canı görmedün mi şu kim gül yanak üstinde tagılmış şu zülfi perişanı görmedün mi o kim şekli anun insana benzer özi huri cinanı görmedün mi şu kirpük okını kaşlar yayıyla cana her dem atanı görmedün mi şu saçın çözicek subhı seherde müşg ü anber–feşanı görmedün mi salya, ağız suyu. şu kim hublar anun hüsnine hayran seher ile sen anı görmedün mi şu kim şirin kılınc ile nazından cana canlar katanı görmedün mi şu hüsn ü hayali can meclisinde gelüp karşu turanı görmedün mi şu kim hublar yüzinde hüsn olupdur adiyle şol filanı görmedün mi şu kim hüsnin yusuf'a benzedürler şu bir hulkı haseni görmedün mi şu yüzi taze gül kaygusuz abdal özi goncadehanı görmedün mi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şol benüm mahbubı dildarum kanı halüme munis olan yarüm kanı cevrini hoşeyledüm bin canile sıdkı bütün kamil ikrarum kanı ol benüm kalbüm hakikat maksudum gönlümün ugrusı ayyarum kanı dost direm kumri gibi her lahza ben bülbül oldum bag u gülzarum kanı kahrumı lutf ile kim men' eyleyüp küfrümi iman haridarum kanı cümle hublardan anı fark eyledüm sarrafam ol dürri şahvarum kanı ışk eliyle bu canum gözgüsini silmege üstadı mi'marum kanı ol vefa kanı mürüvvet ma'deni isterem kalmadı kararum kanı kaygusuz abdal'a benüm selemüm selemüm gofte vü girdarum kanı i benüm sevdügüm şahum efendi boyı servi yüzi mahum efendi bu hüsni lutfile yavuz nazardan seni beklesün allah'um efendi n'ola mecnun gibi taglara düşsem ışkun benümle hemrahum efendi senün vaslun ile aka boyana benüm bu bahtı siyahum efendi boyandı yirlere feryad u zarum irişdi göklere ahum efendi senün hüsnün hayalidür canumda benüm kıymetlü meta'um efendi kaygusuz abdal'a lutf ile söyle yüzüme vurma günahum efendi. yüzündür kıblei iman degül mi lebündür çeşmei hayvan degül mi senün hüsnün görüben secde kılan odur ahir kamil insan degül mi hak'un sun'ı yüzünde ayan oldı tanukdur bu size furkan degül mi hezaran yusufı mısır gibiye enegün çukurı zindan degül mi kara kaşun gözün fitneye benzer şu cazu gözlerün fettan degül mi senün yüzün görübeni açıldı gülistanda güli handan degül mi kaşun mihrabına kıble diyüben sücud eylemeyen şeytan degül mi çiçek abdal senün yüzün görelden ki kalbin nay bigi efgan degül mi kaygusuz abdal'a aşık olaldan hasıldur her murad heman degül mi. ışkuna gönül yesiri derdmende degül mi hüsnüne melek çakeri yabende degül mi şimşad anılur servi hacil kaddüne karşu tal'atün iy ki hurşidi tabende degül mi saçun kokusı yitse çin'e çindür efendi şermesar iden nafeyi hotanda degül mi o cazu gözün kirpük okın gözledi gözler her ok kim atar yelegi nişanda degül mi yanagun alı alıyla gönüllere aldur harami kaşun yarguda divanda degül mi ışkun cigerüm kıyma çeker kıyma aşıkmen hasretün odı yanadurur canda degül mi ışk ile taleb eyle yüri kaygusuz abdal kim yar dir ise ya'ni ki çü bende degül mi yüzün şems ü kamer bile degül mi lebün kand u şeker bile degül mi yüzüne ayeti rahman diyen can zihi sahibmedar bile degül mi cemalün benzeden gonce güline fişarandur fişar bile degül mi mu'attar eyledi zülfün cihanı saçun müşgi nisar bile degül mi senün hüsnün sıfatı her gönülde dolupdur il ü şar bile degül mi arızun kıbledür can mushafında yanagun güli nar bile degül mi başını oynamak ışkun yolında hüner oldur hüner bile degül mi canumda nakşolur hüsnün hayali acayib kar ü bar bile degül mi ay ü güneş yüzünden aldı pertev zihi ruşen güher bile degül mi yüzün tek bir güneş doğmaz felekde gör iy sahibmedar bile degül mi güneş utandı yüzünden i dilber ay oldı şermsar bile degül mi lebün aynı hayatı cavidandur ne bilür her bakar bile degül mi senün hüsnün gülistanında oldı müşerref her diyar bile degül mi yüzüni bilmeyen cennet i dilber yiri narı sakar bile degül mi yüzünde görmeyen nurı ilahi olupdur kur u ker bile degül mi senün hüsnün güneşi arzusından açar zir ü zeber bile degül mi senün ışkun benüm cismüm içinde canumdur ihtiyar bile degül mi gerekmezdür gerekmez ışk içinde aşık olana ar bile degül mi senün zülfün gibi sevdayi gönlüm olupdur bikarar bile degül mi senün mestane gözün sevdasından nergiz mesti humar bile degül mi cihan hüsnün güneşinden nur oldı görinmez bibasar bile degül mi alemde gün gibi menşur olupdur zihi hayrü'lbeşer bile degül mi felek hüsnün hayalinden i dilber olupdur bikarar bile degül mi cemalün şem'ine kaygusuz abdal yanar leyl ü nehar bile degül mi kıladur ney gibi bin dürlü efgan inilder her seher bile degül mi sözün abı hayat bile degül mi lebün kandi nebat bile degül mi senün hüsnün güneşi pertevinden nur oldı kainat bile degül mi vücudundan zuhura geldi eşya görindi her sıfat bile degül mi görelden kametün tuba mat oldı zihi servi azad bile degül mi senün agzun yarı mu'cizatından hızır buldı necat bile degül mi şeha ışkun firakı gözlerümden akar aynı furat bile degül mi senün ışkun odı bagrumı daglar yanaram her sa'at bile degül mi utandı gülşeker lebün katında zi şirin hikayet bile degül mi çemende boyunı servi görelden olupdur iki kat bile degül mi ağız suyu errahman alleme'lkur'an okırlar yüzündür ol ayet bile degül mi senün ışkun ile ma'mur olupdur sıfatı külli zat bile degül mi senün hub cemalün bir lahza görmek zihi kutlu sa'at bile degül mi lebün abı hayatına kim irse baki kala ebed bile degül mi ayagun topragı kaygusuz abdal fakiri namurad bile degül mi senün haki payunam ya muhammed senün kulun azad bile degül mi harab olsun harabatun hanesi bana n'itdi gör ol od'a yanası kanı zühdüm benüm zahid didüm ben beni eyledi uş ışk divanesi dutıkodum secadem meyfüruşa bana mey virmedi içüp kanası piri harabata kullık idelden imaret oldı gönlüm viranesi sat ol taylasanumı sen getür mey zahidün hod dükenmez efsanesi sofunun misvakin urun ocaga bile yansın şinadan u şinası faş oldum mestüm uş başum açıldı ahir oldı bu zerkun zerrakası şarab içmegün çok mıdur günahı ahı piri harabatun danası içelüm mey getür serhoş olalum çü ma'lum oldı dünyanun fenası zahid ta'ne taşın atarsa atsın ko ahi anı bunda yok hatası dayim serhoş yiri kaygusuz abdal heman budur bu ışkun nişanesi yiyeli içeli beng ü şarabı imaret oldı bu gönlüm harabı nazar kıldı bana piri harabat yüzüm anun ayagınun türabı mücavirem bugün meyhanelerde size bu sekr ü tesbihün sevabı getür camı tolu meyi mürevvak eyidün mutribe kılsun tarabı çalun çeng ü kanun u ney ü dambur bilesün çü getür def ü rübabı bu meclisde bugün aşıklara ben cigerüm kılayun nukl ü kebabı bu sazun sözi canuma boyandı virür sem'üme bin dürlü hitabı bu sakiden nice aşıkı sermest içüben can gözin yırtdı hicabı bu ışkun yolına sen muhib olgıl eger görmek dilersen bü'lacebi süleymana tarik söyler karınca nebiyçün ankebut tutar nikabı zagıla hemnişin olmaya bülbül tutiyle bir mi görürsin gurabı hüma tegi sa'adetlü ola mı sadası her kuşun şahum çelebi güneş yüzin göribilmeye ama heman sükut ola ahmak cevabı kaygusuz abdal'a keşf oldı esrar meger buldı yakin ümmü'lkitabı bu dünyayı ahireti unutmuş getürmez yadına yevmü'lhisabı bir kişiye çün ışk ile hakk'dan nazar oldı uyandı canı gaflet içinden bidar oldı her kula ki hakk lutfı ile bir kez nazar itse talib olana her sözi gülbeşeker oldı özini bilüp ma'nide mikdarın anlayan kullıgı kabul dirligi hakk'a yarar oldı çün bir kişinün hakk'dan irişdi hidayeti muhtasar ise ma'nide ol mu'teber oldı vuslata iren hakk ile vahdet denizinde nefesi güher nazarı derde tımar oldı maksud dilese her kişi hakk'dan dirig itmez sıdkile ere kullık iden kamil er oldı arif kişinün her sözi canlara kabuldür cahili görün sohbet içinde naçar oldı mustafa halin kendü vücudında keşf iden gönlinde anun fikri heman girdigar oldı ışka vireli gönlini bu kaygusuz abdal piyade iken ışk ile gör ne süvar oldı yüzünden iy sanem alem nur oldı aydan eşkere günde menşur oldı bu ne hüsni cemali berkemaldür ay u güneş nurundan ma'mur oldı senün hüsnün nurı tecellisinden belürmez küfr ü zünnar ahir oldı çü toldı gönlüme hüsnün hayali canum içinde ışkun menşur oldı cemalün turı nurından i dilber bana her kanda ki tursam tur oldı yüzündedür ayetu'llahun nurı görebilmez şeyatin makhur oldı bu hicran vaslına vasıl olaldan işüm dayim şükür kim şükür oldı senün gözün meyi sevdalarından canum esridi gönlüm mahmur oldı cemalün ışkı gönlüm defterinden yazıldı ışk ile defter pür oldı mahabbet suyı sel oldı gönülde ne kim var gayrı gönülden pür oldı kaygusuz abdal'ı zülfün kemendi asar eydür bu mecnun mansur oldı mukatta'at hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragum u hanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinüm dinüm imanum habibüm mahbubum hubum sanavber ü şimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sencüm şirin hulkum nazum kancam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanem ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nasibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum bu hüsranile kalmış men bimarı haste dilrişem sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum tuti'sin sen şeker ferah tesbih aşık bülbül sözi gül iştiyağı kurıldı cümlesi gülen sahaya müzeyyen oldı dilberün otağı görün ışk odıla ol güli sürhi kızarmış dost udından yanağı zihi ni'met zihi vuslat u fursat gelünüz hoş görelüm işbu çağı dilersen irişesin ol makama kuşan merdaneler gibi kuşağı dünya vü ukba aşıka duzahdur visal arzulayan kursun tuzağı kimisinün ruhı cennet'de gezer kimi kesb eylemiş bunda durağı basiret gözine okun bu nakli binasır cenneti firdevs durağı bahariyyat okur kaygusuz abdal şeker helva unı söyler tudağı nice söylemege dilleri helva bilür ki dosttan okurlar sebağı berü gel ahi iy sırr u azad ışkun beni usta itdi şah mat bana cemalün delili ayat ışkı canuma o kıldı irşad vaslun ki hasib olsa zikıymet aşina kulunam eyleme yad zülfün ki kursı cana tolaştı bagladı beni saçuna kemend mefailünmefailün ne cism u candurur'akla sığmaz ne akl u dildurur kim cavidandur aceb bahri muhit kim yok kenarı aceb keşti acayib keştivandur bu ne hüsni cemaldür ki görindi bu ne gülşen ne gül ü gülsitandur bu ne la'li bedahşandur ne anber bu ne nafe bu ne müşgi hotendür bu ne hazne durur kim can içinde bu ne gevher bu ne genci nihandur bu ne şahdur bu ne halvet ne perde bu ne sultan bu ne yargu divandur zihi hayy ü tüvana ki kadimdür kadir ü berkemal ü cana candur alem nadan eger dana olursa anun içün ne sud u ne ziyandur bu cümle hayr u şerden ol münezzeh hecası in ü an şerh ü beyandur bilenler allah'ı akl ile bildi o binişan ise aşık nişandur aşıklar can içinde buldı canı gümana kalanun işi gümandur aşıklar sureti aynaya benzer bakan gördi heman ol mihribandur yakin ehline bu kaygusuz abdal özi genci revan cismi virandur mefailünmefailün harabathanede mücavir olmış görün bu bedkarı bednam dimişler harabatilere meclis içinde harabati imiş muhkem dimişler harabathanenün yolın degişmez mescide varmagında kim dimişler savma'ada olan halka karışmaz meyhaneye varur her dem dimişler harabatilikde menşur olupdur anı bilür kamu alem dimişler da'im şişet çalar def ü kemençe katında çeng ü ud derhem dimişler künci meyhanede sırdaş olupdur da'im elinde tolu cam dimişler kaygusuz abdal'un hakkına gör kim bu resme nükdeler müdam dimişler vahdet yimişi ma'rifet gelse dile aceb degül irdüm diyenler vuslata bize bir armagan gerek kimdür kim ol da'va kılur ayyarı hod ayyar bilür ma'na cevabdur bilene ışk evveli nişan gerek küfri kosun güman ile birliğe yitsün can ile her kim ki anun derdine bir ilac u derman gerek her kim bu menzili diler irmege nedür çaresi cümle alemi dost bile öz nefsine düşman gerek aşıklarun fikri da'im sırrı ene'lhakk oldugı şol ibni ibrahim gibi ışk yolına kurban gerek her bir kişi bu dünyada bir nesne kabul eyledi kaygusuz abdal'a dahı helva gerek büryan gerek bir gül ahi ey gülüşi usul gül ki cemalünde açıla gül iy turrası fitnesaçı sünbül ışkun cefası canuma kabul bir gül hatırumı kılma melul ışkun beni kül eyledi kül gamzen sihiri cana tokındı fettan gözüni kıl ifnayı küll fa'ilatünfa'ilatünfa'ilatünfa'ilü bir sa'at ölüm irişse vuslatun şükranesi canumı kurban kılaydum ne dimekdür mülk ü mal bu vaslun hicranı vuslat olur ise bir nazar kaygusuz abdal bu zihi tali' ü bu zihi fal gelün iy cihanı zindan görenler padişahdur ne ugrı var ne zindan cihan suretdür insan can dimişler kaçan kim kendözini bile insan özin bilene sor bu mensubeyi tutarsan uş budur tarik ü erkan ibret gözüni aç bak kim göresin katre içinde gizlü bahri umman aceb degül güneşden olsa zerre bu aceb kim güneş zerrede pinhan kimün gönli bu ma'nile hoş aldı kime ayran gerekdür nan u erzan gelürsen meydana ışk ile gelgil erenler var tehi degül bu meydan aceb haldür bu hal kaygusuz abdal ma'ni birdür suretler elvan elvan berü gel seragaz it iy sarayi sevdiyise canun şol gün ü ayı mahall ile ki gözler mehlikayı şol iy hurisıfat meleksimayı getürsin ele ol ki dilgüşayı görmiş olasın nurı hudayı lutuf ideyidi aşıka bir gün sarayi kavmin ki sana sevdayı mefa'lün harfi dal aldı vücudı her şeyün her ki nefsin tanıdı abdalımış irişdi badı nevruz gülsitana gülistan vakti yitdi kim o yana tamamen yiryüzü cümbişe geldi behişte benzedi devri zemane ağaçlarda çiçekler müşkin oldı keramet kılmadı bağı hazana dehanı goncalarun mim yazıldı kohusı benzedi müşki cinana gülistan goncasın açdı tonandı divane oldı bülbüller divane yine simurga haber virdi hüdhüd otagun başına komuş şahane gögerçin çifti eyle zevke geldi dudak dudağa virdi canı cane kışın hamuş olan kuşları gör kim firak ü derdile geldi lisane yine bülbül gülistan arzu kıldı tuti şekker ü bal baykuş virane zihi faslı bahar revnakı gülşen zihi zevki safa nam ü nişane bezendi tag u sahra nurı rahmet nihani nesneler geldi ayane evveli dünyanun hüsn ü zibadur ahir hazan olısar cümle yine kime cevr itmedi dünyayı mekkar kime kılmadı bir özr ü bahane hezar ötdi zevke geldi çemenler ki ol suziş kılur huri cinane dile her maksudun şahı kadimden uyana devletün bahtı uyana eger bildünise kaygusuz abdal yüzün hak eyle gel pir ü cüvane yeşil yapraklarun benzi sararmış ah eyler çarhun elinden kılur vay ömür sel gibi dünya çaya benzer adetdür ki geçe bu sel kala çay bu demi hoşgör iy kaygusuz abdal çün ezelden sana bu derd iken pay fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bildüre sana hakikat hal nedür bu görünen suret ü eşkal nedür cümle bir noktada olmışdur dahil noktadan hem bir elif oldı hasıl hem elifdür bu asılı alemün hem atası vü anası alemün bu haberler akıla yiter heman cahilün maksudı heman aş u nan fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi ışk vücudumı kıldı helak ışk ile gönlüm içinden gitdi jenk ah itsem dütünümden göynür felek çeşmümün çeşmesinde göynür melek akla dime bu sözi can söylesin sultanun sözüni sultan söylesin hakikat cümle aleme hakk din bu sözi kim kamil insan söylesin ışk ile tablı melamet çala gör dünya murdardur elünden sala gör puteye düşmek dilersen okunı ma'niyi ma'na bilenden ala gör kamu şeyde menem aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman menem dahı çun u çira yok ne mansur u ne bağdad ne ene'lhak fa'ilün derya vü umman benem gevheri kan bendedür gözin aç anlayu bak iki cihan bendedür cism ü sureti can menem delil ü bürhan benem sud benem ziyan benem uşda dükan bendedür maksadı insan benem gerdişi devran benem mektebi irfan benem işte nişan bendedür bağdadı ayyar benem cümleye serdar benem bürhanı esrar benem sırrı nihan bendedür zahid ü tersa benem mescidi aksa benem muhyii isa benem yahşı yaman bendedür muhiti zevrak benem hak bendedür hak benem tamu vü uçmak benem cümle mekan bendedür evvel ü ahir benem ganiyy ü fakir benem zahir ü batın benem küfr ü iman bendedür cümleye ma'bud benem kabe benem put benem ademe maksud benem işte filan bendedür zerre benem güneş benem gizlü vü faş benem her ne ki var uş benem can u canan bendedür kaygusuz abdal benem cümleye her hal benem o faş u rical benem ol binişan bendedür evvel ü ahir benem batın u zahir benem mansur u nasır benem genci viran bendedür şathiye söz başında zikr idelüm allah'ı niyaz ile can u gönülden gerek laf kim degüldür söz ile ya ilahi kim tapundan birkaç dilek dilerem hele şindüki sözüm cengüm ki var boğaz ile hazırca lokmalarun da'im nasib kıl sen cana üç yüz otuz azmanı hem tokuz bin öküz ile on bin koyun bin deve vü beş bin de su sığırı beş bin tavuk bin ördek dahı bu nice kaz ile dane pirinç zerdeler paça tiridi gördiler taze çevirme büryan kebab halva koz ile fınduk fıstuk leblebi sittin hevenk kuru üzüm beş bin yumurta olsa büber eksük tuz ile on bagçe alma armud on dahı her dürlüden on dahı şeftaluden zerdalü hem kiraz ile bin karaoğlan bin karavaşı hizmetkarı on bin rum mahbubı beş bin mogol kızıyıla hurisıfat nigarlar ilikleri aşikar kirpükleri can alur sükker ağzında ezile tabl surna nefirle hazretünde çalınsun da'im müdde'i görsün anı ol görgüz ile on bin yigit yanunca gürzin çeküp yürüsün dag u taş yankılansun tablbaz avaz ile bunca sözi divşürdüm hiç bana kalurı yok kaygusuz'a nazar eylegil bir güler yüz ile bize helva paluze büryan olsa sözüm işitse bir muhibbi can olsa otuz kersek kavurma üç bin etmek ben ki yiyem karnum aç bir derman olsa dokuz kazan pilav iki divane naşilerün gözünde pinhan olsa iki pişmiş koyun sofrada yahni irişse bize ne ki mihman olsa şu kaygana ki pişer bal katarlar yarabbi yedi kersek andan olsa otuz batman şarab kırk kuzu büryan getürse ortaya bir insan olsa bu ni'metler ki dir kaygusuz abdal eli irse ana bir devran olsa aşıkam hayranam yağlu çörege hunabı samsuya etlü börege bize bin müt birinc virse murad han dahı on bin koyun bile yimege otuz batman yag ile üçyüz etmek varaydı kim bile anlatsa bege bize bin kazan aş bin sini halva hazır olsa üşenmezdük yimege yimege kalye pilav zerde hoşdur bulgur u tarhana döymez kötege murad han'a halvet anlatsa sözi kapuda kim bile veziri söge bize ni'met olıcagaz çaka olsa yüz batman halvadan bize ne dege bu ni'metler heman insan içindür köpekler kana'at eyler kepege ademündür bu dürlü enva' ni'met heman arpa saman gerek eşege bu ni'metleri yir kaygusuz abdal du'acıdur hak'a nanı yimege fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tama'umuz ne azadur ne çoka kana'atuz kani' olmışuz hak'a kimsenün hakkına tama' kılmazuz bizüm dahı halümüze hak baka ma'rifet ehline hizmet kılmayan ma'ni yancugın yanına boş baka ışk yolında ta'ati temiz degül her kim ol gördügi nesneye aka sırrını sakın ki küstah bilmesün can u dilden müştak ol kim müştaka suvar ışk suyıyla tevhid bagını ma'rifet bustanı gelsün revnaka dünya içün dama düşmeyen kişi nefs ucından haşa tutıla faka kaygusuz abdal halün arif bilür veli naşi ışkı başuna kaka bu şiir, heceveznine de uymaktadır. aşık oldum bihude bir yabana ne hurşide ne bir mahı tabana yogun yumrı sözüm incelmedi hiç şekeri katık eylerem sogana görürem lekleki bülbül sanuram ya'ni gör ki arifem ben divane arifem veli biraz kemdür aklum feragat olmışam direm terane yüküm gülbe şeker sirke sataram ya'ni meta' getürmişem dükana süleyman tahtını divlere virdüm degirmen haberin virün sorana din iman nurını küfrile örtdüm giriftar eylemişem canı tene bilürem ki cihan köhne virandur öterem baykuş oldum bu virana yol eri vardı menzile irişdi ben öz fikrümi eylerem bahane yolun anlayıver kaygusuz abdal taş atmagıl ki çömlegün uşana sana halvetgüşa halva gerekdür özün derviş kelamun dervişane aceb ben ne müselmanem hak'a bir şükürüm yokdur bu hak yolın görebilmen benüm gör hiç nurum yokdur fesad endişeden geçmen helalden haramı seçmen da'im bu dünyeye taleb kıluram huzurum yokdur garazdur halka haberüm budur gönlümdeki varum günah yazıldı defterüm dahı hiç defterüm yokdur ayıbın gözlerüm halkun ta ki halka haber virem sözüm yalan özüm kalbüm bu işde taksirüm yokdur zahir gökçek müselmanem içümde putı saklaram zahidem takva bilmezem zakirem zikirüm yokdur bu gafletden uyanmazam hiç ahireti sanmazam bu az malı begenmezem direm çok filorüm yokdur eger bir lutf bana hakk'dan irişse şad olur gönlüm eger bir mihnet irişse döyemen sabırum yokdur şeyatin yolına malum da'im harç eylerem amma kapuma sail irişse direm ki hazırum yokdur cahilem özümi bilmen bitarikam yola gelmen ululardan ögüt alman tekebbürem yirüm yokdur hemişe hakk'a inkaram müfsidem şöyle ki varam bu şer işde haberdaram veli hiç haberüm yokdur kaygusuz abdal'am hoca sözüm dinle halüm anla alem ocaga tutışsa yanacak hasırum yokdur şindi bizüm önümüzde n'olaydı dürlü ni'metlerün erkan olaydı on altı kaz gire karaca omlet iki bişmiş kuzı büryan olaydı elli gersen kavurma üç yüz etmek hayranam karnum aç derman olaydı bu babda dolıcak kızıl şarablar gümüş ayak güzel oglan olaydı bir güzelce gelin mihmanumuzda illa yasduk dimiyorgan olaydı müdde'i görmese bir yirde tursa ayagında demür urgan olaydı bu sohbet ile bu kaygusuz abdal ta sabaha degin sultan olaydı mesneviler mesnevıler gülistan gulıstan gülistan b gel i kendi haline yol bulanlar ma'nada kendü mikdarın bilenler erişenler bu vahdet menziline can u baş terk idenler ışk yolına ma'ni burcını seyran idenler vücudı katresin umman idenler girüben ışk denizin boylayanlar ma'ani özleyüp soy soylayanlar ne dimekdür bilün ilmi ledünni olın sıdk ile bu ışkun cünunı bu ma'na bahrine zevrak düzenler bu vahdet kuşlarına fak düzenler irişenler süleyman menziline olanlar andelib vahdet göline ma'ani meydanında baz olanlar hakikat burcına şahbaz olanlar bu ma'na dürrine ma'den olanlar hakikat kamili insan olanlar kamu eşya hak'a mevcud degül mi hak'ı inkar iden merdud degül mi kamu şey hak ile birlikde yeksan kamu vahid olupdur derd ü derman kamu varlık kadim ü pürkemaldür hayal yokdur arada cümle haldür kamu varlık hak'un bürhanı imiş kamu gönül hak'un mekanı imiş bakan her yana sultan'ı görür pes dahı hiç gayrı yok canı görür pes fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine bir dürlü hikayet vasfı hal şerh ideyin dinle iy sahibkemal vahdetün yüzinden açayım nikab getüreyin arife bin dürlü bab girüben ma'na denizin boylayan anla ki akl irür anı söyleyen binişandan ma'na ile bir nişan getüreyin can ilünden armağan sarraf öninde dökeyin gevheri cevheri alan bilür kim cevheri şekker ile bile katayun güli koyayun susen yanında sünbüli anberi karışdurayın müşg ile ta bu sözden müşteri assı bula la'li vü yakut vireyin altuna koyayun kimyayı altun altına şöyle söyleyeyin anlasun akıl ma'na keşf itsün bu sözden ehli dil dürr ü cevahir ü inci saçayın sarrafa gevher dükanın açayın can içinde gizlü genci açayın mahfili dürr ü cevahir saçayın müşke beraber kılayın her sözi işidenün ruşen olsun can gözi ışkıla aklı bile yar eyleyin ışk ipiyle nefsi berdar ideyin her sözümden bin delil olsun ayan her delilden ruşen olsun ducihan söyleyeyin can elinden bir haber işidenün canına kılsun eser bu ne dimekdür arifler anlaya akıl anlaya cahiller tanlaya ben sözimi anlayana söylerem anlayan bilür bu sözi yine hem bu haberden maksudum budur yari söyleyeyin hak kılur ise yari şefa'ati olur ise ahmed'ün fahrı alem mustafa muhammed'ün evliyanun himmetiyle söyleyem bu haberi vasfı takdir eyleyem her sözümden bir delil olsun ıyan her delilden ruşen olsun dücihan açayın sözün yüzinden perdesin bildüreyin size harcından hasın söz içinden size bir dürlü nişan anladayın ne dimekdür lamekan lamekan dimekde maksud ne imiş asl u fer'i neden olup her bir iş lamekan dimek mekansız yir midür? yoksa anun da mekanı var mıdur? bildüreyin inayet kılsa ilah yar olup yarı kılursa padişah şöyle kim anlaya sözüm her kişi şad oluban terk ideler teşvişi lamekandan size vireyin nişan söyleyüben size bir dürlü beyan ol zamanda ki yogidi ka'inat zat içinde nihan idi her sıfat zat içinde bu sıfat mestur idi bu vücud yok idi heman nur idi ne nebi varidi ol dem ne veli dahı söylenmedi idi labeli yir ü gök hazne içinde sır idi ikilik yok idi heman bir idi yir ü gökde cümle tertib külli hal aşkare degüldi henüz mah u sal gice gündüz ay u güneş bu hisab dahı henüz olmamışdı bu sebeb aklı kül henüz bir idi zatile nefsi kül'de pinhan idi hem bile bu sıfatlar kim bu demde söylenür yok idi birlikdeyidi külli nur on iki burç yidi yılduz bu necim çarhı sergerdan ki döner iy hakim yedi tamusekiz uçmag hayr ü şer hur u gılman dünya ahret sim ü zer nakş u suretler ki vardur ortada ana irdi ki akıllar dünyada ol nişanlar ki nebiler söyledi bu kitablar ki anı şerh eyledi zahir ü batın ki dirler her sıfat ne hayat olmışdı henüz ne memat bu sıfatlar ki birikdi bir ile veli olıcak idi takdir ile mustafa oldı sebebi bunlarun yirde gökde cümle cism ü canlarun bu sebebden mustafa oldı ezel mustafa'dan zahir oldı külli hal çünki geldi zahir oldı ol nebi heman ol oldı bu halün sebebi bu barigah aşkare oldı bu kez ayan oldı gice gündüz kış u yaz tamam oldı yirlü yirinde bisat degme bir nesneye söylendi bu ad mustafa'nun canı oldı ibtida evvelinde anı yaratdı hüda mustafa canunda sır idi cihan yerde gökde her ne kim var cism ü can mustafa'nun canı bu gevher idi ol güherde bunca hikmet var idi hak nazar itdi o gevher terledi andan oldı bu cihanun bünyadı terledi su oldı akdı ol güher andan oldı yer ü gök ü bahr u ber ol su durdı bir yire oldı deniz gör nice hikmetler oldı iy aziz ol deniz buğından oldı bu felek cümle felekde yaradılmış melek göbeğinden yidi kat yir eyledi yir altında denizi seyr eyledi istikamet dutdı bu kez bu cihan yirlü yirince düzeldi her mekan dünyanun sureti kurıldı tamam afitab dogdı belürdi subh u şam dünyanun şekli düzildi ki bu kez yine ne kıldı kadir ü biniyaz şekle can gerek ki gele cünbişe zira kim allah kadirdür her işe yine hak mustafa canuna nazar eyledi kim tamam oldı cümle kar mustafa canından oldı cümle can cism ü canın ma'deni oldur heman yaratıldı cümle canlar hem yine her birisi vardı kendü cismine yirlü yirince düzeldi ka'inat zahir ü batın tamam oldı suret çünki suret tamam oldı iy dede dinlegil evvel ne oldı dünyada deniz ile dopdolu oldı cihan elli bin yıl dutdı bu yirde mekan elli bin yıl tamam oldı gitdi ol yerine geldi yine bir dürlü kul elli bin yıl oldı bunda ol dahı ol dahı bilmedi hergiz allah'ı su yirine bitdi dünyada kamış dinle ki ahir nicesi oldı iş hak yaratdı yine bir dürlü suret kamışı yidi çoğaldı havalet sıgıra benzerdi anun ayagı hem eşek kulagı gibi kulagı koyuna benzerdi gögdesi tüyi veli at'a benzeridi her huyı kamışı yidi dükendi ol tamam zira ki işi ol idi subh u şam ömri anun dahı ahir oldı pes yine geydi dünya bir dürlü libas yetimiş bin şehr yaratdı ol gani hardal danesiyle doldurdı anı yine bir kuş ki yaratdı padişah daneyi yi' didi ana ol ilah elli bin yıl ol dahı sürdi ömür danesi dükendi öldi dinle bir bu kez at yaratdı dinle ol kadir zihi hikmet zihi kudret zihi sır elli bin yıl at dahı oldı tamam ol idi ki cihana geldi adem altı kez doldı boşaldı bu cihan birisi bilmedi kimdür müstean bu yidincidür adem geldi bu kez aşkare ma'lum görindi biniyaz bildi adem göklerin esrarını yidi kat yirinde yirli yirini nakşı gördi nakkaşı bildi adem oldı ki tamam oldı işbu dem adem oldı cümlesine halife hak adem'de ayan oldı iy safa anladı adem ki nedür bu suret suret içinde imiş gizlü suret cümle yirde gökde ne var cümlesin bildi adem ne imiş sermayesin cümle gök ehline hak emr eyledi secde kıl adem'e diyü söyledi semavat ehli kamu kıldı sücud ziyan olmadı velakin oldı sud azazil o demde kılmadı sücud ta'atı kendüye ol dem oldı put adem'ün cismini toprak gördi ol ol sebebden asi oldı ol füzul bilmedi ki toprak içinde ne var toprağı kim eşdi ol dem kirdigar azazil hergiz bu sırra irmedi nice irsün çünki hak yol virmedi ana ol idi ezelden buyrılan bu idi hak emri iy hakk'ı bilen ne ki hak yazdı tagayyür olmaya hak ilimidür işini anlaya ol ki secde eyledi has oldı ol ol ki kılmadı cezasın buldı ol azazil ol demde oldı şeyatin şeyatin olmaya hergiz ehli din çünki aksurdı durugeldi adem cennet'e iletdiler anı o dem çünki adem geldi gördi uçmagı canı sevindi göricek ol bağı bakdı rıdvan yüzine esirgedi gir yine çık diyübeni söyledi bilmedi kim adem'ün düşmanıdur bu sa'at girer adem'i azdurur şeytana döşi dibinde virdi yir didi kimse duymasun içerü gir hak gözinden nesne kim gizlü degül veli şöyle al ki itdi ol füzul cennet'e girdi bu kez gör n'eyledi havva'yı buldı hava'ya söyledi havva dir ki ol meger siz delüsiz aklunuz yok yahud usdan ölüsiz gz e l var var i gönül yüregümi sen yada kıldun bu ışk okıyıla ciğerüm sadpare kıldun bir hub sureti kanda görürsin alınursın bu huyun içün ben za'ifi biçare kıldun mecnun gibi ah eyledüm elüm işe varmaz ışk ile gönül uş beni ki avare kıldun vallah i gönül ışk ile hublar bazarında beni bırakup ışkıla sen kenara kıldun bu ışk ile ben o dem yanunda haberün yok da'ima gönül meylüni sen hublara kıldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ne ki cennet'de varimiş yidünüz bu yemişün lezzetün görmedünüz gezer idi uçmag içinde adem dahı ne gussa varidi ne de gam hur u gılman idi ol dem yoldaşı nice oldı adem'ün dinle işi teferrüc iderleridi cennet'i hoş görürleridi bile sohbeti nice ki gezerdi cennet'de cins idinmezdi hur u münzaratı kendü cinsin görmedi oldı melul niyazı hakk'a hak kıldı kabul didi adem iy kadir ü pürkemal sana ma'lumdur ahı bu külli hal bana benüm gibi olsa bir kişi çekmez idüm dahı hergiz teşvişi hak kabul itdi adem'ün niyazın virdi maksudını sözin havva'yı yaratdı ol dem ol kadir nicesi oldı hikayet dinle bir adem'ün çün sol yanından oldı ol sol yanından oldugıyçün işi sol uçmagı teferrüç eylesem n'ola nagah ola içimde hasret kala dembedem söyler ah eyler bu sözi dolu gibi yaş döker iki gözi buncılayın tatlu yimiş bir dahı olmaya cennet içinde iy ahı bşöyle ki havva'ya virdi haber ol yimişden havva yimeğe iver bu sözi söyledi gitdi ol la'in nice oldı havva'nun dinle işin kem akıldur didi avrete nebi zira kim saklayı bilmez ebedi tuba ağacı dibinde ol sa'at uykuya varmışdı adem farigat bir dane buğdayı üzdi tiz hava cümleyi hak nefs şerrinden sava yarusın yidi yarusın gizledi adem uyandı adem'e söyledi didi kim işbu yimişden yimişem yarısunı senün içün komışam çün hava yidi adem dahı yidi nefs ucından allah'un emrin sıdı gel gel i gönül hublar elinden hazer eyle hikmetüni hublar ile kim muhtasar eyle da'ima gönül bildügüni piş idinürsin akıl katında gel ahı bir dem karar eyle ışk ile gönül şem' ü çerağ gibi yanarsın billah i gönül bir dahı bana nazar eyle ışk zülfikarın çünki gönül elüne aldun nefsi zalimün boynına ur bir hüner eyle terk it i gönül cism ü canı cihana kalma zinhar i gönül ışk ile her dem pazar eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çünki yidi bugdayı beni adem puhte iken işini eyledi ham nefs ucından allah'un emri sıdı kendü kendü nefsine zulm eyledi adem'e yol eylemek oldı hacet yir ister dört yana bulmaz oldı mat hak buyurdı cebra'il'e var didi adem'i cennet içinden sür didi tac u hulle üstinden kaçdı bu kez gör ki ne kıldı kadir ü biniyaz cebra'il'e hak didi var adem'e çıkar anı cennet içinde koma komagıl cennet içinden sür didi sıdı buyrugum cezasın vir didi geldi cebra'il adem'e söyledi hak buyurugını ayan eyledi cebra'il di çıkgıl uçmag'dan adem tanrı'nun buyrugı budur uş bu dem zarılık eyledi adem agladı şöyle kim ahı cigerler dagladı mefulü var var i gönül ışkıla söylegil ene'lhakk sen hakk'ı koma söyle hak'ı yar ki kıla hakk yüz bin sözi bir eyle heman bir söz söyleme bir sözi di ki sana gönül tutmayalar dak sen kendü özün koyubanı çevre gözetme fi'lcümle alem sana gönül canıla müştak çün hakk evidür seyyid ü muhtar sözile dil hakk'ı tanıyan hakk'a gönül olmaya kostak sensin i gönül ışka mekan hakk'a nazargah gönül sırunı her bihoda söyleme sırdak mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem eydür bu kez bagışla suçum bugdayı ayruk yimeyem iy hakim cebra'il dir hakim oldur kim anun noksanı yokdur o gani sultan'un söz gerekmezdür adem sor git didi tanrı'nun buyruğı budur dut didi nice ki söyledi hergiz gitmedi cebra'il'ün sözini işitmedi türk dilin tanrı buyurdı cebra'il türk dilince söylegil dur git digil türk dilince cebra'il hey dur didi duru gel uçmagun terkin ur didi tutdı kolından ilerü yüridi kapuya yakın varınca süridi bu kez adem çok tevazu' eyledi bir lahza aman deyüben söyledi çünki aman didi kodı cebrail adem'e teferrüc eyler ol akil bu kez adem yapraga sunar elin ya'ni yapragıla örter her halin gel gel i gönül bagrumı kebab ider ışkun suçum ne ki bana katı azab ider ışkun her lahza beni mecnun u melamet ider uş ışkıla gelür aklumı harab ider ışkun ışk eliyile cigerüme dağ komak ister vallah i gönül işümi aceb ider ışkun sen meni gönül mihnet okına nişan itdün beni melamet itmege sebeb ider ışkun ışkuna gönül bebri ki can göziyle gördi gaflet gözine perdei hicab ider ışkun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün agaç da adem'e yaprak virmedi nice ki sundı eli de irmedi türk dilince didi bu kez yüri git yüzi berk olmagıl adem söz işit tutdı adem incirün budagını ya'ni ki ala anun yapragını sundı budag eline geldi bile gitdi adem yine geldügi yola adem'i cennet içinden sürdiler bahaneyle bu milke gönderdiler ilk yaz güniyidi çıkdugı dem bahar olmış güller açılmış tamam dımşık'a irdi adem'i dinle bir iki ayagında düzdi iki bir dere içinde irişdi adem ne ki cennet'de yidi dökdi o dem bu yimişler ki vardur dünyada tohum andan çıkupdurur i dede ilk yaz güni idi geldi sel hikayet nice oldı imdi bil var var i gönül bagrum içinde koma taglar ah eylerisem senün elünden yana taglar ışkun çerisi can ilini yagmaya virdi senün hayalün ışk ipini boynuma baglar ben seni gönül bilimedüm fettanı sensin bir dahı gönülseni gören özini çaglar gel gel i gönül ışkıla hastedil uş oldum sevab olur ahı sir ü suda gele saglar ben seni gönülışkıla candan ki severem senün didügün gözleri ala yüri ağlar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sel iletdi ol tohumu her yire bitdi oldı ol tohumlar eşkere her biri aslını gösterdi tamam uçmagdan çıkardı ol tohmı adem bbitdi ol söz adem'e geldik yine gör ne hal geldi adem'ün üstine ger adem havva'yı ister hem bu kez nice ki ister ah ider bulımaz tavus ile bile adem gitdiler varuban ol hind iline yitdiler on iki yıl adem u tavus bile oldılar bir yirde bile silsile on iki yıl tamam oldı ayrulık ortaya geldi bu saglık sayrulık sayru oldı düşdi adem biçare kimse yokdur kim anun halin sora tavus dahı vardı gitdi işine özi içün gezer oldı başına vardı rıdvan dahı deşte düşdi hem sureti yılana döndi tastamam var var i gönül teni ko gel can bazarında canlar satılur gör ahı canan bazarında her dem i gönül ışkıla melamet olursın ıssıyı koyup yürime ziyan bazarında ışk meydanında başunı top eyle i gönül ıssı dilesen gel berü sultan bazarında ger yad dilesen cevrine sabreyle gönül sen derd dahı bile satılur derman bazarında sen sarraf isen cevheri ol güheri bilgil ne assın ola akik ü mercan bazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi mekke iline düşdi hava ah idüp ol dahı gezer bineva ol dahı adem'i ister dün ü gün adem ışkında cünun olmış cünun bunlarun ortasına düşdi firak birbiri içün çekerler iştiyak hastalıkdan sag olup durdı adem havva'yı ister kılamaz hiç aram durdı yine arkun arkun yüridi dembedem allah ya sabur dir idi iki yüz yıl aradan geçdi tamam havva'yı isterdi bulmadı adem iki yüz yıl ki tamam oldı uca yine dinle adem'e n'oldı hoca yagmur yagmış idi balçık idi yir dayanup düşdi adem ki dinle bir ayagı sındı bu kez gör zahmeti bir yana dahı gariblik mihneti bir yana cennet'den oldı avare bu işi meger ki allah onara gel gel i gönül tabl u melamet ki yiter çal ışkıla beni eyledün uş divane abdal melamet ider çünki benem perdemi açdum gubar gönül dahı bana eylemegil kil u kal bu ışkı nice oda yakup eyledi berdar sakın ki gönül dahı bana eylemesün al bu ışkı nice mihnet okına nişan eyler tek dur i gönül ışkıla sen eyleme kim kal gel gel i gönül ışkıla sen serbeser eyle nasihat idüp bari gönül öğüdümi al mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem anda dokuz ay yatdı tamam ah idüp inledür idi subh u şam ki inleridi halini aglar idi ah olur kim hak şükr dir idi tamam on ay deyecegiz ayagı bitdi yine heman oldı bayagı durdı adem yüridi gitdi yine meşgul oldı yine kendü işine ayrugın unıtdı ister havva'yı geşt ider her bir mekanı her cayı havva'nun da maksudı heman adem istemekde dahı meşguldür müdam ayru oldı bunlar üç yüz yıl tamam biribirin görmedi havva adem çünki sa'ati irişdi gör bu kez n'eyledi perverdigar u biniyaz arafat dagına irişdi adem çıka geldi havva dahı anda hem havva gördi adem'i kaçdı bu kez nice ki segirdür adem yitemez var var i gönül senün elünden ki yandum ben halüm n'ola diyü ki sanurlar sanaram ben sen hu beni uş melamet ü bednam idersin ya'ni ki gönül işümi sana uş direm ben sen beni toprak idüp ayağa saldun iy kim ya'ni elümi tut diyü sana sunaram ben ışkuna gönül düşeliden teşnedil oldum yandı yüreğüm bağrum kanına kanaram ben gel gel i gönül ışkıla tersaya ki döndüm zünnar kuşanup abdürrezzak'a dönerem ben mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem eydür havva'ya yarüm benüm kaçmagıl benden i dildarum benüm külli senden artuk oldı bu bana benden kaçarsan elüm irmez sana havva eydür bilmezem kim sen seni işüne var nice kovarsın beni adem eydür ben adem'üm iy hava hasretem sana aşık u bineva havva eydür ben seni anlamazam ayagı aksak degüldi ol adem sakalı dahı yogidi hiç anun sakalun var ayagun aksak senün otuz üç yıl geçdi yine aradan havva kaçardı adem'den hem cenan nice ki kovardı yitmedi adem gör ne kıldı ol rabbü'lenam hak buyurdı cebra'il'e var didi adem'ün halün nicedür gör didi cebra'il geldi didi kim işbu dem tevbe kıl yoluna yürü iy adem gel gel i gönül başumı haçan idesin sen bu hasretile cigerümi yaş idesin sen fikrüm budur aklum imaret idem ben ışkıla gönül bir dahı düzgün idesün sen var var i gönül bu ışkıla kime yetersin mecnun ne ola leyliyi mecnun idesin sen fettaneligün var i gönül menşur olupdur bu fitne ile çokları magbun idesin sen ışkıla gönül iki bükildüm haberün yok elif kametüm nice nun idesin sen mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tanrı'nun adı kerim'dür avf ide bu günahlar bu yola senden gide söyledi adem eyitdi rabbine ol suçunı hak bagışladı yine adem'ün ol günahına kalmadı zira kim sabur'dur allah'un adı allah'un buyrugı ile cebre'il adem'ün yüzin sıgadı iy akıl adem'ün saf oldı gitdi sakalı cennet'deki gibi oldı her hali hem ayagı aksamaz oldı yine düzledi eyledügi bu düzgüne havva da ki adem'i bildi bu kez boynına sarıldı öpdi kıldı naz havva ile çünki bulışdı adem başladı artdı bu adem dembedem arafat dagında buluşdı bular birbirine ki irişdi iki yar çünki buluşdı bular gör hikmeti başladı artdı adem zürriyeti var var i gönül derdümi dahı beter itdün bu ışkıla sen aklumı da bikarar itdün bu ışk od'ına düşeli şöyle ki delürdün mecnun kıssasın hele gönül muhtasar itdün her dem dir idün derdüne timar ideyüm ben yakdun ciğerüm valla gönül uş timar itdün ben varayum i gözlerüme uyhu haramdur şundan berü ki hublar ile sen bazar itdün ben hasretile zari kıluram ah iderem sen sohbetüni ışkıla leyl ü nehar itdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol zaman uçmagda idi ol adem gusl ü cenabet yok idi anda hem hem ogul kız dünyaya gelmez idi havva dahı bitemiz olmaz idi ehli cennet idi bunlar ol zaman cennet'e nisbet değüldür bu cihan çünki bunlar bu cihana geldiler dahı bir özge mekana geldiler bunda gördiler ki yaz u kış olur ıssı sovuk zahmeti teşviş olur bular cennet'de nura yetmiş idi ol zaman nur sırların örtmiş idi bunlar uçmag'da iken dinle aziz hulle geynürlerdi donları temiz bunda bir ayruksı alem gördiler vasl u hicran u serencam gördiler aglamak gülmek bilişmek ayrulık rahat u zahmet bu saglık sayrulık yüz yire kodı adem dir ya sabur sen kerim'sin hele bu deme şükür gel gel i gönül elüni çek cümle cihandan ışk gerek ise feragat ol sud u ziyandan ışka düşeli derd ile bağrum başı artdı asla uyumaz oldı gönül ah ü figandan külli bu cihan müddeidür yar ele girmez sakın i gönül sırrunı faş itme lisandan maksud sana çün ışk idi maksud hasıl oldı dahı ne işün var i gönül karadan akdan ışkı hakikat sana gönül gevheri kandur behremend göresin i gönül gevheri kandan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen bize her ne ki nasib eyledün hatası yok kamusın hub eyledün bu hal içinde adem söyleriken tanrı ile bir bazar eyleriken baka adem havva'yı ta ki göre sırrı ayan görinür aşikare havva dahı adem öyle ki heman nice ki havva adem'de hem cenan adem utandı didi iy biniyaz kadir ü perverdigar u karsaz bize bir don vir ki heman örtelüm rahmetün çokdur ki lutfun diyelüm hak ta'ala niyazın itdi kabul hakk kerimdür çünki niyaz itdi kul adem uçmag'da ol incir budagın sındırup tutmışidi yapragın pamugı anun südinden ol kerim yaradup komışdı ol dem ol kerim adem'e tendur kendüzine ol işi kıldı pişe her işi işlerdi adem ortada resm ü adet kaldı ol iş dünyada zürriyetadem yoğidi ol zaman adem ü havva varidi pes heman ogul kız oldı evladı çün adem ademoglı tutdı dünyayı tamam bir iken adem çok oldı gör bu kez cümlesi kıldı adem'den ihtiraz tertib ile tutdı her işi adem bu kez adem'e muti' oldı alem alemi tutdı adem'ün hikmeti hikmet ucından yüridi hikmeti adem'ün hükminde esir ins ü cin hak adem gönlinde sır oldı yakin gözgü oldı alem içinde adem gözgü içinde görindi her makam adem oldı cümle şeyden pes murad hak ademde ayan oldı hakikat gel gel i gönülışkıla bu diyara bakgıl aslı ne imiş fer'i nedür her kara bakgıl sen arifisen nakdüni turrada unutma agyarı gözet hali nedür hem yara bakgıl sen dilerisen keşf ola bu ma'niyi esrar inkarı ko sıdkıla bu ikraruna ki bakgıl var tavus isen seyredegör nişan içinde gül bülbül isen dikeni ko gülzara bakgıl cümle alemün gel i gönül defteri ışkdur ne yazmış ezel kalemi bu deftere bakgıl mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem'i yüzine perde eyledi perde ardından naz ile söyledi perdeyi her kim getürdi gördi ol perde içinde görindi dogrı yol perde aslı suy u toprak od u yil perde içindeki kimdir anı bil anlayana bu bir işaretdurur ol kim anlar ana beşaretdurur kuş dilin bilmem ki söyleyem sana hem senem ben dahı dogrı bak bana sen dahı bensin i talib aç gözün özge buyrugın bil ahı kendüzün ikilik yokdur adem budur heman bir ademdür bir alemdür bir mekan bitdi bu söz bil ki dinle bihaber adem'ün hikayetünden muhtasar va'desi yitdi gitdi adem işit adem peygamber yirine geldi şit şit zamanında adem oglanları dirilüben bir yire geldi varı var var i gönül kendü özün bilmege bilgil bilgil özüni ayineni ışkıla silgil sil ayineni ışkıla bak gör ki ne vardur eyleme her aka eylerisen bu aka eylegil yar yolına yan yüregüm bagrunı kebab eyle kıyma çeküben ciğerümi ışkıla delgil tutulma gönül kalma bu gaflet duzagından ta kıssa idüp hikayetün söyler i her dil gel gel i gönül özüni bil her yana gezme özin bilen aceb evine asa mı zenbil mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çün adem öldi danışık itdiler her biri kendü başına gitdiler bunlarun birisi sam adlı idi sam bulardan güçlü kuvvetli idi savaşacak yigid idi bunları bunlarun korkmışdı andan canları sam o dem baş çekdi kendü başına bunlara uymadı vardı işine bir bölügi bile vardı sam ile bir bölügi şit ile kaldı bile kimisi de bunlara hiç uymadı bunların serseri halin duymadı sam ile varan sam'ı beglediler cümle işden ol işi yeglediler begligün ol demde oldı bünyadı sam'a söylendi ol begligün adı bir bölügi şit ile kaldı bile başladı anları şit doğru yola şit'e nebi diyü anlar tapdılar izzetin dutup elini öpdiler gel gel i gönül ışkı niçün inkar idersin ışkı koyuban dahı neye ikrar idersin ışk seni gönül fikr ü hayalden azad eyler kaçan ki gönül ışk ile sen bazar idersin sakla i gönül sırrı ene'lhakk'ı faş itme bu sözile sen beni nagah berdar idersin ışkıla biliş hiç yire ömrün zayi itme ışkıla gönül her şey'i gevher ki idersin hakk'ı bilenün valla gönül kıblesi ışkdur tapmağa gönül meğer anı kim ar idersin mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol ki uymadı bulara iy hakim oları sam yagma kılurdı da'im hükmini bunlara yüritdi tamam kendüzine ra'iyyet eyitdi sam nelerin buldıysa aldı güç ile hükmini sürdi agacı uc ile üç bölük oldı ademoglı bu kez başladı tertib düzildi az u az birisi benlik yolına başladı birisi raiyyet işin işledi birisi da'ima hakkı söyledi peygamber idi nasihat eyledi tertibün şöyle düzeldi evveli ahiri bu deme yetdi uş hali şit dahı geçdi nuh'a geldi nöbet nuh dahı kıldı bu halka nasihat nasihat eyledi nuh da bir zaman hak yolını ol yine kıldı ayan ol kavim çün nuh'ı düşman bildiler nuh tufanında olar gark oldılar gel gel i gönül sen ışkıla birlige bitgil her ne ki sana ışk dir ise özün işitgil iki cihanı fikr iderem hiç zararun yok maksud ne ise bari gönül anı itgil gafil gibi gel sen i gönül gaflete düşme ur bildügüni ko i gönül öğüt işitgil yolunı koyup delü gibi yabana düşme yol eriyisen yolı gözet yoluna gitgil her ne ki sana sanurısan yoluma gelsün sergerdan olup kalma gönül menzile yitgil mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu gemi içinde kurtıldı adem kalanı ol demde gark oldı tamam kurtılandan evladı artdı yine yine hükm eyledi dünya milkine dünyadur nuh dahı geçdi kalmadı kendü gitdi arada kaldı adı bu ademler kim varidi ol zaman edeb ü erkan az idi iy civan şimdiki arif o dem olmaz idi hergiz anlar ma'rifet bilmez idi şöyle civan gibi gezerler idi ne ki bulsalar anı yirler idi kimisi tanrılık dava eyledi agzına sıgmaz keleci söyledi ol ademler bu hal içinde iken ibrahim peygamber idi ol zaman ibrahim ki geldi nemrud var idi tanrıyam diyü dava iyler idi ibrahim de geldi cihana bu kez gör ne kıldı ki kadir ü biniyaz gel gel i gönül neye gerek ucb u tekebbür kibri ko gönül ta olasın ışkıla pürnur ger diler isen sen i gönül sultan olasın ışkı özüne sultan idüp kullıgına dur ışk etegini tut i gönül koma elünden ta kim olasın sen i gönül ışkıla ma'mur ışkun i gönül can ile can müştakı olgıl gaflet kirini ışk ile gönül safi kılur yur zinhar i gönül ışkıla ol uyma bu nefse ışk eli ile nefsi zalimün kulagın bur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün alemi dutmışdı nemrud gavgası tanrıyam dir idi da'im ol asi ibrahim irişdi ol dem meydana meydana girdi sıgındı sultana derhal uşatdı putını nemrud'un batıl itdi davasın ol merdudun nemrud'un putın uşatdı ol nebi ibrahim bildürdi şart u edebi bir zaman ol da nasihat eyledi hak yolın anlatdı halka söyledi ol dahı gitdi yine kaldı cihan musa peygamber irişdi nagehan tevrat'ı ol da getürdi ortaya nasihat eyledi yoksula baya ol dahı fir'avn'ı helak eyledi ne ki hak buyurdı dogru söyledi ol dahı gitdi cihanda kalmadı dünyadur bir kimse murad almadı yine cihan kaldı yirinde heman kervansaray kaldı göçdi kavran var var i gönül sen sana bir doğru yol iste aklun varise usul içinde usul iste sergerdan olup kalma gönül mihnet evinde bul varmaga sen sana gönül bir delil iste gayrı halık'la gönül sen mu'amele kılma ne isterisen vacib odur hakk'ı bil iste hemnişinüni iste gönül sen bu cihanda bilmek diler isen hak'ı aklı kamil iste şeytan gibi sen kendüzüni görme bu yolda yol var dir ise ibadetünden hasıl iste mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şöyle kalmışdı cihan halkı zelil yine araya irişdi bir delil davud peygamber getürdi bir kitab söyledi ki uş budur şart u edeb ol da bir dürlü ibadet eyledi hak yolına halkı davet eyledi ol da mihman oldı anda bir zaman gitdi ol da kalkdı yerinde cihan halkı cihan şöyle kalmışlar idi hakk'ı bilen bir delil ister idi bu kez isa geldi dinle iy akıl ol da getürdi araya bir delil bilesinde incil adlu bir kitab söyledi ki uş budur hak'dan hitab gün dogusın kıble gösterdi isa dünyadur ol dahı gitdi hal kısa yine kaldı dünya halkı bihaber hikayeti dinle iy sahibnazar her ki peygamber ki geldi dünyada dürlü erkan ki kodılar ortada var var i gönül halümi sor ışkıla yandum ışka düşeli cevr ü cefayıla boyandum almışdı beni valla gönül uykuyı gaflet ışk kulagumı burdı öyle ki közine yandum ışkı göreli can u gönül şöyle sevindi vallah i gönül külli bu cihandan usandum ben kendüzümi dünyada bir nesne sanurdum ışkı göreli ben dahı özüme bürindüm tüketdi kamu fikrümi aklum hacil oldı ışkı göreli ben i gönül şöyle utandum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi bu hali şerh eyledi aklı irdügi kadarı söyledi temyiz idebilmediler hal nedür bu aceb halün sahibi kandadur bu haliyle şöyle kalmışdı cihan mustafa güneşi togdı nagehan mustafa canı da gitdi bu vücud anı göricek uşatdı cümle put mustafa'nun geldügüni bildiler putperestler cümle hacil oldılar mustafa nurıyla doldı ka'inat puta tapanlar mat oldı külli mat sernigun oldı uşatdı putları putları sındı kesildi zünnarı mu'cizatı mustafa oldı ayan nurıla dopdolu oldı her mekan kur'an'ı delil getürdi mustafa şefi' oldı cihana andan safa mustafa'da nübüvvet dutdı kemal zühd ü takva farz u sünnet külli hal var var i gönül din yolına sen gafil olma dinüni hasıl eyle gönül bihasıl olma uyuma gönül aç gözini dört yana bir bak divşür öğüni kendüzine kem akıl olma sen diler isen ışkıla aşina olasun meskeneti tut zinhar i gönül fuzul olma hulkunı gönül mustafa gibi şirin eyle çirkin hevayıla altun iken kara pul olma cehd eyle heman ışk eteğine elün irsün ışk safi kılur seni gönül hiç melul olma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün din yolın mustafa ayan eyledi hak yolını şerh ü beyan eyledi adem'den mustafa'ya dek bu haber söylenürdi orta yirde aşikar biri hergiz bunı temyiz itmedi mustafa'ya gelmeyince bitmedi mustafa bildürdi nedür hak batıl bu temyizi mustafa kıldı hasıl mustafa nurıyla görindi bu yol yol ayan oldı bilindi sag u sol mustafa eyledi temyiz bu işi temiz oldı bildi işin her kişi ol muhammed mustafa'da mu'cizat tamam hasıl oldı bitdi kim murad nebiler hatim anunçün oldı ol anda görindi hak'a bu dogrı yol yolı gösterdi de gitdi ol heman dünyadur bu kılmadı kimse aram mustafa'ya dahı vefa kılmadı dünyadur bu kimse murad almadı gel gel i gönül hasretile hastedil oldum bu ışkıla ben ayaga düşdüm sebil oldum bu hasretile tütdi cigerüm oda yandı ışka düşeli valla gönül laya'kil oldum yar yar diyü uş düşeliden ışk odına ben başdan ayağa yandum uşda iy delil oldum ben benligümi terk idüben ışka tutıldum tükendi vücud ışkıla andan vasıl oldum sabr u kararum kalmadı bu ışk belasından divane gibi gör ahı mecnunşekil oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün nübüvet haberi bitdi anlagıl yine bir dürlü hikayet dinlegil girü bu cihanda niçe hal geçer ne bilür bu hali hergiz bihaber bihabere aş ile etmek gerek doyuban karnını ki yatmak gerek ma'na hanından yemeye her bahil can u dil gerek bu sırra can u dil her hasisden sakla bu esrarı sen her nadana açma bu defteri sen karga ne bilsün şekerün lezzetin arpanun eşege sorun kıymetin bu haberden yine bir dürlü haber şerh ideyin dinle ey sahibnazar yine geldüm bu nübüvvet sözine bir nazar eyle bu sözin yüzine sözi bir işit ki iy ehli temiz gözün aç ma'ni yolında izle iz nübüvet hatm oldı kaldı velayet velayetden de işit bir hikayet var var i gönül çünki benüm terkümi urdun ışkı özüne sultan idüp kullıga durdun şikeste kılup bir fakirün terkin uraldan ışkıla gelüp can ilini yağma buyurdun her dem beni sen ışk okına nişan idersin at bari gönül ışkıla çün yayunı kurdun ışkı bulalı ışkıla sen işret idersin şikeste kılur beni gönül yire buyurdun bilmem ki gönül senün ile ne kılayın ben bu cefayile beni gönül cana doyurdun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün velayet dirler yine bir dürlü hal söyleyüben itme bir dem kil ü kal can kulagın tut yine bir dem beri ta ki anlayıbilesün haberi velayet de ne dimekdür bilesin bilesin sözden fa'ide bulasun bu haberden anlayasun hal nedür bu hikayet bu aceb pergal nedür nübüvet sahibi nebi'dür hoca veli buldı velayetden derece velayet sırrın veliler bildiler zira kim sıdk ayinesin sildiler keşf ü esrar veliye oldı ayan nite ki veliye nübüvvet i can mustafa ümmeti içinde bu sır ayan oldı bu haberi dinle bir şöyle ki şartdur ibadet kıldılar keşf ü esrar u ma'ani buldılar meşayihler ki bu hali bildiler peygamberden sonra zuhur oldılar gel gel i gönül yarışalum ko ahi cengi yohsa i gönül yire salaram nam u nengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok cahile ki sorsan göricek bir şuh u çengi vallah i gönül senünile ışk belasından şehr ehli lakab koydı ki dehri bidirengi sabr idemezem ışka gönül hiç takatum yok ışk ugrayıcak zebun ider şir ü pelengi ben bir fakirem ışka gönül sabr idebilmem cuşa getürür ışk i gönül bahr u nehengi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün meşayihler dahı yine bir zaman hak yolını halka kıldılar ayan terk ü tecrid seccade tesbih ile halkı davet eylediler bu yola resuli hak tanrı'yı birlediler dün ü gündüz zühd ü takva kıldılar kanaatı sabrı kıldılar pişe dünya içün çekmediler endişe acı sözlere tahammül itdiler mustafa didügi yolda gitdiler şartı edebi tamam sakladılar haddıla ki kanunı peklediler can u baş terkini urdılar mustafa yolında ka'im durdılar anlara dahı bu keşf ü keramet anlar dahı peyda kıldılar berat gitdi anlar erkanı kaldı heman bu dervişlerdir bulardan uş nişan var var i gönül hemnişinün iste cihanda bu gaflete sen tutıluban kalma yabanda sözi söyler isen gel i gönül ışka söyle ta her nefesün defter olup yazıla canda senün nişanun vallah gönül kimsene virmez veli hayalün dopdoludur kevn ü mekanda niçün i gönül iki cihanda nazarun yok eglenmeyesin sen i gönül anda vü bunda iki cihana kalma gönül ışkı taleb kıl kalma i gönül tutıluban sud u ziyanda mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün uşda bu halkdur nebiler perveri dervişler oldı meşayih peyrevi anlarun halleri budur söyledüm aklum irdügi kadar şerh eyledüm bitdi bu söz ahzı oldı kim i can yine dinle işbu yolda bir nişan nebiler dirligi oldı i kişi halk içinde işlenidurur işi hem meşayihler ki dirligi yare peyrevinde görse olur eşkere bu hal ile vardı anlar bu yolı dirliginde bilse olur her kulı her kulun dirligi tanuk özine dirligin gör ne bakarsın sözine akıl olan anlaya nedür bu hal cevabı nedür ne imiş bu su'al ma'lum oldı bu haber anlayana akıl olan bu haberden uyana buradan göçdüm yine bir menzile bu menazildür mizandan sünbüle gel gel i gönül kalma bu gaflet duzagında biliş ol i gönül kalma bu yad duzagında sen delü gönül aşık olup ışka düşelden yandum i gönül cevrile mihnet duzagında sırrunı faş idüp yakanı yırtdı ene'lhakk tutılma gönül kalma bu fürkat duzagında vuslat olasın ma'şukıla gide bu perde ışk yolına düş kalma bu fürkat duzagında sakın i gönül ışkıla sen oynama satranç tutmaya seni baydak ala mat duzagında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün dahı bir burca irişdi menzilüm dahı bu dürlü beyan söyler dilüm dahı bir özge hikayet kil u kal dahı bir özge tali'dür özge hal dahı bir menzile yetdi seyranum dahı bir dürlü haber duydı canum dahı bir dürlü nişane görmişem dahı bir özge mekane irmişem dahı bir dürlü kevkebi asuman dahı bir özge aceb dürlü nişan dahı bir dürlü suret gördi gözüm seyrider bir burca dahı yılduzum dahı yine geldi ol agyar görün bak bu imarete ol mi'mar görün dahı görindi naz ile ol nigar dahı yine geldi gösterdi didar dahı ol harif ki gördün iy hoca bizim ile bile idi dün gice var var i gönül delil ü bürhan nedür anla can dimenün i maksudı ne can nedür anla sen hakk evisin hak'dan iy niçün haberün yok bu ev neyimiş evdeki mihman nedür anla hayf ki gönül kendüzüne sen şöyle gafilsin gör ahı gönül derdüm dermanı nedür anla hakk'ı bil ahi iy ki gönül sende nihandur bir anlayu bak şu'lei iman nedür anla özüne bürün mertebeni bilmek içün sen gör ahi gönül sözümi noksan nedür anla mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine geldi ki beni mest eyleye laya'kıl u mesti elest eyleye yine geldi beni benden almaga ben gidüp kendü yirümde kalmaga yine geldi ki beni hayran ide ışkı efzun aklı sergerdan ide yine geldi sahibi bu pergalün yine geldi gelün iy ahı gelün yine geldi eyleyenün sultanı yine geldi cümle eşyanun canı yine geldi ol gönül yagmalayan yine geldi aşkare oldı o can yine geldi ol mahı bedr ü kemal yine geldi ol güneş yüzlü cemal yine geldi görün ahi ol saki ol ki cümle alem anun müştakı yine geldi ki beni hayran kıla yine gelmişdür yine ol kim bile yine geldi ol bizim sultanumuz yine geldi kıblei imanumuz gel gel i gönül canumuza can yine geldi şol bedri münir kıblei iman yine geldi şol ki can ile cümle alem ana aşıkdur şol hüsn iyesi revnakı gülşen yine geldi şol nurı ebed ay u güneş andan alur nur şol şemi çerag delili bürhan yine geldi şol ki bu kamu can u gönül bana aşıkdur şol kamu seha edeb ü erkan yine geldi sen derdlüyisen gel i gönül çevre gözetme zahmuna timar derdüne derman yine geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün geldi ki derdümi efzun eyleye benzümi sarı bagrum hun eyleye geldi ki götüre hicab perdesin canum içinde koya ışk gavgasın geldi ki beni melamet eyleye beni şeyda aklumı mat eyleye geldi ki canumı esir eyleye ışkı sultan aklı fakir eyleye geldi ki derdi bana yar eyleye ışkını canumda esrar eyleye geldi ki bana görine ol başa kalmaya gönlümde dahı endişe geldi kim gönlüm içinde sırr ola ışkile can u gönül ma'mur ola geldi kim canum içinde gizlene gitmiş idi uş yine geldi yine geldi kim gönlümde sultan olmaga can içinde genci pinhan olmaga geldi kim aşkare ola gün gibi safi kıla işini altun gibi var var i gönül özüne gel geçdi bu devran mat oldı bugün ışkıla akl u gönül ü can hoş gör bu demi çünki ömür baki degüldür bu ışk odına sen i gönül yan ahi büryan çün baki degül dünya fanidür niye kaldun beş gün kalasın dünyada sanki sen i mihman ışkıla bile akla gönül sen yar olursın özün tanıya bile gönül haddini insan kendüzüne gel sende nihan esrarı anla ne ise gelür bihude söz kıssai destan mesnevi çün saf ola gide gaflet illeti can bagında bite birlik ni'meti aşikare ola görine bu cihan bir nazarda bakıcagız lamekan bu mekan ola mekan ü külli hal ömr ü devlet izz ü nimet milk ü mal cümlesi katumda sergerdan ola sayam altında cihan pinhan ola sayvan olan benüm içün nüh felek kul yazıla nüh felekdeki melek yidi kat yir idi derya bu bisat benüm içün kıla külli ibadet iki cihan sıga koynum içine ben zaifem iki cihanda yine o nevmi işiden uyana şad ola beni gören kaygudan azad ola hikmetüm görse mat ola daniyal gark ola halüm içinde her hayal her sözümden gör ne ilmi ledün nasihatumdan akil ola cünun gel gel i gönül gör ahi ben neye sataşdum ışka düşeli derdile sevdaya sataşdum hem zahid idüm zühd ile takvam bile halk duydı sırrumı gör ki ne kavgaya sataşdum var var i gönül sen feragat it kendü işünde bu ışkile ben mihnet ü belaya sataşdum ışk göreli berü gönül ka'beyi buldum safa'yı tavaf eyledüm merve'ye sataşdum gör gör tali'üm sen i gönül ışka düşelden ışk sayesiyle devleti hümaya sataşdum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her ki benüm sözcegezüm dinleye duta marifet yolında bir maya hem yine anlaya nedür söz yüzi anlayabilür yine hem bu sözi her ki bu haberi bildi anladı insanı kamil ola anun adı ol bilür bu sözün aslı ne imiş aslı fer'i neden oldı her bir iş hem bu işün aslını sen sor ana neden oldı ol nişan vire sana ma'rifet dilini senden bilesin ma'na yimişinden lezzet bulasın terk idesin bu cehalet menzilin söyleyesin sen de ma'rifet dilin mana balından düzesin helvalar ruşen ola sana her dürlü haber bihaberlik defterini yırtasın aklun efzun ola her dem artasın safi ola her nefesün can gibi can içinde cuş ide umman gibi var var i gönül sen beni bir oda bırakdun haste cigerüm dahı beter odlara yakdun bir zahid idüm sırrumı sakladum özümde sen faş idüben ışkıla uş yadlara çakdun vallah i gönülışkla oda beni yakarsın delürdi diyü yine benüm başuma kakdun ışka düşeli hergiz akıl bana yar olmaz sen dahı gönül lakabum uş divane dakdun baştan çıkaran beni gönül ışkıla sensin ne gördüm ise sen i gönül ol yana akdun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir işaretdür bu sana iy fakir ne dimekdür bu haberi dinle bir nebiler sözini sana söyledüm meşayih halini ayan eyledüm yine geldi gönlüme bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher yine cuş eyledi ma'ni deryası yine geldi başıma ışk sevdası yine kurdum ışk yayın ok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga hoş teferrüc eylemişem can ilin söyleyeyim ışk bilene ışk dilin yine getürdüm aca'ib armagan yine daşdı gönlüm içinde bu kan her kim ol zararı ister uş menem ol canumdur cana perde ben tenem benem ol bagdad'a feryad eyleyen başın oynayup ene'lhak söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka beda'at gösteren gel gel i gönül gümrah olup niçün azarsın bitmiş işümi ışkıla sen niye bozarsın dembedem çağırup niçe diyesin ene'lhakk öz yoluna sen elünile kuyu kazarsın ana ki elün ire gönül sen anı iste yitemedüğün koma gönül ko anı varsın özün bilene sor i gönül ışkı sorarsan ola ki özüni bilmedi andan umarsın ol sırrı ebed kim didiler sende nihandur ıragı gözetme i gönül kim tiz azarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gelsün ol riyaylaibadet eden zerkile halka nasihat söyleyen ol salus kim dervişe münker olur cümle kulun sırrını allah bilür niçün söyler bu sözi ol serseri geldün ahı bir gelsün beri görelüm kendü nice taat kılur tanrı bendesini bedaat kılur da'ima söyler bu sözi ol nadan meger kim korkmaz utanmaz tanrı'dan beda'atdur diyü söyler abdal'a söyle ki gelsün berü ol mühmele bana bu haberi ayan eylesün bu ne sözdür şerh ü beyan eylesün tanrı settarü'luyub'dur hem kerim hem alim'dür hem hakim'dür hem rahim tanrı bilür halini her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kerim'dür lutf ider ihsan kılur dertlülerün derdine derman kılur gel gel i gönül sen aca'ib bahri muhitsin vasfunı senün künhiyile ol beyan itsün mansur sözini cuşa gelüp ışkıla söyle çağır i gönül cümle cihan halkı işitsün agyar sözile sen yar ile yarguya düşme her bir hasise uyma gönül koy ahı gitsün bin bencileyin olsa gönül feragatun var pes durma benem iy gönül o kim timar itsün ışk seni gönüldaş idüben perdeni yırtdı henüz namusun yok i gönül ışka bicedsin mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ben sadıkum zerk ü tezvir bilmezem ben bu işden gayrı takdir bilmezem veli ki salusı sevmez yılduzum hakk'ı hazır gör ki nedür bu sözüm ger fakihdür ger fakirdür ger gani gerek ki hazır göreler sultanı çün riya ta'at hak'a kabul degül düzmekile kaçan altun ola pul kim riya vü ta'at akıller kalmaya riyalu ta'atde hasıl olmaya gemisüz kimsene girmez ummana bir nasihatdur bu haber insana hayvanun nesine gerek bu hitab insanı kamil içündür bu cevab yine dinle bir aca'ib dürlü hal ahir irer noksanına her kemal her sabahun sonına ahşam olur her şadılıgun ahırı gam olur yine bir dem sözüme ol müstemi anladayım nedür mısraı cami var var i gönül cihana kalma sana kalmaz ehli niyaz ol sen i gönül neye gerek naz muteber isen gel bu sözi muhtasar eyle nice kılasın sen i gönül kıssayı dıraz insanı kamil sözüni sen hayvana sorma bu ki kaçan oldur gönül kerkes ola dıraz hayf ki bu gönül ömri aziz hiç yire geçdi gel gel bu sözi ışkıla can varakına yaz aklun varise sermayeni maniye harc it bu nasihatı yaz ki gönül pür ola kırtaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün evvel ü ahir bu her dürlü haber asl u fer ü muteber ü muhtasar her ne ki vardur bu cümle dünyada ol ki görinür kenarda ortada günbed ü gerdun ki döner dün ü gün hem bu yir kim şöyle durmışdur sükun cümle şey kim deprenür nedür canı kimün içün düzdi sultan sayvanı ne hal oldı ki kaf dokundı nun'a kim düzüpdür bak ahı bu düzgüne cümle felekler kime kullık ider ay u güneş kimün içün seyr ider akıl ü cahil dimekden ne murad asl u fer'i ne imiş bu hasiyet ne idi bu dünya olmakdan sebeb bu ne ilm ü bu ne edeb bu ne bab bu ne sırdur kim akıl virmez nişan bu ne nurdur kim dolupdur her mekan nedür ol kim sücud olmış her şeye kim bilür bu hali gelsün ortaya gel gel i gönül şöyle ki akıl neye dirler ıssı ne imiş sermayei asl neye dirler gel su'ale sen ki i gönül bir cevab eyle cahil kim olur insanı kamil neye dirler fark iderisen sen i gönül hakk'ı batıldan ne dimek olur hak didügüm batıl ne dirler yol ne ki imiş menziline gel bana söyle bu yolda gönül bürhan ü delil neye dirler bu ne kil u kal u kıssa destan u hikayet rivayetin it şöyle ki te'vil neye dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu görinen yüz ne yüzdür söylesün bu sözi şerh ü mükerrer eylesün şöyle disün ki kabul ide akıl söylesün her söz öninde bir delil şöyle disün ben de anlayam sözi fehm idebilmem niyedür söz yüzi gizlemesün şöyle söylesün ayan ta ki kurban kılayın ben ana can bu söz içün kurban olayım ana her ki bu müşkili hal ider bana da'va kılmam ma'nidür söyledügüm da'ima kand ü şekerdür yidügüm sa'ilem su'al iderem bilene sarrafam gevher sataram alana cevheriyem aca'ib kan bulmışam can içinde genci pinhan bulmışam gelmişem handan yüküm müşk ü anber nafei çin'den getürdüm binazar yine getürdüm yük ile gevheri söyle kim gelsün alıcı müşteri var var i gönül işte bulasın sana bir yar sakla sırunı veli gönül duymasun agyar özüne bürün sen i gönül sahraya düşme sen de biledür i gönül ol dilberi agyar pend ü nasihatı tut sen i gönül divane olma razını sakın sen i gönül zinharı zinhar benden aluban sırrumı sen taşra bırakma yar ol bana tek yüregümi yarar isen yar bunca ki melamet görüben ışkı komazsın sakın ki seni ışk i gönül kılmaya berdar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu metadan fa'ide bulsun talib bahasun virmesün alsın iy habib kimini de şöyle bahşiş ideyin ben yine bunun kanına gideyin getüreyin yine dürr ü cevahir ıssı bulsan hem gani vü hem fakir ben bu meta'ın kanını bulmışam asl ile sahibinden almışam bu metaın aslı gönüldür hoca gönle hak'dan açılur bir derece dembedem halık nazar ide gönle gönül içinde gelür bu söz dile çünki dile geldi söz oldı ayan perveriş oldı bu sözden akl u can söz içinde gördi can gözi canı sen canı görene sorgıl cananı her gafilden sorma bu esrarı sen cananı kaçan göriser degme can her kişi bu bahre düzmeye gemi ademi bilür bu sırrı ademi gel gel i gönül hoş görelüm dem ki bu demdür her kim bu demi anlamaya idraki kemdür ışkun nişanı ışka düşen melamet oldı ışk göreli gönlümi ki günbegün alemdür ışk kime gönül irdi ise perdesin açdı ışk çehi cayı tak u revak hayl ü haşemdür ışkun dahı nişanını gören ma'lul olmaz her kim bilişe ışka gönül virdi sadkandur her başa ki bu ışk odına şu'lesi irmez pişmedi gönül henüz anun sevdası hamdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne dimekdür ne bilsün her hasis bu sözi ehli temize sor aziz ehli temizün budur esrarı pes kaçan ehli temiz olur her nakes ömrü hiç yire geçürdi bihasıl ab u gil bilmez ki nedür can ü dil sureti ademe benzer kendü div hasiyet de yigdür andan har ü gav geçdi ömri kendüzini bilmedi kendüzi hayvan ademdür tek adı kendüzini bilmege kılmaz taleb gözleri görmez dogupdur afitab göresin sen sureta insandur ol veli hayvandan beter hayvandur ol bir sureti var ademden pes nişan kendüzi hayvana benzer hem cenan mertebede hayvanun hasiyyeti andan iy yigiddür her bir sıfatı her kişi kim görmek isterse divi gösterün kim divün oldur peyrevi var var i gönül benümile meyl ü vefan yok terk eyle bari ışkı gönül çünki safan yok her kime gönül yar idise ağyar olan ol n'içün i gönül dünyada kim hiç aşinan yok baş vir i gönül yüzüni döndürme bu yoldan terk eylemege ışkı gönül çünki çaren yok terk eyle gönül kibri başundan aşağa ko yolını gözet kimseyile çun u çiran yok iy bu dü cihan zerrece gözüne görinmez ışk eteğini tutmaya bari medarun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira ol bilmez insandur özi anıniçün şöyle hayvandur özi bilmedi insan idügin ol bahil ömri hiç yire geçürdi bihasıl geçdi ömrinden fa'ide bulmadı şöyle kim şartdur ibadet kılmadı sureti şekli heman insan gibi hayvana katsan inan hayvan gibi şekli insan huyı hayvandan beter her huyı insana virür derd ü ser şöyle bir suretdür ancak canı yok bihaberdür derdi var dermanı yok zira anun maksudı sultan degül insana benzer veli insan degül şekli insan özi hayvan oldugı şöyle bu suretde bican oldugı ol sebebdendür ki bilmez özini beyhude sevdaya açdı gözini izz ü devlet dünya ahiret hayal paymal itmiş bu aklı pay ü mal gel gel i gönül kendüzüne çıkma yolundan yabani olma kendüzünden öz hayalünden özüne bürün sen i gönül gör ki halün ne taşma i gönül aşmaya sen kendü halünden ışkıla biliş yolına düş gel sefer eyle ırak olasın sen i gönül kil u kalünden ömri cavidan ister isen ebedi sen ol ögüdüm ala göresin i gönl 'ecelünden didüm ki gönül ışk belasından hazer eyle her ne ki gele yoluna kendü amelünden mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her canun ki menzili canan ola kendü baki ömri cavidan ola tende can gibi ola yakutlu vahdet iklimünde ola bahtlu zatıla çün vahid ola kendüzi cananı göre açıla can gözi hak kala gide aradan gayrı hak gün doga gönül içinde biçerak gölgesinde pinhan ola şeş cihet ol ola maksudı cümle ka'inat aybı da hüner gören bu gözlere düz ola kendü hakikat sözlere piyade ola önünde nüh felek kullıguna dura mukarreb melek çarhı gerdun anuniçün raks urur fermanunda eşya kullıga durur ol kişidür hüsni cümle eşyanun matlubı maksudı oldur her canun her kim ol kişiyi bildi dünyada ol ola maksudı heman ortada var var i gönül bir arada çün mekanun yok namun görinürdi dolu hergiz nişanun yok ışk eteğini dut i gönül koma elünden bu ışkla bir olurisen hergiz ziyanı yok baş vir i gönül canun kurtarasın bu yolda sabitkadem ol yolına çünkim yalanun yok ışkıla kadem bas bu yola menzili gözle tapşurdun ise ışka dahı hiç lisanun yok bu ışkı gönül kendü özüne din iman bil bu ışka inan sen i gönül çün gümanun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kim ol kişiyi bildi dünyada ol ola maksud heman bu ortada ol kişidür ol binişandan nişan hak anun yüzinde görinür ayan ayine oldur bu cümle gözlere nur viren ol bu kamu yılduzlara gice gündüz andan alupdur şeref ol güherden toptoludur her sadef sada oldur cümle işde gulgule kaynayup gelen gönülden her dile hemen oldur evvel ahir ne ki var gönülinde gizlü anun kirdigar ol kişi aydan güneşden eşkere bahtulu gözler baka anı göre orta yirden taşra degül ol kişi asl u fer'i ana sorun her işi lakabı dervişdür özi evliya sebeb oldur bilmek içün mevla'ya ol kişinün nişanı oldur heman bir pula degmez katında dü cihan ol kişidür cümle hüsnün revnakı evliya enbiya anun müştakı var var i gönül deryayı hikmet seni dirler hakk'ı tanıyan hakk ile vuslat seni dirler her kim ki nişan virdi gönül ol binişandan birlikde bugün gülşeni vahdet seni dirler ben ne bileyim seni gönül ehli hünersin bu ışkı bilen sayyadi üstad seni dirler hakkında nihan oldı gönül meskeni sensin kıymetde bugün sahibi devlet seni dirler her dürlü halün dünyada ki bir işi vardur bu ışka gönül maksuda maksad seni dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür cümle hüsnün revnakı evliya enbiya anun müştakı sıfatı dervişdür anun zatı hak hak anun gönlünde dutmuştur durak her ki talibdür hak'a gelsün beri ol kişidür hakikat hak defteri da'ima ol hak ile birlikdedür birlige bitmek asıl dirlikdedür dirligin temiz derledi ol kişi hakikati hak anun içün işi her binişan isterise bir nişan ol kişiyi gösterün oldur heman ol kişidür ol ki da'im halk ile karışupdur her bir işinde bile aşikare derviş görür halk anı bilmezler kim odur halkın cananı zira kim cananı halk görmiş degül nişanundan dilnişan virmiş degül surete nisbet degüldür can dimek kul dimege benzemez sultan dimek suretin hod aslı ne ma'lumdurur bunı di ki surete can kim durur gel gel i gönül her dikene düşme gül olmaz her bir usule sırrunı açma usul olmaz gel gel i gönül tedbiri ko takdiri gözle tedbir idesin her ne ki takdiri ol olmaz ihlasile gel sen i gönül inkarı terk it riya ibadet tanrı'ya hergiz kabul olmaz bugün ki demi hoş görelüm tanla ga'ibdür bugün ki demi tanlaya koyan akıl olmaz her bir hasise uyma gönül razunı sakla her nesne ki noksan ola ol kamili olmaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün suretün hod aslına ma'lumdurur bunı di ki surete can kimdurur dört anasırdan bedi'dür bu hayal dört anasır kanda buldı güft ü kal bunlarun hod caniledür dirligi her birinün cüstligi ayyarlıgı dört anasır suyu toprak od yil bu cana nisbet degüldür iy akıl can dimek dahı bir özge hal durur dahı bir ayruksı tali' fal durur can dimek nurı ebeddür layezel can dimege dahı sıgmaz kil u kal cümle cismün can iledür dirligi canile ka'im olupdur varlıgı cümle eşya canile ka'imdurur bu ki cana can olupdur kimdurur ma'lum oldı ne imiş aslı tenün can nedendür ne imiş aslı canun can kadimdür aslı nurdan kendi nur canun aslı ol saburdur ol sabur ma'lum oldı ne imiş ten can dimek bunı söyle kim nedür canan dimek var var i gönül yarama niçün tuz ekersin yüzüm suyunı ışkıla uş yire dökersin tablı melamet cümle gönül ki zahidem ben zühd ü ta'atüm zerkini oda mı yakarsın ben saklar idüm razumı hiç duymaya kimse sen faş idüben uşta gönül halka çakarsın agyar belası canumı uş odlara yakdı bu ışkı gönül sen dahı başuma kakarsın bu ışk seni çün ma'şukıla vuslata iltür terk eyle varun dahı gönül neye bakarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ma'lum oldı neyimiş ten can dimek bunı söyle kim nedür canan dimek bir vücud mıdur o dahı başına hiç şeriki var mı anun işine ol bu cümle eşyadan gayrı mıdur eşya gayrı ol az u gayrı mıdur aslı ma'lum oldı cümle eşyanun eşkere görindi tenün hem canun bunı di kim neyimiş canan dimek bu nişan içinde binişan dimek şöyle cümle alem anun müştakı heman ol sakidür ancak ol saki şol ki cümle eşyanun ol canıdur cümle eşya kuldur ol sultan'ıdur anun ile deprenür cümle vücud heman oldur bu kıyamı bu ku'ud her vücudda bile mevcuddur o şah bedr olupdur her kevakibde o mah değme bir zerrede gün gibi ayan anı zikr ü tesbih eyler her lisan her suretde hüsn ü ışk u gavga ol degme bir başda hayali sevda ol gel gel i gönül derde giriftar niçün oldun billahi gönül yar iken agyar niçün oldun zühd ü ta'atün kanı gönül zahid idün sen hüsnin göreli zülfine berdar niçün oldun ibadet idüp öz yoluna togru yürürken ışkıla gönül egilüp çenber niçün oldun gel ahı gönül n'oldı halün bir bana söyle sen ma'muriken ışkıla viran niçün oldun kanı ta'atün ibadetüni yile virdün terk eyleyüben namusı biar niçün oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her suretde hüsni ışkı gavga ol degme bir başda hayali sevda ol dahı kim var andan artuk iy salik heman oldur hüsni ışk u hem aşık her bir şeyde bahane oldur sebeb her lisanda söylenen oldur hitab her vücudda görinen hüsni cemal her gönülde kaynayup fikr ü hayal her canun içinde oldur esrarı her sadefün oldur ahı gevheri her kişinün hemdemidür yoldaşı sevdaya bırakan oldur her başı her dikende taze gülsitan mıdur güli handan revnakı bustan mıdur bu ne dilberdür görinür eşkere sıfatı sıgmaz divana deftere şahidi gayb aşikar oldı görün sur çalındı durun ahı bir durun vade tamam oldı gafil dur uyan birlige birikdi canan cism ü can birlik oldı külli gitdi ayrulık birlige birikdi cümle az u çok var var i gönül ışkıla pençe mi tutarsın gavvaslıgınun zerkini ışka mı satarsın ko bu hayali gel i gönül sevdayı terk it şad ol ahı bir ışkıla ne fikre batarsın ışkıla gönül sırrumı sen eylemegil faş ben bir zahidem namusum yire mi atarsın sen aşık isen ışka gönül eyleme inkar kalp eyleyüben altuna bakır mı katarsın ışk seni gönül berdar idüp oda yakarsa şad ol i gönül sevdügüne kaş mı çatarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün birlik oldı gel ki gitdi ayrulık birlige birikdi hisab az u çok mülk bir oldı sultanı birdür heman birlik oldı cümle varlık cavidan ikilik hayali kat oldı tamam gayri gitdi birlik oldı her makam zerreler de güneş oldı eşkere bir güneş şu'lesi düşdi her yire sevdası birikdi cümle başlarun birlik oldı aslı cümle işlerün her gönülde bitdi birlikden semer birlige hatm oldı geldi cümle kar tablı beşaret çalındı iy hoca bir oldı kalmadı gayr zerrece hak ayan oldı iy akıl aç gözün sa'adet burcına yitdi yılduzun kanı şeytan da'visi oldı battal vallahi zikutlu tali kutlu fal tutdı rahman cümle mülki serbeser rahman'a döndi dirildi her diyar torbasun dibi delindi bahilün maksudı hak oldı heman her kulun gel gel i gönül yar sırrını agyara virme sen kendüzüni dünyada hiç deyyara virme ömrün hasılın çarhı felek gafil olurlar nakdüni sakın sen i gönül ayyara virme murdar didi çün dünyaya seyyid hazer eyle hakk sevgüsini iy cifei murdara virme tanrı dahı bir ışk dahı bir söz dahı birdür ikrarı sakın sen i gönül inkara virme bu ışk sırını sen i gönül can gibi sakla her bir özini bilmez olan ebtere virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün torbasın dibi delindi bahilün maksudı hak oldı heman her kulun hak bilindi zerk ü tezvir kalmadı safi oldı ayine kir kalmadı inkar ehlinün dürildi defteri oda yandı putperestün zünnarı sultanile biliş oldı her fakir ayan oldı eşkere görindi sır riya ehlinün hiç oldı ta'atı rahatından artuk oldı zahmeti ehli vahdet vahdete yitdi tamam vahdet ehli tutdı vuslatda makam mesela maksuda yetdi her vücud ayan oldı mustafa çün düşdi put aslı feri vahid oldı her sıfat her sıfatda birlige bezendi zat her suratda eşkere gör ol şahı ta ki göricek bilesin bir dahı şöyle yakın gör ki candan içerü ta sana yol vire andan içerü sen özüni andan ayru görmegil her kulı sultandan ayru görmegil var var i gönül deryayı vahdet cuşa geldi ışkı gör ahı mevci başumdan aşa geldi tekin degülem ışka esir anlayıbak bir ışkdandur ahı cümle alem cümbişe geldi kısmetden alup cümle vücud kavli elestden bugüni gönül her birisi bir tuşa geldi her bir kişiye nasibi ezelde sunıldı sen ışkı koma çünki gönül ışk başa geldi ben n'eydügümi ışkıla aşıklar esirger hayvana işüm gör ki nice temaşa geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kulun sultan iledür dirligi sultan'dan ayru degüldür varlıgı sultan ile bir olubdur her vücud her vücudda bile mevcuddur vürud her yana baksan görinen ol heman anunile diri olmış cism ü can surete can canan ile muttasıl silsiledür ayru degül iy akıl her kafanun hüsni oldur yüzi hem o güneş nurıyle bellü subh u şam gel i talib hayali ko dogrı bak ta ki sana eşkere görine hak sil gözünden bu hayali perdeyi ta ki sen görebilesin ol ayı nice bu gafletde bimar olasın vaktidür kim şimdi bidar olasın aldadı seni cihanda izz ü naz saksagan kondı kolundan uçdı baz çünki nefs oldı bu yolda yoldaşun anun içün sevdaya düşdi başun gel gel i gönül derdüni ışkıla dile gel söyle dile gel veli ki derdile dile gel ışkı göricek can u cihanı unudursın nice delüsin sen i gönül bir usule gel aklı kül ü hakikatı ışk sende bulındı ışkıla gönül cuş ahı barkına dile gel ışkı göricek canunı yagmaya virürsin koy ahı gönül bu hayali şimdi yola gel canın sakınan ışkı gönül başa iletmez ışk meydanına tablı selameti çala gel mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün çünki nefs oldı bu yolda yoldaşun anun içün sevdaya düşdi başun sebükbar olmışsın bu nefsün atına varabilmezsin padişah katına zenn ü ferzend ü hayali mülk ü mal da'vayı ma'ni hikayet kil u kal nakş u suret seni şöyle baglamış hasreti derdi cigerün daglamış hoş gelür hatrına iyi söylemek halk katunda seni ta'rif eylemek izzet eylemek malı çokdur diyü dahı arturur başunda sevdayı malı çokdur diyü halk izzet ider oldur ahı sana olan derdi ser bu beladur ahı gaflet uykusı bu hayalün bile virür namusı bu sema'da şuride olmış akıl can u dili pinhan itmiş ab u gil bu duzakdan alemi tutmış tamam halkı cihan bile virmiş reng ü nam her birisi bir ipe baglıdurur baglu olan menzile niçe varur var var i gönül derdile ışka boyanursın ışk odı yiter canuna andan boyanursın bu ışk belası mansur'a bağdad'dan kaldı bu ışk beladur sen ışkı gelmez mi sanursın tanrı'yı hazır gör i gönül nefsüne hay di beyhude işi kılma ki sonra utanursın bagla belüni kalma gönül nakş u suretde şol nesne ki baki degül i ne uzanursın meydanda meger gözlerün dillere tuş oldı ol sebeb içün meydana her dem yaranursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi bir ipe bagludurur baglu olan menzile nice varur budur uş halkı cihanun dirligi ta'atı zühdi bikülli varlıgı da'ima izzet iderler baylara fakire hakir bakarlar aşkare ben ne diyem deve kalburdan geçer bunlara şöyle azizdür sim ü zer her birisi meşgul olmuş işine gözleri görmez giderler düşüne malı bilürler bu yolda destgir katlarında bir pula degmez fakir da'ima izzet ü şöhret işleri külli bu sevdada bişer aşları biribirine çagırur gel gel berü yabana düşmiş nagehan yolları gözlü gerek bunlara yol göstere şöyle kalmışlar yabanda avare gaflet uykusında bunlar uyumış şöyle sanurlar heman iş bu imiş öz işinde feragat olmış bular şöyle kalmışlar bu yolda hor u zar gel gel i gönül ışk bazarında sücud eyle terk it vücudun ışkı özüne vücud eyle sen gafletile uykudasın geçdi bu devran var vaktiyile kendüzüne bir kuyud eyle sor ahı gönül bu ışk ki mecnun'a ne kıldı sen kendüzüne mecnun oluban ögüt eyle aldanma gönül nakşı suret baki degüldür bu halleri göresin i gönül varid eyle kılma canuna cihanı ko baki degüldür bu yolda gönül ışkı özüne emin eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün öz işinde feragat olmış bular şöyle kılmışlar bu yolda hor u zar dirligi budur bu cihan halkınun sen halün anla var ise yakınun sana bunlardan meded yok iy refik öz işindedür bular senden farık sen dahı kendü başına çare kıl bunları ko işüne müdara kıl bunlarun da girgin olmış halleri yularını baglamışdur malları her biri giriftar olmış gaflete tutulup kalmışlar uş bu mihnete kimisi tekye kılupdur zühdine kimisi de mala dayanmış yine kimine dünya olupdur derdi ser kimi de kendü özinden bihaber kimi yohsul bir etmegi bulımaz kimi malınun hesabın bilemez kimisi hublara meşgul ruz u şeb kiminün da'ima işi hurd ü hab kimine zerrece gelmez bu cihan kiminün arzusı da'im lamekan var var i gönül gör ahı bu ışk bana n'itdi ışka düşeli ar u namusum yile gitdi ben ne kılayın gönül ile beni ögütlen ışkile gönül kaynayuban birlige bitdi ışkı göreli ışkıla hoş safası vardur gönlümi görün ben fakiri külli unıtdı sevdalarını terk idüben kodı elinden bu deli gönül ışk etegin ışkıla tutdı nasihat idüp nasihatüm hergiz işitmez ışk ögüdini gönlümi gör ne tiz işitdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimine zerrece gelmez bu cihan kiminün arzusı da'im lamekan her biri bir özge makam seyr ider özlerini öz hayalleri yider bunlarun işi hayaldür hemişe işleri daim bu hayal kargaşa uşda bunlar bu halile dünyada cümlesi kaldı hayali sevdada dünya ehlinün budur uş halleri gör nedür eşkere çün amelleri bitdi bu söz yine dinle bir haber yol varan kişi halinden muhtasar onları da bir işid ameli ne nice varmışlar bu yolı hali ne anlarun dahı neyimiş maksudı nice bulmışlar olar da ma'budı ne kişilerdür neyimiş adları neye benzer zatları sıfatları ne iş işledi olar da dünyada adları kül gibi kalmış ortada ara yirde heykel olmış sözleri hakk ile birlige bitmiş özleri gel gel i gönülışk okına can nişan oldı can gitdi meger bu ışk vücudumda can oldı sevindi gönül ışkı göreli şadümandur akluma bakun ışkıla nice viran oldı vuslat sebebi aşık ile ma'şuka ışkdur ışka irişen kişi gönül cavidan oldı her bir kişiye mertebe sunuldı ezelde mertebe gönül sana dahı ışk heman oldı ışk sana nazar itdi gönül ışkla bu ne kim her bir nefesüm anun içün armagan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ışk sana nazar itdi gönül ışkıla çün kim her bir nefesün anun çün armagan oldı ara yirde heykel olmış sözleri hakile birlige batmış özleri binişandan ol kişilerdür nişan evliya enbiya dirler ona can ol kişilerdür olar kim hakk'ile gayrı gitmiş vuslat olmışlar bile anlarundur bu salat u bu kıyam anlarun içün düzildi her makam çarhı felek anlarun içün döner eşkere anlardan oldı her hüner ol kişilerdür bu yolın mürşidi ol kişilerden sorun siz ma'budı hakk'a baksan heman anlardur nişan illa perde vardur arada nihan açsa olmaz kimsene bu perdeyi başını virdi açanlar bahayi yol bulındı dime kimse tuymasın kaflıya her bir bihaber uymasun sen bu sırrı her kişiye söyleme yüzebilmezsen denizi boylama harmühre yanında koma gevheri serseri degülse işün serseri var var i gönül can ilini yagmaya virme zinhar i gönül başunı bu sevdaya virme divşür ögüni sen i gönül hakk'ı ki virme sakın özüni her bihude sevdaya virme yol eriyisen gel i gönül çıkma yolundan islam'ını sen sakla gönül tersaya virme zinde dillere sırrunı sen söyler olursan her biri bihaber olmış olan mürdeye virme sarraflara çok kullık iden üstad olupdur şahbaz yirini sen i gönül kargaya virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün harmühre yanunda koma gevheri serseri degülse işün serseri her bimara düzme bu macunı sen fanusa teşbih de itme güni sen yolı bilenden sorarlar iy akıl yol bilen olur bu yolda hem delil nevale gerek bu yola girmege nur gerek gözde bu nurı görmege da'ima ustayı bulur her tacir aya da bir gah hilaldür gah bedir güneşün nuruyla görinür güneş ayaga ayag didiler başa baş gün nurıyla görse olur zerreyi zagıla bir mi tutarsun hümayı gülbeşeker sirkeye benzemeye abı hayvan kaçan benzer her caya la'li cevahir dimezler her taşa sa'adet gölgesi düşmez her başa müşkbar olmaz nafei her gazal rahmete layık mı olur her amel süleyman'a kullık iyle iy ahı ta ki kuş dilün bilesin sen dahı gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamilisen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün süleyman'a kullık eyle iy ahı ta ki kuş dilin bilesin sen dahı deve ne bilsün düdük çalmak nedür musiki söylemege öküz kandadur fa'ide ne göre işaret eylemek sagıra n'eylesün azgun söylemek eşşege şekker yidürmek yol degül arpa virmek tutiye usul degül köpegün boynına incü dakmagıl gözlerün dogrıysa egri bakmagıl her kamış kand ü şekerbar olmaya her safirde müşk ü anber olmaya gül dimezler her çiçegün adı var ayru ayru her işün üstadı var her gönül mahrem degüldür esrara aslını bilen gerekdür her kara güç ile gökçeklik olmaz iy akıl her işün usuli gerekdür asil söylemiyecek keleci söyleme aşma haddünden fodullık eyleme söyleme bu sırrı kimse bilmesün kelecini kulagun yanlamasun var var i gönül yarüni terk niçün idersin disem ne olur sana gönül kim bihabersin melamet olan ışkıla aşıklara gülme ya'ni i gönül kaplana sen daş mı atarsın ışka danışup her işüni söyle gönül sen öz elünile aşuna agu mı katarsın her kuşei külhanda ki toprak döşenürdin ya'ni i gönül aşıklara sen dak mı tutarsın çün bilmedün iy sen ki gönül geçdi bu devran sen kendüzini söyle gönül kime sorarsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün söyleme bu sırrı kimse bilmesün kelecini kulagun yanlamasun kafile gitdi birdür ahı iy gafil bir uyan kim geçdi gün doldı delil durugel bir kalma kim kaldun heman yitebilmezsin uzanur karuban göşdi emiri hac çünki çalındı nefir sen işitmedün meger kim iy sagır kalma yoldaşdan durugel bir uyan utanacaksın ahir şindi utan zihayıf kim bir kişi insan ola kendü şöyle caniken bican ola kendü insan dive benzeye işi zihayıf kim şöyle ola bir kişi ömri geçe kendüzini bilmege harc ide ömrini fena sevdaya gaflet ile şöyle kim bimar ola şekli insan ola kendü har ola ömri geçe şöyle kendü bihaber rencur u hasta garib ü bitımar hiç müselman sencileyin olmasun yolın azup tesbihin yanulmasun gel gel i gönül gör ki ne kutlu sa'at oldı ışkı göreli akluma bak nice mat oldı gerçek aşıkun kalbi hakikati ışkdurur her kim i gönül ışkı yirerse la'net oldı ışka i gönül aşık olan olmaya münkir gerçek aşıkun işi da'im heyhat fat oldı delürdi gönül delüligi külli belürtdi ışka düşeli gör nice mecnunsıfat oldı sen delü gönül beni koyup ışka uyaldan zühd ü ta'atüm gör ki bu niçesi kat oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hiç müselman sencileyin olmasun yolun azup tesbihin yanulmasun hasta isen bari bir söyle halün di ahı ne ise derd ü zevalün sebebün ne yoldaşundan kaldugun yoldaşun gidüp avara oldugun neyise derdüni bana söylegil sana direm ahı sagır dinlegil zihayıf ki ademe benzer donun veli kim hayvana benzer dizgünün insan olsan aklun olurdı tamam hayvan olmaz aklı olan i hümam hoş uyursun sen bu gölgede farig vardı şimdi menzile yitdi refik derdüni söyle halün anlat kişi kalma ki sonra çekersin teşvişi yohsa karnun aç mıdur söyle bana ey bihaber sana söylerem sana zihayıf kim adun adem iy kişi adem olmaz imiş ahı her kişi yohsa bu gaflet şarabından meger humar olmışsın başunda derdi ser var var i gönül sevdayı ham neye gerekdür ışk olmayıcak bile adem niye gerekdür bu iki cihan ışk ile münevver olupdur ışk olmayıcak gussa vü gam neye gerekdür gerek ki aşık ma'şukı hazır göre her dem bu tak u revak hayl u haşem neye gerekdür çünki bu cihan baki degül kimseye kalmaz bu darı arab mülki acem neye gerekdür gerek ki aşık ışkıla esirin ola her dem bu bir dem içün badei cam neye gerekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yohsa bu gaflet şarabından meger humar olmışsın başunda derdi ser bilmedün hayf diriga iy ahı bu suret yine gelince bir dahı bilmedün insan idügün geçdi çün dün gidene kaçan irişsin bugün sonragı pişmanlık assı kılmaya çünki ömri geçdi yine gelmeye dutasıya güvenüben iy akıl tutdugın salıvirürsin sen gafil sovuk geçüpdür meger kim başuna anuniçün süst urusan işüne yahu aklun tamam yirince degül gafil anuniçün oldun iy fuzul hasta isen sana çok perhiz gerek yüregün yansa sana karpuz gerek dertlü isen tabibe gel iy bimar kendüzüne bir timar eyle timar gaflet ile kalma dur bagla bilün amelün azmasun kişi amelün bir durıgel dört yana bak iy cüvan kalmadı göçdi bikülli karuban gel gel i gönül başunı ko meydan içinde dürdane getür daldun ise umman içinde gavvas didiler seni bu ma'ni denizinde ne buldun eyit bari gönül bu kan içinde baş vir i gönül ışkı koma başa varınca yazalar adun söyleyeler destan içinde ışkıla özi yesir olup aşıka gülmek sığmaya gönül bu fa'ide insan içinde aşık olanun küfri bu hulk yahşı dimekdür bu küfri gönül saklamasun iman içinde mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir durugel dört yana bak iy civan kalmadı göşdi bikülli karuban mustafa'dan nasibün yokdur meger ya özünden bihabersin bihaber bunca gitdi kafile uyanmadun uyudun kaldun ahirün sanmadun hele bir dur seni sora geldiler hasta isen söyle hatır ne diler kendüzine bahil olsa bir kişi özgeye kaçan degiser hayr işi zihayıf kim geçdi ömrün hiç yire avare geldün i gitdün avare bari bir dur ahı gözün aç gözün bihaber divşür ahı sen kendüzün hiç degülse bari bir kez örüdur sen uyursın hiç yire geçdi ömür dahı henuz sen bu uykuda yesir cümlenün elini aldı destgir cümle eşya maksudın buldı heman rahmet deryasında gark oldı cihan yediler rahmet hanından cümle kul halk ayırd itdügin hak kıldı kabul var var i gönül ışk yolına er ne kumaşdur ışk olıcagaz incü vü gevher ne kumaşdur aşık olanun başı bu meydanda top oldı sen bir kıyas it ki cib ü destar ne kumaşdur esrirdi aşık ışkıla çün camı elestden ışk esrügine badei ahmer ne kumaşdur terk eyle gönül ışk yolına geç dü cihandan murdar didi çün mustafa murdar ne kumaşdur can varakına ışk divanı çünki yazıldı gönül dahı bu evrakı ebter ne kumaşdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün doydılar rahmet hanından cümle kul halk ayurd itdügin hak kıldı kabul hak gözinden gizlü degül her bir iş hak'dan olmışdur bu kamu bahşayiş hak doludur kendü mülkinde kemal hak'dan ayru dahı var mı gayrı hal gayrısın terk eyle dahı gayrı yok ayrulık inkardur ancak ayru yok silsiledür cümle eşya muttasıl cümlesinün ortasunda hak delil cümlesi birlikde şöyle yegane ayru sanur kendüzini bigane ayrulık inkardur ancak iy fakı ayrulık yok bir olupdur mabaki birlik ikliminde yoktur hiç güman bir olupdur cümle varlık cavidan cümle birlikden dolupdur ulu şar sultanı bir bir olupdur her diyar sal u heft ü ruz u şebi bu hisab rahmet ü zahmet belayı hurde hab ay u gün dogmak dolanmak işbu hal vahdet iklimünde olmaz bu hayal gel gel i gönül ışkı koma işüni terk it bu ışk yolına canunı ko başunı terk it çün ışkı gönül pir idinüp kullıga durdun geç ko ahı bu efsane cünbişüni terk it bir yirde gönül fikr iderem hiç mekanum yok bile hasıl bu beyhude düşüni terk it didügüm içün ışk odına vallah yanarsın benüm ile sen yarguyı vü savaşı terk it agyar sözi çün fikr iderem zulmete düşme ilk yaz güni ol sen i gönül kuşunı terk it mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ay u gün dogmak dolınmak işbu hal vahdet ikliminde olmaz bu hayal can ilidür anda yokdur bu surat nakş u suret kürd arab türk ü tat gün dogup dolınmak olmaz anda hem gicesüz irte olupdur her alem her neye baksak görinen bir cemal ikilikden yokdur anda hiç hayal bir güneşden nur olupdur cümle göz bir vücuddur beyan eyler cümle söz aslı fer'i cümlesi birdür heman bir vücud görinür ancak ten ü can vaslı hicran nazı niyaz eylemek kıyl u kal kıssa hikayet söylemek sal u hefte gice gündüz bu sagış birlige batmışdur anda cümle iş bu suret tertibe sebeb aş u nan nebaşed anca birader in ü an bir denizdür kim dolupdur bahr u ber alemi gark eylemişdür serbeser padişahdan artuk anda kimse yok ben nice kim fikr iderem az u çok var var i gönülışk odı dükkanumı yakdı ışkı göreli gönlümi göz içün alıkdı gönlümi görün benümile yargusı eşdür ışk zencirini şöyle nagah boynuma takdı ben kime diyem derdümi bu gönül elinden ışkı gözi namusumı ki yire bırakdı bu ışk odına beni yakan külli gönüldür hem yine gönül ışkı benüm başuma kakdı aşık olana bu nasihat hiç fayide kılmaz aslı gönülün ışk idi aslına uyakdı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün padişahdan artuk anda kimse yok ben nice kim fikr iderem az u çok heman ol bezmi ezeldür ol saki dahı kimse yokdur anda hak hakı gel i talib sen hayale düşmegil gözün aç derd ü zevale düşmegil vakti ile bir yudan kendüzüne öz hayalün perde olmış gözüne kendü gözüne olan perde heman yine sensin ahı dinle iy civan sen hicabsun kendüzüne sen hicab sen seni terk idebilsen hoş sevab sen özünden kurtulıbilsen heman can olurdun gideridi cism ü can emin olurdun azad şöyle farık sultan olurdun kul iken iy aşık devletün bahtı olurdı hem bidar doğru bakan sende görürdi didar ayine olurdı yüzin cümleye sen özün sultan olurdun her şeye kurtulurdun hayali hamdan heman cavidan olurdı ömrün cavidan gel gel i gönül ışk odı canumda dag oldı dag üstine dag bu hikayet hub u yag oldı ben zahid idüm şöyle farig kendü halümde gönlümi görün bu ışk odına ocak oldı akar idi gönlüme bu gör ışkı göricek kaf dagı gibi büyük iken yavrucak oldı iy ışkı bilen gönlümi gör ışkı görincek yok diriken ışkı göreli ittifak oldı her kim nagehan bencileyin ışka bilişdi tutuldı nagah ışk ipi boynında bag oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kurtulurdun hayal ü hamdan heman cavidan olurdı ömrün cavidan hem bu gaflet uykusından i kişi uyanurdun terk iderdün teşvişi bilürdün sa'adet bahtını ebed sayen altında kalurdı ka'inat sa'adet güninde kalmazdı bulut cümle eşya sana kılurdı sücud cümle şeyün sen olurdun kıblesi silebilsen ayinendegi pası ay u güneş bigi şöyle eşkere ma'lum olurdun bu cümle gözlere suretün nakşında eşkere nakkaş görinürdi her ki baksa şöyle faş sen olurdun her gönül içinde sır cümle varlık hem kebir ü hem sagir cümle eşya sana olurdı muhib her birisi senden alurdı nasib bilinürdi senden ol sırrı ebed sırrı ebed sen olurdun pes azad seni gören anı görürdi heman sen olurdun o binişan ü nişan var var i gönül ışk odı canumda uyandı bu ışk od'ınun cefası canuma boyandı gönlümi görün ar u namus kodı elinden ışkı göreli külli bu cihandan usandı ışk zencirile gönlümi gör bagladur iken ussı mı kalur çünki delü bagdan boşandı ışk ile gönül bileyimiş mülki ebedde bu ışk i gönül aslıdur aslına özendi ışkıla gönül akluma da divane eyler işledi gönül öz işini bana mı dandı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün seni gören anı görürdi heman sen olurdun o binişan ü nişan sen olurdun cümle eşyanun canı her canun kıblesi din ü imanı sahibi vücud olurdun can gibi cuş iderdün daşıcak umman gibi sen ki oldun ay u güneşün nurı hem bu cümle ka'inatun menşurı hakikat bahrinde biten cevahir can içinde nihan olan gizli sır ma'deni asli bu cümle varlıgun hasılı biten bu temiz dirligün vuslat ehli buldugı dürri yetim gayrı kalmazsın alurdun iy hakim devletün bahtı doludur cümle can kanda baksa seni görürdi gören sen can olurdun bu cümle eşya ten nuruna mevcud olurdı ten ü can zahir ü batın bu cümle mahlukat evvel ü ahir bu dürlü her sıfat sen olurdun akl u fikr ü cism ü ruh gark olan mahluk denizi geçdi nuh gel gel i gönül sana benüm ne ziyanum var ışkı başuna kakmaga benüm ne canum var 'ışkıla gönül çün beni sen ele getürdün can dahı senün oldı gönülüni leyli'm var ışkıla göreli beni gönül ayaga saldun öldürme beni zulmıla boynunda kanum var ben aşinayam beni gönül bigane sanma benzüm sarıdur uş gönül ışkdan nişanum var ışkıla gönül can ilini yagmaya virdi yandurdı gönül dahı benüm ne dükkanum var mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün isterisen buncılayın mertebe biedeb olma hazır ol edebe nireye baksan hazır gör allah'ı seni görmez sanmagıl sen ol şah'ı edebi olanda olur din iman mustafa'nun hadisi budur heman müslüman isen dinüne hazır ol ta ki şeytan gönlüne bulmaya yol imanun sakla ki şeytan almasun gönlünde hak kalsun gayrı kalmasun safi ol şöyle güneşden eşkere gevher ol hem ma'den ol hem gevhere kibri terk eyle başundan iy hoca iy salusı zerki ayyar ustaca ucbıla zerk ü saluslık satmagıl safi nesibine illet katmagıl göricek ta'na urursun dervişi üstadundan mı dutarsun bu işi akçe çok olsa i gönlün hoş olur olmayıcak yançukcagun boş olur var var i gönül gör ki bu ışk bana ne kıldı gönlüme yaradan tesbih ü zikrini kıldı unutdum ahı tesbihümi ışkı görelden fikrümdeki bu ışkıla ben kamudagıldı başını kodı ışkıla bu meydan içinde ene'lhak urup dilberün zülfinde salındı virmege gönül ışka yanaşma asılursın tutmadı sözüm gör ki nice yandı yakıldı ışkıla gönül tablı melameti çalaldan faş oldı razum iyle şerre külli bilindi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün akçe çok olsa i gönlün hoş olur olmayıcak yancucagun boş olur melul olursun hatırun perişan ne perişan viran olursun viran zira ki dinün imanun akçedür akçe vü bagçe vü bag u boğçadur hublarun hu gice gündüz hayali seni almış delü olmışsın deli sufi diyü halkun izzet itdügi sanarun ahmaklar elin dutdugı zikri tesbihün put olmış özüne taatün perde olupdur gözüne bu hayaldür iy seni yoldan koyan iy biusul seni usulden koyan hasedsin özüne yokdur hiç carun tali'ün onmaz düşüpdür sitarun iy diriga geçdi ömrün bihasıl rencur u haste vü naşi kim akıl gel gel i gönül naşi gibi yirme bu ışkı tor tutma gönül başunı vir virme bu ışkı özini bilen kişi bilür ışkı ana sor her biri bihaber akıla sorma bu ışkı bu ışk kadim ü nurı ebedi layezaldür her nesne gibi sen i gönül görme bu ışkı ışk fikri gönül ruhanidür cismüne bakma yanlış hayale sen i gönül kurma bu ışkı cüst ol i gönül ışkıla susuz niçün atdun baş vir i gönül başa ilet durma bu ışkı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün iy diriga geçdi ömrün bihasıl rencur u haste vü naşi kim akıl sana gerek idi şimdi bir tabib derdüne ilaç kılaydı iy habib bağlayaydı datlu dürlü şerbeti gaflet ile bimar olmışsın katı tertib ideyidi sana günbegün ta ki akıl olayidün iy cünun sen bu derdden kurtulıbilsen heman mekanun olurdı senün lamekan üste sen şöyle giriftar mübtela boynuna düşmiş nigahun bu bela debrenesi dahı çaren kalmadı tükendi ilaç medarun kalmadı bihasıl geldün gidersin bihasıl zulmete düşdün bilünce yok delil peygamberün kim dinün nedür aceb edebün yok biedebsin biedeb ehli din olsan olurdı akranun aceb eger dinün var ise senün hiç mürebbi görmedün mi iy kişi görişdi virdi sana hak sağ düşi var var i gönül ışkıla bu yargumuzı yar faş eyleyüben sırrumı ışk zinhar u zinhar suçum yoguken ışkı görün ki ne cefadur kasd itdi gönül beni nagah eyleye berdar bu ışk melamet itdi beni perdemi açdı faş oldı gönül canumun içindeki esrar bu ışk ile ben gerçi gönül melamet oldum keşf oldı bana dile ki bu mani bu esrar ışk kadehini çünki gönül elüme sundı gitdi fereci kullanana cübbe vü destar mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hiç mürebbi görmedün mi iy kişi görişdi virdi sana hak sağ düşi gözün açıla göreydün halüni anlayı bilür olaydun yolunı divşüreydün önüni kendüzüne başda kim çare kılaydın özüne kalmayadun şöyle sayru biçare perişan hatırı işinden avare her neyise ma'lum oldı vay halün bir yana oldı bu yanlış hayalün sen bu zahmetden halas ol tastamam dahı kalmadı canunda gussa gam bir duru gel gözüni aç iy kişi endişeden geç ko ahı teşvişi zihayıf kim şöyle kalasın bimar rencur u haste garibi bitimar vardı gitdi bile gelen yoldaşun sen henuz kaldırabilmezsin başun hastalıgun renc ü gafletdür heman dahı nesebin yok durugel iy civan insan isen malum oldı kim işün hayvan isen görinüpdür cümbişün gel gel i gönül ışk belası rahatı candur gerçek aşıka ışk i gönül din ü imandur ben hatır içün gönlümün ışka mürid oldum bir sor ki dahı gönlüme niçün perişandur bu ışk nurıla sırrı ebed eşkere oldı bile i gönül söyle ki bu ışk ne ziyandur bu ışk geregün her bihaber görmeye hergiz bu ışk i gönül gör ne ki gün bigi ayandur ışka düşeli gönlümi gör ışk belasından her gün göresin aklum ile yargu divandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün insan isen ma'lum oldı kim işün hayvan isen görinüpdür cümbişün bir gözün aç beşaret çaldı malun hayvan isen dur ki yüklendi yükün adem isen sen bu hayvanlık nedür sen neredesin bu adem kandadur ger div isen derbeyabandur yirün adem isen bilgil ahı mikdarun gözün aç bak kim görindi can ili delil görindi gözetgil delili her ne ki vardur görindi eşkere güneşün şulesi düşdi her yire irte oldı bir durugel iy refik bahil olmagıl özüne iy harik münadi çagırdı görindi nişan menzile irişdi kondı karuban perde gitdi sultanı gördi talib baid iken menzili oldı karib can ilidür anda sıgmaz kil ü kal sen ü ben ü zen ü ferzend mülk ü mal acımag doymag u gülmek aglamak külli hak'dur sıgmaz anda gayrı hak var var i gönül ışkıla bir bazarum oldı barışduk ahı ışk dahı şindi yarüm oldı var var i gönül ışkıla biz aşina olduk ışkdur ki heman gönlüm içinde sırrum oldı bu ışk güneşi saadet ü mülki ebeddür bu ışk i gönül genci hazinem varum oldı şad oldı gönül sevindi bu ışkı görelden veli ki akıl gör ki nice naçarum oldı ışkı göreli can u gönülden aşık oldum dünyada gönül dahı niye nazarum oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün acımag doymag u gülmek aglamak külli hak'dur anda sıgmaz gayrı hak meclisi candur sakisi padişah ilahi sohbetdür hakim ol ilah kanda baksan görinen nurdur heman nura gark olmış bikülli cism ü can cümle nurdandur alatı meclisün bir olmış canı nur ile herkesün evliya enbiya olmışlar harif ilahi sohbet iderler hoş latif yokdur anda bu cihan mertebeleri cümlesi nura karışmış nurları nur ile yeksan olupdur her sıfat nur görinür çar anasır şeş cihet zahir ü batın bikülli nur heman nur görinür dahı görinmez cihan mesti elest olmış anlar nur ile cümlesi birlige batmış bir ile birlik olmışlar heman cümle gönül ikilikden yokdur anda kal ü kil ol nurun tecellisinden ay ü gün da'ima gezer cünun olmış cünun gel gel i gönül ışkı koma kim delilündür bu ışk i gönül ibadetünden hasılundur bir kanda yile batdı gönül çün kim ezelde vuslat ola gör ışka gönül çün asılundur ne kim dilesen hasıl olur ışkıla maksud ışk olmayınca gayrı gönül ne usulündür bu ışk nurıyla sen i gönül dilberi gördün bu ışk i gönül senün yolunda halilündür kaçan ki gönül ışkıla sen birlige yitsen akıl dahı bu ışkıla senün nazarundur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün göklere bak kim tulab olmuş deniz yerleri gör niçe durmuş bikarar düz bak denizlerün da'ima cuşına nazar eyle eşyanun gerdişine çarha bak raksa girüp haveri nar arşı gör kim nice durmuş intizar ol nur ile bu kamu yılduza bak her birisi çerag olmuşlar çerag ol nurun tecellisiyle bu cihan ruşen olmışdur görinür her mekan cümle eşya ol nur ile hoş safa aslı ol nurdandur ahı mustafa ol nur ile cümle varlık iy filan cavidan olmışlar ömri cavidan heman ol nurdur kim ol nur bakidür kamu alem ol nurun müştakıdur bizevaldür zevali yok ol nurun tefsiri oldur bu cümle menşurun ol nur ile aydın olmuş bu saray pertevindendür ol nurun gün ü ay var var i gönül bu vazife sana mı kaldı ışkdan da'ima cevr ü cefa bana mı kaldı ışk beni i gönlüm durumadan faş idüben varmak haberün her sırruna baka mı kaldı beni göreli halk kamu mecnun'ı unutdı bildi i gönül bu latife bana mı kaldı ışktan i gönül seni çerag gibi uyardım bu yahşı ata nur u safa bana mı kaldı senden bana bu ışkıla cevr ü cefa kaldı benden sana bu meyli vefa bana mı kaldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol nur ile aydın olmış bu saray pertevindendür o nurun gün ü ay ol nurun tecellisinden ay u gün da'ima gezer cünun olmuş cünun heman ol nurdur ki ka'im varidi oldı evvel ol dahı kim varidi aslı evvel nurdur cümle eşyanun evvel ü ahir bu cümle bendenün cümlesi ol nurdan olmışlar çerag heman ol nurdur ki anun adı hak cümle ol nurdan tutarlar perveriş ol nur ile ruşen olmış her bir iş evvel ahir heman ol nurdur baki andan artuk dahı kim vardur dahı ol nur ile dobdoludur ka'inat ne ki vardur ka'inatda her sıfat nurdan ayru degüldür her vücud ol nur ile ruşen oldı ka'be put ol sakinün şivesinde cümle can mesti laya'kıl olupdur hem çü nan cümle ol nurdan hoş olmış vaktleri kendü işinde şakirddür her biri her birisi sakiye oldı harif kalmadı kimse arada muhtelif gel gel i gönül zahidem ol sen divanesin sakın muradun bu mu ki ışkıla yanasın sufi kişiyem nasihatümi kabul eyle dolaşma gönül ışka ki cevre boyanursın zahid kişisin sen i gönül uyma bu ışka bile vara bu taatün sonra utanursın var var i gönül mecnun'ı gör bu ışk elinden başda i gönül sen de özüne bürinürsin bir lahza gönül hoş zahidi zikrine meşgul bir lahza dahı çek ki çıkana taranursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her birisi sakiye oldı harif kalmadı kimse arada muhtelif birlik olmış her diyarı her mezar birlige batmış bu cümle kar u bar kanda baksan bir gülistan her çemen bir meta'dur bir hümadur bir dükan kanı birdür bir güherdür her sadef kanda baksan bir görinür her taraf bir vücuddur geydügi hırkası bir adı binbirdür velikin iy emir her biri kendü dilince ad imiş aklı kadar her birisi söylemiş birbirinün dillerini mahlukat bilmedügiçün bikülli oldı mat her birisi ayru ayru yol sorar çenginün kulagın ayruksı burar her birisi özge makam saz kılur kutah olmış kıssayı dıraz kılur her biri sahrada azmış yolını sorasın bilmez eşekten çulını gönüller bagdan boşandı iy kadı kervansaray dar gelince oynadı var var i gönül ışka ki tövb'oldugı yokdur bu fikri dahı hergiz aşık kıldugı yokdur bile i gönül ışkıla durdun haberün vir biderd kişiler sohbetde anladugı yokdur her kim i gönül ışk şarabın içdi ezelden esirün olur da'ima eyledügi yokdur bu ışk i gönül safi musaffayi vücuddur kalb nerde gönül safiya katıldugı yokdur ışkıla gelen yola gönül menzile yitdi menzile yiten yolını yanıldugı yokdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün gönüller bagdan boşandı iy kadı kervansaray dar gelince oynadı her biri bir yana gitdi otlayı kime kimün kayısupdur baş kayı dünya lekdür tanrı settarü'luyub her birine virdi bir tuşe nasib her birisi tuşlu tuşında gider yani kendü nasibüni cehd ider her birinün bir işi var bir tuşı biribirine ulaşmış her kişi her birisi cehdi cehddür bir işe baglanupdur her birisi bir tuşa her birisi bir tuşa baglıdurur bu ki delildür arada kim durur biribirine muhalif işleri bir yire bakabilimez başları cümle bunlar bu hal içinde gafil her birisi kaldı yabanda zelil halkı cihan cümle bu işde gezer biribirinün halinden bihaber her biri yitürmiş yolın sahrada her birine ugramışdur bir kada gel gel i gönül ışk sana çünkim nasib oldı hoş gör i gönül ışk sana çün kim habib oldı sen zahid idün ta'atün niçün anda kim dek vallah gönül ışkla işün n'içün acib oldı var var i gönül ışk kademinde sücud eyle bu ışk i gönül derdüne çünki nasib oldı faş oldı gönül fikri hayal zerki saluslık ışk ile işün vallahi gönül şindi hub oldı birdür halayık cümle bu ışkıla diridür gönüllerde milk dahı bu ışka talib oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her biri yolın yitürmiş sahrada her birine ugramışdur bir kada her biri bir yirde kalmış çaresüz azıgı yokdur yalıncak aç susuz birinün fikrine gelmez kim ana yahu gözin aça baka dört bir yana zihayıf kim insan ola bir kişi hayvana döne ameli gerdişi zibahil kim özine olmış bahil zulmete düşmiş belürmez bir delil başuna çıkmış bu cihan sevdası ol sebebden asi olmışlar asi esrimişler meyi gafletden tamam yile virmişler bikülli neng ü nam huşları gelmiş bu gaflet sazına anun içün gafil olmışlar dine her biri kendü işinde feragat sahraya düşmiş gezer hayvansıfat geldügi vatanı unıtmış bular her birine gerek idi bir yular zira bunlar vahşi olmış sahrada bir kişi gerek ki bunları yide var var i gönül ışk odı canumda yir eyler bu ışk i gönül hoş bana safanazar eyler gönlümi görün iki cihandan ki farigdür bu delü gönül ışkıla her dem bazar eyler yüzüm suyını ışkıla gönül yire dökdi halümi dahı mecnun halinden beter eyler ben bir fakirem beni yolumdan cüda kılma ışkıla senün cevr ü cefan cana kar eyler direm ki gönül yakamı ko bile elünden kime diyesin zühdi taatüm fişar eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira bunlar vahşi olmış sahrada kişi gerekdür ki bunları yide zira bunlar mürşide virmez boyun başlarına gezmegi ögrendi çün bu halile kaldılar bunlar yayak sen hak'ı unutma billah hakk'a bak hak'la tut sen her işi kim dutasın ta ki yolda yitmeyesin yetesin iy talib bir lahza kulag tut işit yine bir dürlü hikayet iy yigit yine geldi ol gönüller ugrusı yine gönlümde pusı virdi pusı şol kişi kim her gice mihman olur şol kişi kim her vücuda can olur şol kişi kim cümlenün maksudı ol her kişinün ziyanı ol sudı ol şol kişi kim hüsni latif hub cemal hub cemalde işve kılan zülfi hal şol kişi kim her gönülün fikri ol şol kişi kim cümle dilün zikri ol şol kişi kim cümlenün aslı durur şol kişi kim külli nurdur külli nur gel gel i gönül ışk odı canumda cuş eyler aklumı ki gör ışk odı nice hamuş eyler zahid kişiyem ben kanda bu ışk od'ı kanda da'ima gönül bu belayı bana duş eyler sana yiridür ışkıla bu melamet olmak ışk ne ki kılur sana gönül külli hoş eyler berkidi gönül ışkıla gel teferrüc eyle aklumı komaz her dem savaş eyler yandurdı beni başdan ayaga yanaram ben bu ışk i gönül bagrumı dopdolu baş eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şol kişi kim cümlenün aslı durur şol kişi kim külli nurdur külli nur şol kişi kim revnakıdur bustanun şol kişi kim matlubıdur her canun şol kişi kim cümlenün oldur canı her canun yakini dini imanı şol kişi evveli ahiri heman kendüzi baki ve mülki cavidan bir durıgel bak ki sultan geldi uş gözün aç sahibi meydan geldi uş durugel kim ol hümanun gölgesi cümlenün üstine düşdi i asi ol kişi geldi ki ezel can iken bileyidi haznede pinhan iken durıgel kim fursatı virme yile bu da bir demdür kaçan girür ele bir durıgel kim görindi padişah bedr olupdur bir bak ahı gör o mah durıgel kim geldi ol hüsni ziba bir durugel merhaba kıl merhaba bir durugel nefsi eyle sen kabul nice bu gafletde uyku iy fuzul var var i gönül ışk beni senden cüda kıldı canumda bu ışk gör ki ne kavga peyda kıldı zahid kişiyidüm öz namusum saklar idüm bu ışk i gönül gör beni nice şeyda kıldı bu ışka mürid olalı gönlüm ulalupdur veli ki bu ışk aklumı uş alude kıldı ışkı göreli akl ile gönül savaşurken aldadı beni gör ki nice şuride kıldı bir bu ki gönül nasihat eylerem işitmez gör bana dahı ışkıla ne arbede kıldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir dur ahı nefsi eyle sen kabul nice bu gafletde uyku iy fodul dur ahı divanı durdı sultanun var ise eger edebün u erkanun durıgel canun varise iy ahı kanda bulasın bu demi bir dahı da'ima sultan mı gelür mihmana bu kaçan olur müyesser her cana dur yukaru sultanı gör iy fakir başunı kaldur gözün aç yatma bir nice yatursın durıgel bihaber sana güymez ahı bu devran geçer çerhi gerdun döndi gice ay u gün tükedür ömrün hisabın iy cünun bu viran kervansarayda sen aceb ne yatursın bunca bu nedür sebeb dahı yok mıdur işün maslahatun yahut düşmişdür başundan devletün yahut aklun yarı kalmaz iy deli iy bihaber kim akıl usdan eli nevbeti çalındı sultan geldi uş dur ahı uş bize mihman geldi uş gel gel i gönül ışkıla sen ışka sadık ol ya ele getür ışkı gönül yahu farig ol hiç yire gönül ömrüni yile mi virürsin bir işe yönel işle ki ta hakk'a layık ol gel gel i gönül ışkıla bak keşf ola esrar ışk etegini koma gönül ışka aşık ol ya nedür vücudun sen i gönül ışk ocagında candan aşık ol ta ki aşıklara ma'şuk ol ışka aşık ol sen i gönül bu hizmetündür bagla belüni ışk yolına sahibtarik ol mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün nevbeti çalındı sultan geldi uş dur ahı uş bize mihman geldi uş irte oldı zulmeti sürdi sabah sa'adet burcında dogdı yine mah gün gibi dogdı irişdi ol başa devletün nurı dokındı her başa her dikende görsene kim bitdi gül her usul kim var usulenderusul her su kim evvel gülab olmış gülab müşki anber kimya oldı her türab cümle bir cinsden aldı perveriş müşkili kalmadı insan aldı iş tamu dahı uçmaga döndi tamam külli gülsitan görindi her mekan cümlenün hak ta'atin kıldı kabul şaduman oldı sevindi cümle kul yirde gökde kalmadı gayrı hiç hak hakikat tevhid yazıldı her varak cümle suretler cana döneli cana can birikdi vuslat oldı canana lamekan mülkini gördi cümle göz yahşı oldı aradan gitdi yavuz var var i gönül ışk bana din ü iman oldı her lahza bu ışk lisanuma tercüman oldı bu ışk i gönül bana safanazar idelden her bir nefesüm nafei müşki hoten oldı dürr ü cevahir dökdi dilüm geldük illa ne ışkdur ki gönül canumun içinde kan oldı dellallık ider gönlümi gör incüfüruşdur gönlümi görün ışk güherine dükan oldı ışkı göreli akıl ile gönül barışmaz her dem bularun arası yargu divan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün lamekan mülkini gördi cümle göz yahşı oldı aradan gitdi yavuz güneşe benzedi cümle sitare cümlenün derdüne bulındı çare süleymanı vakt olupdur cümle şey sultanı beşer birlik oldı du saray cümle eşya hemdem oldı sultana putperest kalmadı geldi imana kanda baksan görinür oldı cihan cism ü suret gitdi ayan oldı bu can agu bile şekkere döndi nemek kimyayı sa'adet oldı cümle hak cümle şey'ün gözi açıldı gördiler binişandan cümle nişan virdiler degmedür birlige oldı bu tanuk uyku gitdi cümle eşya uyanuk didar ile bir olupdur degme yüz nur oldı nurdan açıldı cümle göz her neden sorsan nişan vire sana bir vücuddur kim görinür dört yana bu surat nakşında nakkaş eşkere bihicab görindi cümle gözlere var var i gönül ışk belası beni eritdi her ne şey'ün nüktesi ta bu canuma yitdi faş oldı razum ışkıla benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana key tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu surat nakşunda nakkaş aşkare bihicab görindi cümle gözlere şol ezel mülkinde gördügün saki uş yine dolu getürdi zevrakı bezmi meclis kurdı yine padişah yine geldi karşuma ol kursı mah nice kim görmüşdüm ezelde heman yirlü yirünce tamamdur ol nişan ne yigit oldı ve ne horkaridi heman oldur kim ezelde varidi ol zaman da kim yoğidi ka'inat haznede gizlü dururdı bu sıfat yir ü gök yirde ve gökde ne ki var ne ki vardur cümle gizlü aşikar dahı bunlar yok idi kim ben varem sana ol sakinün nişanun virem ol zamanda sakimüz sultan idi biz kamumuz ten idük ol can idi esrimişdük ol sakinün zevkile nura dönmişdi canumuz şevkile sohbetimüz bile olurdı da'im yar heman ol sakidurur ol hakim var var i gönül çünki cana ışk mürid oldı sevindi gönül işinde dahı becid oldı gönlümi görün ışk ile andelibe döndi veli ki akıl ışkı göreli sumud oldı yanma i gönül ışk yolına can dirig itme her kim ki gönül ışka giriben şehid oldı safasına bak gönlümün ışka alışaldan her düni kadr her güni nurı ziyd oldı gönlümde bu ışk gevheri genci hazinedür bu hazneyi açmaga dilüm kilidüm oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sohbetimüz bile olurdı da'im yar heman ol saki durur ol hakim yine bunda gördüm oldur padişah göreli gönlüm ferah oldı ferah zira kim bilişmemişdük anda biz bizi anda görmiş idi ol aziz ol dahı bizi göricek bildi hem anuniçün nazar eyler dem be dem bileyidün anda cümle mahlukat yalınuz ben miydüm ancak pes azad halk kamu görmişler idi sultanı bu mülke kalmazdan öndin seyranı gördiler bunda bilemez kimsene cümlesini ol tanıdı hem yine zira bunlara hicab oldı teni gördiler bilmediler kim ol canı cümlesini tanıdı sultan tamam anda gördügi kişi bunda hümam yine bunda her birine bir nasib dirig eylemedi virdi ol habib maksudı ne ise virdi cümleye kendüzi padişah oldı ortaya gel gel i gönül ışkıla hiç asayişüm yok ışk aldı başum dahı gönül hergiz işüm yok ışk beni gönül yakdugını halk kamu bildi bana inayet it i gönül dahı başum yok elüm tut ahı ışkıla uş ayaga düşdüm seni tanıram dahı gönül özge kişüm yok kulına kal'a bildi meger beni gönül ışk erkanlıgile sana direm hiç savaşım yok bu ışk i gönül senün oldısa belasın çek ham sevdaları ko gönül çekmege başum yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün maksudı ne ise virdi cümleye kendüzi padişah oldı ortaya her birün bir işe meşgul eyledi kimini sultan kimin kul eyledi kimisi kendü halinden bihaber kimine dahı bir ayruksı nazar kimisi arifdür i kimi kim akıl kiminün ömri geçübdür bihasıl lebbeyk dirler kimine kim söylese kimi fişardur keleci eylese kimisinün sohbeti candan aziz kiminün ömri geçübdür bitemiz kimi ma'ni'le görüpdür dilberi kimisi uş yine gezer serseri kimisi bir etmek içün bin bela bir ciger eline girmez bir bela kiminün işi da'ima terane kimisi hoş kullık ider iy ra'na her biri bir iş içinde mübtela her birine duş olupdur bir bela uşda bunlar her biri bir halile meşgul oldılar bu dünya mülkine var var i gönül ışk ile ehli hüner oldun muhtasar idün gör nice ki mu'teber oldun sen bir zahidi magruridün kendü halünde n'oldun i gönül ışkıla yandun tüter oldun aşık neyimiş gevheri kan bilmez idün sen ışk cevheriyle gönül dolu güher sen oldun seni göreli halk kamu mebsus u avanak halavetile sen gönül i kand u şeker oldun evvel gönül hatırumuzı sorar idün sen şindi yarama ışkıla uş duz eker oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün uşda bunlar her biri bir halile meşgul oldılar bu dünya mülkine dünyadur aldadı dutdı bunları her biri gözledi kaldı bir yiri her birine uğradı bir dürlü hal dahı kurtulmaga bulmazlar mecal vardugunca dahı beter oldı iş her birini bagladı durdugı düş biri birinün hatırın sorası birinün kalmadı hergiz çaresi çaresüz işte giriftar oldılar biri birün anlayuben kaldılar şöyle meşguldür bular kim işine elleri değmez ki başun kaşıya halkı cihan cümle bu halde geçer cümlenün başunda budur derdi ser bir kişi anmaz ki sultan kandadur aslı ne geldügi vatan kandadur yahod bu dünyaya gelmekden sebeb birisi bilmez ki nedür işbu bab bu hal içinde bu cümle mahlukat viribilmez kimse bu halden sıfat gel gel i gönül koma anı kim yitemezsin ne fa'ide çün nasihatüm sen tutamazsın bu ışk haberin söyleme gönül sana değmez çün ar'ı koyup ışkıla gönül katamazsın bari i zahid tesbih ü zikrüni unutma ışkıla gönül birlige çünki yitemezsin bu ışk nefesi safi gerek şöyle musaffa kalb katma gönül kimsene almaz satamazsın kendü halüni bil i gönül ışkla dolaşma namus şişesin çünki yabana atamazsın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu hal içinde bu cümle mahlukat viribilmez kimse bu halden sıfat cümlenün aklı burada oldı mat kimsene bilmez ki nedür hikayet bu habere müstemi' ol iy talib ta ki bu ışkdan dege sana nasib nice bu derdi biderman ey püser nice insana dirilik şugli kar nice bir örtesün ahı güneşi nakş ile pinhan kılasun nakkaşı nice sorarsun özünü özgeye özünile ahı düşme sahraya yine sana delüden dogrı haber her ne ki vardur cihanda sende var sende mevcuddur bikülli ka'inat ka'inatdan dahı sensün pes murad sen aceb genci nihansun iy fakir sen aceb nurani cansun iy fakir sende göründi nişanı binişan binişanun nişanı sensin heman malikisin yirde gökde cümlenün matlubı maksudı sensin her canun senün içün arayış oldı bisat cümle varlukdan heman sensin murad sırrı ebed sende bulındı yakin sana secde kıldı cümle ins ü cin gülşeni vahdetde sensin andelib seni ister yirde gökde her talib hakikat bahrinde biten dürdane sureta insana benzer insana senün adındur dahı insan dimek yaraşur insana külli can dimek zira bu insan suretün giydi hak insanun gönlünde eyledi durak insana teşbih ki itdi kendözin insan tonın giydi söyledi sözin insanı ayine kıldı cümleye kendü insan ile geldi ortaya kendözin insan donunda gizledi her insan yüzine perde yüzledi perde getür beri gel sen ışkıla dilegün varise ışkıla dile ışk gözin aç maksudun sultan ise tene kalmagıl muradun can ise ten canun yüzinde perdedür heman perde ardında nihan oldı bu can var var i gönül bizümle kakaşa ki kalma bu ham hayali kendüzüne sen pişe kılma ışka ki düşen dana olur hem kim i bile bu sözleri sen kendüzüne endişe kılma ben bıragup ışk odına hasret gam eyleme ırakta turub sen i gönül temaşa kılma her bu beni ışkıla ki melamet idersin ben bir fakirem cefayı hadden aşa kılma terk eyle canı ışk etegin koma elünden tanrı peyamber sözin terk kılma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün malikisün yirde gökde cümlenün matlubı maksudı sensün her canun senün için arayış oldı bisat cümle varlıkdan heman sensin murad sırrı ebed sende bulundı yakin sana sücud kıldı cümle ins ü cin gülşeni vahdetde sensün andelib seni ister yerde gökde her talib hakikat bahrinde biten dürdane sureta insana benzer insana senün adındur dahı insan dimek yaraşur insana külli can dimek zira bu insan suretü giydi hak insanun gönlünde eyledi durak insana teşbih itdi kendözin insan tonın giydi söyledi sözin insanı ayine kıldı cümleye kendü aynuyla geldi bu dünyaya kendözin insan tonına gizledi insanun yüzine perde yüzledi alemün maksudı külli sendedür sen padişahsun kalanı bendedür gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür fi'lcümle cihan varlığı ışkdan işaretdür iki cihanun bünyadı ışkıla virildi ışkıla alem gör nice ka'im imaretdür her bir kelecün ışkıla cana eser eyler ışk olmıyacak nahasıl külli fişaretdür ışkıla gönül sındunısa ışkıla bitsün bu ışkda olan derde günahı ışk kefaretdür ışk beni gönül bir aca'ib oda bırakdı bu ışk odıla dolu yüregüm hararetdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kendözin insan tonunda gizledi insanun yüzine perde yüzledi perde ardında izi oldı nihan eşkere bak perde görinür heman perde bu adem tonıdır eşkere perde gitmeyince anı kim göre can yüzünde bu suret perde olur canı görmez kim ki perdede kalur perdeyi getür beri gel ışkıla dilegün varise ışkıla dile ışkıla bak kim göresin ol yüzi anı görmez eyle heman ışk gözi ışk gözün aç maksudun sultan ise tene kalma kıl muradun can ise ten canun yüzinde perdedür heman perde ardunda nihan oldı bu can can kaçan kim deprene çümbiş ide tene de eseri gerek iş ide ten dahı cümbişe gele deprene tuta kapa vire illa söylene cümle bunlar mazharıdur ol canun perdesidür cism ü suret sultanun var var i gönül her naşiye razunı virme her bir bihaber kalmışa sen özüni virme yar dime gönül her kişiye kim yanılursın satamaduğun kişiye sen özüni virme mizan iledür ışk nefsi mizanı ki sakla herbir naşinün eline terazunı virme bu ışk i gönül şahbazı kutsı layezeldür ol la diyen kişiye şahbazunı virme ışk'a ibadet eylerisen bekle bu sırrı her bir cünübe sen gönül abdestüni virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle bunlar mazharıdur ol canun perdesidür cism ü suret sultanun cism ü suret canile cünbiş kılur candur ahı cismi arayiş kılur söz keleci nirede bilmedi ten candur ahı ten içinde söyleyen şöyle ki insan mı ya hayvan mısun kul mısun bil ahı ya sultan mısun her suret nakşında bakup nakkaşı görse ölür gözleri olan kişi zahir ü batın ayan oldı ayan ten içinde aşkare görindi can kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtulubdur ten duzagından bu can söz keleci nerde buldı can u ten candur ahı teni giyüp söyleyen sen bu sözden anlagıl kendözüni gözün aç ahı bir devşür özüni nakşa bakmagıl gerekse nakkaşı işine kadir gerekdür her kişi ne işe geldün cihana söyle bir seni bunda neye getürdi kadir söyle ki insan mı ya hayvan mısun bil ahı sen kul mı ya sultan mısun kul isen kullıgun eyle yegane şöyle kullık et ki sultan begene sultan isen külli sensin gayrı yok çün tabib sensin arada gayrı yok yohsa bunlardan taşrasında ahı bir kişi misün başuna iy ahı silsiledür cümle alem muttasıl bir padişah bir çeragdur bir delil gel gel i gönül bize nişan söyle ezelden labela diyen ol hikayet ol kil ü kalden ol dem ki suret yogıdı sen ol sözi söyle bile ki gönül niceyidi bu hal olaldan söyle ol ezel bezminde geçen hikayeti toğrusını di sen i gönül korkma ecelden da'ima gönül ol padişah sende makamdur zeval görmegil bize haber vir bizevalden lezzeti cihan seni yolundan çıkarupdur meger seni ışk kurtara gönül bu hayalden mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün silsiledür cümle alem muttasıl bir padişah bir çeragdur bir delil altı cihetdür velakin canı bir sultanı bir mülki bir seyranı bir birlige batdı bikülli memleket irmeni gürci arabi türki tat bu sıfatlar külli kadeh oldı tamam şadilık irişdi gitdi şindi gam simurg göründi aradan gitti kaf şu'ai şemsiyle doldı her taraf kimyayı sa'adet oldı her gubar zehri katil tiryak oldı aşikar her suret nakşında bakup nakkaşı görse olur gözleri olan kişi zahir ü batın ayan oldı ayan ten içinde aşkare görindi can la'l ü cevahire döndi dag u taş gülün hakikati tutdı her ateş acı denizler şekere benzedi her sadef ahı gevhere benzedi kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtuldı ten duzagından cümle can var var i gönül bivefalığun ayan oldı bu cevrün ile bağrum ahı dolu kan oldı her gice gönül gözlerüme uyku haramdur ta subha degin tesbihüm ah u figan oldı kavli buyıdı gönlümün uymaya bu ışka ışkı göricek kavline külli yalan oldı ışkı göreli zühd ü ta'atin yile virdi gönlüme bu ışk kaplayu din ü iman oldı uş ben yanaram hasret ile haste vü gamgin terk itdi beni bu gönül ışka vatan oldı. mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kanda baksan gülsitan oldı cihan kurtuldı ten duzagundan cümle can gayrı gitdi vechi kaldı allah'un cümle şey gördi didarın ol şahun maksudı neyise buldı cümle şey sultan ile hemdem oldı her geday ten ü can birlige batdı yegane arada kalmadı şimdi bigane yir ü gök nur ile doldı malamal gönli şad oldı sevindi her melal dahı hiç arada tüccar kalmadı külli yar oldı vü agyar kalmadı zerre dahı güneşe döndi tamam külli subh oldı aradan gitdi şam külli fitnesün unutdı şeyatin mürayi kalmadı yolda yol emin cümle yol birikdi yetdi menzile tanrı'nun rahmeti oldı her kula yarlıgadı tanrı cümle bendeyi maksudun buldı gör ahı her şeyi yirde gökde şadilık oldı tamam cümle dir kim dem bu demdür dem bu dem gel gel i gönül sen beni bu ışkdan ayırma zulm etme bana sen i gönül kanuma girme ömrüm hasılı dünyada bu ışk hasıl oldı dek dur i gönül emeğümi hiç yile virme ışk ile benüm arama hiç kimsene girmez var sen i gönül özün içün sevda bişürme demi safa gönül dünyada didar ganimet hoş gör i gönül ömrüni sen hiç yire sürme aşık kişinün işi da'im ışkıla hoşdur dur dur i gönül işüne var gafil oturma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yirde gökde şadilık oldı tamam cümle dir kim dem bu demdür dem bu dem ol ki geçdi yine gelmez bir dahı gelecek nesine kayup iy ahı adem oldur sa'at ü vakti bile degme kez fursat kaçan girür ele bu hazine her ki gönle sığmaya her kişi burcunda bugün doğmaya her akıl ta'rif etmegi ne bilür akılun işini mecnun ne bilür her güni ıyd her gece kadr olmaya her kişi sultana vezir olmaya agyara agyar didiler yare yar yari agyardan mı seçer her tavar her kişi muhib degüldür tevhide sırrı ene'lhak mı olur her sade degme göz dogru bakamaz güneşe külahı devlet mi konar her başa her kişinün temiz olmaz ta'ati ne bilür her kişi vakti sa'ati her kişinün devleti olmaz bidar tanrı'ya habib mi olur her beşer var var i gönül sen nigahı ışka dolaşdun beni melamet idübeni perdeyi aşdun şehr ehli kamu sana gönül ta'ne ururlar ışkı göreli zühdi unutdun yolı şaşdun kanı i gönül ibadetün tesbih ü zikrün unutdun ahı ışkıla sen neye sataşdun melamet olan ışkıla bu alem içinde suçum ne gönül benümile nişi savaşdun namusumı ben saklar iken kendü elümde ışkıla gönül kınanuban taşraya düşdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her kişinün devleti olmaz bidar tanrı'ya habib mi olur her beşer her nadana sorma bu tevhidi sen sermayen kadar gözetgil sudı sen her niyaz kaçan irişür hazrete her ta'at layık mı olur rahmete her agacun şirin olmaz yemişi ne bilür aşun tuzunı her kişi her kişinün kamil olmaz idraki her kişi olmaz bu ışkun müştakı her kişi adem degüldür belli bil aklı küll ta can olısar her akıl her yerden inci mi çıkar deryada her yerde punar mı akar sahrada astarı yüzi bellidür her donun lezzeti yiründe hoşdur her hanun her kişi öz çöregine kül eşer şöyle düzülmiş ezelden kar u bar öz işinde cehd ü gayret hür kişi her kişiyi baglamışdur öz işi her halün yanunda bile müşkili diken arasında iste her güli gel gel i gönül yüzüni döndürme bu yoldan senün nasibün ışk imiş gönül çün ezelden her kişi ki bir iş ucını tutdı cihanda sen ışk etegin tut i gönül komagıl elden bu ışk belasın sorarisen mecnun'a sorgıl akıl ne bilür ışkı gönül sorma akılden aşık olana naşi kişi gülmek ayıb mı sağ ol i gönül ne fa'ide ko ahı soldan bir yar var ise sadhezaran agyarı vardur özüni sakın sen i gönül değme fuzuldan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her halün yanunda bile müşkili diken arasında iste sen güli rahatun katunda bile zahmeti kadinun ayagunda iste devleti yahşı yıla bile gelmişdür yavuz bir yüzün içinde bile iki göz diri olmak biledür ölmegile bile geldi ağlamak gülmegile biledür dünyada sağlık sayrulık ağlamak gülmek bilişmek ayrulık her dimegün yine işitmegi var gelmegünle bile hem gitmegi var vuslat olan yirde hicran biledür küfre bak yanunda iman biledür gice gelür irte gider peyapey biri birine ulaşık cümle şey silsiledür cümlesine ayruk yok hakikat baksan hak'dan gayrısı yok kafası bile düzülmüş her yüzün karası akı biledür her gözün cümlesinün yirlü yiründe tamam tertib ile düzülübdür her makam var var i gönül ışk sana kıblei imandur ışka düşeli gönlümi gör ne şadumandur ışkıla gönül hoş farigat kendü halinde her gice işüm subha degin ah ü figandur gönül dilini ışkidi çün elüme girdi gönlümi sorun dahı ki niçün perişandur ışkıla olan can u gönül olmaya hergiz ışkıla baki vü ebedi cavidanıdur aşık olanun hakk i gönül çeragıdur ışk ışksuz kulınun zühd ü ta'ati külli yalandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümlesinün yirlü yiründe tamam tertibiyle düzülübdür her makam sadef içünde bitübdür her güher biri birüne şerifdür ne ki var sermaye gerek tacir ola kişi aslı bile işlese hoşdur işi sebebsüz nesine yokdur dünyada her işün bir sebebi var ortada kış yaragı yaz ile düzgün gerek akla akıl mecnun'a mecnun gerek kendü cinsiyle yaraşur her kişi aslını bilen yeg işler her işi ne bilür eşek arısı bal nedür yolcudan sorgıl ki diye yol nedür yirlü yiri var bu cümle nesnenün ayru libası donı var her canun her birinün şeklü dahı ayrudur göresün biri biründen gayrıdur iki şey biri birüne benzemez kışa kış dirler sorana yaza yaz ayrukısı düzeni var her işün sevdası da ayru olur her başun gel gel i gönül bana bu ışk havale oldı bilmen ki gönül bana bu ışk ne bela oldı ben bir fakirem şakir idüm kendü halümde ışk dahı benüm başuma bir meşgale oldı akıl kişinün işi da'im ışkı mecazdur ışkı hakikat kimdeyise budala oldı ışkı tanıyan kimse ki insanı kamildür bilmez kişi bu ışkı gönül gusale oldı evvel göricek ışkı akıl gitdi başumdan ışkıla gönül şindi işüm bir sala oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ayrukısı düzgüni var her işün sevdası da ayru olur her başun her yirün bir sözi vardur iy kişi yirlü yirüni tutupdur her biri her biri kendü işinde gönlü hoş kendi cinsiyle uçarlar cümle kuş her varakda dahı bir özge satır yazılubdur bir gözün aç iy fakir her satırda dahı bir özge hadis giymiş ayruksı libası her hadis her biri yirlü yirünce pürkemal hoş döner yirlü yirünce mahı sal hoş düzülmiş tertibiyle bu saray ay ü gün doğar dolanur peyapey hoş döner bu gice gündüz yaz u kış tertib ile düzülübdür her bir iş hoş donanur bahar olıcak cihan şadilık eyler sevinür cümle can cümle tertib yirlü yiründe usul hoş bilür kendü işini cümle kul her biri bir birinün ayinesi hoş varur kendü yolunda herkesi var var i gönül seni divane delü dirler bilmez işini aklı yok usdan ölü dirler bir lahza zahid zühd ü ta'at zikrine meşgul bir lahza salus seni aceb sevdalu dirler ışkı göreli gönlümi akla ki hiç uymaz gönülü bilen şöyle yamanca hallü dirler her kim ki nişan virdi gönülden nişanı bu ışk hazinesi dürr ü cevahir dolu dirler işitdün ahı ışkıla mansur hikayetin gönül delüdür vermeye kim bu yeli dirler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her biri bir birinün ayinesi hoş varur kendü halinde herkesi her neye baksan araste pürkemal zahir ü batın tamamdur külli hal cümle şey vuslat olubdur şah ile her neye baksan arada şah bile zerre içünde güneş oldı ayan nişan içinde görindi binişan deniz bile katre ile muttasıl birikdi bürhane yetdi her delil kanda baksan görinür oldı ahad aşinalıkdur aradan gitdi yad cümle eşya birlige oldı tanuk külli birlikdür arada gayrı yok bir vücuddur çar anasır şeş cihet zahir ü batın bu her dürlü sıfat yirde gökde her ne kim vardur tamam cümle bir can ile diri ve'sselam tesbihi ene'lhak oldı her seda gayrı hak kalmadı herkes ortada her neye baksan görinen ol gafur ne münacat kaldı ne musa ne tur gel gel i gönülışk belasından halüme bak bu ışk odına yandı cigerüm dir ene'lhak ar u namusı yıkdı ki halk ta'ne ururlar sen dahı gönül naşi bigi tutmaya bardak vuslat şarabın ışk elüme sunalı günden ışkıla gönül tesbih ü zikrümüz ene'lhak ışk sıfatını dünyada her bir kişi bilmez aşıklara sor ışkı gönül ne bile ahmak kostak kişi bu ışkı gönül başa iletmez müştak olana ışk dahı hem can bile şikak mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her neye baksan görinen ol gafur ne münacat kaldı ne musa ne tur birlik oldı cümle varlık serbeser birlige batdı birikdi cümle kar cümle sözde kalmadı kufr ü hata ten can oldı can irişti vuslata cümle dil kelamı tevhid söyledi nur irişdi zulmeti mahveyledi cümle şey bir vücud oldı canı bir bir delildür ayeti bürhanı bir dört anasurdur görinen şeş cihet aynı hakkı hakikat de her sıfat degme bir zerre içinde hak ayan kanda baksan hak doludur her mekan her mekanda bir vücuddur bir cemal dahı ne var birden artuk gayrı hal her ki bu menzili ister dirligi biriyle birlikde gerek birligi kanda baksa tanrı'yı hazır göre kendü nefsün cümleden hakir göre şöyle kim temiz dirile dirligün ayne'lyakin göre hakk'un birligün var var i gönül bir kamil insan ele girmez hoş var hele bu derd ile derman ele girmez bu ışk didügün sa'adeti genci ebeddür can vir i gönül ışka ki insan ele girmez ışkı bilenün sen gönül baş ko ayagında her bir hüneri anla ki revhan ele girmez her kim dilese ma'şukıla vuslata irmek ışkdur delili dahı ki bürhan ele girmez hoş gör i gönül bu demi ki demi bu demdür geçer bu ömür dahı bu devran ele girmez mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şöyle kim temiz dirile dirligün ayne'lyakin göre hakk'un varlıgun dire aklun fikrini cem' eyleye ışk yolında sıdkını şem' eyleye ehli ikrar ola inkar kılmaya zühdini özine zünnar kılmaya her ne kim hak'dan gelürse hak bile hak yolına gelse yolıla gele terk ide yanlış hayali saf ola gayrı gide hak ile kendü kala kendü dahı gide bu kez aradan baki kalur hak ebedi cavidan vücudun terk itse hak olur vücud cümle bu kez ana kılurlar sücud cümle varlık anda cem' olur bu kez her ne kim var yakin ırag çok u az cümle alem hükmine ferman olur cümleye cism ü suret ol can olur o ne yaptıysa can olur her sözi gayrı gider vahid olur kendözi muti' olur hükmine ferman olur hakikat hak bilür anı her adem gel gel i gönül ışk beni kendüye kul eyler her ne ki gönül ışk ide külli usul eyler bahtum çeragı yandı sa'adet buyı kıldı şükür ki bu ışk kullıga beni kabul eyler bu ışk i gönül da'ima sıdk ile ki sarar ayruya dirler dirligi ışk kara pul eyler alçak gönülün ışkıla meskeneti artar fodul kişi ışkı dahı biter fodul eyler ahmak kişinün ışkıla ahmaklıgı artar kamil kişinün aklını dahı kamil eyler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün muti' olur hükmine cümle alem hakikat hak bilür anı her adem her ademün maksudı oldur heman ol kişide kim ola uş bu nişan bu nişanı kimde görse ol kişi her ne işlerse anun hakdur işi işi hakdur dirligi hak kendü hakk hakkı hazır sen anun yüzinde bak cümle mahlukatun oldur devleti ol kişi bilür bu cümle hikmeti ol kişidür canı cümle bendenün zahir ü batını oldur her canun kanda baksan ol görinür her göze hüsni latif olan oldur her yüze her iş içinde heman oldur sebeb zahir ü batın ne kim cümleye bab yirde gökde sermaye oldur heman her kişide oldur ahı ol kalan sırrı ezel ol kişidür ol kişi aslını evvel kişi bilür işi ol kişidür her iş içinde hakim hakk'a baksan heman oldur ol kerim var var i gönül ışkıla feryad ü ah eyle ko yad hayali ışka özini penah eyle gel gel i gönül barnişingamgin olursın canıla bir ol ışkla özini penah eyle bu halkı cihan sana gönül ta'ne ururlar ışkı mahabet ile her yana penah eyle her biri haberi ışkla hemdem olubilmez bil kendüzüni ışkı sen andan tamah eyle ışkdan alemün maksudı gayrı dahı yokdur sen dahı gönül kendüzüne ışkı şah eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür her iş içinde hakim hakk'a baksan heman oldur ol kerim ol kişi sureti dervişdür özi derviş libasunda sırdur kendözi bir fakirdür halk gözünde eşkere veli kan oldur bu cümle gevhere ol kişidür ol ki halkun canıdur ehli dinün kıblesi imanıdur ol kişidür cümle ta'atden murad andan ibaret olupdur her sıfat ol kişidür can içinde söyleyen ilmi marifeti ayan eyleyen kanda gevher dikende gülzar olan akla tedbir lisanda güftar olan nurı basar oldur ahı her göze ol görinür dogru baksan her yüze ol kişidür cümle mahlukun canı heman oldur bu delilün bürhanı ol kişidür ol ki halk ider ana uşbu mel'un bid'atine bak sana esrar yimiş gözi görmez bengidür kimseyi bilmez ki hangi hangidür gel gel i gönül cümle aşıklar seni gözler nice nice bu fikri fesad efsane sözler hak ışkı beni melameti bednam idüpdür sen dahı gönül yarama ekme bari tuzlar bu ışk safadur dirligi ırlayı derleme arif kişiler altuna bakar nice yüzler ışkun mekanı sıdk ile bir arı gönüldür bu ışkı gönül görmeye her biri temizler daglar tutuşa oda yana ışk belasından aşık kişi bu ışkı gönül nicesi gizler mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün esrar imiş gözi görmez bengidür kimseyi bilmez ki hangi hangidür şöyle bengidür açamaz gözini ayda bir kez dahı yumaz yüzini bengi olmış cümle cihandan farig bid'atidür din ü imandan farig maksud kaliye pilavdur hoş yiye bengi olan ne gerekse söyleye hakk'ı sevene budur halkun sözi hak görür anı görimez halk gözi halk katunda şöyle hakirdür fakir halk bilimez kim fakirdür gizlü sır zira halkı aldamışdur bu hayal genc ü esbab izz u ni'met milk mal bunlarun bu hayal oldı perdesi işine meşgul olupdur her kişi halkı cihan cümle bu halde varı kendü halünde giriftar her biri zira halkun malıyladur devleti malı olmayanun olmaz izzeti halkı cihanun budur fikri heman evliya halinden işit bir nişan var var i gönül ışkıla işüm aceb oldı yandı yüregüm derd ile bağrum kebab oldı bu halkı cihan bana güler ışk belasından ben kime diyem ışkıla gönül sebeb oldı halüm budur uş ben ne diyem ışka düşelden ar u namusı kodı gönül biedeb oldı tutdı beni bu ışk i gönül kurtulabilmen ayağuma bend boynuma zencir kullab oldı birikdi gönül ışkıla ben hastedil oldum ışkıla gönül arası şöyle hisab oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün halkı cihanun budur fikri heman evliya halinden işid bir nişan evliya cümleye dolu hak bakar zira hak gözinde bu kadar nazar evliyada ol kadim oldı nihan evliyadan sor sorarsan sen nişan evliya bilür ol ebed mülkini evliyadan sor ıragı yakını sor ki heman evliyadur kılaguz evliya bilür nedür yahşı yavuz evliyada cem' olupdur ka'inat doğru bak kim evliyadur her sıfat evliyadur cümle alem defteri evliya bitdi bu kanun gevheri evliyadur kim alem tutdı karar evliyada cem' olupdur ne ki var sırrı ezel ü ebeddür evliya hakikat nurı ahaddur evliya evliyadur maksudı her bendenün vechidür evliya cümle insanun evliya yüzinde hak'ı gör ayan sıdk yolında bu kadar ola nişan gel gel i gönül ömri cavidan ele girdi ya'ni gönül ışka nagah insan ele girdi yanmışdı canum ışk ile gönül belasından şükür ki bari derdüne derman ele girdi bu ışka gönül canıla sen arzu kılurdun oyna başunı ışkıla meydan ele girdi hicran belası ışkıla çün vuslat olupdur şükr it i gönül çünki bu devran ele girdi aşıka bu ışk devleti genci sa'adetdür hoş gör i gönül sermaye dükkan ele girdi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün evliya yüzünde hakk'ı gör ayan sıdk yolında bu kadar ola nişan baş göz ile kimsene görmez hak'ı can gözün aç kim ayandur ol baki can göziyle gör cihanı serbeser asl u fer'inden ki oldı her diyar her diyar içinde cümle cism ü can evvel ü ahir mekanı lamekan vahdet ü kesret ki dirler her sıfat can ü canan ab u ateş hak ü bad hoca dükkan ki bu cümle sermaye bir huma kuşudur görinen saye cümle varlık bir vücuddur bir vücud külli eşya küfr ü iman kabe vü pud canun öninde komagıl perdeyi göresün gönlün içinde bu ayı gönlün içinde görine lamekan evvel ü ahir ne kim var dü cihan bir vücudda can bir olur iy habib hazır ol sözün yüzine iy talib bunca hal gönlün içinde gizlene vücudun bu sırra perde yüzlene var var i gönül hayal ü efsaneye kalma ışk gerekise zineti zemaneye kalma ışkıla biliş ta ki gönül şahbaz olasın baykuşdaki bu harab ü viraneye kalma ışka dolaşan ar ü namus perdesin açdı sen dahı gönül namı ko nişaneye kalma aşık olana biganeler ta'ne ururlar sen ışkıla ol nüktei biganeye kalma ışk sermayesi baki olur ziyana varmaz sen ışkı gözet gevheridür laneye kalma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bunca hal gönlün içinde gizlene vücudun bu sırra perde yüzlene sen olasun beratı menşur heman ışkı hakikat hayatı cavidan seni gören ol şahı görmiş ola çün aradan sen gidesün şah kala vücudun içinde şah ola hakim don idine seni giye o kerim ol sana can ola sen ona vücud sana secde kıla cümle ka'be pud sen olasun cümleye maksud heman baki kalasun ebedi cavidan cümle eşya hükmine ferman ola sıfatun hak suretün insan ola suretünde hak görine eşkere hakk'a bakup hak tanıyan gözlere bari külli sen olasın ol kerim oldun ise kendü şehrüne hakim kendözüni bildün ise merdane bite gönül sadefinden dürdane ilmi vahdet sana keşf ola ayan bulına gönlün içinde bahr kan gel gel i gönül ışkıla hoş var ki nasibdür naşi gibi sen yerme bu ışkı ki ayıbdur gice uyuman gündüzin işden avareyem vallah i gönül ışıkıla işüm acayibdür müdde'i sözi nükdesi canum oda yakdı hoş gör i gönül ışkunı derde dayanupdur ger cümle alem agyar ola gönlümi gör kim terk eyleyimez ışkı bu ışkıla habibdür var var i gönül ışk etegin koma elünden yirde halayık gökde melek ışka tapupdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimyayı sa'adet ola her sözün hakk'ı göre nereye baksa gözün sen vücudsun hak sana mevcud ola huyun ahmed makamun mahmud ola ol hak ile birlik ola her işün kanda dirsen tutabilmezsin düşün hak ile vuslat olasın bihicab feth ola sana açıla cümle bab lamekan mülkine yete menzilün hakikate layık ola her halün bihicab vuslat olasın şah ile birlik ola her işün allah ile cismün içinde görine ol cemal ol cemaldür andan irdi külli hal külli sen olasın ol dilber heman sende bite cümle gevher cümle kan gönlüne irse heman devlet bula sıfatun içinde salik zat bula hak gele gönlün içinde sır ola tedbiri korsan işün takdir ola var var i gönül yare sen ağyar gibi bakma her kara taşa incü vü gevher gibi bakma fark idicek ol her kişi ki yirlü yirince her bir cahile ahmed ü haydar gibi bakma bu ışkı gönül sen sana gel din ü iman bil ışkda var ise ikrarun inkar gibi bakma devlet ider ışk gönül ne burçda doğar ise can ile gözet ol ayı bizar gibi bakma can gözile bak ışk yüzine var ise aklun her bir bihabere aklı ebter gibi bakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hak gele gönlün içinde sır ola tedbiri korsan işün takdir ola seni görür her yüze bakan kişi sana irişe kamunun gerdişi cümle hüner sende hatm ola tamam vücudunda mevcud ola her alem zira insan sana didi ol kadir insan isen bu haberi dinle bir bu sözü dinle ki ne yüzden gelür eşkere söz ol nihan sözden gelür can içinde bir kişi vardur cane söyleyen oldur bu sözi lisana fikr idüp bu marifeti söyleyen kan idüp lisanda ayan eyleyen bu vücud mülkinün oldur varlıgı vücudun oldur hayatı dirligi anunıla revnaka geldi vücud cümle gök ehli ana kıldı sücud ol kişidür bu vücudda can olan can içinde sır ile pinhan olan ol kişidür bu vücudun revnakı sahi heman ol bakidür ol baki gel gel i gönül ışk eli kulagumı burdı yakdı cigerüm yüregüm üstinde dağ urdı budur halüm uş ben ne diyem ışkı görelden gönlümi tarac can elini yagma buyurdı bu gönlümi gör hiç bana şefa'ati yokdur ışkı özine sultan idüp kullıga durdı ben halümi gönül belasından ki ayırdum cevr okın atar ışkıla mihnet yayı kurdı bana melamet taşını halk atalı günden gör ki ne kalur bu gönül ışkıla kudurdı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol kişidür bu vücudun revnakı sahi heman ol bakidür ol baki anuniçün revnaka geldi cihan zahir ü batın bu cümle cism ü can yirde gökde cümle akıl cümle şey ahiret mülki bikülli bu saray hayr u şer' yakin ırak hakk u batıl cümle varlık ab u kil ü can u dil zatı sıfat ki bu suret var ayan ana ki akl irdi söyledi lisan ana ki bu aklı tedbir irmedi ol gayib nesine gözler görmedi cümle bunlar ki ademdür varlıgı adem'e keşf oldı hakk'un birliği hakk adem donıyla geldi meydana iş hak'undur adem oldı bahane hak ademi yüzine dutdı nikab işi hak işler adem oldı sebeb cümle eşya kim adem'den gayrı var bu ademdür cümlesinden ihtiyar hak adem dilince söyler her sözi eşya çokdur adem'i giydi özi var var i gönül ışka sen yüzün türab eyle ko yat hayali ışkıla işün sevab eyle her bir bihaber sana gelür ışk belasından utangıl ahı sen i gönül bir edeb eyle ger dilerisen ma'şukıla vuslata irmek yüregüni yar ışka cigerün kebab eyle ışk etegini tut gönül kurtul bu hayalden ışkıla da'im işüni ayş ü tarab eyle var var i gönül rahatıla ışk ele girmez derdile biliş ışka sen andan taleb eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün hak adem dilince söyler her sözi eşya çokdur ademi giydi özi cümle şeyden bu adem oldı murad adem'i giydi ol ezelde ahad adem ile bile geldi ol kadir bu adem donı içinde oldı sır cümle şeyden bu adem oldı hasıl adem içinde biledür ol delil veli bu ademde dürlü dürlüdür kimi hayvan kimi insan sırlıdur kimisinin sureti insan bigi sıfatında her işi hayvan bigi kiminün sureti benzer ademe kendü bir divdür bu cümle aleme bir kişi var sanasın ki can bigi her nefesi çeşmei hayvan bigi kişi var ki huyını görse adem şad olur kalmaz canında gussa gam kişi var ki şöyle dirilür neccar ömri geçüpdür özinden bihaber bir adem var ki göresin her işi iletür menzile yolda kalmışı gel gel i gönül ışkıla maksud hasıl oldı gönül dilegi ışkidi ışka vasıl oldı gör gör i salik ışkıla bu gönlüm içinde uyandı bu ışk çerağı şem' ü delil oldı keşf oldı bana iki cihanda bu ne ki var andan biri ki ışkıla gönlüm ka'il oldı bu delü gönül ışkıla vuslata irelden gitdi gussam ışkıla varum ki sebil oldı didi ki sakın gönlüme bu ışka dolaşma işi da'ima benüm ile kal ü kil oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir adem var ki göresin bir işi iletür menzile yolda kalmışı bir kişi var suretün düzer heman sıfatı boş batını külli viran kişi var kim söyler olsa her sözi işidenün ruşen olur can gözi bir adem var söyler olsa bir haber insanı kamile virür derdi ser kişi var ki söyler olsa haberi putperest işitse kese zünnarı kişi var ki rahmani sözden yayak fitnelikde şeytana virür sebak kişi var ki vücudı külli şerif her nefesi abı hayvandan latif kişi var ki teni dahı oldı can kişi var ki derdi ser çeker heman bir kişi var kim işin kılmış hasıl kişi var kim ömri geçüpdür zelil kişi var meydan içinde merdane kişi vardur ki tüccardur insana bir kişi var kim göresün cümbişi güli beyabana benzer her işi var var i gönül ışk işi riya degüldür bu ışkı bilen kimsene hercayi degüldür sorma i gönül her ne şey'e ışkı ne bilsün her kişi aşık ışkıla sevdayi degüldür her kimse ki bu ışkı gönül inkar iderse yokdur nasibi devleti hümayi degüldür her kimsene ki ışka gönül sıdk ile bakmaz ezelde anun nasibi atayi degüldür ışkı bilenün teni dahı külli can oldı bu ışk i gönül her ne şeye kolay degüldür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bir kişi var ki göresin cümbişi güli beyabana benzer her işi adem içinde adem var ey habib külli nur olur yüzin görse talib bir kişi var kim yüzin görse kişi bitmiş ise yine bozar her işi bir kişi var kim yüzün görmek sevab kişi var kim biedebdür biedeb bu adem içinde vardur ademi cana değer sohbetinün her demi kişi var kim bakırı altun kılur tersaya irişse ehli din kılur bir kişi var kim anun her nefesi işidürse imana gelür asi kişi vardur kim sözüni iy civan işidürse şad kılur cümlei can bu sıfatlar adem içinde olur bu adem halini hayvan ne bilür adem içinde çok olur bu sıfat vardur ademde bunun tek hasiyet sen bu hali ana sor ki yol vara kendüyi hasret içinden kurtara gel gel i gönül ışkıla gönlün safa eyle sabitkadem ol bu yola ahd ü vefa eyle yar yar diye uş hasret ile hastedil oldun derdüne gönül ışkıla gel bir du'a eyle yar gerek ise sana gönül ışk etegin tut bu ham hayal ü sevdayı geç ko veda eyle nazüklik ile ışk işini kimse başarmaz bu ışk yolına varurisen bir yarag eyle hodbinligile ışk kişinün eline girmez meskeneti tut kendüzün ışka otak eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen bu hali ana sor kim yol vara kendüyi hasret içinden kurtara çekmiş ola cümle cihandan elün yol içinde bilmiş ola öz halün müşkilini mürşide sormış ola menziline yol ile varmış ola yire koya mürşid önünde başın mürşide danışa yolda her işin kendüzünden bihude iş kılmaya hak bile mürşidi gayrı bilmeye mürşidi hak hakk'ı mürşidde göre hak yolını sorsa mürşidden sora teslim ola mürşid önünde özi mürşid yüzinde hak'ı göre gözi mürşidini yolda hak bile tamam hakk'ı bilen kılmaya sevdayı ham her hayal gönlünde mekan dutmaya her iş kim hakk'a gerekmez itmeye mürşide kullık ide bir can ile yola varsa yol ile erkan ile söyler olsa sözi özi öz kıla hak yolında ışkı kılaguz kıla var var i gönül ışk idi heman sana maksud bu ışkı nasib virdi ezelde sana ma'bud ışk göziyile bak da göresin lamekanı irmek dilerisen menzile ışk etegin tut gel gel i gönül geç dü cihanda koma ışkı ışk ile sana hasıl ola makamı mahmud nazük diyeler kimse gönül ışkı ne bilsün cevr ü cefa kıl kendüzüne fevti melabud ışk ile bakan gözde gönül yirde hicab yok perde mi olur ışk güneşi yüzüne bulut mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün söyler olsa sözi özi öz kıla hak yolında ışkı kılaguz kıla zerki tezvir ile yola girmeye cehd ide hakk'ı batıla virmeye kendüzün şöyle ki vire mürşide mürşid ola aradan kendi gide kendüzüni mürşide kıble kıla ibadet kılsa ana karşu kıla hak yolında mürşidi bile nasib ta ki kendi mürşid ola iy habib peri perver ola hodru olmaya şekli adem kendüzi div olmaya pişürüp söyleye her bir sözini hak ide mürşid yolında yüzini mürşid ile bile her bir müşkili ta bite gönlünde ma'ni hasılı gözini bakdugı yirden ırmaya gönlüni yanlış hayale virmeye mürşid kullugında er gibi dura dembedem müşkilin mürşide sora mürşid anı perveriş kıla tamam ta ki özi mürşid ola ve'sselam gel gel i gönül neye gerek zerk ü saluslık ışka ibadet eyle gönül ki zevali yok geç ko i gönül sen ki bu akl u bu mecazdan ışk yayı ile at nişana doğru vara ok sen ışkı gözet çün nasibün ışkdur ezelden ömrün hasılın hiç yire harc eylemegil çok vallah i gönül senün ile ışk belasından namusunı kaybetme bari bu ışka çare yok bu ışk yolına kurban olursan sa'adetdür çünki buyımış takdirde ezeldeki buyruk mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün mürşid anı perveriş kıla tamam ta ki özi mürşid ola ve'sselam cehlile varmaya allah yolını mürşide tapşura her bir halini mürşid ana bildüre kendüzini ayinesün sile aça gözini ma'rifet bildüre ana ilmile içüre her dem nefesi hilm ile anlada aslını her bir haberün kıymetün bildüre cümle gevherün varlıgundan mürşid öninde geçe mürşid anun ışkıla gözün aça çünki mürşid ile vara bu yolı hak yolına layık ola her hali açıla gözi göre kendü halin bunda kandan gelmiş anlaya yolın şol kadar kullık ide kim mürşide külli perde gözi önünden gide bir nazarda göre cümle alemi mürşid ola her nefesi her demi kalmaya kendü halinde müşkili bu kez anda söyleye mürşid dili mefulü var var i gönül ışk gözine perde hicab yok zira ki bu ışk hakk nurıdur ışka aceb yok candur satılan da'ima bu ışk bazarında bir anla ki bak sen i gönül akla hisab yok ışk gerekise yine heman ışk etegin dut ışkdur sebebi ışk yolına dahı sebeb yok ışk kimde ise nişanı bu melamet eyler ışk gelene nişan arada meşreb edeb yok ışk gerek ise yüzüni ışka türab eyle nazı ko i sen külli gönül naza itab yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kalmaya kendü halinde müşkili bu kez anda söylene mürşid dili mürşid anun şehri içinde dola kendü gide aradan mürşid kala külli mürşid ola heman kendüzi ölüye yetse diri kıla sözi çünki mürşid kendi ola ol kişi menzile yetürür yolda kalmışı teni de can canı külli nur ola içi daşı ışk ile ma'mur ola kanda baksa hakk'ı göre gözleri can ola ulu kişiye sözleri tutiya ol'ayag tozı gözlere şerm ola kendü edeblü yüzlere kıymeti kan gönlü içinde bite kendü ma'den ola ilm ü hikmete bu sıfatlar kim size virdüm nişan ol dahı bu adem içinde heman halk içindedür bu halk görmez anı şöyle geçer halk içinde pinhani bilmezler o karışupdur halk ile eri heman yine meger er bile gel gel i gönül ışkıla serkeş mi olursın ahdün canı ger bivefa kılmış mı olursın sakla namusın ışk eline virme gönül sen serde melamet bineva kallaş mı olursın sen bir zahidi ra'na kişi kendü halünde ışkıla dolaşup eyleşür faş mı olursın gel gel i gönül da'ima bu ışk belasından her bir naşiye yağmayı tıraş mı olursın devşür ögüni ışkıla sen serbeser eyle bu mihnete sen da'ima tutaş mı olursın mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bilemezler karışupdur halk ile eri heman yine meger er bile zira veli halk içinde gizlidür halka hakir veli hakk'a yüzlidür hakk'ıla vuslat olupdur bihicab görmedi ki halk anı budur sebeb hak anı giyüp gelüpdür ezeli ol kişidür tanrı'nun kudret eli anunıla işlenür hakk'un işi evvel ahir ol kişidür ol kişi ol kişinün nişanı bu eşkere hakir ü fakir görinür gözlere ol kişidür cümle alemden murad anda mevcud külli sıfat cümle zat hemdem olmış ol kişi sultan ile cümle alem ana müştak can ile cümle şeyin maksudı oldur heman ol kişidür hep nişanı binişan halk içinde şöyle pinhan ol kişi kimse bilmez ki nedür anun işi halk katında gedayı dervişdür ol velikin cümle alemde pişdir ol var var i gönül sen nigahı ışka dolaşdun beni melamet idübeni perdeyi aşdun şehr ehli kamu sana gönül ta'ne ururlar ışkı göreli zühdi unutdun yolı şaşdun kanı i gönül ibadetün tesbih ü zikrün unutdun ahı ışkıla sen neye sataşdun melamet olan ışkıla bu alem içinde suçum ne gönül benümile nişi savaşdun namusumı ben saklar iken kendü elümde ışkıla gönül kınanuban taşraya düşdün mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün halk katında gedayı dervişdür ol veli ki cümle alemde pişdür ol zira halkun bu suretdür maksudı maksudı ne ise oldur ma'budı hakk'ı seven surete kalmaz geçer anun adı anun içün oldı er bu suret tertibine yokdur sebat baki degül ab u ateş hak ü bad ol ki bu surete baglar gönlüni kimdür anun zatı sıdkı yakini hem kimün kim ikrarı dürüst ola ol hak'a vara anunla dost ola hakk'a vuslat ola hicran kalmaya göz göre nesine pinhan kalmaya zahir ü batun ana ruşen ola sayesinde yer ü gök pinhan ola hak anun yüzinde şöyle eşkere görinür sıdk ile bakan gözlere velayeti cümle alemi duta sıdk içünde himmeti arşdan yüce ten ü canı külli yeksan nur ola nur içinde kendüzi ma'mur ola gel gel i gönül ışk odıla külli kül oldum şöyle yanaram sanasın şemi delil oldum gitdüm aradan nam ü nişan kalmadı hergiz tükendi vücud ışkıla andan hasıl oldum aklum var idi öz işümi yahşı bilürdüm ışk oldı işüm gitdi akıl kem'akıl oldum halüm göreli halkı cihan beni esirger düşdüm ayağa ışkıla külli sebil oldum ben sultan idüm öz halüme kendü işümde ışkı göreli sıdk ile ben ışka kul oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ten ü can yine külli yeksan ola nur içünde kendüzi ma'mur ola nazarı nur kıla külli zulmeti saltanat mülkine yete devleti uyana bahtı çeragı nur gibi dahı ene'lhak ola mansur gibi hak'la kendü arasında bir hicab kalmaya vallahu'lalem bi'ssevab hakk'ı kendü gönli içinde göre kendüzi gide yerinde hak dura hakikat bahri canında cuş kıla gözlerün her dem didare duş kıla kendü gitse hem yerinde hak kalur bu kez ana can gönül müştak olur görinür anun yüzinde hak nurı yazılur ana müsellem menşurı şöyle kim elif bigi müfred olur suret ü sıfatı kalmaz zat olur mir'at olur cemali cümle yüze kendü nurı basar olur her göze tutiya yetse ayagı tozına nur virür ama kişinün gözine gel gel i gönül derdüni sen dermana virme bu can sırını sakla gönül bicana virme bedr oldı gönül ışk ile çün eşkere sende sen kamilisen sırrunı her noksana virme baş ko i gönül ışkı bilenün ayagında her bihabere canunı sen kurbana virme abı hayatun kadrini hızır bilür ancak bu şerbeti sen sakla gönül hayvana virme her dem i gönül mansurveş dirsin ki ene'lhakk sakın i gönül başunı bu meydana virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tutiya yetse ayagı tozına nur virür ama kişinün gözine kalmaya hiç gözi önünde hicab görine ana aca'ibü'laceb gözine görine nagah bir mekan ol mekan ki anda biter cümle can ol mekanda göre bir özge cemal dahı bir ayruksı düzgün özge hal nagehan bir yüz göre kim gözlere söylese külli ol ola sözlere şol mekan ki mustafa n'itdi ana aklum erdigin nişan virem sana ol mekanda bu cihan tertibleri hergiz ol mekanda olmaz eseri yokdur ol mekanda hergiz bu alem sal u hefte mah u hurşid subh ü şam rahat ü zahmet ırak yakın dimek put u ka'be hali küfr ü din dimek zikr ü tesbih bu kıyam ü bu salat hergiz anda yok bunun tek hikayet müzdi yazık bu tamu uçmag dimek islam u tersa batıl u hak dimek gel gel i gönül din ü imandan bezer oldun ışkı göreli rahatı candan bezer oldun girü mi kodun meyiçün seccadeyi n'itdün ışk oldı başun nam ü nişandan bezer oldun ışkı göreli sen i gönül üsdüne bakdum dünya ahiret kan u mekandan bezer oldum sevdayı cihan kılma gönül külli yalandur çin olur işün çünki yalandan bezer oldum bir dükkandur sana gönül bu secde vü tesbih ışkı göreli ben bu dükandan bezer oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün müzdi yazık bu tamu uçmag dimek islam u tersa batıl u hak dimek dogmak ölmek sayrulık sagluk bu hal yokdur ol mekanda hergiz bu hayal yad ü biliş kavm ü kardaş ne dimek bu kutı layemut etmek aş dimek bu sıfatlar dost ü düşman yad biliş nur u zulmet ıssı sovık yaz u kış şakird ü üstad mürid ü pir dimek yahşı yaman tedbir ü takdir dimek ol zamanda hergiz olmaz bu hayal külli varlık bir vücuddur bir cemal bu sureti nakşı vücud tertibi akl u gönül can ü sünük et deri veli nebi akıl ü cahil dimek yol ü menzil zulmet ü delil dimek bu haberler bu cihan sözleridür lamekan mülki bu sözden beridür can içünden gider anun menzili anda bitüpdür can oldur can ili ol mekandan zahir oldı bu alem bu alemde her ne ki vardur tamam var var i gönül ışka yakın bakma ırakdan ışk yasağına boynunı sun kaçma yasakdan var ışk geldi başa i gönül ışkıla hoş gör senün nasibün ışkimiş çün ezeli hakk'dan senün dilegün ışkidi çün elüne girdi dahı ne işün var i gönül karadan akdan bin riya ta'at olsa ki bir derd ü belayla saluslıgı ko gel i gönül geç bu durakdan ışk gerekise cümle cihandan güzar eyle ta geçmeyesin ne fa'ide cüzi konakdan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol mekandan zahir oldı bu alem bu alemde her ne ki vardur tamam bu mekan ki cism ü suretdür adı lamekan mülkinde olur üstadı bu hayali cismi suret bende var ol şah elinde bitüpdür cümle kar bu suretler kim görinür eşkere cismi ayan can görinmez gözlere candur ahı surete perde çeken özi pinhan perde ardundan bakan her ki ışk göziyle bakdı didara cism içinde canı gördi eşkere can padişahdur yüzinde ten nikab nikab içinde ayandur afitab ışk gözinde perde hicab olmaya yakın ırak hayali hab olmaya her kim ışk göziyle bakdı gördi ol ten içinden cana dogru vardı yol nice kim diri tutupdur teni can canı dahı ol padişah hemcinan birbiriyle ulaşık bu silsile can u canan bu ten içinde bile gel gel i gönül nurı iman sende bulındı revnakı cihan maksudı can sende bulındı bu ışkı mecaz her kişide hal ü halince ışkı hakikat yine heman sende bulındı ahmed söziyle va'di ebed sende nihandur. ol sırrı ezel kan u mekan sende bulındı sen kendüzüne gel i gönül her yana gezme bu şahidi gayb sırrı nihan sende bulındı bu ışkı sebeb eyleyen i sıdk ile bakdum ol binişane nam ü nişan sende bulındı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün biri biriyle ulaşık silsile can u canan bu ten içinde bile ten ü can u canan dirler bu kelam üçi bir vücuddur adı bir adem ol adem ki adı ahmeddür anun aslı oldur her vücudun her canun yirde gökde cümle ukul cümle şey mustafa nurı katında bir geday yaradılmış her ne kim vardur safa cümle nurı mustafa'dur mustafa mustafa nurından aydın ay gün çerhi gerdun anun ışkından cünun iki cihandan heman oldur murad ol nurıla ayan oldı her sıfat cümlenün ol nurdur aslı menba'ı külli oldur gayrı yokdur bir dahı ol nur ile mevcud olmış her alem arş ü ferş ü yir ü gök levh ü kalem dört anasır şeş cihetdür ol vücud cümle anda bile mevcud ka'be put cümle şey'in ma'deni oldur human anunıla zeyn olupdur dü cihan var var i gönül hazer it agyar belasından razunı sakın her ki naşi kabilesinden dünya malına mustafa murdar didi hoca sakın i gönül cife vü murdar belasından terk it bari bu ışkı gönül giç ko bu halden her bir bihaber bigane inkar belasından bu ışk yolına giden i kim şeytanı mutlak hak saklaya bu hased ü pindar belasından ışk gerekise ışkıla kullığı çın eyle sakın i gönül beyhude güftar belasından mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle şey'in ma'deni oldur heman anunıla zeyn olupdur dü cihan cümle vücudlar sadefdür ol güher cümlesi kın bilgi oldı zülfikar yirde gökde nakdi oldur cümlenün sureti ma'nisi oldur sultanun sultanun ol hemdemidür hemrazı sultanun anun katında her sözi sultan andan ayru degül bir nefes oldur ahı sultan giydügi libas her kim ister sultan andan kim sora sarraf olan kanı ma'denden sora hakikat bahrı sa'adet cevheri cümle bu halkı cihanun bihteri ol ebed mülkinde dogan afitab evvel ahir cümle söylenen hitab gökde ahmed yirde muhammed adı cennet ehli adına kasım didi tahtı sera'da adı mahmud anun kıblesidür ol bu cümle insanun ol habibu'llah adı hayrü'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var gel gel i gönül başuma bu ışk yine geldi bu derd ile uş tutdı cigerüm yana geldi bunca nasibi gönlüme hiç fa'ide kılmaz baş aşdı bugün ışkıla bu meydana geldi kuşanmış idi beline tersa bigi zünnar ışka ireli barışı gör imana geldi sarraflık idüp incüfüruş olalı aklum gönlüm sadefi içinde ışk dürdane geldi geçmişdi gönül külli cihan sevdalarından ışkı göreli gör ki nice kovana geldi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol habibu'llah adı hayru'lbeşer aslı oldur dü cihanda ne ki var sen bu sırrı ol kişiye sor kim ol mustafa sırrına akıl buldı yol mustafa'nun anladı her halini sıdk içinde gördi herbir yolını şeri'at şartını hem keşf eyledi tarikat yolına girdi söyledi hakikat ne dimek olur bildi çün ma'rifeti günbegün oldı fünun şeri'at hali budur kim bir kişi şartı kanun ile kıla her işi öz canına her neyi kılsa kabul cümleye de hem anı isdeye ol günde beş vakt namaza hazır ola hak ne kim virse ona şakir ola uşda budur şeriat şartı heman tarikatdan dahı işit bir nişan tarikat oldur ki dünyadan geçe hak yolında sıdk ile gözin aça şerik olmaya bu tanrı mülkine sinesinde kalmaya kibr ü kine var var i gönül ışkıla sen arbede kılma dek dur i gönül özüne kavga peyda kılma bu ışk huyını eyle şere melamet itdi getür bari gönül dahı beni şeyda kılma dolaşma gönül ışka ki başa varımazsın öz elünle kendüni başuna şeyda kılma bir dem bana yar bir sa'at ışka muhib olmak bu fitneleri bari gönül yarbana kılma ışkıla gönül çünki bari birliğe bitdün cefanı bana meyl ü vefanı yada kılma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün şerik olmaya bu tanrı mülkine sinesinde kalmaya kibr ü kine ibret göre kanda baksa gözleri söyleyecek hikmet ola sözleri sag mürebbiye yetüre özini sag mürebbi aça anun gözini gözi açıla göre ki ol kişi asl u fer'inden kim oldı her işi bu kez ol gözler hakikat menzilün gönül içinde bulur bu can elün hakikat hak bu kez ana keşf olur hakk'ı ayan gönli içinde bulur hallolur katında cümle müşkilat şeri tarik hakikat her bir sıfat bu sıfat kim usda söyledi lisan bu kim eşkere görinür cism ü can bu hasıllar kendü şehrinde biter ol ki yolda sag mürebbiye yeter zahir ü batın ana ruşen olur cismi kalmaz kendü külli can olur bu sıfatlar kim nişan virdüm size can gözi görür görinmez her göze gel gel i gönül elüni çek cümle cihandan ışk gerek ise feragat ol sud u ziyandan ışka düşeli derd ile bağrum başı artdı asla uyumaz oldı gönül ah ü figandan külli bu cihan müdde'idür yar ele girmez sakın i gönül sırrunı faş itme lisandan maksud sana çün ışk idi maksud hasıl oldı dahı ne işün var i gönül karadan akdan ışkı hakikat sana gönül gevheri kandur behremend göresin i gönül gevheri kandan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu sıfatlar kim nişan virdüm size can gözi görür görinmez her göze bu ne dimekdür ne bilsün her naşi aslını bilene sorun her işi evde geçen sırrı ne bilsün çoban sultanun yerin tutamaz pasban ata arpa sığıra saman gerek hayvanun budur ademe nan gerek gıdasın bilmek hoş olur her kuşun lokması şeker degüldür baykuşun eşegün boynına dakma incüyi insanun insan gerekdür her huyı kiçe dimek atlasa usul degül balı neft kabına koymak yol degül her kara taş la'l ü mercan olmaya gevhere taş dimek erkan olmaya aşina olmaya koyun kurd ile nitekim türkman barışmaz kürd ile devenün nesine gerekdür hamam her işün özge hali var iy adem tanbura sazına dana oynamaz kerkes ile hemnişin olmaya baz var var i gönül ışıkıla bagrum delinüpdür andan berü ki bu gönül ışka alınupdur faş oldı gözüm ile sera külli bilindi aduma zira tablı melamet çalınupdur egerçi bu ışkı razı faş eyledi serde veli ki bu can aynası gör ne silinüpdür cevr ü cefa çün haşa ki yüzüm döne ışkdan meger ki benüm devletüm ayı dolınupdur her bir naşinün sözile kaçan korum ışkı bu ışk yolına saç u sakalum yolınupdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün tambura sazına dana oynamaz kerkes ile hemnişin olmaya baz aşina olmaya ışka her adem ne bilür leklek ki nedür hub makam akılun işin ne bilsün divane sirkeyi sirkefüruşdan sor yine fariktedür gülbeşekerden eşek bala katran tutiya sıgmaz nemek ne işü vardur bazarda dilkünün lezzetin bilene sorun her hunun köre tutiya kele satma tarak arif isen sen işün üstüne bak eve geldün ise duhul çalmagıl yola diken helvaya tuz salmagıl karga bülbül saksagan baz olmaya şahbazun harifi kerkes olmaya çeng ü kanun çalabilmeye öküz gözlüye kör kaçan ola kılaguz taş atana çölmeği tutma siper anlaya halin ki anun aklı var kimyayı sa'adet olmaz her türab her işün içinde vardur bir sebep gel gel i gönül ışk sana ulu beşaretdür bu ilmi ledün didügün ışkdan ibaretdür cümle alemi ki anlayu bak revnakdur ışk ışkla cihanı gör ki ne kaim imaretdür bu cümle cihan olmagına ışk sebeb oldı her eşya ki var ışkıla cünbiş hareketdür her ne kelecün var ise bu ışkıla söyle ışk sözi haber söyleme külli fişaretdür bu ışkdan olan derdi gönül tabibe sorma ışk derdlüsine yine heman ışk kefaretdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kimyayı sa'adet olmaz her türab her işün içinde vardur bir sebep aşı pişürmege havuç tuz gerek her işün önince kılaguz gerek sag kişiyle menzile yetmez bimar ne bile ilahi sırrı her hımar saga ni'met hastaya turşu gerek ol ki ölmişdür ona ne bu gerek zerre içinde nihan olmaz güneş ayaga ayak dimişler başa baş gülün aslıdur diken andan biter gül diken aslıdur bir kandan biter nura bak kim zulmet içinde ayan zulmeti gör kim nur olmış her mekan dert arasında gözetgil dermanı küfr içinde bile iste imanı yahşıyıla bile gelmişdür yaman yaman içinde biledür yahşi can bir vücudda biledür ayb ü hüner perdedür biri birine ne ki var su biledür suyı göremez balık ten canı görmeg muhaldur iy aşık var var i gönül ışk güneşinde hicab olmaz ışka dolaşan melamet olsa aceb olmaz cümle cihanun bünyadı çün ışkıla oldı ışkıla olan imaret hergiz harab olmaz ışka dolaşan kişi da'im ma'şukı gözler agyar cefası erde ki hergiz hisab olmaz gel gel i gönül anlayı bak iki cihanda bu ışk odıla yanana hergiz azab olmaz aşık mı olur ol ki gönül ışk belasından bu ışk odına cigerüm her dem kebab olmaz mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün su biledür suyu göremez balık ten canı görmek muhaldür iy aşık her kafaya bak ki biledür yüzi güneşin katında iste yılduzı mevce bak kim yine denizden biter biri birine ulaşık huşk u ter cümle alem bir vücuddur bir vücud kem ü piş ü küfr ü iman ka'be büd dogrı yol oldı sıratu'lmüstakim tabi' oldı cennete narı cahim yar ü agyar bu hayaller küfr ü din birlige batdı yakin oldı yakin zerreyile birlige batdı güneş gevheriyle nice döndi kara taş kemligi kalmadı günden zerrenün derya gizledi içünden katrenün bahri payan görindi her bir çaker matluba maksuda yetdi her sefer bir yüz oldı kanda baksan cümle şey zahir ü batın bir oldı mürd ü hayy yine heman evde bulındı deve kanda baksan düpdüz oldı dağ ova gel gel i gönül ışkıla vuslat taleb eyle geçer bu ömür dünyada bir ad taleb eyle oynat başunı ışkıla bu meydan içinde sen bilmez isen yürü bir üstad taleb eyle bu yolda cana kalma ki ta ışkı bulasın ışkı bulıcak sıdk ile himmet taleb eyle ışk hazinendür çünki gönül canda bulındı bu hazineden gevheri vahdet taleb eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yine heman evde bulındı deve kanda baksan düpdüz oldı dağ ova fitnesün külli unıtdı şeyatin gayrı kalmadı tüze duzla emin cümle gözden gitti hicab perdesi hak bilindi imana geldi asi her neye baksan görinen vechi hak vuslat irişdi visal döndi firak zerk ü tezvirün dürildi defteri her dilün hak oldı sözi haberi külli bir can bir vücud oldı alem elif oldı lamelifden gitti lam cümle eşya mir'at oldı şöyle saf simurg ile bunda geldi kuhı kaf zerre içinde nihan oldı güneş ol ki nihan olmışidi oldı faş mülki vahdet eşkere oldı tamam hakikat sırrunı bildi her adem cümleye çünki hak oldı destgir sa'adet gencini buldı her fakir cümle birlikde gani oldı ukul birlik içinde ne sag kaldı ne sol var var i gönülcevr ü cefa canuma yetdi bu ışk kala ar u namusum bile ki gitdi yandı cigerüm derd ile elüm işe varmaz canumda bu ışk hayali çün kaynadı bitdi ışk beni oda yakdı bu gönül belasından idem der idi bana gönül didügin itdi ben bir fakirem ışkı gönül saklayu bilmen faş oldı razum halkı cihan külli üşüşdi diler bu gönül feryad ide diye ene'l hakk didüm ki sabur eyle gönül sekitti gitti mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle birlikden gani oldı ukul birlik içinde ne sag kaldı ne sol zerre güneş yegane oldı heman edeb kaim ü muhkem ü cavidan zann u gümanun yel aldı hırmanun hakikat bozdı ikilik bustanun külli iman oldı güman kalmadı kamile irişdi noksan kalmadı inkar ehli sıdkını kıldı safa yüz görindi aradan gitdi kafa evvel ü ahir her ne var dünyada buna delildür görinür ortada dört anasır şeş cihet ki var ayan cümle varlık bu mekanı lamekan bu suretler zahir ü batın dimek ikrar u inkarı din bu ne dimek heft ü eyyam ruzı gari mah u sal külli tertib ilm ü' amel güft ü kal yedi kat yir yedi kat gök ruz ü sal biş ü kem ü ham u puhte had u hab cümlesin sen bir elif bil iy talib budur uş virdügi nişan iy habib gel gel i gönül ışkıla bednam niçün oldun sen akıl idün divane sersem niçün oldun ışka dolaş iy kişi gönül geşdi namusdan arun varıdı ışkıla hemdem niçün oldun her bir müdde'i söz içün kaçan kuram ışkı bu ışkıla sen puhte iken ham niçün oldun bu ışkı koma değme bir hayvan belasından pes sen i gönül sureti adem niçün oldun henüz dahı sen ışkıla aşina degülsin ben ışkıla sen ruzgarı eyyam niçün oldun mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümlesin sen bir elif bil iy talib budur uş virdügi nişan iy habib yol erisün uşda budur yol sözi yol eri olanlar bilür yol sözi ol ki senden peş irüpdür menzile sen bu yolı ana sor andan dile yolı gözle sahraya düşme nagah ta ki yolda destgir ola o şah gönlüni her bir hayale baglama denizi sen katre bigi çaglama himmetünce söyle her bir sözüni çaglayup vargıl yola kendözüni hünerin var ise gelgil meydana yohsa git derdi ser olma insana gönlüni yanlış hayalden eyle saf söyleme beyhude sözi kılma laf söylerisen yahşısın söyle sözün ta ki sa'id ola burcun yılduzun hasud olma delilün ahmed ise yohsa dönme gönlün andan yad ise yürü var kendü halünden vakıf ol cümle ilmün aslı budur arif ol var var i gönül ışk olana gussa vü gam yok ışk olmaduğı kişide hiç dem ü kadem yok her bir kişinün başına bu ışk bela atdı bir anlayı bak dünyada hiç suzsuz adem yok ışk oldı sebep mansur bigi halk oda yandı her ne dir ise dünyada bu ışka kalem yok ar u namusı kodı gönül melamet oldı divane gibi ışkıla hiç sabr u varum yok maksudı budur gönlümün ışka vasıl olmaya budur dileği gönlümün hiç nesneden kem yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yürü var kendü halünden vakıf ol cümle ilmün aslı budur arif ol kendözüni bil budur menzil heman ta bite gönlün içinde bahri kan arif isen derde vir dermanunı ta ki müşerref idesün canunı kem akıldan sorma kendü işüni başunı bilene tapşur başunı sen bu sırrı ana sor erkan bile insanı cümle aleme can bile öz halüni ol kişiye sor kim ol fark ola anun katında sag u sol yolı koyup yaban düşme sakın hakk'ı koyup yabana düşme sakın ömrüni hiç yire puç eylemegil kendözünden ulu söz söylemegil nerdesün anlayıver sen menzilün sana diger sözi söylesün dilün menzile varmak dilersen yatma dur geç bu efsane hayalden terkin ur sana henuz öz halün oldı hicab bu hal ile menzile yetmek aceb gel gel i gönül ışkı bilen külli can oldı her işüm ışkıla gör ki birden insan oldı bu ışkıla ben bilişeli mertebe buldum küfrüm dahı bu ışkıla nurı iman oldı ışk bana delil olalı ben vuslata irdüm ömrün hasılı gör ki nice cavidan oldı ışk oldı varum külli bu vücudum içinde her lahza gelüp dilüme ışk tercüman oldı ışkdur da'ima dolu bu gönlüm sarayında canumda biter ışkıla gevheri kan oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sana henuz öz halün oldı hicab bu hal ile menzile yetmek aceb yatma ki menzile yetdi yoldaşun nice uykudur ahı kaldur başun başunı kaldur gözün aç ürpedür gaflet ile hiç yire geçdi ömür zihayıf kim bilmedün insanı sen ten duzagına bırakdun canı sen nefs elinde şöyle kalmışsun yesir gözüne zerrece gelmez er ü pir aklunı ugurlamışdur bu hayal ziyneti dünya dilerüm zülfi hal bu hevesler gönlüne dalmış tamam yad hayal beyhude söz gussa vü gam bundan özge nesine sıgmaz dahı gönlüne bu sevda dalmış iy ahı kanı sen bu ten yog iken can idün kul degüldün ibtida sultan idün nur idi zahir degüldi bu suret bu suret ile yapışdı bu kıllet bu teni giyelden oldun bende sen düşdügün bu sebeb oldı bende sen var var igönül gizlü razumı açar oldum ışk geldi başa sabr idemezem naçar oldum tablı melamet çalduğumı halk kamu bildi ışk aldı başum ar u namusdan geçer oldum külli beşaret oldı canum ışk safasından bu ışk nurıla hakk'ı batıldan seçer oldum ışkıla canum bilişeli mertebeme bak her nefesile dürr ü cevahir saçar oldum ışkıla gönül çün bihicab vuslat olaldan arife kulum naşi kişiden kaçar oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu teni giyelden oldun bende sen düşdügün bu sebeb oldı bende sen sultan ile bile vuslatda idün şöyle tenha yekta vahdetde idün can idün ol dem yogidi bu tenün lamekan mülkinde idi seyranun dahı henuz perde degüldi suret yogidi tenün can idün pes azat bir ile birlikde idün yegane yogidi henuz bu suret bahane seni don idindi giydi ol gani gelmedün bu mülke kıla seyranı senün ile bile geldi ol kadir oldur ahı sana her dem destgir oldur ahı seni her dem saklayan uyur iken uyanıkken bekleyen gice gündüz hemdemün oldur bile ol senünle silsiledür silsile sen henüz giymezden öndin bu teni perde yogidi görürdün sultanı külli sendün varlıgun oldur heman andan ayru diri olmaz ten ü can gel gel i gönül ışk denizinde yüzer oldum ışkı göreli külli cihandan bezer oldum bu ışkıla ben bilişeli bahdum uyandı sarraflık idüp incü vü gevher dizer oldum genc ü hazine oldı gönül ışkı bulaldan bu hazineyi gönlüm içinde sezer oldum gevheri tanır oldı gönül ışkı bulaldan dürdane içün bahrii muhiti süzer oldum gel gel berü iy talib olan sözümi dinle aşıklar içün ışkıla şekker ezer oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli senün varlıgun oldur heman andan ayru diri olmaz ten ü can aklun içinde odur fikr eyleyen dile gönlünden bu sözi söyleyen oldur iy kim nur olmış bu gözüne hüsn ü revnak oldur ahı yüzüne senden ol ayru degüldür bir nefes mesela ol bir tutidür sen kafes külli oldur sen bahanedür ana sermaye dükkan olupdur ol sana bari ol genci kadimdür sen viran sende ol binişan olmış sen nişan o hümadur gölgesi sensün anun sen nikabısun yüzünde sultanun seni giydi sultanun sensün donı seniniçün düzdi cümle düzgüni senün ile bile geldi bunda şah ol şadilıkdan olursun sen ferah sende oldur hareket cünbiş kılan sen aletsün ana oldur iş kılan külli endamunda oldur varlıgun anun iledür hayatun dirligün var var i gönül dünya ahiret ne dimekdür bu ışk didügün ya'ni ki murad ne dimekdür çünki başuna geldi nagah sevdası ışkun bıllah iy gönül ar ü namus adı ne dimekdür çün ışkıla sen aşinasın sabr ile depren sırrun faş idüp feryad u feryad ne dimekdür bir lahza zahidzühdi ta'at bir dem aşıksın yegrek olugör uş bu hareket ne dimekdür sabr ü tahamül kılmak içün cevrine ışkun katunda gönül ahını pulad ne dimekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cümle hal içinde heman ol gafur cümle anun zerresidür nar ü nur ol denizdür cümle gark olmış ana dahı kim vardur ki diyem ben sana gel gel i gönül ışk ehline namus ü ar yok her gönüle ki ışk dola hiç sabr u karar yok gark eyledi bu ışk denizi alemi yeksan her kim düşe bu bahra gönül dahı kenar yok çün gitdi hicab aradan vuslat taleb eyle ışk ile gönül ayinesinde çün gubar yok eger dilesen ma'şukıla vuslata irmek ışkdur sebebi dahı ona fethi zafer yok faş oldı nagah sırrı gönül ışk bazarında gönlümde benüm gayrı dahı sevdaya yir yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ol denizdür cümle gark olmış ana dahı kim vardur ki diyem ben sana iy talib sen müstemi' ol bu söze özüni bil ki su mısın ya göze özüni bil kul mısun sultan mısun yohsa heman söyle sergerdan mısun aklunı dir kendözüne bir yaren ne kişidür gözün içinde gören kulagunda kim ol sözi dinleyen her sözi aklun içinde anlayan var var i gönül dünya ahiret ne dimekdür bu ışk didügün ya'ni ki murad ne dimekdür çünki başuna geldi nagah sevdası ışkun belle gönül ar ü namus adı ne dimekdür çün ışkıla sen aşinasın sabr ile depren sırrun faş idüp feryadı feryaz ne dimekdür bir lahza zahidzühdi ta'at bir dem aşıksın yegrek olugör uş bu hareket ne dimekdür sabr ü tahamül kılmak içün cevrine ışkun katunda gönül ahını pulad ne dimekdür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli endamunda oldur varlıgun anuniledür hayatun dirligün sen suretsin sende oldur külli hal vücudun dobdolı oldur malamal zahir ü batın bikülli ol heman gayrı nesine yok hicab cism ü can her cihet kim anı göz görmiş ola her hayal kim ana akl irmiş ola aslı fer'i cümle birdür cümle bir cümle suretde görinen ol kadir cümle dükkanlarda oldur sermaye cümle başu ol salupdur sevdaya kanda baksan anı görür cümle göz hüsn ü revnak andan olmış cümle yüz cümle gönüllerde oldur fikr iden heman oldur ahı cümle can ü ten heman oldur cümle canlarda hayat veli kim cümle alemden ol azat elüne iş buyuruban işleden ayagunda seni yola başladan külli anda bunda nedür varlıgun senüniledür hayatun dirligün sen özün bir kimse misin başuna yohsa şerik kimse var mı işüne neyidün gelmezden öndin bu tona bu tona gelmekde n'oldı bahane bana di kim zerre misün ya güneş nakş mısun halüni söyle ya nakkaş külli halde bile ulaşık mısun yohsa sensin cümleden farig misün var var i gönül ışk odıla canumı yakma namus şişesin taşa çalup taşra bırakma ezelde gönül çünki sana ışk nasib oldı bu sırrı sakın zinhar i her naşiye çakma ışkla henüz aşinalık eyleyimez misin aşıklık adun bari gönül özgeye bakma arsuz idi halk ışka çü ta'ne taşın atdı her naşi gibi sende gönül başuma kakma hercayilığı koy ahı gel ışkıla hur var her ne ki bu göz göre gönül sen ona çakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün külli halde bile ulaşık mısun yohsa sensin cümleden farig misün yohsa sen bensin o mıdur külli hal bu heman hümada biten perr ü bal yohsa hiç senlik arada yok mıdur zahir ü batın bikülli hak mıdur gel beri halleyle uş bu müşkili bana söyle bilürisen bu dili bu işaret ne dimekdür iy veli bu halin nedür ahir ü evveli cümle varlık dahı henüz olmadın bu kamu eşya vücuda gelmedin hitab olmazdan ilerü kaf ü nun gerdişe gelmezden öndin ay ü gün dahı bu ahter kevakib yok iken arayiş olmazdan öndin bu dükan cümle varlık noktada pinhan iken dahı henuz katreler umman iken aşikar olmazdan öndin ol güher yogiken bu cümle tertib bahr u ber dahı ne evvel var idi ne ahir özi kanda durmuşidi ol kadir gel gel i gönül tesbih ü seccade gerekmez saluslıgı zerk ü riya arada gerekmez mesti laya'kıl itdi beni ışkı hakikat bu ışkıla mest olana hiç bade gerekmez aşıklara halk ta'ne urur ışk sebebinden sabret i gönül arada arbede gerekmez aşıklara bak ışkıla meydanda süvardur atlan i gönül ışk eri piyade gerekmez mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün dahı ne evvel var idi ne ahir özi kanda durmuşidi ol kadir nerede olurdı suret yok iken tertib olmazdan ilerü can ü ten ne idi tanı özi kanda idi mekanı yok pes ne mekanda idi söyle bu hali bilürsen hal dilün hal ide görgil olalı müşkilin ol kadimden bize virgil bir nişan perveriş olsun bu sözden aklı can bu cevabı tutalum senden sevab bu ne ilm ü bu ne hikmet bu ne bab ol kadim sultan ki vardur bizeval kanda olurdı yok iken külli hal şindi anun nerededür meskeni haberi çın şöyle dime insani insani dimege insan bendedür şindi ol özi mücerred kandadur yohsa özi sureti insan mıdur ya hu cümle eşyada pinhan mıdur ya hu külli ol mıdur her ne ki var bize müşkili hallide ihtiyar var var i gönül ışkıla gönlüm latif oldı ışka düşeli gör ki nicesi arif oldı tevhid yazılur da'ima gönlüm varakında zira ki bana ışkı hakikat harif oldı kalmadı hicab perde bu gözüm nazarında ışka düşeli cümle alemden vakıf oldı hayvan ne bilür ışkı gönül hayvana sorma insan dahı bu ışk sebebinden şerif oldı ışkı hakikat kimdeyise nişanı oldur terk etdi kamu sevdayı şöyle elif oldı. mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ya hu külli ol mıdur her ne ki var bize müşkili hallide ihtiyar söyle di kim akluma sıgsun kelam bana bu sırrı ayan it iy adem bilmezsen toz eylemegil meydanı cümle oldur pute kılma insanı sen özünden özge hadis yonmagıl yaradılmışı yaradan sanmagıl sen özün bil kim nesin kendözüni kendözün bil söyle her bir sözüni sureti insanı magrur olmagıl sende şeytan gibi makhur olmagıl bunca şeylerden ki bir insan ola cehd ile katre kaçan umman ola sırrı tevhidden haberün var ise cümle ol derd ü hünerün var ise insanı arada pute eyleme cümlesine çin de hata eyleme cümle bir can bir vücud bil ne ki var uşda budur aslı tevhidden haber güneşi fark eylemegil zerreden şöyle gitmiş tevhid yolınca giden gel gel i gönül ışkıla canum azad oldı terk itdi kamu efsane sözleri yad oldı fikr ü hayali gönlümün ışkdur dü cihanda geçdi kamudan özi bu ışka mürid oldı agyar müdde'i sözi'çün hergiz melul olmaz bu delü gönül ışkıla gör nice şad oldı sanki melamet eytdi bu halk ışk belasından sabr itdi gönül gör nice dervişnihad oldı ağyar cefası gönlümi ışkdan cüda kılmaz ışkla gönül aşina ezel ü ebed oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün güneşi fark eylemegil zerreden şöyle gitmiş tevhid yolınca giden dogrı yoldur bakışun sen dogrı bak gayrı ne var cümle hakdur cümle hak bir denizdür alemi tutmış tamam gark olupdur ol denizde has u am ol denizün mevcidür cümle sıfat evvel ü ahir bu cümle hikayet mevcün aslıdur deniz andan kopar hem denizde mahvolur her ne ki var mevci derya deryadan ayru degül ol da heman deryadan gayrı degül mevc ü derya ikisi birdür heman nitekim birlik görinür ten ü can güneşin nurı güneş birlik ola ayru dimek yolda düşvarlık ola cümle şey' biri biriyle silsile ol ki mevcuddur arada ol bile her cihet ki gözlere karşı durur her sıfat ki akl anı nişan virür her ne vech ile bakarsan bir heman cümle ol yegane dilber mihriban var var i gönül arif isen biusul olma teslimliği tut aşıkisen sen fuzul olma koma elüni cehd ile dilber eteginden çün ışk sana yar oldı gönül hiç melul olma dünya ahiret ışkile vücuda gelüpdür ışkdur alemün maksudı sen kim akıl olma aşıklara halk kaidedür da'na ururlar sen aşıkisen naşi sözinden hacil olma hak it yüzüni ışkı bilenün ayağına ışkı tanımaz naşi katında sebil olma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün her ne vech ile bakarsan bir heman cümle ol yegane dilber mihriban bu sözi dinle bilürsen kuş dilin cismi tarh eyle bilesün can ilin suya gark olup susuz olmak aceb gözün aç bak kim açıkdur cümle bab her neye baksan heman ol mihriban ol nura mevcud olupdur dü cihan cümle ol hümadur anun sayesi yirde gökde cümlenün sermayesi yir ü gök ü levh ü kalem bahr ü berr orta yirde cümle varlık hemkenar dü cihan her ne ki vardur kafbekaf bir güher içinde cümle bir sadef cümlesi birlikde şöyle yegane cümle bir kuşdur önünde bir dane cümle bir meclis önünde bir çerag gayrı ne vardur arada cümle hak cümlesi şöyle safidür can bigi cümle katreler heman umman bigi arada gayrı diyecek nesne yok cümle bir evdür içinde bir konuk gel gel i gönül ışkıla işüm temiz oldı perde aradan gitdi bu ışk yüze yüz oldı şek tutma ki sen ma'şuk ile vuslat olursın bu yolda sana çün gönül ışk kılaguz oldı gönlüm hemişe sufisıfat tesbih iderdi ışkı göreli ışkıla gör ne kutuz oldı candur bahası ışkı sen kadrin bilene sor bu ışk i gönül naşi katında ucuz oldı canumda bu ışk odı yanaldan halüme bak sulandı gözüm yaşiyle ağzum susuz kaldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün arada gayrı diyecek nesne yok cümle bir evdür içinde bir konuk cümle bir gül bir gülistandur alem birlige mu'tekıd oldı has u am cümle birlikden dem urdı ne ki var cümle şey' bir sadef oldı bir güher cümle dil bir oldı dirlik söyledi cümle birlikden hikayet eyledi birlik oldı cümle varlık iy hoca arada kalmadı gayrı zerrece her halün gitdi içinde müşkili cümle şey'in birlige söyler dili dahı hiç dolanmaz oldı afitab eşkere oldı açıldı cümle bab uyku gitdi cümle göz oldı bidar cümle yüz bir didar oldı bir nazar ara yirden gitdi her dürlü hicab dilberün yüzinden açıldı nikab kim gerekse görür oldı sultanı katre mahv itdi içinde ummanı pinhan oldı zerre içinde güneş şah ile gör ne iç oldı cümle taş var var i gönül ışk didügün derd ü beladur her kim ki çeker bu belayı ışka saladur gönlümi görün ar u namus yire bırakdı bu ışkıla uş tablı melameti çaladur düşdüm ayaga ışkıla gönül belasından zara ki benüm canuma bu ışk havaledür gönlüme bakın tesbih ü seccadeyi koydı şindi hevesi meyhane vü cam u piyaledür ışkdan yakamı cehd ile kim kurtarıbilsün ezelde bu ışk bana yazılmış ki kıbledür mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün pinhan oldı zerrem içinde güneş şah ile gör ne iç oldı cümle taş sırrı ene'lhak söyler her sadada mansur'un tek bir adı var ortada dünyada görinür oldı ahiret cümle bendeler azat oldı azat cümle dikenlerde bitdi taze gül cümle eşya birligi kıldı kabul her kamışda eşkere oldı şeker hasiyyetde nura döndi cümle nar canıla birlige batdı cümle ten iman ile bir vücud oldı güman nur u zulmet bir şey' oldı bir vücud ma'nide birlige batdı ka'be büd nura gark oldı bikülli dağ u taş cümle bir can bir ten oldı gizlü faş tevhid oldı her varakda yazılan gerçek oldı aradan gitdi yalan cümle hicran vuslata yetdi tamam şadilık erişdi gitdi gussa gam birlige yetişdi derman derd ile bir hasiyyet oldı germ ü serd ile gel gel i gönül ışkıla gözde hakir oldum her kim ki beni görse begenmez fakir oldum gerçi ki naşi kişi gözinde fakirem ben veli ki bu ışkı nurla bedri münir oldum halk nükte kılur bana bu gönül belasından halümi kime söyleyem ışka yesir oldum ışkıla gönül belası bagrum kebab eyler çarem ne gönül her hale şükür şakir oldum müdde'i sözi beni bu ışkdan cüda kılmaz bu ışkla aşinayı evvel ü ahir oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün birlige yetişdi derman derd ile bir hasiyyet oldı germ ü serd ile cümle alem eşkere gördi şahı cümle birlik söyledi mahtemahı nur erişdi aradan gitdi zulüm cümlesi bir nura döndi subh u şam cümle aşıklar beşaret kıldılar birlik evini imaret kıldılar süleyman oldı işinde her nemil birlik işaretin itdi her delil her vücuda ol padişahdur hakim külli oldur gayrı kim var gayrı kim aklum irdügi budur kim söylerem ışk denizinde yüzerem boylaram aklumı ışkıla hemdem eyledüm nefsümi sakındum ebsem eyledüm ol sebebden şirin oldı her sözüm kand ü şekeri kesad itdi tuzum gönlüm içinde bulındı cümle kan ol hikayetdür ki söyler bu lisan zerre içinde nihan oldı güneş bunda bulındı ne kim var gizlü faş var var i gönül derdüm içümde biter oldı bu ışk odıyla yandı cigerüm tüter oldı agyar müdde'i geldi bana ışk belasından bu halkı cihan sengi melamet atar oldı gerçek ki bu ışk sırrumı faş eyledi halka canumda veli dürr ü cevahir biter oldı ancak ki direm gönlüme ışkdan hazer eyle namusı kodı ışkıla gönül katar oldı gör gör halümi ışkıla gönül belasından her müdde'inün nüktesi cana yiter oldı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zerre içinde nihan oldı güneş bunda bulındı ne kim var gizlü faş gönlüm içinde bulındı ol kadim ol sebebden oldum ahı ben hakim zerre içinde bulındı cümle kan ol hikayetdür ki söyler bu lisan cümle varlıgun ben oldum defteri uşda bundadur hakikat gevheri cümle alemde ne kim var bendedür eyyam u devran ruzigar bendedür gönlüm içinde bulındı ol kadim ol sebebden oldum ahı ben hakim ayinesi benem cümle eşyanun varlıgı nakdi içinde her canun benüm ile ayan oldı külli hal beni söyler yirde gökde cümle kul bana secde kıldı gökdeki melek benüm içün gerdişe geldi felek benüm içün zeyn olupdur bu saray zahir ü batın ne kim var cümle cay aklı kül bende bulındı ışkıla cümle varlık gönlüm içinde bile uşda benem cümle varlıkdan murat benüm vücudumda mevcud her sıfat beni don idindi giydi ol hüda cümle şey'in nakdi benem ortada gel gel i gönül sırrunı her bednama virme sen akıl isen şadlığunı ki gama virme razunı sakın sen i gönül çıkma kanundan bu ışk sırrını bilmez olan ademe virme hak it yüzüni arif olanun ayağına puhtelere vir sırrunı zinhar hama virme dünya ahiret ya'ni ki bunlar ne dimekdür çün ışk sana yar oldı kamu aleme virme ışkıla senün razunı sen sakla özünde her bir özini bilmez olan serseme virme mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün beni don idindi giydi ol hüda cümle şey'in nakdi benem ortada cümle alemde benem maksud heman uş benem gönlüm içinde ol filan uşda ol yegane dilber bendedür cümle alemde ne kim var bendedür benem ol nihani sırrun defteri uşda bendedür o kanun gevheri talibe söyle ki gelsün uş benem ol benüm tenümde candur ben tenem bana gelsün bimar ki ben tabibem veli hiç kimsenem yokdur garibem yalınuz bir vücudum kimsenem yok şeriküm hem tamam atam anam yok dü cihanda heman benem ne kim var dahı hiç var mıdur kimsene deyyar heman ben tenhayem cümle alemde binişan ü bimekanem her makamda da'im özüm özüme seyr iderem kamu yollarca gelürem giderem kamu gönüller içinde nihanem vücudumdur nişan ben binişanem var var i gönül derd ile yandum timar eyle halüme benüm iy ahı bir kez nazar eyle her bir naşi bu ışkdan nükde taşını atdı billah i gönül bu cefayı muhtasar eyle ışkı göreli uşda dahı biter oldı bu nice ki direm sen gönül ışkdan hazer eyle var var i gönül meskeni ışk sende bulındı sen gafletile kılma özüni bidar eyle maksud heman ol sırrunı sakın bihaberden var sohbetüni ışkıla leyl ü nehar eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu gönüller içinde nihanem vücudumdur nişan ben binişanem benem mevcud kamu vücud içinde sebeb bahane ka'be put içinde ben ol sırrum ki alemde nihandur bana perde olan bu cism ü candur münezzehem kamu cism ü suretden müberrayem dahı her bir sıfatdan buna kaçan erişsün fikr ü tedbir yalunuzam dü cihanda birem bir farigam cümle eşyanun işinden süleymanem bilürem kuş dilinden nişanum binişandur kimse virmez benem can cümle cansuz hiç dem urmaz bu kamu eşya içinde benem can ol sebebden olupdur adem insan adum insan veli ben ol fülanem fülanem ya'ni ki ol mihribanem mahabbetüm doludur her gönülde ben özüm zikr iderem cümle dilde benüm ışkum hevasından bu ahbar da'im durmaz döner bu leyl ü nehar gel gel i gönül ışk erine leyl ü nehar yok yırtdı melamet cübbesini namus u ar yok bu ışk sırrını sakla gönül her bihaberden dünyada dahı ışk erine dahı tüccar yok gönlüme bakun tesbih ü seccadeyi koydı ışk oldı da'im fikrhamlara özge bazar yok ışkdur alemün varlığı maksud dü cihanda ışkdur keleci söyler isen dahı haber yok her kimse ki bu ışkıla bağrı kebab olmaz ol bir ağaca benzer i ki bar u semer yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün benüm ışkum hevasından bu ahbar da'im durmaz döner bu leyl ü nehar ay u güneş benüm sergerdanumdur kevakibler dutulmış sayvanumdur denizler mevc urur cuşa gelüpdür bulutlar su daşur saka olupdur yedi kat yir yüzin secdeye urdı bu ışkdan arş dahı kıyama durdı bu hevesden ki gönüller firişde bu cümle eşya her biri bir işde benem heman muradı cümle canun içinde tesbih iden her lisanun benem cümle dilün tesbih ü zikri benem her gönlün içindeki fikri kamu gönülde sır gözde nurem ben kamu eşya içinde mesturem ben benem evvel ahir cümleye maksud benem ma'deni sadef gevher ya'kut kamu eşya benüm ile diridür veli beni bilen binde biridür kamu alem içinde mevcudem ben sureti toprak su yel ü odam ben var var i gönül ışk dahı sana nigerandur ışkdur ki muradum zira ki canuma candur genci sa'adet ışkdur aşıka dü cihanda dahı ne dükan sermaye ne sud u ziyandur dünya ahiret ışk içün hergiz hisab olmaz aşıklara ışk biline can virmek asandur ışkıla canum gussa vü gamdan azad oldı gönlümde bu ışk meş'alesi nurı imandur her bir kişiye dünyada bir mertebe degül ışk senünile olsa gönül sana hemandur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem içinde mevcudem ben sureti toprak su yel ü odam ben benem tek bir müfrit dü cihanda sa'adet genciyem her bir viranda budur halüm kamusın söyledüm faş heman benem tura guftem tu hoş baş bu sözümden benüm sen melul olma safi altunsın karındaş pul olma heman ben dahı sen sen dahı benem sen ü ben cümle yeksan ben hemanem beri gel iy talib geç ko hayalden ta ki haberdar olasun bu halden safi kıl bakışun inkarı terk it heman sensün özün bil varı terk it umudun kes kamudan sen özünsin dahı kimsene yok sen kendözünsin bir özüne yören terk it hayali göresin kendözünde sen bu hali gemi n'itsin denize gark olana pulı arz eylemegil genc bulana güneş dogsa dahı meş'al gerekmez hal olıcak arada kal gerekmez gel gel i gönül derd ile derman yaraşur mı ışk olmayıcak insana insan yaraşur mı sen insan isen hayvan ile hemnişin olma hemnişin içün insana hayvan yaraşur mı gönlümde bu ışk bahri muhit mevci bu sözdür mevc olmasa bu deryaya umman yaraşur mı gönlüme bakun ışk odı nihan idinübdür andaki ışk dudı ola pinhan yaraşur mı benüm bu viran gönlüme ışk genci kadimdür genc olmasa bu virana viran yaraşur mı mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün güneş dogsa dahı meş'al gerekmez hal olıcak arada kal gerekmez taşı n'itsin ol ki buldı gevheri sogan yanında komaz ol şekkeri o kim sultan ile hemnişin oldı nedür feraşı çün sultanı buldı ne mevci var gölün deniz katında nadan ne söyler akıl sohbetinde bir meclisdeki saki ola sultan arifler mest ü sarhoş ola yeksan hakim oldugı yirde bimar olmaz arif katında söz derdi ser olmaz o kim puhte ola işin ham itmez zag ile bülbüli ol hemdem itmez belinlemez sagır bil ki duhulden farigdür biusul her bir usulden özün bilmek aslı cümle alemün hacaletdür kemali kan u zulmün anun ki kendözünden var haberi sogana virmez ol gülbeşekeri var var i gönül baş ko bu sultan nazarında derdün var ise söyle bu derman bazarında ışk etegini tut ki bu heman ola maksud hayvanlığı ko gel gönül insan nazarında sen ışkı koma cümle cihandan elüni çek maksud heman ışk ola gönül can nazarında ışk bahrı muhit cümle alem katreye benzer katre ne ola deryayı umman nazarında viran vücudum ışkile genci ebed oldı gel gel i gönül genci gör viran nazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün anun ki kendözünden var haberi sogana virmez ol gülbeşekeri haberdar olmayan kendi halinden özi melul olur öz amelünden cahiller sohbetinde pas alur dil arifler haline sunmaya müşkil sakın vahdetüni her bir fuzuldan ana de ki aşıkdur can u dilden müslümanlık halin tersaya sorma yüregi yanana duz em buyurma iman ehli isen baglanma zünnar deniz içinde hiç tutmaya murdar taş atana başunı karşu tutma nasihatdür işin anı unutma yolı bilenile var olma gümrah ta kim yüz görse de gönlündeki şah beri gel sahrada hiç yire gezme gözin aç yolı gözle yoldan azma nice bir gezersin düz ü yabanda bu genci bulmayasın bu viranda duru gel bir gözün aç eyle tedbir öndedür bu genci eyleme taksir gel gel i gönül ışk denizi taşdı gönülde dürr ü cevahir oldı bakun mevci bu dilde sen aşık isen öz halüni ışkıla hoş gör ne maslahatun var i gönül bu kal ü kilde teslimliği tut yüzin ışkıla türab eyle mekan mı tutar ışk i gönül değme fodulda ışkun nişanı kimde ise saki olur ol bu ışkı gönül sorma ki olmaz her bahilde her aklı nakıs noksan ola ışkı ne bilsün ışkun mekanın ister isen aklı kamilde mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün durı gel bir gözün aç eyle tedbir öndedür bu genci eyleme taksir bu genci iste sırrun sende nihandur bu ne kibr ü medih ne ayn u andur bu genci iste kurtul bu rencden ta ki behre tutasun bu gencden zünnaran ki evinde dolu varlık derledügi da'im neccari dirlik özin bilmez bilene dahı sormaz ayandur genc veli ki gözi görmez gözine yad hayal perde olupdur özi bu perde ardunda kalupdur önde dolu bu genc sen şöyle yohsul dur ahı nasihat eyle gör kabul sureti insan özi hayvan olmak ma'nasuz hiç yire sergerdan olmak haşa insanı kamilden bu kemlik meger hayvan sıfat ola bu hamlık bu ne dimekdür insanı kamilden sorun ki size diye bu delilden zira insan kadim ü layezaldür ol insan ki anun aklı kemaldür var var i gönül ışkıla bir dem niyaz eyle efsane sözi kes ahı yiter diraz eyle her bir müdde'i güldi bana ışk belasından ko ahı gönül sen dahı yiter ki baz eyle aşıklara bu ışk içün gülmek ayıb olmaz fikri ko gönül gel berü endişe az eyle ene'lhak urup mansur var meydan içinde çağır i gönül ışkıla bir seragaz eyle ışk içine hiç sığmaya hiç ucb u tekebbür kalenderi var ışkıla tonun pelas eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün zira insan kadim ü layezaldür ol insan ki anun aklı kemaldür zira insan donında çok suret var heman hayvandur özinün adı var adem suretlü vahşiler öküşdür adem olan özüni bilse hoşdur zira maksud ademdür dü cihandan adem oldı nişan ol binişandan adem diniyle geldi bunda ol şah ademde oldur ahı bile hemrah adem anun nikabıdur nikabı ademe sor ne dimekdür bu babı adem bu don adıdur ya müfessir bu donı giyen oldur bari takdir dahı bu söze hiç eyleme inkar heman oldur bu ademde ne ki var veli farkı var ademden ademün adem'dür aslı fer'i her kelamun adem vardur ki heman bir suretdür sureti adem özi hayvansıfatdur adem var ki anun her bir kılıncı ahiret varlıgıdur dünya genci gel gel i gönül çağır ayıt ki şahı buldum ol benüm ile bile gelen hemrahı buldum sende biledür hakk i gönül söyle utanma ayet ki gönül bendeyimiş allah'ı buldum ışk beni eger oda yakarsa gelesim yok bu ışk nurıyla sırrı ezel ilahı buldum gör gör tali'üm ışkıla gönlüm ferah oldı sevindi canum şadi kılur ferahı buldum bahtum çerağı yandı yine ışkı meyinde gümrah oluban güzer idüp ıragı buldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem var ki anun her bir kılıncı ahiret varlıgıdur dünya genci adem var ki yüzün görmek sevabdur adem var ki heman dive hesabdur adem vardur ki anun külli hali hak iledür anun fikr ü hayali adem var ki yüzi bir pula degmez adem var ki bahası can ola az adem var ki heman nakşi divardur veli müfsid işlere de denidür adem var ki işinde müşkili yok veli şöyle sanasun ki dili yok adem var ki bilmedi başın ayagın adem var ki tokuz itdi yaragın adem var ki hak'la vuslatda olmış adem var ki yolında bu mat olmış adem var ki sözi canda yir eyler adem var ki canından bizar eyler adem var ki da'im menzil içinde adem var ki kaldı gülün içinde adem var ki hak'la vuslatı hemdem adem var kendü işinde henuz ham var var i gönül ışk okın yire koma atma yad endişeler bari gönül derdüme katma bir lahza zahidzühd ü ta'at bir dem aşıksın koy ahı zerrak u saluslıgı bana satma aşıklara halk ışk içün gülmek ayıb olmaz hoş var i gönül ışkıla bu fikre hiç batma var var i gönül aşıkisen ışk eteğin tut aklı uyudup gafletile nefsi uyartma senün muradun ışk ise ışkı koma elden eyle gönül efsane ki sözleri uzatma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem var ki hak'la vuslatı hemdem adem var kendü işinde henüz ham adem vardur da'im sözi yalandur adem var ki nefsi canlara candur adem var ki anun her bir haberi yine gaflete bıragur bidarı adem var kendü işinde süvardur adem vardur ki hayvandan beterdür adem var ki yol içinde yegane adem var aşinalardan bigane adem var söylese tahsin iderler adem var söyleyicek dınma dirler adem var sohbeti candan azizdür adem var ki işinde bitemizdür adem var her işe sahibnazardur adem var ki özinden bihaberdür adem var göresün aynı kemaldür adem var kendü işinde melaldür adem var sohbeti rahatı candur adem vardur ki güli beyabandur adem vardur adem içinde elhak kamu alem ana can ile müştak gel gel i gönül ışk belasına sabır eyle her ne ki gele yoluna ışkdan şükür eyle ışka dolaşan halk ile başa varubilmez ko halk sözini ışkıla bir dem huzur eyle eğer dilerisen ma'şukla vuslata irmek ışka mürid ol ışkı sen özüne pir eyle gel gel i gönül aşıkisen can ü gönülden ışka kuvvet ol bu yolda nefsün hakir eyle ışk gelse başa çünki gönül idimezsin koy ahı gönül bari bu sözi ahir eyle mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün adem vardur adem içinde elhak kamu alem ona can ile müştak adem disen suretde cümle adem veli kimisi puhtedur kimi ham kimi hayvan bigi nefsine kalmış kimi da'im bu ışk fikrine dalmış budur uş adem içinde geçen hal bu resme düzülüpdür cümle pergal kamu alem ta'accübdür bu halde akıller mat olupdur bu hayalde bu sırra irebilmez aklı tedbir mat olmışdur eger civan eger pir kamu eşya bu halde hayran olmış da'im döner felek sergerdan olmış alem bu deryada gark oldı külli bir nişan virebilmedi bikülli kamu alem adem katunda matdur adem de bilmedi ne hikayetdür cana sorarsan ki can dahı bilmez içinde genci viran dahı bilmez ne can bildi bunu ki ten nedendür heman ten dahı cana hem canandur var var i gönül ol canı yeganeyi buldum bahra daluban gevheri dürdaneyi buldum bahtum çerağı yandı bu ışkun safasında gönlümde nagah dilberi cananeyi buldum gönlümde bu ışk sa'adeti genci ezeldür genc ile dolu gör ki ne viraneyi buldum ol sır ki canum sevdi anun nişanı buldum şükür ki gönül bari bu nişaneyi buldum didüm ki gönül ışkıla sen bednam olursın uslandı gönül çünki bu bahaneyi buldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün ne can bildi bunı ki ten nedendür heman ten dahı cana hem canandur bu aceb hikmetün yokdur payanı aklı irmez binişandur nişanı ne kimse bildi nedür ibtidasın ne nişan virdi akıl intihasın ki her kim geldiyse bu milk ü cayı heman şöyle görüpdür bu sarayı haberdar olmadı kimse bu halden ya bu halün nedür aslı ezelden ahiri n'olıcakdur kimse bilmez gerek çok fikr eylesün akıl ger az heman bu ay ü gün dogrı dolanur gice irte bu nişandan bilinür bu hisabı dahı iden ademdür ademiden özgenün aklı kemdür çü adem bu hal içinde nadandur pes hayvan ne bile ki bu nedendür alem yeksan olupdur bu hayalde dirimiz kaldı cevab u su'alde bu hal içinde mahv oldı ne kim var bu ne sırdur bunı bilmedi deyyar gel gel i gönül ışk sadefinde güher oldum muhtasar iken gör ki nice mu'teber oldum uyumış idüm gaflet içinde haberüm yok ışk geldi nagah gör ki asa bidar oldum ışk oldı nasibi sa'adeti çü yar kıldı bihüner idüm gör nice ehli hüner oldum ar u namusı yok idi halk serzeniş eyler ışk geldi başa çünki ne dini naçar oldum kış güni gibi ölmişidüm gaflet elinden ışkı göreli sanasın evvel bahar oldum mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu hal içinde mahv oldı ne kim var bu ne sırdur bunı bilmedi deyyar bu bahrin ne dibi var ne kenarı ne hisabdur ki bilinmez şümarı ne evveldür aceb hiç ahir olmaz ne ahirdür ki hergiz gayrı olmaz ne hümadur alem dolmış sayesi ne haznedür kamunun sermayesi ne suretdür bu ki canı görinmez namı var veli nişanı görinmez bu ne gündür ki hiç irmez zevale bu ne sultan ne kal'adur bu kal'a bu ne cism ü suretdür canı kanda bu ne mülkdür bunun sultanı kanda bu ne kandur ne sadefdür ne gevher bu ne varlık ne divandur ne defter bu ne sırdur ki güneşden ayandur bu ne ayan ki görinmez nihandur bu ne derya ki alem gark olupdur bu ne gark ki alemde fark olupdur bu ne dildür ki tesbihün yanılmaz bu ne haldür bunı kimsene bilmez var var i gönül ışkıla sabr u aramun yok ışk oldı çü dünyada ki hiç dahı gamun yok her kişiye bir iş ucı degdi bu cihanda sen ışkı koma dahı hiç özge makamun yok gerçi bu gönül ışka ki tevbe kılayın dir bivefalığun var gönül senün in'amun yok sen ışkıla bir olalı ben ayağa düşdüm cevr ile beni yakma çü lutfun keremün yok bu tesbihile seccadeyi bir yana koydun ışk oldı sözün dahı hiç özge kelamun yok mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne dildür ki tesbihün yanılmaz bu ne haldür bunı kimsene bilmez bu ne vuslat aceb hicrana benzer bu ne hicran ki vaslı cana benzer bu ne can u dilaramdur gönülde bu ne gulguladur ki cümle dilde aceb derd ki buna derman bulınmaz aceb derman ki derdden fark olınmaz aceb hikmet aceb saki aceb mül aceb bagdur aceb gülşen aceb gül aceb zerre ki güneşden bahtludur aceb güneş ki zerrede doludur aceb sayvan ki bu bunda tutılmış aceb derya ki yire göke dolmış aceb leşker ki hiç yokdur şumarı aceb şah akla sıgışmaz haberi aceb şahbaz bu canı şikar eyler aceb nazar ki bu yogı var eyler aceb yüz ki görenler hayran olmış aceb can ki ten ile yeksan olmış aceb zerre ki güneşden seçilmez aceb keşti ki deryada seçilmez gel gel i gönül iki cihan ışkıla hoşdur sermayedükan rahatı can ışkıla hoşdur maksud buyısa dünyada nişan koyasın sen aşıklara bu nam ü nişan ışkıla hoşdur var var i gönül ışkı koma geç bu hayalden bir anlayu bak cümle mekan ışkıla hoşdur ar u namusı ko berü gel yar işigine yar dahı gönül yine heman ışkıla hoşdur tersada dahı ışk olıcak küfri belürmez müslümanda din ü iman ışkıla hoşdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün aceb zerre ki güneşden seçilmez aceb keşti ki deryada seçilmez neye baksan başına bir kitabdur kamu eşya aca'ibü'lacebdür kamu varlık ulaştı muttasıldur kamu şey' biribirine delildür kamu varlık bir vücud bir can olmış kamu birlik içinde yeksan olmış neye baksan kamu yüzdür kafa yok kamusı bavefadur bivefa yok kamu seda göresin hakk'ı söyler kamu dil sırrı ene'lhakk'ı söyler kamusı şah ile vuslatı hemdem kamu tamamdur arada ne var kim kamu varlık hayatı cavidandur kamusı birlik içinde hemandur kamu gözden hicab perde açıldı kamu şahı evinde gördi bildi şah ile vuslat oldı kamu hicran kamu birlige batdı derd ü derman kamu dikende bitdi güli ahmer karışdı birlik oldı gül ü şeker var var i gönül söyle bu ışkun nişanundan sen ışkıla gice ko bu kan u mekanundan gönlüm viranı ışkıla genci kadim oldı ayırma gönül sen ahı genci viranundan ışk eteğini tut ki senün maksudun ışkdur geç ko i gönül dünyanun sud u ziyanundan ışk sırrını sen bir naşiye eylemegil faş yigrek sakınur aşık olan ışkı canundan ışk küfri gönül yig ola her yüze ki baksan her bir zahidün ra'na bakışı imanundan mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu dikende bitdi güli ahmer karışdı birlik oldı gül ü şeker kamu varlık can oldı ten görinmez ikilikden eser nişan görinmez gicesüz irte oldı gitdi agşam kamu ham puhte oldı kalmadı ham kamu katre ki var ummana döndi kamu cism ü suretler cana döndi kamu alem içinde şah bir oldı kamu vücud ile hemrah bir oldı neye baksan heman aynı kemaldür kamu ferhunde tali' yahşı faldür kamu eşya irişdi buldı maksud kamuda bile mevcud oldı ma'bud hicab gitdi ayan oldı o dilber ne sadef kaldı pinhan ne bu gevher seraser cümle dikenler gül oldı kamu hacet kabul ü makbul oldı ya'kut u gevher oldı kamu taşlar sa'adet bahtı buldı cümle başlar kamu noksan irişdi pürkemale görindi hak bakasun her cemale gel gel i gönül ışkıla tenüm cana döndi katre vücudum gör ki nice ummana döndi terk itdi kamu efsane sözlerden azaddur bu ışk nurıla gönlüme bak sultana döndi sen ışkıla hoş kendü işünde firakdasın derd ile benüm cigerüm külli kana döndi her gice işüm subha değin ah u figandur gözümden akan yaş i gönül tufana döndi bu ışkıla sen vallah gönül imaret oldun veli ki benüm vücudum viraneye döndi mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu noksan erişdi pürkemale görindi hak bakasun bu cemale kamu eşya halas oldı hayalden kamu haberdar oldılar bu halden ayan oldı bu sır perde açıldı güneş görindi bulutdan seçildi kamu hayyü'lkayyum oldı ne kim var ne bagdad kaldı ne mansur ne hoddar ne dil kaldı ki ol diye ene'lhak ne sır kaldı arada dahı muglak kamu hal oldı hiç kalmadı müşkil çü birlikdür ne yol kaldı ne menzil güneş dogdı aradan gitdi zulmet görindi ol ezel nakkaşı üstat zahir batın kamu ruşen görindi ne kim var cümlesi yeksan görindi götürdi perdesin ten can yüzinden nikab gitdi nagah sultan görindi emin oldı alem çün ü çeradan hal erişdi bu kal gitdi aradan cihan başdan başa bir saray oldı içinde bahtı viran bir ay oldı var var i gönül nice nice avaresin sen ol senün ile gelmeye nice varasın sen sen bir iş içün tut ki senün fermanun olsun derviş kişisin ışkı nice başarasın sen var var igönül hiç bab ile sana in'am yok bir lahza zahid aşıkı sadı göresin sen her lahza gelüp ışkıla gönlüm tiraş itmek kasdun bu mı ki yüregüm külli yarasın sen öldür bari bu ışkıla hiç şefa'at etme başed ki beni bu beladan kurtarasın sen mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün cihan başdan başa bir saray oldı içinde baht u viran bir ay oldı bu şadilık aleme doldı yeksan ki bir katre içinde sıgdı umman beşaret oldı cümle ka'inatda ki hak oldı görinen her sıfatda ki bu sırra kamu eşya tanukdur hakikat külli hak'dan gayrı yokdur suret açıldı gitdi can yüzünden haber işitdi can canan sözünden birikdi cümle yol bir menzil oldı kamu şeyde ki haber bir dil oldı açıldı cümle göz ışk tutyasundan silindi kamu dil gaflet pasundan nagah can gözgü'sinden gitdi jengar görindi gönül içinde bu dilber cemalinden bu şah burka götürdi kamu gözler hicabsuz şahı gördi kamu gönül ferah oldı melalden kamu şey' emin oldı yad hayalden kamu alem dahil oldı ademe adem oldı mir'at cümle aleme gel gel i gönül ışkıla hiç müdara yokdur bu ışkdan olan derde gönül hiç çare yokdur ar u namusı koyuban ışka yesir olmış dünyada gönül sencileyin avare yokdur bu ışk denizi alemi gark eyledi yeksan bir bab ile bu denize bir kenar ki yokdur geç kamudan ışk etegini tut ki hemandur hiç dahı gönül arada çun ü çira yokdur revnakı cihan hüsn ile aşıklara ışkdur heman dahı bu arada ak u kara yokdur mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem dahil oldı ademe adem oldı mir'at cümle aleme adem donıyla geldi bunda sultan adem eşkere oldı özi pinhan kamu gelüp giden gerdiş anundur adem bahane oldı iş anundur o'dur zahir batın adem içinde adem camdur mey oldur cam içinde beri gel iy talib geç endişeden ta ki sen de bilesin bu pişeden ruşen sana bu haller göstere bir yüz ne güneş kala pinhani ne yılduz ne kim vardur kamu alem içinde ayan ola sana bir dem içinde bilesin aslını kim ki nedendür bu ne aklı kifayet ne can tendür ne gülşendür biten bu bag içinde ne sudur bu dolu bardak içinde bu ne handur ne mihmandur bu ne ev bu ne kavga bu ne avcı bu ne av bu ne derya alem mevcinde yeksan güneşden ayan olmış bu ne pinhan var var i gönül ışkı gör vahdet çemeninde genc oldı bu ışk dopdolu gönlüm viranında ışk oldı sözi gönlüme bak dahı haber yok özge keleci kalmadı hergiz lisanında ışk oldı pişe gönlümün dahı pişesi yok bu ışk yazılur da'ima gönlüm divanında bu ışkı diler gönlümi gör maksudı ışkdur dahı haceti kalmadı kan u mekanında mecnun kıssası kanumda efsaneye döndi halince aşık oldı o dahı zemanında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne derya alem mevcinde yeksan güneşden ayan olmış bu ne pinhan bu ne derya ki hiç yokdur payanı bu ne kandur ki belürmez mekanı bu ne yoldur ki bu hergiz belürmez bu ne sa'at gece gündüz belürmez bu ne sultan ki leşkerden farigdür bu ne meydür ki humardan farigdür bu ne sahra ki gelen didi heyhat bu ne handur bu ne sofra ne ni'met bu ne candur ki gerdişden münezzeh bu ne güneş bu ne yılduz bu ne mah bu ne mülkdür ki hergiz viran olmaz bu ne vücud buna kimse can olmaz bu ne nakş u hayaldür her sıfatda bu ne hüsni cemaldür her suretde bu ne çeşme suyı abı hayatdur bu ne telhdür tadı kandı nebatdur bu ne sözdür bunı söyler kamu dil bu ne hal ki buna sıgmadı müşkil bu ne seda ki cümle şey' işitdi bu ne hikmet kamu gönülde bitdi gel gel i gönül ışka sen tüccar gibi bakma yar ol i gönül ışka sen agyar gibi bakma sadık olanun kıblesi ışkdur dü cihanda ışka var ise ikrarun inkar gibi bakma bu ışk sözini can ile yaz gönlün içinde bu deftere sen evrakı ebter gibi bakma ışk cefasına her kişi sabr eyleyübilmez bu ışk işine gözün aç harkeş gibi bakma ışkı hakikat fark ola bu ışkı mecazdan sen ki toplanma nafeye anber gibi bakma mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün bu ne seda ki cümle şey' işitdi bu ne hikmet kamu gönülde bitdi bu ne varlık ki yoklukdan azaddur aceb haldür aca'ib hikayetdür bu ne satır yazılmış her varakda bu ne nurdur görinür her şafakda bu ne güneş kamu zerreye dolmış bu ne zerre güneşden ruşen olmış bu ne yüzdür mat oldı gülsitanlar aceb genc ki doludur her viranlar aceb yel ki kamu şey'de nefesdür aceb su ki hüccatı am u hasdur aceb toprak ki cevherdür seraser aceb od ki mat oldı güli gülzar aceb can ki kamu canlara candur aceb ten ki hayatı cavidandur aceb haceti kabul her sücudda aceb varlık dolu ka'bede putda aceb akıl ki hiç işin yanılmaz aceb gönül ki sırrın kimse bilmez aceb defter ki okur her hanende aceb binişan olmış her nişanda var var i gönül ışkıla varlık ayan oldı ışkı hakikat gönlümün içinde kan oldı bir yana bu halk bana güler ışk belasından bir yana bu ışk okına canum nişan oldı genc oldı bu ışk dolu bu can hazinesinden veli ki gönül vücudum külli viran oldı ben zahid idüm zühdümi bu ışk yile virdi dilümde bu kez ışk haberi tercüman oldı arsuz diye bu yahşı yaman ta'ne ururlar uslangıl iy ahı gönül şindi evran oldı mesnevi aceb defter ki okur her hanende aceb binişan olmış her nişanda aceb ma'den ki bunda can biter can aceb can ki budur alemde yeksan aceb ışk ki kamu şey' hayran olmış aceb sır ki alem sergerdan olmış aceb gevher bahasın kimse bilmez aceb üstad ki hiç işin yanılmaz aceb haber bu neye işaretdür aceb mülkdür aca'ib imaretdür aceb karhane ki üstad görinmez aceb aşina hiç yadı görinmez aceb gerdişi devran gice gündüz aceb vücud aceb kafa aceb yüz aceb hikmet aceb ilm ü aceb bab aceb düşdür aceb çeşm ü aceb hab aceb ayan ki hergiz pinhan olmaz aceb vuslatımış ki hicran olmaz aceb gül ki da'im solmaz tazedür aceb pergal aca'ib endazedür aceb haber aceb nefes aceb dem aceb derddür aceb hakim aceb dam gel gel igönül bana dahı derdi ser itme ayağa salup sen beni derdi gubar itme ışkdur alemün maksudı sen ışk etegin tut ko ar u namusı ko gönül gel berdar itme nice nice bu cevr ü cefa ışk sebebinden sen beni gönül ahı canumdan bizar itme aşıklara halk ışkiçün i gülmek ayb olmaz efsaneyi ko sen i gönül sözi fişar itme ışk gerek ise aklı dahı ışkla yar eyle aklı uyudup cehlile nefsi bidar itme mesnevi aceb haber aceb nefes aceb dem aceb derddür aceb hakim aceb dam bu aceb ki mat oldı aklı tedbir nişan kimseye virmedi aceb sır ne kimse bildi kim bu can ne candur bu ne hace ne sermaye dükandur her kim gördiyse didi kim aceb hal aceb tali' aceb kısmet aceb fal görenler dedi ki heman acebdür veli hiç kimse bilmedi ne babdur her kim geldi bu karhaneyi gördi heman anı didi ki aklı irdi ol ki bilmez nedür iy kendü canun bu hikmetün nice virsin nişanun kamu alem bu hal içinde kaldı bilmedi nice ki bu fikre daldı bu yirün hu ucuna kimse yetmez yirden çagırsa gökdeki işitmez kamu şey' kendi halinde giriftar adem dahı hemandur şöyle kim var ne hayvanun buna aklı irişdi ne adem bu aceb perdeyi geçdi var var i gönül sun bana ışkun şarabından başed ki canum uyana bu gaflet habından bu ayruya ta'at zerk ü saluslıg hiçmiş hiç haber vir ahı bize gönül ışk kitabından bir ışkı bilür kimse getür bana cihanda tutiya çekün gözüme payı türabından bu ışk odına yandı vücudum küle döndi her bir bihaber geldi bana ışk sebebinden gel varunı ışk yolına ko dermiyan eyle var var i gönül gel ko bu dünya hisabından mesnevi ne hayvanun buna aklı erişdi ne adem bu aceb perdeyi geçdi akıllar hayran oldı bu şumardan alem gark oldı bu sayd u şikardan daniş ehli özin kıldı feramuş sır saldı zira güller oldı hamuş bu meydanda selatinler kodı baş bilinmez bu ne sırdur ki bu ne faş bu ne altı cihet dört anasırdur ortasında görinen sır ne sırdur bu ne candur ki söyler her vücudda heman maksud budur ka'be vü putda kamu alem bu can ile diridür budur hüma alem bal ü peridür evvel ahir can olan can bu candur bu gevherdür bu ma'dendür bu kandur bu şahdur cümle alemde heman şah budur her kişiyle hemrazı hemrah budur her başda sevdayı serencam budur her gönüle ki keşfi ilham budur insana keşf olan keramet budur insan gözin kıldugı halvet gel gel i gönül ışk etegin tut ki hemandur ışksuz kişinün anla ki işi nice nandur ışkıla bakan gözde gönül perde hicab yok sırrı dü cihan bir nazar içinde ayandur külli bu cihan sevdasını kodı elinden gönlüme bakın fikr ü hayali lamekandur ışkdur alemün maksudı naşi bigi bakma ışk olsa sana hemdem ü hemrah ne ziyandur dürr ü cevahir oldı kelecüm lisanumda gönlümde bu ışk fikri zira ma'deni kandur mesnevi budur insana keşf olan keramet budur insan gözin kıldugı halvet budur varlık heman insan içinde ne insan cümle cism ü can içinde alem bu nura mevcuddur seraser bu defterden yazıldı cümle defter bu vahdetden hasıl oldı bu salat bu hikmetden bitüpdür cümle hikmet kamu katre bu deryadan olupdur bu derya cümle katreye dolupdur bunun şemmesidür cümle bu yılduz bu hüsn ile yazan budur kamu yüz bu nurdan oldı bahtı cümle gözler bu sırrı beyan itmez cümle sözler bu sultandur kamu alemde sultan bunun katresidür deryayı umman budur sermayesi cümle alemün zahıir ü batın cümle has ü am'un budur heman alem içinde ma'bud budur ehli niyaz kıldugı maksud neye baksan heman nurı ilahi seraser cümle varlık mahkemali var var i gönül ışk belası beni eritdi her naşinün nüktesi ta bu canuma yetdi faş oldı razum ışkıla benzüm sarusından feryad u ahum halkı cihan külli işitdi gice uyuman gündüzin işden avareyem halk duydı sırum ar ü namusum yile gitdi yardan vefa yok ışk işine müdara bilmen bu cefa benüm külli vücudumı kurutdı pend ü nasihat virme bana key tutabilmen canumdaki ışk hasılı çün kaynadı bitdi mesnevi neye baksan heman nurı ilahi seraser cümle varlık mahkemali alem bu nur içinde mahvolupdur güneşde zerrede bu nur dolupdur hakikat fark olupdur hak batıldan can ü dil emin oldı ab u gilden talib matluba irişdi bir oldı talib matlub ikisi bir sır oldı kafa yüz oldı yüzden yüz görindi bakasun her yüze yüz yüz görindi görindi eşkere bu genci esrar ayan görindi bu eşya mur ü mar dahı ne kaldı arada nihani ayan görindi bu kez ol fülani bakasun cümle eşya pürnur oldı kamu varlık musa'ya bir tur oldı görindi şah aradan gitdi perde safalıkdur tabib bulındı derde kamu birlikde bir ile yegane çü birlikdür dahı ne var bigane cihan başdan başa buldı sa'adet biliş oldı arada kalmadı yad gel gel igönül bu nam u nişanı ki terk it baykuş gibi gel kalma bu viranı ki terk it zühd ü salusa kalma ki riyayi ameldür sıdkun safa kıl hayal ü efsaneyi terk it bir lahza zahid bir dem aşıksadpare olma koy ahı gönül bari bu bahaneyi terk it ışk gerekise kibri başundan aşağı ko yüzüni suret zinet ü zemanı ki terk it her bir bigane geldi bana ışk belasından aşinasın ışkıla biganeyi ki terk it mesnevi cihan başdan başa buldı sa'adet biliş oldı arada kalmadı yad hicab gitdi heman ten canı gördi kamu ulu kiçi sultanı gördi beşaret oldı cümle ka'inatda ki zat eşkere oldı her sıfatda görindi hak hicab gitdi aradan vahid oldı yaradılmış yaradan dahı zann ü güman kalmadı gitdi zahir ü batın kamu birlige batdı seraser birlik oldı vaslı hicran zahir ü batın birikdi kul sultan güman ehli dürüst kıldı yakini yakin ehli hak'un oldı emini bakasın kamil oldı her kemine yakin ehli dahı geldi yakine kamil oldı hakikat cümle noksan açıla her dikende güli handan kamu şey söyledi bu kuş dilini kamu hall eyledi öz müşkilini kamu alem heman bir suret oldı hayyu'lkayyum içinde hak zat oldı var var i gönül yüz yire ko can nazarında hikmet haberin söyleye lokman nazarında söyle sözüni şöyle ki canlar bidar olsun efsane sözi söyleme sultan nazarında namus şişesin ur taşa gel ışk etegin tut derdüne çare iste bu derman nazarında sor müşkilini ışkıla hall ide aşıklar yüzün yire ko bir kamil insan nazarında ışka mürid ol bağla bilün bilüni gözle sakla evüni sahibi erkan nazarında mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün kamu alem heman bir suret oldı hayyü'lkayyum içinde bir zat oldı ey salik kulak ur bir dem sözüme anı direm ki görindi gözüme ol haberdür kim didügüm can bilür cümlenün sırrunı bu sultan bilür bulduğum ol hazinedür kim anun varlıgı anda dolupdur sultanun ol şahı direm ki oldur padişah külli anun pertevidür kuhı kah cümle alem andan oldı perveriş zahir ü batın anundur cümle iş ol kerimdür cümlenün razın bilen cümle dili anlayup sözin bilen bezeyen cümle cemali hüsn ile reng ü buyı ol virüpdür her güle cümle şey'de deprenür cümbiş kılan cümle burca seyr idüp gerdiş kılan zerrede güneş güneşde nur olan isa'ya mu'cize musa'ya tur olan yusuf'un hüsni yunus'un ikrarı mustafa'nun nurı şirin güftarı mefailümefailüfeulün gel gel i gönül sıdkıla sen ışk etegin tut ta ki ışkı hasıl ide ışkıla ma'bud ışkdur aşıkı ma'şuk ile vuslata ilten ışkı didiler bari gönül makamı mahmud ışk kullıgına sıdk ile dur ahdi çın eyle ışka kul olan kimse gönül olmaya merdud özini arıt ışkıla gaflet gubarından ta kim bulasın sen i gönül tali'i mes'ud ışkdur alemün maksudı heman dü cihanda ışkıla kaim oldı gönül ka'be eger pud mesnevi fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün yusuf'un hüsni yunus'un ikrarı mustafa'nun nurı şirin güftarı yakin ehlinün safası vuslatı uzlet ehlinün saburı vahdeti ehli takvanun ümidi maksudı cümle eşyanun sani'i ma'budı cümle eşyanun odur nakdi heman padişah oldur ebedi cavidan cümlenün haline vakıf oldurur insanun zatında şeref oldurur cümle can içinde oldur bahane anun ile pür olupdur her hane heman oldur cümle kafanun yüzi cümlenün bahtı tali'i yılduzı cümlenün zatı sıfatı gerdişi cümlenün varlıgı canı cümbişi evvel ü ahir heman oldur kadim cümle mülkde ol hakimdür ol hakim kaygusuz abdal'un fikr ü hayali zatı sıfatı yemini şimali külli ol şahı kadimdür pes heman ol sebebden buldı ömri cavidan var var igönül her dü cihandan güzar eyle ışkıla heman özün maksudı didar eyle ışkdur sa'adet cümle başa devleti ikbal var sen i gönül canunı ışka nisar eyle sen dilerisen ma'şuk ile vuslata irmek var ışk etegin tut sözi yeter fişar eyle ne akla muhib ne ışka külli yar olursın gör ma'şuka bak ki da'vanda ol karar eyle zahir ü batın cümle sıfat kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni yetir şümar eyle kıt'a fa'ilatünfa'ilün zahir ü batın cümleye sıfatı kaygusuz abdal şahdur hakikat özüni ki yetir şümar eyle v'allahu'lalem bi'ssavab üç bin yedi yüz beytdür gülistan resulun ruhuna yüz bin salat u selam veresun tiz şefeatini umalım heralem biz bu dörtlüğün müstensih tarafından eklendiği kanaatindeyim. mesnevii baba kaygusuz mesnevii evvel mesnevii evvel b ilahi alimi sırrı hafiyyat senün sırrunda akıller olur mat bu cümle iş içinde sen hazırsın nazirun yok alemde binazirsin bilürsin her kulun nedür muradı dahı her bir hali vakti sa'ati bu cümle eşyaya mevcud olansın bu mevcud olana vücud olansın dolusın yirde gökde her mekanda binişan sır olursın her nişanda şol ay yüzlerdeki çeşmi siyahsın hace sensin dahı her bir meta'sın kamu gönüller içinde çıraksın yahıne yahın ıraga ıraksın kadirsin her bir işde kudretün var kerimsin am u hasa rahmetün var münezzeh padişahsın ferd ü yekta bu kullar ortasındadur bu gavga geh olur alimü'lesrar olursın gehi ahmed gehi haydar olursın gehi adem gehi şid ü gah eyyub gehi musa olursın gah şu'ayub gehi yahya gehi idris olursın gehi ya'kub gehi circis olursın geh odı halil'e gülşen idersin geh özün zerrede pinhan idersin gehi yunus ile batnı semekde gehi asel olursın her petekde gehi yusuf ile mısır'da sultan gehi firavn ile musa'ya düşman gehi hızr u gehi ilyas olursın gehi mahmud gehi ayas olursın gehi nuh ile keştide selamet gehi münkir ile bile melamet gehi koç ile ismail'e kurban gehi emre muti kim hükme ferman geh olur hud ile uzlet idersin geh olur ki anı da mat idersin gehi mansur ile berdar olursın gehi dana ile defter olursın gehi geyik gehi nafe gehi müşg gehi aşık gehi ma'şuk gehi ışk gehi kamış gehi şekker olursın gehi sadef gehi gevher olursın geh olursın bu işlerden müberra gehi güneş olursın gahi zerre gehi musa ile sohbeti hemdem gehi isa gehi mesihi meryem gehi kayser gehi fagfurı çinsin ki olur yahından da yahınsın gehi davud olursın gah süleyman gehi husrev gehi sam u neriman gehi cimcime geh adli nuşirvan gehi behram gehi rüstemi destan gehi gani gehi fakir olursın geh olur sırr içinde sırr olursın kamu nişan içinde binişan sen dahı kim var heman sensin heman sen kamu ayyarlarun üstadı sensin bu cümle hikmetün bünyadı sensin yaraddun yidi kat yiri mutabbak tokuz eyvan ki döndürür mu'allak on iki burç yidi yılduz ki vardur bu çar fasl ü gice gündüz ki vardur dahı bu dört anasır ki bedendür bu altı cihet oldugı nedendür dahı ferşi öküz balıgı derya ol on sekiz bin alem tag beriyya dahı kürsi vü kalem levhi mahfuz akarsular bunarlar yidi deniz sıratü'lmüstakim yevmü'lkıyamet soru hisab bu cümle bahri hikmet dahı bu yidi tamu sekiz uçmak şah u ferz ü fil ü ferzendi beydak sidretü'lmünteha vü arşi mecid zebur u incil ü furkan u tevrit dahı her bir felekde ki melek var tamam yirlü yirince ne gerek var dahı bu yidi gökdeki sitare bular hükmün ile dün gün avare bu cümle evliya enbiya mürsel dahı bu sa'adet devlet ü ikbal dahı her şuara cihana geldi akıl irdügini lisana geldi dahı her abid ü zahid ki vardır bu cümle şeyh ü hem mürid ki vardır dahı tahte'ssera tabe süreyya yaratulmış bu cümle dürlü eşya bu hikmetde bikülli oldılar mat didiler ki ahir heyhat heyhat sıfatun söylemekte oldılar lal bilimezler ne hikmetdür ne pergal akıllar irdi canlar yolda kaldı da'va kılanlarun fikri azaldı bu hikmetde ne küstah ya ne müştak bu denizde ne keşti ya ne zevrak veli nebi bu yolda hayran oldı kalan mahluk kıyas it kanda kaldı gök ehlidür ki yirde ola ol şah yir ehlidür ki gökde togar ol mah kamu eşya biri birinden ister biri bilmez ki kandadur bu ayyar yaratılmış kamu bilmez ne haldür bu hali ol bilür kim bizevaldür zira kim haddi yok bahri muhitdür hezaran aklı bunda nabediddür gelen gördi ki heman gök ü yirdür eger bin yıl olursa bir nazardur gice gündüz döner giçer bu gerdiş bilinmez ki ne hikmetdür ne cünbiş ne vakt düzüldi bu günbedi gerdun çü bilmezsin bari dek dur i mecnun daim turmaz döner bu çarhı ezrak tılısmı bü'laceb karı mu'allak ol üstad ki bu hengameyi kurmış hezaran hokkabazun boynın urmış odur her bir gönülde fikr ü tedbir odur her bir kemandan atılan tir odur her menzilün de ibtidası odur her bir haberün intihası odur nakş u hayal her bir suretde odur lezzet olan kand u nebatda odur her ayn içinde nur olupdur odur her zerrede mestur olupdur heman yayına hem özidür üstad odur ateş odur ab u hak u bad bu dört divar içindeki çırag ol dahı kim var yahın oldur ırag ol bu cümle alemün oldur hayatı kamu andan bulup durur necatı çün ademsin beri gel hayvan olma bir avuç hak içinde pinhan olma sana bir haberüm vardur işitgil eger bilürisen bana eyitgil elün tutdugı nedür bana söyle dilün söyledügin hikayet eyle sebeb ne kim ayagıla yürürsin kulakdan işidüp gözden görürsin bu hikmet sen misin kimse mi vardur bana de kim bu haber ne haberdür bu teni geymedin kanda idün sen suret miydün ya can mı ne idün sen bilürsen bunı söyle bana abdal nene gerek dahı bu güft bu kal sana ben diyeyin bahri muhitsin çün özün ten bilürsin sen vücudsın vücuddan cana dek bunca sefer var hezaran perdedir bunca haber var tenün çün aslı bünyadı türabdur can olmasa tenün işi harabdur zinadan ki teni bilmedi candan avadanlıgı fark itmez yabandan sana dünya şirin geldi hoşaldun tama' doldı içün ışkdan boşaldun bu nefsün dilegin ışk mı sanursın yoluna dön ki sonra utanursın ulular kılmadugı işi kılma sakın şeytan bigi işün yanılma edebi sakla kim hazırdur allah alimdür ol habirdür sümme v'allah bu gafletde sen uyursın habersiz uyan ahi gözün aç iy nazarsız yören kend'özüne gör kim halün ne ahirün n'olısardur evvelün ne seni nefsün kemendi kıldı berdar tutuldun çün ebed kaldun giriftar aceb ki suretün insana benzer amelün div ile şeytana benzer yiyüben etmegin tuzın basarsın kimesne ki sen anunla yarsın nişin konşuluga dogrı degülsen yolunca var eger egri degülsen da'im konşu haremin gözedürsin yani hak sırrıla iş düzedürsin halkın iyaline egri bakarsın yani arifligile göz kakarsın seversin bir dem avret bir dem oglan tanrı'dan kork ahi ademden utan malun fesad yire harç idersin bu nefsün dilegün çok derc idersin dahı erenlere münkir bakarsın gözün kördür nurı yok kör bakarsın erenler hod sana senden yakındur yakın baksan canundan dahı çindür veli sen baş göziyle taşra bakdun erenlerden özün ırak bırakdun nagah bir dem bir aziz can olursın gahi hayvan ile hayvan olursın hiç yire ömrüni telef idersin ma'nasız da'vayı güzaf idersin gehi kibr u kin u ucb u tekebbür hak'a asi olursın ere münkir gehi laf idüben gögsün gerersin sakal sıgayuban bıyıg burarsın gah olursın aciz derdmend miskin ne hacet kimseye ya kibr ü ya kin gönül birdür karındaş tanrı birdür tagılma her yana kim hak hazırdur ben söz bilsem sana bu sözi derdim gözün görmez seni yolca yedürdüm kuş dilin bilmezem ki söyleyeydüm süleyman bigi hoş seyr eyleyeydüm hakirem fakirem piri mübirem remiz ile sana halümi direm daim kirpügün altından görenem canun sevdügi karşunda duranam yidi kat yir benüm seyrangahumdur tokuz felek dahı mülk ü cahumdur ay ü gün benim içün şem' olupdur alem gönlüm içinde cem' olupdur egerçi bu suretde pinhanem ben beni gören bilür ki ne canem ben kamu alem benem ben kamu alem bana kulluk ider bu cümle alem henüz yogidi evvel var idüm ben sır içimde nihan esrar idüm ben ahir olsa dahı bana ne noksan bana irmez hezar hikmeti lokman gehi tahtı serayam geh süreyya geh olur ki benem bu cümle eşya geh oluram kamu alemde mevcud gehi kamu gönül içinde maksud gehi mescidler içinde hatibem gehi kilisede büt ü salibem gehi cehudlara seri güsale gehi meyhanede cam u piyale bu görünen anasır suretümdür kamu alem benüm dolu zatumdur hakir nazar ile bakma i cüvan bu zat kadim veli kim adum insan iman ehli isen gümana düşme yolı terk eyleyüp yabana düşme hele bu bunda kaldı bir beri bak eger akıl isen olmagıl ahmak benüm kıssama bir lahza kulak dut anun hakkı içün kim adı ma'bud bana bir hal aceb geldi cihanda bu kimdür söylenüpdür her lisanda o kimse kim cihanı ma'mur itdi aceb özin ne yirde mestur itdi bu yirde mi ki aceb ya felekde ademde sır mı ki yohsa melekde aceb güneşde midür yoksa ayda bize de bu haberden ola fayda yahud ılduz ile bile gezer mi vücud mı can mı ya avret mi er mi yahud arşda mıdur bize haber vir kuş'am yokdur kanadum bal u per vir bu yiri didiler ki yidi katdur anda nihan mıdur yoksa ezatdur ferşde midür öküzde ya balukda nered'olaydı ya ahi salıkda bulardan ayru mekanı mı vardur o da vücud mıdur canı mı vardur yogısa cümlesinde ol münezzeh türkce tanrı adı arabca allah yogısa söz midür ki dilde vardur ilerüden işidilmiş habardur evel zamanda ki gelmiş ademler bir aceb dürlü fikir kılmış anlar dimişler bir evi yapmasan olmaz özi hod kendü kendüden yapılmaz adem işlemese bitmeye her iş nice eyleyesin efsane teşviş yiri gögi de bir üstad düzüpdür anunçün şöyle bu ma'mur durupdur benüm istedigüm ol kimsenedür odur baki kalan külli fenadur bilürsen bunı söyle ya müfessir budur derd ü halüm ne ola tedbir anı sen gördün ise bir nişan di eger eşkere dimezsen nihan di görimeden dime yalan olursın o kim şeytan didigün sen olursın bilimezsen fesane dime dek dur muhammed yolıdur şartı yasakdur öli halvası degül ki yiyesin kolayınca ne gerekse diyesin bu haber ol haberdür can içinde diyen başın kodı meydan içinde bu sırrun perdesin her kim ki açdı anun dar ipi boynına dolaşdı bu sır idi heman yine sır oldı anun faş oldugı kendiye kaldı zira bu hazine genci kadimdür bu gencün sahibi hayy ü alimdür hezaran hikmet ü tılsım ü perde bu gencün kapusında her divarda bu sırrı faş iden geçdi başından elin öz kanıla yudı yaşından zihi hazne zihi bab ü zi miftah zihi perde zihi halvet zihi şah zihi derya zihi mevci dürefşan zihi ilm ü zihi delil ü bürhan zihi hüma ki gölgesi sa'adet zihi milki imaret zihi üstad zihi nur ki alemler gark olupdur özü ferdi ehaddür fark olupdur zihi sultan ki ebed ma'zul olmaz zihi devlet ki hergiz za'il olmaz zihi talib zihi matlub zihi hal zihi kısmet zihi tali zihi fal zihi batın ki hergiz zahir olmaz zihi zahir ki ebeden sır olmaz zihi can ki tene muhtac degüldür kutı man'adur ekmek aş degüldür beri gel iy talib söyle halün ne ne istersin digil kim ahvalün ne cihana gelmegün neyidi maksud ne işe virübidi seni ma'bud sana secde nişin kıldı firişte bize de di sebeb nedür bu işde sücud cana mı kıldı ya tene mi yohısa can u ten yaradana mı adem şeytan neyiçün ma'zul oldı işi altun iken nişin pul oldı sekiz uçmag ne sebebden bezendi yidi tamuda od neyişe yandı bu ne hikmet bilür isen eyitgil eger bilmezsen bilenden işitgil aceb pergal aceb tertib aceb iş aceb haldür aca'ib dürlü gerdiş gelen gitdi giden gelmez ne haldür bu hali ol bilür ki bizevaldür gice gider gelür gündüz peyapey döner devran tolınur gün togar ay bu ne hikmet ne haldür akıl irmez nişanından nişan kimesne virmez bu hali her ki bildi hamuş oldı sanasın arslan öninde muş oldı zira bir deryadur yokdur kenarı gavas olan bulur bunda güheri tolu oldur kamu cihan içinde odur munis gönülde can içinde kamu şekl ü suretde revnak oldur anı kim sizmeyesin mutlak oldur neye kim bakar isen anda mevcud neden kim ister isen anda maksud odur bir katre sudan insan eyler odur hüsni latif cismi can eyler kamu alem tolu oldur malamal odur kale kal olupdur hale hal ana her dürlü iş pinhan degüldür can oldur ana kimse can degüldür odur ay u güneşdeki tecelli kamu alem anun ile teselli bu cümle alemün maksudı oldur bu kamu bendenün ma'budı oldur odur vahdet gülistanı odur can odur canı cihan ü nakdi insan odur her cem içinde şem olupdur odur nurı basar u sem olupdur odur kim dilaram u mihribandur gönül içinde sır canda nihandur kamu alem anun ile müzeyyen odur gevher odur sadef odur kan odur kim cümle şeyde can olupdur odur kim eşkere pinhan olupdur gül oldur bülbül oldur gülşen oldur top oldur çevgan oldur meydan oldur dahı ne var digil ki andan ayru kil nesne kim ola sultandan ayru kamu alem içindeki can oldur bu kıssa vü hikayet destan oldur odur vahdet gülistanında bülbül odur vuslat çemeninde biten gül güman kılma ki gayrı yok cihanda odur genci nihan her bir viranda yidi kat yir anun ile sükundür tokuz felek ana mest ü cünundür anunla tazedür her bir gülistan hüner anun odur sahibi meydan odur cümle görinen nakş ü pergal anundur alemi ka'im tutan el el ü ayak bu cümle dürlü endam can oldur anunıla kim urur dem ariflerden sorun bu ne dimekdür bu neye işaret ne söylemekdür yine vahdet gülistanı çin oldı yine gönül aşüfte mecnun oldı yine ol sakii can u dilaram aşıklara sunar tolu demadem aşıklar mest oluban yahu dirler la bilmezler heman illa hu dirler bu meclisde kimisi mest ü hayran aşık katında ne dünya ne de can kimi mest oluban börkin yitürmiş kimisi destarın kavvala virmiş kimi namus şişesin daşa çalmış kimisi kilimini suya salmış kimi sarhoş olup eyler hay u huy ya'ni dir ki bu ne haldür haber duy kimi meyhanede serdih olupdur kiminün işi dün gün ah olupdur kimisi bir hiçe satmış cihanı kamu terk eylemiş sudı ziyanı kimi ma'şuk ile sohbeti hemdem kimisi kim akıldur şöyle sersem kimisi bihaber kendü halinden bihod u mest olup kalmış yolından kimi yol eridür menzili gözler özinden pişvarun izin izler kimi dün gün ta'ate meşgul olmış kimisinün du'ası makbul olmış kimi dünyada bir etmege muhtac kiminün başına devlet kodı tac kimi kuldur kimi sultan olupdur kiminün yatagı külhan olupdur bu meclisde kamu alem harifdür arifleri tanur saki arifdür nice kim söyleyeyin söz öküşdür didiler sözin azı özi hoştur benüm hikayetümi bir işitgil benüm n'ola halüm bana eyitgil cihan hengamesinde kalmışam ben melamet tablın irden çalmışam ben bu nefsüm hevasında kul olup men ne bellü altunam ne pul olup men beni bu ham hayal yoldan çıkardı yolı varan yol ile togrı vardı müsafir dervişem gezdüm cihanda teferrüc eylemişem her mekanda adem kanda ki var bu bir ademdür resm ü adetleri ayruk alemdür matekaddem ki yol varmış erenler binişandan bize nişan virenler cihan içinde cana kalmayanlar cihan sevdasına baş salmayanlar olar kim kend'özini bildi tahkik özin bilene didiler muhakkık özin bilen bilür can neye dirler nemiş insan ü hayvan neye dirler aşık paşa hoca attar u sa'di bular kim bulmış idi her muradı biri her bir haber virdi bu yoldan ne kim bilmiş idi bildügi halden veli aceb haber söylemiş attar kim sırrı gönül içinde esrar attar kim bu mantık'ı o düzmiş kuruda istemiş deryayı yüzmiş dimiş ki kaf tagında bir ulu kuş anı gören özin kılur feramuş simurgun mekanı kuhı kafda işidildi bu haber her tarafda bu cümle kuşlarun sultanı oldur kamu ansuz suretdür canı oldur otuz bin kuş anı isteyi gitdi kalanı yolda kaldı biri yitdi yiten gördi cemali ayinedür bakan öz suretin gördi ya nedür heman öz nakşıdur gördügi anda ne kim gördi anı söyledi bunda budur mantıku'ttayr'un işaratı ne vardur dahı bu sözden muradı bakan gözgide öz nakşını gördi nişan sorana nişan anı virdi olar kim yol varup menzile yitdi bu sözi söyledi bunı işitdi giden gitdi gelecek hod ga'ibdür bu demdür dem bize bu dem nasibdür bu dem idi o demde söylenen dem nazar eyle ki bu demde ne var kem benüm hikayetümi bir işitgil benüm n'ola halüm bana eyitgil müsafir dervişem gezdim cihanda teferrüc eylemişem her mekanda var idi bir hacetüm ol sebebden gezerdüm bu cihanda da'ima ben nagehan bir şara yitdi seferüm kulak dut bana bir işid haberüm aca'ibler öküş gördüm o şarda anı ki görmemişdüm her diyarda nagah menzil ucı ol şara yitdüm tefekkür eyledüm kendüme gitdüm gönül eydür bana bu şara girgil dervişsin karnun aç bir parsa urgıl yüz urdum ki girem bu şar içinde teferrüc eyleyem ne var içinde nagah bu kal'adan bir kimse çıkdı nazar kıldı bana üstüme bakdı bana sordı ki ne yirden gelürsin nedür nakdün ne satarsın alursın didüm ki gelişüm dünya evinden kaçuban gelmişem dünya divinden destur var mı ki bu şara girem ben teferrüc eyleyem yine varam ben didi otur varam sultan katına bu hali arz idem ben hazretine destur olsa gelem sen de göresin neyise maksudun bunda göresin didügi yirde bir zaman oturdum içeri vardı yine geldi gördüm didi ki destur oldı gel içeri teferrüc eyle bu şarı bazarı çü destur virdiler içeri girdüm özüme yörenüp aklumı dirdüm görürem bir ulu şarı mu'azzam ana nisbet degül ne mısr u ne şam yidi yüz yitmiş yididür mahlesi aleme tolmış o şarun gavgası üç yüz altmış altı çarsudur bazar her ne ki vardur cihanda anda var on iki burc u bedeni var tamam dört yüz kırk dört sipahi saklar müdam yarusından yukarusı burc u bar yidi kat gökdür dimişler ihtiyar üstine yapmış bir ulu künbedi arşa nisbet itmiş anı üstadı aşagusı ferşdür öküzdür balık deryadur yildür heman budur salık on iki kapudur üç kat bardur vardur ol şarda her dem vardur iki direk üstinedür bünyadı şöyle bünyad itmiş anı üstadı çok aca'ibler o şarda görmişem varuban sultana yüzüm sürmişem nagehan sultana irişdi yolum arz kıldum sultana külli halüm ne idüm evvel bu demde hem neyem diledüm sultan katında söyleyem nirede konup nireye göçdigüm niye kalup yolda neden geçdigüm diledüm sultan katında söyleyem şöyle muhtasar hikayet eyleyem sultanı gördüm unutdum kendözüm kıyas it kim nirede kaldı sözüm katre ummana yiticek ne kala katre kalmaya heman umman ola zerreler güneş nurıyla eşkere güneşün nurıyla olmış avare kanda güneş olsa zerre andadur güneş olmasa görinmez kandadur ancılayın oldı benüm de halüm zerreyidüm güneşe yitdi yolum hasbetenli'llah bu sözi dinlegil maksudı nedür bu sözün anlagıl teferrüc itdüm tamamet ol şarı kuşe vü mahalle çarşu bazarı içeride taşrada her ne ki var hoş teferrüc eylemişem ihtiyar gördüm ol şarda bu cümle alemi ne ki var alem içinde tamamı ancılayın oldı benüm de halüm zerre idi güneşe yitdi yolum nice gördüm dinlegil kim söyleyem sana ol şarı hikayet eyleyem şişede gözgü düzerler şöyle tub bir latif yirde asarlar anı hub her ne kim ol gözgüye karşu durur aksini ol gözgü içinde görür ol şarun anun bigidür misali bünyadı şöyle düzilmiş evveli arşı gördüm şöyle durmış sernigun çarhı gördüm ki dönerdi dün ü gün gökleri gördüm mutabbak bir kal'e ay u gün ılduzlar olmış meş'ale burçlara bakdum araste pergali ayinede ma'lum oldı eşkali yidi kat yir şöyle deprenmez turur deryalar cuşa gelüpdür mevc urur şeş cihet her ne ki var durur tamam gözgü içinde görinür ve'sselam evvel ahir her ne ki var cümlesi görinüpdür gözgüde sermayesi çünki irişdi seferüm ol şara ne ki var ol şehr de gördüm eşkere budur ol şarun sıfatın söyledüm veli yüz binde birin şerh eyledüm zira kim aklum irişmez deryadur yir ü gök anun katında zerredür müsafirem şöyle bir şar görmişem anla ki bu yolda neye irmişem anı görelden hal oldı müşkilüm özümi bildim ü anladım halüm özümi bildüm ki neyem iy aziz özini bilen olur ehli temiz vücudum zerresi yitdi güneşe nurı dutdı cihanı başdan başa katre ummana yiticek ne kala katre umman küllisi yeksan ola bu ne dimekdür bilürsen söylegil bana bu halden hikayet eylegil bilmesen dek dur fodulluk eyleme bilmedügin sözi zinhar söyleme ana kim yitmedün elün sunmagıl sınacak budaga zinhar konmagıl sırrunı söyleme sakla naşiden kim diye sıddik sözini işiden bitmiyecek yere tohum ekmegil boynunı sun yola başun çekmegil yol ile var kim iresin menzile dilegün kadrüni bilenden dile yolunı gözle yolundan çıkmagıl sil bigi kanda gerekse akmagıl yarasa güneşe karşu uçmaya yahşılıkdan kimse hergiz kaçmaya saksagan şahbaza karşu durmaya dana katında nadan dem urmaya bülbülün leglek degüldür harifi arif olan kişi bilür arifi her dikende güli nesrin bitmeye nakş olan gönülde hergiz gitmeye altuna altun didiler pula pul saga sag didi ulular sola sol her gönül mahremi esrar olmaya cehl olan ışkdan haberdar olmaya her sıgırdan istemegil anberi yolula gel yola gezme serseri zühd ile zerki salusluk satmagıl kalp olur altuna bakır katmagıl ulu katında fodulluk eyleme sözüni bişürmeyince söyleme serçe bülbül karga şahbaz olmaya her kişi şah ile hemraz olmaya sevdigüne karşu zinhar çatma kaş ululara serkeş olma çekme baş akıl olan cahile baş koşmaya bilmezin işine bilen puşmaya her gönülde sırrı esrar bitmeye dünki dem bugünki deme yitmiye ugrıya ısmarlamazlar hazneyi beslesen şahbaz ola mı kargayı evliya bilür bu yolda menzili hall idüpdür zira kim her müşkili evliya hakkına münkir olmagıl binasib bedbaht müdebbir olmagıl erenler sakkala dimez er diyi er olan terk ide cümle sevdayı er olan iki cihana kalmaya zira er çindür salusdan olmaya evliyadur cümle sırrun defteri er olan bilür heman yine eri evliyaya münkir olma iy bahil ikrar eyle imanun ola hasıl suretün adem veli kim cünbişün deprenicek dive benzer her işün toprak ol ucb u tekebbür eyleme hadden artuk keleciyi söyleme kanda bir miskin görürsen dut elin böyle varmışlar bu yolı evvelin gel gül ol bu yolda diken olmagıl yol varan miskine düşman olmagıl bülbül isen gülsitana gel beri canı ko bile cinana gel beri ışkı bul ki irişesin menzile hall idegör kalma yolda müşkile tuz etmek hakkı sakla iy safa ta ki hoşnud ola senden mustafa öz işini kimseye inanmagıl her kişinün gönlini bir sanmagıl degirmene varan ögütdi unın evde oturup nöbet sürmek niçün sencileyin kim akıl kanda ola kısmeti ezelde degdi her kula bir güneşdür ki cihana nur virür tedbiründe fikrüni takdir virür zira kim takdire bagludur her iş nakş u pergal gice gündüz yay u kış ortada sermaye birdür cümlenün ol durur zevk ü safası her canun cümle eşyanun gönülde sırrı ol başda devleti gözinde nurı ol cümle vücud canı oldur iy habib oldur ehli nasibe degen nasib oldur ahi ahmed'ün alnunda nur oldur ahi eyyüb'e şükr ü sabur oldur ahi yusuf'a hüsn ü cemal ya'kub'a oldur firak u hem visal isa'nun dilinde du'a ol durur ölüyi zinde kıluban kaldurur ol idi mustafa'daki mu'cizat anun ile topdoludur her bilad evvelidi tevbe eyledi adem müşerref anunladur her makam evvel ahir heman oldur her hüner dahı kim vardur degül iy merdkar yola gel şeytana nöker olmagıl pir dutungıl hudaperver olmagıl pir gözün açup yolunı göstere seni bu yanlış hayalden kurtara piri olmayan irişmez menzile pir gerek kim ayinen her dem sile pir sana bildüre sana sen nesin sen nesin nedür dilegün kandasın gözün açıla göresin sultanı insden fark eyliyesin hayvanı ilmi şeri'atı bildüre sana azuban tagılmayasın her yana bilesin kim ne dimekdür şeri'at neyimiş bu orta yirde baglı sed pir sana erkanı salat bildüre iman islam farz u sünnet bildüre çünki bildün şeri'at nedür tamam tarikat yolında koyasın kadem pir sana bildüre nedür tarikat dahı tarikat içinde her sıfat tarikat dimek arabca yol durur yolula var kim tarikat ol durur zeni ferzendi atayı anayı terk ide koya bu cümle kavgayı her ne ki pir dir ise anı duta ta kim irişe bu yolda maksuda zişti mel'un u tekebbür olmaya miskin ola cehle magrur olmaya pir ne dir ise işide sözini hak ide pir kademinde yüzini pir yolında yüzini döndürmeye anda kim bakmışdı gözin ırmaya pir ana hakikatını göstere ta'atı yolda yazıla deftere her ne kim pir dise andan çıkmaya cehd ide bu yolda gönül yıkmaya kanda kim baksa pirin hazır göre her kime bakarsa anı pir göre şöyle kim birlige yite pir ile ol pir ile bir ola birbir ile ikilük kalmaya çün birlik ola birlik içinde temiz dirlik ola çünki piri hoşnud ola kendüden ol kişi bu kez uyana uykudan gözi açıla göre kim iş nedür aşikar görmek neyimiş düş nedir şeri'at bile tarikat anlaya hakikat piri ne dirse dinleye her kime kim ola bu üç hassiyet şeri'at u tarikat u hakikat ma'rifet anda biter kan ol durur ma'rifet cevheri ma'den ol durur yol eri oldur bu yolda yol varan yol eridür yolsuza yol gösteren ma'rifetdür yol erinün hüneri ma'rifeti olan er bilür eri ma'rifeti olmayan hayvan olur fi'li iblis sureti insan olur ol haber yitdi bu kez geldün pire pirlik oldur yolsuza yol göstere sakalı aga dimezler pir deyi pirlik oldur terk ide her sevdayı pir gerek kim kendüyi bilmiş ola gönli içinde hak'ı bulmış ola kalmaya bu dört kapuda müşkili pir gerek kim söyleye cümle dili ilmi ledün ne dimekdür pir bile pir gerek talibün aynesin sile talibe göstere matlub kandadur pir dimek uşbu haberdür pes nedür pir diyü çok yaşa dimezler ahi pirlük oldur bilmiş ola ol şahı pir ü mürid talib ü matlub heman cümle bir noktadan oldu iy filan evveli bir nokta idi ka'inat nokta içinde açıldı her sıfat nokta çünkim çekilüp oldı elif elif üç harf oldı dinle iy harif degme harfün üstine bunca haber söylenür cümle cihanda aşikar bu yolun içinde delil söz durur cümle bu dirlikden asıl söz durur söz degül mi ayeti kur'an yire tanrı söyledi evel peygambere söz ile bildürdi ahmed bu yolı söz ile bitdi her işün evveli söz ile ma'lum olupdur mertebe söz bilüp söz anlayana merhaba söz ucından aziz olur her kişi hem yine sözden harab olur işi bunca hikmet ilm ü kitab söz durur dahı ne var ortada hep söz durur söz bilendür kendü halin anlayan ne bilür sözi duşına banlayan sözine bakup bilürler ademi söz durur fark ide puhteden hamı talibe matlub heman söz bildürür söz içinde sırr ile raz bildürür söz ile aşikar oldı gizlü raz söz durur ortada hem naz hem niyaz sözi söyleyen özidür dinlegil sözine kend'özi nedür anlagıl ol durur söz kim bilesin hal nedür bir elifden bunca kil u kal nedür bir elifdür aslı cümle varlıgun her ne ki var yarlıgun agyarlıgun elif içinde açıldı her hüner ne ki var elifden oldı aşikar elifi bilen bilür ki iş nedür togup ölmek hikmeti gerdiş nedür ademün evvel nedendür bünyadı nicesi bünyad idüpdür üstadı evveli bir nutfedendür dinlegil nutfenün aslı nedendür anlagıl nutfe aslı dürlü ni'metdür hoca ni'meti yir bu adem irte gice çünki adem yidi dürlü ni'meti nutfe cem' oldı bu kez gör hikmeti çünki cem' oldı ademün biline yine bir bakgıl bu nutfe haline anda kalmadı yine kıldı sefer ana haznesine düşdi ihtiyar çünki düşdi hazneye nutfe biter dinlegil kim ne imiş iş bu haber çünki yitdi nutfe baglandı suret nutfe gitdi adem oldı bu kez ad çünki adem oldı şekli sureti haznede kaldı yitince sa'atı çün sa'ati yitdi taşra çıkdı ol çıkuban dünya yüzine bakdı ol bakdı gördi dünya aceb gülsitan reng reng şekle tonadur her zaman gitdi kış yaz geldi bu kez oldı yay güz gelür döner bu yıl on iki ay her fasılda göresin ki ka'inat baglanur bir dürlü ayruksı suret yidi yılduz kullık ider oglana ya'ni ki muti' olupdur sultana her birisi kullugın eyler tamam bu kez oglan tutar ayruksı makam üç yıl üstine geçer oglan büyür hikayet bu kez nicedür dinle bir baba ana dir bu kez söyler olur bardagıla su virür kulluk kılur sevgisi düşer atası gönlüne atası da mihrin arturur yine bir zaman bu resme varur ol kişi yine dinle ki nice olur kişi geçdi oglanlık yigit oldı tamam tanır oldı hayr u şerr ü has u'am bitdi yigitlik bu kez dutdı kemal dünya içün eyler oldı kıl u kal bir zaman dahı yigitlik devranı geçdi yakındur göçüser kervanı yigitlikde geçdi ömri bir zaman vaktine pirlik irişdi nagehan pirlik irişdi tamam oldı işi işi bitdi gitmek oldı ol kişi ol kişi bundan gider olsa yine cem' olanlar yine yiter aslına aslına yiter kavuşur cem' olan yine şem'a vasıl olur şem' olan bin sözi bir söz idüben söylese güci yiten şöyle takrir eylese kalmasa kendü yolında nesneye virmese başun bu kurı kavgaya kend'özini bilmiş olsa ol tamam keşf olurdı ana her dürlü makam yol erinün dirlügi temiz gerek can içinde ışk yolunda iz gerek ışk odına yana cümle varlıgı yola dogrula koya ayyarlıgı laf idüben kend'özini satmaya hakikat ışka mecazı katmaya izzete kalmaya koya şöhreti vahdete yitüre yolda uzleti ömri hasılun telef eylemeye bihude söz sakına söylemiye söyler olsa tevhid ola her sözi tevhid ehline kul ola kend'özi kaynaya veli ki hergiz daşmaya kendü haddinden aşurı aşmaya tanrıyı hazır göre bu ortada tevazu' eyleye bilişe yada cehd ide kimseye gayrı bakmaya bekleye hadd ü kanundan çıkmaya yola boyun vire serkeş olmaya vesvasi şeytana yoldaş olmaya yol erine sor ki bilür yol nedür bu yolun içinde sag u sol nedür yol eri bilür ki nedür hayr u şer yol içinde neyimiş ayb u hüner yol erinün ayagına toprak ol yol erine küstah olma müştak ol yol dimeklik yol erinün dirligi yol eri ol ki bilesin erligi yol eridür bu yol içinde çırak yol eri yoluyla varur yola bak yol eri oldur ki cama kalmaya binişan ola nişana kalmaya yol eri tek ide cümle varlıgı bu yola layık dirile dirligi çünki dirlik tamam oldı oldı er mu'teber oldı bu yolda mu'teber erlik oldur duta birlikde makam dimeye birlik yolında hass u am bir göz ile baka cümle varlıga katmaya kalpı hakikat dirlige cümlenün üstine toga gün bigi bir yire baka da'im mecnun bigi çünki birlikde tamam oldı işi bil hakikat evliyadur ol kişi ana sor bu hak yolını ol bilür cümle mahlukun halini ol bilür zira keşşafü'lkulub'dur evliya özini tahkik bilüpdür evliya özini bilen bilüpdür tanrıyı tanrıyı bilen koyupdur gayrıyı ol kişidür ki dimişler yol eri ana sor kim ol görüpdür dilberi da'ima dilber ile hemdemdür ol yol içinde meş'aledür şem'dür ol nurı anundur ki dutmış alemi irte getürmiş gidermiş ahşamı yol varana delil oldur iy dede kamunun çırağı oldur ortada yahtusı aya güneşe nur virür gölgesi hümayı gamdan kurtarur bu kamu eşyadan asıl ol durur ol durur insanı kamil ol durur anı görsen kademinde kurban ol div degül seg hayvan olma insan ol zira insandur kamunun maksudı insanun gönlinde iste ma'budı yirde durup göge bakma iy gafil özüne yören ki sendedür delil ol ki istersin cihan da sendedür ol ki söyler her lisan da sendedür sendedür cümlesi ne var dünyada sen sana nişe gafilsin iy dede sen seni bilsen bilürdün sultanı sende bulunurdı gevher ma'deni zihi hayf ki bilmeyesin sen seni şöyle serseri sürersin devranı özüne yören iy gafil kandasın gördügün var mıdır sultan mahlesin kanda gördün anı bana söylegil beni bu ma'na hvanında toylagıl bize ma'na şerbetinden sun kadeh içelüm bu gönlümüz olsun ferah bu deme yitince geçdi sal u mah niçeye denlü çeküpdür diye ah sadhezar ortada geçdi ay u yıl ta ki ma'na' aşıka oldı hasıl çün gönülde bitdi ma'na bostanı canda çin oldı açıldı gülşeni gayrı gitdi ma'na kaldı canda pes can u gönül ma'nadan geydi libas can ilini tutdı ma'na leşkeri gönüle yazıldı ma'na defteri ma'nasuz nesene yokdur dünyada kulluk eyle kim bilesin üstada ma'na nedür sana üstad bildüre ma'nada sohbeti vahdet bildüre ma'nadan sen de haberdar olasın ma'na beratunda defter olasın gönlün içinde bite her dürlü kan binişandan sende bulına nişan nefesün ölmiş kişiye can ola nazarın dertlüyi derdden kurtara böyle olmak ister isen iy kişi ma'na ile işlegil her bir işi gafil olma nagehan kervan geçer şöyle sen yurtdan kalursın bihaber can bagında gülsitan ol gel beri canı ko bile canan ol gel beri kerkes olma yol içinde şahbaz ol şah kolına kon şah ile demsaz ol dilkü bigi bakma sakın arslana tuti yir şekkeri virme hayvana yapalak şahbaz şikarın dutmaya karkara lokmasın serçe yutmaya eşegi gülşen içinde baglama gevheri harmühre bigi çaglama bir yiri gözetgil olma hercayi ko başundan bu fuşaret sevdayı bu yolı bilmez kişiye sormagıl uşanur şişeyi taşa urmagıl kend'özüne gel tagılma aç gözün ol ki dirsin sen özün sensin özün ol ki dirler ilmi ledün sendedür evvel ahir kaf ile nun sendedür sendedür cümle alemün varlıgı cümlenün sensin yazılan yarlıgı ka'inatda ne ki vardur sende var anda ki var dirler ol hem sende var senün içün gülsitan oldı cihan müşerref senün iledür her mekan hurı cennet senün içün intizar ihtiyar sensin cihanda ihtiyar çarhı felek senün içün deprenür varlıgun cümle cihanda söylenür cümle varlık sende cem' oldı yahın bu yol içinde olasın ehli din suret ü şeklün ademdür sen nesin bir uyan sil ahi gönlün aynesin gözün aç bak gör cihanda hal nedür ortada dönen bu mah u sal nedür gice gündüz ne içün döner felek ya bu yirler ne sebepden durdı dek togup ölmek gelüben gitmek nedür yolda kalmak menzile yitmek nedür nice sözdür ikrar u inkar dimek yar dimek ne neyimiş agyar dimek yidi tamu sekiz uçmag oldugı hayr u şer hesabı sormak oldugı büthane ka'be dimegün maksudı söyle ki neymiş ziyanı vü sudı bir denizdür sadhezaran mevci var bir geyükdür yüz bin avlar avcı var gökde yılduz çok veli birdür güneş sadhezaran nakş u suret bir nakkaş bir çırakdur sadhezaran pervane sadhezaran dürlü kuşdur bir dane bir padişahdur hezaran mülki var hezaran dürlü sadefdür bir güher sadhezaran dürlü çiçek bir çemen hezaran dürlü meta'dur bir dükkan develer çokdur deveci bir durur bir gönülde bunca hikmet sır durur cümle nakşun bir kişidür üstadı bir elifdür bu cihanun bünyadı bir elifden aşikar oldı cihan ne ki var elifden oldı cism u can yirde gökde her ne ki var cümlesi bir elifdür ortada sermayesi cümle dilde söylenen bir söz durur her sözün içinde yüz bin yüz durur her yüze baksan hezaran dürlü hal her halün içinde gizli bin hayal her hayal içinde yüz bin perde var degme bir perde hicabdur sadhezar sadhezar perdeyi yırtar ışk eri ışk erine degdi ma'na defteri ışk eri şemi delildür ortada şefi' oldur cümle bilişe yada cümle sırrun defteridür ışk eri deryadur ışk eri dutmaz murdarı ışk eri ilmi ledüne haznedür ışk eri cümle aleme aynedür ışk eri cümle alemde gülsitan gülsitandur ışk erine her mekan ışk eri ol kim bilesin ışk erin ışk eri bilür bu sırrun defterin ışk eridür yol içinde ihtiyar ışk eri olmaya degme kur ü ker ışk eri gönlinde sırdur gizlü raz ışk eri iki cihanda serfiraz ışk eridür bahri muhitde neheng ışk eri katında birdür sulh u ceng ışk eri canı canandur ışk eri ışk eri cevheri kandur ışk eri ışk erinün etegin dut ışkıla kim ilesin ışk nedür kıldan kıla ışk eri yolında cana kalmaya namı terk ide nişana kalmaya zira kim ışkdur kamunun bünyadı evvel ışkı bünyad itdi üstadı ışk ucından uhur oldı ka'inat ışkıla olsa hasıldur her murat ışkı bilen hall idüpdür müşkilin ışk eri söyleyibilür ışk dilin ışk gülistanında diken olmaya ışk eri işine pişman olmaya cümlesi kuldur bu ışk sultan durur ma'muli ışk bazarında can durur ışk eriysen cana kalma gel beri geç ko bu virana kalma gel beri gözün aç bak kim göresin hikmeti elde iken yile virme fursatı çarhı felek gör ki dün ü gün döner gösterür her dem bir ayruksı hüner kimini devlet atına bindürür kimini tahtdan aşaga indürür kimün elin dutar iltür menzile kimünün işini salmış müşkile gani iken kimisin eyler fakir kimini civan idüpdür kimi pir kimini topraga düşse kaldurur kimüne tablı melamet çaldurur kimin akıl iken eyler divane kimi bu mihnet okına nişane bu felegün gerdişidür ki döner kimi çıkar yukaru kimi iner kim gelür beş gün cihanda eglenür kimi hocadur kimisi beglenür kimi eydür ki benümdür milk u mal kimi bu gaflet içinde paymal kimisi külli dutam dir dünyayı başarur her dem bu yanlış sevdayı kimisi bildi ki cihan hiç durur kimseye sinmez agulu aş durur kimün ömri hiç yire oldı telef kimi de bu kibr ü kinden sinesaf kimisi yinile geldi meydana hoş gelür kendüye çeng u çegane kimine şirin gelüpdür bu cihan kime dikendür kimine gülsitan kimisi terk eylemişdür varlıgı bir lokum bir hırka kılmış dirligi bu cihan baki degüldür paydar suret ü nakşı hayaldür serbeser sen bu halden bir haberdar olmadun uyudun gafletde bidar olmadun bilmedün ki bu ne hikmetdür ne hal neyimiş ortada dönen mah u sal bu sitare gökde niçün seyr ider bu güneş kandan gelür kanda gider ne içün döner felekler turmadın dün ü gün yürür bu sular sürmedin deryanun da'im nedendür cünbişi neyimiş maksud felegün gerdişi evvel ahir ortada varlık nedür asl ü fer' ü yarlık agyarlık nedür zahir ü batın dimegün maksudı neyimiş söyle ki ziyanı sudı ikilik ne birlige yitmek nedür hamuş olmak dimek işitmek nedür nice sözdür ikrar u inkar dimek pir dimek ne neyimiş agyar dimek yirde gökde cümle cism ü can nedür aşikar ne var di kim pinhan nedür sahibi kimdür bu cümle pergalün ya senün nedür ahirün evvelün sen nesin şöyle mücerred söylegil nitelügünden bize şerh eylegil sen heman od u yil toprak su mısın dahı nesnen var mı heman bu mısın sen nesin kend'özini bil iy gafil gaflet uykusından uyan bir ayıl gözün aç bak ki güneş togdı güneş sırrı ezel ıyan oldı şöyle faş birlik içinde bulındı cana yol hakikat külli nur oldı sag u sol saye kalmadı güneş toldı cihan bir vücud oldı misali cism ü can ikilik kalmadı külli oldı bir birlik oldı çi gani vü çi fakir zerre içinde görindü afitab aşikar oldı güneş gitdi hicab külli tevhid oldı sözi her kulun tesbihi ene'lhak oldı bülbülün külli gül oldı vü diken kalmadı ruşen oldı nesne pinhan kalmadı nakş u suret gitdi iyan oldı can genc açıldı külli kat' oldı viran nur u zulmet birlige yitdi tamam birlik içinde bir oldı has u am dahı hiç cihanda gayru kalmadı ikilük bir oldı ayru kalmadı ten ü can birlikde eyledi karar birligi kıldı kamusı ihtiyar birlik oldı il emindür töre tüz birlige yitdi kamu yahşı yavuz asl u fer'i bir şey oldı ka'inat küllisi bir oldı arab türk ü tat çiçay arab türk ü tat durur birlik içinde kamusı mat durur çünki meclis tamam oldı yatma tur külli nur oldı ten ü can külli nur saki sultan oldı yatma iy civan kalma bu gaflet içinde bir uyan bir nazar eyle bak ahi dört yana bu ne gafletdür ki dolaşmış sana seni yolundan çıkarur dembedem nefsi ulaldur veli kim aklı kem kul edinmiş seni dün gün işledür bitmedin bir iş birine başladur kend'özine seni kul itmiş tamam işledür kendü işini dembedem boynuna düşmiş bu gaflet urganı seni komaz ki göresin sultanı kafile gitdi tur yolundan kalmagıl fikri ko yanlış hayale talmagıl yagmur igen eşek aksak yol uzak karnun aç tonun yukadur sen yayak külli iyan oldı açıldı busun gürd bigi henüz komazsın namusun karnun aç ise utanma söylegil neyise halüni iyan eylegil eşegün çamura batmasun sakın etmegi yigil sakıngıl duz hakın yara kardaşa hıyanet olmagıl eylük idene biminnet olmagıl görmedügün yire zinhar atma daş ululara serkeş olma çekme baş kimsenün yolında kuyu kazmagıl yolunı gözle yolundan azmagıl kem tama'luk eylemegil can isen hayvan olma gel beri insan isen bir lisandan iki dürlü söyleme yar isen yara bahillık eyleme kimsenün aybın görürsen kılma faş yolı arıt yola zinhar dökme daş bir gönülde iki sevgü sıgmaya iki dillüden safaluk togmaya hele bir sözdür ki sana söylerem anla ki neye işaret eylerem türkçe bilürsen beri gel bir çagır ol neyidi ki arada oldı sır ol ne yüzdür ki gören hayran olur ol ne sözdür ki işiden can olur ol ne denizdür ki dutmuş alemi ol ne sırdur ki geyüpdür ademi ol ne sultandur ki da'im bakidür kimdür ol ortada her dem sakidür ol ne güneşdür ki zeval irmedi ol ne haldür kimse nişan virmedi bu ne meclisdür kurulmış şahane tolıdur cümle piyale peymane bu ne bargah u sayebandur aceb bu ne leşkerdür bihadd ü bihisab bu ne ışkdur ki alem oldı esir bu ne şahdur ne civan oldı ne pir bu ne gülşendür ki hergiz solmadı bu ne mahdur ki gedilüp tolmadı bu ne candur ki hicab olmaz teni bu ne evdür ki sultandur mihmanı bu ne meydandur ki başlar oynanur bu ne zulmetdür ki ıyan oldı nur külli başdan başa nur oldı cihan gayrı ne vardur ki digil iy filan tag u taş cümle ene'lhak söyledi söz dahı ol idi elhak söyledi ilmi ledün toldı gönül haznesi canı ıyan kıldı bu can aynesi zahir u batın bikülli oldı hak çi cayi in ü inest zik u zak hakikat oldı ki sultan bendedür ne ki var alemde yeksan bendedür gün bigi ruşen görindi gizlü sır ikilük gitdi aradan kaldı bir birlik oldı il emindür töre düz birlik ehli turdı birlikden temiz nur görindi geçdi zulmetün çagı nur ile araste oldı can bagı berser oldı talib u matlub heman her şeye yitdi hayatı cavidan cavidan oldı ebeden cümle şey çünki mevcuddur kamuda bile hayy berser oldı evvel ahir ne ki var ne ene'lhak kaldı ne mansur ne dar şeytanun kalmadı fendi fitnesi oldı bir gitdi ikilük kavgası küfr ü iman vahid oldı bir yire çün batıl gitdi hak oldı eşkere yire göge toldı bu birlik nurı bir vücud oldı misali yaş u kurı hazır u ga'ib birikdi oldı bir birlik içinde ne mürid ya ne pir surete baksan hezaran dürlü hal ma'naya gelsen hayaldür öz hayal reng reng dönen bu suret şeklidür sıfatı bikülli nurdır külli nur gel beri aldanma nakş u hayale kalma bu lezzeti şekker ü bala giç ko bu dünya vü ahret kavgasın sırrı ebed sendedür sen kandasın baş göziyle görmek olmaz sultanı can göziyle bak ki göresin anı yorganun kadar uzatgıl ayagun söz işit sagır degülse kulagun kimseye kem nazarıla bakma sen gönlüni saf eyle tutma intihan fil yükin karunca çekmek ne muhal yirde durup göge bakmak ne hayal gel beri iy kem akıl u bihaber gözün aç kalma feşarenderfeşar azıgun düz yaragun eyle tamam puhte gel bu ışk yolında olma ham yoluna bak ayagun daşdan sakın sırrunı sevdügün kardaşdan sakın her şem'i görürsen olma pervane ışkıla gelgil gelürsen meydane her çiçegün kohusı müşgin degül her kişi yolında ehli din degül degme daş lü'lü ü şehvar olmaya akik ü kehrübar gevher olmaya her kişi şah ile olmaz hemnişin düşmana ısmarlamazlar dost işin niçe bu illet u gafletde esir dutulup kaldun yolundan sen ahir ey gafil ki sen bu cihanda da'im büt idinüben taparsın zer ü sim bütperest hergiz müselman olmaya büte tapan ehli iman olmaya nite kim zahir büte tapan kişi sureta büt düzmiş altun gümişi dün ü gün tapar ana ma'bud diyü kaldugum yirde elümi dut diyü göresin altun gümişdür tapdugı secde kıluban ayagın öpdügi iman ehli büte hergiz tapmaya başını vire yolından çıkmaya sen eger muhammedisen gel beri bütperest olma kesegör zünnarı nemrud olma ibrahim ol ibrahim rencur olmagıl hakim olgıl hakim yol içinde muhannes olma er ol ebu cehil olma zinhar hayder ol cümle pergal senün içün uşdadur hikmet ile her biri bir düşdedür kamu varlukdan murad insan durur kamusı suretdür insan can durur insan idi kim sücud kıldı melek kaçan insan ola degme har haşek degme kişi içebilmez peymane degme kişiyi mi korlar gülşene degme gönülde bu hikmet bitmedi her kişi er menziline yitmedi her kişi büt sıyup zünnar kesmeye la'l ü cevahir ola mı her kaya degme mukallid ne bilür tevhidi çünki can degül bu yolda maksudı her gönülde ma'rifet keşf olmaya her kişi ömrinde lezzet bulmaya her haristanda taze gül mi biter hüner ehline yaraşur her hüner her padişah adl u insaf bilmeye her kuşun gölgesi huma olmaya her kişi vezir ola mı sultana her bihüner giribilmez meydana her kişiye sorma tevhidden haber anlagıl aklın var ahi ol kadar her viranda istemegil genci sen ma'rifet söyleyibilmez her lisan her kişi yolda canından geçmeye her hasis hakkı batıldan seçmeye dünya bir köhne ribatdur hiç ü hiç hiç olursın hiçe kalma giç ü giç sen nesin nedür dilegün bak u bak nice bu tabl u nakkara tak u tak nice bu işret tena'um hay u hay seyl gider yirinde kalur çay u çay nice bu köşk ü seray ü milk ü mal nice bu sensin sen ü ben kil u kal nice bu nukli şarab u tena'um nice bu hikmeti şerbet iy hakim nice bu savulyorut u hay u huy nice bu dilberi mahbub hubruy nice bu fikr u fesad ü ham hayal nice bu gerdişi devran mah u sal nice bu mutrib kavval u hengame çist in berai çi buved in heme an ki bud ender serayı lamekan heman üst evvel ü ahir cavidan ol ne meydür ki humar olmaz kişi ol ne eşyadur ki yokdur gerdişi ol ne denizdür ki cuşa gelmedi ol ne vahdetdür ki kesret olmadı ol ne sırdur ki nişanı binişan ol ne sözdür anı söyler her lisan ol ne şahbazdur şikar eyler canı ol ne sultandur gönülde seyranı ol ne evdür dost olupdur mihmanı ol ne dostdur alemün cümle canı ol ne gönüldür ki da'im fikri hak hakkıla birlikde da'im ittifak ol ne pinhandur ki günden eşkere ol ne hikmetdür ki sıgmaz deftere ol ne hüsn ü ziba gülistan durur hur u melek hüsnine hayran durur ol ne ma'dendür ki anda can biter rence şifa derdlüye derman biter ol ne dilber dilaramdur iy aceb cemalin görmek sevabendersevab anı gören yokluga saydı varın kalemi sındurdı sildi defterin çünki birlik güneşi togdı tamam aşkare ruşen görindi her makam her makamda ne ki vardur eşkere ıyan oldı perde açıldı zira sultanı gönül içinde bildiler velikin gönül içinde buldular güneşün yüzinde kalmadı bulut ibrahim eşkere oldı sındı büt can bagındagı gülistan oldı çin can u gönül canana oldı yahın ten götürdi can yüzinden perdeyi cananun burcında togdı can ayı ten ü can canana birlik oldılar birlik içinde cana yol buldılar ikilik mülkini ışk kıldı harab can u ten hane bir olsa ne aceb çünki güneş togdı mat oldı meş'al ıyan oldı hüsn ü ziba hadd ü hal dilberün yüzinden açıldı nikab can gözinde kalmadı hergiz hicab can gözi gördi ki canan kandadur bildi binişane nişan kandadur kend'özine geldi farig oldı can can bu ten içinde oldı binişan aşikar tendür görinen can nedür ten bir evdür evdeki mihman nedür aç gözüni yırt bu gaflet perdesin ta ki sende bulına islam u din degme yil önince pervaz urmagıl özini bilmeze haber sormagıl emanetse yayı satma kimseye sermayen varısa gelgil ortaya kimsenün aybını görürsen bakmagıl şartı edebdür edebden çıkmagıl erlik oldur ki düşenün dut elin anla her işün ahirin evvelin kendü aybını bilenler oldı er ne bilür ehli hüneri bihüner daş dokınmasın sakıngıl kandile her işi işlersen işle ilm ile hüner ehlin bul hüner ögren hüner ta kim olasın bu yolda mu'teber kend'özinden kimsene yol varmadı yol bilene yoldaş olan ırmadı yol bilendür kendü halin anlayan yol bilene hal ıyanenderıyan yol bilen katında söyle yol sözin ta ki sözün sınmaya ola bütün yolsuza söylemegil yoldan haber bilemez çi sengi hara çi güher her meta'ın ıssı bilür kıymetin zira bahasın virüp aldı satın güneş öninde delil olmaz meş'al arslan öninde çetüke ne mecal zerreyi güneşe nisbet eyleme gevhere boncuk bahasın söyleme ululardan nasihat eyle kabul ta ki mahfilde olasın pürusul kil satana kimyadan sorma haber hiç yire niçün çekersin derdi ser karganun şekker degüldür lokması her başun kaçan bir ola sevdası bellut agacında hurma bitmeye serçe şahbazun şikarın dutmaya adem oldur nurı zulmetden seçe can ola bu nefs dileginden giçe katranı gülbeşekere katmaya kimyayı hurdefuruşa satmaya sırrını gönül içinde saklaya hadden aşmaya edebin bekleye kibri terk ide tekebbür olmaya gaflet uyhusında rencur olmaya gel bu namus şişesini ur daşa ta ki iltesin bu ışkı sen başa ışk ile yırtgıl bu arun perdesin bilesin bu ışk neyimiş sen nesin gel berü kalma bu dünya nakşına ta ki ırakdan gelesin yakına pamık içinde kaçan gizlene od ışk bir oddur pamıga benzer vücud her gönülde ışk kaçan dutdı mekan kanda pinhan ide genci her viran her çiçegün kohusı müşgin degül her kişi ahdinde kavli çin degül her makamun bir aceb menzili var her halun yanında bir müşkili var her kişinün mertebesi bir degül her virane gencile ma'mur degül her gönülde hak kaçan dutdı karar hassiyetde bir mi ola nur u nar her canun menzili canan olmaya her dikende güli handan olmaya cümle eşya bir güneşden aldı nur aşıka her kanda tursa oldı tur her gönülde dürri vahdet bitmedi hikmet ünin her kulak işitmedi her sadefde mi biter dürri yetim bakır ile bir mi olur zer ü sim her gönülde sırrı vahdet pür degül degme bir can ışkıla ma'mur degül iki cihan ışkıla tutdı karar ışka esirdür benüm tek sadhezar cümle maksud ışkıla oldı hasıl ışk çıragından uyandı her delil ışka esir oldı cümle ins ü can canun asli maksudı ışkdur heman kendü halünden vakıf olgıl vakıf bu hal içinde geçersen zihayıf sen özüni ten bilürsin ten misin ten ü cansan küllisi yeksan mısın bil ahi özüni tensin aynesin ten ü cansan küllisi yeksan nesin da'ima gönül hayalenderhayal gözün aç kılma bizümle kil u kal sen bizi cennet'e da'vet eyleme efsane kıssa hikayet eyleme ger bilürsen hak nedür bildür bana ta ki canum kurban idem ben sana bana söyle ki ne imiş hak batıl hak nedür batılı bilmekdür asıl her kişi kim hakkı batıldan seçer ana dimişler bu yolda gerçek er gel beri altuna katmagıl bakır gaflet ile can yüzin eyleme kir vaktı bekle fursatı virme yile ta bu zincirde olasın silsile kendü halünden gafil olma gafil ta ki sana ruşen ola hak batıl uyana can zulmet içinden çıka ruşen ola aşikar hayyu'lbeka feth ola ana bu devlet kişveri kan ola gönlinde ma'na defteri cem' ola anda mekan u lamekan gül ola anun katında her diken cismi kalmaya bikülli can ola katre iken nagehan umman ola cennet ola ana cümle ka'inat gönli içinde yazıla her sıfat mülki vahdetde ulı sultan ola teni külli can canı canan ola cevheri ola bile her cevheri fark idebile akikden gevheri degme bir naşiye sırrın açmaya ne ki hak ferman kılursa kaçmaya oynaya ışk meydanunda başını yandura ışka içini taşını her sözi bişüre andan söyleye nişanın ol binişandan söyleye bile kim canan ne imiş can nedür orta yirde görinen nişan nedür terk ide külli bu dünya mülkini iman ile ma'mur eyleye dini katresin umman içinde gark ide özini cümle alemden fark ide can ola bikülli teni kalmaya binişan ola nişanı kalmaya zerresi gün bigi ola yahtulı isa nefesli ola ahmed huylı gönlü sırrı ma'deni esrar ola canı vahdet ilmine defter ola her bir işe sabr ide eyyub bigi gözleri yaşlı ola ya'kub bigi hulkı muhammed bigi şirin ola her ne ki söylerse sözi çin ola bir nefesde bin ibadet eyleye her sözi mizana tartup söyleye hikmet ile baka her neye baka çıragın hikmet çıragından yaka zahir içinde batını nur ola cismi viran kend'özi ma'mur ola bu nişanı kimde görsen bil yahın oldur er dutgıl etegin öp elin başını ko ayagı topragına canunı yandurgıl ışkun dagına ne kim ol söylerse oldur söz heman gafil olma ana gafil iy filan cümle alem cism ü suret candur ol can içinde gevheri ruşendür ol gün bigi belli cihanda ol kişi aşikar eyler anı her gerdişi bu cihan halkı içinde sırdur ol sadhezar adem içinde birdir ol her kişi ne bile kimdür er kişi er kaçan ola cihanda her kişi er bilür kimdür cihanda evliya hüma gölgesi degüldür her saya evliya gönlinde oldı hak nihan evliyadur talibe matlub heman her kime kim evliya oldı delil dünyada ahretde olmaya zelil imanı nurı tecelli eyleye söylese her sözi hikmet söyleye nur görine çünki zumetden çıka şükr ü minnet eyleye her dem hak'a halis ola er ya dirlikden geçe temyiz ide hakkı batıldan seçe kalmaya gönlinde hergiz gayrı hak bir çıragından uyana bin çırag sa'adet mülkine yite devleti la havfe aleyhim ola ayeti canı ışk nurıyıla ma'mur ola nirde turursa ol ana tur ola ma'na defteri canında cem' ola uyana bu ışk çıragı şem' ola kalmaya gönlinde ayruk yad hayal ırmaya anı yolından mülk ü mal hak kala kend'özi gide ortadan divşüre gönlüni yanlış sevdadan ikilikden birlige yakın ola nefsi mazlum kendi ehli din ola yüzine açıla cümle gülsitan gül katında kalmaya hergiz diken cümle eşyanın canı ola canı gün bigi eşkere göre sultanı ol ola kamu alemün maksudı göreler anun yüzinde ma'budı her nefesi bin isa'ya can ola bin musa sırrında sergerdan ola hikmetinde mat ola bin eflatun sırrı içinde biline kaf u nun yir ü gök öninde sergerdan ola degme bir katresi bin umman ola ay u güneş nazarında şem' ola zahir ü batın katında cem' ola ol sıfatlu insanı görsen habib kurban ol kim derdüne oldur tabib canunı andan dirig eylemegil anı söyle dahı söz söylemegil anı söyle kim heman oldur murad anunıla ıyan oldı her sıfat her sıfat içinde zat oldur heman vir karar anun iledür cism ü can canı cihanun dimişler ol durur sultan oldur kamu ana kul durur kamu sultanlarun oldur sultanı ol kişidür ki geyüpdür insanı oldur ahi aslı fer'i insanun gulgule kılan içinde her canun alemün maksudı oldur pes heman oldur ahi ol binişandan nişan sa'adet mülkinde melik ol durur hüsn ü ışk aşık u ma'şuk ol durur sen anı görmek dilersen gel beri ne içün şöyle gezersin serseri hiç yire ömrün telef oldı telef şöyle mi sandun cihanı sen güzaf gözün aç bir ögüni divşür yara nakdüni aldurmayıgör ayyara ne içün şöyle gafilsin sen aceb niçe bu gaflet içinde hurd u hvab niçe bu çarhıla sergerdan gönül insan isen olmagıl hayvan gönül nice bu illeti gaflet izzi naz kılmadun hergiz cihandan ihtiraz dünya lezzetinden eylegil hazer bir haberdür işidürsen muhtasar dünya bir hiç nesne durur kalmagıl canunı mihnet odına salmagıl 'akıl isen terk idegör dünyayı gel beri çekme bihude sevdayı uyuma gaflet içinde bir uyan ne yatursın çünki göçdi karban bir turugel aklunı divşür yare aldanup kalma yolundan biçare dünya çok senün bigiler aldadı lakabı kulmaş yalancıdur adı kanı şol kim dünyada sultan idi hükmi içinde alem hayran idi yidi iklim dopdolu idi adı dünyadan almışlar idi muradı dünya ahir anlara gör n'eyledi gitdi anlar ortada kaldı adı dünya ribat ehli dünya karban her ki kondı göçiserdür iy filan dünya bir görgeç evidür bir nazar dünyaya gelen yine kıldı güzer hep bilürler dünyanun halin ayyar dünyada kimsene kılmadı karar bir nazarda her ki gördi anladı neyimiş dünya dimegün muradı dünya dimekden murad dünya mıdur yohsa dahı bir ayruk nesne midür bir beri gel aklunı dir başuna bir nazar eyle içüne taşuna dünyaya gelmekde murad mal degül sen sen ü ben ben ü kil u kal degül murad oldur kim bilesin hak nedür her nefesde demi ene'lhak nedür degme bir eşyada bir can oldugı her gülün yanında diken oldugı her sadef içinde bir dürlü güher her güher mevzun u hub u mu'teber degme bir zerre içinde bir güneş nakş içinde eşkere oldı nakkaş katrenün içinde deniz oldugı degme bir cihetde bir yüz oldugı degme bir vücudda bir dürlü suret her suret içinde bin dürlü sıfat her sıfat içinde yüz bin dürlü hal her hal içinde akıllar paymal sadhezaran akl ü pergal cism ü can bu nişan içinde olmış binişan bu deniz mevcinde mahv oldı alem arş u kürsi yir ü gök levh ü kalem bu nişandan kimse nişan virmedi kimsenün aklı bu sırra irmedi evliya enbiya bunda oldı mat degme bir suret içinde bin sıfat her sıfatda dahı bir özge hayal her hayal içinde yüz bin dürlü hal birisi hergiz birine benzemez nice kim fikr eyleyesin çok u az çün suret nakşında budur halimüz ma'naya kaçan irüşür elimüz çünki bu nakş arada oldı hicab nakkaşı kaçan görevüz biz aceb bu hal içinde kamu eşya tamam bilimezler mat olupdur has u'am kimse bilmez bu aceb pergal nedür bu aceb sun'un sani'i kandadur kamu alem cüst ü eyler veli bu ne haldür kimsenün irmez eli mat olupdur vahş u tayr u akl u can bu sıfatı söyleyibilmez lisan bir ademün mikdarı belli ola bu payansuz bahr içinde ne bula gel beri da'vayı güzaf eyleme kadarunca söyle artuk söyleme vacib oldur kim bilesin mikdarun mikdarunca söyleyesin haberün dükkanunda gör ki sermaye ne var sermayence eyleyesin sen bazar ma'nasuz söz söylemekden ne hasıl ma'nasuz da'vayı terk it iy akıl bir sözi söyle ki aslı çin ola yol içinde menzili yakın ola gel beri işün hasıl eyle bugün sen bugün yarın diyince geçdi gün sen uyursın geçdi ömrün karbanı senün ile bile gelenler kanı kanı şunlar ki cihanda var idi akl içinde tertibi tayyar idi cihanı dutmışlar idi serbeser bana di kim kançarı vardı bular ol padişahlar kanı kim leşkeri feth idüp tutmışlar idi kişveri anları gör kim ahiri n'itdiler bir nazar dünyaya konup gitdiler dünyada bunlar sana örnek yiter dünya içün çekmeyesin derdi ser anı iste kim ana yokdur zeval neye gerek zen ü ferzend milk ü mal ol ayun bedrine hilal iremez hiç ana noksan ü melal iremez fani olmakdan münezzeh ol kadim ol kerimdür ol rahimdür ol hakim evvel ahir heman oldur padişah ana ne leşker hacetdür ne sipah andan artuk kimse var mı dünyada gözüni bir sil yine bak iy dede milk içinde topdoludur ol gafur ay u güneş dahı andan aldı nur bu felekler döndügi oldur sebeb oldur ahi cümle bab ilm ü edeb cümle bu yirler anun ile mukim kıymeti andan bulupdur zer ü sim arş u kürsi levh ü kalem bu sıfat anun ile ka'im olmış ka'inat heman oldur cümle şeyde deprenen fikr idüp her bir lisanda söylenen her ki kend'özini bildi sor ana bu nişandan ol nişan vire sana kend'özin bilen bilür kimdür hak'ı bu denizde ol düzüpdür zevrakı ol kişidür yol içinde hakşinas can ile ana aşıkdur amm u has sureta şekli ademdür kend'özi hakkı görür açılupdur can gözi şeri'atde külli işi berkemal tarikatda ol kişidür ehli hal hakikatda külli hak'dur pes heman ma'rifeti kendüye yiter nişan ehli kıble secdeyi ana kılur cümle bu sırrun sıfatın ol bilür ol bilür ki her işün aslı neden ne kişidür söylenüben söyleden kaf u nundan alemi var eyleyen gökleri şöyle bikarar eyleyen yerleri depretmedin ka'im dutan sunmadın eli bu cümleye yiten irteyi iltüp geceyi getüren sırr içinde nice işler bitüren her gönülde kaynayup hikmet olan hikmetinde kamu alem mat olan hüsn ile şirin görinen ferhad'a oldur ahi cümle varlık ortada leyli'nün yüzinde hüsn ü hubcemal mecnun'a ışkı hikayet kil u kal şeytanun ta'atini hiç eyleyen ahmed'e habib diyüben söyleyen halil'i nemrud odından saklayan yunus'ı balık içinde bekleyen yahya'yı dünyada her dem agladan eyyub'un derdile bagrın dagladan musa'yı şuride mecnun eyleyen circis'un halin digergun eyleyen zerreyi gün bigi tabende kılan pinhani gencini viranda kılan cümle bu hikmetün aslı ol sabur asl ü fer' ü nakş u hayal nar u nur ol ki görindi bu cümle gözlere ana ki akl irdi geldi sözlere dört tabi'at altı cihet her alem buna pergaldür arada subh u şam ziyneti dünya kumaş altun u mal et u ni'met aş u etmek yag u bal bu haberler ki orada söylenür bu hayaller kim da'im fikr eylenür kamu bunlar nakş u suret bir nakkaş zerreler içinde heman bir güneş ol güneştür cümleyi ruşen kılan bu tılısmun adını insan kılan insan oldur kim bile kend'özini hadd ile sala her aşun tuzını ulular katında toz eylemeye bihude söz sakına söylemeye sapmaya dogrı yolını gözleye ulular vardugı izi izleye her işi aslın bilüben işleye kaderince gele gelse ortaya yar ile yar ola agyar olmaya sureti adem özi har olmaya her kim ol ister ise hakk'ı bula ne ki gelse yolına hakk'dan bile neye kim baksa hak'ı anda göre gayrı terk ide demin hak'dan ura bilişe hakk'ıla naşi olmaya aşina katında vahşi olmaya nefsine uymaya perhiz eyleye işini akl ile temiz eyleye olmaya herbir naşiyle hemnişin hakk'ı da'im ortada göre yakin anı ki bulmışdur anı saklaya anı ki bulmadı da'im isteye her ki yavuzlık iderse eylük it yol erisin yolı gözle yolca git sufi isen zikr ü tesbih eylegil zahid isen öz huzurun beklegil aşık isen feryad u ah itsene derviş isen öz yolun gözetsene bülbül isen sana gülistan gerek tavus isen seyranı bostan gerek şahbaz isen bu murdar nendür senün kerkes isen üstine kon gövdenün tutiyisen layıkun şekker ola karga isen maksudun murdar ola arif isen her işün vaktini bil cahil isen nene gerekdür bahil akıl isen bekleyesin tertibi deliyisen yabana sal mektubı insan isen keleci birdür heman hayvan isen otun otla iy filan kürd isen sovucak ayran içsene türkmen isen vakdi bilüp göçsene haramiysen yolda kervan gözlegil eminisen öz yolunı izlegil abdal isen dünyayı terk eylegil söyleyicek sözi hikmet söylegil gözlegil kalye pilavı kandadur kanda pilav olsa sen de anda dur bal u yag olsa sogandan ne hasıl halva bigi nesne mi var iy akıl eti semiz olıcaguz keşkegün ne dadı vardur yimege düglegün herise hoşdur yimege tanlacak üstine paluze yisem datlucak sarı pilavun çok olsa samsası bugranun kalaba olsa kalyesi dogrusu hoşdur boranı yimege her kişiye bir ulu gersen dege saklagıl her bir naşiden büryanı etün ekmegün canı vardur canı tograma darı çöregin ayrana ayrana yigdür bal ile kaygana sogan arpa ekmegini kürd'e vir öyüni oldur ol anı yahşi yir türkmen'e vir yahni ile yarmayı arab'un önine dökgil hurmayı aslını bilüben işle her işi ta ki sonra çekmeyesin teşvişi salıvermegil deveyi bostana sıgırı niçün koyarsın harmana leylegün yiri degüldür gülsitan bülbüle gül degdi baykuşa viran kaçan öte saksagan bülbül bigi degme bir çiçek ola mı gül bigi her toprak kimya degüldür iy akıl bu meseldür ki hata kılmaz asil abı hayvan kaçan ola degme su ebleh olup gezmeyesin çubeçu her sadeften istemegil inciyi sermayen kadar gözetgil assıyı degmegin demür pulad olmaz pulad yirlü yiründe yaraşur her adet kılıcunı teşbih itme igneye kılıç işin igne kaçan işleye kuş degül n'ola uçarsa kelebek atıla kaçan bir olısar eşek kerkesün şahbaza yokdur nisbeti cehle ne nisbet akıller sohbeti tavusun niresi benzer kuzguna çetük arslan ile sunmaz bir huna canı sudur sudan ayrılmaz balık diri ola mı kıyas it iy aşık uşadursın çölmegi urma taşa sana ne sansan anı san kardaşa bir içüm suyun hakın bil hak budur hak ki dirler hakikat mutlak budur ayinen musaffa eyle iy safa ger umarsan yolda ahmed'den vefa kendü aslundan bitüpdür her dane bir işaret heman ola insana hayvanun nesine gerek bu haber hayvan yig bin bu sözden bir füşar hayvanun maksudı zira can degül canı n'itsün çün kamil insan degül ne dimekdür her ki bildi bu sözi kend'özini bilmiş ola kend'özi ana sor kim ol nişan vire sana bakıcak görebilesin her yana her bir işün aslını anlayasın fark ide canun hümadan sayesin ne dimekdir halık u mahluk dimek yakın ırak var yok u az çok dimek gül dimegün maksudı ne söylegil bülbülün halin hikayet eylegil ne dimekdür sadef ü inci dimek yevmi haşr u sıratı senci dimek ışk dimegün maksudı nedür aceb aşık u ma'şuk dimekden ne sebeb nice sözdür katre vü umman dimek bag dimek ne neyimiş bagban ne dimek hayr u şer dünya vü ahret neyimiş sen ü ben şakird ü üstad neyimiş neyimiş maksud cihanda söylegil uş bu suret cism ü canda söylegil ne dimekdür vahdet ü kesret dimek bir vücuda iki dürlü ad dimek güneşi bulut içinde gizlemek altunun yüzine bakur yüzlemek kendü bigi insana hayvan dimek ma'nasız olmış kişiye can dimek ayyara aldurmak olur nakdini ıraga iletmek olur yahını ol toz itmekdür bu vahdet meydanın hiç yire bozmakdur ömri bostanun bu hayali eylemez insan olan da'ima cananı gözler can olan yol eri da'im gözedür menzilin yol varan kişiye sorar müşkilin ol sebebden yol eri olmışdur ol yol varuban menzilin almışdur ol ol bulupdur can içinde maksudın kendü nedür kend'özini bildi çün anladı bildi ki nedür kend'özi anun içün delil oldı her sözi her nefesinden hezaran can biter katresinden deryayı umman biter zerresinden ruşen olur ka'inat kend'özin bilmekdür aslı bu sıfat sureta cismi ademdür eşkere ma'nası dopdolu olmış her yire her yire kim sunsa irişür eli evliya tonında sırdur ol veli eşkere derviş görinür ol kişi veli kim aslıyla işler her işi her işün aslını bilür hal nedür nakş u suret ne imiş pergal nedür ol bilür nakkaşı dahı sor ana bu sıfatdan ol nişan vire sana fehm idersen sana delildür bu söz görsedür akluna yüz bin dürlü yüz hakk ile vuslata iltür canunı ka'im eyler ışk ile imanunı bitürür gönlünde dürlü hikmeti giderür komaz bu gayrı illeti ıyan eyler seni şöyle gün bigi safi eyler işüni altun bigi götürür perdesin açar gözüni derman eyler derdlüye her sözüni seni iltür biliş eyler sultana küfrüni kesüben aşlar imana suretin ayine eyler cümleye görsedür seni bu cümle eşyaya nagehan sultan olursın kul iken kızıl altun olur işün pul iken can olursın cümle eşyaya tamam eşkere seni tanurlar hass u'am nefesünden gevheri vahdet biter nazarundan ma'mur olur huşk u ter ister isen buncılayın bir nasib hakk'ı seven kişiyile ol habib tutya kıl ayagı tozın gözüne ögüni dir bir yören kend'özüne nice bir hayvan gezersin sen aceb gözün aç hak rahmetinden açdı bab cümleye irişdi hakk'un rahmeti alemi gark itdi tevhid ni'meti her şeye tevhidden irdi fa'ide yidiler ma'na hvanından ma'ide alemi dutdı bu günün şu'lesi her şeye dopdolu oldı sevdası her gönül içinde gizlendi bu sır her şeye rehber u mürşid destgir her kişiyle yoldaş olupdur bile kıssa vü destan olupdur her dile hayal ü sevda olupdur her başa her işe dahı bir özge kargaşa sa'adet genci dolupdur her viran her viran gönül içinde bitdi kan ol hüma bu kez görindi eşkere devleti gölgesi düşdi her yire cavidan devlete yitdi her fakir padişah cümleye oldı destgir bir güneşden ruşen oldı her diyar ıyan oldı eşkere her ne ki var misl ile bir oldı cümle ka'inat birlik irişdi ikilik oldı mat eşkere açıldı birlik perdesi aleme dopdolı oldı kavgası bir yakadan baş çıkardı cümle şey aslı fer'i birlik oldı kand ü ney alemün yüzi yöneldi bir yana birlik oldı cümle varlık baksana cümle bu cism ü suretün canı bir yirde gökde cümlenün sultanı bir bir denüzdür alemi gark eylemiş cümle birlikden hikayet söylemiş her agacun fer'i aslından biter aslını bilene yokdur derdi ser alemün maksudı birdür pes heman tevhid oldı birlik ehline nişan reng ü buyı birlik oldı cümle gül nedür ol kim bir ile ol bir degül cümle alem birden oldı perveriş hayr u şer birlige yitdi cümle iş birden artuk dahı ne var söylegil ikilik ehli degülsen bir digil yirde gökde dahı kim var gayrı hak gözlerün egri degülse togru bak kanı şol kim birlige inkar ider asan olmış işini düşvar ider cehlile sarf eylemişdür ömrini beri gelsün bir beri gel din anı söyleye kim bu aceb pergal nedür orta yirde bunca kil u kal nedür ne dimekdür tanrı dimek söyleyesin ahmed'ün halin hikayet eyleyesin bize yahod veliden virsün nişan ortanundur söz degüldür imtihan aslı nedür ne dimekdür bu haber bize dahı söylesin ol ihtiyar bu haberi bize beyan eylesin neyise sırrını ıyan eylesin bilmese geçsün bu sözden ol nadan divşüre tasın taragın ortadan açmasun ol ayıbı ki örtemez ol yüki götürmesün ki dartamaz agzına sıgar keleci söylesün bildügi kadar hikayet eylesün eylemesün toz aşıklar medanın yogısa disün görelüm bürhanın cümle eşyanun öninde bir çırak birlik ortasında sıgmaz zik u zak birlik ehlinde bulındı bu nişan birlige birikdi cümle cism ü can bir güneşden aydın olupdur alem birlik oldı kem ü bes ü puhte ham bir çırak nurında cümle pervane sala di gelsün bu cümle bir hvana bir padişahdur görinen bir saray gahi bedr ü gah hilaldür bu bir ay bir vücud oldı bu cümle ka'inat birlige delil olupdur her sıfat cümle alem bir sadefdür bir güher birlik oldı bir gör iy sahibnazar bir gülistandur hezaran dürlü gül bir yire geldi birikdi cümle yol birligi söyler birikdi cümle dil her gönülde bitdi birlikden hasıl ol kişi kim bu haberi söylemiş bir aceb vasfı hikayet eylemiş kaygusuz abdal dimişler bir fakir kulak ol bir dem sözini dinle bir rum ilinde bekdaşidür ol aşık abdal olmış cümle alemden farık evliya oldı delili bürhanı insanı kamilde gördi sultanı maglata dimiş bunı hoş söylemiş bir nice sözler beyanın eylemiş okuyanlar hayr ile yad eylesün hu diyüben ruhını şad eylesün söz budur kim söyledüm hatmi kelam vir resulün ruhına yüz bin selam mesnevii sani mesnevii sani bu ışk mevci yine başumdan aşdı sırum faş eyledi razumı açdı görindi ol kim ol aynı bekadur özin faş eyleyüp özi çıkadur b o güneş togdı ki hergiz tolınmaz gehi yavı varup gehi bilinmez dokuz eyvan yidi şemi münevver yidi kat yir yidi derya bu cevher o sır kim nihan olupdur gönülde o sır kim gulguledür cümle dilde o derya kim alem mevcinde yeksan o suret kim felek nakşında hayran o sır kim şeytanı yoldan apardı o ayyar kim tacı başdan kapardı o nur kim güneş anun şemmesidür o hokkabaz bu gönüller tasıdır o geyik kim göbegi müşg ü anber o kamış kim içinde dolı şekker o sadef kim tolı dürr ü güherdür o deve kim katarda ser neferdür o saki kim zevali yok bakidür müdam kadeh sunan hem ol sakidür anun kim mustafa virdi nişanın bu kur'an'da didi şerh ü beyanın o can kim cümle eşyanun canıdur gedadur cümle sultan ol ganidür sahibi tob ü çevgan ki bu meydan odur gerdiş kılan her tonda pinhan o kim gönülde canda pinhan oldur cihan güneş nurıyla yeksan oldur bu her zerre ki görinen güneşde nakkaşı fehm ider misin bu nakşda bu nakşa bakuban görgil nakkaşı aklı kül ol ko bu aklı ma'aşı bu sahrada neden sergerdan oldun meger kim ab u gilde pinhan oldun a sana senden dimege korkaram ben evel ahir var iden hem varam ben heman sen de benüm bigi ademsin kem eksük yok mükemmelsin tamamsın veli kim kend'özünden sen gafilsin gafil niçün olursın çü akılsın halayık secde kıldugı ademdür bu adem nüshai cümle alemdür sücud eylemeyen düşdi nazardan haberdar ol haber anla haberden cihan suret adem sureti candur filanidür adem ya'ni filandur kamu alem sadef adem güherdür ne kim alemde var ademde vardur adem hüdhüd adem simurg adem kaf ademdür her kitab muhtarı keşşaf ademde aşikar oldı o sultan adem olan neyiçün ola hayvan bu cümle eşyadan maksud ademdür çin içinde tapulan büt ademdür ademi her ki bildi ol can oldı nagehan bende iken sultan oldı sa'adet mülkine yitdi seferi sa'adet bahş olur anun nazarı anun her bir nazarı can bagışlar aşıklara nurı iman bagışlar gözün aç anlayı bak kim göresin sorana sen dahı nişan viresin ne idün sen neden neye gelüpsin ne istersin digil ki ne bulupsın b olar kim bu denizde düzdi zevrak nişanın binişandan virdi mutlak bana di kim binişandan nişan ne anı ki görmedün şerh ü beyan ne bu bahri bipayandan ne nişandur ne suddur bu bazarda ne ziyandur nedür ol kim senün dilün de söyler kamu cismün içinde cünbiş eyler dahı gönlün içinde sır olupdur anunla vücudun ma'mur olupdur bikülli endamun aklun canun ne bu söze ne delildür bürhanun ne özün nesin ne yitürdün ne buldun güneşsin şöyle zerre niçün oldun bu gönüller senünçün gerdiş eyler dün ü gündüz döner yazı kış eyler bu yılduzlar senün içün meş'alde kamer gah bedr olur gahi hilalde tılsımı ab u ateş hak ile bad bulut berf ü baran her dürlü ni'met hurı cennet tuba vü havzı kevser senün içün döner bu çerh ü çenber cihan senün içün gülşen olupdur kamu eşya sana hayran olupdur egerçi eşkere cism ile cansın hezaran sadhezaran piş ezansın eger sen bilmesen bilene sorgıl bu hayvan hasiyetin terkin urgıl gehi insan gehi hayvan olursın gah olur div ile yeksan olursın a ko bu ucbı tekebbüri adem ol bu tevhid yolına sabitkadem ol gehi tensin gah olur can olursın gah olur gulı beyaban olursın hayıf ki sen tegi deryayı umman menim teg bir gözgüde olsa pinhan senün gönlün içinde bunca kandur ma'rifet gencine gönlün virandur özün sen özüni uzun unutdun özün terk eyledin özgeyi dutdun demi hub surete hayran olursın demi melul demi handan olursın geh olursın özün tamam dutarsın geh olur kim işüni ham dutarsın demi begzad demi ayyar olursın demi bengi demi dehri olursın aceb kim bir mekanda yok kararun nedür maksud neyedür intizarun nübüvvet ehli şöyle kim yegane ma'ani kodılar yolda nişane bunı gelen göre kim yol bulındı anı ki canlar ister ol bulındı güneş togdı cihan oldı nurani özin bilen bilür haddi oranı dahı her veli kim geldi bu yolda nişanlar kodılar sagda vü solda didiler kim bu yola kim gelürse saladur kim ki can terkin kılursa bu yolda evliya şem'i delildür delile uymayan hr u zelildür delilsiz bu yola kimesne gitmez giden yolda kalur menzile yitmez bu makamda ne yol vardur ne sahra ne güft ü gu ne cüst ü ne kavga b dahı harami yokdur yol emindür mesela ne ırakdur ne yahındur ne azuk ne su vardur hod ne yoldaş ten ü tenha özi pinhan özi faş bu menzile yiten külli can oldı özi öz sayesinde pinhan oldı nagehan uykuda idi uyandı ögin devşürdi özine yörendi nice kim bakdı alem mahv olupdur teg ü tenha heman özi kalupdur özi didi heman özi işitdi özi tanbur çalup özi eyitdi bikülli vahdet oldı gitdi kesret özi kıldı özine şükr minnet vücudı mutlak oldı ferd ü yekta görinmez oldı ol efsane sevda girü geldi haber virdi o halden bimisl ü bimenend ü bimisalden o makamdan bize haber getürdi ya'ni sarraf olup gevher getürdi didi kim anda bu yaz u kış olmaz varup gelmek bu resme gerdiş olmaz dogup ölmek uyuyuban uyanmak bu suret tertibi sevmek usanmak bunun tek nesneler kesretdür anda sıfat yokdur heman bir zatdur anda a ol anda hoş bu dahı bunda hoşdur yahındur ol dahı bu dahı uşdur göre nedür gör ahi gülsitanı ki gelmez sıfatı şerh u beyanı aca'ib bir gülistandur bu dünya aca'ib kime virandur bu dünya kimine hoş gelür şirin beladur kimi terk eyleyüp elden saladur kimün elin tutar bir sultan eyler kimisinün yirini külhan eyler kimi mü'min kimi derviş olupdur kime hayal kimine düş olupdur kimi bir etmege muhtaç olupdur kiminin karnı tok kim aç olupdur kimi dün gün işi işret tena'üm kimine içmege su da olur güm kimine hoş gelüpdür vakti hoşdur kiminün pulı yok yancugı boşdur budur dünya hali dahı beterdür deniyi terk iden eksüksüz erdür er olan kimsene dünyaya kalmaz tamamet dünyayı bir pula almaz anun külli vücudı nur olupdur yüzinde hak nurı ıyan olupdur isa teg nefesiyle can olupdur özi güneş bigi menşur olupdur olar kim dünyanun terkini kıldı olardur kim hak'ı gönlinde buldı bu dünya halkı ana deli dirler kimi inkar ider kim veli dirler b kimi eydür ki bu abdal olupdur tanur bilür bana ne hal olupdur kimi aydur niçün kırkar sakalın kimi dir ol bilür kim kendü halin kimi aydur bu bir merdi huda'dur kimi dir bunlara bakmak hatadur kimi dir ki bedi'atdur delidür kimi dir ki bular mutlak velidür kimi eydür ki bu dehir bu bengi esrarı yiticek yiye nehengi kimi dir cümle sırrı bilür ol hak yolın gözet bulara dutmagıl dak niçün şeytan bigi yoldan çıkarsın yörene kuyu kazup yar yıkarsın yolun terk eyleyüp gümrah olursın da'im şeytan ile hemrah olursın bu cümle sırrı bilir hak alimdir ne kim gönüldedür ana ma'lumdur er isen kendü aybuna nazar kıl bu işden perhiz eyle key hazer kıl özün aybın koyup özgeye bakma nagehan sel bigi her yana akma özün aybın gören özini bilmez pas olupdur ayinesini silmez kanatsuz kuş tegi yolda kalupdur yol ile kim varursa yol alupdur o zahid olana perhiz gerekdür ibadet kim kılur temiz gerekdür gerek kim halk içinde kıla 'uzlet ta'atın özine eyleye halvet a giçe ucbi tekebbürden yalandan bu yolı sorsa olur yol alandan görinmez yire taş atmak ayıbdur has altuna bakır katmak ayıbdur hasud eylemeklik şart degüldür hakir bakmak ademe farz degüldür özin begenüben nefsin uşatmak canın uyuduban nefsin uyatmak hakk'ı hazır gören bu işi kılmaz menüm teg bihude cünbişi kılmaz özin miskin göre cümle alemden budur pend ü nasihat ol hatemden eger abid eger zahid ya derviş gerek kim hakk'a layık kıla bir iş diler ol kim ta'atından kıla sud hakk'ı terk eyleyüp olmaya merdud kamu birdür hakir bakma i kardeş çiniler arasına atmagıl daş koyunu kurd ile bile koyarsın akı da'im niçün kara boyarsın güneş togdı niçün gafil giçersün yarasa teg da'im gice uçarsın turugıl bagla bilün yolda kalma su katında durup susuz asılma güneş teg kamu yıldızlar tecelli kıla mı bu söze nedür teselli şikarı şahbazun murdar degüldür yiri her bir kuşun gülzar degüldür çü karga bülbüle olmaya demsaz tuti tegi şeker yimeye kerges b çetük arslan ile dutmaya pençe deve yükin çekebilmez karınca teni söyle bari sen can degülsin halün bilgil ahi hayvan degülsin özüne gel niçün kaldun yabanda nedür maksud bilür misin cihanda turugel gözün aç kafile gitdi sen uyursın varan menzile yitdi senün teg murg u şahbaz bu kafesde hayıf ki dutuluban öle habsde san ol hırs u hased rehzen olupdur da'im yolun urur düşmen olupdur hümasın sayen özgeye düşüpdür tecellin güneşe aya düşüpdür nehengsin deryadan yokdur habarun arslansın veli bilmezsin şikarun hünermendsin veli kim bihünersin haberdarsın özünden bihabersin acaibsin acebsin bu'lacebsin özün matlubsın özgeye talibsin cihan başdan başa külli nur oldı her eşyada hakikat menşur oldı dahı her bir sada kıldı ene'lhak ruşen oldı bu ma'na sırrı muglak tag u taş kuh sahra müşgin oldı kohusı her çiçegin gülgun oldı nikabın açdı yüzinden bu dilber bu ne sözdür ne mansurdur ne berdar aşıka her mekan mekke olupdur mekke bilmeyene sevda olupdur a sıratü'lmüstakim düpdüz yol oldı özini anlayan külli ol oldı zihi sa'd ü zihi demdür zi devran yusuf çehden çıkuban oldı sultan musa fir'avn ile birlige yitdi kamu yoldan gelen menzile yitdi güneş nurı şafakı kıldı pinhan ikilik kalmadı bir oldı yeksan nafe cümle geyikde eşker oldı kamu kuşun kanadı teper oldı acı sular kamu bal u yag oldı misali dünya külli pür bag oldı irişdi bag içinde dürlü ni'met çü rahmet geldi şimdi gitdi zahmet açıldı gül öter bülbül bahardur gice gitdi bu dem subh u seherdür kamu körler gözi yine açıldı kamuya nur ile iman saçıldı kamu bay oldılar kalmadı yoksul bir oldı mesela sultan ile kul o iklimde koyuna kurt şikardur kamu sahrada biten daş güherdür ne kim yirsen nur olur aş u etmek ne sefer var ne oturmak ne gitmek bunun bigi yirü gök anda yokdur ne yimek var ne aç olur ne tokdur irüp dinlenmek olmaz ol makamda müezzinler çagırmaz subh u şamda ikilik yok kamu bir yüz olupdur iniş yokuş kamu düpdüz olupdur b sırrı bela sırrı şib olmaz anda dolular boşaluban dolmaz anda meclis birdir saki birdir baki bir bir oldı kamu derya zevrakı bir ki neyzen bir kamu neyler bir oldı kamu küplerdeki meyler bir oldı bir oldı kamu su bir yana akdı birikdi cümlesi birlige çıkdı ne yüzdür kim bunun bunca yüzi var dahı her bir yüzinde bin sözi var hezaran yüz hezaran dürlü eşkal demi hamuş demi güft ü demi kal kimine meyhanede gösterür yüz kimi mescid gözedür dün ü gündüz kimine deyr dahı mekke olupdur kimine aca'ib sevda olupdur kimine can kimine ten olupdur kimine can u ten yeksan olupdur kimi akıl kimi mecnun olupdur kimi elif kimisi nun olupdur kimi gönül içinde derd olupdur gehi cism ü suret gah ferd olupdur kime ıyan kimine sır olupdur kime tesbih kimine ır olupdur veli kim hak tolıdur cümle şeyde o bilür o hakimdür cümle yirde beri gel iy gafil sergerdan olma çü görmezsin yüzini hayran olma eger görmek dilersen geç özünden işaret anla özün öz sözünden a özün ne sen ne söylersin nedür hal bu ne deyrdür ne mutrıbdur ne kavval bu ne hengamedür ki bunda durmış bu ne üstaddur kim yay kurmış atar okın yayını pinhan eyler yüzin gören canını kurban eyler bu ne santrançdur mat oldı leylaç bu ne hundur kanar susuz toyar aç bu ne yüzdür gören geçdi özinden kıyas eyledi kendü kend'özinden saçın gördi utandı müşg ü anber lebin gördi utandı kand u şekker aceb dilber aceb hüsni latifdür acaib sakidür aceb harifdür bahar faslı şivesinden utandı hazan ayagına düşdi uşandı bari ol can kanı aynı hayatdur sıfatı mesela bibeşaretdür deveciyem ya'ni üştürvan oldum gahi gılman gah oldı sarvan oldum gah olur ki özümden bihaber men gah olur kim melekutdan öter men gehi derya gehi neheng olur men gehi sulham gah olur ceng olur men gehi abdal oluram mest ü hayran gehi aşık olur men zar u giryan bu meclisde sakiyem hem arifem bilürem her işün yigin harifem düşümdür ki size haber virür men mısır'dan gelmişem şekker virür men b gülistanem da'im canan bagında menim tek külli biter can bagında kohusından hacildür güli nesrin utanur lezzetinden şehri şirin kohu bundan apardı müşg ü anber buna teşne olupdur havzı kevser kamu eşya bunun içün kıyamda her biri tesbih eyler bir makamda budur ayyar olan bagdad içinde bunun kim zat olur murad içinde arab olur gehi geh türki söyler gehi başdur geh olur börki söyler gehi bülbül gehi gülşen gehi gül gehi saki gehi şişe gehi mül gehi kafes gehi tutiye benzer gehi göze gehi olur suya benzer gehi akıl olur pergal içinde gehi mevcud olur her hal içinde gehi toprak bigi yirde sakindür gehi ırak olur gehi yahındur munun teg bir dakı cazu vü ayyar dakı var mı olasın söyle iy yar bunun nerdinde alem mat olupdur özi tenha da'im vahdet olupdur budur her bir işün içinde üstad özi çün uçmak özine virür ad özini ten sanur bilmez ki candur özi müşgdür teni şehri hutendür kuzesi dolı sudur özi teşne suyı ırakdan ister ya'ni gine azıgı bilesinde karnı açdur eger söyler isen cengi savaşdur deve evde özi yabanda ister bu hayali görün kim kanda ister ne kim yitdiyse evvel evde görgil çü evde bulmasan konşuya sorgıl şarab içmedin esrirsin acebdür görimezsin cihan bir afitabdur ne balık var ne su var tor salarsın balı tutımadın barmak yalarsın ana ki yitemezsin el uzatma ayıbdur kimseneye sanı satma yola varma ki yolundan kalursın budur pend ü nasihat ger alursın döşegün kadar uzatgıl ayagun nasihatdur işidürse kulagun özünden ulu ile pençe dutma çün edeb şart durur şartı unutma eger hayvan isen insan n'içünsin eger sen can isen bican n'içünsin seni bu gaflet uyhusı uyutmış canun aslın anun için unutmış kamu alem suretdür canı sensin bu cümle eşyanın bünyadı sensin senün bigi aziz can bu cihanda hayıf degül mi ki kala yabanda senün içün döner bu cümle pergal gafil olma gözün aç bir beri gel gör ahi kend'özüni sen ne cansın nesin sen tenün içinde nihansın b sana bu cism ü canun ola perde anun içün giriftarsın bu derde eger nesin heman olsın ki varsın anı ki ben direm bin ol kadarsın sana kıldı sücud gökde melekler senün içün döner çerh ü felekler ne diyem çünki bilmezsin özüni gafilsin gaflete açdun gözüni ne cansın sen özüni ten sanursın sen olsın veli sen seni sanursın senün cismün içinde canun oldur gühersin sen veli ma'denün oldur melekut bahri deryayı azimsin adun adem veli zatı kadimsin veli kim hikmet ile togrı bakgıl ikilik rahtını taşra bırakgıl bir ile birlik eyle bir olasın cihanda gün bigi menşur olasın ikilikden hazer kıl birlik eyle bir ile bir yegane dirlik eyle deve gördün mi görmedüm di kurtul dilersen olasın her yirde makbul kösegi yok yalınuz bir devedür bagı bir hezaran dürlü mivedür hezaran dürlü gül bir gülsitanda hezaran dürlü çiçek bir çemende bir attardur hezaran dürlü şerbet şişeler dürlü dürlü birdür üstad bu cümle cism ü canun zatı oldur bu cümle nakkaşun üstadı oldur ne kim gerdiş kılur pergal içinde bu cümle dürlü hikmet hal içinde o nesne kim adı lisana geldi o vahdet kim gönüle cana geldi bu cümle nesnenün aslı ademdür adem didükleri heman bu demdür bu demi anlayan bildi nedür hal bu can gözgüsine ol urdı saykal farig oldı bu cümle kil u kalden bu kamu sevdadan yanlış hayalden nişanı binişan oldı ten ü can ten ü can bir heman bikülli yeksan unutdı kend'özin külli kül oldı bu vahdet gülşeninde bülbül oldı bu vahdet meclisine saki oldur bu ma'na bahrinün zevrakı oldur ol oldur kim teni de cana döndi ana zindan dahı meydana döndi anı görsen kademinde sücud kıl hamuş ol dahı söyleme sükut kıl ana sorgıl haberi oldur insan anun zerresi arş katresi umman odur kim toptolıdur cümle evde odur gönülde sır başdagı sevda odur cümle vücud içinde mevcud odur her dürlü hal her dürlü maksud odur evvel ahir oldur kaf u nun odur aşık odur leyli vü mecnun odur can ikliminün armaganı odur gönülde olmışdur nihani odur külli dahı ne var cihanda odur kim söylenipdür her lisanda odur bu cümle başdagı serencam bikülli ol durur vallahu alem fakirem nesneden yokdur haberüm göricek halvayı kalmaz kararum delüyem bilmezem akdan karayı bir hiçe satmışam her dü sarayı yimege kaymagıla bal latifdür ömür gaflet ile sürmek hayıfdur bu yola varur isen yoldaş iste evel havuç götür andan aş iste ne yitürdün kimün evin sorarsın çekilmiş oka sınuk yay kurarsın seni aldamasun dünya gözün aç yolun gözle ögün divşür beri kaç murad almadı kimesne cihandan ne umarsın bu bir köhne virandan misali dünyanun gölgeye benzer gehi sel bigidür geh çaya benzer kanı anlar ki dutmışdı cihanı belürmez oldı hiç nam u nişanı kanı ol tanrıluk da'vi kılanlar ömür gaflet ile yavı kılanlar kanı nemrud kanı şeddad ü fir'avn kanı ol keykubad cemşid karun kanı efrasiyab ol şahı kisri kanı kayseri rum azizi mısri a gelen geçer cihan köhne ribatdur payanı ham diger karı benatdur gice gündüz döner her dürlü gerdiş bilür misin ne hikmetdür ne cünbiş veli nebi karar kılmadı geçdi bu yurtdur kimi kondı kimi göçdi zira bu yol durur menzilbemenzil konan göçdi adet şöyleyimiş bil yarak eyle ki sen dahı varasın çü karban göçdi sen nice uyursın tene bakma beri gel canı gözle eger bülbül isen gülşeni gözle tutisen ger şekeristan taleb kıl eger tavus isen bostan taleb kıl eger şahbazısan şikar senündür eger sır saklasan esrar senündür eger karnun aç ise nan gerekdür eger sen kürd isen ayran gerekdür eger türkmen isen yaylayı gözle yukaru bakmagıl alçagı gözle eger sen can isen ten neye dirler güher dimek nedür kan neye dirler eger teşne isen söyle utanma bu ışk işin ayıbdur akla danma bicandur bu tenüm bigi haber vir bana can ikliminden bir nişan vir özin bilmeze satmazlar güheri hünerbendden sorarlar her hüneri zihi can iklimi latif gülistan zihi çevgan zihi top zihi meydan b zihi ma'den ki hasılı güherdür zihi nazar ki heman bir nazardur zihi güneş ki tutmışdur cihanı bu acebdür ki belürmez nişanı yine bir dürlü acaib hikayet acaibligine yokdur nihayet düşümde görmüşem bir şehr içinde oturmış padişahı şehri çin'de kurulmış bezmi meclisi şahane kılur işret o sultanı yegane veli nişanı binişan görindi bu aceb şöyle cism ü can görindi görürem cism ü canı nur olupdur özi gonca sıfat menşur olupdur ana didüm ki bu esrarı söyle neyim ben bana bu ahbarı söyle bana dir ki benem sen sen degülsin özini bil ahi hayvan degülsin ol idi kim bu uykudan uyandum ben anun rengine külli boyandum o kaldı külli ben gitdüm aradan ne işümdür dahı akdan karadan ben ana tenüm ol bana can oldı katre ummana yitdi umman oldı ol idi cism içinde can görindi açıldı perde çün sultan görindi o sultan kim alem içinde birdür bu cümle iş içinde ol kadirdür odur ahir heman odur ne kim var bu sözi didi mansur oldı berdar a odur kim cümle şeyde sır olupdur odur güneş tegi menşur olupdur odur suret odur sıfat odur zat odur mısrı cami' ayyarı bagdad odur yar u odur var u ne kim var odur bu gulgule her kanda kim var odur bu şeş cihet dört dürlü erkan odur akl ü odur cism ü odur can odur bu cümle kıssa vü hikayet anun hikmetine yokdur nihayet yine bir dürlü aca'ib nişane gönülden kopdı çün geldi lisana işit söyleyeyin münkir degülsen gözüni aç gör ahi kör degülsen neye geldün cihana maksudun ne bana söyle ziyanun ne sudun ne gözün aç gör hüma birdür saye bir kamunun ortasında sermaye bir bu vahdet gülsitanı çin olupdur bu ışkile nefes müşgin olupdur bu ışkile cihan oldı münevver bu ışkile döner künbedi devvar bu ışkile denizler cuşa geldi bu ışkile felek cünbişe geldi alem bu ışkile pürnur olupdur bu ışkile gönül ma'mur olupdur bu ışkile cihan gavgaya düşmiş bu ışk nurı güneşe aya düşmiş bu ışkdur derde derman zahma merhem bu ışkdur cümle başdagı serencam bu ışk genci sa'adetdür sa'adet bu ışk katında akıller olur mat bu ışk didükleri derd ü beladur bu ışk elinde canlar mübteladur b nice didüm gönül haddünden aşma halün bil varuban ışka dolaşma gönül hergiz benüm sözüm işitmez beni terk eyler ışkun terkin itmez gönül bu cism ü suretdür bu ışk can bu ışk dahı gönülde tutdı mesken zira gönül bu ışk ile ezelden bile imiş bile gelmiş ol elden gönül yoldaşlıgun hakkın unutmaz cihanda ışkdan artuk nesne dutmaz gönül her maksudı ışkdan bulupdur gönül içinde ışk delil olupdur gönülde nice sır pinhan olupdur nefis gevher bu gönül kan olupdur beni ışk cengine gönül salupdur melamet tablını gönül çalupdur gönül içinde gizlenür bu esrar gönül bir lahza yar bir lahza agyar gönül mum bigidür şem' u meş'aldur gönül gah şad olur gahi melaldür gönülde saklanur sırrı ilahi gönülde buldı bulan padişahı gönül hükminde sultanlar esirdür gönül bir dem gani bir dem fakirdür gönüle girenün vakti hoş oldı gönül içinde sultana duş oldı beri gel beri gel yar yine geldi gönül ugrusı ayyar yine geldi yine geldi o sultanı yegane gönülden sözi ol söyler lisana anun söyledügi ilmi ledündür akil anun içün mest ü cünundur a sözin akıl işitse mat olur mat nefesi müşg ü anber izz ü ni'met söz içinde benüm üstadum oldur ben ana bir sıfatam zatum oldur odur bana her iş içinde üstad gözümde nur odur gönlümde hikmet ben ansuz bir pula degmem cihanda hazinem gencüm ol cismi viranda ben ansuz olamazam canum oldur benüm sermayem ol dükkanum oldur benüm genc ü hazinem ol varum ol şanum ol mahbubum ol dildarum ol bana ansuz cihan u can gerekmez n'iderem cennet ü rıdvan gerekmez ışk içinde benüm üstadum oldur evvel ahir heman bünyadum oldur ben ansuz bir viranem gencüm oldur benüm dünyada derdüm rencüm oldur odur gönlümde biten fikr ü tedbir odur canum içinde gizlenen sır odur dahı ne vardur andan artuk dahı sultan mı var sultandan artuk odur pergal odur hikmeti gerdiş odur üstad anun ile biter iş yine gönlüm denizi daşdı çaglar yine bu ışk odı bagrumı daglar yine geldi o mahbubı dilaram yine geldi o sakii gülendam bugün sohbet demidür yar gelüpdür o can içindeki esrar gelüpdür saki meclis beze sultan irişdi bugün sultan bize mihman irişdi gel iy bu can içinde can bulanlar gönülde ma'şukı pinhan bulanlar b yine güller açıldı can bagında sultan işret ider sultan bagında göge istedügin yirde bulındı kamuda var özi erde bulındı erün gönli içinde sır olupdur ezelden şöyle ki takdir olupdur binişandur erün nişanı erdür bu cümle katrenün ummanı erdür erenler derya bigi cuşa geldi erenler şir bigi huruşa geldi erenler himmeti arşdan yücedür er olanlar bilür eri nicedür bu gizlü esrarın mahremi erdür bu şerbet kim içerler camı erdür erenlerden sorarlar her haberi bakırı altun eyler er nazarı erenler halk içinde güne benzer kimi leyli kimi mecnun'a benzer kimi vamık kimi hüsnine garra kimi azra sıfat ışk ile şeyda kimi güneş bigi tabende oldı kimi evde kimi yabanda oldı kimi hayran u mest ü deng olupdur kimi derya bigi neheng olupdur kimi külhan kuşesinde sakindür kimi ışkile mest ü cünundur kimün bu ışk odı bagrını daglar kimi hasret ile dün ü gün aglar kiminün kend'özinden yok haberi kiminün bir sa'at olmaz kararı kimünün ışkile vakti kasardur kimünün vakti hoşdur binazardur kimi bu ışkile bednam olupdur kimisi deng kimi sersam olupdur kimisi söyleyicek tur tur eyler kimisi sohbete gelse dür eyler kiminün her sözi misli şekerdür kiminün söyledigi söz fişardur a kimi buncılayın aklı kalildür kimi bu ışk çıragında delildür nice kim söylesen söz ahir olmaz deveye binen içinde sır olmaz sonucı elde gizlenmez dimişler kargaya karga baza baz demişler kamu kuşlar yine cinsiyle pervaz ördek ördek ile hem baz ile baz sogan satan şeker narhın ne bilsün ademden ademün farkın ne bilsün demürçi ile çulha bir dükkanda barışmaz işleri olur ziyanda gözi gören bilür vakti sa'ati kör olan ne bilür işekden atı işege uyanı vursa at olmaz asılsuzdan temizlük bünyad olmaz delü bigi daim gölgen kovarsın ana ki yitemezsin ha kovarsın ne sen ü ne benüm bikülli oldur gönülden gönüle dosdogrı yoldur sovukda kepenek yagmurda kürk gey dolu yagsa başun aç sonra börk gey közi çölmegile söndürmek olmaz agır yükle uzak yol varmak olmaz ekinci yagmur ister cameşuy gün ezelden düzülüp geldi bu düzgün arife yüzile yumruk işaret halin bilmek imiş bu yolda garet su görmeden etegün çemrenürsin meger sen bülbüli leglek sanursın b çuvalunda yükün közdür ola mı bu söz sana yararsuzdur ola mı nagah minareyi karpuz mi sandun düşün idi senün gündüz mi sandun sayıklarsın meger ki düş görürsin özün gani bizi derviş görürsin kamumuz bir gülistan gülleriyüz kamu bir bahçenün bülbülleriyüz kamumuzda görinen varluk oldur yare yar kıldugı dildarluk oldur ne işün var dahı andan gafilsün teni bildün veli candan gafilsün bu can u ten bikülli yeksan oldur top anundur sahibi meydan oldur odur bülbül odur gül ü gülistan odur bu söylenen kıssa vü destan odur kim cümle cisme can olupdur odur öz nakşına hayran olupdur odur hüsni latif zülfi perişan odur sübhan odur hannan ü mennan odur geyikde müşg kamışda şekker odur kande sadef sadefde gevher odur bu kal'ada pasban olupdur odur bu ugruya zindan olupdur odur kim ferhad'a şirin görindi odur kim çin ola çin görindi odur türkmen evinde çig olupdur odur kim kürd içün çacıg olupdur yare oldur yine merhem uran ol melamet'ışk ile bednam olan ol a odur leyli yüzinde gördi mecnun odur tertib odur her dürlü düzgün odur şekl ü suret her dürlü şeyde odur arif olan buldugı fayda ne ol budur bu sözi çok uzatma halvayı gör dahı nesne gözetme bengi ol balile yagı karışdur kimesne görmesün halvet uruşdur nice söyleyesin kaygusuz abdal bu ne söz yiridür ne güft ne kal hamuş ol söyleme ki hak hazırdur dervişsin karnun aç vaktin fakirdür ma'na söyleyimezsin akl şaşdı tıfıl oglan bigi dilün dolaşdı bu yolda sana bir rehber gerekdür yar içün kurban ol ki yar gerekdür gönül fikr itdügini yazdı kalem ahir oldı kelam vallahü alem mesnevii salis mesnevii salis bismillahirrahmanirrahim n a alem heme kan u ma'den oldı cihan seraser gülistan oldı her zerre içinde togdı güneş ol sırrı ezeli eyledi faş deryayı muhite düşdi zevrak haberi hakikat hak oldı mutlak zevrakda bulundı bahri umman nur oldı zulmet bir oldı yeksan şakird olana bulundı üstad nur oldı tecelli gitdi zulmet her dürlü sada ene'lhak oldı alem cevahiri mutlak oldı göründi ma'şuk her mekanda genc oldı zahir degme viranda birlik alameti menşur oldı her şey musa her cay tur oldı birlik ayinesi oldı sakide birlik şarabı oldı çekide birlik ayinesi oldı saykal birlige birikdi mim ü cim dal birlikde yazıldı kaf ile nun birlikden agaz eyledi kanun sazun dahı sözi tevhid oldı her gice kadir her gün ıyd oldı aynı nefes oldı çeng ile ney hüdhüd ile simurg oldı bir şey ırak yakın oldı gice gündüz birlik aleminde oldı her söz b yahın ile güman bir sır oldı birikdi iki iki bir oldı birlikden ikilik oldı ayru bir oldı heman kalmadı gayru cevheri olana kan bulundı ol genci nihan iyan bulundı agyar ile yar oldı hemrah birlikde yegane bende vü şah her zerre ki var afitab oldı hicran ile vasl bihicab oldı aşık ma'şukına buldı fursat vahdeti bulanlar oldı halvet derdi olana timar irişdi şeb kıldı güzer seher irişdi kimya sıfatını tutdı toprak gül oldı kamu agac u yaprak nakkaş ile nakış oldı yekta in çi haberest imruz ferda diken kamu verdi nesrin oldı alem gülsitanı gülgun oldı abı hayat oldı kamu derya müşgi huten oldı tag u beriyya bülbül avazı toldı gülistan çalındı tabıl bulundı sultan alemde bulundı sırrı esrar adem sureti yazıldı defter menşur adem oldı beli menşur ademi bilenler oldı pürnur ademden beri kadim ü mutlak kevn ile mekan ademe müştak a sırrı dücihan ademde mevcud adem sıfatında göründi ma'bud aklun var ise degülsin ahmak ayine ademdür ayneye bak gör ayinede cemali şahı ta kim bilesin sırrı ilahi sen kend'özüni kime sorarsın kendü düşüni neyeyorarsın delü bigi her yana dagılma su üstinesin susuz asılma ademde tılsım ilm ü hikmet evvel ahiri sıfat ile zat bikülli ademde cem' olupdur ademde alem çü şem' olupdur gel gel beri iy talibi insan insan sıfatısın olma hayvan adem cevahiri lamekandur adem pervanei kevn ü mekandur ol sırrı ebed adem içinde maksud dahı ne alem içinde ol binişana nişan ademdür cümle suret ü can ademdür adem bu ab u gile dimezler cism ü surete dile dimezler bil ahi özüni ger div degülsin adem velisin har u gav degülsin aç bir gözüni yüzüni görgil sensin özün özüni görgil kaçan özüni sen özün bilesin özün özüne sücud kılasın b sende bulına sıfatı matlub sensin yazılan beratı mektub sen her ne isen yahşı yaman sen sen istedügin yine heman sen bu sahrada serseri gezersin bican u suret diri gezersin aç bir gözini cihan nur oldı bu sır nur içinde mestur oldı birlik güneşinden kaçdı zulmet birlik ikiligi eyledi mat külli yir ü gök gülistan oldı can yitdi canana ten can oldı bu can ten ile birlige yitdi birlik sözüni alem işitdi kamu diller bir sözi bir oldı şekli sureti yüzi bir oldı ne kaldı dahı ki yir degüldür birlik ayinesi kir degüldür birlik ikliminde yadlık olmaz birlik kulına azadlık olmaz birlik sarayına kondı sultan birlik topına bir oldı meydan birlige yitene yitdi devlet birlik meta'ın bir olana sat birlik sıfatında safa olgıl birlik sözine sen aşina olgıl özüne yören ki gayrı yokdur senünle biledür ayrı yokdur ol senün ile bile sirişte ayru degül o biledür her işde a ol olmasa sen hamuş olursın tuhafça aca'ib kuş olursın bikülli senün hayatun oldur sıfatun içinde zatun oldur oldur ki seni aziz kılupdur oldur ki cihan içinde iz kılupdur oldur ki senün tenüne candur ol olmasa vücudun virandur billah özine niçe gafilsün bilmezsin özüni kemakilsün dünya hisabında key şatırsın bilmezsin özüni binazirsin gör ahi cihan münevver oldı uyandı her eşya bidar oldı dile söze geldi lima'allah kat' oldı bikülli masiva'llah ışk ayinesi safaya geldi şeytan işine tevbeye geldi has oldı bikülli gitdi vesvas can ayinesinde kalmadı pas birlik güneşi togdı yayıldı gafil dahı gafletden ayıldı murad hasıl oldı bitdi hacat aşinalık oldı kalmadı yad birlik haberine can sevindi şad oldı kamu cihan sevindi birlik beşaretin çaldı sultan şükr itdi sevindi birlige can birlik afitabı açdı perde birlik tabib didi kamu derde birlik şarabını sundı saki evvel ü ahir bir oldı baki b birlik dadı geldi her şarabdan birlik fitnesi uyandı habdan birlik kılıcını sildi üstad birlik güni togdı gitdi zulmet bir oldı alemde her ne vardır birlik bazarı dahı bazardur birlik safası yazıldı canda birlik genci oldı her viranda birlik okına nişane oldum birlikde sahibi nane oldum bu birlik içün canum esirdür birlik haberi cana seyirdür birlik ile vardı yol varanlar birlik ile tutdı işi erenler birlik hasılı gönülde bitdi birlik haberi alemi tutdı birlik haberi aleme doldı birlik şarabı her cana doldı birlik kaldı gönülde gayrı gitdi birlik şarabı her cama yitdi birlik ile ok atıldı yaydan birlik suyı akdı kamu çaydan birlik sırile bu nur göründi birlik oldı varlık nur göründi birlik haberi yayıldı şehre birlik bazarı oldı bazarda her su kim akar gülaba döndi kat' oldı günah sevaba döndi kurd koyun ile bile karışdı ugurı beg ile yol varışdı düşman ile dost oldılar yar birlige bitişdi gül ile har karınca süleyman'a söyledi yol sag oldı bikülli kalmadı sol uçmagıla tamu birlik oldı birlige birikmek erlik oldı birlik kirişinden ok atıldı birlik bazarından can satıldı görebilür oldı her huffaş yakut u cevahir oldı her daş yirde biten otlar güle döndi sular tabi'atı müle döndi gülbeşeker oldı daş toprak abı hayat oldı akan ırmak dost kaldı bikülli gitdi düşman ahseni takvim oldı şekli insan ol sırrı ezel eşker oldı yok kalmadı bikülli var oldı kadri berat oldı kamu dünler bunda sükun oldı her cünunlar günler kamu ıydi nevruz oldı gice kalmadı gündüz oldı ışk bazarganı gevher getürdi mısır taciri şeker getürdi can iklimine irişdi menzil canan haberini söyledi dil diken güle döndi gül açıldı dostlar yüzine güllab açıldı her talib olan murada yitdi aşıklara ışk zevada yitdi can oldı bikülli kalmadı ten aşıklara kaldı top meydan b simurg ile kaf yahın bulundı yarın didügin bugün bulundı feth oldı anı ki can diledi anı ki kamu cihan diledi agyarlıgını kodı agyar safa hatır oldı yar ile yar yiten devenün izi bulundı bu zahmetün perhizi bulundı ölüm eceli getürdi rahmet birlik yazıldı sıfat ile zat derya cuşa geldi kıldı heybet punarlar ayagın eyledi mat şahbazı göricek karga kaçdı hümaya yine hüma sataşdı geyik arslan ile dutdı pençe süleyman işinde oldı karınca örümcek muhammed'e dutdı perde sırrı ebed göründi her çakerde yılduz güneşe beraber oldı her zerre hezar hezar oldı her şey dil olup didi ene'lhak anı ki didi olaydı elhak gül mevsimidür taze bahardur şehrinün içinde şehriyardur her dem didarı nurı safadur her dem nazarı yahşi atadur anı görene zihi sa'adet hasıl ana her denlü makamat her dürlü kainat ana müyesser evvel ü ahir ol oldı server a anı görenün nişanı oldur her dem divanı yargusı oldur söylemese sözi oldur haberi degdürse nur olur dahı nazarı ol kimesne kim anı görüpdür oldur cananı canı görüpdür feth oldı ana açıldı miftah çindür kim işini eyledi şah devlet kapusı ana açıldı eşyadan oldı baki saçıldı o kaldı hak ile gayrı gitdi hakk ne der ise kim ol işitdi çün kıldı anun talii yari gönlünde bulundı dost didarı keşf oldı ana ne var cihanda pinhan o kılur genci viranda anun misali çıraga benzer yahud yemişlü baga benzer ya hazinedür ki gevheri var ya ehli hünerdür hüneri var ya meş'aledür karanu dünde ya hızrı nebidür bu gününde ya ölmüş içün abı hayatdur ya her sıfatun içinde zatdur ya bir güne benzer hiç dulunmaz ya su bigidür susuz olunmaz ya gül bagıdur gülab bazarı ya katmış ola gülbeşekeri ya ayinedür ki pası yokdur ya külli tamam hatası yokdur b ya külli oldur ki sen bilürsin candan anı sen yahın bilürsin ben ne diyeyin ki kemakılsın insansın velikin bihasılsın sensin ki melek sücuda geldi senün içün alem vücuda geldi bilmemişsin özüni bihabersin irmedügün yire daş atarsın süd dilersen çanagun daşırma nadanlugını hadden aşırma anla sadefünde ne gühersin nedür muradun neyi kovarsın nebi didügi sözi işitgil cihana neye geldün ayıtgıl maksud ne idi cihana geldün evvel ne söz ü lisana geldün evvel ne idün bu dem nesin sen özüne yören ki kandasın sen benüm didügün dükkan kimündür genc sahibi kim viran kimündür bu bagçe kimindür ki gezersin bu söz ne dimekdür ki sezersin gerçi bu bagun mivesi vardur sen bilme misin ki ıssı vardur ölümden agır dimişler od'ı sen bilme misin ziyanı sudı şöyle bihaber gafil niçünsün bir dinle ahi fuzul niçünsün türkmanlanma gel ki utanursun bagçeyi meger ıssuz sanursın a her zerre ki var hisab iledür aslı imanun edeb iledür elhaya'u mine'liman degül mi nebi sözüdür iy can degül mi sakla edebi ki hak hazırdur biedeb olan har u hakirdür tanrıyı bilen edeb yanılmaz biedeb olan kişi anılmaz sen öyle ki sen neye talibsin nedür muradun neye galibsin efsanelere niçün dagıldun sahrada meger yolun yanıldun ana bu bela neden ulaşmış gaflet ipi boynına dolaşmış öyle biçare yabanda kaldun sen ne bileyin ki kanda kaldun ol bilmez isen bilene sorgıl ışk ayinesin silene sorgıl ışkı bilene sor ki bilür ol dost otagına kanda varur yol ışkile alem müdevver oldı ışkile cihan münevver oldı ışkile döner bu çerhi çenber ışkile yazıldı cümle defter ışkile alem zuhura geldi ışk idi ki musa tur'a geldi ışk ile muhammed kıldı mir'ac ışk durur alemler ana muhtac ışk okı geçer yidi felekden ışk fark ider ademi eşekden b ışkdur akibet makamı mahmud bu ışkı yerenler oldı merdud ışk meş'aledür gözi görene ışk delil oldı yol sorana ışk can bagınun gülistanıdur ışk kamu alemün sultanıdur ışk idi ki yusuf çaha düşdi ışkile alem feraha düşdi ışk idi ki eyyubu derd ü bela ışk salmış idi anı bu hale her müşkilini sen ışka sorgıl ışk kullıgına ışkına durgıl ışkdur ki alemde nur olupdur ışkdur ki berat u menşur olupdur ışkı iy akıl gafil gözetme saluslugını bu ışka satma ışkdur ki seni diri tutupdur ışkun nehengi alemi yudupdur ışk oldugı yirde müşkil olmaz ışkdur ki ebed ma'zul olmaz ışkı yerenün imanı yokdur ışkun dahı hiç nişanı yokdur ışkdur ki alemde delil ü rehber ışkile düzüldi bahrile ber ışkı bilenün imanıdur ışk ol binişanun nişanıdur ışk ışka gafil olma ışk özidir ışk can kulagı gönül gözidür ışkla bakana ışk delil oldı ışk ile diledügin can hasıl oldı ışk nurı ebedi layezaldür ışkun zevali yok bizevaldür a zeval anadur ki ışkı bilmez ışk ayinesin ışkile silmez hayvan bigi nefsine kalupdur bu nefsi zalim anı alupdur şöyle kim anı çıkardı yoldan fark eyleyimedi sag u soldan kanadı kesilmiş kuşa döndi dünya talebinde muşa döndi dünyayı sever imanı oldur canınun içinde canı oldur sureti ademdür özi hayvan bir akçeyi aziz tutar atından dünya hevesine şöyle düşmiş ömri bihaber gafil savuşmış dünyadur anun dini imanı bir akçe içün söyler bin yalanı bir pulı yeg sever kardaşından bir akçe içün geçer başından bir akçe içün döner dininden ölüyi çıkarur oyar ininden dünyaya zira dinin virüpdür dünyaya andan eli irüpdür dünya hevesine şöyle düşmiş biçare ömüri aklı şaşmış bir işde sanur özin ol ahmak bir dane içün bin kurar fak tanrı'yı hazır görüp utanmaz gaflet ile uyuyup uyanmaz dünyaya cife didi muhammed dünyaya dimezler ahi devlet dünya karun'a ne vefa kıldı ya dakyanus'a ne cefa kıldı b ya nemrud'a n'eyledi bilürsin sen dünya içün niçe ölürsin dünya senün ile baki kalmaz dünyadan kimesne murad almaz evveli şirin hoş safadur ahir bekası yok bivefadur evvel kişinün güler yüzine sonra bıçak çeker bogazına evveli latif şöyle ma'mur ahiri sokar tün kündür satrancile üter her meliki ahir mat ider her bir çapüki her kime sunarsa bir piyale sonunı irgürür bin melale fitnesi öküşdür emin olmaz çün dünya yalandur ki çin olmaz dünyaya gönül viren yanıldı dünyanun adı yalan anıldı evvelide gösterür bir izzet sonunda kılur bin cevr ü mihnet her dürlü fesad bu dünyadandur bu kasd u garaz bu dünyadandur olar kim yol azdı gümrah oldı dünya sebebinden nedür ah oldı dünya safasına aldanursın dünyayı baki kalur sanursun bir gün kimin ile yar olursa bin cevr ider peygamber olursa dünyadur adı budur pişesi rahatına degmez endişesi a dünyanun adına didiler hiç hiç degülisen bu dünyadan giç nice bir gafilsin bu halden bir gün geçemezsin bu hayalden gaflet duzagı seni dutupdur ömrün bihaber gafil ütüpdür var var özüne müdara eyle gaflete dutuldun çare eyle kes bu duzagı ki kurtulasın ömrün hasılı safa bulasın menzilün irişe lamekana ki kalmaz isen nam u nişana şahbaz olasın gide bu gaflet maksud hasıl ola olasın şat bikülli ol kalasın gidesin bu nam u nişanı terk idesin kalmaya dahı hicab u perde bikülli nur görinür bir arada ayan ola ol ki sır olupdur ana kim alem esir olupdur ola ki nihandur ola ayan perde açıldı görine sultan devlet güneşi doga o demde sende görine ne var alemde emin olasın bu kil u kalden fark eyleyesin hakkı batıldan ol dem bilesin bu ne dimekdür neye işaret ne söylemekdür keşf oldı sana bu cümle esrar mansur ne sebebden oldı berdar b sebeb ne idi yusuf satıldı ibrahim oda niçün atıldı muhammed'ün mi'racın bilesin müselmanların hacın bilesin ma'lum kılasın ki ne imiş put ma'bud ne sebebden oldı mevcud şeytan dimegün nedür muradı evvel ne idi şeytanun adı uçmagıla tamu ne dimekdür delil rivayet ne söylemekdür yir yidi kat oldugı ne haldür kürsi vü kalem neye misaldür gök yidi tabaka niçün oldı gökler bezegide niçün oldı ma'lum ola sana bu cümle hikmet tahkikini bilesin olasın şat gönülde nigahı şahı göresin ol bedri münir mahı göresin ol genci ebed bulına sende dolu sen olasın her mekanda gün bigi doga görine dilber biline ne imiş yar ile agyar ışk ola delil ana bu halde müşg ola nefesün her mahalde ilmi ledüni yahın göresin özüne canı canan göresin sayende kala bu cümle pergal sende görine bu cümle eşkal ayinei can ola cemalün baki kalasın gide ecelin bu kamu alem bulına sende sırrı layezal biline sende cümle gönüle cana dolasın ebedü'lebed baki kalasın haber sen olasın cümle dilde mevcud sen olasın her beşerde vahdet denizinde dürr olasın vuslat çıragında nur olasın maksud sen olasın her hünerde mevcud sen olasın her beşerde ömri cavidan ola hayatun layenamu layemut' ola ayatun her kafa öninde yüz olasın her yüzün içinde göz olasın ol dem göresin bu çerhi çenberi bu yidi felek kubbei devvarı kamu kevakib bu yidi yılduz bu nakş u hayale gice gündüz hem resm ü adet ki zahir oldı her ne ki evvel ahir oldı kamu ademe kılur sücudı ulu ta'atı ziyanı sudı arş senün içün durur kıyamda gün bigi zahirsin her mekanda kürsi vü kalem sana mukayyedür cenneti na'im senün ile şaddur çarh senün içün döner felekler senünçün bezendi her bezekler her nakş u hayal var ki sende gülgüle senündür her biladda her sadef içinde ki gühersin muhtasar içinde mu'tebersin b sen halifesin adın ademdür şeytana adun bela vü gamdür şeytan seni görüp iblis oldı pes sürülüben nice pis oldı bahane sebeb seni ademdür her harif elinde dolı camdur her rindün elinde bir piyale her şahsun öninde bir meş'ale her kafile öninde bir kılaguz işretdür müdam gice gündüz söyle sakiye ki meyi getürsin def ile kanun neyi getürsin büryan kebab ile nukl u badem gülbeşeker ile gül dahı hem meclisi bozun ki vakt irişdi fursat tali' vü baht irişdi her meclis içinde gülgüledür her meyhanede. meyhaneye gel ki şad olasın bu meşgaleden azad olasın iç gel ki bu meyi layezalden kurtula canun bu ham hayalden serhoş olasın açıla perde hoş ırlayasın sırrı bazarda her dem diyesin ki yale ley ley çün gönlün içinde bulına mey şehr ehli diye ki buna n'olmuş aceb bu şarabdan bu ne bulmuş kimisi diye saki fasıkdur bu içkici dünyadan farikdür a kimisi diye ki sen sana bak çü cümle kulun sırrın bilür hak dak dutmak ademe hoş degüldür her şeyi ki görürsin boş degüldür her gönül içinde hakk'a yoldur hakk'ı bilene ne sag u soldur her cism ü suretde bir suret var her suret içinde bir sıfat var her şem'ün öninde pervane var her damun içinde bir dane var her gül diken bile bitirmiş ışk sözini can evvel işitmiş o mülki ebedde ışk ile bile can ol demde bile kılurdı seyran hem bunda dahı bile gelüpdür ikisi dahı böyle gelüpdür hem bunda dahı yine biledür can ayinesini ışk siledür ışk bilene canunı kurban kılsan az ola yolunda bin can ışkdur aşıkın dini imanı ışkı bilene sorun nişanı ışkile döner bu yidi seyyar ışkile durur kubbei devvar ışkdur ki alemi nur idüpdür ışkdur ki şeytanı makhur idüpdür ışkdur ki adem tevbeye geldi ışk ile bu sırr araya geldi ışkıla düzüldi cümle tertib ışkdur kamuya degen meratib b ışkı bilmeyenün nasibi yokdur hayvan da disen ayıbı yokdur bu ışk didügin neye işaret maksud ne imiş neye beşaret bu ışk didügin heman bir addur veli ki sıfat içinde zatdur ışkile döner bu cümle pergal ışkla görinür bu cümle eşgal sen yören özüne ki ne kulsun nedür dilegin neyi kurarsın cihana niye gelüp durursın söyle ki niye kalup durursın nedür muradun cihanda söyle derdüni tabibe iyan eyle tabib sana bir ilac u derman başuna koya hoş olasın heman bu gaflet ile canun boyanmış aklun uyumış nefsün uyanmış hayıf diriga ki sen ademsün veli ki adem deminde hamsın bu gaflet ile bimar olupsın haste vü renc ü zar olupsın evvel neyidün ki ten degüldin bikülli ol idi sen degüldin ol dem yogıdı bu cismi pergal küllisi hakdı ahir u evvel çün ten senünile yoldaş oldı bu kargaşaya yolın duş oldı ten toprak ile su od ile yeldür yokdur sebatı gül ki misaldür a ten beş gün ola senünle yoldaş ahir yine aslına çeker baş bardak bigidür tenün misali nagah uşanur yiter eceli ten zahmetidür ki sen çekersin naçar zira ki tene nökersin ten duzagına dutuldı canun ırak ana bilmedün vatanun diriga seni uyutdı gaflet dahı uyanınca sana heyhat gel ben sana bir ögüt vireyin bu yol kolayın göstereyin varun varise biküll yidürgil adun sahibi cömerd didürgil başda anasın anda vatanın aslına yetişe karışa canun hubbu'lvatanumine'limandur dut nebi sözini cana candur mustafa sözini dut ki hakdur geldün yine gitmege yarakdur yaragun idine ki göçersin geldügin cihana geçersin beş gün olasın bu evde mihman yine var asılun dahı bir san andan ne getürdin bile bunda nen var iledesin bundan anda bu kış yaragını bunca gördün bu yol azıgını ne götürdün b getür görelüm nedür yaragun döşegün kadar uzatgıl ayagun sultan içün armagan gerekdür can sevgisine nişan gerekdür canun varise cananı iste sen binişan ol nişanı iste kılma bu suret nakşını hayaldür istegil anı ki bizevaldür yatma durugel ki göçdi kervan sonra uyanup ya nice pişman senden ulunun sözün işitgil şaşma yolunı yolınca gitgil ey gafil uyan ki sen uyursın kanı sen yine kan ile yursın vardur kulagun velikin işitmez gözün nurı dahı yarı itmez hasis tabi'atsın kem akılsın bir nakş u suretsin ab u gilsin hayf ola sana ki dirler insan ey şekli adem fi'ili hayvan leglek bigi sahrada gezersin ne bilürsin ki kanda gezersin yolunu gözet döşün egetme delil ile var başuna gitme sen mektubısın bu gizlü gencin gafil nitesin neyidi rencün çün fark idemezsin teni candan sen ne bilesin sudı ziyandan a toz eyleme var yolına gitgil yogurdun içgil tuşuna gitgil tuhafça kişi acaib kuşsın yükün gülbeşeker sirkefüruşsın gülistana gel dikene düşme yolu koyuban yabana düşme yirde duruban göge bakarsın bir mıhı ki bin nala çakarsın sen bahri muhitsin haberün yok kuşsın veli hiç perr ü balün yok ne kişisin ayıt kimi sorarsın ıragı gözetme tiz ırarsın başın büyük illa boynun azdur fikrün kısacık bu yük dırazdur getür meta'ını ne getürdün fikrüni di kim neye yitürdün bu ham hayali ko fikre talma dünya sana kalmaz sen dahı kalma sen cansın özüni ten bilürsin katunda sudur susuz kalursın yolunı gözet kuyuya düşme köprüyi geçerken suya düşme divşür ögüni gözüni aç bak külli ka'inat dolı durur hak bu kamu alemde görinen oldur gönülden gönüle dogrı yoldur oldur bu kamu alemde varlık oldur yazılan berat u yarlık oldur sadef ü sadefde inci oldur hisabı sırat u senci oldur ebedi hayyu'lkayyumdur her bir iş içinde ol hakimdür ma'şuka özi aşık da oldur azra dahı ol vamık da oldur evvel dahı ol ahir de oldur batın dahı oldur zahir de oldur cana hazine gönüle candur ol her mekan u her zamandur bu çar anasır şeş cihet oldur bu kıssa hikayet dastan oldur oldur ki alemde gulguledür ol olmasa alem pürbeladur dört rüb'a bir akçe dirler eblehi gör ki pul pul hisablar bir akçe diyüben emin olmaz ıragı koyuban yahın olmaz vay sana bir kattal esrar olsa halva vü badem kolay yir olsa kalya pilav kalyalu tutmaç iştahun açuk karnun dahı aç büryan kebab ile turşı aşlar yaglu kuliçe taze lavaşlar bal yaga karışsa yımşak ekmek gelse önüne durur mıdun dek bengi paluze ikisi yardur kaymagile bal da hoş haberdür boranı ile kara kavurma gözet herise gözün ayırma erişte kadayıf yaglu keşkek etmek ile et kalanı lekpek karnı aç olana külli hoşdur bengi aç olana telh turuşdur bu kuş dilini süleyman anlar arif sözüni yerinde banlar anla ahi ki bu ne dimekdür ne bengi vü ne ac ne yimekdür dünya adetidür bu sıfatlar bu nakş u hayal ü hikayetler vahdet güneşinde bulut olmaz tertib bazarı ziyansız olmaz tene tertib yok bikülli candur çi çay suret nam ü nişandur kaygusuz abdal gör ne söyledi tuhaf aca'ib hikayet eyledi sayuklar meger kim düş görüpdür bir iş içinde iş görüpdür varlugı koyuban ere yitdi bihüner idi hünere yitdi abdal musa'ya kul oldı candan çekdi elini iki cihandan gevhername gevhername fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün esselam iy dürri deryayı cemal esselam iy afitabı bizeval esselam iy heşt cennatü'nna'im esselam iy bagı erzaninihal iy sıfatun kulhüv'allahuehad her dem içinde kadirsin her sa'at cümle sırrı sen bilürsin iy kadir bişeriksin bimisalsin binazir cümle sensin mu'teber ü muhtasar ol ki sensüzdür feşarenderfeşar külli sensin aşikare vü nihan yirde gökde yine sensin cism ü can senden özge nesinenün canı yok pürkemalsin kudretün noksanı yok bmalikü'lmülksin kadim ü lemyezel mahlukun halıkı sensin zü'lcelal degme bir zerrede bin dürlü aceb sen bilürsin sen kılursın iy çalab kim akıllar mat u sergendandurur bü'lacebdür kudretün andandurur padişahsın bisipah u bivezir kalmışa hem yine sensin destgir söz öküşdür kendü halüm söylerem derdümi vasfı hikayet eylerem kim bu tenüm yogidi ben can idüm katre degül ezeli umman idüm ol alemde bu adem olmaz idi ay u güneş gedülüp tolmaz idi birlik idi olmaz idi ayrulık yog idi ölmek dirilmek gayrulık hem o demde yogidi ins ü melek gerdişi gerdan degüldi nüh felek dahı yirler kanı ma'dendeyidi katre varı külli ummandayıdı arş u ferş ü gav ü mahi yogidi cümle varlık heman ol allah'idi hem o demde biz dahı andayıduk ol alemde bile cevlandayıduk diledi kim sanii perverdigar kendü kudretin kılaydı aşikar mevce gelüben o derya kıldı cuş mevcile beni kenara saldı uş deryayidüm katre oldı menzilüm buyidi bu hal içinde müşkilüm bmevc içinden taşra düşdi bir güher öyle gevher ki misali mu'teber çünki gevher taşra düşdi deryadan vuslatı fürkat ayırdı ortadan ol gühere bunca zaman tanrı'lık eyleyüben kend'özi oldı aşık ışk ki dahı bünyadı andan durur ışkı varak hem o divandan durur ol güherden bunca hüner eyledi bunca hikmet bahr ü hem berr eyledi aslı hikmet bir o gevherden durur gevher aslı heman ol birden durur ol güherden oldı bu cümle alem ne ki vardur yir ü gök levh ü kalem yidi ılduz hem ol gevherden durur cümle hüner hem ol hünerden durur andan oldı evliya vü enbiya birlik olur karışıcak su suya toprak aslı yine toprakdan durur cümle varlık heman ol hakk'dan durur ol güherin aslı ma'denden idi o heman bir katre ummandan idi ol güherin bir adı mahmud idi baht içinde tali'i me'sud idi ol güher adem tonunı ihtiyar eyleyüben hem o dem kıldı karar adem'i gevhere sadef eyledi ya'ni bu milke müşerref eyledi sadef içinde muradum dür durur dürr ü sadef hak katında bir durur bdürr ü sadef yine ma'denden biter aslı birdür yine bir kandan biter su dilersen bardaga kılma nazar bardag içinde suyı kıl ihtiyar cümle bir çeşme suyıdır iy veli tutalım bardag kiçidür ya ulı külli suyun aslı birdir iy aziz su temizdür bardagun kılgıl temiz ger degül isen bu hikmetten gafil gafil olma yol içinde iy akıl ehli tevhid ol ki canun şad ola şakird olan akibet üstad ola ol güher idi muhammed'ün canı anun içün dutdı cümle sayvanı anun içün oldı cihan gülsitan ud u sandal serv u tuba ergavan hur u cennet vahş ü tayr u akl u can ol güherdür cümlenin aslı heman cümle anun ışkına kıldı karar ihtiyar oldur kamudan ihtiyar bu idi vasf u halümi söyledüm anı ki gördüm hikayet eyledüm her ne ilm üstaddan gördüm ise akl içinde her neye irdüm ise nazm kıldım bir dasitan eyledüm bu idi şikeste beste söyledüm taze gülden desteler çin eyledüm her nefesi buyı müşgin eyledüm benefişi nergise kıldum nisar tutinün öninde komuşam şeker agoncenün yüzinden açdum perdeyi güneş ile bile görmüşem ayı nestereni güle bürka' eyledüm gülşeni bülbüle otag eyledüm ben fakirem kuş dilinden anlamam tutiye şekker gerek hara saman ne ekersen anı bitrür çekirdek tavuk yumurtasundan çıkmaz ördek şahbazun cinsi heman şahbaz ola hümanun hüma bazun baz ola dervişem ben mustafa kıldı nazar hem anun bahşayişidür bu haber yohsa ben kendü halümi anlaram sözümi heman yiründe banlaram aşık isen kaygusuz abdal bigi sana bir halka heman bir şal bigi anı ko kim mustafa murdar didi anı koyana erenler er didi tekebbürlük eyleyen mel'un olur nitekim şeytan bigi bidin olur yol içinde alçaga ko menzilün ta ki hallolmak dilersen müşkilün meskenet topragına her dem yüzün süredur kim ta bilesin kend'özün toprak olmayınca gevher olmadı topraga düşen güher hiç solmadı toprak ol toprak bigi teslim vücud cümle alem topraga kıldı sücud evliyayı bil ki benzün solmaya hiç mukallidler müselman olmaya evliya oldı delil ü bürhanum insanı kamilde buldum sultanum yidi gün yidi gice ol natüvan bekledi peygamberün kabrin heman bu nasibi anda sundılar ana hem didiler adına gevhername kıymetün bilür anun sarraf olan gıll u gışdan kalbi da'im saf olan oldı gevhername burada tamam vir resulün ruhına yüz bin selam minbername minbername fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün eya 'akl ile 'irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hak'ı bildüm diyü irşad idersin yitersin minbere feryad idersin ne bildün niye irdün işbu halde akıllar mat olupdur bu hayalde buna akl ile kimse irmemişdür göziyle hakk'ı kimse görmemişdür bu bir derya durur akıllar irmez özinden geçmeyen rabbini bilmez dilersen bulasın kevn ü mekanı özünden farig ol rabbini tanı ki sen senlügüni gider aradan bilürsin ta seni kimdür yaradan sen ü ben eylemez ol kim kişidür sen ü ben eylemek şeytan işidür özinden gayrı kul görmez arada hak'ı zahir görür ag u karada dilersen olasın mahremi esrar bu dünya kavgasına uyma zinhar feragat kıl cihanun kavgasından ki nefsün kurtarasın fitnesinden heman seyrancısın seyranun eyle sakın dime şu şöyledür bu böyle özüne gel özüne tanrı dostı sana direm budur sözün dürüsti cihan halkınun iş budur hayali hayali gice gündüz mülk ü malı eger söyler olursan hak sözini çevirür yüzini örter gözini azazil'dür hak'a eylemez ikrar gerekse söyle ana bunca tekrar binüpdür nefs atına ha segirdür işitmez kulagı san kim sagırdur heman birbirinün aybın gözedür gönülden dürlü fitneler düzedür nic'idüp n'idecegini bilemez birinün ondugın biri dilemez eger malun varısa kavm u kardaş cihan halkı senünle cümle yoldaş eger kendü halinde bir aşıkdur ana dirler ki iş sevmez ışıkdur aşık olsam adum tenbel ala'i eger sofu isem dirler mürayi danişmende varursam dabbetü'l'arz cahil diyü halkı bir pula saymaz ha bir cenkdür biri birin begenmez arifler hak'dan özge nesne bilmez bulurlar bir sözi bin söz iderler koyup togrı yolı egri giderler söz ile bulmak olsa idi hakk'ı uçup arş'a çıkaydı cüml'afakı cihanda şimdi gavga çogalupdur cihanı fitneyi şeytan alupdur eger alim eger sofi vü derviş heman şöhret olupdur cümle cünbiş dinle imdi hem yine bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher dinle imdi bir acayib armagan yine taşdı gönlüm evinde bu kan yine cuş eyledi ma'na deryası yine geldi başıma'ışk sevdası yine kurdum ışk yayın ok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga kim ki ister ol tırazı uş menem ol canumdur cana perdepuş menem menem ol bagdat'da feryad eyleyen başın oynadup ene'lhak söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka bita'atdur diyen daima söyler bu sözi ol nadan nite kim korkmaz utanmaz tanrı'dan ol salus kim dervişe münkir olur cümle kulun sırrını allah bilür bita'atdur diyü söyler abdala söyleyin gelsün bir ulu meydana görelüm kendü nice tevhid kılur tanrı bu bendesini bibaht bilür tanrı settaru'luyub'dur hem kerim hem rahimdür hemalimdür hem halim tanrı bilür günahın her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kadirdür lutfıla ihsan kılur derdlülerün derdüne derman kılur ben sadıkam zerki tezvir bilmezem her bir işde gayrı tedbir kılmazam velikin salus sevmez yıldızum hak'ı zahir görenedür bu sözüm insanı kamil içündür bu cevab hayvanun nesüne gerek bu hitab bir nasihatdur bu sözüm insana degme kimse giremez bu ummana cihana geldi insan gitmek içün kemali marifet kesbetmek içün dinle imdi bir aca'ib dürlü hal ahiri noksana irer her kemal her sabahun sonı da ahşam olur her şadiligün ahiri gam olur yukaru gök aşaga yir görinür bilinmez biri birine bürinür gice gündüz döner da'im yıkılmaz gögün yüceligi hiç'akla gelmez gögün nerdübanı yokdur çıkılmaz yirün nihayetini kimse bilmez bu ne karhanedür üstad görinmez bilişdür cümle eşya yad görinmez neye baksan payanı yok denizdür bu ne yoldur ne menzildür ne izdür özinden yad olanlar yad olupdur bilişenler heman azad olupdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar hemandem bir vücud bir can ne kim var sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür, dili dil eger dilüm hata söylerse iy dil dilim dilim, dilim, dilim dil iy dil kısa mesneviler kısa mesneviler fa'ilatünfa'ilatünfa'ilün sen dahı cehd eyle imdi iy hümam evliyalar işigin eyle makam evliyalar sohbetine iresin anlarun dirlüği nedür göresin evliyalar gevherün ma'denidür cümlemüzün derdinün dermanıdur evliya hoş terbiye kıla seni kurtulasın yarın olasın gani tercemansuz irüşesin tanrı'ya ger kılursan kendözüni biriya gönlüni hakk'dan yana berk idesin evliya gitdügi yola gidesin evliyalar seni kıla ihtiyar evliya sana şefi' ola iy yar imdi gel cehd eyle bu yola düriş evliyanun damenin tut budur iş tevbe kıl özüni oda yakmagıl su gibi her gördügüne akmagıl erlik oldur nefs odını söndüre yüzini ol toğrı yola döndüre cehd idüp terk eyle nefsi şehveti mihnetine değmez anun lezzeti şehvete uyanlarun iy serfiraz tamudur yiri bunlarun çog u az şehveti terk eyleyenler menzili cennet ehlidür bularun mahfili şehveti terk eyleyen bulur sevab söz budur va'llahu alem bi'ssevab hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragumhanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinem dinem imanum habibüm mahbubum hubum sanavberşimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sincuyüm şirinhulkum nazum goncam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanum ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nesibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum bu hüsranile kalmış meni bimar u haste dilrişi men sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum sataram canum yolına kurban iderem ben belirsüz olıcak can u cihanı n'iderem ben şey'en li'llah benüm gaybetüme kılıç salana hercayi yüze gülüci yari n'iderem ben hayvan adama zencir yular dahı tayanmaz ehli tarikı bin nefesde yederem ben hüsnün cemalün göreli geldüm imana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben hal diliyle icazet ister kaygusuz abdal şahum ıssı kal kuşum uçdı giderem ben. sultan kaygusuz baba mifermayed şi'r söz başında zikr idelüm allah'ı niyaz ile can u gönülden direm laf degüldür ya ilahi kapunda birkaç dileklerüm var hele şimdiki halde cengüm var bogaz ile onbin koyun bin deve beş bin de su sıgırı beşbin tavuk bin ördek dahı bunca kaz ile mahazar lokmaları daim nasib kıl bize üçyüz otuz azmani yidibin öküz ile dane pirinç zerdeler paça tirid gördiler taze çevirme biryan kaba halva koz ile on bagçe alma, armudun dahıher dürlüden on dahı şeftalüden zerdalü kiraz ile bin karaoglan bin karavaş hizmetkar on bin rum mahbubı biş bin mogol kız ile hurisıfat nigarlar ilikleri aşikar ibrikleri can alur sükker agzında ezile tabl bostan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutfıla n'ola şahı merdan ali minkelamı kaygusuz baba sultan bihamdü'llah ki vasıl olduk bugün devletlü sultan'a ne huridür ne hd benzer özi bu cismi insana diliyle bir selam eyler cihanı lutfıla toylar melekler vasfını söyler varur cennetde rıvana yüzün cennetdeki güldür yanagun zülfi sünbüldür niceler kapuna kuldur ki benzersün süleymana yüzün nurı hidayetdür kime irse sa'adetdür bu kur'anda bir ayetdür bugün cümle müselmana ta'ala'llah ne kılmışdur cihan medhiyle dolmuştur delil hüccet olmışdur yüzün surei rahman'a yüri var kaygusuz abdal iriş var vaslına dildarun cefasun çekme agyarun cigerün dönmesün kana selamnamei şahı abdal musa ey mahı burcı şerefi subh u mesa zulmeti mihri münevver gibi kılduk ruşena ka'bei ulyaya karsu her kim itse iktida kahrı a'dai fenadan buluser şeksüz neca natıkun ruhu'lkudusdür vechi pakün vedduha didi mevla şanına latuhfevarıbata' es'selam ey nurı ahmed hazreti abdal musa es'selam ey rükni hazreti abdal musa muttalii sırrı ilahi vakıf sensin ezel zatı hakk'un küvvetine kimse. bilmez ma'deni ilmi ledünni hükmi babı mahasl vakıfı inni enellah kim bilürhasl bareka'llah genci kudret mahzeni sıdkı ezel ezel emredüb nusretün velehu evzan sun'ına emr idübsun'ınalailla din olur isem şah idenler oldı ve'svasi'rrahim birinün nasru'nmina'llah kametü kafı kadim nutkun illa yaparlar inşallah kul kaygusuz'a daim du'a bk. menakıbname, ag nüshası,; ankara genel ktp. nu. aa; güzel, kaygusuzabdal,; baba, errisaletü 'lahmediyye fi tarihi'ttarikatü'l bektaşiyyebemısru'lmahruse, kahire,; dağlı, bektaşitomarıve nefesleri, istanbul, hece vezni ile yazılanlar hece vezni ile yazılanlar ilahi dost senin yüzünden özge ben kıblei can bilmezem pirün hüsnini severem bir gayrı iman bilmezem bana dirler ki şeyatin senün yolunı azdurur ben şu zerrak sofulardan gayrı bir şeytan bilmezem sofii salus nedendür hüsne münkir geçindügi ne aceb bela gelüpdür ben hakdan gayri bilmezem insanı kamil ki dirler mustafa'dur murtaza'dur dahı kim vardur cihanda ben gayrı insan bilmezem o şahı hüsnün ışkına özümi viran kılmışam kaygusuz abdal'dur adum cübbe vü kaftan bilmezem beglerümüz avlan gölinün üstin avlar gelür sultan abdal musa'ya urum abdalları egnine postın baglar gelür sultan abdal musa'ya abdalları sema' döner dost diyü geydükleri nemed ile post diyü hasteler de gelür derman isteyü saglar gelür sultan abdal musa'ya talib oldur pirün nefesin haklar pir oldur talibi hatadan saklar çalınur kudümler altun sancaklar tuglar gelür sultan abdal musa'ya er oğlınun ikrarıdur yolları mu'annidi çeksen gelmez ilerü ak pınar'ın yeşilgöl'ün suları çaglar gelür sultan abdal musa'ya bezirganlar hind'den gelür yayılur lokması çekilür açlar toyulur hakk'a aşıkolan canlar soyulur begler gelür sultan abdal musa'ya ali zülfikarın aldı destine batın saldı kafirlerün üstine tümen tümen olur gencel'üstine taglar gelür sultan abdal musa'ya matem aylarında kanlar dökerler çeraglar uyarup gülbenk çekerler anlar bir olmış birlige yiterler birler gelür sultan abdal musa'ya benim de niyazum vardur pirimden münkir bilmez evliyanun sırından kul kaygusuz ayru düşmiş pirinden ağlar gelür sultan abdal musa'ya bülbül'e gülzar gerek tuti'ye şekker gerek sarraf'a gevher gerek lailahe illallah can olanı can bilür insanı insan bilür her sırrı sultan bilür lailahe illallah cümle alem zat imiş deryayı hikmet imiş hakk ile vuslat imiş lailahe illallah safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illallah tesbih ü zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illallah bu dünyanun misali mu'azzam şehre benzer veli bizüm ömrümüz bir tiz bazara benzer her kim bu şehre geldi bir lahza karar kıldı girü dönüp gitmeği gelmez sefere benzer bu şehrün hayalleri dürlü dürlü halleri aldamış gafilleri cazu ayyara benzer evvel gönül almagı hublara nisbet ider ahir yüz döndürmeği aciz mekkara benzer bu şehrün evvel tadı şehd ü şekkerden şirin ahir acısını gör bu zehri mara benzer bu şarda hayal çokdur hadd ü şümarı yokdur bu hayale aldanan otlar davara benzer bu şardan üç yol çıkar biri cennet biri nar birisinün arzusı maksud didara benzer kendü mikdarın bilen kişi bildi kendözin anun her bir nefesi şehd ü şekkere benzer her kim kendözin bildi bu şehre sultan oldı kendözini bilmeyen misli himara benzer kaygusuz abdal'ı gör derd ile hazan oldı veli demi ışk ile evvel bahara benzer bihamdi'llah vasıl olduk bugün devletlü sultan'a ne huridür ne hod benzer özi bu cismi insana diliyle bir selam eyler cihanı lutf ile toylar melekler vasfını söyler varur cennet'de rıdvan'a yüzün cennet'deki güldür yanagun zülfi sünbüldür niceler kapuna kuldur ki benzersin süleyman'a yüzün nurı hidayetdür kime irse sa'adetdür bu kur'an'da bir ayetdür bugün cümle müselmana ta'ala'llah ne kılmışdur cihan medhiyle tolmışdur delil ü hüccet olmışdur yüzün surei rahman'a yüri var kaygusuz abdal iriş vaslına dildarun cefasın çekme agyarun cigerün dönmesün kana salatname ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısın tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısın yanar bu yüregüm oddur bilmeyene müşkil dertdür sabah namazı hod dörtdür dahı namaz sorar mısın gah aglaram gah gülerem tanrı'dan hacet dilerem ögleni on kılaram dahı namaz sorar mısın namaz sorıcısın bildüm teftiş itdüm ben de buldum ikindiyi sekiz kıldum dahı namaz sorar mısın ahşam namazı hod beşdür anı kılmak bize hoşdur yatsı namazı on üçdür dahı namaz sorar mısın gündüzle gice kırk rekat on yedi farz yirmi sünnet vitir vacibdür üç rek'at dahı namaz sorar mısın adumı sorsan fakıdur mektebde çocuk okudur cum'a hem bayram ikidür dahı namaz sorar mısın efendi sarıg değirmi işit kulagun sagır mı teravih namazı yirmi dahı namaz sorar mısın zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısın. camilerde olan imam bunı bilmez çoğı tamam dört bin altı yüz seksen selam dahı namaz sorar mısın. kimine vacibdür zekat kimine vacibdür salat yedi bin beş yüz altmış tahiyyat dahı namaz sorar mısın. pirümüzden olsun himmet yaradan allah'a minnet yedi bin iki yüz yirmi sünnet dahı namaz sorar mısın. tamam oldı çünki namaz kimini okı kimin yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısın. kamillerde olur irfan göster hoca bende noksan vitri vacibdür bin seksen dahı namaz sorar mısın. bir namaz vardur cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısın nutuk iy özin insan bilen var edeb örgen edeb iy edeb erkan bilen var edeb öğren edeb edebdür aslı ta'at külli sıfat cümle zat varlıgun edebe sat var edeb öğren edeb gel hakk'a olma asi ta gide gönlün pası dört kitabun ma'nisi var edeb öğren edeb gaflet içinden uyan edebsüz olma iy can edebdür aslı iman var edeb öğren edeb edeb gerekdür kula ta işi temiz ola edebsüz girme yola var edeb öğren edeb edebdür hakk'a yakın bilür isen çok yakin edebsüz olma sakın var edeb öğren edeb bu edeb atayidür aşıka yüz suyıdur evliyalar huyıdur var edeb öğren edeb gel hakk'a ikrar isen aşıklara yar isen yüz suyın ister isen var edeb öğren edeb edeb gerekdür ere ta yolı dogru vara edebsüz olma yire var edeb öğren edeb edebi bekler talib edebdür hak'dan nasib edebsüz olma habib var edeb öğren edeb edeblü ol can isen hakk'ı bil insan isen müştakı sultan isen var edeb öğren edeb edebdür hakk'a delil edebden olma gafil olmayasın bihasıl var edeb öğren edeb kaygusuz abdal uyan ışkı bil ışka boyan şöyle dimişdür diyen var edeb öğren edeb anı ki canun diler sende gözet sendedür in heme ayb ü hüner sende gözet sendedür yir ü gök uçmak tamu her ne ki vardur kamu ayru degül iy amu sende gözet sendedür iy sıratü'lmüstakim cennet ü huri na'im huve'laliyyü'lazim sende gözet sendedür şerifi insan toy çeşmei hayvan toy derya vü umman toy sende gözet sendedür zühre vü mah müşteri çarhı felek çenberi dünya'da ne kim varı sende gözet sendedür ma'deni her sebebün binası her acebün ma'nisi dört kitabun sende gözet sendedür musa vü tur şuma cennet ü hur şuma zulmet ü nur şuma sende gözet sendedür şahidi server toyi ol şahı enver toyi sahibi defter toyi sende gözet sendedür afak ü enfüs varı cümle alem serveri her dü cihan defteri sende gözet sendedür mehdi bizeman toyi canı mizan can toyi yusufı ken'an toyi sende gözet sendedür nurı muhammed toyi deryayı hikmet toyi gülşeni vahdet toyi sende gözet sendedür yidi kat yirler temam kursi vü levh ü kalem rumuzı beytü'lharam sende gözet sendedür rüstemi destan toyi sahibi devran toyi ol şahı merdan toyi sende gözet sendedür burak ile cebra'il ilm ü amel kal ü kil her dürlü olan hasıl sende gözet sendedür velekad kerrem toyi her sırra mahrem toyi mesihi meryem toyi sende gözet sendedür evvel ahir külli hal ömr ü devlet mülk ü mal devr ü eyyam mah ü sal sende gözet sendedür yidi yılduz dört kitab sa'at ü yevmü'lhisab sahayı ilm ü edeb sende gözet sendedür gönüllerün siracı nebi'nün nurdan tacı mustafa'nun mi'racı sende gözet sendedür ente bihamdi şakir ente ganiyy ü fakir ente'ssiracü'lmünir sende gözet sendedür ente kaviyy ü tarik ente muhibb ü sadık ente hakim ü hadik sende gözet sendedür zülfikarı şah toyi ışk ile hemrah toyi her baba miftah toyi sende gözet sendedür sen deryayı azimsin sen ma'nayı kadimsin sen hayy ü kaf ü mim'sin sende gözet sendedür sen bahri melekutsın sen gevheri yakutsın sen mübarek vücudsın sende gözet sendedür adem'ün adı safi sen muhtarun keşşafı simurgı kuhı kaf'ı sende gözet sendedür sen kur'anı mecidsin sen nebkii farizsin sen incil ü tevrat'sin sende gözet sendedür in toyi an ki toyi püser ü cüvan toyi baher zahidi toyi sende gözet sendedür taze gülistan var akça vü miran var emir ü sultan var sende gözet sendedür havva vü adem sende isa'daki dem sende degül ki ne kim sende sende gözet sendedür sen hattı istiva'sın sen kelamı huda'sın sen nurı mustafa'sın sende gözet sendedür sırrı ezeli bildün ayineni saf sildün perde degülse cildün sende gözet sendedür heşt si vü dü penc fark deh gisu düvazdeh imam ya hu sende gözet sendedir kaygusuz abdal kalma dünya içün baş salma söyle sözün oyalanma sende gözet sendedür bu uykudan uyan gönül kendü halünden habir ol yiter ahi kerkes gibi nefsün elinden esir ol terk eyle bu efsaneyi koy ahi bu bahaneyi vuslata irmek istersen vahdet demine kadir ol güneyi kuz eylemegil bu sözi yüz eylemegil sohbeti tuz eylemegil ariflere dilpezir ol çekme bu nefsün kavgasın kendözüni bil ki nesin kendözüni bilicegiz halüne şükr ü şakir ol ışka sabitkademsin özüni bil ademsin kaçan k'özüni bilesin sırrun faş itme sabir ol insansın olma serser kes yabana at zünnarı zulmet içinden çık beri güneş gibi külli nur ol nefsini zebun eylemiş elif iken nun eylemiş bari fodullık eyleme öz künhüne muğbr ol bu yola varmak istesen menzile yitmek istesen geç ko bu yad endşi efsane fitenden dur ol fikr eyle hakk'un hikmetin cümle odur zahir batın ko bu ikilik sıfatın cehd eyle bir ile bir ol aceb niçün yabandasın hakk sende sen ki kandasın ırak yire uzanmagıl kendözüne gel hazır ol kaygusuz abdal gel beri hiç yire gezme serseri güden degülsin bu ışkı bil bil bu ışkla binazir ol bu cihana gelmeden bir ulu sultan idüm ten suret baglanmadan can içinde can idüm cana ten oldı suret adem'e oldı bu ad bu ad u san yoğ iken derya vü umman idüm içüm daşum nur idi nur ile ma'mur idi durduğum yir tur idi musa'ya hemrah idüm can oldı bana hicab can yüzinde ten nikab bu hicabum yoğ iken sureti rahman idüm bu yir ü gök olmadın can bu tene dolmadın o dem cevab gelmedin ismiyle sübhan idüm yoldaş oldum adem'e doldum cümle aleme bu adem suretinde sırr ile pinhan idüm leysefi'ddar yoğ idi gayrı deyyar yoğ idi nutk u güftar yoğ idi yir ile yeksan idüm gah ibret idüm gözde gah hüsn idüm hub yüzde gah oldı kim hatt u hal zülfi perişan idüm gahi eyyub olmışam derde sabur kılmışam gah oldı mustafa'ya delil ü bürhan idüm mecnun oldum bir zeman leyli'yi gördüm ayan gah oldı bu meydanda rüstemi destan idüm kaf dağı'nda bir zeman gurbete düşmiş idüm ben bunda ki gelmişem ezeli o'nda idüm gah danyal'a bokrat'um sırr içinde hikmetüm gah calinus olmışam gahi ben lokman idüm sadhezaran donum var kaygusuz abdal gibi bağdat'da mansur ile menşur olan ben idüm bülbül isen gülşene gel tavus isen bustane gel baykuş isen virana var mürgab isen ummana gel terk eyle bu hasetligi bilmezlige vir biligi varlıgını yoklıga say binişan ol nişana gel terk eyle nefsi fanidür hayal can zindanıdur merdanlarun meydanıdur bu meydana merdane gel iy kendözini can bilen vücudını bürhan bilen delü gibi divane ol divanı bil divana gel gel gel eger insan isen cümle vücuda can isen var var eger hayvan isen il yatıcak harmana gel iy kendözini can bilen ben ne direm sözüm anla dertlü isen dermana var hastayısan lokman'a gel iy da'ima hayvan gibi nefs dilegini gözleyen bir kez n'ola yolun yanıl ışık od'ına mihmane gel iy kendözin insan sayan subh u seher oldı uyan hammal isen var bazara bakkal isen dükkana gel kendözüni yüz bin kerre sorarsa insanı kamil hayvanlıgunı terk eyle var insan katına yine gel kem olmagıl noksan gibi hiç olmagıl hayvan gibi mestaneler sohbetine aşıkısan mestane gel dal bu gönül ummanına yetiş bu ma'ni kanına kaygusuz abdal er isen ışk ile bu meydana gel şathiye dinle imdi şu ben beni ögeyin usta kerem elüm vardur her işde şöyle kesad düşmiş iken. ya alkışda bulınasız ya kargışda durup bir şehre ugruluga vardum bir ok ile bin bir var yimez urdum çarşu çarşu dükkan komadum yardum bin tay ipek çıkardum bir kirişde evvel vardum usta yanında okıdum ustam beni dögdi ben de kakıdum çulla hem bin bir çile bez dokıdum hisabı var argaç ile arışda terziyem parmaga yüksük takaram yanum sıra yitmiş şakird nökerüm bir dürtişde bin bir kafdan dikerüm aslı vardur ignesini sürişde bir sıçrayışda doksan tepe aşdum bir avuçda yüz mut darı saçdum marsuvan'da at katır komadum geçdüm hiç önümde kimse gelmez yarışda dahı yiltenürem illa geçmedüm çok günah işledüm illa açmadum anun da muzlimesinden kaçmadum üç yüz altmış kelek kuçdum oruçda kaygusuz dir günahlarun çok senün günahunı bagışlasun hak senün hiç bu sözde bir kusurun yok senün oranlayup top top idüp sürişde eşekte. yücelerden yüce gördüm erbabsın sen koca tanrı alim okur kelamı ile sen okursın hece tanrı asi kullar yaratmışsın varsun şöyle dursun diyü anları koymışsın orda sen çıkmışsın uca tanrı kıldan köprü yaratmışsın gelsün kullar geçsün diyü hele biz şöyle duralum yigit isen geçtanrı kaygusuz abdal yaradan gel içegör şu cür'adan kaldur perdeyi aradan gezelüm bilece tanrı bir kaz aldım ben karıdan boynı da uzun borudan kırk abdal kanın kurutan kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz sekizümüz odun çeker dokuzumuz ateş yakar kaz kaldırmış başın bakar kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaza virdük bir çok akça eti kemiğinden pekçe ne kazan kaldıne kepçe kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaz değilmiş be bu azmış kırk yıl kaf dağını gezmiş kanadın kuyruğın düzmüş kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazı koyduk bir ocağa uçdı gitti bir bucağa bu ne haldür hacı ağa kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı selki dişi koyun emmiş tilki nuh nebi'den kalmış belki kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı sarı kemiği etinden iri sağlık ile satma karı kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kazımun kanadı ala var yürü git güle güle başumuza kalma bela kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz suyına biz salduk bulgur bulgur allah diyü kalgur be yarenler bu ne haldür kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaygusuz abdal n'idelüm ahd ile vefa güdelim kaldurup postı gidelim kırk gün oldı kaynatıram kaynamaz kaplu kaplu bagalar kanatlanmış uçmağa kertenkele dirilmiş diler kırım geçmeğe kelebek ok yay almış ava şikara çıkmış donuzları korkutur ayuları kaçmağa ergene'nün köprisi susuzlıkdan bunalmış edrene minaresi eğilmiş su içmeğe kazana balta koydum çervişin deremezem çuval çayırda gezer segürdüben kaçmağa allah'umun dagında üçbin baluk kışlamış susuzlıkdan bunalmış kağnı ister göçmeğe leklek koduk doğurmuş ovada zurna çalar balık kavaka çıkmış söğüt dalın biçmege kelebek buğday ekmiş manisa ovasına sivrisinek dirilmiş ırgat olup biçmege bir sinek bir devenün çekmiş budın koparmış salunuban seyirdür bir yar ister kaçmağa bir aksacuk karunca kırk batman tuz yüklenmiş gahyorgalar gah seyirdür şehre gider satmağa donuz düğün eylemiş ayuya kızın virmiş maymun sındı getürmiş kaftan gönlek biçmeğe deve hamama girmiş dana dellaklık ider su sığırı natır olmuş nöbet ister çıkmağa kaygusuz'un sözleri hindistan'un kozları bunca yalan söyledün girer misin uçmag'a edrene şehrinde bu gün bir dükkan aldum kiraya ol mahalde sataşmışam bir akçesi çok karıya gördi ki beni garibem yoldan irişmiş eribem eydür yigit gel geç otur döşek getürsin cariye sor bana garib misin hiç bu şehri görüp misin yohsa gelişün şindi mi anadolu'dan beriye didüm ki bu dem gelmişem kiraya dükkan almışam eydür yigit gel içerü döşek getürsin cariye iy kurban olduğum yiğit gör ne direm sözüm işit bu edrene şehrinde sen gezmeyesin serseriye eydür ki bu rum ilidür sanma ki anadolu'dur bunda esir bendler olur düşmeyesin bazariye harçlıgıçun kayırma dir tek benüm terkim urma dir sen gel ye iç otur heman varma akına çeriye çagırdı nergis gülbahar büryan getür bazara var içerü evi sil süpür odun vurun buharıya aldı beni girdi içerü yapdı kapusını girü getürdi şol ni'metleri kim bakar aka sarıya eydür gülistana yürü var bilmede eyle haber teferrüc idelüm bunı yogıdı defteriyeye akçesi çok ile karı oğlaniledür bazarı gönlek gey burgaz'dan yürü evi yakındur beriye karı beni aldadı çün hükmüne eyledi zebun anca dürişdüm dün ü gün sarlanı kaldum deriye şol hadde irişdi belüm külli unutdum bildügüm başladı şindi iligüm sünük içinde eriye gönlegi kaftan eyledi hükmine ferman eyledi hamama varınca söyledi beni yanınca süriye dişi kırık yüzi sovuk fitnesi çok kendü çabuk ben biçare haberüm yok ugramışam zemheriye ol karıdan kurtılmaga kul oldum azad olmaga fetva bulam mı ki aceb varsam ibni fenari'ye murad han'a varımadum özümi kurtarımadum gayret ettim kaygusuz abdal biçare ugradı bir haşarıya beng ile seyretmege ah bize bir dağ olsa ıssı soğuk olmasa havası hub sağ olsa pireden incinmesek kar u yağmur olmasa sinek hey vızlamasa ona hem yasag olsa dobruca ovasından büyük yağlu çörekler akkerman'ın yağından benzümüz hey ağ olsa cümle cihan koyunın semiz yahni etseler biz yemeğe başlasak engeller ırağ olsa gaziler halvasından cihan dopdolu olsa zülbiye halkasıyla simidi hem çoğ olsa düpdüz bu yaş ovalar her biri boş durmasa sulu şeftalusı çok çok bin üzümlü bağ olsa kanda bir göl var ise badem paluze olup bir yanından diş vursak çevresi bal yağ olsa kaygusuz abdal otur kimin yi kimin götür sofuya koz kalmadı abdala kaymağ olsa bugün bana bir paşacuk uzun börklü derviş didi n'ola bir kez öpsem didüm sögdi bana dürt şiş didi didüm aşık oldum sana sen bir yana can bir yana eydür ki şu dervişe bak sayuklar görür düş didi aşıkam lebi balınun nargın sordum şeftalunun eydür derviş yolun gözet teferrüc eyle geç didi eydür şol torlagı gör sözin bilmez küstahı gör didüm ki kulun olayın hoş geldün hoş hoş didi didüm aşıkam yakmagıl beni dile bırakmagıl eydür ki ben bilmem seni gerek yan gerek piş didi didüm ki bir kez öpeyim kıblem yüzündür tapayım eydür ki sen dilencisin işte etmeg ü aş didi didüm kaygusuz abdal'am eşigünde kemter kulam eydür ki derviş yürü git buradan sıvış git didi bugün bana bir paşacuk zavalluca torlak didi aşıklarum çokdur benüm şu dahı sever bak didi hakk'ı hazır görsen didüm bir şeftalü virsen didüm eydür bu söz nedür senün yüri var iy küstak didi didüm ala gözlü paşa aferin şol göze kaşa buyurdı bir karavaşa şunı taşra bırak didi eydür dostum düşmanum var şunda durma kimse duyar anla ahi iy bihaber dervişsin tur ırak didi döndi yine esirgedi sözi lutf ile söyledi hakk yolında açmış başın yürür yalın ayak didi şol alnı kamer yüzi gün lutf eyledi bana bugün eydür n'ola öpdügiçün bil ki ona hakk didi bu kaygusuz abdal içün dervişi miskinhal içün ben sevdügüm işitmege kulagı nice sak didi manastır'da bir paşacuk gönülcügüm aldı benüm kaşın çatar gözin süzer sevdücegüm bildi benüm fitne gözi cazu kaşı gül yanagı incü dişi naz ile şirin gülüşi cigercügüm deldi benüm bir garibem hatrum sorun delü oldum ögüt virün karabaş olarak da söylenir. sofi idüm şindi bilmen halcaguzum n'oldı benüm salınur karşuma gelür naz eyler şiveler kılur sevdüm seni tanrım bilür canum yesir kıldı benüm didüm gülüm sevdüm seni aşıkam esirge beni dahı beter naz eyledi vay hakkumdan geldi benüm cefasını kıldum kabul ol sultandur ben ana kul görün yine delü gönül arum yire saldı benüm kaygusuz abdal'am didüm bir lutf ile gülüm didüm tapuna kul olam didüm bu sözüme güldi benüm filibe'de yenile bir karı sevdi beni ikiz ikiz dikdurur bana yeni kaftanı bulunuban nazlanur nazlanurken kızlanur teresine su seper tazelenür bostanı sürmeler gözin süzer yürürse müşki tozar ağzında bir dişi yok kemhası gülistanı eydür iy yigit n'ola lutf eyle güle güle gönlüm alasın benüm eyleyesin ihsanı gündüz agır başludur yenincek tutamaz özin akşam olıcak gelür dükkanuma pinhanı ben seni donadayın sırmalı üsküf ideyin harçlıgıçun gam yime sen heman öp kuç beni uşta mal altun kumaş sermaye kul karabaş tek karı dime bana şad eyleme düşmanı yigitler sohbetinde eşün dostun katında her ne kim harcun ola boynuma canum canı dir girelümyorgana virelüm canı cana sen beni kuç ben sana ögredeyin erkanı yanunı halvet bula yatmaga yarak kıla karnın oda kızdurur zira sovukdur teni ol karı şöyle ki var bülle dimegi sever akçala avlar tutar yalun yüzlü oglanı beş vakit namaz kılur halk anı salih bilür böyle çabuk oldugın kim bilür ol fettanı bir dem beni görmese dudagumı sormasa yigirmi kez dolana şol yeni bezistanı karıdan kaçsam direm sofya'ya göçsem direm kişiyi eve götürem eski çürük hem yanı karı bana n'itdügin ne eliyle tutdugın kadıya dahı disem dinlese bu destanı ishak beg'e söylesem halümi arz eylesem karıdan kurtarmaga ola mı ki dermanı bu kaygusuz abdal'un derviş ü miskinhalün şöyle geçer mi aceb ol karıyla devranı bu kez kurtulsa idüm bir necat bulsa idüm dahı karı sevmege and içeydüm kur'an'ı ne karı var ne koca ne irte var ne gice bu sözi anlayanun kurbanıyam kurbanı avladı tutdı beni yanbolı'da bir karı veli ki akçası çok karabaşı kulları eydür bana iy cüvan uşta ev uşta dükkan sen gelgil hemen ye iç otur ne gezersin serseri gel benümle sen biliş ye iç otur işleme iş burusa'dan getürdeyüm ben sana gülbeşekeri karı dime al beni ben donatayım seni nene gerekdür senün garibsin akınçeri n'ola eger yigidsen seveni sevmek gerek oglan ademsin veli anla ahi haberi gel benim sözüm işit benümle birlige yit çün seni sevdüm yigit müşteriyem müşteri donadayım ben seni kırmızı kemha ile yanında ikizi ile lökeri yaglıkları yanbolu'ya varıcak mahallesin sorıcak tunca kenarındadır yeni hammam'dan berü beni dahı aldadı tuzaga tutdı heman illa da'im karınun oglan ile bazarı kanda bir yigit görse akçala avlar anı utanmaz oglan sever saçı ak döşi sarı ben de biraz işledüm uş karıyı başladum benüm gibi bin olsa dolduramaz hemyanı sakalun bitdi yigit önümde naz eyleme nazuna kurban olam gel dahı gir içerü bir gice fursat ile koynına girdüm nagah göbeginün sovugı unutturdı mermeri ol karınun havası o ki demi nefesi dinleyi dur turmadı zemheridür zemheri ben dahı kulağumı ana öyle yürüttüm bir dem beni görmese yüz kez dolana şehri karıyla halini göre kaygusuz abdal'bile eti gitmiş sünüge sarlanı kaldı deri allah tanrı yaradan günde beş kez cüradan yar ile yar olagör agyar çıksun aradan gönül bostanın sakın su sıgırı girmesün bekle uçurmayasın kağnıyı minareden fil yükin karıncaya vurma ki çekebilmez la'l ü yakut kıymetin umma sengi hareden özüni akıl sanma sözüni delil bilme çünkü kurtarımazsın nefsüni emmareden aşıklar bu meydanda ışk ile baş oynadı sen dahıaşık isen bakmagıl kenareden dünya vahdet dimeklik biliş ü yad dimeklik uzak hisaba düşme geç ko bu şümareden ger insanı sorarsan hak'dan gayrı degüldür sıfatı nurı mutlak hırkası dört pareden insan nurı kadimdür hasta degül hekimdür eger aklun var ise anla bu işareden dembedem davul gibi tamb u tumb eylemegil mansurlayın olursın bilmezsin müdareden özüni bil ki nesin hakk sende sen kandasın hakk'ı bilmek dilersen geç bu ak u karadan bu kaygusuz abdal'un hüneri ni'met yimek ondan artuk hüneri umma bu biçareden aşık oldum zangadak ırlayuban fingedek yarüm ögütler beni yanramagıl yangadak yarün severse seni sen dahı sevgil anı lutf ile söyle yare söylemegil vangadak yar ile otururken agyar gelse katuna kendözini agır tut durugelme dangadak gördüm yarüm oturur çin ü hıtay ilinde yarüm anda ben burda tapu kıldum zengedek yarüm urum ilinde benem şiraz şehrinde arkıncacuk söylersem şiveyile cingedek yare işaret eyledüm remiz ile söyledüm bir taşcağız atmışam sapan ile fingedek ışk ile hemdem oldum mesih ü meryem oldum çal ahi eyit begüm aklıcagun kangadak ışkun ile faş oldum yolunda tıraş oldum melamet dümbecegin kakı virdüm dümbedek lutf u ihsan eylegil yare eyü söylegil ışkınun denizine ben de düşdüm combadak ben yarün mahallesin yöreneydüm dembedem ağyar görüp urmasa köpek gibi fengedek kaygusuz abdal'ı gör ışk ile oldugıçun aklı deryadur anun kendözi nihek gidek bu cihana gelmedin bir ulu sultan idüm ten suret baglanmadın can içinde can idüm can u ten oldı suret adem oldı bu ad bu ad u san yok iken derya vü umman idüm içüm taşum nur idi nur ile ma'mur idi durdugum yir tur idi musa'ya hemrah idüm can oldı bana hicab can yüzinde ten nikab bu hicabum yok iken sureti rahman idüm bu yir ü gök olmadın can bu tene dalmadın o dem cevab gelmedin ismiyle subhan idüm yoldaş oldum adem'e daldum cümle aleme bu adem suretinde sırr ile pinhan idüm leyse fi'ddar yogıdı gayrı diyar yogıdı nutk u güftar yogıdı bir ile yeksan idüm gah ibret idüm gözde gah hüsn idüm hub yüzde gah oldı kim hadd ü hal zülfi perişan idüm gah eyyub olmışam derde sabur kılmışam gah oldı mustafa'ya delil ü bürhan idüm mecnun oldum bir zeman leyli'yi gördüm ayan gah oldı bu meydanda rüstemi destan idüm kaf dağı'nda bir zeman gurbete düşmiş idüm ben bunda ki gelmişem ezeli anda idüm tanyalı bokrat'am sır içinde hikmetem gah celanus olmışam gahi ben lokman idüm sad hezaran tonum var kaygusuz abdal gibi bağdad'da mansur ile menşur olan ben idüm aşık oldum inlerem hoşça gelür begüme derdüm katıdur katı kime diyeyin kime begüm inek sagarken danası bakdı bana bildüm ki begüm sever söylemedüm paşama bu yıl degül giçen yıl yar bana naz eyledi anun ışkı kızgını şimdi koydı arkama semerkand'dan sevmişem mısır'da bir paşayı aceb ne derman ola başımdagı sevdama bugün ikiyi gördüm armagan virdüm yare aşıkunam biçare kalmamışam dünyama kaygusuz abdal menem arkurı sevdüm yari aceb yar baş koşa mı benüm gibi serseme aceb ben ne müselmanem hakk'a bir şükürüm yokdur bu hakk yolın görebilmen gözümde hiç nurum yokdur fesad endişeden geçmen helalden haramı seçmen dayim bu dünyaya taleb kıluram huzurum yokdur garazdur halka haberüm budur gönlümdeki varum günah yazıldı defterüm dahı hiç defterüm yokdur ayıbın gözlerüm halkun ta ki halka habervirem sözüm yalan özüm kalbüm bu işde taksirüm yokdur zahir gökçek müselmanem içümde putı saklaram zahidem takva bilmezem zakirem zikirüm yokdur bu gafletden uyanmazam hiç ahireti sanmazam düşünmezem. bu az malı begenmezem direm çok filorim yokdur eger bir lutf bana hakk'dan irişse şad olur gönlüm eger bir mihnet irişse dayanacak sabrum yokdur şeytan yolına malumı da'im harç eylerem amma kapuma sail irişse direm ki hazırum yokdur direm cahilem özümi bilmem bitarikem yola gelmem ululardan ögüt almam ki tekebbürem yirüm yokdur hemişe hakk'a inkaram müfsidem şöyle ki varam bu şer işden haberdaram veli hiç haberüm yokdur kaygusuz abdal'am hoca sözüm dinle halüm anla alem ocaga dutuşsa yanacak hasırum yokdur bu ışk elindendür benüm bednam u biar oldugum her gice ta subha degin bican u bidar oldugum cihan suretdür ben canam insandur adum insanam gönli içinde insanun pinhan u esrar oldugum ışk ile olmuşam bidar benem bu cümle assı kar her sedef içinde gevher lü'lüi şehvar oldugum maksudı benem her işün lezzeti benem her aşun sevdası benem her başun her yüzde haydar oldugum benem ahi cümle sıfat her sıfatun içinde zat mü'minlere zühd ü ta'at tersa'ya zünnar oldugum hem zerreyem hem güneşem bu nakş içinde nakkaşem hak u bad ab u ateşem şöyle acebkar oldugum ka'inatun defteriyem cümle vücudun varıyam sadıklarun ikrarıyam münkire inkar oldugum mürde benem zinde benem ırak da ben yakın da ben her kamışun içinde ben kand ü şekker ban oldugum hem firakam hem de visal benem bu cümle kil ü kal her yüzde hüsn ü hubcemal dikende gülzar oldugum katre benem deniz benem yolcı vü yol u iz benem aceb midür geyikde ben nafe vü anber oldugum evvel ü ahir bendedür bu mahı bedri bendedür aceb degül bu vechile cümleye defter oldugum leyli benem mecnun benem fermanı kafunun benem cümle varı eknun benem her dilde güftar oldugum camı elestden içmişem cümle hicabdan geçmişem aceb degül esrük beni peymanı ışkla humar oldugum ariflerün müştakıyam aşıklarun topragıyam hayvanlarun sohbetine varmaga bizar oldugum kaygusuz abdal'dur adum ışkdur ezelde bünyadum bu ışk ile aceb midür abdal u ebrar oldugum öldür sana kanum helal ey geyik gözlüce paşa hatrun bana kılma melul ey şirin sözlüce paşa ben kulunam kılma azad gözlerün süz kaşlarun çat kirpügün okın bana at gel ahi nazluca paşa arastedür hüsnün bagı hoş yaraşur yüzün agı yüzüm ayagun topragı ey güler yüzlüce paşa saçun tara zülfüni çöz şol fitnece gözlerün süz müdde'inün gücüni üz şu sözi dürlüce paşa gel berü vefa eylegil hatrumı safa eylegil eşkere cefa eylegil iy hulkı gizlüce paşa üsküfün gey küpen takın sırrunı agyardan sakın halk katında gelme yakın iy özi gizlüce paşa yanagun al gözün ala agyara kıl cevr ü bela kulun kaygusuz abdal'a naz eyle nazluca paşa yamru yumru söylerem her sözüm düglek gibi ben avare gezerem sahrada leklek gibi işüm kalp sözüm yalan ben ogul adum filan bu halk insansa direm sözüme gerçek gibi ömrüm hasılı gitdi ben özümi bilmedüm bir gün yol erine olmadum müştak gibi ışk kuşları dirilse ışkdan habervirilse usulüm toya benzer avazum ördek gibi i'tikadı saf olan ma'niye müştak olan erenler meclisinde olmaya kostak gibi terk itmedüm benligi bilmedün insanlıgı suretüm adem veli her huyum eşşek gibi arifler sohbetinde ma'rifet söyleseler ben de heman dostuma ürerem köpek gibi gerçi hakk'un halkıyam ma'rifetsüz ılkıyam arifler sohbetinden kaçaram ürkek gibi bu ma'rifet ilminden haberüm yok cahilem benden ma'ni sorsalar sözlerüm sürçek gibi aşıklar can içinde eşkere gördi hak'ı işitmenün ma'nisi olmaya görmek gibi miskin sarayi kaldun nefsüne kulun oldun senin hırs u hevesün dutdı seni fak gibi bu adem didükleri el ayakla baş değül adem ma'naya dirler surat ile kaş değül gerçi et ve deridür cümlenin serveridür hakk'un kudret sırrıdur gayra bakmak hoşdeğül adem ma'nayı mutlak ademdedür nutkı hak ademden gafil olma o hayal ya düş değül adem gerek su gibi arı olsa arınsa adem oldur iy hoca nefsi de serkeş değül ademdedür külli hal ilm ü hikmet güft ü kal adem katında adem danei haşhaş değül adem odur iy hoca gıdası ma'na ola maksud ademden ahı çubiya tutmaş degül kendü özini bilen maksadın bulan kişi hakkı bilen doğrudur yalancı kallaş değül bu kaygusuz abdal'a aşık dimem dünyada nakşu suret gözedür maksudı nakkaş değül yedinci bölüm mensur eserler budalaname bismi'llahi'rrahmani'rrahim elhamdüli'llahi rabbi'lalemin vessalamü ala seyyidina muhammed'ün ve alihi ecmain. amma ba'dahü: bilün ve agah olun ki: bu kitaba delili budala ve defteri aşık ve siyeri sadık dirler. dahı dirüz. zira akla ağmaz haberlerdür. ve bu aklı maaş merkebi bu yolda lenktür. ve bu aklı ma'aş anadan gözsüz toğmışdur. aklı ma'aş dünyada ve ahiretde amadur. eger kur'an'ı başdan başa ma'nasın dahı virsen yine kara renkden gayri renge inanmaz. zehi nadan ki hakk'ı ister. aklı ma'aş eteğine yapışmışdur. aklı refik itmiş, afitab nurun bulam diyü çalışur. ve bu aklı ma'aş bir nesne ki bulmışdur heman budur diyüp turmışdur. bilmez ki bu yirden ve gökden özge bir yir ve bir gök dahı var. kim anda dürlü dürlü suni settar var. ol yir ile gök arasında iki direklü bir şehir var kim ol şehre girmeyen sırru'llah'dan bir nesne tuymaz. eğer bin yıl dahi çalışursa anun, kim bal yimekden nasibi olmaya, bal dimekle agzı şirin olmaz. aklı ma'aş bilmez ki ariflerün gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur. zira anun ki refiki hakk ola. cebrail'ün güft ü gusın neyler. gel imdi sen de aklı ma'aş irmedügi sözlerden haber al ve anun görmedügi yüzlerden nazar al. ve bu akl her çend ki cidd ü cehd ider. arifler menziline yol bulmaz. zira bu alemde sergerdandur. bu ilmi aklı ma'ad olan bilür ki buna mantıku'ttayr dirler. degme kimseye müyesser olmaz. mantıku'ttayr'ı her bar bilmege ya süleyman gerek yahut attar. pes imdi bu ilmi gönli ve gözi açuk arifler bilür ki ne dimekdür. zira aklı ma'aş ancak zahir mimarlığını bilür. batın ilminden haberi yokdur. eğer marifetu'llah'dan bin söz işidürse gönline bir zerre nesne takmaz. sonra kendüyi kamiller ve ehli diller sohbetine layık ide. ta kim bu ilimden haberdar olup bilmedügi ve işitmedügi mertebeyi bile ve anlaya. midani: pes imdi bir saat dana ve arif sohbetine girüp mest olmak bin yıl kendü başuna ibadet ve riyazat kılmakdan yegdür. kavlehü taala: veinyevmeninderabbikekeelfisenetinmimmeteaddüne mümkin degül. bir kimesne dana ve arif sohbetine girmeden murad u maksudına iremez. amma çoklar dahı girdiler bir nesne faide idemediler. ya can u gönülden talib idi, yahud mukallidligi ziyade idi. zira ana ata taklidi azim hicabdur. bu hicabdan merdler geçer, namerdler geçemez ve bu ilmi danalar bilür, nadanlar bilmez. zira aklı ma'ad'ı yok ki anlaya. böyle haberler hod işitdügi yok. sergerdan kalur. ariflerden bir üstadı yok kim anlaya. bu kez gönli bugz u melal ile dolar. naçar kalub eydür ki, bu halkun sözleri küfürdür. az iken bunları kırmak gerek diyü çalışur. amma ol halkun edall ü ebteri bilmez ki hak leşkeri kırmak ile tükenür mi, anlara kim hak mu'in ola. mahluk ne idebilür? eger anlarun biri emmin oglundan su'al iderse ben dahı özümden dimezem ki gönli bugz u melal ile dola. direm ki molla sevindük oglı toparan aga 'nun ulu babası hızır'dan böyle işitdüm ki direm. kabul iderse ne hoş, kabul itmezse emminogulları hod kabul iderler didi. midani: pes imdi, allah hakkı çün da'vam ol yirdendür ki göz ile görüp gönlüm ile inandum, görmedügüm ve bilmedügüm yirden haber virmezem. elüm irmedügi yire el sunmazam. sözüm geçmedügi yire söz dimezem. her kim benüm gördügimi görübdür ve nişan virdügüme irübdür. tanıkum ol kişidür ve benüm dahı istedügüm oldur bu yolda. bana yoldaş ola ben söyledügümi ol anlaya, ol söyledügini ben dinleyem. ben dahı andan soram müşkilüm hall iderse canumı şükrane virem. bilenden sormak ayıp degüldür. zira şeker içen ola kim kamış sormaya. çün dost bizüm, sözi dahi bizümdür. her dem dost yüzine bakalum özümüzle diyelüm işidelüm. yaranlar hak yola duş idelüm. her dem abı hayat nuş idelüm. sıdk u safası ahd ü vefası olana yoldaş olalum. söyliyen işiden biz olalum didi. pes imdi azizi men sözün aslı budur ki sen seni bil dimekdür. gör ki suret misin, ya can mısın, ya kul ya sultan mısın niçün sen seni bilmeyesin ki şahzade iken geda gibi bineva olasın. mekanun gülşen iken külhana razı olasın. hayfdur ki sultan iken kul olasın, ya can iken ten olasın. eger sultansan emin ol. eger cansan pakbaz ol. aslunı gözle. eger ten isen hod tahte'tturab oldun. heyhat ki bir dahı can olasın. ya kul iken sultan olasın. pes imdi bu hisabı sen senünle eyle ta kim sen seni bilesin. zira kendü özin bilene atası kanı helal, kendüsin bilmeyene anası südi haram ve cümle hacc suresi. ayet: rabbin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir. yidügi abes didi. nittin ki fursat elde iken bu ömri nazenini hebaya virdün ve yar u yoldaşlarundan cüda düşdün yana yana gezersin. ezeli azalde vatanı asliden seni gönderdiler ve ardunca name geldi. ve haberciler dahı sana haber virdiler ki yahşi amel eyle, vatanı asluna girü gitdükde bile alup gidesin didiler. habercilerün sözine amel itmeyüp anlardan yüzün çevirdün. cihanun nakşı seni aldayub gaflet agacına muhkem baglayub cümle işün tamam sandun dahı magbun oldun. amma sen senün bildügüni ko, bir mürşidi kamil'e iriş arif ol, dana ve ehli dil sohbetine gir. ta ki gönlünde hikmet ve ma'rifet çeşmeleri zahir ola, ahiret marazlarından emin olasın. zira insanda gizlü marazlar çokdur. halkun sag salim didügine aldanma 'ucbı şeytani sıfatında kalma. niçün ki bu halkı ki dünyanun şehveti, şöhreti ve zineti aldayub ve meger mekr ü hilesi anları mahrum idübdür kendü hallerinden haberleri yokdur. nagah va'de irişdükde sihir çubuğu ile çalar kimi eşek ve kimi sığır ve kimi hınzır ve kimini maymun ider. her birin bir surete tebdil ider. subhı kıyametde kabrinden turıcak, göre kim suretleri tebdil olmış gam u gussa başına üşmiş hayran ve sergerdan kalmış dahı ne ideceğin bilmez olmış çok peşiman olur. amma ne faide heyhat ki ol suretlerden kurtula. meger bunda iken bir mürşidi kamile irmiş ola. ol kabih suretleri andan def idüb egnine arifane libas geydürmiş ola. subhı kıyametde kabrinden turıcak yüzi ak ve gam u gussası yok, gözi hakk'dan gayri nesne görmiye midani: ihvan sana direm ya'ni bilür misin efendi! sana dahı ruşen haber söyleyem. eger anlamadunsa bu haberden anlıyasun. zira bu arada gizlü ma'na vardur ve ol gönülde yazılıdur dile gelmez. her kim gönülden yana yol buldı, ol ma'na ana feth oldı, hakikat ademlerimden oldı. bu kez anun hükmi kaf'dan kaf'a geçer, her kanda ol olsa hakk anunla olur. zira sözün aslı gönüldür. her kim gönül bahrine yol buldı, bu kez ne dürri isterse dalub çıkardı. anlar ki surete bakdı gaflet ipin boynına takdı. ta'at ü hidmetün oda yakdı, duhanı göklere çıkdı. zira gönli, hakk kendü içün yaratdı. dahı eyitti: herkimbeniistersesınıkgönüllerdebulsun didi. her kim gönle girmedi istedügin anda bulmadı. yarın uçmaga dahı girmedi. padişah, didarın görmedi. gafil mebaş gönle yol bulan kişiye kul olan ma'bun degüldür. eğer ol seni kulluğa kabul iderse zihi devletdür anun kim gönülden haberi olmaya. kamışı şekerden ayırmış ola. ben ana ne diyem ya ol ne anlaya. zira ögüdi ehline dimek evladur. dürr sadefde, nafe ahuda gerek dimişler. pes imdi nadana ma'rifetu'llah dimek şure zemine tohum ekmek gibidür. yahud merkeb boynına cevahir asmak gibidür ve sığır önüne şeker dökmek gibidür. öğüt mü'mine devlet, cahile mihnetdür. zira sırru'llah, hakk taala'nun çerileridür. her kim gönle girdi ne kadar nesne var ise sürüb çıkardı, muhannetleri er ider, erleri şiri merd ider. şiri merdleri ferd ider, ferdleri ehli derd ider. şerbet virüb saf ider. ve men dahale kane aminen, yani evliyaullah zümresine dahil olup emin olur. gel imdi sen dahı gönlü elüne al, ilmi rabbani kitabından oku. gönlündeki devlet ayını ve saadet güneşini gör. ta ki gözünden gaflet hicabı gidüb hakk kitabı ruşen ola. kara dikenden ak güller açıla. vücudun karanulıgından aydınlıklar saçıla. gönlün sarayı ruşen ola ve gayrılara andan kisb ile mülkler dola. zira bu vücud bir d ü k kndur. sana kiraya virilmişdür. içinde oturub rencberlik idesin ve ol dükkanun içinde gizlü hazine vardur. imdi bu dükkan elünde iken kazub ol hazineyi bul, yohsa va'de irişdükde seni bu dükkandan çıkarurlar ve içindeki hazineyi bulurlar. sen dahı ardınca bakakalursun. pes imdi bu vücudun mülki sana ol zaman müsellem olur ki süleyman gibi hatemi, nefsün divinün elinden halas idüb emin olasın. yohsa hatemi div eline virdükde hudaperest iken divperest olursın. mesela bir hatun bir kimseye nikahlu olsa bir kimse dahı anı gayrıya nikah idebilmez. ya'ni gönül eğer dünyaya tabi olsa hakk'un anda tasarruf olmaz. eğer gönül hakk'a tabi ise anda nefsün tasarruf olmaz. imdi bu sözden garaz budur ki talib hodbinliği terk idüb vaz gelmeyince hudabin olmaz. ve gönül velayetleri ana müsahhar olmaz. sana direm kardaş! sana ruşen haber söyleyem. bu kez anlayasın. harif misin, şerif misin, zarif misin gönli bana çevür, gönül gözüyle bak, gönül kulağıyla dinle ve söyleyeni ko, söylede bak: olma sakın kelle göz dinle kabul eyle söz senün kelle gözligün sana disem gönlün bir halden bir hale döner, melul ve mahzun olursın, dimezsem, nidem ki senün senden haberün yok. nazenin, ömri hevaya virdün ve ruzigarun bu hal ile geçdi. subhı kıyametde seni uykudan uyarurlar. ol vakt bundaki canı ve vechi bulamazsın. çok peşiman olursın, vücudun mülki elünden çıkar. feleğün çarhı ol hisarı yıkar, imdi suret ve ma'na ya'ni iki cihan elünde iken niçün can mülkinden haber almayasın. mecma'u'lbahreyn sende iken ve camı cem padişahı iken niçün dilenci olasın. alemün canı ve maksudı sen iken niçün şakird olasın. eger said isen fena donun çıkarub nar donın giydürürler. dünyadaki ömrüni niye sarf itdün diye ve kar u kisbün niye harç eyledün diyü sual iderler: eger cevap virmedünse ali imran suresi. kim oraya girerse güvenlik içinde olur. gel gör ikabı amma neyleyem halünden haberdar degülsin. vücudun seddi iskender olmış nasihat sana kar itmez. midani: noldun sen dahı huşyar ol, aklı ma'ad'a mukarin ol, derd hasıl eyle. ta kim dermana iresin. ama ve biar olma. tapdugun tanrı degül putdur. ka'be arzusın kılarsun, amma gönlün lat u menat ile dolmışdur. zihi nadan ki hakk'ı ister ve ruhu'lkuds taleb ider ve deccali lain'den ayrılmaz. ol vakt çok peşiman olur, amme faide itmeye. pes imdi ruhu'lkuds'ün manasına iren nahv u sarf nakşını neyler? anlar ki arefe'ye irdi arif oldı ve anlarun gicesi kadir ve gündüzleri ıyd olmışdur ve anlara iren mukallid iken arif olur, arif iken aşık olur, aşık iken ma'şuk olur. bundan ilerü dahı makam yokdur. buna makamı mahmud dirler. bunı ancak arif bilür. midani: pes imdi bundan garaz budur ki heman hakk'ı bunda iken bul ve hakikat sende iken sen seni bil dimekdür. zira kamu fi'lün ve hal ü kalün mahşerde ayan olacakdur. her bir amelün bunda katre iken anda derya olacakdur. can u ten gömlegünden üryan oldukda cümle hünerlerün ruşen olacakdur. ol vakt kimine nurdan suret olur, kimine nardan kisve olur. cümle yaradılmış dile gelür söyleşür, anları sen ruşen görürsün. ol vakt hakk taala'yı dolu ay gibi ruşen görürsin. anda kim hakk'un likasın görürsün. ben ne diyem ki ne esrüklükler kılursın dil ile vasf olunmaz. anda temaşa baki didar baki, şarab u ıyş baki, rab saki, sekahum rabbuhum baki, ol şarabı hakk olmışdur. anı içen ganiyyi mutlak olur. dahı ne cennet içün şad olur ne cehennem içün havf çeker anda ne akl ne idrak kalur. mesti bibak olur. ıyş da budur, lezzet de budur, şerbet de budur. dahı hur u gılman bu sohbete sığmaz. pes imdi sen dahı ol badenuşun yüzüni gör visali badesini iç. dahı her ne olursa kayurma. yarın bir kıl sana dag gibi görünmeye, bu razı gönlüni sandugunda pinhan eyle. tul u diraz fikirleri ko, makam ehli ol ve hal ehli ol. bu razı ve remzi anla hayf fursatun elde iken kaya kuşı gibi ömrüni laklak ile geçürme. ama gibi deve tepmesini somun sanma. heman sen özüni saldun. hakk ile oldun. hak dahi özin sana bildürür seni kendüye mahbub ider ve rahmet suyına baturur bu kez sevgi yüzünden hakk'a naz ider. tıfl gibi her sözi hak katında makbul olur. hakiki kul ki dirler, ol olur. pes imdi bu sözlerden garaz budur ki her kimse ne yolda oldıgın hod bilür. eğer muvahhid isen anladun ve bildün emin oldun. yohsa mülhiddensin, öz elünle kendüni toprağa göm. zira ki taklidlik hevasi seni göyündürmişdür. ve insan süresi, ayet. rabları onlara tertemiz içecekler içirir. dahi muvalıhidlükden haberün yokdur. heva ve hevesi avurduna doldurmışsın. boş tulumdan agzuna her ne gelürse kırkır söylersin. çünki varlık hevesi seni kaplayupdur. bilürem ki hakk'un gümrahı olmuşsın. zira muvahhidlik kal ile olmaz, mecazi söz hal olmaz, bal dimek ile ağız bal olmaz. dervişlük şemle ve şal ile olmaz. ehli külhan tacı şahı urunmaz. her ahunun göbeğinde misk olmaz. her kuyunun suyu zemzem olmaz. her kamışın içinde şeker olmaz ve her sadefin arasında dürr olmaz. pes imdi sen zahidlik idüb kurı yire başun salub dudağun debredürsin. içündeki ve dışundaki riya amelüni hod hakk bilür. niçün mülhidlük amelini muvahhidlik yerine satarsın ve muvahhid suretinde gösterirsin, har u mühreyi la'l ü gevher diyü satarsın. pes imdi hakikatte anlar dünya cifesinün kuzgunlarıdur. ve cümlesi hakk'un azgınlarıdur. cümlesi ibadat iderler nefs ü heva hoşlıgına giderler. nefsleri dilegün tutup hakk dilegün ayağa salarlar. hakikatte anlar hakk'dan ve nebi'den bihaberlerdür. ve ma'nada uşaklardan uşaklardur. diri degül ölülerdür. uslu degül delilerdür. anlarun gönülleri iki yüzlüdür. gicegündüz havf ü reca içindedürler. anlar hamdur, henüz puhte degüllerdür. zira hakk'dan reca ile müyesser olan muradun zımmında nice murad hünerlik hasıl olur. takdire kail olmamak gibidir. pes imdi zh i d l e r hakikatde ışk meyhanesinün şem ü şarabı sırrından ve harabat elfazınun ibaretünden bihaberdür. haberleri dahi olmasın. zira şeriat ehline kavga düşürürler ve oğul balına arı üşürürler. pes imdi harabat ehli anlardur ki ölmeden öndin ölenlerdür. mutukableentemutuvehasebukabletühasebu sırrına irenlerdür. içi ma'şuk, taşrası aşık olanlardur. bihodluk şarabın içüb ölmeden öndin soru ve hisabın virenlerdür. anlar havf ü recadan kurtulup hayr ü şerden geçüpdürler. ol içmekde, ne leb var ne hod cam ne namus var ne hod nam. bu meydandur ki felekler deng ü hayrandur. bu meydandur ki zemin ü felekler mest ü şeydadur. bu meydandur ki zemin ü asuman cüst ü cudur. bu meydandur ki hur u gılman şetaretdedür. bu meydandur ki yaradıımışun biri içdi akil oldı. birisi içdi aşık oldı. birisi dahi içeli sadık oldı. birisi içdi agzun açub himmet denizün yir ü göği berr ü bahr ü meyhane'yi ve cümle varlığı bir lokma gibi yutdı. sanki boğazından nesne geçmedi. bu kez suret kapusın kapadı. rind ü laübali olup yani ademi takayyüd idüp mürid ve şeyhlikden geçüp ol tuzakları üzüp uçdı. ikrar ve inkardan küfr ü imandan geçdi. varlık yoklık lezzetünden fari' oldı. feragat ismail bin eladuni, keşfu'lhafa; ı, hadis nu:, haleb? alemine kadem basdı dahı anun gönlünde, ne ögünmek ne dava ve nurı keramet kaldı. dahı fikrinde ne teşbih ne seccade ne ibrik kaldı. cümle varlukdan geçüb kamusın bu hamra rehin virdi. ve bu hükme yedildi. söz bildüginden dilin dutdı. daim tek ü tenha olub bu halka bir sa'at karışmaz oldı. anlara zahidler gibi bir libası mahsus degüldür. anlar nefislerün müslüman idüb dirler. felekler sag elinün içinde, melekler sol elini tutubdur. yirde ve gökde imamet anundur. kurıda ve yaşda hızır gibi hakk'un kullarına hazırdur. hakk emriyle kaygu ve şazlık anun hükmindedür. hakk taala anı cümle yaradılmışa her cihetden vesile itmişdür. cümle mahlukun rızkı anun elinden irişür. dünya yüzinde ne kadar kim veliler vardur, anun eli altundadur ve anun başında tacı rahmani var. ve anun sinesi ulumı evveline ve ahirine hazine olubdur. görinen anun öninde zerre gibidür. cihanun genci ana cifedür. hiç nesneye anun ihtiyacı yokdur. cümle yaradılmış ana muhtacdur. kollukcı gibi herbirin bir işe salmışdur. kendüsi şöyle tek ü tenha miskin ve mazlum halk içinde gezer. bir gün aç ve bir gün tok. açlıkdan ziyan ve toklukdan ana faide olmaz. zira anun içidışı hakk nurı ile münevver olmışdur. egerçi suretde ve sıfatda insan gibidür. lakin kimse anı suretinden tanımaz. anun içün bu halkın ekserisi ana uymaz. zira ol daim suretde ve sıfatda halka benzer. yemek ve içmekde, söyleyüb ve işitmekde ve turub oturmakda ve halkla bile gezmekdedür. kimse anı ziyreklik ile fehm idemez. heva ü hevesi ma'lubı olanlar anı bilemez ve bulamaz. meğer hakk taala lutfından bir kula bildüre. yohsa bir kimesnenün eli anun ayagınun tozına irmez, gözüne tutiya ide. amma devri ahir de bir sahibi zaman zuhur ide. yine peygamberün şeriatı üzerine amma suret gizlü olub hakikat aşikare ola. hakikatı islam ve iman, hakikatı savm u salat, hakikatı hacc ü zekat, hakikatı sırat u mizan, hakikatı cennet ve cehennem aşikare ola. ol vakt hakk taala bilavasıta aşikare ola. midani: ihvan, iy yar hevagüzeşt diyüp sükut eyledi. bir nice dervişler didiler. midani nemidani bilmeyüz. kuş dilimi söylersün? türkçe söyle kim anlansun dediler. bu kaygusuz abdal eyitdi: efendi sana bir ruşen haber söylerem ki kendü vasfı halümdür. siz dahı halünüzi bundan kıyas eyleyesüz didi. eyitdi: iy akıllar, iy kamiller, iy hakk'ı kendi vücudunda bulan ehli diller. murad nedür? dinlen. can u dilden anlayın ve hikayetüm nedür dinlen ve bu sözün hakikatına hub nazar idün ki, ne beyan ider didi. ol vakt kim encüm ü eflak anasırı tabayi' bir nesne vücuda gelmemişdür. biz dahı adem kisvetün görmeyüb ve geymeyüb sultan vücudında bir can idük. takdir işin bile iş ler. ol kadim ü layezal dilediği genci mahfisin aşikare idüb kendi kendüsin temaşa ide, bilünsin diye zatına tecelli eyledi ve bu esma ve sıfatıyla kendü kendüsine naz eyledi. kaf u nun'a urdı, bir saz eyledi. bu kez kaf u nun arasından bu karhaneyi bünyad eyledi. cümle yaradılmış bir eksüzsiz yirlü yirinde karar eyledi. padişahı alem heman bu karhanenün içinde sırr oldı. dahı kimse andan nişan virebilmedi. biz dahı padişahı alemden dilek eyledik ki bu karhaneyi seyr iderüz. padişahı alem dilegümizi kabul idüb adem donın bize hil'at virdi. canumuza emr itdi ki ademden aleme geldük. çün bana dahi nevbet irdi. adem tonın giyüb bu mülke seyrana geldüm. bir nesneden haberüm yok idi. çün nefs çerisine duş oldum. ayık iken sarhoş oldum. hoş hal iken hem ma'aş oldum. togrı iken kallaş oldum. nihan iken aleme faş oldum. elkıssa: halik'un emri beni kuzeger balçığı gibi devranun çarhı üzerine koyup dolab gibi döndürdi. gah beni kuze düzdi, gah buze düzdi, gah kase düzdi, gah saraylarda kerpiç eyledi, gah ayaklar altında hiç eyledi, gah gül eyledi başa çıkdum, gah kil eyledi hake düşdüm. gah halk içinde aziz eyledi, gah zelil eyledi. gah insan, gah hayvan eyledi. gah nebat, gah ma' den eyledi. gah yaprak, gah toprak eyledi. gah pir, gah cüvan eyledi. gah şah, gah geda eyledi. gah biliş, gah yad eyledi. gah günde yandum, gah gezende yatdum, gah hazineye batdum. gah kul olup satıldum, gah dellal olup satdum. gah oynayup ütdüm, gah bilmeyüp ütildüm. gah beni hakim, gah hakim eyledi. gah kazzaz, gah attar, gah penbe atar hallac eyledi. gah berber, gah zerger eyledi. gah aşçı, gah başçı, gah demürci, gah körikçi, gah kürekçi eyledi. gah beni deryada mahi, gah dağlarda ahu eyledi. gah avcı oldum avladum, gah beni av eyleyüp avlatdı. gah okudum alim oldum, gah ümmi eyledi okudum. elkıssa. dünyada bir sıfat kalmadı bana itdürdi. gah şakird itdi ögrendüm, gah üstad itdi ögretdüm. gah beni ataya oğul eyledi, gah atayı bana oğul eyledi. gah anayı bana kız eyledi, gah kızı bana ana eyledi. gah beni tıfl idüb anlara besletdi, gah anları tıfl idüb bana besletdi. velhasıl: ne başunuz agrıdayum nice bin kerre ata belünden ana rahmüne, ana rahmünden cihana geldüm. nice bin kerre tıfl oldum ve pir oldum yine ecel gelüb beni atam ve anam ardunca gönderdi. nice bin kerre bulıt gibi havaya agdum, nice bin kerre yağmur gibi yire yagdum. nice bin kerre gah çerende, gah perende oldum. nice bir kerre küfr ü iman karışdum. nice bin kerre gah zulumat, gah aydunlıga düşdüm. nice bin kerre dürlü dürlü cinlere karışdum. nice bin kerre dürlü hil'atlar giydüm. nice bir kerre dürlü yakalardan baş gösterdüm. nice bin yıllar aşinalar gözetdüm. nice bin kerre isimler ve lakablar urundum. nice bin kerre dürlü dürlü suretlerden göründüm. ve'lhasılı kelam, bu nefs askeri beni gücden güce saldı ve kapdan kaba boşatdı. şehirbeşehir karyebekarye gezdürdi. dil ile ayan ve kalem ile beyan olmaz. in feşhureş şind in bud manend dide. pes imdi işideni ko, görenden haber al. elbette bir gün sen de göresün, geçen hallerime ha gülesün, ha gülesün. hele söz çok, bu nefs askerine duş oldum. nalan ve giryan olup hergah tazarru' ve zarılık iderdüm. hiç kimse bana rahm itmezdi. nice zamanlar geçdi ve nice devranlar devr itdi. neyleyüb nidecegümi bilmezdüm. hayran olup kalmış idüm. yine bir gün anamı at, atumı deve itmişdüm. teman kulaguma bir sada geldi ki yiter, gel imdi kon sanki yok idüm, var oldum. elkıssa anadan dogub şirhar oldum. tıfl oldum, balig oldum, yigit oldum, pir oldum. nagah bir gün ruhaşinalarına düş oldum. halümden haber sordılar. derviş egri otur dogrı söyle. az söyle öz söyle. çok söz baş ağrıdur didiler. ben eyitdüm. ihvan! benüm sergüzeştüm tul u diraz çendan sefer gezdüm. ya'ni çok haberler getürdüm. amma neyleyem rakiblerün korkası vardur. nihayet muhtasar budur ki yigirmi beş bin aşiyan gezdüm ve seyran itdüm, bilürsen eyüdür. eyü seyr olmaz ve yukarısın bilürsen aladur, bilmezsün hiç bildügin olmaz. her ne görürsün ana bak amma dahl eyleme ve söyleme ve gam dahı çekme. iyi yar şikar giçdi diyüp sükut eyledüm. bana didiler. derviş! aferin şirin hikayet eyledün. amma bu sözler düş midür ya hayalün midür, ya sayıklar mısun didiler. eyitdüm. namerddür ol kişi, kim görmedügini ve bilmedügini söz eyleye. ben alim degilem ilim bilem. veli degilem kerametüm ola. karpuz gibi yogun yumrı sözden top yonub erenler meydanına koram. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. arif olan bildi ki ne didüm. nadan özün hayalda kodı. anlayana bir kitab sözdür, anlamayana bin söz dahı disen faidesi yokdur. efendi söz çok, her sözi söylemek olmaz. söz var halk içinde, söz var hulk içinde. pes imdi bu sözlerden ve haberlerden garaz budur ki sen dahı gönlüni cem eyle, aklı ma'ad'a mukarin ol. dünyaya ilişme. sonun fikr eyle. ve edeb bekle. zira edeb bekleyen enbiya ve evliya oldı. edeb beklemeyen dünyaya ilişüb kaldı. henüz dahı kalmışdur. gafil mebaş bu sarayun ayesi vardur. içinde oturan sultandur. sonra şermende olmayasın. pes imdi halün bil, yolun gözle kimseye adavet eyleme. kimsenün payüne el uzatma. helal ve haramı fark eyle. zira kim helal lokma ve ehli diller sohbeti ademün hublugıdur, ma'murlugıdur. haram lokma ve cahiller sohbeti ademün harablıgıdur. andan sonra nahak işlerden sakın, ibret ile bak, hikmet ile söyle, her yirde edeb birle, debren aşagı yukaru gözleyüp hodbinlik eyleme. hakk'ı her yirde hazır bil. yare yoldaşa emin ol. cahile hilm ile söyle. arifler katında sakin ol. bir söz ki senden sormıyalar söyleme ve eğer sorsalar bilürsen de muhtasar söyle ve eğer bilmezsen özünden söz düzüb söyleme ve kimseye imtihan ile söz sorma. eğer sorarsan kabul it, inad ve mücadele itme, sonra merdudi hakk olursın. zira bu sarayun sabihi vardur ve bu sarayda allah'un hikmeti çokdur. ve bu saray ve bargah anundur. eger kul isen edeb bekle, kulluk halünce depren. eğer sultan isen milk senündur. pes imdi emin ol, yohsa sen seni bilmezsen ehli diller sohbetine gir, bir mürşidi kamile iriş kim seni bilesün. nagah bir gün sultan sarayında hıyanet idersen sonra çok hacalet çekersin, şermende olursın. dahi sultan yüzin görmez olursın. pes imdi bil ki saray içinde oturan sultandur. cümle yaradılmış anun fermanber kulıdur. her nice dilerse ider, hiç ma'ni yokdur didi. midani: pes imdi bu sözlerden garaz budur ki adem dünyaya gelmekden murad heman kendüyi bilüb hakk'ı anlamakdur. ta ki hakk'ı batıldan fark idüb ömrüni telef itmemiş ola. çün sen dahi ademüm dirsin. ibret ile vücudun kubbesine çık, bu sahranun düzine ve enişine bak ve yokuşına nazar eyle. korkulu menzilleri öndin yokla. ta ki yol vurandan emin olasın didi. pes imdi anlar ki hakk'ı batıldan fark itmeyüb dünyayı dolaşdılar henüz dahı dolaşub kalmışlardur. anun çün her kişi kendü işüne kail düşüb hak taala'nun sırlaruna ve hakikatına irmeyüb öz bildükleri anlara azim hicab olmışdur. bu sebebdendür ki halk birbirlerine dirler ki. aceb bu karhaneyi bünyad iden üstad nerede ola? diyü hayran ve sergerdan kalmışlardur. gökdeki mahluk yire bakar ki: aşagıda mı ola diyü. ve yirdeki mahluk göge bakar ki! yukarıda mı ola diyü. şöyle mütehayyir kalmışlardur. kimsenün kimseden haberi yokdur. ta elestübirabbiküm deminden hazreti resul gelince yüz yigirmi dört bin peygamber geldi ve gitdi. her biri bir söz söyledi. hiç biri bunı temyiz idemediler. bu kez hazreti resul dünyaya ki teşrif buyırdılar. hazreti resul, bu karhaneyi bünyad iden üstadı yine bu karhane içünde bilürdi. ve nişanın bu eşya içinde bildürdi. eger bu kıssadan sen dahi sual idersen emmin oglı eydür ki, bilen bilür ne söyleyem bilmeyen bilmez, hod yine de söylemem. bilen bilür bilmeyen bilmez bilüri. sen seni bilmez isen bulagör bir bilüri. pes imdi ma'lum oldı ki hiç kimse delilsiz hakk'ı bilmez imiş. zira hazreti resul'den ve alinden sonra gelen kamiller dahı; menarefenefsahufekadareferabbahu hakkında didiler. nefsinibilenrabbınıbilürimişdiyü niçe sözler söylediler. amma bu kaygusuz abdal eydür ki; bunefskidirlerademünnesidürveneresindedür? anıbilenrabbısın bilmişola. bu adem hod cümle yaradılmışun ayinesidür. ademün vücudı bir şehirdür. dört dürlü cevahirden bünyad olmışdur: od toprak su yel'dür dokuz dürlü cevahirden bünyad olmışdur: bu dört ata canibidür. kemik sinür damar deri bu beşi ana canibidür ilik et kan yag kıl bu beşi ana canibidür. ve bu şehrün on iki kapusı vardur. kapu var ki gah açılur, gah örtülür. kapu var ki daima açıkdur. kapu var ki daima örtülüdür. ve bu şehrün içinde üç yüz altmış ark vardur ki damarlardur. ve yidiyüz yitmiş yidi bendi vardur ki sinirlerdür. ve dört yüz kırk pare direği vardur ki kemüklerdür. ve ortasında bir pınarı vardur ki bu şehrün cümle yirine su andan bahş olur ki cigerdür. araf suresi, ayetben sizin rabbiniz değil miyim? ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb? hadis nu. ve beşpasbanı vardur ki zahirde hayrdan ve şerden her ne zuhur olursa vücudda, ruha haber virirler. görmek işitmek tatmak koklamak doymak gibi. ve bu şehrün yarusından yukarı yidi kat gökdür ve arşdur. ve yarusından aşağı yidi kat yirdür, öküzdür, denizdür, balıkdur. midani: ihvan, bu oturan dervişler eyitdiler: iy canım bu nefse ne dirler? bu şehir midür yohsa ol dahı başka bir nesne midür? anı bilen hakk'ı bilür ola didi, bu dervişler eyitdiler: sen söyle görelüm didiler. bu kaygusuz abdal eyitdi ki: vücudun cemisine nefs dirler. ve dahı vücudda hak'dan gayrı fikirlere vesair eşgale endişelere nefs dirler. ve bu vücud dahı ol zat ile mevcuddur. anda dahı hak nurundan bir şemme vardur. yaradılmışda bir nesne yok ki anda hakk nurundan bir şemme olmaya. kavlehu taala: va'llahübiküllişeyinmühit ayeti kerime değil midür? anun çün komşı hakkı tanrı hakkı dimişlerdür. pes imdi tahkik bil kim hakk taala'nun evvelü ahiri ve üstialtı ve sagısolı ve önüardı yokdur. ibtida ve intihası yokdur. bir bahri bikenardur ki cümle alemi kaplayubdur. yani cümle mevcudatun vücudında hak mevcuddur. pes imdi anı ikrah görüb hor bakanlar merduddur. hak, hakkı kabul idenündür. ikrah idenün değildür. zira bir çeragun nurıdur. nihayet sırçası ayrudur. bir güneşin şu'lesidür. amma pençereleri ayrudur. ve cümle mahlukun ma'budı birdür. amma dilleri ayrudur. midani: efendi sana ruşen bir haber dahi diyem. halün ancak binde birisidür. ol vakit kim alemi sabavet'den haleti büluga geldüm. bir zerre gam u gussa yok idi. alemün padişahı idüm. günden güne yigitlük menzilüne kadem ki basdum. bu kez yolum bir beyabana irişdi. baktım ki bu yitmiş iki milletün halkı güruh güruh olmış bu sahrada sergerdan gezerler. nisa suresi, ayet: göklerde olanlar da, yerde olanlar da allah'ındır. allah her şeyi kuşatır. ben dahı bu güruhun birine karışdum. gah yavuz olub bu halk ile savaşdum. gah nerm olub yine barışdum. bu beyabanda ben dahı bu halk ile mütehayyir kalmışdum. ve'lhasıl bin dürlü bela ve mihnet ile cidd ü cehd iderek bu halkdan kendümi bir kenara çıkardum. heman gözüme bir şehir göründi. bu kez ol şehirden yana gitmege ne kadar ki cehd eyledüm, gidebilmeyüb aciz kaldum. bu tahayyürde iken heman karşumda bir oglan zahir oldı. bakdum ki bu yüzinün şulesi alemi rusen eylemiş. bana eyitdi: abdal! 'ışk olsun. ben dahı didüm ki meşk olsun! bu sahrada ne gezersün didüm. bu şehirden yana gitmek isterem heman boynuma bir resen takub çekdi ki: gel iy kaygusuz abdal, seni ol şehre iletem didi. ben dahı avcı zagarı gibi yanına düşdüm. ve'lhasıl bu şehre girdüm. heman bu oglan gaib oldı. tek ü tenha kaldum. bakdum ki bu şehirde benden gayrı deyyar yokdur. bu kerre kendüm kendüme didüm ki: şehrsenünhelvasenün bineşegeyihelvayı bu kerre şehri guşe beguşe serbeser temaşa eyledüm. dürlü dürlü cevahirler ve meta'ın nihayeti yok. her neye meyl eyledümse heman ol sa'at mevcud olurdı. men danem ve men danem yani ol kimesneyim ki yine ben bilürem diyüb bir zaman sükut eyledüm. midani: ihvan, pes imdi bu sözlerden garaz budur ki cümle yaradılmışda hak mevcud imiş. eğer hakk'ı eşya içinde istersen delili ademdür. eğer eşyadan ayru istersen yolun uzak menzilün payanı yok. cemi ömrüni de zayi itmiş olup marifetu'llah'dan bir nesne bilmedün, heman cihana hayvan geldün ve hayvan gitdün. kavlehu taala: senüriyehümayatünefi'lafakivefienfüsihümhattayetebeyyinelehüm ennehü'lhak her nesne ki vücuda gelmişdür evvel ü ahir ademün sureti anun defteridür. pes imdi ademün vücudı cami' oldı, cami'a dahil olanun salatı makbul olur. amma söz budur ki adem suretünde olanun cümlesine adem dirler. amma adem var ki hazinedardur. gence batubdur. öz gencünden haberi yokdur. yohsul gibidür. ademi var ki özin bildi. hakk'ı öz şehrinde buldı ya'ni; fussiletsuresi, ayet: onunhakolduğumeydanaçıkıncayakadarvarlığımızınbelgelerinionlarahemdışdünyadavehemdekendiiçlerindegöstereceğiz. ve mendahale kane aminen menziline irdi. emin oldı. peygamber ol adem hakkında buyurdı, halaka'llahuademe'alasuretihive'alasureti'rrahman buyurdı. adem dahı var ki sureti adem, veli sireti dive benzer. ol adem hakkında buyurmışdur ki halaktü'lhimara'alasuretiadem. gel imdi sen sana insaf eyle. gör ki bu suretlerün hangisıyla bile sıfatlanursın. çün bilürsin ki ömrinün bakası yoktur. mesela oglanlık eser yel gibidür. yigitlük akar su gibidür. pirlük üsti çürimiş dam gibidür. ma'nasız da'va eylemek kirişi kırılmış yay gibidür. elün irmedügi yire el sunmakyorganundan dışarı ayak uzatmak gibidür. sözün giçmedügi yire söz söylemek yaysız okataram dimek gibidür. bunlarun cümlesi ümmilerün halidür. heman bir kimse kendüyi bildi cümle eşyanun aslını ve fer'ini bildi. bu kerre kamil vücud oldı. her ne taleb iderse kendüden taleb eylesün. eger cennet, eger cehennem, eger melek, eger şeytan, eger zulmet, eger nur taleb idersen cümlesi ademün vücudunda mevcuddur. adem mevcudat agacınun yimişidür. agacun yimişi olmasa revnakı olmaz. ariflerün bildügi agacun tohmıdur. nadanlar kendülerün hayalde zayi' iderler, zira bilür ile bilmezin farkı uyur ile uyanık gibidür. ana kim hak bildürmedi nice bilsün. ana kim buldurmadı nice bulsun. biçare adem hakk'un haberün nice alsun. her kimden sual eylese, hak heryirdehazırdur dirler. yahud kimi aya, kimi güneşe ve kimi kendü elüyle düzdigi nesneye hak budur diyü tapar. talib bunlarun kangısına inanub itikat eylesün. bu fikirde akıllar sergerdandur. pes imdi bu müşkili güşade kılmaz. illa ki bir piri kamil ola, zira mürşidler hakimi hazıkdur. hastanun marazun bilürler. o maraza ne lazımdur iderler. mürşidi gamhar çöllerde rehber gibidür. pes imdi her ne ki işle! dir işle, işleme! dir işleme. gerek dünyevi, gerek uhrevi, zira hiç kimse öz işini bilmez. cümle işin temam sanur dahı ma'bun olur. amma her mürşid renginde olanun cümlesine mürşid dimezler. zira her nesnesi mürşid gerek. ta ki kümmel olmış ola. pes imdi kamil, mürşid oldur ki özin bilmiş ola. ve hakk'ı öz vücud şehrinde bulmış ola. ve her şeyi sıfatından kurtulup hak sıfatına girmiş ola. ya'ni hakk ile birleşmiş ola. süleyman gibi hatem sahibi olub heft iklimün kabz u bastı ve azl ü nasbı kabzai tasarrufunda ola. zira alemde mürşid bir ali imran suresi, ayet: kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. ismail bin muhammed eladuni; keşfu'lhafa, haleb? hadis nu. eşeğiademsuretindeyaratdım. olur. mürid dahı bir olur. yohsa insan sıfatlu mürşidler çokdur. anlarun şerrinden allah'a sıgınun didi. midani: ihvan, pes imdi öyle mürşidler, kibriyanun müşrikleridür. zira serverlik itdi cühhale düşmişdür. deccalı lain zuhur itmeden şerler zahir olmışdur. hususan bu zamanda hak isteyenleri azdururlar. hak yolından çıkarub nefis yolına salarlar. bunların rehzen olduklarına şek yokdur. zira cihanda şeyhi vaktüz diyü kendülerin özin hazreti hızrteşbih iderler. dahı ayagun hızır izine basdı sanurlar. amma böyle mürşidleri şeyh iden gözsizleri gör. bunlara şeyh olan yüzsizleri gör. ne anlarda hayır ve ne bunlarda devlet var. zira biribiründen fark itmeyen ya sırdan ne haberi var. kel, em eylese öndin öz kendi başuna eylerdi. bunlarun canları ölü, nefisleri diridür. sırrı ilahi'de cahillerdür. dünyalık içün halka kendülerün sevdirüb yalan sözler söyleyüb ve mühmel remizler ile avamı ve cahili inandururlar. peygamberimiz'in buyurdugı din yolınun dikenleri ve halkun çirkin kokuları bunlarun hakkındadur. zira halkı halik'a da'vet iderüz dirler. ve lakin hakikatte halka zarar iderler. ve müridlerinün kimi luti, kimi puti, kimi dehri, kimi suki, kimi bekri, kimi oglan, kimi uşak. dahı kendülerin bilmezler. ve kendilerün şeyh hüseyin şibli, cüneydi bağdadi, bayezidi bestami ve hasanı basri yirlerine koyup da'vayı keramet iderler. bunlar koyun başlı kurtlardur. ve daşları aydın, içleri karanluk. cemi'a lokmaperesti goft horlardur. ve hengamegiri zerrakı saluslardur. peygamberimüz buyurmuşlardur ki: ahir zamanda kurtlar çoban ola, ana uyanlar sergerdan ola. zira kendülere bühtan iderler ki hak bizi halife idübdür diyüb şişüb ve köpürüb kabarurlar. haşa ki sümme haşa ki cife halifei hak olamaz. yalancı veli olmaz. dilenci ba'yı, olmaz, yani gani olmaz. yirde ve gökde halifei hak olanun hayatı ve mematı elinde olub kabz u bast azl u nasba hakim olur. biiznihi taala. pes imdi öyle olan mürşidlerün mezhebi, avam mezhebidür. avam ile hemdem olan ehli şekavetdür. ehli saadet bunlara karışmaz. ömri nazeninlerün zayi' idüb hayvanlara alef irmez. zira halka damı tezvir içün başlarun kabartub bol cübbeler giyüb yünden şemle sarub ve bellerine zünnar gibi tiğ u bend ve kemer baglarlar. ve musahabet iderken hasta gibi aheste aheste söylerler. benüzlerün sarardub dudaklarun kemerlendürürler. muttasıl oruçdur disünler diyü böyle yaparlar. bunlar her dem başlarun aşagu salarlar ve gah gah sadık ah iderler. gah gah benüzlerün tebeddüle cehd iderler. ve'lhasıl yalan remiz ve mühmel işaretler iderler ki, ya'ni pirinden anlara ziyade nazar olmuşdur disünler. amma riya kaftanı anları kat kat kaplayubdur. hile ve tezvirlik damına giriftar olub dergahı hak'da şermesar ruyi siyah olmuşlardur. dahi hiç bir nev' ile bu hicablardan çıkub kurtula. meger kim öldükten sonra kurtula. amma dünyada itdügi hile ve tezvirligüne bu kerre kendü giriftar olub kalur. dahı heyhat ki ol tuzaklardan kurtula ve halas ola. zira insanun ünsi ve munisi dünyada ne ise ahiretde dahı anlardur. salih, salih ile; fasık, fasık ile haşr olur. gel imdi sen sana insaf eyle! nice kerre sana didigüm budur ki fursatun elde iken ahiret marazlaruna ilaç idesin. ta ki ol korkulu menzilde emin olasın. yohsa yar u yoldaşlarun saz u handan selametde olalar. dahı sen gamu gussa ile dürlü dürlü belalara giriftar olub kalursın. ol vakit çok peşiman olasın. amma faide itmeye. pes imdi fursatun elde iken nadanlığı bırak. dana ol. kendüni arifler ve ehli diller sohbetine ve meclisine layık eyle. mürşidi kamile iriş. ta ki dünya ve ahiret marazlarından emin olasın. bu kerre talib piri kamil'i bulduktan sonra ışkı delili de özin bilüb arif olub hakk'ı vücudunda bula, hulkı hazreti muhammed'e, huyı hazreti ali'ye benziye. deniz gibi derin ola. yir gibi sakin ola ve od gibi çig pişüre, su gibi daim bir yola aka. ve yil gibi her yiri seyran eyleye. tedbiri elden salub takdiri bile. ta ki ömrün zayi itmemiş ola. zira hazreti ali her gah peygamber aleyhisselam'ı halvet buldukça eydür kim: yaresulallahneamel idemkiömrümizayi itmemişolam?. hazreti resul sallallahu aleyhisselam eydür ki: hakk'ıbulmakistersenkendünibil, ariflersohbetinegir. sadıkolubsözi tasdikeyle. birdildenikisözsöylemekimseyemekrühileeyleme. kendüni nesanursan, halkadahıanısan. birkimseyi, rencideidübhoruhakirbakma. elünilekomadıgunşeyigötürme. daimaözünözünedevşir. hemankendüni bildünvehakk'ıbuldun. bukerreseyrünarşaferşeirer.ömrinizayi'itmemiş oldun! dir. pes imdi bil ki allah'a giden yol gayet yakındur ve gayet müşkildür didi. midani: arif olan anladı. horos olan banladı nadana ben ne didüm, ol ne anladı. anlayanlar lezzet aldı. anlamayana yavuz geldi. yani bu haberler kimine söz kimine saz geldi. anladun ise hal oldı, eger anlamadun ise kal oldı didi. efendi sana dahı şirin haber söyleyem. anladunsa bu kerre anlayasun. çün devran beni suretden sıfata, sıfatdan surete derbeder gezdürdi. ahiri kar bana dahi nevbet irişdi. heman bir gün içinde bir sohbete ugradum gördüm ki bu oturanlarun kimi muhammed resulu'llah ve kimi isa ruhu'llah ve kimi musa kelimul'llah ve kimi ibrahim halilu'llah ve kimi adem safiyyu'llah bana yir gösterdiler. oturdum eyitdiler! dervişkuşdilibilürsensöyle, yahuddurgit didiler. ben dahı fikr itdüm. acemi çaylak gibi sayyadlar damına giriftar olduk yagüftüyareft didüm. amma gafil mebaş galat söylemiyesin, diyüb söze başladum eyitdüm: bu cihan kubbe misalidür. aygün kandile benzer. gice ve gündüzi bildürür. yidi kat yirler vücudumdur. sular damarumdur. gökler çadırumdur. arş seyranumdur. çarh devranumdur. yıldızlar meş'alemdür. bu nakşı pergarlar seyranumdur. yidi kat yir bir avuç. dokuz felek bir tekne. yirden göge bir kulaç yerün eni ve uzunı bir kulaç. gice vilayet, gündüz nübüvvet, doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık zindan, yalan dimek zagarlık, dogrı dimek erlik, uyku münacat, uyanıklık ariflik, hulk cennet, kahr cehennem, evliyalar vezir, peygamberler elçi, akıl cebrail, kitaplar vasfı hal, bahiller zahmet, cömerdler rahmet, münkirler zulmet, arifler vahdet, aşıklar rahmet, cahiller melul, nadanlar mihnet, adiller nur, zalimler ateş, pirler bereket, yigitler sıhhat, sabiler selamet. su yukarudan aşaga akar . güneş aşagudan yukaru çıkar. gökler dolab gibi döner. yirler daima durur. bunlarun cümlesi bir vücuddur ki kaimdür. bu dükeli kainatta ben halikam. beglik ve hakimlik ve kulluk benüm mertebemdür didüm. midani diyüb sükut eyledüm. bu meclisde oturanlar eyitdiler: derviş! aferin. eyühikayesöyledün. busözlerdüşünmidürveyahayalinmidürveyahutsayıklarmısun didiler. derviş eyitdi: ol allah hakkı çün karındaşınuz oğlanun sözleri hakdur. öz halidür ki söyledi. görmedügi ve bilmedügi nesneden haber viren er degildür, namerddür. başumdan giçen hikayetdür ki söyledüm. yohsa ben alim degülem ilim bilmem, veli degülem kerametüm ola, derviş dervişane karpuz gibi yogun yumrı söyleyüp sözden top düzdüm. erenler meydanuna koydum. gördüğüm menzillerden nişan virdüm. anlayana bir kitab söz, anlamayana bin söz dahı disek faidesı yokdur. zira anlar ki kamışı şekerden ayırmış ola. hodbin ve nadan olub özi hayallerde gark olmışdur. dahı sırru'llah ve ma'rifetu'llah sözi ana kar kılmaz. gel imdi, yiter nadanlık eyleme. arif ol. gözün etmek teknesinden ayırma. arif isen insana karış. yohsa nadan gibi hayvanlara karışma. nagah bir gün vücudun şehrinden kafile göçer. dahı her biri geldiği menzile gider. bu kerre sen senünle tenha kalursın. eğer meta'un dürr ü cevahir ise şad u hurrem olub gam u gussa yok. kangı şehre varsan müşteri tacirler meta'ından almak içün kapuna mülazemet çekerler. yohsa metaun hazef ise kangı şehre varsan meta'un kesad bulursın. günden güne müflis ve bineva olursın. gam u gussa başuna üşer. dahı kimse yüzine bakmaz olur. hayran ve sergerdan olursın. dahı nice idecegün bilmezsun. bu kerre nice zamanlar giçe. nice devranlar döne. deryalar soğula, mahiler nabedid ola. heyhat ki kafile başı sana rahm idüb yüzine baka ve yine seni dürr ü cevahir kafilesine kavuşdura. midani: efendi haberdar ol. başunda olan sarhoşlugı gör, bu meseldür. kime tavus gerek ise hindistan seferinün meşakkatun çeksün. pes imdi eger sen dahı hakk'ı taleb iderem dirsen mutu kable en temutu mazmununa masadak olub ölmezden öndin öl ki dirilesün. dünyada harab ol ki ma'mur olasun. cefaya sabr it ki vefaya iresün. yohsa iş bilmez gafil gibi öz bildigüni işledün olursun. cefa vü mihnet çekmiyesün, mukabelesünde ivaz ümidinde iken nagah bir gün işin ıssı işledügün işe pesend itmeyesün. eger idersen bu kerre müzdesin ya'ni sevabsız fail gibi elün boş kala, halün düşvar ola. çok peşiman olursun, amma faide itmez. zira yokuş dibinde merkebe alef virmek gibidür. akil isen duy ne geçdi diyüp. derviş bir zaman sükut eyledi. bu kerre bir gayri söz dahi başladı. bir derviş düşünde kendüsüni bir sahrada görmüş ki ol sahranun hadd ü nihayeti yokdur. ol sahranun ortasunda bir azim yol vardur. derviş ol yolu tutub bir zaman gitdi. gördü ki bu yolun nihayeti yokdur. amma hiç özinden gayri kimse yok. eyitti: bari çagurayım, göreyim, belki bir kimse buluna, bu yoldan haber vire didi. derviş ne kadar ki çagurdı özinden gayrı deyyar yok. eyitdi: men enem ve men danem, ya'ni ben dahı beni bilürem diyüb bu beyti okıdı: alem külli vücuddur can ben oldum cihana can cihana can ben oldum suretimi gören dir ki beşerdür suretle sıfatı rahman ben oldum. yine derviş öz haline mütehayyir oldı. gördi ki gönli emin olmaz. bir kimse diler ki halünden haber sora. görür ki özinden gayri deyyar yok. eyitdi: acebbubenümdüşümmi, hayalümmi, yahayalmiola? diyü biraz fikr eyledi. gördi ki düşi degül. bu kerre özi özine görindi. gördi ki başı tacdan taşra çıkmış. gözi bir sahraya duş oldı. tiz başına özini çekdi. gördi ki ne sahra var, ne yol var. özinden gayri deyyar yok. eyitdi: ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb?, ı, hadis nu. kamu şeyde menem 'aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman menem dahı çün ü çera yok ne mansur u ne bagdad ne ene'lhak derya vü umman menem gevheri kan bendedür ac gözini anlayu bak hem iki cihan bendedür cism ü suret menem delil ü bürhan menem sud menem ziyan menem işde dükkan bendedür maksadı insan menem gerdişi devran menem mektebi irfan menem işde nişan bendedür bagdadı ayyar menem cümleye serdar menem bürhanı esrar menem sırrı nihan bendedür. zahid ü tersa menem mescidi aksa menem mürdei isa menem yahşi yaman bendedür muhiti zevrak menem hak menemdür hak menem tamu ve uçmag menem cümle mekan bendedür evvel ü ahir menem gani ve fakir menem zakir ü mezkur menem küfr ü iman bendedür. cümleye ma'bud menem ka'be menem put menem ademe maksud menem işde fulan bendedür zerre ve güneş menem gizlü menem faş menem her ne ki var uş menem can u canan bendedür kaygusuz abdal menem cümledeki can menem evvel ü ahir menem genc ü nihan bendedür temmetü'lkitab ala yedi derviş yusuf gulamı sultanü'larifin esseyyid eşşeyh muhammed efendi halvetiyyi sinani dimyati kaddesa'llahu sırrahu fi sene. miglataname miglataname bismi'llahi'rrahmani'rrahim esrarı arifin miglatei kaygusuz sultan baba elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'lakibeti li'lmuttakin vela udvani illa ale'zzalimin. ve'ssalatü ve'sselamuala hayri hulkı muhammed ve alihi ve sahbihi ecmain. amma ba'de bilgil ve agah olgıl ki bu cihan içinde bir derviş seyahat aleminde gezerken kendözün bir sahrada görmiş ki hiç nihayeti yokdur. ol sahranun ortasında bir yol var. amma kendüden gayri kimesne yok. ol derviş fikr idüb bu hali kimden sorayım dir. bu derviş durur, dört yana bakar görür ki hiç kimesne yok. yalnız özidür, tek ü tenha öz haliyle danışub eyitti: yabana gitmekden yola gitmek yahşidür didi. derviş ol yolı tutdı gitdi. bir hayli yol çekdi. gördi ki hiç nihayeti yokdur. bu yol gitmek ile tükenmez. ne bu sahranun nihayeti var, ne bu yolun payanı var. bu kerre derviş özinden cuşa geldi. dir kim: alem külli vucuddır can ben oldum vücud can cana canan ben oldum suretümi gören dir ki ademdür suretde sıfatı rahman ben oldum didi. şöyle bir zaman durdı eydür: bari çagurayım, ola ki bir kimesne var ise işide bana gele. andan bir haber soram ki bu yol kanda gelür, kanda gider, görem bana bir haber virebile didi. derviş durdıgı yirde bir na'ra urdı. bu kez eydür, çün kimesne yokdur. derviş bir hamle dahı emin oldı. derviş bir kimesne ister ki kendi halinden haber vire, sora. gördi ki hiç kimesne yok. düş mi ola dir. yarab bu düş midür yohsa hayalüm bimisl ü bimanend oldı misalüm özüm direm işidürem özüme dahı kim var kime diyem bu halim bari emin olayım dir oturdı. gözün açdı bakdı gördi. düşi degül aşikaradür. bu kez naçar olup cümleden ümidi kesdi kendözine yörindi. meğer ki başı bacadan daşra çıkmış. anunçün özi bu sahraya düşmiş. tiz heman başunı özine çekdi. gördi ne sahra var, ne yol var. leysefi'ddarıgayrınadeyyar. kendüden gayrı kimesne yok. gönli cuşa geldi bu beyti eyitti. eydür: kamu şeyde benem 'aynı hakikat sıfat u zatı mutlak bahri hikmet heman benem dahı çün ü çera yok ne ene'lhak var ne mansur ne bagdad didi. derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. karşudan bir pir gelür. sakalı akdur, tesbih boynunda, asası elinde ve seccadesi çigninde, zikr tesbihi kavi okur. anı görüb derviş hakka şükreyledi. eydür, hele bu kişi geldi. şimdi bundan haber soram didi. derviş ilerü yüridi ki ol şeyhe selam vire. şeyh dervişi göricek didi: allahu ekber didi. derviş eyitdi. ya şeyh, sana ne oldıdir. şeyh kakıdı. tiz elindeki asayı çekdi. dervişün üstine yüridi. derviş anı gördi. didi ki bu şeytandur ola mı dir, tiz kötegin çıkardı. ana karşu yüridi. bakdı gördi ki şeyh dahı buna gelür. derviş bir kötek çıkarmış kendüye karşı gelür. anun heybetünden korkub şeyh kaçmaga yüz tutdı. derviş anun ardunca sürdi yetdi. seni koşduguna mı korum. benüm elümden kaçmagıla kurtulamazsun didi. yakın vardı. şeyh dervişe tazarru' idüb yalvardı. eydür: lütfeyle asamı al, beni öldürme dir. derviş eyitdi: hay sana bir haber sorayım didi. şeyh eydür: senden korkdum yerinde dur senün gibi kişi yokdur. yirün gögün misafiriyem. ben dahı şeyhem. benüm dahı müridlerüm çokdur. veli hiç senün gibi kişi gördügüm yokdur. ödüm sıtdı, anda haberün varsa sor didi. derviş didi ki: sormak ayub degül, sen ne kişisün? didi. şeyh didi ki: benüm hikayetüm çokdur. sen haberün sor didi. derviş didi ki: bu sahraya irişdüm bu yir ne yirdür. bu sahra ne sahradur? şeyh didi ki: hey bu sahrayı mı sorarsun didi. buna heyhat sahrası dirler. süleyman peygamber bu sahraya gelmişdür. divlerle perilerle irişmişdür. derviş eyitti: sormak ayub degül, sen ne kişisün ve yalnuz bu sahrada neylersün. şeyh eydür: yirün gögün misafirüyem. ben dahı şeyhem. müridlerüm çokdur. amma senün gibi kişi gördüğüm yokdur. derviş eyitti: ya bu sahraya neden düşdin? şeyh, ya ne sorarsun hikayetüm çokdur. başladı başundan geçen sergüzeşti söyledi. eydür: benüm adum bilür misen? dergahı ali'de mukarreb ferişte idüm. bunca ta'at ibadet itmüş idüm. bu dünyada başum dokunmadugı yir kalmadı. evvel adum azazil idi. şimdi şeytan oldı. bu lakab bana yapışdı. imdi derviş anı bildi ki o şeytandur. allah avniyle kodı gitdi, hele çok şükür bu beladan kurtuldum didi. çok zahmet çekmiş idi. oturdı bir hamle rahat olub dinlendi. otururken sag yanı üzere yatdı. uykuya batdı. derviş düş gördi. ne gördi. gördi ki sadhezaran musa her cihetden rabbı erini, diyüb durur. derviş gözin silüb anılayun bakub gördi ki; sad hezaran ibrahim ve isa. her biri bir guşede intizar durmışlardur. derviş uykudan belinledi. gözün açub bakdı. gördi ki düşdür. sübhana'llah didi. yine yatdı. eğer rahmani düş ise yine göreyim didi. bu kerre gördi ki, tuba ağacı dibünde azim bir yıgınak var. peygamberler cümle anda gelmişler. cemiyyet eylemişler. derviş dahı irüşüb eyitdi. ne hoş yire geldüm. bir dem teferrüc ideyüm didi. bir guşede durdı. ol cemiyyete gözkulak urdı. hazır oldı ki göre. bunlar ne söyleşürler dinleye, bir hikmet anlaya. derviş gördi ki, ihtiyar sadrında oturan muhammed mustafa'dur. peygamberler sual iderler ki: ya resula'llah develerün büyügüne deve dirler. amma türk uşagına köçek dirler. ol deve değil midür?. resul dir ki: gerçi devedür. lakin uşak oldıgıçün köçek dirler. derviş tiz durdı. gelüb ilerü yüridi. resul hazretlerinün huzurı şerifine gelüp eyitdi: ya resula'llah! bir müşkil içinde kaldum. bir sahraya düşdüm. bilmezem ki bu sahra ne sahradur. ve bu vadi ne vadidür. şeyh bakdı gördi bir dervişdür ki sakalı kırkık, ya cemilü'ssetr didi. derviş eyitdi: ya resula'llah! beni aceblersin ola mı? didi. şeyh eyitdi: bakara, ya abdallah ne kişisün ve bu makama neden geldün düşdün? dervişün gönli cuşa geldi eydür: aceb niçün nihan oldum bu tende saadet genciyem çün bu divanda acebdür ki görün beni acebler zira bilmezem ki sultanem ya bende anılayın derviş sorar ki: ya resula'llah bu makam ne makamıdur? ve bu ne yirdür? muhammed mustafa eyitdi: bu makama ka'be kavseyn dirler, ve bu agac ki görürsün ana şecerei islam dirler. beş budagı var. beş erkandur. islam içinde didi. derviş ihtiyat eyledi. gördi ki bu agacun iki budagına gün dokınur, üçine dokınmaz. filhal belinleyüb uykudan uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki, kendüden gayrı kimesne yok. bu beyti didi: gönüllerde benem sırrı ilahi seraser cümle varlık mihr ü mahı benem hüsni kamu şekli suretün kamu başda benem devlet külahı bunı didi. derviş dört yana bakdı. kendüden gayrı kimesne görmedi. tek ü tenha heman özidür. veli yirgök gördi. kendi vücudınun içinde sırr olmış cemi' yirdegökde her eşya ki var sadasun işitdi. öz vücudundan gelür. derviş fikr eyledi. eydür: bu aceb ne haldür. bir zaman var idi ki ben yir ü gök içinde idüm. şindi bu yir ü gök benüm içümde görünür. aceb düş midür, yohsa hayalüm midür? dir. gözün açdı gördi çin'dür. düşi degül gönli cuşa geldi eydür: alem külli sadef güher ben oldum bu cümle varlıga defter ben oldum kamu varlık yakin bende bulundı yakin ırak kem ü bisyar ben oldum. çünki derviş cümle alemi kendi vücudunda gördi, haberdar oldı. bu alemden murad olan heman kendidür ve özi imiş. derviş bu kerre akl bazarına girdi gördi sultanı muhammed mustafa'dur. ve ışk bazarına girdi bakdı sultanı ali'yyü'lmurtaza'dur. ilerü geldü ki halin arz ide. şahı merdan dervişi gördi. eydür: ne haber derviş, sözün var ise söyle, halün arz eyle, işidelüm bilelüm dir. derviş şahı merdanun elin öpdi. eydür: sultanum azugum yok, yolum sahraya düşdi. bir yolu tutup giderem hiç neticesi ve nihayeti yok. aceb bunun akibeti ne ola. şahı merdan eyitdi: derviş yukaru bak. derviş yukaru bakdı. gördi her eşya yirli yirince tamam pürkemaldür. hiç noksanı yok. cümle hakk'ın birligine tanukluk virürler. derviş heman secdeye vardı. şükr eyledi. başun toprakdan götürdi. yine bakdı gördi. cümle eşya fasihu'lkelam tevhid dilün söyler. bu şevk ile yine derviş cuşa geldi. bu beyti didi. hakk'a minnet ki hakk oldı muini hicab gitdi ayan göründi sultan gör indi afitab zerrem içinde nihan oldı görin katrada umman derviş ki bunı didi, dahı ilerü yüridi. sual idüb eyitdi: ya şah! bu sayeban ki bunda ki tutulmuş bunun sahibi kandadur? ali eyitdi: sayeban sahibi yine sayeban'un içindedür didi. derviş eyitdi: ya görünmez bana. anı ben görmezem. nice mümkindür. anı görmek. ali eyitdi: bu suretler ki vardur içinde cünbiş kılan şubede gösterün. sayebanun sahibidür. bu sözi ki derviş işitdi. saz oldı. bildi ki zill u hayal gibidür cuşa geldi bu beyti didi. hakk'a minnet bu gün sultan'ı gördüm bihicab cism içinde canı gördüm zerre idüm nagah şemse irişdüm katre mahv oldı ben ummanı gördüm. bunı didi. derviş ilerü yüridi. şahı merdan'un elün öbdi, ayagına yüzin sürdi. ya ali ben sana mürid oluram. erkan u tavrı bana öğret, öğrenmek içün bilmedüklerüm bana bildüresin. ali eyitdi: hoş ola! evvela kendü iradetünle gelmen lazım. var git olmaz bu bir dergahdur ki 'ışk ile her kim geldi nasibün aldı. gelmiyen şöyle mahrum kaldı. derviş bir zaman şahı merdan'un hizmetünde kaldı. can u dilden kulluga bel bagladı. bir gün sual idüb eyitdi: ya ali bundan ilerü bu ten yok idi. ben can idüm. ol vakit düşümde gördüm ki bu cümle alem benüm gönlüm içindedür. lutf eyle bu düşün ta'biri nedür bana bildür didi. derviş ki bu sözi söyledi, dört yana bakdı. kimesne göremedi. yalnuz tek ü tenha özidür. leyse fi'ddaru gayrruhi deyyar. bu şevk ile bu beyti didi. ezel görün bana ne takdir oldı kamu alem vücudumda sır oldı kamu dil söyledi sırrı ene'lhak kamu şeyde hakikat menşur oldı. bunı derviş didi. özidür, dile özi hayran kaldı. bir müddet geçdi, divler, periler, cinniler, ifritler, vuhuş, tuyur, mur u mar her ne ki var, cümlesi ana muti' olmışlar. derviş dahı vardı süleyman peygamber'in divanına girdi ve karşusında durdı, şah ali'yi gördi. süleyman peygamber'ün kirpigi altundan bakar. fi'lhal bildi. tazarruniyaz eyledi. eyitdi: ya şah! ben katı müştakam. sana intizar kıldum. çok zamandur ki isterdüm. şimdi buldum. senün katunda muradum çokdur. ve senden gayri pirüm ve mürşidüm yokdur. şahı merdan dervişe diş kısdı. ebsem ol, tek dur, söyleme dir. süleyman peygamber ile bile geldüm. beni kendözi sanur tek dur. tek dur hatırı kalmasun. derviş hali bildi. sakin oldı. bir zaman hamuş oldı. fursat gözledi. bir gün yine şah'ı halvet buldı. eyitdi: ya ali! yusuf peygamber'den sordum ki seni kuyuya düşdi dirler, girçek rast mıdur? eyitdi: kuyu didikleri bu cism idi. bu kuyudan çıkdum. mısır'a sultan oldum didi. dogrı mıdur yusuf'un sözi? şah eydür: derviş yukaru bak! derviş, yukaru bakdı. gördi ki yüzyigirmi dörtbin peygamber cemii enbiya ve evliya dirilmişler, her biri ali'ye tahsin iderler. derviş muhammed mustafa'yı gördi. yüzi nurundan yirler ve gökler aydun olmış ve cümle peygamberlerün önüne düşmiş hakk dergahına giderler. derviş eyitdi: ve ben dahı bununla gideyim, vakt ola kim dururlar ola didi. bunlara uyub bile gitdi. gördi ki hakk dergahına geldiler. muhammed mustafa ilerü yüridi. eydür: ilahi bari hüda bu cümle mahlukatını yaratmışsun rahmetünle yarlıgagıl dir. hakk sübhanehü taala eydür: ya muhammed sen, sana degeni iste, zira ki her peygamberün benümle bir muamelesi vardır. bu hali derviş gördi. bunlar bu halde iken heman ilerü gelüb eyitdi: ilahi! hüdavendigar ben miskine dahı bir nazar eyle didi. bu hal içinde iken derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı, gördi. düşidür. sübhane'llah didi. yine yatdı uyıdı. bu defa gördi ki yunus peygamber hayalden çıkmış. peygamberler cümle anun katuna gelmişler. azim cem'iyyet olmışlar. derviş anları görüp kasd kıldı ki parsa ura. nagah ol dem de şeytan çıkageldi. derviş anı görüb eyitdi: ya şeyh yine mi geldün bunda dir. şeytan kakıdı. tiz asasun çeküb dervişün üstine yüridi. anı derviş gördi ki geliyor. fi'lhal kötegün çıkardı. ana karşu varub ol ma'reke ki divan içinde şeytan ile derviş birimiyle dutışdılar. peygamberler tuş tuş söyleşirler ki ol miskin derviş zaif ve nahifdür. koman anı şeytan şimdi öldürür dirler. bunlar bu sözde iken derviş heman gayretlendi. arkasundan kepenegün çıkardı. şöyle kodı. heman ilerü yürüyüp hamle kıldı, el sundı. şeytanı muhkem tutdı. ol galebe divan içinde şeytanı basdı. peygamberler şad oldılar. dervişe divan kıldılar. hezaran aferin didiler. şeytan feryad eyledi. derviş anı salıvirdi. kepenegün arkasına giyüb geldi oturdı. muhammed mustafa dervişe eydür: eyü urdın, derviş sen anun hakundan geldün. derviş eyitdi: ya resula'llah kimesnem yokdur. garibem, karnum dahı aç! resul hazretleri buyurdı. derviş'e ta'am getürdiler. yidi, karnun toyırdı. şükr didi. ol demde uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi. düşidür. yalnız kendüden gayri kimesne yok. bu beyti didi: cümle aleme sultan ben oldum saadet gevherine kan ben oldum ben ol bahri muhitem her gönülde veli bu sureti insan ben oldum bu sözi söyledi. derviş kendüyi tenha gördi. ol sohbet canına kar kıldı, hayran kaldı. fikr idüb eydür ki, canımı ben ne hoş yirde idüm ve hoş sohbetde idüm. şimdi kanı ol meclis nice oldı diyüb kendü kendüye söylenürken dervişe yine uyku havale oldı yatdı. düşinde gördi ki, heman ol sohbetdedür evvel görmiş idi. yine ol meclis durmış yirlü yirünce adet üzerine derviş şah ali'yi gördi. ilerü yüridi. elin öpüp eyitdi: ya şah! ol şeyh benümle katı savaşdı. kanı ol şimdi kanda gitdi dir. nagah ol demde şeytan yine çıkageldi. derviş gördi ki ol harifdür. eyitdi: ya ali! ben bu şeyh ile bu kez bir yana oluram. şeyh dahı gördi. derviş gelür, eyitdi: bu ne beladur ki yine ugradumdir. derviş kepenegün çıkardı, şöyle kodı. şeytanun üzerine hamle kıldı. şeytan dahı buna karşu geldi. ikisi tutuşdılar. birbiriyle cenge durdılar. cümle peygamberler turub bakarlardı. anlarun cengini teferrüc iderlerdi. ol ma'reke içinde akibet derviş şeytanı basdı. peygamberler şad oldılar. dervişe aferin kıldılar. her biri tahsin eylediler. şeyh dervişün elinden kurtulub kaçdı. bir kenara çıkdı. dönüb arduna bakdı. dervişe eydür: ben seni halvet buluram. derviş eyitdi: ben de senün hakundan gelürem dir kepenegün giyüb yine geldi. oturdu ali'ye eyitdi: ya şah benümle bu şeyh ne katı uruşdı. şahı merdan eyitdi: gafil olma. derviş bundan ki sakın hazır ol didi. derviş bunı didi: hakk'a minnet seferüm yare irdi can u dil vuslatı dildara irdi irişdi vuslata kalmadı hicran diken gitdi yolum gülzara irdi. bunı dirken derviş gördi ki sımat çekildi. ni'metler döşendi. heman derviş dahı bir kolay yiri avladı, geldi. oturdı. bakdı gördi kim alem aydın olmış. cümle eşya ruşen görinür. şeş cihetde her ne ki var, mu'ayyen görinür. derviş bakdı. tahte'sseraden ta süreyya'ya degin ayan gördi. derviş cennet'i gördi. haber sordı. ya ali bu ne yirdür? şahı merdan eyitdi: buna uçmag dirler. anı derviş hoş teferrüc kıldı. cümle bihişti gördi. enva dürlü köşkler, saraylar, dürlü ni'metler, huriler ve gılmanlar, hizmetkarlar. nagah dervişün gözı tamu'ya tuş olub bildi ki ibret yiridür. tahte'ssera'ya bakdı, ferşi gördi. öküzü, balıgı, deryayı gördi. cümle teferrüc eyledi. göklerün tabakalarun teferrüc eyledi. burçlara bakdı araste pergarı gördi. cümle eşyanun asl u ferin hoş temaşa kıldı. gönli ferah oldı, bu beyti didi: hakk'a minnet canum külli nur oldı içüm taşum nur ile ma'mur oldı uyandı devletüm gaflet habından bir ile külli varlıgum bir oldı. bunı didi. derviş gözin açub bakdı. gördi ki yirdegökde her ne mahluk ve cemi eşya ki var cümle fasih kelam ile söyler. derviş bu kez bunı böyle söyledi: hakk'a minnet ki hak cümlede mevcud kamu şeyde görinen nurı ma'bud ne kim vardur heman nurı tecelli ticaretde kamusı buldılar sud. derviş ki sözi işiddi. kendüye geldi. fikr kıldı. gördi ki cümle alem dil olmış tevhid söyler. alemi halk nura müstagrak olmışlar. cümlesinün ortasında bir çerag yanar. derviş cuşa geldi bu beyti didi: hak'a minnet tenüm dahı can oldı güneş zerrem içinde pinhan oldı bu tevhidden canum gönlüm seraser saadet gevherine ma'den oldı. derviş bu sözi söyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı, gördi. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar. kendidir. gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. ol gördigi ibretleri tefekkür iderken anı nagah bakdı. gördi isa peygamber geliyor. anı göricek derviş eyitdi: yarab bu ne hoş kişidür, aceb kim ola diyü ilerü geldi. isa peygamber'e selam virdi. isa peygamber aleyk aldı. eyitdi: derviş bunda ne istersün. derviş eyitdi: sultanem bu ne yirdür ve ne makamdur? isa peygamber eydür: bu karban sarayını mı sorarsın? bunda çoklar kondı göçdi gitdi. işte bir kafile dahı geliyor didi. derviş bakdı gördü ki firavn şeytanı özine pir edinmiş, gelür. anı göricek derviş hiç tınmadı. anlar dahı geldiler kondılar. çadırlar, haymeler, sayebanlar dutub oturdılar. firavn tahtına çıkub oturdı. kulları karşusında divan durdı. nagah bakdılar. isa peygamberle dervişi gördiler. firavn'a haber verdüler. iki kişi oturmışlar şunda bilmezüz ne kişilerdür didiler. firavn eyitdi: varın söyleyün anlara gelün benüm katuma gelsünler, görem nice kişilerdür, anlardan haber soram dir. iki kişi geldiler bunlara firavn'un sözin söylediler. turun gidelüm didiler. bunlar dahı yirlerinden turdılar. isa peygamber dervişe eyitdi: sen hiç tınma. ben anunla söyleşem didi. derviş eyitdi: neme gerek sen nice dilersen eyle didi. hele bunlar firavn'un katına irişdiler. şeytan bakdı. isa peygamber'i bildi. amma dervişi bilmedi. derviş şeytanı bildi. amma hiç tınmadı. şeytan eydür: isa peygamber içün firavn'a söyle ki bu kişi tanrı vardur dir, eyü halvet bulduk bunun cezasun virelüm, bir dahı öyle söz söylemesün diyüb firavn'la söyleşürler. derviş bunları teferrüc eyler. firavn haber sorub isa peygamber'e eydür: sen mi didün tanrı vardur? diyü. isa peygamber eyitdi: beli ben didüm tanrı vardur diyü. firavn eydür: sen kendü gözünle gördün mi, yoksa kıyas ile mi söylersün? şeytan dir ki isa peygamber'. cümleyi azdurdun cazulukla, şindi geldün bunı dahı azdurmak mı istersün? derviş isa peygamber'e eydür: bunı sen bildün mi kimdür? isa peygamber eydür: ya bilmez miyem şeytandur. derviş eydür: hele vaktine hazır ol, bundan gafil olma! firavn şeytana eydür: bu ne kişidür? bunı dahı gördügin var mı? şeytan eydür: cadudur. sakın bundan gafil olma. seni cadulamasın. derviş ki bu sözi işiddi. sabr idebilmedi. heman yirinden turıgeldi. bir kerre na'ra urub eyitdi: ya şeyh ennahs dahı fodulluğun komadun mı? şeytan bu sözi işidicek gayrete geldi. dervişün üzerine yüridi. hamle kıldı. derviş dahı heman arkasından kepenegün çıkarub şöyle kodı. meydana girüb şeytanun üzerine hamle kıldı. gönlünden eyitdi: ilahi cümlenün sırrın bilen hakk bana bir nazar eyle halüme bak cazudur halkı azdurdı yolundan isa peygamber içündür bu kustak. derviş bunı didi. heman şeytanı tutdı. şeytan dahı bunı tutdı. ol meydanda ikisi tutışdılar. derviş şeytanı derhal yine basdı. bir fitne dagarcugı ve bir asası ve bir torbası var idi. şeytanun elinden aldı. şeytan bakdı gördi. bu ol dervişdür ki mukaddema görmiş idi. anunla tutuşmuş idi. anun kuvvetin bilürdi. heman kaçmaga başladı. bu denlü ma'reke içinde firavn gördi ki piri kaçdı. eydür: dervişi tutun. firavn'un kulları, askerleri derhal dervişün üstine yüridiler. dervişi tutmaga kasd itdiler. derviş heman belünden sapanun çıkarub eline aldı. içine bir taşun koydı. salladı urdı. sapan ile ol leşkeri dagıtdı. ve sındurdı. her biri bir tarafa kaçdılar. firavn bakub dururken, derviş anun başundan börkin aldı, yirine oturdı. isa peygamber dervişe tahsin eyledi. aferin didi. can sana kurban olsun didi. hoş iş eyledün. derviş oturdıgı yirde şeytanun torbasun döküb baş aşaga eyledi. tagarcugın dahı akdardı. gördi ki içinde ne kadar acaib ve garaib nesne çıkdı. ne kadar ki fitnelikleri var ise ol torba içinde idi. derviş, isa peygamber ile oturdılar. firavn leşkeri dirildi. yine geldiler. hep bir başuna yıgıldılar. şeytan geldi. eydür: firavn'a bana ol torbayı alıvir. her nem ki var ise ol torba içinde. benüm ancak dirligüm ol torba iledür didi. bunlar elçileşdiler. torbayı dagarcıgı ata kıl, asayı börki vir didiler. isa peygamber vir kurtulalım gidelüm didi. biz bunları nidelüm. derviş eydür: hele bir dem sabreyle. görelüm. hal neye varur? meger firavn'un başı keçel idi. anun içün hacalet çeküb utandı. ve şeytan dahı torbası içün gussalandı. ve gayret idüb namuslandı. ikileyin kargaşa eylediler. derviş bu hali gördi. isa peygamber'e hazır ol didi. heman kötegin çıkardı. anlarun üzerine yüridi. hamle kıldı. duramadılar. yine kaçdılar. derviş ol leşkeri tartagan eyledi. irüşüb şeytanı tutdı, getürdi. derviş şeytanı ayagundan asdı. bir kötek çıkardı. eline aldı. eydür: ha mel'un niceye degin bunca fitnelükler eylersün? gel bu işden feragat eyle. yohsa sen bilürsün. şeytan feryad eyledi. isa peygamber'ün elin alubdı yalvardı. eydür: lutf eyle! beni bu kişinün elinden kurtar. isa peygamber eydür: dervişe ki gel bunun torbasın al bunı salıvir gitsün. derviş eydür: ya isa! bu şeytandur. yahşı tutduk. şefa'at eyleme. hakından gelelüm dir. isa eydür: canum bu beni ne bildi ki isa peygamberem didi. dervişün gönli cuşa geldi, bu beyti eydür: hakk'a minnet ki hakk oldı bana yar benüm canum içinde bulundı bu esrar müberrayem kamu fikr ü hayalden ne küfr ü din ne savma'a ne zünnar derviş ki bunı didi. şeytan'a feryad eyledi. zarılık idüb agladı. derviş anı indürdi salıvirdi. şeytan yalvardı. bana ol torbayı vir didi. derviş anun torbasını dahı üstine atıvirdi. şeytan hisab eyledi. gördi. torba içinde olan heman bayagıdur. ol mahalde ol derviş uykudan uyanıgeldi. gözin açdı bakdı gördi düşidür. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar kendüden gayrı kimesne yok. gönli cuşa geldi, bu beyti didi: yarab benüm mi ol dilberi ayyar benüm canumda bulundı bu esrar bugün benem kamu alem içinde hacet ü savma'a maksud ü zünnar, derviş bunı didi. secdei şükr eyledi. yine başun kaldurdı gördi sabah olmış. güneş dogmış nurı zulmet irte gice ırak yakin hep bir olmış cümle eşya savt ile hoş avaz ile tevhid dilün söyler. la ilahe illa'llah dir. çünkim derviş hikmeti gördi. özine büründi. bir lahza fikr kıldı. otururken nagah yine derviş uykuya gelebe kıldı. yani murakabeye vardı. gördi ki cümle alemde yaradılmış eşya dükeli cem olub bir yare gelmişler. bu sahrada gezerler, birbirinden sorarlar. isterler ki bu bargahı sayeban ki bunda tutulmuş. aceb. bunı düzen kimdür ve bunun sahibi kanda ola diyü bunlar bu halde iken derviş dahı irişigeldi. bunları görüm, bunlar dahı dervişi gördiler. izzet hürmet idüb aldılar, bir hoş yire geldiler oturdılar. dervişden haber sordılar ki senün dahı hiç bisat u sayebana geldügün var mı? didiler, derviş eyitdi: beli! adem peygamber dirler bir kimesne bu cihana geldi bir zaman bu cihanda oldı. şimdiki ademler ki var anlardan vücuda geldi, çogaldı didi. bunlar dir ki; iy derviş aceb adem didügün kişiyi gördin mi ola ki bu sayvanı düzen kimdür yahud anun oglanlarını gördin mi ola? bunlar, bu sözde iken anı gördiler ki adem peygamber dahı irişi geldi. bunlara karşu yüridiler. selam virdiler. adem aleyk didi. elin öpdiler. andan dahı haber sordılar ki, bu sayvunun ıssı kanda olur gördigün var mı dur? didiler. adem peygamber eyitdi: vallahi ben dahı geldüm, bunı böyle buldum. hazır düzilmüş gördüm dir. bu kez derviş gizlendi, aydur: yarab bu sır ki gönlümde nihandur kamu vücuduma hükmi revandur yani fikr ile aklum buna irdi bu candur kim kamu alemde candur. derviş ki bu sözi söyledi. adem peygamber işitdi: bunlara sordu ki, bu ne kişidür? eyitdiler: biz dahı şimdi gördük bilmezüz kimdür didiler. adem peygamber eyitdi: karındaş sormak ayıb degül sen ne kişisün? didi. derviş eyitdi: ben de müsafir dervişem. ola ki bu yire geldüm. senünle bile. adem eydür: ben seni görmedüm. bilmezem. kanda idün? ben senün vücudunda bile idüm. niçün haberün olmadı. bir bir nişan virdi. başladı adem'ün başından giçen halleri bir bir söyledi. hikayet eyledi. ve adem'den sonra ademoglanlarınun başına gelen ahvallerün söyledi. cümle beyan eyledi: adem eydür: derviş, ibrahim peygamber'i nemrud ateşe atmak ister imiş. gel sen dahı bile varalum didi. durdılar, adem ile ikisi yola girdiler, bir zaman gitdiler bir yire yitdiler. gördiler ki galaba divan durmış bunlar dahı irişdiler. bir halvet idecek yir bulub oturdılar. bakdılar gördiler ki nemrud hükm idüp söyler: tiz durun odun getürün. ateş yakun, yarak eylen. azer oglını ateşde yakın, temaşaya bakın dir. derviş anı gördi. şeytan, nemrud'un varlığı olmış vücudında, şeytan ne ki dirse nemrud anı tutar. derviş bu halde adem'ün yüzine kabuk eyitdi: gördün mi şol oturan hod nemrud'dur. amma ol oturan ak sakallı kimdür bilür misün dir. adem eydür: bilmezem kimdür? derviş eyitdi: şeytandur. bu kadarun içünde nemrud dahı bunları gördi. yanunda şeytana haber sordı. ol oturanlar ne kişilerdür? şeytan bakdı gördi adem'i bildi. ah eyledi. nemrud'a eydür: bu benüm düşmenümdür. bunun içün benüm başuma neler geldi. eyü bulduk elümize girdi. tutalum cezasun virelüm. nemrud eydür: söyle bana bildür ben dahı bilem didi. şeytan eyitdi: bu ol kişidür ki beni dergahdan ma'zul idüb sürmege sebep oldı dir. nemrud eydür: ol kişileri okun bana berü geldün gelsünler görelüm. nice nice kişilerdür haber soralum dir. ol demde tiz adem gönderdiler. iki kişi geldiler. sizi nemrud ister. turun gidelüm didiler. bunlar dahı vardılar. nemrud eydür: oturun şöyle bir hamle karşumda dir. bunlar oturdılar. nemrud şeytana haber sorub eydür: senün didügün kangısıdur? bana göster göreyüm didi. şeytan adem'i gösterdi. amma dervişi bilmedi. derviş dahı hiç tınmadı. ol zamana degin ateş dahı yandı. mancılık kuruldı. yarak tamam oldı. ibrahim peygamber'i getürdiler. nemrud'un karşusına turgurdılar. şeytan, ibrahim peygamber'e dir ki: tanrı vardur dirsin, gel bu küfr sözi terk iyle seni kurtaralum dir. ol zaman derviş sabr idebilmedi. heman yirinden turıgelüb eyitdi: bu ne küfr söyledi? şeytan eydür: nemrud'u tanrılığa beğenmez özüne tanrı vardur dir. derviş eyitti: ya nemrud tanrı mıdur? ben anun togdıgun bilürem. horasan milkinde beykozlu paçan'un oglıdur. ol kaçan tanrı olmışdur? bu söze şeytan kakıdı. eydür: bunı hiç söyletmek olmaz. söziyle bunları kimesne yenmek olmaz. heman ateşe sal yansunlar. nemrud eydür: evvel azer oglun atun ateşe dir. pes nemrud'un kulları geldiler. ibrahim peygamberi tutdılar ki mancılıga uralar. adem peygamber eydür: bari biz gidelüm anun ateşe düşdigin görmiyelüm. şeytan eydür: o köseyi dahı tutun ateşe atun dir. geldiler ki adem'e dahı yapıştılar. anı gördi. derviş hakk'a münacaat eyledi. eydür: ilahi cümleye puşt ü penahsın kamu alem içinde padişahsın seni hakk bilene inayet eyle zira şey bende durur sen ilahsın. derviş allahu taala'yı yad eyledi. enbiyadan, evliyadan istianet diledi. kepenegün çıkardı. tanrınun inayetün geydi, şeytan bakdı gördi. ol dervişdür kim kendünün asasın ve torbasun almış idi. heman nemrud'a eydür: hey ne durursun? başuna bir medar bilürsen eyle dir. bu denlü hengamede derviş heman ilerü yüridi. hamle kıldı. şeytanı kovaladı. ir irüşüb kavradı tutdı. tevhid ipiyle ellerin ayakların muhkem bağladı ve nemrud'ı dahı tutdı. kalan leşkeri tagıldı. kaçdılar. derviş anun ikisin bir yire getürdi. meydan ortasında, yüzyigirmi dörtbin peygamber, cümle enbiya, evliya, yidi tabaka yirde ve tokuz tabaka gökde berr ü bahr içinde cümle yaradılmış eşya hazır idi. hep bakdılar gördiler dükeli tahsin eylediler. dervişe aferin dediler. hep bu işleri şeytan işler. nemrud'un haberi yokdur. bu hususda, nemrud'un suçı yokdur didiler. derviş kasd eyleye kim şeytana muhkem işkence ide. heman bir kötek çıkardı eyitdi: niçe bir fitnelikler ve kallaşlıklar eylersün. şeytan zarlık eyledi. eydür: bu kez beni koyuvirün, dahı şeytanlık eylemiyem didi. andan dokyanuz geldi. eydür: bu piri bana bağışlan salıvirün dir. heman derviş eyitdi: her kişi kendi işine maslahat eylesün. adem peygamber zamanundan berü, ta bu deme gelinceye degin bunı bilür misin ki salihlere neler eylemişdür? didi. ol demde ibrahim peygamber resul hazretlerinün huzuruna gelüb eyitdi: ya resulallah nemrud'un hakkında ne buyurursun? muhammed mustafa eyitdi: derviş ne dirse siz anı tutun. derviş dahı eyitdi: şeytanı bana virün. işüm vardur benüm anunla dir. şeytanı aldı. bir kolayıda geldi. tutdı kaldırdı. yire urdı. iki ellerin ayakların muhkem bağladı. kötegin çıkardı. şeytana birkaç kötek çaldı. eydür: nicedür sen tevbe ider misün? bir dahı şeytanlık eylemiyesün didi. şeytan feryad eyledi. cümle peygamber yine bunda geldiler. eyitdiler: derviş bir saat sabr eyle görelüm hali niye varur didiler. ol demde anı gördiler. kim şeytanun müridleri firavn, dakyanuz ve şeddad, nemrud irişegeldiler. derviş gel bu şeyhi bize sat sana kepenek idelüm ve bir palas dahı virelüm didiler. derviş eydür: bunun bahası mıdur? nemrud eydür: ko bizi halümüze var altın kullugına turmuşuzdur. ol zaman dervişe bir zevk hasıl oldı bunı didi: yarab ol dilberi ayyar benem mi kamu varlık hem ü bisyar benem mi benem bu söyleyen vücud içinde görün sadef mi ya gevher benem mi. derviş bunı didi. anlar dört yana bakarlardı. eyitdiler: derviş bizden feragat eyledi diyüb dagıldılar gitdiler. derviş dahı derhal uykudan belinledi, uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi düşdür. heman tek ü tenha kendü özidür. leyse fi'ddarı gayrihi deyyar. kendüden gayri hiç kimesne yok. bu sıfatlar ki vardur. şeytan; gerek nemrud, gerek firavn, dokyanuz, şeddad hep hırs u heva vü heves dahı gayri endişeler vücudunda imiş, derviş dört yana bakdı. kimesne görmedi. allah teberake ve taala hazretlerinün birligün yad eyledi. öz derdün dile getürdi. gönli cuşa geldi eydür kim: yarab ben can mıyam bu ten içinde? ya ol fülan mıyam insan içinde? heman benem dahı çun u çera yok sahibi hünerem bu gün meydan içinde. derviş bunı didi, turıgeldi. müsafir oldı. seyahat aleminde gezdi, yüridi. nagah bir zamandan sonra yolı bagdad'a irişdi. ırak diyarun teferrüc eyledi. baydad dirler bir uluhoş şehri gördi. bu şehrün ortasından ulu bir su akar. anun adına dicle ırmağı dirler. kal'anun kapusunı döger. otuz iki gemi üzerine köpri eylemişler. ol şehirde arifler, alimler, devletlüler ve akiller çokdur. derviş şehre girdi. düşünün ta'birün sormaga bir kimesne isterken nagah anı gördi. karşusına behlüli dana çıkageldi. ol dahı bakub dervişi göricek bildi. buna karşu yüridi. ikisi birbiriyle buluşub görüşdiler. hal hatır sorışdılar. dahı bir halvet yire oturdılar. derviş başladı. başından geçen sergüzeşti behlüli dana'ya söyledi. cümle hikayet eyledi. behlul cuşa geldi. eydür: yaran, ben dahı bir düş gördüm. sana hikayet ideyim dir. behlül eydür: ben düşümde gördüm cümle eşya benüm yüzüme karşu secde kılur. sag yanuma bakdum gördüm, musa peygamber durur. selam virdüm. ol hem aleyk aldı. ana haber sordum ki bu sultan meliki bunda düzildügi vakt sen kanda idün? musa peygamber eyitdi ki: tevrat ki geldi tanrı tebareke ve ta'ala hazretleri buyurur ki bu cümle mahlukat kim yaratdum. bu suretlerün içinde hüsn ü revnak viren benem. dahi benden gayri kim vardur? dir. ol vakt ben dahi uykudan belinleyüb uyanı geldüm. gözüm açdum bakdım gördüm ki düşümdür. bu sözi ki derviş dinledi. gördi ki behlül kuş dilün söyler, mermuzat eyler. dervişün gönli cuşa geldi. bu şiiri bünyad eyledi. eydür: evvel bu ten yok idi can idüm ben kul degüldüm o dem sultan idüm ben vücudum yok iken can gülşenünde gülistanı güli handan idüm ben. derviş ki bu sözi söyledi. behlül'e hoş geldi. oturdugı yirden durugelüb yüridi. dervişi koçdı. yakasından içerü girdi. gaib oldı. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı. gördi ki düşidür. bağdad şehri heman özidür. gayri kimesne yok. hayran olub zar u sergerdan kaldı. derviş fikr eyledi. bu kerre gördi ki düşleri vaki' olan işleri yiri, gögi arş u kürsi levhi kalemi onsekiz bin alemi, ve kendü başundan geçen sergüzeştleri ve hikayetleri andı. bu hal içinde yine dervişe uyku havale oldı. yatub uyuyakaldı. düşinde gördi ki cümle alem dil olmuş hak taala hazretlerinün birligün söylerler. yirde ve gökde cümle eşya ruşen fasih kelam ile eydürler kim: la ilahe illa'llah muhammedü'rresula'llah. derviş bu hali gördi. bir yirde galaba divan durmış gördi. aceb ne ola? didi. ilerü yüridi. ol divan içine girdi. bakdı gördi. tanrı tebareke ve taala hazretleri bir nur dur. cümleye ruşenanlık andandur. nagah ol nur berk urdı. cümle eşya uyandı. her biri kendü dilince hakk'un birligüne şükr eyler idi. derviş gördü kim; hisab günidür. sormak istemek günidür, muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem serfiraz olmış cümle eşyanun ortasında aygün gibi. ol nura karşu durmış müste'rak olmış. mahlukat söyleşürler ki zihi kerim ü rahim padişah kimesnenün aybun yüzine getürmedi. her birinün maksudı her ne ise virdiler. derviş bakdı. ol nurı gördi. yirde gökde cümle eşya bu nurun tecellisinden yolun görmiş, işün tamam kılmış ve her biri kendü haline gönlü hoş olmış. derviş gördi ki her eşya kendü cinsiyle çok zevk u sefaya düşmişler. soruhisab tamam olmış. maksud yirin bulmış, cümlesinün suçları bağışlanmış, tanrı'nun hasları bir yire gelmişler. tuba ağacı dibinde sohbet iderler. derviş dahı irişigeldi. bakdı gördi. bunlar bu halde selam virdi. bir halvet yirde oturdı. bunları teferrüc eylerdi. nagah gördi ki şeytan donun değşürmüş ol orada bile turur. derviş anı bildi. hiç tınmadı. şeytan ol orada aşağı yukarı hizmete durmış, bunlar şeytanı bilmezler. zahid tonunda özin gizlemiş şirin şirin söyler, şatır şatır hizmetler eyler. cümlesine kulluk yitürür, hikayetler eyler. ilerüden geçenleri nedimlikler eyler. cümlesi hoş kişidür diyü ana hürmet iderler, riayet iderler. derviş anı keşf eyledi. ol mahalde çagurdılar. didiler kim: derviş gel kurban al yiri götürün, öküzünbalıgun işi bitmiş. hala dervişlere öküzi balıgı, hak taala hazretleri kurban virdi didiler. derviş turdı ki vara musa peygamber eydür: derviş kurbanı alun. dahı bunda gelün sohbet idelüm. şeytan dir ki: bunlardan ne umarsun? derviş mukayyed oldı. ilerü yüridi. geldi gördi ki balıgı öküze yükletmişler geldiler. derviş ilerü yüridi geldi. selam virdi. derviş'e sordular ki, hiçbir sohbet yiri gördin mi? derviş beli var, didi. bunları alub bu meclise getürdi. bunlar gördiler ki dervişler dahı bunda geldiler. hoş geldünüz didiler. her biri yirlü yirün alub oturdılar. pişmek kotarmak oldı. eyit diler: her birünüz hikayet söylen didiler. şeytan cüstelik eyledi, dil yügrüklüğü neyler. hikayetler söyler. gazeller okur. bunlar sohbetle dahı meşgul oldılar. derviş yirinden turıgeldi. eydür ki: canan idüm ezelden cana geldüm canum vücud bigi meydana geldüm teferrüc kılmaga mülki cihanı arifem sureti insana geldüm didi. derviş ki bu sözi söyledi. şeytan işitdi. şeytan dervişe bakdı gördi, eydür. şol kişi dahi gördi kim vardur. derviş eydür: bir hikayet bilürem, söyliyeyim. cümle didiler ki: söyle işidelüm. derviş eyitdi: zamanı evveldeki bu cihan yog idi. hak tebareke ve taala hazretleri var idi diledi ki bu alemi halk idüb vücuda getüre. evvel muhammed mustafa'nun nurun yaratdı. ve anun ruhun halk eyledi. muhammed mustafa'nun nurundan cümle alemi vücuda getürdi. yeri gögi yaratdı. yirde gökde her ne kim var cümle eşya tamam oldı. ol demden ta bu deme degin her eşya kendü haline meşgul oldı. evvel ü ahir ne ki gördi ve bildi ve ne ki hikayet geçdi derviş söyledi. dahı adem'ün hikayeti'ne geldi. her ne ki adem'ün, hali var idi. söyledi. filcümle beyan eyledi. şeytan kulak tutub anı dinledi. gördi ve bildi ol derviş dür ki kendünün asasın ve torbasın almış idi. ve fir'avun'un börkün dahı almış idi. heman şeytan feryad eyledi. eydür: hiç ben senün elinden kurtulamaz mıyam? her kanda ki varsam ve her ne ki surete girsem ben seni anda hazır görürem. bari bu defa senünle bir yana oluram dir. şeytan kakıdı. heman derviş'ün üstine yüridi. derviş gördi ki şeytan hışımla üstine gelür. bu dahı fi'lhal yirinden turıgelüb arkasından kepenegin çıkardı. bu kez bunı didi: yine geldi bize bayram olan gün daim sultan ile hemdem olan gün yine fursat eli vuslata irdi aşıklar ışk ile dirhem olan gün. derviş bunı didi. dahı ilerü yüridi. birbiriyle tutuşdılar. derviş şeytanı meclis içinde tutdı kaldurdı yire urdı. o meclis içinde aman virmedi. muhkem elünayagun bagladı. geldi oturdı. ol sohbet içinde olanlar dervişe aferin didiler. her biri dervişi tahsin eylediler. derviş fikr eyledi. kendi kendine halünden muhabbet alemi cuş itdi: gönli dahı cuşa geldi. bu şi'ri didi. eydür: ben evvel can idüm ten niçün oldum bu ten içinde pinhan niçün oldum ben ol sırram ki alemde yegane aceb sureti insan niçün oldum. derviş ki bunı didi. ol cümle ehli meclis içinde olanlar eyitdiler: derviş ol miskinün elin ayagın niçün bagladun, ne suç eyledi, cürmi ve günahı nedür bize dahı bildür bilelüm didiler. derviş eydür: ya erenler! biz ki evvel ol cihanda idük. o vakit ki yir ü gök var idi. ay, gün, yıldızlar togar tolanurdı. sabah olur ahşam olurdu ol vakt dirlerdi ki tanrı vardur, peygamber, dünya, ahiret, batıl, rahman, şeytan vardur dimezler miydi? uşda bu ol şeytandur didi. geldi bunda şimdi benümle böyle mücadele kıldı. gördünüz akibet anı neyledüm ve nice bağladum eyitdiler: sahihrast söylersün. ol vakt biz anı işidürdük. lakin görmemişdük. ya derviş lütf eyle, bunun elün ayagun açub salıvir, andan dahı bir haber soralum. görelüm ol dahı ne söyler ve ne hikayet eyler didiler. derviş anun elün ve ayagun açdı salıvirdi. çün kim halas oldı. şeytan dile geldi söyledi. eydür: benüm halüme bir nazar idün, bakın görün şimdi vaktüm niye irişdü, cemi enbiya ve evliya ve sulaha, ubbad ve zühhad ne kadar vardur cümlesi benüm elümden aciz zar u sergerdan olmışlar ve aciz kalmışlardı. şimdi görin ki bu kadarca kişi benüm başuma ne haller getürdi. ol vakt derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı gördi bakdı ki düşdür. leyse fi'ddar gayrina deyyar. kendüden gayri kimesne yokdur. gönli cuşa geldi. ol gördigü düşleri vaki olan işlerün, fikrün, hayalün önine getürdi bu iki beyti didi. yolum niçün aceb sahraya düşdi bu sevdadan başum kavgaya düşdi ezel nahnü kasemna tali'um'da bile sultan ile hemsaye düşdi. derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde gördi ki sabah olmış, cümle alem münevver olmış, güneş doğmış ruşen olmış, yidi kat yirde dokuz felek de ne kadar ki yaradılmış eşya var ise dükeli hak sübhanehu taala hazretlerinün birligüne tanıkluk virürler. hoş fasih lisan ile tanrı'yı zikr eylerler. kamusı bir vücud bir baş olmış cümle bir dilden söylerler. cihan başdan başa nurı saadet heman birdür ne hicran var ne vuslat niye baksam heman aynı kemaldür sıfat yokdur hakikatda kamu zat. derviş böyle söyleyüb geçen ahvallerün ve gördigi düşlerün fikrinde iken nagah yine dervişe uyku havale oldı. yatub uyıdı. gördi ki külli kainat bir saraydur. orta yirde bir ayinei kadim, mukimkaim durmış, her eşya ki var bu sarayun divarunda ve kenarında ve ortasunda nakş olmış, aksi bu ayine içinde görinür derviş anı teferrüc eyledi. nagah öz suretinün resmin bu ayine'de gördi. hayran oldı. gönli cuşa geldi. o şevk ile bu şi'ri didi. ben imişem bana maksud cihanda ayan oldı nişanum binişanda benem söz beni söyler kamu dil benem genci nihanda her viranda derviş bu hal içinde söylenürken bakdı gördi ki süleyman peygamber bir gemiye girmiş, deniz ortasında ebed mülkine gider. nagah muhalif rüzgar çıkmış, deniz mevce gelmiş. keşti ufanmış bir tahta üzerinde süleyman peygamber kenara çıkmış anun dahi yolı bu sahraya irişdi. derviş gördi ki süleyman peygamber kendüye karşu gelür. selamlaşdılar. ikisi bir yire gelüb oturdılar. süleyman peygamber şükr eyledi. yine bir adem gördüm dedi. bunlar bu halde iken bu sahrada müşerref menzil gördiler. abı revan, bag, bustan, murgzar, sebzezar anı göricek, süleyman peygamber eydür: ne hoş yirdür bu ne latif menzildür. gel varalum bir lahza oturalum didi. geldiler ikisi oturdılar. meğer kim ol menzil sohbet yiri imiş anı gördiler ki, meger gaib erenleri gelürler. anda otururlar, sohbet iderler imiş. anı gördiler ki gaibden çok çok ademler peyda oldı. geldiler bunları dahı gördiler ki iki kişi oturmışlar selam virdiler. bunlar dahı aleyk aldılar. oturdılar. bir saat ki giçdi gördiler ki bunlar garibdür. haber sordılar ki, ne kişilersiz gelişinüz ne yirdendür didiler. süleyman peygamber başladı başundan geçen sergüzeşti hikayet idüb eyitdi: ben davud peygamber oglıyam. atam vefat itdi. bu dünyadan gitdi, yirine ben geçdüm. halife oldum. bir zaman cihanda hükm ü hükumet eyledüm didi. bu cihanda milke süleyman olduğun, div ü peri, ins ü cin, vuhş u tuyura cümle hükmüne ferman oldugın adl u dad kıldugın cihandan murad aldugın ahir çarh elinden sergerdan oldugın söyledi. cümle keyfiyeti halün hikayet eyledi. bu kişiler işitdiler. katı taaccüb idüb eyitdiler: ya ol yoldaşun ne yirdendür didiler. süleyman peygamber eydür: ben dahı geldüm. bunda gördüm buldumdir. bu sözleri işüdüb derviş tınmadı, didiler. yar senün halün nedür söyle görelüm didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür: yarab ben kandayam bu hal ne haldür nedür maksud bana bu ne hayaldür vücudumda alem mevcud olubdur görün benüm halüm neye misaldür bu sözi derviş seragaz eyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı gördi düşdür. allah u taala hazretlerinü yad eyledi. subhane'llah didi. yine yatdı. rahmani düş ise yine görine didi. derviş gördi ki heman ol meclisdür oturmuşlar. ilerü yüriyüb bunlarun birinden haber sorub eyitti ki yarenler bu yir ne yirdür ve sizler ne kişilersiz? ol eyitti: bunlar külli çendan bir kişidir ki bunlar tanrı haslarıdur dir. evvel ü ahir enbiya evliya külli bundadur dir. derviş ki bu sözi işitdi. aklun başuna devşürdi . eydür ki: ne hub meclise irdüm. tanrı hasların gördüm didi. dervişün gönli ferah oldı. başundan giçen hikayetleri andı, dile geldi, söylemege başladı. eydür ki: benüm bir tonum var idi. adı adem idi. ol ton ile ben bu cihana geldüm dir. dahı hiç kimesne yogi idi. ben yalınuz tek ü tenha olan o yirde eglenemedüm. allahu taala hazretlerine yüz urdum didüm ki yirde gökde bana bir yar u yoldaş vir didüm. tanrı tebareke ve taala hazretleri bana bir yar u yoldaş virdi. bir zaman bu sarayda eglendüm kaldum. o yoldaşumla zevk u safa kıldum. oglum kızum oldu ahirü'lemr ol tonum eskidi. anı bana padişah hil'at virmiş idi. ben ol tonı bırakdum yine sürdüm. yine sultan katına vardum. ehli iyallerüm bunda kaldı. dahı adem yog idi. bir zaman sultan katında oldum. bir vakit uyandum gördüm ki hak sübhanehu taala hazretleri bana hil'at virmiş ki yine ol hil'ate benzer. turdum secdei şükr kıldum. secdeden baş götürdüm. kulaguma bir nida geldi. tur yine ol saraya var didiler. geldüm bu sarayda gördüm ki ehli iyalümden üremiş ve çoğalmış ve tertib düzilmiş. ben dahı geldüm selam virdüm. bunlara halümi söyledüm. bunlar hiç bana bilişik virmediler. ben o zamanda geçen halleri bir bir nişane virdüm. benüm sözim işitdiler. birbirine bakışdılar. eyitdiler: nişanun togrı veli bizüm seni gördüğümüz yokdur didiler. süleyman peygamber zamanı idi. geldi ve kadem sürdüm katına geldüm. uşta süleyman peygamber oturur halumi söyledüm. vakıayı oldugı gibi togrısın dişin dir. derviş ki bu sözi söyledi. didiler ki süleyman peygamber kimdür didiler. yoldaşın gösterdi. süleyman peygamber eydür: bu dervüş'ün verdiği nişan içinde cümlenüz bilesiz hiç aklunuz irmez mi? nedir bu? derviş ne söyler didiler. didiler ki bilmezüz senün sözün girçek' veli bizüm dervişi gördüğümüz yokdur didiler. dervişün gönli cuşa geldi eydür ki: aceb ben ne vücudam bu cihanda ne sud'da şumar oldum ne ziyanda gehi ayan gehi pinhan geçerdüm benüm halüm bu idi her zamanda derviş bunı didi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açdı bakdı, gördi ki sabah olmış, güneş togmış, cihan başdan başa pürnur olmış ırakyakin, gicegündüz yeksan olmış. derviş şükr eyledi. allahu taala hazretlerin yad eyledi secde kıldı. başun yire secdeye kodı, ol secdede iken uykuya vardı. bu şevk ile cihanı görmiş idi. düşünde kendözini ki kudüs'e varmış gördi. ol kudüsi şerif'de yevmü'lhisab olmış. cümle yaradılmış eşya safendersaf hazır durmuşlar. mizanterazi kurulmış. geldi gördi bu hal böyledür. derviş cuşa geldi: vücudum terk idelden can ben oldum hakikataleme yiksan ben oldum zahirbatın ne kim vardur cihanda sahibi gerdiş ü devran ben oldum derviş ki bu sözi söyledi. henüz dahı söz agzından ahir olmadın, bakdı anı gördi. derviş ki cümle eşya yaradılmış yaradan burada cem olmışlardur. derviş dahı bu hali teferrüc eylemek için bir yir bulub oturdı. bunları teferrüc eyler. ta kim bunlarun işi bitdi. her eşya kendü cinsiyle güruh güruh giderler. derviş gördi kim, bu cümle eşyanun ortasından bir kişi çıkdı. ilerü yüridi. hazreti izzet'e selam virdi. eydür: ey hüdavendi kerim bize dahı ne buyurursın dir. derviş ol demde uykudan belinledi. gördi ki düşidür. bu şevk ile cuşa geldi bunı eydür: benem vücud bekülli can benümdür sahibi meydanem meydan benümdür zahir batın ne kim nakş u hayal var hikayet kıssa vü destan benümdür. derviş bu sözi didi yine uykı havale oldı. düşünde gördi ki cümle eşya içinden bir kişi çıkdı ki muhammed mustafa'dur. bir köhne murakka' vasla geymiş bu nakş u hayal ki ol eşya suretlü göriniyordı. ol bu köhne murakka'un renk renk vaslası var olmış. dahı leyse fi'ddari gayrina deyyar. kimesne yok. derviş bu hali gördi. kendi özine yörendi. eydür: canum bir vakt var idi ki yir ü gök var idi. eşya suretlu hayaller görinürdi. bizüm mollalarumuz ve danişmendlerümüz var idi. her nesneye bir dürlü ad virürler idi. men külli muhammed'ün mustafa imiş. derviş bu şevk ile cuşa geldi, eydür ki: kamu dürlü hale bünyad benem ben benümdür karhane üstad benem ben zat u sıfat vücudumda sır oldı heman külli sureti zat benem ben derviş ki bu sözi söyledi. uykusından uyanı geldi. gözin açdı bakdı gördi ki tek ü tenha özidür. heman kendüden gayri kimesne yok. fikr eyleyüb ne hal ne hayaldür, şol düşümde gördüğüm dirken yine gözlerine uyku havale oldı. yatub uyudı kaldı. bu kerre gördi ki dört kişi bir nesneyi getürüb götürürler. meydan ortasına şöyle kodılar. derviş nazar idüb bakdı gördi ki bunlarun getürdigi yir ü gökdür. dahı yirde gökde her ne ki var cümle her nesne ki var anı perverdigarı alem halk idüb yaratmışdur. dünya ve ahiret arş u kürsi levh ü kalem, od, su, toprak, ferş, öküz, balık bekülli pergalı dairei müdevver ile getürdiler. şöyle kodılar. söyleşürler ki açalum her nesneyi yirlü yirünce arayiş idelüm. şimdi padişah gelür dirler. derviş bunları teferrüc eylerdi. bunlar açdılar bargah'ı kurdılar. evvel yili kodılar. bir nesne dahı getürdiler deniz idi. denizi dahı kodılar. balıgı da öküzi de kodılar. ferş üstine yidi tabaka yiri tokuz feleki arşı mecid'i yirlü yirünce areste kıldılar. bu kerre yine dervişün gönli cuşa geldi eydür: zihi fursat bugün sultanı gördüm açıldı ten hicabı canı gördüm ikilik hayalü terk eyleyelden bir imiş gevheri madeni gördüm. derviş bu hal içinde söylenürken nagah anı gördi. bir şahıs geldi. kırk başı var, yidi agzı, üç gözi var. bir vücuddur anı gördi. derviş ki bunı gördi, kendüye fikr idüb eyitdı: ne hoş meclise irişdüm. turıgeldi. ilerü yüridi. ol şahsa selam virdi. bu kişi gördi kim bir dervişdür. bunda çok zahmet çekmiş. haber sorub eyitdi: derviş öndin bunda mıydun yohsa müsafir mi geldün didi. derviş eydür: zihi eyyam zihi devrana irdüm çevganda tob idüm meydana irdüm muradum bu idi maksud bulındı gör ahi ne latif sultana irdüm. bu sözi derviş söyledi. ol demde anı gördi ki leşker irişdi. yemin ü yesar bulındı. her eşya yirlü yirün aldı durdı taht kurıldı. padişah tahta giçdi oturdı. her kişi kendü haline meşgul oldı münadiler çagırdılar ki; ey tanrı bendeleri milke bir sultan geldi. her eşya ki vücuda geldi, vücuda getüreni geyüb geldi. hali hayal içindedür. bu hayali bilen hali bilür. derviş gördi ki hal böyle heman yiründen turıgeldi. şevk ile seragaz idüb bu iki beyti inşa kıldı: zihi vuslat bugün sultanı gördüm bu resm üzre bugün devranı gördüm vücudum milkini seyran iderken içinde sahibi meydanı gördüm. derviş ki bu sözi söyledi. padişah kulagına degdi. eydür ki; şol derviş niçün geldün? dir. derviş ilerü yüridi, padişaha selam virdi. izzetle hizmetine karşu dardı. derviş bakdı gördi padişah yirinde oturan tanrı arslanı ali'dür. derviş şad olub tiz ilerü geldi. elin öpdi eteğine yapışdı ki halin arz kıla. nagah derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözin açub bakdı gördi ki elinde öz kendi kepeneginün etegidür. gayri kimesne yokdur. dervişün gönü cuşa geldi. bu şiiri söyledi. aceb benüm halüm nedür neyem ben dahı hiç kimsenem yok tenhayem ben kamu şekl ü suretde pinhan oldum kamu baş da hayali sevdayem ben. derviş böyle didi. yirinden turıgeldi. dört yana bakdı fikr ider ki ben ne hoş yire ye ne hod menzile vardum, ne yahşi meclisdeyim. meğer ki benüm vücudumun aksi imiş, ola mı bu gördüğüm düşler nedür dirken dervişe yine uyku havale oldı. bu kez düşünde gördi ki yine o meclis araste pürkemal durmış. bu hali gördi. dervişün gönli cuşa gelüb eydür: kamu alem vücudumda hayaldür bu hayalde cihan noktamisaldür vücudum katresi bahre düşelden yine bakdı kadimi pürkemaldür. derviş bunı didi bakdı gördi ki çok çok kişiler peyda oldı. hep geldiler cinsi cinsiyle oturdılar. derviş bakdı gördi ki meger onlar meşayihler güruhıdur. zahidler, abidler peygamberler ve sufiler her biri kendü güruhıyla geldiler. padişaha selam virdiler. turdılar. derviş bunları teferrüc eyledi. şahı merdan ali dir ki: iy tanrı bendeleri! açun gözlerinizi. ibret ile hakk'un hikmetine bakun. bunlar gözlerün açub bakdılar. derviş dahı bakdı gördi ki yirden göge degin ve gökden arşı alaya degin ve arşı ala'dan sidretü'lmünteha'ya degin ve sidretü'lmünteha'dan makamı kabe kavseyn ev edna'ya degin andan cennetü'lme'va'ya degin ve firdevsi ala'ya degin görünür. bunlarun arasında her eşya ki var cümlesi muayyen oldı, derviş cuşa geldi bunı eydür: bu ne haldür kamu varlık ben oldum kamu alem vüciddur can ben oldum vücudum katresinde sıgdı umman bu resmi hal içinde pinhan ben oldum. derviş ki bu sözi söyledi. cümle bakışdılar. bunlarun aralarından bir kişi çıkdı. ilerü gelüb haber sordu ki bu söyliyen kimdür? anlar dahı dervişi gösterdiler. eydür ki hey gehhay söyleme. padişahdan edeb eyledir. derviş bakdı gördi ki zahidler güruhunun içinde bir müşkil kişi kendüyi arayiş eylemiş. bunlarun arasında ceste ceste söyler. hikayetler eyler. temsiller getürür. heman ol demde derviş cuşa geldi. şevk ile bu şi'ri didi: kamu nakşı hayal benüm sayümdür kamunun nakdı benüm sermeyamür benem hüsni kamu şekli suretün ademsen gör ahi adum ademdür. derviş ki bu sözi söyledi. ol kişi işitdi. kakıdı, gazaba geldi. elinde bir asası var idi. çeküb dervişün üstine yüridi. derviş anı gördi ki gelür. fi'lhal yiründen turub hazır oldı. ol dahı irişdi. ol meydan ortasında ikisi tutışdılar. ol saat derviş anı kaldurdı. yire urdı. şeytanun bir tagarcıgı var idi. elinden alub geldi, oturdı. anı görüb cümlesi tahsin eylediler. imdi şahı merdan ali teferrüc eyler. ol kişiyi görüb feryad eyler. bu kişi beni her zaman rüsva eyler. hiç ben bunun elinden kurtulamaz mıyam? dir. yine ol güruhdan bir kişi ilerü gelüb eydür: şol miskinün günahı nedür? derviş eyitdi: yarenler size bir sualim var. bana cevab virün didi. eyitdiler: sor sualün görelüm bilürsek cevabun virelüm didiler. derviş eydür: ol nedür kim yukarısı yumrı aşagısı çataldur. dört divarı var, altı kapusı var. cümle yaradılmışun, aksi anda muayyen görinür. biri eydür: leklek ola. biri eydür ki: nisbet degül. biri eydür: bunun didügi minare gölgesi ola dir. biri eydür: benzemez. bu kadarun içinde derviş ol kişinün tagarcıgun almış idi. kakıdı, yörendi turdı. katına geldi. derviş gördi ki hal böyle. cuşa geldi bu iki beyti söyledi. kamu vechün benem hüsn ü cemali kamu akillarun fikr ü hayali hakikatde benem cümle vücudun zat u sıfatı yemin ü şimali. derviş bunı didi. ol ma'reke içinde bunı tutdı. kaldurdı. yire urdı. meger ki fitne perdesi anun yüzinde baglu idi. ol demde bagı üzildi. tılsımı bozıldı. sırrı ayan oldı. derviş gördi ki bu şeytandur. ol meclis içinde olanların cümlesi teferrüc iderler. hep bildiler ki şeytandur. ol mahalde şahı merdan ali dir ki: dervişe geldün dir. berü gelsün didi. derviş tiz vardı şah'un elin öpdi, yirinden tıırdı. şeytan infial olub utandı. tiz turıgeldi. ol düzilen aletlerün ol meclisden çıkub gitdi. bu seytandur. dervişi tahsin eylediler. aferin okıdılar. ol sohbette min külli gördiler. bu şeytandur. dervişi tahsin eylediler. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi ki düşidür. o gördügi hikayetler öz kendi kepeneginün gölgesi imiş dahı kimesne yokdur. eydür: benem maksud kamu ehli yakine ne kim var kamil ü ekmel kemine benem hakir kılan sengi harayı benem kıymet viren dürr ü semine. derviş bunı böyle diyü özine yörindi. aklun başuna divşürüb gördi. vücudu bir cihandur. kim bu halkı alemün gözlerine her ne kim cihan suretli görinür kendü vücudınun aksi imiş. ol vakt ki ne vardı bu cihanda bir yar idi. bu sahrayı geçince ve bu tagı aşınca çok zahmet çekmiş idi. şimdi gördi ki kendünün vücudıdur. fi'lhal yirinden turıgeldi. bel bagladı. kim teferrüc ide. nagah derviş uykuya havale oldı. yatdı uyudı. düşünde gördi yirdegökde cümle yaradılmış eşya kendi vücudınun gölgesidür. gönli cuşa geldi, şevk ile bunı didi. eydür: hakikat bu cihan bende bulundı bekülli cism ü can bende bulundı vücudum mahv idelden 'ışk içinde binişan u nişan bende bulundı. derviş ki bu sözi söyledi. gözin açub bakdı, gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kimesne yok. heman özidür. tek ü tenhadur. veli bir kavga ve galabe gelür. derviş dört yana bakdı gördi kimesne yok. kendi fikr kıldı. bir zaman dinlendi gördi ki ol kavga ve galaba öz kendü vücudundan gelür. derviş iki eliyle hırkasınun yakasından tutdı. koynuna bakdı, gördi. yirde gökde her nesne ki var cümle yaradılmış eşya öz kendi koynundadur. ol demde nagah güneş togdı. derviş gördi ki alem, ruşen oldı. yidi tabaka yir, dokuz felek arşı mecid, kürsi, levh ü kalem, onsekiz bin alem her ne ki var bu pergar için de fi'lcümle kendi koynunda gördi. derviş uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı, bakdı gördi düşidür. sübhane'llah didi. yine yatdı. eğer rahmani düş ise yine görine didi. başın yire kodu. uykıya vardı. düşinde gördi ki sıfatlar hep yirlü yirince tamam. cuşa geldi eydür: benem genc ü hazine bu viranda benem revnak bıı cümle cism ü canda kamu varlık yakin bende bulındı benem nişan olan o binişanda. derviş kendüye geldi. fikr eyledi. bu gördüklerüm düşüm midür ola dir. gördi ki düşi degül vakıadur. bu kez derviş yirinden turıgeldi. eydür: ben bu şehri ol vakt teferrüc itmek isterdüm. şindi bu benüm koynumda bulundı. ben bunı bir hoş teferrüc ideyüm dir. fi'lhal yirinden turdı. bel bagladı. bu şehri teferrüc eyleye. ol vakt bu şehirde anı gördi ki bir kişi gelür. derviş anı göricek eyitdi: hele bu kişi geldi. vakt oladur. bu yirlü ola dir. bu kadarda bu kişi irişdi geldi. bundan bir haber sorayum belki bu yirlü ola görelüm ne söyler didi. ol kişi yakin geldi. selam virdi. derviş aleyk aldı. oturdılar, birbiriyle haber sorışdılar. ol kişi bir aceb söz söylemiş bir hoş hikayet eylemiş. derviş rivayet eyler ki ol kişi müsafir imiş. alemde seyran iderken bu şehre irişdüm. bu cihan ki bunda var bunun gölgesi düşmiş oldı. bu cihan, suretlü şekil baglamış. her nesne ki bu cihanda var vücudı gölgesi gibi bunda düşmiş. nagah yolum irişdi. ikisinün arasına irişdüm. şöyle ki ikisi dahı görinürdi. o demde ki varayum ol şehri teferrüc ideyim. vardum teferrüc eyledüm. ol dahı heman bu cihana benzer bundaki şeylerün gölgesi depredügi aksi anda düşmiş. heman ol dahı bu cihan suretlü nesne olmış. anda teferrüc iderken yirün gögün aslını her nesne ki dahı yirdegökde var idi. cümlesün teferrüc eyledüm. hikayet çokdur. şimdi benüm gelişüm dahı andandur didi. derviş ki bu sözi dinledi. gördi ki acaib hikayet söyler. derviş eydür: yaren sen söyledün. menüm dahı halümi dinle. hikayet eyleyem didi. dervişün gönli cuşa geldi. bu şi'ri söyledi eydür: alem külli vücuddur can ben oldum vücudda can ile canan ben oldum suretümi görün dir ki ademdür ma'nide sıfatı rahman ben oldum. bir vakit var idi ki benüm bu tenüm yok idi. ben can idüm. henüz sultan vücuında bir idüm. sultandan bu adem tonı bana hil'at geldi. giyüb bu milke seyrana geldüm. nagah bakdım bu sayeban gözüme görindi. sürdüm geldüm. gördüm ki bunda bu sayeban tutılmış bisat döşenmiş çok oyuncular oynamış ütilmiş. her zerrede sadhezar acaib gördüm. bu sayvanda yüridüm, hoş teferrüc eyledüm didi. bunlar bu halde söyleşürken ikisinün sözleri birbirüne karşu düşdi. savaşdılar. el urdılar. birbirün tutdılar. ol kişi dervişi tutdı. derviş dahı ol kişinün yakasına yapışdı. ol demde uykudan belinledi. gözün açdı bakdı gördi ki gölgesi imiş. elinde kendi kepeneginün yakasın tutmışdur. cuşa geldi, şevk ile bu şi'ri didi: zahir batın kamu alem ben oldum ne kim var puhte vü ham ben oldum her ne ki var ayan gizlü cihanda gör ahi cümleye derhem ben oldum. derviş bu sözi söyledi. kendüye fikr idüb turdı. bir zaman taaccüb eyledi. eydür ki; yarenler bunca gezmek, turmak, oturmak görmek işitmek, bunca hal ahval anunçündür. kim bir kişi bulam da haber soram bilem, görem ki irte gice kanda gelür ve kanda gider ve bu pergarı döndüren kimdür. bu sular ki her daim akar. ne yirden gelür, sabah olur, ahşam olur. gündüzgice dirler. ne dimek olur. yil, su, od ve topragun aslı nedür, bana bildire kimdür? bu çarhı müdevveri her daim döndüren bizüm düzilecek degirmenümüz vardı. anı üstad dirler bir kişi bize ol gerek idi. aceb kanda bulsam, makam ve menzilün bilür. adem var mıdur andan haber sorsam, bana bildürse dirken meger kim uyumışdı. derhal uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açub bakdı gördi ki leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. başından giçen hikayeleri çendan fikr eyledi. öz vücudundan artuk nesne görmedi. yalnız özidür. bu kez fi'lcümle hayallerden ümidün kesdi, bunı didi. benem bu cümle cism ü can ki dirler bekülli bendei sultan ki dirler heman benem dahı çün ü çera yok gönülde sırr ile pinhan ki dirler. bunı didi. dervişe yine uyku havale oldı. düşinde gördi bir ulu yola düşmiş turmayub gider. nagah ol yolun ucu bir şehre irdi. derviş bakdı gördi ol bir muazzam şehirdür ki üç kat barusı var. oniki burç u bedeni var. azim muhkem kal'adur. oniki kapusı var. tamam yidiyüz yitmişyidi mahallesi var. dörtyüz kırkdört çarşusıbazarı var. üçyüz altmışaltı ark akar. yaz ve kış kesilmez, yürür durmaz ırmaklardur. ol ark içinde bir nişanı dahı oldur ki üstad anı iki direk üstine bünyad eylemiş ve bir nişanı dahı budur ki kadim, mukim degildür. bir yirde durmaz, her daim seyran ider. bu yir yüzinde seyyarmisal gezer durmaz. derviş ol şehre girdi, bakdı gördi. ol şehirde iki sultan var. birinün adı: kabili rahman, birinün adı: azazili şeytan . ikisi her daim durmazlar. ceng iderler. birbirüne mukabele idüb savaşırlar. ikisinün dahı askeri var. ol şehrün bir nişanı dahı budur ki bu şehr ayineye benzer. şeş cihetde her eşya ki var aksi bu ayine içinde görülür. bu hali gördi. derviş cuşa geldi: benem mevcud olan cümle vücudda benem maksud heman kabe'de putda benem neheng benem derya vü umman benem kıymetlü kan bahri muhit de. derviş ol ayineye bakdı gördi. dokuz felek kubbelere benzer. hep birbiri içinde yapılmış. evvela arşa bakdı gördi. mesela ol kubbelerün üstinde ulu sayvan tutılmuş ola. burçlara bakdı, yılduzlara bakdı, mesela kandillere benzer kubbeler içinde asılmış ola. yirün dairesine bakdı gördi ki; rum, şam, meşruk, magrib, zengıbar, habeş, yemen, taif, mısır, diyarbekir, bagdad, ırak, horasan, türkistan, bedahşan, hürmüz, hindistan, keşmir, çin, maçin, hıta vü hoten, desti kıpçak, bulgar, kandehar cemisi bir aradadur. bundan taşrasın deniz gördi. yirlerün tabakasuna bakdı. yidi kat yiri gördi. ferşe bakdı öküzi balıgı gördi. denizden aşagı bakdı yili gördi. bihad, bişümar, dokuz felek arşı mecid yidi tabaka yirleri ol ferş üstine komuş. ferşi öküz üstine, öküzi balık üstine komış, balıgı deniz üstine komış, denizi yil üstine komış, yili tutmış bir şişe gibi ayine düzmiş kudreti hak min külli pergal içinde hali teferrüc eyledi. gördi ki çarh, yil degirmeninün çarhına okına benzer. yil dokınur bu kubbei barigah yilün heybetünden döner. ol şems didükleri bir yılduzdur ki adı güneş' dür. tolab olub döner. varub yine gelince adun irte gice komışlar. adem oglanları öz akıllarunca ad virmişler. güneş aşagı iner yirün gölgesi düşer gice olur. güneş yirden yukarı çıkar alem ruşinalık olur, irte oldı dirler. akabince derviş uykıdan belinledi. gözün açdı bakdı gördi sabah olmış, güneş togmış, alem nur ile münevver olmış. leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. derviş cuşa geldi bu iki beyti söyledi: benem bülbül benem gülşen benem gül benem bu cümle sebebde halli müşkül benem aşık benem ma'şuk benem ışk benem hüsni latif turrei sünbül derviş bunı dıdi. yine uykusı geldi. başun yire kodı, yatup uyudu. uyku içinde gördi ki bu gördügi nakş u hayal ki var, bu şehrün her cihetünde ayinedür, görinür. derviş bu arayi teferrüc eyledi. gördi ki hakbatıl, yolerkan, itabhitab, müstetabkitab dimek cümle bu hikayetler hep adem içindedür. derviş bunları hoş teferrüc eyledi. bundan taşrasın deniz gördi. biryüce yire çıkub oturdu. ala köşk idi. teferrüc eyledi. bir kapusı, dört revzen, iki bacası var idi. taşrada her ne ki sada olsa ol revzenlerden gelür içerü işidilürdi. ve her ne olsa görinürdü. derviş bakdı çepeçevre etrafun deniz gördi. artuk nesne görmedi. akıl tahtasından bir gemi düzdi. fikr mıhıyla mıhladı. tevekkül sakızıyla berkidti. ikrar ipini tınab çekdi. sabr u kanaati azık yaragın eyledi, himmetün lenker eyledi. tedbir ü tedarükle yarag eyledi. giçüb ol gemi içine girdi, oturdu. ışk yili sürdi, ol gemi bir zaman deniz yüzinde çalkandı. nice dalgalar dokındı. circis peygamber zamanı idi. derviş'ün gitdügi yunus peygamber zamanı olmış. bu nice zamandan sonra derviş bir adaya çıkdı. ayagı karaya irdi. gördi ki kuru yirdür. eyitdi: hele bu adayı teferrüc ideyüm diyüb ol gemiyi kuru'ya çekdi. kendi teferrüce düşdi. nagah ol adada gördi ki divler var, ehrimenler, ifritler toptoludur. dervişi görüb kaçdılar. padişahları katuna geldiler. gördükleri yok idi. korkdılar. bir araya cem olub derviş'i görmek isterler. ol vakt derviş gördi ki süleyman peygamber bunlarun içinde sultan'dur. ne ki div ü peri, ins ü cin, ehrimen ve ifrit cümlesi anun hükmüne fermandur. süleyman peygamber dahı bakdı. derviş'i gördi. leşkere söyledi ki turun. leşker turdı. süleyman peygamber ilerü yüridi. derviş'e selam virdi. derviş dahı aleyk aldı. ikisi bir yire gelüb oturdı. süleyman peygamber eydür: ben şam milkinde haleb kurbunda aziz ve kilis dirler iki şehr vardur. birbirine yakındur. ben andanem. ya sen kanda ne yirdensün? derviş eydür: ben orta köylü degirmencinün oglıyam didi. ikisi bilişdiler. süleyman peygamber derviş'i aldı geldi. tahta çıkdılar, oturdılar. divler, ehrimenler, ifritler, cinniler, periler cümle karşu durdılar. bir zaman kaldılar. derviş süleyman peygamber'ün her hünerin ögrendi. bir gün eydür: süleyman peygamber'e haber sorub eyitdi: bundan öte gayri yir var mıdur teferrüc etmege? süleyman peygamber eydür: bundan rubı meskun'a yitmiş yıllık yoldur. sen bunda nice geldün? derviş başladı. başından geçen, hali söyledi. gemi düzdügin bir zaman deniz yüzinde gezdügin, talgalar dokındugın bu adaya geldigün cümle hikayet eyledi. süleyman peygamber eydür: bunda yakin virde bir ada vardur. anda ulu ulu kuşlar vardur. divleri kaparlar yudarlar. gel senünle varalum anları teferrüc idelüm. derviş eyitdi: no'la varalum. ol yiri dahı görelüm. süleyman peygamber yarak eyledi. gemiye girüb oturdu derviş dahı ol düzdigi gemiye girdi. şevk ile bu beyti söyledi: aceb sırrum kamu eşyada mevcud heman benem kamu gönülde maksud sebeb benem kamu dürlü hayalden benem mahmud benem ıkrahı merdud derviş ki bu sözi söyledi. süleyman peygamber işidüb, derviş'i tahsin eyledi. hezaran aferin didi. süleyman peygamber dahı bunı didi: bu tevhidde kamu alem yegane bir oldı cümle kalmadı bigane hayal itme heman ol mihribandur gönülden söz virün cümle lisane şimdi bunlar yarag eylediler. süleyman peygamber'ün tahtını yil götürdi. derviş dahı gemiye girdi oturdı. ol adaya togrı müteveccih oldılar. ol yana kuşlara dahı haber oldı ki süleyman peygamber leşkeri almış bunda gelür didiler. bunı işitdiler. kuşlar dükeli bir yire cem' oldılar. padişahları katına geldiler. vakiayı haber verdiler. ol vakte dek süleyman peygamber dahı geldi. kenar çıkdı. gemiyi karaya çekdi. yüzün yire koyub hak taala hazretlerine şükr eyledi. secde kıldı. süleyman peygamber'ün tahtını yil yire indürdi. kondılar. oturdular. cemi leşkeri karşusına divan tutub turdılar. bir hamle ki oldı. kuşlar dahı geldiler. süleyman peygambere selam virdiler. fi'lcümle karşusına turdılar. içleründen biri ilerü gelüb haber sordı ki: ne kişilersüz, bunda neye geldünüz? süleyman peygamber eydür ki: teferrüce geldik. ol mahalde kuşlar divleri kapmağa başladılar. kavga belürdi. azim galebe peyda oldı. derviş bakdı gördi ki hal böyle hengame çoğaldı. heman dem bunlar bu halde sürdi geldi. ol kuşlara görindi. kuşlar derviş'i gördiler. cümlesi havaya kalkdılar. derviş süleyman peygamber'ün katına geldi. süleyman peygamber eydür: hal ü ahval ne idigün gördün mi derviş? derviş derhal duzak kurdı, bir kuş tutdı. gördü ki tutulan kuş baykuş'dur. antakya şehri viran oldugı vaktin ol baykuş derviş ile ikisi bir viranda bile imişler. bunlar haber sorışdılar. birbiriyle hoş bilişdiler. derviş, baykuş'a dir ki: pes bu cihanun harablıgın ve abadlıgın nice kerre gördün dir. baykuş eydür: yüz bin süleyman misilli padişah görmüşem ola dir. bu kadar da derviş bakdı gördi ki: bu kubbei barigah bu hal ü hayal cümlesi şehrün ayinesinde görinür. derviş ikileyin bakdı gördi bu hali bu zıll ü hayal min külli bu şehrün gölgesi imiş. derviş bu heybetden belinledi. uykusundan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı, gördi. leyse fi'ddarı gayrina deyyar. kendüden gayri kimesne yok. tek ü tenhadur. ne süleyman var, ne baykuş, ne cezire, ne gemi var. gönli cuşa geldi eydür ki: benem cümle hayal ü hal ki dirler bekülli yemin ü şimal ki dirler benem nakkaş bu cümle nakşı perkar bu kamu cevab u sual ki dirler. derviş ki bunı didi. ol gördügi düşleri vaki olan işlerün halün hayalün tefekkür iderken, nagah yine gözlerine uyku geldi. yatub uyudı düşünde gördi ki, bu şehr ayineye benzerdi. kendü öz vücudı imiş. kendözini bu şehirde sultan gördi. cümle yaradılmış eşyayı hükmine ferman gördi. kendözine ferah geldi, bu şi'ri söyledi. eydür: benem assı ziyan cümle bazarda benem yahşı kamu ayn u nazarda kamu eşya ki hisab u şumardur benem hisab olan cümle şumarda. derviş ki bu sözi söyledi. ol mahalde anı gördi ki iki cihan fahri seyyidü'lkevneyn fahrü'l enbiya muhammed mustafa sallaallahu taala aleyhi vesellem hazretleri çıkageldi. derviş hemandem yiründen turdı. ana karşu vardı. izzetle selam virdi. elün öpüb, ayagına yüzün sürdi. tazarru' niyaz ile yürüyüb huzurunda eyitdi: ya resula'llah! ben fakire dahı nazar eyle. resul hazretleri sual idüb eyitdi: derviş gelişün ne yirdendür? derviş eyitdi: sultanum dünya mülkinden gelürem. resul eydür: hangi milkdensin? dir. derviş dir ki: rum'dan. resul der ki: şam'ı dahı gördügün var mıdur, teferrüc eyledün mi? dir. derviş dir: beli sultanum, teferrüc eyledüm. resul eydür: yarab anda bizüm aşıklarımuz var idi. aceb anlarun hali nedür? didi. derviş eydür: sultanum, biribirine uymazlar. hak söze kulak urmazlar. dünya cehdine doymazlar. her biri dürlü dürlü yollar peyda eylediler. şindi görsenüz anlarun halleri nedür dir. resul hazretleri eydür: cümlenün günahları bagışlandı. hak taala hazretleri af idüb yarlıgadı. amma ki şol nabulus kadısı rüşvet aldığı içün, bize anun hali kat'ı müşkildür dir. derviş eyitdi: sultanum, bizüm kelsürt kadısı karpuzı bütün bütün yudar. rüşvet almak ne ola dir. dervişün bu sözi ol hazrete hoş geldi. peygamber eydür: gel bir hamle yoldaş olalum dir. derviş n'ola dir. ikisi bir hamle yoldaş oldılar. resul hazretleri eyitti: derviş misafir görüniyorsun. nereyi teferrüc eyledün? derviş eyitdi: sultanum kadrümce seyahat eyledüm dir. muhammed mustafa başladı: arşı kürsiyi teferrüc itdün mi? dir. arşun dairei müdevverün, tokuz felek, on iki burçları, yidi yılduzları, giceyi gündüzi, yidi tabaka yirleri, ferşi, öküzi, balıgı, denizi, havayı bu menzilgahlari bir hoş teferrüc eyledün mi dir. derviş dir ki: beli sultanum, bir hoş teferrüc eyledüm dir. muhammed mustafa hazretleri dir ki: derviş bir şehr var. iki direk üstindedür. hiç anı dahı gördün mi? didi. derviş igenbeng oldı. yirde midür, ya gökde midür didi. resul eydür: ikisinün arasındadur. derviş cuşa geldi şevk ile bu şi'ri didi. eydür: benem ol gevheri vahded ki dirler benem cümle sıfat u zat ki dirler benem mansur benem demi ene'lhak benem ayyar benem bagdad ki dirler. derviş ki bu sözi söyledi, uykudan belinledi, uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördi düşidür. leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok. heman tek ü tenha özidür. dört yana bakdı. gördi ki ne şehr var, ne bazar var. sabah olmış, güneş doğmış, alem münevver olub, irte gice, ırakyakin cümlesi yeksan olmış. ne yol var, ne yolcı var, ne menzil var, cümle alem bir vücud bir baş olmuş. derviş cuşa geldi heman bu iki beyti söyledi eydür. alem külli vücudumdur vücudum özüm özüme kıluram sücudum özüm özüme söylerem sözümi özüm şeyhüm özümdür hem müridüm derviş ki bu sözi didi. kendi özine fikr eyledi. otururken yine uykusı geldi. başun yire kodı yatdı uyudı. bu kerre yine derviş düşünde gördi ki yir ü gök cümle alem bir hırkadur ki kendinün üstinde şöyle bir hırka sadhezeran dürlü vasla renk renk var. derviş anı gördi. bu hırka eskimekden, yini olmakdan fariğdür. derviş fikr idüb eyitdi: kepenegüm sökülmekden, dikmekden canuma geldüm. bu ne hoş köhne hırka olur. bu benüm elüme girdi. bu hırka ne yini olur, ne eski olur. kendü hırkamı çıkarub, bunı arkama giyeyüm didi. fi'lhal kendü arkasında olan hırkasın çıkarub şöyle kodı. anı arkasına geyüb bakdı. teferrüc eyledi. gördü ki bu hırka da vaslalarun her rengi kişiyi sadhezeran dürlü kişiyi sadhezeran dürlü hayale bırakur. derviş fikr eyledi. bu gördügi düşleri ve başundan giçen işleri dahı avladığı kuşları, vaki olan hikayetleri, gözledügi tuşları taaccüb iderken, nagah derviş bakdı gördi ki; ırakyakin, derd ü derman, yahşı yaman, bir şişe içinde bizüm hacei nasr bazirgan dükkanunda şöyle durmuş anı gördi. derviş eyitdi: bu ihtilafdur. aceb bu kendü kendüye mi geldi? yohsa sayyadlar mı ola? yohsa benüm kuş avladugum gibi avladılar mı? dedi. derviş bu fikr içinde iken nagah bakdı gördi ki özini hıta vü haten milkinde süleyman peygamber av salmış ki meger bu mişki olan geyiki avlaya. anı göricek derviş dahı bir hoş yire geldi oturdı. anı teferrüc eyledi. süleyman peygamber dahı avlayubşikar iderken dervişün katına geldi. selam virdi derviş aleykü'sselam didi. eyitdi: bu kadarda ne avlarsun sultanum? dir. süleyman peygamber dir ki; geyik avlaram dir. derviş eydür: nice geyikdür avladıgun? dir. süleyman peygamber eydür: şol miski olan geyiki avlaram dir. bu kadar da derviş gördi sahrada bir köçek otlayub gezer. şol mıdur avladıgun geyik? dir. derviş süleyman peygamber'e gösterdi. süleyman peygamber bakdı gördi ki istedügidür, hay budur tiz avı baglan, yolları tutun koman dir. kavga peyda oldu. ol geyikün üstine ardınca yüridiler gitdiler. anı tutmaga kasd itdiler. geyik dahı kendi halinde ol sahrada otlayub gezerken kulagına avaz bir ses irişdi. başun kaldurub bakdı gördi. avcılar kasd eylemişler. kendüyi tutmaga gelürler. heman bir kerre turdugı yirden sıçradı kaçdı. yüridi. bunlar dahı anun arduna düşüb kogdılar. ol sahrada aşağı yukarı bu geyikün ardınca çok çalışdılar, tutumadılar. kaça kaça geyük dahı yorıldı. derviş'ün durdıgı tagdan yana kaça geldi. derviş'e yakın geldi. derviş'ün katına geldi. gölgesine irişdi. nabedid oldı. derviş dört yana bakdı, geyiki görmedi. fikr idüb eyitdi. ne aceb ol geyik bu sahradan kaçub bu taga geldi ben teferrüc ider idüm. ol benüm gölgeme geldi, nabedid, napeyda oldı. kanda gitdi? diyüb kendi etrafun tecessüs eyledi. nesne görinmez. kavga galebe iderek sürdiler. ol geyikün ardınca taga çıkdılar. derviş'ün katına geldiler. geyik bunda geldi diyü ol yana bu yana bakdılar, geyiki göremediler. derviş'i gördiler. eyitdiler: bunda heman derviş var, dahı kimesne yok. geyik kanda gitdi didiler. dervişe haber sorarlar. derviş dört yana bakdı ve kulak urdı gördi ki bu geyikün ayagı takıldı, sesi öz vücudından gelür. hiç tınmadı. anlar bir dahı söylediler. kavga galebe eylediler. derviş ol kavgadan belinledi. uyandı başun yirden kaldurdı. gözün açdı gördi ki tek ü tenha heman özidür. dahı kimesne yok. derviş cuşa geldi, bu beyti söyledi. eydür: benem ferd ü vahid faili mutlak benem cümle gönülde sırr u mu'lak benem batın olan cümle zahirde benem mellah benem muhit ü zevrak derviş bu sözi söyledi yine yatdı. rahmani düş ise yine görine didi. uyudu. yine düşinde gördi. bu geyik kendi vücudındadur. süleyman peygamber eydür: derviş geyik'i getür! derviş eydür: ben avumı sana niçün vireyüm? dir. ol benüm avum şikarumdur dir. ikisi gargaşaya düşdiler. süleyman peygamber derviş'i tutdı. derviş dahı anı tutdı. ikisi birbiriyle mücadele iderken nagah bu hal içinde iken anı gördiler ki ol efdali mahlukat ve mefharı mevcudat habibi huda muhammed mustafa salla'llahu aleyhi vesellem hazretleri irişigeldi. bunların halün gördi. derviş ki resul hazretlerün gördi şermend oldı. süleyman peygamberi muhkem tutdı. mecal virmedi. ol mahalde iken derviş uykudan belinledi, uyanıgeldi. gördi ki düşidür. seragaz eyledi bu iki beyti söyledi. eydür: benem hall benem müşkil dirler benem yolcı yol u menzil ki dirler benem sarraf benem lü'lü vü altun benem kıymetlü gevher kan ki dirler. derviş ki bu sözi söyledi. kendi özine fikr eyledi. nice düşdür benüm gördügüm hıta vü hotan mülkine irdi. kim süleyman peygamber ile muaraza kıldugum ve ol mişki olan geyiki buldugum. ne hal ü hayaldür ki uyandum gördüm. ne geyik var ne sahra var. leyse fi'ddarı gayrina deyyar. kimesne yok. tek ü tenha kendözidür. şimdi derviş bu şiiri eydür: benem hal benem müşkil dirler benem yolcı yol u menzil ki dirler benem puthane'de kabe'de maksud benem yolcı yol u menzil ki dirler derviş bu sözi söyledi. bu cümle gördigi düşlerün hayallerün fikr eyledi. aceb benüm bu gördüklerüm vakıa mıdur yohsa vaki midür? ne hal ne hayaldür? bana bir kimesne olsa ki bu gördügüm düşün tabirün haber virse. bilsem müşkilüm hall olsa ki dir. fikr idüb özine yörindi. bildügi cümle gördügi öz hayalidür. kendi öz vücudundan gelür. dahı kimesne yokdur. heman kendü vücudınun hayalidür. yine kendüye teselli virüb bu şi'ri bünyad idüb söyledi. hak'a minnet ki hall oldı bu müşkil bir oldı ma'nide sultan ile kul benem cümle şeyün fikri hayali benem saki benem şişe benem mül derviş ki bu şi'ri söyledi. gözlerün uykuya galebe eyledi. yine başın yire koyub yatdı. uyudı. bu kerre gördi ki kendü mısır camii içindedür. cümle alem burada cem olmışdur. cümle alem anda gelmişler her biri kendü işine meşgul olmış gördi. derviş ki mısır camii'dür. ve sevadı azam'dur. heman gönli cuşa geldi. bu şi'ri dahı bünyad eyledi. eydür: zehi canum zehi menzile irdüm zehi hal o levhi müşkile irdüm niye irdümse bu iki cihanda heman ol sultan ile bile irdüm. derviş bu sözi söyledi, uykusundan belinledi. gözün açdı bakdı. gördi. ol mısır camii ve sevadü'lazam kendi vücudı içinde görünür. fikr idüb eyitti: ne aceb hal ü hayaldür. ben bir zaman var idüm. mısır camii içinde idüm. hala şindi mısır camii sevadü'lazam benüm içimde görünür. aceb bu vaki midür, yohsa vakıa mıdur? ben bu ahvali kimden sorayum dir. fikr iderken nagah sag yanuna bakdı gördi bir çarşu galabalık ve gavga alub satarlar. derviş tiz oturdıgı yirden ayak üzerine turıgeldi. parsaya niyet kıldı, bel bagladı. zenbilün boynına takdı, keçkülün eline aldı sürdi. ol çarşu içine geldi bu şi'ri eydür: kadiri berkemal ki sen hazırsın nazirün yok alemde binazirsin benem ben sen didigümden murad bu ya'ni ki ben degülem sen habirsin. derviş evvel tanrı ismün dile getürdi. bir kerre ya allah didi. meger ki kassabı cömerd dükkanı idi. dervişün ismi hakk'ı zikretdigün cömerd kasab işitdi. eydür: hey derviş senün bu denlü kudretünkuvvetün var mıdur ki bu adı anarsun? didi. derviş anı işidüb bu beyti eydür: benem ol ki kamuda yoldaş oldur kamu başdagı sevdaya baş oldur ben anda gizlüyem kim şol falanı hakikat selim oldur serkeş oldur. derviş bunı didi. dükkan önünden giçdi yüriyivirdi. andan dahı ilerü vardı. bir azim ma'reke gördi. halk bir yire cem olmışlar. alemi dünya bir araya gelmişler. derviş sürdi geldi. ol ma'reke içine girdi. bakdı gördi ki sultanun divanı durmış yemin ü yesar areste olmış. çavuşlar yirlü yirinde durmuşlar. cümle yaradılmışlar eşya anda gelmişler dükeli sultan divanında cem olmışlar. derviş dahı ol arada irişdi, bakdı, nagah sultanı gördi. her birisi sultan ile huş. bu hal içinde ihtiyarı kalmadı bunı didi. selam olsun eya sultanı ekber hakikat ma'deni kıymetlü gevher inayetün kamuya destgirdür ki lütfun cümleye delil ü rehber derviş dahı bu sözi söyledi. sultanun kulagına degdi. bakdı gördi ki müsafir dervişdür. sultan dahı derviş'e eydür: aleyk esselam ey dervişi miskin kamu kul bütün cümle işi çin müberra cümle hayalden ki gümandur hakikatte yakin sultana emin derviş ki bu sözi işitdi. uyanıgeldi. gönü cuşa geldi bu şi'ri didi. eydür: şükür gördüm seni iy şahı sultan yüzündür cümleye kıblei iman sayen altında cümle şey sakindür işün daim kamuya lütfu ihsan derviş ki bu sözi söyledi. sultan dahı cuşa geldi. eydür: iy yüzi kutlu sözü tatlu derviş hakikat cevheri devletlü derviş dane pirinç görünce hoş tabakda kagan arslan gibi heybetlü derviş derviş dahı bu sözi işitdi. cuşa geldi. bunı didi eydür: eya sultan ki ebed kadimsin bu cümle iş içinde sen hakimsin virürsün maksudun cümle talibe senün işün keremdür sen kerimsin derviş ki bunı didi. sultan dahı şevk ile derviş'e dir ki: beri gel otur iy dervişi müfred iy hikmet deryası gevheri vahdet aşinalara bigane degilsün biliş ile bilişsün yad ile yad derviş ki bu sözi işitdi. geldi oturdı. sultana dua eyledi. eydür ki: eya sultan ki sen ihsan idersin kamuya serbeser yeksan idersin denizi sakladun katre içinde güneşi zerrede pinhan idersin bu sözi ki söyledi. derviş anı gördi ki o zaman nimet çekildi. cümleye padişah hanenden nevale geldi. derviş anı teferrüc eyledi. bakdı gördi ki cümle yaradılmış eşya kadirlü kadrince kısmetin aldı ve her biri kendi kısmetine gönli teselli oldı. derviş şad u ferah oldı. gözi gönli pürnur ile toldı. şimdi bunı didi: garibem kimsenem yokdur cihanda binişan olmışam cümle nişanda beni ister kamu talib olanlar külli zamanı ahvanı mekanda derviş ki bu sözi söyledi, ol saat uykudan uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki sabah olmış, ırakyakin, gicegündüz cümle yiksan olmış. kendü yalınız tek ü tenha, leyse fi'ddarı gayrina deyyar kendüden gayri kimesne yok, heman kendi özidür. ol düşinde gördigi hayalleri fikr eyledi. bu ne hal dür diyü fikr içünde nagah derviş'ün gözlerine yine uyku geldi. yine yatdı, uyudu. bu kerre gördi kim çeharı anasır ve şeş cihet fi'lcümle mu'in görünür. ve gördügi kendi vücudunun gölgesidür. kendüni bu vücud içinde sultan gördi. her cihetine bakdı gördi ki hükm kendünündür. bu kez şevk ile eydür: şükür kim emin oldum her hayalden bu fevk ü taht u yemin ü şimalden bu sen ben sende ya bende dimekden farig oldum şükür bu kil u kalden derviş ki bu sözi didi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. nagah. gözün açub bakdı. cümle alem kendünün yüzüne karşu sücud eylerler. derviş eydür: canum bunlar niye sücud iderler didi. fikr eyledi. kendözine yörindi. bakdı gördi ki kendünün vücudı bu cihandur. kim yüzbin bu cihan gibi nesne anun her köşesünde yiter gaib olur. her nesne ki bu cihanda vardur. min külli kendinün vücudunda mevcuddur. bu hali gördi. derviş hayran kaldı. eydür: canum ben bir zaman bu cihan içinde idüm, bu cihan benüm içimde görinür didi. derviş şevk ile cuşa geldi. bu şi'ri bünyad eyledi. eydür: canım bu cümleye nüsha mıyam ben kamuda şurı ışk kavga mıyam ben kamu gönüllerün fikr ü hayali kamu başlardaki sevda mıyam ben derviş ki bu sözi söyledi. bakdı bu cihan suretlü görünen hayallere külli kendünün vücudunun gölgesi imiş. cuşa geldi. bu şi'ri bünyad eyledi. eydür: benem cümle vücud içindeki can benem külli sıfat her dürli erkan benem leyli benem mecnun ki dirler benem ol ki özüm özüme hayran derviş ki bu sözi söyledi. uykudan belinledi. uyanıgeldi. gözün açdı bakdı gördü ki kendüyi şamakı şehrinde bir külhan bucagında yatur buldı. hemen bayagı derviş'dür yirgök dahı fi'lcümle yirlü yiründe bayagı gibi. ol vakt eline divitkalem alub kagıt üzerine başundan geçen sergüzeştleri ve gördügi düşleri, vaki olan işleri yazub mufassal bir kitab eyledi. bu kitab içinde yazmış ki ben bir dervişem. bu cihana geldüm. uyukladum. düş gördüm sayıkladum. düşümde her ne ki gördümse ve her niye irdümse bu kitab içinde yazdum. akillere sorun. size bu düşün ta'birün haber virsün. bu söz ne dimek oldugun ol bilür. arifler manasın söylesünler. bir hoş ayan ve beyan eylesünler. zira ki ben bu sözi söyledüm. kim vaki, kim vakıadur. amma bu sözün ma'nisi ne dimek olur? akıllar anlar, ahmaklar tanlar, müştaklar can ile dinler arifler derundan inler. cahiller döşüne banlar. uçuklular belinler, cinniler sıçrayıvirirler. va'llahu alem vü ahkem geldi ışk vücudumı kıldı helak ışkıla gönlüm içinden gitdi jenk ah itsem tütünümden göynür felek ceşmümün çeşmesinde göyünür melek akla dime bu sözi can söylesin sultanun sözüni sultan söylesin hakikat cümle aleme hak din bu sözi kamil insan söylesin ışk ile tablı melamet çalagör dünya murdardur elünden salagör puteye düşmek dilersen okını ma'niyi ma'na bilenden alagör t e m m e t. risalei vücudname risalei vücudname bismi'llahi'rrahmani'rrahim goftei risalei vücudname hazreti kaygusuz abdal sultan kuddise sırrahu'laziz: elhamdüli'llahi rabbi'lalemin ve'ssalatü ve'sselamü ala nuri seyyidina ve alihi ecmain. midani: pes erenler bu fakir dahı bulunan aşikana yadigar eyledüm. emanet irşad içün allah eyva'llah. ma'lum olsun ki evvela adem ki; kudreti hakk'ıla ana rahmine nice düşer ve nice vücuda gelür ve nice ruh virilür ve nice dirilür ve anadan nice ırar. ve adem de kaç burç vardur ve nice hasıl olur ve kevakib nice ider ve ademün zahirinde ve batınında hasiyyeti nicedür ve kaç ruh vardur ve anasırı erbaa niye tabidür ve kaç nefs vardur ve nice gelür ve aleme nice giçer ve kuvvet nelerinde olur ve hasiyyetleri nicedür ve ahvalı alemi var mı ayan ve beyan idelüm: kavlehu taala: velakadhalakne'linsaneminsülaletinmintinin. sümmecealnehünutfetenfikararinmekinin. sümmehalakne'nmutfetealagatenfehalagne'lalagatemuzfatenfehalagne'lmuzfateizamenfekesefna'lizamelahmensümmeenşe'nehühalkanaharefetebarekeallahuahsenü'lhalikine. pes imdi ol nutfe ki ananun rahmine düşer: mü'minun suresi, ayet: and olsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık. sonra onu sarp ve metin bir karargahda, bir nutfe yaptık. sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemike bilahire onu başka yaradılışla inşa ettik. suret yapanların en güzeli olan allah'ın şanı ne yücedir. evvela zuhal terbiye ider kan olur, saniya mirrih terbiye ider et olur, salisa zühre terbiye ider kemük olur, rabia şems terbiye ider ruh olur, hamisa utarid terbiye ider hareket hasıl olur. sadisa kamer terbiye ider vücuda gelür, sabia müşteri terbiye ider cihana gelür. ve dahi gökde on iki burç ki, dokuz felekdedür. afakdür. elfimde dahı mevcud durur. anları dahı ademde ayan ve beyan idelüm: evvela baş: burcı hamel dür. ve alun: seratandur, ve boyun: sevrdür, ve el: cevzadür, ve gögüs: eseddür, ve göbek: mizandür, ve but: kavsdür, ve kasuk: sünbüledür, ve zeker: akrebdür, ve dizler: cedydür, ve baldurları: delvdür, ve taban: hutdür. ademün batınında kevakibi seyyareye müşabih olan yirleri dahı ayanbeyan idelüm: şems: akcigerdür, kamer: karacigerdür, müşteri: yürekdür, mirrih: öddür bögrekdür, zühre: dalakdur, zühal: dimagdur, utarid: deridür. ve ademün zahiründe ve batınunda olan hasiyyetleri dahı beyan, ayan idelüm: zahiründeolanbudurki: evvela budur ki burnundan nefes alur virir ve ten rahat olur, ikinci aguzdur ki her nutuk andan çıkar , üçinci eldür ki anun ile ki her karı işler , dördinci kulakdur ki her sadayı işidür, beşinci gözdür ki her nesneyi görür, altıncı ayakdur ki her mahalle gider, yedinci oldur ki kuvveti buyurur. ve ademün batınunda olan hasiyyetleri beyan idelüm: evvelki hayal, ikinci akl, üçinci fikr, dördinci fehm, bişinci hıfz, altıncı vehm, yidinci zabt. veademderuhdörtdür: ve ademde ki ruhları beyan idelüm: evvelki: ruhı nebatidür ki suya tabidür. ikinci: ruhı hayvanidür ki yimek yimege tabidür. yimek kuvvetidür ki turaba tabidür. üçinci: ruhı insani'dür ki ışk'a tabidür. ışk suya ve ateşe tabidür. dördinci: ruhı melekidür ki kudreti hakk'a yile tabidür. yil ruhun gıdası gibi vaki olmuşdur. ademdeolannefsündörtmertebesinibeyan, ayanidelüm: evvelki: nefsi emmaredür ki ateşe tabidür, azrail'e müşabihdür, ikinci: nefsi levvame'dür ki suya tabidür, mikail'e müşabihdür, üçinci: nefsi hanika'dur ki yile tabidür, israfil'e müşabihdür, dördinci: nefsi mülhime'dür ki topraka tabidür, gelür ve geçer, cebrail'e müşabihdür. dört vech adem, evvelden ahirine dek dört vech üzre gelür ve geçer. anı beyan ve ayan idelüm: evvela: oglanlıkdur ki üç ay bahara müşabihdür, ikinci: yigitlikdür ki üç ay yaza müşabih'dür, üçinci: kırgıllukdur ki üç ay güze müşabihdür, dördinci: pirlükdür ki üç ay kara kışa müşabihdür. dört melek ve dört melek ademde bu sıfat ile mevsuf ve mevcuddur. evvelki: kulak mikail'e müşabihdür, ikinci: göz azrail'e müşabihdür, üçinci: burun israfil'e müşabihdür, dördinci: dehan cebrail'e müşabihdür. ve ademün başı arşdur ve cesedi kandildür ve ruhı nurdur ki her biri bedenehayatvirür. alemde: kara kış şeriat gibidür, yaz tarikat gibidür, güz ma'rifet gibidür, bahar hakikat gibidür, üçinci: nefsi mülhime'dür ki yile tabidir, cebrail'e müşabihdür. dördinci: nefsi hatınıyye'dür ki hak'a tabidür, israfil'e müşabihdür. kırgıl: saçına sakalına ak düşmüş, kranta, yarısı ak, yarısı siyah olan sakal. saça sakala ak düşmek, olgunlukdönemi, tarama sözlüğü, c, ıv, ankara, ve adem dahı bu vech üzre gelür geçer, ana rahmi şeriat gibidür, cihana gelmek tarikat gibidür, cihanda durmak hakikat gibidür, cihanda gitmek ma'rifet gibidür. ve her adem ki anadan togar kuvvet bulur. yani ademe kuvvet anadandur. evvelki: kudret eline gelür su'ya tabidür, , ikinci: oglanlıkdur ki kuvvet ayağına gelür, hak'e tabidür maildür. üçinci: civandur ki kuvvet belüne gelür, ateşe tabidür, dördinci: pirlukdür ki kuvvet lisanuna gelür, yil'e tabidür. dört alem ve ademde olan dört alem anları dahı beyanayan idelüm: evvelki: alemi nasut ruhı hayvandur, ikinci: alemi melekut ruhı sultanidür, üçinci: alemi ceberut ruhı kudsidür, dördinci: alemi lahut ruhi vahiddür. alemi nasut: dairei hayvanat ve nefsi, alemi melekut: makamı melek ve dairei kalb, alemi ceberut: kerbiyyei melaili'lala, dairei 'ışk, makamı cebrail, aklı kamil, alemi lahut: alemi uluhiyyetdür. ismu'llah ve resm ü sıfat ve na'tı semerei tarikat fenadur. semerei hakikat bekadür, semerei ma'rifet atadur ve ahd'dür. fena kendözinden geçmekdür. beka hakk'a ulaşmakdur. ata, hakk'a varabilmek gibidür. sıfat dörtdür: evvelki: ruhı nebati, ikinci: ruhı hayvani, üçinci: ruhı insani, dördinci: ruhı safi. onsekiz bin alem imdi onsekiz bin alem ki dirler cümlesi zatı hakk'la sıfat cümle vaki olmışdur. anları dahı beyan idelüm: altı bini nebatatdur ki yirlerden biter, altı bini dahı hayvanatdür ki zir ü zemin biri biründen hasıl olur. altı bini dahı insandur ki insana müteallikdür. birü birinden ayrı gayrı degildür. ve adem cümle eşyanun yirde ve gökde her ne ki muradı var ise cümlesinün güzidesidür ve ayinesidür ve dahı: adem, bir şehri azimdür ki nice bin alemler anda mahvolur. ol şehri azimün oniki kapusı vardur. bu alemün oniki burcına mükabildür. ol kapılarun kimisi kapanur ve kimisi açılur ve kimisi gah açılur, gah kapanur. bunlarda hikmet çokdur. ana her akl irişmez. bilmek murad isteyen ehlüne müracaat eylesün. her şeyin miftahı insanı kamildür ve ademün: başı: tacı devletdür, alnı: nurı hidayetdür, kaşı: alemi kudretdür, gözi: nurı vahdeddür, kulağı: pakı nübüvvetdür, burnı: yolı cennetdür, ağzı: kelimei şahadetdür, gönli: mihri mahabbetdür, gögsi: kur'anı hikmetdür, eli: kudretu'llahdur, ayağı: kuvvetu'llahdur, cemali: hikmetu'llahdur. sag ve sol kiramen katibin ona nasib irdi. adem'ünvücudı, aslındayigirmisekizhurufüzreyaradılmuşdur: ademün: başı arşdur ve noktaı ba'dur ve iki kaşı, biri fa'dur ve biri kaf'dur ve iki gözleri, biri ayn'dur ve biri 'dur ve iki kulağı, biri zal ve çenesi, cim'dür ve gerdanı, tasinmim dür ve burnı, elif'dür ve dudağı, te'dür ve üst dudağı, be'dür ve sag kolı, ha, mim, ayın, sin, kaf, eliflammimsad, eliflamyesin. sol kolı, kefeheyeze, aynsad, ali imran, haelifhı, sag bilek parmakları, ismu'llah'dur, sol bilek parmakları, yasin sag yanı, sad, sol yanı, dad, sag memesi, vav. sol memesi, hadür, iman yiri. mimdür, sag bacağı, ta sin mimdür, can yiri, kaf'dür, gönül yiri, nümum'dur. mizan'dur. açık bacagı, lamelif, ikisi birdür, iki kumbarlık, biri yuvarlakdur se akrebdür, iki ayağı, biri ta, biri za'dur. mürşidi kamil'e müracaat oluna ki, bu sırra vakıf olasın ve dahı ademün vücudunda: üç yüz altmış altı damarlar vardur. yidi yüz yitmiş yidi sinir vardur ve dört yüz kırk dört pare kemük vardur. alemde az çok her ne ki var ise adem de dahı aynı ile vardur. ve mevcuddur ki evvela ademde ne vardur ki alemde ne yokdur? ademde olanlar: ademün göbeğinden yukarı boğazına varınca yidi kat gök mukabelesindedür ve girü göbeginden aşağı dizine varınca yidi kat yir mukabelesindedür. resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur ki; elmü'minümir'atül mü'min tanrı'nun adı mü'mindür. ademün adı dahı mü'min ve mü'minedür, nailesi olmışdur. bu hadisi şerif'ün hayli manası vardur. ehline ma'lumdur. ve zatı hak sıfatıdur. ve eşya dahı külliyen sıfat mevcuttur. hayy ü mahvidür. ve zat bakidür ve gerçi zat sıfat ile görinür. vücud vacibdür ki vücudı vahiddür ki hak' dur. küllüşey'inhalikünillavechehü. bu alem kalanı mahvidür. ve dahı bunı beyan idelüm ki haliki alem bu manada hayrandur. bu arada talibe rehber gerekdür. elbette kendi bildügiyle rast gelmez. talim gerekdür. ta ki kendünün hakikatundan haberdar ola ve her ne ki vardur ademde vardur. kavlehü taala: veallemeademe'lesma'eküllehasümmearadahumale'lmelaiketi. yani ademe hak taala ismüni bildürdi. ve pes imdi cemi eşyanun hakikati alemi ademdür. ve ademün hakikati hak'dur. çünki adem cümle eşyanun güzidesi oldı. lacerememazharızatu'llah oldı. ve hakikat muhammedü'lmustafa ve oldı. suretden zuhur eyledi ve hak'un birligüne ol suretle beyan eyledi. zira biri mürşid'dür biri rehberdür ve alem halkuna dahı bildürdi. ol kelamı hakk'ı hak zahir kıldı ve mahbubı rahman oldı. ve salik bir makama irişür ki aynı tevhidi ayne'lyakin hakka'lyakin görür. hazreti hak'dan tanrı taala hazretleründen gayrı eşyanun vücudı hakk taala'nun vücudında mahvolur, heman hak kalur. zira eşya fanidür ve hem baki oldur ki daim kaim oldur. mutlak halik lemyezal'dür. ve alem benüm iledür ve bu alem olmazdan evvel onsekiz bin alem içinde hak celle ve ala kamış içinde şeker, şeker içinde lezzet ve kil içinde ab gibi vaki olmışdur. bilateşbih eğer hakk aradan götürülse bu onsekiz bin alem içinde bir kul kalmazdı mahvolurdu nitekim resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem mü'min mü'minin aynasıdır. muhammed bin abdullah essehavi, elmekasıdu'l hasene, kahire, hadis nu. kasas suresi, ayet. ondanbaşkaherşeyyokolacaktır, hükümonundur. veademebütünisimleriöğretti, sonraeşyayımelekleregösterdi. insan, allah'ınbizzattezahürettiğicisimoldu. yucid en la tecella gayru'llahi leyse şey'ün fi'l hakikati illa'llah yani tanrı'dan gayri hiçbir şey görünmemek gerekdür. anun içün bir şeyün heman vücudı yokdur. heman hakikatde tanrı vücudı vardur. vücudı kadim lemyezaldür ki bu karhaneyi kaf ilenundan bünyad eyledi ve cümle varlık yirlü yiründe karar eyledi ve her şey kendi karına meşgul oldı. ve bu karhane'de görinür illa kargir görinmez kandadur ve bilinmez ve her şey hayran ve mütehayyirdür ve her an diger gün ve mütegayyir kalmışlardur ve dahı biri birleründen istifsar iderler: eya hak kanda ola? dirler. maksud kandadur bilmezler. ve gökde olan mahluk yire nazar iderler aşagıda mı ola? diyü. yirde olan mahluk göge nazar iderler ki yukarıda mı ola? diyü. cümle eşya talib ve ragıb olur. elestübirabbiküm deminden ta adem peygamber aleyhisselam zamanına dek şöyle hayretde kaldılar. şeyi vahdedden ta adem aleyhisselam zamanına dek şöyle hayretde kaldılar. ol dem ki adem aleyhisselam ketmi ademden sahrayı vücuda geldi ve bu karhaneyi gördi. yukarı bakdı gögün nihayeti yok. aşagı bakdı yir katı nihayeti yok. hayran ve sergerdan kaldı ve bu hayretlik içinde başına hezarı neccam geldi. bu yareye çare bulınmadı. gitdikçe derdi ziyade oldı ve ba'dehu yüz yigirmi dört bin peygamberan geldiler ve kendilere her biri mümkün oldukça haber virdiler ve bu karhane sahibinün ismin bilmek babında cidd ü cehd eylediler. temyizde ve teşhisde bir şeye kanaat bulamadılar ve bir şey'e mevkuf olmadılar. ta kim hatemü'lenbiya muhammed mustafa salallahu aleyhi veselem geldi ve bu karhanenün aslını ve fer'ini beyan eyledi ve mu'cizkelam ile şöyle eşyayı külliye hayat buldı. siva ile işaret buyurdı ki; hane sahibinün ismi üç huruf iledür. biri ayn ve biri ye dür. veanun ne evvelinün evveli var ve ne ahirinün ahiri var buyurdı. külliyen evvelünveahirün' eşya ve mahlukat ins ü cin cümleye peygamber oldı ve cümle mahlukat ve mevcudat bu hayra rızası oldukda anun kullugun emrini işlemek kabul eylediler ve anlara külliyen, hayat virdi. hak resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem bizüm oldı ve burada guft ü gu çokdur. bu mana ile gizlü karhaneyi düzen kendüni içinde gizledi. va'llahubiküllişey'inmuhitan ve bu ma'nayı beyan ideyüm: çünki nişan dahı eşya içünde bulundı. allah'dan başkasının tecelli etmemesi icab eder. araf suresi, ayet. ben sizin rabbınız değil miyim?. nisa suresi, ayet. allah her şeyi kuşatır. imdi her kim her şeyi görür hakk'dan ayru nice görür. bunlar hak'dan ayru degildür. çünki hak taala hazretleri eşyaya muhit imiş. yabanda aramanun aslı yokdur. yabanda arayanlar bulmadılar. imdi eşyada aramanun aslı budur ki delili ademdür. yani insanı kamildür. çünki hakk eşyaya muhit itmiş. yabanda dahı hasıl olan noktada mevcuddur. asıl budur. delil ademdür ve sıfat adem sıfatıdur. ve zatı kadim'dür. ezelidür ve ebedidür, tanrı'dur. her mekanlar anundur ve her gönül anundur ve sıfat ve hem alem anundur. hem şekiller ve hem varlık anundur. : bir bazar kurdı ezelden her metaı koydı ol kendi aldı kendi satdı kendi bazar eyledi. ve insanı kamil benüm mürşidüm dimek ile mürşidi olmaz. bizzat hak virmeyince. zatı hak ta ki el virmeyince. zira ki adem hakiki kainatun defteridür. yirlerde ve göklerde her ne ki vardur adem de mevcuddur. bu manaları malum idünüb bilmege belli ki er gerekdür. zira hakk sade bir şey ile bilinmez ve bulunmaz. her bir şey ve her bir eşyayı ve her bir dolu işler ile bilmeyüb ve isbat eylemek gerek. mesela hakk celle ve ala gencinedür. kalbü'lmü'minhazinetullah ve hazinedarı ademdür. kalbü'lmü'minübeytu'llah mü'minün kalbi beytu'llahdur. kalbü'lmü'minüarşu'llahvehazinetu'llah dur. mü'minün kalbi allah'un arşı ve hazinesidür ve cemalu'llah'dur ve bakisin kalbi, hakkı inkar ider. bu hazinenün genci ademün vechinde yazılıdur. bu hattı okuyan hazineden haberdardur. meger kim adem mecmuudur. gerçi her adem bu hazinenün gencile ve hattıyla memludur ve ma'mudur. lakin özin bilmez ve insanı kamile ilişmiş degüldür ki gözin aça, özin görebile. sultan iken kul ve yohsul gezer. adem suretinde olur. fi'ili dive benzer. amma adem vardur ki adem suretinde gezer. fi'ili sireti nurı mutlakdur. kendi hakikiden olmışdur. adem ma'ni olmışdur. egerçi bu iki adem suretde birdür veli bunları fark gerekdür. sureti ademün koyub ma'niyi ademün bulmak gerek. andan kendü hakikatini bilmek gerek. insanı kamil oldur anun gibi adem az vaki olur. zira kendüsin bilen arasında ve bilmeyen arasında fark çokdur. gel imdi kaygusuz abdal berü küfr ü iman didükleri nasıl şeydür: küfr gizlemek, iman bir şeyi ikrar eylemek. bu meydan bihakikat meydandur. mü'minin, kalbi allah'ın hazinesidir. mü'minin kalbi allah'ın evidir. bakınız: ismail bin muhammed eladuni, keşfu'lhafa, haleb, ı, hadis nu. burada hak cümleye yegdür. eger hak dilemez ise bir şey vücuda gelmez. burada bir cümle insanlar birdür. lakin bilen ehliyle bilmeyen arasında fark vardur. imdi bilmeyen kendüsinden, bilen dahı kendüsinden degüldür. mesela bir tıflı mektebe vireler elif diyü okur. elif bilür, ne didigüni bilmez bu gibidür. birlik allah'dadur. hak taala buyurur: ela inne evliyau'llahi la havfün aleyhim velehüm yahzenun öyle olınca hiçbir şeyden faide okumam ve hiçbir şeyden keyf eylemem. ancak allah'ü azimü'şşan ki balada zikrolundı. ol tanrı'dan gayrıya meyl virmem, zira bu manada dahı tanrı bir degüldür. çok tanrılar vardur. resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurdı ki: küllümaksudinmağbudun. bir kişinün maksudı ne ise ma'budı dahı oldur dimek olur. zira özini bir mürşide irişdür. gözin aç özin bakgör heman kul mısun, sultan mısun, geda mısun, şah mısun? adem suretinde olub hayvan gezme. ademün sureti ve fi'li mutlakdur. yani hakikat olmışdur. kendüsin bir mürşide vir. zira yolın sarfe olur. menazili kamer'den biri ve ugradırsun. var ise nasibun alursun anı bulursun. kavlehu taala: kulhelyestevi'llezineya'lamuneve'llezinelaya'lemune. pes adem kendüyi bilmek mücerred hakk'ı bilmek gibidür. ve yine resulu'llah sallallahu aleyhi vesellem buyurur: menarefenefsehufekadareferabbehü. nefsini bilen rabbını bilür. ve bu manayı dahı beyan ideyüm. çünki bir kişinün aklı bu bahrı mana'ya irdi, gavvas oldu. her cihete bakdı azad oldı. elbette ol devleti bulur. ve şeş ciheti gördi ki kendünün gölgesi gibidür ve ol dem bildügi öz bahri muhitdür. ve burada güft ü gu çokdur ve göz akl iman olur. ve burada kişiye hidayeti hak kavi gerekdür. allahümmeyessir vela tüassir. ve girü bu alemün sıfatına onsekiz bin alem insana müteallikdür. onsekiz bin sıfatdur. altı bini nebatata müteallikdür. altı bini hayvanata müteallikdür. altı bini insana müteallikdür. yunus suresi, ayet: iyi bilin ki, allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. bir kişinin maksudı ne ise ma'budu dahi odur. zümer suresi, ayet: de ki; hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?. ismail bin muhammed eladuni, ı, hadis nu. ahmed ibn hanbel, miisned. bunlar biribirine mahlutdur. ve biribiründen ayru degildür. cümlesinün dirlikleri hep birlikdür. cümlesinün rengi vardur. hakk celle ve ala cümlesine muhitdür. yir ferşdür, gök kubbedür. ay ve gün çeraglarıdur. ve yıldızlar kandilleridür. hak celle ve ala, alemi ve ademi yidişer kat halkeylemişdür. ve yidi eşyanun hasiyyetünden zuhura gelürler ve yine mahv olurlar. evvela adem ki yidi kat gök üzre halk olunmuşdur: evvela ilikdür, ikinci kemükdür, üçinci sinirdür, dördinci tamardur, beşinci kandur, altıncı etdür, yidinci deridür. ve alem dahı yidi katdur. hikmetün allah'dan gayri kimse bilmez. bu tertib özde kurulmışdur. eleman burada layık olan budur ki bu eserleri görüb müfessirine şükr ü zikr ü ta'at ü ibadet oluna. inna'llahebiküllişey'inmuhitdir. gel gör ki aferiden gayri bir ferde dilimizden elimizden ve fi'limizden fikr olunmaya. evvel kalben ulu mü'min ve muvahhid olurlar. yohsa dilümüzden mü'min ve muvahhid geçinüb yine dilümüz ve elümüz ile mahlukı rencide iderüz. rast degüldür. zira ki mahluk sıfatı hak'dur. çünki sıfat rencide olur ise zatı dahı rencide olur. elaklu mizanu'llah. çünki akl allahu taala'nun terazisidür. gerekdür ki egri yola gitmeyüz. hayr u şer fark ola, eşyayı mahluk halik'den ayrı degüldür. imdi gerek biz dahı kangı fikr iderüz. nitekim muhammed mustafa sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: allahümmeerinahakikate'leşyaikemahiyehakkuha yani eşyayı hakikat benem kim taleb itmek her şeye gerek olur. allahümmayessirli zira eşya yir ü gök mahsulidür ve eşya cesedler tılsımıdur, alem zatı hak anlarun ruhıdur. belki ruhun ruhıdur. bir cesedden nisa suresi, ayet;. allah her şeyi kuşatır. akıl allah'ın terazisidir. . allahım, mevcudatın mahiyetini bize olduğu gibi göster. ahmed ibn hanbel, müsned. ki ruh götürüle ve ruhı hakikat deryasında yalnız başına mahvolur, cesed turabda mahvolur. zira ruh yile tabidür. kan ateşe tabidür. yil ile ateş biri birüne müştakdür. ve et dahı suya tabidür. ve kemük türaba tabidür. ve ruh kendüsi yil ile ateşe tabidür. her adem ki fevt olur ruh ervahı aleme gider. cesedi yire defn olur ki anasırı erbaa'dan hasıl olmışdur ve andan hasıl olur ve ateş ile bad ulvidür ve ab ile hak suflidür ve bad dahı oldur ki ulvidür. ruhla kan evvel gider ki yil ile ateşdür ve ruh kan gibidür. sonra et eriyüb su olur. kemük çürür hak olur ki et su olur. küllüşey'inyerci'u bu manayı beyan idelüm. ötesin allah bilür ki ilim anundur. hükm anun ve hikmet anundur. bu alemi halk iki kısımdur. onsekiz bin alemi allah bilür. padişahlar alemi iki kısımdur: biri sahibi tasarruf ki kutbı zahiri, biri sahibi tasarruf ki kutbı batıni'dür. zahiri olan padişahlar ve vezirler ve begler ve agalar gibidür ki zahiren bu memlekete hükm iderler ve bunlardan altun ve gümiş vesaire esbabı zahiriyelerdür. isteyüb rica eylesen virmege kadirlerdür virürler. amma ki batından haberleri yokdur. zira ki münasebetleri yokdur. anlar ki sahibi tasarrufı batinidür. evvela biri kutbul'laktabdur. saniyen üçlerdür. biri kutbu'lalemdür ki velilerün padişahıdur. ve sağında olan mürid makbuldür. ve solunda olan halifedür. ve ba'dehu yidilerdür ve dahı kırklardur ve üçyüzlerdür ve binbirlerdür. ve bunlarun cümlesi bin üç yüz elli neferdür. bunlar dünyanun çar kuşesini devr idüb anlara hükm iderler. gice gündüz yigirmi dört saat kutbı alem daima bu onsekiz bin aleme nazar eyler her ne ki hayr ü şerri, faide ve zarari zuhur eyler ise görürler. sag yanunda olan mürid makbul haber virür ve sol yanunda olan halifeye haber virür. bunlara sırrını söyleyüb keşf ider anlarun dahı eli altında veliler vardur. anlara emr iderler. anlar dahı emri hak her ne ise yirine getürürler. alemi, nizam üzre tutarlar. emri hak celle ve ala olmasa kat'iyyen çöpü çöp üstine komazlar. daima kutbu'l alem nazar iderler. ve ol kutbu'laktabun bu on sekiz bin alemler ve yidi deryayı ve cemi semavat ve arz yanunda bir fafuri tabaka gibidür. her ne ki olur anun emriyle olur. zira hak ile alemi anun feyzine teslim idüb kutbu'l alem nazarıdur ve her biri perverdigar'un emri yasin suresi, ayet: her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz allah, münezzehdir. üzredür. şarkdan garba hükm iderler. her ne ki olur ise, ne vardur ne yokdur bilürler. mededlerine ve emri hak ne ise emr üzre iderler. batın erenlerinün hali budur. bunlarun hakikat hallerini hak'dan gayri kimse bilmez. allamü'lguyubdür. sureta adem çokdur. ademi ma'ni bunlardur. hakk'un hazinesi bunlardur. yirde ve gökde her ne var ise ademdür. işte yirün ve gögün halifesi ademdür. her ne ki istersen ademde bulınur. zira yirün ve gögün halifesidür. hak taala hazretleri davud'a emr eyledi kim: ya davud: bismi'llahirrahmani'rrahim ya davud inna cealna ke halifeten fi'lardı bu manayı beyan idelüm. hak ile hükm ve hükümet adem elindedür. hak ile mektumdur. zira zahirde ve batında yirde ve gökde ademden eşref vücud yokdur. adem makbule'lvücud'dur. adem'den şirin nesne yokdur. mazharı zatdur. sair eşyada bu kabiliyyet bulunmadı. yirde ve gökde olan, bu kabiliyyet bir eşyada yar olmadı. ve hem olmaz. ve anun içün ademün hali cemi eşyanun üzerine malikdür. ve hem alemdür. ve hem haki birdür. cümleye hükm eyler. ademün nihayeti yokdur. alem, ademde sanki bir deryadur ki nihayeti yokdur. ve kenarı bulınmaz. ve vakıa'larına birşey irişmez. ve yine ol giriyü ol bilür ki mevlasıdur. ve yine ol seyr ü herbar anunla kaimdür. her adem, adem degüldür. kabiliyetten ve korkudan özi büküldi. zira gözi görür kördür. kendüden gayriye habir degüldür. belki gördigün dahı bilmez hayvandur, münafıkdur ve mel'undur. bu ayeti kerime mütevafıkınca kavlehu taala: ülaikeke'lenamibelhümedallü. bunları dahı beyan idelüm. bu alemde niceleri vurdur ki suretleri insan, veli siretleri hayvanlardan azılıdur. ve bu alemde nice suretler dahı hayvandur. belhüm edaldür. illa ki anasır libasını bırakınca bir aleme dahı düşerler ahvali anda ma'lum olunmaya. bu mahalde gerçi söz çokdur. veli avamu'nnas karı değidür. kullu mennase ala kaderi ukulihim bu manayı beyan ider sez çokdur. muhtasar gerek anı arif bilür. dahı böyledür. mana virür, böyle beyan ider ve söz dahı çok olur, elarifüyekfiyetü'lişaretü' ve dahı; sad suresi, ayet: ey davud, seni şüphesiz yeryüzünde hükümran. kıldık. araf suresi, ayet. işte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da sapıktırlar. insanlara akılları nisbetinde konuşunuz. arife işaret kafidir, . elilmünoktatüveekserehacahilun. zira alem bir noktadur ki çogu cahil içindür. ve ol noktadur ki besmele altında vaki olmışdur. malum ola gerekdür ki her şey ademde imiş ve ademden taleb eylemek gerekdür. kavlehu taala: velekad kerremna beni ademe. ve salike irer. teslimiyyet mürşidi kamil'e kuvvet ve talibe ışk, zahide cennet ve cahile takva ve akile sabr, yigide selamet, mü'mine rahmet, aşıka vird ve yare cefa ve derde deva ve güle hoş renk, bülbüle feryad, bu cümle takdir ezeli takdir olub herkese recü'ltaksim olınmuştur. zira hak kendi zatıyla daim ve kadimdür. zira bu karhaneyi bünyad eyledi. umur u husus üzerine idi. ta adem gelince umurı insaniyyeti tefviz eyledi. lakin burada hayli ehli şeriat saklanur. nitekim resulu'llah sallallahü aleyhi vesellem buyurur: elhakkuemreülevkanereddüm hak, münkire acıdur. hak ademe buyurur. bu alemler insanı kamil olan elün altındadur. ve adem anlara her dem nazar olmışdur. burada kelamun çokdur ki söyler. nazm gel berü iy merdi kamil gezme alem serseri evliya bir can gülidür bülbül isen gel beri yohsa var git nisbet itme nevbaharı zehri mar vücud bir gemi akıl dümeni fikr küregi kulak yelkeni kullan gemiyi göreyim seni va'ılahü alamü bi'ssevab. temmetü vücudnamei kaygusuz abdal kaddese sırrahu'laziz. temmetü'lkitab biavni'llahi'l melikü'lvehhab senetü elfin mieteyni seb'a ve selasin hamsi ve ışrune min şehri zilhicce. zilhice. ilim bir noktadır. onu cahiller çoğaltmıştır. isra suresi, ayet: and olsun ki biz adem oğullarını şerefli kıldık. reddedilse bile doğruyu söylemek gerekir.. risalei kaygusuz abdal risalei kaygusuz abdal hezihierrisaletükaygusuzabdalkaddesallah'usırruhu'laziz: iy talibi esrarı ilahi gel ve agah olgıl ki bu ilme ilmi ledünnii ilahi ve ilmi rabbani dirler. zira kim ol mukaddem sadrı tarikat ve ol rehnümayi rahı hakikat ve ol mürşidiale'lıtlak ve ol kutb u bi'l istihkak ya'ni sultanü'larifin fazlı hak kaddesallahu sırruhu'lazizün mübarek nutkından sadır olan kudret kelamıdur. türkiye terceme olundı. ta kim ehli dil ve sadıku'kavl olanlar mutali'a idüb menfa'at bulalar. ta kim taklid zulimatından ve kendünün cehaletinden halas ola. subhı kıyametden durıcak, kabrinden kalkınca yüzi ak ve gam u gussası yok şad u handan ola. pes imdi hakk olan nazenin ömrin aklı ma'aş ile geçürmez, aklı me'ad ehline kendüsün layık eyleyüb ehli diller sohbetine dahil olur, habercilerden haber ala. abı hayat sözlerün can u dilden anlaya bilmedügi işitmedügi sırrı ilahiyi işide ve ma'rifetullah gönlin ruşen eyleye yoksa aklı ma'aş tasavvuratiyle anladum ve bildüm diyü gönlüne teselli virüb heman heman hak taala'nun karhanesine hayvan geldi ve hayvan gitdi ve hayvan oldı. nitekim farisi dimişdür ferni zeyd ferni merd. pes imdi hak taalanun esrar ve envarından mahrum oldı. ehli dünya gibi ahiret ona haram oldı. kale resulu'llah: elahiretüharamünalaehl'iddünyave'ddünyaharamünalaehliahiretüvehümaharamanalaehlü'llah. ehlü'llah, hak cemalüne aşıkdurlar. anunçün anlara dünya ve ahiret haramdur. anlar ne dünya içün şad olur ve ne ahiret içün korku çeker. zira kim her ne yaradılmış vardur ay ve güneş yıldızlar ve nebatat çerinde perinde. hadis kitaplarında, bulunmayan bu ibarenin benzeri manadaki hadisler için bakınız. surenin tefsiri; buhar, ibni mace'de geçen zühd kitabı, bab, nu. fi'lcümle ol hüsn ü cemale aşıkdur gice gündüz cüst ü idüb segirdürler. ta kim ademün hüsn ü cemaline irişeler: inni raeytü ahade aşare kevkeben veşşemse ve'lkamere raeytühüm lisacidin. pes imdi yusuf'un hüsn ü cemalinde taban olan iki cihan güneşi ahmed'ün cemalinden taban olan nurı ilahidür ki ay ve güneş yusuf'a secde eyledi. ve'lhasıl yusuf'un ve adem'ün ve serveri enbiya ahmed'ün cemallerinde taban olan ol nurı ilahidür ki ezelde nakkaşı ezel desti kudretiyle yazmış idi. bu hüsn ü cemallerde alamet gösterdi. kavlehu taala: levlaenraebürhanerabbihi ya'ni rabbı'nun bürhanı ol cemalde gösterilmeseydi kimse aşık olmaz idi. anları dahı aşık iden ol rabbu'lizzet'dür. pes imdi her kişi kim ol cemale özin teslim itdi. tahkik bilün ki, ol kişi hakkıyla ülfet ve muhabbet buldı. zihi devlet ana kim yusuf cemali gibi bir cemale irişe. allahümmearzıkna ol sahibi cemal bir dahı mehdii sahibi zamanı'dur ki devri' ahirde zuhur ider. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur ki: ahirzamandahorasancanibindenisasıfatlubirkimsezuhuride. veliva'ülhamdkibenümalemümdürgetürüpgelsegerekdür. sizolalemdenyana gidün. eğeruşakgibiimeklersizdahı didi. zira ol vakt yir yüzini mehdinün leşkeri tutar adl ü adalet zuhur idüb zulm def olur. ol zaman ona inanub tasdik idenler ehli cennet fırkasundan olur didi. zira ki hazreti resul sallallahu aleyhi vesellem ümmetine nice ki mehdi haberin virdi. musa aleyhisselam, isa haberin kavmine virdi ki bir nice zamandan sonra bir pakize kızoglan doga, kızun adı meryem, oglanun adı isa ola didi. musa aleyhi'sselam, dünyadan gitdik sonda meryem'den ol oğlan dogdı. ol kavm güft ü guya başladılar. bu kez isa'ya peygamberlik geldi, kavmine eyitti ki musa size haber virdügi oğlan benem didi o kavmin bir fırkası inanmayıb eyitdiler. musa haber virdügi oğlan bu denlü degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. bu kez isa sallallahu aleyhi dahı kavmine eyitdi ki; atamkatınagiderem. bir nice zamandan sonra beni haşim kavminden ahir zaman peygamberi gelse gerekdür. incil'de adı muhammed'dür. bir nice on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm demişti. rabbından bir işaret görmeseydi. allahım bizi rızıklandır. zamandan sonra ben anun ümmeti suretinde gelüb anun kıblesine namaz kılsam gerek ve anun alemikilivaü'lhamddür. getürüb ol mehdii sahibi zaman ben olsam gerek' didi. isa aleyhi'sselam dünyadan gitdi. altı yüz yılı giçdükden sonra muhammed sallallahu aleyhi vesellem zuhur oldı. peygamberlik geldükden sonra ol kavme eyitdi ki isa haber virdügi muhammed benem, isa gökden inüb benüm kıble menamaz kılsa gerekdür ve benüm alemüm getürüp ahir zamanda mehdii sahibi zaman olsa gerek didi. ol kavm iki fırka oldı bir fırkası budur didiler. isa didügi muhammed bu degül gelse gerek diyü inanmayub kafir oldılar. pes imdi musa aleyhisselam kavmine isa haberün virdi, isa dahı muhammed haberün virdi. ol vakt kim mehdi dahi zuhur olanda ol zamanun halkı ana inanmayıb peygamber haber virdügi mehdi'ye sahibi zaman bu degül gelse gerek diyü halk fırka fırka olalar didi. eliyazübillah anlarun hakkında peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyurmuşdur: senüfrikaümmetiala sülasetinveseb'ine firkatüküllühüm fi'nnari'lfırkativahidenehli'lcennet. ya'ni benüm ümmetüm yitmiş üç fırka ola yitmiş ikisi ehli cehennem ola bir fırkası ehli cennet ola. mehdi'nün leşkeri ola. pes imdi iy talibi hak sana bir söz dahı beyan idem ki haberün aslıdur. eğer tasdik ehli isen inanub anlarsun. peygamber sallallahu aleyhi vessellem devri ahirde bir sahibi zaman zuhur ider didügi budur kim ol vakt bir kişi gele kara yigirmi sekiz harf ve otuz iki kelimei ilahi ve ol kişi kendi vücudunda ve cümle kainatda beyan ki eyledi. tahkik bilün ki ol mehdii sahibi zamandur ve livaü'lhamd ki benüm alemümdür. ol kur'anı azimdür. ol kişinün vücudında zahir ola gerekdür ve hakikat manasun ol kişi dürüst virse gerekdür. bilün ki ol isa'dur. ol alemi ki getüre. mecmuı kainat cevr ü zulmden kurtulur. zira hak aşikar olur. cevr ü zulm ademden ve hayvandan götürülür. vahded olur. ol menarei ag ki isa aleyhisselam andan iner didükleri ademün vücudından kinayetdür. ve sidretü'lmünteha didükleri ki cibril makamıdur. ol dahı ademün vücudından kinayetdür ve beytü'lma'mur ve beytü'latik didükleri dahı ademün vücudından kinayetdür ve cibril dahı akıldan kinayetdür. amma ol akl ki hakkı batıldan fark ide, ana aklı ma'ad dirler yohsa ol aklı ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. bunlardan sadece bir fırkası cennete girecektir. . ak minare, şam'da emevi cami'indeki minare. ma'aş degül ki dünya mimarlıgun ide ana aklı cevr dirler. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşdur: elaklü nurun fi'lkalbi yüferrigu beyne'lhakkı ve'lbatılı, ya'ni kalbinde bir nurdur ki hakkı batıldan fark eyleye ve dahı üç kadeh kim mirac gicesi cibril peygamber'e sundı peygamber birin içdi didükleri ol o sudur ki adem eger hayvan anunla vücuda geldi. söz burada kalsun. zira her sözi dimek olmaz. arif sözden söz alur bilür ki ne dimekdür. ve'lhasıl yaradılmışda ademden şerif mahluk yokdur. mecmu yaradılmışun padişahıdur. yirde ve gökde her ne yaradılmış var ise ademe hidmet içün yaradılmışdur. amma bu söz her adem hakkında degül zira kavlehu taala: huligatü'linsanualasureti'rrahman buyurdu. pes imdi ol adem hakkındadur ki özin bildi ve hakk'ı öz şehrinde buldı emin oldı. menarefenefsehufekadareferabbehu kavlehu taala; huligati'lhimarualasuretiadem. bu söz ol adem hakkındadur ki özi hazinedardır. gence batubdur yohsul gibi binevagiriz. pes imdi her adem suretinde olana adem dimezler. zira ki her nesne ki vücuda gelübdür ademün sureti anun defteridür. yüz yigirmi dört bin enbiya'ullah ki mecmu'a adem'ün ve muhammed'ün cemaline irişmege kulak tutub göz açmışlardı, irişdiler. zira adem'ün ve muhammed'ün vechinde kelimei ilahi mestur ve menşur idi kavlehu taala. ya'ni adem'ün ve muhammed'ün cemaline beytu'llah ve beytü'lma'mur didiler. anunçün kim encumi eflak afıtab u mahitab insan eğer hayvan eşcar u enhar ve hububat mecmu yaradılmış adem'ün ve muhammed'ün cemalindeki kelimei ilahinün narından ruşendürler. gice ve gündüz cünbiş ve hareket itdükleri budur ki ol cemallerde kelimei ilahinün nurına irişeler. ta kim mütteki ve salih zümresine dahil olalar. eger bir kimse vechi adem'i akıl, kalbdeki hakkı ve batılı fark eden bir nurdur.. insanı da rahman suretinde yarattım. ismail bin muhammed elacluni, keşfu'l hafa, haleb? nefsini bilen rabbını bildi. hadis kitablarında rastlanılmamıştır. ma'murbir evolankabe'ye yükseltilmişti. . ve vechi muhammed'i bildiyse salih ve mütteki oldı. eğer bilmediyse bin yıl cidd ü cehd iderse kim salih mütteki olmaz. kavlehu taala: enne'lardayerisühaibadi'ssalihun. ya'ni benüm salih kullarum yiri miras yir dimekden murad budur ki yirde gökde olan sırru'llah ve ma'rifetu'llahı bile ve anlıya andan salih ve mütteki olub miras yir. yani enbiyau'llah ve evliyau'llah zümresine dahil olur dimekdür. yohsa şemle ve hırka ve tesbih ve kemer ile salih olub miras yimez. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: elulamai verasetü'lenbiya. yani ulema enbiyanun varisidür didi. amma alimden murad mürşidi kamillerdür. zira mecmu esrarı ilahiyyeye muttali olmışlardur. ya'ni alim olmışlardur ki miras yirler, adem halifetu'llahdur. innica'ilünfi'lardıhalifeten. halife buyurdı, her kim halifei ilahi adem'ün ve muhammed'ün vechinde bildiyse ademün oglı olub babasından miras yidi yohsa bilmediyse bin yıl cidd ü cehd eylese ogul babadan miras yimedi. hak sübhanehü ve taala tevrat kitabında; nüridüennehlüga insenenbişeklinaveheyetina li yekune sultanen lituyuri'lhevavehıytani'lbahriveküllirabbivevechmina'llahizilliila'llahifi'lulviyatıve'ltüfliyyatımuhtelifetademeveallemtühü yani hak taala eyitdi. diledüm ki bir insan halk idem öz şeklümüz üzere ta kim sultan ola. havada uçan kuşlara ve denizdeki balıklara ve her nesne ki canlu ola ta ezelden ebede varınca yukaruda ve aşagıda cümlesine sultan olub hükm eyleye, andan sonra adem'i yaratdum ve esmayı külliyi adem'e bildürdüm. kavlehu taala: veallemeademe'lesmaekülleha. ya'ni cümle yaradılmışun adın bildürdi. min evvelü ile'l ahire. bu kez ol vücuda beytu'llah didiler. anunçün melayike'ye secde itmek emr olundı. ol enbiya suresi, ayet. yeryüzüne ancak iyi kullarımınmirasçı olduğunu yazmıştık. alimler, nebilerin varisleridir elacluni, benyeryüzündebirhalifevaredeceğim. kitabı mukaddes, tevrat, bab. tekvin bab. ayet: veallahdedi: suretimizde, benzeyişimizegöreinsanyapalımvedenizinbalıklarınavegöklerinkuşlarınavesığırlarave bütünyeryüzüneveyerdesürünenherşeyehakimolsun. veadem'ebütünisimleriöğretti. vechun sırrını bilmeyen keennehü nur hakk'ı bilmedi. taklid zulumatından halas olmayub ma'bun oldı. kavlehu taala: en natmıse vücuhen fenerüddeha ala edbariha. ya'ni kıyamet güni anlarun yüzi ensesine dönüb bir gözlü ola. ya'ni dünya gözi olmaya ahiret gözi olmıya. deccali laginün leşkeri anlar ola. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı: layedhuluelmedinetedeccalünegverülehayevmeizinsebatüebvabin alaküllibabınmelekanı. ya'ni deccal medine'ye giremez. medine'nün ol günde yidi kapusı ola. her bir kapusından iki melek ola didi. pes imdi medine adem'ün ve muhammed'ün vücudından kinayetdür. anunçün; enemedinetünvealiyyünbabıha didi. anlarun mübarek vücudları medine'dür. ve yidi kapu yidi satıra kinayetdür. iki kulak iki göz iki burun bir agız ve her biri dört anasurdan mürekkebdür ki yigirmi sekiz kelime olur. bir gün peygamber sallallahu aleyhi vesellem sahabeden su'al itdi ki kaf nedür anlar eyitdiler ki kaf mekke'nün fülan yiri tagıdur didiler. bilmedüler ki kaf didügindc adem'ün ve kendünün mübarek vücudları idi. bu remzi gine güruhı naci anlar. peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdı ki: bir bazar var hüsn ü cemal satılur. zira ademizat ademizada aşık olur. dahı yimez içmez uyumaz. nam u nengi bir bargeh ider. ol hüsninde kelimei ilahi görür. biihtiyar aşık olur. ol cemal adem'ün ve muhammed'ün cemalidür. amma anı aşık iden ol kadimi layezaldür. menaşıka, feaffefektemfematişehiden. yani bir kimesne aşık ola ışkı gizlese ol ışk içinde ölse şehid olur. amma nefsani ışk değüldür. pes imdi ol cemalde kelimei ilahiyi bilen ve ana inanan alemün taklidatından halas olub fazlı hak güruhına dahil olur. nisa suresi, ayet. yüzlerini silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan. buhari, kitab'ulfiten, bab, istanbul tabı, benşehirim, alidebuşehrinkapısıdır. darekutni, sabit değil; buhari, sahih bir vechi yoktur; tirmizi münkerdir; habibü'l bağdadi ibn main'in aslı yok, yalan dediği zikredilmiştir, ibnü'l cevzi bunu mevzuatında zikretmiştir. hadis'in hasen ve sahih olduğunu söyleyenler de vardır. tafsilat için bakınız; el acluni, hadis nu. herkimkiaşıkolduğuhaldeiffettiyaşarveaşkınıgizlitutarakölürseşehittir elacluni, kavlehutaala: vemendahalekaneaminen. yani ol güruha dahil olan emin oldu. bu kez ademoglı muhammed'e ümmet oldı. kavlehu taala: ve kezalike cealnakümümmeten vesalen. bu ümmet hakkındadur ki adem'ün ve muhammed'ün cemalinde kelimei ilahi okıdı ve inandı. ol vasatı ümmetden oldı. vasatı ümmet'den murad budur ki kabe dünyanun ortasıdur. adem'ün dahı vücudı kabe'den kinayetdür. pes imdi ka'be'nün sırrına bu ümmet irişdi ve cümle yaradılmışun sırrına irişdi. girçi sa'ir ümmetler de irişdi lakin kema hüve hak'dan bilmediler, heman kendü tasavvuratlarıyla bildük ve anladuk didiler. şol amalarun fil hikayetleri gibi. meger bir gün bir şehre bir fil geldi. bu şehrün kavmi cümle agma idiler. fili görmegi arzu idüb aralarından bir nice akılları gönderdiler ki bunlara filün haberin getüreler. amma kör ne görür ki haber vire. ve'lhasıl filün yanına geldiler. birin elin uzatdı eli filün hortumına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün kulagına tokındı biri dahı elin uzatdı eli filün arkasına tokındı. girü gelüb her biri kavmine eyitdi. fil didükleri heman çomak gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi fil didükleri kalkan gibi bir nesne imiş. biri dahı eyitdi: fil didükleri tahta gibi bir nesne imiş diyü her biri kavmini bir nice deliller ile inandurdı. ol kavm fili bildük diyü teselli oldılar. nagah hak taala ol amalardan birinün gözin açdı bu kerre filün haberin aslıyla ne kadar ki söyler inanmayu. dirler ki meger bizüm akıllarumuz yalan mı söylersün kadr bilmezler mi diyü iki fırka oldı. bir fırka inandı ehli tasdik olub havf u hatardan emin oldı bir fırka inanmayub ehli tekzib olub mahrum oldı eliyazü billah. pes imdi iy talibi hak bihicab ve biperde fazlı hak güruhına karışub hable'lmetin'i ki, va'tasimubihablillehidir. ya'ni habl kalbde olan nesneye dirler. vechi adem ve vechi muhammed'den kinayetdür. ona yapışan ki ilmi evvelin ve ahirin sırrı size feth ola. mecmu enbiya ve evliyanun halinden ve sırrından haberdar olasın. hayatı ebediyyeyi layık olub naciler zümresine dahil olasız. zinhar adem'ün ve muhammed'ün vechinden hattı ilahiyi inkar itmenüz kim şeytan gibi merdud olub hak'dan dur olmayasız. zira şeytan dünya ilminde mahir idi. amma hattı ilahi ilmün okuyub bilmedi. merdudı ebedi oldı. ali imran suresi, ayet. kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. böylecesiziinsanlaraşahidveörnekolmanıziçintamortada bulunanbirümmetolduk. ali imran süresi, ayet: cümlenizallah'ınipinesımsıkısarılın, sakınayrılmayın. kavlehu taala: inneevvelebeytinvudiali'nnasi'llezibibekketemübarekenvehüden li'lalemin, fihi ayetünbeyyinatünmakamı ibrahimevemendahala kane aminen. pes imdi dünyada ol vücud ki halk olındı. ademün vücudıdur makamı ibrahim dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol vücudlara inanub dahil olan emin olur. zira dünyada evvel ve ahir kelimei kelam ademündür. ol zamandan adem muhammed idi ve muhammed adem idi anunçün peygamber. küntünebiyyenveademebeyne'lmaive'ttin didi. her kim adem'i ve muhammed'i bir cemal bilmediyse nuh tufanundan helak olub imansuz gider dir ve dahi nuh'un gemisi ki otuz iki pare tahtadur dirler. ol dahı adem'ün vücudından kinayetdür. ol gemiye giren tufandan emin olur. pes imdi her talibi hak didarın görmese tahkiki hak didarın görmez. kendüsün bilmese hakk'ı bilmez. zira; men ar'efe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. yani hakk'ı bilmeyen ölende cahil oldı. peygamber sallallalu aleyhi vesellem, menmate velem yağrif imame zamanihi fekadmate cahiliyyehu ya'ni bir kimse ölse ve kendi zamanınun imamını bilmese ölen de cahil olur didügi anlardur ki yitmiş üç fırka imiş. yitmiş ikisi kendü zamanlarınun imamını bellü bilmeyüb ölende cahil oldı. ehli nar eldi. ol bir fırka kendü zamanlarınun imanun bilüb güruhı naci'den oldı. ölende ehli cennet oldı. yevmanedükülleünasinbiimamihim. ya'ni kıyamet güni de dükeli nası imamıyla da'vet iderüz didi. anlar güruhı naci'lerdür ki kendü zamanınun imamını bilüb ona tabi oldılar. ali imran, ayet: doğrusu insanlar için ilk kurulanev, mekke'dedünyalar için mübarekvedoğruyolgösterenkabe'dir. oradaapaçıkdelillervardır. ibrahim'inmakamıvardır; kimorayagirerse, güvenlikiçindeolur. adem, dahasuvetoprakarasındainkenbennebiidim. bu hadis, bu tarzda hadis kitaplarında mevcut değildir. fakat küntünebiyyenveademebeyne'rruhve'lcesed. daha adem yaratılmadan önce ben nebi idim tarzıyla mevcuttur. bu hadis için bakınız: muhammed bin esseyid, elmakasıdu'lhasene, kahire, hadis nu. bak dip not, nu. herkimzamanınınimamınıbilmedenölürsecahiliyedevrindekilerinölümü gibi olur. : elkuleyni, usulu'lkafi, kitabu'lhucce, tahran. isra süresi, ayet: birgünbütüninsanlarıimamlarıylaberaberçağırırız. ricalünyağrifuneküllenbisemihüm. anlar öldiler dünyayı ilahiyeye irişüb ahiretde hakşinas oldılar. kavlehü taala: feashabu'lmeymenetimaashabu'lmeymeneh. veashabu'lmeş'emeti maashabu'lmeş'emeh. ya'ni ashabı meymene anlardur ki kendü zamanınun imamın bildiler kıyametde kitablarını sag ellerine virildi. arşun sagında turdılar. kitabları dahı yüzleri ag oldı. ashabı meş'eme kendü zamanlarınun imamın bilmediler kıyametde kitabları sol ellerine verildi. arşun solında turdılar kitabları dahı sol ellerine virildi. arşun solında turdılar. kitabları dahı yüzleri kara oldı. eliyazu billah. zira dünyada şeytan gibi bildügine musir olub sırru'llah ve ma'rifetu'llah da vakıf olmadılar. taklid zulumatında kalub zalümen cehule oldılar, ulaike ke'lenami belhüm edallü olmışlardı. bilmedüklerinden halkı dahı azdururlar. hak taala anları ve anlara tabi olanları dost dutmaz. anlarun şerrinden allah'a sıgınun didi. bir gün ashab hazreti ali'den radıyallahu anhu sual itdiler ki peygamber sallallahu aleyhi vesellem şeri'ati beyan eyledi neden hakikati beyan itmedi didiler. hazreti ali eyitti: peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmışdur ki; büistü libeyani'şşariati la libeyani'lhakikati didi. anunçün ki ahir zaman kavmi gayet dünyadar olalar dahı ba'zınun sadakati olmaya sözleri fiillerine uymayıb iki dillü ola. kelimei ilahiye gerçi dil ile hakdur dirler. amma gönül ile inanmayub asi olsalar gerek didi. küllühüm finnar anlarun şanına dimişdür. anlara hiç bir vech ile nasihat kar itmez. zira ki hudaşinas olmaga layık degüllerdür. ol bir fırka ki vahidiyye ki ehli cennet dimişdür. anlar kelimei ilahiyye ve hakikata sadakat idüb hudaşinas olur ve hazreti resul'un mübarek vücudına ilmün şehri ve ali kapusıdur didügi yine anlar bilür ki andan murad ne idi ve bir dahı buyurdı ki; ene ve aliyyünmin nurin vahidin kable en yuhliga ademü be erbeati aşereelfiamin ya'ni ben ve ali bir nur idük. on dört bin yıl adem'ün araf suresi, ayet: herikitarafıdasimalarındantanıyanadamlarvardır. cennetliklere. vakıa suresi, ayet: iyiişlerişlediklerinibelirtmekiçin, ameldefterlerisağdanverilenler; nemutlusağcılara. kötülükişlediklerinibelirtmeküzere, ameldefterlerisoldan verilenler; neyazıkosolculara. araf suresi, ayet: iştebunlarhayvanlargibi, hattadahada sapıktırlar. şeriatınbeyanıiçingönderildim, hakikatibildirmekiçindeğil. hadis kitablarında rastlanılmamıştır. ademhalkedilmezdanondörtbinyılöncebenvealibirteknuridik. murtaza elhüsey halkından öndin didi. zira ki hazreti ali radiyallahü anhu hazreti resul'un sahibi sırrı idi. ve sırrı ilahiyeye mahrem idi ve yine didi ki ol nurı hak taala iki pare eyledi nısfı ben oldum ve nısfı ali oldı didi. ol cihetden ki ben ilmün şehri ve ali kapusıdur didi. pes imdi bu nutkun sırrını yine fırkai naci anlar ki fazlı hakkun güruhıdurlar. zira hakikat anlara beyan ve kelimei ilahi ayandur. anlarun gönülleri ilmi rabbani ve ma'rifeti ilahi ile pürnur olmışdur ki anlar nefsün hakk'a virüb hakdan alurlar. ol cihetden hudaşinas olmışlardur. şeyhü'lislam yahya bin ammar , abdullah ibn ensari'nün üstadı idi. çok kamil meşayıhlara irüb sohbet itmişdi. zahir ve batın ilminde mahir idi. çok kerameti ve teveccüh ve himmeti var idi. ve hudaşinas olmış idi. bir gün yine ehli dilden bilişi haki ki ulemai izamdan idi ve müfessirin idi. bir name yazub gönderdi ki; iy yahya bunca uyumagı olurmı? nagah kafile göçer dahımenzile iremezsindiyüyahyabinammar dahı ona yazdı ki; iy biliş er oldur ki sabaha dek uyuyub rahat olmış ola. yine kafileden tiz menzile vara didi ve yine ehlu'llah'dan şeyhhasannuri kaddesa'llahu sırrahu'laziz ol dahı bir name gönderdi ki; iy yahya ol pehlevani nedür sen ki bir kadeh içdin ezelden ebede dek mest oldın. yahya bin ammar dahı ana yazdı ki; iy hasan, pehlevanlık oldur ki bir nefesde ezelün ve ebedün denizlerün içe. dahı hel men mezid diyü çagıra didi. bir gün yahya bin ammar'dan kaddesa'llahu sırrahu'laziz sual itdiler ki talib hakk'a ne vech ile irişür didiler. buyurdı ki; üç haslet ile irişür didi. evvela: menarefenefsehu. kavlince nefsini bildi hakk'ı buldı. ikinci: samit olub gönlünde hakk'dan gayri nesne olmaya. hazreti ali radiyallahu anhu ekser mübarek ağzında bir nice daş dutardı kim samit ola dirler. ni elfiruzabadi fadaılu'lhamse min essıhahussitte tahran: ya ali, bana senharun'unmusa'yaolandurumundasınhadisindenbaşkayaali diye başlayan hadisler mevzuudur. ali elkarı, elmevzuatu'lkubra. beyrut. üçüncisi: kesretden kaçub uzlet ihtiyar ide. ta kim halk arasında merdudsıfat ola makbulsıfat olmaya kesretden şol mertebe hazer ide. kim yay günlerinde ateşden hazer ider gibi didi. kendüsi şol mertebe hazer idermiş ki yılda mübarek bayram namazında bir sa'at halka karışurdı. anda dahı samit olurdı. bu devlete ekser samıtlıkda irdi didiler. eyitti, allah hakkıçün mahabbeti hak bende safi olmadı. ta halk gözine har olmayınca böyle kamil vücuda hayatda iken ona zındik ve mülhid diyü töhmet iderlerdi. dünyadan nakl itdükde cenazesi üstine yeşil kuş kanat kanata çatub kabre dek bile gitdüler. halk aşikar görürdi. çok peşiman oldılar dahı fa'ide itmedi. ol bedgular cümle bir maraza mübtela olub helak oldılar. ahaliden bir kimesne vakı'asında görüb eyitmiş idi. yayahya! kabirdemünkirnekirilenicesöyleşmen? oyitti: benden sual itdiler ki rabbün kimdür? ben didümki: iy melekler! bu cevabı benden sormagıla ne menüm ne sizün işinüz biter didüm. eyitdiler ki: niçün ben eyitdüm. eger ben yüz bin kere disem ki rabbum allah'dur faide itmez. ta ki rabbım, bir kere yahyabenümkulumdur dimeyince didi. pes hak taala ile nice söyleşdün dimiş yahya eyitdi: bir ulu dergaha vardum ki, bu dil anun beyanından acizdür. benden sual itdüler ki: iy derviş fenadanbakaya ne getürdün ben eyütdüm ki: meger derviş padişahlar kapusına geldükde ana dirler mi ki. derviş ne getürdün, yohsa derviş ne istersün mi? dirler didüm didi. haletü'nnez'de hatunı eyitdi: ya şeyh zahirde ehli iyalün nafakasına ve kisvetine sen sebeb idün. senden sonra ahvalimüz nice olur diyü tazarru eyledi. şeyh eyitti: iy hatun yaradılmışun rızkına allahu taala kefildür. her birine bir nev ile irişdürür gam çekme didi. hatun, şeyhün batın halün bilürdi. tesella olmayub çok tazarru eyledi. bu kez şeyh eyitti: iy hatun, ben allah emrine gitdükden sonra üç buçuk yıl giçer padişahun bir oglı togar nice emzükciler getürürler kimsenün emcigün tutmayub senün emcigün tutar padişah oglınun tayesi olursın gam çekme didi. ve oglanun bazı nişanlarından dahı haber virdi. şeyh hazretleri allah'un rahmetine gitdi. üç buçuk yıl geçdükden sonra hatun bu cevabun intizarında iken nagah munadi nida itdi ki: padişahun oglı dogubdur kimsenün emcegin tutmaz. lalalar ve tayalar aciz kaldı. kimün rızası var ise gitsün diyü çagırurdı. hatun heman turub padişahun kapusına vardı. hadimler hatunı içerü hareme apardılar. hatun oglanı eline alup yüzin açdı. gördi ki şeyh nişan virdügi oglandur. hatun emcegin agzına koydı. oglan muhkem emdi. padişaha müjde virdiler. padişah şad olub hatuna hayli dünyalık ata kıldı. bu kez hatun padişah tayesi oldı devlete ve nimete gark oldı. amin. bendei kazlı çeşme esseyyid ismail hakkı asitani yeni bagçe sene sekizinci bölüm kaygusuz abdal manzummensur karışık eserleri sarayname sarayname bismi'llahi'rrahmani'rrahim b ilahi hudavendi kerim, padişahı alem sultanü'lkadimü'rrahim ve kudretün kabzında cümle calem aciz, sergerdan; hikmetün babında cakiller hayran; rahmetün denizünde külli ka'inat gark; lutfun kemalinde kem yok, sana sıgınan miskine inayet senden. amin ya rabbü'lalemin. şey'i'llah iderem senden ilahi ki sensin cümlenün püşt ü penahı halinden cümle alemün habirsin her işde kudretün vardur kadirsin cinayet nazarun eyle talibe ki sensin şevki vahdet her kulube sana elin sunan, senden ıramaz seni gören dahı gayrı göremez sana müştak olana sen nazar kıl talebi ko nazarı sen kader kıl heman sensin heman calemde varlık senün birlügini bilmekdür erlik heman sensin iki alemde sultan kamu alem senün hükmünde ferman beni sen kurtarıgör benligümden benüm ben didügüm nadanlıgumdan benüm caklum kaçan irsün bu cilme ilahi sen beni mahrum kılma elim tut beni kurtar bu zulümden bana benligüm anlat bu kelamdan ta ben dahı bilem kendü halümi ilahi sana sundum tut elümi aciz kılma beni bu nefs elinden utandırma şahı ahmed yolundan beni mustafa'dan haberdar eyle uyar caklumı bu ışka yar eyle beni evliya safından ilahi ayırma padişahlar padişahı hüdavenda kabul eyle niyazum şikeste kılma beni sıma sözüm heman maksud budur benüm sözimden talib matluba irüşe izümden gel iy menzile yolıyla varanlar her yerde allah'ı hazır görenler beni dinle nedür sözüm haberüm nice menzile irişdi seferüm evel insan tonuyla bu saraya teferrüc itmege bu milke caya bile sultanile seyrana geldüm sureti libası insana geldüm hikayet çok söz öküşdür iy insan döner peyveste muttasıl bu devran bu sarayda gice gündüz ay u gün mizanile düzilmişdür bu düzgün altı kapulu bir evdir bu cihan külli tertib yerlü yerince heman cümle pergali areste berkemal kış u yaz u gice gündüz mah u sal şöyle kim üstad münakkaş eylemiş yerli yerince temam hoş eylemiş yedi tabaka aşag ziri zemin eksügi yok düzmiş üstadı emin yedi tabaka yukarı manzarı cümlesi areste der ü divarı içini taze gülistan eylemiş zihi sultan gör ne ihsan eylemiş şöyle pürkemal areste bu saray cümle hoşnud hem şahı vü hem geday cümle geldiler bu evi gördiler her biri bir nakşa gönül virdiler cümlesi bu evde meşgul işine her biri bir iş tutupdur başına cümle halk ki bu saray içinde var her birisi dürüşür aklı kadar ya'ni her birisi kendü işüni başa ilte duta kendü döşüni kimisi taze gülistan gözledi kimisi geldügi yolı izledi kimisi baglandı nakşı surete kimi meşgul oldu cilm ü hikmete kimisi anladı kendü halini edeb ehlidür gözedür yolını kimisi kendi halinden bihaber özi cahil, sözi hiç, kendü fişar kimisi ayrılur öziçün gönlü hoş kimisü kendü cahil tobrası boş kimisi insan idügin bilmedi bu teferrücünde lezzet bulmadı bu saray içindeki halkun heman dirligi bu resme geçer iy civan her birisi bu hal içünde esir bilmedi kendüyi kaldı muntazır her birisi bu eve benüm didi kimi bagum kimi bostanum didi cümle halk ki bu saraya geldiler her biri bu eve şerik oldılar biri dimez ki bunun ıssı kanı nerede ola bu milkün sultanı cümle halk bu hal içinde kaldılar allah'ın milkine şerik oldılar bunda bunlar bu işe meşgul iken yine gör netdi kadir ü müste'an nebiler gönderdi anda var didi ol varın halkın halini gör didi nebiler de geldi gördi bunları bunlar işüne ısınmış her biri her biri kendü işünde farigat özi emin caklı ferah gönlü şad nebiler de bunlara virdi haber ne ki ferman kılmışidi kirdgar bunların hergiz haberi olmadı nebiler işaretini bilmedi zira bunlar bu sarayda her biri bu benümdür diyü tutmuş bir yeri her biri bir yire şerik oldılar bu saray içinde şöyle kaldılar dimediler ki aceb bu sarayun bu müşerref bürkacı milk ü cayun aceb bunun sani'i kanda ola bunda mı ya gayrı mekanda ola bunlarun hergiz fikrine gelmedi bu acib hikmeti bunlar bilmedi bu saray içindeki halkun varı her biri gözledi kaldı bir yeri nebiler de gördi bunlarun halin hikmetile gözledi kendü yolın nebiler de kendü yolın gözledi ilmile kendü kemalin izledi nebiler tacata meşgul oldılar zühd ile hazrete makbul oldılar yarın olacagı bugün sandılar zira hakk'a sıdkile inandılar temiz eyledi nebiler işlerin her birisi tutdılar öz düşlerin nebiler hakk'a casi olmadılar hakk'a yaramaz işi kılmadılar hakkile birlige yetdi özleri anıniçün delil oldı sözleri kendü işlerini temiz kıldılar allah'un emrine mutic oldılar bu saray içindeki halka temam nebiler bildir yolı vesselam ol ki nebiler sözine uymadı hak batıl dimegı anlar duymadı her biri kaldugı yirde kaldılar bu saray nakşına hayran oldılar nakşa baglandı bularun hatırı nakkaşı fikr eylemedi hiç biri uşda bunlar bu sarayda kaldılar gaflet içinde giriftar oldılar nebiler bu halk u cihan varlıgı uş bu hal içinde geçdi dirligi fasl iy hakk'ı batıldan fark iden gafiller iy allah'ı her yirde hazır gören kamiller hakk tebareke ve tacala celle celalehu ve cammehu bu bargahı cazimi ki bunda düzdi. mesela bir saraya benzer altı kapusı vardur. yedi tabaka yukarı köşki, yedi tabaka aşaga ziri zemin eyledi. her tabakanun içini halkla doldurdı. dahi bu saray ki vardır temam münakkaşdır. her bir yana ki baksan sadhezaran dürlü nakş ü hayal görinür. mesela bu saray padişahındur. içine gelen halk bu müşerref menzili ki gördi, her birisi gönli sevdigi nesne tutdı. anunla munis oldı, kaldı. dahı bu saray sultanındur. içünde hikmet çok; ay, güneş, yıldızlar, irte, gice belürdür. yaz u kış revnak ider. bu sarayın dahı hali çokdur. bu saray padişahun öz milküdür. hocası milkine şerik olan kişilerün şerrinden saklasun allah cümle aşıkları, amin ya rabbü'lalemin. iy talib bir dem kulak ol bu söze bu cata hakk'dan nasib oldı bize nasib oldı halümüzi anladuk hikmeti can kulagınla dinledük çok zaman cışk ocagında canımuz yanmagile geçdi budur devranumuz cakl evine irdi çün kim menzilüm gönlümün seyr itdügin söyler dilüm söyledigüm sözin aslın iy habib ne dimekdür kasdını anlar talib hikmet çok söz öküş, menzil ırak müstemi ol söze iy talibi hakk niye geldi bu saraya yolumuz bu sarayda n'olısardur halümüz sultanundur bu saray cümle varı içindeki yine kendü kulları bu sarayı ol cimaret eylemiş kudretinden gör ne hikmet eylemiş bu sarayda nur u zulmet yaz u kış irtegice, iyiyavuz, yadbiliş vasl u hicran ağlamak gülmek tabi cümle dürlü işün aslı sebebi tamuuçmag sırat u mizan dimek cümle efal insan u hayvan dimek zühd u takva farz u sünnet külli hal derd ü derman cilm u hikmet kil u kal hakbatıl dimek bu sözler iy refik cümle bu evdeki sözdür iy caşık cümle dürlü hasılun aslı heman bu saray içinde biter iy civan cilm ü hikmet cümle varlık insana bu sarayda hasıl olur hem yine zira bu sarayda biter her hasıl vacdeye koma halüni bunda bil bu saraydur sultanun seyrangahı bu saray içinde istersen şahı zira cümle dürlü hikmet bundadur bu sarayı düzen üstad bundadur işüni va'deye salma iy akıl dem bu demdür sen halüni bunda bil bunda bilsen müşkülün kalmaz dahi bunda bilen bildi buldı allah'ı her ki hakk'ı bunda bildi iy safa mürşid olur ana yolda mustafa dem bu demdür gafil olma iy hace ta sana hakk'dan açıla der ü ca sen bu dem kendü halünden habir ol yolda kalan miskine destgir ol sen bu cilmi bu sarayda kıl hasıl aslını sen cümle işin bunda bil bu sarayda biter işi her canun divanı bunda sorulur sultanun bu sarayda hasıl olur hayr u şer dem bu demdür bundadur ol şehriyar bu demi bil sen ıragı gözleme bu safi altuna bakır yüzleme sultanı bu dem hazır gör hak budur hakk'a talib sultana müştak budur insan oldur ol hakk'ı hazır göre kendü nefsün cümleden hakir göre nefsine uymaya canı gözleye küfri terk ide imanı gözleye mutic ola hakk'a casi olmaya pak ola gönlünde pası olmaya mustafa cilminden aça gözüni dembedem topraga koya yüzüni veliler halüne ikrar eyleye cışka caklun sıdkile yar eyleye terk ide yanlış hayali er gibi temiz ola tacatı muhtar gibi yol eründen sora yolda müşkilün yol eründen hasıl ide hal dilün nefsi dilegüne harris olmaya kamiller katunda nakıs olmaya budur uş insan dimegün maksudı bilmege taleb iderse ma'budı gayri hak'dan gönlüni saf eyleye ta ki hak suçunı mu'af eyleye mustafa'nun cilmi ola yoldaşı yol içinde mustafa ola başı şahı merdan gibi gerçek er ola cümle işi allah'a yarar ola gidere allah yolunda şöhretin anlamak dilerse hakk'ın hikmetin zühdi temiz halis ola dirlüği gönlüne keşf ola hakk'un varluğı uşda heman budur insandan murad sultan ile bilişe olmaya yad varlığına sultanun emin ola ta ki yakin ehlüne yakın ola eyle olsa maksudı hasıl olur yol içinde her sözi delil olur bu kez andan emin olur her cadem hoşnud olur dirligünden has u cam heman aslı budur insan dimegün ulu kiçi kul u sultan dimegün gafil olmaya hakk'un cilmünden ol cilm içinde bulabulsa hakk yol bu saraya geldi gitdi her cadem ulu kiçi iyi yavuz has ü am ya'ni maksud allah'ı bilmek içün nakş içünde nakkaşı bulmag içün anlamak içün ki nedür bu saray bu müşerref cay u menzil milk ü cay suncı görüp sani'i bilmek içün insan öz cilmin hasıl kılmag içün budur uş insan dimegün maksudı ki bile özüni bula macbudı yacni bu saray milk u barigah özün cayan kılmag içün düzdi şah özüni insanda maclum eyledi insanı cümleye hakim eyledi cümle şeyde insanı kıldı güzin insana maclum kılubdur kend'özin hem bu ilmi insana bildirdi hakk insanun gönlünde tutdı hak durak insanı bilene feth oldı bu hal insan ile geldi bunda zü'celal insanun seyrangahıdur bu saray insan ile bile geldi bunda hayy yüzine nikab idindi insanı geldi ki bu milke kıla seyranı ne dimekdür bu sözi insan bilür zira ki her hikmeti sultan bilür cümle şeyin sultanıdur bu cadem padişah adem deminden urdı dem bu sarayda maksud ademdür heman cadem ile bile geldi müstecan geldi ki bu milki seyran eyleye özüni cademde pinhan eyleye bu habere müstemi ol iy habib ta cademden olmıyasın binasib ademi bil ki cademdür sultanun varlıgı hem aslı ferci her canun ademisen ademe olma gafil cümle aleme adem oldı delil bu saraydur ademün milk ü cayı şöyle gafil görme sen bu sarayı bu sarayda bildi sultanı adem bu sarayda ma'lum oldı has u am bu saray oldur ki hakk'un varlıgı bu sarayda bildi adem birligi iy saliki hudaşinas hakk tebareke ve tacala bu kainatı ki yaratdı. külli tertibini areste kıldı. yaratdugı mahlukat ki geldi bu sarayı gördi, yukarı ve aşağı tabakalara toldılar, sıgdılar, yerlü yerine ilişdiler durdılar, her birisi durdugı yire ısındı, benüm didi. allah; settarü'lcuyub'dur, kimsenün caybını yüzine urmadı. bu sarayda her birinün ki maksudını neyse virdi. her birisi bir düşe kail oldı, durdı. her birisine durdugı düşi perde oldı. dahı andan artuk nesne görebilmesi, şöyle kaldı. andan hakk tebareke ve ta'ala peygamberler viribdi. bu mahlukat bu hali iclam kıldılar. yirdeki, gökdeki mahlukat bildi ki bu sarayun ıssı vardur. ıssı oldur kim tacate meşgul oldı, perhiz eyledi. ıssı oldur kim şöyle ki kendüye nice hoş geldi ise öyle eyledi. bu saray nizam dutdı, kaldı. şöyle ki ol demden bu deme degin her mahlukat ki yirde gökde vardur, ol haliyle kaldı. bu sarayun evveli şöyle düzildi. imdi bu saray, sultanın öz milkidür. içündeki mahlukat kendünün kullarıdur. gayrı yirden gelmiş nesne yok, gayrı diyecek dahi nesne yok, cümlesi bir padişahun sarayıdur. içündeki mahlukat kendünün çeşididür. kula kulluk düşer, ancak padişah hod alimdür. vesselam bu sarayda hikmeti çok allah'un varlıgı bikülli bunda ol şahun bu saray oldur ki ezel ol kadim mesken içün insana virdi hakim yacni insan allah'a tacat kıla şeytanı bu tevhid ile mat kıla bile adem allah'un hikmetini hikmetile bile hakk'un zatını adem oldur bu haberi anlaya tevhidi can kulagıyla dinleye bu sarayun nakşına aldanmaya sahibi vardur özinün sanmaya hacesinin milkine emin ola sıdkı bütün yolda kavli çin ola bile ki padişahındur bu saray bu cacayib saltanat u milk ü cay yirde gökde cümle tertib külli hal fevkı tahtı dar u yemin u şimal cümlesi seyrangehidür sultanun şerik u hemtası yokdur ol hanun o padişahdur kadim u pürkemal kudreti kabzında anun külli hal insan oldur ol bu hikmeti bile bu sarayda sultan'a emin ola bu saray oldur ki bunda ol kadim kudretin aşkare kıldı ol alim bu sarayda maclum oldu ol kadir bildi insan cayan oldı gizlü sır insana keşf oldı hakk'un kudreti bildi insan cümle cilm ü hikmeti bu kemali insana virdi çalab açıldı insan yüzine cümle bab cümle eşya insana kıldı sücud cümle insan tertibidür ka'be but insanı cümleye server eyledi caklı allah insana yar eyledi cakl ile bildi ki cadem bu saray padişahundur bu cazim milk ü cay bu kez cadem meşgul oldı tacate aklı kabul oldı ilm ü hikmete cümle şeye halife oldı cadem secde eyledi adem'e has u cam bu sarayda ademi ol padişah cümle şeyin üstüne eyledi şah yirde gökde cümle eşyanun adem mürşidi oldı bu yolda vesselam bildi adem allah'un birligini her işün içinde kadirligini bu kez adem allah'a şükreyledi bunda niye geldigin fikreyledi gözin açdı dört yana bakdı adem bu saray içinde dolmuş has u cam yirdegökde cümle dürlü mahlukat irmedi bu sırra kaldı caklı mat cümlesi adem'e secde kıldılar haberin hakk'un adem'den aldılar adem oldı cümle eşyanun şahı zira adem bildi evvel allah'ı bu catayı adem'e virdi kadir aşikar oldı ademde gizlü sır cümle mahlukat içinde ol kadim cümle halka adem'i kıldı hakim adem'e bildürdi allah bu hali adem oldı allah'un kudret eli adem oldı cümle halkun serveri cümle hikmetin divan ü defteri ademe şöyle keramet virdi şah sacadet milkünde adem buldı cah adem oldı bu sarayun emini hem hak ile yakin oldı yakini yirde gökde cümle halka ol gani kılaguz eyledi allah insanı cümle mahlukat adem'e uydular allah'ın sırrın adem'den duydular cümle halka pişiva oldı adem eşkere oldı ademde dem kadem zira adem bildi heman sultanı ademde bildirdi özin ol gani adem'i cümleye delil eyledi cilmile ademi kamil eyledi bu sarayı mescid idindi adem ibadata meşgul oldı subh u şam bu sarayun nakşını gözetmedi sultana gerekmez işi itmedi adem anun içün oldı halife ahdi bütün hakile sıdk u safa adem arasında cadem var ki ol fark degil anun katında sag u sol bir cadem var ki göresin sureti ademile kend'özi divdür katı adem içinde cadem var iy caziz hakk yolunda işüni kılmış temiz adem var ki cilmüni kılmış kemal ruşen olmış kend'özine cümle hal adem içinde cadem var iy veli ka'be kavseyn'e irüşdi menzili kişi var gökleri gönülleri seyran eyledi cışk dilinden cilmi ledün söyledi kişi var ki cümle can sever anı zata yetürmiş sureti insanı kişi var ki cakl irmez işine bihaber serseri gezer döşüne kişi var ki bu sarayda iy adem hakikat mesih deminden urdı dem kişi var ki hak'dur anun varlıgı zira hakk'a kabul oldı dirligi bu cadem içinde adem var ki ol can içinde hazrete eyledi yol kişi var ki şöyle sergerdan geçer kendü divdür kamil insandan kaçar kişi var ki sureta insan veli hakk ile birlige yitmiş her hali kişi var ki ömri geçti bihasıl ne dimekdür anlayamaz hak batıl bir cadem var ki kamildür idrakı nireye baksa hazır görür hakk'ı kişi var ki maksudı hakk'dur heman cömri baki oldı kendü cavidan kişi var ki hayr ü şerden bihaber dünyada hiç yere çeker derdi ser bir cadem var ki işün kılmış temiz hulkı latif kend'özi candan caziz bu saray içindeki halkun temam dirligi bu resme giçer iy adem yirde gökde cümle dürli mahlukat cümlesi kendü halinde gönli şad bu sarayda her birisi bir hale şöyle giriftar kalubdur mübtela yirde gökde cümle dürlü halk ki var herbirisi biribirinden sorar ya'ni bu milkün sahibin bulsalar sıdk ile ıssına minnet kılsalar bu hal içinde kamu halkı cihan aklı irişmez kalupdur hemcinan yirdeki halkun göge irmez eli gökdeki halk dahı bilmez bu hali cümlesi bu hal içinde kaldılar allah'un işüne hayran oldılar bu saray içindeki halkun heman budur uş dirligi hali iy civan imdi iy kend'özini insan bilen kamiller, bu sarayda allah'un kudreti çok, hikmeti binihayet. insan oldur ki öz cakluna bürüne, göre ki bu milk ü saray u barigah kend'özinün midür, yoksa sahibi mi vardur? eger şöyle ki özinün ise emin ola. sahibi var ise edeb bekleye. zira ki utanmak ölmekten artukdur. bilen katunda pes insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur ki her işün önin, sonun sına işleye. hakk tebareke ve te'ala insana bunca dürlü keramet virdi ki yirdeki, gökdeki nesneyi halka bildirdi ki cadem halifedir. pes cadem halife oldugunun nişanı budur ki, hakk'dan korka, peygamberden utana, evliyalara ikrar eyleme. gayri hakk işlerden perhiz eyleye, bakışın ibretle baka, sözin hikmetile söyleye, her nireye ki baksa hakk'ı orada hazır göre. yare, yoldaşa, konşuya emin ola, ulu'lemre casi olmaya, hakk'dan ümidin kesmiye. menzile yolıyla vara, yolı erkanıyla vara, cahillere cilmile söyleye, carifler katında sakin ola. pes bu saray ki biz içindeyüz padişahundur. şöyle ki ulular gitdügi yola varmak gerek, zira ki müslüman olmagın alameti budur ki allah'ı hazır göre, cibadeti dahı kılsa bu vech üzre kıla. vallahu alembi'ssevab her birisi bir işe sundı elin kaldı şöyle anmadı tanrı yolın tanrı'nun adı kerim'dür lutfı çok cadli vardur kullarına zulmı yok kimsenün caybın yüzine vurmaz ol sultandur hakkı batıla virmez ol gerçi kim kuldan gelen daim hata kula hak'dan irüşen lutfu ata iy hace, bir dem kulak ol aç gözin bilmegi taleb idersen kend'özün bu saraya geldügünden iy adem bilesin ki kandadur rabbü'alem cümle calemde bile mevcud mıdur nice şöyle kend'özi vahid midür sordugum ol kişidür ki men sana bakıcak oldur görünen her yana sen evel fikr eyle bu saray nedür bu kevakibler güneş ü ay nedür kavli sultan şükri peygamber dimek ulu kiçi kemter ü server dimek bu sarayda görinen nakş u hayal zahir ü batın görinen külli hal hergiz andan ayrıluk gelmez dahı zira bu dem bildi buldı allah'ı zira bu sarayda bildi özini belidir her kim işitse sözini ol kişidür sana nişan virdügüm ihlas ile bilene can virdügüm bu sarayda hak nişanı buldı ol gayrı gitdi hak ile hak oldı ol heman hakk'un varlıgıdur ol kişi anda işlenür hakk'un külli işi her ki talib ise gelsün sıdkile ol kişiden isteyen nişan bula ana sorsun bu yola menzil nedür bu cibadetden biten hasıl nedür neye yirişe kişi dirligile neden kalur yolda münkirligile ma'nadan ne hasıl olur insana gafletden ziyan ne gelür hayvana cilm ü kitab zühd ü takva hal nedür yol u menzil cevab u su'al nedür tamu uçmag tanrı peygamber dimek bu haberler var yok az çok dimek şeytanun günahı nedür arada cümle işi işliyen hod ol huda bu sarayda gayrı dahı kim ola allah'un işini muhalif kıla çün bu saray sultanundur serbeser sultan ki milkünde gayrı kanda var cümle varlık sultanundur milk anun milkün içinde görinen halk anun cümle halkun nidügin sultan bilür pes anun işine şerik kim olur sultanun milki içinde gayrı yok çün hakim oldur arada gayrı yok gel iy talib hakk'a hilaf eyleme gayrı yokdur beyhude laf eyleme gayrı yok bigula virme insana peyrev olmak istemesün şeytana inkarı ko halis eyle ikrarun islamı anla kes ahi zünnarun insan isen civana olma neseb biedeb olma edeb bekle edeb sıdkile gel hakk'a güman eyleme özini peyrevi şeytan eyleme bu sarayda cümle halkun başısın suretün insan veli sen naşisin bu sarayda şöyle heman iy gafil hiç yire geldün gezersün bihasıl bu sarayda bellü bir iş tutmadun naşilıgun sen henüz unutmadun senün insan oldugundan ıssı ne kullugun yok çün bu saray işine imdi bu saray cemc yiridür. sultanun sultanlugı, kulun kullugu bunda ma'lum oluna gerek. bunca kitablar, peygamberler nişan virdigi yir budur. tanrı hasları ibadet kıldıgı yir budur. bugün bunda işün temiz kılan kişi kurtulmuşlardan oldı. imdi iy talib sen ki insan hilkatin giymişsin, hakk tebareke ve ta'ala insana şol kadar keramet virdi kim gök ehli sücud kıldı. yir ehli mutic oldı. insan ekseri bu tertibi bilse pes bu saraya dahı niye geldügin bilür. çün bu saraya niye geldügin bildi, pes insana keramet vacib olur, çünkü insan özindeki kerameti bilür. pes halifelik mertebesi üzerine hilcat oldı, yirdeki gökdeki halk cümle ana mutic olsa aceb olmaya. zira kim insan bu sarayda cümle halk özine malikdür. hikmeti cümle halkun üzerine revan olur, cümle halk andan ictiraz ider. pes bu cadem bunda cümle halk üzerine ihtiyardur bu sarayda şöyle heman iy cadem nice olursa giçersin puhteham zira ki insanıdıgun bilmedün cümle halka canıdıgun bilmedün oldı tutdı seni bu ab u gil cademlikden nesne kılmadun hasıl suretin insandur illa sen camid insaniyyet aleminde nefsin it libasun gören seni insan sanur bu sarayda mutici sultan sanur haberün yokdur asisin sultan'a hem bu sarayda tüccarsın insana insan ile insan olursın bile veli huyun hayvan ile silsile zihayf ki sen bu insan suretin dive benzetdün cihanda nisbetin bu cihanda insana üns olmadun beli hayvana dahı cins olmadun şöyle heman bu cihanda serseri yürüyüben gezersin etü deri gel iy adem müstemi' ol bu söze cademilikden nişan gerek bize biz surete dimezüz adem deyi cadem oldur terkide ham sevdayı bu cihanun lezzetine kalmaya insan olan hayvana üns olmaya fikr ide evvel ki nedür kend'özi kangı kevakibde togdı yılduzı bu cihanda mertebesin anlaya tınlasa cihanı andan tınlaya şekli insan, özi hayvan olmaya bir avuç toprakda pinhan olmaya terk ide koya bu suret nakşını temiz eylemek dilerse işini hemdem ola bir kamil insan ile hizmet ide edeb ü erkan ile ana sora ki ne yirdür bu saray ne intizar olubdur şah u geday bu sarayun sahibi kanda olur ol kamil insana sorun ol bilür zira kim insan kabildür hikmete bu cevahir heman insanda bite insana keşf ola bu cilmi ledün cümle halka delil insan oldı çün insanun zatında kodı hakk ezel sırr u tevhid macrifet cilm ü kemal bu hikmet vechinde ezel ol gani cümleye halife kıldı insanı bildi insan cümle eşyanun halin macnile keşf itti kendü kemalin insanı çün kim arada padişah cümle halkun üstüne eyledi şah cümle halk insanı sultan bildüler hikmeti insanda pinhan buldılar külli eşya muhib oldı insana zira insan muctekiddir sultana bu hikmetün aslını insan bilür zira insan edeb ü erkan bilür talib olan insanı bilsün heman zira insan oldı sultana nişan bu sarayda sultanı her kim bile pes hakikat ol kamil insan ola helal ola ana insan sureti macnada anlamış ola hikmeti müşkilini külli hal itmiş ola sultan ile birlige bitmiş ola her kim ol insanı bildi hakikat cümle fitneden azad oldı azad zira ol insan bilüpdür sultanı sultan ile birlik olupdur canı can içinde yol bulupdur sultan'a dirligi delil olupdur insana macnada ol cümle halkun başıdur şahun sırrı ahmed'ün yoldaşıdur bu sarayun külli halin ol bilür zira ana bahşayiş hakk'dan gelür zira ol temiz derledi dirligin hak yolına kodı külli varlıgın mustafa'nun dirligin puş eyledi nefsini sükutuhamuş eyledi dirliginde dahı hergiz noksanı kalmadı hakk ile bir oldı canı ruşen oldı ana bu ilmi ledün şevkile gönlü içinde togdı gün ışk güneşi sürdi cümle zulmeti kalmadı canında gaflet illeti can u gönli külli nur oldı heman bu sarayda buldı cömri cavidan baki menzile irüşdi devleti ilmile anladı külli hikmeti kemale yetürdi insan menzilin sıdkile hal itdi külli müşkilin dahı anda kalmadı ben ben dimek ona vacibdür kamil insan dimek gel iy talib bir sacat dinle sözi sultanı görmek dilerse can gözi müstemic ol insanun tevhidine sırrile yol buldı hakk'un zatına gördi insan bu sarayda sultanı zira ki bilür edeb ü erkanı cümle mahluk arasında bu adem allah'ı bilmek deminden urdı dem evveli çindür cademün haberi zira cademdür bu sırrun defteri cümle varlık cemc olupdur cademe adem de muntazır idi bu deme bu dem cademde bulundı külli hal o dem içün gerdiş eyler mah u sal ademün sırrında mat oldı cukul külli hikmet cademe oldı kabul ademe açıldı bu cilmün babı cümle hikmetün akdemdür sebebi cadem içün bu saray evvel gani cimaret eyledi kıldı ihsanı yacni ki cadem bu saraya gele bu sarayda allah'a takva kıla bu sarayda allah'a şevk eyleye tanrı adın diline zikr eyleye bu sarayı özine mescid bile adem oldur ki didi kadid bile her hayale gönlüni baglamaya sakin ola sel gibi çaglamaya ne ki hakk virdiyse ana şükr ide dacima gönlünde hakk'ı fikr ide insan oldur ki hakk'un emrine ol mutic ola gönli olmaya füzul su gibi alçakda ola meskeni ganimet göre sureti insanı kendü cahil nefsi füzul olmaya gayri hakk işlere meşgul olmaya bir kamil insana vire özini vezn ile mizana tarta sözini sureti adem özi ham olmaya cehd ide kemile hemdem olmaya dive benzetmeye insan suretin göre her zerrede hakk'un hikmetin bu saraya niye geldügin bile padişaha can içinde yol bula bu sarayun nakşına aldanmaya ademdür özini hayvan sanmaya imdi iy saliki rahrev, bu saray padişahun seyrangahıdur. cümle halkun meskenidür. bu sarayda hikmet çok. bu saray on dört tabakadur. yedi tabaka aşagı, yedi tabaka yukarı gökde. cümlesine allah'un halkı dolmış, her birisi bir hale meşgul olmış. bu sarayda geçer, ademden artuk kimse bu hali fikr eylemez ki bu saray ne yirdür. bunun sahibi kanda olur, bu muglak sarayı adem fikr eyledi. bu bab ademe feth oldu, adem bildi ki, bu sarayı padişah kullarına ta'at kılacak yir eylemiştir. imdi adem ibret ile bakdı, hikmetle gördi, velayetle anladı ki bu sarayun ıssı var, adem ta'ata meşgul oldı, hakk tebareke ve tacala adem'e bu sacadeti yoldaş eyledi, bu saraydaki halka ademi baş eyledi. çünki adem'e allah'un cinayeti yar oldı, adem cümle eşyanun halinden haberdar oldı. adem bildi ki bu saray allah'a ibadet idecek yirdür, bel bagladı, cibadete meşgul oldı, bu sarayda cümle eşya her birisi bu hal içinde giriftar olmış kalmış, veli insanı kamil anladı ki hal nedür zira cademde bulundı bu nişan cümle varlık uşda cademdür heman bu sarayda cademi ol padişah cümle halka eyledi püşt u penah cümleye adem olupdur destgir ademi hakk eyledi bedri münir cümle halk ademden aldı haberi zira allah ademi kıldı yari çün bu hikmet adem'e görsetdi yüz ademün vasfını söyler cümle söz ademe cemc oldı cümle dürlü hal cilm ü hikmet cömr ü devlet milk ü mal ademe müyesser oldı bu cata layık cadem oldı cilm u vahdete ademi allah aradı aşkere cilmile görsetdi cümle gözlere cümle halk çün kim ademi bildiler ademün yüzüne sücud kıldılar ademe allah'dan oldı bu nazar cümle halka adem oldı ihtiyar cümle halka ademi yüz eyledi kudretin ademde temiz eyledi bu sarayda bunca dürli halk ki var cümlesine cademden oldı haber hakk ademi şöyle çerag eyledi cümle fitnelerden ırak eyledi ademün caklı irüşdi bildi çün bu saraya ne işe geldi bugün ademi allah uyardı cilmile tevhidi gönlünde kodı hilmile adem'e allah'dan oldı inayet şeyatin adem'i gördi oldı mat ademi allah bezedi nur ile macmur itdi gönlüni şükür ile sabrı adem'e hilcat virdi hakk sabrile oldı cademün yüzi ak sabr ile irdi adem bu devlete aklı olan pendi ademden duta ademe sora bu halin müşkilin adem'e bildürdi allah hal dilin yirde gökde cümle halka bu adem tevhid ile pişiva oldı temam ademe cümle sücuda geldiler haberin hakk'un ademden aldılar bu sarayda oldı adem kethüda ademün sem'ine girdi bu sada bu haberi evvel adem dinledi kaf u nun savtını adem anladı bu sarayda evvel ahir n'oldise allah'un hikmeti her ne kıldısa cümlesini bildi cadem cilmile veli ki tahammül itdi hilmile cümle mahluk arasında ol gani halife yirine kodı insanı cümle mahlukat adem'e geldiler cademün ilmine teslim oldılar adem'e hakk'dan irüşdi bu kemal adem hatm oldı geldi külli hal bu hakikat cilmün adem bildi çün ahdi çindür ademün kavli bütün adem olan anlaya bu haberi cömrüni harc eylemeye serseri dilini tevhid yoluna baglaya cigerin ışk odı ile daglaya anlaya kim ne dimekdür bu haber kıla bu ham sevdaları muhtasar gönli füzul kendü bidert olmaya cışk yolunda nefesi sert olmaya macrifet ilmin hasıl etmiş ola efsane'i külli o tutmuş ola kabul itmiş ola insan menzilin komuş ola külli hayvan menzilin bu sarayda özini bilmiş ola kendü kemalin hasıl kılmış ola budur uş insan demegün maksudı ki daim fikr ide dura macbudı bu saray nakşına bakup kalmaya insan nedür hayvan tabicat olmaya nakşı göre nakkaşa vire gönül cışk yolında tevhidi kıla kabul şekli insan özine sabit ola ahdi bütün kavli yolında ola bu sarayda aklını dagıtmaya her hayal gönlünde mekan tutmaya insan olan bu hali fikreyliye suretin insan göre şükr eyliye bu sarayda tacata meşgul ola ne ki mustafa dediyse hak bile tanrı haslarını inkar itmeye can içinde allah'ı unutmaya dive benzetmeye insan suretin fikr ide gönlünde hakk'un hikmetin togrı gele yola kecrev olmaya sureti cadem özi div olmaya sıfatı hayvandan cuzlet eyleye özin insanlıkda isbat eyleye zira insan içün oldı bu mekan insana hayran olupdur cümle can insanun aklına sıgdı bu kelam talibisen insanı bil iy adem insanı bil ki yetsün menzile pes bu muglak sırrı hayvan ne bile bu yakine çünki insan buldı yol ko bu hayvanlık sıfatın insan ol sözüme her dem kulak tut iy adem puhte olmışıken işün kılma ham esfele bırakma insan suretin zira hakk insanda kodı hikmetin imdi insanda ara bul kendini ta bilesin sen seni niydügüni bu nasibi insana virdi kadir cümle halka insan oldı destgir insanı hak cümleye can eyledi kadir'i gör ki ne ihsan eyledi insana virdi çalab caklı kemal cümle sırrın haberin insandan al insana kec nazar olma iy bahil cümle varlıgı heman insanda bil gel iy insan can kulagın aç beri ne yazılmış oku gör bu defteri ne kelamdur bu fakir söyledügi ne denizdür girüben boyladugı neye irüşmiş bu yolda menzili ne haberdür kim daim söyledügi nice saraydur didügi dervişün kim görmiş ta'biri nedür bu düşün bu sarayda dirilen halkun caceb niye cemc oldı nedür bunda sebeb bu görinen künbedi devvar nedür nakş u hayal kevkeb ü seyyar nedür tamu uçmag sırat u mizan dimek havf u reca yol dimek erkan dimek tanrı hasları kime kulluk ider ay u güni kim sorar kim yider gel teferrüc it bu cacib pergali yerlü yerinde komış kudret eli kış u yaz u irte gice hayr u şer cümle varlık mucteber u muhtasar bu sarayda görünen nakş u hayal peygam u kitab u cibril kil u kal bu haberi halka kim virdi caceb evvelinde neden açıldı bu bab bize bu müşkili hall it iy adem halimizi müşkil itme dembedem kuş dilin bilürsen anla haberi hiç yire harc itme cömrün gel berü bu saraya niye geldün anı bil bu sarayda sana ne bitti hasıl insan isen anlayasın bu sözi izliyesin yine geldügün izi imdi iy hakk'a talib olan canlar, iy bu cihanda özini bilen insanlar. gel imdi a bu ibrete nazar eyle gör ki hakk tebareke ve ta'ata bu sarayı bünyad eyledi. bunda hikmet ne hikmet ola ki hakk'un yaratdugı kullar bu saraya geleler. allah'a ibadet ideler, hakk'un ululugu ve kulun kullugu burada maclum ola. pes bu saray bunun içün olmadı ki halk gele üleşe, özi içün yer duta. ne ki gönli dilerse anı ide. zira ki sultan bu sarayı kullarına ibadet idecek yer eylemişdür. zira ki padişah münezzehdür. cümle calemden bu sebep yaradılmış halk içündür. halik sıfatı münezzehlikdür. insan ile hayvanun farkı bunda maclum olur. zira ki insan bu ibreti gördi, ta'ata meşgul oldı, hayvanlar gördi, hayran oldı. zira ki bu sarayda nakş u hayal çok. insan hakk'un hikmetine bakdı, ta'ata meşgul oldı. hayvanlar gördi, otlamaga meşgul oldı. gel imdi iy saliki rahrev fikr eyle gör ki bu sarayda kankı bölükdensin, her amel ki işleyesin ana göre ola. bu saraya nereden geldün evvel ahiri niye irüşdi bunda hal geldügün vakt suretün insan mıdı suretün insan huyun hayvan mıdı bunda geldün neydi ki evvel işün ahiri hayvana döndi gerdişün zihayf ki bilmedim insanlıgı kabul itdün özine hayvanlıgı bu cihanda guli beyaban gibi düşüne gezme ahi hayvan gibi bir mürebbi bul cihanda sor halün haberün yok sahraya düşdi yolın kendü halünden haberün olmadı hiç özine itibarun kalmadı bu sarayda şöyle kaldun bihaber hasılun yokdur çekersin derdi ser sen uyursun harc olur ömrin geçer sana sendedür yine her ne ki var zira ki sen kend'özini bilmedün insaniyyet halüne yol bulmadun bilmedün çünki özini iy gafil şöyle kaldun bihaber hor u zelil sana helal degil insan kisveti şeklin ademsin özin divsin katı bari hiç fikr eylemezsin ol demi ki sana hak virdi şekli ademi sana bu cadem libasın padişah şükrüni bilmege virdi ol ilah yacni ki sen bu deme şükr idesün bunda niye geldügin fikr idesün anlayasun bu sarayda sultanı hoş göresün bu sureti insanı sen bu insan kisvetünde iy gafil cihana geldün gidersin bihasıl sen ademsin hayvana benzer işün zihayf esfele düşdi gerdişün bu sarayı görüp cibret almadun sen hod bunda kendözünden gelmedün seni bunda getüren sultana sen gafil olmagıl gafil ol cana sen bir uyan aklını divşür gözin aç yüki terk it kimesneye virme baç bu saraya şerik olma ey civan bu sarayun ıssı vardur pehlüvan sen dahı kılasın bu saray ıssına sen seni bilmedügünden assı ne aklını devşir gözin aç bundasın istedügün sendedir sen kandasın sen bu sarayda özinden bihaber uykudasın çarh döner devran geçer insan oldur ki haberdar ola ol cışk evinden tevhide eyleye yol bu sarayda şöyle gafil gezmeye insan oldur ki yolundan azmaya hiç yere harc eylemeye varlıgın sıdk ile temizdür bile dirligin kendi halinden bihaber olmaya bu saray nakşına bakıp kalmaya anlaya bunda ne işe geldügin bunda niye yitüp neden kaldugın bu sarayda merdane bel baglaya kayıra vakt ile işin saglaya nadan ile bile hemdem olmaya ma'nada insanlıgı kem olmaya carif ile hemnişin ola da'im ışk yolunda gizlemeye zer ü sim sıdkile fikrinde daim hakk ola hak yolında varına müştak ola bu sarayda gerçek erenler gibi serbaz ola cışk ile server gibi meyli olmaya anun sim ü zere daima sıdkı ola gerçek ere kanacat ola işi daim anın gözleye emrin o müdam ol hakkun uşda budur macnası insanlıgun gafillikdür nişanı hayvanlıgun gel iy insan kalk ol bir dem beri gök nedür anla bu mahluk haberi hiç yire cömrün hasılı yitmesün kamil insanlar sana tak tutmasın anlayıver bu sarayda hal nedür nakş u suret bu cacib pergal nedür sen de bir kimsene misin başuna bihaber şöyle gezersin duşuna ne belli sultan ne belli kul gibi ne teslimsin belli ne fodul gibi cömrüni harc itti çarhun devranı sen bilemedün sureti insanı şöyle gafil geçti devranun hayf aslı nedür bilmedün canun hayf bu sarayda sen heman baykuş gibi kalmışsın kanadı sınuk kuş gibi derdün artmış neylesün derman sana pes suretsin fayda kılmaz can sana zihayf ki sen bu adem kisvetin dive benzetdün heman zahir batın bu mucamma sırra aklun irmedi nice irsün inkarun yol virmedi bu sarayda nakş u suret gözledün mal u altun katır u at gözledün bagladı tutdı seni bu milk ü mal gaflet uykusunda aklun paymal bu sarayda daima hublar ile cömrüni sarf itmek istersin bile daima fikrinde hublar sohbeti seni yolundan çıkarır nefs citi sevdigün daim kara göz şeftalü bu hayalden delü olmışsın delü bu sarayda işret u tena'um sana allah ışkunı kodurmış bir yana bu sarayda tena'um şemc u şarab hatıruna hoş geldi işreti hor u hab dahı bundan özine nesne görmedün zira kim mürşide boyun virmedün bu sarayda şöyle gezdün düşune sen özün bir kimse sandun başuna gafil oldun öz halünden iy adem nice olursa giçersin puhteham bu sarayda yar kıldun özini sen özin anlayamazsın sözüni bu hevasatler sana oldı hicab hak yolundan kaldugın budur sebeb dahı biter artdı sevdan günbegün bu sarayda cünun olmuşsın cünun zihayf ki sultana bilişmedün bu sarayda hiç bu fikre düşmedün seni bu derdi biderman iy hace zar u giryan eylemiş irte gice haberün yok geçdi cömrün kervanı menzil ırak yolda azugun kanı sana azuk sultana armaganun gerek idi haberün var mı senin yohsa bu sarayda şöyle tevi gibi kendü döşüne gezersin evi gibi uyumak uyanmak acup doymagı vay ki seversin bal ile kaymagı bu sarayda endişen budur heman sultan içün kim kayırsın armagan sen cademsin hayvana döndi işün ademilikde tutamazsın düşün caklun insan olmaga kılmaz yari hayvanla gel ki hayvan ol beri gel imdi iy aklı kamil bu fikri hakkıyla bir nazar eyle. gör ki bu sarayda bu kervanserayda şerikligün ne? bu hod padişahun cimaretidür. yalınuz senün içün olmadı, cümle mahlukatun mekanıdur. her bir kişinün bunda lacerem bir işi var, bir düşi var. hakk tebareke ve ta'ala cümle mahlukatı ki yaratdı, cümlesinün mekanı bunda olur. imdi muhammed mustafa caleyhisselam eydür ki, padişahun dahı bir sarayı vardur, ol bundan latifdür, dir. bunda gelen halk anda dahı varmak gerekdür. bunda ne itdüyse cavazın ol sarayda bulmak gerekdür. pes insan oldur ki sadıku'kavl ola, peygamberin sözine inana, hakk'a muti' ola. a evliyaları inkar eylemeye, cahillerün şirretünden ırak ola. zira ki insan olmagun macnası çokdur. insan oldur ki, bu hallerden gafil olmaya, kesbeti ma'rifet ola, keşfi muttasıl vahdet ola, kemali vuslat ola. gel iy talib bir sa'at dinle sözüm bu sarayda niye düş olmuş gözüm anla bu sarayda bana n'oldugun dinle ahi başuma ne geldügün evvelinde bu saraya halk ile buyruk oldı cümlemüz geldük bile bunda geldük her birimüz bir hale şöyle kalmışuz giriftar mübtela dahı biribirimüzi bulmaduk birimüz işin birimüz bilmedük seray ulu halkı hakdur allah'un hikmetine cakl irüşmez ol şahun şöyle bunlar kendü kendüden midür yohsa allah bunları iden midür insan oldur bu hali fikr eyleye bile özin allah'a şükr eyleye cemc ide aklın bile kend'özini gaflet uykusundan aça gözüni bu saray nakşına gönül virmeye hak bile özin arada görmeye insan ile hayvanun farkı heman hakk'ı bilmek vechinedür iy civan insan oldur ol hakk'a teslim ola nefsi zalim olmaya mazlum ola hulkı mustafa gibi şirin ola şahı merdan gibi kavli çin ola insan oldur ol hakk'ı unutmaya ham hayal gönlünde mekan tutmaya gayrı hakk'dan gönlüni pak eyleye anlaya her sözi idrak eyleye ilm ü hikmet ile aça gözüni insan oldur bile kend'özini kend'özin bilen hakk'ı bilmiş olur hakk'ı bilen cümle halka piş olur gayri hakk'a ol gönül virmez dahı zira ki gönlünde bulur allah'ı allah'ı bilen kişinün iy aziz gayri hakk'dan zahiri olur temiz hayran olur allah'un birligine muhibb olur cümle halk dirligine sıdkı bütün kendü gerçek er olur cümle işi allah'a yarar olur bu sarayda cümle halka hakk anı emin eyler dirliginden iy gani dirligi temiz özü sadık olur her acmali allah'a layık olur uyanur gafletden açar gözüni vezn ile mizana tartar sözüni dirlikile allah'a yakin olur gönlü ilmi ledüne hazne olur çin olur kalmaz halinde müşkili hakk'la birlige yiter her hali gayri hakk'dan gönlüni safa kılur hak yolunda ahdine vefa kılur teslim olur gerçek erenler gibi carif olur ilmiyle muhtar gibi cümle halka delil olur dirligi pür olur gönlünde hakk'un varlıgı tevhidile tende cana döner hayvanken nagah insana döner irüşür bahtı sa'adet tahtına gözün açar hazır olur vaktine gafil olmaz kamil erenler gibi daim uyanık olur hayder gibi server olur cümle cihan halkına benzedür hulkın muhammed hulkına milke emin allah'a veli olur her işün ahiri evveli olur sa'adet milkine yeter seferi ferman olur hükmüne div ü peri seyran ider milke süleyman bigi şehsuvar olur kamil insan bigi öz halinde müşkili kalmaz dahı can göziyle aşkare gördi şahı bu sarayda bu kez anun cümle kul mutic olur hükmini eyler kabul allah anı aziz eyler can gibi halim olur her huyu sultan gibi cümle halka ruşen olur dirligi cem' olur gönlünde hakk'un varlıgı can içinde bilüşür allah ile cümle işi birlik olur şah ile vücudunda gayri hakk kalmaz dahı togrı bakan görür anda allah'ı gönlü hakk'un varlıgına kab olur hakk'ı bilmege özi sebeb olur bu sarayda ay u güneş gibi ol cümle halkun gönlüne olur kabul yirde gökde cümle halka baş olur aklı selim kend'özi yavaş olur bu kez andan emin olur has u am yol içinde dirligi olur temam cümle halka şefi' olur dirligi kendüye müsellem olur erligi bu sıfatlar ki nişan virdi gören yola girip yolda menzile iren can içinde vuslat olan hakk ile ömrini sarf eyliyen müştak ile mustafa'nun kavline muti' olan allah'ı mustafa ilminden bilen gayri hakk'a ol mutic olmaz dahı mustafa yolınca ister allah'ı zira hadd ü menzilin oldur heman mustafa virdügi nişandur nişan gel iy talib bu sarayda yatmagil mustafa'dan gayrı mürşid tutmagil caklını cemc eyle uy mustafa'ya ta ki bu yolda iresün safaya zira oldur cümle halkun mürşidi evvel ol aşkare kıldı ma'budı cümle halka evvel ol virdi haber gafil olman ki bu milkün ıssı var bu saray bir ulu sultanun imiş külli tertib heman ol hanun imiş gafil olma deyi evvel mustafa hitab eyledi bu halka ol safa halkı gaflet uykusundan ol nebi uyardı eydür ki benlik edebi gice gündüz ta'ata meşgul olun bu yolda allah'a yarar iş kılun gafil olman gafillük hoş degül er olan gaflete düşmek iş degül bu haberi halka evvel ol nebi söyledi bildürdi şart u edebi bu temyizi mustafa'dan bildiler bu haberi evvel andan aldılar mustafa bildürdi evvel sultan'ı halka ol kıldı bu lutf u ihsanı bu sarayda halk u cihan intizar şöyle kalmış idi heman hurzar ey hakk'ı bilmege talib olan aşıklar, bu sarayda allah'un kudreti çok. talib, eger her hayal ardınca uzansa matluba irebilmez. pes aşık oldur ki aklına bürüne, göre ki bu saray ne saraydur. kendünün bunda işi ne? eger şöyle ki kul ise buyrulan kullugu yerine getüre, sultansa milk kendünündür, emin ola. pes adem dimekden maksud budur ki, işi hayvana benzemeye, her dürlü halün evvelin ahirin sınaya. zira ki bu saray sultanundur. b kul, hocasınun milkine emin gerek. zira ki muhammed mustafa geldi. bu sarayı ki gördi, ta'ata meşgul oldı. hakk tebareke ve ta'ala bu kainatı vücuda getürdi. vücuda getürileden beri muhammed mustafa gibi insanı kamil gelmedi. çün ol geldi, bu sarayı gördi, bil bagladı, kulluga durdı. şol kadar kulluk itdi ki allah'a kabul oldı. hakk tebareke ve ta'alaya mi'raciye okudı. cay u mansub virdi, bildürdi. yirde gökde cümle halka muhammed mustafa'yı baş eyledi. çün ol bu derecata ibadet ile irişdi. pes cümle halka delil oldı kim hakk'a ibadet eyleye. zira ki sebeb söz nesne yok. hakk'un rahmetine kullık tacatı sebebdür ve dahı cümle ta'atün aslı allah'dan korkmakdur. allah'dan korkan, peygamber'den utanur. çün bir kişi allah'dan korka, peygamber'den utana, gayri hakk iş işlemez, yüzi sulu olur, ta'atı temiz olur, ikrarı halis olur, gönli alçak olur, tekebbür olmaz, zira ki tekebbürlük şeytani ameldür. anı allah sevmez. mustafa'dan oldu bu lutf u kerem ki bu muglak sırrı anladı cadem cademe bildürdi allah bu hali bu hikmete ademün irdi eli bu sarayda adem oldı pes emin mustafa'ya sadık allah'a yakin bunca halk ki bu saraya geldiler allah'ı cümle ademden bildiler cümle halka adem oldı kılaguz ilm ü hikmet ademe görsetdi yüz adem aşdı bu makamı müşkili bu yakine ademin irdi eli zira adem eminidür allah'un varlıgı külli cademde ol şahun cadem oldur ol bu hali keşf ide allah'a mustafa yolınca gide muhib ola mustafa'ya can ile biliş olmak isterse sultan ile zira mustafa hakk'un eminidür hakk dahı mustafa'nun yakinidür bu sarayda cümle halka ol nebi ilmiyle bildürdi şart u edebi yirde gökde cümle halka mustafa şefi' oldı lutfile kıldı vefa bu sarayda hikmeti çok allah'un eyle varlıgı ademde ol şahun adem oldur ol bu hali fikr ide sıdk ile allah'a her dem şükr ide bu saraya niye geldügin bile aklı mucamma sırra yol bula şekli adem kendü hayvan olmaya sureti insan özi noksan olmaya aklı kabul ola hakk'un ilmine uymaya nefsi zalimün zulmüne gönli hakk'un ilmine mahzen ola canı vahdet gevherine kan ola fikr ide gönlünde bula sultanı hiç yire harc eylemeye devranı sa'adet bile bu insan suretin bu suretde bile hakk'un hikmetin hem bu ilmi ademe bildürdi hakk cümle halk heman ademe iştiyak ademün sırrında cümle mahlukat hayran oldı şöyle kıldı aklı mat veli adem bildi cümle eşyanun asl u fer'i neden oldı her canun hem bu saray bunda niçün oldugun cümle halk bunda ne işe geldügün yerde gökde cümle hakk'un sırrını adem'e bildürdi allah var'ını ademi cilmiyle ma'mur eyledi cümle halk içinde menşur eyledi cümle halk bildi kim adem sultanun bu sarayda eminidür ol hanun külli bu hikmeti adem anladı zira ki mustafa ilmin dinledi mustafa nuriyle adem gördi yol anınçün oldı hazretde kabul mustafa ilmin adem keşf eyledi hazrete vardugı yoh söyledi yirde gökde cümle halkun bu adem pişvası oldı bu yolda temam cümle halk hakk'ı adem'den sordılar zira varlıgı ademde gördiler ademi allah bu cümle kullara kılaguz kıldı bu müşkil yollara ma'nada gönüllere yol buldı adem ilm ü hikmet külli adem'de temam hem bu yirde yine ademdür delil cümle hakk'un varlıgın ademde bil adem isen adem'e olma gafil seni yolundan komasun ab u gil bu suret nakşı seni aldamasın gaflet uykusı yolundan komasın uyuma gafletden uyan gözün aç varlıgun cışk yolında saçu saç mustafa'nun yolını tut sıdk ile seni heman ol iletür menzile veli cışk olsun bu yolda yoldaşun ta ki asan ola her müşkil işün arif ol sen sıdka vir inkarunı islamı bil kes gider zünnarunı ne ki mustafa didiyse tut sözin anun ilmin cümleden eyle güzin veliler yolını inkar eyleme cehl ile zühdüni zünnar eyleme koma ki hiç yire geçdi devranun gafil olma gözün aç uyar canun hakk yolında temiz eyle dirligün aslını bilmek dilersen erligün mustafa'nun halkını tut gir yola meskeneti yoldaş idin gel böyle mazlum ol özin tekebbür olmasun gafletile inangir olmasun gözin aç eger talibi hakk isen sıdkla gel tevhide müştak isen allah'un bendelerine emin ol dirligün saf eyle hakk'a yakin ol gel berü eger talibi hakk isen füzul olma ahmed'e müştak isen ahmed'ün hulkın ali mürüvvetin yoldaş idin bile zahir ü batın aslını bilmek dilersen her işün mustafa'nun hulkı olsun yoldaşun gözin aç bir anlayıver yolını koma mürşid eteginden elini bari bu saraya gelmekden murad gerek insan tanrı'dan olmaya yad bu sarayda bilişe allah ile bu demde işine ola şah ile zira bu sarayda hakk'un kudreti bunda ma'lum oldı külli hikmeti bu sarayda bildi sultanı bilen bu hazneye bunda buldı yol bulan bu sarayda biter işi insanun maksudı bunda hasıldur her canun bu sarayda hasıl olur hayr u şer cümle hasıl insana bunda yeter bu sarayda biten iş bitti heman bu mekanda ma'lum oldı lamekan insan oldur uş bu demi anlaya bu sözi can kulagıyla dinleye bu saraydan vardı mi'raca nebi bu saraydadur her işün sebebi bu saray oldur ki allah ahmed'i fahri alem mustafa muhammed'i bu sarayda virdi tac u hil'atı bunda bildi nebi'ilm ü hikmeti bunda irüşdi nebi'ye her hüner bu sarayda dindi şaha zülfikar bu sarayda ma'lum oldı külli hal bunda dendi ahmed'e ilm ü kemal bunda irüşdi adem'e keramet şeytanı adem bu demde kıldı mat külli hali bunda anladı adem anınçün melekutdan vurdı dem ademe hakk bu sarayda virdi nur musa'ya tur eyyüb'e şükr u sabur bu saray oldur ki bunda ol gani ibadet içün getürdi insanı imdi iy şükr ü zikr eyleyen sadıklar, iy allah'a ibadet kılan aşıklar, hakk tebareke ve ta'ala bu sarayı kullarına ibadet edecek yer eyledi. ya'ni gele hakk'un kulları bu sarayı göre, ta'ata meşgul ola, bu saray nakşına gönül baglamaya. zira ki bu hikmeti hakk, allah'un kudreti, mustafa'nın mertebesi, evliyanun halin dirligi, şeytanun inkarı, allah'ı bilen aşıklarun zevki külli bu sarayda ma'lum oldı. bu sarayda allah'un halkı çok ola, bu adem gerek ki hayvan gibi olmaya. bu sunca baka, sani'i anlaya. delili mustafa ilmi ola. dirligi evliya hali ola. yalandan perhiz eyleye. hakkına kani' ola. tanrı yarattığı kullara hayr sanıcı ola. her nereye baksa allah'ı orada hazır göre, enbiyalarun b ilmine muhibb ola. evliyalarun kavline sadık ola. bu hali bilmegün aslı özini bilmekdür. imdi özini bilmek budur ki kişi özini insan bile, insan hakdan yaradılmış şeydir. pes özini bilmegün ma'nası budur ki hakk'ı bilmek olur. vallahu'lalem. ya'ni insan bunda ta'at eyleye tevhid ile şeytanı mat eyleye bile insan ki ne yerdir bu saray bu müşerref çetr ü sayvan milk ü cay bu gülistanı mu'azzam bargah kimin içün arayiş eyledi şah bu sarayı ol bizim sultanımuz şöyle pürkemal kılubdur canımuz ya'ni gele kend'özi seyran kıla cümle halk hem bu sarayda yer bula bu saray oldur ki ezel o kadim kullar içün mesken eyledi hakim ya'ni kullar bu saraya geleler allah'a zühd u ibadet kılalar bu sarayda her birisi allah'a sıdk ile ta'at kılurlar ol şah'a bu sarayda anlayalar sultan'ı göreler bunda bileler ol canı bugün bunda bilişin allah ile heman ol birlige yetdi şah ile dahı bu nakş u hayale bakmaz ol edebi bekler kanundan çıkmaz ol emin olur sultan ki varlıgına riya' katmaz sıdkına dirligine bugün bunda sultan'a vuslat olur can u gönli deryayı hikmet olur her kişi ki sultanı bunda bile bugün anun maksudı hasıl ola zira ki bikülli hasıl bundadur peygam u kitab delil bundadur sıdk u safa ma'rifet ilm ü kemal hakk'ı bilmek zühd u takva külli hal bu seray'da hasıl olur insana bunda kılur takva kılan sultan'a bu seraydan vardı mi'raca nebi bu seraydadur her işün sebebi bunda kabul oldı lokman hikmete bunda irüşdi süleyman devlete bu saray'da göge yol buldı isa bu saraydadur bikülli hal kıssa musa tur'a bu saraydan seyr ider cümle menzilün yolı bundan gider bu sarayda ma'zul oldı şeyatin bunda hasıl oldı ahmed'e yakin anlayıbak külli varlık bundadur hüsn u aşk aşık u ma'şuk bundadur bunda dindi nebi'ye külli nasib bunda buldı mertebeyi ol habib gel iy talib müstemi' ol aç gözin neredesin çaglayıvar kend'özin çün ademsin hikmete zulm eyleme bir söz ki akla ziyandur söyleme arif isen eyile virme fırsatı bilmek istersen bu ilm ü hikmeti hemnişin ol bir kamil insan ile boyın vir hizmetin ile can ile va'deye salma bugünki devranı dive benzetme sureti insanı hiç yire harc eylemegil varlıgun hakk yolunda temiz eyle dirligin dem u demdür gafil olma iy adem ademsin adem deminden kalma ham bu dem idi ibrahim'ün da'veti yusuf un hüsnü ya'kub'un hasreti bu dem idi hakk'un uzlet itdügi yunus'ı denizde balık yutdugı bu dem idi musa tur'a vardugı ahmed'ün mi'rac'da didar gördügi bunda bildi şahı merdan ahmed'i bunda aziz kıldı hakk muhammed'i dem bu demdür bu deme olma gafil nemrud'ı bu demde mat itdi halil külli varlık cem' olubdur bu deme bu dem irüşdi keramet adem'e adem oldur ki bu demi dem bile hayvan olmaya özin adem bile zira hakk'un kudreti ademdedür adem'ün dahı demi bu demdedür bu demi bilen ademidür allah'un hikmetine teslim ola ol şah'un cümle demin nakdi bu demdür heman bu demi anlayan oldı cavidan gel iy insan bu deme olma gafil bilmek istersen özini şimdi bil sen bu demde yaragun eyle temam gafil olma dem bu demdir dem bu dem gel iy akil dinle ki ne söylerem talibe neyi işaret eylerem carif isen anla bu haberimi caşık isen dinle ah u zarımı adem isen aklunı vir başuna gözüni aç gafil olma işüne hayvan isen insana tuz eyleme nurı zulmet güni kuz eyleme sarraf isen bil bu latif cevheri her hasis eline virme gevheri talib isen matlubun iste heman binişandan bulmak istersen nişan gözin aç bir berü bak iy akil nefs elinde caklını kılma zelil adem isen anla bu işareti seni zelil kılmasın nefsin illeti müştak isen evliya sohbetine gözini aç uyma nefsün itine ahi bu aklını divşür iy adem ademsin beyhude yire çekme gam bu sarayda şöyle kalma bihasıl ademsin ne işe geldün bunda bil bunda sen bir kişi misin başuna şöyle serseri gezer misin duşuna sen bu saray ıssınun kulu mısın yohsa aklun yok mıdır delü misin bu sarayda şöyle kaldun bihaber sen gafilsin hiç yire ömrün giçer bu saray ıssına kulluk kılmadun varlıgun harc oldı gitdi bilmedün bu ne mi dirsin ki mahluk dirile bunda ne olduysa anda sorıla bu hevasatda gezersin iy gafil sana bundan nesne olmaz hasıl sen bu dem hasıl idegör işüni ki yarın tutabilesün düşüni bir di ya ahi bu sarayun ıssı ne bizüm kul oldugumuzdan assı ne biz hod bu kullugun aslın bilmezüz buyrulan kullugu dahı kılmazuz bu sarayda şöyle cahil kalmışuz bilmezüz bunda ne işe gelmişüz yol bir idi yine dahı uymaduk bunda hikmet var neydi tuymaduk şöyle heman bu cihanda bihaber biz gafilüz ömrümüz cabes geçer kullugumuz dahı bu kadar sultan'a ma'nada tüccar oluruz insana suretimüz insan illa biz divüz meger bu saray içinde ayukavuz bu sarayda her birimüz bir hale şöyle kalmışuz giriftar mübtela bu saray nakşuna şöyle hayranuz ne belli divüz ne belli insanuz pes bu saray sultan'un milkidür. kulların meskenidür. nadanlarun hayalidür. a cariflerün teferrücidür, hayvanlarun otagıdur. kadimde hakk tebareke ve ta'ala bu sarayı ki bünyad eyledi. ya'ni özinün hikmetin ayan kılmak içün oldu. gör ne hakk münezzehdür cümle alemde evvela bu sun'a bakup sani'i bilenler evliya ve enbiya oldı. anlar ki enbiya ve evliya sözine inandı, anlar edebsüzlik kılmadı, hakk'dan utandı. anlar ki evliya enbiya sözine güman eyledi, anlar inkar ehlidür, öz haklarına güman eyledi. imdi iy talib sıdkile can gözin aç bak bu saraya şöyle ki bu sun'a bakup sani'i görebildün ise febiha ve eger görmedin ise işin uzaga düşdi. bu saray nakşına bakup kalanlarla bile kaldun. pes senün işün ol deme kaldı ki tanrı kadı ola, peygam ber şefa'atçi ola, ol dem cümle halkla sen dahı bile gelesin ol dem n'olursa ola dirsen bu dahı vardur, yoksa bugün işini temiz idersen insanı kamil olasın. talibe delil olasın, vahdet kanında biten hasıl olasın. eyle olsa, allah'dan inayet, muhammed mustafa'dan şefa'at evliyadan himmet, dirlügi temiz erenlerden isti'anet bula. vallahu alam bi'ssevab uşda bu saray içinde halimüz kalmışuz nesneye irmez elimüz padişahdan inayet ola meger yohsa kalduk bu sarayda hor u zar insanuz illa hasılsuz insanuz zira ma'rifet deminde hayvanuz bunca halk ki bu saraya gelmişüz bu saray nakşına hayran kalmışuz birimüzün aklı irmez ki bile bu sarayun isteye ıssın bula bu saray oldur ki bunda ibrahim nemrudun putın uşatdı ol selim bu saray oldur ki allah fir'avnı musa içün suya gark itdi anı bu sarayda oldı nuh'un tufanı eyyub'un her hal u derd u dermanı bu sarayda tevbe eyledi adem şeytanun da işi bunda oldı ham bu sarayda hasıl oldı külli hal kamil insan burada buldı kemal bunda ta'at kıldı tanrı hasları burada bildi kemalin her biri bu sarayda buldı mertebe bulan bunda kaldı allah'a takva kılan bunda her kim kend'özini bildise sıdk evinde vahdete yol buldısa anladıysa mustafa'nun dirligin ma'lum itdiyse hakk ile birligin ol bu nakş u surete virmez gönül yol erinden nasihat eyleye kabul ma'rifetin cilmile eyler kemal gaflet uykusunda olmaz peymal hakk ile birlige biter menzili hal olur külli mu'amma müşkili bu sarayda hasıl olur bu kemal bunda bildi vü bulundu külli hal bunda her kim temiz eyledi işin aferin merdane kıldı cünbüşin hakk'a muti' mustafa'ya yar olur cümle hali allah'a yarar olur emin olur padişahun milkine delil olur kendü hakk'un hulkına kili gider gözi önünden hicab özi dinler hem özi söyler cevab ekşiligi gözi önünde dahı gayrı kılmaz aşkare görür şaki zira dirligünde kalmaz illeti hakk'a vuslata yeter vahdeti vücudı canı bikülli nur olur kendü musa durdugu yer tur olur külli varlık anda cem' olur heman bulunur anda nişanı binişan dogru bakan anda görür sultan'ı özi cevher gönli gevher ma'deni ma'rifetiyle kamil insan olur bu sarayda cümle halka can olur halini bilmek bu cümle alemün dirligünden hasıl olur ademün dirligi temiz olanın şöyle bil gönli alçak sıdkı saf aklı kamil dahı hiç şüphesi kalmaz özine zira ki gayrı görünmez gözine vuslat olur bihicab sultan ile tende birlik biter ten ü can ile bu sarayda cümle halka yüz olur hak yolunda her işi temiz olur cümle bu saraya gelen halka ol ma'nile görsedivire togrı yol cümle halka faide ola can gibi şehsuvar ola şahı merdan gibi cümle halka andan fayda bulalar bu yolda pend ü nasihat olalar nasihatun tutan irer menzile gölgesine irişen devlet ile ma'nada halletmiş ola müşkilin nereye irüşdi bile menzilin bu sarayda ancılayın insanı her ki bildi buldı heman sultanı pişiva oldur bu cümle uyula hakkı isteyen kişi andan bula anda ayan ola hakk'un varlıgı cümle halka delil ola dirligi bu hali bilen kişinün ey veli hak'la birlik olupdur her hali hakk'un işi külli anda işlenür anlayamaz halk anı insan sanur zira hakk'a tebdil oldı varlıgı külli bir oldı halk ile birligi cümle bu saraydagı halkun temam hali benüm gibi oldı iy adem bu saray hengamesinde kalmışuz perişanhalüz avare olmışuz her birimize tolaşdı bu hayal bu sarayda şöyle kalduk paymal insanuz illa heman suretile kalduk uş bilişmedük kim zatile geydün illa bu adem kisvetini ana bildirün kim allah'un hikmetini gerçi suretde ademüz iy refik veli hayvan sıdk ile bizden sadık insanuz illa huyumuz div gibi biz bu sarayda gezeniz gav gibi bu sarayun nakşı aldadı bizi gözlemedük nebi vardugı izi bunda gelen halkıla kalduk bile yolı varanlar irişdi menzile gel iy insan öz halinden habir ol yolda kalmış miskine destgir ol bir kamil insana bagla özini ma'nayla güni idegör kuzunı bu sarayda üns olagör insana ta ki huyun benzemiye hayvana bu sarayda insan u hayvan varı nakş u surete tutulmuş her biri hiçbirinün fikrine gelmez nakkaş cümlesinün fikri heman göz u kaş surete baglandı cümle mahlukat ara yirde şöyle nihan kaldı zat kimsenün aklı bu sırra irmedü zat güneş gibi ayandur görmedi zira ki halka hicab oldı suret bu suret nakşında kaldı mahlukat bu sarayda cümlesi bir hallidür ol ki yola vardı er de bellidür yol varana mertebe virdi huda cümle halka delil oldı arada dirligünden yol bulan hal anladı lutfundan talib nasihat anladı fayda oldı bu sarayda can gibi kamil oldı ilm ile insan gibi ulular vardıgı yolı gözledi yol varan kişinün izin izledi bu sarayda her yana tagılmadı anladı hikmeti gafil olmadı kemale yetürdi insan menzilin müşkili kalmadı bildi hal dilin ma'lum oldı halk içinde ol kişi menzilinde bildi vardugı düşi yol içinde dirligin kıldı temam anın ıçün oldı bu yola bigam dirliginde dahı kemi kalmadı külli puhte oldı hamı kalmadı ma'nada merdane vardı hakk yolın zira ki mürşide sordı müşkilin her hayale gönlüni tagıtmadı yolı gözledi yabana gitmedi bu sarayı hoş teferrüc itdi ol dirligiyle menziline yetdi ol ma'rifet cilmini kemal eyledi sıdk ile arzuyı visal eyledi kemale yetürdi yolda kemligin isbat etdi özine ademligin giçdi hayvan menzilinden er gibi ruşen oldı dirligi gevher gibi külli nur oldı vücud u varlıgı yol varana delil oldı dirligi dirliginden cümle halk aldı delil ma'na ile vahdeti kıldı hasıl bu sarayda cümleye baş oldı ol ma'rifeti artdı yavaş oldı ol sakin oldı ilmile deniz gibi cümleye aziz göründü yüz gibi ma'rifet cilmini can kıldı kabul macnası mahfil içinde pürusul ol kişidür bu sarayda yol eri hem bu yolda cümle halkun serveri yol varanun macnası macrifeti hal bilenün külli ilm ü hikmeti bu sarayda ehli divan kıblesi yol içinde cümle mahlukun hası destgir olan bu yolda kalmışa kuvvet olan yolda hakk'ı bilmişe heman ol ademdür anla iy talib bu sarayda yol bulan ehli nasib bu sarayı ol bilür sen sor ana ne nedendür ol nişan vire sana bu sarayda ol ademi iste bul hizmetine boynun uzat teslim ol yol eri oldur ona sor bu yolı hall iden oldur bu yolda müşkili bilen oldur bu cacaib cevheri fark iden sengi haradan gevheri yolda kalan miskine mürşid olan nazarı talibe külli sud olan bu sarayda cümle halkun sultanı ol kişidür ki yakın bildi canı bildi ki ol bu sarayda hal nedür yol içinde noksan u kemal nedür anladı ol her kişinün mikdarun zira kim mürşide harc itdi varun mürşid ile vardı ol bu menzili anın içün menzile yetdi yolı insan oldur bu sarayda iy talib cışkı özine nasib bile nasib bilişe caşkile naşi olmaya cışkun içi ola taşı olmaya cışk ile birlige bite can gibi yolda noksanı olmaya hayvan gibi insan oldur ki haberdar ola ol şimdi kanı bu eve geldügi yol bunda geldi neye irdi menzili bari ne bitdi bu evde hasılı bu sarayda anladı mı sultanı yohsa derde mi degişdi dermanı insan oldur bu hali keşf eyleye cışk yolunda menzil erin soylaya olmaya her naşi ile hemnişin yakın ehline yakin ola yakin kend'özin mertebesin fark ide caklını cışk denizine gark ide insan ola müfid işinden giçe temiz ide hakk'ı batıldan seçe ruhani ola dacima sohbeti vahid ile birlige bite zatı kendü sadık dirligi temiz ola padişahun dostlarına dost ola can göziyle göre heman sultan'ı ta ki şol menzile yite seyranı gözlerinde dahı perde kalmaya hakk'ı hazır göre gafil olmaya bu sarayda gezmeye hayvan gibi gafil olmaya kamil insan gibi vaktile kendü halini anlaya bir yol erinden nasihat dinleye imdi bu sarayda özini insan bilen akıller, iy ma'rifet ilmin hasıl iden carifleri. gel imdi ibret nazarun aç, bu hikmete bak, gör bu sarayda senün nen var ki sen bu saraya bunca özenürsin. eger şöyle ki şerik olıcak nesnen var ise haris ol, yog ise yolın gözle. bu milkin ıssı vardur, sonra utanacak işi işleme, ot olmadan artukdur, bilen katunda bilmek sultanundur. bir kişi kul olsa hocasınun milkine hıyanet eylese fene'uzubillah ki anun hali ne ola. imdi iy talib u caşık sıdk evinde dur, zulmete düşme, zira ki senün elün sana irmez uyumakda uyanmakda, gelmekde, gitmekte ihtivanın yokdur. külli hal içinde senün elün sana irmez. pes sen bu sarayda beyhude laf eylemenin macnası vardur. eger talib isen buyrulan kullugı yerine b getür. matlubı menziline irüşdün ise huyun kerim olsun. gönlün selim olsun aklın alim olsun. kemalün vuslat olsun. zira ki bu saray ibadet yeridür. kul olan kullugundan gafil olmak hoş degül. ganimet göre sureti insanı külli terk ide sıfatı hayvanı zira insan bu sarayda sultan'a can içinde yol bulupdur ol hana bu sarayda insanındur bu yakin bu saray ıssı ne sıdkın kıldı çin şöyle hayvan bigi gafil olmadı teslim oldı hakk'a fatul olmadı anladı adem bu muglak esrarı zira caklı ademe kıldı bari caklı heman insana virdi çalab insana feth oldı açıldı bu bab caklı allah insana yar eyledi insanı uyardı bidar eyledi bildi insan bu sarayda hal nedür bu görünen suret u eşkal nedür bu saraya niye geldügin adem cakl ile anladı bildi vesselam adem akıl birliginden çıkmadı nakkaşı gözledi nakşa bakmadı nakşa bakdı nakkaş'a virdi gönül hem bunca hikmet ademe oldı kabul cümle mahluk arasında bu adem kulluga bel bagladı tutdı kıyam kail oldı allah'un birligine her işin içinde kadirligine hakk'a boyun sundu serkeş olmadı sadiku'kavl oldı kulmaş olmadı bu sa'adet ademe kıldı yari adem anladı bu muglak esrarı hem bu sırrı adem'e bildürdi hakk bu sarayda adem eyledi yarag geldi bu saraya gördi çün adem bu sarayda yaradılmış hass ü am bu sarayda öziçün her biri özine mekan idinmiş bir yeri ıssından dahı yeg olmuş izan her biri turdugı yeri iy civan bu sarayı halk üleşmiş serbeser hoş feragat emin içinde gezer her birisi bag u bustan eylemiş öz içün külli gülistan eylemiş bu benüm dir ol benüm dir her biri bu sarayda şöyle gezer serseri veli cümlenün halini hakk bilür ne ki gelse cümleye hakk'dan gelür gerçi küfr u hatadur kuldan gelen fazl u rahmetdür kula hakk'dan olan zira kim allah kerimdür hem gani irüşür cümleye lutf u ihsanı hakk calimdür kul gibi nadan degil hakk gözinde nesne pinhan degil insan oldur ki bile bu hikmeti zira insan suretidir hilcati bu surete şükr ide kim div degil bu sarayda bir naşi kecrev degil bile ki adem tonıdır kisveti bu sarayda anlaya bu hikmeti cünbişin dahı adem gibi kıla allah'un sırrına caklı yol bula ma'nada zulm eylemese hikmete ta ki hikmet kendü gönlünde bite gümrah oluban yolundan azmaya kimsenin yolunda kuyu kazmaya kendü canı ne sansa cümleye hem anı dileye yoksula baya dirliginden cümle halk emin ola ahdi bütün yolda kavli çin ola dogrı baka bakdıgı yerde dura kanda baksa allah'ı hazır göre bu sarayda cümle halk ile temam dirliginde hoşnud ol hass u amm hassiyyatını hayvana benzetmeye degme bir naşiye gönül katmaya hoş geçire bu sarayda devranı saklaya kaim edeb u erkanı hem nişini bir kamil insan ola hulkı şirin kendü isi dem ola bu sarayda milki süleyman gibi dagılmaya gulbeyaban gibi kanda baksa allah'ı hazır göre kendü deniz gibi alçakda dura bu sarayda nesneye el sunmaya sahibi var şöyle ıssız sanmaya bu sarayda aklını tagıtmaya nakşı görüp nakkaşı unutmaya hakk yolunda merdane bel baglaya gayrı hakk'ı kese yerin taglaya rahmani ola bikülli cünbüşi hakk yoluna layık ola her işi canı gaflet cilletinden saf ola hakk yolunda kendü ehli insaf ola insan içinde biedeb olmaya şekli insan nefsi küllab olmaya terk ide külli sıfatı hayvanı piş tuta dayima huyı insanı bu sarayda ol kişidür ki dayim kendü kendi şehrine oldı hakim ana şöyle mertebe virdi kadir yolda kalmışlara oldı destgir saki menziline irüşdi yolı külli hal oldı bu yolda müşkili bu sarayda özini bildi temam dirligine mutic oldı hass u am ona helal oldı insan menzili bu sarayda sultana irdi yolı bu sarayda gördi bildi sultanı sultan ile birlige yetdi canı birlik iklimin abadan eyledi ikilik şehrini viran eyledi perde gitdi gözi önünden temam isbat oldı özine huyı adem padişahdan mertebe buldı canı kemale irüşdi huyı insanı insaniyyet mertebesinde özi safaya irdi açıldı can gözi özini bildi açıldı gözleri delil oldı cümle halka sözleri bu sarayda cümleye yol başladı zira allah'a yarar iş işledi bu sarayda çün hakk'a yol buldı ol bu sebepden kamil insan oldı ol kemale irişdi gitdi kemligi kamil oldı cilm ile insanlıgı bu sarayda işini sag eyledi vakt ile merdane berrak eyledi cışk yolunda eline aldı başın şehbaz oldı temiz eyledi işin sen ona sor ki ne yerdür bu saray ne içün imaret itdi bunı hayy bu gülistanı ezelde ol kadim cümle halkına mekan kıldı hakim yacni bu saraya gele kulları bunda maksuda irüşe her biri her birisi bu sarayda sultana duşlu duşunda ta'at kıla hana her hal içinde hakk'a şükr ideler anlayalar yolı yolca gideler üşde budur maksud insandan dakı nereye baksa hazır göre hakk'ı gel imdi ey hakk yoluna sa'y eyleyen sadıklar, ey cışk yolında gözin açan aşıklar, a iy tevhid ile ma'rifeti kamil olan arifler, gel imdi sıdk evinden ibret ile bak bu saraya, gör ki her zerrede hakk tebareke ve ta'ala sadhezaran dürlü ibret komış. eger şöyle ki bu ibreti anlayıp, aslın anlamak istersen temyizkar ol, hakk tebareke yaratdıgı halka emin ol, nasibüne şakir ol, kimsenün hakkına tama' kılma. tuz ekmek yedigün yire hıyanet olma. yar u yoldaş konşu oldugun kişi senden emin olsun. carif ile hemnişin ol. özini bilmez kişiden perhiz eyle. sıdkun ibrahim gibi olsun, hulkın muhtar gibi olsun. isa gibi perhizkar ol, eyyub gibi sabrın ilerü götür. veysel gibi yolun gözet, behlül gibi divane ol, macrifet alemin keşf eyle, menzile tarik ile var, tarik u erkan ile var. ulular katında biedeb olma. aslı ibadet budur ki gayri hak işlerden perhiz eyle, hakk'a kail ol. vallahü'lalam bi'ssevab. her hal içinde hakk ile bir ola gayrı koya hakk'a müntazır ola ululara ihtilaf eylemeye vezn ile söyleye laf eylemeye babı cibretden açıla gözleri hikmet aslı ola cümle sözleri insan ola hayvana yol bildüre yol içinde ilm ile hal bildür dil güşa dil güşai kaygusuz abdal b bismi'llahi'rrahmani'rrahim gel iy kendü halüne yol bulanlar manide kendü mikdarın bilenler irişenler bu vahdet menziline can u baş terk idenler ışk yoluna maani burcuna seyran idenler vücudu katresin umman idenler a girüben ışk denizin boylayanlar maani izleyüb soy soylayanlar ne dimekdür bilün ilmi ledünni olan sıdk ile bu ışkun cünunı bu mani bahrine zevrak düzenler bu vahdet kuşlarına fak düzenler irüşenler süleyman menziline olanlarandelib vahdet güline özini sultana vuslat görenler sultanı hayyi özine mat görenler maani meydanında baz olanlar hakikat burcuna şehbaz olanlar bu mani dürrine maden olanlar hakikat kamili insan olanlar kamu eşya hakka mevcud değül mi hakk'a inkar iden merdud değül mi kamu şey hakkıla ile birlikde yeksan kamu vahid olubdur derd u derman kamu varlık kadim ü pürkemaldür hayal yokdur arada cümle haldür kamu varlık hakkun bürhanı olmış kamu gönül hakkun meskeni olmış bakan her yana sultanı görür pes dahı hiç gayri yok canı görür pes can vücudı canana vasıl olmuş birikmiş bire gör nice zer a bürün kendü halüne gafil olma utangıl ahi hakk'dan fuzul olma yüzüni topraga ko sücud eyle dilüni gayri hakk'dan samud eyle utan hakk'dan hakk'ı hazır göresün budur yol eğer yol ile varursun muhammedi isen olma tekebbür utan hakk'dan yüzüni toprağa sür ey bu dünyada male dayananlar gafilün mihnet od'ına yananlar özine yar bilen altun u mali mal içün eyleyen ceng cidali mali kendüzüne devlet bilenler maliyle izzet ü şöhret bulanlar bilüben hakk'ı bilmeze uranlar özini mal ile ulu görenler buna murdar didi seyyidi muhtar eğer mustafa'ya kılursan ikrar karun bu mal ile neye irüşdi ahiri mal ucınden yere geçdi işitdün mal öcünden dakyanusı zelil oldı yele virdi namusı ya nemrud'un ahiri neye irdi hiç eyledi namusı yele virdi bari bu mal ile dahhak u kayser evveli hiç ahiri oldı murdar bu mal çıkardı şeddad'ı yolundan sergerdan eyledi kendü halünden bari bu dünya serbeser hayaldür da'im kişiyi aldar işi aldur nice zireklerün aklun ugurlar gönlinde put olur belünde zünnar niçün terk eyledi ibrahim edhem evvel ki tiryak idi ahiri sem akıllar haber anlar bu haberden zira kim assı yokdur bu bazardan ey bu cihanda insanem diyenler vücud içinde ben canem diyenler görenler hakk'ı her yerde muayyen nedür aslı vücudun ne imiş can sebebinden. bu hikmet neymiş aslı nedendür akıl irmez ne vücuddur ne candur bu sanatdan mat olubdur zirekler ya ne bilsün bunı har u haşekler b yukaru gök aşağı yir görünür bilünmez biribirüne bürinür göğün nerdübanı yokdur çıkılmaz yirün hnihayetini kimse bilmez neye baksan heman bahrı muhitdür akıl irmez heman bunda sükutdur irebilmez akıllar oldı hayran bilinmez ki bu ne topdı ne meydan seyre saldı bu meydanda akıllar beyan kılmadı bu sıfatı dil'ler gel iy aklı kamil bir nazar eyle ışkı can kuşuna bal ü per eyle gözün aç ahi gör bu cihanda talib nerededür matlub kanda bu ne yoldur ki payanı görünmez bu ne yüzdür ki hiç canı görünmez bu ne bünyad u payanı yok denizdür bu ne menzil bu ne yoldur ne izdür bu ne karhanedür üstadı görünmez bilişdür cümle eşya yad görünmez yad olan kendüzünden yad olubdur bilişenler heman azad olubdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar heman bir vücud vardur ne kim var ey aklı kamil bu sözün cevherine bir nazar eyle gör neyi beyan eyler. ol kadimi lemyezel ki bu karhaneyi bünyad eyledi. kaf ile nun içinde tamam kıldı. cümle varlık yerlü yeründe istikamet dutdı, durdı. herşey kendü işüne kail oldu. veli her kişi kendü işüni bilür ancak bu hikmetin hakikatini bilmez. zira kim her kişiye kendü işi hicab oldı. bu hicabdan geçüp aslını görebilmedi. ol sebebden cümle eşya biribirinden sorar ki bu karhaneyi düzen nerede ola der, cümlesi bu hal içinde sergerdan kaldı. gökdeki mahluk yire bakar, alçakda ola der, yerdeki halayık göklere bakar yukarda ola der. cümle eşya heman bu halde biribirinün halinden haberi yok. elestu birabbikum deminden ta adem peygamber zamanına değin şöyle kaldı. ol dem ki adem geldi, ol dahi bu a karhaneyi gördi, yukarı bakdı gök ırak, aşağı bakdı yerün nihayeti yok. ol dahi kendü işüne meşgul oldı. adem peygamber zamanından ta muhammed mustafa zamanına değin her peygamber ki geldi her birisi bir dürlü fikr eyledi, bu karhaneyi düzeni istemek babında temyiz kılmadılar. ta muhammed mustafa geldi, bu halün aslını ferini beyan kıldı, şöyle ki şartdur, karhaneyi düzeni karhane içinde bildürdi allahu bikulli şey'in muhit didi. nişanı yine eşya içinde virdi. muhtarun dahi nişanı bu kadar oldı. imdi her eşya ki göresin kendü vücuduna mevcud olandan haberi yok. her bir kişi bir nesneye ikrar bağladı, kadim sultan ara yerde münezzeh geçdi. illa muhammed mustafa'dan ta bu deme değin arada bunca kamiller giçdi. herbirisi bu babda bir dürlü sıfat söylediler. anda dahi bu babda bir dürlü akl tarikınca didiler. anlar dahi muhtar ilminden delil aldılar ahirü'lemr didiler ki men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu didiler. türk dilince dimek olur ki nefsini bilen tanrı'yı bilür dimekdür. imdi bu derviş dahi; muhammed mustafa'nın sekkiz yüz yılında geldi. ol dahi der kim canum bu nefs ne nesnedür ki anı bilen tanrı'yı bilür' der. her bir kişi yine bu babda bir dürlü sıfat söyledi. illa bu nefs ademün vücudundandır. bunı bilmek gerekdür ki niresindedür ademün niresidür bu nefs dedikleri kim onu bilen tanrıyı bile. veli bu adem cümle yaradılmuş eşyanun ayinesüdür. delil bu ki ademün vücudı bir şehrdür. her ne kim cümle alemde var ise ol şehrde vardur. ol şehrin oniki kapusı vardur. kapu var ki bu şehrde dayim açıkdur, kapu var kim dayim yapukdur kapu var ki dem açılur, dem yapılur. ademün vücudı üçyüz altmış altı damardur, yediyüz yetmiş yedi sinirdür, dörtyüz kırk dört pare kemükdür. yarısundan aşağısı dize değin yedi kat yirdür, ondan aşagası öküzdür, balıkdur. yarısundan yukarı boğaza değin yedi kat gökdür, ondan yukarı arşdur. imdi bu nefs ki dirler bu şehr kendü midür yoksa ol dahi bu şehrde bir nesne midür ki anı bilen hakkı bilmiş olur. nefs iki nesneden ibaretdür. biri bu ki hakkdan gayri hayaller ki vücud içinde endişe olur, ana nefs dirler bu ikincisi de nesnenün tayini kangısıdur? dediler ki vücudun cemidür. imdi bu vücudun aslı dört muhalif nesneden aşikare görinür. onlar da. b oddan, sudan, yelden, toprakdandur. bunlar hod muhaddisdür. bu muhaddis nesne kadimi bilmeğe delil nice ola. imdi ey aziz sen bu haberün hakikatine bir nazar eyle gör ki; gör ki cümle nesnede tanrı mevcuddur. senün ile olsa onsuz nesne olmaya. çün cümle nesne anun ile ulaşıkdur. pes anı ikrah eyleyüp hakir bakmak şeytan fildür. hakk kabul idenündür, ikrah idenün degildür. her şeyin hakikatina baksan aslı hakk'dur. feri eşyadur, hakk nurdur. feri tecelli bikülli nurdan tecellidür. hak nurdur bikülli nurdan tecellidür. arası açık değildür, ulaşıkdur. bu eşya birbirinin ayinesidür hak zatdur, eşya sıfatdur, suret ile malum olur. zat sıfat, sureti hakikatde bir vücuddur. veli bu bir vücudun şeş ciheti var. her cihetine nazar eylesek bir ayruksı sıfat görinür. burada talibe rehber gerekdür. ta işi temiz ola. ey talibi hakk sen bu temyizi bilmek dilersen, muhammed mustafa aleyhis'selam didi ki; men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu. pes nefsini bilmek ol degül ki maişet ü maslahatı ola her eşya ki var cihanda, cümlesi bundan haberdardur. veli, sen hakk'ı görmek istersen özün gör. hakk'ı eşyadan ayru gayru yerde istemek bir babdur. eşya içinde istemek, bir bab dahi var şöyle ki eşyadan ayru isterse yol uzakdur, menzil ırak, payanu belürmez, eğer eşya içinde ister olsa delil ademdür. veli bu adem sureti kayinatun defteridür. şöyle ki cümle alemde ne varsa sıfatı ademde malum görünür. mesela hakk genc'dür, adem sureti hazinedür. bu hazinenün tevarihi ademün vechinde yazıludur. her kim bu hattı okudı, bu hazinedeki gencden haberdar oldı, bildi kim evvel ü ahir vücuda geldi defteri ademdür. imdi adem kisvetin giyenün cümlesine adem dirler. adem var ki hazinedür, gencile mamurdur. özini bilmez yohsuldur. adem var ki özini bildi cümle varlığı kendü şehründe buldı kendüzüne geldi emin oldı. adem var ki fili dive benzer. adem var ki sureti adem, sıfatı nurı mutlakdur. adem var ki hasiyyeti a hayvandur, adem var ki özüni bildi sultandur. ey talib sen bu ademi bileyin dirsen ademi bilmek dürlü dürlüdür. evvel bir bu kim ademden ademi fark eylemekdür. ahiri bu kim adem nedür aslı nedendür bunı bilmekdür. bir dahi bu kim eşyalarun birisi dahi ademdür. veli bu adem cümle şeyin özine malikdür. eğer şöyle kim malik idügüni bildiyse malikdür. eğer bilmediyse heman eşyalarun birisi dahı oldur, pes özüni bilen bilmez arası fark oldı, pes ademi ademden fark eylemek bir babdur. dahı adem nedür, aslı nedendür. bunı bilmek bir bab dahı vardur, adem cümle şeyin üzerine malik idügün bilmek bir bab dahi budur veli özüni bilmek mücerred hakk'ı bilmekdür. bir kişi çün ademden ademi fark eyledi, ademin aslını ferini bildi. adem cümle şeyin özine, malik idügün bildi. bunlar cümle mahlukat sıfatıdur. halik sıfatı mücerred özüni bilmekdür. çün bir kişinün aklı bu muammayı açdı, bildi, okudı bu bahre gavvas oldı. her cihetine ki bakdı gördi ki şeş cihet kendünün gölgesidür. bildi kim bahri muhit özüdür. her nakş u hayal ki sureti bağlar, akıllar hayal olur, kendünde mevcuddur. gönlü emin oldı, burayı mekan idindi. istikamet dutdı, durdı. zatından ışk mevci kopdı, başladı bu sözi dir ki: özin bilen hakikat hakk'ı bildi fena oldı özini baki bildi görünmez oldı ol nakş u hayaller irişti menziline cümle yollar özinde buldı ol maksudı canı heman kendüzi oldı ol fülanı dahi şüphesi kalmadı özine itikad itdi kendü kendüzüne güneş gibi alemde menşur oldı heman sertakadem külli nur oldı can oldı külli kalmadı vücudı kamu alem ana kılur sücudı özi oldı heman zatı mutahhar vücud içinde can fail u muhtar kamu taliblerün matlubı oldı kamu aşıklarun mahbubı oldı saf oldı can gibi zann u gümandan heman ol oldı nişan binişandan götürdi ten hicabın canı gördi can içinde nagah sultanı gördi çü gördi sultanı ol merdi akıl irüşdi maksuda hall oldu müşkil o kim sorardı isterdi cihanda anı gördi gözüm cümle mekanda b anı gördi kamu veche yüz olmuş kamu gönülde sır dil'de söz olmuş heman oldı kamu devlet ü ikbal bu nakşun nakkaşı bu nakş u pergal neye bakdıysa ol dildarı gördi bir imiş yar ile agyarı gördi görünmez oldı ol nakşu hayaller bihamdi'llah ki halloldu bu kaller kamu hicran heman vuslata irdi kamu şey layezal devlete irdi çü gördi bu hali ol merdi akil ticaretinde bunı kıldı hasıl tacirdür metaı getürdügi bu işütdügi ol ilden gördügi bu ne kim gördiyse ol can elinde odur söylediği sözi dilinde ne söz söyler görün ol merdi akıl ki her bir sözi hakk'a oldı delil hakikat ol kadim sultan'ı görmüş vücudı şehr derecatdan işaret melullük ne içün nedür beşaret bu birlügün hükmi bir degül mi tedbir fikr itdügi takdir degül mi hakikat cümle alem bir vücuddur fena söz layenam u layemut'dur kamu alem müberradur fenadan yaradılmışda mevcuddur yaradan heman cümle alem ayni kemaldür kamu varlık bir vücud bir cemaldür musaffadur alem çin ü çeradan bir vücuddur yaradılmış yaradan yakin ehli bilür bu ne dimekdür neyi beyan kılur ne söylemekdür vücudda kendüzüni can bilenler vücudı özine bürhan bilenler b hicabsuz hakk ile vuslat olanlar sıfat içinde külli zat olanlar vücudın can ile yeksan idenler hakkı ayan görüb pinhan idenler bulanlar genci bu viran içinde canana irüşenler can içinde cihanı özine meydan idenler vücud u sebatını can idenler hakk'ı kendü vücudunda bulanlar bikülli varlığını hakk bilenler kamu şeyde hakk'ı hazır görenler hakikat kahr u lütfı bir görenler hakkı bilüp batıla virmeyenler arada kendüzüni görmiyenler özüni bu denizde gark idenler hakkı bilüb batıldan fark idenler hakkı kendüzüne vücud bilenler hakk'ı gayri dimekden ud bilenler eğer bu sözde çin ise haberün unut bu hisabı terk it şumarun budervişeyitdibukitabıyazandervişeki; midanidirsindurursun. hiçtürkçebilmezmisindididir. birhikayet söyleyivirsenbizedididir. dervişeyitdi, dir: başumdangeçenhikayetimisöyleyeyindididir. bukezodervişbaşundangeçenhikayetişöyleeyitdiki; dahibuademkisvetingiymedincanidindididir. sultanvücudundabir idükdididir. buyiridüzdügibugökleriarayişeyledügihikayetisöyledidir. nagahgördünbuyirügökbukevkebiseyyarbunakşupergaltamamoldı dir. hereşyayerlüyerünaldıdurdı. resmuşeklkuruldıdir. padişahıalem bupergalün içinde sır oldı. dir. pergal cünbüşegeldi, her şekl u suret bir ayruksışubedegörsetdidir. olhikayetşöyleoldıdir. padişahdandilekoldı, padişahdandilekdiledükdir. budüzülenpergali teferrüceyleyesüzdidükdir. padişahademtonınbizehilatvirdidir. giydük dirbumilkeseyranageldükdir, irüşdükdir. buyirügögibunakşupergali gördikdir. yoldaşlarumuzherbirisibirnesneyemeşguloldı busarayıgöricekdir. kimisidahididikim yaranlarbizbundateferrücegeldükdir, neyetolaşmandir. kimisidahi anı bunı duymadı, gönlü diledügine dolaşdı. kimisi dahi sonın sandı edeb bekledi. olkiedebbekledisonınsandıevliyaenbiyaoldı. olkisonınsanmadı tolaşdı. henüztolaşıpdururoldum. busaatdürbirbunungibihikayetgördüm. dir. dahi söyleyeyinmidir. oldervişeydürneşirinhikayetolurdir. dahi söyledirdidi. baribunlarkibusaraydabuhalegiriftaroldular. padişahı alembunlarıteferrücegönderdiydi. bunlarkendühalinegiriftaroldılarsonun sanmadılar. padişahı alem bunların filine göre bir ev dahi düzetdi. sekiz tabaka içüngülistaneyledi. anunaksincebir yerdahidüzdi. zindan suretlükişilerkodı. ikisinündahiüstüneandaduralar, bundagelenmahlukat kivarbunlardahikendüişünemeşgulola. bizgeldikolhikayetekioldervişsöyledirivayetider. eydürbu teferrücümdirbirmeclise irüşdümdir. oturanheriflermuhammedmustafagibiisagibiibrahimgibibunlarcemolmuşlarbirarada sohbet iderlerdir. budervişdahi irişdiyirgörsetdiler, oturdı. birhamleki oldı. oldervişdidilerki birhikayetbilürsensöyledidiler. başladıbu şiribünyadeyledi, dirki: türkçe gel iy arzuyı vaslı can kılanlar vücud u sebatını viran kılanlar görenler canı aşikare vücudda münacat eyleyenler her sücudda kamu şeyde hakkı cayan görenler demini her nefes hakk'dan uranlar ikilik duzağından kurtulanlar bir ile birlik idüb bir olanlar vücudun can gibi aziz idenler özin bilüb işin temiz idenler hakk ile vücudunda bilüşenler vücudun katresi bahre düşenler özini hakk'dan ayrı görmeyenler özinden hakkı gayri görmeyenler b irüşüb menzile saki olanlar fenasız ta ebed baki olanlar bihicab hakk ile vuslat olanlar sıfatı zata irüb zat olanlar beni görün nice menzile irdüm ne isterem neyi buldum ne gördüm bu meclisin arasında sır oldum heman ben dahi bunlardan bir oldum irişdüm baki menzile hakikat vahid oldı ne biliş kaldı ne yad bunı didi seragaz itdi derviş bu meclisde bu haberi kodı biliş bu meclis içinde oturanlar dervişi dinlediler gördüler ki kuş dilin söyler. bu dervişe tahsin eylediler, dervişe hezaran aferin didiler. eyü haber söyledün didiler. hiç bir hikayet bilürsen söyle didiler. yogın yumrı bildügümce eyideyin didi' dir. derviş başladı didi kim; yir vücudum, sular tamarumdur gök çadurumdur, arş sayvanumdur. çarh devranumdur. yılduzlar meşalem, nakş u hayaller teferrücümdür. yedi kat yer, bir avuç. tokuz felek bir değirmen yirdeki gice velayet, gündüz nü büvvet, kış yaz güni toğmak, bahar ölmek, güz sağlık. gülistan sayruluk, zindan yalan söylemek, zagalluk toğrısın dimek. erlik uyku, münacat uyanmak, aşikare bazarı cennet, halkı cehennem, kahrı yirden göğe bir kulaç, yirin eni uzunı bir arş, evliyalar vezir, peygamberler elçi, kitaplar vasfı halüm, külli kainat halkum, beglik hakimligüm, kulluk mertebem' didi dir. derviş şöyle sayıkladı: bu meclis içinde bir kişi durıgeldi, eydür ki derviş düşün mi söylersin' dir. derviş eydür; başumdan giçen hikayetdür' dir. söyledügüm dir sözleri muhalif oldı. derviş bu şiiri bünyad eyledi, başladı dir ki: zihi menzil yolum sultana irdi vücudum katresi ummana irdi güneş doğdı nagah zerrem içinde irişdüm ol deme bu dem içinde fenasuz baki menzile irişdüm ta ebed lamekan tahtına geçdüm irüşdi can murada buldı maksud bile mevcud imiş vücudda mabud bu hali bildi can oldı haberdar ki heman özimiş kan u gevher canum irüşdi vasl oldı canana o sözdür kim canum gelür lisana kul idüm menzili sultana irdüm ne kutlu saat u devrana irdüm o deme iricek gördüm bu dehri temamet kayinat u berr ü bahri felekün kubbesi kevkebi seyyar içi taşı bu pergalün ne kim var benüm yüzüme kılurlar sücudı benem cümlesinün can u vücudı benümçün sema oynar bu devran bu altı cihet dört dürlü erkan zahir batın bu suret u bu pergal uzak yakın gice gündüz mah u sal ana ki akl irüşdi bildi insan o sır kim cümle şeyde oldı pinhan kamu başlar benüm ile hesabdur ey söz bilen işit ki ne cevabdur bu sözi didi hamuş oldı derviş çü bildi ki neymiş hal nedür iş bu cihan bir kubbe misali bir yerdür. ay güneş kandillere benzer erte gece bellüdür. bu evde nakş u hayal çok, talib eğer bu hayalleri görüp ardunca varırsa matlubdan ayrı düşer. pes ışk eri oldur ki aklı mizan ide, ışkı delil ide, nefsi zelil ide kim tamalık eylemeye, özini bile, arif ola, hakk'ı kendü vücudunda bula, hulkı mustafa'ya benzeye, huyı ali'ye benzeye, deniz gibi derin ola, yer gibi sakin ola, od gibi çigi pişirici ola, su gibi dayima bir yola vara, yel gibi her yeri seyran ide. ol sıfatlu kişi de vardur bu dünyada, cahiller zahmetdedür, hasudlar illetdedür, münkirler zulmetdedür. arifler vahdetdedür. aşıklar ferah, cahiller melul. su aşağı akar, güneş aşağıdan yukarı çıkar, gök dayima döner, yer dayima b durur. küllisi bir vücuddur, vücud kayim durur. nakş u hayal şubede gösterür. arif teferrücdedür, nadan hayaldedür. zihi devran bu devran, zihi meydan bu meydan, başlar top, eller çevgan, canın sakınan bu meydana girmez, ibret ile bakmıyan bu hikmeti görmez, itikadı saf olmıyan bu menzile irmez. bülbüle gülzar gerek tutiye şeker gerek sarrafa gevher gerek lailahe illa'llah can olanı can bilür insanı insan bilür her sırrı sultan bilür lailahe illa'llah zihi muhiti zevrak gözün aç anlayu bak gayri ne var külli hakk lailahe illa'llah cümle alem zat imiş deryayı hikmet imiş hakk ile vuslat imiş lailahe illa'llah safi ol altun gibi tecelli kıl gün gibi leyla di mecnun gibi lailahe illa'llah kalma cihan milkine asluna dön gel yine dahi kuvvetdür dine lailahe illa'llah tesbihu zikr eylegil allah'a şükr eylegil bu sözi fikr eylegil lailahe illa'llah lailahe illa'llah dimekde aguz tadı gelür. muhammed resulullah dimekde akıl kuvvet dutar. bir bab dahi budur kim, lailaheilla'llah dimek nefyi isbatdır. bu bir yerdedür arasın temiz eylemek çok işdür. anınçün ki taatun icabatı temizlikdedir. pes ey talib, hakk'a taat u ibadet namaz niyaz cümlesi icabat içündür. icabat temizlik üzredür. anınçün ki taat, kul ile kul arasındaki nesne degildür. taat kul ile tanrı arasındaki sebebdür. temiz gerek, temizlik hakk'ı hazır görmekdür. gayri hak'dan perhiz eylemekdür, ibretile bakmakdur, kudretini görmekdür, hikmetle söylemekdür. bir kişi bu mertebeye irişse insaniyyeti kamil olmuş ola. özünün hakikatını bilmiş ola, cehalet zulmetinden kurtulmuş ola. hakk'la vasıl olmuş ola. anun aklı kamil, sözi delil, işi hasıl olur. amma vücud aslı yemekdendür, a yemeğin aslı nebatatlardandur, nebatatların aslı yerdendür. ışk muhabbetden hasıl olur, akıl fikirden biter. imanın aslı ikrardur, marifetin aslı tevhiddur. tevhidin aslı neye ki baksa hakk'ı orada hazır görmekdir. hakk u batıl, murdar u mükemmel noksan u kemalı hayz u nifası gusl u cenabet bunları fark eylemekdür. bir bab dahi temizlik budur ki pes ey müştaku aşık güneşden zerreye değin, ummandan katreye değin hisabile düzülmiş nesnedür. pes insanın sıfatları çokdur. insan var ki sureti insan hasiyyeti dive benzer, insan var ki hor tabiatdur. insan var ki melek sıfatludur, insan var ki ne anı bilür, ne bunı bilür. acur; toyar, uyur, uyanur, maişet u maslahatun bilür. heman bu hakk'un karhanesi içinde idraki yokdur nesneye irüşür. pes ol ki bildi, bildigi nedir özi ol ki bilmedi gam degil. imdi ey adem kisvetin giyenler yerün payanı yok, nakş u hayalün nihayeti belürmez, göge el ir mez, insandan gayri şey insan dilin bilmez, insanı biribirinden sorsalar, halleri şöyle: gel imdi sen özüni fikr eyle ki nesin, toğmakda ihtiyarun yok, ölmekde gine heman öyle. çün senün elün sana irmez ayruga sunmanun manisi yok. eger nesnen yetdiyse evinde iste, evinde bulmasan civara sormak gerekdür. amma nadanlık nişanı budur ki suretin bozar. sözü uzca söyler. cahillik nişanı budur ki ne disen aksine işler. tekebbürlük nişanı budur kim sözi uzca söyler. akıllerün nişanı budur ki her işi deminde işler. devlet nişanı budur ki önün sonun sona işler. hayvanlık alameti budur kim assıdan ziyanı fark eylemez. ariflik nişanı budur ki ikrah eylemez. bahillik nişanı budur ki özine eyülük diler, yar u yoldaşuna dilemez. muhannetlik nişanı budur ki ahd u peymanı dürüst olmaz. b gümrahlık alameti oldur ki özinden alçak miskini beğenmez. kamillik nişanı budur ki zaman u mekanı ahvalin bilür. oğlanlık yel gibi, yiğitlik sel gibi, pirlik üstünleri eskimiş dama benzer. manisiz söz dava eylemek, kirişi üzülmüş yaya benzer. irmedügi yere elin sunmak, yorganundan dışarı ayagun uzatmağa benzer. bu sıfatlar külli ademün halidür. bunları bilmegün aslı özüni bilmekdür. özini bilen her işin aslını ferini bilür. gel iy can iklimine azm idenler bu ışk yolına kendüsüz gidenler hak ile vuslat idenler özini bilenler sözün ardını yüzüni meydanda topı sözden yuvarlayanlar elin irdügi nesneye sunanlar sıfatı şeyden özin kurtaranlar hakikat menziline yol varanlar bu ışk bahrine girüben yüzenler kuruda isteyüb bahri süzenler yolı bilen kişi yoldan ayrılmaz zira bu menzile yolsuz varılmaz yolı yol bilene sordı soranlar bu resme vardı heman yol varanlar olar ki ışkla bilişdi candan nişan virse dürüstdür binişandan zira ışkı bilen maksuda irdi bilişdi hak ile mabuda irdi anun yüzi mübarekdür mübarek anunla yar olubdur hakk tebarek hakk'ı ol buldu bildi can içinde kamil insan odur insan içinde anun ışkına düzüldi bu pergal anun ile ayan oldı kamu hal ol insan kim özin bildi hakikat heman oldur kamu sıfat kamu zat anun zerresi günden bahtludur katresi bahri ummandan uludur kamu nakş u hayal anun vücudı kamu alem ana kılur sücudı heman maksud ol insandur ol insan hakk anun vücudunda oldı pinhan ol insandur heman hakk'un emini dayim hakk iledür anun yakini a her kim hakk'a talib ise hakikat ol insandan özini eylemez yad ol insandur heman hakk'un nişanı ol bilür cümle zaman u mekanı ol insanı bilen irdi murada şefi oldı kamu bilişe yada gel iy talib kulak ur bu habere niçün hiç yere olursın avare gel özini bu sahrada yitürme durıgel yoldaşun gitdi oturma ne yatursun dur ahi sur çalındı varursan bu yola yoldaş bulundı uyuma aç gözün hisab demidür bu gafillük ahi nenün nesidür dur eger tanrı'yı hazır görürsen ne bile etdügün kavle durursan muhammed'den utanursan gözün aç anaru gitme yitersin beri kaç ayine al bak ahi bir yüzine geçer devran müdare kıl özine meğer mustafa yolundan gafilsin anunçün tekebbürsin fuzulsın tekebbür olma yüzin toprak eyle bu demdür bu dem işün sag eyle geçeni ko gelesiyye güvenme ana ki yitmezsin hiç uzanma beri gel nakd ile eyle bazarı eger aklun sana kılursa yari geçer devran sana koymaz durıgel ademsin ahi gözün aç berü gel bu cihan sahrasında kalma zinhar nasihatdur işit ahi canun var geçer bu eyyamı devran bilürsen dahi bu surete kaçan gelürsen eğer talibi hakkisen iy karındaş bu gafletden uyandur ahi götür baş ademsin sana melek secde kıldı dur ahi bir gözün aç sana n'oldu dur ahi fırsatunu yile virme akil isen halli müşkile virme sana rahzen olan bu milk ü maldür zer ü sim ü zen ü ferzend bu haldür yar u yoldaş kavm u kardaş dimeklik ar u namus ekmek ü aş dimeklik heman budur ahi uykuyı gaflet zirekler bu hayalde oldular mat bu dünya lezzetine kalma zinhar yol uzakdur sebükbar ol sebükbar eğer tapmaz isen mülk ü maline özine gel yören kendü halüne işüni vaktiyle temiz eyle nebi ile ahd ü peymanı düz eyle b gafil olma halünden mustafa'nun ta kim ol menzile irişe canun muhalif olma gel hakk'a muti ol gafil olma bu hallerden vakıf ol nasihatdur işid sen bu haberi sarrafa kulluk eyle bil gevheri adem suretlü hayvan olma zinhar eğer kıldun ise ahmed'e ikrar bu duzakdan özün kurtarı görgil yarı kıl yar olana yarı görgil bir sag mürebbi iste bul cihanda camidi hayvan gibi kalma yabanda ademsin ahi bir gözün aç bak bu milke neye getürdi seni hakk kul isen kulluğunda hazır olgıl yiter bu nefs elinde yesir olgıl eğer bir kimse isen öz başuna işün işle yüri var gez döşüne ne dimekdür bu haberden söz anla ki her bir keleciden yüz yüz anla zira insan suretidür libasun saf eyle kalmasun gönlünde pasun bu haberi nasihat bil özüne hayalün perde olmasun gözüne dutulma bu duzaka kurtulagör senden azad olanlardan olagör şerik olma sakın bu milk ü male kime kaldı bu cihan sana kala ya kim kaldı bu milkde buldı maksud baki kalan heman mabud ü mabud gelen geçer konan göçer kalur yir heman şöyledür özüne ögüd vir bunı bil ki bu mülke neye geldün gelicek nice libas giye geldün bunda geldün ne işdesün halün ne ne söylersin bu kal ü makalün ne ne haldesin nedür fikr ü hayalün seni aldar ola mı milk ü malün hayal itme özüni bil ki kulsın çü kulsın teslim ol niçün fuzulsın özüni bil ki sen yoksın arada ta kim virmiyesün ömrüni yada iy tanrı bendeleri bu mülke gelmekten maksad tanrı'ya kulluk itmek içündür. bizüm gönlümüze zen ü ferzend, mal ü altun, mülk ü tecemmül sevdası doldı. geldük ki bu cihanı giyek. yir gördük üleşdük, ekin, tarla, bag bustan eyledük. bunun ıssı var mı, yok mı dimedük. ahirü'emr haber geldi ki bu milk, bir ulu padişah'undur ve bu üleşdügünüz yerlerün, benüm dedigünüz nesnelerün ıssı var imiş didiler. bu haberi dahi işidün, ıssından ıssına dek dedikleri gibi bu maişet hoşumuza geldi. bu sözleri işüdür işütmeze ururuz. hiç bunı fikr eylemezüz kim ol vakitde utanmak ugur işidür. bu cihanda dolaşduğumuz iş bize şirin geldi. ademden gayri kimse yok ki, bunı işlemen diye. adem hubkulli bu işdedür. biribirümüzi anladuk kalduk. bu hal içinde iken peygamberün getürdügi bu milkün ıssı vardur, buyrulan işi işlen, virilen, rızkı yin dir. bu sizden istenecekdür dir. öylemiz dahi var ki bu kavle sadık oldı, öylemiz var ki hiç işitmedi. aydur ki, bu gün bir gündür, irte n'olursa ola dir. bu halde giriftar olduk kalduk. bu saray içinde uşte kulluk halinde işimüz bu peygamber sözin dahi işüdmedük. cihanı giyen nakş u hayalun çok. halkı cihan bu halde giriftar oldı kaldı. her bir kişi bir işe meşgul oldığı iş hakkıla kendü arasında perde oldı. imdi iy talibi hakk, hak ile senün arandagı hicab budır, eğer şöyle kim hakk'a irişmek istersen bu hicabdan geç, yine asluna dön, hakk ile biliş, korkusuz gez, hem emin ol, ömrüni nice bu hayalde sarf eylersin. sen adem'sin gök ehli sana secde kıldı, yir ehli muti oldı. havada gezen gün, bulutlar, yil, yağmur senün içün işler. ay gün senün içün doğar dolanur. mustafa kavlinde eğer özüni bildün ise bunun gibi kerametün var, eğer bilmedün ise neuzu bi'llah esfelü'ssafilindensün. eğer bu hikmetin aslın bileyin dirsen, yürü var bir insanı kamile hizmet eyle, bu şerik olduğun nesneyi ko ki ıssı vardur, dinle utanacagunı bugün san. zira ki müselman olmagun bir şartı budur kim tanrı'yı hazır göre, peygamberden utana, edebsüz olmaya, adetsüz iş işlemeye, özünden uluya küstah olmaya, özünden kiçiye tekebbür eylemeye, kavlinde dürüst ola, hasud olmaya, bahillik eylemeye, yalan söylemeye. şöyle kim uyanık olasın vücudun üstünde bir karınca yürürse sana malum ola. cümle alemi kendi vücudun gibi bil. tama kişiyi hor eyler, tekebbürlük izzetin yeyni eyler, taate sed olmak şevk azluğundandır. döneklik eylemek gafillükdendür. zira kim her yerde dostluk arasına sovukluk girebilir. hulkuni enbiyalar hulkına benzet, evliyalara münkir olmaya. pişkademlere izzet eyle. taliblere rehber ol, düşenün elin tutıvir. durup yola varanun eteğin tut. dava kılma, maniden gafil olma, hak söze beli di. ayb görürsen ört, mecruh miskinlere gülme. allah'a ulu'lemre, ululara, asi olma alimlere muhalefet itme. cahillere baş koşma, eğer insan isen bu sözleri fehm eyle. allah'u alem. erde hüneri bilmeğe yine bir er gerek anlamağa bu hikmeti ere hüner gerek ibret nazarı itmeyen hikmet işitmeye her yerde hakk'ı görmeğe nurı basar gerek arzuman iden hakkıla vuslata irmege sıdk u safa ile cümle hayalden güzar gerek gönül evinde hakkıla ile bilişmek isteyen hulkı nebi'ye dirliği hakk'a yarar gerek hakk'a hakikat irmege taleb iden kişi bu hak yolunda şuğlı cihandan kenar gerek farsça bölüm eyhakk'a talib olanlar, hakk'ımustafa tarikınca isteyenler, helali ve haramı, murdar ve müsmeli, hak ve batılı bilenler, kendü halünden agah olanlar, gayrihakk işlerden perhiz eyliyenler. hakk'amuti olanlar. imdi hakk'unkarhanesi içindehikmetçokdur, kudretibinihayet. göğeel irmez, yerünpayanıyok. hersıfatkimgöresinhaddünihayetiyok. buhayalleriçindetalib, işinitemizeylemeğemürşidgerekdür. zirakimseyyidimuhtardir ki, levlaelmürabbimaarefetrabbididi. dahimürşidikamil gerek, talibiakılgerekdahimülazemetgerek; dahıhakk'ıbilmek, dünyave ahiretifikridenleründegüldür, zirakimdünyaehlikatındamertebedür, ahiret dahimertebedür. hakk'ıbilmekdahimertebedür. bumertebelerünalası, ednasıvardur. ariflerhermenzilikigiçer, hermertebeyekiirişür. gerekkihaberdarola, zirakihakk'ıbilmekariflikdür, gafillükdegüldür. dahimuhammedmustafakırkyıldakamiloldı. ademyaradılalıdanberitabudemedeğin aolsıfatluademgelmedi. anunarifliğihaddikırkyıldaoldı. pesey talibsenkendühalünebürün, aklunabak, ilmünigör, taatnekıldunanıgör, mertebenidahiolkadarbil. birkişinünaklıola, ilmiola, taatıola, terakki, tenezzülbuüçnesnenünüzerinedür. buüçüolankişimenzileirişe. acebdegül olmayankimesnedahigafilolsaoldahiacebdegül. zirakimadembeşerdür. pesmahalli tegayyür dimiş ulular. bir bab dahi budur kim her nesneden kişiyekendüdenkendüyedür. hayreğerşer, zirakihayrişlesehayırbilür,şer işleseşerbilür. birbabdahibudurkihayrşerriminel'lahitealaya'nihayrveşertanrı'dandurkişiye. peseytalibihakkeğerbukavlidutarsankihernesnekişiye kendüdenkendüyedür. bubirbabdur. eğerdirisenkihayruşerrtanrı'dandurbudahibirbabdur. eğerküllihakk'dantutarsan, senortadangit. eğer senden sana ise ibadetün temiz eyle. zira ki aziz olmagun aslı ibadetünü temizeylemekdendür. birkişihakk'danutansa, halkandanutanur. ziraki muhammedmustafaadirkimenkanemaallahikanel'llahumaahu demekoluoluyorki, kimtanrı'ylaisetanrıdahianuniledür, imdiey talibsenözünebürünki, fikreylekim, hakkileolmakyegolsamaksudsen hakkilebilesün, hakksenünilebileidügünbilmekdür. senkendüözindeki mertebeyibilesün. mertebeseniazizeylerdi. zirakierünazizliğiözhalündendür. kimhakk'alayıkamelkılsa, hakanıazizeyler. eybucihandamertebeisteyenler. hernesnekiistersünsendensanadur. sensıdkunısafeyle, ibadetüntemizeyle, perhizkarol. hernekikendücanuna sanursancümlealemedahianısan. peygamberden utan, tanrı'dan kork, erenlere ikrar eyle. hasud olma, bahillikkılma, düşenünelindut, durupyolavaranun, menzileyetenineteğin tut, kimtamalıkeyleme, yalansöyleme, buldugunsakla, hacetüniste. buhallerkidiremmülazemeteyle. buyolasıdkilegir, aşklayürü, allahkerimdür. biravuçtopraközmikdarunbilse, buresmekullugabelbağlasaallahganidür. buişaretlerkidiremsaliklerrahrevleribilürlerkimbunedimekdür. bizdillerdentürkidilinbilürüz, gündogıcakirteoldıdirüz, dolınacak giceoldı bdirüz. suyungeldügündenyanayukarıdirüz, gitdügündenyanaaşağıdirüz. türkidilincehemanbukadarbilürüz. imdi ey hakkşinas şeyi hod vücuddur. vücud, mesela kisvetdür. bir kimsegerek kimbukisveti giye, bu kisvet cünbüşinegele, yoksacamiddür. cünbüşvenutkıyok. pesözinibilenbilmeyenburadadurkiözinibilmekbu degülkiözünivücudbile, vücudcanilediridür.özinbilmenünaslıbudurkim özinihakikatcanbile,şekkikalmaya, gümaneylemiye, aklıburadadolana, herfilinidahibunamünasebetişliye. burayımekanidine. hayye'ıkayyum allah'dur.çünkendüdedügigibiolmaz. her işi takdir işler ileolsakendü aradangitmekdür. işıssıişünbilür. talibinişibuyrulannesneyiişlemekdür. takdiribilmekdür, tedbirikomakdur. pes ey talibnazar eylebu sözün yüzünebak. bumenzile, dilersen yol varanunizinedüş, azma. peseytalibolanlar, hakk'ıistemeğemustafayolunagelenleribadetinitemizkıluphakk'alayıkkılanlar, gönülpasınıtevhid birlesilenlervetemizkılanlar. hakk'ıkendivücudundabulanlar, buşevkile hayranolanlar, hakkcümlealemizatıbirlekablayupdurur, görünmez, yirde degüldür. cümlealemigörür, görmekilebilmekarasındadur. kusursendedür. zirakimbirkişibirnesneyiistese, bulsafaidesiyokdur, zirakihakkemaldür, noksandeğildür. türkçe iy hakk'ı bilmeğe taleb idenler yüzin hakk yolına türab idenler sevenler can u dil'den mustafa'yı koyanlar sıdk ile küfr ü hatayı muhib olan haline evliyanun bilenler aslını ferini canun vücudı sebatını helak idenler canın gaflet pasından pak idenler olanlar her nefes hakk ile vuslat bulanlar bu denizde dürri vahdet ırişüb bu denizde gark olanlar özin bilüb kamudan fark olanlar vücud içinde özin can bilenler öziyle cümleyi yeksan bilenler hakikat cümle aleme hakk diyenler işidüb hakk sözi saddak diyenler a görüben hakk'ı her yerde bilenler hakk ile vuslat olub hakk olanlar bu yolda sıdkını şem eyleyenler özini devşirüp cem eyleyenler bu sözlerden nedür benüm muradum bu dem insan ezel neyidi adum bu söyleyen vücud mıdur benem mi gör ahi bir tenem mi ya canem mi neye geldüm nedür bunda muradum ne sebebdür ki insan oldı adum gök ehli bana niçün secde kıldı o bir kimse niçün şeyatin oldı nedür evvel dimek ahir dimek ne ayan olan ne imiş sır dimek ne murad ne tanrı peygamber dimekden bu sebeb yok dimekden var dimekden bari yakin ırak küfr ü iman ne ne hikmetdür neymiş genc ü viran ne ne haberdür nebiler söyledügi ne sırdur halka ayan eyledügi nedür maksud bari ilm u kitabdan sebeb nedür ne açılur bu babdan ahir ne olur bu sözlerün aslı neymiş yol nedür yolun delili hakikati nedür cümle alemün nedür sırr olan gönlinde ademün kıyasda yani ol ayan değül mi heman oldur dahi kim var degül mi zahir ü batın heman oldur ademde ademde cümle eşyada alemde heman oldur dahi gayri vücud yok o bir gündür ki yüzünde bulut yok zahir anun vücudıdur batın ol heman oldur özüne gel emin ol özüni hakk'a vuslat bil ayırma erisen dahı birlikdür kayırma eğer talib isen bilmeğe hakk'ı özüne gel heman ilmüni okı özin bil kim hakk'ı bilmiş olasın bikülli maksudı bulmış olasın özini kurtarmış olasın hayalden haberdar ola canun külli halden şöyle ki can bigi aziz olasın gide kalbün safi temiz olasın dahı güman ki kalmaya özine sücud eyleyesin sen kendüzüne o menzile irişecek seferün nur idi dahı nur ola nazarun o demde göresin bu cümle pergal dem ü saat gice gündüz mah ü sal b bu hayaller ki görünür alemde o sıfatlar ki söylendi kelamda yol u menzil yakın ırak dimeklik hall ü müşkil ya hakbatıl dimeklik veli nebi tarik peygamber ü cibril yalangerçek dimek noksanı kamil cihan içinde gördüğün hayaller hayal içindeki muamma haller heman bir noktadır bir harfi elif hakikat şöyle ki can bigi latif dahi bundan latifdür ki direm ben irebilmen nice nişan virem ben beri gel iy talib bu sözi dinle haberdar ol ne dimekdür ki anla dahı kasdına bak sen bu kelamun ta kim elif olasın sen içinde o lamun bu sözden öz halüne bir nazar kıl ögüni devşür bu alemden sefer kıl özine gel ko bu yanlış hayali eğer bulmak dilersen zü'celali heman sen kendüzüne ikrar eyle özin sen özin özine yar eyle bu haberdür heman aslı kelamun hakikati varı cümle alemün hakk'ı bilmek budur özün bilesin heman müşkil özin sen hal kılasın ey talib haber anla bu haberden ta ıssun ola kaldugun bazardan eğer söz anlar isen yol göründi açıldı perde sag u sol göründi hal içinde dahi kalmadı müşkil irişdi hadde yol bulundu menzil heman cümle alem bir vücud oldı vücud içinde allah mevcud oldı ey bu cihanda özini aklı kamil bilenler, özini bilüp tevhide yol bulanlar, vücudunı cana iriştürüp can olanlar, mani ile küfrini iman kılanlar. hakk nurdur, cümle alem tecellisidür, aslı hakk'dur, cümle sıfat anun şubedesidür. mesela cümle alem bir can vücuddur. bu can ki giydigi vücud hırkadur. murakka bu hırka astarlı yüzlidür. giyen vücudun rengi bu hırkanun astarı yekrenk, yüzi murakka, bu murakka vasla ki bu hırkada a görünür. astarlı yüzi dürlüdür. her renk ki var bu hırkada görinür. ayruk yirden gelüp düzülmiş nesne degül, aslıdur. dahı hırka vücuda murakka, mutassıldur, arası yok, dahi bu hırkadagı vasla dahi, var renk renkdür. murakka' her rengi hayalengizdür. hayal ehli hayale düşse aceb degül. zira kim hali hayal dimek insaniyyet pergalidür. şey tasavvuridur, eşyalarun aklunca arasındagı adetleridür. anda kim, kadir ü berkemaldür, hiç zişti yokdur. arıdur cümlesi hub u cemaldür. her nesne ki göz ile görünür, hakikatdür kerimi zü'lcelal'dur. külli eşya sa'id ü tali'ü ferhunda'dur, faldur. zerreden güneşe değin, katredan ummana değin hakk dolu, malamaldur. pes ey talib, hakk'ı istersen bilenden iste, bitmeyecek yire tohum ekme. yüri var bir mürşid bulki, özün bilmiş ola, hakk'ı bulmuş ola. şey sıfatundan kurtulmuş ola. insaniyyeti kamil olmuş ola. marifeti kavi, hulkı azim, dünya hisabını itmez, ahirete aldanmaz. fikr ü hayali her lahza, her dem, her saat hakk ile ola. anun gibi bir kamil mürşid iste bul, emin ol. anun kulluğuna er gibi bel bağla, cismüni tarh eyle. şöyle kim bir padişahun kulluğunda bir kişi bir gönlek eskite, ana hizmet ider ol padişah ona gönlek eyler. pes hakk'ı isteyenler, hakk'ı bilmeğe üç nesne sebebdür. evvel mürşidi kamil gerek, ikinci ikrarı sadık gerek, üçüncü kabiliyyeti latif gerek. bir bab dahi budur kim hakk'ı bilmek, hakk'dan inayet gerek: mürşidi kamil ikrarı saf, kabiliyyeti latif, inayeti hak bu dört nesne bir yirde olsa, talibün işi noksan olmaz. mürşidi kamil, yol varan, menzile irüşene dirler. ikrarı saf yol varup menzile irüşen kişinün haberine inanmış, olmaya dirler, kabiliyeti latif mürebbi her ne kim irşad itse anun havsalasına sığmak istikamet dutmak demekdür, inayeti hak dimek, nebiler işaretidür. gayb aleminden söyleyenler bizim aklumuz buna irüşmez. zira kim biz aşikare bazar iderüz, gözümüz gördüğü nesneyedür, gönlümüzün eminligi. pes ey talib bu işaretler ki söylendi, bu sıfatlar ki, b ki beyan oldı, bunlar külli vakidür. beni adem içindeki haldür. ey arifi kamil bu işaretler ki söylendi ne dimek olur. bilürsin devranun geçmedin yaragun kılursan, kılavuz bulundı, yol göründi eğer yola gelürsen, zihayf eğer gaflet ile dirilüb gafil olursan insaniyyet hikmetine zulm eylemiş olasın kendüzüni bilmemiş olasın bel hum adallu menzilinde kalmış olasın. kamil insanlar bir yere cem olsa bu hayvan tabiat ile sen nolmuş olasın. ey talib, murakka. yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. bu habere bir nazar eyle bu gaflet uykusundan canunı bidar eyle, taatunı hakk'a, hulkunı mustafa'ya yarar eyle, manana bak davan da ol kadar eyle. kainatda her sada kim işidürsin her nakş u hayali ki görürsin. lebbeyk ur vallah di. zira kim cümle girişme hikmeti kadir ve berkemaldür. şöyle kim gün bigi ruşen, su gibi tahir, şek ü şüphe kılan öz hakkına taksirlik itmiş ola. bir kişinün kim kendü öz hakkına taksirlikdür, ayruğa n'etmiş ola. vallahu alem. bu sözi ko gel berü ey can bilen kendüzüni sureti insan bilen cümle aleme hakikatı hakk diyen cümle şeyi hakk ile yeksan bilen hakikatin kendüzünün sıdk ilen cümle yaradılmışa sultan bilen sarraf olan gevherine hikmetün bu cevheri gör ahi ey kan bilen cümle alem pertevidür ol hakk'un gayri dimez edeb ü erkan bilen hakikatun kendüzinün anlayan her yüzi hakk her sözi kur'an bilen aslını ferini bilür her işün külli zamanu mekanı ihvan bilen pes ey hakk'un buyruğuna muti olanlar, mustafa kavline sadık olanlar, veliler izini izleyenler, hakk'a irişmiş kişilerün menzilin gözliyenler. hakk cümle alem içinde doludur. zerreden güneşe katreden ummana degin malamaldur, şöyle kim orada var ve burada yok demeli degül. her nesne kim sen anı görürsün ki, göz anı gördi, akıller, a ana temessül eyledi. ol nesneler ki gözler anı görmedi hadd u nihayeti bilinmedi. cümle bir güneşdir, bir tecellii hakikat tayini şekk u şübhe yok. zira kim sultanun mülkinde sultan rahatı sıgar, ancak gayri sıgmaz. hakikat nazarın eylesen gayrı dahı yok. her nesne kim senün gözüne hub görinür veya zişt'sin, şeysin senün aklun ol kadardur, görmegün dahı bu zaruret senündür. hakk ile senün arandagı hicab sensin. bu kusur sendedür. her kaçan ki sen aradan gitsen, hemen hakk kalur. hiç gayri yokdur, senün senligünden artık, zira kim kul ile tanrı arasında hicab olan şey kendüdür. ancak ol sebebden şey'i kendüzüni hakk'dan ayru bir nesne sanur haberi yok, kim kendü vücudıdur, vücudı camiddür, hareket u cünbişi yok, hareket u cünbiş hakk'ındur. ansuz cümle eşya deprenmez, hareket kılmaz, ola ki, ' hayyu'lkayyum 'dur. bir kişi allah ister olursa nerede istesün. çün belli bir yiri yok, muayyen mekanı malum degildür. cümle mekandadur. veli bir bab dahi budur ki, muhammed mustafa'dan mervidür ki kalbü'lmu'mini beytul'lah. bu nişan ademdedür. bu dahi bu kim adem biribirinden mi istesün, yahud kendü vücudunda mı istesün? eğer şöyle kim kendü vücudunda istese bu da kavl'dür ayruk babdur. mürşid dahi özgedür, veyahud biribiründen istese bu dahi kavlidür. bir bab dahi budur ki çün belli yiri yok. cümle mekandadur, kanda istersen sıdk ile andadur. her bir kişinün gönli bir nesneye emin oldı kim, aya güneşe tapar, kimi kendü eliyle bir nesne düzmüş ona tapar, kimi allah'a tapar. kimi dahi şöyle geçer, kimi cümlesi bunun pergalinden taşra degildür. küllisi allah'a tapar ki allah'un yedi kudretindedür. bir ademün elinde bir haşhaş danesi ne kadar ise cümle yaradılmış eşya hemin ol mikdar ola. bir bab dahi budur kim, allah'ı istemek ayruluguna tanukluk virmek olur. zira ki allah cümle yaradılmış eşyanın mevcudıdur, cümle şeyde biledür. pes vacib oldur kim; b her şey ve her kişi kendü şehrüne yörene. zira kim allah cümle nesneye mevcud olıcak. ey talib senün vücudunda dahı olmuş olur. senün evünde dogan güneşün tecellisinden cümle alem aydın olmış oldı, cümle eşya uyandı, kendüzüni vahdaniyyet denizünün içinde gark göründi. sen henüz uykudasın istedügün nesne sende. sen özünden gafil yabanda. ey bihaber sen niredesin sultan katında genci edebün hazinesi sensin. sel almış kişi gibi elüni dört yana sunarsın. bir dem mal u altun ardunca, bir dem mülk ü tecemmül ardunca, bir dem mahbubı dilaram ardunca ömrün giçdi. kendüzüni bilmedün. anunçün bir mürebbiden halün sorup nasihat almadun. gel iy can menziline irüşenler gavvaslık öğrenüb bahre düşenler bulanlar gevheri bu kan içinde canana irişenler can içinde vücudın tarh idenler can olanlar irişüb hakk ile yeksan olanlar bu yol içinde menzile yitenler saadet memleketini dutanlar cihan başdan başa pürnur değil mi nur içinde bu sır mestur değil mi göründi cümlede hakk'un sıfatı kamu şeyde muayyen oldı zatı danuklık virdi hakk'a cümle varlık ikilik memleketin dutdı birlik kamu alem emin oldı hayalden inayet buldu cümle zü'lcelal'den hakk'un varlığı cümlede göründi göründi gözün aç sen de gör neydi eğer gafil degülsen öz halünden yol erisin niçün kaldun yolundan berü gel iy talib maden bulundı göründi genci ebed ü kan bulundı hakikat oldı cümlenün yakini kamu şey oldı allah'un emini kamu alem birikdi bir yüz oldı kamu dil söyledügi bir söz oldı topraklar kimya taşlar gevher oldı dahi yok kalmadı külli var oldı a kamu eşya hakk'ı gördi muayyen hakikat birliğe bitdi vücud can hakk u batıl yakin güman dimeklik nur u zulmet küfr u iman dimeklik bu sıfatlar kamu birliğe bitdi bikülli yol heman menzile yitdi talibmatlub sıfat u vasl u hicran zahirbatın hakikat u vücud can şu kim adına şeyatin dimişler olar ki dirliğine çin dimişler bu hayaller ki görünür alemde bu sıfatlar ki pinhandur ademde kamu alemdagı nurı tecelli kamu gönüllere olan teselli kamu şey bir vücud bir can değil mi bikülli pertevi sultan değil mi zahir batın heman cümle alem hakk hakikat külli varlık nurı mutlak nur u zulmet vahid oldı yegane heman birdür çi nadan çi dane bu sıfatlar ki hakbatıl dimeklik sıfatı noksan u kamil dimeklik ademün gönli içinde sır olan cümle şeyde hükmile takdir olan cümle kainatda geçen gulgule kaynayuban söz olan cümle dile revnak u hüsni bu cümle yüzlerün hakikat u aslı cümle sözlerün evliya enbiya virdügi nişan asl u fer'i cümle vücud cümle can ayinedür cümle varlık şöyle saf nurı tecelli dolubdur kafbekaf hak u batıl nur u zulmet külli hal ayet ü hadis ü ahir kil ü kal cümle vücudlar içinde can olan cümle cana hükm idüb sultan olan hayatı dirligi cümle şey'ün hakikat u aslı levh ü kalemün mustafa'nun can içinde gördügi hakk'ı isteyene nişan virdügi gayri yokdur külli hakk'dur iy talib gayri dimez hakk bilür ehli nasib gel iy insan müstemi ol bu söze gören gözle yolun gitme duzehe b yoliyle gelgil yabana düşmegil ıssını gözle ziyana düşmegil insanisen nasihat eyle kabul hak hazırdur gafil olma ey füzul sakin ol nefsün tekebbür itmegil taatün heba vü mensur itmegil şeytana benzemek insan yolı degül riya taat hazrete makbul degül pes iy talib hakk'ı istemek adet iledür, ka'ideden taşra degildür. bu ka'idenün aslı üç nesnedür. evvel bir bu ki tanrı'yı her yerde hazır göre. ikinci bu ki özinden külli fena ola üçinci bu ki taatı temiz kıla. bu üç nesne kim aslidür. üç nesne dahi feri vardır. evvel kamil mürşid gerek, ikinci mülazemet gerek, üçünci kabiliyyet gerek. bu altı nesne ki bir yerde ola, allah'dan hidayet irişse aceb degüldür. çün bir kişiye hakk'dan hidayet irişdi, bakdugın gördi, gördügün bildi. allah'un inayeti demek oldur ki, kişiye bu derecatlar açıla. pes iy talib hakk bir kişiyi bir san'at içün kulluk ider. anun zahmetin çeker. ahirü'lemr üstad olur. maişet ü maslahatunda muhtacı halk olmaz. pes hakk'a kulluk itmek bundan kem degül. iy hakk'ı bilmege müştak olanlar, mustafa tarikinde teslimi hakk olanlar, hakk tebareke ve taala, külli kayinatı zatı birle kablayupdur. şöyle ki zerreden güneşe değin, katreden ummana değin bir kılun ucı degdügünce yer hali degül. akil anlar, ahmak tınlar, müştak can ile dinler, cahil döşüne banlar . yola sıdk ile giren menzile irdi. nazariyle doğrı bakan sultanı gördi. iy talib sen ki bu cihana geldün bile getürdügün nesneden yetmiş nesnen var ise isteye. eğer yok ise hiç yere emek çekme. bir kamil insanı gözle, eteğin dut, izin izle. muhammed mustafa didi ki: kalbul'mu'mini beytul'lah' didi bu sözi derc eyle öz gönlün içinde. zira kim gönül hakk'un evidür. ev ıssı evinden hali degül. bir bab dahi kim gönül hakk'un hazinesidür. bir bab dahi bu olur ki, gönül hakk'un nazargahıdur ve seyrangahıdur. gönlün aslı hakk'un ululugı pertevindendür. akil kadim pertevindendür. ışkı muhabbet şevkidür. külli bu tertib bu remz insanun kendü halidür. bu kitablar, peygamberler, dünya, ahiret, hakk, batıl dimek. insanun kendi halidür. zira kim insan hakk'un kudret elidür. iy talib sen kendüzüne bürün fikr eyle ki bu ne dimekdür. bu dem dünya ve ahiret hevasınde, bir dem zen ü ferzend hevasında, her gün her saatüni geçürüp senün ömrün kesesinden harc olunur, imdi iy talib sen bu halün aslın bileyin dirsen hak'dan gayrı hayalleri terk eyle, hakk'a ka'il ol. mustafa'ya inan, evliya halüne muhibb ol, hulkun şirin eyle, huyunı salihler huyuna benzet, cümle yaradılmış mahlukata emin ol, her menzile ki giçersin yol ile var, erkan ile var. yola varurken müştak ol, menzile yitesen, sakin ol bu ilmi bilsen halim ol, hakk'ı bilene muti ol, bilmeyene ta'n eyleme. arifler ile hemnişin ol, cahillerden perhiz eyle, nadanlara boş koşma ilm ile söyle aslı tevhid budur ki cümleyi hakk bil kendüzin aradan gider. zira kim cümle alem bir can bir vücuddur. her yana ki baksan saniun sunıdur. şöyle ki gün gibi ruşen arada perde yok. sana perde olan senün yadı endişeleründür. bu kusur sendedür, ayineni saf kıl, ahde vefa kıl, her nesne ki isterisen senden sanadur. sen cümle eşyanun ayinesisin ve hem hakk'un hazinesisin, adun insan, huyun hayvan. sen kamilsin işün noksan, sen ayansın hakk senün gönlünde pinhan. mesela hakk vücuddur sensün geydügin bürhan. gel iy daim hakk'a talib olan can yabanda gezme kim hakk sende pinhan özüne gel ne istersin yabanda heman istedügün nesne sende şöyle sen ba'y' iken yogsul niçün sen safi altun gibiiken pul niçün sen nedendür ki bu hikmetden gafilsün meger aklun irişmez kem akılsün maişet maslahatun hoş bilürsin niçün öz hakkuna taksir kılursın b ömr sermayesi hiç yire yitdi fayide bulmadı harc oldı gitdi zihayf ki bu insan suretinde işün divden beter insan katında bunun bigi huyı terk eyle zinhar aklun kendüzüne yar eylegil yar vacibdür ki nedür özün bilesin bu surete yine kaçan gelesin adem suretlü hayvan olma kardaş geçen ömrün sana koymaz hazır baş özün bil kim neye geldün cihana sen öz sevdanı eyleme bahane giçer devran haberdar ol halünden sana fayide yok mülk ü malünden seni yoldan koyan bu mülk ü maldür dahi hiç gayri yok heman bu haldür maişet maslahatında tutuldun unutdun öz halünden gafil oldun şirin geldi sana bu mal u altun yolundan kodı seni kıldı magbun sen ezel can idün suret değildün bilüşdün şahile sen yad degildün niçün anmazsın ol vuslat demini çekersin dayima dünya gamını hoca didüklerüne şad olursın anun içün hocadan yad olursın halkun hoca diyü kılduğu izzet seni kodı yolundan eyledi mat tekebbür eyliyen seni bu maldür yoksa tekebbür olmaklık muhaldür bu cihan halkunun budur hayali özin tekebbür iden mülk ü mali kimi hükmine garradur cihanda kimi legleg gibi gezer yabanda kimi içer doyar uyur uyanur heman insaniyyet bu işi sanur kimi bir etmek içün cevr ü mihnet çeker henüz yimez toyunca nimet kimisi daima işrete meşgul kimi bir ekmeğe muhtaç yogsul kimi heman karaltu bir suretdür kimi tevhid bildi gönlü şaddur kiminün haberi yokdur özinden kiminün can sevinür her sözinden kimisi anlamaz akdan karayı kimi bir pula satmışdur sarayı kimisi dayima derde giriftar ademlikde kimi yokdur kimi var a kimi adem suretlü bir camiddür kiminün kendü divdür huyı itdür kiminün her huyı cana kabuldür kiminün işi hiç kendü füzuldur kimi akıl kimi mecnun kimi hiç arif ol sen ademden ademi siç evvel fark eyle ademden ademi ta kim anlayasın puhteden hamı zira adem suretlü vahşi çokdur safından ademün kalma şeyi çokdur dahı her bir metaı ki alasın gerek aslını ferini bilesin heman maksud budur adem dimekden kim ol fark ide has u am dimekden ey talib sen bu söze bir nazar kıl iyüsün tut ve yavuzundan hazer kıl evvel fikr eyle gör her bir haberi hakk'a yarar sözi tut ko fişarı bu ömr sermayesin yile virme sakın sırrını her mühmile virme ademün huyı hulkıdır bu sözler adem var bakırı altuna yüzler adem var ki işi hakk'a muhalif adem var ki huyı can bigi latif adem var kim heman tek bir suretdür özi insan hal ü sözi fesaddur adem var kim hakk'ı buldı özinde adem var kim hasıl yokdur sözinde iy hakk'ı bilmege talib olanlar hakk'un habibi'ne habib olanlar adem oldur bile hakk'ı batılı muhammed ola bu yolda delili hakk'un dostlarına kılmaya inkar sebükbar ola bu yolda sebükbar erenler gibi ola hakk'a teslim azad ola gözetmiye zer ü sim heman ikrarını saf eyliye saf hakk'a teslim ola eylemiye laf budur hakk'un yolı eger varursan heman yol eşkeredür yol görürsen o kim aslın bilür her bir haberün ol agyare dimez sırrını yarün ey cihanda can menziline irişenler, kul iken sultan menziline irişenler, hakk'ı bilen saliklere yar olanlar, bu gaflet uykusundan bidar olanlar. hikmet ile bir nazar eyle gör ki bu cihanda halün nedür, ne işdesün. evvel kendüb suretüne bak, gör ki insan mısın, yahud hayvan mısın. her fil ü hareket ki işlersin, ona münasib işle, ta ki hikmete zulm eylemeyesin, işün temiz ola. zira ki hakk'un kudreti çok, hikmeti binihayet. her zerrede gör ki güneş ayan oldı. her şey dile geldi, tevhid söyledi. şevk ile cümle alem cuşa geldi ene'lhak zikrin söyler. cümle varlık hakk'un birliğine tanukluk virdi. heman bir mülk, bir sultan, bir meclis, bir saki, bir acaib tınlamak şeyi tasavvuridir. zira kim acaib nesne yok, cümlesi dost tecellisidür. havf u reca insan zaruretidür. zira kim, mahluk sıfatunda giriftar olubdur kurtulubilmez ki halik sıfatına irişe. pes iy talib fikr eyle gör ki hakk senden ayru mıdur, eğer şöyle ki ayrı ise iste. eğer bile ise gafil olma. zira kim külli ibadetün aslı hakk'ı hazır görmekdür. bir kişi hakk'ı hazır gördi, gayrı hakk işi işlemez, gözi açık olur, gönli sebükbar: yükü hafif, eşyası az olan. alçak olur, huyu kerim olur, nefsi halim olur, aklı selim olur. hak'dan utanur, halkun şerrinden kurtulur zira kim adem külli bir hassıyetlü degüldür. huyı birbirine benzemez. kişi var ki bir işi işler ki fitnesinden şeyatin mat olur. kişi var bir iş işler rahman sıfatın gösterür. kişi vardur öz nefsünden acizdür, kişi var can bigi azizdür. kişi var kendü dive işi bitemizdür. pes iy talib ademün hali budur, sen fikreyle kim bunlarun kangısınun güruhundansın. filüni dahi anadur, ta kim ibadetün hasılından sana faide irüşe. vallahu alem gel iy bu hakk yolına talib insan gözün aç gör bu ne topdur ne meydan bu ne sultan ki hiç leşkeri yokdur heman tenha özidür yadı yokdur bu ne hikmet ki hiç akıl irmez bu ne viran ki hiç haddeden aşmaz bu ne milk u bari gahdur ne sayvan bu ne çarhı muallakdur ne devran bu ne kamil ki hiç noksanı yokdur ıyandur her işi pinhanı yokdur ıyandur şöyle ki gözden dolanmaz veli haddü nihayeti belürmez a dogar yılduzlar ay u gün dolınur işine her biri hazır bulınur teferrüc eyle ki bu gice gündüz ne işdedür yay u kış yaz u güz bu gülmek ağlamak ölmek dirülmek bu hengame bu dagılmak dirülmek bu sunun sanii vardur hakikat gafil olma işüne kılma illet bu şerik olduğun bustan kimündür içinde gördügün sayvan kimündür kimündür bu saray mülk ü tecemmül akıl irmez bu ne haldür ne müşkül veli kim cümlenün hakikati ol kamu şey'ün sıfatı ol zatı ol hakikat nesne yokdur andan ayru can oldur vücud olmaz candan ayru veli kim ihtiyat şartdur akıle ta kim her bir işün aslını bile bikülli haddi aşmaya mizandan ışka mizan ola aklı payandan hakim ola bu dört divar içinde bu yil u su türab u nar içinde dahi her bir işün aslını bile kendü vücudunun hakimi ola nasihat işide aklı kamilden bile fark eyliye hakkı batıldan vücudın can gibi kıla müşerref bu vahdet gevherine ola sarraf hakikati bile ki can nedendür vücud eşkere can pinhan nedendür bu ne sırdur ademde bile yoldaş akıl irmez gehi pinhan gehi faş gehi hüsn olur ademin yüzünde gehi ibretile bakar gözinde gehi insan ile sıfatı rahman gehi hayvan ile sureti hayvan gehi gönüller içinde nihandur gehi cümleye gün gibi ayandur gehi akıllara fikr ü feraset gehi her bir gönülde bahrı hikmet heman oldur dahı hiç gayri yokdur yine hem özi özine tanukdur dahi kim var anun mülkinde kim ol eyü yavuz u sag u sol kamu bir can bir vücuddur iy müştak dahi kim var heman hakk'dur heman hak kaygusuz abdal'a sorsan haberi budur canında gönlinde bazarı dahı hiç gayri bilmez bu cihanda heman gördügünü ol cümle mekanda eğer sıdkıla talib ü müştak olsa kanar sözde bu maksudı hakk olsa ey kendüzün bilen salikler, ey hakk'ı özinde bulan aşıklar, menarefe nefsehu: babında bir nice keleci söyledim. aklum irdügi kadar remz eyledüm. alim degülem, ilim bilmen, abid değilem ibadet bilmen. veli degülem keramet bilmen, sözi karpuz bigi yamru yumrı söyledüm. sözden tob yondum. ışk meydanında kadem irüşdügüm menzillere nişan virdüm. gördüğüm nişanları remz ile söyledüm. delüyi zincir ile bagladum. akile nasihat eyledüm. arif bilür ki ne direm, armaganum heman budur, dahi ne virem. nice ki her yana bakdum vücudumdan artuk nesne görmedüm. pes iy talib, hakikat cümle alem bir noktadır. cümle alem bir harf, heman söz muhtasar oldı. vallahualemtemmetbiavni'llehitaala. mef'ulu berü gel ahi ey hurimanzar ey saçı tuba yanağı gülzar ey agızı sadef dişleri gevher ey lebleri bal sözi şeker ey kiprügi ok kaşı hançer ey hublar içinde şahı server gel ki cigerüm dutuşdı yandı hasretine doymayan efendi berü gel eya yüzi gülistan ey kibrügi fitne gözi fettan iy hublar içinde şahı sultan hüsnünde mat oldı mahı taban başum komuşam yolunda kurban ey lütuf ıssı kamil insan sor ki yeridür hatırun al ele bu şikestehatırı müstemendi gel, gel ki bana müdde'i geldi benzim zira kim sarardı soldı aşkare bu halk sırrumı bildi ışkun hevası canuma doldı bu hasret odı uş beni aldı külli cigerüm oda yakıldı gel, gel ahi beni melamet itme bu hasta gönül sana uzandı gel ki cemalün güle tutarduk cemalüne gel canuna müştak sıdkı sani'ün sununa sadak hüsnini kemal yaratmış ol hakk hasta aşukun haline bir bak ey aslı ulu gönüli alçak bir gül inayet nazarın ile hoş gör bu hasta vü derdmendi beri gel ahi iy servi azad ışkun beni külli eyledi mat bana cemalün delili ilet vaslun nasib olısar zikısmet ışkı canıma o kıldı irşad aşina kulunı eyleme yad zülfün girihi cana düşeli bağladı beni saçun kemendi beri gel ahi iy gülüşü usul gül ki cemalünde açıla gül iy turresi fitne saçı sünbül ışkun cefası canuma kabil beri gel hatrımı kılma melul ışkun beni küll eyledi kül gamzen sihri cana dokundı fettane gözün kılalı fendi beri gel seragaz eyle sarayi sevdiyse canun şol yüzi ayı tahlil eyle güzel mehlikayı şol hurisıfat meleksimayı getür sen ele o dilgüşa'yı görmüş olasın nurı hüda'yı lutf ideydün aşıka bir gün sarayi kulun sana inandı hayatum dirligüm canum malum mülküm hanumanum bagum bagçem gülistanum taşum topragumhanum munisüm gamharum yarem can u dil akl u dildarum sermayem dükkanum varum yakinem dinem imanum habibüm mahbubum hubum sanavberşimşadum tubam latifüm külli mergubum hazinem genci pinhanum gümüşüm altunum incüm hisabum sıratum sincuyüm şirinhulkum nazum goncam arifüm kamil insanum behiştüm cennetüm hurum meş'alem çeragum nurum yedi peygam musayem turem emirem şahı sultanem ta'atüm tesbihüm zikrüm namazum niyazum şükrüm canum gönlümdeki fikrüm gerdişüm külli devranum ulusum devletüm bahtum sa'adetüm tacum tahtum matlubum istegüm cehdüm delilüm yolda bürhanum namusum gayretüm arum bakışum sıdkum ikrarum yakutum dürri gevherüm cevherüm kanı ma'denüm nasibüm kısmetüm arum edebüm erkanum yolum susenüm sünbülüm gülüm benefşem güli handanum kaygusuz abdal külliyatı, var. a bu hüsranile kalmış meni bimar u haste dilrişi men sana du'acı derviş men kaygusuz abdalam hanum na'at nnfa'ulün yüzün nurı iman elhamdü'li'llah kaşun mihrabı can elhamdü'li'llah dolaşdı boynuma bendi ah zülfün gubarfeşan elhamdü'li'llah cemalün şem'inün tecellisinden nur oldı her mekan elhamdü'li'llah senün ışkun benüm gönlüm içinde ayan oldı ayan elhamdü'li'llah bu genci saadetün varlıgından pür oldı her viran elhamdü'li'llah suretün nakşına hayran olupdur zemin ü asuman elhamdü'li'llah iki cihanda bu kaygusuz abdal seni bilür heman elhamdü'li'llah ben bir inayet yardan umaram nagehani ger olmaz ise terk eylerem nam u nişanı arun namusun terkin urup ışka dolaşdum sevdüm ne diyem ben dahı şol leb ü dehanı yüzün güneşi afitabı zulmeti sürdi saçun kokusı virdi yile müşgi hotanı kaygusuz abdal külliyatı, var. kaygusuz abdal külliyatı, ab; güzel, kaygusuzabdalbibliyografyası ankara, tal'atına mah müşteridür hüsnine hurşid kim sevmiye şol hüsni yusuf hulkı hasanı gönül tapuna vireliden kaygusuz abdal düşdi ayağa kalmadı hiç nam u nişanı fa'ilatunfa'ilatunfa'ilatunfa'ilün hüsnüne benzer cihanda hur u gılman gelmedi sana benzer hüsni latif bir latif can gelmedi iy senün hüsnüne benzer dogmadı felekde ay bu ne hüsni berkemaldür bana noksan gelmedi taha yasin suresi hem hüsnüni tefsir ider suretün nakşını söyler hemçü furkan gelmedi levhi mahfuz kim dimişler ol yüzündür ol yüzün kabı kavseynün menendi kıblei can gelmedi sufiyi zerrakı gör kim hüsnüni inkar ider zira kim bu yüzi görmek ana hakdan gelmedi yazılu sun'unda gördüm dir bedrihayrü'lbeşer sana benzer bir dilaram canı canan gelmedi ı farsça birinci bölümün tercümesi ıçünkü hakk bu sayıya sığmaz. o mal bu pazara gelmez. hak dediğin zaman haktır, batıl olmaz mesele hallolur, artık müşkil kalmaz. yabancı olan alem tek renkli olur herkes tanıdık olur yabancı kalmaz. vahid hakikat ve küfr iman olur dünya tevhid'le dopdolu olur ey hakkı taleb eden, gafil olma. doğruluktan şaşma. salikler şöyle derler: insan; hava, toprak, ateş ve su'dan ibarettir. insan dendiği zaman birkaç şeyin bir araya gelmesinden meydana gelen bir bütün akla gelir. insan mevcudatın en olgunudur ve içinde bütün kainatın yazıldığı bir mektup gibidir. aynı şekilde o, her şeyi gösteren bir aynadır. insan yaratıldığı zaman bütün göklerdeki ve yerlerdeki varlıklar ona secde etti. insan padişah oldu ve bütün herşey onun emrine girdi ve o, her şeyin sahibi oldu. ey aşk talibi, insanlık hilatini giydin. halinden gafil olma. her yıl kendini daha bak. bb. bilindiği gibi dilgüşa, tarihli en eski yazma nüshalardan biri olan marburg nüshası'nın ba varakları arasında yer almaktadır. ancak bu nüshadaki, varaklık dilgüşa'nınvarak'ı farsça, diğer varaklar ise türkçedir. diğer nüshalarda ise bu farsça bölümler bulunmamaktadır. biz de eserde bütünlüğü sağlamak amacıyla, bb, bbvebb varakları arasında yer alanvaraklık farsça metinleri de nüshadaki sırası itibariyle türkçeye çevirerek burada vermeyi uygun bulduk. farsça metinler, mürselöztürktarafındantürkçeyetercümeedilmiştir. kendilerine şükranlarımı arz ederim . genç gösteren bu köhne dünya baştan başa hayaldir. yol kesen daima yolunun üzerinde tetikte beklemektedir. sen bundan haberdar ol. sen kendi başına bir dünyasın. bu dünyada var olan her şey senin içindir. başındaki bir kıl bile ihmal edilmemiştir. bundan ibret al. insanın yüce mertebelere ulaşması için ne yapması gerekir? bazı sahip olduğu sıfatlardan dolayı insan denileni anlamaktadır. çünkü kainatın yaratılmasının maksadı insandır. yüce allah bu dünyayı, öbür dünyayı ve her şeyi yerli yerince yarattı. insan eğer bunlardan şüpheye düşerse, değerini kaybeder. bu iki dünyadan başka bir dünya vardır ki o da insandır. ey aşıklar sizlere müjdem var bu müjdenin ne olduğunu biliyor musunuz? haber şudur: allah insanı elbise içinde gizlediği gibi kendisini de gizledi. eğer insan gerçeğini arıyorsan, hak de, başka bir şey söyleme. kendini kaybetme ve boş hayallere kapılma bahtın açık, talihin yaverdir. sen kendi kendinin maksudı değilsin kendini, kendi şehrinin dışında arama. allah'ı arıyorsan, sahraya gitme. yüce allah daima senin yanındadır. sen, allah'tan ayrı olduğunu düşünme. aradığını kendinde bulacaksın. uyanık ol, aslını unutma. bilgili ol ve sır saklamasını bil. sen benliğini unut, çünkü sen yoksun sen ancak canla varsın. eğer insansan, halinden agah ol. padişahın kölesi olma da emniyette ol. hak lazım olduğu zaman insan geldi insan ortaya çıkınca hakk gizlendi. insan zahiri ve batıni bir hakikattir. hikmet denizinde işaretsiz bir işarettir. eğer insanlık hakikatini bilmiyorsan, var olduğun sürece onu araştır. eğer bu hikmetten haberdarsan, hiçbir zaman ikilikten söz etmezsin. bütün alem hakka kavuşunca artık noksan kalmaz, her şey kamil olur. bütün alem yabancı olur, yabancı aşina olur ve artık yabancı kalmaz. şeytanlar yaptıklarından tövbe ederler ve bütün sırlarını açığa vururlar. dünya baştan başa nurla dolar ey kardeş, bu haberden gafil olma. tuz, şeker; ölüm, hayat olur her şey güzeli gösteren ayna gibi olur. mesele hallolur ve müşkil kalmaz artık suale yer kalmaz. bütün alem, hakikatin nuru olur. sıfata yer kalmaz, her şeyin zatı görünür. batıl kalmaz, her şey hak olur. bütün alem sevgilinin yüzü gibi olur. o sultan her yerde yardıma yetişir. dünya zevk ve safalarla dolar. öyle bir meclis meydana gelir ki, her şey ölümsüzleşir ve ebedi kalır. hak ortaya çıkar ve gizli bir şey kalmaz. süleyman da, karınca da hak oldu. hiçbir üzüntüye yer kalmadı. her taraf hakikat ve sevgilinin yüzü gibi oldu. geliniz ey hakşinaslar, hak açığa çıktı. cisim kalmadı bütün kainat can oldu. herkes hak'tan başka bir şeyin var olmadığını anladı. herşey gül oldu, kuru diken kalmadı. cihan baştan başa vahdete gark oldu her şey hakikat oldu, inkara yer kalmadı. bütün alem haberdar oldu ki allah her şeyin yoldaşı ve sırdaşıdır. bu eski hikayeden daha ne kadar söz edeceksin? bu kurumuş samanları daha ne zamana kadar rüzgarın önüne tutucaksın? her an allah böyle. peygamber şöyle ve filan kimse öyle buyurdu diyorsun fakat kendi ilminden haberdar değilsin. yoksa kendini mi bilmiyorsun? eğer bir şey söylemek istiyorsan söyle sen nesin ve neyin nesisin? bu çölde ne kaybettin ve neyin peşindesin? eğer allah'ı bulmak istiyorsan, o, senin bütün vücudunu kaplamıştır. eğer bundan haberdar değilsen, sahra senin için çok geniş, gök çok uzak ve yer uçsuz bucaksız olur. eğer gökle yer arasına bakarsan hayal içinde hayal görürsün. sen dışarıda kalıyorsun ve gerçeği kendinin dışında arıyorsun. hiç ip üstünde yürüyen bir cambazı emniyette gördün mü? ey kardeşim gel bu hayalden vazgeç. bütün alem sende kaybolmuş, sen hiçbir işin aslını anlıyamıyorsun. eğer hakikati arıyorsan, boş hayallerin arkasından gitme. kendi şehrinden çıkıp çöle gitme. çünkü bunun hiçbir faydasını göremezsin. senin dışında hiçbir şey yoktur. her ne varsa sendedir. enbiya ve evliyanın işaret ettiği yer senin kalbindir. o halde ey talip, gördüğün bu yer, bu gök ve bu yıldızların hepsi hayalden ibarettir. senin müşkülün, senin halinden kaynaklanmaktadır. çünkü allah'ın bulunduğu yer insanın kalbidir. allah'a ulaşmış herkes evine, makamına ve kendi aslına ulaşmış olup, müşkili hallolmuştur. bu yolda olan birinin hakkında hak'tan başka bir şey söyliyemezsin. eğer bu pazarın müşterisiysen, eğer tanrı'yı görmeyi arzuluyorsan, sen kendini var sayma. sen yoksun. ne varsa o'dur. o halde ey talib, eğer bu mertebeye ulaşmayı arzu ediyorsan, su gibi berrak, toprak gibi sabırlı, ateş gibi nurlu, rüzgar gibi hareketli ol. hakkı gözeten ol ve sakin ol. tevhid sırrından haberin olsun. ne dediğime kulak ver. edepsiz olma. edepli ol. çünkü hayat meydanında çok sayıda yırtıcı kuş vardır. allah'tan korkan ol. gaflet uykusundan uyan. aşıklara yoldaş ol. arif ol ve nasihata kulak ver. hikmetten gözünü ayırma. ibret gözünü daima açık tut. eğer hakkı istiyorsan, işin yolu budur. o halde ey salik, her şeyin özü ve temeli hak'tır. sen kendi kendine doğru yolu bulamazsın. eğer huma kuşuna bakarsan, onun dışının tüy ve telekten yapılmış olduğunu görürsün ve vücudunun içine nüfuz edemezsin. bunun gibi rehber olmadan hakikatin özüne ulaşamazsın. eğer hakkı istiyorsan, git muhammed'inahlakıyla ahlaklan. eyyub gibi sabırlı, isa gibi zahit, idris gibi abid, ibrahim gibi seven ol. enbiya ve evliyanın huyunu kendine örnek al. gururlu ve kibirli olma. çünkü kibir şeytanın işidir. hakkı tanı. nimete minnet et. tuzun ve ekmeğin hakkını unutma. komşuna ve arkadaşına karşı dürüst ol. çünkü hakk taala dürüstlüğü sever. daima arayan ol. çünkü arayan bulur. kendi ilminden söz etme. çünkü böyle davranmak kusurdur, insanlara faydalı ol. kimsenin kusurunu arama, ibret gözünü açık tut ve hikmetli konuş. bütün bu dediklerimi göz önünde bulundur. çünkü hak yolu budur. elinden geldiği kadar aşıkların yolundan git. onlann söylediklerine kulak ver. çünkü aşıklar hakkı tanıyan ve doğruyu görenlerdir. aşıkların dışında kalanlar kördürler. bunlar dünya için çalışırlar ve aşıklardan başkalarını kendilerine köle ederler. halbuki aşıklar hakşinastırlar ve müşkillerini halletmiş olup, hedeflerine ulaşmışlardır. bunlar dünyayı düşündükleri gibi ahireti de düşünürler. peygamber'inizindedirler ve başkasına ümit bağlamazlar. bunların haricinde olanlar, abesle uğraşanlardır. doğru yolu tutmuş bir insanın hayalleri, onu bu dünyadan alır, ulvi dünyaya götürür ve hakka ulaştırır. onların yanında hak'tan başka bir şey konuşulmaz. bir de bu dünyaya iman edenlere ve onu ebedi bilenlere bir bak. bunlar arasında açlıktan, tokluktan, uykudan, uyanıklıktan başka bir şey konuşulmaz. bunların ulvi dünyanın işlerinden haberleri yoktur. ey aşk talibi, bu dünya hayallerle doludur. eğer bütün bunlardan söz edecek olursam söz uzar gider. senin aradığın sendedir. sen suyun ortasında susuzluk çekiyorsun. hazinenin içinde fakirsin. saadet iksiri sende olduğu halde, sen kötü sıfatlarınla ondan faydalanamıyorsun. çünkü sen o cevhere talip değilsin. eşya sıfatını seçmişsin. eğer bu bağdan kurtulmak istersen, kamil bir insanın peşinden git. benlik hapishanesinin kilidini kır. kendini onun rehberliğine bırak. hedefine ulaşabilmen için bu işte sebatlı ol. çünkü insan, yaratılış itibariyle eğitime müsait ve saadete açıktır. o hikmet denizi ve kudret kaynağıdır. ey hakşinas, bir şeyler söyle. bu menzilde ne gördüysen onu söyle. de ki: hak her yerde ölçü olunca, sultan ne güzel, onun ihsanı ne güzel. maden ne güzel, onun cevheri ne güzel. rehber ne güzel, divan ne güzel. talip ne güzel, matlub ne güzel, onların buluştuğu yer ne güzel. talih ne güzel, kısmet ne güzel, bahtın ne güzel, ömrün ne güzel ey talipler, bilin ki hak ortaya çıktı. artık hiçbir cisim kalmadı, hepsi can oldu. nur da karanlık da yabancı oldu. bilgi ve bilgisizlik aynı oldu. herkes muradına erdi. bütün alem emniyette oldu. hakikat, küfür ve islam birbirine eş oldu. bütün alem ruhunu aşikar olarak gördü. kendi vücudunu nişansız bir nişan gördü. artık hiçbir hayal ve tereddüde yer kalmadı. herşey aşina oldu, küfür ve iman birleşti. bütün taşlar lal ve mücevher oldu. ayrılık kalktı, bütün varlıklar bir oldu. allah'a hamdolsun bütün hastalar iyileşti. bunların böyle olmasına allah sebep oldu. şeytanlar dükkanlarını kapadılar. cisimlerini unutup gittiler. herşey temizlendi, vesvese kalmadı. bütün varlıklar tertemiz oldu. benlik davasını güdenler kayboldu. rızk sahipleri rızklarına kavuştular, hilekar hayrette kaldı. bütün alem gülistan oldu. ne gülistanı, her şey sultana benzedi. zerreler güneşe ulaştı. katreler birleşip denize dönüştü. her şeyin aslı hak'tır, sen mutlaksın bütün varlıklar vahid'e yönelir. iyilere meyletmek de kötülerden sakınmak da inkar ve ikrar da birleşip bir olacak. musa, firavun'la tanışıp ikisi bir oldu. bu birlikte ibrahim'lenemrut'un ne farkı var? bütün alem hak'tan başka bir şeyin olmadığını bildi. cihan nurla doldu ve şafağa gerek kalmadı. kara toprak tümüyle kimya oldu. bütün taşlar kıymetli mücevher oldu. her şey hakk'ın perdesi altına girdi. herkes arzu ve isteğine ulaştı. cisim kalmadı, her şey can oldu. ey mutrib, gel oyna, eğlen. ister udu çal, ister tamburu. her şey bir oldu. mansur da bir oldu, bağdadi de bir oldu. gel ey güzel yüzlü saki, ölüyü dirilten şaraptan ver. aşıkların meclisi sona erdi, haber ver. gel, geçmiş hikayeleri anlat. kış geçti, ilkbahar geldi. bu mecliste bütün dünya ilkbahara döndü, bu dünyada herkes kardeştirdosttur çünkü saki letafetten yapılmıştır gel saki bana canlılık kadehi sun çünkü biz sarhoş oldukça bağışlarız. gel ey can, eğer bizim dostumuzsan. sarhoş olalım ve kalübela' diyelim. bu mecliste herkes selamete ermiştir. gel, gel bu mecliste allah diyelim, çünkü meclisimizin sakisi allah'tır. gel, gel bu mecliste çaresizlik yoktur kadehi getir, hakk aşkıyla üzüntüyü atalım kadehi getir, üzüntüyü atalım. sarhoş olup kendimizden geçelim. bu mecliste ne hile, ne de hilekar var. batıl kalmadı, her şey hakk'tan oldu. gel, gel bu mecliste cimri yoktur herkes aklı selim sahibi ve akılsız yoktur. gel ey can, sen bu meclisin sultanısın senin gül vücudun bu mecliste candır. ne güzel meclis, ne güzel bade, ne güzel kadeh, ne güzel bülbül, ne güzel bahçe, ne güzel çiçek. ne güzel meclis ki, orada herkes hakk'ı tanıyor orada muhalif yoktur, herkes aynı mutabıktır. ne güzel sultan, o ezeli ve ebedidir o, yalnızdır ve hiçbir eşibenzeri yoktur. ı farsça ikinci bölümün tercümesi ııfarsça başka bir hikaye ey allah'ın kulu ve mustafa'nınümmeti, hiç halinden haberin var mı? bu dünyaya ne için geldin? geldiğin bu saraya kendi isteğinle mi geldin? yoksa seni buraya başka bir yaratan mı getirdi? eğer seni bu dünyaya getirmiş ise bu başka bir hikayedir. eğer sen kendin gelmişsen bu başka bir haberdir. eğer seni biri bu dünyaya getirmiş ve sen o'nu görmüş olsaydın, o sana ne söylerdi ve ne yapardı? senin yücelmeni mi veya düşmeni mi isterdi? bu hikayeden haberin var mı? niçin bu bahçede gafil geziyorsun? eğer mustafa'nın sözüne sadık isen gafil olma. bu gökte, bu yerde ve bu arada ne varsa hayal mahsulüdür. o halde yerden göğe kadar var olan her şeyin hepsi sayılmış olup sayıdan ari değildir. o halde eğer böyle ise sana sayı gerekmez. hepsi gerekir. çünkü sen meydandan meydana yalnızsın. sana allah ve peygamber gerekir. onlar seni günden güne eğitirler. sen artık bu hikayeden haberdar olasın, gafil olmayasın. çünkü insanın eşyaya sahip olan elbisesi vardır. o hikmetler mecmuasıdır. hazreti kul edebilir durumdadır. sen böyle bir hayata damga vurabilecek bir durumdasın. eğer bu hikmetten haberdar olmak istersen iki dünyanın sevdasından vazgeç. şüpheyi ve şekki gönlünden at. çünkü hakk senin varlığında gizlidir. baştan sona kadar seninle yoldaştır. kendi yoldaşlığından utan. çünkü bütün alem bu sözün dışında değildir. artık kendine gel. serkeşlik etme. eğer doğru sözlü mustafa'nın sözü bu ise, yüce, ulu ve nimeti bol olan allah'ın bütün bu kainatı yarattıysa varlık olarak yarattı. kendisi mevcut oldu. görmediğin her nakşı bu alemin dışında sayma.çünkü o, herşeydir. o, şeksiz, şüphesiz doğrulanmıştır. ey hakk'ı arayan yerden göğe kadar hakk'tan arınmış değildir. yalandan ve gıybetten uzaklaş. hayal ve heves tutkunu temelden temizle. gördüğünden başkasını söyleme. hayal olmayan şeyi kalben beyan et. ekmek gibi var olan her şey hakk ile kaimdir. çünkü şaha kadar var olan bütün varlıklarda hakk vardır. o halde ey talib! sen kendini değiştir. sende başka bir varlık vardır. şunu bilmek gerekir ki, senin vücunda ne vardır? bizimvarlığımızınmekanımuayyendir demek başka bir haberdir. veya varlık mevcuttur demek olmaz. hepsi birdir. ve bundan başkası olmaz. ey hakk'ı arayan talib! bütün bu sıfatlar insanın huyudur. insanlar arsında hayvanlık derecesi de vardır. tevhid ehli hayal peşinden gitmekten tasarruf eder. çünkü menzil bir sayıyla birlikte olur. çünkü tanrı mülkünde o'ndan başka iyilik yapacak birisi yoktur. o, bütün alemi kapsayan yaratıcıdır. hepsi bir güneş gibidir. şunu iyi bil ki, bu dünyada herşey bir hesaba göre yaratılmış olup, hesapsız hiçbir şey yoktur. eğer bunları öğrenmek istiyorsan, sana bir rehber gerektir. ömrünü gafletle geçirme. bu dünya sevdasından vazgeç. kalbindeki şüpheyi söküp at. allah, sana görülmemesine rağmen, senin yaptıklarını görür. onun için kötülük yapmaktan çekin. her şeyin yaratıcısının allah olduğunu bil. ey talip güneşten yere kadar bütün varlık allah'tan ari değildir. nefsini, tama'dan, hava ve hevesten arındır. vücut kendi kendine kaim değildir. başka bir şeyle vardır. ey talip, insan yaratıkların en yüksek mertebesinde eşrefi mahlukat' derecesini bulunur. gayesi iyilik olan tevhid ehli her arzuladığını elde eder. velhasıl, yerde gökte ne varsa allah'ın tecelli nurudur. veya kısa söylemek gerekirse, gördüğün bütün alem yekvücut ve bir canın varlığıdır. bu gördüğün hayal nakşı, o'nun kudretinin eseridir. allah'ı tanıyan her aklı kamilin kendinden haberdar olması gerekir. zorlukları halletmesi gerekir. güvenli bir mülke varmış olması gerekir. bu menzile erişen insanın bir adı da mert, bir adı evliya, bir adı da veli olur. bu üç adtan birini taşıyana hil'at olur. eğer hakk'ı görmeseler bile, hakk der ve doğru söylemiş olurlar. doğruyu allah bilir. şiir gel ey talip, ne istiyorsun? sen canı gösteren bir aynasın. bütün alem senin isteklindir. senin gönlünde hakk'ın varlığı gizlidir. sen kendinin can olduğunu sanma sen yüce hikmetin arasında gizlenmişsin. eğer sen kendi şehrinde dolaşırsan, bütün alemin ortasında hürsün. sen gerçek olan aziz bir cansın, yaratılmışın gizli sıfatısın, niçin hacizdesin? gel gel ey gönül, senin canın bir maksattır, asıl olan seni yaratan mevlanı bilmendir. şiir gafil olma, sen senin matlubusun. her şey sensin, dışarıda ne arıyorsun? sen meleklerin secde ettiğisin çünkü allah seni kendi için yarattı. bu mevkiinden ve bu ihsandan sakın gafil olma sen bu dünyanın yaratılmasına bir vesileydin. gizli bir şeydin, zahir ve aşikar oldun. cihan senin için gülistan oldu. her zaman dünya senin emrinde olur eğer kendi mevki ve makamını bilirsen. ebedi ömre kavuşursun, doğru yoldan ayrılmazsan. bu hikmetten haberdar ol ve uyan gönül sahipli bir arif ol. her şey sensin, niye kendinden gafilsin bütün şeylere sen delilsin. söylediklerimin değerini biliyor musun? bunlar denizden çıkarıp parlattığım incilerdir. bilir misin, o nasıl sahili olmayan bir denizdir. onun ucu bucağı ve alanı belli değildir. allah sözü ne sözdür biliyor musun? bunu bilmiyorsan cahilsin. mustafa'nınsözüne uyan kimse velilik ve makam bulur. süleyman'ın ulaştığı nasıl bir makamdı ki, her şey onun emri altına girdi. orası nasıl bir yerdi ki orada hiçbir müşkil yoktu. oranın durumunu anlatmak mümkün olmaz. bu hikmetten haberdar ol, haberdar o mimar seni ne için yarattı? ey kardeş sen bir insansın, niye bundan gafilsin? eğer insan olmak istiyorsan, insanlık yap. bu çölde ne kaybettin de avare dolaşıyorsun? halin ne, ne arıyorsun? derdin ne? söyle bu sahrada neyin peşindesin? ne kaybettin, ne arıyorsun, sen kimsin? eğer maksadın hakk ise, uyan. gözünü kendi şehrine dik. bütün alem senin fermanına itaat etsin bütün şeylere sen sultan olasın. sana bundan daha iyi ne haber söyleyeyim her şey sensin, daha fazla ne söyleyeyim. eğer bu söze inanmazsan, tevhid ehli arasında işin yoktur. gel ey can, eğer hakkı arıyorsan, halinin ne olduğundan haberdar ol. eğer kendi zatını ikrar edersen, bütün halini hak sayarsın. çünkü, bütün alemde hakk'tan başka bir şey yoktur hakikat sıfat, hak mutlaktır. herşeyin göründüğü gibi olduğunu sanma zahir, batın, hakikat hepsi o'dur. neden senin eksikliğin sürüp gidiyor? hakikat böyledir, sen ne sanıyorsun? her şey sensin, kendinden emin ol neden dışarıya gidiyorsun, kendine yaklaş. senin şehrinde bir şehir gizlidir eğer bunu biliyorsan işin kolaydır. ne yitirdin, ne arıyorsun ey insan zannetme ki, maden de cevher de sensin. eğer sen kendi hakikatini bilirsen. araçsız hedefine varmış olursun. her şey sensin, varlığından haberdar ol gafil olma, haline şükredenden ol. ey yol salikleri, ey şah'ın talipleri, ey allah'a itaat edenler, kimin için ibadet ediyorsunuz ve bu zahmetleri niçin çekiyorsunuz. allah ne yaptığınızı biliyor. siz hakk'ı kendi şehrinizin dışında arıyorsunuz. kıldığın namaz, yaptığın niyaz, itaat ve ibadet allah'ın varlığına şahitlik ediyor. bunları allah için yapıyorsun. allah'ın bunları kabul etmesini ve rahmet etmesini istiyorsun. allah, kulunun yaptığı her iyiliğin mükafatını verecektir. bu böyleyken niçin gafilsin ve bütün gücünü bu dünya için sarfediyorsun? yüce allah kur'anı kerim'de şöyle buyuruyor: cinleriveinsanlarıbanaibadetetsinlerdiyeyarattım. bu sözün manasını anlamaya çalış. eğer kulsan niye gafilsin? eğer sultansan niye korkuyorsun? doğruyu yanlıştan ayırt edebilen bir insan olmak istiyorsan perhiz ehli ol ve her işin peşinden koşma. büyüklere hizmet et, küçüklere karşı şefkatli ol. bencil olma. aşk derdinden gafil olma. allah'ı kendi vücudundan dışarıda arama. çünkü bulamazsın. giydiğin insanlık elbisesini ganimet bil. bildiğini yerinde söyle. bilmediğini sor. herkese dürüst davran. kendini beğenmişlerden olma. bir şey kaybetmişsen onu ara. kaybetmediğin bir şey için isyan etme. gündüzü götüren, geceyi getiren, bazen karanlığı, bazen, aydınlığı ortaya çıkaran, bu cihanı halden hale sokan kuvvete sahip olan allah'a asi olma. o halde ey talip, zahiri, batını, önceyi, sonrayı kendi şehrinin dışında arama. çünkü senin dışında bir şey yoktur. varlık sahibi eşyada vardır. insanlar arasında öyleleri vardır ki ruhları güneş gibi aydınlıktır. öyleleri de vardır ki bu hikayeden haberleri yoktur. bu her iki grup da dünyayı kendilerine göre hissederler. aşıklar arasında öyleleri vardır ki, aradıklarını kendilerinde bulmuşlar ve emniyete kavuşmuşlardır. o halde ey hakk'ı arayan kimse, o bütün şeylerde vardır. eğer hakk'ı istiyorsan, onu her yerde araman gerekir. çünkü zerreden güneşe, katreden ummana, yerden göğe kadar her yerde hakk vardır. sözün kısası tevhid ehli hakk'ı her yerde görür. ey talip, sen birkaç günlük insanlık elbisesi giyince mağrur oldun. kim olduğunu neyin peşinde olduğunu unuttun. bütün bu yerlerin, göklerin, gecenin ve gündüzün hayali şekilleri senden kaynaklanmaktadır. sen her şeyin manasısın. eğer bu durumdan haberdar olursan, menziline varmış ve müşkilini halletmiş olursun. insanlık elbisesi giymenin maksadı allah'ı bilmek, peygamber'i bilmek ve kendini bilmektir. insan ile hayvan arasındaki fark, insanın akla ve fikre sahip olmasıdır. bu denizde bütün fakirler zengin oldu geriye hak kaldı, gerisi fani oldu. zahir olan dostluk ve düşmanlık sıfatları can içinde birlik ve beraberlik buldular. artık allah'a şirk koşanlar kalmadı zünnar takanlar da kafirler de imana geldi. bütün şeyleri hakk'tan başka bir şey değildir alem, tecelli nurudur, şafak değildir. talip de matlup da bir oldu hakk ortaya çıktı, gizli bir şey kalmadı, bütün eksiklikler kemale erişti. zahir de batın da allah'ın sıfatı oldu. ne güzel güneş, ne güzel aydınlık veren nur ne güzel ilim, ne güzel kitap, ne güzel defter. ne güzel, sahili olmayan deniz onun alanı, ucu bucağı belli değildir. ne güzel deniz, ne güzel umman ne güzel mücevher, ne güzel maden. ne güzel hakim, ne güzel padişah ne güzel bülbül, ne güzel gül. ne güzel ebediyete kavuşmuş hazine ne güzel kabul eden, ne güzel kabul edilen. ne güzel yol, ne güzel menzil ne güzel gönül, ne güzel akıl. ne güzel perde, ne güzel halvet, ne güzel ne güzel aşk, ne güzel dert ve inleyiş. ne güzel hiç eksiği olmayan kamillik ne güzel hiç ilacı olmayan dert. ne söyleyeyim, bütün alem mutlak nurdur hak'tan başka bir şey yoktur, her şey hakk'tır, ey talip, gel halimizi gör de bu gafletten kalbini uyandır. hazırlıklı ol da gaflet uykusunda kalmıyasın ve kamil insanların yanında şaşkına dönmiyesin. nasihat dinleyen ol, halinden haberdar ol kibirli olma, herkese yardım eden ol. ahmedimuhtar'ın ne söylediğinden haberdar ol bu menzilde ona nasıl layık olacağını düşün. bak bir kere cebrail'in kitabı ne demiş bu menzile ulaşmanın mükafatı nedir? dünya, ahiret ve kıyamet günü nedir? hadis, ayet, ilim vekitapnedir? haberdar ol bu durumdan haberdar neden korkuyorsun, neden bazen neş'eli, bazen üzgünsün. ayrılık kavuşmaya dönüşünce ne söyledi biliyor musun? derdin dermanı nasıl bulundu biliyor musun? rahman ve şeytan hakkında ne bilgin var? iyilik, kötü düşünce ve eksiklik nedir? var olan bütün alem hakk'tan ayrı değildir aşikar olan hakktır, ondan başkası yoktur. kendini bildiğin zaman öğrenirsin ki, senin aradığın şey yine senin kendindedir. gel ey kardeş, bu sahrada hiçbir şey kaybolmaz her şeyin hakikati o hakk'tır. imanın yolu ve usulü budur bunlar nedir diye tereddüte düşüp araştırma. bütün şeyler yekvücuttur. o mananın hakikati eşsiz varlıktır. ey bilgiye susamış kişi şunu. biliyoruz ki, her şey hakk'tır, her şey hakk'tır, her şey hakk. halimiz budur, artık ne söyleyelim biz buyuz, ne kaybettik, ne arıyoruz? söylenen bu sözlerden haberdar ol karanlıktan kurtul, nur saçan ay ol. bu anı müjde say, müjde işaretin rümuzu ancak bu şekilde açıklanır. eğer dostlarından iyilik bekliyorsan, mütevazi ol, mütevazi ol, mütevazi. halini düşün, hayalden vazgeç. her şey sensin, her şey sensin niye üzülüyorsun? ne kaybettin de bu sahrada koşup duruyorsun? her şey sende var, dışarıda ne arıyorsun? kendi şehrinin dışına çıkma sakın çünkü kainatın yaratıcısı oradadır. farsça üçüncü bölümün tercümesi ey hakkı talep eden, yoksa sen hayvanlığını mı kaybettin de onu mu arıyorsun? eğer böyle davranışlarını devam ettirirsen, hayvanlığını kaybetmiş onu arıyorsun demektir. bu ayrı bir sırdır. belki de duyduğun bir hikayeye göre hareket ediyorsun. duyduğun hikaye yanlıştır. yok eğer kendini kaybetmişsen önce kendi kendine sonra da komşuna müracaat edip ona göre hareket et. aradığını bulamazsan gönlünün istediği yere git. eğer durum başkaysa yani başka bir hikaye duyduysan, onu kendi kendine kıyasla ve istediğin şekilde hareket et. çünkü dünya allah'tan hali değildir. o halde ey talip, eğer sen hakk'ın peşindeysen, onun hakkında bir iz, bir işaret buldun mu? yoksa kendi kafana göre mi hareket ediyorsun? ey talip, sen haberin doğrusunu deliden dinle. o konuşurken sen sus. çoğu zaman arasan bile hakikati bulamazsın. bu senin kusurundan kaynaklanır. çünkü sen kendini bir varlık kabul ediyorsun. varlığın kendisi dört unsurdan meydana gelmiş bir şey'dir. bu dört unsur da camid olup natık değildir. bununla beraber vücudu suyla yıkarsın. çünkü vücud elbise gibidir ve yıkanmaya ihtiyacı vardır. o, abdest ve hamam yoluyla temizlenir. öldükten sonra da yıkanır. yıkanan kısım vücudun camid olan kısmıdır. vücudun natık olan kısmı ise hiçbir değişikliğe uğramaz, baki kalır ve ölümsüzdür. o halde ey talip, senin istediğin şey nedir? yoksa kendini mi bilmiyorsun? eğer kendini tanımak istiyorsan, kendini boş sayma. çünkü bütün alem hakk'tır. yerden göğe kadar bütün kainat mutlak varlığın zatıdır. senin söylediğin şey, hayal ettiğin şeydir. o halde ey talip, gözünün önündeki perde senin hayalindir. eğer bu hayalden vazgeçersen, her şeyin sende olduğunu anlarsın. eğer bu söze inanmıyorsan, araştır, doğru olduğunu görecek ve hayalden kurtulacaksın. ey talip, senden önceki talipler de kainatın sırrını aradılar ve kendilerinden başka bir şey olmadığını haber verdiler. ben kendimi bildim diyen insan, hakk taala'nın kendinde olduğunu anlamış demektir. yüce allah, eşsiz ve benzersizdir. onu tasavvur etmek aklın karı değildir. insanın uyuduktan sonra iradesi dışında uyandığı gibi, doğduğunda yaptığı hareketler bilmeden yaptığı hareketlerdir. doğmak, yaşamak ve ölmek de insanın elinde değildir. çünkü insan bir şey'dir. o halde ey talip, insanın kendini tanıması, senin düşündüğünden başkadır. bir defa, yerde ve gökte olanlar, görülenler ve görülmeyenler, velhasıl bütün şeyler tek bir varlığın görüntüsüdür. buna inanmıyanlar, kendilerine göre bir yol tutuyorlar. çünkü allah yolunda yürüyenler, bu yoldan gidip kainatın sırrını aramışlar, her şeyin mutlak varlığın görüntüsü olduğu gerçeğini bulmuşlar ve bize bu kadarını söylemişlerdir.şiir. gel ey can, ben bir iz buldum, her mekanda aynı hakk'ı gördüm. her surette ortaya çıkan şekillerde, o'nun her şeye kadir, eşsiz biri olduğunu gördüm. ortada gördüklerim hayal değildir, açık ve gizli olan her şey o'dur. o'nu aşikar görünce hayran oldum, gördüğüm anda bir damlayken umman oldum. aradığım her şeyde o'nu gördüm, o'ndan başka bir şey görmedim. o'ndan başka bir şey söylemedim, o'nu bütün işlerin arasında gördüm. o'nu bazen suskun, bazen konuşan ve söyleyen halde, bazen güzelliğine hayran, bazen gizli, bazen aşikar. bazen gökyüzünün üzerinde, bazen de dünyada insan şeklinde, bazen hayali bir suret, bazen de celal sahibi biri olarak. o, bazen ahmedi muhtar'a delil oldu, bazen de küfür ve zünnar arasında kaldı. bazen mevcut durumda kalmış, bazen de cisim ve suretle varlık olmuş. bazen akıl sahiplerinin aradığı şey, bazen de bir menzilde gizli kalmış. o, açık ve gizli padişahtır. hayaldeki şekil ve vücuttaki ruh o'dur. niye başkasını söyliyeyim, her şeyde o vardır, hayallerde olanlarla cisimlerde olanlar hepsi o'dur. gel ey hakşinas, doğru haberi dinle. ortada da, kenarda da olanların hepsi birdir. her halükarda her şeyde tecelli eden o'dur, her şeyde hissesi olmasına rağmen o, her şeyden ayrıdır. halk ile hakk arasında perde yoktur, bütün hayaller arasında ortaya çıkan o, rüya değildir. bütün dünya o'nu görüp tanıdı ve emin oldu, talip de tek olan matlubuna kavuştu. talibin gözü, o'nun gören göz olduğunu anladı. bütün alemin hakikati birdir, inanmıyanlar, hayvani hislerine esir olanlardır. artık sen onları insan bilme, onlar hayvandır her sözün özü, kamil bir denizdir, cahil bilgisiz kimse demektir, o, içinde inci olmayan bir sedeftir. onun dünyadan hiç haberi yok, karanlıkta ve bela içinde aylarını ve yıllarını geçiriyor. hakk, her şekilde ve şeyde gizlidir, o'nun ne olduğunu kim bilir? bilmezse cahillikten sanma, her insan tek başına o'ndan haberdar olamaz, bütün taşlara mücevher denilemez. çünkü her başın bir sevdası vardır, herkesin kendine göre bir huyu vardır. bazıları uykuda, bazıları uyanıktır, biri, şaşkın bir şeyin etrafında dönüyor. biri, insan suretinde bir divane gibi, biri kendi halinden haberdar biri de cahil ve yolunu şaşırmış biri, bahtı açık ve doğru yolda biri, yaptıklarından dolayı bela içinde biri, kendini bildi ve günahlardan sakındı, biri cahil kaldı ve saman gibi değersiz oldu. biri dünya malının esiri olmuş, biri halkın sevgisini kazanarak şöhret bulmuş. birinin malı yoktur muhammed'inyolundadır herşey birbirine bağlı olup ayrı değildir gözü hakikatte olan allah'tan başkasını görmez her şey hakk'tır, o işlerin sebebidir her pazarda o'nun malı vardır. hakikat allah'ın mülküdür, başka değildir her şey güneştir, başka ışık yoktur gel ey gözün, her şey bana ayan oldu vücud kalmadı hakikat tamamen can oldu. bütün karıncalar süleyman oldular süleyman her şey ayan oldu, sır ve gizli diye bir şey kalmadı bütün alemin hakikati allah'tır bunda şüphe ve şek kalmadı. ey salikler, bütün alemin hakikatinin hakk olduğunu ve bunda şüphe olmadığını öğrendiğin halde neden bu iyidir, o kötüdür diyorsun? sen kendin bir avuç topraksın. önce senin ihtiyarın elinde değildir. kendini de bilmiyorsun. niçin hakk'ı arayıp onu tastik etmiyorsun? kendini boş sayma. bütün kainat allah'la doludur. güneşten daha aydınlık, yerden ve gökten daha aşikar olan bu delilleri görünce inandın mı? niçin gafilsin? yoksa menfaatin için mi böyle yapıyorsun? nefsinin rahatı için herkese mudara ediyorsun. dünyadaki insanların çoğu da gaflet içindedir. bunlar gafillikten kurtulmakta acizdirler. sen tanımaktan ve bilmekten söz ediyorsun. neden hakk'ı söylemiyorsun? hem yol göstereni hem de yol göreni gördüğün halde niçin yalan söylüyorsun? bu yolda yalnız kalan çoktur. hakikati gördüysen, mert ol ve doğruyu söyle. cömertlik huyuyla huylan. yardım eden ol. engelleyici olma. bütün ibadetlerin özü hakk'ı aramaktır. her şeyin iyisini allah bilir. o halde ey aşk talibi, doğru yolun menzilinde hayal nakışları çoktur. eğer bunların herbirinin peşinden gidersen, hiçbirinin sonunu bulamazsın. o halde hayırı şerden, hakkı batıldan, yakını uzaktan ayırt etmen gerekir. bunları yaparsan ibadetin boşa gitmez. çünkü hakk, doğru işi sever. o halde ey hakk'ı arayan, gözünü aç ve bak. doğru yolu seç de yol kesen sana zarar vermesin. başkası aksini yapsa bile sen allah'ın varlığına şahitlik et. kendini hakk'tan ayırma. allah'a ortak koşmaktan sakın. allah'ın yolundan gidiyorum diye yanlış yola sapma. yüce allah, damladan ummana, zerreden güneşe kadar her ne varsa onda aşikar ve gizlidir. hatta saçın bir kılı bile o'ndan hali değildir. gözünle gördüğün her şeyi gördüğün gibi zannetme. onun içinde onu varlık yapan bir şey vardır. insanın vücudunda da onu hareket ettiren bir şey vardır ki ona ruh denir. ruh ölümsüzdür. eğer o, bir ölünün vücuduna girse onu diri yapar. o halde ruh bütün canlılarda vardır. çünkü vücud ruhla kaimdir. ruhsuz olan her şey camid'dir. camid olan şey ise, değersiz olur. sen ruhtan başkasına önem verme. o halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. insanoğlu suretle örtünmüş, yer ve sema ehli ona secde etmiştir. sen hala durumunu bilmiyor, avare dolaşıyorsun. bunun sebebi dünya lezzetine kapılmandır. bu durumda sen şey sıfatında kalmış, aslını unutmuşsun. ruhunu ihmal etmişsin. o, senin vücudundadır. sen kendini sadece vücud sanıyorsun. halbuki vücud senin gömleğindir. gömlek ise, bir eşya'dır. nasıl ki, gömleği sık sık değiştirmen gerekiyorsa, vücud da değişkendir. o halde ey talip, sen incisin, sedef değilsin. eğer bunu anladıysan kurtuldun ve hakk'ın ne olduğunu bildin demektir. o halde ey talip, kendini dünya çölünde kaybetme. vücud çölünde şaşkın dolaşıp aslını unutma. sen öyle bir padişahsın ki, bütün kainat seninle diridir. bütün alemin secdegahı senin varlığındır. halbuki sen hayalinin arkasından gidiyorsun. bazen altın ve gümüşün, bazen şöhret ve izzetin peşindesin, bazen de makam ve mansıp hevesinde hep hayallerle yaşıyorsun. sözün kısası, yalnız senin değil, genel olarak beşeriyetin hali böyledir.şiir. gel ey hakk'ı tanıyan, dışarıda ne arıyorsun? kendinden gafil olma, çünkü sen ruh sahibisin. bütün alem senin vücudundur, sen cansın, hakikat sensin, sen işaretlerin işaretisin. insanın zatı mutlak'tan olduğunu gördün, gerçek budur, gerçeğin gerçeği de budur. bunun böyle olduğunu açıkça gördün, rüyanda değil, bütün alem de bu işten haberdar oldu. hakk, kendi lütfuyla kendini aşikar etti. bütün alem o'nu görünce o'na yöneldi. gel, gel o sultan ortaya çıktı, bütün taşlar mücevher madeni oldu. bütün alem gülbahçesi oldu, gülbahçesi, hakikat bir ve dertler derman oldu. nur ve karanlık birleşip tek vücud oldu, bütün şeyler baki kaldı ve ölümsüz oldu. baki olanlara fani deme, onlar fani değildir, her şey bir oldu, yabancı ve tanıdık ortadan kalktı. bütün alem bir noktaya girdi, hakikat ortaya çıktı, noksanlar tamamlandı. şeytanlar, yaptıkları kötü işleri bıraktılar, hakikati buldular ve huylarını güzelleştirdiler. sen bütün alemin maksadısın. ayetsin, delilsin, sözsün. kendi halinden haberdar ol, haberdar, bütün alem sedeftir, sen inci. sen öyle bir hayat suyunun pınarısın ki, bütün alem senin sıfatın, sen zat'sın. bütün devirlerin maksadı sensin, bütün alem sende hayat bulur. gafil olma, sen zat'sın. bütün kitap ve defterlerdeki ilimler sensin. çünkü sen allah'ın nurusun, o halde halinden niye gafilsin. sen her şeyin maksadısın, maksadı, senin halin budur, ben onu açıkça sana söyledim. bildiğim, gördüğüm ve duyduğum bu söylediklerimdir, hakikatin de böyle olduğundan şüphe etme. bizim tekrar tekrar söylediğimiz doğru şeylerdir, bunları samimi olarak içimizden geldiği gibi söyledik. artık bu işin şekki şüphesi kalmadı. bütün taşlar mücevher madeni oldu. bütün kainat bir nur oldu, bu bakımdan her şey mamur oldu. gel ey, hakşinas, her şeyin doğrusunu söyle, şu andaki durumunu unut. her şey hakk'tır, o halde sen neyin peşindesin? kendini kemale ulaşmış sanma. noksan kalma, kemale eriş kemale, hakk'ı bilip tanıyana kadar. ey akıllı niye boş konuşuyorsun? noksan da kamil de aynı şeylerdir. ne hayal görüyor da onun esiri oluyorsun? her sıfatta ve yerde sultan sensin. gel ey talip, hakkın peşinde olan, tanrı nedir, sen kimsin? kendinin filan olduğunu hayal etme, herhangi bir varlık değil, cansın can. bütün işlerde maksat sensin, baştan başa bütün alem sensin. iki dünyada sultan sensin, bütün alem surettir, can sensin. her şey sensin, o halde niçin kendinden gafilsin? yoksa suretin veya balçığın mı esirisin? yahut da şan, şöhret mi peşindesin? taşın ve mücevherin arasındaki farkı öğrenemedin. hayaller arasında doğru olan hayal nedir? doğru hayalin ne hikmeti var, sebebi nedir? bu şekillerin ve hayatın manası nedir? bunlar hikmet mi, vücut mu, can mı? doğru hayalin tarifi için sınır yoktur, doğru halin ismi ve işareti yoktur. fazilet, kerem, lütuf ve ihsan ne kadar güzel, zaman, günler ve devirler ne kadar güzel. hiç eksiği olmayan kemal ne güzel, sonu olmayan deniz ne güzel. gel ey akıllı adam, sen neredesin? her şey sensin, niçin halinden gafilsin? dokuzuncu bölüm abdal musa velayetname'si ve kaygusuz abdal menakıbname'si abdal musa velayetnamesi abdal musa velayetnamesi abdal musa hazretleri'nin nasihatnamesi evvel sırrını kavi sakla, çok söyleme, muin ol, kavgalı yerden kaç, bilmediğim kişiye yakın olma, düşmanlığı sabit olan kişi ile dost olma, bir kimsenün başına gelen musibetüne gülme, senden ulu kimesnelerle mücadele etme, doğru ol, musibete sabreyle, once düşün, sonra söyle, her çocuk ve kadına sır ve söz söyleme, ibadete ve mala güvenme, halim ve selim ol, inkarcılara gönül verme, evliyaullahın sözlerini inkarcılara söyleme, dünyaya fazla meyletme, bir menfaat uğruna başkasına dervişlik satma, zahir padişahına yakın olma, işin olmadan vezir ve şair devlet adamlarının yanına varma, bana iyi desinler diye sofuluk satma, düşmanına yüz verme, her bulduğuna şükret. zina'dan uzak dur. elden geldikçe tek başına yemek yeme, pirdaşını gerçek kardaşun bil, evliya ve mürşidden ayrılma, hak divanundan ayrılma, sözünde dur, vaktini boşa harcama. peygamber ve ah evladına can u gönülden dost ol, sev, daima salavat ile onları hatırla. allah dostlarıyla muhabbet ederken; eyvallah, kerem buyurdunuz diyerek saygıda bulun. muhamed ve ali düşmanları olan kafirlerle dostluk yapma, zira bunların dostluğu sana fayda vermez. sakın imamlara ihanet edenlere iyidür deme. dış görünüşünü güzelleştirme, gönlünü güzelleştir. yoldan çıkmış, dönek, pirsiz insanlarla yoldaş olma; zira yol, erkan bozulur. kötü olma, zira bazı kimesneler yirmi dört saatte bin devre girer, sakın sen o kimesnelerden olma! zira o kimesneler bu devrelerin hangisinde bulunursa o sıfatla haşr olur, sen allah yolunda ol, vesselam. ankara genel kitaplık, numaralı yazma, adan sadeleştirilerek alınmıştır. abdal musa velayetnamesi ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve latif gözlü ve güler yüzlü sultan hacı bektaş elhorasani bir gün hayatında oturur iken mübarek nefesünden nutka gelüb eyitdi: yaerenler, genceli'de genç ay gibi dogam, adum abdal musa çagırduram. didi. beniisteyenandagelsünbulsun. didiydi. hünkar hacı bektaş vefat idicek abdal musa zuhura geldi. seyyid hasan gazi oglı seyyid musa anasından yetim kaldı. genceli şehrinün halkı münkir olup abdal musa 'ı sevmediler. bari taala kudretinden bu şehre bir afat virdi. bir bir dagılup gitmege başladılar. bildiler ki abdal musa sahibi velayetdür. gitmege niyyet iden şehirlünün yolları üzerlerine vardı, eyitdi: oturalım, gitmen didi. anlar dahı didiler kim: biz sizün hatırınuz yıkmışuz, huzur idemeyüz. bir yire dahıgidelüm didiler. abdal musa sultan didi ki: kanlu gömlegümi boyumca yugdum. bir kerre gelüp bize halünüzi dimedinüz, münkir oldunuz. ol sebebden afatı semaviyye irişüp sizi allahu taala kahr itdi. istianet taleb idüp meded abdal musa diyü çagırmadunuz. üzerünüzden red itsem gerek idi. pes imdi her birinüz bir vilayete gitdinüz. genceli, elmalı tekke köyü 'ne yaya olarak üç saat uzaklıkta bir örendir. bu köy, daha önce ahalisi iyi iken küfre daldığı için helak olmuştur. : velayetname. andan abdal musa sultan yaylak'dan sahil evine indi. anda bir tekke bünyad itdi. ol tekkeyi yapdıkları yirden bir kazan altun çıkardılar. abdal musa sultan eyitdi: bu malun yetimleri vardur; yimek kan ve irindür. derya kenarında bir kafir gemisi vardur. ol malun varisleri ol gemidedür. varun, söylen, habervirün; gelsünler, alsunlar, gitsünler. didi. abdal gönderdiler. vardı gemiye habervirdi. gemi içinde olanlar sordılar: bu ne kişidür? abdallar eyitdiler kim: bir veliyyullahdan ademdür. velayet ve keramet ehlidür. didiler. bu sizündür. atalarunuzdan kalmışdur. didi. gelsünler, alsunlar. haber vir. didi. biz anun içün geldik. didiler. kafirler bu sözi işidicek gönüllerinden tutdılar kim eger bu kişi hakk veli ise biz varınca bademüz hazır ola ve hınzır çocugı, bişmiş ola. andan bu söz abdal musa sultan'a malum olup şikare abdal gönderdi. akkara canavardan ne düşer ise getürün didi. iki hınzır çocugı bulup getürdiler. bunları yüzüp ocaga kodılar. bişer iken bir kafir dahışarab götürüp giderdi. gördiler. kafirün şarabından alup hazır eylediler. kafirler dahı gemiden gelüp hazır buldılar. bildiler kim gerçek velidür. abdal musa sultan buyurdı: mallarun virün, alsunlar gitsünler. didi. tekkenün yanından akan su içine sandal getürdiler, kazanla malı kodılar, sandala bindiler. sandal yürimedi. ol kadar cehd itdiler ki sandalı yüridemediler. meger kim kazanı abdal musa'ya virelüm diyü ahd itmişler idi. ol hatırlarına gelüp kazanı çıkardılar. ol saat sandal revan olup yüridi. andan sonra malun bulundugını teke begine bildirdiler. teke begi dahıeyitdi ki: ne hoş biz burada islam padişahı iken bize virmeyüp kafire niçün virdi. didi. bir kul gönderdi: varun ol kimesneyi huzuruma alun, gelün didi. bu tekke, finike'nin yaya yolu ityibariyle bir saat doğusunda limirra harabesdi yanında türbenin olması ihtimali kuvvetle muhtemeldir. burası yakın zamana kadarsulak ve pek güzel bir yer idi. tekkenin birçok hücresi ve mutfağı olmasına bakılırsa, buranın bir zamanlar hayli klabalık ve hareketli olduğu anlaşılıyor. tekke'de, metnimizde adı geçen kafi baba türbesi vardır. haır kelimesi ile yazılması gerektiği halde metinde güzel ile yazılmıştır. gelen kul girü gitmedi. tekrar bir kul dahıgönderdi; ol dahıgirü gitmedi. günden güne ikiden üçden kul gönderdi idi. hiç biri girü gelmezdi. heman varanlar abdal musa'ya derviş olurlar idi. bu vechile ta yaz olınca tamam beş yüz kul geldi. bu gelen kullardan hiç birisi girü gitmedi. abdal musa sultan yanında olup kaldılar. teke begi dahı yaraklandı yaylaga çıkdı. abdal musa sultan dahı teke begi genceli'ye çıkdılar. teke begi günde beşden ondan kul gönderür idi. diler ki abdal musa sultan'ı getürde. cemi'i gönderdikleri sekiz yüz kadar kul oldı. cümlesi abdal musa'ya dirviş olup kaldılar; birisi gitmedi. eşrafda olan karye halkı teke begine şikayet itdi. teke begi dahı karye halkına emreyledi: ev başına birer yük odun getürün didi. ataşa atalım. gerçek er ise gelsün odı çignesün geçsün. ben de ana itikad ideyün. siz de itikad idün. didi. karye halkı ev başına birer yük odun hazırlayup cümlesini birikdirdiler; harman itdiler. meger teke beginün yanında bir kulı kalmış idi; veziri idi. eyitdi: buyur sultanum, ben varayun ol ışıgı huzurunuza getüreyüm didi. geldi abdal musa sultan'. çık aşık, padişah kapusına varalum; suçlusın didi.abdal musa sultan vezire eyitdi: adun nedür? vezir eyitdi: seni gerçek er didiler. adumı dahı bilmezsün didi. tekrar abdal musa eyitdi: adun bize bagışla didi. vezir eyitdi: benüm adım kirdeyusuf'dur diyicek, abdal musa sultan eyitdi ki: senün adun kirde yusuf ise benüm adum köselen musa'dur. nice senün gibi kirde'nün kılagısun sildüm. didi. kirde yusuf dahı: ineyim, şol kişi ne kişidür didi. atından aşagı ineyim dirken ayagı üzengiye geçdi. at depüp helak eyledi. abdal musa sultan hu didi. turı geldi cemi fukarasıyla kalkdı. abdal musa sultan eyitdi ki: sizünle şöyle oynayalım kim od'un yiründe çayır bitsün didi. dahı: beni seven yürisin didigi gibi cemi daglar ve taşlar ardınca kopdı bile geldi. genceli şehrini basdı, altına aldı. meger ol şehirde bir koca karıcık var idi. bir inecigi var idi. ol inegün südini her zaman abdal musa sultan'a getürürdi. heman anun evi kurtuldı, kaldı. gayrisi cümle zir ü zeber oldı. fukara eyitdiler: taglar bile yüridi sultanum didiler. abdal musa sultan eyitdi: tur tagım tur. senün yanunda olsun bizüm mezarımuz. didikde tag turdı. bu kez taşlar turmadı. girü geliyorlar, didiler. abdal musa sultan dahı: turmaz mısınuz? diyü kara çomak ile bir kez urdı. tağlar da sakin oldı ve kendi fukarası ile teke begine vardılar. teke begi bir yüksek yirden temaşa iderdi. heman teke begine togrı yüridiler. belki tutayım didi. turmadı, kaçdı. sultan cemii fukarasıyla ataşa girdi. sema tutdı. ataş mahvoldı. yirinde çayır bitdi. teke begi turmadı, ormandan ormana kaçdı. sonra çıkdı: varayun erün elin öpeyin. erün işi keremdür. didi. kalkdı sultan'a togrı vardı. abdal musa sultan'a anun gelecegi malum oldı. kullarına eyitdi: teke begini içünüze koman. ol size beg olamaz didi. bunun kulları dahıgördiler ki begleri geliyor. cümlesi çıgrışdılar; eyitdiler ki: sen bizüm begimüz olamazsun. biz begimüzi bulduk. didiler. teke begi geldi, yüzin yire sürdi. biz kendi bilmezligümüzle itdük, sultanum didi. abdal musa sultan nutka gelüp eyitdi ki: okın atdık, yayın yasdık. atılan ok girü gelmez. başuna yarak eyle didi. teke begi eyitdi: hay sultanum kıyma. ne dilersen dile didi. sultan eyitdi: ne dileyeyin, dünyada dünyan yok, ahretde ahretün yok. teke begi eyitdi: kara çomak, abdal musa'nın asa'sıdır. şimden girü bize yürimek yok. oglı halil bege padişahlık emanetini ısmarladı. abdal musa sultan eyitdi: bizüm saglıgumuzda anun üzerine hiç kimesne gelmesün. teke begi ıstanaz şehrine yetdi. seherden kalkup gitdi. abdal musa sultan namaz vaktinde turı geldi. gördi ki bir kara canavar yir kazup çagırur. kara abdal'a buyurdı: baltanı bile getür. didi. kara canavarı gösterdi: eyle kim segirt. teke beginün ruhıdur. evliya'ya yetişdirmeyelüm. didi. kara abdal dahı kogarak ol canavarı, yetişüp depeledi. meger ol vakt teke begi döşeme derunu'nda antalya'ya gider iken atı sürçdi, atdan yıkıldı. başı daşa tokundı, helak oldı. leşini antalya'ya getürdiler. oglı babasınun halini gördi. buna n'oldı, diyü su'al eyledi. yanında olanlar halini bir bir bildürdiler. abdal musa gerçek er imiş şöyle oldı, didiler. halil beg eyitdi: bu hod er okına ugramış. didi. ol, benüm babam olsun şimden girü didi. heman ol nice askerün alup kalkdı abdal musa sultan'a geldi. abdal musa sultan'un elini öpdi. eyitdi: ne itdi ise, babam itdi. benüm anda suçum yokdur, sultanum. didi. abdal musa sultan eyitdi: var otur aşaga. bizim saglıgımuzda korkma ogul didi. halil beg fıkr itdi: abdal musa sultan, ogluna vezir olmasa begligün idemezin didi. padişah iken sultan vezir eylediler. andan sonra abdal musa sultan kalkdı hareket idüp taga çıkdı. rodos cemea'tine, rodos'a çomagın atdı. erenlerine selam virdi. erzade menteşe bazarından ahmed durı geldi. üç kez selamun aldı. dükkanında nesi var ise devşirdi. evine vardı. degirmene zahire gönderdi. satır arasında, derviş baltası ibaresi var. menteşe: muğla öginen unı tez etmek bişirün. eve adem geliyor. didi. bu yana abdal musa geldi. durdı yirden bir taş aldı, eyitdi: erenler, bir bir taş götürelim sekiz yüz abdal taş götürdiler. üç çatal bir agaç bile kopdı. gitdiler. bu yana ahmed evinde yimek ısmarladı. hazırlan diyüp kendüsi karşu çıkdı. eyitdiler kim: ahmed divane oldı. gözedün, kande gider, didiler. gözetdiler, ahmed'i taga karşu gitdi. ahmed'ün gitdigi yana yola bakdılar ki binihaye adem geliyor. vardı ahmed bunlarun elin öpdi, önine düşdi. geldiler evinün önine. abdal musa sultan elindeki taşı yire bırakdı. bu üç çatal agaç dahıanda karar itdi. abdal musa sultan ol agacun dibinde oturdılar. hep gelenler ellerindeki taşı yire bırakdılar. andan sonra yemek getürdiler. abdal musa sultan eyitdi: yimek yiyelim, gelün. ahmed geldi. yimek yidiler. abdal musa sultan eyitdi: ahmed, siz hocalıgı tamam itdinüz. şimdengirü adun hoca ahmed olsun. şu araya, tekke ve matbah yap didi. senün nasibün ayaguna gelsün. didi. oradan abdal musa sultan kalkdı. yarış çam'a kondı. bir adem kısrak yidüp gider. abdal musa sultan: kanda gidersün didi. ol adem eyitdi: şu kısraga aykıra iletirin didi. abdal musa sultan eyitdi. aykır ıssına ne vireceksün? bize vir. sana gülbenk idelüm. muradun hasıl olsun. didi. abdal musa sultan gülbenk eyledi: var imdi, hacetün kabuloldı. taycagızun sakla. didi. meger bunun ileteceği bir yaglı çörek idi. bir saatden sonra bir kafir geldi. selam virdi. getür kafir. şarabun içelim. didi. kafir eyitdi: bu sana yaramaz, sultanum didi. aykır: aygır, at'ın erkeğine bu isim verilir. üç kerre getür didi. ahiri abdallara getürün şerbeti içelim, didi. abdallar kalkdılar, getürdiler. kafircik dahıbile geldi. şarabun yanına oturdı. kadehin eline aldı. abdal musa sultan abdallara getürün keçküllerinüzi didi. abdallar keçküllerini getürdiler. tulumdan şarabı sıka sıka çıkardılar. gördiler ki tulumdan çıkan bal olmış. kafir eyitdi: behey abdallar, ben bunı kendü elimle şarab toldurdum idi. siz bunı bal eyledinüz. didi. abdalun birisi eyitdi: aç gözün kişi, bunlar gayb erenleridür. didi. kafir didi kim: dinünüz ne dindür? abdal musa sultan: dinimüz muhammed dinidür. iman getür. didi. kafir iman getürdi. müselman oldı. balı çörek ile yidiler. kalkdılar üç kez sema dutdılar. abdal musa sultan eyitdi: bu çamun kabugı her derde derman olsun didi. andan göçdiler, gitdiler. incirli eve yetdiler. öte ucında devletlü veli dede bina yapar idi. bir agacı kısa geldi, yetişmedi. ona çalışurlar idi. abdal musa sultan selam virdi. didiler ki: sizün de begünüz var mıdur? abdal musa sultan eyitdi: leşkerün begi olmaz mı didi. bunlar eyitdiler ki: biz de bilelüm leşkerün begi var idügin. bu kısa gelen dügeri çeksün uzadsun didiler. abdal musa sultan eyitdi: bir babuççı kadar gayretimüz yok mıdur? bir göni çeke çeke uzadur. babucı diker surete getürür. didi. şöyle çekün diyüp yapışdılar. agacı çekdiler. zati agaç ne kadar ihtiyaç idi ise ol kadar dahı uzatdılar. cümlesi bunun eline ve ayagına düşdiler: sultanum, ne ister isen virelüm. didiler. abdal musa sultan eyitdi: heman bize incir getürün didi. bunlar vardılar, incir getürdiler. dökdiler orta yere, sanasun bir çec oldı. üşdiler başına, inciri yidiler. abdal musa sultan su istedi. meger bunlarun suları ırakdan gelür idi. ev ıssı eyitdi: düger: direk anlamında kalın mertek. devletlü, geldün, yetişdün elhamdüli'llah. bize suda da himmet eyle, efendüm sultanum. suyumuz ırakdan gelür. didiler. abdal musa sultan yumrugın yire urdı. ol yirden bir ala su çıkdı. içdiler, kalkdılar gitdiler. bunlar incirün dögmesini devşirdiler, saydılar, sekizyüz dögmedür. abdal musa sultan denüzden çomagın aldı. yine seher vaktinde eve geldüler, indiler. birkaç abdal aldı vardı. bir saşdan iki desti çıkardı. meydana getürdi. birisün ogluna virdi ve birisün kızıl deli sultan'a virdi. ve kırk nefer abdal virdi. hacı bektaş hünkar'un üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapun ve dai'resün ırakdan havlıya alun. içine bakçe dikün. her agaç yemiş virince turun, kulluk eylen. her agaç yemiş virdükde, her biründen alun getürün, meydana dökün; meydan toptolu olsa gerekdür. abdallar dahısize cevab diseler gerekdür. ol söze bakman; dikün kim: hünkar ölüp geldigümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. size virsünler, alun gelün. didi. amma yerün bilmediler. sultan'a abdal gönderdiler, geldi: sultanum, sizün buyurdıgunuz emanetlerün yirini kimesneler bilmediler. yine bizi size saldılar. nerede ise diyüvirün. didi. abdal musa sultan eyitdi: bir evün un anbarındadur; ol sarı alemdür. birisi mermer çerakdur; hacı bektaş hünkarun öninde yanmışdur. birisi yeşil fermandur; ol kadar. ol sarı ismail 'dedür. el uzada, abdal gelinceye kadar sarı ismail göçdi. defn eylediler. kabrini tenhalayup üzerine vardı: ya sultan sarı ismail, benüm hizmetüm hünkar'a geçmedi. yeşil fermanı senden istediler. ne buyurursın? didükde, sarı ismail sultan, kabri içinde yedi beyza gibi bir eliyle sunuvirdi. abdal, alup allah'a ısmarladık diyüp geldi. hacı evinde kızıl deli sultan'a yeşil fermanı virdi. baki anda olan mermer çeragı ve sarı alem'i virdiler. kızıl deli sultan hazretlerine emanetleri teslim eyledi. andan sonra abdal musa sultan kalkdı. denüz kenarına indi ve didi ki: buraya leşker geliyor. karıncıkları açdur. dahı bir şikarcık sunmadılar. karıncıkların toyuralum. didi. bir saatden sonra denüzden bir gemi zuhur itdi. geldiler dergah'ı görince, hay bunda abdallar var ancak didiler. gemiden çıkan, kişiler, abdallarun yanına gelüp: ey abdallar, ne ararsunuz didiler. abdallar didiler ki: bunda gerçek er vardur. size muntazırdur. didiler. ve sizün içün yimek hazırladı. didiler. bunlar dahısürüp erün nazarına geldiler. ocak'da erün haranısun gördiler. bunlara az görindi. didiler ki: hay, sultanum, bu yimek sizün leşkere mi yeter, bizim leşkere mi yeter? didiler. abdal musa sultan kalkdı. haranınun yanına vardı, kepçeyi eline aldı: dinleyün imdi abdallar, bunları siz üleşdirün. didi. bunlar tamam kırkbin er idi. abdallar yimegi üleşdirdiler. dahı yetişmeyenine tekrar yine üleşdirdiler. yimek cümlesine yetişdi. karınları toyduktan sonra önlerinden yemek dökülüp kaldı. yeter sultanım, didiler. abdal musa sultan kepçeyi haranınun üzerine kodı, giri çekildi. abdallar gördiler ki haranı yine evvelki gibi dolup turur; hiç eksilmemiş. abdalun birisi didi ki: niçün girü çekildinüz? hey gaziler, gelün görün, haranı tolu durur. siz bu haranıdaki yemekleri birinüz yirüz sanurdınuz. yine toptoludur. geldiler gaziler temaşa eylediler. bildiler ki bu er gerçek velidür. gazi umur beg geldi didi kim: şimdengirü biz sana çagırıruz efendüm, himmet eyle! didi. abdal musa sultan eyitdi: bir börk getürün. umur beg'e giydirelüm. didi. bir kızıl börk getürdiler. umur beg'ün başına giydirdiler. gaziler, şimdengirü buna gazi umur beg din didi. gazi umur beg, izmir'de şehit düşmüştür. varsun bu beg de gazi olsun gayrü. şimden sonra gazilik virüp dururuz. didi. gazi umur beg eyitdi: bize bir yadigar virün, sultanum. didi. sultan eyitdi: şol kızıl deli'yi size virdük. alun gidün didi. bu gaziler kalkdılar: gider misün baba? didiler. kızıl deli sultan işaretle giderün didi. abdal musa sultan çagırup bir agaç kılıç sundı. kızıl deli sultan aldı, öpdi başına kodı. andan sonra yüridiler. abdal musa sultan eyitdi: din, imdi, hiç bir yire gitmen. dogrı bogaz hisarı'na varun. üzerine düşün. ikdam idün. alursınuz. bogaz hisar'un aldukdan sonra rumeli'n size virdüm. önünüze kimse turmasun. didi. bir gün abdal musa sultan sabahın turdı: abdallar, size bir kişi geliyor. gafil olman. abdallar eyitdi: nice idelüm, sultanım? didiler. abdal musa sultan eyitdi: şöyle urun ateşi, tekye muhkem kızsun ve matbaha ateş eylen. koyu koyu tütünler çıksun ve suyı sık sık ulaşdırun. carunuz çekün, her erkanunuz tekmil olsun. ol gelen adama sofra döşen. bir bir bakdılar gözetdiler. bir kişi ahşama yakın geldi. abdallara eyitdi: abdallar, imdi sizünle üç gün üç gice yimek yimeyelim, oturalım. didi. ol gün yimek gelmedi. sabah furuna, matbaha bakarlaridi, yimek gele diyü. üç gün bu hal üzre yimek gelmedi. dördinci gün oldı, bu konuk acıkdı. birbirine danışdılar: buna gerçek veli diyü geldik. her dil buna müsahhardur. biz buna farisi dilince söyleyelim. didi. eyitdiler: n'ola söyle acem dilince. dile geldi, eyitdi: ateş gerem abı bisyar naan nist hoş abdal musa est. didi. abdal musa sultan eyitdi: ezmiyan dermiyan hezar eşrefi pür haddi abdal kef est. abdal musa, birateşikeremdir. buateşi, fazlasuilesöndürmekdoğrudeğildir. binlerceeşrefi' para, abdal kef'inavcuiçindedir. didi. abdal kef'ün can başına sıçradı. turı geldi. çıkdı vardı. altunı bir tersün altına kodı, geldi. didi kim: altun yokdur. abdal musa sultan eyitdi: varun abdallar, bokı boka katdı. didi. öyle diyicek heman kalkdı acem. altunı getürdi. işte sultanum, artık yokdur. didi. abdal musa sultan: abdal musa sultan: varun abdallar, bunı hep nimete virün: hiç birisün erteye koman didi. vardılar abdallar bunı hep pirince yaga virdiler. bir günde yedi kerre yimek bişirdiler. zerde bişirdiler. zerde'nün balı ve yagı dükendi. abdal kefi gussalandı. aşçı didi: ne gussalanırsun? didi. bunda hikmet vardur. efendimize görinelüm. didi. görelim, ne buyurur? didi. abdal musa sultan eyitdi: ne gam çekersünüz? varun, fülan punardan bal alun. şu punardan yag alun. getürün, yimek bişürün didi. yimek bişürdiler, yidiler. sofra kalkdıkdan sonra abdal musa sultan eyitdi: bal yag olup akarlar mı punarlar? eyledi kim, akarlar sultanum didiler. gelün biz de varalum, görelim. didi. kalkdılar, hep punar üstine vardılar. abdal musa sultan eyitdi: yine su olun, eyle kim. didi. abdallar çagrışdılar kon bal, yag aksun sultanum. didiler. abdal musa sultan eyitdi: şahin yuvası olur, eyle kim konsu olsun. didi. abdallar tınmadı. su akdı tersün: pislik, necaset bu kelime, elimizdekidiğermetinlerde; yok'u, yok'akattışeklindegeçmektedir. baba gaybi odunda idi. geldi. eyitdiler ki: baba gayb, efendimüz; bal yag akıtdu şu punarlardan. sen görmedün. didiler. baba gaybi'ye yimek virdiler, yidi, yine oduna gitdi. gider iken bunu görmedigine gussalandı. efendim, beni sevmez misün? ben senün didaruna toymadım. senden hiç bir nesnecik görmedüm. didi. bana yakındaki hizmetüni göstermezsün, ıraga salarsın. didi. didarundan cüda düşerin. didi. gaybi odundan geldi. abdal musa sultan eyitdi: varun gaybi'ye din, bizden eyüye hizmet eylesün. abdal geldi, gaybi'ye didi. gaybi, gussalandı, eyitdi: şu ben bir padişah oglı idüm. geldim şu dede'ye kulluk eyledüm. işte bildüm: er hakk evliyadur. ben bundan yüz döndürsem, çokdan yüz çevirirdüm. elimden ne gelür? koyup gitmek de olmaz. nazarında yanalum bari. didi. ahşam olınca kendüzin bacadan ocak içine atdı. ocaga düşicek vakt abdal musa sultan, tutun gaybi'yi. didi. abdallar tutup yine kapudan taşra bıragup kodılar. baba gaybi: elimüzden ne gelür? eşige yasdanalum. didi. abdallar hep yatdıkda, baba kaygusız eşigi yasdandı. abdal musa sultan kalkdı, taşra çıkdı. ayagun gaybi'nün üzerine basdı. gaybi tınmadı. abdal musa sultan: kimdür şu? didi. gaybi: lebbeyk sultanım, kulun gaybi'dür. didi. abdal musa sultan: aldun, kaygusızum, aldun kaygusızum, aldun! didi. eline yapışup içerü getürdi. namaz vaktinde abdal musa sultan taşra çıkdı. üç kez çagırdı. üni vardıkça: gelsün, nasib isteyen. didi. heman abdal kefi segirtdi. meded sultanum, himmet eyle! didi. yüri, sana evvel lotanya, ve ahir lotanya'yı . virdüm didi. andan kara ışık baba geldi. yüri, sana tahtalı tagı'nı virdüm. didi. yüri, sana egirdür'ü virdüm. didi. her kim geldi ise nasib virdi. andan abdal musa sultan geldi. oturdı, eliyle ocagı karışdırdı. abdal kefi didi: sultanımun eli yanmaz mı? abdal musa sultan eyitdi: abdallaruz, kattallaruz, uryanlaruz. abdal kefi eyitdi: aceb bu sultan ne soydandur? diyü sordı. abdallar eyitdiler: biz bu sultanun ötesini sormayuz. heman didarınun aşıkıyuz. didiler. abdallara bu müşkil oldı. gönül evinden bunı istediler. abdal musa sultan eydivirdi: kim ne bilür bizi nice soydanuz ne bir zerre oddan ne hod sudanuz bizüm hususımuz marifet söyler biz horasan mülkindeki babdanuz yedi denüz bizüm keşkülümüzde hacım umman oldı biz ol göldenüz hızır ilyas bizüm yoldaşımuzdur ne zerrece günden ne hod aydanuz yedi tamu bize nevbahar oldı sekiz uçmag içindeki kobdanuz. musa turup biz münacat eylerüz neslimüz sorarsan aslı hudanuz ali oldum adem oldum bahane abdalmusa oldum geldim cihane arif anlar bizi nice sırdanuz bilürler meydanı ihvandanuz hakkı bunda iken bulasun ve hakikat sende inen sen seni hakk'ı bul bak yar ararsan kendindür aşık olursın kendi cemalünle aşık ol zira sana senden güzel baki yar yokdur sen ruhundan ayrılma mukaddesdür ruhun cesede araz ve cesedün ruhuna aşıkdur daima birbirlerini arzu iderler birbirlerine müştakdur lakin varlıgun seddi iskender olub ruhuna hicab ref idersün aslına ulaşursun fenadan bekaya iresün ehli cennet olursun vesselam temmeti intiha aslı atamızı ve atamızın atasını ve aslı nereye çıkar. künyesini beyan iderüzsenesi berhayat veli baba. sultan mehmed bin nebi efendi çelebi bin ahmed çelebi bin kara ahmed çelebi bin hacı mehmed çelebi bin budala ahmed çelebi bin deli nebi çelebi bin mustafa çelebi bin hüseyin çelebi bin ahmed çelebi bin nebi çelebi bin şeyh hasan çelebi bin şeyh mustafa çelebi. digeri hüseyin şeyh efendi bin veli baba sultan bin hüseyin seyyidi sülalei tahire zeynel abidin. sene izzetli saadetli benüm biraderüm hüseyin efendi hazretlerine sene pir efendizade mehmed oglu. kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuz abdal menakıbnamesi risalei kaygusuz baba, sultan abdal musa haretlerine, gaybi beg varub irşad olduklarına, eva'ili kitab ama: nüshası. ba'dehu kendülerinün mesnevileri, ba'dehu gazaliyatı şerifeleri ve tercii bendleri, ba'dehu kendülerinün seyri süluk aleminde vakı olan seyranları ve gayrı hem asıl nüshadan ketebe olundı. hal sahibi olan ve dervişan sahibi olan ve dervişan sıfatun aceleylen tahrir olundı. günanei dilgir olmasunlar, kusur olan mahalleri tashih buyursunlar. lakin dervişandan gayrı halsiz kimesne, zinhar okımasun. zira alemi hakikatdür, fehm idemezler. galata düşerler, kendülere gadri külli iderler. ale'ttahkik, kitabtemamkitab, eğer su'al varid olursa, abdal okusun. vesair dervişan okusunlar ve bunlardan gayrı kimesneler okumasun. zahir abdalun dini vesair dervişanlarun dinleri bizüm dinimüzden gayrı mıdur? böylece su'al olunursa fehaşa din birdür, hilaf vehm ider. öyle değildür. bu kitabı, ehli irfan menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak asandur, zira sultankaygusuzbaba kaddessa'llahusırrehü'l'aziz hazretleri'nün kendüleri menzil ü meratib sahibi olmuşdur. bu kerre kemali merhametinden ehli tarik olan kardaşlara kendülere inam olan menzili binihayeden ifade buyurmuşlar ki,bma: nüshası. hazreti allah'un keremi rahmetini ifade idüb, bakun bana ne kerem oldı, sizler dahi say idüb benüm menzilime vasıl olun diyü, yohsa gayrı degildür. bu kerre sen ise bir tarikata girmeden bilmesen. aceb degildür. zira dahi ebcedi okuyub anlamadun pes ve tahaveeliflam'dan söyleyenlerün ve hakayıkdan bahs idüb sultanlarun cevablarun nice fehm idersen, mümkin değildür. sonra galata düşüb, bütün inkar idersin. el'iyaz übi'llah kafiri mutlak olursın. kuranıazimü'şşanun ma'nasına nihayet yokdur. sen henüz, sarf, nahiv, me'aniden haberdar olmadan, kendü nakıs aklınca ma'na virürsin. nice olursa bu tarikatun dahı yolunu ve ıstılahını bilmedün, veliyu'llahun hal kelamını fehm idemez . eserin bu kısmı sadece ma nüshasında mevcuttur ag. nüshasında yoktur. kısaltmalar: ag ma . sakın bu sözlerime darılma! senün selametüni isterüm. eger talib isen, kaygusuz sultan gibi, terk eyle dünyayı bir kamili mükemmel, sadıku'lkavlehü meşayıha teslim ol, bak ne görürsin. fafehamtemmet ma nüshası bundan sonra varak de gazeli vıran abdal, b;ıserlevha şiirle devam ediyor; asıl menakıbname varak da başlıyor. biz bu şiirin, menakıbname ile alakası olmadığı için metnini vermiyoruz. kaygusuz abdal menakıbnamesi kaygusuzabdalbabasultanabdalmusaharetlerineirişübirşadoldıgında elhamdüli'lehi veli'yyehü ve'sselatü ve'sselam ala nebi'yyühu muhammedvealihiveashahiecmain bma: nüshası. amma ba'dehu: ehli tarik içinde ma'rufu meşhur dilgüşa sahibi kaygusuz baba sultan kaddesa'llahü sırrehü'l'ala alaiye sancağı begi'nün oglı idi. adına gaybi dirlerdi. gayet akil, arif, amil, alim, kamil ve tuvan idi. onsekiz yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. her hal üzerine cümlesin mülzem kılurdı. zira çok kitablar okumışdı. her ulumı, bi'ttamam bilürdi. ve hem ziyade pehlevan idi. zor bazuya malik, at üzerinde silahşorlukda, ok atmakda ve kılıç çalmada ve gürz salmakda ve sünü oynatmakda hünermend idi. bunun gibi işlerde anun naziri yogidi. ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikar iderdi: beber ve peleng ve kaplan ve ahu eline her ne geçirse ve gözi her ne görse kurtulmazdı. günlerden bir gün, tevabi'lerinden bir nice kimesneler ile şikara çıkdılar. vahş u tuyurı şikar iderken, gaybi begzade anı gördi. bir ahu, anun önüne çıkageldi. ve fi'lhal gaybi beg anı göricek tirkeşinden bir ok çıkardı, kirişde kodı gözledi, çekdi. toldurdı, ol ahuyı gözledi,. küşad virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol ahuya dokındı, koltugından geçdi. hayli arb urdı. ol ahu, sıçrayub kaçdı. gaybi beg anun ardına düşdi. kan akardı. gaybi beg, anun kaçduguna bakardı. becid üzerine at sürdi peşteler, daglarvevadiler geçüb, bir sahraya indi. meger kim, ol zamanda velayet erenlerinden bir kimesne var idi. adına abdal musa sultan dirlerdi. bir ali astane bünyad eylemişdi. anun himetin de nice kimesneler mürid ü uhib olub kalmışlarıdı. çok dervişleri varıdı. her biri ayende ve revendeye hizmet iderlerdi. ol ahu kim gaybi beg kogup gelirdi. gaybi beg turub, asitane kapusından içerü girdigin gördi. fi'lhal der'akeb, ol dahı kapudan içerü girdi. ol ahu görinmez oldı. dervişler anı görüb, karşu geldiler. gaybi beg'ün atun tutub: buyurun, ziyaretegeldünüzise, aşagıinün, didiler. gaybi beg eyitdi: benümbundabiroklanmuşşikarumgeldivebenanıokılaurmışam, ol benümşikarumdurniceoldı? anıbanavirün, didi. dervişler eyitdiler: buradaböylebirahugelmedivebizgörmedük, didiler. begzade eyitdi: hiçdervişleryalansöylermi? niçüninkaridersinüz, benolahuyıkendi gözümlegördümbundagelübiçerügirdigün, didi. anlar ta'accüb itdiler bizümhaberimüzyok, bilmezüz, didiler. begzade melul b ve perişan oldı. bir zaman şöyle kaldı, fikre taldı. aceb, buahuniceoldu? didi: bunlardan galabalarından işidüb, vahdedhanesinden abdal musa sultan çagırub eyitdi: dervişler, kiminlesöyleşirsünüz? ag nüshası buradan başlar eyitdiler: sultanum, alaiye sancağı begi oglı gaybi beg bunda geldi, atılabizdenşikartalebider, didiler. sultan eyitdi: anı okuyun, katuma gelsün ben ana cevab vireyüm, didi. ol dervişler eyitdiler: siziokurlar, erenlergelsündiyübuyurup, didiler. hemziyaretidünhem birsaficevabalun, didiler. gaybi beg dahı sultanun hitabun işidüb fi'lhal atundan aşagı inüb eyitdi: n'ola, varalum, olmübarekcemalinigörelümelleriniöpüb, hakipayınayüzümüzisürelüm, didi. içeri meydana girdi, baktı sultanı gördi. kaddi hamide kılub, selam virdi. dahı ilerü ikdam idüb şerefi destpus eyledi. yüz yire koyup ayakları türabına yüzin sürdi, turdı. andan girü çekilüb mukabele daha fazla bilgi için bk. güzel, kaygusuzabdalmenakıbnamesi, ankara,ag nüshası buradan itibaren başlar. bu yazma, varak olarak değil, sayfa olarak numaralandırılmıştır. sinde el kavuşdurub turdı. seyyid sultan abdal musa hazretleri. izzetle anun selamın aldı. hoşgeldünüzoglum, safageldünüz, kademgetirdünüzgönlündilegün nedür? söyleişidelüm, bilelüm, didi. gaybi beg, keyfıyyeti hali ifade eyledi vaki'ayı oldugı gibi şerh eyledi. sultan eyitdi: olahusenünnedenşikarunoldu? gaybi beg eyitdi: sultanum, benanıokılaurmışam dahı üzerine at sürüb hayli kovmışam, çokmenzil aldı yoruldı güç ile bundageldisultanum, didi. sultan eyitdi: olokıgörincebilürmisün? didi, gaybi beg de, bilürem, didi. abdal musa sultan eyitdi: bak imdi, gör okunı, didi. kendü mübarek kolını yukaru kaldurdı, koltugundan gösterdi. gaybi beg bakub gördi ol atdugı ok, sultan abdal musa'nun koltugında sancamış turur. ol ahu suretinde gezerken ol imiş ki, begzade okıla urmış. anı göricek, nadim olub bir zaman kendüden gitdi, şöyle bihod oldı. bir zamandan sonra kendüye geldi. özr diledi. tekrar sultanun elini öpüb ayagına baş kodı. tazarru' vü niyaz eyledi. sultan ol okı çıkarub öninde kodı ve buyurdı kim: dergahı lutf u ihsan, ehli i'tizaza hemişe meftuhdur. ve günahına mu'terifolanda'imamüsabumemduhdur. bizgeçdüksuçundan, bir dahıböyleetmeyesün, didi. hergördügüncanaokatmayasun, didi. begzade eyitdi: sultanum, bubendenüzihizmetinüzelayıkgörübogulluga, kabuleylen, alakudreti'ttakahizmetinüziidelüm, didi. sultan eyitdi: oglum, bu erenler yoluna gitmeklige mutlak mücerredlük gerekdür. sonunı saymayub sonra peşiman olmakdan tek turmak yegdür. zira kim, bu yol ince bir sarp yoldur. ve bu yolun derd ü bela vü mihnet ü cefası boldur. ve bu tarika giren kişi kadir oldugı derece elden gelen kötü işi men'itmeye halkdan kendüye her ne cefa gelürse sabr eyleye canibi hakk'dan ne bela nazil olursa, kendüye ganimet bile feryad u figan kılmaya, incinüb melul olmaya. hakk ta'ala hazretleri'nün her işinde bir hikmet vardur. kahr u lutfına mahar düşmiş, mesela dünya vü ahiret, cehennem ve cennet gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ve şadi, aglamak ve gülmek, tag ve sahra, yokuş ve iniş, hep birbirüne mukabildür. bunı fehm eyleyen safi dil'dür. hala senün pederün bir sancak begi, hadem ve haşem sahibidür. ol sana bu riyazeti çekmege rıza vermez var, imdi pederünden icazet al, andan bizüm katumuza gel ve hem gönline danış ki sonra peşiman olmayasın! begzade eyitdi: sultanum, benüm pederüm sizsiz bunda kalduguma razı olmazsanuz. ben bundan gayrı yire gitmezem ve bu asitaneyi terk itmezem. gelmek var gitmek ve dönmek yok, didi. pes öyle olsa, sultan buyurdı bir halifesine: gaybibeg'ünbaşuntıraşidüngaybibeg'ünbaşınıtıraş itdiler. erkan üzre tac u hırka giydürdiler tekbirlerile ve pend ü naşihatıla ana kisvet geydirüb, beline kemer bagladılar. ol asitanei sa'adetde erenler naarında yir gösterüb bir post döşediler. gaybi beg, ol post üzerine çıkub, iki diz üzerine edebiyle oturdı. fahr libasını kabul idüb dünyadan el götürdi cümleden farig olup, hakka tevekkül kıldı. amma, begzadenün hizmetkarları, gaybi beg'i cüst ü idüb istediler. tag ve sahrayı tamam gezdiler, bulamadılar ve kanda gitdügin dahı bilemediler. ol hizmetkarlarından birisi, asitanei sa'adete geldi kapudan içeri naar kıldı. bakdı, gördi begzade'nün bindügi at baglu turur. bildi ki, begzade bunda geldi. heman gayrı yoldaşlarına dahı el salub: gaybibeg'ibundabuldum, gelün, didi. filhal ne kadar atlu varısa geldiler atlarından aşagı inüb, içerü, asitane kapusından meydana girdiler. bakdılar, begzadeyi gördiler. alapak derviş olmış atından ve tonından feragat idüb bir post üzerine oturur. selam virdiler keyfiyyeti hali sual itdiler. gaybi beg, vakıayı oldugı gibi gördügün takrir eyledi: şimdidensonrabenümbabamabdalmusasultandur. sizbanadahl uta'rizidemezsünüz. hemanatveton'umıalunbendenfarigolun, didi. çok söylediler ve her biri, dürlü nasihat eylediler. söz geçmedi, ana nasihat kar kılmadı. akıbet farig oldılar. atını ve tonını alup, babası katına geldiler. bevvablar gaybi beg'ün atını ve tonını getürdiler ve hizmetkarlar geldiler. gaybibeg, şikardan gelmedi, ga'ib oldı. hiç görinmez, bilmezüz ne halde ve ne yirdedür, didiler. çün kim beg bu haberi işitdi, aklı başından gitdi. bihuş oldı. kulları başına geldi, yüzine gülab şaçdılar. bir zamandan sonra aklı başına geldi. gözin açub haber şordı: kanıoglumgaybiniceoldı, sizünlebilegitmişidineyledünüz? didi. anlar dahı begzade'nün keyfiyyeti halin gördükleri gibi haber verdiler. dervişolubpostageçmiş,sözümüzidinlemedi.çoksöyledük gelbabanagidelümdedük, fakatbegzade, benümbabambudur, didi, kaldı. çün kim beg, bu sözleri işitdi, canına od düşdi. acısı tepesine çıkdı. fi'lhal yerinden turdı, teke begi'nün katına geldi, selam virdi. yüzin yirlere sürdi, agladı, sultan hazretlerinden şikayet eyledi: biraşıkdünyayıtutdı. dörtbeşyüzabdalvarbaşındabenümoglumı dahısihirileefsunlaridübalıkoymış. banamededeyle, tutanunhakkından gel, didi. bu yanmış yüregüme bir su serpüb, bana derman eyle, yok dirsen, helak olurum. bu gayretden namus u arum gitdi halk içinde vakarum kalmadı namus u arum halk içinde kalmadı. her ne idersen, becid tut, didi. meger kim ol vakt teke begi'nün yanında bir kimesne varıdı. anun adına, kılagılı isa dirler idi. bahadur kişi idi. her ne ceng olsa, anı gönderür idi. ve her ne hizmet olsa, ol görür idi. gayrılarun bitüremedigi işi ol bitürür idi. kuhı kaf'da, süleyman peygamberün divleri olsa, tutub getürüridi. kimse ana mukabil turub ceng idemez idi. teke beg'i anı katüna okıyub eyitdi: var, ol abdalı bana tut, getür. nice kişidür, göreyüm andan haber sorayum, didi. heman kılagılı ısa , el baş üstünde koyub etek dermiyan eyledi. saray kapusunda çıkub, tiz atın egerleyüb üzerine süvar olub, sultan abdal musa'yı getürmege azm eyledi. ta kim, erenlerün asita nei sa'adetüne geldi. bimerhaba, içerü girdi. derviş, anı gördiler, ilerü geldiüer atun başını tutub eyitdiler: in aşagı, atunı baglayalum, didiler. ol eyitdi: ben aşagı inmezem bana tiz haber virün, abdal musa sultan sizün kangınuzdur? ana söylen gelsün benümle teke beg'ine gidelüm. dervişler eyitdiler: ol sultan seccadesinde oturub, halifeleriyle sohbet ider. senün dahı sözün varısa, içerü meydana gir mübarek cemalün destbuseyle. andan ne hacetün varısa, huzurunda arz eyle, gönlün dilegün dile, didiler. kılagılı ısa eyitdi: söyleyüngelsün! ol, banazahmetvirmesün. ben, atumdanaşagıinmezem, didi. sultan, içerüden anun sözin işitdi, nida kıldı, eyitdi: sanakimdirlerveadunnedür? ol kişi eydür: banakılagılıısa dirler. sultan eydür: senüngibiçokkimesnelerünkulagısunaluram. varhemanedebünlegirü dön, geldigün yola git. biz, senün ol didügün adem degülüz, didi. kılagılı isa'ya bu söz hoş gelmedi. gazabıla hemandem kasd itdi kim, atından aşagı ine, içerü girüb, sultan'ı tuta cebren ve kahran taşra çıkarub, alub gide! pes, kılagılı ısa ol kakmakıla böyle niyyet eyledi. sag ayagın üzengiden çıkarub, sol ayagı üzenginün içine girdi. atmun karnına bir depme urdı. ol at ürküb, turdıgı yirden gitdi. kılagılı isa'nun ayagı üzengide takılı kaldı. kurtaramadı ve kurtarmaga mecali kalmadı. at, kapudan çıkup teke ili yolunı tutub gitdi. şöyle kaçdı kim, kuş ardında degül, belki, yil dahı yitmezdi. kılagılı isa, atun yanınca bile sürinüb gitdügün görüb, dahı beter ürkerdi. kılagılı isa, taşdantaşa gökden göge tokınub parepare oldı. başı, kolı tagılub ancak üzengide takılı bir budı kaldı. bu haliyle ol at, menziline geldi. bakdılar, gördiler kim, kılagılı isa'nun atı kaçub gelür, amma üzerinde kimse yok! bunehaldür diyü ilerü vardılar ol atı tutub gördiler ki, sol yanundan üzengiye asılmış bir adam budı var, dahı nesne yok! at segirtmeden kantere batmış kılagılı isa'nun başı, kolı, gövdesi gitmiş, heman bir budı ayagından asılmış. bu ahvali heman teke beg'ine i'lam eylediler. işidüb melul u perişan oldı. gayet gazablandı. zira ki, maslahatgüzar idi. her hizmetün, ol görür idi. acebbunaneoldı?' diyüb fikre vardı. yanında olanlar her biri bir güna sohbet eylediler. teke beg'ini gazabnak eylediler. fi'lhal, hışma gelüb kakıdı cümle adamlarun katına okuyub tenbih buyurdı: askerler atlarına binsünler, fülan yire bir aim ateş yaksunlar ol salusı bakayum, temaşa ideyüm. fi'lcümle askeri at arkasına süvar olub, alemler, sancaklar kaldırub tabl u zurna ve nefirler çaldılar. abdal musa sultan'a kasd kıldılar. beg buyurdı kullarına: öncüleröndegidecek, ateşiyakacaksınuzabdalmusayanacak, bizde arkadangeliyoruz, didi . bu durum abdal musa sultan hazretlerine ma'lum olub, oturduğı yirden fi'lhal nagra urdı. bir kerre, yaallah! diyüb bu ses üzerine halifeler ve dervişler dahı anı görüb, heman anlar dahı sultanıla ma'an sema'a girdiler. asitane kapusundan taşra çıkub teke begi'ne karşu yüridiler. abdal musa asitane'sine yakın bir ulu tag varıdı. heman ol dahı der'akeb yüridi, sultan'un ardınca, görüb sultan, ol taga bakub, mübarek eliyle işaret eyleyüb: durtagum, dur! didi. iki kerre ol tag sultan'un nutkıyla durdı. daha sonra taşlar ve agaçlar turmayub, cuşa geldiler. sultan'un ardınca camus gövdesi gibi dahı büyük ve küçük taş, ol tagda ne kadar varısa, halka olup, sema'a girdiler. ol ateş yakılan yire geldiler. sultan ol ateşün içine sema' idüb bi'lkülliye ateşi mahv idüb söndürdiler. ol yana teke begi askeriyle gelürken bu ahvali görüb fi'lhal girü döndi. çatal derbend'ine togrı müteveccih oldı. askeri dahı anun ardınca çatal derbend'e yakın geldiler. bu tarafdan abdal musa sultan hazretleri, dervişleri ve halifeleri ile evvela o ateşi mahv idüb söyündürdükden sonra, girü asitanelerine müteveccih oldılar. yolda gelüriken anı gördiler kim, tagdan bir kara canavar inüb bunlarun arkurı üzerlerine ugradı. sultan anı gördi eyitdi: işdetekebegi'nünruhı, didi. meger kim, anda bir aziz varıdı baltası gedik adında bir derviş idi. ol vakıt baltasıomuzındatagdanoduntoplayub davarlara yükledüb asitaneye getürürdi. ol balta ile ol canavar kaçub giderken tepesi üstine mutlak yıkıldı, helak oldı heman ol saat teke begi dahı at üzerinden yıkılub canı çıkdı. asker bu ahvali gördiler. her biri bir etrafa gitdiler. cümle perakende oldılar. felakete ugradugun bildiler. gaybi beg'ün babası çün kim bu hali gördi, bildi kim sultan abdal musa hazretleri velayet ve keramet sahibidür. teke begi ana yavız kasdeylemiş idi. ol sebeb ile bu belaya ugradugun bildi kazasmı anladı o kazaya geldi, , itdügi işlere nadim oldı, tevbe vü istigfar kıldı. fikr eyledi, varuboler ilemülakat idelüm, mübarekellerinöpüb, ayaklarınayüz sürübözrdileyevekendüyetabi'ola. ve üç yüz adamla kalkub alaiye'den abdal musa sultan'un asitanei şeriflerine azm eyledi. bunlar gelmede, bizüm sözimüz okınub, sultan abdal musa'ya geldi: halifeleri ve dervişleri ile asitanei şeriflerine oturub sohbet eylerken mübarek başun kaldırub buyurdılar ki: filanmahaldeikipunarçıkdıbiribalvebiriyagrevaneolubakdiyag vebalalubmatbahdabiryietoldurun. bizümgaybi'nünbabasıalaiyebegi sancagıkendüyetabi'üçyüzadamıylagelübbizümlemülakatolmagaazm kıldı. irtebirgüngelürler, anlaraziyafetidübkonuklukiyleyelüm. didi. dervişler işitdiler bilişüb gitdiler. ol, didükleri mahalle vardılar, gördiler kim, iki azim punarlar çıkmış biründen bal ve biründen yag, safirevan akarlar. toldırub, üç gün üç gice her tarafdan bilüb işiden ademler geldiler. ol punarlardan yag ve bal aldılar. her biri kapların toldurdılar. dördüncü gün oldukda, abdalmusa sultan eyitdi: şimdensonraolpunarlardansuaksun, didi. halifeler ve dervişler eyitdiler: sultan'um bu punarları koyun, ta kıyamete degin böyle bal ve yag aksun. nice kimesneler fukaradan mün'im olsunlar, size hayırdu'a kıl sunlar ve hem sizün yadigarınuz olsun, diyü ilhah itdiler ol sultan buyurdı kim: ol, didigünüzolur, lakinmiricanibindenademlergelürler, bizdensonraüzerlerinenaırolurlar.çokmücadeleolurfukarayavirmezler, didi. pes, dördinci gün vardılar, gördiler kim, ol punarlardan su akar. hala dahı ol demden bu deme degin yaz ve kış ol punarlardan sular akardı bal ve yag çeşmesi dirler. ol vilayederdeki meşhurdur. bu tarafda alaiye sancağı begi üç yüz ademle asitane kapusına geldiler. atlarından aşagı indiler. sultandan destur alub içeri girdiler. sultan'un mübarek cemalün gördiler, ellerün öpüb, ayaklarına yüz sürdiler. her biri özrin dilediler: kembizden, keremerenlerden, bizümeksüklügümüzekalmayasuz, didiler. sultan, anlarun özrin kabul idüb buyurdı kim dergahı lutf u ihsan, ehli i'tizara hemite meftuhdur. günahına mu'terif olan daima müşab u memduhdur. hoş geldünüz, her birine yir gösterdiler, menzile yakın oturdılar. üç gün üç gice konukluk itdiler. bunlara azim ziyafet itdiler. dervişler, hizmet gösterdiler. gaybi beg dahı babasıyla görüşdiler. babasınun elün öpdi. babası dahı anun iki gözlerin öpüb nevaziş eyledi. eyitdi: oğlum, fahrinmezidolsun. aklına, fikrinekurbanolayum. bufanidünyadaakiloldurkimmürşidetegineyapışasalihlervelilergüruhunakarışa, ahiretdedahıanlarilehaşrola, didi. o, bugünden şonra sultan'dan destur alub vedakıldı. hasırı safa vü hüsni rıza ile gaybi beg'i, sultan hazretleri'ne teslim idüb, fi'lcümle tevabi'leri ile kalkup, yine geldügi tarafa müteveccih revane oldı. alaiye'ye gelüb makamına karar kıldı. gaybi beg sultan abdal musa hazretleri'nün asitanesinde kaldı. can u dilden erenlere hizmet eyledi. sultan abdal musa hazretleri, sünnet nazarıyla gaybi'nün yüzine bakub eyitdi: kaygudan reha buldun, şimden sonra kaygusuz oldun, didi. gaybi, yüz yire koyup meskenet gösterdi. sultan, bu nutkıla begzadenün ismini kaygusuz' diyü söylerdi. andan sonra adı kaygusuz oldı. rivayet bu vecihledür ki, sultan hazretleri'nün asitanesine kaygusuz kırk yıl, tamam hizmet eyledi nasibün aldı. menzil ü meratib sahibi oldı. gönlünden niyyeti ka'betu'llah tarafına gitmege arzu kıldı. bu şi'ri bünyad idüb söyledi: sataram canum yolına kurban iderem ben belirsüz olıcak can u cihanı n'iderem ben şey'en li'llah benüm gaybetüme kılıç salana hercayi yüze gülüci yari n'iderem ben hayvan adama zencir yular dahıtayanmaz ehli tarikı bin nefesde yederem ben hüsnün cemalün göreli geldüm imana muhammedi'yem bu dine ikrar iderem ben hal diliyle icazet ister kaygusuz abdal şahum ıssı kal kuşum uçdı giderem ben. çünki kaygusuz baba bu kelamı söyledi. abdal musa sultan işitdi bana, dividvekalemgetürun diyü buyurdı. fi'lhal getürdiler, hazır eylediler. sultan eline kalem ve kırtasun alub mübarek eliyle kaygusuz'a bir icazetnameyazdı, bu mazmunıla bismillahirrahmani'rrahlm. elhamdü'lillahi'llezica'alekulubü'l'arifınilaahir. hernekimvardur, cevabiçindemesturkıldı. dahıbuyurdıkim: bizümle müşahede kılmak murad eyleyen kaygusuz'a nazar eylesünvebizdenhayırdu'ailtimaseyleyenkaygusuz'danalsun. safa nazarunvehimmetün, recavüniyazkılsunvehernediyarakiarzidüb gerekdürki, olvilayetimekabirvüeşrafuagniyavü fukaraher kim olsa mezbur kaygusuz'un üzerinde bervechile nazarı inayet ü merhametüşefkatdirigbuyurmayalar. bucanibün ri'ayetihatırıiçün ana, izzetühürmetkılalar. anunkademikaduminkendülereminneti azimleraiyetbileler. didarlarıylamüşerrefolub, safanaarıhimmet ilemugtenimolalar. veanaolan ri'ayet bucanibeolmış gibidür. şöyle bileler baki ne ola ki, ma'lumı sa'a det olmaya! ve'sselam. çün kim yazıldı, sultan hazretleri kaygusuz'un eline virdi. kaygusuz aldı, şerefi destbus kıldı. tazarru' vü niyaz idüb meskenet gösterdi. makamına geldi, karar eyledi. şevk ü mahabbetünden ana bir teşnelük susuzluk arız oldı. bir keşkül içinde bir mikdar yogurt koyub üzerine suyıla ayran eyledi. ol, erenlerün virdügi icazetname kagıdun saklamaga hiç bir makul yir bulamadı. gönlünden fıkr idüb eyitdi: baribenbukagıdıkendikalbümdesaklayayum, zayi'olmasun, diyüb ol yogurt ayranınun içine tograyub tenavül eyledi. anda hazır olanlar, bu hale ta'accüb kıldılar. abdal musa sultan hazretleri'ne gelüb vakiayı oldugı gibi, keyfiyyeti hali i'lam eylediler, eyitdiler. sultan'umbirdivaneyebirnicezahmetçeküb, mübarekelünüzleicazetnameyazupverdinüzol, anunkadrükıymetinibilmeyüb, yogurtiletograyub yidi, didiler. sultan bu haberi işitdi, tebessüm itdi: bana, anıçagurunhabersorayumniçünböyleeyledi? fi'lhal kaygusuz'a sultan'un da'vetini bildürdiler. kalkup huzuri şeriflerine geldiler. sultan ana sordı: niçünböyleeyledün? didi. kaygusuz, özr ü niyaz eyledi: sultan'um, sizünyadigarınuzusaklamagiçünhiçbundanma'kulbiryir bulamadumkendikalbümdesaklayam, didi. sultan'a bu söz hoş geldi. buyurdı kim: gayrı kimesneler taşradan söyler, sen içünnden söyleyesün, didi. ol sa'at kaygusuz'un gönül gözi açıldı. cümle tamarlarundan hikmet çeşmeleri cari olub, akmaga başladı ve her bir nazarun ibret göziyle ve her kelamın hikmet söziyle söylemege başladı. ma'ni denüzine taldı, irdigi gevherler olan aldı. meydanı ışka geldi bazar içinde meydanı mahabbetle sarraf olan kıymetün bildi. can virüb satun aldı. derunundan cuş u huruş idüb her kelamun kendüden sadır oldı. bir gevheri hass idi. sanma ki anun gönli, ol nutkıla fethi baba oldı. kaygusuz'un her sözi bir kitab oldı. gelen arifler yazdı anun ma'nasını bildi, anladı. cahiller bilmeyüb anladı. hala biz girü sözümüze gelelüm: sultan abdal musa hazrederinün hizmetinde kaygusuz kırk yıl tamam hizmet eyledi. meger günlerden bir gün ahşam oldı: halifeler ve dervişan cümle meydana gelüb menzili meratibine göre her biri yerlü yerine geçüp, oturdı. seccadeleri üzerinde karar eylediler. sultan abdal musa hazretleri, sadrı alada oturmışidi. kanunı evliya üzre çerag uyarub duayı gülbenk eyitdiler. ol mahalde kaygusuz abdal, oturdugı yirden ayag üzerine turub kapuya vardı. yüz yire koyub erenler karsusında meskenet gösterdi. gitmege destur ve havalet alub, hayırdua temenna kılub sultan'a bu hal ma'lum oldı. çevre etrafına nazar kıldı, buyurdı kim: bizümkaygusuz'a kim yoldaş olur, didi. ol mahalde kırk nefer kişi ayag üzere gelüb, kaygusuz'un yanına urdılar. sultan hazrederi du'a vü gülbenk idüb herkandagidersenüzugurlarınuzhayrola, didi. kaygusuz, tekrar yüz yire koyub tazarru' vü niyaz eyledi. pes, ol gice sabah oldı. ale'sseher bir koyun kurban idüb, bütün söyüş idüb pişürdiler ve anu, kırmızı puryan derviş eylediler. birkaç nan ile püryan ve dervişi kaygusuz'a virdiler. dervişlerden birisi annı, kitefıne alup getürdi ve hem sultan ile halifeler ve derviş kaygusuz, namazı fecri eda kılub, du'a kılduklarından şonra, kendüye tabi' olan kimesneler ile asitane kapusından dışaru çıkub sultan'ı ve halifeleri veda idüb, müteveccih ve revane oldılar. meger kim ol yire yakın bir menzilgah varidi bir ulu kavak agacı bitmiş idi. çevrede etrafı merg ü sebzezar idi bir ulu su akardı. ol su, erenlerün asitanesine gelürdi. çün kim kaygusuz, ol mekana geldi, bir mikdar sakin oldı. ol sofrayı açup, içinde olan sögüş püryanı kısmet eylediler. kırk kimesneye bahş idüp yidiler, şükrin didiler. ellerün yudılar. dahı oturup, sohbete meşgul oldılar. esnayı sohbetde kaygusuz baş kaldırub, ol kavak agacına nazar kıldı acebuluçenardegilmidür, buçenar, didi. ne hoş yirde bitmiş balabülendolmış, diyü. ol, hadkavakagacıidi. ana, zergerdankavak dirler idi. kaygusuz sultan anun kavak idügin bilüridi. imtihan içün böyle didi. anlar eyitdiler: bu,çenardegil, birkavakagacıdur, didiler. kaygusuz sultan eyitdi: ben anı çenar agacı sandum, didi. ayrık dahı hiç bir kelam itmedi. heman kalkub andan girü döndi, asita neye geldi. karar eyledi. sultan kaygusuz'un geldügini halifeler ve derviş gördiler. acebniçüngitmedi, yinegeldi? didiler. keyfıyyeti hal nedür bilmediler. amma, sultan'a malum oldı. kaygusuz'un yoldaşları kendüye tabi' olmadılar. ol gün ahşamı oldı, yine adet üzre' çerag uyardılar. kaygusuz durdı, yine kapuya vardı, yüz yire urdı. peymançe yirine geçdi. sultan buyurdı: budefaevvelkiyoldaşlarıotursunvegayrılarkalkubkaygusuz'unyanınavarubtursunlar. fi'lhal kırk kimesne dahı kalkup kaygusuz'un yanına turdılar. pes, malum ola ki, abdal musa sultan'un hizzmetinde halifeler ve derviş çok idi. beş yüz nefer kimesne, ol asitanei sa'adete baş korlardı. sabıkan yoldaş olanlar, nadim olup, biribirine bakışub eyitdiler: bilmedükmuvafakatkılmadukyekdilyekcihetolmadıkcümlebirdilden söylemekgerek idi. şimden sonrane faide, sonpeşimanlık faide itmez , didiler. sultan kaygusuz'a hayırdu'a gülbenk eyledi. kaygusuz sultan ve yanında olanlar, cümle tazarru' vü niya z idüb meskenet gösterdiler. her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler. ol gice geçdi. yarındası, yine kurban idüb pişürdiler. söviş puryan ve birkaç nan ile sofraya koyub, virdiler. kaygusuz, sultan abdal musa hazretleri'nün elin öpüb, baki halifeleri ve dervişleri vedaidüb asitane kapusından taşra çıkdılar. ol kavak agacı dibine gelüb oturdılar. ta'am yidiler, şükrin didiler. ellerün yudılar sohbete meşgul oldılar. kaygusuz sultan baş kaldırub eyitdi: yaranlar, nehoşçenaruluçenar, didi. ol tevabi'leri gibi cümleden ya'ni bir dilden ötüb, eyitdiler: sultan'um, beligüzelçenardur, didiler. pes ol vakt kaygusuz baba dahı bildi ki, bu yoldaşları kendüye ta bi'dür. cümlesün yekdil, yekcihet olup biribirine muvafakat kıldılar. gönli hoş olub, eyitdi: buçenardanbizebirkimesneolsa,çıkubmiveindürseta'amüstüne anıtenavüleylesek? içlerinden biri heman kalkub dameni dermiyan idüb, ol kavak agacınun üzerine çıkub, iki ayagın basub, iki eliyle bir dalını muhkem tutub, silkivirdi. fi'lhal, kudreti hüda bevelayeti evliya ahir olub ol kavak agacından kırmızı kırmızı almalar döküldi. nice ki, zikrolındı. ol agacun dibinde bir azim su akardı. ol almalarun bir nicesi dahı ol suyun içine düşüp, yuvarlanub ol asitaneye togrı akub gitdi. sultan, içerü vahdethanesinde oturmuşıdı. halifelerine buyurdı kim bizümkaygusuz'unvelayetalmaları'suyılaakubgelür, tiztutun, tenavülidelüm. halifeler ve derviş, erenlerün nutkın işidüb, her biri sür'ade taşra çıkdılar. su içine bakdılar, gördiler kim, kırmızı kırmızı almalar su içinde yüzerler. her biri, beşeronar alma tutub sultan'a getürdiler, tenavül eylediler. ol, bahar eyyamı idi, mive faslı degil idi. görüb işidenler ta'accüb itdiler. bu yana kaygusuz baba, ol almaları ekl idüp, hora geçürdükden sonra kalkdılar. cümle tevabi'yla, mısr diyarına togrı müteveccih oldılar. bu babda söz çokdur. eger mışır'a gelinceye dek vaki olan hali zikr olunursa, gayet mufassal olur. bari maksuda varalum: çün kim mısr padişahı diyarına geldiler ol vilayetün keyfiyyeti halinden haber sorub bildiler kim mısr padişahınun bir gözi ama dur. baba kaygusuz bir gözine penbe kodı, yanında olan yoldaşları anı böyle görüb hemcinan ol kırk kişi dahı her biri öyle kıldılar. azm idüb, dimyad nam kasabadan gemilere binüb nil deryasında bulaknam iskeleye geldiler. gemilerden taşra çıkdılar. kaygusuz baba sultan bir merkebe süvar olub yanında yoldaşları kırk nefer abdal, her biri tennurepuş, uryan papürehne, tayak omuzlarında alub, turna katarı bigi dizildiler. cümlesinün bir gözlerinde penbe yapışlu, mısr şehrine kal'a yolın, tutub gitdiler. hep görenler ta'accüp itdiler. meger kim ol vakt mısr'dan çıkub bulaknam iskeleye togrı azm idüb gelürken yolda gördi kim, bir alay adam, turna katarı olmışlar ve her biri birer tayagı omuzlarına almışlar, cümlesi papürehne kal'ai mısr'a azm idüb gelürler. ol hacib bunları gördi. cümlesinün hep birer gözlerine penbe baglu. ta'accüb ve teferrüc eyledi. ol yolun kenarına turdı. bunlarun cümlesi anun öninde geçdiler. hiç birisi anun yüzine bakmadılar ve her biri selam virmediler. heman her biri kendi aleminde, geçüb gitdiler. ta kim bunlarun cümlesinden sonra baba kaygusuz'ı gördiler. bir merkebe binmiş ol dahı bir gözine penbe yapışdurmış, geldi selam virdi. ol hacib aleyk alub eyitdi: lutfuihsaneyle, sanabirsu'alimvar. banacevabvir, müşkilimhal eylegil. baba kaygusuz eyitdi: buyur, benümoglummüşkilünsu'aleyleakklumuzirersesanacevab virelüm. ol hacib eyitdi: ne diyardan gelürsinüz? baba kaygusuz eyitdi: tekevilayetinden, abdalmusasultanasitanesinden. yine yineol hacib eyitdi: pes, ma'lumkırkneferkimesnefi'lcümlesana tabi'dür. buyolkenarındaturdum, bunlaruncümlesihepbenümönimdengeçdi, hiçbiriselamvirmedisebebnedür? baba kaygusuz eyitdi: bizümmabeynimüzdebirka'idevarduradetimüzbudurki, bizselamı nevbetilevirürüz. onlaruncümlesihepnevbetlerinisavdılar, nevbetbugün benümdür. anunçünsanaselamvirmediler, bizselamvirdük. yine ol hacib eyitdi: birmüşkilümdahıkaldılutfeylebanaanundahıma'nasunbeyaneyle. kaygusuz baba eyitdi: nedürmüşkilün? söyle, . hacib eyitdi: budenlüamalarıkandacem'eyledün? hepbirgözlerinepenbeyapuşdurmışlarvehemsendahıbirgözinepenbekoymışsun sebebnedür? budiyaraneiçüngeldinüz? kaygusuz baba sultan eyitdi: bizüm bu diyara gelmekden muradımuz hacc itmek ve ka'betu'llah şerefehaul'lah tarafına gitmek ve bu diyarı mısr ki yusuf peygamber tahtıdur, ziyaret idüb bir mikdar teferrüc itmek niyyet eyledük. gözlerimüze anunçün penbe koduk ki, zahir gözimüz yumub, batın gözüni açmısuzdur. cümle dünyanun meta'ından geçüb,'ışk u mahabbet şerbetin dost elinden içmişüz. çün kim ol hacib, bu haberlerün künhüne irdi fi'lhal girü dönüb mısr padişahınun huzuruna geldi. padişah anı hizmete göndermiş idi. netizgeldün? diyü haber sordı. ol hacib eyitdi: sultan'um, bir kimesneye rast geldüm yanınca kırk nefer adamı var. cümlehepbirergözlerinepenbebaglamışlar. su'aleyledümtekevilayeti'nden, abdalmusasultandergahındangelürüz, diyü cevab virdiler. padişah ve vezirler bu haberi işitdiler, ta'accüb itdiler. biribirine bakub eyitdiler: ol kişi ziyade akil vü arifdür yahud gayetle nadan vü cahildür. anı imtihan itmek gerekdür. bize anun keyfıyyeti hali ma'lum ola! fi'lva ki' ol kişi bir akil ü dana olursa, müşerref kılalum ve eger cahil olursa, hakkından gelelüm. ve anda hazır olanlarun her biribir dürlü kelam söylediler. vezir eyitdi: sultan'um, biz ol kimesneyi şöyle imtihan iderüz ki, ana bir kimesne gönderesünüz. anı bunda da'vet ideler, gelüb cümle oturduklarında gerekdür ki, evvelüha selam evstuha kelam ahiruha ta'am muktezasınca müsafırlerdür. gelüb evvel selamı verdüklerinde izzetle aleyk alub, anlara yir gösterelüm. çeşnegirler ta'amlar getürsünler. amma kırk dane kaşık yondursunlar herbirinün sapları üçer karışdan ziyade ola ve her biri, ol kaşıklarun yukaru başından tutub tenavül ideler. eger anlar ol ta'amı yirler ise, şükrin dirler ise, ariflerdür. anlarun her biri akil ü kamillerdür, dahı ma'lum olur. eger ol kaşık ile yimezlerse şöyle hayran olub biribirine bakışub kalurlarsa, cümlesi cahillerdür. sonra nice bilürsen öyle idesün. pes, ol vezirün bu sözini ma'kul görüb, mısr padişahı buyurdı anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dane kaşık dahı tedarik itdiler. fi'lhal hazır hazır oldı. her bir kaşık sapı endazeden uzunıdı. ol da'vet itmeğe giden kimesneler geldiler. kaygusuz baba sultan'ı buldılar, selam virdiler: sizi padişah da'vet eyledi buyurun gidelüm, didiler. baba kaygusuz eyitdi: n'ola, da'vete icabet lazımdur varalum ol padişahun mübarek cemalün görelüm, haki payine yüz sürelüm. yanında olan yoldaşlarıyla padişahun sarayına vardılar, içerü girdiler. taht üzerinde oturur. sultanı gördiler. kaddı hamide kılub selam virdiler. padişah bunları göricek izzetle aleyk alup, hoş geldinüz safa geldinüz, kademler getürdinüz, diyüb makamı alisinde yir gösterdi. her biri geçdiler adabıyla oturdılar. padişah buyurdı, çeşnegirler ta'am getürdiler. meydana simat döşediler. ol kırk dane sapı uzun kaşıkları koydılar. meger kim ol vakit padişahun sarayında ulemasulehavüibadvüzühhad, bunlardan ma'ada mısr beglerinden nice begler dahı hazır olmuşlardı. niceler dahı bu ahvale vakıf olub, imtihan tarikiyle teferrüc itmek içün gelmişlerdi. pes lazım oldu ki, ol simat üzerine evvel ulemavü suleha varub emir ü geda vü fukara tenavül ideler. ol kaşıkları görüb taaccüb eylediler. çün kim ellerine aldılar, yukaru başından tutub toldurdılar. agızlarına iletmege kasd idicek, kulaklarına kogrı giderdi. bir çare bulub yiyemediler. ulemavüşülehavüümera ol simat üzerinden kalkub, baba kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. kırk kişinün yigirmisi bir tarafa ve yigirmisi karsu tarafa, karsu biribirine mukabil oturdılar. ol kasukları ellerine aldılar, başından tutub doldurdılar. kaygusuz baba, heman karsusında olan yoldaşlarına balımtolusı' gibi sunuvirdi. ol dahı elindeki kasug kaygusuz baba'nun agzuna virdi. ana gördiler, baki yoldaşlar dahı öyle itdiler. bu nev'ile ol ta'amı cümle yidiler. padişahıla vezirler bakısub bunlarun gördiler ve ba'dehu simat götürildi şekker şerbedleri içildi. dahı söz açıldı. padişah, kaygusuz baba'nun keyfıyyeti halinden su'al idüb bugözlerinizepenbe? niçünkoydmuz? kaygusuz baba eyitdi: sultanum, bizüm adetimüz oldur ki, kangı beldeye vardukda ol vilayetim padişahına muti oluruz ve her kangı dırahtı münteha sayesinde karar kılduksa ana hayırdu'a iderüz. hala, sizün tahtı hükümetinüzde gelüb size tabi' oluruz. sayei devletünüz de bir kaç gün bu yusuf peygamber tahtını ziyaret eylemek muradumuz idi. siz, bu dünyaya bir gözle bakub, biz iki gözle bakmak reva degüldür. biz dahı bir gözle bakaruz. ki, tabi'inden olavuz. çün kim mısr padişahı kaygusuz baba'nun bu sözlerini işidüb, gönlüne bu hakikadlü cevabun esir itdi. bu söz, gayedle padişaha hoş geldi eyitdi: şeyhi takdir hüda ezeli lem yezel böyle yazmış ne ki hakk'dan geldi hoş geldi. gözlerinüzden penbeyi kaldurun. bu yusuf peygamber tahtını iki gözile ziyaret idün. andan sultan kaygusuz baba: birdu'aeyleyelüm, sizdeamindiyünüz. takihakk sübhane ve ta'ala katında du'amuz müstecab ola. ellerimüzi yüzlerimüzesürelüm. gözlerinüzdenpenbeyikaldıralum. hakkta'alahazredleri'nünkudretinimüşahedekılalum. ol saat, kaygusuz baba sultan iki ellerini semaya kaldurub, dua' kılub resulu'llah salla'llahu ta'ala aleyhi vessellem hazretine ve evladlarını şefi' getürdi. hakk ta'ala hazretine münacat eyledi. padişah dahı veziriyle desti du'aya el kaldurub, aminyamu'in didiler. ve bu du'ada hazır olan ulemavüsulehavaudebavüzühhadvümirügeda herkimvarısa amin diyüb sultan kaygusuz baba ol kırk nefer dervişanıyla du'ayı tamam idüb surei seb'ulmesani vü ümmü'lkur'an okuyub vela'ddallin, amin diyüb ellerin yüzlerine sürdiler. ve gözlerinden penbeyi kaldurdılar. yüzleri ve gözleri açıldı. padişah dahı ellerin yüzine sürdi. ol sa'at hakk ta'ala'nun avnı inayetiyle vel evliyanun velayetii keramatıyla padişahun dahı ol amagözleri açılub ruşen oldı ve dünyayı gördi. gönlüne ilhamı rabbani varid olub bildi kim, kaygusuz baba sultan keramet sahibi ehl'ullah'dur. ve evliyaya hizmet eylemiş, mürşide irişüb bir pir olmış, evliyadan safanazar u himmet olmış, anun kim oldugın bildi. hemandem mısr padişahı ihtiyarsuz yirinden turub tahtından aşagı inüb baba kaygusuz'un elin öpdi ve ayaklarına yüzin sürdi. can u gönülden muhibbü muhlis olub eyitdi: yaşeyh, dilebendennedilersen! ol zama n, baba kaygusuz sultan bu şi'ri bünyad idüb çok nesne diledi. mısr padişahından: sözbaşındazikridelümallah'ıniyazile canugönüldendiremlafdegüldür yailahikapundabirkaçdileklerümvar heleşimdikihaldecengümvarbogazile. onbinkoyunbindevebeşbindesusıgırı beşbintavıkbinördekdahıbuncakazile mahazarlokmalarıda'imnasibkılbize uçyüzotuzazmanıyidibinöküzile danepirinçzerdelerpaçatiridgördiler tazeçevirmebiryankabahalvakozile onbagçealma, armudondahıherdürlüden ondahışeftalüdenzerdalükirazile binkaraoglanbinkaravaşhizmetkar onbinrummahbubı, bişbinmoğol ile hurisıfatnigarlarilikleriaşıkar kibriklericanalursükkeragzındaezile tablzurnaneferlehazretündeçalınur da'immüdde'igörsünanıolkörgözile buncasözisöyledükbizebakikaluryok kaygusuz'anazareylegilbirgüleryüzile çün kim baba kaygusuz bu beyitleri bünyad idüb fi'lhal mısr padişahı huzurunda söyledi. padişah kulak tutub min evle ilaahir fi'lcümle dinledi. gördi kim, baba kaygusuz'un taleb kıldugı şey ga yet mübalagadur, fikr idüb bu sözlerün hakikatine nazar kıldı. bildi kim baba kaygusuz'un muradı mali dünya degüldür. tutalum bu taleb kıldugı şey gayretle mübalağadur. eyitdüklerün cem' idüb virilse dahı neylesün? bunlar dünya sıfatıdur, baki kalmaz. heman mahabbete bir güler yüze ışk olsun. kaygusuz baba, sultan'a nazarda, bir güler yüz ile didiği dem, padişahun gönli hoş oldı. oturduğı yirde tebessüm kıldı, buyurdı kim: ya şeyh, şenimbu istedügımşeyleribizler cümlevielüm, sana, didi. baba kaygusuz eyitdi: padişahım, dünyada muradumuz, padişahun gönli hoşluğı ve beden saglıgıdur, yohsa ciha nda bilinmedük ve görinmedük, nesne kalmamışdur. hele şimdiki halde işbu benüm keşkülümi bal ve yagile toldurun, dahı nesne la zım degüldür, kendi elün sunub belinden bir küçigez keşkül çıkardı sunuvirdi. padişah buyurdı kiler emiri olan kimesnelere: alun, şeyhün keşkülin bal ve yagıla toldurun, didi. anlar dahı gelüb baba kaygusuz'un elünden keşküli alub kiler kapusına geldi. kapunun miftahları eline aldı, kapuyı açdı. içerü girdi. fikr eyledi kim, bu keşkülün içine evvela bal mı koyam, yohsa yag mı koyam diyüb, evvel bal koyub üzerine yag koyub virelüm, pes yag küpünün agzun açub bir kefçe ile bir kaç kefçe yag koyub bakdı gördi ki her koydukça, ol keşkülün içinde ga'ib olurdı. ve'lhasıl cümle küpleri boşaldub ne denlü yag va rısa, ol keşkülün içine koyub toldurmadı. fikr eyledi, kim bal ile tolduram. bu defa bal fuçılarınun agzun açub ol kilerün içinde ne denlü bal, yag varısa cümlesün ol keşkülün içine koydı. henüz dahı nısfına geldi kiler emiri bu hale ta'accüb idüb, hayra n kaldı. keşküli anda koyub, geldi. padişahun kulagına söyledi: padişahum, her ne denlü bal ve yag varışa cümlesün koydum, ol keşküli toldurmadum, didi. padişah eyitdi: var, getür, ol keşküli, erenlerün nazarında koyub, özr dile, bundan sonra dahı ne denlü koysan dolduramazsun. heman var getür, didi kiler emiri ol keşküli getürdi. kaygusuz baba'nun nazarında kodı, özr diledi. hazir olan cem'i vüzera vü ümera vü suleha vü ulema vü fakir her kim varısa görüb ta'accüb kıldılar. kaygusuz baba gerçek erdür didiler ve külli hep yirleründen turub ellerin öpüb, ayaklarına yüzlerin sürdiler. kaygusuz baba sultan ol vakt yirinden turub, pa dişa hı sela mlayub vedaeyledi. saray kapusında çıkub yoldaşlarıyla yüridiler. eski mısr didikleri yire, nil deryası kena rında gelüb oturdılar. ol keşküli meydana getürdiler. kırk nefer kimesne kırk güne degün ol keşkülün balın ve yagın yidiler, henüz bir zerre eksilmedi. böylece kırk gün bu tarafda padişahun gönline ilham gelüb baba kaygusuz'un nil kenarında sakin oldugın bilüb fi'lhal buyurdı: olyirebirkasrıalibinaeyleyün. mühendisleresöyleyünkaraftağındantaşlarkesübgetürsünler. ol yire bir ali kasr bina eylediler. adını kasrü'l'aynkıldılar. hala mısr diyarında kasrü'layn dirler, meşhurdur. her dem mısr begleri gelürler, anda sakin olub, teferrüc kılurlar. katibü'lhuruf dahı vardur. mısr padişahunun baba kaygusuz içün bina eyledüği kasrı görüb bu mahalde tahrir ü takrir eyledi. ol, kasrü'layn suretidür ki iki kubbedür. kim, biribirinden içerüdür. bir kubbesinün vasiliği şol denlüdür kim kapudan dibe varınca elli dört kademdür. bir köşesinden bir köşesine yetmiş beş kademdür. yigirmi revzenesi var. bunlardan ma'ada üç ulu revzeneler vardur. teymür münakkaş kanatlu on iki da ne tolap var. içinde cümle müzeyyen vü vü münakkaş ve kiler tamı karar üzerinde teymür zenciriyle asılu kandilleri yanar. dahı sultan seyyidbattal gazi'nün bir ayak çizmesi . ol dahı zencir ile asılu. ululığı şöyledür kim, bir kişi ol çizmenün içine girse sıgar. ve bir balık bedeni var nil derya sından çıkdığı zamanıyla ta'aacüb içün anı dahı asakomışlar. ol kandilün muka belesinde kubbenün orta yirinde, bir beyaz mermer taş, amud dikilmişdür. anun dibinde taşdan taşar misalinde çepçevre yonulmış, içinde anun altı da ne balık yazılmış bulad kalemle ve üsta da ne kazılmış. anun kurbunda bir siyah taşdan, dibek misalinde üstad kavlince dört kuplu kazgan gibi düzmişler, çok zahmetler çeküb hoş üstada ne kazmışlar. vasi'ligi on karış. anun içinde güller ile şekkeri korlar üzerine nili mübarek suyundan getürüb, dökerler. ala şerbet olur. kaygusuz baba anda iki dane ulu kasuklar yadigar komışdur. anlarunla ol şerbetden içerler. teberrük içün ıssı günlerde sakilük iderler. ol kubbenün kıble tarafına bir mihrab yazılmış, ala münakkaş, lacüverdiyle hatlar yazılmış ve ol mihrabun iki tarafına iki dane ezzak amudlar dikilmiş ve dahı ol kubbenün çevre etrafında sekiz dane münakkaş direkler arkun komışlar ve ol direklerde kırk dane teymür halkalar berkitmişler kandil asmak içün ve ol kubbenün çevre etrafı hep müzeyyen ve müzehhebdür. sultanselimhazretleri gelüb bir müddet sakin olmış, bir köşesinde ol oturduğı yire bir ali suffa bağlamışdur. seccade vü rahle ile mushaf komışlar yanında alemdikilüb turur. kendi mübarek eliyle yine tirkeşinden yedidaneok atmış oturduğı yirden yukarusında sançılup durur. ol mihrabun öninde bir kadırga başı müzeyyen ü müzehheb asılubdur, dahı ol kubbe kapusından içerü girdükde iki canibinde iki dane beyaz mermer direklerden sertekye misalinde cehar kuşe müdevver adam başı şeklinde iki seng dahı canıbekyazılmış, dımışk! bulad kalemlehubruşenkazılmışkapu üzerinde tarihi: seb'u semane miye rabiü'a hir' yevmü'lerba'a külli yevmü'lelfve elerahüm masraf yazılıdur. bu zikr olunan kubbenün içerüsi cümle mermer taşlarla döşenmiştür. her gün bin dirhem masraf harcansun. kapu karsusunda olan revze öninde medfun ali mest baba dirler bu aziz, sultanselim hanıla gelmiş, merhum olmış, anda defn eylemişler ve ol zikrolunan ali kubbenün kapusı karşusında bir kubbe dahı yapılmış, biribirine muttasıl iki kubbe olmışdur. anun içinde kırk ayak süllem bünyad itmişler. kubbei ali üzerinde on dane pencere bünyad idüp revzenelerden nil deryası temaşa olunur. çevre etrafı murgzar vü sebzezardur. uki hadikai bag bostan u gül ü gülistandur. içinde enva'i şükufeler ve hub ki, eşcar hurma agacıdur ki, medine hurmasıdur. ve teymür hindi agacı ve firenk yemişi agacıdur kim, ol vilayetün inciri oldur, içinde çekirdeği olmaz. agacun bedeninde biter. biriki yüz danesi bir yire cemi' olub, mesela tesbih dizilmiş gibi biribirine muttasıl arablar anun vaktında çıkarlar, her biri minnet ider. kemalün bulunca, üzerine ag kurarlar, kuşlardan sakunurlar. gayet leziz olur ve andan maada muz agacı vardur ki, her bir yaprağı uzunluğı yidi karış ve eni üç karış olur. katibü'lhuruf', naklider ki; birgünbaranolubbiryaprağıaltındaoturdum, banayagmurtokınmadı dir. veanunmivesihıyarmisalinde, olyapragundibindezuhurider. uzunluğı birkarışkadarvar. anundahıiçindeçekirdegiyok. kabugıüçdörtterekolur. hemanoltereklerünyukarubaşındantutubçekerler, taaşağıvarıncasoyılur. bıçaklazımdegül, sakızgibiçiynerler. ammaşöylelezizolurkişekkermukabilinde, vasfagelmez. dahı bunlardan ma'ada, ol bagçenün içinde firenk inciri olur. anun dahı her bir yapragı mesela mevleviler külahına benzer. butraklu ve hem yassı, biribiri üzerine arkurı biter. safi yaprak. anun agacı adem boyuncave daha ziyadece olur. bu zikr olunan miveler, cümle ol hadikalarun içinde mevcuddur. bir ala su kuyusı vardur üzerine dolab atmışlar, ol bagçeleri suvarmak içün, temmuz ayında her gün öküzler koşub ol kuyıdan variller ile su çeker. üç dane kapu olur. teymür kapulardır. biribirinden içerü muhkem çevre etrafı kal'a gibi. nil deryasınun kenarında yapmışlar. eski mısr kurbunda ummü'lgaya altında her sene su kesimi oldukda azim cem'iyyet olur. mısr halkı cümle anda gelürler, taşra kuyu öninde üç ulu ceviz ağaçları bitmişdür ki, her biri üç dane adem el ele virüb kucaklasalar, kolları irüşmez. şöyle kalundur ve her agacun dibine ala sofalar ve mu'teber şekiller yapmışlar mukabelesi olub at meydanı olur. begler gelürler, her gün ol sekilerün üzerine oturub musahabet iderler. mısr cündileri at segirdürler cirid oynarlar. ve ol şekiler üzerinde asma üzümleri vaktında üzümleri bitüp, salkım olur. servi agaçları, ol sekilerün öninde matbah yapmışlar. nefsi mısr'da, otuz iki sancak begi vardur. ve her begün taşra bir kaşifi vardur. bunlarun üzerine naır begleridür ki, mısr padişahıdur. yusuf peygamber tahtında oturub hükümet ider. ve ol beglerün her biri bir gün gelirler anda şohbet iderler. kaygusuz baba sultan tevabi'iyle bir müddet ol kasr'da sakin olub, ba'dehu hacc niyyetine mısr'dan çıkub, ol kırk nefer yoldaşlarıyla beytu'llah tarafına müteveccih revane oldılar. kanunu ka'ide oldur ki, huccacı müslimin gayrisi cem' olur mısr'dan mahfeli şerif çıkub emiri hacc ile ma'an gice yürüdiler. sabah oldukda konarlar sabah, ta'am pişirüb tenavül idüb, bir mikdar istirahat iderler. ahşam olıcak yine kalkub giderler. amma kaygusuz baba hacc mevsiminden mukaddem miri hacc ile gitmege bakmayub mısr'dan çıkub yoldaşlarıyla gündüz giderler, ahşam olıcak konarlardı. hikmeti hüda, velayeti evliya ahir olub, her gün bir şehre irüşüb her biri tabnak, yorgun sabahahşam olınca yürürlerdi. çün kim ahşam olurdı, ırakdan bakub görürlerdi, bir şehri mu'azzam önlerinde peyda olur idi. her biri parsa idüb, ol şehrden nafaka alub ve dürlü levazımlarun görürlerdi. bir menzilde rahat olub, ol gice sabaha değin dinlenürlerdi. ale'sseher kalkub her biri uykudan bidar olub, gözin açub, bakub görürlerdi ki, ol yatdukları yir, sahrayı berr ü beyaban'dur. ne şehr var, ne bazar var! heman şöyle bir ıssuzsusuz yirdür. ve ahır ta'accüb iderlerdi. yine ahşam olınca giderlerdi. yine karşılarında bir şehir görinür ve şadman olub her biri ol şehrden bazarlıklarını iderlerdi. ol gice yatub, istirahat eyleyüb, sabah kalkub giderlerdi. bu minval üzere tamam kırk gün yol yürüyüb beytu'llah'a geldiler. sakin oldılar. ta kim hacc vakti irişdi. cemii etrafdan hüccacı müslimin geldiler. ka'be şehrinde cem' oldılar. şam'dan ve yemen'den ve mısr diyarından mahfillerle emiri haclar tablhanelerle gelüb arefe güni ka'bei şerifden dahı mahfıli şerifle çıkub arafat'a varub babakaygusuzsultan dahı yoldaşlarıyla mahfelleri ile cebeli arafat'a çıkub vakfe'ye durdılar. ol gün ahşama degin süvari vü piyade cümle kıble'ye müteveccih olub; lebbeykallahümmelebbeykdiyüb taleb iderlerdi. hakktaa'la hazretine du'a vü münacat idüb arzı hacat iderlerdi. çün kim ahşam irişdi. şems mağribe gurub itdükde ka'be kadısı ve şerif du'asena kılub el yüze sürdiler. dahı makreme salub destur virdiler. yemen miri haccı vü mısr u şam miri haclan tablhanelerün çalub, ol mahalde buyurdular kıble' tarafına yüridiler. millerinden çıkub bakmayub biribirine sür'atle müzdelife nam menzile gelüb ol gice anda sakin olub ahşam ve yatsu namazun birlikte eda kıldılar. kum içinde her biri yigirmi bir taş cemretaş devşürdiler. ale'ssabah kalkub, mina bazarına gelüb yolda ismail peygamber 'aleyhi'sselam hazretleri iblis'e taş atdugı yire ugradılar. üç mil yapılmış yedi defa şeytan'aleyhi'lla'ne gelüb anda isma'il peygamberr'e igva virmiş idi. ve hazreti isma'il üç defa şeytan'a cemre taşın atmış idi. şimdi hacılar anunçün taş atarlar, cemre taş dirler. kanun ve kaide üzerine her milün dibinde yedişer taş atub mina didükleri menzilde kurban eylediler. andan kalkub mekkei mükerreme'ye geldiler, tavaf eylediler. ibrahim peygamber'ün makamında tavaf nama zun kılub, safavümerve'yi tavaf idüb abızemzem'den su içüb umre getürüb her hacat kabul olan yirlerde münacat, kılub cemi hacc erkanun yirine getürdükden sonra yoldaşlarıyla kalkub mekkei mükerreme'den medinei münevvere'ye geldiler. ravzai mutahharai resulu'llah ziya ret kıldılar. bir kaç gün sakin oldılar. kaygusuz baba sultan hazretleri cuşa gelüb, bu beyitleri söyledi. gevhernamei baba kaygusuz sultan esselam iy dürri deryayı cemal esselam iy afıtabı bizeval esselam iy heşti cenneti naim esselam iy bagı erzanı nihal iy sıfatun kulhü va'llahu ahad her dem içinde kadirsün her sa'at cümle sırrı sen bilürsin ey kadir bişeriksin bimisalsin binazir cümle sensün muteber ü ihtisar ol ki sensüzdür fişarenderfişar cümle sensün aşikare vü nihan yirde gökde cümle sensün cisme can senden özge cümlenün hiç canı yok pürkemalsün kudretün noksanı yok malikü'lmülksin kadimi lemyezal mahlukun halikısensün zu'lcelal değme bir zerrede bin dürlü acab sen bilürsin sen kılursun iy çalab kim akıllar mat u sergerdan dürur bü'laceb kim kudretün andandurur padişahsun bisipahi bivezir kalmışa hem yine sensün destgir söz öküşdür kendü halüm söylerem derdimi vasf u hikayeteylerem kim bu tenüm yogiken ben can idüm katre degül ezeli umman idüm ol alemde bu adem olmazıdı ay u güneş togmazıdı birlik idi olamazdı ayrulık yogıdı ölmek dirilmek sayrulık dahı yirler kanı ma'dende idi katre varı külli ummanda idi arş u ferş ü gav u mahi yogıdı cümle varlık heman ol allah'ıdı hem ol demde biz dahı andayıduk ol alemde bile cevlandayıduk diledi kim sanii perverdigar kendi kudretini ide aşikar mevce geldi çün o derya kıldı cuş mevcile beni kenare saldı uş deryayıdı katre oldı menzilüm buyıdı bu hal içinde müşkilüm mevc içinde taşra düşdi bir guher öyle gevher kim visali muteber çunki gevher taşra düşdi deryadan vuslat u fürkat ayırdı ortadan ol gühere bunca zaman tanrılık eyleyüben kendüsi oldı aşık ışkun dahıbünyadı andan durur ışk varakı hem o divandan durur aslı hikmet ol bir güherden durur gevher aslı yine ol kandan durur ol guherden oldı bu cümle alem ne kim vardur yir ü gök levhi kalem yidi yıldız hem ol gevherden durur gevher aslı hem ol birden durur andan oldı enbiya vü evliya birlik olur karışıcak su suya toprak aslı yine toprakdan durur cümle varlık heman ol hakdan durur ol güherün bir adı mahmud idi baht içinde talii mesud idi ol güher adem tonını ihtiyar eyleyüben hem adem kıldı karar ademi gevhere sadef eyledi ya'ni bu mülke müşerref eyledi sadef içinde muradum dür durur dürrü sadef hak katında bir durur dürrü sadef yine ma'dende biter aslı birdür yine bir kanda biter su dilersen bardaga kılma nazar bardag içinde suyı kıl ihtiyar cümle bir çeşme suyıdur iy veli tutalum bardak küçükdür ya ulı külli suyun aslı birdür iy aziz su temizdür bardagı eyle temiz ger değülsen sen bu hikmetden gafil gafil olma yol içinde iy akıl ehli tevhid ol ki canun şad ola şagird olan akıbet üstad ola ol guherden oldı muhammed canı anun içün tutdı cümle cihanı anun içün oldı cihan gülsitan ud u sandal serv ü tuba erguvan hur u cennet vahş u tuyur akl u can ol güherdür cümlenün aslı heman cümle anun ışkına kıldı karar ihtiyar oldur kamudan ihtiyar buyıdı vasfı halüm söylerem anı kim gördüm hikayeteylerem her ne ilm üstaddan gördüm ise akl içinde her neye irdüm ise nazm kıldum bir dasitan eyledüm buyıdı şikeştebeste söyledüm benefşeyi nergise kıldum visal tutinün önine koymışam şeker goncenün yüzinden açdum perdeyi güneş ile bile görmişem ayı nestireni göge burka' eyledüm gülşeni bülbüle otag eyledüm ben fakirem kuş dilinden anlaman tutiye şekker gerek harda saman ne eksen anı bitürür çekirdek tavuk yumurtasından çıkmaz ördek şahbaz yavrusı yine şahbaz olur hümanun hüma vü bazun baz olur dervişem ben mustafa kıldı nazar hem anun bahşayışıdur bu haber yohsa ben kendü halümi anlaram sözünü heman yirinde banlaram aşıkisen kaygusuz abdal gibi sana bir hırka heman bir şal gibi anı ko kim mustafa murdar didi anı koyana erenler er didi tekebbürlik eyleyen merdud olur nitekim şeytan gibi bidin olur yol içinde alçaga koy menzilün ta ki hall olmak dilersen müşkilün meskenet topragına her dem yüzin süre gör kim ta bilesün kendüzin toprak olmayınca gevher olmadı topraga düşen güherler solmadı toprak ol toprak gibi teslim ü cud cümle alem topraga kıldı sücud evliyayı bil ki benzün solmaya hiç mukallidler müselman olmaya evliya oldı delil ü bürhanum insanı kamilde buldum sultanum yidi gün yidi gice ol natüvan bekledi peygamberün kabrün heman bu nasibi anda sundılar ana hem didiler adına gevhernüma taze gülden desteler çin eyledüm her nefesi buyı miskin eyledüm kıymetin bilür anun sarraf olan gıll u gışdan kalbi da'im saf ola gevhername bunda hatm oldı tamam vir resul'ün ruhına yüz bin selam çün kim baba kaygusuz sultan medinei münevvere vü ravzai mutahara'da yidi gün yidi gice sakin olub bu gevhernameyi, deryayı mevcuda gavvas olub zuhura getürüb, anda hazır olan, işitdiler. nüsha alub, andan kalkub ve cennetü'lbaki'de olan şühedaları ziyaret idüb, yoldaşlarıyla menzil ü merahil kaş'idüb minvali muharrer üzre kalayı dımışk'a geldiler. hazreti resulsallall u ta'ala aleyhi vessellem gelmişdür, bir şam şehrine girmemişdür. biz dahı girmeyelüm diyü ol kırk nefer yoldaşlarıyla şehre girmeyüb, yanından geçübgitdiler kutayfa nam menzile geldiler. andan karyei nik'e vü kalai humuş'a geldiler. bir kapudan girüb bir kapusından çıkdılar. alai humus ki, halidbinvelidvü babayı amr anda yaturlardı, medfun olmışlaıdı. ziyaret kıldılar. andan kal'ai hama'ya geldiler. asi su üzerine konub oturdılar. bir mikdar şohbet itdiler. muhammeditolabıgördiler kal'aya su çıkarurdı. feryad u figan ile şöyleki anun inildisi ve zarılıgı, bir günlük yoldan gelürdi. babakaygusuzsultan mütala'a kılub, bir zaman nazar kılub, bir zaman hayran oldı, anun zarılıgun işidüp gayetle ta'accüb kıldı. gönli cuşa geldi. bu kaside'yi o anda okıdı ol tolabun adına muhammeditolab'ı dirler idi. anun içün gayet ulu ve hem yüce agaçlı, agır tolab idi. hamakal'ası yüksek kal'a idi. anun içine su çıkarmak içün bir üstad anı yapdı. çok zahmet çekmiş idi. su üzerine kurdılar dönmedi. meger kim, ol tolabı düzen üstad freng kavminden idi nasara idi. melul ü mahzun olup, ol tolabun dönmedügine hatırı münkesir oldı. hazreti isa bin meryem hürmetine dön diyü ol tolaba and virdi, tolab dönmedi. hazretidavudhürmetinedön didi, yine dönmedi. hazretimnhammedmustafahürmetinedön didi, hemandem ol tolab turdugı yirden hareket idüb, su üzerinde dönmege başladı. agır tolab olmagıla zari kılub inledi. üstadı görüb şad oldı. gönli gözi açıldı safa eyledi. bildi kim muhammed dini kutludur ol vakt ikrar idüb kelimeişahadet getürdi, müslimanolub' ol tolaba bunun adı muhammeditolab kaldı. bu haberler etraf aleşhur oldı. nice kimesneler anı görüb gelürlerdi. ol tolabun fan u zari inildisi adamün kalbine te'sir iderdi. ol vilayetün halkı rahat birle yatub gice uykusın uyumazlardı. gerçi alemden seyran u teferrücgah çokdur velakin bunun gibi heybetlu tolab yokdur. ve bu hal ki asmana şerhi dile gelmez, mümkin degildür, va'lla hu'lalem: kasidei tolab mefailünmefailünfeulün su'al itdüm bugün ben bir dlaba didüm niçün sürersin yüz bu aba neden bagrun delükdür gözlerün yaş sebeb nedür sataşdun bu itaba kararun yok gice gündüz dönersün dökersin dertlü gözlerden hunabe elifkaddün bükilmiş çenge dönmiş inildüni düzeltmişsün rebaba gözün yaşı revan oldı sehergah giceler varmadun bir lahza haba niçün feryadıla zari kılursın meger derdün senün gelmez hisaba inildünden delindi derdlü bağrun figanundan ciğer döndi kebaba nice habervirdi sana bu devran ki derdün defteri sıgmaz kitaba ne cevr itdi sana bu çarhı gaddar ki devr içre düşüpsen bu itaba duhanundan boyandı göge gökler firakundan kara yirler türaba su'al itdüm tlabun döndüginden dönüben çün tolab geldi cevaba cevabdadeni tolab baba kaygusuz sultan tolab eydür eya çeşmüm çeragı işidmege cevabum aç kulagı benüm budur sorarsan sergüzeştüm ki ben yaylarıdum bir yüce tagı irişmezdi boyuma altmış arşun belüme dahı on adem kucagı geçürmişdüm seradan göklerümi üreyyaya yitürmişdüm budagı tokuz ay derneşüb bin dürlü kuşlar budagumda tutarlardı otagı öterdi tuti kumri vü dürrac geçürdüm bir zaman bu niçe çagı heva murgı kebuter bagun gezerken örülmiş ömrı kuşunun tuzagı kaza irdi meger desti kaderden ki bir şahs irişüb çaldı bıçagı yıkılub yatdum ol dem yüzüm üzre kırıldı kalmadı budum budagı delüb boyuma takdılar kemendi sürüdiler tolandum her sokagı nice müddet sokaklarda yüzime gelüp geçen basarlardı ayagı yidi eyyub veş bagrumı kurtlar ciger kanun döker çeşmüm kapagı zekeriyya gibi biçüb belümden tolab içün düzeltdiler yaragı temür mıhlar dokunub yüregüme kaza destiyile çarhun çomagı dolab oldum gice gündüz dönerem su üstinde tutar oldum otagı inilerem dün gün dost diyüben gözüm yaşı sular bustanı bagı kime dost oldı devran bu cihanda ki sonra olmadı anunla bagı felek kime tadurdı bir kaşık bal ki sunucı sunar tasıla agı süleyman'un sürerdi tahtına yil kara topraga koymışdur yatagı sikender ki cihanı kafberkaf tutub hükmine sürerdi yasagı girüb zulmetde ister abı hayvan tolu zehr ile sundılar bayagı cihanda varlıgı başdan başa hep fena yurdı durur mihnet ocagı kanı rüstem kanı hüsrev kanı sam belürmez birinün ucı bucagı beka yurdı degüldür ki bekasun fena ehli tutar bunda otagı bu dünya bir büyutü'lankebut'dur pes oldı mekeslerün tuzagı olublar gaybi bunda tekye kılan hakk'un fazlı durur ancak tayagı sabır seccadesin altına salmış tükeliden kuşanmışdur kuşagı sözüni kaygusuz arife söyle ne bilsün şekkeri tana buzagı çün kim kaygusuz baba sultan, ol tolab üzerine bu kasideyi söyledi, tamam eyledi. işitdiler, taaccüb kıldılar ve her biri nüshasun aldılar. kaygusuz baba sultandahı kendü yoldaşlarıyla hama şehrinden kalkub karyei seyhun'a andan muarra kalası'na geldiler ve menzili meratıb'a andan hanei nevmer didükleri yirde bir gice yatub, yarındaşı haleb şehrine geldiler. ulucamiin havlısı ortasında bir gök mermer direk vardur anı; basraşehrindenhazretialikerrema'llahüvechehuatmışdur', diyü rivayet iderler. ol diregün üzerinde, hünkarhacıbektaşıveliyü'lhorasanikaddesa'llahüsırrahu'laziz kendümübarekeliylebirtaşkoymışlar. birzamanolagelübindürevüz', buyurmışdur. amma ol tasun yüksekligi; yukaru üç adam boyunca var. kaygusuzbaba anı ziyaret idüb mankusa kapusında taşra akyol'da sultan baba bayram hazretlerine geldiler, ziyaret kıldılar. birkaç gün sakin oldılar. andan dahı kalkub, uzzazı kilis iline geldiler. davud peygamber'ün kabrin ziyaret itdiler. anda dahı biriki gün kaldılar. andan kalkup birkaç gün yol yüridiler, ayıntab şehrine geldiler. andan fırat suyı üzerine gelüb bincek nam iskeleye geldiler. kalkub su gibi canibi ırak'a akdılar. menzilbemenzil ta kim, bağdad şehrine geldiler. burcı evliyadur. kaygusuz baba yoldaşlarıyla bir müddet sakin olup bağdat şehrin teferrüc itdiler. anda evliyaları ziya ret kıldılar. bağdad'un kal'ası dibünden dicle ırmagun cisr'den geçdiler. ki otuz iki gemi üzerine köpri eylemişler. şat suyundan geçüb, hille şehrine geldiler. fırat suyun dahı cisre'den geçüb ol dahı otuz iki gemi üzerine köpri olmışdur. mescidi şems ve zülkif peygamberi ziyaret idüb, andan kufe şehrine geldiler. mescidi ali'yi ziya ret kıldılar. mülcemoğlı, ol mescid'de hazreti ali'yi şehid eylemiş idi. kaygusuz baba sultan yoldaşlarıyla namaz kılub, hatm okuyub, savabınhazretiimamali'yebağışladılardu'asena kılub andan kalkub necef deryasına hazreti imam ali'yi ziya ret kıldılar. kal'ai necef' de, hazreti adem safıyu'llah ve hazreti nuh, neciyü'limam aliveliyü'llah ol necef kal'ası'nda medfun olmışlardı ziyaret idüb berri mecnun didükleri kumlık, ıssuzlık susuzlık yirden geçüb kerbela 'ya geldiler. anda bir kum tepesi vardur. hala ana, zıllu'sselam dirler. ol kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub imam hüseyn ibni ali kerrema'llahu vechehu hazrederün ziyaret kıldılar. yoldaşlarıyla ba'dehu kaygusuz baba sultan necef' e geldiği vakit bu medhiye'yi söyledi: müstefilünmüstefilün, müstefilün, müstefilün iy talibanı hakşinas her ducihan sultan ali vay aşıkanı hemnişin iy gevheri maden ali vahdet bagında gülistan vuslat deminde cavidan şemsi münir mahı taban iy delil ü bürhan ali iy maksudı cümle alem ibni tefsir u bukelam iy hacei beytü'lharam iy kıblei iman ali iy ahdi çin ü hıta iy yarı canı mustafa iy valii şiri huda iy sıfatı rahman ali cümle sıfatun zatısun cümle şey'ün miratısun innemanun isbatısun iy ma'nii kur'an ali iy cümle şeyde ihtiyar iy cümle sadefde gevher meydan senündür serbeser ey sahibi meydan ali oldur guher oldur sadef oldur bu cümleye şeref oldur bikülli bihilaf iy peyda vü pinhan ali dünyayı denidesuret ol hakk'a hakikat isbat ol cennet bagında nimet ol, ol gülşen bostan ali kaygusuz abdal hastadur sözi şikestebestedür bir nazar itsen lutfıla nola şahı merdan ali çün kim kaygusuz baba kendüye tabi' olan kırk nefer kimesne ile ol zıllu'sselam didükleri kum tepesi üzerinde kazgan kaynadub, ta'am yiyüb du'a vü şena bir hatm okuyub, bunı ibniimamhüseynvü ali vü abbas'a ve yetmiş iki şühedanun ruhı şeriflerine hibe idüb, andan selamlayub girü döndiler. yanında yoldaşları birbirine bakişub eyitdiler: budenlüseferşirkiçeküb, buıssuz, susuzkumlıklarısöküb berrimecnun'dankerbelayı pürbelagelmekdenmuradbuyıdı kim, bu tengöziylehazretiimamhüseyn'ünmerkadışerifünveravzailatifungöreydük, asitaneisaadetineyüzümüzsüreydükhalamelulümahzunolubgiderüz,' didiler. pes anlarun gönüllerinden geçen zamirleri kaygusuz baba'ya ma'lum oldı. fi'lhal keşfidüb buyurdı kim: merkadıhüseynibniali'nünziyaretineasümandanoldenlümelaike nazilolmışdurkimkanadkanadaçatılmış, zemindenpayıarşaolferiştelerün kanadlarunbasubgeçmekmümkindegül, sizünmuradınuzhazretiimam'un merkadısa'adetungörmekiseberüyanunagelünsizegöstereyüm', diyüb, ol kimesneleri kendü katına da'vet eyledi. yakın geldüklerinde iki eliyle anlarun iki gözlerin silüb açun gözlerinüzi bakun' didi. çün gözlerün açub bakdılar, gördiler kim, ferişteler asmandan inüb çıkarlar kim biribirinden nevbet degmez. baba kaygusuz anlarun hatırlarun teselli idüb cümlesinün gözlerün eliyle sıgadı. hep gördiler. cemi yoldaşlarınun gözlerinden perde ref oldı. hazreti imam hüseyn' nün ravza i şerifini ve abbas ali'nün ve yetmiş iki şühedanun ve ibrahim mücab hazretinün merkadun ve imam hüseyn katlhanesin görüb, yüz sürüb; kurdukları yirden ziyaret eylediler. du'a vü sena kılub baba kaygusuz'un ayagına baş koyub, tazarru' vü niyaz eylediler. fi'lcümle özr dilediler: didiler kaygusuz baba sultan erenlerün özrin kabul idüb buyurdı kim: dergahı lutf ü ihsan, ehli i'tizaza hemişe meftuhdur ve günahına mu'terif olan hemişe müsab u memduh'dur . andan kalkub fırat ırmagun geçüb müseyyib kal'ası'ndan gemiyle geçüb yine bağdad'a geldiler. dicle suyın dahı cisr'den geçüb medayin'e vardılar. takkisra'yı temaşa idüb medayin'de hazreti selmanı farisi, imam musa kazım vü imam muhammedü'lcevad hazretlerini ziyaret idüb, sena kılub, anda samarra 'ya geldiler. imam aliyyü'lhadi vü imam hasanü'l'askeri hazretlerini ziyaret idüb muhammed mehdi hazretlerinün makamın görüb, anda dahı birkaç gün sakin olub hatmi kur'an okuyub du'a kıldılar. andan dahı kalkub musul şehrine geldiler pençei ali'yi ziyaret idüb andan kalkub hayal gedüginden geçüb nusaybin şehrine geldiler. andan kalkub, azmi rum idüb yürüdiler. abdal musa sultan hazretlerinün asitanesine geldiler. baba kaygusuz hazretleri bu nutukları bünyad idüb, söyledi: minkelamı baba kaygusuz sultan beglerimüzçıkdıavlanüstüne o'largelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıhırkavüpostın baglargelürsultanabdalmusa'ya urumabdallarıgelürdostdiyü giydüklerinemedilepostdiyü hastalardagelürdermanisteyü saglargelürsultanabdalmusa'ya taliboldurpirünnefesimhaklar piroldurtalibihatadansaklar çalınurkudümleraltunsancaklar tuglargelürsultanabdalmusa'ya eroglununikrarıduryolları muhannidiçeksengelmezileri akpunarunyeşilgölünsuları çağlargelürsultanabdalmusa'ya bezirganlarhind'dengelüryayılur lokmasıçekilüraçlartoyulur hakk'aaşıkolancanlarsoyulur beglergelürsultanabdalmusa'ya alizülfikar'unaldıdestine basunsaldıkafirlerünüstüne tümentümenolurgenceliüstine taglargelürsultanabdalmusa'ya hermatemayındakanlardökerler' uyanırlarhakkçeragunyakarlar deminehudiyügülbenkçekerler birlergelürsultanabdalmusa'ya birniyazumvardurganikerem'den münkirbilmezevliyanunsırrundan kul kaygusuzayrudüşmişpirinden olargelürsultanabdalmusa'ya çün kim baba kaygusuz ol kırk nefer abdal ile sultan abdal musa hazretlerinün asitanei sa'adetlerine yakın geldiler. ol asitane'de olan derviş, baba kaygusuz'un kudümünden haberdar olub, bermenzili istikbal idüb' karsu çıkdılar. baba kaygusuz ile buluşub görüşdiler. fi'lcümle şerefi destpus idüb, baki dervışanıla dahı görişdiler. öne düşüb asita nei sa'adete getürdiler. çün kim baba kaygusuz tekye kapusına geldi, hazır u ga'ib evliya demine hu!' diyelüm, diyüb gülbenk eylediler. cümle dervişan hu!' diyüb gülbenk çekdiler. baba kaygusuz ol asitane'ye yüz sürüb içerü girdi. yoldaşları dahı derakeb biribiri ardınca girdiler. her biri pa vü zarun çıkarub tozdan toprakdan ellerün yüzlerün yudılar. ba'dehu abdest alub şükrane içün namaz kıldılar. andan meydana geldiler. kaygusuz baba sultan, abdal musa sultan hazretlerin gördi yüz yire urdı. huzuri şeriflerinde tazarru' vü niyaz idüb, erkanı tarikat üzre bulusub, görişdi. desti şeriflerin bus idüb haki paylarına yüzin sürdi. abdal musa sultan hazretleri, baba kaygusuz'ı nevahte idüp, hoş gördi, mahabbet eyledi safageldinüz, kademgetürdinüz didi. mübarek eliyle arkasun sıgadı. baki yoldaşları dahı fı'lcümle biribiri ardınca gelüb sultan abdal musa hazretleriyle görişdiler. her biri, mübarek ellerün öpüb, ayaklarına yüzlerin sürdiler. kaygusuz baba, erenlerün hedayesin her ne ise hazır idüb ayag üzre turdı kapuya vardı, sultan'un ve halifelerün bergüzarların yerlü yerince, adet ü erkan üzere herkes yerinde otururken her birinün hedayelerin nazarında koyub özr ü niyaz idüb mısr'da ve bagdad'da ve ırak'da ve mekke'de ve medine'de irişüb ve görüşdüğü esenlerün selamların getürdi. baki dervişe dervişan didi, turdı. sultan abdal musa hazretleri ve halifeleri vesa'ir dervişan, cümlesi ayag üzre turub izzet ü ta'zimile baba kaygusuz'un selamın alub du'a yı gülbenk eylediler. dahı yirlerine geçüb sultan abdal musa ve halifeleri seccadeleri üzerine o turub karar eylediler kaygusuz baba dahı seccadesi üzerine oturdı. ve gönli cuşa geldi bu beyitleri söyledi: minkela mı kaygusuz baba sultan bihamdü'llahkivasıloldukbugündevletlüsultan'a nehuridürnehodbenzerözibucismiinsana diliylebirselameylercihanılutfılatoylar meleklervasfınısöylervarurcennetderıvan'a yüzüncennet'dekigüldüryanagunzülfisünbüldür nicelerkapunakuldurkibenzersünsüleyman'a yüzünnurıhidayetdürkimeirsesa'adetdür bukur'andabirayetdürbugüncümlemüselmana ta'ala'llahnekılmışdurcihanmedhiyledolmuştır delilhüccetolmışduryüzünsureirahman'a yürivarkaygusuzabdalirişvarvaslınadildarun cefasunçekmeagyaruncigeründönmesünkana çün kim baba kaygusuz sultan bu nutukları söyleyüb cemi' halifeler herbiri tahsin itdiler. aferun! didiler. bunun gibi söylemege heves iderlerdi. amma iki sözi bir yire getürüb, nazm idemezlerdi. anı bilmezlerdi kim, hidayeti hakk'dur, şi'r degüldür. kaygusuz baba sultan, abdal musa hazretleri'nün hakk ta'ala hazrederinün avnı inayetile ve kaygusuz baba'nun ışk u mahabbeti iradetiyle ve gönülden mürid olan sıdk u safa itikadıyla kendüyi teslim idüb her hal üzerine mürşidün emrine muti' hükmine ram olub pirine izzet ü hürmedle ve kendinü hizmeti ve mürşidi kamilün kuvvetiyledür kim; bir avıç topraga nazar itse, cevahir olur. bir kara taşa nazar itse, la'l olur. sarraf katında ol taş kıymet bulur. nadan olan anun kadrin ne bilür? abdal musa sultan hazretleri kutbıcihan, veliyyü'zzamanıdı. her sene frengistan'dan bac u harac gelürdi. bir karaçomagı varidi sultan hazredleri ol çomagı kendü eliyle derya ya salardı frengistan'a gönderürdi. senesi geldiği gibi kafirler anun sa'atin bilürlerdi. ol çomagı sahili deryada görüb bulurlardı. her ne ise bac u haraclardan cem' idüb bir kise içine koyub kara çomagı muhkem baglayub gönderürlerdi. ve ol çomak deryanun içinde yüzüb gelürdi. halak içinde ma'ruf u meşhur olmışıdı. hiç kimesne ana kasd idemezlerdi. her kim kasd iderse, fi'lhal helak olurdı ve her kim inad u muhalefet idüb bacın virmekde ta'allül itse, içlerinde veba ahir olurdı. ta'un ol sene çok kimesneleri helak iderdi anun içün bu hali bilürlerdi. heman vakti geldigi günlerde sahili deryaya adamlar koyub, kara çomagı gözedürlerdi. su yüzinde yüzüb gelürdi. adak ve çerag dahı her ne hasıl olursa devşürüb ol çomaga baglarlardı yine deryaya salıvirürlerdi. ol çomag su üzerinde yüzüb gelürdi. anı her kim görse, bilürdi. abdalmusasultan'unçomagıdur diyüb biri birine gösterürlerdi. kimesne ana el uzadub alamazlardı, ol bagladukları şeyi getürüb asitane'ye teslim iderdi. anı, derviş aba vü nemed ü hırka degdirüb arkalarına giyerlerdi. bakiyesün ta'am u lokma vü ganimet idüb yirlerdi ve şükrin dirlerdi. hala ol çomag sultan'un asitanesinde henüz dahı turur. kimesne ana el tokınduramaz. hikmeti huda'yı müte'al her kaçan kim bir diyar ta'un ahir olur ise, turduğı yirde ol çomag hareket ider, sallanur. görenler bilürler. kim, bir vilayetde yine ta'un olsa gerek dirler. zira kim ta'un askeri, alla h emriyle sultan abdal musa hazretlerinün zabtındadur. her kim anun kurbında ve çevresinde ve nezdinde bulunursa allah'u ta'ala'nun avniyle, ol kişi, ta'un şerrinden emin ola. ve her kim, sultan abdal musa hazretlerinün ismi şerifün yazub, kapusı üzerine koyub yapışdurursa, biinayeti hüda, ol eve ta'un girmeye. eger nezir itdügi şeyi, sultan hazretlerinün asitanelerine ulaşdurmak mümkin degül ise mu'temedlerden i'timad itdügi kimesne ile göndere eger göndermek mümkin degül ise anun niyyetine bir fakir dervişe vire: sendahıcehdeyleimdiiyhümam evliyalareşigin eyle makam evliyalarsohbetineiresün anlarundiriliginedürgöresim evliyalargevherünma'denidür cümlemizünderdinindermanıdur evliyahoşterbiyetkılaseni kurtulasunyarınolasungani tercemansuzirüşesintanrıya gerkılursankendüzinibiriya gönlünihakk'danyanaberkidesün evliya gitdügi yola gidesun evliyalarsenikılaihtiyar evliyasanaşefiolaiyyar imdicehdeylebuyoladüriş evliyanundamenin tutbuduriş tevbekılözüniodayakmagıl sugibihergördügineakmagıl. erlikoldurnefsodunısöndüre yüzünioltogrıyoladöndüre. cehdidübterkeylenefsişehveti mihnetinedegmezanunlezzeti. şehveteuyanlaruniyserfiraz tamu'duryiribularımçogu az. şehvetiterkeyleyenlermenzili cennetehlidürbularunmahfili. şehvetiterkeyleyenbulursevab sözbudurva'llahualembi' ssevab rivayet olınur ki baba kaygusuz sultan, abdal musa hazretlerünün hizmetlerinde mukim olub her hale ala kadre, her hizmete canıyla mübaşeret kılub müba rek cemali bakemal müşahadesine bendevar mugtenem olub muradına, maksudına. günlerde bir gün bir şehre geldi meger kim, mübarek cum'a güni idi. müezzinler minanerelere çıkub sala virdiler. halk işidüb, her biri desti namaz idüb cami'e geldiler. baba kaygusuz sultan dahı pak taharetle abdest alub, ol cema'atla cami'e gelüb minber mukabelesinde iki rek'at tahiyyatı secde kılub, tahiyyata oturdı. selam virdi dua vü sena kıldı, sakin olub ba'dehu öğle ezanı okındı. müezzinler mahfele çıkub kur'anı azim okuyub du'a vü senadan sonra cum'a sünnetin eda kıldılar. dahı izzet ü ta'zim ile hatibi minbere çıkardular. hutbe okındı. kamet oldı. cum'a namazı kılınub, dua vü sena oldı. heman ol hatib bir kürsi üzerine çıkub bu halka vaz u nasihat etmege başladı. meger kim, ol kürsi dahı minbere yakınıdı; cema'a t dagılmayub oturdılar. anun vaz u nasihatun dinlemeğe meşgul oldılar. kaygusuz baba dahı oturduğı yirden hareket itmeyüb ol cema'atle, ma'an göz kulak olub dinlerdi. ol va'iz oturduğı yirden mukabelesine baba kaygusuz'ı gördi bir sakalı kırkuk uryan ü büryan u egiryan derviş oturur. başladı cehennem kapusını açmağa: sakalun kırkan, uryan olanlar, uçmaga giremez diyü ba'zı sözler söyledi. halka vaz u nasihat eyledi. namaz kılmayanlarun hali şöyle olur ve namaz kılanlarun hali böyle olur. elhasıl çok dürlü temsiller getirüb hikayetler eyledi. kaygusuz baba anun sözlerün işitdi fi'lhal oturduğı yirden ayag üzerine turub gönli cuşa gelüb, fi'lhal bu nutkı söyledi: minbernamei kaygusuz baba mefailünmefailünfeulün eya akl ile irfanem diyenler eya mülke süleymanem diyenler eya bildüm diyenler cümle hali eya vardum diyenler togrı yolı hakk'ı bildüm diyü irşad idersün yetersün minbere feryad idersün ne bildün niye irdün iş bu halde akıllar mat olubdur iş bu hayalde buna akl ile kimse irmemişdür göziyle hakk'ı kimse görmemişdür bu bir derya durur akıller irmez özinden geçmeyen rabb'ını bilmez dilersen bulasun kevn ü mekanı özinden farig ol rabbini tanı ki sen senlügüni gider aradan bilürsün kamusın kimdür yaradan sen ben eylemez ol kim kişidür sen ü ben eylemek şeytan işidür özinden gayrı kul görmez arada hakk'ı zahir görür ag u karada dilersen olasun mahremi esrar bu dünya kavgasına uyma zinhar feragat kıl cihanun kavgasundan ki nefsün kurtarasun fitnesinden heman seyrancısun seyranun eyle sakın dime şu şöyledür bu böyle özüne gel özüne tanrı dostı sana direm budur sözün dürüsti cihan halkınun iş budur hayali hayali gicegündüz mülk mali eğer söyler olursan hak sözini çevirür yüzini örter gözini azazil'dür hak'a eylemez ikrar gerekse söyle ana bunca tekrar binüb nefsün atına ha segirdür işitmez kulagı san kim sagırdur heman birbirinün aybun gözedür gönülden dürlü fitneler düzedür nice idüb ne ideceğün bilmez birinün ondugun biri dilemez eğer malun varısa kavm u kardaş cihan halkı senünle cümle yoldaş eger kendü halinde bir aşıkdur ana dirler ki iş sevmez ışıkdur aşıkolsam adum tenbel alayi eger sofu isem dirler mürayi danişmende varursam dabbetü'larz cahil diyü halkı bir pula saymaz ha bir cenkdür biri birin begenmez arifler hakk'dan özge nesne bilmez bulurlar bir sözi bin söz iderler koyub togrı yolı egri giderler söz ile bulmak olsa idi hakk'ı uçub arş'a çıkaydı cümle fakı cihanda şimdi gavga çogalubdur cihanı fitnei şeytan alubdur eger alim eger sufi vü derviş heman şöhret olubdur cümleye ceyş dinle imdi hem yine bir hoş haber yine kanından getürdüm bir güher dinle imdi bir acayib armagan yine taşdı gönülüm evinden bu kan yine cuş eyledi ma'na deryası yine geldi başıma ışk sevdası yine kurdun ışka yayok atmaga gelmişem sarrafa gevher satmaga kim ki ister ol tarrazı uş menem ol canumdur cana perde ben menem benem ol bagdat'da feryad eyleyen başun oynadub ene'l hakk söyleyen yine gelsün ol bana fetva viren beni bu halka bitaatdur diyen daima söyler bu sözi ol nadan meger kim korkmaz utanmaz tanrı'dan ol salus kim dervişe münkir olur cümle kulun sırrını allah bilür bitaatdur diyü söyler abdala söyleyün gelsün bir ulu meydana görelüm kendii nice tevhid kılur bu tanrı bendesini bibaht bilür tanrı settaru'luyub'dur hem kerim hem rahimdür hem alimdür hem halim tanrı bilür günahun her bendenün aybını yüzine urmaz kimsenün ol kadirdür lutfile ihsan kılur derdlülerün derdine derman kılur ben sadikam zerki tezvir bilmezem her bir işde gayrı tedbir kılmazam velikin salus sevmez yıldızum hakk'ı zahir görenedür bu sözüm insanı kamil içündür bu cevab hayvanun nesine gerek bu hisab bir nasihatdur bu sözüm insana degme bir kimse girmez bu ummana cihana geldi insan gitmek içün kemali ma'rifet kesbetmek içün dinle imdi bir aca'ib dürlü hal ahiri noksana irer her kemal her sabahun sonına ahşam olur hem şadiligun ahiri gam olur yukaru gök aşagı yir görinür bilinmez birbirine bürinür gice gündüz döner da'im yıkılmaz gögün yüceliği hiç akla gelmez göğün nerdibanı yokdur çıkılmaz yerün nihayetini kimse bilmez bu ne karhanedür üstad görinmez bilişdür cümle eşya yad görinmez neye baksan payanı yok denizdür bu ne yoldur ne menzildür ne izdür özinden yad olanlar yad olubdur bilişenler hemaıı azad olubdur bilişmeyen biganedür özine zira bilmez vücudı ne özi ne özin bilen kişi oldı haberdar heman bir vücuddur bir can ne kim var sözi ko farig ol kaygusuz abdal bu sözden açılur bunca kil ü kal gönül hakk'un evidür bigüman bil dudag anun kilididür dili dil eğer dilüm hata söylerse ey dil dilim dilim, dilim dil salatname ey emir efendi bana dahı namaz sorar mısun tur haber vireyüm sana dahı namaz sorar mısun yanar bu yüregüm oddur bilmeyene müşkil dertdür sabah namazı hod dörtdür dahı namaz sorar mısun gah aglaram gah gülerem tanrı 'dan hacet dilerem öğleni on kılaram dahı namaz sorar mısun namaz sorucısın bildüm teftiş itdüm ben de buldum ikindiyi sekiz kıldum dahı namaz sorar mısun ahşam namaz hod beşdür anı kılmak bize hşdur yatsu namazı onüçdür dahı namaz sorar mısun gündüzle gice kırk rik'at onyedi farz yigirmi sünnet vitir vacib üç rik'at dahı namaz sorar mısun adumı sorarsan fakıdur mektebde çocuk okıdur cum'a hem bayram ikidür dahı namaz sorar mısun efendi sarıgun değirmi işit kulagun sagır mı teravih namazı yigirmi dahı namaz sorar mısun zatumdan hayran oluram farz ü sünneti kıluram bir yıllık namazı bilürem dahı namaz sorar mısun camilerde olan imam bunı bilmez çogı tamam dört bin altı yüz seksen selam dahı namaz sorar mısun kimine vacibdür zekat kimine vacibdür salat yidibinbişyüz altmış tahiyyat dahı namaz sorar mısun pirimüzden olsun himmet yaradan allah 'a minnet yidi bin iki yüz sünnet dahı namaz sorar mısun tamam oldı çünki namaz kimini okı kimini yaz altı bin yüz yigirmi farz dahı namaz sorar mısun kamillerde olur irfan göster hoca bende noksan vitir vacib binseksen dahı namaz sorar mısun bir namaz vardur cenaze o da gelür bir gün bize kaygusuz gibi akılsuza dahı namaz sorar mısun kim ne bilür bizi nice soydanuz kim ne bilür bizi nice soydanuz ne bir zerre od'dan ne hod sudanuz bizüm hususımuz marifet söyler biz horasan mülkindeki baydanuz yedi denüz bizüm keşkülümüzde hacım umman oldı biz ol göldenüz hızır ilyas bizüm yoldaşımuzdur ne zerrece günden ne hod aydanuz yedi tamu bize nevbahar oldı sekiz uçmag içindeki kobdanuz. bizüm zahmımıza merhem bulunmaz biz kudret okına gizli yaydanuz tur'da musa turup münacat eyler neslimüz sorarsan aslı hoy'danuz ali oldum adem oldum bahane güvercin tonunda kondum bu hane abdal musa oldum geldim cihane arif anlar bizi nice sırdanuz abdal musa'ya medhiye şah abdal musa'ya bende olalı cümlenin muradın verir tez elden kara sancağına yüz sürelim muhammed'in yadigarı ezelden mermer çerağ batın olmaz batından hücceti var şahı merdan zatından halas etti bizi nar'ın katından eşiğin bekleyip tuzun tuzlatan ateşe kül oldu gösterdi nişan hüddam emreyledi, oldu gülistan imana getürdiçok münkir mervan genceli şehrini yıkub düzelden murad eyledi yedi dağı yürüttü mesken idüb dur dağı'nı yer itti nuş eyleyüb yedi deryayı sır itdi hakikat bendini bize çözelden abdal musa hacı bektaş veli'sin deli şükrü abdal musa ali'sin kokmak için on iki imam gülüsin bağlayub da divin bendini çözelden bu son dörtlük, deli şükrü' adlı bir şairin şiiri olup metne sonradan eklenmiştir. selamnamei şahı şah abdal musa ey mahı burcı şerefi subh u mesa zulmeti mihri münevver gibi kılduk ruşena ka'bei ulyaya karsu her kim itse iktida kahrı a'dai fenadan buluser şeksüz neca natıkun ruhu'lkudusdür vechi pakün vedduha didi mevla şanına latuhfevarıbata' es'selam ey nurı ahmed hazreti abdal musa es'selam ey rükni hazreti abdal musa muttalii sırrı ilahi vakıf sensin ezel zatı hakk'un kuvvetine kimse. bilmez ma'deni ilmi ledünni hükmi babı mahasal vakıfı inni enellah kim bilürhasl bareka'llah genci kudret mahzeni sıdkı ezel ezel emredüb nusretün velehu evzan sun'ına emr idübsun'ınalailla din olur isem şah idenler oldı ve'svasi'rrahim birinün nasru'nmina'llah kametü kafı kadim nutkun illayaparlar inşallah kulkaygusuz'a daim du'a bk. menakıbname, ag nüshası,; ankara genel ktp. nu. aa; güzel, kayğusuzabdal,; baba, errisaletü'lahmediyye fitarihi'ttarikatü'l bektaşiyye bemışru'lmahruse, kahire,; dağlı, bektaşi tomarı ve nefesleri, istanbul, elimizdeki kaygusuzabdalmenakıbnamesi'nin, çok hırpalanmış ve yırtılmış olması sebebiyle, metin açık bir şekilde okunamamış ve bu yüzden tamir de edilememiştir. ilerideki günlerde bulunacak yeni metinlerle bu noksanlıkların da giderileceği inancındayım. sonuç ve değerlendirme alaaddin gaybi , Xıv. yüzyılın birinci yarısında doğar, Xv. yüzyılın birinci yarısında da vefat eder. kendisi alaiye sancak beği, hüsamneddinmahmudbeğ'in oğludur.kaygusuz abdal. menakıbname'sinde;. ehlitarikiçindemarufvemeşhurdilgüşa sahibikaygusuzbabasultan, alaiye sancağı beği'ninoğluveadınadagaybi derlerdi. dilgüşa'ında; gayet akil, arif, amil, kamil ve tüvane idi. on sekiz yaşındaonunilekimsemukabeledurubbahsidemezdi. zirao,çokkitablar okımışdı, ulumubi'ttamambilürdivehemziyadepehlevanidi, zribazuya malik, atüzerinde, silahşorlukda, okatmakda, kılıççalmada, gürzsalmakda vesünüoynatmakdahünermendidi. bunungibiişlerdenaziriyogidi. veher daimkendikullarıylaçevreetrafındaolandağlarışikariderdi. bebürvepelengvekaplanvegözihernegörsekurtulmazdı'vasıflarıyla tanıtılmaktadır. işte bu kaygusuz; çocukluğunda alanya sarayı'nda zamanının bütün maddimanevi ilimlerini tahsil ettiği gibi, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık maharetleri de en mükemmel şekilde öğrenmiş ve tambirbeğoğlu gibi yetişmiştir. o,şeyhiabdalmusa'yaintisabından sonra da anadolu sahasının en güçlü mutasavvıfşairivenasiri olmuştur kaygusuz, bu mutasavvıflık döneminde –bizim tespitlerimize göre civarında manzum, mensurvemanzummensurkarışıkeser yazmıştır. o'nun eserleri; kur'anı kerim, hadisler, kaşgarlı mahmud, yusuf has hacib, dedem korkud, ahmed yesevi. vb'leri çizgisinde milli ve manevi türkislam ülküsünü vermeye çalışmıştır. her bir eserinde hem dünyada, hem de uhrevi hayatda insanların mutlu ve bahtiyar olmalarını istemiştir. o, türk milletinin, bilim ve teknolojide daima üstün olmasını hedeflemiştir. o, milletinin hep ileriye, daima üstün olmalarını ideal haline getirmiştir. böylesine bilimsel verilerle dolu olan kaygusuz hakkındaseneden buyana fazla bir bilgiye sahip olmayışımız da düşündürücüdür. bu cümleden olarakseneden buyana kaygusuz abdal üzerinde yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, o'nun eserleri, gü nümüze göre, kesafet ve cesamet itibariyle çokçok ileri seviyede yazılmış biklimsel eserlerdir. biz de bu doğrultudaki çalışmamızla, o'nun eserlerinden oluşan yüzyıl yazmalarından elde ettiğmiz metinleri kaygusuzabdalkülliyatı' adı altında neşretmeyi hedefledik. eserin basımını sağlayan tdk başkanı sayın gürer gülsever'e bu bilimsel hassasiyetindeki ileri görüşlülüğü sebebiyle bir kere daha teşekkür ederim. bu çalışmamızda kaygusuz abdal'ın; menkıbevivetarihihayatı, eserlerinintavsifvehülasaları, eserlerininşekilvetürbakımındanincelenmesi, türkçesivehamseciliği, dilveüslupözellikleri, dinive tasavvufiunsurlar, simatiyeler, sumotifi ve nevruz geleneği olmak üzere sekiz bölüm halinde vermeye çalıştık. özellikle eserlerinden; divan, gülistan, birinci, ikinciveüçüncümesneviler, gevhername, minbername, budalaname, kitabımiglate, vücudname, saraynamevedilgüşa, şeyhi abdalmusavelayetnamesi ve kaygusuz abdalmenakıbnamesi'ni de, hem muhteva, hem şekil ve tür bakımından inceleme, hem de metinlerintamneşrini' vermeye çalıştık. kaygusuz'un eserlerinde tespit edebildiğimiz; tevhid, ilahi, esmaihüsna, esmainebi, na't, gevhername, vücudn'ame, dolabname, minbername, salatname, nutuk, devriye, şathiye, nevruznamevenasihatname. nazım tür'lerini dini tasavvufi türk edebiyatı' disiplini içinde örneklemelerle değerlendirmye çalıştık. o'nun, bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü olan türkçevehamseciliği üzerinde durduk. o'nun; türkçeyi, anamızın ak sütü kadar helal, berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili' olduğunu vecizeleştirip, tanrı'nın dilinde konuşturan bir şair olması bizi fazlası ile sevindirmiştir. döneminin, sekizmüstakilmesnevi'nin olması, o'nun türk edebiyatında, ilk hamse şairi olduğunu da ortaya koymaktadır. kaygusuz'un üslubu çok hareketli ve çeşitlidir. o, doğrudan doğruya anlatımdan, delil ve ispat yoluyla anlatıma kadar bütün anlatım türlerini kullanır. tahkiye, tasvir, mükaleme, öğüt verme gibi anlatım tarzlarının hepsi, eserlerinde içiçe girmiş olarak yer alır. atasözlerive deyimler, halk söyleyişleri; onun san'atını samimileştiren ve halka yaklaştıran unsurlardır. tekrir veseciler, bilhassa lirik söyleyişler sırasında kullanılır. mecaz, kaygusuz'un üslubunda apayrı bir yer işgal eder. ayrıca kaygusuz'un eserlerinde dinivetasavvufiunsurlarıda örneklemelerle inceledik. o, kelimenin tam manasıyla bir vecdşairi ve bir dini tasavvufi türk edebiyatı şairidir. tasavvufi vecd abdurrahman güzel ve heyecan bakımından son derece başarılı şiirler vermiştir. yunus'un en eski muakkiplerinden olan kaygusuz, san'atı bakımından ondan geri kalmadığı gibi, eser ve şiirlerinin miktarı itibariyle onun çok üstündedir. yirmi bin beyte yaklaşan şiiriyle ve on yedi eseriyle ondan bize büyük bir miras kalmıştır. ancak kaygusuz, eserlerinin bu cesameti içinde kaybolmaz. ufak tefek bazı kısımlar hariç onun şiiri her zaman üstün bir seviye gösterir. işte böylesine dinitasavvufitürkedebiayatı disiplini içinde, kaşgarlı mahmud, yusufhashacib, dedemkorkud, ahmedyesevi'den sonra yunus emre, mevlanacelaleddinirumi, hacıbektaşveli, şeyhedebalı'nın da muakkibi olan bu şahsiyetin Xv. asırdan kalma eserlerini, kaygusuz abdal külliyatı' olarak neşretmemiizin yerinde bir hizmet olacağı kanaatimi vurgulamak istiyorum. bu cümleden olarak, külliyat'ın neşriyle kaygusuz'un; bilimtarihi, türkedebiyatıtarihi, dinitasavvufitürkdüşüncetarihi, tıptarihi, astronomibilimi. vb konularında bize yol haritası çizmekte olduğunu da sene öncesinden görmekteyiz. sonuç olarak ifade etmek isteriz ki kaygusuz; kendisinden sonra gelenlere de adeta hocalık yapmış, pekçok şair ve nasiri bilimsel verilerle etkilemiştir. çünkü o'nun eserleri vefatından sonra, defalarca, istinsah edilmiş, hatta marburg nüshası bir külliyat ve mürettep bir divan niteliğini de taşımaktadır. diğer eserlerinin de mükerreren basımı, o'nun ne denli etkili bir murtasavvıf şair olduğunu ortaya koymaktadır. bu da o'nun kendisinden sonra gördüğü alakanın ve tesirlerinin en açık delilidir. kaygusuz'un tesirini gösteren bir başka husus, kendisinden sonra bazı şairlerin onun adını ve mahlasını kullanmasıdır. netice olarak deriz ki kaygusuzabdal; dinitasavvufi türk edebiyatı'nın en önemli simalarından biri, hatta bazı bakımlardan birincisidir. işte biz, onun ehemmiyetini eserlerinin bütünü üzerinde yaptığımız bu çalışma ile ortaya koymaya çalıştık. görüldüğü gibi, günümüze kadar bilinegelen kaygusuz abdal'ın şahsiyetinden farklı olarak, nisbeten hakiki şahsiyetini edebiyat tarihi içindeki yerine koyduğumuzu sanıyoruz. bu vesile ile benzerlerinin de bu şekilde ele alındığı takdirde farklı neticelere varılabileceğini umuyorum. çalışmamızda görülecek noksaları hoşgörü ile karşılanacağını ümit ediyorum. bu eser ile bilim hayatımıza katkıda bulunabilmiş isek kendimizi mutlu sayarız. tevfik ve inayet allah'tandır. vesselam. ala kadr: derecesi ve rütbesi yüce. ala kudreti'ttaha: tahanın kudretinin üzerine. ale'ssabah: sabahleyin, erkenden. ale'sseher: seher vakti, gün doğmadan evvel. ale'ttahkik: muhakkak surette, besbelli. alem: belirti, iz, işaret, nişan. alemi hakikat: gerçeklik alemi. aleyk: onların üzerine. amil: sebep. avn: yardım, yardım eden. azim: büyük, yüce, ulu. alapak: çok temiz. ama: kör, cahil. amal: işler, ameller. ab u gil: su ve toprak, su ve çamur. aba: yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş. bu kumaştan önü açık olarak yapılan ve dervişlerce giyilen hırka. abdal: dünya ile alakasını kesmiş, allah'a yönelmiş kişi, derviş. eskiden, gezgin dervişlere verilen ad. abes: boş, manasız, saçma, boş şeylerle uğraşmak, faydasız, değersiz şeyler. abgine: billur, ayna, göz yaşı, şişe, sürahi, kadeh. abı ateş: ateş suyu, gözyaşı. abı hayat: türkçede bengisu diye de anılan, içene ebedi hayat bağışlayan efsanevi bir sudur. kan, ebedi hayata sebep olan hayat suyu bu kelime, edebiyatta çok güzel ifade, latif söz, parlaklık, letafet manalarında kullanılmıştı. abı hızır, abı hayvan, abı beka şeklinde de söylenir. abı hayvan: ebedi hayat verdiğine, insanı ölümsüz kıldığına inanılan efsanevi su, abı hayat. abı revan: akarsu, kalpteki ferahlık. abid: ibadet eden kul, ibadet ehli, takva sahibi. aceb: acaba, acaib, hayret, tuhaf. acem: iranlı, iranlı farsların adı. acib: şaşılan ve hayret uyandıran şey, benzeri görülmeyen, garip. acuze: çok yaşlı kadın, kocakarı. ad urunmak: ad konulmak, isim verilmek, adlanmak. adavet: düşmanlık, yağılık. adem: adam, insan, adem tonı, insan elbisesi . ademi tekayyüd: kayıtsızlık, üzerine iş edinmeme. adil ü alim: adalet eden ve en çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen . alim, cenabı hakk'a mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez. af'a devedikeni ağacının yemişi. afaf afafet. temiz olma, masumiyet, günahsızlık. afatı semaviyye: ilahi afet, büyük felaket. afitab: güneş, pek güzel, çok güzel yüz. afitabı bizeval: sonsuz güneş. ağ u karada: akta ve karada . agah: uyanık, bilen, vakıf, haberli. agmak: çıkmak, yükselmek, yukarı çıkmak. agniya: zenginler, ganiler. agu: zehir, sem. agyar cefası: başkalarının derdi. agyar ü müdde'. başkaları ve iddia eden. agyar: yabancılar, başkaları, rakipler. agyara kıl cevr ü bela: eziyeti düşmana çektir. agyarnı: düşmanını agzı yarı: ağız suyu, salyası. ah u feryad: ah vah etme, vahlanma, yüksek sesle medet isteme, figan. ah ü vah: ağlayıp, sızlanma. ah ü zar: ağlayıp inleme. ah: kardeş, dost, bir kimsenin sevdiği. ahbar: haberler. ahbarı tevhid: birlik haberi. ahd etmek: bir işi yapmak için kendi kendine söz vermek. ahd ü vefa: vadetme, söz verme, yemin, and. ahde vefa: verilen söze, yemine sadık kalma, vefa gösterme. ahdi çın: sözü doğru, vaadinde duran. ahdu peyman: yemin, and ahı: kardeş. ahi: kardeşim. ahilik ocağından olan kimse. eli açık, cömert. ahir: son, nihayet. ahiret baki, dünya fani: ahiret hayatı kalıcı, sonsuz; dünya hayatı geçici, sonludur. ahiret: bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi alem, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yer. ahiruha ta'am: yemekten sonra. ahmak: pek akılsız, sersem, şaşkın. anlayışsız. ahter: yıldız. baht, talih. ahu: ceylan. gözleri çok güzel olan. çok güzel göz. dilber, sevgili. akça akçe. beyaz, oldukça beyaz. para, eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke. akıl tariki: akıl yolu, akla göre. akıl: akıllı, insandaki anlayış kabiliyeti, akılan: akıllılar. akınçeri: akıncı, keşif kolu. akibet: bir şeyin sonu, nihayet, netice, sonuç. akik: meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük akil: akıllı. akkara canavar: canlı, yaşayan. akl u can: akıl ve ruh. akl: akıl, zihin, zeka. aklı başından gitmek: deli olmak. aklı ebter: eksik akıl. aklı kalil: eksik akıl, az akıllı. aklı kamil: tam, olgun, eksiksiz, kusursuz akıl. aklı kül: kainatta görülen umumi ahenk, her şeyi kavrayan akıl. aklı ma'ad: geleceği, bundan sonraki hayatı kavrama, ma'ad işlerini yani dönülüp varılacak yere, ahrete ait halleri düşünen. aklı ma'aş: geçim, kazanç düşüncesi, maişet derdi. adından da anlaşıldığı gibi dünya yaşayışını tedbir eden akli kabiliyettir ve her insanda vardır. eskilere göre akıl, zatı itibarıyla maddeden mücerred. fiili bakımdan bedene taalluk eden bir cevherdir. sofiler; akıl, ahret işlerini tedbir ve tasarruf ederse aklı ma'ad, dünya geçimine teallük ederse aklı ma'aş derler. aklı nakıs: noksan, eksik, tamam olmayan akıl. al ü hayal: hayal ile. al, al: hile. al, ala: yüce, yüksek. al: aile, evlat, sülale. ala külli hal: şöyle böyle, olduğu kadar, olduğu üzere. alat: vasıtalar, aletler. alayiş: bulaşıklık, bulaşma. debdebe, tantana, gösteriş alçak gönüllü olmak mütevazı, sakin, yumuşak olmak. aldamak: kandırmak, yalana inandırmak. aldatmak. ale çok veya en teklifsiz, cana yakın. ale hayvan yemi; ot, saman, yulaf. alem ocağa tutuşsa: alemi sırrı hafiyyat: gizli sırlar dünyası. alemün keminesi: herkesin hakir, aşağı, değersiz, gördüğü kimse. alına: yüce, evlat, çoluk çocuk, sülale, hanedan düzen, hile, elek. ali: peygamber'in amcası 'in oğlu ve damadı, halife. ali: yüce, ulu. abdurrahman güzel alim: bilen, bilgili. çok şey bilen, bilgiç. ilim ile uğraşan. alin al eylemek: hile yapmak. alkış: övme, övüş, dua. allamı uluv: yüceliği bilen. altuna bakır katmak: hile yapmak. alu: alçak, alık, aptal. alude: karışmış, karışık, mülevves. bulaşmış. am u has: halk ve seçkinler . amenna ve saddakna: inandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek söz yok. ami: avamdan, halkın aşağı tabakasından, tasavvuftan, hakikatten haberdar olmayan. amu: amca. amm: umumi herkese ait, umuma mahsus, halk, avam. amud: direk, sütun. anaru: öte, ileri uzak. anber: güzel koku. adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. derisinden kalkan yapılan bir balık. anberi zülü kokulu saç. anda: orada. andelib: bülbül, seher kuşu. resulı ekrem'inbir ismi. anı: onu. anka: ismi olup cismi bilinmeyen bir kuş. çok büyük olduğu anlatılır. zümrüdi anka ve simurg gibi isimlerle de anılır. ankebut: örümcek. anlar: onlar. ansuz: onsuz. anter: ali'nin öldürdüğü rivayet edilen bir bahadır. anun: onun. aparıca: tertemiz. aparmak: götürmek, alıp götürmek. ar: utanma, mahcubiyet. utanılacak şey, ayıp. ar şişesin taşa çalmak: kalenderi davranışlar segilemek, utanma duygusunu bırakmak, utanmamak. ar u namus: utanma, mahcubiyet. utanılacak şey, ayıp. arafat: mekke'de bir dağdır. adem ve havva'nın, cennet'den sürüldükten sonra burada buluştukları rivayet edilmiştir. bakara suresi. ayetinde hac töreni münasebetiyle adı geçer. mekke'de hacıların arefe günü ve gecesi kaldıkları dağ. aram: durma, dinlenme. arasat: arsalar. kıyamette her canlının dirilip toplanacağı meydan, mahşer yeri. araste: bezenmiş süslenmiş. arat: bölge, mıntıka. avlu. arayiş: süs, bezek, ziynet, arbede: cidal, kavga, patırtı. argaç: dokumacılıkta bezin enine atılan iplik, atkı. arı gönül: saf, temiz gönül. arı olsa: arınsa tertemiz olsa. arı: saf, temiz. arış: dokumalarda tezgaha uzunlamasına gerilen iplik. arif ile dildaş olmak: bilge bir kişi ile gönnüldaş, yoldaş olmak. ari irfan sahibi; bilen, bilgili, tanıyan, anlamına gelen bu söz, sufilerce bilgin demek olan alimden üstün dereceye varan kişiye denir. arifler meclisi: bilge kişilerin yaptıkları toplantı, toplandıkları yer. arkıncacuk: yavaşça, hafifçe. arkurı: eğri, yan üstü, tersine, aykırı, yanlamasına, karşı, ters. armağan: armağan, hediye. arslan çetügi: aslan eniği. arş u ferş arş u zemin. arş ve yeryüzü. arş: dokuzuncu gök. bütün alemi çevreleyen, alem. tasavvurun sonu ve en yüksek noktası kabul edilen yer, tavan. arşı ala: eski inanca göre göğün dokuzuncu katı. arşun: arşın, bir uzunluk ölçüsü. cm. uzunluk, bir kol boyu. artuk: başka, gayr; fazla, artık. arturmak: fazlalaştırmak, artırmak. arzuman: dilek, istek. arzuyı dil: gönlün arzusu, isteği. asa: değnek, baston, sopa. asan: kolay. bükülmüş ipin her katı. ashab: peygamberi bizzat görmüş olanlar, sahabeler. ashabı suffa: peygamberin mescidinin koridorunda yatıp kalkan yoksullar. asi suyu: asi nehri. hatay'dan geçen ve akdeniz'e dökülen bir nehir. asi: karşı gelen, şaki, haydut. asitan: astane ve dergah farsçadır; kapı dibi, eşik yanı, bir sayılır. ayrıca, tarikat ehlinin toplandığı, hane; tarikat pirinin, yahut ulularından birinin yattığı tekkedir ki o tarikat ehlince ulu ve muteber sayılır. ayrıca, tarikat ehlinin toplandığı, dervişlerin oturdukları, hizmet ettikleri yerdir ve dergahla tekke sözü umumidir. asitane: kapı eşiği. dergah. tekke. asman: gök yüzü. assı: yarar, çıkar, kazanç, kar. faiz. astane: büyük tekke, eşik. allah'a yakın kimselerin kabri. asuman: gök, sema. aş u nan: yemek ve ekmek. aş yemek, çorba, yiyecek. aşayiş: emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hal. aşı etmeği: yemeği ve ekmeği. aşikare: aşikar, belli, açık, meydanda, aşina bildik, tanıdık. bilen, tanıyan. aşinai ezel ü ebed olmak: geçmişten sonsuzluğa tanıdığı, bildiği, dostu olmak. aşüfte: çıldırırcasına seven, bu yüzden perişan bir halde, azgın ve baştan çıkmış deli gönül gibi olan. iffetsiz kadın, aşifte. ata kılmak: bağışlamak, bahşiş vermek. ata vü lutf u kerem: bağış, bahşiş, yardım. attar: güzel kokular, iğne iplik vesaire satan kimse, aktar. argaç: dokumacılıkta bezin enine atılan iplik, atkı. arı gönül: saf, temiz gönül. arı olsa: arınsa tertemiz olsa. arı, saf, temiz. arış: dokumalarda tezgaha uzunlamasına gerilen iplik. arif ile dildaş olmak: bilge bir kişi ile gönüldaş, yoldaş olmak. ari irfan sahibi; bilen, bilgili, tanıyan, anlamına gelen bu söz, sufilerce bilgin demek olan alimden üstün dereceye varan kişiye denir. arifler meclisi: bilge kişilerin yaptıkları toplantı, toplandıkları yer. arkıncacuk: yavaşça, hafifçe. arkurı: eğri, yan üstü, tersine, aykırı, yanlamasına, karşı, ters. armağan: armağan, hediye. arslan çetügi: aslan eniği. arş u ferş arş u zemin. arş ve yeryüzü. arş: dokuzuncu gök. bütün alemi çevreleyen, alem tasavvurunun sonu ve en yüksek noktası kabul edilen yer, tavan. arşı ala: eski inanca göre göğün dokuzuncu katı. arşun: arşın, bir uzunluk ölçüsü. cm. uzunluk, bir kol boyu. artuk: başka, gayr; fazla, artık, arturmak: fazlalaştırmak, artırmak. arzuman: dilek, istek. arzuyı dil: gönlün arzusu, isteği. asa: değnek, baston, sopa. asan: kolay. bükülmüş ipin her katı. ashab: peygamberi bizzat görmüş olanlar, sahabeler. avare: serseri, boş gezen, işsiz güçsüz, aylak. dağınık, perişan. avaze: yüksek ses. şöhret, ün. avazum ördek gibi: sesin ördek sesi gibi çıkması. ay oldı şermsar: ayın utangaç olması. ayın bulutların arkasında kalması. ayaga düşmek: acz içinde kalmak, kuvvetten düşmek. değerini ve saygınlığını yitirmek. ayak olmak: ayak uydurmak. ayan: belli, açık, meydanda. ayan olmak: belli olmak, açık olmak, meydana çıkmak. aybın gözetmek: başkalarının ayıbını aramak. aybını yüzine urmak: bir kimsenin kusurunu açıkça dile getirmek. aydur: söyler. ayende: gelici, gelen. ayet: kur'an'ın herhangi bir cümlesi. alamet, nişan. ayıp: utanılacak şey, kusur, leke. ayıtmak: söylemek. aykır: erkek at, aygır. aykıra iletmek: dişi atı, aygır ile çiftleştirmeye götürmek. ayn: göz. aslı, kendisi. bir seyin eşi, tıpkısı. abdurrahman güzel ayne'lyakin: görerek inanmak, görüşle inanca ulaşmak. aynı insan: insanın gözü. aynülkemal: nazar etme, gözün çok tesirli bakışı. ayruk: ayrı, başka, gayrı. ayruksı: başka, başka türlü, farklı. ayş ü tarab: yeme içme, çalgı çengi, eğlence. ayyar: hilekar, dolandırıcı. zeki, kurnaz. çevik, atik. azad olmak: kurtulmak, serbest olmak. azazil: iblis'in melek olarak bulunduğu sıradaki esas adı. azık: yiyecek, yaz yiyeceği, erzak. azm kılmak: kararlı olmak, ısrarla gayret etmek, çabalamak. azmi sefer: sefere niyet etme. azrail: ölüm meleği. azugum yok: yiyeceğinin olmaması. takılan taş. bb ba'dehu: ondan sonra. bab: kapı. babı lut lütuf, kerem, iyilik kapısı. bac: haraç, vergi, bad u ab u ateş: yel, su ve ateş. bad: yel, rüzgar. bade: şarap içki. aşk, allah sevgisi. halk hikayelerinde hızır'ın kahramanlara ve bazı saz şairlerine rüyalarında sunduğu içki. badei ahmer: kırmızı, kızıl şarap. badei cam: şarap, kadehte bulunan içki. badei camı ezel: elestü meclisinin şarabı. badı nevruz: bahar rüzgarı. bagı erzani: nihal ağacı çok bahçe. bagrı büryan: bağrı, göğsü kebap olmak. gönlünün aşk, ayrılık ve özlem ateşi ile yanması. bağdad: ırak'ta bir şehir . bağı hazan: hazan bahçesi. bah: şehvet. baha. kıymet, bedel, değer. bahadır: cesur, yiğit. bahakkı nurı mustafa: mustafa nurunun hakkı için. baharı muştulamak: baharı müjdelemek. bahariyyat: bahar tasviriyle başlanarak birini övmek için yazılan kasidelerin toplandığı kitap. bahil: hasis, cimri, tamahkar. bahilliksiz: nekes olmayan, var yemezlik yapmayan, cimri olmayan. bahr ü hem berr: deniz ve kara. bahr ü umman: deniz ve okyanus. bahr: deniz, büyük göl veya nehir. bahrı melekut: hükümdarlık, saltanat denizi. ruhların ve meleklerin alemi. bahrı muhit: etrafını çeviren, kuşatan deniz, okyanus. bahri: denize ait, denizle ilgili. tüyünden kürk olan, patka da denilen, gagası kaşığa benzer bir çeşit deniz ördeği. bahri bipayan: ucu bucağı olmayan deniz. bahri hikmet: hikmet denizi, bilgi, ilim denizi. bahri umman: okyanus. bahş u ata: bağış, ihsan, bahşiş. bahşayış: bağışlayış veriş, bahtı makhur: kahrolmuş, kötü talih; kara talih. bahtı siyah: kara talih. bakemal: olgunluğuyla, kemalen. baki: kalıcı, sürekli, daimi. bal u per: kanat ve tüy. bal: kanat; kalb, yürek, gönül; hatır. balaban: iri, doğan kuşu. balabülend: uzun boylu. ban: sorgun ağacı, bey söğüdü. sevgilinin boyu. ban: ulu, büyük, ileri gelen, bey. bang: ses, seda. ezan. banlamak: yüksek sesle bağırmak, seslenmek. ezan okumak. bar: tanrı, allah. yük. baran: yağmur. bargah: girmek için izin almak lazım gelen, izinle girilebilecek yer, çadır, yüksek divan. bari giran: ağır yük. bari ta'ala: yaradan, allahuteala. baru: kale duvarı, hisar, burcu, sur. basar: göz, görme. basiret: önden görüş, seziş, öngörü. baş gözi: görünürdeki göz. baş oynamak: hayatını tehlikeye atmak, canını feda etmekten çekinmemek. başa kakmak: yüzüne çarpmak. başed: olur, ola. başına yarag eylemek: başının çaresine bakmak. batıl: boş, beyhude, yalan, çürük. batın: iç, iç yüz, gizli, görünmeyen. bay: zengin, varlıklı. baydak: yaya yürüyen, piyade. baz: doğan , şehbaz, şahin. açık. oynatıcı, oynayan. bazar: pazar, çarşı. bavvab: kapıcı, çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi. bebr: eski kitaplara göre, hindistan'da ve afrika'da yaşayan, kediye ben zer, gayet büyük, sırtı yol yol tüylü, saldrdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arz eden, aslanın bile korktuğu, azgın bir canavar. becidd: ciddi, gerçek. cidden, gerçekten. beidd tutmak: bir işi ciddi tutmak, ciddiye almak. bedi: eşsiz, örneksiz, benzersiz, işitilmemiş, görülmemiş. bedid nabedid. meşhur olmayan, görünmeyen, gizli. bedid: meşhur, görünü, açık meydanda. bedkar: işi, hareketi kötü olan, kötü işli. bednam: kötü adlı, adı kötüye çıkmış. bedr: hz muhammed'in kafirlerle çarpıştığı mekke ile medine arasında bir yer olup, bu savaşa bedir savaşı denir. ayın on dördüncü gecesinde ayın aldığı şekil, dolunay. bedr i münir: parlak dolunay. bedri hilal: hilal şeklindeki ay. bedri mah: dolunay. behişt: cennet, uçmak. behre: hisse, pay, kısmet, nasip. behremend: behreli, hisseli. bek beg. zevç, koca. küçük devletbaşkanı. ileri gelen, sözü geçen, nüfuzlu, zengin kişi. beka: devam, evvelki hal üzere kalmak. bekri: erken, sabah. çok içki içen, içkiye düşkün adam, sarhoş. bela: gam, keder, zor iş, musibet, belde: şehir, kasaba. beli: evet. belinlemek: ürkmek, korku ile sıçramak. bend: bağ, yular, rabıta, bağlama. birini emri altına alma. boğum, mafsal. bende: kul, köle. bendevar: köle gibi. bendi zindan: zindan bağı, kelepçe. benefşe: menekşe. beng: afyon gibi uyuşturucu ve keyif verici ban denilen bir nebat ve bunun tohumu, esrar. küçük çitlenbik. bengi: esrarkeş. berat: rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman. beratı menşur: padişahın; vezirlik, müşirlik gibi rütbeleri verdiğini ifade eden ferman. berayı mabud: allah için. berayı matlub: talep edilen, istenilen şey için. berayı vahdet: birlik için. berca: yerinde, tam, doğru ve münasip. berdar: asılmış . yemişli. bergüzar: hediye, hatıra. berk itmek: katılaştırmak, takviye etmek. berk: şimşek. berr: kara, toprak. beste: müz. şarkının makam ve ahengi. kapalı, bağlı, bitiştirilmiş, bağlanmış. beşaret: beşer, insan. muştu: müjde. beyaban: kır, çöl. beyan kılma: anlatma, açık söyleme, bildirme. beytü'lma'mur: gökte ka'be hizasında bulunan, allah'a en yakın meleklerin tavaf ettiği ev. beyyinat: deliller, tanıklar. bezek: süs, ziynet. bezzaz: bezci, kumaş satan, manifaturacı. çarşı, bedesten. bi nihaye: sınırsız, sonsuz. bi: sız, maz. bi'lkülliye: büsbütün, bütün. abdurrahman güzel bi'ssevab: sevabıyla. bi'ttamam: tamamıyla. biar: arsız, yüzsüz, utanmayan. bibaht: bahtsız. bican: cansız. bid: yok olma. söğüt, salkım söğüt. bidar: uykusuz, uyanık. bidin: dinsiz, acımasız, merhametsiz. bigane: kayıtsız, ilgisiz. yabancı. tas. dünya ilgisini kesmiş olan. bigi: gibi. bigüman: şüphesiz. bihaber: habersiz, bilgisiz, vurdumduymaz. bihila doğru. bihod: kendinden geçmiş, çılgın, bayılmış. bilavasıta: vasıtasız, doğrudan. biliş: bildik, tanıdık, dost, aşina, marifet, tanışmak. bilmeze urmak: bilmez görünmek, bilmezlikten gelmek. bimanend: eşsiz, emsalsiz. bimar: hasta, sayrı. bimerhaba: selamsız, selam vermeden. bimisal: eşsiz, eşi bulunmayan. binazir: eşsiz, benzersiz, allah. bineva: nasipsiz, çaresiz, zavallı. binihaye: sonsuz, nihayetsiz. binişan: işaretsiz. biriya: doğru söyleyen, iki yüzlü olmayan. birle: ile. biryan: tava, tepsi gibi şeylerde susuz veya az sulu pişirildikten sonra kızartılan et kebabı. bisat: kilim, minder, hah, seccade, döşeme, keçe yaygı. bisipahi: askersiz, askeri olmayan. bisyar: çok. bişerik: ortaksız, arkadaşsız, tek, allah. bit pazarı: eski eşyaların satıldığı yer. bita'at: ibadetsiz, ibadet etmeyen. bivezir: vezirsiz olarak. bizeval: fani, geçici olmayan. bokrat: eski yunan hekimi, meşhur hipokratis. bostan: bahçe. boyla: boy ölçmek, boy ölçüşmek boylu boyunca dalmak. sürekli olarak izlemek. börk: başa giyilen külah, kalpak gibi şeyler. börklü: külahlı, kalpaklı. bre: seslenme edatı. bu buy. koku. bud: varlık. bugz: kin, nefret, sevmeme, kalpten düşman olmak. buhl: cimrilik, pintilik, hasislik, el sıkılığı. bulad kalem: çelik kalem. bum: baykuş. bunlardan ma'ada: bunlardan başka. burc: kale, hisar çıkıntısı, kule. burcı cevza: ikizler burcu. burgaz: istanbul'da bir ada. burka. yüze takılan örtü, peçe. bustan: gül ve çiçek kokuların çok olduğu yer, bahçe. buyı muşgin: misk kokusu. burak: muhammed'in miraç'ta bindiği binek. bus: öpme, öpücük, öpüş. buşmak: kızmak, öfkelenmek. bühtan: yalan, iftira. bü'lacebdür: şaşılacak, çok şaşılacak. bünyad: asıl, esas, temel. bina, yapı. bünyad etmek: yapmak, inşa etmek. bürhan: delil, ispat. bürhan ü delil: ispat, kanıt. bürhanı esrar: sırların delili, ispatı. bürka. kadınların örtündükleri peçe, tül, yaşmak, yüz örtüsü. büryan: kebap. biryan veya püryan. büt: put. güzel. bütı tersa: kilise putu. hıristiyan güzeli. büyutü'lankebut: örümcek evi, geçici kısa ömürlü, dünya hayatı. c c caduyı kallaş: kalleş, kancık, hilebaz, dönek cadı. cah: itibar, makam. calinus: ilk çağların ipokrat ile beraber en büyük grek hekimi, galen. cam: sırça, cam, bardak, kadeh. camı cem: şark mitolojisinde şarabın icatçısı sayılan cem' in sihirli kadehi, şarap. camı elest: elestü bezminin kadehi. camiü'ddüvel: devletleri birleştiren camus: manda. can aynası: kalp gözü. can bagı: gönül bağı. can başına sıçramak: şiddetli bir şekilde öfkelenmek, kızmak. can gözi: kalp gözü. can gözi ile bakmak: çok dikkatli bakmak. can iklimi: gönül iklimi. can u cihan: tanrı. can u dil: ruh ve gönül. canı canan: sevgilinin ruhu. canı dilara: sevgilinin ruhu. canib: taraf, cihet, yan. car: çarşaf, örtü. cari olmak: akmak, geçmek, yürümek. cariye: para ile satın alınan halayık, hizmetçi kız. harpte esir düşmüş veya odalık olarak alınmış kız. cavidan: daimi kalacak olan, sonrasız, ebedi. erkek adı. cay u mesken: yer. caygahı imtihan: imtihan yeri. cayı in ü an: onun bunun yeri. cazu: cadı. sihirbaz, büyücü. cebrail: peygamberlere emir ve vahye vasıtave memur olan dört büyük melekten biri. cebren: zorla, zor kullanarak. cefa: eziyet, incitme. cehd: çalışma çabalama. cehd eylemek: çabalamak, çalışmak. cehennem: ahirette günahkar kulların gideceği azap yeri, tamu. cehennem ü fi'nnar: cehennem ve ateşte olmak. cem' eylemek: toplamak, bir araya getirmek. cemal: yüz güzelliği. cemi'. toplamı, hepsi. cemre: ateş halinde kömür, şubat ayında azar azar artan sıcaklık. cemre taşı: hacc töreninde bir defa atılır. ceng ü cidal: savaş, mücadele, vuruşma. ceng: savaşma, vuruşma. cengaver: cenk eden. savaşçı. cennet: ahirette müminlerin gideceği yer, uçmak. cercis: bir peygamber. cesamet: büyüklük, irilik. ceste ceste: azar azar, derece derece. cevahir: cevherler, kıymetli taşlar, elmaslar, öz'ler. cevelan: dolaşma, gezinme. cevher: maya, öz. elmas, değerli taş. cevr: haksızlık, eziyet. tas. tarikat adamının ruhen ilerlemesine engel olan şey. cevr okın atmak: eziyet etmek. cevr ü cefa: haksızlık, eziyet. cevşen: zırh, vaktiyle giyilen savaş elbisesi, ceyş: asker, ordu. ses, seda. cezbe: ruhun hayret ve sevince kapılarak sanki cesetten hariç bulunuyormuş gibi olması, heyecana gelmesi. tarikat ehlinin kendinden geçme hali. cib ü destar: cübbe, sarık. cibril: cebrail, allah'tan peygamberlere vahiy getiren melek, dört büyük melekten biri. cidd: bir işi gerçekten çalışıp işleme, ciddilik. cife: leş. cihanı can: ruhlar alemi. cihet: yan, yön, taraf; yüz, yer; yüz, sebep, vesile. cinan: cennetler, uçmaklar, bahçeler. cirit: at üzerinde ve ucu delmeyen mızrakla oynanan bir oyun. cism ü can: beden ve ruh. cismi pürkal: sözle dolu vücut. cismi viran: geçici, ölümlü varlık. combadak: takla atmak. cud: cömertlik, el açıklığı. cuş: coşma, kaynama. tas. coşma, taşma. cuş u huruş: coşma ve gürültü. cuşa gelmek: coşmak, kaynamak, kendinden geçmek. cübbe: sarıklı din adamlarıyla bazı yaşlı kimselerim giydikleri uzun elbise. cüda: ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış. cüda kılmak: ayırmak. abdurrahman güzel cümlesi: hepsi. cünbiş: kımıldanma, hareket. cünun: delirme, çıldırma, delilik. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi. cür'. yudum, içim. cür'adan: içki kadehinin dibinde kalan kısım. şarap artıklarının döküldüğü kap. cüst ü cu: arayıp sorma, araştırma. cüvan: genç, delikanlı. çç çabüksüvar: iyi at süren, ata iyi binen. çah: kuyu, çukur. çahı zindan: zindan kuyusu. çakmak: geçmek, hakkında söz söylemek. çaker: kul, köle, cariye, yanaşma. çalab, tanrı. çapük: çabuk, tez, çevik. çapükbaz: çevik. çar fasl u çar erkan: dört ana unsur. çar unsur dört unsur: toprak, hava, su, ateş. çarh çerh. çark, tekerlek. felek gök. çarhı felek: sihir, talih. yanarken dönerek ateş saçan donanma fişeği. hanımeline benzer bir çiçek. çarhı gaddar: zalim felek, kötü talih. çarhı gerdun: dönen felek. çarhı kebud: mavi felek. çarhı muallak: asılı boşlukta olan çark, gökteki, gelek, boşlukta dönen, devreden. çarnaçar: çaresiz, ister istemez. çatal derbend: elmalı'da bir yer adı. çec: yığın, samanından ayrılmış tahıl yığını, çegane: tef, çengi tefçiği. çeh: kuyu. çeharkuşe: dört köşe. çehi cayı tak u revak: dünya çend: birkaç çendan: o kadar. çendbar: birkaç defa. çeng: kanuna benzer, dik tutularak çalınır bir çeşit saz. çerag: fitil, mum. otlama, otlak. çerende: otlayıcı, otlayan. çeri: asker, er. çerviş: hayvanın eritilmiş yağı. kavrulmuş un ile yapılan bir çeşit yemek. çeşm: göz. çeşmei hayvan: abı hayat denilen suyun, bengisu'yun çeşmesi. çeşmi giryan: ağlayan göz. çeşn: bayram. ziyafet, şölen. düğün. çeşnegir: aşçıbaşı, sofracıbaşı saraylarda yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse. çeşte: bir çalgı aleti, altı telli. çevgan: guy uçevgan, cirit oyununda topu çelmek için kullanılan ucu eğri deynek. çıkıp varmak: kalkıp birisinin yanına gitmek. çın: duygu. çıra: çerağ. çile zevk ve sefadan el çekerek ıssız ve sakin bir yerde yapılangünlük ibadet. eziyet, sıkıntı. çillei aşk: aşkın çilesi. çin: kıvrım, büklüm, kırışıklık. çomak: başı iri ve toparlak değnek. çun ü çira: nasıl ve niçin. çü çün. gibi, mademki, çünkü, nasıl, niçin. çü: gibi. çüst ü çalak: çok hareketli. dd dabbetü'l'arz: hadisi şerifle ahir zamanda olacağı haber verilen ve ahir zamanın alametlerinden olan bir nevi mahluk. . dad: adalet, hak, doğruluk. insaf. vergi, ihsan. dahhak: çok gülen. iran'da eski tarihte yaşamış çok zalim bir hükümdarın adı. dahı: dahi, bundan başka, aynı zamanda, hem de, ve dahl u ta'riz: işe karışma, dokunma. dahl: girme, karışma; te'sir, nüfuz, niyet, fikir. daire: barınmak için yapılan bir yapının kullanılan herhangi bir bölümü, katı veya bölümü. dak dutmak: kusur bulmak, ayıplamak, kınamak. dakyanus: ashabı kehf zamanında yaşayan bir hükümdar. dalgıç: mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam. dama: deniz, bahr. damen: etek. damı tezvir: tezvir, yalan tuzağı. dana: bilgili, bilen, malumatlı, alim. dane: benler tane tane şeklinde olan benler. dane: tohum, çekirdek. kurşun, gülle, tane. da'ne urmak: kınamak, ta'n etmek. daneyi dam: tuzak tanesi, avlanacak hayvanı tuzağa çekmek için konulan yiyecek taneleri. dangadak: dank diye, birdenbire, ansızın. danişmend: bilgili, ilimli. tanzimattan önceki dönemde, kadıların yanında staer olarak çalışan kimseler. dar: yer, mekan, konak. darb: vurma, döğme, darbe. darı arab ü mülki acem: arapların ve acemlerin yaşadıkları yer. daru'lkarar: kararlı, devamlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. dasitan: destan. daşra taşra. dışarı, dışarıya. davul: vurmalı çalgı aleti. deccali lain: kıyametten az evvel çıkacak ve isa tarafından öldürülecek olan kovulmuş, lanetlenmiş yalancı ve zararlı şahıs, yalancı mesih. dede: tarikat usulüne göre mesafe katetmiş, manevi makam sahibi olan kişilere verilen unvan. mevlevi tarikatında çile doldurmuş olan dervişlere verilen unvan. de vurmalı çalgı aleti. defter ü divan: not yazmaya mahsus kağıttan beyaz kitap. defteri ışk: aşk defteri. bir aşk macerasına ait yaşanılanların tamamı. degin: kadar, denk. degşürmek: değiştirmek, değişmek değirmi: yuvarlak, dairevi. dehan: ağız. dehr: zaman, çok uzun zaman, ebedi. bin yıllık zaman. dünya. dehri: dünyanın sonsuzluğuna inanıp öteki dünyayı inkar eden, ruhun da cesetle birlikte öldüğüne inanan. dehrii bid'at: bidat sahibi, dinsiz. delil: kılavuz, doğru yolu gösteren, meçhulü keşfetmekte ve malumun doğruluğunu ispat etmekte kullanılan vasıta veya unsur. delili ayat: ayetlerin delili. dellal: ilan edici, yüksek sesle bildiren. müşterileri çeken, davet eden. tas. hakka davet eden. dem bedem: bazen, vakit vakit ara sıra. dem ü kadem. dem: nefes, soluk. an, vakit, saat. demi safa gönül: mutlu, ferah gönlün zamanı, mutluluk zamanı. demsaz: arkadaş, refik, hemdem, dost, sırdaş. deng: hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem. iki sert maddenin tokuşmasından hasıl olan ses. deni: soysuz, alçak, ahlaksız. dünyaya ait, fani ve geçici. yakın, karib. denlü: kadar, gibi. depelemek: alt etmek, öldürmek, yenmek. depme: tekme. depredmek: eşelemek, kurcalamak, araştırmak. deprenmek: hareket etmek, harekete gelmek, kımıldanmak, sarsılmak. der: toplamak, biriktirmek. der ü divar: kapı ve duvar. der'akeb: akabinde, hemen arkasından. deraguş: kucakta. derbengi: tiryaki kapısı. derdi bişümar: sayısız dertler. derdi gubar: toz dereli. derdi ser: sıkıntı, baş derdi, baş ağrısı. derdmend: dert sahibi, tasalı, kaygılılar. dergah: cenabı hakk'a ibadet edilen yer. büyük bir huzura girilecek kapı. padişahların kapısı. şeyhlerin tekkesi. deri biyaban: el kapısı olmayan. derman: ilaç, tiryak. kurtuluş sebebi. takat, güç, kuvvet. dermiyan eylemek: ortaya koymak, açığa çıkarmak. dermiyan: ortada olan şey, arada. abdurrahman güzel derneşüb: toplanıp, yığılıp. derun: iç taraf, dahil. kalb. deruni: içle ilgili, gönülden, içten. dervaze: büyük kapı, büyük binanın büyük sokak kapısı, kale ve şehir kapısı. derviş: gayet mütevazi ve kanaatkar olan. kimsesiz, fakir. maneviyatla gönlü zengin olan fakir. mürid veya şeyh. dervişan: dervişler. derya vü umman: deniz ve okyanus. deryayı hikmet: hikmet, bilgi denizi. deryayı külzüm: çalkalanan deniz. deryayı umman: açık deniz, okyanus. dest: el. destar: sarık. destbus eylemek: el öpmek. destgir: muavenet, arka olmak. tutucu, yardımcı. elde tutan. desti kader: kaderin eli. destur: asıl. kanun. veziri azam, baş vezir. devlet ü ikbal: ulviyet, kutluluk ve iyi talih. devleti bidar: uyanık baht açık talih. devleti hüma: saadet, mutluluk kuşu. devleti paydar: sağlam, sürekli talih. devletlü: mutluluk ve refah içinde olan kimse. osmanlı devleti'nde paşa, vezir gibi devlet adamlarına verilen unvan. devran: devir, felek, zaman, deveran, dünya. devri eyyam: günlerin geçişi. devri zeman: zaman, çağ, dönem. devri zuhal: zuhal devri. devriye: osmanlı imparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir paye. devşürmek: derlemek, toplamak, bir araya getirmek. devvar: durmayıp dönen, devreden, devredip gezen. gerdan. kabei muazzama'nın bir adı. haremden alıp beraber tavaf edilen taş. deyr: kilise, manastır. alemi insaniyet, insanlık alemi. deyyar: bir kimse. yurt sahibi birisi. manastır sahibi. dıraht: ağaç. dıraz: uzun. dibad: adaletsiz, zalim. dibek: taş veya ağaçtan yapılmış çok büyük havan, didar: mülakat, görüşme. görünme. yüz, çehre. görüş kuvveti, göz. açık, meydanda. dihban: köy bekçisi. dil: gönül, kalb, niyet. cesaret, yürek. dilaram: gönül alan, gönül kapan, gönül okşuyan. dilber: gönül alan, kalbi çeken. güzel kadın. dilberi mehru: ay yüzlü kadın, sevgili. dildar: kalbi hükmü altında tutan, sevgili. dilgir: gönül tutan, kalbe sıkıntı veren gücenik, kırgın. dilgüşa: iç açan, gönül açan, kalbe ferah veren. dilhun: kalbi yaralı, yüreği kanlı. mükedder, mağmum. dili avare: serseri gönül. dilki: tilki. dilpezir: makam kabul eden gönül. dilriş: yüreği yaralı, dertli. dimyad: mısır'da, süveyş kanalı ağzında bir liman. direm: derim, söylerim. dirig: men etmek. korumak, esirgemek. eyvah, yazık. diriga: yazık, eyvahlar olsun! dirlik: yaşayış, hayat, sağlık, geçim. tahsisat, ödenek. dirneşmek: toplanmak, yığılmak. diş vurmak: yemek, çiğnemek, dişlemek. div: dev. iblis, şeytan. cin, ifrit. divan: eskiden yaşamış şairlerin şiirlerinin toplandığı kitap. büyük meclis. büyük ve idare işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer. divan u evrak: toplantı ve belgeler. divan u yargu: toplantı ve mahkeme. divane: deli, budala, alık. divperest: şeytanperest, şeytana tapan, şeytana uyan. diyüben: deyip, söyleyip. dolabı feryad u zar: dünya. dolabname: don: elbise, kılık, kıyafet. donuz: domuz. döl: yavru. nesil, soy. dönüben: dönüp. dört anasır: dört ana unsur varlık. toprak, hava, su, ateş. dört kitab: zebur, tevrat, incil ve kur'an. dört tabiat: dört unsur, dört mevsim. döymemek: dayanamamak, katlanamamak, tahammül edemek. dudu tuti. dudu kuşu, papağan. duhan: duman. tütün. kur'anı kerim'in. suresinin adı. gaflet ve dalalet dumanı ki, hakikatlerin görünmesine mani olur. kıtlık ve kuraklık. dun gelmek: kalkıp gelmek dur dağı: elmalı'da bir yer adı. dur olmak: uzak kalmak. durugelmek: ayağa kalkmak. duş: rastlama, uğrama, duçar olma. iptila. duzah: cehennem, tamu. keder, külfet. dü cihan: iki dünya, dünya ve ahiret. dü: iki. dü saray: iki saray, iki dünya düçar: yakalanmış, çatmış, mübtela. ulaşmış. düglek: olmamış kavun. düğer: kalın ağaç direk, mertek. dükel: hep, cümle, hepsi, bütün, herkes. düketmek: tüketmek, bitirmek. dümbedek: birden bire, aniden. dün ü gün: gece gündüz. dünya alem: yeryüzü. dünya külli fanidür: dünya tamamen geçicidir. dünya lezzeti: insanın nefsini çeken dünyevi tatlar. dünya metaı: dünya malı. dünya vü ukba: dünya ve ahiret. dünyada dünyan yok, ahirette ahiretin: her iki dünyanı da birden mahvettin anlamında bir deyim. dünyadan el etek çekmek: her şeyden vazgeçmek. dünyaya gelmek: doğmak. dünyayı dun: alçak, kalleş dünya. dünyayı mekkar: hilebaz, aldatıcı dünya. dürdane: inci tanesi. çok güzel ve sevimli çocuk. dürişmek: çalışmak, çabalamak, sebat etmek. karşı karşıya gelmek, çarpışmak, mücadele etmek. dürr dürdane, dürre. inci, inci tanesi. dürr ü cevahir: inci ve mücevher. dürr ü cevher: inci ve mücevher. dürr ü sade inci ve inci kabuğu dürrac. türac denilen kuş. dürri derya: deniz incisi. dürri şahvar: iri ve iyi cins inci. dürri vahdet: birlik incisi. dürri yekta: benzeri olmayan, tek inci. peygamber. dürri yetim: tek, iri, paha biçilmez, eşsiz inci, muhammed. düşmişlerün elin tutmak: yardıma muhtaçlara, yoksullara, sefillere yardım etmek. düşvar: güç, zor. dütün: duman. düval: tasma, kayış. düz: düzgün, gerçeğe uygun, doğru; müsavi, birbiri gibi, ova, düzlük, yazı. düzmek: dizmek, ipliği geçirmek. yapmak, meydana getirmek, tertip ve tanzim etmek hazırlamak, nazetmek, düzeltmek, düzen vermek, süslemek, donatmak. düzgün: doğru. düzülmek: düzelmek, intizama girmek, eski haline dönmek yapılmak, tertip, tanzim olunmak. dizilmek, sıralanmak. ee alleme'lkur'an okumak: kur'an'ı hakkıyla okuyan kimse. ebced: arap harflerinin rakam gibi kullanılışında bir kelime veya ibareden tarih veya bir sayı çıkarılması, ebed mülki ahiret. ebed: sonsuzluk, sonu olmamak. ebedi ömri cavidan: sonsuz ömrün devamı. ebleh: pek akılsız, ahmak, bön. ebrar: özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. sadıklar, iyiler. ebsem epsem. sessiz, ses çıkarmayan, susan. abdurrahman güzel ebter: kuyruğu kesik hayvan. sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. eksik, tamamlanmamış. ecel sayyadı ömür avcısı, azrail. edani: ednalar, en deniler, en alçaklar; alçak, pek bayağı ve aşağılık kimseler. edeb: terbiye, insanlara lütuf ile muamele etmek, güzel ahlak, usluluk haya. edna: pek aşağı, en bayağı, çok alçak. az, pek az. efgan: acı ile bağırıp çağırmalar, feryatlar. eflatun: platon. aristo'nun üstadı, sokrat'ın talebesi, eski yunan filozofudur. efsane: masal. uydurulmuş yalan. hikaye. efsun: büyü, sihir. egin egn. sırt omuz, ehli aşk: aşk ehli, aşkı yaşayan kimse. ehli cihan: cihan ehli. dünyaya, dünya malına hasret kimse. ehli derd: dert ehli, kaygı . ehli dil: gönül ehli. ehli hüner: hüner ehli, maharetli, becerikli kimse. ehli ibadet: ibadet ehli, ibadet eden kimse. ehli irfan: kainatın yaratılış sırrını bilenler. ehli kemal: kemal ehli, olgunluğa erişmişkimse. ehli lakab: isim sahibi. ehli niyaz: niyaz ehli, allah'a yalvaran, yakaran, ibadet eden kimse. ehli şedd: bir yola, bir kimseye sıkı sıkıya bağlıolan kimse. ehli şekavet: bedbaht ehli, kara bahtlılar ehli; eşkıyalar gurubu, haydutlar ehli. ehli tarik: bir yoldan giden, bir yola bağlı kimse. ehli tevhid: cenabı hakk'ın birliğini bilip inananve sadece bir allah'a bağlanıp ibadet eden kimse. ehlu'llah: allah adamı, veli. ejderha: büyük canavar, büyük yılan. ekabir: görgü ve faziletçe büyük olanlar, devlet ricali. ekabir: en büyükler. pek büyükler. devletricali. rütbece büyük olanlar. eki itmek: bir şey yeme, yenilme. ekmel: çok olgun. eknun: şimdi. el'an: hala. el baş üstüne: değer verme. el kavuşturmak: el pençe divan durmak. elest demi: cenabı hakk'ın ruhları yarattığında ben rabbiniz değil miyim? diye sorduğunda, ruhların: evet rabbimizsin. diye cevap vermeleri anına elest meclisi veya bezmi elest denir. elest demi de bezmi elestin gerçekleştiği zamanı işaret eder. elfaz: kelimeler, sözler. elfi tac: yeniçeri üsküfüne benzeyen bir çeşit tac. elhasıl: netice itibariyle, sözün kısası, uzatmayalım. eli arap alfabesinin birinci harfinin adı. ülfet. den bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. ebcedi değeri de bire delalet eder. elifkadd: elif gibi boy, elif gibi düzgün ve uzun boy. elin yumak: elini yıkamak. eline ayağına düşmek: yalvararak yardım istemek, aman dilemek. eliyazü bi'llah: allah'a sığındık, allah esirgesin. elvan: renkler. muhtelif görünüşler. em: ilaç, çare, deva. emcek: meme. emin: emniyet sahibi, korkusuz, şüphe etmeyen, kendisine güvenilen. emini kirdigar: allah'ın kesin varlığı. emri ma'ru akim ve dinin caiz ve güzel gördüğü şey, buyruk. enbiya: nebiler, peygamberler. encum ü eflak: yıldızlar ve semalar. endaze: altmış santimetrelik bir uzunlukölçüsü. enderhezar: binler içinde. ene'l hakk: ben hakk'ım. enek: çene. enfüs: nefisler, ruhlar, canlar, yaşayanlar. enis: dost, arkadaş, ünsiyet edilmişolan, alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. sevgili. ente bihamdi şakir: şükür ve hamd edensin. ente ganiyy ü fakir: zengin ve fakirsin. ente kaviyy ü tarik: yolu güçlüsün. ente muhibb ü sadık: sevgili ve sadıksın ente'ssiracü'lmünir: parlak güneşsin. envar: nurlar, ışıklar, aydınlıklar. maddi veya manevi karanlıktan kurtarmaya vasıta olanlar. epsem eylemek: susturmak. er okuna uğramak: kötü bir işin sonunda bir din ulusunun gazabına uğramak. erbabı ayan: bir memleketin ileri gelenleri, devlet ricali. eren: allah'a yakın, evliyalık derecesinde olan. erguvan: kırmızımtırak, bir çiçek. erkan: rükünler, esaslar, temeller. ileri gelen kimseler. erte gice: sabah akşam, gece gündüz. erte, irte: yarın, sabah. erteye komak: bir sonraya bırakmak, ertelemek. erzan: ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan. layık, münasip, muvafık, müstehak, uygun, yerinde. esbab: sebebler, bir şeye vasıta olanlar, sebeb olanlar. esenlik: dua, selam. selamet, sağlık, huzur, rahat. sağlık dileği. esfel: en aşağı, en alçak, en sefil. esfele safilin: cehennem. esir: kul, köle. harpte teslim alınan düşman, teslim olan. esiri bend: iple bağlı olanlar. esma: adlar, namlar. esmai hüsna: allah'ın isimleri. cenabıhakk'ın güzel isim ve sıfatları. esmai nebi: peygamberimizin güzel isim ve sıfatları. esrar: sırlar, gizli hikmetler ve manalar, bilinmeyen şeyler. keyif veren zehir, uyuşturucu madde. elinde ve el ayasında olan hatlar. esrar sözlü: sözlerinde güzellikle beraber faydave hikmet olan, sözleriyle geleceğe ait birtakım şeyleri işaret eden. esrarı mu'lak: bilinmeyen sırlar. esrarmest: sır sarhoşu. esrimek: sarhoş olmak, aklını yitirmek. delirmek, kendinden geçmek. azgınlaşmak, sertleşmek, çok kızmak. esritmek: sarhoş etmek. esrük: sarhoş. meczup, deli. kızgın, öfkeli. esselam: selamlar, hayır dualar olsun. eşcar: ağaçlar. eşkal: şekiller, kılık. eşkere açık, belli, ortada. eşra şerefliler, ileri gelen büyükler. etek dermiyan etmek: etek öpüp isteğini arz etmek. etmeg ü aş: ekmek ve yemek etmek ekmek. evla: daha uygun, daha layık, daha iyi üstün. evliya eteğin tutmak: velilerle beraber olmak. evliya: veliler; nefsine değil, daima cenabı hakk'ın rızasına tabi olmaya çalışan, ibadet takva ve riyazatta çok yüksek mertebelere ulaşıp allahınsevgisini kazanan ve yakını olan büyük ve ender zatlar. evliya vü enbiya: veliler ve peygamberler. evrak: sahifeler yapraklar. evran: biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim. evsatuha kemam: önce selam. evvelüha selam: önce selam. ey'atı fat: ölümün, ecelin elleri. eya: ey, hey . eydür: dedi ki. eyitmek: demek, söylemek. eyleyüben: eyleyip, yapıp. eyvan: köşk. büyük salon, büyük sofa, davanhane. eyyam u devran: zaman, devir, günler ve devir. eyyam: günler, gündüzler. eyyub: kur'anı kerim'de ismi geçen ishak aleyhisselam'ın oğlu olan ays'ın evladından eyyub aleyhisselam. eyyubveş: eyyub'a benzer, eyyub gibi. ezbahri cevlan: akan denizden. ezel: zamanın ebediliği, başlangıcı olmayan zaman. ezeli: başlangıcı olmayan, allah. ezeli azal: ezeller, öncesi, öncesiz zamanlar. ezrak: saf ve temiz su. gök renkli, mavi. ff fahr: övünme, yaptığını sayarak övünme. övülmeye sebep olacak kimse. fazilet büyüklük, şeref. fahr libası: övgü elbisesi. abdurrahman güzel fahrı alem: alemin övüncü, muhammed. fahte: üveyik kuşu. faideta: faideler. fak: yaşlanmış, ihtiyar kimse. fak: tuzak. fakı: islam hukuku alimi, fakih. fariğ: işini bitirmiş, boş kalmış, alakasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş. fık. tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden. fariza: farz, allah'ın emri, lazım, vacip, gerek, borç, vazife. fasık: allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın günah işleyen, fesatçı, kötülük eden. faslı bahar: ilkbahar mevsimi. faslı hazan: sonbahar mevsimi, güz. faş itmek: açıklamak, meydana çıkarmak, gizli bir hususu açığa vurmak, dile vermek. faş: meydana çıkmış, yayılmış, anlaşılmış olan. fatiha: kur'anı kerim'in suresi; başlangıç, açış, giriş. fazl: alimlere yakışır olgunluk. iman, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, marifet, üstünlük. fehm: anlama, anlayış. fehm itmek: anlamak, kavramak. felek: gökyüzü, sema. fena: yokluk, yok olma. geçici dünya. geçip gitme. fena ehli: kendi varlığından geçenkişi, maddi varlıktan geçmiş kişi. fena: kötü, iyi olmayan, uygunsuz. fenaenderfena: yoklukta yok oluş. feneuzu billah: allah'a sığınırız. fengedek: birdenbire. fer. şube, kol, dal budak. ikinciderecede olan. bir aslın neticesi. feragat: tok gözlülük, hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. şahsi davasından vaz geçmek. ferah: bol, geniş, fazla, ziyade. açık. ferd: tek, yalnız olan şey, çift olmayan, eşi bulunmayan. ferec: sıkıntıdan kederden kurtulmak. genişlik, ferahlık. ferhad: ferhat ile şirin hikayesinin aşkı için her şeyi göze alan erkek kahramanı. ferhunde: mübarek, mesut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu. fer'. asılla ilgili olmayıp, fer'a mensup olan, ayrıntılar, ikinci derecede olan. feridüzzeman: zamanın, asrın bir tanesi. ferişte: melek, günahsız, masum, iyi huylu. fermanı kaf u nun: kur'an. ferraş: cami, mescit, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tabir. ferş: yer yüzü, kır, sahra. feryad: bağırıp çağırma, yüksek sesle medet isteme. figan. feryad u efgan: bağırıp çağırma, yüksek sesle medet isteme. figan. feryad u zar: medet isteme, inleyip yüksek sesle ağlama. feryad ü ah: medet isteme, acılardan dolayı yüksek sesle inleme. feryadı feryaz: feryat, bağırma, konuşma, seslice duyurma. ferzend: oğul, çocuk. fesad: bozuk ve fenalık. karışıklık. fesemme vechu'llah: ne yana dönersen allah'ın vechini görürsün. feşar: sıkıcı, sıkan, sıkıp suyunu çıkaran. feşarenderfeşar: sıkıcılık içinde sıkıcılık. fettan: fitneci, kurnaz, fitne çıkaran, karışıklık çıkaran. fetva: bir olay, olgu veya muamele hakkındaki şer'i yargıyı ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen malumat, bilgi. fırak: fırkalar, partiler. alaylar, bölükler. cennetler. ehli sünnet cemaatinden ayrılan mezhepler. fırsatı devlet: talihin fırsatı. fısk: hakk yolundan çıkma, allah'a isyan etme; ahlaksızlık, kötülük. fi'lhal: hemen, şimdi. figan: ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma. fikr ü meşgulüm: işim, fikrim. fikr ü tedbir: düşünce ve tedbir. fikri bihude: boş düşünce. fikri hayal: hayal etme. filibe: bulgaristan'da bir yer adı. filorüm: altın para. fingedek: hemen. firak: ayrılık, hicran. firak u derd: ayrılık ve ayrılığın acısı. firaset: zihin uyanıklığı. bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. bir kimsenin ahlak ve istidadını yüzünden anlamak. firavun: ilahlık iddia eden dinsiz, azgın veşaşkın insan. mısır'da, hususan hazreti musa zamanında allah'a isyan edip ilahlık davasında bulunan, musa peygamber'e inanmayan hükümdar. firdevs: cennet. cennette altıncı kat. bostan. firişte. masum, suçsuz, günahsız. melek. iyi huylu kimse. firkat: dostlardan ve sair sevdiği şeylerdenayrılış. fişar: taşkın. fitne: insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. karışıklık. ara bozmak. dedikodu. fitnei şeytan: şeytanın insanları hakikatten, allah yolundan saptırması. fodul: üstünlük taslayan, kibirlenen. fuçı: fıçı, tahtadan yapılmış çemberli, ortasışişkin kap. fukara: yoksullar, fakirler. furkan: hak ile batılı birbirinden ayıran, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı fark edipayıran. kur'anı kerim. kur'anıkerim'in. suresinin ismi. furun: fırın. fuzul: fazla şey. lüzumsuz söz. fuzulluk, fudulluk: sıradan, töreden dışarı iş yapma, münasebetsizlik, fodulluk. füruş: döşemeler, yerlere serilen örtüler, yaygılar. gg gaddar: çok zulmeden, merhametsiz. gaddarlık: zalimlik, zulm etme. gadri külli: fazla vefasızlık, merhametsizlik. gaffaru'zzünub: günahları affeden, bağışlayan, günahkarlara çok acıyan . gafil olmak: herhangi bir işin gerçeğini bilmemek, haberi olmamak. gafil: gaflette bulunan, ihmal eden, ilerisini düşünmeyen. gaflet: dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. tas. en mühim vazifeyi düşünmeyip, cenabı hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak, nefsine ve heveslerine uyarak allah'ı ve emirlerini unutmak. gah yer ve zaman bildiren bir ek'tir. gahi gehi. ara sıra, zaman zaman. galaba: kalabalık. galat: yanlış, hata. gam: keder, tasa, dert, elem, kaygı. gamgin: gamlı, kederli. gammhar: gam yiyen, kederlenen, tasalanan gamze: süzgün bakış. gani: zengin, kimseye muhtaç olmayan, varlıklı. bol. gani: kerem tanrı. ganimet: beklenmeyen kazanç, düşmandanalınan mal. garaz: maksat, niyet, gaye, kasıt. kötüniyet, kin. ok atılan nişan. ıstırap, acı. gav: öküz, sığır, bakara. gavvas: çok gayretli, çalışkan. suyadalan, inci arayan dalgıç. gayb erenleri: geçmiş ve geleceğe aitbirtakım bilgileri bilme gücüne sahip olanerenler, veli kişiler. gaybet gıybet. aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, dedikodu. gaybi: kaygusuz abdal'ın asıl adı. gayran: diğerleri, başkaları, yabancılar. gayrı: yabancı, ayrı, başka. gazabnak eylemek: gazaplandırmak, öfkelendirmek, kızdırmak. gazeliyyatı şeri şerefli, güzel gazeller, geda: fakir. kimsesiz. dilenci. geh: ara sıra, bazen. genç: define, hazine, gömülü hazine. genceli: menanıbname'de geçen elmalı'da bir yer adı. genchane: hazinenin bulunduğu yer. genci ebed: ebedi hazine, sonsuzluk hazinesi. genci ezel: bitmez hazine. abdurrahman güzel genci kadim: başlangıcı olmayan hazine . genci külhan: külhandaki hazine, layhar, ateş. genci layefna: tükenmez hazine, kanaat. genci mahfi: gizli hazine. genci nazar: düşünce hazinesi, iltifat hazinesi. genci nihan: gizli hazine. genci revan: karun'un kaybolup giden hazinesi. genci saadet: mutluluk hazinesi. genci viran: viranlık yerdeki hazine. genez: kolay, uygun, kolayca. gerd: gelimelere eklenir ve dönen, dolaşan anlamlarını verir. örneğin: tizgerd: çabuk dönen. gerdan: dönen, dönücü çeviren. gerdiş dönme, dönüş. çevrilme, dolaşma. gerdişi devran: zaman. gerdun: dönücü, dönen, devreden, felek, dünya. gerdun okı zahmı: kaza, insanın başına gelenlergerkes kerkes, akbaba. gevher: akıl ve edeb. asıl ve nesep. elmas, cevher, mücevher, inci. gevheri kan maden ocağındaki cevher, elmas. gevheri pak: saf elmas, saf cevher. gevhername kaygusuz abdal'ınbeyitlik mesnevisi. gevhernüma: cevher gösteren. gezdürevüz: gezdiririz, gezdirelim. gezend: zarar, ziyan, elem, keder, afet, musibet. gezende: gezerken. çok gezen. gıll u gış: aklın muhtelif fikirler üzerindekararsızlığı. gönül darlığı. kin ve hile. hıyanet. gılman: cennet'tekilere hizmet eden güzeldelikanlılar, genç. gil: su ile ıslanmış toprak, balçık. lüleciçamuru, kil. gile: şikayet. gin, gen: geniş, bol. girdar eylemek: meşgul etmek. girdgar: allah, yaratıcı, kudret sahibi. giriftar olmak: tutulmuş, yakalanmış, esir. düşkün, uğramış, tutkun. giriftar: tutulmuş, yakalanmış. girih: düğüm, bağ. girişmek: karışmak, müdahale etmek. giryad: ağlayan. giryan gözyaşı döken, ağlayan. girye: gözyaşı. gonca: tomurcuk, çiçeğin açılmamış durumu. göçmek: ölmek, öbür dünyaya irtihal etmek. gögercin: güvercin. gök ehli: melekler. gökçek güzel, sevimli, hoş. gökçek müselman: iyi, güzel müslüman. gön: büyükbaş hayvan derisi. gönenmek: nimete, refaha kavuşmak, faydalanmak, sevinmek, mesutt olmak. gönlegi kaftan eyledim: gömleği kaftan ettim. gönlek: gömlek. gönül evinden istemek: can u gönülden, içtenlikle istemek göricek: görünce, görklü: güzel, iyi, mübarek. göyünmek: parlamadan içten yanmak. gözgü: ayna. gözi cazu: gözleri cadı gibi olan, gözleri sihirli, büyüleyici olan. gubar: toz. gugu: kuşun cıkardığı ses gulam genç, delikanlı, bıyığı henüz bitmemiş genç. esir, hizmetçi, köle. gulamı şahı merdan: ali'nin kölesi. gulgula. bağrışıp çağrışma, şamata, gürültü, velvele. ağız tarafı dar olan bir kaptan akan suyun çıkardığı ses. güne: tarz, gidiş, yol, tarz. sıfat. gur: mezar, kabir. gurab: karga. guristan: kabristan, mezarlık. gusn: ağaç dalı, budak, filizler. gussa: keder, tasa, gam. boğaza takılanyemek. ağaç, diken. gussalanmak: üzülmek, kederlenmek. guşe: köşe, bucak. guzat: ayıp, zillet, noksanlık. güft: dedi, söyledi. söz, kelam. güftar: sözler, lakırdılar. gügercin: güvercin. güher: mücevher, cevher. güher: mücevher, kıymetli taş, inci, gevher. gül ü reyhan: gül ve güzel koku. gülbank gülbang. bir cemaat tarafındanbirlikte söylenen dua, ilahi, tekbir. gülbeşeker: gülşekeri. gülbün: gül yetişen yer, gül köşkü. gülfeşan camii: alanya'da selçuklularzamanında yapılan cami'in adı. güli beyabani: gulyabani, kötü cin, şeytan. güli gülzar: gül bahçesinin gülü. güli handan: gülen, neşeli gül. güli sürh: kırmızı, kızıl gül. gülsitan: gülyeri, gül bahçesi. gülşen: gül bahçesi, güllük. gülzar: gül bahçesi. güman: zan. tahmin. sanmak. şüphe. gümrah: yolunu şaşırmış, doğru yolan sapmış. bol, gür. günbegün: günden güne. güneyi kuz eylemek: işi zorlaştırmak. güruh: cemaat, bölük, takım. gürz gürz; yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. güsale: öküz, sığır. güyer: bitkinin yeşermesi, güvermek. güza boş, lüzumsuz, beyhude. kuhı burri bir dağ hh hab: uyku. habbe: tane. tohum. ihtiyaç. parça. dirhemin kadarıni ifade eden ağırlık birimi. haberdar: haberli, vakıf, bir meseleden haberi olan. habib: sevilen, sevgili. seven. dost. habir: haberli, haberdar. alim. herşeyi bilen allah. hacc: kasdetmek. ihtilaflı bir olayda deliller ile galip olmak. fık. islam'ın şartlarından ve hali vakti müsait olan her müslümana farz olan, mekkei mükerreme'deki kabei şerif'i usulüne uygun olarak arabi zilhicce ayı, kurban bayramı günlerinde bir defa ziyaret etmek. hacalet: utanma, utangaçlıkla şaşırma, hace hoca, muallim. efendi, sahip, aile reisi. hacei beytü'lharem: kabe'nin hocası. hacet: ihtiyaç, lüzum. hacib: perde. perdeci. kapıcı. eskiden osmanlı imparatorluğu zamanında devlet reisinin en yakın memuru, vezirler veya amirler. kaş. hacil: utanmış, utanan, utanmaktan yüzü kızaran. haddı hudut: çizgi, sınır. hadd ü hal: yanak ve ben. hadd ü şümar: sınır ve sayı. haddüni bilmek: davranışlarda sınırı, çizgiyibilmek. hadem ü haşem: hizmetçiler, hademeler, maiyet. hadeng hadenk. kayın ağacı. kayın ağacından yapılmış ok. hadika: bahçe. hadis: her söylenişinde yeni haber gibidinlenmeğe layık. peygamberimizin sözü, emri ve hareketleri. hadis ü ahbar: hadisler ve haberler. hadisi mezkur: daha önce söylenilen hadis hakayık: hakikatler, gerçeklikler. hakk: doğru, gerçek. vacib ve lazım olan. her sabit ve doğru olan şey. adalet. hak toprak. hak ile yeksan olmak: toprak ile bir olmak, yıkık. hak u bad: toprak ve yel, rüzgar. hakister: kül, ateş külü. haki pa. ayak tozu. haki payi evliya: velilerin ayak tozu. haki payine yüz sürmek: ayak tozunayüz sürmek. hakikat: bir şeyin aslı ve esası, mahiyeti. gerçek, doğru, sahih. hakim: hikmet sahibi olan. tabip, doktor. hakim: haklı ve haksızı ayırıp hak ve adaletüzere hükmeden. başkasını müdahale ettirmeden idare eden, allah. hakim ü dana: hikmet sahibi ve akıllı. hakk evi: gönül, kalp. hakk'a vuslat olmak: hakka kavuşmak. hakk taala: allah, tanrı. hakke'llyakin: bularak inanmak, görüşün olur haline gelmesiyle hakikati, inançla ulaşmak. . abdurrahman güzel hakşinas: hakk'a riayet eden. halas: kurtulma, kurtuluş. halayık: cariye, hizmetçi. haldaş: aynı durumda olan, arkadaş, dost. haleb: suriye'de bir şehir. hale birinin yerine sonradan geçen kimse. hali behali: boş, bomboş. halid bin velid: cahiliye devrinde kureyş eşrafındandı. hudeybiye savaşı'ndan sonra müslüman oldu. resuli ekrem aleyhissalatü vesselam, kendisine seyfullah namını vermiştir. çok kahraman bir gazi idi. suriye, filistin, şam gibi yerler onun gayreti ile fethedilmiştir. halife: öncekinin yerine geçen. fık. ilahi, yani şer'i hükümlerin tatbik ve icrası için peygamber'evekil olan zat. hak: toprak. halik: yaratan, yoktan var eden, allah. halim: yumuşak huylu. halkı cihan: bütün dünya halkı. hallac: pamuk işiyle uğraşan, pamuk atan. hallac ı mansur: asıl adı hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. manevi boyutta hissettiklerini, şeriata zahiren zıt düşen ifadelerle söylediği için, hicrisenesinde idam edilmiştir. hallak: yaratan, her şeyi halkeden, kadiri zülcelal, allah teala hazretleri. halvet: yalnızlık, tek başına kalmak, tenhaya çekilme. gizlilik. ham: olmamış, pişmemiş, çiğ. acemi kimse, tecrübesiz, terbiye görmemiş kişi. hamse sahibi: mesnevi şekliyle yazılmış beş kitaptan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara hamsenüvis, hamseci veya hamse sahibi denir. hamuş: susmuş, sessiz, sakin. han: sofra. han: yolcuların misafir olduğu bina, kervansaray, otel. hane: ev, mesken. bazı kelime lerle birleştirilip birleşik isim yapılan bir ek tir. hastahane, eczahane, yazıhane, kıraathane gibi. han u man: ev, bark, ocak. har: merkep, eşek. çay ve havuz diplerinde olan balçık. idraksiz kimse. har: diken. har: hakir, aşağı, hor, zelil, bayağı. harmühre: katır boncuğu. harab ü virane: viran, ıssız, yıkık, perişan. harabat: harabeler, viraneler. meyhaneler. haram: helal olmayan, dince yasak şeyler ve ameller. allah'ın izin vermediği, menettiği şeyler. haram: tek kulplu bakraç, kazan. harbende: seyis. tar. saray katırcıları. harc: bir iş için kullanılan madde, sarf, gider. harfi dal: arap alfabesindeki dal harfi. hargar: hakaret eden, hakaret edici. harı cenk: savaş kargaşası. haridar: satın alıcı, satın alan. hari arkadaş, meslektaş. harir: ipek, ipekten yapılmış. hararetli, sıcak. harir giyinmek: ipekten elbise giyinmek. harman etmek: karıştırmak. harun: musa peygamber'inyardımcısı ve büyük kardeşi. bağdat abbasi halifelerinden harun reşid. has: hususi, özel; ileri gelenler; tasavvufvarlığından geçip gerçeğe ulaşanlar. has u am: avam ve havas, herkes. has ül has: en güzel, en has, hassın hası, tasavvufta maddi varlıktan tamamıyla kurtulup ilahi varlığa erişen, gerçeğe tam ulaşan. hased: başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek, çekememezlik, kıskançlık. hasıl: peyda olan, husule gelen, ortayaçıkan, meydana gelen. hasılı ömr: ömrün varı. hasib: cömert kimse, hayır sahibi ve eliaçık adam. bolluk yer, ucuzluk. hasise: kötü huy, fena tabiat. ufak, değersiz. tamahkar, cimri. hasiyyet: özellik, hususiyet. hasretün odı: ayrılığın ateşi. hassı havas: hasların hası, gerçeğe ulaşan, alalh'm varlığıyla var olan. haste dil: hasta, bitkin, çaresiz gönül. haşafihaşa: allah göstermesin, katiyyen, asla, haşak: çöp, süprüntü, yonga. haşarı: yaramaz. haşr: toplama, cem etme; ölüleri diriltip mahşereçıkarma, kıyamet. haşr ü neşr, haşirneşir: kıyamette ölülerin biraraya toplanması, sonra cennet ve cehenneme dağılması. haşr olmak: toplanmak, bir araya gelmek. hatb: mühim iş. istemek. konuşmak. nida. hatem: mühür, üstü mühürlü yüzük. hatır: gönül, zihin hattı istiva: denk olma sınırı. hatm: bitirme, tamamlama, havalet havhalat. bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma, ısmarlama, havas: ileri gelenler, muhterem ve yüksekkimseler. haver: doğu, doğu tarafı. hav korku, korkutmak. havf u reca: korku ve ümit, hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. yahut, affedilmek ümidi veya cehenneme gitmek korkusu. havl: güç, kuvvet. havsala: anlayış, akıl, zihin. havva: adem'inmuhterem eşi. hayali: zihnen tasarlanan şey, hakikati bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey, asıl olmayan ve akıldan geçen fikir. hayal ü sevda: hayal ve aşk. hayal ü zann u güman: hayal, zan ve şüphe. hayali ham: gerçekleşmez düşünce. hayali menşur: yaygın hayal. hayali nadan: terbiyesi kıt, kaba nobran adamların zihninde tasarladıkları şey; cahillerin hayali. hayali sevdayı ham: gerçekleşmez hayal. haydar: yiğit, cesur, kahraman. ali'ninbir namı. aslan, gazanfer. hayderi hayber: ali. hayı hışm: öfke narası. hayl: kuvvet. hayli: çok, fazla. hayr: meşru iş, faydalı, nurlu ve sevaplı amel. halkın rağbet ettiği akıl, ilim, ibadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. hayran: şaşmış, şaşa kalmış, şaşırmış, çok tutkun. hayrü'lbeşer: insanların en hayırlısı olan muhammed. hayy: diri, canlı, sağ. hayyü'lalim: her şeyi bilici, bilen, diri. hayy ü kaf ü mim: kaf ve mimin diriliği. haşem: taraftarlar ve hizmetçiler. düşmanlarına karşı koruyanlar. hazan: güz, sonbahar. solgun. haze topraktan yapılan çanak çömlek. hazer: çekinme, zarar verebilecek şeydenkaçınma, korunma. hazer: itmek çekinmek hazık: hazaketli, işinin ehli olanlar, ustalar, eli uzlar. hazine: devlet parasının saklandığı yer, bilginin, ilmin saklandığı yer, gönül. hazinedar: hazinenin idare ve muhafazasına ma'mur edilen kimse. heft ü mah: hafta ve ay. hekimi hazık: hekimin en hazaketlisi, eneli uz olanları. helal: allah'ın müsaade ettiği şey, haramolmayan. heman: hemen, derhal. hemandem: hemen, çabucak, o anda, hemcihan: böyle, böylece, kararsız, sebatsız. hemdem: canciğer arkadaş. hemhane: bir evde oturanların hepsi. arkadaş, refik. hemişe: daima, her zaman. hemnefes: arkadaş hemnişin: topluluk arkadaşı. hemrah: yol arkadaşı, yoldaş. hemrahı merdan: mertlerin aynı yolda olması. hemraz: sıkı fıkı arkadaş, sır arkadaşı. hemsaye: komşu. hemta: eş, denk, benzer. hemtayı hemdem: samimi arkadaş. her baba miftah: her kapıya anahtar olan, her kapıyı açan. hercayi: her yerde bulunur, kendinemahsus belirli bir yeri bulunmayan. serseri, derbeder. kararsız, sebatsız, vefasız, dönek. hergiz: asla, katiyyen, hiçbir suretle. abdurrahman güzel heşt: sekiz sayısı, cennetü'nnaim, heva: heves, istek arzu; sevgi, hoşlanma. hevagüzeşt: arzusu, isteği geçmiş. hevenk: salkım şeklinde veya bir sapakümelenmiş olarak yetişen meyve. hevesat: hevesler. hezar: bin. pek çok. bülbül. hezarı firak: ayrılık bülbülü. hezeliyat: ciddi olmayan sözler, saçmasapan konuşmalar, deli saçması. hezeran: binlerce. hezl: ciddi olmayan söz, saçma, uydurma, yalan konuşmak. hınna: kına. hınna yakmak: kına yakmak. hınzır çocuğu: domuz yavrusu. hıraman: salınarak naz ve eda yaparakyürüyen. hırmeninde: harmanında. mahrum uğunda. hızır: ikinci tabakai hayat mertebesineulaşan ve kur'anı kerim tefsirlerinde ismizikredilen bir zatı kerim. hi segirdür: durmadan koşar. hicab: perde, örtü. utanma, kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. men'etmek. allah ile kul arasındaki perde. gizlemek. hicaz: arabistan'da mekkei mükerreme ile medinei münevvere'nin bulunduğu mıntıka. hidayet: hak yolunu, doğru yolu arama, doğru yola girme. hiffet: hafiflik. onurlu ve vakarlı olmamak. temkinsizlik, akılsızlık. hoppalık. hikmet: bilgelik, felsefe, sebep . hila karşı, zıd, yalan. hil'at: yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen kişilere giydirdiği kıymetli, süslü elbise, kaftan. hilal: yeni ay şekli, yeni ay. hilali bedr: ayın hilal ve dolunay şekli. hille: istasyon, durak. hilm: insanın tabiatından olan yavaşlık. himaye: koruma, korunma, zararlı şeylerden muhafaza etme. himmet: kalbin bütün kuvveti ile cenabıhakk'a ve sair mukaddesata yönelmesi. kalp isteği ile gösterilen ciddi gayret. lütuf, yardım. himmet eylemek: kayırma, yardım etme, manevi yardım. hindistan'un kozları: hindistan cevizleri. hisabı sim ü zer: altın ve gümüş hesabı. hizmetini göstermemek: yapılan yararlıişleri bir başkasına göstermemek, o işlerden habersiz bırakmak. . kendi. hoca: muallim, öğretmen. efendi. muteberve büyük zat. hod: kendi. miğfer, baş zırhı. hodbin: başkasına hak tanımayıp, kendi lezzetve menfaatini takip eden, bencil. kibirli. hodra anku pervaz: her kuş kendisi uçar hn: sofra. hor: kıymetsiz, ehemmiyetsiz, adi. güneş, ışık, aydınlık. yiyen, yiyici anlamında olup, birleşik kelimeler yapılır. örneğin: mirashor: miras yiyen. hra geçürmek: yemek. hu: o manasında zamir olup, kur'ankerim'de, allah'tan başka ilah olmadığını ifade eder. hu: eski dervişlerin aralarında kullandıklarıseslenme sözü. hu çekmek: dervişlerin ayin sırasında sürekli söyleyerek, allah'ı anmaları. hub: hoş, güzel, iyi. hubbu'lvatan: vatan sevgisi. . hub nazar: iyi düşünme, iyi bakma. hubruşen: güzel, parlak, aydınlık. huffaş: yarasa, gece kuşu. hulk: huy, ahlak, tabiat, yaratılıştan olan haslet. insanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhi ve zihni haller. hulkı hasen: güzel huy. hulkı yahşı: huyu güzel. hülle: ağır, pahalı. belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibaret olan elbise. cennet elbisesi. fık. üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikah düşebilmesi için başka birine nikahlanması. humar: sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. sersemlik. bir şeyin acısı burnundan gelmesi. hun: kan. öç, intikam, öldürme. hunab: kan seli, kanlı su, göz yaşı. hur: güneş. huri: ahu gözlüler, gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah; beyaz kısmı pek beyaz olan kızlar. cennet kızları, huriler, sevgili. huru gılman: cennet kızları, huriler ve cennet uşakları. hurimanzar: huri çehreli, huri görünüşlü. hurrem: şen, sevinçli, güleryüzlü, gönül açan, taze. hurrem ü handan: sevinçli, mutlu, neşeli. hurşid: güneş, afitab, mihr, şems. hurşidi haver: doğunun güneşi. hurşidi taban: parlak güneş. husrevi hakan: padişahlar padişahı. huşyar: uyanık, akıllı, zeki, ayık. huve'laliyyü'lazim: o yücedir, büyüktür. huzur etmek: herhangi bir büyüğün yanına, makamına varmak. huzura almak: bir büyüğün, makamca daha küçük olan kişiyi kendi yanına kabul etmesi. hüccacı müslimin: müslüman hacılar. hüccet: senet. vesika, delil. bir iddianın doğruluğunu ispat için gösterilen resmi vesika. şahit. hüda: rabb, cenabı hakk. hüdhüd: bir kuş ismi, çavuş kuşu veya ibibik denilir. peygamber süleyman'ınzamanında, hicaz ile yemen arasındaki saba isimli yerde melike olan ve güneşe tapan belkıs ile peygamber süleyman aleyhisselam arasında haberleşmeye vesile olduğundan meşhur ve mübarektir. hükmi ilahi: allah'ın koyduğu hüküm. hülhül: öldürücü zehir. hüma: devlet kuşu. saadet, kutluluk. hümam: azimli, himmetli. hünermend: hünerli, marifetli. hüsni rıza: iyi kabul, makul karşılama. hüsn: güzel, iyi. güzellik, iyilik. hüsn idüm hub yüzde, hüsn ü rıza: güzel bulup razı olma. hüsni hayal: hayalin güzelliği. hüsrev: eserlerini farsça yazmış bir türk şairi ve edibi olup'de hindistan'da domuştur. hüsrev ü şirin masalının erkek kahramanı. padişah, hükümdar, sultan. hüşyar: aklı başında, akıllı fikirli, aklı kendisine yar olan, yarayan akıllı. ıı ılkı: hayvan, at sürüsü. ırağ: uzak, ırak. ırak: dicle nehrinden aşağı basra'ya kadar şat suyu'nun iki tarafı. ırlamak: şarkı söylemek. ırmak: ayırmak, uzaklaştırmak. ısı, isi: sahip. ıssı: ısı, sıcaklık. ıstılah: terim. ışık: tarikat mensubu, derviş. ışk belası: aşk belası. ışk çeragı: aşk çırası, aşk mumu. ışk delüsi: aşkından çıldırmış, delirmiş. ışk denizi: aşk denizi. ışk elçisi: aşk elçisi. ışk eri: aşk eri, aşkı için her şeyi gözealan kimse. ışk eteği: aşkın eteği. ışk etegin tutmak: aşka düşmek, aşka sıkı sıkıya sarılmak. ışk etegini komamak: aşktan aslavazgeçmemek. ışk ipi boynunda bağ olmak: aşktan kurtulamamak. ışk ipi: aşkın ipi. ışk meş'alesi: aşkın çırası, aşkın mumu. ışk mevci: aşk deryası. ışk od'ı dükkanımı yaktı: ışk od'. aşk ateşi. ışk ok'. aşkın oku. ışk okı canumda uyandı: ışk sevdası: aşk hevesi. ışk tuzağı: aşkın zorlukları. ışk yolı: aşk yolu. abdurrahman güzel ışk: aşk, sevgi. ışkı razı faş eylemek: aşk sırrını açıklamak. ışkı siyeh: kara sevda. ışmar: işaret. ıyan: belli, açık, meydanda. ıyşı sohbet: sohbet yaşayışı. ii izzet: değer, kıymet, kuvvet, kudret, hürmet, saygı. i'bad: kullar, köleler. i'lam eylemek: bildirmek, duyurmak. i'timad: güvenme, güven, emniyet. i'tizar: özür dileme. ibadet: allah'ın emirlerini yerine getirme, tapma, tapınma. ibadetde agsak: ibadette eksik. iblis: şeytan. hilekar. icazet: izin, ruhsat. diploma. eski bir yazıtürü. icazetname: icazet kağıdı, şahadetname, diploma. içegörmek: içivermek, içmek. içerem camı meyi dilşadem ben, ifna: yok etme, tüketme. malı, yersiz sarf etme. ifnayı kül: cümle varlığın yok olması. igen igen: çok, pek, fazla. igva: yolunu şaşırtma, ayartma. ihlas: halis, temiz, doğru sevgi. gönülden gelen dostluk, samimiyet, doğruluk, bağlılık. ihtisar: söz veya yazıyı kısaltma. ihvan: sadık, samimi, candan dostlar; bir tarikatarkadaşları. ikab: eza, cefa, eziyet, azap. ikdam etmek: gayret ve sebatla çalışmak. iki cihan: dünya ve ahiret. iki kapulu han: dünya. ikindi: öğleden sonra akşama yakın vakit. ikiz ikiz dikdürür: tekrar tekrar diktirir. ikrah: birine, zorla iş yaptırma. iğrenme, tiksinme. ikrar: saklamayıp söyleme. dil ile söyleme, bildirme. tasdik, kabul. ikrar etmek: dil ile söylemek, kabul etmek, tasdik etmek. il: memleket, ülke, yurt. il ü şar: memleket ve şehir. il ü ulus: memleket ve millet. ilac u derman: derde deva olan şey. çare, tedbir. ilac u tımar: ilaç ve yara bakımı. ilahi: allah'a mensup, tanrı ile ilgili, tanrısal. dini ve tasavvufi konuları işleyen manzum eser. ilhah etmek: ısrar etmek, üzerine düşmek. ilham: allah tarafından insanın gönlüne bir şey doğdurulma. peygamberin kalbine gelen ilahi düşünceler. gönüle doğan şey içe, gönüle doğma. ilhamı rabbani: allah'tan gelen ilham. illa. den başka, meğer. aksi halde. ille, mutlaka. yalnız. illet: hastalık, sakatlık. sık sık tepenhastalık. sebep. gaye, hedef. ilm ü amel: ilim ve amel. kal ü kıl: dedikodu. ilmi dekayık: incelikler, sırlar ilmi. ilmi esrar: gizlilikler ilmi. ilmi füsus: taş ilmi. ilmi hikayet: efsane ilmi ilmi hikmet: felsefe. ilmi kitab: kuran'ın açıklanma veyorumuna özgü ilim. ilmi ledün: allah'ın sırlarına ait manevi bilgi, gayb ilmi. ilmi marifet: marifet, hakk'ı tanıma ilmi. ilmi tefsir: kuran'ı izah etmenin yollarını, usullerini bildiren ilim. iltimas: kayırma, yapılmasını isteme tutunma, tutma. imamet: imamlık. iman getirmek: dini inancı olmayan, zayıf olan ya da başka bir dini inanca sahip olan bir kişinin allah'ın varlığını ve birliğini ikrar etmesi, diliyle söylemesi. imaret: umran, bayındırlık. yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş olan hayır evi. imdi: şimdi. imruz u ferda: bugün ve yarın in: bu. in ü an: bu, şu; teferruatla meşgul olma. in'am: nimet verme, iyilik etme. in'am eylemek: iyilik etmek. inayet: dikkat, gayret, özenme. lütuf, ihsan, iyilik. inayeti hakk: allah'ın lütfu, allah'ın ihsanı. inci: sadeften çıkan kıymetli taş. incil: allah'ın vahiy yoluyla dört büyük peygambere yolladığı mukaddes dört büyük kitaptan isa'ya gönderilen. incirin düğmesi: incir'in dalına bağlı yuvarlak ve küçük bölümü ki, incir budüğme yarindan koparak yere düşer. incü vü gevher: inci ve cevher, mücevherat. indi: şimdi, imdi. infial: gücenme, güce gitme. inkar: yaptığını saklama, gizleme; yapmadım deme. reddetme, tanımama. innema: ancak edatı ile beyan olunan şey hakkındaki hükmü maadasından nefy etmek için kullanılır. ins ü melek: insan ve melek. insan tonu: insan elbisesi, vücut insanı kamil: güzel huy, tabiat ve yüksek fazilet sahibi olan kimse. insanı şeri şerefli, soylu insan. intiha: nihayet bulma; bitme, tükenme, nihayete erme, son bulma. intisab: bir kimseye mensup olma. biryere bağlanma, kapılanma. birinin adamıolma. intizar: bekleme, beklenilme, gözleme, gözlenilme. iradet: irade dileme, gönül isteği. irgüren: ulaştıran, yetiştiren. irmek: yetişmek, olgunlaşmak, büyümek. erişmek, dokunmak, isabet etmek. ulaşmak, yetişmek. ileri bir dereceyi bulmak. irşad: doğru yolu gösterme, uyarma. tas. irfan sahibi birinin, bir kimseye tarikatı ve tanrı yolunu göstermesi. irşad itmek: doğru yolu gösterme. irte: bir sonraki gün. irürmek: eriştirmek, ulaştırmak, yetiştirmek. irüşmek: erişmek islam: muhammed'in allah tarafından tebliğine memur olduğu din. bu dinde olan kimse, müslüman. islam yolında: işini hakk'a yarar idenislam yolunda işini allah için yapan. israfil: dört büyük melekten kıyamet kopacağınıöttüreceği sur adlı boru ile bildirecek olanı. issi: sahip, malik. isti'anet: yardım. istikbal: karşılama, gelecek zaman. işret: içki. içki içme, içki kullanma işret meclisi, içki meclisi. iştiyag. şevklenme, göreceği gelme, özleme. işüm kalb sözüm yalan işim sahte sözüm yalan. itab: azarlama, tersleme, paylama; darılma. italya: avrupa'da akdeniz'e kıyısı olan ülke. i'tikad etmek: inanmak, kabul etmek. itikat: inanma, gönülden tasdik ederek inanma. i'timab: azarlama, paylama, darılma. i'tizar: özür dileme. ittifak: birleşme, uyuşma, sözleşme. ivaz: bedel, karşılık, karşılık olarak verilen şey. iy: ey. iyan ayan. belli, açık, ortada. iz'an: anlayış, kavrayış, akıl, itaat etme. izz: değer, kıymet. yücelik, ululuk. güçlülük. izz u naz: izzet ve naz. izz ü nimet: saygınlık ve nimet. Jj jenk: pas. kk doşru hareket etmesi, ayrılması, ermişlerin gücü. ka'be: hicaz'da, mekkei mükerreme'de haremi şerif'in hemen hemen ortasındabulunana kutsal bina. ka'betu'llah: ka'be'nin bir başka adı. kabe ve büt: ka'be ve put. kabı kavseyn: iki kavis arasındaki mesafe, miraç gecesinde peygamberin hakk'a olanyakınlık derecesini belirtir. kabih: çirkin, yakışıksız, fena, ayıp şey. abdurrahman güzel kabin: nikah. kabz ü bast: kapanıp açılma, daralıp genişleme. kabz: alma, sıkıntıya, gönül darlığına düşme. kabzaı tasarru manevi tasarrufun, feyzin eldeolması. kaçan: ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktaki, nasıl, ne suretle. kadd: boy. kaddesa'llahü sırrehü'l'aziz: allah sırrına mukaddes kılsın. kaddi hamide kılmak: eğilmek, selamlamak. kadem: ayak, adım, uğur. kadem basmak: ayak basmak. kademi kudum: büyüklerin gelişi. kadırga: hem yelken hem de kürekle yürüyebilen eski bir harp gemisi. kadim: eski. öncesi bilinmeyen şey. kadim ü lemyezel: zeval bulmaz, baki, kalıcı, allah. kadim ü nurı ebed layezaldür: kadir tükenmez kudret sahibi olan allah. kadir ü kayyum: allah. kadiri yekta: eşi ve benzeri olmayan allah. kadr u kıymet: değer, itibar. kaf dagı: masallarda zümrüdi anka kuşunun yaşadığı rivayet olunan dağ; şark kavimleri kozmolojisinde arzın etrafını çepeçevre kuşattığı söylenen efsanevi bir dağ. cinlerin, şeytanların, devlerin bu dağın ardında yaşadığı, simurg'un yuvasının da bu dağın tepesinde olduğu söylenir. tasavvufta insan bedeni yerine kullanılan bir semboldür. kaf ile nun: kaf ile nun harfi. ka kef harfinin bir başka okunuşu. kafberka baştan başa. kafiri mutlak: dinsiz, kafir. kahil: tembel. kahr: zorlama, zorla bir iş gördürme. üstün gelerek mahvetme, helak etme, batırma, ezme. çok kederlenme. kail: söyleyen, diyen, razı olmuş, boyuneğmiş. kakaşa kalmak: başına kakmak kakımak: öfkelenmek, kızmak. itirazetmek, karşı gelmek. azarlamak, tekdiretmek. kakule: zencefilgillerden, sıcak memleketlerde yetişen ıtırlı bir nebat ve bunun bahar gibi kullanılan tohumu. kal: söz, lakırdı. kal ü kil: dedikodu. kal ü makal: söz, laf, lakırdı. kal'. kale. kal'ai hama: hama kalesi. kal'ai humus: humus kalesi. kalb: yürek, yürek hastalığı, gönül, her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası. kalbi caduyı ayyar: fettan göz. kalbi rencur: sıkıntılı, incinmiş, hasta, dertli kalp. kale kal: söze söz. kalenderi: kalenderlik, feylesofluk, dervişlik; serserilik. ed. halk edebiyatı tabirlerindendir, saz şairlerinin vezninde tertip ettikleri gazeller; sazla çalınıp okunan tasavvuf nazmı. kallaş: kalleş, kancık, hilebaz, dönek. kalu bela beli. evet, dediler. ruhlar yaratıldığı zaman adem oğullarına ben rabbiniz değil miyim? ilahi nidası geldikten sonra müminlerin verdiği cevap. kalye: deniz bitkilerinin yakılmasıylameydana gelen tuz. patlıcan, kabak gibi yemeklerin yağda kavrularak pişirilmişi. kamer: ay, mah. kamet: boy, boybos. kamil: bütün, tam. kemale ermiş, olgun. yaşını başını almış, terbiyeli, görgülü, pişmiş. kammaş: kumaş satıcısı. kamu: alem bütün dünya. kamu: bütünü, hepsi, tamamı, bütün. kan: maden ocağı, maden kuyusu. bir şeyin kaynağı. kan tere batmıştı: kan u mekan: maden ocağı ve mekan. kana'at genci: kısmete razı olma hazinesi, bir şeyi yeterli görüp fazlasınıistememe hazinesi. kanca: nereye. kancaru: nereye ne tarafa. kand: şeker, şeker kamışının donmuş öz suyu. kand u nebat: şeker ve bitki. kand u şeker: şeker. kande: nerede. kane: oldu, husule geldi anlamına bazı terkiplere katılır. maşa'allah kane allah'ın istediği oldu. demektir. kangadak: hemen, birdenbire. kangı: hangi. kanı güher: inci definesi, cevher madeni. kanı: hani, nerede. kanı kerem: ihsan, lütuf hazinesi. kanı ma'den: maden ocağı. kanunı evliya: tekkede uyulması gereken kaideler. kapıya varmak: birisinin evine, oturduğu yerevarmak, hanesine varmak. kar: iş güç. kazanç. kar ovadan dağa kaçdı: ovanın karı kalktı. kar u bar: iş güç. kar ü bar: iş güç, kazanç. kara pul: para. karabaş: hizmetçi kadın. karar etmek: durmak. karavaş: cariye, hizmetçi. karban: kervan. kargış: beddua, ilenç. karhane: iş yapılan, kazanç sağlanılan yer. karımak: ihtiyarlamak, yaşlanmak, kocalmak, kocamak. karun: beni israil'de zenginliğiyle meşhur olan bir insan. krezüs. çok zengin kimse. karye: köy. karyei nebek: nebek köyü. karyei şeyhun: şeyhin köyü. kasd itmek: dövme, öldürme, yaralama gibi işlereniyet etme. kaside: ed. on beş beyitten aşağı olmamak, bütünbeyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleriövmek üzere yazılan nazım. kasidei dolab: dolap şiiri. kasr: köşk. kasrı ali: yüce, ulu köşk. kasrı bü'layn: mısır'da kaygusuz abdal'ın dergahının olduğu yer. kati ümid: ümidi kesmek. katibü'lhuru elde mevcut mektup veya kitabı yazan kişi. katre: damla. katreveş: damla gibi. kattal: ziyade öldürücü, mecazi olarak, inanmayanlara karşı ermiş, abdallarındurumu. kavi: kuvvetli, güçlü. güvenilir, sağlam. kavl: lakırdı, söz. kavli elest: elest bezminin sözü. kavli fesane: efsane sözü. kaygana: ballı, yağlı omlet. kaygu: gam, keder, endişe, gaile. kaygudan reha bulmak: kaygıdan, dertten, kederden kurtulmak. kayser: eski roma ve bizansimparatorlarının lakabı. kayu, kayı: kaygı, endise, tasa. kayyum: allah. kaz: makas. kazgan: kazan, çok miktarda yemek pişirmeye yarayan büyük tencere. kazzaz: ipekçi, ipek işleyen, ipek satan. kebuter: güvercin. keç: eğri. keçel: kel, başda saçların dökülmüş olmasıyla meydana gelen kellik. keçkül: keşkül. gezici bazı dervişlerin vedilencilerin ellerinde tuttukları, hindistan cevizi kabuğundan veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. kefçe: kepçe. keffaret: bir günaha karşı tutulmak üzere yapılan veya tutulan şey. kehle: bit. kelam: söz, lakırdı, söyleyiş, nutuk allah'tan ve allah'ın birliğinden bahseden ilim. kelamı hüda: allah'ın sözü, kuran. kelamı ma'rifet: marifet sözleri. keleci: söz, laf, lakırdı. kelecisi tuzlu: sözü güzel olan, sohbeti hoşolan. kelek: ham, olgunlaşmamış. cahil, kaba, gafil. kem: az, eksik. fena, kötü, bozuk. kem akıl eksik akıl, bozuk, kötülük düşünen akıl. abdurrahman güzel kem nazar: kötü bakış. kemali merhamet: merhamet olgunluğu, merhamet etme. kemend: uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmak üzere atılan ucu ilmekli uzunip. idam için kullanılan yağlı kayış. geyik gibi hayvanların yuları. güzelin saçı. kemer bağlamak: hizmete girmek. kemha: ipek kumaş, havsız kadife. kemine: hakir, zavallı, aciz, değersiz, noksan. kemlik: kötülük, fenalık. kem ma'aş: kötü, bozuk yaşayış. kemter kul olmak: kötü, günahkar kul olmak. kemter: değersiz, değeri az, daha aşağı, eksik, noksan, itibarsız. kenan: yakup'un memleketi, filistin, palestin. kendi özini bilmek: kişinin kendisini, varlığını, alem içerisindeki yerini bilmesi. kendir: kendir bitkisi kendözü: kendisi, kendi özü, zatı, şahsı, nefsi. kenz: hazine, define, yer altında saklanan eşya. kenzi layefna: kanaat tükenmez bir hazinedir kenzi mahfi: gizli hazine. kenzü'lkübara: şeyhoğlu mustafa'nıneseri. kepenek: keçeden yapılan kolsuz çoban yağmurluğu. keramet ehli: keramet gösterme gücüne sahip olan. keramet ma'deni: cömertlik ocağı. keramet: velilerin lüzumu halinde gösterdikleri fevkalade hal. keran: kenar uç. kerbela: ırak'ta imamı hüseyin'inşehit olduğu yer. keremi rahmet: allah'ın lutfu, yardımı. kergez: kerkes akbaba. kerim: kerem sahibi, cömert. ulu, büyük. kerim ü rahim: kerem ve rahmet sahibi allah. kervan kafile: katar, yolcu katarı. kervansaray: kervanların konakladıkları yer. kesad: alışverişte durgunluk, sürümsüzlük. yokluk, kıtlık. kesb: çalışıp kazanma. edinme. kesbetmek: kazanmak. keşfi beyan: açıklama, açıklamada bulunma. keşkeş: çeke çeke. keşkul keşkül. dervişlerin veya dilencilerinkullandığı, hindistan cevizi kabuğundan veyaabanozdan yapılmış dilenci çanağı. keşti: gemi. keştiban: gemici, kaptan. keştivan: gemici, kaptan ketb olunmak: yazılmak. kevkeb: yıldız. kevn ü mekan: kainat. kevser: cennet'te bir ırmak ; maddi ve manevi çokluk, bolluk, hayır ve bereket. key: ne zaman, ne vakit. büyük hükümdar, padişah. keyfiyeti hal: durumun içyüzü. keyl: ölçme. kile; tahıl, hububat ölçüsü, ölçek. keyvan: zühal yıldızı. kezek, kezik: nöbet, sıra. kıble: namaza başlarken yönelinen taraf; mekke tarafı. kıblei can: can kıblesi. kıblei iman: iman kıblesi. kılağısın gidermek: keskinliğini gidermek, köreltmek. kırtas: kağıt, kağıt tabakası, sahife. kağıtçı. kısrak yedmek: bir kişinin, dişi bir atı beraberinde çekip götürmesi. kıssa: fıkra, hikaye, rivayet. vaka, macera. kıssayı dıraz: uzun hikaye. kıssayı enbiya: velilerin hayatını konu edinen hikaye. kıvanmak: sevinmek, memnun olmak. kıyam: kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma. namazın iftitah tekbiriyle rükü arasındaki ayakta durma kısmı. bir işe kalkışma. ayaklanma. kıyl u kal: dedikodu. kızıl elma: ülkü, hedef. kızlık: kıtlık, pahalılık. kızmak: ısınmak. kibr: büyüklük, ululuk. büyüklük taslama, yüksekten bakma. kibr ü acib: tekebbür, gururlanma, büyüklenme kibr ü meni: gurur ve bencillik kibriya: büyüklük, ululuk. kiçi: küçük. kiçkinem: beyceğizim. kil: söz, lakırdı. kil u kal: dedikodu. kimesne: kimse, kişi. kine: kin, düşmanlık, buğz. kiramen katibin: herkesin yaptıklarını yazan melek. sure ayetlerde şüphe yok ki size koruyucular memur edilmiştir, elbette büyüktür onlar yazarlar, bilirler ne yaparsanız. diye geçer. kirde: genellikle mısır unuyla yapılan bir tür pide. kiriş: bazı telli müzik araçlarında kullanılan, hayvan bağırsaklarından yapılan tel. ok atılan yayın iki ucu arasındaki esnek bağ. yapılarda dört köşe kalın keresteden, demirden veya betonarmeden yapılmış yatay destek parçası. kisb: kazanç, iş güç. kise: kese, torba. kisvet: elbise, hususi kıyafet, yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri dar paçalı pantolon. kişt: ekin, tarla. kitab u peygam: kitap ve haber. kitabı dilgüşa: gönül açıcı kitap, okudukça insana ferahlık veren kitap, kaygusuz abdal'ın eserinin adı. kitabı miglate: kaygusuz abdal'ın yazdığı kitap. kite omuz kemiği, omuz. koduk: eşek yavrusu, sıpa. kolmaş: istek. kopmak: herhangi bir nesne ya da kişinin bulunduğu yerden başka bir yere. kostak: zarif, kibar, çalımlı, iyi giyinmiş, yakışıklı. yiğit, kabadayı, yürekli. koz: ceviz. köçek: erkek deve. köhne: eski, eskimiş. zamanı, modasıgeçmiş. köhne vü viran: eski, yıkık. kös: eski savaşlarda, alaylarda deve veyaaraba üstünde taşınarak çalınan büyük davul. köselen: abdal musa'nın lakabı. kösi sultan: sultan kösü, harp davulu. köşk: büyüklerin oturdukları muhteşem büyük yapı. kötek: baston, sopa. köynük: yanık yara. köynüklü: gönül yakıcı, acıklı, yanık, tesirli. köyündürmek: yakmak, yandırmak. ku ku: kuşun öterken çıkardığı ses ku'ud: oturma. namazın oturarak eda edilen kısmı. kuçmak: kucaklamak, sarılmak. kudret oku: allah'ın güç ve kudretinin tecelli ettiği ok. kudüm: uzak bir yoldan, uzak bir yerden gelme, ayak basma. kuhı ka kaf dağı, masallarda geçen dağ. kul hüv'allahu ahad: allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. kul: allah'a göre insan, şeyhlerin müridleri, öğrencileri. kulagın burmak: kulağını bükmek, uyarmak. burgusunu bükerek düzen vermek. kulağuz: kılavuz, rehber. kulkul: ruhu hafif, eline ayağına çabuk . bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkanses. kullab: çengel, kanca, ucu eğri nesne. kulluk eylemek: bir şeyhe kapılanıp, ona hizmet etmek. kumrı: kumru, güvercinden küçük, boz renkte, boynunda siyah halkası olan bir kuş. kur u ker: kör ve sağır. kur'an: peygamberimize inen kutsal kitabımız. kur'anı mecid: kuran'ın bir adı. kurb: yakın olma, yakınlık. kuşeyi külhan: hamam ocağını köşesi. kut yaşamak için yenilen şey, gıda. yiyecek. kut u layemut: ölmeyecek kadar az yemekkutlu saat mübarek saat. kutuz: kuduz. kuvveti merdan: yiğitlerin kuvveti, gücü. kuyud: kayıtlar, bağlar. deftere geçirmeler. kuz eylemek: zorlaştırmak. kuz: güneş görmeyen serin yer. kuze: su testisi. kuzeger balçığı: çömlekçi çamuru. abdurrahman güzel kuzeger: bardakçı, çömlekçi, testici. küçigez: küçük, küçücük. küfr: allah'a ve dine ait şeylere inanmama, cenabı hakk'a ortak koşma. dinsizlik, imansızlık. küfr ü iman: inançsızlık ve inanmak. küfri mutlak: allah'ı inkar etmek. küfri zünnar: rahiplerin bellerine bağladıklarıkuşak. küfür: islam dinine uymayan davranışlardabulunma, sövüp sayma, fena kaba söz söyleme. kül: kül, odunkömür külü. külhan: külhan han, hamamlarda suyu ısıtmak için ateş yakılan yer, hamam ocağı. küll: bütün. külli: bütün, umumi, tam, hepsi, tamamı; tamamıyla, bütünüyle, tamamen. kümmel: kamiller, olgunlar. kün fe yekun: allah herhangi bir şeyin olmasını irade ederse ona ancak ol der, o da olur. . kün: allah'ın olmasını istediği şey ve iş için iradesini ifade için arapçada ol emri. tasavvufta bu kelimenin aklı küll ve nefsi kiili ü işaret ettiği kabul edilir. künc: köşe, bucak. künci meyhane: meyhane köşesi. künh: bir şeyin aslı, hakikati, temeli. kök, dip. fels. esas, öz. künhü'lahbar: haberlerin esası, özü: gelibolulu mustafa ali'nin 'deyayınladığıbölümden oluşan tarih kitabı. küstah: ukala, terbiyesiz, ar damarı çatla mış, insanları hor gören. küstak: küstah. küşad vermek: izin vermek. ll la: olumsuzluk edatı. la yenam: uyumaz, gaflette olmaz. la'l ü yakut: kırmızı renkli bir çeşit değerli taş. la'. kırmızı ve değerli bir süs taşı dudak, la'li bedahşan, bedahşan yakutu. la'net: allah'ın mağfiretinden mahrumluk; beddua, ilenç. fena, kötü uğursuz. labela: belasızlık. lacerem: şüphesiz, elbette. lacüverdi: lacivert renkte. laf urmak: laf çarpmak, laf dokundurmak. yüksekten atmak, atıp tutmak, böbürlenmek, övünmek. lahza: an, çok kısa zaman dilimi. lailahe illallah: allah'tan başka yokturtapınılacak. lakabı insan: insan adı. lal: dilsiz. lala: bir çocuğu gezdiren oyalayan uşak. sarayharemağası. padişahların sadrazamlara hitap ederken kullandıkları unvan. lalezar: lalelik, lale bahçesi. lam: osmanlı alfabesinin yirmi altıncıharfi. şevval . lamekan: mekansız, yersiz, yere ihtiyacıolmayan, allah. lane: yuva. lat: islam'dan önce, arapların ka'be'de bulunan putlarından biri. lati yumuşak, hoş, güzel, nazik, allah'ın adlarından. latife: güldürecek tuhaf ve güzel söz vehikaye, şaka. laübali: ilişiksiz, kayıtsız, saygısız, senlibenli. laya'kıl: dalgın, akılsız, şuursuz. layefna: fena bulmaz, yok olmaz, tükenmez. layemut: ölmez. layezal: zevalsiz, bitimsiz. leb: dudak. leb ü dehan: dudak ve ağız. lebbeyk: buyur, efendim. anlamlarındakullanılır. lebi balı: dudağının balı. ledün: allah yanı. ledün ilmi ledün. allah'ın sırlarına ait manevi bilgi, gayb ilmi. leklek koduk doğurmuş: leylek sıpa doğurmuş. leklek: leylek lemyezal: zeval bulmaz, baki, kalıcı, allah. leng: topal, aksak, yolculuk sırasında birkafilenin bir yerde kalması. leşker: asker. levazım: gerekli maddeler, yolculuk içingerekli olan nesneler askerin yiyecek, giyecek, yakacak ve savaş eşyası ve bu işlere bakan daire. levh ü kalem: allah'ın iradesini yazan kalem. levh: yassı, düz, üzerine resim yapılabilen, yazı yazılabilen nesne. levhi mahfuz: allah tarafından takdiredilen şeylerin yazılı bulunduğu manevilevha, ilmi ilahi. levlak: bir kudsi hadisten slınmış olup, muhammed'e hitaptır. leyl ü nehar: gece gündüz. leyla vü mecnun: aşkları dillere destan hikayekahramanları. leyli: gece ile ilgili, gece olan, gece gibi karanlık, hüzünlü. gece kalınan, yatılı. leysefi'ddar: seyyid nesimi'nin bir gazelindegeçen söz . lezzeti cihan: dünya lezzeti, dünyaya ait, tatlar. libas: esvap, giysi, elbise, don. libası ezrak: mavi, gök renkli giysi. lika: yüz çehre, görme, rast gelip kavuşma. lisan: dil . konuşulan dil. lisanı tercüman: tercümanın, çevirmenin dili. lokman: islamlıktan önceki araplarda efsanevi bir şahsiyet olup kuran'da da zikredildiği gibi, sonraki devirlerin efsane ve şiirinde öğüt veren sözleriyle meşhur olan pek eski bir hekimin veya hikayecinin adı. loş: yarı karanlık. löker: hizmetçi. lutf u ihsan: allah'ın bağışlaması ve yardımı. lutf u kerem: cömertlik, ihsan, yardım. lutfunun payanı yok: ihsanının, kereminin sonu yok. luti: lut peygamberin çağrışına ehemmiyetvermeyerek, ahlaksızlığa düşkünlüklerinden dolayı allah tarafından yok edilen sodom ve gomerrah halkı; çıplaklığa ait. lü'lü: inci. bakire, el değmemiş. lü'lüi şehvar: büyük inci, şaha layık inci. mm mahüve gayrı bikülli hakikat: o, hakikatin kendisidir. ma'an: beraber, birlikte. ma'bud: kendisine ibadet olunan, tapınılan. allah. ma'den: maden. ma'deni kan: maden ocağı, deniz madenin incisi. ma'kule: akıllıca, akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı. ma'lul olmak: illetli, hastalıklı olmak. ma'lum: bilinen, malum olan, biliş. ma'mur: bayındır, şenlikli. ma'na honı: mana sofrası. ma'ni defteri: mana defteri ma'ni şarabından içem: mana sonradan içeyim. ma'nile ihbar eyleye: mana ile haber verse. ma'niyi esrar: sırların manası. ma'rifetsiz: hünerisiz, usta olmayan ma'ru herkesçe bilinen, tanınmış, belli. ma'şuk: sevilen, sevilmiş. ma'zul: azledilmiş, işinden çıkarılmış. mabeyn: ara, orta sarayda devlet büyüklerininmüracaat edecekleri oda. magbun: alışverişte aldanmış olan. şaşkın, şaşırmış. magrib: garb, batı, akşam. mağrur: gururlu. bir şeye güvenen. güvenilmeyecek şeye güvenip aldanan, kendini beğenmiş kimse. mah: ay. mah u sal: ay ve yıl. mahali tegayyur: zıt olan yer, başka türlü yer, uymayan yer. mahaza: bununla birlikte. mahazar: önceden hazır bulunan şey. mahbub: muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen sevgili, erkek sevgili. mahbubı can: ruhun, gönlün, canın sevgilisi. mahbubı dildar: gönül alan, gönül çelen sevgili. mahfi: gizli, saklı. mahfil: oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri büyük camilerde padişah. mahı bedir: dolunay. abdurrahman güzel mahı taban: parlak ay. mahi balık. mahlas: halas olunacak, kurtulacak yer. bir kimsenin ikinci adı. eskidenşairlerinde şiirlerinde kullandıkları ad. mahluk: halk edilmiş, yaratılmış, mahlul: hallolunmuş, çözülmüş, dağılmış. erimiş, eritilmiş eriyik. mahmud: hamdolunmuş, sena edilmiş, övülmeye değer. mahmur: sarhoşluğun verdiği sersemlik. uyku basmış, ağırlaşmış göz, baygın göz. mahrem: haram, şeriatın yasak ettiği şey. nikah düşmeyen, şeriatçe evlenilmesi yasak edilen. şeriatçe kadının kendisinden kaçmadığı . çok samimi, içli dışlı olan gizli olan, herkese söylenmeyen. herkesçe bilinmemesi icap eden. mahremi esrar: kendisine sır söylenen kimse; sırdaş. mahşer: kıyamette ölülerin diriliptoplanması ve toplanacakları yer. mahzan: ancak, yalnız, tek. mahzun: hüzünlü, tasalı, kaygılı. maişet: yaşama, yaşayış, geçinme, dirlik, geçinmek için lüzumlu olan şey. makamı ala: yüce makam. makamı mahmud: övülmüş makam, peygamberin ahirette ümmetine şefaat makamıdır. makber: mezar, mezarlık. makreme mahrama. ihram, hacıların giydiği dikişsiz örtü. maksad: kasdolunan, istenilen şey. maksadı canan: sevgilinin maksadı. maksud: kasdolunan, istenilen şey istek. maksudı can: ruhun, gönlün, canın istediği şey. mal: bir kimsenin tasarrufu altında bulunan değerli ve gerekli şey. varlık, servet. malamal: çok dolu, dopdolu. malamet melamet. ayıplama, kınama; azarlama, çıkışma. malik: cehennemin kapıcısı ve zebanilerin başı olan azap meleği. malik: sahip, bir şeye sahip olan. malikü'lmülk: allah. ma'lub: mağlub, galebe edilmiş, kendisine üstün gelinmiş, yenilmiş, yenilen. ma'na: mana, iç yüz, akla yakın sebep. mancınık: eski savaşlarda büyük taşlaratan büyük sapan. manend: benzer, eş. mani: mana. mani denizi: mana denizi. mani eri: mana eri, veli, evliya. mansur: hüseyin mansur elhallac elbeyzaci. ıx yüzyıllarda yetişen büyük ve coşkun sofilerdendir. hallacı mansur diye anılır. ene'lhakk, ben hakkım sözü şeriata aykırı bulunmuş ve bağdat'ta asılarak öldürülmüştür. kitabu'ttevasin adlı kitabı vardır. mantıku'ttayr: şeyh feridü'ddini attar'ın ahlaki fikirle süslü meşhur manzum eseri. mar: yılan. maraz: hastalık. ma'reke: savaş meydanı, vuruşma yeri. marifet: ledünni ilmi. marifet: tasavvufi manada rütbeler, dereceler . marifeti keşfi ilmi esrar: sırlar ilmini ortaya çıkarma hüneri. marsuvan: bir çeşit ot. maslahat: iş, emir, husus, madde, keyfiyet. ehemmiyetli iş. barış, dirlik, düzenlik. maslahatgüzar: iş bitiren, iş bilir. elçi namına işleri takiple vazifeli kimse. ma'şuk: sevilen, sevilmiş . ma'şuka: sevgili, sevilen . mat: satranç oyununda yenilme. mat: şaşma, hayret etme, mağlubiyet, matbah: mutfak. maye: maya, asıl ve lüzumlu madde; asıl, esas. para, mal. iktidar, güç. bilgi. dişi deve. mazhar: bir şeyin göründüğü çıktığı yeri nail olma, şereflenme: bazı tekkelerde oturup uyunurken dayanılan kısa değnek. mazlum: zulüm görmüş. mazmun: gizli, gizlenmiş, mana, nükteli ve incesöz. me'ani: lügat ve sentaks meseleleriyle, sözünmaksada uygunluğundan bahseden ilim. meblul: ıslanmış, ıslak, nemli, yaş. mebsusı avanak: dağılmış, yayılmış, herkestarafından duyulmuş. meclisi divan: oturulacak, toplanılacak yer. meclisi meyhane: içki meclisi. mecma'u'lbahreyn: iki büyük temel şeyin birleştiği yer, iki denizin kesiştiğikısım, ka'be kavseyn mertebesi. mecnun: cin tutmuş, çıldırmış, deli, divane. delice seven, tutkun. mecruh: cerholunmuş, yaralanmış. medain: eski iran'da dicle civarında yedi şehrin adı olup islam fetihleri sırasında başkenti teşkil ediyordu. medar: bir şeyin döneceği, devredeceği yer, etrafında dönülen nokta. astr. yörünge. medd: uzatma, çekme. yayma, döşeme. meded: yardım, aman, imdad. medfun: defnolunmuş, gömülmüş. medine: hicaz'da muhammed'intürbesinin bulunduğu yer. medinei münevvere: medine şehri. mefane: yok olma yeri. meftuh: fethedilmiş, açılmış, açık, elegeçirilmiş. meftul: fitil haline getirilmiş, bükülmüş, kıvrılmış. mehlika: ay yüzlü, güzel. mehpare: ay parçası. çok güzelkimse. kadın adı. mekes: sinek. mekkar: çok mekreden, hileci, düzenbaz. mekke: hicaz'da muhammed'in doğduğu ve kabe'nin bulunduğu şehir. mekr: hile, düzen. hile ile aldatma. melaik: tahta kaşıklar. melal: usanç, usanma, bıkma. sıkılma, sıkıntı. melamet: ayıplama, kınama; azarlama, çıkışma. melamet: daşın atsa yüz bin agyar yüz bin yabancı kınama taşını atsa. melamet dümbecegin kınama: dümbeleğini kınama. melamet tablını kınama: davulunu kınama. melamet u bednam: kınama ve kötü tanınma melül: melalli, usanmış, bıkmış, mahzun. melul olmak: usanmak, bıkmak, mahzun olmak, hüzünlenmek. melul ü perişan: mahzun, dağınık, üzüntülü. memduh: medholunmuş, övülmüş, övülecek kişi. men aleyha fan: yeryüzünde ne varsa geçicidir, ancak yücelik ve kerem sahibirabbı'nın zatı kalıcıdır. sure, ayet. men arefe nefsehu: nefsini bilen rabb'ınıbilir . menakıbname: menkıbelerden, tarihe geçmiş kimselerin hayatından bahseden eser. menare: minare. menat: ka'be'de hüzeyi ve huzaa kabilelerinin mabudu olmak üzere konulan sanem. meni terk eyledüm: benlikten geçtim. menkabe: çoğu tanınmış veya tarihegeçmiş kimselerin ahvaline durumuna ait fıkralar, hikayeler. mennan: çok ihsan. eden, veren, ihsanı bol. mensube: bir şeyle ilgisi bulunan. menşur: neşrolunmuş, dağıtılmış, ya yılmış. padişahın verdiği vezirlik, müşirlik veya kazilkuzatlık rütbelerinin tevcihini içeren ferman. menzil ve meratib sahibi: mesafe ve derece sahibi menzil: yollardaki konak yeri, bir günlük yol, mesafe, hedef. menzilbemenzil: menzilden menzile, menzil menzil. menzile yetmek: hedefe varmak. menzilgah: konaklama yeri. menzili ara cennet ve cehennem arasındaki mesafe. menzili esfel: aşağılık kimselerle olan mesafe. menzili meratib: mertebeler mesafesi. merahil: merhaleler, mesafeler, menziller. meratib: mertebeler, basamaklar, kademeler, dereceler. meratibi erbaa: dört merhale . mercan: denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. merdane: erkekçesine, mertçesine, ere yakışır surette. abdurrahman güzel merdudı hakk: allah'ın kovduğu, geri çevirdiği kimse. merdud: reddolunmuş, kabul edilmemiş. merg: çayır, çimen, sebze. mergzar: çayırlık, çimenlik, yeşillik, sulak yer. merkad: mezar, kabir. merkeb: rükub edilecek, binilecek şey, vapur gemigibi şeyler; eşek. merrat: kerreler, birçok defalar. merve: mekkei mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, merve ile safa arasında yedi defa gidip gelirler. bu, haccın rükünlerindendir. bu gidip gelmeye sa'y denir. meryem: isa aleyhisselam'ın annesinin adı. mesak: bir şey ileri sürmek. sevk edilecek yer. mesalikü'lebsar: dikkat sahiplerinin tuttuğu yollar. mescidi aksa: kudüs'teki meşhur camii. mesih: bir şey üzerinde eli yürütmek. isa aleyhisselam'ın bir ismidir. elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinaye olarak isa mesih denmiştir. mesihi meryem: isa, meryem oğluisa. meskenet: göstermek miskinlik, tembellik, uyuşukluk göstermek. meskenet toprağı: miskinlik, tembellik, uyuşukluk toprağı. meskenet: fakirlik, miskinlik, yoksulluk, itaat. mesmu'at: işitilenler, duyulanlar. mesnevi: ikilik manzume, her beyti ayrı kafiyeliolan manzume. mest: ayakkabı. sarhoş, aklı başında olmayan. kendinden geçercesine haz duymak manasında mest olmak şeklinde kullanılır. mest ü nar: sarhoş ve ateş. mest ü saki: sarhoş ve içki dağıtan. mest ü serhoş: sarhoş, aklı başında olmayan. mest ü şuride: sarhoş, perişan, kafası karışık. mestane: sarhoşçasına, sarhoş bir kimseyeyakışır surette. mesti harab: çok sarhoş olmuş kimse. mestur kılmak: yazmak, çizmek. mestur: örtülmüş, setredilmiş, gizlenmiş. meşayıh: şeyhler. meşhur: şöhretli, ün salmış. meşk: alışmak, öğrenmek için yapılan çalışma, alışma, alıştırma. meşreb: huy, yaradılış, adet, ahlak. meta: fayda. kıymetli eşya. tüccar malı. mevc: dalga, denizin dalgası. titreşim. devir, devre. mevcudat: var olan şeyler, mahluklar. mevla: sahip, rabb, cenabı hakk. efendi, köleyi azad eden. şanlı, şerefli, malik. mevlana celaleddini rumi: büyük türkmutasavvıfı, düşünürü. 'de belh'de doğdu. konya'ya geldi ve yerleşti. mühim eseri farsça ve manzum yazdığı mesnevisidir. ikişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. mey: şarap, içki. meyfüruş: şarap satan, meyhaneci, şarapçı. meyhane künci: meyhane köşesi. meyhane: şarap, içki içilen ve satılan yer. meyi leb: dudağın şarabı. meyi piyale: kadehteki şarap. meyi rengin: renkli şarap. meyl ü vefan yok: aşığın aşkına karşılık vermemek, aşığa yüz vermemek. mezbur: adı geçen, ismi yukarıda geçen. mezid: artma, artırma, çoğaltma, artmış, çoğaltılmış. mezih: artmış, ziyade. mıh: çivi. mısır cündileri: mısır askerleri, süvarileri. mi'yar ölçü, bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan. midani: bil ki, bilesin ki, biliyorsunanlamında. miftah: açan alet. anahtar. mihman misafir. mihnet ocağı: eziyet, dert, bela yeri. mihnet okı: eziyet, dert, bela oku. cevretmek, eziyet etmek. mihnet: zahmet, eziyet, dert, bela. mihnetine değmez anun lezzeti: onunlezzeti zahmete değmez. mihr: muhabbet, sevgi, aşk. mihrabı can: can mihrabı, canın yöneldiği yer. mihriban: merhamet ve şefkat sahibi; muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu vegüleryüzlü. mikail: dünyadaki varlıkların rızkına aracıolan büyük melek. dört büyük melektenbirisi. mikdar: parça, kısım, bölük, kıymet, değer. mikrab: camilerde kıble tarafındaki duvarda bulunan ve imamın namaz kıldırdığı bölüm ümit bağlanan yer. mil: ucu sivri çelik kalem, sivri dağ tepesi, yollardaki mesafeyi tayin için dikilen nişan. milk ü mal: mal. mülk, milk: mülk. milki ebed: ebet, sonsuzluk mülkü, ahiret. mim: arap alfabesindeki yirmi dördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır. min evveli ile'l ahire: geçmişten geleceğe. min ledün: gaybdan, gizli olan şeyden . minber: camilerde hatibin çıkıp cuma hutbesi okuduğu merdivenli kürsü. minbername: kaygusuz abdal'ın bir eseri minnet: bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetme iyiliğe karşı teşekkür etmeşükretme. minneti azim: çok teşekkür, çok şükür. minval: tarz, yol, suret, şekil. mir: amir. bey. baş, kumandan. vali. mir'at: meşhur bir lale ayna. mi'rac: merdiven yükselecek yer. en yüksek makam. huzuru ilahi. peygamberimiz muhammedefendimizin, receb ayının. gecesinde cenabı hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, halen çıkması mucizesi ki en büyük mucizelerinden birisidir. miran: beyler. miri canib: dört bir tarafın emiri. miri hacc: hacc kafilesi reisi. miri peleng: kaplan bakıcısı. mirrih: merih yıldızı. misali mu'teber: itibar edilen, güvenilen örnek. misk: bir cins güzel koku ismi. miskin: aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz . misvak: peygamberimiz muhammed'intavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça. mişk: aşı dedikleri kızıl toprak. mive: meyve. mizan: terazi, ölçü, tartı. akıl, idrak, muhakeme. fık. mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adalet ölçüsü olup, hakiki mahiyeti ancak ahirette bilinecektir. mu'a affolunmuş, istisna edilmiş, ayrı tutulmuş. mu'amma: anlaşılmaz iş, karışık şey. bilinmeyen hal. mu'annid: inatçı. mu'arra: soyunmuş. mu'attar: ıtırlı, kokulu. güzel kokulu bir lale çiçeğinin adı. mu'in: yardımcı, yardım eden muteber itibar edilen, güvenilen. mu'temed: kendisine itimad edilen, inanılıp güvenilen. mu'teri kendi kusur ve kabahatlerini gizlemedensöyleyen, itiraf eden. muakkib: takipçi, arkasından gelen, ardından gelen, halef. muakkid: düğümleyen, sihir yapan, cadı. muaraza: kavga, anlaşmazlık. mufassal: tafsilatlı, ayrıntılı. muğlak: kapalı, kilitli. anlaşılmaz, çapraşık söz. mugtenem: ganimet olarak alınmış. mugtenim: ganimet olarak alan, bedavaalan, ganimet bilen. muhaddis: hadis ile meşgul olan, muhammed'in sözlerini bildirmiş olan kimse. muhakkik: hakikati araştırıp bulan. iç yüzüne vakıf olan. hakikat alimi. muhal: imkansız, vukuu mümkün olmayan. batıl, boş söz. hurafe olan nazariye. muhammed mustafa: peygamberimizin diğer biradı. muhammed: pek çok, tekrar tekrar övülmüş, methedilmiş anlamında bir isim oluppeygamberimizinadıdır. muhanid: korkak, alçak, namerd. muhannet: tahnit olunmuş, mumyalanmış. muharrer: yazılmış, yazılı. muhassalü'lkelam: sözün kısası. muhibb: seven, muhabbet eden, dost. muhit: ihata eden, etrafını kuşatan, çeviren. etraf, çevre. büyük deniz, okyanus. büyük alim. abdurrahman güzel muhiti zevrak: mekke çevresi. muhkem: sağlamlaştırılmış, sağlam, kuvvetli. muhlis: halis, katıksız, dostluğu ve samimiliğigönülden içten olan. muhtar: ihtiyar eden, seçilmiş olan. hareketinde serbest olan, istediğini yapmakta serbest olan. ksöyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idare ve hükümet işlerini üzerine alan kimse. peygamberimiz muhammed'inbir ismi şerifi. muhtasar: az, kısa, uzun olmayan. muhtemel: ihtimal olan, umulur, beklenir, olabilir, olmayacak şey değil. mukabele turmak: karşılık vermek, karşıgelmek karşılıklı okuma. mukaddem: takdim edilen, önde olan, önde giden, önceki, değerli. mukallid: taklitçi, bir şeyi kuşanan, boynunaasan. mukarreb: takrib edilmiş, yaklaşmış, yakın. mukattam dağı: mısır'da kaygusuz'undergahının bulunduğu dağ. mukayyed: kayıtlı, serbest olmayan, sınırlı, bağlı. deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. el veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. bir işe ehemmiyet veren, işineönem verip bakan. mukim: ikamet eden, oturan. mukteza: lazım gelmiş kanun icabına göreyazılmış yazı. mundak: dövülüp ufalanmış. munis: alışılmış, ehlileşmiş, cana yakın, sevimli. muntazır: bekleyen, gözeten. mur: karınca, neml. murad: istenerek, ümit ederek beklenen, arzu edilen şey. gaye, maksat, emel. muradı hasıl olmak: bir kişinin istekleri nin gerçekleşmesi. murakka: yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. murayi: riayet eden, saygı gösteren. murdar: pis, kirli. islamiyet'in gösterdiği kaidelere uygun olmayarak kesilmiş hayvan. murg: kuş. murg u şahbaz: iri ve beyaz doğan kuşu. murgı kebuter: güvercin. murgzar: kuşu bol olan yer, kuş yatağı. murtaza murteza. beğenilmiş, seçilmiş, makbul. ali'ninbir lakabı. musa: beni israil peygamberlerinden musa'nınismi. dört büyük kitaptan birisi olan tevrat, vahiy yoluyla kendisinegelmiştir. yahudilerin en büyük peygamberidir. musaffa: tasfiye edilmiş, süzülmüş, tyabancı maddelerden ayrılmış. musahabet: sohbet etme, konuşma, görüşme. musahhar: ele geçirilmiş. musha sahife halinde yazılmış kitap. kur'an. mustafa: ıstıfa edilmiş, seçilmiş. peygamberimizinadı. mustafa kavli: peygamberimizin sözleri. musul: ırak'ta, daha çoktürkmenlerin yaşadığı bir şehir. muştulamak: müjdelemek, haber vermek. mutah er: temizlenmiş. mu'tekid: itikad eden, inanan, dini bütünkimse. muti. itaat eden, boyun eğen. bağlı. rahat. muti olmak: itaat eden, boyun eğen. bağlı. muti. itaat eden, boyun eğen, bağlı. muttasıl: aralıksız, hiç durmadan, biteviye. muvahhid: tevhidden, allah'ın birliğine inanma. mübaşeret: bir işe girişme, başlama. müberra: beri kılınmış, temize çıkmış, aklanmış. mücavir: komşu. mabet veya bir tekkeyakınlarına çekilip oturan. yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını harameyni şerifeyn'de ibadetle geçiren. mücerred: tecrit edilmiş, soyulmuş, çıplak. soyut. tek, yalnız. mücerredlik: teklik, yalnızlık, tecrid edilme, katıksızlık. müdam: devam eden, süren, sürekli. müdara: yüze gülme, dost gibi görünme. müddei: iddia eden, davacı. bir hükümde ayak direyen. inatçı. müdevver: döndürülmüş yuvarlak, değirmi. müfessir: tefsir eden, açıklayan, kısa şeyi genişletip manasını meydana çıkaran. kuran'ı yorumlayan din alimi. müflis: iflas etmiş, parasız, züğürt, top atmış . müfsid: ifsad eden, bozan. fesatlık eden, ara açan. mühmel: ihmal edilmiş, boşlanmış, bakılmamış, bırakılmış. mühre: bir çeşit yuvarlak şey. cam boncuk. deniz böceği kabuğu. çekiç. kağıt ve saire cilalamak için kullanılan billur top. altın ve gümüş ezmek için kullanılan ve ekseriya yeşimden yapılan ucu kıvrıkça, havan tokmağı gibi bir alet. mül: şarap, bade. mülaka itmek: görüşmek, karışmak. mülakat: kavuşma, buluşma; birleşme. görüşme, görüşüp konuşma. mülazemet: bir yere veya kimseye sımsıkıbağlanma; gidip gelme; bir işle devamlı meşgulolma, staj görme. mülhid: allah'ı inkar eden dinsiz, imansız. mülk ü mal: sahip olunan mal mülk; ev, dükkanarazi gibi taşınmaz ve gelir getiren mallar. mülk: ev, dükkan, arazi gibi taşınmaz ve gelirgetiren mal. mülki ebed: sonsuzluk ülkesi, ahiret. mülki süleyman: süleyman'ın mülkü. mülzem: lüzumlu, lüzumlu görülmüş. mü'min: iman etmiş, islam dinine inanmış, müslüman, islam. mün'im: iman eden, nimet veren, yediripiçiren; allah. velinimet. mün'im eylemek: nimetlendirmek. münacaat: allah'a yalvarma, dua etme, allah'a dua konulu manzume. münacat ehli: yalvaran, tövbe eden. münadi: nida edenler, tellal, müezzin. münakkaş: nakşedilmiş işlenmiş. münevver: tenvir edilmiş, nurlandırılmış, parlatılmış, aydınlatılmış. münezzeh: tenzih edilmiş, temiz, arı, uzak. münir: nurlandıran, ışık veren. münkatı. inkıta eden, kesilen, kesilmiş, aralıklı. arkası gelmeyen, son bulan. aradabağ kalmayan, ayrılmış. herkesten ayrılıp birkişiye bağlı kalan. münkesir: kırılan, kırılmış, kırık. münkir: inkar eden, kabul etmeyen. imansız, inanmayan, dinsiz. mezarda soru soracak ikimelekten biri. müntaha: nihayet bulmuş bir şeyin varabildiğien uzak yer, uc. mürai: iki yüzlü. mürde: ölü, ölmüş. mürettep: tertip olunmuş, dizilmiş, yerli yerinekonulmuş. tayin edilmiş; bir yer, bir şey içinayrılmış. mürettep divan: düzenlenmiş eser. mürgab: su kuşu. ördek. kurbağa. mürid: irade eden, emreden, buyuran. bir şeyhe bağlı olan kimse. mürşid: irşat eden, doğru yolu gösteren, kılavuz. tarikat piri, şeyhi. gaflettenuyandıran. mürşidi kamil: irşad eden doğru yolu gösteren, tarikat şeyhi, piri. mürüvvet: insaniyet, mertlik, yiğitlik. cömertlik, iyilikseverlik. müsab: sevap kazanmış, sevap kazanan. müsahhar: tutkun, boyun eğmiş, itaatkar. müsellem: teslim edilmiş, verilmiş. su götürmez, doğruluğu, gerçekliği herkesçe kabul edilmiş olan. müselles: üçleştiren, üçlü, üç. üç kere tasfiye edilerek çekilmiş şarap. geo. üçgen. müstagni müstağni. doygun, gönlü tok, ihtiyaç duymayan. çekingen, nazlı . gerekli bulmayan. müstagrak: batmış, boğulmuş. müstecab: isticab edilmiş, kabul olunmuş . müstemi. dinleyen, dinleyici, işiten. bir okula yalnız dinleyici olarak devam eden. müstezad: ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış. bahri hecez vezinlerinden vezninde söylenmiş mısralara parçalarına eşit birer parça katmak suretiyle meydana getirilen manzume. müşahede kılmak: bir şeyi gözle görmek, gözlemek. müşerre şereflendirilmiş, kendisineşeref verilmiş, şerefli. müşgefşan müşk: misk saçıcı; misk saçan. müşgi nafe: göbek miski. müşki hoten: haten miski . müşkil olmak: güç olmak, zor olmak. müşkil: güç, zor, çetin, engel, güçlük, zorluk, çetinlik. abdurrahman güzel müşkin müşgin. miskli, misk kokulu. siyah, kapkara şey. müşrik: allah'a şerik, ortak koşan. müştak: iştiyaklı, özleyen, göreceği gelen, can atan. müt: bir buğday ölçeği. mütala'. okuma, tetkik, düşünce. müte'al: yüksek, yüce. mütehayyir: hayrette kalan, şaşmış, şaşırmış. müteveccih: teveccüh eden, bir cihete, birtarafa yönelen. birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan. bir tarafa gitmeye kalkan. müyesser: kolay bulunup yapılan, kolaylıkla olan, kolay gelen. müzd: ücret, karşılık, kira, mükafat. müzehheb: yaldızlanmış, altın suyuna batırılmış. müzeyyen: süslenmiş, süslü. nn na'at: medh ve sena ederek, vasıflarınıgöstererek bir şeyi manzume ile anlatmak. peygamberimiz aleyhissalatü vesselamı methederek yazılan kaside. na'di: nida eden, haykıran, çağıran. halkın, meşveret gibi, bir şey konuşmaküzere bir yere toplanması. nabedid: gözükmeyen, belirsiz, kayıp, meydanda olmayan. naçar: çaresiz, elinden iş gelmeyen. mecbur kalmış olan. nadan: cahil, bilmez, haddini bilmez. nadan u ebter: cahil, olgunlaşmamış, ham. nadim: pişman. nafe: misk ahusu denilen hayvanın göbeğinden çıkarılan bir çeşit misk, koku, derisinden kürk yapılan hayvan postlarının karnı altındaki deri kısmı; güzelin sevgilinin saçı. nafeyi müşki huten: hıta ceylanının mis kokulu nafesi. nagah: birdenbire, ansızın, hemen. nagd nakd. para. nagehan: birdenbire, ansızın, hemen. nagra urmak: nara atmak, bağırmak. nahak: haksız, beyhude, boş. nahcir: av. nahv, nahiv: yön, taraf, yol, benzer, söz dizimi. nahnü kasemna: biz paylaştırdık. zuhrufsuresi. ayet. nahs: uğursuzluk, yümünsüzlük, uğursuz, bahtsız. nahv u sar söz dizini ve gramer. nahv: söz dizini, sintaks ile ilgili, yan, yön, taraf, cihet. nakam: muradına maksadına erişmemiş. nakıs: noksan, eksik. nakkaş: nakış yapan, duvar nakışları yapanusta; süsleme sanatkarı. nakkaşı suret: suret işleyen, yaratan. nakş birşeyi çeşitli renklerle boyamak. resim, tezyin. nakş u hayal: nakş u suret gözetmek: görünüşe bakmak. nakus: kiliselerde kullanılan çan. nalan: inleyici, inleyen, feryat eden. nam: isim, ad, ün. nam u neng: ün, şöhret, şan. nam u nişan: ün, şan, rütbe. namaz: islam'ın beş şartından birisidir. name: mektup, sevgiye ve aşka dair yazılmış mektup. namus perdesi: ar duygusu. namus şişesi: ar duygusu. namus u ar: edep, utanma. namusı biar: utanmaz, namussuz. nan: ekmek. nanı yemek: ekmek yemek. nar: ateş. cehennem. bir meyve adı. nareste: ergenlik çağına gelmemiş çocuk. narg: baha, kıymet, ölçü. narı cihan: cihanın, dünyanın ateşi. narı şi'r ü cahim: cehennem ateşi. nasara: hristiyanlar. nasib istemek: tarikat usulüne göre, belirli olgunluğa ulaşanlara verilen, belirli yerlerin manevi sahipliği, bunları isteme. nasib ü kuud: pay, hisse, kısmet, cülus. nasib: allah'ın kısmet ettiği şey. nasibi devlet: mutluluk hissesi. nasihatname: öğüt vermek için kaleme alınan eser. naşi: neşet eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş. delil, dolayı, ötürü, sebebiyle. geceleyin meydana gelip zahir olan şey. yetişmiş oğlan veya kız. hangi şey. natüvan: iktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çaresiz. nay: ney, kamış düdük. naz: kendini beğendirmek için takınılan yapmacık; yalvarma, rica; şımarıklık. naza itab yok: nazlanma azarlanmaz. nazargah: bakılan yer, seyredilecek yer. nazarı inayet: yardım, merhamet bakışı. nazenin: cilveli, oynak; çok nazlı yetişti rilmiş, şımarık. nazır olurlar: bakarlar, beklerler. nazil: allah tarafından indirilme. nazir ü gaib: bakan ve olmayan. nazir: benzer, eş. nazük: nazik, kibar, ince. nebat: bitki. nebi: haberci, peygamber . necat: kurtuluş, selamet. nece üzerine su çıkmayan yer. tümsek yer, yüksek, tepe, sırt. ırak'ta bir şehrinadı. nedim: sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı. tatlı konuşan, güzel hikaye anlatan. büyük kişileri hikaye ve fıkralarıyla eğlendiren. nef'. sürme, sürgün etme. nefer: rütbesiz asker, er. nefes ü dem: soluk, üfürülen hava; soluma, soluk verip alma. nefir: boru şeklinde eski bir türk sazı. nefir: cemaat, topluluk. harp için seferber olan cemaat. nefs: ruh, can, hayat; insanın yemeiçmegibi biyolojik ihtiyaçları. kulun kötü ve günah olan hal ve huyları, behimi, hayvani ve süfli arzular, enaniyet, nefsi emmare, ruh, insani ruh, kalp. nefsi emmare: insanı kötülüğe sürükleyen nefis. nefsi füzul: boş şeylerle uğraşan nefis. nefsi mizan: ölçülü nefis. nefsi şehvet: arzulu nefis. nefsi zalim: zalim, kendinin kıyetini bilmeyen nefis. nefsi zulmet: karanlık nefis. neheng: timsah. nemed: keçe. neml: karınca. nemrud: zalim ve gaddar olarak tanınmış ve allah'a karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. peygamber ibrahim aleyhisselam zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mucize ile ibrahim aleyhisselam ateşten kurtulmuştur. nerdiban: merdiven. nergis: iri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. suyu, uyuşturucudur. mahmur bakışı andırır. nerm: yumuşak, latif, mülayim. nesne: şey, bir şey. nessar: dağıtan, saçan, neşreden. parlatan. nestiren: ağustos gülü, yaban gülü. neva: ahenk, ses, güzel sada, nağme, avaz. nevad: zarar, ziyan, hasar. nevahte: okşanmış saz çalmış. nevale: yiyecek, ihsan, nasip. nevaziş: okşayış, iltifat. nevbet: sıra, sıra ile görülen iş. padişah ve vezirlerin sarayı önünde günün muayyen vakitlerinde çalınan mızıka, bando . nev'. nevi ile, çeşitli, cinsle, sınıfla ilgili. nevmiz: ümitsiz. nevruz: yeni gün ilkbahar. baharın ilk günü sayılan ve güneşin hamel burcuna girdiğimarta rastlayan gün. bu tarihte gece ve gündüz eşit olur. ney: kamıştan yapılan damaksız düdük. farsça'da yokluk. neysan: ney gibi, kamış gibi. nezaziş eylemek: okşamak, gönül almak, iltifat etmek. nıs yarım, yarı bir yazı stili. nice: nasıl, ne suretle. nice: ne kadar, çok. niçe bir: ne zaman kadar. nida kılmak: bağırmak, seslenmek. nida: seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak; ses vermek. nigah: bakmak, nazar etmek. bakış. nigahı ışk: aşk, sevgi bakışı. abdurrahman güzel nigar: güzel yüzlü sevgili. nihai: taze, düzgün, fidan, sürgün, nihan: gizli, saklı. bulunmayan, mevcut olmayan. nikab: yüz örtüsü, peçe, perde. nil nehri: mısır'ın bir nevi hayat kaynağı olan en büyük nehrinin ismi. ni'mete vermek: bir miktar paranın tamamını yiyecek ve içecek şeyler için nisar: saçmak, dağıtmak. nisyan: unutma. nişan: iz, alamet, işaret. yara izi. hedef, vurulması istenen nokta. hatıra için dikilen taş. taltif için verilen madalya. evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. tuğra. ferman. nişanı binişan: belirsiz hedef. nişe: çoban düdüğü, kaval. niyaz: yalvarma, yakarma. dua. nöker: hizmetçi, hizmetkar. nuh: kur'anı kerim'de adı geçen bir peygamber ismi. nun: arap alfabesinde yirmi beşinci harf. ebced hesabına göre değeri ellidir. kılıcın ağzı, kılıç. arabi tarihlerde ramazana işarettir. çene çukuru. balık. kaş. nur: aydınlık, parıltı, parlaklık, ışık. kur'anı kerim. iman. islamiyet. peygamber. nurı envar: nurların nuru. nurı huda: allah'ın nuru. nurı iman: iman aydınlığı. nurı kan: hazine parıltısı. nurı muhammed: peygamberimizin nuru. nurı mutlak: allah nuru, ilahinur. nurı tecelli: tecelli nuru, beliren görünen aydınlık; allah'ın lutfuna nail olma. nurı ziyd: bayramın ışığı. nuş itmek: içmek. nuş: tatlı, bal. nuşirevan: iran'da miladi tarihleri arasında hükümdarlık etmiş sasani padişahı olup adalet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur. nutk u güftar: sözler. nutka gelmek: konuşmak, konuşmaya başlamak. nutuk: söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet. dervişlerce büyüklerin manzum sözleri. nühfelek: dokuz gök. nükte: ince manalı söz, idraki ve anlaşılması nezaket ve zarifliğe dayanan nazik husus. ibarenin asıl manasından başka olan nazik ve latif mana, dikkatle anlaşılabilen ince mana. oo obrılamak: devrilmek, çökmek, sarsılmak. od: ateş. od urmak: ateş vermek, ateşlemek. ogrı, ogru: hırsız. ogrılamak: çalmak, hırsızlık etmek. ogulluga kabul eylemek: oğlanlık: gençlik. ok: yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. okumak: çağırmak, davet etmek, okumak. okun atuk, yayın yasdık: artık yapılacak olan herşey yapıldı, bir defa ok yaydan çıkmışür. anlamında kullanılan bir deyim. olıcak: olunca. onmak: isteğine kavuşmak. onmak: iyileşmek, ıslah olmak. oranlamak: ölçmek. otağ: padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar. bunlardan padişahların çadırına otağı hümayun, sadrazamınkine ise otağı asafi denilirdi. ö ö ödü sıdmak: ödü kopmak, ödü patlamak. ödünü sıdırmak öd sıdurtmak. ödünük oparmak, patlatmak. çok korkutmak. öğlen: öğle vakti. ögüni devşirmek: aklını başına almak. öğüt: nasihat, bir kimseye akıl verme, yol gösterme. öğünç: övünme, kıvanç, iftihar. öğüt almak: birisine akıl danışmak. öğüt işitmek: söz tutmak. öğütlemek: nasihat, öğüt vermek. öküş: çok fazla, daha ziyade. ömr kuşu: ömür kuşu, hayat. öndin: önce, ilk önce, önceden, daha evvel, önden. öpüp başına koymak: herhangi bir nesneyi yüce kabul ederek öpme; onu her türlü şart altında kabul etme. ör insanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkar edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şey. öz: bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun. kendi, zat. özge: başka, gayrı. özim özi. nefs, zat, kendisi, benlik. özün işitgil: kendini dinle. özünden geçmek: kendinden geçmek. özüne yörenmek: kendine gelmek. pp papay. ayak, takat, mukavemet. pabürehne: yalın ayak. paça: koyun, keçi, sığır ayağından yapılan yemek bu hayvanların ayağı şalvar, pantolon gibi giyeceklerin dizden aşağı kısmı. padişah: padişah. pak: temiz, saf, katıksız. hep, tamam, mübarek, kudsi. palas dikpalas. eski kilim, keçe, aba, çul. dervişlerin giydiği yünden yapılmış aba. palas eylemek: eskiler giymek. palheng: düzgün, yıllar, kemend. paluze: saf hale getirilmiş, süzülmüş. panbuk: pamuk. par: geçen yıl, bıldır. pare pare: parça parça, pare: parça. parsa: dilencilik. parsa: ibadet eden, dindar, dine bağlı, iffetli, sofu, namuslu, temiz, doğru. paşa: sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin birkısmına verilen resmi ünvan. pay pa. ayak. takat, mukavemet. iz. payan: kenar, son nihayet, uç. tas. ehli tarikatınulaşacağı birlik alemi. akıbet. payanı yok: akıbeti, sonu yok. payimal paymal. ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş. peleng: panter. penah: sığınma. sığınacak yer. penbe: pembe. pamuk. pençe dutmak: güreşmek. pend ü nasihat: öğüt. pend: nasihat, öğüt. pendar pindar. sanma, sanış. böbürlenme. pendüvan: nasihat eden, öğüt veren. perdei hicab: utanma perdesi, ar perdesi. perende: uçan, uçucu. av kuşu. çark gibi dönerek atılan takla. pergal: pergel. pergar: pergel. pertev: ziya, ışık. atılma, sıçrama, hız. pertevi hak: allah'ın ışığı, nuru. pervane: fırıldak çark. geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. haberci, kılavuz. perverdigar: besleyici, terbiye edici, rızıklandırıcı, allah. pes: arka, art, geri. öyle ise, imdi. pesend: beğenen, beğenmiş. peşter: düz maden levha. peyam peygam. haber. peyda: mevcut, var olan, açık, aşikar, meydanda olan. peyda olmak: meydana çıkmak, hazır olmak, mevcut olmak. peyman: yemin, ant. peymançe: tarikatta müridin şeyhi ile muhatap olduğu yer. peymanı ışk: aşk kadehi. aşk yemini. peyrev: ardı sıra giden, tabi olan, izinden giden, uyan. pınar üstüne varmak: çeşmenin, pınarın yanına doğru varmak. pinhan: gizli, saklı, hafi. abdurrahman güzel pir: yaşlı, ihtiyar. reis. bir tarikatınkurucusu. herhangi bir meslek ve san'atınbaşlatıcısı. pir ü cüvan: yaşlı ve genç. piri harabat: meyhaneci. mürşit. pirlik: pir olma durumu, ihtiyarlık. pirvar: pir gibi. piş: huzur, ön, ileri taraf. pişkadem: önden giden, kendisine uyulan. pişe: iş, kar. meşguliyet. alışkanlık, huy, adet. meslek, sanat. piyade: narin yapılı bir çeşit kayık. eskiden ekseriyetle istanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi. ask. orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan askerelere de bu ad verilir. yaya askeri. yaya. piyale: kadeh, şarap bardağı. postnişin: posta oturan, daha evvelkinin yerine geçen. pud u tar: dokumada atkı ve çözgü. puhte: pişmiş, pişkin. olgun, kamil insan. puhte iken ham: ham, olgunlaşmışken. pulat: çelik. pur: oğul, evlad. pusaruk: sis, duman. put: allah'tan başka tapılan herşey. heykel sanem. kendisinden medet beklenen veya layık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi manevi resim, heykel ve her çeşit cisim. puta tapan: allah'tan başka her şeye tapan. putunı sındurmak: hakk'tan başkasınatapmak. pünhan: gizli. pür: çok, dolu, çok fazla, tekrar manalarına gelir, birleşik kelimeler yapılır. sahip, malik. pürgam: gam, keder, dert dolu. pürkemal: olgunluk içinde, tamamen olgunlaşmış, çok olgun. pürnur: çok parlak, çok nurlu. püryan: tava, tepsi gibi kaplarda susuz veya az suda pişirildikten sonra kızartılan et kebabı. püşt: arka, sırt. pütürüklü: sert kabarıkları olan. rr ra'iyyet: bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. devletin idaresindeki umum insanlar. sürü, otlatılan hayvan sürüsü. ra'na: iyi, güzel, hoş, latif. pür ve revnak olan. rabbü'lenam: bütün yaratıkları yetiştiripbesleyen allah. rahat: üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak; istediği her şeyi bulup telaşsız olmak. müsterih. dinlenmek. el ayası. rahatı can: canın rahatı. rahim: acıyan, merhamet eden, esirgeyen, koruyan, ahirette mü'min kullarına merhamet eden . rahle: üzerinde kitap okumak, yazı yazmak için yapılmış küçük ve dar masa. rahm: esirgeme, acıma, koruma. rahman: bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren; nizam ve adalet sahibi . rahrevi: yolculuk, yolu söyleyen. rahtı gümanı dükkanı attar, rahzen: yol vuran eşkıya. ram olmak: itaat etmek, boyun eğmek. ran: süren, sürücü, hükmeden manalarıyla birleşik sözcükler yapar. örneğin: esbran: at süren, hükümran: hüküm süren, kamran: sefa süren. rana: iyi, güzel, hoş, latif. rast: doğru. ravza: ağacı, çayırı, çimeni bol olan yer, bahçe. raz: sır, gizli şey, gizlenen şey. razdaş: sırdaş, sır saklayan. razı açmak sır söylemek. razı nihan: gizli sır, saklı şey. razunı saklamak: sırrını saklamak, kimseye söylememek. rebab: bir çeşit kemençe. reca vü niyaz: yalvarıp yakarma. reca: ümit, umma, dilek, dileme. ref. kaldırma, hükümsüz, geçersiz kılma. refik: arkadaş, yoldaş. reft: gitme, gidiş. reha bulmak: kurtulmak, rahatlamak. rehber ü mürşid: irşad eden, yol gösteren, kılavuz. rehbin: yol gösteren. rehnüma: yol gösteren, kılavuz. rehzen: yol kesen, haydut, hırsız. remz: işaret, işaretle anlatma. renc: sıkıntı, zahmet, eziyet. ağrı, sızı. öfke, gazab, hışım. renci derd ü bela: bela ve dert hastalığı. rençber: tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. amele, ırgat. reng: renk, levn. suret, şekil. oyun, hile, dalavere. resen: ip, urgan, halat. reva: layık, uygun. revan: giden, akıcı. derhal. ruh, can. ed. su gibi akıp giden güzel söz. revan olmak: yürümek, yola koyulmak. revende: gidici, giden, çok yürüyen. revgan: yağ. hafif hafif esen rüzgarın verdiği serinlik, rahatlık. üstü yağ gibi kayan parlak nesne. parlak deri. revnak: zinet. parlaklık. göz alıcılık, güzellik. safa, taravet. revnakı cihan: dünyanın göz alıcılığı. revnakı gül: gülün güzelliği, parlaklığı, göz alıcılığı. revnakı gülşen: gül bahçesinin göz alıcılığı, güzelliği. revzene: pencere. reyhan: hoş güzel koku. rızık ve maişet, rahmet. ekin yaprağı. fesleğen denilen kokulu bir ot. rıdvan: memnunluk, razılık, hoşnutluk. cennet'in kapıcısı olan büyük melek. rıdvan: cennetin bekçisi, kapıcısı olan melek. riayet: iyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. uymak, tabi olmak. otlamak veya otlatmak. hıfzetmek, korumak. ribat: han gibi konaklanacak yer. tekke. bağ, ip. sağlam yapı. rind: kalender, aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. laübali meşrep feylesof. dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kamil olan kimse. rind ü rüsva: kalender, dünya işlerine aldırış etmeyen, gönlüne göre yaşayan. rind: kalender, dünya işlerini hoş gören kimse, aldırışsız. rindi aşık: kalender aşık. rindi harabat: meyhanede gezen. rindi meyhane: meyhanede gezen. risban risman. ip, halat. rivayet: hikaye edilen hadise veya söz. bir hadisenin başkalarına anlatılması. riya: özü sözü bir olmamak, inandığı gibihareket etmeyiş, iki yüzlülük etmek. gösteriş için yapılan hareket. riyazat: nefsi koruma, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma, perhizle, kanaatle yaşama. ru: yüz, çehre. ruhu'lkudüs: cebrail, isa'ya üflenen ruh. rum ili: anadolu. rum mahbubı: anadolu güzeli. rumuz: işaretler, remizler, ince nükteler, manası gizli olan işaretler. rumuzı beytü'lharam: kabe'nin rumuzu, sırrı. ruşen: aydın, parlak, belli, meydanda. ruyı siyah: kara yüzlü, yüzü kara, ayıbı olan. ruzgar: zaman, devir, hengam, vakit. dünya, alem. yel. rübab rebab. müz. gövdesi hindistan cevizi kabuğundan yapılmış bir çeşit kemençe. rüstem: şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve zaloğlu rüstem diye veya rüstemi sistani namıyla meşhur iranlı bir kahramandır. ss sa'adet: mutluluk, mesut oluş. talihiiyi olmak. tas. allah'ın rızasına ermiş olmak. sa'adet ü devlet: mutluluk, kutluluk, talihiiyi olmak. sa'at u yevmi'lhisab: hesap anı, hesap saati. sa'y etmek: çalışmak, çabalamak haccda safa ile mevve arasında koşmak, yürümek. sayruluk: hastalık. sa'adet buyı: kutluluk kokusu. sabahın: sabahleyin, sabah vakti. sabak: ders. abdurrahman güzel sabak sebak: ders, meşk. sabır: acıya ve zorluğa katlanmak. bir musibet ve belaya uğrayanın telaş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. sabi: henüz memeden kesilmemiş erkek çocuk. sabitkadem olmak: kararlı durmak, bir yerde sebat etmek. sabr u aram: durup dinlenme. sabr u karar: sabırlı ve kararlı olma. sabr u lan: sabır ve vefasızlık. sacid: secde eden, alnını yere koyan. saddak: gerçektir, doğrudur. sade deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. sert, parlak ve şeffafa yakın madde, inci kabuğu. sadıku'lkavl: doğru sözlü. sadır olmak: çıkmak. sadhezaran: yüz binlerce. sadık: doğru, gerçek, sadakati içten bağlılığı olan. sadıku'lkavl: doğru sözlü. sadpare: yüz parça. sadr: her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. kalp, göğüs, ön. meclisin önü ve en muteber yeri. reisin oturduğu yer. sadrı ala: en yukarı, oturulacak en yüksek makam. safa: gönül şenliği, eğlence. duru olmak, temiz, safi olmak. hava açık ve ayaz olmak. mekkei mükerreme'de bir yerin ismi. safanazar: saflık, berraklık veren bakış. safanazar himmeti: gönül açan yardım. safi: katışıksız. temiz, süzülmüş ve temiz, bozuk olmayan. halis. sagınç: emel, arzu, istek; mülahaza, düşünce, zan. sagir ü kebir: küçük ve büyük. sağ mürebbi: sağlam, temiz, doğru, terbiyeci, mürşit. sahavet: cömertlik. sahibi devlet: saadete ermiş. sahibi erkan: erkan sahibi, yolyordam bilen. sahibi insa insaf sahibi. sahibi meydan: meydanın sahibi. sahibi neddar: sahibi şemşir: kılıç sahibi. sahibi tarik olmak: yolun sahibi olmak. sahibi velayet: derviş, ermiş olma. sahibi zaman: zamanında başa geçen. sahibkemal: kemal sahibi, olgun insan. sahihrast: doğru. sahil evi: deniz veya göl kenarına yapılmış ev. san alem: san bayrak. sahil: deniz kıyısı. sahra vü berr ü beyaban: kır, ova, çöl, kara, toprak. said: ahiretine hazırlanmış , uğurlu, mübarek, kutlu. sail: saldıran, kibirli olup başkasının hakkına tecavüz eden. saki: sulayan, içecek su veren, sucu. kadeh sunan, içki sunan. saki. kırağı, şebnem, çiğ. sakiyi baki: hep saki olan. sakiyi kevser: kevser şarabı dağıtan, ömer. sal ü mah: yıl ve ay. sala: namaza davet için çağırmak. minarede okunan salavat, dua. salat: namaz; belirli vakitlerde kur'an'da emredildiği tarzda ve peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet. sallallahü aleyhi vesellem: dualarından birini okumak. salih: dinin emirlerine uygun hareket eden. sancamak: saplanmak. salatname: namazname. salık: doğru yolu gösterme, tarif etme, haber verme. salik: bir yolda giden, belli bir yol tutup giden. bir tarikat yolunda olan. salus: hilekar, düzenci, riyakar. saluslanmak: hilekarlık, düzencilik, gösteriş yapmak, riyakarlık. salusluk: hilekarlık, düzencilik. sam: ölüm, mevt. yer altındaki altın damarı. gök kuşağı. ateş. ser semlik hastalığı. hazreti nuh'unoğullarından birinin ismi. samet: son derece yüksek ve daimi olan . esmai hüsna'dandır. samud: az konuşan. susmuş, surat asarak susan. sandal: hindistan'da yetişen dayanıklı ve güzel kokulu sert bir ağaç. sanem: put, sevgili, güzel. sani. sanatkarca yapan, sanat eseri olarak meydana getiren, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren, işleyen, yapan . sanii perverdigar: allah'ın yarattığı. sani'i sultanı yok: allahsız, dinsiz, merhametsiz sanii üstad: usta yaratıcı. sanu, sanı: fikir, düşünce, istek; zan, tasavvur. sarayı emlak: dünya. sarayname: kaygusuz abdal'ın eseri. sar gramer, dil bilgisi. sar harcama, masraf etme çevirme, döndürme. sarfe: menazili kamerden biri, boncuk. sarlanı kalsarılıp kalmak, kavramak. sarra sarfeden. para işleri ile uğraşan. cevherci, kuyumcu. cevherin kıymetini sanatı ile azaltan veya çoğaltan. sataşmak: bir kimseyi rahatsız edecek davranışta bulunmak, musallat olmak. satubazar: alışveriş, satış, pazar. savm u salat: oruç ve namaz. savm: oruç. savmaa: ibadet yeri, tekke, nesara rahiplerinin halktan inkıta ve inzivası için tesis edilmiş olan hücre. saye: gölge. himaye, sahip çıkma, koruma. muavenet, yardım. sayei devlet: devlein gölgesi, devletin himayesi. sayi. çalışma. sayru: hasta. sayuklamak: uykuda veya bir hastalığın verdiği dalgınlık sırasında anlamsız, tutarsız sözler söylemek. sayvan: güneşten, yağmurdan korunmakiçin veya süs olarak bir şeyin üzerine çekilen dam saçağı gibi düz veya eğimli örtü. sayyad: avcı, avcılık yapan. sayyadı ezel: azrail. saz: sıra, düzen; yapan, uyduran; düzen manalarına gelerek birleşik kelimeler yapan. sazkar: uygun, muvafık. sebakdaş: ders arkadaşı. sebil: açık ve büyük yol, büyük cadde. allah rızası için su dağıtılan yer. sebük: hafif. ağırbaşlılığı ve ağırlığı olmayan. sebükbar: yükü hafif, ağırlıksız, eşyasıaz olan. derdi, düşüncesi olmayan. sebz: yeşil, yeşil renkli. sebzezar: yeşillik, çimenlik sebze bahçesi, sefine: gemi. çeşitli mevzulara dairkitap. göğün güney yarım küresinde birburç adı. seğirtmek: çabuk gitmek, koşar gibi yürümek. seha: cömertlik, el açıklığı. seher vakti: tan yerinin ağarmasından az önceki vakit. sehergah: sabahlık, sabah zamanı, sabah vaktine ait. sehli mümteni: ed. kolay ve sade göründüğü halde bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz. sekit: kırağı. sekk: seyahat etmek, gezmek. sekr: sarhoşluk. sekr ü tesbihün sevabı: zikir ve cezbenin sevabı selk: bir yerden haber getirmek. bir kimseyi başı üstüne bırakmak. katı ve sert söylemek. çağırmak. sem: zehir, ağı. sema: gök yüzü, asuman. sema' tutmak: belirli harekeden yaparak ahenkli bir şekilde dönmek. sema. tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi. sera: toprak, yer yüzü. serbeser: baştan başa. semavat'un çeragı: yıldızlar, ay ve güneş. semer: meyve, yemiş mahsul. verim. netice. semine: kıymetli, pahalı. seng: taş, hacer. tartı, ölçü, ağırlık. sengi hare: mermer taşı, pek sert taş. sengi melamet: kınama taşı. ser: baş. tepe, zirve. uç. nihayet. gaye. baş, başkan, reis. ser ü can: baş ve can. sera: saray, büyük konak, hükümet konağı. seragaz itmek: yeniden başlamak. seragaz: yeniden, baştan başlama. serayi: kaygusuz abdal'ın bir diğer takma adı. abdurrahman güzel serbeser: baştan başa, başbaşa, büsbütün. serencam: bir işin sonu, başına gelen, vaka. serfiraz: başını yukarı kaldıran, yükselten benzerlerinden üstün olan. sergerdan: serseri, yersiz, yurtsuz, sefil; başı dönmüş, başı dönen, şaşkın, sersem. sergiran: başı ağır çok sarhoş. sergüzeşt: serüven, birinin başından gelip geçen şey. macera. serkeş: dikbaşlı, baş kaldıran, inatçı, itaatsız. serkurena: baş mabeyinci. sermayei asl: asıl kazanç. sermest: sarhoş, bedmest, serhoş, sekran. sertac: baş tacı olan, çok sevilen, sayılan. sertekye: ana direk, büyük sütun. servi azad: büyüdükçe büyüyen servi. servi reva: yürüyen selvi, uzun boylu sevgili. serzeniş: başa kakma, takaza. setr: örtme, kapama, gizleme. setri muglak: örtülmüş, kaplanmış. settarü'l'uyub: ayıpları, günahları örten, bağışlayan, allah. sevadı azam: ulu şehir, mekkei mükerreme. sevda: fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. aşk. hırs, heves, istek. sevdayı cihan: cihan, dünya aşkı, sevdası. sevdayı ham: boş sevda. seyr ü sülük: tarikatta takip olunan usul. seyran: gezinme, bakıp seyretme. seyrangeh: gezme, seyir yeri. seyyid: efendi. hazreti muhammed'insoyundan olan, onun izinden giden. resüli ekremherkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir. seyyidi muhtar: muhammed. sıddık: sözü ile işi bir olan, sözünün eri, pek doğru. çok samimi, daima doğruluk üzere ve allah'a ve peygamberine çok sadık olan. islam aleminin ilk halifesi ve muhammed'in vefalı dostlarından olan ebubekir'in lakabı. sıdk u sefa: doğruluk ve gönül açıklığı. sıdk: doğruluk, gerçek; iç yürek temizliği. sıdkı himmet: yardım doğruluğu. sıfat: bir kimse veya şeyin hal ve vasfı, özelliği. suret, çehre, yüz. nişan, alamet. bir şeyin özelliğini izah için kullanılan kelime. sıfatı hayvan: hayvan gibi. sıfatı rahman: allah'ın acıma sıfatı. sıfatı subutiye: allah'ın sıfatları: hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, tekvin. sıfatı şeytan: şeytan tabiatlı. sımak: kırmak, bozmak, yenmek; bozguna uğratmak, mağlub etmek. sındı: makas. sındırmak sındurmak. kırmak, parçalamak. bozmak. yenmek, tepelemek. korkutmak, yıldırmak. sınmak: kırılmak. sınuk sınug. kırık. mağlup, yenik, bozguna uğramış. sırat: yol, sırat köprüsü, üstünden geçipcennet'e gitmek üzere cehennemin üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir bir köprü. sıratü'lmüstakim: en doğru yol, islamiyet yolu, hak yolu, allah'ın razı olduğu en doğru yol. sırr: gizli, gizli iş, herkese söylenmeyen şey. insanın aklının ermediği şey, allah'ın hikmeti. sırrı bustan: bahçenin sırrı. sırrı dü cihan: iki cihanın sırrı. sırrı ebed: ebedi, sonsuz sır. sırrı ene'lhakk: ben hakkım. sözünün manası. sırrı eşkal: şekillerin manası. sırrı ezel: başlangıcı olmayan sır. sırrı nefsi: nefse ait gizlilik. sırrı pinhan: gizli, saklanan sır. sırru'lllah: allah'ın akıl ermeyen hikmeti. sırrunı faş etmek: sırını açığa vurmak, başkalarına söylemek. sıvışmak: bulaşmak, yayılmak, sıvaşmak. haber vermeden sessizce gidivermek, kaçmak. sidretü'l münteha: yedinci kat gökte bir makam. arşın sağ tarafındaaltıncı veya yedinci gökte bulunan ağaç. yanında cennet vardır ve cennetin nehirleri onun altından akar. bu ağaca tuba diyenler de olmuştur. muttakilerin ve şehitlerin ruhunun mekanıdır. bu ağacın ötesine hiçbir mahluk geçemez. ötesi allah'ın zat alemidir. beşer bilgisinin ve amellerinin, yıldızların ve ebadın son hududu burasıdır. sihr ü efsun: büyü, gözbağcılık. sihri mekkar: hilecinin, düzenbazın büyüsü. silahşör: silah kullanan, savaşçı, silahlı adam. simat somat. sofra, yemek masası; sofraya gelmiş yemekler, ziyafet. simurg: yuvasının kaf dağında olduğu söylenen efsanevi kuş. iran destanına göre zal'ı yetiştirmiştir. boynu uzun olduğundan ve çok yükseklere uçtuğundan araplar anka derler. türkçe'de simurg'la anka birleştirilerek zümrüdüanka denilmiştir. otuz kuşun şekli onda birleştiğinden simurg dendiği attar'ın mantıku'ttayrında hikaye edilmektedir. devlet kuşu da denilir. tasavvufta maddenin her şekil alma, kabiliyetine ve büyük mürşidlere bu sıfat verilmiştir. simurgı kuhı ka anka kuşu. sin: mezar. sine: göğüs, sadr, kalp. sinle: mezarlık, mezar taşı. sipah: asker, leşker, nefer. ordu. sir u suda: tokluk ve baş ağrısı. sir: tok, doymuş. sirac: ışık, lamba, fener, mum, kandil. siret: bir kimsenin iç hali, tavrı, gidişi, ahlakı; hal tercemesi. sitare: yıldız, kevkeb. sittun: altmış sofii salus: iki yüzlü, yalancı sofu. sofra döşemek: oldukça zengin bir sofrahazırlamak, sofra kurmak. sofu: tasavvuf ehli. sogulmak soğalmak. suyu çekilmek, kaynağı kaybolmak veya kurumak, feri gitmek, solmak, nuru sönmek. darlaşıp çukurlaşmak. sohbeti merdan: yiğit, er kişilerin sohbeti. sohbeti tuz eylemek: sohbeti güzelleştirmek. soy soylamak: söz söylemek. sökel eylemek: hasta etmek. sökel: hasta. söyündürmek: söndürmek. söyüş: sade suda kaynatılmış et. söyüş etmek: dolandırmak. söz: bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil. söz öküş: sözün kısası, hasılı kelam, uzatmayalım. sözinden hacil olmak: sözünden utanmak. su sığırı natır olmuş, su'ban: büyük yılan, ejderha. subh: sabah vakti, sabah, tan vakti, şafak zamanı. subh u ahşam: sabah ve akşam. subh u seher: sabah, seher vakti. subh u şam: sabah akşam subha değin: sabaha kadar. subhı kıyamet: kıyamet günü sabahı. sud: kar, faide, kazanç. sud u ziyan: kar ve zarar. suffa: sofa. sufi: tasavvuf ehli, sofu, mutasavvıf. suhufı ibrahim: ibrahim'in kitabı. suleha: iyi, faydalı, selahiyetli kimseler. sunı settar: allah'ın kudreti, tesiri. sur: kıyamet günü israfil aleyhisselam'ın çalacağı boru. buna surı israfil de denir. boynuzdan yapılan düdük. sur çalınmak: kıyametin kopması. surei seb'al – mesani: fatiha suresi. suret: biçim, görünüş, kılık. sureti ayine: aynanın görünüşü. sureti beşer: insan görünüşü. sureti elvan: renklerin görünüşü. sureti insan: insanın şekli, görünüşü. sureti rahman: hakk'ın cemali. süsen: susam. suvar: ata binmiş, binici. suvarmak: sulamak. suy: cihet, yön, taraf. suyı canan: suz: yanma, tutuşma, sıcaklık, ateş, dert, ıstırap, acı. suzan: yakan, yakıcı, yanan, yanıcı. süzen: iğne. suziş: yanma, yakma, tesir etme, dokunma, yürek yanması, büyük acı. sücud kılmak: secdeye varmak. abdurrahman güzel sücud: secdeye varmak, cenabı hakk'ın huzurunda hiçliğini, aczini bilip teslimiyetle yere kapanıp dua ve tesbih etmek. sükker: şeker. sükut: susma, söz söylememe. sülem: merdiven. sünbül: sümbül. sünü: mızrak. sünük: kemik. sürçek: sürçen, çok sürçen. süreyya: kuzey yarım küresinde görünen güzel bir yıldız kümesi, sürmek: yürümek, ilerlemek, takibetmek, devam etmek, geçirmek, görüp geçirmek, yaşamak, kovmak, uzaklaştırmak, yürütmek, karıştırmak, ilave etmek. süst: gevşek, sölpük, tenbel. süvar: ata binmiş, binici. süvar: olmak binici olmak, ata binmek. şakird: çırak, yamak, talebe. şş şad olmak: mutlu, neşeli olmak. şad: sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar. şad u hurrem eylemek: mutlu etmek. şadı kevn olan: meydana çıkan sevinç. şadi: memnunluk, gönül ferahlığı. şadi kılmak: neşelendirmek. şadi: sevinçlilik, memnuniyet, gönül ferahlığı. şadman: sevinçli, memnun. şagirdi: talebe, öğrenci. şah: padişah. şah: padişah, iran veya afgan hükümdarı. şahbaz: bir cins iri ve beyaz doğan, yiğit, şanlı. şahı ayyar: yoldan çıkaran sevgili. şahı kadim: allah şahı merdan: mertlerin şahı mealinde hazreti ali radiyallahü anh'ın bir namı. şahı perver: allah. şahı server: uluların şahı, muhammed için serveri enbiya tabiri kullanılır. şahidi gayb: gayb alemi, ahiret şakir: şahitlik yapan, bilen, tanıyan. senet yerine geçecek kadar makul ve muteber sayılan. resuli ekremefendimizin bir vasfı. şakird: talebe, çırak, yamak. şal palas: şal ve çul. şal: bele sarılan bir nevi kuşak. şane: tarak. şar: şehir. şaraben tahüra: tertemiz içecekler içirip. insan suresi. ayetten alınmıştır. şarabı gaflet: gaflet şarabı. şarabı ışk: aşk şarabı. şarabı layezali: hiç yok olmayan şarap. şathiye: yergiye, alaya, şakaya yerveren manzum eser. tasavvuf konularını mizahlı bir biçimde işleyen, coşku halinde söylenen bir şiir türü. şazz: kaide dışı, kaideye uymayan. şebbuy: şebboy adındaki çiçek. şecere: ağaç, kütük. sülale. bir soyunbütün fertlerini gösterir cetvel. şedd: kuşanma. şeddad: yemen'de yaptırdığı büyük binalarla ve irem bağı ile şöhret kazanmış, tanrılık davasına kalkıştığı için allah'ın gazabına uğramış bir hükümdar. ad oğlu. şefaat: af için vesile olmak. fık. ahiret günü bir kısım günahkar mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için peygamber aleyhissalatü vesselam ve sair büyük zatların allah teala'danniyaz ve istirhamda bulunmaları. şefi' olmak: şefaatçı olmak. şefi. şefaat eden, bir suçun bağışlanması için aracılık eden, muhammed. şefi'u'lmüznibin: günahlara şefaatçi. şeha: ey padişah! ey şah! şehd: bal, gömeç balı, asel. şehd ü şeker: bal ve şeker. şehi ayyar: yoldan çıkaran sevgili. şehid: şahid olan. allahyolundacanını feda eden müslüman. hak için hayatını feda ederek ölen. allah'ın rızasına eren. şehri mu'azzam: büyük şehir. şehriyar: hükümdar, şah, padişah. şehsüvar: ata iyi binen. şehvet: nefsin meyli ve arzusu. bir şeyi fazla istemek. cinsel istek. mahbube için olan istek. şekavet: bedbahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk, eşkiyalık, haydutluk. şeker ve güllab: şeker ve gül suyu. şekk: şüphe, zan, bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek. şem. mum, ışık. şem' ü çerağ: mum, kandil, ışık. şemveş: mum gibi, ışık gibi. şem'. ışık, çıra. muma batmış fitil. şemi delil: görünen, kılavuz olan mum, ışık. şemle: araplar'ın baş örtüsü. şemm: bal mumu, mum. şemme: bir kere koklama, pek az şeyi. şems: güneş, afitab. şems ü duha: güneş. şemsi bizevalem: sonsuz güneşim, öğle vakti güneşiyim. şemsi münir: parlayan güneş. şeraver: kanun getiren. şerefi desti bus kıldı: elini öpmekle kutluluk buldu. şerh eylemek: açmak, açıklamak. şerh ü beyan: açıklama. şeriat: doğru yol. allah'ın emri. ayet, hadis, icmai ümmet esaslarına dayanan din kaideleri. şeri şerefli, mübarek, kutsal; soylu, temiz; hüseyin vasıtasıyla muhammed soyundan olan. şerik: ortak ders, mektep, medrese, arkadaş. şermende: utangaç. şermsar: utangaç, mahcup. şeş cihet: altı yön . şetaret: neşe, şenlik, sevinç. şevk: çok istek, şiddetli arzu. neşe. şey'en li'llah: allah rızası için bir şey . şeyatin: şeytanlar. şeyda: aşktan aklını kaybetmiş, divane, düşkün, şaşkın. şeytan: iblis. cenabı hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. şeytanı mutlak: katıksız şeytan. şikak: nifak, ikilik, ittifaksızlık. şikar: av, avlanan hayvan. avlama. düş mandan ele geçirilen mal, ganimet. şikarcık: av hayvanı, avlanılacak şey. şikeste: kırık, kırlmış. yenik, mağlub olmuş. şimal: sol, sol taraf. sağın ve cenubun zıddı. coğ. kuzey. şimşad: şimşir ağacı. şimşiri hayder: ali'nin kılıcı. şindi: şimdi. şir: aslan. süt. şirhar: küçük çocuk. şiri merd: erkek aslan, özü sözü doğru, süt. şirin: tatlı, sevimli, cana yakın. ferhat ile şirin adlı aşk hikayesinin kadınkahramanı. şol: o, üçüncü teklik kişi zamiri. şu'le: alev, ateş alevi. alevlenmişodun. şugl: iş, uğraşacak, meşgul olacak şey, dert. şuglı cihan: dünya işleri. şu'le: alev, ateş alevi, nur, parıltı. şu'lei iman: iman nuru. şuma: siz. şumara: sayısız, sayıya gelmez. şure: çorak, verimsiz toprak. şuride: perişan, karışık. tutkun, aşık, meftun. şüheda: şehitler. şükran: şükran alameti, iyilik bilme nişanesi. şükri ferah: gönül açıklığının şükrü. şükufe: çiçek, süslemede sırf çiçek motiflerine dayanan bir tarz. şümar: sayan, sayıcı. esden, edici. tt tanmamak: seslenmemek, ses çıkarmamak. ta'accüb itmek: şaşırmak. ta'allül: vesile ve bahane arama. tabnak: parlaklık. taban: ışıklı, parlak. ta'am: yemek yenilen şey. abdurrahman güzel ta'. hoş görmemek, kötülemek, birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. küfretmek. muhalifin iddialarını çürütmek. ta'na taşın at: kınamak. ta'na ur: kınamak. ta'un: veba hastalığı. ta'zim: saygı gösterme, ikram etme. taaccüb etmek şaşmak, hayret etmek. taaccüb: hayret. ta'at: allah'ın emirlerini yerine getirme, itaat etme, ibadet etme. tabi: birinin arkası sıra giden, ona uyan, boyun eğen, bağlı kalan, birinin emri altında bulunan. tabl: davul, zurna, kulak zarı. tablhane: büyük davul. tablı melamet: yergi davulu. tablı selameti çalmak: selamet davulu çalmak. tabşurmak: teslim etmek, tevdi etmek, emanetetmek. yetiştirmek, ulaştırmak. tac: bazı tarikatlarda şeyhlerin giydiği başlık. tacı rahim: merhamet tacı. tacir: ticaretle uğraşan. tag: dağ. tagarcık: yiyecek vs. koyulan meşinden torba. tagayyür: değişmek, başkalaşmak. bozulmak, renk değiştirmek. taharet: temizlik, temizlenme. tahayyür: hayran olma, hayrete düşme, şaşakalma, şaşırma. tahir: temiz. tahiyyat: selamlar, hayır dualar, namazda okunan ettehiyyatü duası. tahrir: yazma, yazılma. tahsin etmek: beğenmek, alkışlamak. tahsin: takdir etmek, beğenmek. tahtessera: yerin altı, toprak altı. tak: bina kemeri, yarım daire şeklinde kapı vepencere üstü, kubbe. takdiri hüda: allah'ın takdiri. takrir: anlatma, anlatış. takriri berat: imtayaz bildirimi. taksir: kısaltma, kısma. kusur, hata, kabahat, suç. günah. bir işi eksik yapma. takva: bütün günahlardan kendini korumak, dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. tal'at: vecih, yüz, çehre. görünüş. görüşmek. güzellik. bir şeye çok rağbet etmek. talak: boşamak, boşanmak. bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. tali: talih, kısmet, kader, baht, tulu eden, doğan. tali. doğan, tulu' eden. kısmet, kader, baht. nişangahın arkasına düşen ok. yeni hilal. tali'i me'sud: bahtı açık. talib: isteyen, istekli. talebe, öğrenci. talib ü matlub: isteyen ve istenilen. taliban: istekliler, isteyenler. talibi aşk: aşkı isteyen, aşka istekli olan. talmak: dalmak. tam: damlamak. tamah: bir şeye göz dikip bakma, hırs. tamar: damar. tamu: cehennem. tana: dana. tandur: tandır. tanık: gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimse, şahid. tarik: yol, meslek. tanlamak: hayret etmek, şaşmak, garip bulmak. şaşırtmak. tanrı bendesi: allah'ın gerçek kulu. tanrı dostı: veli, eren. tanuk, tanık: şahit, şehadet. tapşurmak: emanet etmek, teslim etmek, vermek. tar: karanlık. tel, saç teli. tepe. iplik. tarac: yağma, talan, çapul. yağmalama, talan etme. taraş: yontma. tarh: atma, bırakma, uzaklaştırma. dağıtma, bölme, ta'yin. kurma, düzenleme. tarikat: yol, manevi yol. usul, tarz. tarrar: yankesici, hilekar. tasarru sahip olma. idare ile kullanma, tutum. artırma. tasavvurı batıl: kötü düşünce. tashih: yanlışı düzeltme, doğrultma. taş: dış. taşra düşmek: dışarıda kalmak. taşra: dışarı. tavus: meşhur bir süslü kuşun adı. tayak: dayanılacak nesne. tayi. itaat eden, boyun eğen kimse. bir işi kendi isteğiyle yapan. taylasan: başa veya boyna sarılan şal, zahidlerin sarıklarından sarkıttıkları uç. tayr: kuş. uçmak. tazarru vü niyaz: yalvarma ve yakarma. tazarru: kendini alçaltarak yalvarma. te'vil: sözü çevirme, söze ayrı manavermeye kalkışma. tebarüz: iki düşmanın çarpışmak üzere meydana çıkması, görünme, gözükme, belirme. tebdil: değiştirme, değiştirilme, başka bir hale gelme. tebeddül: değişme, başka hale gelme. teberra: beri olma, yüz çevirme, uzaklaşma, çekilme. teberrük: uğur sayma, mübarek sayma, hatıra olarak verme. tecelli: görünme, belirme, allah'ın lütfuna nail olma, tasavvufi manada hak nurunun tesiriyle makbul kulların kalbinde ilahi sırların ayan olması hali. tecemmül: süs, süslenme. tedbir: bir şeyi te'min edecek veya defedecek yol. cenabı hakk'ın hakim ismine uygun hareket, riayet. bir şeyde muvaffakiyet için lazım gelen hazırlık. teferrüc: açılma, ferahlama, gezinti, gezintiye çıkma. teferrüc etmek: ferahlanmak, iç açılmak. gezintiye çıkmak. teferrücgah: eğlence ve gezinti yeri. tehi boş, boşuna. ünersiz, marifet siz, bilgisiz. tekebbür: kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek. tekebbürlük: büyüklenme, kibirlenme. tekerrür: tekrarlanma. teki: gibi. tekmil olmak: tamamlanmış olmak. tekye kılmak: dayanmak. tekye: tekke, tarikatte olan dervişlerin oturdukları, ibadet ve ayin yapüklan yer. telakki: alma, kabul etme. şahsi anlayış, şahsi görüş. tele yok olmak, ölmek, zayi olmak. boş yere harcamak. teman: tamam, son. temaşa: bakıp seyretme. gezme. temenna: eli alnına götürerek selamlama işareti yapma. minnettar olma. temessül: bir şekil ve surete girme, biçimlenme. benzeşme. temyiz: ayırma, ayrılma, seçme, seçilme. iyiyi kötüden ayırt etme. ten gözi: dünyayı görmemizi sağlayan organ. ten: insan vücudunun dış yüzü. tena'um: nimet içinde bolluk içinde bulunarak rahat etmek. tenam: nimetlenen. tenavül: bir şeyi alma. yemek yeme. bahşiş ve ihsanda bulunma. tene'umı eşk: göz yaşı aşı. tenhalamak: hiç kimsenin olmadığı bir vakti kollamak, beklemek. tennure: dervişlerin tören sırasında giydikleri geniş eteklik. tennurepuş: tennure giyen derviş. tenüm: uryan çırılçıplak. tenzil: indirme, azaltma, aşağı düşürme. kur'anı kerim. terane: nağme, ahenk, makam. ed. rübainin başka bir ismi. bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme. terazi: birbirini razı etme, uyuşma. terceman: tercüman. tercii bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç kısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda tekrarlanan kafiyeli bir beyti bulunan nazım şekli. terki sitemkar: sitem etmeyi bırakma. terkibi bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç kısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda ayrı kafiyeli bir beyti bulunan bir nazım şekli. terkin urmak: bırakmak, vazgeçmek, terk etmek. terras: kalkancı, kalkan kullanan ters hristiyan, isevi. abdurrahman güzel teslim: bir emaneti yerine verme. bir şeyi yeni sahibine verme. hakikat olduğu söyleme. teşbih: benzetme, benzetilme. teşne: susamış. istekli, çok arzulayan, heveskar. teşne: lebler susamış dudaklar. teşnelük: susuzluk, çok istekli olma. teşviş: kargaşalık, karışıklık. tevabi: maiyyet, bir kimseye tabi olanlar. iman, islamiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar. uşaklar. bir merkeze bağlıolan yerler. tevhid: birleme. bir allah'tan başka ilah olmadığına inanma, lailahe illallah sözünü tekrarlama; her yerde ve her şeyde allah'tan başkasının tesir hakimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak. ed. allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume. tevhid bagı: allah'ı birleme. tevhid okı: allah'ı birleme. tevhid suyı: allah'ı birleme. tevhid tohumu: allah'ı birleme. tevhid ü sıfat: birleme ve nitelik. tevhid yolı: birleme yolu. teymür: demir. tezvir: söze yalan karıştırma. ara bozmak ve bilhassa kötülük kasdıyla yapılan kovuculuk. tıfl: küçük çocuk. her şeyin cüz ve parçası. batmaya yakın güneş. kıvılcım. tıflı pervane: çok hareketli, dört dönen çocuk. tıman: tedavi. tınab: çadır ipi. tınmak: ses çıkarmak, söz söylemek. timar: yara bakımı. ağaç bakımı. hayvan temizleme, tımar. beslediği sipahilerle harbe giden beylereöşrünü almak üzere ayrılan arazi. tir: ok. tirid: ekmek üstüne et ve et suyu dökülmüşyemek. tirkeş: ok kabı, okluk, kuburluk, sadak. tiryak: zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karşı kullanılan macun. panzehir. afyon. tiz bazara: çabuk pazara. tiz: tez, çabuk, hemen, derhal. tizrek: derhal, çabucak. togrı: doğru. tolab: dolap. tolmak: dolmak. ton: elbise, kılık kıyafet. renk. ton u destar: elbise ve sarık. tonı taylasını: başa ve boyna sarılan şalını torlak: genç, acemi, toy. parlak, güzel tüysüz oğlan. toylamak: ziyafet vermek, yedirip içirmek, ağırlamak. toymak: doymak, tatmin olmak. toz eylemek: tozlanmak. tuba: cennet'de sidre'de bulunan ve dalları bütün cennet'i gölgeleyen ilahi ağaç, güzellik, iyilik, hoşluk. tufanı necat: kurtuluş tufanı. tug: tuğ. bazı kuşların tepesinde bulunan uzunca tüy. tar. padişahların ve vezirlerin başlarına taktıkları başlıkların ön tarafında bulunan tüy veya püskül şeklindeki süs. tugyan: taşma, taşkınlık, azgınlık, coşkunluk. tul: uzunluk, boy, zaman çokluğu, uzun müddet. tuli emel: hırs, tamah, tükenmez arzu, olmayacak dilek. tulum: bazı yiyecek ve içecekler için koruyucu kap olarak kullanılan. tuman: duman. turab: toprak, toz. turaç: bir sülün çeşidi. turak durak. yerleşilen yer, yurt. turfa: yeni yetme, taze. turı gelmek: ayağa kalkmak. turılmak: durulmak, sakinleşmek, açılmak. turmak: kalkmak, yürümek. turra: saç, önden kesilmiş alın üstü saç. turrayı misk: misk gibi kokan alın üstü saç. turrayı müşkin: misk gibi kokan alın üstü saç. turre: tura. tuş eylemek: rast getirmek, karşı karşıya getirmek. tuş: köstek, ayak bağı, bağ. tuş, tüş: cihet, yön, yol. tuş: denk, benzer, eş. tuşlamak: rastlamak, karşılamak. tutaş: rastlama. tuti: dudu, papağan cinsinden taklit yapan bir kuş. tuz ekmek hakkı: komşuluk, arkadaşlık hakkı. tuzag: tuzak. tuzlu: güzel, hoş. tükeli: tamamen, büsbütün, kalabalık. türab: toprak. ali'nin lakabı. tütmek: duman olup gitmek. tüvana: güçlü, kuvvetli. uu ud: ağaç, odun. ulema: alimler, ilim sahipleri. ulum: ilimler, bilgiler. umman: ulu, büyük deniz, okyanus. umre: hacc mevsiminin dışında kabe'yi ve mekkei mükerreme'nin mübarek yerlerini ziyaret etme. uryan: çıplak, yalın. uzzaz: azizler. ucb ü tekebbür: kibirlenme, kendini büyük görme, kendini beğenmişlik. ucbı şeytani: şeytan'ın kendini beğenmişliği. uçmak: uçmağ, cennet. ud u sandal serv u tuba: erguvan, ud ve sandal servi ağacı ve tuba ağacı erguva çiçeği. ud: hayır, edep, ar, hicap, utanma, utangaç. kaygı, tasa. şeref, onur. ugru, ugrı: hırsız. ugrulamak: çalmak, hırsızlık yapmak. uğur: ön, yön. yol. uğurla: çalmak, sirkat etmek. ukba: ahiret, öbür dünya, baki olan alem. ukul: akıllar. ulalmak: büyümek, yetişmek, yaşlanmak. artmak, çoğalmak. ulaşık: ileriden beri ürüp gelen, mütevelli. birbiri ardına, arkası kesilmeksizin. bağlılık, irtibat. ulu: zengin, ağır, büyük, pek önemli, şerefli, saygıdeğer. ulu'lemr: padişah, kanun vazıı. ulum: ilimler, bilgiler. ulum: ilimler, bilgiler. ulus: millet, halk. uluş: köy, şehir. umman: ulu, büyük, umman, deniz, okyanus. umu: ümit, emel, arzu. urgan: büyük, halat gibi ip. urılmak: çalınmak . urmak: vurmak. urmak: giymek . urum: rum, anadolu. uryan bebürehne: başı ve vücudu açık, çıplak. uryan: çıplak, mecazi olarak dervişlere verilenunvan. us: akıl, fikir. usanmak: bıkmak, bıkkınlık gelmek. usul: asıllar, kökler. bir ilmin veya tekniğin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken esas, başlangıç bilgi. başlangıç. yol, yöntem, tertip. birinin soyundangelme kimseler, ana veya baba tarafından atalar. uş: işte, şimdi. çünkü. ancak. uşanmak: kırılmak, parçalanmak, ufanmak, dağılmak, kopmak, toz haline gelmek. uşatmak: parçalamak, ufalamak, kırıp dökmek. uşda: işte. uşşak: aşıklar. utmak: oyunda kazanmak, kar etmek. utlu: utanır, utangaç. uyarmak: ikaz etmek. yakmak. uzlet: bir yana çekilip kendi kendine yalnız yaşama. üü üftade: düşmüş, düşkün, biçare. aşık, tutkun. üleşmek: paylaşmak, bölüşmek. ümmi: anasından nasıl doğmuşsa öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş kimse. ümmü'lkur'an: fatiha suresi. ün: ses, yüksek ses, nida, avaz. şöhret, şan. ünsi: alışmış, sokulgan, arkadaş. ürcufe: yalan, uydurma söz. ürerem köpek gibi: köpek gibi ses çıkarırım. üryan: çıplak. üstad: muallim, usta, sanatkar, öğretmen; bir ilim veya sanat alanında üstün yeri olan kimse. abdurrahman güzel üstadane: üstada yakışır şekilde, ustaca. üşenmek: tedirgin olmak, rahatı kaçmak, çekingen, korkmak. üşmiş üşirmek. üşürmek, üşüştürmek, musallat etmek. ütilmek: oyunda yenilmek. üzengi: ata binenlerin ayaklarını geçildikleri, eyere bağlı yanm daire biçiminde demir halka. üzilmek: kapmak, kesilmek, sökülmek, kopup dağılmak. üzmek: kesmek, kırmak, koparmak. üzülkirişi üzülmüş. kopmak, koparılmak, kırılmak, kopup dağılmak, bozulmak, kesilmek, sökmek. üzüşmek: kesişmek, koparılmak. vv v'escudu adem: adem'e secde ediniz. va'di ebed: sonsuz sözünde durma. va'iz: nasihat veren, dini meseleler üzerinde öğüt veren. vacib: lüzumlu, yapılması gerekli, terki uygun olmayan. fık. yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup farz derecesine yakın olan. va'de: belirtilen zaman, ecel, ecelin takdir edildiği zaman. vahded: çemeni birlik bahçesi. vahdet: birlik, yalnızlık, teklik. tas. allah'a yakınlık, gönlünü, kalbini tamamen allah ile meşgul etme hali. vahdet bagı: birlik bahçesi. vahdethane: tekkelerde şeyhin odası. vahdeti vücud: varlığın tek oluşu, tasavvuf mesleği; her yerde ve her şeyde kalbini yalnız allah ile meşgul etme hali ve yaşayışı. vahid ü samed ü ahad padişahı yekta: allah. vahş: insandan kaçan, yabani ve ürkek. tenha ve ıssız yer. vahş u tuyur: ürkek, yabani hayvanlar ve kuşlar. vakar: ağırbaşlılık, temkinlilik. vakı' olmak: vuku bulmak, olagelmek. vaktı hazan: hazan vakti, sonbahar. vali: bir vilayeti idare eden en büyük memur. devleti temsil eden kişi, vallahu alem: en iyisini allah bilir. vangadak: hemen, birdenbire. varid: ulaşan, yetişen, gelen, erişen. akla gelen. bir şey hakkında olması beklenen, olabileceği düşünülen, söylenip tatbik edilen. visal: ulaşma, bitişme sevgiliye kavuşma. vesvas: şeytan. varid olmak: gelmek, ulaşmak. varis: kendisine miras düşen kişi. vasfı hal: durumun vasfı, anlatılma. vasfı hikayet: hikaye anlatımı. vasıl olmak: ulaşmak, kavuşmak. vasilik: genişlik, açıklık. ve nahnu akrebu ve nahnu akrebu minhüm. ve biz sizden daha yakınızdır manasına gelen bu ibare vakıa suresi. ayetten alınmıştır. vech: yüz, suret, çehre. veçhile: sebeple, suretle. vefa: sözünde durma, sözünü yerine getirme. vefadar: vefalı, sözünde duran. vehm itmek: yersiz korkmak, kuruntu etmek. ve'l hasıl kelam: sözün kısası. velayet: velilik, ermişlik veli ve ermiş olan kimsenin hali ve sıfatı dostluk, sadakat allah dostluğu. veleddalin amin: veladdalin kur'anıkerim'in ilk suresinin en son kısmı. amin, allahım kabul eyle. manasındadır. veli: ermiş, eren. veliyu'llah: allah'ın velisi, dostu, evliya. ve'sselam: işte o kadar, son söz budur, artık bitti. vesvesei şeytan: şeytanın dürtüsü. viribilmek: göndermek, yollanmak. visal: vasıl olma, sevdiğine ulaşma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma. vitiri vacib: yatsı namazından sonra kılınan üçrekat namaz. vuhuş: yabani hayvanlar. vuslat ol. bir şeye ulaşma, yetişme. kavuşma. vuslat: şarabı kavuşma şarabı. vuslat u fursat: kavuşma ve fırsat. vuslat u fürkat: kavuşma ve ayrılık. vuslat visal: sevdiğine kavuşma, ulaşma. vuslata irmek: sevdiğine ulaşmak, kavuşak, ayrılıktan kurtulmak. vücudname: kaygusuz abdal'ın eseri. yy yaban: ıssız kır, ova, insandan boşalmış yer. yabancı. dışarı, başka ülke. yad: hatırlama, anma. hatır, gönül. yad: yabancı, tanıdık olmayan, garip. yadigar: bir kimseyi veya bir olayı hatırlatan nesne veya kişi. yağır: hayvanların sırtında çıkan yara. sırtı yaralı hayvan. yağma: zorla mal alma, çapul, talan, yağma. yağı: düşman. yağlı çöreg: tereyağıyla yapılan bir çeşit çörek. yahni: et yemeği. azık, zahire. pişmiş şey. yahşı: iyi, güzel. yahşı yaman: iyi kötü. yakım: mersiye, ağıt yakmak. yakin ehli: hakk'ı en iyi bilen. yakin: şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. yakut: çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı. yalabılmak: parlamak, parıl parıl parlamak, ışık saçmak. yalap yalap: parıl parıl, alev alev. yalıncak: çıplak. yamru yumrı: eğri büğrü. yamru yumrı söylemek: ileri gerikonuşmak. yarag: hazırlık, levazım, teçhizat. silah. pişkin ve idmanlı. yarag: silah, asker. yaraglanmak: hazırlık yapmak, hazırlanmak. yaran: dostlar, arkadaşlar. yargu divan oldı: toplanıp mahkeme kuruldu. yargu: yargı, adalet merci. yarı peygamber: peygamberin dostu, arkadaşı, ebubekir. yarındası: ertesi gün. yari mahrem: sırdaş, dost. yasdanmak: yaslanmak, yaslanır gibi yatmak. yaşın yaşın: gizli gizli, için için. yavı kılmak: kaybetmek. yavı varmak: kaybolmak. yavız: kötü. yavlak: pek, çok, gayet. yay yay uluş. yaz, sıcak mevsim. yaylak: hayvanların odamasına, yayılmasına uygun olan yer. yed: el. kuvvet, kudret, güç. yardım. vasıta. mülk. yedi beyza: beyaz el. yedi bus: el öpme. yedi derya: yadi deniz yedi kat yiryüzü: dünyanın katmanları. yedi kudret: kudret eli. yedi revzenli: yedi pencereli. yedmek: çekmek, yedekte götürmek. yeg: iyi, daha iyi, üstün, efdal. yegan: birler, tekler. teker teker. yeğrek: daha iyi, üstün, baskın, tercih edilir. yehdillahü limen yaşa: allah' dilediğinidoğru yola götürür sözü yekcihet: tek yön, fikirleri bir olanlar. yekdil: tek gönül, gönül birliği. yeksan: düz. beraber, bir. her zaman. yelmek: yilmek, koşmak. yemin: sağ el, sağ taraf. yensüz gönlek: kolsuz gömlek, kefen. yermek: zemmetmek, kötülemek, beğenmemek, hor görmek, çekiştirmek. yesir: kolay. az şey, az. kumarbaz. yesiri derdmend: dertli esir. yevm: gün, yirmi dört saatlik zaman. yevmü'lhisab: hesap günü. insanların allah'ın huzuruna çıkacakları gün. yidi eyyubveş: yedi eyüp gibi. yidi ılduz: yedi yıldız. yidi tamu: yedi cennet, cennet'in yedi katı. yididörton sekiz: yedi deniz, dört unsur, on sekiz bin aleme işaret eden sayılar. yiğ: daha iyi, üstün. yil: yel, rüzgar. yilsuodtoprak: dört unsur . yog: yok. yoğun yumrı: kaba, sert, eğri büğrü. yohsa: yoksa. abdurrahman güzel yohsul: yoksul, fakir. yol eri veli, eren. yoldaş: aynı yolda giden, arkadaş. yondurmak: yontturmak. yögrük, yüğrük: yörük, tez koşan. yörenmek dolaşmak, yaklaşmak, bir şeyin çevresinde dolaşmak. hatıra gelmek, gönlü kaplamak. yu çok zayıf, yuh, yuf. yular: hayvanları bağlamak için boyunlarınageçirilen ip, zincir veya deriden yapılan dizgin. yumak: yıkamak . yumış oglanı: erkek hizmetçi, hizmetkar. yumuş, yumış: hizmet. yunmak: yıkanmak. yuvuk: geyik. yüğrüklük: yürürlük, hızlı gitme, hızlı koşma, çokkoşan, işlek, taşkınlık. yüreg: yürek. zz zag: karga. zag: yayın ucuna sarılan deri. zahid: züht ve takva ehli, aşırı sofu, her türlüzevkten uzaklaşarak kendini ibadete veren. zahidi mağrur: kibirli zahit. zahidi rana: uygun, güzel zahit. zahidi tersa: hıristiyan softa. zahir: görünen, belli, meydanda dış yüz görünüşü açık. zahirbatın: açıkgizli. zahm: yara, ceriha. zahmı diken: diken yarası. zahr: ihtiyaç zamanı için alınan ve saklanan şey. zakir: zikreden, zikredici, anan; tekkelerde zikir esnasında dervişleri teşvik için ilahiler okuyan kimse. zangadak: hemen, birdenbire, aniden. zan. sanma, sanı, sezme. şüphe, işkil. zann u güman: zan ve şüphe. zannı hayal: sanı, hayal gibi. zar: inleyen, ağlayan. zayıf, dermansız. inleme, ağlayış. zarılık: ağlayış, inleyiş. zari kılmak: ağlamak, sızlamak, inlemek. zari: ağlayıp sızlanma. zari zarafetli, güzel, şık. ince ve nazik avırlı. ince nükteli ve güzel tabirlerle konuşan. zati mutlak: mutlak zat, cenabı allah. zati: kişiyle ilgili, kişiye ait şahsi, zer alan zayi. elden çıkan, kaybolan, yitik, zarar, ziyan. zeban: dil, lisan, lügat, lehçe. zebun: zayıf, güçsüz, aciz. alışverişte aldanan. zebur: kitap. mektup. peygamber davud'avahiy ile gelen mukaddes kitabın adı. zecr: menetme, engel olma, yasaklama. zorlama, zorla yaptırma. kovma. eziyet etme, sıkma. angarya olarak çalıştırma. zehi, zihi. ne kadar güzel, ne mutlu, ne iyi, ne hoş. zehri mar: yılan zehri. zekat: islam'ın beş şartından biri olan, mal ve paranın paklığını ve helalliğini sağlamak üzere, kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtılması. zekeriyya: beni israil peygamberlerinden ve süleyman aleyhisselam'ın neslindendir. beytü'lmakdis'de tevrat yazan ve kurban kesen reis idi. zelil: hor, hakir, alçak; aşağı tutulan, aşağılanan. zemheri: karakış, aralıktanocağa kadar şiddetli soğukların devam ettiği süre. zemin: yer, yeryüzü. zemzeme: ezgili, nağmeli ses, nağme, hoş ses. zenbil: içine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap. zeng: zenci. kir, pas. zil, çalpara. zengedek birdenbire, aniden. zer: altın. akçe. tas. nöbet, oruç, çile. zerdalü: zerdali, sarı erik. zerde: safranla pişirilen bir çeşit pirinç tatlısı.safran, sarı renge boyadığı için bu ad verilmiştir. eskiden düğünlerde pişirilirdi. safran. yumurta sarısı. zerger: altın işleyen, kuyumcu. zergerdan: bir kavak çeşidi. zerk: bir su veya sıvı ilacı ırınga ile vücuda vermek. sofuların giydiği mavi cüppe. dindar görünme. hile, riya, iki yüzlülük. zerk ehli: riya, gösteriş sahibi. zerk ile zünnar: riya ile papaz kuşağı. zerk ü salus: riya sahibi, iki yüzlü. zerk ü tezvir: yalan dolan. zerrak: iki yüzlü. zerver: altın yaldızlı olan. zeval: yerinden ayrılıp gitme. zail. güneşin baş ucunda bulunma zamanı, öğle vakti. zevrak: kayık zevrakı muhit: denizlerin kayığı, gemi. zeyn: zinet, süs, bezek. süslemek. zeyrek: anlayışlı, uyanık, zeki. zımn: açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılmak istenilen söz, gizli maksat, istek. zi: arapçada kelimenin yerine göre za, zu, zi şeklinde okunan, sahib manasını ifade eden ve birleşik kelimeler yapan bir edattır. ziba: süslü. güzel, yakışıklı. zihi: ne güzel, ne iyi, aferin. zikıymet: kıymet sahibi, kıymetli. zindan: karanlık, yeraltı hapishanesi, sıkıntılı ve karanlık yer. zinde: diri, yaşayan, canlı. dinç, sağlam, güçlü, kuvvetli. zinet: süs, bezek. kadınlara mahsus kıymetli eşya. zineti zemaneye: zamanın süsüne. zinhar: sakın, asla, katiyyen, olmaya, aman. zinşeri şerefli. zir ü zeber olmak: alt üst olmak, karışmak. zirek: zeyrak, anlayışlı, uyanık. ziri kelim: söz altı. zişt: çirkin. ziyadeleşme: artma, çoğalma. zuhur etmek: görünmek, meydana çıkmak, türemek. zuhur, zuhurat: zuhur, meydana çıkmak, belirmek demektir. arapça olan sözün çoğulu, zuhur eden şeyler anlamına zuhurat tır. tasavvuf ehli, meydana gelen şeylere zuhurat elerler. zuhurata tabi olmak, beliren, meydana çıkan olaylara uymak, onlara göre hareket etmek anlamına gelir. tasavvuf ehlince varlıklar, tanrı'nın zuhurudur. tanrı'nın kudretinin, yani tanrı varlığının aynaları, mazharlarıdır. tanrı'nın zatı, bu sıfatlarla tezahür eder, fakat her an olup duran bu zuhur, irfana ermeyenlerin nazarında, hep o varlıkların muktezası gibi görünür. zuhura gelmek: ortaya çıkmak, meydana gelmek. zulmet: karanlık. sıkıntı. zurbazu: kuvvetle, zorla kuvvet oyunları gösteren sanatkar. zücace: kalp. zühd ile takva: ibadet ve inanç. zühd ü riya: ibadet ve riya. zühd ü salus: ibadet ve iki yüzlülük. zühd ü savm: ibadet ve oruç. zühd ü ta'at: ibadet. zühd: dünyevi şeylere rağbet etmeyip pehrizkar olmak ve daima takvaya yapışarak ibadette bulunmak. dünyaya buğz ve dünyalıktan uzaklaşma zühd; dünyadan ve dünya malından zühd, halktan zühd, haram ve şüpheli şeylerden zühd, helaldan zühd, olmak üzere çeşitlere ayrılır. asıl zühd, helallerden zühddür. çünkü diğerlerinden zühd, farzdır. zühhad: zahidler, çok aşırı sofular. zühre: astr. çoban yıldızı, sabah yıldızı, venüs, kervankıran, çulpan. zül yüzün iki yanından sarkan saç lülesi sevgilinin saçı. zünnar: papazların bellerine bağladıkları uçları sarkık ipten örme kuşak. züvvar: ziyaretçiler, ziyaret edenler mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve yunan ve ermeni amaline kurban etmemek için açılan mücahedei milliye uğurunda milletle beraber serbest suretde çalışmağa sıfatı resmiye ve askeriye artık maniolmağa başladı. bu gaye-i mukaddese için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa mukaddesatım namına söz vermiş olduğum cihetle pek aşıkı bulunduğum silki celili askeriye bugün veda ve istifa etdim. bundan sonra gaye-i mukaddese-i milliyemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i milletde bir ferdi mücahid suretiyle bulunmakda olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim. mustafa kemal , erzurum, ankara, bitlis, sivas, trabzon, mamuretülaziz, van vilayetleriyle erzincan mutasarrıflığına şifre telgrafname. mustafa kemal ve hüseyin rauf beylerin hükumetin mukarrerat ve tebligatına muhalif harekat ve tahrikatta devam ve ısrar etmekde oldukları, imzaları altında neşrettikleri beyannamelerle vuku bulan işaratdan anlaşılmasına bina'en hemen derdest edilerek dersaadet'e izamları meclisi vükela kararıyla tebliğ olunur. harbiye nezaretinden de kumandanlıklara tebligat ifa olunmuşdur. fitemmuz sene dahiliye nazırı mehmed adil harbiye nezaretinden şu telgrafı aldım: harbiye, temmuz erzurum'da kolordu kumandanlığına. mustafa kemal paşa ile hüseyin rauf bey'in mukarreratı hükumete muhalif efal ve harekatlarından dolayı hemen derdestleriyle dersaadet'e izamları babıali'ce bi'ttensib mahalli me'muriyetine evamiri lazıme verildiğinden kolorduca da ciddi muavenetde bulunulması ve neticesinden malumat itası rica olunur. temmuz harbiye nazırı mustafa nazım. atideki cevabı yazdım, aynen müfettişliğe. kolordu ve kolordu kumandanlarına da bildirdim: erzurum, ağustos harbiye nezaretine. cevabdır tarihli merkez da'iresi şifreye: mustafa kemal paşa ile hüseyin rauf bey'in mukarreratı hükumete muhalif efal ve harekatlarından dolayı derdestleriyle dersaadet'e izamları hakkında mahalli me'muriyetine emir verildiği cihetle kolorduca da ciddi muavenetde bulunulması emir buyuruluyor. hükumetin mukarrerat ve siyaseti ne olduğunu bilemiyorsam da erzurum'da bulunan mustafa kemal paşa'nın efal ve harekatında vatan ve milletin maksad ve menafiine ve kavanini mevcudeye muhalif telakki edilecek hiçbir hal ü hareketi olmadığını görüyorum. müşarünileyh, mülkü milletin saadet ve selametiyle alakadar her ferdi vatanperver gibi yaşamakdadır. pontus hükumeti teşkili hulyasıyla trabzon ve samsun havalisine muhacir sıfatıyla akın akın müsellah rum çeteleri çıkdığı ve ermenilerin büyük ermenistan hayalini besledikleri ve hududlarımıza kadar her türlü fecaat ve şenaati yapmakda ve sivas'a diye feryadda devam eyledikleri ve itilaf mensubin'in de bunlara hafi ve celi her türlü muavenet ve müzaheretde bulundukları herkesce malum ve bu hal istanbul gazetelerinin bile neşriyatıyla sabit olduğu halde, hükumetin mevcudiyetimiz aleyhine hazırlanan bu müdhiş tehlikelerden bihaber vaziyetde kalarak millete hiçbir nefhai ümid ve tatmin vermemesi ve bilakis en münevver ve kıymetdar zevat ve kumandanların birer suret ve bahane ile millet arasından tecrid ve habs ü tevkif edilmesi, bir tarafdan da esliha ve sa'irenin alınması bilhassa tehlikeyi pek yakın gören ve muhafazai namus ve hayat endişesiyle çırpınan bu mıntıka halkında pek haklı olarak ermeni ve rumların izmir gibi nagehani olarak buraları da işgal edeceği ve bütün müslümanların ayaklar altında çiğneneceği kanaatini hasıl etdirmişdir. bundan dolayı da millet kendi kuvvetine istinad ederek bu ihtisasatını hükumeti celileye ismaa ve bunun için her fedakarlığı yapmağa ve her ümidden mahrum bir halde namussuzca ermeni ve rumların süngü ve baltaları altında ölmekden ise namuskarane müdafaaya karar vermiş olduklarını evvelce arzetmişdim. geçenlerde vukuagelen sürgükolu ve kamaların sevkine mani olan ahval de böyle bir azim ve kararın neticesi olduğuna şübhe yokdur. fırka kumandanı kaymakam halid bey'in bile mahfuzen sevkinin efkarı umumiyeye pek fena te'sirler yapacağını ve belki de fırkasının mümânaat göstermesini ve isyanını intac edeceğini arz etmiş idim. mustafa kemal paşa gibi memleketde namusuyla ve hidematı güzide-i askeriye ve vatanperveranesiyle tanınmış ve bütün askerlerin de pek ziyade hürmeti mahsusası'nı kazanmış ve bahusus henüz yirmi gün evvel memleketin nısfına kumanda etmiş olan ve hal ü hareketinde menafi-i vataniye ve milliyeye mugayir hiçbir şey mehsus ve meşhud olmayan bir zatın tevkifine bir sebebi kanuni olamayacağı ve balada arzetdiğim ahval dolayısıyla halk ve ordu nazarında da iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği cihetle müşarünileyhin tevkifine ve kolorduca bunun için muavenetde bulunulmasına halüvaziyetin katiyen müsait olmadığını arzeylerim. bahusus ki memleketi helak ve inkıraz tehlikesinden kurtaracak yegane çarenin tevekkül değil ancak milletin hak ve ruhunu aleme izhar ve te'yid kanaatinde olan ve vilayatı şarkiyede ve henüz ermeni süngü ve baltalarının alamı namuşikenanesini unutmuş bir tek insan ve bir tek hanüman bulunmayan bu muhitde böyle bir teşebbüsün icrası değil ihsası bile büyük fenalıkları intac eder. esasen günden güne daha bariz ve pek vasi bir şekil almakda olan endişei milliyi tatmin edecek tedabiri sahiha ve vakıfanenin ittihazı ve buna bilhassa zatı samilerigibi dindar ve pek namuskar tanınmış bir racül-i kıymetdarın imalinüfuz ve irşad buyurması pek ulvi ve tarihi olur. herhalde bura ahvalinin istanbul'da makus telakki edildiğini zann ediyorum; hükumetin en sadık ve hürmetkar bir cüz'ü olduğuna katiyen şübhe caiz olmayan acizleri anadolu'ya dersaadet'den bu kadar yanlış ve hatalı nazarlarla bakılmamasını ve çünkü bu nazarlar netayicinin pek elim ve nedametaver olacağı kanaatini bil münasebet tekrar arzetmeği bir vecibe-i hamiyet ve bir fariza-i namus addeder ve bugün acizleri dahi şekkü mechuliyet içerisinde bulunduğumdan siyaseti umumiyemizden, hükumetin takib etdiği makasıd ve mukarreratdan haberdar edilmekliğimi istirham eylerim. kolordu kumandanı mirliva musa kazım erzurum, ağustos şarki anadolu müdafaai hukuk cemiyetinden, üçüncü ordu müfettişliği makamı alisine, şarki anadolu vilayetinin erzurum kongresi beyannamesidir. mütarekenin akdini müteakib gitdikce artan ahdşikenane muamelat ve izmir, antalya, adana ve havalisi gibi aksamı mühimme-i memalikimizin fiilen işgali ve aydın vilayetinde ika edilen tahammülsüz yunan fecayi ve ermenilerin kafkasya dahilinde hududlarımıza kadar dayanan katliam ve imhayı islam siyasetiyle istila hazırlıkları ve karadeniz sahilinde pontus hayalini tahakkuk etdirmek gayesiyle hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksadla rusya sahillerinden akın akın muhacir namı altında gelen yabancı rumların ve bu miyanda müsellah eşkıya çetelerinin sevk ve celb edilmesi gibi hadisat karşısında mukaddes vatanın inkısam ve inhilal tehlikesini gören milletimiz, hiçbir irade-i milliyeye istinad etmeyen hükumeti merkeziyemizin bu alam ve fecayi'a çaresiz olamayacağına emsali meşhumesiyle kani ve birçok mü'essirat tahtında ihtimal ki daha elim ve gayri kabili hazm ü kabul mukarrerata da serfüru edeceğinden tamamıyla endişenak bulunuyor. bina'en aleyh kendisini en yakın ve en hunin tehlikeler karşısında gören şarki anadolu vilayatının mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle her taraftan vicdan-ı milliden doğmuş cemiyetlerin iştirakiyle ahiren münakid olan erzurum kongresi ağustos sene tarihinde mesaisine hitam vererek bilütfihi teala bervech-i ati mukarreratı ittihaz etdi. trabzon vilayeti ve canik sancağıyla vilayatı şarkiye namını taşıyan erzurum, sivas, diyarbekir, mamuretülaziz, van, bitlis vilayatı ve bu saha dahilindeki elviye-i müstakile hiçbir sebeb ve bahane ile yekdiğerinden ve camiai osmaniyeden ayrılmak imkanı tasavvur edilmeyen bir küldür. saadet ve felakette iştirakı tammı kabul ve mukadderatı hakkında aynı maksadı hedef ve ittihaz eyler. bu sahada yaşayan bilcümle anasırı islamiye yekdiğerine karşı mütekabil bir hissi fedakari ile meşhun ve vaziyeti ırkiye ve ictimaiyelerine riayetkar öz kardeşlerdir. osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin te'mini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için kuvvayı milliyeyi amil ve iradei milliyeyi hakim kılmak esastır. her türlü işgal ve müdahale, rumluk ve ermenilik teşkili gayesine matuf telakki edileceğinden müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. hakimiyeti siyasiye ve müvazenei ictimaiyeyi muhil olacak surette anasırı hıristiyaniyeye yeni bir takım imtiyazat itası kabul edilmeyecektir. hükumeti merkeziyenin bir tazyiki düveli karşısında buraları terk ve ihmal ıztırarında kalması ihtimaline göre makamı hilafet ve saltanata merbutiyeti ve mevcudiyet ve hukuki milliyeyi kafil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur. vatanımızda öteden beri birlikde yaşadığımız anasırı gayrimüslimenin kavanini devleti osmaniye ile mü'eyyed hukuki müktesebelerine tamamıyla riayetkarız. mal ve can ve ırzlarının masuniyeti zaten mukteziyatı diniye, ananatı milliye ve esasatı kanuniyemizden olmağla bu esas kongremizin kanaatı umumiyesiyle de teyid olunmuştur. düveli itilafiyece mütarekenin imza olunduğu teşrinievvvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi şarki anadolu vilayetlerinde de ekseriyeti kahireyi islamlar teşkil eden ve harsi, iktisadi tefevvuku müslümanlara aid bulunan ve yekdiğerinden gayri kabili infikak öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskun memalikimizin mukasemesi nazariyesinden büsbütün sarfı nazar ile mevcudiyetimize, hukuki tarihiye, ırkiye ve diniyemize riayet edilmesine ve bunlara mugayir teşebbüslerin tervic olunmamasına ve bu suretle tamamıyla hakk ü adle müstenid bir karara intizar olunur. milletimiz insanı, asri gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadi hal ü ihtiyacımızı takdir eder. bina'en aleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamisi mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudud dahilinde milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız ve bu şera'iti adile ve insaniyeyi muhtevi bir sulhün de acilen takarrürü selameti beşer ve sükunı alem namına ehassı amali milliyemizdir. milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde hükumeti merkeziyemizin de iradei milliyeye tabi olması zaruridir. çünkü iradei milliyeye gayri müstenid herhangi bir hey'eti hükumetin indi ve şahsi mukarreratı milletçe muta olmadıkdan başka haricen de muteber olamadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbukı efal ü netayic ile sabit olmuştur. bina'en aleyh milletin içinde bulunduğu hali zucret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükumeti merkeziyemizin meclisi milli'yi hemen bila ifatei an toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği bi'l cümle mukarreratı meclisi milli'nin murakabesine arz etmesi mecburidir. vatanımızın maruz kaldığı alam ve hadisat ile ve tamamen aynı maksadla vicdanı milliden doğan cemiyetlerin ittihad ve ittifakından hasıl olan kitlei umumiye bu kere unvanıyla tevsim olunmuştur. işbu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen aridir. bi'lcümle islam vatandaşlar, cemiyetin azayı tabiiyesindendir. kongre tarafından müntehab bir kabul ve köylerden bi'l itibar vilayat merakizine kadar mevcut teşkilatı milliye tevhid ve te'yid olunmuştur. kongre hey'eti. iradei seniyye, üçüncü ordu müfettişliğinden mazul ve askerlikten mustafi mustafa kemal bey silki askeriden ihrac ve ha'iz olduğu nişanlar nez ve uhdesindeki fahri yaverlik rütbesi ref edilmiştir. işbu iradei seniyyenin icrasına harbiye nazırı me'murdur. fizilkade sene, fiağustos sene mehmed vahideddin sadrazam damad ferid harbiye nazırı nazım. erzurum, erzincan ve bayburd mevki kumandanlıklarına, trabzon mevki kumandanlığına. fırka kumandanlığı vekaletine. fırka ve fırka kumandanlıklarına. sivas kongresi eylül sene 'de küşad olunmuş ve riyasetine mustafa kemal paşa ve riyaseti saniyeye de hüseyin rauf bey ve ismail fazıl paşa intihab olunmuş ve müzakerat başlamıştır. hey'eti merkeziyelere malumat ita buyurulsun. fırkalara ve erzincan ve bayburd ve trabzon mevki kumandanlıklarına bildirilmiştir. kolordu kumandanı mirliva musa kazım, sivas, eylül. umumi kongre beyannamesidir. bütün milletçe malum olan mehaliki hariciye ve dahiliyenin tevlid etmiş olduğu intibahı milliden doğan kongremiz mukarreratı atiyeyi ittihaz etmiştir. devleti aliyyei osmaniye ile düveli i'tilafiye arasında münakid mütarekenamenin imza olunduğu fi teşrinievvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her noktası islam ekseriyeti kahiresiyle meskun olan memalik-i osmaniye aksamı yekdiğerinden ve camiai osmaniyeden gayr-i kabil-i tecezzi ve hiçbiriyle iftirak etmez bir küll teşkil eder. memaliki mezkurede yaşayan bi'lcümle anasırı islamiye yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile ve fedakarlık hissiyatıyla meşhun ve hukukı ırkiye ve ictimaiyeleriyle şera'iti muhitiyelerine tamamıyla riayetkar öz kardeşlerdir. camiai osmaniyenin tamamiyeti ve istiklali millimizin te'mini ve makamı muallayı hilafet ve saltanatın masuniyeti için kuvvayi milliyeyi amil ve iradei milliyeyi hakim kılmak esası katidir. memaliki osmaniyenin herhangi bir cüz'üne karşı vaki olacak müdahale ve işgale, ve bi'lhassa vatanımız dahilinde müstakil birer rumluk ve ermenilik teşkili gayesine matuf harekata karşı aydın, mağnisa, balıkesir cebhelerinde mücahedatı milliyede olduğu gibi müttehiden müdafaa ve muavenet esası meşru kabul edilmiştir. öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bi'lcümle anasırı gayri müslimenin her türlü müsavatı hukukiyeleri tamamıyla mahfuz olduğundan, anasırı mezkureye hakimiyeti siyasiye ve müvazeneti ictimaiyemizi ihlal edecek imtiyazat itası kabul edilmeyecektir. hükumeti osmaniye bir tazyiki harici karşısında memleketimizin herhangi bir cüz'ünü terk ve ihmal etmek ıztırarında bulunduğu takdirde makamı hilafet ve saltanatla vatan ve milletin masuniyet ve tamamiyetini kafil her türlü tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur. düveli i'tilafiyece mütarekenamenin imza olunduğu fi teşrinievvel sene tarihindeki hududumuz dahilinde kalıp azim ekseriyeti islamiye ile meskun olan ve harsi ve medeni fa'ikiyeti müslümanlara aid bulunan vahdeti mülkiyemizin taksimi nazariyesinden bi'lkülliye feragatle bu topraklar üzerindeki hukukı tarihiye, ırkiye. riayet edilmesine ve buna mugayir teşebbüsatın ibtaline ve bu suretle hakk u adle müstenid bir karar ittihaz olunmasına intizar ederiz. milletimiz insanı, asri gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadi halü ihtiyacımızı takdir eder. bina'enaleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamisi mahfuz kalmak şartıyla, altıncı maddede musarrah hudud dahilinde milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız. bu şera'iti adile ve insaniyeyi muhtevi bir sulhün de acilen takarrürü, selameti beşer ve sükunı alem namına ehassı amali milliyemizdir. milletlerin kendi mukadderatını bi'zzat tayin ettiği bu tarihi devrede, hükumeti merkeziyemizin de iradei milliyeye tabi olması zaruridir. çünkü iradei milliyeye gayrimüstenid herhangi bir hey'et-i hükumetin dahi ve şahsi mukarreratı milletçe muteber olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar mesbuk efal ve netayic ile sabit olmuştur. bina'en aleyh, milletin içinde bulunduğu hali zucret ve endişeden kurtulmak çarelerine bi'z zat tevessülüne hacet kalmadan, hükumeti merkeziyemizin meclisi milli'yi hemen bila ifatei an toplamasi ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği bi'lcümle mukarreratı meclisi milli'nin murakabesine arz etmesi mecburidir. vatan ve milletimizin maruz olduğu mezalim ve alam ile ve tamamen aynı gaye ve maksadla vicdanı milliden doğan vatani ve milli cemiyetlerin ittihadından mütehassıl kitlei umumiye bu kere anadolu ve rumeli müdafaai hukuk cemiyeti unvanıyla tevsim olunmuştur. bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından ve ihtirasatı şahsiyeden külliyen müberra ve münezzehdir. bi'lcümle müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin azayı tabiiyesindendirler. anadolu ve rumeli müdafaai hukuk cemiyeti'nin eylül tarihinde sivas şehrinde inikad eden umumi kongresi tarafından, maksadı mukaddesi takib ile teşkilatı umumiyeyi idare için bir intihab edilmiş ve köylerden vilayet merkezlerine kadar bi'l cümle teşkilatı milliye takviye ve tevhid olunmuştur. umumi kongre heyeti. dahiliye nezaretine şifre, mahreci: erzurum. erzurum ahalisi teşkilatı milliye vücuda getirmişlerse de fikren hükumeti merkeziyeye karşı bir guna emeli muhalefeti mevcut olmayıp harbi za'ilde çektikleri mihnet ve meşakkatten ve ermenilerin ika eyledikleri taaddiyattan başka olarak bilhassa ermenistan'ın ademi teşekkülüne müttehiden mümanaat ve lede'l hace hükumete bu noktadan müzaheret etmek gayesini takib eyledikleri, ahalisinin pek saf ve samimi görülen ifadesinden anlaşılmaktadır. buralarda hali hazırda hristiyanlar mevcut olmadığı ve vilayetin kürd ve türk ahalisi arasında imtizacı tam cari olduğu numayan olmuştur. altı mebus çıkaracak olan merkez sancağının bir kazasından maadası intihaba müteallik muamelatı ikmal eylediği ve şimdiye kadar ekseriyeti azimeyi ihraz edenlerin mustafa kemal paşa ile baro re'isi celaleddin arif ve albayrak gazetesi müdiri necatibeyler olduğu ve ancak on güne kadar muamelei intihabiyeyi ikmal edebileceği tahakkuk eden kiğı kazası intihabının mahiyeti ne olursa olsun zevatı mezkurenin ihraz eyledikleri ekseriyeti ihlal edemeyeceği anlaşılmıştır. intihabatta ahalinin kemali serbesti ile bila müdahale re'y verdikleri umumen beyan ediliyor. bu vilayet halkının kanaatine göre mustafa kemal paşa, teşkilatı milliyenin müvellidi olmayıp kendilerinin muhafazai nefs ve vatan endişesiyle tanzimine say eyledikleri harekata iştirak etmiş olmasından naşi kendisine karşı amme'de bir hissi hürmet husule gelmiş ve kendisinin arzusu hilafına olarak beş yüz mühürlü mazbata ile ahali tarafından namzet ilan edilmiş olduğu ve kendisine karşı besledikleri hürmeti samimaneden başka intihapta bir guna maddi ve manevi saik mevcut olmadığı umumen söylenilmektedir. ihrazı ekseriyet etmeleri melhuz olan diğer namzedler miyanında da sui hal ile müştehir adamlar mevcut olmadığı ve memurine karşı hiçbir taraftan müdahale vukua gelmediği maruzdur. fiminu aralık ferik fevzi. mahkemei temyiz azasından cafer ilhami. darü'lhikmeti'lislamiye azasından mustafa tevfik. şifre telgrafname, mahreci: ankara , mustafa kemal paşa ve rüfekası dün akşam saat üç radelerinde ankara'ya dahil olarak doğruca hazreti bayramı veli kaddesi sırruhul'lala hazretlerinin türbe-i şerifelerini ziyaret ettikten sonra hükumet pişgahına toplanan binlerce ahali tarafından meserretkarane alkışlarla ortaya alınarak kurbanlar zebh ve hilafetpenahı azam ve padişahı muazzam efendimiz hazretlerinin devlet ve milletimizle saadeti namına dualar eyledikten sonra mumaileyh tarafından aynı mealde bir nutuk irad edilerek makamı vilayetde ve kolordu kumandanlığı dairesinde çay ve kahve ikram edilmiş ve badehu iki seneden beri boş olan ve ikametlerine tahsis olunan ziraat mektebine gitmişlerdir. istikbale şehre üç saatlik mesafeden umum ankara ahalisiyle mülhakatdan gelen eşraf ve ayan ve müdafaai hukukı milliye heyeti idareleriyle kezalik mülhakatdan gelen binlerce süvari kuva-yı milliye efradı iştirak etti ve yüzbinlerce ahali ve kadın ve çocuklarla da bir saatlik mesafeden bed' ile hükumete kadar iki keçeli olarak istikbale şitab ettikleri ve heyetin pek har ve samimi alkışlar içinde geçtiği ve ankara zeybekleri tarafından kılınç ve kalkan oyunu oynandığı ve müstakbilinin bir kısmı mühimimi müsallah olduğu halde ufak bir münasebetsizlik bile katiyen vukua gelmediği ve heyetin hacı bektaş karyesinde çelebi cemaleddin efendi tarafından misafir edildikleri ve dergah-ı şerif erkanı tarafından ziyafet verilmek ve umum tarikat nazenin ricailiyle alevilerin kuva-yı milliye'ye dahil oldukları ve kezalik kırşehir'nde de yağmurların kesreti nüzulüne rağmen pek büyük bir merasim icra edildiği mutasarrıflık vekaletinden alınan telgraf mündericatından müsteban olmağla ilaveten arz olunur. fi kanunı evvel sene . vali vekili defterdar yahya galib. , kanunı sani sene tarihli ve numrolu tezkere-i hususiye-i sadaretpenahileriyle tevdi buyurulan program mucebince meclisi umuminin bimennihi'lkerim kanunı saninin onikinci pazartesi günü vasati saat iki de küşadı makrun-ı müsaade-i seniyye-i hazreti padişahı buyurulmuş ve mezkur program dahi tasvibi aliye iktiran ederek leffen savbı samii sadaretpenahilerine iade kılınmış olmağla ol babda emr ü ferman hazreti veliyyü'l emrindir. firebiülahir sene, fi kanunı sani sene . serkatibi hazreti şehriyari ali fuad. nazırı şerif paşa hazretlerinden, meclisi mebusan riyaseti celilesine, kanunı sani sene , erzurum mebuslarından süleyman necati, hüseyin avni ve bayezid mebusu şefik beylerin kanunı saninin onuncu günü dersaadet'e müteveccihen hareket ettikleri ve bayburd'da bulunan zihni bey'in de orada mumaileyhime iltihak eylediği ve mustafa kemal paşa ankara'da ve celaleddin arif ve ziya beyler istanbul'da olup keyfiyet o vakit kendilerine yazıldığı ve mazabıtı intihabiyenin postanın tatiline nakliyat etmesine mebni kanunı sani sene tarihli ve numaralı ariza ile mebus şefik bey'e tevdian gönderildiği erzurum vilayetinden ve merkez sancağı mebuslarından samih ve vasıf beylerin dersaadet'e azimet ettikleri ve ziya bey de birkaç gün evvel hareket etmiş ise de karın kesreti hasebiyle yolların kapalı olmasından naşi ilbeylü nahiyesi merkezinde tevakkuf mecbur kaldığı ve sivas'da bulunan edhem ve rauf beylere tesrii hareketleri tebliğ edildiği ve amasyamebuslarından bekir sami bey hayli vakit evvel dersaadet'e gitmiş olduğu gibi ismail hakkı paşa ile ömer lütfi bey'in ve ömer fevzi efendi'nin istanbul'da bulundukları ve karahisar mebusu fazıl bey'in bir hafta mukaddem hareket ettiği ve tokad mebuslarının tesrii hareketleri lüzumunun mutasarrıflığa yazıldığı sivas vilayetinden ve rıfat bey'in bir mah mukaddem dersaadet'e hareket ettiği kayseri mutasarrıflığından ve mebus tarihinde ayntab'dan ve siverekli ali efendi'nin de kanunı sani sene minhu tarihinde siverek'den diyarbekir tarikiyla dersaadet'e hareket ettikleri urfa mutasarrıflığından bildirilmiş olmağla beyanı malumat olunur ol babda. vilayetlere ve müstakil livalara ve kolordu kumandanlarına, ankara, mart, makarrı hilafeti islamiye ve payitahtı saltanatı osmaniye'nin düveli i'tilafiye tarafından resmen işgali, kuvvei teşriiye ve adliye ve icraiyeden ibaret olan kuvayı selasiyi devleti muhteletmiş ve bu vaziyet karşısında ifayı vazifeye imkan göremediğini hükumete resmen tebliğ ederek, meclisi mebusan dağılmıştır. şu halde makamı hilafet ve saltanatın masuniyet istiklalini ve devleti osmaniye'nin tahlisini temin edecek tedabir-i te'emmül ve tatbik etmek üzere millet tarafından salahiyeti fevka'l adeyi ha'iz bir meclisin ankara'da ictimaa daveti ve dağılmış olan mebusandan ankara'ya gelebileceklerin dahi bu meclise iştiraketdirilmesi zaruri görülmüştür. bina'enaleyh zire dercedilen talimat mucebince, intihabatın icrası hamiyet ve reviyeti vatanperveranelerinden muntazırdır. ankara'da, salahiyeti fevka'l adeye malik bir meclis umuri milleti tedvir ve murakabe etmek üzere ictima edecektir. bu meclise aza olarak intihab olunacak zevat mebusan hakkındaki şera'iti kanuniyeye tabidir. intihabatda livalar esas ittihaz edilecektir. her livadan beş aza intihab olunacaktır. her liva kazalarından celb edeceği müntehabı sanilerinden ve merkezi liva müntehabı sanilerinden ve liva idare ve belediye meclisleriyle liva müdafaai hukuk heyeti idarelerinden ve vilayetlerde merkezi vilayet heyeti merkeziyelerinden ve vilayet idare meclisiyle merkezi vilayet belediye meclisinden ve merkezi vilayet ile merkez kazası ve merkeze merbut kazalar müntehabı sanilerinden mürekkep bir meclis tarafından aynı günde ve aynı celsede icra edilecektir. kolordu erkanı harbiye şube, aded ankara, nisan sene mevki kumandanlığına. bimennihi'lkerim, nisanın yirmi üçüncü cuma günü cuma namazını müteakip ankara'da büyük millet meclisi küşad edilecekdir. vatanın istiklali, makamı refii hilafet ve saltanatın istislahı gibi en mühim ve hayati veza'ifi ifa edecek olan büyük millet meclisi'nin yevmi küşadını cuma'ya tesadüf ettirmekle, yevmi mezkurun mebrukiyetinden istifade ve kable'lküşad bi'lumum mebusin-i kiram hazeratıyla hacı bayramı veli camii şerifi'nde cuma namazı eda olunarak envarı kur'an ve salat'tan istifaz olunacakdır. bade's-salat lihye-i saadet ve sancak-ı şerif 'i hamilen daire-i mahsusaya gidilecektir. daire-i mahsusaya dahil olmadan evvel bir dua kıra'atiyle kurbanlar zebh olunacakdır. işbu merasimde camii şerif'den bed' ile daire-i mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca kıtaat-ı askeriye ile tertibat-ı mahsusa alınacakdır. yevmi mezkur te'eyyüdi kudsiyeti için bugünden itibaren merkezi vilayetde vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle hatim ve buhari-i şerif tilavetine bed' olunacak ve hatm-i şerifin aksamı teberrüken cuma namazından sonra daire-i mahsusa önünde ikmal edilecekdir. mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı suretle bugünden itibaren buhari ve hatimat-ı şerife kıra'at edilerek cuma günü ezandan evvel minarelerde salavat-ı şerife okunacak ve esnayı hutbede hilafet me'abımız padişahımız efendimiz hazretlerinin nam-ı hümayunuzu zikredilirken zat-ı şevket-simatı padişahilerinin ve memalik-i şahaneleriyle bi'lumum tebaa-i mülukaneyelerinin bir an evvel na'ili felah ve saadet olmaları duası ilaveten tezkâr olunacak ve cuma namazının edasında sonra ikmal-i hatim edilerek makamı mualla-i hilafet ve saltanatın ve bi'lcümle aksam-ı vatanın halası maksadıyla vuku bulan mesai-i milliyenin ehemmiyet ve kudsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekilinden mürekkeb olan büyük millet meclisi'nin tevdi eyleyeceği veza'if-i vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkında mevizalar irad olunacakdır. badehu halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin halası, selameti ve istiklali için dua edilecekdir. bu merasim-i diniye ve vataniyenin ifasından ve camilerden çıkıldıktan sonra biladı osmaniye'nin her tarafında makamı hükumete gelinerek meclisin küşadından dolayı resmen tebrikat icra edilecekdir. her tarafda cuma namazından evvel münasip suretde mevlud-i şerif okunacakdır. işbu tebliğin hemen neşr ü tamimi için her vasıtaya müracaat olunacak ve seri'an en hücra köylere, en küçük kıtaat-ı askeriye'ye, memleketin bi'lumum teşkilat ve mü'essesatına ilanı te'min edilecekdir. ayrıca büyük levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tab ü teksir ve meccanen tevzi edilecekdir. cenabı hakk'dan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur. hey'eti temsiliye namına mustafa kemal hey'eti temsiliye riyaseti celilesi'nden tebliğ buyurulan beyanname baladadır. bervechi tebliğ ciheti mülkiye ile birlikte merasim-i diniye ve vataniyenin icrası rica olunur. diğer taraftan herhangi bir makamı, kuvvayı devlet ve milleti tevhid ve tevzin salahiyeti bahşederek o makamı gayri mes'ul tanımak mucibi felakettir. halifenin mes'uliyetini esas olarak kabul etmiş olan islamiyetin böyle sureti tesviyelere müsaid olamayacağı aşikardır. bu müşkil ve yekdiğeriyle te'lifi imkansız esasat içinde devri dıraz tedkikatı icra ederek nihayet islamiyetin şera'i esasiyesine müracaatla meclisi alinizde teksif edilmiş olan ve bütün cumhuri islamın da müzaheret ve muvafakatine mazhar bulunan irade-i milliyeyi bi'l-fiil mukadderatı vatana vazıu'lyed tanımak umdei esasiyesini kabul ediyoruz. azayı muhteremenin bu nukatı nazari hulasai tamim olunarak intihabına delalet olunması ve salahiyeti fevkalade kaydıyla intihab edilmiş bulunmaları ve müntehablarının teksir ve tevsi olunması esas itibarıyla bu umdenin milletçe de tamamen kabul edilmiş olduğuna delildir. binaenaleyh meclisi aliniz haiz olduğu salahiyeti fevkaladeye binaen karşısına çıkacak bir kuvvei icraiyyeyi yalnız murakabe etmek ve mesa'ili hayatiyeyi millet üzerinde böyle bir hey'etle mücadeleye mecbur kalmak gibi vaziyeti haziranın mütehammil olamayacağı mahdud bir vazife-i teşriiye ile değil idarei umumiye-i milleti fiilen deruhde ve selameti memleket ve hilafeti bi'zzat temin ve müdafaa vazife ve salahiyetiyle teşekkül etmişdir. ve artık meclisi alinizin fevkinde bir kuvvet mevcud değildir. işte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhrandan, felaketlerden, kah avrupa'yı taklid etmek kah idarei umur-i devleti şahsi noktai nazarlara göre tanzim ve tensik'e çalışmak kah kanun-i esasi'yi bile ihtirasat-i şahsiyeye bazice eylemek gibi pek elim neticelerini gördüğü basiretsizliklerden hasıl olan intibah-ı umumiye tercüman olduğumuz itikadıyla şu müşkil ve buhranlı devri tarihinin mücahedatını bu yolda tensik etmek taraftarıyız. mustafa kemal paşa devamla: zaten bu iş ile iştigal etmiş olan muhiddin baha bey birisi olabilir. zannederim. bazı sesler: diğeri de cevdet bey olsun. muvakkat re'is bey: buraya teşrif etsinler. bursa mebusu muhiddin baha bey: mazbataların tedkiki için iki encümen tefrik olunacak: on beşer kişilik. bir mebus: ne yapıyorlar, anlayalım? diğer bir mebus: kura çekiyorlar, birer tane alıyorlar fakat re'is beyefendi hazretleri iki katib birden zatı alinize muavenet eylerse. umum: muvafıkdır sadaları. müfid efendi : henüz burada isbatı vücud etmeyenlerin ismine isabet edenler geçilecek mi? muhiddin baha bey : mevcud olmayanlar yazılmasın zabta geçmesin. ferid bey : mevcud olmayanlar da zabta geçsin. muhiddin baha bey : kura çekilişiyle ankara mektupcusu esad bey sesler: namevcud. muhiddin baha bey : diyarbekir evkaf başkatibi mustafa bey. hüsrev sami bey . darende ka'imakamı süleyman sırrı bey . bidayet azasından abdülgani efendi . hacı hasan ağa zade rüşdü efendi . muvakkat re'is bey: mevcud olmayanları yazmayın. kura neticesinde tedkiki mazabıt encümenlerine ayrılan zevat-ı mevcude: birinci encümen: hüsrev sami bey , süleyman sırrı , necib efendi , çelebi efendi hazretleri , şerif bey , refik bey , şeyh seyyid efendi , halil bey , ferid bey , nebil bey , miralay ismet bey , hacı mustafa bey , şükrü bey , haşim bey , mehmed bey ikinci encümen: mustafa kemal paşa hazretleri , şemseddin efendi , haydar bey , sabit bey , şevket bey , ibrahim bey , cevdet bey , sırrı bey , eyüp sabri bey , halil ibrahim efendi , hakkı behic bey , müfid efendi , yusuf bey , hamdi efendi , tevfik efendi . muvakkat re'is bey: yarın saat onda tecemmu edilmek üzere mezakereyi tatil ediyorum. sinop müdafaai hukuk hey'eti re'isi rıza vamık bey, kazandığı re'y sinoplu vükelayı deaviden hacı ömerzade şevket efendi, kazandığı re'y sinoplu vükelayı deaviden hakkı hami bey, kazandığı re'y boyabad müdafaai hukuk hey'eti re'isi abdullah efendi, kazandığı re'y kastamonu maarif müdiriyetinden mütekaid şerif bey, kazandığı re'y hey'eti temsiliye namına mustafa kemal paşa hazretlerinin makamı vilayetin mart sene-i zeylnasiyle tebliğ buyurulan telgrafnamesi mucebince ankara'da ictima edecek meclis-i umumi-i milli için merkez kazasıyla boyabad, ayancık, gerze kazalarında usulüne tevfikan icra kılınan intihab neticesinde balada esamisi muharrer rıza vamık, hakkı hami, şerif, abdullah, şevket bey ve efendilerin isimleri hizasında murakkam re'yi istihsal ile ihraz-ı ekseriyet eylemiş olduklarını mübeyyin işbu mazbata tanzim ve takdim kılındı. fi nisan sene trabzon, 'inci kolordu kumandanlığına, pek büyük bir te'essürle alınan ati dekimalumatı zatı samilerine kemali telehhüfle arz eylerim: şimdi üçüncü kolordu kumandanı selahaddin bey samsun'dan telgrafla trabzon mebusu eyübzade izzet bey'le gümüşhane mebusu ziya bey'in eşkıyalar tarafından samsun'la çarşamba arasında şehid edildiklerini ve diğer mebusların salimen samsun'a muvasalat eylemiş olduklarını bildirmiştir. bu haberi mü'essif hepimizi mateme gark eylemiştir. izzet bey gibi bir kıymetdar zatın bu kara günlerde bizleri terk ederek kara topraklara böyle bir tarzı feci ile kavuşması pek müessir bir etki uyandırmıştır. izzet bey ve arkadaşları ingilizlerden havfen ünye'ye çıkmışlar ve ünye'den kara tarikiyle samsun'a müteveccihen hareket etmişler idi. iradei seniyye, kuvvayı milliye unvanı tahtında çıkardıkları fitne ve fesadın ve kanunı esasi hilafında ahali'den cebren para toplamak ve asker almak ve hilafında hareket edenlere işkence ve ezaya ve tahribi bilada cür'et eylemek suretiyle emniyeti dahiliyeyi ihlal eyleyenlerin mürettip ve müşevviklerinden oldukları iddiasıyla maznunün aleyhim olan üçüncü orduyı hümayun müfettişliğinden mazul ve silki askeriden muhrec selanikli mustafa kemal efendi ve yirmi yedinci fırka kumandanı sabık miralaylık'dan mütekait asitaneli kara vasıf bey ve sabık yirminci kolordu kumandanı mirliva salacaklı ali fuad paşa ile esbak vaşington sefirive sabık ankara mebusu midillili alfred rüstem ve sıhhiyemüdiriesbakıasitaneli doktor adnan bey ve darü'l fünun garb edebiyatı sabık muallimesi asitaneli halide edib hanım'ın tafsilatı şaban ve mayıs tarih ve numaralı mazbata-i hükmiyede muharrer olduğu üzere mülkiye ceza kanunnamesinin kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesine tevfikan ha'iz oldukları rütbe-i askeriye ve mülkiye ve nişanlarla her gune resmi unvanlarının refi'ne ve idamlarına ve elyevm hali firarda bulunmalarına mebni ol babdaki ahkamı kanuniye mucebince mallarının hacziyle usulü dairesinde idare etdirilmesine dair dersaadet birinci idarei örfiye divanı harbinden gıyaben verilen hüküm ve karar ele geçtiklerinde tekriri muhakeme edilmek üzere tasdik olunmuştur. işbu iradei seniyyenin icrasına harbiye nazırı memurdur. firamazan sene fi mayıs sene mehmed vahideddin sadrazam ve harbiye nazırı vekili damad ferid , dahiliye vekaleti celilesine, haziran , bazı vekayi-i mühimme-i tarihiye-i tebcir ve muhafazai hatırat-ı maksadıyla her yerde milel-i mütemeddinece posta pulları ihdas edildiği malumı devletleridir. eazımın kendi kalem ve kılıçlarıyla tarihe yazdıkları mefahiri de tebcir için teşebbüs olunacak her tedbirin milletin kadirşinaslığı ile karşılanacağına şübhe edilemeyeceğinden emsalinden alınan ilham ile burada da bu kabil pullar ihdası hakkında varid olan mülahazatı bervechi ati pişi nazarı vekaletpenahilerine arza mücaseret eylerim. evvel a kabul buyurulacak pul serisinin birincisine mevcudiyeti milliyenin muhafazası esbabını ihzar için münevveranı milletin ilk birleşdikleri erzurum şehrinin ve yahud bu makule teşekkül eden kongreye ictimağah olan binanın, saniyen ikinci pul üzerine kongrenin ikinci ictimağahı olan sivas şehrinin ve yahud meşveretgahı olan binanın, salisen üçüncü pul üzerine büyük millet meclisinin teşekkülünden evvel mukadderatı milliyeyi yedi ihtimamına alan ilk hey'eti temsiliyenin gurub halindeki fotografileri, rabian dördüncüsü üzerine büyük millet meclisi binasının, hamisen beşincisi üzerine ankara şehrinin, sadisen altıncısı üzerine büyük millet meclisinin gurub halinde dört re'isi muhtereminin, sabian yedincisi üzerine büyük millet meclisinin intihabı ile vücud bulub hükumeti yedi iktidar ve ihtimamına alan ilk hey'eti icraiyenin gurub halindeki fotografileri, resmedtirilmek üzere miktarları mahdud pullar yapdırıldığı takdirde bir vazife-i tarihiye ifa edilmiş olmağla beraber maddeten de feva'id-i azime te'min edilmiş olabileceğinden mazharı tasvibi samileri buyurulduğu takdirde keyfiyetin vekiller meclisi ali'since tezekkürü ile icabına tevessül ü rey-i sa'iblerine menutdur, ol babda emr ü ferman hazreti men lehü'l emrindir. fi haziran müdiri umumisi sırrı şimdilik te'ehhürü. gerek düşman taarruzu üzerine ve gerek harekatı dahiliye sebebiyle cephelerde vukua gelen ahval büyük millet meclisinde tedkik olunmuştur. meclisde cereyan eden ciddi münakaşat'da muhtelif hatiblerin beyanatında iki nokta-i esasiyye katiyetle izhar edildi. birisi cephelerde milletimizin istiklalini ve mevcudiyetini müdafaa eden kumanda hey'etlerinin, hey'eti zabitan ve efradın ve umum mücahidlerin ve ale'lumum hey'eti memurinin gayreti vatanperverane ve fedakarane sine istinadedildiği ve deruhde etdikleri büyük vazifelerini ifasında bütün milletimizin kendilerine o suretle zahirei muin oldukları noktasıdır. ikinci nokta-i esasiye zabt ü rabtın muhafazası ve vazife ve mes'uliyetin ciddiyetle takib ve taharrisi'nde umum alakadar'an tarafından fevka'lade ciddi davranılması lüzumudur. büyük millet meclisinin izhar etdiği bu intibaatın bi'lumum cephe kumandanlarına valilere ve müstakil mutasarrıflara tebliğine hey'eti vekilece karar verilmiştir. fi temmuz sene sırf memleketin istiklal ve istihlası için uğraşan müdafaai milliyeye iştiraklerinden dolayı bir takım isnad ve bahanelerle bir çok kıymetli namuskar erkanı ümerayı askeriye ile sivil memurin ve ahalinin dersaadet hükumetince idam muhtelif senelerle kürek cezasına mahkum edildiklerinden bahisle müdafaai milliyeye vekaletinin temmuz sene tarih ve numaralı tezkerei aliyeleri hey'eti vekilede lede'ttezekkür bu suretle idam ve mahkum edilenler öteden beri kuvvayı milliyeye hizmetde bulunmuş ve bilhassa teslimata yardım etmiş zabitan oldukları cihetle istanbul hükumeti tarafından dramalı rıza mes'elesi vesilesiyle ve iftira ve isnad ile mes'eleye karışdırılmış olduklarından kendilerine hidematı vataniye tertibinden miktarı münasib maaş itası için bir kanun layihası tertib ve tanzimi hususunun müdafaa-i milliye vekaletine havalesi takarrüretmiştir. işbu kararnamenin icrayı ahkamına müdafaai milliye ve maliye vekaletleri memurdur. madde: her livanın büyük millet meclisinde mevcud miktarı mebusu intihab kanununun taayyün eylediği miktardan aşağıya tenezzül etmedikçe her ne suretle olursa olsun vuku bulacak münhalata yeni mebus intihab edilmeyecektir. madde: büyük millet meclisi azasından bilamazeret iki ay meclise devam etmeyenler katiyen mustafi add olunurlar. madde: büyük millet meclisi azalığıyla hükumet memuriyeti bir zat uhdesinde ictima edemez. yalnız hey'eti vekile azalığı ve büyük millet meclisinin inzimamı re'yiyle valilik, sefirlik, ordu ve kolordu kumandanlığı ve müfettişi umumilik memuriyetlerinin büyük millet meclisi azalığı ile cemi ca'izdir. madde: büyük millet meclisi azasının beherine meclisin hal-i inkadda bulunduğu müddetce şehri iki yüz lira tahsisat ita olunur. madde: her ne suretle olursa olsun mezun bulunanlar nısf tahsisata kesbi istihkak ederler. bilamazeret gaybubet eden aza'ya müddet-i gaybubetlerinde tahsisat ita olunmaz. kararname madde: garb cebhesi mıntıkası bervechi zir iki kısma tefrik olunmuştur. şimal cebhesi: izmit, ertuğrul , eskişehir ve kütahya sancaklarını ihtiva eder. şimal cebhesi kumandanlığını seferde ordu kumandanlığı salahiyetiyle erkanı harbiye-i umumiye re'isi ismet bey deruhde etmiştir. cenub cebhesi: afyonkarahisar, ısparta, burdur, denizli, aydın, menteşe , antalya sancaklarıyla konya vilayeti ve silifke, niğde sancaklarını ve adana merkez sancağını ihtiva eder. cenub cebhesi kumandanlığını seferde ordu kumandanlığı salahiyetiyle dahiliye vekili refet bey deruhde etmiştir. madde: şimal ve cenub cebheleri kumandanlıklarının tahtı emrinde bulunacak kıtaat ve veza'ifi askeriyeleri ayrıca erkanı harbiye-i umumiye riyasetinden tayin ve tesbit olunacaktır. her iki cephe kumandanlığı doğruca erkanı harbiye-i umumiye riyasetine merbuttur. madde: ikinci kolordu kumandanlığı kemakan erkanı harbiye-i umumiye riyasetine merbut bulunacaktır. madde: ismet bey'in şimal cebhesinde bulunduğu müddetçe erkanı harbiye-i umumiye riyaseti ilaveten ve vekaleten müdafaai milliye vekili fevzi paşa tarafından ve refet bey'in cenub cebhesinde bulunduğu müddetçe dahiliye vekaleti ilaveten ve vekaleten sıhhiye vekili doktor adnan bey tarafından ifa olunacaktır. madde: işbu kararname hey'eti vekilenin tarihli ictimaında kabul ve tarih ve numro ile miralay ismet ve refet beyefendilere, bi'lumum vekaletlere, garb, şark, elcezire cebhesi kumandanlıklarına, maraş'ta ikinci kolordu kumandanlığına, üçüncü kolordu kumandanlığına, kastamonu ve bolu havalisi kumandanlığına tebliğ kılınmıştır. istiklal madalyası kanunu madde: istiklal madalyası bilfiil kıta başında asarı hamaset ve fedakari gösteren erkan-ı ümera ve zabitan ve efrad ve milli kahramanlar ve cephe gerisinde maksadı ulvinin husulü için azami ibrazı mesaie edenlere, istiklali milli uğrunda fedayı hayat eden şühedanın da ekber evladına veya ailesine verilir. madde: davayı muhakkak ve meşruumuzu ihzar ve bunu müdafaa eden büyük millet meclisi azalarına birer madalya verilir. madde: birinci madde mucebince madalya ahzına kesbi istihkak edenlerin esbabı mucibesini gösterir inhalar hey'eti vekileye gönderilir. hey'et cemuvafık görüldükten sonra büyük millet meclisince kabul ve tasdiki halinde ita olunur. madde: büyük millet meclisinin münakid bulunduğu mahalde meclis huzurunda ve meclis re'isi tarafından, taşralarda en büyük kumandan ve mülkiye memuru huzuruyla ve merasimi mahsusa ile madalyaya kesbi istihkak eden asker ise kumandan ve mülkiyeden ise mülkiye memuru tarafından talik olunur. madde: büyük millet meclisi azalarına verilecek madalyanın şeridi yeşil ve cephede bulunanların kırmızı ve cephe gerisinde olanların beyaz olacak ve şu kadar ki mebus olup da aynı zamanda cephede bilfiil hidematı mesbuk ve birinci madde mucebince madalyaya kesbi istihkak edenlerin şeridi nısfı yeşil nısfı diğeri kırmızı olacaktır ve bu babdaki teklif meclis re'isinin inhasıyla büyük millet meclisince kabul ve tasdiki lazımdır. madde: işbu madalya sağ meme üzerine ve her gün talik olunur. madde: hukuki medeniye'den iskat ve cinayetle mahkum olanların hakkı taliki olamaz. fakat madalya hatıra olarak veresesine intikal eder. madde: yalnız bir nevi olan işbu madalyanın şekli ve şeridleri bir numrolu levhada gösterilmiştir. madde: efrad ve küçük zabitan ve zabitan müstesna olmak üzere madalya harcı olarak üç lira alınır. madde: işbu madalya ashabına ve memurini mülkiye ve askeriye ile bilumum zabıta ve sa'ire tarafından hürmeti mahsusada bulunulacaktır. madde: işbu kanunun icrayı ahkamına büyük millet meclisi memurdur. işbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyü'licradır. layihai kanuniye, madde: mütarekenin akdinde düşmanın tahtı istilasında bulunan mahallerden peyderpey dahile çekilen memurin ve müstahdiminin mart tarihli kararname mucebince verilmekte olan nısf maaş badema ita olunmayacaktır. madde: işbu memurinden büyük millet meclisi hükumetinin idaresinde bulunan mahallerde ikamet edenler kanunun neşri tarihinden itibaren üç ay zarfında müracaat ettikleri takdirde mazuliyet kanunu mucebince müstehak oldukları mazuliyet maaşı usulen tahsis olunacaktır. madde: işbu kanunun ahkamı üç yüz otuz yedi senesi martı ibtidasından muteberdir. madde: hakimiyet bilakayd ü şart milletindir. idare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. madde: icra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegane ve hakiki mümessili olan büyük millet meclisinde tecelli ve temerküz eder. madde: türkiye devleti büyük millet meclisi tarafından idare olunur ve hükumeti türkiye büyük millet meclisi hükumeti unvanını taşır. madde: büyük millet meclisi vilayetler halkınca müntehab azadan mürekkebdir. madde: büyük millet meclisinin intihabı iki senede bir kere icra olunur. intihab olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup fakat tekrar intihab olunmak ca'izdir. sabık hey'et lahık hey'etin ictimaına kadar vazifeye devam eder. yeni intihabat icrasına imkan görülmediği takdirde ictima devresinin yalnız bir sene temdidi ca'izdir. büyük millet meclisi azasının her biri kendi vilayetinin ayrıca vekili olmayıp umum memleketin vekilidir. madde: büyük millet meclisinin hey'et-i umumiyesi teşrinisani ibtidasında davetsiz ictima eder. madde: ahkamı şeriyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tasdiki, feshi, muahede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilanı gibi hukuk-i esasiye büyük millet meclisine aiddir. kavanin ve nizamat tanziminde muamelat-ı nassa evfak ve ihtiyacatı zamana evfak ahkam-ı fıkhiye ve hususiye ile adab ve muamelat esas ittihaz kılınır. hey'et-i vekilenin vazifesi ve mesuliyeti kanun-ı mahsus ile tayin olunur. madde: büyük millet meclisi hükumetinin inkisam eylediği deva'ir kanun-ı mahsusu mucebince ittihaz kerdesi olan vekiller vasıtasıyla idare eder. meclis icrayı hususat için vekillere veche tayin ve lede'l-hace bunları tebdil eyler. madde: büyük millet meclisi hey'et-i umumiyesi tarafından intihab olunan re'is intihab devresi zarfında büyük millet meclisi re'isidir. bu sıfatla meclis namına imza vazına ve hey'et-i vekile mukarreratını tasdik etme salahiyetine dardır. icra vekilleri hey'eti içlerinden birini kendilerine re'is ittihaz ederler. ancak büyük millet meclisi re'isi vekiller hey'etinin de re'isi tabiisidir. idare madde: türkiye coğrafi vaziyet ve iktisadi münasebet noktai nazarlarından vilayetlere ve vilayetler kazalara münkasem olup kazalar da nahiyelerden terekküb eder. vilayet madde: vilayet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti ha'izdir. harici ve dahili siyaset, şeri, adli ve askeri umur, beyne'lmilel iktisadi münasebat ve hükumetin umumi tekalifi ile menafi birden ziyade vilayata şamil hususat müstesna olmak üzere büyük millet meclisince vaz edilecek kavanin mucebince evkaf, medaris, maarif, sıhhiye, iktisadiye, ziraat, nafia ve muaveneti ictimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilayet şuralarının salahiyeti dahilindedir. madde: vilayet şuraları vilayetler halkınca müntehab azadan mürekkebdir. vilayet şuralarının ictima devresi iki senedir. ictima müddeti senede iki aydır. madde: vilayet şurası azası miyanında icra amiri olacak bir re'is ile muhtelif şuubat-ı idareye memur azadan teşekkül etmek üzere bir idare hey'eti intihab ederler. icra salahiyeti da'imi olan bu hey'ete aiddir. madde: vilayetlerde büyük millet meclisinin vekili ve mümessili olmak üzere vali bulunur. vali büyük millet meclisi hükumeti tarafından tayin olunub, vazifesi devletin umumi ve müşterek veza'ifini rü'yet etmektir. vali yalnız devletin umumi veza'ifi ile mahalli veza'if arasında taaruz vukunda müdahale eder. madde: kaza yalnız idari ve inzibati cüz' olup manevi şahsiyeti ha'iz değildir. idaresi büyük millet meclisi hükumeti tarafından mansub ve valinin emri altında bir kaymakama mevdudur. nahiye madde: nahiye hususi hayatında muhtariyeti ha'iz bir manevi şahsiyetdir. madde: nahiyenin bir şurası, bir idare hey'eti ve bir de müdiri vardır. madde: nahiye şurası nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehab azadan terekküb eder. madde: idare hey'eti ve nahiye müdiri nahiye şurası tarafından intihab olunur. madde: nahiye şurası ve idare hey'eti kaza'i, iktisadi ve mali salahiyeti ha'iz olup bunların derecatı kavanini mahsusa ile tayin olunur. madde: nahiye bir veya birkaç köyden mürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir. umumi müfettişlik madde: vilayetler iktisadi ve ictimai münasebetleri itibarıyla birleşdirilerek umumi müfettişlik kıtaları vücuda getirilir. madde: umumi müfettişlik mıntıkalarının umumi suretde asayişinin te'mini ve umum deva'ir muamelatının teftişi, umumi müfettişlik mıntıkasındaki vilayetlerin müşterek işlerinde ahengin tanzimi vazifesi umumi müfettişlere mevdudur. umumi müfettişler devletin umumi veza'ifi ile mahalli idarelere aid veza'if ve mukarreratı da'imi suretde murakabe ederler. maddei münferide: işbu kanun tarihi neşrinden itibaren meri olup ancak elyevm münaakid büyük millet meclisi fieylül sene tarihli nisabı müzakere kanununun birinci maddesinde gösterildiği üzere gayesinin husulüne kadar müstemirren müctemi bulunacağı cihetle işbu teşkilatı esasiye kanunundaki dördüncü ve beşinci ve altıncı maddeler gayenin husulüne elyevm mevcud büyük millet meclisi adedi mürettebinin sülüsanı ekseriyetle karar verildiği takdirde ancak yeni intihabdan itibaren meriyü'licra olacakdır. cemaziyelevvel sene ve fikanunısani sene eskişehir, . fırka kumandanlığına, müdafaai milliye vekaleti celilesinden mevrud türkiye büyük millet meclisinin kanunısani sene tarihli yüz otuz beşinci ictimaında ekseriyeti azime ile kabul olunan teşkilatı esasiye kanununun bir sureti müstahrecesi tamimen tebliğ olunur. garb cebhesi kumandanı ismet karaname kanunısani cumartesi günü hey'eti vekile ictimaında tevfik paşa tarafından düveli mü'telifenin mümessilerine lütfen londra konferansı'na murahhasların müşterek iştiraki ne da'ir vaki olan işar hakkında yapılan müzakerede istanbul hey'eti türkiye büyük millet meclisi namına gönderilmiş iltihak davetini kabul etmediği takdirde bile kendi hükumetimiz namına bir hey'et i murahhasa gönderilmesi karar altına alınmışdır. işbu hey'et derakab intihab edilerek muahede hakkında bir teklifi mütekabili hzarecekdir. ihzar edilen teklifi mütekabilin hututı umumiyesi hey'eti vekilede müzakere edildikden ve büyük millet meclisine arz edilerek tasvibine iktiran etdikden sonra hey'et hemen yola çıkacakdır. başkumandan ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami suretde tezyid ve sevk idaresini bir kat daha tarsin hususunda türkiye büyük millet meclisinin ona müteallik salahiyeti meclis namına fiilen istimale me'zundur. müşarün ileyhin baladaki mevad ile mevdu sıfat ve salahiyeti üç ay müddetle muteberdir. meclis lüzum gördüğü takdirde bu müddetten evvel dahi bu sıfat ve salahiyeti reddedebilir. işbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyü'licradır. işbu kanunun icrasına türkiye büyük millet meclisi me'murdur. dumlupınar. rauf beyefendi'ye telgraf. neşrolunmayacakdır. bu kaydıla verdiğim malumatın neşriatiyetalik olunacakdır. ağustosda başlayan afyon karahisar dumlupınar meydan muharebesi sabahı hitam bulmuşdur. beş gün beş gece bilainkıta idame edilen bu meydan muharebesine düşmanın müstahkem mevaziini çiğneyerek cebheyi yarmak suretiyle başladık. saat devam eden ve afyon cenub mıntıkasında birinci ordumuz tarafından yapılan bu yarma ameliyesi neticesinde dağıkaraca, dağı çavdarlı, kalecik tepe, aşur dağ hattı umumisinde kilometrelik bir hattı işgal eden düşman kuvvetleri terki mevzia icbar edildi. döğer mıntıkasında bulunan ihtiyatlarla tazyik olundukdan sonra birinci, dördüncü, beşinci, yedinci, dokuzuncu, onikinci, onüçüncü fırkalarından mürekkep olan düşman ordusu kısmı küllisi bal mahmud, dumlupınar şimendüfer yolu yla balmahmud, kızıltaş, dumlupınar yolu arasındaki mıntıkada seri ve şiddetli takibatımız ve düşmanın hattı ricatlerini kat eden muvaffakiyetli tertibatımız sayesinde düşman tekrar muharebeye icbar edildi. bir taraftan da ahurdağ üzerinde düşman ikinci fırkası tarafından tutulan toklu sivrisi mevazii mühimmesine bir kısım kuvvetimizle taarruz tertib olundu. muhtelif ve kanlı safahatı ihtiva eden bu muharebat esnasında topçularımız büyük bir faaliyet ve maharetle düşmanı sıkışdırdı. piyadelerimiz kısa ateş muharebelerini müteakib gündüz ve gece süngü hücumları ve bomba baskınlarıyla düşman kıtaatının büyük karargahlarına kadar içlerine girdi. düşman hattı ricatleri üzerinde bulunan süvari fırkalarımız tarafından topçularını istimal ederken diğer taraftan yalın kılınç düşman iç erilerine saldırdı. harb ve keşif tayyarelerimiz bomba ve makineli tüfenkleriyle semadan hücum etdi. her taraftan yıldırım te'siri yapan bu savletler karşısında düşman ordusu kısmı küllisi mağlub edilerek kıtaatı birbirine karışmış olduğu halde ikiye parçalandı. iki buçuk fırka kadarını münhezimen dumlupınar istikametinden garba atıldı. bunlar toklu sivrisi civarında henüz muharebe etmekte olan ikinci düşman fırkasına iltihak etdi. fakat bu istikamette takib ve taarruz eden kıtaatımız karşısında kamilen ve bir defa daha ezilerek mağluben uşak istikametine atıldı. bu istikametteki kıtaatımız bugün sabahtan beri islamköy, ahadköy hattından uşak üzerine yürümekdedirler. düşmanın birinci ve ikinci kolordu karargahlarıyla dördüncü, beşinci, dokuzuncu, onikinci, onüçüncü fırka karargahlarını ihtiva eden dört fırkalık diğer parçası birinci ordumuzun şiddetle devam eden taarruz ve takibiyle kızıltaş deresi içine atıldı. ekred altıntaş hattından ilerleyen kıtaatımızın dahi te'sirinden ve kıtaatımızın düşmandan evvel dumlupınar mevaziini tutmasından ve süvarilerimizin muharebe meydanının şimali garbiye giden yollara hakim olmasından kızıltaş deresi içinde sıkışdırılmış olan düşman dün sabahtan gecenin hululüne kadar çalkarye garbına aydemir, alınören, adatepe, ağaçköy, ululuk hattında müdafaa etdi. bu hattı sarmış olan kıtaatımız gurub-i şemsle beraber süngü ile düşman içine dalub münhezim düşman varını yoğunu terk ederek dereler ve ormanlar içinde perişan bir hale geldi. bunlardan bu sabah yüzlercesi teslim olmağa başladı. bu muharebede ele geçen düşman malzemesi pek çokdur; tadad olunuyor. yalnız bir fırkamızın cephesinde kısmen koşulu ve on beşlik cebel olmak üzere yirmi beş top, yük otomobili, binek otomobili iğtinam olunmuşdur. gerek kızıltaş deresinden ve gerek islamköy civarının kurtulabilen düşman aksamının kamilen imhası için tertibat alınmakdadır. bu muvaffakiyeti eltaf-ı sübhaniyeden kuvvetle ümid ederim. şimdiye kadar tesbitine muvaffak olunan düşmanın eskişehir gurubundan bir fırkayı mütecaviz kuvveti ağustos günü seyidgazi civarından akin döğer istikametinden hareketle meydan muharebesine yetişüb kuvvayı noksandır imdad etmeğe teşebbüs etdiği anlaşılmışdır. vaziyet ve manzaranın verdiği te'sir üzerine bu düşman kuvveti şimal istikametine çekildi. gerek bu kuvvetin ve gerek eskişehir'de bulunan sair düşman kuvvetlerinin imhası için dahi tertibat alınmakdadır. menderes havalisinde bulunan umum düşman kıtaatı takibatı mütemadiye karşısında terki mevzi ile çekilmeğe başlamışlardır. dumlupınar'dan yazılmışdır. başkumandan mustafa kemal kararname mudanya konferansı mukarreratı vechile şarki trakya'yı türkiye büyük millet meclisi hükumeti namına tesellüm etmek üzere başkumandanlık tarafından ordu kumandanlarından mirliva ibrahim refet paşa hazretleri me'mur edilmiştir. her mahalde hükumeti mülkiye tamamen te'sis eder etmez me'murini hükumet idarei umumiyei vilayat kanunu mucebince mercii resmilerine müracaat ederler. devir ve teslim muamelatına aid hususatda asayiş ve inzibatın sürati te'sisi için ittihazı tedabirde muamelatı mezkurenin hitamına kadar valii vilayet ibrahim refet paşa hazretlerinin tahtı emrinde bulunacakdır. türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf. şeriye vekili abdullah azmi. müdafaai milliye vekili musa kazım. adliye vekili ahmed rifat. dahiliye vekili ali fethi. hariciye vekili yusuf kemal. maliye vekili hasan fehmi. maarif vekili mehmed vehbi. nafia vekili aziz feyzi. iktisad vekili mahmud esad. sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili doktor rıza nur. erkanı harbiyei umumiye vekaleti vekili musa kazım. türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal. telgraf, makine başında, garb cebhesi orduları kumandanı ferik mustafa ismet paşa hazretlerine, zatı devletlerinin emr ü kumandasındaki büyük kudret ve maharetleri eseri olarak ihraz edilen muzafferiyeti askeriyeden sonra yine tarafı devletlerinden büyük bir maharet ve itidal ile idare edilen mütareke konferansında istihsal olunan neticeden dolayı bütün hey'eti vekile arkadaşlarımla beraber tebrikat ve teşekküratı mahsusamızı arz eyliyoruz efendim. fiteşrinievvel sene . türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf. talimatname. avrupa'da lozan sulh konferansına azimet edecek olan hey'eti murahhasa re'isi ve hariciye vekili mustafa ismet paşa hazretleriyle hey'eti murahhasa azasından sıhhiye vekili doktor rıza nur beyefendi ve refakatlerindeki müşavir ve katiblere ve diğer me'murine izmit'e kadar ale'lusul azimet ve avdet harcırahı ita olunur. hududdan itibaren murahhaslara yevmiye on ikişer, müşavirlerle başkatibe sekizer, katiblerle sair me'murine altışar ve maiyet me'murlarına ikişer buçuk ingiliz lirası yevmiye ita olunacakdır. hududdan itibaren cümlesinin yol masrafları masarıfı hakikiye üzerine tesviye olunacakdır. hey'et re'isinin ikametine ve muamelatı resmiyeye aid isticar ettiği da'ire masrafı tahakkuku üzerinden tesviye olunur. murahhaslar için maktuan yüz ellişer ve müşavirlerle başkatib için yüzer ve diğer me'murin ve efrad için ellişer ingiliz lirası ve elbise bedeli verilir. masarıfı muhabere ve vesaik tab ve ihzarı ve ziyafet ve hediye ve propaganda ve sair buna mümasil masarıf evrakı müsbiteye rabtı mümkün olabilen evrakı müsbite ile te'yid edilmek üzere re'isin emriyle sarf edilecekdir. balada altı maddede tadad olunan mebaliği senesi hariciye büdcesine faslı mahsus olarak vazı büyük millet meclisince teşrinisani kasım tarihinde kabul olunan üç yüz bin lira tahsisattan sarfa hey'et re'isi me'zundur. hey'eti murahhasa ve müşavirlerle katibler ve zabitan ve efrad bervechi zir kadroda tesbit edilmişdir. sarfiyatın hesabını maliye vekaletine vermekle mükellef katib derecesinde maliyeden bir mutemed verilecekdir. işbu talimatnamenin icrasına hariciye ve maliye vekaletleri me'murdur. hey'eti murahhasa: re'isi hariciye vekili mustafa ismet paşa hazretleri, murahhas sıhhiye vekili doktor rıza nur beyefendi, murahhas iktisad vekili sabıkı trabzon mebusu hasan hüsnü beyefendi hey'eti müşavere. erkanı harb kaymakamı tevfik bey. türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf. şeriye vekili ictimada bulunmamışdır. müdafaai milliye vekaleti vekili hüseyin rauf. adliye vekili ahmed rifat. dahiliye vekili ali fethi. hariciye vekili mustafa ismet. maliye vekaleti vekili mehmed vehbi. maarif vekili mehmed vehbi. nafia vekili aziz feyzi. iktisad vekaleti vekili aziz feyzi. sıhhiye ve muaveneti ictimaiye vekili doktor rıza nur. erkanı harbiyei umumiye vekili ictimada bulunmamışdır. türkiye büyük millet meclisi re'isi mustafa kemal. kararname maliyenin sultanahmed hazinei evrakında tarihinden itibaren. ve devletin usuli idaresine, varidat ve masarıfatına, muharebatı kadimenin hesablarına, ısdar olunan evamir ve nizamata müteallik olmak üzere türk tarihine yegane me'haz olacak altmış bin defatir ve sicillat ile zamanında cem edilmiş on bin torba vesa'iki tarihiye mevcud olup bu mahal muntazam ve tarihi cesim bir bina dahilinde toprak ve çamurdan çıkarılıp bir buçuk seneden beri çalışılarak tasnif olunmuş yegane ve büyük bir hazinei evrak olduğundan binanın tamirine ve muhteviyatının tasnif ve tesciline on beş bin lira sarf edildiği ve intacı kuvvei karibeye geldiği ve kısmen yapılan dolablar itmam ve pencerelerin camları vaz edilmediği takdirde masarıfın heba ve vesa'ikin te'siratı hava'iyeden müte'essir ve tescil edilmezse emsal gibi zayi olacağı cihetle pek ehemmiyetli olan bu işi vazife-i munzamma olarak büyük fedakarlıkla yapan ve altmış me'murdan ibaret olan mülga maliye kalemi mahsus müdiriyeti hey'etinin devamı faaliyeti pek muvafık olacağı ibrahim refet paşa hazretleri tarafından istanbul vilayetine tebliğ olunduğu ve icrası zaruri inşa'atın ikmali için haftada iki yüz elli lira verilmek suretiyle dört bin liralık azami bir masrafa ihtiyaç hasıl olduğundan bu miktarın peyderpey sarfı lüzumu istanbul maliye murakıblığından bildirildiğinden bahisle mezkur mahzeni evrakın ikmali inşa'atına muktezi dört bin liranın senei haliye. maliye büdcesindeki masarıfı gayri melhuzat tertibinden ikası hakkında maliye vekaletinin kanunı evvel sene aralık tarih ve emlakı emiriyenumrolu tezkere-i icra vekilleri hey'etinin aralık tarihli ictimaında lede't-tezekkür bir muhalif re'y ile muvafık görüldüğünden berayı takdir meclisi ali'ye arzı takarrur etmişdir. türkiye büyük millet meclisi icra vekilleri hey'eti re'isi hüseyin rauf. şeriye vekili mehmed vehbi. müdafaai milliye vekili kazım fikri. adliye vekili ahmed rifat, muhalifim. dahiliye vekili ali fethi. hariciye vekaleti vekili. boğazların usulüne da'ir mukavelename, temmuz'de imza olunmuşdur. türkiye hududuna da'ir mukavelename, temmuz'de imza olunmuşdur. ikamet ve salahiyeti adliyeye da'ir mukavelename, temmuz'de imza olunmuşdur. ticaret mukavelenamesi, temmuz'de imza olunmuşdur. rum ve türk ahalinin mübadelesine da'ir mukavelename ve protokol, kanunısani 'de imza olunmuşdur. sivil mevkufinin iadesine ve üserayı harbiyenin mübadelesine da'ir yunan türk i'tilafı, kanunısani 'de imza olunmuşdur. afvı umumiye da'ir beyanname ve protokol, temmuz'de imza olunmuşdur. mesa'ili sıhhiyeye da'ir beyanname, temmuz'de imza olunmuşdur. idarei adliyeye da'ir beyanname, temmuz'de imza olunmuşdur. devlet-i osmaniye tarafından verilmiş bazı imtiyazata da'ir protokol ve beyanname, temmuz'de imza olunmuşdur. lozan'da imza edilen senedatın bazı ahkamına belçika ve portekiz'in iltihakına da'ir protokol, temmuz'de imza olunmuşdur. britanya, fransa ve italya kuvvetleri tarafından işgal edilen türk arazisinin tahliyesine da'ir protokol ile beyanname, temmuz'de imza olunmuşdur. karaağaç arazisiyle bozcaada ve imroz adalarına da'ir olup britanya imparatorluğu ve fransa, italya, japonya, yunanistan ve türkiye tarafından imzalanan protokol, temmuz'de imza olunmuşdur. sırp hırvat sloven devleti tarafından muahede-i sıhhiyenin imzasına müteda'ir protokol, temmuz'de imza olunmuşdur. senedi niha'i, temmuz'de imza olunmuşdur. madde: işbu kanunun icrasına icra vekilleri hey'eti me'murdur. telgrafname, izmit müftiliğine, mahreci: ankara, türkiye devletinin şekli hükumeti cumhuriyet olduğu büyük millet meclisinin teşrinievvel tarihli ictimaında teşkilatı esasiye kanunuyla bi'littifak tesbit ve ilan olunmuşdur. teşkilatı esasiye kanunu mucibince ve aynı ictimada icra olunan intihabda gazi mustafa kemal paşa hazretleri büyük millet meclisi tarafından re'isicumhur intihab ve ilan olunmuşlardır. her tarafa tamimen tebliği. sonra ölür. ölüm halleri; mü'minin ruhu semaları geçer. imanı, namazı, zekatı, ramezan orucu, haccı düzgün olanların, seher vaktleri istigfar edenlerin ruhları yükselir. üçüncü fasl: kafirin ruhunun bedeninden ayrılması. kabr sualleri. mü'minler bu suallere kolay cevab verirler. dördüncü fasl: facir kabr suallerine cevab veremez. . beşinci fasl: kabrde ölüler dört halde bulunur. altıncı fasl: kıyametin kopması, canlıların dirilmesi. yedinci fasl: iki nefha arasındaki tevakkuf. sekizinci fasl: herkes kabri üzerine çıkar, haşr başlar. insanlar, hesabın çabuk yapılması için ulül'azm peygamberlerin şefa'atcı olmalarını sıra ile rica ederler. dokuzuncu fasl: peygamberimiz muhammed aleyhisselamın şefa'atı. hesabın başlaması. her peygamber tebliginden sual olunur. ümmetleri de kendilerine teblig olandan sual olunurlar. onuncu fasl: dünyada ama olanların, islam düşmanlarına aldanmayıp, ehli sünnet i'tikadına sımsıkı sarılanların, birbirini allah rızası için sevenlerin, allah korkusundan haram işlemeyip, ağlıyanların, halal kazanmak için uğraşanların, belalara sabr edenlerin, gençlikde ibadet edenlerin, mal ve mevki'leri ile müslimanlara eziyyet edenlerin, ehli belanın, gençlerin ve köle ve cariyelerin ve tenbel fükaranın haşrları. kıyamet ve ahıret kitabının son sözü. nefs muhasebesi. kısm: müslimana nasihat. vehhabilik ve ehli sünnetin cevabı. vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması. muhammed ma'sum hazretlerinin cil ektubu. ısbn: birinci kısm kıyamet ve ahıret önsözü allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyarak, faideli şeyleri yaratıp göndermekdedir. bütün insanların, dünyada ve ahıretde rahat ve huzur içinde yaşamaları için, nasıl hareket etmeleri lazım olduğunu bildirmişdir. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden dilediğine ihsan ederek afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle bir allahın şerefli ismine sığınarak bu kitabı yazmağa başlıyoruz. allahü tealaya hamd olsun! onun, verdiği ni'metlere, iyiliklere, sonsuz şükrler olsun! herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi birşeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve şükrlerin hepsi, allahü tealaya yapılmış olur. çünki, herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o hatırlatmazsa, hiçbir kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. kul irade etdikden sonra, o da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse hiçbir kimseye, zerre kadar iyilik veya kötülük yapamaz. onun peygamberlerinin hepsine aleyhimüssalevatü vetteslimat ve önce, onların en üstünü olan muhammed mustafaya aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat selamlar ve düalar olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem ehli beytine ve onun ruhlara şifa olan güzel yüzünü görmekle, faideli sözlerini işitmekle şereflenen, böylece bütün insanların en kıymetlileri olan eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in bizden selamlar ve düalar olsun! müsliman olmak için, denilen sözünü söylemek ve bunun ma'nasını kısaca bilmek ve inanmak lazımdır. bunun ma'nasını bilmek de, altı şeyi bilmek demekdir. bu altı şeye denir. bu altı şeyden beşincisi ahıret hayatına inanmakdır. hicri yılında tevellüd ve de vefat etmiş olan, büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh kıyamet bilgilerini açıklamak için adında ayrıca bir kitab yazmışdır. bu kitabı, da da bildirilmekdedir. kastamoni askeri rüşdiyye, ya'ni ortamekteb arabi mu'allimi ömer beğ, bu kıymetli kitabı, arabiden türkçeye çevirerek, ismini vermiş vekasımvezilka'de hicri yılında kastamonide basılmışdır. şimdi, bu kıymetli kitabı yeniden basdırmak, kitabevimize nasib oldu. başka mu'teber kitablardan alarak sonradan yapılan açıklamalar, bir köşeli parantez içine yazıldı. din kardeşlerimize bu hizmetde bulunmağı ihsan buyuran allahü tealaya sonsuz şükrler olsun! allahü teala hepimize, ehli sünnet alimlerinin bildirdiği doğru bilgileri öğrenmek ve bunlara inanmak ve sevgili peygamberimiz muhammed aleyhisselamın bildirdiği emrlere ve yasaklara uyarak, iyi bir insan olmak nasib eylesin! iyi bir insan, herkese iyilik eder. kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna saldırmaz. devlete, kanunlara karşı gelmez. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. bunun ma'nası insanlar, devletin, kanunların idaresi, himayesi altında, rahat yaşarlar. ibadetlerini rahat yaparlar demekdir. devlet ne kadar kuvvetli olursa, rahat ve huzur da o kadar artar. bunun için, müslimanların devlete daima yardım etmesi, vergilerini vaktinde vermesi, tatlı dil ve güler yüz ile herkese nasihat etmesi lazımdır. din düşmanlarının yalanlarına, hilelerine ve iftiralarına aldanarak, dinine ve devletine hiyanet etmekden muhafaza buyursun! amin. bugün, bütün dünyadaki müslimanlar üç fırkaya ayrılmışdır. birinci fırka, eshabı kiramın yolunda olan, hakiki müslimanlardır. bunlara ve ve , cehennemden kurtulan fırka denir. ikinci fırka, eshabı kirama düşman olanlardır. bunlara sapık fırka denir. üçüncüsü, sünnilere ve şi'ilere düşman olanlardır. bunlara ve denir. çünki bunlar, ilk olarak arabistanın necd şehrinde meydana çıkmışdır. bunlara de denir. çünki, bunların müslimanlara müşrik dedikleri ve kitablarımızda yazılıdır. müslimanlara kafir diyene peygamberimiz la'net etmişdir. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok ve kalbini tasfiye için, ya'ni nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitablardan gelmiş olan küfrden ve günahlardan kurtulmak için okumalıdır. ahkamı islamiyyeye uyanın düası muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve haram yiyip içenin, ahkamı islamiyyeye uymadığı anlaşılır. bunların düaları kabul olmaz. miladi sene hicri şemsi hicri kameri tenbih misyonerler, hıristiyanlığı yaymağa, yehudiler, talmutu yaymağa, istanbuldaki hakikat kitabevi, islamiyyeti yaymağa, masonlar ise, dinleri yok etmeğe çalışıyorlar. aklı, ilmi ve insafı olan, bunlardan doğrusunu iz'an, idrak eder, anlar. bunun yayılmasına yardım ederek, bütün insanların dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmalarına sebeb olur. insanlara bundan daha kıymetli ve daha faideli bir hizmet olamaz. bugün hıristiyanların ve yehudilerin ellerindeki tevrat ve incil denilen din kitablarının, insanlar tarafından yazılmış olduklarını kendi adamları da söyliyor. kur'anı kerim ise, allahü teala tarafından gönderildiği gibi tertemizdir. bütün papazların ve hahamların, hakikat kitabevinin neşr etdiği kitabları dikkat ile ve insaf ile okuyup anlamağa çalışmaları lazımdır. kıyamet ve ahıret hamd, zatının ebedi olduğunu bildiren allahü tealaya olsun. kendisinden başka bütün varlıkların yok olmalarını diledi. kafirleri ve günahkarları kabr azabı ile cezalandıracakdır. kullarının dünya ve ahıret se'adetine kavuşmaları için peygamberleri vasıtası ile emrlerini ve yasaklarını bildirdi. kullarının ahıretde azab veya mükafat görmelerini dünyadaki yapdıkları birkaç günlük amellerine bağladı. ahıret yoluna girip, rızasına kavuşmağı, seçdiği ve sevdiği kullarına kolay eyledi. allahü teala, sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama, onun aline ve eshabına salat ve selam eylesin ki, onların ismlerini müslimanlar arasında pek yüksek eyledi. bilmelisin ki, herşeyi dirilten ve öldüren allahü teala, ali imran suresinin yüzseksenbeşinci ve elenbiya suresinin otuzbeşinci ve elankebut suresinin elliyedinci ayetinin meali şerifinde, buyurdu. bununla alemlerin üç ölümünü bildirdi. dünya alemine gelen elbette ölür. ceberut alemine ve melekut alemine gelenler de elbette ölür. bunlardan dünya aleminde olanlar, ademoğulları ile karada, denizde ve havada olan hayvanlardır. melekuti olan ikinci alem, melekler ile cin sınıflarının bulunduğu alemdir. ceberuti olan üçüncü alem ki, meleklerden seçilenlerin alemidir. nitekim kur'anı kerimde, hac suresinin yetmişbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. işte bu üçüncü sınıf ceberut aleminin ehli, kerubiyan, ruhaniyan, hamelei arş melekleri ve suradıkatı celal ehli olanlardır. enbiya suresinin ondokuz ve yirminci ayetlerinde mealen, allahü tealanın indinde olan öyle melekler vardır ki, kendisine ibadetde, kendilerini beğenmezler ve hiç yorulmazlar. gece gündüz hep allahü tealayı tesbih ederler, usanmazlar buyurularak, bunları bildirmekdedir. allahü teala onları bu ayeti kerime ile medh buyurmuşdur. bunlar çok şerefli olup, cennet bağçelerinde bulunurlar. bunlar kur'anı kerimde bildirilmiş olup, sıfatları anlatılmışdır. bunlar cenabı hakka yakin oldukları ve bulundukları mekanları cennet olduğu halde yine ölürler. allahü tealaya yakin olmaları, ölmelerine mani' olmaz. sana önce dünya ölümünü anlatacağım. haber vereceğim şeyi dinlemek için kulağını iyi ver ki, eğer allahü tealaya ve onun resulüne, kıyamet gününe ve ahırete inanıyorsan; sana insanların bir halden diğer bir hale nasıl geçdiklerini nakl edip, onların hallerini, vasflarını haber vereceğim. çünki, bu haberler ancak delil ve şahid iledir ki, anlatacaklarıma allahü teala ve kur'anı kerim şahiddir. kur'anı kerim ile resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem nakl edilen sahih hadisler sözümü tasdik eder. biter. başlar. ahiret hayatı üç kısmdır: tekrar dirilinciye kadar, dır. sonra, , bundan sonra, dır. bu üçüncü hayat, sonsuzdur. dünyada iyi, faideli şeyler, kötü, zararlı şeylerle karışıkdır. se'adete, rahat ve huzura kavuşmak için, hep iyi, faideli şeyleri yapmak lazımdır. allahü teala çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yaratdı. bu kuvvete denir. temiz ve sağlam olan akl, bu işini, çok iyi yapar, hiç yanılmaz. günah işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar. iyiyi kötüden ayıramaz. allahü teala, merhamet ederek, bu işi kendi yapmakda, iyi işleri peygamberler vasıtası ile bildirmekde ve bunları yapmağı emr etmekdedir. zararlı şeyleri de bildirip, bunları yapmağı yasak etmekdedir. bu emr ve yasaklara denir. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine denir. bugün, yeryüzünde, değişdirilmemiş, bozulmamış tek din vardır. o da islamiyyetdir. rahata kavuşmak için, islamiyyete uymak, ya'ni müsliman olmak lazımdır. müsliman olmak için de, hiçbir formaliteye, imama, müftiye gitmeğe lüzum yokdur. önce kalb ile iman etmeli, sonra da, islamiyyetin emr ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır. sual melekleri kabre geleler, namazını doğru kıldın mı diyeler. hemen kurtuldun mu sandın ölünce, senin için azab hazır diyeler. birinci fasl allahü teala, adem aleyhisselamı yaratınca, belini kudretiyle mesh buyurduğu zeman, ondan iki avuç aldı. birisini sağ tarafından, diğerini ise sol tarafından aldı. her insanın zerresini birbirinden ayırdı. adem aleyhisselam onlara bakdı ki, onların zerreler gibi olduğunu gördü. elvakı'a suresindeki bir ayeti kerimede mealen, işte bu sağdakiler cennet ehlinin amelini yapacaklarından, cennetlik olanlardır. bana bunların amellerinden bir faide ve zarar yokdur. bu soldakiler cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, cehennemlik olanlardır. bana bunlardan da bir faide ve bir zarar yokdur buyuruldu. adem aleyhisselam allahü tealaya, ya rabbi! cehennem ehlinin ameli nedir? diye sordu. allahü teala da, olan emr ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmekdir buyurdu. bunun üzerine adem aleyhisselam, allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! bunları kendilerine şahid kıl. umulur ki, cehennem ehli ameli işlemezler dedi. allahü teala da, nefslerini şahid yapıp buyurdu. hepsi, rabbimizsin. biz şehadet eyledik dediler. allahü teala, melekleri ve ademi aleyhisselam de şahid tutdu ki, onlar allahü tealanın rububiyyetini ikrar etdiler. bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekanlarına gönderdi. çünki bunların hayatları yalnız ruhani bir hayat idi. cismani bir hayat değildi. allahü teala bunları adem aleyhisselamın sulbüne yerleşdirdi. ruhlarını kabz edip, arşın hazinelerinden birinde muhafaza kıldı. bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismani sureti temam olduğu zeman, henüz ölüdür. melekuti bir cevheri olduğundan, cesedin fenalaşması men edildi. allahü teala rahmde ölü olan bu çocuğa ruh vermeyi murad buyurduğunda, arşın hazinelerinde bir müddet gizleyip muhafaza buyurduğu ruhu, o cesede iade eder. çocuk o zeman hareket etmeye başlar. çok çocuk vardır ki, anne karnında hareket eder. validesi ba'zan işitir. ba'zan işitmez. allahü tealanın ruhlara, diye sorduğu misakdan sonraki ölüm ya'ni, ruhunu arşın hazinelerine göndermesi birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayatdır. ikinci fasl bundan sonra, allahü teala, insanı hayatı boyunca, dünyada durdurur. belli olan eceli gelinceye kadar ve rızkı tükeninceye kadar ve ezelde takdir edilmiş olan amelleri bitinceye kadar, dünyada durur. dünyadaki ölümü yaklaşdığı vakt, dört melek gelir. bunların biri, ruhunu sağ ayağından ve biri sol ayağından ve biri sağ elinden ve biri sol elinden çekerler. çok def'a, ruhu gargara haline gelmezden evvel yi görmeğe başlar. melekleri, yapdıkları işlerin hakikatini, alemlerinde durdukları hal üzere görür. eğer dili söyler ise, onların vücudünü haber verir. çok def'a da, gördüğü şeyleri, şeytanın bir işi zan eder. lisanı tutuluncaya kadar hareketsiz kalır. bu halde, yine melaike ruhunu parmak uçlarından çekerler. soluğu ise, sanki saka kırbasından su boşalır gibi, gırıl gırıl öter. facirin ruhu da yaş keçeye takılmış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. bu halde ölü karnını diken ile dolu zan eder. ruhunu da, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor ve gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor zan eder. hazreti ka'bdan radıyallahü anh, ölüm nasıl oluyor diye sual olundu. buyurdu ki: bir diken dalını bir kişinin içerisine koymuşlar. ve kuvvetli bir kimse onu çekiyor. kesdiğini kesiyor. kalan kalıyor gibi buldum. peygamberlerin efendisi sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, . işte bu zemanda insanın cesedi terler. gözleri sür'at ile iki tarafa gider. burnunun iki tarafı çekilir. göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır, benzi sararır. aişei sıddika radıyallahü anha validemiz, resulullah kucağında iken, bu hali görünce, gözünden yaş dökerek şu mealde şi'r söyledi:nefsimi sana feda ederim ya resulallah ki, seni fena hareketlerden birşey kederlendirmedi, incitmedi. bu zemana kadar seni cin de çarpmadı. birşeyden dahi korkmadın. şimdi ne oldu ki, güzel yüzün inci gibi terle örtülmüş görüyorum. her ölünün rengi solduğu halde, senin mubarek yüzünün nurları hakikaten her tarafı aydınlatıyor. ruhu kalbe gelince dili tutulur. hiç kimse ruhu göğsüne gelmiş iken konuşamaz. bunun iki sebebi vardır. biri, iş gayet büyük olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmışdır. görmezmisiniz, insanın göğsüne vurulsa bayılır. ancak az sonra söze kadir olur. çok kerre de söyliyemez. insanın neresine vurulsa seslenir. göğsüne vurulsa, hemen sessiz ölü gibi düşer. ikinci sebebi de, ses akciğerlerinden dışarı çıkan havanın hareketinden hasıl oluyor idi. bu soluk ise kalmadı. nefes alıp veremediği için, bedenin harareti kalmaz, soğur. bu zemanda mevtaların halleri muhtelif olur. ba'zıları vardır ki, melek zehr ile su verilmiş kızgın demir ile vurur. hemen ruh kaçar, harice çıkar. melek onu eline alır, civa gibi titremeye başlar. çekirge kadar insan şeklinde olur. sonra melek onu zebaniye teslim eder. ba'zı mevta vardır ki, ruhu azar azar çekilir. ta ki, boğazında tutulur. boğazında da kalmaz. ancak kalbe bağlı olarak kalır. bu zemanda, melek zehrli kızgın demir ile vurur. zira, o demirle vurmayınca, ruh kalbden ayrılmaz. bu demirle vurmanın sebebi, demir ölüm denizine daldırılmışdır. kalb üzerine konulunca, diğer yerlerine de sirayet eden zehr gibi olur. zira, hayatın sırrı ancak kalbdedir. onun sırrı ancak dünya hayatında te'sir eder. bunun için, ba'zı kelam alimleri ve dediler. ruh çekilip, son bağı kopacağı zeman, kendisine birçok fitneler arız olur. bu, ol fitnelerdir ki, iblis avanını hassaten o kimseye musallat eder. o halde iken o insana gelirler ve onun anası ve babası ve kardeşi ve kızkardeşi ve sevdiği kimselerden vefat etmiş olanlar suretinde görünürler ve ona derler ki:ey filan! sen ölüyorsun. biz, bu halde seni geçdik. sen yehudi dininde olarak öl. bu din, allah indinde, makbul olan hak dindir. eğer bunların sözlerine aldanmaz, dinlemez ise, yanından giderler. başkaları gelip, derler ki, olarak öl! zira o din mesihin, ya'ni isa aleyhisselamın dinidir ki, musa aleyhisselamın dinini, nesh etmişdir. böylece, her milletin dinlerini ona söylerler. o zemanda, cenabı hakkın şaşırmasını dilediği kimse şaşırır. işte bu; ey bizim rabbimiz! dünyada iken bize iman verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma mealindeki ali imran suresinin sekizinci ayeti kerimesinin haber verdiği haldir. cenabı hak bir kuluna hidayet ve imanda sebatını dilerse, o kimseye rahmeti ilahiyye gelir. ba'zıları, bu rahmetden maksad cebrail aleyhisselamdır, dediler. rahmeti ilahiyye, şeytanı uzaklaşdırıp, hastanın yüzünden oyorgunluğu giderir. o zeman insan ferahlar, güler. çok kimselerin bu halde güldüğü görülür ki, allahü teala tarafından rahmet gelmesi ile onu müjdeleyip, beni bilir misin, ben cebrailim. bunlar ise, senin düşmanların olan şeytanlardır. sen milleti hanifiyye ve dini muhammediyye üzre vefat et! der. insana işte bu melekden daha çok sevgili ve ferahlandırıcı bir şey yokdur. ya rabbi, bize rahmetini ihsan eyle. ihsan sahibi ancak sensin meali şerifindeki, ali imran suresi sekizinci ayeti kerimesi, bu hali haber vermekdedir. ba'zı kimseler vardır ki, ayakda namaz kılarken vefat eder. ba'zısı uykuda iken, ba'zısı, bir şeyle meşgul iken, ba'zısı da, çalgı ve oyunlara dalmış iken, kimisi de, serhoş iken, ansızın vefat eder. ba'zı kimselere, ruhu çıkarken kendinden evvel geçen tanıdıkları gösterilir. bunun için, etrafında olan kimselere bakar. bu zemanda, o kimse için horuldamak olur ki, insandan başka herşey onu işitir. insan işitmiş olsa, elbette helak olur, korkudan ölürdü. ölünün his duygularından en son gayb edeceği şey işitmesidir. zira ruh kalbden ayrıldığı vakt yalnız görmesi bozulur. fekat işitmek, ruh kabz oluncaya kadar gayb olmaz. bunun için fahri alem sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz, ölüm hastalığında olanlara şehadeteyni kelimeteyn ki, la ilahe illallah muhammedün resulullahdır. bu kelimeyi telkin ediniz! buyurmuşdur. ölüm halinde olanın yanında çok söz söylemekden de nehy buyurmuşdur. çünki o zeman, insan şiddetli sıkıntı içindedir. eğer ölünün ağzından tükrüğü akmış, dudağı sarkmış, yüzü kararmış, gözü dönmüş ise, bilmiş ol ki, o şakidir. ahıretdeki şekavetini görmüşdür. eğer görür isen ki, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsiyor, gözü dahi kırpık gibidir. bilmiş ol ki, o kimse ahıretde kavuşacağı sürur ile tebşir olunmuşdur. melekler, bu ruhu cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar. o sa'id olan kimsenin ruhu, bal arısı kadar insan şeklindedir. aklından ve ilminden hiçbirşey gayb etmemişdir. dünyada ne yapmış ise, hepsini bilir. o melekler, bu ruhla beraber semaya doğru uçarak yükselirler. bu yükselmeyi ba'zı ölü bilir, ba'zı ölü ise bilmez. böylece, önceki geçmiş peygamberlerin aleyhimüsselam ümmetlerini ve yeni ölmüş olanları, bir yere yayılmış olan çekirgeler gibi görerek geçerler ve birinci kat sema olan dünya semasına varırlar. bu meleklerin başında olan cebrail aleyhisselam, dünya semasına çıkar. kimsin diye sorulur. ben cebrailim, yanımdaki de filandır, diyerek o kimsenin güzel ve sevdiği ismleri ile haber verir. dünya semasının bekçileri olan melekler, bu ne iyi bir kimsedir ki, i'tikadı, inancı güzel idi. ve hiç şübhesi yokdu derler. bundan sonra ikinci kat semaya çıkarlar. kimsin denir. cebrail aleyhisselam birinci kat semadaki meleklere söylediği sözünü tekrar eder. ikinci kat semadaki melekler, o salih ruha, hoş safa geldi. dünyada iken namazlarını bütün farzlarına riayet ederek eda ederdi derler. sonra geçer, üçüncü kat semaya ulaşırlar. kimsin denir. cebrail aleyhisselam daha önce söylediklerini tekrar eder. bunun üzerine denir. oradan da geçerler. dördüncü kat semaya varırlar. kimsin denir. daha önce söylediği gibi cevab verir. denir. sonra geçerler. beşinci kat semaya varırlar. kimsin denir. daha önce söylediği gibi cevab verir. denir. sonra geçerler. altıncı kat semaya varırlar. kimsin denir. evvelce vermiş olduğu cevabı verir. denir. oradan da geçerek denilen, celal perdelerinin bulunduğu bir makama varırlar. kimsin diye sorulunca, öncekiler gibi cevab verir. yine hoş ve safa geldi. çok istiğfar edip, emri ma'ruf yapan, allahü tealanın dinini, onun kullarına öğreten, miskinlere yardım eden, salih kula ve güzel ruha merhabalar olsun denir. sonra meleklerden bir cema'ate uğrarlar ki, hepsi onu cennet ile müjdeleyip, onunla müsafeha ederler. sonra kadar giderler. yine kimdir diye sorulunca, öncekiler gibi cevab verir. hoş safa geldi. her iyiliğini allahü tealanın rızası için yapan zata merhaba denir. bundan sonra ateş tabakasından geçer. sonra nur, zulmet, su ve kar tabakalarından geçer. sonra soğuk denizine uğrar ve geçerler. her tabakanın birbirine uzaklığı bin senelik yoldur. sonra arşurrahman üzerine örtülmüş olan perdeler açılır ki, seksen bin perdedir. her perdede seksen bin şerefe vardır. her şerefede bin kamer ya'ni ay vardır ki, allahü tealayı tehlil ve tesbih ederler. onlardan bir kamer dünyada görünse, nuru alemi yakar ve herkes allahü tealadan başka olarak ona ibadet ederdi. bu zemanda, perde arkasından bir münadi nida eder ki, bu getirdiğiniz ruh kimdir? cebrail aleyhisselam filan oğlu filandır, der. allahü teala, bunu yakınlaşdırın. ve sen ne güzel kulumsun buyurur. allahü tealanın huzuri ma'neviyei ilahiyyesinde durduğu vakt, ba'zı levmü itab ile hak teala onu utandırır. hatta o kul, zan eder ki, hakikaten helak oldu. sonra, cenabı hak onu afv eder. nitekim kadi yahya bin eksem hazretlerinden rivayet olundu. vefatından sonra rüyada görülüp de sual olundu ki, hak teala sana ne mu'amele eyledi. yahya bin eksem, allahü teala beni manevi huzurunda durdurdu. ey şeyhi su ! sen şunu ve bunu işlemedin mi? buyurdu. allahü tealanın yapdıklarımı bildiğini anladığım zeman, beni korku kapladı ve ya rabbi, böyle sual soracağını bana dünyada bildirmediler, dedim. buyurdu. ben de, bana mu'ammer, imamı zühriden, o da urveden, o da aişei sıddika radıyallahü anhadan, o da hazreti peygamberden sallallahü teala aleyhi ve sellem, o da hazreti cibrilden, o da zati tealadan haber verdiler. rauf ve rahim olan allahü teala, buyurdu; dedim. o zeman allahü teala buyurdu ki, sen ve mu'ammer ve imamı zühri ve urve ve aişe ve muhammed aleyhisselam ve cibril sadıksınız. ben de seni mağfiret etdim.kadi yahya bin eksem rahmetullahi aleyh bağdadda kadi iken de medinede vefat etdi. şafi'i fıkh alimi idi. adındaki kitabı meşhurdur. mu'ammer bin müsenna, ebu ubeydi nahvi adı ile meşhurdur. edib idi. da basrada tevellüd, da vefat etdi. harici idi. çok kitab yazdı. hadis ve tarih alimi idi. muhammed bin müslim zühri tabiindendir. kitablarını dıvar gibi dizip, içine kapanarak okumakla vakt geçirirdi. zevcesi bir gün demişdi. de vefat etdi rahimehullahü teala. urve bin zübeyr, zübeyr bin avvamın ikinci oğludur. esma binti ebi bekrin oğludur. fukahai seb'adan biridir. aişeden radıyallahü anha çok hadisi şerif bildirdi. de tevellüd, de medinede vefat etdi rahimehullahü teala. yine, abdül'aziz ibni nübate rü'yada görülüp, allahü teala hazretleri sana nasıl mu'amele buyurdu diye sorulunca, allahü teala bana buyurdu ki, sen şu kimse değilmisin ki, sözünü kısaltır. ve sana bu ne güzel fesahatli söz söyler denilsin diye konuşurdun. ben de, ya rabbi! yüce zatını noksan sıfatlardan tenzih ve takdis ederim ki, ben hakir kulun, dünyada zati rububiyyetini vasf ve medh ve sena ederdim. buyurdu. ben dahi, önce yokdan yaratan, onların yine ruhlarını kabz ederek öldürür. onlara nutk veren, yine nutklarını yok eder. yok etdiği gibi, sonra yine yokdan icad eder. insan öldükden sonra, uzvlarını birbirinden ayırdığı gibi, onları yine kıyamet günü cem' eder dedim. günahları afv edici olan allahü teala, doğru söyledin. git ben de seni mağfiret etdim buyurdu dedi. ibni nübate şair olup, divanı vardır. de bağdadda vefat etdi. mensur bin ammar da rahmetullahi aleyh, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, şöyle cevab verdi. cenabı hak, beni ma'nevi huzurunda durdurup, buyurdu. ben de, ya rabbi, otuzaltı hac ile geldim. onlardan hiçbirini kabul etmedim. ne ile geldin? buyurdu ben de; ya rabbi, senin rızan için, okuduğum üçyüzaltmış hatmi şerif ile geldim. onlardan hiçbirini kabul etmedim. ne ile geldin, ey mensur? buyurdu. ben de ya rabbi, rahmetin ile geldim, dedim. bunun üzerine, allahü teala da, buyurdu dedi. bu hikayelerin çoğu ölümün korkulu hallerini haber verir. ben sana, allahü tealanın yardımı ile, söz dinleyecek kimselerin uyabilecekleri şeyleri haber verdim. ba'zı insanlar vardır ki, kürsiye ulaşdıkları zeman bir nida işitir. ve orada, onu geri çevirirler. ba'zıları da, perdelerden geri çevrilir. allahü tealanın huzuruna ulaşanlar, arifi billah olanlardır, ya'ni evliyai kiramdır. vilayetin dördüncü derecesi ve daha üst makamlarında olan kimselerin dışındakiler, allahü tealanın huzuruna ulaşamazlar. beterdir günbegün halim, begayet, ya resulallah! düzelsin artık ef'alim, inayet ya resulallah! azıtdı bu deni nefsim, beni şeytana uydurdu. ne mümkin bunca isyanla, dehalet ya resulallah! aceb kabil mi kurtulmak, hevayi nefsü şeytandan? erişmezse, eğer senden, hidayet ya resulallah! gelince feyzü ihsanın, günahkar kimseye bir an, onun rahı, düalemde, selamet ya resulallah! emri, nehyi ta'zim etdim, harama demedim halal. her günahın sonu oldu, nedamet ya resulallah! ey insü cinnin resulü, insanların en üstünü, ihlasıma bağışla kıl, şefa'at ya resulallah! üçüncüfasl facirin, ya'ni kafirin ruhu sert olarak şiddet ile alınır ve yüzü ebu cehl karpuzu gibi olur. melekler ona hitaben, ey habis olan ruh! habis olan cesedden çık der. o da merkeb gibi bağırır. ruhu çıkınca, azrail aleyhisselam, onu yüzü gayet çirkin ve siyah elbiseli ve fena kokulu zebanilere teslim eder ki, ellerinde yünden yapılmış, eski kilim parçası gibi bir bez vardır. o ruhu buna sararlar. bu zemanda, çekirge kadar insan şekline çevrilir. bunun sebebi, kafirin cesedi ahıretde mü'minin cisminden büyük olur. hadisi şerifde, buyuruldu. cebrail aleyhisselam, bu kötü ruhu yükseltir ve dünya semasına ulaşırlar. sen kimsin denir. ben cebrailim der. yanındaki kimdir denir. filan oğlu filan diye, kötü, çirkin ve dünyada sevmediği fena ismleriyle onu zikr eder. onun için gök ve sema kapısı açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, bu gibi kimseler cennete girmezler denir. cebrail aleyhisselam bu sözü işitince, onu elinden bırakıverir. rüzgar onu uzaklara sürükler. işte bu, hac suresinde, allahü tealaya ortak koşan kimse, şuna benzer ki, gökden düşüp, kendini ya kuşlar kapışır. yahud rüzgar onu uzak bir yere atar da orada helak olur olan otuzbirinci ayeti kerimenin meali şerifidir. o kimse yere düşünce, bir zebani onu alıp siccine götürür. siccin yerin altında veya cehennemin dibinde büyük bir taşdır ki, kafir ve fasıkların ruhu oraya götürülür. yehudi ile nasaranın ruhları kürsiden kabrlerine geri gönderilir. eğer bunlar kendi dinleri üzere olurlarsa kendilerinin yıkanmalarını ve defn olunmalarını seyr ederler. müşrik ya'ni dinlere inanmayanlar, bunlardan birşey seyredemez. zira kendisi dünya semasından hakir olarak bırakılmışdır. münafık, ikinciler gibi, ya'ni müşrik gibi, allahü tealanın kahrına uğramış ve red olunmuş olarak, mezarına geri gönderilir. mü'minlerden kullukda kusur edenler çeşid çeşiddir. ba'zılarını, kılmış olduğu namazı geri çevirir. zira bir kimse, namazını horozun yem yediği gibi çabuk çabuk kılarsa, namazından hırsızlık etmiş olur. onun namazı eski bir bez parçası gibi toplanıp yüzüne vurulur. sonra yükselir ve sen beni zayi' etdiğin gibi, allahü teala da, seni zayi' etsin der. ba'zılarını zekatı geri çevirir. zira o kimse, zekatını filan kimse tesadduk ediyor, zekatını veriyor desinler diye verirdi. ve çok def'a kadınların muhabbetini çekmek için zekatını onlara verirdi. biz bunları gördük. biz bunu müşahede eyledik. halal olan şeylerle allahü teala herkese afiyet versin. ba'zılarını da orucu geri çevirir. çünki o kimse yemekden oruc tutmuş, fekat malaya'ni sözlerden ve gıybetden ve günah işlemekden kaçınmamış idi. işte bu oruc fuhş ve hüsrandır. bu şeklde oruc tutarken, ramezan ayı çıkar. zahirde oruc tutmuş, hakikatde ise, oruc tutmamış olur. ba'zı kimseleri de haccı geri çevirir. çünki o kimse, hac ediyor desinler diye veya haram mal ile hac etmişdir. ba'zı insanı da anayababaya asi olmak gibi bir günahı geri çevirir. bu halleri, esrar aleminden haberi olanlar ve allahü tealanın rızası için ilm öğrenen alimler bilir. şimdiye kadar anlatdığımız hususlar hakkında, peygamberimizden sallallahü teala aleyhi ve sellem hadisler, eshabı kiramdan ve tabi'inden de haberler gelmişdir. muaz bin cebel radıyallahü anhın rivayetinde bildirildiği gibi, amellerin geri çevrilmesi ve bunun dışındaki hususlarda çok haberler gelmişdir. ben bu mes'eleyi kısaca ayırarak anlatmak istedim. eğer kısaltmamış olsaydım, çok kitabları doldururdum. ehli sünnet i'tikadında olan ya'ni doğru i'tikad ve imana sahib olanlar, çocuklarını bildikleri gibi, bu anlatdıklarımızın doğru olduğunu bilirler. ruh cesede geri döndürüldüğü zeman cesedi yıkanırken bulur ve başı ucunda gasli bitinceye kadar durur. allahü teala iyiliğini istediği kimsenin gözünden perdeyi kaldırır ve o kimse, ölünün ruhunu dünyadaki insan suretinde görür. bir zat oğlunu yıkarken başı ucunda olduğunu gördü. kendisine korku gelip gördüğü tarafdan diğer tarafa geçdi. kefenine sarılıncaya kadar bu hali gördü. kefene sarılınca, o şahsın şeklindeki ruh kefene geri döndü. na'ş, ya'ni tabut içine koyunca da ruhu görenler oldu. nitekim salihlerden çok kimseden rivayet olundu ki, na'ş üzerinde iken filan nerededir. ruh nerededir? diye ses işitildi. kefen göğüs tarafından iki yahud üç kerre hareket eyledi. rebi' bin heysemden rahimehullah rivayet edildi ki, bir zat, yıkayan kimsenin elinde hareket etmişdir. yine ebu bekri sıddik radıyallahü anh zemanında bir ölünün tabut üzerinde konuşduğu görüldü ki, ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma nın faziletlerini zikr etdi. mevtanın bu halini görenler, melekler alemini seyr eden velilerdir. allahü teala dilediği kimsenin gözünden ve kulağından perdeyi kaldırır, o da bu hali görür ve bilir. ölü kefene sarıldığı zeman ruh haricde olarak göğüse yakın gelir. bu sırada onun bağırması ve inlemesi vardır. der ki, beni rabbimin rahmetine acele götürünüz. eğer bana ihsan olunan ni'metleri bilseydiniz, beni götürmekde acele ederdiniz. eğer şekavet ile korkutulmuş ise, der ki, aman bana azabı ilahiden bir müddet mühlet verip, ağır götürünüz. eğer bilseydiniz, elbette beni omuzunuzda taşımazdınız. bunun için, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, bir cenaze görünce, hemen ayağa kalkarlar, kırk adım kadar beraber giderlerdi. sahih hadisde bildirildi. peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem önünden bir cenaze geçirildi. ta'zim için peygamberimiz ayağa kalkdı. eshabı kiram aleyhimürrıdvan dediler. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu. ya'ni insan değil midir? resulullah efendimizin böyle yapmalarının sebebi, mubarek zatına melekler alemi keşf olunmuş, gösterilmişdir. bunun için, cenaze gördüğü vakt neş'eli olurlar idi.de diyor ki, önünden cenaze geçen kimse, cenaze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. cenazeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimizin cenaze görünce kalkdığı, geçdikden sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emr buyurduğu bildirildi ise de, bu emr nesh edildi. ya'ni bir zeman sonra, bu emrini değişdirdi. ve da da cenazeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır. ölü kabre konulduğu zeman, üzerine toprak örtülünce, kabr meyyite şöyle söyler ki, benim üzerimde iken ferah idin. şimdi altımda mahzun olursun. benim üzerimde yemekler yirdin. şimdi de seni benim altımda kurtlar yir. kabr dolup, toprakla üzeri örtülünceye kadar böyle çok acı sözler söyler. ibni mes'uddan radıyallahü anh rivayet olundu ki, ya resulallah, ölü kabre konduğu vakt, ilk karşılaşdığı şey nedir diye sordu. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki, ya ibni mes'ud! bunu bana senden başka kimse sormadı. ancak sen sordun. ölü kabre konulduğu vakt, önce bir melek seslenir. o meleğin ismi dır. kabrlerin arasına girer. der ki, ya abdellah! amelini yaz! o kimse der ki, benim burada ne kağıdım, ne kalemim var. ne yazayım? o melek der ki; bu sözün kabul edilmez. senin kefenin kağıdındır. tükrüğün mürekkebindir. parmakların kalemindir. melek kefeninden bir parça kesip verir. o kul dünyada her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevabını ve günahını, adeta o bir günde işlemiş gibi yazar. bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. o ölünün boynuna asar. bundan sonra resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz, mealindeki isra suresinin onüçüncü ayeti kerimesini okudular. sonra, gayet korkunç iki melek gelir. insan şeklinde görünürler. yüzleri gayet siyah olup, dişleriyle yeri yararlar. başlarının tüyleri yeryüzüne sarkmış görünür. sözleri gök gürler gibi, gözleri şimşek çakar gibidir. nefesleri de, şiddet ile esen rüzgar gibidir. herbirinin demir kamçıları vardır ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, yerden kaldıramazlar. dağlardan daha büyük ve ağırdır. bir kerre, bir kimseye vurursa, mazallah parça parça eder. ruh bunları görünce, hemen kaçar. ölünün burnundan göğsüne girerler. göğsünden yukarısı dirilir. öleceği zemandaki hali gibi olur. hareket etmeğe kadir olmaz. fekat ne söylenirse onu işitir ve görür. bunlar ona şiddet ile sual ederler. cefa ederek onu üzerler. toprak ona su gibi olmuşdur. ne vakt kımıldarsa yer açılıp bir boşluk olur. bu iki melek rabbin kimdir? dinin nedir? peygamberin kimdir? kıblen neresidir? diye sual sorarlar. allahü teala, kimi muvaffak eder ve kimin kalbine hak sözü yerleşdirirse, der ki, sizi vekil ederek bana kim gönderdi ise, rabbim odur. benim rabbim allah, peygamberim muhammed aleyhisselam, dinim dini islamdır. buna ancak, ilmi ile amil olan hayrlı alimler böyle cevab verir. o zeman bunlar da der ki, doğru söyledi. delilini getirdi. bizim elimizden kurtuldu. bundan sonra onun üzerine kabrini büyük bir kubbe gibi yaparlar. onun için sağ tarafına iki kapı açarlar. sonra da kabrini güzel kokulu fesleğenlerle döşerler. cennet kokuları, o meyyitin üzerine gelir. dünyada yapdığı güzel amelleri, en sevdiği dostu suretinde gelip, onu eğlendirir ve ona güzel haberler söyler. kabri nur ile dolar. kıyamet kopuncaya kadar kabrinde neş'eli ve sevinçli olur. o kimseye kıyamet kopmasından daha sevgili bir şey olmaz. ilmi ve ameli az olan ve ilmden ve melekut esrarından haberi olmıyan mü'minlerin derecesi bundan aşağıdır ki, onun yanına rumandan sonra, güzel suretde ve güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak ameli gelir. der. o da der ki, o da der ki, ben senin salih işlerinim. korkma, mahzun olma! biraz sonra, münker ve nekir melekleri gelirler ve sana sual ederler. onlardan korkma der. bundan sonra, sual meleklerine söyleyeceği şeyleri öğretirken, münker ve nekir melekleri gelir. şimdi anlatacağımız şeklde onu sıkışdırırlar. onu oturturlar. ona , ya'ni rabbin kimdir, derler. o da evvelki söylediği gibi söyler: rabbim allahdır. peygamberim muhammed aleyhisselam, imamım kur'anı kerim, kıblem ka'bei şerif ve babam ibrahim aleyhisselamdır ki, onun milleti benim milletimdir der. onun dili hiç tutulmaz. onlar da, derler. önceki melekler gibi mu'amele ederler. fekat onun için sol tarafından cehennemden bir kapı açarlar. cehennemin yılan, akrep, zincir, sıcak suyu ve zakkumu, velhasıl ne varsa hepsini görür. o kimse, onun üzerine pek çok feryad eder. ona korkma, buranın dehşeti sana bir zarar vermez. burası senin cehennemdeki yerindir ki, allahü teala, bunu senin cennetde olan yerinle değişdirdi. uyu, sen saidsin derler. sonra onun üzerine cehennem kapısı kapanır. aylarca, senelerce geçen zemanı bilmez, öylece kalır. birçok kimsenin, ölürken dili tutulur. eğer i'tikadı bozuk olursa, , diyemez. başka söz söylemeğe başlar. melekler bir kerre vururlar, kabri ateşle dolar. sonra söner. birkaç gün sönük olarak durur. sonra yine kabrde, onun üzerinde ateş hasıl olur. kıyamet kopuncaya kadar, bu hal devam eder. birçok kimse dahi, diyemez. bunlar, ya şübhe üzre vefat etmişlerdir. yahud, vefat ederken, kendisine fitnelerden bir fitne arız olmuşdur. buna bir kerre vururlar. kabri, yukarıda denildiği gibi ateşle dolar. ba'zı kimseler ya'ni kur'anı kerim imamımdır diyemezler. çünki bunlar, kur'anı kerimi okurlar, fekat ondan nasihat almazlardı ve kur'anı kerimde olan emrlerle amel etmezler ve nehy etdiği şeylerden kaçınmazlardı. bunlara da öncekilere yapdıkları gibi yaparlar. ba'zı kimsenin de ameli, korkunç şekl alır. bunu çekerler. kabrinde günahları kadar azab olunur. ahbarda varid oldu ki, hunut, hınzır yavrusuna derler. ba'zı kimse de, peygamberim muhammed aleyhisselamdır diyemez. zira bu kimse, dünyada sünneti nebeviyyeyi unutmuş idi. zemana, modaya uymuş idi. çocuklarına kur'anı kerim okutmamış, allahü tealanın emrlerini, yasaklarını öğretmemiş idi. ba'zı kimse, kıblem ka'bei şerif diyemez. zira, namaz kılmak için kıbleye az yönelmiş, yahud abdestinde fesad bulunurmuş, yahud namazında başka şeylere iltifat eder, dünya işleri ile meşgul olurmuş, yahud rüku'ünde ve sücudünde noksanlık olup, ta'dili erkana riayet etmezmiş. sana, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem rivayet olunan giyen kimsenin namazını kabul etmez hadisi şerifi kifayet eder. ba'zı kimse, ya'ni ibrahim aleyhisselam babamdır diyemez. zira, bir gün ibrahim aleyhisselam yehudidir, yahud nasranidir diye söz işitmiş ve bunun için şübheye düşmüşdü. buna dahi evvelkilere yapıldığı gibi yapılır. bunların hepsini kitabımızda geniş olarak bildirdik.yukarıdaki hadisi şerif, namazını özrsüz olarak kılmamış ve derhal kaza etmemiş olan kimsenin, bundan sonra kılacağı namazlarının hiçbirinin kabul olmıyacağını bildiriyor. sonra kıldığı namazlar şartlarına uygun olarak ve doğru, ihlas ile kılınırsa, sahih olurlar, ya'ni namaz kılmak vazifesini yerine getirmiş, bunların günahından kurtulmuş olur. bu namazlarının hiç biri kabul olmaz demek, allahü tealanın va'd etdiği sevablara kavuşamaz, bunların faidesini görmez demekdir. beş vakt namazın sünnetleri, sevab kazanmak için kılınıyor. bu kimsenin sünnet namazları kabul olunmıyacağı için, sünnetleri boşuna kılmış olur. sünnet namazlarının kendisine hiç faidesi olmaz. bunun için, farz namazı özrsüz kılmıyan kimse, bu namazını hemen kaza etmelidir. kılmadığı namazların sayısı çok ise, sünnetleri kılarken, o vaktin kılınmamış namazını kaza etmeğe niyyet etmelidir. böylece, namazını kaza etdiği için, bunun büyük azabından kurtulmuş olur. kazaları çabuk biterek, sünnetlerin sevabına da kavuşmağa başlar. özr ile kaçırılmış olan farz namazlar böyle değildir. bu hadisi şerif, özrsüz olarak, tenbellikle kılınmayan namazlar içindir. bu hususda kitabında, kaza namazları bahsinde geniş bilgi vardır. dördüncüfasl facire, ya'ni kafir olanlara münker ve nekir melekleri dedikleri vakt, , ya'ni der. onlar da, bilmedin ve hatırlamadın derler. sonra onu demirden kamçı ile döverler. ta ki, yedinci kat yerin altına girer. sonra yer silkelenir. yine kabrine çıkar. böyle yedi def'a döverler. sonra da, bunların halleri başka başka olur. ba'zısının ameli köpek şekline çevrilip kıyamete kadar onu ısırır. bunlar, kıyamet ve islamiyyetin bildirdiği hususlarda şübhe edenlerdir. kabrde bulunanların karşılaşacakları haller çeşid çeşiddir. ancak biz burada çok kısa anlatdık. bu azabın aslı şöyledir ki, bir insan dünyada en çok neden korkarsa, kabrde onunla azab olunur. mesela, ba'zı insanlar, yırtıcı hayvan yavrusundan çok korkar. insanların tabi'atleri bunda muhtelifdir. allahü tealadan selamet ve nedametden evvel mağfiret isteriz. mevtalardan çok def'a rivayet olunmuş ve rü'yada görülüp, halleri sorulmuş ve cevablar alınmışdır. bunlardan birisine hali sorulunca, birgün abdestsiz namaz kılmış idim. allahü teala, bana bir kurtcağız musallat etdi. onunla halim pek fenadır dedi. bir diğeri de, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, bir gün cenabetden gusl etmemişdim. allahü teala, ateşden bir elbise giydirdi. onun içinde, kıyamete kadar bir yerden bir yere çevirerek bana azab ediyorlar dedi. bir diğeri de, rü'yada görülüp, allahü teala sana ne mu'amele buyurdu diye sorulunca, beni yıkayan kimse, bir tarafdan bir tarafa şiddet ile çevirirken, teneşirdeki demir çivi vücudümü tırmaladı. bundan çok zahmet çekdim dedi. sabah olunca, yıkayan kimseden sorulunca, dedi. bir başkası da, rü'yada görülüp, halin nasıldır, sen ölmemiş miydin? diye sorulunca, evet, ben hayr üzereyim, lakin üzerime toprak atılırken, bir taş düşüp, iki kemiğimi kırdı. bana çok sıkıntı verdi dedi. bunun üzerine kabrini açdılar. dediği gibi buldular. bir kimse oğluna, rü'yasında gelip, ey fena oğul! babanın kabrini düzelt! zira, yağmur çok eza verdi dedi. bunun da kabrini açdılar. adeta su arkı gibi dolmuş buldular ki, sel doldurmuş idi. arabiden biri, rivayet eder ki, oğluma, allahü teala sana ne mu'amele etdi diye sordum. dedi. çok def'a haber verilen, bunlar gibi hikayelerden açıkca anlaşılan şudur ki, kabr ehli kabrlerinde azab çekerler. onun için, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ölünün kemiklerini kırmakdan nehy buyurmuşlar ve bir kimseyi kabrin bir tarafında oturduğunu gördüklerinde, ve buyurmuşdur. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem valideleri hazreti aminenin kabrini ziyaret etdiklerinde ağladılar. yanlarında bulunanları da ağlatdılar. buyurdular ki, rabbimden bunun için mağfiret taleb etmeğe izn istedim. izn vermedi, sonra kabrini ziyaret etmek için izn istedim, izn verdi. öyle ise, siz de kabrleri ziyaret ediniz! zira, ziyaret ölümü hatırlamağa sebebdir. resulullaha, mubarek anasına, babasına mağfiret için sonradan izn verildi. zaten mü'min idiler. sonradan diriltilip, bu ümmetden de oldular. bu hadisi şerif, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem muhterem ana ve babasının mü'min olduklarını göstermekdedir. çünki, kafirlerin kabrini ziyaret etmek yasakdır. bunların kabrlerini ziyaret etmeğe izn verilmesi, kafir olmadıklarını açıkca bildiriyor. mağfiret için izn verilmemesinin de sebebi vardı. cenabı hak, habibinin hatırı için, onun şerefi için, mubarek ana babasını daha büyük ni'mete kavuşdurmak istiyordu. ta'yin buyurduğu, takdir etdiği zeman gelince, onları diriltecek, oğullarının peygamberlerin en üstünü olduğunu gösterecek, ona iman edecek, ümmeti olmakla şereflenecek ve sahabilik yüksek derecesine kavuşacaklardı. nişancı zade muhammed bin ahmed efendinin rahmetullahi aleyhyazdığı türkçe kitabı, birinci kısm, ikiyüzyirmiyedinci sahifede diyor ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ana babalarının iman edip etmediklerinde, alimler başka başka söyledi. de vefat eden abdürrahman bin ebi bekr süyuti kitabında ve başka birçok kıymetli kitablarında beş çeşid haber bildirmişdir: nişancızade de vefat etdi. – onların ikisi de, resulullahın dine çağırmasından ya'ni bi'setden önce, cahillik zemanında vefat etdi. şafi'i alimlerinin hepsine ve hanefilerin çoğuna göre, bir peygamberin dinini işitmiyen kimsenin iman etmesi vacib olmaz. çünki, peygamberin dinini işitmeden önce düşünerek imanı akl ile bulmak vacib değildir. işitdikden sonra, allahü tealanın var olduğunu düşünüp anlamak, iman etmek lazım olur. cahillik zemanında, geçmiş peygamberler unutulmuş idi. çünki asrlar boyunca, kafirler, zalimler idareleri ele alarak, dinleri ortadan kaldırmışlar, din adamlarına baskı, işkence yapmışlar, imanlılar azalmış, gizlenmiş, böylece, dini, imanı bilen kalmamışdı. her asrda gelen zalimler, kötü ruhlu, alçak kimseler, böyle çalışmakda, din adamlarını, din bilgilerini yok etmek için imanlılara karşı amansız bir kin ile, canavar gibi saldırmakdadır. ingilizler ve komünistler böyledir. fekat, bu zalimlerden hiçbiri imanı yok edememiş, kendileri kahr olmuş, çok acı, perişan halde, saltanatlarından ayrılmış, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düşmüşler, ismleri la'net ile anılmış veya unutulmuşdur. allahü teala, bir peygamber veya bir alim yaratarak, iman ışığı ile yer yüzünü yeniden aydınlatmışdır. aklı olanların, bundan ibret alması, uyanması, dünyada ve ahıretde rezil olmamak için, din düşmanlarına aldanmaması lazımdır. – cahillik zemanında yaşamış olanlar, kıyamet günü imtihan edilecek, orada iman edenler, cennete girecekdir, diyen alimler de varsa da, bu sözün za'if olduğu kitabında. ncu mektubun tercemesinde açıklanmışdır. – allahü teala, sevgili peygamberinin sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek ana babasını diriltdi. oğullarına iman edip, ona ümmet olmakla şereflendiler ve tekrar vefat etdiler. imamı süyuti rahmetullahi aleyh, bunların diriltildiğini bildiren hadisi şerifi yazıyor. za'if bir hadis ise de, çok kimse bildirdiği için, kuvvetli olmuşdur. alimlerin çoğuna göre, kuvvetli hadisdir. ibadetlerin kıymetini, bir müslimanın üstünlüğünü bildiren za'if hadise uyulur buyuruyor. – fahrüddini razive birçok alimler buyuruyor ki, tevbe suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni bütün kafirler pisdir. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. başka bir hadisi şerifde, her fahrüddin razi da hiratda vefat etdi. asrda, o zemanın insanlarının en hayrlılarından getirildim buyuruldu. kafire hayrlı demek ise, caiz değildir. hele şuara suresindeki ikiyüzondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. buradan, bütün babalarının, analarının mü'min oldukları anlaşılmakdadır. ibrahim aleyhisselamın babası denilen azerin kafir olduğu kur'anı kerimde bildiriliyor ise de, abdüllah ibni abbas ve imamı mücahid, dediler. arabistanda amcaya baba denilir. hadisi şerifde buyuruldu ki, . ebu talibin azabı, azabların en hafifi olunca, resulullahın mubarek anababası cehennemde olsaydı, azabın en hafifi, bu ikisinin azabı olurdu. bu hadisi şerif de, bu bakımdan, ikisinin de mü'min olduğunu göstermekdedir. – alimlerden çoğu, bu mes'elede edebe, saygıya aykırı konuşulmamasını, işin doğrusunu allahü teala bilir deyip, susulmasını uygun görmüşdür. şeyhulislam allame ahmed ibni kemal paşa da, risalesinin sonunda buyuruyor ki, hadisi şerifi ve tevbe suresinin mealindeki altmışikinci ayeti kerimesine göre, diyen kimse mel'undur. ın yazısı temam oldu. peygamberimiz aleyhisselam bir kabr yanında hazır oldukları vakt, dünya ve ahıret selameti, müslimanlardan ve mü'minlerden bu kabrde bulunanların üzerine olsun. biz inşaallah size lahık oluruz . siz bizden evvel göçdünüz. biz de, size tabi' olup, sonradan varırız. ya rabbi! bizi ve bunları mağfiret et ve afvınla günahlarımızdan geç buyururdu. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zevcelerine de radıyallahü teala anhünne kabr ziyaretinde bu kelamı söylemelerini emr ederdi. salihi müzeni rahimehullah buyurdu ki, ba'zı ulemadan diye sual eyledim. bunun hakkında hadisi şerif varid oldu diye haber verdiler. siz kabrler arasında namaz kılmayınız. zira bu, nihayeti olmıyan hasretdir. ya'ni pişman olursunuz hadisi şerifini okudular. isma'il müzeni, imamı şafi'inin talebesi idi. de mısrda vefat etdi. bunun içindir ki, necaset bulunan yerlerde, mesela kabristanda ve hamamda namaz kılmak mekruhdur. bir zatdan rivayet olundu. dedi ki, birgün kabrler arasında namaza durdum. güneşin sıcaklığı pek şiddetli idi. hemen pederime benzer bir şahsı kabrinin üzerinde oturur gördüm. korkarak namazın secdesini noksan etdim. işitdim ki, yeryüzünün genişliği sana dar geldi de, burayı mı buldun? namazınla bir zeman, bize eza edersin dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir yetime rastgeldi. babasının kabri başında, yüksek sesle ağlıyordu. o yetirhamet ederek, kendileri dahi ağladılar. buyurdular ki, ölü elbette yakınlarının bağırarak ağlaması sebebi ile azab olunur. ya'ni hüzn ve fenalık gelir. nice ölü vardır ki, rü'yada görülüp, sual eden kimseye, halim pek fenadır. filan ve filandan eziyyet görüyorum. onların çok ağlayıp, feryad ve figanı bana eza ediyor diye, haber verdiği vaki'dir. lakin zındıklar , bunu inkar ediyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz: buyurdu. yine bunun gibi, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem bir cenaze defninden geldikde, buyurdu. fıkh alimlerinden rahimehümullahü teala, rivayet olunur ki, bir kimse vasıyyet etmeden vefat etmişdi. sonra, gece çoluk çocuğunu dolaşıp filana ve filana şu kadar ekin verin. filan kimseden emanet aldığım kitabını verin dedi. sabah olunca, her biri diğerine gördükleri rü'yayı söylediler. ekini verdiler. lakin kitabı araşdırdılar, bulamadılar. buna te'accüb etdiler. bir zeman sonra, evin bir köşesinde buldular. bir zatdan rivayet olundu ki, babam bizim için terbiye edici bir kimse ta'yin eylemişdi. bize evde yazı öğretirdi. bu zat vefat eyledi. altı gün sonra kabrine vardık. allahü tealanın emrini düşünüyorduk. oradan bir tabak incir geçiriyorlardı. onu satın aldık, yidik. saplarını oraya atdık. o gece bizim üstadımız babamızın rü'yasında görünüp, halin nasıldır, diye sorunca, iyidir, ben de hayr üzereyim. fekat evladın kabrimi mezbele ya'ni süprüntülük etdiler. fena laflar söylediler dedi. babam bize sordu. biz ise sübhanallah! bizi dünyada terbiye etmiş iken, ahırete gitdiği halde, yine terbiye ediyor dedik. bu gibi şeyler hakkında anlatılanlar çokdur. fekat bu kadar va'z ve nasihati kafi gördüm ki, az sözden çok ibret alınsın. beşinci fasl kabrde ölüler dört halde bulunur. ba'zısı ökçesi üzere oturur. gözü dağılıp, bedeni şişip, cismi toprak oluncaya kadar bu halde kalır. sonra ruhu, dünya göğünden başka melekut alemini dolaşır. ba'zısına cenabı hak bir uyku verir. birinci sura kadar ne olduğunu bilmez. birinci surda uyanır, sonra yine ölür. ba'zısı kabrinde iki ay kadar yahud üç ay kadar durur. sonra ruhu bir cennet kuşu üzerine biner, kuş onu cennete kadar uçurur. bunları bildiren hadisi şerifler sahihdir. islamiyyetin sahibi sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: mü'minin ruhu kuş ile beraberdir. cennet ağaçlarından birine asılmış durur. bunun gibi şehidlerin ruhlarından sorulunca: buyurdu. ba'zı insanlar, diledikleri zeman makamlarından yükselirler. ba'zıları da, sur üfleninceye kadar orada durur. dördüncü nev' enbiya ve evliyaya mahsusdur. bunların ba'zısı kıyamete kadar uçar ve çoğu gece görünür. ben inanıyorum ki, ebu bekri sıddik ve ömerülfaruk radıyallahü teala anhüma bunlardandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, üç alemi dolaşmakda serbestdir. buna tenbih ve işaret için bir gün peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, buyurdu. hakikaten, üç aşerat olunca ya'ni otuz olunca, hazreti ali, resulullahın vefatından otuz sene sonra şehid olup, hazreti peygamber yerin ehalisine gücendi. mubarek ruhu temamen semaya yükseldi. bunu ba'zı salihler rü'yasında gördü. bir zat buyurdu ki: ya resulallah! babam, anam sana feda olsun! ümmetinin fitnelerini görmüyor musun? hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, allahü teala fitnelerini ziyade eder. hazreti hüseyni de şehid etdiler. benim hürmetimi muhafaza etmediler buyurdu. daha çok söylediler ise de, diğerlerine ravinin şübheleri olduğundan terk olundu. çünki şeytan her şeye temessül eder. fekat enbiya suretine temessül edemez. bunun için, peygamberimiz aleyhisselam rü'yada görüldükde, elbette sahih ve doğru olur. bu cihetle, bu rü'yalar bize delil olur. bunlardan ba'zısı yedinci kat semayı seçmiş olup, orada bulunur. peygamberimiz aleyhisselam mi'rac gecesi ibrahim aleyhisselama uğradı. gördü ki: beyti ma'mure sırtını vermiş, müslimanların çocuklarına oradan şiddetli nazarla bakmakdadır. isa aleyhisselam da, beşinci kat gökdedir. her gökde resuller ve nebiler aleyhimüsselam vardır ki, oradan çıkmazlar ve gitmezler. kıyamete kadar orada dururlar. bunlardan istediği yere gitmekde muhayyer olanları, ancak hazreti ibrahim ve hazreti musa ve hazreti isa aleyhimüsselamla, hazreti muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellemdir. bunlar, üç alemdeki istedikleri yere gidebilirler. evliyai kiramdan ba'zıları kıyamet gününe kadar tavakkuf ederler, dururlar. nitekim bayezidi bistaminin rahimehullahü teala arşı ala altındaki sofradan yemek yimede olduğu rivayet olundu. işte kabrde olanların halleri bu dört şekldedir. ya'ni azab olunurlar, rahmet olunurlar, tahkir olunurlar, ikram olunurlar. evliyai kiramdan rahimehümullahü teala çok kimse vardır ki, ölüm halindeki bir kimseye dikkat ile bakarlar. o kimseye geniş menziller daralır. çok kerre de açılır. bu hali görürler ve haber verirler. ben, bu cinsden haber vereni gördüm. ba'zı arkadaşlarımı gördüm ki, kalb gözünden perde kaldırılıp, ölmüş olan çocuğunun evine girdiğini gördü. bu batıni faideler, ikramlar ancak kerim yahud nesib, mubarek olan kimseler içindir. kabrde olanlardan ba'zısı, cum'a ile bayramı bilirler. dünyadan bir kimse çıkdı mı onun yanına toplanırlar. onu tanırlar. kimi hanımından sorar. kimi de babasından. her biri kendisi ile alakası olan şeylerden sual ederler. çok ölüler vardır ki, bildiği kimselerden daha önce ölmüş olan birine tesadüf etmez. çünki, onun dünyada iken kendinde bulunan şey, ölüm halinde gitmişdi. bunun içindir ki, ba'zısı yehudi olarak ölür. ba'zısı nasrani olarak ölür de onların içine gider. bir kimse dünyadan çıkıp mevtaların yanlarına vardı mı, mevtalar, ona dünyadaki komşularından sorarlar ve filan nerededir derler. o, çokdan ölmüşdü der. biz onu görmedik, belki haviye cehennemine gitmişdir, derler. bir kimse, rü'yada görülüp diye sorulunca, der. halbuki, onu arkadaşları ile beraber, hariciler ya'ni yezidi denilen sapıklar öldürmüşdü. komşusundan sual olundukda, biz onu görmedik, dedi. halbuki o kimse de, kendini denize atıp boğularak vefat etmişdi. yemin ederek dedi ki: . resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bir kimse kendini bir demir parçasiyle öldürürse, kıyamet gününde, o demir parçası elinde karnına vurarak gelir. cehennem içinde müebbed olarak kalır. ve bir kimse kendisini dağdan atar da öldürürse, kendini cehennem ateşine atar. bir kadın da böyle yapar, intihar ederse, onun acısını sur üfürülünceye kadar duyar. bu hadisi şerif, dünyada sıkıntıdan kurtulup rahata kavuşmak için intihar edenler içindir. çünki böyle düşünmek ahıret azabını inkar etmek olur ki, küfrdür. aklını kaybederek intihar eden veya hemen ölmeyip tevbe eden ise, kafir olmaz. sahih haberde bize geldi ki, adem aleyhisselam musa aleyhisselam ile buluşdu. musa aleyhisselam ona dedi ki: sen o kimsesin ki, allahü teala seni kudretiyle yaratdı ve sana ruh verdi. seni cennetine koydu. niçin ona isyan etdin? adem aleyhisselam da dedi ki: ya musa! allahü teala seninle konuşdu ve sana tevratı indirdi. tevratda görmedin mi ki, musa aleyhisselam, dedi. hazreti adem, dedi. musa aleyhisselam, deyince, yine hazreti adem: dedi. kitabının ikinci kısm, ellinci maddesinde daha geniş yazılıdır. adem aleyhisselamın bu cevabının demek olduğu de uzun yazılıdır. sahih olan hadisi şerifde haber verildi ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi peygamberlerle aleyhimüssalevatü vetteslimat iki rek'at namaz kıldı. harun aleyhisselama selam verdi. harun aleyhisselam da hazreti peygambere ve ümmetine rahmet ile düa buyurdu. idris aleyhisselama da selam verip, o da peygamberimize aleyhissalatü vesselam ve ümmetine rahmet ile düa eyledi. halbuki, harun aleyhisselam peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden evvel vefat etmiş idi. mubarek ruhu göründü. işte bu hayat, hayati ruhanidir. bu dünya hayatından sonra üçüncü bir hayat daha vardır. birinci hayat, ya'ni dirilmek, allahü teala, adem aleyhisselamın belinden çıkarıp şehadet etdirdiği ve buyurduğu vakt, evet, biz kabul etdik. sen bizim rabbimizsin. ya rabbi dedikleri zemandır. dünya hayatına i'tibar olunmaz. zira bu hayat, insanın ni'metlenmesine vasıta olup, geçici ve gidicidir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu. bu hadisi şerif üçüncü hayatı, ya'ni kabr hayatını bildiriyor. kabr hayatındaki haller, mevtaların hakikatleri, sıfatları zahir olduğu vaktdeki hallerdir. mevtanın ba'zısı yerinde kalır. ba'zısı dolaşır. ba'zısı döğülür. ba'zısına da şiddetli azab edilir. bunun doğruluğuna delil, mü'min suresinin, nar, füccar üzerine sabah akşam arz olunur. kıyamet gününde de, cehennemde vazifeli olan meleklere, fir'avna tabi' olanları azabın en şiddetli mahalline atın mealindeki kırkaltıncı ayeti kerimesidir. altıncı fasl allahü teala, sur üfürüldükdensonra, kıyametin kopmasını murad buyurduğu vakt, dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeğe başlar. denizlerin ba'zısı ba'zısına taşar. güneşin nuru giderek simsiyah olur. dağlar toz haline gelir. alemler birbirine girer. yıldızlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur. gökler gülyağı gibi erir ve değirmen döner gibi deveran eder ki, şiddetli bir şeklde hareket eder. ba'zı kerre toplanır, ba'zı kerre de dümdüz olur. allahü teala, göklerin parça parça olmasını emr eder. yedi kat yerde ve yedi kat gökde ve kürside diri olarak kimse kalmaz. her canlı vefat etmiş olur ve eğer ruhani ise, ruhu gitmiş olur. her dürlü varlık ölür. yerde taş taş üstünde kalmaz. göklerde hiç canlı kalmaz. allahü teala ilahlık makamında tecelli buyurup, yedi kat gökleri sağ kudreti dahiline ve yedi kat yeri sol kudreti dahiline alıp der ki: ey alçak dünya! senin içinde rablık da'vası edenler ve ahmakların rab tanıdıkları acizler nerededir ve senin güzel ve latif görünerek aldatdığın ve ahıreti unutdurduğun kimseler nerededir? bundan sonra kahr, yok edici kuvveti ve hikmeti ile iftihar eder. sonra, mü'min suresinde bildirildiği gibi, mealen, der. hiç kimse cevab vermez. kahhar olan allahü teala kendi kendine mealen, buyurur. bundan sonra evvelkinden daha büyük bir irade ve kudreti ilahiyye zahir olur. sonra mealen, . benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve benden gayrı, putlara ibadet edenler nerededirler? benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de asi olan cebbar ve zalimler nerededirler? kibrlenen ve öğünenler nerededirler? şimdi mülk kimindir? buyurur. buna cevab verecek kimse bulunmaz. hak sübhanehu ve teala, murad etdiği bir zeman kadar bekler, sessizlik olur ki, o zeman, arşı aladan makamı ehadiyyete kadar düşünen ve görünen bir canlı yokdur. zira cenabı hak, huri ve gılmanın da cennetlerinde ruhlarını kabz etmişdir. bundan sonra allahü teala, cehennem derekelerinden, çukurlarından olan sakardan bir kapı açar. oradan ateş fışkırır. işte bu ateş, her şeyi yakdığı gibi, ondört denizi kurutup, yeryüzünü kapkara eder ve gökleri sarı zeytinyağı yahud erimiş bakır gibi bir hale koyar. sonra, ateşin şiddeti göklere yakın olduğu vakt, allahü teala öyle bir dehşet ile men' eder ki, temamen söner. ateşden hiç eser kalmaz. bundan sonra, allahü teala, arşı alanın hazinelerinden birini açar. onda hayat denizi vardır. bu deniz, allahü tealanın emri ile yer üzerine şiddetli yağmur yağdırır. yağmur, o derece devam eder ki, yeryüzünü kaplayıp, kırk arşın kadar yukarı yükselir. o zeman, toprak olmuş olan insanlar ve hayvanlar, ot gibi biterler. zira, hadisi şerifde buyuruldu ki: insan kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmışdır. sonra yine ondan yaratılacakdır. diğer bir hadisi şerifde, kişinin her yeri mahv olup çürür. lakin, kuyruk sokumu kemiği çürümez. insan ondan çıkmışdı. yine ondan iade olunur buyuruldu. nohud kadar bir kemikdir ki, içinde iliği olmaz. canlılar ve bütün parçaları, mezarlarında yeşil ot gibi biter. her biri o kemikden neş'et ederler. ba'zısı ba'zısına girmiş ağ örgüsü gibi dolanmış olur ki, birinin başı diğerinin omuzunda, öbürünün eli, diğerinin sırtında olarak insanın çokluğundan böyle girift olurlar. allahü teala kaf suresinin dördüncü ayetinde mealen, hakikaten biz biliriz ki, arz onlardan birini noksan etmez. zira, bizim indimizde mahfuz kitab vardır. ya'ni biz yaratdıklarımızın hepsini biliriz buyurur. bu dirilmek hali temam olunca, hesab üzere, sabi, yine sabidir. ihtiyar, yine ihtiyardır. olgun yaşda olanlar, yine öyledir. yiğit olanlar yine delikanlıdır. ya'ni fena alemi olan dünyadan beka alemi olan ahırete geçdikleri zeman ya'ni ölürken ne haldeyseler, yine o suret ile dirilirler. allahü teala, arşı alanın altında bir latif rüzgar esdirir. bu rüzgar yeryüzünü baştanbaşa kaplar. yeryüzü toz gibi ince kum haline girer. bundan sonra, allahü teala, israfil aleyhisselamı diriltir. kudüs şehrindeki mubarek taşdan sur üfürülür. sur, nurdan boynuz gibi bir mahlukdur ki, ondört parçadır. bir parçasında karada olan hayvanların adedince delikler vardır. karada olan hayvanatın ruhları onlardan çıkar. arı sesi gibi sesler işitilir. yerle gök arasını doldurur. sonra her bir ruh kendi cesedlerine girerler. hak sübhanehu ve teala bunlara kendi cesedlerini ilham eder. hatta dağlarda ölmüş olan, vahşi hayvanların ve kuşların yimiş olduğu insanların ruhları, kendi cesedlerini bulur. nitekim allahü teala zümer suresinin altmışikinci ayetinde mealen, kıyametin yok edici surundan sonra, ikinci bir sur üflenir. bu sese bütün beşeriyyet tabi' olur. bu emr ile kalkıp, hazır olurlar buyurur. insanlar kabrlerinden ve yanıp kül oldukları, çürüdükleri yerlerden kalkdıkları vakt görürler ki, dağlar atılmış pamuk gibi, denizler susuz kalmış, yer ise, kendisinde ne iğrilik, ne de yükseklik var. hepsi dümdüz olmuş, bir kağıd sahifesi gibi görünür. işte insanlar, kabrlerinin üzerine oturdukları vakt, uryan olarak, her tarafa hayret ve düşünceli bir şeklde bakarlar. nitekim, hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve sellem sahih olan hadisde: buyurur. fekat gurbetde elbisesiz olarak vefat etdi ise, onlara cennetden elbise getirilir ve giydirilir. şehidlerin ve sünneti seniyyeye tutunup vefat etmiş olanların iğne deliği kadar elbisesiz yeri kalmaz. zira peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: ey ümmetim ve eshabım! siz ölülerinizin kefeninde mübalaga ediniz! zira, benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar. halbuki sair ümmetler çıplakdırlar buyurdu. bu hadisi şerifi, ebu süfyan radıyallahü anh rivayet eyledi. yine peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşdur ki: . bir hastanın, ölüm haline gelince, bana filan elbisemi giydirin dediğini işitdim. istediğini giydirmediler. ta ki, üzerinde bir kısa gömlek olduğu halde vefat etdi. başka hiç kefen de bulunmadı. birkaç gün sonra, rü'yada görüldü. üzüntülü idi. diye sual olundukda; benden, istediğim elbiseyi men etdiniz. beni bu kısacık gömlekle haşr olunmağa terk eylediniz dedi. yedincifasl bu fasl, iki nefha arasındaki tevakkufu bildirmekdedir birinci nefhada olan ölüm ikinci ölümdür. çünki bu ölüm batıni hisleri de giderir, yok eder. birinci ölüm ise, sadece zahiri hisleri gidermişdi. o zeman ba'zı cesedler hareket ederdi. peygamberlerin kabrlerinde namaz kıldığını bildiren hadisi şerif bunun açık delilidir. buna bozuk i'tikadlı kimseler inanmıyor. ikinci ölümden sonra ise, namaz kılamazlar. oruc tutamazlar. ibadet edemezler. allahü teala bir yere melek koysa elbette orada dururdu. zira melek de aleminde bulunmağa hırslıdır. nefs basitdir. eğer cesedde olursa his etmeğe ve harekete sebeb olur. alimler bu iki nefha arasındaki mevt zemanında ihtilaf etdiler. çok alimlere göre kırk senedir. ilm ve ma'rifetde kamil olduğuna inandığım bir zat haber verip, bunu allahdan başka kimse bilmez. bu ilahi sırlardandır, dedi. yine bana haber verdi ki, ayeti kerimesindeki istisna, hassaten allahü tealadır, dedi. ben de cevaben dedim ki: hazreti peygamber aleyhisselamın, kıyamet gününde, ilk benim kabrim açılacakdır. o zeman, kardeşim musa aleyhisselamı, arşı alanın ayağına yapışmış bulurum. benden evvel mi ba's olundu veya allahü tealanın istisna etdiği kimselerden midir bilmiyorum hadisi şerifinin ma'nası nedir? bizim anladığımıza göre, eğer cismsiz olup, musa aleyhisselamın ruhu cism olarak görülmüş ise, bu hadisi şerifden haric olmaz ve hazreti peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem istisnasından sonra, emri fezada ya'ni dehşet ve korku zemanında olur ise yine böyledir. zira her canlı, o zeman korku ve fezadadır. ya'ni, birinci sur üfürüldüğü vakt insanı korku alır ve hemen vefat ediverir. ikinci nefhaya kadar, o halde devam eder. işte o zeman mahlukatda cesedli, cüsseli birşey bulunmaz. hazreti fahri alemin kendisine yerin yarılması zemanı bu zemandır. nitekim ka'bülahbar rahmetullahi aleyh, hazreti ömerin radıyallahü anh meclisinde, bu makamın korku ve şiddetinden haber verdiği zeman dedi ki: ya hattab oğlu! bu zemanda yetmiş peygamberin amelini yapmış olsan, zan ederim ki, sen kurtulamazsın, bu meşakkat ve feryaddan allahü tealanın müstesna kıldığı kimseler kurtulur. onlar da dördüncü kat semada bulunan kimselerdir. şübhesiz musa aleyhisselam onlardandır. allahü tealanın müstesna buyurması, ilahi sualinin beyanından öncedir. eğer emr olunduğu zeman, bir kimse bulunsaydı, allahü tealanın sualine cevab verip, muhakkak derdi. sekizincifasl herkes kabri üzerine çıkıp, ba'zısı çıplak, ba'zısı siyah, ba'zısı beyaz elbiseli, ba'zısı da nur saçar bir halde oturur. her biri başlarını eğmiş olarak, ne yapacağını bilmiyerek, bin sene kadar dururlar. sonra magribden bir ateş zuhur eder ki, onun gürültüsüyle halk mahşere sürülür. bu zemanda her mahluk dehşete düşer. insan olsun, cin olsun, vahşi hayvanlar olsun, her birini kendi ameli alıp, kalk mahşere git, der. ameli güzel olan kimsenin ameli eşek, ba'zısının da katır suretinde görünür. amel sahibini üzerine alıp mahşere götürür. ba'zısının da, koç şeklinde görünür. ba'zı kerre amel sahibini üzerine alır götürür, ba'zan da bırakır. her mü'minin bir nuru olur ki, önünden ve sağ yanından, o zemanki karanlık içerisinde her tarafı aydınlatır. sol taraflarında nur yokdur. belki karanlıkda hiçbir kimse hiçbirşey göremez. o karanlıkda kafirler hayretde kalır. imanlarında şek ve şübhe olan kimseler şaşırırlar. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olarak doğru inanmış olan mü'minler ise, onların zulmet ve tereddütlerine bakıp, allahü tealanın kendilerine hidayet nuru verdiğine hamd ederler. zira, cenabı hak, mü'minler için, azab gören şakilerin hallerini ortaya koyar ki, bunda ba'zı faideler vardır. nitekim, cennet ehli ve cehennem ehli ne yapmışlarsa hepsi belli olur. onun için, allahü teala mealen, arkadaşına nazar etdi. onu cehennem ateşinde gördü, buyurdu. araf suresinin kırkyedinci ayetinde de mealen: cehennem ehline bakdıkları zeman, cennet ehli: ey rabbimiz! bizi zalim kavmlerle beraber kılma derler buyurdu. zira, dört şey vardır ki, kadrini, kıymetini ancak dört kimse bilir: hayatın kadrini ancak ölü bilir. ni'metin kadrini azab çeken bilir. servetin kadrini fakir bilir. burada dördüncüsü yazılmamış. fekat, cennet ehlinin kadrini, cehennem ehli bilir, demekdir. ba'zısının nuru, iki ayağı üzerinde ve parmakları ucunda görünür. ba'zısının nuru, bir parlar, bir söner. bunların nurları imanları kadardır. kabrlerinden kalkdıkları vakt, hareketleri de, amelleri mikdarıdır. sahih olan bir hadisi şerifde peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem ya resulallah! biz nasıl haşr olunuruz? diye sorulunca, cevabında, buyurdu. allahü teala bilir, bu hadisi şerifin ma'nası: bir kavm, islamda birbirine yardım eder, dini, imanı, halali, haramı birbirlerine öğretirlerse, allahü teala onlara rahmet eder. onların amelinden deve yaratır da, onun üzerine binerler. öylece haşr olunurlar demekdir. bu ise, amelin za'if olmasındandır. çünki bunların, kendi amelleri bir deve olamadığından, ancak bir kaçının ameli bir deve olmakda ve buna müşterek binmekdedirler. bunlar şu insanlara benzerler ki, yolculuğa çıkmışlar. fekat hiç kimsenin bir hayvan satın almağa vakti olmadığından, hayvan alıp gidecekleri yere gidemezler. bunlardan iki veya üç kişi, bir hayvan satın alıp yolda ona müşterek binerler. bu yolda ba'zan bir deveye on kişi binerler. bu acizlik amellerindendir. bunun ma'nası, malda elini kısmakdır. ya'ni hasis olmakdır. bununla beraber, selamete çıkarılırlar. öyle ise, bir amel işle ki, o amel sebebiyle allahü teala sana binek hayvanını nasib etsin. şunu bilmelidir ki, bu kimseler ahıret ticaretinde faide görüp, kar edenlerdir. bu takdirde allahü tealadan korkanlar, allahü tealanın dinini yayanlar, binicilerdir. bunun için, allahü teala meryem suresinin seksenbeşinci ayetinde mealen, buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem birgün eshabına buyurdular ki: beniisrailde bir kişi vardı. çok hayr yapardı. hatta, o zat sizin içinizde haşr olunacakdır. eshabı kiram dediler ki: ya resulallah! bu zat ne hayr yapardı? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ona babasından çok mal kalmışdı. bununla, bir bostan satın alıp, onu fakirlere vakf etdi. rabbim huzuruna vardığım zeman, bu, benim bostanım olur dedi. yine bir çok altın ayırıp, onu fakir ve za'if kimselere verdi. bununla da, cenabı hakdan cariye ve köle satın alırım, dedi. yine birçok köle azad etdi. bunlar dahi, allahü tealanın huzurunda benim hizmetçilerim olur, dedi. birgün de, bir amaya rast geldi. gördü ki, ba'zan yürür, ba'zan düşer. ona bir binecek hayvan satın alıp, bu da, allahü tealanın huzurunda benim binecek hayvanımdır dedi. peygamber efendimiz bu hikayeyi haber verdikden sonra da, nefsim, kudreti elinde olan allahü tealaya yemin ederim ki, bu hayvan onun için eyerlenmiş ve gem vurulmuş hazır olduğunu görüyorum. bu zat, ona biner de mahşere öylece gelir buyurdu. kıyamet ve ahıret mealindeki mülk suresi yirmiikinci ayeti kerimesinin tefsirinde buyuruldu ki, allahü teala, kıyamet günü için mü'minlerin haşr olunması ile, kafirlerin haşrine, bu ayeti kerimeyi misal kıldı. nitekim meryem suresi seksenaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyurdu. bu ma'na, ba'zı kerre yürürler, ba'zı kerre de sürünürler demekdir. çünki, cenabı hak, başka bir ayeti kerimede, buyuruyor. nur suresi yirmidördüncü ayetinde mealen, buyurdu. bunun gibi, ayeti kerimedeki ma'nası da, kafirler, mü'minlerin önünde ve sağ yanında parlayan nurdan mahrum olurlar demekdir. temamen kör olurlar demek değildir. ya'ni karanlıkda kalır, göremezler demekdir. çünki, biliyoruz ki, kafirler semaya bakarlar, bulut ile yarılmış olduğunu, meleklerin indiğini, dağların yürüdüğünü, yıldızların döküldüğünü görürler. kıyamet gününün korkuları, meali, bu kur'anı kerim sihr midir? yahud siz onu göremiyorsunuz olan tur suresinin onbeşinci ayeti kerimesinin tefsiridir. bunun için, kıyametde olan amalıkdan murad, karanlığa dalmakdır. ve allahü tealanın cemali ilahisini görmekden men' olunmakdır. çünki, allahü tealanın nuru ile mahşer yeri aydınlanır. halbuki, o zeman, onların gözlerine perde gelip bu nurlardan birşey görmezler. allahü teala, onların kulaklarına da perde çeker. kelamullahı işitmezler. halbuki melekler, meali şerifi, şimdi sizin üzerinize korku yokdur. siz mahzun dahi olmazsınız. siz ve zevceleriniz, cennete sevincle dahil oldunuz olan araf suresi kırkdokuzuncu ve zuhruf suresinin yetmişinci ayetleri ile nida ederler. mü'minler bunu işitir, kafirler işitmezler. kafirler konuşmakdan da men' olunur. onlar dilsiz gibidirler. bu da, allahü tealanın meali, olan, mürselat suresinin otuzbeş ve otuzaltıncı ayeti kerimelerinden anlaşılmakdadır. insanlar dünyadaki işlerine göre haşr olunur. ba'zıları çalgı çalmakla ve dinlemekle meşgul olmuşdur. her çalgı kasd olunmakdadır. ibadetleri, kur'anı kerim ve zikr okumağı, çalgı ile yapmak da buna dahildir. çünki hiçbir çalgıda allahü tealanın rızası yokdur. hayatlarında çalgı çalmağa ve dinlemeğe devam edenler, kabrinden kalkdığı vakt, sağ eliyle onu alır ve atar. o çalgıya der ki, la'net olsun sana! beni allahü tealanın zikrinden meşgul etdin!. o çalgı ona geri gelir. der ki, allahü teala, aramızda hükm edinceye kadar, ben senin arkadaşınım. o vakte kadar ayrılamam. böylece dünyada alkollü içki içenler, serhoş olarak haşr olunur. başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkan kadınlar, kızlar, buralarından kanlar, irinler akarak haşr olunur. zurnacı zurna çalarak haşr olunur. her kimse, böyle allahü tealanın yolundan ayrılırsa, o hal üzere haşr olunur. sahih olan hadisi şerifde rivayet olundu ki: . zulm edilerek ölenler, zulm olundukları üzre haşr olunurlar. sahih olan hadisi şerifde buyuruldu ki: allah yolunda öldürülüp, şehid olanlar, kıyamet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. rengi kan ve kokusu misk kokusu gibi olur. huzurı mevlaya haşr oluncaya kadar, bu hal üzre bulunurlar. bu zemanda melekler, onları, fırka fırka, cema'at cema'atsevk ederler. herbirinin altında, kendilerine zulm edenler bulunarak haşr olunurlar. insan, cin ve şeytan ve yırtıcı hayvanlar ve kuşlar, bir yerde toplanırlar. o zeman yeryüzü düz beyaz, gümüş gibi düz olur. melekler, yeryüzündeki bütün canlıların etrafında bir halka olmuşlardır. yeryüzünde bulunanlardan on katdan ziyadedir. bundan sonra, allahü teala, ikinci kat gök meleklerine emr eder ki, birinci kat gök meleklerini ve mahlukatı çevirirler. bunlar da, hepsinin yirmi mislinden ziyadedir. sonra, üçüncü kat melekleri nazil olup, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin otuz mislinden ziyadedir. sonra dördüncü kat melekleri, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin kırk mislinden ziyadedir. sonra, beşinci kat göğün melekleri nazil olup, bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin elli mislinden ziyadedir. daha sonra, altıncı kat gök melekleri nazil olup, hepsinin etrafını bir halka olarak çevirirler. bunlar da hepsinin altmış mislinden ziyadedirler. en sonra, yedinci kat gök melekleri nazil olup, bir halka olarak hepsini çevirirler ki, bunlar cümlesinin yetmiş mislinden ziyadedirler. bu zemanda, halk birbirine karma karışık olur. izdihamın çok olmasından birbirlerinin ayaklarına basarlar. herkes, günahına göre, tere gark olur. ba'zısı, kulaklarına kadar, ba'zısı boğazına kadar, ba'zısı göğsüne kadar, ba'zısı omuzlarına kadar, ba'zısı dizlerine kadar, hamamdaki gibi bir tere gark olunmuşlardır. ba'zı kimseler de vardır, susuz olan kimse, su içdiği vakt, nasıl terlerse, o kadar az terler. ki, onlar minber sahibi olanlardır. , terliyenlerdir. , suda boğularak vefat edenlerdir. melekler bunlara: diye nida ederler. ba'zı arifler bana haber verdi ki, bunlar durlar. rahmetullahi aleyh ve gayrıları bunlardandır. çünki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyururdu. bu hadisi şerif mutlakdır. ya'ni bir şarta bağlı değildir. bu üç sınıf, ya'ni mealindeki ali imran suresinin yüzaltıncı ayeti kerimesince, yüzleri beyaz olanlardır. bunlardan gayrisinin yüzleri siyah olur. nasıl ızdırab ve terlemek olmasın ki, güneş başlarına yaklaşmışdır. hatta bir kimse elini uzatırsa yapışacağım zan eder. güneşin harareti şimdiki gibi değildir. yetmiş kat kadardır. ba'zı selef dedi ki: eğer güneş, kıyametde olduğu gibi, şimdi yer üzerine doğsa, elbette yeryüzünü yakar, taşları eritir ve ırmakları kuruturdu. bu zemanda, mahlukat arasat meydanında beyaz yerde, gayet şiddet ile sıkıntı çekerler. bu beyaz yeri, allahü teala, meali şerifi, o gün, vahid ve kahhar olarak yeryüzünü başka şekle, gökleri de başka şekle çevirdiğim zemandır. o gün, herşey bana itaat eder olan ibrahim suresinin kırksekizinci ayetinde beyan buyurmuşdur. o zeman, yeryüzünde bulunanlar, çeşidli şekllerdedirler. dünyada büyük görünenler, büyüklenenler, mahşerde zerre kadardır. hadisi şerifde kibrlilerin zerre gibi olacakları bildirilmişdir. onlar hakikaten zerre kadar küçük değildirler. belki ayaklar altında kalıp çiğnendiklerinden, zelil ve hakir olmalarından, zerreler gibidir buyurulmuşdur. bunların arasında bir kavm, tatlı ve soğuk saf sular içerler. zifudayl de mekkede vefat etdi. ra, sabi, küçük çocuk iken vefat eden mü'min çocuklar, babalarının etrafında, cennet ırmaklarından doldurdukları kaselerle dönerler ve onlara su verirler. selefi salihinden ba'zılarından rivayet olundu ki, bir zatın rü'yasında kıyamet kopmuş. o zat, mevkıfde gayet susuz olarak dururmuş. küçük çocukların su dağıtdığını görmüş. o zat buyurur ki:. içlerinden bir sabi dedi ki: ben hayır dedim. dedi. bu hikayede evlenme ve çocuk sahibi olmanın efdal olmasına işaret vardır. su dağıtan çocukların şartları kitabımızda anlatıldı. bir kısm insanlar da bulunur ki, başlarına yakın bir gölge gelmiş. mahşerin hararetinden onları muhafaza eder. bu gölge ise, dünyada verdiği zekat ve sadakalardır. bu halde bin sene kadar dururlar. kitabımızda anlatılan müddessir suresinde meali şerifi, olan ayeti kerimeyi işitince bu halde dururlar. bu ayeti kerime kur'anı kerimin sırlarındandır. sura üfürmenin dehşetinden tüyler titrer, gözler nereye bakacağını şaşırır ve mü'min ve kafirler sevk olunurlar. bu kıyamet gününün şiddetini ziyadeleşdiren bir azabdır. bu vakt, arşı sekiz melek yüklenip götürür. onlardan bir melek bir adımında, yirmibin senelik dünya yolunu yürür. melekler ve bulutlar, arşı ala karar edinceye kadar, aklların anlayamıyacağı tesbihler ile tesbih ederler. bu şeklde, arşı ala, allahü teala kendisi için halk eylediği beyaz arzın üzerinde karar kılar. bu zeman, hiçbirşeyin takat getiremiyeceği, allahü tealanın azabından, başlar aşağı eğilir. cümle halk sıkıntı içinde mahbus ve şaşkın kalıp, şefkat ararlar. peygamberlere ve alimlere korku gelir. evliya ve şehidler rahmetullahi aleyhim ecma'in hiç takat getirilemiyecek olan allahü tealanın azabından feryad ederler. bunlar, bu hal üzereyken, güneşin nurundan çok daha fazla olan bir nur bunları içine alır. zaten güneşin hararetine takat getiremiyen kimseler, bunu müşahede etdikleri gibi, karma karışık olurlar. bin sene de, bu hal üzere kalırlar. allahü teala tarafından kendilerine bir şey söylenmez. bu vakt insanlar, ilk peygamber olan adem aleyhisselama giderler. ey insanların babası! halimiz pek fenadır. kafirler ise: yarab! bize merhamet et. bizi şu şiddet ve meşakkatden kurtar, derler. insanlar adem aleyhisselama derler ki, ya adem aleyhisselam! sen aziz ve şerif bir peygambersin ki, allahü teala seni yaratdı. melekleri sana secde etdirdi. sana kendi ruhundan üfledi. kaza ve hesaba başlaması için bize şefa'at eyle ki, allahü teala ne murad ederse, onunla mahkum olalım. ve nereye emr ederse, herkes oraya gitsin. herşeyin hakimi ve maliki olan allahü teala, mahluklarına dilediğini yapsın diye yalvarırlar. adem aleyhisselam buyurur ki: ben allahü tealanın yasak etdiği ağacın meyvesinden yidim. bu zemanda allahü tealadan utanırım. fekat siz, resullerin ilki olan nuh aleyhisselama gidiniz. bunun üzerine bin sene aralarında meşveret ederek dururlar. sonra nuh aleyhisselama giderler de: sen resullerin ilkisin. hiç dayanılmayacak bir haldeyiz. bizim muhakememizin çabuk yapılması için bize şefa'at eyle! şu mahşer cezasından kurtulalım diye yalvarırlar. nuh aleyhisselam onlara cevab olarak: ben allahü tealaya düa eyledim. yeryüzünde ne kadar insan varsa, o düa sebebiyle boğuldu. bunun için, allahü tealadan utanırım. fekat siz, ibrahim aleyhisselama gidiniz ki, o halilullahdır. allahü teala hac suresinin son ayetinde mealen, buyurdu. belki o size şefa'at eder der. yine evvelki gibi aralarında bin sene daha konuşurlar. sonra, ibrahim aleyhisselama gelirler. ey müslimanların babası! sen o zatsın ki, allahü teala, seni kendine halil, dost eyledi. bize şefa'at eyle! allahü teala, mahlukat arasında, hükmünü versin derler. ibrahim aleyhisselam onlara: ben dünyada üç kerre kinaye söyledim. bunları söyliyerek din yolunda mücadele etdim. şimdi allahü tealadan bu makamda şefa'at izni istemekden utanırım. siz musa aleyhisselama gidiniz. zira, allahü teala onunla konuşdu ve kendisine ma'nevi yakınlık gösterdi. o, sizin için şefa'at eder buyurur. bunun üzerine yine bin sene durarak birbirleriyle istişare ederler. fekat bu zemanda halleri gayet güçleşir. mahşer yeri ise, çok daralır. sonra musa aleyhisselama gelip, derler ki: ya ibni imran! sen o zatsın ki, allahü teala seninle konuşdu. sana tevratı indirdi. hesabın başlaması için bize şefa'at eyle! zira burada durmamız çok uzadı. izdiham pek ziyadeleşdi. ayaklar birbirleri üzerine birikdi. musa aleyhisselam onlara der ki: ben, allahü tealaya, ali fir'avnın senelerce hoşlanmıyacakları şeylerle cezalandırılması için düa etdim. sonra gelenlere ibret olmalarını rica eyledim. şimdi şefa'at etmeğe utanırım. fekat, cenabı hak rahmet, mağfiret sahibidir. siz isa aleyhisselama gidiniz. çünki yakin cihetiyle resullerin en esahhı, ma'rifet ve zühd cihetinden, en efdali ve hikmet cihetinden en üstünüdür. size o şefa'at eder buyurur. bunlar, aralarında bin sene müşavere ederler. halbuki, onların sıkıntıları daha ziyade olur. sonra isa aleyhisselama gelirler. derler ki: buyurdu. bize rabbinden şefa'at eyle! isa aleyhisselam buyurur ki: benim kavmim, beni ve annemi allahdan başka ilah ittihaz eylediler. nasıl şefa'at ederim ki, bana da ibadet etdiler. ve bana oğul ve allahü tealaya baba ismini verdiler. fekat, siz gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası olmasın. ve ağzı da mühürlü olsun. o mührü bozmadan o nafakaya vasıl olsun. peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu muhammede sallallahü teala aleyhi ve sellem gidiniz. zira o, da'vetini ve şefa'atini ümmeti için hazırladı. çünki, kavmi ona çok kerre eza etdiler. mubarek alnını yardılar. mubarek dişini kırdılar. kendisine delilik isnad etdiler. halbuki, o yüce peygamber sallallahü aleyhi ve sellem onların iftihar cihetinden en iyisi ve şeref cihetinden en yükseği idi. onların tehammül olunmıyacak eza ve cefalarına mukabil, yusüf aleyhisselamın kardeşlerine söylediği, şimdi sizin, başınıza kakmak yokdur. erhamürrahimin olan cenabı allah, size mağfiret eder mealindeki ayeti kerime ile cevab verirdi. isa aleyhisselam, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem faziletlerini anlatır, hepsi muhammed aleyhisselama bir an evvel kavuşmak ister. hemen muhammed aleyhisselamın minberine gelirler. derler ki: sen habibullahsın! habib ise, vasıtaların en faidelisidir. bize rabbinden şefa'at eyle! zira, peygamberlerin birincisi olan adem aleyhisselama gitdik. bizi nuh aleyhisselama gönderdi. nuh aleyhisselama gitdik. ibrahim aleyhisselama gönderdi. ibrahim aleyhisselama gitdik. musa aleyhisselama gönderdi. musa aleyhisselama gitdik. isa aleyhisselama gönderdi. isa aleyhisselam ise, size gönderdi. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! senden sonra gidecek bir yer yokdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellemefendimiz: buyurur., ya'ni celal perdesine varır. allahü tealadan şefa'at için izn ister. kendisine izn verilir. perdeler kalkar. arşı alaya girer. secdeye kapanır. bin sene secdede durur. bundan sonra, cenabı hakkı bir hamd ile hamd eder ki, alem yaratıldığından beri, hiç kimse, allahü tealayı böyle medh etmemişdir. ba'zı arifler dedi ki: . arşı ala, cenabı hakka ta'zimen hareket etmekdedir. bu müddet içinde halleri pek ziyade kötüleşir. meşakkat ve zahmetleri artar. insanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. deve zekatını vermiyenlerin, boynuna deve yüklenir. öyle bağırır ve ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olur. sığır, koyun zekatı vermiyenler de, böyle olur. bunların feryadları adeta gök gürlemesi gibidir. ekin zekatını, ya'ni uşrunu vermiyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir ki, dünyada hangi cins ekinin zekatını vermemiş ise, o nev'den, o denkler dolmuşdur. eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa dolmuşdur ki, ağırlığından altında vaveyla, vasebura diye bağırır. altın, gümüş ve para ve sair ticaret malı zekatından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenir ki, o yılanın başında yalnız iki örgüsü vardır. kuyruğu burnuna girmişdir. boynu ile halkalanmış, boynu üzerinde yüklenmiş, hatta değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. bağırırlar, bu nedir, derler. melekler onlara: derler. işte bu dehşetli hal, ali imran suresinin meali şerifi, olan, yüzsekseninci ayeti kerimesi ile bildirilmişdir. diğer bir fırka ise, avret yerleri gayet büyümüş, cerahat ve irin akar. onların fena kokusundan etrafda bulunanlar çok rahatsız olur. bunlar, zina yapanlar ve başları, saçları, kolları, bacakları açık sokağa çıkan kadınlardır. diğer bir fırka da vardır ki, ağaç dallarına asılırlar. bunlar dünyada livata yapanlardır. diğer bir fırkası da, dilleri ağızlarından çıkmış ve göğüslerine sarkmış, gayet çirkin bir haldedirler ki, insan görmek istemez. bunlar yalan ve iftira söyliyenlerdir. bir fırka dahi, karınları yüksek dağlar kadar büyümüş olduğu halde bulunur. bunlar, dünyada zaruret olmadan ve muamele yapmadan faizli mal ve para alıp verenlerdir. bu gibi haram işliyenlerin günahları, fena halde açığa vurulur. kitabında bildirilmişdir. veyl azab kelimesidir. insan azaba takat getiremediği vakt, böyle bağırır. sebur da helak zemanında kullanılır. dokuzuncu fasl allahü teala mealen buyurur ki, ya muhammed, başını secdeden kaldır! söyle, dinlenir. şefa'at et, kabul olunur. bunun üzerine, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi! kulların arasından iyileri ve kötüleri ayır ki, zemanları gayet uzadı. herbiri, günahlarıyle arasat meydanında rezil ve rüsvay oldular der. bir nida gelir: sallallahü aleyhi ve sellem denilir. cenabı hak, cennete emr eder ki, her cins zineti ile zinetlenir. arasat meydanına getirilir. o derece güzel kokusu vardır ki, beşyüz senelik yoldan duyulur. bu halden kalbler ferahlanır. ruhlar dirilir. amelleri habis, kötü olanlar, cennetin kokusunu duymazlar. cennet, arşı alanın sağ tarafına konulur. bundan sonra, cenabı hak, cehennemi getirmeği emr eder. cehenneme korku gelir, feryad eder. kendisine gönderilen meleklere: der. onlar da: allahü tealanın izzeti ve celali ve ceberutü hakkı için, rabbin seninle asilerden, islam düşmanlarından intikam almak için, bizi sana gönderdi. sen ise, bunun için halk olundun derler. cehennemi dört tarafından çekerek götürürler. yetmişbin ip takıp çekerler ki, her bir ipde yetmişbin halka vardır. dünyadaki demirlerin hepsi toplansa onun bir halkası kadar olamaz. her halkada, zebani denilen azab meleklerinden yetmişbin melek vardır ki, yalnız birine dünyadaki dağları koparmak emr olunsa, parça parça ederdi. o vakt, cehennemin bağırması ve gürültüsü ve ateş saçması ve şiddetli dumanı vardır ki, bütün gökyüzünü simsiyah eder. mahşer yerine bin senelik yol kalınca, meleklerin ellerinden kurtulur. gürültüsü ve gümbürtüsü ve sıcaklığı tehammül olunmıyacak derecededir. mahşerdekilerin hepsi, bundan çok korkarlar. bu nedir diye sorarlar. haber verilir ki, cehennem, zebanilerin elinden kurtulmuş, size yaklaşıyor da, onun gürültüsüdür derler. bunun üzerine, herkesin dizinin bağı çözülüp çöküverirler. hatta peygamberler ve resuller dahi kendilerini tutamaz. hazreti ibrahim, hazreti musa, hazreti isa, arşı alaya sarılır. ibrahim aleyhisselam kurban etdiği isma'il aleyhisselamı unutur. musa aleyhisselam biraderi harun aleyhisselamı ve isa aleyhisselam validesi hazreti meryemi unuturlar. her biri: ya rabbi! bugün nefsimden başka birşey istemem der. o zeman muhammed aleyhisselam ise: der. orada buna tehammül edebilecek kimse bulunmaz. zira allahü teala, bunu haber verip; casiye suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, her ümmeti, dizleri üzre cenabı hakkın korkusundan çökmüş olarak görürsün. herbiri, dünyada işledikleri amellerin kitabına da'vet olunurlar buyurmuşdur. cehennemin böyle kurtulup kükremesi üzerine, herkes boğulma derecesinde ve kederlerinden yüzleri üzerine kapanırlar. bu da, allahü tealanın furkan suresinin onikinci ayetinde mealen: buyurmasıyle sabitdir. allahü teala, mülk suresinin sekizinci ayetinde mealen, buyurur. bunun üzerine, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ortaya çıkıp, cehennemi durdurur. buyurur ki, hakir ve zelil olarak geriye dön! ta ki, sana ehlin güruh güruh gelsinler. cehennem dahi ya muhammed, bana müsa'ade et! zira, sen bana haramsın der. arşdan nida gelerek: ey cehennem, muhammed aleyhisselamın kelamını dinle! ve ona ita'at et der. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cehennemi çeker, arşı alanın sol tarafında bir yere yerleşdirir. mahşerdekiler, peygamber efendimizin bu merhametli mu'amelesini birbirine müjdelerler. korkuları bir mikdar azalır. enbiya suresinde yüzyedinci ayeti kerimenin meali şerifi zahir olur. bu zemanda nasıl olduğu bilinmiyen mizan kurulur. mizanın iki kefesi, ya'ni gözü vardır. birisi nurdan ve biri zulmetden ya'ni karanlıkdandır. bundan sonra, allahü teala zemandan, mekandan, cismden münezzeh ve beri, uzak olduğu halde, kudretini izhar buyurması üzerine, insanlar ona ta'zim ederek, secdeye varırlar. fekat kafirler, mürtedler, secde edemezler. zira, onların belleri demir kesilip secde etmeleri mümkin olmaz. işte bu da, nun suresi, kırkikinci ayeti celili ilahiyyesinin gözlerden perde kaldırılıp sıkıntıların artdığı zemanda secde etmeğe çağrılırlar. fekat secde edemezler meali şerifidir. imamı buharinin rahmetullahi aleyh, bunun tefsirinde, muhammed buhari de semerkandda vefat etdi. peygamberimize sallallahü teala aleyhi ve sellem kadar senedini ya'ni ravilerini zikr ederek bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu ki, allahü teala kıyamet gününde sakından keşf eder. paçalar sıvanır. ya'ni çok çetin ve sıkıntılı bir hal olur. secde ediniz denir. bütün mü'minler secde ederler. ben, bu hadisi şerifin te'vilinden korkdum. meseldir diyerek söz söyliyenlerin sözünü dahi beğenmedim. mizan ya'ni terazi de, melekuta mahsus olan bilinmiyen şeylerdendir, dünya terazilerine benzemez. zira iyilikler ve kötülükler, madde ve cism değildir. araz, ya'ni sıfatdırlar. arazları, özellikleri, bildiğimiz teraziler ile, maddeyi dartar gibi, vezn etmek sahih olmaz. ancak, bilinmiyen terazi ile dartmak sahih olur. mü'minler secdede iken, allahü teala nida eder. yakından ve uzakdan işitilir. imamı buharinin rivayet etdiği gibi, cenabı hak ; ben azimüşşan herkese mücazat eden deyyanım. bana hiçbir zalimin zulmü tecavüz etmez. eğer tecavüz ederse, ben zalim olurum buyurur. bundan sonra, hayvanat arasında hükm eder. boynuzlu koyundan, boynuzsuz koyunun hakkını alıverir. dağ hayvanlarıyle kuşlar arasındaki hakları ödeşdirir. sonra da bunlara: der. hemen hayvanlar toprak oluverirler. kafirler, bu hali görünce her biri, nebe' suresi kırkıncı ayetinin mealinde haber verildiği üzere derler. sonra, allahü teala tarafından nida olunup, buyurur. bu ses, akllara hayret verecek suretde işitilir. allahü teala, ey levh! tevrat ve incil ve kur'anı azimüşşandan sende yazdığım şey nerededir? der. levhi mahfuz der ki: ya rabbel'alemin! bunu cebrail aleyhisselamdan sual buyur!. bu vakt, cebrail aleyhisselam getirilir ki, adeta kendisini titremek alır. hayretinden diz üstü çöker. cenabı hak buyurur ki: ya cebrail! bu levh der ki, sen benim kelamımı ve vahyimi kullarıma nakl eylemişsin, doğru mudur? cebrail aleyhisselam der. allahü teala, buyurur. cebrail aleyhisselam, der. bir nida gelir ki; , nuh aleyhisselam getirilir. titrediği halde, huzuri ilahiye gelir. ona hitaben: ya nuh! cebrail aleyhisselam der ki, sen resullerdensin. evet ya rabbi! doğrudur der. yine buyurur ki, . nuh aleyhisselam, ya rabbi! onları gece ve gündüz imana da'vet etdim. benim da'vetim onlara bir faide vermedi. benden kaçdılar. o zeman, yine nida olunarak, denir. onlar bir fırka olarak getirilir. denilir ki, . onlar: ey bizim rabbimiz, yalan söylüyor. bize birşey teblig etmedi derler. risaleti inkar ederler. allahü teala, ya nuh! senin şahidin var mıdır buyurur. nuh aleyhisselam, ya rabbi! benim şahidim, muhammed aleyhisselam ile ümmetidir der. allahü teala, aleyhisselam. bu nuh aleyhisselam risaleti teblig etdiğine seni şahid kılar buyurur. peygamberimiz aleyhisselam, nuh aleyhisselamın risaleti teblig etdiğine şahid olup, hud suresinin yirmi beşinci ayeti kerimesini okur. bu ayeti kerimede mealen, biz nuhu insanlara peygamber olarak gönderdik. onları allahü tealanın azabı ile korkutdu. allahü tealadan başka şeylere ibadet etmeyiniz dedi buyurulmuşdur. cenabı hak, nuh aleyhisselamın kavmine: sizin üzerinize azab hak oldu. zira, azab kafirler üzerine layıkdır buyurur. böylece, hepsi cehenneme atılır. ne amelleri tartılır, ne de hesab olunurlar. bundan sonra diye nida olunur. nuh aleyhisselamın kavmine yapıldığı gibi, hud aleyhisselam ile, kavmi olan ad kavmi arasında mu'amele cereyan eder. peygamberimiz aleyhisselam ile ümmetinin hayrlıları şehadet ederler. peygamberimiz şuara suresinin yüzyirmiüçüncü ayeti kerimesini okur. bu kavm de cehenneme atılır. bundan sonra diye nida olunur. salih aleyhisselam ve kavmi gelirler. inkarları üzerine, hazreti peygamberden şehadet taleb olunur. peygamberimiz aleyhisselam şuara suresinin yüzkırkbirinci ayeti kerimesini okur. onlar da, evvelkiler gibi cehenneme atılır. kur'anı azimüşşanın haber verdiği gibi, ümmetler, birbiri arkası sıra, allahü tealanın huzuruna gelirler. furkan suresinin otuzsekizinci ve ibrahim suresinin sekizinci ayeti kerimeleri bunu haber vermekdedir. bunda tenbih vardır ki, bunlar asi ve azgın kavmlerdir. kavmleri ve bunlar gibi kafirlerdir. bunlardan sonra, nida, eshabı res ve tübba' ve ibrahim aleyhisselamın kavmine gelir. bunların hiç birinde mizan kurulmaz. ve hesab sorulmaz. bunlar, o gün rablerinden mahcubdurlar. allahü tealanın kelamını onlara bir tercüman söyler. çünki, bir kimse, nazar ve kelamı ilahiye mazhar olursa, o kimse azab olunmaz. bundan sonra, musa aleyhisselama nida olunur. şiddetli rüzgarda yapraklar nasıl titrerse, öyle titreyerek gelir. cenabı hak, ona hitaben: ya musa! cebrail sana risaletini ve tevratı kavmine teblig etdiğine şehadet ediyor buyurur. musa aleyhisselam, der. öyle ise, minberine çık! sana vahy olunan şeyleri oku! buyurulur. musa aleyhisselam, minbere çıkar, okur. herkes kendi mevkı'inde sükut ederler. tevratı daha yeni nazil olmuş gibi okur. yehudi alimleri, sanki bundan evvel, tevratı hiç görmemişler, bilmemişler gibi olurlar. sonra da, davüd aleyhisselama nida olunur. bu da, sanki şiddetli rüzgarda yaprak titrer gibi, son derece titreyerek gelir. allahü teala: ya davüd! cibril aleyhisselam zeburu ümmetine teblig etdiğine şehadet ediyor deyince, davüd aleyhisselam, der. cenabı hak, buyurur. davüd aleyhisselam minbere çıkar. güzel sesle zeburu şerifi okur. hadisi şerifde bildirildi ki, davüd aleyhisselam cennet ehlinin münadisidir. nida edince sesini tabüti sekinenin imamı işitir ve cema'atin içine girerek safları yararak, davüd aleyhisselamın yanına gelir. ona sarılır. der ki: . hazreti davüd, çok utanır, sıkılır. cevab veremez. arasat ızdıraba gelir. insanlar davüd aleyhisselamdan gördüğü hallerden dolayı çok üzüntülü olurlar. bundan sonra davüd aleyhisselama sarılıp, huzuri mevlaya çıkarır. üzerlerine perde iner. tabütün imamı der ki: ya rabbi! davüd aleyhisselamın hürmetine bana rahmet eyle ki, bu beni harbe gönderdi. hatta öldürüldüm. nikah etmek istediğim hatunu kendine almak istedi. halbuki o zeman bundan başka, doksandokuz hatunu vardı. allahü teala, davüd aleyhisselama sorar, ya davüd! bunun sözü doğru mudur? buyurur. davüd aleyhisselam utancından ve allahü tealanın azabı korkusundan, mağfiret va'dini rica ederek, başını aşağı eğer. zira, insan birşeyden korkar ve mahcub olursa, başını önüne eğer. birşey umar ve rica ederse, başını yukarı kaldırır. bu vakt, allahü teala tabütün imamı olan zata buyurur ki: ben, buna mukabil, sana köşk ve vildandan şu kadar, bu kadar şey verdim. razı mısın? o zat da: der. bundan sonra, da vüd aley his se lama: bu yurur. bundan sonra da vüd aley his se lama: bu yurur. o da, allahüteala nn em rini ye ri ne ge tirir. bu ze man da, beni s ra ile iki ksm ol ma la r emr olunur. bir ks m, mü'min ler ile, bir ks m da, ka fir ler ile be ra ber olur. bundan sonra, bir ses işi ti lir ki: der. isa aleyhisselam ge ti ri lir. allahüteala ona hi ta ben ma ide su re si nin yü zon do ku zun ayeti ke ri me si nin mealişerifi olan, ya isa! sen in san la ra al lah dan baş ka beni ve an ne mi ilah edini niz de din mi? bu yurur. isa aleyhisselam, allahüteala ya hamd eder ve çok senalar eder. sonra mealişerifi, yarabbi! seni noksan sıfatlardan tenzih ve takdis ederim ki, hak km ol m yan şe yi be nim için söy le mek ol ma eğer ben onu söy le dim se, ha ki ka ten sen onu bi lir sin. yarabbi! sen be nim nef sim de ola n bi lir sin. ben se nin za tn da ola n bil mem. yarabbi! sen ga ib le ri bi len sin olan ma ide su re si nin yüz o nal tn c ayeti ke ri me si ile ce vab verir. bu nun üze ri ne cenab hak, ce mal s fa t n gös te rir ve mealişerifi, olan ma ide su re si yü zon do ku zun ayeti ke ri me sini bu yu rur ve ya isa! sen doğ ru söy le din. minberine git! sa na ceb ra ilin teb lig et di ği n li ti la vet ey le der. isa aleyhisselam, der. sonra ti la ve te baş lar. ti la ve tin te'si rin den her ke sin ba ş yu ka r kal kar. zi ra, isa aleyhisselam ri va yet he tin den in san la rn en zi ya de ha ki mi dir. oku ma da, o ka dar ta ze lik ve ne za ket gös te rir ki, h ris ti yanlar, ruh banlar, ken di le ri ni, n cil den hiç bir ayet bil miyorlar mş zan ne der ler. bundan sonra, na sa ra da, iki ksm olurlar. bo zuk olan la r, ya'ni h ris ti yanlar ka fir ler le, bo zul ma mş olan mü'min le ri, mü'min ler le haşr olunur. bundan sonra, birni da işi ti lir ki, pey gam be ri miz aleyhisselam ge lir. cenab hak bu yu rur ki: ya muhammed! cib ril, sa na kur'an ke ri mi teb lig et dim diyor. o da: der. cenab hak: bu yurur. bu kssa, mevahib tefsirinde, sad suresi yirmiüçüncü ayetinde daha geniş yazldpeygamberler en küçük bir günah işlemez ve günah işlemek, hatrlarna bile gelmez. bu tefsirden okuyunca, hakikat iyi anlaşlpeygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemkur'anı kerimi tilavet edip, gayet güzel ve tatlı bir şeklde okur. mü'minleri müjdeler. onların yüzleri güler ve sevinirler. kur'anı kerime inanmıyanların, bu mubarek kitaba çöl kanunu diyenlerin ise, yüzleri gayet çirkin olur. buraya kadar beyan olunan peygamberlere olunacak suali, araf suresindeki, biz kendilerine peygamber gönderilen kavme elbette sual ederiz. peygamberlere de sual ederiz mealindeki beşinci ayeti kerimesi haber vermekdedir. ba'zıları, maide suresinin yüzonikinci mealindeki ayeti kerime ile haber verilmişdir dediler. o zeman peygamberler: ya rabbi! seni tesbih ederiz ki, bizim için hiç ilm yokdur. sen gaybleri en iyi bilensin derler. evvelki ayeti kerimenin haber verdiğini söyliyen alimlerin sözü daha doğrudur. adındaki kitabımızda da bunu bildirdik. zira peygamberlerin dereceleri vardır. isa aleyhisselam ise, onların büyüklerindendir. zira o dır. dır. peygamberimiz aleyhisselam kur'anı kerimi tilavet buyurduğu zeman, ümmeti zan eder ki, hiç işitmemişlerdir. bu bahsde, hazreti esma'iye dediler ki: sen kur'anı kerimi en ziyade ezberlemiş olansın. sen de, böyle mi olursun? cevabında, buyurdu. kitabların kıra'eti temam oldukdan sonra bir nida gelir ki: ey mücrimler, şimdi sizler ayrılınız! denir. bu nida üzerine, mevkıf ya'ni arasat meydanı harekete gelir. o zeman, herkesi büyük korku alır. birbirlerine girift olurlar. melekler cin ile ve cin insanlar ile karışır. bundan sonra, nida gelir ki: ya adem! evladından cehenneme layık olanı gönder! adem aleyhisselam ise, ya rabbi! ne kadar? diye sual eder. cenabı hak, buyurur ki: . kafirlerden ve ehli sünnetden rahmetullahi aleyhim ecma'in ayrılmış mülhidlerden ve gafillerden, çıkara çıkara, ancak allahü tealanın bir avuç buyurduğu kadar mü'min geride kalırlar. ebu bekri sıddikın radıyallahü anh buyurduğunun ma'nası budur. ebu sa'idi esma'ide basrada tevellüd, de mervde vefat etdi. asl adı abdülmelikdir rahime hullahü teala. bundan sonra iblis şeytanlarıyle birlikde getirilir. bunların mizanının da seyyiatları, hasenatlarının üzerine ağır gelmişdir. her kime ki, din ulaşmışdır, onun sevabları ile günahları muhakkak dartılacakdır. şeytanlar, günahları ağır gelip, azab göreceklerini yakinen bildikleri vakt: bize adem zulm etdi. zebani denilen melekler saçlarımızdan tutarak bizi cehenneme sürükledi derler. bunun üzerine, cenabı hak tarafından bir nida gelir ki, mü'min suresinin onyedinci ayeti kerimesinin, bu zemanda zulm yokdur. allahü teala hesabda sür'atlidir mealindedir. herkes için büyük bir kitab çıkarılır ki, şark ve garb arasını tutar. onda mahlukların bütün amelleri yazılıdır. küçük ve büyük hepsini bildirir. allahü teala, hiçbir kimseye zulm etmez. mahlukların her gün yapdıkları amelleri bu kitab ile allahü tealaya arz olunur. allahü tealanın emri ile abese suresinin onaltıncı ayeti kerimesinde bildirilen meleklerine ya'ni kerim ve ita'atkar meleklere, o amelleri yazmağı emr eder. bu kitab işte odur. casiye suresinin yirmisekizinci ayeti kerimesinin meali şerifi bunu haber vermekdedir. bundan sonra, bir münadi herkesi ayrı ayrı çağırır. herkes, ayrı ayrı hesaba çekilir. nur suresi, yirmidördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. doğru haberde bize bildirildi ki, bir kimse allahü tealanın huzurunda durdurulur. cenabı hak ona ey fena kul! sen mücrim ve asi oldun der. o kul: ya rabbi! ben işlemedim der. denir. o kimsenin hafaza melekleri getirilir. o kimse: der. bu hal, meali şerifi o gün herkes getirilir. herkes kendi nefsi ile mücadele eder olan, nahl suresinin yüzondördüncü ayetinde bildirilmekdedir. sonra ağzına mühür vurulur. bu da yasini şerifin altmış beşinci ayetinin kıyamet gününde, ben azimüşşan, mücrimlerin ağızlarını mühürlerim. ne ki kazanıp kesb etdiler ise, bize elleri söyler ve ayakları şehadet eder meali şerifi ile bildirilmişdir. öyle ise, asilerin azası şehadet edip cehenneme götürülmeleri emr olunur. mücrimler azalarına levm etmeğe, bağırmağa başlar. azası da, der ki, bu şehadet bizim ihtiyarımızla değildir. bizi allahü teala söyletdi. herşeyi söyleten odur. bunlar fussilet suresinin yirmibirinci ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. hesabdan sonra, bütün insanlar sırat köprüsüne gönderilecekdir. sırat köprüsünden geçemeyip düşen mücrimler, cehennem hazenesine, ya'ni azab meleklerine teslim olunurlar. ağlamağa ve inlemeğe başlarlar. hele mü'minin ve müvahhidinin asileri cehenneme konulurken, gayet dehşetli ağlarlar. melekler bunları yakalayıp atarken, derler. bu hal enbiya suresinin yüzüçüncü ayeti kerimesinde bildirilmekdedir. büyük feryad – cehennem ehlinin çok feryad edip ağladıkları dört yerden birincisi, sur üfürüldüğü vaktde, ikincisi, cehennem meleklerden kurtulup, mahşer ehli üzerine sıçradığı vaktde, üçüncüsü, ademi aleyhisselam allahü tealaya şefa'atci göndermek için çıkdıkları vaktde, dördüncüsü, cehennemdeki azab meleklerine teslim olundukları zemandır. cehennemlik olanlar mahallerine gidip, arasat meydanında yalnız, mü'minler, müslimler, hayr ve ihsan edenler, arifler, sıddiklar, veliler, şehidler, salihler ve resuller kalır. imanlarında şübheleri olanlar, münafıklar, zındıklar, bid'at sahibleri , zaten cehenneme gönderilmişlerdir. allahü teala ey insanlar! rabbiniz kimdir? buyurur. onlar derler. allahü teala: buyurur. derler. o zeman, onlara arşı alanın sol tarafından bir melek görünür. o melek, o kadar azametlidir ki, yedi deniz başparmağının ucuna konsa içine alıp, hiçbir damlası gözükmez. o melek, mahşerde bulunanlara allahü tealanın emri ile, imtihan cihetinden ya'ni, ben sizin rabbinizim der. ehli mahşer: derler. arşın sağ tarafında bir melek görünür ki, eğer ayağının ucu ile basmış olsa, ondört deniz, görünmez olurdu. ehli mahşere der. ya'ni, sizin rabbinizim der. ona dahi derler. bundan sonra, allahü teala, onlara istedikleri şeklde gayet yumuşak ve hoş mu'amele buyurur. mahşer ehlinin hepsi, secde ederler. cenabı hak, onlara buyurur. allahü teala bütün mü'minleri sırat üzerinden geçirir. mü'minler derecelerine göre cennete götürülür. insanlar güruh güruh geçerler. önce resuller, sonra nebiler, sonra sıddiklar, sonra veliler, arifler, sonra hayr ve ihsan edenler, sonra şehidler, sonra diğer mü'minler götürülür. müslimanlardan günahları afv edilmiyenler yüz üstü düşmüş, ba'zıları da arafda mahbus kalırlar. kıyamet ve ahıret imanı za'if olanlardan ba'zısı sıratı yüz senede, ba'zısı da bin senede geçerler. bununla beraber, cehennemde yanmazlar. bir kimse ki, rabbini görür, o kimse cehenneme sokulmaz. müslim ve muhsin olanların makamlarını namındaki kitabımızda anlatdık. onlar yüzü gülenlerdir. çoğu sıratı şimşek gibi geçer. çoğu da, açlık ve susuzlukla giderler ki, ciğerleri parça parça olmuş, solukları adeta duman gibi çıkar. bunlar, kaseleri gökdeki yıldızlar adedince ve suyu, kevser ırmağından ve büyüklüğü kudüsden yemene kadar ve adenden medinei münevvereye kadar olan kevser havzından içerler. işte bu, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem . ya'ni, minberim, kevser havzının iki kenarından biri üzerindedir buyurmasiyle sabitdir. kevser havzından uzak olanlar, kabahatlerinin derecesine göre, sıratda habs olunurlar. nice abdest alanlar vardır ki, abdesti güzel almaz ve temam etmez. ve nice namaz kılanlar vardır ki, sorulmadığı halde, namazını başkalarına anlatır. hudu' ve huşu' ile kılmazlar. eğer kendini karınca ısırmış olsa, namazı bırakıp o karınca ile meşgul olurlar. halbuki, allahü tealanın azamet ve celaletini arif olanların ellerini ve ayaklarını kesmiş olsalar hiç direnmezler. zira onların ibadetleri allahü teala içindir. allahü tealanın huzurunda duran kimse, onun celle celalühü heybet ve azametini bildiği, tefekkür etdiği kadar huşu' eder, korkar. öyle olur ki, padişahlardan birinin huzurunda kişiyi akreb sokar, o da sabr eder. padişaha hürmet için hiç hareket etmez. işte bu, adamların mahlukla beraber olduğu vaktdeki halidir. mahluk ise, o derece menfe'at ve zararını ayıramaz. o, aziz ve celil olan allahü tealanın huzurunda duranın hali nasıl olur ki, heybet ve saltanat ve azamet ve ceberut ve kahrü galebei ilahiyyeyi bilen bir kimsenin allahü tealanın huzurunda durması, elbette ziyade huzuru ve huşu'u icab etdirir. ibadetleri yapdığı halde, zulm eden ve tevbe etdi ise de, mazlumu bulamıyan, bununla dünyadahalalleşmiyen bir kimse hakkında hikaye olundu ki, allahü tealanın huzuruna götürülür. dünyada halalleşemediği kul hakları varsa, meydana çıkarılır. mazlum onun boynuna sarılır. allahü teala mazluma ey mazlum! yukarıya bak buyurur. o mazlum bakdığı vakt görür ki, bir köşk var. gayet büyükdür. zineti ve büyüklüğü akllara hayret verir. o mazlum: ya rabbi! bu nedir? der. allahü teala: bu satılıkdır. benden satın alır mısın? buyurur. o mazlum ise: ya rabbi! bunun kıymetini ödeyecek benim birşeyim yokdur der. allahü teala buyurur ki: . o kul da: ya rabbi! emri ilahin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçdim der. allahü teala tevbe eden zalimlere böyle mu'amele eder. nitekim isra suresinin yirmibeşinci ayetinde mealen, buyurur. tevbe eden, zulmden, günahdan ayrılıp da, ebediyyen bir daha o günahı işlemiyendir. davüd aleyhisselam ile tesmiye olunur. halbuki, davüd aleyhisselam hiç günah işlemedi. ondan sadır oldu. resullerden hazreti davüdun gayrileri de böyledir. ey gönül, yakdı vücudüm, o gizli narın senin, fışkırıp çıkdı semaya ah ile zarın senin! çok garib bir divanesin, niçin hiç uslanmazsın? herkesin rüsvası oldun, yokmudur arın senin? ebedi aşk tuzağına düşdüğün günden beri, meyve mi verecek aceb, soldu beharın senin? onuncu fasl na ve de denir. burada bulunanların nasıl da'vet edileceklerini alimlerimiz başka başka söyledi. tefsirlerde anlatıldığı gibi, sahih hadislerde de bildirilmişdir. allahü tealanın en önce hükm edeceği, katillerdir. ve en önce ecrlerini vereceği kimseler de imanı doğru olan amalardır. evet! bir münadi nida eder ki: onlara denilir ki: . bundan sonra cenabı hak, onlara haya mu'amelesi eder de buyurur. bunlar için bir sancak bağlanıp şu'ayb aleyhisselamın eline verilir. şu'ayb aleyhisselam onlara imam olur. onlarla beraber, nur meleklerinden, hesabsız melek vardır. adedlerini allahü tealadan başka kimse bilmez. onların yanına varırlar. ve sıratı yıldırım gibi geçerler. sabrda ve hilmde onlardan herbiri, abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma ve ona bu ümmet içinde, benzeyen kimseler gibidir. bundan sonra diye nida abdüllah de taifde vefat etdi. olunur. ve meczumin ya'ni cüzzam denilen miskin hastaları ve sari hastalıklara yakalanmış olanlar getirilir. allahü teala, onlara selam verir. onlar dahi sağ tarafa emr olunurlar. onlar için de, yeşil bir sancak bağlanır. eyyub aleyhisselamın eline verilir. eshabı yeminin imamı olur. mübtela olanın sıfatı sabr ve hilmdir. ukayl ibni ebi talib radıyallahü anh ve bu ümmetden onun emsali gibi olanlar böyledir. bundan sonra nida olunur ki: bunlar da getirilir. allahü teala bunlara da selam verip, merhaba, der. ve murad buyurduğu kelam ile iltifat eder. bunlara dahi buyurur. bunlar için de, bir sancak bağlanıp yusüf aleyhisselamın eline verilir. yusüf aleyhisselam onların imamı olur. böyle gençlerin sıfatı haramlardan, yabancı kadın ve kızlardan sakınmakdır. raşid bin süleyman rahimehullahü teala ve bu ümmetden onun emsali gibi olanlar böyledir. bundan sonra bir nida dahi çıkar ki: denir. onlar dahi allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala, onlara da merhaba deyip, ne murad buyurur ise, onunla iltifata mazhar olurlar. sağ tarafa gitmeğe emr olunurlar. allahü tealanın düşmanlarını sevmiyenlerin sıfatı da sabr ve hilmdir ki dünyevi sebeblerden dolayı mü'minlere ne darılırlar ve ne de kötülük ederler. hazreti ali radıyallahü anh ve bu ümmetden ona benzeyenler bunlardandır. bundan sonra, bir nida dahi çıkar ki: denir. onlar da götürülür. bunların gözyaşları, şehidler kanı ve ulemanın mürekkebi ile dartılır. gözyaşı ağır gelir. bunların da sağ tarafa gitmesi emr olunur. onlar için her renkle süslenmiş bir sancak bağlanır. zira bunlar, muhtelif haram işliyenlerin arasında bulunduğu, allah rahimdir, afv eder diye aldatılmağa çalışıldığı halde, haram işlememişlerdi. çeşidli günahlardan sakınarak allahü tealanın korkusundan ağlamışlardı. mesela, biri allahü tealanın korkusundan, biri dünyaya düşkün olmakdan ve öbürü pişmanlıkdan ağlamışdı. bunların sancakları nuh aleyhisselama verilir. alimler onların önlerine geçmek isterler. derler. bir nida gelir ki: . nuh aleyhisselam hemen durur. o cema'at de onunla beraber dururlar. ehli sünnet alimlerinin mürekkebi ile şehidlerin kanı dartılır. alimlerin mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emr olunurlar. şehidler için de safranlı bir sancak emr olunur. yahya aleyhisselamın eline verilir. yahya aleyhisselam önlerinden gider. alimler önlerine geçmek istiyerek derler ki: şehidler bizim ilmimizden öğrenerek çarpışdılar. biz onlardan ileri gitmeğe daha ziyade layıkız. bu zemanda allahü teala lütfünü ortaya koyup, mealen buyurur ki: . alimlere hitaben: buyurur. alimler, ehli beytine ve komşusuna ve mü'min kardeşlerine ve talebelerinden kendilerine tabi' olanlara şefa'at ederler. şöyle ki, alimlerden her biri için bir meleğe nida etdirilir. melek insanlara bağırır ki: filan alime allahü teala şefa'at etmekle emr eyledi. kim ki onun bir işini görüverdiyse, yahud bir lokma yemek yidirdiyse, yahud bir içim su verdiyse, yahud kitablarını yaydı ise, onlara şefa'at edecekdir der. o alime bir iyilik yapanlar, kitablarını dağıtanlar kalkarlar. o alim de, o kimselere şefa'at eder. hadisi şerifde bildirildi ki, en önce şefa'at edenler resullerdir. sonra nebiler aleyhimüssalevatü vetteslimat, sonra alimlerdir. alimler için bir beyaz sancak bağlanır. ibrahim aleyhisselama verilir. ibrahim aleyhisselam gizli ma'rifetleri ortaya çıkarmak bakımından resullerin en ileride olanıdır. bunun için sancak kendisine verilir. bundan sonra yine bir münadi nida eder ki: denir. fakirler de allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala taltif edip, buyurur. bunların da eshabı yemin ile beraber olmaları emr olunur. bunlar için de, bir sarı sancak bağlanıp, isa aleyhisselamın eline verilir. isa aleyhisselam bunlara imam olur. bundan sonra yine bir münadi nida eder ki: denir. onlar da götürülür. onlara ihsan etdiği şeyleri cenabı hak, beşyüz sene ta'dad etdirir. ya'ni zenginlik ile ne yapdıklarının hesabını sorar. bunlar için dahi renklerle bir sancak bağlanıp süleyman aleyhisselama verilir. süleyman aleyhisselam bunlara imam olur. bunlara da, eshabı yemine ulaşmalarını emr buyurur. hadisi şerifde bildirildi ki, dört şey, dört şeye şehadet etmelerini taleb ederler. malları ile, mevki'leri ile müslimanlara eziyyet edenlere nida olunur ki, . onlar der ki: allahü teala bize mülk ve rütbe verdi. bizi onlar, allahü tealanın hakkını yerine getirmekden men' eyledi. yine onlara denir. onlar derler. buyurur. bundan sonra, denilir. onlar da getirilir. onlara denilir ki: onlar da derler ki: allahü teala, bizi dünyada derdlere, sıkıntılara mübtela kıldı. onun için zikrinden ve hakkıyle ibadetden mahrum olduk. onlara denilir ki:. onlar derler. denir. bundan sonra derler. onlar da, allahü tealanın huzuruna getirilir. onlara denilir ki; . onlar da, allahü teala bize cemal ve güzellik verdi. onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. gençlik bizde hep kalacak sandık. allahü tealanın dinini öğrenmedik. hakkını yerine getiremedik derler. memlukler de kölelik ve cariyelik ve beğlere kulluk etdik. dünya büyüklerine tapındık. din cahili kaldık. aldandık. ya rabbi, senin hakkını yerine getirmekden mahrum olduk derler. onlara hitaben denilir ki; onlar derler. denir. bundan sonra diye nida olunur. onlar da götürülür. onlara da, denilir. onlar iş yapmadık. san'at öğrenmedik. allahü teala da, bizi dünyada fakirlik ile mübtela kıldı. fakirlik ve tenbellik bizim kulluk vazifemizi yapmamıza mani' oldu derler. onlara hitaben, diye sual olunur. onlar da derler. denir. bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sahibini düşünsün! peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem düasında ya rabbi! zenginlik ve fakirlik fitnesinden sana sığınıyorum diye düa ederdi. isadan aleyhisselam ibret alınız ki, dünyada birşeye malik olmadı. bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. seyahati esnasında, ancak bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. birgün, birinin, eli ile su içdiğini gördü. bardağı atdı. birgün de, bir adamın eliyle sakalını tararken gördü. tarağı da atdı. der ki, benim hayvanım ayağımdır. evim mağaralardır. yiyeceğim yerin otlarıdır. içeceğim ırmakların sularıdır. halbuki, islam dini böyle değildir. çalışıp halal kazanmak ibadetdir. çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını, islamiyyetin emr etdiği iyi yerlere vermek lazımdır.de yazılı hadisi şerifde buyuruldu ki, eshabım için, fakir olmak se'adetdir. ahir zemanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak se'adetdir. şimdi ahir zemandayız. günah işleyenlerin, fitne çıkaranların, ibadetlere bid'at karışdıranların çoğaldığı bir zemandayız. bu zemanda halalı, haramı, bid'atleri ve küfre sebeb olan şeyleri öğrenmek ve bunlara uymak ve halal yoldan kazanarak zengin olmak büyük ibadetdir. kazandığı ile fakirlere ve ehli sünnet bilgilerini yayan müslimanlara yardım etmek büyük se'adetdir. bu se'adete kavuşanlara müjdeler olsun! allahü tealanın indirdiği ba'zı suhuflarda da bildirilmişdir ki, ey adem oğlu! hastalık ve günah işlemek hayat hallerindendir. müte'ammiden adam öldürmenin keffaretinden, hataen öldürmenin keffareti ehven görülür, buna kısas olunmaz ise de, bu da çok kötü işdir. bundan da sakın! büyük günahların sahibinin kalbinde iman varsa, azabdan sonra şefa'ate kavuşur. allahü teala, onlara ikram eder. binlerce sene geçdikden sonra, onları cehennemden çıkarır. halbuki, cehennemdekilerin derileri yandıkdan sonra, tekrar yaratılmakdadır. haseni basri rahmetullahi aleyh, buyururdu. şübhe yokdur ki, haseni basri haseni basri de vefat etdi. rahmetullahi aleyh ahiret hallerini iyi bilen bir zatdır. kıyamet gününde, bir müsliman getirilir. onun hiç hasenesi yokdur ki, mizanında ağır gelsin. allahü teala, onun imanına hürmeten ona rahmet olarak buyurur ki: insanlara git, sana hasene ve sevab verecek bir kimse ara. onun ikramı sebebiyle cennete giresin!. o kimse gider. insanlar arasında arzusuna kavuşduracak bir kimse arar. halini anlatacak bir kimse bulamaz. kime söyler ve sorarsa: benim de mizanımın hafif gelmesinden korkuyorum. ben senden daha çok muhtacım der. bu haline çok üzülür. yanına bir kişi gelerek, der. bu da, muhtacım. onu belki bin kişiden istedim. her biri behane edip esirgediler der. bu kişi, ona der ki, allahü tealanın huzuruna vardım. sahifemde bir sevabdan başka sevab bulamadım. o da beni kurtarmağa yetmez. onu sana hibe edeyim. benden onu al!. o kimse, ferah ve sevinçli olarak gider. allahü teala, o kulun halini bildiği halde, diye sual eder. o kişi ile olan macerayı haber verir. o hasenesini veren kulu da allahü teala huzuruna çağırır. buyurur ki: iman sahiblerine benim keremim, senin kereminden, ihsanından daha çokdur. din kardeşinin elinden tut, cennete gidiniz. mizanın iki gözü beraber olup, sevab gözü ağır gelmezse, allahü teala buyurur ki: . bunun üzerine, bir melek; bir sahife getirip seyyiat kefesi üzerine kor ki, onda yalnız yazılmışdır. o göz hasene üzerine ağır basar. çünki lafzı, anaya, babaya isyan kelimesidir. kişi bununla, cehenneme atılması emr olunur. o kişi ise, iki tarafa bakınır. allahü teala tarafından kendisinin çağrılmasını talep eder. allahü teala bunu çağırır. ve der ki: ey asi kul! niçin seni çağırmamı istiyorsun? o kul: ya rabbi! anladım ki anama babama asi olduğum için cehenneme gideceğim. onların azabını bana ilave buyur da, onları cehennemden azad et! deyince, allahü teala buyurur ki: anana babana dünyada asi oldun. ahıretde ikram etdin. onların elinden yapış da, cennete götür. cennete gönderilmiyenleri melekler yakalarlar. çünki melekler, ahıret ahkamını çok iyi bilirler. hatta, ahıretden nasibi olmıyan bir kavme nida olunur ki, bunlar ahıretin odunudurlar. cehennemi doldurmak için halk olundular. onlara hitaben allahü teala saffat suresi yirmidördüncü ayetinde mealen, buyurur. bunlar habs olunurlar. ta ki, kendilerine, saffat suresi yirmibeşinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruluncaya kadar kalırlar. böylece, teslim olurlar. günahlarını i'tiraf ederler ve hepsi cehenneme gönderilirler. bu şeklde ümmeti muhammedin büyük günah işliyenleri getirilir. ihtiyar, genç, erkek, kadın nerede ise hepsi bir araya toplanır. cehennemin bekçisi olan onlara bakdığı vakt der ki: siz, eşkiya zümresindensiniz. amma görüyorum ki, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. sizden güzel kimse cehenneme gelmedi. onlar da ya malik! biz muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. lakin işlediğimiz günahlar cehenneme sürükledi. bizi bırak da günahlarımıza ağlıyalım derler. malik onlara: ağlayınız! fekat şimdi size ağlamak faide vermez! der. nice orta yaşlılar diyerek ağlarlar. bir ihtiyar erkek ellerini beyaz sakalı üzerine koyup ah gençlik geçdi. elem, üzüntü artdı. zelil oldum, rezil oldum! diye ağlar. nice delikanlılar ah gençliği elden kaçırdım! ya'ni gençliğimin kıymetini bilmedim! diye ağlarlar. nice kadınlar, saçlarından tutup eyvah! yüzüm kara oldu, rezil oldum! diye ağlarlar. allahü teala tarafından ya malik! bunları birinci cehenneme koy diye nida gelir. cehennem bunları içine alırken, diye bağırışırlar. cehennem bu sözü işitince, bunlardan beşyüz senelik öteye kaçar. in kısmında yazılıdır. ya'ni büyük rakamlar, mikdarı değil, çokluğu bildirirler. yine bir nida gelir ki: ey cehennem! bunları içine al! ya malik! bunları birinci cehenneme koy! bu zeman gök gürültüsü gibi, bir gürültü işitilir. cehennem bunların kalblerini yakmak isteyince, malik, cehennemi men' eder. ey cehennem, kendisinde kur'anı kerim olan ve iman kabı olan kalbi yakma! rahman olan allahü tealaya secde eden alınları yakma! der. bu hal üzre, cehenneme atılır. görülür ki, bir kişinin feryadı cehennem ehlinin seslerinden daha çokdur. bunu cehennemden çıkarırlar. halbuki, sadece derisi yanmış. allahü teala ona: buyurur. o kişi der ki: ya rabbi! beni hesaba çekdin. senin rahmetinden daha ümmidimi kesmedim. bilirim ki, sen beni işitirsin. onun için çok bağırdım der. allahü teala, meali şerifi, bir kimse allahü muhammed ibni abidin da şamda vefat etdi. tealanın rahmetinden ümmidini keserse, o kimse ehli dalaletdir olan hicr suresinin ellialtıncı ayeti kerimesi ile hitab buyurup, der. yine bir kişi cehennemden çıkar. allahü teala: ey kulum, cehennemden çıkdın. hangi amelinle cennete gireceksin? diye sual eder. o kul: ya rabbi! ben acizim, azıcık şeyden başka bir şey istemem der. o kimse için cennetden bir ağaç gösterilir. allahü teala: buyurur. o kul; ya rabbi! izzetin ve celalin hakkı için, başkasını istemem der. allahü teala buyurur. o ağacın meyvesinden yiyip gölgesinde gölgelendikden sonra, ondan daha güzel başka bir ağaç gösterilir. o kimse, o ağaca çokca bakar. allahü teala: sana ne oldu? ona da mı muhabbet etdin? buyurur. o kul, der. allahü teala: buyurur. der. o ağacın meyvesinden yir. gölgesinde gölgelenir. ondan daha güzel bir ağaç gösterilir. bu kimse, ona da bakakalır. cenabı hak ona hitaben: buyurur. der. o zeman, cenabı hak, razı olup, o mü'min kimseyi, afv buyurur. cennete idhal eder. ahıretin şaşılacak işlerindendir ki, bir kişi de allahü tealanın huzuruna götürülür. allahü teala, onu hesaba çeker. hasenat ve seyyiati dartılır. o kimse, herhalde bilir ki, allahü teala, o zeman, o kimsenin hesabından başka bir şeyle meşgul olmadı. fekat öyle değil. belki o anda milyonlarca, sayısını allahü tealadan başka kimse bilemiyeceği mikdarda kimselerin hesabına bakıldı. onların her biri zan eder ki, hesab, o anda ancak ona mahsusdur. orada ba'zısı ba'zısını görmez. birisi diğerinin kelamını işitmez. belki, her biri, cenabı hakkın perdeleri altındadır. sübhanallah ki, ne kuvvet ve ne büyük kudretdir. işte bu lokman suresinin yirmisekizinci ayetinin, meali şerifi ile bildirilen zemandır. cenabı hakkın bu kavlinde sırlar vardır ki, o zemansız ve mekansız olmak sırrıdır. çünki, allahü tealanın mülkü için, ef'ali ve işleri için had ve gaye yokdur. fesubhanallah ki, fi'llerinden hiçbiri başka işleri yapmasına mani' olmaz. işte bu zemanda, kişi oğluna gelir ve: ey oğul! ben sana elbiseler giydirdim ki, sen kendin elbise giymeye kadir değildin. seni doyurdum ve su verdim ki, bunlardan elbette sen aciz idin ve çocukluğunda seni muhafaza eyledim ki, sen kendine zarar veren şeyleri def' etmeğe ve faide veren şeyi istemeğe kadir değildin. nice meyveleri benden istedin. satın alıp sana getirdim. sana dinini, imanını öğretdim. seni kur'anı kerim hocasına gönderdim. lakin, işte kıyametin şiddetini görüyorsun. günahımın çokluğunu da biliyorsun. bir mikdarını üzerine al! ta ki, günahım azalsın. bana bir iyilik, bir sevab ver ki, mizanım onun sebebi ile ziyade olsun der. oğlu ondan kaçar ve der ki: . böylece, evlad ile ana arasında bu mu'amele geçer, zevc ve zevce de birbirleriyle böyle konuşurlar. kardeş kardeşle bu mu'ameleyi yaparlar. işte allahü teala hazretlerinin suresinin yirmidördüncü ayetinin, meali şerifi bu hali haber vermekdedir. hadisi şerifde buyuruldu ki, . aişei sıddika radıyallahü anha validemiz, bunu işitdikleri vakt, buyurdu. peygamber efendimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem abese suresindeki, mealindeki otuzyedinci ayeti kerimeyi okuyuverdiler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifi ile murad buyurdular ki, kıyamet gününün şiddeti ile meşakkati, insanların birbirlerine bakmalarına mani' olur. insanlar bu zemanda bir yerde toplanırlar. onların üzerine siyah bir bulut gelir. o bulut insanlar üzerine ya'ni amel defterlerini yağdırır. mü'minin sahifesi, sanki gül yaprağı üzerine yazılmışdır. kafirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir. sahifeler uçarak iner. herkesin sağ veya sol tarafından gelir. bu ise, ihtiyari değildir. nitekim, cenabı hak, isra suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyurur. alimlerden ba'zıları buyurur ki, kevser havzı sıratı geçdikden sonra getirilir. bu ise, yanlışdır. zira sıratı geçen kimse, bir daha havza gelmez. yetmişbin kimse ki sıkıntılı hesaba çekilmeden cennete girerler. onlar için mizan kurulmaz. onlar sahifeler almazlar. ancak onlara verilen sahifeler üzerinde, la ilahe illallah, muhammedün resulullah. bu filan ibni filanın cennete girmesinin ve cehennemden kurtulmasının beratıdır yazılıdır. bir kulun günahları mağfiret olduğu vakt, bir melek onu arasat meydanına götürür. ve nida ederek: bu filan oğlu filandır. allahü teala, onun günahını afv eyledi. bir daha şaki olmıyacak, se'adetle sa'id oldu der. o kimseye, bu makamdan ziyade sevgili hiçbir makam olmaz. kıyamet gününde, resuller aleyhimüssalevatü vetteslimat minberler üzerindedirler. her bir resulün minberi, kendi mertebesi mikdarıncadır. ulemai amilin, ya'ni ehli sünnet i'tikadında olan ve bildikleri ile amel eden alimler rahmetullahi aleyhim ecma'in dahi nurdan kürsiler üzerinde olurlar. allahü tealanın dinini korumak ve yaymak için şehid olanlar ile salihler, ya'ni ahkamı islamiyyeye uymuş olanlar, kur'anı kerimi hürmet ile ve teganni etmeden okuyan hafızlarla, ezanı sünnete uygun olarak okuyan müezzinler, toprağı miskden olan yerlerdedirler. bunlar, ahkamı islamiyyeye tabi' olarak, iyi amel işledikleri için, kürsi sahibidirler ki, adem aleyhisselamdan fahri alem sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimize kadar gelen bütün peygamberlerden sonra kendilerine, şefa'at izni verilecek olanlardandır. hadisi şerifde bildirildi ki, kur'anı kerim kıyamet gününde yüzü güzel ve ahlakı güzel bir kimse suretinde gelir. kendisinden şefa'at taleb olunur ve şefa'at eder. kendisini musiki ile okuyanlardan da'vacı olur. böyle kimselerden hakkını ister. razı olduğu kimseleri alıp cennete götürür. dünya da, ihtiyar, ak saçlı ve kadınların en çirkini suretinde görülür. insanlara denilir ki: onlar: derler. siz dünyada buna kavuşmak için birbirinizle çekişirdiniz. birbirinize de buğz ederdiniz denilir. bu şeklde cum'a dahi sevimli bir insan suretinde gösterilir. mü'minler ona dikkat ile bakarlar. cum'a gününe kıymet verenleri misk ve kafur kumları üzerinde hıfz eder. cum'a namazı kılan mü'minler üzerinde nur bulunur ki, herkes ona bakıp te'accüb ederler. cum'a gününe yapdıkları saygı sebebi ile cennete götürülürler. ey müsliman kardeşim! allahü tealanın rahmetine ve kur'anı kerimin ve islamın ve cum'anın cömerdliğine bak ki, kur'anı kerim ehli nasıl kıymetlidir. namaz, oruc, zekat, sabr ve güzel ahlakdan ibaret olan islamiyyet ise ne kadar çok kıymetlidir. ölüm zemanında insanın çırpınmasından, sıkıntılı görünmesinden ma'na çıkaran kimseye kıymet verilmez. zira yevmi hendekde peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin düası gösteriyor ki, allahü tealanın dilediği her cesed çürür. ve ruhlar da, kıyamet zemanı gelince, fena bulur. bunların hepsinin yaratıcısı ve rabbi allahü tealadır. bu anlatılanların hepsi, ayrı ayrı ilmlere muhtacdır. diğer kitablarımızda bunları anlatdık. imamı gazali rahmetullahi aleyh burada ahıret hallerini gayet kısa bir şeklde anlatdığını haber veriyor. diyor ki, biz bu kitabda, ehli sünnetin tariklerine müslimanlar süluk etsin için, ihtisar kasd eyledik. islamiyyetin aleyhine olan bid'atlere iltifat etme! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden ehli sünnet alimlerinin çıkardıkları, anladıkları ma'nalara sarıl! başkalarının, insan şeytanlarının uydurduğu bid'atlere aldanma! onlardan sakın! bu sebebden, mü'minleri, ehli sünnet yoluna sarılanları müjdele! allahü tealanın emni ve keremi ve ihsanı ile, ismet ve muvaffakiyyet isteriz. amin ve hasbünallah ve ni'melvekil ve sallallahü ala muhammedin ve alihi vesahbihi ecma'in. adem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl, bir nazar, gör bu latif çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar. herbir çiçek bir naz ile, öğer hakkı, niyaz eder, kurdlar, kuşlar, durmaz söyler, ol halıka avaz eder. öğer onun kadirliğin, herbir işe hazırlığın, ille onun kahirliğin, anlayınca, rengi döner. rengi döner günden güne, toprağa dökülür yine, bu ibretdir anlayana, hakikatı, arif sezer. ger bu sırrı duya idin, ya bu gammı yiye idin, yerinde eriye idin, insan değil misin, meğer. bilir, gelen gider imiş, konan geri göçer imiş, mevt şerbetin içer imiş, her kim, bu ma'nadan geçer. kıyamet ve ahıret kitabının son sözü dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmak için, nı öğrenip, imanını buna göre düzeltmek, bundan sonra, fıkh bilgisi öğrenip, onunla amel etmek ve cenabı hakkın dostlarını, sevgili kullarını sevmek ve islam dininin düşmanlarını tanıyıp, onlara aldanmamak lazımdır. ehli sünnet i'tikadını ve farzlardan ve haramlardan lazım olanları öğrenmek, her müslimana farzı ayndır. bunları öğrenmemek suçdur, büyük günahdır. öğrenilmesi zaruri olan bu bilgiler, doğru ve açık olarak ve kitablarında yazılıdır. her müsliman ehli sünnet alimlerinin kitablarından toplanarak hazırlanmış olan bir ilmihal kitabı alıp, çoluğuna çocuğuna, arkadaşlarına, sevdiklerine okutmalıdır. dünyaya ve ahırete faidesi olmıyan, hatta zararlı olan, dini ve ahlakı bozan bölücü gazete, mecmu'a ve kitabları okumamalı, lüzumlu ve faideli olan kitabları okuyup, öğrenmelidir. lüzumlu kitablardan çok kıymetlisi imamı gazalinin kitabları ile, imamı rabbaninin kuddise sirruhüma adındaki kitabıdır. bu ikisinin hal tercemeleri ve diğer kitablarımızda yazılıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, evliyayı severek hatırlayanın, feyz ve berekete kavuşacağını ve düalarının kabul olacağını haber veriyor. herkes muhabbeti mikdarınca, o büyüklerin feyzlerinden ve nurlarından istifade eder. onların bakışları deva, sohbetleri hasta ve ölü kalblere şifadır. onları gören, allahü tealayı hatırlar. şimdi onları bulmak, görmek imkansız oldu ise de, kitablarını okuyup, yüksek, seçilmiş olduklarına inanan ve bunun için onları seven, onların ruhlarından feyz alır, faidelenir. bu hususda, bu kitabımızın içinde okuyacağınız, kısmında geniş bilgi vardır. peygamberler aleyhimüsselam, kulları allahü tealaya yaklaşdıran vasıta ve sağlam ipdirler. hadisi şerifde, evliyanın, ya'ni bildirildi. bunun için, evliya da aleyhimürrahme, insanı, allahü tealanın rızasına ve merhametine kavuşduran vasıta ve ipdirler. kur'anı kerimde, buyuruluyor. bu vesilelerin en büyüklerinden biri peygamberler salevatullahi aleyhim ecma'in ve onların varisleri olan alimlerdir rahmetullahi aleyhim ecma'in. hüccetül islam imamı muhammed gazali ve imamı ahmed rabbani müceddidi ve münevviri elfi sani faruki serhendi rahmetullahi imamı ahmed rabbani de serhendde vefat etdi. aleyhima, bu varislerdendirler. peygamber efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem varisi olan ve onun mubarek kalbindeki nurlarını ve ma'rifetlerini alıp, temiz kalblere ulaşdıran, bu iki büyük zatı vesile ederek se'adete kavuşmak çok kolaydır. zira, bunların eserlerini, hal tercemelerini okuyarak, kendilerini tanımak ve sevmek pek kolay olur. evliyayı sevenler, mağfiret olunmakla müjdelenmişlerdir. aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, islamın hasret ile, beklediği kahraman, ma'şukunun aşkından yanıp yanıp kül olan, ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zeman! ilmile, irfanile, sahib olan ya, iki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, dalıp ucsuz bucaksız, o mu'azzam deryaya, ve bu zikr deryasından en büyük payı alan! kimi sahile gider ve bu bana yeter der; kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner; kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; bir sensin, bu deryadan, içip içip de kanan! kur'andan, hadislerden sonra, gelir eserin, ruhlara şifa olan, o mubarek sözlerin, baş kumandanısın sen velilerin erlerin; ve adını alan! bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, ve cihanda bir tekdir, senin izinde kalan, o, senin aşkınla yanan, hurmetine nasib et, bize şefa'atından! eserinle cihanı, yeniden tenvir eden, sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken ondördüncü yüz yılın, zulmetini gideren, ın ışığıdır, gerisi hayal, yalan! biz onun talebesi, o sizin talibiniz, muhakkak aks yapar, o nurlu kalbleriniz, belli, birbirinize, aşıksınız ikiniz, ve size aşık olur, ı anlıyan! nefs muhasebesi büyük islam alimi imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyhhicri senesinde tus şehrinde tevellüd etmiş, senesinde, yine orada vefat etmişdir. yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, farisi olarak buyuruyor ki: enbiya suresi, kırkyedinci ayetinde mealen, kıyamet günü terazi kuracağım. o gün, kimseye zulm edilmiyecekdir. herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, teraziye koyacağım. herkesin hesabını yapmağa yetişirim buyurdu. bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına baksın. peygamberimiz aleyhisselam buyurdu ki: akllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yapdıklarını ve yapacaklarını hesab eder. ikincisinde, allahü tealaya münacat eder, yalvarır. üçüncüsünde, bir san'atde veya ticaretde çalışıp, halal para kazanır. dördüncüsünde, istirahat eder ve mubah olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez. ikinci halife, ömerülfaruk radıyallahü anh, senesinde medinei münevverede vefat etdi. hucrei se'adetdedir buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! allahü teala, mealen buyurdu ki: haramlardan almamağa uğraşınız ve bu cihadda sebat ediniz, dayanınız!. bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefs ile alışverişde olduklarını anlamışlardır. bu ticaretin kazancı cennetdir. ziyanı da cehennemdir. ya'ni karı, ebedi se'adet, ziyanı da, sonsuz felaketdir. bunlar nefslerini, ticaretdeki ortak yerine koymuşlardır. ortak ile, önce şartname yapılır, sözleşilir. sonra, işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. nihayet hesablaşılıp, hıyanet yapmışsa mahkemeye verilir. bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: şirket kurmak, onu murakabe edip gözetmek, muhasebe, ya'ni hesablaşmak, mu'akabet ya'ni cezalandırmak, mücahede ya'ni onunla uğraşmak ve muatebet ya'ni onu azarlamakdır: birinci iş, şirket kurmakdır. ticaret ortağı insanın para kazanmakda ortağı olduğu gibi, ba'zan da, hıyanet yapınca, düşmanı olur. halbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkatdir. aklı olan, buna kıymet vermez. hatta, ba'zıları, dedi. insanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazine yapılabilir. asl bunu hesab etmek icab eder. aklı olan kimse, hergün, sabah namazından sonra, hatırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: benim sermayem, yalnız ömrümdür. başka birşeyim yokdur. bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmakdadır. ömr bitince, ticaret sona erer. ticarete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve ahıret uzun ise de; orada ticaret ve kar olmaz. bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izn istenir, fekat ele geçmez. bugün, bu ni'met elimizdedir. aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermayeyi elden kaçırma! sonra ağlamak, sızlamak, faide vermez. bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsa'ade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! o halde, bu günü elden kaçırmakdan, bununla, se'adete kavuşmamakdan daha büyük ziyan olur mu? yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru! cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. bu kapılar senin yedi uzvundur. bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibadet yapmaz isen, seni cezalandırırım! nefs asi, emrleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyazet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sir eder. işte nefs muhasebesi böyle olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . bir kerre de buyurdu ki: yapacağın her işi, önce düşün, allahü tealanın razı olduğu, izn verdiği bir iş ise, onu yap! böyle değilse, o işden kaç!. işte hergün, nefs ile böyle şartlaşmalıdır. ikinci iş, murakabedir. ya'ni, nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmamakdır. ondan gafil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. allahü tealanın, her yapdığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. insanlar, birbirinin dışını görür. allahü teala ise, hem dışını, hem içini görür. bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. buna inanmıyan kafirdir. inanıp, muhalefet etmek ise, büyük cesaretdir. allahü teala mealen buyuruyor ki: ey insan! seni her an gördüğümü bilmiyor musun?. bir habeş, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna gelip, çok günah işledim. tevbem kabul okıyamet ve ahıret lur mu? dedikde, buyurdu. o günahları işlerken, o, görüyor mu idi? dedi; buyurunca, habeş, bir ah! çekdi ve yıkılıp can verdi. iman ve haya böyle olur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü tealayı görür gibi ibadet ediniz! siz, onu görmüyorsanız da, o sizi görüyor. onun gördüğüne inanan, onun beğenmediği birşeyi yapabilir mi? büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. ötekiler, bu hale üzülürdü. her birine bir kuş verip, dedi. hepsi tenha bir yerde kesip getirdi. o talebe ise, kesmeden getirdi. buyurdukda, kimsenin görmediği bir yer bulamadım. o, heryeri görüyor dedi. diğerleri, bunun müşahede makamında olduğunu anladılar. mısr maliye nazırının zevcesi olan zeliha, yusüf aleyhisselamı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örtdü. buyurdukda, ondan utandığım için, dedi. buyurdu. biri, cüneydi bağdadiden kuddise sirruh sorup, sokakda, kadınlara, kızlara bakmakdan kendimi men' edemiyorum. bu günahdan kurtulmak için ne yapayım? dedikde, buyurdu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: .kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. imanı olan kadınlar, allahü tealanın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir. abdüllah ibni dinar radıyallahü anh diyor ki, ömer radıyallahü anh ile mekkei mükerremeye gidiyorduk. bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. halife radıyallahü anh buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! ben köleyim. bunlar benim malım değil, dedi. efendin ne bilecek, kurt kapdı dersin! o bilmezse, allahü teala biliyor ya, deyince, ömer, radıyallahü anh ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve azad etdi ve buyurdu. üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhasebedir. her gün yatarken, o gün yapdığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kardan ve zarardan ayırmalıdır. sermaye farzlardır. kar da, sünnetler ve nafilelerdir. ziyan ise, günahlardır. insan, ortağına aldanmamak için, onunla hesablaşdığı gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lazımdır. çünki nefs, çok hileci ve yalancıdır. kendi arzularını, sana iyi, faideli gösterir. her mubahı bile sormalı, bunu niçin yapdın demelidir. zararlı birşey yapdı ise, tazmin etdirmeli, ödetmelidir. ibnissamed, büyüklerden idi. altmış hicri senelik hayatının hesabını yapdı. yirmibirbinbeşyüz gün idi. ah! her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahdan nasıl kurtulurum? halbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryad edip yıkıldı. bakdılar, ruhunu teslim etmişdi. fekat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. eğer her günah işledikde, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. eğer, omuzlarımızdaki katib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lazım gelirdi. halbuki, gaflet ile, çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhanallah desek, tesbihi alır, sayar, yüz kerre söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. saymış olsak, her gün, binleri aşar. sonra da, terazide sevab kefesinin ağır basacağını umarız. bu nasıl akldır. işte, ömer radıyallahü anh, bunun için buyurdu ki: . ömer radıyallahü anh her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yapdın? derdi. ibni selam rahmetullahi aleyh odun yüklenmiş taşıyordu. sen hammal mısın? dediklerinde, nefsimi tecribe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. enes radıyallahü anh diyor ki, ömeri gördüm radıyallahü teala anh, kendi kendine diyordu ki, yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emirülmü'minin diyorlar. ya allahü tealadan kork veya onun azabına hazırlan!. dördüncü iş, nefse ceza yapmakdır. nefs ile hesab yapıp, kusurlarını görüp, ceza verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. kendisi ile başa çıkılamaz. şübheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise, iyi mubahlara bakdırmamalı. her azaya böyle ceza vermelidir. cüneydi bağdadi rahmetullahi aleyh diyor ki, ibnil keziti rahimehullahü teala, bir gece cünüb oldu. gusl etmeğe kalkarken, nefsi tenbellik etdi ve hava soğuk, hasta olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. antari ile gusl etmeğe yemin eyledi. öyle yapdı ve allahü tealanın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezası budur, dedi. birisi, bir kıza bakdı, sonra pişman olup, ceza olarak serin su içmemeğe yemin etdi ve içmedi. ebu talha radıyallahü teala anh bağında namaz kılıyordu. güzel bir kuş, yanına kondu. ona dalarak, kaç rek'at kıldığını şaşırdı. nefsine ceza olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. ebu talha zeyd bin sehli ensari bütün gazalarda bulundu. yılındayaşında vefat etdi. malik bin abdüllahil hes'ami rahimehullahü teala diyor ki, rebahül kaysi rahimehullahü teala gelip babamı sordu. uyuyor dedim. ikindiden sonra yatılır mı dedi ve gitdi. arkasından gitdim. kendi kendine: ey boşboğaz! senin nene lazım ki, başkasının yatmasına karışırsın. ahdım olsun ki, bir sene başını yasdığa koymıyacaksın, diyordu. temimi dari radıyallahü teala anh uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmışdı. nefsine ceza olarak, bir sene uyumamağa ahd etdi. mecma' rahimehullahü teala büyüklerden idi. bir pencereye bakarak, bir kız gördü. bir daha yukarı bakmamağa ahd etdi. beşinci iş, mücahededir ki, ba'zı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, ceza olarak çok ibadet ederlerdi. abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma bir namazda, cema'ate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. ömer radıyallahü anh, bir cema'ati kaçırdığı için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. abdullah ibni ömer radıyallahü anhüma, bir akşam namazını gecikdirmişdi. hava kararıp iki yıldız görünmüşdü. bu kadar gecikdirdiği için, iki köle azad eyledi. böyle yapanlar çokdur. nefsine ibadetleri seve seve yapdıramıyan kimseye en iyi ilac, salih bir zatın yanında bulunmakdır. onun ibadetleri zevk ile yapdığını görerek, kendi de alışır. birisi diyor ki, ibadet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zeman, muhammed bin vasi rahimehullahü teala ile sohbet ediyorum. onunla birlikde bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibadetleri seve seve yapdığını görüyorum. bir allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış, salih insanların hayatını okumalıdır. ahmed bin zerin rahimehullahü teala bir tarafa bakmazdı. sebebini sordular. allahü teala, gözleri, dünyadaki intizama, her şeydeki inceliklere ve onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yaratdı. ibret almadan, istifade etmeden bakmak hatadır dedi. ebüdderda radıyallahü teala anh diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim: uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruc tutmak için ve salih kimselerin yanında oturmak için. ebüdderda muhammed bin vasi de vefat etdi. radıyallahü teala anh eshabı kiramdandır. hazrec kabilesindendir. şamda ilk vali idi. de vefat etdi. alkama bin kays rahimehullahü teala nefsi ile çok mücahede ederdi. nefsine neden bu kadar azab ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim için, onu cehennemden korumak için derdi. sana bu kadar sıkıntı emr olunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. alkama, tabi'inin büyüklerindendir. ibni mes'udün radıyallahü teala anh talebesidir. altmışbirde vefat etdi. altıncı iş, nefsi tekdir etmek, azarlamakdır. nefs yaratılışda iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. allahü teala, bizlere, nefslerimizi, bu huyundan vaz geçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeği emr buyuruyor. bu vazifemizi başarabilmek için, onu ba'zan okşamamız, ba'zan zorlamamız ve ba'zan söz ile, ba'zan da iş ile, idare etmemiz lazımdır. çünki, nefs, öyle yaratılmışdır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakda iken rastlıyacağı güçlüklere sabr eder. nefsin, se'adete kavuşmasına mani' olan en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. gafletden uyandırılır, se'adetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. bunun içindir ki, allahü teala, zariyat suresinde, mealen, onlara nasihat et! nasihat, mü'minlere elbette faide verir buyurdu. senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir. nasihat ona te'sir eder. o halde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla! hatta, onu azarlamakdan hiç geri kalma! ona de ki: ey nefsim! akllı olduğunu iddi'a ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. halbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. senin halin, şu katile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, i'dam edeceklerini bildiği halde, zemanını eğlence ile geçiriyor. bundan daha ahmak kimse olur mu? ey nefsim! ecel sana yaklaşmakda, cennet ve cehennemden biri, seni beklemekdedir. ecelinin, bugün gelmiyeceği ne ma'lum? bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. başına gelecek şeyi, geldi bil! çünki, ölüm kimseye vakt ta'yin etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim dememişdir. herkese ansızın gelir ve hiç ummadığı zemanda gelir. işte ona hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu? o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günahlara dalmışsın. allahü teala, bu halini görmüyor sanıyorsan, kafirsin! eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkar ve hayasızsın ki, onun görmesine ehemmiyyet vermiyorsun! o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! hizmetçin sana ita'at etmezse, ona nasıl kızarsın! o halde, allahü tealanın sana kızmıyacağından nasıl emin oluyorsun! eğer onun azabını hafif görüyorsan, parmağını aleve tut! yahud, kızgın güneş altında bir saat otur! yahud da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamıyacağını anla! yok eğer, dünyada yapdıklarına ceza vermiyecek sanıyorsan, kur'anı kerime ve yüzyirmidörtbinden ziyade peygambere aleyhimüssalevatü vetteslimat inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. çünki, allahü teala, nisa suresinin yüzyirmiikinci ayetinde mealen, buyuruyor. kötülük eden, kötülük görür. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günah işleyince, o kerimdir, rahimdir, beni afv eder diyorsan, dünyada, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çekdiriyor ve tarlasını ekmiyenlere mahsulünü vermiyor! şehvetlerine kavuşmak için, her hileye baş vuruyorsun ve o vakt allahü teala kerimdir, rahimdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! belki inandığını, fekat sıkıntıya gelemiyeceğini söyliyeceksin. fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu sıkıntıyı önlemeleri lazım olduğunu, cehennem azabından kurtulmak için, dünyada zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. bugün dünyanın bir mikdar zahmetine dayanamazsan, yarın cehennem azabına ve ahıretdeki zillet ve alçaklığa ve tard olmağa, kovulmağa nasıl dayanacaksın? o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıkdan kurtulmak için, bir yehudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vaz geçiyorsun da, cehennem azabının, hastalıkdan ve fakirlikden daha acı olduğunu ve ahıretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. yarın tevbe etmeği, bugün etmekden kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. çünki tevbe, gecikdikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeğe benzer ki, faidesi olmaz. senin bu halin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve ilm öğrenmek için, uzun zeman lazım olduğunu bilemez. bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zeman mücahede etmek lazımdır. ömür, boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? ihtiyarlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini niçin bilmiyorsun? o halde yazıklar olsun sana ey nefsim! kışın muhtac olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hazırlayıp hiç gecikdirmiyorsun ve bunları elde etmek için, allahü tealanın merhametine, ihsanına güvenmiyorsun? halbuki cehennemin zemheriri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun da, ahıret işlerinde gevşek davranıyorsun. bunun sebebi nedir? yoksa ahıret ve kıyamet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? bu ise, ebedi felaketine sebebdir. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! ma'rifet nurunun himayesine sığınmayıp da, öldükden sonra, şehvet ateşinin, canını yakmasından, allahü tealanın lutfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himayesine girmeden, kışın soğuğunun, allahü tealanın lutfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye benzer. bu kimse, bilemiyor ki, allahü teala, birçok faideleri sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akl ve düşünce vermişdir. ya'ni, onun ihsanı, elbise te'minini kolaylaşdırmakda olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! günahların allahü tealayı kızdırdığı için, azab çekeceğini zan etme ve günahlarımın ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! zan etdiğin gibi değil. seni yakacak olan cehennem azabı, senin içinde ve şehvetlerinden meydana gelmekdedir. nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehrden ve içine giren zararlı şeylerden meydana gelmekde olup, tabibin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hasıl olmuyor. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! ey nefsim! anladım ki, dünyanın ni'metlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kapdırmışsın! cennete ve cehenneme inanmıyorsan, bari ölümü inkar etme! bu ni'met ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! dünyaya niye sarılıyorsun? bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zeman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! ismleriniz unutulacak, hatırlardan silinecek. geçmiş padişahları hatırlayan var mı? halbuki sana dünyadan az birşey vermişler. o da bozulmakda, değişmekdedir. bunlar için, sonsuz cennet ni'metlerini feda ediyorsun. o halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? işte dünya, alınan saksı gibidir. onu kırıldı bil ve ebedi cevheri, elinden çıkdı bil ve sana pişmanlık ve azab kaldı bil! bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! allahü teala, doğru yolda gidenlere selamet ihsan buyursun! amin. ilmsiz birşey olmaz, ilm herşeye başdır, karanlık yollarda o, en aziz arkadaşdır. ondan sadık dost olmaz, ondan vefalı yar yok, herşeyde zarar olsa, onda asla zarar yok. ilm, ucsuz bucaksız, bir ummanı andırır, ilmden başka herşey, insanı usandırır. nasıl kıymetli olmaz, allah onu övüyor, bak! nebiyi muhterem, bir hadisde ne diyor: ara, her yerde ilmi, o yer ister çin olsun! ilm öğrenmek farzdır, her mü'min için olsun. bak! aliyülmürteza, ne diyor dinlesene, . alimler, dini islamı, yıkılmakdan kurtarır, alimler yer yüzünde, zılli sıfatullahdır. mürekkebi ulema, azizdir hatta şundan: fi sebilillah akan, şehidlerin kanından. çünki, cihadı ekber, ancak ilmle olur, dareynde, ilmi ile, amil olan kurtulur. alim, zahidden üstün, zühd, ilmin altındadır, alimler, ahıretde, nebiler yanındadır. dime! cihanda alim, kalmadı, belki vardır, aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır! bu dinin alimleri, hadisle övüldüler, beni isra'ildeki nebiler gibidirler. alimlerin bir sözü, yıllarca, baki kalır, insanı en alçakdan, balalara kaldırır. şimdi alim bulmak zor, o halde ne yapmalı? asarı ulemayı, durmadan okumalı! kitab, altun bir kafes, ilm içinde kuşdur, kafesi satın alan, kuşa malik olmuşdur. sarıl kitablara ki, kalbin nur ile dolsun, önce okuyacağın, kur'anı kerim olsun! sonra, kıymetli eser, buhari ve müslimdir, ba'dehu mektubatı imamı rabbanidir. tesavvuf ile fıkh, burada vaslolmuşdur, öyle bir alimdir bu, hadisle övülmüşdür. harikalar menba'ı, hiç duyulmıyan sözler, asrlarca çözülmez, mu'amma mes'eleler. hepsi mektubatda ve tercemesinde vardır, onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilm, noksandır. eshabı kiram risalesi de, gör, ne iyi, oku! güzel anla da, takdir et sahabeyi. mektubat tercemesi, ebedi se'adetdir, lehülhamd her yerde var, temamı bil, üç cilddir. ibni abidine bak, bir derya ki, sonsuzdur! hanefide en büyük fıkh kitabı budur. gör, ihyaülulumu, kimyaı se'adeti, gazaliyi yadından çıkarmazsın ebedi. riyadunnasıhini okuyunca anlarsın, muhammed rebhamiye, ne büyük alim dersin. şeyhulekber, geylani, öğren beha'eddini, böyle zatlar korumuş, yıkılmakdan bu dini. mevahib, her eserde, adı geçen kitabdır, resuli müctebayı, uzun uzun anlatır. menkıbeler pınarı, çiharı yarı güzin, ihtiyacı çok ona, kararan kalbimizin. merakılfelah ve mevkufat kıymetlidir, mecmu'ayı zühdiyye, sana çok şey öğretir. ma'rifetnameyi gör, ibrahim hakkıyı bil, çok oku birgiviyi, sanma faideli değil. tercemei halleri, tanınmış evliyanın, içinde anlatılmış, reşehat, nefehatın. berekatı ahmedi, mu'cizatülenbiya, ne güzel yazılmışdır, hadikatülevliya. dürri yektayı da gör, hem umdetülislamı, miftahulcenneti, ey oğul ilmihalini. rabıta risalesi, tesavvufu bildirir, musannifi dir. daha nice kitab var, denizde inci bunlar, rahmeti hakda olsun, her birini yazanlar. bizlerden selam eyle, ya rabbi, sen onlara, kolaylık ver onların yolunda olanlara!. ikinci kısm müslimana nasihat önsözü allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! o yüce peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem temiz ehli beytine ve adil, sadık eshabının herbirine radıyallahü teala anhüm ecma'in hayrlı düalar olsun! allahü teala rabbül'alemindir. her canlıyı, hatta canlı cansız her varlığı, hesablı, düzenli ve faideli olarak yaratmışdır. halık, bari, musavvir, bedi' ve hakim sıfatları ile, varlıkların hepsini, çok düzenli, çok güzel yaratmışdır. her varlığın düzenli ve güzel olmaları için, birbirleri aralarında bağlantılar kurmuş, var olmaları için, düzende kalabilmeleri için, birbirlerine sebeb, vasıta, vesile etmişdir. varlıkların aralarındaki bu bağlantılara, birbirlerinin düzenine sebeb olmalarına tabi'at olayları, fizik, kimya kanunları, astronomi formülleri, fizyolojik fe'aliyyetler gibi ismler veriyoruz. fen bilgisi demek, allahü tealanın yaratmış olduğu varlıkların düzenlerini, birbirlerine etkilerini, aralarındaki bağlılıkları, hesabları araşdırmak, incelemek, böylece bunlardan faidelenmek demekdir. allahü teala, canlı cansız bütün varlıkların düzenli, hesablı olmalarını dilemiş ve dilediği gibi yaratmışdır. böyle yaratmasına, maddeleri, kuvvetleri, enerjileri vesile ve sebeb kılmışdır. allahü teala, insanların yaşamalarının da, düzenli ve faideli olmasını dilemekdedir. bunun için de, insanların iradelerini vesile ve sebeb kılmışdır. insan, birşey yapmak irade eder, ister. allahü teala da isterse, o şeyi yaratır. insanların şahsi yaşamalarının ve aile yuvası kurmalarının ve sosyal hayatlarının düzenli olması için, insanların iyi ve doğru ve faideli şeyleri irade etmeleri lazımdır. iradenin, dileğin iyi olması için, allahü teala, onlara vermişdir. akl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetdir. insanlar çok şeye muhtaç oldukları için ve lazım olan şeyleri elde etmek zorunda oldukları için, bunları elde etmek isteyen denilen kuvvet, aklı şaşırtıyor. lazım olan şey, zararlı olsa da, nefs bunu akla güzel gösteriyor. allahü teala, kullarına acıyarak, denilen seçdiği insanlara, melek ile denilen bilgiler gönderdi. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bu bilgileri insanlara öğretdi. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dini, her yerdeki her insanın karşılaşabileceği, her şeyin iyi veya kötü, faideli veya zararlı olduğunu ayırmakda, faideli şeyleri yapmamızı emr etmekdedir. nefs, insanları yine aldatıyor. din bilgilerine uymak istemiyor. hatta bunları ve iman edilmesi, inanılması lazım olan şeyleri değişdirmeğe, bozmağa kalkışıyor. allahü tealanın peygamberi muhammed aleyhisselam, insanların nefslerine uyarak, islamiyyeti değişdirmeğe kalkışacaklarını haber verdi. buyurdu. bozuk inançlarından dolayı cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırka, meydana çıkdı. bu yetmişiki fırka, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin, açık olmıyan, şübheli olan ma'nalarını yanlış anladıkları için, kafir olmıyorlar. fekat, islamiyyeti değişdirdikleri için, cehenneme gireceklerdir. bunlara veya ehli, ya'ni mezhebsiz ve sapık denir. bunlar, müsliman oldukları için, cehennemden çıkacak, yine cennete gireceklerdir. bunlardan başka, ismini taşıyan, fekat islamiyyeti, bozuk bilgilerine ve kısa görüşlerine göre değişdiren, bunun için, müslimanlıkdan çıkanlar vardır. bunlar, cehennemde sonsuz kalacaklardır. bunlar zındıklar ve reformculardır. şimdi mezhebsizler milyonlarca altın saçarak, kendi inançlarını, her memlekete yaymağa çalışıyor. din cahillerinden çoğunun, bol paraya kavuşmak için, çoğunun da aldatılarak, ehli sünnet alimlerinin bildirmiş oldukları doğru yoldan ayrıldıkları, acı acı görülmekdedir. hatta, ehli sünnet kitablarını lekelemeğe kalkışıyorlar. bunun için, mezhebsizlerin bir kısmı olan vehhabilerin, ehli sünnete uymıyan inanışlarını vesikaları ile ayrıca bir kitab halinde bildirmek ve bu kimselerin müslimanlara yapdıkları zararları sağlam kaynaklardan alarak yazmak zaruret halini aldı. böylece müslimanların sahte, yalan sözlere ve yazılara aldanmakdan korunmaları lazım oldu. abdülvehhab oğlu muhammed isminde bir kimse, adında küçük bir kitab yazdı. torunu süleyman bin abdüllah, bunu şerh etmeğe başladı ise de, binikiyüzotuzüç senesi sonunda, ibrahim paşa der'iyyeye girip, cezalarını verdiği zeman, öldü. ikinci torunu abdürrahman bin hasen, şerh edip, adını verdi. sonra bu şerhini kısaltıp adında ikinci bir kitab hazırladı. şerhin mısrda de, muhammed hamid isminde bir vehhabi tarafından yapılan yedinci baskısına ilaveler de yapıldı. kafirler için gelmiş olan ayeti kerimeleri ve birçok hadisi şerif yazarak, müslimanların gözlerini boyamakdadır. bunlara yanlış, bozuk ma'nalar uydurarak olan doğru müslimanlara saldırmakda, bu temiz müslimanlara kafir demekdedir. kitabının birkaç yerinde, şi'ilere mel'un müşrikler diyerek ateş püskürmekdedir. bu şerhin çok yerlerini ibni teymiyyeden ve onun talebesi ibni kayyımı cevziyyeden ve torunu ahmed bin abdülhalimden almış, birine allame, ikincisine şeyhülislam ve ebülabbas adını takmışdır. ibni teymiyyeye de radıyallahü anh demekdedir. işbu, kitabını hazırlamakda iken, elimize türkçe yazılmış küçük bir vehhabi kitabı geçdi. adındaki bu abdürrahman de öldü. ahmed ibni teymiyye de şamda öldü. muhammed ibni kayyımı cevziyye de vefat etdi. kitab, senesinde ikinci def'a olarak şamda basılmış. türk hacılarını aldatarak, yolundan ayırmak için, parasız dağıtılıyor. allahü tealanın lütfü ve ihsanı ile, bunun da bozuk, uydurma yazılarına, sağlam, vesikalı cevablar yazmak nasib oldu. işbu kitabımız iki kısm olarak hazırlandı. birinci kısmda, kitabından ve sonra kitabından yazılar alınıp, bunlara islam alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından cevablar verildi. böylece, otuzbeş madde hasıl oldu. kitabın ikinci kısmında, vehhabilerin nasıl meydana çıkdıkları, nasıl yayıldıkları ve mal, mevki' ele geçirmek için, vehhabiler arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, müslimanların canlarına, mallarına kıydıkları, islam memleketlerine barbarca saldırdıkları, osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile, tekrar nasıl devlet kurdukları yazılıdır. allahü teala müslimanları mezhebsizlik felaketine düşmekden korusun! bu yollara kaymış olan zevallıları da, bu felaketden kurtarsın! amin. cihanda iki dürlüdür, mürai, ki aldatır bunlar, fakiri, bayi. birisi, yürür eski kisvetle, ki, zahid sanılsın bu suretle. saf kimseleri bunlar, yimek ister, kendilerine derviş denmek ister. giyerler, yamalı, eski came, dilerler böyle görünmek avame. haftalar geçer taramaz sakalın, ki, desinler, unutmuş kendi halin. ikincisi ise, ehli riyanın, işit imdi alametlerin anın. gider ardınca daim niki namın, diler makbulü ola hassu ammın. güzel kumaşları dikdirir ince, giyinir hergün moda adetince. nasihat verir, kitab yazar durmaz. alim geçinir, namaz bile kılmaz. sakın bunlar ile hem sohbet olma, dinini, dünyanı elden kapdırma. cihanda adeti terk eylemeli, hakka halis ibadet eylemeli. müslimana nasihat kitabı içindekiler bu kitabda kırkiki madde vardır. bunların otuzbeş maddesinde ismindeki vehhabi kitabından bir parça bildirilmiş ve bunlara islam alimlerinin kitablarından cevablar verilmişdir. madde numaraları ve her maddedeki, kitabın yazısı ve bunların kitabımızda bulundukları sahifelerin numaraları aşağıda gösterilmişdir. tarafımızdan eklenmiş olan açıklamalar köşeli parantez içinde gösterilmişdir. madde sahife no. kitabından alınan yazı no. tesavvufcuların kitabları şirk ile dolu imiş. buna imamı rabbani hazretleri cevab vermekdedir. ameller, ibadetler, imandan parça imiş. buna, emali kasidesinden ve hadikadan cevab verildi. ölmüşden ve uzakdakinden yardım istemek şirk imiş. tesavvufcular, kafir imiş. mürid şeyhine tapınıyormuş. buna üsulülerbe' kitabından terceme ederek cevab verildi. türbe yapmak, kabr ile teberrük şirk imiş. bu iftiralarına kitabından terceme ederek cevab verildi. eshab ve din büyükleri peygamberimizden başka kimse ile bereketlenmemiş. tesavvuf, hind yehudilerinden alınmış. buna muhammed ma'sum hazretlerinden cevab verilmişdir. ölüden birşey beklemek, evliyanın ruhları hazırdır demek şirk imiş. resulullahı övmek, ondan yardım istemek şirk imiş. buna kitabından cevab verildi. ölüye yalvarmakla, şefa'ati elde edilmez diyor. şeyhlere, ahmed bedevinin mezarına tapınılıyormuş. peygamber yardım edebilseydi, eshab arasındaki fitneyi önlerdi diyor. kasidei bürde gibi, resulullahı medh eden kitablar şirk ile dolu imiş. buna muhammed ma'sum hazretlerinden cevab verilmişdir. türbeleri yıkmalı imiş. buna, ibni hacer hazretlerinin kitabından cevab verildi. mescide girenlerin, hucrei se'adeti ziyaret etmeleri caiz değilmiş. buna kitabından cevab verildi. okunan salevatın resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verildiğini kendi de yazmakdadır. evliyadan yardım istemek şirk imiş. buna, allame ahmed ibni kemal efendiden cevab verilmekdedir. evliyanın kerametlerine küfr, şirk demekdedir. buna, imamı rabbani hazretlerinden ve den cevab verildi. evliya keramet satarmış. veli ve zındıkları birbirlerine karışdırıyor. bana yaklaşmak için vesile arayınız ayeti. allah ve mü'minler sana kafidir ayetini yanlış anlatıyor. buna kitabından cevab verildi. mezheb imamlarına uymak sapıklık imiş. ölülerden şefa'at beklemek şirk imiş. buna kitabından cevab verildi. ehli sünnet, kasidei bürdeyi kur'andan üstün tutuyormuş ölü duymaz, faide vermez. ondan birşey istemek şirk olur diyor. buna kitabından cevab verilmekdedir. vehhabilerin ictihadlarının bozuk olduğunu kendileri de söylemekdedir. kabr ziyaretine izn verildi. sonradan bid'atler karışdı diyor. buna risalesinden cevab veriyoruz. resulullah, salevat okuyanları bilir diyebilmekdedir. eshabı kiramın ve tabi'inin üstünlüklerini bildiriyor. diriden yardım istenir. ölüden istenmez diyor. buna ve den cevab verilmekdedir. ölü için adak yapmak, hayvan kesmek şirk imiş. buna kitabının sonundaki kitabında arabi olarak cevab verilmekdedir. vehhabiler hakkındaki fetva. bu fetvanın aslı kitabının sonunda arabi olarak mevcuddur. adındaki vehhabi kitabına dan cevab verildi. mevlid kıssası ve delailülhayrat okumanın meşru olduğu isbat edildi. tesavvuf ve tarikatler sonradan ortaya çıkdı. bunları islam dini emr etmemekdedir, diyor. buna senaullahı dehlevinin kitabından cevab verildi. tesavvuf ve keramete inanmıyanlara kitabından cevab verildi. kıyamet günü, herkes sevdiğinin yanında bulunacakdır. vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması. gazeteteknik ınserted text vehhabiliğin ortaya çıkışı ve inançları den alındı. vehhabilerin taifde müslimanları öldürmeleri ve yağmaları vehhabilerin mekkede yapdıkları işkenceler den alındı. vehhabilerin medineye girmeleri ve yağmaları.den alındı. mubarek şehrlerin vehhabilerden geri alınması. mekke ve medine şehrlerini osmanlılar vehhabilerden kurtardıkdan sonra, yapılan kıymetli eserler. köyde, yolda namaz kılarken, kıble cihetini anlamak için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir, yahud bir ip ucuna anahtar, taş gibi bir şey bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur. aşağıdaki şi'r, mevlana halidi bağdadinin kaddesallahü teala sirrehul'aziz farisi divanından bir parçanın tercemesidir: ah yazık! ömrüm boş şeylerle geçdi, ah yazık! yarını hiç düşünmedim, ah yazık! hep hevaya bina kurdum, şaşkınca, din temeli çürük oldu, ah yazık! afvı sonsuzdur diyerek, pek azdım, ismini unutdum, ah yazık! daldım günaha, yapmadım hiç hayr niçin doğru yoldan sapdım? ah yazık! mal için, makam için hep uğraşdım, sonsuz ni'metlerden oldum, ah yazık! yol bozuk ve karanlık, önde şeytan, günah ağır, ağlarım hep, ah yazık! hesab defterimde yok bir iyilik, nasıl kurtulur bu halid? ah yazık! büyük islam alimi halidi bağdadi senesinde şamda vefat etdi. müslimana nasihat kısm vehhabi inançları ve ehli sünnet alimlerinin bunlara verdiği cevablar elhamdülillah! herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve şükrlerin hepsi, allahü tealaya olur. çünki, herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen hep odur. kuvvet, kudret sahibi yalnız odur. o, hatırlatmazsa kimse, iyilik ve kötülük yapmağı irade, arzu edemez. kulun iradesinden sonra, o da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar iyilik ve kötülük yapamaz. kulun istediği herşey, o da irade ederse, dilerse meydana gelir. yalnız onun dilediği olur. iyilik ve kötülük yapmağı, çeşidli sebeblerle hatırlatmakdadır. merhamet etdiği kulları, kötülük yapmak irade edince, o irade etmez ve yaratmaz. iyilik yapmak irade etdikleri zeman, o da irade eder ve yaratır. böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. gazab etdiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, o da irade eder. bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep fenalık hasıl olur. demek oluyor ki, insanlar bir alet, bir vasıtadır. katibin elindeki kalem gibidir. şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevab kazanır. kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. bunun için, hep iyilik yapmayı düşünmeli, hep iyilik yapmayı istemeliyiz! iyi şeyleri öğrenmeliyiz. iyiliklerin kaynağı olan alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarını okuyup, iyiyi, kötüyü anlamalıyız. ehli sünnet alimleri, vehhabiliğin ingilizler tarafından kurulduğunu ve hatalı bir yol olduğunu vesikalarla isbat ediyor. bu vesikalardan otuzbeş danesini sıra ile bildireceğiz. vehhabilerin kitabı, yetmişbeşinci sahifesinde, kitabı ve ahmed ticaninin kitabları, ebu cehlin ve benzerlerinin hatırlarına gelmiyen şirk ile doludur diyor. ahmet ticani rahmetullahi aleyh, de cezayirde tevellüd, de fasda vefat etmişdir. halvetinin bir kolu olan ticanilik yolunun rehberidir. bu yolda yazılmış olan kitabı meşhurdur. insanların üstünlerinin, ya'ni peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü aleyhim ecma'in, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhabi kitabı da yazmakda, meleklerin tesarruf ve te'sirlerine inanmakda, fekat allahü tealanın evliyasına rahimehümullahü teala keramet olarak, te'sir ve tesarruf verdiğine ise inanmamakda, buna inananlara müşrik demekdedir. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, vehhabilerin ortaya çıkacaklarını, keramet olarak, bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevablar yazmışlardır. bu alimlerin başında, muhyiddini arabi ve sadreddini konevi ve celaleddini rumi ve seyyid ahmed bedevi gibi veliler rahimehümullahü teala bulunmakdadır. vehhabiler, işte bunun için, bu velileri beğenmiyorlar. imamı rabbani ahmed faruki serhendi kuddise sirruh ının ikinci cild, ellinci mektubunda buyuruyor ki: islam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. sureti, önce iman etmek, sonra, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakdır. islam dininin suretine kavuşanların nefsi emmareleri inkarda ve ısyan etmekdedir. bunların imanı, imanın suretidir. kıldıkları namaz, namazın suretidir. oruc ve başka ibadetleri de böyledir. çünki, nefsi emmare, insan varlığının temelidir. herkes deyince, nefsini göstermekdedir. işte, bunların nefsleri iman etmemiş, inanmamışdır. böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? allahü teala, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmağı kabul buyurmuşdur. bunları, razı olduğu cennetine sokacağını müjdelemişdir. yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, onun büyük ihsanıdır. evet, cennet ni'metlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. islam dininin suretine kavuşanlar, cenneabdülvehhabi şa'rani de vefat etdi. celaleddini rumi senesinde, sadreddinde konyada vefat etdiler. tin suretinden pay alacaklardır. dünyada, islam dininin hakikatine kavuşanlar, cennetin hakikatine kavuşacaklardır. surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. fekat, herbiri başka tat alacakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek zevceleri radıyallahü teala anhünne cennetde, resulullahın yanında olacak, fekat duydukları lezzet başka olacakdır. eğer, başka olmasaydı, bu mubarek zevcelerin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lazım gelirdi. her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. çünki zevceler, cennetde zevclerinin yanında olacakdır. islam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları zeman, ahıretde kurtulabileceklerdir. buna uyanlar, umumi evliyalığa, ya'ni allahü tealanın rızasına, sevgisine ermiş demekdir. bununla şereflenen, tesavvuf yoluna girebilecek, denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demekdir. bunlar, nefsi emmarelerini itminana ulaşdırabilirler. şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayetde, ya'ni islam dininin hakikatinde ilerliyebilmek için, islam dininin suretini elden bırakmamak lazımdır. tesavvuf yolunda ilerlemek, allahü tealanın ismini çok zikr etmekle olur. bu zikr de, islam dininin emr etdiği bir ibadetdir. zikr etmek, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde övülmüş ve emr edilmişdir. tesavvuf yolunda ilerliyebilmek için, islam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şartdır. farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. tesavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir aramak da, islam dininin emr etdiği birşeydir. maide suresinin otuzbeşinci ayetinde, buyuruldu. . allahü tealanın rızasına kavuşmak için, islam dininin sureti de, hakikati de lazımdır. çünki, evliyalık üstünlüklerinin hepsi, islam dininin suretine uymakla ele geçer. peygamberlik üstünlükleri de, islam dininin hakikatinin meyveleridir. evliyalığa kavuşduran yol tesavvufdur. tesavvuf yolunda ilerliyebilmek için, allahdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır. allahü tealanın ihsanı ile, kalb hiçbirşeyi görmez olursa, denilen şey hasıl olur. temam olur. bundan sonra, denilen yolculuk başlar. böylece, denilen şey hasıl olur ki, aranılan da budur. islam dininin hakikati buradadır. buna kavuşan zata denir ki, allahü tealanın razı olduğu, sevdiği kimse demekdir. burada mutmainne olur. nefs, küfrden kurtulup, allahü tealanın kaza ve kaderinden razı olur. allahü teala da, ondan razı olur. kendini anlar. büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur. tesavvuf büyüklerinden çoğu, nefs itminana kavuşunca da, allahü tealaya asi olmakdan kurtulamaz demişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gazasından dönüşde, küçük cihaddan döndük. büyük cihada başlıyoruz buyurdu. bu büyük cihad, nefsi emmare ile cihaddır demişlerdir. bu fakir böyle anlamıyorum. nefs itminana kavuşunca, hiç ısyanı, kötülüğü kalmaz diyorum. nefs de, herşeyi unutmuş olan kalb gibi, allahdan başka hiçbirşey görmez. mevkı', rütbe, mal, hatta bunların vereceği tat ve acılıklardan kurtulmuşdur. nefs ezilmiş, yok gibi olmuşdur. allah için, kendini feda etmişdir. hadisi şerifde, buyurulması, bedeni meydana getiren maddelerin fizik ve kimya ve biyolojik isteklerine karşı olan cihad olsa gerekdir. şehvet, ya'ni istek kuvvetleri, gadab, ya'ni ürkmek, çekinmek istekleri, hep maddi isteklerdir. hayvanlarda nefs yokdur. fekat bu kötü istekler, onlarda da vardır. her hayvanda bulunan şehvet, gadab, birşeye çok düşkün olmak, hep maddelerin hassalarından ileri gelmekdedir. insanların bunlarla cihad etmesi lazımdır. nefsin itminana kavuşması, insanı bu kötülüklerden kurtarmaz. bunlarla cihadın çok faidesi vardır. bedeni de temizlemeğe yarar. nefs itminana kavuşunca, nasib olur. hakiki iman hasıl olur. yapılan her ibadet hakiki olur. namaz, oruc ve hac, hakiki yapılmış olur. görülüyor ki, tesavvuf ve hakikat denilen şeyler, islam dininin sureti ile hakikati arasındadır. ya kavuşamıyan kimse, mecazi müslimanlıkdan kurtulamaz. hakiki islama kavuşamaz. islam dininin hakikatine kavuşan ve islamı hakiki ile şereflenen kimse, peygamberlik üstünlüklerinden pay almağa başlar. hadisi şerifinde bildirilen müjdeye kavuşur. evliyalık üstünlükleri, islam dininin suretinin meyveleri olduğu gibi, peygamberlik üstünlükleri de, islam dininin hakikatinin meyveleridir. vilayetin üstünlükleri, nübüvvetin üstünlüklerinin suretleridir. islam dininin sureti ile hakikati arasındaki fark, nefsden ileri gelmiş oldu. vilayet üstünlükleri ile, nübüvvet üstünlükleri farkı da, bedendeki maddelerden ileri gelmekdedir. vilayetin kemalatında, maddeler, fizik, kimya ve biyoloji özelliklerine uyar. fazla enerji, taşkınlık yapdırır. maddeler, gıda ister. bu isteğe kavuşmak için, uygunsuz işler yapılır. nübüvvet kemallerinde, böyle uygunsuz işler de kalmaz olur. hadisi şerifi, bu hali bildirmiş olabilir. çünki, insanın dışında şeytan olduğu gibi, içinde de vardır. fazla enerji insanı azdırır. kendini beğendirir. bu ise, fena huyların en kötüsüdür. bunun müsliman olması, bu kötülüklerden kurtulmasıdır. peygamberlik kemalatında, hem kalbin, hem nefsin imanı, hem de bedendeki maddelerin düzeni ve dengesi vardır. nefsin tam itminana gelmesi, bedendeki madde ve enerjinin dengeye gelmesinden sonradır. bu itminandan sonra, artık kötülüğe dönemez. bütün bu üstünlükler, hep islam dininin üstüne kurulmakdadır. ağaç ne kadar dallanır, meyvelenirse, yine köksüz olamaz. her üstünlükde allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak lazımdır. ellinci mektubdan terceme burada temam oldu. görülüyor ki, vehhabi kitabının yazarı, tesavvufdan haberi olmadığı için, evliyai kirama kaddesallahü teala esrarehümül'aziz dil uzatıyor. onları islam dininin dışında sanıyor. vehhabi kitabının kırksekizinci ve üçyüzkırksekizinci sahifelerinde, ameller, ibadetler imandandır. ibadet yapmıyanın imanı gider. iman azalır ve çoğalır. şafi'i ve ahmed ve başkaları bunu sözbirliği ile bildiriyorlar diyor. ibadetin vazife olduğuna inanmak imandandır. inanmak başkadır. yapmak başkadır. bunları birbirlerine karışdırmamalıdır. inandığı halde, tenbellikle yapmıyan kafir olmaz. kitabın yazarı, bu yüzden milyonlarca müslimana kafir damgası basmakdadır. bir müslimana kafir diyenin kendisi kafir olur ise de, te'vil ile söyliyen kafir olmuyor. meşhur kırküçüncü beytinde diyor ki, . bu kasidenin ismindeki arabi şerhi çok kıymetlidir. de istanbulda tarafından basdırılmışdır. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, ameller imandan parça değildir buyurdu. iman, inanmak demekdir. inanmakda azlık çokluk olmaz. ibadetler, iman olsaydı, iman azalıp çoğalırdı. gözden perde kalkıp azab görüldükden sonra olan iman kabul olmaz. o anda, iman ile gidenlerin imanları ancak kalb iledir. ibadetler yapılamaz. ayeti kerimede buna iman denildi. ayeti kerimelerde, imanı olanlara, ibadet yapmaları emr ediliyor. bundan da, imanın ibadetden başka olduğu anlaşılmakdadır. bunlardan başka, kur'anı kerimbu kasidenin müellifi ali uşi de vefat etdi. de, buyuruldu. bu da, ibadetlerin imandan başka olduklarını gösteriyor. ayeti kerimesi, amellerin imandan ayrı olduklarını açıkça göstermekdedir. çünki, şartın meşrutdan başka olması lazımdır. iman edip, hiç ibadet yapamadan, hemen ölenin, mü'min olduğu söz birliği ile bildirilmişdir. cibril hadisinde de imanın yalnız inanmak olduğu bildirilmişdir. imamı ahmed ve imamı şafi'i ve hadis alimlerinden birçoğu ve eş'ariler rahimehümullahü teala ve mu'tezile, ibadetler imanın parçasıdır. iman azalıp çoğalır dediler. iman ile amel, başka olursa, günah işliyenlerin imanları ile, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat imanları bir olurdu dediler. ayeti ve iman artarak, sahibini cennete götürür. azalarak da, cehenneme sürükler hadisi, imanın azalıp çoğaldığını bildiriyor dediler. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, bunlara cevab teşkil eden bilgileri önceden anlatmış, imanın artması, devam etmesi, çok zeman sürmesi demekdir demişdir. imamı malik rahimehullahü teala de böyle dedi. imanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demekdir. mesela, eshabı kiram, önce az şeylere inanırlardı. yeni emrler gelince, imanları çoğalırdı. imanın artması demek, kalbde nurunun artması demekdir. bu parlaklık, ibadet ile artar. günah işlemekle azalır. bu hususda ve kitablarında geniş bilgi vardır. vehhabi kitabının doksanbirinci sahifesinde: eshabı kiramdan biri şerab içmekden vazgeçmedi. kendisine denilen döğmek cezası verildi. eshabdan birkaçı, buna la'net edince, resulullah, ona la'net etmeyin! çünki o, allahü tealayı ve resulünü sever buyurdu diyor. günah işliyenin kafir olmadığını, kendisi de yazmakdadır. büyük günah işliyenler, farzları yapmıyanlar kafir olur diyenleri, bu hadisi şerif red etmekdedir. imanı olan, zina etmez. hırsızlık etmez hadisi şerifinin de, imanın kendini değil, kemalini gösterdiğini, isbat etmekdedir. abdülgani nablüsi, allame birgivinin rahimehümullahü teala yazılarını kitabında açıklarken, ikiyüzseksenbirinci ve sonraki sahifelerinde buyuruyor ki: , muhammed aleyhisselamın allahü teala tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanmevakıf müellifi kadı adud de vefat etdi. abdülgani de vefat etdi. ması ve inandığını dil ile söylemesi demekdir. bu bilgilerin herbirini araşdırmak ve anlamak lazım değildir. mu'tezile fırkası, herbirini anlayıp inanmak lazımdır dedi. ayni rahimehullahü teala, buhari şerhinde diyor ki, muhakkıkin, ya'ni en derin alimler, mesela ebülhasen eş'ari, kadi abdülcebbar hemedani mu'tezili, üstad ebülishak ibrahim isferaini ve hüseyn bin fadl ve daha birçokları, iman, açıkça bildirilmiş olan şeylere yalnız kalb ile inanmakdır. dil ile söylemek ve ibadetleri yapmak iman değildir dediler. sa'deddini teftazani rahimehullahü teala de kitabında böyle söyliyor ve şemsüleimme ve fahrulislam ali pezdevi rahimehümullahü teala gibi alimlerin dil ile ikrar etmenin de lazım olduğunu söylediklerini bildiriyor. kalbdeki imanı dil ile söylemek, müslimanların, birbirlerini tanımaları için lazımdır. söylemiyen de mü'mindir. ameller, ibadetler, imandan parça değildir. alimlerin çoğu, mesela imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala böyle buyurdular. evet, imam–ı ali radıyallahü anh ve imamı şafi'i rahimehullahü teala iman inanmak ve söylemek ve ibadetleri yapmakdır dediler. bu sözleri, kamil olan, olgun olan imanı bildirmekdedir. kalbinde iman olduğunu söyliyen kimsenin mü'min olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. rükneddin ebu bekr muhammed kirmani rahimehullahü teala buhari şerhinde diyor ki, ibadetler imandan sayılınca, iman azalır ve çoğalır. fekat, kalbdeki iman azalmaz ve çoğalmaz. azalan, çoğalan bir inanış iman olmaz. şek olur, şübhe olur. imamı muhyiddin yahya nevevi rahimehullahü teala inanılacak şeyleri inceliyerek, sebeblerini anlamakla imanın kendisi de artar. ebu bekri sıddikın radıyallahü teala anh imanı ile, herhangi bir kimsenin imanı bir değildir dedi. bu söz, imanın kuvvetli ve za'if olmasını göstermekdedir. imanın kendisi azalır ve çoğalır demek değildir. hasta insanla, sağlam insanın kuvvetlerinin bir olmaması gibidir. her ikisinin de insanlığı birdir. insanlıklarında azlık çokluk yokdur. imanın azlığını çokluğunu bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri, imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala şöyle açıklamakdadır: eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in imana gelince, herşeye topluca inanmışdı. sonra, zeman zeman birçok şeyler farz oldu. bunlara birer birer inandılar. imanları böylece, zemanla çoğaldı. bu hal, yalnız eshabı kiram içindir. sonra gelen müslimanlar için, imanın böyle artması düşünülemez buyurdu. sa'deddini teftazamahmud ayni de vefat etdi. ebülhasen ali eş'ari de vefat etdi. ni rahimehullahü teala, de diyor ki, kısaca bilenlerin kısaca inanmaları, etraflı ve inceliklerini bilenlerin etraflı inanmaları lazımdır. ikincilerin imanları, birincilerinkinden elbet çokdur. fekat, birincilerinki de, tam imandır. imanları noksan değildir. abdülgani nablüsi rahimehullahü teala buyuruyor ki, sözün kısası, imanın kendisi azalmaz ve çoğalmaz. imanın kuvveti çoğalır. yahud ibadetlerin az veya çok olması ile imanın kemali, kıymeti değişmekdedir. imanın azalıp çoğalacağını bildiren ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere böyle ma'na verilmişdir. bu bilgi, ictihad edilebilecek bilgilerden olduğu için, çeşidli açıklamalar yapılmışdır. hiçbiri, başka dürlü söyliyeni kötülememişdir. vehhabi kitabı ise, ibadetleri kabul edip de, tenbellikle yapmıyana kafir, müşrik diyor. muhammed hadimi rahimehullahü teala kitabında diyor ki, ibadetler imandan parça değildirler. celaleddini devani rahimehullahü teala buyurdu ki, mu'tezile, ibadetleri imanın parçası saydı. ibadet yapmıyanın imanı yokdur dedi. ibadetler, imanı olgunlaşdırır, güzelleşdirir. ağacın dalları gibidirler. iman ibadet yapmakla çoğalmaz ve günah işlemekle azalmaz. imamı azam ebu hanife ve imamı malik ve imamı ebu bekr ahmed razi ve birçok derin alimler rahimehümullahü teala böyle söylediler. çünki, iman tam inanmak demekdir. bunun azalması çoğalması olmaz. bir kalbdeki imanın çoğalması demek, bunun tersi olan küfrün azalması demekdir. böyle şey olamaz. imamı şafi'i ve ebülhasen eş'ari rahimehümullahü teala iman azalır çoğalır buyurdular. bu sözün, imanın kendisi azalıp çoğalması değil, kuvvetinin azalıp çoğalması demek olduğunu kitabı açıklamakdadır. çünki, peygamberin imanı ümmetinin imanı gibi değildir. işitdiklerini aklı ile, ilmi ile inceliyenin imanı, işitmekle inananın imanı gibi değildir. ibrahim aleyhisselam, kalbinin itminan, yakin hasıl etmesini istedi. bunu kur'anı kerim bildiriyor. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, yerde ve göklerde bulunanların imanları, inanılacak şeyler bakımından azalıp çoğalmaz. itminan, yakin bakımından azalıp çoğalır. ya'ni, imanın kuvveti artıp azalır. fekat yakini, kuvveti hiç bulunmazsa, iman olmaz. in ismindeki arabi şerhi çok kıymetli olup, senesinde issa'düddin mes'ud teftazani de semerkandda vefat etdi. hadimi de konyada vefat etdi. tanbulda basdırılmışdır. hadimiden terceme temam oldu. imamı rabbani ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala kitabında, ikiyüzaltmışaltıncı mektubda buyuruyor ki, iman kalbin tasdiki ve yakini olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. buna zan denir. ibadetleri, allahü tealanın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. haram işleyince, bulanır, lekelenir. o halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. bunlar, sanki, cilalı olmıyan imanı, iman bilmedi. cilalılardan ba'zısını da, iman bilip, fekat az dedi. iman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. cilası çok olup, cismleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çokdur demeğe benzer. başka birisi de, iki ayna müsavidir. yalnız, cilaları ve cismleri göstermeleri, ya'ni sıfatları başkadır demesi gibidir. bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girememişdir. hadisi şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. vehhabi kitabı: hadisi şerifini yazıyor. muhabbet, kalbde olur. kalbin işidir. bunun için, bu hadis, amellerin, ibadetlerin imandan parça olduğunu, imanın şartı olduğunu gösteriyor diyor. muhabbet, kalbin işi değil, sıfatıdır. kalbin işi olduğunu kabul etsek bile, bedenin, organların işi, kalbin işi değildir. büyük günahları işliyen ceza görür. bunları kalbinde bulunduran, yapmağa niyyet eden ceza görmez. kalbin iyi işi, inanmakdır. kalbin kötü işi inanmamakdır, imansızlıkdır. bedenin kötü işi, imansızlık değildir. mesela, yalan söylemek haramdır. yalan söyliyen kötü iş yapmış olur. fekat, kafir olmaz. yalan söylemenin haram olduğunu kabul etmiyen veya beğenen kafir olur.imanın doğru olması, kalbin inanması ve amel etmesi, dilin bunu söylemesi ve ibadetleri yapmakladır. ehli sünnet velcema'at da böyle söylemişdir diyor. üç sahifesinde, diyor. o halde, evliyayı rahimehümullahü teala sevmek, allah sevgisinin alametidir. bu sevgisini açıklıyanlara dil uzatılamaz. vehhabi kitabının da yazdığı gibi, allahü tealanın sevmediklerini sevmek yasakdır, küfrdür. allahü tealanın sevdiklerini sevmek lazımdır ve imanın alametidir. ibadetlerin en üstünü olduğu bildirilen da bu demekdir. kafirler, müşrikler, allahü tealayı sevmiyor. başka şeyleri seviyor. müslimanlar, allahü tealayı sevdikleri için, onun sevdiği peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyayı rahimehümullahü teala seviyorlar. vehhabi kitabı, bu iki sevgiyi birbirine karışdırıyor. birincisinin kötü olduğunu bildiren ayeti kerimeleri, ikinci sevgiye de yaymağa kalkışıyor. yetmişiki fırkasından biri olan lerden bir kısmı ve ler, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere karşı gelmiyor. fekat, ma'naları açık ve kesin olmayıp, kapalı ve şübheli olan nassları yanlış te'vil ederek, bunlardan yanlış ma'na anlıyarak, farzları yapmak ve haramlardan sakınmak, imanın parçasıdır diyorlar. mü'min olmak için, hem imanın altı şartına inanmak, hem de, islamiyyete uymak lazımdır. bir farzı yapmıyan veya bir haram işliyen kafir olur diyorlar. bunun için, müslimanlara kafir damgasını basıyorlar. halbuki, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduğuna inanmak, imandır. inanmamak başkadır. inanıp da yapmamak başkadır. bunlar, bu ikisini birbiri ile karışdırdıkları için, ehli sünnetden ayrılıyorlar. fekat, böyle inandıkları için, kafir olmazlar. bid'at ehli, sapık oluyorlar. fekat, ibadet yapmıyan, bir haram işliyen müslimanlara, nassları te'vil etmeksizin kafir diyenler kafir olmakdadır. hadisi şerifde, bid'at sahibini beğenmiyenin kalbini, allahü teala, iman ile doldurur. bid'at sahibini kötüliyeni, allahü teala, kıyamet gününün korkusundan korur buyuruldu. kitabın doksansekizinci ve yüzdördüncü sahifelerinde, allahü tealadan başka şeylere tapınanların, onları vesile yapanların müşrik olduklarını bildiren ayeti kerimeleri yazarak: diyor. biz müslimanlar, evliyanın rahimehümullahü teala kendiliklerinden birşey yapacaklarına inanmayız. allahü teala, onları çok sevdiği için, onların düa ve hatırı ile yaratacağına inanırız. kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, islamiyyetin dışına çıkmak, onların sözlerini, kitab ve sünnetden üstün tutmak demekdir. islamiyyeti emr edenlere uymak, böyle değildir. buna uymak, islamiyyete uymak demekdir. hayber gazasında, hazreti alinin radıyallahü teala anh gözü ağrıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek tükrüğünü onun gözlerine sürdü ve düa eyledi. gözleri iyi oldu. peygamberin hatırı için, allahü teala şifa ihsan eyledi. vehhabi kitabı da, doksanbirinci sahifesinde bunu yazıyor ve buhari ile müslimin haber verdiklerini bildiriyor. onsekizinci maddeyi okuyunuz. yüzsekizinci sahifesinde: tesavvufcular, şirk ve küfr üzeredir. mürid şeyhine tapınıyor. şa'raninin kitabları, bu küfrlerle doludur. hüseynin babasının ve çocuklarının ve şafi'inin, ebu hanifenin ve abdülkadiri geylaninin mezarlarını putlaşdırıyorlar. onlara tapınıyorlar diyor. kitabının üçüncü kısmında, farisi olarak diyor ki: böyle inanan kimse, gaib olan, ya'ni yanında bulunmıyan bir kimseye, ismini söyliyerek seslenmek büyük şirk olur diyor. böylece, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek ruhunun bile hazır olacağını düşünerek seslenen kimse müşrik olur diyor. yemenli şevkani de, kitabında, dedi. yine o, kitabında da, diyor. mezhebsizlerden bir kısmı burada iki fikr ortaya atmakdadır. bunlara göre, eğer işiteceğini düşünmiyerek, sevdiği için, derse, müşrik olmaz. eğer işiteceğine inanarak söylerse, kafir olur. selefi salihinin rahimehümullahü teala yapdığı şeylere şirk diyen ve müslimanlara müşrik damgasını basan bu kimseye sorarız: sözü ile ne demek istiyorsun? diyorsan, dememiz de şirk olmakdadır. çünki bu, allahü tealanın cennetde görüleceğine de inanmamakdadır. eğer, diyorsan, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarına nasıl yok diyebilirsin. ruhların var olduklarını kitabımızın, ikinci kısmında isbat etmişdik. yok eğer, ruhların var olduklarına ve idrak ve şu'ur sahibi olduklarına, ya'ni anladıklarına, duyduklarına inanırız. fekat, tesarruf yapdıklarına inanmayız derse, bu sözü allahü teala red etmekde, suresinin beşinci ayetinde, buyurmakdadır. tefsir alimlerinin çoğu mesela ve bunun şeyhzade şerhi ve tefsiri abdülkadir geylani de bağdadda vefat etdi. abdüllah beydavi da tebrizde vefat etdi. şeyhzade muhammed de vefat etdi. azizi ve ruhul beyan tefsiri, tefsiri hüseyni, bu ayeti kerime, meleklerin ve evliya ruhlarının iş yapdıklarını bildirmekdedir dediler. ruh, madde değildir. bunun için, melekler gibi, allahü tealanın emri ve izni ile, dünyada iş yaparlar. meleklerin, allahü tealanın izni ile, bu dünyada, iş yapdıkları, yok etdikleri, diriltmek, öldürmek gibi işlerin yapılmasına vasıta oldukları, kur'anı kerimin çeşidli yerlerinde bildirilmişdir. cin ve şeytanlar da, güç şeyleri kolayca yapıyorlar. süleyman aleyhisselama, cinnin hizmetlerini kur'anı kerim haber veriyor. mesela sebe' suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyuruyor. cin, melekler ve ruhlar kadar olgun ve kuvvetli olmadığı halde, büyük işler yapıyor. bu dünyada, göremediğimiz çok şey var ki, insan gücünün yetişemediği işleri yapmakdadırlar. mesela, çok hafif olan ve göremediğimiz hava, fırtına, kasırga şeklinde eserek, ağaçları devirmekde, binaları yıkmakdadır. nazar değmesi, sihr ya'ni büyü ve benzerleri kuvvetleri göremiyoruz. halbuki, korkunç te'sirlerini işitmiyen yokdur. bütün bunların yapdıklarının yapıcısı, hiç şübhesiz, allahü tealadır. bunlar, allahü tealanın yapmasına, yaratmasına sebeb oldukları için, bunlar yapdı sanıyoruz ve bunlar yapdı diyoruz. bunların yapdığını söylemek, küfr, şirk olmıyor da, evliyanın ruhları yapıyor demek niçin şirk olsun? onlar, allahü tealanın izn vermesi ile ve yaratması ile yapdıkları gibi, evliyanın ruhları da, allahü tealanın izn vermesi ile ve yaratması ile yapmakdadır. onların yapdıklarını söylemek de, şirk olur denirse, kur'anı kerime karşı gelinmiş olur. bu kimse, cinnin, şeytanların ve havanın te'sir etdiklerini, kur'anı kerim haber veriyor. bunun için, onlar yapıyor demek caiz oluyor. evliyanın ruhlarının birşey yapdıklarını kur'anı kerim bildirmediği için, ruhlardan birşey istemek şirk olur derse, yukarıda bildirdiğimiz, suresinin beşinci ayeti kerimesini unutdun mu deriz. gözlerinin açılmasını isteyen amaya bildirilen hadisi şerifdeki düa ve çölde yalnız kalanın okumasını emr eden düa ve emri ve osman bin huneyfin radıyallahü teala anh haber verdiği hadise, bundan evvelki kısmda bildirilmişdi. bunların hepsi ve benzerleri daha nice vesikalar, gaib olandan ve kabrdekinden yardım istemenin caiz olduğunu göstermekdedirler. fekat bu kimse, meşhur ve sahih olan bu hadisi şeriflere daif veya mevdu' damgasını basıyor. ehli sünnet alimlerinin ve tesavvuf büyüklerinin sözlerine de kıymet vermiyor. çünki, dört mezhebden birini taklid etmek şirk, küfr olur diyor. mesela, gulam ali kusuri, kitabında diyor. üsulülerbe'dan terceme temam oldu. bu kitab de hindistanda farisi dili ile yazılmış, pakistanda basılmış, de istanbulda ikinci baskısı yapılmışdır. yazarı, imamı rabbaninin rahimehullahü teala soyundan, hakimülümmet hace muhammed hasen can sahibdir rahmetullahi aleyhim ecma'in. bunun kitabı da fırkalarına cevab vermekdedir. arabi olup, urdu tercemesi ile birlikde de pakistanda basılmış, da, istanbulda tarafından ofset baskısı yapılmışdır. yüzonbirinci sahifesinde: hadisi şerifini yazarak, yalnız kelimei tevhidi söylemek, insanın kanını ve malını kurtaramaz. bugün, kabrlere ve ölülere tapınanlar böyledir. bunlar, kur'anı kerimde bildirilen, cahiliyye müşriklerinden daha kötüdür diyor. bazıları da mealindeki ayeti kerimeyi de ileri sürerek, müslimanları öldürmeği, mallarını yağma etmeği istiyor. hurufilerin ve cahillerin küfr ve şirk olan sözlerini yazarak, tesavvufa ve tesavvuf büyüklerine saldırıyor. ağaçlara, taşlara, mezarlara tapınanlar için olan hadisi şerifleri yazarak, kabr üzerine türbe yapmak, kabr ziyaret etmek şirkdir, küfrdür diyor. taşdan, ağaçdan, bilinmiyen mezardan teberrük elbette şirkdir. fekat peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala kabrlerini ziyaret edip, onların bereketi ile allahü tealadan feyz ve bereket beklemeği bunlara benzetmek, ahmaklık ve cahillikdir. bu yüzden milyonlarca müslimana küfr ve şirk damgasını basmak ise, müslimanlar arasında bölücülükdür.nin yazarı, büyük alim süleyman bin abdülvehhabı necdi rahimehümullahü teala muhammed bin abdülvehhabın kardeşidir. kardeşinin muhammed hasen can müceddidi da vefat etdi. muhammed bin abdülvehhab de der'ıyyede öldü. ingilizlerle işbirliği yaparak, ortaya çıkardığı yolunun hatalı olduğunu vesikalarla isbat etmekdedir. kırkdördüncü sahifesinde diyor ki: yolunuzun bozuk olduğunu gösteren vesikalardan biri de, denilen iki doğru hadis kitabında, ya'ni ve kitablarında bildirilen hadisi şerifdir. bu hadisi şerifi bildiren, ukbe bin amir radıyallahü anh diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, minbere çıkdı. kendisini minber üzerinde son görüşüm bu idi. benden sonra, müşrik olmanızdan korkmıyorum. dünyaya düşkün olarak, birbirinizi öldürmenizden, böylece, geçmiş kavmler gibi, helak olmanızdan korkuyorum buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet gününe kadar ümmetinin başına gelecek olan şeylerin hepsini haber vermişdir. yukarıdaki sahih hadisi şerif, ümmetinin putlara tapmıyacağını, bundan emin olduğunu haber vermekdedir. bu hadisi şerif, bid'at yolunu temelinden yıkmakdadır. çünki vehhabi kitabı, ümmeti muhammedin hepsinin putlara tapdıklarını, islam memleketlerinin putlarla dolu olduğunu, türbelerin puthane olduklarını söyliyor. türbelerden yardım, şefa'at istiyenlerin kafir olduklarına inanmıyanlar da kafirdir diyor. halbuki, müslimanlar asrlar boyunca kabrleri ziyarete gitmiş, evliyaya tevessül ve istigase eylemişdir. böyle yapanlara hiçbir islam alimi müşrik dememiş, müsliman olarak tanımışlardır. sual: bir hadisi şerifde, buyuruldu. buna ne dersiniz? cevab: bu hadisi şerifin ı bildirdiği, diğer hadisi şeriflerden anlaşılmakdadır. şeddad bin evs ve ebu hüreyre ve mahmud bin lebibden radıyallahü teala anhüm gelen böyle hadisi şeriflerin hepsi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetine şirki asgarın gelmesinden korkduğunu bildiriyorlar. hadisi şeriflerde bildirildiği gibi olmuş, müslimanların çoğu şirki asgara yakalanmışlardır. siz, bu şirki asgara şirki ekber diyorsunuz. böylece müslimanları tekfir ediyorsunuz. müslimanlara kafir demiyen mü'minlere de, kafir damgasını basıyorsunuz. den terceme temam oldu. bu kitab ilk olarak binüçyüzaltıhicri senesinde bağdadda, matba'asında basılmış, de istanbulda, tarafından ofset ile ikinci baskısı yapılmışdır.nın dörtyüzellibirinci sahifesinde, ey insanlar! çok gizli olan şirkden sakınınız! hadisi şerifini açıklarken, buyuruyor ki, bu şirk, yalnız sebebleri görmek, allahü tealanın yaratdığını düşünmemekdir. işleri sebeblerin yapdığına inanmak, allahü tealaya şerik yapmak olur. görünen, düşünülen şeyleri şerik yapmağa , denir. şer'an, aklen ve adet ile sebeb olan şeylerin yapdığına inanmağa , denir. abdülhakı dehlevi rahmetullahi aleyh, hadis kitabının birinci cild ellinci sahifesinde diyor ki, denir. küfr olan şirk budur. riya ile, ibadet, iyilik yapmağa denir. bu küçük şirk küfr değildir. bu şirklerin ikisi de şirki celidir.dan aldığımız, yukarıda yazılı hadisi şerifde, ruhlardan ve ölülerden birşey istemeğe şirk denmiyor. görünen veya görünmiyen şeylerden ve insanlardan birşey isterken, ya'ni sebeblere yapışırken, bu işi sebeblerin yapdığına inanmağa şirk deniyor. kısacası, sebeblere yapışmak sünnetdir. sebeblerin yapdığına inanmak şirkdir. sebebler birşey yapamaz, allahü tealanın yaratmasına sebeb olurlar. işleri yapan sebebler değildir, allahü tealadır. canlı veya cansız, herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine, ya'ni yaratacağına inanmak, onu allahü tealaya şerik yapmak olur. bu inançla, ondan birşey istemek, ona ibadet etmek olur. sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, allahü tealanın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. sebebe yapışmak olur. müslimanlar, dirilerden, ölülerden ve görünenlerden ve görünmiyenlerden bir dilekde bulundukları zeman, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. sebebe yapışınca, dileklerini, allahü tealadan bekliyorlar. allahü tealanın yaratacağına inanıyorlar. bunun için, müslimanların ruhlardan ve ölülerden birşey istemeleri, bunlara tapınmak, onları ma'bud yapmak olmaz. allahü teala, herşeyi sebeb ile yaratıyor. sebeblere yapışmamızı emr ediyor. bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeblerine yapışıyoruz. sebeblere yapışmamız şirk olmıyor. günah olmıyor. fekat sebeblerden beklemek, şirk oluyor. her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirki ekber oluyor. allahü tealanın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirki hafi oluyor. sebeblerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız allahü tealanın yaratacağına inanarak, dileği yalnız allahdan beklemek, müslimanlık oluyor. islam dinine uymak oluyor. müslimanların ölülerden ve ruhlardan dilekde bulunmaları böyledir. böyle meşru' dilekde bulunmağa ve denilmekdedir. abdülhak dehlevi de vefat etdi. ölüden veya diriden dilekde bulunanın, ibadet mi, yoksa tevessül mü yapdığını, ya'ni niyyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekde bulunurken islamiyyetin dışına çıkıp çıkmadığına bakılır. islamiyyetin dışına çıkıyorsa ya'ni onun gönlünü hoş etmek için, haram işliyor veya farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır. görülüyor ki, diriden dilekde bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için, islamiyyetin dışına çıkan vehhabiler, müşrik olmakdadırlar. islamiyyetin dışına çıkmadan tevessül eden müslimanlar ise, allahü tealanın emrini yapmakda, ya'ni sebebe yapışmakdadırlar. bunlara müşrik diyenlerden te'vili olmıyanları kafir olur. insan, kendi nefsinin isteklerine, ya'ni şehvetlerine kavuşmak için islamiyyetin dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. fekat nefse tapınmağa, dinimiz şirk dememişdir. ya'ni bunlar kafir değil, fasık olurlar. kitabının yüzkırkikinci sahifesinde: eshab ve onlardan sonra gelenler, peygamberden başka, kimse ile bereketlenmedi. peygambere mahsus olan şeylerde, kimse ona ortak olamaz diyor. bu da, yazarın yalanlarından biridir. hazreti ömer, yağmur düasına çıkarken, hazreti abbas ile bereketlendi. bunu yirmidördüncü maddede uzun bildirdik. lütfen oradan okuyunuz! islam alimleri, resulullaha mahsus olan şeyleri uzun yazmışlardır. mesela, tercemesinde vardır. bu kitabların hiçbiri, resulullahla sallallahü teala aleyhi ve sellem bereketlenmek, yalnız ona mahsusdur. başkaları ile bereketlenmek caiz olmaz dememişlerdir. başkaları ile de bereketlenildiğini bildirmişlerdir. allahü tealanın sevdiği kullarının kabrlerini ziyaret ederek, onlardan bereketlenmeği, lat ve uzza putlarına tapınmağa benzetmek, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere iftira etmekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. kitabın müellifi, ma'naları şübheli olan ayeti kerimelere yanlış ma'na vererek, ehli islama müşrik diyor. yüzyirmialtıncı sahifesinde: görülüyor ki, tesavvufun başlangıcı, hind yehudilerinin bir oyunudur. eski yunanlılardan alınmışdır. böylece, islamiyyeti fırkalara ayırdılar, parçaladılar diyor. pakistanlı mevdudi adındaki mezhebsiz birisi de, kitabında, yukarıdaki yazıları yaymakdadır. sapık kimseler, isteklerine kavuşmak, çıkarlarını sağlamak için, insanlar arasında değer taşıyan kılıklara giriyorlar. aklı ve bilgisi olan, böyle bozuk kimseleri hemen anlar. bunları iyilerden ayırır. fekat cahiller, bunları doğru sanır. tesavvufcu kılığına girmiş bomevdudi da öldü. zuk kimseleri de tesavvufcu sanarak, tesavvuf büyüklerini de bunlar gibi sanır. bu yüzden, tesavvuf büyüklerini de kötülemeğe kalkışır. müslimanlar doğruyu iğriden ayırabilmeli, tesavvuf büyüklerine dil uzatmamalıdır. tesavvuf bilgilerinin mütehassısı, zemanının büyük alimi, evliyanın önderi, imamı muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh kitabının ikinci cildi ellidokuzuncu mektubunda buyuruyor ki: suri ve ma'nevi kemalatın hepsi, muhammed resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem alınmışdır. suri olan emrler, yasaklar, mezheb imamlarımızın kitabları ile bizlere gelmişdir. kalbin, ruhun gizli bilgileri de, tesavvuf büyükleri yolu ile gelmişdir. ebu hüreyrenin radıyallahü anh, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem iki kap doldurdum. birisini sizlere açıkladım. ikincisini açıklamış olsam, beni öldürürsünüz buyurduğu, buharide yazılıdır. yine buhari bildiriyor ki, ömer radıyallahü anh vefat edince, oğlu abdüllah radıyallahü teala anh, ilmin onda dokuzu öldü, dedi. yanında bulunanların, bu söze şaşdıklarını görünce, allahı tanımak ilmini söyledim. fıkh bilgilerini söylemek istemedim dedi. tesavvuf yollarının hepsi, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmekdedir. tesavvuf büyükleri, her asrda bulunmuş olan rehberleri vasıtası ile, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek kalbinden saçılan ma'rifetlere kavuşmuşlardır. tesavvuf ne yehudilerin, ne de tesavvufcuların uydurması değildir. evet, tesavvuf yolunda hasıl olan şeyleri bildiren, gibi ismler, tesavvuf büyükleri tarafından konulmuşdur. kitabında diyor ki, ve kelimelerini ilk söyliyen ebu sa'idilharraz rahmetullahi teala aleyh olmuşdur. tesavvuf ma'rifetleri resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmekdedir. bunların ismleri sonradan konulmuşdur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalb ile zikr etmekde olduğunu, kitablar yazmakdadır. allahü tealaya teveccüh, nefy ve isbat ve murakaba, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem zemanında da vardı. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in zemanında da vardı. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem böyle ismler işitilmedi ise de, çok zeman konuşmaması, bu hallerinin bulunduğunu göstermekkıyamet ve ahıret muhammed ma'sum de serhendde vefat etdi. ebu sa'id ahmed harraz da bağdadda vefat etdi. dedir. buyurmuşdur. tefekkür, batıl düşünceleri bırakıp, hakkı düşünmek demekdir. tesavvufcuların, ile zikr etmelerini, hızır aleyhisselam abdülhalıkı goncdüvaniye rahmetullahi aleyh öğretdi. sual: tesavvuf ma'rifetlerinin hepsi resulullahdan geldiğine göre, aralarında ayrılık olmamalı idi. halbuki, tesavvuf yolları çeşidlidir. hepsinin halleri ve ma'rifetleri başkadır? cevab: bu ayrılığa sebeb, insanların isti'dadlarının ve bulundukları şartların başka olmasıdır. mesela, bir hastalığın ilacı bellidir. fekat, hastalara göre, hastalığın seyri ve tedavisi değişmekdedir. bir insanın çeşidli fotoğrafcıda çekdirdiği resmlerinin başka başka olmaları gibidir. her kemal, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem alınmışdır. alış kuvvetine ve şekline göre ufak ayrılıklar olmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, ma'rifetleri, gizli bilgileri, eshabına başka başka sunardı. nitekim hadisi şerifinde, buyurmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ebu bekr ile ince bilgiler konuşuyordu. hazreti ömer yanlarına gelince, sözü değişdirdi. sonra, hazreti osman gelince, yine değişdirdi. hazreti ali gelince daha başka konuşdu. herbirinin isti'dadına, yaratılışına göre, başka başka konuşdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. bütün tesavvuf yolları, imamı ca'fer sadık rahmetullahi teala aleyh hazretlerinde birleşmekdedir. imamı ca'fer sadık da, iki yoldan, resulullaha bağlıdır. birisi, babalarının yolu olup, hazreti ali radıyallahü teala anh vasıtası ile resulullaha bağlıdır. ikincisi, anasının babalarının yolu olup, hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh vasıtası ile resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem bağlanmakdadır. imamı ca'fer sadık rahmetullahi teala aleyh hem ana tarafından ebu bekri sıddik soyundan olduğu için, hem de, onun vasıtası ile resulullahdan feyz almış olduğu için, buyurdu. imamı ca'fer sadıkda bulunan bu iki feyz ve ma'rifet yolu, birbirleri ile karışmış değildir. imam hazretlerinden ahrariyye büyüklerine, hazreti ebu bekr yolu ile, öteki silsilelere ise, hazreti ali yolu ile feyz gelmekdedir. abdülhalık de buharada vefat etdi. ca'fer sadık de medinede vefat etdi.kitabın, yüzyirmiikinci sahifesinde: resulullah, tebük gazvesinden dönerken, münafıkların ismlerini huzeyfetebnilyemana bildirdi. huzeyfe, fitne çıkmasın diye bunların ismlerini kimseye söylemedi. yoksa, tesavvufcu sapıklarının dedikleri gibi, huzeyfede gizli din bilgileri yokdu. çünki, islam açıkdır. gizli bilgiler yokdur diyor. tesavvuf bilgilerinin, yehudi düzmesi, uydurma şeyler olduğunu anlatmak istiyor. otuzuncu sahifesinde ise: resulullahın mu'az bin cebele söylediği din bilgisini, eshabın çoğu bilmiyordu. çünki resulullah, mu'aza bunları kimseye söyleme demişdi. bir maslahat, bir faide için, ilmi saklamak caiz olduğu buradan anlaşılmakdadır diyor. görülüyor ki, kitabın yazıları birbirini tutmamakdadır. beşyüz sahifelik kitabın heryeri böyle uygunsuz yazılarla doludur. yüzlerce ayeti kerime, binlerce hadisi şerif yazarak, herbirine kendine göre ma'nalar verip, okuyanları, doğru yoldan sapdırmağa çalışmakdadır. muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh, ikinci cildin altmışbirinci mektubunda buyuruyor ki: bu dünyada en kıymetli ve en faideli şey, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmakdır. ya'ni onu tanımakdır. allahü tealayı tanımak iki dürlü olur. biri, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala, kitablarında bildirdikleri gibi tanımakdır. ikincisi, tesavvuf büyüklerinin tanımalarıdır. birinci tanımak, inceleme ve düşünme ile olur. ikincisi, kalbin keşf ve şühudü ile olur. birincisinde ilm vardır. ilm ise, akl ve zekadan doğar. ikincisinde hal vardır. hal ise, asldan, özden doğar. birincisinde, alimin varlığı aradadır. ikincisinde, arifin varlığı aradan kalkar. çünki, birşeye arif olmak, o şeyde yok olmak demekdir. nazm: yakın olmak, inip çıkmak değildir, hakka yaklaşmak, yok olmak demekdir! birincisi iledir. ikincisi iledir. birincisinde, nefs, azgınlığından vazgeçmemişdir. ikincisinde, nefs yok olmuş, hep hak iledir. birincisinde iman, imanın suretidir. ibadetler, ibadetlerin suretidir. çünki nefs, imana gelmemişdir. hadisi kudside, nefsine düşmanlık et! o, bana düşmanlık etmekdedir buyuruldu. buradaki kalbin imanına, denilir. bu iman, gidebilir. ikincisinde, insanın varlığı kalmadığı için ve nefs de imana geldiği için, bu iman, yok olmakdan korunmuşdur. buna denir. burada yapılan ibadetler de, hakiki olur. mecaz yok olabilir. hakikat yok olmaz. hadisi şerifde, ya rabbi! senden, sonu küfr olmıyan iman istiyorum buyurulması ve nisa suresi, yüzotuzaltıncı ayetinde mealen, ey iman sahibleri! allaha ve resulüne iman ediniz! emr olunması, bu hakiki imanı göstermekdedir. imamı ahmed bin hanbel rahimehullahü teala bu ma'rifete kavuşabilmek için, ilm ve ictihadda pek yüksek derecede olduğu halde, bişri hafinin rahimehullahü teala hizmetine koşmuşdur. bişri hafinin yanından niçin ayrılmıyorsun dediklerinde, demişdir. kitabın, yüzondokuzuncu sahifesinde diyor ki, imamı ahmed bin muhammed bin hanbelin soyu, nizar bin me'adda, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile birleşmekdedir. fıkh ve hadisde zemanın en üstün alimi idi. vera' ve sünnete uymakda pek ileri idi. yüz altmış dört senesinde bağdadda tevellüd, ikiyüzkırkbir de orada vefat etdi. bişri hafi hazretleri yüz elli de tevellüd, iki yüz yirmi yedi de vefat etdi. feridüddini attar rahimehullahü teala farisi da diyor ki, ahmed bin hanbel, çok meşayıhın sohbetinde bulundu. zünnuni mısri ve bişri hafi bunlardandır. bir hanım, kötürüm olmuşdu. çocuğunu imamı ahmede gönderip düa etmesini diledi. imam abdest alıp namaz kıldı. düa eyledi. çocuk evine gelince, annesi kapıya gelip oğlunu karşıladı. imamı ahmedin düası bereketi ile iyi oldu. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh ömrünün son yıllarında, ictihadı bırakdı. iki sene ca'fer sadık rahimehullahü teala hazretlerinin sohbetinde bulundu. sebebini sorduklarında, buyurdu. her iki imam, ilmde ve ibadetde son derece ileri oldukları halde, tesavvuf büyüklerinin yanına giderek, ma'rifet ve bunun meyvesi olan edindiler. ictihaddan daha kıymetli ibadet olur mu? ders vermekden, islamiyyeti yaymakdan daha üstün amel olur mu? bunları bırakıp, tesavvuf büyüklerinin hizmetlerine sarıldılar. böylece ma'rifete kavuşdular. amellerin, ibadetlerin kıymeti, imanın derecesi ile ölçülür. ibadetlerin parlaklığı, ihlasın mikdarına bağlıdır. iman ne kadar kamil ise, ihlas o kadar çok olur. ameller de, o kadar çok nurlu olur ve kabul edilir. imanın kamil olması ve ihlasın temam olması, ma'rifete bağlıdır. ma'rifet ve hakiki iman, fena hasıl olmasına ve ölmeden önce olan ölmeğe bağlı olduğu için, fenası çok olanın imanı daha kamil olur. bunun içindir ki, ebu bekri sıddikın radıyallahü anh imanının, bütün ümmetin imanlarından üstün olduğu hadisi şerifde bildirilmişdir. buyurulmuşdur. çünki o, fenada bütün ümmetden daha ileridedir. hadisi şerifi, bunu göstermekdedir. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in hepsi fena makamına kavuşmuşdu. bu hadisi şerifde, yalnız ebu bekri sıddikın radıyallahü anh fenasının seçilmesi, bunun fena derecesinin çok yüksek olduğunu göstermekdedir. altmışbirinci mektubdan terceme burada temam oldu. imamı muhammed ma'sum rahimehullahü teala ikinci cildin, yüzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: güzel sözünü çok söyleyiniz! bu zikri, kalb ile birlikde yapınız. bu mubarek söz, kalbin temizlenmesinde pek faidelidir. bu güzel sözün yarısı söylenince, allahdan başka herşey yok edilmiş olur. geri kalan yarısı söylenince de, hak olan ma'budün varlığı bildirilmiş olur. tesavvuf yolunda ilerlemek de, bu ikisine kavuşmak içindir. hadisi şerifde, buyuruldu. çok kimse ile görüşmeyiniz. çok ibadet yapınız. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetlerine sıkı sarılınız! bid'atlerden ve bid'at sahiblerinden ve günah işlemekden çok sakınınız! iyi işleri, iyiler de, kötüler de yapabilir. fekat kötülüklerden yalnız sıddiklar sakınır. halaldan olan çok kıymetli elbiseler giymek, tesavvuf yolcularına zarar verir mi diyorsunuz. fena derecesine kavuşup, kalbinin, allahdan başka, hiçbirşeye bağlılığı kalmıyan kimsenin elinde, üstünde olan şeyler, onun kalbinin, zikr etmesine mani' olmaz. onun kalbinin, dış organları ile ilgisi kalmamışdır. uyku bile, kalbinin zikretmesine mani' değildir. fena makamına varamamış olan böyle değildir. bunun zahir organları, kalbi ile ilgilidir. fekat bunun da yeni, kıymetli elbisesi, kalbinin çalışmasına mani' olur denilemez. din büyükleri, ehli imamları, imamı azam ebu hanife ve abdülkadiri geylani rahimehümullahü teala, çok kıymetli elbise giymişlerdir. ve ve kitabları, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe giydiğini bildiriyorlar. dört bin dirhem gümüş değerinde cübbe ile namaz kıldığı görülmüşdür. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala talebesine yeni ve kıymetli elbise giymelerini söylerdi. ebu sa'idi hudriye radıyallahü teala anh soruldu ki, yimekde, içmekde ebu sa'idi hudri de istanbulda vefat etdi. ve giyinmekde olan bu değişikliklere ve yeniliklere ne dersiniz? halal para ile olur ve gösteriş ve riya için olmazsa, hepsi allahü tealanın ihsan etdiği ni'metleri göstermekdir, buyurdu. allahdan başka birşeyi sevmek iki dürlü olur: birincisi, bir mahluku kalb ile ve beden ile birlikde sevmek, ona kavuşmak istemekdir. cahillerin sevmeleri böyledir. tesavvuf yolunda çalışmak, kalbi bu sevmekden kurtarmak içindir. böylece, kalbde yalnız allah sevgisi kalır. insan, şirki hafiden kurtulur. görülüyor ki tesavvuf, insanı şirki hafiden kurtarmak içindir. ey iman sahibleri! iman ediniz! mealindeki ayeti kerimede emr olunan imana kavuşmak içindir. en'am suresinin yüzyirminci ayeti kerimesindeki, mealindeki emr, kalbi allahü tealadan başka şeylere bağlılıklardan kurtarmak lazım olduğunu göstermekdedir. allahdan başkasına tutulmuş olan bir gönülden ne iyilik gelir? allahü tealadan başkasını özliyen bir ruhun allah yanında hiç kıymeti ve ehemmiyyeti yokdur. sevginin ikincisi, yalnız organların sevmesi, istemesidir. kalb ve ruh, allahü tealaya bağlanmışdır. ondan başka hiçbirşey bilmezler. böyle olan sevgiye meyli tabi', iç güdü denir. bu sevgi, yalnız bedenin sevmesidir. kalbe, ruha bulaşmamışdır. bu sevgi, bedendeki maddelerin ve enerjinin özelliklerinden, ihtiyaclarından ileri gelmekdedir. fenaya ve bekaya kavuşanlarda ve yüksek derecelerdeki evliyada rahimehümullahü teala mahluklara karşı bu sevgi bulunabilir. hatta hepsinde vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem serin ve tatlı içmeği severdi. hadisi şerifini herkes işitmişdir. kitabları diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem denilen pamuk ve ketenden yapılmış elbiseyi severdi. nefs, fena ile şereflenince ve itminana kavuşunca, kalb, ruh, sır ve hafi ve ahfa denilen beş latife gibi olur. nefs böyle olunca, yalnız bedendeki maddelerin ve ısı ve hareket enerjisinin kötü isteklerine karşı cihad edilir. buyuruldu. başkalarına te'sirini, bu hadisi şerifden anlamalı. bid'at sahibi olanın ve rüşvet yiyenin ve başkasının hakkını alanın ve günah işliyenin evine gitmek, onun verdiğini yimek caiz olur mu diyorsunuz? gitmemek ve yimemek iyi olur. hatta, tesavvuf yolunda olanlar için, bundan sakınmak lazımdır. zaruret olunca, caiz olur. haram olduğu bilinen şeyi yimek haramdır. halal olduğu bilineni yimek halaldir. bilinmiyorsa, şübheli ise, yimemek iyi olur. sual: tesavvuf bid'at mıdır? yehudilerin uydurması mıdır? cevab: allahü tealayı tanımağa çalışmak, bunun için, tesavvuf yolunu bilen ve gösteren bir rehber aramak ve ona uymak, islamiyyetin emrlerindendir. allahü teala, buyurdu. talebenin mürşidden feyz ve ma'rifet alması, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanından bu zemana kadar yapılagelen ve her müslimanın bildiği birşeydir. tesavvuf büyüklerinin sonradan ortaya çıkardığı birşey değildir. her mürşid kendisini yetişdiren kamile bağlanmışdır. bu bağlanışları, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem kadar uzanmakdadır. ahrariyye büyüklerinin bağlantı dizisi, resulullaha, hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh ile ulaşmakdadır. başka yolların dizisi ise, hazreti ali radıyallahü teala anh ile ulaşmakdadır. buna bid'at denilebilir mi? evet, mürşid, mürid gibi ismler, sonradan çıkdı. fekat kelimelerin, ismlerin değeri yokdur. bu ismler olmasa da, ma'naları ve kalblerin bağlılığı yine vardır. vehhabi kitabı da, kelimelere bakılmaz. ma'nalara bakılır demekdedir. tesavvuf yollarının ortak olan temel işi, zikr yapmasını öğretmekdir. bu ise, dinimizin emr etdiği birşeydir. sessiz zikr etmek, sesle yapmakdan daha kıymetlidir. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde övülen zikr, kalb ile ve öteki latifelerle yapılan zikrdir. resulullahın, peygamber olduğu kendisine bildirilmeden önce, kalb ile zikr yapdığı, kıymetli kitablarda yazılıdır. tesavvuf bilgilerine bid'at demek ve yehudi uydurması demek, hadis kitabını ve fıkh kitabını okumak bid'atdır demeğe benzer. yüzaltıncı mektubdan terceme burada temam oldu. muhammed ma'sum faruki rahimehullahü teala, kitabında, ikinci cildin otuzaltıncı mektubunda diyor ki, denilen tesavvuf yolunun reisi, abdülhalıkı goncdüvanidir rahimehullahü teala. bu yoldaki kayyumiyyet cezbesi, kendisine hazreti ebu bekri sıddikdan radıyallahü teala anh gelmişdir. kendisi de, bu cezbeyi elde etmek yolunu bildirdi. bu yola denir ki, den ibaretdir. bu da, hazreti ebu bekrden gelmekdedir. denilen ikinci yol ise, behaüddini buhariden rahimehullahü teala başlamakdaubeydullahı ahrar da semerkandda vefat etdi. dır. zemanının kutbu olan alaüddini attar rahmetullahi aleyh, bu cezbenin hasıl olması şartlarını koydu. bu şartlara denildi. en yakın olan yolun, alaiyye olduğu bildirilmişdir. de denildi. muhammed ma'sum rahimehullahü teala, ikinci cildin yüzellisekizinci mektubunda buyuruyor ki, se'adetin başı, iki şeye kavuşmakdır. birincisi, batının mahluklara düşkün olmakdan kurtulmasıdır. ikincisi, zahirin ye sarılmakla süslenmesidir. bu iki ni'mete kavuşmak, tesavvuf ehlinin sohbetinde kolay nasib olur. başka yoldan kavuşmak güçdür. islamiyyete tam yapışabilmek ve ibadetleri kolay yapabilmek ve yasak olunanlardan sakınabilmek için, nefsin fani olması, lazımdır. nefs, azgın olarak ve asi olarak ve kendini beğenici olarak yaratılmışdır. bu kötülüklerden kurtulmadıkça, islamiyyetin hakikati hasıl olamaz. teslimden, itminandan önce, islamiyyetin sureti, görünüşü vardır. nefsin itminanından sonra, islamiyyetin hakikati hasıl olur. suret ile hakikat arasındaki fark, yerle gök arasındaki fark gibidir. suret ehli, islamiyyetin suretine, hakikat ehli de, islamiyyetin hakikatine kavuşur. avamın imanına denir. bu iman, bozulabilir ve yok olabilir. havasın imanları zevalden ve halelden mahfuzdur. nisa suresinin yüzotuzbeşinci ayetinde, ey iman edenler! allaha ve onun peygamberine iman ediniz! mealindeki emr, bu hakiki imanı göstermekdedir. muhammed ma'sum rahimehullahü teala, üçüncü cildin onaltıncı mektubunda buyuruyor ki, cahillerin, herşey odur. allah kelimesi, herşeyin adıdır. zeyd isminin bir insanı göstermesi gibidir. halbuki, her uzvunun ayrı ismleri vardır. o halde zeyd, nerdedir? hiçbir yerde değildir. allahü teala da, her varlıkda görünmekdedir. bunun için, herşeye allah demek caizdir. bu varlıklar bir görünüşdür. bunlardaki yok olmak da, bir görünüşdür. hakikatde yok olan birşey yokdur gibi sözleri, bir varlığa inanmağı değil, çok varlığı göstermekde olup, tesavvuf büyüklerinin bildirdiklerine uygun değildir. bu söz, allahü tealayı, madde aleminde göstermekdedir. ayrı bir varlık değildir demekdir. allahü tealanın varlığında ve sıfatlarının varlıklarında, mahluklarına muhtac oldualaüddini attar muhammed de buharada vefat etdi. ğunu göstermekdedir. bileşik cismin varlığının, elementlerinin varlıklarına muhtac olması gibidir. bu ise, allahü tealanın varlığına inanmamak olup, küfrdür. allahü tealanın varlığının, madde ve ma'na alemlerinin varlıklarından ayrı olduğuna inanmak lazımdır. ya'ni, vacib ile mümkinler, ayrı bir varlıkdırlar. ikilik olan herşeyde ayrılık vardır. , hakikatde var olsaydı, o zeman ikilik olurdu. alemin varlığı görünüşdedir denirse, buna cevab olarak, deriz. ya'ni herşey odur denilemez. bu söz ile, hiçbirşey yokdur. yalnız o vardır demek istenirse, o zeman doğru olur. fekat, hakikat olarak değil, mecaz olarak söylenmiş olur. zeydin aynadaki hayalini görenin, zeydi gördüm demesine benzer. teşbih olarak söylemeyip, hakikat olarak söylemek, arslana eşek demeğe benzer. arslan başkadır. eşek başkadır. laf ile, ikisi bir yazılamaz. tesavvuf büyüklerinden, söyliyenler, hakiki varlık, mahluklarda bulunuyor. ayrıca mevcud değildir demedi. dediler. muhyiddini arabi ve ona tabi' olanlar rahimehümullahü teala, bu ma'na ile ya'ni dediler. sözü, alemin kadim olduğunu gösteriyor. böyle inanmak küfrdür. alemin yok olacağını inkar etmekdir. kur'anı kerim, herşeyin yok olacağını açıkca bildiriyor. insanların yok olacağına ve tekrar var olacaklarına inanıyoruz diyenler arasında, ba'zı kimseler insan, toprak maddesinden meydana gelmişdir. ölünce çürüyüp, yine toprak haline dönecekdir. bu maddelerden bitkiler ve bitkilerden hayvanlar hasıl olmakda, bunları insanlar yiyerek, et, kemik ve meni haline dönmekde ve böylece başka insanlar meydana gelmekdedir. kıyamet kopması, insanların tekrar yaratılması, işte böyle olur diyorlar. bu sözdeki madde değişmeleri elbette doğrudur. allahü tealanın adeti ilahiyyesi böyledir. fekat insanların tekrar yaratılması böyle olur demek, haşrı, neşri ve kıyameti inkar etmekdir. kıyamet gününün gelmesi ve ölülerin mezarlarından kalkacakları, bütün canlıların bir meydanda toplanacakları, meleklerin yazdığı kitabların ortaya çıkarılacağı, hesab verileceği, terazinin kurulacağı, mü'minlerin sırat köprüsünden geçecekleri, kafirlerin cehenneme düşecekleri ve sonsuz azabda kalacakları, muhyiddini arabi da şamda vefat etdi. kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde bildirilmişdir. bu bilinen namaz, cahil halk için emr olunmuşdur. saf, temiz, yükselmiş insanların ibadetleri , zikr ve tefekkürdür. insanın bütün zerreleri ve bütün eşya, her an zikr, ibadet yapmakdadır. insan bunu anlamasa da, böyledir. islamiyyet, aklı az olanlar için gönderilmişdir. böylece, fesad çıkarmaları önlenmişdir gibi laflar, cahillerin ve aklı az olan mezhebsizlerin sözleridir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, namazın dinin direği olduğunu bildirdi. namaz kılan, din binasını yapmışdır. namaz kılmıyan, dinini yıkmışdır. namaz, mü'minin mi'racıdır buyurdu. rahatını, huzurunu namazda bildi. namazdaki yakınlık, başka şeylerde bulunmaz. hadisi şerifde, buyuruldu. her kemal, ya'ni ye uymakla hasıl olur. bu ahkamdan, ya'ni emr ve yasaklardan ayrılan, yoldan sapar. se'adete kavuşamaz. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, bu ahkama uymağı emr ediyorlar. doğru yol, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin gösterdiği yoldur. başka yollar, şeytanların yollarıdır. abdüllah ibni mes'ud diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir doğru çizdi. dedi. sonra bunun sağına, soluna çizgiler çizip, bunlar da, şeytanların yollarıdır. herbirinde bulunan şeytan, kendine çağırır buyurdu ve bu, doğru olan yolumdur. buna geliniz! ayeti kerimesini okudu. peygamberlerin aleyhimüsselam sözbirliği ile bildirdikleri ve islam alimlerinin bizlere ulaşdırdıkları bilgiler, şunun bunun düşünceleri ile, hayalleri ile yok edilemez. ondördüncü asrın müceddidi, zahir ve batın ilmlerinin hazinesi, seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi aleyh kitabı, tesavvufun, ta'rifini, tarihini, mevzu'unu ve ıstılahlarını gayet veciz olarak yazmakdadır. kitab, türkçe olup, senesinde, istanbulda, harbiyye mektebi matba'asında basılmışdır. önsözünde diyor ki: peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakdan daha şerefli, daha kıymetli bir üstünlük olmadığı için, bu şerefe kavuşanlara denildi. onlardan sonra gelenlere, onlara tabi' oldukları için , bunlardan sonra gelenlere de, denildi. daha sonra, din işlerinde yükselmiş olanlara, ve denildi. bunlardan sonra, bid'atler abdülhakim arvasi de ankarada vefat etdi. çoğalıp, her fırka, kendi önderlerine zahid ve abid dedi. ehli sünnet denilen, eshabı kiram yolundaki doğru fırkadan olup, kalblerini gafletden koruyan ve nefslerini allaha ita'ate kavuşduranların bu hallerine, ve kendilerine ismi verildi. bu ismler, hicretin ikinci asrı sonunda işitildi. kendisine evvela sfi denilen ebu haşim sfidir rahimehullahü teala. kufe şehrinden olup, şamda irşad ederdi. süfyanı sevrinin rahimehullahi teala üstadı idi. süfyanı sevri rahmetullahi aleyh de basrada, ebu haşim sfide vefat etmişlerdir. süfyan demişdir ki, ebu haşim sfi olmasaydı, rabbani hakikatleri bilmezdim. onu görmeden önce tesavvufun ne olduğunu bilmiyordum. tekke en önce, ebu haşim için, remleh şehrinde yapılmışdır. sözü onundur. sözünü çok söylerdi. tesavvuf ehli, başka din adamlarında bulunmayan bir ilm ile şereflenmişlerdir. haris bin esed muhasibi rahimehullahü teala de basrada vefat etdi. de, vera' ve takva üzerinde geniş bilgi verdi. imamı abdülkerim kuşeyri rahimehullahü teala, da nişapurda vefat etdi. meşhur risalesinde ve şihabüddini ömer sühreverdi rahimehullahü teala, de vefat etdi. de, tarikat edeblerini ve vecdlerini ve hallerini bildirmişlerdir. imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, bu iki kısm bilgileri, birlikde uzun açıklamışdır. görülüyor ki, tesavvufun başlangıcı, nübüvvetin ve risaletin başlangıcıdır. tesavvuf bilgileri, semavi dinlerin hakikatlerini anlamak ile hasıl olmuşlardır. tesavvufun bir parçası olan ma'rifetlerini, budistlerin, yehudilerin akl ve riyazet ile anladıkları ile karışdırmamalıdır. birincisi, zevk ile anlaşılan ma'rifetler, ikincisi akl ile hasıl olan hayallerdir. bu zevki tatmıyan gafiller, ikisini aynı sanırlar. buyuruyor. ibadet etmek de, kurb ve ma'rifet hasıl eder. demek ki, insanların evliya rahimehümullahü teala olmaları emr olunmakdadır. bu da, farzları, nafileleri birlikde yapmakla ve bid'at sahiblerinden uzaklaşmakla hasıl olur. tesavvuf yolunda yapılan vazifeler, nafile ibadetlerdir. farzların kabul olmaları için bulunması şart olan ihlas, bu vazifelerle elde edilir. vehhabilerin sözünün çok çirkin, yalan ve iftira olduğu, yukardaki bilgilerden pek iyi anlaşılmakdadır. allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşmak için, farzları, sünnetleri ve nafile ibadetleri yapmak lazımdır. bunlar, şartlarını, müfsidlerini bilerek ve ihlas ile yapılır. farzların birincisi, ehli sünnet i'tikadına uygun inanmak, ikincisi haramlardan ve haram nafakadan sakınmakdır. , kalbi masivadan temizlemek ya'ni herşeyi yalnız allah için yapmakdır. bu da mürşidi kamil sohbetinde bulunmakla, az zemanda hasıl olur. mürşid bulunmazsa, bir mürşide rabıta yaparak veya çok zikr yaparak da hasıl olur. mürşidi kamil bir ayna, bir gözlük gibidir. bir kimse, gönül gözüyle, bir mürşidin kalbine bakarsa, orada resulullahın mubarek kalbini görür. o, resulullahın varisidir. ona rabıta yapılınca, resulullaha yapılmış olur. onun mubarek kalbine, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile resulullahın kalbinden gelmiş olan nurlar, bunun kalbine de akar. kalb temizlenerek ihlas hasıl olur. kitabının yüzaltmışsekizinci ve üçyüzelliüçüncü sahifelerinde: allahü teala ile kulları arasında birini vasıta yapmak, ondan birşey istemek, sözbirliği ile küfr olur. ibni kayyım, ölüden birşey istemek, ondan allahü teala katında şefa'at etmesini dilemek, büyük şirkdir, dedi. hanefi kitablarından fetavayı bezzaziyye, ervahı meşayih hazırdır diyen kafir olur demekdedir. meyyitde his ve hareket olmadığı, ayetlerden ve hadislerden anlaşılmakdadır diyor. yetmişinci sahifesinde, ukaşe, cennete hesabsız girmesi için resulullahdan düa istedi. bu da, diriden düa istemek caiz olduğunu göstermekdedir. fekat gaibden ve ölüden düa istemek şirkdir demekdedir. resulullahın düası kabul olduğu gibi, onun yolunda, izinde bulunanların da, düaları kabul olur. kendisi de, üçyüzseksenbirinci sahifede, imamı ahmedin ve müslimin rahimehümallahü teala, ebu hüreyreden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, buyurulduğunu, yazmakdadır. allahü teala, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin etdikleri şeyleri bile yaratınca, düalarını elbette kabul buyurur. allahü teala, mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen, bana düa ediniz! düanızı kabul ederim buyuruyor. düaların kabul olması için fetavayı bezzaziyyenin yazarı ibnülbezzaz muhammed kerderi de vefat etdi. şartlar vardır. bu şartları taşıyan düa elbet kabul olur. herkes bu şartları bir araya getiremediği için, düaları kabul olmıyor. bu şartları yapdıklarına güvendiğimiz alimlerin, velilerin düa etmeleri için, onlara yalvarmak, niçin şirk olsun? biz, allahü teala, sevdiklerinin ruhlarına işitdirir. onların hatırı için, istenileni yaratır diyoruz. allahü teala için hayvan kesiyor ve kur'anı kerim okuyoruz. sevabını meyyitin ruhuna gönderip ondan şefa'at, yardım istiyoruz. ölü için ibadet eden elbet müşrik olur. allahü teala için ibadet edip, sevabını ölüye bağışlıyan müşrik olmaz ve hiç suçlu olmaz. bunları, arabça kitabı da çok güzel bildiriyor. oradan türkçeye terceme ederek yirmidördüncü maddede bildirdik. hazreti meryemin ve esyed bin hudayrın ve ebu müslim abdüllah havlaninin rahimehümullahü teala kerametlerini, kendisi de yazmakdadır. evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarından yardım isteriz. çünki, allahü tealanın sevdiği kullarının ruhları, diri iken de, öldükden sonra da, allahü tealanın verdiği kuvvet ile ve izni ile, dirilere yardım ederler. böyle inanarak evliyadan rahimehümullahü teala yardım istemek, allahü tealadan başkasına tapınmak olmaz. ondan istemek olur. vehhabi kitabının ismini verdiği ve yazılarını kendilerine sened olarak kullandığı ibni kayyımı cevziyye de vefat etdi. bunun da, dediği, in yirmiikinci sahifesinde yazılıdır. vehhabinin yukarıdaki yazısı kendi allamelerinin bu sözüne ters düşmekdedir. kitabı pakistanda ve de istanbulda basdırılmışdır. kitabının yüzyetmişdokuzuncu ve yüzdoksanbirinci sahifesinde: ya fatıma, benden dilediğin malı iste! fekat, seni allahü tealanın azabından kurtaramam! hadisi şerifini yazıp, insandan, onun dünyada yapabileceği şeyi istemek caizdir. günahların afv edilmesini, cennete gidilmesini, cehennemden, azabdan kurtulmasını ve bunlar gibi, ancak allahın yapacağı şeyleri, yalnız allahdan istemek caizdir. istigase, ya'ni sıkıntıdan kurtarması için, ancak allahü tealaya yalvarılır. uzakda olanlardan ve ölülerden istigase edilmez. onlar işitmez. cevab veremez. birşey yapamaz. hazreti hüseyn ve babası, kabrlerinde ni'metler içindedir. ahmed ticani müşriki ve ibni arabi ve ibni farıd gibi ma'bud tanınanlar da, azab içindedir. birşey işitmezler. peygamberden de istigase edilemez. busayri ve ber'i kasidelerinde resulullahı övmekde taşkınlık yaparak, küfre, şirke sürüklenmişlerdir diyor. kitabının birçok yerinde, mesela üçyüzyirmiüçüncü sahifesinde, ölünün veya uzakda olanın düasının faide vereceğine ve zararları gidereceğine inanmak, yahud ona düa edenlere şefa'at edeceğine inanmak şirkdir. allahü teala peygamberini bu şirki yok etmek için ve böyle müşriklerle harb etmek için gönderdi diyor. fethul mecid kitabı, kendi kendini yalanlamakdadır. ikiyüzbirinci sahifesinde, allahü teala, göklerde his ve ma'rifet yaratır. allahdan korkarlar. her zerre allahı zikr etmekde, ondan korkmakdadırlar diyor. buna karşılık peygamberler ve evliya, mezarlarında his etmezler, işitmezler demekdedir. kitabını yazan eyyub sabri paşa rahimehullahü teala, de vefat etmişdir. diyor ki: islam alimleri, her zeman resulullahı vesile ederek, allahü tealadan lutf ve merhamet dilemişlerdir. insanların babası yer yüzüne indirildiği vakt, ya rabbi! beni, muhammed aleyhisselam hurmetine afv eyle! demişdi. allahü teala, bu duayı kabul buyurmuşdu ve sen, sevgili peygamberim olan muhammed aleyhisselamı nereden biliyorsun? ben onu daha yaratmadım! buyurunca, yazılı olduğunu görüp, muhammed aleyhisselamın yaratılmışların en üstünü olduğunu anladım. muhammed aleyhisselamı herkesden çok sevmemiş olsaydın, onun ismini, kendi adının yanına yazmazdın dedi. allahü teala da, ey adem! doğru söyledin. muhammed aleyhisselamı çok severim. ondan daha sevgili, hiç kimse yaratmadım. onu yaratmak istemeseydim, seni yaratmazdım. onun hurmeti için afv dileyince, düanı kabul edip, seni afv etdim cevabını verdi. iki gözü kör bir kimse, gözlerinin açılması için resulullahdan düa istedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de istersen düa ederim. fekat, sabr edip katlanırsan, senin için daha iyi olur buyurdu. sabr etmeğe gücüm kalmadı. düa etmeniz için yalvarırım dedi. buyurdu. bu düa, arabi ve kitabları ile ve bunun şerhinde ve bu ikisinin türkçe tercemesi olan kitabında, sonunda yazılıdır. o kimse, bu duayı okuyunca, allahü teala kabul buyurarak gözlerinin açıldığını, hadis alimlerinden imamı nesai rahimehullahü teala bildiriyor. bunu imamı hasen de tasdik etmişdir. vehhabilerin inanmamaları için hiçbir sebeb yokdur. bunu haber veren osman bin hanif, ayrıca diyor ki, osman bin affan radıyallahü anhüma halife iken, büyük sıkıntısı olan bir kimse, halifenin karşısına çıkmağa utandığı için, bana dert yanmışdı. ben de, hemen abdest al! mescidi se'adete git! şu duayı oku diyerek, yukarıda yazılı kimsenin okuyarak gözlerinin açıldığı duayı okumasını söyledim. adamcağız, duayı okudukdan sonra, halifenin bulunduğu yere gider. halifeye çıkarılır. halife, bunu seccadesi üstüne oturtup, derdini dinler ve kabul eder. adamcağız, işinin birdenbire yapıldığını görünce sevinerek, osman bin hanifi bulup, allahü teala senden razı olsun! halifeye sen söylemeseydin, sıkıntıdan kurtulamıyacakdım der. osman bin hanif radıyallahü anh ise, ben halifeyi görmedim, işinin çabuk yapılması, sana öğretdiğim düadandır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o duayı bir amaya öğretirken işitmişdim. vallahi amanın, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem ayrılmadan önce, gözleri açılmışdı dedi. hazreti ömer radıyallahü anh halife iken, kıtlık oldu. eshabı kiramdan bilal bin hars radıyallahü teala anh, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesine gidip, ya resulallah! ümmetin açlıkdan ölmek üzeredir. yağmur yağması için vesile olmanı yalvarırım dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o gece rü'yasında görünüp, halifeye git! benden selam söyle! yağmur düasına çıksın! buyurdu. hazreti ömer, yağmur düasına çıkıp, yağmur yağmaya başladı. allahü teala, sevdiklerinin hatırı için diyerek yapılan düaları kabul buyurmakdadır. allahü teala, muhammed aleyhisselamı çok sevdiğini bildirmişdir. bunun için, bir kimse, diyerek bir düa etse, düası red olunmaz. bununla beraber, ufak tefek dünya işleri için, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile etmek, edebe uygun olmaz. burhaneddin ibrahim maliki rahimehullahü teala de vefat etmişdir. buyuruyor ki, çok aç olan fakir bir kimse, hucrei se'adete gidip, ya resulallah! karnım açdır dedi. az sonra, birisi gelip, fakiri evine götürdü, karnını doyurdu. fakir, yapdığı düanın kabul olduğunu söyleyince, kardeşim! çoluk çoahmed nesai de remlehde vefat etdi. cuğundan ayrılıp, uzak yollardan sıkıntılar çekerek resulullahı ziyaret için geldin. bir lokma ekmek için resulullahın huzuruna çıkmak yakışır mı? o yüksek huzurda, cenneti ve sonsuz ni'metleri istemeli idin! burada istenilen şeyleri allahü teala red etmez dedi. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek şerefine kavuşanlar, kıyamet gününde şefa'at etmesi için, düa etmelidir. imamı ebu bekri makkari rahimehullahü teala bir gün, imamı taberani ve ebu şeyh rahimehümullahü teala ile mescidi se'adetde oturuyorlardı. birkaç günden beri acıkmışlardı. yatsı namazından sonra, imamı ebu bekr artık dayanamıyarak, dedikden sonra, bir köşeye çekildi. iki arkadaşı kitab okuyorlardı. seyyidlerden bir zat, iki hizmetçisi ile gelerek, kardeşlerim! dedem resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem açlıkdan yardım istemişsiniz. biraz uyumuşdum. sizi doyurmamı emr buyurdu dedi. getirdiklerini birlikde yidiler. artanını bunlara bırakıp gitdi. ebülkasım süleyman taberani rahmetullahi aleyh, hadis imamıdır. da taberiyyede tevellüd, de isfehanda vefat etdi. ebül abbas bin nefis rahimehullahü teala ama idi. üç gün aç kaldı. hucrei se'adete gelip, ya resulallah! açım deyip, bir tarafa çekildi. az zeman sonra, biri gelip, bunu evine götürdü. karnını doyurdu ve ey ebül abbas! resulullah efendimizi rü'yada gördüm. seni doyurmamı emr etdi. aç kaldığın zemanlar, bize gel! dedi. islam alimlerinden imamı muhammed musa bin nu'man merakişi maliki rahimehullahü teala de vefat etdi. adındaki kitabında, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile ederek muradlarına kavuşanları yazmakdadır. bunlardan biri, muhammed bin münkedirdir rahimehullahü teala. muhammed diyor ki, bir adam, babama seksen altın bırakıp cihada gitmişdi. bunları sakla! çok muhtac olana da yardım edebilirsin demişdi. medinede kıtlık oldu. babam, altınların hepsini açlıkdan bunalanlara dağıtdı. altınların sahibi gelip istedi. babam, bir gece sonra gel dedi. hucrei se'adete gidip, sabaha kadar resulullaha yalvardı. gece yarısı, bir adam gelip, demiş, bir kese altın verip, sonra hiç görünmemişdir. babam evde altınları sayıp, seksen aded olduğunu görünce, sevinerek hemen sahibine vermişdi. ebuşşeyh bin hayyan abdüllah isfehani da vefat etdi. ibni celah rahimehullahü teala medinede fakir düşmüşdü. hucrei se'adete geçip, ya resulallah! bu gün sana müsafir geldim. karnım çok açdır dedi. bir kenara çekilip uyudu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem rü'yasında görünüp, büyük bir ekmek verdi. diyor ki, çok aç olduğum için, hemen yimeğe başladım. yarısı bitince uyandım. kalan yarısını elimde buldum. ebülhayr akta' rahimehullahü teala medinede beş gün aç kalmışdı. hucrei se'adetin yanına gelip, resulullaha selam verdi. aç olduğunu bildirdi. bir yana çekilip uyudu. rü'yada, resulullahın geldiğini gördü. sağında ebu bekri sıddik, solunda ömer faruk ve önünde aliyyül mürteza radıyallahü teala anhüm ecma'in vardı. hazreti ali gelip, ya ebel hayr! kalk, ne yatıyorsun? resulullah geliyor dedi. hemen kalkdı. resulullah gelip, büyük bir ekmek verdi. ebülhayr diyor ki, çok aç olduğum için hemen yimeğe başladım. yarısı bitince uyandım. kalan yarısını elimde buldum. ebu abdüllah muhammed bin ber'a rahimehullahü teala diyor ki, babam ile mekkede parasız kaldık. ebu abdüllah bin hafif rahimehullahü teala de yanımızda idi. medineye geldik. ben çocukdum. acıkdım diyerek ağlardım. babam dayanamadı. hucrei se'adete gelip, ya resulallah! bu gece sana müsafiriz dedi. bir yana oturdu. gözlerini kapadı. biraz sonra, başını kaldırıp güldü. sonra çok ağladı. gözünü açıp, resulullah elime para verdi dedi. avucunu açdı. paraları gördüm. bunları hem kullandık, hem de sadaka verdik. rahatça şirazda evimize geldik. ahmed bin muhammed sfi rahimehullahü teala diyor ki, hicaz çöllerinde varlığım kalmadı. medineye geldim. hucrei se'adet yanında resulullaha selam verdim. bir yana oturup uyudum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem görünüp, ahmed geldin mi? avucunu aç! buyurdu. avucumu altınla doldurdu. uyandım. ellerim altın dolu idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıklarının temiz kalblerinden çıkan sözler, edebe, saygıya uygunsuz görünürse, bunlara birşey dememeli, susmalıdır. buradaki edeblerden, saygılardan biri de, susmakdır. aşıklardan biri, kabri se'adetin yanında, her sabah ezan okur, namaz uykudan daha iyidir derdi. mescidi nebi hizmetçilerinden birisi, resulullahın sallallahü teala a.ıyamet ve ahıret leyhi ve sellem huzurunda terbiyesizlik yapıyorsun diyerek, bunu döğdü. bu da, ya resulallah! yüksek huzurunuzda adam döğmek, söğmek, edebsizlik sayılmaz mı? dedi. biraz sonra döğen kimsenin felc olduğu, eli ayağı tutmadığı görüldü. üç gün sonra da öldü. bunu, hafız ebülkasım rahimehullahü teala kitabında yazmakdadır. sabit bin ahmed bağdadi rahimehullahü teala de, bunu gördü demekdedir. ibnünnu'man rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, ibnüssa'id rahimehullahü teala ve arkadaşları medinede parasız kalmışlardı. hucrei se'adeti ziyaretden sonra, ya resulallah! paramız bitdi. yiyeceğimiz kalmadı! deyip çekildi. mescid kapısından çıkarken, birisi bunu evine götürüp, bol bol hurma ve para verdi. şerif ebu muhammed abdüsselam fasi rahimehullahü teala diyor ki, medinede üç gün kaldım. minber önünde, iki rek'at namaz kılıp, ey yüce ceddim! açlığa dayanamıyacak hale geldim! dedim. biraz sonra, birisi gelip, bir tepsi yiyecek getirdi. pişmiş et, tereyağı ve ekmek vardı. bana birisi yetişir dedim ise de, hepsini yiyiniz! bunları resulullahın emri ile getirdim. çocuklarım için hazırlamışdım. rü'yada resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. buyurdu. şerif mühessir kasımi rahimehullahü teala, hucrei se'adetin şam tarafındaki teheccüd mihrabı önünde uyumuşdu. ansızın kalkıp, hucrei se'adetin önüne geldi. gülerek geri gitdi. mescidi nebi hizmetcilerinin müdiri olan şemseddin savab, mihrab yanında idi. niçin güldüğünü sordu. birkaç günden beri evimde yiyecek yokdu. hazreti fatımanın makamında, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! aç kaldım demiş, buraya gelip uyumuşdum. rü'yada, yüce ceddim, bir kase süt verdi. içdim. uyandım. kase elimde idi. teşekkür için, hucrei tahire önüne geldim. oradaki zevkden, lezzetden güldüm. işte kase! dedi. kitabı bunu uzun yazmakdadır. ali bin ibrahim busri rahmetullahi aleyh diyor ki, abdüsselam bin ebi kasım sahabi radıyallahü teala anh, hucrei se'adet önünde durup, ya resulallah! mısrdan geldim. beş aydır sana müsafirim. kaç gündür aç kaldım. allahü tealadan yiyecek isebu nu'aym ahmed isfehani şafi'i da vefat etdi. terim dedi. bir yana çekilip oturdu. bir kimse gelip, hucrei se'adete selam verdikden sonra, abdüsselamın elinden tutup, çadırına götürdü. yemek ikram eyledi. biraz yidi. medinede bulunduğu zeman, bu adam onu çadırına götürür doyururdu. imamı semhudi rahimehullahü teala kapısının anahtarını düşürdü. bulamadı. hucrei se'adet önüne gelip, ya resulallah sallallahü teala aleyhi ve sellem! anahtarımı düşürdüm. evime gidemiyorum dedi. bir çocuk elinde anahtarı getirdi. bunu buldum. acaba sizin mi dediğini, adındaki kendi kitabında yazmakdadır. nureddin ali bin ahmed semhudi, de vefat etdi. ve kitablarında medinei münevvereyi anlatmakdadır. şeyh salih abdülkadir rahimehullahü teala buyuruyor ki, medinei münevverede birkaç gün aç kaldım. hucrei se'adeti ziyaretden sonra, resulullahdan ekmek, et, hurma istiyecek kadar ileri gitdim. sonra, da iki rek'at namaz kılıp, bir yanda oturdum. biraz sonra, kibar bir kimse gelip, evine götürdü. et kızartması, ekmek ve hurma yidirdi. dedi ki, sünnetini yapmak için uyumuşdum. rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz göründü. bu yemekleri size vermemi söyledi. seyyid ahmed medeni, kitabının sahibi olan süleyman cezulinin rahimehullahü teala soyundandır. kitabının yazıldığı senesinde sağ idi. babası fakir imiş. çocuk, elma, armut, hurma gibi şeyler isteyince, satın alamazmış. oyalamak için, git resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem iste dermiş. hucrei se'adet kapısına gidip, dilediğini istermiş. şebekei se'adetin iç tarafından bunlar uzatılır, alır yirmiş. kilisli mustafa ışki efendi rahimehullahü teala tarih kitabında diyor ki, mekkede yirmi sene kaldım. senesinde altmış altın birikdirip, çoluk çocuk ile medineye geldik. paralar yolda bitdi. bir tanıdığıma müsafir olup, hucrei se'adete geldim. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem yardım istedim. üç gün sonra, bulunduğum eve bir beğ gelerek, benim için bir ev kiraladığını söyledi. eşyalarımı oraya taşıtdı. bir senelik kira bedelini ödedi. birkaç ay sonra, bir ay hasta yatdım. evde yiyecek ve satacak birşey kalmadı. zevcemin yarsüleyman cezuli muhammed şazili maliki de şehid oldu. dımı ile dama çıkıp, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesine karşı, sıkıntımı anlatıp yardım dilemek istedim. ellerimi kaldırınca, dünyalık istemekden utandım. birşey söyleyemedim. odama indim. ertesi gün, bir kimse gelip, filan efendi bu altınları sana hediyye gönderdi, dedi. keseyi aldım. geçimimiz düzeldi ise de, hastalıkdan kurtulamadım. yardımla hucrei se'adet önüne gelip, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem şifa istedim. mescidden çıkıp, kimseden yardım istemeden evime yürüdüm. eve girerken, hastalığım hiç kalmadı. nazar değmemesi için, sokağa birkaç gün bastona dayanarak çıkdım. fekat, para bitmişdi. çoluk çocuğu karanlıkda bırakıp, mescidi nebeviye geldim. yatsı namazından sonra, sıkıntımı resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem söyledim. yolda tanımadığım bir kimse yanıma gelip, elime bir kese verdi. içinde, beheri dokuz kuruşluk kırkdokuz altın vardı. mum ve lüzumlu şeyleri aldım, eve geldim. mustafa ışki efendi diyor ki, oğlum muhammed salih kundakda iken, anası hastalandı. sütü kesildi. çok sıkıldık. çocuğu hucrei se'adete götürdüm. perde eteğine bırakdım. allahümme inni es'elüke ve eteveccehü ileyke binebiyyina ve seyyidina muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem nebiyyirrahme, ya seyyidina, ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! inni eteveccehü ila rabbike ersil mürdiate lihazelma'sum diyerek düa etdim. sabah erken, şerif isminde bir subay gelip, efendim! üç aylık kızım vefat etdi. validesinin sütünü kesemiyoruz. acaba, süt anası arıyan var mı? dedi. çocuğu gösterdim. çocuğu bize verirseniz, allahü tealanın rızası için ona süt veririz. iyi terbiye ederiz. zevcem de, buna sevinir dedi. çocuğu götürdü. yine diyor ki, senesinde çok sıkıntı çekdim. istanbula gitmeği düşündüm. gecesinde, ravdai mutahheranın bir köşesinde oturdum. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem izn istemek için, gönlümü hucrei se'adete bağladım. uyumuşum. rü'yada bir ses, üç kerre istanbula git. mustafa paşaya müsafir ol! dedi. eve gitdim. çoluk çocuğa veda edip yola çıkdım. iskenderiye şehrine kadar yürüdüm. vapur param yokdu. çok sıkıldım. hadisi şerifini hatırladım. yazarı olan imamı busayrinin rahimehullahü teala türbesine gitdim. ziyaret etdim. allahü tealanın sevgili kullarından olan bu zatın mubarek ruhunu vesile ederek, cenabı hakdan yardım diledim. dışarı çıkınca, serezli ahmed beğ adında birisi ile karşılaşdım. beni arıyormuş. efendim, osmanlı devlet adamlarından sa'id muhib efendi rahimehullahü teala yola çıkdığınızı işitip, sizi görmekle şereflenmek istiyor. zahmet buyurup, gelirseniz, çok sevinecekdir dedi. konağa gitdik. muhib efendi, büyük bir nezaket ile ve saygı ile karşıladı. dedi. ertesi gün, mısr valisi muhammed ali paşadan rahimehullahü teala üç kese para geldi. vapurla istanbula geldik. yirmibir gün, vapurda karantinada kaldık. cum'a günü, vapurdan çıkınca, doğru eyyub sultana gitdim. halid bin zeyd hazretlerini radıyallahü teala anh ziyaret edip, kendisine garib bir müsafir olduğumu kalbimden geçirip, yardım etmesi için yalvardım. eyyub cami'inde, cum'a namazını kıldıktan sonra, cema'at ile birlikde türbeye girdik. bir yanda oturdum. bilmediğim bir zat, nereye gideceğiz? emr ediniz efendim! dedi. arkamdan, birisi, sırtıma yumruk vurup dedi. yolda giderken: arkama yumruk vuran kim idi dedim. onun ismi mahmuddur. eyyub ehalisi, kendisine meczub derler dedi. beni nereye götürüyorsunuz dedim. bendeniz, eski ser katibi yari ve şimdi ser asker olan mustafa nuri paşanın rahimehullahü teala adamıyım. sizi bulmağı emr buyurdu. mustafa paşa ile tanışmıyoruz. acaba, niçin böyle emr verdiler? orasını bilemem. adınızı saygı ile söyliyerek, sizi beklediklerini bildirdiler. beni bilmez idin. eyyubde hiç bilen de yokdur. acaba yanlışlık olmasın dedim. hayır efendim! paşa hazretleri beni gönderirken, bugün eyyubde, cum'a namazından sonra, şöyle mubarek bir zat bulacaksın. saygı ile, edeb ile, alıp buraya getir dedi. şeklinizi anlatdı dedi. bu sözleri işitince, mustafa paşanın ma'nevi bir işaret aldığını düşündüm. karşısına çıkınca, büyük bir nezaket ile ve edeb ile karşıladı. efendim, benim müsafirimsin. istediğin kadar kalırsın. halid bin zeyd ensari de istanbulda vefat etdi. dilediğin yerleri gezer, dolaşır, yine gelirsin dedi. bir odaya yerleşdirdi. emrime birkaç hizmetçi verdi. ertesi gün, şeyh abdülkadir mevlevi tekkesinin ziyaret günü imiş. gidip bir yanda oturdum. biri gelip edeb ile, efendi hazretleri! mubarek isminiz nedir? ne zeman geldiniz? kimin yanında müsafirsiniz? dedi. cevablarımı dinleyip gitdi. akşam dönüşde, mustafa paşa hazretlerine bu soruları anlatdım. yüce padişahımız rahimehullahü teala, bugün orasını şereflendirdiler. kendileri mekkei mükerreme ve medinei münevverede bulunan müslimanları çok sever ve sayarlar. soran kimsenin padişahımız efendimiz tarafından gönderilmiş olmasını sanırım buyurdu. padişahımızın mubarek yüzünü görmekle şereflenebilir miyim dedim: evet, cum'a namazı kıldıkları selamlığa giderseniz, o şerefe kavuşabilirsiniz dedi. beni, cum'a selamlığına gönderdi. selamlık merasimi, beğlerbeği cami'i şerifinde idi. bir yana durup, sultanın mubarek cemalini görmek için bekledim. padişahımızın hakkı gören mubarek gözleri, bu aşık fakire ilişince, şahlanarak giden atını durdurdu. ser asker paşayı gönderdi. ser asker paşa gelip, ışki efendi! padişahımız selam söylediler! size üçyüz kuruş ma'aş irade buyurdular. çoluk çocuğu düşünerek üzülmesin! istanbulun her yerini gezsin, görsün buyurdular dedi. sultan abdülmecid han rahimehullahü teala efendimizin bu şahane fermanlarının, her zeman işitmiş olduğum keşf ve kerametlerinden biri olduğunu anlıyarak, çoluk çocuk düşüncesinden kurtuldum. birkaç ay sonra, medinei münevvereye döndüm. çoluk çocuğumu rahat ve sevinç içinde buldum. meğer, padişah abdülmecid han rahimehullahü teala hazretleri, benim adım ile, çoluk çocuğuma üçbin kuruş göndermiş. arkamdan da, yedi bin kuruş daha göndererek, hepimizi sevindirdiler. bütün müslimanlar gibi, biz de, her namazda o mubarek padişaha düa eyledik. abdülmecid han rahmetullahi aleyh hazretlerinin ihsanlarını ve kerametlerini anlatmakla şereflenmek için, şu kıt'ayı her yerde okur oldum: şehinşahı mu'azzam hazreti abdülmecid hana, nasıl arzı hal eylesem diye düşdümdü feryada, kerameti çok, ihsanı bol, ol şahı cihan ara, gönlümü anladı, bildi, bir fakir gelmiş üftade. kerametidir beni kaldırdı hakı mezelletden, mu'azzez eyledi fakiri, rağmen çeşmi hüssade. abdülmecid han de vefat etdi. ışki efendinin gitmiş olduğu beşiktaş mevlevihane tekkesi idi. sonradan, eyyubde behariye caddesindeki tekkeye taşınmışdır. o zeman, tekke şeyhi abdülkadir dede imiş. ışki efendi, büyük bir zat olmalıdır. çünki, hucrei se'adet önünde her ne dilemişse, kabul olmuşdur. bahriye şurası katiblerinden hacı tevfik beğ rahimehullahü teala, medinei münevverede iken, gözleri pek ağrımışdı. hucrei se'adeti ziyaret edip, ağrıdan kurtulması veya istanbula gitmesi için düa etmiş, evine dönmüşdü. arkasından evine ışki efendi gelip gözlerine okumuş, üflemiş, ağrı hemen kalmamışdır. istanbullu bir kimse yedi sene medinede kalıp, her gün denilen yerde kitabını okurdu. fekat delaili şerifi, ne zeman okumağa başlasa, üstü temiz, güzel kokulu, sakalı, bıyığı sünnete uygun olarak kesilmiş bir ihtiyarı yanında görürmüş. istanbula döneceği zeman, hucrei se'adetin önünde düa ederken, ya resulallah! biliyorsun ki, bu mubarek yerde, her gün delaili şerif okuyup bitirdim. kabul olduğunu anlıyamadım. o mubarek kitabı okurken, acaba gerekli saygıyı yapamadım mı? dedi. bir kenara oturdu. uyuyuverdi. rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin penceresinden bir kase süt ihsan buyurduğunu görerek, hemen alıp içer, uyandığı zeman, yanında o güzel kokulu ihtiyar görünerek der ve gider. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vesile ederek yapılan düaların kabul olduğunu bildiren ve misaller veren, nice kitablar yazılmışdır. ebu süleyman davüd şazilinin rahimehullahü teala kitabında şaşılacak çok şeyler yazılıdır. ebu süleyman davüd şazili iskenderi de vefat etdi. maliki idi. ibni muhammed eşbili rahimehullahü teala diyor ki, ispanyada gırnata şehrinde, eski bir arkadaşımın evinde müsafir idim. arkadaşım hasta oldu. yaşamasından ümmid kesildi. o zeman vezir olan ibnülhisal rahimehullahü teala hastayı ziyarete geldi. hucrei se'adete götürüp bırakmak üzere bir mektub yazdı. hastanın iyi olması için resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem yardım diledi. hasta, birkaç gün sonra iyi oldu. kitabının tercemesinde ikinci cildde şakayık müellifi taşköprüzade ahmed bin mustafa de istanbulda vefat etdi. diyor ki, osmanlı devletinin ilk şeyhulislamı ve zemanının müceddidi olan büyük islam alimi mevlana şemseddin muhammed bin hamza fenarinin rahimehullahü teala gözlerine perde geldi. göremez oldu. bir gece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdukda, demiş. peygamberlerin tabibi olan resulullah efendimiz, mubarek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mubarek tükrüğü ile ıslatdıkdan sonra, gözleri üzerine koymuşdur. molla fenari uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde bularak kaldırmış, görmeğe başlamışdır. allahü tealaya hamd ve şükr etmişdir. pamukipliklerini saklayıp, öldüğü zeman gözleri üzerine konmasını vasiyyet etmişdir. de bursada vefat edince, vasıyyetini yerine getirdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi vesile ederek allahü tealaya yapılan düalar kabul olduğundan, müslimanların halifesi, hazreti ömer radıyallahü teala anh, medinede kıtlık olunca, abbas bin abdül muttalibi radıyallahü teala anh vesile edinerek yağmur düasına çıkdı ve ya rabbi! sevgili peygamberini sallallahü teala aleyhi ve sellem vesile yaparak düa ederiz! resulünün muhterem amcası hurmetine, senden yağmur isteriz! düamızı kabul buyur! demişdir. hazreti ömer radıyallahü anh halife iken, bir daha kıtlık olmuşdu. ka'bülahbar rahimehullahü teala hazretleri, ya emirel mü'minin! israil oğulları zemanında, kıtlık olunca, peygamberleri vesile ederek düa olunurdu dedi. bunun üzerine, hazreti ömer, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem minberine çıkıp, ya rabbi! peygamberinin amcasını vesile ederek sana yalvarırız ve onun hurmeti için senden mağfiret ve ihsan dileriz demişdir. cema'ate dönüp, rabbinize düa ediniz! o, düaları kabul edicidir demişdir. halifenin bu emri üzerine, hazreti abbas, uzun bir düa yapdı. düa bitmeden önce, yağmurdan medine sokakları sudan geçilemez oldu. o gün, hazreti abbasın adı oldu. resulullahın şairi olan hassan bin sabit radıyallahü anhüma o gün, hazreti abbası öven bir şi'r okudu. abbasi halifelerinin ikincisi ebu ca'fer mensur, mescidi nebevi içinde imamı malik rahimehullahü teala ile konuşuyorlardı. ey mensur! burası mescidi se'adetdir! hafif sesle söyle! ebu ca'fer de mekkede vefat etdi. hak teala, hucurat suresinde mealen, buyurarak bir cema'ati azarlamışdır. ayeti kerimesi ile de, hafif konuşanları övmüşdür. resulullaha, öldükden sonra saygı göstermek, sağ iken saygı göstermek gibidir dedi. mensur, boynunu bükerek, ya eba abdüllah! kıbleye karşı mı durmalı, yoksa kabri se'adete karşı mı durmalı dedi. imamı malik hazretleri, resulullahdan yüzünü çevirme! kıyamet gününün şefa'atçısı olan o yüce peygamber sallallahü teala aleyhi ve sellem, kıyamet günü, senin ve baban adem aleyhisselamın kurtulması için vesile olacakdır. kabri se'adete dönerek ve resulullahın mubarek ruhuna sarılarak şefa'at dilemelisin! nisa suresinde altmışüçüncü ayetinde mealen, buyuruyor. bu ayeti kerime, resulullahı vesile edenlerin tevbelerinin kabul olunacağını söz vermekdedir dedi. bunun üzerine, mensur, olduğu yerden kalkıp, hucrei se'adet önünde durdu. ya rabbi! bu ayeti kerimede, resulünü vesile edenlerin tevbesini kabul edeceğine söz verdin. ben de, yüce peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem yüksek huzuruna gelip senden afv diliyorum. kendisi sağ iken afv dileyip afv buyurduğun kulların gibi, beni de afv eyle! ya rabbi! nebiyyürrahme olan yüce peygamberini vesile edinerek sana yalvarıyorum. ey peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselam! sana tevessül ederek, rabbime yalvardım. ya rabbi! o yüce peygamberi bana şefa'atçı eyle! diyerek yalvarmağa başladı. arkası kıbleye, yüzü penceresine karşı ayakda durup, düa eyledi. minberi nebevi sol tarafında kalmışdı. dikkat imamı malikin mensur halifeye rahimehümullahü teala verdiği nasihat önünde düa edenlerin çok uyanık olmaları lazım geldiğini göstermekdedir. o makama uygun edebi ve saygıyı gösteremiyecek olanların, medinei münevverede çok kalmaları doğru olmaz. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, buyurdu. anadolu köylülerinden biri, medinei münevverede senelerce malik bin enes bin malik bin ebi amir esbahi de medinede vefat etdi. kalmış, evlenmiş ve hucrei se'adetde belli bir hizmet yaparmış. ateşli bir hastalığa yakalanmış. canı ayran istemiş. eğer köyümde olsaydım, yoğurtdan ayran yapdırıp içerdim, düşüncesini gönlünden geçirmiş. o gece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, efendiye rü'yada görünüp, o kimsenin yapdığı işin başkasına verilmesini emr buyurmuş. şeyhulharem, ya resulallah! o hizmeti, ümmetinden filan kimse yapmakdadır deyince, o kimseye söyle! köyüne gidip, ayran içsin! buyurmuşdur. ertesi gün, bu emr bildirilince, köylü baş üstüne diyerek memleketine gitmişdir. yalnız gönülden geçen bir düşünce, bu kadar zarar verince, allah korusun, şaka bile olsa, uygunsuz bir sözün yahud edebe uymıyan bir hareketin ne büyük bir zararı olacağını bundan anlamalıdır. hucrei se'adeti ziyaret edenlerin çok uyanık olmaları lazımdır. gönlünde dünya düşünceleri bulunmamalıdır. muhammed aleyhisselamın nurunu ve derecesinin yüksekliğini düşünmelidir. dünya işlerini ve büyük kimselerle görüşüp faide sağlamağı ve alış veriş düşünenlerin düaları kabul olmaz. dileklerine kavuşamazlar. hucrei se'adeti ziyaret etmek çok şerefli bir ibadetdir. buna inanmıyanların, müslimanlıkdan çıkmalarından korkulur. çünki bunlar, allahü tealaya ve onun resulüne ve bütün müslimanlara karşı gelmiş olur. maliki alimlerinden birkaçı, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem ziyaret etmek vacibdir demiş ise de, müstehab olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. kitabın ikiyüzsekizinci sahifesinde diyor ki: ibni kayyımi cevziyye dedi ki, şirkin çeşidleri vardır: muhtac olduğu şeyleri ölüden istemek, ölülerden istigase etmek de şirkdir. ölü iş yapamaz. kendine lazım olan şeyi yapamaz ve zarar veren şeyi gideremez ki, başkalarına faidesi olsun. kendisi için allaha şefa'at etmesini ölüden istemek de şirkdir. allah izn verirse, ölü şefa'at edebilir. onun ölüye yalvarması, allahın izn vermesi için sebeb olmaz. bu müşrik, izne mani' olan birşey ile şefa'at istemekdedir diyor. halbuki, allahü tealanın şefa'at edemiyeceklerini bildirdiği şeylerden, ya'ni putlardan, tapınılan, şerik edilen şeylerden, şefa'at istemek yasak edilmişdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, velilerin, alimlerin rahimehümullahü teala şefa'at edecekleri bildirilmişdir. bunların şefa'at etmeleri için, kendilerine yalvarmak, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere inanmış olmağı göstermekdedir. evet, şefa'at, allahü tealanın izn vermesi ile olacak. fekat, izn vereceği kimseleri, kur'anı kerim ve hadisi şerifler bildirmekdedir. bunlar da, dilediklerine, razı olduklarına, şefa'at edeceklerdir. suresinde, buyurması da, bunu göstermekdedir. imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala kitabının ondördüncü maddesinde, buyurdu. in, şerhinde, bu hususda geniş bilgi vardır. evliyaya yalvarmak, allahü tealanın, onlara izn vermesi için değil, izn verdiği zeman bize de şefa'at etmeleri içindir. bu inceliği anlıyamıyan bir kimse, sapıtmakda, şefa'at istiyen milyonlarca müslimana kafir damgası basmakdadır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mü'minlere şefa'at edeceğini buyurduğunu, müşriklere şefa'at edilmiyeceğini, kendi kitabları da yazıyor. ölülerden şefa'at istemenin şirk olduğunu kendisi uyduruyor. bu müşriklere şefa'at edilmiyeceğini kur'anı kerim bildiriyor diyerek, allahü tealanın kitabını kendine yalancı şahid göstermeğe kalkışıyor. kitabın ikiyüzonaltıncı, ikiyüzyirminci ve ikiyüzyirmidördüncü sahifelerinde, resulullahın amcası ebu talib için gelmiş olan, kasas suresinin, sen sevdiğini hidayete getiremezsin. fekat, allahü teala, dilediğini hidayete kavuşdurur mealindeki ellialtıncı ayeti kerimesini yazıp, kalbleri küfrden, fıskdan imana ve ita'ate ancak allahü tealanın çevireceğini bildirdikden sonra: tesavvuf büyüklerinden talebesinin kalbine girerek, kalbinde olanları bildiklerini ve kalbini dilediği gibi çevirdiklerini söyliyenler yalancıdır. bunlara inananlar da, allaha ve peygamberlere inanmamış olur. allahdan başka tapınılan herşeye denir. kabr, türbe de vesendir. mesela, mısrlıların en büyük ma'budları ahmed bedevidir. adı belli olmadığı gibi, bir üstünlüğü, ilmi ve ibadeti de bilinmiyor. birgün cami'e girip, bevl yapmış. namaz kılmadan çıkmış olduğunu sahavi, ibni hayyandan haber veriyor. bunu iki cihanda tesarruf eder, yangınları söndürür. fırtınada olan gemileri kurtarır sanıyorlar. ilah, rab ve gaybleri bilir diyorlar. uzakdan işitir ve dilekleri yapar diyor, türbesinin toprağına secde ediyorlar. amman ve ırak ehalisi de abdülkadir geylaniye böyle tapınıyorlar. muhyiddini arabi, yeryüzünün en büyük kafiridir diyor. ebu hanife nu'man bin sabit de bağdadda şehid edildi. tesavvuf büyükleri, allahü tealanın, hidayetlerini ve se'adetlerini dilemiş olduğu, azabdan kurtulacaklarını ezelde takdir etmiş olduğu kimseleri tanırlar. onların irşadlarına sebeb olurlar. evliyaya rastlamak, o seçilmiş büyükleri tanımak, onlara yalvarmak da, allahü tealanın takdiri ve ihsanıdır. allahü teala, ezelde hidayet takdir etmiş olduğu kimseye, ehli sünnet alimlerinin, tesavvuf büyüklerinin kitablarını okumak nasib ederek, se'adete ve şefa'ate kavuşdurur. dalaletini, felaketini dilediklerini de, zındıkların tuzaklarına düşürür. onların bozuk kitablarını, alçak yalanlarını okuyarak cehenneme sürüklenir. vehhabi kitabı, ismleri geçen, allahü tealanın sevgili kullarına, büyük velilere iftiralar yaparak, müslimanlara saldırmakdadır. evet birkaç cahilin ve dinini dünya çıkarına alet eden sapığın, islamiyyete uymıyan çirkin sözü ve hareketi olabilir. fekat, bunları ileri sürerek, bütün ehli sünneti kötülemeğe kalkışması, hıristiyanlar kendisine tapınıyor diyerek, isa aleyhisselama dil uzatmağa benzemekdedir. ahmed bedevi rahimehullahü teala, evliyanın büyüklerindendir. şeyh berinin talebesidir. şeyh beri de, ali bin nu'aym bağdadinin talebesidir. bu da, harikalar, kerametler sahibi, şerif ahmed rifa'inin yetişdirdiği büyük bir velidir rahimehümullahü teala. ahmed bedevi, şeriflerdendir. hicretin senesinde, mısrda vefat etdi. tanta şehrindeki türbesini her yıl yüzbinlerce müslimanın ziyaret ederek feyz aldıklarını ve islamiyyete uymıyan hiçbirşey yapılmadığını kitabı, binkırkdokuzuncu sahifesinden başlayarak, uzun yazmakdadır. abdülkadiri geylani ve muhyiddini arabinin rahimehümullahü teala büyüklüklerini de, ancak onlar gibi yüksek olan islam alimleri anlamış ve yazdıkları yüzlerce kitablarında anlatmağa çalışmışlardır. imamı rabbaninin kitabı, bu yüce velilerin medh ve senaları ile doludur. abdülgani nablüsi de rahimehullahü teala kitabında anlatmakdadır. ikiyüzyirmidördüncü sahifesinde: şa'rani, şeyhi aliyyülhavasın resulullahdan bir an ayrılmadığını yazıyor. bunlar yalandır. doğru olsaydı peygamber gelip, eshabı arasındaki ayrılıkları önlerdi diyor. zerre kadar aklı ve din bilgisi olan, böyle söyliyemez. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı arasında olacak fitnelerin, ayrılıkların hepsini haber vermişdi. gelip de, bunları önlemesi, nasıl düşünülebilir? şa'raninin rahimehullahü teala bildirdiği beraberlik, keşf ve müşahede idi. bu ahmakların anladıkları gibi maddi bir şey değildi. anlamadıklarını, bilmediklerini inkar ediyorlar. ata sözü, burada tam yerini bulmakdadır. hazreti ebu bekr radıyallahü teala anh, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem her an gördüğünü söyler ve senden utanıyorum derdi. otuzikinci maddeyi okuyunuz! yüzsekseninci sahifesinde, imamı busayrinin sinden örnek vererek: bu sözler allahdan başkasına güvenmek, mahluku büyültmekdir. şirkdir diyor. resulullahı, allahü teala övmüşdür. kendisi de, kendisini överek, allahü tealanın kendisine ihsan etmiş olduğu ni'metleri saymışdır. bu övmeleri, o kadar çokdur ki, busayri hazretlerinin övmesi, onların yanında hiç kalmakdadır. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem övmek ibadetdir. eshabı kiramın hepsi övmüşlerdir. bunlardan hassan bin sabit ve ka'b bin züheyrin uzun medhleri meşhurdur. ka'b bin züheyr, kasidesinde, busayriden daha çok övmüşdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu beğenip, ka'bın önceki kusurunu afv buyurmuş ve mubarek hırkasını ona hediyye etmişdi. bu hırkai se'adet, şimdi istanbulda topkapı serayındadır. vehhabi kitabı, busayrinin kasidesindeki, beytini yazarak, resulullahdan istigase şirkdir diyor. bu , ey bütün yaratılmışların en üstünü ve en cömerdi olan yüce peygamber! son nefesimde, sığınacağım senden başka kimse yokdur demekdir. vehhabi yazar, taberaninin bildirdiği hadisi şerifi yazarak, kuldan istigase etmek şirkdir diyor. bu hadisi şerifde, bir münafık, mü'minlere sıkıntı veriyordu. ebu bekri sıddik, gidelim, resulullaha istigase edelim, ona sığınalım dedi. resulullah da, bana istigase olunmaz. allaha istigase olunur buyurdu. vehhabi, bu hadisi şerifi ileri sürerek, ehli sünnete hücum etmek çabasındadır. halbuki hadisi şerif, herkesi her zarardan koruyan allahü tealadır. koruyucu sebebleri yaratan ve bu sebeblere koruma kuvvetini ve te'sirini veren odur. o korumak istemese, sebebe kavuşdurmaz. sebeb olsa da, te'sir edemez demekdir. hadisi şerif, demekdir. hazreti ebu bekr, böyle olduğunu bilmiyor mu idi. elbet biliyordu. fekat kıyamete kadar gelecek olan mü'minlerin, onun bu sözünü yanlış anlamamaları için, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onun bu kısa sözünü açıkladı. bunun için, bütün mü'minler, her zeman, te'siri yalnız allahü tealadan bilirler. imamı muhammed ma'sum, ının birinci cildi, yüzonuncu mektubunda buyuruyor ki: allahü teala, kendi kudretini sebebler altında gizledi. kudret sahibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeblere yapışmağı emr buyurdu. tam müslimanın, sebeblere yapışmasını ve sebeblere kuvvet veren yaratana güveneceğini bildirdi. ya'kub aleyhisselamın bu ikisini birlikde yapdığını kur'anı kerimde bildirerek, onu övdü. yusüf suresinde mealen, ya'kub aleyhisselam, bizim bildirdiğimizi bilir. fekat, insanların çoğu, takdirin tedbire galib olduğunu bilmezler buyurdu. tibyan tefsirinde, bu ayeti kerimeye demişdir. te'siri sebeblerden bilip, allahü tealanın kuvveti ile te'sir etdiklerini bilmiyenler sapıkdır. sebebleri ortadan kaldırmak isteyen de, allahü tealanın hikmetini bilmemiş, allahü tealanın, mahlukları boş yere, faidesiz yaratmış olduğunu söylemiş olur. insanları tenbelliğe sürükler. sebeblere te'sir kuvvetini allahü tealanın verdiğine inanan ise, hak yola kavuşmuş olur. her iki tehlükeden kurtulmuş olur. yüzonuncu mektubun tercemesi temam oldu. bu inceliği anlıyabilen, yukarıdaki hadisi şerifi de doğru anlayabilir. imamı muhammed bin sa'id busayri rahimehullahü teala sfiyyei aliyyenin büyüklerindendir. şazili olan ebulabbasi mürsinin yetişdirdiği evliyadandır. ebülabbasi mürsi de, ebülhaseni şazilinin talebesidir. senesinde mısrda vefat etmişdir. kendisine felc hastalığı geldi. bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. resulullaha tevessül edip, insanların en üstününü öven meşhur kasidesini hazırladı. rü'yada resulullaha okudu. çok hoşuna gidip arkasından mubarek hırkasını çıkarıp, imama giydirdi. bedeninin felcli olan yerlerini mubarek eli ile sığadı. uyanınca, bedeni sağlam idi. hırkai se'adet de arkasında idi. bunun için, bu kasideye denildi. bürde, hırka, palto demekdir. imamı busayri rahmetullahi aleyh sevinerek, sabah namazına giderken, salah ve zühd ile meşhur bir zata rastladı. imama, kasideni dinlemek isterim dedi. benim kasidelerim çokdur. hepsini herkes bilir dedi. kimsenin bilmediği bu gece resulullaha okuduğunu istiyorum deyince, bunu hiç kimseye söylemedim. nerden anladın dedi. o zat da, imamın rü'yasını, olduğu gibi haber verdi. vezir behaeddin bu kasideyi işitince, hepsini okutup, saygı ile ayakda dinledi. hastalara okununca, iyi oldukları, okunan yerlerin derdlerden, belalardan emin oldukları görüldü. faidelenmek için, inanmak ve halis niyyet ile okumak lazımdır. kasidei bürde, on kısmdır: birinci kısm, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem olan sevginin kıymetini bildirmekdedir. ikinci kısm, insanın nefsinin kötülüğünü anlatmakdadır. üçüncü kısm, resulullahı övmekdedir. dördüncü kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya teşrifini anlatmakdadır. beşinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düalarının hemen kabul olduğunu bildirmekdedir. altıncı kısm, kur'anı kerim övülmekdedir. yedinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mi'racındaki incelikleri bildirmekdedir. sekizinci kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem cihadlarını anlatmakdadır. dokuzuncu kısm, allahü tealadan afv ve mağfiret ve resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem şefa'at istemekdedir. onuncu kısm, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem derecesinin yüksekliği bildirilmekdedir. vehhabi yazar, binlerce müslimanı şehid etmiş olan zalimleri övüyor. onların, ma'sum kanları damlıyan kılınclarını, islam mücahidlerinin mubarek kılınclarına benzetiyor da, allahü tealanın yüce peygamberini övmeği, puta tapanların putlarını övmelerine benzetiyor. resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem övenlere müşrik damgası vuruyor. kafirler putlarını halık, ma'bud olarak övmüşdü. böyle övmek ancak allahü teala için olur. müslimanlar, yalnız allahü tealayı böyle över. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem överek mahlukların en üstüne çıkarırız. resulullaha aşık olan, onu çok öven, islam alimlerinin hiçbiri, o yüce peygamberi halık ve ma'bud derecesine çıkarmamış. allahü tealayı över gibi övmemişdir. bu kitabı yazan, hak ile batılı birbirinden ayıramıyor. kitabını, kafirleri bildiren ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle doldurmuş. bunlara yanlış ma'nalar vererek, islam alimlerine saldırmakda, tesavvuf büyüklerine, allahü tealanın sevdiği müslimanlara müşrik ve kafir demekdedir. bu vehhabi kitabını okuyanlar, her sahifesindeki ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri görerek aldanmakda, bunlara verilen bozuk ma'naları doğru sanarak felakete sürüklenmekdedirler. iki sahifesinden başlıyarak diyor ki: hadisi şerifde, insanların en kötüsü, kıyamet kopacağı zeman diri olanlardır ve kabrleri mescid yapanlardır buyuruldu. islamiyyetden önce, mezarlar mescid yapılmışdı. bu ümmetin sonra gelenleri, cahiliyye ehlinden de ileri gitmiş. sıkışdıkları zeman, allahı unutuyorlar. ölüleri ilah yapıyorlar. ölülerin, kendilerinden istenilenleri yapacaklarına inanıyorlar. abdülkadiri geylani düa edenleri işitir ve yardım eder diyorlar. onun gaybı bildiğini sanıyorlar. halbuki, o ölmüşdür. böyle söyliyenler kafirdir. kur'anı inkar etmiş oluyorlar. ibni kayyım, mezarların üzerindeki kubbeleri yıkmak vacibdir dedi. imamı nevevi, her ne niyyet ile olursa olsun, kabr üzerine türbe yapmak haramdır dedi. mezarlıklar pis olduğu için, orada namaz kılınması yasak edildi diyenler yanılmakdadır. çünki, peygamberlerin mezarları pis olmaz. ibni haceri hiytemi kitabında, mezar üzerine kubbe yapmak büyük günahdır. islam hükumet adamlarının bu kubbeleri yıkmaları lazımdır. önce imamı şafi'inin türbesini yıkmalıdır, dedi. burada da müslimanlara iftira etmekdedir. müslimanlar, hergün beş kerre, allahü tealaya ibadet ediyor. ona yalvarıyorlar. böyle olan bir kimse için, allahı unutuyor demek, açık bir yalancılıkdır. müslimanlar ölüye tapınmaz. allahü tealanın sevdiği kullarının, hatta her ölünün, mezarda işitdiğini, hadisi şerifler bildirdiği için, onun mezarına gidip, onun sebebi ile allahü tealaya düa ediyorlar. meyyitden vesile olmasını, şefa'at etmesini istiyorlar. ölü her dilediğini yapamaz. diri de, her dilediğini yapamaz. fekat, allahü teala, sevdiği kullarının ve en önce peygamberlerin düalarını kabul buyuracağını söz vermişdir. müslimanlar, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyadan rahimehümullahü teala birşey yapmalarını istemez. allahü tealanın birşeyi vermesi için düa etmelerini ister. evliya, kabr başına gelenin dilediğini işitir. bunu vermesi için, allahü tealaya düa eder. allahü teala da, düasını kabul eder. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala kitabının yüzyirmibirinci sahifesinden terceme yaparak, vehhabi kitabının yalanlarını ortaya koyalım: ibni hacer, hadisi şerifleri yazdıkdan sonra buyuruyor ki: şafi'i alimlerinden birkaçı, yukarıdaki hadisi şeriflerden alarak, altı şeyin büyük günah olduklarını bildirmişlerdir. bunlardan biri, kabrleri mescid yapmakdır. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. kabrleri mescid yapanlara la'net edildi ve salihlerin kabrlerini mescid yapanların, kıyamet günü, insanların en kötüleri olacakları bildirildi. mezarı mescid yapmak demek, ona karşı namaz kılmak demekdir. bunun içindir ki, şafi'i alimlerimiz peyabdülkadir geylani da bağdadda vefat etdi. ibni hacerimekkida mekkede vefat etdi. gamberlerin ve evliyanın mezarlarına karşı, onlara saygı olarak namaz kılmak haram olur dediler. haram olması için, iki şart lazımdır. biri, kabrdekinin sayılı, büyük bilinen kimse olması, ikincisi, namazın ona karşı olmasını niyyet etmekdir. mezara kandil yakmak da, ölüye saygı için olunca, haram olur. mezar etrafında dönmek de böyledir. bunlar saygı için değil ise, mekruh olacağı anlaşılmakdadır. kabre secde ederek saygı göstermek, ona tapınmak olur. bu ise büyük günah, hatta küfrdür. hanbeli alimlerinden ba'zıları, kabr yanında saygı namazı kılmak büyük günahdır ve küfre sebeb olur. böyle yapılan türbeleri yıkmalıdır dedi. ibni haceri mekki hiyteminin rahimehullahü teala sinin mısr baskısı, cenaze kısmında diyor ki, her meyyitin gömüldüğü umumi kabristanda, mezar üstüne türbe yapılmaz. bunları yıkmalıdır. umumi olmıyan mezarlıkdaki türbelerin yanına meyyit gömmek için türbeleri yıkmak caiz değildir. onyedinci sahifesinde diyor ki, umumi olan kabristana türbe yapmak haramdır. yapılmış olanı yıkmalıdır. vakf olan kabristanda ve sahibinden izn almadan, bunun kabristanına bina yapmak da haramdır. kendi mülkünde veya başkasının izni ile onun mülkünde türbe yapmak mekruhdur. yirmibeşinci sahifesinde diyor ki, umumi kabristanda türbe yapmak, çok yer kaplıyarak, başkalarının ölülerini gömmelerine mani' olduğu için haramdır. umumi kabristandaki türbeleri yıkmalıdır. şafi'i alimlerinden çoğu rahimehumullahü teala bunun için, imamı şafi'inin rahimehullahü teala türbesinin yıkılmasına fetva vermişdir. çünki, bu türbe umumi kabristandadır. görülüyor ki, ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh her türbe haramdır ve yıkılmalıdır dememişdir. evliyanın kabrleri üzerine türbe yapmanın caiz olduğu da, da ve üsuli erbe'da açık yazılıdır. zevacir kitabı, ikiyüzdokuzuncu sahifesinde, gösteriş için yüksek ev yapmanın da büyük günah olduğunu bildirmekdedir. bu hadisi şeriflere uyarak, türbeleri yıkmayıp, rıyadda, taifde ve ciddede yapdırdıkları sefahet ve fuhş evlerini yıkmaları vacibdir. ikiyüzkırksekizinci sahifesinde, kabrleri ziyaret ediniz! bu ziyaretler, sizlere ahıret gününü hatırlatır hadisi şerifini yazıyor ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek annesinin kabrini ziyaret buyurduğunu bildiriyor. fekat bu hadisi şerif kabrdekine istigase etmeği, ondan birşey istemeği göstermez diyerek peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyanın.ıyamet ve ahıret türbelerini ziyaret etmeği kafirlerin mezarlara tapınmalarına benzetmeğe kalkışıyor. ikiyüzellidokuzuncu sahifesinde, mescidi nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi yasakdır. mescide her girişde, kabri nebiye gitmeğe, imamı malik mekruhdur dedi. sahabe ve tabi'in mescide gelir. namaz kılar ve çıkarlardı. selam vermek için kabre gelmezlerdi. çünki, islamiyyetde böyle birşey emr edilmemişdir. meyyitin ruhunun, kendi şeklinde görünmesi yalandır. böyle görünmek, yalnız mi'rac gecesi olmuşdur. eshabın yapmadıklarını, sonra gelenler yapdılar. eshabdan birkaçı, yalnız uzakdan gelince, yalnız selam vermek için kabre uğrardı. abdüllah ibni ömer yoldan gelince, kabre uğrar selam verirdi. başkasının böyle yapdığı görülmedi. ahmed rıfa'inin peygamberin elini öpdüğü yalandır, uydurmadır. hucrei se'adet önünde düa ederken, kabre dönmeyip kıbleye dönmek lazım olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. hucrei se'adeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek hadis ile yasak edilmişdir diyor. kitabında diyor ki: hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi ibni huzeyme ve bezzar ve ali darekutni ve süleyman taberani rahimehumullah haber vermekdedir. bezzar hazretlerinin bildirdiği başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. müslimi şerifdeki ve ebu bekr bin mekkarinin rahimehullahü teala kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek için medinei münevvereye gelenlere, şefa'at edeceğini haber vermekdedir. imamı taberaninin ve darekutninin ve diğer hadis imamlarının rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ibni cevzi rahimehullahü teala de, bu hadisi şerifi haber vermekdedir. darekutninin haber verdiği başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifi imamı malik rahimedarekutni de vefat etdi. taberani de vefat etdi. hullahü teala de bildirmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevab kazanmaları içindir. imamı beyhekinin haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse bana selam verince, allahü teala, ruhumu geri verir. onun selamına cevab veririm buyuruldu. imamı beyheki, bu hadisi şerife dayanarak, peygamberler mezarlarında diridirler buyurdu. mubarek ruhunun geri verilmesi demek, yüksek makamında iken, selam verene cevab verir demekdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarında diri olduğunu bildiren hadisi şerifler o kadar çokdur ki, birbirlerini kuvvetlendirmekdedirler. mesela, kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir buyurulmuşdur. bu hadisi şerifi ebu bekr bin ebi şeybe rahmetullahi aleyhima bildirmişdir ve altı büyük hadis imamının kitablarında vardır. abdüllah bin abbas radıyallahü teala anhümadan ibni ebiddünyanın haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selam verse, meyyit onu tanır ve cevab verir. tanımadığı meyyite selam verirse, meyyit sevinir ve cevab verir buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyanın her yerinde, aynı zemanda salat ve selam edenlerin herbirine ayrı ayrı nasıl cevab verir denilirse, güneşin bir anda binlerce şehre ışık salması gibidir cevabı verilir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerine selam verince, onu tanıdığı ve cevab verdiği anlaşılınca, bir müsliman için bundan büyük bir şeref ve se'adet olabilir mi? ibrahim bin bişar rahmetullahi aleyh, hac etdikden sonra, kabri se'adeti ziyaret için medineye gitdim. hücrei se'adet önünde selam verdim. vealeykesselam cevabını işitdim buyurmuşdur. şi'. sakın terki edebden, kuyi mahbubi hudadır bu, nazargahı ilahidir, makamı mustafadır bu! mura'ati edeb şartiyle gir nabi bu dergahe, metafi kudsiyandır, busegahi enbiyadır bu! hadisi şerifde, buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabrde, bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu göstermekdedir. evliyanın büyüklerinden seyyid ahmed rıfa'inin ve birçok velilerin rahimehümullahü teala, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem verdikleri selamın cevabını işitdikleri ve ahmed rıfa'inin, resulullahın mubarek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitablarda yazılıdır. bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamağa benzer. seyyid ahmed rıfa'i, de basrada tevellüd, de mısrda vefat etdi. ikinci abdülhamid han rahimehullahü teala bunun türbesini ve mescidini ta'mir ve fevkal'ade tezyin etdi. islam alimlerinin büyüklerinden celaleddin abdürrahman süyuti rahimehullahü teala adındaki kitabında muhaliflere vesikalarla cevab vermekde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrinde diri olup, selam verenleri işitdiğini isbat eylemekdedir. bu kitabında bildirdiği hadisi şeriflerden biri dür. bu hadisi şerifi, kitabının sahibi ebu nu'aym rahimehullahü teala da bildirmekdedir. abdürrahman süyuti, de mısrda vefat etmişdir. ebu ya'lanın rahimehullahü teala inde bulunan bir hadisi şerifde, buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem son hastalığında, hayberde yimiş olduğum yemeğin acısını her zeman duyardım. o gün yidiğim zehr, şimdi ebherimi, ya'ni avort damarımı koparmakdadır buyurdu. bu hadisi şerif, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem şehid olarak vefat etdiğini bildiriyor. allahü teala, ali imran suresinin yüzaltmışdokuzuncu ayetinde mealen, allah yolunda şehid olanları, ölü sanmayınız! onlar diridirler buyurdu. resulullah efendimizin de sallallahü aleyhi ve sellem bütün şehidler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmakdadır. imamı süyuti rahmetullahi aleyh kitabında, yüksek derecedeki veliler rahimehümullahü teala peygamberleri ölmemiş gibi görürler. peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem musa aleyhisselamı mezarında diri olarak görmesi bir idi. evliyanın da böyle görmeleri dir. keramete inanmamak, cahillikden ileri gelir buyurmakdadır. ibni habban ve ibni mace ve ebu davüdün rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, cum'a günleri bana çok salevat okuyunuz! bunlar, bana bildirilir buyuruldu. öldükden sonra da bildirilir mi denildikde, toprak, peygamberlerin vücudünü çürütmez. bir mü'min bana salevat okuyunca, bir melek baahmed ebu ya'la de musulda vefat etdi. na haber vererek, ümmetinden falan oğlu filan, sana selam söyledi ve düa etdi der buyurdu. bu hadisi şerifler, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mezarında, dünyadakilerin bilemediği bir hayat ile diri olduğunu göstermekdedir. zeyd bin sehl radıyallahü anh buyurdu ki, bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda oturuyordum. mubarek yüzü gülüyordu. niçin tebessüm buyurduklarını sordum. nasıl sevinmiyeyim? biraz önce cebrail aleyhisselam müjde getirdi: allahü teala buyurdu ki, ümmetinden biri sana bir salevat söyleyince, allahü teala, ona karşılık on salevat eder dedi buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem diri iken, eshabına allahü tealanın bir rahmeti olduğu gibi, öldükden sonra da bütün ümmeti için, büyük ni'metdir. iyiliklere sebebdir. mehal bin amr diyor ki, bir gün sa'id bin müseyyib ile birlikde rahimehümullahü teala ümmi seleme radıyallahü anha validemizin odasının yanında oturuyordum. birçok kimse ziyaret için hucrei se'adet önüne geldiler. sa'id, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem kabrde sanıyorlar. peygamberler kabrlerinde kırk günden ziyade kalırlar mı? dedi. halbuki sa'id medinedeki harre denilen felaket gününde, kabri se'adetden ezan sesi işitdiğini haber vermişdir. hazreti osman radıyallahü teala anh evi sarıldığı zeman, buyurmuşdur. mehal bin amrın sa'idden işitdim dediği söz doğru olsaydı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrini ziyaret için çağırmazdı. şöyle ki: bilali habeşi radıyallahü teala anh kudüsün fethinden sonra, rü'yasında resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem aldığı emr üzerine medineye gelip, kabri se'adeti ziyaret etdi. müslimanların halifesi olan ömer bin abdül'aziz radıyallahü teala anh şamdan medineye hususi me'murla salat ve selam gönderirdi. hazreti ömer radıyallahü anh kudüsü aldıkdan sonra, medinei münevvereye dönünce, önce hucrei se'adete girip, resulullahı ziyaret etdi ve salat ve selam söyledi. yezid bin mehri diyor ki, şamdan medineye gidiyordum. mısr valisi olan ömer bin abdül'azize radıyallahü teala anh uğradım. bana dedi ki, ey yezid! resulullahı ziyaret se'adetine kavuşömer bin abdül'aziz de şehid edildi. duğun zeman benden salat ve selam söylemeni rica ederim! abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma, her seferden dönüşde, hucrei se'adete girer, önce resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem, sonra hazreti ebu bekri, ondan sonra babası hazreti ömeri radıyallahü teala anhüma ziyaret edip, her birine selam verirdi. bunu, imamı nafi' rahimehullahü teala haber vermekdedir. doğru olduğunu vehhabi kitabı da yazmakdadır. hem, peygamberin kabrini ziyaret etmek, islamiyyetde bildirilmemişdir diyor. hem de, yalnız abdüllah bin ömer ziyaret ederdi diyor. başkaları ziyaret etmedi diyor. halbuki, eshabı kiramın çoğunun radıyallahü teala anhüm ecma'in ziyaret etdikleri, kıymetli kitablarda bildirilmişdir. nafi', abdüllah bin ömerin radıyallahü teala anhüma azadlısı idi. de, medinede vefat etdi. abdüllah ibni ömerin islamiyyetde izn verilmemiş bir şeyi yapdığını söylemek çirkin bir iftiradır. kitabın yazarı, işine geldiği zeman, eshabı kiramı çok övmekde, işine gelmediği zeman da, böyle çok çirkin iftira yapmakdan sıkılmamakdadır. kabri se'adeti ziyaret edip, salat ve selam okumak caiz olmasaydı, abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma böyle yapmazdı ve onu gören eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in yasak olduğunu ona söylerlerdi. onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, caiz ve sevab olduğunu göstermekdedir. imamı nafi' rahmetullahi aleyh diyor ki, abdüllah ibni ömerin resulullahın kabri başına gelip, dedikden sonra, dediğini ve sonra dediğini, belki yüzden fazla gördüm. hazreti ali radıyallahü anh, birgün mescidi şerife girip, fatımanın radıyallahü anha odası önünde çok ağladı. sonra hucrei se'adete girip, dedi. yine ağladı. sonra, diyerek, hazreti ebu bekr ile hazreti ömere radıyallahü anhüma selam verdi. sonra çekilip gitdi. bunun için, fıkh alimlerimiz rahimehümullahü teala hac vazifesini yapdıkdan sonra, medinei münevvereye gelerek, mescidi şerifde namaz kıldılar. sonra ile minberi müniri ve arşı aladan efdal olan kabri şerifi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahy geldiği zeman dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve ta'mir edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü teala anhüm ecma'in geçdikleri yerleri ziyaret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. onlardan sonra gelen alimler, salihler de, hacdan sonra medineye gelirler, fıkh alimlerimiz gibi yaparlardı. bugüne kadar hacılar da, bunun için medinei münevverede ziyaretler yapmakdadırlar. alimler, önce medineye mi gitmeli, yoksa kabri se'adeti hacdan sonra mı ziyaret etmeli sualine başka başka cevab verdiler. tabi'inin büyüklerinden alkama ve esved ve amr bin meymun rahimehümullahü teala önce medineye gitmeli dediler. islam alimlerinin güneşi olan imamı azam ebu hanife rahimehullahü teala önce hac yapmak, sonra mekkeden medineye gitmek daha iyi olur buyurdu. ebülleysi semerkandinin rahimehullahü teala fetvasında da böyle yazılıdır. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında bundan dolayı osmanlı hacılarının iki bayram arasında medinei münevvereye gidip, hac zemanı gelince, medineden mekkeye gitmeleri adet olmuşdur. hacıların bir kısmı da, önce mekkeye gidiyor. arafatdan sonra medineye gelip ziyaretleri yapıyorlar. buradan yenbu' iskelesine gelip vapurlara biniyorlar. süveyş kanalı yolu ile memleketlerine dönüyorlardı. kitabının yazarı kadi iyad ve şafi'i alimlerinden imamı nevevi ve hanefi alimlerinden ibni hümam rahimehümullahü teala buyurdular ki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini ziyaretin çok sevab olduğu, icma'i ümmet ile belli olmuşdur. vacib diyen alimler de vardır. kabr ziyareti sünnetdir. kabrlerin en kıymetlisi olan i ziyaret, sünnetlerin en kıymetlisi olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem baki kabristanını ve uhud şehidlerini ziyaret ederdi. hindistanın büyük alimlerinden, abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala de vefat etdi. farisi kitabında uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki, ebu ferde radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, birgün uhud şehidlerini ziyaret etdi. ey ibadete layık olan rabbim! senin bu kulun ve resulün şahidim ki, bunlar senin rızanı kazanmak için şehid oldular! dedikden sonra, bize dönerek, bir kimse bunları ziyaret ederse ve selam verirse, bunlar o selam sahibine cevab verirler. abdülhamid han de vefat etdi. kıyamete kadar, böyle cevab verirler buyurdu. peygamberimiz, uhud şehidlerini ziyarete gider, sabr etdiniz. size selam olsun! buyururdu. hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü teala anhüma de, halife iken, uhud şehidlerini ziyaret ederek, böyle söylerlerdi. fatımaı huzaiyye rahimehullahü teala diyor ki, uhud meydanından geçiyordum. dedim. cevabını işitdim. utaf bin halid mahzumi rahimehullahü teala teyzesinden haber verdi ki, uhud şehidlerini ziyarete gitmişdi. şehidlere selam verdi. selamına cevab verdiler ve dediler. nisa suresinin altmışüçüncü ayetinde mealen, onlar nefslerine zulm etdikden sonra, gelirler. allahü tealadan afv dilerler. resulüm de, onlar için istiğfar ederse, allahü tealayı elbette tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulurlar buyuruldu. bu ayeti kerime, kabri se'adeti ziyaret etmeği emr etmekdedir. bu ayeti kerime, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. kabri se'adeti ziyaret ederken, bu ayeti kerimeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmişdir. imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, muhammed bin harb hilaliden radıyallahü teala anh işitdim. dedi ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem defn olundukdan üç gün sonra, hucrei se'adeti ziyaret edip, bir köşeye oturmuşdum. bir köylü gelip, kendini kabri se'adet üzerine atdı. kabri şerif üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçdı. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! hak teala senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu. ben, nefsime zulm etdim. istiğfar için seni vesile ediyorum, dedi. kabri se'adetden bir ses gelerek, sana müjde olsun! günahların afv edildi dediği işitildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, uhud şehidlerini ziyaret için, medineden uhuda teşrif etmişdir. bundan dolayı, kabri se'adeti ziyaret için, medinei münevvereye gitmek de elbette ibadet olur. bunun çok sevab olduğunu, islam alimleri rahimehümullahü teala sözbirliği ile bildirmişlerdir. hadisi şerifi, kabri se'adeti ziyaret için medinei münevvereye gitmenin çok sevab olduğunu göstermekdedir. bu ziyareti yapmıyanlar, bu çok sevabdan mahrum kalırlar. belki de, vacibi terk etmiş olacaklardır. bu üç mescidden başkasını ziyaret için, uzak yola çıkmak, allah rızası için olursa caizdir. başka niyyetlerle olursa haramdır. sual: imamı hasen bin ali radıyallahü teala anh, kabri se'adet yanında ziyaretcilerin kabre yaklaşmalarına izn vermezdi. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, kabrimi bayram yeri yapmayınız! evlerinizi mezarlık yapmayınız! bulunduğunuz yerde bana salat ve selam söyleyin! söyledikleriniz bana bildirilir buyurduğunu söyliyerek, kabri se'adete yaklaşmağa izn vermezdi. buna ne dersiniz? cevab: bu sözler, hadisi şerifine uygun değildir. fekat, bu iki imamın sözü, ziyaretde saygısızlık yapanlar için olsa gerekdir. hatta imamı malik rahmetullahi aleyh, kabri se'adet yanında çokca oturmağa izn vermemişdir. imamı zeynel'abidin rahimehullahü teala hucrei se'adeti ziyaret ederdi. tarafındaki direk yanında durup, selam verirdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başının, hucrenin bu tarafında olduğu, bundan anlaşılırdı. resulullahın mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları içine katılmazdan önce, burası, ziyaret yeri idi. hucrei se'adetin kapısı önünde durup selam verirlerdi. harun bin musa hirevi, ceddi alkamaya sordu ki, peygamberimizin mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları mescidi se'adete katılmazden önce kabri se'adet hangi tarafından ziyaret olunurdu? alkama, hazreti aişenin vefatından önce, hucrei se'adet kapısı kapatılmamış olduğundan, bu kapı önünden ziyaret olunurdu cevabını verdi. hadis alimlerinden hafız abdül'azim münziri rahimehullahü teala, hadisi şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demekdir, dedi. ya'ni, benim kabrimi, yılda bir iki kerre ziyaret etmekle bırakmayınız! her vakt ziyaret ediniz! demekdir dedi. hadisi şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demekdir dedi. mezarlıkda namaz kılmak caiz olmadığı için, abdül'azimi münzirinin sözü doğru olmakdadır. alimlerin çoğuna göre, kabri se'adeti ziyaret için, bayram günleri gibi belli zemanlar ayırmayın demekdir dediler. yehudiler ve hıristiyanlar peygamberlerin mezarlarını ziyaret etmek için çalgılı, oyunlu toplantı yaparlardı. abdül'azim münziri, de mısrda vefat etdi. zeynel'abidin ali de şehid edildi. bunlardan anlaşılıyor ki, kabri se'adeti ziyaret için gelenler, selam verip düa etdikden sonra, durmayıp gitmelidir. müslimanlar, kabri se'adeti ziyaret etmeği, ibadet ve çok sevab bilmeli. ne kadar uzak olursa olsun, ziyaret için medinei münevvereye gitmeli. sık sık ziyaret etmeğe çalışmalıdır. ya'ni hac farizası ömründe bir kerre olduğu gibi, medinei münevvereye gitmeği de, ömründe bir kerreye bırakmamalıdır. gücü yetdikçe gidip ziyaret etmeli. fekat, önünde çok durmamalıdır. islam alimlerinin güneşi ebu hanife rahimehullahü teala, müstehabların en üstünlerinden olan, kabri se'adetin ziyareti, vacib derecesine yakın bir ibadetdir buyurdu. kabri se'adeti ziyaret etmeği adak yapanların, şafi'i mezhebine göre, bu adaklarını yapmaları lazım olur. başka mezarları ziyareti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları için sözbirliği yok ise de, adaklarını yapmaları daha iyi olur. mescidi haramı yürüyerek ziyareti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları lazımdır. çünki, içinde, hac farizeleri yapılmakdadır. de ise, ka'bei mu'azzamadan ve kudüsdeki dan dahakıymetli olan vardır. bu mubarek mescide yürüyerek gitmeği nezr etmek, kabri şerifi ziyaret etmeği de niyyet etmek olduğu için, bu nezri yerine getirmek de, elbet lazım olur.yı ziyaret için yapılan nezri yerine getirmek dört mezhebde de lazımdır. mescidi se'adet ile mescidi aksanın ziyareti için yapılan nezri yerine getirmek lazım olduğunda sözbirliği olmadı. bu ayrılık, mescidi se'adeti ziyaret içindir. kabri se'adeti ziyaret için nezr yapanların, bu adaklarını yerine getirmeleri lazımdır. sual: ebu muhammed bin ebu zeydden rahimehullahü teala soruldu ki, vekil olarak hacca gönderilen ve kabri se'adeti de ziyaret etmesi emr olunan kimse, hac edip, kabri se'adeti ziyaret etmeden geri dönse, ziyaret için, kendisine verilmiş olan parayı geri vermesi lazım olur mu? cevab: ibni zeyd rahmetullahi aleyh cevabında buyurdu ki, bu parayı geri vermesi lazım olur. abdüllah ebu muhammed bin zeyd, maliki alimlerinin büyüklerindendir. da vefat etdi. kabri se'adeti ziyaret için imamı malik rahimehullahü teala buyurdu ki, mescidi şerife girdikde, kıbleyi arkaya almalı, yüzünü hucrei se'adete karşı dönmelidir. edeb ve saygı ile, selam verip, salevatı şerife okumalıdır. mescidi şerife girince, önce iki rek'at namazı kılmalıdır. bunu içinde kıldıkdan sonra, karşısında durup, önce resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, sonra hazreti ebu bekre ve hazreti ömere radıyallahü anhüma selam vermeli, sonra belli düaları okumalıdır. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve her mü'min, ziyarete gelenleri ve bunların selamlarını, düalarını işitirler. dilediği gibi ve hatırına geldiğini söyleyerek düa etmek caiz ise de, alimlerin bildirdikleri belli düaları okumak daha faideli olur. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh buyurdu ki, ben medinede iken, salihlerden eyyubi sahtiyani rahimehullahü teala gelip, mescidi şerife girdi. yüzünü kabri nebeviye döndü. kıble arkasında kaldı. ayakda ağladı. ebülleysi semerkandinin imamı azam ebu hanifeden rahimehümallahü teala haber verdiğine göre, kıbleye dönülür. hucrei se'adet arkada kalır. şeyh kemaleddin ibni hümam, imamı azam ebu hanifenin rahimehümallahü teala müsnedinde bildirdiği üsule bakılırsa, ebülleys ile ona uyanların bildirdikleri, imamı azamın önceki ictihadı olduğu anlaşılır. sonra, hucrei se'adete karşı ziyaret edilmesini bildirmişdir. abdüllah ibni ömer radıyallahü teala anhüma de, hucrei se'adete dönerek selam vermelidir dedi. ibni cema'a rahimehullahü teala kitabında, kabri se'adeti ziyaret eden, resulullahın mubarek başı bulunan köşeyi sol tarafına ve kıbleyi sağ tarafına alıp, köşeden iki metre kadar uzakda durmalıdır. sonra kıble dıvarını yavaş yavaş arkaya alıp, penceresine karşı oluncaya kadar dönmelidir. tam kabri se'adete dönünce selam vermelidir demekdedir. görülüyor ki, hucrei se'adetin, ravdai mutahhera köşesi ile kıble duvarı arasına gelip mubarek başı sol tarafa almalı. iki metre uzak durmalı. sonra yavaş yavaş, hucrei se'adete doğru dönmeli ve kıbleyi arkaya almalıdır. sonra salat ve selam verip, düa etmelidir. imamı şafi'i ve başka imamlar rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, böyle ictihad buyurmuşlardır. şimdi de böyle ziebülleys nasr semerkandi de vefat etdi. yaret edilmekdedir. resulullahın mubarek zevcelerinin radıyallahü teala anhünne odaları, mescidi se'adete katılmadan önce, hucrei se'adetin kıble tarafında yer pek azdı. muvacehei se'adete karşı durmak güçdü. ziyaretçiler, hucrei se'adetin ravdai mutahhera dıvarındaki kapısı önünde kıbleye karşı durup, selam verirlerdi. sonra imamı zeynel'abidin rahimehullahü teala ravdai mütahherayı arkaya alıp, selam verirdi. mubarek zevcelerin odaları, mescide katıldıkdan sonra, penceresi önünde durup ziyaret edildi. din imamları, medinei münevverede kalacaklar ve ziyaretçiler için birçok edeb ve şartlar bildirmişlerdir. bu şartlar ve edebler, fıkh ve menasik kitablarında yazılıdır. kitabının yazarı eyyub sabri paşanın rahimehullahü teala kitabında hepsi yazılıdır. islamiyyetde ilk yapılan türbe, resulullahın medfun olduğu dır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, çok sevdiği zevcesi aişe radıyallahü anha validemizin odasında, hicretin onbirinci senesi, rebi'ulevvel ayının onikinci pazartesi günü, öğleden önce vefat etdi. çarşamba gecesi, bu odaya defn edildi. aişe radıyallahü anha hazretlerinin odası, üç metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmışdı. biri garb, öteki şimal tarafında iki kapısı vardı. garb kapısı, ravdai mutahhera tarafındadır. hazreti ömer radıyallahü teala anh halife iken, onyedi senesinde, mescidi se'adeti genişletirken, hucrei se'adetin etrafına kısa bir taş dıvar çevirdi. abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anh halife iken, bu dıvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yapdırdı. bu dıvarın üstü açık olup, şimal tarafında bir kapısı vardı. abdüllah bin zübeyr, de şehid edildi. hazreti hasen radıyallahü teala anh, kırkdokuz senesinde vefat edince, vasıyyeti gereğince, hazreti hüseyn, kardeşinin radıyallahü anhüma cenazesini hucrei se'adet kapısına getirip, düa ve istigase edeceği zeman, buraya defn edeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemiyenler oldu. gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, baki' kabristanına defn olundu. ileride böyle haller olmaması için, dıvarın ve odanın kapısını dıvarla örüp kapatdılar. emevi halifelerinin altıncısı olan velid rahimehullahü teala medine valisi iken, dıvarı yükseltdi ve üzerini küçük bir kubbe ile örtdü. üç kabr, dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. ömer bin abdül'aziz rahmetullahi aleyh, medinei münevvere valisi iken, de, halife velidin emri ile, zevcatı tahiratın radıyallahü teala anhünne odalarını yıkdırıp, mescidi se'adeti genişletirken, etrafına ikinci bir dıvar yapdırdı. bu dıvar beş köşeli idi. hiç kapısı yokdu. ırakda zengilerin idare etdiği atabekler devletinin veziri, ya'ni başvekili ve salahuddini eyyubinin amcası oğlu olan cemaleddini isfehani rahimehullahü teala, senesinde, hucrei se'adetin dış dıvarı etrafına sandal ve abanos ağaçlarından bir parmaklık yapdırdı. parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekdi. fekat, birinci yangında yandı. altıyüzseksensekiz senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. bu parmaklığa denir. şebekei se'adetin kıble tarafına , şark tarafına , garb tarafına ve şimal tarafına denir. mekkei mükerreme şehri, medinei münevvere şehrinin cenubunda olduğu için, mescidi nebinin ortasında, ya'ni ravdai mutahherada, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında hucrei se'adet, sağ omuzu tarafında ise, minberi şerif bulunur. senesinde, şebekei se'adetin bulunduğu yer ile dış dıvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. mermerler, zeman zeman değişdirildi. son olarak sultan abdülmecid han rahimehullahü teala döşetdi. hucrei se'adetin beş köşeli dıvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmışdı. bu kubbeye denir. osmanlı padişahlarının rahimehümullahü teala gönderdikleri bu kubbe üzerine örtülürdü. kubbetünnur üzerine gelen, mescidi se'adetin büyük yeşil kubbesine denir. şebekei se'adet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, kubbei hadra altındaki kemerlere asılırdı. bu iç ve dış perdelere denir. şebekei se'adetin şark, garb, şimal taraflarında birer kapısı vardır. şebekei se'adet içine haremi şerif ağalarından başka kimse giremez. dıvarların içine ise, hiç kimse giremez. çünki kapıları ve pencereleri yokdur. yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafes ile kapalıdır. bu deliğin hizasında olarak, kubbei hadraya da bir delik açılmışdır. mescidi şerif kubbesi senesine kadar kurşun renginde idi. sultan mahmudi adli hanın rahmetullahi aleyh emri ile yeşile boyandı. da, sultan abdül'aziz hanın rahsalahuddin eyyubi de şamda vefat etdi. metullahi aleyh emri ile yeniden boyandı. mescidi se'adeti ta'mir ve tezyin için sultan abdülmecid han rahimehullahü teala kadar çok para harc eden ve gayret eden hiçbir kimse olmamışdır. haremeyni ta'mir için yediyüzbin altın sarfetmişdir. ta'mir de temam olmuşdur. hergün resulullaha bir hizmetde bulunmuşdur. bu yolda keşf ve kerametleri de görülmüşdür. sultan abdülmecid han, mescidi nebevinin eski şeklini, istanbulda hırkai şerif cami'inde bulundurmak için emr buyurmuş, bunun için, senesinde, mühendis mektebi hocalarından binbaşı ressam hacı izzet efendi rahimehullahü teala medineye gönderilmişdir. izzet efendi her yeri ölçerek elliüç def'a küçültülmüş bir modelini yapıp istanbula gönderdi. sultan abdülmecid hanın yapdırdığı cami'ine kondu. abdülmecid hanın ta'mirinden sonra, kıble dıvarı ile şebekei se'adet arası yedibuçuk metre, şark dıvarından kademi se'adet şebekesine altı metre, şebekei şami genişliği onbir metre, muvacehei şerife şebekesi genişliği onüç metre, muvacehei şerife şebekesi ile şebekei şami arasındaki uzunluk ondokuz metredir. mescidi nebevinin kıble tarafında genişliği yetmişyedi metre, kıble dıvarından, dıvarı şamiye kadar uzunluğu yüzonyedi metredir. hucrei se'adet ile minberi şerif arası olan genişliği ondokuz metredir. bu ölçüler, bir medine zra'ı kırkiki santimetre olduğuna göredir. hanefi fıkh kitablarındaki şer'i zra ise, kırksekiz santimetredir. süud oğullarından abdül'aziz, osmanlıların haremeyni şerifeyne olan mu'azzam hizmetlerini gizlemek, osmanlıların gözleri kamaşdıran zinetli, kıymetli eserlerini yok etmek için, tarihinde emr ederek, mescidi nebeviyi yeniden ta'mire ve tevsi'a başladılar. de başlayıp, de bitirdiler. bütün sahasımetrekare oldu. bundan evvelmetrekare idi. şark ve garb dıvarlarının uzunluğu, şimal dıvarının uzunluğu metre oldu. ravaklar ya'ni kemerler içindedirek vardır. yeni yapılan iki minareden herbirimetre yükseklikdedir. mekkedeki mescidülharam de genişletildi. metrekare ikenmetrekare oldu. minaresi metre yüksekdir. safa ve merve tepelerinin üzerleri de örtülerek, mescidülharam ile birleşdirildi. birçok yerlerin ismlerini değişabdül'aziz han da şehid edildi. dirip kendi ismlerini koydular. medinenin bir danecik kabristanına ilk olarak osman bin ma'zun radıyallahü anh defn edildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu süt kardeşinin kabrine mubarek eli ile büyük bir taş dikdi. kabr taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmakdadır. medinei münevveredeki türbeleri mezhebsizler yıkmışdı. ikinci sultan mahmud han, hepsini yeniden yapdırdı. birinci cihan harbinden sonra, ingilizler burasını osmanlılardan alıp, abdül'azize verdiler. tekrar hepsini yıkdırdı. mubarek binaları, hatta zemzem kuyusu üzerinde, birinci abdülhamid hanın rahimehullahü teala yapdırmış olduğu san'at eseri binayı yıkdılar. resulullahın dünyaya teşrif etdiği mubarek evi de yıkdılar. yerine çarşı yapdılar. hucrei se'adetden sonra ilk yapılan türbeler, baki' kabristanında, resulullahın mubarek zevcelerinin kabrleri üzerine yapılmış olan kubbedir. zeyneb binti cahş radıyallahü anha validemiz pek sıcak günde vefat etmişdi. hazreti ömer, kabr kazılırken, cema'ati güneşden korumak için, kabr üzerinde çadır kurdurdu. çadır, uzun zeman kabr üzerinde kaldı. bundan sonra, kabrler üzerine çadır, çardak, zemanla, türbeler yapıldı. islamiyyetde ilk tabut da, yine zeyneb validemiz için yapıldı. hazreti ömer radıyallahü anh, cenazeye mahremlerinden başkasının gitmesine izn vermemiş, eshabı kiram bundan üzülmüşdü. esma binti ümeys, habeşde tabut gördüm. cenazeyi örtüyor dedi. bunun anlatdığı şeklde tabut yapılıp, bütün eshab ile birlikde gidilerek defn edildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, her sene uhud şehidlerini ziyaret ederdi. denilen yerde durup, şehidlere selam verirdi. hicretin sekizinci senesinde ziyarete gidince, herbirine ayrı ayrı selam verdi. bunlar şehiddir. ziyaret edenleri tanırlar. selam verince işitir, cevab verirler buyurdu. fatımatüzzehra radıyallahü anha hazretleri de, hazreti hamzanın radıyallahü teala anh kabrini her iki günde bir ziyaret eder, yeri unutulmamak için, işaret kordu. her cum'a gecesi gidip, uzun namaz kılar, çok ağlardı. imamı beyheki rahimehullahü teala bildiriyor ki, abdullah ibni ömer radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, cum'a mahmud han da vefat etdi. beyheki ahmed da nişapurda vefat etdi. günü, güneş doğmadan önce, babam hazreti ömer ile, şehidleri ziyarete gitdik. babam hepsine selam verdi. selamına cevab işitdik. bana, sen mi cevab verdin dedi. hayır, şehidler cevab verdiler dedim. beni sağ tarafına geçirip, herbirine ayrı ayrı selam verdi. her kabrden, üçer def'a cevab işitdik. babam, hemen secdeye kapandı. allahü tealaya şükr eyledi. hazreti hamza ile, kızkardeşinin oğlu abdüllah bin cahş ve mus'ab bin umeyr radıyallahü anhüm ecma'in bir kabrdedir. yetmiş şehidden, geri kalanları da, ikisi üçü bir kabrdedir. birkaçı da baki' kabristanındadır. de yazılıdır. ikiyüzelliyedinci sahifesinde, ebu davüdün rivayet etdiği hadisde bana salevat okuyunuz! her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. demek ki, uzakda yakında okumak arasında ayrılık yokdur. kabri bayram yeri gibi yapmağa hacet yokdur diyor. hucrei se'adeti ziyarete ihtiyac olmadığını göstermek için, resulullahın, salat ve selamdan haber aldığını yazmış, farkında olmıyarak, kendi kendisini yalanlamışdır. ölü his etmez, duymaz diyordu. şimdi de, haber aldığını yazıyor. dörtyüzonaltıncı sahifesinde, ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. ölüden düa, şefa'at istemek, ona tapınmak olur diyor. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem kendisine okunulan salevatdan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamakdadır. bundan başka, ebu davüddeki hadisi şeriflerden birini yazıyor. ikincisini yazmak işine gelmiyor. hadis alimlerinden abdülhakı dehlevi rahimehullahü teala, kitabının üçyüzyetmişsekizinci sahifesinde diyor ki, ebu davüdün ebu hüreyreden radıyallahü teala anhüma haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse bana selam verince, allahü teala, ruhumu bana geri verir. onun selamını işitir, cevab veririm buyuruldu. ibni asakirin rahimehullahü teala haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ikiyüzyetmişbir ve sonraki sahifelerinde, ümmetimin üzerine sapık imamlar gelmesinden korkuyorum buyuruldu. ya'ni, müslimanları sapıtdıran amirler, alimler gelecek, kitaba uymıyan fetvalar vereceklerdir. bunlardan birçoğu derdleri, dileği olan, mezarıma gelsin, dileğini ona veririm derler. ben allaha çok yaklaşdım. ibadet yapmak, benden afv edildi der. evliya, dilediğine yardım eder. dilekler, onlardan istenilir. sıkışanlar, onların dirilerine ve ölülerine sarılınca se'adete kavuşurlar. onlar dilediklerini yapar. keramet gösterirler. levhilmahfuzu bilirler. insanların gizli düşüncelerini anlarlar. peygamberlerin ve evliyanın mezarlarına türbe yapdırırlar. bunlar, allahdan başka şeylere tapınmakdır. hadisde, münafıklar hak sözleri söyliyerek aldatırlar denildi. hadisde, ümmetimden çokları putlara tapınmadıkça kıyamet kopmaz denildi. kabrlere tapınan, allaha şirk edinenler, buna ne diyecekler? son senelerde putlara tapınmak fitnesi o kadar artdı ki, kimse görmez oldu. muhammed bin abdülvehhab ortaya çıkıp, bunu önledi. hükumetler buna karşı durmak istediler ise de, adı her yere yayıldı. buna inanan da, inanmıyan da çok oldu. ebu tahir diyor ki, sü'ud oğulları, abdülvehhab oğlunun tevhid bayrağını arabistanın her yerine ulaşdırdı. şirkin yayılmasını önlemek, şirki yok etmek lazımdır. kabrler üzerine yapılan türbeler de böyledir. her türbe puthane olmuşdur. yeryüzünde bunları hiç bırakmamalıdır. bunların çoğu lat ve uzza putları gibidir. müslimanların çoğu müşrik oldu. ümmetimden otuz deccal çıkacakdır hadisi meşhurdur. seyyid muhammed sıddik bin hasen han sında, bu deccallardan birinin firenk habisi gulam ahmed kadıyani olduğunu yazmakdadır. bu hindli kafir, önce mehdi olduğunu söyledi. sonra, hıristiyan devletin yardımı ile, peygamber olduğunu bildirdi. abdüllah ibni zübeyrin hilafeti zemanında ortaya çıkan muhtar sekafi de, bu deccallardan biri idi. ehli beyti sevdiğini, hazreti hüseynin katillerinden intikam alacağını söyledi. çok müsliman öldürdü. sonra, peygamber olduğunu, kendisine cebrail geldiğini söyledi diyor. kitabın müellifi, müslimanların üzerine sapık, dinsiz hükumetlerin ve din adamlarının geleceğini haber veriyor. islam alimleri rahimehümullahü teala bu sapık din adamlarının müslimanları doğru yoldan çıkardıklarını bildirmekdedir. mezhebsizler islam memleketlerinde casuslar ele geçirip, bu satılmış mezhebsiz ajanlar ile müslimanları aldatıyorlar. bozuk kitablar basdırarak, ehli sünneti yıkmağa, ehli sünnetin büyük alimlerine, velilerine rahimehümullahü teala leke sürmeğe çalışıyorlar. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz ikiyüzellibeşinci mektubda buyuruyor ki, hazreti mehdi rahimehullahü teala islamiyyeti yayacak. resulullahın sünnetlerini ortaya çıkaracak. bid'at işlemeğe ve bid'atleri müslimanlık olarak yaymağa alışmış olan medinedeki din adamı, mehdinin sözlerine şaşıp, bu adam bizim dinimizi yok etmek istiyor diyecek. hazreti mehdi,.ıyamet ve ahıret sıddık hasen han vehhabi de hindistanda öldü. bu din adamının öldürülmesini emr edecekdir. bu haberden mezhebsizlerin medinede zuhur edeceği ve uzun zeman kalacağı ve hazreti mehdi tarafından büsbütün yok edileceği anlaşılmakdadır. kitabın müellifi, burada da, kafirleri, müşrikleri ve münafıkları bildiren ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri yazıyor. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala bunlara yapdıkları açıklamaları uzun bildirerek, doğru yolu savunucu görünüyor. sonra, ehli sünnet olan temiz müslimanlara saldırıyor. türbelere puthane, evliyaya put diyebilmek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'na vermekden sıkılmıyor. te'villi olan ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'na veren kimse, te'vilini biliyorsa, , ya'ni sapık olur. te'vile lüzum olmayan açık nasslara yanlış ma'na vererek, islamiyyete saldıran, müslimanlara müşrik diyen ise kafir olur. nassları yanlış te'vil eden, kafir olmıyor ise de, müslimanlar arasında bölücülük yapıyor. yalnız kendisi müsliman imiş. asrlar boyunca gelmiş geçmiş milyonlarca müsliman müşrik imiş. şimdi yeryüzündeki müslimanların çoğu da ölülere tapınıyorlarmış. hadisi şerifde bildirilen cahil, sapık imamların, kimler olduğu meydandadır. bin seneden beri gelmiş mü'minlerin doğru yollarından ayrılarak sapıtmışlardır. müslimanları doğru yoldan sapıtdıran zalim devlet adamlarının da kimler olduğunu her mü'min bilmekdedir. bunlar, müsliman ve adı ile müslimanlara zulm eden, ehli sünneti, doğru yoldaki mü'minleri öldüren vehhabilerdir. vehhabi yazar, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden yanlış ma'nalar çıkararak, ehli sünnet kitablarına uymıyan fetvalar veriyor. müslimanlara müşrik diyor. hiçbir islam alimi rahimehümullahü teala, dememişdir. bunu, kitabın yazarı uydurmakda, müslimanlara iftira etmekdedir. islam alimleri rahimehümullahü teala, allaha çok yaklaşdım dememişdir. allahü tealanın kendilerine ihsan etdiği kerametlerin duyulmasını bile istememişlerdir. en büyük keramet, islam dininin ahkamına, ya'ni emr ve yasaklarına uymak, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde bulunmak olduğunu bildirmişlerdir. abdülkadiri geylani rahimehullahü teala talebesi ile çölde giderken, hava karardı. şimşekler, gök gürültüleri arasında, bulutlardan bir ses gelerek, kulum abdülkadir! seni çok seviyorum. bugünden sonra ibadet yapmağı, senden afv eyledim! sesi işitildi. o büyük veli kaddesallahü teala sirrehül'aziz hemen, dedi.yalan söyledin! ey yalancı şeytan! beni aldatamazsın. allahın sevgilisi olan muhammed aleyhisselamdan, ibadet afv edilmedi. ölüm hastalığında bile, birisine dayanarak cema'ate geldi. hiçbir kuldan ibadet afv olunamaz! buyurdu. kitabın müellifi böyle mubarek velilere rahimehümullahü teala iftira etmekden haya etmiyor. türbelerdeki evliyaya tevessül etmek, yalvarmak şirkdir diyor. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, zeman, kabrde olanlardan yardım isteyiniz! buyurdu. müslimanların, evliyanın kabrlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadisi şerife uydukları içindir. islam alimleri rahimehümullahü teala, bu hadisi şerife uyarak evliyanın rahimehümullahü teala, kabrlerini ziyaret etmişler, feyz aldıklarını bildirmişlerdir. imamı rabbani kaddesallahü teala sirrehül'aziz ikiyüzdoksanbirinci mektubunda buyuruyor ki, dehli şehrinde, bayram günü, hocam muhammed baki billahın mezarı şerifini ziyarete gitmişdim. mubarek mezarına teveccüh etdiğim zeman, mukaddes ruhaniyyeti ile iltifat buyurdu. bu garibi öyle okşadı ki, hace ubeydüllahi ahrardan kaddesallahü teala sirrehül'aziz kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. bu nisbete kavuşunca, tevhid ma'rifetlerinin hakikati hasıl oldu. yukarıdaki hadisi şerif, birçok kitabda yazılıdır. müslimanlar arasında meşhur olmuşdur. osmanlı devletinin şeyhulislamlarından dokuzuncusu, büyük alim, müftiüssekaleyn, ya'ni insanlara ve cinne fetvalar vermiş olan ahmed şemseddin ibni kemal efendinin rahimehullahü teala kitabının türkçe tercemesi, hicretinsenesinde istanbulda basılmışdır. bu kitabında diyor ki: iza tehayyertüm filumur, feste'inu min ehlilkubur! ya'ni, işlerinizde şaşırdığınız zeman, kabrdekilerden yardım isteyiniz! insanın ruhu, bedenine aşıkdır. ölüp, ruh bedenden ayrılınca bu sevgisi yok olmaz. ruhun bedene olan bağlılığı ve çekmesi, öldükden sonra yok olmaz. ölünün kemiğini kırmak ve kabr üzerine basmak, hadisi şerifle, bunun için yasak edilmişdir. bir kimse, bir velinin rahimehullahü teala kabrini ziyaret edince, ikisinin ruhu buluşurlar. çok faide hasıl olur. kabr ziyaretine izn verilmiş olması, bu faidenin hasıl olması içindir. bundan başahmed ibni kemal de istanbulda vefat etdi. ka, gizli faideleri de yok değildir. kitabının önsözünde diyor ki, imamı muhammed şafi'i, imamı azam ebu hanifeye rahimehümullahü teala karşı çok edebli, saygılı idi. ebu hanife ile bereketleniyorum. kabri yanına gidiyorum. güç bir sual karşısında kaldığım zeman, kabri yanında iki rek'at namaz kılıp, allahü tealaya düa ediyorum. cevabı hemen hatırıma geliyor buyurmuşdur. kabrdekinin ruhu ile ziyaretcinin ruhu, birer ayna gibidir. ışıkları birbirlerine aks eder. ziyaret eden, kabre bakıp, allahü tealanın kazasına razı olup, ruhu bunu duyunca, ilmi ve ahlakı feyzlenir. bu feyz, kabrdekinin ruhuna aks eder. meyyitin ruhuna, cenabı hakdan gelmiş olan ilm ve feyzler de, ziyaret edenin ruhuna aks eder. şafi'i alimlerinden alaüddin ali bin isma'il konevi rahimehullahü teala, kitabında diyor ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve bütün müslimanların ruhları, kabrlerine ve anıldıkları yerlere inerler. ruhların, kabrleri ile bağlılıkları vardır. bunun için, kabr ziyareti müstehabdır. kendilerine verilen selamı işitirler ve cevab verirler. hafız, ya'ni hadis alimi abdülhak eşbili rahimehullahü teala kitabında diyor ki, hadisi şerifde, buyuruldu. fahreddin gazanfer tebrizi diyor ki, birşeyi çok düşünür, hiç anlıyamazdım. hoca taceddini tebrizinin rahimehullahü teala kabri başında oturup düşündüm. anladım. ba'zı alimler, hadisi şerifindeki , emrine uyarak, tesavvuf yolunda yükselmiş olan evliyadır dediler. ahmed ibni kemal efendinin yazısı temam oldu. bu hadisi şerifin açıklanması, kitabında yazılıdır. bu kitab arabi olup, istanbulda de, ofset baskısı yapılmışdır. hadisi şerifi de, bu kitabın müellifini haber veriyor. kitaba, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri ve ehli sünnet alimlerinin hak sözlerini doldurup, aralarına sapık inançları serpişdirmiş. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrdekilerden yardım isteyiniz buyuruyor. bu ise, böyle yapanlara müşrik diyor. bu hadisi şerifi yasak ediyor. resulullahın emrine şirk diyor. ali konevi de vefat etdi. kitabının yüzaltmışsekizinci sahifesinde, evliya keramet olarak, diri ve ölü iken, istediklerine yardım edermiş. şaşırdıkları, sıkışdıkları zeman, onlara yalvarıyor, yardım istiyorlar. kabrlerine gidip, sıkıntılarının giderilmesini istiyorlar. ölülerin keramet yapacaklarını zan ediyorlar. bunlara ebdal, nükaba, evtad, nüceba, yetmişler, kırklar, yediler, dörtler, kutb, gavs gibi ismler takıyorlar. bunların yalan olduğunu ibnülcevzi ve ibni teymiyye bildirmekdedir. bunlar kur'anı kerime karşı gelmekdir. evliyanın diri ve ölü iken birşey yapacağını kur'an red etmekdedir. herşeyi yapan allahdır. başkaları birşey yapamaz. ayeti kerimeler, ölüde his ve hareket olmadığını bildiriyor. ölü, kendine birşey yapamaz. başkalarına hiç yapamaz. allah, ruhların kendi yanında olduğunu bildiriyor. bu zındıklar ise, ruhlar serbest olup, dilediklerini yaparlar diyorlar. bunların keramet olduğunu söylemeleri de yalandır. kerameti, allah dilediği velisine verir. kendi istekleri ile olmaz. sıkıntılı zemanlarda, onlardan yardım istemek, daha çirkindir. peygamber, melek ve veli, kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. diri olan kimseden maddi yardım istemek caizdir. fekat maddi olmıyan, görülmiyen şeyler için, allahdan başkasına yalvarılmaz. hastanın, boğulacak olanın, fakirin, peygamberlerden, ruhlardan, velilerden ve başka şeylerden yardım istemeleri şirkdir. bunlara keramet demek, puta tapanların koyduğu bir ismdir. allahın evliyası böyle olmaz diyor. ikiyüzdoksandokuzuncu sahifesinde:bir kimse veli olduğunu söylerse, gayb olan şeyleri bilirim derse, bu kimse, şeytanın evliyasıdır. rahmanın evliyası değildir. keramet, allahü tealanın mütteki kulunun elinde hasıl etdiği bir şeydir. düası ile veya ibadeti ile hasıl olur. velinin bunda bir kuvveti ve arzusu te'sir etmez. evliya, veli olduklarını söylemez. allahdan korkarlar. sahabe ve tabi'in evliyanın en yüksekleri idi. bunlar, gaybı biliriz demedi. allah korkusundan ağlarlardı. temimi dari, cehennem korkusundan uyumazdı. evliyanın nasıl olduklarını ra'd suresi bildirmekdedir. böyle olan tesavvufculara evliya denir diyor. önce şunu bildirelim ki, bu son yazısında, işin doğrusunu yazmakdadır. keşki, evliyadan yardım istemeğe ve türbelerde düa etmeğe şirk demeseydi ve kubbeleri yıkmak lazımdır demeseydi, ne iyi olurdu. fekat doğru yazıları arasında zehr saçıyor. müslimanlar arasında bölücülük yapıyor. abdürrahman cevzi hanbeli de bağdadda vefat etdi. veli, keramet ne demek? bunun doğrusunu imamı rabbani rahmetullahi aleyhin kitabının çeşidli mektublarından alarak aşağıda bildireceğiz: keramet hakdır. keramet, şirkden kaçıp kurtulmak, ma'rifete kavuşmak, kendini yok bilmekdir. keramet ile istidracı birbiri ile karışdırmamalıdır. keramet ve keşf sahibi olmak istemek, allahdan başkasını sevmek demekdir. keramet, kurb ve ma'rifet demekdir. kerametin çok olması, tesavvuf yolunda yükselirken pek ileri gitmek ve inerken, inişi az olmakdandır. keramet, yakini kuvvetlendirmek içindir. yakin ihsan olunmuş velinin keramete ihtiyacı yokdur. kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yokdur. evliyanın keşfinde hata olabilir. keşfin yeri kalbdir. sahih olan keşfler, hayal değildir. ilham ile kalbde hasıl olur. hayal karışmış olan keşflere güvenilmez. evliyanın keşfi, islamiyyete uygun olursa, ona güvenilir. böyle değilse güvenilmez. evliyanın keşfleri, ilhamları, başkaları için huccet, sened olamaz. fekat müctehidin sözü, onun mezhebinde olanlar için huccetdir. keşf ve keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. keşfler, tecelliler, tesavvuf yolunun yolcularında hasıl olur. o yolun sonunda olanlar, hayretde ve ibadetdedirler. evliyanın önüne, boynu bükük gelmelidir ki, faide elde edilebilsin. evliyanın elbisesini edeb ve saygı ile giyince, çok faide hasıl olabilir. allahü teala, evliyasını büyük günah işlemekden korur. evliyadan birkaçı, uzak yerlerde görülmüşdür. bu görünüş, ruhlarının, kendi bedenlerinin şeklinde görünmesidir. evliya, küçük günahdan korunmuş değildirler. fekat, hemen gafletden uyandırılıp tevbe eder ve iyi işler yaparak, afv dilerler. evliya, insanları hem islamiyyetin açık emrlerine, hem de ince, gizli bilgilerine çağırırlar. evliyanın bir kısmı, sebebler alemine inmemişdir. bunların peygamberlik üstünlüklerinden haberleri yokdur. insanlara faideli olmazlar. feyz veremezler. evliyanın çoğunda, vilayetin üstünlükleri vardır. kutblar, evtad ve ebdal böyledir. bunların gençleri yetişdirebilmeleri, ali radıyallahü teala anhın yardımı ile olur. velilerin yükseklikleri arasındaki farklar, allahü tealanın bunları sevmesinin derecesine göredir. evliyalık, zıllere, gölgelere kavuşmak demekdir. sevgileri ve zevkleri hep zılleredir. evliyalık, peygamberliğin zıllidir, gölgesidir. evliyalığı abdest gibi, nübüvveti namaz gibi bilmelidir. evliyalık, kötü huylardan kurtulmak demekdir. evliyanın, kendinin veli olduğunu bilmesi lazım değildir. evliyalık verilip de, veli olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz. veli olmak için, dünya ve ahıret sevgisini gönülden çıkarmak lazımdır. peygamberlik üstünlüklerinde, ahırete düşkün olmak iyidir. insanda, ruh aleminden gelmiş olan on latife, on kuvvet vardır. evliyalık ve peygamberlik üstünlükleri, bu on latifede olur. evliyalık, fena ve beka demekdir. ya'ni, kalbi dünyaya düşkün olmakdan kurtarıp, allahü tealaya düşkün olmakdır. evliyalık, akl ile ve düşünmekle anlaşılamaz. evliyalık, allahü tealaya yakınlık demekdir. mahlukları düşünmeği gönülden çıkaranlara ihsan edilir. mahlukların düşüncesini gönülden çıkarmağa denir. evliyalığın bütün üstünlükleri, islamiyyete uymakla hasıl olur. peygamberliğin üstünlükleri ise, islamiyyetin görünmiyen, herkesin bilemediği inceliklerine de uyanlara verilir. peygamberliğin üstünlükleri demek, peygamberlik demek değildir. evliyalık derecelerinin hepsini geçip, sonuna varanların keşfleri ve ilham olunan bilgilerin hepsi, ehli sünnet alimlerinin nasslardan, ya'ni kitab ve sünnetden anlayıp bildirdikleri bilgilere tam uygun olur. evliyalıkda ilerlemenin yarısı yükselmek, yarısı da inmekdir. çok kimse, yalnız yükselmeği evliyalık sanmış, inişe de, peygamberlik üstünlükleri demişlerdir. halbuki, bu iniş de, yükseliş gibi, evliyalıkdır. evliyalıkda cezbe ve süluk vardır. bu ikisi, evliyalığın iki temel direğidir. peygamberlik üstünlükleri için, bu ikisi lazım değildir. evliyalık derecelerinin sonu, kulluk makamıdır. kulluk makamının üstünde, hiçbir makam yokdur. veliler hakka doğrudurlar. peygamberlikde, hem hakka, hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. evliyanın nefsleri mutmainne olmuş ise de, bedendeki maddelerin ihtiyac ve istekleri vardır. evliyalık, beş derecedir. her biri, beş latifeden birinin yükselmesidir. her biri, ulül'azm peygamberlerden birinin yoludur. birinci derecesi adem aleyhisselamın yoludur. evliyalığı birinci derecede olan bir peygamberin evliyalığı, beşinci derecede olan bir velinin evliyalığından daha kıymetlidir. evliyalığın denilen en yüksek derecesine kavuşabilmek için, nefsin fani olması lazımdır. emri, bu faniliği göstermekdedir. evliyalık, ya hassa olur veya umumi olur. , muhammed aleyhisselamın evliyalığıdır. onun ümmetinden, ona tam tabi' olan evliya da bu vilayete kavuşabilir. bu vilayet, tam fena ve olgun bekadır. burada nefs fani olmuş, allahü tealadan razı olmuşdur. allahü teala da, ondan razıdır. evliyalığın yüksekliği, beş latifenin derecesine, sırasına göre değildir. en yüksek derecedeki latifesinin evliyalığına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan evliyadan daha yüksek olmağı göstermez. evliyalığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. kalb denilen aşağı derecedeki latifenin evliyalığına kavuşmuş bir veli, asla daha karib olunca, ahfa latifesinde bulunan, fekat o kadar yakın olmıyan veliden daha üstün olur. muhammed aleyhisselamın evliyalığına kavuşan veli, geri dönmekden korunmuşdur. ya'ni bulunduğu dereceyi kaybetmez. öteki veliler, korunmuş değildirler, tehlükededirler. evliyalık, yalnız kalbin ve ruhun fani olması ile hasıl olabilir. fekat, bunların fani olmaları için, öteki üç latifenin de fani olmaları lazımdır. evliyanın evliyalığına denir. peygamberlerin evliyalığına denir. vilayeti sugranın sonu, enfüsdeki ve afakdaki ilerlemenin sonuna kadardır. vilayeti sugrada, vehmden ve hayalden kurtuluş yokdur. vilayeti kübrada vehmden ve hayalden kurtuluş vardır. vilayeti sugra, beş latifenin, arşın dışındaki asllarını geçdikden sonra başlayıp, bu aslların da aslları olan, allahü tealanın sıfatlarının zıllerini, görünüşlerini geçince, biter. vilayeti sugra afakda ve enfüsde, ya'ni insanın dışındaki ve içindeki mahluklarda olur. ya'ni zıllerde, görünüşlerde olur. bunda sona erenler, ye, ya'ni şimşek gibi çakıp geçen tecellilere kavuşurlar. vilayeti kübra, bu tecellilerin aslında olur. allahü tealaya yakın olan ilerlemedir. peygamberlerin evliyalığı böyledir. burada, tecelliler, daimidir. vilayeti sugra, ile dür. evliyalık kemalatına kavuşmak, süluk, ya'ni çalışarak ilerlemek, kalbin zikr etmesi ve murakaba ve rabıta ile olur. peygamberlik kemalatında ilerlemek ise, kur'anı kerim okumakla ve namaz kılmakla olur. bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebebin te'siri yokdur. ancak, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile olur. ne kadar ilerlerse ilerlesin, islamiyyetden dışarı çıkamaz. islamiyyete uymakda sarsıntı olursa, bütün vilayet dereceleri yıkılır. bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. lutf ve ihsan başkadır. aşk ve muhabbet başkadır. peygamberlerin evliyalığı bile peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. , bütün peygamberlerin vilayetlerini kendisinde toplamışdır. peygamberlerden birinin vilayetine kavuşmak, bu nın bir parçasına kavuşmakdır. velinin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. velinin batını, ya'ni kalbi ve ruhu ve öteki latifeleri zahirinden, ya'ni duygu organlarından ve aklından ayrılmışdır. zahirinin gafil olması, batınına ulaşamaz. hiçbir veli, hiçbir peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in derecesine ulaşamaz. bir veli, bir bakımdan, bir peygamberin üstünde olabilir. fekat, her bakımdan, bu peygamber, bu veliden daha üstündür. veli, küçük günah işliyebilir. fekat, hemen tevbe eder ve velilik derecesinden atılmaz. tesavvuf yolunda aranılan şey, fenanın ve bekanın, tecellilerin ve zuhurların, şühud ve müşahedenin, söz ve ma'nanın, ilm ve cehlin, ism ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir. mürşid ya'ni rehber, insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşduran vasıtadır. talebe rehberini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. mürşid vesiledir, resulullahın mubarek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşr eden bir vasıtadır. maksad, allahü tealadır. mürşidi kamil, emme basma tulumba gibidir. kalb makamına inmiş olup, kendi mürşidinden aldığı feyzleri, ma'rifetleri, talebesine ulaşdırır. rehberini inciten veya inanmıyan, hidayete kavuşamaz. rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden daha iyidir, buyurmuşlardır. rehberine inanmakda, güvenmekde sarsıntı olursa, feyz alamaz. bu sarsıntının ilacı yokdur. rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. rehber ile bulunanların, imanları kuvvetlenir. islamiyyete uymak isteği hasıl olur. rehberin sözleri, halleri, hareketleri, ibadetleri hep islamiyyete uygundur. ona uyan, onu dinliyen, resulullaha uymuş olur. böyle olmıyan kimse, rehber olamaz.doğru yolda olmayıp, sözde rehber geçinenler, talebesini doğru yoldan sapdırır. zararlı olurlar. tesavvuf, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem izinde bulunmakdır. insanların yaratılışlarına göre, ayrı yollar hasıl olmuşdur. tesavvuf, ihlası artdırmak içindir. tesavvuf yolunda rehber lazımdır. rehber, oniki imam ve abdülkadiri geylani ve bunlar gibi olanlardır rahimehümullahü teala. allahü tealaya kavuşduran yol ikidir: nübüvvet yolu, vilayet yolu. nübüvvet yolunda rehber lazım değildir. bu yol asla kavuşdurur. vilayet yolunda rehber lazımdır. nübüvvet yolunda, fena, beka, cezbe ve süluk gibi şeyler yokdur. vilayet yolunda ilerlemek için herşeyi unutmak lazımdır. gönlün bunlara bağlı olmaması lazımdır. nübüvvet yolunda ahıreti unutmak lazım değildir. tesavvuf, imanı kuvvetlendirmek ve islamiyyete uymakda kolaylık duymak içindir. tarikat ve hakikat, islamiyyetin hizmetcileridir. tarikat, mahlukları yok bilmekdir. hakikat, allahü tealayı var bilmekdir. birincisi, herkesden kaçıp, bir yere kapanmak demek değildir. emri ma'ruf, nehyi münker, cihad ve sünnetlere uymakdır. dan terceme burada temam oldu. hiçbir islam alimi rahimehümullahü teala benim kerametim var, dilediklerinize kavuşdururum dememişdir. kerametlerini örtmeğe çalışmışlardır. islam dinini, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin bilgilerini yaymağa uğraşmışlardır. fethul mecid kitabının müellifi, sapıkların, münafıkların, zındıkların yanlış, bozuk sözlerini ve cahil müslimanların bilmiyerek yapdıkları yanlış hareketleri yazarak, islam alimlerine, tesavvuf büyüklerine saldırmakda, doğru yoldaki müslimanlara iftira etmekdedir. yalanlarına, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri de alet etmek çabasındadır. bu ise, sapıklığın en aşağı, en iğrenç ve en kötü bir örneğidir. hiçbir islam alimi, levhilmahfuzu bilirim dememişdir. allahü teala, dilediği, sevdiği, seçdiği kuluna, gaybden bilgi verir. kerametler ihsan eder. fekat bunlar, bu kerametleri kimseye söylemez. kendileri, istemeden hasıl olur. münafıkların, facirlerin, hak sözü de söyliyecekleri hadisi şerifde bildirildi. bu hadisi şerif, mezhebsizlerin, zındıkların ayeti kerimeler ve hadisi şerifler söyliyerek, müslimanları aldatacaklarını haber vermekdedir. allahü teala, sevdiklerinin düalarını kabul edeceğini söz veriyor. müslimanlar da, allahü tealanın bu va'dine güvenerek, islamiyyete uyan, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde giden, islam alimlerinin düalarının kabul olacağına inanıyorlar. bu mubarek insanlara, kendilerine düa ve şefa'at etmeleri için yalvarıyorlar. fatiha suresinde, dememiz emr olundu. bu ayeti kerime gösteriyor ki, allahü tealadan başka hiçbir mahluk, hiçbirşey yaratamaz. allahdan başkasından birşey yapmasını istiyen, müşrik olur. kitabın müellifi, insanları ölü ve diri olarak ikiye ayırıyor. ölüden ve uzakda olandan birşey istiyen müşrik olur. yanında bulunan diriden maddi yardım istemek caizdir diyor. böylece, fatiha suresine karşı gelmekdedir. kur'anı kerimi değişdirmekdedir. çünki, bu ayeti kerime, yanında bulunan diriden de birşey yapması istenilemiyeceğini, allahdan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını bildirmekdedir. bunun için, böyle söyliyenlerin müşrik olmaları lazım gelmekdedir. halbuki, herşeyi yaratan, yapan yalnız allahü tealadır. fekat allahü teala, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. böyle olduğunu ayeti kerimeler, hadisi şerifler ve günlük olaylar açıkça gösteriyor. cahiller de, alimler gibi, böyle olduğunu bilmekdedir. bunun için, dünya hayatına denilmişdir. birşeye kavuşmak için, o şeyin yaratılmasına sebeb olan işi yapmak lazımdır. birşeyin sebebine yapışmak, fatiha suresine karşı gelmek olmaz. hadisi şeriflerde, herşeye kavuşmak için yol vardır. cennetin yolu ilmdir ve ve ve ve ve ve ve buyuruluyor. hadisi şerifler, allahü tealanın, herşeyi sebebler ile yaratdığını göstermekdedir. allahü teala, kehf suresinde, buyurdu. mukaddemede bildirdiğimiz gibi, canlı, cansız, yakın, uzak, herşey, bir olaya, bir reaksiyona sebebdirler. cansızların ve hayvanların bir kimseye faideli sebeb olmaları için, o kimsenin bunları akla uygun olarak kullanması lazımdır. insanın birşeye sebeb olması için, önce sebeb olmağı kabul etmesi, sonra bir iş yapması veya düa etmesi lazımdır. insanın birşeye sebeb olmağı kabul etmesi de, buna lüzum olduğunu kendiliğinden anlaması ile veya kendisinden taleb edilmesi ile olur. kitabın yazarı, cansızların ve hayvanların, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacaklarına, ehli sünnet olan müslimanlar gibi inanıyor. bu sebeblere yapışmağa şirk demiyor. bu sebeblerden beklenen şeyleri allahü tealanın yaratacağına inanıyor. diri ve yanında bulunan insanın yardım talebini işitdiği zeman, bunun düa ile yardım edeceğine de inanıyor. uzakda olanın ve ölülerin ise, hem işitmelerine, hem de düa ile yardım edeceklerine inanmıyor. görülüyor ki, vehhabi yazar, ehli sünnet gibi, sebeblerin yaratıcı olmadıklarına inanmakdadır. böylece müşrik olmakdan kurtulmakdadır. fekat uzakda bulunanın ve ölünün duyduklarına ve ölünün düa edeceğine ve düalarının kabul olacağına inanmadığı için, ehli sünnetden ayrılıyor. ehli sünnete, bunlara inandıkları için müşrik diyor. uzakda olanların ve ölülerin işitdiklerini ve salihlerin düalarının kabul olacağını yirmidördüncü maddede isbat etdik. hadisi şeriflerde, ve ve ve ve buyuruldu. yukarıdaki hadisi şeriflerin hepsi, kitabından alındı. kitabındaki hadisi şeriflerde, ve buyuruldu. daki hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler, salihlerin, velilerin düalarının kabul olacağını göstermekdedir. kitabın müellifi, başdan başa her yerinde, buna saldırıyor. allahü tealanın sevdiklerine yalvarmağa şirk diyor. allahü tealanın sevdiklerine yalvarmak, bunların sebeb olmalarını istemek, allahü tealanın düşmanı olan putlara yalvarmağa, putların yaratmalarını istemeğe benzetilebilir mi? hak ile batıl birbirlerine karışdırılır mı? allahü teala, vehhabilere ve bütün mezhebsizlere akl versin, insaf versin, doğru yola getirsin! müslimanları bu felaketden kurtarsın! bu felaketi ortaya çıkaran kimse, islam dininde büyük bir yara açdı. şimdi, cahiller, islam memleketlerine zehr saçıyorlar. müslimanların, bunlara aldanmamaları için, islamiyyeti, ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından doğru olarak öğrenmeleri lazımdır. islamiyyeti doğru olarak öğrenenler, vehhabilerin yalanlarına, yaldızlı yazılarına aldanmazlar. onların sapık, bölücü olduklarını, müslimanları bölmeğe çalışdıklarını anlarlar. vehhabiliğin kurucusu, muhammed bin abdülvehhab, genç yaşında iken, basrada, hempher isminde bir ingiliz casusunun tuzağına düşdü. islamın doğru imanından, temiz ahlakından ayrıldı. ingilizlerin çalışmalarına alet oldu. casusun yazdırdığı bozuk şeyleri, ismi ile neşr eyledi. kitabımızda, vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmakdadır. mehdi rahimehullahü teala ı öldürdükden sonra, mekkeye, medineye giderek, binlerle vehhabi din adamını kılınçdan geçireceği hadisi şerifde açıkça bildirilmekdedir. imamı rabbani rahimehullahü teala, bu hadisi şerifi da uzun açıklamakdadır. vehhabiler, ehli sünnete, doğru yoldaki müslimanlara saldıracakları yerde, kafirlere ve sapık fırkalara saldırsalardı, islamiyyete hizmet etmiş olurlardı. ne yazık ki, islamiyyeti yıkanlara, islamiyyete hizmet etmek nasib olmuyor. büyük islam alimi imamı kastalaninin rahimehullahü teala kitabının tercemesi, beşyüzonbirinci sahifesinde diyor ki: allahü tealanın bu ümmete ikram etdiği kerametlerden birisi, bu ümmet arasında kutblar, evtad ve nüceba ve ebdal rahimehümullahü teala vardır. enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, kırk kişidir. imamı taberaninin rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde buyuruyor ki, yeryüzünde, her zeman kırk kişi bulunur. herbiri, ibrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. bunların bereketi ahmed kastalani de mısrda vefat etdi. ile yağmur yağar. bunlardan biri ölünce, allahü teala, onun yerine başkasını getirir. ibni adi rahimehullahü teala buyuruyor ki, . imamı ahmedin rahimehullahü teala bildirdiği hadisi şerifde buyuruldu ki, bu ümmetde, her zeman otuz kimse bulunur. herbiri, ibrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. ebu nu'aymın rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde, ümmetim içinde, her yüz senede iyiler bulunur. bunlar beşyüz kişidir. kırkı ebdaldir. bunlar, her memleketde bulunurlar buyuruldu. bunları bildiren, daha nice hadisi şerifler vardır. yine kitabında, ebu nu'aymın merfu' olarak bildirdiği hadisi şerifde, ümmetim arasında her zeman kırk kişi bulunur. bunların kalbleri, ibrahim aleyhisselamın kalbi gibidir. allahü teala, onların sebebi ile, kullarından belaları giderir. bunlara ebdal denir. bunlar, bu dereceye namaz ile, oruc ile ve zekat ile yetişmediler buyuruldu. ibni mes'ud radıyallahü teala anh sordu ki, ya resulallah! ne ile bu dereceye vardılar? buyurdu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. hatibi bağdadi rahimehullahü teala kitabında, üç yüz kişidir. yetmiş kişidir. kırk kişidir. yedi kişidir. dörtdür. birdir. insanlara birşey lazım olsa, önce nükaba düa eder. kabul olmazsa, nüceba düa eder. yine kabul olmazsa, ebdal, daha sonra ahyar, sonra amed düa ederler. kabul olmazsa gavs düa eder. bunun düası elbet kabul olur, dedi. görülüyor ki vehhabi yazar, hadisi şeriflerde bildirilen tesavvuf bilgilerini inkar ediyor. sonra, biz ayetlere, hadislere uyuyoruz diyerek, müslimanları aldatıyor. kerametleri inkar etmek, islamiyyetden haberi olmamağı ve çok cahil olmağı açıkça göstermekdedir. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in hiç keramet göstermedi demek de, alçakça ve çok çirkin bir yalandır. eshabı kiramdan herbirinin yüzlerce kerametlerini kıymetli kitablar yazmakdadır. yusüfi nebhaninin rahmetullahi aleyh kitabında ellidört sahabinin kerametleri, vesikaları ile birlikde arabi yazılıdır. bunlardan birkaçını bildirelim:ın doksanüçüncü ve kitabının beşyüzseksendokuzuncu sahifelerinde diyor ki, hicretin yirmiahmed hatib bağdadi de vefat etdi. üçüncü senesinde, sariye adındaki kumandan nehavendde bir ovada savaşa tutuşmuşdu. iranlılar, müslimanları sarmak üzere idi. o zeman, hazreti ömer radıyallahü teala anhüma, medinei münevverede, minber üzerinde hutbe okuyordu. allahü teala, ona, o anda ordunun durumunu gösterdi. hutbe arasında dedi. halifenin sesini, sariye işitdi. dağa arka verdiler. ovaya hücum ederek düşmanı bozguna uğratdılar. bu keramet, kitabında uzun anlatılmakdadır. kitabında da vardır. beyhekinin ibni ömerden rahmetullahi aleyhima haber verdiği burada yazılıdır. muhammed ma'sum faruki rahmetullahi aleyh, kitabının üçüncü cildi ondokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, osman radıyallahü anh halife iken, enes bin malik radıyallahü teala anh yanına geldi. yolda bir kadın görmüşdü. hazreti osman, buna bakınca, buyurdu. bu da, hazreti osmanın kerametlerinden biri idi. da da yazılıdır. molla cami, de buyuruyor ki, imamı ahmed bin hanbelden rahimehullahü teala sordular. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in çok keramet göstermedi. onlardan sonra gelenlerde çok keramet göründü. bunun sebebi nedir? cevabında buyurdu ki, eshabı kiramın imanları çok kuvvetli olduğundan, imanı kuvvetlendirmek için, bunlara keramet verilmesine lüzum yokdu. sonra gelenlerin imanları öyle kuvvetli olmadığından, bunlara verildi.de diyor ki, ebu bekr radıyallahü anh vefat edeceği zeman, çocuklarını hazreti aişeye radıyallahü teala anha ısmarladı. bir oğlum ile iki kızım sana emanet dedi. halbuki, hazreti aişeden başka, yalnız esma adında bir kızı vardı. benim bir kızkardeşim var diye sorunca, refikam hamiledir. kızı olacak sanırım buyurdu. hazreti ebu bekr vefat etdikden sonra, dediği gibi, bir kızı oldu.de diyor ki, ali vefat edeceği zeman hüseyne radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, benim tabutumu denilen yere götürünüz. orada, beyaz bir kaya görürsünüz. her yere ışık saçmakdadır. orayı kazıp, beni defn ediniz. öyle yapdılar. dediği gibi buldular.de diyor ki, hazreti hasen, abdüllah bin zübeyr radıyallahü teala anhüma ile yola çıkmışdı. bir abdüllah bin zübeyr de şehid edildi. hurmalıkda dinlendiler. ağaçlar kurumuşdu. abdüllah bin zübeyr, ağaçda hurma olsaydı, iyi olurdu dedi. hazreti hasen, düa etdi. bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. bu bir sihrdir denildi. hasen, hayır, resulullahın torununun düası ile cenabı hak yaratmışdır, buyurdu. yine de diyor ki, ali zeynel'abidin bin hüseyn radıyallahü teala anhüma çoluk çocuğu ile kırda yemek yiyorlardı. bir ceylan yakınlarında durdu. ey ahu! ben zeynel'abidin ali bin hüseyn bin ali, anam fatıma binti resuldür. gel, sen de yi dedi. ceylan gelip yidi ve gitdi. sofradaki çocuklar, yine çağır diyerek yalvardılar. birşey yapmazsanız çağırırım buyurdu. yapmayız dediler. yine çağırdı. geldi, yidi. bir çocuk elini hayvanın sırtına sürdü. ürküp kaçdı. muhammed bin hanefiyye, ali bin hüseyne radıyallahü teala anhüm ecma'in ben senin amcan ve yaşça büyüküm. halifeliği bana bırak dedi. den soralım dedi. muhammed sordu. taşdan ses çıkmadı. ali bin hüseyn, ellerini kaldırıp düa etdi. sonra, ey taş! halifelik kimin hakkı olduğunu allah hakkı için söyle dedi. hacerül esved taşı titredi ve hilafet ali bin hüseynin hakkıdır sesi işitildi. imamı ali rıza rahmetullahi aleyh, bir dıvar yanında oturuyordu. önüne bir kuş gelip ötmeğe başladı. imam hazretleri, yanında oturana bu kuş ne diyor anlıyor musun dedi. hayır, allah ve resulü ve resulünün torunu bilir dedi. yuvama yılan yaklaşdı. gelip yavrularımı yiyecek. bizi bu düşmandan kurtar diyor. kuş ile git! yılanı bul, öldür buyurdu. gitdi, buyurduğu gibi buldu. abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma yolculuk yapıyordu. yolda, bir topluluk gördü. sebebini sordu. yolda bir arslan varmış. kimse ileriye gidemiyor dediler. gitdi. arslanın yanına vardı. sırtını okşayıp, yoldan uzaklaşdırdı. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem azad etmiş olduğu kölelerinden sefine radıyallahü anh diyor ki, deniz yolcusu idim. fırtına çıkdı. gemi batdı. bir tahta üstünde kaldım. dalgalar, beni sahile götürdü. bir orman içine düşdüm. karşıma bir arslan çıkdı. ey arslan! ben, resulullahın sahabisiyim dedim. boynunu bükdü. bana sürtündü. yol gösterdi. ayrılırken mırıldandı. veda' etdiğini anladım. eyyubi sahtiyani rahimehullahü teala, bir arkadaşı ile çölde kalmışdı. arkadaşının susuzlukdan dili sarkıyordu. derdin mi var dedi. susuzlukdan ölmek üzereyim dedi. kimseye söylemezsen sana su bulayım dedi. söylemem diye yemin etdi. ayağını yere vurunca, su belirdi, içdiler. eyyub ölünciye kadar arkadaşı bunu kimseye söylemedi. görülüyor ki, allahü teala, sevdiği kullarına kerametler ihsan etmekdedir. veliler, kerametlerini saklarlar. kimsenin duymasını istemezler. hamidi tavil diyor ki, sabit benaniyi rahimehümallahü teala kabre koyup örterken bir tuğla düşdü. sabit benaninin kabrde namaz kıldığını gördük. kızına sorduk. babam elli sene hep gece namaz kılar ve seher vaktleri düa ederek, ya rabbi! peygamberlerden başka kullarına kabrde namaz kılmak nasib etdin ise, bana da nasib et derdi, dedi. habibi acemiyi rahimehullahü teala terviye günü basrada, ertesi arefe günü arafatda görürlerdi. habibi acemi, haseni basrinin talebesidir. de vefat etdi. fudayl bin iyad rahimehullahü teala diyor ki, gözleri kör biri, abdüllah bin mubarek rahimehullahü teala hazretlerine gelip, gözlerinin açılması için düa etmesini istedi. abdüllah, uzun düa etdi. gözleri hemen açıldı. gözleri açılmış görenler çok idi. abdüllah bin mubarek, imamı azamın rahmetullahi aleyhima talebesidir. de vefat etdi. kitabından aldığımız yukarıda yazılı, eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü teala anhüm ecma'in kerametleri mezhebsizlerin yalan söylediklerini ortaya koymakdadır. eshab ve tabi'in hiç keramet göstermediler diyerek, müslimanları aldatmak istiyorlar. kitabını nurüddin cami rahmetullahi aleyh yazmış, de, hiratda vefat etmişdir. de, istanbulda ofset baskısı yapılmışdır. ehizade abdülhalim de vefat etmişdir. kitabında, evliyanın vefatdan sonra da kerametleri olduğunu isbat etmekdedir. kitabın üçyüzüncü sahifesinde, keramet, allahü tealanın mütteki olan mü'minlere ihsan etdiği bir şeydir. düa veya ibadet edince ihsan eder. velinin dileği ve gücü ile olmaz. ben veliyim, gaybleri bilirim diye ortaya çıkanlar, veli değildir, şeytandırlar diyor. eyyubi sahtiyani de basrada vefat etdi. fudayl de mekkede vefat etdi. kitabın müellifi, burada doğruyu inkar edememekdedir. fekat, evliyanın keramet satdığını söylemesi yalandır. evliyayı ve tesavvufu inkar etmek için, yalan söylemekden çekinmemekdedir. evliyalığı ve kerameti bilmediği için, zındıkların, dinsizlerin bozuk, iğrenç sözlerini tesavvuf büyüklerine bulaşdırıyor. bakınız, tesavvuf büyükleri, evliyalığı ve kerameti, nasıl açıklamışlardır. büyük islam alimi, evliyanın önderi, muhammed ma'sum rahimehullahü teala kitabının birinci cildi, ellinci mektubunda buyuruyor ki: allahü tealayı tanımak, keşf ve keramet sahibi olmakdan daha kıymetlidir. çünki, allahü tealaya arif olmak, onun zatındaki ve sıfatlarındaki gizli bilgileri anlamak demekdir. harika ve keramet ise, mahlukların gizli bilgilerini anlamakdır. allahü tealayı tanıyıp ma'rifet hasıl etmek ile, harika, keramet arasındaki fark, halık ile mahluk arasındaki fark gibidir. ma'rifet, allahü tealayı tanımakdır. harika ve keramet ise, mahlukları tanımakdır. doğru olan marifetler, imanı artdırır, olgunlaşdırır. harika ve keramet, böyle değildir. insanın yükselmesi, keramete bağlı değildir. şu kadar var ki, allahü tealanın çok sevdiği kullarından birçoğunda keramet hasıl olmuşdur. evliyanın birbirlerinden üstünlükleri, allahü tealaya olan ma'nevi kurbları, ma'rifetleri ile ölçülür. kerametleri ile ölçülmez. harikalar, kerametler, ma'rifetden daha kıymetli olsalardı, cukıyye ve berehmen denilen hind kafirlerinin, evliyadan daha üstün olmaları lazım gelirdi. çünki onlar, riyazet çekerek nefsin isteklerini yapmıyorlar. böylece, kendilerinden harika hasıl oluyor. evliyada ise, kurb, ma'rifet hasıl olmuşdur. harika hasıl olmasını istemezler. allahü tealayı tanımak varken, mahlukları tanımak istemezler. harika ve keramet, açlıkla ve riyazet ile, her alçak kimsede hasıl olabilir. bunun allahü tealaya karib olmakla, tanımakla bir ilgisi yokdur. keşf ve keramet istemek, mahluklarla uğraşmak demekdir. şi'. uğursuz, la'in şeytandan, harikalar görünür her an. girer kapıdan, hem bacadan, beden, kalb, olur ona vatan. tesavvuf sözlerini anma! nurdan, kerametden dem vurma! keramet, hakka kul olmakdır, gerisi, riya, ahmaklıkdır! .ıyamet ve ahıret insanın kemali, yüksekliği, fenaya kavuşmak, her şeyi gönülden çıkarmakdır. ibadetleri yapmak, tesavvuf yolunda yürümek ve nefse riyazet çekdirmek, insanın kendi hiçliğini anlaması ve varlığın ve varlık sıfatlarının yalnız allahü tealaya mahsus olduğunu anlaması içindir. bir kimse, keramet göstererek, herkesi yanına toplamak, böylece başkalarından daha üstün tanınmak isterse, kibr yapmış, kendini beğenmiş olur. ibadetlerin, seyr ve sülukün ve riyazet çekmenin faidelerinden mahrum olur. allahü tealanın ma'rifetine kavuşamaz. tesavvuf büyüklerinden şihabüddini sühreverdi rahimehullahü teala kitabında buyuruyor ki, kerametler, kalbin allahü tealayı zikr etmesi yanında hiç kalır. şihabüddin sühreverdi, abdülkadir geylaninin rahimehullahü teala talebesidir. de bağdadda vefat etdi. şeyhulislam abdüllahi hirevi rahimehullahü teala buyuruyor ki, ma'rifet sahibi olanların firaseti, ya'ni kerameti, allahü tealanın ma'rifetine kavuşmağa elverişli olup olmıyan kalbleri birbirlerinden ayırabilmekdir. açlık ve riyazet çekenlerin firaseti ise, mahlukların gizli şeylerini haber vermekdir. bunlar, allahü tealanın ma'rifetine kavuşamazlar. ma'rifet sahibi olan evliya rahimehümullahü teala hep allahü tealadan sözederler. insanlar, mahlukların gizli şeylerini haber verenleri veli sanırlar. evliyayı kiramın rahimehümullahü teala allahü tealanın ma'rifetlerinden söylediklerine inanmazlar. bunlar veli olsalardı, mahlukların gizli şeylerini bilirlerdi. mahlukların gizli şeylerini bilemiyen, allahı hiç bilemez derler. bu bozuk düşünce ile, evliyaya rahimehümullahü teala inanmazlar. allahü teala, evliyasını çok sevdiği için, bunları mahluklarla uğraşmağa bırakmaz. mahlukları bunların hatırlarına bile getirmez. allah adamları, mahluklara düşkün olanları beğenmedikleri gibi, mahluklara düşkün olanlar da, allah adamlarını tanıyamaz ve beğenmezler. allah adamları, mahlukların gizli şeylerini düşünürlerse, başkalarından daha iyi anlar. riyazet çekenlerin ve mücahede yapanların firasetleri kıymetsiz olduğu için, müslimanlarda, yehudilerde, hıristiyanlarda ve her çeşid insanda hasıl olabilir. yalnız allah adamları için değildir. şeyhul islam hirevinin sözü burada temam oldu. allahü teala, faideli olacağı zeman, evliyasının harika göstermesini diler. ma'rifetleri işiten kötü kimselerin, bunları söyliyerek, kendilerini evliya imiş gibi göstermeleri, bu ma'rifetleri lekeliyemez. cevher çöplüğe düşerse, kıymetden düşmez. tesavvuf yolunda rehber lazımdır. feyz rehber vasıtası ile gelir. rehber doğru değilse, yol bulunamaz. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbeti bereketi ile, tesavvufun yüksek derecelerine vardılar. ellinci mektubdan terceme temam oldu. ellibirinci mektubda buyuruyor ki, suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. tesavvuf büyüklerinden birkaçı, bu ayeti kerimeden anlamışlardır. iyi düşünülürse, iki anlayış da birdir. çünki, ibadetlerin en iyisi, zikr yapmakdır. zikrin en yüksek derecesi, zikr olunanı düşünmekden, kendini unutmakdır. bu ise, ma'rifet demekdir. görülüyor ki, ibadetin en yüksek derecesinde ma'rifet hasıl olmakdadır. ayeti kerimede, nefs ve şeytan karışmadan, ihlas ile ibadet yapılması emr olunmakdadır. bu da, fenaya kavuşmadan ve ma'rifetsiz yapılamaz. görülüyor ki, ma'rifetsiz ibadet halis olamaz. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi rahimehullahü teala ın ikinci cildinin doksanikinci mektubunda buyuruyor ki: velinin keramet göstermesi şart değildir. alimlerin harika ve keramet göstermeleri lazım olmadığı gibi, evliyanın rahimehümullahü teala da, keramet ve harika göstermeleri lazım değildir. çünki, evliyalık, demekdir. ya'ni, allahü tealaya yaklaşmak, ona arif olmak, onu tanımak demekdir. ikiyüzaltmışaltıncı mektubda diyor ki, suresinde, mealindeki ayeti kerime, bana arif olmaları için yaratdım demekdir. görülüyor ki, insanın ve cinnin yaratılmaları, allahü tealanın kemalatına ma'rifet hasıl etmeleri içindir. onu tanımakla kemal bulmaları içindir. bir insana kurbı ilahi ihsan olunur. fekat hiç keramet verilmez. mesela, gayb olan şeyleri bilmez. bir başkasına, hem kurb, hem de keramet verilir. bir üçüncüye ise, kurb verilmeyip, yalnız harika şeyler, gayblardan haber vermek bildirilir. bu üçüncü kimse, veli değildir. istidrac sahibidir. nefsinin cilalanması, gaybleri bilmesine sebeb olmuş, dalalete düşmüş, hak yoldan ayrılmışdır. birinci ve ikinci kimseler, kurb ni'metine kavuşmakla şereflenerek, evliya olmuşlardır. evliyanın birbirlerinden yükseklikleri, kurblarının derecesi ile ölçülür. muhammed ma'sumı faruki rahimehullahü teala senesinde, hindistanın serhend şehrinde vefat etdi. ının ikinci cildinin yüzkırkıncı mektubunda buyuruyor ki: hadisi kudside, evliyamdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları, ona farz etdiğim şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. her istediğini veririm. benden yardım isteyince, imdadına yetişirim buyuruldu. nın yüzseksenikinci sahifesinde de yazılıdır ve de mevcud olduğunu bildirmekde ve burada zikr olunan nafileler, farzlarla beraber yapılan nafilelerdir. bu kulumun gözüne, kulağına, eline, ayağına öyle kuvvet veririm ki, başkalarının yapamadıklarını ihsan ederim demekdir buyurmakdadır. bu ihsana kavuşabilmek için, ehli sünnet i'tikadında olmak ve ibadetleri şartlarına uygun olarak ve ihlas ile yapmak lazımdır. bu doğru i'tikad ve ibadetlerin şartları ve ihlas da, ancak ehli sünnet alimlerinin sohbetlerinden ve kitablarından elde edilir. hulasa, insanı allahü tealanın rızasına kavuşduran , ehli sünnet alimleridir. bu alimlere ve denir. bu vesileyi, ya'ni mürşidi arayıp bulmamızı allahü teala maide suresinde emr etmekdedir. farzların kurb hasıl etmeleri için ve terakki etdirmeleri için, amali mukarribinden olmaları lazımdır. bunun için de mürşidlerin bildirdikleri nafile ibadetleri yapmak şartdır. namaz için, önce abdest almak lazım olduğu gibi, farzların da kurb hasıl etmeleri için, önce tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. kalb ve ruh, tesavvuf ile temizlenmedikce, farzların kurbuna kavuşulamayıp, veli olmak şerefi hasıl olamaz. hadisi şerifde, buyuruldu. unutulmuş sünneti ihya etmek, ya onu yapmakla olur. yahud, hem yapmak, hem de başkalarına öğreterek, onların da yapmalarına sebeb olmakla olur. islamiyyeti ihya etmenin bu ikinci şekli, ala şeklidir. umumi olan birinci şeklden daha kıymetlidir. kitablarını yazanlara, yayanlara ve bunlara para yardımı yapanlara ve kendileri de bunlara tabi' olanlara müjdeler olsun! allahü tealanın rızasına kavuşmak ve kurb derecelerinde ilerlemek, ancak sünnete yapışmakla olur. ali imran suresinin otuzbirinci ayeti olan, onlara de ki, allahı seviyorsanız, bana tabi' olunuz! allah da sizi sever mealindeki emr, bu sözümün vesikasıdır. bid'atden çok sakınmalıdır. bid'at sahibi ile arkadaşlık etmemeli, onunla görüşmemelidir. ya'ni i'tikadı bozuk olan müslimanlarla, mezhebsizlerle ve bid'at işliyenlerle konuşmamalıdır. mesela, sakalı bir tutamdan kısa yapanın, sakal bırakmak sünnetini yerine getirdiğini söylemesi, bid'atdir. çünki, emr olundu. bu emrin, bir tutamdan kısa yapmayınız demek olduğu da ve başka kitablarda yazılıdır. bir tutam demek, sakalı alt dudak kenarından avuçlayıp, avuçdan taşan fazlasını kesmekdir. , emr olunmıyan şeyi veya emri değişdirerek, ibadet olarak yapmak demekdir. emri yapmamak, bid'at olmaz. fısk, günah olur. fasık, ibadet yapdığına değil, suçlu olduğuna inanmakdadır. özrsüz sakal kazımak, bid'at değildir, fıskdır, suçdur. özr ile kazımak, fısk da değildir. bid'at işlemek, en kötü fıskdır. adam öldürmekden de daha büyük günahdır. hoparlör ile ibadet yapmak, çalgı ile, ney ile kur'an, salevat, ezan ve ilahi okumak ve böyle zikr yapmak da bid'atdir. ba'zı bid'atler, küfre sebeb olurlar. bid'at işliyen ve başkalarının işlemesine sebeb olan kimseyi din adamı sanmamalı, ona birşey sormamalı, onun din kitablarını okumamalıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. muhammed ma'sumi faruki rahimehullahü teala ikinci cildin yüzonüçüncü mektubunda buyuruyor ki: kalb ile yapılacak vazifeler beş çeşiddir: birincisi, allahü tealanın ismini zikr etmekdir. insanın yüreğinde kalb denilen bir latife vardır. latife, maddesi olmıyan, cism olmıyan şey demekdir. ruh da bir latifedir. sessiz olarak, hayal ile kalbde allah, allah denir. ikinci vazife, yine hayal yolu ile kelimei tevhidi zikr etmekdir. her iki zikrde de hiç ses çıkarılmaz. üçüncü vazife, dir. bu da, hep kalbini düşünüp, allahdan başka, hiçbir şey hatırlamamak için dikkatli olmakdır. kalb denilen latife hiç boş kalamaz. mahlukların düşüncelerinden temizlenen kalb, kendiliğinden allahü tealaya teveccüh eder. kalbini düşmandan boşalt! dostu kalbe çağırmağa lüzum kalmaz demişlerdir. dördüncü vazife, dır. buna ve de denir. allahü tealanın, her an, herşeyi gördüğünü, bildiğini hep düşünmekdir. beşinci vazife dır. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem tam uyan bir zatın karşısında olduğunu, onun yüzüne bakdığını düşünmekdir. böyle düşünmek, ona karşı hep edebli olmağı sağlar. edeb ve sevgi, kalbleri birleşdirir. o zatın kalbinden, kendi kalbine feyz, bereket akmasına sebeb olur. bu beş vazifeden en kolayı, en faidelisi rabıtadır. resulullaha tam tabi' olmıyan kimse, kendisine rabıta yapdırırsa, ikisine de zarar verir. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh, birinci cildin ikiyüzseksenaltıncı mektubunda buyuruyor ki: tesavvuf yolunda ilerlemek için, kamil ve mükemmil, yolu bilen bir rehberin teveccühü, rehberlik etmesi lazımdır. böyle hakiki bir rehber bulmak, çok büyük ni'metdir. ona isti'dadına uygun olan bir vazife verir. isti'dadına göre, hiç vazife vermeyip, yalnız sohbetinde bulunmasını kafi görmesi de caizdir. onun haline uygun gördüğünü emr eder. rehberin sohbeti ve teveccühü, diğer vazifelerden daha faidelidir. beş vazife ve rehberin sohbeti, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem uymağı kolaylaşdırmak içindir. islamiyyete uyulmadıkca, bu vazifeler ve sohbet faide vermez. yukarıda bildirilen çeşidli mektublardan anlaşılıyor ki, insanların birinci vazifesi, allahü tealanın kurbuna, ya'ni ma'rifetine, rızasına, sevgisine kavuşmakdır. bunun da tek yolu, resulullaha uymak ve bid'atlerden sakınmakdır. resulullaha kolay ve doğru uyabilmek için ihlas lazımdır. ihlas ile yapılmıyan ibadetler faideli olmaz. kabul edilmez. kurb ni'metine kavuşdurmaz. ihlas elde etmek de, tesavvuf yolunda çalışmakla nasib olur. görülüyor ki, tesavvufun bildirdiği vazifeleri yapmak, ibadetlerin ihlas ile yapılması ve kabul olması içindir. makbul olan ibadetler de, insanı allahü tealanın kurbuna, ma'rifetine, rızasına kavuşdurur. eshabı kiramın hepsi, sohbet ve rabıta vazifelerini yaparak, ihlasın en üstün derecesine kavuşdular. onların bir avuç arpa sadaka vermelerinin kıymeti, başkalarının dağ kadar altın vermelerinden katkat ziyade oldu. görülüyor ki, tesavvuf yolu, bid'at değildir. islam dininin temellerinden biridir. eshabı kiram radıyallahü teala aleyhim ecma'in, tesavvuf yolunda bulunan vazifeleri yapmışlar, bu sayede, bu ümmetin en üstünleri olmuşlardır. kitabın üçyüzellidördüncü sahifesinde, enfal suresinin altmışdördüncü ayetinde, allah sana ve sana tabi' olanlara yetişir. ondan başkasına ihtiyacımız yokdur buyurdu. ibni kayyım ve ibni teymiyye böyle olduğunu bildirdiler. bu ayete, sana, allah ve sana tabi' olanlar yetişir demek yanlışdır dediler. allahdan başka kimse kafi olamaz. iki ayet önce, seni aldatmak isterlerse, allah sana elbet kafidir. seni, kendi yardımı ile ve mü'minlerin yardımları ile kuvvetlendirdi denildi. kafi olmak ile kuvvetlendirmek kelimelerini birbirinden ayırdı. kafi olmağı yalnız kendisi için, kuvvetlendirmeği ise, hem kendisi için, hem de kulları için kullandı. mü'minler de, allah bize kafidir, yetişir derler. allah ve peygamber bize kafidirler diyen olmamışdır. yalnız allah kafi olur ve yalnız ona tevekkül olunur diyor. imamı beydavi rahimehullahü teala, tefsir alimlerinin baş tacı olup, de tebrizde vefat etmişdir. bu büyük alim, bu ayeti kerime bedr gazasında bida denilen yerde nazil oldu. yahud, mekkede otuzüç erkek ve altı kadın iman etmişdi. sonra hazreti ömer de iman edince, bu ayeti kerime geldiğini abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüm ecma'in haber verdi diyerek, ayeti kerimenin demek olduğunu bildirdi. hüseyni tefsiri de böyle yazıyor. celaleyn tefsiri, mü'minlerin kafi olduğunu açıkça bildiriyor. imamı rabbani rahimehullahü teala ikinci cildin doksandokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, islamiyyetin, hazreti ömerin yardımı ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını, allahü tealadan istedi. hak sübhanehu ve teala, sevgili peygamberine, hazreti ömerle yardım eyledi ve enfal suresinde mealen, ey peygamberim! sana allah ve senin izinde olanlar, yardımcı olarak yetişirler buyurdu. abdüllah ibni abbas hazretleri, bu ayeti kerimenin, hazreti ömer imana gelince indiğini haber verdi radıyallahü anhüm. muhammed hadimi, kitabının binelliüçüncü sahifesinde diyor ki, kitabında, peygamber hakkı için veya bir velinin ismi hakkı için diyerek, düa etmek, tahrimen mekruhdur buyurdu. kitabı bunu açıklarken, çünki, mahlukların allahü teala üzerinde hakları yokdur dedi. fekat, allahü tealanın sevdiği bir kuluna verdiği hakkı düşünerek böyle düa etmek mekruh değildir denildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, ya rabbi! sana düa edenlerin hakkı için ve muhammed aleyhisselamın hakkı için diyerek düa etdi. bezzaziyye fetvasında da caiz denildi. işte bunun gibi herkese, her yerde, her zeman, her işlerinde, yalnız allahü teala kafidir. ondan başka yardımcı yokdur. ondan hadimi de konyada vefat etdi. başkasından yardım istemek şirkdir. fekat, allahü tealanın verdiği hakkı düşünerek, düa etmek caiz olduğu bildirilmişdir. allahü teala, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat, salih kulları ve fen adamlarını ve çeşidli madde ve kuvvetleri, iş, para ve makam sahiblerini, kendi yaratmasına sebeb kılmışdır. bu sebeblere yapışmak ve allahü tealanın yaratmasını, bu sebeblere sarılmakdan beklemek caiz olur. bunlar, allahü tealanın yaratmasına sebeb olarak bize kafidir, yetişirler demek iyi olur. bunun içindir ki, derin tefsir alimleri, yukarıdaki ayeti kerimeyi olarak açıklamışlardır. vehhabi kitabının da, üçyüzseksenbirinci sahifesinde yazılı, imamı ahmedin ve müslimin rahimehümallahü teala ebu hüreyreden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni sözlerine kulak asılmıyan nice kimseler görürsünüz ki, bunlar, birşey için yemin etseler, allahü teala bu sevgili kullarının hatırı için, o şeyi hemen yaratır. bu hadisi şerif, tesavvuf ilminin ve rehber arayıp onun gönlünü kazanmağa çalışmanın doğru olduğunu gösteren vesikalardan biridir. bu hadisi şerife dayanarak, ve kitablarında, söylenilmesi yasak olan altmış sözün yirmiüçüncüsünde diyor ki, ya rabbi! şu peygamberin veya ölü yahud diri salih, veli, alim kulunun hürmeti, senin ona ihsan etdiğin kıymeti hürmetine senden istiyorum demek caiz, ya'ni halal olduğu, fetvasında yazılıdır. kitabından ve başka eserlerden anlaşıldığına göre, böyle düa etmek müstehabdır. birçok ariflerin talebesine, allahü tealadan birşey istiyeceğiniz zeman, benden isteyiniz! allahü teala ile aranızda, şimdi ben vasıtayım dedikleri kıymetli kitablarında yazılıdır. ebülabbası mürsi rahimehullahü teala talebesine, buyururdu. bunlar, birçok kitablarda ve mesela ve de yazılıdır. kitabının üçyüzseksenbeşinci sahifesinde, din imamlarının ictihad yapmaları caizdir. çıkardıkları hükmleri, delilleri ile yazarlar. bir kimse, eline geçen delile, ya'ni ayete ve hadise uymayıp, imamının hükmüne uyarsa, bu kimse sapık olur. imamı malik ve ahmed ve şafi'i de böyle söyledi diyor. müslim de nişapurda vefat etdi. ebül abbas ahmed de vefat etdi. ehli sünnetin bu üç büyük imamı ve hatta imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyhim, bunu müctehid olan derin alimler için söylediler. bir müctehid, bir ayeti kerime ve hadisi şerif görünce, bu delile uyar. hiçbir müctehidin ve kendinin ictihadlarına uyamaz. çünki, ayetin veya hadisin açıkça bildirdiği bir iş için ictihad yapmak caiz değildir. üçyüzyetmişaltıncı sahifede diyor ki, bizler, müctehid değiliz. bize denir. bizim gibi mukallidler için, delil, sened, fıkh alimlerinin, ya'ni müctehidlerin sözleridir. bildiğimiz ayeti kerimeler ve hadisi şerifler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse, onlara değil, bunların sözlerine uymamız lazımdır. bunlar, onları görmemiş veya görmüşler de anlıyamamışlar demek caiz olmaz. yazar, ahmed ibni teymiyyeyi ve talebesi ibni kayyımı cevziyyeyi müctehid biliyor. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden bunların anladıklarına uyup, din imamlarımızın ictihadlarını beğenmiyor. halbuki, kendisinin de yukarıda bildirdiği gibi, din imamlarımız ictihad buyurdukları hükmleri bildirirken, dayandıkları ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri birlikde yazmışlardır. kitabın müellifi, din imamlarına uyan ehli sünneti, allahü tealanın kitabını bırakıp da, papazlarına, hahamlarına uyan hıristiyanlara ve yehudilere benzetiyor. müslimanlara müşrik diyecek kadar alçaklaşıyor. kendisi, müctehid olmıyan cahillere, ehli sünnet alimlerinin büyüklüklerini anlıyamıyanlara uyduğu için, kendisinin dalaletde olduğunu anlıyamamakdadır. eğer anlıyabilseydi, ne güzel olurdu. ibni abidin, tahareti anlatmağa başlarken diyor ki, . vehhabi yazar, buna da inanmıyor. mu'az hadisini yazıyor. halbuki, bu hadisi şerif, onun sapık inanışlarını çürütmekdedir. memleketinin icabı olarak arabi dilini iyi bildiğinden, her sözünü isbat etmek için bir çok ayeti kerime ve hadisi şerif yazıyor. aklı ermediği, mantık ve muhakemesi olmadığı için, vesika sanarak yazdığı ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin, kendi savunmalarının bozuk, çürük olduğunu açığa vurduğunu anlıyamıyor. imamı azam ebu hanifenin rahimehullahü teala talebesine karşı ayeti, hadisi alınız! benim sözümü bırakınız buyurduğunu da yazıyor. müctehidler için söylenmiş olan bu sözlerin, bizim gibi ve ibni teymiyye, ibni kayyım, muhammed abdüh ve seyyid kutb ve ibni teymiyye de şamda öldü. abduh de mısrda öldü. seyyid kutb da mısrda öldürüldü. mevdudi gibi mukallidler için de olduğunu sanıyor. bunların bir mezheb imamının kitablarını okuyup öğrenmeleri ve mezheb imamına uyarak se'adete kavuşmağa çalışmaları lazımdır. üçyüzdoksanüçüncü sahifede, , ayeti kerimesini yazarak, ehli sünneti bu münafıklara benzetiyor. diyor. burada da, ehli sünnet olan müslimanlara iftira etmekdedir. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden çıkardıkları yanlış, bozuk ma'nalara inanmadığımız için, bize doğru yoldan ayrıldı diyor. buna deriz ki, biz bu ayeti kerimelerden yüz çevirmiyoruz. bu ayeti kerimelere değil, sizin bunlara verdiğiniz yanlış ma'nalara uymayız. bu ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin ma'naları, sizin anladığınız gibi değildir. bunların doğru ma'nalarını peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem eshabı kirama radıyallahü teala anhüm anlatdı. alimleri de rahimehümullahü teala eshabı kiramdan sorup öğrendiler. anladıklarını, kitablarına yazdılar. açık bildirilmiş olanlarını açık olarak yazdılar. kapalı bildirilmiş olanlarını da, ictihad buyurup anladıkları gibi açıkladılar. biz o büyük alimlerin anlayıp yazdıklarına uyuyoruz. mezhebsizlerin yanlış anladıklarına uyarak aldanmak istemiyoruz. kitabdan ve sünnetden ayrılan, bizler değil, sensin diyoruz. kitabının dördüncü aslında, farisi olarak buyuruyor ki, islam dininin hükmlerini biz cahillere derin alimler ve olgun salihler bildirdi. bunlar, ve dir rahimehümullahü teala. hadis alimleri, hadisi şerifleri incelemişlerdir. doğru olanlarını ayırmışlardır. müctehidler de, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden ahkam çıkarmışlardır. biz, ibadetlerimizi ve bütün işlerimizi bu ahkama uygun olarak yaparız. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanından çok uzak olduğumuz ve nassların nasih ve mensuh olanlarını ve muhkem ve müevvel olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadığımız için, bir müctehidi taklid etmemiz lazımdır. çünki müctehid, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanına yakın olduğu için ve derin alim ve çok takva sahibi ve hükm çıkarmakda meharet sahibi olduğu ve hadisi şeriflerin ma'nalarını iyi anladığı için, onun anladığına uymakdan başka çare yokdur. böyle olmıyan bir kimsenin nasslardan, ya'ni kitabdan ve sünnetden hükm çıkarmasının caiz olmadığını, mezhebsizlerin çok büyük alim dedikleri ibni kayyım cevziyye kitabında bildirmekdedir. kitabında diyor ki, kimse, bir hadisi şerif işitince, bundan kendi anladığına göre iş yapması caiz olmaz. belki, onun anladığından başka ma'na verilmesi icab eder. yahud mensuh olabilir. müctehidin fetvası ise, böyle şübheli değildir. şerhi olan de de böyle yazılıdır. bunda, dedikden sonra, demekdedir. seyyid semhudi rahimehullah, kitabında diyor ki: hanefi alimlerinin büyüklerinden ibnülhümam, imamı ebu bekri razinin, sözünü haber vermişdir. senesinde vefat etmiş olan muhibbullah bihari hindinin rahimehullahü teala kitabında ve bunun şerhinde, avamın eshabı kiramı taklid etmekden men' olunmalarını ve bunların, islamiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlaşılan, kısmlara ayırmış olan alimlere uymaları lazım olduğunu derin alimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. takıyyüddin osman ibnüssalah şehri zuri rahimehullahü teala, dört imamdan başkasını taklid etmenin caiz olmadığını buradan çıkarmışdır demekdedir. de diyor ki, kitabında, avam eshabı kiramın mezheblerine uymamalıdır. din imamlarının, ya'ni dört mezheb imamının mezheblerine tabi' olmalıdırlar demekdedir. islam alimlerinin yukarıda yazılı icma'larına uymıyanların sapık oldukları anlaşılır. çünki, eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in cihad ile, islamiyyeti yaymak ile uğraşdıkları için, tefsir ve hadis kitabları hazırlamağa vakt bulamadılar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem nuru, onların mubarek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitabdan öğrenmeğe ihtiyacları kalmadı. herbiri, bu nurun kuvveti ile, doğru yolu bulurdu. asrların en iyisi bitince, fikrlerde, bilgilerde ayrılıklar hasıl oldu. eshabı kiramdan ve tabi'inden nakl edilen haberler, birbirlemuhammed ibni kayyım de vefat etdi. ibnülhümam muhammed da vefat etdi. rine uymaz oldu. hak yolu arıyanlar şaşırdılar. allahü teala, lutf ederek, bu ümmeti merhume arasından salih, mütteki dört alimi seçdi. nasslardan hükm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsan eyledi. bunları taklid ederek bütün müslimanların hidayete kavuşmalarını diledi. bunları taklid etmeği nisa suresinin ellisekizinci ayetinde emr etdi. bu ayeti kerimede mealen, ey iman edenler! allaha ita'at ediniz ve resule ita'at ediniz ve ülülemrinize ita'at ediniz! buyurdu. burada ülülemr, ictihad derecesine yükselmiş olan alimler demekdir. böyle alimler de, herkesin bildiği dört büyük imamdır. ya'ni meşhur olan dört mezhebin imamlarıdır. bu ayeti kerimedeki ülülemr denilen üstün kimselerin, müctehidler olduğunu, nisa suresinin seksenikinci ayeti açıkca bildirmekdedir. bu ayeti kerimede, denilmekdedir. ba'zıları, ülülemr, hakimler, valiler demekdir dedi. bu söz, nasslardan ahkam çıkarabilen hakimlerdir demek ise, doğrudur. bunlar, alim oldukları için, ülülemrdirler. hakim oldukları için değil! dört halife ve ömer bin abdül'aziz radıyallahü teala anhüm ecma'in böyle idi. cahil, fasık veya kafir olan emirler böyle değildir. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. fekat, kanunlara karşı gelmek, hükumete isyan etmek, hiçbir zeman caiz değildir. müslimanlar, her zeman hükumeti desteklemelidir. hükumet za'iflerse, fitne, ihtilal hasıl olur. bunlar ise, en kötü hükumetden daha fenadır. lokman suresinin onbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. hadisi şerif, ülülemrin ne demek olduğunu açıkca bildirmekdedir. abdüllah dariminin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. imamı süyuti ismindeki tefsirinde, ibni abbasın radıyallahü teala anhüma dediğini yazmakdadır. in üçüncü cildinin üçyüzyetmişbeşinci sahifesinde ve imamı nevevinin rahmetullahi aleyh ikinci cildinin yüzyirmidördüncü sahifesinde ve ve tefsirlerinde de yazılıdır. ayeti kerimelerin ve hadis ve tefsir alimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere ita'at etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhebsizlerin sözlerinin bozuk ve saçma olduğunu da ortaya koymakdadır. bu konuda birçok hadisi şerif ve haberler de vardır. bunlardan: yahya nevevi de şamda vefat etdi. ı resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mu'az bin cebeli radıyallahü teala anh yemene hakim olarak gönderirken, buyurunca, allahın kitabı ile dedi. buyurdu. allahın resulünün sallallahü teala aleyhi ve sellem sünneti ile dedi. buyurunca, ictihad ederek, anladığımla dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elini mu'azın göğsüne koyup, elhamdü lillah! allahü teala, resulünün resulünü, resulullahın rızasına uygun eyledi buyurdu. bu hadisi şerif, tirmüzide ve ebu davüdda ve darimide yazılıdır. ülülemrin müctehid demek olduğunu ve buna ita'at edenden resulullahın razı olduğunu, bu hadisi şerif açıkça göstermekdedir. ı ebu davüdün ve ibni macenin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. ismindeki şerhi, bu hadisi şerifi, farisi olarak açıklarken, faridai adile, kitaba ve sünnete uygun ilmdir. icma'a ve kıyasa işaretdir. çünki, icma' ve kıyas, kitabdan ve sünnetden çıkarılmakdadır. bunun için, icma' ve kıyas, kitaba ve sünnete mu'adil ve müsavi tutuldu ve faridai adile denildi. böylece, ikisi ile amel etmenin vacib olduğu tenbih buyuruldu. hadisi şerifin ma'nası, dinin kaynağı dörtdür: kitab, sünnet, icma' ve kıyas demek oldu demekdedir. ömeribnülhattab radıyallahü anh, şüreyhi kadi olarak gönderirken, allahın kitabında açık olarak bildirilene bak. bunu başkasından sorma! burada bulamazsan muhammed aleyhisselamın sünnetine tabi' ol! burada da bulamazsan, ictihad et ve anladığına göre cevab ver! buyurdu. ıv hazreti ebu bekre radıyallahü anh da'vacı gelince, allahü tealanın kitabına bakardı. burada bulduğuna göre hükm ederdi. burada bulamazsa, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdiğine göre cevab verirdi. işitmemiş ise, eshabı kiramdan radıyallahü teala anhüm ecma'in sorup, onların icma'ı ile hükm ederdi. v abdüllah ibni abbasa radıyallahü anhüma birşey sorulunca cevabını kur'anı kerimde bulup, cevab verirdi. kur'anı kerimde bulamazsa, resulullahdan işitdiğini söylerdi. işitmemiş ise, ebu bekr ile ömere radıyallahü anhüma sorardı. cevab alamaz ise, kendi re'yi ile bulup hükm ederdi. süleyman ebu davüd sicstani de basrada vefat etdi. şimdi, müctehid alimlere sormak, dört mezheb imamlarına sormak demek olduğunu açıklıyalım! dört imamı taklid etmenin birinci vesikası: eshabı kiramın asrından ve ondan sonraki asrdan, bu zemana kadar, bütün müslimanlar, bu dört imamı taklid etmişler. bunlara ita'at etmekde icma' hasıl olmuşdur. ve allahü tealanın rızası, icma'dadır. cema'atden ayrılan, cehenneme gider hadisi şerifleri, bu icma'ın sahih olduğunu açıkca göstermekdedir. dört imamı rahimehümullahü teala taklid etmenin vacib olduğunu gösteren ikinci vesika, isra suresinin yetmişbirinci ayetidir. bu ayeti kerimede, buyurulmakdadır. kadi beydavi rahimehullahü teala, bu ayeti kerimenin tefsirinde, dedi. de de böyle yazılıdır. tefsirinde ibni abbas, kendilerini dalalete veya hidayete sürükliyen devlet reisleri ile çağrılır dedi. sa'id bin müseyyib ise, her kavm, kendilerini hayra ve şerre sürükliyen reislerinin yanına toplanırlar dedi demekdedir. tefsiri hüseynide ve da mezhebinin imamı ile çağrılırlar. mesela, ya şafi'i yahud ya hanefi denilir demekdedir. bundan anlaşılıyor ki, kamil ve mükemmil olan imamlar kendilerine tabi' olanlara şefa'at edeceklerdir. da diyor ki, şeyhulislam ibrahimüllakani vefat edince, ba'zı salihler, bunu rü'yada görüp, allahü teala sana ne yapdı dediler. sual melekleri beni oturtunca, imamı malik gelip böyle bir kimseye, allahü tealaya ve resulüne imandan sorulur mu? bunu bırakınız dedi. beni bırakdılar cevabını verdi. yine kitabında, tesavvuf büyükleri ve fıkh alimleri, kendilerine tabi' olanlara şefa'at ederler. ruh teslim ederken ve kabrde münker ve nekir sual ederken ve haşrda, neşrde, hesabda, sıratda yanında bulunurlar. onu unutmazlar. tesavvuf büyükleri, kendilerine tabi' olanları, bütün korkulu yerlerde kollayınca, müctehid imamlar korumaz olurlar mı? bunlar, mezheb imamlarıdır. bu ümmetin bekçileridirler. sevin ey kardeşim! dört mezheb imamlarından dilediğini taklid et de se'adete kavuş!. görülüyor ki, kıyamet günü, herkes mezheb imamının ismi ile çağrılacakdır. imam, kendisini taklid edene, şefa'at edecekdir. dört mezheb imamlarının herbiri böyle yüksek idi. allahü teala, lokman suresisa'id bin müseyyib da medinede vefat etdi. nin onbeşinci ayetinde, buyurdu. bu dört büyük imamın, allahü tealaya inabet, rücu' etmiş oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. taklid etmenin vacib olduğunu bildiren üçüncü delil, nisa suresinin yüzondördüncü ayeti kerimesidir. allahü teala, bu ayeti kerimede mealen, buyurmakdadır. imamı şafi'i hazretlerine icma'ın delil olduğunu gösteren ayeti kerime hangisidir diye sordular. kur'anı kerimi üçyüz kerre okuyarak delil aradı. cevab olarak, bu ayeti kerimeyi buldu. bu ayeti kerime, mü'minlerin yolundan ayrılmağı haram etdiği için, bu yola uymak vacib olur. nesefi abdüllah, tefsirinde, bu ayeti kerimeyi açıkladıkdan sonra, yazılıdır. tefsiri de, bu ayeti kerimeyi açıklarken, bu ayet, icma'dan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. mü'minlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacib olur diyor. bu ümmetin salihleri, alimleri, bir mezhebi taklid etmek vacibdir. mezhebsiz olmak büyük günahdır dediler. alimlerin bu sözbirliğinden ayrılmak, bu ayeti kerimeden ayrılmak olur. çünki, allahü teala, ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, siz, insanlar için hayrlı ümmetsiniz! iyi şeyleri emr eder. fena şeyleri men' edersiniz buyurdu. bu ümmetin alimleri mezhebsizliğin fena olduğunu bildirdiler. mezhebsiz olmayınız dediler. bunun için, mezhebsiz olmak caizdir diyerek, alimlerin bu sözlerinden ayrılan, bu ayeti kerimeyi inkar etmiş olur. sual: kadyaniler ve niçeriler ve diğer mezhebsizler mü'min değil midir? bunlara uymak da, mü'minlerin yolunda olmak değil midir? cevab: bu mezhebsizlerin alimleri, nin dört kaynağından yalnız ikisine uyduklarını söyliyorlar. diğer ikisini kabul etmiyorlar. böylece, müslimanların çoğunun yolundan ayrılıyorlar. yolundan sapıyorlar. bunlara uymak, insanı cehennemden kurtarmaz. ler, , ve ve nesefi da bağdadda vefat etdi. beydavi abdüllah da tebrizde vefat etdi. ahmed kadyani de hindistanda öldü. fırkalarında olanlar da, kendi alimlerine tabi' olduklarını söyliyorlar. mezhebsizlerin, o fırkalara verdikleri cevabları, biz de mezhebsizlere cevab olarak söyleriz. bir mezhebi taklid etmenin vacib olduğunu gösteren dördüncü delil, nahl suresinin kırküçüncü ve enbiya suresinin yedinci ayeti kerimesidir. bu ayeti kerimede mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmiyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emr etmekdedir. ayeti kerimede, sorup öğrenmek herkesden ve din cahillerinden değil, alimlerden sormak ve bilinmiyenleri sormak emr olunmakdadır. bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde arayamaz, bulamazsa, taklid etdiği mezhebin müctehidinden sorup öğrenmesi lazım olmakdadır. sorup, öğrendiğine göre yapan kimse, o müctehidi etmiş olur. sormaz veya müctehidin sözüne uymaz, inkar ederse, mezhebsiz olur. ayeti kerimede bildirilen kimdir? mezheb imamı demek midir? yoksa, cahil din adamları mıdır? bunun cevabını, hadisi şerif bildiriyor: ibni merdeveyh ebu bekr ahmedin bildirdiği ve enes bin malikin haber verdiği hadisi şerifde, bir kimse namaz kılar, oruc tutar, hac ve gaza eder. fekat münafıkdır buyurulunca, denildi. için münafıkdır. onun imamı, zikr ehlidir buyuruldu. bundan anlaşılıyor ki, ayeti kerimedeki , ülülemr demekdir. ülülemrin ne demek olduğu, birinci delilde bildirilmişdi. sahih olan kavle göre, ülülemr, ulemai rasihin ve dört mezhebin imamlarıdır. ve ve mealindeki ayeti kerimeler, dört mezheb imamlarının üstünlüklerini göstermekdedirler. biraz arabi, farisi öğrenip, zahidlerden, takva ehlinden ve allah adamlarından feyz almamış olan ve nasslara, ya'ni ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere kendi kısa görüşlerine göre ma'na veren cahil ve sapıklar, mezheb imamlarının üstünlüklerinden çok uzakdırlar. bu mezhebsizler, ve bir zeman gelecek, din alimi kalmıyacak. cahiller din adamı yerine geçirilerek, bilmeden fetva vereceklerdir. bunlar, doğru yolda olmıyacak ve herkesi, doğru yoldan çıkaracaklardır hadisi şeriflerinde bildirilen sapıklardır. kitabında, cabir radıyallahü anh diyor ki: yolculukda, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. gusl etmesi icab ediyordu. teyemmüm etmem caiz olur mu, dedi. caiz olmaz, su ile gusl et, denildi. yıkandı. öldü. medineye gelince, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdik. onun ölümüne sebeb oldular. allahü teala da onları öldürsün. bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? cehlin ilacı, sorup öğrenmekdir! buyurdu. bu sahabiler, daha çok bilenlerden sormadan, kendiliklerinden fetva verdikleri için, çok sert sözle karşılaşıp, kendilerine, buyurulunca, şimdi din adamı geçinen bir kimsenin islam alimlerinin kitablarını okumadan, kendi boş kafası ve kısa görüşü ile kur'anı kerime ve hadisi şeriflere ma'na vermeğe kalkışmasına, böylece, müslimanların dinlerini, imanlarını bozmasına ne denileceği meydandadır. böyle kimseye, din, iman hırsızı demek yerinde olur. allahü teala, hepimizi böyle din hırsızlarının zararlarından muhafaza buyursun! amin. ibni sirin buyuruyor ki, . ebu musel eş'ari hazretleri, eshabı kiramın büyüklerinden olduğu halde, abdüllah bin mes'udün yanında fetva vermekden çekinir. derdi. çünki, abdüllah ibni mes'ud, ebu musel eş'ariden daha alim idi. fıkh bilgisi daha çok idi radıyallahü anhüma. imamı şafi'i, derin alim olduğu halde, imamı azam ebu hanifenin mezarı yanında iken, sabah namazında kunut okumağı ve rükü'dan kalkarken iki eli kaldırmağı terk ederdi. bunun sebebini sorana, buyurmuşdu. imamı azam ebu hanife, böyle büyük bir islam alimi idi. onun büyüklüğünü anlıyabilmek için, imamı şafi'i gibi alim olmak lazımdır. bu büyük alim, imamı azamın kabrde diri olduğunu bilmiş, onun huzurunda, onun mezhebine uymıyan iş görmekden sakınmışdır. evet, bu büyük imamlar rahimehümullahü teala fıkh ilminin mütehassısları idi. buharinin bildirdiği, hadisi şerifindeki müjdeye kavuşmuşlardı. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, islam ahkamını, fıkh alimlerinden, mezhebinin müctehidlerinden öğrenmek lazımdır. hadisi şeriflerden ve tefsirden öğrenmemelidir. hadisi şerifi, bu sözümüzün vesikasıdır. hadis alimleri, hadisi şerifleri inceleyip, sahihlerini ayırmak için yaratıldı. tefsir alimleri, kur'anı kerimin ma'nalarını doğru olarak anlayıp, bil.ıyamet ve ahıret dirmek için yaratıldı. bunların ikisi de, vazifelerini yapmak için çok çalışdı. maksadlarına kavuşdular. fıkh alimleri de, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin nasslarından ahkam çıkarmak için yaratıldı. bu büyük alimler rahimehümullahü teala de, bu ilmin son noktasına kadar yükseldi. bizim gibi cahillerin işini kolaylaşdırdılar. derin ilmleri ile ve allahü tealanın kendilerine vermiş olduğu takva yardımı ile, nassların birbirine uygunsuz görünen yerlerini birbirine uydurdular. muhkem olanlarını, te'villi olanlarından ayırdılar. sonra gelmiş olanlarını, önce gelmiş olanlarından, nasih olanlarını mensuh olanlarından ayırdılar. işte bunun için, bu ümmeti merhumenin hepsi, yeryüzünün her tarafında, bu büyükleri taklid etmeğe sarıldılar. bu imamların izinde bulunmağı, islam ahkamının anahtarı bildiler. bütün alimler, fadıllar, salihler, müttekiler, veliler, kutblar, evtad ve allah yolunda olanların hepsi ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıkları, kendilerini islam ahkamının bu önderlerine teslim etdi. hadis alimlerinin ve tefsir mütehassıslarının ve fıkh bilgisinde müctehid olan yüce imamların bilgilerinin biraraya toplanmasından meydana geldi. bizim gibi cahillerin ve şaşkınların bu din büyüklerine iktida etmemiz vacibdir. kurtuluş yolu, ancak bu imamların gösterdiği yoldur. ancak bu yola uyanlar kurtulur. nefslerine uyup, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere kendi düşüncelerine göre ma'na verenlere uyanlar felakete sürüklenir. en'am suresinin doksanıncı ayetinde mealen, allahü teala, onlara doğru yolu gösterdi. onların yoluna iktida et! buyuruldu. kendilerine hidayet verilenler, mezhebsizler değil, mezheb sahibi olan yüce imamlardır rahimehümullahü teala. sual: kendilerine ita'at etmemiz emr olunan ülülemr, müctehid olan imamlar olduğuna inandım. denilen alimler de bunlardır. bunları taklid etmemiz de vacibdir. bunların belli birini mi, yoksa hepsini mi taklid etmek lazım olduğu nerden anlaşılmakdadır? bir işin dört imamdan rahimehümullahü teala herhangi birine uygun olması kafi olur mu? cevab: iki veya üç yahud dört imamı birlikde taklid etmek mümkin değildir. çünki, dört imamın ictihadlarının birbirlerine uymadığı çok iş vardır. bir işi yapmağa biri vacib, diğeri ise haram demişdir. mesela, deriden kan çıkınca, imamı azam, abdest bozulur dedi. imamı şafi'i bozulmaz dedi. erkeğin derisi, kadının derisine değince, imamı şafi'i, ikisinin de abdesti bozulur dedi. imamı azam ise, ikisinin de bozulmaz dedi. imamı malik ile imamı ahmed bin hanbel arasında da böyle ihtilaflar vardır. böyle ihtilaflı olan işlerde, mesela imamı azama uysa, diğerlerine uymamış olur. diğer imamlara uygun yapan da, bu işde imamı azama uymamış olur rahmetullahi aleyhim ecma'in. böyle bir işi, dört mezhebe de uygun yapmak imkansız olduğu gibi, üç imama ve iki imama birlikde uyarak yapılamıyacak işler çokdur. böyle işler, ancak bir imama uyarak yapılabilir. sual: ba'zı işleri bir imama uyarak, başka işleri de, başka bir imama uyarak, daha başkalarını da, üçüncü imama uyarak, başka işleri de, dördüncü imama uyarak yaparsak, dört imama da uymuş oluruz. buna ne dersiniz? cevab: böyle yapmak, dini oyuncak yapmak olur. halal ve haram ortadan kalkar. bu ise, memnu'dur. haramdır. müslimdeki hadisi şerifde, münafık, iki koç arasında dolaşan koyun gibidir. bir ona gider. bir ötekine gider buyuruldu. buharideki hadisi şerifde de, insanların kötüsü, iki yüzlü olanlardır. ba'zılarına bir yüz ile, başkalarına, başka yüz ile görünür buyuruldu. bunlar, tevbe suresinin otuzsekizinci ayetinde bildirilen kimselerdir. bu ayeti kerimede mealen, nesi, küfrde ziyade olmakdır. kafirler bununla aldatılır. bir ayı halal sayarlar. başka sene ise, bu ayı haram sayarlar buyuruldu. ya'ni, birşeye, bir yıl halal derler. başka zemanda haram derler. ibnül hümam, kitabında ve ibnülhacib, kitabında ve da, denilmekdedir. da imamı azamı taklid edenin, hep hanefi mezhebine tabi' olması vacibdir. zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. büyük alim kasımın bildirdiği gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmişdir diyor. kitabında diyor ki, müctehidi taklid etmesi lazımdır. bu kitabı muhibbullah bihari hindi hanefi yazmış, de vefat etmişdir. imamı abdülvehhabı şa'rani, kitabının yirmidördüncü sahifesinde diyor ki, aynülülaya yükselmemiş bir alimin, şa'rani de vefat etdi. dört mezhebden birini taklid etmesi vacibdir. taklid etmezse, doğru yoldan sapar. başkalarını da sapdırır. ibni abidin rahmetullahi aleyh, ın ikiyüzseksenüçüncü sahifesinde diyor ki, aminin mezheb değişdirmesi caiz değildir. dilediği bir mezhebi taklid etmesi lazımdır. ami, müctehid olmıyan demekdir. şah veliyyullahı dehlevi rahimehullahü teala kitabında diyor ki, ictihad derecesine yükselmemiş din adamının, hadisi şerifden anladığı ile amel etmesi caiz değildir. çünki, hadisi şeriflerin mensuh veya te'villi yahud muhkem olduğunu ayıramaz. ibni hacib de, kitabında böyle yazmakdadır. yine şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh, kitabında, hanefi mezhebi, mezheblerin en kıymetlisidir. kitabında toplanmış olan yoluna en uygun olan, bu mezhebdir demekdedir. data genci bahşi lahori rahimehullahü teala, kitabında diyor ki, yahya mu'azı razi rahmetullahi aleyh resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü. ya resulallah! seni nereden arayıp bulayım, dedi. buyurdu. ibni hümam rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, . mevlana abdüsselam, şerhinde diyor ki, . manzumesini şerh ederek, ismini vermiş, de mısrda vefat etmişdir. imamı rabbani müceddidi elfi sani rahmetullahi aleyh, kitabında buyuruyor ki, . şah abdül'azizi dehlevi rahimehullahü teala, allahü teaveliyyullah dehlevi de vefat etdi. ali bin osman data gencbahş de vefat etdi. laya şerik yapma! ayeti kerimesinin tefsirinde buyuruyor ki, . imamı gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, emri ma'rufu anlatırken buyuruyor ki, . abdülhakı dehlevi rahmetullahi aleyh, şerhinde diyor ki, islam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuşdur. bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. işlerinin düzenini bozmuş, doğru yoldan ayrılmış olur. başka bir yerinde buyuruyor ki, alimlerin sözbirliği ve ahırzemanda müslimanlara en uygun yol, dört mezhebden birini taklid etmekdir. din ve dünyanın düzeni böyle olur. herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. o mezhebi taklide başladıkdan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şübhesiz, birinci mezhebe su'i zan etmek olur. işler ve sözler bozulur, karışır. sonra gelen alimler, bunu sözbirliği ile bildirdiler. doğrusu da budur. hayr bundadır. imamı kuhistani rahimehullahü teala şerhinde, den önce diyor ki, mezhebleri dilediği gibi karışdırabileceğini söylediler. ehli sünnet alimleri, hak te'addüd etmez dedi ve aminin belli bir imama uyması lazım olduğunu bildirdiler. kitabı, bunu uzun anlatmakdadır. her mezhebde mubah olanları, kolay olanları araşdırıp, bunları yapmağa, mezhebleri denir. böyle yapan, fasık olur. sa'id bin mes'udün bunu iyi anlatmakdadır. sual: mezhebleri etmenin, din ile oynamak olduğuna inanan ve bir mezhebi taklide başlayınca, başka mezhebe geçmenin caiz olmadığını kabul eden kimse, kendi mezhebinin haklı olduğunu söylemez mi? cevab: her mezhebde bulunanın böyle söylemesi için, vesikaları vardır. burada, hanefi mezhebine tabi' olmanın daha iyi olacağını gösteren vesikaları bildireceğiz. imamı azam ebu hanife nu'man bin sabit rahmetullahi aleyh, dört mezheb imamları içinde, eshabı kirama en yakın olanı, en alim olanı, fıkhda en derin olanı, vera'ı en çok olanı idi. imamı abdülvehhabı şa'rani rahmetullahi aleyh şafi'i mezhebinde olduğunu bildirdiği halde, insaf ile, imamı azamı şöyle tanıtmakdadır: ona hiç kimse dilini uzatmamalıdır. çünki o, dört imamın en büyüğü, mezhebin ilk kurucusu, senedleri resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem en yakın olanı, eshabı kiramın ve tabi'inin yaşayışlarını en çok göreni idi. her sözü kitaba ve sünnete dayanmakdadır. kendi re'yi, düşüncesi ile hiç birşey söylememişdir. imamı şa'rani gibi büyük bir alimin dediği ve kendi re'yi ile hiçbir şey söylememişdir dediği bir yüce imam için ve talebeleri için, birkaç hadis aliminin eshabı re' demeleri çok haksız bir isnaddır. böyle söyliyenleri allahü teala afv buyursun. şafi'i mezhebindeki büyük alimlerden ibni haceri mekki imamı azamı tanıtmak için rahimehümallahü teala ayrı bir kitab yazmışdır. kitabının ismi dır. kitabı da meşhurdur. tahavi, de vefat etdi. hanefi alimlerinden ibni abidin rahimehullahü teala, kitabının önsözünde diyor ki, imamı azamın, büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. diğer mezheb imamları, onun bütün sözlerini sened olarak almışlardır. mezhebinin alimleri, onun zemanından, bu zemana kadar, her yerde onun sözleri ile fetva verdiler. evliyadan çoğu, onun mezhebine göre çalışarak kemale geldiler. anadolu, balkan müslimanları, hind, sind ve mavera'ünnehr , yalnız onun mezhebini bilirler. abbasi devleti, her ne kadar, cedlerinin mezhebinde idi ise de, kadilarının, hakimlerinin, alimlerinin çoğu hanefi mezhebinde idi. beşyüz seneye yakın bu mezhebe göre amel etdiler. bu devletin yerine kurulmuş olan selçuki ve sonra harezmi melikleri ve büyük osmanlı devleti hep hanefi idi. büyük alim muhammed tahir sıddiki hanefi, de vefat etdi. kitabında diyor ki, imamı azamdan allahü tealanın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaşdırmasıdır. bu işde bir sırrı ilahi olmasaydı, yeryüzündeki müslimanların çoğu onun mezhebinde olmazdı. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki kaddesallahü sirrehul'aziz ismindeki farisi kitabının ikinci cildinin ellibeşinci mektubunda buyuruyor ki, imamı azam ebu hanife, isa aleyhisselama benzemekdedir. vera' ve takva ni'metine kavuşduğu için ve sünneti seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakda ve ictihad yapmakda, çok yüksek dereceye ulaşmışdır. ba'zı alimler, onun bu derecesini anlıyamadılar. onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, kitaba ve sünnete uymıyor sandılar. bu yüce imama, re'y sahibi dediler. onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, onun anladığını anlıyamadıkları için, böyle yanıldılar. halbuki, imamı şafi'i aleyhirrahme, onun anladığı bilgilerden, az birşey sezerek, dedi. muhammed parisa rahimehullah, kitabında, inince ictihad ve ameli imamı ebu hanifenin mezhebine uygun düşecekdir buyurdu. bu söz, belki yüce imamın isa aleyhisselama benzerliğini göstermekdedir. ellibeşinci mektubundan terceme burada temam oldu. bu ümmetin alimlerinin, salihlerinin çoğu hanefi mezhebinde idiler. mezhebsizlerin böyle bir alime ve ilmi ile amile dil uzatmaları ve mezheb taklid edenlere kafir sözleri, hatta gibi küstahca konuşmaları, ve başka kitablarda açıkca yazılıdır. bu nasibsizlerin, bu büyük ve mubarek imama böyle saldırmalarının sebebi acaba nedir? bilmiyorlar ki, ona düşmanlık, bu ümmeti merhumeye düşmanlıkdır. kitabından alındı. altıyüzaltmışbeş de vefat etmiş olan ebülmüeyyed muhammed bin mahmud harezminin toplamış olduğu kitabı on nev'dir. birinci nev'de, imamı azamı medh eden haberler ve eserler bildirilmişdir. haber, hadisi şerif demekdir. eser, sahabi sözü demekdir. birinci nev'inde, sadrülkebir şerefüddin ahmed bin müeyyidinin harezm şehrinde kendisine bildirdiği hadisi şerifi yazmakdadır. ebu hüreyrenin radıyallahü anh bildirdiği bu hadisi şerifde, ümmetim arasında ebu hanife denilen biri gelecekdir. o, kıyamet günü ümmetimin ışığı olacakdır buyuruldu. yine bu yoldan gelen bir hadisi şerifde, ümmetim arasında biri gelecekdir. ismi nu'man, künyesi ebu hanifedir. o, ümmetimin ışığıdır buyuruldu. yine bu yoldan gelen enes bin malikin bildirdiği hadisi şerifde, benden sonra bir kimse gelir. ismi nu'man bin sabitdir. künyesi ebu hanifedir. allahü teala, dinini ve benim sünnetimi onun elinde kuvvetlendirecekdir buyuruldu. yine bu yoldan gelen haberde, size, kufe şehrinde gelecek birini bildiriyorum. künyesi ebu hanifedir. kalbi ilm ve hikmet ile doludur. ahır zemanda, denilen kimseler, onun yüzünden helak olacaklardır buyuruldu. mezhebsizler bu hadisi şeriflere karşı gelir. bunları haber verenler arasında, nasıl oldukları iyi bilinmiyen kimseler var derler. onlara deriz ki, sonra gelenlerin bilmemeleri, önce gelmiş olanlara kusur olmaz. bu hadisi şerifler, de yokdur derlerse, hadisi şeriflerin sayısı, kütübi sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. başka hadis kitablarında da sahih hadislerin çok bulunduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. tirmizide yazılı, ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. bunun imamı azamı bildirdiği muhakkakdır. üsuli erbe'dan terceme burada temam oldu. bu kitabı farisi olarak muhammed hasen can serhendi müceddidi rahmetullahi teala aleyh yazmış, da hindistanda vede istanbulda basılmışdır. hasen can, de pakistan haydarabadda vefat etdi. imamı abdürrahman süyutinin kitabında, hakimin abdüllah ibni mes'uddan bildirdiği hadisi şerifde, önce inen kitablar, bir harf ya'ni kelime idi ve birşeyi bildirirlerdi. kur'anı kerim yedi harf üzerine nazil oldu. yedi şey bildirmekdedir: zecr , emr, halal, haram, muhkem , müteşabih ve misaller. bunlardan, halali halal biliniz! haramı haram biliniz! emr edilenleri yapınız! yasak edilenlerden sakınınız! misal ve hikaye olanlardan ibret alınız! muhkem olanlara uyunuz! müteşabih olanlara inanınız! bunlara inandık. hepsini rabbimiz bildirmişdir deyiniz! buyuruldu. bu hadisi şerif, vehhabi kitabının dörtyüzaltıncı sahifesinde de yazılıdır. süriyede hamada sultan cami'i hatib ve müderrisi allame muhammed hamid, kitabında, hanefi mezhebini uzun anlatmakda ve dört mezhebden birine tabi' olmanın vacib olduğunu isbat etmekdedir. kitab de yazılmış, de istanbulda ofset ile tekrar basılmışdır. de mısrda vefat etdi. dörtyüzondördüncü sahifede, allahdan başkasına düa etmek, başkasından sıkıntısını gidermesini istemek, ihtiyaclarını başkasından beklemek, mezarları büyük bilmek, onları putlaşdırmak, üzerine türbe yapmak, türbelerde namaz kılmak, türbedekilere ibadet etmek, kalb ile, söz ile, ibadet ile ölülerden birşey beklemek büyük şirkdir. cehennemde sonsuz kalmağa sebebdirler. allah adı ile yalan yemin etmekden korkmuyorlar. ahmed bedevi adı ile yalan yemin etmekden çekiniyorlar. bu ise, onu allahdan daha üstün, daha kuvvetli bilmekdir diyor. kitabın müellifi, doğru ile yanlışı karışdırmakdadır. kuru yanında yaşı da yakmak istemekdedir. allahü tealayı bırakıp da, başka bir ölüden veya diriden birşey beklemek, başkası adı ile yalan veya doğru yemin etmek, elbet şirk olur. imanı giderir. fekat, birkaç kişi böyle yapıyor diyerek, kabr ziyaret etmeğe, türbede, ka'beye karşı, allah rızası için namaz kılıp, sevabını meyyite hediyye etmeğe, allahü tealanın sevdiği kulunu, allahın yaratması için vesile etmeğe şirk demek, bunun için türbeleri, mezarları yıkmak, islamiyyete ve müslimanlara iftira olur. müslimanlara kafir diyen kimse, bunu düşmanlık ile, inad ederek söyliyorsa, kendisi kafir olur. şübheli olan nassları yanlış te'vil ederek söyliyorsa, kafir olmaz ise de, bid'at sahibi olur. kitabın bu yazısı, cami'lere hırsızlık yapmak için veya mezhebsizlik propagandası için gidenler, vaizlere, hatib efendilere, iftira ederek ihbar yapmak için, göze girmek için, iyi tanınmak için gidenler var, o halde, cami'leri yıkmalıdır demeğe benziyor. böyle söyliyen, bilmez mi ki, cami'ler, o kötü işler için yapılmamışdır. namaz kılmak, va'z etmek, kur'anı kerim dinlemek için yapılmışdır. böyle, birkaç kötülük için, cami'leri yıkmak değil, kötülük yapanları cami'lere, iyi insanlar arasına sokmamak lazımdır. kötü, bozuk kimseleri ileri sürerek, ehli sünnet olan temiz müslimanlara müşrik demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve velilerin, alimlerin rahimehümullahü teala türbelerine saygısızlık yapmak, islam düşmanlığıdır. büyük alim abdülgani nablüsinin rahimehullahü teala kitabının yüzelliüçüncü sahifesinden başlıyarak, sahifelerce yazdıklarının özeti şöyledir: ya'ni din bilgilerinin kaynağı dörtdür: kitab, sünnet, kıyas ve icma. kıyas ile icma', kitabdan ve sünnetden çıkmışdır. şu halde, din bilgisinin ana kaynağı kitab ve sünnetdir. bu ikisinden alınmıyan her bilgi, her iş, dir. bid'at olan inanışlar, bilgiler ve işler, sapıklıkdır. insanı felakete götürür. mesela, tesavvufcu, tarikatcı olduğunu söyliyen kimseler, bir münkeri, ya'ni icma' ile bildirilenlere uymıyan birşeyi yapınca, biz batın bilgilerini biliyoruz. bu iş bize halaldir. siz kitabdan öğreniyorsunuz. biz ise, muhammed aleyhisselamdan sorup anlıyoruz. onun sözüne güvenmezsek, allahdan sorup öğreniyoruz. şeyhimizin himmeti bizi ma'rifetullaha kavuşduruyor. kitabdan, üstaddan birşey öğrenmeğe ihtiyacımız yokdur. allah bilgilerine kavuşmak için kitab okumamak, mektebe gitmemek lazımdır. bizim yolumuz bozuk olsaydı, nurlar, peygamberler, ruhlar, bize görünmezlerdi. biz yanılırsak, haram işlersek, rü'yada bize bildirilir, doğruları öğretilir. ilm adamlarının kötü gördükleri şeyler, bize rü'yada kötülenmedi, iyi bildiğimiz için yapıyoruz diyorlar. bu gibi saçma sözler, zındıklıkdır, sapıklıkdır. islamiyyet ile alay etmekdir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere hakaret etmek, güvenmemekdir. bunlarda yanlış ve zemana uymıyan şey bulunduğunu söylemekdir. böyle bozuk sözlere inanmamalıdır. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala buyuruyor ki, vasıtası ile ahkam anlaşılamaz. ya'ni, allahü tealanın, velilerin rahimehümullahü teala kalblerine verdiği bilgiler, halal ve haramlar için delil, sened olamazlar. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek kalbine ilham, her müsliman için seneddir. herkesin bunlara uyması lazımdır. evliyanın ilhamı islamiyyete uygun ise, yalnız kendisine seneddir. başkalarına sened olamaz. ilham, kitabın ve sünnetin ma'nalarını anlamağa yardım eder. ilham, salih mü'minlerde olur. bid'at sahiblerinin ve fasıkların kalblerine şeytanın vesveseleri gelir. kalbe gelen bilgilere denir. bu ilm ruhani veya şeytani olur. birincisine , ikincisine denir. ilham kitaba ve sünnete uygun olur. vesvese, bunlara uygun olmaz. rü'ya da, rahmani veya şeytani olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamber olduğu bildirilmeden önce, altı ay, rü'ya ile amel eyledi. tesavvuf büyüklerinden yüksek veli cüneydi bağdadi rahimehümullahü teala insanları, allahü tealanın sevgisine kavuşduracak yol, yalnız muhammed aleyhisselamın yoludur. bundan başka olan dinler, mezhebler, tarikatler, rü'yalar çıkmaz sokakdır. insanı se'adete kavuşdurmazlar. kur'anı kerimin ahkamını öğrenmiyen ve hadisi şeriflere uymıyan kimse, cahil ve gafildir. buna uymamalıdır. bizim ilmimiz, mezhebimiz, kitab ile sünnetdir buyurdu. muhyiddini arabi rahimehüllahü teala buyuruyor ki, bir vecüneydi bağdadi da bağdadda vefat etdi. li, islamiyyete uydukca ilerler. ilhamları artar. fekat, velilere gelen ilhamlar, kitab ve sünnetin üstüne çıkamaz. sırriyi sekati tesavvufun üç ma'nası vardır. birincisinde sfinin kalbinde allahü tealaya olan ma'rifeti, vera'ının nurunu söndürmez. kalbinde olan ma'rifet nuru ile, maddenin ve enerjilerinin hakikatlerini, özlerini anlar ve allahü tealanın ismlerinin, sıfatlarının tecellilerine kavuşur. bedeninde olan vera' nuru ile, islamiyyetin ince bilgilerini anlar. her işi, islam ahkamına uygun olur. ikinci ma'nasına göre, sfinin kalbinde, kitaba ve sünnete uymıyan ilm bulunmaz. uygun olup olmadığını, zahir ve batın bilgilerinde derin alim olup, tesavvuf büyüklerinin kullandıkları kelimeleri anlıyanlar ayırabilir. tesavvufun üçüncü ma'nasına göre, sfinin kerametleri, islam bilgilerinin hiçbirine aykırı olmaz. islam ahkamına uymıyan şeyler, olmaz. bunlara denir buyurdu. evliyanın sözlerinin, işlerinin islam ahkamına uygun olup olmadığını her ilm sahibi anlıyamaz. tesavvuf bilgilerini iyi bilmek ve tesavvuf büyüklerinin sözlerinin ma'nasını iyi anlamak lazımdır. mesela, bayezidi bistami rahimehullahü teala buyurdu. yalnız zahiri bilgileri olanlar bu sözü, mahluklardaki kusurlar bende yokdur. benim şanım çok büyükdür demek sanır. muhyiddini arabi rahimehullahü teala, bu söz için, allahü tealanın büyüklüğünü, hiç kusurlu olmadığını en iyi olarak bildirmekdedir dedi. tenzihin tenzihidir buyurdu. şöyle ki, allahü tealayı ona layık olarak tenzih ve tesbih edemediğini gördü. allahü teala tam münezzeh olarak tecelli etdiği gibi, onun isti'dadı ve gücü kadar yapdığı tenzihe ve tesbihe uygun tecelliler de olmakdadır. bu tecellileri tesbih etmesini, kendi isti'dadını tesbih etmek görüp, kendimi tesbih ediyorum dedi. böylece, sübhani dedikden sonra, başkalarının tesbihlerinin, daha aşağı olduğunu, onların tenzihlerine göre olan tecellilerde görerek, kendi tesbihinin daha uygun olduğunu görünce, dedi. görülüyor ki, bu sözü ile islamiyyete uygun olan birşeyi anlatmak istemişdir. sekr halinde olduğundan, başka kelime bulamamış, ince bilgilerini, herkesin anlıyamıyacağı kelimelerle bildirmişdir. yine bu büyük veli, bistam şehrinde talebesini alarak, veli olduğu söylenilen bir kimseyi görmeğe gitdiler. zühdü, takvası dillerde dolaşan o kimsenin yanına gidince, kıble tarafına tükürdüğünü gördü. selam vermeyip, yanından uzaklaşdı. bu adam resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem karşı lazım olan edeblersırri sekati de bağdadda vefat etdi. bayezidi bistami de bistamda vefat etdi. den birini gözetmedi. veli olmak için lazım olan edebleri de gözetemez dedi. kıbleye karşı edebsizlik, kötü birşeydir. ehli sünnet alimleri, yatarken ve otururken kıbleye karşı ayak uzatmağa mekruh dedi. allahü teala, ka'beyi tavaf etmeği ve tavafda temiz olmağı emr eyledi. muhyiddini arabi rahimehullahü teala buyuruyor ki, düalarının kabul olduğunu söyliyen bir kimse, islamın edeblerinden bir edebi gözetmezse, çok kerametleri görülse de, ona inanılmaz. yine bayezidi bistami buyurdu ki, . abdürra'üfi münavi rahimehullahü teala, şerhinde diyor ki, avamın ya'ni müctehid olmıyanların, sahabei kiramı taklid etmelerinin caiz olmadığını, alimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu sözbirliğini, imamı ebu bekri razi rahimehullahü teala haber vermekdedir. müctehid olanın, dört mezhebden başka olan ictihadlara uymaları caizdir. fekat, uyarak yapdığı işde, onun bütün şartlarını gözetmesi lazımdır. ebu süleymanı darani rahimehullahü teala buyuruyor ki, çok vakt, kalbime düşünceler geliyor. kitaba ve sünnete uygun bulursam kabul ediyorum. zünnuni mısri rahimehullahü teala buyuruyor ki, da, yüzseksenikinci sahifesinde, imamı kastalaninin kitabından alarak buyuruyor ki, allahü tealayı sevmek ikiye ayrılır: farz olan sevmek, farz olmıyan sevmek. farz olan sevmekle, emrleri yapılır. yasaklarından sakınılır. kaza ve kaderine razı olunur. haram işlemek ve farzları yapmamak, bu sevginin gevşek olduğunu gösterir. farz olmıyan sevgi, nafileleri yapdırır. şübhelilerden sakınmağa sebeb olur. buharinin ebu hüreyreden radıyallahü anh haber verdiği, allahü teala, kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları, ona farz kıldığım şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. her istediğini veririm. benden yardım isteyince, imdadına yetişirim buyurdu hadisi kudsi gösteriyor ki, allahü tealanın çok sevdiği ibadet, farzları yapmakdır. burada bildirilen nafile ibadetler, farzlarla birlikde yapılanlardır. bunlar, bu farzlardaki kusurları temamlar. ömer bin ali fakihani diyor ki, ebu süleyman hattabi diyor ki, . bunların düa etdikleri kimseler, muradlarına kavuşurlar. fakihani iskenderi maliki de vefat etmişdir. ebu süleyman ahmed hattabi büsti, de vefat etmişdir. velilerden düa, yardım beklemek, bunun için onlara yalvarmak şirk olur demek, bu hadisi şerife inanmamak olur. abdülgani nablüsi rahimehullahü teala, buyuruyor ki, cüneydi bağdadiden başlıyarak, buraya kadar yazdıklarımızı, tesavvuf büyüklerinden abdülkerim kuşeyrinin rahimehullahü teala risalesinden aldım. tarafsız olarak bunları incele! adı geçen bu tesavvuf büyüklerinin, velilerin, islamiyyete nasıl yapışmış olduklarını gör! bütün keşflerini, kerametlerini, kalb bilgilerini, ilhamlarını, hep kitab ve sünnet ile ölçmekdedirler. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yolundan ayrılan cahillerin sözleri ileri sürülerek, ehli sünnet alimlerine, tesavvuf büyüklerine dil uzatmak, bir müslimana yakışır mı? bu velilere ve bu allah adamlarını seven müslimanlara, müşrik diyene inanılır mı? evliyanın kerametleri hakdır, doğrudur. ehli sünnet i'tikadında olan ve islamiyyete uyduğu görülen kimselere, allahü tealanın adeti dışında, ikram etdiği, ihsan etdiği şeylere denir. bir veli, keramet sahibi olduğunu söylemez. keramet göstermesini dilemez. keramet, velinin ölüsünde de, dirisinde de hasıl olur. peygamberler ölünce, peygamberlikden ayrılmadıkları gibi, veliler de ölünce, evliyalık derecesinden düşmezler. veliler, allahü tealaya ve sıfatlarına arifdirler. kur'anı kerimde, birçok velilerin kerametleri bildirilmekdedir. isa aleyhisselam babasız dünyaya gelince, hazreti meryemde görülen kerametler bunlardandır. zekeriyya aleyhisselam hazreti meryemin odasına geldiği zeman, yanında yiyecek olduğunu görür. bunu nereden aldın derdi. çünki, onun yanına, zekeriyya aleyhisselamdan başka, kimse girmezdi. o da, allahü teala yaratdı cevabını verirdi. eshabı kehfin kerametleri de, kur'anı kekuşeyri de nişapurda vefat etdi. rimde bildirilmekdedir. mağarada senelerce aç ve susuz kaldılar. asaf bin berhıyanın, belkısın tahtını süleyman aleyhisselama getirmesi de kur'anı kerimde bildiriliyor. eshabı kiramın ve tabi'inin binlerce kerametleri, kitablarda yazılıdır ve dillerde dolaşmakdadır. mezhebsizlerin, kerametlere inanmamalarına pek de şaşmamalıdır. çünki, kendilerinde keramet hiç hasıl olmadığı gibi, hocalarında ve büyük bildiklerinde böyle şeyler görüldüğünü duymuyorlar. imamı necmeddin ömer nesefiden rahimehullahü teala kerameti sorduklarında, allahü tealanın, evliyasına, ya'ni sevdiği kullarına, adetini bozarak, ihsanda bulunması, ehli sünnete göre caizdir buyurduğu, ibni abidinde, mürted bahsi sonunda yazılıdır. evliyanın az zemanda uzak yerlere gitdikleri ibni abidinde, sonunda da yazılıdır. bunun üzerine şafi'i ve hanefi mezheblerinde, fıkh mes'eleleri bile yapılmışdır. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala fetvalarında diyor ki, bir veli, bulunduğu yerde akşam namazını kıldıkdan sonra, garba doğru çok uzağa gitse, gitdiği yerde güneş batmamış olsa, burada güneş batınca, akşam namazını tekrar kılması lazım olmadığını söyliyenler çokdur. şemseddin remli rahimehullahü teala ise, lazım olur buyurdu. ihtiyac olduğu zeman, yiyecek içecek ve giyecek, hemen hasıl olması da çok görülmüşdür. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcası oğlu ca'fer tayyarın radıyallahü teala anh havada uçduğu tarih kitablarına geçmişdir. lokmanı serahsinin ve benzerlerinin uçdukları da meşhurdur. su üstünde yürümek, ağaç, taş ve hayvanlarla konuşmak da çok görülmüşdür. allahü tealanın, böyle adetinin ve kanunlarının dışında yapdığı şeyler, peygamberlerde hasıl olursa, denir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat diri olması şart değildir. öldükden sonra da, allahü teala mu'cize ihsan eder. bunun gibi, veliler öldükden sonra da, allahü teala bunlara vermekdedir. hiçbir veli, hiçbir nebinin derecesine yükselemez. veliler, dereceleri ne kadar yüksek olursa olsun, allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymaları lazımdır. velilerin en yükseği hazreti dır radıyallahü anh. bundan sonra, en yükseği hazreti dur radıyallahü anh. ömer radıyallahü anh müsliman olmadan önce, otuzdokuz müsliman vardı. gizli ibadet ederlerdi. bu, müsliman olunca, dedi. islamiyyetde, açıkca ilk ibadet eden, dur radıyallahü anh. bu ikisinden sonra velilerin en yükseği, hazreti dir radıyallahü anh. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem rukayye ve ümmü gülsüm adındaki iki mubarek kızı ile radıyallahü teala anhünne ard arda evlendiği için, adı ile şereflenmişdir. bu iki zevcesi ölünce, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bundan sonra, evliyanın en üstünü, hazreti dır radıyallahü anh. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazasına giderken, hazreti aliyi, medinede, ehli beytini korumak için, kendi yerine vekil bırakmağa razı oldu ve sen, bana, harunun musaya olduğu gibisin. şu kadar var ki, benden sonra, hiç peygamber gelmiyecekdir buyurmuşdu. bunun için, kendisine mürteza denildi. resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem sonra, bu dördünün hilafeti, üstünlükleri sırasına göre oldu. bunlardan sonra, evliyanın en üstünleri ın hepsidir radıyallahü anhüm ecma'in. eshabı kiramın ismlerini ve aralarında olan muharebeleri söylerken, kalbimizin ve dilimizin onlara karşı saygılı ve iyi olması lazımdır. çünki, onların birbirleri ile muharebeleri, ictihad ayrılığı idi. onların bu işlerine de sevab vardır. yanılanlarına bir sevab, doğru olanlarına iki sevab verildi. denilen on kişinin cennete gideceklerini, resulullah haber verdi. bunlar, dört halife ve talha ve zübeyr ve sa'd bin ebi vakkas ve sa'id bin zeyd ve ebu ubeyde bin cerrah ve abdürrahman bin avfdır. resulullahın mubarek kızı hazreti radıyallahü anha ile bunun iki oğlu, ve in ve ve nın radıyallahü teala anhüm ecma'in da cennetlik olduklarına inanırız. bunlardan başka, hiç kimsenin ismini söyliyerek cennetlik olduğunu söyliyemeyiz. başka alimlerin, velilerin cennete gideceklerini, çok zan ederiz. fekat, kesin söyliyemeyiz. eshabı kiramdan sonra, evliyanın en üstünü, in üstünleridir. onlardan sonra in üstünleridir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. müellif, allahü tealayı sevmenin on sebebi vardır. dokuzuncusu, allahı sevenlerle beraber bulunmak, onların sözlerinden dökülen tatlı meyveleri toplamak, onların yanında, ancak lazım olunca konuşmakdır. bu on sebebe yapışmakla, muhabbet dereceleri aşılır. sevgiliye kavuşulur diyor. biz de, böyle inanıyoruz. tesavvuf büyüklerini bunun için seviyoruz. allahü tealanın sevdiği velilerin yanına onun için üşüşüyoruz. onları bunun için övüyoruz. böyle yapanlara, niçin müşrik diyor anlıyamıyoruz. kitabının, dörtyüzonbeşinci sahifesinde, kasidei bürde, büyük cahillikdir. yalnız peygamberlerin koruması ile necat olurmuş. bu kaside, kitaba ve sünnete karşı gelmekdedir. bu kasideyi kur'andan üstün tutuyorlar diyor. kitabının önsözünde, sü'ud torunu abdül'aziz tevhidi yeniledi. arabistan yarım adasına sulh ve emniyet getirdi. oğlu sü'ud da, geçmişlerinin yoluna hayat verdi. hulefai raşidinin yolunu açdı diyor. sü'ud oğullarının kılınclarının keskin olmasına düa ediyor. yunanistanda, atinanın en lüks otellerinde, yüzlerce gayrı meşru' cariye ile, yunan kızları arasında, yıllarca sefahet, içki ve fuhş alemleri sürerek de zevk, safa, işret içinde ölen sü'udü ve dedelerini övmek için gibi medhiyeler söylemesi, ondan yardım dilemesi şirk, suç olmıyor da, imamı busayrinin rahimehullahü teala, allahü tealanın sevgili peygamberini sallallahü teala aleyhi ve sellem övmesi, o yüce peygamberi, mahlukların en yüksek derecesine çıkarması, müjdesi ile şereflenmiş olan o en yüksek peygamberden yardım ve şefa'at istemesi, suç ve şirk oluyormuş. utanmadan bu yazıları, din kitabı diyerek müslimanların önüne sürmekdedir. gençleri aldatmak, mezhebsiz yapmak için, islam alimlerine, müslimanların gözbebeklerine, müşrik, sapık demekden haya duymamakdadır. imamı rabbaninin rahimehullahü teala birinci cild, kırkdördüncü mektubda bildirdiği hadisi şeriflerde, resulullahın kendi yüksek makamını anlatmasına, acaba ne diyecekdir. peygamberlerin seyyidi, gelmiş gelecek, bütün insanların en üstünü olduğunu bildirdiği için, o şerefli peygambere sallallahü teala aleyhi ve sellem de, kirli kalemini bulaşdırmak küstahlığını mı yapacak? bu konuda, onüçüncü maddede geniş bilgi verildi. lütfen o maddeyi de okuyunuz! bu vehhabi kitabının dörtyüzonaltıncı sahifesinde, ibrahim neha'i, allahü tealaya, sonra sana sığınırım demek caiz olur dedi ise de, bu söz diri ve hazır olup birşey yapmağa gücü yeten ve sebeb olan kimse için söylenir. ölüler his etmez, duymaz, faide abdül'aziz bin abdürrahman bin faysal de öldü. ve zarar yapmağa güçleri yokdur. ölülere ve gaib olan dirilere karşı böyle söylenmez. ölülere herhangi bir suretle bağlanmak caiz değildir. böyle olduğunu, kur'an açıkca bildiriyor. ölülerden birşey istemek, yahud onlara birşey söyliyerek değer vermek, kalbi ile veya bir iş yapmakla bağlanmak, onları ilah, ma'bud, tanrı yapmak olur diyor. bu saçma yazıları ile, kur'anı kerime de iftira etmekdedir. islam alimleri rahimehümullahü teala bu sapık yazılara, ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle cevab vermişler. bunların aldandıklarını ve gençleri aldatarak felakete sürüklemekde olduklarını isbat etmişlerdir. bu kıymetli kitablardan seyyid davüd bin süleymanın rahimehullahü teala kitabı, ofset yolu ile, da istanbulda basdırılmışdır. de ikinci, da üçüncü baskısı yapılmışdır. arabi olan bu kitab, ilk olarakhicri yılında, bombayda basılmışdı. seyyid davüd, derin alim, büyük veli, kerametler sahibi olan mevlana halidi bağdadinin rahimehullahü teala talebesi olup, de bağdadda tevellüd ve da orada vefat etdi. hal tercemesi lügat kitabında isminde yazılıdır. ibrahim neha'i imamı azamın hocasının hocasıdır. da kufede vefat etdi. kitabında diyor ki: ehli sünnet i'tikadından ve mezheblerden ayrılanlar, bugünlerde çoğalmakdadır. bu sapıklar, muhammed aleyhisselamın ümmetine müşrik diyorlar. bu mubarek ümmeti öldürmeli, mallarını almalı diyorlar. bunlar, böylece, felakete sürükleniyorlar. allahü tealanın yardımı ile, vehhabi denilen bu sapıkları, şu küçük kitabımla red etmeğe, yazılarının bozukluğunu isbat etmeğe kalkışdım. bunu okuyarak, belki yanıldıklarını anlar, hidayete kavuşurlar. böylece, büyük bir hizmet etmiş olurum. vehhabiler, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve salih kullardan evliyayı rahimehümullahü teala vasıta yaparak, onları şefa'atcı kılarak, allahü tealadan dilekde bulunmağa ve allahü tealanın keramet olarak onlara verdiği kuvvet ile sıkıntıdan kurtarmalarını istemeğe ve allahü tealanın bir dileğe kavuşdurması veya bu sıkıntıdan kurtarması için, kabrlerine gidip, onlardan şefa'at istemeğe inanmıyorlar. insan ölüp, toprak olunca, işitmez, görmez, kabr hayatı diye birşey yokdur diyorlar. dünyada birşeye kavuşmak için, diriler sebeb yapıldığı halde, ölülerin de, birşeye kavuşmak için sebeb yapılmasına bir dürlü inanmıyorlar. eğer, ölülerin kabr hayatı denilen bir hayat ile diri olduklarına ve bu hayat.ıyamet ve ahıretlarından dolayı, bildiklerine, işitdiklerine, gördüklerine ve kendilerini ziyaret edenleri tanıdıklarına, selam verenlere karşılık selam verdiklerine ve birbirlerini ziyaret etdiklerine, kabrde ni'met veya azab içinde olduklarına ve ni'metin ve azabın, ruh ile bedene birlikde olduğuna ve tanıdıkları dirilerin yapdıkları işlerin kendilerine bildirildiğine ve iyi işleri öğrenince, allahü tealaya hamd edip birbirlerine müjde verdiklerine ve işi yapana düa etdiklerine, kötü işleri öğrenince, bunları yapanlara düa ederek ya rabbi! bunlara iyi işler yapmak nasib et! bize yapdığın gibi, onlara da hidayet nasib eyle dediklerine inansalardı, böyle inkar etmezlerdi. çünki ölmek, bir evden, başka bir eve göç etmekdir. bu bildirdiklerimizin hepsinin doğru olduklarını, kur'anı kerim ve hadisi şerifler ve icma'ı ümmet bildirmekdedir. bunlara inanmıyan, iman edilmesi vacib olan birşeye inanmamış olup, bid'at fırkalarından olur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sünnetinden ayrılmış olur. çünki, mahşer yerinde toplanmak için dirilip, mezardan çıkmağa inanmak, imanın altı şartından biridir. buna inanmıyan kafir olur. ölüler için kabr hayatı olup, ni'meti ve azabı duyduklarına inanmamak, küçük kıyamete inanmamakdır. küçük kıyamet, büyük kıyametin örneğidir.kabr azabına inanmıyan cahiller, mezarda bedenler çürümüşdür. organlar kalmamışdır. duymazlar, görmezler. bedene azab ve ni'met olmaz diyorlar. buna deriz ki, ruhun ölmediğine siz de inanıyorsunuz. bunun için, onun duyduğuna, işitdiğine, gördüğüne de inanmalısınız. böyle olunca, ruhdan şefa'at dilemek, ondan yardım istemek gibi, allahü tealanın yaratmasına vasıta olmasını beklemeğe, karşı olmamanız icab eder. çünki, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmekdedir. diri insanlar, allahü tealanın yaratmasına vasıta, sebeb oldukları gibi, diri ruhların da, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacağı red edilmez. bunu, iyi düşünemediği için, ölüden bir yardım beklenemez. allahü tealanın birşeyi yaratması için, allahü tealanın sevdiği kullarının ruhlarından yardım bekliyen, onlardan şefa'at istiyen kafir olur, müşrik olur diyorlar. osmanlı devletinde yetişmiş olan alimlerin büyüklerinden ehizade abdülhalim bin muhammed rahimehullahü teala, kitabında, allahü tealanın evliyaya keramet verdiğini, kerametlerin öldükden sonra da devam etdiğini vesikalarla isbat etmekdedir. abdülhalim efendi, de vefat etmişdir. merginaninin sine yapdığı şerh ile a ta'likı ve haşiyeleri çok kıymetlidir. sa'düddini teftazani rahimehullahü teala şerhinde, evliyanın kerametlerini uzun yazmışdır. birçok alimler, bu şerh üzerine haşiyeler yapmışlardır. bunlardan biri, hindistan alimlerinden abdül'aziz ferharinin rahimehullahü teala ismindeki arabi şerhidir. buna da, muhammed berhurdar mültani rahimehullahü teala çok kıymetli bir haşiye yapmışdır. bunun. sahifesinde diyor ki, kerametin mevcud olduğunu isbat eden vesikaların en kuvvetlisi, eshabı kiramın çoğundan hasıl olan kerametlerdir. bunları bildiren çeşidli kitablar arasında, imamı ca'fer müstagfirinin rahimehullahü teala kitabıdır. mu'tezile sapık fırkasında olanlar, kerameti inkar etdi ise de, ehli sünnet alimleri bunlara uzun cevablar vermişlerdir. abdül'aziz ferhari de hindistanda, imamı ca'fer müstagfiri nesefi de, de vefat etmişlerdir. şimdi, sü'udi arabistan hükumetinin dünyaya vehhabiliği yaymak için propaganda genel müdürlüğü kurduğunu, bunun için, her sene milyonlarca altın lira dağıtdığını haber alıyoruz. her memleketde bulunan, dinini, vicdanını satabilecek birkaç soysuz, beyinsiz kimse, paraya kavuşmak için, birçoğu da islamiyyeti bilmediğinden, yalanlara aldanarak, dinde reform akıntısına kapıldığı için, mezhebsizlik dellallığı yapmakda, gençleri zehrlemekde, felakete sürüklemekdedir. kendilerini din adamı tanıtan bu cahiller, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri tanımıyorlar. eshabı kiramın ve tabi'ini ızamın sözlerini bilmiyorlar. koyu cahildirler. biraz arabca öğrenince, kendini alim zan etmek, katmerli cahil olmak alametidir. böyle kimse, okuyup öğrenmeğe, adam olmağa özenmez. aldıkları altınlarla, zevk ve safaya dalar. dinden de, dünya bilgilerinden de habersiz kalır. zevallı gençler, böyle kimseyi din adamı, hem de alim sanır. islamiyyeti yıkan, kemiren, bunlardır. din adamı ismi altında, müslimanların başına geçmeleri ise, büyük felaket olur. böyle cahil kalanlar, din bilgisi diyerek, kısa akllarına, boş kafalarına gelen hayalleri yazarlar. sapıkdır ve başkalarını da sapdırmakdadırlar. buharideki hadisi şerif, bunların türeyeceklerini haber vermekdedir. kabrde, hem ruha, hem de bedene ni'met ve azab vardır. buna, böylece inanmak lazımdır. imamı muhammed bin hasen şeybani rahimehullahü teala, manzumesinde, kabr azabı vardır. kabr azabı, hem ruha, hem de bedene olacakdır buyurdu. ya'ni, kabrde ni'metler ve ateftazani mes'ud da semerkandda vefat etdi. zablar, ruha ve cesede birlikde olacakdır. diriler bunu görmezse de, inanmak lazımdır. gaybe iman etmek lazımdır. buna inanmamak, kıyamet günü olan ba' ya'ni, mezardan kalkmağa inanmamağa yol açar. çünki, ikisi de, allahü tealanın kudreti ile olmakdadır. birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur. insan kabr azabını, diri iken anlıyamıyor ise de, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve bu ümmetin önce gelenleri, kabr azabı olacağını haber vermişlerdir. bu haberleri aşağıda ayrı ayrı bildireceğiz. sonra, allahü tealanın sevdiği kullarının mezarlarından şefa'at ve allahü tealanın yaratması için vasıta, vesile olmalarını istemek caiz olduğunu gösteren hadisi şerifleri bildireceğiz. bunları okuyup anlıyanlar, ölülerin kendilerinin birşey yapmadıklarını, mezhebsizlerin iftira etdikleri gibi, onlardan birşey yapmalarının istenilmediğini göreceklerdir. bunlar, dirilerin hareket etdiklerini, iş yapdıklarını görerek, bunlardan yardım, şefa'at istiyenlerin bunların kendilerinden istediklerini sanıyorlar. halbuki, dirilerden istemek de, bunların, allahü tealanın yaratmasına sebeb olmalarını istemekdir. herşeyi yaratan, yapan, yalnız allahü tealadır. diri de, ölü de, canlı da, cansız da, onun yaratmasına sebeb olmakdadır. onun yaratmasına, mahlukların sebeb olmalarını, yine o dilemişdir. alemin nizamlı, düzenli olması için, birçok şeyi, sebeb ile yaratmak istemişdir. dilediği birçok şeyi de, sebebsiz yaratmakdadır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliya rahimehümullahü teala mezarlarında, kabr hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. kendiliklerinden birşey yapamazlar. allahü teala, onlara sebeb olacak kadar kuvvet ve kıymet vermişdir. onları sevdiği için, onlara, adeti dışında olarak ikram, ihsan yapmakdadır. onların hurmeti için, istenileni yaratır. istenilenin yaratılmasına sebeb olmaları onlardan istenir. mezhebsizlerin, ehli sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri yalandır. müslimanlara iftiradır. birkaç cahil veya dinsiz, saf köylüleri soymak, dünya menfe'ati sağlamak için, islamiyyete uymıyan, kötü iş yapabilir. islam bilgileri, islam ahlakı, bir memleketde azalırsa, böyle zındıkların, sapıkların türeyecekleri belli bir şeydir. bunları behane ederek, mezhebsizliği savunmak yerine, bu bozuk işleri düzeltmek, yıkıcı değil, yapıcı olmak icab eder. müslimanlar arasında, kabr hayatına ve kabrde ni'met ve azablar olduğuna inanıp da, peygamberlerin ve evliyanın öldükden sonra, allahü tealanın yaratmasına sebeb olacaklarına inanmıyanlar var. yahud, allahü tealanın yaratmasını düşünmeden yalnız onlardan isteniliyor, onlardan şefa'at istenmesi, dileklerin onlar vasıtası ile elde edilmesi, islamiyyetde bildirilmemişdir diyenler de vardır. böyle söyliyenler, kabr hayatına inanmıyanlar kadar zararlı değildir. bunlar, kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri bilmedikleri için yahud inad ederek böyle söyliyorlar. müslimanların inadcı olmaması, doğru sözü kabul etmesi lazımdır. cevablarımızı sekiz kısm halinde bildireceğiz. birinci kısm: peygamberler aleyhimüssalatü vesselam kabrlerinde diridirler. diri olmaları, sözde değildir. tam diridirler. ali imran suresinin yüzaltmışdokuzuncu ayetinde mealen, allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız! onlar, rablerinin yanında diridirler. rızklandırılmakdadırlar buyuruldu. bu ayeti kerime, şehidlerin diri olduklarını bildiriyor. şehidler, başka müslimanlar gibidirler. onlardan bir üstünlükleri yokdur. peygamberler, şehidlerden elbet daha ileride ve daha üstündür. islam alimlerine göre, her peygamber, şehid olarak ölmüşdür. bunu bilmiyen yokdur. burhaneddin ali halebi, ismindeki kitabında, derecesi aşağı olanda, derecesi yukarı olanda bulunmıyan bir üstünlük bulunabilir diyor ise de, bu sözün burada yeri yokdur. çünki bu söz, ayeti kerimede veya hadisi şerifde açıkca bildirilmemiş olan üstünlük içindir. peygamberlerin şehid oldukları, hadisi şerifler ile bildirilmiş olduğu için, halebinin sözü, burada düşünülemez. buharide ve müslimde bildirilen hadisi şerifde, mi'rac gecesinde, musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. mezarında, ayakda namaz kılıyordu buyuruldu. beyhekinin ve başkalarının bildirdikleri bir hadisi şerifde, peygamberler, mezarlarında diridirler. namaz kılarlar buyuruldu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bunun doğru olduğunu, alimler sözbirliği ile bildirmekdedir. buharide ve müslimde, allahü teala, mi'rac gecesinde, bütün peygamberleri, peygamberimize gönderdi. onlara imam olup, iki rek'at namaz kıldılar yazılıdır. namaz kılmak, rüku' ve secde yapmakla olur. bu haber, diri olarak, cesed ile, beden ile kıldıklarını gösteriyor. musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermekdedir. kitabının son cildinde, babının birinci faslı sonunda, müslimden alarak ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, ka'benin yanında, kureyş kafirleri, bana beytülmukaddesin nasıl olduğunu sordular. oralara dikkat etmemişdim. çok sıkıldım. allahü teala bana gösterdi. kendimi peygamberler arasında gördüm. musa aali halebi şafi'i de mısrda vefat etdi. leyhisselam, ayakda namaz kılıyordu, za'if idi. saçları dağınık ve sarkık değildi. şen'e kabilesinden bir yiğit gibi idi. isa aleyhisselam, urve bin mes'ud sekafiye benziyordu buyuruldu. şen'e, yemende bulunan bir kabilenin ismidir. bu hadisi şerifler, peygamberlerin, rableri yanında diri olduklarını gösteriyor. onların cesedleri , ruhları gibi latif olmuşdur. kesif, katı değildir. madde ve ruh aleminde görünebilirler. bunun için peygamberler, ruhları ve bedenleri ile görünebilirler. hadisi şerifde, musa ve isa aleyhimesselamın, namaz kıldıkları bildiriliyor. namaz kılmak, çeşidli hareketler yapmakdır. bu hareketler, beden ile olur. ruh ile olmaz. musa aleyhisselamı, orta boylu, eti az, za'if, saçları toplu gördüm buyurması, ruhunu değil, bedenini gördüğünü gösteriyor. peygamberler, başka insanlar gibi ölmez. geçici olan dünyadan, sonsuz kalıcı olan ahırete göç ederler. imamı beyheki kitabında buyuruyor ki, peygamberler, mezara kondukdan sonra ruhları bedenlerine geri verilir. biz onları göremeyiz. melekler gibi, görünmez olurlar. yalnız, allahü tealanın keramet olarak ihsan etdiği seçilmiş kimseler görebilir. imamı süyuti de böyle bildirmişdir. imamı nevevi ve sübki ve imamı kurtubi üstadından böyle haber vermişlerdir. hanbeli alimlerinden ibni kayyımı cevziyye da, onun bu haberini yazmakdadır. şafi'i alimlerinden ibni haceri hiytemi ve şemsüddini remli ve kadi zekeriyya ve hanefi alimlerinden ekmelüddin ve şernblali ve maliki alimlerinden ibni ebi cemre ve talebesi ibnülhac kitabında ve ibrahim lakani kitabında ve daha birçok alimler, böyle olduğunu bildirmişlerdir. hicretin altmışbirinci senesinde olayında yezidin adamları medinei münevverede işkence yapdıkları gün, said bin müseyyib diyor ki, mescidi nebide ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, den ezan ve ikamet sesi işitildi. bunu, ibni teymiyye de, kitabında yazmakdadır. çok kimse, selamlara, kabri se'adetden cevab verildiğini, çok zeman işitmişlerdir. başka kabrlerden de, selamlara cevab verildiği, çok işitilmişdir. bunu ileride, bildireceğiz. peygamberlerin mezarlarında diri oldukları sözbirliği ile bildirilmiş olduğu anlaşıldı. sahih hadisde, buyuruldu. bu hadisi şerif, yukarıda bildirilenlere uygun olmuyor denilemez. ya'ni, mubarek ruhunun cesedi şerifinden ayrıldığını, selam verilince geri verildiğini gösteriyor denilemez. böyle söyliyenlere karşı, alimler çeşidli cevablar vermişdir. imamı süyuti rahmetullahi teala aleyh, bu cevablardan onyedisini bildiriyor. bu cevabların en güzeli, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cemali ilahiyi görmeğe dalmışdır. bedendeki duyguları unutmuşdur. bir müsliman selam verince, mubarek ruhu, bu dalgınlıkdan ayrılıp, beden duygularını alır. dünyada, böyle olanlar da az değildir. bir dünya işi veya ahıret işi, aşırı düşünülürken, insan yanında konuşulanı duymaz. cemali ilahiye dalan kimse, bir sesi işitebilir mi? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem uykuda ve uyanık iken görülebilir mi? görülebilirse, görünen, kendisi midir, benzeri midir? alimlerimiz, buna çeşidli cevab verdiler. kabrde diri olduğunu, sözbirliği ile bildirdikden sonra, kendisinin görüldüğünü çoğunlukla beyan buyurmuşlardır. böyle olduğu, hadisi şeriflerden de anlaşılmakdadır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, imamı nevevi hazretleri, onu rü'yada görmek, tam kendisini görmekdir dedi. nitekim, abdürraüf münavinin, kitabında yazdığı ve buharide ve müslimde bulunduğunu bildirdiği hadisi şerifde, beni rü'yada gören doğru görmüşdür. çünki şeytan, benim şeklime giremez buyuruldu. rü'yada benzeri görülmüş olsaydı, doğru olarak görülmüş olmazdı. ibrahim lakani, kitabında diyor ki, hadis alimleri, resulullahın uyanık iken de, rü'yada da görülebileceğini, sözbirliği ile bildirmişlerdir. görülen, kendisi midir, benzeri midir, bunda ayrılmışlardır. çokları, kendisidir dedi. imamı gazali ve ahmed karafi ve birkaç alim ise, benzeridir dedi. kendisi görülür diyenler çoğunlukdadır. içlerinde otuzdan çok hadis imamı, büyük alimler vardır. herbirinin senedlerini, vesikalarını, ayrı bir kitabda bildirdim. ikinci kısm: ölülerin işitmelerine ve görmelerine gelince, şehidlerin, kabrlerinde diri oldukları, kur'anı kerimde açıkça bildimünavi de kahirede vefat etdi. rilmişdir. veliler, allahü tealanın, keramet olarak ihsan etmesi ile, işitir ve görürler. allahü teala, sevdiği kulları için, adetinin, kanunlarının dışında şeyler yaratır. önce peygamberlerin ve hele bunların en yükseği olan muhammed aleyhisselamın ve şehidlerin ve velilerin, mezarlarında işitdiklerine ve görmelerine inanmıyan cahilleri susdurmak için, kafirlerin bile mezarda duyduklarını ve işitdiklerini bildireceğiz. buharinin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. buharide ve müslimde yazılı olan hadisi şerifde, bedrde öldürülen kafirlerin, birkaç gün sonra, bir çukura konulması emr olundu. bundan da birkaç gün sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çukurun başına gelip durdu. çukurdakilere, ismlerini ve babalarının ismlerini birer birer söyliyerek, rabbinizin, size söz verdiğine kavuşdunuz mu? ben, rabbimin söz verdiği zafere kavuşdum buyurdu. hazreti ömer radıyallahü anh bunu işitince, ya resulallah! leş olmuş kimselere mi söyliyorsun? deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, beni doğru peygamber olarak gönderen rabbimin hakkı için söyliyorum ki, siz beni onlardan daha çok işitmiyorsunuz. fekat cevab veremezler buyurdu. buharinin ve müslimin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. imamı nevevi, müslim kitabını açıklarken, bu hadisi şerif için, dedi. muhammed bin cerir taberi de böyle söyledi. kadi ıyad da, en iyi söz budur diyerek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, oğlu için yüksek sesle ağlıyan bir kadını susdurduğunu bildirdi. ey müslimanlar! mezardaki kardeşlerinize yüksek sesle ağlıyarak, onları incitmeyiniz! buyurdu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, meyyit, yakınlarının ağlamalarını işitmekdedir. bununla incinmekde ve azab duymakdadır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, bunun için, esselamü aleyküm! ya ehle darilkavmil mü'minin denir. böyle selamın da, işiten ve anlıyan kimseye söyleneceği belli birşeydir. işitmeselerdi, yokluğa ve taşa selam vermek olurdu. selef, ya'ni, islamın büyük alimleri, böyle selam verileceğini, sözbirliği ile bildirdiler. üçüncü kısm: meyyit, kendini ziyarete gelenleri tanır. ebu bekr abdüllah bin ebiddünya, da diyor ki, hazreti aişenin radıyallahü anha haber verdiği hadisi şerifde, buyuruldu. ebu hüreyrenin radıyallahü anh bildirdiği hadisi şerifde, bir kimse, tanıdığının mezarı başına gidip selam verince, meyyit onu tanır ve selamına cevab verir. tanımadığı kimsenin kabrine gidip selam verince, meyyit selamına cevab verir buyuruldu. yusüf ibni abdülberr ve kitabının sahibi olan abdülhak, bu hadisi şerif için sahihdir dediler. ibni kayyımı cevziyye, bu hadisi şerifi da bildiriyor. sonra çeşidli haberleri de yazıp, burada yazacak daha birçok haberler vardır diyor. hadisi şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmakdadır. meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. her dilde ve her lügatda, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlıyan kimselerin buluşmasında kullanılır. de anlıyan kimseye söylenir. bir kimse, kabre yakın bir yerde namaz kılarsa, meyyitler bunu görür. namaz kıldığını anlar ve imrenirler. yezid bin harun sülemi diyor ki: ibni saseb, bir cenazede bulundu. bir mezar yanında iki rek'at namaz kıldı. sonra kabre dayandı. diyor ki, vallahi uyanıkdım. kabrden bir ses işitdim. beni incitme! siz ibadet yaparsınız, fekat işitmezsiniz, bilmezsiniz. biz ise biliriz. fekat hareket edemeyiz. bana göre, şu kıldığın iki rek'atden daha kıymetli birşey yokdur dedi. meyyit, ibni sasebin kabre dayandığını ve namaz kıldığını anlamışdı. ibni kayyım, bunu bildirdikden sonra, meyyitin işitdiğini gösteren, eshabı kiramdan gelen çeşidli haberleri yazmışdır. mezhebsizler, ibni kayyım için müctehid diyorlar. onu aşırı övüyorlar. fekat, ibni kayyımın bu yazılarına inanmıyorlar. inananlara da müşrik diyorlar. bu halleri, islam alimlerine kıymet verdiklerini değil, işlerine geldiği zeman övdüklerini, hiçbir alimi beğenmediklerini göstermekdedir. hazreti aişe radıyallahü anha, bedr gazasında çukura konulan kafirlerin işitmediğini söyledi. bunun için, ba'zı kimseler, hiçbir mevta, hatta mü'minler bile mezarda işitmez sandı. ba'zı cahiller, şehidlerin, hatta resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bile, işitmiyeceklerini söylediler. meyyitin işitmesine inanmıyanlar aldandılar. çünki aişe radıyallahü anha, yalnız o çukurdaki kafirlerin işitmediğini söyledi. mezardaki kafirlerin işitmelerini, fatır suresinin yirmiikinci ayetinin, sen ölüye duyuramazsın. sen mezarlarda olanlara işitdiremezsin! meali şerifindeki işitmek gibi olduğunu sandılar. halbuki, böyle değildir. büyük alimler bildiriyor ki, ayeti kerimedeki işitdirememek, işitip kabul etmek ve iman etmek demekdir. allahü teala, bunun gibi ayeti kerimelerde, diri olan ve kulakları, gözleri ve beyinleri olan kafirleri mezardaki ölülere benzetmekdedir. bu benzetiş, duymak ve anlamak bakımından değil, duygusuzluk ve anlayışsızlık, ya'ni kabul etmemek ve inanmamak bakımındandır. hastanın ruhu gargaraya gelince, ya'ni ahıretdeki yerini görmeğe başlayınca, imana gelmesi faide vermez. allahü teala mealen buyuruyor ki, . bunların imana çağrılması, mezardakilerin iman etmeleri gibi, kendilerine faide vermez. çünki kabrdekiler, görmeden inanmaları lazım gelen şeyleri gördükden sonra iman etmişlerdir. böyle imanları kabul olmaz. buradaki işitmek, kabul etmek demekdir. filan kadın şöyledir, hiç söz duymaz denir. böyle söylemek, işitdiği halde kabul etmez demekdir. kafirler için gelmiş olan iki ayet de böyledir. onlar diridirler, gözleri ve kulakları vardır. fekat allahü teala, onları şaki yapdığı için, kalblerini mühürlediği için, peygamberine diyor ki: . ya'ni, senin sözünle imanı kabul etmezler. mezarda olanların imanları kabul olmadığı gibi, onlar da imanı kabul etmezler demekdir. hadisi şeriflerde, ölülerin işitdikleri bildiriliyor. bu işitmek kulakla olan işitmekdir. iki ayeti kerimede bildirilen işitdirememek ise, kabul etdirememek demekdir. aklı olan, iyi düşünebilen bir kimse, bu iki işitmeği birbirinden kolay ayırabilir. allahü teala, neml suresinin sekseninci ayetinde mealen, buyurdukdan sonra, buyurdu. mü'minlerin işitdiğini bildirdi. işitmek, kabul etmek demek olduğu buradan da anlaşılmakdadır. ayeti kerimede işitdiremezsin buyurulması, kulaklariyle duymazlar demekdir denirse, allahü teala, kabrdeki mü'minlerin işitdiklerini bildirmiş olur ki, bizim anlatmak istediğimiz de budur. kabrdeki mü'minlerin işitdikleri, kur'anı kerim ile açıkça bildirilince, buna kimse inanmamazlık yapamaz. kur'anı kerimden sonra müslimanların en sağlam kaynağı olan hadisi şerife inanmıyanın da, buna inanması icab eder. hazreti aişe radıyallahü anha, kabrdeki yalnız kafirlerin işitmiyeceklerini söylemişdir. çünki, yukarıda yazdığımız, onun bildirmiş olduğu hadisi şerifde, buyuruldu. onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını duyduğunu göstermekdedir. aişe radıyallahü anha kafirlerin işitmediğini haber verdi ise de, onların bildiklerini de haber vermekdedir. kendisinin bildirdiği bir hadisi şerifde, buyurulmakdadır. alimler buyuruyor ki, bilmek, işitmekle olur. bunun için, ikisi arasında bir uygunsuzluk yokdur. ibni teymiyye ve ibni kayyımı cevziyye ve ibni receb ve süyuti ve daha birçok alimler, böyle olduğunu bildirmişlerdir. çünki ölmek, ba'zı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. hazreti aişenin bildirdiği, buharide yazılı olan hadisi şerifde, meyyitin bildiği haber verildiği için, duygularının gitmediği anlaşılmakdadır. diğer sahabilerin haber verdikleri hadisi şeriflerde ölülerin işitdikleri bildirilmişdir. hazreti aişenin, bu kelimesinin, kabul etmek, iman etmek demek olduğunu zan etmesi, alimlerin söz birliğine uymamakdadır. eshabı kiramın sözleri ile onun sözünü ve onun haberindeki sözlerini birleşdiren en doğru söz yine onun haber verdiği ziyaret hadisi şerifidir. ibni hümam, olan kitabında diyor ki, hanefi mezhebinin alimleri yemin bilgilerini anlatırken diyorlar ki, meyyit işitmez. bir kimse ile konuşmamak için yemin eden bir kişi, onun ölüsü ile konuşsa, yemini bozulmaz. hanefi alimlerinin yemin için olan sözleri örf ve adete dayanmakdadır. bu sözler, ölünün işitmediğini göstermez. hanefi alimleri, yemin üzerinde bilgi verirken; bir kimse et yimemek için yemin etse, sonra balık yise, yemini bozulmaz. halbuki, allahü teala balığa güzel et demişdir. fekat adetde balık eti, başkadır. bunun gibi bir kimse, birisi ile konuşmamağa yemin etse, öldükden sonra ona söylese, yemini bozulmaz. çünki, adetde konuşmak demek, karşılıklı konuşmak demekdir. meyyit işitir, fekat işitecek gibi konuşmadığı için adete göre konuşulmuş olmaz. bunun için, o kimsenin yemini bozulmaz denilmişdir. meyyit işitmediği için, yemini bozulmaz demek değildir. ibni hümam, hazreti aişenin hadisi şerifine sahih değildir dediğini bildiriyor. aişe radıyallahü anha, allahü teala, sen kabrde olanlara işitdirici değilsin. sen ölüye duyuramazsın buyurdukdan sonra, resulullahın öyle söylediği doğru olmaz demişdir diyor. fekat bu hadisi şerif sözbirliği ile bildirilmişdir. hazreti aişenin buna inanmaması düşünülemez. bu hadisi şerif ile ayeti kerime arasında uygunsuzluk da yokdur. ayeti kerimedeki ölü, kafirleri bildirmekdedir. işitdiremezsin demek de, faideli olmaz demekdir. işitmezler demek değildir. bekara suresinin, mealindeki yüzyetmişbirinci ayeti kerimesi de böyledir. ya'ni kulakları vardır. gözleri vardır. fekat imana ve doğru yola çağırmanı işitmedikleri ve görmedikleri için, allahü teala, onlara sağır gibi ve kör gibi buyurmuşdur. ayeti kerimesi için, imamı beydavi hazretleri, onlar doğru söze karşı kulaklarını tıkayanlar gibidir. allahü teala dilediğine işitdirerek hidayete kavuşdurur diyor. küfrde inad edenleri allahü teala, ölülere benzetiyor. bu ayeti kerime, kasas suresinin, sen sevdiğini imana getiremezsin. fekat allahü teala, dilediğini imana kavuşdurur mealindeki ellialtıncı ayeti kerimesine benzemekdedir. ibni hümam, sözüne devam ederek, ölülere duyurmak yalnız resulullah içindir demekdedir. buna karşılık, bir şeyin resulullaha mahsus olduğunu söyliyebilmek için delil, sened lazımdır deriz. burada böyle bir sened yokdur. hazreti ömerin suali ve verilen cevab da, hususi olmadığını göstermekdedir. ibni hümam, bedr çukurundaki kafirlere söylemek, bir atasözünü tekrarlamak gibi olur diyor ise de, hazreti ömere verilen cevab, böyle olmadığını göstermekdedir. ibnülhümama göre, müslim kitabındaki, meyyitlerin cenazede bulunanların dönüşlerindeki, ayaklarının seslerini işiteceklerini bildiren hadisi şerif, meyyitin kabre konulduğu zeman, sual ve cevab için işitmesini göstermekdedir. ondan sonra, artık hiç işitmiyeceğini bildirmekdedir. çünki, ayeti kerimeden, meyyitin işitmediği anlaşılmakdadır. allahü teala, kafirlerin işitmediğini bildirmek için, onları ölüye benzetmişdir diyor. buna cevab verilir ki, bu söz, kendi kendini çürütmekdedir. çünki, meyyitin kabre konduğu zeman, işiteceğini söyliyenin, her zeman işiteceğine de inanması lazımdır. başka zemanlarda işitmez denilmemişdir. kabre konulduğu zeman işiteceğini söylemenin de, ayeti kerimeye uygun olmaması lazım gelir. kabrde bulunan meyyitlere selam vermenin sünnet olduğunu, ehli sünnet alimleri söz birliği ile bildirmişdir. büyük alim ibni melek kitabını şerh ederken hadisini açıkladıkdan sonra, kitablarında ve hakimin kitabında ve ibni ebi şeybenin kitabında ve beyhekinin kitabında ve tayalisi ile abdü ibni hamidin kitablarında ve hammad ibni sırrinin kitabında ve ibni cerir ve ibni ebi hatemin ve başka alimlerin sahih yollarla bildirdikleri bera' bin azibin radıyallahü anh bildirdiği, hadisinin sonunda,mü'min olan meyyit için, kulum doğru söyledi sesi işitilir. kabre cennetden yaygı serilir. cennet elbiseleri giydirilir. meyyit için cennetden bir kapı açılır. kabre cennet kokuları yayılır. görebildiği yerlere kadar yayılır. güzel yüzlü, güzel elbiseli, güzel kokular saçan birisi gelir. buna, sen kimsin? senin o hayrlı yüzün nedir der. ben, senin salih amelinim der. bunu işitince, ya rabbi! kıyamet çabuk kopsa! ya rabbi, kıyamet çabuk kopsa da, çoluk çocuğuma ve mallarıma kavuşsam der buyurulmuşdur. kafir olan meyyit için, bunların tersi, sıkıntılar olur. bu hadisi şerif, meyyitin işitdiğini ve gördüğünü ve konuşduğunu ve koku aldığını ve anlayışı olduğunu ve düşündüğünü ve cevab verdiğini göstermekdedir. bu işlerin hepsi, kabr sualinden sonra olmakdadır. böyle olduğunu, alimler sözbirliği ile söylemişlerdir. imamı süyuti gibi hadis imamları, bu hadisin , ya'ni en doğru hadislerden olduğunu bildirmişlerdir. bu hadisi şerif, ölülere selam vermenin, dirilere selam vermek gibi olduğunu ve onların da işitdiklerini göstermekdedir demekdedir.. kitabında, kabr ziyaretinin yasak olmadığını imamı azam ebu hanife bildirmişdir. imamı muhammedin sözünden, kabr ziyaretinin, kadınlar için de caiz olduğu anlaşılmakdadır diyor. kitabında, kabr ziyareti müstehabdır. meyyiti ziyaret etmek, yakın ve uzaklığına göre onu diri iken ziyaret etmek gibidir diyor. hüseyn sem'aninin kitabında da böyle yazılıdır. kabrleri ziyaret ederken, ayakkabılar çıkarılır. meyyitin yüzüne karşı, kıbleye arka vererek durulur. esselamü aleyküm ya ehlelkubur! allahü teala sizi ve bizi mağfiret eylesin! siz bizim öncülerimizsiniz. biz de sizin eserleriniziz! denir. kitabında da böyle yazılıdır. kabristanda, yüksek sesle veya yavaşça, okunabilir. diğer surelerin de okunacağı, kitabında, anlatılırken bildirilmekdedir. kadihan hasenin fetvalarında yazılı olduğu gibi, meyyitin kur'anı kerim sesini duyarak rahatlamasını niyyet eden kimse, yüksek sesle okur. böyle niyyet etmiyen kimse, yavaş okur. çünki, allahü teala, kur'anı kerimi nasıl okunursa okunsun işitir. de diyor ki, kabristandaki yeşil otları koparmak mekruhdur. çünki, bu otlar, tesbih eder. bu tesbihler, meyyitin azabdan kurtulmasına yarar. meyyit bu tesbihlerle rahat eder. şernblalinin kitabında ve hanefi alimlerinden başkalarının kitablarında da böyle olduğu yazılıdır. fetva vermek derecesine yükselmiş olan böyle büyük alimlerin bildirdiklerine göre, meyyit dirilerin işitemediği, yeşil otların tesbihi gibi sesleri işitince, kendisine seslenen insanın sesini işitmez olur mu? işitmez diyenler, belki dünyada kulakla işitildiği gibi işitmezler demek istemişlerdir. böyle olunca, fıkh kitablarında yemin bahsinde yemini anlatırken söylediklerinin araları bulunmuş olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şerifine de inanılmış olur. alimler arasında sözbirliği hasıl olur. mezhebin reisi olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh buna inanmadığını bildirdi denilirse, bu yüce imam da, öteki mezheb imamları gibi, buyurmuşdur. hatta, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem pek fazla uyduğu için, , hatta olan hadisi şerifleri bile mezhebine sened olarak almışdır. böyle bir imamın, sahih hadislere uymıyacağı düşünülebilir mi? buradan da anlaşılıyor ki, meyyitin işitmiyeceğini söyliyen birkaç alim, dünyada işitildiği gibi işitmez demek istemişlerdir. çünki, sahih hadisi bırakıp da, başkasının sözüne uymak hiç bir alim için caiz olmaz. resulullah efendimizin ve iki kabr arkadaşı olan ebu bekr ve ömer radıyallahü teala anhümanın mubarek mezarlarını ziyaret etmenin ve onlara selam vermenin ve kendilerinden şefa'at istemenin sünnet olduğunu, hanefi mezhebinin alimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve iki arkadaşının işitdiklerine inanmamış olsalardı, bu sözleri birbirini tutmazdı. hatta, sözlerine uymazdı. bunların yemin üzerindeki sözlerinin, dünyada dirilerin işitmesi için olduğu söylenince, sözlerinin arasında uygunsuzluk hiç kalmamakdadır. kadihan fergani de vefat etdi. faide: ahmed ibni teymiyye, kitabında diyor ki, de çukura doldurulan kafirlerin işitmelerine, hazreti aişenin inanmaması, onun için suç olmaz. çünki o, hadisi şerifi işitmemişdir. fekat başkalarının inanmaması suç olur. çünki, bu hadisi şerif her tarafa yayıldı. zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu. ibni teymiyyenin bu sözü, bedr çukurundaki kafirlerin işitdiklerine inanmıyanların kafir olacağını göstermekdedir. çünki, dinde inanılması zaruri olan birşeye inanmıyanın kafir olacağı mezheb kitablarının hepsinde yazılıdır. meyyitin işitmiyeceğini söyliyen birkaç alim ve mesela aişe radıyallahü anha, kabrdeki kafirlerin işitmiyeceklerini söylemişlerdir. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve ümmeti içinde şehid olanların, veli olanların, kabrlerinde işiteceklerine inanmıyan hiçbir alim yokdur. hazreti aişe de, başkaları da, buna inanmışlardır. zemanımızda türemekde olan mezhebsizlerin ve bunlara aldanan ba'zı cahillerin, meyyit işitmez demelerinin, hatta resulullahı da buna katmalarının kötülüğü, çirkinliği, buradan anlaşılmakdadır. bu cahillerin, bu sapıkların cezalarını, kahhar olan allahü teala elbette verecekdir. ibni teymiyye, ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zeman, bunun geldiğini anlarlar mı? cevabında, diyor. ölülerin buluşduklarını ve soruşduklarını ve dirilerin yapdığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor. hazreti halid ibni zeyd ebu eyyubi ensari hazretlerinin haber verdiği hadisi şerifi abdüllah ibni mubarek nakl etmekdedir. bu hadisi şerifde, bir mü'min vefat ederken, bir rahmet meleği, bunun ruhunu alır. meyyitler, dünyada müjde istiyenlerin toplandığı gibi, bunun etrafına toplanırlar. ona sormağa başlarlar. içlerinden birkaçı da, kardeşinizi bırakınız dinlensin! çok sıkıntılı yerden geliyor derler. etrafına üşüşürler. dünyadaki tanıdıklarını sorarlar. filan adam ne yapıyor? filanca kadın evlendi mi? derler buyurulduğunu bildiriyor. halid bin zeyd radıyallahü anh senesinde, süfyan bin avf emrindeki asker ile istanbulu muhasara ederken dizanteri hastalığından vefat etdi. istanbulda denilen yerdeki türbesi çok muhteşem olup, ziyaretciler, mubarek ruhu ile tevessül etmekdedirler. allahü teala, şehidlerin diri olduğunu ve rızklandırıldıklarını bildirdi. bir hadisi şerifde, şehid ruhlarının cennete girdikleri haibni teymiyye de şamda vefat etdi. ber veriliyor. alimlerden birkaçı, bu ni'metlerin, yalnız şehidler için olduğunu, sıddikların böyle olmadıklarını söyliyorlar ise de, imamlarımızın ve ehli sünnet alimlerinin çoğunun söylediği doğrudur. bunlar, diri olmak ve rızklandırılmak ve ruhların cennete girmesi, yalnız şehidler için değildir dediler. ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden böyle anlaşılmakdadır buyurdular. bunların yalnız şehidler için bildirilmesi, şehidlerin ölüp yok oldukları sanılarak, cihaddan korkulmasını önlemek içindir. cihada gitmeğe ve şehid olmağa mani' olan şübheyi gidermek içindir. isra suresinin mealindeki otuzbirinci ayeti de, bunun gibidir. fakirlik korkusu olmadan da öldürmek caiz olmadığı halde, fakirlik korkusu ile öldürenler çok olduğu için, ayeti kerime, vak'alara göre gönderilmişdir. abdülvehhab oğlu muhammed bu ayeti kerimeyi ileri sürerek, kabr ziyaretini yasaklamakdadır. buraya kadar, ahmed ibni teymiyyei harraninin kitabındaki vesikaları bildirdik. vehhabiler, ibni teymiyyenin yolunda olduklarını söyliyorlar. onun büyük alim olduğunu bildiriyorlar. kendisine şeyhulislam diyorlar. halbuki, onun kitablarını ve fikrlerini kabul etmiyorlar. o, bütün meyyitlerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızklandırıldıklarını bildiriyor. onun sözüne uymıyan ve onun sözüne uyanlara kafir ve müşrik damgası basanların, onun yolunda olduklarına hiç inanılır mı? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, işitmez ve ziyarete gelenleri, kendisine yalvaranları görmez, bilmez ve tanımaz diyen ahmaklar, ibni teymiyyenin ve hiçbir kimsenin yolunda değildirler. kendi nefsleri, keyfleri arkasındadırlar. allahü teala, bunlara akl versin ve doğru yolu göstersin. amin! meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, buharideki, her meyyite, her sabah ve her akşam ahıretdeki yeri gösterilir. cennetlik olana, cennetdeki yeri, cehennemlik olana, cehennemdeki yeri gösterilir hadisi şerifidir. gösterilir sözü, gördüklerini bildirmekdedir. allahü teala, ın adamları için, buyurdu. meyyit görmeseydi, gösterilir demek faidesiz olurdu. ebu nu'aym, amr bin dinardan alarak bildiriyor ki, bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir. abdüllah ibni ebiddünyanın amr bin dinardan alarak bildirdiği hadisi şerifde, ibni ebiddünya de bağdadda vefat etdi.bir kimse, öldükden sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. kendisini yıkayanlara ve kefenliyenlere bakar buyuruldu. deki sahih hadisde, münker ve nekir melekleri, sual ve cevabdan sonra meyyite, cehennemdeki yerine bak! allahü teala, değişdirerek, sana cennetdeki yeri ihsan eyledi derler. bakar. ikisini birlikde görür buyuruldu. ibni ebiddünya ve beyheki kitabında, ebu hüreyreden radıyallahü teala anhüm bildirdikleri hadisi şerifde, bir kimse tanıdığı kabr yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevab verir buyuruldu. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmekdedir. görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. birincisini tanıyarak cevabı veriyor. ikincisinin selamına, tanımayarak cevab veriyor. imamı ahmed ve hakim, hazreti aişeden radıyallahü teala anha haber veriyorlar ki, odama girer, elbisemi çıkarırdım. çünki, kabrlerde babam ve zevcim vardı. hazreti ömer radıyallahü teala anh de defn edildikden sonra, odama girince, elbiselerimi çıkarmaz oldum. çünki, o yabancı idi. ondan haya ederdim. kitabında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, meyyitin, ziyarete geleni gördüğünü bildiriyor. görmeseydi, tanımaz ve sevinmezdi. de, amr ibni asdan radıyallahü anh haber veriliyor: öleceği zeman buyurdu ki, beni defn edince, üzerime toprak atınız! sonra bir hayvan kesilerek etleri parçalanacak zeman kadar, kabrimin başında bekleyiniz. sizinle kabrime alışayım ve sizi göreyim. böylece rabbimin gönderdiği sual meleklerine rahat cevab vereyim. kabrdeki meyyitlerin duyduklarını ve gördüklerini bildiren böyle sağlam haberler çokdur. lüzumu kadar bildirdik. uzatmağa hacet olmasa gerekdir. dirilerin yapdığı işlerin ölülere gösterildiğini yukarıda bildirmişdik. onlarda görmek olmasaydı, işlerin onlara gösterilmesi doğru olmazdı. çünki, işlerin gösterilmesi demek, iki omuzda bulunan meleklerinin yazdığı şeylerin gösterilmesi olduğu anlaşılmakdadır. bu da mevtaların gördüğünü bildirmekdedir. bunun için, biz de, ölülerin görmesini anlatdıkdan sonra, dirilerin işlerinin onlara gösterilmesini bildiren hadisi şerifleri yazmağı uygun bulduk. .ıyamet ve ahıret amr ibni as de mısrda vefat etdi. bu bilgileri, cahiller anlamıyor. çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünneti seniyyesini ve bu konudaki hadisi şerifleri işitmemişlerdir. kendilerini alim sanan bu adamlar, o kadar cahil ve o kadar ahmakdırlar ki, kabrde olan peygamberler salevatullahi teala aleyhim ecma'in ve veliler rahimehümullahü teala kabr başına gelip, kendilerinden şefa'at istiyenleri ve yalvaranları nasıl bilirler diyorlar? bunlara deriz ki, o büyüklere dünyada iken birçok şeyler bildiriliyor. öldükden sonra da, niçin bildirilmesin? yahud deriz ki, allahü teala, adeti ilahiyyesinin dışında olarak, bunlara ikram ve ihsan ederek, işitiyorlar ve biliyorlar. dirilerin işlerinin ölülere gösterildiği, hadisi şeriflerde bildirilmişdir. buna inanmıyanlara karşı, vesika olan hadisi şerifleri yukarıda bildirdik. bu hadisi şerifleri okuyup anlamıyan biri, ölü yalnız dünyada iken tanımış olduğu kimseleri görüp işitir derse, ona deriz ki, hadisi şerifler, tanıdık ve tanımadık diye ayırmıyor. fekat bunlar, inad ediyorlar. ölüp de, başlarına gelinceye kadar inanmazlar. ümmetin amellerinin resulullaha gösterildiğini bildiren pekçok hadisi şerif vardır: bezzazın sahih kimselerden alarak, abdüllah ibni mes'ud hazretlerinden haber verdiği hadisi şerifde, hayatım, sizin için hayrlıdır. bana anlatırsınız. ben de size anlatırım. öldükden sonra, vefatım da, sizin için hayrlı olur. amelleriniz bana gösterilir. iyi işlerinizi gördüğüm zeman, allahü tealaya hamd ederim. kötü işlerinizi gördüğüm zeman, sizin için afv ve mağfiret dilerim buyuruldu. bu hadisi şerif, resulullahdan işitdim denilerek bildirildi. başka sağlam kimseler, bunu olarak da bildirmişlerdir. amellerin, işlerin, tanıdıklara gösterildiğini bildiren hadisi şerife gelince, imamı ahmed ve hakimi tirmüzi kitabında ve muhammed bin ishak ibni mende adındaki meşhur hadis alimlerinin bildirdikleri hadisi şerifde, yapdığınız işler, kabrde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. iyi işlerinizi görünce sevinirler. böyle olmıyan işleriniz için, ya rabbi! bizi doğru yola kavuşdurduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuşdur. ondan sonra ruhunu al! derler buyuruldu. büyük hadis alimi süleyman ebu davüd tayalisi kitabında, cabir bin abdüllahdan gelen hadisi şerifi şöyle bildiriyor: yapdığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. işleriniz iyi ise, sevinirler. iyi değil ise, ya rabbi! bunlaibni mende de vefat etdi. ebu davüd da vefat etdi. ra iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler. ibni ebi şeybe kitabında ve hakimi tirmüzi ve ibni ebiddünya, ibrahim bin meysereden haber veriyorlar ki, ebu eyyubelensari, istanbula gaza etmeğe gitdi. birinin yanından geçerken, bir kimsenin öğle vakti yapdığı işler, akşam olunca mezardakilere gösterilir. akşam yapdığı işleri, sabah olunca, mezardakilere gösterilir dediğini işitdi. ebu eyyub hazretleri, böyle ne söylüyorsun dedikde, vallahi bunu sizin için söylüyorum, dedi. ebu eyyub, ya rabbi, sana sığınırım. dedi. o kimse cevabında, allahü teala kullarının kusurlarını örter, amellerinin iyisini gösterir buyurdu. hakimi tirmüzinin kitabında bildirdiği hadisi şerifde, insanların yapdıkları işler, pazartesi ve perşembe günleri, allahü tealaya arz olunur. peygamberlere, evliyaya ve anababaya cum'a günleri gösterilir. iyi işleri görünce sevinirler. yüzlerinin parlaklığı artar. allahdan korkunuz! ölülerinizi incitmeyiniz! buyuruldu. insanların yapdığı işler, mezardaki tanımadıkları ölülere de bildirilir. abdüllah ibni mubarek ve ibni ebiddünyanın, ebu eyyubelensariden radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, yapdığınız işler, ölülere bildirilir. iyi işlerinizi görünce sevinirler. kötü işlerinizi görünce üzülürler buyuruldu. hakimi tirmüzinin ve ibni ebiddünyanın ve beyhekinin kitabında nu'man bin beşirden bildirdikleri hadisi şerifde, mezardaki kardeşleriniz için allahü tealadan korkunuz! yapdığınız işler, onlara gösterilir buyuruldu. bu iki hadisi şerif, bütün ölüler içindir. ebüdderda radıyallahü teala anh buyuruyor ki, yapdığınız işler, ölülerinize gösterilir. bununla sevinirler veya üzülürler. ibnülkayyımi cevziyye kitabında, ibni ebiddünyadan, o da sadaka bin süleyman ca'feriden bildiriyor ki, bir kötü huyum vardı. babamın ölümünden sonra, pişman oldum. bu taşkınlıklarımdan vaz geçdim. bir aralık bir kabahat yapdım. babamı rü'yada gördüm. ey oğlum! senin güzel işlerinle kabrimde rahat ediyordum. yapdığın işler bize gösteriliyor. işlerin salihlerin amellerine benziyor. fekat, son yapdığından dolayı çok üzüldüm, utandım. yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma, dedi. bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. çünki, çocuğun işleri babasına gösterildiği zeman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demekdedir. yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rü'yada böyle söylemezdi. hazreti halid bin zeyd ebu eyyubelensarinin radıyallahü teala anh bildirdiği hadisi şerifde de, tanıdığı bütün ölülere dünyadaki işlerin gösterildiğini, yukarıda bildirmişdik. dördüncü kısm: meyyitlerin birbirini ziyaret etmeleri ve buluşmaları da, sahih haberlerle bildirilmişdir. haris bin ebi üsame ve ubeydullah bin sa'id vayili kitabında ve ukayli, cabir bin abdüllahdan haber verdikleri hadisi şerifde, ölülerinizin kefenini güzel yapınız! onlar, kabrlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler buyuruldu. sahihindeki hadisi şerifde, buyuruldu. çünki, meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler. ebu hüreyrenin bildirdiği hadisi şerifde, ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! çünki, birbirlerini kefenleri içinde olarak ziyaret ederler buyuruldu. tirmüzi ve ibni mace ve muhammed bin yahya hemedani kitabında ve ibni ebiddünya ve beyheki kitabında, ebu katadeden bildirdikleri hadisi şerifde, biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! çünki onlar, kabrleri içinde birbirlerini ziyaret ederler buyuruldu.. ibni teymiyye fetvalarının çeşidli yerlerinde diyor ki, kabrlerin bulunduğu şehrler, dünyada birbirlerine yakın olsa da, uzak olsa da, mevtalar birbirlerini ziyaret ederler. uzak şehrlerde bulunan mevtaların ruhları, birbirleri ile buluşurlar. hanefi mezhebinin alimleri, fıkh kitablarında kefenin güzel olması sünnetdir. çünki, mevtalar, birbirlerine övünürler ve birbirlerini ziyaret ederler, yazılıdır. hatta, bütün mezheblerin alimleri, fıkh kitablarında, bunun böyle olduğunu bildirmekdedirler. böyle olduğunu bildiren haberler ve insanı hayrete düşüren vak'alar çok bildirilmişdir. okumak arzu edenler, hadis alimi imamı süyuti hazretlerinin kitabına mürace'at buyursun. mezhebsizler, hadis alimlerine güvendiklerini söylüyorlar. hadis kitablarından, sened, vesika olarak çok hadisler yazıyorlar. en büyük islam alimi ibni teymiyyedir diyorlar. bu hadis kitablarında, ölülerin, bizim bilmediğimiz ve anlamadığımız bir görmekle ve işitmekle duyduklarını okuyorlar da, bunlara inanmıyorlar. resulullah efendimizin ve evliyanın işitdiklerine inananlara kafir diyorlar. müşrik diyorlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek türbesi önünde, diyen hacıları müşrik biliyorlar. bundan dolayı yüzbinlerce hacının da kesdikleri yüzbinlerce kurbana necsdir, leşdir diyerek, bu kurban etlerini yimiyorlar. toprakla örtüp üzerlerinden buldozer geçiriyorlar. müşriklerin kesdikleri yinmez ve satılmaz diyorlar. beşinci kısm: ölüler, dünyada diri olanların yapdıkları işleri, kendilerine gösterilmeksizin de bilmekdedirler. mezhebsizlerin, allame dedikleri, çok büyük bildikleri ibnülkayyımı cevziyye kitabında, şöyle yazmakdadır: fasl: hafız, ya'ni hadis alimi, ebu muhammed abdüllah eşbili rahimehullahü teala burada uzun şeyler bildirmekdedir. ölüler dirilerin işlerinden haber sorarlar. dirilerin sözlerini ve işlerini anlarlar. kitabında, bir sahife sonra, amr bin dinar diyor ki, insan ölünce, geride bırakdıklarındaki olan bitenleri bilir. kendisini yıkadıklarını ve kefenlediklerini görür. onlara bakar. ibni kayyımı cevziyye, kitabında, bir sahife daha sonra, diyor ki, sa'b bin cüsame ile avf bin malik, birbiri ile ahıret kardeşi oldular. hangimiz önce ölürsek, rü'yada görünelim dediler. sa'b önce öldü. avfa rü'yasında göründü. avf sordu: allahü teala sana ne yapdı? afv eyledi dedi. konuşmalarının sonunda, kardeşim: ben öldükden sonra, bana yakın olanların yapdığı herşey bana bildiriliyor. hatta kedimizin, şu kadar gün önce öldüğünü haber aldım. kızım, altı güne kadar ölecekdir. ona vasi ol, dedi. rü'yada söylediği gibi oldu. kitabında bundan sonra, sabit bin kaysın, halid bin velidin radıyallahü teala anh askeri arasında bulunan birisine rü'yasında göründüğünü bildiriyor. halid bin velide git, ona söyle ki, şehid olduğum zeman, islam askerinden birisi yanıma geldi. sırtımdan çelik gömleğimi çıkarıp çadırına götürdü. çadırı, en sondadır. çadırı yanında uzun yuları olan bir at otlamakdadır. gömleğimi ondan alsın, dedi. bu kimse, halide bunları bildirdi. gitdiler. gömleği çadırda buldular. altıncı kısm: dirilerin yapdıkları işleri haber alınca, ölülerin incindikleri, imamı süyutinin kitabında, deyleminin aişe validemizden radıyallahü anha bildirdiği hadisi şerifi yazıyor. burada, buyuruldu. imamı kurtubi kitabında diyor ki, dünyada olanların yapdıkları şeyleri allahü teala bir melek ile yahud alamet ile, işaretle veya başka bir yoldan, ölülere bildirir. ibnülkayyımı cevziyye kitabında diyor ki, dirilerin ruhları ile ölülerin ruhlarının buluşduklarını bildirenlerden biri de şudur: diri, ölüyü, rü'yada görerek, ondan birşeyler soruyor. meyyit dirinin bilmediklerini ona haber veriyor. verdiği, olmuş veya olacak haberler doğru çıkıyor. çok def'a, diri iken gömmüş olduğu ve kimseye bildirmediği malın yerini haber veriyor. alacağı olduğunu ve şahidlerini bildirmesi de çok görülmüşdür. kimsenin bilmediği, kendinin gizli yapdığı bir işi haber vermesi ve bildirdiği gibi çıkması çok görülmüşdür. çok şaşılacak birşey de, şu zemanda öleceksin dediği kimsenin, o zemanda öldüğü görülmüşdür. bir dirinin gizlice yapdığı bir işin, bir ölü tarafından başka bir diriye bildirilmesi de çok görülmüşdür. sa'b ve sabit öldükden sonra rü'yada dirilerle konuşmuşlardır. bunları yukarıda bildirmişdik. imamı süyuti, kitabında, muhammed bin sirinden radıyallahü anh bildiriyor ki, meyyitin bildirdiği şeyler, hep doğrudur. çünki meyyit, hiç yalan ve yanlışlık olmıyan bir alemdedir. o alemde olanlar, hep doğru söyler. gördüklerimiz ve anladıklarımız, bu sözümüzü kuvvetlendirmekdedir. ibnülkayyım ve başkaları da böyle söylediler. ruh, latif olduğu için, duygu organları ile anlaşılmıyan şeyleri anlamakdadır. hakim ve beyheki kitabında, süleymandan haber veriyorlar ki, ümmi seleme hazretlerinin yanına girdim. ağlıyordu. niçin ağladığını sordum. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. ağlıyordu. mubarek başında ve mubarek sakallarında toprak vardı. mubarek yüzünüz niye böyle diye sordum. oğlum hüseynin şehid edildiğini gördüm buyurdu. bunu, hatibi tebrizi kitabında da yazmakdadır. ibni ebiddünya rahmetullahi aleyh, beni esed kabilesinden bir mezarcıdan bildiriyor. mezarcı diyor ki, bir gece kabristanda idim. bir kabrden şöyle ses geldi: ey abdüllah dedi. ne istiyorsun ya cabir, cevabı verildi. yarın bizim yanımıza annemiz gelecek dedi. onun bize faidesi olmaz. bize düa olunmaz. babam ona kızmışdı. düa etmemek için yemin etmişdi, cevabı verildi. sabah olunca, bir kimse geldi. bu iki kabr arasına bir mezar kazmamı söyledi. gece ses işitmiş olduğum iki kabri gösterdi. bu kabrdekilerin ismi nedir dedim. bunun ismi cabirdir. şunun ismi abdüllahdır diyerek gösterdi. gece işitdiklerimi, ona söyledim. evet, onun için düa etmemeğe yemin etmişdim. şimdi yeminimi bozup düa edeceğim ve keffaret vereceğim, dedi.abdüllah eşbili maliki de, sa'b bin cüsame, ebu süfyanın hemşiresi zeyneb binti harbin oğlu olup, hazreti ebu bekrin hilafeti zemanında vefat etdi. ebu şüca şehrdar deylemi de, hakim muhammed nişapuri de, süleyman bin yesar, meymune radıyallahü anhanın azadlısı idi. de, veliyyüddin muhammed hatibi tebrizi şafi'i da, ahmed ibni haceri askalani de mısrda, hafız yusüf ibnü abdilberr maliki de endülüsde, şatibede vefat etdi rahmetullahi aleyhim ecma'in. yedinci kısm: ölülerin iş yapdıkları, allahü tealanın izni ile, onlarda birçok şeyler görüldüğü sahih kitablarda bildirilmekdedir. hadis alimi, imamı süyuti kitabında ve hafız ibni hacer, fetvalarında buyuruyorlar ki, mü'minlerin ruhları denilen makamda, kafirlerin ruhları denilen yerdedir. her ruh, cesedine, bilinmiyen bir halde bağlıdır. bu bağlılıkları, dünyadaki bağlılıklar gibi değildir. rü'ya gören kimsenin gördüğü şeylere olan bağlılığı gibidir. fekat, ölülerin cesedlerine ve başka şeylere bağlılıkları, rü'ya görenin bağlılığından pekçok kuvvetlidir. bunun içindir ki, ibnü abdilberrin, ruhlar kabrlerinin yanındadır sözü ile yukarıdaki sözün arasını bulmak güç olmaz. ruhların kendi cesedlerine te'sir ve tesarruf etmelerine ve kabrde bulunmalarına izn verilmişdir. meyyit kabrden çıkarılıp başka kabre konursa, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. beden çürüyüp, toprak maddeleri, sıvıları ve hasıl olan gazları dağılınca, bu bağlılık yine bozulmaz. imamı süyuti buyuruyor ki, ruhun illiyyinde olduğu halde, bedene bağlanmasına ve tesarruf yapmasına izn verildiğini ibni asakirin, abdüllah ibni abbasdan haber verdiği şu hadisi şerif göstermekdedir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ca'fer tayyar hazretleri şehid oldukdan sonra buyurdu ki, bir gece ca'fer tayyar yanıma geldi. yanında melek vardı. iki kanadlı idi. kanadlarının uçları kana boyanmış idi. yemendeki bişe denilen vadiye gidiyorlardı. ibni adinin hazreti ali ibni ebi talibden haber verdiği hadisi şerifde, ca'fer bin ebi talibi meleklerin arasında gördüm. bişe ahalisine yağmur geleceğini müjdeliyorlardı buyuruldu. hadis alimlerinden hakimin abdüllah ibni abbasdan verdiği haberde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında oturuyordum. esma binti umeys yanımızda idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, aleyküm selam dedikden sonra, ya esma! şimdi, zevcin ca'fer, cebrail ve mikail ile birlikde yanıma geldiler. bana selam verdiler. selamlarına cevab verdim. bana dedi ki, gazasında kafirler ile birkaç gün savaşdım. vücudümün her tarafında yetmişüç yerimden yaralandım. bayrağı, sağ elime aldım. sağ kolum kesildi. sol elime aldım, sol kolum kesildi. allahü teala, iki kolum yerine bana iki kanad verdi, cebrail ve mikail ile birlikde uçuyorum. istediğim zeman cennetden çıkıyorum. istediğim zeman girip meyvelerini yiyorum buyurdu. esma, bunları işitince, allahü tealanın ni'metleri ca'fere afiyet olsun. fekat, herkes bunu benden işitince inanmazlar diye korkuyorum. ya resulallah, minbere çık sen söyle! sana inanırlar dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescide teşrif edip, minbere çıkdı. allahü tealaya hamd ve sena eyledikden sonra, ca'fer ibni ebi talib, cebrail ve mikail ile birlikde yanıma geldiler. allahü teala, ona iki kanad vermiş. bana selam verdi buyurdu. sonra, esmaya haber verdiklerini bir bir söyledi. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, allahü teala, şehid olan ve salih olan kullarına, insanlara faideli olan işleri yapmak için izn vermekdedir. bunu bildiren, daha nice haberleri hadis alimleri yazmışlardır. bunlardan birini, imamı celaleddin süyuti şöyle bildiriyor: ibni ebiddünya diyor ki, ebu abdüllah şami, rumlarla gazaya gitmişdi. düşmanı kovalıyorlardı. iki kişi askerden uzaklaşdılar. birisi şöyle anlatıyor: düşman kumandanına rastladık. üzerine hücum etdik. çok savaşdık. arkadaşım şehid oldu. geri döndüm. askerlerimizi aradım. sonra kendi kendime dedim ki, sana yazıklar olsun! ne için kaçıyorsun. geri döndüm. düşman kumandanına saldırdım. kılıncım boşa gitdi. o, bana saldırdı. beni devirdi. göğsümün üstüne oturdu. beni öldürmek için eline bir şey aldı. tam o sırada, şehid olmuş olan arkadaşım yerinden fırladı. ensesinden saçlarını yakaladı. üstümden çekdi. birlikde kafiri öldürdük. uzakdaki bir ağaca kadar birlikde konuşarak yürüdük. orada ölü olarak yatdı. arkadaşlarıma gelip, olanları haber verdim. hanefi mezhebi alimlerinden kitabının sahibi hüseyn buhari zendüvisti ve kitabının sahibi de, bu vak'ayı bildirmişlerdir. hadis alimlerinden mehamili kitabında bildiriyor ki, abdül'aziz bin abdüllah dedi ki, bir arkadaşla şamda idik. yanında zevcesi de vardı. bunların oğlunun şehid olduğunu daha önceden biliyordum. yanımıza bir süvari geldi. arkadaşım, bunu karşıladı. zevcesine dönerek, bu bizim oğlumuz dedi. zevcesi, şeytan senden uzak olsun. sen aldanıyorsun. oğlunun çokdan şehid olduğunu unutdun mu dedi. adam, söylediğine pişman oldu. fekat, süvariye yaklaşdı. dikkat ile bakarak, vallahi bu bizim oğlumuz dedi. kadın da, bakmak zorunda kaldı. vallahi o diye bağırmağa başladı. babası, oğlum sen şehid olmuşdun değil mi? dedi. evet babacığım. fekat, ömer bin abdül'aziz şimdi vefat etdi. şehidler, onu ziyaret etmek için rabbimizden izn istedik. ben ayrıca size selam vermek için de izn istedim, dedi. veda' edip yanlarından ayrıldı. az zeman sonra, ömer bin abdül'azizin vefat etdiği işitildi. imamı süyuti buyuruyor ki, bu haberler, sağlamdır, doğrudur. hadis alimleri, vesikaları ile birlikde bunları yazmışlardır. bunu, imamı yafi'i rahmetullahi aleyh yazmışdır. onun yazısını kuvvetlendirmek için, ben de bildirdim. böyle vak'alar, imamı süyutinin kitabında çok yazılıdır. anlamak istiyenler oradan okuyabilirler. imamı yafi'i buyuruyor ki, mevtaları iyi veya kötü halde görmek, cenabı hakkın ba'zı kullarına ihsan etdiği bir keşfdir, kerametdir. dirilere müjde vermek, va'z olmak, yahud ölüler için hayrlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. ölüleri görmek daha çok rü'yada olmakdadır. uyanık iken görenler de vardır. evliya için, hal sahibleri için kerametdir. kitabının başka bir yerinde diyor ki, ehli sünnet mezhebinin alimleri buyuruyor ki, ölülerin illiyyindeki veya siccindeki ruhları, arasıra ya'ni allahü teala dileyince, mezarlarındaki cesedlerine red olunurlar. en çok cum'a geceleri, böyle olur. birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. cennetlik olanlar, ni'metlere kavuşur. azab görecekler, azab olunurlar. ruhlar, illiyyinde veya siccinde iken, cesed olmaksızın da, ni'metlenir ve azab çekerler. kabrde ise, ruh ve cesed birlikde ni'metlenir. yahud azablanır. ibnülkayyımı cevziyye da diyorki, bu yazılardan anlaşılıyor ki, ruhun hali, kuvvetli ve za'if ve büyük ve küçük olduğuna göre değişmekdedir. büyük ruhlar için olanlar, başka ruhlar için olmaz. dünyada da ruhların, kuvvetli, za'if, sür'atli olduklarına göre başka başka halleri olduğu bilinmekdedir. bedenin esaretinden ve bağlılığından ve tesarrufundan kurtulan ruhların kuvvetleri, nüfuzları, himmetleri, sür'atleri ve allahü tealaya ve madde alemine te'allukları, bedene bağlı olan ruhlar gibi elbet değildir. ruhun kendisi yüksekdir, temizdir, büyükdür, yüksek himmet sahibidir. bedenden ayrıldıkdan sonra, daha başka olur. başka şeyler yapabilir. insanların öldükden sonra ruhları, rü'yada görülüp öyle şeyler yapmışlardır ki, diri iken, bedene bağlı oldukları zeman bunları yapdıkları görülmemişdir. bir kişi veya iki kişi veya birkaç kişinin, büyük bir orduyu mağlub etmesi çok görülmüşdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma, çok def'a rü'yada görülmüş ve ruhları, kafir ve zalim askerlerini dağıtmış, kaçırmışdır. bu yazdıklarımız, suresinin beşinci ayetinin tefsirinde, ba'zı müfessirlerin mesela beydavinin evliyanın ruhu bedenden ayrılınca, melekler alemine gider. oradan cennet bağçelerinde dolaşır. bedenine de bağlılığı kalıp, te'sir eder demelerine uygun olmakdadır.hüseyn bin yahya zendüvisti buhari de vefat etdi. kitabı meşhurdur. ahmed mehamili şafi'i de bağdadda, ömer bin abdül'aziz de, afifüddin abdüllah yafi'i şafi'i de mekkede, kadi abdüllah beydavi şirazi de tebrizde vefat etdi. sekizinci kısm: dirilerin, mezardaki ni'metleri ve azabları anlaması ve baş gözü ile görmesi caiz olduğu, allahü teala ve resulü tarafından haber verilmişdir. ehli sünnet ve cema'at alimleri, kabrde ni'met ve azab olduğunu, bunun hem ruha, hem de bedene birlikde olduğuna inanmak lazım geldiğini sözbirliği ile bildirmişlerdir. kitabları, bunları uzun uzun bildirmekdedir. kabr azabına yalnız ve inanmıyorlar. kabr azabının doğru olduğu, hadisi şeriflerle ve eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in eserleri ile, selefi salihinin yazıları ile bildirilmekdedir. ba'zı cahillerin kabr azabına inanmamaları, bu vesikalardan haberleri olmadığı içindir. onların imanını kuvvetlendirmek için, vesikalardan bir kaçını bildirmek uygun görüldü. peygamberlerin kabrde bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını, namaz kıldıklarını yukarıda bildirmişdik. peygamberlerin, vefatlarından sonra, hac etdikleri, buharide ve müslimde bildirilmekdedir. peygamber olmıyanlara gelince, ebu nu'aym bildiriyor ki, sabitülbenani diyor ki, hamidi tavile sordum: mezarda yalnız peygamberler mi namaz kılar? hayır başkaları da kılabilir dedi. sabit, ya rabbi! bir kimsenin mezarda namaz kılmasına izn veriyor isen, sabitin de kabrde namaz kılmasını nasib eyle dedi. ebu nu'aym, yine bildiriyor ki, şeyban bin cisr dedi ki, kendinden başka ilah bulunmıyan allahü tealaya yemin ederim ki, sabiti benaniyi mezara koydum. hamidi tavil de yanımda idi. üzerine toprak örtdük. toprak bir yerinden çökdü. kabre bakdım, namaz kıldığını gördüm. ibni cerir kitabında ve ebu nu'aym, ibrahim bin samitden haber veriyorlar ki, seher vaktlerinde kabristandan geçenler, sabiti benaninin kabrinden kur'anı kerim sesi duyduklarını söylerlerdi. ibnül cevzi kitabında da bunu bildirmekdedir. tirmüzi ve hakim ve beyheki, abdüllah ibni abbasdan haber verdiler ki, eshabı kiramdan birkaçı, bir yere çadır kurmuşlardı. burada bir kabr bulunduğunu bilmiyorlardı. çadırda, suresinin okunduğu işitildi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bunu haber verdiklerinde, buyurdu. ibnülkayyımı cevziyyenin kitabında diyor ki, meyyitin kabrde okuduğunu bu hadisi şerif isbat etmekdedir. çünki, abdüllah ibni ömer de bir yere çadır kurmuşdu. çadırda kur'anı kerim sesi işitdi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. bu sözü tasdik buyurdu. hadis alimlerinden abdürrahman ibni receb kitabında diyor ki, allahü teala dilediği kuluna kabrde salih işler yapmağı ihsan eder. insan ölünce amel, ibadet yapmak vazifesi biter. kabrdeki ibadete sevab verilmez. fekat, allahü tealanın ismini söylemekle ve ibadet etmekle zevklenir. melekler ve cennetde olanlar da böyledirler. ibadet yapmakdan lezzet duyarlar. çünki zikr ve ibadet, ruhu temiz olanlar için, en tatlı şeydir. ruhu hasta olanlar, bunun tadını duyamaz. ibnül kayyımı cevziyye da ve ibni teymiyye ve daha birçok alimler ve imamı süyuti kitabında bunu bildirmekdedirler. ebülhasen bin bera' kitabında bildiriyor ki, mezarcı ibrahim, bir mezar kazmışdım. mezardan ve kerpiç parçalarından misk kokusu duydum. kabre bakdım. bir ihtiyar oturmuş kur'anı kerim okuyordu dedi. muhammed bin ishak ibni mende, asımı sekatiden haber veriyor ki, belh şehrinde bir kabr kazdık. yanındaki kabrin içi göründü. içeride yeşil kefenli bir ihtiyar, elinde kur'anı kerim okuyordu. bu kitabda, bunun gibi çok şeyler yazılıdır. hadis alimlerinden ebu muhammed halal kitabında, ebu yusüf gasuliden haber veriyor: şamda ibrahim bin edhem hazretlerinin yanına gitdim. bugün, şaşılacak birşey gördüm dedi. o nedir dedim. karşıdaki kabristanda bir kabr yanında idim. kabr yarıldı. yeşil kefenli bir ihtiyar göründü. ya ibrahim! allahü teala beni, senin için diriltdi. dilediğini benden sor dedi. allahü teala seni nasıl karşıladı dedim. etrafımı kötü amellerim sarmışdı. seni üç şey için afv etdim buyurdu: benim sevdiklerimi severdin, dünyada hiç içki içmezdin, aksakalınla huzuruma geldin. böyle huzuruma gelen mü'minlere azab yapmakdan utanırım buyurdu. ihtiyar, bundan sonra kabrde gayb oldu. ibnül cevzi kitabında mu'azeyi anlatırken bildiriyor: ümmül esved dedi ki, mu'aze benim süt anam idi. birgün dedi ki, ebüssahba ve oğlum şehid olunca, dünya gözüme zindan oldu. hiçbir şeyden tad alamaz oldum. yalnız şunun için yaşamak istiyorum ki, cenabı hakkın rızasına kavuşduracak birşey yapabilsem de, ebüssahba ile ve oğlum ile cennetde buluşabileyim. muhammed bin hüseyn bildiriyor: mu'aze vefat ederken ağladı. sonra güldü. sebebini sorduk. namazdan, orucdan ve kur'anı kerim okumakdan ve allahü tealayı zikr etmekden ayrılıyorum diye üzülmüşdüm. sonra ebüssahbayı gördüm. iki parça yeşil elbise giymiş. dünyada böyle görmemişdim. bunun için de güldüm dedi. mu'aze, hazreti aişeyi radıyallahü anha görmüşdü. ondan hadisi şerif haber vermişdi. haseni basri ve ebu kılabe ve yezid rekaşi gibi büyük alimler, mu'azeden hadis rivayet etmişlerdir.. kabr azabını görenler de vardır. mü'min suresinin kırkaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ve deki hadisi şerifde, buyuruldu. kabr azabı ruha ve cesede birlikde olmakdadır. çünki, küfrü ve günahları ikisi birlikde yapmakdadır. yalnız, ruha azab yapılması, hikmete ve ilahi adalete uygun değildir. alimler buyuruyor ki, beden kabrde çürüyüp yok olmakda görülüyor ise de, allahü tealanın ilminde vardır. eshabı kiramdan birçoğu, ölülerin ruhlarına bedenleri ile birlikde azab yapıldığını görmüş ve haber vermişlerdir. ibni kayyımı cevziyye da ve imamı süyuti da ve abdürrahman ibni receb hanbeli da bildiriyorlar ki, bir kimse, resulullahın yanında toprakdan birinin çıkdığını gördüm. bir adam buna sopa ile vurarak yerde gaib olduğunu, böylece toprağa girip çıkdığını gördüm dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunu işitince, o gördüğün ebu cehldir. kıyamete kadar böyle azab çeker buyurdu. bu ve bunun gibi haberler, peygamberler ve evliya gibi, herkesin de kabrdekileri görebileceğini bildirmekdedirler. evliyanın görmesi, hiç inkar edilemez. allahü tealanın kudreti ile görmekdedirler. buraya kadar yazdıklarımız, mevtaların mezarda, kabr hayatı denilen bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını göstermekdedir. islam alimlerinin hepsi diyor ki, ölmek, yok olmak değildir. bir evden bir eve göç etmek demekdir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve veliler rahimehümullahü teala de, islamiyyeti yaymak için çalışmışlardır. hepsi şehidlik derecesine kavuşmuşlardır. şehidlerin diri oldukları, kur'anı kerimde açıkca bildirilmekdedir. böyle olunca, onlardan tesebbüb ve teşeffu' ve tevessül etmek şaşılacak bir şey midir? demek, onları sebeb yapmak, ya'ni allahü teala katında yardım etmelerini dilemekdir. demek, bizim için düa etmelerini dilemekdir. çünki onlar, allahü tealanın dünyada da, ahıretde de sevgili kullarıdır. onların istediklerine kavuşacaklarını, her dilediklerinin verileceğini, kur'anı kerim bildirmekdedir. böyle olan meyyitlerden, dirilerden beklenen şeyleri bekliyen bir kimse kötülenebilir mi? bunlardan beklenen şeyleri, allahü tealanın yaratacağına, allahdan başka yaratıcı bulunmadığına inanan bir kimsenin, mezardaki peygamberleri, velileri sebeb kılması, vesile yapması, hiç inkar olunabilir mi? bunları, onlar çürüdü, toprak oldu, yok oldu zan edenler inkar eder. islamiyyeti bilmiyenler ve onların büyüklüğünü, yüksekliğini anlıyamıyanlar inanmaz. peygamberlerin ve evliyanın yüksekliklerini ve üstünlüklerini anlamıyan kimseler, din cahilleridir. islamiyyeti anlamamışlardır. onların cahil dedikleri müslimanlar, kendilerinden daha bilgili ve daha anlayışlıdırlar. evliyanın ve peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarına gidip, onların vasıtası ile, onları sebeb kılarak, allahü tealadan birşey istemenin ve kıyamet günü bize şefa'at etmeleri için, kendilerine yalvarmanın caiz olduğu, hadisi şeriflerde bildirilmişdir ve islam alimleri sözbirliği ile haber vermişlerdir. insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamın hadisi şeriflerine ve onun yolunda giden seçilmişlerin, sevilmişlerin kitablarına inanmak ni'metini bize ihsan eden allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! bu büyük ni'meti rabbimiz bize ihsan etmeseydi, kendimiz anlıyamaz, bulamaz, helak olurduk. peygamberlerin ve evliyanın vasıtası ile ya'ni onları sebeb yaparak, vesile ederek, allahü tealanın yaratmasını istemek caiz olduğunu gösteren ayeti kerimeleri bildirelim: maide suresinin otuzbeşinci ayetinde mealen, ey iman edenler! allahü tealadan korkunuz! ona yaklaşmak için vesile arayınız ve isra suresinin elliyedinci ayetinde mealen, ol kimseler ki, düa ve ibadet ederler, rablerine yaklaşmak için, vesile ve sebeb ararlar. sebeblerin allahü tealaya en çok yaklaşdıranını isterler buyuruldu. bu ayeti kerimelerde allahü teala, sebebe, vesileye yapışmağı emr etmekdedir. vesilenin kendisine en çok yaklaşdırıcı bir şey olduğunu bildirmekdedir. vesilenin belli bir şey olduğu bildirilmedi. bunun için, allahü tealanın rızasına kavuşduran herşey, ya'ni haricilerin dedikleri gibi yalnız düaları değil, şefa'atleri ve allahü teala indinde mertebeleri ve kıymetleri ve kendileri hep vesiledirler. kitabının doksanyedinci sahifesinde de bu ayeti kerimelerden ikincisi yazılı olup, katadenin dediğini bildiriyor. vesile, peygamberlerin ve onların yolunda olanların gitdikleri yoldur. onların yolu vesiledir, kendileri vesile değildir diyor. ehli sünnet alimleri ise, peygamberlerin ve onlara tabi' olanların gitdikleri yol, ya'ni iman ve ibadet ve ihlas, vesile olduğu gibi, o büyüklerin şefa'atleri, makamları, kerametleri, düaları ve kendileri de vesiledir dedi. kendileri vesile olamaz diyenler, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere ve peygamberlere ve evliyaya iftira ediyorlar. peygamberlerin ve evliyanın kendilerinin vesile edilmesi, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmekdedir. enfal suresinin otuzüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. tefsir kitablarında ve buharide bildirildiği gibi, kafirler peygamberimiz ile alay ediyorlardı. rabbine söyle de, bize çabuk azab göndersin diyorlardı. bu sözleri üzerine, yukarıdaki ayeti kerime nazil oldu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek cesedi şerifinin kafirler arasında bulunması, onlara azab gelmesini önlemekdedir buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamberlik makamı ile, yahud düa ederek, yahud şefa'at ederek, azab gelmesini önlüyordu denilemez. çünki, kafirlere düa ve şefa'at edilmediği gibi, inanmadıkları peygamberliğin onlara faidesi olamaz. enfal suresinin otuzüçüncü ayetinin devamında mealen, buyuruldu. selefi salihinden birçoğu bu ayeti kerime için, onlardan, istiğfar edecek olan çocuklar dünyaya geleceği için, onlara azab etmem demekdir dedi. allahü teala, kafirlerden mü'minler dünyaya getirmeği ezelde takdir buyurduğu için, o kafirlere azab etmem buyurdu. böyle söyliyen alimlere göre, kafirlerin kanında bulunan, mü'minlerin zerreleri, azabı önlemeğe sebeb olmakdadır. bekara suresinin ikiyüzellibirinci ayetinde ve hac suresi kırkıncı ayetinde mealen, buyuruldu. tefsir alimlerinden birkaçı, bu ayeti kerimeye, allahü teala, mü'minleri yaratmayıp yalnız kafirleri yaratsaydı, yeryüzü karmakarışık olurdu. mü'minlerin vücudları, yeryüzünün karışmasını önlemekdedir dedi. se'adet, insanın kendisindedir. işleri ile hasıl olmaz. bunun için hadisi şerifde, insan, dünyaya gelmeden önce sa'iddir, iyidir. yahud şakidir, kötüdür buyuruldu. insana sa'id olmasında, iyi işlerinin te'siri bulunması, görünüşdedir. hakikatde böyle değildir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, bir kimse, cehenneme götürücü kötü işleri yapar. cehenneme yaklaşır. ümmül kitabda, ya'ni ilmi ilahide sa'id ise, son günlerinde cennete götürücü bir iş yaparak cennete gider buyuruldu. amel, insanı cennete götürmez. cennete gitmeğe sebeb olur. bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyuruldu. senin için de böyle midir? ya resulallah! dediklerinde, benim için de böyledir. ancak allahü tealanın merhameti ile, ihsanı ile kurtulurum buyurdu. iyi işler, ibadetler yapan, elbet cennete gider denilemez. ezelde sa'id yazılmış olan elbet cennete gider denilir. se'adet ve şekavet, insanların işlerine değil, kendisine göredir. allahü tealanın, muhammed aleyhisselamı, insanlar arasından seçmesi ve onu bütün peygamberlerinden üstün yapması, mubarek zatı içindir, kendisi içindir. bunu her mü'min bilmekdedir. resullerin, nebilerin, velilerin üstünlükleri de, hep böyledir. mevkı', mertebe ve her yükseklik zata tabi'dir. zat, mevkı'e tabi' değildir. mesela, insan paşa olduğu için kıymetlidir, denilmez. kıymetli olduğu için, paşa olmuşdur denir. vehhabilerin, madde, cism ve zat, sebeb olamaz sözlerinin yanlış olduğu anlaşıldı. ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünneti seniyyesi, onların yanlış ve bozuk yolda olduğunu göstermekdedir. hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse temiz toprağı, temiz tükrüğü ile karışdırıp, hastaya ilac yaparsa, allahü teala şifa ihsan eder. toprak ve tükrük ve eczacının te'siri belli olan ilacları, hep maddedir, cismdir, ya'ni zatdırlar. bunların mevkı'i, rütbesi ve şefa'ati düşünülemez. imamı müslim şafi'inin rahmetullahi aleyh kitabındaki hadisi sahihde buyuruldu ki, . zemzem suyu, dünya ve ahıretin herhangi bir faidesi için niyyet ederek içilirse, istenilen faide hasıl olur. böyle olduğu çok görülmüşdür. zemzem suyu, zatdır, maddedir. şifa, faide vermek için, rütbesi ile te'sir etmesi, yahud düa ve şefa'at etmesi düşünülemez. sahih olan hadisi şerifde ve bütün fıkh alimlerinin sözbirliği ile bildirdikleri gibi, ka'be kapısı ile taşının arasındaki tavaf yerine denir. bir kimse, burada karnını ka'be dıvarına değdirip, i vesile ederek, allahü tealaya yalvarırsa, allahü teala onu zarardan, kusurdan korur. böyle olduğu çok tecribe edilmişdir. herkesin bildiği gibi, mültezem, ka'be dıvarında birkaç taşdır. bu taşlar zatdır. ya'ni maddedir. allahü teala, her maddeye belli hassalar, özellikler verdiği gibi, bu taşlara da, hayra, faideye vesile olmak hassasını vermişdir. ka'benin kuzey tarafında bulunan su oluğunun altındaki tavaf yerine ve mescidi haram içindeki, ka'be kapısı karşısında bulunan denilen yere ve denilen ka'be köşesindeki taşı öpmeğe ve elini yüzünü sürmeğe de, böyle faideli hassalar verilmişdir. bunlara tevessül edenlerin, ya'ni bunları vasıta kılarak düa edenlerin, düaları kabul olmak hassasını, kıymetini, allahü teala bu maddelere vermişdir. bu maddelerin, düaların kabul olmasına vesile oldukları biliniyor ve görülüyor ve inanılıyor da, resulullahı ve onun yolunda olan, allahü tealanın sevgili kullarını vesile ederek yapılan düalar hiç kabul olmaz mı? eğer bir kimse, yerdeki toprağın ve ba'zı kimselerin tükrüğünün ve zemzem suyunun ve mültezemdeki taşların ve ibrahim aleyhisselamın mubarek ayaklarının izi bulunan makamı ibrahimin ve hacerülesved taşının, ya'ni bu maddelerin hepsinin faideli şeyler için vesile, sebeb olmaları, peygamberlerin ve evliyanın mezarlarının da, vesile olacağını göstermez derse, bu kimsenin din cahili olduğunu, allahdan ve resulullahdan ve müslimanlardan utanmadığını gösterir. çünki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zatı şerifini çok yüksek bilirler, pek saygı gösterirlerdi. urvetebni mes'udissekafinin de ve başka kitablarda bildirilen sözleri meşhurdur. urve diyor ki, sulhu için, müşriklerin elçisi olarak, resulullahın yanına gelmişdim. işim bitdikden sonra mekkeye, kureyş büyüklerinin yanına döndüm. onlara dedim ki, biliyorsunuz. acem şahı olan kisralara ve bizans kıralı olan kayserlere ve habeş padişahı olan necaşilere çok gitdim, geldim. bunlara yapılan hurmetin, muhammed aleyhisselamın eshabının, muhammed aleyhisselama yapdıkları hurmet kadar çok olduğunu görmedim. muhammed aleyhisselamın tükrüğünün yere düşdüğünü görmedim. eshabı avuçları ile kapışıp yüzlerine, gözlerine sürüyorlardı. abdest almış olduğu suyu da kapışıp, bereket için saklıyorlardı. traş olunca, bir kılı yere düşmeden önce eshabı kapışıyorlardı. en kıymetli cevher gibi saklıyorlardı. saygılarından, edeblerinden, yüzüne bakamıyorlardı dedi. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zatından ayrılan en ufak zerrelere, hatta başkaları için pis, çirkin sayılan şeylerine bile nasıl kıymet verdikleri bu haberden anlaşılmakdadır. bu saygı ve edebler mubarek tükrüğünün ve mubarek uzvlarına değmiş olan abdest sularının, onlara düa etmeleri veya şefa'at etmeleri, yahud rütbe ve kıymetleri olduğu içindir denilebilir mi? bunlar, maddedir. fekat, en şerefli bir zatdan, maddeden ayrıldıkları için, kıymetli olmuşlardır. vehhabiler ve onların yolunda olanlar, hakiki din adamıyız, tevhid ehliyiz diyerek övündükleri halde, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem lat putu ile bir tutuyorlar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve onun eshabının radıyallahü anhüm ecma'in yapdıklarını ve emr etdiklerini puta tapmağa benzetiyorlar. onlar gibi söylemekden, onlar gibi düşünmekden ve onlar gibi inanmakdan allahü tealaya sığınırız. peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onların yolunda olan seçilmiş, sevilmiş velileri vasıta kılarak allahü tealadan dilekde bulunmanın caiz olduğunu gösteren hadisi şerifler o kadar çokdur ki, bunlara kötü düşmanlarımız hiç cevab veremiyor. şaşırıp kalıyorlar: buhari ve müslim kitablarında yazılı olduğu üzere, esma binti ebi bekr radıyallahü teala anha ve ebiha yanındakilere peygamberimizin yeşil bir cübbesini gösterdi. yakası ipekden idi. bu palto, hazreti aişenin yanında idi. o vefat edince, ben aldım. bu cübbeyi hastalarımıza giydirerek, tedavi etmekdeyiz. hastalarımız bununla iyi oluyorlar dedi. görülüyor ki, allahü tealanın sevgili peygamberi sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ve bütün üstünlüklerin sahibi giymiş olduğu için, eshabı kiram aleyhimürrıdvan bu cübbeyi şifa bulmak için vesile etmekdedirler. muhammed humeydi ezdi maliki endülüsinin iki sahih kitabdan toplıyarak hazırladığı kitabında, abdüllah bin mevhib diyor ki, zevcem beni, ümmi seleme validemize gönderdi. elime içinde su bulunan bir kadeh verdi. ümmi seleme hazretleri, gümüşden bir kutu getirdi. içinde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sakalı şerifi vardı. sakalı şerifi, elimdeki suya sokup kaşık gibi çalkaladı ve çıkardı. nazar değmiş olanlar ve başka derdi olanlar, su getirip, hep böyle yaparlar, bu suyu içerek şifa bulurlardı. gümüş kutuya bakdım, birkaç dane kırmızı kıl gördüm dedi. .ıyamet ve ahıret humeydi de bağdadda vefat etdi. humeydinin, buhariden ve müslimin sahihinden topladığı kitabında, sehl bin sa'd diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek gömleğini bana hediyye etmiş idi. annem, benden almak istedi. bunu kefen yapmak için, saklıyacağım dedim. resulullah efendimizin mubarek gömleği ile bereketlenmek istedim, dedi. görülüyor ki, eshabı kiram, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek gömleğini, azabdan kurtulmak için vesile ve sebeb yapıyorlardı. buhari ve müslimde ümmi selimden haber veriliyor: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yanımda uyuyordu. mubarek yüzü inci gibi terlemişdi. terlerini alıp bir yere koyarken uyandı. ya ümmi selim! ne yapıyorsun? buyurdu. ya resulallah! mubarek terin ile çocuklarımızın bereketlenmesini istiyorum dedim. buyurdu. ibni melek kitabının şerhinde diyor ki, bu hadisi şerif gösteriyor ki, tesavvuf büyüklerinin ve alimlerin ve salihlerin kullandıkları şeylerle de, allahü tealanın rızasını kazanmak caizdir. imamı müslim rahimehullahü teala sahihinde diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sabah namazını kılınca, medine halkı, içinde su bulunan kablarla huzuruna gelirlerdi. her kaba mubarek ellerini sokardı. ibnül cevzi kitabında diyor ki, medine ehalisi böylece, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bereketlenirler idi. bir alime gelip de böyle bereketlenmek istiyenleri, alimin boş çevirmemesi iyi olur. ibni cevzinin bu sözü ve imamı nevevinin şerhindeki yazıları ve kadi iyadın ve hanefi alimlerinden abdüllatif ibni melekin rahmetullahi aleyhim ecma'in yazılarından anlaşılıyor ki, böyle bereketlenmek, faidelenmek, haricilerin zan etdikleri gibi, yalnız resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mahsus değildir. haricilerin bu alimlerin kitablarından haberleri olmadığı yahud bile bile inad etdikleri anlaşılmakdadır. bu ise, kötü niyyetli, ard düşünceli olmak demekdir. buhari kitabında, ibni sirinden haber veriyor: ibni sirin diyor ki, resulullah efendimizin sakalı şerifinden bir parça elime geçdi. bunu ubeydeye söyledim. bende bir sakalı şerif bulunmasını, dünyada olan herşeyden daha çok severim dedi. buharii şerifde diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem çok zeman hizmetinde bulunmakla şereflenmiş olan enes ibni melek da tirede vefat etdi. bin malik, kendisi ile beraber bir sakalı şerifin defn olunmasını vasıyyet etdi. kabrde, allahü tealanın huzuruna sakalı şerif ile birlikde çıkmak istedi. kadi iyad kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem faziletlerinden ve kerametlerinden ve bereketlerinden birisi de şudur ki, halid bin velid radıyallahü anh, başında sarığı arasında bir sakalı şerif taşırdı. bunu taşıdığı her muharebede zafer kazanırdı. halid, mubarek bir kılı sebebi ile muradına kavuşuyor da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek zatı şerifini vesile ederek allahü tealadan dilekde bulunanlar kavuşmaz olur mu? büyük islam alimi, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem aşıkı olan imamı muhammed busayri şazili rahmetullahi aleyh de bu inceliği çok güzel anlatmakdadır. buhari ve müslim sahihlerinde diyor ki, abdüllah ibni abbasın haber verdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem iki kabrin yanına geldi. ikisinin de azabda olduğunu anladı. bir hurma dalı istedi. ikiye ayırıp, kabrler üzerine dikdi. buyurdu. bir kabrde azabın hafiflemesi için, üzerine yeşil hurma dalı konulması, hadisi şerifde bildirilmişdir. allahü teala, yeşil otların bereketi ile kabrdeki azabı hafifletmekdedir. yeşil ot, bir zatdır, bir maddedir. bunu dikmekle azabın azalması, resulullaha mahsus değildir. yeşil hurma dalının her zeman kabr üzerine dikilmesini, islam alimleri, sözbirliği ile bildirmekdedir. islam mezarlıklarına servi ağaçları dikilmesi bundan ileri gelmekdedir. hurma dalı gibi bir madde, azabın azalmasına sebeb oluyor da, varlıkların, maddelerin en kıymetlisi olanı sebeb ve vesile etmek caiz olmaz mı? aklı olan, doğru düşünebilen kimse, buna olmaz diyebilir mi? maddeyi, zatı, allahü tealanın rızasını kazanmağa vesile etmek caizdir. ebu süfyanın zevcesi olan hind, gazvesinde hazreti hamzanın radıyallahü anhüma karaciğerinden bir parçasını, ağzına alarak, çiğnemişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hamza, indi ilahide çok kıymetlidir. onun bedeninden hiçbir parçasını cehennemde yakmaz buyurdu. malik bin sinan radıyallahü anh, resulullahın mubarek kanını içdiği zeman, buyuruldu. bunun gibi, abdüllah bin zübeyr radıyallahü anh, mubarek hacamat kanından içince, insanlardan sana çok şeyler olur. senden de insanlara busayri de mısrda vefat etdi. çok şeyler olur buyurdu. içdiği için darılmadı. mubarek artığını içen kadına da, buyurdu. bu hadisi şerif sahihdir. kadının ismi dir. bunu birçok alimler, mesela kadi iyad, kitabında ve kastalani kitabında yazmışlardır. ey müslimanlar! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek bedeninden ayrılan kan ve benzeri şeyler, bunları içenlerin cehennem ateşinden kurtulmasına sebeb ve vesile oluyor ve ağrıları önlüyor da, mubarek vücudlarının, zatının, bu iyiliklere vesile ve sebeb olmasına niçin inanılmasın? mubarek zatı, allahü tealanın nurundan idi. gölgesi yere düşmezdi. böyle olduğunu, cabir ve başkaları radıyallahü teala anhüm bildirdiler. allahü tealanın sevgilisi ve peygamberlerin en üstünü için, vesile edilmez, allahü tealanın yaratmasına sebeb olmaz diyen bir kimse, o yüce peygamberin ümmetinden midir, yoksa düşmanlarından mıdır? kafirlere bile rahmet olduğu, ayeti kerimelerde bildirilmişdir. müslimanlar için ve ona aşık olan için, rahmete, vesile ve sebeb olmaz mı? ayeti kerimesinin emr etdiği vesile, hem ibadetlerdir, hem düalardır, hem de mubarek kıymetli zatların kendileridir. yukarıda bildirdiğimiz hadisi şerifler ve olaylar bunu açıkca göstermekdedir. mahluklardan herşeyi, hatta insanın yapamıyacağı, fekat keramet olarak allahü tealanın evliyasına ihsan etdiği şeyleri istemek caiz olduğunu gösteren çeşidli ayeti kerimeler vardır. bunlardan biri suresindeki ayeti kerimedir. bu ayeti kerime, süleyman aleyhisselamın mealen, ey cema'atim! onu kürsisi ile hanginiz getirirsiniz? dediğini bildirmekdedir. cema'atin içinde, cin ve insanlar ve şeytanlar da vardı. cinnin kötü kısmlarından, ifrit, sen yerinden kalkmadan onu getiririm, dedi. süleyman aleyhisselam bundan daha çabuk gelmesini istiyorum dedi. süleyman aleyhisselamın katibi olan asaf bin berhıya, ben daha çabuk getiririm, dedi. belkısın kürsisi yemende idi. süleyman aleyhisselam, şamda idi. arada, , üç aylık yol vardı. oradan şama yer altından hemen getirdi. bu kürsi, altın ve kıymetli taşlarla süslü bir kanepe idi. bu bir keramet idi. allahü teala, velileri için, sevdiği iyi kulları için, adetinin, kanunlarının dışında olarak keramet vermekdedir. allahü teala, salih kulu olan bir velisine verdiği kerameti, kur'anı kerimde, överek bildiriyor. bu kerameti istediği için, süleyman aleyhisselama darılmıyor. ben sana şah damarından daha yakın iken, niçin başkasından istedin? insanların yapamıyacağı birşeyi, benden başkasının gücü yetmiyeceği bir şeyi, niçin benden istemedin demedi. çünki, süleyman aleyhisselam, allahü tealanın peygamberi idi. bu sözün, bu dileğin, sebeblere yapışmak olduğunu ve sebeblere yapışmanın onun dinine uygun olduğunu biliyordu. allahü teala, sebeblere yapışmağı emr etmekdedir. resulullahdan ve şehidlerden ve salih kullardan birşey istemek de, bunun gibidir. allahü tealanın onlara ihsan etmiş olduğu kerametlerden faidelenmekdedir. onlar sebebdir, vasıtadır, vesiledir. yaratan ve yapan yalnız allahü tealadır. velilerin kerameti, peygamberlerin salevatullahi aleyhim ecma'in üstünlüklerinden, mu'cizelerindendir. veliler, peygamberlere uydukları için, onların vasıtaları ile kerametlere kavuşmakdadırlar. allahü tealanın sevdiği kullarına ve herşeyden önce peygamberlerin efendisi olan muhammed aleyhisselama tevessül etmenin, onlardan şefa'at istemenin caiz olduğunu gösteren ayeti kerimelerden birisi de, bekara suresinin seksendokuzuncu ayeti kerimesidir. hadis alimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bu ayeti kerime, hayber yehudileri için gelmişdir. cahiliyye zemanında, ya'ni resulullahdan önce, bu yehudiler, ve kabileleri ile harb ediyorlardı. harb ederken, ya rabbi! ahır zemanda göndereceğin peygamber hakkı için, bize yardım et! diyerek yalvarıyorlardı. ahır zeman peygamberini vesile ederek, zafer kazanıyorlardı. fekat, resulullah gelip, islamiyyeti bildirince, kıskandılar, inad etdiler, inanmadılar. ibnülkayyımı cevziyye kitabında diyor ki, yehudiler, cahiliyye zemanında komşuları olan arablarla harb ederlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya gelmeden önce, onun mubarek vücudu ile allahü tealadan yardım isterlerdi. allahü teala, onlara yardım eder, galib gelirlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dünyaya gelip, islamiyyeti yaymağa başlayınca, inanmadılar, kafir oldular. dünyaya gelmeden önce inanmamış olsalardı, onun sebebi ile yardım istemezlerdi. tefsirinin ba'zı açıklamalarında, sa'deddini teftazaniden şöyle nakl olunuyor ki, resulullahın mubarek ismini söyliyerek yardım istiyorlardı. mubarek ismini, şefa'atcı ediniyorlardı. salih ve zahid alimlerden takıyyuddin husni, kitabında diyor ki, bir müsliman, resulullahın iyi huylarını, yumuşaklığını, afvını ve sabrını öğrenince, onun allahü teala yanındaki kıymetini, üstünlüğünü anlayıp, her işinde onu vesile eder. çünki o, şefa'atcıdır. allahü teala, onun şefa'atini red etmez. allahü tealanın sevgilisidir. onu vesile kılarak, onu şefa'atcı ederek istenilenleri, allahü teala verir. allahü teala, bunu kur'anı kerimde bildiriyor ve evliyasına ilham ediyor. onun ve bütün müslimanların düşmanı olan bile, onu vesile kılarak, istediklerine kavuşduklarını, kur'anı kerim haber veriyor. onu çok sevdiği, çok üstün yapdığı için, onların dileklerini verdim buyuruyor. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, cahiliyye zemanında, hayber yehudileri, gatfan denilen arab kafirleri ile döğüşürlerdi. yehudiler, mağlub olurdu. allahü tealaya düa ederek, ya rabbi! ahır zemanda bize göndereceğini söz verdiğin sevgili peygamberinin hakkı için, hurmeti için, bize yardım et diyerek yalvarırlardı. her zeman böyle düa ederek, gatfan kafirlerine galib gelirlerdi. allahü teala, muhammed aleyhisselamı, peygamber olarak gönderince inanmadılar. kafir oldular. allahü teala, bunu, yukarıdaki ayeti kerimede bildirmekdedir. muhammed aleyhisselamın allahü teala yanındaki kıymetine, şerefine ve üstünlüğüne bakınız ki, onu vesile eden kafirlerin bile düasını kabul buyurmakdadır. yehudilerin, o sevgili peygambere en büyük düşman olacaklarını ve o yüce peygamberi çok inciteceklerini bildiği halde, onu vesile ederek yapdıkları düaları kabul buyururdu. dünyaya teşrif etmeden önce, şerefi, şefa'ati böyle olunca, alemlere rahmet olarak gönderildikden sonra, onu vesile ve şefa'atcı etmenin suç olacağını, hangi akllı, insaflı kimse iddi'a edebilir? buna inanmıyanların, yehudilerden daha kötü oldukları anlaşılmakdadır. peygamberlerin aleyhimüsselam birincisi olan adem aleyhisselam da, onu vesile yaparak düa edince, düası kabul olmuş idi. tefsirler ve hadis kitabları, bunu uzun bildirmekdedir. bunları anlıyanlar, onu vesile etmeğe inanmıyanların nasıl kimseler olduklarını iyi anlarlar. fasl: peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyayı rahimehümullahü teala vesile ve şefa'atcı yaparak, allahü tealadan istenilen şeylerin hasıl olması, onların kerametinden ve üstünlüklerindendir. öldükden sonra da kabrlerinde keramet sahibidirler. ehli sünnet velcema'at alimleri, kerametin var olduğunu ve keramete inanmak vacib olduğunu sözbirliği ile bildirmişlerdir. evliyanın kerameti olduğunu, allahü tealanın kitabı haber vermekdedir. ayeti kerime, süleyman aleyhisselamın, belkısın kürsisinin bir anda, yemendeki sebe' şehrinden şama getirilmesini istediğini haber veriyor. bu kürsi, altın ve kıymetli taşlar ile süslenmişdi. bunu, asaf bin berhıya, bir anda getirdi. tahtın hiçbir yeri bozulmadan geldi. asaf, veli idi. tahtı bir anda getirmesi, keramet oldu. hazreti meryemin kerameti de kur'anı kerimde, ali imran suresinin otuzyedinci ayetinde bildirilmekdedir. hazreti meryemin yanına zekeriyya aleyhisselamdan başka kimse girmezdi. zekeriyya aleyhisselam, her girişinde hazreti meryemin yanında taze meyve görürdü. bunların allahü tealadan geldiğini söylerdi. ehli sünnet alimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, peygamberlerin mu'cizeleri olduğu gibi, evliyanın da kerametleri vardır. çünki, peygamberlere tabi' olanları, onlara uyanları, allahü teala çok sever. onlara diri iken de, öldükden sonra da, kerametler ihsan eder. peygamberlerin ve evliyanın öldükden sonra da, mu'cize ve keramet göstermeleri, onların doğru söylediklerini daha iyi bildirmekdedir. çünki, diri iken olan mu'cizeleri ve kerametleri gören düşmanlar, kafirler, bunları başkasından öğrenerek yapıyorlar sanırlar. fekat, öldükden sonra hasıl olan mu'cize ve kerametler için, öyle sanmak ve söylemek olmaz. mu'cizeleri ve kerametleri, allahü teala yaratmakdadır. yalnız onun kudreti ile olmakdadır. peygamberlerine ve velilerine ihsan ederek, ikram ederek, onların sebebi ile, onların şefa'atleri ile yaratmakdadır. peygamberlerden, ise, peygamberin yolunda olduğu bilinen salih mü'minden hasıl olmakdadır. peygamberler ma'sumdur. hiç günah işlemezler. şeytan, peygamberin şekline giremez. evliya da, peygamberlerin varisleridir. şeytan, onlara da yaklaşamaz. ömer radıyallahü anh ve abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh ve daha birçok sahabeden radıyallahü anhüm şeytanın kaçdığı kitablarda yazılıdır. ali uşi ferganevi rahmetullahi aleyh kasidesinde: velinin kerametleri dünyada, vardır, onlar ihsan sahibleridir. buyuruyor. anlayışlı, akllı kimseler için bu beytde takılacak birşey yokdur. çünki, velilerin kerametleri dünyada hasıl olur demekdedir. çünki, ehli sünnet ile mu'tezile arasında dünyadaki keramet için ayrılık olmuşdur. onlar dünyada keramet olmaz dedi. keramet olursa, mu'cize ile karışır. peygamber ile veli ayrılamaz sandılar. ehli sünnete göre, mu'cize sahibinin, peygamber olduğunu bildirmesi lazımdır. keramet sahibinin, veli olduğunu söylemesi yasakdır. söylerse, veli olmadığı anlaşılır. mezhebsizler, bunu anlasalardı, zındıkların, yalancıların çirkin sözlerini ileri sürerek, evliyaya dil uzatamazlardı. yukarıdaki , velinin kerametleri, dünyada da vardır. kendilerinden istenilen şeyleri ve şefa'at etmelerini, allahü teala dilek sahiblerine ihsan eder demekdir. anlayışı az olanlar, yukarıdaki beyti, velinin yalnız dünyada iken kerameti olur sanıyor. veli ölünce, kerameti olmaz diyorlar. böyle anlamak yanlışdır. çünki, derin alimler, mesela şerefüddin halil neccari yemeni hanefi ismindeki emali kasidesi şerhinde ve eşbah muhşisi şeyh ahmed bu beyti bizim bildirdiğimiz gibi açıklamışlardır. hatta insanlar, kıyamet kopuncaya kadar, ya'ni ahıret hayatı başlayıncaya kadar, dünyadadırlar denir. muhammed bin süleyman halebi reyhavi rahmetullahi aleyh, emali kasidesinin şerhi olan kitabında da, bunu uzun açıklamakdadır. velilerin, öldükden sonra, sayılamıyacak kadar çok kerametleri görülmüşdür. alimler bunları, sözbirliği ile bildirmişlerdir. burada yalnız birkaç danesini bildireceğiz: kitabında diyor ki, eshabı kiramdan asım radıyallahü anh, hiçbir müşrike dokunmamak için ve hiçbir müşrikin de kendisine dokunmaması için, allahü tealaya söz vermiş idi. kafirler kendisini şehid edince, yanına yaklaşmak istediler. cenabı hak, arılar göndererek asımı korudu. arılar, o kadar çokdu ki, müşrikler yanına yaklaşamadılar. bu, asıma ölümünden sonra ihsan edilen keramet idi. eshabı kiramdan hubeybi kafirler yakaladı. muhammed yalancıdır dersen seni bırakırız. böyle söylemezsen öldürürüz dediler. muhammed aleyhisselamın mubarek ayağına bir diken batmaması için, canımı feda ederim buyurdu. şehid etdiler. birkaç sahabi gece gelip, şehidin ipini kesdiler. yere düşdü. yerde göremediler. nereye gitdiğini anlıyamadılar. hanzala ismindeki sahabi, resulullah ile gazaya gitmek için acele etdi. gusl abdesti almağa vakt bulamadı. şehid oldu. kendisini melekler yıkadı. bunun için, adı ile meşhur oldu. bunların hepsi, kitabında yazılıdır. muhammed bin abdüllah tebrizi şafi'i kitabında diyor ki, aişe radıyallahü anha buyurdu ki, habeş padişahı imana geldi. kabri üzerinde her zeman nur parladığını çok kimseden işitdim. hazreti alinin kardeşi olan ca'fer, şehid oldukdan sonra, yemendeki şehrine meleklerle giderek yağmur yağacağını müjdelediğini resulullah haber verdi. bunu yukarıda bildirmişdik. hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başı yanında kari', ya'ni hafız, suresini okuyordu. mealindeki ayeti kerimeyi okuyunca, mubarek başdan, sesi işitildi. nasrülhazai me'mun halife tarafından asılhalil yemeni de vefat etdi. tebrizi de vefat etdi. mışdı. elinde mızrak olan biri, yanına bırakılıp, nasrın yüzünü kıbleden çevirmesi emr olunmuşdu. gece karanlık basınca, mubarek yüzü kıbleye döndü. o sırada suresinin meali şerifindeki ikinci ayeti kerimesini okuduğu işitildi. bir kabrde suresinin sonuna kadar okunduğu işitildi. bunu yukarıda yazmışdık. bu haberlerin hepsi doğrudur. hadis alimleri bildirmişdir. ibni asakir ali bildiriyor ki, umeyr bin habbab selemi dedi ki, sekiz arkadaşımla birlikde, emeviler zemanında rumlara esir olduk. bizi, rum kayserine götürdüler. bunların boynunu vurunuz emrini verdi. önce öldürülmek için arkadaşlarımın önüne geçdim. papaslar bana acıdı. benim bu halime şaşırdılar. beni afv etmesi için kayserin elini ayağını öpdüler. papasın biri, beni evine götürdü. güzel bir kızı yanıma getirdi. bu benim kızımdır. sana nikah ediyorum dedi ve bizim dinimize gir dedi. zevce için ve mal için dinimi bırakmam dedim. birkaç gün geçdi. bir gece, papasın kızı beni bağçeye çağırdı. babamın dediğini niçin yapmıyorsun dedi. ben, kadın için, mal için dinimden dönmem dedim. burada kalmak mı, yoksa memleketine gitmek mi istersin dedi. memleketime gitmek isterim, dedim. gökde bir yıldız gösterdi. geceleri bu yıldıza doğru git, gündüzleri gizlen! böylece vatanına kavuşursun dedi ve yanımdan ayrıldı: üç gece yürüdüm. dördüncü günü saklanmışdım. sesler işitdim. umeyr, umeyr diyerek beni çağırıyorlardı. bakdım. şehid olan arkadaşlarımı gördüm. siz şehid olmadınız mı? evet olduk. fekat, allahü teala şimdi şehidlere emr etdi. ömer bin abdül'azizin rahmetullahi aleyh cenazesinde bulununuz dedi. at üzerinde idiler. içlerinden biri, ya umeyr! elini uzat dedi. elimi uzatdım. beni arkasına oturtdu. sür'at ile gitdik. kendimi, elcezirede evimin yanında buldum dedi. abdürrahman ibnül cevzi diyor ki, ebu ali berberi, şamdan tarsusa ilk olarak gidip yerleşen üç kişiden biridir. rumlarla gaza ediyordu. arkadaşları ile birlikde esir oldu. umeyrin başına gelenler, bunlara da oldu. iki arkadaşını şehid etdiler. papaslardan biri, bunu kurtarıp evine götürdü. bunu aldatmak için, kızını araya koydu. fekat allahü teala, kıza hidayet ihsan eyledi. ikisi yola çıkdılar, gündüz saklandılar. ayak sesi duydular. şehid olan iki arkadaşını gördü. yanlarında melekler vardı. iki arkadaşına seibni asakir da şamda vefat etdi. ibnülcevzi hanbeli de vefat etdi. lam verdi. hallerini sordu. allahü teala, bizi sana gönderdi. bu kız ile nikahında sana şahid olacağız dediler. nikahdan sonra gitdiler. bunlar şama geldi. beraber çok yaşadılar. bu hal, şamda yayıldı. muhammed ma'sumı faruki serhendi, senesi ibtidasında, hindistandan ayrılarak, deniz yolu ile, önce medinei münevvereye, sonra receb başında mekkei mükerremeye geldi. mubarek oğulları ile, hac yaparak, başında hindistana avdet eyledi. bu bir sene içinde, cennetül mu'allada ve cennetül bakide ziyaret etdiği zevatı kiram ve hucrei se'adeti ziyaretinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek bedenleri ile görünerek, verdikleri müjdeleri hergün oğullarına haber vermişdir. bunlardan muhammed ubeydüllah, bu haberleri arabi olarak toplamış, hasıl olan risaleye ismini vermişdir. üç sene sonra farisiye terceme edilmişdir. ibni ebiddünyanın kitabında böyle vak'alar ve ölülerin kabr hayatı yazılıdır. ebu nu'aymın kitabında ve ibnülcevzinin ve kitablarında ve daha birçok kitablarda yazılıdır. ibni teymiyye ve ibnülkayyımi cevziyye de, evliyanın kerametlerini güzel yazmışlardır. kitabında, evliyanın keramet sahibi olduklarını vesikalarla isbat etmekdedir. kendisi, de vefat etmişdir. hanefi mezhebindeki birkaç din adamının ve vehhabilerin, evliyanın az zemanda uzak yerlere gitmelerine inanmamaları şaşılacak şeydir. bu da, çeşidli kerametlerden biridir. hanefi alimleri, fıkh ve akaid kitablarında bunlara güzel cevab vermişlerdir. mesela, garbda bulunan bir kimse, şarkda bulunan bir kadınla evlense, zevcesinden uzun zeman uzak kalsa, birkaç sene sonra, zevcesi hamile kalsa, doğacak çocuk, bu adamın olur dediler. çünki, ile zevcesinin yanına gelmesi, mümkindir. böyle keramet sahibi olması caizdir dediler. fıkh alimleri, bunu sözbirliği ile bildirmekdedir. akaid kitablarında da yazılıdır. kitabında, tayyı mesafe, ya'ni bir anda uzak yere gitmek, evliyaya ihsan olunan kerametlerdendir. buna inanmak vacibdir demekdedir. de, de ve ve de ve bunların şerhlerinde ve ve kitablarında ve bunların şerhlerinde de de yazılıdır. buna nasıl inanılmaz ki, ayeti kerimede açıkca bildirilmişdir. ehli sünnet alimleri, ayeti kerimeden alarak yazmışlardır. keramete inanmak, vacibdir demişlerdir. ayeti kerimede bildirilen ın arşının bir anda şama getirilmesi, tayyı mesafenin keramet olduğunu göstermekdedir. hakimi semerkandi ishak bin muhammedin rahimehullahü teala kitabının otuzikinci maddesinde, evliyanın kerameti çok güzel anlatılmakdadır. burada bildirmeği uygun gördük: evliyanın kerametine inanmak lazımdır. evliyanın kerametine inanmıyan, bid'at sahibi, sapık olur. evliyanın kerametine inanmamak iki dürlü olur: kerametleri bildiren ayeti kerimelere inanmıyorsa, kafir olur. bu ayeti kerimelere inanır, fekat onlar peygamber idi derse, yine kafir olur. ayeti kerimelere inanır ve onlar peygamber idi demezse ve ayeti kerimeler, evliyanın kerametlerini bildiriyor demesi caiz olur. çünki, allahü teala, yukarıda bildirdiğimiz ayeti kerimede, belkısın arşını bir anda getirenin ilm sahibi olduğunu bildiriyor. bu da, asaf bin berhıya idi. veli idi. peygamber değildi. süleyman aleyhisselamın ümmetinden idi. süleyman aleyhisselamın ümmetinden birinin kerameti, kur'anı kerimde bildiriliyor da, muhammed aleyhisselamın ümmetinin kerametlerine niçin inanılmasın? muhammed aleyhisselam, süleyman aleyhisselamdan elbet daha üstündür. muhammed aleyhisselamın ümmeti de, süleyman aleyhisselamın ümmetinden elbet daha üstündür. mezhebsizler, bu sözümüze karşılık, bu keramet süleyman aleyhisselamın idi derse, ona deriz ki, bu ümmetin evliyasının kerameti de, muhammed aleyhisselamdandır. meryem suresinin yirmidördüncü ayetinde mealen, hurma kütüğünü kendine doğru çek! sana ondan taze hurma düşer buyuruldu. allahü teala, hurma kütüğünden, hazreti meryem için meyve çıkardığını bildiriyor. hazreti meryem, peygamber değildi. zekeriyya aleyhisselamın, hazreti meryemin yanında gördüğü meyveler ve eshabı kehf vak'ası hep keramet idi. bu kerametlerin sahibleri peygamber değildiler. önce gelen peygamberlerin ümmetlerinde, keramet sahibi veliler bulunuyor da, muhammed aleyhisselamın ümmetinde keramet sahibi evliya niçin bulunmasın? ali imran suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, buyuruldu. keramete inanmıyanlar bu sözümüze karşılık, bir kimsenin bir gecede ka'beye gidip gelmesi olamaz derse, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir anda yedi kat göklere ve allahü tealanın dilediği yerlere götürülüp getirildi. bundan büyük semerkandi de vefat etdi. keramet olur mu? yine deriz ki, mü'min mi kıymetlidir, kafir mi? kafirlerden birinin bir anda şarkdan garba gidip geldiğini işitiyoruz ve inanıyoruz. bu kafir bildiğimiz iblisdir. bu kafire verilen şey, allahü tealanın sevgili kullarına niçin verilmez olsun? bunu iyi düşünmek ve insaflı konuşmak lazımdır. kitabının şerhinden terceme burada temam oldu. ibni teymiyye ve başkaları bildiriyor ki, evliyanın kerametlerine inanmıyanlar, hariciler ve mu'tezili ve ba'zı şiilerdir. çünki, bu sapıkların kerametleri yokdur. keramet sahibleri de yokdur. bunun için, görmüyorlar, işitmiyorlar ve inanmıyorlar. ismindeki vehhabi kitabına cevab olarak, davüd bin süleymanın kitabından yapdığımız terceme burada temam oldu. bu hayrlı sebeb ile, kitabın temamı terceme edilmiş oldu.. abdülgani nablüsi kitabında buyuruyor ki, allahü teala, kendisine yaklaşmış olan kullarına kerametler ihsan etmişdir. , evliya denilen insanlarda allahü tealanın yaratdığı, adet ve fen bilgileri dışında olan şeylerdir. allahü teala, kendi kudreti ile ve iradesi ile, ya'ni dilediği zeman, bu şeyleri, bu kullarında yaratmakdadır. kulun kudretini de allahü teala yaratmakdadır. bu şeylerin yaratılmasında, kulun kudretinin ve iradesinin te'siri yokdur. kulun iradesi ve kudreti, kerametlerin yaratılmasına ancak sebeb olmakdadır. kul, istediği zeman, kendi kuvveti ile keramet yapar diyen kimse ve böyle inanan kimse kafir olur. kendisinde keramet hasıl olan veli, bu kerametin yalnız allahü tealanın dileği ile ve kudreti ile yaratıldığını, kendi dileğinin ve kudretinin hiçbir te'siri olmadığını bilmekdedir. bunun gibi, kendi bedenindeki, görmek, işitmek, tad almak, sertlik, sıcaklık duymak, düşünmek, ezberlemek, hatırlamak gibi duygularının ve iç ve dış organlarının hareketlerinin, hasılı bütün işlerinin hep allahü tealanın dilemesi ile ve kudreti ile ve yaratması ile olduğunu her an bilmekdedir. evliyalık da, bu demekdir. ya'ni, böyle olduğunu her an bilen ve inanan kimse, allaha yakin olmuş, veli olmuşdur. bu bilgisi, her an bütün varlığını kaplamakdadır. allahü teala, velisine ba'zan gaflet verir. bu bilgisini unutdurur. bu zeman, veliliği kalmaz ise de, önceki zemanlarında veli olduğu için, böyle zemanlarda da, kendisine veli denilir. bunun gibi, imanı olan insana mü'min denildiği için, uyku zemanında, gaflet halinde olduğu zeman da, kendisine mü'min denilmekdedir. bu gaflet zemanı, evliyanın aşağı halleridir. allahü tealanın sen elbette ölüsün. onlar da ölüdürler! buyurduğu ölü olmak hali de bunun gibidir. bunun için veliler rahimehümullahü teala, her şeylerinin allahü tealadan olduğunu anlamaları hallerine veya demişlerdir. hadisi şerifde, buyuruldu. bütün hareketlerinin ve işlerinin, görünen ve görünmiyen kuvvetlerinin kendisinden olmadığını, başka bir irade ve kudret sahibi tarafından meydana getirildiğini anlıyan kimse, bu kudret sahibi olan allahü tealayı tanımış olur. allahü tealanın emr etdiği farzların hepsini yapan ve ayrıca muhammed aleyhisselamın ibadetlerini, yaşayışını, hallerini, ya'ni nafile ibadetleri de yapan bir müsliman allaha yaklaşır, veli olur. duyguları ve hareketleri kendisinden değil, allahü tealadan olduğu meydana çıkar. böyle olduğunu bildiren hadisi şerif, tesavvuf kitablarında yazılıdır. ariflere göre, veli olmak için, kendisinin denilen bir mevt ile ölü olduğunu bilmek lazımdır. velilerde rahimehümullahü teala kerametin hasıl olması için, böyle ölü olmaları lazımdır. böyle olduğunu anlayan kimse, meyyitde keramet olmaz diyebilir mi? cahiller, gafiller, kendi işlerini kendi iradeleri ile ve kudretleri ile yapdıklarını sanırlar. herşeyi allahü tealanın yaratdığını unuturlar. evliyanın, öldükden sonra da keramet sahibi olduklarını fıkh kitabları da bildirmekdedir. hanefi mezhebinde kabr üzerine basmak, oturmak, uyumak, abdest bozmak mekruhdur. çünki bunlar ihanet, hakaret etmekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. bu sözler, insana öldükden sonra da saygı göstermek lazım olduğunu bildiriyorlar. ya'ni dinimiz, ölülerin keramet sahibi ya'ni muhterem olduklarını bildiriyor. keramet, adet harici yapılan iş demek olduğunu yukarıda bildirmişdik. insanın yer yüzünde yürümesi, oturması adet olduğu için, mü'minin kabri üzerine basılmaması, oturulmaması, ona keramet ya'ni ikram ve ihsan olmakdadır. her mü'mine öldükden sonra böyle keramet veren dinimiz, ilm, irfan sahibi olan evliyaya daha kıymetli kerametler de ihsan olunacağını göstermekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem kabristanını ziyaret eder, mezar yanında ayakda düa ederdi. bu da, ölülerin keramet sahibi olduklarını göstermekdedir. çünki, mü'minin kabri başında yapılan düanın kabul olacağını bilmeseydi, orada düa etmezdi. mü'minin kabri başında düanın kabul olması, onun keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. her mü'min için böyle keramet olunca, evliya için rahimehümullahü teala daha çok olacağı meydandadır. mü'min ölünce, onu yıkamak, kefenlemek ve defn etmek lazımdır. dinimiz bunu emr etmekdedir. bu emr, mü'minin öldükden sonra da, keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. kafirlerin ve hayvanların ölülerinde bu keramet yokdur. mü'min ölürken necasetlenmekdedir. onu bu necasetden kurtarmak, temizlemek için yıkamak emr olundu. bu emr, mü'minin öldükden sonra da keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. kitabında alimlerin ve seyyidlerin mezarları üzerine bina, türbe yapmak mekruh değildir diyor. yine bu kitabda, ölü yıkayanın temiz olması lazımdır. cünüb olması mekruhdur diyor. bu da, her mü'minin öldükden sonra keramet sahibi olduğunu göstermekdedir. halbuki, diri iken her mü'min keramet sahibi olmaz. yalnız evliya diri iken de keramet sahibidir. imamı abdüllah nesefinin rahimehullahü teala kitabında, her mü'min uykuda da mü'min olduğu gibi, öldükden sonra da mü'mindir. bunun gibi peygamberler, öldükden sonra da peygamberdirler. çünki, peygamber olan ve iman sahibi olan ruhdur. insan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz demekdedir. insan, beden demek değildir. insan ruh demekdir. beden, ruhun konak yeridir. kıymetli olan, ev değil, evde oturanlardır. cebrail aleyhisselam, peygamber efendimize insan şeklinde görünürdü. ekseriye, dıhye ismindeki sahabi şeklinde görünürdü. eshabı kiramdan ba'zıları da, cebrail aleyhisselamı insan şeklinde gördüler. cebrail aleyhisselam insan şeklinden çıkarak, kendi şekline girince, ruh gibi olunca, yok oluyor denilemez. şekl değişdirdi denilir. insan ruhu da, bunun gibidir. insan ölünce, ruhu bir alemden başka aleme geçmekdedir. ruhun böyle değişikliğe uğraması, kerametinin kalmıyacağını göstermez. nın yazarı muhammed semerkandi hanefi da, abdüllah nesefi hanefi da bağdadda vefat etdi. evliyanın öldükden sonra da keramet sahibi olduklarını bildiren bir çok vak'a ve hikayeler kitablarda yazılıdır. mesela, büyük veli, muhyiddini arabinin kitabında, ebu abdüllah bin zeynülbüri işbilinin çeşidli kerametleri yazılıdır. bir gece, ebül kasım bin hamdin ismindeki kimsenin imamı muhammed gazaliyi red eden, kötüliyen bir kitabı okurken, gözleri kör oldu. hemen secde edip yalvardı. bu kitabı hiç okumıyacağına yemin etdi. allahü teala kabul buyurup, görmek ihsan eyledi. bu da, imamı gazalinin öldükden sonra olan bir kerametini göstermekdedir. imamı yafi'i kitabında diyor ki, evliyadan biri, kabrdekilerin derecelerinin kendisine gösterilmesi için düa etdi. bir gece çeşidli kabrler gösterildi. kimi tahta üzerinde, kimi ipek yatakda, kimi kokulu çiçekler arasında, kimi sevinçli, kimi ağlar, kimi güler idi. bir ses işitdi. bu halleri, dünyadaki amellerinin karşılığıdır diyordu. güzel huylular, şehidler, nafile orucları da tutanlar, allahü teala için sevişenler, günah işleyenler, tevbe edenler, ayrı ayrı halde idiler. mezardakilerin halleri ba'zı evliyaya uykuda, ba'zılarına da uyanık halde iken gösterilir. imamı yafi'inin rahmetullahi aleyh kitabında, ba'zı evliyanın babasının mezarına gidip konuşdukları yazılıdır. elkai, kitabında, yahya bin mu'in diyor ki, inandığım, güvendiğim mezarcı bir arkadaşım dedi ki, şaşılacak çok şeyler gördüm. en çok şaşdığım şey, bir meyyitin, müezzinin ezanını tekrar etdiğini işitdim dedi. ebu nu'aym, kitabında diyor ki, şeyban bin cisrden işitdim. sabitülbenaniyi mezara koyduk. hamidüttavil de yanımda idi, kabrin kerpici düşdü. sabitin kabrde namaz kıldığını gördüm. sabit diri iken, her zeman, ya rabbi! bir kuluna kabrde namaz kılmak kerametini ihsan edersen, bana da ihsan et! diyerek düa ederdi. imamı tirmüzi ve hakim ve beyheki bildiriyorlar: abdüllah ibni abbas söyledi ki, birkaç sahabi yolculukda bir çadır kurduk. burada kabr olduğunu bilmiyorduk. birisinin surei mülkü başından sonuna kadar okuduğunu işitdik. medineye gelince, bunu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem söyledik. buyurdu. ebülkasım sa'di, kitabında, bunu anlatıyor ve bu, meyyitin kabrde kur'an okuduğunu isbat etmekdedir diyor. ibni mendeh haber veriyor: talha, ubeydullahdan haber veriyor ki, ormanda idim. akşam oldu. abdüllah bin amir bin hizamın kabri yanında oturdum. kabrde çok güzel sesle kur'an okuduğunu işitdim. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdim. bunu okuyan abdüllahdır. allahü teala ruhları kabz edince, cennetdeki yerlerinde muhafaza olunur. her gece, sabaha kadar, kabrlerine bırakılır buyurdu. insan ölünce, ruh da ölmez. ruh bedenden başka bir varlıkdır. mezardaki beden ile, toprak oldukdan sonra da, ilgisi yok olmaz. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumamış olan cahiller ve mezhebsizler ve cehenneme gidecekleri bildirilmiş yetmişiki fırkadan olan sapıklar, ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bilmiyorlar. insan ölünce, hareketi yok olduğu gibi, ruhun da bedenin bir sıfatı, özelliği olduğunu, hareketin yok olduğu gibi ruhun da yok olacağını sanıyorlar. evliya da, her insan gibi, ölür, toprak olur, insanlığı ve ruhaniyyeti kalmaz diyorlar. mevtalarına hurmet etmiyorlar. hakaret ediyorlar. evliyanın kabrini ziyaret ederek, onlarla bereketlenmeği, tevessül etmeği inkar ediyorlar. bir gün veli arslan dımışkinin kabrini ziyarete gidiyordum. sapıklardan birisi, toprak ziyaret olunur mu dedi. buna çok şaşdım. müsliman olduğunu bildiren bir kimsenin böyle söylemesine çok üzüldüm. hadisi şerifde, kabr, ya cennet bağçelerinden bir bağçedir. yahud cehennem çukurlarından bir çukurdur buyuruldu. bu hadisi şerif, ruhların, çürümüş cesedlerle birleşdiklerini açıkca bildirmekdedir. mü'minlerin mezarlarının muhterem, mubarek olduğunu göstermekdedir. alime hakaret edenin, düşmanlık edenin kafir olmasından korkulur. meyyitler de, diriler de allahın mahluklarıdır. hiçbirinin, hiçbir şeye te'siri yokdur. herşeye te'sir eden, yalnız allahü tealadır. fekat, mü'minin ölüsüne de, dirisine de ta'zim, saygı göstermek vacibdir. çünki, mü'minlerin ölüleri de, dirileri de, allahü tealanın i oldukları için, ta'zim edilmelerini kur'anı kerim emr etmekdedir. hac suresinin otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. şe'air, allahü tealayı hatırlatan, bildiren şeyler demekdir. alimlerin, salihlerin ölüleri ve dirileri şe'airdir. alimleri, velileri ta'zim etmek, bunlara saygı göstermek, çeşidli şeklde olur. bunlardan biri, kendilerine tahtadan tabut yapmak ve mezarları üzerine kubbe yapmakdır. sarıklarının büyük olması, elbiselerinin geniş ve temiz olması da bunları ta'zim etmek içindir. da alimlerin, velilerin, seyyidlerin mezarları üzerine bina, türbe yapmanın mekruh olmadığı yazılıdır. evliyanın kabrlerine nefret edilmemek, saygı göstermek için sanduka, örtü ve sarık koymak, bunları kabr sahiblerini hakaretden korumak, ta'zim ve saygıya sebeb olmak niyyeti ile yapmak, bize göre caizdir. selefi salihin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zemanında bunlar yapılmazdı. fekat, o zeman herkes kabrlere hurmet ederdi. fıkh kitablarında veda' tavafından sonra, geri geri giderek, mescidilharamdan çıkmalıdır. böyle çıkmakla, ka'beye ta'zim edilmiş olur yazılıdır. selefi salihin, geri geri çıkmazdı. fekat onlar, ka'beyi ta'zim etmekde kusur yapmazlardı. ka'beye örtü koymak eskiden yokdu. buna sonradan fetva verildi, meşru' oldu. kabrler üzerini örtmek de, bunun gibi meşru' olmakdadır. hadisi şerifde, buyuruldu.da diyor ki: kabr üzerine el koymanın sünnet veya müstehab olduğunu bildiren bir haber görmedik. caiz olmadığını da söyleyemeyiz. bunların haram olduğunu söyleyenlerin hiçbir delili, vesikası yokdur. bunlara haram diyebilmek için, den veya den veya den yahud dan birinden bir delil göstermek lazımdır. müctehid olmıyanların yapdıkları kıyasların, delillerin hiç kıymeti yokdur. ba'zı cahiller, evliyanın kabrlerine hurmet edilirse, onlardan bereket ve yardım istenirse, bunların dilediklerini yapacaklarını, allahü teala gibi te'sir edeceklerini zan edenler olur. böylece, kafir olurlar, müşrik olurlar. bunun için mani' oluyoruz ve kabrlerini, türbelerini yıkıyoruz. onlara böylece hakaret edince, herkes bunların birşey yapamadıklarını, kendilerini hakaretden kurtaramadıklarını anlıyarak, kafir olmakdan, müşrik olmakdan kurtulurlar diyorlar. sapıkların bu sözleri küfrdür. fir'avnın sözüne benzemekdedir. mü'min suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen, bırakınız musayı öldüreyim. o, rabbine yalvararak, kendini benden kurtarsın. onun dininizi değişdireceğinden ve yer yüzünde fesad çıkaracağından korkuyorum buyuruldu. bu cahiller, allahü tealanın evliyayı sevdiğini ve sevdiklerinin düalarını kabul edeceğini ve öldükden sonra ruhlarının dileklerini yaratacağını inkar ediyorlar. zan.ıyamet ve ahıret ile, şübhe ile, vehm ile ve hayal ile konuşuyorlar. hakkı batıldan fark edemiyorlar. müsliman olan kimse, bin seneden beri gelen nin dalaletde olduklarını söyliyemez. bunlara sui zan edemez. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem münafıkların hepsini, ya'ni kafir oldukları halde müsliman görünenleri bildiği halde, hiçbirini açığa vurmazdı. soranlara, biz söze, işe, görünüşe bakarız. kalbleri ancak allahü teala bilir buyururdu. kitabından terceme temam oldu. bir müslimanın bir sözünde veya bir işinde yüz ma'na olsa, ya'ni yüz şey anlaşılsa, bunlardan biri, o kimsenin imanlı olduğunu gösterse, doksan dokuzu ise, kafir olduğunu gösterse, bu kimsenin müsliman olduğunu söylememiz lazımdır. ya'ni, küfrü gösteren doksan dokuz ma'naya bakılmaz. imanı gösteren bir ma'naya bakılır. bunun için müslimanlara kafir dememeli, müşrik dememelidir. müslimanlara sui zan etmemelidir. bu sözümüzü yanlış anlamamalı! bunu yanlış anlamamak için, iki noktaya dikkat etmek lazımdır. birincisi, söz veya iş sahibinin müsliman olduğu bildirildi. yoksa, bir kafirin, değil bir sözü veya değil bir işi, birçok sözleri ve işleri imanı gösterse de, bu kafire müsliman oldu denilemez. bir fransız, kur'anı kerimi överse, bir ingiliz, allah birdir derse, bir alman felsefecisi, en iyi din, islamiyyetdir derse, bunların müsliman olduğu söylenemez. bir kafirin müsliman olması için, allah vardır. birdir. muhammed aleyhisselam allahın peygamberidir. onu, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlara peygamber olarak göndermişdir. onun her dediğine inandım demesi ve imanın altı şartı ile otuzüç farzı hemen öğrenip, hepsine inanması lazımdır. dikkat edilecek ikinci noktaya gelince, bir sözün veya bir işin yüz ma'nası olsa denildi. yoksa, yüz sözden veya yüz işden biri imanı gösterse, doksan dokuzu küfrü bildirse, bu kimseye müsliman denileceği bildirilmedi. çünki, bir kimsenin yalnız bir sözü veya bir işi, açık olarak küfrü gösterse, ya'ni imanı gösterecek hiçbir ma'nası olmasa, o kimsenin kafir olduğu anlaşılır. başka sözlerinin ve işlerinin imanı göstermeleri, imanlı olduğunu bildirmeleri, o kimseyi küfrden kurtarmaz, müsliman olduğuna hükm olunmaz! kitabı, el yazması olarak, istanbulda, süleymaniyye kütübhanesinde vardır. ilk olarak tarihinde, pakistanın lahor şehrinde, nefis olarak basılmış, senesinde, istanbulda, bunun fotokopisi alınarak kitabı ile birlikde basdırılmışdır. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala haklı olduklarını, vehhabiler de söylemekdedir. allahü teala, bu doğru sözü, onlara da söyletmekdedir. bakınız, bu kitabın dörtyüzotuzikinci sahifesinde ehli sünneti nasıl övmekdedir: buyurdu. allahın kitabı ile dedi. o zeman, resulullahın sünneti ile hükm ederim dedi. buyurunca, ictihad ederek, anladığıma göre, hükm edeceğim dedi. bunun üzerine, buyurdu. muaz eshabı kiramın fıkh, halal ve haram bilgilerini en çok bilenlerden idi. bunun için, ictihad yapabilecek, yüksek alim idi. allahü tealanın kitabında ve resulullahın sünnetinde bulamadığı şeyleri, kendi ictihadına göre hükm etmesi caiz idi. fekat bugün ve bundan önce, allahü tealanın kitabındaki hükmleri ve resulünün sünnetini bilmiyenler, böyle cahil oldukları halde, kendilerinin ictihad edebileceklerini sanıyorlar. bunlara yazıklar olsun diyor. bütün vesikalarını ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala kitablarından almış olduğu gibi, bu satırlarını da, o büyük alimlerin kitablarından almışdır. çünki, ibni teymiyyeden önce, onun sapık fikrleri gibi yazanlar yokdu. bu çığrı o açdı. ondan sonra gelenler, işi azıtdılar. taşkınlık yapdılar. ehli sünnet kitablarından aldıkları kıymetli yazılara, yanlış bozuk ma'nalar verdiler. herkes, arabi öğrenmeli ve ictihad yapmalıdır dediler. doğru yoldan ayrıldılar. milyonlarca insanı da sapdırdılar. yukarıdaki yazı, kendi iddi'alarını çürütmekde, onlar gibi cahillerin ictihad yapamıyacaklarını, çıkaracakları hükmlerin, ma'naların yanlış, bozuk olacaklarını göstermekdedir. son günlerde, ictihada inanmıyanlar çoğalmakdadır. mezheb ne imiş. mezhebler, müslimanları bölmüşler. dini güç duruma sokmuşlar. allah kolaylık emr ediyor. islamiyyetde mezheb diye birşey yokdur. bunlar sonradan uydurulmuşdur. ben eshabın yolundayım. başka yol tanımıyorum diyorlar. böyle sözleri din cahilleri çıkarmışdır. şimdi de, müslimanlar arasına yayıyorlar. hem de, çok kurnaz davranıyorlar. önce, ehli sünnet alimlerinin kitablarından doğru bir bilgi söyleyip, bundan sonra kendi yalanlarını söyliyorlar. doğrusunu işitenler, hepsini doğru sanıp aldanıyorlar. kurtuluş yolu, eshabı kiramın yoludur rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. beyhekinin haber verdiği ve kitabında yazılı hadisi şerifde, eshabım gökdeki yıldızlar gibidir. hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz! buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, eshabı kiramdan herhangi birine uyan, onun yolunu tutan, dünya ve ahıret se'adetine kavuşacakdır. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, eshabım, iyi insanlardır. allahü teala, onlara hep iyilik versin buyuruldu. yine deyleminin rahmetullahi aleyh bildirdiği hadisi şeriflerde, ve buyuruldu. eshabı kiramın yolundayız diyenler, bu yolu nereden öğrenecekler? bin sene sonra gelmiş olan mezhebsizlerden mi? yoksa, eshab zemanında bulunan, onların yetişdirdikleri alimlerin kitablarından mı? eshabı kiramın yetişdirdikleri ve onların talebesinin yetişdirdikleri alimler mezhebinin alimleridir rahimehümullahü teala. , yol demekdir. ehli sünnet velcema'at mezhebi demek, resulullahın ve onun cema'atinin ya'ni eshabının yolunda olan müslimanlar demekdir. bu mubarek alimler, hep eshabı kiramdan öğrendiklerini yazmışlardır. kendi görüşleri ile birşey yazmamışlardır. kitablarında, vesikasız, senedsiz bir kelime yokdur. dört mezhebin imanları birdir. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolu, ancak ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenilebilir. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda olmak istiyenin, ehli sünnet mezhebinde olması lazımdır. sonradan türeyen bozuk yollardan sakınması lazımdır. ismindeki vehhabi kitabının dörtyüzseksenbeşinci ve sonraki sahifesinde de, hak olan ehli sünnet bilgilerini yazmak zorunda kalmış, bunların arasında bozuk, zehrli saldırılarından da geri kalmamışdır. diyor ki:resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kabr ziyaret ederken ahıreti hatırlamağı, meyyite düa ederek, ona ihsanda bulunmağı, ona acımağı, istiğfar etmeği emr etmişdir. ziyaret eden kimse, hem kendisine, hem de meyyite iyilik etmiş olmakdadır. müslimin, ebu hüreyreden radıyallahü anh bildirdiği hadisde kabrleri ziyaret ediniz! kabr ziyareti, ölümü hatırlatır buyuruldu. abdüllah ibni abbas diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede, kabristan yanından geçiyordu. kabrlere bakarak, esselamü aleyküm ya ehlelkubur! yagfirullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bileser buyurdu. bu hadisi şerifi imamı ahmed ve tirmüzi bildirmekdedir. ibnülkayyımı cevziyyenin, imamı ahmedden bildirdiği hadisi şerifde, size, kabr ziyaretini yasaklamışdım. şimdi, kabrleri ziyaret ediniz! böylece ahıreti hatırlarsınız buyurdu. ibni macenin abdüllah ibni mes'uddan bildirdiği hadisi şerifde, kabr ziyaretini önce yasaklamışdım. şimdi ziyaret ediniz! böylece dünyaya gönül vermekden kurtulur, ahıreti hatırlarsınız buyuruldu. imamı ahmedin, ebu sa'idden bildirdiği hadisi şerifde, kabr ziyaretini size yasaklamışdım. şimdiden sonra ziyaret edebilirsiniz. böylece, ibret alır, gafletden uyanırsınız buyuruldu. ibnül kayyımı cevziyye, selemetebni verdandan haber veriyor. diyor ki, enes bin maliki gördüm. resulullaha selam verdi. sonra bir kabrin dıvarına dayandı, düa etdi. müşrikler kabr ziyaretini değişdirdiler. dini tersine çevirdiler. kabre giderek, meyyiti, allaha şerik yapıyorlar. meyyite düa ediyorlar. meyyit vasıtası ile allaha düa ediyorlar. ihtiyaclarını meyyitden istiyorlar. bereketin ondan gelmesini bekliyorlar. düşmanlarına karşı onun yardım etmesini diliyorlar. böylece, kendilerine de, ölüye de kötülük yapıyorlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu kötü adetleri önlemek için, kabr ziyaretini erkeklere yasak etmişdi. sonra, tevhid kalblere yerleşince, kabr ziyaretine izn verdi. fekat kabrde hücr söylemek yasak edildi. hücrün en büyüğü, kabr başında, söz ve hareket ile şirk yapmakdır. şimdi, türbeleri süslüyorlar, cami'lere bakmıyorlar. allahın peygamberlerle bildirdiği dini tersine çeviriyorlar. şi'iler, insanların en cahilleri ve dinden en uzak kalanları olduğu için, türbeleri yapıyorlar. cami'leri yıkıyorlar diyor. cahillerin ve sapıkların kabr başlarında ve türbelerde yapdıkları taşkınlıklara, şirke ve allahü tealanın yaratdığını düşünmiyenlere karşı, biz de vehhabilerle birlikdeyiz. elbet şirkin ve müşriklerin düşmanıyız. bunu imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh çeşidli mektublarında ve ençok üçüncü cildin kırkbirinci mektubunda çok güzel ve açık anlatmakdadır. bu mektub kitabının üçüncü kısmının ikinci maddesinde yazılıdır. fekat, vehhabiler kabr ziyaretine, kur'anı kerim okuyup, sevabını meyyitin ruhuna göndermenin, düa etmenin meyyite faide vereceğine inandıklarını yazdıkları halde, meyyit işitmez, his etmez, ona birşey söylemek, peygamberden şefa'at istemek, evliyayı vesile ederek, allahü tealaya düa etmek şirk olur diyorlar. sözleri birbirini tutmıyor. kitabımızın başından beri görüldüğü gibi, vehhabilerin ehli sünnetden farkı, bu noktada toplanmakdadır. biz de, din kardeşlerimizi korumak için, bu nokta üzerinde durmağı uygun görüyoruz. osmanlı devleti zemanında, mekteblerin, medreselerin, üniversite üstünlüğünde olan adındaki yüksek kısmında, tesavvuf müderrisi ya'ni profesörü bulunan, büyük islam alimi ve olgun veli, seyyid abdülhakim efendi rahmetullahi aleyhhicri vemiladi yılında, istanbulda basılan kitabında buyuruyor ki: allahü tealanın sıfatları ile sıfatlanmış ve müşahede makamına varmış olgun bir veliye, kalbini bağlıyarak, yanında iken ve yanında olmadığı zemanlarda, o zatın yüzünü hayalinde bulundurmağa denir. ve buharide ve müslimde bildirilen hadisi şeriflerinde bildirildiği gibi, bu kemale ermiş olanları düşünmek, insana birçok faideler sağlar. sadık ve temiz bir müsliman, böyle bir allah adamını düşünmekle, onun sıfatları, halleri kendisinde hasıl olur. hadisi şerifler salih müslimanlarla, ya'ni allahü tealanın sevdiği kimselerle beraber bulunmağı emr etmekdedir. deylemide ve taberanide ve künuzüddekaıkde bildirilen hadisi şerifde, ben ilm şehriyim. ali onun kapısıdır buyuruldu. bu hadisi şerifin gösterdiği gibi, allahü tealanın sonsuz feyz deryasının kapısı gibi olan, allah adamlarının kalblerinden, bunları seven ve hatırlayan müslimanların kalbine feyz, ma'rifet, nur akar. bu feyze kavuşmak için, ehli sünnet i'tikadında olmak, resulullaha tam uymak ve allahü tealanın sevdiği allah adamlarını sevmek, kalbinde onların sevgisini bulundurmak lazımdır. bu şartlardan mahrum olanlar, allah adamlarının feyzlerinden, ma'rifetlerinden mahrum kalmışlardır. bilmediklerini, inkardan başka çare bulamıyorlar. allah adamının kalbinden feyz almak için ikinci şart, o zatın resulullah efendimizin tam varisi olması, onun yolunda, izinde bulunması ve allahü tealanın sevgili kulu olması lazımdır. vehhabiler arasında böyle bir allah adamı bulunmadığından da, onlar için feyz ve ma'rifet kapıları kapalıdır. putlara, heykellere tapınan müşriklerin ve cahillere, sahte rehberlere gönül veren zevallı müslimanların bir feyz ve faide edinememeleri, bundan ileri gelmekdedir. ebu cehl, ebu talib ve ebu leheblerin, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem feyz ve hidayet alamamaları ise, birinci sebebin kendilerinde bulunmamasından ileri gelmekdedir. peygamberler aleyhimüsselam, allahü tealanın yeryüzünde halifeleridir. evliyayı kiram, peygamberlerin varisleri oldukları için, onlar da bu şerefden pay almışlar, mubarek kalbleri, allahü tealanın aynası olmuşdur. suresinin yirmialtıncı ve suresinin yüzaltmışbeşinci ayeti kerimeleri ve benzerleri, bu sözümüzün vesikalarıdır. olgun bir velinin rahimehullahü teala kalbine bağlanan bir müsliman, onun mubarek kalbi vasıtası ile allahü tealadan gelen feyzlere kavuşur. deylemide ve künuzüddekaıkde rahmetullahi ala müellifeyhima yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. kalbin feyzlere, ma'rifetlere kavuşmasında, allah adamının diri ve ölü olması arasında hiç fark yokdur. onun kemalatı, ruhaniyyetinden hiç ayrılmaz. ruhaniyyet de, zemana ve mekana ve ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir. yukarıdaki iki şart mevcud ise, her nerede olursa olsun, diri olsun, ölü olsun, allah adamlarına bağlanan, ya'ni onları seven ve hatırlıyan müslimanlar, hemen feyz ve ma'rifete kavuşurlar. bunların ruhlarının tesarrufları, allahü tealanın tesarrufu ile olduğuna inanmak lazımdır. insan, allahü tealadan vasıtasız feyz almağa kadir olmadıkça, allahü tealanın sevdiği, allahü tealadan feyz alıp, talebesine verebilen bir vasıtaya muhtacdır. buhara, hive, semerkand ve hindistan alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, hicretin ikiyüz senesinden, binikiyüz senesine kadar sözbirliği ile bildirmiş olmaları ve yapmış olmaları ve emr etmeleri, yukarıdaki yazımıza en büyük sened ve vesika olmakdadır. bunların üstünde başka bir vesika aramağa kalkışmak, bin seneden fazla bir zemanda, koca asya kıt'asında yetişmiş olan milyonlarca islam alimlerini küçültmek, hatta kötülemek olur. bunların alim ve çoğunun da olgun veli olduklarını gösteren kitabları meydandadır. maide suresinin otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu emrdeki vesile, ya'ni vasıta, bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, ya'ni umumi olarak bildirilmişdir. ibadetler, zikrler, düalar ve evliyanın ruhları bu emrin içinde bulunmakdadır. umumi olan bu emri sınırlamağa kalkışmak, ayeti kerimeye iftira etmek olur. vesilenin resulullah sallallahü aleyhi ve sellem olduğunu, ali imran suresinin otuzbirinci ayeti kerimesi bildiriyor. bu ayetde mealen, allahü tealayı seviyorsanız, bana tabi' olunuz! allahü teala, bana tabi' olanları sever buyuruldu. müsliman olduğunu söyliyen herkesin buna inanması lazımdır. hadisi şerifi, alimlerin, velilerin kaddesallahü teala esrarehüm de vesile olduğunu göstermekdedir. ayeti kerimedeki, emrine uymak için, sevmeden tabi' olmak mümkin olamaz. kitabında diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü anh kalbinden ve hayalinden resulullahın hiç ayrılmadığını söyledi. hatta halada bile hayalinde olduğundan şikayet etdi. tevbe suresinin yüzyirminci ayetinde mealen, ey iman edenler! allahdan korkunuz! sadıklarla beraber bulununuz! buyuruldu. bu ayeti kerimede de bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, umumi olarak emr olunmuşdur. bundan dolayı, beden ile ve ruh ile beraberlik demekdir. beden ile beraberlik, sadıkların yanında edeb ile, saygı ile ve sevgi ile bulunmakdır. ruh ile beraberlik ise, allahü tealanın sevdiği sadık bir kulunu, saygı ile hatırlamakdır. yusüf suresinin yirmidördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. burada bildirilen burhan, ya'kub aleyhisselamın şeklinin görülmesinin olduğunu sözbirliğine yaklaşık olarak bildirmişlerdir. keşşaf tefsirinin sahibi olan zimahşeri, mu'tezili mezhebindeki sapıklardan olduğu halde, bu da, müfessirlerin çoğunluğuna katılarak, ürdünde bulunan ya'kub aleyhisselam mısrda, odada zelihanın yanında bulunan yusüf aleyhisselama göründü diyor. hanefi alimlerinden ve eşbah kitabının muhşisi ahmed hamevi rahmetullahi aleyh, kitabında, evliyaı kiramın ruhaniyyetlerinin, cismaniyyetlerinden daha kuvvetli olduğunu, bunun için aynı zemanda çeşidli yerlerde görülebileceklerini bildirmekdedir. bu yazılarına vesika olarak şu hadisi şerifi yazmakdadır: cennete her kapıdan girecekler vardır. her kapı bunları kendisine çağıracakdır. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, sekiz kapının hepsinden birden giren olur mu ya resulallah dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. insanın ruhu, deki asl mertebesi ile irtibat kurabilecek gücünü kazanınca, insan bir anda çeşidli yerlerde görünebilir. insan ölünce, ruhunun dünya ile ilgisi azalacağından, daha kuvvetli olur. bir anda çeşidli yerlerde görülmesi daha kolay olur. ahmed ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh şemail şerhinde ve celaleddini süyuti kitabında, abdüllah ibni abbasın resulullahı rü'yada gördüm. iltifat buyurdu. uyanınca, mubarek zevcelerinden birisini ziyaret etdim. aynaya bakdım. aynada resulullahı gördüm, kendimi görmedim dediği yazılıdır. bu hal, yalnız resulullaha mahsus olan şeylerden değildir. çünki, islam alimleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hasa'isini toplamışlardır. bu hali hasa'is kitablarına sokmamışlardır. fıkhın ve üsuli fıkhın temel kaidelerine göre, resulullahın hasa'isinden olmıyan her haline ümmetinin alimleri ve velileri varis olurlar. mesela, namazda resulullah ile konuşmak namazı bozmaz. bu, resulullahın hasa'isindendir. ya'ni yalnız ona mahsusdur. alimlerle, velilerle konuşmak, namazı bozar. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gözünün önüne getirerek görür gibi salat ve selam vermek, hasa'isinden değildir. evliyayı da gözünün önüne getirip ruhaniyyetinden yardım beklemek caizdir. şafi'i alimlerinden celaleddini süyutinin kitabında, subkinin kitabından nakl ederek, kerametin yirmiikincisi, evliyanın çeşidli insanların şekllerinde görülmesidir diyor. meryem suresinin onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni cebrail aleyhisselam, hazreti meryeme insan şeklinde göründü ayeti kerimesinden, evliyanın ruhlarının çeşidli şekllerde görüleceğini anlamışlardır. kadibülban hasen musulinin meşhur vak'ası da, bu çeşid kerametlerdendir. kitabında uzun yazılıdır. beşyüzyetmişde musulda vefat etmişdir. şafi'i alimlerinden allame ceyli kitabını şerh ederken, şeytan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem şekline giremediği gibi, onun varisi olan olgun velilerin şekline de giremez buyurdu. hanefi alimlerinden allame seyyid şerif ali cürcani rahmetullahi aleyh, kitabının sonuna doğru, müslimanların yetmişüç fırkasını yazmadan önce ve ayrıca kitabına yapdığı haşiyesinde, evliyanın rahimehümullahü teala çeşidli şekllerde talebesine göründüklerini ve diri iken de, ölü iken de görülen bu şekllerinden, talebesinin feyz aldıklarını, faidelendiklerini yazmakdadır. maliki alimlerinden taceddin ahmed ibni ataullah iskenderi rahmetullahi aleyh, risalesinde, olgun veliyi rahimehullahü teala görmekle veya düşünmekle, onlardan istifade edileceğini bildirmişdir. hanefi alimlerinden allame şemseddin ibnünnu'aym rahmetullahi aleyh da diyor ki, ruh bedende olduğundan başka bir halde de bulunur. evliyanın ruhları dadır. bir yandan ölünün bedenine de bağlıdır. bir kimse, o ruhun sahibinin mezarına gelip selam verse, refikı alada bulunan ruhu, oradan bu selama cevab verir. böyle olduğu, imamı seyyid şerif de şirazda vefat etdi. süyutinin sinde de yazılıdır. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, veliler vefat etdikden sonra, bilemediğimiz kuvvetli bir tesarrufa ve te'sire malikdirler. maliki alimlerinden kitabının sahibi halil bin ishak cendi rahimehullahü teala buyuruyor ki, veli olgunlaşınca, kendisine allahü teala tarafından çeşidli şekllerde görünme kuvveti verilir. bu da, olamıyacak birşey değildir. çünki, başka başka görünen şekller, ruhaniyyetdir. bedeni, cismi, görünmemekdedir. ruhlar, madde değildirler. boşlukda yer kaplamazlar. bu kadar derin alimlerin ve velilerin açıkça bildirmiş oldukları bilgilere ve vesikalara inanmamak, dine ve akla uymamak olur. bu inanışlarından dolayı, ehli sünnet olan müslimanlara kafir ve müşrik damgasını basan vehhabilere, allahü teala, akl ve insaf ihsan eylesin! buna inanan müslimanları, kabrlere tapınan, heykelleri, mahlukları yaratıcı sanan müşriklere benzetenlere yazıklar olsun! kalbi resulullahın ve onun varisi olan evliyanın aşkı, sevgisi ile yanmış, tutuşmuş olan, sultanülaşıkin ismi ile tanınmış, maliki ve kadiri ömer bin farıd rahmetullahi aleyh adındaki meşhur kasidesinde, tesavvuf büyüklerini, şanlarına yakışacak suretde övmekdedir. ezelde, dalalet ve felaket damgası vurulmuş olan sapıklar, ne kadar anlatılsa, vesikalar, hatta kerametler gösterilse, inanmak ni'metine kavuşamazlar. mevlana abdürrahmanı cami rahimehullahü teala aşağıdaki rubaisinde, bunlara çok güzel cevab vermekdedir. cihan arslanları hep, bu zincire bağlıdır. bu zinciri, hileyle, tilki nasıl koparır? evliyaya, bir sapık, dil uzatırsa eğer, onlara birşey olmaz, ahmaklığın anlatır. cenabı hakkın yakdığı çırayı üfürerek söndürmek istiyenin, ancak sakalları tutuşur. kitabının yazısı burada temam oldu. kitabının müellifi, dörtyüzseksenaltıncı sahifesinde de, hakikati yazmak zorunda kalmışdır. ebu davüdün ebu hüreyreden radıyallahü anh bildirdiği, evlerinizi kabr yapmayınız! kabrimi bayram yeri yapmayınız! bana salevat getiriniz! her nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir hadisi şerifini yazmışdır. kendi bozuk inanışlarını isbat etmek için yazdığı bu hadisi şerif, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam kabrlerinde diri olduklarını göstermekdedir. çünki, bir söz, diri olana bildirilir. dörtyüzdoksanıncı sahifesinde: müslim sahihi ve ebu davüd ve tirmizinin, imran bin husayndan radıyallahü teala anh bildirdikleri hadisi şerifde, ümmetimin en iyileri, benim zemanımda bulunanlardır. onlardan sonra, en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir buyuruldu. bu hadisi şerif, buharide de yazılıdır ve diye başlamakdadır. en iyi olmak, ilmleri, imanları ve işleri en iyi olanlar demekdir. bunlar, çıkan bid'atleri inkar etmişler, yok etmişlerdir. üçüncü asrda bid'atler çoğaldı ise de, alimler çok idi. islamiyyet revacda idi. cihad yapılıyordu. müslim sahihindeki, abdüllah ibni mes'ud tarafından bildirilen hadisi şerif de böyledir. yalnız burada sonra gelen asrlar üç kerre tekrar edilmekdedir. dördüncü asrın sonuna kadar hayrın, şerden çok olduğu anlaşılmakdadır diyor. bu hadisi şerif, ehli sünnet alimlerini övmekdedir. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala en hayrlı olan bu dört asrın en üstünleri, en kıymetlileri idiler. bu üstünlükleri, kendi asrlarında bulunan milyonlarca müslimanın sözbirliği ile bildirilmekdedir. müellif, ehli sünnet alimlerini, işine geldiği yerde övmekde, onların yazılarını, ictihad buyurarak bildirdikleri şeyleri kendi sözlerine vesika olarak yazmakdadır. bir yandan, ehli sünnet alimlerini övmek zorunda kalıyor, bir yandan da ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere ehli sünnet alimlerinin verdikleri ma'naları beğenmiyorlar. bu ma'nalardan birçoklarına şirk diyorlar. ehli sünnete, müşrik damgasını basmakdan haya etmiyorlar. müellif, birçok yerinde, hadis alimlerinden isma'il bin ömer ibni kesir imadeddinin kitablarından vesikalar vermekdedir. çünki, imad bin kesir, ibni teymiyyeye göre fetva verirdi. müellif, beşyüzüçüncü sahifede diyor ki: bir işin yapılması için, diri olan herkesden şefa'at istemek, ya'ni yardım etmesini ve düa etmesini istemek caizdir. hazreti ömer, medineden mekkeye ömre yapmağa giderken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerif, ebu davüdün ve imamı ahmedin müsnedinde yazılıdır. hazreti ömer buyuruyor ki, bu hadisi şerifdeki sözü kadar bana sevgili olan bir sözü hayatımda hiç işitmedim. islamiyyet ölülere yalnız düa etmeğe izn vermişdir. fekat ölüden düa istemek bildirilmemişdir. ayet ve hadisler, bunu yasak etmişdir. fatır suresinin onüçüncü ayetinde, allahü tealadan başka ibadet etdiğiniz putlar, hurma çekirdeği üzerindeki zar kadar bile, size faide veremezler. o putlara düa edersiniz, işitmezler. işitmiş olsalar dahi, faide vermeğe güçleri olmadığı için, size cevab vermezler. kıyamet günü de, putlar, kendilerini allahü tealaya ortak yapmanızın yanlış olduğunu söyler, buyuruldu. bu ayet, ölülerden düa istiyenlerin, kıyametde kafir olacaklarını bildiriyor. böyle olduğunu, ahkaf suresinin altıncı ayeti olan , cümlesi de bildirmekdedir. öyle ise, hiçbir ölü ve gaib olan diri kimse işitmez, faide ve zarar veremez. sahabe ve büyükleri olan hulefai raşidin, resulullahın kabrine gelip birşey istememişlerdir. hazreti ömer radıyallahü anh yağmur düasına, hazreti abbası götürüp, yağmur için düa yapmasını diledi. çünki o, diri idi. rabbine düa edebilirdi. ölüden yağmur düası istemek caiz olsaydı, hazreti ömer ve eshabı kiram, resulullahın kabrinden isterlerdi diyor. kitabın dörtyüzseksenaltıncı sahifesinde, hadisi şerifini yazmış ve bu hadis, sağlamdır ve meşhurdur demişdi. şimdi, resulullahın birşey işitmiyeceğini, düa edemiyeceğini, ondan düa istemenin şirk olduğunu yazıyor. yazıları birbirine uymıyor. vesika olarak yazdığı fatır suresindeki ayeti kerime, allahü tealaya inanmıyan, ona ibadet etmeyip, putlara, heykellere tapınan kafirleri bildirmekdedir. allahü tealanın sevgili peygamberinin veya velisinin kabrine gidip, şefa'at ve düa etmesini istiyen mü'minlere müşrik damgasını basabilmek için, kafirleri anlatan ayeti kerimeleri, vesika olarak yazmak, kur'anı kerime de, mü'minlere de iftiradır. bu ayeti kerime, mezarları ve ölüleri bildirmiyor. allahü tealaya inanmıyan, putlara tapınan kafirleri bildiriyor. mü'minlere karşı, bu ayeti kerimeyi ileri sürenlere hak verdirecek zerre kadar bir vesika yokdur. ahkaf suresinde yazdığı ayeti kerimeden bir önce, allahü teala mealen, buyuruyor. bu ayeti kerime de, kafirleri bildirmekdedir. hazreti ömerin yağmur düasına çıkması, sünnete uymak için idi. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yağmur düası yapdığı için, hazreti ömer de, sünnete uyarak düa yapdı. yağmur düası, bir ibadetdir. ibadetler, elbette sünnete uygun yapılır. böyle olmakla beraber, hanefi mezhebi alimlerinden hasen şernblali, ve bunun şerhi olan kitabında diyor ki, de toplanmaları daha iyi olur. çünki orada, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem başka birşey vasıtası ile, allahü tealadan birşey istenmez ve birşeye kavuşulmaz. resulullah efendimizin de sallallahü aleyhi ve sellem içinde yağmur düası yapmış olduğu buharide ve müslimde yazılıdır. düa edilen yer, ne kadar şerefli ise, rahmet yağması, o kadar çok olur. önce, iki halifesini vesile yaparak, resulullaha yalvarılır. sonra, üçü vesile edilerek, allahü tealaya yalvarılır. kitabın, demesi de iftiradır. da, kabrlere dönülür. kıble arkada bırakılır. her kabrin ziyaretinde de, böyle yapılır denilmekdedir. yağmur istemek için, sünnete uygun toplanarak düa etmek, ayet ile ve sünnet ile belli olan bir ibadetdir. bu ibadeti, sünnete uygun yapmayıp da, kabri se'adete gidip istemek, ibadeti değişdirmek olur. kılınmıyan namazların günahını afv etdirmek için, kazaların kılınması emr olundu. kılınmıyan namazları kaza etmeyip de, afv edilmelerini kabri se'adetden istemek caiz olmadığı gibi, yağmuru da, kabri se'adetden istemek caiz olmaz. fekat, böyle ibadetleri, kabri se'adetin yanında yapmak, başka yerde yapmakdan binlerce def'a faideli olduğu meşhur olan hadisi şerifde bildirilmişdir. evet, evliyaya namaz kılınmaz. evliyanın kabrine karşı namaz kılınmaz. böyle yapmak büyük günah, hatta şirk olur. fekat, evliyanın kabri yanında, yalnız allah için ve kıbleye karşı namaz kılmak çok sevab olur. çünki, evliyanın kabrlerine rahmet yağmakdadır. kabr yanında, türbe yanında namaz kılmak caiz olmasaydı, eshabı kiram, kabri se'adeti mescid içine almazlardı. eshabı kiramın hepsi ve bindörtyüz seneden beri gelmiş olan milyarlarla müsliman, kabri se'adetin yanında namaz kılmışlardır. burada namaz kılmanın faziletinin çok olduğu hadisi şerif ile bildirilmişdir. mescidi se'adetde, arka safda namaz kılanlar, kabri se'adete karşı durmakdadırlar. bindörtyüz seneden beri hiçbir islam alimi buna birşey dememişdir. evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm kabrleri yanında namaz kılmanın caiz olduğuna bundan daha büyük vesika olabilir mi? kabre karşı kılmağı kasd etmek, bu niyyet ile kılmak hadisi şerif ile nehy edilmişdir. fekat, kıbleye karşı kılmağı kasd edince, kabre tesadüf etmesi caiz olduğu icma'ı şernblali de mısrda vefat etdi. ümmet ile sabitdir. ibni haceri hiytemi mekki rahimehullahü teala, kitabında doksanbirinci sahifede diyor ki, buharideki hadisi kudside, allahü teala buyurdu ki, evliyamdan birine düşmanlık eden benimle harb etmiş olur. kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları ona farz etdiğim şeylerdir. kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim ve her istediğini veririm buyuruldu. doksanbeşinci sahifesindeki hadisi şerifde, bir kimse bana salevat okursa, bana bildirilir. ben de ona düa ederim buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir müsliman bana selam verince, ruhum bedenime gelir. selamına cevab veririm. peygamberler mezarlarında diridirler buyuruldu. ebüdderdanın bildirdiği hadisi şerifde, toprak peygamberlerin cesedlerini çürütmez. cum'a günleri bana çok salevat okuyunuz! ümmetimin okuduğu salevat, her cum'a günü bana bildirilir buyuruldu. ya resulallah! sen mezarda çürüdükden sonra, selamlar nasıl bildirilir dediler. cevabında, buyurdu. bunlar gibi hadisi şerifler gösteriyor ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat mezarlarında diridir, çürümezler. evliya da, onların varisidir. ibni ebi şeybenin ve ebu nu'aymin bildirdikleri ve de yazılı hadisi şeriflerde, ve allahü tealanın evliyası vardır. bunlar görülünce, allahü teala hatırlanır buyuruldu. deyleminin bildirdiği ve da bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, cenabı hak, kabrdekilerin sebebi ile ve bereketleri ile, dirilere iyilikler vermekdedir. askerinin bildirdiği ve münavinin kitabında yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. kitabın yüzkırkaltıncı ve yüzellisekizinci sahifelerinde, allahdan başkası için hayvan kesmek haramdır. keserken, bu ümmetin münafıklarının yıldızlara yaklaşmak için yapdıkları gibi, besmele ile kesse bile, mürted olurlar. kesdiklerini yimek halal olmaz. zemahşeri diyor ki, ev satın alınca, yahud yeniden yapdırınca, cin çarpmasın diye hayvan kesmek de böyledir. ibrahim ibni ebi şeybe abdüllah de vefat etdi. meruzi diyor ki, sultan veya devlet adamları gelince, onlara yaklaşmak için hayvan kesmek haramdır. çünki, allahdan başkası için kesilmiş olur. ihlal demek, yüksek sesle başkası için kesmek demekdir. allahdan başkası için yapılan nezr, adak hayvanları böyledir. kesmeden önce söylemek, mesela bu hayvan falan seyyide içindir, filan seyyid içindir demek böyledir. böyle olan nezrleri keserken bismillah demek faide vermez. allahdan başkası için yiyecek, içecek adayarak onlara yaklaşmak da böyledir. ölüler için ve onlardan bereketlenmek için türbelere götürüp, türbe yakınlarındaki fakirlere dağıtılan yiyecek ve içecekleri de, allahdan başkası için nezr yapanlar ve putlar için, güneş, ay için, mezarlar için ve bunlar gibi adak yapanlar, allahdan başkası için yemin edenler gibidir. her ikisi de şirkdir. ba'zı sapıkların mezarlara mum, kandil için yağ adamaları da, müslimanların sözbirliği ile günahdır. türbelerde hizmet eden fakirlere mal adamak, kilisedeki putların hizmetçilerine adamak gibidir. bunlar, ibadetdir. bunları allahdan başkası için yapmak şirk olur. hanefi alimlerinden şeyh kasım, dürer kitabında diyor ki, uzakda yolcusu olan veya hastası olan veya malı gayb olan cahiller, ba'zı salih kulların mezarlarına geliyor: efendim, allahü teala yolcuma kavuşdurursa veya hastamı iyi ederse veyahud da gayb olan malıma kavuşdurursa, sana şu kadar altın veya yiyecek veya su veya mum nezrim olsun diyorlar. böyle nezrler batıldır. adak yapmak ibadetdir. allahdan başkası için ibadet olmaz. ölünün malı mülkü olmaz. ona birşey verilmez. herşeyi allah yapar. ölü birşey yapamaz. öyle inanmaları küfrdür. ibni nüceym, bahr kitabında diyor ki, bu sapıklıklar, ahmed bedevinin türbesinde çokdur. hanefi alimlerinden şeyh sun'ullahı halebi, evliya için hayvan kesmek ve adak yapmak caiz değildir diyor. ahmed bedevinin türbesi tanta şehrindedir. kendisi devletinin bir casusudur. bu devlet, fas tarafında idi. bu casus, hile ve yalanla müslimanları aldatdı. şimdi türbesi bir kilise gibidir. onun için adak yapıyorlar. ona tapınıyorlar. her sene üçyüzbin kişi hac yapmak için bu putun yanına geliyor diyor. kitabın yukarıdaki yazılarına dikkat edilirse, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ve ehli sünnet alimlerinin kitablarından kıymetli yazılar yazarak müslimanların gözlerini boyamakda, haramlara, mekruhlara hatta mubah olan şeylere şirk, küfr damgası basmakdadır. allahü tealanın sevdiği salih kullarına ve onların türbelerine put, kilise demekdedir. sapık inanışlı yetmişiki fırkadan olan cahillerin ve ahmakların yapdığı çirkin ve bozuk işleri öne sürerek, ehli sünnet evliyasına rahimehümullahü teala, halis ve temiz müslimanlara kafir ve müşrik damgasını basmakdadır. müslimanların, böyle hilelere aldanmamaları ve ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru yoldan ayrılmamaları için, davüd bin süleyman bağdadinin rahmetullahi aleyh, adındaki kitabının otuzbeşinci sahifesinden i'tibaren on sahifeyi arabcadan türkçeye terceme ediyoruz. bunu okuyanlar, vehhabilerin yalan söylediklerini hemen anlıyacaklardır. kitabı, kitabının devamı olarak tarafından mükerreren basdırılmışdır.önce bu kitabın put dediği ahmed bin ali bedevinin rahmetullahi aleyh hayatını kısaca bildirmek uygun görüldü. şemseddin sami beğ kitabında diyor ki, ahmed bedevi hazretleri, evliyanın meşhurlarından ve şeriflerdendir. ya'ni hazreti hasenin soyundandır. büyük dedesi, haccacın zulmünden, fasa kaçmışdı. kendisi hicretin yılında fasda tevellüd etdi. yedi yaşında iken, babası ve kardeşleri ile mekkeye geldi. altıyüzotuzüçsenesinde, gördüğü rü'ya üzerine ıraka ve şama gitdi. sonra, mısrda tanta şehrinde yerleşdi. çok kerametleri görüldü. yüksek bir veli olduğu anlaşıldı. şöhreti her tarafa yayıldı. ziyaretcileri ve talebesi binleri aşdı. altıyüzyetmişbeş senesinde tantada vefat etdi. vehhabi kitabının, ahmed bedevi hazretlerine devletinin bir casusudur demesi de, alçakça ve çok çirkin bir iftiradır. mülesseme ve öteki ismi olan islam devleti, hicretin dörtyüzkırk senesinde, fasın cenubunda kuruldu. baş şehri idi. ispanyayı ele geçirdi. yüz sene sonra, hicretin beşyüzkırksenesinde yok oldu. yerine devleti kuruldu. ahmed bedevi hazretleri dünyaya geldiği zeman, mülesseme devletinin yerinde yeller esiyordu. kendi gitmiş, adı kitablarda kalmışdı. kitabın müellifi, tefsir ve hadis ilmlerinde cahil olduğu gibi, tarih ve fen bilgilerinde de acınacak bir haldedir. arabca, ana lisanı olduğu için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere ve islam alimlerinin kitablarına çalakalem, bozuk ma'nalar veriyor. bunlardaki ince, yüksek bilgileri, günlük gazete haberi imiş gibi zan ederek, boş kafası ve kısa aklı ile anladığı gibi sanıyor. böyle mezhebsizlerden ve din cahillerinden, seyyid kutb adında biri, kendi anladığına göre bir tefsir yapmış, adındaki bu tefsirini, kahire mason locası başkanı olan, dinde reformcu muhammed abdühün, islamiyyeti yıkıcı, bölücü, bozuk yazıları ile doldurmuşdur. allahü teala, müsliman yavrularını böyle bozuk, zehrli kitabları okuyup aldanmakdan korusun! böyle türedi din adamlarının tuzaklarına düşürmesin! amin. seyyid davüd rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: allahü teala için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevablarını peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyaya rahimehümullahü teala hediyye etmek küfr, şirk olurmuş. bunlara hemen cevab vermek lazımdır. böyle söyliyenler mezhebsizdir. bunlar, mezheb imamlarına, islam alimlerine uymuyorlar. kendi kısa görüşleri ile, noksan aklları ile konuşuyorlar. burada, önce onları red edeceğiz. sonra islam alimlerinin bildirdiklerini yazacağız. bekara suresinin ikiyüzyetmişinciayeti kerimesinde mealen, ve hac suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. dehr suresinin yedinci ayetinde, buyurarak övmekdedir. bu ayeti kerimelerde, allahü teala, nezr edenleri bilirim diyor. nezr edenleri övüyor. nezrin, fakirlere nafaka olduğunu bildiriyor. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize sordular: bir erkek veya bir kadın, mekke şehrinden başka bir yerde, deve kesmeği nezr ediyor. bu, cahiliyyet zemanında, putların önünde kesilen deve gibi mi olur? cevabında, hayır öyle olmaz, nezrini yerine getirsin! allahü teala, her yerde hazır ve nazırdır. herkesin nasıl niyyet etdiğini bilir buyurdu. bu hadisi şerif, sapık sözlere cevab olarak yetişir. allah rızası için kesilmesi nezr edilen hayvanı, salih kimselerin mezarları yanında keserek, etini orada bulunan fakirlere dağıtmak ve sevabını o salih kimsenin ruhuna bağışlamak caizdir. bir zararı yokdur. allah rızası için kesilmesi adak yapılan hayvan elbette kesilecekdir. bu hayvanı kesmek, bir ibadetdir. etini fakirlere dağıtmak da, ayrı bir ibadetdir. bu her iki ibadetin başka başka sevabları vardır. müellifin, ölüler için adak yapılmasını ve mezar yakınında, allahü teala için hayvan kesmesini, puta tapmağa benzetmesi, müslimanlara büyük iftiradır. bu sözünü, ayeti kerime ile ve hadisi şerif ile isbat etmesi lazımdır. adak için, böyle bir isbat yapamıyor. kafirler için, müşrikler için gelmiş olan ayeti kerimeleri müslimanlara bulaşdırmağa kalkışıyor. fıkh alimlerinin kitablarında haram veya mekruh hatta caiz olduğu bildirilen şeyleri yazarak, küfrdür, şirkdir, yaygarasını basıyor. zaten, mezheb imamlarına, fıkh alimlerine kıymet vermiyor. ehli sünneti aldatmak için, müslimanların gözünü boyamak için, işine gelen, çıkarına yarıyan yer.ıyamet ve ahıret leri yazıyor. halbuki, ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden kendi anladığına uymakdadır. bekara suresinin yüzyetmişüçüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeyi ileri sürüyor. hep bu ayeti kerimeyi koz olarak kullanıyor. allahü tealadan başka niyyet ile hayvan kesen kafir olur, müşrik olur diyor. bunun sözüne göre, bütün müslimanlar kafir olmakdadır. çünki islam memleketlerinde hergün yimek için milyonlarca hayvan kesiliyor. bunların hiçbiri allahü tealanın rızası için, ibadet olmak için değil, ticaret için veya yimek için kesilmekdedir. allahü tealadan başkası için hayvan kesen müşrik olur diyen kimse, buna nasıl cevab verebilir? başka yerlerde keserek, sevabını ölülerin ruhuna göndermek caiz olur diyorlar. onlara göre, bunun da küfr ve şirk olması lazım gelir. bunları allah için kesiyoruz, etini fakirlere dağıtıp sevabını ölülerimize bağışlıyoruz diyorlar. onlara deriz ki, peygamber için ve evliya için diyerek de bu niyyet ile kesilmekdedir. bunlar için hayvan kesenin niyyetinin bozuk olduğunu nereden anlıyorsunuz? herkesin niyyetini yalnız allahü teala bilir ve onun haber verdiği kimse bilir. başka kimse bilemez. ileri sürdükleri, yukarıdaki ayeti kerimedeki kelimesi, bağırarak söylemek demekdir. cahiliyye zemanında, putlara tapanlar, hayvan keserken ve diyerek bağırırlardı. müslimanlar, veya diyerek keser. müşrikler, allah adı yerine putların ismini söylerlerdi. bir müsliman, allahü tealanın ismi yerine, mesela abdülkadiri geylani rahmetullahi aleyh veya ahmed bedevi rahimehullahü teala için diyerek keserse, bunu bilerek söylemesi, haram olur, bilmiyerek söyledi ise, alimlerin buna öğretmesi lazımdır. buna hemen kafir denemez. bu söylediklerimizi daha da izah edelim: ibni nüceym zeynül'abidini mısrinin ve kardeşi ömer ibni nüceymin kitablarında ve kasım bin katlubüganın şerhinden alarak ın yemin kısmında diyor ki, cahillerin ölüler için yapmakda olduğu adaklar ve evliyaya yaklaşmak için türbelerine götürülen kandil yağları, mumlar ve paralar yalnız ölü için olursa batıldır, haramdır. fekat yine küfr değildir, şirk değildir. fukaraya dağıtmak ve sevabını evliyanın ruhuna göndermek için olursa cazeynül'abidin de vefat etdi. ömer de vefat etdi. izdir. kasım bin katlubüga, nezr yapmak ibadetdir. mahluk için ibadet yapmak caiz olmaz diyor. bu sözü, hadisi şerifine uymamakdadır. bu hadisi şerif, nezrin mekruh olduğunu gösteriyor. mekruh olan şey, ibadet olmaz. müslimanların hayvan adamaları ve başka şey adamaları, hep evliyanın türbesinde bulunan veya başka yerlerdeki fakirlere dağıtmak içindir. malın, etin ölüye verilmesini, ölünün kullanmasını düşünen hiç kimse yokdur. hanefi mezhebinde, nezrin bir yerde yapılmasını belli etmek lazım değildir. belli edilen yerde yapılması da lazım olmaz. mesela, falan veli için nezrim olsun demek caizdir. böyle söylemek, allah için yapdığım nezrin sevabı, bu veli için olsun demekdir. bu hayvanı, bu velinin mezarı yanında kesmek lazım olmaz. başka yerde kesmek, başka yerdeki fakirlere dağıtmak da caiz olur. nerede kesilirse kesilsin, sevabı niyyet edilen velinin ruhuna gider. bununla beraber, yukarıdaki yazı, kasımın sözüdür. kendisi, kemaleddin muhammed ibni hümamın talebesidir. önce gelen alimlerden hiçbiri kasım gibi söylememişdir. yalnız ibni teymiyye söylemişdir. ibni teymiyye, çeşidli adaklar yapmak, bilhassa hayvan kesmeği adamak ve kabr ziyareti gibi işlerde müslimanları kötülemekde aşırı gitmekdedir. kendisine, zemanında bulunan ve sonra gelen ehli sünnet alimlerinin çoğu cevablar vermiş, ortaya atdığı sapık düşünceleri çürütmüşlerdir. kasımın sözüne doğru denilse bile bu sözün müslimanları lekelemiyeceğini islam alimleri bildirmişlerdir. çünki kasım da, fakirlere dağıtmak niyyet edilirse caiz olur demekdedir. bütün müslimanların adaklarını bu niyyet ile yapdıklarını yukarıda bildirmişdik. ehli sünnetin kasıma benziyen sözlerini, vesika olarak ileri sürmeleri, müslimanları aldatmak içindir. çünki onlar, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden başka sözleri vesika olarak kabul etmemekdedirler. biz de, onlara sorarız: peygamberlere ve evliyaya adak yapmanın şirk olduğunu gösteren ayeti kerime ve hadisi şerif isteriz. karşımıza yalnız yukarıda yazdığımız ayeti kerimesini çıkarıyorlar. bu ayeti kerimeye dayanmaları, bir şübhe ve ihtimaldir. şübhe ile ve ihtimal ile mantık yürütülmez. istidlal yapılamaz. fıkh kitabında, bu ayeti kerime için, hayvanı kesip, toprakla örtmek, fakirlere dağıtmamakdır, diyor. görülüyor ki, hac zemanında, minada kesilen yüzbinlerle hayvanı toprak altında bırakmaları, açlara, muhtaclara dağıtmamaları olmakdadır. böyle yapanların müşrik, kafir olmaları icab eder. yimek için, mesela müsafir için hayvan kesmek, ihlal olmaz. çünki, ibrahim aleyhisselamın sünnetidir. yimek için hayvan kesmek ihlal olsaydı, müşriklerin ihlalini ibrahim aleyhisselam elbet yapmazdı.zemahşeri ebülkasım mahmud carullah mu'tezili de cürcaniyyede, ebu ishak ibrahim meruzi şafi'i da, sun'ullah halebi mekki hanefi de vefat etdi. bunun kitabı, evliyanın rahimehumullahü teala kerametlerini uzun anlatmakdadır. şerif ahmed bedevi de mısrda tantada, şemseddin sami beğ de istanbulda erenköyde, vefat etdiler rahmetullahi aleyhim ecma'in. seyyid kutb da mısrda çıkardığı fitne sonunda öldürüldü. kasım bin katlubüga mısri hanefi da vefat etdi. şemsüddin muhammed konevinin ı şerh ederken, nezr, adak bahsinde verdiği bilgileri, ibni abidin açıklamakdadır. tekrar edelim ki, evliya için, ya'ni allahü tealanın sevdiği kulları için hayvan kesmeği adamakda üç niyyet bir arada düşünülmekdedir: hayvanı, allahü teala için kesmek. etini ve başka şeylerini fakirlere dağıtmak. sevabını velinin ruhuna bağışlamak. her müsliman, hayvanını böyle adamakdadır. böyle hayvan adamak, müsafir için kesmekden daha iyidir. çünki, çok olur ki, müsafir zengin olur. sadaka alması caiz olmaz. evet, devlet adamları ve sultan yahud beklenilen yolcu gelince, onlar için hayvan kesmek ve etini fakirlere dağıtmayıp, boş yere bırakmak, kafirlerin putları için hayvan kesmesine benzemekdedir. bu da, şafi'i mezhebinde haramdır. allame ibni haceri mekkiye rahmetullahi aleyh soruldu: diri olan veli rahimehullahü teala için nezr yapmak caiz midir? nezr olunan şeyleri o veliye veya herhangi bir fakire vermek lazım mıdır? ölmüş olan veli için nezr yapmak caiz midir? nezr olunan malı velinin çocuklarına ve akrabasına, yahud onun yolunda bulunanlara, talebesine, hizmetçilerine vermek lazım mıdır? mezar üzerine kabr, dıvar, parmaklık, sıva gibi şeyler yapmak için nezr sahih olur mu? cevab: diri olan veli için adak yapmak sahihdir. adak olunan malı ona vermek vacibdir. başka hiçbir yere vermek caiz olmaz. ölmüş olan veli için nezr yapmağa gelince, mal meyyitin olsun diye niyyet edilirse, nezr batıl olur, sahih olmaz. başka bir hayr için mesela, çocuklarına, talebesine, türbesindeki veya başka yerdeki fakirlere vermeği, yidirmeği niyyet ederse, adak sahih olur. niyyet etdiği şeyleri vermesi vacib olur. adak sahibi hiçbirşey niyyet etmedi ise, zemanındaki müslimanların adetlerine bakılır. hemen her müsliman, ölü için nezrim olsun diyerek, yazdığımız yerlerden birine vermeği ve sevabını ölüye bağışlamağı düşünmekdedir. adak yapan da, bu yerleşmiş, kökleşmiş adetleri bildiği için, onlar gibi nezr etmiş olur. vakfda olduğu gibi, nezri sahih olur. vakfda, şartlarını söylemese, yerleşmiş adetlerdeki şartlara göre vakf etmiş sayılmakdadır. mezarların yapılması, sıvanması için yapılan nezrler batıldır. fekat imamı izra'i ve zerkeşi ve başkaları buyurdu ki, peygamberlerin, evliyanın ve alimlerin mezarlarını ve yırtıcı hayvanların, hırsızların ve düşmanların açmasından korkulan mezarları korumak için üzerlerine dıvar, parmaklık gibi şeyler yapmak caizdir. böyle faideli şeyleri adamak sahih ve caiz olur ve iyi olur. bunlar için vasiyyet yapmak da böyledir. ibni haceri mekkinin fetvası daha uzundur. kitabımıza bu kadarı yetişir. bu konuda hayreddini remlinin de fetvaları vardır. bu fetvaların aslı, imamı rafi'inin rahimehullahü teala cürcandaki kabri için yapılan adak üzerindeki yazılardır. ibni haceri mekki bunları kitabında ve fetvalarında uzun bildirmişdir. şafi'i mezhebinde sözbirliği ile caizdir. kitabında molla husrev rahmetullahi aleyh, yemini anlatırken diyor ki, farz veya vacib olan ibadetlerden birine benziyen ve namaz, oruc, sadaka, i'tikaf gibi başlıbaşına ibadet olan birşeyi nezr edenin, bunu yapması lazım olur. hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, cami'e girmek, yol, çeşme, hastahane, mekteb, cami' yapmak gibi, farz veya vacib cinsinden olmıyan şeyler nezr edilmez. bunlar nezr edilirse, yapılmaları lazım olmaz. allah rızası için receb ayında oruc tutayım demek gibi ve yolcum gelirse, allahü teala için sadaka vermek nezrim olsun demek gibi, istenilen bir şarta bağlanan söylenince, şart hasıl olduğunda, nezr olunan ibadetleri yapmak vacib olur. hadisi şerifde, buyuruldu. hastalıkdan kurtulursam, bir koyun kesmek nezrim olsun demek nezr olmaz ve koyunu kesmesi lazım gelmez. allahü tealanın rızası için bir koyun kesmek demek lazımdır. allahü teala için deyince, nezr olup, kesmesi lazım olur. bin lira sadaka vermeği, nezr eden kimsenin yüz lirası olsa, yüz lira vermesi lazım olur. malı varsa, satıp bin lirasını sadaka verir. şu yüz lirayı, şu günde falan fakire vermeği nezr edip, başka yüz lirayı, başka günde, başka yerde, başka fakirlere vermesi caiz olur. ibni abidin, nafile namazları anlatırken, hadisini bildirerek, bundan, bir nafile namazı kılmadan önce, bunu şarta bağlı nezr etmenin yasak olduğu anlaşılıyor diyor. çünki nezr olunan namazın bir isteğe karşılık olmasını andırmakdadır. buhari kitabını şerh edenler, bunun yasak olması, nezr olunan namazın, şart edilen şeyin hasıl olmasına te'sir edeceğini sanan kimseler içindir dediler ise de, hadisi şerif, nafilelerin mutlak nezr yapılarak kılınmasını da yasaklamakdadır diyor. bundan anlaşılıyor ki, şarta bağlı yapılan nezr, ibadeti, şart edilen şeye karşılık yapmak değildir. allahü tealaya şükr olarak yapılmakdadır. şükr secdesi yapmak gibidir. ibadet ile ve ibadetin sevabı hediyye edilen salih kimsenin düası ile, allahü tealanın merhametini istemekdedir.. maliki mezhebi alimlerinden şeyh halilin i şerhinde diyor ki, niyyet ederek veya söyliyerek, mekkeden başka bir yere, mesela resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem veya bir velinin kabrine, kesmek için deve, koyun gibi hayvan götürürse, bunları keser, etlerini fakirlere dağıtır. bu kabrlere elbise, para, yemek gibi şeyler göndermek isterse, oradaki hizmet edenlere, zengin olsalar bile, dağıtmağı niyyet etdi ise, onlara gönderir. eğer sevabını onlara bağışlamağı niyyet etdi ise, bunları kendi memleketinde fakirlere dağıtır. hiçbirşey niyyet etmedi ise, yahud niyyetini bildirmeden kendisi öldü ise, memleketindeki adete göre olur. ibni arefe ve bürzüli de, böyle yazmakdadırlar. hanbeli mezhebine gelince, mensur behüti, kitabı haşiyesinde ve ibni müflih, kitabında, ibni teymiyyeden alarak bildiriyor ki, belli bir veliden, sıkıntısını gidermesi veya özlediğine kavuşdurması için birşey adamak, allahdan başkası için adamakdır. allahdan başkası için yemin etmek gibidir. başkalarına göre bu nezr, sahihdir. fekat günahdır. buradan anlaşılıyor ki, evliyadan yardım için, onlara nezr yapmak, ibni teymiyyeye göre tenzihen mekruhdur. hanbeli alimlerinden başkalarına göre, günahdır demesi, ibni teymiyyenin günah demediğini anlatmakdadır. peygambere sallallahü aleyhi ve sellem kandil, mum adayan şeyh halil de vefat etdi. kimsenin bunları medine şehrinde bulunan fakirlere vermesini, ibni teymiyyenin bildirmekde olduğu, haşiyesinde yazılıdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve veliler rahimehümullahü teala için hayvan kesmeği adamak, allahü tealanın rızası için keserek sevabını bunlara bağışlamak demekdir. hadisi şerifde, buyuruldu. ibni kayyımi cevziyye kitabında ve imamı zehebi kitabında ve ibni haceri mekki kitabında, bu hadisi şerifi açıklıyorlar. allahü tealadan başkası için kesmek demek, keserken, seyyidim, filan veli için demekdir diyorlar. kafirler de keserken putun ismini söyliyerek kesiyorlar. allahü tealanın ismi yerine başka ismler söyliyerek kesmek böyledir. imamı nevevi rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, beytullah olduğundan dolayı, ka'be için diyerek kesmek ve resulullah olduğundan dolayı, peygamber için diyerek kesmek caizdir. mekkeye veya ka'beye hediyye göndermek de böyledir. sultan veya devlet adamları gelince, onların gözüne girmek için hayvan kesmenin haram olduğunu yukarıda bildirmişdik. bunlar geldiği zeman, sevinerek kesmek ve çocuğu dünyaya gelince, sevinerek kesmek veya kızmış birinin gönlünü almak için kesmek caizdir. gönlünü almak başkadır, gözüne girmek başkadır. put için kesmek, büsbütün başkadır. cin için kesilen kurbanlara gelince, allah için keserek, allahın, böylece cinden korumasını düşünmek caizdir. böyle düşünmeden kesmesi haramdır. görülüyor ki, islam alimleri, herşeyi cevablandırmışlar, kimsenin birşey söylemesine ihtiyac bırakmamışlardır. herkes aradığını kitablarda bulmuşlardır. bir ahmak ve cahil kimse ortaya çıkarak, müslimanları parçalamak, bölücülük yapmak ve islam alimlerini kötülemek ve hak yolunda çalışanları gözden düşürmek için, bozuk fikrler yayarsa, bunun sapık veya zındık olduğu anlaşılır. aklı olan kimse, buna inanmaz ve aldanmaz. deccalın askerleri gibi olanlar, ancak o ahmaka inanacaklardır. her doğruya iğri, her güzele çirkin diyeceklerdir. müezzin efendi, ezan okurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini söyleyince, bunu işitenler, iki elin başparmaklarının tırnaklarını, gözlerinin üstüne koyarak der. bunu ba'zı alimler, mesela deyrebi kitabında yazmakdadır. bunu bildiren bir hadisi şerif görmedik. fekat hadisi şerifi, bu işin caiz olduğunu göstermekdedir. imamı ahmed ibni hanbel ve ibni cevzi ve ibni hacer, bunun hadis olduğunu bildiriyorlar. imamı süyuti de, bu hadisi de bildirmekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hiç şübhesiz, peygamberlerin ve salihlerin en üstünüdür. onun ismi anılınca, allahü teala rahmet ve merhamet etmekdedir. allahü tealanın rahmet etdiği zemanda yapılan düa kabul olur. ezan okunurken, demek, dünyada ve ahıretde sevinmek için düadır. böyle düa etmek islamiyyete uygundur. hanefi alimlerinden tahtavi, haşiyesinde, kuhistaniden bildiriyor ki, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini ikinci işitince, iki baş parmağı gözler üzerine koyup, demek müstehabdır. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, böyle yapanı cennete götürür. şeyhzade muhammed hanefi, beydavi tefsiri haşiyesinde, ebil vefadan alarak bildiriyor ki, ba'zı fetvalarda gördüm ki, ebu bekri sıddik, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini işitince, iki baş parmağının tırnağını öpdü. sonra, gözlerine sürdü. niye böyle yapdın buyurulunca, senin mubarek isminle bereketlenmek için ya resulallah dedi. güzel yapdın. böyle yapan, göz ağrısı çekmez buyuruldu. tırnakları göze koyunca, demelidir. deylemi, kitabında, ebu bekri sıddikın radıyallahü anh haber verdiği hadisi şerifi yazıyor. bu hadisi şerifde, buyuruldu. tahtavinin yazısı temam oldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. kuhistani, kitabından alarak diyor ki, ezan okunurken, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismini ilk işitince, demek ve ikinci işitmekde, demek, sonra iki baş parmağını gözleri üstüne koyup, çekmeden, demek, müstehabdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz bu kimseyi cennete götürür. kitabında diyor ki, muhammed bin süleymanı medeni şafi'i rahmetullahi aleyhden muhammed bin abdülvehhabı necdi soruldu. cevab olarak, bu adam son zemanın cahillerini sapık yola sürüklemekdedir. allahü tealanın nurunu söndürüyor. allahü teala, müşrikler istemese de, nurunu söndürmiyecek, her yeri ehli sünnet alimlerinin nurları ile aydınlatacakdır dedi. muhammed bin süleymanın fetvalarının sonundaki sual ve cevab da şöyledir: sual: büyük alimler! mahlukların en iyisinin yolunu gösteren yıldızlar! size soruyorum: bir kimse, çeşidli din kitablarını okuyup, bilgilerini kısa görüşü ile ve noksan aklı ile dartarak, bu ümmetin hepsinin dinin özünden ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yolundan ayrıldıklarını, sapıtdıklarını söylese ve kendisinin müctehid olduğunu, allah kelamından ve resulullahın hadislerinden bilgiler çıkardığını ileri sürse, halbuki alimlerin, bir müctehidde bulunması lazım dedikleri şartlardan hiçbiri bunda bulunmasa, bu sözleri yaymasına izn verilir mi? yoksa, vazgeçip, islam alimlerine uyması lazım mıdır? kendisinin imam olduğunu, her müslimanın ona uyması vacib olduğunu, mezhebinin lazım olduğunu söylüyor. müslimanları mezhebine sokmağa zorluyor. kendisine uymıyanlara kafir diyor. bunları öldürmeli, mallarını paylaşmalı diyor. bu adam doğru mu söylüyor? yoksa yanlış mıdır? bir kimsede, ictihad için lazım olan şartların hepsi bulunsa, bir mezheb kursa, herkesi bu mezhebe girmeğe zorlaması caiz olur mu? belli bir mezhebe girmek lazım mıdır? yoksa herkes dilediği mezhebi seçmekde serbest midir? salih bir kulun veya sahabinin kabrini ziyaret eden, buna adak yapan, kabr yanında hayvan kesen, onu vesile ederek düa eden, toprağından alıp bereketlenmek için saklıyan, tehlükeden kurtulmak için, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem veya sahabiden yardım istiyen bir müsliman, dinden çıkar mı? ben bu kabrin sahibine tapınmıyorum, onun birşey yapacak güçde olduğuna inanmıyorum. onun allahü tealanın sevgili kulu olduğuna inandığım için, allahü tealanın dileğime kavuşdurması için, onu vesile, sebeb yapıyorum dediği halde, böyle yapanı öldürmek halal olur mu? allahdan başka birşey ile yemin eden kimse, dinden, imandan çıkar mı? cevab: iyi anlamalıdır ki, ilm üstaddan öğrenilir. ilmi, dini, kendi kendine kitabdan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. bugün, ictihad edecek kimse yokdur. imamı rafi'i ve imamı nevevi ve fahreddin razi dediler ki, bugün hiç müctehid kalmadığında alimler sözbirliğine varmışdır. imamı süyuti gibi, her ilmde deniz gibi olan derin bir alim nisbi müctehid, ya'ni mezheb içinde müctehid olduğunu bildirince, hiçbir alim bu sözünü kabul etmedi. halbuki, mutlak müctehid olduğunu, mezheb sahibi olduğunu söylememişdi. beşyüzden fazla kitab yazdı. her kitabı, tefsir ve hadis ilmlerinde ve din bilgilerinin herbirinde çok yüksek derecede olduğunu göstermekdedir. imamı süyuti gibi bir alimin nisbi müctehid olduğu kabul edilmeyince, onun yüksek derecesinden çok uzak olanların böyle sözlerine inanılır mı? hiç dinlenmez bile. hele islam alimlerinin kitablarının bozuk olduğunu da söylerse, bunun aklından ve dininden şübhe olunur. çünki bu kimse, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiramdan hiçbirini görmediğine göre ilmini nereden öğrendi? birşeyler öğrendi ise, islam alimlerinin kitablarından öğrenmişdir. o alimlerin kitablarına bozuk derse, kendisi doğru yolu nereden bulmuşdur? bunu bize açıklasın! dört mezhebin imamları ve bunların mezheblerinde yetişmiş olan büyük alimler, bütün bilgilerini ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden çıkarmışlardır. bu adam, onlara uymıyan bilgilerini nereden çıkarmışdır? onun ictihad derecesine varamamış olduğu meydandadır. bu adama düşen iş, sahih bir hadis görüp, anlamadığı zeman, müctehidlerin bu hadisi şerifden anlayıp bildirdiklerini araşdırmalıdır. bunlar arasında beğendiğine uymalıdır. böyle yapmak lazım geldiğini, derin alim imamı nevevi rahimehullahü teala kitabında bildirmekdedir. ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri, ancak ictihad derecesine yükselmiş olan derin alimler anlıyabilir. müctehid olmıyanların, ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri anlamağa kalkışmaları caiz değildir. abdülvehhab oğlunun doğru yola gelmesi, bozuk sözlerinden vaz geçmesi lazımdır. vehhabi kitabını yazan müellifin, müslimanlara kafir demesine gelince, hadisi şerifde, bir kimse, bir müslimana kafir dese, ikisinden biri kafir olur. söylediği kimse müsliman ise, kendisi kafir olur buyuruldu. imamı abdülkerim rafi'i rahmetullahi aleyh kitabında den alarak diyor ki, müslimana kafir diyen ve te'vil edemiyen kimse, kafir olur. çünki, islama küfr demekdedir. imamı nevevi de, kitabında bunu bildiriyor. ebu ishak ibrahim isferaini ve hüseyn halimi cürcani ve nasrulmukaddesi nablüsi ve gazali ve ibnü dakikiliyd ve daha birçok alimler, te'vil etse de etmese de, kafir olur diyorlar. müslimanların kanı ve malı halal olur demesine gelince, hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif gösteriyor ki, müslimanı öldürmek caiz değildir. bu hadisi şerif, tevbe suresinin altıncı ayetinin, meali şerifinden alınmışdır. tevbe suresinin onikinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir hadisi şerifde, biz görünüşe göre anlarız. gizli olanları allahü teala bilir buyuruldu. kitabın müellifi, bu hadisi şerife de inanmıyor. yüzkırkaltıncı sahifesinde, biz söze bakmayız, maksada ve ma'naya bakarız diyor. bunun gibi, kitabının birçok yerlerinde ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere uymıyan yazılar vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. üsame hazretleri, lailahe illallah diyen bir kimseyi öldürdüğü zeman, kalbinde iman yokdu deyince, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu. bir müctehidin insanları kendi mezhebine girmek için zorlaması caiz değildir. müctehid olan zat, mahkemede kadi ise, o zeman kendi ictihadı ile karar verir ve bu kararın yapılmasını emr eder. evliya için adak yapmağa gelince, şafi'i alimleri bunu uzun bildirmekdedir. kitabı, kitabından alarak bildiriyor ki, ölmüş bir veli için nezr eder ve adak etdiği malın ölünün olmasını niyyet ederse, bu nezr sahih olmaz. ölünün olmasını niyyet etmezse, nezri sahih olup, nezr olunan mal, hizmetcilere, türbe yanındaki mekteb talebe ve hocalarına, fakirlere verilir. türbe yanında adak malını almağa alışık kimseler toplanmış ise ve velirafi'i da kazvinde vefat etdi. isferaini de nişapurda vefat etdi. halimi de vefat etdi. ye nezr olunan malın bunlara verilmesi adet olmuş ise, bunlara verilir. böyle bir adet yoksa, nezr batıl olur. semlaviden ve remliden de böyle haberler gelmişdir. herkes bilir ki, evliya için adak yapanlar arasında hiç kimse yokdur ki, adak olunan malın ölüye verilmesini düşünmüş olsun. çünki, ölünün birşey almıyacağını, birşey kullanmıyacağını herkes bilir. bu malların fakirlere veya türbede hizmet edenlere verileceğini bilmiyen yokdur. bunun için ibadet olmakdadır. çünki, şafi'i mezhebinde mubah olan, mekruh ve haram olan şeylerin nezr edilmesi sahih olmaz. yapması zaten farz ve vacib olmıyan ibadetler ve sünnetler nezr olunur. kabrleri öpmek, yüzünü gözünü sürmek için, caiz olur da denildi. olmaz da denildi. caiz olmaz diyenler mekruh dedi. haramdır diyen olmadı. peygamberleri aleyhimüssalatü vesselam ve salih kulları tevessül etmek, onları vesile ederek allahü tealaya yalvarmak caizdir. hadisi şeriflerle bildirilmişdir. bunları kitabımızın başında bildirmişdik. salih ameller ile tevessül etmek caiz olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır. iyi işlerle tevessül caiz olunca, iyi insanlarla tevessül daha çok caiz olur. allahü tealadan başka şeylere yemin etmeğe gelince, yemin olunan şey, ta'zim olunursa, allahü tealaya şerik, ortak tutulursa, ancak o zeman küfr olur. hakimin ve imamı ahmedin bildirdikleri ve münavide yazılı hadisi şerifi de bunu bildirmekdedir. fekat imamı nevevi rahmetullahi aleyh alimlerin çoğundan alarak, mekruh olduğunu bildirmekde ve müslimanların icma'ı huccetdir demekdedir. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. her mü'minin mezhebine uyması lazım geldiği, bu ayeti kerimeden de anlaşılmakdadır. sürüden ayrılan koyunu kurt kapar sözünü unutmamalıdır. ehli sünnet vel cema'atden ayrılan da cehenneme gider. derin alim muhammed bin süleyman medeninin fetvası uzundur. biz kısaltarak bildirdik. allahü tealanın hidayet nasib etdiği kimseye bu kadar yetişir. bu alim senesinde vefat etmişdir. muhammed bin abdülvehhab senesinde necd çölünde tevellüd ve binikiyüzaltıda öldü. muhammed bin süleyman bunun cahilliğini ortaya çıkardı. sözlerini çürütdü. ictihad ediyorum demesini yalanladı. onun hiçbir islam aliminden ilm ve feyz almadığını, müslimanlara kafir dediği için, kendisinin dalalete düşdüğünü yaydı. hanefi alimlerinden muhammed bin abdül'azim mekkinin rahmetullahi aleyh kitabında, ibni hazm muhammed alinin sapık yazıları bildirilmekde ve cevab verilmekdedir. ibni hazm, herkese ictihad yapmağı emr ediyordu. başkasına uymak haramdır diyordu. bu sözlerini, nisa suresinin ellisekizinci ayetinin, meali şerifi ile isbat etmeğe kalkışıyordu. abdül'azim, buna cevab verirken, biz, elhamdülillah büyük islam alimi imamı azam ebu hanifeye rahimehullahü teala uymak derecesinden dışarıda kalmıyoruz. biz, o yüce imama ve onun büyük talebelerine ve daha sonra gelen, şemsüleimme gibi dünyaya nur saçan derin alimlere ve on asrdan beri yetişen böyle hakiki alimlere rahimehümullahü teala uymakla şerefleniyoruz diyor. ibni hazm, endülüslüdür. zahiriyye mezhebinde idi. bu mezhebi davüdi isfehani kurmuşdu. kendi de, mezhebi de yok oldu, unutuldular. ibnülehed ve zehebi ve ibni hilligan diyor ki, ibni hazma selam verenler, ondan nefret ederlerdi. sözlerini beğenmezlerdi. onun sapık olduğunda sözbirliğine vardılar. onu kötülediler. sultanlara ondan sakınmalarını bildirdiler. müslimanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. ibnül arif diyor ki: ibni hazmın dili ve haccacın kılıncı, aynı şeyi yapmışlardır. ibni hazmın, hadisi şeriflere uymıyan habis, sapık çok sözleri vardır. haccacı zalim, yüzyirmibin ma'sumu sebebsiz ve suçsuz öldürdü. ibni hazmın dili de, hadisi şerif ile bildirilen hayrlı zemanlardan sonra, yüzbinlerle müslimanı doğru yoldan sapdırdı. çünki, kendisi senesinde öldü. allahü teala, bütün müsliman kardeşlerimi sapık ve bozuk yola kaymakdan muhafaza buyursun! hepimize dört mezheb alimlerinin hak olan ictihadlarına uygun iman ve ameller nasib eylesin! kıyamet günü, onların mezhebinde olarak, peygamberlerle, sıddiklarla ve şehidlerle ve salihlerle birlikde haşr eylesin! amin. davüd bin süleymanın kitabından terceme burada temam oldu. bu kitabın yazılması hicretin binikiyüzdoksanüçsenesinde temam olmuşdur. arabiden türkçeye teribni abdül'azim de vefat etdi. cemesi de, senesinde yapılmış ve neşr edilmişdir. adında bir kitab elimize geçdi. islam harfleri ile de şamda ikinci baskısı yapılmış. kitabı yazan anadolunun gümüşhane vilayetinde, eski şiran müderrisi mustafa oğlu osman efendinin oğlu, gümüşhaneli osman zeki adında bir vehhabi imiş. bu çocuğun, şiran kazasından hicaza gidip, sapıtmış olduğu anlaşılmakdadır. bu bozuk ve zararlı kitab, hicazda türk hacılarına, parasız dağıtılmakdadır. din bilgisi az olanlar, kitabdaki yanlış ve yalan yazıları doğru sanarak, felakete sürüklenmekdedir. bid'at ehline aldananların hacları ve hiçbir ibadetleri kabul olmaz. hacı olalım derken, doğru yoldan çıkmış, bid'at, dalalet felaketine sürüklenmiş olurlar. doksanaltı sahife ve küçük olan bu kitabında diyor ki:kur'anı kerim ve resuli rabbil'alemin, namaz kılmıyana müşrik ve kafir dedi. vitr namazını, kunut okumadan bir rek'at kılmak yetişir. resulullah dahi şevval ayının hilalini bilmiyordu. bunun için, filan gaybı biliyor. imdad ediyor diyenler, allahdan korkup, insanlardan utansınlar. çünki, böyle şeyleri kur'an ve peygamber yasaklamışdır. bu utanmazlar, peygamber efendimizle konuşup, onun emri ile hareket etdiklerini, yutduruyorlar. eşekden daha aşağı olduklarını yayıyorlar. bu doğru olsaydı, eshabı kiram arasında harb olmazdı. resulullah ile konuşup, onun emri ile sıkıntıdan kurtulurlardı. vesile ayeti kerimesinin ma'nası, emrleri yapmak, yasaklardan sakınmakdır. nafilelerle meşgul olmakdır. kabrde olanlardan imdad ve bereket istemek değildir. çünki böyle yapmak eşeklik ve müşriklikdir. müslimanlıkda böyle bir şey yokdur. dini islam, böylelere müşrik ve kafir diyor. gayri ihtiyari haricinde farz namazı terk edeni allah ve resulü tekfir ediyor. bunların kaza kılmaları da kabul olmaz. filan falanın sözleri, ahıretde insanı kurtarmaz. kitaba ve sünnete güvenmeyip, filanların sözleri ile ibadet yapanlar, cehenneme gideceklerdir. kabrde o büyük denilen zatlardan sual olmıyacak. allahdan ve resulünden olacakdır. allahü teala, bilmediğinizi ehl olanlardan sorup anlayın buyurdu. yakalarını kurtarmak için kur'anın ve hadisin zahiri ve batıni ma'naları vardır. biz batınisini anlamayız derler. allah, ehli imana, anlıyamıyacağı, yapamıyacağı şeyleri emr etmez. bu hususda nın kitabına bakınız. pırlanta dürbin takınız, diyor. korkulu zemanda, ayakda yürürken de namaz kılmak, bekara suresinin ikiyüzotuzsekizinci ayetinde emr olunuyor. hadislerde kunut okumak emr olunmadı. kunutsuz vitr kılmak sahihdir. yalnız farzları ve bir rek'at vitri kılana dil uzatılmaz. sünnetleri kılanlara sevab vardır. kılmıyanlara günah yokdur. ey kardeşlerim! ayetden, hadisden söyliyorum. kafamdan söylemiyorum. hırlıyan ve uluyan müşrikler, resulullaha yalancı, büyücü diyenler gibidir. kitabı ve sünneti bildirenlerden kaçanlar, hakdan kaçan alçaklara benziyor, diyor. mevlid okumak, tarikatlar, delaili şerif okumak, iskat ve telkin, sonradan ortaya çıkarıldı. batıl ve merduddurlar. bunları çıkaranlar, kendilerini allahü teala yerine koymuş oluyor. kabul edip yapanlar da, bunlara tapmış oluyorlar. dinde herşey bildirildi. söylenmedik kalmadı. buyuruldu. bütün tarikatler batıldır. resulullah zemanında olmıyan şeyler merduddur. kadiri, şazili, mevlevi, nakşibendi, rıfai, ticani, halidi, üveysi. daha nice tarikatler, doğru yoldan ayrılmak, kur'ana uymamakdır. müsliman adından başka her ismi atmalıdır. zemanı se'adetdeki gibi kardeş olmalıdır. selameti, kabrlerden, ölülerin ruhlarından istemek gibi, dini islamda olmıyanı yaparak, kafir müşrik olmamalıdır. dinimiz, zikr, tesbih ve tekbir için boncuklar ve tekkeler ve kabrler üzerine türbe, kubbe yapmağı emr etmedi. türbeleri yıkmağı emr eyledi. allahü teala, bana düa ediniz! kabul ederim dedi. peygamberlere düa ediniz veya evliyaya düa ediniz demedi. ya'ni mevta ile tevessül veya kabrlerinden ve ruhaniyyetlerinden imdad taleb ediniz demedi. peygamberlerin bize faide ve zarar veremiyeceğini allah bildiriyor. kur'anı kerimin yokdur dediğini istemek, allahü tealaya inanmamak olur. mevtadan imdad taleb edenler kafir ve müşrikdirler. peygamberin okuduğu salevatlar vahydir. başkasının söylediği salevatlar bid'atdir. bid'at, vahyden üstün olamaz. delail kitabını yazan, kendini allah makamına koymuş. ibadet icad etmiş. okuması için günler ta'yin etmiş. allaha inabe yerine, şeyhlere inabe ediyorlar. eshabı kiram, tarikat, mevlid ve salevat tertip ve ihdas etmediler. sonra gelenler, vatan himayesi ve düşmanın kahr olması için, , gibi bid'atler emr etdiler. millet, iskat yapılır diyerek, ibadeti terk ediyor. telkini de ölü işitmez. islamda yeri yokdur. vehhabi kafirin yalan, bozuk sözleri temam oldu. allahü teala ve onun resulü, namazın emr olunduğuna inanmadığı, ehemmiyyet vermediği için kılmıyana kafir dedi. tenbellikle kılmıyan kafir olmaz. fasık, günahkar olur. hanefi mezhebinde vitr namazını üç rek'at kılmak vacibdir. peygamberimizin vitri üç rek'at kıldığı, da ve de ve de yazılıdır. kunut düası okumak da vacibdir. imamı ebu yusüfe ve muhammede ve imamı ahmede ve şafi'iye rahimehümullahü teala göre sünnetdir. ebu davüdün bildirdiği ve de yazılı olduğu gibi, kunut olarak, belli olan duayı okumak, sözbirliği ile sünnetdir. bunu bildiren hadisi şerif, şernblalinin kitabında yazılıdır. vacib ve sünneti ehemmiyyet vermediği için terk eden kafir olur. ehemmiyyet ve değer verip tenbellikle vacibi bir kerre, sünneti ise, devamlı terk eden günaha girer. bu alçak vehhabi, hanefi olan müslimanları mezhebinden çıkarmak istiyor. mezhebsiz yapmak istiyor. mezhebsiz olan, ehli sünnetden ayrılmış olur. ehli sünnetden ayrılanın da, ya sapık, yahud kafir olduğu, kitabında yazılıdır. bu kıymetli kitabı hindistan alimlerinden muhammed hamdullah yazmış, de istanbulda da basdırılmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendiliğinden gaybı bilmez. fekat, allahü teala, peygamberine vahy ile ve evliyasına ilham ve keramet ile gaybı haber verir. hazreti ömerin irandaki askeri görmesi ve kumandanları sariyyeye söylemesi, onun da işitmesi, böyle olmuşdur. evliyanın kendisi gaybı bilmez. fekat, allahü teala, dilediği şeyleri onlara bildirir. veya ruhlarına kuvvet vererek, görür ve bilirler. böyle olduğunu kur'anı kerim ve hadisi şerifler haber vermekdedir. vehhabi kitabı d ahifesinde, yeryüzü bana küçültüldü. doğuyu, batıyı, avucumdaki aynada imiş gibi, hep gördüm hadisi şerifini yazmakdadı ahifeden başlıyan yirmidördüncü maddeyi lutfen okuyunuz! resulullah, diri iken de, öldükden sonra da, eshabı arasında olacak fitneleri, dilediklerine söyledi. kazaya razı olmalarını bildirdi. çoğuna şehid olacaklarını müjdeledi. taberaninin haber verdiği ve kitabında yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bunun gibi, hazreti osmanın ve hazreti alinin ve başka sahabilerin radıyallahü anhüm şehid olacaklarını haber verdi. sabr eylemelerini emr buyurdu. eshabı kirama şehid olacaklarını bildirmek, onlara müjde vermek idi. onlar, şehid olmamak için değil, şehid olmak için düa ederlerdi. resulullah, eshabının imdadına niçin yetişmedi sözü, cahilce bir sözdür. allahü teala, uhud muharebesinde resulünün imdadına niçin yetişmedi demeğe benzemekdedir. resulullah, eshabı arasındaki muharebeleri görseydi, seslerini işitseydi, onlara emr verir, sıkıntıdan kurtarırdı gibi ahmakca sözler, haşa allahü tealanın, uhud günü olan faci'a ve sıkıntıları görmediğini, düa ve istigaseleri işitmediğini söylemek demekdir. vehhabi kitabının, böyle ahmakca, alçakça sözlerine inanmakdan, aldanmakdan allahü tealaya sığınırız. din büyükleri, kaza ve kaderi değişdirmek istemez. onu haber alırlarsa razı olurlar. hadisi şerifde, buyuruldu. işlerine gelmiyen hadisi şerifleri örtbas ediyorlar. fekat, güneş balçıkla sıvanamaz. cevab veremeyince, şirkdir, eşeklikdir diye, işi gürültüye getiriyorlar. tenbellik ederek, dünya işlerine dalarak namaz kılmıyan kafir olmaz. namazı vazife, borç bilmiyen, farz olduğuna inanmıyan kafir olur. filan falanın sözleri diyerek, ehli sünnet alimlerine taş atmakdadır. , kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarını ve eshabı kiramdan işitdiklerini kitablarına yazmışlardır. kendi görüşlerine ve düşündüklerine güvenmemişlerdir. her yazdıklarına, ayetden, hadisden veya eshabı kiramın sözlerinden vesikalar, senedler bildirmişlerdir. kitaba ve sünnete uymak ve eshabı kiramın yolunda bulunmak istiyenlerin, ehli sünnet kitablarını okumaları lazımdır. kitabının dörtyüzdoksanikinci sahifesinde de yazılı olan hadisi şerif ile övülmüş, hayrlı asrın en iyileri olan, ehli sünnet alimleri, kitabı ve sünneti anlıyamamış da, bin sene sonra, çölden meydana çıkan vehhabi sapıkları, daha iyi anlamış demek için deli veya ahmak, yahud zındık olmak lazımdır. vehhabi kitabının, akla, ilme uymıyan saçma yazıları, kur'anı kerimi ve sünneti nebeviyyeyi hiç anlamadığını açıkça göstermekdedir. ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri oyuncak yapmış, dilediği gibi ma'na veriyor. kabrde allah ve resulünden sorulacakdır. bu suallere, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi cevab veremiyenler, cehenneme gideceklerdir. mealindeki ayeti kerimeyi kendi de yazıyor. her müslimanın, bu ayeti kerimeye uyarak, ehli sünnet kitablarını okuyup öğrenmeleri lazımdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumıyanlar, bu ayeti kerimeye uymamış olur. cahil kalır. mezhebsizlerin yalanlarına aldanıp, cehenneme gider. deyleminin ve münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, batın ilmi, allahü tealanın sırlarındandır. emrlerinden biridir buyuruldu. resulullah efendimiz, ilmi batını haber veriyor. allahü tealanın emridir diyor. bu kitab ise, ilmi batını, ehli sünnet uydurdu diyor. allahü teala, emrlerini ve yasaklarını herkes için bildirdi. bunlar, anlaşılabilecek ve yapılabilecek şeylerdir. bunlara uymak, herkese farzdır. batın bilgilerini ve müteşabih ayeti kerimeleri ise, herkes anlıyamaz. bunlarda bildirilenleri anlamak ve yapmak, ulemai rasihine mahsusdur. bunlar,.ıyamet ve ahıret tesavvuf yolunda ilerleyip olgunlaşmış derin alimlerdir. bu ilmlerden ve bu rasih alimlerden haberleri olmıyanlar, inkar ediyorlar. ömer rızanın bozuk yazılarını yalnız mezhebsizler beğenir. bekara suresi, düşman karşısında ve boğulmak ve yanmak tehlükesinde olanın ve hayvan saldırırken, mümkin olan tarafa dönerek namaz kılınacağını bildirmekdedir. fıkh kitabları buyuruyor ki, korku artdığı zeman, cema'at ile kılınmaz. yalnız olarak ayakda durarak veya hayvan üstünde kılınır. yukarıdaki tehlükelerden kaçarken, vakti kaçırmamak için, ancak hayvan üstünde giderek kılınabilir. ayeti kerimenin ayakda mümkin olan tarafa dönerek kılmak olduğu haşiyesinde yazılıdır. ayeti kerimedeki kelimesinin demek değil, demek olduğu tefsirlerde ve fıkh kitabında açıkça yazılıdır. bu bozuk vehhabi kitabı, burada da, hanefileri aldatmağa, yürürken namaz kıldırmağa çalışmakda, bunun için de ayeti kerimeye yanlış ma'na vermekden çekinmemekdedir. bir müsliman, sünnetleri, ehemmiyyet vermiyerek kılmazsa kafir olur. ehemmiyyet verip, devamlı kılmazsa, günaha girer. bu kitab, ayetden, hadisden söylüyor ise de, bunlara uydurma ma'na veriyor. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, resulullahın ve eshabı kiramın anladıklarını araşdırıp, onlardan öğrendikleri ma'naları kitablarına yazmışlardır. böyle olduğunu vehhabiler de bildiriyorlar. kitabı. sahifesinde, ebu hanife rahimehullah dedi ki: kitabullaha ve resulullahın hadisine ve sahabenin sözlerine uygun olmıyan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! onları alınız! imamı şafi'i dedi ki: kitabımda, resulullahın sünnetine uymıyan birşey bulursanız, benim sözümü bırakıp, resulullahın sünnetini alınız! diyor. ehli sünnet alimlerinin rahimehümullahü teala, kitabullaha ve hadisi şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı da göstermekdedir. bunun içindir ki, kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin doğru ma'nalarını anlamak istiyenler, ehli sünnet alimlerinin kelam ve fıkh kitablarını okumalıdır. kitabı ve sünneti bildiren alimlerinin kitablarından kaçanların, hakdan kaçan alçaklara benzediklerini, kendi kitabları da yazmış oluyor. demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya gelişini, mi'racını ve hayatını anlatmak, onu hatırlatmak, onu övmek demekdir. her mü'minin, resulullahı çok ömer rıza, muhammed akifin damadıdır. mezhebsizdir. de öldü. sevmesi lazımdır. onu çok seven, onu çok anar, çok söyler, çok över. deyleminin bildirdiği ve da yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadis kitabını münavi toplamışdır. resulullahı çok sevmek lazım olduğunu bütün islam alimleri uzun yazmışlardır. vehhabi kitabı bile, üçyüzotuzaltıncı sahifesinde bunu şöyle yazmakdadır: buyuruldu. ya'ni imanı olgun olmaz. allahı sevenin, onun resulünü de sevmesi vacibdir. salih kulları da sevmesi lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mevlid gecelerinde eshabına ziyafet verir, dünyaya teşrif etdiği ve çocukluğu zemanında olan şeyleri anlatırdı. hazreti ebu bekr, halife iken, mevlid gecesinde, eshabı kiramı toplayıp, resulullahın dünyaya teşrifindeki olağanüstü halleri konuşurlardı. doğum gününe önem vermeği hıristiyanlar, müslimanlardan öğrenip almışlardır. dünyanın her yerindeki müslimanlar, peygamberimizin ve eshabı kiramın yapdıkları gibi, mevlid gecesinde, resulullahı anlatan kitabları okurlar ve resulullahın dünyaya teşrif etdiği bu şerefli gecede şenlik yapar, sevinirlerdi. islam alimleri, bu geceye çok önem vermişlerdir. bu geceyi bütün mahluklar, melekler, cin, hayvanlar ve cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekde, fahri alem dünyaya teşrif etdi diye sevinmekdedirler. mevlana celaleddini rumi, buyurmuşdur. mevlidi, nazm, şi'r olarak okumak daha te'sirli ve faideli olur. mevlid okumanın bir ibadet olduğunu ve nasıl okumak lazım geldiğini ve faidelerini bildirmek için, islam alimleri, her dilde kitablar yazdılar. bu kitablardan on adedini, mustafa katib çelebinin rahmetullahi aleyh, kitabından ve zeylinden alarak bildiriyoruz: bursalı süleyman çelebinin türkçe mevlid kasidesi çok şöhret kazanmışdır. osmanlıların ve türkiyenin her yerinde seve seve okunmakdadır. asl ismi dır. süleyman çelebi, yıldırım sultan bayezid rahmetullahi aleyh hanın imamı idi. de bursada vefat etmişdir. muhammed ak şemsüddin efendinin oğlu hamdullah efendi rahmetullahi aleyh de bir mevlid kasidesi yazmışdır. katib çelebi da istanbulda vefat etdi. ak şemsüddin da göynükde vefat etdi. molla hasenül bahri rahmetullahi aleyh de, bir mevlid yazmışdır. de vefat etmişdir. vaız muhammed bin hamza da yazmışdır. şemsüddin ahmed sivasi rahmetullahi aleyh de yazmışdır. da vefat etmişdir. hafız ibni nasıriddin dımışki rahmetullahi aleyh, kitabını yazmışdır. ibni esir muhammed cezri kitabını yazmışdır. de vefat etdi. ebül kasım muhammed lülüvi rahmetullahi aleyh, yazmış, de şamda vefat etmişdir. afifüddin muhammed tebrizi, kitabını yazmış, de medinei münevverede vefat etmişdir. seyyid muhammed kavukcu hanefi, kitabını yazmış, de vefat etmişdir. bunlardan başka, ibni hacer hiyteminin kitabı ve celalüddini süyutinin, kitabı ve yusüf nebhaninin kitabının üçüncü kısmı ile kitabınınve sonraki altı sahifesi ve ahmed sa'idi müceddidinin kitabı ve allame muhammed zerkaninin kitabının birinci kısmının. ve sonraki dört sahifesi, mevlid okumanın ibadet olduğunu vesikalarla isbat etmekdedirler. bu son altı kitab, bir arada senesinde istanbulda basılmışdır. ahmed sa'id faruki müceddidi de medinede vefat etdi. urdu dili ile yazdığı mevlid kitabı ile seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi aleyh türkçe de çok kıymetlidir. hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden mevlana muhammed fadlurresul rahimehullahü teala senesinde farisi olarak yazdığı kitabında, vehhabilere satılmış olan muhammed ishak ismindeki hindistanlı bir din adamının kitabına cevab vermişdir. yusüf nebhani de vefat etdi. fadlürresuli bedayuni rahmetullahi aleyh de vefat etdi. kitabının. derdimsahifesinden başlıyarak diyor ki: mevlid okumak, ilk üç asrda yokdu. bundan sonra meydana çıkdı. bunun için alimler, mevlid cem'ıyyetinin caiz olup olmamasında ihtilaf etdi. sözleri birbirine uymadı. alimlerin bu ihtilafları, kitabında uzun yazılıdır. sireti şami kitabının yazarı, muhammed bin yusüf şamidir rahimehullahü teala. de mısrda vefat etmişdir. kitabında yalnız ihtilafları bildirmiş, bunlar arasında bir tercih yapmamışdır. bununla beraber, mevlid cem'ıyyetinin müstehab olduğunu bildiren birçok büyük alimleri haber vermişdir. üstadlarının, buna karşı olanları red etdiklerini de bildirmişdir. çoğunluğu bırakıp da, birkaç muhalifi ileri sürerek, mevlid cem'ıyyetine caiz değildir denilirse, fıkh mes'elelerinin çoğuna i'timad kalmaz. sireti şamide diyor ki: hafız, şemsüddin muhammed sehavi diyor ki, hakkında, selefden bir haber yokdur. üçüncü asrdan sonra hasıl oldu. her sene, mevlid gecesinde, müslimanlar sadaka veriyorlar, seviniyorlar. hayr ve hasenat yapıyorlar. toplanıp, mevlid kasidesi okutup dinliyorlar. hafız izzeddin ali ibni esir cezri diyor ki, mevlid okumak, bütün sene, zarar ve korkulu şeylerden korur. mevlid okunan yere, o sene, rahmet ve bereket yağar. hafız imadüddin isma'il ibni kesir, erbil emirinin, rebiulevvel ayında büyük mevlid cem'ıyyetleri yapdığını bildirmekdedir. ebülhattab ömer ibni dıhye, kitabında, erbil emirinin yapdığı mevlid cem'ıyyetlerini uzun anlatmakdadır. birçok alimler, mesela imamı nevevinin üstadı hafız ebu şame, bu kitabı medh ve sena etmişlerdir. abdürrahman ebi şamenin, kitabı bu senalarla doludur. allame seyfüddin ibni tuğrul beg, kitabında diyor ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aşıkları, mevlid gecelerinde, mevlid cem'ıyyetleri yapıyorlar. bunlardan biri, ibni efdal ismi ile meşhur olan ebülhasenin mısrda yapdığı büyük mevlid cem'ıyyeti ve üstadımızın üstadı ebu abdüllah bin muhammed bin nu'manın ve cemalüddin acemi hemedaninin ve yusüf bin ali haccarı mısrinin mevlid cem'ıyyetleridir. bunlar, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüklerini ve buyurduğunu söylemişlerdir. ibni battal maliki, fetvasında diyor ki, mevlid gecesinde sadaka vermek, müslimanları toplayıp caiz olan şeyleri yidirmek ve caiz olan şeyleri okutup dinletmek ve salih kimseleri giydirmek, bu geceye hurmet etmek olur. bunları allah rızası için yapmak caizdir ve çok sevab olur. bunları yalnız fakirler için yapmak şart değildir. fekat, muhtac olanları sevindirmek daha sevab olur. zemanımızda olduğu gibi, toplantıda uyuşdurucu şeyler kullanılırsa, genç oğlanlar toplanır, kadın erkek karışık olursa ve şehveti tahrik eden şi'r ve şarkılar okunursa, , çok günah olur. böyle haram şeyleri, ibadet olarak yapmanın, ibadet arasında yapmanın günahı katkat ziyade olur. böyle haramlara, islam müziği diyenlere aldanmamalıdır. ibni battalda vefat etdi. imamı celalüddin abdürrahman bin abdilmelik kettani diyor ki, mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddesdir, mükerremdir. şerefi, kıymeti çokdur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem varlığı, vefatından sonra, ona tabi' olanlar için, kurtuluş vesilesidir. onun mevlidi için sevinmek, cehennem azabının azalmasına sebeb olur. bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebeb olur. mevlid gününün fazileti, cum'a günü gibidir. cum'a günü, cehennem azabının durduğu, hadisi şerifde bildirildi. bunun gibi, mevlid gününde de azab yapılmaz. mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediyye vermeli, da'vet olunan ziyafetlere gitmelidir. allame zahirüddin bin ca'fer diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'ati hasenedir. salihleri toplayıp, salevat okumak, fakirleri doyurmak, her zeman sevabdır. fekat, bunlara haram karışdırmak, çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur. allame nasirüddin diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, sünnet değildir. fekat, o gün sadaka, hediyye vermek, neş'e ve sürur izhar etmek, oğlanlar ve kadınlar karışık olmadan mevlid kasidesi okutmak ve bu cem'iyyete gitmek çok sevab olur. fekat, zaruret olmadan, kimseden birşey istememelidir. zaruret olmadan istemek haramdır. salih müslimanların toplanarak, allahü tealayı zikr etmeleri ve salevat okumaları ibadet olur. sevabı çok olur. allame abdürrahman ebu şame, kitabında diyor ki, rebi, imamı şafi'iden haber verdi ki, bid'at iki kısmdır. bir kısmı, kitaba, sünnete, esere veya icma'a uymaz. bunlar, dalalet, sapıklıkdır. bid'atin ikinci kısmı, bu dört delile uygun olan hayrlı şeylerdir. hiçbir alim bunların kötü olduğunu bildirmedi. ömer radıyallahü anh, ramezan gecelerinde, cami'lerde, cema'at ile teravih namazı kılmağa, dedi. böyle bid'atlere denir. bid'ati haseneyi işlemenin caiz ve müstehab olduğu, sözbirliği ile bildirildi ve bunları allah rızası için yapana sevab verilir denildi. islam ahkamına uygun olan bütün yenilikler böyledir. cami'lere minber, yolculara han, talebeye mekteb, medrese gibi, islam ahkamına uygun olan iyi şeyler, bid'ati hasenedir. bunlar, eshabı kiram ve tabi'ini ızam zemanlarında yokdu. sonradan meydana çıkdı. fekat, allahü tealanın emrlerini yapmak için yardımcı olduklarından, bid'ati hasene denildi. bu bid'ati hasenelerden biri, musul civarındaki erbil şehrinde, her sene yapılan mevlid cem'ıyyetleridir. mevlidi nebi sallallahü aleyhi ve sellem gecelerinde, sadakalar verilir. zinetler ve sevinçler gösterilir. fakirlere ihsanlar yapılır. böylece, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem olan muhabbet ve ta'zim i'lan olunur. bu cem'ıyyeti musulda ilk olarak, büyük alim, salihlerden ömer bin mela yapdı. erbil sultanı , buna tabi' oldu. ebu sa'id, salahuddini eyyubinin rahimehümullahü teala eniştesi idi. senesinde, hıristiyanların denilen saldırılarına karşı yapılan akka kal'ası cihadında şehid oldu. şafi'i alimlerinden allame sadrüddin ömer diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, caizdir. mekruh değildir. niyyete göre sevab verilir. hafız diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'atdir. fekat, iyi, faideli şeyler yapıldığı için, fena şeyler bulunmadığı için bid'ati hasenedir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, medine şehrine gelince, yehudilerin, muharrem ayının onuncu gününde oruc tutduklarını gördü. sebebini sordu. bugün, allahü teala, fir'avnı boğdu. musa aleyhisselamı kurtardı. bunun için, sevincimizden oruc tutarak allaha şükr ediyoruz dediler. buyurarak, oruc tutdu. müslimanlaebu şame da vefat etdi. ra da, aşure günü oruc tutmalarını emr etdi. bir ni'met geldiği ve bir sıkıntıdan kurtulunduğu zeman, allahü tealaya şükr edildiği gibi, her sene, o gün yine şükr etmek lazım olduğu, bu hadisi şerifden anlaşılmakdadır. allahü tealaya şükr etmek, secde etmek ile, sadaka vermek ile, kur'anı kerim okumak ile ve bunlar gibi, her ibadeti yapmak ile olur. ihsan sahibi, rahmeti bol olan yüce peygamberin dünyaya gelmesinden daha büyük ni'met var mıdır? her sene, o günü arayıp, bu ni'meti düşünmek lazımdır. böylece, resulullahın, musa aleyhisselamın kurtulması ni'meti için şükr etmesine tabi' olunur. bu düşünülmezse, böyle niyyet yapılmazsa, resulullahın bu sünnetine uyulmuş olmaz, sevabı olmaz. hafız muhammed ibni cezeri şafi'i diyor ki, ebu leheb rü'yada görülüp, ne halde olduğu soruldukda, kabr azabı çekiyorum. ancak, her sene, rebi'ulevvel ayının onikinci geceleri, azabım hafifliyor. iki parmağım arasından çıkan serin suyu emerek ferahlıyorum. bu gece, resulullah dünyaya gelince, süveybe ismindeki cariyem, bunu bana müjdelemişdi. ben de, sevincimden, bunu azad etmiş ve ona süt annelik yapmasını emr etmişdim. bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor dedi. ayeti kerime ile kötülenmiş olan ebu leheb gibi azgın bir kafirin azabı hafifleyince, o yüce peygamberin ümmetinden olan bir mü'min, bu gece sevinir, malını dağıtır, böylece, peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem olan sevgisini gösterirse, allahü teala ihsan ederek, onu cennetine sokar. üstadım fetvalarında diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yaparak, kur'anı kerim ve mevlidinnebi okumak, sonra yiyecek ikram etmek, sonra dağılmak, bid'ati hasenedir. bunu yapana ve orada bulunanlara sevab verilir. hafız, beyhekiden alarak diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, peygamber olduğu bildirildikden sonra, kendisi için, akika kurbanı kesdi. halbuki, dünyaya geldiğinin yedinci günü, dedesi abdülmuttalibin, kendisi için, akika kesmiş olduğunu biliyordu. akikayı tekrar kesmek de caiz değildir. ikincisini, kendisinin alemlere rahmet olarak yaratılmış olduğuna şükr olarak kesdiği ve böyle yapmaları için, ümmetine örnek olmak istediği anlaşılmakdadır. nitekim, ümmetini teşvik için, kendine salevat okuduğu çok görüldü. bunun için, müslimanların, mevlid gecelerinde toplanarak, mevlid kasidesi okumaları, tatlı şeyler yidirmeleri ve hayrat ve hasenat yapmaları, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmeleri, müstehab oldu. şerhinde, haram, yasak şeyler karışdırmadan ibni cezeri da şirazda vefat etdi. mevlid cem'ıyyeti yapmanın bid'ati hasene ve müstehab olduğu bildirildi. veya denilen kitabda, fakihaninin yazıları ve üstadının bunlara vermiş olduğu cevablar, şöyle yazılıdır: fakihani mevlid cem'ıyyeti yapmanın, kitaba ve sünnete uydurulacak bir yeri olduğunu bilmiyorum. üstadı birşeyi bilmemek, onun yok olduğunu göstermez. hafızların imamı ibni hacer, mevlid cem'ıyyetinin sünnetden bir aslı olduğunu bildirdi. biz de, ikinci bir aslı daha bulunduğunu yukarda bildirdik. büyük alimlerden birinin, mevlid cem'ıyyeti yapdığı bildirilmiş değildir. mevlid cem'ıyyetini ilk olarak, alim salih olan bir emir yapdı. bunu allah rızası için yapdı. sayısız alimler, salihler, bu cem'ıyyetde hazır oldular. ibni dıhye, bunu medh eyledi. büyük alimler, emirin bu işini öven kitablar yazdılar. kötüleyen, hiç olmadı. mevlid cem'ıyyeti nasıl müstehab olabilir? müstehab, islamiyyetin taleb etdiği şey demekdir. islamiyyetin taleb etmesi, nass ile veya kıyas ile olur. burada nass yok ise de kıyas vardır. mevlid cem'ıyyetine mubah da denilemez. dinde bid'at çıkarmağa, hiçbir alim mubah dememişdir. bid'at, yalnız mekruh ve haram değildir. mubah, müstehab ve vacib olan bid'atler de bildirilmişdir. imamı nevevi diyor ki, . izzeddin bin abdisselam diyor ki, bid'at, vacib, haram, müstehab, mekruh ve mubah kısmlarına ayrılır. han, mekteb ve her hayr ve hasene, müstehab olan bid'atlerdir. teravih namazı ve tesavvuf yolları da böyledir. beyheki, imamı şafi'iden haber veriyor ki, imam, bid'at, iki kısmdır. kitaba veya sünnete veya esere veya icma'a ters düşenler, dalaletdir. bu dört temelden birine uygun olanlar, dalalet değildir buyurdu. mevlid gecesi, çoluk çocuğunu ve arkadaşlarını toplayıp yidirirse günah olmaz. herkesi toplamak, çirkin bid'at olur. o mubarek gecede, herkesi toplamak, kitaba, sünnete, esere ve icma'a muhalif değildir. bu toplantılarda teganni, raks bulunur ve oğlanlar, kadınlar karışık olursa ve başka haramlar bulunursa, sözbirliği ile haram olur. bu söz doğrudur. fekat, toplantının haram olmasına, bu haram şeyler sebeb olmakdadır. böyle şeyler, cum'a namazı kılmak için yapılan toplantıda da bulunursa, o toplantı da, haram olur. fekat, o toplantı haram olduğu için, cum'a namazı için toplanmak haram olur denilemez. bunun gibi, mevlid gecesi için toplanmak haram olur denilemez. ramezan gecelerinde teravih kılmak için yapılan toplantılara, böyle yasak şeyler karışdırıldığı görülmekdedir. bunlar karışdırıldığından dolayı teravih namazı için toplanmağa haramdır denilebilir mi? asla denilemez. teravih namazı kılmak için toplanmak iyidir. bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karışdırmak fenadır denir. bunun gibi, mevlid için toplanmak iyidir. fekat, bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karışdırmak fenadır demek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem rebi'ul evvel ayında dünyaya geldi ise de, vefatı da, bu ayda olmuşdur. bu ayda sevinmek değil, üzülmek, matem yapmak lazımdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem viladeti büyük ni'met olduğu gibi, vefatı da, şübhesiz büyük musibetdir. dinimiz, ni'metlere şükr etmemizi, musibetlere de sabr ve sükut etmemizi, onları örtmemizi emr ediyor. çocuk olunca, akika kesmeği emr ediyor. ölünce, hayvan kesmeği veya başka birşey yapmağı emr etmiyor. hatta bağırıp çağırmağı, matem yapmağı yasak ediyor. bunun için, bu ayda ferah, neşeli, sevinçli olmak, üzüntülü olmamak, matem yapmamak lazımdır. den terceme temam oldu. müellifi muhammed bin yusüf şafi'i da vefat etdi. ömer bin ali iskenderi maliki fakihani, de, şeyhulislam izzeddin ibni abdisselam şafi'i, da vefat etdi. islam ahkamına göre, hem sevinç, hem de üzüntü bulunan bir günün yıl dönümlerinde, üzülmeyip, sevinmek, o gündeki sevinçli şeyleri hatırlayıp, üzüntülü şeyleri düşünmemek lazımdır. dinimizin bu emrine göre, muharrem ayının onuncu günü matem tutmayıp, resulullahın sünnetine uyarak, şükr etmek, sevinmek lazımdır. evet, hazreti hüseyn radıyallahü anh, o gün şehid edildi. o yüce imamın şehid edilmesi, bütün müslimanlar için büyük musibet ve üzüntüdür. hazreti osmanın ve hazreti hamzanın, pek feci' şeklde şehid edilmeleri de, böyle büyük musibet ve üzüntüdür. fekat, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti hamzanın şehid edildiği günün yıl dönümlerinde matem yapmadı. matem yapılmasını emr etmedi. rast geldiği günlerde kabrini ziyaret eder, düa yapardı. muharremin onuncu günlerinde, aklımıza uyarak, matem yapmamız değil, peygamberimize uyarak, şükr orucu tutmamız, neşeli olmamız lazımdır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem şa'irleri vardı. düşmanların iftiralarına cevab verirler ve resulullahı överlerdi. bunlardan hassan bin sabitin şi'rlerini çok beğenirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mescide, hassan için bir minber koydurdu. hassan buraya çıkıp, düşmanları kötüler, resulullahı överdi. resulullah, buyururdu. hadisi şerifde, buyuruldu. islam memleketlerinde mevlid okunması, bu hadisi şerifdeki emre de uygun bir ibadet olmakdadır. mevlid okumağa karşı gelen bir kimse, resulullahın ve eshabı kiramın yapdıkları birşeyi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadisi şerife de karşı gelmekdedir., bir salevat kitabıdır. bir düa kitabıdır. resulullaha salat ve selam okumağı kur'anı kerim emr ediyor. bu düa kitabını okumağa mani' olan kimse, kur'anı kerimin bu emrine karşı gelmekdedir. her müsliman, her dil ile, düa eder. buna kafir denemez. evet, ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde bildirilen düaları değişdirmeden okumak lazımdır. ayeti kerimede ve hadisi şeriflerde bildirilmemiş olan düalar namaz dışında okunabilir. islamiyyet bunu yasak etmemişdir. okunamaz diyen, yalan söylüyor. allahü tealanın ve resulünün yasak etmediği şeye yasak diyenin ve hele küfr, şirk diyenin kendisinin kafir olmasından korkulur. resulullahı, uluhiyyet derecesine çıkarmamak şartı ile, çok övmek, mahlukların en üstüne çıkarmak, allahü tealanın, sevgili peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve ondan şefa'at istemek, büyük ibadetdir. buna karşı koymak, koyu bir cahillik, pek çirkin bir inaddır. hele, delail kitabının yazarı, kitabı yedi parçaya ayırmış, hergün bir parçasını okuyarak, hepsini bir haftada okumalı diyor. bu sözü şirkdir. hergün beş vakt namaz kılınız demek gibi, allahlık makamını işgal etmekdir. kendisini rabbül'aleminden üstün tutmakdır demek, ahmakca bir sözdür. vehhabi kitabı da, üçyüzotuzbeşinci sahifesinde, allahü tealayı sevmek için, on sebeb vardır diyor. bunları sıralıyarak anlatıyor. onların delaili hayrat kitabının yazarına müşrik demelerine karşılık, birisi çıkıp da, onlara imanın şartı altıdır. siz bunu on'a çıkarıyor, müşrik oluyorsunuz demesine benzemekdedir. kitabına çok saldırıyorlar. bu kitabı, ehli sünnet alimlerinden, olgun veli, ariflerin önderi, muhammed bin süleyman cezuli şazili rahmetullahi aleyh yazmışdır. de şehid edildi. resulullaha salevat okumanın önemini ve faidelerini anlatmakdadır. sonra, hadisi şeriflerden çıkardığı ve eshabı kiramın okudukları salevat düalarını toplayıp yazmışdır. delail kitabını kötülemek, islamiyyeti kötülemek olur. tarikat, yol demekdir. tesavvuf yolu demekdir. tesavvufun bid'at olmadığını, hepsinin resulullah efendimizin sünnetine uygun olduklarını, imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki ve muhammed ma'sumi faruki rahmetullahi aleyh ında uzun yazmışlardır. bunlardan birkaçını farisiden türkçeye terceme ederek, yedinci ve ondokuzuncu maddelerde yazdık. lutfen oradan okuyunuz! tesavvufdan haberleri olmıyanlar, buna da saldırıyorlar. müslimanları bu yüzden de kötülüyorlar. muhammed ma'sumi faruki, birinci cildin yüzyetmişyedinci mektubunda, tesavvufun ne olduğunu kısaca anlatmakdadır. bu mektubu da, aşağıya terceme etmeği uygun gördük: keşflere ve rü'yalara güvenmeyiniz! güvenilecek ve insanı cehennemden kurtaracak şey, yalnız kitab ile sünnetdir. allahın kitabına ve peygamberin sünnetine var kuvvetinizle sarılınız! bütün işlerinizin bu ikisine uygun olmasına çok önem veriniz! zikr etmek de, allahü tealanın emrlerinden biridir. çok zikr yapınız! her zemanınızı zikr ile geçiriniz!enfal suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealayı kalb ile ve dil ile çok zikr ediniz. felah bulursunuz! ve cum'a suresinin onuncu ayetinde mealen, her zeman, allahü tealayı çok zikr ediniz! dünyada ve ahıretde felaha kavuşursunuz! ve ahzab suresinin kırkbirinci ayetinde mealen, buyurulmuşdur. tibyan tefsirinde, abdüllah ibni abbas radıyallahü teala anhüma buyurdu ki, allahü teala bütün emrleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özr saymışdır. özr olanı afv eylemişdir. yalnız zikr ediniz emri, böyle değildir. bunun için bir sınır ve özr tanımamışdır. hiçbir özr ile zikr terk edilmez. dururken, otururken ve yatarken de zikr ediniz dedi. her yerde, her halde, dil ile ve kalb ile zikr edin buyurdu. beni hiç unutmayın buyurdu. bekara suresinin yüzelliikinci ayetinde mealen, beni zikr edin! ben de sizi zikr ederim! buyuruldu. tibyandaki hadisi kudside, buyuruldu. beyhekinin bildirdiği hadisi şeriflerde, ve ve ve sadakadan, orucdan daha hayrlıdır ve buyuruldu. resulullah, her an zikr ederdi. tesavvuf, allahü tealayı çok zikr etmekdir. böyle tesavvuf kötülenebilir mi? bu yolun en üstün derecesinin, allahü tealaya ma'rifet, ya'ni onu tanımak olduğunu, allah adamları sözbirliği ile bildirmişlerdir. bu ma'rifet de, allahü tealada yok olmak demekdir. ya'ni, allahü tealayı tanımak demek, yalnız, onun var olduğunu, ondan başka herşeyin yok olduğunu anlamak demekdir. işte, tesavvuf, bu ma'rifete, bu anlayışa kavuşduran yoldur. nazm: kendini yok bil, kemal ancak budur, onda yok ol, kavuşmak, işte budur! bu yokluğa denir. iki dürlü fena vardır: biri olup, kalbin allahü tealadan başka herşeyi unutmasıdır. ne kadar uğraşsa, ondan başka hiçbirşeyi hatırlayamaz. kalb, allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. fenanın ikincisi, dir. nefsin fenası, onun yok olması demekdir. insan kendisine ben diyemez olur. arifin kendisi ve eseri kalmaz. allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. kendine ve başkalarına bir bağlılığı kalmaz. insanları felakete sürükliyen en büyük zehr, allahü tealadan başka bir şeye düşkün olmakdır. böyle bir arifin imanı, parlak bir ayna gibidir. her işi islamiyyete uygundur. allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymak, arif olana çok tatlı ve kolay gelir. kendinde ucb ve riya gibi kötü huy hiç yokdur. her işi, her ibadeti ihlas iledir. ya'ni, yalnız allahü teala içindir. nefs, önce, allahü tealanın emrlerine asi ve düşman iken, şimdi itminana kavuşmuş, kuzu gibi olmuşdur. hakiki, tam müsliman olmuşdur. tesavvuf yolunda ilerlemek, kendini yok bilmek içindir. allahü tealaya tam kul olmak içindir. bu yolda ilerlemeğe ve denir. bu yolun sonu ve dır. ya'ni, allahü tealadan başka herşeyi unutmak ve yalnız allahü tealayı var bilmekdir. fena ile bekaya kavuşan kimseye, denir. insanın yapabileceği kulluğu, arif yapabilir. nefsden ileri gelen tenbellik, gevşeklik kalmaz. tesavvuf yolunda olmak allaha kul olmakdan kurtulmak için değildir. kendini, başkalarından üstün yapmak için değildir. ruhları, melekleri, cin ve nurları görmek için değildir. herkesin gözle gördüğü, düzgün, güzel, tatlı şeyler yetişmiyormuş gibi, başka şeyler aramanın ne kıymeti olur? onlar da, bunlar da, hep allahü tealanın yaratdığı varlıklardır. hepsi yok idi. sonradan yaratılmış şeylerdir. allahü tealaya kavuşmak, onun cemalini görmek ise, ancak ahıretde, cennetde olacakdır. dünyada olamaz. böyle olduğunu, ehli sünnet alimleri ve tesavvuf yolunun büyükleri rahimehümullahü teala, sözbirliği ile bildirdiler. dünyada ele geçen, ancak dır. kitabının üçüncü kısmında uzun bildirilmişdir. tesavvuf yolculuğu, dünyada islamiyyeti temamlamak içindir. islamiyyet, üç şeyden meydana gelmişdir. bunlar, ilm, amel ve ihlasdır. tesavvuf, bu üçüncüsünü elde etmek içindir. allahü tealaya yaklaşmak, ona kavuşmak, onu görmek, ancak ahıretde olacakdır. bunun için, bütün gücünüzle muhammed aleyhisselamın yoluna sarılınız! emri ma'ruf ve nehyi münker yapmağı huy edininiz! unutulmuş sünnetleri ortaya çıkarmağa çalışınız! sünnetleri ortaya çıkarırken, fitne ve fesad uyandırmayınız. fitne çıkarmak haramdır. sünnet işleyeceğim derken, haram işlemeyiniz! kaş yaparken, göz çıkarmış olursunuz!. rü'yalara güvenmeyiniz. insan, kendini rü'yada padişah ve kutb olmuş görse, ne kıymeti olur? bu iki mevkı' uyanık iken ele geçerse, kıymetli olur. bir kimse, uyanık iken de padişah olsa, yeryüzünde bulunan herşey onun emrinde olsa, büyüklük sayılır mı? kabr ve kıyamet azablarından kurtulmağa yarar mı? aklı olan, ileriyi görebilen kimse, böyle şeylere gönül bağlamaz. allahü tealanın razı olduğu, beğendiği şeyleri yapmağa çalışır. fena fillah derecesine varmağa uğraşır. yüzyetmişyedinci mektubun tercemesi temam oldu. imamı rabbani rahmetullahi aleyh, birinci cild, üçyüzaltıncı mektubunda buyuruyor ki: fena fillah, masivayı kalbin unutması demekdir. allahü tealadan başka şeylere muhabbeti, bağlılığı kalbden çıkarmak için, fena bulmak lazımdır. mahluklar unutulunca, kalbin bunlara bağlılığı da yok olur. vilayet yolunda, mahlukları sevmekden kurtulmak için, fena lazımdır. nübüvvet yolunda ise, lazım değildir. çünki, nübüvvet yolunda allahü tealaya muhabbet vardır. bu muhabbet varken, mahlukları unutsa da, unutmasa da, onlara muhabbet olamaz. mahlukları bilmek, onları sevmeğe sebeb olduğu için kötü olmakdadır. mahlukları sevmek kalmayınca, onları bilmek, tanımak kötü olmaz. muhammed ma'sum rahmetullahi aleyh, birinci cildin. derdimmektubunda buyuruyor ki, fena fillah, batında olur. arif, fenaya kavuşdukdan sonra da, zevcesini, çocuklarını ve ahbablarını, eskisi gibi tanır. kalbin bilmesi başkadır. zahirin bilmesi başkadır. kalb, görmekden, bilmekden kurtulduğu zeman, zahirin görmesi, bilmesi yine devam eder. tesavvuf yollarının hepsi, resulullahdan feyz almakdadır. eshabı kiramın hepsi, o kaynakdan, doğrudan doğruya ışık, ma'rifet aldı. sonra gelenler, bu ma'rifetleri, eshabı kiramdan aldı. yalnız, hazreti ebu bekr ile hazreti aliden alınan feyzler, ma'rifetler bugüne kadar geldi. başka sahabilerden gelen feyzler, birkaç asrdan sonraya varamadı. feyz almak için, bu feyze kavuşmuş olan salih bir kimseyi bulmak, onu sevmek, onun yanında yetişmek lazımdır. vehhabi kitabı da, bunun lazım olduğunu bildiriyor. üçyüzotuzbeşinci sahifesinde, allahü tealayı sevmeğe kavuşduran on sebebden dokuzuncusu, allahın sadık olan sevenlerinin yanında bulunmakdır. onların sözlerini dinleyip faidelenmekdir. onların yanında az konuşmakdır diyor. böyle salih kullara veya denir. taberaninin bildirdiği ve de yazılı hadisi şerifde, herşeyin bir kaynağı vardır. takvanın kaynağı, ariflerin kalbleridir buyuruldu. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, ve ve buyuruldu. muhammed ibni hibbanın bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. kitabında diyor. buradaki hadisi şerifde, buyuruldu. deyleminin ve münavinin rahimehümullahü teala bildirdikleri hadisi şerifde, her hastalığın şifası vardır. kalbin şiibni hibban şafi'i de semerkandda vefat etdi. fası, allahü tealayı zikr etmekdir buyuruldu. tesavvuf, zikr etmek ve arifleri hatırlamak, onları sevmek ve resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem yoluna yapışmakdır. bu ve benzeri hadisi şerifler ve bunların çıkarılmış oldukları ayeti kerimeler, tesavvufu emr etmekdedir. tesavvuf yollarının çeşidli ismler taşıması, cahilleri aldatmasın! tesavvuf yolunda bulunanlar, kendilerine feyz gelmesine sebeb olan rehberlerin adını söylemiş, bu ismler, tarikat adı haline gelmişdir. mesela, bir memleketde, yüzlerce lise vardır. her lisede aynı, ortak dersler okunur. fekat, hocaları başka başka olduğundan, yetişme şeklleri de başkadır. fekat, her lise me'zunu, ortak bilgilere ve ortak haklara malikdir. herbiri, ölünceye kadar, hocalarını söyler ve över. hocalarının ayrı olması, yetiştodlarının farklı olması, hiçbiri için kusur olmaz. tesavvuf yollarının farklı olması da, böyledir. hepsine resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek kalbinden saçılan feyzler, ma'rifetler gelmişdir. üstadlarının ve ismlerinin başka olması, hiçbiri için kusur olamaz. tesavvuf yollarının başka ismleri taşımalarının sebebi, yedinci maddede de bildirilmişdir. evet, islam ahkamına uymıyan, ibadet yapmıyan, dünya menfe'atleri peşinde koşan, nefslerine, şehvetlerine düşkün, kötü kimseleri, allah da, kul da sevmez. bunların tesavvufcuyum, keramet sahibiyim demelerine inanmamalıdır. fekat bu yüzden tesavvufu kötülememelidir. yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadrü kıymetden demelidir. iskat ve telkin, bid'at değildir. dinimizin emri ile yapıldıkları ve kitablarında vesikaları ile uzun yazılıdır. lutfen oradan okuyunuz! buharide ve müslimde ve imamı ahmedin müsnedinde ve münavide rahimehümullahü teala yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. tenbellerin, kötü kimselerin iskata ve telkine güvenerek ibadet yapmıyacaklarını, kötülük yapacaklarını söylemek, dinimizin bu iki emrini kötülemek olur. tenbeller ve kötüler, allahü tealanın merhametini, afv edici olduğunu ileri sürerek, ibadeti bırakıyor, her kötülüğü, taşkınlığı yapıyorlar. acaba buna karşı ne diyecekler? dinde herşey bildirildi. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, bu bilgileri araşdırdı. eshabı kiramdan işitdiklerini, öğrendiklerini kitablarına yazdılar. biz de, dinimizi bu kitablardan öğreniyoruz. kitabının yazarı, bu bilgileri bozmağa, islamiyyeti değişdirmeğe uğraşıyor. herkesi aldatabilmek için, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış, bozuk ma'nalar veriyor. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, müsliman adını taşıyanların yetmişüç fırkaya bölüneceklerini, bunlardan yetmişikisinin cehenneme gideceklerini, yalnız eshabının yolunda gidenlerin cennete gideceklerini bildirdi. bu bir fırka, olan müslimanlardır. çünki, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala, bütün bilgilerini eshabı kiramdan aldılar. her işlerinde kitaba ve sünnete sarıldılar. demek, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ve onun cema'atinin, ya'ni eshabının yolunda olan müslimanlar demekdir. ehli sünneti kötüliyeceği yerde, bozuk ve sapık olan yetmişiki fırkayı kötüleseydi, doğru bir iş yapmış olurdu. fekat, böyle yapmadı. çünki, ayeti kerimelerde mealen, buyuruldu. kendisi de habis, sapık olduğu için, sapıklarla birleşerek, ehli sünnete saldırdı. bütün müslimanların birleşmeleri, kardeş olmaları lazımdır. fekat hak yolda, ehli sünnet yolunda birleşmek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sapıkların birleşemiyeceklerini, yetmişiki fırkaya parçalanacaklarını bildirdi. müslimanlar, sapıtmamalıdır. hak yola, ehli sünnetin doğru yoluna gelmeleri, hidayete kavuşmaları, sapıklıkdan kurtulmaları lazımdır. resulullah efendimiz, buyurdu. eshabı kiramın hepsi, bu hadisi şerife uyarak, kabri se'adeti ziyaret etdi. habibullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem istigase etdiler, yardım dilediler. böylece, muradlarına kavuşdular. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem, vesileye yapışırdı. kul ile istigase ederdi. ibni ebi şeybenin bildirdiği ve münavinin kitabında yazılı olduğu gibi, . böyle yapdığı, imamı rabbaninin rahimehullahü teala ında da yazılıdır. asrlar boyunca, islam alimleri de, veliler de, salihler de, bu hadisi şerife uydu. kitabının yazarı, islamiyyetde böyle şey yokdur diyerek, bu ve benzeri hadisi şeriflere karşı geliyor. yalanlarla, iftiralarla, islamiyyeti bozmağa kalkışıyor. hakiki müslimanlara kafir, müşrik diyor. allahü teala, nice ayeti kerimelerde mealen, zikr ediniz, tesbih okuyunuz! allahü ekber deyiniz buyuruyor. resulullah da, bunları okuyor ve okumamızı emr ediyor. çekirdeklerden dizilmiş tesbihi görüp, mani'.ıyamet ve ahıret olmadı. bu ise, müslimanlıkda böyle şeyler yokdur diyor. güneş balçıkla sıvanamaz! dinimiz türbeleri yıkmağı emr etdi diyerek yalan söylüyor. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm ecma'in resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesini yıkdı mı? yıkmadılar. türbeyi, ağlıyarak, yalvararak ziyaret etdiler. allahü teala, buyurdu. resulullah da, buyurdu. deyleminin ve münavinin bildirdikleri hadisi şerifde, buyuruldu. müslimanlar, hiçbir kabrden, hiçbir ölüden birşey istemez. meyyit hurmeti ve hatırı için, allahü tealadan ister. allahü teala da, o sevdiği kulunun hatırı için, bu dileği ihsan eder, verir. müslimanlar, bir arifin, velinin rahimehullahü teala ruhundan, feyz ve ma'rifet ister. böylece o velinin ruhaniyyetinden feyz alır. faidelenir. böyle, ruhlardan istifade ederek, veli olanlara, denir. müslimanlar, dünya işleri için hem çalışır, teknikde ilerler. hem de, allahü tealaya düa eder, yalvarır, yardım dilerler. vehhabilerin kitabı, tesavvufa inanmıyor. mezhebler eshab zemanında yokdu. bunlar, sonradan uyduruldu. tesavvuf da, yehudiler tarafından dine sokuldu diyor. bunun yalanlarına, iftiralarına, hindistanda yetişmiş büyük alimlerden muhammed senaüllahi osmani dehlevi rahmetullahi aleyh, adındaki farisi kitabında çok güzel cevablar vermekdedir. senaüllahi dehlevi buyuruyor ki: evliyaya inanmıyan var. evliya vardı, şimdi yok diyen var. evliya hiç günah yapmaz. gaybleri bilirler. her diledikleri hemen olur. istemedikleri hemen yok olur diyenler ve bunun için, evliyanın kabrlerinde dilekde bulunanlar var. böyle sananlar, kendi zemanlarındaki evliyanın böyle olmadıklarını görünce, bunların evliya olduklarına inanmıyor. bunların feyzlerinden mahrum kalıyorlar. müsliman ile kafiri birbirinden ayıramıyacak kadar cahil olanlar da, kendilerinin evliya olduklarını söylüyor. böyle cahilleri evliya sanarak, bunlara bağlanan ahmaklar da var. evliyanın halinde iken, ya'ni allah sevgisi kaplayıp kendilerini unutdukları zeman, bilmiyerek söylediklerini dillerine dolayarak, evliyaya kafir diyenler de var. evliyanın böyle sözlerinden kendilerine göre yanlış ma'na çıkararak, böyle yanlış inananlar, böylece ehli sünnet alimlerinin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden senaüllah panipüti da vefat etdi. çıkarmış oldukları doğru bilgilere inanmıyanlar, sapıtanlar var. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hepsini teblig etmeğe me'mur olduğu zahir bilgilerini öğrenip, resulullahın eshabından dilediğine dilediği kadar bildirmesi için izn verilen tesavvuf ma'rifetlerine inanmıyanlar var. evliyaya kıymet vermiyen, saygı göstermiyenler bulunduğu gibi, evliyaya tapınan, onlar için adak yapanlar, ka'be tavaf eder gibi, kabrleri etrafında dönenler var. bunun için, vilayetin ya'ni evliyalığın ne olduğunu din kardeşlerime bildirmek istedim ve arabi dil ile kitabını yazdım. şimdi de, bunu farisi olarak yazıyorum. bu kitab beş kısmdır: birinci kısm, vilayetin doğru olduğunu bildirmekdedir. ikinci kısm, tesavvuf yolunda gözetilecek edeblerdir. üçüncü kısm, rehberin gözeteceği edeblerdir. dördüncü kısm, tesavvuf yolunda ilerlerken gözetilecek edeblerdir. beşinci kısm, allahü tealaya yaklaşmağı ve yaklaşdırmağı bildirmekdedir. birinci kısm: islamiyyetde vilayet ve tesavvuf ilmi vardır. insanda zahiri olgunluklar, üstünlükler bulunduğu gibi, batıni üstünlükler de vardır. zahiri üstünlükler, ehli sünnet alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anlayıp çıkardıkları bilgilere uygun olarak inanmak ve farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları yapmak ve haramlardan, mekruhlardan, şübhelilerden, bid'atlerden sakınmakdır. batıni üstünlükler, insanın kalbinin, ruhunun yükselmesidir. ve kitablarında, hazreti ömer radıyallahü anh bildiriyor ki, bir gün, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında oturuyorduk. tanımadığımız bir adam geldi. dedi. buyurdu. soran kimse, dedi. sormasına ve sonra, verilen cevabları tasdik etmesine, biz dinleyiciler şaşdık. sonra, dedi. buyurdu. buna da, dedi. sonra, dedi. allahü tealaya, onu görür gibi ibadet etmendir. sen onu görmiyor isen de, o seni hep görmekdedir buyurdu. sonra, dedi. buyurdu. sonra, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kıyamet kopacağı zemanın alametlerini bildirdi. sonra, bize dönerek, bunları sorup giden, cebrail aleyhisselam idi. size dininizi bildirmek için gelmişdi buyurdu. denilen bu hadisi şerif, imamı nevevinin rahmetullahi aleyh, kırk hadisinin ikincisidir. bu kırk hadisi, ahmed na'im efendi rahmetullahi aleyh, türkçeye terceme etmiş ve basılmışdır. mevlana halidi bağdadi rahmetullahi aleyh, bunu farisi olarak açıklamış, ismini vermişdir. feyzullah efendi, i'tikadnameyi farisiden türkçeye terceme ederek, ismini vermiş, senesinde istanbulda basdırılmışdır. bu terceme, latin harfleri ile ismi ilede basdırılmışdır. kemahlı feyzullah efendi de vefat etmişdir. bu hadisi cibrilden anlaşılıyor ki, imandan ve ibadetlerden başka, denilen bir kemal, bir üstünlük vardır ki, biz bu üstünlüğe diyoruz. veliyi allahü tealanın sevgisi kapladığı zeman, onun kalbinde, masivanın varlığı ve sevgisi yok olur. bu hale denir. bu müşahede allahü tealayı görmek değildir. allahü teala, bu dünyada görülemez. fekat, velide allahü tealayı görmüş gibi bir hal olur. bu hal, istemekle hasıl olmaz. işte, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmakla, bu hali haber vermişdir. ikinci olarak deriz ki, bir hadisi şerifde, insanda bir et parçası vardır. bu salih olursa, bütün beden salih olur. fasid olursa, bütün beden fasid olur. bu et parçası, kalbdir! buyuruldu. bedenin salih olması için, kalbin salih olmasına tesavvufcular demekdedir. kalb, allahü tealanın sevgisinde fani olur. onun sevdiği şeyleri seven kalbi olunca, kalbin bu fenası, komşusu olan nefse de te'sir eder. nefs, emmareliğinden kurtulmağa başlar. kazanır. ya'ni allahü tealanın beğendiği şeyleri sever. allahü tealanın beğenmediklerini sevmez. bundan dolayı, bedenin hepsi islamın ahkamına uymak ister. sual: kalbin salih olması için, imandan ve amelden başka bir şey var mıdır? cevab: hadisi şerifde, buyuruldu. bedenin salih olması, islamın ahkamına yapışması demekdir. çok kimse vardır ki, kalbinde iman var iken islamın ahkamına uymıyor. imanı olup da, salih işleri az, bozuk işleri çok olanların cehennemde azab görecekleri bildirildi. demek ki, kalbde yalnız iman bulunması, bedenin salih olmasına sebeb olamamakdadır. o halde kalbin salih olması, imanlı olması demek değildir. kalbin salih olması, hem imanlı olması, hem de bedenin salih işler yapmasıdır da denilemez. çünki, bedenin salih olmasına yine bedenin salih olmasını sebeb göstermek mantıksız bir söz olur. bundan anlaşılıyor ki, kalbin salih olması, iman ve ibadetden başka birşeyin kalbde bulunması demekdir. bu da, tesavvufcuların dedikleri allah sevgisidir. üçüncü olarak deriz ki, eshabı kiramın her birinin, eshab olmıyan müslimanların hepsinden daha üstün oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. halbuki, kıyamete kadar gelecek olan islam alimleri arasında ilmleri ve amelleri, eshabı kiramın ba'zılarının ilm ve amelleri kadar olanları çok vardır: bundan başka, hadisi şerifde, buyuruldu. eshabı kiramın ibadetlerinin böyle kıymetli olması, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla, kalblerinde hasıl olan lerinden dolayıdır. onların batınları ya'ni kalbleri, resulullahın mubarek batınından nur aldı. batınları nurlandı. yedinci maddenin birinci sahifesinde bildirdiğimiz gibi, hazreti ömer vefat edince, oğlu abdüllah, buyurdu. orada bulunan gençlerin bu söze şaşdıklarını görünce, sizin bildiğiniz fıkh ve kelam ilmlerini söylemiyorum. resulullahın mubarek kalbinden fışkırmış olan batın ilminin, ma'rifetin onda dokuzu gitdi diyorum dedi. eshabı kiramdan sonra gelen müslimanlar arasında, bu batın nuruna kavuşanlar, rehberlerinin sohbetlerinde kavuşdular. onlar vasıtası ile, resulullahın mubarek kalbinden fışkıran nurlara kavuşdular. bunların sohbetlerinde kavuşulan nur, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sohbetinde kavuşulan kadar, elbet olamaz. eshabı kiramın radıyallahü teala anhüm ecma'in üstünlükleri, işte buradan gelmekdedir. bundan anlaşılıyor ki, zahirin kemallerinden, ya'ni üstünlüklerinden başka, batının da kemalleri vardır. bu kemallerin çeşidli dereceleri vardır. böyle olduğunu, hadisi kudsi de göstermekdedir. hadisi kudside, allahü teala buyurdu ki, kulum bana biraz yaklaşırsa, ben ona çok yaklaşırım. kulum bana çok yaklaşırsa, ben ona daha çok yaklaşırım. kulum çok nafile ibadet de yapınca bana öyle yaklaşır ki, onu çok severim. onu sevince, düalarını kabul ederim. onun görmesi, işitmesi ve gücü yetmesi benimle olur. allahü tealanın böyle çok sevmesine sebeb olan nafile ibadetler, tesavvuf yolundaki çalışmalardır. dördüncü olarak deriz ki, bin seneden daha çok bir zemanda, dünyanın üç büyük kıt'asında gelmiş olan milyonlarca müsliman, tesavvuf yolunda çalışarak ve salihlerin sohbetinde bulunarak, kalblerinde bir hal hasıl olduğunu söylemiş ve yazmışlardır. yalan birşey için böyle dehşetli bir sözbirliği olabileceğini kimse düşünemez. bu sözbirliği yapanların çoğunun hal tercemeleri kitablarda vardır. hepsinin ilm, takva sahibi, salih kimseler oldukları meydandadır. böyle olgun, iyi kimselerin yalan söyliyecekleri, olacak şey değildir. işte, böyle milyonlarca temiz, olgun insan sözbirliği ile bildiriyorlar ki, herbiri kendi rehberinin sohbetinde bulunmakla, kalbleri resulullahın sohbetinde yayılan nurlara kavuşmuşdur. herbiri, salihlerden birinin sohbetinde bulunarak, kalblerimizde imandan ve fıkh bilgilerinden başka bir hal hasıl oldu. kalblerimizde bu hal hasıl olunca, allah sevgisi ve allahın sevdiklerinin sevgisi ve allahü tealanın emr etdiği şeylerin sevgisi kalblerimizi doldurdu. iyi işleri, ibadetleri yapmak tatlı oldu. ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru i'tikadlar gönüllerimize yerleşdi demişlerdir. kalblerde hasıl olan bu hal, elbet kemaldir, yükseklikdir. kemale sebeb olan bir haldir. beşinci olarak deriz ki, evliyanın kerametleri olur. , allahü tealanın, adeti dışında, ya'ni fen ve tabi'at bilgilerinin dışında yaratdığı harıkul'ade şeyler demekdir. fekat, bir insanda, fen kanunları dışında şeyler bulunması, o kimsenin elbet bir veli olduğunu göstermez. allahü tealanın sevmediği kimselerde, hatta kafirlerde de, böyle adet dışında, şaşılacak şeyler hasıl olabilir. kafirlerde hasıl olan adet dışı şeylere denir. evliyada rahmetullahi aleyhim ecma'in keramet ile birlikde takva da bulunur. takva, allahü tealadan korkmak, onun emrlerine ve yasaklarına uymakdır. vilayet nedir? şimdi evliyalık ne demek olduğunu bildirelim. evliyalık, allahü tealaya yakın olmak demekdir. fekat, insanların allahü tealaya yakın olması, iki dürlü olur: birinci yakınlık, allahü tealanın her insana yakın olmasıdır. kaf suresinin onaltıncı ayetinde mealen, ve hadid suresinin dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ikinci yakınlık, allahü tealanın, insanların yalnız üstün olanlarına ve meleklere olan yakınlığıdır. alak suresinin son ayetinde mealen, buyuruldu. yukarıda bildirdiğimiz hadisi kudside, buyuruldu. bu ayeti kerimede ve hadisi kudside bildirilmiş olan yakınlık, yalnız seçilmiş üstün kimselerde hasıl olur. bu yakınlığa ya'ni evliyalık denir. bu yakınlığa kavuşmak için, önce ehli sünnet i'tikadına uygun iman lazımdır. ali imran suresinin altmışsekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. fekat, mü'minler arasında seçilmiş olanları daha çok sever. her mü'mini sevmesine denir. seçilmiş mü'minleri çok sevmesine, denir. yukarıda yazılı hadisi kudside bildirilmiş olan sevgi, işte bu sevgidir. bu sevginin de dereceleri vardır. şunu da bildirelim ki, allahü teala, insan aklı ile anlaşılamıyacağı gibi, onun sıfatları da insanın aklı ile anlaşılamaz. allahü tealanın kendisi gibi ve i'tibaratından her hangi biri gibi, hiçbirşey yokdur. bunun için, allahü tealanın insanlara olan her iki yakınlığı, insan aklı ile anlaşılamayan, bilinemiyen bir yakınlıkdır. iki zemanın ve iki cismin birbirlerine yakın olmaları gibi değildir. allahü tealanın kullarına yakın olması, akl ile düşünülen ve his organları ile anlaşılan yakınlıklar gibi değildir. ancak ba'zı seçilmiş mü'minlere verdiği ma'rifet denilen ilm ile anlaşılabilir. bu bilgiye denir. bizim bilgilerimiz dir. allahü tealanın, kullarına olan bu iki yakınlığı, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile bildirilmiş olduğundan, her ikisine de inanmamız vacibdir. allahü tealanın bizleri gördüğüne inanmamız lazım olduğu gibi, bize olan bu iki yakınlığına da inanmamız lazımdır. allahü tealanın görmesi, fizik kanunları ile izah edilen, ışığın yansıması ile olan görmek olmadığı gibi, onun bu iki çeşid yakınlığı da ölçü ile, metre ile, angstrom ile bildirilen yakınlık değildir. ba'zı hadisi şeriflerde arşın, zra' , karış, arpa boyu gibi birimler bildirilmesi, ölçü bildirmek için değil, azlık, çokluk bildirmek içindir. sual: vilayet, allahü teala ile kul arasında olan, insanların anlıyamıyacağı bir hal olduğuna göre, bunu niçin yakınlık sözü ile anlatmışlardır? cevab: bu suale cevab verebilmek için, önce iki şeyi bildirmek lazımdır: evliyaya hasıl olan keşf ve herkesin gördüğü rü'yalar, birşeyin misalinin, benzerinin hayal aynasında görünmesidir. uykuda iken olursa, rü'ya denir. uyanık iken olunca, denir. hayal aynası, ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rü'ya, o kadar doğru ve güvenilir olur. bunun içindir ki, peygamberlerin aleyhimüsselam gördükleri rü'yalara tam inanılır ve güvenilir in bir nev'idir. çünki, peygamberlerin hepsi ma'sumdurlar. ya'ni hiç yanılmazlar. hayalleri çok saf, çok temizdir. batınları, ya'ni kalbleri tertemizdir. evliyanın rü'yalarının çoğu da böyledir. doğru olur. çünki eshabı kiramda olduğu gibi, doğrudan doğruya veya eshabdan sonra gelenlerde olduğu gibi, rehberleri vasıtası ile, resulullahın sohbetinde kazanılan nurları ile ve onun emrlerine uymak ile, evliyanın hayalleri temizlenmiş ve kalbleri cilalanmışdır. celalüddini rumi rahmetullahi aleyh, bu inceliği mesnevisinde ne güzel anlatıyor. : evliyayı avlıyan hayaller bilirmisin nedir? huda bostanı güzellerinin görüntüleridir! peygamberlere uymaları sayesinde, evliyanın batınları cilalanır, parlak ayna gibi olur rahmetullahi aleyhim ecma'in. ba'zan batınlarının eski zulmetleri, kara lekeler gibi meydana çıkıp, hayal aynaları bulanır. keşf ve rü'yalarında yanlışlık olur. bu bulanıklık, ba'zan haram veya şübheli birşey yaparak veya haddi aşarak, ba'zan da cahillerden, sapıklardan bulaşarak hasıl olur. günah işliyenlerin rü'yaları çok kerre yanlış olur. batınları zulmetli olduğundan çok yanılırlar. allahü tealanın yaratdığı şeylerin hepsine denir. üç dürlü alem vardır: , bildiğimiz madde alemidir. , maddi olmıyan, ölçüsüz olan ruh alemidir. de maddeli ve maddesiz hiçbirşey yokdur. alemi misalde, birinci ve ikinci alemde bulunan herşeyin ve allahü tealanın, hatta düşüncelerin ve ma'naların misalleri vardır. allahü tealanın misli yokdur. misali vardır denildi. birşeyin kendisine ve sıfatlarına benziyen başka birşeye, birinci şeyin misli denir. allahü tealanın kendinin ve sıfatlarının misli yokdur, olamaz. birşeyin kendine değil, yalnız sıfatlarına benzetilen başka şeye, birinci şeyin misali denir. mesela, güneşe padişah denir. padişah, güneşin misali olur. nur suresi, otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir hadisi şerifde, allahü tealaya misal bildirilmişdir: . bundan dolayı, allahü teala rü'yada görülebilir denildi. yusüf aleyhisselam, kıtlık senelerini za'if sığırlar gibi, bolluk senelerini de, semiz sığırlar gibi ve buğday başakları gibi rü'yada gördü. celalüddini rumi de konyada vefat etdi. kitabında bildirilen bir hadisi şerifde, rü'yada gördüm ki, çok kimseler yanıma geldi. üzerlerinde gömlek vardı. kiminin gömleği göğsüne kadar, kiminin daha aşağı idi. ömeri radıyallahü anh gördüm. gömleği yerlere kadar uzundu buyurdu. ma'nasını sordular. gömlek, ilm demekdir buyurdu. bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler gösteriyor ki, misli olmıyan ve madde olmıyan şeylerin misalleri rü'yada görülebilir ve keşf yolu ile görülebilir. yukarıdaki iki açıklama öğrenildikden sonra deriz ki, vilayet denilen, bilinemiyen bir hal vardır. bu hal keşf yolu ile, alemi misalde, iki cismin birbirlerine yakın olmaları gibi görünmekdedir. vilayet hali ilerledikce, keşfde, allahü tealaya doğru yürümek gibi, yahud onun sıfatlarının birinden ötekine gitmek gibi görünmekdedir. evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in bilinmiyen hallerindeki değişmeler, alemi misalde böyle göründüğü için, bu hallere ve değişmelerine de ve gibi ismler verilmişdir. tesavvuf yolunda hasıl olunca geriye dönülmez. geri dönenler fenadan önce dönmüşlerdir. bu fakir bunu, bekara suresinin yüzkırküçüncü ayeti kerimesinin, allahü teala imanınızı gidermez. o, kullarına çok acıyıcıdır meali şerifinden anlamakdayım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, kullarının imanlarını geri almaz. fekat, alimleri yok ederek ilmi giderir. bu hadisi şerif de gösteriyor ki, allahü teala, hakiki imanı ve batın ilmini geri almaz. bu ayeti kerime ve hadisi şerif, eshabı kiramın hiçbirinin, sonradan mürted olmadığının şahididir. çünki, hepsinin imanı, hakiki idi. şi'iler, bu inceliği bilselerdi. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan hiçbirine dil uzatamazlardı. tam takva, ancak evliyada hasıl olur. hased, kin beslemek, kibr, riya, şöhret ve benzeri nefsin kötülükleri büsbütün gitmedikçe, tam takva hasıl olamaz. bunların büsbütün gitmeleri için de, ya'ni nefsin fani olması lazımdır. allahı sevmek, başka şeyleri sevmekden daha çok olmadıkça, hatta kalbde allahdan başka şeylerin sevgisi yok olmadıkça, kamil iman ve tam takva elde edilemez. bu da, ancak ile hasıl olur. fenai kalb için, hadisi şerifde, denildi. ve kitablarında bildirilen hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifin, vehhabi kitabında da yazılı olduğunu bildirmişdik. bir hadisi şerifde, üç kimse imanın tadını bulur: allahı ve resulünü herşeyden daha çok sever. yalnız allahın sevdiği kimseleri sever. imana kavuşdukdan sonra, kafir olmakdan korkması, ateşde yanmak korkusundan daha çok olur buyuruldu. rabi'a hazretleri, bir elinde su dolu, öteki elinde ateş dolu bir kap götürüyordu. böyle nereye gidiyorsun dediklerinde, cehennem ateşini söndürmeğe ve cenneti yakmağa gidiyorum. böylece müslimanları allahü tealaya, cehennem korkusu ve cennete kavuşmak arzusu ile ibadet etmekden kurtarmak istiyorum dedi ki, evliyalık da böyledir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. hucurat suresi onüçüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun için, islam alimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, eshabı kiramın hepsi, bu ümmetin en üstünleri ve en müttekileridir. çünki, eshabı kiramın hepsi radıyallahü teala anhüm ecma'in allahın resulünün sohbetlerinde bulunmakla, vilayet makamlarının en ilerisine vardılar. tevbe suresinin yüzbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, eshabı kiramı övüyor radıyallahü aleyhim ecma'in. vakı'a suresinin onuncu ayetinde mealen, imanları ileride olanlar, allahü tealaya yaklaşmakda ileride olanlardır. bunların hepsi mukarreblerdir buyuruldu. batının kemale kavuşması için, tesavvuf yolunda çalışmak vacibdir. ali imran suresinin yüzikinci ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealanın yasak etdiği şeylerden tam olarak sakınınız! buyuruldu. ya'ni zahirdeki işlerde ve batındaki ahlak ve akaidde, allahü tealanın beğenmediği hiçbirşey kalmamasını istedi. bu ayeti kerimedeki emr, tesavvuf yolundaki çalışmanın vacib olduğunu göstermekdedir. tam takva, ancak vilayet ile elde edilebilir. nefsin, yukarıda yazdığımız kötülükleri haramdır. bu kötülükler temizlenmedikçe, tam takva elde edilemez. bunlar da, nefsin fenası ile temizlenebilir. takva, günahlardan sakınmak demekdir. buna hadisi şerifde, denildi. bedenin salih olması için de, kalbin salih olması lazımdır. kalbin salih olmasına tesavvufcular demişlerdir. vilayet, kalbin ve nefsin fani olmaları demek olduğunu bildirdik. tesavvuf alimleri rahmetullahi aleyhim ecma'in buyuruyor ki, vilayet yedi derecedir. beşi, alemi emrden olan kalb, ruh, sır, hafi, ahfa adındaki beş latifenin fani olmalarıdır. altıncısı, nefsin fani olmasıdır. yedincisi, bedendeki maddelerin fani olmasıdır. beden maddelerinin fani olmasına adı verildi. takva, yalnız nafile ibadet yapmakla elde edilmez. takva, farzları ve vacibleri yapmak ve haramlardan sakınmak demekdir. ihlas ile yapılmıyan farzların, vaciblerin hiç kıymeti yokdur. zümer suresinin ikinci ayetinde mealen, allaha ihlas ile ibadet et! ibadet, ancak ona yapılır buyuruldu. haramlardan kaçınmak da, fenai nefs olmadan hasıl olamaz. görülüyor ki, vilayetin kemallerine kavuşmak, farzları yapmakla olur. fekat, vilayete kavuşmak, allahü tealanın bir ihsanıdır. dilediğine verir. çalışmakla elde edilemez. allahü teala, insanlara güçleri yeten şeyleri emr etmişdir. tegabün suresinin onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. görülüyor ki, elden geldiği kadar çalışmak lazımdır. vilayetin dereceleri sonsuzdur. sa'di şirazi rahmetullahi aleyh, kitabında: onun güzelliği sonsuz, sa'dinin sözü uçsuz, hasta içmekle doymaz, deryanın suyu azalmaz! beyti ile bunu anlatmakdadır. bunun gibi, takva dereceleri de sonsuzdur. hadisi şerifde, buyuruldu. bir kimse, vilayet derecelerinde yükseldikçe, allahü tealadan korkusu da artar. hucurat suresinin onüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. takva dereceleri sonsuz olduğundan, vilayet derecelerinde ilerlemek için, her zeman çalışmak vacibdir. batın ilminin artmasını istemek her vakt farzdır. taha suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, sevgili peygamberim! sen hep, ya rabbi benim ilmimi artdır düasını söyle! buyuruldu. bu ayeti kerime böyle olduğunu bildirmekdedir. bir velinin, kavuşduğu derecede kalması, yükselmek istememesi haramdır. muhammed bakibillah rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: allah yolunda edeb lazımdır edeb! ölünceye dek, taleb gerekdir taleb. deniz dolusu ağzına dökseler de, hiç doymamak, hep su aramak gerek! celalüddini rumi de: kardeşim, bu yolun yokdur sonu, çok gitsen de, yine yürümeli! buyurdu. hace muhammed bakibillah: ne kadar çok içirsen de bana, ateşim artıyor senden yana! buyurdu. batında yükselmeğe çalışmak vacib olduğu için, rehber aramak da vacib olmakdadır. çünki, rehber rahmetullahi aleyh arada olmaksızın allahü tealaya kavuşmak, çok az kimseye nasib olmuşdur. bunun için, celalüddini rumi: rehberden başka yokdur insanı çeken, bir rehber ara, ona sarıl pek muhkem! buyurdu. fekat, yalancı rehberlere aldanmamalıdır. mürşidi kamilin alameti, ehli sünnet i'tikadında olması ve islam ahkamına tam uymasıdır. sözleri, hareketleri islam ahkamına uygun olmıyan, kimse, havada uçsa da, rehber olamaz. müsliman olan, imanı olan kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları, kendilerini yabancı erkeklere göstermeleri haramdır. müsliman erkeklerin, kadınlarını, kızlarını örtmeleri farzdır. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in kitablarına uymıyan kimse, rehber olamaz. bundan, insanın dinine faide değil, zarar gelir. insan veya dehr suresinin yirmidördüncü ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. allahü teala, bu ayeti kerimede, önce günah işliyene ita'at etme buyurdu. ondan sonra, kafire ita'at etme buyurdu. çünki, müslimanın kafirle buluşması az olur. günah işliyenden emr alması daha çok olur. bundan başka, günah işliyen ile birlikde bulunmanın, kafirle beraber bulunmakdan daha çok zararlı olduğunu göstermekdedir. kehf suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimeden anlaşılıyor ki, nefse uymak, kalbin gafil olmasını gösterir. bedenin bozuk olması, ya'ni günah işlemek, kalbin bozuk olmasını göstermekdedir.şimdi açık gezen kadınlar, içki içenler, ya'ni günah işliyenler ve ibadet etmiyenler, müslimanlara karşı, sen kalbe bak, kalbimiz temizdir. allah kalbe bakar diyorlar. onların böyle konuşmalarının yanlış ve bozuk olduğunu, bu ayeti kerime göstermekdedir. hadisi şerifde, buyurulduğunu yukarıda bildirmişdik. bu hadisi şerif de, günah işliyenlerin bu gibi sözlerini yalanlamakdadır. allah dışınıza bakmaz. kalblerinize ve niyyetlerinize bakar hadisi şerifi, ibadet yapanlar, hayr işliyenler içindir. ya'ni, ibadetin kabul olması için, allahü tealanın rızası için yapılması lazımdır. mürşidi kamilin ikinci alameti, hadisi şerifde bildirilmişdir ki, onunla konuşmak ve onu görmek, allahü tealayı hatırlamağa sebeb olur. allahü tealadan başka herşey kalbe soğuk gelir. nevevinin bildirdiği hadisi şerifde, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem evliyanın alametleri sorulunca, buyurdu. bu hadisi şerifi ibni mace de bildirmekdedir. muhyissünne hüseyn begavinin, kitabındaki hadisi şerifde, allahü teala buyurdu ki, ben zikr olunduğum zeman evliyam hatırlanır. onlar zikr olununca da, ben hatırlanırım buyurulmuşdur. fekat, allahı hatırlamak için, veli ile bağlılık lazımdır. veliyi inkar eden, veli olduğuna inanmıyan, ona bağlı değildir. inanmıyan, bu ni'mete kavuşamaz. : allahın nasib etmediği kimse, feyz alamaz peygamberi de görse! her velide böyle te'sir vardır. ba'zısında daha kuvvetli te'sirler olur ki, talebeyi çekerek tesavvuf yolunun yüksek derecelerine çıkarırlar. bunlara denir. cahiller ve yalancılar ilk görmekde ve birkaç görüşmekde veliyi rahmetullahi aleyh tanıyamaz. bunların, güvendikleri kimselerden sorup anlamaları lazımdır. allahü teala, nahl suresinin kırküçüncü ayetinde ve enbiya suresinin yedinci ayetinde mealen, buyurdu. hadisi şerifde, buyuruldu. rehber olarak tanınan bir kimsenin yanında yıllarca bulunup da, kalbinde bir değişiklik hasıl olmıyan kimse, onun yanından ayrılmalıdır. imamı rabbani müceddidi elfi sani ahmed faruki serhendi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, eshabı kiram radıyallahü anhüm sıra ile dört halifeyi seçdiler. halife seçmek, yalnız dünya işlerini düzeimamı begavi de vefat etdi. ne koymak için değildi. batınlarını kemale getirmek için de seçmişlerdi. sual: evliya ölünce, onun feyz vermesi kesilir mi? feyz almak için hep diri olanı aramak lazım mıdır? cevab: evliya ölünce, feyz vermesi bitmez. hatta artar. fekat, nakıs olanların, kendilerini kemale erdirecek kadar, meyyitden feyz almaları pekaz nasib olur. veliden, öldükden sonra alınan feyz, diri iken alınan kadar olsaydı, medinede yaşıyan müslimanların, bu zemana gelinceye kadar, hepsinin resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem feyz alarak, eshabı kiram derecesinde olmaları lazım gelirdi. kimsenin rehber aramasına lüzum kalmazdı. çünki, rehberden feyz alabilmek için, feyz alan ile feyz veren arasında bağlılık lazımdır. rehber ölünce, bu bağlılık kalmaz. evet, fena ve bekaya kavuşdukdan sonra, batınları arasında bağlılık hasıl olup, kabrden de, çok feyz alınabilir ise de, bu feyz de, diri iken alınan feyz kadar olamaz. ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim ecma'in buyuruyor ki, hiçbir veli, gaybı bilmez. allahü teala keşf veya ilham ile bildirirse, ancak onu söyliyebilir. evliya gaybı bilir diyen kafir olur. evliya, yok olan şeyi var edemez. var olanı yok edemez. kimseye rızk veremez. çocuk veremez. hastalığı gideremez. araf suresinin yüzseksenyedinci ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim! onlara söyle ki, kendime faide ve zarar vermeğe gücüm yetmez. ancak allahın dilediği olur buyuruldu. allahü tealadan başkasından yardım beklemek caiz değildir. fatiha suresinde, dememizi emr etmekdedir. yalnız sana mahsusdur demekdir. bunun için, evliyaya adak yapmak caiz olmaz. çünki, nezr yapmak ibadetdir. evliyadan birine nezr yapan kimsenin, bu nezrini yerine getirmemesi lazımdır. çünki, elden geldiği kadar, günahdan kaçınmak vacibdir. kabr etrafında saygı için dönmek caiz değildir. çünki, ka'be etrafında dönmeğe benzemekdir ki bu dönmek, namaz kılmak gibi ibadetdir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve velilerin dirilerine ve ölülerine düa ederek, kendiliğinden birşey yapmalarını istemek caiz değildir. hadisi şerifde, buyuruldu. mü'min suresinin altmışıncı ayetinde mealen, bana düa ediniz! düanızı kabul ederim. kibr edip bana ibadet etmek istemiyenler, zelil olarak cehenneme gideceklerdir buyuruldu. cahiller, ya abdülkadir geylani, ya şemseddin panipüti, ya tezveren dede, allah için bana şunu ver diyorlar. böyle söylemek şirkdir, küfrdür. ya rabbi! abdülkadiri geylani hürmeti için bana şunu ver! seyyidet nefise hürmetine hastama şifa ver demelidir. allahü tealaya böyle düa etmek caizdir ve faidelidir. araf suresinin yüzdoksanüçüncü ayetinde mealen, allahdan başka her kime düa ederseniz, onlar da sizin gibi kuldur. kimseye yardım edecek güçleri yokdur buyuruldu. sual: bu ayeti kerime kafirlerin putlarına tapınmalarının şirk olduğunu bildirmek için gelmişdir. evliyayı rahmetullahi aleyhim ecma'in putlara benzetmek doğru mudur? cevab: ayeti kerimede, allahdan başka buyuruldu. bu, allahdan başka herşey demekdir. evet, hadisi şerifde, peygamberi zikr etmek ibadetdir. salihleri zikr etmek günahlara keffaretdir. ölümü zikr etmek sadaka vermek gibidir. kabri zikr etmek, sizi cennete yaklaşdırır buyuruldu. bu hadisi şerif ebu nasr deyleminin rahmetullahi aleyh kitabında yazılıdır. hadisi şerifini de deylemi bildirmekdedir. bu hadisi şeriflerdeki zikr etmek, onların yüksek mertebelerini, hallerini, güzel huylarını hatırlamak, söylemek demekdir. böylece bunları sevmek, allah sevgisindendir. bunları işitenler, bunlar gibi olmağa çalışırlar. yalnız ezanda ve ikametde, allahü tealanın ismi yanında muhammed aleyhisselamın ismini de zikr etmek ibadetdir. inşirah suresi dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. bu yükseltmek, yalnız muhammed aleyhisselam içindir. bir kimse, dedikden sonra, ali veliyyullah dese, bu kimse ta'zir olunur. ya'ni cezalandırılır. muhammed aleyhisselamın ismini zikr etmek de, yalnız dinimizin bildirdiği yerde caiz olur. mesela, ya muhammed, ya muhammed diyerek tesbih çekmek caiz değildir. ismet, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat mahsusdur. ismet, bilerek ve bilmiyerek, büyük ve küçük hiçbir günah işlememek demekdir. evliyada ismet vardır demek küfr olur. eshabı kiramın hepsi radıyallahü anhüm evliyanın hepsinden daha yüksekdirler. tebe'i tabi'inin büyüklerinden olan abseyyidet nefise hazreti hasenin torunu hasenin kızı de mısrda vefat etdi. düllah ibni mubarek hazretleri buyurdu ki, . evliyanın kabrlerini yüksek yapmak, onlara saygı için üzerlerine türbe yapmak, yanında ziyafet vermek, kabrlerinde kandil, mum yakmak bid'atdir. kimisi haram, kimisi mekruhdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti aliyi radıyallahü anh, göndererek, kafirlerin yüksek kabrlerini yıkdırdı ve resmleri yok etdirdi.evliya öldükden sonra da, kendilerini sevmek, hurmet etmek lazımdır. böylece, ruhlarından feyz alınır. istifade olunur. insanın kalbi temizlenir. ziyarete gelenlerin bu kabrin bir veli mezarı olduğunu anlıyarak, saygı göstermeleri için ve ziyaret edenin soğukdan, sıcakdan, yağmurdan, yırtıcı hayvandan korunması için, evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in kabrleri üzerine türbe yapmak caiz, hatta lazımdır. türbe, veli için değil, ziyarete gelen diriler için yapılmakdadır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrini ziyaret etmek için sünnet şöyledir: abdestli olmalı, resulullaha salevat getirmeli, önceden yapmış olduğu namaz, sadaka, oruc, kur'anı kerim okumak gibi hayrlı işlerin sevabını ona bağışlamalı, gönlü uyanık olmalı, onu sevmeği ve sünnetine uymağı, allahü tealadan dilemelidir. eğer, ziyaret etdiği kabr, mensub olduğu velinin kabri ise, kalbinden dünya düşüncelerini çıkarıp, ondan feyz almağı beklemelidir. kabr başında kur'anı kerim okumak sünnetdir. dünyalığa, mala, şöhrete kavuşmak, saygı toplamak için rehberlik yapanlar, şeytanın vekilleridir. müseylemetülkezzab gibidirler. evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in allahü tealadan kendilerine gelen ni'metleri haber vermeleri, bulundukları yüksek dereceleri talebelerine bildirmeleri caizdir. hadisi şerifde, buyuruldu. öğünmek haramdır. kendindeki iyilikleri, ni'metleri, kendinden bilirse, allahü tealanın verdiğini düşünmezse, öğünmek olur. ya'ni olur. bu ni'metlerin allahü tealaabdüllah ibni mubarek de, veysel karani de vefat etdi. dan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünürse, olur. insanların allahü tealaya yaklaşması, ancak allahü tealanın çekmesi ile olur. eğer, vasıtasız doğrudan doğruya çekerse, denir. vasıta ile çekmesi, iki dürlü olur: ibadet yapmak ve riyazet çekmek vasıtası ile yaklaşdırır. buna denir. yahud bir rehberin sohbeti vasıtası ile eder. bütün bu çekişlerin asl sebebi, insanın kendi kabiliyyetidir. bu kabiliyyetleri, insana yaratılışda verilir. insanların kabiliyyetleri, isti'dadları başka başkadır. insanın allaha yaklaşmasına en büyük mani' nefsinin şehvetleri ile bedenin ihtiyac ve kötülükleridir. ikinci mani', latifelerinin kendilerinden ve rablerinden gafil olmalarıdır. insanı allahü tealaya yaklaşdıran ibadetleri, riyazetleri de, bir rehberin göstermesi lazımdır. riyazet ve ibadet yapmakla, hem nefs ve beden tezkiye bulur. ya'ni kötülüklerden temizlenirler. hem de, alemi emrden olan latifeler, beden maddelerinden ve nefsden bulaşmış olan zulmetlerden tasfiye olur. gafletden kurtulurlar. tesavvuf yollarının çoğunda, önce süluk yapılır. önce, iki mani' ortadan kaldırılır. böylece, alemi emrin beş latifesi saf olur ve nefs denilen güzel huylarla bezenir. bundan sonra, rehber saliki allahü tealaya cezb eder. bu salike, denir. böyle ilerlemesine denir. çünki rehber salikin temizlenmesini alemi misalde görerek anlar. bu seyr çok güçdür ve uzun sürer. allahü teala behaüddini buhariye rahmetullahi aleyh sülukden önce cezb yapmasını ilham eyledi. önce teveccüh ederek, her latifede zikr yapdırırlar. her latifede fani olurlar. buna denir. seyri afakinin çoğu da, bununla birlikde hasıl olur. sonra, nefsi ve bedeni temizlemek için riyazet yapdırılır. bu salike, denir. bu seyr kolay ve çabuk olur. nakısların, cahillerin kendiliklerinden yapdıkları ibadetlerle, terakkileri pek az olur veya hiç olmaz. çünki, bunların ibadetlerinin sevabı pek azdır. elli sene ibadet ile vilayetin en aşağı derecesine yetişebilirler. o halde, yalnız mücahede ve riyazet ile vilayet elde edilemez. ibadetlerin, riyazetlerin ancak sünnete uygun olanları faidelidir. bunun için, bid'atlerden sakınmak şartdır. hadisi şerifde, amelsiz söz kabul olmaz. niyyetsiz amel kabul olmaz. sünnete uygun olmazsa, hiçbiri kabul olmaz buyuruldu. ya'ni, hiçbirine sevab verilmez. ibadetlerin, riyazetlerin güç, sıkıntılı olması değil, sünnete uygun olmaları lazımdır. .ıyamet ve ahıret sual: çok sıkıntılı riyazetler çekenlerin çok ilerledikleri, keşf ve keramet gösterdikleri görülüyor. buna ne dersiniz? cevab: riyazet çekmekle keşf, keramet ve dünya işlerinde tesarruf elde edilir. eski yunan felesofları ve hind papasları böyle yaparlardı. allah adamları, bunlara kıymet vermez. nefsi kötülüklerden kurtarmak, şeytanı öldürmek, ancak sünnete uymakla mümkindir. sual: yukarıdaki cevaba göre, yalnız riyazet yapılan tesavvuf yollarında kimsenin veli olmaması lazım gelir. buna ne dersiniz? cevab: tesavvuf yollarının hepsi sünnete uymakdadır. ba'zılarına bir bid'at karışmış ise, başka işlerinde sünnete uymaları, bu bid'ati işlemekden kurtarabilir. bunlara bid'at karışması keşf ve ilhamlarını yanlış te'vil etmelerinden hasıl olur. cahillerin, yalancıların bid'atleri böyle değildir. bunlar zararlıdır. feyzin kesilmesine sebeb olur. nakıs ve kamil, herkes daha kamil olandan feyz alır. vilayet ancak kamilin sohbeti ile elde edilebilir. nakısların, cahillerin sohbeti hiç kimseyi vilayete kavuşduramaz. çünki, bunların hak teala ile münasebetleri yokdur. kamil olan rehberin zahiri halk ile, batını hak ile olduğu için, allahü tealadan aldığı feyzi, insanlara vererek, onları vilayete kavuşdurur. isra suresinin doksanbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, görünüşde kendisi ile münasebet kalmadığı için, herkes kabri se'adetden feyz alamaz oldu. resulullahın varisleri olan alimlerden, rehberlerden feyz alındı. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. kemale yetişen, veli olan kimseler rahmetullahi aleyhim ecma'in, allahü tealadan vasıtasız feyz alabilirler. ibadet yapmakla da yükselirler. ayeti kerimesi bunu bildirmekdedir. bu veli, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve evliyanın kabrlerinden de feyz alabilir. peygamberlerin insanlardan gönderilmesi, sohbetde hasıl olan te'sir içindir. çünki, i'tikad ve fıkh bilgileri meleklerden de öğrenilebilir. cibril hadisi bunu göstermekdedir. çünki resulullah, bu gelen cebrail idi. size dininizi öğretmek için gelmişdi buyurdu. sohbetin te'siri için, rehberlerden feyz alabilmesi için, arada tam münasebet bulunması lazımdır. vilayet elde etmek için de, bu te'sir lazımdır. az kimse vardır ki, isti'dadları çok kuvvetli olup, peygamberin salevatullahi aleyhim ecma'in veya bir velinin rahimehullahü teala ruhundan feyz alarak, vilayet mertebesine kavuşurlar. bunlara denir. eshabı kiramın sohbeti de, feyz verdi. fekat bir sohbet yetişmezdi. çok def'a sohbet etmek lazım idi. sonra gelen evliyanın sohbetleri, ancak riyazet çekmekle birlikde te'sir etdi. allahü teala, insanlarda kendine yaklaşmak ve kendini tanımak isti'dadını yaratdı. bu isti'dadın mikdarı herkesde başkadır. farzları, vacibleri yapdıkdan ve haramlardan, şübhelilerden kaçdıkdan sonra, nafile ibadetlerin en te'sirlisi zikrdir. her zeman allahü tealayı zikr etmelidir. hadisi şerifde, buyuruldu. fenai nefs hasıl olmadan önce, diğer nafile ibadetleri yapmakla ve kur'anı kerim okumakla allahü tealaya yaklaşılamaz. batını temizlemedikçe, bunlarla terakki olmaz. batını temizlemek, allahı zikr etmekle olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, boş zemanlarda hep bu i okumalıdır. zikrin çeşidleri arasında allahü ekber, allahü ekber. la ilahe illallahü vallahü ekber. allahü ekber ve lillahil hamd çok faidelidir. buna denir. bundan sonra kalan zemanlarda, ahıret adamları ile, salihlerle görüşmeli, sohbet etmelidir. salih kimse bulamıyan, bunların kitablarını arayıp, bulmalı, bunları okumalıdır. mürtedlerle, bid'at sahibleri ile, fasıklarla arkadaşlık etmemeli, bunlarla oturmamalıdır. haram işliyenlere denir. din cahilleri ile, dünyaya düşkün olanlarla ve mezhebsizlerle görüşmemelidir. bunlarla görüşmek, insanın batınını harab eder. evliyanın sohbetinde bulunmak, zikrden ve diğer nafile ibadetden daha faidelidir. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm, birbirlerini görünce, biraz benimle otur. imanımı tazeliyeyim derlerdi. celalüddini rumi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: evliya yanında geçen az zeman, faidelidir yüzyıllık takvadan! hace ubeydullahi ahrar rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: kılınabilir her zeman nafile namaz, bizim sohbetimiz bir daha bulunamaz! birisine, bayezidin sohbetinde bulun dediler. ben her an rabbimin sohbetindeyim dedi. bayezidin sohbeti sana daha faidelidir cevabını verdiler. ya'ni cenabı hakdan, ona bağlılığın ve isti'dadın kadar feyz alabilirsin. bayezidin sohbetinde ise, onun yüksek derecesine uygun feyzlere kavuşursun demek istediler. kötü arkadaşla hiç görüşme, o, zehrli yılandan da fenadır! yılan alır insanın canını, o alır canını, imanını! senaüllahi dehlevinin farisi adındaki kitabından seçerek, türkçeye terceme burada temam oldu. senaüllahi dehlevi, mazheri canı cananın yetişdirdiği evliyanın büyüklerinden olup, senesinde hindistanda vefat etdi. paniput şehrindedir. tenbih: muhammed parisa, kitabında buyuruyor ki, yusüfi hemedaniye, kamil bir rehber bulamazsak, ne yapalım dediler. hergün onların kitablarını okuyunuz buyurdu. şimdi, selamete kavuşmak için, imamı rabbaninin rahmetullahi aleyh kitabını okumalıdır. ın birinci cildinin tercemesi, adı ile, de istanbulda basdırılmışdır. se'adete kavuşmak istiyenlerin, bu kitabı okumaları çok faidelidir. abdülgani nablüsi kitabının yüzdoksanıncı sahifesinde buyuruyor ki: ibadetleri iktisad üzere, ya'ni ne az, ne de pek aşırı olmıyarak, orta mikdarda yapmak lazımdır. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, allahü teala, sizin için kolaylık istiyor. güç işleri yapmanızı istemiyor buyuruldu. bunun için, hastanın ve yolcunun oruc tutmamasına izn verdi. bize ağır ve sıkıntılı işler yapmağı emr etmedi. insan iki işden birini yapmak karşısında bulunursa, bunlardan hafif ve kolay olanını yapması daha doğrudur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, birinin mescidde saatlerce namaz kıldığını işitdi. mescide gelip, bunu omuzlarından tutarak, allahü teala, bu ümmetden kolay işler yapmasını istiyor. güç işleri beğenmiyor buyurdu. allahü teala, bu ümmete kolay şeyleri emr etdi. islam ahkamına uymak pek kolaydır. maide suresinin doksanıncı ayetinde mealen, ey mü'minler! allahü tealanın size halal etdiği tayyıb, ya'ni güzel şeyleri, kendiyusüf hemedani de hiratda vefat etdi. nize haram etmeyiniz! halallere haram demeyiniz! allahü teala, halal etdiği şeylere haram diyenleri sevmez! buyuruldu. abdülvehhab oğlu muhammed, halal olan şeylere, hatta ibadetlere haram diyor. hatta, şirk diyor. bu ayeti kerime, allahü tealanın bunu sevmediğini bildiriyor. bir mü'min günah işleyince, günahın cezasından, azabından kurtulmak için, allahü teala yol gösterdi. tevbe ile, keffaret vermekle afv edeceğini bildirdi. vehhabi kitabı, devr ile iskat yapılmasına saldırırken, bunlar, kötü kimselerin günah işlemesine yol açan, uydurma şeylerdir diyor. günahların tevbe ve keffaret ile afv edilmeleri karşısında acaba ne diyecek? bunlar, kötü kimselerin günah işlemelerine yol açıyor diyerek, allahü tealanın gösterdiği kolaylığa ve merhamete de dil uzatacak mı? hadisi şerifde, buyuruldu. zaruret olduğu zeman, haram işlemeğe ve farzı terk etmeğe , izn verilmişdir. ya'ni azab yapılmaz. zaruret zemanında da, dinin emrlerini yapmağa denir. ba'zan, azimet olanı yapmak daha iyidir. mesela, ölüm ile korkutulan kimsenin, imanını gizlememesi böyledir. öldürülürse, şehid olur. ba'zan ruhsat olanı yapmak, daha iyi olur. yolcunun oruc tutmaması böyledir. yolcu, orucu tutarak hastalanır, ölürse günaha girer. ahkamı islamiyyeye uymakdan kurtulmak için, mezheblerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araşdırıp, bunlara göre iş yapmak caiz değildir. böyle araşdırmağa denir. ihtiyac olunca, başka mezhebe geçmek veya birkaç şeyi başka mezhebe göre yapmak caizdir. farzı yapmamak veya haramı yapmak için hile yapmak haramdır. buna, denir. birşey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir. buna denir. abdüllah musuli, kitabının şerhi olan kitabında diyor ki, farzları yapamıyacak kadar za'ifleten riyazet, ya'ni az yimek caiz değildir. kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödiyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. bu niyyet ile çalışan kimse, borcunu ödiyemeden ölürse, azab çekmez. hadisi şerifde, kazanması farzdır buyuruldu. bundan fazlası için çalışmamak caizdir. adem amusuli de vefat etdi. leyhisselam buğday eker ve ekmek yapardı. nuh aleyhisselam neccar, marangoz idi. ibrahim aleyhisselam kumaş tüccarı idi. davüd aleyhisselam demirci idi. süleyman aleyhisselam zenbil yapardı. muhammed aleyhisselam, önce koyun güderdi. sonra ticaret yapdı. sonra cihad yapardı. asker idi. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, kumaş tüccarı idi. ömerülfaruk, kösele dikerdi. osmanı zinnureyn gıda maddeleri idhalatçısı idi. ali radıyallahü anhüm işçilik ve cihad yapardı radıyallahü teala anhüm ecma'in. çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplıyacak kadar çalışmak mubahdır. müslimanlara yardım için, cihad etmek için, fazla çalışıp kazanmak müstehabdır, iyidir. hadisi şerifde, buyuruldu. ihtiyar kitabından terceme temam oldu. gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhdur. mülteka kitabında haramdır denildi. çalışmak rızkı artdırmaz. rızkı veren, allahü tealadır. çalışmak, sebebe yapışmakdır. sebeblere yapışmak sünnetdir. çalışan insan beş dürlü olur: birincisi, rızkın yalnız çalışmakdan geldiğine inanır. kafirler böyledir. ikincisi, rızkın allahdan geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır. çalışırken, allahü tealaya asi olmaz. haram işlemez. halis, salih mü'minler böyledir. üçüncüsü, rızkın allahü tealadan geldiğine inanır ise de, çalışırken allahü tealaya asi olur. fasık mü'minler böyledir. dördüncüsü rızkın hem allahü tealadan, hem de çalışmakdan geldiğini sanır. müşrikler böyledir. beşincisi, rızkın yalnız allahü tealadan geldiğini bilir. fekat rızkı verir mi vermez mi bilmez. münafıklar böyledir. alim bin ala, ve ismindeki fetva kitabında diyor ki, cami'de, evde kapanıp hep ibadet etmek ve yiyip içip, evlenmek, gezmek gibi eğlenceleri ve halal kazanmağı terk etmek, tahrimen mekruhdur. sual: din alimlerinin yukarıdaki sözleri, tesavvufcuların rahmetullahi aleyhim ecma'in riyazet ve sıkıntılı yaşamağı övmelerine uymıyor. bu ikisinden hangisi daha iyidir? cevab: tesavvufculardan bir kısmı, dedi. sehl bin abdüllah, onbeş günde bir yirdi. imamı gazali diyor ki, ebu bekri sıddik radıyallahü anh altı günde bir yirdi. cüneydi bağdadi hergün dörtyüz rek'at namaz kılardı. sehl bin abdüllah, yedi yaşında hafız oldu. hergün alim bin ala da vefat etdi. oruc tutardı. on iki sene, yalnız arpa ekmeği yidi. abdülvehhabi şa'rani rahmetullahi aleyh hergün akşam ile yatsı arasında kur'anı kerimi iki kerre hatm ederdi. buna inanmakda tereddüd etmemeli. evliyada ruhani kuvvet vardır. ruh, bir anda çok şey yapar. alimler, buyurdu. bu sözleri, bütün ümmet için farz veya vacib veya sünnet olan şeylerdedir. her müslimanın böyle yapması lazımdır. tesavvufcuların çekdikleri sıkıntılar ise, nafile ibadetdir. herkesin yapması lazım değildir. tegabün suresi onaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. furkan suresi yetmişinci ayetinde mealen, iman edip tevbe eden ve salih ameller işliyenlerin günahlarını sevablara çeviririm. allahü teala günahları afv edici, acıyıcıdır buyuruldu. vahşi, bu ayeti işitince, afv için şartlar bildiriyor. bu şartları yapamazsam korkarım. bunun daha kolayı yok mudur dedi. buna karşılık, mealindeki ayet geldi. vahşi, bunu işitince, allahü teala, beni afv etmek dilemezse, ne yaparım dedi. bunun üzerine, ey kendilerine zulm eden kullarım! allahın rahmetinden ümmidinizi kesmeyiniz! allahü teala, bütün suçları afv eder. o, gafur, rahimdir mealindeki ayeti kerime geldi. vahşi, bu müjde bana yeter dedi. iman etdi. bu ayeti kerime, kıyamete kadar gelecek olan herkes için müjdedir. su bulamıyanların teyemmüm etmeleri için de, önce ve sonra, mealindeki ayeti kerime geldi. toprağı sürmeği emr eylemedi. emri kolaylaşdırdı. allahü teala, peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem mekke dağlarını altın yapayım ister misin buyurunca, bu altınları allah yolunda ve düşmanlarla cihad için kullanmağı düşünmedi. istemedi. güçlük çekmeği arzu eyledi. tebük gazvesinde ise, buyurarak, eshabından yardım istedi. resulullahın uzun günler orucunu bozmadığı ve açlıkdan mubarek karnına taş bağladığı, kitablarda yazılıdır. mubarek ayakları şişinceye kadar geceleri, çok namaz kıldığı da bildirilmişdir. mubarek zevceleri de radıyallahü teala anhünne, böyle çok ibadet yaparlardı. fekat, ümmetine çok merhamet etdiği için, onların böyle sıkıntı çekmelerini istemezdi. ümmetine ruhsat ile emr ederdi. kendisi azimet ile ibadet yapardı. din demek, yalnız emr demek değildir. ruhsat ile azimetin ikisi de dindir. tahrim suresinde, mealindeki ayeti kerime, ruhsat, izn verilen şeyleri inkar etmeyiniz! bunları haram etmeyip de, terk eder, çekinirseniz zühd olur, iyi olur. yapması ise, günah olmaz demekdir. hadisi şerifde, buyuruldu ki, ruhsat, izn verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren benden değildir demekdir. tesavvuf büyükleri, ruhsat ve azimetden, ikincisini seçmişlerdir. ruhsat ile amel etmeği de inkar etmemişlerdir. herkese ruhsat ile amel etmeği emr etmişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, böyle yapardı. tesavvuf demek, kitaba ve sünnete uymak, bid'atlerden sakınmak ve tesavvuf büyüklerine saygılı olmak ve herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmekdir. ehli sünnet alimleri, azimet ile, vera' ile hareket etdiklerinden, bir haram işlememek için, yetmiş halali terk ederlerdi. ebu bekri sıddik radıyallahü anh buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ebu hüreyreye radıyallahü teala anh, buyurdu. bundan anlaşılıyor ki, din demek, yalnız ruhsat, her işde orta yol demek değildir. azimet, zühd ve vera' da dindendir. riyazetin, açlık çekmenin tahrimen mekruh olması, buna dayanamıyanlar, bedenine ve aklına zarar verecek olanlar içindir. çünki, kendini tehlükeye düşürmek haramdır. ruhani kuvvetleri, bu tehlükeyi önliyenler için, riyazet çekmek caiz ve faideli olur. rehberin lazım olduğu buradan da anlaşılmakdadır. kamil olan rehber, talebenin sıhhatini, mizacını, ruhunun kuvvetini anlar. ona uygun olan mikdarda riyazet etmeği emr eyler. onu tehlükeden korur. kamil olan rehber, hem beden, hem de ruh ve din mütehassısıdır. resulullah efendimizin varisi, vekilidir. kamil olan rehberin emri ile yetişenlerde hiçbir zarar ve tehlükeye düşen görülmemişdir. hepsi yükselmiş, olgunlaşmışdır. tesavvuf yolunda ilerlerken, islamiyyete uymakda hiç gevşeklik göstermemişlerdir. farzı terk etmeğe sebeb olan şeyi yapmak haramdır. rehber bundan korur rahmetullahi aleyh. nafile ibadetleri iznle yapmak, bunun için lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ümmetine çok merhametli idi. mi'rac gecesi, elli vakt namazın beş vakte inmesini diledi. ümmetine sıkı emrler gelmesine yol açmaması için, eshabının sıkıntılı riyazetler yapmalarına izn vermezdi. onun, ümmetine çok faideli olacak ibadetleri bildirmiyeceği ve yapılmalarını önliyeceği düşünülemez. herşeyin en iyisini, en faidelisini söylemiş, yapmış ve yapdırmışdır. ruhsat ile amel, aşırı ve noksan olmaksızın kulluk etmek, bütün ümmeti için faideli olacağından, bunları açıkca yapmış ve emr eylemişdir. eshabı kiramın yükseklerine ise, gizli bilgiler ve ibadetler öğretmişdir. bekara suresinin ikiyüzseksenikinci ayeti kerimesinde mealen, allahdan korkunuz! böylece, size çok şeyler öğretir buyuruldu. bu , ilahi ma'rifetler, gizli bilgilerdir. hadisi şerifde, ilmin, inceleri ve gizlileri vardır. bunları ancak allah adamları bilir. bildiklerini söylerlerse, cahiller bunlara inanmazlar buyuruldu. imamı kastalaninin kitabında yazılı olan mi'rac hadisinde, rabbim bana başka başka üç ilm bildirdi. birinci ilmi kimseye bildirme dedi. çünki, bu ilmi benden başka hiç kimse anlıyamaz. ikinci ilmi, dilediğine bildirebilirsin dedi. üçüncü ilmi, ümmetinin hepsine bildir dedi buyuruldu. görülüyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, allahü tealanın bana bildirdiği ilm, yalnız ümmetin hepsine bildirilmesi emr olunan ilmdir buyurmadı. hak olan başka iki ilm daha bulunduğunu haber verdi. resulullahın, dilediğine bildirmesi için izn verilen, ikinci ilm ya'ni evliyalık, tesavvuf ilmidir. bu ilm, islamiyyetin batınını ve hakikatini bildirmekdedir. bu ilm, ancak takva ile elde edilir. kehf suresinde, hızır aleyhisselam için, buyuruldu. bu ayeti kerime, ni bildirmekdedir. herkese bildirilmesi emr olunan , resulullahın mubarek sözlerinden ve hareketlerinden alınmış olduğu gibi, vilayet ma'rifetleri de, onun mubarek kalbinden çıkıp, kalblere akmakdadır. bunun içindir ki, ebu hüreyre radıyallahü anh, resulullahdan iki ilm aldım. birisini sizlere bildirdim. ikincisini bildirmiş olsam, anlıyamaz, beni öldürürsünüz dedi. birincisi, dir. ikincisi dır. bunu ancak, evliya ve sıddiklar bilir. tesavvufcular, batın ilmine kavuşmak için, riyazetler çekiyor, mücahedeler yapıyorlar. ilmi zahirde, sahte, yalancı ilm adamları olduğu gibi, sahte, bozuk kimseler, tesavvufcu kılığına girmişler, bu mubarek yolu, dünya çıkarlarına alet etmişlerdir. bu yalancılardan sakınmak, tuzaklarına düşmemek için, onları tanımak lazımdır. bunun için de, islamiyyeti iyi öğrenmek lazımdır. doğru ile bozuğu ayıran biricik mi'yar islamiyyetdir. islamiyyete uyan bir kimse, tesavvuf yolunda da çalışırsa çok iyidir. fekat, bu yolda ilerlemek için, kamil olan rehberin kontrolü lazımdır. kamil olan rehber, kalb ve ruh mütehassısıdır. talibin kalbindeki hastalığı anlıyarak, ona uygun olan riyazeti ve zikri seçer, yapdırır. bekara suresinin onuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bu hastalığın tedavisi, resulullahın sohbeti ile oluyordu. başkaca bir riyazete, sıkıntıya lüzum kalmıyordu. eshabı kiramın hepsi, o sohbetin bereketi ile resulullahın mubarek kalbinden feyz aldılar. tesavvufun en yüksek derecelerine kavuşdular. kendilerinden sonra gelen evliyanın hepsinden daha yüksek oldular. onlardan sonra gelenler, resulullahın sohbetine kavuşamadıkları için, riyazetler, sıkıntılar çekerek, kalb hastalıklarından kurtulmağa çalışmışlardır. ilmi batın, ilmi zahirden ayrılmaz. her ikisine kavuşanlara, denir. resulullaha varis olan ulema, yalnız bunlardır. riyazet, sıkıntı çekerek, kalblerini tedavi edenler, ilmi batına kavuşunca, riyazeti bırakırlar. yalnız farzları, sünnetleri yaparlar. eshabı kiram radıyallahü teala anhüm gibi batınları ile de, kalbleri ile de, ibadet ederler. pazarda alış veriş etmeleri onların batın ibadetlerine zarar vermez. allahü tealayı bir an unutmazlar. kur'anı kerimde, bunlar övüldü. nur suresi, otuzyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in riyazet çekmeden bu dereceye kolayca ve az zemanda yükseldiler. hazreti ömer radıyallahü anh, ilk sohbetinde yükseldi. eshabı kirama riyazet çekmeleri için izn verilseydi, din alimleri, mezheb imamları, onların riyazetlerini kitablarına yazarak, bütün müslimanların böyle yapmaları lazım olurdu. hadis alimlerinden muhammed bin abdüllah hakim nişapurinin rahimehullahü teala kitabında bildirdiği hadisi şerifde, deccalın zemanında bulunan mü'minlerin gıdası, meleklerin gıdası gibi, tesbih ve takdis etmek olur. allahü teala, o zeman tesbih ve takdis edenlerin açlığını giderir buyuruldu. bu da gösteriyor ki, allahü teala, dilediği kullarına öyle hal verir ki, yimeğe, içmeğe ihtiyacları kalmaz. deccal zemanında, bütün mü'minlere bu hali ihsan edecekdir. deccalın fitnelerinden biri şudur ki, uğradığı şehrlere, diyecek. ona uyarlarsa, göke emr ederek yağmur yağacak, yere emr ederek, ekin çıkacakdır. ona uymazlarsa, emr edip, hiç yağmur yağmıyacak ve yerden ot bitmiyecekdir. herkes aç kalacakdır. hadisi şerif, bu fitnenin mü'minlere zarar vermiyeceğini bildiriyor. mü'minler tesbih ve takdis okuyarak, açlık duymıyacaklardır. zühd, sabr, riyazet, açlık gibi sıkıntı çekmenin islamiyyete uymadığını zan etmemelidir. çünki islamiyyet, bedene eziyyet ve zarar veren şeyleri yasak etmişdir. bu riyazetler, tesavvufculara zarar vermemekdedir. bunlar da, islamiyyetin her hükmü gibi, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem gelen islam dininden bir parçadırlar. bu işleri ve bunları yapan evliyayı inkar etmek, dinin bir parçasını inkardır. tesavvufcular riyazet yapıyor diyerek, bunları peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat, hatta eshabı kiramdan rıdvanullahi aleyhim ecma'in daha üstün sanmamalı ve daha üstün tutmamalıdır. evliyanın hiçbirine de dil uzatmamalıdır. evliyanın büyüklüğünü anlıyamadığı için, kusuru kendinde bilmelidir. hadisi şerifde, buyuruldu. sehl bin abdüllah tüsteri buyurdu ki, günahların en kötüsü, müslimana kötü gözle bakmakdır. insanların çoğu, bunu günahdan saymazlar. tevbesini hiç yapmazlar. bir kimse, evliyanın hepsine hüsni zan edip, övse, yalnız bir veliyi, dinimize uygun bir sebeb göstermeden kötülese, o hüsni zanlarının hiç faidesi olmaz. evliyanın hepsini tasdik etmiyen kimse, veli olamaz. allahü tealanın bir velisini, kötü gözle bakarak inciten kimse, dinin bir parçasını kötülemiş olur. muhammed ebülmevahibi şazili rahimehullahü teala buyurdu ki, . muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh buyurdu ki, . abdülvehhabi şa'raninin üstadı, aliyyülhavas buyurdu ki, . veliye ve alime karşı gelmek, dalaletdir. kendini helak etmekdir. bunun için, vehhabilerden uzaklaşmak lazımdır. allahü tealanın velileri, ilmi ile amil olan alimlerdir. bunlardan ölü veya diri olan birisini dil veya kalb ile inkar etmek, açık bir küfrdür. inkar edenin kafir olacağını bütün müslimanlar sözbirliği ile bildirmişlerdir. müslimanların bütün mezheblerine göre kafir olurlar. çünki, dini islamı inkar etmekdir. cahil ve ahmak olduğu için, bu inkarını anlamamakdadır. batıl ve bid'at olan birşeyi ve kendine göre çirkin olan birşeyi inkar etdiğini zan etmekdedir. velinin işini ve sözünü böyle sanarak, bu tehlükeye düşmekde, ona fasık veya kafir, zındık demekdedir. halbuki, allahın velisi, bunun kötülediği şeylerden çok uzakdır. sözleri ve işleri islamiyyete uygundur. ta'at ve kurbetdir. o cahil ise, inad etmekde, evliyanın ilmlerini, sıddikların ma'rifetlerini anlamamakdadır. kalbi ölmüş. hakikati göremiyor. küfr veya dalalet, ilhad ve zındıklık çukuruna kendisi batmışdır. tevhid ehli olduğunu, ta'at yapdığını, insanlara ilm ve feyz verdiğini sanıyor. kıyamet günü küfrünün cezasını bulacak, zulmlerinin, iftiralarının azablarını çekecekdir. dünyada kendine ve benzerlerine kafir demiyor. çünki, hepsi inkarda ortakdırlar. kendilerini müsliman sanıyorlar. halbuki, müslimanlar, bunların kafir olduklarını bilmekdedir. çünki müslimanlar, allahü tealanın evliyasına rahimehümullahü teala inanıyorlar. onların doğru hallerine inanıyorlar. inkar edenlerin anlamamaları, bilmemeleri özr olmaz. çünki, dinini bilmemek özr değildir. bunların evliyayı bilmemeleri, yehudilerin, hıristiyanların ve mecusilerin ve putlara tapanların, muhammed aleyhisselamın hak dinini bilmemeleri gibidir. onların bilmemeleri özr olmadığı gibi, bunların bilmemesi de özr olmaz. allahü tealanın evliyasını rahmetullahi aleyhim ecma'in inkar etmek, islam dininin herhangi bir hükmünü inkar etmek gibi küfrdür. islamiyyeti inkar eden mürtede yapılan cezanın, evliyayı inkar eden kafire de yapılması lazımdır. önce, bu inkarından vazgeçmesini, tevbe etmesini isteriz. evliya ve peygamberler, ne kadar yüksek olurlarsa olsunlar, allaha kul olmakdan kurtulamazlar. harika, keramet hasıl olmasında, kulların hiç te'siri olmadığı gibi, adet üzere yaratılmakda olan şeylerde de, te'sirleri yokdur. herşeyi, yalnız allahü teala yaratmakdadır. evliyanın ve peygamberlerin, hiçbirşeyin yaratılmasında te'sirleri olmaz. fekat allahü teala, evliyasını ve peygamberlerini, başka kullarından üstün tutmuş, başkalarına vermediği ni'metlerini, bunlara ihsan etmişdir. allahü teala, her insanın istekli işlerini, insanların istemelerinden sonra, dilerse yaratmakdadır. insanların istediği şeyleri, o istemezse yaratmaz. insanların istedikleri ba'zı şeyleri, o da hep istemekde ve hep yaratmakdadır. mesela, insan kolunu kaldırmak, gözünü kırpmak isteyince, o da hemen istemekde ve hemen onun kolunu kaldırmakdadır. istememesi pek nadirdir. insanların ba'zı isteklerini ise, o nadiren istemekde ve yapmakda ve çok zeman istemeyip yapmamakdadır. dünyadaki isteklerimizin çoğu böyledir. fekat bu da, insandan insana değişmekde olduğu hergün görülmekdedir. işte allahü teala, evliyasının ve peygamberlerinin isteklerinin çoğunu, kol kaldırmak ve göz kırpmak gibi, hemen dilemekde ve yaratmakdadır. bu onlara karşı, allahü tealanın bir ihsanıdır. burada, evliyanın birbirlerine göre farkları olduğu gibi, hiçbir veli, hiçbir peygamber derecesine varamaz. hiçbiri dünyaya değer vermedikleri için, allahü tealadan dünya için birşey istemezler. dünyadan her istedikleri de ahıret için ve allah içindir. kitabından terceme burada temam oldu. allahü tealanın evliyası rahimehümullahü teala mezhebsizlerin türeyeceklerini ve evliyayı inkar edeceklerini, yüzlerce sene önce, keramet olarak anlamışlar. sapık, hatta kafir olacaklarını bildirmişler. müslimanların, bunlara aldanmamaları için lazım olan herşeyi yazmışlardır. evliyaya inanmak için yalnız bu açık kerametleri yetişmez mi? kitabının altıyüzkırksekizinci sahifesinde diyor ki, ilmi zahirden birkaç şey öğrenip, ilmi batından birşey bilmiyenler, tesavvuf kitablarını okuyunca, ariflerin sözlerini küfr ve dalal sanıyorlar. anlamadıkları ma'rifet bilgilerine inanmıyorlar. muhyiddini arabi ve ömer bin farıd ve ibni seb'in işbili ve afif'üddini telemsani ve abdülkadir geylani ve celalüddini rumi ve seyyid ahmed bedevi ve ahmed ticani ve abdülvehhabi şa'rani ve şerefüddini busayri gibi tesavvuf büyüklerini rahimehümullahü teala beğenmiyorlar. batın ilmlerine inanmıyorlar. batın bilgilerine inanmıyan ise, muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. böyle kimseye bid'at ve dalalet ehli, ya'ni sapık denir. imanlı görünür ise de, münafık gibidir. imamı süyutinin ve hatibin bildirdikleri hadisi şerifde, din bilgisi iki kısmdır: biri kalbde olan faideli bilgilerdir. ikincisi, dil ile anlatılan zahir bilgileridir buyuruldu. yine süyutinin ve deyleminin bildirdikleri hadisi şerifde, batın bilgileri, allahü tealanın sırlarından bir sırdır. onun hükmlerinden bir hükmdür. dilediği kulunun kalbine verir buyuruldu. imamı malik buyurdu ki, ilmi zahire malik olan, ilmi batına kavuşabilir. zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, allahü teala, ona batın bilgisi ihsan eder. ali bin muhammed vefanın arifane sözlerine şaşırıp kalan imamı ömer bülkini, bunları nerden öğrendin deyince, bekara suresindeki, allahdan korkunuz! allahü teala, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir mealinde olan ayeti kerimeyi okudu. ebu talibi mekki buyurdu ki, ilmi zahir ile ilmibatın, birbirlerinden ayrılmazlar. beden ile kalbin birlikde bulunması gibidirler. batın ilmleri, arifin kalbinden kalblere akar. zahir ilmleri, alimin sözünden öğrenilir. kulaklara kadar gidip, kalblere girmez. hadisi şerifde, buyuruldu. bu alimler, yalnız zahiri ilm sahibi olanlar değildir. bu alimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, peygamberlerdeki ilmlerin hepsine kavuşan hakiki alimlerdir. sahiblerinin niyyetleri halis olmadığı ve şehvetlerinin pençesinden kurtulmadıkları için, ilmin nuru kalblerine girmez. beyinlerine işlemez. bunların kalblerini, beyinlerini cehennem ateşi temizliyecekdir. imamı münavi, imamı gazaliden rahimehümullahü teala haber veriyor ki, ahıret bilgisi iki dürlüdür: biri keşfle hasıl olur. buna ve denir. bütün ilmler, bu ilme kavuşmak için sebebler, vesilelerdir. ikincisi dir. ariflerden çoğuna göre, ilmi batından nasibi olmıyanın imansız gitmesinden korkulur. bundan nasib almanın en aşağısı, bu ilme inanmakdır. bid'at veya kibr bulunan kimseye batın ilmi nasib olmaz. dünyaya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, batın bilgisinden hiçbirşeye kavuşamaz. batın bilgisi, temizlenmiş kalblerde hasıl olan bir nurdur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, öyle ilmler vardır ki, çok gizlidirler. bunları, ancak ma'rifet sahibleri bilir buyurdu. bu hadisi şerif, batın ilmlerini göstermekdedir. imamı malikin rahmetullahi aleyh ilmi batına kavuşdurur dediği zahir bilgisi, onun zemanındaki, kendisi ile amel olunan ilmdir. şimdi, dünyalığa kavuşmak, şöhret sahibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. allahü tealanın emr ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan bilgileri az zemanda ve kolayca öğrenilebilir. bununla amel edince, ilmi batın hasıl olabilir. batın ilmlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilmlere inanmıyorlar. batın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir cahilden işitdikleri veya batın alimlerinin kitablarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. paslı kalbleri açılmamış, rahmani nura kavuşamamışlardır. kendilerini batın alimi sanan bu cahiller, akllarının esiridirler. o büyüklerin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirdiklerini kısa aklları ile ölçerek yanlış anlamakdadırlar. kur'anı kerimi ve hadisi şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. bozuk, zararlı tefsir kitabları yazıyor. müslimanları felakete sürüklüyorlar. nur suresinin, mealindeki kırkıncı ayeti kerimesi, bunları göstermekdedir.allahü tealaya kavuşmak, allahü tealaya yaklaşmak, allahü tealayı tanımak, allahü tealayı sevmek, feyz almak, nurlanmak, arif olmak, ilmi batın sahibi olmak gibi şeyler, hep kalb ile olur. bunlara akl eremez, anlıyamaz. allahü teala, herşeye kavuşmak için bir sebeb yaratmışdır. birşeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lazımdır. bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi masivadan temizlemekdir. mahlukların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmakdır. buna, denir. kalb, allahdan başka herşeyi tam unutursa, yukarıda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. kalb, görülmiyen, tutulmıyan bir şeydir. ya'ni madde değildir. yer kaplamaz. yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. aklın, dimag ile olan ilgisi gibidir. bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lazım değildir. sıvıyı boşaltmak lazımdır. şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. kalb de böyledir. mahlukların sevgisi, hatta düşünceleri kalbden çıkarılınca, allah sevgisi, feyz, nur, ma'rifet, kendiliğinden kalbe gelir. kalbi mahluklardan temizlemeğe sebeb de, ehli sünnet i'tikadı, haramlardan sakınmak, farzları ve nafile ibadetleri yapmakdır. nafile ibadetlerden, te'siri en çok ve sür'atli olanı, zikr yapmak ve allahü tealanın velilerinden biri ile beraber bulunmakdır. ikinci cild, yüzüçüncü sahifesinde diyor ki, cema'at rahmetdir. ya'ni müslimanların hak üzerinde birleşmeleri, allahü tealanın merhamet etmesine sebeb olur. tefrika ise azabdır. ya'ni, müslimanların topluluğundan ayrılmak, allahü tealanın azab yapmasına sebeb olur. demek ki, her müslimanın doğru yolda olanlara katılması lazımdır. imanı doğru olanlar az olsa dahi, bunlara katılmalı, bunlar gibi inanmalıdır. doğru yol, eshabı kiramın yoludur. bu yolda olanlara, denir. eshabı kiramdan sonra, ortaya çıkan batıl, bozuk kimselerin çok olması insanı şaşırtmamalıdır. imamı beyheki buyuruyor ki, müslimanlar bozulduğu zeman, bunlardan önce olanların doğru yoluna sarılmalısın! bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!. necmeddini gazzi buyuruyor ki, demek, resulullahın ve eshabı kiramın gitdikleri doğru yolda bulunan alimler demekdir. , ya'ni islam alimlerinin çoğu böyle idiler. hak olan cema'at ve yetmişüç fırka içinde cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan bunlardır. kur'anı kerimde, buyuruldu. bu ayeti kerime, i'tikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayınız demekdir. alimlerin çoğu, mesela abdüllah ibni mes'ud, böyle olduğunu bildirmişdir. ya'ni nefslerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayınız demekdir. bu ayeti kerime, fıkh bilgilerinde ayrılmayınız demek değildir. ayeti kerime, bozgunculuk olan ayrılmağı yasaklamakdadır. bu ise, akaiddeki, inanılacak şeylerdeki ayrılıkdır. ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık böyle değildir. çünki bu ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ibadetlerdeki ince bilgileri ortaya koymuşdur. eshabı kiram da, günlük işleri açıklıyan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. fekat, i'tikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yokdu. hadisi şerifde, buyurdu. dört mezhebin amel, iş bilgilerinde ayrılması böyledir. dört mezheb olması, allahü tealanın hidayeti ve rahmetidir. hepsi sevab kazanmışdır. kıyamete kadar, bu mezheblerde olanların ibadetlerine verilen sevabların bir misli de, bunların mezheblerinin imamlarına verilmekdedir. alimlerin amel, iş bilgilerinde çeşidli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. böylece; bir çoğu hadis bilgisinde, birçoğu tefsirde, çoğu da fıkh bilgisinde, arabi bilgilerde yetişmişlerdir. tesavvufcuların riyazet çekmekde ve talibleri yetişdirmekde, ayrı yol tutmaları da, ya'ni çeşidli yolların meydana gelmesi de, bu hadisi şerife uygun olmakdadır. necmeddini kübra rahmetullahi aleyh buyurdu. bu söz de, talibleri yetişdirmek yolunu bildiriyor. yoksa, i'tikadlarında hiçbir ayrılık yokdur. bütün evliyanın i'tikadları, imanları birdir. hepsi, i'tikadındadır. san'at sahiblerinin çeşidli iş kollarına ayrılmaları da öyle rahmetdir. fekat, i'tikadda ayrılmak, parçalanmak, böyle değildir. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, cema'at rahmetdir. ayrılık azabdır buyurdu. ikinci cild, yüzonüçüncü sahifede diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. kitabında bildirildiği üzere, bir kimse, resulullaha kıyameti sorunca, buyurdu. allahın ve resulünün sevgisini hazırladım dedi. buyurdu. imamı nevevi, bu hadisi şerifi açıklarken, dedi. allahü tealayı ve onun peygamberini sevmek demek, emrlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, bunlara karşı edebli, saygılı olmak demekdir. salihleri severek onlardan faidelenmek için, onların yapdıklarını yapmak lazım değildir. çünki, onların yapdıklarını yaparsa, o da, onlardan olur. hadisi şerifde buyuruldu ki, bir kimse, bir cema'ati sever. fekat onlardan olmaz. onlarla beraber olmak, onların derecesine yükselmek demek değildir. hadisi şerifde, buyuruldu. ebu zer radıyallahü anh: ya resulallah! bir kimse, bir cema'ati sevse, fekat onların yapdıklarını yapmasa, nasıl olur dedikde, ya eba zer! sevdiklerinle beraber olursun buyurdu. fekat, haseni basri radıyallahü anh buyuruyor ki, bu hadisi şerifler seni yanıltmasın! sen iyilere, ancak onların iyi amellerini yapmakla kavuşabilirsin! yehudiler ve hıristiyanlar, peygamberlerini seviyorlar ise de, onlar gibi olmadıkları için, onların yanına gidemiyeceklerdir. imamı gazali bunun için, dedi. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bir cema'ati seven kimse, üç nev' olabilir: onların bütün amellerini ve ahlakını edinmişdir. yahud hiçbirini edinmemişdir. yahud da, birkaçını yapar. başkalarını yapmayıp, bunların tersini yapar. hepsini yapabilen, onlardan olur. onlarla olur. onlara olan sevgisi, onu da tam onlar gibi yapmışdır. muhabbetin en yüksek tabakasına erişmişdir. elbet onlardan olur. sevdiklerine hiç uymıyan, onlara hiç benzemiyen kimse, onlardan hiç olamaz. sevgisi, sözde kalır. kalbine girmez. sevginin yeri ise, kalbdir. ya'ni gönüldür. imamı gazali rahmetullahi aleyh haseni basrinin bunları anlatdığını bildirmişdir. böyle sevgi, yalnız sözde kalmakdadır. yalnız sözde kalan sevmeğe, sevmek denilmez. seviyorum demesi doğru olmaz. sevdiklerinin birkaç ameline uyan kimseye gelince, imanda uymamış ise, onlardan olamaz. onları seviyorum demesi hiç doğru değildir. onun kalbinde, onlara sevgi değil, düşmanlık vardır. din düşmanlığından daha büyük düşmanlık olmaz. yehudilerin ve hıristiyanların, peygamberleri seviyoruz demeleri böyledir. kişi, sevdikleri gibi inanıp, ta'at ve ibadetlerde, onlara tam uymazsa, beğenmediği için uymamış ise, seviyorum demesinin yine faidesi olmaz. onlarla birlikde olamaz. gücü yetmediği, nefsine hakim olmadığı için, hepsine uyamamış ise, onlarla birlikde olmasına mani' olmaz. hadisi şerifler, bu ikinci kısmı bildirmekdedir. bir cema'ati seven, fekat tam onlar gibi olmıyan kimseye karşı söylenmişdir. ebu zer hadisi, bunu açıkca bildirmekdedir. bu hadisi şerif, müslimanları çok sevindirmekdedir. yüzseksenüç senesinde kufede vefat etmiş olan muhammed ibnissemmak rahimehullahü teala, son nefesinde, ya rabbi! sana hep ısyan etdim. fekat, sana.ıyamet ve ahıret ita'at edenleri hep sevdim. beni bu sevgime bağışla! diyerek düa etdi.seyyid abdülhakimi arvasi rahmetullahi aleyh de, ya rabbi! sana layık hiçbirşey yapamadım. yüzüm kara olarak huzuruna geldim. fekat, senin dinini yıkmak, islamiyyeti yok etmek istiyenleri sevmedim. senin için olan bu buğduma beni bağışla! diyerek düa ederdi. necmüddini gazzi rahimehullahü teala, salihleri seven zalimleri, üçüncü nev'in birinci kısmının sevgisine benzetmekdedir. ya'ni sevdiklerinin imanları gibi inanan, fekat onların amellerine ve ahlaklarına uymak istemiyen kimseye benzetmekdedir. salihlere olan muhabbetleri ve yardımları, bu zalimlere faide vermez demekdedir. biz deriz ki, böyle zalimler, ikinci sevmeğe benzemekdedirler. ya'ni sevdiklerinin imanı gibi inanan, fekat onlar gibi olamıyan kimseler gibidirler. ibnissemmak da, böyle olduğunu bildirmişdi. bu zalimler, nefslerine uyarak zulm yapmışlarsa da, salihleri sevmekde, düalarını almağa çalışmakdadırlar. , ikinci cild, yüzyirmidördüncü sahifesinde diyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. selefi salihini, ya'ni ehli sünnet alimlerini sevsek, onlar gibi olmasak bile, bu hadisi şerifdeki müjdeye kavuşuruz. allahü tealanın sevdiklerinin ve allahü tealayı sevenlerin dirilerini ve ölülerini seven kimse, büyük se'adete, iyiliklere kavuşur. onları sevmek, mesela onların düşmanlarına karşı ve onları kötüliyen cahillere karşı, onları savunmak, övmekdir. dünyaya düşkün olanların en kötüleri, allahü tealanın sevdiklerini, evliyayı kötüliyenlerdir. dünyaya düşkün olmak, bütün kötülüklere yol açar. hased, hırsızlık, rüşvet, kibr gibi haramlara sebeb olur. cahil din adamlarının kibrli olmaları, hep dünyaya düşkün olmalarından ileri gelmekdedir. muhyiddini arabinin kalbinin açılması, batın ilmlerine kavuşması, tesavvuf büyüklerini sevdiği, onları savunduğu için olduğunu, kendisi bildirmekdedir. kitabında diyor ki, elhamdülillah! cahil din adamlarına karşı, tesavvufcuları hep savundum. ölünceye kadar da savunacağım. bunun için, kalb bilgilerine kavuşduruldum. onlara saldıran, ismlerini söyliyerek kötüliyen, kendisinin cahil olduğunu ortaya koyar. bunun sonu felaket olur. muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh, kendisinin kitabını açıklarken diyor ki, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. buyurdu. hayır, bilmiyorum dedim. buyurdu. sözü doğru olsa da, olmasa da, ona saygı göstermesi, se'adete kavuşmasına sebeb oldu. kendi kusurlarını araşdırıp düzeltmeğe çalışan kimse, başkalarının ayblarını görmeğe vakt bulamaz. hep, kendinden daha iyi olan müslimanları görür. ya'ni her gördüğü müslimanı kendinden daha iyi bulur. veli olduğunu söyliyen kimsenin doğru söylediğine inanır. başkalarının kötülüklerini araşdıran, kendi kusurlarını görmiyen ise, veliye inanmaz. necmeddini gazzi rahmetullahi aleyh kitabında diyor ki, salihleri sevmek, sohbetlerinde bulunmak, ziyaretlerine gitmek, onlarla bereketlenmek lazımdır. evliya bunlardır. şahulkermani buyuruyor ki; evliyayı sevmekden daha kıymetli ibadet olmaz. evliyayı sevmek, allahü tealayı sevmeğe yol açar. allahü tealayı seveni, allahü teala da sever. ebu osman hayri diyor ki, . yahya bin muaz rahimehullahü teala diyor ki, evliyanın sohbetine kavuşan sadık bir kimse, herşeyi unutur. allahü teala ile olur. böyle olmazsa, allahü tealaya hiç kavuşamaz. muhammed bin ırak kitabında diyor ki, fıkh alimlerinden muhammed bin hüseyn becli, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördü. hangi amelin en iyi olduğunu sordu. buyurdu. diri iken bulamazsak deyince, buyurdu. imamı birgivi rahmetullahi aleyh düa ederken, ey yardımcıların en iyisi! ey ümmidsizlerin sığınağı! ya erhamerrahimin! ey günahları örten merhameti bol allahım! habibin, sevgili peygamberin hurmeti için ve bütün peygamberlerin ve meleklerin ve peygamberinin eshabının ve tabi'inin hurmetleri için, günahı çok olan bizlere acı! suçlarımızı afv eyle! derdi. allahü tealaya, peygamberi sallallahü teala aleyhi ve sellem ve onun eshabı radıyallahü teala anhüm ecma'in ve tabi'inin hurmeti için düa etmek, düanın kabul olması için bunları vesile etmek caizdir, meşru'dur. onların şefa'atini istemek olup, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala caiz olduğunu bildirmişdir. mu'tezile, buna inanmadı. vesile ederek yapılan düa, o velinin kerameti olarak kabul olur. bu da, öldükden sonra da, kerametin bulunduğunu göstermekdedir. bid'at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor. imamı münavi rahmetullahi aleyh i açıklarken buyuruyor ki, imamı sübki rahmetullahi aleyh düa ederken, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vesile yapmak, onu şefi yapmak, ondan yardım istemek güzel olur. selefi salihinden ve sonra gelen alimlerden hiç kimse rahimehümullahü teala buna karşı çıkmadı. yalnız ibni teymiyye bunu inkar ederek, doğru yoldan ayrıldı. kendinden önce gelenlerden, kimsenin söylemediği bir yola sapdı. ehli islam arasında sapıklığı ile nam aldı buyurdu. alimlerimiz rahimehümullahü teala, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mahsus olan üstünlükleri bildirirken, düa ederken resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem vasıta kılmak caiz olur. başkalarını vasıta etmek böyle değildir dediler. fekat, imamı kuşeyri rahmetullahi aleyh diyor ki, ma'rufi kerhi rahmetullahi aleyh talebesine, düa ederken beni vasıta ediniz! ben, allahü teala ile aranızda vasıtayım demişdir. çünki evliya rahimehümullahü teala resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem varisleridir. varis olan, varisi olduğu zatın bütün üstünlüklerine kavuşur. yirminci maddeyi de lütfen okuyunuz! dan terceme temam oldu. abdülkerim kuşeyri de nişapurda vefat etdi. ma'rufi kerhi, sırri sekatinin mürşidi idi. de bağdadda vefat etdi. hak teala, intikamını yine kul ile alır. bilmiyen anı kul yapdı sanır. cümle eşya halıkındır, kul elile işlenir. emri bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir! tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. kısm vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması gücendirmezsen kimseyi, kimse gücendirmez seni, kötülemezsen kimseyi, kimse kötülemez seni. herkese iyilik edersen, herkes iyi bilir seni, allaha kulluk edersen, herkes çok sever seni. osmanlılar, arab yarımadasının çoğuna sahib olunca, her memleketde seçilen bir me'mur ile, o memleket idare edilirdi. sonraları, hicazdan başka yerler kapışanın eline geçdi. şeyhlikle idare edildi. binyüzelli senesinde abdülvehhab oğlu muhammed, ingiliz casusu hempherin londrada hazırladığı inançlarını, az zeman sonra, siyasi hale çevirdi. ingilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, arabistana yayıldı. daha sonra, istanbuldaki halife ikinci mahmud han tarafından mısr valisi muhammed ali paşaya emr verilerek, mısrdan gönderilen asker, de bunların elinden arabistanı kurtardı. vehhabilere inanan der'ıyye hakimi abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud ilk olarak hicretin binikiyüzbeş senesinde, mekke emiri şerif galib efendi ile harb etdi. daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. sayısız müslimanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi. abdülvehhab oğlu muhammed, beni temim kabilesindendir. hicretin senesinde necd çölündeki kasabasında köyünde doğmuş, binikiyüzaltıda ölmüşdü. önceleri ticaret için basra, bağdad, iran, şam ve hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile adını almışdı. dolaşdığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmışdı. senesinde, basrada tesadüf etdiği, ingiliz casusu hempher, bu tecribesiz gencin inkılab yapmak, böylece insanların başına geçmek arzusunda olduğunu anlıyarak, bununla uzun zeman arkadaşlık yapdı. ingiliz müstemlekeler nezaretinden aldığı hile ve yalanları buna telkin etdi. muhammedin bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etdi. bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. casus da, abdülvehhab oğlu muhammed de aradıklarına kavuşmuş oldular. yeni bir din kurmak için, önce medinede, sonra şamda, hanbeli mezhebi alimlerinden okudu. necde dönünce köylüler için küçük din kitabları yazdı. bu kitablara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve mu'tezile ve başka bid'at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karışdırdı. köylülerin çoğu buna tabi' oldular. islamiyyeti içerden yıkmak için, ingilterede kurulmuş olan , bu hali, necd şeyhi olan a bildirdi. çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar va'd ederek, abdülvehhab oğlu muhammed ile işbirliği yapmasını te'min etdi. arabistanda hasebe ve nesebe çok ehemmiyyet verirlerdi. kendisi ise, cahil olduğundan, abdülvehhab oğlu muhammed adını verdiği tarikatini yaymak için, muhammed bin sü'udü maşa olarak kullandı. kendisine , muhammed bin sü'uda ismini takdı. kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini te'min eden bir anayasa yapdırdı. kitabının yazılmış olduğu binüçyüzaltı senesinde necd emiri olan , muhammed bin sü'ud soyundan olduğu gibi, kadiları ya'ni diyanet işleri reisleri de, abdülvehhab oğlu muhammedin neslindendir. abdülvehhab oğlu muhammed, önceleri medinede okurken, medinenin salih, temiz alimlerinden olan babası abdülvehhab ve kardeşi süleyman bin abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride islam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. kendisine nasihat verirler ve müslimanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. fekat, korkdukları çabuk meydana geldi. düşüncelerini adı ile açıkca yaymağa başladı. cahilleri, ahmakları aldatmak için islam alimlerinin kitablarına uymıyan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıkdı. mezhebinde olan doğru müslimanlara kafir diyecek kadar taşkınlık yapdı. peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem ve başka peygamberleri ve evliyayı vesile ederek, allahü tealadan birşey istemeğe ve bunların kabrlerini ziyaret etmeğe şirk dedi. abdülvehhab oğlu muhammedin, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabr başında düa ederken, meyyite karşı söyliyen, müşrik olurmuş. allahdan başka bir kimse veya birşey için, yapdı demek, mesela, veya diyen müslimanlar müşrik olurmuş. abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya atdığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa der'ıyye hakimi muhammed bin sü'udün hoşuna gitdi. cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaşdılar. doğru yolda olan halis müslimanlara kafir dediler. abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, der'ıyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini artdırmak için ve londradan aldığı emrleri yaymak için, abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yapdı. onun fikrlerini her tarafa yaymakda bütün gücü ile uğraşdı. inanmayıp karşı duranlarla harb etdi. müslimanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak halal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, muhammed bin sü'uda asker olmak için yarış etdiler. sü'ud oğlu ile abdülvehhab oğlu elele vererek, vehhabiliği kabul etmiyenlerin kafir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak halal olduğuna binyüzkırküç senesinde karar verip, yedi sene sonra vehhabiliği i'lan etdiler. buna göre, abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikrleri yaymağa başlamış, kırk yaşında i'lan etmişdir. mekkei mükerreme şafi'i müftisi esseyyid ahmed bin zeyni dahlan rahmetullahi aleyh, kitabının ikinci cüz.sahifesinden başlıyarak, başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslimanlara yapdıkları işkenceleri anlatmakdadır. bu kitab senesinde kahirede ve de istanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. bunun. derdimsahifesinde diyor ki, mekkedeki ve medinedeki ehli sünnet alimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. bu adamlar, islam alimlerine cevab veremediler. cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. kafir olduklarını isbat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi. mekke emiri olan şerif mes'ud bin sa'id, bunların habs edilmelerini emr eyledi. birkaçı kaçarak der'ıyyeye gitdi. olanları anlatdılar. zeyni dahlan de medinede vefat etdi. hicazda bulunan dört mezheb alimleri ve bunların arasında abdülvehhab oğlunun kardeşi süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, abdülvehhab oğlunun kitablarını inceliyerek, islam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevablar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitablar yazarak, müslimanları uyandırmağa çalışdılar. süleyman bin abdülvehhabın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, olup, hicretin binüçyüzaltı. senesinde basılmış ve senesinde istanbulda ofset yolu ile ikinci baskısı yapılmışdır. bu kitablar onları gafletden uyandıramadı. müslimanlara karşı olan düşmanlıklarını artdırdı ve muhammed bin sü'udün müslimanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebeb oldu. bu adam, kabilesinden olup, müseylemetül kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. muhammed bin sü'ud, hicretin binyüzyetmişsekizve miladın binyediyüzaltmışbeşsenesinde ölünce, oğlu abdül'aziz yerine geçdi. abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud, hicretin binikiyüzonyedive miladın binsekizyüzüçsenesinde, der'ıyye cami'inde, bir şi'i tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. bundan sonra, oğlu sü'ud bin abdül'aziz vehhabilerin şefi oldu. arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslimanların kanını dökmekde, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalışdılar. abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, allahı tevhidde halis olmak için ve müslimanları şirkden kurtarmak için imiş. müslimanlar altıyüz seneden beri şirk üzere imişler. müslimanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış. bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, ahkaf suresinin beşinci ayeti kerimesini, yunüs suresinin yüzaltıncı ayeti kerimesini ve ra'd suresinin ondördüncü ayeti kerimesini vesika olarak ileri sürmüşdür. halbuki bunlara benziyen, daha birçok ayeti kerimeler vardır. bu ayeti kerimelerin hepsi, puta tapan kafirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir alimleri sözbirliği ile beyan buyurmuşlardır. abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müsliman, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem veya başka peygamberlerden yahud velilerden, salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakda iken bundan etse, ya'ni sıkıntıdan, dertden kurtulması için yardım istese, yahud o zatın ismini söyliyerek şefa'at etmesini dilese, yahud kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müsliman müşrik olurmuş. allahü teala, zümer suresinin üçüncü ayetinde, puta tapan kafirleri bildirmekdedir. peygamberleri ve evliyayı vesile ederek düa eden müslimanlara müşrik diyebilmek için, bu ayeti kerimeyi ileri sürüyorlar. müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, herşeyi allahü tealanın yaratdığına inanıyorlardı diyorlar. hatta ankebut suresinin altmışbirinci ve zuhruf suresinin seksenyedinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. allahü tealanın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. kafirler böyle inandıkları için değil, zümer suresinin üçüncü ayetinde bildirilen, meali şerifini söyledikleri için kafir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. peygamberlerin, evliyanın kabrlerinden şefa'at, yardım istiyen müslimanlar da, böyle söyliyerek müşrik oluyorlarmış. abdülvehhab oğlunun, bu ayeti kerimeyi ileri sürerek, müslimanları kafirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakca ve gülünç bir şeydir. çünki, kafirler, şefa'at etmeleri için putlara tapınıyorlar. allahü tealayı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. müslimanlar ise, peygamberlere, evliyaya tapınmıyorlar, herşeyi yalnız allahdan bekliyoruz. evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz, diyorlar. kafirler, putlarının diledikleri gibi şefa'at edeceklerine, her dilediklerini allaha yapdıracaklarına inanıyorlar. müslimanlar ise, allahü tealanın, sevdiği kullarına şefa'at için izn vereceğini, sevdiklerinin şefa'atlerini ve düalarını kabul edeceğini, kur'anı kerimde bildirdiği için, kur'anı kerimde bildirilen bu müjdeye inandıkları için, allahü tealanın sevgilisi olarak tanıdıkları evliyadan şefa'at ve yardım istemekdedirler. kafirlerin putlara tapınması ile, müslimanların evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. bir müsliman ile bir kafir, görünüşde hep insandır. insanlıkları birbirlerine benzemekdedir. fekat, müsliman, allahü tealanın dostudur. sonsuz cennetde kalacakdır. kafir olan ise, allahü tealanın düşmanıdır. sonsuz cehennemde kalacakdır. görünüşde birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına sened olamaz. allahü tealanın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, allahü tealanın sevgili kullarına yalvaranlar, görünüşde benziyebilirler. fekat, putlara yalvarmak, cehenneme götürür. evliyaya yalvarmak ise, allahü tealanın afv etmesine, merhamet etmesine sebeb olur. hadisi şerifini, otuzuncu maddenin sonunda bildirmişdik. peygamberlere aleyhimüssalevatı vetteslimat, evliyaya rahimehümullahü teala yalvarınca, allahü tealanın merhamet edeceğini, afv buyuracağını bu hadisi şerif de göstermekdedir. müslimanlar, peygamberlerin, evliyanın ilah, ma'bud, allahü tealaya şerik, ortak olmadıklarına inanır. bunların, allahın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmağa, yalvarmağa hakları olmadığına inanır. allahü tealanın sevdiği, düalarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. maide suresi, otuzbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. salih kullarımın düalarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. buharide ve müslimde ve künuzüddekaıkde bulunan hadisi şerifde, elbet, allahü tealanın öyle kulları vardır ki, birşey için yemin etse, allahü teala, o şeyi yaratır. onu yalancı çıkarmaz buyuruldu. müslimanlar, bu ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere inandıkları için, evliyayı rahmetullahi aleyhim ecma'in vesile yapmakda, onlardan düa ve yardım beklemekdedir. evet, kafirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, herşeyi allahü tealanın yaratdığını söyliyorlar ise de, putların tapınmağa hakları vardır. onlar dilediğini yaparlar ve allaha da yapdırırlar diyorlar. putlarını allaha şerik, ortak yapıyorlar. bir kimse, dünyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar. onun her istediği herhalde olur dese, bu kimse kafir olur. fekat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. o bir sebebdir. allahü teala sebebe yapışanları sever. sebeble yaratmak onun adetidir. sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi allahdan bekliyorum. peygamberimiz de sebeblere yapışmışdır. sebebe yapışmakla, o yüce peygamberin sünnetine uymuş oluyorum diyerek birisinden yardım istiyen kimse sevab kazanır. işi olursa, allahü tealaya hamd eder. işi olmazsa, allahü tealanın kazasına, kaderine razı olur. kafirlerin puta tapması, müslimanların evliyadan düa, şefa'at, yardım istemelerine benzemez. aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. birbirinden başka olduklarını iyi anlar. zararı ve faideyi yaratan, ancak allahü tealadır. ondan başkasının tapınmağa hakkı yokdur. hiçbir peygamber, hiçbir veli ve hiçbir mahluk, hiçbirşey yaratamaz. allahdan başka yaratıcı yokdur. yalnız allahü teala, peygamberlerinin, velilerinin, salih kullarının, ya'ni sevdiği kullarının ismlerini söyliyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. dilediklerini verir. böyle olduğunu, kendisi ve peygamberi haber vermişdir. bu haberlere uyarak müslimanlar da böyle inanmakdadır. müşrikler, kafirler ise, putların birşey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve ma'bud biliyorlar. putlara tapınıyorlar. kimisi üluhiyyetde müşrik oluyor. kimisi de, ibadetde müşrik oluyorlar. putlarımız bize şefa'at edecekdir. allaha yaklaşdıracakdır dedikleri için, müşrik olmuyorlar. putları ma'bud bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyurdu. bu hadisi şeriflerin ikisini de abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma bildirdi. bu iki hadisi şerif, mezhebsizlerin, zındıkların türiyeceklerini ve kafirleri bildiren ayeti kerimelerin müslimanlar için geldiğini söyliyeceklerini, kur'anı kerime iftira edeceklerini bildirmekdedir. mü'minler, allahü tealanın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. allahü tealanın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, allaha yalvarıyorlar. peygamberimiz ve eshabı kiram da böyle yaparlardı. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hurmeti için senden istiyorum düasını okurdu. bu duayı eshabına öğretir ve okumalarını emr ederdi. mü'minler de, böyle düa etmekdedir. hazreti alinin validesi olan radıyallahü anhüma vefat edince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabre koydu ve ya rabbi! bana annelik yapan fatıma binti esedi afv eyle! peygamberinin ve benden önce gelmiş olan peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle! diye düa eyledi. gözlerinin açılması için düa istiyen birisine, iki rek'at namaz kılmasını, sonra ya rabbi! kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun peygamberin muhammed aleyhisselamın hurmeti için, onu vesile ederek, senden istiyorum. sana yalvarıyorum. ey sevgili peygamber, muhammed aleyhisselam! seni vesile ederek, düamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi için rabbime yalvarıyorum. ya rabbi! düamın kabul olması için, o yüce peygamberi bana şefa'atcı eyle! düasını okumasını emr buyurmuşdur. adem aleyhisselam, yasak edilen ağacdan yiyerek, ya'ni serendib adasına indirilince, ya rabbi! oğlum muhammed aleyhisselam hurmetine beni afv et! düasını yapdı. allahü teala da, ey adem! muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve gökdekiler için şefa'at isteseydin, şefa'atini kabul ederdim buyurdu. hazreti ömer, hazreti abbası radıyallahü anhüma beraber götürüp, onu vesile ederek, yağmur düası yapmış, düası kabul olmuşdur. gözlerinin açılmasını istiyen birisine, okuması emr olunan düada, ya muhammed! seni. demek, evliyayı vesile ederken ismini söyliyerek yalvarmanın caiz olduğunu göstermekdedir. eshabı kiramın ve tabi'inin radıyallahü anhüm hayatını bildiren kitablar, kabr ziyaretinin ve ismini söyliyerek şefa'at istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru' ve caiz olduğunu gösteren vesikalarla doludur. ibni haceri hiyteminin rahimehullahü teala şerhi olan kitabına haşiyeleri ile meşhur muhammed bin süleyman şafi'i rahmetullahi aleyh, abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, ayeti kerimelere ve hadisi şeriflere yanlış ma'nalar verdiğini, vesikalarla isbat etmişdir. kitabında şöyle demekdedir: ey muhammed bin abdülvehhab! müslimanlara dil uzatma! allah rızası için, sana nasihat ediyorum. allahdan başka yaratıcı olduğunu söyliyen varsa, ona doğruyu bildir! vesikalar göstererek onu doğru yola çevir! müslimanlara kafir denilemez! sen de bir müslimansın. milyonlara kafir dememek için, bir kişiye kafir demek daha doğru olur. sürüden ayrılan koyunun tehlükede olduğu muhakkakdır. nisa suresinin yüzondördüncü ayetinde mealen, doğru yol gösterildikden sonra, peygamber aleyhisselama uymıyan ve imanda ve amelde mü'minlerden ayrılan kimseyi, küfr ve irtidadda bırakır ve cehenneme atarız. o cehennem çok kötü bir yerdir buyuruldu. bu ayeti kerime, ehli sünnet ve cema'atden ayrılmış olanların halini göstermekdedir. kabr ziyaretinin caiz ve faideli olduğunu bildiren hadisi şerifler, pek çokdur. eshabı kiram ve tabi'ini izam radıyallahü anhüm peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini ziyaret ederlerdi. bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faidelerini bildirmek için kitablar yazılmışdır. bir veliyi rahmetullahi aleyh vesile ederek düa etmek, ismini söyliyerek ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. ismi söylenen zatın, te'sir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybleri bileceğine inanmak küfr olur. müslimanlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. müsliman, allahü tealanın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefa'at etmesini, düa etmesini ister. istenileni yaratan yalnız allahü tealadır. maide suresi, yirmiyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bunun için, sevdiklerinden düa istenir. meyyitden, istekleri vermesi değil, allahü tealanın vermesine vasıta olması istenir. muhammed kürdi de medinede vefat etdi. vermesini istemek caiz değildir. müslimanlar bunu istemez. verilmesi için vasıta olmasını istemek caizdir. ve ve kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmağı istemek demekdir. herşeyi yaratan, yapan yalnız allahü tealadır. birşeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebeb yapması, allahü tealanın adetidir. allahü tealanın birşeyi yaratmasını istiyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam, hep sebeblere yapışmışlardır. allahü teala sebebe yapışmağı övmekdedir. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam sebeblere yapışmağı emr etmekdedir. dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermekdedir. birşeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. o sebebi, o şeye sebeb yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlıyan, o sebebe yapışdıkdan sonra, o şeyi yaratan, hep allahü teala olduğuna inanmak lazımdır. böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuşdum diyebilir. bu sözü, o şeyi sebeb yaratdı demek değildir. allahü teala, o şeyi bu sebeble yaratdı demekdir. mesela , , , sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermekdedir. bunlar gibi konuşan müslimanların, yukarıda bildirdiğimiz gibi inandıklarını düşünmek lazımdır. böyle düşünene kafir denemez. vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan birşey istemek caizdir diyor. birbirlerinden ve hükumet me'murlarından çok şey istiyorlar. vermeleri için yalvarıyorlar. uzakda olandan ve ölüden istemek şirkdir. diriden istemek şirk olmaz diyorlar. ehli sünnet alimleri ise, birisi şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. aralarında fark yokdur diyor. her müsliman, imanın, islamın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmakdadır. her müslimanın, yaratıcı, yapıcı yalnız allah olduğuna, allahdan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. namaz kılmıyacağım diyen bir müslimanın, şimdi veya burada kılmıyacağım veya kılmış olduğum için kılmıyacağım demek istediği anlaşılır. ben hiç namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. çünki, söz sahibinin müsliman olması, ona küfr, şirk damgasını vuracak dilleri kesmekdedir. kabr ziyaret eden, meyyitden yardım, şefa'at istiyen, şu işim olsun diyen bir müslimana, küfr, şirk damgasını basmağa kimsenin hakkı yokdur. bu sözleri söyliyenin veya kabr ziyaret edenin, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem, bana şefa'at et diyenin müsliman oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin caiz ve meşru' olan imanla ve düşünce ile olduğunu göstermekdedir. yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, abdülvehhab oğlunun inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, müslimanlara iftira etdiğini ve islamiyyeti içden yıkmağa çalışdığını vesikalarla isbat eden çok sayıda kitab yazılmışdır. müftisi seyyid abdürrahman rahimehullahü teala bunun bozuk yolda olduğunu göstermek için şu hadisi şerif yetişir demekdedir: arabistanın doğu tarafından kimseler çıkar. kur'anı kerim okurlar. fekat, kur'anı kerim boğazlarından aşağı inmez. ok yaydan çıkdığı gibi dinden çıkarlar. yüzlerini kazırlar. yüzlerinin traşlı olması, bu hadisi şerifde vehhabilerin haber verilmiş olduğu açıkca görülmekdedir. bu hadisi şerifi okudukdan sonra, başka bir kitab okumağa lüzum kalmaz. başı, yanakları traş etmeği, abdülvehhab oğlunun kitabları emr etmekdedir. diğer sapık fırkaların hiçbirisinde böyle bir emr yokdur. bir kadının abdülvehhab oğluna verdiği cevab: abdülvehhab oğlu kadınlara da başlarını traş etmelerini emr etdi. bir kadın, bu emre karşı, saç, kadının kıymetli süsüdür. sakal da erkeklerin süsüdür. insanları, allahü tealanın verdiği süsden mahrum bırakmak olur mu? demiş. abdülvehhab oğlu buna cevab verememişdir. abdülvehhab oğlunun gösterdiği yolda bozuk ve çirkin, birçok inanışlar varsa da, başlıca inanışları üçdür: amel, imanın parçasıdır. namaz kılmak farz olduğuna inandığı halde, tenbellikle bir namaz kılmıyanın imanı gidermiş. bir sene zekatını vermiyen hasis bir kimse, kafir olurmuş. böyle olan müslimanları öldürmeli, mallarını, vehhabilere dağıtmalı imiş. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyanın rahimehümullahü teala ruhlarını vesile etmek ve korkduklarından kurtulup, umduklarına kavuşmak için, düa etmelerini onlardan istemek, şirk imiş. düa kitabını okumak yasak imiş. kabrler üzerine türbe yapmak, türbede hizmet ve ibadet edenler için kandil yakmak ve mezarlara sadaka, kurban adamak şirk imiş. bunların üçü de, allahü tealadan başkasına tapınmak imiş. sü'ud bin abdül'aziz, mekkeye ve medineye hücum etdiği zeman resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem türbesinden başka, eshabı kiramın ve ehli beytin radıyallahü teala anhüm ecma'in ve evliyanın ve şehidlerin rıdvanullahi aleyhim ecma'in türbelerinin hepsini yıkdılar. kabrleri, belirsiz hale getirdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mubarek türbesini de yıkmağa başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. medineye girdikleri zeman, sü'ud, müslimanları bir araya toplayıp, vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi temam oldu. allah sizden razı oldu. babalarınız kafir idi, müşrik idi. onların dinlerine uymayınız! onların kafir olduklarını herkese anlatınız! resulullahın türbesi önünde durup, ona yalvarmak yasakdır. türbenin önünden geçerken, esselamü ala muhammed denir. ondan şefa'at istenmez gibi, müslimanları kötüliyen şeyler söyledi. vehhabiliği yaymak için kıyasıya müsliman öldüren abdül'aziz bin muhammed, hicretin senesinde, mekkeye üç vehhabi gönderdi. mekkede yapılan toplantıda, ehli sünnet alimleri, ayeti kerimelerle ve hadisi şeriflerle bunlara cevab verince, üç vehhabi birşey söyleyemedi. hakkı kabul etmekden başka çıkar yol bulamadılar. ehli sünnetin haklı olduğunu, kendilerinin yanlış ve sapık bir yol tutmuş olduklarını uzun yazdılar. üçü de imzaladı. fekat, abdül'aziz, siyasi emeller peşinde, başkanlık lezzetini artdırmak da'vasında olduğundan, din adamlarının bu nasihatine kulak bile vermedi. din perdesi arkasında, işkencelerini hergün daha artdırdı. üç vehhabinin mekkedeki müslimanlara inandırmak istedikleri yirmi madde idi. fekat bunların hepsi, yukarıda bildirdiğimiz üç maddede toplanmakda idi. abdülvehhab oğlu, ibadetler imanın parçasıdır sözünün, imamı ahmed bin hanbelin rahmetullahi aleyh ictihadı olduğunu ileri sürüyordu. halbuki, imamı ahmedin bütün ictihadları, kitablara geçmişdi. mekke alimleri, bunları inceden inceye biliyorlardı. abdülvehhab oğlunun bu sözünün doğru olmadığını, bu üç vehhabiye isbat etdiler. üç vehhabi, ikinci inanışlarında haklı olduklarına çok güveniyorlardı. kabristanında bulunan mahcubun mezarına giderek: ya resulallah! ya mahcub! ya ibni abbas! diyorlar. imamımız abdülvehhab oğlunun ictihadına göre, deyip de, allahdan gayrıya düa edenler kafir olur. bunları öldürmek ve mallarını paylaşmak halal olur dediler. ehli sünnet alimleri, bunlara, allahü tealanın sevdiği kullarının kabrlerine gidip, onlara tevessül etmek, düa istemek, onlara tapınmak değildir. onlara ibadet etmek için değildir. onları vesile ederek, o sebeblere, vasıtalara yapışarak, allahü tealadan istemekdir dediler. sebeblere yapışmanın caiz, hatta lazım olduğunu vesikalarla isbat etdiler. mahcubun ismi, seyyid abdürrahmandır rahmetullahi aleyh. zemanının en derin alimi idi. binikiyüzdört senesinde vefat edip, mu'alla kabristanında defn edildi. evliyanın kabrlerine giderek, allahü tealadan bir dilekde bulunurken, onları vesile etmek, vesile olmaları için onlara yalvarmak caiz olduğu, çeşidli yollardan isbat edilmekdedir. maide suresi otuzbeşinci ayeti kerimesinde mealen, ey mü'minler! allahü tealadan korkun ve ona yaklaşmak için vesile arayın! buyuruldu. bütün tefsirler, vesilenin allahü tealanın sevdiği, beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. nisa suresinin yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, islam alimlerinin çoğuna göre, birinci ayeti kerimedeki vesile, resulullah demekdir. böyle olunca, peygamberleri ve onların varisleri olan velileri, salih müslimanları vesile etmek, onların yardımları ile allahü tealaya yaklaşmak caiz olmakdadır. peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfr ve şirk olsaydı, namaz kılanların hepsinin kafir olması lazım gelirdi. muhammed bin süleymanın rahmetullahi aleyh yukarıda yazılı fetvasına göre, vehhabilerin de kafir olmaları lazım olurdu. çünki her müsliman, namazda otururken, diyerek resulullaha selam vermekde ve o yüce peygambere düa etmekdedir. kabrleri ziyaret etmekde ve evliyayı vesile ederek düa etmekde faideler vardır. çünki, ibni asakirin bildirdiği ve de yazılı hadisi şerifde, buyuruldu. dare kutninin bildirdiği hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, ruhlar, birbirlerinin aynaları gibidir. birbirlerinde görünürler. kabr başında, o veliyi düşünüp, vesile eden kimsenin ruhuna, velinin ruhundan feyz gelir. hangisinin ruhu za'if ise, kuvvetlenir. birleşik iki kapdaki sıvı gibidir. yüksek olan ruh zarar eder. kabrdekinin ruhu aşağı derecede ise, ziyaret edenin ruhu sıkıntı duyar. bunun içindir ki, islamiyyetin başlangıcında, kabr ziyareti yasak edilmişdi. çünki mezarda olanlar, cahiliyye zemanından kalmış olanlardı. mü'minler de ölmeğe başlayınca, kabr ziyaretine izn verildi. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem veya bir velinin kabri ziyaret edilince, o veli düşünülür. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerifden anlaşılıyor ki, kabr ziyaret edene, allahü teala merhamet eder. merhamet etdiği kulunun düasını kabul buyurur. kabr ziyaret edilmez. evliyaya tevessül olunmaz sözünün, senedsiz bir düşünce, bir görüş ayrılığı olduğu meydandadır. hadisi şerifi, bu inanışı kökünden çürütmekdedir. kabr ziyaretinin lazım olduğunu göstermekdedir. bu hadisi şerif, vesikaları ile, kitabında yazılıdır. türbeleri yıkarken, hadisi şerifini ileri sürüyorlar. peygamber zemanında böyle şeyler yokdu. hadisi şerifde, denildi, diyorlar. ikinci inanışlarına karşı verilen cevab, bu sözü de çürütdüğü için, ehli sünnet alimlerinin sözlerini kabul eylediler. binikiyüzon senesinde, ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala vehhabileri cevab veremiyecek halde bırakınca, böyle inanmanın müslimanlıkdan ayrı bir yol olduğunu, islam düşmanlarının ve ingilizlerin islamiyyeti içerden yıkmak için sinsice hazırladıkları bir tuzak olduğunu gösteren ayeti kerime ve hadisi şerifler yazılarak, mekkedeki islam alimleri imzaladılar. tevbe eden üç vehhabi de, bu vesikaya şahid oldular. bu vesika her memlekete gönderildi. mekkedeki vehhabi din adamları, der'ıyyeye, abdül'azizin yanına gelerek, cevab veremediklerini, böyle inanmanın islam düşmanlığı olduğu yazılarak her tarafa gönderildiğini anlatdılar. abdül'aziz bin muhammed bin sü'ud ve adamları, bunları işitince, ehli sünnete diş bilediler. binikiyüzonbeşsenesinde mekkeye saldırdılar. mekke emiri şerif galib bin müsa'id bin sa'id efendi, bunlara karşı koydu. her iki tarafdan çok kan döküldü. şerif galib efendi, bunları mekkeye sokmadı. mekke etrafındaki arab kabileleri, vehhabi oldular. abdül'azizin oğlu sü'ud, de, iki bayram arasında, taif şehrine asker gönderdi. taifde.ıyamet ve ahıret ki müslimanlara yapdıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, ahmed bin zeyni dahlanın kitabında ve eyyub sabri paşanın rahimehümullahü teala senesinde basılmış olan ve kitablarında uzun yazılıdır. yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. de istanbulda basdırılmışdır. taife girdikleri zeman, kadınlara ve çocuklara ve bütün ehaliye yapdıkları işkenceler adındaki islam düşmanı, azgın bir vehhabinin emri ile yapıldı. bu adam, muhsin isminde biri ile birlikde, şerif galib efendi tarafından der'ıyyeye gönderilmişdi. medineye girmelerini ve müslimanlara işkence yapmalarını önlemek için, önceki sözleşmeyi yenilemeğe çalışacaklardı. fekat bu münafık, şerif galib efendinin yanında casusluk yapıyordu. yolda arkadaşı olan muhsini de, bir çok menfe'atler va'd ederek aldatdı. der'ıyyeye gelince, sü'ud bin abdül'azize içlerini dökdüler. sü'ud, bunların, sadık bir köle olduğunu anlayınca, der'ıyye çapulcularını bunların emrine verip, yanındaki denilen yere geldiler. şerif galib efendiye mektub yazıp, sü'ud ve kendilerinin önceki sözleşmeyi tanımadıklarını ve sü'udün mekkeyi almağa hazırlandığını bildirdiler. şerif galib efendi, cevab yazarak, tatlı sözlerle nasihat etdi ise de, islam düşmanı olan bu azgın, mektubları yırtdı. emirin gönderdiği müslimanlara saldırıp, bozguna uğratdı. şerif galib efendi, taif kal'asına çekilip savunma tedbirleri aldı. bu azgın vehhabi, şevval ayı sonunda taife yakın denilen yerde ordusunu kurdu. kendisinden daha taş yürekli ve gönlü islam düşmanlığı ile dolu olan emiri alçağını dahi yardıma çağırdı. salimin yanında yirmi kadar çöl şeyhi ve her şeyhin yanında beşyüz kadar vehhabi şakisi vardı. salimin emrinde ayrıca bin kişi vardı. şerif galib efendi rahmetullahi aleyh, taiflilerle birlikde melisdeki eşkiya üzerine kahramanca saldırdı. salim bin şekbanın binbeşyüz çapulcusunu kılıncdan geçirdi. salim ve yanında kalanlar kaçdı. fekat toparlanarak melis denilen yeri basdılar. ehalinin mallarını yağma etdiler. şerif galib efendi, yardım almak için ciddeye gitdi. taifliler korkup, çoğu, çoluk çocuğunu alıp gizlice kaçdılar. kal'ada sığınan taifliler, ard arda gelen vehhabileri eyyub sabri paşa de vefat etdi. bozup kaçırdılar ise de, düşmana yardımcı da gelmiş olduğundan, kal'aya teslim bayrağı çekdiler. cana ve ırza kıymamak şartı ile teslim olacaklarını bildirdiler. o gün düşman da, çok ölü vererek dağılmağa başlamış idi. anlaşmak için taiflilerin gönderdiği alçak ve südü bozuk bir kimse, düşmanın kaçdığını gördüğü halde, arkalarından bağırmağa başladı: şerif galib, sizden korkup kaçdı. taif ehalisi de, dayanacak halde değildir. kal'ayı size verip afv dilediklerini bildirmek için beni gönderdiler. ben sizi severim. geri dönünüz. bu kadar kan dökdünüz. taifi ele geçirmeden gitmek doğru değildir. size yemin ederek söylüyorum ki, taifliler kal'ayı hemen verecekler. her istediğinizi kabul edeceklerdir dedi. taifin böyle boş yere vehhabilerin eline geçmesi, şerif galib efendinin hatası olmuşdur. o, taifde kalsaydı, müslimanların başına bu felaket gelmiyecekdi. gereğince, bu sözlere inanamadılar. fekat, kal'a üstünde teslim bayrağını görünce, işin iç yüzünü anlamak için kal'aya bir adam gönderdiler. adamı iple kal'aya çekdiler. teslim olmak istiyorsanız, canınızı kurtarmak için bütün malınızı buraya toplayın dedi. ibrahim ismindeki bir müslimanın gayreti ile eşyalar getirildi. bunlar azdır, bu kadar mal ile afv olunamazsınız. daha getiriniz dedi. bir defter verip, mal getirmiyenlerin ismlerini buraya yazınız! erkekleriniz istediği yere gidebilirler. kadınlarınız ve çocuklarınız zincirlere bağlanacakdır dedi. biraz yumuşak olması için yalvardılar ise de, azgınlığını ve sertliğini artdırdı. ibrahim, buna dayanamayıp, göğsüne bir taş vurdu, öldürdü. bunun üzerine, kal'aya saldırdılar. böylece, kurşun ve gülle dokunmasından kurtuldular. demirlerle kapıları kırıp içeri girdiler. önlerine çıkanları, kadın, erkek ve çocuk demeyip öldürdüler. beşikdeki yavruları bile parçaladılar. sokaklarda dere gibi kan akdı. evleri basıp herşeyi yağma etdiler. güneş batıncaya kadar azdılar, kudurdular. kal'anın şark tarafındaki taş evlere giremediler. fekat kurşun yağmuruna tutdular. içlerinden bir habis, sizi afv etdik. çoluk çocuğunuzu alıp istediğiniz yere gidebilirsiniz diye bağırdı. başka yere gitmek için yola çıkanları bir tepede topladılar. bunların çoğu kadın ve çocuk idi. etraflarını sardılar. bunları oniki gün aç, susuz bırakdılar. her biri temiz aile, naz ile büyümüş müslimanlardı. bunlara söz ile, sopa ile ve taş ile eziyyet etdiler. birer birer çağırıp, mallarınızı sakladığınız yerleri bildirin diyerek döverlerdi. merhamet için yalvaranlara, ölüm gününüz yaklaşıyor derlerdi. ibni şekban, taş evleri oniki gün sıkışdırmış, içeri giremeyince, diye söz vermişdi. bu söze inanıp evden çıkdılar. ibni şekban, bunların ellerini arkalarına bağlayıp tepedeki müslimanların yanına gönderdi. böylece üçyüzaltmışyedi erkekle birlikde tepede beklemekde olan kadın ve çocukları kılıncdan geçirdiler rahmetullahi aleyhim ecma'in. şehidleri günlerce hayvanlara çiğnetdiler. yırtıcı hayvanların ve kuşların yimesi için onaltı gün açıkda bırakdılar. müslimanların evlerine saldırdılar. mal, eşya, ne varsa hepsini toplayıp kal'a kapısının önündeki meydana dağ gibi yığdılar. bunların ve topladıkları paraların, altınların beşde birini, sü'uda gönderdiler. geri kalanı aralarında paylaşdılar. hainlerin ve yağmurun götürdüklerinden arta kalıp ehli sünnetin eline geçen kırkbin riyal altın ile sayısız kıymetli eşyadan onbin riyal kadınlara ve çocuklara dağıtıldı. eşya da pazarlarda çok ucuza satıldı. kütübhanelerden ve mescidlerden ve evlerden topladıkları kur'anı kerimleri, tefsirleri, hadis ve çeşidli din kitablarının hepsini parçalayıp yerlere atdılar. kur'anı kerimlerin ve din kitablarının altın işlemeli meşin cildlerinden çarıklar yapıp pis ayaklarına giydiler. ayaklarındaki kitab cildinden çarıklar üzerinde ayeti kerimeler ve mubarek yazılar yazılı idi. kıymetli kitabların yaprakları, yerlere o kadar çok atılmışdı ki, taif sokaklarında basacak toprak kalmamışdı. ibni şekban, yalnız kur'anı kerimlerin parçalanmamasını emr etmiş ise de, çöllerden vurgun için toplanıp gelmiş olan vehhabi haydutları, kur'anı kerimi tanımadıklarından, ele geçirdikleri mushafı şeriflerin hepsini parçalayıp yerlere saçdılar. üzerlerini çiğniyerek geçdiler. koca taif şehrinde yalnız üç mushafı şerif ile bir buharii şerif kitabı bu yağmadan kurtulabilmişdi. mu'cize: yağma yapıldığı günlerde hava durgundu. hiç rüzgar yokdu. eşkiya çekilip gidince, bir fırtına çıkdı. rüzgarlar, yerlerdeki kur'anı kerim ve çeşidli din kitablarının yapraklarının hepsini uçurup götürdü. uçan kağıdların nereye gitdikleri anlaşılamadı. yere düşmüş hiçbir kağıd görülemedi. şehidlerin cesedleri rahmetullahi aleyhim ecma'in tepe üzerinde onaltı gün kalarak sıcakdan çürümüşlerdi. her tarafı fena koku sarmışdı. müslimanlar, ibni şekbana çok yalvardılar, ağladılar, sızladılar. nihayet izn alabilip, iki büyük çukur kazdılar. babalarının, dedelerinin, akrabalarının, arkadaşlarının, çocuklarının kokmuş cesedlerini bu çukurlara doldurup toprakla örtdüler. tanınacak tam bir cesed hiç yokdu. kiminin yarısı, kiminin dörtde biri kalmışdı. yırtıcı kuşların ve hayvanların uzaklara taşıyıp bırakmış oldukları insan parçalarının kokuları, vehhabileri de rahatsız etdiğinden, bunların toplanmasına da izn verdiler. müslimanlar, her tarafı dolaşıp, bunları da topladılar. iki büyük çukura gömdüler. eşkiyanın, şehidleri, çürüyünceye kadar açıkda bırakmaları, müslimanların ölülerine de hakaret etmek ve intikam almak içindi. : yükselmeğe sebeb olur, gam yime düşdüm diye, bina ta'mir edilmez, benzemezse harabeye. bedenleri açıkda kalıp, kuşlara kurdlara yem olan ve çürüyüp kokan şehidlerin rahmetullahi aleyhim ecma'in allah huzurundaki dereceleri katkat artar. eşkıya, taif şehrindeki müslimanları kılıncdan geçirdikden ve eşyaları, paraları yağma edip paylaşdıkdan sonra, her tarafı dolaşarak, eshabı kiramın, evliyanın ve alimlerin türbelerini yıkıp yerle bir etdiler. türbeleri yıkarken, eshabı kiramın büyüklerinden ve peygamber efendimizin çok sevdiklerinden abdüllah ibni abbas hazretlerinin mezarını kazıp, mubarek cesedi şerifini çıkarıp yakmak istediler ise de, toprağa ilk kazmayı vurunca, etrafa yayılan güzel kokudan ürkdüler. bu mezarda büyük bir şeytan vardır. toprağı kazmakla vakt geçirmiyelim. dinamitle havaya uçuralım dediler. çok mikdarda barut getirdiler. pek uğraşdılar ise de, barut ateş almadı. barut ateş almayınca, şaşırıp dağıldılar. böylece bu mubarek mezar birkaç sene düz toprak halinde kaldı. sonra, seyyid yasin efendi gayet güzel bir sanduka yapdırarak bu mubarek mezarın unutulmasını önlemişdir. seyyid abdülhadi efendinin ve daha birçok velilerin rahimehümullahü teala de mezarlarını kazmak istediler ise de, herbiri keramet göstererek, zarar vermelerine imkan olmadı. güçlüklerle karşılaşarak, bu kötü düşünceden vazgeçdiler. osmanı mudayıki ve ibni şekban mel'unları, türbelerle beraber, cami'lerin ve medreselerin de yıkılmasını emr etmişler idi. ehli sünnet alimlerinin büyüklerinden olan yasin efendi, cema'at ile namaz kılmak için yapılmış olan mescidleri niçin yıkıyorsunuz? eğer abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma kabri bulunduğu için yıkmak istiyorsanız, onun mezarı, büyük mescidin dışındaki türbededir. onun için mescidin yıkılması da icab etmez dedi. osmanı mudayıki ile ibni şekban bu söze cevab veremediler. içlerinde bulunan matu' adında bir zındık, diye gülünç bir söz söyledi. yasin efendi buna karşılık, deyince, cevab veremedi. uzun bir sessizlikden sonra, osmanı mudayıki, ikinizi de dinlemiyeceğim. mescide dokunmayınız, türbeyi yıkınız! emrini verdi. taifde müsliman kanı akıtan alçaklar, sonra mekkeye saldırdılar ise de, hac zemanı olduğu için, şehre girmeğe korkdular. mekke ehalisi, taifdeki müslimanların öldürülmesini işitince, şerif galib efendi, vehhabilere karşı koymak için ciddeye asker toplamağa gitdi. fekat mekke ehalisi, taif faci'asından çok korkdukları için, bir hey'et göndererek yalvardılar. senesi muharrem ayında mekkeye girip, inançlarını şehrde yaydılar. kabr ziyaret edenleri, resulullahın türbesine gidip yalvaranları öldüreceklerini bildirdiler. ondört gün sonra, şerif galib efendiyi yakalamak için ciddeye gitdiler. şerif galib efendi, cidde kal'asından merdce saldırarak, vehhabi eşkıyasından çoğunu öldürdü. geri kalanları, mekkeye kaçdı. halkın yalvarması üzerine, şerif galib efendinin kardeşi olan şerif abdülmu'in efendiyi mekkede emir bırakıp, der'ıyyeye gitdiler. şerif abdülmu'in efendi, vehhabilerin işkencesinden mekkelileri koruyabilmek için bu emirliği kabul etdi. şerif galib efendi, eşkiyanın bozguna uğramasından otuzsekiz gün sonra, cidde valisi şerif paşa ile, ciddedeki askerleri alarak mekkeye geldi. burada bırakılmış olan eşkiyayı çıkardı. emirliği tekrar ele geçirdi. eşkiya, mekkelilerden intikam almak için, taif etrafındaki köylere saldırıp çok cana kıydılar. adındaki şakiyi taife vali yapdılar. osman, mekke etrafındaki eşkiyayı da toplıyarak, büyük bir güruh ile senesinde mekke şehrini kuşatdı. mekkedeki müslimanlar aylarca sıkıntı çekdi. aç kaldılar. son günlerde, yimek için köpek eti dahi bulamadılar. şerif galib efendi, milletin canlarını kurtarmak için, düşmanla anlaşmakdan başka çare olmadığını anladı. mekke emirliği kendinde kalmak ve müslimanların canına, malına dokunmamak şartı ile, şehri teslim etdi. mekkeyi aldıkdan sonra, medineye de saldırdılar. şehre girdiler. de bin seneden beri toplanmış olan dünyanın en kıymetli tarihi eşyalarını yağma etdiler. müslimanlara buraya yazamıyacağımız kadar çirkin işler yapdılar. mubarek bin magyan adında birini vali bırakıp, der'ıyyeye gitdiler. mekkede ve medinede yedi sene kaldılar. yedi sene ehli sünnet hacılarını mekkeye sokmadılar. ka'beyi denilen siyah kumaşdan iki örtü ile sardılar. nargile içmeği yasak etdiler. içenleri çok dövdüler. mekke ve medine ehalisi, bunlara hiç sokulmazlar, bunları beğenmezlerdi. mekkedeki müslimanlara yapılan işkenceleri, eyyub sabri paşanın rahimehullahü teala binüçyüzbir senesinde basılan kitabının birinci cildi şöyle anlatmakdadır: mekkei mükerreme şehrindeki müslimanlara ve her sene hacılara yapılan işkenceler sayılamayacak kadar çokdur. sü'ud, mekke ehalisine ve bunların emiri şerif galib efendiye sık sık korkutucu mektublar gönderirdi. birkaç kerre asker göndererek, mekkenin etrafını sardı ise de, binikiyüzonsekiz senesine kadar bu şehri alamadı. şerif galib efendi, binikiyüzonyedisenesinde cidde valisi ile şam ve mısr hacı kafilelerinin reislerini toplayıp, eşkıya mekkei mükerreme şehrine saldırmak istiyor. bana yardım ederseniz, onların reisleri olan sü'udü ele geçirebiliriz dedi. bunu kabul etmediler. şerif galib efendi, kardeşi şerif abdülmu'ini yerine vekil bırakıp ciddeye gitdi. şerif abdülmu'in mekke emiri olunca, ehli sünnet alimlerinden muhammed tahir, seyyid muhammed ebu bekr, mir gani, seyyid muhammed akkas, abdülhafiz acemiyi sü'ud bin abdül'azize gönderip, afv ve iyilik istediler. binikiyüzonsekiz senesi idi. sü'ud, kabul edip, askeri ile mekkeye geldi. abdülmu'ini kaymakam yapdı. türbelerin, mezarların hepsini yıkdırdı. vehhabilerin inancına göre, mekke ve medine ehalisi, allahü tealaya ibadet etmiyorlarmış. türbelere tapınıyorlarmış. türbeler ve mezarlar yıkılırsa, herkes allaha tapınmağa başlarmış. abdülvehhab oğlu muhammede göre, senesinden sonra ölen müslimanların hepsi küfr ve şirk üzere ölmüş. islamiyyetin doğrusu, ona bildirilmiş. vehhabi oldukdan sonra ölenlerin, önce ölmüş olan müşriklerin yanına gömülmeleri caiz değilmiş. sü'ud, şerif galib efendiyi rahmetullahi aleyh yakalamak ve ciddeyi ele geçirmek için, cidde üzerine yürüdü. fekat cidde ehalisi, oradaki osmanlı askeri ile elele vererek kahramanca çarpışdılar. sü'udün askeri fena halde bozuldu. sü'ud, kaçanları toplıyarak mekkeye döndü. şerif abdülmu'in efendi rahimehullahü teala, mekkedeki müslimanları ölümden ve işkenceden kurtarmak için vehhabilere dost göründü ise de, azgın vehhabiler, hergün işkenceyi ve soygunculuğu artdırdılar. şerif adülmu'in efendi, tatlılıkla geçinmeğe imkan olmadığını anladı. şerif galib efendiye rahimehullahü teala haber gönderip, denilen meydandaki çadırlarda olduğunu, bir mikdar askerle gelirse, sü'udün ele geçirilebileceğini bildirdi. şerif galib efendi rahimehullahü teala, bunu duyunca, cidde valisi şerif paşa ile birlikde ve seçme askerleri alarak, bir gece mekkede vehhabilere baskın yapdı. çadırları sardı ise de, süud kaçıp kurtuldu. askerleri de silahlarını teslim etmek üzere afv dilediler. dilekleri kabul olundu. mekkei mükerreme şehri zalimlerden kurtarıldı. bu başarı, taifdeki vehhabileri korkutdu. onlar da, kan dökmeden teslim oldu. osmanı mudayıki zalimi, adamları ile birlikde, yemen dağlarına kaçdı. mekkeden çıkanları, köylerde ve kabilelerde vurgunculuk yapdıklarından şerif galib efendi rahmetullahi aleyh, kabilesine hemen adamlar gönderdi. taife gidip, vehhabileri vurun! ele geçirdikleriniz sizin olsun dedi. beni sakif kabilesi, eşkiyadan intikam almak için, taife saldırdılar. taif de böylece kurtarıldı. osmanı mudayıki, yemen dağlarındaki cahil, vahşi köylüleri toplayıp ve yolda karşılaşdığı vehhabileri de alıp mekkeyi kuşatdı. ehali üç ay kadar şehrde çok sıkıntı çekdi. şerif galib efendi, on kerre çemberi yarmak istedi ise de, başaramadı. mekkede yiyecek kalmadı. ekmeğin okkası beş riyale, sade yağın bir okkası altı riyale çıkmakla beraber, satıcılar bulunamaz oldu. halk, kedi, köpek yidi. sonra bunlar da bulunamadı. ot, ağaç yaprağı yidiler. bunlar kalmayınca, eziyyet etmemek ve kan dökmemek şartı ile mekke şehri sü'uda teslim edildi. şerif galib efendi, bunda suçlu değildi. fekat önceden, kendini dinleyen kabilelerden yardımcı getirmiş olsaydı, bu duruma düşmiyecekdi. hatta, mekkeliler, şerif galib efendiye yalvarıp, bizi seven kabilelerden yardımcı getirirseniz, hac zemanına kadar dayanabiliriz. mısr ve şam hacıları gelince, kurtuluruz demişlerdi. o da, bunu önceden yapabilirdim; şimdi yapılamaz diyerek, önceki yanlışlığını söylemişdir. teslim olmak da istemiyordu. fekat ehali, efendim, mubarek ceddiniz olan resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem düşmanla anlaşma yapmışdı. siz de anlaşarak bizi bu sıkıntıdan kurtarınız. resulullah efendimizin sünnetine uymuş olursunuz. çünki resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, anlaşmak ve sözleşme yapmak için hazreti osmanı mekkedeki kureyşlilere göndermişdi dediler. şerif galib efendi, halkın bu isteğini oyalıyarak son ana kadar anlaşma yapmadı. halk dayanamıyacak hale gelince, mekkede bulunan abdürrahman adındaki bir din adamının baskısı ile, sözleşmeğe razı oldu. şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh böyle davranması, pek kurnazca olmuşdu. abdürrahmanın aracılığı ile, sü'udün işkence yapmasını önlemiş oldu. müslimanlara da, anlaşmayı istemiyerek yapdım. hac zemanına kadar bekliyecekdim diyerek, halkı ve askeri kendine bağlamış oldu. bu anlaşma üzerine, abdül'azizin oğlu sü'ud, mekkeye girdi. ka'bei muazzamayı kaba bir keçe ile örtdü. şerif galib efendiyi rahmetullahi aleyh işbaşından ayırdı. fir'avn gibi, öteye beriye saldırmağa, akla gelmiyecek işkenceler yapmağa başladı. şerif galib efendi, osmanlılardan yardım gelmediğine gücenip, sü'udün mekkeye yerleşmesindeki sebeb, osmanlı devletinin gevşekliğidir sözünü halk arasına yaydı. osmanlı devletini harekete geçirmek için de, mısr ve şam hacılarının mekkeye sokulmamasını sü'uda aşıladı. şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh bu sözleri, sü'udün azmasına ve işkencelerini artdırmasına yol açdı. ehli sünnet alimlerinden çoğunu ve mekkenin ileri gelenlerini ve zenginlerini yakalatıp işkence ile öldürtdü. vehhabi olduğunu açıklamıyanları korkutdu. çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, sü'udün dinine giriniz! onun geniş olan gölgesine sığınınız! dedirtdi. müslimanları abdülvehhab oğlu muhammedin dinine sokmağa zorladı. çöllerde olduğu gibi, hak dinini ve doğru mezhebini koruyabilecek sağlam kimseler çok azaldı. şerif galib efendi, bu acı halleri görüp, arabistan çöllerinde olduğu gibi, hicazda ve mubarek şehrlerde de islamiyyetin yok olacağını anlıyarak, sü'uda haber gönderdi: hacdan sonra, mekkede kalırsan, osmanlı hükumetinin istanbuldan göndereceği askere dayanamazsın. yakalanır öldürülürsün. hacdan sonra mekkede kalma, çık, git! dedi ise de, bu sözler sü'udün azgınlığının ve işkencelerinin artmasına yol açdı. sü'ud bin abdül'aziz, her tarafa zulm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, ehli sünnet alimlerinden birini çağırıp, hazreti muhammed aleyhisselam mezarında diri midir? yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür deyince, cevabını aldı. sü'udün bu suali sorması, onun cevab verebileceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi.hazreti peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. saçmasapan sözlerle cevab verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekde inadcı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm dedi. ehli sünnet alimi, dışarıdan birşey gösterip de seni inandırmağa çalışmıyacağım. geliniz, birlikde medinei münevvereye gidelim! penceresi önünde duralım. ben selam vereyim. selamıma cevab verirse, inanırsın. resulullah efendimizin, kabri se'adetinde diri olduğunu, selam verenleri işitdiğini ve cevab verdiğini anlamış olursun. selamıma cevab verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. bana istediğin cezayı verebilirsin dedi. sü'ud, bu sözleri işitince, ehli sünnet alimini salıverdi. sü'ud bu cevaba çok kızmışdı. çünki, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kafir, müşrik olurdu. şaşırıp kaldı. çünki, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yokdu. rezil olmamak için, alimi serbest bırakdı. sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. allahü tealanın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. bu korkunç haber, ağızdan ağıza, o zata kadar ulaşdı. bu mücahid zat, artık mekkede bulunmanın doğru olmıyacağını düşünerek, başka yere hicret etdi. sü'ud, mücahid zatın mekkeden çıkdığını haber aldı. arkasından kiralık katil gönderdi. bu katil, diyerek, gece gündüz durmadan gitdi. mücahid zata yetişdi ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefat etmiş idi. o zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitdi. gelince, yalnız deveyi gördü. o zatı bulamadı. sü'uda gidip olanları söyledi. sü'ud, evet, evet! ben o zatın zikr ve tesbih ile göklere çıkarıldığını rü'yada gördüm. nur yüzlü kimseler, bu cenaze filan zatdır. ahır zeman peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem dürüst inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işitdim cevabını verince, beni böyle mubarek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. allahü tealanın ona olan ihsanını gördüğün halde, bozuk inancını düzeltmezsin diyerek sövüp saydı. kendi tevbe etdi. sü'ud, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi. osmanı mudayıkiyi mekkede vali bırakıp, der'ıyyeye gitdi. sü'ud bin abdül'aziz, der'ıyyede kaldı. medinei münevvereyi de ele geçirdi. hac etmek istiyenleri ve doğru dürüst konuşabilenleri, yanına alarak mekkeye doğru yola çıkdı. vehhabiliği övecek ve yayacak olan din adamları, önde gidiyordu. bunlar mekkeye girince, muharrem ayının yedinci cum'a günü, abdülvehhab oğlunun yazdığı vehhabi kitabını içinde okuyup anlatmağa başladılar. ehli sünnet alimleri rahimehümullahü teala bunlara cevab verdi. bu cevabları kitabında yazılıdır. on gün kadar sonra, sü'ud bin abdül'aziz de geldi. şerif galib efendinin denilen yerdeki konağına yerleşdi. şerif galib efendiye dostluk gösterisi olarak, üzerindeki örtünün bir parçasını ona örtdü. şerif galib efendi de, buna dostluk gösterisinde bulundu. şerif galib efendi, sü'ud ile birlikde mescidi harama gidip, ka'bei muazzamayı tavaf etdiler. senesinde, şam kafilesinin mekkeye yaklaşdığı işitildi. sü'ud, bu hacıları mekkeye sokmıyacağını bildirmek için, mes'ud bin mudayıki adında birini kafileye gönderdi. mes'ud, kafileye gidip, siz evvelce bildirilen şartlara uymadınız. sü'ud bin abdül'aziz size salih bin salih ile emr göndermişdi. askersiz geliniz demişdi. yanınızdaki bu askerler nedir? emre uymadığınız için, mekkeye giremezsiniz dedi. hac kafilesinin emiri abdüllah paşa, hac için geldiklerini bildirmek ve izn almak için yusüf paşayı sü'uda gönderdi. sü'ud, yusüf paşayı görünce: paşa! allahdan korkmasaydım, hepinizi öldürürdüm. haremeyn ehalisi için ve arab köylüleri için getirmekde olduğunuz altın torbalarını buraya getirip, hemen geri dönünüz! bu sene hac yapmanızı yasak etdim dedi. yusüf paşa, altın torbalarını teslim edip geri döndü. şam kafilesinin hac yapması yasak edildiği haberi her tarafa yayıldı. işiten müslimanlar şaşkına döndü. mekkedeki müslimanlar, kendilerinin de arafata çıkmaları yasak edildi sanarak ağladılar, sızladılar. ertesi gün, mekkelilerin arafata gitmelerine izn verildi ise de, mahfe ve tahtı revan içinde gitmeleri yasak edildi. hakimler, alimler ve herkes merkeb veya deve ile arafata gitdiler. arafat meydanında hutbeyi mekke kadisı yerine vehhabilerden birisi okudu. hacdan sonra mekkeye döndüler. sü'ud, arafat dönüşünde, mekke kadisı hatibzade muhammed efendiyi işinden ayırıp, yerine vehhabilerden abdürrahmanı getirdi. abdürrahman da, muhammed efendiyi ve medine mollası sü'ada beği ve mekkei mükerreme nakibi atayi efendiyi getirip yerdeki keçe üzerine oturtdu. sü'uda bi'at ediniz dedi. bu alimler, vehhabi inancına göre, diyerek müsafeha etdiler ve yine yerlerine oturdular. sü'ud güldü, ben sizi ve şam kafilesi hacılarını salih bin salihe bırakdım. salih, iyi bir adamımdır. ona güvenirim. mahfe devesi ve yük devesi için üçer yüz ve merkeb için yüzelli kuruş vermek üzere şama gitmenize izn verdim. bu kadar ucuz para ile şama gitmek, sizin için büyük bir ni'metdir. sayemde rahat ve sevinerek gidiniz. bütün hacılar, böylece gidip geleceklerdir. bu da, benim bir adaletimdir. padişahı ali osman sultan üçüncü selim han hazretlerine rahmetullahi aleyh mektub yazdım. kabrler üzerine türbe yapılmasının ve ölülere kurban kesilmesinin ve onları vesile ederek düa okunmasının yasak edilmesini istedim dedi. sü'udun mekkede yerleşmesi, dört sene devam etdi. senesinde, mısr valisi muhammed ali paşa, sultan mahmudı adliden rahmetullahi teala aleyhima gelen emr üzerine ciddeye geldi. ciddeden ve medineden gönderdiği mısr askerleri ile birleşerek kanlı bir muharebeden sonra, sü'udu mekkeden çıkardılar. islam halifelerinin yetmişbeşinci ve osmanlı padişahlarının onuncusu olan sultan birinci süleyman han rahmetullahi aleyh, medinei münevvere şehri etrafındaki dıvarları yenilemişdi. dıvarlar çok sağlam yapıldıkları için medinei münevvere şehri ikiyüzyetmişdört sene, eşkiya baskınına uğramadı. şehrdeki müslimanlar rahat ve huzur içinde yaşadılar. fekat, senesi ilk aylarında sü'udün eline düşdüler. sü'ud, mekkei mükerremeyi ele geçirdikden ve londradan gelen altınlarla mekke etrafındaki köylüleri satın aldıkdan sonra, köylerden topladığı yağmacıları medine şehri üzerine gönderdi. bunların başına beday ve nadi adında iki kardeşi kumandan yapmışdı. yolda karşılaşdıkları müsliman köylerini yağma etdiler. çok cana kıydılar. beday ve kardeşi nadi, medine etrafındaki köylerden çoğunu yakıp yıkdı. eşyalarını yağma etdi. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in bildirmiş oldukları doğru yolda olan müslimanları kılıncdan geçirdi. yakılan köyler, öldürülen müslimanlar, o kadar çokdu ki, belli bir sayı elde edilemedi. medine şehri etrafındaki köyler, ölüm korkusundan ve yağmadan, işkenceden kurtulmak için, vehhabi inanışlarını kabul etdiler. sü'uda kul, köle oldular. sü'ud, salih bin salih ile medine şehrine bir mektub gönderdi. sü'udün medinedeki müslimanlara karşı yazdığı bu mektubun tercemesi şöyledir: kıyamet gününün malikinin adı ile başlıyorum. medinenin alimlerine, me'murlarına ve tüccarlarına bildiririm ki, dünyada rahata ve huzura kavuşmak, ancak hidayet bulanlar içindir. ey medine ehalisi! sizi hak dine çağırıyorum. ali imran suresi, ondokuz ve seksenbeşinci ayetlerinde mealen, allahın doğru bildiği din islam dinidir. islamdan başka din edinenlerin, dinleri kabul olmaz. bunlar, ahıret gününde zarar edeceklerdir! buyurulmuşdur. size karşı olan düşüncelerimin nasıl olduğunu bilmenizi istiyorum. medine ehalisine karşı sevgim ve bağlılığım vardır. yanınıza gelip, resulullahın şehrinde bulunmak istiyorum. beni dinlerseniz, emrlerime uyarsanız, size bir sıkıntı ve işkence yapmam. mekke şehrine girdiğim zeman, orada bulunanlar, benden hep iyilik gördüler. yeniden müsliman olmanızı istiyorum. emrlerime ita'at ederseniz, yağmadan, ölümden ve işkenceden kendinizi kurtarırsınız. allah sizi korur, ben de koruyucunuz olurum. bu mektubumu, güvendiğim adamım salih bin salih ile size gönderiyorum. iyi okuyunuz. onun ile karara bağlayınız! onun sözü, benim sözüm demekdir. salih bin salih ile gelen mektub, medinelileri çok korkutdu. daha önce taifde yapdıkları işkenceleri, kılıncdan geçirdikleri kadınları, çocukları rahmetullahi teala aleyhim ecma'in birkaç gün önce işitmişlerdi. tüyleri ürpermişdi. sü'ud bin abdül'azizin mektubuna evet veya hayır diyemediler. canlarından da, dinlerinden de vazgeçemediler. eşkıyasının başı olan beday haini, mektuba cevab gelmeyince, medinenin iskelesi olan şehri üzerine yürüdü. bunu ele geçirdikden sonra, medineye gelip, şehri kuşatdı. surun, anberiyye kapısına şiddetle saldırdı. o gün şam hacıları abdüllah paşanın emirliği altında çıkageldiler. şehrin sarılmış olduğunu görünce hacılar ve birlikde bulunan askerler, eşkiya ile döğüşmeğe başladılar. iki saat süren kanlı muharebede, ikiyüz kadar şaki kılıncdan geçirildi. geri kalanları dağılıp kaçdılar. abdüllah paşa, hac vazifesini yapıncaya kadar, medinedeki müslimanlar rahat etdiler. fekat, şam hacıları, medineden çıkıp uzaklaşınca, beday haini şehri yine kuşatdı. kuba ve avali ve kurban denilen yerleri ele geçirdi. buralara iki de tabya yapdı. şehrin ulaşdırma yollarını kesdi. denilen su yollarını yıkdı. böylece müslimanları aç ve susuz bırakdı. mu'cize: ayni zerka su yollarını yıkıp şehrde su kalmadığı zeman, mescidi nebideki içindeki kuyunun suyu çoğaldı. acılığı ve sertliği kalmadı. şehrdeki bütün müslimanlar su sıkıntısı çekmedi. daha önce, bu kuyunun suyu acılığı ile meşhur idi. muhasara aylarla uzadı. medinedeki müslimanlar, şam hacıları gelir bizi yine kurtarır diyerek, ağır sıkıntılara katlandılar. fekat, şam hacıları gelince, emirleri olan ibrahim paşa, karşı koyacak askeri olmadığı için, şehri onlara teslim ediniz dedi. medinedeki müslimanlar bunu işitince, ibrahim paşanın beday ile konuşup anlaşdığını, müslimanlara işkence ve zarar yapılmaması için ondan söz aldığını zan etdiler. tercemesi aşağıda yazılı mektubu yazarak, muhammed tayyar ve hasen çavuş ve abdülkadir ilyas ve ali adında dört kişi ile sü'uda gönderdiler. mektub tercemesi: size karşı yapılması lazım olan saygıyı bildirir ve selamlarımızı arz ederiz. allahü teala, rızasına uygun olan işlerinizi başarılı eylesin! ey şeyh sü'ud! şam hacılarının emiri olan ibrahim paşa buraya geldi. şehrin beday tarafından kuşatılmış, susuz bırakılmış ve yollarının kesilmiş olduğunu gördü. sebebini sordu. bu işlerin sizin emrinizle yapılmış olduğunu anladı. bizler, senin medine ehalisine karşı kötü niyyetde olmadığını umduğumuz için, bu çirkin ve kötü şeylerden haberin olmadığını düşündük. başımıza gelenleri sana bildirmek için, ileri gelenlerimiz toplandık. sözbirliğine vararak aramızdan en iyi, temiz olan dört kişiyi seçdik. sana gönderdik. bunların, bizi sevindirecek bir cevab ile geri dönmelerini allahü tealadan düa ediyoruz. sü'ud, mektubu alınca, elçilere çok sert davrandı. medine ehalisine çok kızgın ve düşman olduğunu bildirmekden haya etmedi. elçiler, afv etmesi için çok yalvardılar. onun pis ayaklarına kapandılar ise de, hak olan dinimi kabul etmiyeceğinizi, emrlerimi yapmıyacağınızı, açlıkdan, susuzlukdan ve sıkıntıdan bunalarak, tatlı dille beni aldatmak istediğinizi, sıkıntıdan kurtulmak için yalvardığınızı, mektubu okuyunca anladım. isteklerimi yapmakdan başka kurtuluş yolu yokdur. emrlerini kabul eder görünüp de, uygunsuz söz ve hareketiniz olursa, sizi de taifliler gibi inletir ve yok ederim dedi. müslimanları mezheblerini bırakmağa zorladı. sü'udün, medineden gelen elçilere kabul etdirdiği bozuk ve sapık sözler kitabında uzun yazılıdır. medineli elçiler, sü'udün emrlerini zorla kabul etdikden sonra geri döndüler. medineliler de, bunalmış olduklarından, boğulan kimsenin yılana sarıldığı gibi, başka birşey diyemediler. anlaşmanın yedinci maddesi gereğince beday adamlarından yetmiş kişiye, medine kal'asını teslim etdiler. anlaşmanın bir maddesi, medinedeki türbelerin yıkılması idi. işkencelerden kurtulabilmek için, anlaşmada bulunan emrleri, istemiyerek yapdılar. istemiyerek yapdılar ise de, bu işleri pek kötü sonuçlara yol açdı. istanbula yazılan imdad mektublarına bir cevab alınamadı. medine ehalisi, üç sene işkence altında kaldı. müslimanların, istanbuldan yardım geleceğine ümmidleri kalmayınca, sü'uda mektub yazdılar. afv ve merhamet etmesi için yalvardılar. bu mektubu, hüseyn şakir ve muhammed segayi adında iki kişi ile der'ıyyeye gönderdiler. fekat sü'ud, medinelilerin, önce istanbuldan yardım istemiş olduklarını işitdiğinden, elçileri kabul etmedi. üç seneden beri sıkıntı ve işkence altında yaşamakda olan medinelileri daha çok sıkışdırmak ve hırpalamak için büyük bir haydud sürüsü ile medine üzerine yürüdü. arabistan çölünde bütün vahşiler ve köylüler, sü'udü necd padişahı olarak tanıyorlardı. o ahmak ve alçak da, öteye beriye yazdığı mektublara, diyerek imza ederdi. sü'ud medineye girince, hemen türbelerin yıkılmasını, hem de türbe bakıcılarının yıkmalarını emr eyledi. üç sene önceki anlaşmanın üçüncü maddesine göre, müslimanlar birçok kıymetli türbeleri önceden yıkmışlar, mezarları yerle bir etmişler idi ise de, büyük ve mubarek bildikleri birkaç türbeye dokunamamışlardı. bunları da, kendi hizmetcileri, ağlaya sızlaya yıkmağa başladılar. hazreti hamzanın radıyallahü anh uhuddaki türbesinin bekçisi olan müsliman, çok ihtiyar olduğu için, bu işi yapamıyacağını bildirince, sü'ud kendi kölelerinden bir haini, kubbeyi yıkmak için göndermiş. bu kimse türbeyi yıkmak için kubbe üstüne çıkınca düşüp ölmüş olduğundan, sü'ud habisi, hazreti hamzanın türbesini yıkmakdan vaz geçdi. fekat kapısını sökdürdü. bu bayağı emrini yapdırdıkdan sonra, meydanında kurdurduğu kürsiye çıkıp, bir konuşma yapdı. medinedeki müslimanların kendisine ita'at etmek istemediklerini, korkudan münafık olduklarını, eskisi gibi müşrik kalmak istediklerini söyledi. sonra, kal'ada sığınmış olanların da gelip boyun bükmelerini, gelmiyenler için taife yapdırmış olduğu işkencenin bunlara da yapılacağını, pek çirkin ve şımarık sözlerle anlatdı. herkesin menaha meydanında toplanmasını, sokak sokak bağırarak bildirdikleri için ve kal'a kapıları da kapatıldığı için, herkes korkmuşdu. taifliler gibi işkence ile öldürüleceklerini anlamışlardı. çocuklarının gözlerinden öperek, kadınlarına veda' edip halallaşarak, menaha meydanında toplandılar. erkekler bir tarafa, kadınlar başka tarafa çekilip, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek türbesinin nurlu kubbesine karşı boyun bükdüler. medinei münevverede o zemana kadar, böyle bir kara gün görülmemişdi. sü'ud kuduruyor. müslimanlara karşı görülmemiş bir kin ile köpürüyordu. fekat, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bereketi ile, allahü teala, medine şehrini kana boyamakdan korudu. edebe, hayaya sığmıyan çok çirkin ve kötü sözlerle müslimanlara hakaret etdikden sonra, medine kal'asına eşkiyasını yerleşdirdi. en güvendiği hasen çavuş adındaki bir alçağı medineye vali bırakıp, kendisi ye gitdi. hac zemanında mekkeye gelip, hac yapdıkdan sonra, yine medineye geldi. şam kafilesi medineden iki üç konak açıldıkda, sü'ud mahkeme binasına geldi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesinde ve mescidi nebevi hazinesinde bulunan ve bin seneden beri çeşidli islam sultanları, islam kumandanları, islam san'atkarları ve islam ilm adamları tarafından ve bütün islam dünyasından seçilerek ve özenerek gönderilmiş olan pek kıymetli hediyyeleri, tarihi büyük ehemmiyyet taşıyan san'at eserlerini, altınlarla süslü, cevherlerle ve kıymetli taşlarla işlenmiş beha biçilmez eşyayı ve seçme mushaf ve nadide kitabları, taş yüreği ve kara kalbi titremeden yağma etdirdi. bu edebsizlikden ve alçaklıkdan da, müslimanlara karşı olan kin ateşi sönemeyince, yıkılmakdan kurtulmuş olan eshabı kiramın ve şehidlerin türbelerini de yıkdırdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek hücresinin kubbesini de yıkdırmak istedi ise de, müslimanların hıçkırık ağlamaları ve yalvarmaları üzerine, şebekei se'adeti harab edip, dıvarları bırakdı. medine şehrini çeviren dıvarların ta'mir edilmesini emr etdi. medine ehalisini mescidi nebiye topladı. mescid kapılarını kapatıp, kürsiye çıkdı. şöyle dedi: ey cema'at! size nasihat vermek ve emrlerime uymanızı tenbih etmek için buraya topladım. ey medine ehalisi! bugün dininiz temam oldu. müsliman oldunuz. allahı sevindirdiniz. artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! allahın onlara rahmet etmesi için düa etmeyiniz! onların hepsi şirk üzere öldüler. müşrik idiler. allaha nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl düa edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitablarda bildirdim. din adamlarımın bildirdiklerine uymıyanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem türbesi önünde, dedelerinizin yapdığı gibi salat ve selam söylemek için saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasakdır. türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. giderken yalnız, demelidir. peygambere saygı, imamımız muhammed bin abdülvehhabın ictihadına göre bu kadar yetişir. sü'ud, bu sözleri ve bunlara benzer daha birçok yazamıyacağımız çirkin ve kaba sözleri söyledikden sonra, mescidi se'adetin kapılarını açdırdı. oğlu abdüllahı medineye vali bırakıp, kendisi der'ıyyeye gitdi. bundan sonra, abdüllah bin sü'udün medinedeki müslimanlara etmediği fenalık kalmadı. sü'ud, londrada hazırlanan planları, hep ingiliz silahları ve altınları ile ve aldığı emrler ile yapdı. osmanlı devleti, bu senelerde dış devletlerle uğraşmakda ve ingilizlerin körüklediği isyan ateşlerini söndürmeğe çalışmakda idi. bunun için, hicazdaki eşkıyaya karşı, müslimanlara yardım etmek imkanını bulamadı. kitabında diyor ki, de fransızlar mısrı işgal etdi. uzun muharebelerden sonra mısrda istirdad edildi. anadoluda ve rumelide zuhur eden eşkıya ile uğraşıldı. de rusya hotin ve bender kal'alarına hücum etdi. ingiliz donanması, bunu fırsat bilerek marmaraya girdi. yedikuleye kadar gelerek, sahilleri top ateşine tutdu. halicdeki donanmanın kendisine teslim edilmesini istedi. başda padişah üçüncü sultan selim olmak üzere, bütün me'murların gayreti ile sahillere binden ziyade top yerleşdirilerek, ingiliz donanmasına ateş edildi. donanma on gün dayanamayıp kaçdı. fekat, dahili düşmanlar istanbulda ihtilal çıkarıp, de sultan şehid edildi. rusyade tekrar hücum etdi. bu harbbükreş müahedesine kadar devam etdi. senesinde, sü'udun müslimanlara işkenceleri ve islam dinine olan hakaretleri, dayanılmıyacak hal aldığından, müslimanların halifesi sultan mahmud hanı adli rahmetullahi aleyh mısr valisi muhammed ali paşaya rahimehullahü teala ferman gönderip, eşkiyayı terbiye etmesini emr eyledi. muhammed ali paşa, oğlu tosun paşanın kumandasında bir kolorduyu, ramezan ayında mısrdan yola çıkardı. tosun paşa, medinenin iskelesi olan şehrini aldı. cüdeyde yolu ile medineye giderken, vadisi ile cüdeyde boğazı arasında vezilhicce ayı başında büyük bir muharebe olup bozguna uğradı. tosun paşaya birşey olmadı ise de, osmanlı müslimanlarının çoğu şehid oldu. muhammed ali paşa buna çok üzüldü. büyük bir kolordu ile kendisi yola çıkdı. orduda onsekiz top, üç havan topu ve pek çok silah vardı. senesinin şa'ban ayında safra ve cüdeyde boğazlarını geçdiler. ramezan ayında, birçok köyleri harbsiz ele geçirdiler. muhammed ali paşa, çok kurnaz davranıp, bu başarıları para ile sağladı. daha doğrusu, bu kurnazlığı ona şerif galib efendi rahimehullahü teala öğretdi. para ile köyleri ele geçirdi. bu yolda yüzonsekizbin riyal dağıtıldı. tosun paşa da, babası gibi, şerif galib efendi ile görüşmüş olsaydı, koca bir orduyu elinden çıkarmamış olurdu. şerif galib efendi, mekkede vehhabilerin emiri idi. fekat, mekkenin o azgın şakilerden kurtarılmasını gönülden istemekde idi. muhammed ali paşa, zilka'de sonunda medineyi de kansız ele geçirdi. bu zaferleri, halife hazretlerine arz edilmek üzere mısra bildirdi. mısrda üç gün üç gece bayram yapıldı. zafer müjdeleri bütün islam memleketlerine bildirildi. muhammed ali paşa, bir fırkayı da, cidde yolundan mekkeye göndermişdi. bu fırka, muharremi baş.ıyamet ve ahıretlarında ciddeye geldi. mekkeye yürüdü. şerif galib efendinin gizlice göndermiş olduğu planlara uyarak, kolayca mekkeye girdi. osmanlı ordusunun mekkeye yürüdüğü şehre yayılınca, sü'udün askerleri, kumandanları ile birlikde, dağlara kaçdılar. sü'ud bin abdül'aziz binikiyüzyirmiyedisenesinde, hacdan sonra taife gitmiş, islam kanı dökülen yerleri gezmiş, fesad ocağı olan der'ıyyeye dönmüşdü. der'ıyyeye gelince, medinei münevverenin ve sonra mekkei mükerremenin osmanlıların eline geçdiğini işitince, şaşkına döndü. o sırada osmanlı ordusu taife yürüdü. taif zalimi olan , askerleri ile birlikde, korkudan kaçmış olduğundan, şehr harbsiz ele geçirildi. müjde haberi istanbula, müslimanların halifesine arz olundu. sultan mahmud hanı adli rahimehullahü teala bu müjdeye çok sevindi. allahü tealanın bu ihsanına hamd eyledi. muhammed ali paşaya teşekkürler ve ihsanlar gönderip, hicaza tekrar giderek eşkıyayı teftiş ve kontrol etmesini emr buyurdu. muhammed ali paşa, sultan mahmud hanın fermanına uyarak, mısrdan tekrar yola çıkdı. bu sırada, şerif galib efendi, osmanlı ordusu ile birlikde taife gitmiş, elleri kanlı vali osmanı aramağa dağılmışlardı. planlı davranarak, şakiyi yakaladılar. mısra ve oradan istanbula gönderildi. muhammed ali paşa, mekkeye gidince, şerif galib efendiyi istanbula gönderdi. yerine kardeşi yahya bin mes'ud efendiyi rahimehullahü teala emir yapdı. muharrem ayında şakisi de ele geçirilip istanbula gönderildi. binlerle müsliman kanı akıtan bu iki şaki, istanbul sokaklarında dolaşdırıldıkdan sonra, cezaları verildi. yirmialtı sene mekke emirliği yapan şerif galib efendiye sevgi ve saygı gösterilerek selanike gönderilmiş, orada istirahat ederek, de vefat etmişdir. selanikde türbesi ziyaret edilmekdedir. hicazın mubarek şehrleri eşkiyadan temizlendikden sonra, yemene kadar olan yerleri de temizlemek için bir fırka gönderilmişdi. muhammed ali paşa, kendi askeri ile bu fırkanın yardımına gitdi. bütün oraları da temizledi. mekkeye döndü. recebine kadar orada kaldı. oğlu hasen paşayı mekke valisi yapıp, mısra döndü. kadın, çocuk, binlerce müslimanın kanını akıtan ingilizlerin maşası, alçak sü'ud bin abdül'azizsenesi ortalarında öldü. yerine oğlu abdüllah bin sü'ud geçdi. muhammed ali paşa mısra gelince, oğlu ibrahim paşayı bir fırka asker ile abdüllahın üzerine gönderdi. abdüllah ibni sü'ud önceden tosun paşa ile bir anlaşma yaparak, der'ıyye emiri kalmak şartı ile, osmanlılara ita'at edeceğini bildirmişdi. fekat muhammed ali paşa, bu anlaşmayı kabul etmemişdi. ibrahim paşa, senesi sonunda mısrdan yola çıkdı. başında der'ıyyeye vardı. abdüllah ibnüssü'ud, bütün askeri ile karşısına çıkdı. çok kanlı muharebelerden sonra, binikiyüzotuzüç zilka'de ayında abdüllah ibnüssü'ud yakalandı. bu zafer müjdesi mısra gelince, kal'adan yüz top atılıp, yedi gün yedi gece bayram yapıldı. her taraf bayraklarla donatıldı. minarelerde tekbir getirildi ve münacatlar okundu. muhammed ali paşa, arabistanın mubarek şehrlerinin eşkiyadan temizlenmesine çok ehemmiyyet vermiş, muvaffak olmak için çok uğraşmış, bu yolda, sayılamıyacak kadar altın sarf etmişdir. şimdi de, sü'udi hükumetinin, daha çok altın harcıyarak sapık inançlarını bütün dünyaya yaymak çabasında olduğunu üzülerek görmekdeyiz. mezhebsizlik felaketinden kurtulmak için, alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in yazdıkları din kitablarını okuyup, islamiyyeti doğru olarak öğrenmekden başka çare yokdur. abdüllah bin sü'ud yakalandıkdan sonra, müslimanlara işkence yapan azgınlar ile birlikde mısra gönderildi. binikiyüzotuzdört muharreminde, sayılamıyacak kadar çok seyirci arasında kahireye getirildiler. muhammed ali paşa, abdüllah bin sü'udü pek sevinçli olarak ve nezaketle karşıladı. şöyle konuşdular: paşa: çok uğraşdınız! ibnüssü'ud: harb, kader kısmet işidir. oğlum ibrahim paşayı nasıl gördünüz? çok cesurdur. kurnazlığı daha çokdur. biz de çok çalışdık. fekat allahın dediği oldu. üzülme! müslimanların halifesine, senin için şefa'at mektubu yazacağım. kaderde ne varsa, o olur. o çekmeceyi niçin yanında taşıyorsun? babamın, hucrei nebeviyyeden aldığı çok kıymetli eşyaları koydum. şanlı padişahımıza takdim edeceğim. paşanın emri üzerine çekmece açıldı. den çalınmış olan eşya görüldü. içlerinde değer biçilemiyecek kadar süslü üç mushafı şerif ve pek iri üçyüzotuz inci, bir büyük zümrüd ve ayrıca altın zincirler vardı. muhammed ali paşa, bunları gördükden sonra sordu:den alınan kıymetli eşya bu kadar değildir. daha çok şeyler olacakdır? hakkınız var, devletli efendim. fekat ben, babamın hazinesinde bunları buldum. yağmasında babam yalnız değildi. arab beğleri ve mekke ileri gelenleri ve ağaları ve mekke emiri olan şerif galib efendi, yağmada ortak idiler. eşyalar kapanın elinde kalmışdı. evet doğrudur! şerif galib efendinin rahmetullahi aleyh yanında, çok şeyler bulduk aldık.şerif galib efendinin yanında bulunan eşyanın, vehhabi yağmacılarından kurtarmak için alınıp saklandıklarını düşünmek lazımdır. muhammed ali paşanın, demesi, şerif galib efendinin, yağma etdiğine inandığını değil, eşyanın az olmasının sebebini kabul etdiğini bildirmek içindir. bu konuşmalardan sonra, abdüllah bin sü'ud, suç ortakları ile birlikde, istanbula gönderildi. binlerle müslimanın katili olan bu azgın şakiler, kapısının önünde i'dam edilerek cezaları verildi. ibrahim paşa, der'ıyye kal'asını yıkdı. binikiyüzotuzbeş senesi muharrem ayında mısra döndü. muhammed bin abdülvehhabın bir oğlu da mısra getirilip, ölünciye kadar habs edildi. abdüllah ibnüssü'uddan sonra, o soydan de vehhabilere baş oldu. babası abdüllah, sü'ud bin abdül'azizin amcası idi. sü'udün oğlu terkiyi öldürüp yerine geçdi. terkinin oğlu faysal da, meşariyi öldürüp, de vehhabilerin başına geçdi. muhammed ali paşanın yeniden gönderdiği askere karşı koymak istedi ise de, binikiyüzellidört senesinde mirliva hurşid paşanın eline geçerek, mısra gönderildi. habs edildi. sü'udün mısrda bulunan oğlu halid beğ der'ıyye emiri yapılarak şehrine gönderildi. halid beğ, mısrda osmanlı terbiyesi ile yetişmiş, ehli sünnet i'tikadında, nazik bir zat idi. bunun için emirlikde birbuçuk sene kalabildi. adında bir adam, osmanlı devletine sadık görünerek, birçok köyü eline geçirdi. ansızın, der'ıyyeye saldırıp, necd emiri oldu. halid mekkeye kaçdı. mısrda zindanda bulunan faysal kaçarak, emiri ibnürreşidin yardımı ile, necde gidip, ibni sezyanı öldürdü. osmanlı devletine sadık kalacağına yemin ederek, da der'ıyye emiri yapıldı. senesinde ölünceye kadar va'dinde durdu. faysalın isminde dört oğlu vardı. faysal ölünce, büyük oğlu abdüllah, necd emiri yapıldı. kardeşi sü'ud, bahreyn adasından topladığı kimselerle birlikde de isyan etdi. abdüllah, küçük kardeşi muhammed sa'idi, sü'udün üzerine gönderdi. muharebede sa'idin askeri dağıldı. sü'ud, bütün necd şehrlerini ele geçirmek hulyasına kapıldı ise de, abdüllah, osmanlı devletinin bir emiri olduğu için, altıncı ordu kumandanlarından ferik nafiz paşa, sü'udün üzerine gönderildi. sü'ud ile yanındaki bütün çeteciler de yok edildi. necd ülkesi rahata ve huzura kavuşdu. bütün müslimanlar halifei müslimine rahmetullahi aleyh hayrlı düa etdiler. dan sonra, muhammed ibnürreşid, necdi ele geçirdi. abdüllahı esir eyledi. yemeni elde etdikleri zeman, taif ile san'a şehrleri arasında dağları üzerinde yaşıyan bir milyona yakın asirli vahşileri dahi vehhabi yapmışlardı. muhammed ali paşa, eşkiyanın kökünü temizledikden sonra, bu dağlardaki temizliği sonraya bırakmışdı. binikiyüzaltmışüçde sultan abdülmecid han rahmetullahi aleyh zemanında buralar da osmanlıların idaresi ve kontrolu altına alındı. asirlilerin, kendilerinin seçdikleri emirleri ve osmanlıların ta'yin etdiği valileri vardı. yumuşak davranan valilere isyan ederler, kendi emirlerine ita'at etmenin ibadet olduğuna inanırlardı. vali kurd mahmud paşa zemanında isyan ederek, yemendeki hudeyde şehrine bile saldırmışlar, öldürücü sam rüzgarı eserek telef olmuşlardı. binikiyüzseksenyedide de, isyan edip, hudeyde şehrine saldırdılar ise de, şehrde bulunan az sayıdaki osmanlı askerleri kahramanca çarpışdıklarından, şehre giremediler. bunun üzerine, redif paşanın kumandasında bir tümen asker gönderildi. redif paşanın ve osmanlı kurmaylarının güzel planları ve idareleri ile sarp dağlardaki eşkiya yuvaları birer birer ele geçirildi. fitne ve isyan ocakları temizlendi. redif paşanın hastalanması üzerine, yemen çöllerindeki ve asir dağlarındaki vahşilerin kalkındırılması, islam bilgilerinin ve ahlakının oralara yerleşdirilmesi için, gazi ahmed muhtar paşa gönderildi. arabistan yarımadası, mısr fatihi ve ilk türk halifesi yavuz sultan selim hanın rahmetullahi aleyh zemanı olan senesinden beri osmanlıların idaresinde kaldı. şehrler tam bir huzur ve rahatlıkla idare edildi ise de, çöllerdeki ve dağlardaki göçebe, cahil olanlar, kendi şeyhlerinin ve emirlerinin idaresi altında bırakılmışlardı. bu emirler, ara sıra isyan ederdi. çoğu vehhabi oldular. halka saldırmağa, müslimanları soyup öldürmeğe de başladılar. hacıların yollarını kesip, soyarlar ve öldürürlerdi. ingilizler hindistanda ihtilal çıkararak, oradaki islam devletini yıkarken, ciddede de fitne çıkardılar ise de, mekke valisi namık paşanın siyaseti ile sulh yapıldı. binikiyüzyetmişyedisenesinde bütün bu asi ve cani emirler osmanlı devletinin ita'ati ve terbiyesi altına sokuldu. kitabının yazıldığı senesinde, arabistan yarımadasında oniki milyon insan yaşadığı bildiriliyor. çok zeki ve anlayışlı iseler de, çok cahil, soyguncu ve kan dökücüdürler. sü'uda tabi' olmaları, onların bu vahşetlerini daha da artdırmışdır. birinci cihan harbinde osmanlılarla birlikde ingilizlere karşı harb eden emir ibnürreşidin büyük dedesi de ibnürreşid idi. bunun oğlu ali, medinenin şimal şarkında bulunan hail şehrinde emir idi. vefat etdi. yerine geçen oğlu abdüllah elreşid, onüç sene emirlik yapdı. bunun yerine geçen büyük oğlu tallala de, ibnüssü'ud faysal zehrli şerbet içirip deli oldu. tabanca ile intihar etdi. yerine kardeşi mu'teb, hail emiri oldu ise de, iki sene sonra, bender bin tallal, amcası mu'tebi öldürüp emir oldu. fekat bu da amcası muhammedelreşid tarafından öldürüldü. muhammed, necdi ve riyadı ele geçirdi. sü'ud oğullarından emir abdüllah bin faysalı esir alıp haile götürdü. abdüllah bin faysalın kardeşi abdürrahman ve bunun oğlu abdül'aziz kaçarak kuveyte sığındı. muhammedelreşid senesinde vefat etdi. yerine geçen biraderi oğlu abdül'aziz elreşid zalim olduğundan, vehhabiliğin yeniden zuhuruna sebeb oldu. riyad ve kasim ve büreyde emirleri, köyünde bulunan abdül'aziz ile anlaşdılar. abdül'aziz bin abdürrahman bin faysal oniki hecinli ile kuveytden riyada geldi. senesinde bir gece riyada girdi. abdül'aziz ibnür reşidin riyad valisi olan aclanı bir ziyafetde öldürdü. zulmden yılmış olan halk, bunu emir yapdı. böylece, sü'udi devleti riyadda kurulmuş oldu. üç sene çeşidli muharebeler yapıldı. abdül'aziz ibnürreşid öldürüldü. de, osmanlılar işe karışarak, abdül'aziz ibnüssü'ud riyad kaymakamı olmak üzere sulh yapıldı. sonra, reşidilerle sü'udiler arasında kasimde harb olup, abdül'aziz mağlub oldu. riyada çekildi. haziran de abdül'aziz bin abdürrahman ingilizlerin teşviki ile bir beyanname neşr etdi. mekkedeki şerif hüseyn ve onunla birlikde olanlar kafirdir. bunlarla cihad ediyorum diyerek mekkeye ve taife saldırdı. fekat, bu şehrleri şerif hüseyn paşadan alamadı. de ingilizler, mekke emiri şerif hüseyn bin ali paşayı yakalayıp kıbrısa götürdü. paşa de, kapatıldığı otelde vefat etdi. abdül'aziz bin abdürrahman, de mekkeyi ve taifi rahatça ele geçirdi. osmanlı devletinin idaresini ellerine geçirmiş olan ittihadcılarla arası açılan mekke emiri şerif hüseyn paşaya karşı medineyi muhafaza eden osmanlı askerleri, mondros mütarekesine göre,şubat da hicazdan ayrılmış, şerif hüseyn paşanın oğlu şerif abdüllah da medineye yerleşmişdi. babası ölünce, ingilizler bunu da medineden çıkarıp ammana sürdü. da ürdün devletini kurdu ise de, de mescidi aksada namaz kılarken ingilizlerin kiralık katilleri tarafından öldürüldü. yerine oğlu tallal geçdi. fekat, hasta olduğundan yerini oğlu melik hüseyne terk etdi. şerif hüseyn paşanın ikinci oğlu şerif faysal, da ırak devletini kurdu. yerine oğlu gazi geçdi. bu da yirmi bir yaşında ölünce, yerine oğlu ikinci faysal ırak meliki oldu. fekat, ağustosunun ondördüncü günü ihtilalinde general kasım tarafından, yirmiüç yaşında iken öldürüldü. ikinci bir ihtilalde kasım da öldürüldü. ırak ve süriye devletleri, çeşidli ihtilaller sonunda sosyalist ba' partisinin eline geçdiler ve rusların kolonisi haline geldiler. abdül'aziz bin abdürrahman, medineye çok saldırdı. hücumunda, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek türbesini de bombaladı. fekat, şehre giremedi. veeylül da istanbulda çıkan son saat gazetesi, şu haberi vermişdi: medine bombardımanı ibnüssü'ud abdül'aziz tarafından medinei münevverenin bombardıman edilmesi, hindistan halkı arasında galeyan yapdığını yazmışdık. hindistanda çıkan diyor ki:son zemanlarda medineye hücum ve kabri nebeviyi bombardıman haberlerinin hind müslimanlarında husule getirdiği te'siri hiçbir hadise vücude getirmemişdir. hindistanın her tarafında bulunan müslimanlar, bu hadise dolayısı ile, o makamı mukaddese ne derece hurmetkar olduklarını göstermişlerdir. hindistanda ve irandaki bu mühim te'essürat, hiç şübhesiz ibni sü'ud üzerinde te'sir yapacak ve onu bütün islam memleketlerinin nefretini kazanmamak için, böyle alçak hareketlerde bulunmakdan men' edecekdir. hind müslimanları ibnüssü'uda bu fikrlerini açıkça bildirmişlerdir. birinci cihan harbinde, osmanlı devletini eline geçirmiş olan komitacıları din cahili idi. islamiyyetden ve islam terbiyesinden ve islam ahlakından mahrum idiler. iş başındakilerin çoğu ingiliz masonu idi. imperatorluğun her tarafında yapdıkları gibi, arabistanda da, millete zulm, işkence yapılmasına sebeb oldular. müslimanlara kan kusdurdular. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında adalete, merhamete, ihsana ve saygıya alışdırılmış olan arabistan ehalisi, türkleri kardeş gibi severlerdi. ittihadcıların sebeb olduğu zulm, işkenceler karşısında şaşkına döndüler. mekke emiri şerif hüseyn bin ali paşanın rahmetullahi aleyh akrabası ve damadı ve birçok arab beğleri, cemal paşa tarafından şamda işkence ile öldürüldü. adındaki hareket ordusu, selanikden istanbula gelince, ilk iş olarak, londradaki müstemlekeler nezaretinin emri ile, son islam halifesi olan sultan ikinci abdülhamid hanı rahmetullahi aleyh tahtından indirerek, devlet işlerini kendi ellerine aldılar. devlet işleri, ingiliz masonlarının yetiştirdikleri islam düşmanlarının eline geçdi. halife zemanında iş başında bulunanları ve ilm adamlarını ve yazarları, kimini zindanlarda çürüterek, kimini kapıdan, cami'den çıkarken arkalarından vurdurarak öldürdüler. halife yapdıkları sultan reşadı rahmetullahi aleyh kukla gibi ve işbaşına getirdikleri meb'usları, tabanca tehdidi ile, maşa gibi kullandılar. memleketi harbden harbe, felaketden felakete sürüklediler. dini, islamiyyeti bırakarak, işkencelere, eğlencelere, sefahete koyuldular. doludizgin giden bu kudurmuşca akıntıya diyen hamiyyetli vatandaşları, ilerisini gören halis müslimanları sürdüler, asdılar. bu uyanık müslimanlardan biri, şerif hüseyn bin ali paşa idi rahmetullahi aleyh. sultan abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında, istanbulda mühim makamlarda bulunan şerif hüseyn paşa ya'ni beğlerbeği rütbesini taşıyor, halifeye ve devlete hizmetlerde bulunuyordu. ittihadcıların, memleketi felaketine sürüklemelerine karşı çıkdığı için vazifesi ile istanbuldan uzaklaşdırılmışdı. enver paşanınzilhicceveteşrini evvelde hazırlatıp sultan reşada rahmetullahi aleyh imza etdirdikleri harb kararına adını takarak bütün islam memleketlerine dağıtdılar. zevallı sultan reşad kendini hakiki halife sanıyor. arasıra müslimanlıkla bağdaşmıyan emrleri imzalamağa zorlanınca, yakınlarına, diyerek, ortada dönen dolapların farkına vardığını anlatmakdan geri kalmıyordu. şerif hüseyn paşa rahmetullahi aleyh ittihadcıların bir yandan dinden, imandan ve din düşmanları ile cihaddan söz ederken, öte yandan da koca imperatorluğu parçalamağa sürüklediklerini, binlerce müsliman gencini ateşe atdıklarını anlıyor, daldıkları gafletin ve sefahatin, hiç de sözlerine uymadığını görüyor. milleti bu eşkiyanın elinden ve memleketi başımıza gelecek vahim neticelerden kurtarmak yollarını arıyordu. cemal paşanın şamda yapdığı çılgınca eğlenceleri ve şerif hanedanından kıymetli kimseleri öldürdüğünü işiterek, oğlu şerif faysal efendiyi mekkeden şama gönderdi. faysal efendi, bütün bu kötülüklerin vakı' olduğunu anlayıp babasına bildirince, şerif hüseyn paşa, artık dayanamadı. bütün müslimanlara işin içyüzünü bildirmek için,şa'ban tarihli birinci beyannamesini vezilka'dede ikinci beyannamesini neşr etdi. ittihadcılar, bu haklı çağrıya dediler. istanbulda çıkan ittihadcı gazetelerdeki kiralık kalemler, şerif hüseyn paşaya ağza ve akla gelmiyen küfr ve iftiraları savurdular. fekat hadiseler şerif hüseyn paşanın haklı olduğunu gösterdi. ittihadcılar, şerif hüseyn paşanın beyannamelerinden uyanacakları yerde, onu vatan haini i'lan etdiler. üzerine alaylar gönderdiler. senelerce kardeşi kardeşe boğdurdular. mekkeyi ve medineyi o halis müslimanlara, sevgili peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem oğullarına vermemek için, çok ma'sumun şehid düşmelerine sebeb oldular. bununla da kalmayıp, o mubarek yerleri, islam katili, çöl eşkıyası, cahil, zalimlere kapdırdılar. ittihadcılar, koca osmanlı imperatorluğunu da düşmana teslim edip kaçdılar. ağustos tarihindeki türk istiklal zaferi olmasaydı, türklük ve müslimanlık onun dediği gibi, büsbütün yok olacakdı. ingilizlerin sevr muahedesi ile sapladıkları hançer, alemi islamı mahv edecekdi. aşağıdaki iki beyanname dikkat ile okunursa, şerif hüseyn paşanın hiç de diye birşey düşünmediği anlaşılır. o, kavmiyyeti değil, bütün müslimanların islam bayrağı altında kardeşçe yaşamalarını istiyordu. ittihadcıların gazeteleri, kara köpeklere arab arab derken, arab saçı, arab sabunu gibi sözlerle ve kara fatma böceği gibi uydurma ismlerle arab milleti ile alay ederken, mekkedeki ve medinedeki temiz müslimanlar, bütün islam milletlerinin kardeş olduklarına inanıyor, hepsini kardeş gibi seviyorlardı. ne yazık ki, ittihadcı komitacılarda bu imanlı ruh ve bu güzel anlayış yokdu. onlar, bu halis müslimanlara asi derken, isyan halinde olan, türk askerine saldıran ve osmanlı topraklarını kapışmakda olan kimselere, birşey demiyorlardı. mekkedeki peygamberler soyundan olan temiz müslimanlar ile boğuşmağı tekrar tekrar emr eden ittihadcılar, ısyan halinde olan abdül'aziz bin abdürrahman bin faysala dostluk mektubları yazarak, askerinle medineye gel! beraberce mekkeye gidelim. padişaha isyan etmiş olan emir hüseyni yakalıyalım diyordu. abdül'aziz, bu mektublara cevab bile vermedi. çünki o, türklerin mekkeye girmesini istemiyordu. kendisi ingilizlerle anlaşmış olup, arabistanın kendisine verileceği zemanı bekliyordu. öyle de oldu. abdül'aziz, o sıralarda, bahreyn adalarında bulunan ingiliz kumandanı ile anlaşmış, ingilizlerden aldığı silahlarla, basra körfezi sahilindeki osmanlı şehrlerine saldırıp ele geçirmek çabasında idi. şöyle ki: necd çöllerindeki abdül'aziz ile ibnürreşid kabilelerinin senelerce döğüşerek kan dökmelerine son vermek için, faruki sami paşa mutesarrıfı yapıldı. abdül'aziz, sami paşayı ve türk askerlerini bir hücumda esir almak, bağlayıp riyada götürmek üzere sui kasd hazırladı ise de, kasim şehrindeki şeyhler, devletle başa çıkılmaz diyerek, mani' oldular. abdül'aziz, sami paşaya, , dedi. o da, bu sözü dost nasihati sanarak, medineye çekildi. asker çekilince, abdül'aziz, kasim kal'asındaki osmanlı sancağını indirdi. kasimi böyle ele geçirdikden sonra, necd mütesarrıflığının merkezi olan ya saldırarak, osmanlılardan zorla aldı. ittihadcılar abdül'azizi beğeniyorlar, ona birşey demiyorlar. bilhassa dinde reformcu olan basra meb'usu talibünnakib, onun bu saldırılarını hizmet kılığına sokuyordu. abdül'aziz, o sırada ibnürreşide saldırdı ise de mağlub ve perişan oldu. sü'ud oğullarından çoğu öldü. abdül'azizden alınan ganimetler arasında ingiliz silahları ve birçok şapka vardı. abdül'azizin bu darbeyi yimesi, mekke ve medineye saldırmasını gecikdirdi. fekat, ingilizlerin ve meşhur casus yüzbaşı lavrensin körüklemesi ilehaziran de şerif hüseyn paşaya harb i'lan ederek, mekkeye saldırdı. fekat, mağlub olarak necde çekildi. de, mekke ile taifi ve de medineyi ingilizlerden teslim aldı. eylül ayının. derdimgünü de ni kurdu.abdül'aziz bin abdürrahman de ölünce, yerine oğlu sü'ud geçdi. sü'ud oğullarının yirmincisi olan bu adam, sefahate düşkün idi. atinada içkili kadınlı sefahet sürerekde öldü. de, kardeşi faysal bunun yerine geçdi. faysal, petrol şirketlerinden ve hacılardan her sene aldığı milyonlarca altını, vehhabiliği yaymak için, her memlekete saçdı. mart ayında, yeğeni tarafından, riyaddaki serayında öldürüldü. yerine kardeşi halid geçdi. halid de öldü. yerine kardeşi fahd geçdi. fahd, de felç olarak kıpırdayamaz halde, ispanyadaki serayında tedavi edilmekde iken öldü. medine muhafızları basri ve fahri paşalar, abdül'azizin bu hıyanetlerini yakından gördükleri halde, ittihadcılardan aldıkları emrlere uymağı vazife sayarak, şerif hüseyn paşayı ve oğullarını asi ilan etdiler. kardeşi kardeşe boğdurmağa alet oldular. hicaz vali ve kumandanı galib paşa din bilgisi kuvvetli, ileri görüşlü, tecrübeli bir kumandan olup, ittihadcıların emrlerine aldanmadı. uzun ve esaslı inceleme ve araşdırmalar yaparak şerif hüseyn paşanın haklı olduğunu ve iki beyannamesini din ve millet sevgisi ile yazmış olduğunu anladı. şerif hüseyn paşaya yapılan iftiralara karşı aşağıdaki günlük emri yayınladı: emir hazretlerinden hiçbir suretle şübhe edilmemelidir. böyle bir ısyan çıkarması ihtimali asla yokdur. bu yolda çıkarılan sözlerin hiçbiri doğru değildir. şerif hüseyn paşa, halifei müslimine tam bir ita'at ile bağlı olup, ömri şahanelerinin uzaması için her zeman düa etmekdedir. galib paşa, bu yazısından, ittihadcı eşkıyasının elebaşılarından olan dördüncü ordu kumandanı cemal paşaya ve istanbula da gönderdi. bu yazısında şerif hüseyn paşanın, halis müsliman olduğunu, da'vasında haklı olduğunu açıkça savunmuşdu. fekat ne yazık ki, ittihadcılar şerif hüseyn paşayı ve oğullarını, kendilerine büyük bir mani' görüyorlar. bunların milleti uyandırarak, işkence ve taşkınca davranışlarına son verileceğinden çok korkuyorlardı. şerif oğullarını asi durumuna sokmak için, iğrenç hileler hazırlandı. medinedeki kahraman türk subaylarına savaş emri gönderildi. senelerce kardeş kanı akıtıldı. şerifleri asi, hatta hain sanarak onlara ateş açan ma'sum subayların çoğu, sonunda aldatıldıklarını anladılar. başlarında fırka kurmay başkanı albay emin beğ olmak üzere, yüzlerce subay birleşip, kurdular. çeşidli beyannameler dağıtarak, hicazda oynanan cinayetleri bildirdiler. kumandan ve dalkavukları yalan söylüyorlar. arabtürk, iki millet olarak bundan sonra da kardeş gibi yaşıyacakdır. zaten kardeş değil mi idik? tarih ve din bağları ile birbirimize bağlı değil miyiz? kavmi necibi arab istiklalini kazanmakla düşmanımız olabilir mi? onlara da sorarsanız hayır! diyeceklerdir. elbirliği ile çalışacağız. askerlerimizi yenbu' iskelesine kadar göndermek için şerif hazretleri develer hazırladılar. hastalarımıza ilaclar gönderdiler. hepimizin sahile kadar rahat naklini düşündüler. bundan büyük insaniyyet olur mu? bundan büyük kardeşlik olur mu? böyle yapmayıp, medineden yenbu' iskelesine yürüyerek gidiniz deselerdi, hayır biz kahramanız, asarız, keseriz, otomobil isteriz mi diyecekdik? bundan sonra maksadsız olarak ölmeği göze almak yiğitlik değildir. bu yazımız, hakikati anlıyamıyanlar içindir. ekseriyyet anlamışdır. bu zulme, hazreti peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem dahi evet der mi? dediler. medine muhafızı fahreddin paşa, hala ittihadcı hükumetin emrine uymakda ısrar ediyordu. türk subayları, kanuni sani sabahı paşanın yatak odasını sardılar. yaveri mülazimi evvel şevket beğ gürültüyü işitince, dışarı çıkdı. miralaylar, kaymakamlar, binbaşılar, yüzbaşılar, mülazımler, seçilmiş piyade ve jandarma neferleri merdivenleri çıkıyorlardı. yaveri götürdüler. odaya girenler, paşanın bileklerini yakaladı. dışarı çıkarılıp otomobile bindirildi. iki subay arasında, yenbu' iskelesine götürüldü. subaylar ve askerler, anavatana istanbula kavuşmak sevinci içinde idi. fekat, ingilizler hepsini mısra götürdü. mısrda altı ay ingiliz esaretinde kaldılar. paşa, ağustosda, harb suçlusu olarak, maltaya götürüldü. iki sene orada bırakıldı. bu kahraman türk kumandanı, ittihadcıların çılgınca verdikleri emrlere uymağı bir vatan borcu bildiği için, medinede hareketsiz kalmış, azılı islam düşmanı ingilizlerle döğüşmek fırsatını bulamamışdı. ittihadcılar, hükumeti ele geçirdikden sonra, kahramanlar yurdunu parçalamakla kalmayıp, fahreddin paşa gibi nice vatan evladlarının düşman zındanlarında, senelerce inlemelerine sebeb oldular. mekke ve medine gibi mubarek yerlerimizi, peygamber efendimizin soyundan, halis müsliman şerif evladına vermemek için, binlerce ma'sum türk ve müsliman kanı dökülmesine sebeb oldukdan başka, o mubarek toprakları, hakiki müslimanların ve türklerin tarihi düşmanı olan, elleri kanlı, kalbleri katı kimselere bırakdılar. şerif hüseynpaşanın birinci beyannamesinin tercemesi tarihi iyi bilenler pek iyi anlar ki, islam birliğinin kuvvetlenmesi için, islam amirlerinden ve hakimlerinden ye ilk olarak bi'at edenler, bağlananlar, mekkei mükerreme emirleridir. osmanlı sultanlarının ve ı icra ve islamiyyete uymakdaki gayretleri ve bu uğurda vücudlarını feda etmeleri dolayısıyle, bu , osmanlılara her zeman sıkı bağlandılar. hatta, senesinde ben, arablardan meydana gelen bir kuvvetle, arabların üzerine yürüyerek devleti osmaniyyenin şerefini ve haysiyyetini muhafaza için nın kuşatılmasını kaldırmağa çalışdım. ertesi sene, aynı maksadla oğullarımdan birinin kumandasında o hareketi icra eyledim. herkesin bildiği gibi, bu büyük gayeden hiç ayrılmadım.nin ortaya çıkması ve devlet işlerini eline alması ve temelinden bozuk olan idaresi, dahilde ve haricde birçok karışıklıklara ve herkesin bildiği üzere, birçok muharebelere sebebiyyet vermiş, devletin azametini ve kuvvetini sarsmış, hele son harbe gereksiz atılmakla, memleketi gayet tehlükeli bir hale sürüklemişdir. bu acı durumu görmiyen, anlamıyan yokdur. anlatmağa hacet kalmamışdır. biz, bütün ehli islamın bu büyük islam devletine olan bağlarının gevşemesini, üzülmelerini ve sıkılmalarını görmek istemiyoruz. memleketimizin elimizde kalan parçasındaki müsliman ve gayri müslim vatandaşların i'dam edilerek, zindanlarda çürütülerek ve yurdlarından sürülerek, osmanlı milletinin birliği bozulmuş, böylece halkın, malına, canına emniyyeti bırakılmamışdır. bu son muharebeye katıldıkdan sonra, da bulunan ehalinin çekdikleri sıkıntı o kadar büyükdür ki, orta halli olanlar evlerinin kapı ve pencerelerini ve bütün ihtiyac eşyasını satdıkdan sonra, damındaki tahtaları da satmağa mecbur olmuşlardır. ittihadcılar bu kadarla da kalmıyarak, saltanatı seniyyei osmaniyye ile bütün müslimanların arasında yegane bağ olan ve yi bozmağa kalkışmışlar ve nin başkentinde sadrı azam, şeyhulislam ve bütün vezirlerin ve senatörlerin gözü önünde yayınlanan gazetesi, peygamberimize çirkin yazıları ile hakaret etmekden çekinmediği gibi, kimsenin ses çıkaramamasından yüz bularak, kur'anı kerimin ayetlerini değişdirmeğe dahi kalkışmış, nübildiren ayeti kerime ile alay etmek küstahlığında bulunmuşdur. kitabının, kısmında sahifede bildirilmişdir. bunlardan başka, islamiyyetin beş esasından birini yıkmağa kalkışmışlardır. şöyle ki: güya rus ordusu karşısında harb eden askerlere benzemek üzere, ve ve da bulunan müsliman askerlerinin ramezanı şerif ayında oruc tutmamalarını emr etmişlerdir. buna benzer birçok islami esasları yıkmakdan ve allahü tealanın yasak etdiği şeyleri yapmakdan ve yapdırmakdan çekinmemişlerdir. şevketli yüce sultanımızın rahmetullahi aleyh bütün haklarını elinden aldıkları gibi, seraya bir başkatib seçmek ve ta'yin etmek hakkını dahi den esirgemişlerdir. osmanlı sultanını müslimanların işlerine bakmak hakkından da mahrum ederek, kendi yapdıkları ve dünyaya i'lan eyledikleri anayasayı kendileri çiğnemişlerdir. osmanlı padişahını anayasanın vermiş olduğu selahiyyetlerden, mahrum bırakmışlardır. bütün müslimanlar ve bütün yabancılar, bu alçak davranışları görmekde ve iğrenmekdedirler. böyle, islamiyyeti yıkıcı işler karşısında, şimdiye kadar hep anlamamazlıkdan gelmemiz, iyiyeyormamız, müslimanlar arasına fitne ve ayrılık tohumları saçılmaması için olmuşdur.nin idaresi, enver ve cemal ve tal'at paşaların ellerinde kaldı sözünün memleketin her tarafına yayılması, boş yere değilmiş. bunun ne demek olduğu, gün geçdikce açığa kavuşmakdadır. istediklerini yaparlar, dilediklerini yapdırırlar. onların emrleri, anayasanın, kanunların üstündedir, demek olduğunu herkes iyice anladı. mekke na gönderdikleri bir emrde, hakim huzurunda şehadetlerin dinlenmesi ve hakim huzurunda yazılmıyan tezkiyelerin kabul edilmemesi yazılıdır. bu emr, kur'anı kerimde açıkça bildirilen, müslimanlar arasında tezkiye yapılmasını ortadan kaldırmakdadır. bunlardan başka, meşhur islam alimlerinden ve arab vatandaşların büyüklerinden emir ömerel cezairi ve emir arifelşehabi ve şefik beğ ve elmüeyyed şükrü beğ ve aseni ve abdülvehhab ve tevfik beğ ve elbesat ve abdülhamid zeravi ve abdülganielarisi'ler ve bunlar gibi daha nice kıymetli ve faideli kimseler, mahkemesiz ve kanunsuz, asılıyor, kurşuna diziliyor. serhoş iken, şu'ursuz iken verilen emrlerle birçok ocaklar söndürülüyor. katı kalbli, taş yürekli diktatörlerin bile yapamıyacağı bu cinayetlerde ufak bir ma'zeret bulsam bile bunların geride kalan günahsız, ma'sum ailelerinin, kadınlarının, çocuklarının yurdlarından, yuvalarından uzaklaşdırılmasına, sürülmelerine, böylece, felaket üstüne felaket, musibet üstüne musibet çekdirilmelerine ne ma'zeret gösterilebilir? aile reislerinin her ne sebeble olursa olsun öldürülmeleri, zındanlarda çürütülmeleri, evlerini, evladlarını cezalandırmağa kafi iken, bunları ayrıca sürüp inletmek hiçbir suretde mantıka, adalete, insanlığa sığacak birşey olmadığı meydandadır. en'am suresi, yüzaltmışdördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. adalete ışık tutan bu emr meydanda iken, ittihadcıların o canavarca hareketleri, hangi formül ile bağdaşdırılabilir? bu ikinci cinayeti de bir siyasi sebebe bağlıyarak, bir maddeye uydurabilsek bile, aile reislerini gayb eden kadınların ve çocukların mallarının, mülklerinin ellerinden alınmasına ne denilebilir? haydi bu en alçak hareketlerine de susalım. milletin, memleketin selameti için, ma'sumları, mazlumları korumak vazifemizi de ihmal edelim. fekat, meşhur mücahid, kahraman emir abdülkadir cezayiri'nin namusu mücessem, iffetli ve şerefli kızının tahkir edilmesine, haysiyyet ve namusu ile oynanmasına ne sebeb gösterilebilir? oynatılacak, eğlenilecek bayağı kadınlar bulunamadı da, tarihin vesikalandırdığı, müslimanların gözbebeği mubarek hanımların asaletine, şereflerine saldıranların düşünce ve hedeflerini anlamıyacak kimse var mıdır? ittihadcıların kanun, ahlak, insaf dışı taşkın ve şaşkın hareketlerinden herkesin bildiği birkaç faci'ayı yukarıda bildirdik. bunları bütün insanlık alemine ve bütün imanlı kardeşlerime duyuruyorum. okuyanlar, anlıyanlar, vicdanlarından doğan hükmü vereceklerdir. bu komitacıların islamiyyeti nasıl anladıklarını ve işi nereye kadar götürmek istediklerini bildirmek için, bütün müslimanların kalblerini sızlatan çok alçak, pek küstah bir davranışlarını da yazmadan geçemiyeceğim: mekkei mükerreme halkının, canlarına ve namuslarına yapılan saldırıların durdurulması için hazırladıkları gösteri yürüyüşünde, bir ittihadcı kumandanın emri ile dan müslimanların kıblesi ve mü'minlerin ka'besi olan üzerine atılan topların iki mermisinden birisi mukaddes taşına bir metre, ikincisi üç metre yakın yere isabet etmişdir. yı örten de bu mermilerden ateş almışdır. vatandaşlar kapısını açarak ve üstüne çıkarak yangını söndürmek mecburiyyetinde kalmışlardır. bu sırada yangını gördükleri halde, ve mescidi üzerine sürekli topçu ateşi yapılmış, bir kaç müslimanın şehid olmasına sebeb olmuşlardır. halk, günlerce mescide girememiş, namaz kılınamamışdır. müslimanların mescidlere ve ya hurmet etmeleri ve ta'zim eylemeleri lazım iken, böyle hakaret ve tahrib etmeğe kalkışan kimselerin imanlarının ve düşüncelerinin nasıl olabileceğinin anlaşılmasını bütün dünyadaki müslimanlara bırakıyorum. islam dininin ve bütün vatandaşlarımın geleceğini, bu zihniyyetde ve bu inançda olan ittihadcıların elinde oyuncak olarak bırakamayız. allahü teala, milletimizi gafil avlanmakdan muhafaza buyurdu. hicaz müslimanları, şimdi kendi çalışması ile istiklalini kazanmış, bu yiğitler diyarına musallat olan ittihadcı komitacılarından memleketi kurtarmağa karar vermişdir. hiçbir dış ülke ile anlaşmıyarak ve böyle bir yardımı kabul etmiyerek, kendi iman kuvveti ve tarihde şanlı sahifeler bırakan, kahramanlığı ile tam ve mutlak bir istiklale kavuşmuşdur. ehli islamın üzerine musallat olan ittihadcı komitacılarının zulmü, işkencesi altında inliyen memleketlerden ayrılarak ı korumakdan ve i yükseltmekden ibaret olan mukaddes gayemize doğru ilerliyoruz. islamiyyete yakışan ve uygun olan her dürlü fen bilgilerini öğreneceğiz. ileri sanayi' kuracağız. medeniyyet yolunda can ile, baş ile çalışacağız. bütün islam alemindeki din kardeşlerimizin, vacibi, vazifeyi ifa için olan bu hareketimizi kardeşçe destekliyeceklerini ve bu mukaddes cihadımızda bize yardımcı olacaklarını beklemekdeyiz. ellerimizi rablerin rabbi olan yüce allahımıza kaldırarak, bize doğru yolu göstermesi ve bu yolda başarıya kavuşdurması için onun yüce peygamberi hurmetine düa ve istirham ediyoruz. onun yardımı her yalvarana yetişir ve yeter. o çok iyi yardım edicidir. şa'ban, sene mekkei mükerreme emiri şerif hüseyn bin ali şerif hüseyn paşanın ikinci beyannamesinin tercemesi birinci beyannamede bildirilen sebeblerden dolayı harekete geçen biz hicazlıların gayret ve fikrlerinde, ba'zılarının tereddüde düşebileceğini düşünerek aydın vatandaşlar ve bilgili müslimanlar için bu ikinci beyannameyi de yayınlamağı uygun gördüm. açık ve pek yeni deliller, vesikalar göstererek, milletimizi uyarıyorum. ileriyi görebilen müslimanlar ve osmanlı topluluğunun bilgili ve tecribeli olanları ve bütün dünyanın akllı ve anlayışlı olanları, osmanlı devletinin umumi harbe girmiş olmasına razı değildirler. bunun başlıca iki sebebi vardır: birincisi dahili sebeblerdir. devleti aliyyei osmaniyye, ve muharebelerinden pek yakın zemanda çıkmış, bu savaşlarda askeri ve ekonomik kuvvetleri pek yıpranmış, hatta bozulmuş ve güç kaynağı olan millet za'iflemişdir. osmanlı milletinin askerleri yurdlarına dönerek çoluk çocuklarının nafakasını kazanmak için çalışmağa başlar başlamaz, birbiri arkasından tekrar silah altına çağrılmış, bu hal millet için bir felaket olmuşdur. ittihadcıların yeniden katıldıkları umumi harb ise, öncekilerle ölçülemiyecek derecede korkunç ve yıkıcı olduğundan, yıpranmış bir milletin sırtına ağır vergiler ve işkence şeklinde vazifeler yükleyerek böyle tehlükeli bir harbe milleti sürüklemek akl işi değildir. ikinci sebeb haricidir. ittihadcıların kurduğu hükumet, harb eden iki tarafdan kendine ortak olanı seçerken çok yanılmışdır. osmanlı devleti, bir islam devletidir. topraklarının coğrafi yeri pek mühim ve genişdir. sahilleri, kara sınırlarından daha fazladır. bunun için, osmanoğulları, o yüce sultanlar, hemen her zeman, milletlerinin çoğu müsliman olan ve denizlere hakim bulunan devletlerle işbirliği yapmışlardır. bu siyasetleri, hemen hemen her zeman başarı sağlamışdır. ittihadcıların tecribesiz ve bilgisiz önderleri, görünüşe kapılarak ve ingilizlerin köksüz, yaldızlı sözlerine aldanarak, osmanlı sultanlarının rahmetullahi aleyhim ecma'in bu siyasetini bozmuşlardır. doğruyu iğriden ayırabilenler ve tarih bilgisine vakıf olanlar, bu şaşkın hareketin kötü ve çok acı neticelerini hemen görmüşler. ittihadcılarla işbirliği yapmakdan çekinmişlerdir. hatta, bu son harb felaketine katılmak hakkında fikrim telgrafla sorulduğu zeman, görüşümü uzun açıklamış, tarihi misaller vererek, onları uyarmağa çalışmış idim. cevab olarak gönderdiğim telgraf, düşüncelerimi ve devlete karşı olan iyi niyyetimi ve bağlılığımı ve islamın şerefini korumak için çırpındığımı gösteren sağlam bir vesikadır. harbin başlangıcında, yanarak yakılarak bildirdiğimiz, korkduğumuz, çok acı, yıkıcı neticeler, şimdi ortaya çıkıyor. bugün osmanlı devletinin avrupadaki hududları, hemen hemen istanbul surlarına dayandı. rus ordularının öncüleri, sivas ve musul vilayetlerinde osmanlı halkını çiğnemekdedirler. ingilizler basra vilayeti ile bağdad vilayetini aldılar. elariş çölünde, cemal paşanın ahmakca idaresi yüzünden binlerce osmanlı evladı esir düşdü. hiç şübhe yok ki, bu çok elim gidişi ve ittihadcıların bu gidişle memleketi sürükledikleri felaketi gören sadık vatandaşlar, iki şeyle karşı karşıya kalmakdadırlar. birincisi, osmanlı devletinin haritadan silinmesi, yok olmasıdır. ikincisi, bu felaketden, mahv olmakdan kurtulmanın çarelerini arayıp bulmakdır. bunu araşdırmağı, düşünmeği, meşveret etmeği ve icab eden tekliflerde bulunmağı bütün islam alemine bırakıyorum. tehlükeler vatanı kuşatmadan, milleti mahv etmeden önce, haklı olarak harekete geçdik. bir diktatör, mason azınlığın elinde oyuncak olan osmanlı devletinin böyle gafil ve şaşkın idaresine bağlı kalmakla, devlete, millete faideli olacağımızı, bilsek değil, zan etsek bile, hiçbir şey söylemez, yerimizden kımıldamaz, her dürlü meşakkate, hatta ölmeğe tehammül eder, sabr edenlerden olurduk. fekat, bunun hiçbir faidesi olamıyacağı, ateşi körüklemekden başka bir işe yaramıyacağı, artık gün gibi meydandadır. nasıl meydanda olmasın ki, bizleri yürütmek istedikleri yoldan gitsek, bu yola düşen milletlerin uğradıkları felakete düşeceğimiz yüzde yüzdür. ittihadcıların birkaç sene içinde koca devleti parçaladıklarını, müslimanları ve islam dinini perişan etdiklerini görmiyen, anlamıyan hiç var mı? koca imperatorluk, enver, cemal, tal'at ve arkadaşları gibi masonların keyflerine kurban oluyor. osmanlı sultanlarının asrlardan beri tecribe ederek ve devletin ileri gelenleri ile meşveret ederek kabul etdikleri temelli siyaseti, ingiltere ve fransa hükumetleri ile işbirliği yapmak siyasetidir. bu siyaset, tarih boyunca, devletimize, milletimize hep faideli olmuşdur. son harbde bu siyasetden ayrılmamıza sebeb olanlar, adı geçen ittihadcı diktatörlerdir. şimdi biz, ittihadcıların cahil ve ahmak siyasetlerine ve zalim ve işkenceli idarelerine karşıyız. memleketin felakete sürüklendiğini görüyor, bunu asla tasvib etmiyoruz. herkes anlasın ki, bu muhalefetimiz enver, cemal, tal'at ve yardakcılarına karşıdır. bizim bu haklı hareketimize her müsliman razıdır. her vatandaş haklı yolumuzda bi.ıyamet ve ahıret zimle beraberdir. hatta, devlet başkanı, halifei müslimin de kalbi ile, vicdanı ile, bizimle beraberdir. bu sözümüzün en kuvvetli vesikası, veliahd yusüf izzeddin efendinin ittihadcılar tarafından tecavüze uğraması ve şehid edilmesidir. tekrar ediyorum: koca osmanlı devleti bu diktatörlerin kötü niyyetlerine ve yıkıcı davranışlarına kurban oluyor. biz bunların şerrinden allahü tealaya sığınırız. ittihadcıların bizi uyaran ve harekete getiren kötü bir davranışlarını da şerefli türk milletine duyurmadan geçemiyeceğim: ittihadcı komitanın azgın şeflerinden cemal paşa, da istediğini asmakda, dilediğini kurşuna dizmekdedir. şamda bir pavyon meydana getirmiş, bu fuhuş ve içki batakhanesinde, emrle getirdiği subaylarla birlikde yapdığı alemde, şehrin ileri gelen müsliman ailelerinin kızlarını hizmetci olarak kullanmış, milli ve dini hislerimizi yıkıcı konuşmalar yapılmış, naralar atılmışdır. bu alçakca hareketleri kur'anı kerimde, nur suresinde bulunan emrleri hiçe saymak olduğu gibi, türk ve müsliman kadınının şeref ve haysiyyetini ayaklar altına almak değil midir? cemal paşanın bu hareketi, ittihadcıların islam dinine düşman olduklarını göstermiyor mu? ittihadcı komitacıların, masonların merkezi olan nin emrleri ile çok üzücü ve yıkıcı ve milleti, memleketi felakete sürükleyici davranışlarından birkaçını bildirmiş bulunuyorum. osmanlı topraklarında ve islam memleketlerinde yaşıyan din kardeşlerimi gafletden uyandırmak, böylece milletime ve dinime hizmetde bulunmak için bunları yazdım. bu komitacıların vatan ve milletin mukaddes dinimizin selametini düşünmiyerek, yalnız müstemlekeler nezaretinin emrleri ile hareket etdiklerini ve ilahi emr ve yasaklara inanmak ve saygılı olmak şöyle dursun, bu kudsi hükmleri değişdirmek ve bozmak çabasında olduklarını vatandaşlarıma duyurmak istedim. böylece, bu yıkıcı, bölücü, şaşkın ve alçak gidişlerine yardımcı olmamalarını rica ediyorum. allahü tealaya asi olana, insanlara zulm yapana, ita'at olunmaz. bunun hareketlerini eli ile, dili ile ve kalbi ile değişdirmeğe gücü yeten, bunu yapmalıdır! ittihadcıların zararlarını anlıyamayıp, hareketlerini beğenenler varsa, bunları da dinlemeğe hazırım. doğru yolda olanlara ve faideli iş yapanlara bizden selam olsun. zilka'de mekkei mükerreme emiri şerif hüseyn bin ali yukarıdaki iki beyanname, şerif hüseyn paşanın niyyetinin halis, imanının bütün olduğunu göstermekle beraber, yanlış düşüncelerini ve zararlı hükmlerini de bildiriyor. en büyük hatası, ingilizlerin tarih boyunca, islamiyyete karşı yapdıkları saldırıları anlıyamamış olmasıdır. denizlere hakim, askeri, silahları çok olan ingilizlere karşı harbe girmek, elbet yanlış idi. fekat, bu azılı islam düşmanı ile işbirliği yapmak, daha şaşkın bir hatadır. ingilizlerin üçüncü selim han zemanında, osmanlıları ve islamiyyeti yok etmek için, istanbula kadar yapdıkları baskından habersiz olduğu anlaşılıyor. hele onun zemanında asyadaki ve afrikadaki islam memleketlerine barbarca saldırmışlar, buraları koloni yapıp, sömürmüşlerdi. buralarda, islam alimlerini, islam kitablarını, islam bilgilerini ve ahlakını yok etmişlerdi. osmanlı sultanı abdülmecid hanı rahmetullahi aleyh da aldatarak, devlet koltuklarına masonları yerleşdirdiler. böylece, milletin imanını, ahlakını bozmağa başladılar. birinci cihan harbinde ingilizlere casusluk yapanları, bu masonlar yetişdirdi. içerden ve dışardan yıkarak, bu koca imperatorluğu yok etdiler. sadrı azam sa'id halim paşa, kitabında, devletin nasıl yıkıldığını uzun anlatmakdadır. şerif hüseyn paşa, tarihi vesikaları incelememiş olacak ki, en korkunç islam düşmanının islama yardım edeceğini ummakdadır. ittihadcıların kötü olduklarını anlıyan, onun gibi güçlü bir kimse, şamda cemal paşayı ve ingilizlere satılmış olan soysuzları etkisiz hale getirebilir, post kavgası yüzünden, filistin cebhesinde yapılan hıyanetleri önliyebilirdi. o, bunu kolay yapabilirdi. yapsaydı, osmanlı ordusu bozgundan kurtulurdu. arabistan yarımadasında büyük bir haşimi islam devleti kurulur, mekke, medine, kudüs mubarek şehrleri onun elinde kalırdı. müslimanların halifesi, sultan ikinci mahmudi adli hanın rahmetullahi aleyh emri ile mısr valisi muhammed ali paşa, mubarek hicaz topraklarını temizledikden sonra, eshabı kiramın ve resulullahın zevcelerinin ve şehidlerin radıyallahü teala anhüm türbeleri yeniden yapıldı. ve ta'mir edildi. sultan abdülmecid han, bunların yapılması ve işlenmesi ve bakımı için torbalar doluları yüzbinlerle altın harc eyledi. sultan abdülmecid hanın bu yolda çalışması ve uğraşması, şaşılacak kadar çokdur. bun addenin sonunda bildirmişdik. senesinde, sultan abdül'aziz han rahmetullahi aleyh da, medine çevresindeki sur dıvarlarını sağlam yapdırdı. ayrıca büyük bir tophane, hükumet konağı, bir habshane, bir de cebhane, ya'ni silah deposu yapdırdı. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh şamdan medinei münevvereye demiryolu yapdı. senesinin ondokuz ağustosunda ilk tren, medinei münevvereye girdi. mekkei mükerremede onaltıncı fırka bulunmakda idi. sultan ikinci abdülhamid han rahmetullahi aleyh zemanında mekke şehrinde, minareli altı cami', altmışyedi mescid, altı medrese, iki kütübhane, bir orta, kırküç ilkokul, iki bedestan, dokuz han, ondokuz tekke, iki hamam, yirmibeş mağaza, üçbin dükkan, bir hastahane ve kırk çeşme vardı. ayrıca hacılar için büyük ve konforlu müsafirhaneler yapılmışdı. harunürreşid zemanında, mekkeye üç günlük uzakdan arafata kadar bol su getirilmişdi. sultan süleyman hanın kızı mihrimah sultan, bu suyu mekke şehrine getirdi. o zeman seksenbin nüfusu vardı. medine şehri otuz metre yüksek bir dıvarla çevrilidir. bunun kırk kulesi, dört kapısı vardır. haremi şerifin boyu yüzaltmışbeş, eni yüzotuz adımdır. haremi şerifin cenub batı köşesinde mermerler ve altın yazılar ile süslü kapısı vardır. haremi şerifin içinde cenub doğu köşesinde bulunur. kıble duvarı önünde, kıbleye karşı duran kimsenin sağ tarafında babüsselam, sol tarafında da hucrei se'adet bulunur. bunun her yeri çok kıymetli zinetlerle süslüdür. medine evleri, mekkedeki evler gibi kargir olup, çoğu dört, beş katlıdır. sultan süleyman han rahmetullahi aleyh, dan, şehre su yolu yapmışdır. şehrin iki saatlik şimalinde uhud dağı vardır. on mescid, onyedi medrese, bir orta, onbir ilk mekteb, oniki kütübhane, sekiz tekke, dokuzyüzotuziki dükkan ve mağaza, dört han, iki hamam, yüzsekiz müsafirhane vardı. nüfusu yirmibin idi. de ingilterede basılan atlasının bildirdiğine göre, son yapılan caddelerin uzunlukları, medine ile riyad arası, taif arası, cidde arası, mekke arası, tebük arasıkilometredir. mekke ile riyad arası, taif arası, cidde arası, tebük arası, necran arası, kuwait arasıkilometredir. mekkeden taife giderken, mina, müzdelife ve arafat meydanından geçilmekdedir. mekke ve medine şehrlerindeki kıymetli tarih ve san'at eserlerini vehhabiler yıkmakda, yok etmekdedir.de diyor ki, medine şehrindeki i, hicretin birinci senesinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ile birlikde yapdılar. hicretin ikinci senesi, receb ayında, kıblenin kudüsden ka'beye dönmesi emr olununca, mescidin mekkeye karşı olan kapısı kapatılıp karşı tarafa, ya'ni şam tarafına yeni bir kapı açıldı. şimdi bu kapıya denmekdedir. medinede kudüse karşı onaltı ay kadar namaz kılındı. mekkede iken, önce ka'beye karşı namaz kılınırdı. hicretden az bir zeman önce, kudüse karşı kılınması emr olundu. mescidi şerifin kıblesi değişdirilirken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beyi mubarek gözleri ile görerek, kıblenin cihetini ta'yin eyledi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem namaz kıldığı yer, minber ile arasında olup, minbere daha yakındır. haccacın medinei münevvereye gönderdiği mıshaf, büyük bir sandık içinde olduğundan, bu sandık, bu yerin önündeki direğin sağ tarafına konulmuşdu. buraya ilk mihrabı ömer bin abdül'aziz koymuşdur. mescidi se'adetin ikinci def'a yandıkdan sonra ta'mirinde, senesinde, mermerden şimdiki mihrab yapılmışdır. fekat mermer mihrab hücrei se'adet tarafına biraz daha yakın konmuşdur. de minber yapılmamışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbeyi ayakda okurdu. sonradan buraya bir hurma çubuğu dikildi. daha sonra dört basamaklı bir minber yapıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üçüncü basamakda ayakda dururdu. hazreti mu'aviye zemanında minberin kapısına perde asıldı. zemanı se'adetde mescidi nebinin sekiz direği var idi. mescidin genişletilmesine dinen lüzum görüldüğü zemanlarda direkler artdırılarakolmuşdur. da üç sıra direk vardır. her sırada dört direk mevcuddur. bu direklerin bir kısmı duvarlar içindedir. meydanda olan direk sayısıdur. mescidin cenub dıvarı kıbleye karşıdır. nın kaldıkları çardak, şimal dıvarının dışındadır. bu mubarek yerin zemini, sonradan gayb olmaması için, döşemeden yarım metre kadar yükseltilmiş, etrafına da, yarım metre yükseklikde ağaçdan parmaklık yapılmışdır. mescidi şerif yapılırken, yanına iki için de birer oda yapılmışdı. odaların sayısı zemanla dokuz oldu. tavanları birbuçuk metre kadar yüksek idi. odalar, mescidin şark, şimal ve cenub taraflarında idi. her odanın ve ba'zı sahabi odalarının, biri mescide, diğeri sokağa olmak üzere iki kapısı var idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en çok bulunduğu aişe radıyallahü anhanın odasının mescide açılmış kapısı saç ağacından idi. dört halife zemanında, eshabı kiram, cum'a namazı kılmak için, sekiz odada yer kapışırlardı. hazreti fatımanın odası, hazreti aişenin radıyallahü anhüma odası yanında ve şimal tarafında idi. bu oda sonradan şebekei se'adet içine alınmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, vefatından beş gün önce, mescide açılan kapılardan yalnız ebu bekrin kapısını bırakıp, diğerlerini kapatdırdı. birinci halife ebu bekr radıyallahü anh, ilk iş olarak arabistan yarımadasındaki mürtedlerle uğraşdığı için, mescidi se'adetin genişletilmesine vakt bulamadı. hicretin onyedinci senesinde hazreti ömer radıyallahü anh, eshabı kiramı toplayıp, hadisi şerifini okudu. eshabı kiram sözbirliği ile kabul edip, şam ve garb dıvarlarını yıkarak mescidi onbeş metre genişletdi. birçok ev satın alınarak arsaları mescide katıldı. otuzbeş senesinde hazreti osman radıyallahü anh, ile istişare ederek ve sonra eshabı kiramın sözbirliğini alarak, kıble, garb, şimal dıvarlarını yıkıp, mescidin genişliğini on metre, uzunluğunu yirmi metre kadar genişletdi. bu arada, hazreti hafsanın ve talha bin abdüllahın ve abbasın odaları mescide katıldı. halife velid, medine valisi olan amcasının oğlu ömer bin abdül'azize emr yazıp, seksenyedi senesinde, zevcati tahiratın ve fatımatüzzehranın şark tarafdaki evlerini yıkdırıp yerlerini mescide katdırdı. böylece, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek türbesi mescid içine alınmış oldu. eshabı kiram ve dört mezheb imamı ve bindörtyüz seneden beri, hiçbir islam alimi buna karşı birşey söylememişdir. sü'udi arabistandaki riyad şehrinde bulunan ismindeki medresenin hazırladığı haftalık mecellesinin şa'ban nüshasında, yakında mescidi nebevi büyütülürken, yalnız garb tarafı genişletilmeli, büyük bid'ate son verilmelidir. büyük bid'at, üç kabrin mescid içine sokulmasıdır. şark dıvarı eski haline çekilmeli, kabrleri mescid dışında bırakmalı diyor. mecmu'anın bu yazısı, icma'ı ümmete karşı gelmek, islam cema'atinden ayrılmakdır. bunun küfr olduğunu, dört mezhebin alimleri rahime hümullahü teala sözbirliği ile bildirmişlerdir. sü'udi arabistan hükumetinin bu çirkin işe bulaşmamasını, dünyadaki bütün müslimanların kalblerini yaralamamasını dileriz. hucrei se'adete karşı edebsizlik yapıldığı çok olmuş, fekat allahü teala, yapanları dünyada da cezalandırmışdır. bunların misalleri çokdur. sonunda diyor ki, senesinde hicaz valisi halet paşa, medineye uğradığında, hucrei se'adet hizmetcilerinin başı olan tahsin ağa, paşanın gözüne girmek için, ev hanımlarınıza hucrei se'adeti ziyaret etdirelim. bu fırsat bir daha ele geçmez der. paşa, bundan çekinmiş ise de, ağanın ısrarı üzerine, bir gece yarısı, paşaya uzak, yakın bağlılığı olan kadınları şebekei se'adete sokar. abdestsiz, kirli kadınlar da bulunduğundan, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı bu saygısızlıkdan dolayı, ertesi sabah medinede üç def'a şiddetli zelzele olur. ehali korkudan kaçışırlar. sebebi anlaşılınca, paşa rezil olur. medineden dışarı çıkarılır. az zeman sonra vefat edip, evi barkı dağılmışdır. bunun gibi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem türbesine karşı edebsizlik yapanlar, her zeman mahv ve perişan olmuşlardır. hucrei se'adet hizmetcilerinin başı şemseddin efendi zemanında halebden gelen iranlı birkaç serseri, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin radıyallahü anhüma mubarek cesedlerini çıkarıp kaçırmak için, bir gece mescidi nebiye girdiler. fekat, hepsi yere batıp, yok oldular. bu olay, sonunda ve da uzun yazılıdır. şam yakınlarında bulunan şehrine yakın kal'a ve köylerinin hakimi ertat ismindeki şaki de, senesinde cesedi nebeviyi çalarak memleketine nakl için, küçük gemiler yapdırır. bunları kızıl denize çekdirir. üçyüzelli şaki ile, medinenin iskelesi olan şehrine gönderir. medine şerifleri bunu işiterek, harranda bulunan salahaddini eyyubiye rahmetullahi aleyh bildirirler. salahaddin çok üzülüp, mısr valisi hüsameddin seyfüddevleye rahimehümullahü teala emr gönderir. hüsameddin, lülü' kumandasında asker gönderip, şakiler medineye yakın bir yerde katl ve esir ve mısra sevk edilirler. bu olay da uzun yazılıdır. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem karşı, diri iken de, vefatından sonra da, edebsizlik etmek istiyenler, allahü teala tarafından çok acı şeklde cezalandırılmışlardır. sü'udiler, bozuk inançlarına, kötü düşüncelerine uyarak, böyle alçak bir işe yeltenirlerse, iyi bilsinler ki, o gün, devletlerinin de, mezheblerinin de sonu olacak, kıyamete kadar la'net ile anılacaklardır. ey yarenler, ey kardeşler! ecel gele, ölem birgün. işlerime pişman olup, ah neyledim, diyem birgün. yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim. karşıma gele amelim, netdim ise, görem o gün. üç parça bezdir kefenim, yılan, çıyan yerler tenim. yıllar geçer, bilinmez yerim, unutulup kalam birgün. kabre konurum yalnızca, ne gün tanırım, ne gece. son ümmid sendedir hoca. sana teslim olam birgün. bir mektub tercemesi hindistandaki islam alimlerinin büyüklerinden muhammed ma'sum serhendi rahmetullahi aleyh, kitabının birinci cildin, yüzseksenikinci mektubunda buyuruyor ki: sebeblere yapışmak tevekküle münafi değildir. çünki, sebeblere te'sir etmek kuvvetini de allahü teala vermekdedir. sebeblere yapışırken, sebeblerin te'sirini allahü tealadan bilmeli ve ona güvenmelidir. te'sir etdikleri tecribe edilmiş olan sebeblere yapışmak, tevekkül etmek demekdir. te'siri bilinmeyen, ümmid dahi edilmeyen sebeblere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. te'siri kat'i olan sebeblere yapışmak lazımdır, hatta vazifedir. ateş yakıcıdır. ateşe yakmak hassasını, te'sirini veren allahü tealadır. aç olunca, gıda, ta'am yiyeceğiz. gıdaya doyurmak te'sirini allahü tealanın verdiğine inanacağız. faideli te'siri kat'i olan böyle sebebleri kullanmayarak zarar hasıl olursa, allahü tealaya ita'at etmemiş oluruz. ona karşı gelmiş oluruz. sebebler üç kısmdır: te'siri görülmemiş, işitilmemiş sebebleri kullanmak caiz değildir. tecribe edilmiş, faideli te'sir etdikleri anlaşılmış olan sebebleri kullanmak vacibdir. bunları terk etmek günah olur. te'sirleri şübheli olan sebebleri kullanmak vacib, lazım değil ise de, caizdir. allahü teala, mühim olan işleri yapmadan evvel, bunları tecribeli, bilgili kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, allahü tealaya tevekkül etmemizi, neticeyi ondan beklememizi emr etdi. meşveret etmek de, sebebe yapışmakdır. bu emr, faideli sebebe yapışmanın vacib olduğunu ve sebebin te'sirini allahü tealadan beklemek lazım olduğunu bildirmekdedir. ahıret işlerinde ya'ni ibadet ve ta'at yapmakda tevekkül olmaz. ibadetleri yapmamız, bunun için çalışmamız emr olundu. ahıret işlerinde tevekkül etmek değil, havf ve ümmid etmek lazımdır. bu emrleri yapmak, bunların kabul olunması ve sevab verilmesi için allahü tealanın merhametine ve ihsanına i'timad etmek, güvenmek lazımdır. emrleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazifesidir. dinimizde öyle bir yüksek makam var mıdır ki, insan bu makama varınca kendini ve herşeyi unutmuş olsun? sualinize karşı deriz ki, evet tesavvufda fena denilen bir makam vardır. tesavvuf yolunda çalışan bir kimse, bu makama ulaşınca, kendisini ve herşeyi unutur. fekat, fena ve beka makamına insanın batını vasıl olur. bu hal insanın kalbinde, ruhunda hasıl olur. insanın zahiri , kendi ihtiyaclarını te'min etmek mecburiyyetindedir. insan, pekçok ilerlese bile, bu vazifeden kendisini kurtaramaz. başkalarının düşündüklerini keşf etmek, gayb olan şeylerden haber almak ve yapılan düaların kabul olması, tesavvuf yolunda ilerlemenin, allahü tealanın sevgisine kavuşmanın alameti midir diyorsunuz? muhterem kardeşim! bu saydıklarımız, harik'ulade şeylerdir. allahü tealanın adetinin dışında olan şeylerdir. bir insanda bunların hasıl olması, onun yükselmesinin, kabul olunmasının alameti değildir. bunlar, istidrac sahiblerinde, se'adetden mahrum olanlarda da hasıl olur. riyazet çekerek nefslerini parlatan kafirlerde de hasıl olur. ba'zılarında riyazet çekmeden de hasıl olmakdadır. veli olmak için, ya'ni vilayet derecelerine kavuşmak için riyazet çekmek şart olmadığı gibi, istidrac sahiblerinin harikalar göstermesi ve evliyanın rahimehümullahü teala kerametler göstermesi için de riyazet şart değildir. riyazet çekmek, bunların çok hasıl olmasına yardım eder. evliyanın çoğu ucb denilen günahdan korunmuşdur. fena makamına kavuşanda ucb ve riya kalmaz. evet insanlık icabı hata yapılabilir. çünki, evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in hata yapmakdan mahfuz değildir. fekat, gafletden hemen uyanır, istigfar ederek ve hasenat yaparak onun zararından kurtulur. az yimek ve az uyumak tesavvuf yolunda ilerlemek için faidelidir. fekat, bedene ve akla zarar verecek kadar aşırı olmamak lazımdır. bunları ve riyazetleri sünnete uygun yapmalıdır. aşırı yapılırsa ruhbaniyyet olur. islamiyyetde ruhbanlık yokdur. evliyanın keşfleri, hayali şeyler değildir. kalbe ilham edilen şeylerdir. hayali olan keşflere i'timad edilmez. vehm ve hayal, kalbe gelen bilgilerin anlaşılmasına yardımcı olurlar. halık ile mahluk arasındaki elli bin senelik yol vehm sayesinde az zemanda kat edilir. hayal de ledünni bilgilerin kolay anlaşılmasına yardım eder. tesavvuf yolunda her ikisinin de çok faidesi vardır. ba'zı düaların dünya işlerinde faideli olduğu bildirilmişdir. allahü tealanın ismlerini zikr etmek , daha ziyade faideli olmakdadır. namaz kılarken kendi bedenini hatırlamamak, çok iyidir. namazda hasıl olan şeyler, namazın dışında hasıl olanlardan daha kıymetlidir. namazın ehemmiyyetini iyi anlamalıdır. namazı, müstehab olan vaktlerde ve şartlarına ve ta'dili erkana dikkat ederek kılmalıdır. namaz kılan kimse ile allahü teala arasındaki perdelerin kalkdığı, hadisi şerifde bildirilmişdir. evliyanın rahimehümullahü teala alemi misaldeki suretlerini, şekllerini gördüğünüzü, onlarla konuşduğunuzu yazıyorsunuz. bunlar iyi şeylerdir. fekat maksadımız bunlar değildir. maksadımıza zarar vermedikleri için üzülecek şeyler de değildir. hızır aleyhisselamın hayatda olduğuna inanmak lazım olup olmadığını soruyorsunuz? alimlerimiz bunu sözbirliği ile bildirmedi. evliyadan ba'zıları rahmetullahi aleyhim ecma'in, hızır aleyhisselamı gördüklerini, konuşduklarını bildirmişler ise de, böyle haberler onun hayatda olduğunu göstermez. ruhu insan şeklinde görülmüş, insanın yapacağı şeyleri ruhu ile yapmış olabilir. o zeman hayatda olmuş ise, şimdi de hayatda olması lazım gelmez. kitabında hızır aleyhisselamın yapdığı çok şeyler yazılıdır. alimlerin çoğu hızır aleyhisselamın öldüğünü bildirdi. eğer hayatda olsaydı, peygamber efendimize gelir, birlikde cum'a namazı kılar, sohbetinde ve cihadlarında bulunurdu. vefat etmiş velilerin ruhları ba'zan alemi misaldeki suretleri ile görülür. çünki, dünyada olan herşeyin alemi misalde bir sureti vardır. hatta maddi olmayan ma'nevi şeylerin de orada suretleri vardır. alemi misal, hayali şeyler değildir. bu gördüğümüz madde alemi gibi var olan bir alemdir. evliyanın ruhları, ba'zan kendi bedenleri şeklinde görünür. ba'zan da bedensiz, şeklsiz olarak ruhları insanın ruhu ile buluşur, görüşür. ruhlar ve kabr hayatı hakkındaki bilgiler çok ince bilgilerdir. bunlar hakkında zan ile, tahmin ile konuşmamalıdır. nasslar ile açıkca bildirilmiş olanlara kısaca inanmalı, fazla konuşmamalıdır. kabrde ni'metler ve azablar olduğuna inanmalıdır. mevtaların birbirleri ile konuşdukları da bildirilmişdir. kabrdeki azabdan dolayı bağırır, feryad ederler. feryadlarını insanlardan ve cinden başka bütün mahluklar işitir. ruhları yalnız olarak da, bedenleri vasıtası ile de feryad eder. insan tesavvufda ne kadar ilerlerse ilerlesin, kemale gelsin, kurbi ilahiye kavuşsun, bedeni ile, ruhu da mahluk olmakdan kurtulamaz. allahü tealadan başka herşey hadisdir, mahlukdur. var olmadan önce yok idiler. sonra da yok olacaklardır. müsliman olmak için böyle inanmak lazımdır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, evliyanın ruhları da böyledir. ahıretde azabdan kurtulmak için, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine inanmak, uymak lazımdır. bu kitablara uymayan keşfler, kerametler hiçbir işe yaramaz. tesavvuf yolundan maksad, kendi nefsinin ayblarını, kusurlarını anlamakdır ve ahkamı islamiyyeye uymakda kolaylık ve lezzet hasıl olmakdır ve gizli olan şirkden, küfrden kurtulmakdır. talebelerinizin iyi hallerini yazıyorsunuz. bunun için, allahü tealaya çok şükr ediniz. talebenizin tam müsliman olmaları, allahü tealanın rızasına kavuşmaları için çalışınız! islamiyyetin edeblerini, ehli sünnet alimlerinin edeblerini ve selefi salihinin hallerini, ahlaklarını onlara bildiriniz! onlara va'z ve nasihatden geri kalmayınız! edebsizi allahü teala sevmez. kur'anı kerimi çok okuyunuz. namazlarınızı fıkh kitablarına uygun olarak ve huşu' ile kılınız ve güzel kelimesini her zeman söyleyiniz! allahü teala hepimize merhamet buyursun. hepimize, kendi rızasına kavuşduran iyi işler yapmak nasib eylesin. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selam ve düalar ederim, efendim! şimdi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanı çok uzakda kaldığı ve kıyamet yaklaşdığı için, her tarafa bid'atler yayıldı. bid'atlerin zulmetleri, zararları bütün aleme yayıldı. sünnetler unutuldu. sünnetlerin nurları örtüldü. şimdi, insanı allahü tealanın rızasına kavuşduracak en kıymetli iş, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmak için, ya'ni islam ilmlerini yaymak için çalışmakdır. kıyamet günü muhammed aleyhisselamın yanında bulunmak istiyenlerin, bu yolda çalışmaları lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. sünneti meydana çıkarmak için ilk yapılacak şey, bu sünneti kendisinin yapmasıdır. bundan sonra, başkalarının yapması için çalışmak gerekir. son nefes korkusunu yazıyorsunuz. bu korkudan kurtulan kimse yokdur. peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat başka herkesin son nefesi şübhelidir. son nefesde kurtulabilmek müjdesi ancak vahy ile ma'lum olur. iyi alametler ve eserler ve beşaretler, son nefesin selametini haber verirlerse de, zannı galib hasıl ederler. zan, ne kadar galib, fazla olursa olsun, insanı bu derdden, bu korkudan kurtaramaz. ibadetlerimi ve ta'atlarımı kabul olmağa layık göremiyorum. bunun için ba'zen ibadet yapmakda gevşeklik hasıl oluyor, diyorsunuz. bu dünyada ibadet yapmak için emr olunduk. kabul olunur mu olunmaz mı bilmesek dahi, yapmağa mecburuz. hem ibadet yapacağız, hem de ibadetdeki kusurlarımıza istigfar edip, kabul olması için ağlayarak, sızlayarak yalvaracağız. bu istigfar ve yalvarmak, belki kabul olmasına sebeb olur. biz kuluz. kulluk vazifemizi yapmağa mecburuz. şeytan la'in, kulluk vazifemizi yapdırmamak için, bizi aldatmağa çalışıyor. size karşı olan teveccüh ve sevgimizi soruyorsunuz. bunu bildirmeğe hacet var mı? sizin bize olan sevginiz, bizim size olan sevgimizin eseridir, neticesidir. ağaçda hasıl olan çiçekler, meyveler, hep gövdeden gelmekdedir. bu kaide her zeman böyle gelmişdir. maide suresinin ellidördüncü ayetinde mealen, onları severim. onlar da beni severler ve yüzondokuzuncu ayetinde mealen, allah onlardan razıdır. onlar da allahdan razıdırlar buyuruldu. kendi muhabbetini ve rızasını, onlarınkinden önce bildirdi. mezhebsiz kimse kendi, doğru yolu bulamaz, etse herkesi taklid, bu da, doğru olamaz! dinde alim olmıyan, bir müctehid olamaz, rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! rahmetin mücrimedir, kusurum pek çok benim, edemem cürmüm inkar, halim ma'lumun senin, yüz karasıyle geldim, sürüyerek zincirim, rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! yanılmış şimdi herkes, muhakkak ki hak sensin, gayrı yok, ibadete yalnız müstehak sensin! abdi aciz ne yapar, kadiri mutlak sensin! rahmetini umarım, yoksa da, isti'dadım, sana güçlük mü var ey, keremi bol allahım! kadizade ahmed efendi rahimehullahü teala de vefat etmişdir. türkçe ismindeki kitabında diyor ki, bir insan hayrlı bir iş yapıp, sevabını her hangi bir mevtaya hediyye ederse, ona gider. imamı taberani rahimehullahü teala, kitabında bildirdi ki, enes bin malik radıyallahü anh buyurdu ki, resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem işitdim: bir kimse, tanıdığı bir meyyit için sadaka verse, cebrail aleyhisselam bu sadakanın sevabını nurdan tabak içinde ona götürür ve ey kabr sahibi! bu hediyyeyi senin ahbabın gönderdi, bunu al! der. meyyit bu hediyyeyi alınca, sevinir. kendilerine hediyye gönderilmiyen meyyitler, bunu görünce, üzülürler buyurdu. ibni ebiddünya, amr bin cerirden rahimehümullahü teala nakl ederek buyurdu ki, bir kimse, ahırete gitmiş olan din kardeşi için düa etse veya hayrlı bir amel işlese ve bunların sevabını ona hediyye etse, bir melek bu sevabları ol meyyite götürüp, imamı müslimin rahimehullahü teala ebu hüreyreden radıyallahü teala anh nakl etdiği hadisi şerifde, bir mü'min vefat edince, bütün amelleri biter. yalnız üç ameli bitmeyip, bunların sevabı amel defterine yazılmağa devam eder. bu üç amel, sadakai cariyye, ya'ni devam edici iyi işleri ve faideli kitabları ve kendisine hayrlı düa eden salih çocuklarıdır buyuruldu. bütün mü'minlere hediyye edilen düalar ve sevablar, bunların hepsine vasıl olur. bir kimse, bir mü'minin kabrine gidip, ona selam verse, kabrdeki meyyit işitip, selamını alır, bildiği kimse ise, onu tanır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kabrleri ziyaret etmeği ve kabrdekilere selam vermeği emr eyledi. abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma bildirdiği hadisi şerifde, buyurdu. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. bir mü'min, peygamberimize sallallahü teala aleyhi ve sellem bir salevati şerife okusa, melekler o salevatı alıp, fahri alem efendimize bildirirler. hadisi şerifde, allahü tealanın yer yüzünde dolaşan melekleri vardır. ümmetimin benim için okuduğu salevatı bana bildirirler ve buyuruldu. bu iki hadisi şerif, demekdir. ravdai mukaddese yanında okunan salat ve selamı kendisi işitip selamına cevab verdiğini bildiren çok hadisi şerif de vardır. peygamberlerin aleyhimüssalatü vesselam mubarek cesedleri çürümez. bunu bildiren çok hadisi şerifler vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ba'zı alimler, şehidler de çürümez dedi. imamı kurtubi rahmetullahi aleyh, sıkıntılara, derdlere sabr eden mü'minlerin ve ahkamı islamiyyeye uyan salihlerin cesedleri çürümez, dedi. günah işlememiş olan cesed çürümez. ilmi ile amil olan alimlerin ve hafızların ve müezzinlerin ve evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz cesedleri çürümez. hatta bunların kefenlerine toprak te'sir etmez. başkalarının cesedleri çürür. bir hadisi şerifde, her meyyitin vücudunu toprak çürütür. yalnız, kuyruk sokumu denilen kemik çürümez buyuruldu. ruhun nasıl olduğunu dinimiz açıkça bildirmedi. ruh madde değildir. sıfat da değildir. fekat, madde gibi kendi kendine vardır. insan öldükden sonra, ruhu yok olmaz. hiçbir maddeye muhtac olmaksızın kendi kendine vardır. idrak etmesi, anlaması da vardır. ruhun nereye gitdiği açıkça bildirilmedi. şerhinde, ibrahim lakani maliki çeşidli rivayetleri yazmışdır. imamı süyuti, kitabında ve ibnülkayyımı cevziyye dediler ki, şaki olanların, ya'ni kafirlerin ve fasıkların ve bid'at sahiblerinin ruhları azabdadır. sa'idlerin, ya'ni mü'minlerin, salihlerin ruhları ni'metler, lezzetler içindedir. yehudinin ruhu, yehudilerin ruhu ile beraberdir. azab olunan ruhların bulunduğu yere denir. ni'metler, lezzetler bulunan yere denir. illiyyinin en yüksek derecesine denir. peygamber efendimiz, vefat ederken, son sözü, ya rabbi! beni afv et! bana merhamet et! beni refiki alaya kavuşdur oldu. burası peygamberlerin makamıdır. bunların dereceleri de farklıdır. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesinde, adem aleyhisselamı birinci semada, isa aleyhisselam ile yahya aleyhisselamı ikinci semada, yusüf aleyhisselamı üçüncü semada, idris aleyhisselamı dördüncü semada, harun aleyhisselamı beşinci semada, musa aleyhisselamı altıncı semada, ibrahim aleyhisselamı yedinci semada gördü. ehli sünnet alimlerinin ruhları, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ruhlarına yakındır. bir hadisi şerifde, şehidlerin ruhları arşı ilahidedir. istedikleri zeman cennetin diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler buyuruldu. ahıret hayatında sabah ve akşam, gece ve gündüz yokdur. cennet nuranidir. şehidlerin ba'zıları cennete girmez, cennetin yanındaki ismindeki nehr kenarında yeşil kubbeler altındadır. kendilerine sabah ve akşam cennet ni'metleri getirilir. burada sabah ve akşam, muhammed kurtubi de vefat etdi. lakani de vefat etmişdir. dünyadaki zemana benzetilerek, söylenmişdir. böyle sözlere denir. bir rivayetde bütün mü'minlerin ruhları bu kubbeler altında bulunur. şehidler, derler. ali imran suresi, yüzyetmişinci ayetinde mealen, allah yolunda şehid olanlara ölü demeyiniz. onlar diridirler. kendilerine, her zeman rızk verilir. onlarda azab olunmak korkusu yokdur. ni'metlerden mahrum kalmak üzüntüsü de yokdur buyuruldu. dünyada onların cesedleri toprak altında kalınca, çürüyüp, fena kokarlar. hayvanlar etlerini yirler. bu hallerini görenler, bunları acı çekiyor, azab içinde sanırlar. onların kavuşdukları ni'metleri, se'adetleri anlamazlar. şehidler böyle diri olunca, peygamberler de salevatullahi teala aleyhim ecma'in elbette diri olur. çünki, her peygamberde şehadet mertebesi vardır. bir hadisi şerifde, buyuruldu. osman bin affan radıyallahü anh diyor ki, resulullahdan işitdim, buyuruldu. bir hadisi şerifde, buyuruldu. ta'un, veba hastalığı gibi sari hastalıklar demekdir. bir kimse, kıyamet günü kimler arasında bulunacak ise, kabr hayatında da, onların arasında bulunur. dünyada iken kimleri seviyorsa, kimlerin arasında yaşıyorsa, kıyametde onlar ile beraber haşr olunacakdır. imamı ahmed bin hanbel rahimehullahü teala dedi ki, mü'minlerin ruhları cennetdedir. kafirlerin ruhları cehennemdedir. ba'zı alimlere göre, cennetül me'vadadırlar. bu cennet, arşın altındadır. zinayı adet edinen, faiz ve yetim malı yiyenlerin ve mezhebsizlerin ruhları cehennemde azab içinde olurlar. üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları cennete girmez. böyle günah işliyenlerin ve zulm edenlerin ruhları da böyledir. evliyanın rahimehullahü teala ve salih mü'minlerin ve ehli sünnet kitablarını yayanların ruhları kabrlerine gelerek, cesedlerini ziyaret ederler. mü'minlerin ruhları birbirlerini ziyaret ederler. bilhassa, cum'a gecelerinde konuşurlar. mü'min vefat edip, ruhu semaya çıkınca, mü'minlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. vasiyyet etmeden ölenlerin ruhlarına konuşmak için izn verilmez. in yazısı temam oldu.de diyor ki, belalardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istigfar çok okumalıdır. ya'ni, çok demelidir. ahmed bin hanbel de bağdadda vefat etdi. sonra ölür. ölüm halleri; mü'minin ruhu semaları geçer. imanı, namazı, zekatı, ramezan orucu, haccı düzgün olanların, seher vaktleri istigfar edenlerin ruhları yükselir. üçüncü fasl: kafirin ruhunun bedeninden ayrılması. kabr sualleri. mü'minler bu suallere kolay cevab verirler. dördüncü fasl: facir kabr suallerine cevab veremez. beşinci fasl: kabrde ölüler dört halde bulunur altıncı fasl: kıyametin kopması, canlıların dirilmesi yedinci fasl: iki nefha arasındaki tevakkuf sekizinci fasl: herkes kabri üzerine çıkar, haşr başlar. insanlar, hesabın çabuk yapılması için ulül'azm peygamberlerin şefa'atcı olmalarını sıra ile rica ederler dokuzuncu fasl: peygamberimiz muhammed aleyhisselamın şefa'atı. hesabın başlaması. her peygamber tebliginden sual olunur. ümmetleri de kendilerine teblig olandan sual olunurlar onuncu fasl: dünyada ama olanların, islam düşmanlarına aldanmayıp, ehli sünnet i'tikadına sımsıkı sarılanların birbirini allah rızası için sevenlerin, allah korkusundan haram işlemeyip, ağlıyanların, halal kazanmak için uğraşanların, belalalara sabr edenlerin, gençlikde ibadet edenlerin, mal ve mevki'leri ile müslimanlara eziyyet edenlerin, ehli belanın, gençlerin ve köle ve cariyelerin ve tenbel fükaranın haşrları kıyamet ve ahıret kitabının son sözü nefs muhasebesi kısm: müslimana nasihat vehhabilik ve ehli sünnetin cevabı vehhabiliğin başlangıcı ve yayılması muhammed ma'sum hazretlerinin cil ektubu hakikat kitabevi yayınları mektubat tercemesi ondokuzuncu baskı yzn ariflerin ışığı, velilerin önderi, islamın bekçisi ve müslimanların baştacı imamı rabbani ahmedi faruki serhendi terceme eden hüseyn hilmi ışık rahmetullahi aleyh birinci cild hakikat kitabevi darüşşefeka cad. mektubunuza müteşekkir oldum. sıhhatinize şükr etdim. din ve dünyanıza en ziyade yarıyan ve dini islamda misli te'lif olmıyan kitabını okuyup, ba'zısını anlamak, çok ziyade bir fadl ve ihsandır. bu ihsana kavuşduğunu anlayınca, rabbime çok şükr eyledim. abdülhakimi arvasi tenbih: bir çocuk ve bir hayvan yavrusu dünyaya gelir gelmez, bütün azaları ve his organları çalışmağa başlıyor. bunların ahenkli, muntazam çalışmalarıyla yaşamağa devam ediyor. bu hal, bütün akl sahiblerini, bütün ilm adamlarını hayretde bırakıyor. bu organları var eden ve böyle çalışdıran sonsuz kuvvet sahibinin ismi dır. allahın var olduğunu anlamayan kimse yokdur. insanların gözünde kuvvet olsaydı, kendisini görürlerdi. her insana, her iyiliği, her rahatlığı gönderen ve her derdi, her sıkıntıyı gönderen allahdır. ni'met gelince şükr, derd gelince, istigfar ve sabr etmelidir. derdler, ni'metin kıymetinin anlaşılmasına sebeb olmakdadır. istigfarın ve sabrın sevabı pek çokdur. dünyadaki derdler, ahıretde çok sevab verilmesine sebeb olmakdadır. her gün çok okumalıdır. bunun ma'nası, ya rabbi, razı olmadığın, beğenmediğin şeylerden, yapdıklarımızı afv et! yapmadıklarımı yapmakdan koru!dır. kelimei tenzih . bu kelimei tenzih, bu kitabınv ektublarında yazılıdır. bunu, sabah ve akşam yüz kerre okuyanın günahları afv olur. derdlerden kurtulur. bir daha günah işlemekden muhafaza olunur. mektubat tercemesi önsöz işte budur, miftahı genci kadim: bismillahirrahmanirrahim. allahü teala, dünyada bütün insanlara acıyor. faideli şeyleri yaratıp, dostu ve düşmanı ayırmadan, herkese gönderiyor. ahıretde, cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden tevbe etmiyenlere ihsan ederek, onları afv edecek, cennete kavuşduracakdır. her canlıyı yaratan, her varı, her an varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız odur. böyle yüce bir allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitabı yazmağa başlıyorum. allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz aline ve ona eshab olmakla şereflenmişlerin hepsine selamlar ve hayrlı düalar olsun! tarih boyunca, imanlılar ile imansızlar çarpışmakda, kuvvetli, çalışkan olan, galib ve hakim olmakda, inançlarını, düşüncelerini yaymakdadır. bu çarpışma, harb vasıtaları ile, döğüşerek olduğu gibi, propaganda ile, neşr yolu ile de yapılmakdadır. şimdi, ikinci savaş bütün hızı ve kuvveti ile hergün devam etmekdedir. imansızlar, alçakça ve açıkça iftira etdikleri gibi, müsliman şekline girerek, din adamı görünerek, islamiyyeti içerden yıkmağa da çalışıyorlar. kitablı ve kitabsız bu kafirlerin, planlı olarak hazırladıkları uydurma kitabları, radyo, televizyon neşriyyatı ve sinema filmleri bir yandan, cahil ve münafık kimselerin, dünyalık ele geçirmek için, ortaya çıkardıkları yanlış, bozuk din kitabları ve sözleri de bir yandan, dini, imanı yok etmekdedir. bu ma'nevi yıkıntıyı durdurabilmek için, ehli sünnet alimlerinin doğru bilgilerini yaymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. bunun için, yıllarca çalışarak, o büyük alimlerin kitablarını inceledim. sonsuz ölüme sürükleyen kalb hastalıklarının ilacı olan kıymetli yazıları toplamağa ve terceme etmeğe uğraşdım. cenabı hakkın yardımı ve ihsanı ile, birkaç kitab hasıl oldu ve basıldı. resulullahın vefatından sonra da, islam düşmanları dine, imana insafsızca saldırmışlardı. allahü teala, hindistanda, imamı rabbani ahmedi faruki serhendiyi kuddise sirruh yaratarak, o korkunç akıntıyı, bunun çalışmaları ile durdurmuşdu. bu yüce imamın mektubları, kitabları, insanları gafletden uyandırdı. dünyaya ışık saldı. kendisi senesinde hindistanda vefat etdi. çeşidli memleketlere göndermiş olduğu mektublardan beşyüzotuzaltı mektubu, üç cild halinde toplanarak kitabı meydana gelmişdir. büyük alim, seyyid , allahın kitabından ve resulullahın hadislerinden sonra, islam kitablarının en üstünü, en faidelisi, imamı rabbaninin mektubat kitabıdır. mektubatda bildirilen tesavvufdan, tarikatden ve hakiki mürşidlerden şimdi hiç kalmadı. bizler, mektubatdaki ince bilgileri, ma'rifetleri anlıyamayız buyurdu. kitabımızda yazılıdır. bu kitabdaki mektubların birkaçı arabi, geri kalanların hepsi farisidir. senesinde, pakistanda, karaşide de gulam mustafa han tarafından, üç cildi iki kitab halinde ve haşiyesinde açıklamalar olarak, gayet okunaklı ve nefis basılmışdır. bu farisi baskının, senesinde, istanbulda, fotokopisi basdırılmışdır. muhammed muradi kazani mekki tarafından binüçyüziki senesinde arabiye terceme edilerek adı verilmiş, da, mekkei mükerremede miriyye matba'asında basılmışdır. de, istanbulda da basılmışdır. muhammed bin abdüllah kazani de mekkede vefat etmişdir. imamı rabbaninin ve oğlu muhammed ma'sumun kitabları müstekimzade süleyman efendi tarafından farscadan türkçeye terceme edilip, hicri senesinde istanbulda taşbasması yapılmışdır. tarih incelenirse, kitablı ve kitabsız bütün islam düşmanlarının ve müsliman ismini taşıyan cahil ve sapıkların alimlerinin kitablarına çamur atmağa, bu doğru yolun bilgilerini çürütmeğe, yok etmeğe saldırdıkları hemen görülür. bir tarafdan da, din cahili münafıkların, dünya çıkarları için, tarikatcılık yapdıkları görülüyor. temiz gençleri, şehid evladlarını bu alçakça saldırılardan korumak, onlara se'adet ve kurtuluş yolunu göstermek ve tarikatcıların tuzaklarına düşmemeleri için, kitabının hepsini, farisiden türkçeye terceme edip, basdırarak, kıymetli okuyucularımıza sunmağı lüzumlu gördüm. ehli sünnet bilgilerini ve çok ince ve derin yazılmış olan tesavvuf ma'rifetlerini kolay anlaşılacak açık kelimelerle yazdım. ba'zı yerleri iyi açıklıyabilmek için, başka kaynaklardan eklemeler yapdım. bu eklemeleri ve te'villeri bir köşeli parantez içine yazarak, dan ayrı olduklarını belli etdim. aylarca geceli gündüzlü çalışarak, birinci cilddeki üçyüzonüç mektubun tercemesi, zilhiccevemartcum'a günü temam oldu. birinci baskısısenesinde yapılarak, kıymetli gençlerin istifadelerine sunuldu. ikinci cildde bulunan doksandokuz mektubdan kırksekiz adedi ve üçüncü cildde bulunan yüzyirmidört mektubdan, otuzsekiz adedi, kitabımda okuyabilirsiniz. işbu kitabında, iman ve tesavvuf bilgilerine ağırlık verilmişdir. bu kitabı dikkat ile okuyan tali'li bir kimse, kamil bir iman ve güzel ahlak sahibi olur. tesavvufu, hakiki tarikati anlıyarak, sahte tarikatcılara aldanmaz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. derin alim seyyid abdülhakim efendi rahmetullahi aleyh de, kitabında, demekevliyanın ba'zı kelimeleri te'vile muhtacdır. te'vil veya mealen bildirmek, muhtelif ma'nalar içinden dine uygun olanı seçmekdir. bunu herkes yapamaz. ve sonraki mektubları okuyunuz! dedir. görülüyor ki, bu kitabımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. bu kitabı anlıyan ve uyan insan, allahü tealanın emrlerine ve devletin kanunlarına ita'at eder. islam dini, hükumete isyan etmeği, kanunlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabul etmemişdir. seyyid kutbun ve mevdudinin ihtilalci, bölücü kitablarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvalarına aldanmamalı, fitne çıkarmamalıdır. müsliman, vatanına, milletine faideli olur. vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere malik olduklarını bilir. kendini kimseden üstün görmez. rahat ve huzur içinde yaşadığı aziz vatanını, milletini ve bayrağını çok sever. herkese iyilik eder. bölücülük yapmaz. gayrı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, yabancı tüccarlara, müsafirlere de hiç kötülük yapmaz. müslimanların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareketleri ile, bütün dünyaya tanıtır. herkesin seve seve müsliman olmalarına sebeb olur. kötülük yapanlara nasihat verir. kimseye hile, hıyanet yapmaz. devamlı çalışır. halal kazanır. kimsenin hakkına dokunmaz. vergilerini, borçlarını vaktinde öder. bunu, allah da sever, kullar da sever. çalışarak halal para kazanmanın lazım ve çok sevab olduğu nin seksensekizinci mektubu sonunda uzun yazılıdır. bu mektub, ikinci kısm sonundadır. allahü teala, bütün insanları, imamı rabbani hazretlerinin yazılarından ve ruhaniyyetinden feyz alarak, küfrden ve sapık inanışlardan korusun! alimlerinin, resulullahdan alarak bizlere ulaşdırdıkları, biricik kurtuluş yoluna kavuşdursun! amin. bugün, müslimanlar üç fırkaya ayrılmışdır. birincisi, eshabı kiramın yolunda olan hakiki müslimanlardır. bunlara ve denir. ikincisi lerdir. bu ikisine denir. çünki bunların müslimanlara müşrik dedikleri kitabımızda yazılıdır. müslimanları bu üç fırkaya parçalayan, yehudilerle ingilizlerdir. hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, cehenneme gidecekdir. her mü'min, nefsini tezkiye için, ya'ni nefsin yaratılışında mevcud olan küfrü ve günahları temizlemek için, her zeman çok okumalı ve nefsden ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitablardan gelen küfr ve günahlardan kalbini tasfiye için, kurtulmak için okumalıdır. islamiyyete uyanın düaları muhakkak kabul olur. namaz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve haram yiyip içenin, islamiyyete uymadığı anlaşılır. bunun düaları kabul olmaz. miladi hicri şemsi hicri kameri aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, islamın hasret ile beklediği kahraman, ma'şukunun aşkından yanıp yanıp kül olan, ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zeman! ilmile, irfanile, sahib olan ya, iki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, dalıp uçsuz bucaksız, o mu'azzam deryaya, ve bu zikr deryasından en büyük payı alan! kimi sahile gider ve bu bana yeter der; kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner, kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; bir sensin, bu deryadan, içip içip de kanan! kur'andan, hadislerden sonra, gelir eserin, ruhlara şifa olan, o mubarek sözlerin, baş kumandanısın sen velilerin, erlerin; ve adını alan! bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, ve cihanda bir tekdir, senin izinde kalan. o, senin aşkınla yanan, hürmetine nasib et, bize şefa'atından! eserinle cihanı, yeniden tenvir eden, sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken, ondördüncü yüzyılın, zulmetini gideren, ın ışığıdır, gerisi hayal yalan! biz onun talebesi, o sizin talibiniz, muhakkak aks yapar; o nurlu kalbleriniz, belli, birbirinize, aşıksınız ikiniz, ve size aşık olur ı anlıyan! mektubatı imamı rabbani birinci cild alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. rabbimizin seveceği ve beğeneceği şeklde ve bütün mahlukların yapdıkları hamd ve şükrlerin katlarından daha çok hamd olsun. onun alemlere rahmet olarak gönderdiği en sevgili kulu muhammed mustafaya salat ve selam olsun. onun mubarek ismini söyliyenlerin her söyleyişinde ve gaflet uykusuna dalarak ismini söylemeyenlerin sayısınca ve ona layık ve yakışık düalar ve selamlar olsun ve onun günahsız, her dürlü aybdan, kusurdan uzak aline ve eshabına da düalar ve selamlar olsun! bu kitab, hakiki alimlerin gavsi, ariflerin kutbu, vilayeti muhammediyyenin burhanı, ya'ni senedi, şeri'ati mustafaviyyenin hucceti, ya'ni senedi, şeyhulislam, müslimanların büyük alimi ve evliyanın önderi sellemehullahü sübhanehü ve ebkahü hazretlerinin adındaki kitabının birinci cildidir. bu cildde üçyüzonüç mektub vardır. bu mektubları, imamı rabbani hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak ilm ve ma'rifet sahibi olan yar muhammedül cedidi bedahşi talkani kuddise sirruh hazretleri toplamışdır. hak tealanın rızasına kavuşmak isteyenlere faideli olmak için bu kitabı vücude getirmişdir. allahü tealadan ismet ve tevfik dileriz, ya'ni bizleri ayblardan, günahlardan korumasını ve ilerlememiz, yükselmemiz için yardım etmesini dileriz. birinci mektub bu mektub, kendi mürşidi, evliyanın büyüğü, kalb ilmlerinin mütehassısı hazretlerine yazılmışdır. ismi zahire bağlı olan halleri ve arşın üstündeki makamlara yükselmeyi ve cennetin derecelerini ve ba'zı evliyanın mertebelerini bildirmekdedir: kamil ve herkesi kemale kavuşduran, vilayet derecelerine ulaşmış, nihayeti başlangıca yerleşdirilmiş olan yolda gidenlerin önderi, allahü tealanın beğendiği dinin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imamımız şeyh muhammed baki nakşibendi ve ahrari kaddesallahü teala sirrehül akdes ve bellegahüllahü sübhanehü ila aksa ma yetemennahü hazretlerine, kölelerinin en aşağısı olan ahmedden en yüksek makama dilekcedir. kıymetli emrlerinize uyarak bu mektubu yüzümün karası ile yazıyorum. dağınık, bozuk olan hallerimi titriyerek arz ediyorum. bu yolda ilerlerken, allahü tealanın zahir ismi o kadar çok tecelli etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. bu taifeye o kadar bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum. onların şeklindeki zuhur başka hiçbir şeyde yokdu. alemi emrdeki latifelerin halleri ve acaib güzellikler bu şeklde görüldüğü kadar başka hiçbir şeyde görülmüyordu. onların yanında eriyordum. yanıp kül oluyordum. bunun gibi her yiyecekde, her içecekde ve her cismde ayrı ayrı tecelliler oldu. lezzetli yemeklerde olan letafet ve güzellik başka şeylerde yokdu. tatlı şerbetler de, tatlı olmayanlardan böyle başka idi. kısaca her tatlı şeyde başka başka kemal vardı. bu tecellinin incelikleri, yazmakla bildirilemez. yüksek hizmetinizde bulunmakla şereflenmiş olsaydım, belki bildirmek nasib olurdu. bu tecellilerin hepsi karşısında, yalnız yı istiyordum. bu tecellilere bakmamağa çalışıyordum, fekat kendimi tutamıyordum. birdenbire, bu tecellilerin, o zemansız, mekansız, hiçbirşeye benzemeyen varlığa bağlılığı değişdirmediğini anladım. batın, ya'ni kalb ve ruh, hep ona bağlı idi. zahire hiç bakmıyordu. zahirde bu bağlılık yokdu. zahir, bu tecellilerle şereflenmişdi. batının gözü bu tecellilere hiç kaymıyordu. bunları bilmekden, görmekden yüz çevirmişdi. zahir, çokluğa ve iki varlığa bağlı olduğundan, bu tecellilere uygun idi. bir zeman sonra, bu tecelliler görünmez oldu. batının şaşkınlığı ve bilgisizliği yine vardı. tecelliler yok oldu. bundan sonra, hasıl oldu. te'ayyün geri geldikden sonra hasıl olan te'ayyüni ilmi, bu fenada yok oldu, bundan hiçbir şey kalmadı. bu zeman islami hakiki başlamağa ve şirki hafinin alametleri yok olmağa başladı. ibadetleri kusurlu ve niyyetleri bozuk görmek ve kulluk ve yokluk alametleri görünmeğe başladı. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin ve merhametinizin bereketi ile kulluk ne demek olduğunu bildiriyor. arşın üstüne yükselmek çok oluyor. bunlardan birinci çıkışda, uzun yolculukdan sonra, arşın üstüne yükselince, cennet yukarıdan kuş bakışı göründü. bildiklerimden birkaçının cennetdeki makamlarını görmek istedim. dikkat etdim. göründüler; makamların sahiblerini de o makamlarda gördüm. dereceleri, yerleri, şevkleri ve zevkleri başka başka idi. başka bir yükselişde büyüklerimizin ve ehli imamlarının ve hulefai raşidinin ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerinin ve başka peygamberlerin makamları ayrı ayrı göründü. meleklerin yükseklerinin makamları, arşın üstünde göründü. arşın üstünde o kadar yükseltdiler ki, yeryüzünden arşa kadar veya bundan biraz daha az, ya'ni hace nakşibend kaddesallahü teala sirrahül akdes hazretlerinin makamına olan uzaklık kadar ilerletdiler. nakşibend hazretlerinin makamının üstünde, büyüklerden birkaçının makamı vardı. bu makamın az üstünde ma'rufi kerhi ve şeyh ebu sa'idi harrazın makamı vardı. başka büyüklerin makamları, bu makamlardan biraz aşağıda ve bir çoğu bu makamda idiler. şeyh alaüddevle ve şeyh necmeddini kübra aşağıda idi. ehli imamları bu makamın üstünde idi. bunların üstünde, dört halifenin rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in makamları vardı. peygamberlerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam makamları, o serverin sallallahü aleyhi ve sellem makamının bir yanında idi. meleklerin büyüklerinin salevatullahi ve selamühü ala nebiyyina ve aleyhim ecma'in makamları, bu makamın öte yanında ve bu makamdan ayrı idiler. o serverin makamı, bütün makamların üstünde, en başda idi. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. allahü tealanın yardımı ile, her istediğim zeman yükseltiyorlar. istemeden de yükseltdikleri oluyor. her birinde başka başka şeyler görülüyor. hepsinin eserleri belli oluyor. bunların çoğu unutuluyor. o hallerin birkaçını yazmak istiyorum, fekat kalemi elime alınca hatırlıyamıyorum. çünki, hiçbirine kıymet vermiyorum. hatta bu hallerden tevbe ve istigfar edeceğim geliyor. onun için yazmağa sıra gelmiyor. bu bozuk yazılarımı doldururken birkaç şey hatırımda idi, fekat hiçbirini yazmak nasib olmadı. saygısızlığımı uzatmıyayım. molla kasım alinin hali çok iyidir. kendini gayb etmiş, şü'ursuz, bitkin bir haldedir. cezbe makamlarının hepsini aşdı. kendi hallerinin, sıfatlarının asldan geldiğini biliyordu. şimdi, o sıfatları kendinden uzak görüyor. kendini bomboş buluyor, hatta sıfatları durduran nuru da kendinden ayrılmış görüyor. kendini o nurun öte tarafında buluyor. sevdiklerimizin hepsinin halleri, her gün daha iyi olmakdadır. bundan sonraki mektubda inşaallahü teala uzun uzun arz ederim, efendim. ikinci mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. terakkilerini ve allahü tealanın ihsanlarını bildirmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmedin yüksek makama dilekcesidir. istihare yapmamızı emr buyuran mektubu, ramezana yakın bir zemanda mevlana şah muhammed getirdi. ramezandan önce kapınızın eşiğini öpmekle şereflenmek için vakt bulamadım. ramezandan sonra bu şerefe kavuşmayı düşünerek seviniyorum. yüksek teveccühlerinizin bereketi olarak, allahü tealadan durmadan birbiri ardı sıra gelen ihsanların hangi birini yazayım. farisi iki tercemesi: ben o toprağım ki, ilk behar bulutu, lutf eder, verir bereketli yağmuru. vücudumun her kılı dile gelse de, şükr edemem ni'metlerinin hiçbirine. böyle halleri bildirmek her ne kadar bir atılganlık ve saygısızlık sanılırsa da ni'metlerle sevinmeyi, övünmeyi de göstermekdedir. farisi tercemesi: beni toprakdan kaldıran, sultan ise eğer, başım gökden yukarı olsa, elbet değer. sahv ve bekaya kavuşmak, rebi'ulahır ayının sonunda başladı. bugüne kadar her anda tam bir beka ile şereflendiriyorlar. önce şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh hazretlerinin tecellii zati dediği halden sahve ya'ni uyanıklık, şü'ur haline getiriyorlar. sonra sekr haline götürüyorlar. inerken ve çıkarken şaşılacak bilgiler, duyulmamış ma'rifetler veriyorlar. her mertebede, bu mertebenin bekasına uygun şühud ile ve ihsanlarla şereflendiriyorlar. ramezanı mubarek ayının altıncı günü beka ile şereflendirdiler. öyle bir ihsanda bulundular ki, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. gücümün oraya kadar olduğunu anlıyorum. halime uygun olan kavuşmak burada nasib oldu. cezbe tarafı şimdi temam oldu. cezbe makamına uygun olan başladı. fena makamı ne kadar temam olursa, hasıl olan beka da o kadar yüksek oluyor. beka ne kadar yüksek olursa, sahv da o kadar çok oluyor. sahv ne kadar çok olursa, islamiyyete uygun bilgiler o kadar çok geliyor. sahvın temamı, bütünü peygamberler içindir aleyhimüssalatü vesselam. o büyüklerin bildirdikleri ma'rifetler de, dinleridir. allahü tealanın zatında ve sıfatlarında bildirdikleri iman bilgileridir. bu bilgilere uymayan ma'rifetler sekrden ileri gelmekdedir. şimdi, bu fakirin üzerine yağan ma'rifetlerin çoğu, islamiyyetin bildirdiği ma'rifetlerin açıklamasıdır ve onları bildirmekdedir. akl ile, düşünce ile anlaşılan bilgiler, şimdi keşf yolu ile ve kendiliğinden hasıl olmakdadır ve topluca kazanılanlar, uzun ve açık olarak ele geçmekdedir. farisi tercemesi: daha söylersem eğer, çok uzun sürer, korkarım, utanmazlığa kadar gider. farisi mısra' tercemesi: köle, haddini bilmelidir! üçüncü mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. sevdiklerinin belli bir makamda kaldıklarını, birkaçının bu makamı geçdiklerini ve tecellii zati makamlarına kavuşduklarını bildirmekdedir: yüksek makamınıza sunulur ki, buradaki sevdiklerimiz ve oradaki sevdiklerimizden her biri, bir makamda kalmışlardır. onları bu makamlardan kurtarıp çıkarmak güç oluyor. o makamlara yakışan bir kuvveti kendimde bulamıyorum. yüksek teveccühleriniz ve merhametleriniz ile hak teala ilerletiyor. bu alçağın yakınlarından biri bu makamdan kurtulup geçdi. allahü tealanın zatının tecellileri başladı. çok güzel bir haldedir. ayağı, bu aşağı kölenizin ayağı üzerindedir. başkalarının da ilerlemelerini umuyorum. oradaki sevdiklerimizden birkaçının yaradılışı mukarreblere uygun değildir. bunların hali, ebrarın yoluna uygundur. halleri böyle iken, elde etdikleri yakin de büyük ni'metdir. bu yolda olmalarına emr olunmaları uygundur. farisi mısra' tercemesi: herkesi bir iş için yaratmışlardır. bunların ismlerini açıklamıyacağım. çünki, yüksek varlığınıza gizli değildirler. çok yazarak saygısızlık etmekden çekiniyorum. bu kağıdı doldurduğum gün, mir seyyid şah hüseyn, çalışırken şöyle gördüğünü söyledi: büyük bir kapı önüne gelmişim. bu kapı, hayret, şaşkınlık kapısıdır dediler. içeri bakdım, o yüksek zatı ve seni gördüm. ben de gireyim diye çok uğraşdım ise de, ayaklarımı kaldıramadım. dördüncü mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kıymeti çok büyük olan ramezan ayının üstünlüklerini ve yi bildirmekdedir: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek katınıza sunar ki, çok zemandan beri yüksek kapınızın hizmetçilerinin hallerini bildiren mubarek mektubunuza kavuşmakla şereflenemedim; gözlerim yoldadır. mubarek ramezan ayının gelmesi hayrlı olsun. bu ayın kur'anı kerim ile tam bağlılığı vardır. bu bağlılıkdan dolayı, kur'anı kerim bu ayda inmeye başladı. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde, buyuruldu. kur'anı kerim, allahü tealanın zatının ve şü'unlarının bütün kemallerini kendinde toplamışdır, asl dairesinin içindedir. ona hiçbir zıl yaklaşmamışdır. onun zıllidir. ramezanı şerif ayının kur'anı kerim ile bağlılığı olduğu için, bu ay da bütün hayrları ve bereketleri kendinde toplamışdır. bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayrlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. bir kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. bu ayı kötülükle geçirirse, bütün senesi kötü geçer. ramezanı mubarek ayı bir kimseden razı olursa, o kimseye müjdeler olsun. bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayrlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! bu ayda, kur'anı kerimi hatm etmek, aslın bütün kemallerine ve zıllin bütün bereketlerine kavuşmak için olabilir. ramezanı şerifde kur'anı kerimi hatm eden kimsenin, bereketlerine kavuşması, hayrlarından pay alması umulur. bu ayın günlerinin bereketi başka, gecelerinin hayrları başkadır. iftarda acele etmenin ve sahuru gecikdirmenin, böylece gecesi ile gündüzünün tam ayrılmasının sünnet olması, bu incelikden ileri gelebilir. yukarıda söylediğimiz ya de denir ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye. bu, bütün sıfatları bulunan demek değildir. büyüklerden birkaçı böyle demiş ise de, öyle değildir. zati ilahinin ilm i'tibarının kabiliyyetidir ki, kur'anı kerimin hakikati olan, zatın ve şü'unlarının kemallerinin hepsine bağlıdır. sıfatlara bağlı olan ve zat ile sıfatlar arasında bir geçit olan , ondan başka bütün peygamberlerin hakikatlarıdır ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat. bu kabiliyyet, kendisinde birçok bulunmak düşüncesi ile, birçok hakikatlar olmuşdur. hakikati muhammediyye olan kabiliyyet, kendisinde zılliyet bulunmakla beraber, sıfatlara benzemez. zati ilahi ile arasında hiçbir perde yokdur. muhammedi yaratılmış olan evliyanın hakikatları, zatı ilahinin ilm i'tibarı ile olan kabiliyyetleridir. bu kabiliyyeti muhammediyye, zati ilahi ile o çeşidli kabiliyyetler arasında bir geçitdir. bu kabiliyyete onlardan birinin adı da verilir. çünki, bu kabiliyyet sıfatlara yakındır. sıfatlarda olan ilerleme, bu kabiliyyete kadar olur. bunun için, bu kabiliyyete denilmişdir. bu kabiliyyeti ittisaf, gözden hiç yok olmadığı için, buna o kabiliyyetlerin de ismi verilmişdir. çünki, hakikati muhammediyye, arada hep perdedir. kabiliyyeti muhammediyye, zati ilahide bir i'tibardır ve salikin gözünden yok olabilir. yok olduğu da bilinmekdedir. kabiliyyeti ittisaf da, i'tibar ise de, arada geçit gibi olduğundan, sıfatlar gibi, zatdan başka, ayrıca vardır ve gözden yok olamaz. bunun için, bu perdenin aradan hiç kalkmadığını söylemişlerdir. asl ve zılli bir arada toplayan makamın böyle bilgileri çok gelmekdedir. bunların çoğu kağıd üzerine yazıldı. , zıl makamının bilgilerinin inceliğinin kaynağıdır. , asl dairesinin ma'rifetlerinin gelmesine vasıtadır. zıl ile aslı birbirinden ayırmak, bu iki ni'mete kavuşmadan olamaz. bunun içindir ki, büyüklerden çoğu, kabiliyyeti ulaya diyorlar ve zatdan ayrı değildir diyorlar. , bu kabiliyyeti görmekdir diyorlar. işin doğrusu, bizim bildirdiğimiz gibidir. allahü teala, işin doğrusunu doğru olarak bildirir ve dilediğini doğru yola kavuşdurur. yazmak emr olunan şeyleri bitiremedim. yazılanlar öylece kaldı. bu duraklamanın hikmeti acaba nedir? mektubu sıkılmadan daha uzatmak edebsizlik olur. beşinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kendisini çok sevenlerden hace bürhanı gönderdiği ve onun ba'zı halleri bildirilmekdedir: yüksek kapınızın hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed, kaddesallahü teala esrarehüm hazretlerinin tarikatını bildiren küçük bir kitab yazarak, mubarek huzurunuza gönderdim. daha müsvedde halindedir, mubarek büyüğümüz okudukdan sonra bir daha yazılacakdır. hace bürhan, yola çabuk çıkdığı için bir daha yazmağa vakt olmadı. bundan sonra, belki başka bilgiler de ona eklenir. bir gün kitabına bakıyordum. kısa aklıma şöyle geldi ki, yüksek makamınıza yazayım. oradaki bilgilerden birkaçı üzerinde ayrıca bir şeyler yazılsın, yahud bu fakirin yazması için emr buyurulsun. bu düşüncem gitgide kuvvetlendi. buna bağlı ba'zı bilgiler, bu müsveddeye eklendi. bu arada, o kitabdaki ba'zı bilgiler de müsveddeye yazıldı. bu bakımdan bu müsvedde, o kitabın eki yapılırsa uygun olur, yahud müsveddedeki bilgilerden uygun olanları seçilerek o kitaba ek yapılırsa, yine iyi olur. daha ileri gitmek edebe aykırı olacakdır. hace bürhan, bugünlerde güzel işler yapdı. cezbe makamına bağlı olan üçüncü seyrden bir şeylere kavuşdu. günlük geçim düşüncesi kendisini üzmekdedir. yüksek kapınıza gelmişdir. kıymetli emrleriniz onun için büyük kazanç olacakdır. binlerce top ve tüfek, yapamaz asla, göz yaşının seher vakti yapdığını, düşman kaçıran süngüleri çok def'a, toz gibi yapar, bir mü'minin düası. altıncı mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. cezbe ve süluke kavuşmağı ve cemal ve celal sıfatları ile terbiye olmağı ve fena ve bekayı ve nakşibendiyye bağının üstünlüğünü bildirmekdedir: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, tam mürşid olan allahü teala, sizin yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, cezbe ve süluk yollarının her ikisi ile de terbiye etmekdedir. cemal ve celal sıfatları ile yetişdirmekdedir. şimdi cemal, celal oldu ve celal, cemal oldu. kitabının açıklamalarından bir kaçında, bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmayıp, hayale gelen şeyleri yazmışlardır. bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmak yerinde olur. başka dürlü yazmak, anlaşılanı başka şekle çevirmek yersiz olur. bu terbiye ile yetişmenin alameti, zati ilahinin sevgisinin hasıl olmasıdır. bundan önce bu sevgi hasıl olamaz. zati ilahinin sevgisinin hasıl olması nın alametidir. , masivayı unutmak demekdir. allahü tealadan başka her şeye denir. bütün ilmler göğüsden silinmedikçe, tam bir cahillik hasıl olmadıkça, fena elde edilemez. bu cahillik ve şaşkınlık, aralıksız olur; hiç yok olmaz. bir zeman hasıl olup başka zeman yok olması düşünülemez. bekadan önce tam bir cahillik vardır. bekadan sonra, bilgi ile bilgisizlik bir arada bulunur. hiçbirşey bilmez iken, şü'uru yerindedir. tam bir şaşkınlık varken, huzur içindedir. bu makam, makamıdır. burada bilgi ve görmek birbirine perde olmaz. bu cahillikden önce bulunan bilginin hiç kıymeti yokdur. bu cahillik varken ilm de verilirse, kendinde olur. , ya'ni batın ile görmek varsa, yine kendindedir. ma'rifet veya hayret ya'ni ma'rifetsiz olmak, şaşkınlık varsa yine kendindedir. kendinden başka şeyleri gördükçe, kendinde de görmüş olsa dahi, ilerleyememiş demekdir. dışarıyı görmesinin büsbütün yok olması lazımdır. hace behaeddin kaddesallahü sirrehül'aziz hazretleri buyuruyor ki, ehlüllah, ya'ni evliya, fena ve bekadan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. her bildiklerini kendilerinde bilirler. onların hayretleri, bilgisiz olmaları kendilerindedir. bundan da açıkça anlaşılıyor ki, şühud ve ma'rifet ve hayret yalnız kendindedir. bunların hiçbiri dışarıda yokdur. bu üçünden biri dışarıda oldukça, kendinde de olsa dahi, fenaya hiç kavuşamamış demekdir. fena olmayınca, beka nasıl olabilir? fena ve beka mertebesinin sonu budur. bu fena tamdır ve tam olan fena her şeyin yok olmasıdır. beka da, fenaya göre olur. bunun içindir ki, ehlüllahdan bir çoğu, fena ve beka hasıl oldukdan sonra, dışarıda da görürler. fekat bizim büyüklerin yolu bütün yolların üstündedir. farisi tercemesi: her aynası olanı, iskender sanma! her saçını keseni, kalender sanma! bu yolun büyüklerinden birini veya ikisini yüzlerce sene sonra bu makama kavuşdurmakla şereflendirirler. başka yolları artık düşünmelidir. bu yol, hace abdülhalıkı goncdevani kuddise sirruh hazretlerine bağlanmakdadır. bu yolu temamlayan, kuvvetlendiren ise, hacelerin hacesi olan hace behaeddini nakşibend kuddise sirruh hazretleridir. bunun halifelerinden hace ala'üddini attar kuddise sirruh hazretleri de bu ni'mete kavuşmakla şereflenmişdir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti acaba kime verirler? şaşılacak şeydir ki, önce, her bela ve sıkıntı gelince sevinirdim, derd ve bela arardım. elimden dünyalık çıkınca da tatlı gelirdi. hep böyle olmasını isterdim. şimdi ise, sebebler alemine getirdiler. kendi zevallılığımı, aşağılığımı görmeye başladım. az bir sıkıntı gelince, hemen üzülüyorum. her ne kadar üzüntü çabuk bitiyor, hiç kalmıyor ise de, önce üzüntü gelmeden olmuyor. bunun gibi önce, belaların ve sıkıntıların gitmesi için düa ederken, bunların gitmesini, yok olmasını düşünmüyordum. emrine uymak istiyordum. şimdi ise, belaların, sıkıntıların gitmesi için düa ediyorum. eskiden korkular, üzüntüler yok olmuşdu, şimdi yine geldiler. eski hallerin hep sekr, şü'ursuzlukdan ileri geldiğini anladım. sahv, ya'ni şü'urlu olunca, cahiller için olan şeyler hasıl olmakdadır. böylece zevallılık, yalvarmak, korkmak, üzülmek, sıkılmak, sevinmek oluyor. başlangıçda düa etmek, beladan kurtulmak için değildi. bunu düşünmek gönlüme iyi gelmiyordu. fekat, hal kaplamışdı. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat düalarının böyle olmadığını düşünüyordum. onlar, bir şeye kavuşmak için düa ediyorlardı. şimdi, bu hal ile şereflendirdiler. işin iç yüzünü açıkladılar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat düalarının zevallılıkla, düşkünlükle, korku ile olduğu, yalnız emre uymak için olmadığı anlaşıldı. yalnız yüksek emrinize uymuş olmak için, hasıl olan şeylerden bir çoğunu arasıra bildirmekle saygısızlık yapmakdayım. yedinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kendisinin şaşılacak birkaç halini bildirmekde ve birkaç şey sormakdadır: hizmetçilerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, arşın üstündeki makama, ruhumun yükselerek ulaşdığını anladım. burası hace behaeddini buhari kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerinin makamı idi. bir zeman sonra, maddeden yapılmış olan bu bedenimi de, o makamda buldum. o zeman böyle anladım ki, bu madde alemi ve gökler aşağıda kaldı. ismleri ve nişanları yok oldu. o makamda yalnız evliyanın büyüklerinden birkaçı vardı. o zeman bütün alemi o mahalde ve o makamda kendime ortak buldum. onlardan temamen ayrı olduğum halde kendimi onlarla birlikde görünce şaşırdım kaldım. zeman zeman öyle haller hasıl oluyor ki, ne kendim kalıyorum ve ne alem kalıyor. gözüme hiçbirşey görünmüyor. hatırıma birşey gelmiyor. şimdi de bu haldeyim. alemin varlığını ve yaratılmış olduğunu ne biliyorum ne görüyorum. bundan sonra yine o makamda yüksek bir köşk görüldü. bir merdiven konuldu. oraya çıkdım. bu makam da, alem gibi yavaş yavaş aşağı indi. her an yükseldim. orada abdestin şükr namazını kılmak hatırıma geldi. kıldım. çok yüksek bir makam görüldü. nakşibendiyyenin dört büyük hacesini orada gördüm. seyyidüttaife cüneyd ve bunun gibi birkaç veli de orada idi. birkaç veli bu makamdan daha yukarıda idi. fekat bunun direklerini tutmuş oturuyorlardı. birkaç veli de bu makamdan daha aşağıda idi. derecelerine göre yer almışlardı. kendimi bu makamdan çok uzakda gördüm. hatta bu makamla hiçbir ilgim yok idi. bunun için çok üzüldüm. aklımı kaçıracak gibi oldum. aşırı üzüntüden ve sıkıntıdan canım çıkacak idi. çok zeman bu hal üzere kaldım. sonunda, yüksek teveccühleriniz ve yardımlarınız ile kendimi o makama ilişik gördüm. önce başımı onun yüksekliğinde buldum. kendim de yükselerek o makamın üstünde oturdum. iyice inceliyerek, o makamın tam bir tekmil makamı, ya'ni salikleri kemale erdirenlerin makamı olduğu anlaşıldı. süluk, ya'ni tesavvuf yolculuğunda en son bu makama varılır. tam süluk yapmamış olan meczub bu makama kavuşamaz. o makamda şöyle düşündüm ki, çok zeman önce yüksek kapınızda bildirdiğim rü'ya ile bu makama yetişmiş oldum. o rü'yada emirilmü'minin hazreti ali kerremellahü teala vecheh buyurmuşdu. iyi dikkat ederek bu makamın, hulefai raşidin radıyallahü teala anhüm ecma'in arasında yalnız emir hazretlerine ayrılmış olduğunu anladım. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. kötü huyların her an kendimden ayrılarak uzaklaşdıkları görülüyor. birçoklarının iplik gibi çıkdıkları, başkalarının solucan gibi ayrıldıkları belli oluyor. bir vakt geliyor ki, tam ayrıldıkları anlaşılıyor. başka bir zeman, başka birşey yine görülüyor. ba'zı hastalıkların ve sıkıntıların gitmesi için teveccüh ederken, allahü tealanın bu teveccühden razı olup olmadığını bilmek lazım mıdır, yoksa lazım değil midir? kitabında hace nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerini anlatırken bildirdiklerinden, lazım olmadıkları anlaşılıyor. siz, bunun için nasıl emr buyuruyorsunuz? böyle teveccühde bulunmak bu fakire tatlı gelmiyor. taliblerde huzur hasıl oldukdan sonra, zikr etmelerine son vererek bu huzur üzerinde durmaları lazım mıdır, değil midir? huzurun hangi mertebesinde zikr yapılmaz? burada öyle salikler var ki, başlangıçdan sonuna kadar zikr yapıyorlar. zikri hiç bırakmıyorlar. nihayete kadar yaklaşıyorlar. işin doğrusu nasıldır? ne yapmamız emr buyurulur? yüksek kapınıza dördüncü olarak sunulur ki, hace hazretleri kitabında buyuruyor ki, sonunda zikr yapmak emr olunur. çünki, birçok dilekler vardır ki, zikrsiz ele geçmez. bu dileklerin ne olduğunu beyan buyurunuz. beşinci olarak yüksek kapınıza sunulur ki, çok kimse geliyor tarikat öğretilmesini istiyorlar. fekat, yidikleri lokmaların halal olmasını gözetemiyorlar. bu gevşek davranışları ile birlikde huzura ve biraz şü'ursuzluğa kavuşdukları görülüyor. lokmalara dikkat etmeleri için sıkışdırılacak olursa, istekleri gevşek olduğundan, büsbütün bırakıp gidecekler. bunlara ne yapmamız emr buyurulur? birçokları da, yalnız bu şerefli zincire halka olmak istiyor, zikr öğretilmesini istemiyorlar. bu kadarcık bağlanmaları caiz midir, değil midir? eğer caiz ise, nasıl yapacağımızı emr buyurunuz? sözü daha uzatmak saygısızlık ve tam edebsizlik olur. sekizinci mektub bu mektub, yine büyük mürşidine yazılmışdır. beka ve sahv makamındaki halleri bildirmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek kapınıza sunar ki, sahva getirdikleri ve bekaya kavuşdurdukları günden beri şaşılacak bilgiler ve işitilmemiş ma'rifetler durmadan, birbiri ardınca ihsan olunmakdadır. bunların çoğu, büyüklerin söylediklerine ve bildirdiklerine uymamakdadır. ve buna benzer şeyler için söyledikleri şeyleri daha o halin başında ihsan etdiler. çoklukda, ya'ni mahluklar aynasında birliği, ya'ni yaratanı görmek hasıl oldu. bu makamdan çok yukarı derecelere çıkardılar. bu bilgilerden çeşid çeşid bildirdiler. fekat, o makamların ve ma'rifetlerin alametleri, işaretleri, o büyüklerin sözlerinden açıkça anlaşılamıyor. büyüklerden birkaçının sözlerinde kısaca ve kapalı bildirilmişdir. bunların doğru olduğuna en sağlam şahid, islamiyyet ve ehli sünnet alimlerinin söz birliği ile bildirdiklerine uygun olmalarıdır. hiçbirşey dini islama uygunsuz olmuyor. hiçbiri felesoflara ve onların kısa aklları ile anlayıp bildirdiklerine uygun düşmüyor. hatta, islam alimlerinden olup da, ehli sünnetden ayrılmış olanların bildirdiklerine de uymuyor. kaza ve kader bilgisinde, kulun kuvveti işe te'sir etdiği gösterildi. işi yapmadan evvel gücü, kudreti yokdur. iş yapılırken kudret verilir. teklif, ya'ni allahü tealanın emrleri ve yasakları, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi sebeblerde ve uzvlarda selamet bulunduğu zeman yapıldığı anlaşıldı. bu makamda kendimi hace nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinin izinde buluyorum. kendileri bu makamda idi. hace ala'üddini attar hazretleri de, bu makamdan pay almışdır. bu yüksek zincirin büyük halkalarından biri, hace abdülhalıkı goncdevani kaddesallahü sirrehül akdes hazretleridir. eski büyüklerden, hace ma'rufi kerhi ve imamı davüdi tai ve haseni basri ve habibi acemi kaddesallahü teala esrarehümül mukaddese hazretleri de bu makamdadırlar. bu makamdaki hallerin sonu, tam bir uzaklık ve yabancılıkdır. iş ilac kabul etmez hale gelmişdir. perdeler arada oldukça çalışarak, uğraşarak perdeler kaldırılabilir. şimdi kendini büyük bilmesi en büyük perdesidir. onu bu dertden kurtaracak bir tabib ve okuyacak bir salih yokdur. sanki tam bir yabancılığa ve ayrılığa, kavuşmak ve birleşmek adını vermişler. yazıklar olsun! yusüf ile zelihanın beyti onun haline uygundur. farisi tercemesi: defi dinliyor ve bu ses dostdandır diyor, def çalanın eline, ondan kuvvet geliyor. şühud nerede ve gören kimdir ve görülen nedir? farisi mısra' tercemesi: yüzünü mahluka nasıl gösterir arabi mısra' tercemesi: toprağa olan nerede, her şeyin sahibine olanlar nerede? kendimi güçsüz yaratılmış bir kul biliyorum. bütün alemi de ve herşeyin yaratanı olan tam kudret sahibini de biliyorum. ve onu yaratıcı ve herşeye gücü yetici olmakdan başka dürlü bilmiyorum. mahluklarına benzemesi ve herşeyde onun görünmesi gibi şeyler bilmiyorum. farisi mısra' tercemesi: hangi aynada görülebilir ehli sünnet alimleri ba'zı işlerinde kusur yapsa bile, onların allahü teala için ve onun sıfatları için söyledikleri bilgiler, o kadar çok doğru ve o kadar çok nurludur ki, o sözlerin güzelliği yanında, o kusurları hiç görünmüyor. tesavvufculardan çoğu, o kadar riyazetler ve mücahedeler, sıkıntılar çekdikleri halde, allahü tealanın zatı için, sıfatları için inanışları, tam doğru olmadığından, bunlarda öyle güzellik görülmüyor. bunun için, alimlere ve ilm öğrenenlere muhabbet çok oluyor. onların hali, tatlı geliyor. onların arasında bulunmak istiyorum. dört başlangıçdan olan kitabını onlarla konuşmak ve fıkh kitabını onlarla birlikde okumak arzu ediyorum. allahü tealanın ilminin bütün mahluklarla beraber olduğunu ve her şeyi kaplamış olduğunu, alimlerin bildirdikleri gibi anlıyorum. bunun gibi, allahü teala bu mahluklar değildir. bunlara bitişik, bunlardan ayrı, bunlarla birlikde, bunlardan uzak, alemi kaplamış, herşeye sinmiş olmadığını biliyorum. insanların kendilerini ve sıfatlarını ve işlerini allahü teala yaratıyor, biliyorum. onların sıfatlarının, onun sıfatı ve onların işlerinin onun işleri olmadığını anlıyorum. her işin onun kudreti ile yapıldığını, mahlukların kudretleri ile olmadığını anlıyorum. ehli sünnet alimleri de böyle söylemekdedir. allahü tealanın yedi sıfatının var olduğunu ve irade sıfatının da olduğunu biliyorum. kudret sıfatının, bir işi yapmağa ve yapmamağa gücü yetmek olduğunu iyi anlıyorum. isterse yapar, istemezse yapmaz demek değildir. çünki, istemezse demek, irade sıfatı yok demekdir. bu ise olamaz. kudreti, felesoflar ve ba'zı tesavvufcular böyle anlamışlardır. bu sözleri, allahü tealanın mecbur olmasını gösterir. onu tabi'at kanunları gibi yapmış olurlar. her şeyi tabi'at yapıyor demelerine uygun olur. kaza ve kader bilgilerini ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri gibi anlıyorum. mal sahibi, mülk sahibi, kendi malını, mülkünü dilediği gibi kullanır. insanların bir işe uygun yaratılmasını, ya'ni kabiliyyet ve isti'dadı, hiç te'sirli görmüyorum. çünki, te'sir olursa insanlar mecbur edilmiş olur. allahü teala seçer, dilediğini yapar. başa gelenleri bildirmek vazife olduğu için, saygısızlık olacak kadar yazdım. farisi mısra' tercemesi: köle, kendi haddini bilmelidir. dokuzuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. geri dönüş makamlarındaki halleri bildirmekdedir: bu köleniz, gaflet uykusuna dalmışdır. yüzü siyahdır, kusurları çokdur, huysuzdur, eline geçen birkaç şeye aldanmışdır. kavuşmak ve yükselmek düşüncesi ile başı dönmüşdür. her işi, sahibine karşı gelmekdir. iyi, faideli şeyleri yapmaz. herkes görsün diye süslenir. allahü tealanın her an gördüğü gönlünü yıkmakdadır. hep gösteriş için çalışmakdadır. bunun için gönlü, ruhu kararmakdadır. sözleri, düşüncelerine uymaz. düşünceleri de hep saçmadır. bu gaflet uykusundan, bu saçma düşüncelerden ele ne geçebilir? böyle sözlerin, böyle düşüncelerin ne faidesi olur? hep zararda, hep alçalmakdadır. anlayışı kıt, gitdiği yol bozukdur. fesad karışdırır, kötülüklere sebeb olur. başkalarına zararı çok, kendi günahları pek çokdur. ayblardan, kusurlardan yapılmış bir heykel gibidir. günahlar yığınıdır. iyilik olarak yapdıkları bir işe yaramaz, hep atılır. faideli ve güzel bildiği işleri hep kötüdür, beğenilmez. hadisi şerifi tam onun haline uygundur. hadisi şerifi onun halini göstermekdedir. bu halde olan bir kimseye ve makamı, derecesi, kemali böyle olana yazıklar olsun. onun istigfar etmesi de, günahlarından daha büyük bir günahdır. tevbesi, başka çirkin işlerinden de daha çirkindir. bozuk olan kimsenin her işi de bozuk olur, demişlerdir. farisi mısra' tercemesi: buğdaydan arpa, arpadan buğday çıkmaz elbet! onun hastalığı, iliğine, kemiğine işlemişdir. ilac faide vermez. temelinden bozukdur, ta'mir ile düzelmez. bir şeyin özünde, yapısında bulunanlar, ondan ayrılmaz. farisi mısra' tercemesi: habeşden siyahlık ayrılmaz, çünki kendi rengidir. ne yapılabilir, bekara, araf, tevbe, nahl surelerinde ve rum suresinin dokuzuncu ayetinde, allahü teala onlara zulm etmedi. fekat onlar kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. evet, tam iyiliğe karşı tam kötülük lazımdır. böylece iyilik tam olarak meydana çıkar. herşey, zıddı ile, tersi ile anlaşılır. hayr ve kemal hazır olunca, bunlara şer ve naks lazım olur. çünki, iyiliğe ve güzelliğe elbette ayna lazımdır. birşeyin aynası onun karşısında olur. bundan dolayı iyiliğin aynası kötülükdür. aşağılık da, üstünlüğün aynasıdır. bunun içindir ki, birşeyde aşağılık ve kötülük ne kadar çok olursa, iyiliğin ve üstünlüğün o şeyde görülmesi de, o kadar çok olur. şaşılacak şeydir. yukarıda saydığımız kötülükler iyiliğe döndüler. bu kötülükler, bu aşağılıklar, iyiliklerin ve üstünlüklerin yeri oldu. işte bunun için, abdiyyet, kulluk makamı, her makamdan daha üstündür. çünki, bu söylediklerimiz, nda tamdır ve en çokdur. sevilenleri bu makama indirmekle şereflendirirler. sevenler, görmenin zevkinden tad almakdadır. kulluğun tadını almak ve ona alışmak ise, sevilenler içindir. sevenler, sevgiliyi görmekle rahatlanır. sevilenlerin rahatlığı ise, sevgiliye kul olmakdadır. onlar kulluğa alışarak bu devlete kavuşdurulur. bu ni'metle şereflendirilir. kulluk meydanında yarışanların başı, din ve dünyanın efendisi, geçmişlerin ve geleceklerin en üstünü ve alemlerin rabbinin sevgilisi olan muhammed aleyhisselamdır. bir kimseyi, ihsan ederek, acıyarak bu devlete, bu ni'mete kavuşdurmak isterlerse, ona resulullaha tam uyabilmek ni'metini verirler. o servere aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha uymakla, o yüksek makama ulaşdırırlar. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsanların sahibidir. şerrin ve aşağılığın çok olması demek, bunu zevkle anlamak demekdir. yoksa, kötü, aşağı bir kimse olmak değildir. böyle anlayışlı kimse, allahü tealanın ahlakını huy edinmiş kimsedir. o ahlakı huy edinmenin faidelerinden biri de, böyle anlayış sahibi olmakdır. bu makamda kötülük, aşağılık hiç bulunabilir mi? ancak bunların bilgisi bulunur. bu ilm, tam bir şühud ile hasıl olduğu için tam bir yükseklikdir. öyle bir iyilikdir ki, herşey onun yanında kötülük görülür. bu görüş, nefsi mutmainnenin kendi makamına inmesinden sonra ele geçer. bunun için kul, zevkinden geçmedikçe ve kendini yere vurmadıkça ve işi buraya vardırmadıkça, mevlasının yüksekliğinden bir şey anlayamaz. nerede kaldı ki, kendini mevla bile ve kendi sıfatlarını onun sıfatları sana. allahü teala, böyle şeylerden çok uzak, çok yüksekdir. böyle bilmek ismlerde ve sıfatlarda ilhaddır, zındıklıkdır. araf suresi yüzsekseninci ayeti kerimesinde, allahü tealanın ismlerinde ilhad edenleri, ya'ni ismleri değişdirenleri terk edin. onlar ahıretde yapdıklarının cezasını çekeceklerdir bildirilen mülhidlerdendirler.bu ayeti kerime, allahü tealanın ismlerini değişdirenlerin, terceme edenlerin, doksandokuz ismden başka ism söyleyenlerin, kıyametde azab çekeceklerini bildiriyor. allah yerine tanrı diyenlerin bu ayeti kerimeden korkmaları, tevbe etmeleri lazımdır. cezbesi sülukdan önce olan herkes sevilmişlerden olamaz. fekat sevilmişlerden olmak için cezbenin önce olması şartdır. evet, her cezbede sevilmişlerden az birşey vardır. çünki sevilmiş olmayanlarda cezbe olmaz. bu az birşey sonradan hasıl olmuşdur. kendinden değildir. kendisinde bulunan mahbubiyyet hiçbirşeye bağlı değildir. sona varan her salik cezbeye kavuşur. fekat çoğu sevenlerdendir. dışarıdan az bir sevilmişlik gelmişdir. bu kadar şey sevilmişlerden olmak için yetişmez. dışarıdan sevilmişliği getiren sebeb, tezkiye ve tasfiyedir, ya'ni kalbin ve nefsin temizlenmeleridir. başlangıçda olan birçok saliklerde de, o servere sallallahü aleyhi ve sellem uydukları için, az bir sevilmişlik hasıl olur. bu sevilmişliği müntehide de husule getiren, yine o servere sallallahü aleyhi ve sellem uymakdır. sevilmişlerde de kendilerine ihsan edilmiş olan bu ni'metin meydana çıkması, yine o servere aleyhissalatü vesselamü vettehıyye uymağa bağlıdır. hatta, kendilerine, sevilmiş olmak ni'metinin verilmesi de, o servere sallallahü aleyhi ve sellem bağlılıkları olduğu içindir. onun rabbi ya'ni terbiye edicisi, yetişdiricisi olan ism, o serverin aleyhissalatü vesselamü vettehıyye rabbi olan isme yakın olduğu için, sevilmişlerden olmuşdur. bunun için bu se'adete kavuşmuşdur. her şeyin doğrusunu allahü teala bilir. herkes, sonunda onun huzuruna çıkacakdır. haklıyı meydana çıkaran allahü tealadır. doğru yolu gösteren, doğru yola kavuşduran odur. niçin küfran eder insan, huda ni'met verir iken, utanmayıp eder isyan, kamuyu ol görür iken. beher an hamdü şükretmez, dahi ihsanı fikretmez, hergün hakkı zikretmez, bedende can durur iken? onuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. kurb ve bu'd ve firak ve vaslın bilinmeyen ma'nalarını arz etmekdedir: kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed, yüksek huzurunuza sunar ki, çok zeman oluyor, o yüksek kapı hizmetçilerinden haber gelmedi. gözlerimiz yoldadır. farisi tercemesi: şaşmayınız! ruhuma hayat veriyor her an, haber geldikce hep, uzakda kalan dostumdan. huzurunuza kavuşmak ni'metine layık olmadığımı biliyorum. farisi mısra' tercemesi: hayvanlarınızın çanını uzakdan işitmek bana yeter! şaşılacak şeydir. çok uzakda kalmağa yakınlık adını vermişler. ayrılığın en çoğuna kavuşmak demişler. sanki bu yakınlık ve kavuşmak kelimeleriyle uzaklığı ve ayrılığı bildirmek istemişler. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. bundan dolayı, sonsuz üzülmek ve durmadan düşünmek lazımdır. istenilenlerin de, sonunda isteyeni arayıcı, isteyici olması lazımdır. sevilenin de, seviciyi sevmekle sevici olması lazımdır. o, dinin büyüğü minessalevati ekmelüha ve minettehıyyati efdalüha arananların ve sevilenlerin makamında olduğu halde, sevicilerden oldu. arayanlardan oldu. bunun için, o serverin halini bildirenler: dediler. o server aleyhissalatü vesselam buyurdu. sevenlerin, muhabbet yükünü taşımaları lazımdır. sevilmişlerin bu yükü kaldırmaları güçdür. daha söylersek, sonu gelmez. arabi mısra' tercemesi: aşk hikayesinin sonu gelmez. mektubu getiren şeyhullah bahş, biraz cezbe ve muhabbete malikdir. onun zorlamasıyla, yüksek kapınızın hizmetçilerine birkaç kelime yazıldı. kendisi, yüksek hizmetinizde bulunmağı çok istiyor. bunun için yola çıkdı. önce burada birşeyler istedi. fekat fakirin çekindiğini anlayınca, yalnız görüşmeğe razı oldu. bu birkaç kelimeyi yazdırdı. mektubu daha uzatarak saygısızlık yapmak edebsizlik olur. niçin kılmazsın, farzı sünneti? değil misin muhammedin ümmeti? anmazmısın, cehennemi, cenneti? iman sahibi kul böyle mi olur? onbirinci mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. ba'zı keşfleri ve kusurlarını görmek makamının hasıl olduğu ve şeyh ebu sa'idi ebülhayrın sözünün açıklanması bildirilmekdedir: kölelerinizin en aşağısı olan ahmed, yüksek katınıza sunar. önceleri kendimi içinde gördüğüm makamı, yüksek emrinize uyarak bir daha düşündüm. üç halifenin rıdvanullahi teala aleyhim bu makamdan geçdikleri görüldü. fekat orası makamım olmadığı ve çok kalmadığım için, birinci çıkışımda onları görmemişdim. bunlar gibi, ehli beytin oniki imamından imamı hasen ve hüseyn ve zeynel'abidinden başkaları da radıyallahü teala anhüm bu makamda yerleşmemişdi. fekat buradan geçmişlerdi. çok inceleyerek anlaşıldı. önce kendimi bu makama uygun görmemişdim. uygun olmamak iki dürlüdür. birincisi, yollardan hiçbir yol bulunamamasıdır. bunun için, uygunsuzluk olur. bir yol gösterilince, bu uygunsuzluk aradan kalkar. ikincisi, tam uygunsuzlukdur ki, aradan hiç kalkmaz. o makama kavuşduran yol iki danedir, bir üçüncüsü yokdur. ya'ni bir üçüncü yol görünmüyor. birinci yol, kendini kusurlu ve aşağı görmekdir ve iyi niyyetlerini de beğenmemekdir. kuvvetle çekildiği halde kendini kabahatli bilmekdir. ikinci yol, çekile çekile sülukünü temamlayan ve talibleri de çekip ulaşdırabilen bir mürşidin sohbetine kavuşmakdır. allahü teala, yüksek kapınızda saçılan imkanlarınızın yardımı ile yaradılışdaki isti'dad kadar birinci yoldan ihsan eyledi. yapdığım iyiliklerden hiçbirini beğenmiyorum. o işin ayblarını, kusurlarını bulmadıkça, rahat edemiyorum. sağ omuzumdaki meleklerin yazacağı iyi bir iş yapdığımı bilmiyorum. bu meleklerin elindeki sahifelerin bomboş olduğunu, meleklerin birşey yazmadığını anlıyorum. böyle bir kimseyi allahü teala beğenir mi? dünyada bulunan her insan, hatta frenk kafirlerini ve sapıklarını, zındıkları, her bakımdan kendimden daha iyi görüyorum. bunların en kötüsü olarak kendimi görüyorum. her ne kadar cezbe ile temam oldu ise de, birkaç parçası kalmışdı. bunlar da, makamının ortasında hasıl olan fenada temam oldular. bu fenadaki halleri bundan önce uzun uzun yazarak yüksek kapınıza sunmuşdum. hacei ahrar hazretlerinin sözündeki fena, tecellii zatdan ve seyri fillahdan sonra hasıl olan fena olmalıdır. de bu fenanın dallarından biridir. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! bu makama bağlılığı olmayanların da iki dürlü oldukları göründü: birincileri bu makamı istiyorlar ve ona kavuşduran yolu arıyorlar. ikincileri bu makamı istemiyorlar ve hiç aramıyorlar. yüksek teveccühlerinizin, o makama kavuşduran iki yoldan ikincisi ile olduğu daha çok görülüyor ve bu yola daha uygun oluyor. yüksek kapınızdan aldığım emre uyarak, bir kaç şeyi bildirmek saygısızlığında bulundum. yoksa, farisi mısra' tercemesi: ben o ahmedim ki, eskisi gibiyim, eskisi gibiyim! ikinci olarak sunulur ki, o makamı ikinci olarak incelediğimde, birbiri üstünde, bir çok başka makamlar da göründü. yalvararak, kırılarak uğraşdıkdan sonra, önceki makamın üstündeki makama kavuşuldu. bu makamın hazreti osmanı zinnureynin makamı olduğu, diğer halifelerin de buradan geçdikleri anlaşıldı. bu makam da, talibleri yetişdirmek ve irşad etmek makamıdır. şimdi, bunun üstünde de iki makam bildirilecek ki, bunlar da tekmil ve irşad makamıdır. bunlardan biri, önceki makamın üstünde görüldü. bu makama çıkınca, hazreti ömerülfarukun makamı olduğu anlaşıldı. öteki üç halife de, bu makamdan geçmişlerdir. bu makamın üstünde hazreti ebu bekri sıddikın makamı göründü radıyallahü anhüm ecma'in. bu makama da çıkıldı. büyüklerimizden hace nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretleri her makamda yanımda geliyordu. öteki üç halife de, bu makamdan geçmişlerdi. aramızdaki ayrılık şu idi ki, biz bu makamlardan geçiyorduk. onlar ise bu makamların sahibleri idi. biz, yolcu olarak geçip gidiyorduk, onlar bu yüksek makamlarında kalıyorlardı. bu makamın üstünde, yalnız bir makam vardı. başka hiç bir makam görünmüyordu. bu bir makam, peygamberlerin sonuncusu olan muhammed aleyhisselamın aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha makamı idi. hazreti sıddikın radıyallahü teala anh makamı karşısında, çok yüksek, nurdan bir makam vardı. bunun gibi hiç bir makam görülmemişdi, o makamdan biraz daha yüksek idi. kanapenin yerden daha yüksek olması gibi idi. bu makamın, mahbubiyyet makamı olduğu anlaşıldı. bu makam çok süslü ve işlemeli idi. onun süsleri, nakşları bana aks etdi. kendimi de öyle süslü gördüm. bundan sonra, kendimi de latif, maddesiz buldum. hava gibi, yahud bulut gibi, her tarafa yayılmış olduğumu gördüm. birkaç yeri, daha çok kapladım. hace nakşibend hazretlerini, hazreti sıddikın radıyallahü anhüma makamında ve kendimi onun karşısındaki makamda buldum. bildirdiğim halde idim. bu çok tatlı işleri bırakmak istemiyorum. fekat herkes, sapıklık, taşkınlık denizinde girdaba yakalanarak boğulmakdadır. insanları bu girdabdan kurtaracak kadar güçlü olduğunu anlayan bir kimse, bunların haline nasıl seyirci kalabilir. kendinin başka işi var ise de, bunları kurtarmağa uğraşması lazımdır ve daha iyidir. fekat bu işi başarırken, hasıl olan kuruntular ve bozuk düşünceler için istigfar etmek şartdır. bu iş, ancak bu şartla faideli olur, beğenilir. bu şart yerine getirilmezse, hiç beğenilmez, aşağıya atılır. fekat hace nakşibend hazretleri ve hace alaüddini attar hazretleri kaddesallahü teala esrarehüma bu şartı düşünmeyerek beğenilmişlerdir. bu aşağı kölenizin bu şartı düşünmeksizin çalışması ise, ba'zan beğenilmekdedir, ba'zan da atılmakdadır. kitabında şeyh ebu sa'idi ebülhayrın sözleri arasında diyor ki, ayn, ya'ni kendisi kalmadı, eseri ya'ni izi nasıl kalır. müddessir suresinin yirmisekizinci ayetinde buyurulduğu gibi, geride birşey kalmaz. bu söz, ilk bakışda güç göründü. çünki, şeyh muhyiddini arabi hazretleri ve ona uyanlar diyorlar ki, birşeyin aynı ya'ni kendisi yok olamaz. çünki, allahü teala o şeyin varlığını bilmekdedir. yok olursa, allahü tealanın bilgisi bilgisizlik olur. ayn yok olmayınca eseri nereye gidecek. bu sözleri zihnimde yerleşmişdi. ebu sa'id hazretlerinin sözü çözülemedi. çok uğraşdım, allahü teala, bu sözün iç yüzünü açığa çıkardı. ayn da kalmaz, eser de kalmaz olduğu anlaşıldı. kendimi de böyle olmuş buldum. hiç güçlük kalmadı. bu ma'rifetin makamı da göründü, çok yüksek idi. şeyh muhyiddinin ve ona uyanların söyledikleri makamın üstünde idi. bu iki ma'rifet birbirini bozmuyordu. çünki, biri bir makamda, öteki ise başka makamda anlaşılmışdı. daha çok açıklamak, sözü uzatacak ve usandıracakdır. şeyh ebu sa'id hazretleri bu tecellinin devamlı olduğunu bildirmişdi. bu tecellinin ne demek olduğu ve devamlı olmasının nasıl olduğu da gösterildi. kendimde de bu hadisi ya'ni tecelliyi aralıksız buldum. bu hadisin daimi olması çok az kimselere nasib olur. kelimesi ile anlatdıkları şey, tecellii zati olduğu başka mektublardan anlaşılmakdadır. allahü tealanın zatı, başkalarına çok aralıkla tecelli etdiği halde, kendisine aralıksız tecelli etmekdedir. kitab okumak hiç tatlı gelmiyor. yalnız büyüklerin yüksek makamlardaki hallerinin bir yere yazılmasını, sonra bunları okumağı istiyorum. eski büyüklerin hallerini okumak, her şeyden daha tatlı geliyor. ma'rifetlerin inceliklerini ve hele tevhidi vücudi ve mertebelerin tenezzüllerini bildiren yazıları okuyamıyorum. bu halimi, şeyh alaüddevlei semnani hazretlerine çok uygun buluyorum. bu bilgilerdeki zevkim ve halim onunla birleşmekdedir. fekat eski bilgilerim, bu ma'rifetleri inkar etmeme ve sert karşılamama mani' oluyor. ba'zı hastalıkların giderilmesi için birkaç kerre teveccüh olundu ve te'siri görüldü. bunun gibi, birkaç ölünün mezardaki halleri göründü. bunların da azablardan, sıkıntılardan kurtulmaları için teveccüh olundu. fekat şimdi hiçbirşeye teveccüh etmeye gücüm kalmamışdır. hiçbirşey için kendimi toparlayamıyorum. birkaç kimse bu fakire sert davrandılar ve acı söylediler. bu fakire bağlı olanlardan çoklarını, boş yere incitdiler ve yerlerinden uzaklaşdırdılar. bundan dolayı gönlüme hiç bir toz konmadı, bir sıkıntı gelmedi, nerede kaldı onların kötülüğü zihnimizden geçmiş ola. sevdiklerimizden birkaçı cezbe makamında şühud ve ma'rifet elde etmişlerdi. ve şimdiye kadar süluk konaklarına ayak basmamışlardır. bunların hallerinden az bir şey sunuyorum. cezbeyi bitirdikden sonra, allahü tealanın bunları süluk ni'metine kavuşdurmakla şereflendirmesini umuyorum. şeyh nur, bulunduğu makamda bağlı kalmakdadır. cezbe makamındaki daha yukarı bir noktaya çıkamıyor. üzücü hareketleri ve halleri oluyor. kabahatini anlamıyor. bunun için onun işi ilerlemiyor. bunun gibi, sevdiklerimizin çoğu, edebleri iyi gözetmedikleri için, oldukları makamlarda kalıyorlar. şuna şaşılır ki, bu fakir hiç birinin yolda kalmasını dilemiyorum; hatta hepsinin ilerlemesini istiyorum. fekat, elde olmıyarak işleri öylece duruyor. halbuki bu yol çabuk kavuşdurucudur. mevlana ma'hud son noktaya indi. cezbeyi sonuna ulaşdırdı. o makamın aracılığına kavuşdu ve kafasını bir bakımdan nihayete ulaşdırdı. önce sıfatları, hatta sıfatları durduran nuru kendinden ayrı görmüşdü. kendisini boş bir kalıp olarak bulmuşdu. sonra sıfatları zatdan ayrılmış gördü. bu görüşle, cezbe makamından ehadiyyete kavuşdu, şimdi herşeyi ve kendini yok sanmakdadır. ihata ve ma'iyyet görmemekdedir. gizlilerin gizlisine öyle bağlanmışdır ki, şaşkın ve cahil bir haldedir. seyyid şah hüseyn de cezbe makamının sonuna yaklaşdı ve başı son noktaya ulaşdı. bu da, allahü tealanın sıfatlarını zatından ayrı görmekdedir. fekat bir olan bu zatı her yerde bulmakdadır. bundan zevk almakdadır. meyan ca'fer de son noktaya yaklaşdı. çok sevinçlidir. hareketli ve seslidir. şah hüseyne yaklaşmışdır. diğer sevdiklerimizin halleri de başka başkadır. meyan şeyh ve şeyh isa ve şeyh kemal, cezbe makamında yukarıki noktaya çıkmışlardır. şeyh kemal, inmeye de başlamışdır. şeyh naküri yukarıdaki noktanın altına gelmişdir. fekat daha gidecek çok yolu vardır. buradaki sevdiklerimizden, şimdiye kadar sekiz veya dokuz, hatta on kişi, yukarıdaki noktanın altına ulaşmışdır. birkaçı noktaya gelmiş ve inmeye başlamışlardır. kimisi noktaya yakın, kimisi uzakdır. meyan şeyh müzemmil kendini yok buluyor. sıfatları asldan görüyor. mutlak olan varlığı her yerde buluyor. hatta hiçbirini görmüyor. mevlana ma'huda, talibleri yetişdirmek için izn vermenin iyi olacağı görünüyor. fekat, cezbeye uygun icazet olacakdır. her ne kadar, onun da istifade edeceği birkaç şey kalmış ise de, gitmek için acele etdi, durmadı. yüksek kapınıza kavuşmak için yola çıkdı. ona yarıyacak bir vazifeyi kendisine buyurursunuz. bu aşağı köleniz bildiğini yazdı. emr sizindir. hace ziyaeddin muhammed bir kaç gün burada kaldı. biraz huzur ve cem'ıyyet edindi. fekat, sonunda, geçim sıkıntısından kendini toparlıyamadı, askere gitdi. mevlana şir muhammedin oğlu da yüksek kapınıza doğru yola çıkdı. biraz huzur ve cem'ıyyet edinmişdir. ba'zı engeller dolayısı ile o kadar ilerliyemedi. daha çok yazmak saygısızlık olacakdır. farisi mısra' tercemesi: köle, kendi haddini bilmelidir! mektubu yazdıkdan sonra bir hal kapladı, yazmakla anlatılacak gibi değildir. bu halde iken hasıl oldu. daha önce de, bir şeye istek kalmamışdı. fekat, istek büsbütün yok olmamışdı. o halimi yüksek kapınıza sunmuşdum. şimdi, irade de kökünden kazındı. şimdi ne istenilen birşey var, ne de istek var. bu fenanın şekli de gösterildi. bu makama uygun olan birçok bilgiler de verildi. bu bilgiler çok ince ve karışık olduklarından yazılması güç oluyor. bunun için, bunlar üzerinde kalem yürütemedim. bu fenanın hasıl olduğu ve ilmlerin verildiği zeman vahdetden ileride yepyeni şeyler göründü. vahdetin ötesinde birşey görülemiyeceği, hatta hiçbir bağlılık bulunmadığı belli ise de, bulunanı yazmağı emr buyurmuşdunuz. birşeyi iyi anlamadıkça yazmağa cesaret edemiyorum. bu makamın şekli, vahdetin ötesinde öyle göründü ki, egre şehri delhi şehrinin ötesinde bulunduğu gibi. bu görüşün doğruluğunda hiç şübhe kalmadı. her ne kadar, gözümde ne vahdet var, ne vahdetden ötesi var ve ne de hakikat olarak veya hakkı onun ötesinde bileceğim bir makam var. hayret ve cehalet tamdır. bu görüşlerle, hiçbir değişikliğe uğramamışdır. ne yazacağımı bilemiyorum. hep birbirine uymayan şeyler, hiçbiri anlatılamıyor. fekat, hepsinin varlığında şübhem yokdur. estagfirullah ve etubü ilellah min cemi'i ma kerihallah, kavlen ve fi'len ve hatıran ve nazıran. şimdi anlaşıldı ki, bundan önce sıfatların fenası ya'ni, sıfatları unutmak, sıfatların birbirlerinden ayrılmamalarına sebeb olan şeylerde fena idi. bu şeyler, vahdetde bulunmakda idiler. bunlar yok olmuşlardı. şimdi, sıfatların kendileri de, vahdetde bulunarak olsa bile, yok oldu. ehadiyyet kahramanı, varlıkda hiçbir şey bırakmadı. ilmi ilahide, sıfatların topluca veya birer birer olan ayrılıkları da kalmadı. yalnız haric göründü. allahü teala var idi. ondan başka hiçbir şey yok idi. şimdi de böyledir. bundan önce, bu hadisi şerifi yalnız biliyordum. fekat, bu halde değildim. bu halimin doğruluğunda veya yanlışlığında bu fakiri uyandıracağınızı ümmid ederim. mevlana kasım alinin tekmil makamına erişdiği görülüyor. oradaki sevdiklerimizden birkaçının da, bu makama ulaşdıkları anlaşılıyor. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. onikinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. fena ve beka makamının hasıl olduğunu ve seyri fillah ve tecellii zati bildirilmekdedir: yüksek kapınız kölelerinin en aşağısı olan ahmed, sunar ki, kusurlarımdan hangisini bildireyim. allahü tealanın istediği olur. onun istemediği olmaz. hiç kimsede hareket ve kuvvet olmaz. ancak, büyük ve yüksek olan allahın dilemesi ile olur. ve makamına bağlı olan ilmleri, allahü teala ihsan ederek açıkladı. böylece herşeyin özü anlaşıldı. ve nin ne oldukları ve muhammediyülmeşreb kime dendiği, bunlara benzer şeyler anlaşıldı. her makamda, bu makama lazım olan şeyleri gösterildi ve hepsinden ileri götürüldüm. evliyaullahın haber verdikleri şeylerden, gösterilmedik ve geçirilmedik pek azı kaldı. beğendiklerini sebebsiz olarak beğenirler. herşeyin kendisi, maddesi, mahluk olduğu gibi, yaratılışlarında bulunan kabiliyyetlerin, uygunlukların da, mahluk oldukları anlaşıldı. allahü teala, kabiliyyetlerin te'siri altında değildir. hiçbirşeyin ona hükm etmesi caiz değildir. daha uzatarak saygısızlık yapmakdan çekindim. farisi mısra' tercemesi: köle olan, haddini bilmelidir. onüçüncü mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yolun sonsuz olduğu ve hakikat bilgilerinin, islamiyyet bilgilerine uygun olduğu bildirilmekdedir: yüksek kapınız kölelerinin en aşağısı olan ahmed, sunar ki, bu yolun sonsuzluğundan, bitmez tükenmez olmasından ah ederim! binlerle ah ederim! yolda çok hızlı götürüyorlar ve çok şeyler ihsan ediyorlar. bunun içindir ki, büyükler, seyri ilallah yolculuğunun ellibin senelik yol olduğunu bildirmişlerdir. belki de, me'aric suresinin dördüncüayetinde, melekler ve ruh oraya bir günde varırlar. bu günün uzunluğu ellibin senelik yoldur buyurulmakla bu yola işaret edilmişdir. yolun çokluğu bizi çok üzdü. ümmidlerimiz kesildi. fekat hemen şura suresinin yirmisekizinci ayetinde; müjdesi, bizi sevindirdi. birkaç günden beri eşyada seyr, ya'ni yolculuk hasıl olmuşdur. fekat, talebeler çılgınlık gösterdiklerinden, yine onlarla uğraşmağa başlanıldı. daha o makama kavuşacağımı sanmıyorum. fekat, talebeler sıkışdırdıkları için, haya ve ihsan duyguları ile onlara birşeyler söylüyorum. bundan önce tevhidi vücudi bilgilerine bağlanıp kalmışdım. halimi arka arkaya yüksek kapınıza bildirmişdim. işleri, sıfatları asla vermişdim. işin içyüzü anlaşılınca, o bilgilerden kurtuldum. terazinin kefesinin ağır basdığını anladım. yüksekliğin böyle görüşde olduğunu, demekde olmadığını anladım. fi'llerin ve sıfatların ondan başka oldukları anlaşıldı. herbirini ayrı ayrı göstererek, yukarı mertebeye çıkardılar. şübheler hiç kalmadı. keşflerin hepsi, ahkamı islamiyyenin açık bilgilerine tam uymakdadır. islamiyyetin açıkça bildirdiklerinden kıl kadar ayrılıkları yokdur. tesavvufcuların birkaçı, islamiyyetin açıkça bildirdiklerine uymıyan keşfler bildirmişler ise de, ya yanlış anlamışlar veya sekr, ya'ni şü'ursuzluk halinde iken söylemişlerdir. batının zahire uygunsuz olduğu hiç görülmemişdir. tesavvuf yolunun ortasında, zahire uymayan şeyler görünüyor ise de, bunlar da zahire uydurulur. zahirle batın birleşdirilir. yolun sonuna varanların batını, islamiyyetin zahirine hep uygun olur. alimler ile bu büyükler arasında yalnız bir ayrılık vardır ki, alimler düşünerek ve ilm yolu ile bilirler. bu büyükler ise, keşf ederek, tadını alarak bulurlar. bu büyüklerin hallerinin doğru olmasına birinci alamet, islamiyyetin zahirine uygun bulunmalarıdır. şu'ara suresi onüçüncü ayeti kerimesi bunların haline uygundur. ne yazacağımı bilemiyorum. hallerimin birçoğunu kaleme alamıyorum. mektublarda da yazacak yer kalmıyor. belki bunda da bir hikmet vardır. uzakda kalan bu mahrumu kıymetli teveccühünüzden ve gariblere olan merhametinizden ayırmayınız. yolda bırakmayınız. farisi tercemesi: bu söze sebeb olan sensin, uzarsa uzatan da sensin. mektubu uzatmak saygısızlığından çekiniyorum. farisi mısra' tercemesi: köle olan haddini bilmelidir. ondördüncü mektub bu mektub yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yolculukda hasıl olan şeyleri ve birkaç talebenin hallerini bildirmekdedir: yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı olan ahmed sunar ki, mahlukların mertebelerinde görülen tecellilerden birazı, önceki mektubda sunulmuşdu. ondan sonra , ya'ni varlığı lazım olan mertebe göründü. bütün sıfatlar bu mertebededir. çirkin, siyah bir kadın şeklinde göründü. bundan sonra ehadiyyet, ya'ni bir olan varlık, ince bir dıvar üstünde duran uzun bir genç adam şeklinde tecelli etdi. bu iki tecelli hakkani olarak göründüler. bundan evvelki tecelliler böyle görünmüyordu. bu zeman ölmek istedim. kendimi büyük bir deniz kenarında ayakda gördüm. kendimi denize atmak istedim. fekat arkamdan bir ip ile bağlanmış idim. bunun için denize atlayamadım. bu ipin, maddeden yapılmış olan bedene olan bağlılıklar olduğunu anladım. ipin, kopmasını istedim. öyle bir hal oldu ki, gönlümün allahü tealadan başka hiçbirşeyi istemediğini anladım. bundan sonra vücub makamının bütün sıfatları göründü. bu sıfatlar, bir bakımdan birçok şeylerin aynaları oldular. daha sonra bu aynalarda görünen şeylerin hepsi aşağı döküldüler. geride yalnız vücub makamının sıfatları kaldı. bunlarda görülen şeylerin ayrılmaları, dökülmeleri de görüldü. şimdi sıfatların asla verildiği anlaşıldı. onlarda görülen şeylerden ayrılmadan önce, asla verilemezlerdi. belki verilmiş gibi görülürlerdi. ye kavuşanların hali böyledir. sıfatlar asla verilince, hasıl oldu. bundan sonra kendimdeki ve başkalarındaki sıfatları birbirinin benzeri buldum. yerlerinin başka başka olması ortadan kalkdı. böyle olunca gizli şirklerin inceliklerinin birçoğundan kurtuldum. şimdi ne arş kaldı, ne yer kaldı, ne zeman, ne mekan, ne altı cihet ve ne de eşyayı ayıran sınırlar kaldı. eğer senelerce düşünsem alemden bir zerrenin yaratılmış olduğunu bilemem. bundan sonra, kendime mahsus olan , kendime mahsus olan vech göründüler. bu te'ayyün, eski ve parça parça bir elbise gibiydi. bir kimse giymiş idi. o kimsenin kendime mahsus vech olduğunu anladım. fekat hakkani olarak anlaşılmadı. daha sonra bu adamın yukarı tarafında ve kendisine bitişik ince bir post göründü. kendimi o post olarak buldum. bu te'ayyün elbisesini kendimden uzak gördüm. o post üzerinde bir nur göründü. biraz sonra gene yok oldu. bu post ve elbise de yok oldular. eskisi gibi cahil ve şaşkın kaldım. bu görünen şeylerden anladıklarımı yüksek kapınıza bildireceğim. doğrusu ile yanlışını işaret buyurursunuz. şöyle ki, o görünen kimse, dir. vücub ile imkan arasında bir geçit gibidir. iki yüzü birbirine benzemez. arasında elbise bulunan ve nur görülen o post da vücud ile adem arasında geçitdir. kendimi o post bulmuşdum. bu da, varlıkla yokluk arasındaki geçite kavuşmakdır. bundan önce rü'yalarda da, kendimi böyle geçit bulmuşdum. fekat o afakda idi. şimdi ise enfüsdedir. ya'ni kendimdedir. ikisi arasında başka bir ayrılık daha görülmüşdü. fekat şimdi yazarken onu unutdum. her zemanki halim şaşkınlık ve cahillikdir. arasıra böyle oyunlar da hasıl oluyor ve sonra yok oluyor. geride ma'rifetleri kalıyor. ba'zı şeylerin ne olduğunu anlıyamıyorum. hatırımda kalanlara da güvenemiyorum. bunun için hemen yazmak saygısızlığında bulunuyorum. böylece, yüksek işaretinizle, bunlara güvenim hasıl olur. kıymetli teveccühleriniz yardımıyla alçak şeylere olan bağlılıklardan kurtulacağımı ümmid ediyorum. imdadıma yetişmezseniz işim çok güçdür. farisi tercemesi: hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan, melek de olsa kurtulamaz yüz karalığından. hindistanın meşhur şeyhlerinden şeyh abdüllahi niyazinin oğlu şeyh taha ve hüddam hacı abdül'aziz yüksek kapınızı çok özlemekdedirler. şeyh taha da mubarek ayaklarınızdan öper ve kabul buyurulması için yalvarır. bu yüksek tarika girmek istiyor, candan yalvardı. istihare yapmasını söyledim. görünüşde çok uygundur. burada zikr etmesini öğrenen sevdiklerimizin çoğu rabıta yapmakdadır. bir kısmı rü'ya, vakı'a esnasında rabıta alıp gelmekdedir. bir çoğu da delhiden gelmeden önce rabıta etmişlerdir. önce huzura ve şü'ursuzluğa dalıyorlar. içlerinden birkaçı, sıfatları asla veriyorlar, ya'ni ondan görüyorlar. geri kalanları böyle değildir. fekat hiçbiri tevhidi vücud ve nurları görmek ve keşflere kavuşmak yoluna gitmiyor. molla kasım ali ve molla mevdud muhammed ve abdülmü'min, görünüşde cezbe makamının üst noktasına varmışlardır. fekat molla kasım ali inmeye başlamışdır. geri kalan ikisinin inmesi bilinmiyor. şeyh nur da noktaya yakındır, fekat kavuşamamışdır. molla abdürrahman da noktaya yakındır. kavuşmasına az kalmışdır. molla abdülhadi o makamda huzura ve şü'ursuzluğa dalmışdır. diyor ki, her bakımdan hiçbirşeye benzemeyen bir varlığı celle şanüh her şeyde hiç birine benzemeksizin görüyorum. her işi onun yapdığını anlıyorum. yüksek ni'metleriniz, taliblere ve elverişli olanlara durmadan yağmakdadır. bu ni'metleri onlara ulaşdırmakda bu aşağı kölenizin hiç hizmeti olmuyor. farisi mısra' tercemesi: ben o eski ahmedim, hiç değişmedim. bir gün vak'alardan bir vak'ayı anlatırken buyurmuşdunuz. bu mahbubiyyetin yüksek ihsanınıza bağlı olduğunu da bildirmişdiniz. bu müjdenizden çok ümmidliyim. bu taşkınlıklarım ve saygısızlıklarım ondandır. onbeşinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. iniş makamındaki halleri ve birkaç gizli bilgiyi açıklamakdadır: hazır olan gaibin, bulmuş olan kaçırmışın, kavuşmuş olan mahrumun sunduğu şöyledir ki: çok zemandır onu arardım, hep kendimi bulurdum. sonra, işim öyle oldu ki, kendimi arasaydım, onu bulurdum. şimdi, onu gayb etdim, kendimi buluyorum. onu kaçırdığım halde aramıyorum, yok olduğu halde özlemiyorum. ilm bakımından huzurdayım, kavuşmuşum, karşılıyorum. zevk bakımından ise, gayb etdim, aramıyorum. zahiri beka, batını fenadır. bekada iken fanidir. fenada olduğu halde bakidir. fekat, ilmle olan fenadır ve zevkle olan bekadır. işi, düşmekde ve inmekdedir. ilerlemekden ve yükselmekden kalmışdır. onu, kalbden kalbin sahibine götürmüşlerdi. şimdi kalbin sahibinden kalb makamına indirdiler. ruh, nefsden kurtulmuşdu. nefs de itminana kavuşdukdan sonra ruhun nurlarının çokluğundan çıkmışdı. şimdi ruh ile nefsi onda topladılar. onu her ikisi arasında geçit yapdılar. bu aracılıkla, yukarıdan almak, aşağıya vermek ni'metini ihsan etdiler. faideli şeyleri alır, aldıklarını başkalarına verir. hem alıcı ve hem vericidir. farisi mısra' tercemesi: daha söylersem, sonu gelmez. yüksek makamınıza sunulur ki, sol el, kalb makamına işaretdir. kalbin sahibine yükselmeden öncedir. yukarıdan indikden sonra kalb makamına getirirler. bu makam başkadır. sağ ile sol arasında geçitdir. kavuşanlar, bunu iyi bilir. süluk yapmamış olan meczublar, kalb makamına varırlar. bunlara denir. kalbin sahibine kavuşmak için süluk yapmak lazımdır. bir makamın bir kimseye verilmesi demek, ona bu makamda hususi bir şan hasıl olması demekdir. bu şan ile, o makamın erbabından ayrılır. ayrılıklarından biri, cezbenin, önce olması demekdir ve o makamda hususi bekası hasıl olarak o makamın bilgilerine ve ma'rifetlerine kavuşur. kalb makamının bilgileri ve cezbenin, sülukün, fena ve bekanın ne oldukları ve bunlara benzer bilgiler, bundan evvelki mektublarda, yazılarak sunulacağı bildirilen kitabda açıklanmışdır. mir seyyid şah hüseyn, acele ile yola çıkdı, temize çekmek nasib olmadı. bu kitab üzerindeki kıymetli düşüncelerinizi ve emrlerinizi okumakla şerefleniriz inşaallahü teala. aziz mütevakkıf cezbe makamında yukarıdan inmişdir. fekat yüzü bu aleme değildir. hep yukarıya bakmakdadır. yükselmesi başkasının çekmesiyle olduğu için cezbeye uygundur. inerken, birlikde az birşey getirdi. nisbetinin aslı, başkasına bağlı olan teveccüh idi. kendisini bu teveccüh yükseltiyordu. bu nisbeti şimdi de vardır. cezbe nisbetinde, ceseddeki ruh gibidir ve karanlıkda bulunan ışık kaynağı gibidir. fekat bu cezbe, büyüklerimizin bildirdiği cezbe değildir kaddesallahü teala esrarehüm. o cezbe, hacei ahrar kuddise sirruh hazretlerine yüksek dedelerinden gelmişdir. ya'ni annesinin dedelerinden gelmişdir. kitabı. o büyüklerin, bu makamda hususi şanları vardır. birkaç talebe rü'yada gördüler ki, yukarıda adı geçen aziz mütevakkıf, haceyi yimişdir. bu rü'ya, bu makamın görüneceğini göstermekdedir. bu cezbenin faide vermek makamı ile ilişiği yokdur. bu makamda, yüz, hep yukarı doğrudur ve hep şü'ursuzluk lazımdır. cezbe makamlarından çoğuna kavuşdukdan sonra bunlar süluke uygun olmaz. bunları yazarken o makama doğru idim. ba'zı incelikleri göründü. sebebsiz teveccüh olunamıyor. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. o aziz, birkaç aydan beri aşağı inmişdir. fekat bu cezbe makamına tam girmiyor. bu makamın şanını bilmediği için giremiyor. dağınık düşünceleri buna sebeb oluyor. bu saçma yazılar yüksek kapınıza kavuşduğu zemanda, bu makama tam gireceğini ümmid ederim. hace hazretlerini bundan sonra tam indirirler. onaltıncı mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yükselmede ve inmedeki halleri bildirmekdedir: talebenizin en aşağısı sunar ki, mevlana ala'üddin okşayıcı mektubunuzu getirdi. yazılı olan şeyleri açıklamak için zeman buldukça müsvedde hazırladım. o bilgileri temamlayıcı birkaç şey daha düşündük, ama, bunları yazamadan mektub yola çıkdı. inşaallahü tebareke ve teala ayrıca yüksek kapınıza sunulur. şimdi, temize çekilmiş olan başka bir kitab gönderildi. bu kitab, dostlarımızdan birkaçının dileği üzerine yazıldı. bu yolda faideli olacak nasihatların yazılmasını istemişlerdi. buna göre, çalışacağız demişlerdi. doğrusu, eşi olmıyan, çok faideli bir kitab oldu. onu yazdıkdan sonra resulullah aleyhissalatü vesselamü vettehıyye hazretlerinin, ümmetinin alimlerinden birçoğu ile hazır oldukları anlaşıldı. bu kitabı mubarek eline aldı. merhameti çok olduğundan, onu öpdü, alimlere göstererek buyurdular. bu bilgileri öğrenmekle şereflenenler nurlu, herkesden yüksek idiler ve çok kıymetli idiler. o serverin aleyhissalatü vesselam karşısında ayakda idiler. sözü uzatmıyalım, bu hali herkese bildirmek için bu fakire emr buyurdular. farisi mısra' tercemesi: kerimlerle yapılan işler zor olmaz. yüksek huzurunuzdan ayrıldığım günden beri, gözüm hep yukarıda olduğu için irşad makamına o kadar hevesim kalmadı. çok zeman oluyor ki, bir köşeye çekilip, oturmak istiyorum. benimle oturmak, konuşmak istiyenler gözüme arslan ve kaplan görünüyor. herkesden uzaklaşmaya karar vermişdim. fekat istihare uygun gelmedi. maksada yaklaşdıran dereceler sonsuz ise de, çok yukarılara yükselmek oluyor. götürüyorlar ve getiriyorlar. allahü tealanın dilediği yere kadar götürdüler. büyüklerin hepsinin makamlarından geçirdiler. farisi tercemesi: bu aşağı aralıkdan bir gül aldılar, elden ele, yüksek yere ulaşdırdılar. bu arada büyüklerin ruhlarının yardımlarını yazacak olsam çok uzun sürer. kısaca bildiriyorum. zıl makamlarından geçirdikleri gibi, bunların aslı olan makamların hepsinden de geçirdiler. allahü tealanın ihsanlarından hangi birini yazayım. dilediği kulunu sebebsiz kabul ediyor. vilayetin çok çeşidlerini, yüksek derecelerini gösterdiler. hangi birini yazacağımı bilemiyorum. zilhicce ayında, derecelerden indirerek kalbin vilayeti makamına kadar getirdiler. burası, başkalarını yükseltebilmek ve irşad etmek makamıdır. fekat bu makam için daha temamlayıcı ve olgunlaşdırıcı şeyler lazımdır. farisi mısra' tercemesi: buna ne zeman kavuşulur, iş kolay değildir. sevilenlerden, istenilenlerden olup, o kadar çok konaklardan geçirdiler ki, müridler, isteyiciler, nuh aleyhisselamın ömrü kadar çalışsalar buna kavuşamazlar. böyle ilerlemek yalnız istenilenler için olsa gerek. müridler bu yola adım bile atamazlar. çünki, efradın çıkabilecekleri makam, asl olan makamların başlangıcıdır. efradın çoğu buraya yol bulamaz bile. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala büyük ihsan sahibidir. irşad ve tekmil mertebelerinde durup kalmanın sebebi budur. nurun bulunmaması da, gayb karanlığının yayılmasından ileri gelmekdedir. başka bir sebeb yokdur. herkes, kendi hayallerinden birşeyler söylüyor. bunlara kıymet vermemelidir. farisi tercemesi: alimi anlamaz cahil, söyler hep kelam, onun için sözü kısa kes, sabr et vesselam. hayal ile, zan ile söylenen şeyler üzerinde durmak, çok zararlı olabilir. o kimselere söyleyiniz ki, bu gönlü yaralının hallerinden hayal olan bakışlarını çevirsinler. bakmak için yer çokdur. farisi tercemesi: gayb olmuşum beni aramayın, gayb olanlara birşey söylemeyin. allahü tealanın gayretini, gazabını düşünmelidir. allahü tealanın yükseltmek istediği birşeyi aşağı düşürücü şeyler söylemek çok uygunsuz olur. allahü tealaya karşı gelmek olur. kalb makamına inmek, hakikatda fark, ya'ni ayrılık makamına inmekdir ki, dır. burada fark demek, nefsin ruhdan ve ruhun nefsden ayrılması demekdir. bundan önce cem' ve fark makamlarından anlaşılan şeyler, ya'ni şü'ursuzlukdan idi. hakkı halkdan ya'ni allahü tealayı mahluklardan ayrı görmeğe diyorlar. bu doğru değildir. böylece bu ruhu hak sanıyorlar ve bunun nefsden ayrılmasını görmeğe, hak tealanın mahluklardan ayrılmasını görmek diyorlar. sekr halinde olanların edindikleri bilgilerin çoğu böyledir. çünki, işin doğrusu, orada bulunmaz. her iş allahü tealanın emri ile olur. cezbe ve süluk sahiblerinin bilgilerini ve bu iki makamın ne olduklarını, ayrı bir kitab halinde uzun yazdım. yüksek huzurunuza sunulacakdır. onyedinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. yükselmedeki ve inişdeki hallerden birkaçı bildirilmekdedir: yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan ahmed sunar: buradaki sevdiklerimizden biri, çok zemandan beri, olduğu yerde kalmışdı. bu mektubun yazıldığı gün, bu makamdan çıkarılarak aşağı indirildiği anlaşıldı. fekat tam indirilmemişdir. bu makamın altında kalmış olan derecelere de götürüldü. bu üstdeki makamdan inmeğe başlamışdır. bundan sonra her ne hal olursa açığa vurulacak ve yüksek huzurunuza yazılacakdır. bu hale kavuşan da, hali açıldıkdan sonra kendisi birşey yazarsa, doğru olur. bu inişi kuvvetli olduğu için ve bu aşağı köleniz cüllab şerbeti içerek halsizleşdiğim için bu inişin sonunu inceliyemedim. inşaallahü teala onu da bildirirler. onsekizinci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. telvinden sonra olan temkini, vilayetin üç mertebesini ve vücudi tealanın zati tealadan ayrı olduğu bildirilmekdedir: yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı, günahı çok ahmed bin abdülehad sunar ki, hallerin ve ma'rifetlerin gelmeğe başladığı günden beri, bunları yüksek kapınıza bildirmek saygısızlığında bulundum ve çok ileri gitdim. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin yardımıyla, hallere bağlı kalmakdan kurtardı. telvinden temkine kavuşdurdu. ya'ni değişik hallerden kurtarıp sükunete kavuşdurdu. şimdi hayret, şaşkınlık ve üzüntüden başka elime hiçbirşey geçmiyor. vasl yerine fasl ve kurb yerine bu'd hasıl oldu. ma'rifetler kalmadı. ilm gitdi. cehl kapladı. bu şaşkınlıkla mektub da yazılamaz oldu. yalnız, günlük olup bitenleri yazarak, kıymetli vaktlerinizi almağa da elim varmadı. kalbimi soğukluk o kadar kapladı ki, hiçbirşeyle kızışamıyor. tenbeller gibi hiçbir iş yapamıyorum. farisi tercemesi: ben hiçim, hiçden de aşağı, hiçden bir iş hasıl olur mu? sözümüze gelelim. şimdi ile şereflendirdiler. burada ilm ve ayn, ya'ni bilmek ve görmek birbirine perde değildirler. fena ile beka bir aradadır. hayret, şaşkınlık içinde ilm ve şü'ur vardır. gayb etmiş iken kavuşmuşdur. ilm ve ma'rifet varken cehl ve dalgınlık içindedir. farisi mısra' tercemesi: çok şaşılır. hem kavuşdum, hem şaşkın oldum. allahü teala yalnız kendi sonsuz merhametiyle yüksek derecelerde ilerletiyor. nın üstünde var. vilayetin, şehadet makamı yanındaki yeri, suretlerin tecellisinin zatın tecellisi yanındaki yeri gibidir. hatta, bu ikisi arasındaki uzaklık, o ikisi arasındaki uzaklıkdan kat kat çokdur. bunu önceden de bildirmişdim. şehadet makamının üstünde var. bu iki makam arasındaki uzaklık, kelime ile anlatılabilenden daha çok ve işaret olunabilenden daha büyükdür. sıddiklık makamının üstünde, yalnız vardır ala ehlihessalatü vesselam. sıddiklık makamı ile peygamberlik makamı arasında başka makam yokdur ve olamaz. başka makam olamıyacağı, açık ve doğru olan keşfle anlaşılmakdadır. ehlüllahdan, ya'ni evliyadan birçoğu, bu iki makam arasında bir makam daha bulunduğunu söylemişler ve buna makamı demişlerdir. buraya ulaşdırmakla da şereflendirdiler. bu makamın ne olduğunu bildirdiler. çok uğraşdıkdan ve pek yalvardıkdan sonra, önce o büyüklerin söyledikleri gibi gösterdiler. sonra iç yüzünü bildirdiler. evet, yükselirken sıddiklık makamı hasıl oldukdan sonra bu makam hasıl olmakdadır. fekat iki makamın arasında bulunması, üzerinde durulacak birşeydir. yüksek kapınıza kavuşduğum zeman, inşaallahü teala, işin iç yüzünü geniş olarak sunacağım. bu makam çok yüksekdir. yükselirken, geçilen konaklar içinde bundan daha üstünü bilinmiyor. allahü tealanın vücudünün, ya'ni varlığının, zatından, ya'ni kendisinden başka olduğu, bu makamda anlaşılıyor. doğru yolun alimleri de allahü teala onların çalışmalarına iyi karşılıklar versin böyle olduğunu bildirmişlerdir. burada, vücud da yolda kalıyor. ondan daha yukarı çıkılıyor. ebülmekarimi rükneddin şeyh alaüddevle, kitablarının bir kaçında buyuruyor. sıddiklık makamı, beka makamlarındandır. çünki, yüzü mahluklara karşıdır. bundan daha aşağıda, ya'ni iniş makamlarının en ilerisinde peygamberlik makamı vardır. bu makam sıddiklık makamından daha yüksekdir. sahv ve beka burada daha çokdur. kurbet makamı, bu iki makamın arasına giremez. çünki bunun yüzü, tam tenzihe doğrudur ve çıkış makamlarının temamıdır. nerede onlar, nerede bu? farisi tercemesi: ayna arkasındaki papağan gibiyim, ezeli üstad ne derse onu söylerim. düşünerek, işiterek anlaşılan ahkamı islamiyye bilgileri, şimdi keşf ile hasıl olmakdadır. keşfler, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerinden kıl kadar ayrılmamakdadır. onların kısaca bildirdikleri şeyleri açıkladılar ve genişletdiler. düşünerek anlamak yerine içden gelerek öğrenmeği ihsan etdiler. bir kimse hace şahi nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinden sordu: sual: tesavvuf yolunda ilerlemek, ya'ni süluk niçindir? cevab: buyurdu. onlardan başka şeyler öğrenmek içindir buyurmadı. evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, bilgiler, ma'rifetler hasıl olmakdadır. fekat, bunların hepsini bırakıp ilerlemek lazımdır. en son makama, ya'ni sıddiklık makamına varmadıkça doğru bilgilere kavuşamaz. şuna şaşılır ki, ehlüllah arasında, bu şerefli makama kavuşduklarını söyleyenlerin bu makama uygun olan bilgileri ve ma'rifetleri acaba neden olmuyor? kaza ve kader bilgisini de açıkladılar. öyle bildirdiler ki, islamiyyetin bildirdiğinden hiç ayrılığı yokdur. bu bilgiye, icab noksanlığı ve cebr lekesi hiç bulaşmamakdadır. bu bilgi, ayın ondördündeki ay gibi açık anlaşılmakdadır. islamiyyetin bildirdiğine hiç uygunsuz olmadığı halde bu bilgiyi niçin herkesden gizlediklerine şaşıyorum. eğer dini islama uygun olmasa idi, o zeman örtmeleri, saklamaları uygun olurdu. ne yapdığından sual olunmaz. farisi tercemesi: onun korkusundan, kim ne yapabilir? teslim olmakdan başka ne diyebilir. ilmler ve ma'rifetler, nisan yağmuru gibi akıyorlar. insanın idraki bunları kavrıyamıyor. laf olsun diye insanın idraki diyoruz. yoksa, sultanın hediyyelerini ancak onun hayvanları taşıyabilir. önceleri, bu şaşılacak bilgileri yazmak istiyordum. fekat başaramadım. bunun için üzülüyordum. sonra, diyerek üzüntümü giderdiler. nitekim mekteblerde talebe diploma almak için çeşidli şeyler öğrenirler. bunları ezberlemek için öğretmezler. bu bilgilerden birkaçını yüksek huzurunuza sunuyorum. şura suresi onbirinci ayetinde onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. ancak o işitici ve görücüdür buyuruyor. bu ayeti kerimenin baş tarafı, allahü tealayı tenzih ediyor. bu, açıkça anlaşılmakdadır. o işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzihi temamlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. şöyle ki, mahluklarda da görmek ve işitmek vardır. mahlukların bu iki duygusu allahü tealanın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. allahü teala, mahlukların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. bu ayeti kerimede, işitici ve görücü yalnız odur, mahluklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. allahü teala, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. allahü tealanın adeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te'sirler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. insanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te'sir etmez. te'sir eder denilirse, te'siri de o yaratmakdadır. mahlukların kendileri te'sirsiz oldukları gibi, sıfatları da te'sirsizdir. herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez. taş, cimad, te'sirsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimaddır, te'sirsizdir. harflerin ve sesin çıkmasında hiç te'siri yokdur. başka sıfatlar da bunun gibidir. bu iki sıfat, daha meydanda olduğu için, allahü teala, mahluklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. mahluklarda başka sıfatların da bulunmadığı bundan anlaşılmakdadır. allahü teala insanlarda önce ilm sıfatını yaratdı. bir şeyi bilmek için, bu sıfatın o şeye teveccühünü ya'ni ilgisini yaratdı. bundan sonra, bu sıfatın o şeye bağlanmasını yaratdı. bundan sonra o şeyin bu sıfat üzerinde görüntüsünü yaratdı. adeti böyle oldu. o şeyin görüntüsünün ilm sıfatında yaratılmasında, bu sıfatın ne te'siri olabilir? bunun gibi, önce işitmek sıfatını yaratdı. bundan sonra sesleri bu sıfata getirecek kulak ve başka sebebleri yaratdı. sonra ses dalgalarını yaratdı. sonra kulağın bu sesi almasını, bundan sonra da sesi duymağı yaratdı. yine bunun gibi önce gözü yaratdı. sonra gözde görüntüyü yaratdı. sonra görüntüyü beyinde yaratdı. daha sonra görmeyi yaratdı. işitici ve görücü o kimseye denir ki, işitmesi ve görmesi, kendisinin bu sıfatları ile olsun. böyle olmayınca, buna işitici ve görücü denmez. bundan anlaşılıyor ki, mahlukların sıfatları da, kendileri gibi cimaddır, te'sirsizdir. sözün kısası, mahluklarda sıfatlar yokdur. bu sıfatlar ancak allahü tealada vardır. bu ayeti kerimede, tenzih ile teşbih bir araya getirilmişdir. hatta ayeti kerimenin hepsi tenzihi bildirmekde, benzeri olmadığını beyan buyurmakdadır. birinci ilm, ya'ni mahluklarda görülen sıfatların hak tealanın sıfatları olması ve mahlukları cimad, ya'ni te'sirsiz bilmek, içinden su akan musluk ve testi gibi bulmak, evliyalık makamına uygun olan bilgidir. ikinci ilm, ya'ni mahlukların sıfatlarını da cimad gibi bulmak ve zümer suresinin otuzuncu ayeti kerimesinde sen, elbette ölüsün. onlar da elbette ölüdürler bildirildiği gibi, mahlukları ölü bilmek, şehadet makamına uygun olan ilmdir. buradan da, bu iki makam arasındaki başkalık anlaşılmakdadır. bir şeyin azının görülmesi, çoğunun bulunduğunu gösterir. bir yerden su sızması, büyük su bulunduğunu haber verir. farisi mısra' tercemesi: senenin iyiliği beharından belli olur. bunun gibi, bu yüksek makamın sahibleri, mahlukların işlerini de, ölü gibi ve cimad gibi bulurlar. bunların işleri, allahü tealanın işidir, bu işleri yapan hep odur demezler. allahü teala, böyle olmakdan çok yüksekdir. bir kimse, bir taşı hareket etdirse, bu kimse hareket ediyor denmez. taşı hareket etdiriyor ve taş hareket ediyor denir. taş cimad olduğu gibi, taşın hareketi de cimaddır. taş hareket ederken bir adamı öldürse, taş öldürdü denmez. taşı hareket etdiren kimse öldürdü denir. ehli sünnet alimleri şekkerallahü teala sa'yehüm de böyle söylemişlerdir. bunlar mahlukların yapdıkları işler, kendi iradeleri ve ihtiyarları ile olmakla beraber, bunları allahü teala yaratmakdadır. bunları allahü tealanın yaratmasında onların işlerinin hiç te'siri olmaz. onların işleri, birkaç hareketdir. işlerin yapılmasında bu hareketlerin te'siri olmaz. sual: böyle olunca, kulların işlerine sevab ve azab yapılması doğru olmaz. bir taşa emr vermek ve onun hareketlerine sevab ve azab yapmak gibi olur. cevab: taşın hareketiyle insanların hareketi başka başkadır. insanlara din gönderilmesi ve emrler, yasaklar yapılması, onlarda kudret ve irade bulunduğu içindir. taşda enerji varsa da irade yokdur. fekat, insanların iradesini de allahü teala yaratdığı için ve bu iradenin işin yapılmasında te'siri olmadığı için, bu iradeleri de ölü gibidir. iradenin yalnız şu kadar te'siri vardır ki, iş, kulun iradesinden sonra yaratılmakdadır. allahü tealanın adeti böyledir. insanların kudreti te'sir ediyor denirse, kudretdeki bu te'sirini de allahü teala yaratmakdadır. kudreti yaratdığı gibi, bunun te'sirini de yaratmakdadır. maveraünnehr alimleri, kudret te'sir eder dediler ise de, bu te'sirde kudretin ihtiyarı hiç yokdur. te'siri, cansızın hareketi gibidir. bir kimse, yukarıdan atılan bir taşın bir hayvanı öldürdüğünü görse, bu kimse, taşın cimad, cansız olduğunu bildiği gibi, onun hareketini ve bu hareket enerjisinin öldürmesini de cimad bilir. görülüyor ki, mahlukların kendileri de, sıfatları da ve işleri de hep cimaddırlar, ölüdürler. diri olan, herşeyi varlıkda durduran, işitici, görücü, bilici olan ve her dilediğini yapan, yalnız allahü tealadır. kehf suresinin yüzonuncuayeti kerimesinde ey sevgili peygamberim, onlara söyle! rabbinin kelimelerini yazmak için deniz mürekkeb olsa, rabbinin kelimeleri bitmeden, o deniz ve onun gibi bir daha deniz biterler buyuruldu. çok saygısızlık yapdım. sonsuz atılganlık yapdım. ne yapayım? her bakımdan güzel olanı anlatan söz de güzel olduğu için ne kadar uzarsa, o kadar tatlı oluyor. onu anlatan sözler güzel oluyor. allahü tealadan konuşmağa ve onun yüce adını dilime almağa hiç layık değil isem de, kendimi tutamıyorum. farisi tercemesi: ağzımı gül suyu ile binlerce yıkasam, ismini söylemeğe yine layık olamam. farisi mısra' tercemesi: köle olan haddini bilmelidir. yüksek teveccüh ve ihsanlarınıza sığınıyorum. çürüklüğümü, aşağılığımı nasıl bildireyim? her gelen lutüfler, ihsanlar, hep yüksek teveccüh ve merhametinizden hasıl olmakdadır. yoksa, farisi mısra' tercemesi: ben hep o eski ahmedim. meyan şah hüseyn, tevhidi vücudi yolundadır. bundan çok tad almakdadır. onu bu yoldan çıkararak hayret makamına kavuşdurmak istiyorum. çünki maksad, oraya kavuşmakdır. muhammed sadık, küçük olduğu için, kendini hiç tutamıyor. eğer yolculukda yanımızda bulunursa çok terakki edecekdir. ya'ni dağ eteği denilen yere giderken yanımızda idi. çok şeyler kazandı. hayret makamına kavuşdu. bu makamda fakire çok benzemekdedir. şeyh nur da, bu makamda çok ilerledi. bu fakirin yakınlarından bir genç vardır. onun hali çok yüksekdir. tecelliyati berkıyyeye yaklaşdı. yaradılışı buna çok uygundur. geçdi, isyan ile ömrüm, neye halim varacak? sızlıyor yaralı gönlüm, onu yokdur saracak. mahşer yerinde, zebaniler elinden, yarab! eğer etmezsen, inayet, beni kim kurtaracak? ondokuzuncu mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. birkaç ihtiyac sahibinin gönderildiği bildirilmekdedir: yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı sunar ki, askerden bir kimse geldi. dehli ve serhend fakirlerinin geçen sonbehar mevsimi için olan haklarının yüksek kapınız hizmetcilerinden hakkı olanlar araşdırılarak, onlara da dağıtılması için size gönderildiğini bildirdi. bunun için saygısızlık yaparak yazıyorum. şeyh ebül hasen adına bin dirhem gönderilmesi. kendisi ilm sahibidir. ve hafız şah hüseyn adına da bin dirhem gönderilmesi lazımdır. şah hüseyn, şeyh nevvab vakfının vekillerindendir. bunların ikisi de hayatdadır ve işleri başındadır. kendilerinin hakları olduğunda şübhe yokdur. vekillerini gönderdiler. askerin söylediği doğru ise, ikisinin hakkını buna vermek uygun olur. kendileri serhenddedirler. yirminci mektub bu mektub, yine yüksek mürşidine gönderilmişdir. bir kaç dileğini bildirmekdedir: yüksek kapınız hizmetcilerinin en aşağısı sunar ki, habibi serhendinin validesi ile zevcesinin ve ismleri ayrıca yazılı olan kimselerin beytülmaldan haklarının alınabilmesi için, yüksek kapınız hademelerini bir kaç mektubla üzmüşdüm. bunların hakları olan eşya, eğer dehliye gelmiş ise, kendilerine verilmesi için mevlana aliye emr buyurunuz. bunlardan bir kaçı vekil göndermişdir. bir kaçı da, kendileri gelmişdir. eğer bunların hakkı dehliye getirilmemiş ise, kendileri hayatdadır ve iş başındadırlar. kendilerine düşen hisselerin tashihini diliyorlar. sözü daha uzatmamız saygısızlık olur. yirmibirinci mektub bu mektub, şeyh muhammed mekki bin hacı musa lahoriye yazılmışdır. vilayet dereceleri ve vilayeti muhammediyyeyi bildirmekde ve tarikati nakşibendiyyeyi övmekdedir: şerefli mektubunuz bu zaif köleye geldi. allahü teala ecrinizi artdırsın ve işlerinizi kolaylaşdırsın ve özrünüzü kabul buyursun. insanların en üstünü, en temizi aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine, bu duayı kabul buyursun! kardeşlerime bildiririm ki: ehlüllahın dedikleri, ölmeden önce ölmek hasıl olmadıkca, allahü tealaya kavuşulamaz. hatta, da, ya'ni insanın dışında bulunan uydurma putlara ve de, ya'ni insanın içinde bulunan nefsinin isteklerine tapınmakdan kurtulamaz. islamın hakikatine kavuşamaz. tam iman elde etmesi kolay olmaz. nerde kaldı ki, abidler arasına karışabilsin ve evliyalar derecesine kavuşabilsin. bununla beraber, bu fena makamı, vilayet derecelerine atılan ilk adımdır. bu yüksek makam daha başlangıcda ele geçer. vilayetin başlangıcı böyle olursa, sonunun nasıl olacağını artık anlamalıdır. başını görünce sonunun yüksekliği düşünülmelidir. şu farisi mısra' ne güzel söylenmişdir. mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de beharımı anla! şu farisi mısra' da öyledir. mısra' tercemesi: senenin iyiliği, beharından anlaşılır. evliyalığın dereceleri vardır. her derece de, birbirinin üstündedir. çünki, her peygamberin makamı altında vilayet ya'ni evliyalık vardır ve herbirinin vilayeti kendilerine mahsusdur. vilayetlerin en yüksek derecesi bizim peygamberimizin aleyhi ve ala cemi'i minessalevati etemmüha ve minettehıyyati eymenüha kademi, ayağı altında bulunan vilayetdir. çünki, ismlerin, sıfatların, şü'unların ve i'tibaratın allahü tealada bulunması bakımından olsun veya bulunmaması bakımından olsun, karışmadıkları zatın tecellisi, yalnız onun vilayetinde olur aleyhissalatü vesselam. var olan ve varlığı düşünülen bütün perdelerin ilmde ve aynda yok olması ancak bu makamdadır ve denilen yakınlık ve tam vecd hasıl olur. onun izinde gidenler aleyhissalatü vettehıyye bu makamdan çok pay alırlar. bu yüksek dereceye ve büyük ni'mete kavuşmak için onun izine sarılınız sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem! zati ilahinin bu tecellisi, tesavvuf büyüklerinin çoğuna göre, şimşek gibi çakıp geçmekdedir. ya'ni, zati ilahiden bütün perdelerin kalkması, şimşek gibi çok az zeman sürer. sonra ismlerin ve sıfatların perdeliği hemen araya girer. zati ilahinin nurlarının parlaklığı da perde gibi örter. zati ilahinin huzuru, şimşek gibi, bir an olur. zatın gaybeti, ya'ni örtülmesi çok uzun sürer dediler. nakşibendiyye evliyasının büyüklerine kaddesallahü teala esrarehüm ise, zatın huzuru daimidir. bu büyükler, çabuk geçen, hemen gaybete dönen bir huzura kıymet vermezler. bu büyüklerin yüksekliği, bütün yüksekliklerin üstündedir ve bunların nisbeti, bütün nisbetlerden daha üstündür. bunlar, zatın devamlı olan huzuruna demişlerdir. buyurmuşlardır. bundan daha çok şaşılacak şey, bu büyüklerin yolunun sonu, başlangıcda yerleşdirilmişdir. burada resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabının yolunu tutmuşlardır. çünki, onlar resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye ilk sohbetinde, sonda varılabilecek şeylere kavuşurlardı. bu ise, nihayetin başlangıca yerleşdirilmesidir. muhammed aleyhisselamın vilayeti, bütün peygamberlerin ve resullerin aleyhimüssalevatü vetteslimat vilayetlerinin üstünde olduğu gibi, bu büyüklerin vilayeti de, evliyanın hepsinin kaddesallahü teala esrarehüm vilayetlerinin üstündedir. nasıl böyle olmasın ki, bunların vilayetleri, sıddikı ekbere bağlıdır. evet onların büyüklerinden çok az velide de bu nisbet hasıl olmuşdur. fekat, sıddikı ekberden almışlardır radıyallahü anh. böyle olduğunu ebu sa'id haber vermekdedir. sıddikı ekberin radıyallahü anh cübbesinin bu veliye geldiği kitabında bildirilmekdedir. bu tarikati aliyyei nakşibendiyyenin üstünlüklerinden az birşey açıklamamız, talebeyi bu yola teşvik içindir. yoksa, ben nerede, onun üstünlükleri nerede? mevlana celaleddini rumi, de diyor ki: iki beytinin tercemesi: yazık olur onu açıklamak, lazımdır, aşk gibi çok saklamak. fekat söyledim ki, yol bulalar, hasret ateşinden kurtulalar. size ve doğru yolda gidenlere selam olsun! yirmiikinci mektub bu mektub, lahor müftisi şeyh muhammedin oğlu şeyh abdülmecide yazılmışdır. ruhun nefse niçin bağlanmış olduğu ve bunların yükselmelerini ve inmelerini ve cesedin ve ruhun fena ve bekalarını ve da'vet makamını bildirmekdedir: nur ile zulmeti birlikde bulunduran allahü teala, her dürlü aybdan, kusurdan uzakdır. mekansız, cihetsiz olan ruhu, cihetli olan, maddeden yapılmış olan bedene yaklaşdıran, rabbimizi tesbih ederiz. zulmetli olan bedeni, nurlu olan ruha sevdirdi. nur zulmete aşık oldu. çok severek, onun ile birleşdi. bu bağlantı ile, nurun cilası artdı. ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. nurun bu hali, ayna yapılacak cama benzemekdedir. cama parlaklık vermek için ve cismleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. karanlık, katı toprak maddeleri ile sıvanan camın parlaklığı artar. kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca, önceden allahü tealaya olan yakınlığını unutdu. hatta, kendi varlığını ve özelliklerini unutdu. karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unutdu. onunla bir arada kalınca, kıymetini gayb etdi. kötüleşdi. bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. buna kavuşamazsa, yükselmeğe uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! allahü teala ona ezelde merhamet etdiyse, onu lutfüne, inayetine kavuşdurdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan ni'metleri hatırlar, eski haline döner. arabi tercemesi: hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır. herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır. nur bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühuduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makama sürükler. buraya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutduracak kadar çoğalırsa, beden de onun nurları ile aydınlanır. nurların müşahedesinde kendini unutur. matlubun huzuruna perdesiz olarak kavuşur. insan, şimdi hem cesedin, hem ruhun fenasına kavuşmakla şereflenir. bu fenadan sonra, bu şühud ile beka hasıl olursa, fena ve beka temamlanmış olur. veli ismini almak hakkı olur. vilayet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: ya, tam şühuda dalar, kendini hep unutur. yahud, insanları hak tealaya çağırmak için geri döner. geri döndükden sonra, batını allahü teala ile, zahiri insanlar ile olur. bu zeman nur, kendisine karışmış olan zulmetden kurtulur. matlubuna, ya'ni hak tealaya döner. den olur. kendisinin sağı solu yok ise de, hali sağ olmağa uygundur. çünki hayrları kendinde toplamışdır, kemale kavuşmuşdur. bu ikisi de sağda bulunur. sağ mubarekdir. buyurulmuş olması da bunun gibidir. . mekansız nur ve batın dediğimiz, ruhdur. ciheti olan karanlık ve zahir ise, nefs demekdir. sual: birinci kısmdan olan, ya'ni geriye dönmeyen evliya da, alemi biliyor, insanlarla birlikde yaşıyor. bunların hep allahü tealaya bağlı olmaları ve kendilerini unutmaları ne demekdir? insanları allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşdurmak için geri dönen evliya ile bunların arasında ne fark vardır? cevab: kendilerini unutmak ve hep allahü tealaya bağlı kalmak demek, nefs ruhun nurları arasına girdikden sonra, ruh ile nefsin birlikde, allahü tealaya teveccüh etmesi demekdir. böyle olduğu yukarıda bildirilmişdir. mahlukları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organları ile olur. bu organlar, nefsin tafsilidir. nefsin arzuları ile işlemekdedir. hulasa olan, kuvvet merkezi olan nefs, ruhun nurları altında allahü tealayı müşahede etmekdedir. bunun tafsili, açıkda olan kısmları, eski şü'uru ile hareket etmekdedir. hulasanın yok hale gelmesi ile, onların hareketinde gevşeklik hasıl olmuyor. bu aleme rücu' etmiş olan evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in böyle değildir. bunların nefsi, mutmeinne oldukdan sonra, ruhun nurları altından çıkıyor. mahluklar alemine bağlanıyor. bu bağlılıkla, insanları allahü tealanın rızasına çağırıyor. nefs hulasadır, toplulukdur dedik. his organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsilidir, açıkda bulunan parçalarıdır dedik. çünki nefsin etden olan kalbe ya'ni yüreğe bağlılığı vardır. yüreğin de, , ya'ni kısaca kalb veya gönül denilen latifeye bağlılığı vardır. yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile, ruha da bağlanmış olur. ruhdan gelen feyzler, bu bağlılıklar vasıtası ile nefse gelir. sonra nefsden organlara ve kuvvetlere yayılır. bunlar nefsde hulasa olarak mevcuddur. bu anlaşılınca, evliyanın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. birincileri, sekr sahibleridir, ya'ni şü'ursuzdurlar. ikincileri sahv sahibleridir. ya'ni şü'urludurlar. birincileri daha şerefli, ikincileri ise, daha üstündür. birincilerin hali evliyalığa uygundur. ikincilerin hali peygamberliğe uygundur. allahü teala, bizleri evliyanın kerametlerine kavuşmakla şereflendirsin ve enbiyaya salevatüllahi teala ve selamühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala cemi'i melaiketil mukarrebin vel'ibadissalihin ila yevmiddin tam uymakla yükseltsin! bu satırları yazan düacınızın, arabisi, farisisinden daha güzel değil ise de, şerefli mektubunuz arabi kelimelerle yazılmış olduğundan, mektubumuzu da, sizin gibi yazdık. sözümüz burada temam oldu. hepinize selam olsun! yirmiüçüncü mektub bu mektub, hanı hanan ismi ile meşhur abdürrahime rahmetullahi teala aleyh arabi olarak yazılmış olup, dini, cahillerden öğrenmeği men' etmekde ve soy adı seçmekden bahs etmekdedir: allahü teala hepimizi lafdan kurtarıp, iş yapmak nasib buyursun. insanların en iyisi ve hepsinin peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem hatırı için, amelsiz ilmden, işe yaramıyan bilgilerden korusun! arabi mısra' tercemesi: bir kimse ki, bu düaya amin diye, hak teala, o kula rahmet eyleye! ey, yüksek yaratılışlı kardeşim! allahü teala, sizin yaratılışınızda bulunan kemalatın meydana çıkmasını ihsan eylesin! bu dünya ahıretin tarlasıdır. burada tohum ekmeyip, yaratılışda bulunan, toprak gibi yetişdirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faidelenmeyenlere ve amel, ibadet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! toprak gibi yetişdirici kuvveti işletmemek, oraya birşey ekmemekle veya zararlı, zehrli tohum ekmekle olur. bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çokdur. zehrli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitablarından okumakdır. çünki, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. dini, işine geldiği gibi söyler. karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. çünki, din cahilleri, din dersi verirken , islamiyyete uygun olmıyanı uygun olandan ayıramaz. gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. kendi gibi, talebesini de cahil yetişdirir. birçok şeyler okuyup ezberlemekle, insan din adamı olamaz, ve din bilgisi veremez. bir din alimi, gençlere din öğreteceği zeman, bunlara önce, dinsizler, islam düşmanları tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehrlerden temizler. zehrlenen ruhlarını tedavi eder. sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, islamiyyeti ve meziyyetlerini, faidelerini, emrlerindeki ve men'lerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı se'adete ulaşdırdığını, onlara yerleşdirir. böylece gençlerin ruh bağçelerinde derdlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir. böyle bir din alimini ele geçirmek, en büyük kazancdır. onun bakışları, ruhlara işler. sözleri, kalblere te'sir eder. dini islamı, hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle bir allah adamının sunması ile mümkindir. allahü teala, hepimizi muhammed aleyhissalatü vesselamın doğru yolundan ayırmasın! amin. çünki, insanları dünya ve ahıret rahatına kavuşduran, ancak bu yoldur. şu farisi ne güzel söylenmişdir. beytin tercemesi: arabistandan doğan, muhammed aleyhisselam iki cihanda, üstün odur, heman! kara toprak altında kalsın, her an, onun kapısında, toprak olmıyan! peygamberlerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat en yükseğine, en üstününe bizden selamlar olsun! ne kadar şaşılacak şeydir ki, kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şa'irlerden birinin, bir kafir ismini soyadı aldığını işitdim. hem de, kendisi seyyidlerden, sevmemiz lazım gelen büyüklerden biridir. keşki bunu duymasaydım. bu alçak ismi acaba niçin aldı? bir dürlü anlıyamıyorum. böyle ismleri almakdan, korkunç arslanlardan kaçmakdan, daha çok kaçmak lazımdır. böyle ismleri, her çirkinden daha çirkin görmek lazımdır. çünki, bu ismler ve onların sahibleri, allahü tealanın düşmanlarıdır. onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarıdır. müslimanların, kafirleri düşman bilmesi emr olunmuşdur. bu gibi pis ismleri, evladına koymamaları, her müslimana vacibdir. benim tarafımdan ona söyleyiniz! bu ismi değişdirsin! onun yerine, ondan hayrlı ve müslimana yakışan bir ism koysun. müsliman olana, müsliman ismini koyması yakışır. allahü tealanın sevdiği ve onun peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem beğendiği, islam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur.ebu davüd ve muhammed ibni hibban bildiriyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet günü ismlerinizle ve babalarınızın ismleri ile çağrılacaksınız. onun için güzel ismler alınız! buyurdu. tirmüzi bildirdiğine göre aişe radıyallahü anha buyurdu ki, . tirmüzi ve ibni mace rahmetullahi aleyhima bildiriyor: abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma buyurdu ki, hazreti ömerin bir kızının adı asıye ya'ni isyan edici idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu değişdirdi. cemile yapdı. bunlar gibi, daha birçok insan, yer ve sokak ismini değişdirerek, müslimana yakışan ismler takdığını ebu davüd bildirmekdedir. hadisi şerifde, emr olundu. dinsizlik alameti olan ve bu zannı uyandıran ismleri koymakdan, kaçınmak, her müslimanın vazifesidir. bekara suresi, ikiyüzyirmibirinci ayetinde mealen, buyuruldu. muhammed aleyhisselamın yolunda gidenlere, allahü teala, selamet versin! amin. malu mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi! bir muhalif yel eser, savurur harman gibi. yirmidördüncü mektub bu mektub, kılınc hana yazılmışdır. sofinin kain ve bain olduğu ve kalbin birden fazla şeye bağlanmıyacağı ve muhabbeti zatiyye hasıl olunca sevgiliden gelen elemlerle ni'metlerin müsavi olduğu ve mukarreblerle ebrarın ibadetleri arasındaki başkalığı ve kendini yok bilen evliya ile insanları da'vet için geri dönmüş olan evliyanın başkalıkları bildirilmekdedir: allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat size selamet ve afiyet versin! hadisi şerifde, buyuruldu. kalbinde, allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak onu teala ve tekaddese dileyen kimselere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in müjdeler olsun. bu hadisi şerife göre, bu kimse, allahü teala ile beraber olur. görünüşde insanlar ile birlikde ve onlarla alış verişde ise de, hakikatde allahü teala iledir. kain ve bain olan sofinin hali böyledir. bu sofi, allahü teala ile dir. ya'ni allahü teala ile bulunur ve insanlardan dir. ya'ni ayrıdır. yahud, görünüşde insanlar ile kaindir. hakikatde ise insanlardan baindir. kalb, ya'ni gönül birden fazla şeyi sevmez. bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. kalbin mal, evlad, mevkı', medh olunmak gibi çeşidli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakikatde hep bir sevgilisi içindir. o biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir. bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. onların nefslerini düşünmemekdedir. nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. bunun içindir ki, kul ile rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. çünki hiçbirşeyi o şey için sevmemekdedir. onun için hiçbirşey perde olmaz. kul, hep nefsini düşünmekdedir. bunun için perde, yalnız kendisidir. başka hiçbir şey değildir. kul, kendinin nefsini düşünmekden büsbütün kesilmedikçe rabbini düşünemez. allahü tealanın sevgisi onun kalbine yerleşemez. bu büyük ni'met, ancak tam fena hasıl oldukdan sonra elde edilebilir. mutlak olan fena da, tecellii zatiye bağlıdır. çünki, ortalıkdan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. denilen bu sevgi hasıl olunca, sevgilinin ni'metleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. bu zeman, ihlas hasıl olur. rabbine ancak onun için ibadet eder. kendi nefsi için değil. ibadeti, ni'metlere kavuşmak için olmaz. çünki, ona göre ni'metlerle azablar arasında başkalık yokdur. işte bu hal mukarreblerin derecesidir. ebrar böyle değildir. bunlar, allahü tealaya ni'metlerine kavuşmak için ve azabından korkdukları için ibadet ederler. bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzularıdır. çünki bunlar, allahü tealanın zatını sevmek se'adetine kavuşmamışlardır. bunun için . çünki, ebrarın hasenatı, bir bakımdan hasenatdır. başka bakımdan seyyiat olur. mukarreblerin hasenatı ise, her bakımdan hasenatdır. ya'ni iyilikdir. evet, mukarreblerden, tam bekaya kavuşdukdan ve bu sebebler alemine indikden sonra, allahü tealaya, korku ile ve ni'metlerine kavuşmak için ibadet eden de vardır. fekat, bunların korkuları ve arzuları kendi nefsleri için değildir. bunlar, allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve onun gazabından, gücenmesinden korkdukları için ibadet ederler. bunlar cenneti de isterler. çünki, cennet, allahü tealanın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. yoksa cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. bunlar cehennemden korkar. ondan koruması için düa ederler. çünki, cehennem, allahü tealanın gazabının bulunduğu yerdir. yoksa, cehennemden korkuları, nefslerini azabdan kurtarmak için değildir. çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuşlardır. allahü teala için halis kul olmuşlardır. bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. bu mertebeye kavuşan, makamına erdikden sonra makamının yüksekliklerinden bir şeylere de kavuşur. sebebler alemine inmeyen ise, müstehlik olan, ya'ni kendini yok bilen evliyadan olur. bunun peygamberlik makamının kemalatından haberi yokdur. başkalarını kemale getiremez. yukarıda bildirdiğimiz birinci sınıf evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in gibi değildirler. allahü teala, insanların en üstünü hürmetine aleyhi ve ala alihi ve etba'ihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha bizleri bu büyükleri sevmekle şereflendirsin. çünki, . evvelimiz ve sonumuz selametde olsun! yirmibeşinci mektub bu mektub, hace cihana yazılmışdır. peygamberlerin en üstününe aleyhi ve aleyhim minessalevati ekmelüha ve minetteslimati etemmüha ve hulefai raşidine uymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala kalbinize selamet versin! göğsünüzü genişletsin! nefsinizi temizlesin! cildinizi yumuşatsın! bunların hepsi, hatta ruhun, sırrın, hafinin ve ahfanın bütün kemalatına kavuşmak, ancak peygamberlerin en üstününe uymakla olur aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. öyle ise, ona uymak için ve onun dört halifesine uymak için çok çalışınız. onun dört halifesi doğru yoldadırlar. ondan sonra, herkesi doğru yola onlar getirmişdir. onlar, insanları doğru yolda ilerleten yıldızlardır. evliyalık semasının güneşleridirler. onların izinde yürümeğe kavuşmakla şereflenenler, tam kurtuluş ile kurtulurlar. onların yolundan ayrılanlar, doğru yoldan sapar, felakete düşerler. mektubun son iki sahifesini okuyunuz! merhum şeyh sultanın iki oğlu çok sıkıntıdadır. geçimleri güç durumdadır. yüksek makamınızdan dileğimiz onların imdadına, yardımlarına yetişmenizdir. bu hayrlı işe siz layıksınız. hatta bütün insanların ihtiyaclarını gidermek için cenabı hak size başarılar vermişdir. allahü teala başarılarınızı artdırsın. hep hayrlı işlere ulaşdırsın. allahü teala, size ve doğru yolda olanlara selamet versin! yirmialtıncı mektub bu mektub, şeyhulalem mevlana hace muhammed lahoriye yazılmışdır. şevk, arzu ebrarda olur. mukarreblerde olmaz. bu makamla ilgili birkaç şey bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi muhammed aleyhisselamın nurlu caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. hadisi kudside, ebrar bana kavuşmağı çok istiyor. ben de onları çok istiyorum buyuruldu. allahü teala, ebrarın şevk, arzu sahibi olduklarını bildirdi. çünki, mukarrebler vasıl olmuşlardır. bunlarda kavuşmak arzusu artık kalmamışdır. şevk, ayrı olanlarda bulunur. mukarreblerde ayrılık gayrılık yokdur. herkes bilir ki, kimse kendi nefsine kavuşmak için şevk sahibi değildir. halbuki kendi nefsini taşkınca sevmekdedir. çünki, nefsinden ayrı değildir. allahü tealada baki ve kendi nefsinden fani olmuş bir mukarrebin allahü tealaya olan yakınlığı, bir kimsenin kendi nefsine olan yakınlığı gibidir. bunun için zevk, yalnız ebrarda bulunur. çünki, ebrar çok sevmekdedir ve kavuşmamışdır. ebrar demek, sona varmamış, mukarreb olmamış salik demekdir. tesavvuf yolunun başında veya ortasında bulunur. sona varmasına kıl kadar ayrılık kalsa bile, mukarreb olmaz. şu farisi şi'rde ne güzel söylenmişdir. farisi beytin tercemesi: dostun ayrılığı az olsa da, az değildir; eğer gözde yarım kıl olsa da, çok görünür. sıddikı ekber radıyallahü teala anh bir kimsenin kur'anı kerim okurken ağladığını gördü. buyurdu. bu söz, kötülemeye benzeyip, övünmek olan sözlerdendir. şeyhimden kuddise sirruh işitdim, buyurdu. şevkın giderilmesi makamın daha yükseldiğini, daha temam olduğunu gösterir. bu makam ye's makamıdır. ya'ni anlayamamakdan hasıl olan üzüntü makamıdır. çünki kavuşulabilecek şey için şevk olur. kavuşmak ümmidi olmayan bir yerde şevk olmaz. yüksek derecelerin sonuna ulaşmış olan bir kamil, bu aleme geri döndüğü zeman, ayrılık ateşine düşdüğü halde, eski şevkı, arzusu geri gelmez. çünki, şevkın gitmesi, ayrılık kalmadığı için değildi. ye's, ümmidsizlik geldiği içindi. geri döndükden sonra da bu ye's kendisinde vardır. birinci kamil rahmetullahi aleyh böyle değildir. o, aleme dönünce, şevk de geri gelir. çünki, önceden yok olmuş olan ya'ni gaybubet, yok olmak, yine hasıl olmakdadır. bir kamil, geri döndüğü zeman, fakd, ayrılık bulunursa, fakdın gitmesi ile yok olan şevk tekrar hasıl olur. sual: vüsul mertebeleri ya'ni kavuşduran yol, sonsuzdur, bitmez tükenmez. ne kadar ilerlese yine uzak olacağı için, hep şevk bulunmaz mı? cevab: vüsul mertebelerinin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda ve şü'unda ve i'tibaratda olan geniş yolculuklardadır. böyle seyr eden bir salik için, yolun sonu olmaz. ondan şevk hiç gitmez. yukarıda bildirilen müntehi ise, bu mertebeleri kısaca geçerek, söz ile, kelime ile, işaret ile anlatılamıyacak makama vasıl olmuşdur. orada hiç ümmidlenmek yokdur. bunun için kendisinde şevk ve taleb kalmaz. bu hal, evliyanın büyüklerinde olur. bunlar sıfatların çukurundan kurtulmuşlar. zati ilahiye tealet ve tekaddeset kavuşmuşlardır. bunlar, sıfatlarda uzun uzun ilerliyen ve şü'unat mertebelerinde seyr eden salikler gibi değildir. o salikler, bitmez tükenmez sıfatların tecellilerine bağlanıp kalırlar. bunlar için olan vüsul mertebeleri kendisini ancak sıfatlara kavuşdurur. zati ilahiye yükselmek ancak sıfatlarda ve i'tibaratda, kısaca seyr etmekle olabilir. ismlerde uzun uzadıya seyr eden bir kimse, sıfatlara ve i'tibarata bağlanıp yolda kalır. böylece şevk ve taleb kendisinden ayrılmaz. vecd ve tevacüdden kurtulmaz. vecd ve tevacüd sahibleri, sıfatların tecellilerine kavuşanlardır. bunlar için yokdur. şevkleri, vecdleri oldukça bu tecellilerden nasib alamazlar. sual: allahü tealaya şevk olması ne demekdir? çünki, allahü tealadan hiç birşey mefkud, yok değildir? cevab: burada şevk demek, belki ile söylenmiş olabilir. çok olduğunu bildirmek içindir. çünki, aziz, cebbar olan allahü tealanın her şeyi şiddetlidir, çokdur. za'if insanların her şeyinden galib ve kuvvetlidir. bu cevab alimlere göre verilen cevabdır. bu fakir kulun başka bir cevabı daha vardır ki tesavvuf yoluna uygun bir cevabdır. fekat bu cevabda biraz sekr, şu'ursuzluk bulunmakdadır. sekr olmayınca, güzel olmuyor. hatta caiz olmuyor. çünki, sekr sahibleri özrlü olur, afv edilirler. sahv, şü'ur sahibleri mes'ul olurlar. sorguya çekilirler. şu anda, tam sahv halindeyim. şimdi o cevabı bildirmek yerinde olmaz. önceleri ve sonraları allahü tealaya hamd olsun. onun peygamberlerine bitmez tükenmez salat ve selam olsun! yirmiyedinci mektub bu mektub, hace ammek için yazılmışdır. tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi övmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevdiği kullarına selam olsun! merhamet ederek bu dostunuza gönderdiğiniz kıymetli mektub gelerek bizleri sevindirdi. selametde olunuz. bu yüksek nakşibendiyye zincirini övmekden başka birşeyle başınızı ağrıtmak istemiyorum. yavrum! bu yüksek zincirin büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm buyuruyorlar ki, . nisbet dedikleri huzur ve agahlıkdır. bunlar hiç gayb olmayan huzura kıymet verir. böyle devamlı olan huzura demişlerdir. bu büyüklerin nisbeti, yadi daşt olmakdadır. bu fakirin anladığına göre, yadi daşt şöyle açıklanmakdadır: allahü tealanın ismleri, sıfatları ve şü'unu ve i'tibaratı birlikde olmaksızın, yalnız zatı ilahinin zuhur etmesine ya'ni kalbe, ruha görünmesine denir. bu tecelliye demişlerdir. ya'ni, şü'un ve i'tibarat perdelerinin aradan kalkması, zatın görünmesi, şimşek çakar gibi bir an sürer. sonra bu perdeler hemen araya girerek örtülür. böyle olunca, gaybsız, devamlı huzur düşünülemez. bir an huzur, ondan sonra devamlı yoklukdur. bu büyükler rahmetullahi aleyhim ecma'in böyle olan nisbete kıymet vermemişdir. halbuki başka silsilelerin, tarikatların büyükleri, öyle olan tecelli nihayete kavuşanlara nasib olur dediler. bu huzur, devamlı olursa, hiç örtünmezse, ismlerin ve sıfatların ve şü'unun ve i'tibaratın perdeleri araya karışmadan tecelli ederse, gaybsız, perdesiz huzur olur. yadi daşt olur. işte, bu büyüklerin nisbeti olan yadi daşti, başkalarının nisbetleri ile karşılaşdırmalıdır. böylece hepsinin üstünde olduğunu anlamalıdır. çok kimse, böyle bir huzurun varlığına inanamaz. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun; zevallı aşık birkaç damla ile doysun. bu yüksek nisbet, öyle garib oldu ki, hatta bu büyük kıymetli zincire bağlanmış bulunanlara da söylense çoğunun inanmayacağı umulur. şimdi, bu büyüklerin yolunda bulunanlara göre nisbet demek, allahü tealanın huzuru ve anlaşılamayacak bir şühududur ve cihetsiz olarak ona teveccüh etmekdir. yukarıda olmak hayale gelirse de, cihetsizdir ve görünüşde devamlıdır. bu nisbet yalnız cezbe makamında hasıl olur. böyle nisbetin başka tarikatlardaki nisbetlerden yüksek bir tarafı yokdur. halbuki, yukarıda bildirdiğimiz yadi daşt, cezbe temamlandıkdan ve süluk makamları sona erdikden sonra hasıl olur. bunun derecesinin yüksekliğini bilmeyen kimse yokdur. eğer gizli kalmışsa, elde edilememesindendir. bir kimse hased ederek inanmazsa ve aşağı bir kimse kendi kusurundan dolayı inad ederse ona bir diyeceğimiz yokdur. farisi iki tercemesi: bir cahil bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez dersem iyi olur. hep aslanlar, bu zincire bağlanmışlardır, kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? evveliniz ve sonunuz selametde olsun! yirmisekizinci mektub bu mektub, yine hace ammeke yazılmışdır. halinin yüksekliğini bildirmekdedir. fekat bu yazıdan, halinin alçaldığı ve uzaklaşmış olduğu anlaşılmakdadır: lütf ederek bu dostunuza gönderdiğiniz merhametli mektub gelerek bizleri sevindirdi. okuyarak şereflendik. hürriyyete kavuşanların, kelepçede olanları hatırlaması ne büyük ni'metdir. kavuşanların, ayrı kalanların dertlerine ortak olması, çok sevindirici birşeydir. ayrı kalan bu zevallı, kendini kavuşmağa layık bulmadığı için, uzak bir köşeye çekildi. yaklaşmakdan kaçarak, uzaklarda soluğu aldı. kavuşmakdan vaz geçip ayrılığa katlandı. hürriyyeti seçmekde zindan hayatını gördüğü için, seve seve zindan hayatını seçdi. farisi tercemesi: sultan birşey beklerse köleden, kana'at kalksın artık ortadan. bozuk yazılarla ve saçma işaretlerle başınızı ağrıtmıyayım. allahü teala, bizi ve sizi peygamberlerin efendisinin yolunda bulundursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha! yirmidokuzuncu mektub bu mektub, şeyh nizameddini tehaniseriye yazılmışdır. farzları kılmağa ve sünnetleri, edebleri gözetmeğe teşvik etmekde ve farzların yanında nafileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı namazını gece yarısından sonra kılmamağı ve abdestde kullanılan suyu içmemeği ve müridlerin secde etmelerinin caiz olmadığını bildirmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi te'assubdan, ya'ni başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz peygamberi hürmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha pişman olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın! insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşduracak işler, farzlar ve nafileler olmak üzere ikiye ayrılır. farzların yanında nafilelerin hiç kıymeti yokdur. bir farzı vaktinde yapmak , bin sene nafile ibadet yapmakdan daha çok faidelidir. hangi nafile olursa olsun, ne kadar halis niyyet edilirse edilsin, ister namaz, oruc, zikr, fikr olsun, ister başka nafileler olsun, hep böyledir. hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok faidelidir. öğrendiğimize göre, emirilmü'minin ömer faruk radıyallahü anh hazretleri sabah namazını cema'at ile kıldıkdan sonra, cema'ate bakdı, eshabından birini bulamadı. buyurdu. orada bulunanlar, o kimse gecenin çok saatlerinde uyumaz. belki şimdi uykuya dalmışdır, dediler. halife, buyurdu. bundan anlaşılıyor ki: bir edebi gözetmek ve tenzihi olsa bile, bir mekruhdan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murakabeden ve teveccühden daha faidelidir. tahrimi olan mekruhdan sakınmanın faidesini, artık düşünmelidir. evet, bu nafile işler, farzları gözetmek ile ve haramlardan, mekruhlardan sakınmak ile birlikde yapılırsa, elbette daha güzel, çok güzel olur. fekat böyle olmazsa, pek zararlı olur. mesela zekat olarak bir dank bir müsliman fakire vermek, nafile olarak dağlar kadar altun sadaka vermekden ve hayrat, hasenat ve yardımlar yapmakdan kat kat daha iyidir, kat kat daha çok sevabdır. bu bir dank zekatı verirken, bir edebi gözetmek, mesela, akrabadan bir fakire vermek de, nafile iyiliklerden kat kat daha faidelidir. bundan anlaşılıyor ki, yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak ve böylece gece namazı sevabını da kazanmayı düşünmek, çok yanlışdır. çünki, hanefi mezhebindeki imamlara göre radıyallahü teala anhüm yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak mekruhdur. sözlerinden de, olduğu anlaşılmakdadır. çünki, yatsı namazını gece yarısına kadar kılmak mubah demişlerdir. gece yarısından sonra kılmak mekruh olur buyurmuşlardır. mubahın karşılığı olan mekruh ise, tahrimen mekruhdur. şafi'i mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak caiz değildir. bunun içindir ki, gece namazı kılmış ol. derdimmektubu okuyunuz! mak için ve bu vaktde zevk ve cem'ıyyet elde etmek için, yatsıyı gece yarısından sonraya bırakmak çok çirkindir. böyle düşünen bir kimsenin, yalnız vitr namazını gece yarısından sonraya bırakması yetişir. vitr namazını gece yarısından sonra kılmak müstehabdır. böylece, hem vitr namazı müstehab olan vaktinde kılınmış olur, hem de gece namazı kılmak ve seher vaktinde uyanık bulunmak ni'metlerine kavuşulmuş olur. o halde bu işden vaz geçmek ve geçmiş namazları kaza etmek lazımdır. imamı azam ebu hanife kufi radıyallahü teala anh hazretleri, namaz abdestinin edeblerinden bir edebi terk etdiği için kırk senelik namazı kaza etmişdir. şunu da söyliyelim ki, abdestsizliği gidermek için veya sevab kazanmak için abdest almakda kullanılmış olan suya denir. bu suyun içilmesi için kimseye izn vermeyiniz! çünki, imamı azama göre müsta'mel su, kaba necsdir. fıkh alimleri bu suyun içilmesini yasak etmişlerdir. bu suyu içmenin mekruh olduğunu bildirmişlerdir. evet, abdest aldıkdan sonra ibrikde kalan kullanılmamış sudan içmek şifa olur demişlerdir. eğer böyle olduğuna inanan bir kimse isterse, bu kullanılmamış sudan veririz. bu fakir, dehli şehrine son gitdiğim zeman bu iş başıma gelmişdi. sevdiklerimizden birkaçına rü'yada, bu fakirin abdestde kullandığı müsta'mel sudan içmelerinin lazım olduğu, içmezlerse büyük zarar görecekleri bildirilmiş. böyle şey olmaz diye çok karşı geldi isem de, faidesi olmadı. fıkh kitablarına bakdım. kurtuluş yolunu şöyle buldum ki, üç kerre yıkadıkdan sonra, ya'ni sevab kazanmak niyyet etmeden, dördüncü yıkamak ile kullanılan su müsta'mel olmuyor. bu sevdiklerimizin yalvarması üzerine niyyet etmeden dördüncü yıkamakda kullanılan suyu içmek için kendilerine verdim: şunu da bildirelim ki, güvenilir birkaç kimsenin bildirdiklerine göre, halifelerinizden birkaçına müridleri secde ediyorlarmış, yeri öpmekle kalmıyarak kendilerine karşı secde yapıyorlarmış. bu işin kötülüğü güneşden daha çok meydandadır. bu işi yasak ediniz! hem de çok sıkı yasak ediniz! böyle işlerden herkesin sakınması lazımdır. hele başkalarına önderlik eden bir kimsenin böyle işlerden sakınması daha çok lazımdır. çünki, onun yolunda bulunanlar, onun yapdıklarını yaparlar ve bu belaya düşerler.allah için yapılan secde, kıbleye karşı yapılır. başka tarafa yapılan secde hiçbir zeman caiz değildir. şunu da bildirelim ki, tesavvuf yolunda ilerliyenlerin bilgileri, hal ile kavuşulan bilgilerdir. haller de, amellerden hasıl olur. amelleri dürüst olan ve ibadetleri hakkı ile yapan kimselerde haller hasıl olur. bu haller, birçok şeyleri öğrenmelerine sebeb olur. amellerin, ibadetlerin düzgün olabilmesi için, bunları tanımak, herbirinin nasıl yapılacağını bilmek lazımdır. bu bilgiler, islamiyyetin ahkamını ya'ni emrlerini ve yasaklarını, mesela, namazın, orucun ve bunlardan başka farzların ve alış verişlerin ve nikah, talak gibi mu'amelatın bilgileridir. kısaca, allahü tealanın insana emr etdiği şeylerin bilgileridir. bu bilgiler, öğrenilmekle elde edilir. bunları öğrenmek, her müslimana elbette lazımdır. herşeyi öğrenmeden önce ve öğrendikden sonra birer cihad vardır. birincisi, ilmi aramak, bulmak ve elde etmek için çalışmak cihaddır. ikincisi, ilmi elde etdikden sonra yerinde kullanabilmek için yapılan cihaddır. bunun için, kıymetli toplantılarınızda, tesavvuf kitabları okunulduğu gibi, fıkh kitablarının da okunulması ve öğrenilmesi lazımdır. farisi dilinde yazılmış fıkh kitabları çokdur. ve ve fıkh kitabları çok kıymetlidir. hatta tesavvuf kitabları okunmasa da, zararı olmaz; çünki, tesavvuf bilgileri hal ile, zevk ile, tadını tadarak elde edilir. okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. fıkh kitablarını okumamak ise, zararlı olabilir. bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. az yazmak, çok şeyleri gösterir. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. allahü teala bizi ve sizi, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam tam olarak uymakla şereflendirsin! otuzuncu mektub bu mektub da, şeyh nizamı tehaniseriye yazılmışdır. afakda ve enfüsde olan şühudları ve abdiyyet makamını bildirmekdedir: allahü teala sizi muhammed aleyhisselama tam uymakla şereflendirsin ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha sünnetlerinin süsü ile zinetlendirsin! ne yazacağımı bilemiyorum. mevlamız, sahibimiz teala ve tekaddes hazretlerinden söz edersem, yalan söylemiş ve iftira etmiş olurum. o, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konuşan aşağı kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. maddeden yapılmış olan, his organlarının esiri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamıyandan ne söyleyebilir? yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? maddeli, zemanlı ve mekanlı olan, maddesiz, zemansız ve mekansız olana nasıl yol bulabilir? zevallı mahluk, kendi aleminden dışarıya nasıl çıkabilir? dışarıdan haber alamaz. farisi tercemesi: çok iyi veya çok fena olsa da bir zerre, ömrünce dolaşsa, gezer kendi aleminde! bu hal, seyri enfüside de hasıl olmakdadır. , bu yolun nihayetinde ele geçer. yüksek hocamız behaeddini nakşibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretleri buyurdu ki, ehlüllah, ya'ni allah adamları, fena ve beka makamına kavuşdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur. zariyat suresinin yirmibirinci ayetinde mealen, buyuruldu. seyri enfüsiden önce olan seyrlerin ya'ni ilerlemelerin hepsi, idi. seyri afakide ele geçen şeyler hiçdir. ya'ni, aranılana göre hiç sayılır. yok sa, şühudi enfüsiye kavuşmak için, önce seyri afaki lazımdır. aldanmamalı! şühudi enfüsiyi, şühudi tecellii suri ile karışdırmamalıdır. haşa ikisi bir şey değildir. tecellii suriler nasıl olursa olsun, salikin nefsinde ya'ni kendinde müşahede olunurlar, ya'ni görünürler ise de, hepsi seyri afakide hasıl olmakdadır. ve mertebesinde hasıl olurlar. şühudi enfüsi ise, mertebesindedir. bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. başka kelime bulunamadığı için şühud diyoruz. çünki, aranılan, istenilen şey, hiçbir şeye benzemediği gibi, ona uygun olan, ona bağlı olan herşey de anlaşılamaz ve anlatılamaz. anlaşılabilen şeyler, anlaşılamıyan şeylere benzemez. farisi iki tercemesi: anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıkdır, nasın rabbi, kuluna böyle bağlıdır! insan bu bağlılığı anlamaz asla, herşeyi bilir, canını bilen mevla! şühudi enfüsiyi bu şühudi suri ile karışdırmak, insanın her iki makamda beka hasıl etmesinden ileri gelmekdedir. çünki, tecellii suri, saliki fani yapmaz. birçok bağlılıklarını yok eder ise de, fenaya kadar götüremez. bundan dolayı, bu tecellide, salikin varlığından birşeyler bulunmakdadır. seyri enfüsi, tam fenadan ve son bekadan sonra olduğundan ve salikin anlayışı az olduğundan, bu iki bekayı birbirinden ayıramaz. ikisini birleşmiş sanır. eğer bu ikinci bekaya denildiğini ve bu varlığa, allahü tealanın verdiği vücud denildiğini bilseydi, ikisini karışdırmakdan kurtulurdu. sual: demek, kendini hak teala olarak bulmak değil midir? cevab: hayır, öyle değildir. tesavvuf büyüklerinin birkaçının sözlerinden böyle olduğu anlaşılmakda ise de, bu beka, birçoklarına, cezbe makamında, kendilerini yok bildikden sonra hasıl olmakdadır. kendilerini böyle yok bilmeleri, fena makamına kavuşmağa benzemekdedir. nakşibendiyye büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu bekaya adını vermişlerdir. bu, fenadan öncedir. bu hal yok olabilir. yok olduğu görülmüşdür de. zeman olur ki, bu hali ondan alırlar. sonra geri verirler. tam fenadan sonra hasıl olan beka ise, hiç yok olmaz. hiç sarsılmaz. bunların fenası, devamlıdır. bekada iken fanidirler. fenada iken de bakidirler. çabuk geçen, tükenen fena ve beka, kalbin halleri ve değişiklikleri sırasında gelip geçici şeylerdir. bizim anlatmak istediğimiz ise, böyle değildir. hace behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, vücudi adem denilen hal, insanın tabi'i haline döner. fekat vücudi fena, insanlık vücudüne dönmez. bunun için fena sahiblerinin halleri elbette hiç değişmez. vaktleri süreklidir. belki, bunların vaktleri ve halleri yokdur. bunlar, vaktleri ile değil, vaktlerin sahibi iledir. bunların işi halleri veren iledir. geçip gitmek, bitmek, vaktde ve halde olur. halden ve vaktden kurtulanlar için bitmek, yok olmak tehlükeleri kalmaz. bu allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. vaktin devamlı olması demek, bu vaktdeki halin bilinmesi ve başka şeyleri gibi eserlerinin, alametlerinin devamlı olması demek değildir. belki, vaktin olduğu gibi devam etmesi ve halin kendisinin devamlı olması demekdir. bir şeyi yanlış zan etmek, onun doğru olmasına ziyan getirmez. hatta çok zanlar vardır ki, günah olur. söz uzadı. biz yine kendimize gelelim! mukaddes meydanda celle şanüh söz binicisini koşturamıyacağımız için, kendi kulluğumuzu, aşağılığımızı ve gücümüzün yetersiz olduğunu anlatalım. insan, kulluk vazifelerini yapmak için yaratıldı. bir kimseye başlangıçda ve ortalarda aşk ve muhabbet verilirse, onun allahü tealadan başka şeylere olan bağlılıklarını kesmesi için verirler. aşk ve muhabbet de aranılacak, özenilecek şey değildir. kulluk makamına kavuşmak için birer aracıdırlar. bir kimsenin allahü tealaya kul olması için, ondan başka şeylere kul olmakdan ve bağlanmakdan tam kurtulması lazımdır. aşk ve muhabbet, bu bağlılıkları kesmekden başka bir işe yaramaz. bunun için, vilayet ya'ni evliyalık mertebelerinin sonu, en yükseği dır. vilayet derecelerinde, abdiyyet makamının üstünde hiçbir derece yokdur. bu makamda, kul ile sahibi arasında, kulun sahibine muhtac olmasından ve sahibin kendisinin ve sıfatlarının hiçbir şeye hiç muhtac olmamasından başka hiçbir bağlılık yokdur. burasını iyi açıklayalım ki, kendisi ile onun kendisi arasında ve sıfatları ile onun sıfatları arasında ve kendi işleri ile onun işleri arasında, hiçbir bakımdan hiçbir benzerlik bulmayacakdır. onun zılli, görüntüsü olduğunu söylemekde, bir benzerlik, bir bağlılık olur. bundan da kaçınmak lazımdır. onu yaratıcı, kendisini yaratılmış bilmelidir. bundan başka hiçbir şeye ağız açmamalıdır. tesavvuf yolunda ilerliyenlerin çoğu rahmetullahi teala aleyhim ecma'in ile karşılaşmakdadır. her şeyi yapan allahü tealadır derler. bu büyükler, bu işleri yaratanın bir olduğunu bilir. bu işleri yapan birdir demek istemezler. böyle söylemek, zındıklık olur. bunu bir misal ile açıklıyalım: kukla oynatan bir kimse, perde arkasında oturur. tahtadan, kartondan insan şeklinde yapılmış cansız şeyleri iple oynatır. seyrciler, perdede oynayan karton, tahta parçalarının birçok şeyler yapdığını görür. aklı olan kimseler bu hareketleri, perde arkasında oturan adamın yapdığını anlar. fekat bu işler, perdedeki tahta parçalarından meydana gelmekdedir. bunun için, bu şekller hareket ediyor denir. perde arkasındaki adam hareket ediyor denmez. bu sözleri, işin doğrusunu göstermekdedir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yolları da böyle olduğunu bildirmekdedir. işleri yapan bir yapıcıdır demek, sekr halinde söylenen sözlerdendir. sözün doğrusu şöyledir ki, işleri yapan çokdur. işleri yaratan birdir. tevhidi vücud bilgileri de böyledir. sekr vaktinde ve hal kapladığı zeman söylemişlerdir. keşf yolu ile edinilen bilgilerin doğru olması, islamiyyetde açıkça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. kıl kadar ayrılık sekrden ileri gelir. din bilgilerinin doğrusu, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in anladıkları bilgilerdir. bunlara uymamak ya zındıklık ve ilhaddır, ya'ni doğru yoldan ayrılmakdır, yahud sekr halinde söylenmişdir. sekrden tam kurtulmak, nda olur. başka makamların hepsinde az çok sekr bulunur. farisi mısra' tercemesi: daha söylersem sonu gelmez. hace behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinden diye sorulduğunda, buyurdu. islamiyyetin bildirdiği bilgilerden başka şeyler öğrenmek için demedi. tesavvuf yolunda ilerlerken, islamiyyetde bulunmayan şeylerle karşılaşılmakda ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin hepsi yok olur. yalnız islamiyyetin bildirdiği şeyler, açık ve geniş olarak bilinir. aklın dar çerçevesinden kurtularak, keşfin sonsuz meydanına açılmak hasıl olur. ya'ni peygamberimiz aleyhissalatü vesselam bu bilgileri melekden aldığı gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalblerine gelen ilham yolu ile aynı kaynakdan alırlar. alimler, bu bilgileri islamiyyetden alırlar. kısaca, topluca bildirirler. bu bilgiler, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat keşf yolu ile geniş, uzun bildirildiği gibi, evliyaya da böylece bildirilmekdedir. ancak peygamberler aleyhimüssalatü vesselam asldırlar, önde gidenlerdir. evliya ise bunların arkalarında, izlerinde gelenlerdir. evliyanın yükseklerinden pek azını rahmetullahi aleyhim ecma'in ancak yüzlerle sene sonra, birbirinden pek uzak zemanlarda seçerek, bu yüksek makama kavuşdururlar. akl ile, düşünce ile anlaşılan bir bilgiyi keşf yolu ile açıklamak istiyordum. fekat kağıdda yer kalmadı. böyle olmasında allahü tealanın hikmeti olsa gerek. vesselam. otuzbirinci mektub bu mektub, şeyh sofiye gönderilmişdir. tevhidi vücudinin hakikati ve allahü tealaya yakın olmak ve beraber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü teala hepimizi, peygamberlerin seyyidinin aleyhimüsselam yolundan ayırmasın! yanınızdan gelen bir zat dedi ki, şeyh nizami tehaniserinin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakir için vahdeti vücude inanmıyor demiş. bu zat, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdeti vücud üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. müslimana karşı kötü zanda bulunmak, günah olduğundan, talebenizi günahdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: muhterem yavrum! bu fakir, çocukluğumdan beri, vahdeti vücude inanmakdaydım. babam kaddesallahü teala sirreh de, buna inandığını, her zeman bildirirdi. mubarek kalbi, vahdeti vücuddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir suretle varılmayan varlığa doğru olduğu halde, bu i'tikaddan hiç ayrılmamışdı. alimin oğlu da, yarım alim demekdir sözü gereğince, bu fakirin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. çok lezzetler almışdım. fekat, allahü teala, sonsuz ihsanı ile, büyük rehber, hakikatlerin, ma'rifetlerin kaynağı, islam dininin hamisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, muhammed baki kuddise sirruh hazretlerine kavuşdurdu. bu fakire tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi ta'lim buyurdu. hiçbirşeye yaramıyan bu miskini, mubarek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemanda, vahdeti vücud bilgileri önüme çıkdı. bu makamın çeşidli ilmleri, ma'rifetleri kapladı. bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. muhyiddini arabinin kuddise sirruh bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydana çıkdı. kitabında yazdığı ve urucun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellii zati ile de, şereflendirdiler. kendisine evliyanın sonuncusu diyerek yalnız evliyanın sonuncusuna mahsus olduğunu yazdığı, bu tecellinin çeşidli bilgilerini, ma'rifetlerini uzun uzadıya, bu fakire bildirdiler. bu ma'rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdeti vücud hali, herşeyi unutdurdu. bu bilgilerin serhoşu oldum. o anlarda, hocamın yüksek huzuruna arz etdiğim mektublarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. uzun zeman, bu halde kaldım. seneler geçdi. nihayet, cenabı hakkın sonsuz lutf ve inayeti, ansızın, imdadıma yetişip, biçun, bi keyf olan cemalden perdeler, birdenbire kaldırıldı. sanki seller, felaketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir anda sıyrılıp, mavi sema açıldı. güneş heryeri aydınlatdı. önceden olan, vahdeti vücud, ittihad, allahü tealanın herşeyle birleşmiş, beraber görünmesi gayb oldu. ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet, ya'ni allahü tealanın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. iyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. ihata, kurb gibi şeyler, ehli sünnet alimlerinin bildirdiği gibi, hep allahü tealanın, ilmi içindir. kendisi için değildir. allahü teala hiçbirşeyle birleşmiş değildir. o, odur, mahluklar, mahlukdur. o, biçundur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. bütün alem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. vacib, mümkin gibidir denemez. kadim olan, hadis olana benzemez. yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. hakikatler değişemez. birisi için olan, öteki için söylenemez. ne kadar şaşılacak şeydir ki, şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh ve onun yolunda giden büyükler , allahü teala, hiçbir suretle anlaşılmaz. hiçbir şeye benzemez dedikleri halde, zati ilahi, herşeyi ihata etmiş, kaplamışdır, herşeye yakındır, herşeyle beraberdir diyorlar. bunun doğrusu, ehli sünnet alimlerinin bildirdiğidir. yakın olan, ihata eden, allahü tealanın kendisi değil, ilmidir. tevhidi vücudi bilgileri yok olup da, başka ilmler, ma'rifetler hasıl olduğu zeman, çok üzülmüşdüm. çünki, vahdeti vücud ma'rifetlerinden daha üstün şeyler bulunacağını bilmiyordum. bu ma'rifetlerin yok olmaması için yalvarıyor, çok düa ediyordum. fekat, perdeler, temamen kalkıp, hakikat bütün açıklığı ile bildirilince, anladım ki, alemler, mahluklar, sıfatı ilahiyyenin aynaları ve esmai ilahiyyenin görünüşleri ise de, var diyenlerin sandığı gibi, görünenler, gösterenin kendi değildir. bir şeyin gölgesi, o şeyin kendisi değildir. sözümüzü bir misal ile daha açıklıyalım: büyük bir alim, düşündüklerini bildirmek için, harfleri ve sesleri kullanır. kafasındaki kıymetli bilgiyi, harflerin, seslerin içinde açığa çıkarır. bu harfler ve sesler, o bilgileri gösteren ayna gibidir. fekat, harfler, sesler bu bilgilerin aynıdır, bilgilerin kendisidir veya bu bilgilerin kendilerini kaplamışdır veya bunların kendilerine yakındır veya bilgilerin kendileri ile beraberdir denemez. ancak, harfler ve sesler, bu bilgileri meydana çıkaran işaretlerdir. bilgilere delalet etmekden, belli etmekden başka, birşey denemez. bilgilerin, harf ve seslerle hiç benzerliği yokdur. benzerlik, beraberlik, vehm ve hayal ile söylenebilir. hakikatda, böyle şeyler yokdur. bu bilgiler ile, harfler ve sesler arasında görünmek, göstermek ve belli olmak, belli etmek gibi bağlılık olduğundan, ba'zı kimselerin vehminde, bu bağlılıkdan, birleşmek, beraberlik gibi şeyler doğuyor. hakikatde bunların hiçbiri yokdur. işte, allahü teala ile, bu alem de böyledir. göstermek ve gösterilmekden, belli etmek ve belli olmakdan başka, hiçbir bağlılık yokdur. mahlukların herbiri, yaratanın varlığını gösteren birer alametdir. onun ismlerinin, sıfatlarının büyüklüğünü bildiren, birer ayna gibidir. bu kadarcık bağlılık ba'zı kimselerin hayalinde büyüyerek, ba'zı şeyler söylemelerine sebeb olmakdadır. bu hal, bilhassa, tevhid üzerinde murakabesi çok olanlarda görülüyor. murakabelerinin sureti, hayallerinde yerleşiyor. ba'zıları da kelimei tevhidin ma'nasını, kısaca düşünüp, çok söylediklerinde, bu hale düşüyor. bunların her ikisi de, ilm ile hasıl oluyor. hal ile ilgileri yokdur. ba'zıları da, aşırı sevgi ile, bu hale düşüyor. allahü tealadan başka, hiçbir şeyin varlığını görmiyorlar. bunların böyle görmesi, herşeyin yok olmasına sebeb olmaz. çünki, hissimiz, aklımız ve islamiyyet, herşeyin var olduğunu bildirmekdedir. bu sevginin taşkınlığı zemanında, ba'zan, allahü tealanın kendisi ihata etmiş, kendisi yakındır sanıyorlar. sevgi ile hasıl olan tevhid, önce bildirdiğimiz iki tevhidden daha yüksek olup, hal ile hasıl olmakdadır. fekat, bu da yanlışdır. islamiyyete uygun değildir. bunu, islamiyyete uydurmağa kalkışmak, boşuna uğraşmakdır. felsefecilerin zan ile, kısa aklları ile söyledikleri, bozuk sözler gibidir. fennin ve islamiyyetin ışıkları altında olmayıp da, yalnız zan ile konuşan felsefecileri, ilm adamı sanan ba'zı müslimanlar, bunların bozuk sözlerini, yazılarını, islamiyyete uydurmağa uğraşıyor. gibi kitablar, böyle çürük sözleri, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbata kalkışan cahiller tarafından yazılmışdır.şimdi de, fıkh kitablarında, haram olduğu bildirilen birçok şeyleri avrupalılar, amerikalılar yapdığı için, bunların haram olmadığını, ayet ile, hadis ile isbata uğraşan amerikan hayranlarını görüyoruz. islamiyyeti, kafirlerin adetlerine, tapınmalarına çevirmeğe uğraşan, bozuk kitabları okumamalıyız. ehli sünnet alimlerinin kitablarında gösterilen, doğru yoldan ayrılmamalıyız. din düşmanlarının, ayeti kerime ve hadisi şerifler ile süsledikleri, yaldızlı yeni fetvalara, kitablara, mecmu'a ve gazetelere aldanmamalıyız. senenin onbir ayında, din düşmanlığı yapan, ramezan gelince, para kazanmak için, müsliman imiş gibi dinden bahs eden yazıları, din cahili gazeteleri okumamalı, bunlara inanmamalıdır!. evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. bundan dolayı, evliyaya dil uzatılmaz. belki, hata edene de, bir derece sevab verilir. yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevab verilir. evliyanın yanlış keşflerine uyanlara, sevab verilmez. çünki ilham ve keşf, ancak sahibi için seneddir. başkalarına sened olamaz. müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için seneddir. o halde, evliyanın yanlış ilhamlarına, keşflerine uymak caiz değildir. müctehidlerin rahmetullahi aleyhim ecma'in hata ihtimali olan sözlerine de uymak caiz ve hatta vacibdir. tesavvuf yolunda ilerleyen saliklerden ba'zısının, bu mahluklar aynasında gördükleri de, böyledir. ister desinler, ister desinler, allahü tealada, mahluk sıfatları yokdur ki, mahluklarda görülebilsin. mekanı, yeri olmıyan, bir yerde yerleşmez. mahluklara hiç benzemiyeni, mahlukların dışında aramak lazımdır. yeri olmıyanı, madde ve mekanın dışında aramalıdır. afakda ve enfüsde, ya'ni insanın dışında ve kendisinde görülen herşey o değildir. onun alametleridir. evliyanın büyüklerinden behaeddini nakşibend kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, görülen, işitilen ve bilinen herşey, o değildir. bunları, la ilahe derken yok etmelidir. farisi iki tercemesi: her şekl dardır, ma'na, nasıl sığar? dilenci kulübesinde, sultanın ne işi var? şekle bakan gafil, ma'nadan ne anlar? cemali görmeyince, cananla ne işi var? sual: nakşibendiyye ve diğer tesavvuf büyükleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, vahdeti vücud, ihata, kurb, ma'ıyyeti zatiyye ve kesretde vahdeti görmek ve kesretde ehadiyyeti görmek gibi şeyler olduğunu açıkça söylemişlerdir. bu sözlere ne dersiniz? cevab: bunları, tesavvuf yolunun ortalarında görmüşlerdir. sonra bu makamları geçmişlerdir. nitekim, bu fakir kendi halimin de, böyle olduğunu yukarıda yazmışdım. şunu da bildirelim ki, ba'zı büyüklerin batını , hiçbirşeye benzemiyen bir mevcudu ararken, zahiri, bedeni mahluklar arasında olduğu için, vahdeti vücud bilgisi ile şereflendirirler. batını, bir olan mevcudu ararken, zahiri, onu mahlukların aynasında görmekdedir. nitekim, kıymetli babamın böyle olduğunu, yukarıda bildirmişdim. vahdeti vücud derecelerini bildirdiğim uzun mektubda, daha uzun anlatmışdım. burada kısa kesmek uygundur. sual: halık başka, mahluk başka olunca ve zati ilahi, mahluklara yakın olamaz, ihata etmez deyince ve allahü teala bu dünyada görülemez ise, bu büyüklerin sözleri yanlış olmaz mı? cevab: bu büyükler, gördüklerini söylüyor. mesela, aynaya bakan bir kimse, şeklimi, suretimi aynada gördüm der. bu söz de, yerinde değildir. çünki, aynada suretini görmemişdir. çünki, aynada suret, şekl yokdur ki görsün. fekat bu kimseye, yalan söylüyorsun demeyiz. bu sözünü ma'zur görürüz. büyüklerin, saklamak gereken böyle hallerini bildirmelerine sebeb, başkasını taklid etmediklerinin anlaşılması içindir. vahdeti vücudu kabul edenler de, inkar edenler de, kendi keşf ve ilhamlarını söylemişlerdir. keşf, ilham, başkalarına sened olamaz ise de, ilham olunan zat için, kıymeti inkar olunamaz. ikinci cevab olarak deriz ki, herhangi iki şey arasında, ortak olan sıfatlar ve ayrı olan sıfatlar vardır. mahluklar, allahü tealanın kendisinden her bakımdan ayrı oldukları halde, görünüşde müşterek olan cihetler de vardır. allahü tealanın sevgisi, bir kimseyi kaplayınca, ayrılığa sebeb olan noktalar, görünmeyip, müşterek olanlar kalıyor. halık ile mahluk, birbirinin aynıdır diyerek gördüklerini doğru söyliyorlar. sözleri yalan olmıyor. zatı ilahinin yakın olması, ihata etmesi için olan sözleri de, böyle söylemişlerdir, vesselam. otuzikinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede yazılmışdır. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan kemalatını ve hazreti mehdiyi bildirmekdedir: lutf ederek gönderdiğiniz mektub geldi. bu garibleri hatırladığınıza şükr eyledim. büyük hocamızın senelerle hizmetinde hiç istifade etmemiş gibiyim diyor ve sebebini soruyorsunuz. efendim! böyle şeylerin cevabını yazmak, hatta anlatmak uygun değildir. çünki, okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. sevgi ve i'timad olmak şartı ile, uzun zeman beraber bulunmak lazımdır. başka yol ile ele geçemez. farisi tercemesi: rahat gece, tatlı mehtab bul bana, her şeyden anlatayım, o zeman sana. her suale cevab vermek lazımdır buyurmuşlar. onun için kısaca bildireyim ki, tesavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, ma'rifetleri, halleri vardır. her makam için ayrı vazife, zikr ve teveccüh lazımdır. ba'zı makamda zikr, başka makamda kur'anı kerim okumak, namaz kılmak, ba'zısında cezbe, ba'zısında süluk, ba'zısında ise bu ni'metin her ikisi vardır. öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve süluk oraya yanaşamaz. bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramının aleyhimürrıdvan hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük ni'met ile şereflenmişdir. bu makamların sahibleri, başka makamların sahiblerine benzemez. başka makamların sahibleri ise, birbirlerine az çok benzer. bu makam, eshabı kiramdan sonra, hazreti mehdide görünecekdir. tesavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermişdir. bu makamın ilmlerinden, ma'rifetlerinden söyliyen ise, yok gibidir. bu makam, allahü tealanın, öyle büyük bir ni'metidir ki, dilediği, seçdiği bahtiyarlara nasib olur. eshabı kiram aleyhimürrıdvan bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbetde ayak basardı ve zemanla bu mertebelerde yükselirlerdi. sonra gelen evliyadan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve eshabı kiramın terbiyesi ile yetişdirmek isterlerse, cezbe ve süluk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifetlerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün aleyhi ve ala alihissalevat sohbeti ile mümkin olabilir. onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsan edebilirler. bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. farisi tercemesi: ruhulkudsün feyzine kavuşursan eğer; mesihin yapdıkları, senden de hasıl olur. cezbe, sülukden önce olduğu zemanlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihayetin halleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. bundan fazla yazmağa imkan bulamıyorum. eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzu ve hevesleri anlaşılırsa, inşaallahü teala bu makamlardan biraz bildirmek nasib olur. insanları herşeye kavuşduran allahü tealadır. sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. bu fakir, hepsinin kusurunu bağışlıyorum. allahü teala, merhametlilerin en merhametlisidir. o afv buyurur. fekat sevdiklerimize nasihat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veya uzakda oldukları zeman üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! ra'd suresinin onikinci ayetinde mealen, insanlar gidişlerini bozmazlarsa, allahü teala da bunlara verdiği ni'metlerini değişdirmez. allahü teala bir millete ceza vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. onların allahü tealadan başka hakimi yokdur buyuruldu. meyan şeyh ilahdad için çok yazmışsınız. bu yazı fakire bir sıkıntı vermedi. fekat, onun halini bozmasından dolayı pişman olması lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. şefa'atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. her ne olursa olsun, bu fakir rahmetullahi aleyh afv etmekdeyim. fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. serhend şehrinde yerleşmelisiniz. muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. daha ne yazayım? allahü teala hepimize selamet versin! yüksek hocamın rahmetullahi aleyh kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düalar ederim. bu mektubu hazırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını daha açıklamayı düşündüm. kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. efendim! yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lazımdır. bu işleri yapanların pişman olması lazımdır. böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. sığınağımız, kıymetli rehberimiz kuddise sirruhül'aziz burada bulunanların gözü önünde, bu makamı şeyh ilahdada bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. bu sözü incelemek lazım gelmekdedir. ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makamında oturmak demek ise, bu olamaz. kendileri ile son buluşduğumda, bu fakire dönerek, şeyh ilahdadın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazife vermesini ve oradakilerin hallerini bize bildirmesini uygun görür müsün? bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hallerini soracak gücümüz kalmadı buyurmuşdu. fakir rahmetullahi aleyh bunun için bile duraklamışdım. zaruret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. bu kadar bildirmek vazifesidir. hele zaruret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. zaruret kadar izn verilir. bu sefaret vazifesi de, onların yaşadığı zemanda idi. vefatından sonra, taliblere ders vermek ve hallerini sormak hıyanet olur. sual: sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. ya'ni artmamış ve azalmamış diyorsunuz. cevab: efendim! tekmili sına'at, telahukı efkar iledir. ya'ni san'atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. sibeveyh tarafından kurulmuş olan nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. hace behaeddini nakşibend hazretlerinin nisbeti, hace abdülhalık hazretleri zemanında yok idi kaddesallahü sirrehüma. her zeman da böyle olmuşdur. bundan başka, yüksek hocamız bakibillah hazretleri rahmetullahi aleyh, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temam olmamış biliyordu. eğer daha yaşasaydı, allahü tealanın iradesi ile, bu nisbeti kim bilir nereye kadar yükseltecekdi. bunun yükseltilmemesi için uğraşmak doğru değildir. fakir, bu nisbetin değişmeden nasıl kalacağını bilemiyorum. sizdeki nisbet bile başkadır. onların nisbetine hiç benzememekdedir. bu sözümüz, onların yüksek huzurunda çok söylenmişdi. şeyh ilahdad fakiri, nisbetin ne olduğunu nereden bilmekdedir? kalbinde bir parça huzur vardır. ne halde olduğunu başkaları da bilmekdedir. o nisbeti kendisine veren kimdir? bunları bana bildiriniz. böylece bu fakir de kendisine yardımda bulunayım. rü'yalara güvenmeyiniz! çünki, çoğu hayal ile görülmekdedir, doğru olmazlar. şeytan, kuvvetli düşmandır. onun aldatmasından kurtulmak güçdür. ancak, allahü tealanın koruduğu seçilmiş kimseler kurtulur. sual: kazanılmış olan nisbetlerin geri alınmasını soruyorsunuz? cevab: efendim! o nisbeti geri almakda rehberin ihtiyarı, iradesi olmaz. birlikde iken de söylemişdim. o hal, şimdi de öyledir, yok olmamışdır. yok oldu sanmak doğru değildir. kalbden işitdiğiniz sesin de, bununla bir ilişiği yokdur. ateşin külü soğuyunca ve içinde ateş kalmayınca da, üzerine su dökülürse, ateşe dökmüş gibi ses çıkarır. sesi duyunca, külün içinde ateş kalmışdır demek doğru olmaz. yine söylüyorum, rü'yalara kıymet vermeyiniz! bu sözüm, bugün sizden gizli ise, yarın inşaallahü teala belli olacakdır. mektubunuzda üzerine çok düşmüş olduğunuz için, cevabını bildirmeğe mecbur kaldım. yoksa, sebeb olmadan bir şey yazılamıyor. otuzüçüncü mektub bu mektub, molla hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. dünyayı seven ve ilmi, dünyayı kazanmağa harc eden kötü ilm adamlarının zararını bildirmekde ve dünyaya düşkün olmayan alimleri medh etmekdedir: alimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine siyah leke gibidir. böyle olan ilm adamlarının, insanlara faidesi olur ise de, kendilerine olmaz. dini kuvvetlendirmek, islamiyyeti yaymak şerefi, bunlara aid ise de, ba'zan kafir ve fasık da, bu işi yapar. nitekim, peygamberlerin efendisi aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat kötü kimselerin de, dini kuvvetlendireceğini haber vermiş ve buyurmuşdur. bunlar, çakmak taşına benzer. çakmak taşında enerji vardır. insanlar bu taşdaki kudretden ateş yapar, istifade eder. taşın ise, hiç istifadesi olmaz. bunların da ilmlerinden kendilerine faide olmaz. hatta, bu ilmleri, kendilerine zararlıdır. çünki, kıyamet günü, bilmiyorduk, günah olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. hadisi şerifde buyuruldu ki, . allahü tealanın kıymet verdiği ve herşeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevkı' kapmağa ve başa geçmeğe vesile edenlere, bu ilm zararlı olmaz mı? halbuki, dünyaya düşkün olmak, allahü tealanın hiç sevmediği birşeydir. o halde, allahü tealanın kıymet verdiği ilmi, onun sevmediği yolda harc etmek, çok çirkin bir işdir. onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demekdir. açıkçası, allahü tealaya karşı durmak demekdir. ders vermek, va'z etmek ve dini yazı, kitab, mecmu'a çıkarmak, ancak, allah rızası için olduğu vakt ve mevkı', mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zeman faideli olur. böyle halis, temiz düşünmenin alameti de, dünyaya düşkün olmamakdır. bu belaya düşmüş, dünyayı seven din adamları, hakikatda dünya adamlarıdır. kötü alimler bunlardır. insanların en alçağı bunlardır. din, iman hırsızları bunlardır. halbuki bunlar, kendilerini din adamı, ahiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. surei mücadelede, onlar, kendilerini müsliman sanıyor. onlar son derece yalancıdır. şeytan onlara musallat olmuşdur. allahü tealayı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etdi. ebedi se'adeti bırakıp sonsuz azaba atıldı mealindeki ayeti kerime bunlar içindir. büyüklerden biri şeytanı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. şeytan cevab olarak, demişdir. doğrusu, zemanımızda islamiyyetin emrlerini yapmakdaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyyetlerinden dolayıdır. din adamları üç kısmdır: akl sahibi, ilm sahibi, din sahibi. bu üç sıfatı da birlikde taşıyan din adamına denir. bir sıfatı noksan olursa, onun sözüne güvenilmez. ilm sahibi olmak için, akl ve nakl ilmlerinde mütehassıs olmak lazımdır. dünyaya gönül kapdırmıyan, mal, mevkı', şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmıyan din alimleri, ahıret adamlarıdır. peygamberlerin aleyhimüsselam varisleri, vekilleridir. insanların en iyisi bunlardır. kıyamet günü, bunların mürekkebi, allahü teala için canını veren şehidlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, daha ağır gelecekdir. hadisi şerifinde medh edilen, bunlardır. ahıretdeki sonsuz ni'metlerin güzelliğini anlıyan, dünyanın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, ahıretin ebedi, dünyanın ise fani geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, baki olana, hiç bozulmıyan ve bitmiyen güzelliklere sarılmışlardır. ahıretin büyüklüğünü anlıyabilmek, allahü tealanın sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. ahıretin büyüklüğünü anlıyan da, dünyaya hiç kıymet vermez. çünki, dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır. birini sevindirirsen öteki incinir. dünyaya kıymet veren ahıreti gücendirir. dünyayı beğenmiyen de, ahırete kıymet vermiş olur. her ikisine birden kıymet vermek veya her ikisini aşağılamak olamaz. iki zıd şey bir araya getirilemez. tesavvuf büyüklerinden ba'zısı, kendilerini ve dünyayı temamen unutdukdan sonra, birçok sebebler, faideler için, dünya adamı şeklinde görünürler. dünyayı seviyor, istiyorlar sanılır. halbuki, içlerinde hiç dünya sevgisi, arzusu yokdur. surei nurda, mealindeki ayeti kerime bunlar içindir. dünyaya bağlı görünürler. halbuki, hiç bağlılıkları yokdur. hace behaeddini nakşibend buhari kuddise sirruh buyuruyor ki, mekkei mükerremede mina pazarında, genç bir tacir, aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış veriş yapıyordu. o esnada, kalbi, allahü tealayı bir an unutmuyordu. otuzdördüncü mektub bu mektub, molla hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. alemi emrdeki beş cevheri uzun ve açık bildirmekdedir: iki cihan se'adetine kavuşmak, ancak, dünya ve ahıretin en yükseğine uymakla ele geçebilir aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. felesoflar, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselam uymadıkları, kalb gözlerini ona uymak sürmesi ile parlatmadıkları için, alemi emrden haberleri bile yokdur. nerede kaldı ki, allahü tealanın zatına ve sıfatlarına erişebilsinler. onların kısa görüşleri, ancak alemi halka yetişebiliyor. bunu bile iyi göremiyorlar. denir. çünki, herşey onun varlığını ve sıfatlarını gösteren, birer alametdir, işaretdir. alem ikiye ayrılır: . madde ve ölçü bulunan şeylerdir. arşın içinde bulunan herşey, canlılar, yer, gökler, cennet, cehennem, melekler, tabiat kuvvetleri, hep alemi halkdır. bu aleme ve de denir. halk, ölçmek de demekdir. . ol emri ile, bir anda yaratılan, arşın dışındaki şeylerdir ki, maddesiz, zemansız, ölçüsüzdürler. bu aleme ve da denir. felsefecilerin beş cevher dedikleri şeyin hepsi, alemi halkdandır., felsefe dilinde, mahiyyet, asl, öz demekdir. kendi kendine bulunan şeydir. bugünkü anlayışımızla madde, bir cevherdir. , sıfat demekdir. araz, cevher üzerinde bulunur. yalnız başına bulunmaz. çok sayıda kitabları bulunan, büyük islam alimi, seyyid şerif ali bin muhammed cürcani rahmetullahi aleyh kitabında buyuruyor ki, felsefecilere göre, beş cevher: heyula, suret, cism, nefs ve akldır. çünki var olan şey, ya maddedir veya madde değildir. ya'ni, mücerreddir. ya'ni, bir maddeye yer olmaz ve kendisi başka bir maddeye yerleşmez. mücerred olan cevher, akl ve nefsdir. mücerred olmıyan, madde dedikleri cevher, mürekkeb ise, cism denir. mürekkeb değilse, başka cevhere yerleşmiş ise suret denir. başka cevhere mahal olmuş ise heyula denir. nefse ve akla, mücerredatdandır demeleri, bunları tanımadıkları içindir. nefs veya nefsi natıka dedikleri cevher, nefsi emmaredir. nefsi emmareyi temizlemek lazımdır. çünki, hep kötülük, aşağılık ister. bunun alemi emrde ne işi var. mücerred olmak nesine gerek. akl da, ancak his uzvları ile anlaşılan şeyleri ölçebilir. his edilmiyen ve his olunanlara benzemiyen şeyleri kavrayamaz. böyle şeyler, akl ile anlaşılamaz. bundan dolayı, alemi emri anlıyamaz. o halde akl da, alemi emrden değildir. ya'ni mücerredatdan olamaz. alemi emrin birinci basamağı dir. kalb, göğüsdeki et parçası değildir. buna yürek denir. kalb, bu yüreğe alakası, ilgisi bulunan, maddesiz, yersiz bir kuvvetdir. kalbin, yürekde bulunması, elektriğin ampulde bulunmasına benzer. elektrik ampulde bulunur. fekat, görünmez, his olunmaz. varlığı, eseri ile mesela ampuldeki ince teli ısıtarak, telin ışık vermesi ile anlaşılır. ikinci mertebesi dur. ruhun üstü, mertebesidir. sırrın üstü, , hafinin üstü mertebesidir. bu beşine, denirse, yeri vardır. işin özünü göremediklerinden, saksı parçalarını cevher sanmışlar. alemi emrin bu beş cevherini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek ancak, muhammed resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem izinde gidenlerin büyüklerine nasib olmuşdur. insana, denir. insandan başka mahlukların hepsine, denir. alemi kebirde bulunan herşeyin, alemi sagirde bir nümunesi, benzeri vardır. insandaki beş cevher de, birer nümunedir. bunların alemi kebirde aslları vardır. alemi kebirdeki o beş cevherin birincisi arşdır. ya'ni insandaki kalbin, alemi kebirdeki aslı, arşdır. bunun için, kalbin bir ismi dır. o beş cevherin, diğer dördü, hep arşın üstündedir. kalb, alemi sagirdeki alemi halk ile, alemi emr arasında ortak bir geçid olduğu gibi, arş da, alemi kebirdeki, alemi halk ile alemi emr arasında bir geçiddir. kalb ile arş, alemi halkda bulunuyor ise de, alemi emrdendirler. bu beş cevheri iyice anlamak, ancak tesavvuf yolundaki mertebeleri etraflıca ve temamen geçip, nihayete varan, evliyanın büyüklerine nasib olur. : her zevallı merdi meydan olamaz; sivri sinek de süleyman olamaz. allahü tealanın lütfü, ihsanı, bahtiyar bir insana yetişip de, kalb gözü açılıp, vücub mertebeleri gösterilirse, alemi kebirdeki, bu beş cevherin mukaddes asllarını da, orada görür ve alemi sagir ve kebirdeki cevherlerin, bunların nümuneleri, suretleri olduğunu anlar. mısra. bu büyük devleti bugün kime verirler. bu, öyle büyük bir ni'metdir ki, allahü teala, dilediği, seçdiği kimseye ihsan eder. alemi emr bilgilerini anlatmak yasak edilmişdir. çünki, çok ince bilgilerdir. dinleyenler yanlış anlar. surei isra, seksenbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. burada bildirilen ilm ile şereflenen, rasih alimler, perde arkasını seyr etmekdedirler. mısra. ni'met sahiblerine ni'metler afiyet olsun. farisi tercemesi: perde ardındaki esrarı açmak, uygun değildir, yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yokdur. mukaddes cevherlerin birincisi, allahü tealanın izafi sıfatlarındandır. bu sıfatlar, vücub ile imkan arasında geçid gibidir. , allahü tealanın ve sekiz hakiki sıfatının mertebesidir. da mahlukların mertebesidir. ikinci cevher, hakiki sıfatlardır. izafi sıfatlar, kalbe, hakiki sıfatlar, ruha tecelli eder. hakiki sıfatların üstünde bulunan üç cevher, zati ilahi mertebesindedir. bu üç mertebenin tecellilerine, derler. bundan fazla yazmak faideli olmaz. farisi mısra' tercemesi: kalem buraya gelince ucu kırıldı. allahü teala size ve hidayete kavuşanlara ve muhammed mustafaya aleyhisselam tabi' olanlara selamet versin! otuzbeşinci mektub bu mektub, meyan hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. allahü tealanın zatını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, beraber olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, insanların seyyidi aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! seyr ve sülukdan maksad, nefsi emmareyi tezkiye etmek, ya'ni temizlemekdir. , gitmek, , bir yola, mesleğe girmekdir. böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, allahü tealadan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. ondan başka, bir ma'budu, maksadı kalmaz. dünyadan birşey istemediği gibi, ahıretden de, birşey istemez. evet, ahıreti istemek iyidir, sevabdır. fekat, ebrar için sevabdır. mukarrebler ahıreti istemeği de günah bilir. zatı ilahiden başka bir şey istemez. mukarrebler derecesine yükselmek için, hasıl olmak lazımdır ve zatı ilahinin sevgisi insanı kaplamalıdır. bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. ni'metler ve musibetler, müsavi olur. azablar da, ni'metler gibi tatlı olur. allahü tealanın her işinden, onun işi olduğu için razıdırlar. fekat, günahlardan, kulun kesbi olmak bakımından razı değildirler. cenneti, allahü tealanın razı olduğu yer olduğundan ve cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. cehennemden sakınmaları da, allahü tealanın gazab etdiği yer olduğu içindir. yoksa, cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. cehennemden kaçınmaları, orada azab ve sıkıntı olduğu için değildir. çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. bunları kendilerinin matlubu, maksadı bilirler. sevgilinin her işi, sevgili olur. işte, tam ihlas budur. yalancı ma'budlardan kurtuluş makamı burasıdır. kelimei tevhidin ma'nası, ancak burada hasıl olur. ismler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız zatı ilahiyi sevmedikçe, bu ni'metler, hiç ele geçemez. böyle sevgi olmadıkça, tam fena nasib olmaz. anası çocuğu ne kadar söğse, döğse, çocuk yine döner, anasına sarılır. insan da, rabbine karşı böyle olmalıdır. farisi beytler tercemesi: aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer, ma'şukdan başka herşeyi yakar, kül eder. hakdan gayrıyı katl için, kılıncı çek, dedikden sonra, birşey kaldı mı bir bak!dan başka ne varsa, hepsi gitdi, sevin ey aşk! hakka ortak kalmadı bitdi. otuzaltıncı mektub bu mektub, hacı muhammed lahoriye yazılmışdır. ahkamı islamiyye, dünya ve ahıretin bütün se'adetlerini taşımakdadır. ahkamı islamiyye dışında ele geçen hiçbir se'adet yokdur. tarikat ve hakikat, ahkamı islamiyyenin yardımcıları olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, hepimize, muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin dininin hakikatini bildirsin ve bu hakikata kavuşdursun! amin. islamiyyet üç kısmdır: ilm ve amel ve ihlas . bu üçüne kavuşmıyan kimse, islamiyyete kavuşmuş olmaz. bir kimse, islamiyyete kavuşunca, allahü teala, ondan razı olur. allahü tealanın razı olması, sevmesi de, bütün dünya ve ahıret se'adetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, ali imran suresi onbeşinci ve surei tevbenin yetmişüçüncü ayetleri bildirmekdedir. o halde, islamiyyet, dünya ve ahıretdeki bütün se'adetleri ele geçirten bir sermayedir. islamiyyetin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yokdur. tesavvuf büyüklerinin kazandıkları, tarikat ve hakikat, ahkamı islamiyyenin yardımcıları, hizmetcileri olup, islamiyyetin üçüncü kısmı olan ihlası elde etmeğe yarar. tarikata ve hakikata baş vurmak, islamiyyeti temamlamak içindir. yoksa, islamiyyetden başka birşeyler ele geçirmek için değildir. tesavvuf yolcularının, o yolculukda gördükleri, tatdıkları, ahval, mevacid, ulum ve ma'rifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. hepsi, evham ve hayalat gibi, geçici şeylerdir. o yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vasıtadan başka birşey değildir. bunların hepsini geçip arkada bırakıp, na varmak lazımdır. süluk ve cezbe yolculuğundaki makamların, konakların nihayeti, rıza makamıdır. çünki, tarikat ve hakikat yolculuğundan maksad, ihlas elde etmekdir. ihlas da, rıza makamında hasıl olmakdadır. tesavvuf yolcularının onbinlerde birini, ancak, üç dürlü tecellilerden ma'rifete dayanan müşahedelerden kurtarıp, ihlasa ve makamı rızaya ulaşdırmakla şereflendirirler. hakikati göremiyen zevallılar, ahval ve mevacidi, birşey sanır. müşahedeleri, tecellileri arzu eder. böylece, yolda kalıp, vehm ve hayalden kurtulamaz ve islamiyyetin kemaline kavuşamazlar. ayetinde mealen, allahü teala kullarından dilediğini, kendisine seçer. başkasından yüz çevirip, yalnız onu istiyenlere, kendine kavuşduran yolu gösterir buyuruldu. ihlas makamına ve rıza mertebesine kavuşmak için, bu ahval ve mevacidden geçmek ve bu ilm ve ma'rifetleri edinmek lazımdır. bunlar, gayeye götüren yoldur. maksadın başlangıcıdır. böyle olduğu, bu fakire, bu yolculukda, tam on sene sonra bildirildi. islamiyyet güzeli, ancak bundan sonra, sevgili peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem sadakası olarak, cemalini gösterdi. daha önce de, ahval ve mevacide tutulup kalmamışdım. islamiyyetin hakikatına kavuşmakdan başka, istediğim yokdu. fekat ancak, on sene sonra, hakikat güneşi doğdu. bu ihsanından dolayı, allahü tealaya pek çok hamd ederim. denir. allahü tealanın mağfiretine kavuşan, meyan şeyh cemalin kuddise sirruh ölümü, bütün müslimanların üzülmesine sebeb oldu. bu fakir tarafından, çocuklarına ta'ziye buyurmanızı ve fatiha okumanızı diler, selam ederim. otuzyedinci mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. sünnete uymak lazım olduğunu bildirmekde ve tesavvufu medh etmekdedir: ihsan etmiş olduğunuz, latif mektubunuzu okumakla şereflendik. büyüklerimize olan imanınızı ve sevginizi yazıyorsunuz. bunu okuyunca, cenabı hakka hamd eyledim. allahü teala, bu yolun büyüklerinin bereketi, faidesi ile, size sonsuz yükselmeler nasib eylesin! bunların yolu, herşeyden kıymetlidir. sünneti seniyyeye uymakdır ala sahibihessalatü vesselam. bu fakire, bu yol sayesinde, çok zemandan beri ilmleri, ma'rifetleri, halleri, makamları, nisan yağmuru gibi yağdırdılar. allahü tealanın ihsanı ile yapacaklarını, tam yapdılar. şimdi, bütün arzum, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem unutulmuş sünnetlerinden ya'ni allahü teala, dilediklerine doğru yolu ihsan eder. istiyenleri de, adaleti ile, arzularına kavuşdurur. adaleti herkese şamildir. birini meydana çıkarmakdır. tesavvufun halleri ve mevacidi , heyecan ve zevk, istiyenlerin olsun! yapılacak, en mühim iş, batını büyüklerin sevgisi ile yaşatıp, zahiri sünnetlere uymakla süslemekdir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! beş vakt namazı, vaktleri girer girmez kılmalıdır. yalnız yatsı namazını kış aylarında, gecenin, ilk üçde birine kadar gecikdirmek müstehabdır. bu işde, bu fakirin iradesi elinde değildir. namazları, vakt girince kıl kadar gecikdirmek istemiyorum. insanlık icabı, aciz kalındığı zemanlar, tabi'i müstesnadır. otuzsekizinci mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. zati tealaya muhabbeti ve fena mertebelerini bildirmekdedir: mektubi şerifiniz gelerek, fakiri çok sevindirdi. allahü teala, her zeman kendi ile beraber bulundursun! bir an bile, başkası ile bırakmasın! zati ilahiden başka her şeye gayr denir. onun ismleri ve sıfatları da gayrdır. ilmi kelam alimleri, buyurmuş ise de, gayrı kelimesinin kelam ilmindeki ma'nasına göre, böyle demişlerdir. yoksa, lügat ma'nasına göre dememişlerdir. sıfatlar kelam ilmindeki ma'nasına göre değil ise de, umumi ma'naya göre, onun gayrıdır. allahü teala, ancak selb sıfatları ile anlatılabilir. onu, herhangi bir sıfat ile anlatmak, ilhad olur . onu anlatan en iyi kelime, en geniş ibare, şura suresinin mealindeki, onbirinci ayetidir ki, buna farisi dilinde denir. hiçbir ilm, hiçbir şühud, hiçbir ma'rifet, allahü tealayı bulamaz. bilinen, görülen ve tanınan herşey o değildir. bunları ma'bud bilmek, gayra tapınmak olur. derken, bunların hepsini nefy etmek, yok bilmek, derken de; o, birşeye benzemiyen, bir ma'budu var bilmek lazımdır. bu, önce taklid ile, ya'ni öğrenip yapmakla olur. sonraları, kendiliğinden yapılır. sona varmamış olan tesavvuf yolcuları, başka şeyleri, o sanarak tanır, görür. taklid eden mü'minler, böyle tesavvufculardan, katkat iyidir. çünki bunlar, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem gelen bilgilere uymakdadır. bu bilgilerde hata, yanlışlık olamaz. yarı yoldaki tesavvufcular ise, kendi gördüklerine, anladıklarına uymakdadır. bu hareketleri ile, zati ilahiye inanmamış oluyorlar. zati ilahiyi görüyoruz, onun sevgisi içinde yüzüyoruz diyorlarsa da, zati ilahiye olan böyle imanları, hakikatde, inkar demekdir. müslimanların büyük imamı, imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, sana layık ibadeti yapamadığımız, fekat, iyi tanıdığımız, allahımız! sende hiçbir kusur, noksanlık yokdur! buyurdu. ona layık ibadet ya pılamıyacağını herkes bilir. fekat, iyi tanıdığımız buyurması, demekdir. allahü tealayı, herkes bu suretle tanıyamaz. ma'rifet, ya'ni tanımak başkadır. ilm, ya'ni bilmek başkadır. herkes, ilm sahibi olabilir. ma'rifet ise, fena mertebesi ile şereflenenlerde bulunur. fani olmıyana nasib olmaz. mevlevi cami buyuruyor ki: farisi tercemesi: fena makamına varmıyan kimse, oraya yol bulamaz, çok şey de bilse. ma'rifet, ilmden ayrı olduğu için, ilm ile anlaşılanlardan başka şeyler de vardır. bunlar ma'rifet ile anlaşılır. bu ma'rifete de derler. nitekim hafızi şirazi rahmetullahi aleyh diyor ki: feryadı, boşuna değildir hafızın, şaşılacak şey çok, dili altında anın. farisi iki tercemesi: insanların rabbinin, insanların ruhuyla, bir bağlılığı vardır, söz ile anlatılmaz. insan için diyorum, işim yokdur maymunla. ruhsuz olan bir kimse, elbet ruhu tanımaz. fena makamında çeşidli dereceler bulunduğundan, müntehilerin de ma'rifetleri, başka başka olur. fena derecesi yüksek olan bir velinin ma'rifeti daha olgun, fena mertebesi aşağı olan velinin ma'rifeti de, o derece aşağıdır. sübhanallah! söz nereye vardı. kendi cahilliğimi, iflasımı, sapıklığımı ve sebatsızlığımı yazıp dostlardan yardım, düa istemekliğim lazım idi. öyle bilgiler nerede, bu fakir nerede? farisi tercemesi: kendinden haberi olmıyan zevallıya, yakışır mı, ince bilgileri diline ala? fekat yaradılışım, hamurum, aşağılarda dolaşmağa, alçak şeylerle uğraşmağa, hatta bakmağa razı olmuyor. hiç söyliyemese de, hep onu söylemeği, birşey ele geçiremezse de, hep onu aramağı, kavuşamasa da, onu özlemeği istiyor. tesavvuf büyüklerinden birkaçı zati ilahiyi müşahede ediyoruz, demişlerse de, bununla, ne demek istediklerini, ancak, kendileri gibi yüksek olanlar anlar. o dereceye yetişmiyen, anlayamaz. farisi tercemesi: bilmiyenler, tanıyamaz bileni, o halde, sözü kısa kesmeli. mektubunuzun başını kelimeleri ile süslemişsiniz. yavrum! bu sözler, elbette doğrudur. fekat, uzun zemandan beri bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bu sözlerden, tevhidi vücudi ma'nasını anlamıyorum. alimlerin anladığı gibi anlıyorum. alimlerin anladığını, tevhidi vücudi sahiblerinin anladığından daha doğru görüyorum. farisi mısra' tercemesi: herkesi, bir iş için yaratmışlardır. müslimanın önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. nitekim, surei haşrin yedinci ayetinde mealen, resulümün sallallahü aleyhi ve sellem getirdiği emrleri alınız, yapınız! sizi nehy, men' etdiği şeylerden kaçınınız! buyuruldu. ihlas elde etmekle emr olunduk. fena hasıl olmadan, ihlas elde edilemez ve zati ilahiyi sevmedikçe, hasıl olmaz. o halde, fena makamını ve bunun başlangıcı olan yi, ya'ni on şeyi elde etmek lazımdır. fena makamı, her ne kadar, allahü tealanın ihsanı ise de, fekat bu ihsana layık olmağa hazırlanmak, başlangıclarını elde etmek için çalışmak lazımdır. evet ba'zı bahtiyarları, çalışmadan, sıkıntı çekip, kendini temizlemeden ve başlangıcları elde etmeden, fenaya kavuşdururlar. bu bahtiyarlar iki dürlüdür: ya, yükseldiği makamda bırakıp geri döndürmezler veya talibleri, nakısları yetişdirmesi için, bu aleme geri getirirler. birinci şeklde, bu iniş makamlarından geçmemiş olur. bundan dolayı da allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının çeşid çeşid tecellilerinden haberi yokdur. ikinci şeklde ise, bu aleme geri dönerken, onu bu makamların her birinin, her tarafından geçirirler. sonsuz tecellilere kavuşdururlar. mücahede edenlerin, sıkıntı çekenlerin geçdiği yolları, halleri hep görür. fekat, onlar gibi derdli, üzüntülü değil, zevkli, lezzetlidir. zahiri sıkıntıda, batını ni'metde ve lezzetdedir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, acaba kime verirler? sual: ihlas, islamiyyetin bir parçası olunca, bunu elde etmek, herkese vacibdir. hakiki ihlas, fena makamına varmayınca hasıl olmaz ise, ebrarın alimleri ve salih insanlardan fena derecesine varmıyanlar, ihlasa kavuşamıyacakdır. islamiyyetin üçüncü parçası olan ihlası elde etmemeleri günah olacak, değil mi? cevab: alimlerde, salihlerde, ihlasdan bir kısm, bir parça hasıl olur. fenadan sonra ise ihlas, temam olur. her parçası hasıl olur. demek ki, fena olmadan ihlasın hakikati, temamı hasıl olmaz. fekat, bir kısmı hasıl olabilir. otuzdokuzuncu mektub bu mektub, muhammed çetriye yazılmışdır. iş kalbdedir. adet olarak yapılan ibadetlerin işe yaramıyacağı bildirilmekdedir: allahü teala, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasib eylesin! işin temeli kalbdir. kalb, allahü tealadan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demekdir. bir işe yaramaz. niyyet doğru olmadıkça, hayrlı işlerin, yardımların ve adete uyarak yapılan ibadetlerin, yalnız hiç faidesi olmaz. kalbin selamet bulması da ve allahü tealadan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lazımdır. ya'ni her yapılan şey, o emr etdiği, o beğendiği için yapılmalı. onun razı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır. herşey onun için olmalıdır. hem, kalbin selameti, hem de bedenin salih işler yapması, birlikde lazımdır. beden salih ameller yapmaksızın, kalbim selametdedir, demek batıldır, boşdur. kendini aldatmakdır. bu dünyada, bedensiz ruh olmadığı gibi, beden ibadet yapmadan ve günahlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz. zemanımızın birçok dinsizleri, sapıkları, ibadet yapmayıp, kalblerinin selametde olduğunu, hatta keşf sahibi olduklarını söyleyip, saf müslimanları aldatıyor. allahü teala, sevgili peygamberinin sadakası olarak aleyhissalatü vesselamü vettehıyye, hepimizi böyle sapıklara inanmakdan korusun! amin.islamiyyetin yasak etdiği şeyler, şiddetli zehrdir. allahü teala, insanları yaratdığı vakt onlara faideli olan şeyleri emr etmiş, zararlı olan şeyleri yasak etmişdir. faidesi kat'i olanların yapılmasını, lüzumi zaruri ile emr etmişdir. bunları yapmak, olmuşdur. faideli şeylerden, yapılması, lüzumi gayrı zaruri olanlar da, olmuşdur. zararı kat'i olanları terk etmek, lüzumi zaruri olup, bunlar olmuşdur. terk edilmesi, lüzumi gayrı zaruri olanlar, olmuşdur. ba'zı işlerin yapılıp yapılmaması, kulların ihtiyarına bırakılmışdır ki, bunlara denir. mubahlar, iyi niyyet ile yapılırsa, sevab verilir. iyi niyyet ile yapılmazsa, günah olur. kırkıncı mektub bu mektub, yine muhammed çetriye yazılmışdır. ihlası bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ederiz. onun peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem düa ve selam ederiz. oğlum! süluk konaklarını ve cezbe makamlarını geçdikden sonra, anlaşıldı ki, seyr ve sülukdan maksad, ya'ni tesavvuf yolculuğundan maksad, ihlas makamına varmakdır. ihlas makamına kavuşabilmek için, enfüsi ve afaki ma'budlara tapınmakdan kurtulmak lazımdır. ihlas, islamiyyetin üç kısmından birisidir. çünki, islamiyyet üç kısmdır: ilm, amel ve ihlas. görülüyor ki, tarikat ve hakikat, islamiyyetin bir kısmı olan, ihlası elde etmeğe yarar, ya'ni islamiyyetin yardımcısıdır. sözün doğrusu da budur. ne yazık ki herkes bunu anlıyamıyor. rü'yalar ile, hayaller ile aldanarak kana'at ediyorlar. çocuk gibi, ceviz meviz ile vakt geçiriyorlar. böyle kimselerin, islamiyyetin üstünlüğünden, inceliğinden ne haberi olur? tarikatin ve hakikatin ne olduğunu nasıl bilirler? islamiyyeti cevizin kabuğu gibi bir örtü sanıp, cevizin özü, tarikatdir, hakikatdir derler. işin iç yüzünü görememişler, aşkdan, zevkden işitdikleri, ezberledikleri sözlerle avunurlar. ahval ve makamlara kavuşmak için can atarlar. bunları birşey sanırlar. allahü teala bunlara, doğru yolu görmek nasib etsin. bize ve size ve bütün salih kullarına selamet versin! amin. kırkbirinci mektub bu mektub, şeyh dervişe gönderilmişdir. sünneti seniyyeye yapışmağa teşvik etmekde ve tarikati, hakikati ve sıddiklığı bildirmekdedir: hak teala, zahirimizi ve batınımızı sünneti seniyyei mustafaviyyeye ala sahibi hessalatü vesselamü vettehıyye uymakla zinetlendirsin! muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mahbubi rabbil'alemindir. ya'ni allahü tealanın sevgilisidir. herşeyin en iyisi, en güzeli, sevgiliye verilir. bunun içindir ki, nun suresi dördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. yasin suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. en'am suresi, yüzelliüçüncü ayetinde mealen, onlara söyle: benim gitdiğim yol, doğru yoldur. bu yolda yürüyünüz, başka dinlere, nefslerinize uymayınız. doğru yoldan ayrılmayınız! buyuruldu. onun dinine, buyuruyor. onun dini dışında kalan yollara, felaket yolu deyip, bu yollardan kaçınınız buyuruyor. o server aleyhissalatü vesselam, allahü tealaya şükr etmek ve insanlara hakikati bildirmek için, buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. insanın batını, zahirini temamlamakdadır. zahir ile batın, birbirinden kıl kadar ayrılmaz. mesela, ağız ile yalan söylememek islamiyyetdir. yalan söylemek arzusunu, zahmet çekerek, uğraşarak, kalbden çıkarmak tarikatdir. yalan söylemenin kalbe gelmemesi de hakikatdir. görülüyor ki, batın işi, ya'ni tarikat ve hakikat, zahir işini, ya'ni islamiyyeti temamlamakdadır. tarikat yolcularına, yolculuklarında islamiyyete uymıyan şeyler görünür ve gösterilirse, bunlar, o andaki serhoşlukdan ve hal denilen şü'ursuzluğun artmasından dolayı olur. saliki , bu makamdan geçirir, uyandırırlarsa, islamiyyete uymayan birşey kalmaz. mesela, ba'zıları, sekr halinde iken, zatı ilahinin bu alemi ihata etdiğini, kapladığını sanmışdır. halbuki, ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor. allahü tealanın, kendi değil, ilmi herşeyi kaplamışdır diyor ki, alimlerin sözü daha doğrudur. sfiyyei aliyye, bir tarafdan, zatı tealaya hiçbir şeyle hükm olunamaz, hiçbir ilm ona yetişemez diyor. bir yandan da, herşeyi ihata etmiş, herşeye sirayet etmişdir, diyor. sözleri, birbirini tutmuyor. sözün doğrusu, allahü teala, biçun ve biçigunedir. ya'ni, hiçbirşeye, düşüncelere benzemez ve nasıl olduğu bilinemez. ona kavuşan, hayran, şaşkın ve ona cahil olur. orası, mahluklar için, cehl diyarıdır. ihata, sereyan gibi sözlerin, o mukaddes makamda ne işi var? böyle şeyleri söyliyen, eğer zati ilahi yerine, te'ayyüni evveli söyliyoruz derse, sözü o kadar çirkin olmaz. te'ayyüni evveli, zati ilahiden ayrı bilmedikleri için, buna zat diyorlar. te'ayyüni evvele vahdet de derler. mahlukların hepsinde saridir, mevcuddur. bunun için, zati ilahi, herşeyi kaplamışdır diyorlar. ehli sünnet alimleri, zati ilahi, her düşünceden uzakdır. hiçbirşey, o değildir. ondan başkadırlar. te'ayyüni evvel diye birşey varsa, zati ilahiden ayrıdır. bunun ihata etmesine, zati ilahinin ihatası denemez diyor. görülüyor ki, alimlerin görüşü, sfiyyenin görüşünden daha ince, daha yüksekdir. sfiyyenin zati ilahi dediklerini, alimler, zatdan ayrı bilmekdedir. zati ilahinin yakın olması, beraber olması da böyledir. batının, ya'ni tarikat ve hakikatin ma'rifetleri, zahirin, ya'ni islamiyyetin bilgilerine, tam uygun olduğu makam, sıddiklık makamıdır ki, vilayet derecelerinin en üstünüdür. bu makamdaki ma'rifetler, islamiyyetden kıl kadar ayrı olmaz. sıddiklık makamı üstünde, yalnız nübüvvet, ya'ni peygamberlik makamı vardır. peygambere aleyhisselam vahy ile ya'ni melek ile gönderilen ilmler, sıddiklara rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in ilham ile bildirilmekdedir. bu iki ilm arasındaki fark, yalnız, vahy ve ilham arasındaki farkdır. o halde, hiç ayrılık olamaz. sıddiklık makamının altındaki makamların hepsinde az çok, sekr vardır. sekrsiz olan, tam uyanıklık, yalnız sıddiklık makamındadır. peygamberlik ile sıddiklık bilgileri arasında, ikinci bir fark da, vahy elbette doğrudur. ilham ise, zan iledir. çünki, vahy, melek ile gelir. melek, ma'sumdur. ya'ni öyle yaratılmışdır ki, yanlışlık yapamaz. ilham yeri de, yüksek ise de, ya'ni ilham yeri olan kalb, alemi emrden olup, yüksek ise de, akl ve nefs ile birlikde bulunduğu için, yanılabilir. evet, nefs mutmeinne olmuş ise de, farisi tercemesi: olsa da o, mutmeinne, sıfatları gitmez yine. nefs, mutmeinne oldukdan sonra, sıfatlarının, kendisinde bırakılmasında, nice faide vardır. sıfatları yok edilseydi, insan, yüksek derecelere ilerliyemezdi. ruhu, melek gibi olurdu. kendi makamında kalırdı. ruh, ancak nefse uymamakla yükselebilmekdedir. nefsde azgınlık kalmasaydı, nasıl ilerliyebilirdi. kainatın efendisi aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha, kafirlerle cihaddan geri dönünce, buyurdu. nefs ile savaşmağa, dedi. din büyüklerinin nefslerinin azması demek, çok az ve etmesi demekdir. , islamiyyetin izn verdiği şeyleri de yapmamak, da, herşeyin en iyisini yapmakdır. nefs, azimeti ve evlayı istemiyor. büyüklerin nefslerinde, yalnız bu terki istemek vardır. yoksa azimeti ve evlayı terk etmezler. işte, nefslerinin, yalnız bu istemesinden dolayı, cenabı hakka o kadar çok yalvarırlar, o kadar çok pişman olur, sızlarlar ki, başkalarının bir senede kazandıkları mertebelere, bir anda yükselmelerine sebeb olur. yine sözümüze dönelim! sevgilinin ahlakı, sıfatları, her nerede bulunursa orası da sevilir. ali imran suresinde, benim izimde yürüyünüz! allahü teala, sizi sever mealindeki otuzbirinci ayet, bunu işaret etmekdedir. o halde, ona aleyhissalatü vesselam uymağa çalışmak, insanı, mahbubiyyet makamına kavuşdurur. aklı olanların, iyi, doğru düşünebilenlerin zahirleri ile, batınları ile habibullaha aleyhissalatü vesselam tam uymağa çalışması lazımdır. mektub uzunca oldu. afv buyurunuz! her bakımdan güzel olanı anlatan söz, güzel olacağı için, uzadıkça, güzelliği artar. surei kehf, yüzonuncu ayeti kerimesinde mealen, rabbimin kelimelerini yazmak için, deniz mürekkeb olsa, rabbimin kelimeleri bitmeden deniz biter. bir deniz daha getirsek o da biter buyuruldu. vesselam. sözü başka tarafa çevirelim. düalarımı bildiren mektubumu size getiren mevlana muhammed hafız, ilm sahibi olup, çoluk çocuğu fazladır. geçim darlığından askere gitdi. eğer yardım elinizi uzatır, emir nakib seyyid şeyh ciyuya rahmetullahi aleyh maaş alması için veya yardım etmesi için söylerseniz kerem etmiş olursunuz. daha fazla yazıp başınızı ağrıtmıyayım. kırkikinci mektub bu mektub, yine şeyh dervişe yazılmışdır. kalbden, başkalarını sevmek pasını temizlemek için, en iyi ilac, sünneti seniyyeye yapışmak olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizlere selamet versin! insan çeşid çeşid şeylere bağlı kaldıkça kalbi temizlenemez. pis kaldıkça se'adetden mahrumdur, uzakdır. hakikati cami' denilen kalbin allahü tealadan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. bu pası temizlemek lazımdır. temizleyicilerin en iyisi sünneti seniyyei mustafaviyyeye ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye tabi' olmakdır, uymakdır. sünneti seniyyeye uymak, nefsin adetlerini, kalbi karartan isteklerini yok eder. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenenlere müjdeler olsun! bu yüksek devletden mahrum kalanlara yazıklar olsun! allahü teala, size ve doğru yola tabi' olanlara selamet versin!sünnet kelimesinin dinimizde üç ma'nası vardır. birlikde söylenince, kitab, kur'anı kerim, sünnet de, hadisi şerifler demekdir. denilince, farz, allahü tealanın emrleri, sünnet ise, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünneti ya'ni emrleri demekdir. kelimesi yalnız olarak söylenince islamiyyet ya'ni bütün ahkamı islamiyye demekdir. fıkh kitabları böyle olduğunu bildiriyor. mesela nda, diyor. kitabında burayı açıklarken, diyor. kalbi temizlemek için islamiyyete uymak lazım olduğu anlaşıldı. islamiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid'atlerden sakınmakla olur., sonradan yapılan şey demekdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halifesinin radıyallahü anhüm zemanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan, ibadet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. mesela, namazlardan sonra hemen ayetelkürsi okumak lazım iken, önce salaten tüncinayı ve başka düaları okumak şeyh ciyu: nakib, ya'ni diyanet işleri re'isi seyyid ferideddini buhari. bid'atdir. bunları ayetelkürsiden ve tesbihlerden sonra okumalıdır. namazdan, düadan sonra secde edip de kalkmak bid'atdir. dinde yapılan değişiklikler ve reformlar bid'atdir. yoksa, çatal, kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid'at değildir. çünki bunlar ibadet değil, adetdir ve mubahdırlar. haram değildirler. tütün içmek hakkındaki islam alimlerinin sözleri kitabında uzun yazılıdır. bid'at üç dürlüdür: islamiyyetin küfr alameti dediği şeyleri kullanmak en kötü bid'atdir. ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uymıyan i'tikadlar, inanışlar da kötü bid'atdir. ibadet olarak yapılan yenilikler, reformlar bid'at olup büyük günahdır. kırküçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feridi buhari rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. tevhidi şühudi ve tevhidi vücudi bildirilmekde, aynülyakin ve hakkulyakin anlatılmakdadır: allahü teala, size selamet versin! her kusurdan, sıkıntıdan korusun! amin. bu yüksek insanların rahmetullahi aleyhim tesavvuf yolculuğunda, önlerine çıkan tevhid iki dürlüdür: tevhidi şühudi, tevhidi vücudi. bir olarak görmekdir. ya'ni salik , herşeyi yapanı bir görür. ayrı ayrı şeyler görülmez. tevhidi vücudi, var olanı, bir bilmekdir. ondan başka herşeyi yok bilmekdir. yok olmakla beraber, o bir mevcudun aynaları sanmakdır. tevhidi vücudi, ilmülyakin kısmından oluyor . tevhidi şühudi ise, aynülyakin kısmından oluyor . tevhidi şühudi, bu yolda, elbette vardır. çünki, bu tevhid olmadıkça, fenaya kavuşulamaz, aynülyakin nasib olamaz. çünki, birşey görülür ve görünmesi kuvvet bulursa, başka hiçbirşey görülemez. tevhidi vücudi ise, böyle değildir. ya'ni, lazım değildir. çünki böyle ma'rifet olmadan da, ilmülyakin hasıl olur. mevcudun bir olduğunu, ilmülyakin ile bilmek, ondan başka şeyleri yok bilmeği icab etmez. ya'ni, allahü tealayı var bilmek ve bu bilginin, insanı kaplaması, ondan başka şeyleri bilmemeği icab etdirmez. mesela, bir kimsede, güneşin var olduğuna yakin hasıl olunca, bu yakin, bu kimseyi kapladığı zeman, yıldızları yok bilmesi lazım gelmez. fekat, güneşi gördüğü zeman, yıldızları elbette görmez. güneşden başka birşey görmez. yıldızları görmediği için, yıldızları yok bilmez. hatta, var olduklarını, fekat görünmediklerini bilir. bu kimse, bu zeman, yıldızlar yokdur diyenlere inanmaz. sözlerinin doğru olmadığını bilir. işte tevhidi vücudi, bir mevcuddan başka, her şeyi yok bilmek olup, akla ve islamiyyete uygun değildir. tevhidi şühudi ise, mevcudu bir görmekdir ve akla ve islamiyyete uygundur. mesela, güneş doğarken, yıldızlar, yok oluyor demek, doğru değildir. fekat, bu zemanda, yıldızları görmemek doğrudur. güneşin ziyası çok olduğu ve insanın gözü kuvvetsiz olduğu için yıldızlar görülmemekdedir. eğer, güneşin ziyası, insanın gözünü kuvvetlendirseydi, güneşle birlikde yıldızları da görürdü. bu görüş makamında olur. işte sfiyyei aliyyenin büyüklerinden ba'zısının, islamiyyete uymıyor görünen sözlerini, ba'zı kimseler tevhidi vücudi sanmışdır. mesela, ebu mensuri hallacın sözü ve ebu yezidi bistaminin rahmetullahi aleyh sözü ve bunlar gibi sözler, böyledir. böyle sözleri, tevhidi şühudi bilmemiz lazımdır. bu suretle, islamiyyete uygun olurlar. bu büyükler, o hal içinde, allahü tealadan başka, hiçbirşey göremeyince, bu sözleri söylemiş, allahü tealadan başka birşey yokdur, demek istemişlerdir. demek, ben yokum, allahü teala vardır, demekdir. kendini görmeyince, var olduğunu bilmemişdir. yoksa, kendini görüp, hak tealayım dememişdir. böyle söylemek küfrdür. sual: kendinin var olduğunu bilmemek, yok bilmek değil midir? bu da, tevhidi vücudi olmaz mı? cevab: var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir. o zeman, şaşkınlık halidir. akl işlemez. hiçbir şeye hükm, karar verecek halde değildir. sözü de, hak tealayı tenzihdir. kendini tenzih değildir. çünki, kendi varlığını bilmemekdedir. birşeye hükm edemez.de diyor ki, tesavvuf büyükleri, islamiyyete uymıyan sözleri söylerken çok kızan ve çok sevinen insan gibidirler. kızmak ve sevinmek, insanın aklını örter. ihtiyarını giderir. tesavvuf serhoşları da, böyle şu'ursuz konuşmuşlardır. bu hallerinde ma'zur iseler de, böyle sözlerine uymak caiz değildir.. makamı, hayret, şaşkınlık makamıdır. bu makamda, ba'zıları, böyle şeyler söylemişdir. bu makamdan kurtarıp da, hakkulyakin makamına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyliyemez ve haddi aşmazlar. zemanımızda, tarikata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu süsü vererek, tevhidi vücudiyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. ilmülyakine saplanıp, aynülyakinden mahrum kalmışlardır. tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayalleri ile ma'na vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde söylemekdedirler. tesavvuf büyüklerinin kitablarında, tevhidi vücudiyi gösteren, böyle sözler görülürse, ilk zemanlarında, ilmülyakin mertebesinde söylemiş olduklarını, sonra bu makamdan ilerleyip, aynülyakin makamına götürüldüklerini düşünmelidir. sual: tevhidi vücudi sahibi olan, mevcudü bir bildiği gibi, bir vücud görmekdedir. ya'ni aynülyakin mertebesine de malikdir. cevab: tevhidi vücudi sahibleri, tevhidi şühudinin, alemi misaldeki suretini görmekdedir. tevhidi şühudiye kavuşmamışdır. tevhidi şühudi başkadır. alemi misalde gördükleri, bu sureti başkadır. çünki, tevhidi şühudi mertebesinde, hayret, şaşkınlık hasıl olur. hiçbir şeye hükm edemezler. halbuki, tevhidi vücudi sahibi, tevhidi şühudinin, alemi misaldeki suretini gördüğü zeman yine ilm sahibidir. çünki, herşeyin yok olduğunu bilmekdedir. yok demek, bir hükm, karar vermekdir. hayret ile ilm, birlikde bulunamaz. o halde, tevhidi vücudi sahibi, aynülyakin makamına varmamışdır. halbuki, tevhidi şühudi sahibini hayret makamından ileri götürürlerse, hakkulyakin makamındaki ma'rifete kavuşur ki, bu makamda ilm ile hayret birlikde bulunur. hayretsiz olan, hayretden önce olan ilm, ilmülyakindir. bu cevabı, bir misal ile aydınlatalım: devlet reisi olmağa elverişli bir kimse, rü'yada, kendini devlet reisi olmuş, o makamda o işin başında görür. fekat, bu kimse, elbette devlet reisi olmamışdır. yalnız alemi misaldeki suretini, kendinde görmüşdür. devlet reisliği nerede, rü'yada gördüğü suret nerede! şu kadar var ki, rü'yası, alemi misaldeki suret olmakla beraber, bu kimsenin, bu suretin aslı olan makama kavuşmağa elverişli olduğunu haber vermekdedir. eğer çalışır, uğraşırsa, allahü tealanın ihsanı ile, o makama kavuşabilir. bir şeye elverişli olmak ile, o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? aralarında, çok fark vardır. ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline kavuşamaz. onların cemali ile şereflenemez. bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemanımızda ba'zıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve ba'zıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhidi vücudi yolunu tutmuş, sevabı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, allah yapıyor diyor. hatta, herşeyi hak teala biliyorlar. bu kurnazlıkla islamiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. ibadet etmek lazımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islamiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. haşa ve kella! öyle değildir. hiç de, dedikleri gibi değildir. bunların kötü düşüncelerinden, allahü tealaya sığınırız! tarikat ve islamiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. aralarında kıl ucu kadar fark yokdur. ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. islamiyyete uymıyan herşey bozukdur. atılması lazımdır. islamiyyetin istemediği bir müslimanlık, zındıklıkdır. islamiyyete yapışarak hakikati aramak, tesavvufdur. allahü teala, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin aleyhisselam yoluna, hem zahirde, hem batında, tam uymakla şereflendirsin! amin. sevgili hocam kaddesallahü sirreh çok zeman, tevhidi vücudi yolunda idi. risalelerinde ve mektublarında, bu yolu gösterdi. fekat sonra, hak teala lutf ederek, bu makamdan ilerletdi. bu dar bilgilerden kurtardı. talebesinden abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel buyurdu ki, pek iyi anladım ki, tevhidi vücudi, dar bir sokak imiş. ana cadde, başka imiş. böyle olduğunu, önceden de biliyordum. fekat, şimdi, pek yakin anladım. bu fakir , hocama hizmet etdiğim zemanlar, tevhidi vücudi yolunda idim. bu yolu kuvvetlendiren keşfler hasıl olmakda idi. fekat, allahü tealanın ihsanı, bu makamdan kurtarıp, dilediği makamla şereflendirdi. sözü uzatmamak için, burada kesiyorum. vesselam. kırkdördüncü mektub bu mektub, yine nakib, seyyid şeyh feride yazılmışdır. insanların iyisini medh etmekde ve ona uymağa teşvik etmekdedir: merhamet ederek göndermiş olduğunuz, kıymetli mektubunuz, en iyi bir zemanda, fakiri şereflendirdi. okuyarak mesrur olduk. allahü tealaya hamd olsun ki, muhammed aleyhisselamın fakrinden, size miras nasib olmuş. fakirlere karşı teveccüh ve sevgi ve onlara bağlılık, bu mirasdan hasıl olmakdadır. hiçbirşeyi olmayan bu fakir, ne cevab yazacağımı şaşırdım. arabın en hayrlısı olan, büyük ceddinizin üstünlüklerini bildiren haberleri yazarak, bu mektubumu, ahıretde azablardan kurtulmak için vesile yapacağım. aleyhissalatü vettehıyye efendimizi medh etmeğe kalkışmıyorum. yazılarımı, onun ile kıymetlendiriyorum. arabi tercemesi: muhammed aleyhisselamı medh edemiyorum, onunla, yazılarımı kıymetlendiriyorum. allahü tealaya sığınarak ve ondan yardım dileyerek bildiriyorum ki: muhammed aleyhisselam, allahü tealanın resulüdür. adem oğullarının seyyidi, efendisidir. kıyamet gününde, kendisine uyarak cehennemden kurtulanların en cömerdidir.seyyid abdülhakim efendi kaddesallahü teala sirrehül'aziz buyurdu ki: her peygamber salevatullahi teala aleyhim ecma'in, kendi zemanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. muhammed aleyhisselam ise, her zemanda, her memleketde, ya'ni dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncıya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. hiç kimse, hiçbir bakımdan onun üstünde değildir. bu, güç birşey değildir. dilediğini yapan, her istediğini yaratan, onu böyle yaratmışdır. hiçbir insanın onu medh edecek gücü yokdur. hiçbir insanın, onu tenkid edecek iktidarı yokdur. kıyamet günü kabrden en önce o kalkacakdır. en önce, o şefa'at edecekdir. en önce, onun şefa'ati kabul olacakdır. cennet kapısını önce o çalacakdır. kapı, ona hemen açılacakdır. denilen bayrak, onun elinde bulunacakdır. adem aleyhisselam ve onun zemanından kıyamete kadar gelen her mü'min, bu bayrak altında bulunacakdır. bir hadisi şerifde, kıyamet günü, önce gelenlerin ve sonra gelenlerin seyyidiyim. hakikati bildiriyorum, öğünmüyorum buyurdu. bir hadisi şerifde, allahü tealanın habibiyim, sevgilisiyim. peygamberlerin reisiyim. öğünmek için söylemiyorum. bir hadisi şerifde, peygamberlerin aleyhimüsselam sonuncusuyum, öğünmüyorum. ben abdüllahın oğlu muhammedim aleyhissalatü vesselam. allahü teala insanları yaratdı. beni insanların en iyisinde yaratdı. allahü teala, insanları fırkalara ayırdı. beni, en iyisinde bulundurdu. sonra bu en iyi fırkayı kabilelere ayırdı. beni en iyisinde bulundurdu. sonra, bu cema'ati evlere ayırdı. beni, en iyi evden dünyaya getirdi. insanların en iyisiyim. en iyi ailedenim. kıyametde, herkes susduğu zeman, ben söyliyeceğim. kimsenin kımıldıyamadığı vaktde, onlara şefa'at ediciyim. kimsede ümmid kalmadığı bir zemanda, onlara müjde vericiyim. o gün her iyilik, her dürlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. livai hamd benim elimdedir. insanların en hayrlısı, en cömerdi, en iyisiyim. o gün emrimde binlerce hizmetçi vardır. kıyamet günü, peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsine şefa'at edici benim. bunları öğünmek için söylemiyorum. buyurdu. o olmasaydı aleyhissalatü vesselam, allahü teala, hiçbirşeyi yaratmazdı. rab olduğu, ma'bud olduğu meydana çıkmazdı. adem aleyhisselam, su ile toprak arasında iken , o aleyhisselam peygamber idi. farisi tercemesi: günah işlese de, çekilmez hesaba, böyle bir seyyidin izindeki kimse. bütün insanlığın seyyidi, en üstünü olan, böyle bir peygambere aleyhissalevatü vettehıyyat inanan, onun yolunda giden kimse, elbette ümmetlerin en iyisi olur. ali imran suresinin, mealindeki yüzonuncu ayeti bunlara müjdedir. ona inanmıyan, , insanların en kötüsüdür. tevbe suresinin, vahşi, kalbleri katı cahiller, sana inanmaz. daha çok münafıkdırlar mealindeki doksansekizinci ayeti bunları göstermekdedir. dünyanın bugünkü halinde, onun sünneti seniyyesine uymakla şereflendirilenler, ne kadar bahtiyardır. onun dinine inanan, ona ümmet olanın, az bir iyiliğine katkat sevab verilir. eshabı kehf rahmetullahi aleyhim ecma'in bir güzel iş yapmakla, yüksek derecelere kavuşdu. bu işleri de, din düşmanları, her tarafı kapladığı vakt, kalblerindeki imanı korumak için, başka yere hicret etmeleri idi. bugün, ona iman edip, az bir ibadet yapmak, sanki düşman saldırıp, her tarafı kapladığı zemanda, askerin, az bir hareketinin çok kıymetli olmasına benzer. sulh zemanında, askerin, bundan katkat fazla çalışması, böyle kıymetli olamaz. muhammed aleyhisselam, allahü tealanın mahbubu olduğu için, onun izinde giden, mahbubluk derecesine yükselir. çünki, muhib , sevgilisinin ahlakını, alametlerini kimde görürse, onu da sever. ona uymıyanların halini, bundan anlamalı! farisi tercemesi: muhammed aleyhisselam, yüzü suyudur cihanın, kapısının toprağı olmıyan, toprak altında kalsın! eshabı kehf rahmetullahi aleyhim ecma'in gibi hicret edemiyen, batın yolu ile hicret etmeğe çalışmalıdır. düşmanlar arasında bulunurken, gönülleri, onlardan ayrı, uzak olmalıdır. allahü teala, bu suretle de, se'adete kapıları açabilir. nevruz günü , geliyor. o günlerde, ne karışıklık, ne kadar taşkınlık, şaşkınlık olduğunu biliyorsunuz. o karanlık günleri atlatdıkdan sonra, allahü teala nasib ederse, sizinle görüşmek şerefine kavuşmağı ümmid ediyorum. nazik başınızı ağrıtmamak için, mektubuma son veriyorum. allahü teala, kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın! size ve onlara kıyamete kadar selam olsun! amin. kırkbeşinci mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. kendine teşekkür etmekde ve insanın muhtac yaratıldığını, ramezanı şerifi, orucu ve namazı bildirmekdedir: allahü teala sizi, çok kıymetli olan dedelerinizin yolundan ayırmasın! sonu pişmanlık olan işlere karışdırmasın! amin. allahü tealayı sevenler, allahü teala ile beraberdir. çünki, hadisi şerifde, buyuruldu. insanın aslı, ruhudur. ruhun beden ile birleşmesi, allahü teala ile olmasına biraz mani' olmuşdur. bedenden ayrılıp, bu karanlık yerden kurtulunca, rabbi ile beraber, ona yakın olur. bunun için, buyuruldu. ankebut suresinin, mealindeki beşinci ayeti, onun aşıklarına teselli olmakdadır. fekat, büyüklerin huzuru, sohbeti ile şereflenmiyen zevallıların hali harabdır. büyüklerin ruhlarından istifade edebilmek için de şartlar vardır. herkes bu şartları yerine getiremez. bütün ni'metlerin sahibi olan allahü tealaya hamd olsun ki, bu korkunç hadise ve başımıza gelen vahşice hücumlar karşısında, kimsesi olmıyan bu fakirlerin imdadına yine, din ve dünyanın efendisinin sallallahü aleyhi ve sellem ehli beyti yetişmekdedir. bu suretle büyüklerin yolu bozulmakdan kurtuldu. feyzleri kesilmekden korundu. evet, bu mubarek yol, memleketde gizli kalmış ve yolcuları, hemen yok gibi olmuşdu. ehli beytin açdığı yol olduğundan, ta'mirinin, temizlenmesinin de, ehli tarafından yapılması yakışırdı. başkalarına ihtiyac olmaması lazım idi. ehli beytin bu hizmetine şükr etmek, bu fakirlere lazım olduğu gibi, bu devlete şükr etmek, onlara da lazımdır. insanların, batını cem' etmesi lazım olduğu gibi, zahirde birleşmek, yardımlaşmak da lazımdır. hatta, bu topluluk, beraberlik, daha önce lazımdır. çünki, bütün mahluklar içinde, en muhtac olan insandır. insanların, çok muhtac olmasına sebeb, insanda herşey bulunduğu içindir. bunun için, herşeyin muhtac olduklarının hepsi, insana lazımdır. insan muhtac olduğu şeye bağlanır. o halde, insanların bağlılığı, başkalarının bağlılıklarından daha çokdur. her bir bağlılık, insanı, allahü tealadan uzaklaşdırır. bundan dolayı, allahü tealadan en uzak olan, en mahrum kalan mahluk, insandır. farisi iki tercemesi: mahlukların en üstünü insandır, yüksek makamdan mahrum da odur. eğer, toparlanıp, geri dönmezse, ondan daha mahrum, yokdur kimse. halbuki, insanın, her mahlukdan, daha üstün olmasına sebeb de, yine herşeyin, kendisinde bulunmasıdır. herşeyi kendinde topladığı içindir ki, insanın aynası mükemmeldir. bütün mahlukların aynalarında görünenlerin hepsi, yalnız onun aynasında, bir arada görünmekdedir. bunun için de insan, mahlukların en iyisi olmuşdur. mahlukların en muhtacı, en mahrumu, en kötüsü de, yine bu sebebden insandır. bunun içindir ki, muhammed aleyhissalatü vesselam gibi bir peygamber insandır ve ebu cehl gibi bir mel'un da insandır. bu fakirlerin, bir araya toplanmasına, allahü tealanın sebeb kıldığı, büyük ni'met, şübhe yok ki, sizsiniz. batınların cem'ıyyeti de, sizin sayenizdedir. elbette, müjdesine bakarak, bütün ümmidler sizdedir. lutf etdiğiniz kıymetli mektub, bizleri mubarek ramezan ayında şereflendirdi. bunun için, bu büyük ayın üstünlüklerinden birkaç satır yazmak hatırıma geldi: mubarek ramezan ayı, çok şereflidir. bu ayda yapılan, nafile namaz, zikr, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevab, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. bu ayda bir orucluya iftar verenin günahları afv olur. cehennemden azad olur. o oruclunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevab verilir. o oruclunun sevabı hiç azalmaz. bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de afv olur. cehennemden azad olur. ramezanı şerif ayında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasib olur. bu aya saygısızlık edenin, günah işliyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. elden geldiği kadar ibadet etmelidir. allahü tealanın razı olduğu işleri yapmalıdır. bu ayı, ahıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. kur'anı kerim, ramezanda indi. kadr gecesi, bu aydadır. ramezanı şerifde, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnetdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu iki sünneti yapmağa çok önem verirdi. iftarda acele etmek ve sahuru gecikdirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeğe ve dolayısı ile herşeye muhtac olduğunu göstermekdedir. ibadet etmek de zaten bu demekdir. hurma ile iftar etmek sünnetdir. iftar edince, düasını okumak, teravih kılmak ve hatm okumak mühim sünnetdir. bu ayda, her gece, cehenneme girmesi gereken, binlerce müsliman afv olur, azad olur. bu ayda, cennet kapıları açılır. cehennem kapıları kapanır. şeytanlar, zincirlere bağlanır. rahmet kapıları açılır. allahü teala, bu mubarek ayda onun şanına yakışacak, kulluk yapmağı ve rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmağı, hepimize nasib eylesin! amin.oruc tutmak güç olan yerlerde, oruc tutanlara ve din düşmanlarının yalanlarına aldanmayıp, oruclarını bozmıyanlara, daha çok sevab verilir. ramezanı şerif ayı, islam dininin namusudur. aşikare oruc yiyen, bu aya hurmet etmemiş olur. bu aya hürmet etmiyen, islamiyyetin namus perdesini yırtmış olur. namaz kılmıyanın da, oruc tutması ve haramlardan kaçınması lazımdır. bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır. kırkaltıncı mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. allahü tealanın var ve bir olduğu ve muhammed aleyhisselamın onun resulü olduğu bedihidir, pek meydandadır. düşünmeğe bile, lüzum olmadığını bildirmekdedir: kitabının. sahifesinin başına da yazdık. lütfen oradan da okuyunuz! allahü teala sizi, kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın. onların en üstünü olan birincisine ve geri kalanların hepsine, bizden düalar ve selamlar olsun! allahü tealanın var olduğu ve bir olduğu, hatta muhammed aleyhisselamın, onun resulü olduğu ve hatta onun getirdiği her emrin ve haberlerin, doğru olduğu, güneş gibi meydandadır. düşünmeğe, isbat etmeğe hiç lüzum yokdur. kalbin bunlara inanması için, kalbin bozuk olmaması, ma'nevi hastalığı bulunmaması lazımdır. kalb hasta ve bozuk olunca, kalbin inanması için, akl ile düşünmek, incelemek lazım olur. ancak bu suretle kalb bulur, ya'ni hastalıkdan kurtulur. den ya'ni kalb gözünden ma'nevi perde kalkarsa, bunlara seve seve inanılır. mesela, safrası bozuk kimse, şekerin tadını duymuyor. şekerin tatlı olduğunu ona anlatmak, isbat etmek lazım olur. fekat, safra hastalıkdan kurtulunca, isbat etmeğe lüzum kalmaz. hastalıkdan dolayı isbat etmek lazım olması, şekerin tatlılığına bir kusur vermez. şaşı olan, bir şeyi iki görür ve iki kişi var sanır. şaşıdaki göz hastalığı, karşısındaki bir şeyin, iki olmasını icab etdirmez. o iki gördüğü halde, görünen yine birdir. bunun bir olduğunu isbat etmek çok zordur. müsliman olmak için, yalnız kalbin iman etmesi, inanması lazımdır. fekat, her müslimanın kalbine, dahili düşmanı olan nefsinden ve harici düşmanları olan şeytanlardan ve kötü arkadaşlardan hastalık gelmekdedir. nefs, yaratılışda ahkamı islamiyyeye düşmandır. kalbin hasta olması, nefse uyması demekdir, ya'ni islamiyyete uymak istememesidir. ya'ni, islamiyyetin emrlerinin tadını duymamak, yasak etdiklerinden zevk almakdır. bu yasaklara denildiği, yüzdoksanyedinci mektubda yazılıdır. dünyaya düşkün olmak, kalbdeki imanı za'ifletmekdedir. bir kimse, nefslerinin esiri olan gafil insanların sohbetlerinden, sözlerinden, yazılarından, kitablarından, radyolarından, televizyonlarından uzaklaşırsa ve nefsi olursa, ya'ni inkar hastalığından kurtulursa, bu dahili ve harici düşmanlardan kalbe hastalık gelmez. mevcud hastalık da, islamiyyete uyarak, tasfiye edilince, kalb hakiki imana kavuşur. nefsin cibilli hastalığından tezkiyesi ve kalbin haricden gelen hastalıkdan tasfiyesi, mürşidi kamilin sohbetinde bulunmakla, kitablarını okumakla ve ahkamı islamiyyeye uymakla nasib olur. kırkikinci ve elliikinci mektublara bakınız! mürşidi kamil, bütün sözleri, bütün işleri, islamiyyete uygun olan, ehli sünnet alimi demekdir. islamiyyeti iyi bilmesi, derin alim olması lazımdır. din bilgilerini, akl ile isbat ederek inandırmak, kolay değildir. yakini, vicdani bir iman elde etmek için, isbat yoluna gitmekdense, kalbi hastalıkdan kurtarmak lazımdır. nitekim, safra hastasını, şekerin tatlı olduğuna inandırmak için, isbat etmeğe kalkışmakdansa, onu hastalıkdan kurtarmak lazımdır. şekerin tatlı olduğu, ne kadar isbat edilirse edilsin, yakin hasıl edemez. çünki, şeker ağzına acı gelmekde, vicdanı acı olduğunu bilmekdedir. ya'ni bir şeyi kuvveti üçdür: üçünün de doğru anlıyabilmeleri için, bulundukları uzvların hasta olmamaları lazımdır. birincisi, görünen olup, görme, işitme, koklama, gıdanın lezzetini alma ve sıcaklık, sertlik anlama. bu kuvvetler, insanda bulunduğu gibi, hayvanlarda da vardır. bu kuvvetler olmasaydı, insanlar, taş gibi, odun gibi olurdu. ikincisi, olup, hissi müşterek, hafıza, vahime, mütesarrıfa ve hazanetülhayal denilen görünmiyen beş organdaki kuvvetlerdir. bu kuvvetler, insanların dimagında bulunur. hayvanlarda yokdur. bir şeyin varlığını, bu kuvvetler, güvenilen bir haberi işitmekle veya tecribe ile yahud hesab ile anlar. iyiyi fenadan, faideliyi zararlıdan ayırırlar. fen bilgileri, hesab, bu kuvvetlerle yapılır. üçüncüsü, olup, müslimanların havassına, ya'ni yüksek olan seçilmiş kimselere mahsusdur. kalbdeki bu ma'nevi anlama kuvvetine denir. bu kuvvet ile anlaşılan din bilgileri, akl ve his kuvvetleri ile anlaşılamaz. akl kuvvetleri ile anlaşılan şeyleri, insan, hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa, anlatamaz. bunun gibi, kalb kuvvetleri ile anlaşılan bilgileri , bu seçilmişler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlıyamaz. bunlardan daha yüksek seçilmişlerin seçilmişleri vardır. bunlardan da daha üstün nebiler, nebilerden daha üstün resuller, bunlardan da üstün ülül'azm dereceleri vardır. bunların üstünde de kelimiyyet, ruhiyyet, hullet ve mahbubiyyet mertebeleri vardır ki, bu en üstün derece, muhammed aleyhisselama mahsusdur. kalb denilen kuvvet, yürek dediğimiz et parçasında bulunur. elektriğin ampulde, miknatisin elektrik tellerinin makarasında hasıl olması gibidir. insanlarda bulunan nefsi emmare, din bilgilerine inanmamakda, tabi'ati, yaratılışı, islamiyyete uymamakdadır. bunun için, islamiyyete uymak, nefse acı gelmekde, ona uymak istememekdedir. kalb ise, yaratılışında temizdir, salimdir. fekat, nefsin islamiyyete uymak istememesi hastalığı, kalbe sirayet ederek, kalb de islamiyyete uymak istemiyor. islamiyyete inanıyor ise de, uyması acı geliyor. islamiyyetin doğruluğunu isbat için, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, hasta olan kalbde buna yakin hasıl olması, çok güç olur. kalbde yakin hasıl olması için, dahilden ve haricden hastalık gelmemesi, gelmiş olanın da tasfiyesi lazımdır. bunun için, nefsi etmekden, ya'ni cibilli olan inkar hastalığından ve kalbi şeytandan ve fena arkadaşdan kurtarmakdan başka çare yokdur. nefsi tezkiye, ahkamı islamiyyeye uymakla, sonra , sonra bir velinin sohbeti ile, sonra rabıtası ile, sonra hayat hikayesini okumakla olur. kalbin tasfiyesi, ibadet yapmakla, bilhassa farz namazları kılmakla ve çok istigfar okumakla olacağı, kitabınıntarihli baskısının dokuzuncu sahifesinde ve . derdimsahifesinde ve .sahifesinde yazılıdır. kalb böyle temizlendiği gibi, nefsin de, okumak ile temizleneceği. v ektublarda yazılıdır. mekteb, meslek arkadaşı, öğretmen, gazete, televizyon, radyo, islamiyyete, ahlaka muhalif ise, bunların fena arkadaş oldukları anlaşılır. kalb, bu üç düşmanın şerrinden, hücumundan kurtulunca, bulur, ya'ni haramları sevmek hastalığından kurtulur. allah sevgisi, kendiliğinden yerleşir. suyu boşalan şişeye havanın dolması gibi olur.veşşemsi suresi dokuzuncu ayetinde mealen, nefsini tezkiye eden kurtuldu. nefsini günahda, cehaletde, dalaletde bırakan, ziyan etdi buyuruldu.nde diyor ki, nefs tezkiye edilince, kalb tasfiye bulur. ya'ni nefs, kötü isteklerden kurtarılınca, kalbin mahluklara, haramlara bağlılığı kalmaz. farisi tercemesi: haramları istemekden, kesilmedikçe nefs, kalb ilahi nurlara, ayna olamaz hiç! nefsin kötülükleri, pislikleri demek, islamiyyetin beğenmediği, haram etdiği şeyler demekdir. şimdi ba'zıları, allahü tealanın fena dediği, yasak etdiği şeylere, moda, asrilik, ilericilik diyor. allahü tealanın beğendiği, emr etdiği şeylere gericilik, cahillik diyor. haram işleyenlere san'atkar, aydın, ilerici insan, müslimanlara mürteci, yobaz, gerici diyenler oluyor. bunlara aldanmamalı. dini, ehli sünnet alimlerinin kitablarından öğrenmelidir. görülüyor ki, bu açık, parlak islamiyyete ve temiz, doğru yola inanmıyan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır. farisi mısra' tercemesi: bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne? seyr ve sülukdan maksad, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmekdir. ya'ni nefsi ve kalbi hastalıklardan kurtarmakdır. bekara suresinde, mealindeki dokuzuncu ayeti kerimede bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe, hakiki iman ele geçmez. bu afetler var iken, akl yolu ile kalbde hasıl olan iman, imanın suretidir. çünki nefs, bu imanın tersini istemekde, küfründe inad ve israr etmekdedir. böyle iman, safra hastasının, şekerin tatlı olduğuna iman etmesi gibidir. herne kadar inandım dese de, vicdanı, şekeri acı bilmekdedir. safrası düzeldikden sonra, şekerin tatlı olduğuna hakiki iman hasıl olur. imanın hakikati de, nefsin tezkiyesinden ve kalbin itminanından sonra kalbde hasıl olur. işte böyle hakiki iman yalnız evliyada bulunur ve elden gitmez. yunüs suresinde, mealindeki altmışikinci ayeti kerimedeki müjde, böyle iman sahibleri içindir. allahü teala, hepimizi bu kamil, hakiki imanla şereflendirsin! amin. derdimmektubu okuyunuz! kırkyedinci mektub bu mektub, yine nakib ya'ni diyanet işleri reisi, seyyid şeyh feride gönderilmişdir. geçen senelerdeki kafirlerin azgınlığından şikayet etmekde, müslimanların, dine hürriyyet veren hükumete düa etmesi lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala sizi, iyilerin iyisi olan atalarınızın yolunda bulundursun ve onların önce, en üstününe aleyhissalatü vesselam, sonra geridekilerin hepsine, düalarımızı ve selamlarımızı erişdirsin! islam alimi, milletin yanında, bedendeki kalb gibidir. kalb, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. kalb bozuk olunca bütün uzvlar, hep kötü iş yapar. bunun gibi, alimler iyi ise, millet de iyi olur. ileriye gider. onlar, bozuk olursa, millet de bozulur. felakete gider. ekber şahın hükumeti zemanında, müslimanların başına ne sıkıntılar, ne felaketler gelmişdi, hepimiz biliyoruz. bin yıl önce, müslimanlar kendi dinlerinde olacak, kafirler de kendi yollarında kalacakdı. nitekim, kafirun suresi, bu hali haber vermekdedir. bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslimanların önünde, dinsizliklerini açıkca yapıyor, bu mubarek islam memleketinde ya'ni hindistanda, müslimanlar, ahkamı islamiyyeyi yapamıyorlardı. yerlerin, göklerin, her çeşid enerjinin sahibi olan, allahü tealanın sevgilisi, muhammed aleyhisselama inananların, onun ışıklı yolunda ilerliyenlerin aşağılanması, hırpalanması, ona inanmıyanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. müslimanlar, yaralı kalbleri ile, sabr ediyorlardı. islam düşmanları , alay ederek, taşkınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. hidayet, se'adet güneşi, dalalet ve irtidad bulutları ile örtülmüş, hak, fazilet ışıkları, haksızlık, ahlaksızlık perdeleri altına çekilmişdi. din düşmanı olanların ölmesi, bunların yerine gelenlerin, müslimanlara da hak ve hürriyyet tanımaları haberi işitildiği anda müslimanlar, bunlara her dürlü yardım ve hizmeti kendilerine borç bildi. kavuşulan hürriyyetden faidelenerek, bu temiz mayalı, asil kanlı milletin, islamiyyete yapışmasına, dinin, imanın kuvvetlenmesine çalışmağı en mukaddes vazife bildi. bütün müslimanların, devlete, hükumete sözleri ile, yazıları ile ve elleri ile, işleri ile yardım etmesi zaten vacibdir. islamiyyete yardımın en kıymetlisi ve ehemmiyyetlisi, ehli sünnet i'tikadını ve ahkamı islamiyyeyi meydana çıkarmak, fitne ve fesad ateşini söndürmekdir. islamiyyete, hükumete ve millete, bu imdadı yapacak olan, ancak, doğru yolda olan alimlerdir. böyle alimler siyasetle uğraşmaz. dini, siyasete, mal, sandalye ve şöhret kazanmağa alet etmez. kendilerine din adamı ismini verip kur'an tercemeleri, din kitabları yazan, mal ve makam aşıkları, ahıret alimi değil, dünyalık toplayıcılarıdır. bunların kitabları, mecmu'aları, sözleri zehrdir. dini, imanı bozar ve millet arasına fitne, fesad sokar. farisi tercemesi: din adamı görünüp, dünyaya tapan kimse, kendi yoldan sapmışdır, gayra nasıl göstere? ekber şah zemanında, müslimanların başına gelen belalara hep böyle, din adamı şekline giren, dinsizler sebeb olmuşdu. milleti hep bunların kitabları, gazeteleri kışkırtmışdı. müsliman ismi altında, yanlış yolda gidenlerin başları, hep bu kötü din adamları olmuşdur. din alimi tanınmıyan bir kimse, yoldan çıkarsa, bu sapıklığı, başkalarına bulaşmaz veya nadiren bulaşır. zemanımızın tarikatcıları da, müslimanları doğru yoldan çıkarıyor. bunlar da, sahte din adamlarının yazıları gibi, gençlerin dininin, imanının bozulmasına sebeb oluyor. işte bugün, her müsliman, elinden gelen yardımı yapmayıp islamiyyet yine bozulur, hakaret altına düşerse, hükumete yardımı esirgeyen her müsliman ahıretde mes'ul olacakdır. bunun için, bu fakir gücüm, kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmağa özeniyorum. güçlükleri yenerek, islamiyyete ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. iyilerin çoğalmasını istiyen de, onlardan sayılır buyurmuşlardır. belki, bu zevallıya da, müslimanlara serbestlik veren, onların hakkını koruyan, adil hükumet adamlarına nasib olan, büyük sevabların damlaları bulaşır diye ümmidleniyorum. kendimi, yusüf aleyhisselamı, birkaç iplikle satın almak için, pazara çıkan kocakarıya benzetiyorum. bu günlerde huzurunuzla şereflenmek ümmidindeyim. allahü teala, size din üzerinde konuşmak fırsatını ihsan buyurmuşdur. her konuşmanızda, müslimanların, dinlerini rahatca ve kolayca öğrenmeleri ve ibadet edebilmeleri için gayret buyurmanızı candan diliyoruz. geçici ve sonsuz devletlere kavuşmanız için düa ederim.islamiyyet, allahü tealanın emrleridir. hakim, allahü tealadır. emri de, kur'anı kerimdir. islamiyyet, dünyadan kalkdı. hiçbir yerde kalmadı. allahü teala, kur'anı kerimi, yalnız okumak için göndermedi. amel için, din alimlerinin, anlayıp fıkh kitablarında bildirdiklerini yapmak için gönderdi. bunları yapacak, yapdıracak da hakiki din alimleridir. bunlara denir. mısr, suriye ve ırak çokdan bozuldu. fransızlar, ingilizler, birinci cihan harbinden sonra buraları işgal etdiler. islam düşmanlığını, ahlaksızlığı, merhametsizliği getirdiler. fikr hürriyyeti getiriyoruz diyerek, çeşidli fırkalar, partiler kurdular. her partili, diğerlerine düşman oldu. milleti parçaladılar. ikinci cihan harbinden sonra, çekilip giderlerken de, din cahili, zalim kimseleri müslimanların başında bırakdılar. bu dinsiz hükumetler, zındanları ve i'damları ile, hakiki islam alimlerini imha etdiler. muhammed abduh, reşid rıza ve seyyid kutb ve mevdudi ve tebligı cema'atcılar gibi mezhebsiz, reformcu, sahte din adamları da, kitabları, mecmu'aları ve gazeteleri ile hakiki din bilgilerini, ehli sünnet ilmlerini yok etdiler. müslimanlık, ilm üzerine kurulduğundan, ilm ve alim kalmayınca, islamiyyet bozuldu. bulut olmayınca, yağmur beklemek, mu'cize istemek olur. allahü teala, bunu yapabilir. fekat, adeti böyle değildir. islam alimi yetişebilmesi için, islam ilmleri meydana çıkıp, yayılıp, yüz sene geçmesi lazımdır. müsliman, yaşadığı memleketin hükumetine, isyan etmez. bölücülük yapmaz. fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. kendi imanını, ibadetlerini, ahlakını, hareketlerini düzeltmeğe çalışır. mezhebsizlerin, münafıkların kitablarını, gazetelerini okumaz. ehli sünnet bilgilerini öğrenmeğe ve yapmağa çalışır. kimseye fenalık etmez. kimsenin canına, malına, hakkına, ırzına, namusuna saldırmaz. islamiyyete ve kanunlara uygun yaşar. yukarıda bildirilenlerin hepsi, ehli sünnet alimlerinin yazdığı hakiki din kitablarında mevcuddur. kırksekizinci mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. din alimlerine hurmet etmek lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmeti için aleyhi ve aleyhimüssalevat vetteslimat vettehıyyat, din düşmanlarına karşı olan mücadelenizde yardımcınız olsun! mubarek mektubunuzu okumakla şereflendik. ilm öğrenen ve tesavvuf yolunda çalışan gençlere sarf etmek üzere, bir mikdar para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. ilm öğrenen talebeyi, tesavvufa çalışanlardan önce yazdığınızı görünce çok sevindik. buyurmuşlardır. inşaallah mubarek kalbinizde de, bu talebe, daha önce bulunmakdadır. arabi mısra' tercemesi: her kabdan, içinde olan, dışarı sızar! ilm talebesini ileride tutmak, islamiyyetin ilerlemesine sebeb olur. bunlar islamiyyetin bekçileridir. muhammed aleyhisselamın dinini, soysuzlara karşı bunlar koruyacakdır. kıyamet günü herkese islamiyyetden sorulacak, tesavvufdan sorulmıyacakdır. cennete girmek, cehennemden kurtulmak, ancak islamiyyete uymakla olur. insanların en iyileri, seçilmişleri olan peygamberler salevatüllahi teala ve teslimatühü aleyhim, herkesi islamiyyete çağırmışdır. kurtuluş yolu islamiyyetdir. o büyükler, islamiyyeti bildirmek için gönderildi. o halde en kıymetli ibadet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, islamiyyetin öğrenilmesine, yapılmasına çalışmakdır ve islamiyyetin bir emrini meydana çıkarmakdır. hele, din düşmanları, azgınca, dine saldırarak, islam kitablarını yok etdikleri, müsliman yavrularını aldatdıkları bir memleketde, allahü tealanın emrlerinden bir danesinin yapılmasına sebeb olmak, binlerle, milyonlarla lira sadaka vermekden daha sevabdır. çünki, bu ufak iş, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymak, onların vazifesine ortak olmakdır. halbuki, ibadetlerin en kıymetlisi, sevabların en çoğu onlaradır. milyonla sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak ise, herkese müyesser olabilir. islamiyyetin meydana çıkmasına çalışmak, nefsin istemediği şeydir. buna çalışan, nefsi ile cihad etmiş olur. hayrat yapmak ise, nefsin hoşuna gidebilir. fekat, islamiyyetin öğrenilmesi, yapılması için para sarf etmek, şübhesiz çok kıymetlidir. bu niyyet ile az bir şey vermek, bu niyyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir. her müslimanın, ehli sünnet alimlerinin kitablarını terceme edip, basdıran kurumlara yardım etmesi lazımdır. bunlardan bir iki kitab satın alıp, komşuya, arkadaşa hediyye etmek, hem bu kuruluşlara yardım olur, hem de islamiyyete büyük hizmet olur. sual: nefsine uyan ilm talebesi, nefsi ile cihad eden sfiden nasıl üstün olabilir? cevab: ilm öğrenen kimse, nefsine uymakla kendine zarar yaparsa da, herkes onun ilminden faidelenir. kendini yakarsa da, başkalarının kurtulmasına sebeb olur. sfi ise, kendini kurtarmakla uğraşmakdadır. başkalarına faidesi yokdur. islamiyyet, insanların se'adetine çalışanları, kendini kurtarmağa çalışanlardan, daha üstün tutmakdadır. evet, tesavvuf yolunda ilerliyen bir salik, fena ve beka makamlarına erer ve sonra insanları da'vet etmek vazifesi ile şereflendirilirse, peygamberlik makamından nasibi olur. islamiyyeti bildirenlerden, herkesi se'adete erdirenlerden olur. islam alimleri gibi üstün ve kıymetli olur. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediği seçilmişlere ihsan eder. onun ihsanı pek büyükdür.islamiyyetin öğretilmesine çalışmak, iman edilecek şeyleri, ehli sünnet alimlerinin kitablarında bildirdikleri gibi yaymak ile ve ahkamı islamiyyeyi, ya'ni allahü tealanın emr ve yasak etdiği şeyleri, fıkh kitablarına uygun olarak bildirmek ile olur. evvela, ingiliz casuslarının ve bid'at ehlinin, mezhebsizlerin yalanlarına cevab verilir. böyle çalışanlara, beden ile hizmet edenler ve mal ile, söz ve yazı ile ve düa ile yardım edenler de, bu sevaba kavuşurlar. fekat, bu işleri, yalnız allah rızası için ve kanunlara uygun olarak yapmak ve fitneye sebeb olmamak lazımdır. kırkdokuzuncu mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. zahiri, islamiyyetin emrlerini yapmakla süslemek ve batını, allahü tealadan başka şeylere bağlamamak lazım geldiği bildirilmekdedir: allahü teala, sizi, bilinen ni'metlere ve bilinmeyen se'adetlere kavuşdursun! bilinen ni'metler, zahirin ya'ni bedenin, ahkamı islamiyyeyi yapmakla süslenmesidir ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. görünmeyen, ma'nevi se'adet de, batının ya'ni kalbin ve ruhun, allahü tealadan başka şeylere bağlanmakdan kurtulmasıdır. acaba hangi seçilmiş kimseyi bu iki ni'metle şereflendirirler? rabbigfir verham ente erhamürrahimin teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. ellinci mektub bu mektub, seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh gönderilmişdir. dünyanın aşağılığını, kötülüğünü bildirmekdedir: allahü teala, sevgili peygamberi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, kendinden başkalarına köle olmakdan kurtarsın! bütün varlığımızla kendisine bağlanmamızı nasib eylesin! dünya, görünüşde çok tatlıdır ve güzel sanılır. hakikatde ise, öldürücü zehrdir. işe yaramaz bir maldır. ona bağlananlara, tutulanlara, kurtuluş yokdur. onun öldürdükleri leş olur. aşıkları deli olur. dünya yaldızlanmış pislik gibidir. şeker kaplanmış zehr gibidir. aklı olan, bu bozuk mala gönül kapdırmaz. alimler buyuruyor ki, . çünki zahid, dünyaya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez. dünyaya düşkün olmaması, aklının çok olduğunu gösterir. daha yazarsam çok uzayacak. şunu da bildireyim ki, faziletler sahibi şeyh zekeriyya, bu yaşda defter tutmakla meşguldür. buna tutulmuş olmakla beraber, ahıret muhasebesi yanında çok kolay kalan, dünya muhasebesinden korkmakdadır. sebebler aleminde şerefli teveccüh ve yardımlarınızı kuvvetli dayanak bilmekdedir. yeni divanda da, o yüksek makamın me'murlarından olduğunun bildirilmesini ümmid eder. : bana gönül ver ve cesareti gör, tilkini çağır, bak aslan oluyor. allahü teala size görünen ve görünmiyen devlet ve se'adetler versin!akl başkadır, zeka başkadır. akl, iyiyi kötüyü, faideliyi zararlıyı anlar, ayırır. aklı az olanın zekası çok olabilir. zekası çok olan kafirleri, din düşmanlarını, akllı sanmak doğru değildir. allaha kulluk ederim, tapdığım dergah bir, bir lahza ayrılmadım tevhidden, allah bir. ellibirinci mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. islamiyyeti yaymağa teşvik eylemekdedir: allahü tealadan dilerim ki, o büyük sülalenin yardımı ile, islamiyyet güneşi parlasın, ahkamı ilahiyyenin güzelliği, her tarafa yayılsın. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! bugün de, kimsesiz kalan müslimanların, bu dalalet girdabından kurtuluş ümmidi, ancak, insanların en iyisinin evladının gemisindedir. bir hadisi şerifde: ehli beytim, ya'ni evladlarım, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. buna binen kurtulur, binmeyen helak olur buyuruldu. bu büyük se'adeti ele geçirmek için, çok çalışınız! çok şükr, allahü teala, mevkı', kuvvet, te'sirli söz ni'metlerini vermişdir. zatınızın şerefi de, bunlara katıldığında se'adet meydanında bütün akranlarınızdan ileri gitmeniz pek kolaydır. denir. bu fakir, doğru olan bu islamiyyeti kuvvetlendirmeğe ve yaymağa yarayan böyle şeyleri söylemek için, yüksek hizmetinizle şereflenmeğe kalkdım. mubarek ramezan ayının hilali dehlide iken görüldü. kıymetli validenizin, dehlide kalmamızı istedikleri anlaşılarak, kur'anı kerimin hatmini dinlemek için orada kaldık. amir, allahü tealadır. dünya ve ahıret se'adetinize düa ederim. elliikinci mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride yazılmışdır. nefsi emmarenin kötülüğünü ve ona mahsus hastalığı ve ilacını bildirmekdedir: merhamet ederek, düacılarınıza ikram eylediğiniz mubarek mektubu okuyarak şereflendik. allahü teala, büyük ceddiniz aleyhisselam hurmetine, ecrinizi çok, derecenizi yüksek, ilm kaynağı olan göğsünüzü geniş ve işlerinizi kolay eylesin! allahü teala, zahirimizi ve batınımızı, onun yolunda bulundursun ve düamıza amin diyenleri afv eylesin! amin. me'murlarınız arasında, fitne koparmak, fesad çıkarmak istiyen, bozuk ruhlu kimseler bulunduğundan şikayet ediyorsunuz. kıymetli yavrum! insanların nefsi emmaresi mevkı' almak, başa geçmek sevdasındadır. onun bütün arzusu, şef olmak, herkesin, kendisine boyun bükmesidir. kendinin kimseye muhtac olmasını, başkasının emri altına girmesini istemez. nefsin bu arzuları, ilah olmak, ma'bud olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demekdir. allahü tealaya şerik, ortak olmağı istemekdir. hatta nefs, o kadar alçakdır ki, ortaklığa razı olmayıp, amir, hakim, yalnız kendi olsun, herşey, yalnız onun emri ile olsun ister. hadisi kudside, allahü teala buyuruyor ki: nefsine düşmanlık et! çünki nefsin, benim düşmanımdır. demek oluyor ki, nefsi kuvvetlendirmek, onun, mal, mevkı', rütbe, herkesin üstünde olmak, herkesi aşağı görmek gibi isteklerini yapmak, allahü tealanın bu düşmanına yardım ve onu kuvvetlendirmek olur ki, bunun ne kadar feci', korkunç bir suç olduğunu anlamalıdır. allahü teala, hadisi kudside buyuruyor ki: büyüklük, üstünlük, bana mahsusdur. bu ikisinde, bana ortak olmak isteyen, büyük düşmanımdır. hiç acımadan, onu cehennem ateşine atarım. görülüyor ki, mal, mevkı', rütbe, kumandanlık, şeflik gibi dünya zinetlerini, nefse uyarak değil, allahü tealanın emrlerini yapmak ve yapdırmak için ve millete, müslimanlara hizmet etmek için istemelidir. bu niyyet ile istemek ve bunları yapmak ibadet olur. allahü tealanın dünyaya düşman olması, dünyanın bu kadar alçak olması, nefsi isteklerine kavuşdurduğu, nefsi kuvvetlendirdiği içindir. allahü tealanın düşmanı olan nefse yardım eden de, elbette allahın düşmanı olur. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, fakirlikle öğünmüşdür. çünki, fakirlik, nefsin isteklerini yapdırmaz. onu dinlemez. burnunu kırar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilmesi ve islamiyyetin emrleri, yasakları, hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. onun taşkınca isteklerini önlemek içindir. islamiyyete uyuldukça, nefsin istekleri azalır. bunun içindir ki, islamiyyetin bir emrini yapmak, nefsin isteklerini yok etmekde, kendi düşüncesi ile yapılan binlerle senelik riyazet ve mücahededen daha kuvvetli te'sir etmekdedir., nefsin isteklerini yapmamak, , nefsle uğraşmakdır. nefsin istemediği şeyleri yapmakdır. hatta islamiyyete uygun olmıyan riyazet ve mücahedeler nefsin isteklerini artdırır. onu azdırır. hindistandaki berehmen papasları ve cukiyye ismindeki sihrbazlar, riyazet ve mücahedede çok ileri gitmiş, fekat hiç faidesi olmamışdır. hatta nefslerinin kuvvetlenmesine, azmasına sebeb olmuşdur.hindistandaki dinsizler, dört ruhani sınıfdan en üstününe, berehmen derler ki, berehmani mezhebinin reisi demekdir. cuki, hind kafirlerinin dervişlerine verilen ismdir. mesela, islamiyyetin emr etdiği zekatdan bir kuruşu, islamiyyetin gösterdiği yere vermek, kendiliğinden, binlerce altın sadaka vermekden, hayrat yapmakdan, katkat ziyade, nefsi tahrib eder. islamiyyet emr etdiği için, bayram günü, oruc tutmayıp yiyip içmek, kendiliğinden, senelerle oruc tutmakdan daha faidelidir. iki rek'at sabah namazını cema'at ile kılmak sünnetdir. bu sünneti yapmak, gece sabaha kadar, nafile namaz kılarak, sabah namazını cema'atsiz kılmakdan daha iyidir. hulasa, nefs temizlenmedikçe ve şeflik, üstünlük hulyasından kurtulmadıkça, felaketden kurtulmak imkansızdır. sonsuz ölüme gitmeden önce, nefsi bu hastalıklardan kurtarmağı düşünmek lazımdır. mubarek sözü, insanın içindeki ve dışındaki, bütün yalancı ma'budları koğduğu için, nefsi temizlemekde, en faideli, en te'sirli ilacdır. tesavvuf büyükleri, nefsi tezkiye etmek için, bunu söylemeği seçmişlerdir. farisi tercemesi: süpürgesi ile, yolu temizlemezsen, serayına varamazsın! nefs, yoldan çıkıp, inada başlarsa, bu kelimeyi söyliyerek imanı tazelemelidir. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu. bunu her zeman söylemek lazımdır. çünki, nefsi emmare, her zeman pisdir. bu güzel tevhid kelimesinin faziletlerini, şu hadisi şerif bildiriyor: . her ne varsa güzel, onu anmakdan başka, hepsi cana zehrdir, şeker dahi olsa! elliüçüncü mektub bu mektub, yine seyyid şeyh feride yazılmışdır. alimlerin birbirleri ile birleşmemesinin, ortalığı karışdıracağını bildirmekdedir: allahü teala, sizi, mubarek babalarınızın yolundan ayırmasın! işitiyoruz ki, temiz kalbiniz, müslimanlığa elverişli olduğu için, dinini seven alimlerden dördünü seçerek yanınızda bulunmalarını ve islamiyyetin emrlerini bildirmelerini, böylece islamiyyete uymayan bir şeyin yapılmamasını arzu buyurmuşsunuz. bu habere şükrler olsun! müslimanlara bundan daha büyük ne müjde olur? kalbleri yanık olanlara, bundan daha tatlı, ne haber olur? fakir , bu hayrlı işin yapdırılması için, yanınıza gelmek istemiş ve geleceğimi, birkaç kerre yazmışdım. bunun için, şimdi de, birşeyler yazmakdan kendimi tutamıyorum. lutfen kusura bakmayınız! demişlerdir. size arz etmek istediğim en mühim şey şudur ki, din adamları içinde, mevkı', ma'aş arzusunda olmıyan, yalnız islamiyyetin yayılması ve yalnız islamiyyetin kuvvetlenmesi için uğraşan, hemen hemen yok gibi olmuşdur. mevkı' almak, sandalye kapmak arzusu araya karışınca, din adamlarından herbiri, ayrı yol tutup, kendi üstünlüğünü göstermek ister. birbirinin sözlerini beğenmez olurlar. bu suretle gözünüze girmeğe çalışırlar. ma'alesef din işi ikinci derecede kalır. geçen senelerde müslimanların başına çöken her bela din adamı geçinen kimseler tarafından geldi. göze girmek için, uydurma kur'an tercemeleri, yanlış fetvalar, ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan din kitabları yazdılar. din düşmanları da, din adamı şekline girip, istedikleri gibi yazdı. islamiyyeti, akla, fenne ve ilerlemeğe uymuyormuş gibi gösterdiler. müslimanlar, şimdi de, böyle beladan korkmakdayız. dinin ilerlemesi nerede? yine yıkılmasından endişe duyuyoruz. allahü teala müslimanları bu sahte din adamlarının şerrinden korusun! dinini seven bir alim bulup, seçmeniz yetişir ve büyük bir ni'met olur. çünki, ahıreti düşünen alimin sözleri, yazıları, aklı, vicdanı olan herkesi yola getirir. kalblere te'sir eder. fekat, şimdi böyle bir alim nerede? bunu bulamazsanız, diğerleri içinden, zararı en az olanı bulmağa çalışınız. , sözü meşhurdur. ne yazacağımı şaşırıyorum. insanların se'adeti, alimlerin elinde olduğu gibi, insanları felakete, cehenneme sürükliyenler de, din adamı şeklinde görünen, din düşmanlarıdır. din adamlarının iyisi, insanların en iyisidir. dini dünya isteklerine alet eden, herkesin imanını bozan din adamı da, dünyanın en kötüsüdür. insanların se'adeti ve felaketi, doğru yola gelmesi ve yoldan çıkmaları din adamlarının elindedir. büyüklerden biri, şeytanı boş oturuyor görüp, sebebini sormuş. şeytan demiş ki: bu zemanın din adamları, bizim işimizi görüyor. insanları yoldan çıkarmak için, bize iş bırakmıyorlar. farisi tercemesi: din adamı görünüp, dünya toplıyan kimse, kendi sapıtmış yolu, gayra nasıl göstere? bunun için, çok düşünerek hareket ediniz! fırsat elden çıkınca, bir daha gelmez. size fikr vermeğe utanmam lazım idi. fekat, bu mektubumu, kıyametde kurtulmağa sened bilerek yazdım. vesselam. ellidördüncü mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. bid'at sahiblerini ve zararlarını, eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü teala, insanların seyyidi aleyhisselam hurmeti için, ecrinizi artdırsın. kıymetinizi, derecenizi yükseltsin! işlerinizi kolaylaşdırsın! kalbinizi genişletsin! insana şükr etmiyen kimse, allahü tealaya da şükr etmez. bunun için biz fakirlerin, sizin ihsanlarınıza şükr etmemiz lazımdır. nasıl şükr etmiyelim ki, yüksek hocamızın, dünyaya nur salmasına sebeb siz idiniz. sizin arkanızdan, bizlere de, orada hak tealayı istemek sırası nasib olmuşdu. sonra, dedikleri gibi, sıra bu fakire gelince, şarkdan, garbdan, hak aşıklarının, bu fakirin rahmetullahi teala aleyh yanına üşüşmesi, hep sizin yardımınız ile olmakdadır. allahü teala, size, bizim tarafımızdan sonsuz mükafatlar, en iyi karşılıklar ihsan buyursun! farisi tercemesi: vücudümün her kılı, dile gelse de, şükr etmiş olamam, ni'metlerine! allahü teala mubarek ceddiniz, peygamberlerin seyyidi aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati vetteslimati etemmüha ve ekmelüha hurmetine, sizi, dünyada ve ahıretde, şanınıza yakışmıyan şeylerden muhafaza buyursun! amin. mubarek sohbetinizden uzak düşdüm. nasıl kimselerle konuşduğunuzu, kimlerin yazılarını okuduğunuzu bilemiyorum. resmi ve hususi görüşdüklerinizin, kimler olabileceğini düşünemiyorum. farisi tercemesi: ciğerleri yakan bu düşünce, uykumu kaçırdı her gün, ki, kimin ağuşuna düşdün, rü'yada kimi gördün? iyi biliniz ki, bid'at sahibi ile konuşmak, kafirle arkadaşlık etmekden, katkat daha fenadır. yetmişiki dürlü bid'at sahibi vardır. bunların içinden en kötüsü, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına düşmanlık edenlerdir. allahü teala, kur'anı kerimde, bunlara kafir diyor. surei fethin son ayetinde mealen, buyuruldu. kur'anı kerimi ve islamiyyeti bizlere bildiren, eshabı kiramdır. onlardan biri kötü olursa, kur'anı kerim, sağlam olmaz. islamiyyete güven kalmaz. kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh topladı. osman radıyallahü anh için, dil uzatılırsa, kur'anı kerime dil uzatılmış olur. zındıkların böyle i'tikadlarından allahü tealaya sığınırız! eshabı kiram arasındaki ayrılıklar, muharebeler, nefslerine uyarak değildi. onların mubarek nefsleri, insanların en iyisinin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmakla, kalbleri cilalıyan sözlerini dinlemekle, tezkiye bulmuş, emmarelikden kurtulmuşdu. nefslerinde, islamiyyete uymıyan istek kalmamışdı. şu kadar biliyoruz ki, emir radıyallahü anh haklı idi, ona karşı duranlar hata etdi. fekat, bu hataları, ictihadda yanılma idi. ictihad hatası, fısk, günah değildir. hatta, ayblamağa bile izn yokdur. çünki, ictihadda hata edene de, bir sevab vardır. evet, nasibsiz yezid, eshabı kiramdan değildi. onun tali'sizliğine karşı, kim ne diyebilir ki, hiçbir kafirin yapmadığı işi, o bedbaht kimse yapmışdır. ehli sünnet alimlerinden ba'zısının, ona la'nete izn vermemesi, onun işini beğendikleri için değil, belki pişman olmuş, tevbe etmişdir dedikleri içindir. meclisi şerifinizde, kıymetli kitablardan, kutbi zeman bendegi mahdum cihaniyan kitablarından, hergün bir mikdar okutulursa, eshabı kiramın nasıl medh ve sena edildiği, ismlerinin ne kadar edeble yazıldığı görülür. böylece, o din büyüklerine dil uzatanlar, mahcub olur, utanır. bu kötü yolu tutmuş olan zındıklar, bugünlerde işi azıtdı. her memlekete yayılarak, eshabı kiramı aleyhimürrıdvan kendileri gibi sanıp, kötülüyorlar. bunun için, birkaç kelime yazdım, ki meclisi şerifinizde böylelere yer verilmesin! kitabı dörtyüzüçüncü sahifesinde diyor ki, la'net etmek ve millete, mezhebe söğmek çok çirkin, pek kötü bir bid'atdir. bunu, önce yehudiler söyledi. müslimanlar arasında da yayıldı. tirmüzideki hadisi şerifde, buyuruldu. hazreti mu'aviyenin oğlu yezide, hazreti hüseyni öldürmek için emr etdi sanarak, la'net etmek de doğru değildir. kitabında diyor ki, yezidin, hazreti hüseyni öldürdüğü veya öldürmek için emr verdiği hiç belli değildir. belli olmıyan bir kötülüğü söylemek caiz değildir. hele la'net etmek hiç doğru olamaz. çünki, bir müslimana, açıkca bilinmiyen bir günahı yüklemek caiz değildir. hazreti hüseyni öldürene la'net olsun da denilemez. eğer tevbe etmedi ise, la'net olsun denilebilir. çünki, hazreti hamzayı şehid eden vahşi kafir idi. sonra, iman etdi ve tevbe etdi. buna la'net caiz olmadı.. ellibeşinci mektub bu mektub, seyyid şeyh abdülvehhabi buhariye rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. muhabbet bildirilmekdedir: çok zemandan beri, huzurunuzda bulunanlara karşı kalbimde bir muhabbet hasıl olmuşdur. daha önce aramızda bulunan bağlılıkdan başka olan bu sevgi, bizleri uzakdan düanız ile meşgul etmekdedir. alemlerin efendisi ve her varlığın övündüğü, sevgili peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyat buyurdu. fakir de rahmetullahi teala aleyh sevgimi bildirmenin iyi ve uygun olduğunu gördüm. resulullaha aleyhissalatü vesselam yakın olanlara karşı bu sevginin hasıl olması, kıyametde kurtulmak ümmidimizi artdırdı. allahü teala, sizleri hep sevmemizi nasib eylesin. insanların efendisi hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! ne bahtiyar, ol kişi kim, okuduğu, kur'an ola! ezan, ikamet duyunca, gönlü dolu, iman ola! ellialtıncı mektub bu mektub da, şeyh abdülvehhaba yazılmışdır. bir seyyide yardım etmesini dilemekdedir: bereketleri çok olan kıymetli seyyidler rahmetullahi teala aleyhim din ve dünya efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat zerrelerini taşıdıkları için, kırık kalem ve kısa dil ile hallerini bildirmekden ve kendilerini övebilmekden çok yüksekdirler. ancak, se'adete kavuşmağa sebeb olacağını düşünerek bu işe kalkışılabilir. belki de onları ağzına almakla şereflenmeyi ve onlara karşı sevgi beslemek emrini yerine getirmek için bu büyük işe kalkışılır. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmeti için aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalatü vesselam o sevgilileri, bizim de sevmemizi nasib eyle! bu mektubu getiren mir seyyid ahmed, samane şehri seyyidlerindendir. ilm öğrenmekde, islamiyyete sımsıkı sarılmakdadır. geçim sıkıntısından dolayı oraya gelmişdir. yüksek kapınızda yer varsa, kendisi çok yakışır ve uygun olur. eğer yer yoksa, sevenlerinizden birine gönderirseniz, geçim sıkıntısından kurtarılmış olur. hizmetçilerinizin fakirlere ve muhtaclara olan yardımlarını iyi bildiğimden, hele çok kıymetli seyyidlerin imdadına yetişilmesi için birkaç kelime yazmağa kalkışdım. yola çıkarken izn almak se'adetine kavuşamadı ise de, bizi sevenlerdendir. allahü teala sevgisini ve ihlasını artdırsın! daha uzun yazmak saygısızlığından çekindim. elliyedinci mektub bu mektub, şeyh muhammed yusüfe yazılmışdır. nasihat etmekdedir: allahü teala, peygamberlerin efendisi hurmeti için aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha sizi kıymetli babalarınızın yolunda bulundursun! yüksek hanedanınıza bağlı olanların hepsine yükseklik miras olarak gelmekdedir. öyle yaşayınız ki, bu mirası kazanmak hakkına kavuşabilesiniz. zahirinizi islamiyyetin zahiri ile, batınınızı da, islamiyyetin batını ile ya'ni hakikat ile süsleyiniz! çünki, hakikat ve tarikat, islamiyyetin hakikatindendirler. islamiyyet ise, o hakikatin kendisidir. yanlış anlamamalı! islamiyyeti başka, tarikatı ve hakikatı başka sanmamalıdır. böyle söylemek ilhad ve zındıklıkdır. bu fakirin size karşı duygusu çok iyidir. birkaç rü'ya, vakı'a buna şahiddir. rahmete kavuşmuş olan yüksek babanıza bunu biraz duyurmuşdum. ayrıca bildireyim ki, şeyh abdülgani islamiyyete çok bağlıdır. yaradılışda iyi bir kimsedir. işlerinizden birini yaparak yüksek hizmetinizde bulunmak isterse, ihsan buyurunuz! vesselam, vel ikram. me'arif ehlini bul, onu dinle! böylece hakdan ire sana eltaf! ellisekizinci mektub bu mektub, seyyid mahmuda gönderilmişdir. tesavvuf büyüklerinin yolunu ve eshabı kiramın şanının yüksekliğini bildirmekdedir: kıymetli iltifatnamenizi almakla şereflendik. büyüklerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yazılarını zevkle okuduğunuzu anlayınca, birkaç kelime yazarak göndermek icab etdi. böylece, sualiniz cevablandırılmış ve arzumuza teşvik edilmiş olur. yavrum! büyüklerimizin seçdiği tesavvuf yolu, yedi basamakdır. nitekim, insan da, yedi ayrı cevherden yapılmışdır. bu basamaklardan ikisi, beden ile nefsin yolu olup, alemi halkdandırlar. beş basamak ise, alemi emrdendir ve kalb, ruh, sır, hafi ve ahfanın yoludur. bu yedi basamakdan her biri geçildikçe, nurdan ve zulmetden, onbin perde açılır. nitekim, buyurulmuşdur. alemi emrde olan birinci basamakda, allahü tealanın si tecelli eder. ikinci basamakda si tecelli eder. üçüncü basamakda, zati ilahinin tecellileri başlar. erbabına saklı olmadığı gibi bu tecelliler artar. salik, her basamakda, kendinden uzaklaşır ve hak tealaya yaklaşır. yedi basamak bitince, yakınlık da temam olur. fena ve beka ile şereflenir. vilayeti hassa denilen makama erişir. büyüklerimiz, bu yola alemi emrdeki basamakdan başlıyor. bu beş basamağı aşarken, alemi halkı da aşıyorlar. başka tesavvuf büyükleri ise, önce alemi halkdan başlıyor. bu iki basamağı atlamak için senelerle uğraşıyorlar. bunun için, büyüklerimizin yolu, en kısa yoldur. başkalarının sonda kavuşduklarını, bu büyükler, başlangıçda ele geçirir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de beharımı anla! bu büyüklerin yolu eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. hayrülbeşerin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bir kerre bulunmakla, eshabı kiramdan herbiri, öyle bir dereceye yükselirdi ki, onlardan sonra gelen evliyanın en büyüklerinden pek azı, en son olarak, bu dereceye yükselebilmişlerdir. bundan dolayı, uhud gazvesinde hazreti hamzanın radıyallahü anh şehid olmasına sebeb olan vahşi radıyallahü anh iman edip, bir kerre peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunduğu için, tabi'inin en üstünü olan veysel karaniden efdal olmuşdur. bunun için, vahşiye dil uzatmamalıdır. şerab içip, had olarak sopa vuruldu sözü doğru değildir. büyük islam alimi abdüllah ibni mubareke, diye soruldukda, buyurdu. büyüklerimiz, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda yürüdüklerinden, başkalarının, en sonda vardıkları derecelere, daha başlangıçda ermişlerdir. bu yolun sonunun nasıl olacağını, bundan anlamalıdır. bu büyüklerin, nihayetde erişdikleri dereceleri kim anlıyabilir. farisi iki tercemesi: dil uzatırsa, bunlara, eğer bir cahil, allah korusun! ağza almam sözlerini, cihan arslanları, bu zincire bağlıdır, kurnaz tilki, nasıl koparır bu zinciri? allahü teala bizleri ve sizleri, bu büyükleri sevmekle şereflendirsin! amin. ellidokuzuncu mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmışdır. ehli sünnet vel cema'ate rahmetullahi teala aleyhim ecma'in uymıyanların, cehenneme girmekden kurtulamıyacağı bildirilmekdedir: hak teala, hepimize islamiyyet yolunda yürümek ihsan eylesin. kendisine esir eylesin! kıymetli mektubunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakirleri çok sevindirdi. büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı ihlasınızı okumakla mesrur olduk. allahü teala, bu ni'metini daha artdırsın! nasihat istiyorsunuz. yavrum! sonsuz kurtuluşa kavuşabilmek için, üç şey, muhakkak lazımdır: ilm, amel, ihlas. ilm de, iki kısmdır: birisi yapılacak şeyleri öğrenmekdir ki, bunları öğreten ilme denir. ikincisi, i'tikad edilecek, kalb ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki, bunları bildiren ilme denir. ilmi kelamda ehli sünnet vel cema'at alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladığı bilgiler vardır. cehennemden kurtulan, yalnız bu alimlerdir. bunlara uymıyan, cehenneme girmekden kurtulamaz. bu büyüklerin bildirdiği i'tikaddan kıl ucu kadar ayrılmanın, büyük tehlüke olduğu, evliyanın keşfi ve kalblerine gelen ilham ile de anlaşılmakdadır. yanlışlık ihtimali yokdur. ehli sünnet alimlerine uyanlara, onların yolunda bulunanlara müjdeler olsun. onlara uymıyanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini beğenmiyenlere ve aralarından ayrılanlara, yazıklar olsun! ayrıldılar, başkalarını da sapdırdılar. mü'minlerin cennetde allahü tealayı göreceklerine inanmıyanlar oldu. kıyamet günü, iyilerin, günahlılara şefa'at edeceklerine inanmıyanlar oldu. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan kıymetini ve yüksekliğini anlamıyanlar ve ehli beyti resulü radıyallahü anhüm sevmiyenler oldu. ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in diyor ki: . ehli sünnet alimlerinden, eshabı kiram üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, imamı muhammed bin idrisi şafi'i rahmetullahi aleyh, buyuruyor ki: fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem ahıreti şereflendirdiği zeman, eshabı kiram, aradı, taradı, yeryüzünde hazreti ebu bekri sıddikdan daha üstün birini bulamadı. onu halife yapıp emrine girdiler. bu söz, hazreti ebu bekri sıddikın, sahabenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermekdedir. ya'ni eshabı kiramın en yükseği olduğunda icmai ümmet bulunduğunu göstermekdedir. icmai ümmet ise seneddir, şübhe olamaz. ehli için ise, ehli beytim, nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. binen kurtulur, binmiyen boğulur hadisi şerifi yetişir. büyüklerimizden ba'zısı buyurdu ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramı yıldızlara benzetdi. yıldıza uyan, yolu bulur. ehli beyti de, gemiye benzetdi. çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lazımdır. yıldızlara göre yürümezse, gemi sahile kavuşamaz. görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lazım olduğu gibi, eshabı kiramın hepsini ve ehli beytin hepsini sevmek, saymak lazımdır. birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazileti, hepsinde vardır. sohbetin fazileti ise, bütün faziletlerin üstündedir., bir kerre de olsa, beraber bulunmak demekdir. da diyor ki, da yazılıdır. emirülmü'minin ali radıyallahü anh vasıyyetlerinden birinde diyor ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim. buyurdu ki, kırk gün içinde bir alim meclisinde bulunmıyan bir kimsenin kalbi kararır. büyük günah işlemeğe başlar. çünki ilm kalbe hayat verir. ilmsiz ibadet olmaz. ilmsiz yapılan ibadetin faidesi olmaz!. daki hadisi şerifde, ve ve ve herşeyin kaynağı vardır. takvanın menba'ı, ariflerin kalbleridir ve ve ve ümmetimin alimlerine hurmet ediniz! onlar yeryüzünün yıldızlarıdır buyuruldu. bu hadisi şerifler gösteriyor ki, hayatda hakiki rehber islam alimleridir. işte bunun için, tabi'inin en üstünü olan veysel karani, eshabı kiramın en aşağısının derecesine yetişememişdir. denir. göremiyen, fekat eshabdan birini görenlere denir. hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. çünki, sohbete kavuşanların imanları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sayesinde, görmüş gibi kuvvetli iman olur. sonra gelenlerden hiçbir kimsenin imanı, bu kadar yüksek olmamışdır. ameller, ibadetler, imana bağlıdır ve yükseklikleri, imanın yüksekliği gibi olur. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki uygunsuzluklar ve muharebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. nefsin arzuları ile ve cehalet ile değildi. ilm ile idi. ictihad ayrılığından idi. evet bir kısmı ictihadda hata etmişdi. fekat, allahü teala, ictihadda hata edene, yanılana da, bir sevab vermekdedir. işte, eshabı kiram aleyhimürrıdvan için, ehli sünnet alimlerinin tutduğu yol, bu orta yoldur. ya'ni, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. en salim ve sağlam yol da budur.şi'iler, ehli beyti sevmekde taşkınlık yapdılar. ehli beyti sevmek için, üç halifeyi ve bunlara bi'at eden eshabın hepsini radıyallahü teala aleyhim ecma'in sevmemek, hepsine düşman olmak lazımdır dediler. hariciler, ya'ni yezidiler ise, bu sevgide gevşeklik yapdılar. ehli beyte düşman oldular. ilmi ve ameli, islamiyyet gösterir. ilmin ve amelin ruhu gibi, kökü gibi olan ihlası elde etmek için, tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. ya'ni allahü tealaya doğru olan yol gidilmedikce, hasıl olmadıkça, tam ihlas elde edilemez. muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. evet, mü'minlerin hepsi ba'zı ibadetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlas elde edebilir. bizim dediğimiz ise, her sözde, her işde, her hareketde ve hareketsizlikde, her zeman, kendiliğinden kolayca hasıl olan ihlasdır. , halis, temiz etmek, niyyeti temizlemek, yalnız allah için yapmak demekdir. böyle ihlasın hasıl olması için, allahü tealadan başka, enfüsi ve afaki, hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lazımdır. bu da, ancak fena ve bekadan ve vilayeti hassaya kavuşdukdan sonra, ele geçen bir devletdir. güçlükle ele geçen ihlas, devam etmez, biter. zahmet çekmeden ele giren ihlas, devamlıdır ve hakkulyakin mertebesinde hasıl olur. işte, bu mertebeye varan evliya radıyallahü teala anhüm ecma'in ne yaparsa, yalnız allahü teala için yapar. nefsleri için, birşey yapmaz. çünki, nefsleri, allah için feda olmuşdur. ihlas elde etmeleri için, niyyet etmelerine lüzum yokdur. bunlar fenafillah ve bekabillah derecelerine yükselince niyyetleri doğrulmuşdur. bir kimse, nefsine uyduğu günlerde, herşeyi nefsi için yapdığı, bunun için niyyet etmesine lüzum olmadığı gibi, nefsine uymakdan kurtulup, allahü tealaya tutulunca, herşeyi allahü teala için yapar. niyyet etmesine hiç lüzum olmaz. şübheli olan şeylerde niyyet edilir. belli olan şeyleri, niyyet ederek, belli etmeğe lüzum yokdur. bu, öyle bir ni'metdir ki, allahü teala dilediği kullarına verir. devamlı ihlas sahiblerine denir. ihlası devamsız olup, ihlas elde etmek için uğraşanlara denir. muhlaslar ile muhlisler arasında çok fark vardır. tesavvuf yolunda ilerliyenlerin, ilmde ve amelde de kazançları olur. başkalarına, çalışmakla, öğrenmekle, anlamakla, hasıl olan, kelam ilminin bilgileri, bunlara keşf yolu ile hasıl olur. ameller ibadetler kolayca, seve seve yapılıp nefsden ve şeytandan hasıl olan tenbellik ve gevşeklik kalmaz. günahlar, haram olan şeyler, çirkin, iğrenç görünür. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, bakalım kime verirler? sonsuz selam ederim. hak teala, intikamını yine kul ile alır. bilmiyen anı kul yapdı sanır. cümle eşya halıkındır, kul elile işlenir. emri bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir! altmışıncı mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmış olup, allahü tealadan başka, birşey düşünmemeği bildirmekdedir: hak teala, hepimizi, her an kendinin esiri olmak şerefine kavuşdursun! hakiki kurtuluş, ona esir olmak, tutulmakdır. ondan başka birşey düşünmemek, hatıra birşey getirmemek, büyüklerimizin yolunda, pek kolay hasıl olmakdadır. hatta, bu yolun büyüklerinden birkaçı, kırk gün çile çekmiş, kırk gün sonra, hatırlarına dünya düşünceleri gelmez olmuşdur. hacei ahrar kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, yok edilmesi lazım gelen dünya düşünceleri, daima allahü teala ile olmağa mani' olan düşüncelerdir. yoksa bütün düşünceleri yok etmek lazım değildir. bu büyüklerin sevgisi ile dolu olan bir derviş , emrine uyarak, kendi halini şöyle bildirir ki, kalbden, düşünceler, o kadar yok olmuşdur ki, mesela bu kalbin sahibi nuh aleyhisselamın ömrü kadar yaşasa, bu kadar zemanda kalbine bir düşünce gelmez. bunun için uğraşmasına lüzum olmaz. çünki, uğraşmakla olan şey, devamlı olmaz. belki kalbine bir düşünce getirmek için senelerle uğraşsa, getiremez. çile çekmek, uğraşmak demekdir. uğraşmak, tarikatda olur. hakikat ise güçlük çekmekden, uğraşmakdan kurtulmakdır. tarikatda olur. hakikatdadır. düşüncelerin yok edilmesi, uğraşmakla olursa, devam edemez. on gün, kırk gün, bir yerde kapanıp çile çekmekle, düşünceler, devamlı yok edilemez ve allahü teala ile beraberlik, devamlı olamaz. çünki, uğraşmak tarikatda olur. tarikatda kazanılanlar ise, devamlı olamaz, tükenir. hakikatda devam bulunmasına sebeb, hakikatda, uğraşmak olmadığı içindir. uğraşmak bulunan bir mertebede, salike, dünya düşüncesi gelince, allahü tealaya olan teveccühü, bağlılığı bozar. bu yolun başında bulunan saliklerde hasıl olan, devamlı teveccüh, başkadır. yukarda bildirilen devamlı teveccühe denir ki, en yüksek mertebedir. hace abdülhalıkı goncdevani kuddise sirruh buyurdu ki, . tesavvuf hallerini anlatmağa sebeb, bu yolun talebesini teşvikdir. evet, bu yola inanmıyanın, bu yazılara, boş laf diyeceğini biliyoruz. ba'zılarına doğru yolu gösterir. ba'zılarının da, büsbütün sapıtmasına sebeb olur. farisi iki tercemesi: masal diye okuyan için, masaldır. kıymetini anlıyana, tükenmez hazinedir. nil nehri çingeneye kan göründü. musa aleyhisselama ise, saf sudur. ya allah, ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim. fa'fü anni verhamni ve ente erhamürrahimin. altmışbirinci mektub bu mektub, yine seyyid mahmuda yazılmışdır. olgun üstad bulup, cahil şeyhlerden kaçmak lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, kendini aramak arzusunu artdırsın. ona kavuşmağa mani' olan şeylerden sakınmak nasib eylesin! lutf etdiğiniz kıymetli mektub geldi. allahü tealayı istemekde, onun için yanıp yakılmakda olduğunuzu bildirdiği için, çok hoşa gitdi. çünki, istemek, kavuşmanın müjdecisidir. yanıp yakılmak da, kavuşmanın başlangıcı demekdir. büyüklerden biri buyuruyor ki, . istek ni'metinin kıymetini bilip, bunun elden kaçmasına sebeb olacak şeylerden sakınmalıdır. isteğin gevşememesine ve ateşin soğumamasına dikkat etmelidir. bu ni'metin elden çıkmamasına en çok yarayan şey, buna şükr etmekdir. çünki, surei ibrahim yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. hem şükr etmek, hem de, ona sığınmak ve başka birşeyi sevmemek için ağlamak, yalvarmak lazımdır. içden, ağlamak, yalvarmak gelmezse, kendini zorlamalıdır. demişlerdir. kamil ve mükemmil bir zatı buluncıya kadar, bu isteği, bütün sıcaklığı ile kalbinizde saklamak lazımdır. böyle birisi ele geçerse, bütün arzuları, istekleri, onun eline bırakmalı, ölü yıkayıcının elinde teneşirdeki meyyit gibi olmalıdır. önce dir. bu fena, sonra haline döner. ya'ni, tesavvuf yolunun sonuna ermiş ve başkalarını da erdirmek için geri dönüp, herkes gibi görünen, bir kamil bulunca, ona teslim olmalı. önce, kendini onda yok etmeli, ya'ni kendine değil, ona uymalı. böyle olan kimse, yavaş yavaş, allahü tealada yok olur. ya'ni kendi arzuları aradan kalkıp, allahü tealanın iradesi ile hareket eder. kendi iradesi kalmaz. allahü tealadan alıp insanlara verecek zatın, iki taraflı olması lazımdır. insan çok adi, kötü sıfatlı olduğundan, allahü teala ile münasebeti olamaz. iki taraflı bir aracı lazımdır ki, bu da dir. talibin isteğini gevşeten, ateşini söndüren, en kötü şey, nakıs olan, yolu bitirmemiş olan kimseye teslim olmakdır. nakıs demek, süluk ve cezbe ile yolu temamlamayıp, kendisine şeyh, mürşid ismini veren kimse demekdir. nakıs şeyhlerin sohbeti semmi katildir. ona teslim olan, felakete gider. böyle sohbetler, talibin yüksek isti'dadını, kabiliyyetini bozar. mesela, bir hasta, mütehassıs olmıyan, icazeti bulunmıyan bir tabibin ilacını içerse, iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar. iyi olmak kabiliyyeti de bozulur. o ilac, önce, ağrıları durdurabilir. fekat, sinirleri bozduğu, zarar yapdığı için ağrı duyulmaz. bu hal, iyilik değil, kötülükdür. bu hasta hakiki bir tabibe giderse, bu tabib, önce o ilacın zararlarını gidermeğe uğraşır. ondan sonra hastalığı tedaviye başlar. bizim büyüklerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yolunun esası sohbetdir. tesavvuf büyüklerinin birkaç sözünü ezberleyip, söylemekle birşey ele geçmez. hatta, taliblerin isteğinde gevşeklik yapar. ma'rifetler sahibi şeyh tac kuddise sirruh, size yakın bulunmakdadır. onun mubarek vücudü, oradaki müslimanlar için büyük bir ni'metdir. onunla münasebetiniz azdır. münasebet olmayınca, istifade olmaz. ara sıra, halinizi yazarsanız, cevabında kusur etmeyiz. böylece sevgi, ihlas zinciri harekete getirilmiş olur. altmışikinci mektub bu mektub, mirza hüsameddini ahmed rahmetullahi aleyh cenabına yazılmışdır. cezbe ve süluk anlatılmakdadır: allahü tealaya hamd olsun. onun sevdiği, seçdiği kimselere selam olsun! tesavvuf yolu iki kısmdır: cezbe ve süluk. bunlara tasfiye ve tezkiye de denir. , uğraşarak ilerlemekdir. çekilip götürülmekdir. sülukdan önce olan cezbenin, ya'ni tezkiyeden önce olan tasfiyenin kıymeti yokdur. süluk temamlandıkdan sonra olan cezbe ya'ni tezkiyeden sonra olan tasfiye lazımdır ve seyri fillahda hasıl olur. önce olan cezbe ve tasfiye, sülukü kolaylaşdırmağa yarar. süluk olmadan, maksada kavuşulamaz. yol temam gidilmedikçe, cemali ilahi görünmez. önceki cezbe, sonra olan cezbenin sureti, nümunesi gibidir. hakikatda, birbirinden başkadırlar. büyüklerimizin, sözünden maksad, demekdir. nihayetin kendisi, başlangıca sığabilir mi? elbet sığmaz. nihayet, başlangıca, hiç benzemez. o halde suretden, hakikata geçmek lazımdır. hakikati bırakıp, suretle oyalanmak, uzakda kalmak, ilerliyememekdir. allahü teala, hepimizi suretden kurtarıp, hakikata kavuşdursun! amin. altmışüçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feride yazılmışdır. peygamberlerin aleyhimüsselam hep, aynı imanı söyledikleri bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi rahmetullahi aleyhim ecma'in kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın! babalarınızın en üstününe ve geri kalanların hepsine selamlar olsun! allahü teala, peygamberler aleyhimüsselam vasıtası ile, insanlara, sonsuz kurtuluş yolunu göstermiş ve sonsuz azabdan kurtarmışdır. eğer peygamberlerin aleyhimüsselam mubarek vücudları olmasaydı, allahü teala zatını ve sıfatlarını kimseye bildirmezdi. kimsenin, allahü tealadan haberi olmazdı. kimse ona yol bulamazdı. allahü tealanın emrleri ve yasakları bilinemezdi. allahü teala ganidir. ya'ni hiçbir şeye muhtac değildir. insanlara acıdığı için, insanlara iyilik ederek, emr ve yasakları göndermişdir. emrlerin ve yasakların faideleri insanlaradır. allahü tealaya hiç faideleri yokdur. allahü tealanın, bunlara ihtiyacı yokdur. peygamberler olmasaydı, allahü tealanın beğendiği şeyler ve beğenmediği şeyler belli olmaz, birbirinden ayrılamazdı. o halde, peygamberlerin gönderilmesi, pek büyük ni'metdir. bu ni'metin şükrünü hangi dil söyliyebilir. kim, bu şükrü yapabilir? bize ni'metlerini gönderen, bizlere islam dinini bildiren, bizleri peygamberlere aleyhimüssalatü vesselam inanmak se'adetine kavuşduran rabbimize hamd ederiz. bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir. başka başka değildir. hep aynı şeyi söylemişlerdir. allahü tealanın zatı ve sıfatları için, ve için ve peygamberler için ve melek gönderilmesi için ve melekle kitablar gönderilmesi için, cennetin sonsuz ni'metleri ve cehennemin sonsuz azabları için söyledikleri hep aynıdır. sözleri birbirine uygundur. halal, haram ve ibadetler için olan sözleri, ya'ni füru'ata aid sözleri ise, başka başkadır, birbirine uymaz. allahü teala, bir vakt, o vaktin insanları için, zemanlarına ve hallerine uygun emrleri, bir ülül'azm peygambere göndermiş ve o insanların, buna uymalarını emr buyurmuşdur. birçok sebebler, faideler için, allahü teala, ahkamı diniyyede değişiklikler yapmakdadır. çok def'a, din sahibi, aynı bir peygambere, başka başka zemanlarda, birbirine uymıyan emrler göndermişdir. ya'ni, önceki emrleri, sonradan nesh etmiş, değişdirmişdir. bütün peygamberlerin, söz birliği ile söylediği hiç değişmiyen sözlerden biri, allahü tealadan başka, bir şeye ibadet etmemek, allahü tealaya şerik, ortak yapmamakdır. mahluklardan ba'zısını, başkalarına rab, ma'bud yapmamakdır. bu sözü, yalnız peygamberler söylemişdir. onların yolunda gidenlerden başka, hiç kimse bu devletle şereflenmemişdir. peygamberlerden başkaları, bu sözü söylememişdir. peygamberlere inanmıyanlardan bir kısmı, allahü tealanın bir olduğunu söylemişse de, bunlar, ya müslimanlardan işiterek söylemiş veya varlığı lazım olan, birdir, demişdir. ibadet olunacak, yalnız odur dememişlerdir. halbuki müslimanlar hem varlığı lazım olan, hem de ibadet olunmağa hakkı olan birdir, demekdedir. demek, ibadet olunacak, allahü tealadan başka hiçbir şey yokdur. ibadet ancak ona yapılır, demekdir. bu büyüklerin birlikde söyledikleri ikinci söz, kendilerini, herkes gibi insan bilir, yalnız hak tealaya ibadet olunur derler. herkesi, yalnız ona ibadet etmeğe çağırırlar. hak teala, hiçbir şeyle birleşmemişdir. hiçbir maddede yerleşmemişdir derler. peygamberlere inanmıyanlar ise, böyle söylememiş, hatta, başda bulunanlar, kendilerine tapdırmak istemiş, hak teala bize hulul etdi, bizdedir demişlerdir. böylece, kendilerine ibadet olunmak lazım geldiğini, ilah olduklarını söylemekden sıkılmamışlardır. kendileri, kulluk vazifelerinden çekilerek, her dürlü çirkin, kötü şeyleri yapmışlardır. ilah oldukları için, kendilerinin sorumsuz olduklarını, herşeye tecavüz edebileceklerini, kendilerine hiçbir şeyin yasak olmıyacağını sanmışlardır. her sözlerinin doğru olduğunu, hiç yanılmıyacaklarını, her istediklerini yapabileceklerini sanarak aldanmışlar, milleti de, aldatmışlardır. böyle alçaklara la'net olsun! bunlara aldanan ahmaklara, yazıklar olsun! peygamberlerin aleyhimüsselam sözbirliği ile bildirdikleri birşey de, kendilerine melek geldiğini söylemişlerdir. peygamberlere inanmıyanlardan hiçbiri, bu devlete kavuşmamışdır. melekler, muhakkak ma'sumdur. ya'ni vazifelerini elbette doğru yapar. hiç yanılmaz ve hiç kötü, pis değildirler. vahyi, değişdirmeden, unutmadan getirirler. allahü tealanın kelamını taşırlar. işte, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat her sözü, hak tealadandır. her getirdikleri emr, haber, hep hak tealadandır. ictihad etdikleri her söz de, vahy ile sağlamlaşdırılmışdır. ictihadlarında ufak şaşırsalar, hak teala, hemen vahy göndererek düzeltir. halbuki, peygamberlere inanmayıp, kendilerini ilah, tanrı tanıtan, sizi, biz yaratdık, biz kurtardık, deyip kendilerine tapdıran kafirlerin her sözü kendilerindendir. sözlerini doğru sanırlar. o halde, insaf edelim! ahmak, cahil bir kimse, kendini ilah, tanrı sanıp, kendine tapınmasını emr eder, her kötü zararlı işi yaparsa, buna inanılır mı? onun yolunda gidilir mi? farisi mısra' tercemesi: senenin nasıl mahsul vereceği, beharından belli olur. bu kadar uzun anlatmamıza sebeb, açıkça anlaşılmak içindir. yoksa, hak batıldan, nur zulmetden ayrıdır. nitekim allahü teala isra suresi seksenbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruyor. ya rabbi, bizleri, o büyüklerin aleyhimüssalevat yolunda bulundur! amin. seyyid meyan pir kemali iyi tanırsınız. bu hususda birşey yazmamıza lüzum yok. şu kadar var ki, bu fakir, bir müddetden beri onun yakınlığından haz duyuyorum. kapınızın eşiğini öpmek arzusunda idi. amma şu sıralarda hasta olup, yatağa düşmüşdür. düzelince hizmet ve huzurunuza kavuşacakdır. altmışdördüncü mektub bu mektub, yine nakib seyyid şeyh feride kuddise sirruh yazılmışdır. cismin ve ruhun lezzet ve elemlerini bildirmekde ve cisme olan musibet ve acılara, sabr tavsıye edilmekdedir: allahü teala, sizi her sıkıntıdan korusun! dünya ve ahıretin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine dünya ve ahıretin iyiliklerine kavuşdursun! dünya lezzetleri ve elemleri iki dürlüdür: birisi cismin , ikincisi ruhun lezzetleri ve acılarıdır. cisme lezzet veren herşey, ruha elem verir. cismi inciten herşey, ruha tatlı gelir. görülüyor ki, ruh ile cesed, birbirinin nakizi, aksidir. fekat, bu dünyada ruh, cism derecesine düşmüş ve cismle birleşmiş, kendini cisme kapdırmışdır. ruh, cism halini almış, ona lezzet veren şeylerden lezzet duymağa ve cisme acı gelen şeylerden elem duymağa başlamışdır. işte avam, ya'ni cahil halk böyledir. vettin suresinin, , sonra en aşağı dereceye indirdik mealindeki ayeti kerimesi bunların halini göstermekdedir. bir kimsenin ruhu, eğer bu esirlikden, bu bağlılıkdan kurtulmaz, kendi derecesine yükselmez, kendi vatanına kavuşmaz ise, ona yazıklar, binlerle yazıklar olsun! farisi iki tercemesi: mahlukların en yükseği insandır. o makamdan mahrum kalan da, odur. bu yoldan, eğer geri dönmezse, ondan daha mahrum, olmaz kimse. işte, ruhun hastalıklarından biri, elemini lezzet sanması, lezzetini elem anlamasıdır. onun bu hali, mi'desi hasta bir kimseye benzer ki, bu kimse safrası bozuk olduğundan, tatlıyı acı sanır. bu kimseyi tedavi etmek lazım olduğu gibi, ruhu da, bu hastalıkdan kurtarmak, akl icabıdır. ruhun tedavi edilerek cismin elemlerinden, acılarından lezzet duyması, sevinmesi lazımdır. farisi tercemesi: kavuşmak için, bu lezzet ve sevince, can çıkıncaya dek, çalış, gündüz ve gece! iyi düşünerek ve inceleyerek anlaşılıyor ki, dünyada eğer, derd ve musibetler olmasaydı, dünyanın hiç kıymeti olmazdı. dünyanın zulmetini, sıkıntısını, hadiseler, acı olaylar gidermekdedir. dünya dertleri, ruha elem verir. bu elemi, inkisarı, ibadet olur, derecesi yükselir. dertlerin, elemlerin acılıkları, bir hastalığı iyi edecek, faideli ilacın acılığı gibidir. bu fakir, anlıyorum ki, bozuk niyyet ile, gösteriş için, menfe'at için yapılan, ba'zı ziyafetlerde, yemeğe kusur bulmak veya başka suretle, yapılan eziyyet ile, ziyafet verenin kalbinin kırılması, yemekdeki zulmeti, niyyetin bozukluğu ile hasıl olan günahı gidermekde, kabul olmasına sebeb olmakdadır. eğer müsafirlerin şikayeti, hakareti olmasaydı ve ziyafet sahibinin kalbi kırılmasaydı, yemek karanlık ve günah olacak, kabul edilmiyecekdi. kalbin kırılması, kabule sebeb oldu. o halde, hep cism ve cesedimizin rahatını ve tadını düşünen ve hep bunun peşinde koşan bizler, çok zor durumda bulunuyoruz. vezzariyat suresinde, ellialtıncı ayeti kerimede mealen, buyuruldu. ibadet de, kalbin ve ruhun kırıklığı, kendini aşağı bilmesidir. insanın yaratılması, kendini hakir bilmesi, aşağı görmesi içindir. bu dünya, müslimanların ahıretlerine, cennetdeki ni'metlerine göre, bir zindan gibidir. müslimanların, bu zindanda zevk ve safa aramaları, akla uygun olmaz. o halde, dünyada eziyyet, sıkıntı çekmeğe alışmak lazımdır. burada mihnetlere katlanmakdan başka çare yokdur. allahü teala, mubarek ceddiniz hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati eymenüha, biz za'if kullarına bu yolda yürüyebilmek nasib eylesin. amin.da, ubeydüllahı ahrar hazretleri rahmetullahi teala aleyh buyuruyor ki, insanlar ibadet yapmak için yaratıldı. ibadetin hulasası, özü de, kalbin her zeman allahü tealadan agah olmasıdır. ve mektubları v a'sumiyeyi okuyunuz! altmışbeşinci mektub bu mektub, hanı azama yazılmışdır. müslimanlığın bugünkü haline ve müslimanların çekdiği sıkıntılara teessüf etmekdedir: allahü teala kuvvetinizi artdırsın. onun dinini yükseltmek için, din düşmanları ile olan mücadelelerinizde yardımcınız olsun. muhbiri sadık aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha buyurdu ki: islamiyyet garib, kimsesiz olarak başladı. son zemanlarda, başladığı gibi, garib olarak geri döner. garib olan müslimanlara müjdeler olsun!. bundan önceki hükumet zemanında müslimanlar, o kadar garib olmuşdu ki, kafirler, açıkça müslimanlığı kötülüyor, müslimanlarla alay ediyorlardı. dinsizliklerini, ahlaksızlıklarını, sıkılmadan açıklıyordu. çarşıda, pazarda kafirleri ve dinsizliği övüyorlardı. müslimanların, allahü tealanın emrlerinden birçoklarını yapması, yasak edilmişdi. ibadet edenler, islamiyyete uyanlar ayblanıyor ve kötüleniyordu. farisi tercemesi: peri yanaklarını saklamış, şeytan naz ediyor, şaşırdım kaldım, hayretden aklım gidiyor. sübhanallah! ya rabbi, sana hamd ederim! buyuruldu. bu şerefli dinin parlaklığı, hükumet reislerine bağlı kılındı. halbuki iş tersine dönmüş, devlet, hükumet, islamiyyeti yıkmağa uğraşıyordu. bu hale yazıklar olsun, teessüfler olsun, pişmanlıklar olsun! sizin mubarek varlığınızı, cenabı hakkın büyük ni'meti biliyoruz. din düşmanlarının hücumları karşısında, perişan olan mü'minleri kanadı altında koruyacak, sizden başka bir kahraman bilmiyoruz. allahü teala sevgili peygamberi ve onun ehli beyti aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat velberekat hurmetine, kuvvetinizi artdırsın! yardımcınız olsun! hadisi şerifde buyuruldu ki: . bu zemanda, islam sevgisinin, islam gayretinin alameti olan, bu cünun , sizin temiz ruhunuzda görülmekdedir. bu ni'meti veren, allahü tealaya hamd olsun! bugün, öyle bir gündür ki, az bir hareket, hemen kabul olunup pekçok sevab verilir. eshabı kehfin rahmetullahi teala aleyhim, bu kadar kıymet ve şöhret kazanmasının sebebi, yalnız hicret etmeleri idi. düşman saldırdığı zeman, suvarilerin az bir hareketi, çok kıymetli olur. sulh zemanında, pek ince, güç ta'limleri, bu kıymeti alamaz. bugün sizin, söz ile yapdığınız cihad, cihadı ekberdir. size nasib olan bu ni'metin kıymetini biliniz. var kuvvetiniz ile, din düşmanlarını rezil edip, , hakkı söylemeğe çalışınız! bu söz ile olan cihadı, kılınç ile olan cihaddan daha karlı biliniz! bizim gibi eli yazmaz, dili söylemez zevallılar, bu ni'metden mahrumuz. ekber şah, celaleddin muhammed de agrada öldü. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara, ni'metler afiyet olsun, zevallı aşık da, birkaç damla ile doysun! farisi tercemesi: aranan hazinenin yolunu gösterdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da! hacei ahrar kuddise sirruh buyurdu ki, eğer şeyhlik yapsaydım, hiçbir şeyh, bir yerde, bir mürid bulamazdı. fekat, bana başka vazife verildi. o vazife de, islamiyyeti yaymak ve islamiyyeti kuvvetlendirmekdir. bunun için, sultanlara, gidip nasihat verirdi. te'sirli sözleri ile, hepsini doğru yola getirirdi. onlar vasıtası ile, islamiyyeti yayardı. allahü teala, büyüklerimize olan sevginiz ve saygınız hurmetine, sözlerinize te'sir ihsan etmiş, dine olan bağlılığınızı, arkadaşlarınıza heybetli olarak göstermişdir. o halde, hiç olmazsa, müslimanlar arasına yayılmış, adet haline gelmiş olan, kafirlerin adetlerinin müslimanlar arasından kaldırılması için çalışmanızı, müsliman evladlarını kafirlere mahsus olan, bu gibi çirkin şeylerden korumanızı istirham ederim. allahü teala, bizim tarafımızdan ve bütün müslimanlar tarafından size bol bol mükafat versin! bundan önceki hükumet zemanında, islamiyyete karşı, açıkca düşmanlık vardı. şimdi, böyle düşmanlık, öyle kin ve inad görülmiyor. ba'zı kusurlar varsa da, inad ile değil, bilinmediği içindir. bugün müslimanlar da, kafirler gibi serbest konuşabilmekde, onlardaki hürriyyete kavuşmakdadır. kafirlerin kazanmaması, eski kin ve düşmanlığın başımıza gelmemesi, müslimanların zulm ve işkenceye düşmemesi için, düa edelim ve uyanalım. din düşmanlarına fırsat vermiyelim. farisi mısra' tercemesi: imanıma saldırdıklarından, söğüd yaprağı gibi titriyorum! allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevat yolundan ayırmasın! fakir, ani bir yolculukla, buraya geldim. size haber vermeden, birkaç hatıra yazıp bırakmadan ve kalbimdeki, size karşı olan sevgiyi bildirmeden, ayrılmak istemedim. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: . size ve doğru yolda bulunanların hepsine selam olsun! vasıtası ile bütün dünyaya yayılmakdadır. allahü tealanın bu ni'metine ne kadar şükr etsek azdır. akıl isen kıl namazı, çün se'adet tacıdır. sen namazı öyle bil ki, mü'minin mi'racıdır. ubeydüllahi ahrar de semerkandda vefat etdi. altmışaltıncı mektub bu mektub, yine hanı azama rahmetullahi aleyh yazılmışdır. bu yolu medh etmekde ve eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kimselere selam olsun! büyüklerimizin yolunda, nihayet, başda yerleşdirilmişdir. hacei nakşibend rahmetullahi aleyh buyurdu ki: bu yol, tam eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. çünki, o büyükler, o serverin aleyhisselam sohbetinde, daha birinci günde, öyle şeylere kavuşdu ki, sonra gelen en büyük evliya, en nihayetde, ancak, bundan bir parçaya kavuşabilmişdir. işte bunun içindir ki, vahşi, hazreti hamzayı radıyallahü anhüma şehid etmiş iken, müsliman olunca, bir kerrecik, seyyidilevvelin velahirinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbeti ile şereflendiği için, tabi'inin en üstünü olan, veysel karaniden daha yukarı oldu. hayrülbeşerin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbetinin başlangıcında vahşiye radıyallahü anh nasib olanlara, veysel karani, o kadar yüksek olduğu halde, en nihayetde bile kavuşamadı. demek ki, zemanların, asrların en iyisi, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan asrıdır. sonra gelenler, kelimesinden dolayı çok geride kaldı. dereceleri de, hep sona kaldı. abdüllah ibni mubarekden birisi sordu ki, . cevabında buyurdu ki, . işte büyüklerimizin yolu, dir. bu yolun, başka yollardan üstünlüğü, eshabı kiram aleyhimürrıdvan zemanının, sonraki zemanlardan üstünlüğü gibidir. bu yolun büyükleri, öyle kimselerdir ki, allahü teala, bunlara fadl ve merhameti ile, daha başlangıcda, nihayetin tadını tatdırmışdır. bunların derecelerini, başkaları anlıyamaz. bunların vardığı makamlar, başkalarının vardıkları makamların çok üstündedir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! farisi mısra' tercemesi: senenin bereketi, beharından belli olur. bu ni'met, çok büyükdür. allahü teala, bunu ancak dilediğine nasib eder. onun ni'metleri pek çokdur. hace nakşibend rahmetullahi aleyh buyurdu ki: . allahü teala, bizi ve sizi, bu büyükleri sevmekle şereflendirsin ve yollarında bulundursun! amin. senin için olmıyan uykusuzluklar boşunadır, başkalarının firakına ağlamak boşunadır. altmışyedinci mektub bu mektub, hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. bir muhtacın gönderildiği bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizleri peygamberlerin efendisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat yolunda bulundursun. zahirimizi ve batınımızı bu yoldan ayırmasın. bu düamıza amin diyenlere rahmet eylesin! çok mühim olan iki şey, elimde olmıyarak, bu yazımla başınızı ağrıtmağa beni sürükledi. birincisi, incindiğimizi zannetmeyiniz. belki sevgimiz ve ihlasımız artmakdadır. ikincisi fazilet ve salah sahibi olan bir muhtacın ihtiyacını bildirmekdir. kendisi ma'rifet ve şühud zinetleri ile süslüdür. nesebi kerim, hasebi şerifdir. muhterem efendim! doğru sözü bildirmek biraz acı olur. çoklarına çok acı gelir. az kimseye de az acı gelir. bu acılığı bal gibi tatlı olarak alabilecek ve daha var mı diyecek mes'ud bir kimse lazımdır. hallerin değişik olması, mahlukların sıfatıdır, özelliğidir. temkine ya'ni hallerin değişmemesine kavuşanlar da, az da olsa değişiklikden kurtulamaz. zevallı mahluk, çok olur ki, celal sıfatlarının saltanatı altında kıvranır. başka zeman da, cemal sıfatlarının esiri olur. bir zeman ya'ni sıkıntı olan yerdedir. başka zeman , genişlik meydanındadır. her zemanın hükmleri birbirine benzemez. dün öyle idi. bugün böyledir. hadisi şerifde, mü'minin kalbi, allahü tealanın parmaklarından iki parmak arasındadır. kalbi, istediği gibi değişdirir buyuruldu. vesselam. altmışsekizinci mektub bu mektub, yine hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. tevazu' zenginlere, nazlanma da fakirlere yakışır demekdedir: allahü tealanın yapdığında hayr vardır. farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. tevazu', gına sahiblerine yakışır, istigna ise fakirlere yaraşır. çünki, herşeyin ilacı, zıddı iledir. üç mektubunuzdan da yalnız istigna, nazlılık anlaşılmakdadır. tevazu' ya'ni alçak gönüllülük yapmak istediğinizi biliyoruz. fekat, mesela son mektubunuzda diyorsunuz. bu sözü nereye ve kime karşı yazdığınızı iyi anlamalısınız. evet, fakirlere çok hizmet etdiniz. fekat hizmetin edeblerini gözetmek de lazımdır. ancak, faidesine böyle kavuşulabilir. böyle olmazsa boşuna uğraşılmış olur. evet onun aleyhi ve ala alihissalevatü etemmüha ve ekmelüha ümmetinin salihleri tekellüf, gösteriş yapmakdan uzakdır. fekat tekebbür edenlere karşı tekebbür yapmak, sadaka vermek gibi sevabdır. bir kimse, hace nakşibend kaddesallahü teala sirreh hazretleri için, kibrlidir dedi. bunu işitince, buyurdu. bu yolun yolcularını aşağı ve gerici sanmamalıdır. hadisi şerifde, saçı sakalı karışmış çok kimseler vardır ki, hangi kapıya gitseler kovulurlar. allaha yemin etseler, istedikleri şeyi ihsan eder buyurdu. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. size bağlı olanların, sizi sevenlerin, herşeyin doğrusunu düşünmeleri ve size doğru söylemeleri lazımdır. her toplantıda sizin iyiliğinizi ve başarınızı özlemeleri, kendi çıkarlarını düşünmemeleri gerekir. böyle yapılmazsa hıyanet olur. yalnız size birkaç faide sağlamak için, bu sefere başlamışdık. fekat sevenleriniz ve hizmetcileriniz kavuşmamıza sed çekdiler. kusuru bizden bilmeyiniz. bu sözler, her ne kadar acı görünüyor ise de, sağ ol, yaşa diyenleriniz çokdur. onlar size yetişir. fakirlerle görüşmek, kendi ayblarını, kusurlarını anlamak içindir ve gizli kötülüklerini meydana çıkarmak içindir. şunu da bildirelim ki, bu sözlerimiz sizi incitmek için değildir. size iyilik yapmak içindir. kalbinizi yakmak, nasihat yapmak için olduğunu iyi biliniz! hace muhammed sıddik, bir gün önce gelmiş olsaydı, elbette yanınıza gelirdim. fekat serhend yakınlarında kendisiyle karşılaşdık. özrümüzü kabul buyurunuz. hayr yalnız allahü tealanın yapdığındadır. altmışdokuzuncu mektub bu mektub, yine hanı hanana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. insanı dünyada ve ahıretde yükseltecek olan tevazu'un ne olduğu ve kurtuluşun ancak ehli sünnete uymakla olduğu bildirilmekdedir: her hamd allahü tealaya mahsusdur. allahü tealanın resulüne salat ve selam olsun! kardeşimiz mevlana muhammed sıddik ile gönderilen okşayıcı, kıymetli mektubunuz geldi. lutf buyurmuşsunuz. allahü teala, size hayrlı karşılıklar versin! mektubunuzda, fakirlerin, edeblerini gözetmişsiniz ve alçak gönüllülük göstermişsiniz. hadisi şerifine göre, bu aşağı davranışınızın dünyada ve ahıretde yükselmenize sebeb olacağını umarım. belki de sebeb olmuşdur. size müjdeler olsun! inabet ve rücu', ya'ni bir rehbere bağlanmak kelimelerini yazıyorsunuz. dervişlerden birinin elinde inabet yapdığınızı tesavvur buyurunuz. bunun iyi neticelerini ve meyvalarını bekleyiniz! fekat, bu inabetin haklarını, şartlarını elden geldiği kadar gözetmelidir. vasıyyetlerden, nasihatlardan hangi birini yazayım? ilmlerden, ma'rifetlerden hangisini bildireyim? çünki, müctehid olan derin alimler ve doğru yolda olan tesavvufcular şekkerallahü teala sa'yehüm söylemedik bir şey bırakmadılar. sermayesi az olan bu fakirin rahmetullahi aleyh mektublarından birkaçını, sevdiklerimiz size getirmişlerdir. onları gözden geçiriniz. sözün özü şudur ki, kurtuluş yolu, ancak ehli sünnet velcema'ate uymakdır. allahü teala, onların sözlerine, işlerine, iman edenleri ve ibadetlerdeki bildirdiklerine uyanları çoğaltsın! çünki, cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan bir fırka, bunlardır. bunlardan başka olan fırkalar, helak olacak, felakete sürüklenecekdir. bugün bir kimse, böyle olduğunu bilse de, bilmese de, yarın herkes anlayacakdır. fekat, o zeman faidesi olmayacakdır. ya rabbi! ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır! seyyid ibrahim çok eskiden beri yüksek kapınıza bağlı olanlardandır. düacılarınız arasında bulunmakdadır. kereminizden, ihsanınızdan beklenilir ki, ihtiyarlık ve ihtiyac zemanını, çoluk çocuğu ile üzüntüsüz geçirmesi ve son nefesinizde selamete kavuşmanıza düaya bol zeman bulması için kendisine sığınak olasınız. vesselam. yetmişinci mektub bu mektub, yine hanı hanana yazılmışdır. insanın alemi halkı ve alemi emri kendinde toplaması, hem hakdan uzaklaşmasına, hem de hakka yaklaşmasına sebeb olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, sizi muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem dininin gösterdiği doğru yolda bulundursun! bu düaya amin diyenlere merhamet eylesin! alemi emrin ve alemi halkın insanda toplanması, onun hakka yaklaşmasına, kıymetli ve üstün olmasına sebeb oldu. insanın hakdan uzaklaşmasına, doğru yoldan sapmasına ve ondan cahil kalmasına sebeb olan da, yine bu topluluğudur. bu toplulukdan dolayı insanın aynası, tam olup, hakka yaklaşmışdır. allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının, hatta zati ilahinin kendinde görünmesine müste'id olmuşdur. hadisi kudside, göke ve yere sığmam. fekat, mü'min kulumun kalbine sığarım buyurması, buna işaretdir. insanın, alemdeki zerrelerden, her zerreye muhtac olması, onun hakdan uzaklaşmasına sebeb olmuşdur. çünki, insanın herşeye, her zerreye ihtiyacı vardır. bekara suresinde, mealindeki, yirmisekizinci ayeti kerime, bunu bildiriyor. insan, bu ihtiyacından dolayı herşeye gönül vermekdedir. bu yüzden, hakdan uzaklaşmakda, doğru yoldan ayrılmakdadır. farisi iki tercemesi: mahlukların en üstünü insandır, o makamdan, mahrum kalan da odur. bu yoldan eğer, geri dönmezse, ondan daha mahrum olmaz kimse. görülüyor ki, varlıkların en üstünü insandır. mahlukların en aşağısı, en kötüsü de, yine odur. çünki, alemlerin rabbinin sevgilisi olan muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem insan olduğu gibi, alemlerin rabbinin düşmanı olan ebu cehl bin hişam da insandır. o halde kalb, herşeyi sevmekden kurtulmadıkça, herşeyden münezzeh olan, bir varlığın sevgisine kavuşamaz. bu ise, en büyük harablık, aşağılıkdır. birşeyin hepsi ele geçmezse, hepsi de elden kaçırılmamalıdır, formülüne göre, birkaç günlük ömrü, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselam uyarak geçirmelidir. çünki ahıretin azabından kurtulup, sonsuz ni'metlere kavuşmak, ancak ona sallallahü teala aleyhi ve sellem uymakla olur. bunun için de, altın, gümüş eşyası ve kağıd parası ve ticaret eşyası ve çayırda otlayan hayvanları olanın, islamiyyete uygun olarak, zekat vermesi, böylece mala ve hayvanlara bağlı olmadığını göstermesi lazımdır. yirken, içerken, güzel elbise giyerken, keyfini, zevkini düşünmeyip, ibadetleri yapmak için kuvvetlenmeği ve araf suresinin mealindeki otuzuncu ayeti kerimesine uymağı niyyet etmelidir. bunlara, başka niyyetleri karışdırmamalıdır. böyle niyyet yapılmazsa, yapmak için, kendini zorlamalıdır. ağlıyamazsan, kendini ağlat, sözü meşhurdur. böyle niyyet edebilmek için, durmadan allahü tealaya düa etmeli, yalvarmalıdır. farisi tercemesi: umarım, kabul ede, göz yaşımı, o ki, inci yapar, su damlasını. bunun gibi, her şeyi, dinini seven ve kayıran, doğru alimlerin, yazılarına uygun yapmalı, islamiyyetin izn verdiği lardan kaçınıp, islamiyyetin üstün gördüğü lere sarılan bu alimlere uymağı, sonsuz azabdan kurtulmağa vesile bilmelidir. nisa suresi, yüzkırkaltıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yetmişbirinci mektub bu mektub, hanı hananın oğlu mirza darab için yazılmış olup, allahü tealaya şükr etmek, islamiyyete uymakla olduğunu bildirmekdedir: allahü teala, kuvvetinizi artdırsın ve yardımcınız olsun! iyilik edene teşekkür lazım olduğunu akl da, islamiyyet de göstermekdedir. şükrün derecesi, gelen ni'metlerin mikdarına bağlıdır. ni'met, ne kadar çok ise, şükr etmek lüzumu da çok olur. görülüyor ki, zenginlerin, zenginlik derecesine göre, fakirlerden daha çok şükr etmesi lazımdır. bunun içindir ki, bu ümmetin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecekdir. allahü tealaya şükr etmek için, önce ehli sünnet alimlerinin bildirdiğine uygun bir i'tikad edinmek lazımdır. çünki, cehennemden kurtulan, yalnız bu fırkadır. i'tikadı düzeltdikden sonra, islamiyyete uygun hareket etmelidir. islamiyyeti de, bu fırkanın müctehidlerinin kitablarından öğrenmelidir. bundan sonra, ehli sünnetden olan, tesavvuf büyüklerinin gösterdiği yolda tasfiye ve tezkiyeye sıra gelir. şükrün bu üçüncü kısmı, şart değilse de, faidesi pek büyükdür. fekat, iki önceki kısm şartdır. çünki, islamiyyetin aslı, temeli bu ikisidir. islamiyyetin kemali, olgunlaşması ise, üçüncü kısm ile olur. bu üç kısm, ya'ni ehli sünnet i'tikadı ve islamiyyetin emrleri ve tesavvuf büyüklerinin yolu dışında kalan herşey, sıkıntılı riyazetler ve şiddetli mücahedeler olsa dahi, hep günahdır ve ita'atsizlikdir ve şükr etmemekdir. hind berehmenleri ve eski yunan felesofları, çok riyazet ve mücahede yapdı. fekat, peygamberlere aleyhimüsselam uymadıkları için, allahü tealaya şükr değil, günah oldu. hiçbiri kabul edilmedi. kıyametde cehennemden kurtulamıyacaklardır. o halde, seyyidimizin, efendimizin, kurtarıcımızın ve günahlarımızın afvı için şefa'atcimizin, kalblerimizi, ruhlarımızı tedavi eden mütehassısımızın, ya'ni muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve ala alihi ve sellem efendimizin yoluna ve onun dört halifesinin yoluna yapışınız! onun dört halifesi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in hidayete ulaşdırıcı, se'adete erdiricidir. allahü teala, bu yolda gidenlerden razı olur.allah, senden razı olsun demek, bu hal ile razı olsun demek değildir. allahü teala, senin ahlakını, işlerini ıslah edip, seni, razı olduğu hale soksun demekdir. yetmişikinci mektub bu mektub, hace cihana yazılmış olup, ahıreti istiyenin dünyaya düşkün olmaması lazımdır. dünyayı terk etmek nasıl olacağını bildirmekdedir: allahü teala, selamet ve afiyet versin! din ile dünyayı birlikde kazanmak imkansızdır. ahıreti kazanmak istiyenin, dünyadan vaz geçmesi lazımdır. bu zemanda, dünyayı temamen terk etmek, kolay değildir. hiç olmazsa, hükmen terk etmek, ya'ni terk etmiş sayılmak lazımdır. bu da, her işde islamiyyete uymak demekdir. yiyecekde, içecekde, giyecekde ve ev kurmakda islamiyyete uymak lazımdır. islamiyyetin emrlerini aşmamak lazımdır. altın ve gümüşün ve ticaret eşyasının ve kırda, çayırda otlıyan dört ayaklı hayvanların zekatını vermek farzdır. bunların zekatını elbette vermelidir. islamiyyete uymakla zinetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve ahıreti kazanır. dünyayı , böyle hükmen de terk edemiyen kimse, münafık demekdir. imanlı olduğunu söylemesi, ahıretde kendisini kurtaramaz. yalnız dünyada, malını ve canını korur. farisi tercemesi: söyledim sana, işin özünü, ister sıkıl, ister dinle sözümü. dünyanın bu kadar gösterişli hali, hademesi, hizmetçileri, tatlı yemekleri, çeşidli şerbetleri, süslü, cazibeli elbiseleri ve nice zevkleri karşısında, hangi baba yiğit, hangi bahtiyar kimse, bu doğru söze kulak verip dinler? farisi tercemesi: incilerin ağırlığı sağır etmiş kulağını, duymaz olmuş, ne yapayım, ağlamamı, sızlamamı.dünya, edna kelimesinin müennesidir. ya'ni, ismi tafdildir. masdarı, dünüv veya denaetdir. birinci masdardan gelince, çok yakın demekdir. ayeti kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. ba'zı yerde de, ikinci ma'na ile kullanılmışdır. mesela, hadisi şerifinde böyledir. ya'ni, demekdir. alçak şeyler, cenabı hakkın, nehyi iktizai ve nehyi gayri iktizaisidir. ya'ni, haram ile mekruhlardır. şu halde, kur'anı kerimde zem edilen, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. mal kötülenmemişdir. çünki, cenabı hak, mala hayr adını vermekdedir. bu sözümüzü isbat eden vesika, varlığın ve insanlığın ikincisi olan, ibrahim halilürrahmanın malıdır salevatullahi aleyh. yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vadileri dolduruyordu. allahü teala, bizi ve sizi, muhammed aleyhisselamın yoluna uymakla şereflendirsin! şeyh meyan zekeriyya eski defterdardır. alim ve faziletli bir insandır. bir zemandan beri habsdedir. ihtiyarlık, geçim darlığı ve habsde uzun zeman kalması yüzünden muhtac ve acınacak haldedir. fakiri bulunduğu birliğe çağırıp, kurtulmasını istiyor. mesafe uzak olduğu için gelemedim. kardeşimiz hace muhammed sadık, huzurunuza geldiğinden, birkaç sözle başınızı ağrıtdım. inşaallah o zevallı, yüksek teveccüh ve kereminizden umulana kavuşur. çünki, alimdir ve yaşlıdır. vesselam evvelen ve ahıren. yetmişüçüncü mektub bu mektub, kılınç hanın oğlu kılıcullaha yazılmış olup, kaçınması ve yapılması lazım gelen şeyleri bildirmekdedir: allahü teala, muhammed mustafanın aleyhissalatü vesselam parlak olan yolunda yürümekle şereflendirsin! yavrum! bu dünya, imtihan yeridir. dünyanın görünüşü, yalancı yaldızlarla süslüdür. kötü kadına benzer. yüzünü saçlar, kaşlar, ben ile boyamışlardır. görünüşü tatlıdır. taze, güzel, körpe sanılır. fekat aslında, güzel koku sürülmüş bir ölü gibidir. sanki bir leşdir ve böcekler, akrebler dolu bir çöplükdür. su gibi görünen bir serabdır. zehrlenmiş şeker gibidir. aslı harabdır, elde kalmaz. kendini sevenlere, arkasına takılanlara, hiç acımayıp, en kötü şeyleri yapar. ona tutulan aklsızdır, büyülenmişdir. aşıkları delidir, aldatılmışdır. onun görünüşüne aldanan, sonsuz felakete düşer. tadına, güzelliğine bakan nihayetsiz pişmanlık çeker. serveri kainat, habibi rabbil'alemin aleyhi ve ala alihissalevat vettehıyyat buyurdu ki, dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır, birbirine uymaz. birini razı edersen, öteki gücenir. demek ki, bir kimse, dünyayı razı ederse, ahıret ondan gücenir. ya'ni, ahıretde, eline bir şey geçmez. allahü teala, bizi ve sizi, dünyaya düşkün olmakdan ve dünyayı ele geçirmek için insanlık vazifelerini çiğneyenleri sevmekden muhafaza eylesin! yavrum! bu, pek kötü olduğunu anladığın dünya, nedir biliyor musun? dünya, seni, allahü tealadan uzaklaşdıran şeyler demekdir. kadın, çocuk, mal, rütbe, mevkı' düşüncesi, allahü tealayı unutduracak kadar aşırı olursa, dünya olur. çalgılar, oyunlar, ile, ya'ni faidesiz, boş şeylerle vakt geçirmek, , hep bunun için dünya demekdir. ahırete faidesi olmıyan ilmler, dersler de, hep dünyadır. hesab, hendese , astronomi, mantık, eğer allahü tealanın gösterdiği yerlerde kullanılmazsa bunlarla uğraşmak, boşuna vakt öldürmek olur ve dünya olur. bu bilgileri bütün derinliği ile, incelikleri ile okumak, yalnız başına işe yarasaydı, eski yunan felsefecileri se'adet yolunu bulur, ahıretdeki ebedi azabdan kurtulurlardı.liselerde, üniversitelerde okunan ulumi akliyye, ya'ni tecribi ilmler, ya'ni fen bilgileri ve yabancı diller, islamiyyete ve mahluklara hizmet etmek niyyeti ile öğrenilirse ve bu yolda kullanılırsa, faideli olur. bunlara çalışmak lazım olur ve sevab olur. bunun içindir ki, ecdadımız, şam, bağdad, semerkand ve endülüs müslimanları her dürlü fende ve güzel san'atda pek ileri gitmiş, dünya birinciliğini ellerinde tutmuşlardı. avrupanın ilm ve fen adamları, asrlar boyunca, islam fakültelerine gelip ihtisas kazanırlar ve bununla öğünürlerdi. müslimanların o parlak medeniyyetlerinin eserleri, bugün meydandadır ve dünya münevverlerini hayran bırakmakdadır. bugün liselerde, üniversitelerde okutulan ve insanın bütün gençlik hayatına mal olan bilgiler, allahü tealanın emrlerine uyarak kullanılırsa, faideli olur ve dünya ve ahıretin kazanılmasına sebeb olur. medeniyyet demek, yalnız ilm ve fen demek değildir. ilm ve fen, medeniyyet için, ancak bir alet, bir vasıtadır. ilmde, fende çok ileri olan milletlere, fen vasıtalarını ne yolda kullandıklarını incelemeden, medeni demek büyük gafletdir. pek yanlışdır. fabrikaların, motorlu vasıtaların, gemi, tayyare, atom cihazlarının çok olması, gözleri kamaşdıran yeni buluşların artması, medeniyyeti göstermez. bunları medeniyyet sanmak, her silahlıyı gazi, mücahid sanmağa benzer. evet, mücahid olmak için en yeni harb vasıtalarına malik olmak lazımdır. fekat, bunlara malik olan, eşkıyalık da yapabilir. medeniyyet, ta'miri bilad ve terfihi ibaddır. ya'ni, beldeleri, memleketleri i'mar etmek ve bütün insanları, ruh, düşünce ve beden bakımlarından rahat yaşatmakdır. bu iki gayeye vasıl olmak, ancak ve yalnız ahkamı islamiyyeye, ya'ni allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına uymakla olur. islamiyyetden ayrıldıkca medeniyyet geriler. işte liselerde, üniversitelerde öğrenilen bilgiler, bütün fen vasıtaları, fabrikalar, ağır sanayı', memleketleri i'mar için, insanları rahat etdirmek için kullanılırsa, faideli olur, sevab olur. memleketleri tahrib, insanların hürriyyetini ellerinden almak, köle yapmak için kullanılırsa, faidesiz olur, günah olur. bunların faideli olması, medeniyyete hizmet etmesi ancak ve yalnız islam dinine uygun kullanmakla olur. avrupa, amerika, asrlardan beri, islam ahlakını, islam hukukunu inceliyor. islam dininin emrlerini, yasaklarını alıp, kendilerine mal ediyor. onların bugünkü ilerlemesi, kanunlarında bile yer verdikleri, islami kıymetler ve esaslar sayesinde olduğu açıkça görülmekdedir. demek ki, bir milleti, bir gemiye benzetirsek, islam ahkamı, ya'ni allahü tealanın emrleri ve yasakları, bu geminin güverte ve kaptan teşkilatıdır. bütün ilmler, fen bilgileri, endüstri kolları, ağır sanayi' de bu geminin, çarkçı, makinist kısmı demekdir. gemide kaptan da, makinist de lazımdır. biri bulunmazsa, gemi işe yaramaz, helak olur. o halde, dedelerimizin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in dünya çapındaki başarılarını, üstünlüklerini, yine elde etmek için, islam bilgilerinin her iki kısmını, ya'ni hem dinimizi iyi öğrenmemiz ve ona sarılmamız, hem de ulumi akliyyeyi, asrımızın bütün teknik buluşlarını öğrenmeğe ve en iyi şeklde yapmağa çalışıp, bunları islam ahkamına uygun olarak kullanmamız lazımdır. bunu başarınca, maddi, ma'nevi olgunlaşacak, bütün milletlere örnek olacak, bütün dünyaca sevilerek, hakim ve hami seçileceğiz. hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni . bunun için, fen bilgilerine çok çalışmamız, atom bombası, roket, radar, füze yapmamız lazımdır. aksi takdirde din yıkılır. bindörtyüz bu kadar sene evvel, bugünün kurtuluş yolunu, bu hadisi şerif, bizlere göstermişdir. dinleri, kendilerini idare edenlerin dinleri gibi olur! hadisi şerifi de, müslimanların çalışarak, kafirlerden üstün olmasını emr buyurmakdadır. bu hadisi şerifleri iyi anlamalı ve dört el ile sarılmalıdır. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: farisi tercemesi: ne varsa güzel, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker bile olsa. yıldızlarla uğraşmak, ya'ni astronomi ilmi, namaz vaktlerini anlamağa yarar demişlerdir. bunun ma'nası, namaz vaktlerinin bilinmesine yarıyan ilmlerden biri de, ilmi nücumdur demekdir. yoksa kozmoğrafya bilinmezse, namaz vaktleri anlaşılamaz demek değildir. astronomiden haberi olmıyan çok kimseler vardır ki, namaz vaktlerini, bu ilmleri bilenlerden daha iyi anlar. mantık, hesab ve diğer lise dersleri, hep böyle olup, bunların hepsi islamiyyetin gösterdiği yerlerde kullanılırsa ve ilmi kelam da, islamiyyetin tek se'adet ve medeniyyet yolu olduğunu isbat etmek için kullanılırsa caiz olur . mubah olan şeyleri yapmak, vaciblerin, farzların yapılmasına mani' olursa, bunlarla uğraşmak, yine mubah olur mu olmaz mı? elbet olmaz! insaf etmek lazımdır. dini, imanı, farzları, haramları öğrenmeden önce, lise bilgileri ile uğraşmak da bu zaruri bilgileri öğrenmeğe mani' olmakdadır. kitabı ilm kısmında buyuruyor ki: her mü'minin, en önce, ehli sünnet i'tikadını, kısaca öğrenmesi farzdır. bundan sonra, iki şey öğrenmesi lazım olur. biri kalb için olan, ikincisi beden için lazım olan bilgidir. beden için olan bilgi de ikidir. biri yapacağı emrler, ikincisi sakınacağı yasaklardır. emrleri öğrenmek şöyle olur: sabah vakti, yeni müsliman olan kimsenin, öğle vakti gelince abdestin ve namazın farzlarını öğrenmesi, hemen farz olur. sünnetlerini öğrenmesi de sünnet olur. akşam olunca, akşam namazının üç rek'at olduğunu öğrenmesi farz olur. ramezan gelince, orucun farzlarını öğrenmesi farz olur. zengin olunca, bir semektubat tercemesi: ne sonra, zekatı öğrenmesi farz olur. haccı öğrenmesi, hacca gideceği zeman farz olur. işte, herşeyi zemanı gelince öğrenmesi farzı ayn olur. mesela evlenmek istediği zeman, nikah bilgilerini, kadın, erkek haklarını, kadınların özr hallerini öğrenmesi farz olur. bir san'ata, ticarete başlayınca, bunlardaki emr ve yasakları, faizi öğrenmesi lazım olur. hangi san'ata başlıyacaksa zemanın ona aid fen bilgilerini de mektebde öğrenmesi farz olur. mesela diş tabibi olacaksa, liseyi ve dişçi mektebini bitirmesi, staj ve ihtisas yapması farz olur. her san'at, ticaret, zira'at da hep böyledir. herkese kendi san'atını okuması, öğrenmesi farz olur. başka san'at bilgilerini öğrenmesi farz olmaz. harb zemanında da askerliği ve yeni silahları yapmak, kullanmak, korunmak için, fen bilgilerini kısaca öğrenmek, her müslimana farzı ayn, bunlarda ihtisas kazanmak ise farzı kifayedir. haramları öğrenmek de, herkese başka dürlü farz olur. mesela, erkeklerin ipek giydiği bir yerde bulunanların, ipek giymenin haram olduğunu öğrenmesi ve bilenlerin bilmiyenlere öğretmesi farz olur. . alkollü içkiler içilen, domuz eti yinilen, başkasının hakkı, faiz, rüşvet alınan, kumar oynanan yerde bulunanların, bunların haram olduğunu öğrenmesi farz olur. kadın erkek birlikde oturanların da mahrem ve namahrem olan kadınları, ya'ni bakmak caiz olan ve olmıyan kadınları öğrenmesi farz olur. kadınların, kızların açık gezdiği, erkeklerin de dizden yukarısını açdığı yerlerde bulunan müslimanların, örtmesi farz olan yerlerini öğrenmeleri lazımdır. bu yerlerini açmak ve başkasının açık yerine bakmak günah olduğu gibi, bunu bilmemek de ayrı günahdır. kalbe aid bilgileri, ya'ni ilmi ahlak öğrenmek, her erkeğe ve kadına farzı ayndır. mesela ya'ni kin bağlamak, başkasında bulunan ni'metin onda olmayıp, kendinde olmasını istemekdir. onda olduğu gibi, kendisinde de olmasını istemek hased değildir. buna etmek, imrenmek denir ki sevabdır, kendini büyük bilmek, üstün görmekdir. kibrli olana karşı kendini büyük göstermek, kibr olmaz. sadaka vermek gibi sevab olur, etmek gibi şeylerin haram olduğunu öğrenmek, her mü'mine farzı ayndır. görülüyor ki, imanı, ya'ni ehli sünnet i'tikadını kısaca öğrenmek ve iyi ve kötü huyları öğrenmek, farzı ayndır. ya'ni, herkesin öğrenmesi farzdır. abdesti, guslü, namazı ve orucu ve haramları da, her müslimanın öğrenmesi farzı ayndır. cenaze namazını, ölüye hizmeti ve san'at ve ticaret bilgilerini öğrenmek farzı kifayedir. ya'ni lazım olan kimselerin öğrenmesi farz olup, başkalarına farz olmaz. fekat, lüzumu kadar kimse öğrenmezse, bütün müslimanlar, hükumet ve millet, büyük günaha girer. mesela, doktor olacak kimsenin lise ve tıbbiyyede okuması farz olup, mühendis olacak kimsenin tıbbiyyede okuması farz değildir. ibni abidin rahmetullahi aleyh şerhinde, ön sözde diyor ki: ulumi nakliyyeden ya'ni din bilgilerinden kendine lazım olanları öğrenmek farzı ayndır. bundan fazlasını öğrenmek ve ulumi akliyyeden faideli olanları öğrenmek farzı kifayedir. namazda kıra'eti anlatırken diyor ki: bir ayet ezberlemek, herkese farzı ayndır. fatihayı ve üç ayet veya bir kısa sure ezberlemek vacibdir. kur'anı kerimin hepsini ezberlemek farzı kifayedir. kendine lazım olmıyan fıkh bilgilerini öğrenmek, hafız olmakdan daha iyidir. beşinci cildde buyuruyor ki: . yavrum! hak teala, sana çok lutf ve ihsan ederek, bu genç yaşda tevbe etmekle ve islam alimlerinin yolunda bulunan birinin sohbetine kavuşdurmakla şereflendirmişdi. bilemiyorum ki, nefs ve şeytanın ve din bilgisi olmıyan kötü arkadaşların arasında, o temiz halde kalabildin mi? din düşmanları her yoldan gençleri aldatmağa uğraşırken, değişmeden, akıntıya karşı durmak kolay değildir. gençlik zemanıdır. para bol, nefsin her arzusunu yerine getirmek kolay ve arkadaşların çoğu da uygunsuz! farisi tercemesi: canım, yavrum! sana sözüm, yalnız şudur: körpeciksin, yolun da çok korkuludur. kıymetli oğlum! mubahların fazlasından sakınmalısın. mubahları, lüzumu kadar kullanmalısın. bunları da, allahü tealaya kulluk etmek niyyeti ile yapmalısın. mesela, birşey yirken, allahü tealanın emrlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeğe, giyinirken avret yerini örtmeğe ve soğukdan, sıcakdan korunmağa niyyet etmeli ve her mubah için gerekli niyyetler yapmalıdır. büyüklerimiz azimet ile hareket etmiş, ruhsatdan elden geldiği kadar kaçınmışdır. mubahları, zaruret mikdarı kullanmak da azimetdir. bu devlet, bu ni'met ele geçmezse, mubahlardan dışarı çıkmamalı, haram ve şübhelilere taşmamalıdır. allahü teala kullarına çok merhamet ve ikram ederek, mubah olan şeylerle zevklenmeğe izn vermişdir. pekçok şeyleri mubah etmişdir. halal olan bu sayısız zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak, allahü tealaya karşı, ne kadar edebsizlik olur. hem de, haram etdiği lezzetleri, daha fazlası ile mubahlarda da yaratmışdır. halal olan çeşid çeşid ni'metlerin zevkleri bir yana, insanın işinden, rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? bir kimsenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük cefa, sıkıntı olur mu? cennetde allahü tealanın razı olması, cennet ni'metlerinin hepsinden daha tatlıdır. cehennemdekilerden allahü tealanın razı olmaması, cehennem azablarından daha acıdır. biz kuluz. sahibimizin emrindeyiz. başı boş değiliz. her istediğimizi yapmağa serbest değiliz. iyi düşünelim! uzağı gören akl sahibi olalım! kıyamet günü utanmakdan, pişman olmakdan başka, ele birşey geçmez. gençlik çağı, kazanc zemanıdır. merd olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. ihtiyarlık herkese nasib olmaz. nasib olsa da, rahat, elverişli vakt ele geçmez. vakt de bulunsa, kuvvetsizlik, halsizlik zemanında, yarar iş yapılamaz. bugün, her vaz'ıyyet elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük ni'met iken, geçim derdi olmayıp fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özr ile, hangi sebeble, bugünün işi yarına bırakılabilir? peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep ahıret işlerini yaparsan güzel olur. fekat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur. gençlik zemanında, insanı üç din düşmanı olan, nefs, şeytan ve kötü insanlar aldatmağa uğraşmakdadır. bunlar karşısında az bir ibadet pek kıymetli olur. ihtiyarlıkda yapılan, bundan katkat fazla ibadetlerin bu kadar kıymeti olmaz. düşman hücum etdiği zeman, askerin ufak bir hareketi, çok kıymetli olur. sulh zemanında yapılan büyük ta'limlerin, manevraların, bu kadar kıymeti olmaz. oğlum, bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak, keyf sürmek için yaratılmadı. kulluk vazifelerini yapmak için, rabbine ita'at, tevazu', kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faideli şeylerdir. insanlara yaradığı için emr edilmişdir. yoksa, hiçbir ibadetin allahü tealaya faidesi yokdur. candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı. tam teslim olarak, emrleri yapmağa ve yasaklardan kaçınmağa çalışmalıdır. allahü teala hiçbirşeye muhtac olmadığı halde, kullarını emr ve yasaklar vermekle şereflendirdi. herşeye muhtac olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emrleri yapmağa, candan sarılmamız lazımdır. ey oğlum! iyi biliyorsun ki, dünyada biri, mevkı', rütbe sahibi olsa, emrinde bulunanlardan birine, mühim bir vazife verse, bu vazifenin yapılmasında, emr verene de faide olduğu halde, bu işçi, bu vazifeye ne kadar çok ehemmiyyet ve kıymet verir. bu vazifeyi, bana büyük bir zat verdi diye öğünür ve seve seve, zevk ile yapmağa çalışır değil mi? yazıklar olsun! allahü tealanın büyüklüğü, yüksekliği, bu kimsenin büyüklüğü kadar değil midir de, islam dininin istediklerini yapmağa, böyle çalışılmıyor. allahü tealanın emrleri vazife bilinmiyor ve vazife mukaddesdir! önce vazife, sonra namaz gibi şeyler deniyor. halbuki, allahü tealanın emrleri birinci vazife olmak lazımdır. utanmak lazımdır. gaflet uykusundan uyanmamız lazımdır. allahü tealanın emrlerini yapmamak, iki sebebden ileri gelir: allahü tealanın emrlerine, yasaklarına inanılmamışdır. bu ibadetler arablar içindir. çöldeki insanların sağlam olması içindir. bugün isveç hareketleri, spor, fizikoterapi, masaj, namazın işini görmekde, duşlar, banyolar, plajlar, abdestden daha modern temizlemekdedir denilmesidir. allahü tealanın emrlerine ehemmiyyet vermemekdir. bu emrlerin büyüklüğünü, mevkı', kumanda sahibi kimselerin büyüklüğünden aşağı görmekdir. her iki sebeb ile de, ibadet etmemenin şena'atini, çirkinliğini düşünmemiz lazımdır. ey evladım! yalancılığı çok def'a görülmüş olan birisi, düşman bu gece, filan yerden baskın yapacak dese, idareciler, akllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? o kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde, tehlüke bulunan işlerde, ihtiyatlı, tedbirli, uyanık bulunmak lazımdır demezler mi? muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici, doğruluğu ile şöhret bulmuş aleyhissalatü vesselam, tekrar tekrar, açıkça, ahıretin sonsuz azablarını bildiriyor. buna inanmıyorlar. inanılsa da, tedbir, kurtulma çaresi düşünmüyorlar. halbuki, muhbiri sadık, kurtuluş yolunu da, göstermekdedir. o halde, muhbiri sadıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir imandır? imanım var demek, müslimanım demek, insanı kurtarmaz. kalbin inanması, yakin hasıl etmesi lazımdır. halbuki, yakin nerede? zan bile yok. belki vehm bile değil. çünki, tehlükeli zemanlarda vehm edilen şeye karşı da, tedbir almak, akl icabıdır. hucürat suresi, onsekizinci ayetinde mealen, buyurulduğu halde, haramları, yapıyorlar. halbuki, herhangi bayağı bir kimse, bu çirkin işleri görecek olsa, belki görmek ihtimali olsa, yapmakdan vazgeçerler. bu halin iki sebebi olabilir: ya, allahü tealanın verdiği habere inanmıyorlar. yahud da, allahü tealanın görmesine ehemmiyyet vermiyorlar. haramları, bu iki sebeb ile işlemek, imanı mı gösterir, kafir olmağı mı gösterir? yavrum, yeniden imanını tazelemelisin! peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurdu ki, sonra, allahü tealanın razı olmadığı işlerinden tevbe etmelisin. yasak etdiği, haram eylediği şeylerden sakınmalısın. beş vakt namazı cema'at ile kılmalısın. gece namaz kılabilirsen, teheccüde kalkabilirsen, büyük se'adet olur.cum'a, arefe, bayram, kadr, berat, mi'rac, aşure, mevlid ve regaib gecelerinde ibadet etmek çok sevabdır. mevlana muhammed rebhami rahmetullahi aleyh kitabının, hind basması, yüzyetmişikinci sahifesinde buyuruyor ki, büyük islam alimi, imamı nevevi rahmetullahi aleyh, kitabında buyuruyor ki, gecenin oniki kısmından bir kısmını ihya etmek, ya'ni okumak, kılmak, düa etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. yaz ve kış geceleri için hep böyledir. in dörtyüzaltmışbirincisahifesindeki yazıdan da, böyle olduğu anlaşılmakdadır. de diyor ki, fıkh kitablarında, saat demek, bir mikdar zeman demekdir. nevevi, şafi'i mezhebinde müctehiddir. hanefilerin de, geceleri, böyle ihya etmeleri uygun olur. kitabı, mahmudi buharinin olup iki cilddir ve nin şerhidir. kıymetli fıkh kitabıdır. mahmudi buhari, senesinde, buharada vefat etmişdir. zekat vermek de, islamın beş şartından biridir. zekat vermek elbette lazımdır. kitabı ondördüncü sahifesinde, , özrsüz gecikdiren günaha girer ve şehadeti kabul olmaz buyurmakdadır. zekatı kolayca verebilmek için, altından ve gümüşden ve ticaret eşyasından, fakirlerin hakkı olan kırkda biri, senede bir kerre zekat niyyeti ile ayrılıp, saklanır. bütün sene içinde, istediği zeman, zekat vermesi caiz olanlardan, dilediğine verir. her verişde, ayrıca zekat için, niyyet etmeğe lüzum yokdur. ayırırken, bir kerre niyyet etmek yetişir. herkes, fakirlere ve zekatdan hakkı olanlara, bir senede ne kadar vereceğini bilir. buna göre zekatından ayırıp saklar. ayırırken, niyyet etmezse, fakirlere verdikleri zekat olmaz. işte böylece, hem zekat verilmiş olur, hem de, her zeman muhtaclara yapdığı yardım, yerini bulur. bir sene içinde, fakirlere yapdığı yardım, zekat için ayrılandan az olursa, artan zekatı, yine kendi malından ayrı saklamalı, gelecek sene ayrılacak olan zekat ile karışdırıp vermelidir. her sene, böyle ayırıp, yavaş yavaş vermek caizdir. yavrum! insanların nefsi bahildir, cimridir, tama'kardır. allahü tealanın emrlerini yapmamakda inadcıdır. onun için, biraz aşırı yazdım. yoksa, malı da, canı da, mülkü de, hep o vermişdir. onun verdiğine el uzatmağa kimin hakkı vardır? o halde zekatı ve uşru seve seve vermek lazımdır. her ibadeti seve seve yapmalıdır. kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanları ödemeğe, titizlikle çalışmalıdır. üzerimizde kimsenin hakkı kalmamasına çok dikkat etmeliyiz! hakkı dünyada ödemek kolaydır. nezaket ile, yumuşaklıkla hakdan kurtulmak mümkin olur. fekat, ahıretde, iş böyle değildir. orada, hak altından kurtulmak çok gücdür, çaresi bulunmaz.kafirlerin haklarını da gözetmek lazımdır. kafir memleketlerindeki kafirlerin de mallarına, canlarına ve namuslarına saldırmamalıdır. kafirlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir. islamiyyeti, dinini iyi bilen ve ahıreti düşünen doğru alimlere sorup öğrenmelidir. böyle mubarek insanların sözleri ve kitabları, te'sirli olur. bunların nefeslerinin bereketi ile, sözlerini yapmak kolay olur. doğru alim, güvenilir kitab bulunamayan yerlerde, bu gibilerden ancak, çok lüzumlu şeyler sorulabilir. va'zları, nutkları dinlenmez. ey oğlum! bizim gibi fakirlerin, yukarıda ta'rif etdiğimiz, alçak dünya düşkünleri ile, ne işimiz vardır ki, onların gidişlerinin iyiliğine, kötülüğüne karışalım? allahü tealanın peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem lazım olan nasihatları, açıkça bildirmiş, söylenmedik birşey kalmamışdır. fekat bu yavru, bu fakirlere gelip, nasihat ve yardım istemiş olduğu için, bu yavrunun nasıl, ne yolda bulunduğu sık sık kalbe gelmekdedir. bu bağlılık bu satırların yazılmasına sebeb olmuşdur. evet, bu yavrunun böyle sözleri çok işitmiş olduğunu biliyorum. fekat, yalnız işitmekle, birşey kazanılmaz. duyduklarını, öğrendiklerini yapmak lazımdır. bir hasta, ilacını öğrenebilir. fekat, ilacı kullanmadıkça, iyi olamaz. ilacı bilmek, onu iyi edemez. bütün peygamberlerin aleyhimüsselam ve alimlerin rahimehümullah milyonlarca sözleri ve binlerle kitabları, hep işlemek içindir. bilmek, kıyametde faideli değil, şefa'atcı değil, azab yapılması için huccet ve şahid olacakdır. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki, . yavrum, o zemanki tevbenin, bağlılığın bir netice vermediğini sen de biliyorsun! çünki, allahü tealayı seven ve unutmıyanlardan uzak kalman, o se'adet tohumunun açılıp büyümesine mani' oldu. fekat, o tohumun çürümemiş olması, bu yavrunun yetişmeğe elverişli, nefis bir cevher olduğunu göstermekdedir. o tevbenin, o bağlılığın bereketi ile, allahü tealanın, bu yavruyu, ergeç, sevdiği, seçdiği yola kavuşduracağı ümmid olunur. herne behasına olursa olsun, allah yolunda bulunanlara olan sevgiyi elden kaçırmayınız! bunlara sığınmak, bunlarla beraber olmak iştiyakını kalbinize yerleşdiriniz! bu büyüklere olan sevginiz sebebi ile, allahü tealanın, kendi sevgisini içinize yerleşdirmesini ve kalbinizi, bu dünya çerçöplerine bağlamakdan kurtarıp, büsbütün kendisine çekmesini isteyiniz! farisi beytler tercemesi: aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer, ma'şukdan başka herşeyi yakar, kül eder. hakdan gayrıyı katl için kılıncı çek, dedikden sonra, birşey kaldımı bir bak.dan başka ne varsa, hepsi gitdi; sevin ey aşk! hakka ortak kalmadı bitdi. yetmişdördüncü mektub bu mektub, mirza bedi'uzzemana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. fakirleri sevmek ve onlara iyilik etmek ve islamiyyete uymak lazım olduğu bildirilmekdedir: şerefli mektubunuz ve latif yazılarınız geldi. allahü tealaya hamd olsun! okuyunca, fakirlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. çünki bu sevgi, se'adetin sermayesidir. onlar, allahü tealanın celisleridir, hep onunla birlikdedirler. ve de bildiriliyor. bir hadisi kudside, ben, kulumun zan etdiği gibiyim. kulum beni zikr ederken, ben muhakkak onun ile beraber bulunurum buyuruldu. buyuruldu. ve sahihinde yazılıdır. onları bulamayıp, kitablarını okuyanlar da şaki olmaz. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem, kafirlere galib gelmesi ve işlerin kolaylaşması için, muhacirlerin fakirleri hurmetine düa buyurduğu, kitabında bildirilmekdedir. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam muhacirlerin fakirlerinin şanlarını bildirmek için, saçları karışmış çok kimse vardır ki, kapılardan kovulurlar. allahü tealaya yemin etseler, yemin etdikleri şeyi elbette yaratıp verir buyurdu. ey mes'ud insan! kıymetli mektubunuzda, yazmışsınız. bu söz, ancak allahü teala için söylenir. elinden hiçbirşey gelmiyen bir köle, nasıl olur da, herhangi bir bakımdan sahibi ile ortaklığı arayabilir? sahib olmak yolunu tutabilir? hele ahıretde. ister hakikat olarak, isterse mecaz olarak düşünülsün, malik ve sahib yalnız allahü tealadır. hak teala, kıyamet günü, buyurur. cevab olarak yine kendisi, buyurur. o gün kullar için, korkudan sığınmakdan başka birşey yokdur. pişmanlıkdan, şaşkınlıkdan başka birşey yapamazlar. allahü teala, o günün şiddetini, kulların sıkıntısının çokluğunu bildirmek için, hac suresinin birinciayetinde mealen, o günün zelzelesi çok büyük şeydir. o gün kadınlar memedeki çocuklarını unuturlar. hamile hatunlar çocuklarını düşürürler. insanlar serhoş olmuşlar sanılır. onlar serhoş değildir. fekat, allahü tealanın azabı çok şiddetlidir buyuruldu. farisi iki tercemesi: sorulur o gün işlerden, sözlerden, kalbi titrer nebilerin korkudan. enbiyanın şaşırdığı bir yerde, günahlara özr bulmak nerede? nasihatların başı şudur ki, islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselamü vettehıyye uymak lazımdır. resulullaha uymıyanlar, ahıretde azabdan kurtulamaz. bundan sonra, dünyanın süslerine düşkün olmamak, varlığına ve yokluğuna aldırış etmemek lazımdır. çünki, allahü teala dünyayı sevmez, ona kıymet vermez. bunun için, kulun dünyalığı olmakdansa, olmaması daha iyidir. dünyanın kimseye faide vermediğini ve elden çabuk çıkdığını herkes bilmekde, hatta görmekdedir. dünyanın malına, mevkı'ine düşkün olanların, bunlara kavuşmak için uğraşıp da, ansızın hepsini bırakıp gidenlerin halini görerek ibret alınız! allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin en üstününe aleyhi ve ala alihissalatü vesselam uymakla şereflendirsin! amin. yetmişbeşinci mektub bu mektub, yine mirza bedi'uzzemana rahmetullahi aleyh yazılmışdır. mahlukların en üstününe uymağı, önce i'tikadı düzeltmeği, sonra fıkh bilgilerini öğrenmeği bildirmekdedir: allahü teala, size selamet ve afiyet versin! dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşmak için, dünya ve ahıretin efendisine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha uymak lazımdır. ona uymak için, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak, önce i'tikadı düzeltmek lazımdır. bundan sonra, o büyüklerin kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anlayıp bildirdikleri halal, haram, farz, vacib, sünnet, mendub, mubah ve müştebeh bilgilerini öğrenmek ve bütün işlerini bunlara uygun olarak yapmak lazımdır. bu iki i'tikad ve amel kanadları elde edildikden sonra, eğer ezelde mes'ud olmuş ise, mukaddes aleme uçmak nasib olur. bu iki kanat olmadan yükselmek olamaz. bu alçak dünya, arkasından koşmağa değmez. bunun, malının, mevkı'inin değeri yokdur ki özenilsin. değerli, kıymetli şeyleri aramalıdır. allahü teala, herşeyi bir sebeble yaratdığı, gönderdiği için, kendisine kavuşduran sebebi, o vesileyi ondan istemelidir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir. bu fakirlere rahmetullahi aleyhim ecma'in yakınlık göstererek yardım istiyorsunuz. size müjdeler olsun! sağlam olarak ve kazanarak geri dönersiniz. fekat, bir şartı gözetmek lazımdır. o da, kalbi yalnız bir yere bağlamakdır. kalbi birkaç yere bağlamak, insanı harab eder. bir yerde olan, her yere kavuşur. heryere dağılan hiçbir yer bulamaz sözü meşhurdur. allahü teala, muhammed aleyhisselamın nurlu caddesinde bulundursun. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde bulunanlara selam olsun! yetmişaltıncı mektub bu mektub, kılınc hana gönderilmiş olup, terakki, vera' ve takva ile olur. mubahların fazlasını terk etmelidir. hiç olmazsa, haramlardan sakınıp, mubahları azaltmalıdır. haramlardan sakınmak, iki dürlü olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizi her üzüntüden korusun. insanların en üstününün sallallahü aleyhi ve sellem hurmeti için, her kusurdan muhafaza buyursun! surei haşrin yedinci ayetinde mealen, resulümün getirdiği emrleri alınız, ita'at ediniz! nehy, men', yasak etdiği şeylerden sakınınız! buyuruldu. görülüyor ki, dünyada felaketlerden, ahıretde azabdan kurtulmak için, iki şey lazımdır: emrlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! bu ikisinden, en büyüğü, daha lüzumlusu, ikincisidir ki, ve denir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında, birisinin çok ibadet etdiğini, çok uğraşdığını söylediler. birisinin de, yasak edilen şeylerden, çok sakındığını söylediklerinde, buyurdu. ya'ni, yasaklardan sakınmak, daha kıymetlidir buyurdu. bir hadisi şerifde de, buyurdu. insanların meleklerden daha üstün olabilmesi, vera' sayesindedir ve terakki etmeleri, yükselmeleri bu sayededir. melekler de, emrlere ita'at etmekdedir. halbuki melekler, terakki edemiyor. o halde, vera'a sarılmak ve takva üzere olmak, herşeyden daha lüzumludur. islamiyyetde en kıymetli şey takvadır. dinin temeli takvadır. vera' ve takva, haramlardan kaçınmak demekdir. haramlardan temamen kaçınabilmek için, mubahların fazlasından kaçınmalıdır. mubahları, lazım olduğu kadar, kullanmalıdır. bir insan, mubah, ya'ni islamiyyetin izn verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubah işlerse, şübheli şeyleri yapmağa başlar. şübheliler ise, haram olanlara yakındır. insanın nefsi, hayvan gibi, kendine düşkündür. uçurum yanında dolaşan, birgün uçuruma düşebilir. vera' ve takvayı tam yapabilmek için, mubahları lazım olduğu kadar kullanmalı, zaruret mikdarını aşmamalıdır. bu kadarını kullanırken de, kulluk vazifelerini yapabilmek için kullanmağa niyyet etmelidir. böyle niyyet etmeden, az kullanmak da, günah olur. azı da çoğu gibi zararlı olur. mubahların fazlasından temamen kaçınabilmek, her vakt ve hele bu zemanda, hemen hemen mümkin değildir. hiç olmazsa, haramlardan kaçınmalı, mubahların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmağa çalışmalıdır. mubahlar, lüzumundan fazla işlendikde, pişman olup tevbe etmelidir. bu işleri, haram işlemeğe başlangıç bilmelidir. allahü tealaya sığınmalı ve yalvarmalıdır. bu pişmanlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubahların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin afetinden, zararından korur. büyüklerden biri buyuruyor ki, . haramlardan kaçınmak da, iki dürlüdür: birinci kısmı, yalnız allahü tealanın haklarına dokunan günahlardan kaçınmakdır. ikinci kısmı, insanların, mahlukların hakları da bulunan günahlardan kaçınmakdır. ikinci kısmı, daha mühimdir. allahü teala, hiçbirşeye muhtac değildir ve çok merhametlidir. kullar ise, pekçok şeye muhtac oldukları gibi, hasis ve alçakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: üzerinde kul hakkı olan, mahlukların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce halallaşsın, ödesin! zira o gün altının, malın değeri olmaz. o gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevablarından alınacak, sevabları olmazsa, hak sahibinin günahları, buna yüklenecekdir. kitabını açıklarken, namaza niyyet bahsi, ikiyüzdoksanbeşinci sahifede buyuruyor ki, . bir dank, dirhemin altıda biri, yaklaşık olarak, yarım gram gümüşdür. birgün, eshabı kirama karşı: buyuruldukda: dediler. buyurdu ki: ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyamet günü, defterinde çok namaz, oruc ve zekat sevabı bulunur. fekat, bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. sevabları, bu hak sahiblerine dağıtılır. hakları ödenmeden önce, sevabları biterse, hak sahiblerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. sonra cehenneme atılır. sizin için ne kadar hamd etsek, ne kadar teşekkür etsek azdır. çünki sizin mubarek vücudunüz sayesinde, büyük lahor şehrinde, böyle bir zemanda, ahkamı islamiyyenin çoğu meydana çıkmakda, tatbik edilmekdedir. bu memleketde din kuvvetlenmekde, islamiyyet yerleşmekdedir. bu fakire göre, lahor şehri, hindistanın kalbi gibidir. bu şehrin hayr ve bereketi, bütün hindistan şehrlerine yayılmakdadır. islamiyyetin bu şehrde kuvvetlenmesi, bütün şehrlerde kuvvetlenmesine yol açıyor. allahü sübhanehü ve teala, kuvvetinizi artdırsın. her işinizde yardımcınız olsun! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ümmetimden, hak üzere olan, doğru yolda yürüyen, her zeman bulunacakdır. bunlara karşı duranlar, bunlara zarar yapamaz. bunlar, allahü tealanın takdir etdiği saate kadar, işlerini yapacakdır. ilm deryası, başımın tacı olan hocama karşı kuvvetli bağlılığınızı düşünerek, şu birkaç satırımla, o kıymetli sevgiyi tazelemek istedim. rahatsız etmemek için bu kadar yazıyorum. cenabı hak, zati alinizi hakiki devletlere ve sonsuz se'adetlere kavuşdursun. sevgili peygamberi aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat hurmetine düamı kabul buyursun! amin. yetmişyedinci mektub bu mektub, cebbari hana yazılmışdır. allahü tealaya ibadetin nasıl olacağı bildirilmekdedir: her dürlü hamd, allahü teala içindir. onun seçdiği kullarına selam olsun. farisi tercemesi: allahdan başkasına tapınmak hiçdir, hiç ile uğraşmak ise delilikdir. biçun ve biçigune olan ya'ni nasıl olduğu bilinemiyen bir yaratana celle sultanüh ibadet edebilmek için, ondan başka şeylere kul olmakdan kurtulmak, kalbini ondan başka hiçbirşeye bağlamamak lazımdır. bunun da işareti, alameti, ondan gelen ni'metler ile sıkıntıları birbirinden başka dürlü karşılamamakdır. başlangıçda, onun gönderdiği ni'metler, verdiği sıkıntılardan daha tatlı gelir. fekat, bu makamın sonuna varılınca, her iş ona bırakılır. her gönderdiği uygun gelir, tatlı gelir. onun ni'metine kavuşmak ve azabından kurtulmak için yapılan ibadet, kendi kendine tapınmak olur. kendi kurtuluşu ve rahatlığı için çalışmış olur. farisi tercemesi: arzularının ardında koşdukça sen. aşıkım deyince, yalan söylersin! bu ni'mete kavuşmak, tam fena ile olur. kalbi ona bağlamak, onun zatını sevmekle olur. bu bağlantı, bu teveccüh de, vilayeti hassai muhammediyyenin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye başlangıcıdır. bu büyük ni'mete kavuşmak da, onun dinine tam uymakla ele geçebilir aleyhi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha. çünki, her peygambere aleyhimüssalevatü vetteslimat peygamberlik yolundan gönderilmiş olan din, o peygamberin vilayetine uygundur. çünki, vilayetde salikin yüzü, büsbütün allahü tealaya karşıdır. onu peygamberlik makamına indirdikleri zeman, o nur ile birlikde iner. o üstünlük, insanlar arasında bulunduğu zeman da, kendinde bulunur. peygamberlik makamının derecelerine kavuşmak da, hep bu nur ile olur. bunun içindir ki, demişlerdir. görülüyor ki, her peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in yolu kendi vilayetlerine uygundur. onun yoluna uymak, onun vilayetine kavuşmağa sebeb olur. sual: o serverin aleyhissalatü vesselam yoluna uyanlardan birçoğu, o serverin vilayetine kavuşamıyor. başka bir peygamberin makamı altında bulunuyor. onun vilayetine kavuşuyor. bu nasıl oluyor? cevab: peygamberimizin aleyhissalatü vesselam yolu, bütün yolları kendinde toplamışdır. ona indirilmiş olan kitab, gökden inmiş kitabların hepsini içine almışdır. bundan dolayı, bu dine uymak, bütün dinlere uymak olur. salik, yaradılışında hangi peygambere salevatullahi teala aleyhim ecma'in uygun oldu ise, onun vilayetini alır. şunu da bildirelim ki, onun vilayeti aleyhissalatü vesselam bütün peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat vilayetlerini kendinde toplamışdır. onların vilayetlerinden birine kavuşmak, bu vilayetin parçalarından bir parçaya kavuşmak olur. bu vilayetin kendisine ya'ni o vilayetlerin toplamına kavuşamamak, resulullaha tam uyamamakdan ileri gelmekdedir. tam uyamamanın dereceleri vardır. bunun için, elde edilen vilayetler de, başka başka olur. tam uymak ele geçerse, bu vilayetin kendine kavuşulur. başka bir peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in dinine uyan bir kimsede, vilayeti hassai muhammediyye aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimatü vettehıyyat hasıl olsaydı, yukardaki sual sorulabilirdi. halbuki, böyle birşey olmamışdır. bize ni'metlerini gönderen ve doğru yola kavuşduran ve sağlam dini ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! doğru yol, muhammed aleyhisselamın yoludur. onun dinidir. yasin suresinin başında, sen elbette peygamberlerdensin. tam doğru yoldasın! mealindeki ayeti kerimeler, böyle olduğunu göstermekdedir. allahü teala bizi ve sizi, o yüce peygamberin aleyhissalatü vesselam dinine uymakla şereflendirsin. ona tam uyanların ve evliyasının büyüklerinin hurmeti için rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in düamızı kabul buyursun! amin. bu düamızı size ulaşdıran zatın yolculuğu sizin tarafınıza olunca bu birkaç kelime ile muhabbet zincirini harekete getirdi. vesselamü aleyküm ve rahmetullahi sübhanehü ledeyküm. yetmişsekizinci mektub bu mektub, yine cebbari hana yazılmışdır. sefer der vatan ve seyri afaki ve enfüsi bildirilmekdedir: allahü teala, doğru olan bu islamiyyetin caddesinde ilerlemek ihsan eylesin! dehli ve egre yolculuğundan geri döneli birkaç gün oldu. alışdığımız vatanda yine yerleşdik. hadisi şerifinde bildirilen sevgi, kendini gösterdi. de de bildirilmekdedir. vatana kavuşdukdan sonra, yolculuk olursa, vatan içinde olur. nakşibendiyye büyüklerinin kaddesallahü teala esrarehüm temel sözlerinden biridir. bu tarikatde bu seferi, daha başlangıcda tatdırırlar. nihayeti başlangıcda yerleşdirdikleri buradan belli olur. bu yolun yolcularından dilediklerini yaparlar. insanın dışında ilerletirler. denilen bu dış yolculuk bitdikden sonra denilen insanın içindeki yolculuğa başlatırlar. , bu ikinci yolculuk demekdir. farisi mısra' tercemesi: bu büyük ni'meti, bakalım kime verirler? arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun, zevallı fakir aşık, birkaç damlayla doysun. bu büyük ni'mete kavuşmak, ancak gelmişlerin ve geleceklerin efendisine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha uymakla ele geçebilir. bir kimse, kötü huylarını yok etmezse ve emrlere uyarak ve yasaklardan sakınarak kendini süslemezse, bu ni'metin kokusunu bile duyamaz. islamiyyetden kıl ucu kadar bile ayrılan bir kimsede ahval ve mevacid hasıl olursa, bunlara istidrac denir ki, onu dünyada ve ahıretde rezil olmağa sürükler. allahü tealanın sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha ayak uydurmayan bir kimse, felaketlerden kurtulamaz. birkaç günlük dünya hayatını, hak tealanın razı olduğu şeyleri yapmakla geçirmelidir. bir kimsenin işlerinden, onun sahibi razı olmazsa, onun yaşaması nasıl olur? hak teala, onun büyük, küçük her yapdığını bilmekde ve görmekdedir. hazırdır ve nazırdır. utanmak lazımdır. eğer bir kimsenin, onun çirkin ve kötü işlerini gördüğünü anlasa, onun gördüğü yerde bozuk birşey yapmaz. ayblarını, kusurlarını onun gördüğünü istemez. müslimanlara ne oldu ki, hak tealanın hazır olduğunu bilerek, onun beğenmediği şeyleri yapmakdan sıkılmıyorlar? bu nasıl müslimanlıkdır? hak tealaya, kendi kusurlarını gören bir kimse kadar kıymet vermiyorlar. nefslerimizin kötülüklerinden ve işlerimizin bozuk olmasından allahü tealaya sığınırız. hadisi şerifde, buyuruldu. şanı, şerefi çok büyük olan bu sözle her an, imanı tazelemeli. uygunsuz işlerin hepsinden allahü tealaya tevbe etmeli, ona yalvarmalıdır! belki, tevbe etmek için başka zeman ele geçmez. hadisi şerifde, buyuruldu. ya'ni, iyi işleri gecikdirenler, bu günün işini yarına bırakanlar aldandı, ziyan etdi. boş zemanı kıymetlendirmelidir. bu zemanlarda, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmalıdır. tevbe yapabilmek, hak tealanın büyük ni'metlerinden biridir. hak tealadan, her an bu ni'meti istemelidir. islamiyyeti iyi bilen ve hakikat aleminden haberi olan allah adamlarından yardım beklemeli, bunlardan imdad istemelidir. böylece, hak tealanın lütfuna kavuşarak, onun mukaddes tarafına çekilir. ona karşı baş kaldıramaz olur. islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulundukça, kendini tehlükede bilmelidir. bu ayrılıkların, uygunsuzlukların hepsini yok etmelidir. farisi tercemesi: kurtulurum sanma sakın, ey sa'di hoca! muhammed aleyhisselama uymadıkca. ehlüllah, ya'ni allah adamlarına karşı gelmekden çok sakınmalıdır. hele arada pirlik ve rehberlik bağı varsa ve ondan istifade yolu açılmış ise, onun ufak bir şeyini beğenmemek, öldürücü zehr olur. daha çok yazmağa lüzum yok sanırım. bu birkaç kelime de, aramızdaki muhabbet ve ihlas dolayısı ile yazıldı. sizi usandırmıyacağımızı sanırım. şununla da başınızı ağrıtayım ki, molla ömer ve şah hüseyn, temiz kimselerin çocuklarıdır. hizmetinizde bulunmak istiyorlar. hizmetcileriniz arasına girmeleri umulur. isma'il de bu dilekle hizmetinize gelmişdir. bineceği yok ise de, haline uygun bir iş bulacağı ümmidindedir. başınızı daha ağrıtmıyayım. vesselam, velikram. yetmişdokuzuncu mektub bu mektub, yine cebbari hana yazılmış olup, bu parlak dinin geçmiş dinlerin herbirini bir araya getirmiş olduğunu ve bu dine uymak, bütün dinlere uymak olacağını bildirmekdedir: allahü teala, muhammed aleyhisselamın getirdiği parlak dine uymak ve bu doğru yolda ilerlemek, böylece rızasına, sevgisine kavuşmak nasib eylesin! çünki, allahü teala, bütün ismlerinin ve sıfatlarının kemallerini, üstünlüklerini, en sevgili kulu ve resulü olan muhammed aleyhisselamda toplamışdır. bütün bu üstünlükler, kula yakışacak şeklde onda görünmekdedir. ona indirilmiş olan kitab, ya'ni kuranı kerim, bütün peygamberlere aleyhimüsselam indirilmiş olan kitabların hepsinin hulasasıdır. hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. bu büyük peygambere aleyhissalatü vesselam verilmiş olan din de, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. hak olan, doğru olan bu dinin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmışdır. ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmakdadır. mesela, meleklerden bir kısmına rükü' etmek emr olunmuşdur. birçoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyam, ya'ni ayakda ibadet etmeleri emr edilmişdir. bunun gibi, geçmiş ümmetlerden ba'zısına yalnız sabah namazı emr edilmişdi. başkalarına, başka vaktlerin namazı emr olunmuşdu. geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibadetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri, bu dinde emr olundu. bunun için, bu dini tasdik etmek, inanmak ve bu dinin emrlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdik etmek ve hepsine uymak olur. demek oluyor ki, bu dini tasdik edenler, ümmetlerin en hayrlısı, en iyileri olur. bu dine inanmıyan, beğenmiyen, buna uymak istemiyen de, geçmiş dinlerin hepsine inanmamış, hiçbirine uymamış olur. bunun gibi, insanların en üstünü, iyilerin seçilmişi olan muhammed aleyhisselama inanmıyan, o büyük peygambere dil uzatan bir kimse, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının kemallerine, üstünlüklerine inanmamış olur. resulullaha aleyhissalatü vesselam inanmak, onun üstünlüğünü anlamak da, bütün kemalleri anlamak ve inanmak olur. demek ki, bu yüce peygambere inanmıyan, onun getirdiği dini beğenmeyen kimse, ümmetlerin, insanların en kötüsü, en aşağısıdır. bunun içindir ki, tevbe suresinin doksansekizinciayetinde mealen, buyuruldu. farisi iki tercemesi: arabistanda doğan, muhammed aleyhisselam, dünya ve ahiretin efendisi odur heman! toprak altında kalsın, ezilsin, batsın her zeman, onun kapısında toz, toprak olmak istemiyen! bütün ni'metleri, iyilikleri gönderen allahü tealaya hamd olsun ki, sizin bu islamiyyeti ve onun sahibini sevdiğiniz, iyice inandığınız ve uygunsuz davranışlarınıza pişman olduğunuz görülmekdedir. allahü teala bu uyanıklığınızı artdırsın! amin. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu islamiyyete ve islamiyyetin sahibine aleyhissalatü vesselamü vettehıyye güzel i'tikad ve güzel düşünce, güzel şeklde sizde görülmekde ve daima uygunsuz hareketlerinize pişman olmak elinize geçmekdedir. allahü teala daha çoğunu nasib eylesin. ikinci olarak şunu da rica edeyim ki, düacınızın bu mektubunu size getiren şeyh mustafa, kadi şüreyhin soyundandır. o temiz sülalenin çocukları bu memleketde saygı gören büyüklerden olmuşlardır. maddi bakımdan da rahat yaşamışlardır. adı geçen şeyh mustafanın maaşı yokdur. bu yüzden asker olmak yolundadır. senedler ve emrler de yanındadır. umulur ki, sizin vasıtanızla, bu sıkıntıdan kurtulup, cem'iyyete kavuşur. daha fazla yazıp başınızı ağrıtmıyayım. kendisini sadrı azama o şeklde ısmarlayınız ki, işi olsun ve tefrikadan kurtulup cem'iyyete ulaşsın. vesselam vel ikram. sekseninci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. yetmişüç fırka içinde, kurtulan bir fırkanın, ehli sünnet fırkası olduğunu bildirmekdedir: hak teala, muhammed mustafanın ala sahibihessalatü vesselam nurlu caddesinde yürümek nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. hadisi şerifde, müslimanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. bu yetmişüç fırkadan herbiri, islamiyyete uyduğunu iddi'a etmekdedir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemekdedir. mü'minun suresi, ellidördüncüve rum suresi otuzikinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alametini, işaretini, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle bildirmekdedir: . islamiyyetin sahibi kendini söyledikden sonra, eshabı kiramı da rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, benim yolum, eshabımın gitdiği yoldur. kurtuluş yolu, yalnız eshabımın gitdiği yoldur demekdir. nitekim nisa suresi, yetmişdokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. resule ita'at, hak tealaya ita'at demekdir. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymamak, allahü tealaya isyandır. allahü tealaya ita'atin, resulüne ita'atden başka olduğunu sananlar için nazil olan, nisa suresinin, allahü tealanın yolu ile, resulünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. senin söylediklerinin ba'zısına inanırız, ba'zısına inanmayız diyorlar. ikisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. bunlar, elbette kafirdir mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayeti, bunların kafir olduklarını bildiriyor. eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in yolunda gitmeyip de, peygambere aleyhissalatü vesselam uyduğunu söyliyen, yanılıyor. ona sallallahü aleyhi ve sellem uymuş değil, isyan etmiş oluyor. böyle yol tutan, kıyametde kurtulamıyacakdır. mücadele suresinin, doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. biliniz ki, onlar yalancıdır, kafirdir mealindeki onsekizinci ayeti bu gibilerin halini gösteriyor. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolunda giden, hiç şübhe yok ki, ehli sünnet vel cema'at fırkasıdır. allahü teala, bu fırkanınyorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükafat versin! cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. çünki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına aleyhimürrıdvan dil uzatan, bunlara uymakdan, elbette mahrumdur.şi'iler, oniki kısmdır. her kısmı da kollara ayrılmışdır. ba'zısı abdestsiz, guslsüz gezer. namaz kılanları azdır. hepsinin i'tikadı, inanışı ehli sünnetden ayrıdır. alevi değildirler. , ehli beyti seven, onların yolunda giden kimse demekdir. imamı aliye ve bunun hazreti fatımadan olan çocuklarına denir. ehli beyti sevmek şerefini ehli sünnet kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde iman ile gitmenin alameti, işareti demişdir. o halde alevi, ehli sünnetdir. bunun için, alevi olmak isteyen kimsenin, ehli sünnet olması lazımdır. bugün, zındıklar ve müslimanlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubarek alevi ismini ehli sünnetden alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmağa, resulullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar. bu konuda, ve kitablarımızda geniş bilgi vardır. mu'tezili fırkası ise, sonradan meydana çıkmışdır. bunun kurucusu olan vasıl bin ata, haseni basrinin rahmetullahi aleyh talebesinden idi. iman ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, haseni basrinin yolundan ayrıldığı için, haseni basri, buna buyurdu ki, bizden ayrıldı demekdir. diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıkdı. eshabı kirama dil uzatmak, allahü tealanın peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem dil uzatmak olur. buyuruldu. çünki, onların kötülenmesi, sahiblerinin, efendilerinin sallallahü aleyhi ve sellem kötülenmesi olur. böyle yanlış i'tikada düşmekden, allahü tealaya sığınırız! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkan ahkamı bizlere getiren, eshabı kiramdır. onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden düşer. islamiyyeti bizlere getiren, eshabı kiram arasından belli kimseler değildir. bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. hepsi adaletde, doğrulukda, öğretmekde müsavidir. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan herhangi birine dil uzatılınca, dini islam kötülenmiş, söğülmüş olur. allahü teala, bu çirkin hale düşmekden hepimizi korusun! eshabı kirama söğen eğer, biz, yine eshabı kirama uyuyoruz. onların hepsine uymak, şart değildir. hatta mümkin değildir. çünki, sözleri birbirine uymıyor. yolları başka başkadır derse, bunlara deriz ki: eshabı kiramdan ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkar etmemek lazımdır. bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. çünki, mesela emir radıyallahü anh, diğer üç halifeyi büyük biliyor, hurmet ediyor ve uyulmağa layık olduklarını biliyordu. bunlara, seve seve bi'at etmiş, hilafetlerini kabul etmişdi. diğer üç halifeyi sevmedikçe, emire radıyallahü teala anhüm uyduğunu söylemek yalan olur, iftira olur. hatta, emiri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabul etmemek olur. allahü tealanın arslanı ali radıyallahü anh için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce, ahmakca söz olur. allahın arslanının, o kadar ilm ve kahramanlığı ile, tam otuz sene, üç halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini hangi akl kabul eder? en aşağı bir müsliman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. emiri radıyallahü anh bu kadar küçülten, aciz, hileci ve münafık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lazımdır. allah göstermesin, emirin radıyallahü anh böyle olduğunu, bir an kabul etsek bile, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem bu üç halifeyi rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? haşa! bu, hiç olamaz. peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem doğruyu bildirmesi vacibdir. idare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. ma'ide suresi, yetmişinci ayetinde mealen, ey kıymetli resulüm! rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! bunları, doğru bildirmezsen, peygamberlik vazifeni yapmamış olursun! allahü teala, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur buyuruldu. kafirler diyordu ki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, vahy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. bunun üzerine, bu ayeti kerime gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ahırete teşrif edinceye kadar, üç halifeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hata olamaz, yanlış yol olamaz. iman edilecek şeylerde eshabı kiramın hepsine uymak lazımdır. çünki, i'tikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. füru'da, ya'ni yapılacak işlerde ayrılma olabilir. eshabı kiramdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. çünki, hepsinin imanı, i'tikadı birdir. birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. tekrar söyliyelim ki, islamiyyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. onların herbiri adildir, doğrudur. herbirinin islamiyyetde bildirdiği birşey vardır. herbiri ayeti kerimeleri getirerek, kur'anı kerim toplanmışdır. bir kısmını beğenmiyen, islamiyyeti bildireni beğenmemiş olur. görülüyor ki, bu kimse, islamiyyetin hepsini yapmamış olur. böyle olan da, cehennemden kurtulabilir mi? bekara suresi, seksenbeşinci ayetinde mealen, kur'anı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmakdır. ahıretde de, en şiddetli azaba atılacaklardır buyuruldu. kur'anı kerimi osman radıyallahü anh topladı. hatta, ebu bekri sıddik ile ömerül faruk radıyallahü anhüma topladı. emirin radıyallahü anh topladığı kur'anı kerim, bundan başkadır. görülüyor ki, bu büyükleri kötülemek, kur'anı kerimi kötülemeğe kadar gidiyor. allahü teala, bütün müslimanları, böyle belaya düşmekden korusun! şi'i mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: kur'anı kerimi, osman radıyallahü anh toplamışdır. onun toplamış olduğu, bu kur'an için ne dersiniz? ona bir kusur bulmakda, hiç faide göremem. çünki, kur'anı kerime dil uzatılırsa, din yıkılır dedi. aklı olan kimse, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiği gün, eshabı kiramın radıyallahü teala aleyhim ecma'in hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. halbuki o gün, eshabı kiramdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve ebu bekri sıddikı radıyallahü anhüm halife yapdı. otuzüçbin sahabinin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdu. emirin radıyallahü anh önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. kendisi de böymektubat tercemesi: le olduğunu bildirmiş ve konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. yoksa, iyi biliyorum ki, ebu bekr radıyallahü anh hepimizden üstündür buyurmuşdu. kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. ya'ni, o zeman, ehli beytin arasında idi. onları teselli ediyordu. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramı radıyallahü teala aleyhim ecma'in arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. çünki onların mubarek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. emmarelikden kurtulmuş, itminana kavuşmuşdu. onların bütün istekleri, islamiyyete uymakdı. ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. doğruyu meydana çıkarmak içindi. yanılanlarına da, allahü teala bir derece sevab verecekdir. doğru olanlara, en az iki derece vardır. o büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. herbiri için hep iyi söylemeliyiz. ehli sünnetin en büyük alimlerinden imamı şafi'i rahmetullahi aleyh buyurdu ki, allahü teala, ellerimizi, o kanlara bulaşdırmadı. biz de dillerimizi bulaşdırmayalım. yine buyurdu ki, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, eshabı kiram aleyhimürrıdvan çok düşündü. yer yüzünde ebu bekri sıddikdan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yapdılar. onun emrine girdiler. imamı şafi'inin bu sözü de, hazreti alinin radıyallahü anh hiç ikiyüzlü olmadığını ve ebu bekri sıddikı seve seve halife yapdığını göstermekdedir. meyan şeyh ebülhayrin oğlu, meyan seyyid, büyük zatların evladıdır. dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuşdur. yardım ve iltifatınıza kavuşacağı umulur. mevlana muhammed arif de, ilm talebesi olup, büyükler soyundandır. babası öldü. hoca idi. maaşını almak için yanınıza geldi. kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. vesselam, vel ikram!üç halifeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimanlıkdan büsbütün ayrıldıklarını, hatta islamiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek için, islam alimleri pekçok kitab yazmışdır. bunlardan birkaçının ismi ve yazarı aşağıda bildirilmişdir. alevi olduklarını söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitabları dikkat ile okuyarak, ehli sünnet ile bunların arasındaki ayrılıkları incelemelerini ve akl, vicdan ve insaf ile, doğru yolu seçmelerini ve bölücü cahillerin yalanlarına, iftiralarına aldanmamalarını, kurtuluş, selamet yoluna sarılarak, din ve dünya se'adetine kavuşmalarını, din kardeşliği ve insanlık namına, allahü tealadan düa ederiz. islam alimlerinin müslimanlara nasihat vermek için, yazmış oldukları kitablardan, elimize geçen birkaçı şunlardır: kitabını fadl bin ruzbehan yazmışdır. şi'i fırkasından, ibnülmutahhirin kitabını red etmekde, yanlışlarını vesikalarla çürütmekdedir. kitabı de isfehanda yazmışdır. kitabıdır. farisidir. mirza ahmed bin abdürrahimi hindi yazmışdır. şi'ileri anlatmakdadır. de vefat etmişdir. kitabını, mirza mahdum yazmışdır. kitabını, seyyid muhammed bin abdürresul berzenci yazmışdır. de denizde boğuldu. kitabı, nevakıd kitabının kısaltılmışıdır. muhammed bin abdürresuli berzenci kısaltmışdır. kitabını, şeyh ali bin ahmed hiti de istanbulda yazmışdır. kitabını şihabüddin seyyid mahmud bin abdüllah alusi yazmışdır. bağdadda şafi'i alimi idi. de vefat etdi. kitabını da alusi yazmışdır. hayderi de, böyle bir kitab yazmışdır. kitabını da şihabüddin alusi yazmışdır. kitabını, muhammed emin bin ali bağdadi yazmışdır. ibni ebihadidin iftiralarını cevablandırmakdadır. kitabını, ali bin muhammed süveydi bağdadi yazmışdır. şafi'i olup, de, şamda vefat etmişdir. kitabını, abdüllah bin muhammed bituşi yazmışdır. şafi'i, bağdadi olup, de basrada vefat etdi. kitabını, şah abdül'azizi dehlevi, farisi olarak yazmışdır. de vefat etmişdir. arabiye tercemesi, şükri alusi tarafından kısaltılarak, ismi ile, bağdadda veda istanbulda basılmışdır. kitabını, mahmud şükri alusi yazmışdır. de kahirede basılmışdır. imamı rabbani rahmetullahi teala aleyh kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, çok kuvvetli delillerle açıklamakdadır. kitabını, abdüllahi süveydi, arabi olarak yazmışdır. arabi kitabı ile birlikde, de istanbulda basılmışdır. şihristaninin rahmetullahi teala aleyh kitabında ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde, şi'ilik uzun anlatılmakda ve cevabları verilmekdedir. türkçe kitabı, şi'ilere cevab vermekdedir. yenikapı mevlevihanesi şeyhi, osman efendi tarafından yazılmış, de istanbulda basılmışdır. ile birlikde, latin harfleri ile, istanbulda basılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin rahmetullahi teala aleyh kitabı farisi olup, türkçesi istanbulda basılmışdır. büyük alim, ibni haceri heytemi rahmetullahi teala aleyh, kitabında, şi'ilerin yanıldıklarını ayeti kerime ve hadisi şerifler ile isbat etmekdedir. yine ibni hacerin kitabında, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh dil uzatılamıyacağını, çok güzel isbat etmekdedir. ibni teymiyye kitabında, şi'i alimlerinden ibnil mutahhirin kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir. yine ibni teymiyye, kitabında, eshabı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır. tercemesinde ve türkçe da, eshabı kiramın şanları bildirilmekdedir. seyyid abdülhakim efendinin rahmetullahi teala aleyh türkçe risalesi istanbulda basdırılmış olup, çok faidelidir. kitabı, yılında karakaşzade ömer bin muhammed bursavi halveti tarafından yazılmış olup, şi'ilere ve hurufilere cevab vermekdedir. da istanbulda basılmışdır. de edirnede vefat etdi. kitabı, türkçe olup, eshabı kiramın radıyallahü anhüm ecma'in üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. seyyid eyyub bin sıddik ürmevi yazmışdır. muhtelif zemanlarda basılmışdır. ve istanbul baskıları çok güzeldir. istanbulda çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, ve kitablarında, şi'ilik açıklanmakda, islam alimlerinin bunlara verdikleri nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır. tenasüha inananların ve allah insana hulul etdi diyenlerin, kafir oldukları ve kitablarında yazılıdır. yusüf nebhani, kitabının son kısmlarında, şi'ilere vesikalarla cevab vermekdedir. seyyid ahmed dahlan rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ileri red etmekdedir. bu kitabı, süveydinin si sonunda basılmışdır. şah veliyyullahı dehlevi rahmetullahi aleyh kitabında, şi'ilere kuvvetli vesikalarla cevab vermekde, hazreti mu'aviyeyi övmekdedir. bu kitab farisi olup, urdu diline tercemesi ile birlikde, de pakistanda basılmışdır. iki cilddir. seksenbirinci mektub bu mektub, lala beğe yazılmışdır. müslimanlığı yaymak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, bizim ve sizin islamın şerefini anlamamızı ve onu korumak için çalışmamızı artdırsın! yüz seneye yakın bir zemandan beri islamiyyet yardımcısız kaldı. öyle oldu ki, kafirler, müsliman memleketlerinde, yalnız dinsizliklerini, kötülüklerini yapmakla kalmıyorlar; müslimanlığı büsbütün yok etmek istiyorlar. müslimanların ve müslimanlığın izini, adını bile bırakmamak için kıyasıya uğraşıyorlar. işi oraya kadar götürdüler ki, bir müsliman, islamiyyetin emrlerinden birini açıkça yapmağa, hatta söylemeğe kalksa, öldürüyorlar. mesela: kurban bayramında, hindistanda müslimanlar inek kurban ederler. kafirler, müslimanlara vermeğe belki razı olurlar. fekat, inek kesilmesine hiç razı olmazlar. yeni hükümetin ilk zemanlarında müslimanlık yayılırsa ve müslimanlara kıymet verilirse, sonu iyi olur. fekat, allah göstermesin böyle olmazsa, müslimanların işi çok güç olur. ! ya'ni imdadımıza yetiş ya rabbi! bize yardım et ya rabbi! müslimanlara yardımcı ol ya rabbi! bakalım, hangi mes'ud, tali'li kimse, islamiyyete yardım etmekle şereflenecek? bu şerefi bakalım hangi kahraman kazanacak. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine ihsan eder. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. allahü teala, bizi ve sizi, peygamberlerin en üstününe uymak şerefinden ayırmasın aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! vesselam. seksenikinci mektub bu mektub, iskender hanı lodiye yazılmışdır. masivayı unutmadıkca, kalbin selamet bulamayacağı bildirilmekdedir: hak teala, hep kendisi ile bulundursun. kendisinden başkası ile olmağa bırakmasın. mi'rac gecesi, gözü allahü tealadan hiç ayrılmayan, insanların en üstünü hurmetine, bu düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat! bize ve size herşeyden önce lazım olan şey, kalbi allahü tealadan başka şeylerin hepsinden kurtarmakdır. kalbin bu selamete kavuşabilmesi için, hak tealadan başka hiçbir şeyin kalbden geçmemesi lazımdır. kalbden hiçbirşeyin geçmemesi için de, masivayı ya'ni allahü tealadan başka herşeyi unutmak lazımdır. bunları unutmağa denir. bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki, . iş, bu dereceye varmadıkca, kalb selamet bulamaz. bugün, bu ni'mete kavuşan kimse, anka kuşu gibidir. ya'ni yokdur. hatta buna inanacak kimse de, kalmamışdır. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara ni'metler afiyet olsun. zevallı fakir aşık, birkaç damla ile doysun. daha çok ne yazayım? önceniz ve sonunuz selamet olsun! seksenüçüncü mektub bu mektub, behadır hana yazılmışdır. zahiri ve batını toparlamakla beraber, islamiyyetin zahirine ve hakikatine yapışmağı bildirmekdedir: hak teala, dağınık şeylere olan bağlılıklardan kurtarsın. mukaddes olan kendisine tam bağlanmakla şereflendirsin. bu düamızı peygamberlerin efendisi hürmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! farisi tercemesi: herne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! insanın zahirini, parlak olan islamiyyetin zahiri ile süslemesi ve batınını da hep hak teala ile bulundurması, çok güç bir işdir. acaba hangi tali'li bir kimseyi bu iki ni'metle şereflendirirler? bugün, bu iki ni'mete birlikde kavuşmak, hatta yalnız islamiyyetin zahirine uymak elegeçmez bir hazine gibi olmuşdur. kibriti ahmerden, daha kıymetlidir. hak teala, sonsuz olan merhameti ile, geçmişlerin ve geleceklerin en üstününe uymakla zahirimizi ve batınımızı şereflendirsin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat! sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor. onların firakından, kemiklerimin ilikleri yanıyor. seksendördüncü mektub bu mektub, seyyid ahmedi kadiriye yazılmışdır. islamiyyetin ve hakikatin başka başka olmadıklarını ve hakkulyakine kavuşmanın alametlerini bildirmekdedir: hak teala, islamiyyet caddesinde ilerlememizi nasib eylesin. bütün gücümüzle onun mukaddes zatına çevrilmemizi ve bizi bizden almasını ve ondan başka herşeyden büsbütün yüz çevirmemizi ihsan eylesin. mi'rac gecesi, ondan gözü hiç kaymayan, insanların en üstünü hurmetine, bu düamızı kabul buyursun aleyhi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! amin. farisi mısra' tercemesi: ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı! her ne kadar dostdan söylenilen şeylerin hiçbiri, onun sözü değilse de, o sözün, herhangi bir bakımdan o mukaddes sevgili ile bir bağlılığı vardır. bu bağlılığı da ni'met sayarak, bu yolda çabalamak ve birşeyler söylemek tatlı olmakdadır. islamiyyet ve hakikat birbirinden başka değildirler. ayrılıkları yalnız, birinde bilgilerin topluca ve ötekinde geniş, açık olmalarında ve düşünce yolu, keşf yolu ile hasıl olmalarında ve görmeden, anlamadan, görerek inanılmalarında ve uğraşarak ibadet etmek yerine kendiliğinden ibadete sarılmakdadır. parlak olan islamiyyetin bildirdiği bilgiler ve hükmler, hakkulyakine kavuşdukdan sonra, hiç değişiklik olmadan, keşf yolu ile geniş olarak anlaşılmakdadır. görmeden inanılan şeyler, hiç değişiklik olmadan kalb gözü ile görülür. sevab kazanmak, ibadet yapmak için uğraşmak, didinmek arzusu, ortadan kalkar. makamına kavuşmanın alameti, o makamdaki bilgilerin ve ma'rifetlerin, islamiyyetin bildirdiklerine tam uygun olmasıdır. kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, hakikate kavuşulmadığı anlaşılır. tarikat büyüklerinden herhangi birinin bilgisinde ve işinde islamiyyete bir uygunsuzluk bulunması, sekrden, şü'ursuzlukdan ileri gelir. sekr, yolda ilerlerken hasıl olmakdadır. tesavvuf yolunun sonuna kavuşanlar, hep sahv, şü'ur, uyanıklık halindedirler. onlar vakte değil, vakt onlara uymakdadır. hal ve makam, onların yüksek derecelerine uymuşdur. farisi tercemesi: sfi denince, ibnül vakt anlaşılır. fekat sfi, vakti ve hali aşmışdır. görülüyor ki, islamiyyete uygunsuzluk hakikate kavuşulamamış olduğunu gösterir. tesavvuf büyüklerinden birkaçı, islamiyyet, hakikatin kabuğudur, hakikat, islamiyyetin özüdür, demişdir. böyle sözler, her ne kadar, söz sahibinin doğru yoldan ayrıldığını göstermekde ise de, belki bu sözle, kısa ve toplu olan şey, açık ve geniş olan şeyin kabuğu gibidir ve düşünerek anlamak, kalb gözü ile görmek yanında, özün kabuğu gibidir demek istemişlerdir. fekat, halleri doğru olan büyükler, böyle lastikli kelimeleri söylemekden kaçınmışlar, kısa ile uzun ve düşünce ile keşf kelimelerinden başka birşey söylememişlerdir. bir kimse, hace nakşibend kaddesallahü teala esrarehül akdes hazretlerinden sordu ki, . cevab olarak buyurdu ki, . allahü teala, bilgilerimizi ve işlerimizi islamiyyete uygun eylesin salevatullahi teala ve selamühü ala sahibiha! ayrıca başınızı ağrıtalım: düacınızın mektubunu getiren meyan şeyh mustafa şüreyhi, kadi şüreyh rahmetullahi aleyh hazretlerinin soyundandır. dedeleri hep büyük insanlar idi. geçim için yardımcı olan vazifeleri ve gelirleri çokdu. kendisi şimdi geçim sıkıntısındadır. senedlerini, fermanlarını ya'ni iyi hal kağıdlarını yanına alarak asker olmak için gelmişdir. yakınlık göstermenizi, ihsan ederek, rahata kavuşmasına, sıkıntıdan kurtulmasına sebeb olmanızı dilerim. başınızı daha çok ağrıtmayayım. seksenbeşinci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. salih işleri yapmak ve namazları cema'at ile kılmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, sizi, beğendiği işleri yapmağa kavuşdursun! insana önce i'tikadını, imanını düzeltmek lazımdır. bundan sonra, salih, yarar işleri yapmak lazımdır. ibadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı allahü tealaya en çok yaklaşdıran yarar şey, namazdır. peygamberimiz aleyhissalatü vesselam, namaz dinin direğidir. namaz kılan kimse, dinini kuvvetlendirir. namaz kılmayan, elbette dinini yıkar buyurdu. namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin kötü şeyler yapmakdan korunmuş olur. ankebut suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. insanı kötülüklerden uzaklaşdırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. görünüşde namazdır. bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır. büyüklerimiz rahmetullahi aleyhim ecma'in, buyurdu. sonsuz ihsan sahibi olan rabbimiz, görünüşü hakikat olarak kabul edebilir. böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. bu sözü din düşmanları çıkarmışdır. böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. bu inceliği iyi anlamalıdır. namazları cema'at ile ve huşu' ve hudu' ile kılmalıdır. çünki, insanı dünyada ve ahıretde felaketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. mü'minun suresi başındaki ayeti kerimede mealen, mü'minler herhalde kurtulacakdır. onlar, namazlarını huşu' ile kılanlardır buyuruldu. köyde, yolda namaz kılmak için, kıbleyi bulmak lazımdır. kıble cihetini öğrenmek için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir. yahud bir ipin ucuna anahtar veya taş bağlanıp sarkıtılır. takvim yaprağında yazılı vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikametini gösterir. gölgenin güneş tarafında olan ucu, kıble ciheti olur. tehlüke, korku bulunan yerde yapılan ibadetin kıymeti kat kat daha çok olur. düşman saldırdığı zeman, askerin ufak bir iş görmesi, pekçok kıymetli olur. gençlerin ibadet etmeleri de, bunun için daha kıymetlidir. çünki, nefslerinin kötü isteklerini kırmakda ve ibadet etmek istememesine karşı gelmekdedirler. eshabı kehf, bir hicret yaparak din düşmanları arasından çıkdıkları için şerefli oldular. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat bir hadisi şerifde, buyurdu. görülüyor ki, din düşmanlarının güçlük çıkarması, ibadetlerin şerefini artdırmakda, sevabı katkat çoğalmakdadır. zarar yapmak istemeleri, müslimanlar için faideli olmakdadır. daha ne yazayım? oğlumuz şeyh behaeddin, allah adamları ile görüşmekden sıkılıyor. zenginlerle, dünyaya düşkün olanlarla bulunmak istiyor. onlarla düşüp kalkmanın, insanı felakete götüreceğini anlıyamıyor. onların yağlı, tatlı yemeklerinin zehr gibi gönlü öldüreceğini, ahlakı bozacağını düşünemiyor. aman, aman kötü arkadaşlardan kaçınız! insanın dinine, imanına saldıran tatlı dilli, güler yüzlü korkunç düşmanlara aldanmamak için, çok uyanık olunuz. sahih olan hadisi şerifde ala masdarihessalatü vesselam, buyuruldu. mal için, mevkı' kazanmak için, islam düşmanlarına eğilenlere, dinlerinden, ibadetlerinden vaz geçenlere yazıklar olsun! sonsuz ni'metleri, se'adetleri, birkaç günlük eğlence için elden kaçırıyorlar. seksenaltıncı mektub bu mektub, perkene şehrindeki hakimlerden birisine yazılmışdır. kalbi, allahü tealadan başka şeylerin sevgisinden kurtarmağı bildirmekdedir: hak teala, aşırı ve gerici olmakdan kurtarıp orta yolda bulundursun! bu düamızı, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha kabul buyursun! bize ve size önce lazım olan şey, kalbimizi allahü tealadan başka şeylere bağlı olmakdan kurtarmakdır. kalbin bu selamete kavuşması için, allahü tealadan başka hiçbirşeyi kalbe getirmemek lazımdır. kalb, allahü tealadan başka şeyleri öyle unutmalıdır ki, eğer bir kimse, bin sene yaşamış olsa, kalbine hiçbirşey gelmemelidir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! buluşduğumuz zeman, bu fakiri okşıyarak, bir işiniz olursa bize yazınız buyurmuşdunuz. bunun için, başınızı ağrıtıyorum. şeyh abdüllahi sofi, iyi insanlardandır. ihtiyaclarını karşılamak için borca girmişdir. alacaklılarından yakasını kurtarabilmesi için yardımcı olmanızı dilerim. vesselam. seksenyedinci mektub bu mektub, pehlivan mahmuda yazılmışdır. allahü tealanın sevdikleri tarafından bir kimsenin kabul olunmasının büyük se'adet olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin ve islamiyyetin doğru caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! kıymetli arkadaşlarımıza birinci müjdem, meyan şeyh müzemmilin oraya gelmesini bildirmekdir. onun sohbetinin kıymetini ve faidelerini nasıl anlatayım? allahü tealanın sevdiklerinin, bir kimseyi kabul etmesi, ne büyük se'adetdir. hele onu severler ve yanlarına çekerlerse, dünya ve ahıret se'adetine kavuşmuş olur. o büyüklerin yanında bulunanlar, kötülüklerden temizlenir. sözün kısası, onun sohbetini büyük ni'met biliniz. sohbetin edeblerini titizlikle gözetiniz ki, faidelenebilesiniz. daha ne yazayım? evveliniz ve sonunuz selamet olsun! seksensekizinci mektub bu mektub, yine pehlivan mahmuda yazılmışdır. bir kimsenin, saçını, sakalını iman ile ve ibadet ile ağartmasının büyük ni'met olduğu ve gençlikde korku, ihtiyarlıkda merhamete sığınmak lazım olduğu bildirilmekdedir: hak teala, her an kendisi ile bulundursun. bir kimsenin saçının, sakalının siyahlığını, iman ile ve ibadetler ile ağartması ne büyük ni'metdir. resulullah aleyhissalatü vesselam hadisi şerifde, buyurdu. allahü tealanın sonsuz merhametini düşününüz. günahları afv edeceğine güveniniz! gençlikde, allahü tealanın kahrından, azabından korkmak, titremek lazımdır. ihtiyarlıkda afvına, merhametine sığınmalıdır. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! afeti gamdan aceb, dünyada kim azadedir? herkesin bir derdi var, madem ki, ademzadedir. bir humayı zevki bin sayyadı gam ta'kib eder, böyle bir mevhuma bilmem, halk neden üftadedir? seksendokuzuncu mektub bu mektub, mirza ali can için yazılmışdır. ölüm için sabr dilemekdedir: hak teala, hepimizi islamiyyetin doğru caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! enbiya suresi otuzbeşinci ve ankebut suresi elliyedinci ayetlerinde mealen, buyuruldu. bunun için, her insan ölecekdir. ölümden kurtuluş yokdur. hadisi şerifde, buyuruldu. dostu dosta ölümle kavuşduruyorlar. bunun için, allahü tealanın aşıkları, ölümü düşünerek teselli buluyor, üzüntüleri azalıyor. ankebut suresinin beşinci ayetinde mealen, allahü tealaya kavuşmak istiyenler! biliniz ki, allahü tealaya kavuşmak zemanı herhalde gelecekdir buyuruldu. evet, biz geride kalanlar ve nefse esir olanlar ve allahü tealanın rızasına kavuşmuş olanların ve dünyaya düşkün olmakdan kurtulanların sohbetlerinden mahrum kalanlar, zararda ve başı yerdeyiz. ni'metlerini size saçan merhume valideniz, günümüzün en kıymetli varlığı idi. onun size olan ihsanlarına karşı, şimdi sizin de ona ihsan etmeniz lazımdır. düa ederek ve sadaka vererek her an yardımına koşunuz! hadisi şerifde, buyuruldu. bundan başka, onların ölümünü görerek, kendi ölümünü de düşünmeli. bütün varlığı ile, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmağa sarılmalıdır. dünya hayatının insanı aldatmakdan başka birşey olmadığını düşünmelidir. dünya kazançlarının allahü tealanın yanında az bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kafirlere ondan kıl ucu kadar vermezdi. allahü teala, bizi ve sizi, kendisinden başka herşeyden yüz çevirmekle ni'metlendirsin! yalnız kendisine bağlanmakla şereflendirsin! bu düamızı, peygamberlerin efendisi hurmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! vesselam, vel ikram. kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime. titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! doksanıncı mektub bu mektub, hace kasıma yazılmışdır. bütün varlığımızla allahü tealaya dönmek lazım olduğu ve bu ni'mete kavuşmak için, ebu bekri sıddikın yoluna sarılmak icab etdiği bildirilmekdedir: hak teala, bu alçak dünyayı gözünüze aşağı ve değersiz göstersin. kalb aynanızı, ahıretin güzel cemali ile süslesin! bu düamızı, mi'rac gecesi, kendisinden gözü hiç ayrılmayan, tertemiz peygamberi hurmetine kabul buyursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! okşayıcı, kıymetli mektubunuz ve yüksek değerli hediyyeleriniz geldi. lutf eylemişsiniz. allahü teala, hayrlı karşılıklarını ihsan eylesin! sevenlerimize ve iyi gözle bakanlarımıza nasihatimiz şudur: bütün varlığımızla allahü tealanın mukaddes zatına dönmeliyiz! ondan başka herşeyden yüz çevirmeliyiz! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! bugün, bu büyük ni'mete kavuşmak için ebu bekri sıddikın yoluna inanmak ve bağlanmak lazımdır. bu yolda bulunan büyüklerin rahmetullahi aleyhim ecma'in bir sohbeti ile kavuşulan şeyler, sıkı riyazetlerle ve ağır mücahedelerle ele geçemez. nefsin istediklerini yapmamak, haramlardan, mekruhlardan sakınmakdır. , nefse ağır gelen, onun istemediği şeyleri yapmak, farzları, sünnetleri, müstehabları işlemek demekdir. bu büyüklerin yolunda, sonda kavuşulan ni'metler, başlangıçda yerleşdirilmişdir. sona varanların kavuşduklarını, daha ilk sohbetde ihsan ederler. bu büyüklerin yolu, eshabı kiramın yoludur. eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, insanların en üstününün, daha birinci sohbetinde aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat öyle ni'metlere kavuşdular ki, ümmetin evliyası, bunlara en sonda belki kavuşabilir. işte bu, nihayetin bidayete yerleşdirilmesidir. öyle ise, bu büyükleri can ile, gönül ile seviniz! çünki, bütün se'adetlerin temeli, sebebi bu sevgidir. allahü teala, size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selamet versin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! doksanbirinci mektub bu mektub, şeyh kebire yazılmışdır. i'tikadı düzeltmek ve salih, yarar işler yapmak, mukaddes aleme uçabilmek için iki kanat gibidir. islamiyyete yapışmak ve hakikat hallerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi için olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi sünneti seniyyeye uymakla şereflendirsin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! müslimanların birinci vazifesi, i'tikadı düzeltmekdir. ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanmakdır. çünki, cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan bir fırka bunlardır. ikinci olarak, lazım olan şey, fıkh bilgilerini öğrenmek ve herşeyi bu bilgiye göre yapmakdır. iki kanat gibi olan bu i'tikad ve amel elde edildikden sonra, mukaddes aleme uçmalıdır. demek aybdan, çirkin, kötü şeylerden uzak, temiz demekdir. farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! islamiyyetin emrlerini yapmak ve tarikatin ve hakikatin hallerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi ya'ni küfrden temizlenmesi ve kalbin tasfiyesi ya'ni günahlardan temizlenmesi içindir. nefs temizlenmedikçe ve kalb selamet bulmadıkça, hakiki iman hasıl olmaz. felaketlerden, azablardan kurtulmak için, hakiki imana kavuşmak lazımdır. kalbin selameti için, allahü tealadan başka hiçbirşeyin kalbe gelmemesi lazımdır. bin sene yaşamış olsa, kalbe hiçbirşey gelmemelidir. çünki, bu zeman kalb, allahü tealadan başka herşeyi büsbütün unutmuşdur. eğer, birşeyi hatırlamak için uğraşsa, hatırlayamaz. bu hale denilmişdir. bu yolun basamaklarından birincisi, fena basamağıdır. fena makamına kavuşulmadıkca, hiçbir şey elde edilemez. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! doksanikinci mektub bu mektub, yine şeyh kebire yazılmışdır. kalbin itminana kavuşması, ancak zikr ile olur. incelemekle, düşünmekle olmıyacağı bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi muhammed aleyhisselamın dinine uygun olan işler yapmağa kavuşdursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! ra'd suresinin otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. kalbi itminana kavuşduran tek yol vardır. bu tek yol, allahü tealayı zikr etmekdir. akl ile incelemekle ve düşünmekle kalb itminana kavuşamaz. farisi iki tercemesi: herşeyi akl ile çözmek istiyen kişi, tahta ayak takmış bacaksızlara benzer. kısa aklına uydurmak ister her işi, dün yapdığını, bugün değişdirmek ister. çünki, zikr ederken, o mukaddes zat ile bir bağlılık hasıl olur, her ne kadar, onunla hiçbir bağlılık kurulamaz. ayaklar altındaki toprak nerede, herşeyin sahibi olan nerede? fekat hatırlayan ile, hatırlanan arasında az bir bağlantı hasıl olur. bu bağlılıkdan da, sevgi doğar. zikr edenin kalbini sevgi kaplayınca, kalbde itminan hasıl olur. kalbde itminan hasıl olması, insanı sonsuz se'adetlere kavuşdurur. farisi tercemesi: zikr et zikr, bedende iken canın, kalb temizliği, zikriledir rahmanın. evveliniz ve sonunuz selametde olsun! doksanüçüncü mektub bu mektub, iskender hani lodiye yazılmışdır. her an allahü tealayı zikr etmek lazım olduğu bildirilmekdedir: beş vakt namazı cema'at ile kıldıkdan ve bunların sünnetlerini de kıldıkdan sonra, bütün vaktlerinde allahü tealayı zikr etmek, hatırlamak lazımdır. kalbde başka hiçbirşeye yer vermemelidir. yirken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikr yapmalıdır. zikrin nasıl yapılacağını öğrenmiş idiniz. öğrendiğiniz gibi yapınız! zikr yapmakda gevşeklik duyarsanız, kalbinizin niçin dağıldığını araşdırınız! bundan sonra, kalbi toparlamağa çalışınız! boyun bükerek ve ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için, allahü tealaya yalvarınız. şeyhi, ya'ni zikr etmesini size öğreten kimseyi, araya koyunuz! her güçlüğü, her sıkıntıyı gideren, ancak allahü tealadır. doksandördüncü mektub bu mektub, hızır hanı lodiye yazılmışdır. herkese i'tikadı düzeltmek ve amel etmek lazım olduğu, hakikat alemine bu iki kanat ile uçulabileceği bildirilmekdedir: hak teala hazretleri, muhammed mustafanın dini caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! herkese önce lazım olan şey, ehli sünnet velcema'at alimlerinin anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i'tikadı düzeltmekdir. cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırka, bu alimlerin fırkasıdır. imanı düzeltdikden sonra, farzları, sünnetleri, vacibleri, müstehabları ve haramı, halali, mekruhu ve müştebehi, ya'ni şübheli olan şeyleri öğrenmek ve bu fıkh bilgilerine göre hareket etmek lazımdır. bu i'tikad ve amel iki kanadına kavuşunca, eğer allahü teala yardım eder, izn verirse, hakikat alemine uçulabilir. bu iki kanat elde edilmeksizin, hakikat alemine uçulamaz. farisi tercemesi: kurtulurum sanma, ey sa'di hoca, muhammed aleyhisselama uymadıkca! allahü teala, bizi ve sizi o yüce peygambere uymak ile şereflendirsin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! doksanbeşinci mektub bu mektub, seyyid ahmedi necvareye yazılmışdır. insan herşeyi kendinde toplamışdır. insanın kalbi de böyle yaratılmışdır. tesavvuf büyüklerinden birkaçının sekr halinde iken, kalbin genişliğini bildiren sözlerine islamiyyete uygun ma'na vermek lazım olduğu bildirilmekdedir: her insan, bir toplulukdur. varlıkda bulunan herşey insanda da vardır. bu imkan aleminde bulunan herşeyin kendisi, vücub aleminde bulunanların ise, suretleri, benzerleri insanda bulunur. hadisi şerifdir. demek ki, vücub mertebesinde ya'ni, allahü tealada ve sıfatlarında bulunanların, insanda birer sureti, birer benzeri vardır. insanın kalbi de, böyle bir toplulukdur. insanda bulunan herşey kalbde de vardır. bunun için, insanın kalbine hakikati cami' denir. tesavvuf büyüklerinden birçoğu, herşeyin kalbde bulunduğunu görünce, kalbin genişliğini bildirmek için, demişlerdir. çünki, bütün maddeler ve gökler ve arş ve kürsi kalbde bulunmakdadır. mekanlı ve mekansız, maddeli ve maddesiz herşey kalbde bulunmakdadır. kalbde, mekansız, maddesiz, herşey bulunduğuna göre, arşın ve arş içinde bulunanların kalbdeki yeri ne kadarcık olabilir? çünki, arş çok büyük ise de, maddeden yapılmışdır ve mahlukdur. mekanı olan ya'ni maddeden yapılmış olan birşey ne kadar geniş olursa olsun, mekansız olanın yanında çok küçük kalır. tesavvuf büyüklerinden sahv sahibi olanlar, ya'ni sekrden kurtulmuş olanlar kaddesallahü teala esrarehüm böyle sözlerin, sekr sözü olduğunu bildirmişlerdir. sekr halinde olanlar, bir şeyin kendisi ile görünüşünü birbirinden ayıramaz. görünüşünü kendisi sanır. arş, tam zuhura kavuşmakdadır. kalbe yerleşmez. kalbde yerleşen, arşın kendisi değildir. örneğidir, görüntüsüdür. bu örneğin, kalbden çok küçük olacağı meydanda bir şeydir. çünki kalbde böyle sayısız örnekler vardır. gök, başka şeyler gibi aynada görününce, ayna gökden daha genişdir denilemez. evet, aynadaki gökün görüntüsü aynadan küçükdür. fekat bundan, gökün kendisinin de aynadan küçük olması lazım gelmez. bunu başka bir misal ile de açıklıyalım: insanda toprak maddeleri vardır. bunun için insan yer yüzünden daha büyükdür denilemez. hatta yer küresi yanında, insanın büyüklüğü, hiç denecek kadar küçükdür. birşeyin nümunesini, örneğini, o şeyin kendisi sanmak, bu yanlışlığa yol açmakdadır. tesavvuf büyüklerinden birkaçının rahmetullahi aleyhim ecma'in sekr halinde iken söyledikleri başka sözler de böyledir. sözleri gibi. muhammed aleyhisselamda, imkanın ya'ni mahlukların kendileri ile vücubün ya'ni allahü tealanın ve sıfatlarının suretlerini, örneklerini bir arada görüyorlar. böylece, muhammed aleyhisselamda, allahü tealada bulunandan daha çok şey bulunuyor sanıyorlar. burada da, birşeyin örneğini kendisi sanarak, yanılıyorlar. muhammed aleyhisselamda bulunan şey, vücub mertebesinin kendisi değildir, örneğidir. allahü teala, hakiki vacib ülvücuddur. vücub mertebesinin kendisi ile örneğini birbiri ile karışdırmasalardı böyle şey söylemezlerdi. işin doğrusu, onların sekr, şü'ursuzluk halinde iken söyledikleri gibi değildir. muhammed aleyhissalatü vesselam sınırlı, küçük bir kuldur. allahü teala ise, sınırsızdır, sonsuzdur. sekr halinde olan şeyler, vilayet makamlarında bulunmakdadır. sahv halinde olan şeyler ise, nübüvvet, peygamberlik makamındadır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yolunda gidenlerin büyükleri, onlara tam uydukları için, o makamın, onların makamının sahvından pay alırlar. bistamiyye denilen büyükler, sekrin sahvdan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. bunun için, şeyh bayezidi bistami kuddise sirruh, dedi. kendi bayrağı vilayet bayrağıdır. muhammed aleyhisselamın bayrağı nübüvvet bayrağıdır. vilayet bayrağında sekr olduğu için ve peygamberlik bayrağında sahv olduğu için, onu bundan üstün tutmuşdur. birçokları da, dedi. velilerin rahimehümullah allahü tealadan yana olduğunu, peygamberlerin aleyhimüssalevat ise, insanlardan yana olduğunu gördüler. hakka karşı olanın, insanlara karşı olanlardan daha üstün olacağı meydandadır. birkaçı da, bu sözü çevirerek, dedi. bu fakire göre, bu sözlerin hepsi, doğru olmakdan çok uzakdır. çünki peygamberler yalnız insanlardan yana değildir. hem insanlardan, hem de, hakdan yanadırlar. batınları ya'ni kalbleri, ruhları hak iledir. zahirleri, halk iledir. hep ve yalnız halk ile olanlar, allahü tealadan yüz çevirmiş olan gafillerdir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, bütün varlıkların en üstünleridir. ni'metlerin en üstünü bunlara verilmişdir. vilayet, nübüvvetin bir parçasıdır. nübüvvet, bütündür. bunun için nübüvvet, her vilayetden daha üstündür. ister peygamberin vilayeti olsun, ister velinin vilayeti olsun! bundan dolayı da, sahv sekrden daha üstün, daha kıymetlidir. vilayet nübüvvetin içinde bulunduğu gibi, sekr de sahvın içindedir. onun bir parçasıdır. cahil kimselerde bulunan sekrsiz sahv, sözümüzün dışındadır. öyle sahvın üstün olduğunu söylemek, saçmalamak olur. içinde sekr bulunan sahvın sekrden daha üstün olduğu meydandadır. islamiyyet bilgilerinin hepsi, nübüvvet mertebesinden çıkmış oldukları için, başdan başa sahvdırlar. bunlara uymıyan bilgiler, nasıl olursa olsunlar, sekrden hasıl olmuşlardır. sekr sahibleri ma'zurdurlar. ya'ni sorguya çekilmez, azab edilmezler. fekat, yalnız sahv bilgileri taklid olunur. sahv bilgilerine uyanlar kurtulur. sekr bilgilerine uyulmaz. bunlara uyanlar, ma'zur olmaz. sorguya çekilirler, cezalandırılırlar. allahü teala, islamiyyet bilgilerine uymakla hepimizi şereflendirsin ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye! bu düamıza amin diyenlere allahü teala merhamet etsin! hadisi kudside, yer yüzüne ve göke sığmam. fekat, mü'min kulumun kalbine sığarım buyuruldu. burada da; vücub mertebesinin kendisi değil, sureti, örneği sığmakdadır. kendisinin sığması düşünülemez. görülüyor ki, kalbin maddesiz, mekansız şeylerden daha geniş olması, onların kendilerinden değil, suretlerinden daha geniş olmasıdır. mekansızlar karşısında, arş ve arşda bulunan herşey, zerre kadar bile sayılamaz. mekansızların kendileri böyledir, suretleri böyle değildir. doksanaltıncı mektub bu mektub, muhammed şerife yazılmış olup, ibadetleri ve iyi işleri vaktinde yapmayıp, yarın yaparım, sonra yaparım diyenlerin aldandıklarını ve muhammed aleyhisselamın yoluna, islamiyyete yapışmak lazım geldiğini bildirmekdedir: ey kıymetli oğlum! bugün, her istediğini kolayca yapabilecek bir haldesin. gençliğin, sıhhatin, gücün, kuvvetin, malın ve rahatlığın bir arada bulunduğu bir zemandasın. se'adeti ebediyyeye kavuşduracak sebeblere yapışmağı, yarar işleri yapmağı, niçin yarına bırakıyorsun? insan ömrünün en iyi zemanı olan, gençlik günlerinde, işlerin en iyisi ve faidelisi olan, sahibin, yaratanın emrlerini yapmağa, ona ibadet etmeğe çalışmalı, islamiyyetin yasak etdiği haramlardan, şübhelilerden sakınmalıdır. beş vakt namazı cema'at ile kılmağı elden kaçırmamalıdır. nisab mikdarı ticaret malı olan müslimanların, bir sene sonra zekat vermeleri emr olunmuşdur. bunların, zekat vermesi, muhakkak lazımdır. o halde, zekatı seve seve ve hatta fakirlere yalvara yalvara vermelidir. allahü teala, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, yirmidört saat içinde ibadete, yalnız beş vakt ayırmış, ticaret eşyasından ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlardan, tam veya yaklaşık olarak ancak, kırkda birini fakirlere vermeği emr buyurmuşdur. birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izn vermişdir. o halde, yirmidört saatde bir saat tutmayan bir zemanı, allahü tealanın emrini yapmak için ayırmamak ve zengin olup da, malın kırkda birini müslimanların fakirlerine vermemek ve sayılamıyacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şübheli olana uzanmak, ne büyük inad, ne derece insafsızlık olur. gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zemandır. böyle bir çağda yapılan az bir amele pekçok sevab verilir. ihtiyarlıkda dünya zevkleri azalıp, güç kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkanı ve ümmidleri kalmadığı zemanda, pişmanlıkdan, ah etmekden başka birşey olmaz. çok kimselere bu pişmanlık zemanı da, nasib olmaz. bu pişmanlık da, tevbe demekdir ve yine büyük bir ni'metdir. çokları bu günlere kavuşamaz. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği sonsuz azablar, çeşidli acılar, elbette olacak, herkes cezasını bulacakdır. insan ve cin şeytanları, bugün, allahü tealanın afvını, merhametini ileri sürerek aldatmakda, ibadetleri yapdırmayıp, günahlara sürüklemekdedir. halbuki, iyi bilmeli ki, bu dünya, imtihan yeridir. bunun için, burada dostlarla düşmanları karışdırmışlar, hepsine merhamet etmişlerdir. nitekim araf suresi, yüzellibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. halbuki, kıyametde, düşmanları, dostlardan ayıracaklardır. nitekim, yasin suresinde, mealindeki ayeti kerime, bunu haber vermekdedir. o gün, yalnız dostlara merhamet olunacak, düşmanlara hiç acınmıyacak, onlar muhakkak mel'un olacakdır. nitekim, araf suresinde, mealindeki ayeti kerime, böyle olduğunu göstermekdedir. o halde, o gün, allahü tealanın rahmeti, a, ya'ni müslimanlardan iyi huylu ve yarar işli olanlara mahsusdur. evet, müslimanların, zerre kadar imanı olanların hepsi sonunda hatta, çok zeman cehennemde kaldıkdan sonra bile, merhamete kavuşacakdır. fekat rahmete kavuşabilmek için, ölürken iman ile gitmek şartdır. halbuki, günahları işlemekle kalb kararınca ve allahü tealanın emrlerine ve haramlarına ehemmiyyet verilmeyince, son nefesde iman nuru, sönmeden nasıl geçebilir? din büyükleri buyuruyor ki, küçük günaha devam, büyük günaha sebeb olur. büyük günaha devam da insanı kafir olmağa sürükler. böyle olmakdan allahü tealaya sığınırız! farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün; yoksa sözüm çokdur sana. allahü teala hepimizi beğendiği işleri yapmağa kavuşdursun! sevgili peygamberi muhammed aleyhisselamın ve onun kıymetli ali ve eshabı hurmeti için düamızı kabul buyursun! bu mektubu size getiren mevlana ishak, bu fakirin tanıdıklarından ve muhlislerindendir. eskiden beri komşuluk hakkı da vardır. yardım isterse, esirgemezsiniz inşaallah. yazısı ve inşa kabiliyyeti iyidir. vesselam. doksanyedinci mektub bu mektub, şeyh dervişe yazılmışdır. ibadet etmemize emr olunması, yakin elde etmemiz için olduğu bildirilmekdedir: hak teala, peygamberlerin en üstünü salevatullahi aleyhim hatırı için, bir işe yaramıyan bizlere, imanın hakikatini bildirsin! insanların yaratılmasına sebeb, emr olunan ibadetleri yapmakdır. ibadetleri yapmak da imanın hakikati olan, yakini elde etmek içindir. hicr suresi, son ayetinin meali şerifi de, belki demekdir. çünki kelimesi, demek olduğu gibi ma'nasını da bildirir. sanki, ibadet yapmadan önce olan bu iman, imanın kendisi değil, görünüşüdür. ayeti kerimede, ya'ni buyuruluyor. surei nisa yüzotuzbeşinci ayetinde mealen, ey iman edenler! iman ediniz! buyuruldu. bunun ma'nası, ey! imanın suretini edinenler! ibadet yaparak, imanın kendisine kavuşunuz!dur., ya'ni veli olmak, fena ve beka denilen iki ni'mete kavuşmak demekdir. fena ve bekaya kavuşmak, bu yakini ele geçirmek içindir. yoksa, fenafillah ve bekabillah diyerek, allahü teala ile birleşmek, hulul gibi şeyler anlamak, ilhad ve zındıklıkdır.ibni abidin, üçüncü cildde buyuruyor ki: müsliman olmadığı, kafir olduğu halde, müsliman olduğunu söyliyenlere, münafık, zındık, dehri ve mülhid denir. ara sıra namaz kılar, oruc tutar, ba'zan hacca da gidenleri olur. , başka dindedir. muhammed aleyhisselamın peygamber olduğunu söylemez. , allahü tealanın var olduğunu da söylemez. , her ikisine inanır ve inandığını söyler. fekat, küfre kaymışdır, islamiyyetden ayrılmışdır. i'tikadı bozukdur. kendini tam müsliman sanır. kendisi gibi olmayanlara kafir der. , allahü tealaya, islamiyyete, halale, harama inanmaz. hiç dini yokdur. muhammed aleyhisselama inandığını söyler. bunlardan, sapık fikrlerini, müslimanlık olarak tanıtmağa çalışanları çok tehlükelidir. mürted, islamdan ayrılan kimsedir. kafir olduğunu saklamaz. komünistler ve masonlar, dehri kısmındandır. evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, allahü tealaya olan fazla aşk, sevgi sebebi ile serhoşluk gibi, ba'zı haller hasıl olur. bu vakt, ba'zı bilgiler yanlış anlaşılır. böyle halleri geçmek, atlamak lazımdır. böyle anlayışlar için tevbe, istigfar etmek lazımdır. tesavvuf büyüklerinden ibrahim bin şeybani kazvini kaddesallahü teala ervahahüm buyuruyor ki: fena ve beka bilgileri, allahü tealanın bir olduğuna halis inananlarda ve ibadetlerini doğru yapanlarda bulunur. başkalarının fena ve beka olarak söyledikleri, hep yalandır ve zındıklıkdır. bu sözü, tam yerindedir ve kendisinin doğru yolda bulunduğunu göstermekdedir. demek, allahü tealanın razı olduğu, beğendiği şeylerde fani olmak demekdir. ya'ni hep onun sevdiklerini sevmek, onun sevdikle ibrahim bin şeyban de vefat etdi. ri, kendine sevgili olmakdır. ve gibi sözler de böyledir. meyan şeyhullahi bahş, salah, takva ve faziletlerle süslü bir kimsedir. aile nüfusu pek kalabalıkdır. herhangi bir iş için yardımlarınızı isterse, kolaylık göstermeniz ikram olur. size ve doğru yolda olanlara selamlar olsun! doksansekizinci mektub bu mektub, şeyh zekeriyyanın oğlu abdülkadire yazılmışdır. insanlara karşı sert olmağı değil, yumuşak davranmağı, çeşidli hadisi şerifler göstererek bildirmekdedir: allahü teala hepimizi tam orta yolda bulundursun! va'z etmekde, nasihat etmekde ve allahın kullarına müslimanlığı öğretmekde gözetilmesi lazım gelen şeyleri bildiren birkaç hadisi şerif yazıyorum. hak teala, bunlara uygun davranmamızı nasib eylesin! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala refikdir. yumuşaklığı sever. sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder. bu hadis, imamı müslimin rahmetullahi aleyh inde vardır. yine de bildiriliyor ki, aişeye radıyallahü anha, yumuşak davran! sertlikden ve çirkin şeyden sakın! yumuşaklık insanı süsler. çirkinliğini giderir buyurdu.deki hadisi şerifde, buyuruldu.deki hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, kimseye dünya ve ahıret iyilikleri verilmişdir buyuruldu. hadisi şerifde, haya, imandandır. imanı olan cennetdedir. fuhş, kötülükdür. kötüler cehennemdedir buyuruldu. hadisi şerifde, cehenneme girmesi haram olan ve cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. dikkat ediniz! bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren dir buyuruldu. hadisi şerifde, yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, burnuna yuları takılmış deve gibidir. yürütmek istenirse, hayvan ona uyar. taşın üzerine oturtmak istenirse, hayvan oraya oturur buyuruldu.deki hadisi şerifde, bir kimse, kızmazsa, allahü teala kıyamet günü onu herkesin arasından çağırır. cennetde istediğin yere git der buyuruldu., bir kimse resulullahdan nasihat istedikde, buyurdu. birkaç kerre sordukda, hepsine de buyurdu. hadisi şerifde, cennete gidecek olanları haber veriyorum, dinleyiniz! za'ifdirler, güçleri yetmez. birşey yapmak için yemin ederlerse, allahü teala, bu ların yeminlerini, muhakkak yerine getirir. cehenneme gidecek olanları bildiriyorum, dinleyiniz! sertlik gösterirler. acele ederler. kendilerini üstün görürler buyuruldu. hadisi şerifde, bir kimse ayakda iken kızarsa, otursun. oturmakla geçmezse yatsın! buyuruldu. hadisi şerifde, buyuruldu. hadisi şerifde, allah için aşağı gönüllü olanı, allahü teala yükseltir. bu, kendini küçük görür. fekat, insanların gözünde büyükdür. bir kimse, kendini başkalarından üstün tutarsa, allahü teala onu alçaltır. herkesin gözünde küçük olur. kendini yalnız kendisi büyük görür. hatta köpekden, domuzdan daha aşağı görünür buyuruldu. hadisi şerifde, musa bin imran ala nebiyyina ve aleyhissalevatü vetteslimat, ya rabbi! kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikde, gücü yetdiği zeman afv eden dir, buyurdu buyuruldu. hadisi şerifde, bir kimse, dilini tutarsa, allahü teala onun utanacak şeylerini örter. gazabını tutarsa, kıyamet günü allahü teala azabını ondan çeker. bir kimse, allahü tealaya yalvarırsa, kabul eder buyuruldu. bir hadisi şerifde, bir müsliman din kardeşinin ırzına veya malına saldırırsa, malın, paranın geçmez olduğu gün gelmeden önce, onunla halallaşsın! iyi amelleri varsa, hakkı ödeninceye kadar bu amellerinden alınır. iyi amelleri yoksa, hak sahibinin günahları buna yükletilir buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. dediler. ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyamet günü namazları ile, orucları ile ve zekatları ile gelir. fekat, kimisine sövmüşdür. kiminin malını almışdır. kiminin kanını akıtmışdır. kimini dövmüşdür. hepsine bunun sevablarından verilir. haklarını ödemeden önce sevabları biterse, hak sahiblerinin günahları alınarak buna yüklenir. sonra cehenneme atılır buyurdu. mu'aviye radıyallahü teala anh, hazreti aişeye radıyallahü teala anha mektub yazarak nasihat yazmasını istedikde, cevab yazarak: allahü tealanın selamı senin üzerine olsun! resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ve selleme işitdim. buyurdu ki, bir kimse, insanların kızacakları şeyde allahın rızasını ararsa, allahü teala onu, insanlardan geleceklerden korur. bir kimse, allahü tealanın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, allahü teala onun işini insanlara bırakır dedi. allahü teala bizi ve sizi, hep doğru söyliyenin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği bu hadisi şeriflere uymakla şereflendirsin! bu hadisi şerifler, her ne kadar terceme edilmedi ise de, şeyh ciyu hazretlerinden bunları sorar ve anlarsınız. bunlara uygun hareket etmeğe çalışırsınız. dünya hayatı çok kısadır. ahıretin azabları pek acı ve sonsuzdur. ileriyi gören akl sahiblerinin, hazırlıklı olması lazımdır. dünyanın güzelliğine ve tadına aldanmamalıdır. insanın şerefi ve kıymeti dünyalıkla ölçülse idi, dünyalığı çok olan kafirlerin herkesden daha kıymetli ve daha üstün olmaları lazım gelirdi. dünyanın görünüşüne aldanmak aklsızlıkdır, ahmaklıkdır. birkaç günlük zemanı büyük ni'met bilerek, allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır. allahü tealanın kullarına ihsan, iyilik etmelidir. kıyametde azablardan kurtulmak için, iki büyük temel vardır: birisi, allahü tealanın emrlerine kıymet vermek, saygı göstermekdir. ikinci, allahü tealanın kullarına, yaratdıklarına şefkat, iyilik etmekdir. hep doğru söyleyici aleyhissalatü vesselam her ne söyledi ise, hepsi doğrudur. şaka, eğlence, sayıklama sözler değildir. tavşan gibi gözü açık uyku ne kadar sürecek. bu uykunun sonu rezil, rüsva olmak ve eli boş, mahrum kalmakdır. mü'minun suresinin yüzonbeşinci ayetinde mealen, sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yaratdım sanıyorsunuz. bize dönmiyecek misiniz zan ediyorsunuz? buyuruldu. her ne kadar, böyle sözleri dinleyecek halde olmadığınızı biliyorum. gençsiniz. içiniz kaynıyor. dünya ni'metleri içindesiniz. herkese sözünüz geçiyor. her istediğinizi yapabiliyorsunuz. fekat, size acıdığımız için, iyilik etmek istediğimiz için bunlar yazıldı. elinizden birşey kaçmış değildir. tevbe edilecek, allahü tealaya yalvaracak zemandır. haberleşmemiz lazımdır. farisi mısra' tercemesi: eğer içerde kimse varsa, bir söz de yetişir! doksandokuzuncu mektub bu mektub, molla haseni kişmiriye, cevab olarak yazılmış olup, allahü tealayı hiçbir an unutmamak nasıl olacağı, insanın kendini bilmediği uyku zemanında da, onun unutulmıyacağı bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuzu okumakla şereflendik. bu yolun büyüklerinden ba'zısı rahmetullahi aleyhim ecma'in allahü tealaya her an agah olduklarını ve uyku zemanında da, her an, onu hatırladıklarını haber vermişdir. bunun nasıl olacağını soruyorsunuz. kıymetli efendim! bunu anlatabilmek için, önce birkaç şeyi bildirmek lazımdır. kısaca yazıyorum. dikkatli okuyunuz! insanın ruhu, bu gördüğümüz cesed ile birleşmeden önce, terakki edemez, ilerliyemezdi. kendine mahsus makamda, derecede bağlı ve mahbus gibi idi. fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hassası ve kuvveti ona verilmişdir. bu hassası, onu melekden üstün ve şerefli yapmışdır. allahü teala lutf ederek, ihsan ederek, ruhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir şeye yaramıyan, karanlık cesed ile birleşdirdi. ruh ışığını, karanlık cesed ile birleşdiren, madde olmıyan, zemanlı, mekanlı olmıyan ruhu, maddeden yapılan cesed ile bir arada bulunduran, allahü teala, çok büyükdür. bütün büyüklük, üstünlükler, yalnız ona mahsusdur. onda hiç kusur olamaz. bu sözün ma'nasını iyi kavramak lazımdır. ruh ile cesed, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, allahü teala, ruhu nefse aşık etdi. bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebeb oldu. kur'anı kerim, bu hali bize haber veriyor. vettin suresinin bir ayetinde mealen, buyuruldu. ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeğe benzeyen bir medhdir. işte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefs alemine atdı ve nefse tabi', esir oldu. hatta, kendinden geçdi. kendisini unutdu. nefsi emmare halini aldı. sanki nefsi emmare oldu. ruh, her şeyden daha latif, olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun haline, şekline ve rengine girer. kendini unutduğu için, evvela kendi aleminde, derecesinde iken, allahü tealaya olan bilgisini de unutdu. cahil ve gafil oldu. nefs gibi cehalet karanlığı ile karardı. allahü teala, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve ma'şuku, sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emr etdi. ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felaketden kurtulur. yok eğer, başını kaldırmaz, nefsle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, se'adetden uzaklaşır. bu sözümüzden, ruhun, nefsle birleşmiş olduğu, hatta kendisini unutup, nefs halini almış olduğu anlaşıldı. işte ruh, bu halde kaldıkca, nefsin gafleti, cahilliği, ruhun da gafleti, cehaleti olur. yok eğer, ruh, nefsden yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine allahü tealayı severse ve kendi gibi, bir mahluku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakiki bakiye aşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zahirin, ya'ni nefsin gafleti, cehaleti, batına, ya'ni ruha sirayet etmez. o, allahü tealayı bir an unutmaz. nefsin gafleti, ona nasıl te'sir etsin ki, o nefsden, temamen ayrılmışdır. zahirden, batına hiçbir şey geçmemişdir. işte bu vakt, zahir gafletde iken, batın agahdır, uyanıkdır. her an rabbi iledir. mesela, badem yağı, badem çekirdeğinde bulunduğu müddetce ikisi de aynı birşey gibidir. yağ, posadan ayrılınca, her ikisinin hassaları başkadır ve her bakımdan ayrı iki şey olurlar. işte, bu hale yükselmiş olan, bir mes'ud, bir bahtiyar kimseyi, ba'zan, tekrar bu aleme indirirler. allahü tealaya arif ve alim olduğu halde, bu aleme döndürüp, onun mubarek, şerefli varlığı vasıtası ile, alemi nefslerin karanlığından, cehaletinden kurtarırlar. böyle mubarek bir kimse, insanların arasında bulunur. görünüşde herkes gibidir, fekat ruhu hiçbir şeye bağlı değildir. allahü tealaya olan bilgisi ve sevgisi iledir. istemediği halde, onu bu aleme döndürmüşlerdir. böyle bir müntehi, hakikate erişen biri, görünüşde, başkaları gibi, allahü tealayı unutmuş, mahlukların sevgisine tutulmuş sanılır. halbuki, hakikatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. birşeyin sevgisine tutulmakla, ondan soğuyup, yüz çevirmek arasında çok fark vardır. şunu da bildirelim ki, böyle bir müntehinin, mahluklara olan alakası ve sevgisi, kendi ihtiyarında, elinde değildir. dünyaya rağbet etmez. hatta, allahü teala, bu alakayı istemekde ve beğenmekdedir. başkalarının alakası, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyaya sarılırlar. allahü teala bu alakalarından razı değildir, beğenmez. başka bir fark da, başkaları bu alemden yüz çevirip, allahü tealayı tanımağa ve sevmeğe kavuşabilirler. müntehinin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkan yokdur. onun halk ile olması, vazifesidir. ancak, vazifesi biterse, o zeman onu, bu geçici dünyadan, ebedi, sonsuz aleme nakl ederler. hakiki makamına kavuşur. tesavvuf büyükleri, da'vet makamını, irşad derecesini, başka başka anlatmışlardır. çokları, dedi. sözlerin başkalaşması, söz sahiblerinin halleri, dereceleri başka başka olduğu içindir. herkes, kendi makamına göre, söylemişdir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. seyyidüttaife cüneydi bağdadinin kuddise sirruh, buyurması işte, yukarda bildirdiğimiz da'vet makamına uygun bir ta'rifdir. çünki, başlangıcda, hep mahlukat görülmekde ve sevilmekdedir. nitekim, hadisi şerifi, kendilerinin allahü tealaya olan daimi bağlılık ve uyanıklığını bildirmiyor; belki, kendi hallerine ve ümmetinin hallerine uyanık olup, gafil olmadığını haber vermekdedir. bunun içindir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem uyuması, abdestini bozmaz idi. peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobanı gibi olduğu için, ümmetini bir an unutması, peygamberlik makamına uygun olmaz. bunun gibi, hadisi şerifi de, her zeman değil, ba'zandır. bu zemanlarda da, mahluklardan yüz çevirip, ayrılması icab etmez. çünki, allahü teala, ona tecelli etmekde, görünmekdedir. yoksa o, mahlukları unutup, tecellileri aramakda değildir. ma'şukun, aşıka cilvesi gibi olup, aşık ma'şukun peşinde değildir. farisi tercemesi: suret aynasında sefer, hareket olmaz, çünki onda nurani olmıyan suret olmaz. hulasa, mahluklara dönülünce, önce kalkmış olan perdeler, geri gelmez. arada perde olmadığı halde, onu mahluklar arasına salıp, mahlukların kurtulmasına, uyandırılmasına sebeb ve vasıta kılarlar. böyle bir kimse, böyle bir padişaha çok yakın olan, bir devlet adamı gibidir. bununla beraber, kendisine milletin işlerini görmek, dertlerini çözmek vazifesi de verilmişdir. sona gelip, geri dönmüş olanlar ile henüz başlangıçda olanlar arasındaki farklardan biri de budur. çünki, başda olanlar, perdelerin arkasındadır. geri dönmüş olanlardan ise, perdeler kalkmışdır. allahü teala size ve doğru yolda olanlara selamet versin! amin. ne ki kılmış habibullah, bize tebligi ahkamı kabul etdim anı, amentü billah ve hükmillah. yüzüncü mektub bu mektub, yine molla haseni kişmiriye yazılmışdır. şeyh abdülkebiri yemeninin, allahü teala gaybı bilmez sözüne cevab vermekdedir: okşayıcı, kıymetli mektubunuzu okumakla şereflendik. ihsan ederek yazdıklarınızı anladık. şeyh abdülkebiri yemeni, hak teala gaybı bilmez demiş. bunu soruyorsunuz. kitabında muhammed ruhi okunurken, abdülkebirin bu sözü de görülmekdedir. efendim! bu fakir, bu gibi sözleri dinlemeğe dayanamıyorum. elimde olmıyarak, faruki damarım kabarıyor. bunlardan, islamiyyete uygun bilgiler çıkarmağa vakt bırakmıyor. böyle sözleri söyleyen kimse, ister şeyh kebiri yemeni olsun, ister şeyh ekberi şami olsun, hiçbirini duymak istemiyorum. bize muhammedi arabinin buyurduğu sözler lazımdır aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. muhyiddini arabinin ve sadreddini konevinin ve abdürrezzakı kaşinin sözleri lazım değildir. bize lazımdır. lazım değildir. fütuhati medeniyye varken, kitabına bakmayız. hak teala, kur'anı kerimde, gaybı bildiğini söyliyerek kendini övüyor. olduğunu bildiriyor. , çok çirkin, pek iğrenç bir sözdür. doğrusu, hak tealaya inanmamakdır. gayb kelimesi, başka şeyi de göstermekdedir demek, insanı bu alçaklıkdan kurtaramaz. ağızlarından çıkan sözün büyüklüğünü, kulakları duymuyor. islamiyyete uymıyan böyle sözlerle ne demek istediklerini keşki bilseydim. hallacı mensur dedi ise ve bayezidi bistami dedi ise rahimehümallah suçlu olmakdan kurtulabiliyorlar. kendilerini hal kapladığı zeman, şü'urları, aklları örtülmüş iken, söylemişlerdir. fekat, bunların sözleri, hal bildirmiyor. bir ilm, bilgi anlatıyor. demeleri, onları suçlu olmakdan kurtarmaz. böyle kelimelerin te'vili makbul değildir. çünki, yalnız sekr halinde söylenmiş olan uygunsuz sözlerden, başka şey anlamağa çalışılır. aklı başında olan kimsenin sözünden başka şeyler anlamağa çalışılmaz. böyle şeyler söyliyen kimse, eğer yolunu tutarak, kendini herkesin gözünden düşürmek istemiş ise, bu da çok çirkin ve utanılacak birşey olur. insanları kendinden soğutmak, yanından kaçırmak için, yapılacak çok şey vardır. bunları bırakıp da, kafir olmağa yaklaşmağa ne lüzum vardır? bu sözün ne demek olabileceğini soruyorsunuz. her suale cevab vermek lazım olduğundan, burada birkaç şey bildireceğim: gaybı ancak allahü teala bilir. gayb, yok demek olursa, yok olan şeyler bilinmez demişlerdir. gayb, her bakımdan yok demek olunca, onu bilmek düşünülemez. eğer, bilineceğini düşünürsek, her bakımdan yok olmakdan ve hiçbir şey olmamakdan kurtulmuş olur. bunun gibi, hak teala, kendi şerikini, ortağını bilicidir denilemez. çünki, allahü tealanın şeriki çünki, bu büyük velilerin ba'zı kelimeleri te'vile muhtacdır. te'vil, muhtelif ma'nalar içinden islamiyyete uygun olanı seçmekdir. bunu herkes yapamaz. hiç yokdur. böyle birşey hiç olamaz. evet, gayb kelimesinin ve şerik kelimesinin bildirdikleri şeyler düşünülebilir. fekat biz bu şeylerin kendilerini söylüyoruz. bu kelimelerin ne bildirdiklerini söylemiyoruz. var olamıyacak şeylerin hepsi de böyledir. bunların neler oldukları düşünülebilir. fekat var olmaları düşünülemez. çünki, varlıkları bilinirse, bunlara var olamıyacak denilemez. hiç olmazsa, zihnde var olmaları lazım gelir. mevlana muhammed ruhinin yukarıdaki sözden anladığını beğenmemekde haklısınız. yalnız bir varlık olan o mertebede ilmin bağlılığı yokdur demek, ilm yok demekdir. yalnız gaybın ilmi yokdur demek, değersizdir. mevlananın o sözden anladığının doğru olmadığını şu da gösteriyor ki, o nde ilmin bağlantısı yok ise de, hak tealanın alim olması değişmez. çünki, o mertebede kendisi alimdir. ilm sıfatı ile alim olmaz. çünki, o mertebede, ilm sıfatı yokdur. sıfatlara inanmayan kimseler de, allahü tealanın alim olduğunu bildirmekdedir. ilm sıfatının var olduğuna inanmadıkları halde, bu sıfatda olan bilmenin, zatda bulunduğunu bildirmekdedirler. yukarıdaki sözden sizin anladığınıza gelince, gayb kelimesinden zati ilahiyi anlıyorsunuz. bu gayba hiçbir ilm, hatta vacib tealanın ilmi de yetişemez diyorsunuz. anlaşılacak şeyler içinde, doğruya en yakın olanı sizin bu anlayışınızdır. bununla beraber, vacib tealanın ilmi, kendi zatını bilmez demek, bu fakire ağır geliyor. bilmiyeceğini göstermek için, ilmin, bilinecek şeyi kavraması lazımdır. zati teala ise, ihata edilemez. kavranamaz. bunun için de bilinemez diyorsunuz. bu sözünüz, ilmi husuli için doğrudur. çünki, ilmi husuli ile bilmekde bilinen şeyin sureti, ilm kuvvetinde hasıl olmakdadır. fekat, ilmi huzuri ile bilmekde, suretin ilmde hasıl olması hiç lazım değildir. allahü tealanın ilm sıfatı ilmi huzuridir. bundan dolayı, ilmi ilahi, huzur yolu ile, zati ilahiyi bilir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. allahü tealadan, sevgili efendimiz, muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline radıyallahü anhüm ecma'in salat ve selamet ve bereket dileriz. evveliniz ve sonunuz selamet olsun! yüzbirinci mektub bu mektub, yine molla haseni kişmiriye yazılmışdır. büyükleri küçük sanarak dil uzatanları bildirmekdedir: allahü teala, halinizi güzel ve kalbinizi temiz eylesin! kıymetli mektubunuzu mevlana muhammed sıddik getirdi. allahü tealaya hamd olsun ki, uzakda kalanları unutmamışsınız. görünüşde, nefsinize karşı olan sözleriniz kısaca anlaşıldı. nefs, emmarelik yapdığı zeman, buna karşı söylenen şeyler doğrudur. fekat nefs, itminana geldikden sonra, ona karşı gelmenin yeri yokdur. çünki, o zeman nefs, hak tealadan razıdır. hak teala da ondan razıdır. nefs beğenilmekde ve kabul olunmakdadır. kıymetli olana karşı gelinmez. onun istekleri, hak tealanın istekleridir. çünki, nefsin itminana kavuşması için, allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanması lazımdır. artık o, mukaddes olmuş, her dürlü kusurdan temizlenmiş, karşı durulacak yeri kalmamışdır. kendisine bakılamıyacak derecelere yükselmişdir. her söylediğimiz bizde kalır. farisi tercemesi: kendinden haberi olmıyan kimse, nerde kaldı, başka şeyleri bile? çok olur ki, cahiller, nefsden hiç haberleri olmadığı için, mutmainneyi emmare sanırlar. nefsi emmareye karşı yapdıklarını, nefsi mutmeinneye de yaparlar. nitekim kafirler, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat başka insanlar gibi sanıyorlar. peygamberliğin yüksekliğine inanmıyorlar. o büyüklere aleyhimüssalevatü vettehıyyat ve onların yolunda gidenlere inanmamakdan allahü tealaya sığınırız! yüzikinci mektub bu mektub, molla muzaffere yazılmışdır. ödünç alıp vermekdeki faizi bildirmekdedir: ödünç verenin fazla olarak istediği malın yalnız faiz olduğunu söylemişdiniz. mesela oniki dirhem ödemesi şartı ile on dirhem gümüş verenin aldığı gümüşden yalnız fazla olan iki dirhemi faiz olur, haram olur demişdiniz. halbuki, daha fazlasını ödemesi şartı ile, ödünç vermek faizdir. ya'ni böyle olan sözleşme haramdır. haram anlaşma ile, ele geçen malın hepsi haram olur. mesela, oniki dirhem ödemesi şartı ile, on dirhem ödünç verilse, alınan oniki dirhemin hepsi haram olur. faiz ile ödünç vermek ve almak haram olduğu, kur'anı kerimde açıkca bildirilmişdir. ihtiyacı olanın da, olmıyanın da, faizle, ödünç alması haramdır. ihtiyacı olana, faiz haram olmaz demek, kur'anı kerimin emrini değişdirmek olur. kitabı, kur'anı kerimin emrini değişdiremez. lahor şehrinin büyük alimlerinden olan mevlana cemal, nin birçok haberleri kıymetli kitablara uymamakdadır. böyle haberlerine güvenilmez buyururdu. nin birçok haberi za'ifdir, güvenilmez buyurmakdadır. bu kitabı, zahidi yazmışdır. nin bu yazısını, doğru kabul etsek bile, buradaki ihtiyac kelimesine, zaruret ve ölüm tehlükesi ma'nasını vermek lazımdır. böylece, maide suresi, dördüncü ayetinin, mealindeki iznden istifade edilmiş olur. çünki, bu ayeti kerime, haramlardan afv olunabilecek özrü beyan buyurmakdadır. faiz ile ödünç almak için, her ihtiyac özr olsaydı, faizin haram edilmesine sebeb kalmazdı. çünki, faiz ödemeği, ancak ihtiyacı olan kabul eder. ihtiyacı olmıyan kimse, açıkdan para vermek istemez. allahü tealanın, bu yasak emri, yersiz lüzumsuz olurdu. allahü tealanın kitabına, böyle iftira edilemez. abes, yersiz, birşey bulunması düşünülemez. her ihtiyacı olanın faiz ile para alması caiz diye, bir an düşünsek, ihtiyaç da, bir nev' zaruretdir. zaruretin dereceleri vardır. ziyafet vermek için, faiz ile para almak ihtiyac değildir. meyyitin bırakdığı malda meyyitin ihtiyacı, kefen ve cenaze masrafı olduğu kitablarda bildiriliyor. onun ruhu için, ziyafet vermeğe, ihtiyac denilmemişdir. meyyit, sadakanın sevabına, herkesden çok muhtac olduğu halde, onun ruhu için yemek dağıtılmasını islamiyyet emr etmemişdir. o halde bunları yapmak, faizle para almak için ihtiyac, özr olur mu? ölünün ihtiyacı kabul edilse bile, faizle alınan para ile pişen yemekleri yimek halal olur mu? çoluk çocuğun çok olması, erkeğin askerde bulunması, özr, ihtiyac sanılarak, faizle para almak caiz ve halal olur demek, bir müslimana yakışmaz. böyle belaya yakalanmış olanlara, emri ma'ruf ve nehyi anilmünker yaparak, doğru yolu göstermek lazımdır. bir müsliman, nasıl olur da, böyle haram işi yapabilir? ihtiyacları te'min edecek yol çokdur. bu zemanda, şübheli olmıyan kazanc kalmadı diyorsunuz. evet öyledir. fekat elden geldiği kadar, şübhelilerden kaçınmak lazımdır. tarlayı abdestsiz sürmek, tohumunu abdestsiz ekmek, rızkın bereketini, tayyıb olmasını giderir demişlerdir. hindistanda, böyle çalışan, hemen yok gibidir. fekat, allahü teala, kulundan, elinden geldiği kadar yapmasını istemekdedir. faiz ile para alıp ziyafet vermekden sakınmak, herkes için kolaydır. halale haram, harama halal diyen kafir olur. fekat bu kat'i, meydanda olan halal ve haramlar içindir. zan olunanlar için değildir. hanefi mezhebinde mubah olan, çok şey vardır ki, şafi'i mezhebinde mubah değildir. bunun aksi de vardır. muhtac olduğu şübheli olan birinin, faizle para alması halal olur demiyene, açık bildirilen harama halal diyemiyene dil uzatılmaz. sapık, gerici denilmez. halal demesi için zorlanamaz. onun haklı olması daha kuvvetlidir. hatta, haklı olduğu meydandadır. ona dil uzatanlar haksızdır ve tehlükededir. mevlana abdülfettah, faizsiz borç almak iyidir. niçin faiz ile alıyorlar? demiş. siz de, böyle söyleme. halali inkar mı ediyorsun? diyerek onu tekdir etmişsiniz. yavrum, bu sözünüz, kat'i olan halal için doğrudur. ihtiyacı olanın, faiz ile borç almasına halal deseniz bile, bunu yapmamak, yine daha iyi olur. vera' sahibleri, ruhsat, izn verilen şeyleri yapmamış, herkese, azimet yolunu göstermişlerdir. lahor şehrindeki müftiler, ihtiyacı olana caiz olur demiş ise de, ihtiyacdan ihtiyaca fark vardır. her ihtiyac, özr sayılırsa, faizin haram olacağı yer kalmaz. faizin haram edilmesi abes, lüzumsuz bir emr olur. oruc, yemin keffareti niyyeti ile de, fakirleri doyurmak için, faiz ile borç almak caiz değildir. fakir doyuramıyan, oruc tutar. islamiyyete uymak ile, az bir takvanın bereketi ile, allahü teala, insanın ihtiyacını kolaylıkla giderir. allahü teala, takva sahiblerini sıkıntılardan kurtarır. yüzüçüncü mektub bu mektub, nakib şeyh seyyid feride rahmetullahi aleyh yazılmışdır. afiyet ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü teala afiyet versin! öyle bir afiyet versin ki, büyüklerden biri, hep düa eder, allahü tealadan bir günlük afiyet isterdi. adamın biri, bu zata, dedi. allahü tealadan öyle bir gün istiyorum ki, sabahdan akşama kadar allahü tealaya hiçbir günah işlemiyeyim. afiyetle geçen gün böyle olur buyurdu. cenabı hak, size de, böyle afiyetli günler ihsan eylesin! çok zemandan beri, serhend şehrinde kadi ya'ni islam mahkemesinin hakimi yokdur. bunun için, islamiyyetin emrlerinden birkaçı yapılamamakdadır. mesela: kardeşimin çocuğu yetimdir. babasından kendisine miras mal kalmışdır. si yokdur. islamiyyetin izni olmadan bu mal kullanılamamakdadır. eğer kadi olsa, onun izni ile iş kolaylaşır. bunun gibi yapılamıyan daha başka şeyler de vardır. bir kefendir akıbet, sermayei beğ ve fakir, varlığa mağrur olan, mecnun değil de, ya nedir? yüzdördüncü mektub bu mektub, perkene şehri kadilarına yazılmışdır. baş sağlığı dilemekdedir: merhum hazretin ölümü acısı, her ne kadar pek şiddetli ve çok çetin ise de, fekat kul için, sahibinin işinden razı olmakdan başka çare yokdur. insan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. çalışmalıyız! çalışıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak birşey yokdur. hatta, böyle ölmek, bir devlet ele geçirmekdir. ölüm bir köprü gibidir. sevgiliyi sevgiliye kavuşdurur. ölmek, felaket değildir. öldükden sonra, başına gelecekleri bilmemek felaketdir. ölülere, düa ile, istigfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdadlarına yetişmek lazımdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ölünün mezardaki hali, imdad diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. kendisine, bir düa gelince, dünyanın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekden daha çok sevinir. allahü teala, yaşıyanların düaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. dirilerin de, ölülere hediyyesi, onlar için düa ve istigfar etmekdir., istemek demekdir. aç bir adamın, iştihalı olduğu bir zemanda, yiyecek istemesi gibidir. iman ile ölenlere, hatmi tehlil yapmak, ya'ni yetmişbin kelimei tevhid okuyup, sevabını ruhuna hediyye etmek, çok faidelidir. fekat, bu zemanda iman ile giden pek azdır. kıymetli mektubunuz geldi. hava çok soğuk olduğundan biz fakirler sıkıntıya düşdük. yoksa kendimiz gelecekdik. mektubumuz biraz sert oldu. inşaallahü teala faidesi görülür. daha yazarak başınızı ağrıtmış olmıyalım. sevdiğimiz kadi hasene ve yanınızda bulunan kıymetli kimselere çok düa ederiz. her işinizde, hak tealadan razı olup şükr edesiniz! seslendi ol müezzin, durdu kamet eyledi, ka'beye döndü yüzün, hem de niyyet eyledi. duyunca ehli iman, hurmet ile dinledi, sonra, namaza durup, rabbe kulluk eyledi. yüzbeşinci mektub bu mektub, hakim abdülkadire yazılmışdır. hasta iyi olmadıkça, gıdanın ona faide vermiyeceği bildirilmekdedir: tabibler diyor ki, hasta perhiz yapmalıdır. iyi olmadan önce ona gıda iyi gelmez. yağlı kuş eti bile böyledir. hatta hastalığını artdırır. farisi mısra' tercemesi: hastanın yidiği hastalığı artdırır! bunun için, önce hastayı iyi etmeği düşünmek lazımdır. bundan sonra, uygun gıda vererek, eski kuvvetli haline kavuşdurulması düşünülür. bunun gibi, mealindeki ayeti kerimede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve ta'ati faide vermez, belki zarar verir. hadisi şerifi meşhurdur. hadisi şerifi de sahihdir. kalb hastalıklarının mütehassısları olan tesavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emr buyururlar. kalbin hastalığı, hak tealadan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. belki, kendisine bağlanmasıdır. çünki herkes, herşeyi kendi için ister. çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. malı, mevkı'i, rütbeyi hep kendi için ister. onun ma'budu, tapındığı şey, kendi nefsidir. nefsinin istekleri arkasında koşmakdadır. kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkca, insanın kurtulması çok güç olur. bundan anlaşılıyor ki, aklı başında olan ilm adamları ve kalbi uyanık olan fen adamları, herşeyden önce, bu hastalığın giderilmesini düşünmelidirler. farisi mısra' tercemesi: içerde kimse varsa, bir söz yetişir! yüzaltıncı mektub bu mektub, muhammed sadıkı kişmiriye yazılmışdır. bu yolun büyüklerini tanımak ve sevmek allahü tealanın en büyük ni'metlerinden olduğu bildirilmekdedir: aşırı sevgi ve tam bağlılıkla yazılmış olan güzel mektubunuz geldi. bundan dolayı, allahü tealaya hamd ve şükr olsun! bu yolda olanları tanımak ve sevmek, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir. hangi mes'ud kimseyi acaba bu ni'metlerle şereflendirirler? şeyhulislam abdüllahi ensari hirevi kaddesallahü teala esrarehül'aziz buyuruyor ki, ya rabbi! dostlarını öyle yapdın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan, onları tanımıyor!. bu büyüklere düşmanlık etmek, sonsuz ölüme sürükleyen bir zehrdir. onları incitmek, sonsuz felaketlere sebeb olur. allahü teala bizi ve sizi bu belaya düşmekden korusun! şeyhulislam yine buyurdu ki, ya rabbi! her kimi felakete düşürmek istersen, onu bizim üzerimize atarsın. farisi tercemesi: hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan, melek de olsa, kurtulamaz yüz karalığından. allahü tealanın size yeniden ihsan etmiş olduğu bu tevbeyi ve bu yola kavuşmağı büyük ni'met biliniz! bu yolda ilerlemek için allahü tealaya yalvarınız! allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selamet versin! yüzyedinci mektub bu mektub, yine muhammed sadıkı kişmiriye yazılmışdır. evliyanın kerametlerini bildirmekdedir: hak sübhanehu ve teala, evliyaya inanmakla ve bu yüksek insanları sevmekle, hepimizi şereflendirsin! içinde birkaç sual bulunan mektubunuz geldi. denemek ve üzmek için yapılan sual, cevab vermeğe değmez ise de, belki faideli olur düşüncesi ile cevab veriyorum. birisi anlamazsa da, anlayanlar çok şey öğrenir. sual: eskiden gelmiş geçmiş velilerde çok kerametler, harikalar hasıl olmuşdu. zemanımızdaki büyüklerde ise az görülmekdedir. bunun sebebi nedir? diyorsunuz. cevab: bu suali sormanız, zemanımız büyüklerinde harikalar az görülüyor diyerek bunları küçültmek düşüncesi ile oldu ise, şeytanın aldatmasından allahü tealaya sığınırız. sözün gelişinden düşüncenizin öyle olduğu anlaşılıyor. şeytanın şerrinden allahü tealaya sığınınız! veli olmak için, bir insandan harikaların, kerametlerin meydana gelmesi şart değildir. halbuki, peygamberlerin aleyhimüsselam mu'cize göstermesi lazımdır. bununla beraber, evliyanın hemen hepsinde, keramet görülmüşdür. keramet göstermeyen veli pekazdır. bir veliden, çok keramet meydana gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. evliyanın birbirinden üstünlüğü, allahü tealaya daha yakın olmalarına bağlıdır. daha yakın olan bir veli, pek az keramet sahibi olabilir. allahü tealadan daha uzak olan bir veli, daha çok keramet, harika gösterebilir. bu ümmetin sonradan gelen evliyasında, o kadar çok kerametleri olanlar görülmüşdür ki, eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim hiç birinde, bunun yüzde biri bile, meydana gelmemişdir. halbuki, evliyanın en yükseği, en aşağı derecede olan bir sahabinin radıyallahü anh derecesine yetişemez. görülüyor ki, evliyayı ve onların üstünlüğünü anlıyabilmek için, kerametlerine, harikalarına bakmak, cahillik, kısa görüşlülük olur. o kimsede, o büyüklerin yollarına katılabilmek kabiliyyetinin az olduğunu gösterir. peygamberlerin ve velilerin feyz ve bereketlerine, ancak onlara uymak kabiliyyetinde olanlar kavuşabilir. kendi düşüncelerine, hayallerine uyanlar, kavuşamaz. ebu bekri sıddik radıyallahü anh, uymak kabiliyyeti sebebi ile, peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem birşey sormadan inanıverdi. ebu cehlde bu kuvvet bulunmadığından, o kadar alamet ve mu'cizeler gördüğü halde, peygamberliğe inanmak se'adeti ile şereflenemedi. surei en'amda, senin peygamber olduğunu belirten, açık alametlerin hepsini görseler, yine inanmazlar. yanına geldikleri zeman, terbiyesizlik yapar, mubarek kalbini incitirler ve bu kur'an, eskiden kalma hikayeler, masallardır, derler meali şerifdeki ayeti kerime, böyle tali'sizleri bildirmekdedir. peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanına yakın zemanlardaki evliyanın, az keramet gösterdiğini, bütün ömrlerinde üçbeş harikadan başka görülmediğini söyledik. cüneydi bağdadinin on kerameti bile işitilmemişdir. hak teala, kelimi olan, musa aleyhisselama dokuz mu'cize verdiğini bildirmekdedir. bunlar, düşmanlara karşı olan harikalardır. yoksa, peygamberlerden ve evliyadan her saatde, harikalar meydana gelmekdedir. düşmanları bilse de, bilmese de, harikaları güneş gibi görülmekdedir. farisi mısra' tercemesi: kör göremezse, güneşin kabahati ne? sual: temiz olan taliblerin, keşf ve müşahede etdikleri şeylere, şeytan birşey karışdırabilir mi? karışdırabilirse, bunu ayırd etmek nasıl olur? karışdıramaz ise, keşf ve ilham ile elde edilen bilgilerin, ba'zısının yanlış olması nedendir? cevab: herşeyi doğru olarak ancak allahü teala bilir. bilgisini şeytanın karışdırmadığı kimse yokdur. peygamberlere bile karışabileceği, hatta karışdığı halde, evliyaya karışmaz olur mu? nerde kaldı ki, acemi taliblere karışmasın. şu kadar var ki, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat şeytanın karışdırdığı, haber verilir ve yanlış doğrudan ayırd olunur. nitekim hac suresinde, allahü teala, şeytanın karışdırdığını değişdirir. sonra kendi ayetlerini, sağlam olarak bildirir mealindeki ayeti kerime, bunu beyan etmekdedir. evliyaya, şeytanın karışdırdığını haber vermek lazım değildir. çünki veliler, nebilerin izinde yürümekdedir. bunlar, peygamberlerin bildirdiğine uymıyan buluşlarını red ederler, kıymet vermezler. fekat, peygamberin dininin bildirmediği, doğru veya yanlış demediği bilgilerin doğrusunu, iğrisinden ayırmak güçdür. çünki ilham zannidir, şübhelidir. fekat, doğru ilhamları iğrilerinden ayıramamak, veliler için, bir kusur olmaz. çünki dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşmak, islamiyyete uymakla olur. islamiyyetin bildirmediği şeyler, ehemmiyyetli değildir. insanlara, ehemmiyyetsiz şeyleri yapmak emr olunmadı. keşf ve ilhamlarda yanlışlık, yalnız şeytan tarafından gelmez. çok def'a, şeytan hiç karışmadan, hayalde, doğru olmıyan ba'zı şeyler hasıl olur. mesela, ba'zan peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada görüp, ba'zı şeyler öğrenenler oluyor ki, bu öğrendikleri, kitablara uymamakdadır. halbuki, bu rü'yalara şeytanın karışmadığı meydandadır. çünki şeytanın, her ne suretle olursa olsun, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin şekline giremiyeceğini, alimlerimiz bildirmekdedir. işte, böyle rü'yalarda, hayal, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermekdedir. sual: evliyanın kerameti ile, kafirlerde hasıl olan istidrac birbirine benziyor. acemi bir talib, bir harikul'ade görünce, bir velinin rahmetullahi aleyh kerameti, veyahud bir yalancının istidracı mı olduğunu nasıl ayırd edebilir? cevab: bunu ayıracak, talibin vicdanıdır. o kimse ile konuşunca, talibin kalbinde, dünya sevgisi azalıp, allahü tealaya bağlılığı artarsa onun, keramet sahibi bir veli olduğunu anlar. eğer böyle olmazsa, istidrac gösteren bir yalancı olduğu anlaşılır. onun sözleri ile, kalbinde bir değişiklik duymıyan kimse, hayvan gibi olan cahil bir kimsedir. hevesi olan, isteği bulunan talib, kalbindeki bu değişikliği, çok güzel sezer. bu seçilmiş, nurlu insanlar, cahillerin duymamasına ehemmiyyet vermez. çünki ruhu hasta, , kalb gözü kör olanlar, duygusuz olur. kalbdeki bu değişikliğini anlamakdan daha mühim ve daha lüzumlu birçok bilgilerden, bu cahillerin haberi yokdur. demişlerdir. ya'ni allahü tealanın sıfatlarına uygun sıfatlar evliyada hasıl olur. fekat, bu benzerlik, yalnız ismdedir ve uygunluk, sıfatların topluluğundadır. yoksa, sıfatların hususiyyetlerinde beraberlik olamaz. emrini anlatırken, hace muhammed parisa kuddise sirruh, ismindeki farisi kitabında buyuruyor ki, dir. bu, herşeye hakim, galib demekdir. talib tesavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hakim, galib olur ve başkalarının kalblerine te'sir etmeğe başlarsa, bu sıfat ile ahlaklanmış olur. allahü tealanın bir ismi de, dir. ya'ni işiticidir. talib, doğru sözü herkesden kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla, huylanmış olur. bir sıfatı da, dir. ya'ni, allahü teala, herşeyi görür. talibin kalb gözü açılır ve firaset ışığı ile, kendi ayblarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, ya'ni başkalarını kendinden daha üstün görürse ve allahü tealanın her an gördüğünü, göz önünde bulundurarak, hep allahü tealanın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. bir sıfatı da, dir. ya'ni allahü teala dirilticidir. talib, unutulmuş sünnetleri canlandırır, meydana çıkarırsa, bu sıfatla, sıfatlanmış olur. bir sıfatı da mümitdir. , öldürücü demekdir. talib, sünnetlerin yerine yerleşmiş olan, bid'atleri men' eder, yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. bütün sıfatlar, bunlar gibidir. cahiller, bu ahlaklanmayı başka dürlü anlamış ve yoldan çıkmışdır. veliler, ölüleri diriltir, gayb olan şeyleri bilir sanmışlar. böyle, daha nice bozuk düşüncelere saplanmışlardır. halbuki ba'zı zanlar, günahdır. harika, yalnız ölüleri diriltmek, istediğini öldürmek demek değildir. ilham yolu ile gelen bilgiler, kerametlerin en büyüğüdür. nitekim, mu'cizelerin en kuvvetlisi ve kıyamete kadar kalanı kur'anı kerim mu'cizesidir. gözü açmalı, iyi görmeli ki, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri ilmler, ma'rifetler, nisan yağmuru gibi yağmakdadır. o kadar çok oldukları halde, hepsi islamiyyete uygundur. islamiyyetden kıl kadar ayrılanı yokdur. bu da, hepsinin doğru olduğuna açık bir alametdir. zaten, yüksek hocam muhammed bakibillah kuddise sirruh, buyurmuşdur. fekat ne faide ki, hocam hazretlerinin sözü, sizin için güvenilecek sened değildir. kendinize, bir de pirini çok seven diyorsunuz. mektubunuzda, inad ve i'tiraz kokusu vardı. fekat, kıymetli bilgilerin yazılmasına sebeb olduğundan, iyi oldu. farisi tercemesi: elbet bulunur, bir güzellik çirkinde; inci gibi görünür dişler, zencide. şaşılacak şeydir ki, bundan önceki mektubunuzda çok sevgi ve saygı göstermişdiniz. arka arkaya gördüğünüz iki rü'yadan dolayı eski hallerinizden tevbe etdiğinizi ve bu yola sıkı bağlandığınızı ve tecdidi iman etdiğinizi de yazmışdınız. bir ay geçmeden bu halinizin değişdiği anlaşılıyor ve pek çabuk eski halinize döndüğünüz görülüyor. bu gerilemeniz, o iki rü'yanın şeytani olduğu veya yanlış bir keşf olduğu düşüncesini hasıl etmekdedir. o mektubunuz nasıldı, bu mektubunuz nasıldır? farisi tercemesi: söyle ona, neden kötülük yapıyor? bana değil, kendi kendine ediyor. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere allahü teala selamet versin! yüzsekizinci mektub bu mektub, meyan seyyid ahmede yazılmışdır. nübüvvetin vilayetden daha üstün olduğu bildirilmekdedir: allahü teala bizi ve sizi ve bütün müslimanları peygamberlerin efendisine aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha uymakdan ayırmasın! tesavvuf yolundakilerin büyüklerinden birkaçı, sekr halinde iken, dedi. birkaçı da, diyerek, velinin rahmetullahi aleyh nebiden daha üstün olacağının anlaşılmasını önlediler. fekat, işin doğrusu, bunun tersidir. çünki, peygamberin nübüvveti, kendi vilayetinden de daha üstündür. vilayet makamlarında olanlar, göğüslerinin sıkıntısından, halk ile birlikde bulunamıyorlar. peygamberlikde ise, göğüsleri çok geniş olduğundan, hak teala ile olmaları, halk ile birlikde olmalarına ve halk ile birlikde olmaları da, hak teala ile olmalarına engel değildir. peygamberlikde, yalnız halk ile olmak yokdur. bunun için, yalnız hak teala ile olan vilayet, nübüvvetden daha üstün değildir. allahü teala korusun, cahil insanlar yalnız halk ile olur. nübüvvetin şanı, şerefi bundan çok yüksekdir. bu sözümüzü iyi anlamak, sekr sahiblerine güç gelir. halleri doğru olan büyükler, böyle olduğunu çok iyi bilirler. arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! ayrıca dileğimiz şudur ki, meyan şeyh abdürrahimin oğlu şah abdüllah ile yakınlığımız, kardeşliğimiz vardır. babası, çok zeman behadır hanın emrinde çalışmışdır. oradan geliri vardı. şimdi gözleri kuvvetden düşdü. behadır hanın yanında çalışmak için oğlunu gönderdi. bunun için sizden de bir işaret olursa, faide verecekdir. vesselam. yüzdokuzuncu mektub bu mektub, hakim sadra gönderilmişdir. kalbin selameti ve hak tealadan başka şeyleri unutması bildirilmekdedir: allah adamları kaddesallahü teala esrarehüm, kalb hastalıklarının tabibleridir. batın hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedavisi ile olur. bunların sözleri ilacdır. bakışları şifadır. onlarla beraber bulunanlar kötü olmaz. onlar allah adamlarıdır. onlarla yağmur yağdırılır. onlarla rızk gönderilir. batın hastalıklarının en kötüsü ve kalb bozukluklarının başı, kalbin hak tealadan başka şeylere bağlanmasıdır. bu bağlılıkdan, büsbütün kurtulmadıkça kalb selamet bulamaz. çünki allahü teala, hiçbir yerde ortak istemez. zümer suresi üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. hele, şeriki, ortağı daha üstün tutmak, hayasızlığın, alçaklığın sonu olur. allahü tealadan başka şeyleri, ondan daha çok sevmek, onun sevgisi hiç gibi kalmak, ne büyük hayasızlıkdır! hadisi şerifde, buyuruldu ki, bu haya bildirilmekdedir. kalbin hastalıkdan kurtulmasının, ya'ni hak tealadan başka şeylere bağlılığı kalmamasının alameti, işareti, kalbin ma'sivayı büsbütün unutmasıdır. hiçbirşeyi hatırlayamamasıdır. birşeyi düşünmek için zorlansa, hiç düşünemez. böyle bir kalbin herhangi bir şeye bağlılığı olamaz. allah adamları, ya'ni veliler kaddesallahü teala esrarehüm, kalbin bu haline demişdir. bu yolda birinci adım budur. sonsuz olan nurların görünmesi ve ma'rifetlerin, hikmetlerin gelmesi, bu zeman başlar. fenaya kavuşmadıkça, hiçbirşey ele geçemez. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! yüzonuncu mektub bu mektub, şeyh sadreddine yazılmışdır. insanın, kulluk vazifelerini yapmak ve allahü tealanın sevgisine kavuşmak için yaratıldığı bildirilmekdedir: hak teala sizi, yüksek insanların istediği şeylerin sonuna kavuşdursun! insan, kulluk vazifelerini yapmak için ve hep hak teala ile olmak için yaratıldı. bunlara da, geçmişlerin ve geleceklerin efendisine aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha zahiri ve batını tam uydurmadıkca, kavuşulamaz. allahü teala, bizim ve sizin sözlerimizi ve işlerimizi ve zahirlerimizi ve batınlarımızı ve ibadetlerimizi ve i'tikadlarımızı, o yüce peygambere sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem uygun yapmakla şereflendirsin! amin ya rabbel'alemin. farisi tercemesi: allahdan başka herneye tapınsa, hepsi hiçdir. yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir. hak tealadan başka olarak özenilen herşey, ma'bud olur. hak tealadan başkasına ibadet etmekden kurtulmak için, ondan başka hiçbirşeye özenmemek, hiçbirşeyin arkasına düşmemek lazımdır. ahıreti, cennet ni'metlerini istemek de, böyledir. bunları istemek, her ne kadar sevab ise de, mukarreblerce günah sayılır. ahıretdeki şeyleri istemek böyle olunca, dünya işlerine düşkün olmanın neye varacağını anlamalıdır. çünki dünya, hak tealanın sevmediği şeylerdir . dünyadaki şeyleri yaratdığından beri onlara hiç kıymet vermemişdir. allahü tealanın sevmediği şeyleri sevmek, günahların başıdır. bunlara düşkün olanlar, arkalarında koşanlar merhametden uzak olur. hadisi şerifde, buyuruldu. allahü teala, hepimizi dünyanın ve dünyada olanların şerrinden, zararlarından korusun. sevgili peygamberi ve geçmişlerin, geleceklerin efendisi muhammed aleyhisselamın hurmetine düamızı kabul buyursun! vesselam, velikram. yüzonbirinci mektub bu mektub, şeyh hamidi sünbüliye yazılmışdır. tevhid, kalbi allahü tealadan başka şeylerden kurtarmak olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selamet olsun! kalbi allahü tealadan başka şeylere bağlanmakdan kurtarmak demekdir. kalbi masivaya çok az bile olsa, bir bağlılığı bulunan kimse, tevhid sahibi olamaz. , allahü tealadan başka şeylerin hepsi demekdir. bu ni'meti elde etmeden önce, vahid, birdir demek ve vahid bilmek, huzur sahiblerine göre boş laf olur. evet, iman etmiş olmak için, vahid demek ve vahid bilmek lazımdır. fekat bu, allahü tealadan başka tapınacak hiçbirşey yokdur, demekdir. allahü tealadan başka hiçbirşey var değildir demekle, onun arasındaki başkalık meydandadır. tasdik, iman, ilmle olur. vicdanla anlamak ise bir haldir. bu hale kavuşmadan önce, bunun üzerinde konuşmak doğru olmaz. büyükler arasında, bu halden söz edenler, şu ikisinden biridirler: ya kendilerini hal kaplıyarak örtülmüşlerdir. bunun için, sorguya çekilmez, suçlanmazlar. yahud, hallerini başkalarına örnek olmak için bildirmişlerdir. böylece, başkaları, kendi hallerini, bu büyüklerin halleri ile ölçerek, doğru olup olmadıklarını anlasınlar. bu ikisinden başka sebeble, halini, sırrını açıklamak yasakdır. hak teala, o büyüklerin hallerinden az birşey, biz yabancılara da ihsan eylesin! muhammed mustafanın sünneti seniyyesine yapışmakla şereflendirsin ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye! sevgili peygamberi aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onun ali radıyallahü teala aleyhim ecma'in hurmetleri için bu düamızı kabul buyursun! amin! ayrıca başınızı ağrıtayım ki, bu düacınızın mektubunu getiren, meyan şeyh abdülfettah hafız, olgun bir kimsedir. bir insan evladıdır. bakacağı kimseleri çokdur. kızlar babasıdır. geçim darlığından dolayı ihsan sahiblerine baş vurmakdadır. beklediğine kavuşacağını umarım. başınızı daha çok ağrıtmakdan çekindim. yüzonikinci mektub bu mektub, şeyh abdülcelili tehaniseriye yazılmışdır. birinci vazifemiz, ehli sünnet velcema'at i'tikadını elde etmek olduğu bildirilmekdedir: hak teala, zarar ziyan içinde olan bizleri, doğru oldukları müjdelenmiş olan, ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdikleri i'tikada kavuşdursun! beğendiği işleri yapmakla şereflendirsin! bu iyi işleri yapmakdan hasıl olan halleri de ihsan buyursun! kendi mukaddes makamına çeksin! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir. çünki, bu kurtuluş fırkasının i'tikadı olmadan hasıl olan haller, vecdler, istidracdan başka birşey değildir. insanı harablığa, felakete sürüklerler. bu kurtuluş fırkasına uymak ni'metine kavuşdukdan sonra, her ne verirlerse seviniriz, şükr ederiz. razı oluruz. tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, kendilerini hal ve sekr kapladığı zeman, doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uymıyan bilgiler, ma'rifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. bunun için, suçlu sayılmazlar. kıyametde, bunlar için sorguya çekilmemeleri umulur. bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidirler. onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevab verilir. böyle, birbirlerine uymıyan bilgilerde, hep ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğrudur. çünki bunların bilgileri, peygamberlik kaynağından alınmışdır ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. bu bilgiler, kesinlikle doğru olan vahy ile bildirilmişdir. tesavvuf büyüklerinin ma'rifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmakdadır. keşf ve ilhamın doğruluğu kesin değildir. keşf ve ilhamın doğru olup olmadığı, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış oldukları anlaşılır. işin doğrusu böyledir. işin doğrusu bilindikden sonra, buna uymıyan keşflerin, dalalet, sapıklık oldukları anlaşılır. allahü teala, bizi ve sizi, zahirimizi, batınımızı, i'tikadımızı, ibadetlerimizi, peygamberlerin efendisine aleyhi ve ala alihi minessalevati ekmelüha ve minetteslimati efdalüha uygun eylemekle şereflendirsin! size ve doğru yolda olanlara selamet versin! amin. yüzonüçüncü mektub bu mektub, cemaleddin hüseyn külabiye yazılmışdır. mübtedi ile müntehinin cezbeleri arasındaki farkı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, beğendiği kimselere rahmetullahi aleyhim ecma'in selam olsun! cezbe, ya'ni çekilmek, ancak bir üst makama olur. daha üst makamlara çekilmez. şühud da böyledir. bir makam görülebilir. o halde, kalb makamında bulunup süluk yapmadan, cezb edilenler, ancak kalbin üstündeki ruh makamına çekilirler. allahü tealaya cezb edilmek için, nihayetde bulunmak lazımdır. ya'ni bulunduğu mertebenin üstünde başka makam olmamalıdır. başlangıcda olan cezbede, bir üst makam, ya'ni ruh müşahede edilir. allahü teala, ruhları, kendi suretinde yaratdığı için, ruhu görünce, hak tealayı görmek sanmışlardır. ruhun, bu madde alemi ile, bir münasebeti, bağlılığı olduğu için, ruhu görünce, mahlukat aynasında, hak teala görülüyor demişlerdir. böylece, ba'zıları, ma'ıyyet var sanmışdır. sülukün sonuna varmadıkca ve orada hasıl olmadıkca, hakkın şühudü mümkin değildir. ; kaydsız, şartsız, ya'ni her bakımdan demekdir. farisi tercemesi: bir kimseye, nasib olmazsa fena, bulamaz yol, o makama asla! hakkın şühudünde, bu alemin hiç münasebeti yokdur. şühudi ruh ile, şühudi hak arasındaki fark şudur ki, bu alem ile herhangi bir bakımdan münasebeti bulunursa, değildir. eğer hiç münasebeti yok ise, dir. başka kelime bulunamadığı için, şühud denilmişdir. yoksa, bu görmek değildir. anlaşılamıyan, anlatılamıyan bir haldir. biçun için olan şeyler, bilinen diller ve kelimelerle anlatılamaz. vesselam! yüzondördüncü mektub bu mektub, sofi kurbana yazılmış olup peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama uymağa teşvik eylemekdedir: cenabı hak, hepimizi, dünya ve ahıretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olmak se'adetiyle şereflendirsin! çünki cenabı hak, ona tabi' olmağı, ona uymağı çok sever. ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahıret ni'metlerinden daha üstündür. hakiki üstünlük, onun sünneti seniyyesine tabi' olmakdır ve insanlık şerefi ve meziyyeti, onun islamiyyetine uymakdır. kelimesi, üç ayrı ma'naya gelir. burada, islamiyyet demekdir. mesela, ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, ona uymaksızın, birçok geceleri ibadetle geçirmekden, kat kat daha kıymetlidir. çünki ya'ni öğleden önce biraz yatmak, adeti şerifesi idi. mesela, onun dininin emr etdiği için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, onun yolunda bulunmayıp senelerce tutulan oruclardan daha kıymetlidir. islamiyyetin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekden daha efdaldir. emirülmü'minin ömer radıyallahü anh, bir sabah namazını cema'at ile kıldıkdan sonra, cema'ate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: eshabı dediler ki, geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. belki şimdi uyku basdırmışdır. emirülmü'minin buyurdu ki, . islamiyyetden sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini ve kötü arzularını körletiyor ise de, bu dine uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfe'atden ibaret kalır. halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun birkaçının i'tibarı olsun. bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden daha çok çalışır veyorulur. ücretleri de herkesden aşağıdır. islamiyyete tabi' olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. bunların işi az, kazançları pek çokdur. ba'zan bir saatlik çalışmaları, yüzbinlerle senenin kazancını hasıl eder. bunun sebebi şudur ki, islamiyyete uygun olan amel, hak tealanın makbulüdür, mardisidir, çok beğenir. islamiyyete uymıyan şeylerin hiçbirisini hak teala sevmez, beğenmez. sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevab verilir mi? belki cezaya sebeb olur. bu incelik, dünya işlerinde de vardır. biraz düşünülürse anlaşılır. o halde, se'adeti ebediyyeyi ele geçirten sermaye, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem dinine yapışmakdır. bütün zarar ve fesadların başı, islamiyyetden ayrılmakdır. vesselam. yüzonbeşinci mektub bu mektub, molla abdülhakı dehleviye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. gitdiğimiz yolun yedi basamak olduğu bildirilmekdedir: farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı! bizim gitmekde olduğumuz yol, yedi adımdır. iki adımı dadır. ya'ni, madde aleminde, ölçü alemindedir. beş adımı dedir. ya'ni maddesiz, ölçüsüz alemdedir. alemi emrde olan birinci adım atılınca, hasıl olur. ikinci adımda, hasıl olur. üçüncü adımda, hasıl olmağa başlar. sonra ve daha sonra, ilerledikçe, bu tecelliler artar. tesavvuf yolunda ilerliyenler, bu sözlerimizin ne demek olduğunu daha iyi anlar. bütün bu ni'metlere, ancak geçmişlerin ve geleceklerin en üstününün aleyhi minessalevati ekmelüha ve minettehıyyati efdalüha yolunda, izinde gitmekle kavuşulabilir. bu yol, iki adımdır, diyenler de vardır. bunlar, için birinci adım, için ikinci adım demişlerdir. işi kolay anlatmak için, sözü kısaltmışlardır. işin doğrusu, allahü tealanın yardımı ile, yukarıda bildirdiğimizdir. yüzonaltıncı mektub bu mektub, molla abdülvahidi lahoriye yazılmışdır. kalbin selameti, masivayı unutmakda olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşimin mektubu geldi. kalbin selameti için yazdıklarınız anlaşıldı. evet, kalbin selameti, onun masivayı unutmasına bağlıdır. öyle ki, zorla hatırlatmak isteseler, hatırlayamamalıdır. denir. bu hale denir. bu yolun birinci basamağı, bu fenaya kavuşmakdır. bu fena vilayet derecelerine kavuşulacağının müjdecisidir. salikler, yaradılışlarındaki uygunluklara göre, çeşidli derecelere yükselirler. çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalışmalıdır. çocuklar gibi, yolda önüne çıkan kozalaklara, cam parçalarına bağlanıp kalmamalıdır. hadisi şerifde, buyuruldu. dünya işleri ile çok uğraşmakda, dünya işlerine gönül bağlamak korkusu vardır. kalbin selamete kavuşmasına da sakın aldanmayınız! yine geri dönebilir. dünya işleri ile, elden geldiği kadar az uğraşınız ki, dünyaya gönül bağlamak tehlükesine düşmeyesiniz! dünyaya düşkün olmak felaketinden allahü tealaya sığınırız. dünyaya gönül bağlamamış olan fakir bir çöpcü, gönlünü dünyaya kapdırmış olan koltukdaki zenginden katkat daha kıymetlidir. birkaç günlük yaşamakda dünyaya gönül vermemek, hiçbirşeye düşkün olmamak için çok uğraşınız! dünyaya düşkün olmakdan ve dünyaya düşkün olanlardan, aslandan kaçmakdan daha çok kaçmalıdır. yüzonyedinci mektub bu mektub, molla yar muhammed kadimi bedahşiye yazılmışdır. başlangıcda, kalb hisse bağlıdır. sona varınca, bu bağlılığın kalmadığı bildirilmekdedir: mevlana yar muhammed bizi unutmamış. kalb, çok zeman his organlarına bağlıdır. duygu organlarından uzak olanlar, kalbden de uzak olur. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, kalbin duygu organlarına bağlı bulunduğu mertebeyi göstermekdedir. tesavvuf yolunun nihayetine varılınca, kalbin his organlarına bağlılığı kalmaz. hisden uzak olmak, kalbin yakın olmasını bozmaz. bunun içindir ki, tesavvuf büyükleri, başlangıçda ve yolda olanların, olgun şeyhin yanından ayrılmalarına izn vermemişlerdir. . bu söze uyarak bulunduğunuz yolu değişdirmeyiniz! uygunsuz kimselerle arkadaşlık etmekden, elden geldiği kadar sakınınız! meyan şeyh müzzemmilin yanınıza gelmesini, se'adete kavuşmanızın başlangıcı biliniz! onun sohbetinde, yanında bulunmağı büyük ni'met biliniz! vaktlerinizin çoğunu onun yanında geçiriniz! çünki kendisi, ele az geçen ni'metlerdendir. vesselam!. yüzonsekizinci mektub bu mektub, molla kasım ali bedahşiye yazılmışdır. allah adamlarına dil uzatmanın felaket olduğunu bildirmekdedir: bizi sevenlerden mevlana kasım alinin yolladığı mektub geldi. içindekiler anlaşıldı. casiye suresi onbeşinci ayetinde mealen, iyi iş yapan, kendine iyilik etmiş olur. kötülük yapan da, kendine etmiş olur buyuruldu. hace abdüllahi ensari rahmetullahi teala aleyh, ya rabbi! her kimi kovmak istersen, bizim üzerimize saldırtırsın! buyurdu. farisi tercemesi: korkarım ki, derdlilere gülenler, tard olurlar, imanı gayb ederler. hak teala, bütün müslimanları, bu fakirlere inanmamakdan ve onlara laf atmakdan korusun! insanların efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam bu düamızı kabul buyursun! amin. yüzondokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'man bedahşiye yazılmışdır. olgun olan bir büyüğün sohbetinde bulunmağı övmekdedir: mir hazretlerinin kıymetli mektubu geldi. bu yol, aklın ermediği, şaşırdığı bir yoldur. hadisi şerifde, buyuruldu. aklı başından gidince, çoluk çocuğun işlerini bırakır. şunun bunun düşüncesini unutur. kalbin cem'iyyetine kavuşur. dünyaya olan bu soğukluk, sizin yaratılışınızda vardır. fekat, bitmez tükenmez olaylar bunu örtmüşdür. ne yapalım, bu ayrılıkda çok ilgisizlik hasıl olduğu anlaşılıyor. bunu hemen düzeltmelidir. bu güçsüzlüğü güç olarak düşününüz! kendinizi bu ayrılıkdan kurtarınız! allah adamlarının toparlanması, başkalarının toparlanmaları gibi değildir. başkalarının toparlanmasına yarayan şeyler bunların dağılmasına sebeb olur. başkalarının dağılmasına sebeb olan şeyleri yaparak, kendinizi toparlayınız! eğer başkalarının topluluğunda, bunlarda cem'ıyyet hasıl olursa, bu cem'ıyyetden korkmalıdır. bunun zararından kurtulmak için, allahü tealaya yalvarmalıdır. kendini, başkalarının halleri ile ölçmemelidir. çünki, sona varmadan önce olan mertebelerin hepsi çeşidli derecelerde birer noksanlıkdırlar. farisi mısra' tercemesi: dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir! tesavvuf büyükleri, sona gelmiyen kimselere, tesavvufu öğretmek için izn vermişlerdir. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirreh, ya'kubi çerhiye tarikatı öğretdikden ve birkaç konak ilerletdikden sonra, ey ya'kub! bizden sana gelenleri, sen de başkalarına ulaşdır demişdi. böyle olmakla beraber, kendisinden sonra, ala'üddinin hizmetinde bulunmasını ona emr buyurmuşdu. kazancının çoğuna, hace ala'üddin hazretlerinin kuddise sirruh hizmetinde kavuşmuşdu. bunun içindir ki, mevlana abdürrahman cami' kuddise sirruh, kitabında, ya'kubi çerhiyi önce hace ala'üddinin müridleri arasında saymakda, ikinci olarak da hace nakşibend hazretlerine bağlamakdadır. sözün kısası, bu gönül dağınıklığının ilacı, gönlünü allahü tealaya vermiş olanların sohbetidir. böyle olduğu çok çok bildirilmişdir. mevlana muhammed sıddikın, fakirler sohbetini bırakarak, ücretle askere gitdiği işitildi. yazıklar olsun, binlerle yazıklar olsun! bir kimseyi en yüksek makamdan, en aşağıya düşürmelerine yazıklar olsun! askerlikde, gönlünü ya toparlıyabilir veya toparlıyamaz. toparlıyabilirse fenadır. eğer toparlıyamazsa, daha fenadır. ya rabbi! bizlere, doğru yolu gösterdikden sonra, kalbimizi kaydırma! sonsuz rahmetinden bizlere serp! iyilik yapan ancak sensin. vesselam. yüzyirminci mektub bu mektub, yine mir muhammed nu'mana yazılmışdır. cem'ıyyet sahiblerinin sohbetinde bulunmak lazım olduğu bildirilmekdedir: mir hazretleri unutmuş olacaklar ki, bir selam ve bir haber ile hatırlamıyorlar. dünya hayatı pek kısadır. bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir. bu en lüzumlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmakdır. hiçbirşey sohbet gibi faideli değildir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı, sohbet ile, başkalarından daha üstün oldular. peygamberlerden aleyhimüsselam başka herkesden, hatta veysel karaniden ve ömer mervaniden daha üstün oldular. halbuki veysel karani ile ömer bin abdül'aziz bin mervan son dereceye yükselmişler ve sohbetden başka kemalatın hepsine varmışlardı. bunun için, hazreti mu'aviyenin yanılması, resulullahın sohbeti bereketi ile, o ikisinin doğru işlerinden daha hayrlı oldu. bunun gibi, amr ibni asın yanlış bir işi, o ikisinin şü'urlu işinden daha üstün oldu. çünki bu büyükler, resulullahı görmekle ve melekle birlikde bulunmakla ve vahyi ve mu'cizeleri görmekle, imanları görerek inanmak oldu. bu saydığımız üstünlükler, bütün başka üstünlüklerin temelidir, kaynağıdır. eshabı kiramdan başkası bunlara kavuşamamışdır. veysel karani, sohbetin bu üstünlüklerini bilseydi, hiçbirşey onu sohbetden alıkoyamazdı. bu üstünlüğe kavuşmak için herşeyi bırakırdı. allahü teala dilediğine rahmetini saçar. onun ihsanı boldur. farisi tercemesi: iskender, abı hayata kavuşamadı, ni'mete kavuşmak zorla, zerle olmadı. ya rabbi! bu dünyada bizi o büyüklerin zemanında yaratmadın ise de, ahıretde mahşer meydanında bizi onların arasında bulundur! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve aleyhimüssalatü vettehıyyatü vetteslimat bu düamızı kabul buyur! yüzyirmibirinci mektub bu mektub, yine mir muhammed nu'mana yazılmışdır kaddesallahü sirrehül'aziz. bu yolun yedi adım olduğu ve sevilenlerden birkaçının altıncı adıma erişdikleri bildirilmekdedir: mir hazretleri! bol düalarımızı okuyunuz! çok zemandan beri hallerinizi bildirmediniz. buradaki fakirlerden de bir haber almadınız. allahü tealaya hamd ve şükr ederiz ki, bu fakirlerin hali çok iyidir. kısaca, bunlardan az birşey bildireceğim. bizleri seven kardeşim! bu yolun hepsi, yedi adımdır. sevdiklerimizden bir kısmı, işi altıncı adıma ulaşdırdı. beşinci, dördüncü basamaklarda olanlar da vardır. üçüncü basamakda olanlar, talebeye ders vermekdedirler. daha ilerdekilerin nasıl olduklarını artık anlayınız! yüksekleri özlemek lazımdır. aşağı ve az şeylerle doymamalıdır. daha çok yazmağa vaktimiz olmadı. yüzyirmiikinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. yüksekleri istemek, elegeçenlerle oyalanmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: mevlana muhammed tahir, bizi suçlu görmeyiniz! mevlana yar muhammed göç etmenin sebebini bildirecek. hindistan yolculuğuna karar verince gidip çoluk çocukdan haber alınsın! geri kalanı kavuşunca konuşuruz. huzur üzere olmak ve uygunsuz kimselerle görüşmemek lazımdır. çok uğraşmalı! ele geçenle oyalanmamalıdır. farisi tercemesi: cihanı parlatan nura varmak için adım atdık. batıyı, yıldızı, lambaları arkada bırakdık. bu zeman insanların çoğu görünüşe bakmakda ve az birşeyle oyalanmakdadırlar. bunlarla birlikde bulunmak, kalbi öldürür. aslandan kaçar gibi bunlardan kaçmalıdır. bulunduğunuz yolda ilerlemeğe çalışınız! rü'yalara o kadar kıymet vermeyiniz! çünki, rü'yanınyorumlıyacak yerleri pekçokdur. sakın rü'yalara, hayallere bağlanıp kalmayınız! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! vesselam. yüzyirmiüçüncü mektub bu mektub, yine molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. bir farzın elden kaçmasına sebeb olan nafile ibadet, hac bile olsa, hiçbirşeye yaramıyacağı bildirilmekdedir: akllı kardeşim. ismi gibi temiz olan molla tahirin kıymetli mektubu geldi. kardeşim! hadisi şerifde, buyuruldu. bir farzı yapmayıp, bir nafile ibadeti yapmak da, boşuna uğraşmakdır. bunun için, ne ile vakt geçirdiğimizi incelemeliyiz. ne ile uğraşdığımızı anlamalıyız. nafile ibadet mi, yoksa farz olan ibadeti mi yapıyoruz? bir nafile hac yapmak için bir çok yasaklar, haramlar işleniyor. iyi düşünmelisiniz! aklı olana bir işaret yetişir. size ve arkadaşlarınıza selam ederim.. yüzyirmidördüncü mektub bu mektub, yine molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. yolluk bulunması, haccın vücubünün şartıdır. yol parası olmadan hacca gitmek, başka vazifeler yanında vakt gayb etmek olduğu bildirilmekdedir: kardeşim hace muhammed tahiri bedahşinin kıymetli mektubu geldi. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, fakirleri sevmekde ve bağlanmakda gevşeklik olmamış. ayrılık günlerinin uzaması buna yol açmamış. bu haliniz büyük se'adetin alametidir. bizi seven kardeşim! gitmeğe karar verdiniz ve izn istediniz. ayrılırken, belki biz de yolda size kavuşuruz demişdik. bunu çok istedik. fekat, istihareler uygun olmadı. bu yolculuğumuzun caiz olacağı anlaşılmadı. bunun için, vaz geçdik. daha önce sizin gitmeniz de uygun görülmemişdi. fekat, çok istediğiniz düşünülerek, açıkca men' edilmedi. yola çıkmak için, yolluk parası bulunması şartdır. buna gücü olmayanın hacca gitmesi, boş yere vakt geçirmek olur. haccın vücub şartlarından biri, yol parasına malik olmakdır. yol parası olmıyana hacca gitmek farz olmaz. hacca giderse, nafile hac yapmış olur. ömreye gitmek de, zaten farz ve vacib değildir. ya'ni nafile ibadetdir. nafile ibadeti yapmak, bir farzın terkine veya bir haram işlemeğe sebeb olursa, ibadet olmakdan çıkar. günah işlemek olur. mektuba bakınız! daha lüzumlu işi bırakıp da, farz olmayan işi yapmak uygun olmaz. bunları size birkaç mektubda bildirmişdim. elinize gelip gelmedikleri bilinmiyor. bizim sözümüz, bu kadardır. ötesini siz bilirsiniz. vesselam. yüzyirmibeşinci mektub bu mektub, nişapurlu mir salih adına yazılmışdır. alemi sagir ve alemi kebirin, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının görünüşü olduğunu ve allahü tealanın kendisi ile hiçbir münasebeti bulunmadığını ve yalnız onun mahluku olduklarını bildirmekdedir: ya rabbi! maddenin, basit ve bileşik cismlerin, küçük alem denilen insanın ve büyük alem denilen diğer varlıkların yapısını, hakikatlerini, doğru olarak bize bildir! küçük alem ve büyük alem, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır. onun zatında bulunan şü'un ve kemallerin görünüşleridir. bu alemler, kapalı bir hazine ve örtülmüş bir sır idi. bunları meydana çıkarmak istedi. icmalden tafsile getirdi. ya'ni, bir ağacın her parçası, çekirdekde sıkışık olarak bulunurken, hepsinin ağaç üzerinde ayrı ayrı meydana gelmesi gibi, her şeyi, ayrı ayrı yaratdı. kendisine ve sıfatlarına alamet olacak şeklde yaratdı. ya'ni alemin, hiçbir parçasının, allahü teala ile, hiçbir nisbeti, benzerliği yokdur. yalnız, onun mahlukudurlar. ismlerini, şü'unlarını göstermekdedirler. alemin allahü teala ile birleşmiş olduğunu, onun aynı, benzeri olduğunu, alemi çevirmiş, aleme sirayet etmiş, her zerreye girmiş, herşeyle beraber olduğunu zan etmek, ona olan sevginin, tesavvuf serhoşluğunun taşkınlığını gösterir. halleri, görüşleri doğru olan tesavvuf büyükleri, ayılmış olduklarından, allahü tealanın, hiçbir bakımdan, bu aleme benzemediğini, yalnız onun mahluku olduklarını söyler. yalnız ilminin, ihata ve sirayet etdiğini ve herşeyle beraber olduğunu bilirler. ehli sünnet alimleri de, böyle söylemekdedir. allahü teala, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükafatlandırsın! sfiyyei aliyyeden ba'zısı, allahü tealanın zatı, kendisi, bu alemi kaplamışdır. bu alemle beraberdir gibi şeyler söyliyerek, zatı ilahiyi mahluklara benzetiyor. halbuki, zatı ilahinin hiçbirşeye benzemediğine, hatta zatında, sıfat bile bulunmadığına inanmakdadırlar. bunlara çok şaşılır. sözleri birbirini tutmuyor. sözlerinin arasını bulmak için, zati ilahide mertebeler ayırmak, faide vermez. eski felsefecilerin, bozuk fikrlerini, yanlış yollardan isbata kalkışmalarına benzer. keşfi doğru olan büyükler kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, zatı ilahiyi, hiçbir bakımdan, başkalık göstermeyen olarak bilir. bundan fazla olanları, ism ve sıfat sayarlar. farisi tercemesi: sevgilinin ayrılığı, az da olsa, çok acıdır, ufak bir kıl bile kaçsa, nazik gözü pek acıtır. yukarıda bildirilenlerin iyi anlaşılması için, şu misali yazmağı uygun görüyorum: büyük bir fen adamı, senelerle yapdığı tecribelerden elde etdiği, kıymetli bilgileri anlatmak için, harf ve sesleri kullanır. bu harflerin ve seslerin, anlatılan bilgi ve ma'nalarla hiçbir benzerliği ve beraberliği yokdur. yalnız onların aynası gibidirler. o kıymetli bilgiler, bunlarla meydana çıkmakdadır. bu harfler ve sesler, bu ma'naların kendileridir demek yanlışdır. burada ihata, ma'ıyyet yokdur. ma'nalar, saflıkları üzere kalmış, hiç değişikliğe uğramamışdır. fekat, bu ma'nalar ile, harf ve sesler arasında, göstermek ve gösterilmek, anlatmak ve anlatılmak bakımından bir bağlılık vardır. bu bağlılık, ba'zı kimselerin hayalinde büyüyerek, başka benzerlikler hatıra gelir. hakikatde ise, hiçbir benzerlik yokdur. işte, bu mes'elede, bu fakirin anladığı da böyledir. mahlukların ayna gibi olduğunu göstermek için, allahü teala, bu alem ile birleşmişdir, beraberdir, aynıdır ve alemi kaplamışdır gibi şeyler söylemek, tesavvuf serhoşluğundandır. zatı ilahinin bu alemle hiçbir bağlılığı, benzerliği yokdur. onun sıfatlarını gösterdiği için desinler veya demesinler, varlık ikidir: birisi, hakikatde var olan hak tealadır. ikincisi, zıl, gölge gibi olan mahluklardır. eski yunan felsefecilerinden sofistaiyye lerin sandığı gibi, var olan birdir. ondan başkası, hep vehm ve hayaldir demek yanlışdır. farisi iki tercemesi: onu önceden anlayınca sen, kendini o yana tam bağlarsın. kimin zılli olduğunu bilsen, gam yimezsin, kalsan veya ölsen! allaha kulluk ederim, tapdığım dergah bir, bir lahza ayrılmadım tevhidden allah bir! yüzyirmialtıncı mektub bu mektub, yine mir salih nişapuriye yazılmışdır. talibin batıl, bozuk ma'budlardan kurtulması, hak, doğru ma'budü düşünmesi ve hatırına gelen herşeyi de kovması bildirilmekdedir: mir seyyid kardeşim! talib derken, kendi içinde ve dışarda olan bütün bozuk ma'budları yok etmesi ve derken, hak ma'bud olarak fikrine, vehmine gelen şeylerin hepsini de nefy etmesi, koğması lazımdır. hak olan bir ma'budün yalnız var olduğunu düşünmeli, bundan başka hatırına hiçbirşey getirmemelidir. allahü tealanın zatında hiçbirşey ve vücud ya'ni var olması bile bulunmaz. onu, vücudden başka olarak aramak lazımdır. ehli sünnet alimleri allahü teala onların çalışmalarına bol bol iyilikler versin! ne güzel söylemişlerdir. allahü tealanın vücudü, zatından başkadır, buyurmuşlardır. vücudü zatdan başka bilmemek ve vücudden başka birşeyin varlığına inanmamak, kısa görüşlü olmakdır. şeyh alaüddevle kaddesallahü sirrehül'aziz, demişdir. bu fakiri vücud mertebesinden yukarı götürdüklerinde, çok zeman, o halde kalmışdım. zevk ile, vicdan ile kendimi ndan ya'ni sıfatlara inanmayanlardan sanmışdım. allahü tealanın vücud sıfatını bilmedim. çünki, vücud sıfatı geride kalmışdı. zat mertebesinde vücudun yeri yokdu. o haldeki imanım, imanı taklidi idi. tahkiki değildi. sözün kısası, insanın hatırına, hayaline gelen herşey de, kendisi gibi mahlukdur. mahluklarından kendisine doğru hiçbir yol açmayan, yalnız onu anlamakdan aciz olmak, gücü yetememek yolunu açık bırakan rabbimizi tesbih ederiz. o her aybdan, kusurdan, lekeden uzakdır, temizdir. ve denilen mertebelere varmak, mümkin vacib olur demek değildir. böyle şey olamaz. böyle şeyin olması, hakikatleri bozmak, birbirine karışdırmak olur. mahluk, sonradan yaratılmış olanlar, vacib olamayacakları, hep var olamayacakları için, vacibden mümkinin eline geçen şey yalnız onu anlıyamamakdır. farisi tercemesi: anka avlanılmaz, tuzağı topla! tuzağa giren, olur yalnız hava. çok yüksekleri arayan talib, kavuşulamayacak, adı ve nişanı bulunamayacak bir varlığı arar. birçokları ise, kendilerinden başka olmayan varlığı aramakda, ona yaklaşmağa, beraber olmağa uğraşmakdadır. farisi mısra' tercemesi: onlar büyüklerdir, ben de böyleyim yarab! geçmişiniz ve geleceğiniz hayrlı olsun! azıcık müslimanlığı et merak, din büyüklerinin sözüne bir bak! okusan, anlarsın sen de, o zeman, ne diyor muhammed aleyhisselam? yüzyirmiyedinci mektub bu mektub, molla safer ahmedi rumiye yazılmışdır. anaya babaya hizmet, her ne kadar sevab ise de, hakiki matluba kavuşmak yanında, boşuna uğraşmak olur. hatta günah olduğu bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuz geldi. buraya gelemediğinizin sebebini yazıyorsunuz. doğrudur. şimdiye kadar yapdığınızdan daha da çok yapınız. lazım olan hizmeti tam yapamadığınızı düşününüz. ahkaf suresinin onbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. lokman suresinin ondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. böyle olmakla beraber, bütün bu iyi işler, hakiki varlığa kavuşmak yanında boş, faidesiz kalırlar. süluk konaklarını geçmek yanında lüzumsuz, boş şeylerdir. sözünü işitmişsinizdir. farisi tercemesi: herne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! allahü tealanın hakkı, bütün mahlukların haklarından daha önce gelir. onların haklarını gözetmek de, onun emri iledir. yoksa, onun hizmetini bırakıp da, başkalarına hizmet etmek kimin elinden gelebilir? bunun için, başkalarına hizmet etmek, ona olan hizmetlerden biri olur. fekat, hizmetler arasında çok fark vardır. tarlayı sürenler ve ekini biçenler de, padişahlara hizmet etmekdedir. fekat, serayda olanların yapdıkları hizmetlerin şerefi başkadır. bunların yanında, tarlayı sürmek ve ekini biçmek gibi şeyler söylemek, suç bile olur. her işin karşılığı, o işin kıymetine göre ölçülür. tarla sürenler, sabahdan akşama kadar ter içinde çalışır. buna karşılık, az birşey alır. mukarrebler ya'ni sultana yakın olanlar ise, her saatde yüzlerce lira alırlar. böyle olmakla beraber, bunların bu paralarda hiç gözleri yokdur. gözleri, gönülleri hep sultandadır. aralarındaki farkı düşününüz! ferruh hüseyn, oldukça ilerlemekdedir. onun için üzülmeyiniz! daha ne yazayım. vesselam. yüzyirmisekizinci mektub bu mektub, hace mukime yazılmışdır. çok yükseklere erişmeği istemelidir. ele geçenle doymamak lazım olduğu bildirilmekdedir: kıymetli hace muhammed mukim! bu uzakda kalmış olanları unutmayınız! hatta, uzakda sanmayınız! hadisi şerifde, buyuruldu. bu yolun ucu çok uzundur. aranılan sevgili, çok yüksekdir. gücümüz, uğraşmamız ise, sonsuz olarak azdır. erişilen konaklar, aranılanı andıran serab gibidir. allah korusun! bu konakları, yolun sonu sanmakdan, yabancıları aranılan sevgili sanmakdan ve anlaşılabilen şeyleri, anlaşılamıyan sanarak, yarı yolda kalmakdan allahü tealaya sığınırız! çok yüksekleri aramalı, ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır. veraların verasını, ötelerin ötesini aramalıdır. böyle bir istek, böyle çok çalışmak, ancak vazife alınan büyüğün kaddesallahü sirrehül'aziz teveccühü, dilemesi ile elde edilebilir. onun teveccühü de, müridinin ona olan sevgisi, bağlılığı kadar olur. bu ise, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. onun ihsanı pekçokdur. yüzyirmidokuzuncu mektub bu mektub, seyyid nizama yazılmışdır. insanda herşeyin bulunması, onun dağılmasına sebeb olmuşdur. yine bu topluluk, onun yükselmesine de sebeb olduğu bildirilmekdedir: kıymetli mektubunuz geldi. bütün varlıklardan birer örnek, insanın yapısında vardır. insan, kendisinde bulunan her parçadan dolayı bütün varlıklara bağlanmışdır. onda her varlıkdan birer parça bulunması, onun herşeye bağlanmasına ve bunun sonucu olarak, allahü tealadan uzaklaşmasına sebeb olmuşdur. çeşidli bağlılıkları sebebi ile, insanın allahü tealadan uzaklığı, herşeyin uzaklığından daha çok olmuşdur. herşeyden daha çok mahrum olmuşdur. allahü tealanın yardımı ile, kendini bu dağınık bağlılıklardan toparlarsa, yalnız ona bağlanırsa, büyük kurtuluşa kavuşmuş olur. böyle yapmazsa, yolunu sapıtmış, çok uzaklara düşmüş olur. insan, herşeyi kendisinde topladığı için, varlıkların en üstünü olmuşdur. yine bu topluluğu, onun herşeyden daha kötü olmasına yol açmışdır. bu topluluğundan dolayı, tam bir ayna olmuşdur. fekat, bu aleme yüz çevirirse, çok lekelenir. eğer, allahü tealaya dönerse, çok parlak olur. aynası, herşeyin aynasından daha çok gösterir. insanın, bu çeşidli bağlantılardan büsbütün kurtulabilmesi, yalnız allahın resulü muhammed mustafaya nasib olmuşdur sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem. bundan sonra, başka peygamberler ve nebiler, derece derece kurtulmuşlardır salevatüllahi teala ve teslimatühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala etba'ihim ecma'in ila yevmiddin. allahü teala, bizi ve sizi bu bağlantılardan kurtarsın! kelimeleri ile kur'anı kerimde övülen, allahın resulü muhammed mustafa hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha bu düamızı kabul buyursun! amin. daha çok yazmak usandırıcı olur. vesselam, velikram. yüzotuzuncu mektub bu mektub, cemaleddine yazılmışdır. çeşidli hallerin hasıl olmasına kıymet verilmediği bildirilmekdedir: hallerin değişmesi o kadar kıymetli değildir. kalbe gelenlere ve gidenlere, söylenilenlere ve işitilenlere bağlanmamalıdır. aranılan şey başkadır. o görülmez, kalb ile müşahede edilmez. ondan söz edilmez ve işitilmez. böyle şeylerden münezzehdir, müberradır. salikleri, çocuklar gibi, bu yolun cevizleri ve kozalakları ile oyalarlar. çok yüksekleri aramalıdır. iş, bunlardan başkadır. bunlar, hep rü'ya ve hayaldir. bir kimse rü'yada kendini padişah görebilir. fekat gerçekde padişah değildir. fekat bu rü'ya, bir ümmid uyandırır. nakşibendiyye tarikatinde, rü'yalara kıymet verilmez. şu , onların kitablarında yazılıdır. farisi tercemesi: güneşin kölesiyim, yalnız onu anarım. geceyi, rü'yaları, hep arkaya atarım. hallerden bir hal gelir ve geçerse, sevinmeğe ve üzülmeğe değmez. anlaşılamıyan maksadın hasıl olmasını beklemelidir. vesselam. yüzotuzbirinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. hacelerin yollarının şanını ve bu yolda reform yapanların zararlarını bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! geçmişlerin ve geleceklerin efendisi olan muhammed aleyhisselama ve onun temiz aline salat ve selam olsun! akllı kardeşim hace muhammed eşref! allahü teala, evliyasına rahmetullahi aleyhim ecma'in ikram etdiği ni'metlerle, seni de şereflendirsin! hacelerimizin yolu kaddesallahü teala esrarehüm kavuşduran yolların en kısasıdır. başka yolların sonunda ele geçenler, bu yolun başında olanlara tatdırılmakdadır. bunların i, ya'ni kavuşdukları huzur, başkalarının nisbetinin üstündedir. bütün bu üstünlükler, bu yolda sünnete yapışmak ve bid'atden sakınmak bulunduğu içindir. ları, ya'ni islamiyyetin izn verdiği şeyleri de, elden geldiği kadar yapmazlar. bunlar batına yarar görünseler bile, izn vermezler. le hareket ederler. ya'ni üzere hareket ederler. kalb kazançlarına faideli görülmese bile, azimeti elden bırakmazlar. hallerin, vecdlerin islamiyyete uygun olmasına dikkat ederler. zevkleri, ma'rifetleri islamiyyet terazisi ile ölçerler. çocuklar gibi, ceviz, kozalak sayılan vecdlere, hallere aldanıp da, islamiyyetin güzel cevherlerini elden kaçırmazlar. tesavvufcuların islamiyyete uymıyan sözlerine aldanıp bağlanmazlar. a kayarak, dan ayrılmazlar. fütuhati medeniyye varken, ye dönüp bakmazlar. halleri devamlıdır. zemanlarında değişiklik olmaz. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen bunlara devamlıdır. çabuk geçen, gayb olan huzura kıymet vermezler. nur suresinin, mealindeki yirmidördüncü ayeti, bunların halini bildirmekdedir. fekat herkes, bu büyüklerin tatmış olduğu şeyleri anlayamaz. bu yolda olan kısa görüşlüler bile, bunların birkaç üstünlüğüne inanmayabilir. farisi tercemesi: bir cahil, bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez desem iyi olur. evet bu yüksek yoldakilerin ba'zısı, son zemanlarda, bu yolda yenilikler yapdılar. büyüklerin izinden ayrıldılar. bunların müridlerinden çoğu, bu yeniliklerle, tarikat olgunlaşdırıldı sandılar. haşa! öyle değildir. ağızlarından çıkan söz çok büyükdür. bu yeniliklerle, reformlarla, hak yolu yıkmağa, elden kaçırmağa çalışıyorlar. yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun! başka yollarda bulunmayan birçok bid'atler, bu yolda meydana çıkarıldı. teheccüd namazını cema'at ile kılıyorlar. geceyarısı, bu namaz için uzaklardan akın akın geliyor, toplanıyorlar. cema'at olup titizlikle kılıyorlar. halbuki bu yapdıkları, mekruhdur. hem de, tahrimen mekruhdur. fıkh alimlerinden birkaçı, bunun mekruh olması için duyurulması, i'lan edilmesi şartdır demişler ise de, bunlar da, nafile namazı cami'in bir köşesinde ve en çok üç kişi cema'at ile kılabilir, demişlerdir. üçden çok kimsenin cema'at ile kılması, sözbirliği ile mekruhdur. bundan başka, teheccüd namazını onüç rek'at kılıyorlar. oniki rek'atini ayakda kılıyorlar. iki rek'atde oturarak kılıp, bunu bir rek'at yerine sayıyorlar. böylece onüç oldu diyorlar. böyle şey olmaz. resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat onüç rek'at kıldığı geceler olmuşdur. onbir, dokuz ve yedi rek'at da kıldığı geceler olmuşdur. fekat, teheccüd namazlarını vitr namazı ile birlikde kıldığı için toplamı tek olmakdadır. bunların dediği gibi, bir rek'at yerine, oturarak iki rek'at kılmak olmamışdır. resulullahın sünneti seniyyesini ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye bilmedikleri ve incelemedikleri için, böyle yanlış şeyler yapıyorlar. müctehidlerin de bulunduğu ve alimlerin çok olduğu şehrlerde böyle bid'atlerin yayılmasına, doğrusu çok şaşılır. halbuki biz fakirler din bilgilerimize, oralardaki büyüklerin ihsanları ile kavuşmuş bulunuyoruz. insanlara herşeyin doğrusunu bildiren ancak allahü tealadır. farisi tercemesi: az söyledim. dikkat etdim, kalbini kırmamağa, bilirim incinirsin, yoksa sözüm çokdur sana! vesselam. yüzotuzikinci mektub bu mektub, molla muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmemeli. dünyanın ne olduğunu iyi bilenlerin sohbetine koşmak lazım geldiği bildirilmekdedir: kardeşim! görünüşe bakılırsa, fakirlerin sohbetinden sıkıldığınız, zenginlerle arkadaşlık kurduğunuz anlaşılıyor. çok fena yapıyorsunuz. bugün gözünüz kapalı ise de, yarın açılacakdır. fekat o zeman, pişmanlıkdan başka ele birşey geçmiyecekdir. haberleşmeliyiz. ey şaşkın! senin şu halin iki şey olabilir: zenginlerin arasında iken gönlünü allahü teala ile yapabilirsin veya yapamazsın. eğer yapabilirsen fenadır. eğer yapamazsan daha fenadır. eğer yaparsan fena olur dedik. çünki istidracdır. istidrac iyi görünür. fekat felakete götürür. böyle olmakdan allahü tealaya sığınırız. onların arasında gönlünü allahü tealaya veremezsen, daha fena olur dedik. çünki, hac suresinin, mealindeki onbirinci ayetinde bildirilenlerden olursun. fakir çöpçüler, koltukda oturan zenginlerden çok iyidir. bu söze belki inanırsın. belki de inanmaz, şaşarsın. fekat, bir gün gelecek inanacaksın. lakin, o inanışın faidesi olmıyacak. yağlı, tatlı yemeklere ve süslü, modaya uygun elbiseye düşkünlük, seni bu belaya da sürükledi. fırsat elden daha gitmemişdir. işin doğrusunu düşününüz! allahü tealanın rızasına, sevgisine engel olanları düşman biliniz! onlardan kaçınız! çok sakınınız! tegabün suresinin, çok doğrudur ki, zevcelerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. onlardan sakınınız! mealindeki ondördüncü ayetini okuyarak gaflet uykusundan uyanmalıdır. birlikde geçirdiğimiz günlerin haklarını göz önünde tutarak, size bir nasihat yapıldı. ister dinleyiniz, ister dinlemeyiniz. önceden de, sizin yersiz davranışlarınızı görerek bu yolda bulunamıyacağınızı anlamışdım. korkduğum başımıza geldi. . doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü vettehıyyatü etemmüha ve ekmelüha! yaradılışdaki iyiliği ve uygunluğu görerek, sizden başka şeyler umuyordum. kıymetli cevherinizi çöplüğe atdınız. . yüzotuzüçüncü mektub bu mektub, yine, molla muhammed sıddika yazılmışdır. fırsatı ganimet bilmek, vakti kıymetlendirmek lazım olduğu bildirilmekdedir: gönderdiğiniz mektub geldi. fırsatı ganimet bilmelidir. vaktleri çok kıymetli ni'met bilmelidir. modaya, adetlere uymakla ele birşey geçmez. yalan sözlerden, kaçamak davranışlardan ancak zarar ve ziyan ele geçer. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha buyurdu. ya'ni sonra yaparım diyenler helak oldular. bugünkü ömrü vehm ve hayal için harc etmek ve hayal olan şeyleri ele geçirmek için, mevcud olanları elden kaçırmak çok çirkin bir işdir. elde bulunan şeyi, en ehemmiyyetli, en kıymetli şey için kullanmak gerekir. karışık, pis, faidesiz şeyler geriye bırakılmalıdır. hak teala, masivası ile ya'ni ondan başka şeyler ile olan rahatlıkdan kurtarmak için, bir parça rahatsızlık versin! dedikodu ile ele birşey geçmez. kalbin selametini istemelidir. asl lazım olan işi düşünmeli, lüzumsuz, faidesiz şeylerden tam kaçmalıdır. farisi tercemesi: her ne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa. habercinin ancak haber vermesi lazımdır. yüzotuzdördüncü mektub bu mektub, yine molla muhammed sıddika yazılmışdır. vazifeyi gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir: hak teala, kendine yaklaşdıran derecelerde ölçüsüz yükselmenizi ihsan eylesin! bizi seven kardeşim! vakt, keskin bir kılınç gibidir. yarına çıkacağımız belli değildir. mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır. aklı olan böyle yapar. doğru düşünen akl, dır. değildir. daha ne yazayım? vesselam. yüzotuzbeşinci mektub bu mektub, yine, hep iyi düşünen, sadık olan muhammed sıddika yazılmışdır. evliyalık mertebelerini bildirmekdedir: vilayet, ya'ni evliyalık, fenaya ve bekaya kavuşmak demekdir. fena, kalbde, mahlukların düşünülmesi, sevgisi kalmamasıdır. beka, kalbde yalnız allah sevgisi bulunmasıdır. bu da, herkes için olur veya belli kimseler için olur. herkes için olan dir. belli kimselere mahsus olan ise, dir ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. buradaki fena tamdır. bekası da ekmeldir. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenen kimsenin derisi ibadet için yumuşar. göğsü islamiyyet için genişler. nefsi, itminan hasıl ederek mevlasından razı olur. mevlası da, ondan razı olur. kalbini sahibine teslim eder. ruhu kurtularak, hakiki sıfatları keşf eder. sırrı, o makamda, şü'un ve i'tibarları müşahede eder ve bu makamda, şimşek gibi çakıp hemen gayb olan lere kavuşmakla şereflenir. hafi denilen latifesi, tenezzüh, tekaddüs ve kibriyanın kemali karşısında şaşkına döner. ahfası, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir vuslata kavuşur. arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! bundan anlaşılıyor ki, ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye, başka vilayetlerin mertebelerine benzemez. yükselirken de ve inerken de onlardan başkadır. yükselirken başkadır dedik. çünki, ahfa denilen latifenin fenası ve bekası yalnız bu vilayeti hassada olur. başka vilayetlerdeki uruc, yalnız hafiye kadardır. fekat çokları, ruh makamına kadar veya sır makamına kadar, birkaçı da hafiye kadar yükselir. herkes için olabilen derecelerinin en sonu, hafi makamıdır. inişdeki başkalığa gelince, ile şereflenen evliyanın, maddeden olan cesedleri de, bu vilayetin derecelerinin kemallerinden pay alır. çünki, bunların peygamberi sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem mi'rac gecesi allahü tealanın dilediği makama kadar, mubarek cesedi ile götürüldü. cennet ve cehennem kendisine gösterildi. kendisine gizli şeyler söylendi. o makamda allahü tealayı baş gözü ile görmekle şereflendi. mi'racların böylesi, bu yüce peygambere aleyhissalatü vesselam mahsusdur. ona tam uyan, izinde giden veliler de, bu hususi mertebeden serpilen kırıntılara kavuşurlar. arabi mısra' tercemesi: kerimlerin sofrasından toprağa da pay düşer. böyle olmakla beraber, allahü tealayı dünyada görmek, yalnız muhammed aleyhisselama mahsusdur. onun ayakları altında bulunan evliyaya kaddesallahü teala esrarehümül'aziz hasıl olan hal, görmek değildir. ikisi arasındaki başkalık, birşeyin kendi ile resmi veya kendisi ile gölgesi gibidir. bunların birbirinden başka olduğu meydandadır. yüzotuzaltıncı mektub bu mektub, yine, molla muhammed sıddika yazılmışdır. işleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir: mektubunuzu getiren yolcu, ramezani şerifin bereketli son günlerinde geldiği için, ramezanı şerifden sonra cevab yazabildik. hani hananın ve hace abdüllahın cevabları da birlikde gönderildi. dikkatle okuyunuz! son olarak askere gidişiniz, bu fakire uygun görülmedi. buna sebeb ne oldu? her iş, allahü tealanın dilemesi ile olur. hak teala size, hergün geçinecek kadar rızk ihsan ediyordu. bunu düşünmeli idiniz. bu ni'mete şükr ederek, kendi işinizi ele almalı idiniz. bugünkü rızkı, ilerdeki günlerin rızkı için vesile etmemeli idiniz. bunun sonu gelmez. çok ilerisini düşünmek, bu yolda küfr sayılır. ödünç almakdan kurtulmanız için, haceginin bir yol gösterip göstermiyeceği bilinmiyor. bunda şübheniz varsa, hacegiye açıkca yazınız! o da size açıkca cevab yazar, sağlam söz verirse, bu niyyetle gidersiniz. fekat, bugünün işini yarına bırakmanın ve gecikdirmenin ilacı ne olabilir? ne yapacaksanız yapınız! fırsat ganimetdir. yüzotuzyedinci mektub bu mektub, efganistanlı hacı hıdıra yazılmışdır. namaz kılmak şerefinin yüksekliğini bildirmekdedir ki, bunu nihayete yetişen büyükler anlayabilir: kıymetli mektubunuz geldi. içindekiler anlaşıldı. ibadetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, allahü tealanın en büyük ni'metlerindendir. hele namazın tadını duymak, nihayete yetişmiyenlere nasib olmaz. hele farz namazların tadını almak, ancak onlara mahsusdur. çünki, nihayete yaklaşanlara, nafile namazların tadını tatdırırlar. nihayetde ise, yalnız farz namazların tadı duyulur. nafile namazlar, zevksiz olup, farzların kılınması büyük kar, kazanc bilinir. farisi mısra' tercemesi: bu iş, büyük ni'metdir. acaba kime verirler?, farz ve vacibden ziyade, başka namazlar demekdir. beş vakt namazın sünnetleri ve diğer vacib olmayan namazlar, hep nafiledir. müekked olan ve olmıyan, bütün sünnetler nafiledir. ve , ve saire. namazların hepsinde hasıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. insan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryad etmekdedir. ya rabbi! bu, ne büyük bir rütbedir! arabi mısra' tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun! bizim gibi, ruhları hasta olanların, bu sözleri duyması da, büyük bir ni'metdir ve hakiki se'adetdir. farisi mısra' tercemesi: bari kalbimize bir teselli olsun. iyi biliniz ki, dünyada namazın rütbesi, derecesi, ahıretde, allahü tealayı görmenin yüksekliği gibidir. dünyada insanın allahü tealaya en yakın bulunduğu zeman, namaz kıldığı zemandır. ahıretde en yakın olduğu da , ya'ni allahü tealayı gördüğü zemandır. dünyadaki bütün ibadetler, insanı namaz kılabilecek bir hale getirmek içindir. asl maksad, namaz kılmakdır. se'adeti ebediyyeye ve sonsuz ni'metlere kavuşmanızı dilerim. yüzotuzsekizinci mektub bu mektub, şeyh behaeddini serhendiye yazılmışdır. alçak dünyayı kötülemekde ve dünyaya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir: akllı oğlum! allahü tealanın sevmediği bu dünyanın arkasında koşmamalıdır! gönlünü hep allahü tealaya bağlamak sermayesini elden kaçırmamalıdır! ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! dünyayı ele geçirmek için ahıreti vermek ve insanlara yaranmak için allahü tealayı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. dünya ile ahıret birbirinin zıddıdır, tersidir. ikisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. ikisi bir araya getirilemez. arabi mısra' tercemesi: din ve dünya bir araya gelirse, güzel olmaz! bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, feda et! ahıret azabı sonsuzdur. dünyada olanlar çok azdır. allahü teala, dünyayı sevmez, ahıreti sever. arabi tercemesi: istediğin gibi yaşa, birgün öleceksin! istediğini topla, birgün ayrılacaksın! sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. bunların idaresini allahü tealaya bırak! bugün, kendini ölmüş bilmelidir. onların işlerini allahü tealaya bırakmalıdır. tegabün suresinin onbeşincive enfal suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. onlardan sakınınız buyuruldu. bunu iyi anlayınız! tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemana kadar sürecek! birgün gelip uyanılacak! dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. demişlerdir. biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatıyoruz. bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. kalbin iyiliği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir? sakın! sakın! çok sakın! farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hatta daha çok kaçmalıdır. arslan insanın yalnız canını alır. bu da, ahıretde faideli olur. dünyaya düşkün olanlarla beraber olmak ise, insanı sonsuz felakete ve zarara sürükler. onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. sahih olan hadisi şerifde, buyuruldu. onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makamları için midir, yoksa değil midir? iyi düşünmek lazımdır. malları, mevkı'leri için olduğunda hiç şübhe yokdur. bunun sonu da, dinin üçde ikisinin gitmesidir. artık müslimanlık nerede, kurtuluş nerededir? yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde va'zları dinlemeğe ve nasihatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. hafif sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayacağını biliyorum. sakın! onların sohbetinden sakın! onları görmekden sakın! allahü teala yardımcın olsun! allahü teala, bizi ve sizi, razı olmadığı, beğenmediği şeylerden kurtarsın! mi'rac gecesi, diyerek övülen insanların efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha bu düamızı kabul buyursun. amin. bu mektub, ca'fer beğ tehaniye yazılmışdır. ehlullaha dil uzatan saygısızları, söz ile, yazı ile kötülemek caiz olduğu bildirilmekdedir: okşayıcı mektubunuzu okumakla şereflendik. allahü teala size selamet versin! fakirlerin halini araşdırıyorsunuz. yakınlığı, uzaklığı hep bir tutuyorsunuz. saygılı kardeşim! kureyş kafirleri uğursuzluklarının, aşağılıklarının, taşkınlıklarının artdığı zemanda, müslimanları çekişdirici, kötüleyici şeyler uydururlardı. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam islam şa'irlerinden birkaçına kafirleri kötülemelerini emr buyurdu. o şa'irlerden biri, resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselamü vettehıyye önünde minbere çıkdı. herkese karşı kafirleri kötüleyen şi'rleri okudu. o server aleyhissalatü vesselam, buyurdu. insanların kötülemesi, incitmesi, aşkın ni'metlerindendir. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizleri onlardan eyle! amin. bu mektub, muhammed ma'sumi kabiliye yazılmışdır. sevenlerin sıkıntılara, üzüntülere dayanmaları lazım geldiği bildirilmekdedir. fakirleri seven kardeşim! kalbinde sevgi taşıyanların sıkıntı ve üzüntü çekmeleri lazımdır. dervişliği seçenlerin dertlere, sıkıntılara alışması lazımdır. seni sevmek, dert ve gam tatmak içindir, yoksa, rahat etdirecek şeyler çokdur. sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. sevenin rahatlığı, rahatsızlıkdadır. aşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmakdır. sükunet bulması çırpınmakdadır. rahatı, yaralı olmakdadır. bu yolda istirahat aramak, kendini sıkıntıya atmakdır. bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen herşeyi seve seve kapmak, acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lazımdır. aşk içinde yaşamak böyle olur. elinizden geldiği kadar böyle olunuz! yoksa, gevşeklik hasıl olur. sizin çalışmanız iyi idi. bunun daha artmasını beklerken, azalıverdi. fekat üzülmeyiniz. eğer, kendinizi bu duraklamadan kurtarırsanız, eskisinden daha iyi olur. sizi bu dağınıklığa sürükleyen şeylerin, toparlanmanıza da sebeb olacaklarını biliniz! böylece, çalışmanız artar. vesselam. yüzkırkbirinci mektub bu mektub, molla muhammed kılıca yazılmışdır. bu işin temeli muhabbet ve ihlas olduğu bildirilmekdedir: hak teala, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat size ilerlemek ihsan eylesin! kalbinizin hallerinden arasıra birşey yazmıyorsunuz ki, nasıl olduğunu bilelim. ondan da yazınız ki, uzakdan ilgilenmemize sebeb olur. bu işin temeli, sevmek ve sıkı bağlanmakdır. bir ilerleme anlaşılmıyorsa, üzülmemelidir. kalbiniz bağlı oldukca, senelerin kazancı bir saatde ihsan edilebilir. vesselam. yüzkırkikinci mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandiye yazılmışdır. bu büyüklerin nisbetinden az birşeye kavuşulursa, bunu az görmemek lazım geldiği bildirilmekdedir: okşayıcı, kıymetli mektubunuz geldi. fakirleri sevmek ve onlarla ilgilenmek, allahü tealanın büyük ni'metlerindendir. bunun artmasını hak tealadan diler ve umarız. fakirlere gönderdiğiniz hediyye de geldi. selametiniz için fatiha okundu. öğrendiğiniz yolu ve buradan elinize geçen nisbeti ve bunlar üzerinde hiçbirşey yazmamışsınız. bunlarda gevşeklik olmakdan allahü teala korusun! farisi tercemesi: onun hayalinin bir an görünmesi, güzellerle bulunmakdan daha tatlı. bu büyüklerin nisbetinden az birşey ele geçerse, onu az bilmemelidir. çünki başkalarının, yolun sonunda kavuşdukları, bu yolun başında ihsan olunur. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! fekat, bu nisbeti taşıyanlara olan muhabbet ipiniz kuvvetli bağlanmış olunca, bu gevşeklikden dolayı üzülmemelisiniz. çok kullanılmış olan pardesü gönderildi. bunu arasıra giyiniz ve saygı göstererek saklayınız. çok faideler umulur. bunu abdestli olarak giyiniz ve öylece vazifenize başlayınız! kalbinizi tam toparlıyabilirsiniz. her mektubunuzda, önce batındaki hallerinizden yazınız! batının halleri olmadan, yalnız zahirin hallerine kıymet verilmez. farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden konuşmak daha tatlı! allahü teala, bize ve size, mi'rac gecesi gözleri ondan kaymayan, insanların efendisine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hem zahirde, hem batında uymak nasib eylesin! farisi mısra' tercemesi: iş budur, bundan başkası hiçdir! yüzkırküçüncü mektub bu mektub, molla şemseddine yazılmışdır. gençliğin kıymetini bilmek, bunu boş yere geçirmemek lazım olduğu bildirilmekdedir: fakirleri seven mevlana şemseddin! allahü teala sizi yükseltsin! gençlik zemanının kıymetini biliniz! bunu, oyun ile, faidesiz şeylerle geçirmeyiniz! ceviz ve kozalak gibi faidesiz şeyler arkasında gençliğini tüketenler, sonunda pişman olurlar, ah ederler. fekat, böyle yapmakla ellerine birşey geçmez. hallerinizi bildiriniz! beş vakt namazı cema'at ile kılınız! halal, haram olan şeyleri iyi öğreniniz! bunları birbirine karışdırmayınız! kıyametde azablardan kurtulabilmek, ancak islamiyyetin sahibine uymakla olur aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır. allahü teala iyi işler yapmağı kolaylaşdırsın! amin. yüzkırkdördüncü mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. seyr ve sülukü bildirmekdedir: allahü teala, yüksek derecelerde sonsuz ilerlemek nasib eylesin! insanların efendisi ve mi'rac gecesi, rabbinden ayrılmayan gözlerin sahibi sallallahü teala aleyhi ve sellem hatırı için, düamızı kabul buyursun! amin. farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden anlatmak daha tatlı!, hareket demekdir. , ilerlemek demekdir. ikisi de ilmin, bilginin ilerlemesidir. madde hareketi değildir. demek, aşağı bilgilerden, yüksek bilgilere ilerlemek, ilmde durmadan yükselmekdir. böylece, mahluklara aid herşey bilindikden sonra, allahü tealanın ilmine kadar varılır. bu bilgiler başlayınca, mahluklara aid bilgilerin hepsi unutulur. bu hale denir. demek, allahü tealanın ismleri, sıfatları, şü'un ve i'tibaratı ve takdisatı ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demekdir. böylece anlatılamayan, işaretle bildirilemiyen ve ism verilemiyen, birşeye benzetilemiyen, kimsenin bilemediği, anlıyamadığı mertebeye varılır. bu seyre denir. üçüncü seyre, denir. bu da, ilmin hareketidir. yüksek bilgilerden aşağı bilgilere inilir. böylece, mahlukları bilmeğe kadar inilir. bütün vücub mertebelerinin bilgisi unutulur. bundan sonra, dördüncü seyr başlar. buna denir. birinci seyrde unutulmuş olan, eşyanın bütün bilgileri, şimdi yavaş yavaş ele geçer. bu dördüncü seyr, birinci seyrin tersidir. üçüncü seyr de, ikinci seyrin karşılığıdır. seyri ilallah ile seyri fillah, vilayeti elde etmek içindir. çünki , fena ve beka demekdir. üçüncü ve dördüncü seyrler, da'vet makamını elde etmek içindir. da'vet makamı, peygamberlere mahsusdur salevatullahi teala ve teslimatühü ala cemi'ihim umumen ve ala efdalihim hususan. o peygamberlerin hepsine ve ayrıca en üstünleri olana, allahü tealanın afv ve selamları olsun! peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de bu makamdan bir pay ayırırlar. yusüf suresinin, ey sevgili peygamberim! onlara de ki, benim yolum budur. sizi gafletden uyandırarak, allahü tealaya çağırıyorum. ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız mealindeki yüzsekizinci ayeti bunu göstermekdedir. işte tesavvuf yolunun başı ve sonu bunlardır. bunları, talibleri teşvik ve saliklerin kıymetlerini bildirmek için yazıyorum. allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selamet, iyi yolculuk versin! yüzkırkbeşinci mektub bu mektub, molla abdürrahimi müftiye yazılmışdır. bu yolun büyükleri, yolculuğa alemi emrden başladıkları bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin caddesinde bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! bu düaya amin diyen kuluna merhamet eylesin! bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu yolculuğa alemi emrden başlamağı seçmişlerdir. böyle ilerlerken alemi halk da birlikde geçilmekdedir. başka tarikatlerin büyükleri böyle yapmamışdır. onların yolculuğu, alemi halkdan başlamakdadır. alemi halk yolculuğunu bitirdikden sonra, alemi emr yolculuğuna başlarlar ve cezbe makamına kavuşurlar. bunun için, bunların yolu, yolların en kısası olmuşdur. başka yolların sonu, bu yolun başında yerleşdirilmişdir. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! bu yüksek yolun talebelerinden birkaçı, yolculuğa alemi emrden başladıkları halde, çabuk te'siri görünmüyor. cezbenin başlamasında hasıl olan lezzeti, tatlılığı çabuk duyamıyorlar. çünki, bunlardaki alemi emr, alemi halkdan za'if olmuşdur. alemi emrin bu za'ifliği, cezbenin tadını duymalarını gecikdiriyor. bunların alemi emrleri, alemi halklarından daha kuvvetli oluncıya kadar, bu duygusuzluk sürer gider. alemi emrlerini kuvvetlendirmek için, bu yola uygun olan ilac, idare ve tesarruf kuvveti tam olan rehberin tam tesarrufu ve ilgisidir. başka yollara uygun olan ilac ise, nefsin tezkiyesini ve ağır riyazetleri ve güc mücahedeleri, islamiyyete uygun olarak yapmakdır. , nefsin isteklerini yapmamakdır. , nefsin istemediği, ona zor gelen şeyleri yapmakdır. nefs islamiyyete uymağı istemez. te'sirin, lezzet duymanın gecikmesi, yaradılışdaki uygunluğun az olmasını göstermez. yaradılışda tam uygun oldukları halde, bu belaya tutulanlar çokdur. vesselam. gece gündüz dilimde salatü selam, o mubarek ruhuna, ey fahrulenam! yüzkırkaltıncı mektub bu mektub, şerefeddini bedahşiye yazılmışdır. çok zikr yapmağı nasihat etmekdedir: oğlum şerefeddin hüseynin mektubu geldi. allahü tealaya hamd olsun ki, fakirleri hatırlamakla şereflenmekdesiniz. aldığınız vazifeyi çok yaparak zemanlarınızı kıymetlendiriniz! fırsatı elden kaçırmayınız. geçici olan şanlar, şerefler sizi aldatmasın. dünya lezzetleri, hakiki lezzetlerden mahrum etmesin. farisi tercemesi: sana söyliyeceğim hep şudur: çocuksun, yol ise korkuludur. allahü teala, bir kulunu gençlikde tevbe etmeğe kavuşdurursa ve bu tevbesini bozmakdan korursa, ne büyük ni'met olur. diyebilirim ki, bütün dünya ni'metleri ve lezzetleri, bu ni'metin yanında, büyük deniz yanındaki bir damla su gibidir. çünki bu ni'met, insanı allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşdurur. bu ise, dünya ve ahıret ni'metlerinin hepsinin üstündedir. ali imran suresinin onbeşinci ve tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha uymakla şereflenenlere selam olsun! mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. ayrılmak, kavuşmakdan önce midir, değil midir, bildirmekdedir: hak teala, peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat sizi yüksek derecelere kavuşdursun! tarikat büyüklerinden birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, dedi. bu büyüklerden başkaları da, dedi. bir üçüncüsü ise, birşey diyemedi. ebu sa'idi harraz kaddesallahü sirreh, ayrılmadıkca, kavuşamazsın ve kavuşmadıkca, ayrılamazsın. hangisi daha öncedir, bilemiyorum dedi. bu satırları yazana göre, ayrılmak ve kavuşmak, birlikde olmakdadır. birbirinden ayrılmaları caiz değildir. ayrılmaksızın kavuşmak olmaz. böyle olmakla beraber, bilinmiyen birşey varsa, kendisi önce olan hangisidir ve hangisi hangisine sebeb olmakdadır? şeyhulislamı hirevi kuddise sirruh ikincisini seçmekdedir ve demişdir. evet öyledir. fekat, ayrılmak öncedir diyenler de, kavuşmanın önce olmasına karşı değildirler. bunların kavuşmak demeleri, tam zuhurdur. bu mutlak zuhurun önce olmasına aykırı değildir. mutlak zuhur, ayrılmakdan önce olur. tam zuhur da ayrılmakdan sonra olur. bu anlaşılınca, sözlerin başkalığı, yalnız kelimelerde kalır. birincisini söyliyenlerin görüşü daha keskindir. az olan şeye kıymet vermemişlerdir. bu açıklama, zeman bakımından önce olmayı da göstermekdedir. bunu iyi anlamalıdır. herşeyin doğrusunu bildiren allahü tealadır. her ne olursa olsun, ayrılmağa ve kavuşmağa mazhar olmalıdır. çünki, bu iki mertebeye varılmadıkça, vilayet mertebesi hasıl olmaz. birinci mertebeye ile varılır. ikinci mertebeye ile varılır. bu iki seyr temam olunca, vilayet mertebesine ve kemale kavuşulur. herkesin kavuşduğu dereceler başkadır. tekmil ve da'vet derecesine kavuşmak için, başka iki seyr daha vardır. farisi mısra' tercemesi: bağırdım iki kerre, içerde kimse varsa! vesselam. yüzkırksekizinci mektub bu mektub, molla sadıkı kabiliye yazılmışdır. kendini kavuşmuş sanan, bir şey elde edemez. büyüklerin ruhlarından faidelenmeğe aldanmamalıdır. onlar, kendi üstadının latifeleridir: iki mektubunuz arka arkaya geldi. birinci mektub, kavuşduğunuzu, doyduğunuzu bildiriyordu. ikincisi, susuzluğunuzu, boşluğunuzu anlatıyordu. allahü tealaya hamd olsun! çünki her işin sonuna bakılır. kendini doymuş sanan, birşeye kavuşmamışdır. kendini boş, uzak sanan, kavuşmuş demekdir. size arka arkaya bildirmişdim ki, büyüklerin ruhlarının zahir olmasına, onların yardım etmelerine, sakın aldanmamalıdır. o büyüklerin suretleri, kendi üstadınızın latifeleridir. o şekllerde görünmekdedir. tek bir yere bağlanmak şartdır. çeşidli yerlere bağlanan, birşey kazanmaz, zarar eder. size çok söylemişdim ki, sona çabuk kavuşmak için, işe, vazifeye sıkı sarılmalıdır. lazım olan şeyleri bırakarak, lüzumsuz şeylerle uğraşmak, akla uygun değildir. fekat siz, kendi görüşünüze uyuyorsunuz. söz dinlemiyorsunuz. siz bilirsiniz! habercinin vazifesi ancak bildirmekdir. allaha tevekkül edenin yaveri hakdır. naşad gönül, birgün olur, şad olacakdır. mektub bu mektub, yine molla sadıkı kabiliye yazılmışdır. allahü teala herşeyi sebeble yaratmakda ise de, belli bir sebebe bağlanmak lazım olmadığı bildirilmekdedir: kardeşim molla muhammed sadık! bütün varlığınızla sebeblere bağlandığınıza şaşılır. sebebleri yaratan teala ve tekaddes, herşeyi sebeblerle yaratmakda ise de, herşey için belli bir sebebe yapışmak doğru değildir. mısra' tercemesi: bir kapı kapanırsa, üzülme ey gönül, başkası açılır! bu kısa görüşlülük, çok uygunsuz kimselerde bulunur. sizin gibilerde bu hali görmek pek çirkindir. biraz kendinize geliniz! bu kötülüğün derecesini anlayınız! hem mütteki olmak, hem de allahü tealanın sevmediği şeylerin peşinde koşmak, çok çirkin bir işdir. bu çirkinliğin, sizin gözünüze güzel görünmesine pek şaşılır. çok lazım olan şeyleri, ihtiyacı giderecek kadar elde etmek için çalışmalıdır. bütün vaktleri oraya vermek ve bütün ömrü onun arkasında geçirmek, tam bir ahmaklıkdır. fırsatın kıymetini biliniz! bu fırsatı, sonu gelmez, lüzumsuz şeyleri elde etmek için kaçıranlara binlerle yazıklar olsun! mektublaşmamız lazımdır. habercinin vazifesi, yalnız haber vermekdir. insanların dedikodularına aldırmayın! buna üzülmeyiniz! size sürmek istedikleri lekeler, sizde bulunmadığı için, üzülmeniz doğru değildir. herkesin kötülediği bir kimsenin iyi olması, çok büyük se'adetdir. fekat, bunun aksi olursa, çok tehlükelidir. vesselam. mektub bu mektub, hace muhammed kasıma gönderilmişdir. aranılmağa, gönlünü vermeğe layık olan ancak vacibülvücud teala olduğu bildirilmekdedir: hace muhammed kasım kardeşimizin okşayıcı mektubu geldi. bizleri sevindirdi. dünya işlerinin bozuk gitmesinden ve halinizi toparlayamadığınızdan hiç sıkılmayınız! çünki dünya işleri, üzülmeğe değmez. bu dünyada olan herşey geçecek, yok olacakdır. allahü tealanın razı olduğu şeylerin arkasında koşmak lazımdır. güç olsa da, kolay olsa da, bunları yapmağa çalışmalıdır. aranılacak, gönül verilecek dan, ya'ni hep varlığı lazım olandan başka hiçbir şey yokdur. hele sizin gibi kıymetli ve akllı insanların, geçici, yok olucu şeylere gönül vermesi, pek yazık olur. bununla beraber, bir hizmet ve bir iş için işaret buyurulursa, onu seve seve yaparız. vesselam. dinle! namaz kılmıyanın hakkında allah, ne demiş, çıksın yer ile gökümden, başka ma'bud, bulsun demiş. getirdi kur'anı resul, etmedi ba'zısı kabul. bir vakt namazı kılmıyan, cehennemde yansın demiş. yüzellibirinci mektub bu mektub, mir mü'mini belhiye yazılmışdır. hocalarımızın kaddesallahü teala esrarehüm yolunun büyüklüğü ve bu büyüklerin kullandıkları kelimesinin ne demek olduğu bildirilmekdedir: farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, sevgiliden konuşmak daha tatlı! yüksek hocalarımızın kaddesallahü teala esrarehüm yolunda çok söylenilen demek, zati tealanın devamlı huzuru, beraberliği demekdir. şü'un ve i'tibarat da arada olmaksızın zuhurudur. eğer huzur olup, sonra gayb olursa, ya'ni şü'un ve i'tibarat perdeleri aradan kalkar, sonra yine araya girerse, bu büyükler böyle şimşek gibi çakıp hemen gayb olan ye kıymet vermezler. yadi daşt, gayb olmayan huzurdur. ya'ni, şü'un ve i'tibarat perdeleri araya girmeyen, hiç gayb olmayan, devamlı olan tecellii zatidir. yadi daşt, bu yolun sonunda ihsan edilir. bu makamda, tam olgun fena hasıl olur. perdeler hiç araya girmez. perdeler araya girerse, huzur kalmaz. gaybet olur. buna yadi daşt denmez. görülüyor ki, bu büyüklerin şühudü, tamdır ve olgundur. fenanın olgun olması ve bekanın tam olması da, şühudün olgun ve tam olmasına bağlıdır. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! yüzelliikinci mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh feride yazılmış olup, resulullaha ita'at, allahü tealaya ita'at demek olduğu bildirilmekdedir: cenabı hak, nisa suresi, sekseninci ayetinde, muhammed aleyhisselama ita'at etmenin kendisine ita'at etmek olduğunu bildiriyor. o halde, onun resulüne sallallahü aleyhi ve sellem ita'at edilmedikçe ona ita'at edilmiş olmaz. bunun pek kat'i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, ayeti kerimede, buyurdu ve ba'zı doğru düşünemiyenlerin, bu iki ita'ati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. allahü teala, yine nisa suresinin, kafirler, allahü tealanın emrleri ile peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. yehudiler diyor ki, biz musa aleyhisselama inanırız. isa ile muhammed aleyhimesselama inanmayız. hıristiyanlar ise, yalnız isa aleyhisselama inanıp, ona haşa, allahü tealanın oğlu diyor. bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. hepsi kafirdir. bunların hepsine cehennem azabını, çok acı azabları hazırladık mealindeki yüzkırkdokuzuncu ayetinde, bu iki ita'ati ayrı görenlerden şikayet buyurmakdadır. meşayıhi kiramdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri zemanda, bu iki ita'atin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söylemişlerdir. birini ötekinden daha çok sevdiğini bildirmişlerdir. işitdiğimize göre, sultan mahmudi gaznevi, bütün asyaya hakim olduğu zemanda, harkan şehrine yakın gelmişdi. adamlarından birkaçını, harkana, şeyh ebülhaseni harkani hazretlerinin huzuruna göndermişdi. şeyh hazretlerini yanına çağırmışdı. şeyh hazretleri gelmek istemezse, mealindeki ayeti kerimeyi kendisine okuyunuz, demişdi. sultanın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu ayeti kerimeyi okudular. şeyh hazretleri buna karşılık, allahü tealanın ita'atine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, resule ita'at etmekden haya ediyorum. amire ita'ate vakt nerede? buyurdu. şeyh hazretlerinin bu sözü, allahü tealanın ita'atini, resulünün ita'atinden ayrı bildiğini göstermekdedir. bu söz, doğru yoldan ayrılmış olmanın alametidir. halleri doğru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. islamiyyetin ve tarikatin ve hakikatin bütün basamaklarında, resulullaha ita'atin, allahü tealaya ita'at olduğunu bilirler. resulullaha ita'at ile olmayan allaha ita'atin, dalalet, sapıklık olduğuna inanırlar. yine işitiyoruz ki, mehene şehrinin şeyhi, şeyh ebu sa'idi ebül hayr ile oturuyordu. horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan seyyid ecel de yanlarında idi. şü'uru yerinde olmıyan bir meczub içeri girdi. şeyh hazretleri, bu meczubu, şeyh ecelin üst yanına oturtdu. bu hal, seyyide ağır geldi. şeyh hazretleri, seyyide dönerek, size olan saygımız, resulullahı sevdiğimiz içindir. bu meczubu ise, allahü tealayı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz dedi. allahü tealanın sevgisi ile, resulullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. allah sevgisinin, resulullaha olan sevgiden çok olmasının, tarikat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. şu kadar var ki, vilayet derecelerinde yükselmiş olanlarda, allahü tealanın sevgisi daha çokdur. peygamberlerin yüksekliğinden birşeyler edinenlerde ise, resulullahın sevgisi daha çok olmakdadır. allahü teala, hepimize, resulullaha ita'at etmek nasib eylesin! çünki bu ita'at, allahü tealaya ita'at demekdir. yüzelliüçüncü mektub bu mektub, meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. masivaya köle olmakdan büsbütün kurtulmak, mutlak fena ile olduğu bildirilmekdedir: gönderdiğiniz mektub geldi. bütün ni'metleri gönderen allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, kendini arayanları sıkıntı ve üzüntü içinde tutmakdadır. bu üzüntüyü vererek, kendinden başkası ile rahat etmekden kurtarmakdadır. fekat, ondan başka şeylere köle olmakdan büsbütün kurtulabilmek için, mutlak fenaya kavuşmak lazımdır. masivanın gönül aynasındaki görüntülerini büsbütün yok etmek lazımdır. , allahü tealadan başka herşey demekdir. ya'ni bütün mahluklar demekdir. hiçbirşey bilmemek ve hiçbirşeyi sevmemek ve hak tealadan başka dilek istek kalmamak lazımdır. böyle fena hasıl olmazsa, birşeye kavuşulmaz. kendini hak tealadan başka birşeye bağlı sanmaz ise de, böyle zan etmesi, doğru olmaz. zan etmekle, işin doğrusu değişmez. farisi mısra' tercemesi: bu ni'meti bakalım kime verirler? hallere, makamlara bağlanmak da, masivaya gönül vermek demekdir. artık, başka şeylere bağlanmanın ne olacağını düşünmelidir? farisi tercemesi: küfr olsa da, iman olsa da, her dilek, dosta kavuşmağa engel olurlar hep! ayrılığımız uzun sürdü. fırsat, büyük ni'metdir. arkadaşlarınız, olgun kimseler ise, onlardan izn almakda niçin gecikiyorsunuz? eğer olgun değillerse, izn almağa ne lüzum var? allahü tealanın razı olmasını düşünmek lazımdır. o razı olunca, başkaları ister razı olsunlar, ister olmasınlar. onlar razı olmazlarsa, ne çıkar? farisi mısra' tercemesi: sevgili razı olunca, herşey razı olmuş demekdir. maksad, dilek, yalnız hak teala olmalıdır. onunla birlikde, her ne olursa olsun güzeldir. onunla birlikde olmıyan herşey, olmaz olsun. farisi mısra' tercemesi: yanağım burda iken, sen güle bakıyorsun. vesselam. yüzellidördüncü mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. kendinden geçmek ve kendinde ilerlemek lazım geldiği bildirilmekdedir: hak teala, kendisi ile bulundursun! bir an başkasına bırakmasın! ya rabbi! bizi kendimize bir an bırakma! bırakırsan, helak oluruz. daha az da bırakırsan, yok oluruz. insanın başına belaların gelmesine sebeb, kendine düşkün olmasıdır. kendi kendisinden kurtulursa, allahü tealadan başka şeylere düşkün olmakdan kurtulur. puta tapanlar, kendilerine tapmakdadırlar. casiye suresinin yirmiikinci ayetinde mealen, buyuruldu. farisi mısra' tercemesi: kendini bırakmak, pek hoş olur ve rahat! kendini bırak, bana gel! kendinden geçmek, farz olduğu gibi, kendinde ilerlemek de lazımdır. çünki o, bu yolculukla bulunabilir. kendinden dışarda yapacağın yolculukla bulamazsın! farisi tercemesi: her ne varsa sendedir, yok sanma! kör gibi, her yana el uzatma., ya'ni insanın dışındaki yolculuk, insanı uzaklaşdırır. , ya'ni, insanın kendinde yapdığı yolculuk, aranılana kavuşdurur. şühud arıyor isen, kendindedir. ma'rifet istiyorsan, kendindedir. , ya'ni anlıyamayıp şaşırıp kalmak ise, yine kendindedir. insanın dışında ayak basacak yer yokdur. söz nereye uzandı? iyi düşünemiyenler, bu sözümü hulul veya birleşmek sanacak. böylece doğru yoldan kayacak, dalalete düşecek. farisi mısra' tercemesi: burda hulul, birleşmek, küfr olur, iyi bil! bu makamlara varmadan, anlamadan önce, bunları düşünmek caiz değildir. allahü teala, bizi ve sizi razı olduğu yolda bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! hallerinizi yazınız! çok faideli olur. çeşidli bağlantılarınız var ise de, bunlardan kurtulunuz. bunlar, ya varmış, ya yokmuş, eşid tutunuz! vesselam, velikram. yüzellibeşinci mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. kendi aslına dönmesini dilemekdedir: hak teala, kendi ile bulundursun! farisi tercemesi: allahdan başka her neye tapılsa, hepsi hiçdir! yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir! cemazilevvel ayının birinci cum'a günü dehli şehrini dolaşmakla şereflendik. muhammed sadık da birlikdedir. allahü teala dilerse, birkaç gün burada kalıp, vatanımıza çabuk döneceğiz. hadisi sahihdir. zevallı nereye gidecek? alnı, allahü tealanın iradesine bağlıdır. hud suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. nereye kaçılabilir? zariyat suresinin ellinci ayetinde mealen, buyuruldu. ondan, yine ona kaçınız demekdir. her ne olursa olsun, aslı temel olarak bilmeli, ondan çıkan dalları, ona bağlı bilmeli, asla sarılmalıdır. farisi tercemesi: her ne ki güzeldir, allah sevgisinden başka, hepsi cana zehrdir, şeker gibi de olsa! yüzellialtıncı mektub bu mektub, yine meyan şeyh müzzemmile yazılmışdır. ehlullahın sohbetinde bulunmasını dilemekdedir: kadizade calendehr ile gönderdiğiniz mektub dehlide geldi. elhamdülillah ki, fakirlere karşı olan sevginiz çokdur. de ve de bildirilen, hadisi şerifine göre, onlarla birlikdesiniz. zeman bakımından, receb ayı yaklaşdı ise de, fekat çok uzak görünüyor. farisi tercemesi: dost ayrılığı, az olsa da, az değildir! gözde kıl parçası da olsa, çok görünür. hak sahiblerinin haklarını yerine getirmek için yapmak istediğiniz şeyleri, hemen yapınız. receb ayına kadar biz de burada kalacağız. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. herşey onun huzuruna çıkacakdır. ömrünüzün birkaç gününü dervişlerle birlikde geçirmek için uğraşınız! kehf suresinin yirmisekizinci ayetinde mealen, rablerine sabah akşam düa eden ve ona kavuşmak istiyenlerle birlikde bulun ve sabr eyle! onlardan başka bir yere bakma! buyuruldu. bu ayeti kerimede, hak teala sevgili peygamberine allah adamları ile birlikde bulunmasını emr buyuruyor aleyhi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha ve minettehıyyati eymenüha. büyüklerden biri buyurdu ki, ilahi! dostlarını öyle yapdın ki, onları tanıyan seni buldu. seni bulmadıkça, onları tanımadı. allahü teala, bizi ve sizi, bu yüksek ve şerefli insanları sevmekle rızklandırsın! yüzelliyedinci mektub bu mektub, hakim abdülvehhaba yazılmışdır. allah adamlarının yanına giden kimsenin, kendini boş bulundurması lazımdır. böylece, dolu olarak döner. herşeyden önce, i'tikadı düzeltmek lazım olduğu bildirilmekdedir: iki kerre buraya kadaryoruldunuz. ikisinde de çabuk kalkdınız. sohbetin haklarından birkaçını yerine getirmeğe vakt olmadı. müslimanların bir araya gelmesi, ya istifade etmek veya faide vermek içindir. bu ikisinden biri bulunmıyan topluluğun hiç kıymeti yokdur. din büyüklerinin yanına boş olarak gelmelidir ki, dolmuş olarak dönülebilsin. onların acıması, ihsanda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lazımdır. böylece feyz, ihsan yolu açılır. dolu gelmek, daha doldurarak dönmek iyi olmaz. çok dolmak, doydukdan sonra, daha almak hastalıkdan başka birşey yapmaz. ihtiyacsızlık, azgınlığa sebeb olur. hace nakşibend kaddesallahü sirreh hazretleri buyurdu ki, önce hastanın yalvarması lazımdır. sonra, gönlü kırık olan, ona teveccüh eder. görülüyor ki, teveccühe, ihsana kavuşmak için, yalvarmak lazımdır. böyle olmakla beraber, ilm öğrenmekde olan bir talib gelip, size göndermek için mektub isteyince, onun böyle gelmesini bir hak sayarak, bu hakkı ödemek lazım olduğunu düşündüm. geçmişdeki haklarınızı ve şimdiki hakkı karşılamak için, vakt ve hale göre, birkaç kelime yazarak gönderiyorum. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. herkesi doğru yola kavuşduran ancak odur. ey mes'ud kardeşim! bize ve size herşeyden önce lazım olan, i'tikadı kitaba ve sünnete uygun olarak düzeltmekdir. doğru yolun alimlerinin, allahü teala onların çalışmalarına iyi karşılıklar versin! kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i'tikad etmek lazımdır. çünki, kitabdan ve sünnetden bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yokdur. ehli sünnet alimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. bizim anladıklarımız, ehli sünnet alimlerinin anladıklarına uymuyor ise, hiç kıymeti olmaz. çünki her bid'at sahibi, ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynakdan çıkardıklarını söylemekdedirler. bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. ikinci olarak hepimize lazım olan şey, ahkamı islamiyyeyi öğrenmekdir. ya'ni halali, haramı, farzı, vacibi öğrenmekdir. üçüncü olarak hepimize lazım olan şey, bütün işlerimizi, öğrendiklerimize uygun yapmakdır. dördüncüsü, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir ki, bu ikisi tesavvuf büyüklerine mahsusdur kaddesallahü teala esrarehüm. i'tikadı düzeltmeden önce ahkamı islamiyyeyi öğrenmenin hiç faidesi olmaz. bu ikisi birlikde düzelmedikce de, ibadetlerin faidesi olmaz. bu üçü birlikde yapılmadıkca, tezkiye ve tasfiye hiç yapılamaz. bu dört temel vazife, yardımcıları ve temamlayıcıları ile birlikde yapılmalıdır. mesela, farzlar, sünnetleri ile birlikde yapılmalıdır. farzların yardımcısı ve temamlayıcısı, sünnetlerdir. bunlardan biri yapılmadıkca, geriye kalan herşey lüzumsuzdur ve faidesizdir. böyle lüzumsuz şeylere, denir. hadisi şerifde, buyuruldu. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde yürüyenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vettehıyyat! yüzellisekizinci mektub bu mektub, şeyh hamidi bingaliye yazılmışdır. saliklerin yaradılışlarına göre, yükseldikleri mertebeleri bildirmekdedir: saliklerin yaradılışlarına göre, kemal mertebeleri başka başka olur. kemal mertebelerinin dereceleri kemiyyet ya'ni sayı bakımından veya keyfiyyet ya'ni güzellik bakımından veya her iki bakımdan da, birbirinden ayrılırlar. çok kimsenin kemali, ya'ni yüksekliği, iledir. başkalarının kemali iledir. her iki tecellinin de çok çeşidleri vardır. çeşidler birbirlerine benzemezler. bu tecellilere kavuşan kimseler arasında da çok başkalık vardır. çok kimselerin kemali kalbin selameti ve ruhun halası iledir. başkalarının kemali, bu ikisi ile birlikde, sırrın da şühudü iledir. bir üçüncü kemal ise, bu üçü ile birlikde, hafinin hayreti iledir. bir dördüncü kemal daha vardır ki, bu dördü ile birlikde, ahfanın kavuşması iledir. bunlar, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. bu mertebelerin herhangi birisinde kemal hasıl oldukdan sonra, ya geriye inilir, yahud, o makamda kalınır. geriye inenler, tekmil ve irşad makamına kavuşur. allahü tealanın kullarını da'vet için, onlara faideli olmak için, hakdan halka dönerler. ikinciler kendilerini gayb ederler. insanlardan uzak yaşarlar. geçmişde ve gelecekde selametde olunuz! alimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir, bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhanedir. yüzellidokuzuncu mektub bu mektub, şerefeddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. merhum babası için sabr dilemekdedir: başa gelen belalar, sıkıntılar, her ne kadar acı ve üzücü görünür ise de, batına ya'ni kalbe, ruha tatlı gelmekdedir. çünki, beden ile ruh birbirinin zıddı, tersi gibidir. birine acı gelen, ötekine tatlı olmakdadır. yaratılışda duygusuz olan, bu ikisinin ters olduğunu ve hallerini, özelliklerini ayıramaz. böyle kimseleri hesaba katmıyoruz. bu sözlerimizi onlar için bildirmiyoruz. araf suresinin yüzyetmişsekizinci ayetinde mealen, onlar, hayvanlar gibidir. daha da aşağıdırlar buyuruldu. farisi tercemesi: kendinden haberi olmayan kimse, nerede kaldı başka şeyleri bile? bir kimsenin ruhu alçalarak beden mertebesine yerleşse ve alemi emri, alemi halkına bağlansa, bu ince bilgileri nasıl anlıyabilir? ruhu kendi makamına çıkmadıkca ve alemi emri, alemi halkından ayrılmadıkca, bu ma'rifetlerin güzelliğini nasıl görebilir? bu ni'mete kavuşmak için, eceli müsemma gelmeden önce olan ölüme kavuşmak lazımdır. tarikat büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm bu ölüme adını vermişlerdir. farisi tercemesi: toprak ol toprak ki, gül bitsin sende, toprakdan başka yok, kavuşan güle. ölüm gelmeden önce ölmeyen kimseyi dertli bilmelidir! ona geçmiş olsun demelidir! iyilikle tanınmış olan ve emri ma'ruf ve nehyi münker ibadetini elden bırakmıyan kıymetli babanızın ölüm haberi müslimanları çok üzdü. hepimiz, allah için yaratıldık ve hepimiz onun huzuruna çıkacağız. siz oğlumuz sabr ederek, bizden önce gidenlere, sadaka ile ve düa ile ve istigfar ederek yardım etmeli, imdadlarına yetişmelisiniz! çünki, dirilerin yardımına ölülerin çok ihtiyacı vardır. hadisi şerifde buyuruldu ki, ölü, suda boğulmak üzere olan biri gibidir. babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşından gelecek olan bir duayı hep beklemekdedir. ona bir düa gelince, dünyaya ve dünyada olanların hepsine kavuşmakdan daha çok sevinir. allahü teala, yeryüzünde olanların düaları yardımı ile, kabrde olanlara dağlar gibi rahmet gönderir. dirilerin ölülere olan hediyyesi, onlar için istigfar etmekdir. nasihatların sonuncusu, hep zikr yapmak ve hep allahü tealayı düşünmekdir. çünki, elimizde bulunan zeman çok azdır. bunu en lüzumlu yerde kullanmak lazımdır. vesselam. haşa zulm etmez hiç, kullarına hüdası! herkesin çekdiği, kendi işinin cezası! yüzaltmışıncı mektub bu mektub, kölelerinin en aşağısı olan bu fakire, ya'ni ın birinci cüz'ünü toplamakla şereflenen yar muhammed cedidi bedahşi talkaniye yazılmışdır. tesavvuf büyüklerinin üç dürlü olduğu ve herbirinin halleri bildirilmekdedir: tesavvuf büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm üç dürlüdür: birincilere göre, alem, ya'ni bütün varlıklar, allahü tealanın yaratması ile dışarda vardır. alemde bulunan herşeyin özelliklerini de allahü teala yaratmışdır. insanları cism olarak bilirler, madde olarak bilirler. bu cismi de, allahü teala yaratmışdır derler. yokluk denizine öyle dalmışlardır ki, ne alemden haberleri vardır, ne de kendilerinden haberleri vardır. başkasının elbisesini giymiş kimseye benzerler. bu elbisenin kendilerinin olmayıp başkasının olduğunu bilirler. böyle bilmeleri o kadar artar ki, elbiseyi, sahibinde bilirler, kendilerini çıplak sanırlar. böyle bir kimseyi , şü'ursuzluk halinden kurtarıp, şü'urlu hale getirirlerse, ya'ni fenadan sonra beka ile şereflendirirlerse, elbiseyi kendi üzerinde görür. fekat, başkasının olduğunu iyi bilir. çünki önceki fena, şimdi bilgi ile birlikdedir. elbiseye tutulması, bağlılığı hiç kalmamışdır. bunun gibi, kendi üstünlüklerini, iyiliklerini, elbise gibi başkasının bilirler. fekat, bu elbiseyi vehmde, hayalde bilirler. dışarda elbise yokdur. kendilerini çıplak sanırlar. böyle görüşleri, öyle çoğalır ki, vehmdeki elbiseyi de atarlar. kendilerini çıplak bulurlar. sekrden kurtulup sahva gelince, vehmdeki elbiseyi de yanlarında bulurlar. fekat, birinci şahsın fenası tamdır. bundan hasıl olan bekası da daha olgundur. bunu, inşaallahü teala daha sonra açıklayacağız. bu büyükler, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in kitabdan ve sünnetden çıkardıkları ve sözbirliği ile bildirdikleri iman bilgilerinin hepsine, öylece inanırlar. kelam alimleri ile bunların arasında hiçbir ayrılık yokdur. kelam alimleri, bu bilgileri öğrenerek ve düşünerek bulmuşlar. bunlar ise, keşf ile, zevk ile anlamışlardır. bu büyükler, alemin allahü tealaya hiçbir bakımdan benzerliği, bağlılığı yokdur derler. nerede kaldı ki, onun kendisidir veya parçasıdır demiş olsunlar. allahü teala, malikdir, yaratıcıdır, insanlar ise, onun kullarıdır ve mahluklarıdır derler. kendilerini hal kaplayınca, bu bağlılığı bile unuturlar. tam fena ile şereflenirler. tecelliyati zatiyyeye kavuşurlar. sonsuz tecellilere mazhar olurlar. tesavvuf büyüklerinin ikincisi, aleme hak tealanın zılli, görüntüsü derler. fekat bunlar da, alemin dışarda mevcud, var olduğuna inanırlar. bu varlık, kendi varlıkları değildir. bir görüntü gibi varlıkdır derler. bu varlıklar, allahü tealanın varlığı ile dışarda mevcuddür derler. insan ile gölgesi gibidir. bir insanın gücü yetse, kendi sıfatlarını, özelliklerini, mesela bilgisini, gücünü, iradesini, hatta acı ve tatlı duymasını, kendi gölgesine de verebilse, mesela o gölge ateşe rastlarsa acı duysa, aklı olan ve adetlere uyan bir kimse, o gölgenin sahibi acı duydu demez. üçüncü kısm alimlerinin böyle dediklerini aşağıda göreceğiz. bunun gibi, insanların kötü işlerinin hiçbirine, hak tealanın işidir denilemez. mesela gölge, kendi isteği ile hareket etmiş olsa, gölgenin sahibi olan kimse, hareket ediyor denilemez. o kimsenin gücü ile ve iradesi ile hareket ediyor denilebilir. böylece, mahlukların işlerini allahü teala yaratmakdadır. kötü şeyleri yaratmak, kötü değildir. belki kötü şeyleri yapmak ve kesb etmek kötüdür. tesavvuf büyüklerinin üçüncüsü, vahdeti vücude inanırlar. haricde yalnız birşey vardır derler. bu bir varlık, hak tealanın zatıdır, kendisidir derler. alem haricde yokdur. ilmde vardır derler. varlıkdan hiçbir koku tatmamışdır derler. bunlar da, alemi hak tealanın zılli bilirler. fekat, bu zıl olan, görüntü olan varlık his mertebesindedir. doğrusu dışarda hiçbirşey yokdur derler. hak tealanın zatında kendi sıfatları ve mahlukların sıfatları vardır bilirler. bu sıfatların yukardan aşağı azalma derecelerini, mertebelerini sayarlar. her mertebede, o bir zatı, o mertebeye uygun özelliklerde birlikde bilirler. acıyı, tatlıyı duyan hep odur. fekat vehmde, hisde var olan bu zıl, gölge gibi perdeler arkasında durmakdadır derler. bunların sözlerinin akla ve islamiyyete uymayan yerleri çokdur. böyle yerlere cevab vermek için çok sıkıntı çekerler. bunlar da, kavuşmuş ve kavuşdukları derecelere göre yükselmişdir. fekat bunların sözleri, müslimanların yoldan çıkmalarına sebeb olmakda, ilhad ve zındıklığa sürüklemekdedir. birinciler en kamil, çok tam ve sakatsız ve kitaba, sünnete uygundurlar. sakatsızlıkları ve uygunlukları meydanda ise de, olgun ve temam olmaları şöyledir ki, insanın varlığının birkaç mertebesi, çok latif ve maddelikden çok uzak olup, başlangıca benzemekde, oraya tam bağlılığı bulunmakdadır. insandaki, ve böyledir. bunun için, birçokları, sırrın fenasına kavuşdukları halde, bu mertebeleri başlangıcdan ayıramamışlar. böylece derken, bunları yok bilememişler, bunları başlangıc ile karışdırmışlar, birleşdirmişler. kendilerini hak teala sanmışlar, dışarda yalnız hak teala vardır. bizim hiç varlığımız yokdur demişler ise de, dışarda çeşidli eserler bulunduğundan, ilmde var olduklarını söylemişlerdir. yine bundandır ki, ya'ni eşya, varlıkla yokluk arasında bir geçiddir demişlerdir. mahlukların varlıklarının mertebelerinden birkaçının başlangıcdan başka olmadığını görerek, varlıkları lazımdır diyemedikleri için, varlıkla yokluk arasında geçid olduklarını söylemişlerdir. böylece, mahluklara vaciblikden birşey bulaşdırmışlardır. bu şeylerin, mahlukların olduğunu, fekat ismde ve görünüşde olsa bile, vacibe benzediklerini anlamamışlardır. bu şeyleri başka bilselerdi ve mahlukları vacibden tam ayırsalardı, kendilerini hak teala olarak hiç görmezlerdi. alemi, hak tealadan ayırırlardı. varlığın bir olduğunu sanmazlardı. bir kimseden eser baki kalmadıkca, kendinden eser kalmadığını bilse bile, kendini hak bilmez. bu da, onun kısa görüşlü olmasındandır. ikinci alimler, her ne kadar bu mertebeleri de başlangıcdan ayrı gördüler ve derken yok bildiler. fekat, aslın zıl ile olan bağlılığından dolayı, bunların varlıklarının artıklarından birşey, mevcud kaldı. çünki, zıllin asla bağlılığı vardır. zıl ile aslın başkalığı görüşlerinden gayb oldu. birinci alimler, peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhim minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha çok bağlı oldukları için, mahlukların bütün mertebelerini, vacibden ayırdılar. bunların hepsini derken yok etdiler. mahlukların vacib ile hiçbir bağlılığını görmediler. ona hiçbir benzerlikleri yokdur dediler. kendilerini, güçsüz, kuvvetsiz bir kul olmakdan başka bilmediler. onu, kendi sahibleri ve yaratıcıları olarak bildiler. kendilerini sahib sanmak veya onun gölgesi sanmak, bunlara çok ağır gelmekdedir. arabi mısra' tercemesi: herşeyin sahibine gelen ne, toprağa düşen ne? bu büyükler, herşeyi hak tealanın mahlukları bildikleri için severler. herşey, gözlerine sevgili görünür. mahlukların kendileri gibi, işleri de, allahü tealanın mahluku oldukları için, hepsine boyun eğer, beğenirler. hiçbir işi beğenmemezlik etmezler. islamiyyetin beğenmediği şeyleri, islamiyyete uydukları için beğenmezler. tevhidi vücudi sahibleri, herşeyi, hak tealaya mazhar oldukları için, hatta ondan başka olmadıkları için, sevdikleri ve boyun bükdükleri gibi, bu büyükler, hak tealanın mahlukları oldukları için sever ve teslim olurlar. farisi mısra' tercemesi: yolların nerden ayrıldıklarını iyi gör! sevgili az sevilse de, ondan başka olmıyan şeyin de, o kadar sevileceğini herkes bilir. fekat, sevgilinin kullarını, yapdıklarını ve kölelerini sevebilmek için, sevgilinin çok sevilmiş olması lazımdır. bu büyüklerin vilayet makamlarının en sonu olan , ya'ni kulluk makamından tam payları vardır. bu seçilmişlerin hallerinin doğru olduğunu gösteren en kuvvetli delil, işaret, keşflerinin hepsinin kitaba ve sünnete ve islamiyyetin açıkca bildirdiği şeylere tam uygun olmalarıdır. islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılmamışlardır. ey allahımız! muhammed aleyhisselam hurmetine sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve selleme ve bareke, bizleri, bu büyükleri sevenlerden ve onlara uyanlardan eyle! bu satırları yazan derviş, önce tevhidi vücudiye inanıyordum. çocukluğumdan beri tevhid bilgileri içindeydim. buna inancım tamdı. o zeman tevhid hallerim de yokdu. tesavvuf yoluna girince, önce tevhid yolu açıldı. çok zeman, bu yolun makamlarında dolaşdım. bu makamlara uygun çok bilgiler edindim. tevhidi vücudi sahiblerine gelen haller ve çözülemiyen bilgilerin hepsi, keşflerle ve akıp gelen bilgilerle çözüldüler. çok zeman sonra, bu dervişi başka bir nisbet, bağlılık kapladı. bu nisbet kuvvetlenince, tevhid bilgileri durdu. fekat, o bilgileri yine beğeniyordum, inkar etmiyordum. böyle uzunca bir zeman geçdi. sonunda, onları beğenmez, inanmaz oldum. bu mertebenin çok aşağı olduğunu ve zıl makamlarına yükselmek lazım geldiğini gösterdiler. fekat, bu inkarım elimde değildi. bu makamdan ayrılmak istemiyordum. çünki tesavvuf büyüklerinin çoğu, bu makamda bulunmakdadır. zıl makamına yükselince, kendimi, bütün alemi, zıl, gölge gibi buldum. yukarıda bildirilen, ikinci alimler gibi oldum. önceki makamdan, buraya çıkardıklarını istemedim. çünki, vahdeti vücudü daha yüksek biliyordum. o makam, buna tam uygundu. büyük bir ni'met ve merhamet olarak, ndan da yukarı götürdüler. abdiyyet, kulluk makamına ulaşdırdılar. bu makamın daha olgun olduğu göründü. yüksekliği anlaşıldı. önceki makamlardan pişman oldum. tevbe etdim. bu dervişi, bu yollardan geçirmeselerdi ve birbirlerinden üstünlüklerini göstermeselerdi, bu makama getirilmekle alçaldığımı zan edecekdim. çünki önceleri, tevhidi vücudiden daha yüksek makam yok sanıyordum. doğruyu açığa çıkaran, allahü tealadır. doğru yolu gösteren yalnız odur. bu fakirin mektublarında ve kitablarında ve belki her salikin sözlerinde bulunan bilgilerin ve ma'rifetlerin, başka başka olması, kavuşulan makamların başka başka olmalarındandır. her makamın bilgileri, ma'rifetleri başkadır. her hali bildiren söz başka olur. görülüyor ki, bilgilerde başkalık, ayrılık yokdur. ahkamı ilahiyyenin zemanla değişdirilmiş olması gibidir. bu sözleri, te'assubla, inad ile karşılamayınız! sallallahü teala ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sellem! yüzaltmışbirinci mektub bu mektub, molla salih bedahşi külabiye yazılmışdır. tesavvuf yolunda ilerlemek, hakiki imana kavuşmak için olduğu bildirilmekdedir: süluk konaklarını geçmek, hakiki imana kavuşmak içindir. hakiki imana kavuşmak için, önce nefsin itminan hasıl etmesi lazımdır. nefs mutmeinne olmadıkca, kurtuluş olamaz. nefsin mutmeinne olması da, kalbin onu kontrol ve idare etmesi ile olur. kalbin nefsi idare edebilmesi için, başka şeylerle meşgul olmaması ve allahü tealadan başka hiçbir şeye bağlılığı kalmaması lazımdır. kalbin, hiçbirşeye bağlılığı kalmadığının alameti, işareti vardır. bu da, masivayı unutmasıdır. öyle unutmalıdır ki, allahü tealadan başka herhangi birşeyi kıl ucu kadar düşünürse, masivadan kurtulmamış olur. , bütün mahluklar demekdir. kalbi masivadan selamet bulmuş, kurtulmuş olana müjdeler olsun! kalbin selamet bulması ve böylece nefsin itminana kavuşması için çok çalışmalıdır. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, bunu dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. vesselam. yüzaltmışikinci mektub bu mektub, hace muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. mubarek ramezan ayının üstünlüğünü ve kur'anı kerimin bu ayda indirildiğini ve hurma ile iftar etmenin müstehab olduğunu bildirmekdedir: allahü tealanın zatının şü'unatından biri, kelam şanıdır. bu kelam şanında, zatın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü'unları bulunur. böyle olduğu, önceki mektublarda bildirilmişdi. mubarek ramezan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. her iyilik, her bereket, allahü tealanın zatından gelmekdedir teala ve tekaddes ve onun şü'unlarından hasıl olmakdadır. her kusur, her kötülük de, mahlukların zatlarından ve sıfatlarından hasıl olmakdadır. nisa suresinin yetmişsekizinci ayetinde mealen, sana gelen her güzel şey, allahü tealadan gelmekdedir. sana gelen her kötülük de, kendindendir buyuruldu. bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, allahü tealanın zatındaki üstünlüklerden gelmekdedir. bu üstünlüklerin hepsi de, kelam şanında bulunmakdadır. kur'anı kerim, bu kelam şanının hakikatinin hepsinden hasıl olmuşdur. bundan dolayı, bu mubarek ayın, kur'anı kerim ile tam bağlılığı vardır. çünki, kur'anı kerimde bütün üstünlükler bulunmakdadır. bu ayda da, o üstünlüklerden hasıl olan bütün iyilikler bulunmakdadır. bu bağlılıkdan dolayı, kur'anı kerim bu ayda nazil oldu. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. kadr gecesi bu aydadır. bu ayın özüdür. kadr gecesi, çekirdeğin içi gibidir. ramezan ayı da, kabuğu gibidir. bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayrlı ve bereketli olur. allahü teala, hepimizi bu mubarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşdursun. herbirimize bundan büyük pay versin! resulullah aleyhissalatü vesselamü vettehıyye buyurdu ki, oruclu olan kimse, hurma ile iftar etsin! çünki hurma bereketlidir. o server sallallahü teala aleyhi ve sellem, hurma ile iftar ederdi. hurmanın bereketli olması şöyledir ki, onun ağacına denir. bu ağacın yaradılışında, topluluk ve adalet vardır. insanın yaradılışı da böyledir. bunun içindir ki, peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem nahle ağacına, adem oğullarının halasıdır dedi. halanız olan nahleye saygı gösteriniz! çünki bu ağaç, adem aleyhisselamın çamurundan kalan artıkdan yaratılmışdır buyurdu. görülüyor ki, nahle, adem aleyhisselamın çamurundan yaratılmışdır. nahleye bereket buyurması, bunda herşeyin bulunduğu için olsa gerekdir. bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın parçası, dokusu olur. böylece hurmada bulunan herşey, insana da aktarılmış olur. hurmada bulunan sonsuz üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. hurmayı yiyen herkes böyle olur ise de, oruclu kimse, iftar zemanında, şehvetlerden ve dünyanın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifade eder. anlatdığımız faideleri daha tam ve daha olgun olur. o server aleyhi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha, buyurdu. bu da belki, hurma insanın dokularına karışınca, insanın hakikatini temamladığı içindir. oruclu iken, böyle şey olmadığı için, bunun karşılığı olarak sahurda hurma yimenin güzel olduğunu bildirmişdir. hurma yimek, çeşidli yemekleri yimek gibi faideli olmakdadır. hurmanın bu bereketi, kendisinde herşey bulunduğu için, iftar zemanına kadar insanda kalır. hurmanın bu faidesi, ancak islamiyyete uygun olarak yinildiği, islamiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulunmadığı zemandır. tam faidesine kavuşmak için, bir ağacın bir meyvesi olarak değil, bildirdiğimiz topluluğunu, bereketini düşünerek yimek lazımdır. yalnız bir meyve olarak yinirse, yalnız madde, kalori faidesi elde edilir. işin iç yüzü bilinerek yinirse, bereketine kavuşulup, batını da besler. bereketine kavuşmadan yimek kusur olur. farisi tercemesi: çalış, lokmayı kıymetlendir önce! ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca! iftarı erken, sahuru geç yapmakda da, bu incelik vardır. vesselam. haramdan sakın, farzı yapmağa bak! farzı yapmazsan, olur halin harab! yüzaltmışüçüncü mektub bu mektub, esseyyid ve nakib şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. islam ile küfrün birbirinin zıddı, tersi olduğunu, islam düşmanlarını sevmemeği bildirmekdedir: bize çeşidli ni'metleri veren ve müsliman yapmakla şereflendiren ve muhammed aleyhisselamın ümmetinden eylemekle kıymetlendiren allahü tealaya hamd olsun! dünya ve ahıret se'adetlerine, rahatlıklarına kavuşmak ancak ve yalnız, dünya ve ahıretin efendisi, mahlukların en üstünü, en kıymetlisi olan muhammed aleyhisselama uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. o yüce peygambere ve onun temiz ehli beytine ve eshabının hepsine en iyi düalar ve en üstün selamlar olsun! muhammed aleyhisselama uymak demek, ahkamı islamiyyeye ya'ni islamiyyete uymak ve küfrü ve kafirliği yok etmeğe çalışmakdır. çünki islam ile küfr birbirinin zıddıdır, tersidir. birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. bu iki zıd şey bir arada bulunamaz. birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. kur'anı kerimde, tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, ey yüce peygamber! kafirlere ve münafıklara karşı cihad et! onlara sert davran! buyuruldu. hulki azim sahibi olan, çok merhametli olan peygamberine, kafirlerle cihad etmeği, onlara karşı sert davranmağı emr ediyor. bundan anlaşılıyor ki, islama saldıranlara sert davranmak da, hulkı azimdir. islama izzet vermek, kıymetini artdırmak için, küfrü ve kafirleri ya'ni islam dinine ve müslimanlara saldıranları kötülemek, onları aşağı tutmak lazımdır. böyle kafirlere kıymet vermek, onları yüksek tutmak, islamiyyeti ve müslimanları kötülemek, aşağılamak olur. kafirlere kıymet vermek demek, onları üstün tutmak, karşılarında eğilmek olmakla beraber, onlarla birlikde bulunmak, konuşmak, görüşmek de, onlara kıymet vermek olur. islam düşmanlarından, islamiyyete saldıranlardan, köpekden kaçar gibi kaçmak, onların pis ve alçak olduklarını bilmek lazımdır. islam dinine saldıran, bir mevkı', makam sahibi ise ve bir müslimanın bu kimseye bir işi düşerse ve bu işi muhakkak onun yapması icab ederse, abdesthaneye gider gibi, işi bitirinciye kadar yanına gidilir. fekat, yine o alçağa kıymet verecek birşey söylenmez ve böyle bir hareket yapılmaz. olgun bir müsliman, onun yüzünü görmemek için, o işinden bile vaz geçer. onun zehrli, zararlı sözlerini işitmekden, cehennemlik yüzünü görmekden kurtulur. allahü teala, kur'anı kerimde böyle kafirlerin kendisine ve sevgili peygamberine düşman olduklarını bildiriyor. allahü tealanın ve onun resulünün düşmanları ile düşüp kalkmak, o alçaklarla arkadaşlık etmek büyük cinayet, çok çirkin bir suç olur. bu kimselerle görüşmek, arkadaşlık etmek, çeşidli zararlara sebeb olur. bu zararların en küçüğü, insan onların arasında allahın emrlerini yapamaz. küfre sebeb olan şeylerden kaçınamaz. bu vazifeleri yapmağa sıkılır. arkadaşlarından utanır, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyükdür. allahü tealanın dinine saldıranlar ile arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, insanı allahü tealaya ve onun peygamberine aleyhissalatü vesselam düşman olmağa kadar sürükler. bir kimse, kendini müsliman sanır. kelimei tevhid okur. inanıyorum der. müsliman olduğunu söyler. halbuki kafirlerle, münafıklarla görüşerek, konuşarak onun müslimanlığı, imanı saf ve temiz kalmaz. hatta, büsbütün gider de, farkında bile olmaz. allahü teala, hepimizi, nefslerimizin kötülüğünden ve amellerimizin bozuk olmasından korusun! farisi tercemesi: zavallı cahil, sanır ki, din adamıdır; din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır. hindistandaki islam düşmanlarının azgınlarını görüyoruz. müslimanlarla alay ediyorlar. müslimanları kötülüyorlar. ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, müslimanlara her işkenceyi yaparlar. hatta hepsini öldürürler. yahud onları dinden, imandan ayırırlar. islam terbiyesini, ahlakını, hayasını, şerefini yok ederler. o halde, müslimanların bu azgın kafirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için allahü tealadan haya etmeleri lazımdır. buyuruldu. müsliman olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lazımdır. islam düşmanlarını, allahın emrleri ile alay edenleri, halale, harama aldırış etmiyenleri zararlı bilmelidir. bunları aşağı tutmalıdır. bunlara yardımı dokunan her hareketden sakınmalıdır. islamiyyet, gayri müslim vatandaşlardan cizye denilen verginin alınmasını emr etmekdedir. şimdi hindistanda kafirlerden cizye alınmıyor. islamiyyetin bu emri unutulmuş oldu. bunun da sebebi, hindistandaki müslimanların islam dinini ve müslimanları yok etmeğe çalışan kafirlerle sevişmeleri olmuşdur. kafirlerden cizye alınmasını emr etmekden maksad, onları sıkışdırmak, aşağı tutmakdır. o kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için, kıymetli elbise giyemezler. süslü eşya kullanamazlar. çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. müslimanlara ne oldu ki, cizye almağı unutdular. allahü teala, kafirlerin zelil ve hakir olmaları için, cizye vermelerini emr etdi. böylece, onların aşağı, müslimanların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. farisi mısra' tercemesi: kafirlerin azalması, islama kuvvet verir. bir kimsenin müsliman olmasına alamet, islam düşmanlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. allahü teala kur'anı kerimde, tevbe suresi yirmisekizinciayetinde kafirlere ya'ni pis dedi. doksanbeşinciayetinde de buyurdu. rics de pis demekdir. bunun için, müslimanların kendileri ile alay eden kafirleri pis ve zararlı bilmeleri lazımdır. böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, onlardan sakınırlar. onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. böyle kafirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmanlarına kıymet vermek olur. hem de, onları çok yükseltmek olur. onlardan yardım, şifa beklemek ve hele onlar vasıtası ile düa ve ibadet etmek boşuna uğraşmakdır. mü'min suresinin ellinci ayetinde ve ra'd suresinin ondördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, islam düşmanlarının düaları kabul olmaz, hiç faide vermez. kafirler, papazlar vasıtası ile yapılan düaları allahü teala hiçbir zeman kabul etmez. böyle düaların müslimanlara faidesi olmaz. yalnız bu suretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. onlar, düa ederken, putlarını, allahın düşmanlarını araya korlar. onlardan düa beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, müslimanlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır. büyüklerden biri buyuruyor ki: . burada , islamiyyeti yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi faidesini ve zararını hatırına bile getirmemek demekdir. müslimanlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! yeter ki, müslimanlığa bir zarar olmasın! müslimanlık demek, allahü tealanın ve onun peygamberinin razı olduğu, beğendiği şeyler demekdir. allahü tealanın razı olduğu şeyden daha kıymetli ne olabilir? allahü tealanın rabbimiz olmasına ve islamiyyetin dinimiz olmasına ve muhammed aleyhisselamın peygamberimiz olmasına razı olduk, sevindik. farisi mısra' tercemesi: beni bu yoldan ayırma ya rabbi! peygamberlerin efendisi olan muhammed aleyhi ve ala alihi minessalevatü efdalüha hurmetine beni müsliman olarak yaşat ve müsliman olarak öldür ya rabbi! vakt dar olduğu için, bilmesi çok lazım ve zaruri olan şeyleri ancak kısaca yazdım, gönderiyorum. bundan sonra, eğer cenabı hak nasib ederse, bundan daha geniş ve uzun yazar, gönderirim. islam ile küfr birbirinin zıddı oldukları, bir arada bulunamayacakları gibi, ahıret de, dünyanın zıddıdır. dünya ile ahıret, bir arada bulunamaz. ahıreti kazanmak için, dünyayı terk etmek lazımdır. ya'ni, dünyaya düşkün olmamak lazımdır. dünyanın ne demek olduğu, yetmişüçüncümektubda bildirilmişdir. dünya, allahü tealanın beğenmediği, yasak etdiği şeyler demekdir. dünyayı terk etmek iki dürlüdür: birincisi, mubah olan şeylerin hepsini de terk edip, yalnız yaşamak için ve dinini korumak için zaruri lazım olan mubahları kullanmakdır. dünyayı böyle terk etmek çok kıymetli ve çok faideli ise de, çok güçdür. dünyayı terk etmenin ikincisi, haram olan ve şübheli olan şeylerden sakınmak ve yalnız mubahları kullanmakdır. dünyayı böyle terk etmek de, hele bu zemanda, çok kıymetlidir. farisi tercemesi: gök, arşa nazaran pek aşağıdır, toprağa göre ise, çok yüksekdir. hiç olmazsa, bu ikinci şekle göre dünyayı terk etmelidir. allahü tealanın haram dediği, yasak etdiği şeylerden sakınmalıdır. mesela, erkekler altın ve gümüş eşya kullanmamalı ve halis ipek kumaşdan elbise ve çamaşır giymemelidir. altın ve gümüş eşya süs için muhafaza olunursa caizdir. bunları kullanmak haramdır. mesela, bunlarla birşey içmek, bunlar içinden birşey yimek, koku ve sürme kutuları yapmak gibi kullanmak haramdır.altından ve gümüşden yapılmış yüzük, bileyzik, küpe ve gerdanlık gibi süs eşyasını kadınların kullanmaları caizdir. fekat, bunları sokakda ve yabancı erkekler yanında örtmeleri lazımdır. domuz eti yimek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak, faiz vermek ve almak, her dürlü çalgıyı çalmak veya dinlemek, açıkca ve kesin olarak haramdır. kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları ve buralarını yabancı erkeklere göstermeleri haramdır. erkeklerin, dizleri ve göbekden dize kadar yerlerinden herhangi bir kısmı açık sokağa çıkmaları, buralarını herhangi bir kadına veya erkeğe göstermeleri haramdır. kadınların ve erkeklerin sokağa çıkarken, buralarını örtmeleri farzdır. allahü teala, müslimanlara böyle emr ediyor. buraları açık sokağa çıkanlar, haram işlemiş olur. günaha girer. ahiretde cehennemde azab göreceklerdir. eğer açık gezerken: ne olurmuş. sen kalbe bak, kalbim temiz ya! gibi şeyler söylerse, allahü tealanın emrlerine, yasaklarına ehemmiyyet vermemiş, bunları beğenmemiş olur. ahkamı islamiyyeye, ya'ni allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına kıymet vermeyen, beğenmeyen kimselerin imanı gider. müsliman olduğunu söylerse de, müsliman değildir, yalancıdır. bu günahdan ve sözden tevbe edinceye kadar namazları, orucları, zekatları, hiçbir ibadeti ve hiç bir iyiliği kabul olmaz ve ahıretde sonsuz olarak cehennemde azab görür. imanı olan hanımların ve erkeklerin, bir günah işledikden sonra hemen pişman olması, vaz geçmesi, tevbe etmesi lazımdır. günahı bırakmaz ise, sıkılmadan utanmadan hep yaparsa, allahü tealadan korkmıyor demekdir. böyle olunca, imanı gider. mürted olur. allahü tealanın mubah etdiği, izn verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek çokdur. haram etdiği, yasak etdiği şeyler ise, pek azdır. mubahlardaki faide ve lezzet haramlardakinden katkat ziyadedir. mubah işliyenleri allahü teala sever. haram işliyenleri sevmez. aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, çabuk geçen bir lezzet için, allahü tealayı gücendirmeği elbette istemez. hem de, zararlı olan bir lezzeti haram edince, bu lezzetde olan zararsız birçok başka şeyleri mubah eylemişdir. allahü teala, bizi ve sizleri, bu yüce islam dininin sahibinin gösterdiği doğru yoldan ayırmasın! halali, haramı, ibadetlerin nasıl yapılacağını, nelere inanılacağını, her türedi, yalancı kimseye sormamalıdır. kendi aklı ile, görüşü ile, düşüncesi ile konuşan kimse, din adamı değil, din, iman hırsızıdır. müslimanların imanlarını çalar. bunlar, islamiyyete açıkça saldıran kafirlerden daha zararlı ve daha kötüdür. bunların sözlerine, kitablarına, mecmu'alarına aldanmamalıdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını okuyan, bilen ve bildiren doğru müslimanları, allah adamlarını aramalı, bulmalı; dini, imanı, halali ve haramı bunlara sormalı, bunların sözlerinden ve yazılarından öğrenmelidir. kurtuluş yolu budur. islamiyyetin dışında olan herşey kıymetsizdir, zararlıdır. islamiyyetden ayrılan, dalalete, felakete düşer. allahü teala halimizi, şanımızı ve sonumuzu hayrlı ve selametli eylesin! amin. insan beşer, durmaz şaşar, eyler hata, üçer beşer. düz ovada yürür iken, ayağı sürter, düşer! yüzaltmışdördüncü mektub bu mektub, hafız behaeddini serhendiye yazılmışdır. allahü tealanın feyz ve ni'metleri, her an, herkese gelmekdedir. bunları almak ve alamamak arasındaki ayrılık insanlarda olduğu bildirilmekdedir: allahü teala hepimizi, islamiyyet yolunda bulundursun! allahü tealanın feyzleri, ni'metleri, ihsanları, ya'ni iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne herkese gelmekdedir. herkese mal, evlad, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermekdedir.kullarının küfrlerini, günahlarını yüzlerine vurmuyor. kendisine karşı gelenlerin, inkar edenlerin, günah işliyenlerin rızklarını kesmiyor. dünya için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor. fark, bunları kabulde, alabilmekde ve ba'zılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır.allahü teala, kullarına zulm etmez, haksızlık etmez. onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile, kendilerine zulm ve işkence ediyorlar. : haşa, zulm etmez kuluna, hüdası, herkesin çekdiği, kendi cezası! nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şeklde, parlamakda iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şeklde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaşdırır; biberi kızartınca acılaşdırır. tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşden değil, kendilerindendir. allahü teala, bütün insanlara çok acıdığı için ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için, dünyanın her tarafındaki, her insanın, her ailenin, her cem'ıyyetin ve milletin, her zemanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lazım geleceğini, dünyada ve ahıretde rahat etmeleri ve se'adeti ebediyyeye kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lazım geldiğini, kur'anı kerimde bildirdi. ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bunların hepsini, keskin görüşleri ile bulup milyonlarca kitab yazarak, bütün dünyaya bildirdi. demek ki, allahü teala, insanları işlerinde başı boş bırakmamış, islamiyyetin girmediği bir yer kalmamışdır. demek ki, islamiyyeti dünya işlerinden ayırmak mümkin değildir. islamiyyeti dünya işlerinden ayırmağa kalkışmak, islamiyyeti ve müslimanları yeryüzünden kaldırmağa çalışmak demek olmaz mı?. insanların, allahü tealadan gelen ni'metlere nail olmamaları, ondan yüz çevirdikleri içindir. yüz çeviren, elbette birşey alamaz. ağzı kapalı bir kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. evet, yüz çeviren birçok kimsenin, ni'metler içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda ni'met olarak görülenler, hakikatde azab ve felaket tohumlarıdır. mekri ilahi ile, istidrac olarak, ya'ni allahü tealanın aldatarak, ni'met şeklinde gösterdiği musibetlerdir. o kimseleri harab etmek için ve daha ziyade azıp, sapıtmaları içindir. nitekim, mü'minun suresinin ellialtıncı ayetinde mealen, kafirler, mal ve çok evlad gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. peygamberime sallallahü aleyhi ve sellem inanmadıkları ve dini islamı beğenmedikleri için, onlara mükafat mı ediyoruz, diyorlar? hayır, öyle değildir. aldanıyorlar. bunların ni'met olmayıp, musibet olduğunu anlamıyorlar buyurulmuşdur. o halde, hak tealadan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep harablıkdır, felaketdir. şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. onu bir an evvel helake sürükler. allahü teala, bizleri, böyle olmakdan korusun! vesselam. yüzaltmışbeşinci mektub bu mektub, nakib seyyid, şeyh feride kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. islamiyyetin sahibi muhammed aleyhisselama uyanları övmekde ve onun islamiyyetine uymak istemiyenleri sevmemek, onları düşman bilmek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, kureyş kabilesinden ve haşimi soyundan olan, ümmi ve şerefli peygamber muhammed aleyhisselamın soyundan yapmakla şereflendirdiği gibi, ma'nevi mirasına kavuşmakla da şereflendirsin! bu düaya amin diyen kullarını da, kıyametde acıyarak karşılasın! amin! resulullahın soyundan olan, o büyük peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem alemi halkdaki mallarına varis olur. ma'nevi miras ise, alemi emrdeki şeylere kavuşmakdır. onlar da, iman, ma'rifet, rüşd gibi ni'metlerdir. alemi halkdan olup görünen ni'metlere şükr etmek, ma'nevi mirasa kavuşmakla olur. ma'nevi mirasa kavuşmak ise, o yüce peygambere aleyhissalatü vesselam tam uymakla olabilir. bunun için, ona tabi' olmağa çalışınız! onun emrlerine sarılınız ve yasaklarından kaçınınız! muhammed aleyhissalatü vesselama tam ve kusursuz tabi' olabilmek için, onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilmekdir. islamiyyeti beğenmeyenleri sevmemekdir. muhabbete , ya'ni gevşeklik sığmaz. aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. aykırı gidenlerle uyuşamaz. iki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. cemi zıddeyn muhaldir. iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icab eder. işi elden kaçırmadan, iyi düşünmelidir. elden gitmiş olanları da kurtarılabilir. yarın iş elden çıkınca, pişmanlıkdan başka ele birşey geçmez. farisi tercemesi: ortalık aydınlanınca olur belli, herkesin geceyi, kimle geçirdiği! bu dünya malları, mülkleri geçicidir ve aldatıcıdır. bugün senin ise, yarın başkasınındır. ahıretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahıretin en kıymetli insanı olan, muhammed aleyhisselama tabi' olarak geçirilirse, se'adeti ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. yoksa, ona tabi' olmadıkca, herşey hiçdir. ona uymadıkca, her yapılan hayr, iyilik burada kalır, ahıretde ele birşey geçmez. farisi tercemesi: muhammed aleyhisselam, yüzü suyudur cihanın, kapısının toprağı olmıyan toprak altında kalsın! resulullaha sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem uymak şerefine kavuşmak için, dünyada olan herşeyden yüz çevirmek lazım olmaz. böyle yapmak çok zor olur. eğer, farz olan zekat verilir ise, dünya mallarının hepsi terk edilmiş demek olur. böylece insan dünyanın zararından kurtulmuş olur. çünki, bir malın zekatı verilince, o mal zarardan kurtulur. demek ki, dünya malını zarardan korumak için ilac, o malın zekatını vermekdir. malın hepsini allah yolunda vermek, elbette daha iyi ve faideli ise de, zekatını ayırıp, yerine vermek de, bu işi görmekdedir. farisi tercemesi: gökler, arşa göre elbet alçakdır, fekat yer yüzünden pekçok yüksekdir. demek ki, aklı olan, her işini islamiyyete uygun yapmak için çok çalışmalıdır. alimler, salihler gibi, islamiyyet adamlarının kıymetlerini bilmeli, onlara saygı göstermeli, edebli davranmalıdır. islamiyyetin yayılması için, elinden geleni yapmalıdır. nefslerinin istekleri ardı sıra koşanları, bid'at sahiblerini adam yerine koymamalı, onları kıymetsiz, aşağı tutmalıdır. bid'at sahibine kıymet veren, islamiyyeti yıkmağa yardım etmiş olur. allahü tealanın düşmanı ve onun resulünün düşmanı olan kafirleri, kendine düşman bilmelidir. islam düşmanlarını aşağı tutmalı, kıymetsiz, rezil olmaları için uğraşmalıdır. o alçaklara hiçbir zeman ve hiçbir yerde saygı göstermemelidir. onlarla görüşmemeli, hiç buluşmamalıdır. o düşmanlara hep sert davranmalı, elden geldiği kadar, yüzlerini görmemeli, işe karışdırmamalıdır. onlara bir iş düşerse, onlarsız olamıyacak ise, abdesthaneye gider gibi, istemiyerek ve üzülerek iş bitinceye kadar, yardımları istenebilir. o yüce ceddinizin aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat sevgisine kavuşduran, kurtuluş yolu işte budur. eğer bu yoldan ilerlenmezse, o yüksek huzura kavuşmak pek güç olur. bize yazıklar olsun! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! daha çok yazarak sizi usandırmak istemiyorum. farisi tercemesi: az söyledim sana, incitmekden sakındım, sözüm çok ise de, anlatmakdan sıkıldım. yüzaltmışaltıncı mektub bu mektub, molla muhammed emine yazılmışdır. dünyanın birkaç günlük hayatına aldanmamağı ve bu kısa zemanda, çok zikr ederek, kalb hastalığını gidermeğe çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: yavrum! annenin yavrusuna karşı yapdığı gibi, daha ne zemana kadar kendine böyle titreyeceksin? daha ne güne kadar, nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin? yakında, elbet öleceksin! o halde, kendini ve herkesi ölmüş bil! duymaz, kımıldamaz bir taş gibi düşün! zümer suresi, otuzuncu ayetinde mealen, sen elbette öleceksin! onlar da elbette ölecekler! buyuruldu. bu kısa zemanda, yapılması gerekli en mühim şey, çok zikr yaparak, kalbi hastalıkdan kurtarmağı düşünmekdir. çabuk biten bu zemanda, allahü tealayı hatırlayarak, ma'nevi hastalığa ilac yapmak en büyük vazife olmalıdır. allahdan başkasına düşkün olan bir gönülden hiç hayr umulur mu? dünyaya eğilmiş olan ruhdan, nefsi emmare daha iyidir. orada, hep kalbin selametini isterler. ruhun, kurtulmuş olmasını ararlar. biz, kısa görüşlüler ise, hiç durmadan ruhumuzu ve kalbimizi bu dünyaya bağlayacak sebebleri elde etmeği düşünmekdeyiz. yazıklar olsun! yazıklar olsun! ne yapalım? ali imran suresi, yüzonyedinci ayetinde mealen, allahü teala onlara zulm etmedi. onlar, kendilerine zulm ediyorlar buyuruldu. za'if olduğunuz için üzülmeyiniz! inşaallahü teala sıhhat ve afiyet bulursunuz. bu fakir, sizden ümmidsiz değilim. fakirin çamaşırından istemişsiniz. gömlek gönderildi. bunu giyiniz ve faidesini bekleyiniz ki, çok bereketlidir. farisi tercemesi: masal sanana, masal gibi olur, kıymet bilene, çok faideli olur. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselama uyanlara, selam olsun! yüzaltmışyedinci mektub bu mektub, herdiramı hinde yazılmışdır. allahü tealaya ibadet etmeği ve kendi yapdığı tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir: iki mektubunuz geldi. ikisinde de, bu fakirleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. bir kimseye bu devleti ihsan ederlerse ne büyük ni'met olur. farisi tercemesi: bildirmesi lazım olanı söyledim sana! ister kıymetini bil, istersen darıl bana. iyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hatta herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. nasıl olduğu anlaşılamaz. benzeri ve ortağı yokdur. şekli ve görünüşü olmaz. baba, çocuk değildir. onun gibi, ona benzer birşey düşünülemez. onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. onda zeman yokdur. zemanı o yaratmışdır. bir yerde değildir. heryeri o yaratmışdır. hep var idi. varlığının başlangıcı yokdur. hep vardır. varlığının sonu olmaz. her iyilik ve yükseklik onda vardır. hiçbir kusur ve aşağılık onda olamaz. işte bunun için, ma'bud olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız odur. tapınmağa layık olan ancak odur. hinduların ram ve kerşen denilen putları, onun yaratdığı şeylerden zevallı iki danesidir. her ikisinin de anası ve babası var idi. ram, ceretin oğlu ve leknenin kardeşi idi. sitanın kocası idi. ram, kendi çoluk çocuğunu koruyamamışdı. başkalarını nasıl koruyabilir? iyi düşünmek lazımdır. cahillere uymamalıdır. yerleri gökleri yaratana, ram ve kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! bunların hali, büyük bir padişaha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. ram ile rahmanı aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. onlarla birleşemez. ram ve kerşen yaratılmadan önce, alemlerin yaratanına ram ve kerşen denilmiyordu. bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu allaha, ram ve kerşen denildi? ram ve kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin sahibinin adı sanıldı! olamaz, olamaz, hiç olamaz! gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat insanları, yalnız bir yaratana ibadet etmeğe çağırdılar. ondan başkasına tapınmağı yasak etdiler. bütün peygamberler, kendilerinin aciz birer mahluk olduklarını söylediler. allahü tealanın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. hinduların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. kendilerini ma'bud olarak tanıtdılar. bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. fekat, onu kendilerine hulul etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. kendilerine tanrı diyorlardı. her kötülüğü yapıyorlardı. tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. bunlar gibi, daha nice bozuk ve saçma sözleri vardı. kendileri sapıtmış, başkalarını da sapdırmışlardı. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat böyle değildiler. başkalarına yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. farisi mısra' tercemesi: yollardaki ayrılığı gör! nerden nereye? yüzaltmışsekizinci mektub bu mektub, hace emkenegi hazretlerinin oğlu hace muhammed kasıma kaddesallahü sirrehümel'aziz yazılmışdır. ebu bekri sıddikın yolunun yüksekliği bildirilmekde, bu yolu bozanlardan acı acı şikayet edilmekdedir: bütün varlıkların yaratanı olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe sallallahü aleyhi ve sellem bizden salat ve selam olsun! o yüce peygamberin temiz aline ve eshabının hepsine iyi düalar olsun! meşayıhı kiramın yüksek soyundan olan ve evliyanın bizlere kıymetli yadigarı bulunan, siz mubarek evlada bu yandan çok düalar eder ve sonsuz saygılarımızı sunarız. sizlere kavuşmak arzumuzu arz ederiz. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. yüksek bilginize sunarız ki, bu kıymetli yolun üstünlüğü ve bu yolun büyüklerinin yüksekliği, sünnete yapışdıkları ve bid'atlerden kaçındıkları içindir. bunun içindir ki, bu yüksek yolun büyükleri, yüksek sesle zikr etmekden bile sakınmışlardır. kalb ile sessiz zikr etmeği emr buyurmuşlardır. şarkı, kaside, ilahi gibi şeyler okumağı, raks, dans etmek gibi oyunları ve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve dört halifesi rıdvanullahi aleyhim zemanlarında olmıyan vecd ve tevacüd, ya'ni kendinden geçmek, şü'ursuz hareket ve sözleri yasak etmişlerdir. o büyükler zemanlarında bulunmıyan halvet ya'ni yalnız başına kalmak ve erba'in ya'ni kırk gün bir yere kapanıp çile çıkarmak yerine, insanlar arasında, kalbini allah ile bulundurmak se'adetine kavuşmuşlardır. sünnete yapışarak, çok kıymetli şeyler elde etmişlerdir. bid'atden sakınarak, yüksek derecelere kavuşmuşlardır. bunun için, başka yoldan ilerleyenlerin, en son ele geçirdikleri şeyler, bu büyüklere, daha başlangıcda verilmiş, bunların yolu, bütün yollardan üstün olmuşdur. o büyüklerin sözleri, kalb hastalıklarına ilacdır. onların, acıyarak bakışları ma'nevi hastalıklara şifadır. talebelerini bir bakışla, dünya ve ahırete düşkün olmakdan kurtarırlar. çok kıymetli, yüksek himmetleri, yardımları; sevenleri, kötülüklerden, ma'nevi çukurlardan çıkararak, ilahi ni'metlere kavuşdurur. farisi iki tercemesi: nakşibend büyükleri öyle, kılavuzdur, ki, yolcularını gizlice kavuşdurur. kuvvetli miknatıs gibi, sevdiklerinden, halvet ve çile fikrini çeker, atdırır. fekat şimdi, bu yol ele geçmez olmuşdur. örtülmüş, görünmez olmuşdur. bu yolda olduklarını söyleyenler, o büyüklerin izlerinden ayrılmış, o büyük ni'metleri elden kaçırmışlardır. her yere baş vurmakda, kıymetli cevherlere arka çevirip, birkaç saksı parçası ile oyalanmakdadırlar. çocuklar gibi, taş toprakla oyalanmakdadırlar. sıkıntılarından, şaşkınlıklarından, o büyüklerin yollarını unutmuşlardır. kimisi, bağırarak zikr etmekde, kimisi şarkılarla, kaside okumakla ve oynamak, zıplamakla vakt geçirmekdedir. halk arasında, allahü tealayı hatırlayamadıklarından, kırk gün bir yere kapanıp halvet yapıyorlar. daha çok şuna şaşılır ki, bu bid'atleri yaparken, o mubarek yolu kuvvetlendirdiklerini, olgunlaşdırdıklarını sanıyorlar. bu yıkıcılıklarına, ta'mir ve onarım diyorlar. allahü teala, bunlara akl ve insaf versin! bu yolun büyüklerinin, yüksekliklerinin kokusunu bunlara duyursun! nun suresindeki ve sad suresindeki ayeti kerimeler hurmeti için, sevgili peygamberi ve onun temiz ali hatırı için sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ecma'in bunları gaflet uykusundan uyandırsın! böyle aslsız ve uydurma şeyler, buralarda yayılmışdır. öyle olmuş ki, büyüklerin yolu büsbütün örtülmüşdür. önüne gelen, reform yapmış, yenilikler ortaya çıkarmış, eski, ana yol unutulmuşdur. bu acıklı hali görerek, içim sızlıyor. bu çöküntüyü, yüksek kapınızdaki hizmetcilerinize duyurmak istedim. böylece, yüreğimdeki sıkıntıyı gidermeği düşündüm. bilemiyorum ki, o yüksek evladın hizmetinde, nasıl kimseler bulunmakdadır? mubarek meclisinizde ne çeşid adamlar yer almakdadır? farisi tercemesi: ciğeri yakan düşünceden gözüme uyku girmedi: acaba o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi? allahü teala, mubarek zatınızı rahmetullahi aleyh bu belaların hepsinden korusun! bu bozuk ve yıkıcı akıntının, o şerefli kapınızdan içeri sızmasını önlesin! muhterem efendim! bu yüksek yola reformlar, sapıklıklar, öyle sokuldu ki, bize karşı olanlar, eğer, bu yol bid'at yoludur, başdan başa sapıklıkdır deseler yeri vardır. gece, teheccüd namazını büyük cema'at ile kılıyorlar. bu bid'atin, sünnet olan teravih gibi, cami'lerde yapılmasına çalışıyorlar. bunu büyük bir ibadet sanıyorlar. herkesi böyle yapmağa çağırıyorlar. bilmiyorlar ki, nafile namazları cema'at ile kılmanın mekruh olduğunu fıkh alimleri bildirmişdir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. allahü teala, o alimlerin çalışmalarına bol bol iyilikler versin! alimlerden birkaçına göre, nafile namazların cema'at ile kılınması mekruh olmak için, herkese duyurmak, herkesi çağırmak şartdır. cami'in bir köşesinde cema'at ile kılmak mekruh olmaz demişlerdir. cema'at üç kişiden çok olursa mekruh olacağını söz birliği ile bildirmişlerdir. bundan başka, teheccüd namazını onüç rek'at kılıyorlar. oniki rek'atini ayakda kılıyorlar. iki rek'at da oturarak kılıyorlar. bu iki rek'at, bir rek'at yerine geçer diyorlar. oturarak kılınan namazın sevabı, ayakda kılınan namaz sevabının yarısı olur sanıyorlar. böyle bilmeleri ve böyle yapmaları da, sünnete uygun değildir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem onüç rek'at kıldı ise de, bunun üç rek'ati vitr namazı idi. vitr namazı üç rek'at olduğu için teheccüd namazı tek rek'at oldu. yoksa bunların zan etdikleri gibi değildir. farisi tercemesi: sakındım lafı uzatmakdan, iki gözüm! kalbini kırmıyayım, yoksa, çokdur sözüm. ne kadar şaşılır ki, ehli sünnet alimlerinin en çok bulunduğu maveraünnehrde, böyle bid'atler değer kazandı ve bu cins bid'atler meydana çıkdı. halbuki, biz fakirler islamiyyet bilgilerini, o büyüklerin hareketlerinden almakdayız. allahü teala doğruyu bildiricidir. allahü teala bizi ve sizi peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem islamiyyeti caddesinden ayırmasın ve bu düaya amin diyene allahü teala merhamet eylesin! ilahi nedir bu aşk, yakdı cismü canımı? bundaki zevk başkadır, duyulur izhar olmaz. ne tarafa giderim, bırakıp sultanımı, seni sevdi bu gönül, ölse ele yar olmaz! yüzaltmışdokuzuncu mektub bu mektub, şeyh abdüssamedi sultanpuriye gönderilmişdir. mürşidi kamil ne zeman ve niçin lazım olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe aleyhimüsselam ve onun temiz al ve eshabına bizden selamlar ve düalar olsun! lutf ve ihsan ederek gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizi çok sevindirdi. birşey soruyorsunuz. yavrum! herşeyden önce istenilecek şey ve en çok aranılacak şey, allahü tealaya kavuşduran yolu bulmakdır. fekat insan, önce dünya işlerine dalmış, birçok ihtiyaclarına sarılmış olduğundan pek kirli, çok aşağıdır. allahü teala ise, her bakımdan yüksek ve kusursuzdur. ondan feyz gelmesi ve gelen feyzlerin, ma'rifetlerin alınması için verici ile alıcı arasında bir bağlantı, bir yakınlık yokdur. bunun için, bu yolu bilen ve gören bir kılavuz elbette lazımdır. bu kılavuzun, hem alıcı ile, hem verici ile bağlantısı olması şartdır. ancak böyle olursa, aracılık yapabilir. alıcı, vericiye yaklaşdıkça, kılavuz kendini aradan çekmeğe başlar. talib ya'ni alıcı, matluba tam bağlanınca, rehber aradan büsbütün kalkar. talibi, matluba, aracı olmadan kavuşdurur. bunun içindir ki, başlangıçda ve yolda iken, aranılan şey, rehberin aynasından başka hiçbir yerde görülemez. sona erenlere, rehberin aynası olmadan, matlub kendini gösterir. vaslı uryani hasıl olur. bu zeman, pir araya girerse, başını keserim denilmesi, sersemce, abdalca bir sözdür. doğru yolda olanlar, böyle konuşmazlar. edebsizlik etmezler. her istediklerini pirin bereketinde ararlar ve bulurlar. vesselam. yüzyetmişinci mektub bu mektub, şeyh nura yazılmışdır. allahü tealanın emrlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak lazım olduğu gibi, insanların haklarını gözetmek ve onlarla iyi geçinmek de lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği kullarına selamlar olsun! ey akllı kardeşim! allahü tealanın emrlerini yapmak ve yasaklarından kaçmak lazım olduğu gibi, insanların haklarını ödemek ve onlarla iyi geçinmek de lazımdır. hadisi şerifi, bu iki hakkı yerine getirmek lazım olduğunu göstermekdedir. bu iki hakdan yalnız birini gözetmek kusur olur. bir bütünün, bir parçası, onun hepsi demek değildir. bundan anlaşılıyor ki, insanlardan gelen sıkıntılara dayanmak lazımdır. onlarla iyi geçinmek vacibdir. kızmak iyi olmaz. sert davranmak yakışmaz. farisi tercemesi: seviyorum diyenin, güzel olsa da pek, nazlılığı bırakıp, naz çekmesi gerek! sohbetde çok bulunmuşdunuz. va'z ve nasihatları çok dinlemişdiniz. onun için, sözü uzatmıyorum. birkaç kelime ile kısa kesiyorum. allahü teala, bizi ve sizi kaddesallahü teala esrarehümel'aziz, islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! amin. yüzyetmişbirinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmışdır. tesavvuf yolunda olanın, allah için, aşağılık göstermesi, kulluk vazifelerini yapması ve islamiyyete uyması ve sünneti seniyyeye yapışması ve günahlarını görüp korkması lazım olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin efendisine salat ve selam olsun. onun temiz aline ve eshabının hepsine iyi düalar olsun! sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in. biz fakirlerin, allahü tealaya karşı aşağı, küçüklük düşüncesi içinde olmamız, herşeyi ondan beklememiz, kalbi kırık, hep yalvarıcı ve ona sığınıcı olmamız, kulluk vazifelerini yapmamız, islamiyyetin dışına taşmamamız ve sünneti seniyyeye sıkı sarılmamız lazımdır. hayrlı işler yaparken niyyetlerimizi düzeltmeliyiz. kalblerimizi, dünyaya düşkün olmakdan kurtarmalıyız. her uzvumuz islamiyyete teslim olmalıdır. ayblarımızı görüp, günahlarımızın çokluğunu düşünüp, allahü tealanın intikam almasından korkmalıyız. iyiliklerimizi az görmeli, günahlarımız az olsa da, çok bilmeliyiz. şöhret sahibi olmakdan, insanlar arasında iyi tanınmakdan çok korkmalı, titremeliyiz. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, din veya dünya işlerinde iyi tanınarak parmakla gösterilmek, bir kimseye zarar olarak yetişir. bu zarardan ancak allahü tealanın koruduğu kurtulabilir buyurdu. insan, niyyeti ve işleri, ne kadar halis ve iyi olsa da, kendini kusurlu ve kabahatli bilmelidir. tesavvuf yolunda, ele geçen ni'metlere, hallere, zevklere güvenmemeli, ne kadar doğru ve islamiyyete uygun olsalar da, bunlara özenmemelidir. dine yapdığı hizmetlere, islamiyyeti kuvvetlendirmesine ve insanların doğru yola gelmelerine sebeb olmasına güvenmemeli ve bunlarla övünmemelidir. bu güzel işleri, kafirler ve facirler de yapabilir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. dinini öğrenmek, allahü tealanın rızasına kavuşmak için gelenleri, arslan ve kaplan gibi zararlı bilmeli, bunun kendi harablığına sebeb olmaması için çok korkmalıdır. talebe gelince, kendinde sevinç duyarsa, bunu küfr ve şirk bilmelidir. hemen tevbe, istigfar ederek bu sevinci gidermelidir. onun yerine korku ve üzüntü yerleşinceye kadar uğraşmalıdır. hele, talebenin malında gözü olmakdan, ondan faide beklemekden çok sakınmalıdır. böyle olursa, talebe istifade edemez ve pirin harab olmasına sebeb olur. çünki bu yolda, yalnız halis din isterler. zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. allahü tealanın katında şirke hiçbir suretle yol yokdur. kalbe gelen her sıkıntı ve karartı, tevbe, istigfar ve pişmanlık ile ve allahü tealaya sığınarak, kolayca giderilebilir. fekat, bu alçak dünya için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır, harab eder. bunu temizlemek çok güç olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, hadisi şerifi çok doğrudur. allahü teala, bizi ve sizi, dünyaya düşkün olmakdan kurtarsın! dünyaya düşkün olanları sevmekden ve onlarla arkadaşlık etmekden, düşüp kalkmakdan korusun! çünki o, öldürücü zehrdir ve iyi olmaz bir hastalıkdır ve büyük beladır ve bulaşıcı hastalıkdır. akllı kardeşim şeyh hamid yanınıza gelmekdedir. ondan işiteceğiniz yeni, taze haberlerin kıymetini biliniz. gerisini, buluşunca bildiririm. yüzyetmişikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddin hazretlerine yazılmışdır. büyüklerden çok azına bildirilmiş olan birkaç gizli bilgi açıklanmakdadır. bu derecede, arif kendini islamiyyetden dışarı sanır. bunun sebebi ve islamiyyete uygunluğu bildirilmekdedir: önce, allahü tealaya hamd ederim ve onun resulüne sallallahü aleyhi ve sellem salat ve selam ederim. kıymetli kardeşim! iyi biliniz ki, islamiyyetin bir dış görünüşü vardır, bir de içi, özü vardır. dışını, alimler bildirmişlerdir. içini, özünü, tesavvuf büyükleri anlamışlardır. islamiyyetin görünüşünde ilerlemek, mahlukların sonuna kadardır. bundan sonra, eğer vücub derecelerinde yükselmek nasib olursa, dış ile iç birbiri ile birleşir. bunlarla, şanülilme kadar yükselir ki, burası resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mebdei te'ayyünüdür. bundan sonra, ilerlenirse, islamiyyetin içi de, dışı da, yolda kalır. arif, şanı hayatda yükselir. bu şanın, mahluklar ile hiç benzerliği, ilgisi yokdur. hakiki şanlardandır. izafet sıfatları bile, oraya yaklaşamaz. bu şan, maksadın kapısı gibidir. matlubun başlangıcıdır. bu derecede, arif, kendini islamiyyetden dışarda bulur. allahü teala koruduğu için islamiyyetin inceliklerinden bir inceliği bile elden kaçırmaz. bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenenler çok az, hem de pekçok azdır. tesavvuf yolcularının çoğu, bu makamın gölgelerine varabilmişlerdir. çünki her yüksek makamın, altında gölgesi vardır. gölgeye varanlar, islamiyyetden dışarıya çıkdık sanmışlardır. kabuğu soyduklarını, öze kavuşduklarını zan etmişlerdir. burası, tesavvuf yolculuğunun tehlükeli yeridir. za'if olanlardan çoğu, burada yoldan çıkmış, mülhid ve zındık olmuşlardır. islamiyyetden ayrılmışlar, hem kaymışlar, hem de başkalarını yuvarlamışlardır. büyükler arasında, vilayet derecelerinden birine kavuşanlar ve o yüksek makamın gölgelerinden birisinde, bu ma'rifeti edinenler, o makamın kendine varamamış iseler de, allahü teala bunları korumakdadır. islamiyyetin edeblerinden bir edebi elden bırakmazlar. bu ma'rifetin iç yüzünü anlamasalar ve işin özünü kavramasalar da, islamiyyetden kıl kadar ayrılmazlar. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, sevgili peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem sadakası olarak, bu bilmece bu fakire çözülünce, işin özü anlaşılınca, az birşey açıklamak uygun oldu. belki, nakısları doğru yola getirir ve olgunlara işin iç yüzü aydınlanır. islamiyyetin emrleri, yasakları, hem bedenedir, organlaradır, hem de kalbedir. çünki nefsin temizlenmesi, bu ikisinin islamiyyete uymasına bağlıdır. işte, o makama erişen büyüklerde, islamiyyetden dışarı aşan, bu ikisinden başka olan latifelerdir. islamiyyete uyması lazım gelen bu iki parça, her zeman uymakdadır. başka latifelere, islamiyyete uymak için emr olunmamışdır. tesavvuf yolunda ilerlemeden önce, beş latife birbirleri ile birleşmiş idi. ruh, sır, hafi ve ahfa latifeleri, kalbden ayrı değillerdi. seyr ve süluk denilen o yolculukda, beş latife birbirinden ayrıldı. herbiri, kendi yerine varıp yerleşdi. böylece, hangisinin islamiyyete uymakla vazifeli olduğu, hangilerinin vazifeli olmadıkları anlaşıldı. sual: o makamda, arif, bedenini ve kalbini de, islamiyyetin dışında buluyor. bunun sebebi nedir? cevab: böyle bulmak, doğru bir buluş değildir. böyle sanmakdadır. kalbini ve bedenini, çok latif olan, başka latifeleri gibi görmekdedir. bunları da, onlar gibi, islamiyyetin dışında sanmakdadır. sual: beden ve kalb, islamiyyetin görünüşüne uymakla vazifeli oldukları gibi, islamiyyetin özü, kalbin dışına da yayılmakdadır. böyle olunca, islamiyyetden dışarı çıkmak, ne demek oluyor? cevab: islamiyyetin özü, ruh ve sır latifelerini aşamaz. hafi ve ahfaya eremez. islamiyyetden dışarda kalanlar da bu ikisidir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. allahü teala bizi ve bütün müslimanları peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendirsin aleyhi ve aleyhim ve ala alihim salevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! yüzyetmişüçüncü mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'man kaddesallahü sirrehül'aziz hazretlerine yazılmışdır. bir sorusuna cevabdır: önce, allahü tealaya hamd ve resulüne sallallahü aleyhi ve sellem selam ederim. yüksek seyyid hazretleri! soruyorsunuz ki: kelimei tevhid söylerken, deyince, görülen ve bilinen herşeyi yok bilmek lazımdır. çünki, allahü teala istenilmekdedir. o da, görülen ve bilinen şeylerden başkadır. hiçbirine benzemez. böyle olunca muhammed aleyhisselamın gördüğünü de yok bilmek lazım gelecekdir. allahü teala, onun gördüğünden de başka olacakdır. cevab: ey kardeşim! muhammed aleyhisselam o kadar çok yüksek olmakla birlikde, yine insan idi. yok iken yaratılmış bir mahluk idi. insan, insanların yaratanını nasıl kavrıyabilir? mahluk olan, hep var olandan ne anlıyabilir? yoklukdan gelen, yok olmıyandan ne elde edebilir? taha suresinin yüzonuncu ayetinde mealen, buyuruldu. şeyh ferideddini attar rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: görmezmisin ki, peygamber gibi bir sultan, o fakr ile eremedi, uğraşma, heman! ey kıymetli kardeşim! burayı biraz açıklamak gerekiyor. dikkatle okuyunuz! kelimesinin iki makamı vardır. biri yok etmekde, ikincisi var etmekdedir. bu varlığın ve yokluğun da ikişer yüzleri vardır. birinci bakımdan, batıl tanrıların ibadete hakları yok edilmekde ve hak olan ma'budün ibadete hakkı var olduğu bildirilmekdedir. ikinci bakımdan ise, maksud olmıyan ve matlub olmıyan maksadlara olan bağlantılar yok edilmekde ve hakiki matluba olan bağlılığın varlığı bildirilmekdedir. başlangıçda, birinci bakımdan yükseklik, bilinen ve görülen her şeyi derken yok eylemekdir ve varlık makamında, demekden başka birşey düşünmemekdir. birkaç zeman böyle yaparak kalb gözü kuvvetlendikden sonra, derken, varlığı söylenen hakiki var olan da, yok edilenler gibi görünmeğe başlar. fekat salik, o görülenden başkasını aramakda, ondan başkasını istemekdedir. çünki bu kemalin başlangıcında, derken, yok bilinen herşey, ibadete hakları olmıyan mahluklar idi. bu kelimei tevhidi çok söylemenin bereketi ile, ibadete hakkı olan ma'buddan ayrılmışlardır. fekat, kalb gözü kuvvetli olmadığı için, ibadete hakkı olan ve derken var bilinen vücub ya'ni daimi varlık mertebesini görmiyordu. o makamda, demekden başka birşey bilmiyordu. kalb gözü kuvvetlenince, var düşünülen de, yok bilinenler gibi görüldü. vücub mertebesinde ismler ve sıfatlar da bulunduğu için ve salik, herşeyden ayrı bir varı istediği için, istediğini ismlerin ve sıfatların ötesinde aramakdadır. çünki, herşeyden ayrı olan var mertebesinde, ibadete hakkı olmak da, ibadete hakkı olmamak gibi yokdur. farisi beytler tercemesi: aşıkın gönlü bir güzele takılınca, rahat eder mi, başkasına kavuşunca? yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle, koklamaz hiç onu, yine gider bir güle. nilüfer otu, güneşe olunca aşık, ondördüncü ayı görmek ister mi artık? ciğeri yanan, arar hep suyun tadını, çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı. ikinci bakımdan, maksud olmıyan, aranılmayan maksadları yok etmek idi. bunun en yüksek mertebesi, vücub mertebesini görmeği de, mahlukların mertebelerini görmek gibi, derken, yok etmekdir. derken de, bu kelimeden başka hiçbirşeyi düşünmemekdir. farisi, iki tercemesi: kuşumdan nasıl haber vereyim sana? anka ile yaşar hep, gitmez bir yana. anka diye ismini duymuş insanlar, kuşumun isminiyse, hiç bilmez onlar! yüksek yaradılışlı, ileri görüşlü olanlar, öyle bir maksadı ararlar ki, ele geçemez. hatta, ne olduğu anlaşılamaz. cennetde, allahü teala elbet görülecekdir. fekat nasıl görüleceğini düşünürsek hiç anlıyamayız. herkes, ahıretde göreceğiz diye sevinmekdedir. halbuki ben, hiç görülemiyecek bir maksada tutulmuşum. aradığımdan hiçbirşeyin bilinmesini istemiyorum. işitilsin, fekat hiç kavuşulmasın. bilinsin, fekat hiç görülmesin diyorum. ne yapayım. beni böyle yaratmışlar. farisi mısra' tercemesi: herkes, bir iş için yaratılmışdır! bu mertebede, çok şaşkın isem de, edebi gözeterek, çılgınca konuşmuyorum. farisi mısra' tercemesi: benim deliliğim, usta bir sevgilidir. farisi tercemesi: ömr geçdi anlatmadan, derdimi, elemimi, artık sabah oluyor, keseyim hikayemi. doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselamın izinde ilerleyenlere, allahü teala bizden selam eylesin! yüzyetmişdördüncü mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. bu yolun şaşkınları, uzaklık görünen yakınlık ve ayrılık sanılan vuslat ararlar. yazılan rü'yanın cin te'siri ile olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. fakirleri sevdiğinizi ve bu yüksek insanlara sığındığınızı bildirdiği için, bizleri çok sevindirdi. hadisi şerifi, büyük müjdedir. fekat, bu yolun aşıkları, bu kadarla doymazlar. yakınlık görünen uzaklıkla sevinmezler. uzak görünen bir yakınlık ve ayrılık görünen bir kavuşmak ararlar. işin gecikdirilmesine, sonraya bırakılmasına razı olmazlar. tenbelliği, gericiliği çirkin bilirler. kıymetli dakikaları, yaldızlı pislikler için elden kaçırmazlar. ömür sermayesini, sonu gelmez hayaller arkasında geçirmezler. yüksekleri bırakıp, alçaklara bakmazlar. beğenileni verip, gadab olunanı, kızılanı almazlar. tatlı yağlı yemeklere aldanmazlar. ince, süslü elbise için, allahü tealaya kulluk zevkıni vermezler. hükümdarlık koltuğu gibi olan kulluğu, pislik gibi olan dünya bağlılığı ile kirletmekden utanırlar. allahü tealanın mülkünde, memleketinde, lat ve uzza putlarını ona ortak yapmakdan haya ederler. kardeşim! bu makamda, halis din isterler! zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. ortaklık tozunu bile kondurmak istemezler. zümer suresinin altmışbeşinciayetinde mealen, buyuruldu. bir an, kendinizi düşününüz! eğer, ortak katılmamış bir dininiz varsa, size müjdeler olsun! eğer böyle değilse, başınıza bela gelmeden önce çaresine başvurunuz! yazdığınız rü'ya, cin görünmesidir. onun boş işleridir. cinnin böyle, bozuk işleri, taliblerde çok görülmekdedir. buna hiç üzülmeyiniz! nisa suresinin yetmişbeşinciayetinde mealen, buyuruldu. eğer yine gelirse, okuyunuz! ya'ni, deyiniz! bunu okumak, cinleri dağıtır, kovar. doğru yolda bulunanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! yüzyetmişbeşinci mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. kalbin telvinlerini ve temkinini bildirmekdedir: kıymetli kardeşimin şerefli mektubu geldi. hallerinin telvinlerinden, ya'ni değişikliklerinden birşeyler yazmışsınız. bu yolun başında da, sonunda da, salikler, hallerin telvininden kurtulamaz. telvinler kalbde ise, salik dan olur. bunlara de denir. kalb, telvinden kurtulmuş, hallere kul olmakdan azad olmuş ve temkin makamına yetişmiş ise, haller artık nefse gelir. çünki nefs, kalbin yerine oturmuş, onun işlerini görmekdedir. nefsin bu telvini, kalbin temkininden, ya'ni değişik hallerin gelmesinden kurtuldukdan sonra olur. bu telvinin sahibine, denilse, yeri vardır. allahü tealanın yardımı ve yalnız onun ihsanı ile nefs de, bu telvinden kurtularak, temkine ve itminana kavuşursa, telvinler çeşidli maddelerden yapılmış olan bedene gelir. bu telvin, artık hiç gitmez. çünki beden, temkine kavuşamaz. beden, latifelerin en üstünü olan ahfaya benzese de, temkine kavuşamaz. ahfaya gelen temkinden bedene de bulaşırsa da, kendi telvinleri yine yok olmaz. herşeyde asla bakılır. dallara, kollara bakılmaz. bu makama eren kimse, üstünlerin üstünü olur. tam ebülvakt işte budur. hadisi şerifinde bildirilen vakt için, bir an diyenler olduğu gibi, uzun sürmekdedir diyenler de oldu. ikisi de doğrudur. yukarıda bildirildiği gibi, insanın ba'zı latifeleri için, az olur ve kısadır. başka latifeleri için ise, uzun sürer. sözün kısası, zahiri, ya'ni görünen organları, parlak islamiyyete uygun olarak kullanmalı, batın için, ya'ni kalb ve öteki latifeler için, alınan dersi çok yapmalıdır. farisi tercemesi: bu sonsuz okyanusda kurbağa gibi, el ayak oynat, zira derindir dibi! kıymetli kardeşimiz muhammed sıddik, egre şehrindedir. sizinle buluşması, onun için büyük ni'met olacakdır. yüzyetmişaltıncı mektub bu mektub, molla muhammed sıddika yazılmışdır. dakikaları kıymetlendirmek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! hadisi şerifde, buyuruldu. bunun için, zemanları kıymetlendirmek lazımdır. böylece, faidesiz, boş yere vakt öldürmekden kurtulmuş olursunuz. şi'r, kaside ya'ni mevlidi nebi okumağı başkalarına bırakıp, sessizce, batındaki nisbeti muhafaza etmeğe çalışmalıdır. arkadaşların toplanmaları, batının dağılmaması içindir. öteden beriden konuşmak için değildir. bunun için, bir köşeye çekilmeyip, birlikde bulunmağı beğenmişlerdir. batının toparlanmasını, toplulukda aramışlardır. gönül topluluğunu bozan toplantılardan kaçınmak lazımdır. batının topluluğunu bozmıyan herşey mubarekdir. bozanlar ise, uğursuz ve bereketsizdirler. öyle yaşamalıdır ki, yanında bulunanların batınları toparlansın. onları gönül dağınıklığına düşürmemelidir. kendini toparlamalı, konuşmamalıdır. nutk çekecek, dedikodu yapacak zeman değildir. farisi mısra' tercemesi: ders verecek, keşşaf tefsiri okuyacak zeman değil! vesselam. yüzyetmişyedinci mektub bu mektub, cemaleddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. i'tikadı, ehli sünnet i'tikadına göre düzeltmek lazım olduğu bildirilmekdedir: hace cemaleddini hüseyn, gençlik zemanını büyük ni'met biliniz! elden geldiği kadar, bu zemanı, allahü tealanın razı olduğu işleri yapmakla geçiriniz! bunun için de, herşeyden önce, i'tikadı, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre düzeltmek lazımdır. ikinci olarak fıkh bilgisini öğrenmeli ve işleri, bu bilgiye uygun yapmalıdır. ancak bunlardan sonra, tesavvuf yolunda ilerlemeğe sıra gelir. bunları yapabilen, felaketlerden kurtulur. yapmıyanlar kurtulamaz. hace muhammed salihin çocuklarına yardım ediniz! onlara yardım, babalarına yardım demekdir. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineyi gösterdim sana! vesselam. yüzyetmişsekizinci mektub bu mektub, mirza muzaffere yazılmışdır. alemlerin efendisine uymak lazım geldiği bildirilmekdedir: allahü teala, ecrinizi artdırsın ve kıymetinizi yükseltsin, işlerinizi kolaylaşdırsın ve kalbinizi genişletsin! resulullahın ahlakı ile ahlaklanmış bir zata ihsan yapmağı ve herkesle iyi geçinmeği hatırlatmağa ne lüzum vardır? ona karşı, bunları söylemek, saygısızlık olabilir. insan muhtac olduğu zeman kurtdan, kuşdan meded umar. za'if ve aciz kimselerden de ihsan bekler. bunun için, başınızı ağrıtıyorum. muhtacların imdadcısı olmak istiyorum. kıymetli efendim! ihsan, kime yapılırsa yapılsın, çok iyidir. fekat yakın olanlara ihsan etmek daha iyidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem komşuların haklarını gözetmeğe o kadar önem verirdi ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan komşulara da, ölüden miras düşecek sanmışlardı. farisi iki tercemesi: öyle yakın olduk ki, birbirimize, sen bir güneş, biz de sanki birer gölge. ne olur ey, kimsesizlerin kimsesi, lutfüne kavuşsa, komşuların hepsi! vesselam. yüzyetmişdokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'manın oğlu mir abdüllaha yazılmışdır. nasihat vermekdedir: kıymetli yavrum! cenabı hak, hayrlı işlerinizde yardımcınız olsun! gençlik çağının kıymetini biliniz! bu kıymetli günlerinizde, islamiyyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun olarak yaşayınız! kıymetli ömrünüzü faidesiz, boş şeyler arkasında geçirmemek için ve oyunla, eğlence ile geçirmemek için çok uyanık olunuz! yüce babanız, birkaç gün sonra, inşaallahü teala, sizlere kavuşacakdır. o gelinceye kadar, yanınızda bulunanlara göz kulak olunuz! farisi mısra' tercemesi: merd isen, kendine baba ol! yüzsekseninci mektub bu mektub, emkenegi hazretlerinin oğlu hace ebülkasıma yazılmışdır kaddesallahü esrarehümel'aziz. bu yolun büyüklerinden, ismleri şaşırılan birkaçı üzerinde bilgi istemekdedir: saygı değer efendim! yüksek hocamız muhammed baki aleyhirrahme hazretlerinden öğrendiğimize göre, hacei ahrar hazretleri ile, mevlana hace emkenegi kaddesallahü esrarehümel'aziz hazretleri arasında bulunan pirlerimiz iki idi. bu iki büyükden biri, mevlana hazretlerinin yüksek babası mevlana derviş muhammeddir. ikincisi, mevlana derviş muhammedin dayısı mevlana muhammed zahiddir kaddesallahü esrarehümel'aziz. geçenlerde, meşihatden hace muhammed mahmud buraya geldi. ilk görüşmemizde, mevlana hazretlerinden söz açdı. mevlana kimseden izn almamışdır. bunun için, önceleri talebe kabul etmezdi. ölümüne yakın, şeyhlik yapmağa başladı, dedi. kendisi çok yüksek idi. cevab olarak: maveraünnehr alimlerinin hepsi, onun üstünlüğünü söylemekdedir. böyle bir kimsenin, izn almadan talebe yetişdirmeğe kalkışması nasıl düşünülebilir? böyle yapmak, hıyanet olur. hiçbir müslimanın böyle yapacağı düşünülemez. nerde kaldı ki, din büyükleri için düşünülsün, denildi. buna karşılık, hace havend mahmud dedi ki: birgün, mevlana hace kelan dehbidi yanıma gelmişdi. hace karpuz yiyordu. mevlana da istedi. hace, dedi. mevlana da, dedi. dedi. mevlana, o zemandan beri, talebe yetişdirmeğe başladı, dedi. hace havendin bu sözü de yerinde görülmiyor. yalnız bu kadarcık sözle, mevlananın talebe yetişdirmeğe başlaması ve şeyhlik yapması, onun büyüklüğüne yakışık olmuyor. hace havend mahmud, daha sonra, hacei ahrar hazretleri ile, mevlana hazretleri arasında bulunduğu söylenen iki büyük kimsenin ismleri de yanlışdır dedi ve başka iki ism söyledi. sonra, mevlana derviş muhammedin kendi dayısına bir bağlılığı yokdur. bir başkasına bağlı idi dedi. bu sözlere çok şaşdık. bunun için, başınızı ağrıtıyoruz ki, bu iki büyüğün ismlerini, senedleri ile yazınız ki, kimsenin şöyle böyle demeğe yüzü kalmasın. iznli olduğunu yazmanıza lüzum görmiyoruz. onun büyüklüğü, en açık şahiddir. bununla beraber eğer yazarsanız, söz atanların dilleri kökünden kesilmiş olur. hace havend mahmudun, bu uygunsuz sözleri neden söylediği anlaşılamadı. belki, bu fakirleri küçük düşürmek istemişdir. çünki üstadı beğenmemek, onun talebesini hiçe saymak olur. bu zevallıları aşağılamak için çok şeyler bulabilirdi. bunu yapabilmek için, din büyüklerine leke sürmesine ne lüzum vardı? yok, başka şeyler düşünerek, büyüklerin kendilerini gözden düşürmek istedi ise, bu daha çirkindir. az bir anlayışı olan, bu çirkinliği hemen sezer. ya rabbi! doğru yolu gösterdikden sonra, sen bizi sapıtmakdan koru! rahmet hazinelerinden bizlere ihsan eyle! sen, büyük ihsanlar sahibisin. peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, bu düamızı kabul eyle! doğru yolda bulunanlara selam olsun! yüzseksenbirinci mektub bu mektub, mubarek oğlu meyan muhammed sadık hazretlerine yazılmışdır kaddesallahü teala esrarehümel'aziz. sualine cevabdır: akllı oğlum muhammed sadık rahmetullahi aleyh soruyor: sual: evliyadan bir kısmını, allahü tealaya yakınlık derecelerinin aşağısında görüyorum. halbuki bunlar zühd, tevekkül, sabr ve rıza makamlarının yüksek derecelerindedirler. bir kısmını da, yakınlık mertebelerinin yüksek derecelerinde görüyorum. halbuki bunlar rahmetullahi aleyhim ecma'in, zühd ve tevekkül gibi makamların aşağı derecelerindedirler. bu makamların yüksek olması, yakinin fazla olmasına bağlıdır. yakinin fazla olması da yakınlık ile artar. acaba biz mi yanlış görüyoruz? yoksa, bu makamların yüksekliği, yakınlıkdan başka birşeye mi bağlıdır? cevab: bu makamların yüksekliği yakın olmağa bağlıdır. çok yakın olanın yakini fazla olur. keşfiniz de doğrudur. yakın olan, latifelerin en latifidir. yakini çok olan da bu latifelerdir. bu makamların yüksekliği, yakinin çokluğuna bağlı olduğundan, o da, bu latifelere nasib olur. bir büyük veli, çok yakın olmadığı halde, latifelerin en latifinin makamlarından birinde bulunabilir ve latifelerin en koyusuna inmemiş olabilir. bu makamda iken, yakınlığı çok olan ve en koyu latifeye ya'ni maddeden yapılmış beden latifesine inmiş olan bir veliden üstün olur. çünki, beden latifesinde o yakınlık olmadığı için, yakin hasıl olmamışdır. bunun için, o makamlar, niçin üstün olur? bu latifeye dönüp inen bir veli, bu latifeye bağlı kalır. önce, başka latifelerde hasıl olmuş olan yakinler örtülür. beden latifesine inmeyen veli böyle değildir. bu en latif olan latifeye bağlıdır. çok yakındır ve yakini de çokdur ve örtülmemişdir. bu makamlarda bulunan rahmetullahi aleyhim ecma'in en yüksek, en üstün olur. geri dönmüş olan, çok yakındır ve yakini de çok olduğu gibi, makamları da yüksekdir. fekat, bunun yüksekliği örtülüdür. insanlara faideli olmak için ve kendisinden istifade olunmak için, onlar gibi olmuşdur. onlar gibi görünmekdedir. bu makam, peygamberlere aleyhimüsselam mahsusdur. bunun için, ibrahim aleyhisselam, kalbinin itminan bulmasını istedi ve yakin hasıl etmesi için herkes gibi, gözle görmeğe muhtac oldu. uzeyr aleyhisselam da buna benzer söyledi. geriye dönmiyen ise, kendi yakinini bildirerek, perdeler kalksa, yakinim artmaz dedi. hazreti alinin radıyallahü anh söylediği denilen bu söz, eğer doğru ise, geri dönmeden önce söylemişdir. çünki geri döndükden sonra, yakin elde etmek için, herkes gibi o da, delile muhtac olur. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz geri dönmeden önce, inanılması lazım gelen şeyler meydanda idi. o bilgilere yakinim, duygu organlarım ile anladıklarımdan daha çok idi. fekat, geri döndükden sonra, o yakin örtüldü. herkes gibi delillere, isbat etmeğe muhtac oldum. farisi mısra' tercemesi: yetişdirdikleri gibi yürüyoruz! vesselam. yüzseksenikinci mektub bu mektub, molla salihi külabiye yazılmışdır. vesveselerden şikayet eden sahabiye karşı buyurulan hadisi şerif açıklanmakdadır: birkaç kişi oturmuşduk. vesvese ve kuruntu üzerinde konuşuluyordu. bu arada, bir hadisi şerif okundu. eshabı kiramdan birkaçı, kötü düşüncelerden, vesveselerden şikayet etmişdi. resul aleyhisselam bunlara, buyurmuşdu. bu hadisi şerifin ma'nasını düşünürken, hatırıma şöyle geldi: imanın olgun olması, yakinin çok olmasındandır. yakinin çok olması da, çok yakın olanlardadır. kalb ve üstündeki latifeler, allahü tealaya ne kadar çok yakın olurlarsa, iman ve yakin de çok olur. bedene bağlılık da, o kadar az olur. bu zeman, bedene vesveseler çok gelir. uygun olmıyan vesveseler hasıl olur. görülüyor ki, kötü vesveselerin gelmesine sebeb imanın kamil olmasıdır. nihayetde olanlarda, uygunsuz vesveseler ne kadar çok olursa, imanlarının o kadar çok olgun olduğunu gösterir. çünki iman kamil olunca, latifelerin en latifleri, bedenden o kadar çok sıyrılır. sıyrıldıkca, bağları gevşedikce, beden boşalır. bulanmağa, kararmağa başlar. böylece kötü düşünceler, vesveseler artar. başlangıçda ve yolda olanlar, böyle değildir. bunların vesveseleri zararlıdır, zehrdir. kalb, ruh hastalıklarını artdırır. bunu iyi anlamak lazımdır. bu bilgiler, bu fakirin ince bilgilerindendir. allahü teala, doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selamet versin! gel kardeşim, inkar etme, kıl insaf! kıymetli ömrünü eyleme israf! kalbini nefsin arzusundan koru, dışın gibi için dahi olsun saf! yüzseksenüçüncü mektub bu mektub, molla ma'sumi kabiliye yazılmışdır. nasihat vermekdedir: allahü teala, muhammed mustafanın aleyhisselam nurlu yolunda ilerlemek nasib etsin! büsbütün kendine bağlasın! çeşidli bağlılıkların ve dağınık düşüncelerin kaplaması, kalbinizin büyüklere olan bağlılığını gevşetmez sanıyorum. siz yine, düşüncelerinizin dağılmasını önlemeğe çalışınız! böylece kalbe sirayet etmelerini önlemiş olursunuz. matluba kavuşmağı durduramasınlar. dünyanın ve dünyada olanların, ne kıymetleri vardır ki, insan bunları ele geçirmek için, kıymetli ömrünü tüketmiş olsun! halinizi bildiriniz. gaflet uykusu, ne zemana kadar sürecek? farisi tercemesi: ey insan! evin, tarlan, bak sana zindan olmuş! ardında koşdukların hep, sana düşman olmuş! ölmeden önce, ahırete yarayan birşey yaparsan, ne güzel! yoksa işin harabdır! kalbini temizliyecek şeylerin kıymetini bilmeli. bunları yapmağı engelleyenlerin düşman olduğunu anlamalıdır. farisi tercemesi: allah sevgisinden başka, her ne güzelse, zehrdir canına billah, şeker de olsa! resulün vazifesi, ancak haber vermekdir. vesselam! yüzseksendördüncü mektub bu mektub, kılıncullaha yazılmışdır. peygamberlerin efendisine sallallahü teala aleyhi ve aleyhim ve sellem uymağı övmekdedir: sevgili ve akllı oğlumun kıymetli mektubu geldi. sevgi ve saygı ile yazılmış olduğu anlaşılarak bizi sevindirdi. allahü teala, size, razı olduğu işleri yapmak nasib eylesin! yavrum! kıyametde işe yarayacak olan şey, islamiyyetin sahibinin gösterdiği yolda yürümekdir aleyhissalatü vesselam. haller, kendinden geçmeler, ilmler, ma'rifetler, işaretler ve kerametler, bu yolda iken hasıl olurlarsa, çok iyidir ve büyük ni'metdirler. bu yoldan sapık iken hasıl olurlarsa, harablıkdır, istidracdır, felakete sebeb olurlar. tesavvuf büyüklerinden cüneydi bağdadi hazretlerini kaddesallahü teala sirrehül'aziz öldükden sonra, rü'yada gördüler. diye sordular. cüneyd hazretleri, cevab olarak buyurdu ki, ilm, ma'rifet dolu sözlerimin hiç faidesi olmadı. işaretleri, kıymetli bilgileri bana yaramadı. bir gece yarısı kıldığım iki rek'at namaz, imdadıma yetişdi. herşeyden önce, muhammed aleyhisselama ve onun dört halifesine uymak lazımdır. sözlerde, işlerde ve inanmakda islamiyyetden ayrılmamağa çok dikkat etmelidir. bunlara uymak, yümün ve bereketdir. ya'ni, hep iyiliklere kavuşdurur. islamiyyetden ayrılmak ise, insanı utandırır ve felakete götürür. gönderdiğiniz kitabın birkaç yerini okudum. iyi göründü. fekat, kitab yazmakdan önce yapılacak daha mühim işler var. önce, onları yapmak, daha uygun ve daha iyi olur. vesselam. yüzseksenbeşinci mektub bu mektub, mensuri araba yazılmışdır. kalbin selameti bildirilmekdedir: allahü teala sizi, muhammed aleyhisselamın islamiyyeti yolunda bulundursun! bütün kuvvetinizle, allahü tealanın rızasına kavuşmak için, çalışmanızı nasib eylesin! bize ve size kaddesallahü teala esrarehümel'aziz lazım olan şey, kalbi, allahdan başka şeylere düşkün olmakdan kurtarmakdır. kalbin bu kurtuluşu da, allahü tealadan başka, hiçbirşeyi düşünmemekle olur. bir insan, eğer bin sene yaşamış olsa, kalbinden hiçbirşey geçmez. çünki kalb, allahü tealadan başka her şeyi unutmuşdur. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başka, herşey hiçdir! mevlana fazıl serhendi, hizmetinizde bulunmakdadır. babası serhenddedir. ihtiyar halinde, oğlunu görmekle sevinmek istiyor. buna kavuşabilmesi için, bu fakiri aracı yapmakdadır. emr, sizindir. daha doğrusu, herşey allahü tealanın emrindedir. vesselam. buna fani dünya derler, durmayıp daim döner, ademoğlu, bir fenerdir, nihayet birgün söner. yüzseksenaltıncı mektub bu mektub, kabil müftisi hace abdürrahmana yazılmışdır. sünneti seniyyeye uymağı, bid'atlerden kaçınmağı istemekdedir: allahü tealaya ağlıyarak, sızlıyarak ve ona sığınarak ve güvenerek yalvarıyorum ki, bu fakiri ve ona bağlı olanları, bid'at olan işleri yapmakdan korusun ve bid'atlerin güzel ve faideli görünmelerine aldanmakdan muhafaza buyursun! seçilmiş olanların, sevilenlerin efendisi, en üstünü hatırı için bu duayı kabul eylesin! demek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ve onun dört halifesi zemanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan şeylere denir. bid'atleri ikiye ayırmışlar: ve . resulullahın ve dört halifesinin zemanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmıyan güzel şeylere, demişlerdir. sünneti ortadan kaldıran bid'ate de, demişlerdir. bu fakir, bu bid'atlerin hiçbirinde güzellik ve parlaklık görmüyorum. yalnız karanlık ve bulanıklık duyuyorum. eğer bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid'at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zeman, bunların zarar ve pişmanlıkdan başka bir netice vermedikleri görülecekdir. farisi tercemesi: ciğeri yakan düşünceden, gözüme uyku girmedi, acaba o sevgilim, geceyi kiminle geçirdi? resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . atılması lazım olan şeyin neresi güzel olur? bir hadisi şerifde buyurdu ki: sözlerin en iyisi, allahü tealanın kitabıdır. yolların en iyisi, muhammed aleyhisselamın gösterdiği yoldur. işlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. bid'atlerin hepsi dalaletdir, sapıklıkdır. başka bir hadisi şerifde, allahü tealadan korkunuz! sözümü iyi dinleyiniz ve ita'at ediniz! ben öldükden sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. o zeman, benim ve halifelerimin yolumuza sarılınız! dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! çünki, bu yeni şeylerin hepsi bid'atdir. bid'atlerin hepsi dalaletdir, doğru yoldan ayrılmakdır buyuruldu. dinde yapılan her değişiklik bid'at olunca ve her bid'at, dalalet olunca, bid'atlerin hangisine güzel denilebilir? bu hadisi şeriflerden anlaşılıyor ki, her bid'at sünneti ortadan kaldırmakdadır. bid'atlerin, bir kısmı kaldırır, bir kısmı kaldırmaz demek, pek yanlışdır. görülüyor ki, bid'atlerin hepsi seyyiedir, kötüdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: insanlar, ortaya bir bid'at çıkarırlarsa, allahü teala, buna karşılık bir sünneti yok eder. sünnete yapışmak, ortaya bid'at çıkarmakdan iyidir. hassan bin sabitin bildirdiği hadisi şerifde, bir millet, dinlerinde bir bid'at yaparsa, allahü teala, buna benzeyen bir sünneti yok eder. kıyamete kadar bir daha geri getirmez buyuruldu. alimlerimizin hasene dedikleri bid'atlerden bir kısmına dikkat edilirse, sünneti yok etmekde oldukları görülmekdedir. mesela, meyyiti kefenlerken, ölünün başına sarık sarmağa demişler. iyi düşünülürse, bu bid'at, sünneti bozmakdadır. çünki kefende sünnet, üç parça olmasıdır. sarık dördüncü oluyor. sünneti değişdiriyor. değişdirmek, yok etmek demekdir. alimler, sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmak güzel olur demiş. halbuki, iki kürek arasına sarkıtmak sünnetdir. bu bid'at de, sünneti, açıkca yok ediyor. bunun gibi alimler, namazda, kalb ile niyyet etmekle beraber, ağız ile de söylemek müstehab olur demişdir. halbuki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, eshabı kiramın ve tabi'ini ızamın rahmetullahi teala aleyhim ecma'in söz ile niyyet etdikleri, ne kuvvetli bir haber ile, ne de za'if bir haber ile bizlere hiç ulaşmamışdır. ikamet okununca hemen diyerek namaza dururlardı. bunun için, ağız ile niyyet etmek bid'at oluyor. bu bid'ate hasene demişlerdir. halbuki anlıyorum ki, bu bid'at, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor. çünki ağız ile niyyet etmek caiz olunca, çok kimse, yalnız ağızla niyyet ederek kalb ile niyyet etmediklerinden hiç korkmuyorlar. böylece, namazın farzlarından biri olan kalb ile niyyet yapılmıyor. bu farz yok oluyor. namaz kabul olmuyor. bunlar gibi daha nice bid'atler, reformlar, herhangi bir bakımdan olsa bile, sünnetden fazla oluyorlar. bu ziyadelik, sünneti değişdirmek demekdir. değişiklik ise, yok etmek demekdir. o halde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine birşey katmamalı ve onun eshabı kiramına rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in uymalıdır. çünki, eshabı kiramdan herbiri, gökdeki yıldızlar gibidir. herhangi birine uyan se'adete kavuşur.ibni abidin diyor ki, namaza başlarken niyyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi. niyyet, yalnız kalb ile olur. yalnız söz ile niyyet etmek bid'atdir. kalb ile niyyet edenin, şübheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyyet etmesi caizdir. kıyas ve ictihad, bid'at değildirler. çünki bunlar, un, ya'ni ayetlerin ma'nalarını meydana çıkarmakdadırlar. bu ma'nalara başka birşey eklemezler. ey akl sahibleri! iyi anlayınız! mealindeki ayeti kerime, kıyas ve ictihadı emr etmekdedir. yüzseksenyedinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. kavuşduran yolların en kısası, rabıta yapmak olduğu bildirilmekdedir: sevdiklerinize yazdığınız mektubu okuduk. içinde bildirilen halleriniz anlaşıldı. kendini zorlamadan, uğraşmadan, üstadın rabıtasının kendiliğinden hasıl olması, üstad ile talebesi arasında tam bir yakınlık olduğunu açıkça gösterir. bu yakınlık, faide vermeğe ve istifade etmeğe yarar. kavuşdurucu yollar içinde rabıtadan daha çabuk kavuşduranı yokdur. hangi tali'li kimseye bu ni'meti ihsan ederler? hacei ahrar kaddesallahü teala sirreh hazretleri risalesinde buyuruyor ki: farisi mısra' tercemesi: önderin görüntüsü, hakkın zikrinden daha faidelidir! ya'ni rehberin hayali, talebesine zikr etmesinden daha çok faide verir. çünki başlangıcda, talibin hak teala ile tam yakınlığı yokdur. bunun için zikr etmekle, çok faidelenemez. önceniz, sonranız selametde olsun! yüzseksensekizinci mektub bu mektub, hace muhammed sıddikı bedahşiye yazılmışdır. sorularına cevab vermekdedir: kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. üç şey soruyorsunuz: bizi seven kardeşim! latifelerden birkaçının kalb mertebesinde bulunması, yalnız kalbde bulunan latifeler içindir. kalbin dışında bulunan latifeler, kalb mertebesinde bulunmazlar. yaradılışı, kalb veya ruh mertebesine kadar olan kimseyi tesarrufu kuvvetli olan piri, daha yüksek mertebelere ulaşdırabilir. fekat, burada bir incelik vardır ki, ancak uzun anlatmakla bildirilebilir. yazmakla bildirilecek gibi değildir. insanın zahiri, ya'ni görünen organları, batının hallerini, özelliklerini edi nirse ve batın da, ya'ni kalb, ruh ve başka latifeleri, zahirin sıfatlarına bürünürse, zahirde olan şeylerin, batında da olması ve batındaki hallerin zahirde de hasıl olması niçin güç olsun? vesselam! yüzseksendokuzuncu mektub bu mektub, şerefeddin hüseyni bedahşiye yazılmışdır. dünyanın güzelliğine aldanmamalı, islamiyyetden ayrılmamalıdır: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama ve temiz aline ve eshabının hepsine bizden selamlar olsun! akllı ve kıymetli oğlum şerefeddin hüseynin şerefli mektubu geldi. bizi sevindirdi. sayısız bağlılıklar arasında, bu fakirleri rahmetullahi aleyhim ecma'in hatırlamanız ne büyük ni'metdir. bu haliniz, kalbdeki sevginin alametidir. bu sevgi de, ifade ve istifadeye sebebdir. bildirdiğiniz rü'yalar doğrudur ve güzeldirler. kalblerin bağlılığını göstermekdedir. yavrum! dünyanın tadına ve güzelliğine sakın aldanma! onun yalancı gösterişlerine kapılma! çünki, hepsi geçici ve kıymetsizdir. bugün, böyle olduğuna belki inanmazsınız. fekat yarın ölünce, doğru olduğu anlaşılacakdır. o zeman inanmanın faidesi olmıyacakdır. farisi tercemesi: incilerin ağırlığı, sağır etmiş kulağını, ne yapayım, duymaz olmuş, ağlamamı, sızlamamı. kalbin temizlenmesi için olan vazifenizin kıymetini biliniz! bunları yapmağa, canla, başla çalışınız! beş vakt namazı, seve seve ve cema'at ile kılınız! malınızın kırkda bir zekatını, müsliman fakirlere, yalvara yalvara veriniz! haramlardan ve şübhelilerden kaçınınız! herkesle iyi geçinip, hep acıyınız! kurtuluş yolu budur. vesselam! yüzdoksanıncı mektub bu mektub, mir muhammed nu'man bedahşinin çocuklarından birine yazılmışdır. zikr anlatılmakda ve lüzumlu nasihatler verilmekdedir: elhamdü lillahi rabbil'alemin, vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihi ve eshabihittahirin ecma'in. iyi bil ki, senin se'adetin ve belki bütün insanların se'adeti ve herkesin dünya ve ahıret sıkıntılarından kurtulması, sahibimizin zikri ile olur. elden geldikçe her zeman zikr yapmalıdır. ondan bir an gafil kalmamalıdır. cenabı hakka çok hamd ve şükr olsun ki, her an zikr etmek, bu büyüklerin yolunda, daha başlangıcda nasib olmakdadır. sonda kavuşulabilecek ni'metler, başlangıcda tatdırılmakdadır. bunun içindir ki, tesavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin bu yolu seçmeleri en uygundur ve en doğrudur. hatta, lazımdır. bunun için, sana önce lazım olan, herşeyden yüz çevirip, bu yüksek yolun büyüklerine bağlanmandır! o büyüklerin kalblerinden, ruhlarından faidelenmek için yalvarmalısın! önce zikr lazımdır. zikr, hatırlamak, anmak demekdir. göğsün sol tarafındaki kalb, yürek denilen et parçasını düşünürsün. bu et parçası, gönül denilen hakiki kalbin yuvası gibidir. allah mubarek ismini, hayalin ile bu kalb üzerinden geçirirsin. bu anda, hiçbir uzvunu oynatmazsın. yalnız kalbini düşünerek oturursun. kalbin şeklini, anatomik yapısını düşünmezsin. çünki, kalbin yerini düşünmek lazımdır. kalbin kendisini tesavvur etmek, hatırlamak lazım değildir. allah ismini, kalbin bulunduğu yerde hatırlarken, hiçbir şeye benzemez diye düşünürsün! allahü tealanın sıfatlarını da düşünmezsin. hazır ve nazır olduğunu dahi düşünmezsin. böylece, zati teala yüksekliğinden; sıfatlara düşmemiş olursun ve kesretde vahdeti görmek derecesine inmezsin. mahlukları görüp, bunlara bağlı kalıp avunarak, hiçbirşeye benzemiyen varlığa bağlanmakdan mahrum kalmıyasın. çünki mahluklarda görülen, anlaşılan herşey, o olamaz. çoklukda görülenler, bir olanı görmek olamaz. hiçbirşeye benzemiyeni, bilinen, anlaşılan şeylerin dışında aramak lazımdır. ayrılmıyan, bölünmiyen, hiç değişmiyen birşey, çok olan, başka başka olan şeylerde bulunamaz. zikr ederken, bir velinin görünüşü, kendiliğinden hasıl olursa, o görünüşü de kalbde durdurmalıdır. böylece zikre devam etmelidir. veli dediğimiz zat, allahü tealaya kavuşduran yolu gösterendir. yolda, ondan yardım, imdad gelen zatdır. yoksa cübbe, külah, diploma edinip, şeyh efendi olarak köşede oturan cahil değildir. adetlere, gösterişlere, yaldızlı sözlere aldanmamalıdır. evet, kamil ve mükemmil bir zatdan, bereketlenmek, faidelenmek için elbise, çamaşır gibi şey almak, onu inanarak ve saygı ile kullanmak çok faide ve feyz verir. fekat, veren olgun, alan uygun olmak lazımdır. bu yolda rü'yalara güvenmemeli, kıymet vermemelidir. bir kimse, rü'yada, kendini devlet başkanı görse, yahud kutb, veli olduğunu görse, uyanık iken de böyle olmuş değildir. uyku içinde değil, uyanık iken böyle olmak lazımdır. uyanık iken kavuşulan şeyler kıymetlidir. şunu iyi bilmeli ki, zikrin faideli olması ve bunun te'sir etmesi için, islamiyyete yapışmak lazımdır. ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri gibi inanmak, farzları, sünnetleri yapmak ve haramlardan, şübhelilerden kaçınmak elbette lazımdır. bunları ehli sünnet alimlerinden ve bunların kitablarından öğrenmelidir. sapık kimselerden, bozuk din adamlarından, din cahillerinin, mezhebsizlerin kitab ve gazetelerinden öğrenilen şeyler insanın dinini bozar. zikrinin, ibadetlerinin faidesi olmaz. dünyada felaketlerden, ahıretde azabdan kurtulamaz. vesselam. yüzdoksanbirinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. peygamberlere uymak lazımdır. islamiyyetin emrlerinde çok kolaylık olduğu bildirilmekdedir: bizlere doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o bize doğru yolu göstermeseydi, biz kurtuluş yolunu bulamazdık. allahü tealanın peygamberlerine inandık. sonsuz se'adete ve hakiki kurtuluşa kavuşmak için, peygamberlere uymak lazımdır salevatullahi teala ve teslimatühü. bir kimse, bin sene ibadet etse ve sıkıntılı riyazetler çekse ve sıkı mücahede yapsa, eğer bir peygamberi zişana sallallahü teala aleyhi ve sellem uymamış ise, bütün bu çalışmalarının bir arpa kadar kıymeti olmaz. çölde görülen gibi, hiçbirşeye yaramaz. hiçbir düşünce ve bir iş olmıyan ya'ni birşeye yaramıyan uyku bile, mesela, gün ortasında bir parça uyumak, o büyüklerin emrine uyarak yapılınca, onlara uymadan yapılan, bin sene ibadetden, mücahededen katkat daha kıymetli olur. kitabı, altmışbeşinci sahifesinde buyuruyor ki: , allahü tealanın düşmanı olan nefsin istemediği, ona zor gelen, sıkıntı veren ağır şeyleri yapmak, nefsle çarpışmak demekdir. , nefsin istediği, ona tatlı gelen şeyleri yapmamak demekdir. allahü tealanın ni'metlerinin en kıymetlisi, bütün emrlerinde kolaylık göstermesidir. islamiyyetin bütün isteklerinde tam kolaylık gözetilmişdir. mesela yirmidört saat içinde, yalnız onyedi rek'at namaz kılmağı emr buyurmuşdur. bunun hepsi, bir saat sürmez. bunu kılarken de, en kolay olanı okumağı kabul etmekdedir. ayakda kılamıyanın, oturarak kılmasına izn vermişdir. oturarak kılamıyan, yatarak kılabilir. rükü' ve secdeleri yapamıyan, ima ile, işaret ile kılabilir demişdir. abdest almak için su kullanamıyana, toprak ile teyemmüm etmesine izn vermişdir. zekat için de, malın yalnız kırkda birini fakirlere ayırmışdır. bunu da, yalnız ticaret eşyasından ve çayırda parasız otlıyan, dört ayaklı hayvanlardan emr etmişdir. ömründe bir kerre hac etmeği farz etmişdir. bu da yalnız, yol parası olanlara ve yol tehlükesiz olduğu zeman farz olmakdadır. sayılamıyacak kadar çok şeyleri halal etmiş, izn vermişdir. dörde kadar kadını nikahla almağı ve sayısız cariye kullanmağı mubah eylemişdir. talak, ya'ni boşamak ile, kadın değişdirmeğe yol göstermişdir. yiyecek, içecek ve kumaşlardan çoğunu mubah etmiş, pekazını haram kılmışdır. haram etmesi de, kullarının iyiliği için olmuşdur. acı, zararlı, kötü olan şerabı yasak etdi ise de, buna karşılık çeşid çeşid tatlı, güzel kokulu, faideli şerbetleri mubah etmişdir. meyve suları, darçın, karanfil ve çiçek suları hep halaldir. bunların hepsi faidelidir. acı, yakıcı, keskin ve aklı giderici ve çok tehlükeli olan birşey, o güzel kokulu şerbetlere benzeyebilir mi? onun haram olması ve allahü tealanın beğenmemesi, bunların ise halal olup, allahü tealanın razı olması da ayrıca bir farkdır. ipekli kumaşlardan bir kısmını erkeklere haram etmiş ise de, buna karşılık süslü, renkli sayısız kumaşları halal eylemişdir. yünlü kumaşların hepsi halaldir. bunlar, ipekden katkat daha faidelidir. bununla beraber, ipekli kumaşları, kadınlara mubah eylemişdir. bunun faidesi de, yine erkekleredir. altın ve gümüş gibi zinet eşyasını kadınlara mubah etmesi de böyle olup, faideleri, erkekleredir. insafsız, taş yürekli bir kimse, bu kadar çok kolaylığı, güç ve ağır yük görürse, kalbinin bozuk olduğunu göstermiş olur. ruhunun hasta olduğu, kafadan sakat olduğu anlaşılır. birçok işler vardır ki, sağlam, normal insanlar bunları kolay yapdığı halde, hasta kimselere güç gelir. kalbin hasta, bozuk olması demek, peygamberlerin aleyhimüsselam getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demekdir. inanmaları, görünüşdedir. içden inanmış değildir. gönülden inanmanın alameti vardır. bu alamet, islamiyyetin emrlerine sarılmakdır. islamiyyeti beğenmiyenlerin, ona uymak istemiyenlerin müsliman olduklarını söylemelerine inanılmaz. bunlara denir. şura suresi, onüçüncü ayetinde mealen, imana, allaha kulluğa çağırmaklığın, onlara ağır gelir. bunun için sana düşman olurlar buyuruldu. allahü teala, dilediğini kendine seçer. onu istiyenlere, kendine kavuşduran yolu gösterir. doğru yolda olanlara ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlere selam olsun! yüzdoksanikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddini seharenpuriye yazılmışdır. bir sualine cevab vermekdedir: akllı ve kıymetli kardeşim! hocama yazmış olduğum onbirinci mektubda, hazreti ebu bekri sıddikın makamından daha yüksek bir makam hasıl olduğu yazılıdır. bunun ne demek olduğunu soruyorsunuz. allahü teala, senin bilgini artdırsın! bu yazı, hazreti ebu bekrden daha yüksek olmağı göstermez. bu söz ve o mektubdaki buna benziyen yazılar, bir talebenin kendi rehberine arz etdiği, kendi halleridir. büyüklerimiz buyuruyor ki, bir talib, doğru olsun, yanlış olsun, kendine hasıl olan herşeyi, üstadına bildirmelidir. çünki doğru olmıyan bilgilerden, doğru ma'nalar da çıkarılabilir. bunun için, bunları da bildirmek lazımdır denildi. yukarıdaki söz de, bu sebebden yazılmış olabilir. şunu da söyleyebiliriz ki, peygamber olmıyan birinin, ufak bir şeyde, peygamberden üstün olması caiz görülmüşdür. bunun misalleri de vardır. şehidlerin üstünlükleri sayılırken, peygamberler için bildirilmiyenler de, haber verilmişdir. bununla beraber üstünlük, her bakımdan peygamberlere mahsusdur aleyhimüssalevat vetteslimat. peygamber olmıyan bir veli, peygamberde bulunmıyan bir üstünlükden geçirilirse, buradan geçerken kendini daha yüksek görebilir. bu caizdir. onun bu makama yükselebilmesi, peygambere uyması sebebi ile olmakdadır. bunun için, peygambere de o makamdan nasib vardır. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. peygamber olmıyanın, ufak birşeyde, peygamberden üstün olması caiz olunca, peygamber olmıyanlardan üstün olması da caiz olacağı meydandadır. bunu anlamak güç değildir. vesselam. yüzdoksanüçüncü mektub bu mektub, seyyid ferid rahmetullahi teala aleyh hazretlerine yazılmışdır. ehli sünnet i'tikadına göre inanmak lazım olduğu, fıkh bilgilerini öğrenmenin ehemmiyyeti bildirilmekdedir: allahü teala yardımcınız olsun! işlerinizi kolaylaşdırsın! ayb ve çirkin olan şeylerden korusun! akıl ve baliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, ehli sünnet alimlerinin yazdıkları akaid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmakdır. allahü teala, o büyük alimlerin çalışmalarına bol bol sevab versin! amin. kıyametde cehennem azabından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. denir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabının rıdvanullahi aleyhim ecma'in yolunda gidenler, yalnız bunlardır. kitabdan, ya'ni kur'anı kerimden ve sünnetden, ya'ni hadisi şeriflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan yalnız bu büyük alimlerin, kitabdan ve sünnetden anlayıp bildirdikleri bilgilerdir. çünki her bid'at sahibi, ya'ni her reformcu ve her sapık kimse, bozuk düşüncelerini, kısa aklı ile, kitabdan ve sünnetden çıkardığını söylüyor. ehli sünnet alimlerini rahmetullahi teala aleyhim ecma'in gölgelemeğe, küçültmeğe kalkışıyor. demek ki, kitabdan ve sünnetden çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. ehli sünnet velcema'at alimlerinin bildirdiği doğru i'tikadı açıklamak için, büyük alim tür püşti rahmetullahi aleyh hazretleri bir kitab yazmışdır. adındaki bu kitabı çok kıymetlidir ve açık yazılmışdır. kolayca anlaşılabilir. toplandığınız zemanlarda bu kitabı okuyunuz. fekat, bu kitabda, her bilgi, mantık yolu ile isbat edilmiş olduğundan uzamış ve genişlemişdir. öğrenilmesi ve inanılması herkese çok lazım olan bilgileri kısaca anlatan bir kitab olsaydı daha uygun ve daha faideli olurdu. bu arada fakirin de, ehli sünnet velcema'at i'tikadını kısa ve açık olarak yazmak hatırıma geldi. eğer yazmak nasib olursa, size de gönderirim. ve adındaki kitablarda, ehli sünnet i'tikadı açık olarak bildirilmişdir. hakikat kitabevinden alınarak okunmasını ve herkesin okumasına ön ayak olunmasını tavsiye ederiz. i'tikadı düzeltdikden sonra halal, haram, farz, vacib, sünnet, mendub, mekruh olan şeyleri de fıkh kitablarından öğrenmek ve her işi bunlara göre yapmak da lazımdır. talebeden birkaçına emr buyurunuz da, farisi dilinde yazılmış fıkh kitablarından birisini, toplandığınız zeman okusunlar. ve adındaki kitabları okumak çok uygun olur. allah korusun, i'tikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyametde, cehennemden hiç kurtulmak olmaz. i'tikad doğru olup da, işlerde gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de afv olunabilir. eğer afv olunmazsa, cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. görülüyor ki, işin aslı, temeli, i'tikadı düzeltmekdir. hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül'aziz buyurdu ki, bütün iyi halleri ve buluşları bize verseler, fekat ehli sünnet vel cema'at i'tikadını kalbimize yerleşdirmeseler, halimi harab, istikbalimi karanlık bilirim. eğer bütün harablıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi ehli sünnet i'tikadı ile süsleseler hiç üzülmem. allahü umdetülislam farisidir. müellifi abdül'azizdir. da hakikat kitabevi basdırmışdır. teala, bizi ve sizi, ehli sünnet i'tikadından ayırmasın! insanların efendisi hurmetine aleyhissalatü vesselam düamızı kabul buyursun! amin! lahordan gelen bir talebe, şeyh ciyunun eski nahhas cami'inde cum'a namazı kıldığını söyledi. meyan refi'uddin, şeyhin iltifatına kavuşdukdan sonra, kadi şeyh ciyunun, kendi bağçesinde bir cami' yapdırdığını söyledi. böyle haberleri işitdiğimiz için, allahü tealaya hamd olsun! allahü teala böyle iyi işleri artdırsın! saygı taşıyanlarınız, böyle haberleri işitince çok, hem de pekçok sevinmekdeyiz. muhterem seyyid hazretleri kaddesallahü teala sirrehül'aziz! bugün, müslimanlar kimsesiz kaldı. islamiyyete yardım için, bugün bir çiteyl vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetli olur. hangi tali'li kimseye bu büyük ni'meti ihsan ederlerse, ona müjdeler olsun! dinin yayılmasına, islamiyyetin kuvvetlenmesine çalışmak, her zeman iyidir ve kim olursa olsun, böyle çalışan, cihad sevabına kavuşur. fekat, islam düşmanlarının her yandan saldırdığı bu zemanda, ehli beyti nebeviden olan siz kahramanların rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yardım etmesi, elbette daha iyi, daha güzel olur. çünki allahü teala, islamiyyet gibi en büyük ni'metini, kullarına, sizin yüksek ceddiniz ile gönderdi. sizin yardımınız, kendi yapdığı şeye yardım etmek olur. başkalarının yardımı ise böyle olmaz. resulullaha aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati vetteslimati ekmelüha tam varis olabilmek, bu büyük işi yapmakla olur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabına karşı buyurdu ki, siz, öyle bir zemanda geldiniz ki, allahü tealanın emrlerinin ve yasaklarının onda birini yapmaz iseniz, helak olur, cehenneme gidersiniz. sizden sonra öyle müslimanlar gelecek ki, allahü tealanın emrlerinin ve yasaklarının onda birini yapabilseler, cehennemden kurtulurlar. işte bizim zemanımız, o zemandır ve müjdelenenler de şimdiki müslimanlardır. farisi tercemesi: se'adet topu ortaya kondu. topu kapan yok, erlere n'oldu? bu yakınlarda, mel'un guvendval kafirinin öldürülmesi çok güzel oldu. onun ölümü, hinduların burunlarının kırılmasına sebeb oldu. ne niyyetle olursa olsun, niçin öldürüldü ise öldürülsün, islama saldıranların alçalması, müslimanlar için bir kazançdır. o kafir öldürülmeden önce rü'yada devlet reisimizin, kafirlerin liderlerinin başını kesdiğini görmüşdüm. doğrusu o kafir, düşmanların önderi ve kafirlerin şefleri idi. allahü teala, o alçakları yardımsız bıraksın! islamiyyetin ve müslimanların yükselmesi, kafirlerin ve kafirliğin kıymetden düşmesine, aşağı olmasına bağlıdır. allahü teala, zimmilerden cizye almağı emr eyledi. onlardan bu vergiyi almak, onları aşağı kılmak içindir. kafirler ne kadar yükselirse, müslimanlar da o kadar alçalır. bu inceliği iyi anlamalıdır. çok kimse, bu bağlılığı anlıyamıyor. bu yüzden dinlerini yıkıyorlar. tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! kafirlerle ve münafıklarla cihad et, döğüş! onlara sert davran! buyuruldu. kafirlerle döğüşmek, onlara sert davranmak, dinde zaruri lazımdır. ya'ni imanın şartıdır. fekat, cihadı hükumet yapar. devletin ordusu yapar. müslimanların cihadı, asker olarak hükumetin verdiği vazifeyi yapmakdır. geçen senelerde, yayılmış olan kafirlik alametlerinden şimdi, ötede beride kalmış bulunması, müslimanlara çok ağır gelmekdedir. bugün, her müslimanın birinci vazifesi, o alçakların kötülüklerini ahbablarına anlatmakdır ve küfr alametlerinin millet arasından kalkmasına çalışmakdır. bu kötü alametlerden ötede beride görülmesi, belki de bunların kötülüğünü anlamamakdan ileri gelmekdedir. elinizden gelirse güvendiğiniz din adamlarına haber yollayınız. bu kafirlik alametlerini, millete duyursunlar. islamiyyetin emrlerini bildirmek için, harika işler yapmak, keramet sahibi olmak şart değildir. bilenlerin, bilmiyenlere öğretmeleri lazımdır. elimde gücüm, kuvvetim yokdu da, islamiyyetin yasak etdiği şeylerin kötülüklerini söyliyemedim diyerek, özr ve behane ileri sürmek, kıyametde insanı azabdan kurtaramıyacakdır. insanların en iyileri olan peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat islamiyyetin emrlerini, yasaklarını bildirirlerdi. ümmetleri mu'cize isteyince, mu'cizeleri, allahü teala yaratır. bizim vazifemiz onun emrlerini bildirmekdir buyururlardı. allahü teala dilerse, ümmetlere merhamet ederek, inanmaları, se'adete kavuşmaları için, o anda mu'cize yaratırdı. her ne olursa olsun, islamiyyeti bildirmek, gençlere öğretmek, faidelerini açıklamak, düşmanların yalanlarını, iftiralarını cevablandırmak elbette lazımdır. bilenler, bildirmezlerse, cezadan, azabdan kurtulamıyacaklardır. bu vazifeyi yaparken, fitne çıkarmamağa, dikkat etmelidir. dikkat ile çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu ni'met bilmelidir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat allahü tealanın emrlerini bildirirlerken, görmedikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmadı. onların en üstünü aleyhim minessalevati efdalüha ve minettehıyyati ekmelüha buyurdu ki, . farisi tercemesi: ömür geçdi, derdimi anlatmak bitmedi, bitireyim artık, gece devam etmedi. vesselam. yüzdoksandördüncü mektub bu mektub, mir sadrı cihana yazılmışdır. dini islamı yaymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin! mubarek bedeninize sıhhat ve afiyet versin! islamiyyetin emr ve yasaklarının yayılması ve islam düşmanlarının yüzkaralarının ortaya çıkarılması haberleri, biz kalbi yaralı, ciğerleri yanık müslimanları çok sevindirdi ve canımıza can katdı. bundan dolayı, allahü tealaya sonsuz şükrler olsun! herşeye gücü yeten allahü tealadan, bu sevindirici işlerin artmasını düa ederiz. sevgili peygamberi aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine düamızı kabul buyurmasını umarız. müslimanların önlerinde bulunanların ve değerli alimlerimizin bu sağlam dinin ve bu doğru yolun artması ve kuvvetlenmesi için gizli ve açık olarak durmadan çalışacaklarına inanıyorum. biz za'iflere bu konuda söz düşmiyeceğini de anlıyoruz. yeni hükumet adamlarının, iyi yaradılışlı oldukları için, din adamlarına ve din bilgilerine kıymet verdiklerini görüyoruz. bunun için allahü tealaya nasıl hamd edeceğimizi bilemiyorum. biliyorsunuz ki, geçen senelerde, din düşmanlığını körükleyenler, kötü din adamları idi. ya'ni islam düşmanları, din adamı şekline girerek yazıları ile, sözleri ile ve hükumete yol göstererek, islamiyyeti yıkmağa ön ayak olmuşlardı. şimdi, bu işde çok uyanık davranınız! allahına inanan, dinini bilen ve seven, doğru dürüst din adamı bulunuz. işbaşına, diyanet işlerine böyle sağlam kimselerin getirilmesine çalışınız! satılmış din adamları, din hırsızlarıdır. bunların düşüncesi, mevkı' ve paradır. sandalya kapmak, şöhret salmak sevdasındadırlar. allahü teala, müslimanları, bunların fitnesinden korusun! din adamlarının iyisi rahmetullahi aleyhim ecma'in, insanların en iyileridir. kıyamet günü, bunların mürekkebleri, şehidlerin kanları ile ölçülecek, bunların mürekkebleri ağır gelecekdir. insanların en kötüsü, kötü din adamlarıdır. insanların en iyileri de, iyi din adamlarıdır. şunu da arz edeyim ki, ba'zı niyyetlerim, askerlerle görüşmeği icab etdiriyor. ramezanı mübarek ayında delhide kalacağım. ramezanı mübarekden sonra büyüklerin huzuruna kavuşacağım. vesselam. vefasızdır, ey deni dünya senin her ni'metin! ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif'atın. yüzdoksanbeşinci mektub bu mektub da, mir sadrı cihana yazılmışdır. islamiyyeti yaymağa çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü teala, size selamet versin! amin. alimlerin iyiliği, milletin hepsine yayılır. bunun için de, herkes onları sever. çünki insanlar, kendilerine iyilik edenleri sever. bu sevgi sebebi ile, onların ahlakı ve adetleri, herkese, iyilikden aldıkları paya göre bulaşır. böylece, iyilikler, kötülükler, düzelme veya bozulma, başdan aşağı doğru yayılır. belki de bunun için, buyurulmuşdur. geçen senelerde, başımıza gelen kötülükler, bu sözün doğru olduğunu göstermekdedir. şimdi iyi insanlar işbaşına geçdi. alçakların dine saldırmaları gevşedi. şimdi söz sahibi olan, iş başında bulunan eli kalem tutan bütün müslimanların, elbirliği ile islamiyyeti yaymağa çalışmaları lazımdır. önce yasak edilen farzları, unutdurulan ibadetleri, tekrar meydana çıkarmalı, yayılan haramları, ahlaksızlıkları yok etmelidir. duracak zeman değildir. işi gecikdirmekde faide yokdur. bu gevşeklik karşısında, müslimanların yaralı kalbleri sızlamakdadır. geçen senelerde müslimanlara yapılan baskılar, işkenceler, daha unutulmadı. bunların yine hortlaması, canavarların kuzulara saldırmak ihtimalleri, müslimanların uykusunu kaçırmakdadır. söz sahibleri, sünneti seniyyenin yayılmasında gevşek davranırsa, işbaşında olanların hepsi de, neme lazım derler. birkaç günlük hayatın kıymetini biliniz! eğer ipin ucunu elden kapdırırsanız, müslimanların başına kafirlerin çullanmasına yol açarsınız. sonra ah etmek işe yaramaz. farisi tercemesi: elimden gideni, süleyman kapdırsaydı, hem süleyman, hem peri, hem ehrimen ağlarlardı. müslimanlığın alametlerinden biri, imam yetişdirmek ve bunlara cami'lerde vazife vermekdir. bu iş gevşemişdi. islam memleketlerinin büyüklerinden olan serhend şehrinde kaç seneden beri bir müfti yokdu. bu düacınızın mektubunu getiren kadi yusüfün dedeleri, ta serhend şehri yapılalıdanberi, burada kadilık yapmışlardır. bunun için olan hükumet senedleri yanındadır. kendisi salih ve takva sahibidir. eğer uygun görürseniz, bu ehemmiyyetli vazifeyi ona veriniz! allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! amin.islamın en büyük düşmanı olan ingilizler, yalanlarla, iftiralarla, bütün dünyayı islamiyyete karşı düşman yapıyorlar. harblere sebeb oluyorlar. yapdıkları vahşeti uzakdan seyr ediyorlar. bir tarafdan da, islamiyyeti içerden yıkıyorlar. kadınların, kızların, çıplak gezmelerini, fuhşu, kumarı yayıyorlar. farzları değişdiriyorlar. ezanın tercemesini okumağı, hoparlörle okumağı yayıyorlar. halbuki ezan, arabi kelimeleri müezzinin okumasıdır. hoparlörden çıkan ses, müezzinin sesi değildir. insan sesinin benzeridir. bu seslerin olduğu, büyük alim ebu nu'aymın kitabındaki hadisi şerifde yazılıdır. hoparlör ile okunan ezanın meşru' olmadığı da, bu kitabda yazılıdır. müslimanlar çok uyanık olmalı, ingilizlerin hiylelerine aldanmamalıdır. yüzdoksanaltıncı mektub bu mektub, mensur arab'a yazılmışdır. tesavvuf yolunun yedi konağı olduğu, salik her konakda kendinden uzaklaşıp hak tealaya yaklaşdığı bildirilmekdedir: merhamet ederek gönderdiğiniz ve ihsan ederek yazdığınız kıymetli mektubunuz, en kıymetli bir zemanda geldi. allahü tealaya hamd olsun ki, büyükler, küçükleri hatırlamakda, yüksekler alçakları okşamakdadır. allahü teala, bu tevazu'unuza bizim tarafımızdan hayrlı karşılıklar versin! farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak, daha tatlı! yürümekde olduğumuz tesavvuf yolu yedi adımdır. iki adımla alemi halk, beş adımla alemi emr aşılır. alemi emrdeki birinci adımda, tecellii ef'al hasıl olur. ikinci adımda, tecellii sıfat hasıl olur. üçüncü adımda tecellii zatiyye başlar. bundan sonra kavuşanların bildiği tecelliler hasıl olur. bütün bunlara kavuşabilmek için, insanların efendisi, öncekilerin ve sonrakilerin en üstünü efendimizin, ona ve aline ve eshabına düalar ve selamlar olsun izinde bulunmak lazımdır. tesavvuf yolu iki adımdır diyenler de oldu. kısaca anlatabilmek için ve talebeye kolay göstermek için böyle söylemişlerdir. bu sözle, alemi emre ve alemi halka bir adım demişlerdir. yedi adımdan herbiri ile, salik kendinden uzaklaşır. hak tealaya yaklaşır. bu yedi adımın hepsi geçilince ve hasıl olur. bu ikisi hasıl olunca ile şereflenmiş olur. farisi mısra' tercemesi: bu, ele az geçen büyük ni'metdir. acaba kime verilir? bizim gibi zevallıların, böyle sözleri ağza alması bile uygun değildir. bizlere ancak, büyüklerin ni'metlerinden sızan damlalarla dudaklarını ıslatarak zevklenebilmek yakışır. farisi tercemesi: şekerin yalnız adını duymak bile, daha iyidir zehr koymakdan dile! farisi tercemesi: gök arşa göre aşağıdır, fekat, yerden çok yukarıdır! vesselam evvelen ve ahıren.iyi bir insan, kendine ve başkalarına zararı olmayan kimse demekdir. allahü teala, insanların iyi olmalarını, herkesin rahat yaşamalarını istiyor. buna kavuşmak için, insanlarda kalb, akl ve nefs yaratdı. insanın bedeni, ya'ni bütün uzvları kalbin emrindedir. kalbin arzularına denir. nefs, bedenin muhtac olduğu şeyleri kalbe yapdırmak ister. nefsin isteklerinin hepsi, kendine de, başkalarına da, zararlıdır. akl, faideli ve zararlı şeyleri birbirlerinden ayırmakda, faideli olanlarını yapmasını kalbden istemekdedir. allahü teala, iyi işleri kötülerinden ayırmak için, dinleri gönderdi. sağlam olan akl, kalbin islamiyyete uymasını emr eder. her kalb, islamiyyete uygun hareket ederse, temiz olur, dünyada hiç sıkıntı olmaz. kalbin temizlenmesi ve kuvvetlenmesi için, allahü tealanın ismini çok söylemesi lazımdır. allahü teala, dinleri insanlara sıkıntı vermek için değil, kalbleri temizlemek için gönderdi. kalb, nefse uymaz, aklı dinleyip islamiyyete uyarsa, bütün dünya rahata, huzura kavuşur. aklın vazifesi, islamiyyeti öğrenmek ve bunun her yere yayılması için çalışmakdır. kalb, hep nefse tatlı gelen şeyleri yaparsa, nefse tapmış olur. allahü tealayı unutur. islamiyyete uymak, kalbi ve bedeni kuvvetlendirir, nefsi za'ifletir. yüzdoksanyedinci mektub bu mektub, pehlevan mahmuda yazılmışdır. tali'li kimse, dünyaya düşkün olmıyan ve kalbi allah sevgisi ile çarpan kimse olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! en iyi kimse, kalbi dünyaya bağlı olmıyan ve allah sevgisi ile çarpandır. dünya muhabbeti, günahların başıdır. dünyayı sevmekden kurtulmak da, ibadetlerin başıdır. çünki allahü teala, dünyaya düşkün olmağı sevmez. onu yaratdığı zemandan beri, hiç sevmemişdir. dünya ve dünyaya düşkün olanlar, mel'undur ve allahü tealanın merhametinden uzakdırlar. hadisi şerifde buyuruldu ki, . . sahifeye bakınız! çünki allahü tealayı hatırlıyanlar, hatta onların her zerresi, allahü tealayı zikr etmekdedir. bunun için, allahü tealayı zikr edenler, mel'un değildir. bunlara, dünya adamı denilmez. çünki dünya demek, kalbi allahü tealadan gafil eden, onu unutduran, kalbe allahdan başkalarını getiren şeyler demekdir. allahü tealayı unutduran mallar, sebebler, mevkı'ler, şerefler hep dünya olur. vennecm suresinin, bizi düşünmiyenlerden, bizden yüz çevirenlerden, sen de yüzünü çevir. onları sevme! mealindeki yirmidokuzuncu ayeti, böyle olduğunu açıkca göstermekdedir. işte bu dünya, insanın can düşmanıdır. bu dünyanın düşkünleri, hiç toparlanamaz, kendilerine gelemezler. ahıretde de, pişman olacaklar, çok acılarla karşılaşacaklar. dünyayı terk etmek demek, kalbin onu sevmemesi, ona düşkün olmaması, kıymet vermemesi demekdir. ona düşkün olmamak da, varlığı ile yokluğu müsavi olmakdır. insanın böyle olabilmesi için, allah adamlarının yanında yetişmesi lazımdır. bu büyüklerden biri ele geçerse kıymetini bilmeli, onların emrlerini yapmağa, canla başla sarılmalıdır. şeyh müzzemmil hazretlerinin sizin aranızda bulunması, çok büyük bir ni'metdir. çok az kimselerin eline geçen, bulunmaz bir ni'metdir. kıymeti, hiç ölçülemiyecek kadar büyükdür. fekat, kerem ve ihsan sahiblerinin adeti, isar etmekdir. ya'ni, başkalarının ihtiyaclarını, kendi ihtiyaclarından önce düşünürler. şeyh hazretlerine birkaç gün izn verirseniz, çok yerinde bir iş olur. iş bitince, inşaallah yine geriye döner. uzakdan olan ihlas ve sevginiz de, hizmetinde imiş gibi, size faide verir. daha çok rahatsız etmiyeyim. allahü teala, bizi ve sizleri, insanların en iyisinin aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha yolunda bulundursun! allahü tealanın selamı ve ihsanları size olsun! amin. yüzdoksansekizinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. bu zemanda, din adamlarının, dünya büyükleri ile görüşmeleri güc olduğu bildirilmekdedir:, fütuhati medeniyyenin anahtarı olsun! allahü teala, sevgili peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine bu düamı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalevat vetteslimat! ihsan etdiğiniz kıymetli mektub, fakiri şereflendirdi. sevgimizi artdırdı. size müjdeler olsun, müjdeler olsun! kıymetli efendim! bu zemanda, allah adamlarının, dünya büyükleri ile görüşmesi çok güçleşdi. din adamları, konuşurken ve yazarken, dinin emr etdiği gibi tevazu', aşağı gönüllülük yaparsa, kötü düşünceli olanlar, bunu anlıyamıyarak, birşey koparmak için, muhtac olduğu için, böyle yapıyor sanırlar. bu bozuk düşünceleri, dünya ve ahıret se'adetini elden kaçırmalarına sebeb olur. bu büyüklerden istifade edemezler. eğer din büyükleri, dünyaya ve dünya adamlarına kıymet vermediklerini duyururlarsa, görüşleri kısa olanlar, kötü düşünerek, bunları egoist, kendini beğenmiş sanırlar. halbuki, allahdan başka hiçbir şeye kıymet vermemek de, din büyüklerine lazımdır. hem aşağı gönüllü, hem de yüksek gönüllü olurlar. iki zıd, ters şey, bunlarda bir araya gelmişdir. ebu sa'idi harraz kuddise sirruh buyuruyor ki, . fen ve hesab adamları, bu söze inanmazlar ise de, bizce kıymeti yokdur. evliyanın bildikleri, aklın eremediği şeylerdir. mir ve mevlana, size bizlerden çeşidli haberler vereceklerdir. doğru yolda bulunanlara selam olsun! yüzdoksandokuzuncu mektub bu mektub, molla muhammed emini kabiliye yazılmışdır. vazife isteğinin kabul olduğu bildirilmekdedir: aşırı sevgi ile dolu olan ve çok bağlı olduğunuzu bildiren kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. allahü teala, size afiyet versin! vazife olarak okunacak şeylerden birşey istiyorsunuz. bunun için, kıymetli kardeşim mevlana muhammed sıddikı gönderdim. büyüklerimizin devamlı okudukları bir zikri size öğretecekdir. emr etdiğini yapmak için çok çalışınız! meyvelerini toplamanızı ümmid ederim. yalnız yazmakla olmıyacağı, görüşmek lazım olduğu için, kardeşimiz mevlanayı yormuş olduk. vesselam. ikiyüzüncü mektub bu mektub, molla şekibi isfehaniye yazılmışdır. kitabındaki bir yazıyı açıklamakdadır: her hamd allahü teala içindir. salat ve selam, peygamberlerin efendisine ve onun temiz alinin hepsine olsun! kitabındaki karışık bir sözün açıklanmasını istiyorsunuz. bunun için, birkaç kelime yazmağa kalkışdım. kıymetli efendim! aynülkudati hemedani, hiç gidilmemiş bir yolda, delilsiz, rehbersiz gidenler için diyor ki, bunlardan birkaçını, bir mağlub, kendi sığınağına aldı. sekr hali, bunlara gölge yapmak için geldi. aklı başında olanlar, başlarını kaldırdılar. gidilmiş yol demek, allahü teala bilir, süluk yolu demekdir. bilinen on makama, birer birer ve her inceliklerine varmak demekdir. bu yolda, önce nefs tezkiye edilir, temizlenir. kalbin tasfiyesi bundan sonra olur. bu yolda hidayete kavuşmak için, bir rehbere inabet, ya'ni bağlanmak lazımdır. gidilmemiş yol ise, cezbe ve muhabbet yoludur. bu yolda, kalbin tasfiyesi, parlatılması önce olur. nefsin tezkiyesi sonra olur. seçilenlerin yoludur. bir rehbere bağlanmak lazım değildir. sevilmişlerin ve istenilenlerin yoludur. birinci yol, sevenlerin ve isteyenlerin yolu idi. bunlardan çoğu, kuvvetle çekildikleri ve kendilerini muhabbet kapladığı için, afaki ve enfüsi şeytanlardan korundular. şeytanların aldatmasından, yoldan çıkarmalarından kurtuldular. ve dediği, bu cezbe ve muhabbetdir. bunların rehberleri yok ise de, allahü tealanın ihsanına kavuşmuşlardır. bu ihsan, onlara yol göstererek, hedefe ulaşdırmışdır. şü'urlu olanları, ya'ni çekilmiyenleri ve kendilerini muhabbet kaplamıyanları, rehberleri de olmadığı için, din düşmanları, bunların yolunu kesdi. helake sürükledi. sonsuz olan ölüme yakalandılar. mağlublar arasında, o iki türkmen vardı. hüseyn kassab rahmetullahi aleyh, bu ikisini, işaret ile bildiriyor ve diyor ki, büyük bir kervan ile gidiyorduk. kervan arasından ansızın iki türkmen çıkdı. hiç gidilmemiş olan yolda ilerlemeğe başladılar diye, kitabının farisi ikiyüzseksendördüncüsahifesinde, emir ali abur isminde uzun anlatılıyor. büyük kervanın gitdiği yol, süluk yolu demekdir. bu yolda bilinen on makam, sıra ile bütün incelikleri ile geçilir. çünki, büyüklerden çoğu, hele eskilerin hemen hepsi, bu yoldan vasıl olmuşlardır. bu iki türkmenin gitdiği ve hüseyn kassabın da katıldığı, o hiç gidilmemiş olan yol da, cezbe ve muhabbet yoludur. bilinen birinci yoldan daha kısadır. bu yolun başlangıcı, lezzet almak ve rahatlık duymakdır. bu lezzet, duyguları giderir. şü'ursuzluğa sebeb olur. bu hali, gece olarak göstermekdedir. bu hissizlik ve insanlardan haberi olmamak, allahü teala ile huzura ve ona şü'ura sebeb olduğundan, bu huzura ve şü'ura ay demişdir. burasını biraz daha açıklamak lazımdır. iyi dinleyiniz: cesedi, bedeni idare eden ruhdur. bedeni yetişdiren, kalbdir. ceseddeki kuvvetler ruhdan gelmekdedir. his, duygu da, kalbin nurundan hasıl olmakdadır. cezbe yolunda, kalb ve ruh, allahü tealaya dönünce, başlangıcda bedenin idaresi ve terbiyesi azalır. his kalmaz olur. şü'ur işlemez olur. organların hareketinde gevşeklik olur. insan yere yıkılır. büyük alim şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh bu hale kitabında, ruhun sima'ı demişdir. raks ile ve dönerek olan sima'a da, tabi'i sima' demişdir ve bunu sıkı yasak etmişdir. buradan anlaşılıyor ki, bedendeki duygu ve hareketin azalması, ma'nevi huzuru göstermekdedir. ceseddeki duygusuzluk ruhun şü'uruna alametdir. bunu aya benzetmek uygundur. sözümüze dönelim: ayın kara bulutla örtülmesi demekle, başlangıçda olanların huzurunu örten insanlık sıfatlarının meydana çıkmasını anlatmakdadır. insanlık sıfatlarının huzuru örtmesi, yolun ortasına kadar devam eder. yolun ortasında olanlar, örtüden tam kurtulamazlar ise de, bu kadar örtülüş yokdur. belki bunu anlatmak için, gece yarısı olunca, ay bulutdan çıkdı. o iki gencin ayak izlerini gene buldum demekdedir. çünki, huzur zemanı olan bast halinde yol aydınlanır. çok ilerlemek olur. sabah olunca, ya'ni o hissizlik ve hareketsizlik gidince ve huzur kuvvetlenince ve halk ile de karışınca demek istemekdedir. bu huzuru güneşin doğması diye anlatmakdadır. insanın varlığına dağ demekdedir. bu zeman kendi varlığından haberi olmakdadır. çünki bu yolda, nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesinden sonradır. o iki türkmenin cezbeleri kuvvetlenince ve kendilerini muhabbet kaplayınca, bir kahraman gibi ayaklarını insanlık dağının tepesine koydular ve bir saatde tepeye çıkdılar. biraz fenaya kavuşdular. hüseyn kassabda bu cezbe kuvveti olmadığı için, dağın tepesine çok güç çıkabildi. bu da, o iki türkmenin arkasında gitdiği için oldu. yoksa kafasını uçururlardı. askerlerin bulunduğu yer, yi anlatmakdadır. ayanı sabitede bütün mahlukların leri ve leri birlikde bulunur. sayısız çadırlar, bu te'ayyünleri anlatmak içindir. büyük çadır, yi göstermekdedir. buna, sultanın çadırı demişlerdir. hüseyn kassab, sultanın çadırını işitince, aranılanı buldum sanarak sekr, şü'ursuzluk bineğinden inmek istedi. bu merkeb olmadan bu yolda gidilemez. sağ ayağını dışarı koyarken kulağına bir ses gelerek sultan çadırda yokdur dedi. doğrusu da böyledir. hüseyn kassabı çeken kuvvet yokdur. ufak bir müjde ile sekr halinden çıkdı. iki türkmen ise, kuvvetle çekildikleri için ve kendilerini muhabbet kaplamış olduğu için, bu gibi müjdelerle aldanmadılar ve kahramanca yukarı çıkdılar. hüseyn kassab, bin sene daha beklese, sultanı çadırda hiç bulamaz. çünki hak teala, ötelerin ötesidir. sağ ayak demesi, ruhu anlatmakdadır. çünki, hiç gidilmemiş olan bu yolda, kalb ve ruh ayakları ile gidilir. ilm ve ibadet ile gidilmez. ilm ve ibadet süluk yolunda işe yarar. sekr halinden önce çıkan ruhdur. sonra kalb çıkar. sol ayak kalbi göstermekdedir. sultan oturmuşdur ve ava gitmişdir demek, güzel aynalarda, güzel yerlerde yerleşmişdir ve aşıkların gönüllerini avlamağa gitmişdir demekdir. bu ses ve böyle söylemek, hüseyn kassaba anlatabilmek için idi. onun anlayabileceği gibi söylenmişdi. yoksa, allahü teala için oturmak ve ava gitmek gibi şeyler söylenemez. farisi tercemesi: ve gibi sözler, o makamdan geri dönerler.da den alarak yazılmış olan bu sözlerden başka şeyler de anlaşılıyor ve hak tealanın birliğine ve büyüklüğüne daha uygun oluyor. her ne kadar, o makama tam uygun değil ise de, başkalarından daha uygundur. şöyle ki, vahidiyyet mertebesinin üstündeki te'ayyüni evvel olan vahdet mertebesine oturmuşdur. vahdet mertebesinde ilmi ve ayni te'ayyünlerin hepsi yok olduğu için, hayvanların ve kuşların yok edildiği ava benzetilerek, ava gitdi buyurulmuşdur. şeyh muhammed ma'şuki tusi ve emir ali abur, sultanın avlandığı yere giderek, ona av oldular. ma'şuki tusi daha önde gitdi ve daha yaklaşdı. hüseyn kassab, sultanın geri döneceğini sanarak, çadırlarında kaldı. yukarıdaki sözlerden ne anlaşılacağını doğru olarak ancak allahü teala bilir. tesavvuf yolunun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm hiç gidilmemiş olan yolu seçmişlerdir. bu bilinmeyen yol, bu büyüklerin meşhur kolay yolu olmuşdur. kıymetli teveccühleri ve idareleri ile, herkesi bu yoldan kavuşdurmuşlardır. rehber olan pirin edebleri ve emrleri gözetilirse, bu yol hep kavuşdurur. bu yolda, ihtiyarların, gençlerin, kadınların ve çocukların kavuşmasında hiç başkalık yokdur. hatta ölüler bile bu ni'mete kavuşmayı umarlar. behaüddini buhari kuddise sirruh buyurdu ki, . hace hazretlerinin birinci talebesi olan hace ala'üddini attar kuddise sirruh hazretleri, bunun için buyurdu ki, farisi tercemesi: kapıcının incinmesi olmasaydı, açardım bütün cihan kapılarını. allahü teala, hepimizi bu büyüklerin yolunda bulundursun! vesselam! ikiyüzbirinci mektub bu mektub, küçük beğ hisariye yazılmışdır. bir sualine cevab vermekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! küçük beğ hisari hazretleri soruyor ki, diyor. bu söze inanılır mı? cevab: böyle söyleyen kimsenin bunu işiterek veya kitablardan okuyarak söylediği anlaşılmakdadır. çünki, önceki büyüklerden birkaçı böyle şeyler söylemişdir. hazreti emir kerremallahü teala vecheh de buyurdu. bunu size söyleyen kimse, böyle olduğunu biliyorum demek istemiş ise, iki şey düşünülebilir: bütün bilgilerin ikiüç harfde yerleşdirildiklerini bana bildirdiler derse, bu harfleri bildiğini veya bilmediğini söylese de sözü doğru olabilir. bütün ilmleri, ikiüç harf içinde bana bildirdiler. bu ikiüç harf içinde bütün ilmleri anlıyorum derse yalancıdır. bu söze inanılmaz. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzikinci mektub bu mektub, mirza fethullahi hakime yazılmışdır. büyüklerle tanışdıkdan sonra ayrılanlara şaşmakda, eshabı kiramın büyüklüğü bildirilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi, sevgili peygamberinin doğru yolunda bulundursun ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! birgün, tesavvuf büyüklerinin üzülmeleri üzerinde konuşulmuşdu. bu büyüklere bağlanıp da, sonra ayrılanların, başkalarından birşeyler bekleyenlerin sürünecekleri söylenmişdi. bu arada, sizin ve kadi senamın adınız geçmişdi. bu konuşma, iyi bilemiyorum, bir dakika sürmüşmü idi? hem de, sırası gelerek söylenmişdi. allah göstermesin ki, bir müslimanın incitilmesini düşünmüş olayım. yahud kalbimde bir kin bulundurayım. bu bakımdan, mubarek kalbiniz hiç sıkılmasın. bilmeniz lazımdır ki, bizim yolumuz, allahü tealanın ismleri üzerinde çalışmak değildir. bu yolun büyükleri, bu ismlerin sahibinde yok olmağı aramakdadırlar. onlar, daha ilk bakışda, sıfatların dışında olan varlığı istemekdedirler. ismlerden, sıfatlardan geçerek zatı taleb ederler. bunun içindir ki, başka yolların sonu, bunların başlangıcında yerleşmişdir. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! o konuşmamız, ağızdan ağza dolaşdıkça, başka şekl alarak, sizi üzecek kadar değişmiş olduğu anlaşıldı. bu üzüntünüzü gidermek için birkaç şey yazmak istedim: sizinle tanışmamız, birşeyimizi artdırmaz. görüşmemek de birşeyi azaltmaz. düşüncemiz, isteğimiz, yalnız sizin iyiliğinizdir. fekat sözünü herkes bilir. iyi biliniz ki, bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz sizin zararınızı istemedim ve inşaallah istemem de. acıdığım için söylenilen birşeydi. din adamları, acıdıklarından, böyle söylerler. hem de, bir sırası gelerek söylenmişdi. hiç üzülmeyiniz! bir kimsenin kendini, hazreti ebu bekri sıddikdan radıyallahü anh daha üstün görmesi, iki şeyden ileri gelir: ya koyu bir zındıkdır. yahud da, kara cahildir. birkaç sene önce, size gönderdiğim bir mektubda, cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan, ehli sünnet velcema'at fırkasını anlatırken bunu da yazmışdım. onu okudukdan sonra, böyle sözlere inanmanıza şaşılır. hazreti aliyi bile, hazreti ebu bekrden radıyallahü anhüma daha yüksek bilen bir kimse, ehli sünnetden ayrılmış olur. kendini yüksek bilenin ne olacağını artık düşünün! bu yolun büyükleri bildiriyorlar ki, . bu ümmetin büyükleri, hazreti ebu bekrin, peygamberlerden başka, bütün insanlardan üstün olduğunu, sözbirliği ile bildirmişlerdir. hazreti hamzayı öldürmüş olan vahşinin radıyallahü anhüma, resulullahın yanında bir kerre bulunduğu için, tabi'inin en üstünü olan veysel karaniden daha üstün olduğunu, kitablarımda ve mektublarımda bildirmişdim. böyle olunca, bunu yazan bir kimsenin böyle söyliyeceğini düşünmek bile, aklı olana yakışdırılamaz. böyle düşünmeğe yol açan yazıyı görerek işin doğrusunu anlaması lazımdır. birşey anlamadan, yalnız çekemiyenlere uymak, uygun olur mu? bununla beraber, büyükler, aşk serhoşluğu denilen hallerinde, uygunsuz şeyler de söylemişlerdir. bayezidi bistami hazretleri, dedi. bu sözünden, onun daha yüksek olacağı anlaşılamaz. çünki, onu söylemek zındıklık olur. bu fakirin yazılarında ise, böyle şeyler, hiçbir zeman bildirilmemişdir. vesselam. ikiyüzüçüncü mektub bu mektub, molla hüseyne yazılmışdır. allah yolunda olanların yanında bulunmağı övmekdedir: allahü teala, hallerinizi güzel eylesin. işlerinizi faideli eylesin! maksadlarınızı ıslah eylesin! şerefli mektubunuz geldi. sevgilerinizi bildirdiği için bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bu yolun büyüklerine olan sevginizi artdırsın! onlara bağlılık arzusunu, ömrünüzün sermayesi yapsın! hadisi şerifde, buyuruldu ki, demekdir. bu büyükleri seven, onlarla beraber olur. onlarla beraber olan, şaki olmakdan korunmuş olur. hadisi şerifde buyuruldu ki, insanların yapdıklarını yazan meleklerden başka melekler de vardır. yollarda, sokak başlarında dolaşırlar. allahü tealayı zikr edenleri ararlar. zikr edenleri bulunca, birbirlerine seslenirler. buraya geliniz, buraya geliniz derler. kanadları ile, onları sararlar. o kadar çok durlar ki, göke varırlar. kullarının her işini bilici olan allahü teala, meleklere sorarak: kullarımı nasıl buldunuz, buyurur? ya rabbi! sana hamd ve sena ediyorlar ve senin büyüklüğünü söylüyorlar ve senin ayblardan ve kusurlardan temiz olduğunu söylüyorlar, derler. onlar, beni gördüler mi, buyurur? hayır görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? daha çok hamd ederlerdi ve daha çok tesbih ederlerdi ve daha çok tekbir söylerlerdi, derler. onlar, benden ne istiyorlar, buyurur? ya rabbi! cennetini istiyorlar, derler. onlar, cenneti gördüler mi, buyurur? görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? daha çok yalvarırlardı, daha çok isterlerdi. ya rabbi! bu kulların cehennemden korkuyorlar. sana sığınıyorlar, derler. onlar cehennemi gördüler mi, buyurur? hayır görmediler, derler. görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? görselerdi, daha çok yalvarırlardı ve ondan kurtulmak yoluna daha çok sarılırlardı, derler. allahü teala, meleklere, şahid olunuz ki, onların hepsini afv eyledim, buyurur. ya rabbi! o zikr edenlerin yanında, filan kimse zikr etmek için gelmemişdi. dünya çıkarı için gelmişdi, derler. onlar benim müsafirlerimdir. beni zikr edenlerle beraberim. onların yanında bulunanlar da, zarar etmezler, buyurur. bu hadisi şerif ve yukarıda bildirdiğimiz hadisi şerifi gösteriyorlar ki, bu büyükleri sevenler, bunlarla beraberdirler. bunlarla beraber olanlar, kazançlı olurlar. allahü teala, bizi ve sizleri, bu büyükleri sevenlerden eylesin! sevgili peygamberi, ümmi ve haşimi olan muhammed aleyhi ve ala alihi ve eshabihissalatü vetteslimat vettehıyyat hurmetine düamızı kabul buyursun! amin. şeyh ilahdadın mektubunda, kendinizden haber veriyorsunuz. böyle ademler, ya'ni yokluklar, taliblerde çok görülmekdedir. çok çalışınız. ele geçenlerle doymayınız! farisi tercemesi: çok cilve var, aranan sevgilide, kavuşdum sanma, bir cilve görünce! bu büyüklerle birlikde bulunmak, en faideli şeylerdendir. allahü teala, bunların sohbetine kavuşdursun! farisi tercemesi: aşk serhoşlarile bulun, mey yoksa da, koku geçer. koku da bulunmaz amma, onları görmek de yeter. gece gündüz karşısında bulunduğunuz büyük hazretden aldığınız yola sarılınız. mubarek ismini, hiçbirşey düşünmiyerek, kalbinizden geçiriniz! hazır ve nazır olduğunu da düşünmeyiniz! sıfatlarından hiçbirini hatırınıza getirmeyiniz. yüreğinizin bulunduğu yerde, gönülde ismini hep bulundurunuz! çok lazım olan bilgiler, yazmakla anlaşılamaz. anlatmak lazımdır. buluşursak, bildirilir. buluşuncıya kadar, elinize geçenleri yazınız. onları okumak, uzakdan teveccühe sebeb olur. vesselam. namaz kalbi temizler, kötülükden men' eder. münevver olamazsın, namazın kılmadıkça! ikiyüzdördüncü mektub bu mektub, mir muhammed nu'mani bedahşi hazretlerine yazılmışdır. cahillerin dedikodu yapmalarına üzülmemeği bildirmekdedir: mir hazretleri, aşağı kimselerin bozuk sözlerine üzülmeyiniz! isra suresi, seksendördüncüayetinde mealen, buyuruldu. ya'ni, kişinin işi ve sözü, kendinin aynasıdır. alçakların sözlerine iyi veya kötü karşılıkda bulunmamak daha iyidir. yalanın sonu gelmez. onların birbirini tutmıyan sözleri, kendilerini rezil etmeğe yetişir. allahü tealanın aydınlatmadığı kimseye, kimse ışık veremez. siz, verilen vazifeyi yapmağa bakınız! başka şeyleri görmemezlikden geliniz! en'am suresinin doksanbirinci ayetinde mealen, allah deyin, sonra onları bırakın. bozuk işlerinde oynasınlar! buyuruldu. kardeşimiz muhammed sadık, tam vaktinde geldi. ramezanı şerifin son on günü i'tikaf yapdı. ona çok şeyler açıldı. yeni şeylere kavuşdu. allahü tealaya hamd olsun ki, diğer sevdiklerimiz de ilerlemekdedirler. kalbleri uyanıkdır. bu, allahü tealanın büyük ihsanıdır. dilediğine ihsan etmekdedir. onun ihsanları boldur. mahlukların en iyisi olan efendimiz muhammed aleyhisselama ve onun aline ve eshabının hepsine bizden düalar ve selamlar olsun! ikiyüzbeşinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. işin başı, islamiyyetin sahibine uymak olduğu bildirilmekdedir: allahü teala sizi, muhammed mustafaya tam uymakla şereflendirsin ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye! çünki, bütün işlerin başı ve sıddikların birinci istekleri budur. bundan başkası, boş vehmler ve bozuk hayallerdir. allahü teala, bizi ve sizi bunlardan korusun! doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü daimen! kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz! ikiyüzaltıncı mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandiye yazılmışdır. dünyanın kötülüğü ve ona düşkün olanların zevallılığı bildirilmekdedir: ya rabbi! ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır! peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalatü vetteslimatü etemmüha ve efdalüha hurmetine, düamızı kabul eyle! tatlı olan mektubunuz ve kıymetli yazılarınız gelerek bizleri sevindirdi. buna karşılık olarak, allahü teala, size iyilikler versin! kardeşim! insanları dünyaya, yalnız yiyip içmek için ve giyinip süslenmek için göndermediler. istediklerimizi toplamak, sevdiğimiz şeylerle keyflenmek ve oynayıp zevklenmek için yaratılmadık. insanların yaratılması, allahü tealaya karşı aşağılığını, gücü yetmezliğini, muhtac, zevallı olduğunu göstermeleri içindir. kulluk da, bu demekdir. fekat, bu kulluk, muhammed aleyhisselamın islamiyyetinin izn verdiği gibi olmalıdır. yoksa, müsliman olmıyanların yapdıkları riyazetler, mücahedeler, bu parlak islamiyyete uygun olmadığı için, zarar ve ziyandan başka sonu olmaz. pişman olmakdan, üzülmekden başka birşey kazandırmaz. ehli sünnet velcema'at denilen doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak i'tikadı düzeltdikden sonra, ibadetleri yapmakla beraber, kalbi allahü tealanın zikri ile süslemelidir. tesavvuf yolunun büyüklerinden alınan vazifeyi sık sık tekrarlamalıdır. bu büyüklerin yolunda, sonda ele geçecek olanlar başlangıcda yerleşdirilmişdir. bunların bağları, başkalarının bağlarından çok üstündür. kısa görüşlü olanlar, inansa da, inanmasa da, bu böyledir. maksadımız, dostları teşvikdir. inanmıyanlara bir diyeceğimiz yokdur. farisi tercemesi: masal sanana, masal gibi olur, kıymet bilene, çok faideli olur. sözün kısası şudur ki, ahıretde kurtulmak, çok zikr etmeğe bağlıdır. enfal suresinin kırkaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. bunun için, çok zikr etmek lazımdır. buna mani' olan herşeyi düşman bilmelidir. ahıretde kurtulmanın ilacı, işte budur. bizden, ancak söylemekdir. farisi tercemesi: zikr et zikr, bedende iken canın, kalb temizliği, zikriledir rahmanın. ra'd suresi, otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. allahü teala, size bundan başarı nasib eylesin! çünki, en lüzumlu ve en karlı iş budur. mubarek zemanlarda çok giyilmiş olan antari gönderildi. işleriniz hayrlı olsun! vesselam. ikiyüzyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmışdır. insanların bir arada bulunması, kalblerini beraber edeceği ve islamiyyete uymıyan şeylerin kıymetsiz olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kimselere selam olsun! çok zeman geçdi, sizin ve mahdum zade hazretlerinin ve cemaleddin hüseynin ve orada bulunanların ve hele şeyh ilahdad ve meyan şeyhulhediyyenin selamet haberlerinizi alamadım. herhalde, uzakda kalan bu kardeşlerinizi unutduğunuz anlaşılıyor. evet, yakında bulunmanın, kalblerin birleşmesinde büyük te'siri vardır. bunun içindir ki, hiçbir veli, bir sahabinin derecesine yükselemez. veysel karani rahmetullahi aleyh o kadar şanı yüksek olduğu halde, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem hiç görmediği için, eshabı kiramdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi. abdüllah bin mubarek hazretlerinden soruldu ki, hazreti mu'aviye ile ömer bin abdül'azizden hangisi daha yüksekdir? cevab olarak: buyurdu. burada bulunanların hepsi iyiyiz. allahü tealaya bunun için, belki bütün ni'metleri için hamd ve şükrler olsun. ni'metlerinin en büyüğü olan, müsliman yapdığı için ve mahluklarının en iyisinin yolunda bulundurduğu için, ne kadar çok hamd edilse, yine azdır. çünki, onun yolunda bulunmak, iyiliklerin başı, kurtulmanın çaresi ve dünya ve ahıret se'adetlerinin kapısıdır. allahü teala, peygamberlerin en üstünü hurmetine aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalatü vesselam, bizleri ve sizleri, her zeman bu yolda bulundursun! amin. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! tesavvufcuların sözlerinden, ele birşey geçmez. onların hallerinden insanın birşeyi artmaz. onların vecdleri ve halleri, islamiyyete uygun olmazsa, on para etmez. keşfleri, ilhamları, kitaba ve sünnete benzemezse, yarım arpa kadar değerleri olmaz. tesavvuf yolunda ilerlemenin sebebi, islamiyyetde inanılması lazım olan şeylere, yakinin, imanın artması içindir. hakiki iman da, bu demekdir. ikinci sebebi de, fıkhda bildirilen vazifeleri yapmanın kolay ve tatlı olması içindir. tesavvuf, bu ikisine kavuşmak içindir. bunlardan başka birşey için değildir. çünki, allahü teala, cennetde görülecekdir. dünyada hiç görülemez. tesavvufcuların aradıkları müşahedeler, tecelliler, gölgelere kavuşmakdır ve benzetilen, o sanılan şeylerle avunmakdır. allahü teala, ötelerin ötesidir. şaşılacak şeydir ki, onların müşahedeler ve tecelliler diye övündükleri şeylerin iç yüzleri, eğer anlatılırsa, bu yola yeni girenlerin gevşemelerinden korkulur ve arzuları, istekleri azalır. eğer iç yüzleri anlatılmazsa, doğrusunu bildiğim halde, doğru ile yanlışın birbirlerine karışmalarına göz yummuş olmakdan korkarım. ey, yollarını şaşırmışlara, doğru yolu gösteren rabbim! alemlere rahmet olarak yaratdığın muhammed aleyhisselam hurmeti için, bana doğru yolu göster! halinizi arasıra bildiriniz ki, sevgiyi artdırır. doğru yolda bulunanlara selam olsun! ikiyüzsekizinci mektub bu mektub, kıymetli oğlu meyan muhammed sadıka yazılmışdır kaddesallahü esrarehümel'aziz. salik, kendini peygamberlerin makamında görür. bunun sebebi bildirilmekdedir: sevgili yavrum! soruyorsun ki, salik tesavvuf yolunda yükselirken, ba'zan kendini peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat makamlarında buluyor. ve ba'zan, bu makamların da üstüne çıkdığını anlıyor. halbuki, sözbirliği ile bildirilmişdir ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat herkesden daha üstündür. evliyanın bütün kazançları rahmetullahi aleyhim ecma'in, peygamberlere uydukları içindir. onların yolunda gitmekle, evliyalığa kavuşmuşlardır. cevab: salikin gördüğü makamlar, peygamberlerin uruc etdikleri, yükseldikleri makamlar değildir. o büyükler, uruc ederlerken, o makamlardan çok yukarı yükselmişlerdir. çünki o makamlar, o büyüklerin mebdei te'ayyünleri olan, allahü tealanın ismleridir. allahü tealadan gelen feyzler, ni'metler, hep mebdei te'ayyün denilen bu ismlerden gelir. çünki, allahü tealanın, arada ismleri olmadan, bu alem ile hiçbir ilgisi yokdur. allahü tealanın mahluklara ihtiyacı ve mahluklarla doğrudan doğruya ilgisi yokdur. ankebut suresi, altıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. o büyükler, yükseldikleri makamdan geri inerken, yukarıdaki nurları da birlikde indirirler ve kendilerine mahsus olan bu ismlerde yerleşip kalırlar. bunun için, bir kimse bunları ararsa, bu yerleşdikleri makamlarında bulur. zati ilahiyi isteyen, yüksek yaradılışlı bir kimse, yükselirken bu ismlere yetişir ve onlardan da yukarıya geçer. allahü tealanın dilediği makama kadar yükselir. fekat, bu salik yukarıdan aşağı inerken, kendi mebdei te'ayyünü olan ve peygamberlerin aleyhimüsselam bulundukları ismlerden daha aşağıda olan isme gelip yerleşince, kendi makamı ile onların makamları arasındaki farkı anlar. işte daha üstün olmak, bu makamlar ile ölçülür. makamı yüksek olan kimse, daha yüksekdir. salik, kendi makamı olan isme inmedikçe ve bu makamın daha aşağıda olduğunu anlamadıkça, o büyüklerin daha üstün olduklarına zevkle ve hal ile inanmaz. daha üstün olduklarını, işiterek söylemekdedir. önce iman etmiş olduğu için, yüksek olduklarını söyler. fekat vicdanı, sözüne uygun değildir. bu zeman, allahü tealaya sığınması, yalvarması, cahil ve zevallı olduğunu söylemesi, doğrusunun kendisine bildirilmesi için düa etmesi lazımdır. bu hal, saliklerin ayak kayacak, tehlükeye düşecek yerleridir. bu yazımızı bir misal ile açıklıyalım. biliyoruz ki, duman, sıcak sıvı ve katı zerrelerdir. sıcak oldukları için, genişlemiş, hafiflemiş olan sıvı ve katı danecikler, havada yükselir. bunu görünce, katı ve sıvı daneciklerin havadan daha hafif olduklarını söylemek doğru olmaz. çünki daneler, ısı enerjisi tarafından kaldırılmakdadır. soğudukları zeman, yine geri, aşağı inerler. yere düşerler. kendi yerlerinin havadan daha aşağı olduğu anlaşılır. salik de, o makamlardan yukarı, fazla muhabbet enerjisi ile sürüklenmekdedir. kendi makamı, o makamlardan aşağıdadır. buraya kadar bildirdiklerimiz, müntehi için idi. müntehi, tesavvuf yolunda, çıkabileceği derecelerin sonuna varan veli demekdir. yolun başlangıcında, böyle sanılırsa, kendini büyüklerin makamlarında bulursa, bunun sebebi başkadır. şöyle ki, sonlarda bulunan her makamın, yolun başında ve ortasında benzerleri, görünüşleri vardır. başlangıcda ve yolda olanlar, bu görüntülere gelince, o makamların kendilerine geldiklerini sanırlar. birşeyin görüntüsü ile, kendisini ayırd edemezler. o büyüklerin görüntülerini, benzerlerini de, makamlarının görüntülerinde bulunca, o büyüklerle ortak olduklarını sanırlar. zan etdikleri gibi değildir. bir şeyin gölgesini, kendisine benzetmekden başka birşey değildir. ya rabbi! herşeyin özünü, yapısını bize bildir! sevgili peygamberin hurmetine, bizleri boş, faidesiz şeylerle vakt geçirmekden koru! amin. ikiyüzdokuzuncu mektub bu mektub, mir muhammed nu'mani bedahşi kaddesallahü sirrehul'aziz hazretlerine yazılmışdır. kendinin adındaki kitabında yazılı bir bilgiyi açıklamakdadır: elhamdü lillahi rabbil'alemin. vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihittahirin ecma'in. seyyid hazretleri, kıymetli kardeşim mir muhammed nu'man, allahü teala ile olunuz! buradakiler, çok şükr iyiyiz. insana rahatlık veren o serayınızda, sizden ayrılırken, kardeşim muhammed eşref, kitabındaki bir yazının açıklanmasını istemişdi. vakt dar olduğundan, birşey anlatılamamışdı. şimdi, o yazıyı açıklamağı düşündüm. böylece, dostlarımın sıkıntısını gidermek istedim. o yazı şöyle idi: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin ve birkaç sene geçdikden sonra, hakikati muhammedi, kendi yerinden yükselerek, ka'benin hakikati ile birleşir. bu zeman, hakikati muhammedi ismi, hakikati ahmedi adına döner ve zati ilahinin mazharı olur. iki ism de, ism sahibi gibi olurlar. isa aleyhisselam gökden inerek, muhammed aleyhisselamın dinine göre yaşayacağı zemana kadar, hakikati muhammediyyenin yeri boş kalır. o zeman, isa aleyhisselamın hakikati, kendi makamından yükselerek, hakikati muhammediyyenin boş kalmış olan makamına yerleşir. cevab: bir insanın hakikati demek te'ayyüni vücubi demekdir. o kimsenin te'ayyüni imkanisi, bu te'ayyüni vücubinin zılli, görüntüsüdür. bu te'ayyüni vücubi, allahü tealanın ismlerinden bir ismdir. alim, kadir, mürid, mütekellim gibi daha nice ismlerinden biridir. allahü tealanın bu ismi, o kimsenin rabbidir. ya'ni, ona gelen her feyz, bu ismden gelir. bu ism ile allahü tealanın çeşidli bağlantıları vardır. sıfat mertebesinde, allahü tealaya bu ism verilir. sıfatlar, allahü tealadan ayrı olarak vardırlar. şan mertebesinde de allahü tealaya bu ism verilir. şan mertebesi, allahü tealadan ayrıca var değil ise de, bir bakımdan ayrıca vardırlar. sıfat ile şan arasındaki fark yi anlatan mektubda bildirilmişdi. anlaşılmıyan yerleri varsa, o mektubdan okuyunuz! . şanın varlığı, yalnız i'tibar ile ya'ni bir bakımdan ise de, bu şanın üstünde de, başka bir bakımdan, başka bir mertebe de vardır. o mertebe bu şanın mebdei vücudi i'tibarisidir. allahü tealanın bu ismi, bu mertebede de vardır. bu mertebenin üstünde de, daha başka bir bakımdan daha yüksek mertebe olur. fekat, insan gücü bunu anlıyamaz. bu fakir , bu mertebeyi de geçirildim. fekat, bu mertebenin üstünde, insan yok gibi olmakdadır. . arabi tercemesi: ni'mete kavuşana afiyet olsun! zevallı aşık, bir damla ile doysun! ehlullah ya'ni evliya, kendi yaradılışlarına, güçlerine göre, bu mertebelere kavuşmakda birbirlerinden çok ayrıdırlar. evliya arasında, allahü tealanın ismine yetişenler pek azdır. çoğu, bu ismin zıllerinden bir zılle, bir görüntüye kavuşmuşdur. önce, seyr ve süluk ile, imkan mertebelerinden geçerek, sonra, bir zılle kavuşurlar. yalnız cezbe yolu ile de bu isme kavuşulabilir ise de, bunun kıymeti yokdur. bu ismden daha yukarı yükselenler pek azdır. bir insanın hakikati, onun te'ayyüni vücubisine denildiği gibi, onun te'ayyüni imkanisine de denir. bunları anladıkdan sonra, deriz ki: muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, her insan gibi, alemi halk ile alemi emrden yapılmışdır. onun alemi halkının rabbi olan ismi ilahi, alim şanıdır. alemi emrini terbiye eden de, alim şanının bir bakımdan üstünde olan mertebedeki alim ismidir. hakikati muhammedi, alim şanıdır. hakikati ahmedi, alim şanının üstünde olan ve bu şanın mebdei olan ismdir. bu ism, ka'benin de hakikatidir. adem aleyhisselam yaratılmadan önce, resulullahda bulunan peygamberlik, hakikati ahmedi bakımından idi. hadisi şerifde, bildirilen bu peygamberlik idi ki, alemi emrde idi. isa aleyhisselam kelimetullah olduğu ve alemi emr ile bağlılığı çok olduğu için, resulullahın geleceğini, ahmed ismi ile müjdelemişdi. isa aleyhisselamın, dediğini saf suresi haber vermekdedir. dünyaya teşriflerinden sonraki peygamberliği, hakikati muhammediye bağlı idi. belki de, iki hakikate de bağlı idi. rabbi ya'ni terbiye edicisi, yetişdiricisi olan da, hem bu şan ve hem de şanın üstündeki mertebe idi. bunun için, bu mertebedeki da'vet, önceki mertebedeki da'vetden daha kuvvetli olmuşdur. çünki o mertebedeki da'veti, yalnız alemi emrde idi ve terbiyesi, yalnız a ya'ni ruhlara ve meleklere idi. bu mertebedeki da'veti ise, hem alemi halkda, hem de alemi emrdedir ve terbiyesi, hem maddeye, hem de ruhlaradır. bu dünyada, onun maddi tarafını meleki tarafından daha kuvvetli yaparak, insanlarla ilgisi çoğaltıldı. böylece, insanların faidelenmeleri kolaylaşdırıldı. allahü teala, sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem insanlık tarafını fazla açıklamasını emr buyurdu. mesela, kehf suresi, yüzonbirinci ayetinde mealen, onlara söyle! ben de sizin gibi insanım. bana vahy olundu buyuruldu. buyurulması, insanlığını kuvvetli bildirmek içindir. bu madde hayatından ka'be hayatına geçince ruhani tarafı çoğaldı. insanlara bağlılığı azaldı. dine çağırmak nuraniyyeti değişdi. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan birkaçı buyurdu ki, . evet, öyle oldu. çünki, görerek olan imanları, görmeden olan imana döndü. işleri, görmekden, işitmeğe kaldı. o yüce peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, ruhani tarafı öyle kuvvetlendi ki, insani tarafını büsbütün örtdü. alemi halkı, alemi emr halini aldı. bunun için, alemi halkından olanlar, kendi hakikatlerine döndüler. hakikati muhammedi de yükselerek, hakikati ahmediye ulaşdı. ikisi birleşdi. burada söylediğimiz iki hakikat, onun alemi halkının ve alemi emrinin te'ayyüni imkanileridir. te'ayyüni vücubileri değildir. te'ayyüni imkani bu te'ayyüni vücubinin zılli, görüntüsüdür. çünki te'ayyüni vücubi, yükselmez. iki te'ayyüni vücubi birleşmezler. isa aleyhisselam gökden inerek, ahır zeman peygamberinin dinine uyunca, onun hakikati, kendi makamından yükselerek, ona uyduğu için, hakikati muhammedinin makamına gelir. onun dinini kuvvetlendirir. bunun içindir ki, eski dinlerde, ülül'azm peygamberin vefatından sonra bin sene içinde, yeni bir peygamber gönderilirdi. bunlarla, o peygamberin dini kuvvetlendirilirdi. onun dininin zemanı bitince, başka bir ülül'azm peygamber ile yeni bir din gönderildi. muhammed aleyhisselam, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat sonuncusu olduğu için ve onun dini hiç değişdirilemiyeceği için, onun ümmetinin alimleri, peygamberler gibi oldu. islamiyyeti kuvvetlendirmek işi bunlara yapdırıldı. bunlardan başka, ülül'azm bir peygamber de, onun dinine sokuldu. onun dinini kuvvetlendirmek işi buna da verildi. hicr suresi dokuzuncu ayetinde mealen, kur'anı kerimi sana biz indirdik. biz onu elbette koruyucuyuz buyuruldu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, ümmetinden gönderilen alimlerin sayısı az ise de, bu islamiyyeti tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır. resulullah aleyhissalatü vesselam, hazreti mehdinin teşrif edeceğini haber vermişdir. bin sene sonra gelecekdir. isa aleyhisselam da, bin sene sonra, gökden inecekdir. bin sene sonra gelen evliyanın yükseklikleri, eshabı kiramın yüksekliklerine benzemekdedir. her ne kadar, peygamberlerden sonra, en üstün eshabı kiram ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılamaz gibi olmuşdur. belki de bunun içindir ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? bilinemez buyurdu. yoksa öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? bilmem buyurmadı. çünki, hangilerinin daha üstün olduğunu biliyordu. bunun için, buyurmuşdu. fekat, çok benzedikleri için, şübhe hasıl olduğundan buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in zemanından sonra, tabi'inin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zemanının yüksek olduğunu bildirdi. bundan sonra da tebei tabi'inin zemanının üstün olduğunu bildirdi. bunların da bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. sonra gelenlerin, eshabı kirama çok benzemesi nasıl olur? denilirse; şöyle cevab veririz ki, o iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda evliya rahmetullahi teala aleyhim ecma'in sayısının çok ve bid'at sahiblerinin az olduğu için olabilir. bunun için, sonra gelenler arasında birkaç evliyanın, o iki asrda bulunan evliyadan daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. mesela, hazreti mehdi rahmetullahi aleyh böyledir. farisi tercemesi: yine gelseydi eğer feyz, ruhülkudsden, isa mu'cizesi, görünürdü herkesden. fekat, eshabı kiramın zemanı, her bakımdan, daha yüksekdir. bunun üzerinde konuşmak bile lüzumsuzdur. önce gelenler, onlardır. na'im cennetinde yakın olanlar onlardır. başkalarının dağ kadar altın sadaka vermesi, onların bir avuç arpa vermesinin sevabına kavuşduramaz. allahü teala, dilediğini rahmetine kavuşdurur. kitabında, yukarıda sorulan yazıların daha üstünde yazılı bilgiler de, yukarıdaki cevabımızla açıklanmış oldu. ya'ni, ka'benin hakikati, hakikati muhammedinin ka'besidir, hakikati muhammedi buna secde eder, sözünün anlaşılması kolaylaşmış oldu. çünki, ka'benin hakikati, hakikati ahmedidir. bu ise, hakikati muhammedinin aslıdır. hakikati muhammedi, bunun zıllidir. bunun için, hakikati muhammedi buna secde eder. sual: ka'be, onun ümmetinin evliyasını tavaf etmeğe gelir. onların bereketlerine kavuşmak ister. ka'benin hakikati, hakikati muhammediden üstün olunca, bu tavaf işi nasıl caiz olur? cevab: hakikati muhammedi, muhammed aleyhisselamın mukaddes makamlardan indiği makamların en aşağısıdır. ka'benin hakikati ise ka'benin çıkabildiği en yüksek makamdır. hakikati muhammedi yükselirken, ilk çıkacağı yer, hakikati ka'bedir. onun yükselmesinin sonunu, allahü tealadan başka kimse bilemez. onun ümmetinin evliyasının rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yüksek olanları, onun sallallahü aleyhi ve sellem yükseldiği makamların hepsinden pay aldıkları için, ka'benin bunlardan birşeyler beklemesi, olmıyacak şey değildir. farisi tercemesi: toprakdan çıkan, gökleri aşdı. yer ile zeman, geride kaldı. kitabının o yerinde yazılı olan bir incelik de, böylece anlaşılmış oldu. ya'ni, ka'benin maddeden olan yapısı, herşeyin secde yeri olduğu gibi, ka'benin hakikati de, herşeyin hakikatinin secde etdikleri makamdır sözü anlaşılmış oldu. çünki, herşeyin hakikati, allahü tealanın sonsuz ismlerinden bir ismdir. bu ism, o şeyin varlığı ve varlıkda kalması için lazım olan her feyzin kaynağıdır. ka'benin hakikati, bu ismlerin üstündedir. bunun için, bu hakikat, herşeyin hakikatlerinin secde yeri olur. evliyanın büyükleri, hakikati ka'beden yukarı yükselir ve yukarıdaki nurları alarak, kendi hakikatlerine inerlerse, ka'be, onların bereketlerine kavuşmak ister. kitabında, ülül'azm peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü yükseklikleri de yazılmışdı. ya'ni birbirlerinden üstünlükleri bildirilmişdi. o yazılar keşf ve ilham ile idi. keşf ve ilham ise, tam bilgi değildir. onları yazdığım ve üstünlüklerini ayırdığım için pişman oldum. istigfar ediyorum. çünki, açık delil bulunmadıkça, o yolda konuşmak caiz değildir. estagfirullah ve etubü ileyh min cemi'i ma kerihallah kavlen ve fi'len! mektubunuzda yazıyorsunuz ki, evde iken sormuşdum, taliblere tesavvuf yolunu öğretirsem, iyi olur mu? demişdim. hayır olmaz buyurmuşdunuz, diyorsunuz. her bakımdan olmaz dediğimi hatırlamıyorum. şartlarına uymak lazımdır. şartlara uymadan öğretmek iyi olmaz demek istemişdim. şimdi de böyle biliniz! şartlara uymakda titiz davranınız! gevşeklik olmasın. bildirmek lazım olduğu istiharelerle açıkça anlaşılmadıkca, öğretmemelidir. kardeşimiz molla yar muhammed kadime rahmetullahi teala aleyh de bunu söyleyiniz. tarikati öğretmekde acele etmemesini sıkı tenbih ediniz. kazancı çoğaltmağı değil, allahü tealanın rızasını kazanmağı düşünmelidir. sık sık halinizi yazınız. talebenizden şikayet ediyorsunuz. kendinizden şikayet etmeniz lazımdır. onlarla öyle görüşüyorsunuz ki, sonu üzüntülü olmakdadır. buyurmuşlardır. onlarla senli benli olmamalıdır. arkadaşlık etmemeli, hikayelerle, latifelerle vakt geçirmemelidir. vesselam. ikiyüzonuncu mektub bu mektub, mevlana şekibi isfehaniye yazılmışdır. kitabındaki bir yazıyı açıklamakda ve nasihat vermekdedir: bu fakire kaddesallahü teala sirrehül'aziz lutf ederek gönderdiğiniz şerefli mektubunuzu okumakla sevindik. selametde olunuz. bu yolun büyüklerini seviniz. bu sevgi, ömrünüzün sermayesi olsun. kıyamet günü bu fakirlerin sevgisi ile diriliniz. fakirlikle övünen ve fakirliği, zenginlikden üstün tutan büyük peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hurmeti için, allahü teala, düamı kabul buyursun. ihsan buyurarak, kitabındaki şeyh ibni sekine kuddise sirruh hazretlerinin müridinin hikayesini yazıyorsunuz. şöyle ki, birgün, gusl abdesti almak için dicle nehrine dalmışdı. başını sudan çıkarınca, kendini nil nehrinde buldu. mısra geldi. burada evlendi. oğulları oldu. yedi sene sonra, gusl abdesti almak için nil nehrine daldı. başını çıkarınca, kendini dicle nehrinde buldu. evvelce, dicleye giderken, dicle kenarına koymuş olduğu elbiselerini, koyduğu gibi buldu. bunları giydi. evine geldi. zevcesi, karşılayıp, müsafirlerin için istediğin yemekleri hazırladım dedi. yavrum! bu hikayenin güç gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin, bir anda yapılması değildir. çünki, böyle şeyler çok görülmüşdür. peygamberlerin sonuncusu muhammed aleyhisselam, mi'rac gecesi göklere gidip, binlerle senelik yolları geçdikden sonra, geriye gelince, yatmış olduğu yerin daha soğumamış olduğunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarının durmadığını gördü. kitabında da, bu hikayenin sonunda bildirildiği gibi, allahü teala, zemanı genişletmekdedir. bu hikayenin güç olan yeri, bağdadda bir an olan kısa zeman, mısrda yedi sene uzamakdadır. mesela bağdadda o an, hicretin üçyüzaltmışıncı yılı ise, mısrda, o anda, üçyüzaltmışyedinci yıl olmakdadır. bu ise akla ve nakle uygun olmıyan birşeydir. böyle birşey, bir iki kimse için olabilir. başka başka şehrler ve başka başka yerler için olacak şey değildir. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehul'aziz hatırına şöyle geliyor ki, bu iş uyanık iken olmamışdır. bir rü'ya olabilir. bunu dinleyen kimse, rü'ya sözünü rü'yet olarak anlamış olabilir. uykuda olan, uyanık iken olmuş sanılmışdır. böyle yanlışlıklar, çok görülmekdedir. belki rü'yada görmüş ve rehberine rü'yada söylemiş, sonra çocuklarına anlatmışdır. kitabda, bu hikayeden sonra, muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehul'aziz hazretlerinden haber verdiği hikaye de, bunun gibidir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir.cesedi terbiye eden ruhdur. kalıbı terbiye eden kalbdir sözünün açıklanmasını istiyorsunuz. yavrum! bu sözlerin ikisi de, birşeydir. insandaki alemi halkdan olan maddelerin, alemi emrden olan latifeler tarafından terbiye edildiği bildirilmekdedir. cesed kelimesinin, ruh ile birlikde kullanılması adet olduğu için ve kalıp ile kalb kelimeleri de, birbirine benzediği için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazılmışdır. nasihat istiyorsunuz. yavrum! bu bozukluğum ve dünyaya dalmış halim ve bilgisizliğim ve başarısızlığım ile, size nasihat vermeğe kalkışmakdan haya ederim, utanırım. fekat, emri ma'rufdan kaçınmakdan da korkarım ki, hasislik ve alçaklık yapmış olmıyayım. bunun için, birkaç kelime yazmağa kendimi zorluyorum. yavrum! dünyada kalmak zemanı pek azdır. bu kısa zemanın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. pek azı kalmışdır. ahıret zemanı ise sonsuzdur. orada başa gelecek şeyler, bu birkaç günlük işlere bağlıdır. bundan sonra, ya sonsuz ni'metler, zevkler veya bitmez tükenmez azablar, acılar vardır. muhbiri sadık, ya'ni hep doğru söyleyici, bunları haber vermişdir. elbette olacaklardır. aklı olan kimsenin, durmadan çalışması lazımdır. yavrum! ömrün en kıymetli zemanları, boş yere geçdi. allahü tealanın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. şimdi, ömrün en kıymetsiz, başarısız zemanı kaldı. artık, bununla da, allahü tealanın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zemanda elden kaçırılanı, kuvvetsiz, kıymetsiz zemanda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sıkıntı ile, sonsuz rahat ve ni'metlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işlerimizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyamet gününde, allahü tealanın huzuruna ne yüzle çıkabiliriz? oraya ne özr ve behane götürebiliriz? bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? birgün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. kulaklardan gaflet pamuğunu çıkaracaklar. fekat, faidesi olmıyacak. o zeman pişmanlıkdan, utanmakdan başka yapılacak şey olmıyacak. ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli. yüzü ak olarak, allahü tealayı özliyerek can vermelidir. önce, i'tikadı düzeltmek lazımdır. dinden olduğu tevatür yolu ile, ya'ni çok kimselerin söylemesi ile zaruri olarak bilinen şeylere inanmak elbette lazımdır. bundan sonra, fıkh kitablarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak zaruridir. bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. fekat bu, kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmek, kimsenin görmediği gizli şeyleri görmek için de değildir. nurları, renkleri görmek için değildir. bunlar oyun, keyf verici şeylerdir. herkesin gördüğü şeyler ve renkler yetişmiyor mu ki, bunları bırakıp da, riyazetler, sıkıntılar çekerek, bilinmiyen şeyler ve renkler aranılsın? bu şeyler ve renkler de, o şeyler ve renkler de, hep allahü tealanın yaratdığı şeylerdir ve onun varlığını ve yaratıcı olduğunu gösteren işaretlerdir. bu madde aleminde bulunan güneş ve ay ışıkları, alemi misaldeki nurlardan, renklerden katkat daha üstündür. fekat, bunlar her zeman görüldükleri için ve alim de, cahil de gördüğü için, kıymet verilmiyor, herkesin bilmediği, görmediği nurlar aranıyor. farisi mısra' tercemesi: kapı önünde akan su, bulanık görünür! tesavvuf yoluna girmek, islamiyyetin inanılacak şeylerine imanı kuvvetlendirmek içindir. böylece iman, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdani olur ve kısaca inanmak yerine, etraflı ve derin iman hasıl olur. mesela, allahü tealanın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veya başkalarından görerek inanıyordu. tesavvuf yolunda ilerlemek nasib olunca, o düşünerek ve işiterek olan iman, şimdi bularak, anlıyarak hasıl olur. imanı olgunlaşır. inanılacak şeylerin hepsine de, böyle iman hasıl olur. tesavvuf yoluna girmenin ikinci faidesi, fıkhda bildirilen vazifeleri yapmakda kolaylık elde etmek ve nefsi emmareden ileri gelen güçlükleri yok etmekdir. bu fakir, iyi anladım ki, tesavvuf, islamiyyetin yardımcısıdır. islamiyyetden başka birşey değildir. böyle olduğunu, mektublarımda, kitablarımda açıkladım. bu iki faideye kavuşmak için, tesavvuf yolları içinden, ebu bekri sıddikın yolunu seçmek iyi ve daha uygundur. çünki, bu yolun büyükleri sünneti seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır. bunun için, sünnete yapışmak nasib olup da, ellerine birşeyler geçmezse üzülmezler, sevinirler. eğer ahval ve mevacide kavuşur, fekat sünnete yapışmakda gevşek davranırlarsa, o halleri, vecdleri hiç beğenmezler. hace ubeydüllahi ahrar hazretleri buyuruyor ki, ahval ve mevacidi bize verseler, fekat, ehli sünnet velcema'at i'tikadını içimize yerleşdirmeseler, kendimi mahv olmuş bilirim. eğer, ehli sünnet velcema'at i'tikadını verseler, ahval ve mevacid hiç vermeseler, hiç üzülmem. bundan başka, bu yolda, nihayetde kavuşulacak şeyleri, başlangıçda tatdırırlar. bunun için, daha ilk adımda, başkalarının, en son kavuşacaklarını ele geçirirler. arada yalnız icmal ve tafsil bakımından fark olur. ya'ni topluca, kısa ve açık, geniş olmak farkı vardır. bu yol, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yoludur. çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem daha ilk sohbetinde öyle şeyler kazanmışlardır ki, ümmet arasındaki velilerin, bunlara, en sonda kavuşdukları bilinmemekdedir. bunun içindir ki, tabi'inin en üstünü olan, veysel karani rahmetullahi aleyh hazreti hamzanın katili olan vahşinin radıyallahü anhüma, resulullahın bir kerrecik sohbetinde bulunmakla yükseldiği mertebeye yetişememişdir. çünki sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. çünki, onların imanları, görerek kuvvetlenmişdir. bu ni'met, başkalarına nasib olmamışdır. farisi mısra' tercemesi: işitmek, görmek gibi olabilir mi? bunun içindir ki, bunların bir avuç arpa sadaka vermekle kazandıkları dereceler, başkalarının dağ kadar altın vererek kazandıkları dereceden katkat daha yüksekdir. eshabı kiramın hepsinin yüksekliği böyledir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. hepsini büyük bilmemiz lazımdır. hepsine iyi gözle bakmalı, hepsini sevmeli, övmeliyiz. çünki, eshabı kiramın hepsi adildir. islamiyyeti bildirmekde, hepsi ortakdır. birinin bildirdiği, ötekinin bildirdiğinden daha kıymetli değildir. kur'anı kerimi onlar topladı. ayeti kerimeler, herbirinin adaletine güvenerek, hepsinden, birer ikişer alınarak, bir araya getirildi. bir kimse, eshabı kiramdan birini kötülerse, bu sözü kur'anı kerime dokunur. çünki, birkaç ayeti kerime, ondan alınmış olabilir. bu büyüklerin aralarında olan çekişmelerin, muharebelerin iyi sebeblerle yapıldığını söylemeliyiz. nefse uymakla, kin ve inad ile olmadığına inanmalıyız. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh hazretleri, eshabı kiramı çok iyi tanıyordu. bu büyük alim buyurdu ki: allahü teala, o kanlara ellerimizi bulaşdırmadı. biz de, onlara dilimizi karışdırmıyalım!. imamı ca'feri sadık hazretlerinin de böyle söylediği haber verilmişdir. vesselamü evvelen ve ahıren. ikiyüzonbirinci mektub bu mektub, mevlana yar muhammed kadimi bedahşiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. mevlananın bir sözünü açıklamakda ve insanları kemale getirmek ve irşad etmek için lazım olan şartları bildirmekdedir: kıymetli kardeşim mevlana yar muhammed kadimin güzel mektubu geldi. bizleri sevindirdi. hak teala, sizi yüksek derecelerin en üstüne ve herkesi yükseltmeğe ve irşad etmeğe kavuşdursun. seçmiş olduğu peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam! sual: mevlana aleyhirrahme hazretleri, demişdir. böyle söylemek caiz midir? cevab: bu yolun yolcuları böyle şeyler çok söylemişdir. bir salik, ye kavuşunca, tecelli eden sureti, görünüşü, hak teala sanıyor. büyük alim imamı rabbani hace yusüfi hemedani hazretleri, bu görünenler, hep hayaldir. bu hayallerle, tarikatin çocuklarını yetişdirirler buyurmuşdur. biz de böyle söyleriz. tesavvufu öğretmek için, size izn verilmişdi. bunun üzerine, faideli birkaç şey yazıyorum. can kulağı ile dinleyin! davranışlarınızı buna göre ayarlayın: tesavvufu öğrenmek için bir talib yanınıza gelince, çok düşününüz! bu yoldan size istidrac yapılabileceğini, yıkılabileceğinizi göz önüne getiriniz! hele talebe gelince, içinizde bir sevinç, bir rahatlık duyarsanız allahü tealaya yalvarınız! ona sığınınız! çok istihare yaparak, ona tarikati öğretmek uygun olacağını ve istidrac ve yıkılmak olmadığını iyice anladıkdan sonra öğretiniz. çünki, allahü tealanın kullarına iş vermek ve onlarla uğraşarak kendi vaktini elden çıkarmak, ondan iznsiz caiz değildir. ibrahim suresinin birinci ayetinde mealen, buyuruldu. büyüklerden biri ölmüşdü. şöyle bir ses işitdi: . cevabını verdi. kullarımı niçin bana bırakmadın? gönlünü niçin bana vermedin? buyuruldu. size ve başkalarına verilen izn, şartlara bağlıdır. allahü tealanın razı olduğunu anlamadan, iş yapmamak birinci şartdır. şartsız, bağlantısız izn verme zemanı daha gelmemişdir. o zeman gelinceye kadar, şartları yerine getirmeği iyi gözetiniz! haberleşmemiz lazımdır. mire de böylece yazmışdım. ondan da bilgi alınız! o zemanın gelmesi için ve şartların sıkıntısından kurtulmanız için çalışınız! vesselam. ikiyüzonikinci mektub bu mektub, mevlana muhammed sıddiki bedahşiye yazılmışdır. suallerine cevabdır: arka arkaya iki kıymetli mektubunuz geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü teala, sonsuz ilerlemeler ihsan eylesin. peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha hurmetine bu düamı kabul buyursun! sual: tesarrufu kuvvetli olan bir rehber rahmetullahi aleyh, yaradılışı elverişli olan bir müridi, kendi tesarrufu ile, onun yaradılışında bulunan mertebenin daha üstüne çıkarabilir mi? cevab: evet çıkarabilir. fekat, onun yaradılışına uygun mertebelere çıkarabilir. ona uygun olmıyan mertebelere çıkaramaz. mesela, yaradılışı, musa aleyhisselamın vilayetinde olan bir müridin yaradılışında bu vilayet yolunun yarısına kadar yükselebilecek kuvvet varsa, tesarruf sahibi olan bir rehber, kendi tesarrufu ile, bu müridi, bu yolun sonuna kadar ulaşdırabilir. fekat, onu vilayeti museviden, vilayeti muhammediye geçirerek bu yolda ilerletmesi işitilmemişdir. sual: insandaki beş latifenin en latifi olan ahfa latifesi, hangi mertebede nefsi emmare gibi olur? alçaklıkda, aşağılıkda ona benzer? cevab: kardeşim! ahfa, latifelerin en latifi ise de, bir mahlukdur. sonradan yaratılmışdır. salik, mahluklar dairesinden dışarı çıkınca, vücub mertebelerinde ilerleyince, o mertebelerdeki zıllerin de asllarına varınca, sıfatların ve şanların sınırlarını aşınca, mümkin ve mahluk olan herşeyi, aşağı, kıymetsiz görür. mahlukların aşağısını da, latifini de aşağılıkda beraber görür. nefs ile ahfayı birleşmiş sanır. sual: sizden işitmişdim veya sizden işiten birisinden duymuşdum ki, ibadet ederken, allahü tealanın hazır olduğunu bilerek ibadet etmek, allahü tealaya kusur olur. köle gibi ibadet etmelidir. ya'ni, allahü tealayı hazır bilerek ibadet etmek, edebe uygun değildir buyurmuşdunuz. bunun açıklanmasını istiyorsunuz. cevab: yavrum! böyle birşey söylediğimi bilemiyorum. başka bir yerde görmüş olmalısınız. rü'yada adem aleyhisselamı gördüğünüzü yazıyorsunuz. çok iyidir. rü'yanız doğrudur. su görmek, ilm demekdir. eli suya sokmak, ilm edinecek kuvvet elde etmekdir. adem aleyhisselamı görmek de, bu ma'nayı kuvvetlendirmekdedir. çünki adem aleyhisselam, allahü tealadan öğrendi. bekara suresi, otuzbirinciayetinde mealen, buyuruldu. bu rü'yadaki ilm, kalb ilmidir. kalb bilgilerinden de, ehli beyte bağlı olanıdır aleyhimürrıdvan. buluşduğumuz zeman daha anlatırım. vesselam. mal sahibi, mülk sahibi, hani, bunun ilk sahibi? ikiyüzonüçüncü mektub bu mektub, nakib seyyid şeyh ferid hazretlerine yazılmışdır. va'z ve nasihat vermekde, ehli sünnet alimlerine uymağı övmekdedir: allahü teala, sizi, zatınıza yakışmıyan herşeyden korusun! yüce ceddiniz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat hurmetine düamı kabul buyursun! errahman suresinde, altmışıncı ayetinde mealen, buyuruldu. sizin ihsanlarınıza, hangi ihsanla karşılık yapacağımı bilemiyorum. ancak, mubarek zemanlarda, din ve dünya selametiniz için düa etmeğe çabalıyorum. elhamdülillah, elimde olmıyarak, bu vazife nasib olmakdadır. mükafat olabilecek başka bir ihsan da, va'z ve nasihatdir. eğer kabul buyurulursa, bizim için ne büyük ni'met olur. ey asil ve şerefli efendim! va'zların özü ve nasihatların kıymetlisi, allah adamları ile buluşmak, onlarla birlikde bulunmakdır. allah adamı olmak ve islamiyyete yapışmak da, müslimanların çeşidli fırkaları arasında, kurtuluş fırkası olduğu müjdelenmiş olan, ehli sünnet velcema'atin doğru yoluna sarılmağa bağlıdır. bu büyüklerin yolunda gitmedikçe kurtuluş olamaz. bunların anladıklarına tabi' olmadıkça, se'adete kavuşulamaz. akl sahibleri, ilm adamları ve evliyanın keşfleri, bu sözümüzün doğru olduğunu bildirmekdedirler. yanlışlık olamaz. bu büyüklerin doğru yolundan hardal danesi kadar, pekaz ayrılmış olan bir kimse ile arkadaşlık etmeği, öldürücü zehr bilmelidir. onunla konuşmağı, yılan sokması gibi korkunç görmelidir. allahdan korkmayan ilm adamları, hangi fırkadan olursa olsun, zındıkdırlar. yetmişiki bid'at fırkasının hepsi ehli sünnet değildir. bunların en kötüsü şi'iler ile vehhabilerdir. bunlarla konuşmakdan, arkadaşlık etmekden, kitablarını okumakdan, evlerine, köylerine gitmekden de sakınmalıdır. dinde hasıl olan bütün fitneler ve azılı din düşmanlığı, hep böyle zındıkların bırakdıkları kötülükdür. dünyalık ele geçirmek için, dinin yıkılmasına yardım etdiler. bekara suresinin onaltıncı ayeti kerimesinde mealen, hidayeti vererek, dalaleti satın aldılar. bu alış verişlerinde birşey kazanamadılar. doğru yolu bulamadılar buyuruldu. bu ayeti kerime, bunları bildirmekdedir. iblisin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zat, dedikde, demişdi. oradaki talebeden, mevlana ömer, iyi yaradılışlıdır. yalnız, kendisine arka olmak, doğruyu söylemesi için kuvvetlendirmek lazımdır. hafız imam da, aklını fikrini dinin yayılmasına vermişdir. zaten her müslimanın böyle olması lazımdır. hadisi şerifde, buyuruldu. biliyorsunuz ki, bu fakir, söyliyerek ve yazarak, iyi kimselerle konuşmanın ehemmiyyetini anlatmağa uğraşıyorum. kötü kimselerle arkadaşlıkdan, bunların kitablarını okumakdan kaçınmasını tekrar tekrar bildirmekden usanmıyorum. çünki, işin temeli bu ikisidir. söylemek bizden, kabul etmek sizden. daha doğrusu, hepsi allahü tealadandır. allahü tealanın hayrlı işlerde kullandığı kimselere müjdeler olsun! zemanımızda, ingiliz casusları, mezhebsizler, zındıklar, din adamı şekline girdiler. hak sözü bilen ve söyliyen din adamı bulunmaz oldu. se'adete kavuşmak için, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumakdan başka çare kalmadı. hakikat kitabevinin bütün kitabları, ehli sünnet alimlerinin kitablarından toplanmışdır. bunları bütün müslimanlara tavsiye ederiz. ehli sünnet kitabları demek, dört mezhebden birinin kitabları demekdir. ihsanlarınızın çokluğu, bu yazılara sebeb oldu. başınızı ağrıtmak ve usandırmak düşüncesini unutdurdu. vesselam. ikiyüzondördüncü mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. dünya, ahıretin tarlasıdır. kafirlere, niçin sonsuz azab yapılacağı bildirilmekdedir: allahü teala, bir kimseyi hayrlı işlerde kullanırsa, ona müjdeler olsun! allahü teala, dünyayı ahıretin tarlası yapdı. tohumunun hepsini yiyen ve toprak gibi olan, yaratılışındaki elverişli haline ekemeyen ve bir daneden yediyüz dane yapmağı elden kaçırana yazıklar olsun! kardeşin kardeşden ve ananın yavrusundan kaçdığı o gün için, birşey saklamıyan, dünyada da, ahıretde de ziyan etdi. eli boş kaldı. dünyada da, ahıretde de pişman olacak, ah edecekdir. aklı olan, tali'li bir kimse, dünyanın birkaç yıllık hayatını fırsat bilir, ni'met bilir. bu kısa zemanda, dünyanın çabuk tükenen ve hepsinin sonu sıkıntı ve azab olan, geçici zevklerine, tadına aldanmaz. bunlarla vakti kaçırmaz. bu kısa zemanda tohumunu eker. bir dane iyi iş yaparak, sayısız meyveler elde eder. bekara suresi, ikiyüzaltmışbirinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. bunun içindir ki, birkaç günlük iyi işe karşılık, sonsuz ni'metler verecekdir. allahü teala, çok ihsan sahibidir. sual: karşılığın katkat olması, iyiliklerdedir. kötülüklerin karşılığı bire birdir. böyle olunca, kafirlere kısa bir zemandaki kötülükler için, sonsuz azab yapması nedendir? cevab: dünyada yapılan işin karşılığının nasıl olacağını allahü tealadan başka kimse bilmez. insan bilgisi bunu anlıyamaz. mesela, muhsan olan bir kimseyi kazf edene seksen sopa vurulmasını emr eylemişdir. hırsızlık haddi olarak, hırsızın sağ elinin kesilmesini karşılık eylemişdir. zina haddi olarak evli olmıyanlara yüz sopa ile bir sene şehrden sürmek, evli olanlara, taş atarak öldürmek cezasını vermişdir. bu cezaların sebeblerini insanlar anlıyamaz. bunun gibi, kafirlere, kısa zemandaki küfr için, sonsuz azabı karşılık yapmışdır. geçici bir küfrün cezası, sonsuz azabdır. islamiyyetin bütün emrlerini aklına uygun getirmek istiyen, aklı ile isbata kalkışan kimse, inanmamış olur. onunla konuşmak akl işi değildir. farisi tercemesi: kur'an ile hadise, inanmazsa bir kişi, ona hiç cevab verme, konuşma bitir işi! fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz mektubunu getiren meyan şeyh ahmed, merhum şeyh sultan tehaniserinin kıymetli oğludur. babasına olan lutf ve ihsanlarınızı düşünerek bu fakiri araya koyarak, yüksek hiz metinizde çalışmak için gelmişdir. babasına olan ihsanlarınızdan biri, uşrlu bir yerin uşrunun ona verilmesini emr buyurmuşdunuz. emr sizdendir. hakikatde ise, herşey allahdandır. selam sizlere olsun ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat izinde bulunanlara olsun! çalışmakda, yükselmekdedir, hakkın rızası! tenbel olanın elbet gelir, bir gün belası. ikiyüzonbeşinci mektub bu mektub, mirza daraba yazılmışdır. kötü olan dünyanın ne olduğu bildirilmekdedir: yaradılışınızın iyi olduğunu gösteren, çok ince düşüncelerinizi açıklıyan kıymetli mektubunuz geldi. bir işe yaramıyan bu fakirleri okşayan yazılarınıza, allahü teala, habibi hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat iyi karşılıklar ihsan buyursun! yavrum! bu dünyaya düşkün olanlar, mal, para peşinde koşanlar, büyük bir belaya yakalanmışlardır. büyük bir derde tutulmuşlardır. çünki, bu dünyada bulunan, allahü tealanın beğenmedikleri şeyler ve her pislikden daha kötü olan pislikler, bu kimselere güzel görünmekdedir. sevimli sanılmakdadır. necaseti yaldızlamak, zehri şekerle kaplamak gibidir. allahü teala insanlara akl verdi. akla bu alçak dünyanın kötülüğünü anlatdı. allahü tealanın beğenmediği şeylerin çirkinliğini gösterdi. bunun için, alimler buyurdu ki, bir kimse, öldükden sonra, malının zemanın en akllı olanına verilmesini vasıyyet etse, zahide vermek lazımdır. çünki zahid, dünyaya düşkün değildir. onun dünyaya kıymet vermemesi, aklının çok olduğunu gösterir. allahü teala çok merhametli olduğu için, yalnız akl şahidini vermekle kalmadı. ikinci ve nakli şahid olarak da peygamberleri aleyhimüsselam verdi. alemlere rahmet olarak gönderdiği peygamberleri ile aleyhimüssalevatü vettehıyyat, bu bozuk malın iç yüzünü kullarına bildirdi. o yalancı kahpenin cilvelerine aldanmamalarını, ona tutulmamalarını açıkça emr buyurdu. şaşmaz, doğru olan bu iki şahid var iken, bir kimse, şeker sanarak zehr yirse ve altına kavuşacağım diyerek necaseti avuçlarsa, elbette çok alçaklık yapmış olur. çok pis olduğunu göstermiş olur. peygamberlere aleyhimüssalevatü vettehıyyat inanmamışdır. müsliman olduğunu söylese de, münafık olur. onun müsliman görünmesi, ahıretde faide vermez. yalnız dünyada canını ve malını korumuş olur. bugün, kulaklardan gaflet pamuğunu atmalıdır. yoksa, ahıretde ah etmekden, pişman olmakdan başka yapılacak şey olmaz. halinizi sık sık bildiriniz! farisi tercemesi: canım yavrum! sana sözüm, yalnız şudur: körpeciksin, yolun da çok korkuludur. ikiyüzonaltıncı mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmış olup, evliyanın kerametini bildirmekdedir: herşeyi yokdan var edip, her an varlıkda durduran, canlıları besliyen, büyüten allahü tealaya hamd ederim. onun peygamberlerine ve bunların en üstünü olan muhammed aleyhisselama ve ona yakın olanlara, salat ve selam eylerim! dağlar, tepeler, dostlarla aramızda perde olduğundan, görünüşdeki uzaklık, buluşmağı, konuşmağı, anka kuşu gibi, ele geçmez bir şekle sokmuşdur. ara sıra yeni bilgileri yazıp, sevdiklerime yollamağı, acizane düşündüm. bunun için tektük gönderdiğim bilgilerden, usanmıyacağınızı ümmid ederim. kıymetli efendim! bugünlerde, her ağızda, evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in kerameti dolaşmakda, cahil halk, harika, keramet aramakda olduğundan, bu yolda, birkaç şey yazmağı uygun gördüm. lütfen dikkatli okuyunuz! vilayet ya'ni evliyalık, fena ve beka demekdir. bu dereceye yetişenlerde, harikalar, keşfler görülür. fekat, harikaların çok olması, vilayetin temamlığını ve olgunluğunu bildirmez. harikaları daha az olduğu halde, vilayeti daha kamil olanlar, çok görülmüşdür. harikaların çok olmasının sebebi ikidir: uruc ederken, pekçok yükselmek. nüzul ederken pekaz inmek. hatta, harikaların çok görünmesinin başlıca sebebi, ikincisidir. ya'ni yukarı makamdan aşağıya inmenin az olmasıdır. çünki, aşağı dereceye inen veli, sebebler alemine inmiş olur. her hadisenin bir sebeble hasıl olduğunu bilir. sebebleri yaratanın celle celalüh, eşyayı sebeblerle hareket etdirdiğini görür. halbuki, aşağı dereceye geri dönmiyen veya az inip, sebebler derecesine düşmiyen evliya, yalnız sebeblerin sahibini, sebeblere kuvvet ve te'sir vereni görüp, sebebleri göremez. allahü teala, herkese layık olanı, umduğunu verdiğinden, bu iki veliye başka dürlü ihsanda bulunur. sebebleri görenin işlerini, arzularını, sebeb ile yaratır. sebebleri görmiyene ise, sebebsiz verir. nitekim hadisi kudside, buyurulmakdadır. bu ümmetde, çok evliya gelip geçmişdir. bunların içinde muhyiddin seyyid abdülkadiri geylaniden kuddise sirruh hasıl olan harikalar kadar, hiçbirinden hasıl olduğu işitilmemişdir. bunun sebebi, uzun zemandan beri, zihnimi kurcalıyordu. bir dürlü anlıyamıyordum. sonra, hak sübhanehü ve teala bu bilmeceyi açıkladı. anlaşıldı ki, o büyük veli kuddise sirruh, evliyanın hepsinden daha yukarı çıkmış, inişde, ruh makamına kadar tenezzül etmişdir. ruh derecesi ise, sebeblerin bulunduğu alemin üstündedir. haseni basri ile habibi aceminin kuddise sirruhüma halini burada bildirmek uygun olur. şöyle ki, birgün, haseni basri, dicle kenarında gemi bekliyordu. habibi acemi çıkageldi ve dedi. deyince, habib, dedi. haseni basri ise, dedi. habib, gemiyi beklemeyip, su üzerinden yürüyüp karşıya geçdi. hasen ise, gemiyi beklemekde kaldı. çünki, sebebler alemine kadar inmiş olduğundan, onun işlerini, sebebler te'siri ile yapıyorlardı. habibi acemi ise, işlerin yaratılmasında, sebebleri görmediğinden, onun isteklerini sebebsiz olarak ihsan ediyorlardı. hasenin derecesi, habibin derecesinden daha yüksekdir. çünki, ndadır. ya'ni, aynülyakini, ilmül yakin ile birleşdirmişdir. hadiselerin husule gelmesini, olduğu gibi, doğru görmekdedir. allahü teala, kudretini, hikmet altında gizlemekde, herşeyi sebebler te'siri ile yapmakdadır. habibe gelince, o, aşkı ilahinin serhoşudur. sebebleri göremeyip, asl yapana bakmakdadır ki, bu görüşü yanlışdır. çünki, arada sebebler vardır. talibleri irşad etmek vazifesi, harikalar göstermenin aksinedir. çünki rehber, ne kadar çok inmiş olursa, irşadı o kadar kuvvetli olur. irşad edebilmek için, talib ile rehberin birbirine yakın olması lazımdır. bu da, rehberin aşağı dereceye ya'ni taliblerin derecesine inmiş olması ile olur. bir veli, ne kadar çok yükselirse, inişi o kadar çok aşağı olur. bunun içindir ki, peygamberlerin son geleni aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, hepsinden yukarı gitdi. inişde de, hepsinden aşağı geldi. bundan dolayı, onun da'veti, irşadı, hepsinden kuvvetli oldu ve bütün insanların peygamberi oldu. çünki inişi fazla olduğundan, mahluklara yakınlığı, daha çok oldu. böylece, kendisinden istifade, daha kolay oldu. tesavvuf yolunda, nihayete varmayıp, ortalarda bulunan veliler, taliblere, nihayete varmış da inememiş velilerden daha çok faideli oluyor. çünki ortalardakilerin hali, başlangıcdakilere daha uygundur. bunun içindir ki, şeyhulislam hirevi abdüllahi ensari buyurdu ki, eğer ebülhaseni harkani ile muhammed kassab bir şehrde bulunsaydı, sizi muhammed kassaba gönderirdim. çünki o, taliblere, harkaniden daha faideli olur. harkani, nihayete varmışdı. talibler, ondan, pek istifade edemezdi. ya'ni aşağı dönmiyen veli, nihayete varmakla, talibleri iyi yetişdiremez. fekat, nihayete varan veliler, geriye indikden sonra, kuvvetli ifade ve terbiye edicidir. çünki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, herkesden daha yükselmiş iken, ifade, terbiye etmesi, herkesden çok idi. görülüyor ki, ifadenin, terbiye etmenin azlığı, çokluğu iniş mikdarına bağlı olup, nihayete varıp varmamağa bağlı değildir. burada, dikkat edilecek bir incelik vardır ki, o da, velinin rahmetullahi aleyhim ecma'in, kendi vilayetini bilmesi lazım olmadığı gibi, kendisinden harika, keramet hasıl olduğunu bilmesi de şart değildir. çok olur ki, herkes onun kerametini görür. onun bu kerametlerden hiç haberi olmaz. ilm ve keşf sahibi olan evliyanın da, kendi kerametlerinden ba'zısını bilmemesi caizdir. ba'zan, bunların alemi misaldeki şekllerini, suretlerini bir anda, çeşidli memleketlerde, herkese gösterirler. uzak yerlerde, şaşılacak işleri yapdıkları görülür. halbuki kendisi, bunları hiç bilmez. hazreti mahdumi mevlana nureddini cami kuddise sirruh buyurdu ki, büyüklerden birine, çeşidli yerlerden gelen tanıdıkları, seni mekkei mükerremede gördük ve birlikde hac yapdık. başkaları da, seni bağdadda gördük ve birlikde şöyle şöyle şeyler yapdık derlerdi. halbuki, o kimse, o günlerde evinden çıkmamışdı ve o kimseleri görmemişdi. acaba niçin böyle söylüyorlar derdi. her işin doğrusunu, yalnız allahü teala bilir. daha fazla yazmağa lüzum yok. merak etdiğinizi, daha çok anlamak istediğinizi öğrenirsem, inşaallah, daha çabuk ve daha çok yazarım. vesselam. ikiyüzonyedinci mektub bu mektub, molla tahiri bedahşiye yazılmış olup, batının hali ne kadar bilinmezse, o kadar iyidir ve evliyanın keşflerinde hata olmasının sebebini, ile i ve dinde güvenilecek şeyin yalnız kitab ve sünnet olduğu bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd ederim ve peygamberlerin seyyidine aleyhimüsselam salat ve tertemiz akrabasına ve eshabına selam ederim! uzun zemandan beri, halinizi bildirmediniz. her ne şeklde olursanız olunuz, doğru yoldan sapmamalısınız. iman edilecek şeylerde ve ibadetlerde ve her işde, islamiyyetden kıl kadar ayrılmamağa, çok dikkat etmelisiniz. kalbin nisbetini korumak ve büyüklerimizin gösterdiği şeklde temizlenmesine çalışmak da, çok mühimdir. kalbin hali ne kadar gizli kalırsa, o kadar iyidir ve cehalet, hayret artdıkca, güzel olur. çünki, allahü tealaya aid bilgiler ve ismlerinden kalbe doğan ma'rifetler, tesavvuf yolunun ortalarında hasıl olup, nihayete doğru azalır. vasıl oldukdan sonra, büsbütün yok olur. allahü tealayı tanıyamamak ve ona kavuşamamakdan başka, hiçbir kazanç kalmaz. hele dünyaya, mahluklara aid keşflere , ne diyelim ki, zaten bunlar, çok vakt yanlış olur. böyle bilgilerin olması ve olmaması müsavidir. sual: evliyanın rahmetullahi aleyhim ecma'in, mahluklara aid bilgileri, çok vakt yanlış oluyor ve kalbine doğan bilginin tersi, hasıl oluyor. mesela, bir kimsenin bir ay sonra öleceğini veya yolcunun geleceğini haber veriyorlar. bunlar olmuyor. bunun sebebi nedir? cevab: velinin kalbine gelen bilgi, haber verilen iş, çok def'a şartlara bağlı olur. o veli, o anda, o şartları anlıyamaz. o şeyin, şartsız olarak, her halde meydana geleceğini sanır. bundan başka da yazılı, ileride olacak bir işi, arife gösterirler. fekat o iş, değişdirilebilen, silinip yeniden yazılabilen şeylerdendir. gibidir. arif, o işin, bir şarta bağlı olduğunu, silinebilecek şeylerden olduğunu anlıyamayıp, elbette hasıl olacağını sanır ve gördüğünü haber verir. böylece, o iş de, hasıl olmıyabilir. işitdiğimize göre, cebrail aleyhisselam, bir gün, peygamberimize aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat gelip, bir gencin, yarın sabah, erkenden öleceğini haber verir. peygamber efendimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, bu gence acıyıp, huzuri se'adetlerine çağırır. ne isteği olduğunu sorar. der. emr buyurup, ikisini de hemen hazırlarlar. genç, o gece, odasında ailesi ile oturmuş, tatlı yanlarında iken, kapıya bir fakir gelip, der. genç, tatlının hepsini, fakire sadaka verir. sabah olunca, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, gencin ölüm haberini bekler. uzun zeman, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. gencin sağ ve keyf yapmakda olduğunu söylerler. hayret eder. o sırada, cebrail aleyhisselam gelir. ona sorar. cebrail aleyhisselam, der ve gencin yasdığı altında, büyük bir yılanı ölü olarak bulurlar. bu haber, bu fakire hoş gelmiyor. cebrail aleyhisselamın yanılmasını caiz görmiyorum. yahud, cebrail aleyhisselamın ma'sum olması, emin olması ve hiç yanılmaması, vahy şeklinde getirdiği şeylerdedir. ya'ni, allahü teala tarafından indirdiği şeylerde, yanlışlık ihtimali yokdur. bu genç için getirdiği haber ise vahy değildir. levhi mahfuzda görüp öğrendiği birşeyi haber vermişdir. levhi mahfuzda yazılı şeyler, silinip değişdirilebildiğinden, buradan öğrenilen haberler yanlış olabilir. allahü teala tarafından getirilen şeylerin ise, yanlış olmak ihtimali yokdur. şehadet ile ihbar arasında fark vardır. islamiyyetde, şahid olmak kabul olunur. haber vermeğe ise güvenilmez. kaza, ya'ni allahü tealanın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: , . birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz. ikincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir suretle değişmez, muhakkak yaratılır. kaf suresinin yirmidokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, kazai mübremi bildirmekdedir. kazai mu'allak için de, ra'd suresinde, mealindeki, otuzdokuzuncu ayeti kerime vardır. hocam, muhammed bakibillah kuddise sirruh buyurdu ki, seyyid abdülkadiri geylani kuddise sirruh, ba'zı kitablarında buyurmuş ki, kazai mübremi kimse değişdiremez. fekat ben, istersem, onu da değişdirebilirim. bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. hocamın bu sözü, uzun zemandan beri, zihnimi kurcalamışdı. nihayet, allahü teala, bu fakiri de, bu ni'meti ihsan etmekle şereflendirdi. bir gün, sevdiklerimden birine, bir bela geleceği, ilham olundu. bu belanın geri döndürülmesi için, cenabı hakka çok yalvardım. bütün varlığım ile, ona sığındım. korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. bu belanın, levhi mahfuzda kazai mu'allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. çok üzüldüm, ümmidim kırıldı. abdülkadiri geylaninin kuddise sirruh sözü hatırıma geldi. ikinci def'a olarak, tekrar sığındım, çok yalvardım. aczimi, zevallılığımı göstererek niyaz etdim. lutf ve ihsan ederek kazai mu'allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: birisinin şarta bağlı olduğu, levhi mahfuzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir. ikincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız allahü teala bilir. levhi mahfuzda, kazai mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazai mu'allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. bunu anlayınca, abdülkadiri geylaninin kuddise sirruh sözündeki, kazai mübremin, bu ikinci kısm kazai mu'allak olduğunu ve kazai mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, hakiki kazai mübremi değişdiririm demediğini anladım. böyle kazai mu'allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. ya, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? o sevdiğim kimseye, gelmekde olan belanın, bu son kısm kazadan olduğunu anladım ve hak sübhanehu ve tealanın bu belayı geri çevirdiği ma'lum oldu. allahü tealaya, bunun için çok şükr olsun! ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun ve bütün insanların en üstünü ve peygamberlerin sonuncusu olan muhammed mustafaya aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ona yakın olanların ve eshabının hepsine rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in salat ve selam ve tehıyyetler olsun! allahü teala, onu alemlere rahmet olarak gönderdi. ya rabbi! kalblerimizi onun sevgisi ile doldur. hepimizi onun yolunda bulundur! bu düaya amin diyenlere, allahü teala merhamet etsin! evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz kalbine gelen ilhamlardan ba'zısının yanlış olması, şundan da ileri gelir ki, ilham olunan bilgilere benziyen, ba'zı yanlış başlangıçlar, hatırına gelir. bunları doğru sanır ve ilham olunan şeylere karışdırır. böylece, ilham doğruluğunu gayb eder. ba'zan da, keşflerde, rü'yalarda, gizli şeyler, kendisine gösterilir. bunları gördüğü gibi olacak sanır. halbuki, onlara ma'na vermek, ta'bir etmek lazım geldiğini bilemez. bunun için, söylediği şeyler meydana çıkmaz. işte böyle sebeblerden dolayı, keşf ve ilhamlar, hatalı olmakdadır. hiç yanlış olmıyan, güvenilecek, yalnız kur'anı kerim ve hadisi şeriflerdir. çünki her ikisi de, elbette doğru olan, vahy ile bildirilmişdir. ya'ni melek ile indirilmişdir. alimlerin söz birliği ve müctehidlerin ictihadı da, bu iki doğru kaynakdan alınmışdır. işte, islamiyyetin bu dört temeli dışında kalan bilgiler, her ne olursa olsun, bu dört esasa uygun ise, kabul edilir. uygun olmıyanlar, evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz ilmleri, ma'rifetleri, keşfleri olsa da, , kabul olunmaz. kitabının doksandördüncü sahifesinde diyor ki, edillei şer'ıyyenin dört olması müctehidler içindir. mukallidler ya'ni dört mezhebden birinde olanlar için delil, sened, bulunduğu mezheb reisinin ictihadı ve sözüdür. çünki mukallidler, ayetden ve hadisden ahkam çıkaramaz. bunun içindir ki, mezheb imamının sözü, nassa ya'ni ayete ve hadise uymuyor göründüğü zeman mezheb imamının sözüne uyulur. çünki ictihad istiyebilir. yahud, başka nassla değişmesi, te'vil edilmesi, yanlış birşey olması, nesh edilmiş olması mümkindir. bunları da ancak müctehid anlıyabilir. tesavvuf yolunda bulunanların vecd ve halleri, keşf ve ilhamları islamiyyet terazisi ile dartılmadıkca, on para etmez. kur'anı kerim ve hadisi şerif mi'yarı ile yoklamadıkça, kabul edilmez. evliyanın keşf ve ilham ile edindikleri ba'zı bilgilerinde yanlışlık bulunabileceğini işiterek, bu büyüklerin, islamiyyeti bildiren sözlerine inanılmaz demek, pek cahillik olur. bunların, kur'anı kerimden, hadisi şeriflerden ve din imamlarından verdikleri haberler şübhesiz sağlam ve doğrudur. mesela, abdülkadiri geylaninin rahmetullahi aleyh, sözü, keşf ve ilham olmayıp, islamiyyeti bildirmekdedir ve ehli sünnet alimlerinin yoludur rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. din bilgilerini, ilham, keşf sanıp, evliyanın sened, vesika değerindeki sözlerine inanmıyan kimse helak olur. tesavvuf yoluna girmek ve bu yolda ilerlemek islamiyyetin bildirdiği şeylere, kalbin yakin hasıl etmesi, hakiki imana kavuşması içindir ve islamiyyetin emrlerini kolaylıkla, seve seve yapmak içindir. bu ikisinden başka şeyler kazanmak için değildir. çünki, allahü tealayı görmek, ahıretde va'd edildi. dünyada görülemez. tesavvufcuların müşahede, tecelli diyerek övdükleri görünüşler, zıl ile, gölge ile avunmakdır. benzeterek, sanarak, boşuna sevinmekdir. allahü teala, dır. ya'ni ötelerin ötesidir. müşahede ve tecelli dedikleri görünüşlerin iç yüzünü bildirirsem, bu yola yeni girenlerin çalışmakdan vaz geçmelerinden, şevk ve heveslerinin gevşemesinden korkarım. fekat, hiç ağzımı açmazsam, bildiğim halde, herkesin yanlış şeyleri hakikat sanmalarına göz yummuş olmaklığımdan da korkuyorum. onun için, tekrar söyliyeyim ki, tesavvufcuların müşahedelerini, tecellilerini, kelimullah hazreti musanın ala nebiyyina ve aleyhisselam şahid olduğu, tur dağına olan tecelli ile karşılaşdırmalı. ona benzemeyince, gölgenin, hayalin, asl ve hakikat sanıldığı anlaşılmalıdır. o tecelliye benzemiyecekleri şübhesizdir. çünki, o ve onun tecellisi, mahluklara aid sıfatlardan, kaydlardan münezzehdir. bu dünyada ise, bu kaydlardan sıyrılmak mümkin değildir. ister kalbe tecelli olsun, ister dışarda tecelli olsun, bu kaydlar karışacakdır. hatemülenbiya aleyhi ve aleyhim ve ala alihissalevatü vetteslimat, bundan ayrıdır. o, dünyada gördü ve kıl kadar değişmedi. evet, onun yolunda gidenlerin büyüklerine dünyada, bu ni'met nasib olur ise de, sayısız zıllerden, perdelerden birinin gerisinde olmakdadır. tecelliye kavuşan, bunu anlasa da, anlamasa da bunlara perdesiz tecelli olamaz. kelimullah aleyhi ve ala nebiyyinesselam kendine tecelli etmediği halde, tur dağına olan tecelliyi görünce bayıldı, düşdü. başkaları kim bilir ne olur? şunu da bildireyim ki, sevdiklerimizden birine, talebeyi yetişdirmek için, izn vermekden maksad, imanın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıkdığı, din bilgilerinin unutulduğu, bu fırtınalı zemanda, müsliman evladlarına allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikde, ilerlemesi içindir. bu inceliği iyi anlamalı ve ömrde geri kalan birkaç günlük fırsatda, çalışarak, talebe ile birlikde, ni'mete kavuşmalıdır. yoksa, bu izni, büyüklük ve olgunluk alameti sanıp, maksaddan mahrum kalmamalıdır. bizim vazifemiz bildirmekdir. vesselam. ikiyüzonsekizinci mektub bu mektub, molla davüde yazılmışdır. pirin hakkını gözetmeği bildirmekdedir: kıymetli kardeşim mevlana davüdün mubarek mektubu geldi. bizleri sevindirdi. hak teala, zahirinizi ve batınınızı, razı olduğu şeyleri yapmakla süslesin. sevgili peygamberi ve onun yüksek ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam! kalbin çeşidli şeylere dağılması yüzünden, kalb için aldığınız dersi yapmakda ve büyüklerin yolunda ilerlemekde gevşeklik olmamalıdır. bir karartı ve bulanıklık olursa, allahü tealaya yalvararak, boynunuzu bükerek, ona sığınarak bundan kurtulmağa çalışınız. bundan kurtulmanın ikinci ilacı, bu ni'mete kavuşmanıza sebeb olana, sizi bu yolda yetişdirene tam bağlanmanızdır. bu büyük ni'mete kavuşduran zatın haklarını, edeblerini gözetmeğe çok çalışınız. onun rızasını kazanmağı, allahü tealanın rızasını kazanmağa vesile biliniz. kurtuluş yolu ancak budur. vesselam. kamış boşum dedi, şekerlendi, ağaç yükseldi, baltayı yedi. ikiyüzondokuzuncu mektub bu mektub, mirza ebrece yazılmışdır. insan, cahil olduğu için, bedeninin hastalığını gidermeğe çalışmakdadır. kalbin dünyaya düşkün olması hastalığından haberi bile olmadığı bildirilmekdedir: allahü teala, sizi ayblardan, kusurlardan korusun. sizi lekeliyecek şeylerden, geçmiş ve gelecek bütün insanların en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ecma'in minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha muhafaza buyursun! ey mes'ud ve temiz kardeşim! insanın bedenine bir hastalık gelince ve uzvunda bozukluk olunca, o hastalığı gidermek ve o bozukluğu düzeltmek için, o kadar uğraşır da, kalb hastalığı kendisini sonsuz ölüme ve bitmez tükenmez azablara sürüklediği halde, bu korkunç hastalıkdan kurtulmağı hiç düşünmemekdedir ve onu gidermek için hiç kıpırdamamakdadır. kalbin hasta olması demek, allahü tealadan başka şeylere tutulmuş olmasıdır. eğer, kalbin bu tutulmasını hastalık bilmezse, çok alçak kimsedir. eğer bilir de, aldırış etmezse, çok pisdir. bu hastalığı anlamak için, lazımdır. , kısa görüşlü olduğundan, ancak, görünüşe bakar. akli me'aş, dünyanın geçici lezzetlerine bakarak, kalb afetlerini hastalık bile saymadığı gibi, akli mu'ad da, ahiretde verilecek sevablara bakarak, bedendeki bozuklukları, hastalık saymaz. akli me'aş, kısa görüşlü, akli mu'ad keskin görüşlüdür. akli mu'ad, peygamberlerde aleyhimüssalevatü vetteslimat ve evliyada bulunur. akli me'aşı, mala düşkün olanlar, dünyaya bağlı olanlar beğenir. aradaki farkı düşünmelidir. akli mu'adı kuvvetlendiren şeyler, ölümü düşünmek, ahıretde olacak şeyleri öğrenmek ve ahıret derdi ile şereflenmiş olanlarla birlikde bulunmakdır. farisi tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da. bedenin hastalığı, ahkamı islamiyyenin yerine getirilmesini güçleşdirdiği gibi, kalb hastalığı da, islamiyyete uymağı güçleşdirmekdedir. şura suresi, onüçüncü ayetinde mealen, ve bekara suresinin kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. görünen uzvların kuvvetden düşmesi, ibadeti güçleşdirdiği gibi, kalbde imanın za'iflemesi de güçleşdirmekdedir. yoksa, islamiyyetin her emrinde kolaylık vardır. bekara suresinin yüzseksenbeşinci ayetinde mealen, ve nisa suresinin yirmiyedinci ayetinde mealen, allahü teala, emrlerinin hafif olmasını diledi. çünki, insanlar za'if yaratıldı buyuruldu. bu iki ayeti kerime de, sözümüzü isbat etmekdedir. farisi mısra' tercemesi: bir kimse kör ise, güneşin suçu ne? bunun için, bu hastalığı gidermek çok lazımdır. bunun mütehassısı olan hakimlere sığınmak farzı ayndır. resul, ancak haber verir. ikiyüzyirminci mektub bu mektub, şeyh hamidi bingaliye yazılmışdır. tesavvuf büyüklerinin yanıldıkları şeylerden birkaçını bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve eshabının hepsine selam ve düalar olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ecma'in. buradaki fakirlerin hali, hergün daha iyi olmakdadır. hergün daha çok şükr etmek lazım gelmekdedir. uzakdaki sevdiklerimizin de böyle olmalarını istiyoruz. azizim! bu hiç bilinmiyen yolda, yolcuların ayağı kayacak yerler çokdur. i'tikadda ve her işde, islamiyyetin ipinin ucuna yapışmak lazımdır. yanımda olanlara ve uzakda olanlara yapacağım nasihat, yalnız budur. aman, gafil olmayınız! bu yolda, yolcuları şaşırtan birkaç yanlışlığı yazıyorum. bu yanlışlıkların sebeblerini açıklıyorum. dikkat ile, düşünerek okuyunuz! başka yerlerde de, bunlarla ölçerek hareket ediniz! tesavvuf yolundaki yanılmaların birisi, salik, ya'ni yolcu, makamlara yükselirken, alimlerin sözbirliği ile yüksekliklerini bildirdikleri kimselerden kendini daha yüksek bulmasıdır. bu salikin makamı, bu büyüklerin makamlarından elbette aşağıdır. fekat salik, ba'zan kendini, insanların en üstünü oldukları meydanda olan peygamberlerin de aleyhimüssalevatü vetteslimat üstünde görür. böyle görmekden allahü tealaya sığınırız. birçoklarının böyle yanlış görmeleri şundandır ki, peygamberler ve evliyanın hepsi, önce, kendi varlıklarının mebdei te'ayyünü olan ismlere kadar çıkarlar. böyle çıkanlar olur. vilayet mertebesine kavuşur. sonra, bu ismlerde ve ismlerden, allahü tealanın dilediği makamlara yükselirler. fekat, bu yükselmelerde, hepsinin konak yerleri, vücudlerinin mebdei te'ayyünü olan ismlerdir. yükselirlerken, onları arayan, çok zeman, o ismlerde bulur. çünki o büyüklerin, yükselirken, tabi'i yerleri, bu ismlerdir. bu ismlerden, yukarı ve aşağı hareket etmek, sonradan te'sir eden kuvvetlerle olur. yaradılışı yüksek olan bir salik, o ismlerden yukarı ilerler. o ismlerin sahibleri olan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat kendini daha yukarı sanır. önce inanmış, iman etmiş olduğunu unutur. peygamberlerin yüksekliğinde, evliyanın üstünlüklerinde şübheye düşer. bu makam, saliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. bu zeman, salik, o büyüklerin, bu makamlardan sonsuza doğru yükselmiş olduklarını bilemez. o ismlerin, yükselirlerken, tabi'i yerleri olduğunu da bilemez. kendisinin, yükselirken, tabi'i yeri bulunduğunu, kendi yerinin, o büyüklerin yerleri olan o ismlerin altında ve çok aşağıda olduğunu düşünemez. bir kimsenin üstünlüğü, tabi'i yerinin yüksekliği ile ölçülür. o yer, kendi mebdei te'ayyünü olan ismi ilahidir. yine bunun içindir ki, büyüklerden birkaçı demişdir ki, arif yükselirken, büyük aracıyı arada bulmaz. o arada olmadan yükselir. hocam muhammed bakibillah kaddesallahü teala sirrehüma hazretleri, rabi'ai adviyyenin de, bunlardan biri olduğunu bildirmişdi. bunlar yükselirken, büyük aracının mebdei te'ayyünü olan ismden ileri çıkınca, berzahiyyeti kübranın arada kalmadığını sanıyorlar. , hakikati muhammediyyeye diyorlar. işin doğrusunu yukarıda bildirdik. bu yanılmaya, saliklerin kimisinde de, sebeb şu olmakdadır: salik, kendi mebdei te'ayyünü olan ismde seyr ederken, ilerlerken, büyüklerin mebdei te'ayyünleri olan ismleri de topluca geçmekdedir. çünki her ismde, bütün ismler kısaca bulunmakdadır. insanın, herşeyi kendinde bulundurması, mebdei te'ayyünü olan ismde, bütün ismlerin bulunduğu içindir. salik kendi isminde ilerlerken, büyüklerin ismlerini de kısaca geçerek, ismin sonuna gelir. kendinin daha üstün olduğunu sanır. görmüş olduğu ve hepsinin geçmiş olduğu, büyüklerin makamlarının, makamların aslı olmayıp, nümuneleri olduğunu anlıyamaz. bu makamda, kendini, hepsini toplamış ve onları kendinin parçaları sanarak, kendini daha yüksek görür. bayezidi bistami kaddesallahü teala sirrehül'aziz bunun için, dedi. aklı başında olmadığı için, bayrağının, muhammed aleyhisselamın bayrağından değil, o bayrağın görüntüsünden daha yüksek olduğunu anlıyamadı. kendi isminin hakikatinde, o ismin görüntüsünü görmüşdü. yine bunun için, kalbinin çok geniş olduğunu bildirdi. dedi. burada da, birşeyin görüntüsünü, kendisi ile karışdırdı. çünki allahü teala, arşa buyurdu. arifin kalbinin arş yanında ne kıymeti olur, ne mikdarı olur? arşda olan zuhurun yüzde biri kalbde görülmez. isterse arifin kalbi olsun. cennetde olan görmek, arşda zuhur edecekdir. bu söz, bugün tesavvufculardan birçoğuna ağır gelirse de, fekat yarın doğru olduğunu anlıyacaklardır. bu sözümüzü bir misal ile açıklıyalım: insanda elementler bulunduğu gibi, göklerden de benzerler vardır. insan, bütün bunların kendinde bulunduğunu düşünür. bütün elementleri ve gökleri kendi parçaları olarak görürse ve bu görüşü kendini kaplarsa, ben yer küresinden daha büyüküm ve göklerden daha genişim diyebilir. aklı olan kimse, bu sözü işitince, onun kendinde bulunan parçalardan daha büyük olduğunu, yer küresinin ve göklerin ise, onun parçaları olmadıklarını anlar. bunların benzerleri, onun parçalarıdır. o, bu parçaları olan nümunelerden daha büyükdür. yoksa, yer küresinin ve göklerin kendilerinden daha büyük değildir. birşeyin nümunesini, ya'ni benzerini, onun kendisi zan etdiği içindir ki, kitabının sahibi olan muhyiddini arabi kuddise sirruh, dedi. çünki, de ilahi hakikatler ile mahlukların hakikatleri vardır. bunun için, daha geniş olur dedi. halbuki, orada ancak, üluhiyyet mertebesinin zıllerinden, görüntülerinden bir zıllin bulunduğunu, o mertebenin hakikatinin bulunmadığını anlıyamadı. o mukaddes mertebe, azametli ve kibriya sıfatlıdır. cemi muhammedi bunun yanında hiç kalır. bir avuç toprak nerede, herşeyin sahibi nerede? şunu da söyliyelim ki, salik kendi rabbi olan ismde seyr eder, ilerlerken, üstünlükleri sözbirliği ile belli olan büyüklerden birkaçını, kendisi yüksek derecelere çıkardığını, onları ilerletdiğini zan eder. burası da, saliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. böyle sanarak, kendini daha yüksek bilmekden, böylece sonsuz felakete düşmekden, allahü tealaya sığınırız. büyük bir padişah, şerefli bir sultan, emrindeki bir valisine gider, vali yardımı ile, o vilayetin güzel yerlerini gezer ve kıymetli yerleri görürse, buna şaşılır mı ve vali, sultandan daha yüksek sanılır mı? olsa olsa, burada ufak birşeyde üstünlük düşünülebilir ki, hiç kıymeti yokdur. çünki, her çöpcü ve işçi, kendi işinin inceliğinde, büyük bir alimden ve başarılı bir fen adamından üstündür. fekat, bu üstünlüğün kıymeti yokdur. kıymetli olan üstünlük her bakımdan üstün olmakdır. alim ve fen adamı, bunun için yüksekdir. bu fakire de, böyle yanılmak çok oldu. yanlış görüşlere çok yakalandım. bu haller çok zeman sürdü. fekat, allahü teala korudu. önceki inancım hiç sarsılmadı. ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri i'tikadda hiç gevşeklik olmadı. bunun için ve bütün ni'metleri için, allahü tealaya hamd ve şükrler olsun! ehli sünnet i'tikadına uymıyan görüşlere hiç kıymet vermedim. bu i'tikada uygun ma'nalar verdim. kısaca, şöyle anladım ki, bu görüş doğru ise, ufak birşeyde üstün olmağı gösterir. üstünlük allahü tealaya yakın olmakla ölçülür. bu yükselmenin çok olması da, kurbu, yakınlığı gösterir. o halde, niçin üstünlük ufak birşeydedir diyerek küçültülsün? bu sual doğru ise de, önceki kuvvetli iman yanında, böyle görüş, bu kuruntu yerleşemedi, yok oldu. hatta, bunun yerine, tevbe, istigfar ve allahü tealaya sığınarak, ehli sünnet i'tikadına uymıyan böyle keşflerin, görüşlerin hasıl olmaması için yalvardım, düa eyledim. birgün, böyle yanlış keşfler için beni kıyametde sorguya çekerlerse, azab ederlerse diye çok korkdum. bu korku beni kapladı. hiç rahatım kalmadı. allahü tealaya çok yalvardım. bu sıkıntım çok zeman sürdü. böyle bir zemanımda, bir velinin kabri yanından geçiyordum. bu üzüntümün çözülmesi için, o veliden yardım diledim. o anda, allahü tealanın lutfü, merhameti yetişdi. işin içyüzü, olduğu gibi açıklandı. alemlere rahmet olan, sonuncu yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat ruhaniyyeti hazır oldu. üzüntülü kalbi teselli buyurdu. anlaşıldı ki, allahü tealaya yakınlık, her bakımdan üstünlük ise de, sana hasıl olan yakınlık, senin rabbin olan ismi ilahi mertebesinin zıllerinden bir zılle olan yakınlıkdır. bu yakınlık ise, her bakımdan üstünlüğü bildirmez. bu makamın alemi misaldeki görünüşünü açıkladılar ki, hiç şübhem kalmadı. bütün kuruntular yok oldu. böyle şübhelere yol açan ve iyi ma'nalar verilmesi lazım olan, bu gibi bilgilerden birkaçını kitablarımda ve mektublarımda yazmışdım. böyle bilgilerin yanlış olmasına yol açan yerleri, allahü teala lutf ederek bildirince, bunları da yazarak, yaymak istedim. çünki, . böylece, herkes, bu bilgilerden, islamiyyete uymıyan fikrlere saplanmasın. bunlara saplanarak, doğru yoldan sapmasınlar. yahud da, inad ile ve gösteriş olarak, bu fakire sapık, cahil demeğe kalkışmasınlar. çünki, bu hiç bilinmiyen yolda, böyle güller çok açılmışdır. birçoklarını doğru yola çekmiş, kimisini de yoldan kaydırmışdır. yüksek babamdan kuddise sirruh işitmişdim ki, buyurmuşdu. vesselam. bir göz ki, nazarında, ibret olmasa anın, başının üzerinde düşmanıdır insanın. kulak ki, öğüt almaz, her dinlediği şeyden, akıtsan yeri vardır, kurşunu deliğinden. ikiyüzyirmibirinci mektub bu mektub, seyyid hüseyni mankpuriye yazılmışdır. tesavvuf yolunun üstünlüğünü bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve temiz olan aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! kıymetli kardeşim seyyid mir hüseyn, bu garibleri unutmamışsınız. başka yollardan birçok bakımlardan ayrılmış olan bu yüksek yolun edeblerini gözetmeği elden bırakmamışsınız. halbuki sizinle görüşmek, pek az nasib olmuşdu. bunları düşünerek, bu yüksek yolun birkaç üstünlüğünü ve ince bilgilerini ve yüksek ma'rifetlerini yazıyorum. evet, bu ince bilgilerin ve yüksek ma'rifetlerin işitmekle anlaşılmıyacağını biliyorum. fekat, bu ma'rifetleri, iki düşünce ile açıklıyorum: biri, yazılan kimse, bu işlerden uzak ise de, yaradılışda isti'dadı vardır. ikincisi, mektub görünüşde belli bir kişiye yazılmış ise de, gerçekde, bu işe yakın olan herkese yazılmış demekdir. sözü meşhurdur. kardeşim! bu yüksek yol, hazreti ebu bekri sıddikdan gelmekdedir radıyallahü anh. kendisi, peygamberlerden sonra aleyhimüssalevatü vetteslimat bütün insanların en üstünüdür. bunun içindir ki, bu yolun büyükleri, kitablarında, buyurmuşlardır. çünki, bu nisbet ya'ni bağlantı, huzur ve agahidir. ya'ni, allahü tealadan başka birşey düşünmemek demekdir. bu nisbet ve huzur da, hazreti ebu bekrin nisbeti ve huzurudur. onun huzuru, bütün huzurların üstünüdür. bu yolda, nihayet başlangıcda yerleşdirilmişdir. hace behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz, buyurdu. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! sual: başka yolların sonu, bunların başlangıcı olursa, bunların sonu ne olur? her yolun sonu, hak tealaya kavuşmak olunca, bunlar hakdan nereye ilerlerler? sözü meşhurdur. cevab: bu yolun sonu nasib olursa, dir. buna kavuşan, ye'se düşer. matluba kavuşmakdan ümmidsiz olur. bunu iyi anlamalı. çünki sözümüz, ancak işaretdir. bunu, yükseklerden az kimse anlıyabilir. hatta, en yükseklerin seçilmişleri anlıyabilir. bu büyük devlete kavuşmanın alametini, işaretini onun için bildirdim ki, bu yolun yolcularından yi söyliyenler var. matluba kavuşmakdan me'yus olanları da var. fekat, bu iki sözün birlikde olduğu söylenirse, nerde ise, böyle şey olamaz diyecekler. vaslı uryani diyenlere göre, ye', kavuşamamakdır. ye'se düşenler de, ayrılıkdır demekdedir. böyle sözler, hep, o yüksek makama varamamış olmak alametidir. olsa olsa, kalblerine o yüksek makamdan bir ışık gelmişdir. birçoğu, bunu vasl, kavuşmak sanmış, birçoğu da, ye'se kapılmışdır. böyle ayrı anlamalarının sebebi, isti'dadlarının, yaradılışlarının başka olmasıdır. birçoğunun yaradılışına uygun olan, vasldır. başkalarının yaradılışlarına da, ye's uygundur. bu fakire göre, yaradılışlarına ye's uygun olanlar daha iyidir. bununla beraber, o makamda kavuşmak ve kavuşmakdan ümmidsiz olmak, birbirinden ayrı değildir. ikinci sualin cevabı da, buradan anlaşılmış oldu. çünki, hiçbirşeye bağlı olmıyan vasl başkadır. vaslı uryani başkadır. vaslı uryani demek, bütün perdelerin kalkması ve bütün mani'lerin yok olmasıdır. perdelerin en büyüğü ve mani'lerin en kuvvetlisi çeşidli tecelliler ve başka başka görünüşler olduğundan, bu tecellilerin ve zuhurların temam olması, bitmeleri lazımdır. bu tecelliler ve zuhurlar, isterse mahluklarda görünsünler, isterse vücub aynalarında görünsünler, perde olmakda ayrılıkları yokdur. aralarında şeref ve rütbe bakımından ayrılık varsa da, bu salik bu farkı görmez. sual: yukarıdaki yazıdan, tecellilerin sonu olduğu anlaşılıyor. halbuki tarikat büyükleri, tecellilerin sonsuz olduğunu bildirmişlerdir. cevab: tecellilerin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda, ayrı ayrı, birer birer seyr olunduğu zemandır. böyle olan seyrde, zati tealaya kavuşulamaz. vaslı uryani olamaz. zati tealaya kavuşabilmek için, ismleri ve sıfatları kısaca ve topdan geçmek lazımdır. böyle olan seyrde, tecellilerin sonu vardır. sual: zati ilahinin tecellileri sonsuzdur demişlerdir. molla cami hazretleri kuddise sirruh kitabını açıklarken böyle buyurmuşdur. böyle olunca, tecellilerin sonu vardır demek nasıl doğru olur? cevab: zati ilahinin o tecellileri, şü'un ve i'tibarlardan ayrılmış değildir. bunlardan ayrı olan tecellilerin olduğu düşünülemez. bizim anlatmak istediğimiz şey, ister sıfatlı olsun, ister sıfatsız yalnız zati olsun, bütün tecellilerin bulunmadığı birşeydir. çünki o makamda, herhangi bir tecelli sözünü söylemek caiz değildir. çünki demek, birşeyin, ikinci veya üçüncü veya. sonsuz olan mertebelerde görünmesi demekdir. burada ise, hiçbir mertebe yokdur. uzaklık, uzunluk diye birşey yokdur. sual: bu tecellilere niçin zati denilmişdir? cevab: tecellilerde başka ma'nalar düşünülürse, tecellii sıfat denir. başka olmıyan ma'nalar düşünülürse, tecellii zat denir. bunun için, te'ayyüni evvel olan ve zatdan başka olmıyan vahdetin görünmesine, tecellii zat demişlerdir. biz ise, zati tealayı söylüyoruz. bu makamda, başka olsun, başka olmasın, hiçbir ma'nayı düşünmek, hiç olamaz. çünki bütün ma'nalar, kısaca ve topdan geçilmiş, zati teala hazretlerine kavuşulmuşdur. bu mertebede, kavuşmak sözü de, kavuşulan gibi anlaşılamıyan birşeydir. akl ile, düşünce ile anlaşılan kavuşmanın burada yeri yokdur. o mukaddes hazrete bu ma'na yakışmaz. çünki akla, düşünceye dayanan insan, aklın ermediği şeyleri anlıyamaz. sultanın eşyasını, ancak onun vasıtaları taşıyabilir. farisi tercemesi: anlaşılamıyan bir bağlılık hep, rabla insan arasında var elbet! bu yolun büyüklerinden hiçbiri, kendi yolunun sonundan haber vermemişdir. yolun başlangıcını bildirmişlerdir ki, yolun sonu, burada yerleşdirilmişdir. yollarının başında, sonu karışmış olunca, sonunun da, bu başlangıca uygun olması lazım olur. bu da, yalnız bu fakirin bildirmekle şereflendiği bir sondur. farisi tercemesi: padişah, kocakarı kapısına, gelirse, ey yeğit, sen buna şaşma! bundan dolayı, allahü tealaya sonsuz hamd ve şükrler olsun! kardeşim! ya bu yoldan veya başka yollardan, bu son mertebeye erişen pekazdır. eğer sayıları bildirilirse, bize yakın olanlar belki dağılmağa başlarlar. uzak olanların inanmamalarına hiç şaşılır mı? bütün bu ilerlemeler ve en son kavuşmalar, allahü tealanın sevgilisinin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat etemmüha ve ekmelüha sadakası olarak ihsan olunmakdadır. bu yüksek yola mahsus olan şeylerden biri:dır. vatanda ilerlemekdir. de denir. seyri enfüsi bütün tarikatlerde de var ise de, bu seyr, ya'ni ilerlemek, yolun sonunda olur. seyri afakinin konaklarını geçdikden sonra, bu seyre başlarlar. bu yolda ise, işe seyri enfüsi ile başlanır. bu seyr ile, seyri afaki de, birlikde gidilir. işte, bu seyrin başlangıçda yapılması, nihayetin başlangıca yerleşdirilmesidir. bu yola mahsus olanlardan başka biri de:dir. başkaları arasında, yalnız imiş gibi olmak demekdir. sefer der vatandan hasıl olur. sefer der vatan nasib olunca, başkaları arasında düşüncenin dağılması da, vatan gibi olan yalnızlığa sefer eder, gider. dışardaki zihn dağınıklığı, kalbe sızamaz. bu yalnızlık, başka tarikatlerde, sona varanlarda da hasıl olur. fekat, bu yolda başlangıcda hasıl olduğundan, bu tarika mahsus sayılmışdır. halvet der encümen demek, vatan gibi olan yalnızlığın kapılarını kapamak, pencerelerini örtmek demekdir. ya'ni, herkesin arasında, hiçbirini düşünmemek, kimse ile konuşmamakdır. yoksa gözleri yummak, kıpırdamamak değildir. bu yolda, bunlar yokdur. kardeşim! kendini bunları yapmağa zorlamak, yolun başında ve ortasındadır. sona varanların, bunlar için kendini zorlaması gerekmez. herkesin arasında iken kalbini toparlamış, gaflet arasında iken, huzurdadır. bunu yanlış anlamamalı. sona varanlar için, herkesin arasında olmakla, yalnız olmak birdir sanmamalıdır. doğrusu şöyledir ki, kalbinin huzurda olmasında yalnızlık ve galabalık birdir. böyle olmakla beraber, zahirini de, kalbi gibi yaparak, zahirini de tefrikadan, galabalıkdan kurtarırsa, elbet, daha iyi olur. allahü teala, müzzemmil suresinin sekizinci ayetinde, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat mealen, rabbinin esmai hüsnasını söyle ve insanlardan ayrıl, onunla ol! ondan başka hiçbir şeyi kalbinde bulundurma! buyurdu. çok zeman olur ki, insanların arasında bulunmak lazım olur. çünki, insanlara karşı olan haklar, vazifeler vardır. bunları yapmak lazımdır. bunları yapmak için, insan arasına karışmak iyi olur. fekat, kalbin allahdan başka şeyleri düşünmesi hiçbir zeman caiz değildir. çünki kalb, yalnız allahü teala için yaratılmışdır. insanın kalbini ve zahirini ikişer kısma ayırırsak, bu dört parçadan üçü, allah içindir. ya'ni kalbin iki kısmı da ve zahirin bir kısmı, allah içindir. zahirin ikinci yarısı, insanların haklarını ödemek içindir. bu hakları öderken de, allahü tealanın emrlerine uymak lazım olduğundan, bu yarım da, allahü teala için olur. her iş, onun içindir. öyle ise, ona ibadet etmelidir. ona sığınmalıdır. insanların yapdıklarının hepsini allahü teala bilir. bu yolda, cezbe sülukden öncedir. seyre ya'ni yolculuğa, alemi emrden başlanır. alemi halkdan başlanmaz. başka yolların çoğunda böyle değildir. bu yolda, cezbe makamlarında ilerlerken, süluk konakları da, geçilmiş olur. alemi emrde ilerlerken, alemi halk da geçilmiş olur. bu bakımdan da, bu yolun sonu, başlangıcında yerleşdirilmişdir denilirse yeri vardır. bu yolda, ilk ilerlemeler, son ilerlemelerle birlikde olur. yoksa, ilk seyri yapmak için, sondan tekrar başa gelinmez. sondaki seyr bitince, başdaki seyr yapılır sanmamalıdır. bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başıdır sanmak yanlışdır. sual: bu yolun büyükleri arasında, şöyle diyenler vardır: . bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başı olmakdadır. çünki, ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyati zatiyyeden önce olmakdadır. cevab: bunların ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyati zatiyyede seyrden sonra değildir. bu seyr ile birlikde, o seyr de yapılmakdadır. böyle olmakla beraber, ismlerde ve sıfatlarda seyr, ba'zı sebeblerden dolayı belli olmakda, tecelliyati zatide seyr, gizli kalmakdadır. bundan dolayı bu seyr biterek, ismlerde ve sıfatlarda seyr başladı sanılmakdadır. böyle sanmak doğru değildir. evet, vilayet mertebelerinde seyr temam oldukdan sonra, insanları hak tealaya çağırmak için, aleme geri inmek başlar. bu dönüşü, onların sonu bilerek, kendi başlangıcları olarak düşünebilirler. fekat, onun üstadları da, sonunda, böyle geri dönmekdedirler. bundan başka, başlangıç ve son demek, vilayetin başlangıcı ve sonu demekdir. bu geri dönüş ise, vilayet seyri değildir. da'vet ve teblig mertebesindendir. bu yol, yolların en kısasıdır. elbette kavuşdurucudur. hace behaeddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, . yine buyurdu ki, . bu düası, kabul buyuruldu. böyle olduğunu, hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin haber verdiği, kitabında yazılıdır. nasıl kısa olmasın ve neden elbette kavuşdurmasın? çünki yolun sonu, başında yerleşdirilmişdir. bu yola girip de, doğru ilerlemeyip, birşey kazanamayana yazıklar olsun! farisi mısra' tercemesi: bir kimse kör ise, güneşin suçu ne? evet, bir kimse, noksan olan birinin eline düşerse, tarikın günahı nedir ve o zevallı kimsenin suçu var mıdır? çünki sözün doğrusu, bu yolun yol göstereni kaddesallahü teala sirrehül'aziz kavuşdurucudur. yoksa kavuşduran, yol değildir. bu yolda, başlangıcda, zevk ve buluşlar vardır. sonunda tatsızlık, kavuşamamak vardır. ye's, böyle olur. başka yollarda, başlarken tatsız ve başarısızdır. sonunda tatlı ve kazançlı olurlar. bunun gibi, bu yolun başında, kurb, yakınlık ve şühud vardır. sonu ise, uzaklık ve mahrumlukdur. başka tariklerde ise tersinedir. yolların başkalığını buradan ölçmelidir ve bu yüksek yolun büyüklüğünü anlamalıdır! çünki kurb ve şühud ve tatlılık ve kazanç, uzaklığı ve ayrılığı gösterir. uzaklık, başarısızlık, tatsızlık ve kavuşamamak ise, yakınlığın çokluğunu bildirir. anlıyan anlar. bu gizli bilgi, şu kadar açılabilir ki, hiç kimseye kendinden daha yakın birşey yokdur. kendisine karşı, kurb, şühud, lezzet, birşey bulmak gibi kazançları yokdur. bunları başkasına karşı kendinde bulur. aklı olana, bu kadar işaret yetişir. bu yolun büyükleri, ahvali ve mevacidi, ahkamı islamiyyeye uydurmuşlardır. zevkleri, ma'rifetleri, din bilgilerinin hizmetçileri yapmışlardır. islamiyyetin nefis cevherlerini, çocuklar gibi, vecd ve hal, ceviz ve cam parçaları ile bir tutmazlar. tesavvufcuların, aslı olmıyan sözlerine aldanmazlar. islamiyyete uymıyan ve sünneti seniyyeye sarılmıyan kimselerde hasıl olan, adet dışı halleri beğenmezler ve istemezler. bunun için şarkı, çalgı ve raks, dans için izn vermezler. yüksek sesle zikr etmeğe bile cevaz vermezler. halleri, kazançları devamlıdır. vaktleri değişmez. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen, zati ilahinin tecellileri, bunlara her andır. çabuk yok olan huzura hiç kıymet vermezler. onların makamları, kazançları, huzurların, tecellilerin çok üstündedir. buna yukarıda işaret etmişdik. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, bu silsilei aliyyenin büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm gösteriş yapanlara, hoplayıp zıplayanlara benzemezler. onların kazançları büyükdür. bu yolda, yol göstermek, bilmek ve öğretmekle olur. külah vermekle ve babadan oğula kalmakla olmaz. başka tariklerde böyle olmakdadır. hatta son zemanlarda pirlik ve müridlik yalnız külah giydirmekle ve babadan kalmakla olur diyorlar. bunun içindir ki, birden ziyade üstad olmaz diyorlar ve yolu öğretene mürşid diyorlar. onu pir, ya'ni şeyh bilmiyorlar. pire lazım olan edebi, saygıyı ona göstermiyorlar. böyle yapmaları, çok cahil oldukları ve yetişmemiş oldukları içindir. bilmiyorlar ki, onların büyükleri, yolu öğretene de, sohbetle yetişdirene de üstad demişlerdir ve birden çok üstad olabilir demişlerdir. hatta, kendi üstadı hayatda iken de, başka yerden daha çok istifade edeceğini anlıyan bir kimse, ikinci bir üstada gidebilir. fekat, birincisini kötülememek şartdır. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bunun caiz olduğunu göstermek için, buhara alimlerinden, doğru fetva almışdır. evet, birinden iradet hırkası almış ise, başkasından iradet hırkası almaz. ikincisinden, bereketlenmek için hırka alabilir. fekat buradan, ikincisine hiç gidemiyeceği anlaşılmaz. birincisinden hırkai iradet alması ya'ni yoluna girmesi, başkasından öğrenmesi, üçüncüsünün de sohbetinde yetişmesi caiz olur. bu ni'metin üçüne de bir yerde kavuşursa büyük kazanç olur. öğrenmesi ve sohbetde yetişmesi, birçok yerden olması da caizdir. pir, ya'ni şeyh ne demekdir? pir, isteyene, allahü tealanın yolunu gösterendir. bu iş, öğretmekle başlar. tarikati öğreten, hem de islamiyyeti öğreten bir üstaddır. hırka veren, böyle değildir. bunun için, öğreticiye karşı çok edebli olmak lazımdır. üstad ismi, bunun hakkıdır. bu yolda, riyazet çekmek ve nefsi emmare ile cihad etmek, ah kamı islamiyyeye uymakla ve sünneti seniyyeye yapışmakla olur. çünki, peygamberlerin gönderilmesi ve kitabların indirilmesi, hep nefsi emmarenin isteklerini yok etmek içindir. çünki, nefsi emmare, allahü tealaya düşmanlık etmekdedir. nefsin isteklerini yok etmek, ancak islamiyyete uymakla olur. bir kimse islamiyyete ne kadar çok uyarsa, nefsin arzuları o kadar azalır. bunun içindir ki, nefse en zor gelen şey, en ağır gelen yük, islamiyyetin emrlerine ve yasaklarına uymakdır. nefsi ezmek için, islamiyyete uymakdan başka yol yokdur. sünneti seniyyeye uymadan çekilen riyazetlerin ve yapılan mücahedelerin hiç kıymeti yokdur. hindistandaki cukiyye ve berehmen denilen din adamları ve eski yunan felesofları böyle idiler. çekdikleri riyazetler, sapıtmalarını artdırdı ve onları zarara sokdu. bu yolda ilerlemek, üstadın tesarrufu, kuvveti ile olur. o sevk ve idare etmedikçe, hiç ilerliyemez. çünki nihayetin, başlangıcda yerleşdirilmesi, onun şerefli teveccühü, merhameti ile olur. anlaşılamıyan, bilinmiyen hallere, hep onun üstün, başarılı idaresi ile kavuşulur. gizli yol dedikleri, kendinden geçme hali, talibin elinde olmıyan birşeydir. zemansız, cihetsiz olan teveccüh talibin anlıyabileceği şey değildir. farisi tercemesi: öyle usta sürücüdür ki nakşibendiyye; yolcuları götürür gizli yoldan evlerine. bu büyükler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, birisini, bu yola sokmağa ve talibe az zemanda huzur ve agahlık kazandırmağa güçlü oldukları gibi, bunları geri almağa da, çok güçlüdürler. kalblerinin bir incinmesi, salikin bütün kazançlarını sıfıra indirir. evet, vermesini bilen, geri almasını da bilir. allahü tealayı gücendirmekden ve onun evliyasını gücendirmekden, allahü tealaya sığınırız. bu yüksek yolda, faide vermenin ve istifade etmenin çoğu, sessizce olur. buyurmuşlardır. kendilerini susmağa zorlamazlar. belki bu sessizlik, bu yolda, kendiliğinden olmakdadır. çünki daha başlangıcda, bu büyükler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in zati ilahiyyeyi özlemekdedirler. ismleri, sıfatları bırakıp, zatı isterler. böyle olanların, elbette sesi çıkmaz. sözü de, bunu göstermekdedir. allahü tealaya hamd ederek ve sevgili peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem salat ve selam söyliyerek, bu yazımı temamlıyorum: elhamdü lillahi rabbilalemin vessalatü vesselamü ala seyyidilmürselin ve alihittahirin ve aleyhim ecma'in. vesselam. ikiyüzyirmiikinci mektub bu mektub, hace muhammed eşrefi kabiliye yazılmışdır. vilayetde kendini kusurlu görmek lazım olduğu bildirilmekdedir: ya rabbi! bizleri, beğendiğin işleri yapmağa kavuşdur. önce gelenlerin ve sonra geleceklerin en üstünü hurmetine aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat bizleri sana hep ita'at edenlerden eyle! büyüklerden biri buyuruyor ki, . bu, kusurları çok, pek muhtac olan kendimi iyi anlıyorum ki, sağ omuzumdaki melek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamışdır. allahü teala biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. içimden geleni söylüyorum. yine iyi anlıyorum ki, firenk kafiri, kendimden katkat daha iyidir. eğer sorsalar, cevabını verebilirim. yine iyi anlıyorum ki, hatalarla, kusurlarla çevrilmişim ve günahlarımın altında ezilmişim. yapdığım ibadetleri, iyilikleri, sol omuzumdaki melek yazsa, yeridir. sol omuzumdaki melek, hep yazmakdadır. sağ omuzumdaki ise işsiz, boş durmakdadır. sağdaki amel defterim bomboşdur. soldaki ise, dolu ve simsiyah olmuş. ümmidim yalnız allahın rahmetindedir. ancak onun magfiretine sığınıyorum. düasını kendime tam uygun görüyorum ki, ya rabbi! magfiretin, benim günahlarımdan daha genişdir. rahmetin, bence, amelimden daha ümmid vericidir demekdir. şaşılacak şeydir ki, yüksek derecelerde, durmadan gelen feyzler, ni'metler, bu kusurları görmeğe yardım ediyorlar. aybları görmek kuvvetini artdırıyorlar. , ya'ni kendini beğenmek yerine, aşağılık gösteriyorlar. yüksek yerde, , aşağı gönüllülük yolunu açıyorlar. bu an içinde, hem vilayetin en yüksek derecesini ihsan ediyorlar, hem de, kendini kusurlu görmeği sağlıyorlar. ne kadar çok yükselirse, kendini o kadar çok aşağı görüyor. çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeğe sebeb oluyor. yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. eğer, bunun içyüzünü anlamış olsalar, inanırlar. sual: birbirine uymıyan iki şeyin birarada bulunması nasıl oluyor? birbirinin tersi olan iki şeyden birinin bulunması, ötekinin bulunmasına nasıl sebeb olmakdadır? cevab: iki zıd şeyin bir arada bulunmaması, aynı zemanda, aynı yerde bulunamaması demekdir. yukarıda söylenilende ise, yerler başkadır. alemi emrin latifeleri yukarı yükselmekde, alemi halk ise aşağı inmekdedir. insanı kamilin latifeleri, ne kadar çok yükselirse, alemi halkdan o kadar çok uzaklaşırlar. bu uzaklaşma da, alemi halkın çok alçalmasına sebeb olur. alemi halk, çok alçalınca, salik o kadar çok tatsız olur. ayblarını, kusurlarını görmesi artar. bunun içindir ki, geri dönmüş olan büyükler, başlangıcda duydukları ve yolun sonunda elden kaçırmış oldukları lezzetlerin, yine gelmesini isterler. yine bunun içindir ki, , ya'ni yolun sonuna varmış olan, firenk kafirini kendinden daha iyi bilir. çünki, kafirin alemi emri ile alemi halkı karışık olduğundan, nurlu görünür. arifde bu karışıklık kalmadığı için, kendini yalnız alemi halk olarak görür. bu ise, başdan başa bulanık ve karanlıkdır. alemi emrin latifeleri geri gelince, artık alemi halka karışmazlar. başlangıçda olduğu gibi birleşmezler. kardeşim hace muhammed tahir ile gönderdiğiniz mektub geldi. rabıtanın hasıl olması büyük bir ni'metdir. uzakda iken de bağlılığın tam olduğunu göstermekdedir. buluşuncaya kadar, gönüllerin bir olmasını sağlayınız! bununla beraber, buluşmağa çalışınız. çünki ni'metin hepsi, ancak bir arada olunca ele geçer. veysel karani rahmetullahi aleyh gönlü olduğu halde, yanında olmadığı için, yanında olanlardan en aşağıdakinin derecesine yükselemedi. bunun için de, onun dağ kadar altın sadaka vermesi, bir avuç arpa sadakalarının sevabı gibi olamadı. hiçbir şeref, sohbet şerefi gibi olamaz! vesselam. ikiyüzyirmiüçüncü mektub bu mektub, hace cemaleddin hüseyni külabiye yazılmışdır. hallerini ve rü'yalarını bildirmesini istemekdedir: kardeşim hace cemaleddini hüseyn, çok zemandan beri, hallerini bildirmedi. işitmediniz mi, kübreviyye tarikatinin büyükleri rahmetullahi aleyhim ecma'in, hallerini ve rü'yalarını üç gün içinde şeyhine bildirmiyen müridi cezalandırırlar. bir daha böyle yapmasını önlerler. olan oldu; bir daha olmasa iyi olur. hasıl olan herşeyi yazınız! kıymetli kardeşimin oraya gelmesini büyük ni'met sayınız! hizmet etmek ve gönlünü kazanmak için çok çalışınız! onun mubarek sohbetinin kıymetini biliniz! farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineyi gösterdim sana! vesselam. ikiyüzyirmidördüncü mektub bu mektub, mir muhammed nu'manı bedahşiye yazılmışdır. edebleri gözetmek, fakre ve isteklere kavuşamamağa sabr etmek lazım olduğu bildirilmekdedir: kıymetli kardeşim seyyid mir muhammed nu'manın mubarek mektubu geldi. başında yazılı olanları ve kuruntu, sıkıntı bildiren yerleri anlaşıldı. birçokları size, zemanın en akıllısıdır diyormuş. kendisinden vazgeçemiyeceğiniz, görüşmeyi kesemiyeceğiniz kimselerle aranızda böyle sözler olmasını önliyemezsiniz! böyle şeyler söylendiği için, gönlümüzün size karşı bulanacağını, incineceğimizi düşünmeyiniz! nerde kaldı ki, kalbimiz kırılmış olsun. bize hep iyi görünmekdesiniz. hatalarınız gözümüze çarpmıyor. hiç üzülmeyiniz! bizim de üzüleceğimizi sanmayınız! kalbimizde size karşı hiçbir kırıklık yokdur. niçin kırılalım? ortada kalb kıracak hiçbirşey yokdur. insanlık dolayısı ile, unutarak, şaşırarak yapılan şeyler, göze görünmez. incinmeği hatırdan çıkararak, tarikati öğretmeğe ve talebeye faideli olmağa çalışınız! istihare yapılmasını istemek, bu işi kuvvetlendirmek içindir. yoksa, gevşetmek için değildir. mel'un şeytan ve kötü nefs gibi iki düşman, pusuda beklemekdedirler. bunun için titiz ve önem vererek davranmalıyız! aldatarak yoldan sapdırmaması için uyanık olmalıyız! kötülükleri süsleyerek güzel göstermelerine aldanmamalıyız! büyükler buyuruyor ki, mel'un iblis ibadet yolundan ve nasihat yapdırarak insanı aldatırsa bundan kurtulmak çok güç olur. bunun için her an allahü tealaya sığınmalıyız! ona boyun bükmeliyiz! düşmanın bizi bu yoldan yıkmaması için, kırık kalble ve göz yaşı ile hak tealaya yalvarmalıyız! insanları sonsuz se'adete kavuşdurmak en iyi işdir. bundan da vaz geçmemelidir. bu yolda hem çalışmalı, hem de istidrac olmaması için hak tealaya yalvarmalıdır. fakr, ihtiyac ve isteklerine kavuşmamak, bu yolun zinetidir ve dünya ve ahıretin efendisine benzemekdir aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. hak teala, çok merhametli ve ihsanı bol olduğundan, kullarının rızkına kefil olmuşdur. ya'ni kendi üzerine almışdır. bizi ve sizi bu düşünceden kurtarmışdır. evde bulunanların sayısı çok ise rızkı çok gönderir. biz kullar, bütün düşüncemizi, bütün gücümüzü hak tealanın razı olduğu şeyleri yapmak için kullanacağız. evdekilerin yükünü onun ihsanına bırakacağız. buluşduğumuz zeman bunun üzerinde daha konuşuruz. sizin yanınızdan gelenlerden işitdiğimize göre, size karşı üzüntülü olduğumuzu, daha hala düşünüyormuşsunuz. bu sebeble çok üzülüyormuşsunuz. bunun için tekrar ve kuvvetle bildiriyorum ki, böyle düşünmekden vaz geçiniz. molla yar muhammed kadime nasihat ve va'z olarak yazdıklarımızı uygun bulmamış olacak ki; cevab yazmadı. hatta, bu yüzden düa bile göndermedi. belki bundan üzülecekdir. bu fakire bağlı olanlardan biri yanlış, bozuk bir şey yapınca, bu kendisine bildirilmezse ve yanlışları doğrulardan ayrılmazsa, vazife yapılmış olmaz ve ahıretde sorulunca altından kalkılamaz. ona söyleyiniz. farisi tercemesi: bildirilmesi lazım olanı söyledim sana, ya faidelenirsin, ya da çarpar kulağına. yol göstermek, insanları hak tealaya çağırmak makamıdır. çok yüksek bir makamdır. hadisi şerifdir. cahil, aciz kimselerin bu yüksek makamda ne işi vardır. farisi tercemesi: her dilenci, olur mu bir kahraman, nerde sivrisinek, nerde süleyman? yol göstermek için, talebenin hallerini, makamlarını ayrı ayrı, inceden inceye bilmek lazımdır. müşahedelerin, tecellilerin hakikatini anlamak ve keşflere, ilhamlara kavuşmuş olmak ve rü'yaların ta'birlerini anlamak lazımdır. böyle kamil olmayanlar bu yüksek makama yakışmaz. böyle olmakla beraber, bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm yol göstermek makamına yetişmeyen birine ba'zı faideleri düşünerek, izn verirler. yolculuğu öğretmek için vazife verirler. onların hallerini ve rü'yalarını teftiş eder. izni verenin, izn verilene nasihat etmesi, çok ihtiyatlı hareket etmesini söylemesi ve tehlükeli olan yerleri göstermesi ve kendisinin daha bu makama yaklaşmamış olduğunu bildirmesi lazımdır. kendisinin noksan olduğunu, çok sıkı olarak anlatmalıdır. bu hakikatleri ona bildirmezse, vazifesini yapmamış olur. eğer sözleri ona ağır gelirse, yıkılmasına sebeb olur. çünki allahü tealanın rızası, rehberin rızasına bağlıdır. allahü tealanın beğenmemesi de, rehberin beğenmemesine bağlıdır. ne büyük beladır ki, ayrılmanın kötülüğü nerelere varıyor. ayrılırsa, acaba nereye sığınacak. eğer allah göstermesin böyle bir düşünceye yakalandı ise, kendisine söyleyiniz ki, hemen tevbe ve istigfar etsin! böyle büyük belalara ve tehlükelere düşmemesi için, allahü tealaya yalvarsın! allahü tealaya çok hamd ve şükr olsun ki, sevdiklerimizin saygısızlıkları ve sıkıntı vermeleri, gönlümüze hiç toz kondurmamakda ve bizi üzmemekdedir. bizim halimizi ve durumumuzu, kıymetli kardeşim mevlana muhammed salih rahmetullahi aleyh sizlere uzun uzadıya anlatacakdır. iyi anlaşılmayan yerleri kendisinden sorarsınız. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzyirmibeşinci mektub bu mektub, molla tahiri lahoriye yazılmışdır. bu yolun başında olanlara, sondakilerin halleri ihsan olunur. bunun olgunluk alameti olmadığı bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ederiz. onun peygamberine ve aline ve eshabına salat ve selam eyleriz! kıymetli mektublarınız, ard arda geldi. talebenin ilerlemekde oldukları, bizi çok sevindirdi. bu yolun sonu başlangıçda yerleşdirilmiş olduğundan, bu yüksek yola başlayanlarda, sona varmış olanların hallerine benziyen haller hasıl olur. bunların hallerini, o büyüklerin hallerinden ayırmak güçdür. ancak, keskin görüşlü arif ayırabilir. böyle olunca, hallerin görülmesine güvenerek, hal sahibine yol gösterici olarak izn vermemelidir. izn verilirse, onun zararı, talebelerinin zararından daha çok olur. belki de, kendini olgun sanarak, ilerlemesi büsbütün durur. belki de, büyüklere nasib olan mevkı' ve saygıya kavuşmak arzusu, onu büsbütün belaya sokar. çünki nefsi emmaresi, daha imana gelmemişdir ve tezkiye bulmamış, temizlenmemişdir. olan olmuşdur. icazet, izn verdiğiniz kimselere, tatlılıkla anlatınız ki, böyle izn almak, olgunluğu göstermez. daha yapılacak çok iş vardır. işin başında ele geçenler, sondakilerin başlangıca yerleşdirilmesindendir. uygun gördüğünüz nasihatları yaparsınız. eksik olduklarını kendilerine bildiriniz. icazet vermiş olduklarınızın yol öğretmelerini önlemeyiniz. belki, sizin nefesinizin bereketi ile, hakiki rehber olmakla şereflenebilirler. bu büyük işe başlamış bulunuyorsunuz. mubarek olsun. çok çalışınız! sizin çalışmanız, taliblerin de çalışmalarını artdırır. vesselam. ikiyüzyirmialtıncı mektub bu mektub, kardeşi meyan şeyh mevduda yazılmışdır. dünyanın kısa sürdüğü, buna karşılık olan azabın sonsuz olduğu bildirilmekdedir: kardeşimin kıymetli mektubu geldi. bizleri sevindirdi. kardeşim! allahü teala, bize ve size başarılar versin! dünya hayatı çok kısadır. sonsuz azablar, buna karşılıkdır. bu zemanı, lüzumsuz, boş şeyleri ele geçirmekde kullanan ve böylece sonsuz acılara yakalanan kimseye yazıklar olsun! kardeşim, insanlar, dünya kazançlarını bırakıp, her yerden, karıncalar gibi, çekirge sürüleri gibi yanımıza üşüşüyor. siz ise, bir evden olmak şerefinin kıymetini de düşünmiyerek, dünyanın alçak kazançlarına, seve seve dalmakdasınız. onlara kavuşmak için çabalıyorsunuz. hadisi şerifdir. kardeşim! allah adamlarının böyle toplanması ve bugün serhendde nasib olan allah için toplanmalar, bütün dünya dolaşılsa, bu ni'metin yüzdebiri bulunmaz. buradaki kazançlar ele geçmez. siz, bu ni'meti, boş yere elden kaçırdınız. çocuklar gibi, kıymetli cevherleri, cam parçaları ile ve cevizlerle değişdirdiniz. farisi mısra' tercemesi: utanmalı, binlerle utanmalı! kardeşim! bu fırsat, bir daha ele geçmez. fırsat bulunsa da, böyle toplantılar bulunamaz. o zeman, bu ni'meti, nasıl ele geçirirsin? elden kaçırılanı nerden bulabilirsin? zararları, ne ile yerine koyabilirsin? yanılıyorsunuz! yanlış anlıyorsunuz. tatlı, yağlı lokmalara gönül kapdırmayınız! süslü, renkli elbiselere aldanmayınız! bunlara düşkün olmanın sonu, dünyada da, ahıretde de pişman olmakdır, inlemekdir. eşin, dostların gönüllerini yapmak için, kendini belaya sokmak ve ahıretin sonsuz azablarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir. allahü teala, akl versin ve gafletden uyandırsın! kardeşim! dünyanın vefasızlığı dillerde dolaşmakdadır. dünyaya düşkün olanların alçaklıkları, cimrilikleri herkesce bilinmekdedir. kıymetli ömrünü, böyle faidesiz, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun! haberciye ancak haber vermek düşer. vesselam. ikiyüzyirmiyedinci mektub bu mektub, molla tahiri lahoriye yazılmışdır. yol göstermek makamına lazım olan va'z ve nasihatları bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. oradaki kardeşlerimizin zevklerini ve lezzet aldıklarını yazıyorsunuz. çok sevindik. kardeşim! hak tealanın size ihsan etdiği bu makam için çok şükr ediniz! halkı kendinizden soğutacak bir şey yapmamak için çok dikkat ediniz! yoksa, büyük günaha girersiniz. insanları kendinden kaçırmak, melamilik yoludur ki, emri ma'ruf ile ilişkileri yokdur. hatta, melamilik, bu makamın tam tersidir. bu iki makamı birbiri ile sakın karışdırmayınız! bu makamda iken melamilik yapmak istemeyiniz. zulm etmiş olursunuz. talebe yanında, temiz, iyi giyinmiş olunuz. onlara çok sokulmayın, aralarına karışmayınız! kendinizi küçültmüş olursunuz. sizden istifade edemezler. her sözünüzün, her işinizin islamiyyete uygun olmasına çok dikkat ediniz! elden geldiği kadar ruhsatlardan sakınınız! ruhsatları yapmak, hem bu yolumuza uygun değildir. hem de, sünneti seniyyeye yapışalım demeğe yakışmaz. büyüklerden biri, buyurdu. çünki, ariflerin iyi işlerini göstermeleri, talebeyi allahü tealaya çekmek ve onlara öğretmek içindir. bunun için, avamın halis, allah için olan işlerinden daha faideli ve daha sevab olur. talebe, ariflerin işlerini göre göre öğrenirler ve yaparlar. arifler rahmetullahi aleyhim amellerini, ibadetlerini onlara göstermezlerse, öğrenemezler. demek ki, arifler talebeye göstermek ve öğretmek niyyeti ile yapdıkları için, bu gösterişleri, allah rızası için olmakdadır. ya'ni ihlas olmakdadır. hatta, ihlasdan daha iyi olmakdadır. çünki ihlasın faidesi, kendinedir. bu sözümüz yanlış anlaşılmasın. ariflerin her işlerinin, her ibadetlerinin talebeye gösteriş olmak için yapıldığı, ibadet etmek, kendilerine lazım değildir sanılmasın! allahü teala korusun! böyle düşünmek zındıklık olur. ilhad, ya'ni doğru yoldan ayrılmak olur. arifler de talebe gibi, ibadet yapacakdır. hiçbir kimse ibadet yapmakdan kurtulamaz. böyle olmakla beraber, ariflerin ibadetlerinden talebenin faidelenmesi de düşünülür. bunun için, siz de, sözlerinize ve işlerinize çok dikkat ediniz! çünki, bu zemanda çok kimse, tesavvuf yoluna girmek istiyor. bu makama yakışmıyan birşey yapmakdan çok sakınınız! cahillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! her işinizin islamiyyete uygun olması için, allahü tealaya yalvarınız! başka yolların büyüklerinin nisbetleri hasıl olduğunu yazıyorsunuz. bunun neden olduğunu, size uzun anlatmışdım. bunlardan başka şeyler olduğunu sanmayınız! sonra iyi olmaz. daha yazmağa lüzum yok. vesselam. ikiyüzyirmisekizinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana yazılmışdır. öğretmek, insanları yetişdirmek için lazım olan birkaç şeyi bildirmekdedir: kıymetli seyyid kardeşimin mubarek mektubu geldi. bizleri sevindirdi. kardeşim! size çok bildirdim ki, bu yol iki temel üzerine kurulmuşdur: birincisi, islamiyyete uymakdır. öyle ki, islamiyyetin bir edebini elden kaçırmağa gönlü razı olmamalıdır. ikincisi, yol göstereni sevmek ve ona öyle bağlanmakdır ki, onun her şeyini beğenecekdir. onun her sözünü, her işini güzel görecekdir. allahü teala korusun. bu iki temel işde ufak bir sarsıntı olmasın! allahü tealanın ihsanı ile, bu iki temel sağlam olursa, dünya ve ahıret se'adetleri ele girmiş demekdir. bunlardan sonra lazım olan şeyleri de, siz çok işitdiniz. bunları da gözetmelisiniz! şimdiye kadar olan kusurların bağışlanması için de, allahü tealaya çok yalvarınız! ramezanı şerifin son on günü yapamamış olduğunuz i'tikafın kazası olmak için niyyet ederek, önümüzdeki zilhicce ayının ilk on günü i'tikaf ediniz. böyle niyyet ederek, sünnet sevabına kavuşursunuz. bu i'tikafda, allahü tealaya, boyun bükerek, ağlıyarak, sızlayarak, kusurların afvı için çok yalvarınız! fakir de kuddise sirruh bu on günde, size yardımcı olmağa çalışacağım. inşaallahü teala. izn verdiğimizi yazılı olarak da istiyorsunuz. bunun üzerine çok düşüyorsunuz. size izn verilmişdir. eğer bu izn yetişmezse, yazılı iznin ne faidesi olur. her akla gelenin yapılması lazım gelmez. akla öyle şeyler gelir ki, onları yapmamak daha iyi olur. nefs, inadcıdır. istediğinden vaz geçmez. ona elbette kavuşmak için diretir. onun iyi mi, kötü mü olduğunu hiç düşünmez. gönlünüzü kırmamak için, izn olarak, birkaç kelime yazdım. hak teala, faideli eylesin! kendinizi, son nefesde iman selametine kavuşmanızı düşününüz! icazetname ve müridler, o anda işe yaramaz. kendi işinizi yaparken, eğer bir kimse, candan istekle gelirse, ona tarikatı öğretirsiniz. öğretmeği birinci vazife sanıp, kendi işinizi, bunun gerisinde bırakırsanız, kendinizi başdan başa felakete sürüklemiş olursunuz. ikiyüzyirmidokuzuncu mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede kuddise sirruh yazılmışdır. bu yolun, büyüğümüzün yolu olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına, selam olsun! sizi özliyenlere göndermiş olduğunuz kıymetli mektublar, ard arda gelmekde, sevincimizi artdırmakda ve sevgimizi çoğaltmakdadır. allahü teala, buna karşılık olarak size, bizim tarafımızdan bol bol iyilikler versin! bildirmiş olduğunuz şübhelerden, örtülü kalmış şeylerden birkaçı için kısaca cevab yazıyorum. bizim bulunduğumuz yol, tam o büyüğümüzün yoludur kaddesallahü sirrehül akdes. nisbetimiz, tam onun mubarek nisbetidir. o yoldan daha yüksek ve o nisbetden daha uygun ve üstün bir yol ve bir nisbet yokdur ki, insan onu seçmiş olsun. böyle olmakla birlikde, san'atlerin olgunlaşması ve her nisbetin temamlanması, düşüncelerin, buluşların birbirlerine eklenmeleri ile olur. mesela, sibeveyh zemanında olan nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşüncelerinin eklenmesi ile, binlerce kat artmış, daha düzgün ve temiz olmuşdur. özü yine, sibeveyhin ortaya koyduğu nahv bilgisidir. sonra gelenler, bu özü genişletmiş, süslemişlerdir. şeyh alaüddevle kuddise sirruh buyurdu ki, . böyle, yolu temizlemek, süslemek şeklinde olan yenilikler ve bilgiler, birkaç kimsenin böyle hayaller kurmasına yol açmış. iyi incelenirse, bütün bunların kendiliğinden olduğu, yorularak, uğraşarak yapılmadığı görülür. bu fakirin kuddise sirruh mektublarına ve risalelerine bakacak olursanız, bu yolun, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolu olduğu anlatılmakdadır. bu nisbetin, her nisbetden daha üstün olduğu gösterilmekdedir. bu yol ve bu yolun büyükleri, öyle övülmekdedir ki, bu büyüklerin yetişdirdiklerinden hiçkimse, bunun yüzde birini bile söylememişdir. bundan başka, bu fakir, hergün ve geceleri, her hareketimde ve sözlerimde, bu yolun edeblerini ve emrlerini titizlikle gözetmekdeyim. kıl kadar ayrılığa ve yeniliğe göz yumulmamakdadır. ne kadar şaşılır ki, bütün bu iyi taraflar görülmemekdedir. eğer, üzüntülü bir günde, dostlardan birine biraz sert söylenmiş ise, bu göze çarpmışdır. şuna daha çok şaşılır ki, siz de böyle boş sözlere inanmakdasınız. işitir işitmez rahatınız kaçıyor. iyi gözle bakmak lazım ise bu iyi gözlülük, yalnız, böyle söyliyenler için midir? bize hüsni zan olunmaz mı? sözün kısası şudur ki, dedikodu sözlere inanılacak, dostluk bunlara göre olacaksa, söz taşıyanların ellerinden kurtuluş olamaz. bunun için de sağlam dostluk kurulamaz. dedikodulara kulak vermeyiniz ve geçmişleri unutunuz! böylece dostluk yıkılmasın, eski sıkıntılar aradan kalksın! büyük hocamızın çocuklarının yetişdirilme, okuma çağları geldi ve geçmek üzeredir, diyorsunuz ve kıymetli vasıyyetlerini hatırlatıyorsunuz. kıymetli efendim! başımızın tacı olan çocuklarına hizmetçilik etmekle şereflenmek, biz hizmetçileri için büyük se'adetdir. ne yazık ki, bildiğiniz engellerden dolayı, görünen hizmetleri yapmakla şereflenemiyoruz. yüksek vasıyyetin vaktini bekliyoruz. engellerin ortadan kalkdığını ve dedikodu yollarının kapandığını anlarsanız, hemen işaret buyurunuz. oraya gelip, birkaç gün orada bu hizmetimizi yapmağa çalışalım. iyi düşünülürse bu işde hemen vasıyyet emrini yerine getirmek için gelmeğe çalışacağız. yoksa, zahirlerini ve batınlarını sizin terbiye etmeniz, onlar için bulunmaz bir kazancdır. başkasının yardımı lazım değildir. mevlana abdüllatifden işitdiğimize göre, çocukların okutulmasını, yetişdirilmesini meyan muhammed kılınc kendi üzerine almış, siz de bunu uygun görmüşsünüz. bunu işitince şaşırdık. o, bilmiyerek, birşeyler düşünebilir. fekat siz bunu nasıl uygun buldunuz? muhammed kılıncın üzücü hallerinin, başka yere de bulaşacağından korkuyorum. vesselam. ikiyüzotuzuncu mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. hasıl olan ile doymayıp, daha yüksek şeyleri istemek lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği kullarına selam olsun! mubarek hallerinizden birkaçını meyan babu bildirdi. bunların neleri gösterdiğinin bildirilmesini istedi. bunun için birkaç kelime yazıyorum. yavrum! böyle haller, bu yolun başlangıcında bulunan acemilerde çok hasıl olur. bunların hiç kıymeti yokdur. bunları yok etmek lazım olur. sona kavuşmağı göstermezler. son nerede, kavuşmak nerede? arabi tercemesi. sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. allahü teala, bilinemez, anlaşılamaz. görülebilen, anlaşılabilen, şühud ve mükaşefe yolu ile belli olan herşey, o değildir. allahü teala, ötelerin ötesidir. sakın, bu yolda ceviz gibi, cam parçaları gibi parlak görünen değersiz şeylere, çocuklar gibi aldanmayınız ve yolun sonuna kavuşdum sanmayınız! hasıl olan halleri ve rü'yaları, cahil olan şeyhlere bildirmeyiniz! onlar, anlamadıkları için, az birşeyi çok sanırlar. başlangıcda olanları, sona kavuşmuş sayarlar. elverişli olan talib, böylece kendini sona ermiş sanır, çalışması gevşer. olgun kimseyi aramalıdır. gönül hastalıklarının ilacını ondan sormalıdır. kamil olanı buluncıya kadar, hasıl olan halleri derken yok etmelidir. , yok demekdir. sonra, hiçbirşeye benzemiyen, düşünülemiyen hak tealanın varlığını düşünmelidir. hace nakşibendi buhari hazretleri buyurdu ki, görülen, bilinen, işitilen herşey, o değildir. derken, bunların hepsini yok etmelidir!. hasıl olan şeylerin hepsini yok ediniz! hak teala, veraların verası, ötelerin ötesidir. derken, hiçbirşey düşünmemelidir. bu yolun büyükleri böyle yaparlardı. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat uyanlara selam olsun! evliyaya kim bakarsa, ten gözü ile serseri, bi basardır, canı yokdur, ölüdür, değil diri. evliya candır, gerekdir can gözile bakıla, zira ki, canlı kişiler, cana olur, müşteri. ikiyüzotuzbirinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana kuddise sirruh yazılmışdır. yüksek sesle zikrin bid'at olması sebebi açıklanmakdadır: allahü tealaya hamd ederiz. onun sevgili peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem ve aline ve eshabına salat ve selam ederiz! birinci mektub, her ne kadar sıkıntılı idi ise de, ikincisi yumuşak ve uygun yazılmış idi ve çalışdığınızı bildiriyordu. sevgili kardeşim! mir sa'deddin yola çıkarken mektub istedi. o günlerde, gönlümde darlık vardı. aklım başımda değildi. birşey yazamadım. mevlana yar muhammed cedide, yazmasını söylemişdim. aklım başımda olmadığı o zemanda, eğer uygunsuz bir kelime yazılmış ise, kusura bakmayınız. bununla beraber, az birşey sizi incitmemelidir. işinizi karışdırmamalıdır. allahü teala göstermesin aramızda hiçbir kırıklık yokdur. kırılmış, üzülmüş olarak birşey yazılmış değildir. nasihat olarak bir şey yazılmış ise, sevinmek lazım gelir. ikinci mektubunuza çok sevindik. her işde ateşli olmalıdır. soğukluk ve gevşeklik düşmanlara olsun! sual: husul ile vüsul arasındaki fark nedir? cevab: kardeşim! husulde uzaklık vardır. vüsul ise çok gücdür. anka kuşunu, kendimize göre bir şekl vererek düşünürsek, hafızamızda anka hasıl oldu denebilir. fekat, ankaya vasıl olunmamışdır. çünki birşeyin zılli, ya'ni ikinci bir mertebede görünmesi, hasıl olmasına mani' olmaz. fekat, vasıl olmak için, zılden kurtulmak lazımdır. sual: peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat mebdei te'ayyünleri olan ismler, evliyanın da, mebdei te'ayyünleri midirler? böyle ise, aralarındaki fark nedir? cevab: peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, mebdei te'ayyünleri, allahü tealanın ismlerinin bütünüdür. evliyanın mebdei te'ayyünleri ise, bu ismlerin parçalarıdır. bu parçalar, o bütünlerin altındadır. parçalarıdır demek, yalnız bir bakımdan düşünülmekdedir demekdir. mesela, bütün irade ile, yalnız birşeyi irade gibidir. evliya rahmetullahi aleyhim ecma'in peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla yükselebildikleri için, o bir bakımı, ortadan kaldırarak, bütüne kavuşabilirler. bu ayrılığı, birkaç mektubumda açıklamışdım. düşününce hatırlarsınız. sual: yüksek sesle zikr bid'at olduğu için yasak ediliyor. halbuki, böyle zikr etmek tatlı oluyor. insan bırakmak istemiyor. cübbe, kuşak, don ve pantalon ve birçok başka şeyler de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında yokdu. onları niçin yasak etmiyorlar? cevab: yavrum! resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kullandığı şeyler, yapdığı işler, iki dürlü idi: biri ibadet olarak yapdığı işler idi. ikincisi, adet olarak yapdıkları idi. ibadet olarak yapdığı işlerin tersi, olur. böyle uygunsuz işleri yasak ederiz. bunlar, dinde reform, değişiklik olur ki, buna hiç izn yokdur. bir şehrin, bulunduğu memleketin adetine uyarak yapdığı işlerin tersine, bu işlerin aksine olan şeyler bid'at olmaz. bunları yasak etmeyiz. böyle işlerin dinle ilgisi yokdur. adet olunca yapılır, adet olmazsa yapılmazlar. din ve ibadet olarak yapılmazlar. çünki, her memleketin adetleri başkadır. birbirlerine uymaz. bir memleketin adetleri bile, zemanla değişir. böyle olmakla beraber, adetlerde de sünnete uymak faideli olur. se'adetlere yol açar. allahü teala bizi ve sizi, peygamberlerin efendisinin yolunda bulundursun aleyhi ve aleyhim ve ala tabi'i küllin minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha. vesselam. ikiyüzotuzikinci mektub bu mektub, hanı hanana rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. dünyanın nasıl olduğu bildirilmekdedir: hak sübhanehü ve teala, hiç sevmediği bu alçak dünyanın içyüzünü ve onun aşağı olan süslerinin ve yaldızlarının çirkinliğini, gönül gözünüze göstersin. ahıretin güzelliğini, tatlılığını, cennetlerinin ve nehrlerinin tazeliğini ve hepsinden daha tatlı olan allahü tealanın cemalini görmeği gönlünüze yerleşdirsin! peygamberlerin en üstünü aleyhi ve ala alihi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha hurmetine bu düamı kabul buyursun! böylece, bu çabuk biten çirkinden iğrenesiniz. allahü tealanın razı olduğu sonsuz alemi özleyesiniz. bu alçağın çirkinliği anlaşılmadıkca, ona düşkünlükden kurtulunamaz. ona bağlanmakdan kurtulunmadıkca, ahıretde felaketden kurtuluş ve se'adete kavuşmak olamaz. hadisi şerifi şaşmaz bir formüldür. zararları gidermek, tersini yapmakla olduğundan, bu alçağın sevgisinden kurtulmak için, ahırete yarıyan işlere yapışmak, islamiyyetin iyi olarak bildirdiği işleri yapmak lazımdır. hak sübhanehü ve teala, dünyanın beş şey, hatta dört şey olduğunu bildirdi. hadid suresinin yirminci ayetinde mealen, buyuruldu. islamiyyetin diyerek övdüğü şeyler yapılınca, dünyanın büyük parçası olan lehv ve la'b için zeman kalmaz. bu ikisi azalır. erkekler ipek elbise giymez ve zinet eşyasının yapıldığı madde olan altını ve gümüşü kullanmazsa, dünyanın üçüncü parçası olan zinet de azalır. allahü teala, üstünlüğün ve kıymetin vera' ve takva ile olduğunu, sa'y ile, mal ile olmadığını bildirmişdir diyen kimse, hiç öğünmez. evladın ve malın, mülkün artması, allahü tealayı zikr etmeği azaltacağını ve onu unutduracağını bilen, bunları çoğaltmak için uğraşmaz, bunların çoğalmasını ayb sayar. sözün kısası, zararlardan kurtulmak için, haşr suresinin yedinci ayetinin, meali alisine uyarak yaşamalıdır. farisi tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana, belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da! meyan şeyh abdülmü'min, temiz ailedendir. ilm öğrendi. tesavvuf yoluna girdi. şaşılacak hallere kavuşdu. çoluk çocuğun çokluğundan, insanlık dolayısı ile sıkılmakdadır. sıkıntısını gidermek için, size başvurmasını söyledim. ihsan sahibinin kapısı çalınınca açılır. vesselam. ikiyüzotuzüçüncü mektub bu mektub, yüksek, nakib seyyid şeyh feride rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. birkaç faideli bilgi verilmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi, yüksek ceddinizin yolunda bulundursun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! hace ciyunun nikah yemeği günlerinde, mubarek dehli şehrine gelmişdim. yüksek hizmetinizde bulunmağı da düşündüm. o gün, yola çıkılacağını işitdik. elde olmıyarak, bu düşüncemize kavuşamadık. derme çatma birkaç kelime ile başınızı ağrıtıyorum. yanınızda olsak da, uzakda bulunsak da, bütün gücümüzle selametinize, yüksek varlığınıza yakışmıyan herşeyden uzak kalmanıza düacıyız. size karşı olan iyi düşüncelerimiz kapladığı zeman, öyle oluyor ki, yüksek meclisinize geleyim, temiz kapınızda bekliyerek, size layık olmıyan birşeyi içeri bırakmıyayım. uygunsuz kimseleri, kıymetli sohbetinize yaklaşdırmıyayım diyorum. bununla beraber, her istenilen şeye kavuşulamıyacağını da bilmekdeyim. boynumu bükerek, arkadan acizane düa etmekdeyim. cenabı hak, belki kabul buyurur. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri, hak tealanın kendisine vermiş olduğu büyüklükle buyurdu ki, bir kimse, öyle büyük olsa ki, onun yıkılması ile bütün alem yıkılmış olsun. böyle olmağı istemek her ne kadar küfr olur ise de, ne yapalım ki, hiçbirimizin elimizde olmıyarak, beni böyle büyük yapmışlardır. bugün böyle bir büyüklük ve genişlik, hemen hemen, sizin yüksek varlığınızda bulunmakdadır. çünki sizin iyi, rahat olmanız, herkesin rahat olması demekdir. aksi de böyledir. bunun için insanların sizin iyiliğinize düa etmeleri, yağmur düası etmek gibi, herkese iyilik istemekdir. fekat çok yazık oldu ki, o büyüklük ve yükseklik, şimdi haşhaş danesi ve parmak yeri kadar kaldı. bu haşhaş danesi, dostların ve düacıların gönlünde büyük bir üzüntü olmakdadır. lutf ediniz! bunların üzüntülerini gideriniz! bu düacınız, çok zemandan beri, böyle şeyler yazmamışdım. çok gelmesinden, usanç vermesinden çekinmişdim. farisi tercemesi: nazlı yarim, esen havadan incinir, gül gibi, sabah rüzgarından incinir. fekat, üzmemek için susmak, sevmeğe yakışmaz. farisi tercemesi: hafız, senin vazifen, yalnız bir düa, duyar mı, hiç duymaz mı düşünme asla! çok zeman olur ki, mekkei mükerreme ve medinei münevvere haresehümallahü anilafat şehrlerini ziyaret etmek istiyorum. dehli yolculuğumuzun sebebi de, bu istek olmuşdu. bu isteğimizin yerine gelebilmesi, sizin uygun bulmanıza ve rızanızı almamıza bağlı olduğundan, dehliden yola çıkmanız, bu ziyaret arzumuzu da geriye bırakdı. iyilik, faide, allahü tealanın yaratdığındadır. vesselam. ikiyüzotuzdördüncü mektub bu mektub, hakikatleri bilen, ma'rifetler kaynağı, allahü tealayı tanıtan bilgilerin sahibi olan büyük oğlu şeyh muhammed sadıka rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. allahü tealanın kendisi varlıkdır. mahlukların aslları ise yoklukdur. kendini anlıyan, allahü tealayı bilir. tecellii zatiyi ve nur ayetindeki incelikleri bildirmekdedir: buyurmuşdur. bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! kıymetli oğlum! hak tealanın hakikati, yalnız vücuddür. var olmak demekdir. allahü tealanın bu vücudü, her hayrın, her kemalin kaynağıdır ve her güzelliğin başlangıcıdır. bu vücud, bir hakiki cüz'dür. bir basitdir ki, buna hiçbirşey karışmış, hiçbirşeyle birleşmiş değildir. böyle olmadığı gibi, olması düşünülemez de. insan, allahü tealanın bu vücudünü anlıyamaz. zati tealanın aynıdır. ondan başka değildir. aynıdır demek bile, başkalığı düşündürebilir. aynıdır da denilemez. zat ile birlikde olan vücud, bu anlaşılamıyan vücudün zılli, görüntülerindendir. bu ikinci vücud, zati tealanın ve mahlukların varlıklarından başka bir varlıkdır. bu ikinci vücud, allahü tealanın hakikati olan vücudün, aşağı mertebelerde meydana çıkmasıdır. bu çeşidli görüntülerin en yükseği, en birincisi ve en üstünü, zati tealanın vücudüdür. demek ki, allahü tealanın hakikati vücuddür denilebilir. fekat, allahü teala, o mertebede mevcuddür denilemez. zıl mertebesinde, allahü teala mevcuddür denilebilir. fekat, allahü teala vücuddür denilemez. tesavvufculardan vücud, zatdan başka değildir diyenler, ikisi arasındaki başkalığı göremediler, zılli asldan ayıramadılar. bunlar ve felsefeciler, zatdan başka olan ve olmıyan vücudleri birbirlerinden ayıramadılar. vücudün başka olduğunu çok güc söylediler. işin doğrusu, allahü tealanın bize ilham eylediğidir. vücudün böyle asl ve zıl olarak başka başka olması, öteki sıfatların da asl ve zıl olmaları gibidir. aslların mertebesi, icmal, topluluk ve anlaşılamamak mertebesidir. sıfatların bu aslları, allahü tealadan başka değildirler. bu mertebede, allahü teala ilmdir denilebilir. fekat böyle söylemek de, bir zıl mertebesi olur. çünki zat mertebesinde, allahü tealaya hiçbirşey söylenemez. allahü teala alimdir de denilemez. çünki ilmin ondan başkalığını gösterir. bu makamda başkalık hiç yokdur. başkalık, zıl mertebelerinde olur. burada zıl yokdur. çünki, te'ayyüni evvelin pekçok üstündedir. çünki topluca bir bağlantı, bu te'ayyünde bulunur. bu makamda, hiçbir bakımdan, hiçbirşey düşünülemez. bu topluluğun açıklanması demek olan zıl mertebesinde, başkalık söylenebilir. uygunluk söylenemez. fekat bu mertebede, sıfatların uygunluğu, vücudün uygun olmasından ileri gelir. bu vücud, her iyiliğin ve kemalin başlangıcıdır. her güzelliğin ve düzenin kaynağıdır. bu fakir kuddise sirruhül'aziz mektublarımda ve kitablarımda, vücud zatdan başkadır dediğim zeman, zıl olan vücudün başka olduğunu bildirmişdim. bu zıl olan vücud de, dışardaki her varlığın başlangıcıdır. bu vücude malik olan mahiyyetler, haricde var olan mertebelerin her mertebesinde bulunurlar. bunu iyi anlamalı. birçok yerde işe yarar. görülüyor ki, allahü tealanın sekiz sıfatı da dışarda vardır. mahluklar da dışarda vardır. ey oğlum! ince bilgileri dinle! allahü tealanın kemalleri, zati ilahi mertebesinde, zatdan başka değildirler. mesela ilm sıfatı, o mertebede, zati tealadan başka değildir. bunun gibi, zatın hepsi kudretdir. zatın bir parçası ilm, başka bir parçası kudret değildir. orada parçalanmak, ayrılmak yokdur. zatda böyle olan bütün kemaller, ilm mertebesinde genişlemişler, birbirinden ayrılmışlardır. zati ilahide, o basitlik, o toplu kemaller hiç değişmeksizin, ilm sıfatında hepsi dağılmışlardır. zatda bulunan bütün kemaller, üstünlükler, ilmde de yerleşmişlerdir. ilmdeki bu kemallerin de, zılleri vardır. bu zıllere denilmişdir. bunların da asl kaynağı zati teala olduğundan, zati tealanın varlığı ile vardırlar. kitabının sahibi, birbirlerinden ayrı olarak ilmde bulunan, ya'ni leri olan kemallere, demişdir. bu fakire göre, mümkinlerin, ya'ni mahlukların hakikatleri, ademlerle bu ademlere yerleşmiş olan kemallerin zılleridir. , yokluk demek olup, her kötülüğün, her bozukluğun kaynağıdır. bunu biraz açıklıyalım. can kulağı ile dinleyiniz! adem, vücudün karşılığıdır. ya'ni yokluk, varlığın tam tersidir. ona bütün bütün aykırıdır. bunun için, her kötülüğün, her bozukluğun başlangıcıdır. hatta kötülüklerin, bozuklukların ta kendisidir. vücud, toplu iken, her iyiliğin, her üstünlüğün ta kendisi olduğu gibidir. o asl mertebede, vücud, zatdan başka olmadığı gibi, o vücudün tersi olan adem de, yokluk mahiyyetinden başka değildir. o mertebede, o mahiyyete yok denilemez. tam yoklukdur. bu yokluk mahiyyetinin ilmi ilahide ayrıldığı mertebelerde, bu mahiyyetden hasıl olan parçalara yok denilebilir. bunlar o mahiyyetden başkadırlar denilebilir. o toplu olan yokluk mahiyyetinden meydana gelmiş gibi olan ve bu mahiyyetin zılli gibi olan adem, o zıllerin her parçasında başka başkadır. bunu daha aşağıda açıklıyacağız. bu adem, o toplu mertebede, her kötülüğün, her bozukluğun tam kendileri olduğundan ve ilmi ilahide, her kötülük, başka kötülüklerden ayrı olduğundan, ilmi ilahide birbirlerinden ayrılmış olan herbir kemal ve her bir hayr karşılarında bulunan herbir kötülük üzerine aks etmiş, birbirleri ile birleşmişlerdir. herbiri kötülük ve bozukluk olan ademler, kendileri ile birleşmiş olan kemaller ile birlikde, mümkinlerin, ya'ni mahlukların mahiyyetleri, ya'ni aslları olmuşdurlar. böyle olmakla beraber, bu ademler, bu mahiyyetlerin aslları, özleri gibidirler. bu kemaller ise, bunların özellikleri gibidirler. işte bu fakire göre, , bu ademler ve bunlarla birleşmiş olan kemallerin her ikisidir. her dilediğine gücü yeten allahü teala, bu yokluk mahiyyetlerini bütün lüzumlu şeyleri ile birlikde ve ilmi ilahide bu ademlere aks etmiş olan vücud zıllerinin kemalleri ile birlikde, mümkinlerin, mahiyyetleri yapmışdır. dilediği zeman, bu mahiyyetleri, ilmdeki vücud zılline yaklaşdırarak, dışardaki varlıkları yaratmışdır. bu mahiyyetleri, dışardaki varlıklara başlangıç eylemişdir. mümkinlerin ayanı sabitesi olan ve onların mahiyyetleri olan, ilmi ilahideki bu suretleri, ilmdeki vücud zıllerine yaklaşdırmak demek, ilmdeki suretlerin ilmden çıkarak dışarıda var olmaları demek değildir. böyle şey olamaz. allahü tealanın ilminden dışarda olmak, allahü tealanın cahil olması demekdir. mümkinler dışarıda, ilmdeki suretlere tam uygun olarak, dışarda ayrıca var olurlar demekdir. ilmdeki varlıkdan başka, onlara tam uygun olarak, dışarda da, ayrıca var olurlar. sanki, marangoz ustası, masanın şeklini zihnde düşünür. onun gibi bir masayı dışarda yapması gibidir. masanın zihndeki şekli, masanın mahiyyeti demekdir. bu mahiyyet marangozun zihninden dışarı çıkmamışdır. zihndeki o şekle tam uygun olarak, dışarda da, ayrıca bir masa vücude gelmişdir. her adem, vücudün kemallerinin, kendine tam karşı bulunan ve kendisine aks etmiş olan zıllerinden bir zılle yaklaşarak, dışarda var olmuş, zinet hasıl etmişdir. tam adem, böyle değildir. bu kemallerin zıllerine karşı olmaz. onlarla birleşerek, dışarda bir vücud kazanamaz. çünki, bu zıllerin karşısında değildir. eğer, karşılığı bulunmasaydı, asl vücude karşı olurdu. halbuki, zatdan başka olmıyan bu asl vücudün karşısında birşey bulunamaz. tam ma'rifet sahibi olan bir arif, asl vücude ilerlerse, tam ademe iner. böylece, bu ademin de, o hazretle bağlantısı olur. zinetlenmiş olur. güzelleşmiş olur. o vakt, arifin kendi mertebeleri demek olan, kendi ademlerinin bütün mertebeleri, topluca olsun, ayrı ayrı olsun, hepsi güzel ve iyi olurlar. kemal ve cemal hasıl ederler. bütün mertebelerinin iyi, güzel olması, yalnız böyle arif içindir. ondan başkasında, iyilik olursa, ya ayrı ayrı ayrılmış ademlerin birkaç mertebesinde olur veya ayrı ayrı bütün mertebelerinde görülür. bu ikincisi de, çok az bulunur. fekat, her çeşid kötülük ve bozuklukdan başka birşey olmıyan tam ve toplu ademin iyi ve güzel olması, yalnız bu arif içindir. bu arifin şeytanı da, tam iyi olarak, islamın güzelliğine kavuşur. nefsi emmaresi mutmeinne olur. mevlasından razı olur. bunun içindir ki, peygamberlerin efendisi aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, buyurdu. bundan sonra, gazada, hiçbir gazi ondan daha ileri olamaz. iyilikleri şeytan kadar gösteremez. sübhanallah! bu fakirden elinde olmıyarak öyle ma'rifetler hasıl oldu ki, çokları toplanarak çalışsalar, bir benzerine kavuşamazlar. geleceği haber verilmiş olan hazreti mehdinin de bu ma'rifetlerden çok pay alacağı umulur. farisi tercemesi: padişah, koca karı kapısına, gelirse ey yeğit, sen buna şaşma! en güzel yaratıcı olan allahü teala, çok mubarek, pek mukaddesdir. yaratıcı sanılanlara benzemez. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! görülüyor ki, mümkinlerin zatları, aslları, ademlerdir. vücudün kemallerinin zılleri bu ademlere aks ederek, bunları süslemişdir. böyle olduğu için, mümkinlerin zatları, her kötülüğün, bozukluğun kaynağıdır. her çirkinliğin, kusurun yeri olmuşlardır. mümkinlerde yerleşdirilmiş olan her iyilik, her kemal, asl vücudden ödünç olarak gelmişdir. nisa suresinin yetmişsekizinci ayetinde mealen, sana gelen her iyilik, allahü tealadandır. sana gelen her çirkinlik de, kendindendir buyuruldu. allahü tealanın ihsanı ile, bir kimse, kendindeki iyiliklerin ödünc olarak verilmiş olduklarını görürse, üstünlüklerinin başkasından olduğunu anlarsa, kendini yalnız kötülük bulur. tam kusur bilir. kendinde hiçbir kemal göremez. aks yolu ile geldiklerini bile göremez. çıplak kimsenin ödünc çamaşır giymesi gibi olur. çamaşırların ödünc olduğu, kendisini o kadar kaplamışdır ki, hepsini sahibinde sanır. kendini çıplak bulur. üzerinde çamaşır var ise de, kendini çıplak sanır. böyle görüş sahibi olan zat kulluk, makamı ile şereflenir. bu makam, vilayet makamlarının en üstünüdür. tenbih: kötülükle iyiliğin ve aşağılıkla üstünlüğün böyle biraraya gelmeleri, vücud ile ademin bir araya gelmesidir. bu ise, iki ters şeyin biraraya gelmesi değildir. bunun için, olmıyacak şey sanılmamalıdır. çünki tam vücudün tersi, tam ademdir. zıl mertebelerinde ise, tam vücudden aşağı doğru, derece derece inilmişdir. adem tarafında da, en aşağı olan tam ademden yukarı doğru basamak basamak yükselmişlerdir. bunların birleşmeleri, metal atomları ile ametal atomlarının birleşmeleri gibi, çekirdeklerindeki artı elektriklerin birbirlerini itme kuvvetleri, elektron kuvvetleri ile azalarak birbirlerini çekmeğe başlamışlar, iyon şebekesi hasıl etmişlerdir. atom çekirdeklerindeki protonları biraraya toplayan ve iyilik nurları ile kötülük karanlıklarını biraraya getiren allahü tealayı tesbih ederiz. hiçbir ayb ve kusuru ona kondurmayız. sual: biraz yukarıda, tam ademin de, tam vücude yakın olduğu yazılı idi. tam iki zıd, iki ters birleşmiş olmuyor mu? cevab: iki zıd şey, bir yerde birleşemez. birinin, öteki yardımı ile durması ve birinin öteki tersi ile sıfatlanması olamaz değildir. adem, mevcud olabilir. vücud ile yakınlık hasıl edebilir. sual: adem, nazari, teorik birşeydir. bunun dışarda var olması, ne demekdir? cevab: adem, ya'ni yokluk deyince, hatıra gelen şey teorikdir, hayaldedir. fekat, ademin çeşidlerinden birinin sonradan var olmasını söylemek niçin bozuk olsun? eski yunan felsefecilerinin vücud için söyledikleri de böyledir ki, vücud, vacibülvücudün zatından başkadır. çünki vücud, teorik birşeydir, dışarda bulunamaz. vacibülvücudün kendisi ise, dışarda vardır. bunun için ikisi başka başkadır diyorlar. bunlara cevab olarak da deniliyor ki, vücud deyince akla gelen şey nazaridir, dışarda yokdur. fekat, vücudün çeşidlerinden biri böyle değildir. bunun için, vücudün parçalarından biri dışarda bulunabilir. sual: yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, allahü tealanın sekiz hakiki sıfatı, zıl mertebelerinde vardır. asl mertebesinde vücudleri yokdur. bu ise, doğru yolun alimlerinin bildirdiklerine uygun değildir. allahü teala, o alimlerin çalışmalarına karşılık bol bol iyilikler versin! çünki, bu alimler sıfatların zatdan hiç ayrılmadıklarını ve hiç ayrılamıyacaklarını bildirmişlerdir. cevab: söylediklerimizden, ayrılabilecekleri anlaşılmaz. çünki bu zıl, o asla lazımdır. ondan ayrılamaz. böyle olmakla beraber, yalnız zati tealayı arayan, ismleri ve sıfatları hiç düşünmiyen bir arif, o mertebede yalnız zatı bulur. hiçbir sıfatı düşünmez. bu, o zeman sıfatlar bulunmaz demek değildir. görülüyor ki, arife göre, sıfatlar, zati ilahiden ayrılmış gibi sanılmakdadır. dışarda ayrılmış değildirler. bunun için, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olur. bunu iyi anlamalıdır. bu açıklamalardan sonra, sözü iyi anlaşılır. ibni haceri mekki rahmetullahi aleyh, bu sözün sahibinin hazreti ali radıyallahü anh olduğunu bildiriyor. maverdi, kitabında bunun hadisi şerif olduğunu yazmakdadır. demek ki, ibni hacerin sözü, bunun hadisi şerif olmadığını göstermemekdedir. çünki bir kimse, kendisini kötü olarak ve aşağı olarak tanıyınca ve kendisinde bulunan her iyiliğin ve üstünlüğün vacibülvücud hazretleri tarafından ödünç verilmiş olduğunu anlayınca, hak tealayı iyi ve üstün ve güzel olarak tanır. buraya kadar yapılan açıklamalar anlaşılınca, nur suresindeki, mealindeki ayeti kerimenin özü meydana çıkar. çünki, mümkinlerin hepsi ademlerdir. ademler de hep kötülük ve aşağılıkdır. mümkinlerdeki iyilik ve üstünlük ve güzellik ve düzgünlük, allahü tealanın kendisi olan vücudden gelmişdir. bu vücud, iyiliklerin ve üstünlüklerin kaynağıdır. bu anlaşılınca, göklerin ve yerin nuru bu vücuddür. bu vücud, vacibi tealanın kendisidir. bu nur, göklerde ve yerde, zıllerinin yardımı ile bulunduğundan, zıllerin yardımı olmaksızın, doğrudan doğruya bulunduğunu sanmamak için, bu nuru bir misal ile anlatmakdadır. onun nuru bir fenere benzer. o fenerin içinde zeytinyağındaki fitilde yanan ışık vardır. bu ışıklı fitil cam bir kandil içindedir. mealindeki ayeti kerimeyi inşaallah başka bir mektubda uzun açıklayacağız. çünki, uzun yazılacak şeyler vardır. bu mektubumuza sığdıramayacağız. ayeti kerimeleri böyle açıklamaya denir. kur'anı kerimin tefsiri, ancak resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitildiği gibi yapılabilir. hadisi şerifi, bunu bildirmekdedir. böyle değildir. kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun olmak şartı ile, her alim, anladığı gibi te'vil yapabilir. mümkinlerin aslları, kendileri ademlerdir dedik. mümkinlerin aşağı, bozuk sıfatları, bu ademlerden, allahü tealanın icad etmesiyle hasıl olur. mümkinlerdeki iyilikler ve üstünlükler, vücudün kemallerinin zıllerinden ödünc olarak alınmışdır ve allahü tealanın icadı ile hasıl olmakdadırlar. birşeyin iyi veya kötü olduğunu anlamak kolaydır. ahıret için olan şeyler, güzel görünmeseler bile, güzeldir. dünya için olan şeyler, güzel görünseler, tatlı ve iyi anlaşılsalar bile çirkindir. dünyanın yaldızlı güzellikleri, hep böyledir. bunun içindir ki, islamiyyetde oğlanların ve yabancı kadınların güzelliğine istek ve şehvetle bakmak yasak edilmişdir. dünyanın yaldızlı, güzel görünen bütün pislikleri böyledir. bunlar hep ademden hasıl olur. ademden ise, hep kötülük ve bozukluk meydana gelir. eğer bu güzellikler, bu iyilikler, vücudün kemallerinden olsa idi, yasak edilmezlerdi. yalnız şurası var ki, asl dururken zılle bakmak çirkin olacağı için, yasak edilebilir ise de, bu yasaklık, ademden olan kötülüklerin yasaklığı gibi haram olmaz, yapmakdan ise, yapmamak daha iyi olur. görülüyor ki, dünyadaki güzellerin güzellikleri, vücudün güzelliğinin zılleri değildir. ademler, kemallerin yanında bulunmakla güzel görünmeğe başlamışlardır. ademin herşeyi gibi, bu güzel görünüşü de çirkin ve kötüdür. şeker kaplanmış zehre benzer. yaldızlanmış necaset gibidir. islamiyyetin, nikah edilen güzel kadınlarla ve güzel cariyelerle eğlenmeğe izn vermesi, çocuk elde etmek ve insanları üretmek içindir. alemdeki düzenin bozulmaması için buna izn verilmişdir. tesavvufculardan birçoğu, güzel yüzlere, tatlı seslere bağlanmışlar. bu güzelliklerin, vacibülvücud teala ve tekaddes hazretlerinin kemallerinden ödünc verilen güzellikler olduğunu sanarak, bunlara bağlanmağı iyi ve güzel bilmişler. hatta, tesavvuf yolunda ilerlemek için yardımcı sanmışlardır. bu fakirin anladığı böyle değildir. yukarda biraz bildirilmişdir. şuna çok şaşılır ki, bunlardan birkaçı, bu yanlış hareketlerini haklı göstermek için vesika da göstermeğe kalkışıyor. oğlanlardan sakınınız! çünki onlardaki güzellik, allahü tealanın güzelliği gibidir sözünü ileri sürüyorlar. allahü tealanın güzelliği gibidir sözü, bunları şübheye düşürmekdedir. halbuki bu söz, onlara yardımcı olmuyor. onların yanlış anladıklarını bildiriyor. bu fakirin anlayışının da doğru olduğunu gösteriyor. çünki buyurmakda, onlara bakmayı yasak etmekdedir. bunun yanlış anlaşılabileceğini de anlatmak için onların güzelliği, hak tealanın güzelliği gibidir. onun güzelliği değildir buyurmakdadır. böylece, yanlış anlaşılmasını önlemekdedir. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, dünya ve ahıret, birbirinin zıddı, tersidir. bu ikisinden birisini razı edersen, öteki gücenir buyurdu. bu hadisi şerif de gösteriyor ki, dünyanın güzelliği ile ahıretin güzelliği birbirinin zıddıdır. birbirine uymaz. herkes bilir ki, dünya güzelliğini, islamiyyet beğenmez. ahıret güzelliğini beğenir. o halde, dünya güzelliği kötüdür. ahıret güzelliği iyidir. birincisi ademden, ikincisi vücudden hasıl olmakdadır. evet, ba'zı şeyler vardır ki, bir bakımdan dünyadandır, başka bir bakımdan ahıretdendir. bu şeyler, birinci bakımdan çirkindir. ikinci bakımdan güzeldir. bu iki bakımı birbirinden ayırmak ve herbirinin güzelliğini ve çirkinliğini anlamak, islamiyyeti bilmekle olur. haşr suresinin yedinci ayetinde mealen, resulullahın emr etdiklerini yapınız! yasak etdiklerinden sakınınız! buyuruldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, dünya yaratıldığı zemandan beri, hak teala ona beğenerek bakmamışdır. hak teala onu beğenmez. bu hadisi şerifde dünyada ademden hasıl olan kötülüklerin, çirkinliklerin ve bozuklukların beğenilmediği bildirilmekdedir. adem her kötülüğün ve her bozukluğun yeridir. bunun için dünyanın güzelliği, tatlılığı ve tazeliği kıymetsizdir. allahü teala, bunlardan razı değildir. allahü teala, ahıretin güzelliğinden razıdır. ahıret güzelliğine bakar. enfal suresinin altmışyedinci ayetinin meali şerifi, siz dünyayı istiyorsunuz. allahü teala ise, ahıreti istiyor olup, allahü tealanın dünyaya düşkün olanları beğenmediğini bildirmekdedir. ya rabbi! dünyayı, gözümüzde küçült! ahıreti de kalblerimizde büyült! fakr ile öğünen ve dünya güzelliğinden sakınan muhammed aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha hurmetine, bu düamızı kabul eyle! büyük alim şeyh muhyiddini arabi dünyadaki kötülüklerin, aşağılıkların ve bozuklukların özüne bakmadığı için, dedi. dedi. dedi. bunun için de, dedi. mümkinlerin varlığını, vacibin varlığı sandı teala ve tekaddese. kötülük ve aşağılık, iyiliğe ve yüksekliğe göre meydana çıkar. tam kötülük ve yalnız aşağılık diye birşey yokdur dedi. hiçbirşeyin kendisi kötü değildir. küfr ve dalalet, sapıklık bile, imana ve hidayete bakınca kötü olur. yoksa kendileri kötü değil, iyi ve yarar olduklarını sandı. kafirlerde ve fasıklarda bunların bulunması, doğruluk olur, sapıklık olmaz, dedi. hud suresinin ellialtıncı ayetinin, allahü teala, her hayvanı dilediği gibi kullanmağa kadirdir. benim rabbim hak ve adalet üzeredir meali şerifini kendine şahid göstermekdedir. evet, vahdeti vücude inanan herkes böyle sözlerden çekinmez. bu fakire bildirildiğine göre, mümkinlerin mahiyyetleri, hakikatleri, aslları, ademlerle, vücudün bu ademlere aks etmiş ve birleşmiş olan kemalleridir. bunu yukarıda uzun bildirdik. doğruyu meydana çıkaran, ancak allahü tealadır. doğru yola kavuşduran ancak odur. oğlum! allah adamlarının hiçbirinin ne açık olarak ve ne de işaret ederek söylememiş oldukları bu bilgiler ve ma'rifetler, çok şerefli, çok kıymetli bilgilerdir. bin sene sonra meydana çıkan ve vacibi tealanın hakikati ile mümkinlerin hakikatlerini tam uygun olarak anlatan yüksek bilgilerdir. kitaba ve sünnete uymayan ve doğru yolun alimlerinin sözlerine benzemiyen bir yerleri yokdur. resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sanki ümmetine öğretmek için yapdığı, ya rabbi! herşeyin doğrusunu, bize olduğu gibi tam göster! düası, belki de, yukarıda bildirilen hakikatlerin, mahiyyetlerin gösterilmesi içindir. bunlar , kulluk makamında anlaşılır. aşağılığı ve alçaklığı ve kırıklığı görmeğe de işaret buyurmakdadır. bunları görmek, kulluğa uygundur. zevallı bir kulun, kendini sahibi gibi bilmesi, hiç yakışır mı? pek edebsizlik olur. oğlum! şimdi o zemandayız ki, geçmiş ümmetlerde, böyle çok karanlık zeman gelince, büyük bir peygamber gönderilerek, yeni bir din kurulurdu. bu ümmet, ümmetlerin en iyisi olduğu için ve bu ümmetin peygamberi, peygamberlerin sonuncusu olduğu için aleyhi ve ala alihi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, bunların alimlerine, israil oğullarının peygamberlerinin mertebesi verilmişdir. peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in vazifeleri, bu alimlere yapdırılmakdadır. bunun için, her yüz sene başında, bu ümmetin alimleri arasından bir yenileyici, kuvvetlendirici seçerler. bununla islamiyyeti tazelerler. hele bin sene geçince, geçmiş ümmetlerde bir peygamber gönderdikleri ve onun işini bir nebiye bırakmadıkları gibi, bu ümmetde de, tam ma'rifetli, bilgili bir alim, arif seçilir. bu zat, geçmiş ümmetlerdeki ülül'azm peygamberlerin işini yapar. farisi tercemesi: ruhülkudsün yardımı, imdada yetişirse, mesihin yapdıkları, nasib olur herkese. oğlum! tam varlık, tam yokluğun karşılığıdır. mektubun başında tam varlık, vacibülvücudün hakikatidir. her iyiliğin ve üstünlüğün de tam kendisidir demişdik. böyle söylemek, topluca düşünerek olsa bile, o makam için yakışık alamaz. çünki, zıl olmak anlaşılır. bu vücudün karşılığı olan ademin de, hiçbirşeye bağlılığı, benzerliği yokdur. bu ademin de, her kötülüğün, her aşağılığın tam kendisi olduğunu söylemek de burada yakışmaz. çünki, bir bağlılık anlaşılabilir. birşey, tam olarak ancak kendine tam zıd, tam karşı olan şey üzerinde meydana çıkar. mesela ılık su, soğukda sıcak görünür. siyah nokta, beyaz üzerinde belli olur. yıldız gece karanlığında görülür. herşey, zıddı arasında belli olur. bunun için tam vücud, tam olarak, tam yokluk üzerinde belli olur. tam yokluk, tam varlığa bir ayna olur. tesavvuf yolunda, geri dönüp inmek, ilerlerken yükselmek kadar olur. bir kimse, allahü tealanın yardımı ile tam vücude yükselirse, bu kimse dönüşde, tam ademe kadar iner. yükselirken arifin şü'uru gider, bilgisi kalmaz. inerken şü'uruna ve bilgisine kavuşur. bu şü'ur ve ma'rifet makamında, onu hiç zıl bulunmayan ve zatın şü'un ve i'tibarlarından da uzak olan ile şereflendirirler. bundan önce olan bütün tecellilerin, ismler, sıfatlar, şü'un ve i'tibarat zıllerinden bir zıllin perdesi arkasında olduğunu ona bildirirler. her ne kadar arif, o tecellileri, ismlerin ve şü'unun arada perde olmayarak hasıl olduğunu, tam vücudün perdesiz olarak tecelli etdiğini sanır ise de, bir zıllin perdesi arkasında tecelli etmekdedir. sübhanallah! her kötülüğün, her aşağılığın yeri olan bu adem, vücudün tam zuhuruna vasıta olduğu için, güzellik kazanmakda, hiç kimsenin bulamadığına kavuşmakdadır. kendisi kötü olan şey, araya güzelliğin karışması ile, güzel olmakdadır. insanın nefsi emmaresi de, hep kötülüğe kayar. ademe her şeyden daha çok yakındır. bunun için, tam tecelliye herşeyden daha çok kavuşmakdadır. herşeyden daha yukarı çıkmakdadır. farisi mısra' tercemesi: ihsana en uygun olan, günah işleyenlerdir! ma'rifeti tam olan bir arif, bütün makamlardan ileri yükseldikden ve her mertebeden geçerek indikden sonra, tam ademe inerek vücudi tealaya ayna olunca, sıfatların ve ismlerin bütün kemalleri onda görünür. tam vücudde bulunan bütün latifeler onda görünür. ondan başka kimse bu ni'mete kavuşamaz. bu ayna olmak ni'meti, onun boyuna göre biçilip dikilerek, üzerine giydirilmiş kıymetli bir elbiseye benzer. kemallerin, üstünlüklerin zılleri, suretleri, her ne kadar ilmi ilahide birbirlerinden ayrılmışlar ise de ve arifin ayna olması da, ilm mertebesinde ise de, arifin aynası dışarıda vardır ve bütün kemalleri dışarda göstermekdedir. sual: ademin ayna olması ne demekdir? adem, hiçbirşey değildir. hangi bakımdan vücudün aynası olmakdadır? cevab: adem dışardaki varlıklara göre hiçdir. fekat ilmde bir ayrılık kazanmışdır. hatta, ilmde bir varlık da olmuşdur. tesavvuf yolunun sonuna varanlar kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, ademin zihndeki varlığına, vücudün aynası, şundan dolayı demişlerdir ki, adem mertebesinde bulunan bütün kötülüklerin ve aşağılıkların hiçbiri, ademin karşılığı olan vücudde bulunmaz. ademde bulunmayan her üstünlük de, vücudde vardır. bu inceliğe dikkat edilirse, adem vücuddeki kemallerin görünmesine sebeb olmakdadır. ayna olmak demek de, işte budur. burasını iyi anla! işine çok yarayacakdır. her şeyin doğrusunu bildiren ancak allahü tealadır. oğlum! bu yazılan ma'rifetlerin hepsinin allahü teala tarafından ilham edilmiş olduklarını, şeytan vesveselerinin hiç karışmadığını umarım. buna delil, sened olarak şunu da söyleyeyim ki, bu bilgileri yazmak istediğim ve allahü tealaya sığındığım zeman, meleklerin ala nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam sanki şeytanları buralardan kovdukları görüldü. onları buralara yaklaşdırmadılar. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. kıymetli ni'metleri meydana çıkarmak, hamd yollarının en büyüklerinden biridir. bu büyük ni'metleri açıklamağa kalkışdım. , kendini beğenmek sanılmasından uzak olacağını umarım. ucb nasıl olabilir ki, allahü tealanın yardımı ile, kendi kötülüğüm ve alçaklığım hep gözümün önündedir. bütün kemaller, iyilikler de allahü tealanındır. geçmişde ve gelecekde olan her hamd alemlerin rabbi içindir. onun peygamberlerine ve peygamberinin kerim olan aline ve yüksek eshabının hepsine iyi düalar ve selamlar olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! doğru yolda bulunanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere de selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü efdalüha vetteslimatü ekmelüha! ilave: vücud ve adem ve allahü tealanın sıfatları, akl ile anlaşılamaz. allahü teala, akl ile anlaşılamıyan şeyleri görüp anlıyabilen başka bir kuvvet, sevdiği kullarına verir. bu kuvvete ve bu kullara denir. evliya, kalb gözleri ile görüp anlar ve birbirlerine anlatırlar. başkalarının, bu şeyleri akl ile araşdırmalarına izn verilmedi. kalb gözüne kavuşmak için, müsliman olmak ve tesavvuf yolunda çalışmak lazımdır. tesavvuf yolunda çalışmıyan müslimanın kalbi hastadır. müsliman olmıyan bir kimsenin kalbi ölüdür. kalb gözü kördür. otuzdördüncü mektuba bakınız! ikiyüzotuzbeşinci mektub bu mektub, molla abdülgafuri semerkandi, haci bey firketi ve hace muhammed eşref kabiliye yazılmışdır. bu yolun büyüklerini sevmek, dünya ve ahıret se'adetinin sermayesi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! bizi sevenler, iyi biliniz ki, arka arkaya gelen kıymetli mektublarınız, sevginizin çokluğunu, bir an önce kavuşmak istediğinizi bildirdiği için, bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bu yolun büyüklerine olan muhabbetinizi artdırsın. bu sevgiyi, dünya ve ahıret se'adetinin sermayesi biliniz! bu sevginizin artması için, allahü tealaya düa ediniz! bu sevgi, insanın islamiyyete uymasını kolaylaşdırır. batının cem'ıyyeti ya'ni, kalbin her an allahü teala ile olması, bu sevgi ile elde edilir. eğer dünyanın bütün sıkıntılarını ve zulmetlerini, lekelerini kalbe doldursalar, bu sevgi bulunursa, hiç üzülmemelidir. ümmidli olmalıdır. eğer kalbe dağlar gibi çok haller ve nurlar yağdırsalar, fekat bu sevgi kıl kadar azalsa, bunları harablık, felaket bilmelidir ve istidrac olduğunu anlamalıdır. buna sıkı yapışıp sonra, işinize bakınız! kıymetli ömrü lüzumsuz şeylerle boş yere geçirmeyiniz! farisi tercemesi: sana söyliyeceğim hep budur: çocuksun, yol ise korkuludur! size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselamın yolunda bulunanlara selam olsun! ikiyüzotuzaltıncı mektub bu mektub, kıymetli oğlu muhammed sadıka kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. ba'zı sırları bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salatü selam olsun! çok kıymetli oğlum! halinizi açıkladığınız mektubunuzdan, vilayeti hassai muhammediyyeye ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye bağlı olduğunuz anlaşılmakdadır. bunun için allahü tealaya çok şükr ediniz! çok zemandan beri, bu ni'mete kavuşmak istiyordunuz. şimdi, cenabı hakdan ümmid ederek, gönlümü size verdim. sizi bu devlete çekmeğe uğraşdım. önce, sizi vilayeti musevide buldum. oradan çekerek, vilayeti hassai muhammediyye içine almak nasib oldu. bundan dolayı allahü tealaya sonsuz hamd ve şükrler olsun! siz, bu vilayete çekerek getirildiğiniz için, yirmi günden çok oluyor ki, koynumdasınız, yetişiyorsunuz. bağlantınız kuvvetli olmadığından, belki sizin hiç haberiniz olmamışdır. şimdi kuvvetlendiği için sizin de, anladığınızı sanırım. allahü tealanın bu günahı çok kuluna, her an durmadan yağan ni'metlerinden hangi birini yazayım? farisi iki tercemesi: ben o toprağım ki, ilk behar bulutu, lutf eder, verir bereketli yağmuru. vücudümün her kılı, dile gelse de, şükr edemem ni'metlerinin hiçbirine. kıymetli oğlum muhammed sa'idin mektubunda bildirdiği halleri pek doğru, çok kıymetlidir. böyle kıymetli haller, tanıdıklardan pekaz kimseye nasib olmakdadır. allahü tealanın, onu da, vilayeti hassai muhammediyye ile şereflendirmesini ümmid ederim. oğlum muhammed ma'sum, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, yaradılışında bu devlete elverişlidir. allahü teala, sevgili peygamberinin sadakası olarak, onda bulunan bu kuvveti meydana çıkarsın! amin. ikiyüzotuzyedinci mektub bu mektub, molla muhammed talibi beyanegiye yazılmışdır. sünneti seniyyeye yapışmağı istemekde, büyüklerin yolunu övmekdedir: allahü teala, bizi ve sizi islamiyyetin doğru yolunda bulundursun! kıymetli kardeşim! nakşibendiyye yolunun büyükleri, sünneti seniyyeye uymuş, azimet yolunu tutmuşlardır. sünneti seniyyeye uymakla ve azimet yolunu seçmekle birlikde, eğer ahval ve mevacid ile şereflenirlerse, büyük ni'met bilirler. eğer, ahval ve mevacide kavuşurlar, fekat sünnete yapışmakda ve azimeti seçmekde gevşeklik olursa, bu ahvali hiç beğenmezler ve böyle mevacidi, ya'ni kendinden geçmeği istemezler. bu gevşekliği, felaketin başlangıcı bilirler. çünki, hindistandaki din adamları olan cukiyye ve berehmenler ile eski yunan felesofları da böyle tecelli sanılan tecellilere ve alemi misaldeki keşflere ve vahdeti vücud bilgilerine malik oldular. fekat, rezil ve rüsva olmakdan ve felakete sürüklenmekden kurtulamadılar. se'adetden mahrum kalmakdan başka, ellerine birşey geçmedi. kardeşim! allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, bu büyüklerin yoluna girdiğinize göre, onlar gibi olmanız lazımdır. onların yolundan kıl kadar ayrılmamalısınız! ancak, böylece, onların yüksekliklerinden, birşeylere kavuşabilirsiniz. önce, ehli sünnet velcema'at mezhebi alimlerinin kitablarında bildirilenlere uygun olarak, i'tikadı düzeltmek lazımdır. bundan sonra, farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları, halal ve haramları, mekruhları ve şübheli olanları, ehli sünnet alimlerinin fıkh kitablarından öğrenmeli ve işler, bu bilgiye uygun olmalıdır. bunlar yapıldıkdan sonra, sıra üçüncüsüne gelir ki, bu da, tesavvuf bilgileridir. ehli sünnet i'tikadı ve fıkh bilgilerine uygun işler, tayyarenin iki kanadı gibidir. bu iki kanad sağlam olmadıkca, maddesiz, zemansız aleme uçulamaz. bu iki kanad elde edilmeden, ahval ve mevacid hasıl olursa, felaket uçurumuna doğru yuvarlanıldığı anlaşılmalıdır. böyle hallerden ve vecdlerden kurtulmak için allahü tealaya sığınmalıdır. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! arabi mısra' tercemesi: habercinin işi, yalnız haber vermekdir. kıymetli kardeşim meyan şeyh davüd oraya gelmişdir. onun sohbetini büyük ni'met biliniz. nasihatlarına kıymet veriniz. gösterdiği yolda bulununuz! kendisi, bu yolun büyüklerinin talebesi yanında çok bulunmuşdur. o büyüklerin yolunu ve gidişlerini iyi öğrenmişdir. orada bulunan kardeşlerimiz ve mir nu'man hazretlerinin yardımı ile bu yüksek yola girmiş olanlar, şeyh hazretlerinin sohbetini ganimet bilsinler. onun halkasında, bir yere otursunlar. birbirlerinde yok olsunlar. böylece cem'ıyyete kavuşurlar. ya'ni gönülleri allahü tealaya bağlanır. bu yolda ilerler, yükselirler.ı okuyunuz! çok faidelidir. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazinenin nişanını verdim sana! size ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzotuzsekizinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana yazılmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. din kardeşlerinin çoğalmasında iyi ümmidler vardır. müridlerin ma'rifetlere, hallere kavuşması, pirlerin gevşekliğine ve a sebeb olmaması bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin efendisine ve onun temiz olan aline ve güzel eshabının hepsine salat ve selam olsun! hace rahminin adamı ile gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizi çok sevindirdi. talebenin halleri uzun yazılmış olmakla sevincimiz katkat artdı. hadisi şerifinde buyurulduğu üzere, din kardeşlerinin çoğalması ümmid vericidir. suresinin otuzbeşinci ayetinin, meali şerifi de, bu ümmidi kuvvetlendirmekdedir. fekat, önce kendi hallerine ve işlerine bakmak lazımdır. kendi hareketini, duruşunu düşünmelidir. talebenin ilerlemesi, rehberlerin işini gevşetmemelidir. talebenin hararetli çalışması, rehberlerin çalışmalarını soğutmamalıdır. bundan dolayı, çok korkmak ve titremek lazımdır. talebenin hallerini ve makamlarını, kendisi için aslan gibi ve kaplan gibi tehlükeli bilmelidir. onlarla öğünmek ve sevinmek nerede kalır. ucb kapısının bu yoldan açılmamasına çok dikkat etmelidir. hadisi şerifi gözönünde tutularak, müridlerin ilerlemesinden utanmalı ve yüz kızarmalıdır. taliblerin çalışmalarının kızışmasından ibret almalı, çalışmayı artdırmalıdır. işleri, ibadetleri bozuk görmeli, niyyetleri düzeltmeğe çalışmalıdır. söz ile ve hal ile, daha var mı demelidir. sizin güzel hallerinizden bunların umulduğu açıkca belirlidir. fekat, nefsi emmare ve iblisi la'in gibi din düşmanları düşünülerek ağır yazıldı. taliblere olan teveccühünüzün, yardımlarınızın bu yoldan gevşememesi için cevabımız aşırı oldu. iki ni'metin de bir arada bulunması lazımdır. yalnız birini yapmak, aşağıda kalmak olur. hace rahmi kardeşimizin ve seyyid ahmedin hep yanınızda bulunması lazımdır. siz de onlara çok yardım ediniz. mir abdüllatif de, tevbe edebildi ise, ona da yardımınızı esirgemeyiniz. doğru yolda ilerlesin. birkaç talibin kadiri yolunu istediklerini yazıyorsunuz. ebu bekri sıddikın yolundan başka hiçbir yolu, hiçbir kimseye bildirmeyiniz! iki yol birbirleri ile karışdırılmasın! fekat, yalnız külah ve şecere isterlerse ve istihare uygun çıkarsa, kabul edersiniz ve nasihat verirsiniz. allahü teala size ve arkadaşlarınıza ve sevdiklerimize ve talebenize ve doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selamet versin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! iki mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye yazılmışdır. dostların kusurları afv olunacağı ve istihare yapmak bildirilmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve temiz eshabının hepsine ve bütün peygamberlere salat ve selam olsun! merhamet ederek göndermiş olduğunuz kıymetli mektubu okumakla sevindik. hal hasıl olursa bildirilir. buyuruyorsunuz. yavrum, hal hasıl olmasını istemek, halleri veren sevgili olduğu içindir. onun sevgisi var ise, hal olsa da, olmasa da birdir. burada iken, size çok tohum ekildiğini söylediğimizi yazıyorsunuz. yavrum! evet, yazdığınız gibidir. fekat, bunların meyvelerini toplamak için, çok zeman ister. faidesi, belki de öldükden sonra görünür. sevin, fekat acele etme! mevlana muhammed salihin sözlerini yazıyorsunuz. şimdi yanımızda olmadığından, onları niçin söylediğini kendisinden anlıyamadık. onun için, birşey yazamıyacağım. herhalde hayrdır. kalbinize birşey gelmesin. edebe uymıyan şey yapıldığını yazıyorsunuz. kalbi temiz kimselerin hataları afv olunur. gönlünüze hiçbir şey gelmesin! hallerinizin nasıl olduğunu soruyorsunuz. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, kabul olunmuşlardansınız. kabul edilmiş olanlar, sebebsiz kabul olunurlar. iki şeyhzade gelerek, zikr öğretilmesini istiyorlar diyorsunuz. yavrum! yapılacak her iş için istihare yapmak sünnetdir ve mubarekdir. fekat, istihare yapdıkdan sonra, o işin yapılmasını veya yapılmamasını gösteren bir şeyin, uykuda veya rü'yada yahud uyanık iken görünmesi lazım değildir. istihareden sonra, kalbine bakmak lazımdır. o işi yapmak arzusu, eskisinden daha çok olmuş ise, o işi yapmağı gösterir. eğer arzu, çoğalmamış ve eskisinden daha da azalmamış ise, yine yasak olmaz. böyle olunca, yapmak arzusu artıncıya kadar, istihareleri tekrar tekrar yapmalıdır. istihareler yediye kadar tekrar olunur. istihareden sonra, o işi yapmak arzusunun azaldığı anlaşılırsa o işin yapılmamasını gösterir. böyle olunca da, istihareler tekrarlanabilir. hatta, nasıl olursa olsun, istihareleri her zeman tekrarlamak, daha uygun ve daha iyi olur. o işi yapmak veya yapmamakda ihtiyatlı davranılmış olur. risalesindeki, yazısının açıklanmasını istiyorsunuz. canlı insanın yapdığı işleri, ruhun yapması, cesed halini alarak olur. büyüklerin kaddesallahü teala esrarehüm ruhlarının, canlı insanlar gibi yapdıkları yardımlar, hep böyle olmakdadır. düşmanları helak etmeleri ve sevdiklerine çeşidli yardımlarda bulunmaları ve sıkıntıda olanları kurtarmaları hep böyledir. zalimlerin fitnesinden, zararından kurtulmak için düa istiyorsunuz. allahü teala, sizi ve evinizdekileri, belki o mahalledekileri, o zalimlerin şerrinden korumuşdur. gönlünüz hoş olarak, allahü tealaya teveccüh ediniz! bu korumak kısa bir zeman için değildir sanırım. allahü tealanın rahmeti, magfireti elbette çok genişdir. yalnız, orada bulunan kardeşlerimize nasihat ediniz ki, iyi hallerini ve müslimanlara yardımlarını bozmasınlar. ra'd suresi onikinci ayetinde mealen, buyuruldu. vesselam. ikiyüzkırkıncı mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. bu yolun sonsuz olduğunu ve kelimei tevhidin faidelerinden birkaçını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği iyi kullara selam olsun! iyi hallerinizi bildiren mektubunuzu okumakla sevindik. farisi mısra' tercemesi: aşkda böyle şaşılacak şeyler olur! hallerden ileri geçerek, halleri verene ulaşmak lazımdır. orada cehalet, anlıyamamak, bilmemek vardır. ondan sonra, eğer ma'rifet ihsan ederlerse, çok büyük ni'met olur. görülebilen, anlaşılabilen herşey bırakılır, yok edilebilir. bu çoklukda, birliği görmek olsa da, kıymet vermemeli, yok etmelidir. çünki, o vahdet hiçbir çoklukda, hiç bulunamaz. o görünen, vahdetin kendi değil, benzeri, görüntüsüdür. böyle olduğu zeman güzel kelimesini söylemeniz uygun olur. bu güzel kelimeyi o kadar çok söyleyiniz ki, hiçbirşeyi görmez ve bilmez olunuz. hayret, bilgisizlik mertebesine yükseliniz. fena denilen hale geliniz. hayret, bilgisizlik mertebesine erişmedikçe, fena hasıl olmaz. sizin fena mertebesi dediğiniz şey, fena değildir. ona denir. bilgisizlik mertebesine erişip, fena hasıl olunca, bu yola ilk adım atılmış olur. vasıl olmak nerede? kavuşmak kime? arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. halleriniz doğrudur. fekat, bunları bırakıp ilerlemek lazımdır. allah yolunda olanlara selamlar olsun! ikinci nasihatim, islamiyyetden hiç ayrılmayınız! hallerinizi islamiyyet ile ölçünüz. allah korusun, eğer islamiyyete uymıyan söz ve iş olursa, bunu felaketin başlangıcı biliniz! vesselam. ikiyüzkırkbirinci mektub bu mektub, mevlana muhammed salihe yazılmışdır. dostlardan çoğunun ilerledikleri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! kıymetli kardeşim! hamd olsun, hepimiz iyiyiz. mevlana muhammed sıddik kuddise sirruh bugünlerde, vilayeti hassai muhammediyye ile şereflendi. ismin parçalarını geçerek bütününe kavuşdu. bununla beraber, gözü daha yukarılardadır. oradan çok şeyler edindi. geri dönmesi umulur. allahü teala, dilediğini rahmetine kavuşdurmakdadır. kendi hallerinizi ve tarikate girmiş olan ve girmekde olan kardeşlerin hallerini yazınız! birkaç günü orada doğru yolda geçiriniz! vesselam. ikiyüzkırkikinci mektub bu mektub, molla bedi'uddine yazılmışdır. zikri zat ve zikri nefyü isbat bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ve resulüne salat ve selam olsun. size ve bütün din kardeşlerime hayrlı düalar olsun! kıymetli kardeşim! derviş muhammed, şerefli mektubunuzu getirdi. bizleri sevindirdi. kendinizi kusurlu gördüğünüzü ve niyyetlerinizi ve ibadetlerinizi beğenmediğinizi yazıyorsunuz. allahü teala, bu görüşünüzü artdırsın ve beğenmemenizi çoğaltsın! bu yolda, bu iki ni'met işlerin temelidir. sual: ismi zat ile ne zemana kadar çalışılacağını soruyorsunuz. bu isme devam etmekle, ne mikdar perdelerin ortadan kalkacağını ve nefyü isbat ne vakte kadar yapılır ve bu mubarek kelime ile nelere kavuşulur ve ne kadar perde kalkar diyorsunuz? cevab: demek, gafleti gidermek demekdir. başlangıcda da, yolun sonunda da, insanın zahiri, ya'ni bedeni, gafletden kurtulamaz. bunun için, zahir her zeman zikre muhtacdır. ba'zı zeman, ismi zat olan kelimesi ile zikr, daha faideli olur. ba'zan da, nefyü isbat zikri, ya'ni kelimei tevhid söylemek daha uygun olur. batına, ya'ni kalbe gelince, burada da, gaflet büsbütün gidinceye kadar zikr etmek elbette lazımdır. şu kadar var ki, başlangıcda, herkesin bu iki zikre devam etmesi lazımdır. yolun ortasında ve sonunda, bu iki zikr şart değildir. kur'anı kerim okumakla ve namaz kılmakla da gaflet giderilebilirse, bunlarla da olur. yolda olanlara, kur'anı kerim okumak, sonda olanlara ise, nafile namazları kılmak daha uygundur. şunu da biliniz ki, ancak zati tealaya kavuşmak istiyenler için, zati tealanın ismlerle ve sıfatları düşünmekle birlikde hazır olması da, gaflet sayılır. bu gafleti yok etmeleri lazımdır. ötelerin ötesine ilerlemelidirler. farisi tercemesi: dost ayrılığı, az olsa da, az değildir. gözde, kıl parçası da olsa, çok görünür. rü'yaları yazmışsınız. bundan önce de bildirmişdim ki, bunlar müjdecidirler. müjde edilen şeylerin meydana çıkmaları zemanı, daha gelmemişdir. bekleyiniz ve çalışınız! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! vesselam. ey, insan adını taşıyan varlık, kendine gel, uyan gafletden artık! se'adet yolun, göremezsen nadan, niye vermiş sana, bu aklı yezdan? ikiyüzkırküçüncü mektub bu mektub, molla eyyuba yazılmışdır. tarikati aliyyei nakşibendiyyeyi tergib etmekdedir: allahü tealaya hamd ve peygamberine salatü selam ederim. sizlere ve bütün mü'minlere iyi düalar ederim. kıymetli kardeşim! çeşidli mektublarınız ile, birkaç def'a nasihat istediniz. fekat, bu aşağılığımı düşünerek, kendi çöküntülerime bakarak, cevab yazmağa kalkışamadım. fekat, tekrar istediğiniz için, bir kaç şey yazmağa kendimi zorluyorum. insanlara önce lazım olan, herkesin birinci vazifesi, emrlere uymak ve yasaklardan kaçınmakdır. haşr suresinin yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime, islamiyyete uymanın lazım olduğunu göstermekdedir. zümer suresinin üçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. böylece, herkese, ihlas kazanması emr olundu. fena hasıl olmadıkça, ihlas elde edilemez. zati ilahi sevilmedikce ihlasın varlığı düşünülemez. fenayı hasıl eden ve insanı, zati ilahinin sevgisine kavuşduran şey de, tesavvuf yolunda ilerlemekdir. görülüyor ki, bu yolda ilerlemek, herkese lazım olmakdadır. çünki, ihlasa kavuşmak, herkese lazımdır. yüksek mertebeleri ve bu mertebelere ulaşdırmaları bakımından, tesavvuf yolları çeşidlidir. bunlar arasında, sünneti seniyyeye uymağı ve islamiyyete yapışmağı emr edenleri seçmek daha iyi ve uygundur. bu yol da, ebu bekri sıddikın yoludur kaddesallahü teala esrarehümül aliyye. çünki bu yolun büyükleri, bu yolda, sünneti seniyyeye yapışmışlar, bid'atden sakınmışlardır. elden geldiği kadar ruhsatla iş görmeğe izn vermezler. ruhsat verilen işler, kalbe faideli görünseler de, bunlara izn vermezler. azimet olan işler, kalbe zararlı görünseler de, azimetle iş görmeği elden bırakmazlar. ahval ve mevacidi, islamiyyet terazisi ile ölçerler. zevkleri ve ma'rifetleri, din bilgilerinin hizmetcileri bilirler. çok kıymetli cevahir gibi olan fıkh bilgilerini, ceviz ve cam parçaları gibi değersiz olan vecd ve hal ile, çocuklar gibi değişmezler. tesavvufcuların, ma'nasız sözlerine kıymet vermez, aldanmazlar. ı bırakıp a bağlanmazlar. kitabına bağlı kalmazlar. medinede olan fütuhati bırakıp, ye sarılmazlar. adındaki kitabında yazılı, fıkh bilgilerine uymıyan, ma'rifetlere sarılmazlar. bunun için, bu büyüklere hasıl olan haller gelip geçici değildir. gafletsiz geçen vaktleri çok uzun sürer. denir. masiva sevgisi, kalblerinden öyle silinmişdir ki, masivayı düşünmek için bin sene uğraşsalar, kalblerine getiremezler. başkalarına şimşek gibi çakıp geçen bu büyüklerden hiç ayrılmaz. çabuk biten huzura hiç kıymet vermezler. nur suresinin otuzyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerimede buyurulan kimseler bunlardır. böyle olmakla beraber, bu büyüklerin yolu, yolların en kısasıdır. elbette kavuşdurucudur. başka yolların sonunda ele geçenler, bu büyüklere başlangıcda verilir. bunların kalbleri, hazreti ebu bekrin radıyallahü anh mubarek kalbine bağlıdır. kalblerini bağlıyan bu zincir, bütün başka meşayıhın bağlarından üstündür. fekat herkesin aklı, bu büyüklerin aldığı zevkı anlıyamaz. bu yolda bulunan kısa görüşlü kimseler bile, bunların yüksekliklerine inanamazlar. farisi tercemesi: kötülerse, anlamayan bu büyükleri eğer, haşa! bu iftiradır; cevab vermesem değer. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, bu yüksek zincirin halkaları olan büyükler, her gösteriş yapanlara, oynayanlara benzetilemezler. onların kazancları çok yüksekdir. farisi tercemesi: yazık olur açıklamak onu, gizli kalsın gönül aşkı gibi. fekat gösterdim ki, yol bulalar, bulmayıp üzülmeden yeğitler. bu büyüklere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in verilen ni'metlerle ve üstünlükleri ile defterler doldurulsa, sonsuz denizler yanında bir damla gibi olur. farisi mısra' tercemesi: aranılan hazineden nişan verdim sana. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! ikiyüzkırkdördüncü mektub bu mektub, molla muhammed salihi külabiye yazılmışdır. halinin harab olduğunu bildiren mektubuna cevabdır: kıymetli kardeşim hace muhammed salihin mubarek mektubu geldi. hallerinin harab olduğu yazılı idi. ondan daha çok harab olmasını umarız. bu harablıkların sonunun nereye varacağını, kıymetli oğlum muhammed sadıka rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bugünlerde yazmışdım. oradan arayınız. orada kalmanızın, arkadaşlar için faideli olduğunu anladınızsa, eğer uygun görürseniz birkaç gün daha kalınız! bu fakir de bugünlerde mubarek dehli şehrine yolculuk yapmak üzereyim. istihareler ve teveccühler, bu yolculuğu gösterdi. bu makamı olgun oğluma ihsan eylediler. kendi vilayeti içine aldılar. fakir burada müsafirler gibi, onun vilayetinde oturmakdayım. bu yüksek yola girmiş olan kardeşlere ve önce mir seyyid mürtezaya ve mevlana şükrüllah ile mir seyyid nizama düalar ederim. oğlum hace muhammed sadık ve diğer kardeşlerimiz size ve arkadaşlarınızın hepsine düa ederler. ikiyüzkırkbeşinci mektub bu mektub, seyyid enbiyaya yazılmışdır. zikri, fena ve bekayı ve ebu ali sinayı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ve yüce peygamberine sallallahü teala aleyhi ve sellem salat ve selam olsun! size ve bütün müslimanlara düa ederim. gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri sevindirdi. nefyü isbat zikrinin yirmibire ulaşdığını, fekat devam hasıl olmadığını, ara sıra şü'ursuzluk olduğunu yazıyorsunuz. sevgili yavrum! zikr etmenin şartlarından bir şart eksik olmalıdır ki, o sayıya çıkdığınız halde bir te'siri görülememişdir. görüşdüğümüz zeman hatırlatınız da uzun anlatırım, inşaallahü teala. sual: ebu bekri sıddik radıyallahü anh işini sona getirdikden sonra, zikr söylemek laklakadır. ya'ni faidesizdir. kalb ile zikr etmek vesvesedir. ya'ni faidesiz düşüncedir. ruhun zikr yapması, şirk olur. sır denilen latifenin zikri de küfrdür buyurdu. bu söz ne demekdir? cevab: zikrde, bir zikr eden, bir de zikr olunan vardır. hangi zikr olursa olsun, zikr edenin ve zikrin zikr olunanda yok olmaları için yapılır. ya'ni zikr eden ve zikr yok olacaklar, yalnız, zikr olunan kalacakdır. bunun için, zikre laklaka, vesvese, şirk ve küfr buyurmuşdur. farisi iki tercemesi: dostdan seni geri bırakmasın, o şey, küfr veya iman olsa da, seni bu yolda oyalamasın, hiçbirşey, mahi cihan olsa da! zikre böyle çirkin ismler verilmesi, fena ve beka hasıl olmadan öncedir. çünki, fena ve beka hasıl oldukdan sonra, zakirin varlığı ve zikr etmesi, hiç çirkin değildir. bu sözümüzde, anlaşılamayan yer kaldı ise, buluşduğumuz zeman, yine sorunuz. çünki, mektubla bundan fazlası açıklanamaz. şunu da bildirelim ki, bu sözü, ebu bekri sıddik radıyallahü anh hazretlerinin söylediğini ve hele işini sona erdirdikden sonra söylediğini sanmak doğru birşey değildir. sual: şeyh ebu saidi ebülhayr, allahü tealaya kavuşduran bir vasıta bildirmesini ebu ali sinadan istedi. ibni sina da, görünüşde müsliman olmağı bırak. tam kafir ol dedi. şeyh hazretleri, aynülkudatı hemedaniye yazarak, dedi. aynülkudat da buna, diye cevab yazdı. bunun açıklamasını istiyorsunuz? cevab: tam veya hakiki küfr, ikiliği kaldırmak demekdir. çokluğun, ya'ni mahlukların görünmemeleridir. bu da, fena makamıdır. bu makamın üstünde, hakiki islam makamı vardır ki, beka makamıdır. küfri hakiki, islamı hakikiden çok aşağı derecedir. ibni sina, kısa görüşlü olduğu için, islamı hakikiye yol göstermedi. sözün doğrusu şudur ki, onun küfri hakikiden de haberi yokdur. bu sözü, ağızlardan alarak, başkalarına uyarak söylemiş ve yazmışdır. onun, görünüşde müsliman olmakdan başka birşeyi yokdur. sonunda, felsefe pisliklerinde kalmışdır. imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, onun kafir olduğunu bildiriyor. doğrusu da, onun felsefeye dayanan bilgileri, islamiyyetin temel bilgilerine uygun değildir. şunu da bildirelim ki, şeyh ebu said rahmetullahi aleyh, aynülkudatdan kuddise sirruh çok zeman önce idi. ona mektub yazması nasıl olabilir? anlaşılamıyan yer kaldı ise görüşdüğümüz zeman sorunuz! vesselam. ikiyüzkırkaltıncı mektub bu mektub, mir muhammed nu'mana kuddise sirruh yazılmışdır. aradığı makama kavuşduğu ve kemal ve tekmil mertebeleri ve zeman zeman olan gevşekliğin sebebi bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun. peygamberlerin efendisine ve onun temiz alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! arka arkaya gelen kıymetli mektublarınız bizleri çok sevindirdi. oraya giden bulunmadığı için, herbirine ayrı ayrı cevab gönderilemedi. afvınızı dilerim. mir davüd ile gönderdiğiniz mektub geldikden sonra, bir sabah namazından sonra kardeşlerimizin arasında oturmuşdum. isteyerek veya istemeyerek sizi düşündüm. eskiden kalanlardan görülebilenlerin de yok olması için ve his olunan karanlıkların ve bulanıklıkların giderilmesi için çalışdım. hilal şeklindeki kemaliniz, tam bedr haline geldi. hidayet güneşinde bulunanların hepsi bu tam ay üzerinde göründü. öyle oldu ki, aranılan ve umulan kemallerden, verilmedik hiçbiri kalmadı. kabın alabildiği kadar dolduruldu. bundan sonra, yavaş yavaş daha da alır. bu halin alemi misaldeki görüntüsü, uzun zeman karşımda kaldı. böylece, doğruluğu iyice anlaşıldı. bundan dolayı allahü tealaya hamd olsun! bu ni'mete kavuşacağınızı, daha önce gördüğünüz bir rü'ya haber vermişdi. bu kavuşmağı çok istiyordunuz. allahü tealaya hamd olsun ve şükr olsun ki, size karşı olan borcumu temam ödemiş oldum. sözümü yerine getirmiş oldum. bu kemale uygun olarak, taliblere çok faideli olacağınızı ve oralarda, çöllerde bulunanların bile, mubarek varlığınızla nurlanacaklarını ümmid ederim. arasıra çalışmanızda gevşeklik olduğunu yazıyorsunuz. aşırı kabz halinin buna sebeb olduğu görünüyor. sizin kabz haliniz, çok ve uzun sürdüğü için bundan hasıl olan durgunluk da uzun sürmekdedir. bununla beraber, ibadetleri yapmak ve vazifeleri yerine getirmek için kendinizi zorlayınız! bu sene, yüksek bilgiler ve kıymetli ma'rifetler ihsan edildi. bunları bildiren iki müsveddeyi kardeşimiz mevlana muhammed emin götürdü. orada, hacemiz hazretlerinin kaddesallahü teala sirrehül'aziz larından birkaçının açıklaması vardır. o ruba'ileri firuzabaddaki kardeşlerimiz okurken yazmışdım. ruba'ileri açıklarken vahdeti vücud bilgileri de yazıldı. alimlerin sözleri ile sfiyyenin vahdeti vücud sözleri birbirlerine uygun getirildi. iki tarafın ayrılığı yalnız sözde bırakıldı. müsveddelerden ikincisi, kıymetli oğlum muhammed sadıka yazılan bir mektubdur. çok uzun ve geniş yazılmışdır. bu bilgilerin derecelerinin yüksekliği okunduğu zeman anlaşılır. bir yerinde şübheye düşerseniz sorunuz! ikiyüzkırkyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmed hazretlerine yazılmışdır. allahü tealanın varlığını gösteren, yine kendisi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealayı delilsiz, vesilesiz olarak tanıdım. daha doğrusu, delilleri, allahü teala vasıtası ile tanıdım. çünki, herşeyin delili, herşeyin varlığını gösteren onun varlığıdır. onu gösteren birşey yokdur. çünki delil olanın, gösterenin, gösterilenden daha çok meydanda olması lazımdır. ondan daha açıkda ne vardır? çünki herşey, onunla meydandadır. herşeyin varlığı ondandır. o, kendini de, herşeyi de göstermekdedir. bunun içindir ki, rabbimi, rabbim vasıtası ile tanıdım ve herşeyi onunla tanıdım deriz. böyle olduğu münazara ilmindeki üsulü ile anlaşılmakdadır. alimlerin çoğuna göre delili ile anlaşılır. , limmeli ya'ni demekdir. niçin sorularını cevablandırmak lazım olur. inni, inneli ya'ni demekdir. belli olduğu için, niçin demeğe lüzum yokdur. delilin limmi veya inni olması görüş ayrılığındandır. doğrusu ise, burada delil aramanın yeri yokdur. çünki, allahü tealanın varlığı meydandadır. meydanda olmasında hiç şübhe yokdur. herşeyden daha açıkdır. ancak, kalbi hasta, gözünde perde olan anormal kimse göremez. herşey, açıkdaki beş duygumuz ile anlaşılır. hepsinin varlığı, allahü tealadandır. böyle olduğunu anlamıyanların çoğu, hasta kimselerdir. onların hasta olması, böyle olmasına zarar vermez. size ve doğru yolda olanların ve muhammed aleyhisselamın izinde gidenlerin hepsine selam olsun aleyhi ve ala alihissalatü vesselam! ikiyüzkırksekizinci mektub bu mektub, mirza hüsameddini ahmed hazretlerine kaddesallahü teala sirrehul'aziz yazılmışdır. peygambere tam tabi' olanların, onların bütün olgunluklarına kavuşacakları ve hiçbir velinin hiçbir nebi derecesine çıkamıyacağı bildirilmekdedir: bizi bu hale kavuşduran allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. allahü tealanın peygamberleri doğru yolu göstermek için gelmişdir salevatullahi teala ve teslimatü sübhanehü aleyhi ve ala etba'ıhim ve ensarihim ve avanihim ve hazeneti esrarihim. peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların en üstünleri, onlara, çok uydukları ve aşırı sevdikleri için, daha doğrusu, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı olarak, izinde bulundukları peygamberlerin, bütün kemalatını, üstünlüklerini, kendilerine çekerler. büsbütün onlar gibi olurlar. o kadar benzerler ki, yalnız uyan ve uyulan, önce olan sonra olan ayrılığından başka, aralarında hiç ayrılık kalmaz. böyle olmakla beraber, uyanlardan hiçbiri, peygamberlerin en üstününe uyanlardan olsa da, hiçbir peygamberin, peygamberlerin en aşağıda olanının bile, derecesine yükselemez. bunun içindir ki, peygamberlerden sonra, bütün insanların en üstünü olan, ebu bekri sıddik radıyallahü anh hazretleri, peygamber lerin derecesi en aşağıda olanından da çok aşağıdadır. işte bunun için, peygamberlerin aleyhimüsselam mebdei te'ayyünleri ve rableri olan ismler, asldan, kaynakdandır. ümmetlerin en üstünleri olsun, en aşağıları olsun, hepsinin mebdei te'ayyünleri ve rableri olan ismler, o aslların çeşidli zılleri, görüntüleridir. asl ile gölgesi nasıl müsavi olabilir? saffati suresinin yüzyetmişbirinci ayetinde mealen, elbette kelimemiz, çok önce yapıldı. ya'ni levhi mahfuzda, peygamberlerimiz için yazdık. onlara elbette yardım olunacakdır. onların yolunda gidenler, galib olacaklardır buyuruldu. allahü tealanın zatının tecellisi, yalnız peygamberlerin sonuncusuna olur aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat vettehıyyat. bu yüce peygamberin yolunda gidenlerin yüksekleri de, bu tecelliden pay alır. fekat, bu söz, başka peygamberlere zatın tecellisi olmaz, bu ümmetin yükseklerine olur demek değildir. böyle düşünmekden allahü teala korusun! bu söz, evliyanın peygamberlerden daha üstün olduğunu anlatmıyor. çünki, bu tecelli, o yüce peygambere olur demek, bütün peygamberlere de onun vasıtası ile, ona uydukları için olur demekdir aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. bu tecelli, bütün peygamberlere aleyhimüssalevatü vettehıyyat o yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam aracılığı ile olur. bu ümmetin evliyasının büyüklerine ise, ona aleyhissalatü vesselam uydukları için bu tecellinin zılleri nasib olur. peygamberler, bu büyük ni'metin sofrasında onunla birlikde oturmakdadırlar aleyhi ve aleyhimüssalevatü vettehıyyat. evliya ise, o sofranın artıklarını yiyen hizmetcilerdir. sofrasında oturanla, artık yiyen hizmetçi arasında çok fark vardır. bu makam tesavvuf yolcularının ayaklarının kaydığı yerlerden biridir. bunu açıklamak ve şübheleri gidermek için, bu fakir kitablarında, mektublarında çeşidli bakımları bildirmişdir. sözün doğrusu, bu mektubda, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile yazılmış olandır. ma'lumi şerifiniz olsun ki, bu tecelli her ne kadar o yüce peygamberin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat aracılığı ile bütün peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat hasıl olmuş ise de, bu üstün vilayet onların ümmetlerinin evliyasına nasib olmamışdır. bu tecelliye kavuşmamışlardır. bunların asllarına nasib olan tecelli, aracı ile ve görüntü olarak olunca, zıllere, artıklara ne kalabilir. bunları açık keşfle anlıyoruz. akl yolu ile değil. yukarıda bildirdik ki, peygamberlere uyanların büyükleri, onların üstünlüklerinin hepsini kendilerine çekerler. bu üstünlükler, uydukları peygamberin üstünlükleridir. her peygamberin üstünlüğü demek değildir. kendi peygamberlerinin vilayetinden pay alırlar. zati ilahinin tecellisi, ümmetler arasında, yalnız bu ümmete olmakdadır. bunun için, ümmetlerin en hayrlısı olmuşlardır. bu ümmetin alimleri, beni israilin peygamberleri gibi olmuşdur. bu, allahü tealanın öyle ihsanıdır ki, dilediğine verir. onun ihsanları pek çokdur. bu vilayetin üstünlüklerinden biraz yazmak istedim. vakt dar olduğundan ve kağıd yetişmediğinden yazılamadı. allahü tealanın lutfü ve ihsanı olarak, ilmler, ma'rifetler yağmur gibi yağmakdadır. şaşılacak gizli bilgilerin incelikleri açıklanmakdadır. bu gizli ve ince bilgileri yalnız, kıymetli oğullarıma, anlayabildikleri kadar açıklamakdayım. sevdiklerimiz birkaç gün huzurdadır. birkaç gün de, gaybet halindedirler. bunun için, veli hiçbir sahabinin mertebesine ulaşamaz demişlerdir. size kavuşmak arzumuz çokdur. bu aşağı kimseye yazdığınız mubarek mektubunuz gelerek şereflendik. amellerini, ibadetlerini kusurlu görmek, allahü tealanın ni'metlerinin en büyüklerindendir. fekat, hallerin orta derecede olması, her işde güzeldir. sınırı aşmak, pekaz yapmak gibi, adaletden uzakdır. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde bulunanlara selam olsun aleyhi ve ala alihissalevat vetteslimat! ikiyüzkırkdokuzuncu mektub bu mektub, mirza daraba yazılmışdır. gelmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe uymanın faziletlerini bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği, sevdiği kullarına selam olsun! ahıretde azablardan kurtulmak ve sonsuz se'adete kavuşmak, ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe uymakla olur aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. bunun için, ona uymakla, na erişirler. onun yolunda bulunmakla, allahü tealanın zatının tecellisine kavuşurlar. onun izinde ilerlemekle, bütün mertebelerin en üstünü olan ve mahbubiyyet makamından sonra hasıl olan, mertebesine ulaşırlar. onun izinde ilerliyenlerin büyükleri, israil oğullarının peygamberlerine benzetildi. peygamberlerin en üstünleri olan ülül'azm peygamberler salevatullahi aleyhim ecma'in onun yolunda olmağı istemişlerdir. musa aleyhisselam onun zemanında bulunsaydı, onun yoluna girmekden başka birşey yapmazdı. isa aleyhisselamın gökden ineceği ve allahü tealanın sevgilisine ümmet olacağı herkesin bildiği bir şeydir. onun ümmeti, onun yolunda bulundukları için, ümmetlerin en iyileri oldular ve cennetdekilerin çoğu bunlar oldu. ona uydukları için, ahıretde, bütün ümmetlerden önce cennete girecekler, cennet ni'metlerine kavuşacaklardır. böyle daha nice üstünlükleri vardır. bunun için, o yüce peygamberin sünnetine uyunuz ve ahkamı islamiyyeye yapışınız! ona ve onun peygamber kardeşlerinin hepsine en üstün düalar ve en yüksek selamlar olsun! ayrıca şeyh isma'il, size havale olunur. kendisi, ma'rifetler sahibi hacı abdülhakkın ahbablarındandır. vesselam. ikiyüzellinci mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. tesavvuf yolundaki halleri ve haccın şartlarından birinin, yolun tehlükesiz olması olduğu bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun. onun yüce peygamberine ve aline ve eshabına salat ve selam olsun! din ve dünyanızın iyi olması için düa ederim. biz fakirler çok iyiyiz. allahü tealaya hamd olsun! sizin de afiyetde olmanızı allahü tealadan dilerim. kıymetli mektubunuz geldi. önce olan zevkleri ve ferahlıkları şimdi kendimde bulamıyorum. bunun için, eski derecelerimden düşdüğümü anlıyorum diyorsunuz. kardeşim! önceki haller, vecd ve sima' sahiblerinin halleri gibi idi. bu haller, cesedde hasıl oluyordu. şimdi hasıl olan haller ile cesedin ilgisi pekazdır. daha çok kalbe ve ruha bağlıdırlar. bunu anlatabilmek için, uzun açıklamak ister. kısacası, şimdiki haller, önceki hallerden katkat üstündür. bunlardan zevk duyamamak, tat alamamak, zevk ve tat almakdan daha üstündür. çünki, büyüklere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in olan bağlılık, insanı ne kadar cehalete çeker, ne kadar hayrete düşürürse, o makamdaki cahilliğe denilir. anlıyamamağa da idrak etmek, anlamak denir. nisbetin , önce olan tadı, te'siri şimdi kalmadı diyorsunuz. evet, şimdi, ruha olan te'siri artmışdır. fekat, herkes bunu anlıyamaz. ne yapalım ki siz, bu fakirin yanında az bulundunuz. nasib olan ilmleri, ma'rifetleri az işitdiniz. allahü teala ihsan eder de, ikinci olarak buluşulursa, birkaç gün birarada kalırız. sual: diyorsunuz. cevab: yavrum! fıkh kitablarında, buna cevab olarak gelen haberler çok çeşidlidir. bunlar arasında, fıkh alimi ebülleysi semerkandinin rahmetullahi aleyh fetvası seçilmişdir. bunun bildirdiğine göre, yolda ölüm, hastalık tehlükesi ve düşman korkusu olmadığı düşüncesi çok ise, gitmek farz olur. böyle zan etmesi çok değilse, farz olmaz. fekat, bu şart, haccın edasının, gitmenin şartıdır. haccın vücubünün ya'ni farz olmasının şartı değildir. en doğru haber de budur. bu sebeble gidemiyenin, hac parasını bırakarak, başkasının gönderilmesi için vasıyyet etmesi vacibdir. vakt dar olduğundan, geri kalan suallerinizi cevablandıramadım. başka zeman yazarım. vesselam. ikiyüzellibirinci mektub bu mektub, mevlana muhammed eşrefe yazılmışdır. dört halifenin üstünlüklerini ve eshabı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve temiz ehli beytine ve eshabının hepsine salat ve selam olsun salevatullahi aleyhi ve ala alihi ve eshabih! din ve dünya se'adetinize düa ederim. kıymetli kardeşim! birkaç şaşılacak bilgi ve işitilmemiş gizli şeyler ve cenabı hakkın ihsan etdiği hoş şeyleri bildireceğim. bunların çoğu, şeyhaynın ve hazreti osmanı zinnureynin ve allahın arslanı hazreti alinin üstünlüklerini ve yüksekliklerini göstermekdedir. kısa anlayışıma göre yazıyorum. dikkatle dinleyiniz! hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma, muhammed aleyhisselamın yüksekliklerine ve vilayeti mustafavinin derecelerine kavuşdukları gibi, vilayet bakımından, hazreti ibrahim aleyhisselama ve insanları dine çağırmak bakımından da, musa aleyhisselama bağlıdırlar. hazreti ali ise, her iki bakımdan da, hazreti isa aleyhisselama bağlıdır. hazreti isa, ruhullahdır ve kelimetullahdır. bunun için kendisinde vilayet yüzü, peygamberlik yüzünden daha kuvvetlidir. hazreti ali de, ona bağlı olduğu için, onda da, vilayet yüzü daha kuvvetlidir. dört halifenin radıyallahü teala anhüm ecma'in mebdei te'ayyünleri , ilm sıfatıdır. topluca veya açıkca çeşidli yönlerden ayrılırlar. bu sıfat, topluluk bakımından, muhammed aleyhisselamın terbiyecisidir. genişlik bakımından ise, ibrahim aleyhisselamın rabbidir. her iki bakımdan ise, nuh aleyhisselamın rabbidir. musa aleyhisselamın rabbi, kelam sıfatıdır. isa aleyhisselamın rabbi, kudret sıfatıdır. adem aleyhisselamın rabbi, tekvin sıfatıdır. hazreti ebu bekrle hazreti ömer, resulullahın peygamberlik yükünü taşımakdadırlar. fekat burada da, her ikisinin mertebesi ayrıdır. hazreti ali, isa aleyhisselama bağlı olduğundan ve vilayet yüzü daha kuvvetli olduğundan, muhammed aleyhisselamın vilayet yükünü taşımakdadır. hazreti osmanı zinnureyn, ortada olduğu için, her iki yükü de taşımakdadır. hazreti musa aleyhisselama bağlılığı daha çokdur. çünki, herkesi dine çağırmak, peygamberlik makamına uygun bir işdir. bu iş, bizim peygamberimizden sonra, peygamberler arasında, onda daha çok ve daha genişdir. onun kitabı, kur'anı kerimden sonra, gökden inen kitabların en iyisidir. bunun içindir ki, onun ümmeti, geçmiş ümmetler içinde, cennete en önce girecekdir. ibrahim aleyhisselamın dini ve milleti, bütün dinlerin ve milletlerin en üstünü ve yükseği idi. bunun için, peygamberlerin en üstününe, onun milletine uymak emr olunmuşdur. nahl suresi, yüzyirmiüçüncü ayetinin, meali şerifi, böyle olduğunu göstermekdedir. geleceği haber verilmiş olan hazreti mehdinin rabbi de, ilm sıfatıdır. bu da, hazreti ali gibi isa aleyhisselama bağlıdır. sanki, isa aleyhisselamın iki ayağından biri, hazreti alinin başı üzerinde, ikinci ayağı hazreti mehdinin başı üzerindedir. musa aleyhisselamın vilayeti, muhammed aleyhisselamın vilayetinin sağındadır. isa aleyhisselamın vilayeti ise, solundadır. hazreti ali, muhammed aleyhisselamın vilayeti yükünü taşıdığı için, evliya yollarının çoğu ona bağlıdır. vilayetin yüksek derecelerine kavuşmuş olan ve insanlar arasına karışmıyan evliyanın çoğuna, hazreti alinin yüksekliği, hazreti ebu bekrle hazreti ömerin yüksekliklerinden daha çok bildirildi radıyallahü teala anhüm ecma'in. eğer, ehli sünnet alimleri, bu ikisinin hazreti aliden daha üstün olduğunu sözbirliği ile bildirmemiş olsalardı, bu evliyanın çoğu, hazreti alinin daha üstün olduğunu bildirirlerdi. çünki, hazreti ebu bekr ile hazreti ömerin üstünlükleri, peygamberlerin üstünlükleri gibidir aleyhimüssalevatü vetteslimat. vilayet yolunda olanların elleri, o üstünlüklerin eteklerine yetişemez. bunların, nübüvvetin yüksekliklerinde dereceleri o kadar yüksekdir ki, keşf sahiblerinin keşfleri, o derecelerin yoluna bile varamaz. vilayetin yüksek dereceleri, peygamberliğin yüksek derecelerine çıkabilmek için merdiven gibidir. vasıtanın, aracının, aranılandan ne haberi olabilir? başta olanlar, sonda bulunanlardan ne anlıyabilir? peygamberlik zemanı çok uzaklaşdığı için, bugün, bu sözümüz, çok kimseye ağır gelir. inanmak istemezler. fekat, ne yapılabilir? farisi tercemesi: ayna arkasındaki papağan gibiyim, ezeli üstad ne derse, onu söylerim. allahü tealaya çok hamd ve şükrler olsun ki, bu sözlerimin hepsi, ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygundur. onların sözbirliği ile beraberdir. onların akl ile, ilm ile buldukları, bana keşf yolu ile bildirilmekdedir. onların kısaca anladıkları, bu fakire geniş olarak açıklanmakdadır. resulullaha uyarak, peygamberlik makamının yüksek derecelerine kavuşdurulmadan ve o yüksekliklerden doyurucu bir pay verilmeden önce, iki halifenin üstünlüklerini, bu fakire, keşf yolu ile bildirmemişlerdi. ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine uymakdan başka kurtuluş yolu yok idi. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o, bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri hep doğru söylemişlerdir. hazreti emirin radıyallahü anh ismi cennet kapısının üzerinde yazılı olduğunu öğrenince, şeyhayn hazretlerinin radıyallahü anhüma cennet kapısındaki hususiyyet ve i'tibarlarının nasıl olduğunu merak etdim. anlamak için çok uğraşdım. nihayet anladım ki, bu ümmetin cennete girmeleri bu iki büyük zatın emri ve izni ile olacakdır. sanki ebu bekr radıyallahü anh cennet kapısında durup, içeri girmeğe, izn verecek ve ömer radıyallahü anh ellerinden tutarak içeri götürecekdir. bütün cennetin, sanki ebu bekrin radıyallahü anh nuru ile dolu olduğunu his ediyorum. bu fakire göre, şeyhayn hazretlerinin bütün sahabei kiram aleyhimürrıdvan arasında ayrı bir şan ve üstünlükleri vardır. başka hiçbirisi, bunlara ortak değildir. sıddik radıyallahü anh, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile sanki aynı bir evin sahibidir. farkları, bir evin iki katı arasındaki fark gibidir. faruk radıyallahü anh da, ebu bekre radıyallahü anh tufeyl olarak, bu devlethanede bulunmakdadır. diğer sahabei kiramın, serveri aleme sallallahü aleyhi ve sellem yakınlıkları, sünneti seniyyesine uydukları kadar, mahalle komşusu veya hemşehri gibidirler. bunlar, böyle olunca, sonra gelenlerin evliyası, nerede kalır, artık düşünmeli! farisi mısra' tercemesi: seslerini uzakdan işitmek de büyük ni'metdir. o halde onlar şeyhaynin büyüklüğünden ne anlıyabilirler? her ikisinin büyüklüğü, o kadar çokdur ki, peygamberler aleyhimüsselam sırasındadırlar. peygamberlik makamından başka, bütün üstünlüklerine malikdirler. nitekim peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: . imamı gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, halife ömer radıyallahü anh şehid olunca, abdüllah ibni ömer, sahabei kirama dedi ki: . ba'zılarının bu sözü anlamıyarak durakladıklarını görünce, ilmden maksadım allahü tealayı bilmekdir. abdest ve guslün bilgileri değildir dedi. ömer böyle olunca ebu bekrin büyüklüğü nasıl anlaşılır ki, ömerin bütün iyilikleri onun bir iyiliğidir. böyle olduğu, hadisi şerifde bildirilmekdedir. ömer ile sıddik radıyallahü anhüma arasındaki fark, sıddik ile resulullah sallallahü aleyhi ve sellem arasındaki farkdan ziyadedir. başkalarının sıddikdan radıyallahü anh ne kadar aşağıda olduğunu bundan anlamalıdır. şeyhayn radıyallahü anhüma öldükden sonra da, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ayrı kalmadılar. mahşere de onlarla beraber kalkıp gideceğini haber vermişdir. o halde efdaliyyet, üstünlük, ona daha yakınlık demek olup, bu da, ikisine mahsusdur. bu fakirliğim ve aşağılığım ile, onların yüksekliğinden ne anlıyabilir ve söyliyebilirim ve üstünlüklerinden ne anlatabilirim? tozun, dumanın, güneşi anlatmağa gücü yeter mi? bir damla su, büyük denizleri söyliyebilir mi? insanlara nasihat etmek, herkese yol göstermek için geri dönmüş olan evliya, hem vilayet, hem de da'vet bilgilerini ve kıymetlerini taşıdıklarından, keşflerinin nuru ile ve tabi'in ve tebe'i tabi'inden ictihad derecesine yükselen alimler, hadisi şeriflerin derinliklerindeki ma'naları bulup anlamak ile, şeyhaynın radıyallahü anhüma kemalatından biraz anlayarak, hakikatlerinden az birşey ele geçirerek üstünlüklerini bildirmişler ve bunda söz birliği hasıl olmuşdur. bu sözlerine uymıyan keşflerin, buluşların yanlış olduğunu söyliyerek bunlara kıymet vermemişlerdir. bu ikisinin üstünlüğü sahabei kiram arasında zaten şöhret bulmuşdu. mesela, de abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki, biz, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ebu bekr gibi kimseyi bilmezdik. ondan sonra, ömeri, ondan sonra da osmanı radıyallahü anhüm bilirdik, onlardan sonra kimseyi kimseden üstün tutmazdık. ebu davüdün bildirdiğine göre, yine abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma diyor ki: . evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir sözü, in, sözüdür. ya'ni geri dönmiyen, peygamberlik makamının kemalatından haberi olmıyan evliyanın sözüdür. bu fakir birçok mektublarımda, uzun uzadıya bildirdim ki, peygamberlik, vilayetin üstündedir. hatta peygamberin kendi vilayetinin üstündedir. sözün doğrusu da budur. bunun aksini söyliyen, peygamberlik makamının yüksekliğini bilmiyendir. evliyalık yolları arasında silsiletüzzeheb yolu, sıddiki ekberin radıyallahü anh yolu olduğundan, bu yolun yolcuları uyanık olur. onun için de, yolların en üstünüdür. başka yoldaki evliya, bunların kemalatına nasıl yetişebilir? onların içyüzünü nasıl anlıyabilir? bu yolun yolcularının, bu işde karları müsavidir demek istemiyorum. belki milyonda biri böyle olabilirse ni'metdir, se'adetdir. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği hazreti mehdi, vilayetin en yüksek derecesinde olacağına göre, o da bu yoldan yetişmiş ve bu yolu temamlamış ve düzeltmiş olacakdır. çünki bütün vilayet yolları, bu yoldan aşağıdır ve ulaşdıkları vilayetlerde, peygamberlik makamının kemallerinden az birşey vardır. bu yoldan kazanılan evliyalıkda ise, sıddikı ekberin radıyallahü anh yolu olduğu için, o kemalatdan pekçok bulunur. farisi mısra' tercemesi: gör ki, yollar arasındaki fark ne kadar çokdur. hazreti emir radıyallahü anh peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vilayetini aldığı, taşıdığı için, geri dönmiyen ya'ni halk arasına karışmıyan, ya'ni vilayetin kemalatı kendilerinde fazla bulunan evliyanın, mesela kutbların, ebdalin ve evtadın terbiyeleri onun imdadı ve yardımı iledir. ya'ni onun emrinde ve terbiyesindedir . fatımatüzzehra ile hasen ve hüseyn de bu makamda hazreti emir radıyallahü anhüm ile ortakdırlar. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, eshabının hepsi radıyallahü anhüm büyükdür. her birini büyük bilmek ve söylemek lazımdır. enes bin malik radıyallahü anh buyuruyor ki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, allahü teala, bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. insanların en iyisini bana eshab olarak seçdi. bunların arasından da bana akraba ve yardımcı olarak en üstünlerini ayırdı. bir kimse, beni sevdiği için, bunlara hurmet ederse, allahü teala, onu her tehlükeden korur. onlara hakaret ederek, beni incitenleri de incitir. abdüllah ibni abbas buyuruyor ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: eshabıma dil uzatanlara, onları söğenlere, allah la'net eylesin. bütün meleklerin ve insanların la'netleri onların üzerine olsun! aişei sıddika radıyallahü anha buyuruyor ki, resul sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: . eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasında olan muharebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfe'at için bilmemek lazımdır. çünki, onların ayrılığı ictihad ve te'vil ayrılığı idi. heva ve hevesden doğan ayrılık değildi. ehli sünnet alimleri hep böyle söylüyor. şu kadar var ki, hazreti emir ile muharebe edenler, hata etdi. hak, hazreti emir radıyallahü anh tarafında idi. fekat hataları, ictihad hatası olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. kitabına göre, amidi diyor ki, . ebu şekuri sülemi, kitabında diyor ki, ehli sünnet velcema'ate göre hazreti mu'aviye ve onunla beraber olanlar radıyallahü anhüm hata etmişlerdi. fekat hataları, ictihad hatası idi. ibni haceri mekki kitabında diyor ki: hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile radıyallahü anhüma muharebesi, ictihad sebebi ile idi. ehli sünnet alimleri böyle biliyor. ı şerh edenin, sözünde eshabımız diyerek, kimleri anlatmak istemişdir? ehli sünnet alimleri böyle söylemiyor, aksini söyliyor. büyüklerin kitabları hep ictihadda hata olduğunu bildirmekdedirler. imamı gazali ve kadi ebu bekr ve diğer imamlar rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bunlar arasındadır. o halde hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere fasık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek caiz değildir. kadi ıyadın kitabında, imamı malik radıyallahü anh diyor ki:peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabından birine, mesela ebu bekre veya ömere veya osmana veya mu'aviyeye veya amr ibni asa radıyallahü anhüm söğen ve onları kötüliyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kafir oldular dedi ise, bu kimseyi öldürmelidir. yok eğer başka bir ayb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir. hazreti ali radıyallahü anh ile muharebe edenler, şi'ilerin taşkın olanlarının dedikleri gibi, kafir değildir. fasık da değildir. çünki, aişei sıddika radıyallahü anha ve talha ve zübeyr ve sahabei kiramdan birçoğu onlardandır rıdvanullahi aleyhim ecma'in. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma cemel muharebesinde, onüçbin kişi ile beraber öldürülmüşdü. hazreti mu'aviye radıyallahü anh bu zeman işe karışmamışdı. bir müsliman, bunlara yoldan çıkdı ve günaha girdi gibi sözler söyliyemez. kalbi bozuk, ruhu pis olan, söyler. fıkh alimlerinden ba'zısı hazreti mu'aviye radıyallahü anh için , ya'ni zulm etdi, demiş ise de, bundan maksadları, hazreti emirin hilafeti zemanında kendini halife i'lan etmesi haksız idi, demekdir. yoksa, yoldan çıkmak ve günah alameti olan zulm demek değildir. bu suretle sözleri, ehli sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. bununla beraber, hakiki din alimleri, böyle yanlış ma'nalar anlaşılabilecek sözleri söylemezler. hazreti mu'aviye için radıyallahü anh zalim, nasıl denilebilir? bunun, allahü tealanın emrlerini ve müslimanların haklarını gözetmekde adil bir halife olduğunu kitabında, allame ibni haceri mekki yazıyor. çirkin hata da dememelidir. hata sözüne eklenen herşey hata olur. hele la'net sözünü kullanmak, zan ve şübhe ile olsa bile hiç doğru değildir. böyle sözleri yezid için söyleseler yeridir. fekat, mu'aviye radıyallahü anh için söylemek çok şeni', çok çirkin olur. peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh hayrlı düalar etdiğini, hadis alimlerinin hepsi söylüyor. mesela, ya rabbi! ona kitab , hesab öğret ve onu azabdan koru! ve bir kerre de, ya rabbi! onu doğru yola götür ve doğru yola götürücü yap! buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem düasının kabul olunacağı ise şübhesizdir. , din kitablarından hiç de haberi olmadığı anlaşılmıyor mu? eshabı kiramın herhangi biri için, böyle uygunsuz sözler söylemek hiç iyi değildir. ya rabbi! unutarak, yahud yanılarak yapdıklarımızı bizlere sorma! imamı şa'bi hazretlerinin hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh kötülediği yolundaki sözleri de doğru değildir. böyle birşey olsaydı, şa'binin talebesi olan imamı azam ebu hanifenin bu sözleri söylemesi lazım gelirdi. imamı malik radıyallahü anh, tebe'i tabi'indendir ve hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh asrında yaşamışdır. medinei münevvere alimlerinin en yükseği olduğu muhakkakdır. işte o büyük alim, mu'aviyeyi ve amr bin ası radıyallahü teala anhüma söğenleri öldürünüz der mi idi? demek ki, onu söğmeği büyük günahlardan sayarak söğenleri öldürmeği emr etmişdir. onu söğmeği, ebu bekr ve ömeri ve osmanı radıyallahü anhüm söğmek gibi bilmişdir. o halde hazreti mu'aviyeyi radıyallahü anh söğmek asla caiz değildir. iyi düşünmek lazımdır ki; hazreti mu'aviye radıyallahü anh bu işlerde yalnız başına değildi. eshabı kiramın hemen hemen yarısı onunla beraberdi. eğer hazreti emir radıyallahü anh ile muharebe edenlere kafir veya fasık denirse, dini islamın yarısı yıkılır. zira dini islamı dünyaya yayan, bizlere bildiren onlardır. o halde, onları ancak zındık, ya'ni dini islamı yıkmak için uğraşan kimse kötüler. o muharebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması hazreti osmanın radıyallahü anh şehadeti ile başladı. katillerden kısas istenmesi ile başladı. talha ile zübeyr radıyallahü anhüma kısas gecikdiği için medinei münevvereden çıkdılar. aişe radıyallahü anha de bu işde bunlarla beraberdi. cemel muharebesi, hazreti osmanın radıyallahü anh katillerine kısas yapılmasının gecikdiği için oldu. bu muharebelerde onüçbin kişi ve talha ile zübeyr radıyallahü anhüma da öldürüldü. mu'aviye radıyallahü anh sonradan şamdan işe karışdı, bunlarla birleşdi. sıffin muharebesi yapıldı. imamı gazali diyor ki, bu muharebeler halife olmak için değildi. hazreti emirin radıyallahü anh hilafeti başlangıcında, katillere kısas yapılması içindi. allame ibni haceri mekki hazretleri de, diyor. hanefi alimlerinin büyüklerinden olan ebu şekuri sülemi rahmetullahi teala aleyh diyor ki, hazreti mu'aviyenin hazreti emir ile muharebesi hilafet için idi radıyallahü anhüma. çünki, peygamber aleyhissalatü vesselam ona, buyurmuşdu. bunu işitdiği günden beri içinde hilafet arzusu uyanmışdı. fekat, ictihadında hata etmişdi. hazreti emirin radıyallahü anh ictihadı doğru idi. çünki, onun hilafeti zemanı, hazreti emirin radıyallahü anhüma hilafetinden sonra idi. bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlaması kısasın gecikmesi idi. sonradan halife olmak fikri de, ortaya çıkdı. her ne olursa olsun, ictihad yerinde idi. hata eden bir derece, doğru olan iki derece sevab kazandı. bu işde, bize düşen en iyi yol, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabının radıyallahü anhüm kavgalarına karışmamalıyız. bunları konuşmamalıyız. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki, yine buyurdu ki, ve bir hadisi şerifde, buyuruldu. imamı muhammed şafi'i radıyallahü anh diyor ki: . bundan anlaşılıyor ki, onlara hata etdi demek bile caiz değildir. hepsi için hep iyi ve hayrlı söylememiz lazımdır. evet, alçak yezid inadcı ve fasık idi. ona da la'net edilmemesi, ehli sünnetin, kafir bile olsa bir kişiye la'nete izn vermediği içindir. ancak kafir olarak öldüğü bilinen kimseye la'net caizdir demişlerdir. ebu leheb ve eşi gibi. yoksa yezide la'net edilmemeli, demek değildir. allahü tealayı ve onun resulünü sallallahü aleyhi ve sellem incitenlere dünyada ve ahıretde, allah la'net eylesin! zemanımızda birçok kimse, hilafet mes'elesini dillerine dolamışlar. sözü evirip çevirip eshabı kiram arasındaki muharebelere getiriyorlar. cahillerin yazdığı tarihleri okuyarak ve bid'at sahiblerinin yalanlarına inanarak, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan çoğunu kötülüyorlar. onlara layık olmıyan şeylerle lekeliyorlar. onun için, bu bakımdan bildiğim hakikatleri yazarak dostlarıma göndermeği lüzumlu gördüm. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ortalık karışıp, yalanlar yayılıp, dinden olmıyan şeyler ortaya çıkınca, adetler, ibadetlere karışdırılır ve eshabıma aleyhimürrıdvan dil uzatılınca, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! allahü tealanın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği halde, bildirmiyenlere olsun! allahü teala, böyle alimlerin ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez. allahü tealaya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemanımızın alimleri rahmetullahi aleyhim hanefi mezhebindendir ve ehli sünnetdir. yoksa iş, müslimanlara çok güç olurdu. bu büyük ni'mete şükr etmek her müslimana lazımdır.her müslimanın, ehli sünnet i'tikadını öğrenip, imanını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitablara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lazımdır. ehli sünnet alimlerinin kitablarını bırakıp da, dinini, imanını, din düşmanlarının hileler ile, yalancı, okşayıcı kelimeler ile yazdığı kitablardan ve mecmu'alardan öğrenmeğe kalkışmak, kendini cehenneme atmakdır. ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerini bildiren kitabları okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. ve ve ve ve kitablarını okumağı tavsiye ederiz. ikiyüzelliikinci mektub bu mektub, şeyh bedi'uddin rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. suallerine cevabdır: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği iyi kullarına selam olsun! kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. bizi çok sevindirdi. sorularınız anlaşıldı. hazreti nuh ile hazreti ibrahimin leri, ilm sıfatıdır salevatüllahi teala ve teslimatühü sübhanehü ala nebiyyina ve aleyhima. muhammed aleyhisselamın mebdei te'ayyünü de, yine bu sıfatdır. birçok bakımlardan, birbirlerinden ayrılmakdadırlar. çünki bu sıfatın bir yüzü alime karşı, öteki yüzü ise, bilinen şeye karşıdır. birinci bakımdan vahdete uygundur. ikinci bakımdan kesrete uygundur. bu sıfat da, toplu ve dağınık olur. herbiri, başka bakımlardan, bir büyüğün mebdei te'ayyünü olmuşdur. nübüvvet ve vilayet yüklerini taşımak için olan, başka suallerinizin cevabı, hace muhammed eşrefe gönderilen mektubda uzun yazılmışdır. bir daha yazmıyorum. oradan arayınız! kutb, gavs ve halife arasındaki farkları soruyorsunuz. cevabını yazmak istedim. fekat izn olmadı. başka zemana bırakıldı. vesselam. görmezmisin, boş durdu mu hiç, insin alası, hep uğraşdı, va'd etmiş iken fethi mevlası. ikiyüzelliüçüncü mektub bu mektub, şeyh idrisi samaniye yazılmışdır. tesavvuf yolunu ve beş latifeyi kısaca bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun sevgili peygamberine ve temiz aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetiniz için düa ederim. buradaki fakirlerin hali çok iyidir. allahü tealaya hamd olsun. allahü teala size de selamet ve afiyet versin. muhammed aleyhisselamın yolunda bulundursun! hallerinizi ve mevacidi, mevlana abdülmü'min anlatdı ve cevabını beklediğinizi de söyledi. buyurmuşsunuz ki, yer yüzüne baksam, yeri göremiyorum. göke baksam, gökü bulmuyorum. bunun gibi, arşın, kürsinin, cennetin, cehennemin var olduklarını bulamıyorum. bir kimsenin önüne gitsem, onun varlığını bilmiyorum. kendi varlığımı da bilmiyorum. allahü tealanın varlığı sonsuzdur. onun sonunu kimse bulamamışdır. tesavvuf büyükleri de, buraya kadar haber verdiler. buraya kadar ilerleyip, daha ileri gidemediler. bundan ilerisini bildirmediler. siz de, yükselmeği buraya kadar biliyorsanız ve bu makamda iseniz, sizin yanınıza gelmiyelim. sizi rahatsız etmiyelim. yok eğer, bundan daha yüksek bir makam varsa, bize bildiriniz de, bu fakir ve bu yolu çok özliyen bir arkadaşım ile yanınıza gelelim. birkaç seneden beri yanınıza gelmediğimiz, hep bunun içindir. yavrum! bu haller ve böyle birçok haller, hep kalbin halleridir. böyle halleri bulan kimsenin, kalbin makamlarından daha dörtde birini geçmemiş olduğu görülüyor. kalbin makamlarından, geri kalan üç kısmını da geçmek lazımdır. böylece kalbin işi biter. kalbden sonra ruh vardır. ruhdan sonra, sır vardır. sırdan sonra hafi vardır. bundan sonra ahfa vardır. bu dört latifeden herbirinin de ayrı ayrı halleri ve mevacidi vardır. herbirini ayrı ayrı geçmek lazımdır. herbirinin yüksek derecelerine ulaşmak lazımdır. alemi emrin, bu beş latifesinden sonra, bunların aslları olan dereceler birer birer geçilir. sonra, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının zılleri, görüntüleri derece derece geçilir. bu zıller, beş aslın da asllarıdırlar. bunlardan sonra, ismler ve sıfatlar tecelli eder. sonra şüun ve i'tibarat görünürler. bu tecellilerden sonra, zati ilahi tecelli eder. bu zeman itminani nefs hasıl olur. allahü tealanın rızasına kavuşmak müyesser olur. burada hasıl olan kemalat ya'ni yüksek dereceler yanında, önceki kemalat hiç kalır. sonsuz bir deniz yanında bir damla su gibidir. bu makamda olur ve ile şereflenir. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir. alemi emrin bu beş latifesinin derecelerini ve bunların asllarını ve aslların da asllarını geçmeden önce ismlerin ve sıfatların tecellileri sanılanlar, alemi emrin hassalarından birkaçının görünüşleridir. alemi emr, allahü teala gibi anlaşılamaz, nasıl olduğu bilinemez olduğundan ve maddesiz, mekansız olduğundan, salik bu zuhurları, ismlerin ve sıfatların tecellileri sanarak aldanır. bir salik, bunun için demişdir ki, . nereye kavuşulduğu, kime gidildiği artık anlaşılsın! arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! lutf ederek, bu yolun açıklanmasını istediğiniz için, kısaca az birşey yazıldı. herşey, allahü tealanın emrindedir. size ve yanınızda olanlara selam ederim. ikiyüzellidördüncü mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. birkaç sualine cevabdır: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selam olsun! sual: insan her ne yaparsa, zemanın sahibinin emri ile yapmalıdır ki, hayrlı sonuç alabilsin. ta'atleri, ibadetleri yapmak da böyledir demişlerdir. eğer bu söz doğru ise, bize, her hayrlı işi yapmak için emr ve izn buyurmanızı dileriz diyorsunuz? cevab: büyüklerin bu sözü doğrudur. size izn verilmişdir. fekat hayrlı sonuç demek, o işin sonucu olan şey demekdir. her istenilen şeyi elde edebilmek demek değildir. sual: kitabda diyor ki, hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, kur'anı kerimin hakikati, cem' mertebesindedir. ya'ni zati tealanın ehadiyyet mertebesindedir. böyle olunca, kitabındaki, yazısının ma'nası nedir? cevab: burada, ehadiyyet mertebesi demek, hiçbirşeyin bulunamıyacağı zati ehadiyyet değildir. onun için, bu ehadiyyet mertebesinde, sıfat ve şan bulunur. çünki kur'anı kerimin hakikati, kelam sıfatındandır. kelam sıfatı da, allahü tealanın sekiz sıfatından biridir. ka'benin hakikati ise, sıfatların ve şanların bulunamıyacağı, daha üstün bir mertebedendir. bunun için, ka'benin hakikati daha yüksek olmakdadır. sual: birkaç tefsirde diyor ki, ben ka'beye secde ediyorum diyen kimse kafir olur. çünki secde, ka'beye doğru yapılır. ka'beye yapılmaz. başka yerlerinde de diyor ki, . senin için demek zati teala için demekdir. böyle olunca, kitabındaki, sözü ne demekdir? cevab: sözün gelişi böyle olmuşdur. melekler, adem aleyhisselama secde etdiler demek de böyledir. secde, allahü tealaya yapılır celle şanüh. hiçbir mahluka secde edilmez. size ve yanınızda olanlara ve sevdiklerinize ve öncelikle molla pabende ve şeyh hasene selam ederim. ikiyüzellibeşinci mektub bu mektub, molla muhammed tahiri lahoriye yazılmışdır. sünneti seniyyeyi her yere yaymağı ve bid'atleri yok etmek lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun ve onun seçdiği sevdiği iyi insanlara selam olsun! hafız behaeddin ile göndermiş olduğunuz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. ne büyük ni'metdir ki, yanınızda olanlar ve sevdikleriniz, bütün gücleri ile, resulullahın sünnetlerinden bir sünneti diriltmeğe çalışmakdadırlar ve bütün varlıkları ile, kötü ve beğenilmeyen bid'atlerden bir bid'ati yok etmeğe uğraşmakdadırlar. sünnet ile bid'at, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. sünneti diriltmek, bid'ati yok eder. bid'ati diriltmek de, sünneti yok eder. ister hasene, ya'ni güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid'at, sünneti yok eder. belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. hiçbir bid'atin kendisi güzel olamaz. çünki allahü teala, sünnetlerin hepsini beğenir. sünnetlerin zıddı ise, şeytanın beğendiği şeylerdir. bugün, bid'atler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. fekat, ahıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır. işitdiğimize göre, hazreti mehdi, hükumet sürdüğü zeman, dini yayarken ve sünneti diriltirken, bid'at işlemeğe alışmış olan medinedeki alim, bid'ati güzel sandığı ve ibadet olarak yapdığı için, hazreti mehdinin emrlerine şaşarak, diyecekdir. hazreti mehdi rahmetullahi aleyh bu alimi öldürecekdir. onun güzel sandığı bid'atin, kötü olduğunu bildirecekdir. bu, allahü tealanın ni'metidir. dilediğine verir. onun ihsanı çokdur. size ve yanınızda olanlara selam ederim. çok unutkan oldum. mektubunuzu kime verdiğimi hatırlıyamıyorum. suallerinize cevab veremediğim için afvınızı dilerim. meyan şeyh ahmedi garmeli, sevdiklerimizdendir. size yakındır. kendisine teveccüh buyurunuz! ikiyüzellialtıncı mektub bu mektub, meyan şeyh bedi'uddine yazılmışdır. kutb ve kutbülaktab ve gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği insanlara selam olsun. bir dervişle gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. sual: kutb, kutbülaktab, gavs ve halife ne demekdir? herbirinin vazifesi nedir? vazifelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? bir kimsenin kutbülaktab olduğu gaybdan müjdelenirmiş. bu doğru mudur, yoksa hayal midir? cevab: resulullahın aleyhissalatü vesselam izinde ilerliyenlerin büyükleri, ona uyarak nübüvvet makamının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına makamını verirler. başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makamı vermezler. bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. imamet makamını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. bu makama bağlı olan şeylerden mahrumdurlar. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olanların büyükleri, peygamberliğin vilayet derecelerini temamlayınca, bunlardan birkaçına makamını verirler. geri kalanlara bu makamı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. imamet ve hilafet makamları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imamet makamının karşılığı makamıdır. hilafet makamının karşılığı ise makamıdır. aşağıda bulunan bu iki makam, yukardaki o iki makamın sanki zılli, gölgesi gibidir. muhyiddini arabi hazretlerine göre, , kutbi medar demekdir. kutbi medardan başka bir gavslik makamı olmadığını söylemekdedir. bu fakire göre, gavs başkadır. kutbi medar başkadır. gavs kutbi medarın yardımcısıdır. kutbi medar, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. denilen makamlara getirilecek evliyayı seçmekde bunun rolü vardır. kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, da denir. çünki, kutbülaktabın yardımcıları, hizmet edenleri, onun vekilleri demekdir. bunun içindir ki, muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki, . makam sahibi olan, bilgi sahibi olur. makam derecesi verilen, fekat makam verilmiyen velinin ilm sahibi olması lazım değildir. yapdığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. gaybden gelen müjde, o makamın derecesine yükseldiğini bildirir. o makamın verildiğini göstermez. sual: hadisi şerifindeki iman nedir? onun imanı niçin daha yüksekdir? cevab: imanın üstün olması, iman edilecek şeyler üstün olduğu içindir. ebu bekrin iman etdiği şeyler, ümmetin iman etdiği şeylerin üstünde olduğu için, hepsinden ağır olmakdadır. yavrum! tesavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki, bir nokta daha çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bütün derecelerden daha yüksekdir. çünki o nokta, aşağısında olanların hepsinden daha çokdur. bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öylece daha yüksekdir. çünki altdaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile birlikde, üstündeki noktadan çok küçükdürler. daha yukardaki bütün noktalar da, hep böyledirler. işte, bir kimsenin iman etdiği şeylerin derecesi yukarda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. bunun içindir ki, arif ilerlerken bir yere gelir ki, bir anda, o ana kadar kazandıklarının hepsini kazanır. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz ölçüsüne göre, bir anda, önceki derecelerin hepsinden daha çok dereceleri geçmekdedir. bu, allahü tealanın ihsanıdır. allahü teala bunu, dilediğine ihsan eder. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sual: şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretleri ve ona tabi' olanlar diyorlar ki, . bu söz ne demekdir? cevab: bu söz doğrudur. çünki iyi belli olmuşdur ki, çok kimselerin yükselmelerine bir kimseyi sebeb eyledikleri gibi, bir kimsenin yüksek derecelere varması için, çok kimseleri sebeb kılarlar. rehber, müridlerin yükselmesi için sebeb olduğu gibi, müridler de, rehberin yükselmesi için sebebdirler. bu fakir, bu sözün doğru olduğunu, yinilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de his ediyorum. yinilen, içilen, herşey, isti'dadı da artdırmakdadır. başka kabiliyyetler de kazandırmakdadır. tatlı şeyler yimek istemediğim zemanlar, isdi'dadın artması için yimek emr olunmakdadır. yimemeğe izn verilmemekdedir. bir kimsenin isti'dadının başkasına geçdiği çok görülmüşdür. biri boş kalmış, ötekinin cem'ıyyeti artmışdır. sual: şeyh necmeddini kübra rahmetullahi aleyh, bir müridini, bir velinin yanına gönderdi ki, kendisinin hangi peygamberin salevatullahi teala aleyhim ecma'in terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. o zat, müride dedi. şeyh necmeddini kübra, bu sözden, kendisinin musa aleyhisselamın terbiyesi altında olduğunu anladı. o sözden bunu nasıl anladı? cevab: , yehudi demekdir. musa aleyhisselamın ümmetine verilen ismdir. buradan anladı. sual: kitabında diyor ki, bütün veliler ölünce, vilayetleri ellerinden alınır. yalnız dört kişinin alınmaz. bu ne demekdir? cevab: burada vilayet demek, velinin kuddise sirruh tesarrufları, kerametleri demekdir. vilayetin kendisi alınır demek değildir. vilayet, allahü tealaya yakınlık demekdir. kerametleri alınır demek de, çok keramet göstermez demekdir. keramet gösteremez demek değildir. şunu da bildirelim ki, bu söz keşf yolu ile anlaşılan birşeyi anlatmakdadır. keşfde hata, çok olur. ne görmüş, nasıl anlamışdır? birkaç kerametin zuhurunu istiyorsunuz. bekleyiniz! allahü teala, her güçlüğün sonunu kolaylaşdırır. sual: nde diyor ki, , ya harfi ile yazıyor. bunun doğrusu nasıldır. ya ile midir, hemze ile midir? cevab: doğrusu hemze iledir. ya ile yazılı olanlar, kur'anı kerimin meşhur olmıyan okunmasıdır. sual: birkaç kadın vazife istiyor. nasıl yapalım? cevab: mahrem iseler, zararı yokdur. yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarikati alırlar. sual: hadis alimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. bunun için, hadisi şerif de söyliyorlar. ne yapalım? cevab: bu fakirin babası, abdülehad rahmetullahi aleyh buyurdu ki, şeyh abdüllah ve şeyh rahmetullah hadis alimi idiler. haremeynde, bu ikisine şeyhayn denirdi. bir iş için, hindistana gelmişlerdi. bu hadisi, şarihlerinden kermani rahmetullahi aleyh yazıyor. fekat, za'ifdir. bu işde doğru hadis, günler, allahın günleridir. kullar da allahın kullarıdır dediler. yine buyurdular ki, günlerin uğursuzluğu, alemlere rahmet olan muhammed aleyhisselamın gelmesi ile bitmişdir. uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı. bu fakirin anladığı da böyledir. hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. cum'a ve ramezan ve benzerleri günleri, islamiyyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz. peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, hace muhammed eşrefdeki mektublarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. nasıl bulabilirsiniz? o mektub, bugünlerde yazıldı. henüz size varmamışdır. çok uzun bir mektubdur. bir cüz'den çokdur. bir kopyasını size göndermelerini söylemişdim. ikiyüzelliyedinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'man rahmetullahi aleyh hazretlerine yazılmışdır. tesavvufu kısaca bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun ve onun sevgili peygamberi, insanların her bakımdan en üstünü olan muhammed aleyhisselama düa ve selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. okuyunca, çok sevindirdi. tesavvuf yolunun bildirilmesini istiyorsunuz. bu konuda birşeyler yazmışdım. nasib olursa temize çeker, gönderirim. şimdilik, bu yolu kısaca yazıyorum. dikkatli okuyunuz! kıymetli seyyid kardeşim! bizim seçdiğimiz yolda ilerlemeğe kalbden başlanır. madde değildir. maddesiz, ölçüsüz olan alemi emrdendir. bu yolda kalbi geçdikden sonra, kalbin üstünde olan mertebelerinde ilerlenir. ruh mertebeleri bitince denilen mertebelerde ilerlenir. sır denilen yerler, ruh mertebelerinin üstüdür. bundan sonra denilen makamlarda, ondan sonra mertebelerinde ilerlenir. bu beş latife geçildikden sonra ve herbirine mahsus olan ilmlere ve ma'rifetlere kavuşuldukdan sonra ve herbirinde başka başka haller, vecdler hasıl oldukdan sonra, bu beş cevherin asllarında, kaynaklarında ilerlemeğe başlanır. bu beş asl, alemi kebirdedir. alemi sagirde bulunan herşeyin aslı, alemi kebirdedir. alemi sagir demek, insanda bulunan şeyler demekdir. alemi kebir demek, insanın dışında bulunan herşey demekdir. bu beş aslda ilerlemeğe dan başlanır. arş, insan kalbinin aslıdır. arşdan sonra, ruhun aslı olan mertebelerde ilerlenir. bu mertebeler arşdan üstündür. bu ikinci aslın üstü, sırrın aslı olan makamlardır. insan sırrının aslı olan mertebelerin üstü, hafi denilen latifenin aslıdır. bunun üstü de, ahfa denilen cevherin aslı olan makamlardır. alemi kebirdeki bu beş aslı her bakımdan geçdikden, son noktasına erdikden sonra, imkan dairesi temam olmuş, bütün mahluklar geçilmiş olur. böylece denilen konaklardan birincisine ayak basılmış olur. bundan sonra, ilerlemek nasib olursa, allahü tealanın ismlerinin, sıfatlarının zılleri, gölgeleri, görüntülerinde ilerlenir. bu görüntüler, vücub ile imkan arasında ya'ni allahü tealanın sıfatları ile mahluklar arasında köprü, ortak gibidirler ve alemi kebirde bulunan beş aslın da aslı, temeli, kökü gibidirler. bu temellerde ilerlemek de, bunlardan hasıl olan beş aslda ve bunların görüntüsü gibi olan beş cevherde ilerlemek sırası ile olur. allahü teala, lutf ederek, ihsan ederek, bu beş zıllin her mertebesi temamen geçilip, sonuna varılırsa, allahü tealanın ismlerinde ve sıfatlarında ilerlemek nasib olur. ismler, sıfatlar tecelli etmeğe baş lar. allahü tealanın şü'unatı ve i'tibaratı zuhur eder. burada, alemi emrin de hepsi geçilmiş, hepsinin hakkı verilmiş olur. eğer allahü teala ihsan ederek, bu makamdan da ilerlemek nasib olursa, nefs itminana kavuşur ve ilerliyerek kavuşulan makamların sonu olan makamı hasıl olur. bundan sonra hasıl olur ve ile şereflenir. bu kemalatın, üstünlüklerinin yanında, alemi emrde olan beş latifenin üstünlükleri, çok aşağı kalmakdadır. okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. bütün bu kemaller, üstünlükler, kemalleridir. kemalleri başkadır. bunlar, yazılamaz, anlatılamaz. bu iki ismin bütün kemalleri, üstünlükleri hasıl olursa, salik, iki kanada kavuşmuş olur. bu iki kanadla, de, ilahi alemde, sonsuz uçabilir. bunları, birkaç mektubda daha yazmışdım. kıymetli oğlum, hepsini biraraya toplamakdadır. kolayını bulursanız, buraya geliniz. fekat, orayı boş bırakmayınız. oranın düzeni bozulmasın. seçdiğiniz birisini yerinize bırakıp, yalnız geliniz! bir daha buluşabilir miyiz, ancak allahü teala bilir. vesselam. ikiyüzellisekizinci mektub bu mektub, şerif hana yazılmışdır. allahü tealanın yakın olduğunu açıklamakdadır: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği temiz insanlara selamlar olsun! lutf ederek göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuz gelerek, biz fakirleri çok sevindirdi. allahü teala da sizi sevindirsin! yavrum! allahü tealanın bizlere, kendimizden daha yakın olduğu, kur'anı kerimde bildirilmişdir. amma ne yapalım ki, allahü teala, akllarımızın, düşüncelerimizin ve bilgimizin ve anlayışımızın ötesindedir. ötelerin ötesidir. şunu da biliyoruz ki, bu ötelik, uzaklık, yakınlık bakımından olup, uzaklık bakımından değildir. allahü teala, her yakından daha yakındır. hatta, onun bir olan zatı ya'ni kendisi, bize sıfatlarından daha yakındır. halbuki bizler, o sıfatlarla var olduk ve varız. bunu akl anlıyamaz. çünki birşeye başkasının, kendinden daha yakın olmasını düşünemez. bunu açıklıyabilmek için, bir misal aradım ise de, bulamadım. bu bilgi, kesin olarak a, ya'ni kur'anı kerime dayanmakdadır. doğru olan keşfler de, böyle olduğunu gösteriyor. tarikat sahibleri, tevhidden ve birleşmekden söz etmişlerdir. yakınlıkdan, beraber olmakdan uzun uzun konuşmuşlardır. fekat, allahü tealanın çok yakın olduğunu hiç söylemediler. insanları şaşkınlıkdan kurtaracak bir açıklama yapmamışlardır. şaşılacak şeydir ki, allahü tealanın bize çok yakın olması, bizim ona çok uzak olmamıza sebeb olmuşdur. bunu iyi anlayınız. sözümüzde işaretler ve beşaretler vardır. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha izinde gidenlere selam olsun! kim bulur, zor ile, maksuduna her zeman zafer? gelir elbet zuhura, ne ise, hükmi kader. ikiyüzellidokuzuncu mektub bu mektubu oğlu, akli ve nakli ilmlerde yükselmiş, hace muhammed sa'id rahmetullahi aleyh hazretlerine yazmışdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderilmesinin faideleri ve aklın yalnız başına allahü tealayı tanıyamıyacağı ve dağda büyümüş ve cahillik zemanında ya'ni peygamber gönderilmemiş olan zemanlarda yaşamış kafirlerin ve kafir memleketlerinde ölen kafir çocuklarının ahıretde ne olacakları ve dünyanın her yerine, mesela eski hindlilere peygamberler gelmiş olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya sonsuz hamd olsun ki, bizleri müsliman olmakla şereflendirdi. o, doğru yolu göstermeseydi, kim bulabilirdi? onun peygamberlerine aleyhimüssalevatü vesselam inanırız. hepsi doğru söylemişdir. allahü tealanın, insanlara peygamberleri aleyhimüssalevatü vesselam göndermesi en büyük ni'metdir. bu iyiliğin şükrü, hangi ağız ile yapılabilir? hangi kalb, onları göndermenin iyiliğini kavrıyabilir? hangi vücud ve aza, o iyiliklere şükr olabilecek birşey yapabilir? o büyük insanların mubarek varlıkları olmasaydı, bu alemi yaratanın varlığını, biz kısa akllı insanlara kim gösterirdi? eski yunanlıların ilk felesofları, o kadar zeki ve kurnaz oldukları halde, yaratanın varlığını anlıyamadılar. bu kainat, böyle gelmiş, böyle gider, canlılar da birbirlerinden meydana gelip ürer. bu böylece devam eder, dediler. cahillik devri geçip, yeni peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vetlerinin nurları ile, alem aydınlanınca, sonra gelen yunan felesofları, o nurların ışıkları ile uyanarak, üstadlarının sözlerini red etdi. bir yaratanın bulunduğunu kitablarına yazdılar ve bir olduğunu isbat etdiler. o halde, insan aklı, o büyüklerin nurları ile aydınlanmadıkça, bunu bulamıyor. peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat olmadıkca, bizim düşüncelerimiz, doğru yola yaklaşamıyor. ebu mensuri matüridi rahmetullahi aleyh ve yetişdirdiği büyükler, acaba neden allahü tealanın varlığını ve birliğini, aklın yalnız başına bulabileceğini söylediler? dağda, çölde yetişip de putlara tapanların, peygamberlerden haberi olmasa bile cehenneme gideceklerini söylediler. aklları ile bulmaları lazım idi, dediler. biz böyle anlamıyoruz. bunların kendilerine, hakikat duyurulmadıkca, kafir olmıyacaklarını söylüyoruz. bu haber de, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat ile gönderilmekdedir. evet, allahü teala, aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azab yapılmaz. sual: dağda yetişip, hiçbir din duymayıp puta tapan müşrikler, cehennemde sonsuz kalmazsa, cennete girmesi lazım gelir. bu da olamaz. çünki müşriklere, cennet haramdır, ya'ni yasakdır. bunların yeri cehennemdir. nitekim, allahü teala, maide suresi yetmişbeşinci ayetinde, isa aleyhisselamın mealen, allahü tealadan başkasına tapanlar, başkalarının sözlerini onun emrlerinden üstün tutanlar, cennete giremez. onların konacağı yer cehennemdir dediğini beyan buyurdu. ahıretde cennet ile cehennemden başka yer de yokdur. da kalanlar, bir müddet sonra cennete gideceklerdir. sonsuz kalınacak yer, ya cennetdir, ya cehennem! bunlar hangisinde kalacakdır? cevab: buna cevab vermek çok güç! kıymetli yavrum! biliyorsun ki, çok zeman bunu, bana sormuşdun. kalbe rahat verecek bir cevab bulunmamışdı. bu suali, hal etmek için, sahibinin muhyiddini arabi. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kıyamet günü, bunları dine da'vet eder. kabul eden cennete, etmiyen cehenneme sokulur sözü, bu fakire iyi gelmiyor. çünki ahıret, mükafat yeridir, hesab yeridir. emr yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin! çok zeman sonra, allahü teala, merhamet ederek, bu mes'elenin hallini ihsan eyledi. şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, ne cennetde, ne cehennemde kalmıyacak, ahıretde dirildikden sonra, hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azab çekecekdir. herkesin hakkı verildikden sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır. bu cevabımız peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat huzurunda söylenseydi, hepsi beğenir, kabul buyururdu. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. herkesin aklı, birçok dünya işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmıyan sahibimizin, peygamberleri ile haber vermeden, yalnız aklları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşde yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. böyle kimselerin sonsuz olarak cennetde kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise, sonsuz azab çekeceklerini söylemek de, öyle yersiz oluyor. nitekim, i'tikadda ikinci imamımız ebülhaseni ali eş'ari, bunların cehenneme girmiyeceklerini söyliyorsa da, bu sözünden, cennetde kalacakları anlaşılıyor. çünki, ikisinden başka yer yokdur. o halde, cevabın doğrusu bize bildirilendir. ya'ni mahşer günü, hesabları görüldükden sonra, yok edileceklerdir. bu fakire göre, kafirlerin çocukları da böyle olacakdır. çünki cennete girmek, iman iledir. ya kendisi iman etmiş olacak veya imanlının çocuğu olduğu için, yahud anababası birlikde mürted olunca, kendisi darülislamda kaldığı için imanlı sayılmış olacakdır. darülislamda bulunan müşriklerin çocukları ve zimmilerin çocukları da darülharbdeki kafirlerin çocukları gibidir. çünki bu çocuklarda iman yokdur. bunlar cennete giremez. cehennemde sonsuz kalmak da, teklifden sonra, inanmamanın cezasıdır. çocuk ise, mükellef değildir. bunlar hayvanlar gibi, diriltilip, hesabları görüldükden sonra, yok edileceklerdir. eskiden, bir peygamberin vefatından sonra, çok vakt geçip, zalimler tarafından din bozulup, unutulduğu zemanlarda yaşayıp, peygamberlerden haberi olmıyan insanlar da kıyametde böyle sonradan, tekrar yok edileceklerdir. ey yavrum! bu fakir, çok geniş ve çok derin düşünüyorum da, peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haberi yetişmiyen, yer yüzünde, hiçbir yer kalmadığını anlıyorum. bütün dünyanın, onun da'vet nuru ile, güneş gibi aydınlandığı görülüyor. hatta, dıvar arkasında bulunan, ye'cuc ve me'cuca bile ulaşmış bulunuyor. eski zemanlarda da, bütün dünyada peygamber gönderilmedik bir yer kalmamış gibidir. hatta, bundan en mahrum zan edilen, hindistanda bile hindlilerden bir peygamber yapılmış; allahü tealanın emrleri bildirilmişdir. hindistanın ba'zı kısmlarında, anlaşılıyor ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat nurları, küfr karanlıkları içinde, yıldızlar gibi parlamışdır. eğer merak ediyor isen, bu şehrleri söyliyebilirim. ba'zı peygamberlere bir kişi bile inanmamış, kimse kabul etmemişdir. yalnız bir kişinin inandığı peygamberler de olmuşdur. ba'zılarına da, iki veya üç kimse iman etmişdir. hindistanda bir peygambere, üç kişiden çok inanan olduğu görülemiyor. ya'ni, dört dane ümmeti bulunan peygamber olmamışdır. hindlilerin tapındıkları kimselerden ba'zılarının kitablarında, allahü tealanın varlığı ve sıfatları hakkında görülen yazıları, hep o peygamberin ışıklarının aksleridir. çünki her asrda, her ümmete peygamber aleyhimüssalatü vesselam gelerek allahü tealanın varlığını ve sıfatlarını bildirmişdir. onların mubarek varlıkları olmasaydı, küfr ve günah pislikleri ile kirlenmiş olan akllar, iman devletine kavuşamazdı. bu ahmaklar, çürük aklları ile, herkesi kandırıp, kendilerine tapmağa zorlamış, kendilerinden başka bir kuvvetin bulunmadığını sanmışlardı. nitekim, mısr fir'avnları: demişdi. ba'zıları da, bu kainatın bir yaratanı olduğunu işitdiklerinden, kendilerine yaratıcı , dediremiyeceklerini anlıyarak, bir yaratanın varlığını söylemiş, fekat bunun kendilerine sirayet etdiğini bildirerek, bu hile ile insanları kendilerine tapdırmağa uğraşmışlardır.bugün hindistanda yayılmış olan, berehmen ve buda dinlerinde, oradaki eski peygamberlerin kitablarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgilerin bulunduğu görülmekdedir. berehmen ve buda dinleri, hıristiyanlık dini gibi, eski peygamberlerin aleyhimüsselam bildirdiği doğru dinlerin bozulmuş, değişdirilmiş bir halidir. bunların hepsi, muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları için kafirdir. seyyid şerifi cürcani rahmetullahi aleyh, sonunda, üçüncü maksadda, buyuruyor ki: muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmıyan kafir olur. bunlardan, yehudi ve nasara , başka peygamberlere inanıyor. , ya'ni denir. başka peygamberlere de inanmıyanlardan, berehmenler, allahü tealanın varlığına inanmakdadır. dehriyye ise, allahü tealaya da inanmıyor. herşey tabi'at kanunları ile var oluyor. bir yaratıcı yokdur. dehr, ya'ni zeman ilerledikçe, herşey değişmekdedir diyor. mecusiler, allahü tealanın iki olduğuna, müşrikler ve putperestler ise, çok olduğuna inanıyor. berehmen, mecusi ve putperestler, kitabsız kafirdir. çünki bir peygambere inanmıyor. bir semavi kitab okumuyorlar. komünistler ise, dinsiz, tanrısız kafir olup, dehriyye kısmındandır. şimdi, yeryüzünde, değişdirilmemiş bulunan hak din, yalnız muhammed aleyhisselamın getirdiği islam dinidir. bu dinin, kıyamete kadar bozulmıyacağını, doğru olarak kalacağını allahü teala söz vermişdir. sual: hindistanda, peygamber aleyhimüssalevatü vesselam gönderilmiş olsaydı, biz de işitirdik. dilden dile, her tarafa yayılırdı? cevab: bunlar, bütün hindistana gönderilmiş değildi. ba'zıları, bir şehre, hatta bir köye idi. allahü teala, bir millet veya bir şehr ehalisinden en iyisini bu devletle şereflendiriyor, o da, allahü tealanın varlığını, birliğini ve emrlerini, ondan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını insanlara bildiriyordu. onlar da, ona inanmıyor, inkar ediyordu. cahil, yalancı, deli diye alay ediyorlardı. azgınlıkları, ona eziyyetleri artınca, allahü teala da, onları helak ediyordu. uzun zeman sonra, başka bir peygamberi, böylece gönderiyor ve yine böyle oluyordu. hindistanda böylece yıkılmış, şehr harabeleri çok görülmekdedir. şehrlerin bu sebebden harab oldukları ve peygamberlerin da'vetleri, etrafdaki insanlar arasında yayılıp, uzun zeman dillerde dolaşıyordu. peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam çok kimse inansaydı ve mü'minler hakim olarak kalsalardı, o zeman, bizim de haberimiz olurdu. fekat bir kişi, birkaç gün nasihat edip gider, buna kimse inanmaz ve bir başkasına, ancak bir kişi, iki kişi inanırsa, bize nasıl haber gelebilir. çünki kafirler, dini söndürmeğe çalışıyor, babalarının yoluna uymıyan dini beğenmiyorlardı. kim haber verecek ve kime söyliyecek. sonra resul, nebi ve peygamber kelimeleri, farisi ve arabidir. hind lügatinde bu kelimeler yok idi ki, o peygamberlere de, bu ismler verilmiş olsun. nihayet şunu da söyliyelim ki, hindistanın peygamber gelmiyen ve doğru yol gösterilmiyen yerleri de var dersek, buralardaki insanlar, dağda, çölde yetişen müşrikler gibi olup, inad etdikleri ve herkesi kendilerine tapdırdıkları halde bile, cehenneme girmez ve ebedi azab görmezler. böylelerin cehenneme girmesi, aklı selime, ya'ni şaşmıyan akllara uygun olmadığı gibi, yanılmıyan keşfler de, buna müsa'ade etmez. fekat, bunlardan inad edenlerin bir kısmının cehenneme gitdiklerini görmekdeyiz. herşeyin doğrusunu, ancak allahü teala bilir. kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbalime! ikiyüzaltmışıncı mektub bu mektub, hakikatleri bilen, ma'rifetler sahibi, ilahi feyzlere, sonsuz rahmetlere kavuşmuş oğlu şeyh muhammed sadıka yazılmışdır. imamı rabbani hazretlerinin yolunu ve vilayeti evliya, vilayeti enbiya ve vilayeti ulyayı ve insandaki on latifeyi bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe salat ve selam olsun! ey oğlum, allahü teala, seni mes'ud eylesin! insana ya'ni küçük alem denir. bu alemi sagir, on parçadan meydana gelmişdir. bu on parçanın beşi dendir. bu beş latife, , , , ve dır. bu beş latifenin aslları, kökleri dedir. , büyük alem demekdir. insandan başka herşey demekdir. insanı meydana getirmiş olan on parçadan dördü katı, sıvı, gaz maddeleri ve enerjidir. bunların aslları da alemi kebirdedir. beş latifenin aslları, arşın dışında görülür. arşın dışı, alemi emrdir. ya'ni maddesiz, hacmsizdir. bunun için, alemi emre denir. imkan dairesi, ya'ni mahluklar, bu beş aslın sonunda biter. arşın içindeki mahluklar maddeden yapılmışdır. zemanlı ve hacmlidirler. bunlara ya'ni ölçü alemi denir. halk, ölçü de demekdir. mahluklar, ademle vücudün birleşmesinden meydana gelmişdir. ademle vücudün birleşmesi, beş aslın sonuna kadardır. akllı, uyanık bir salik , yaradılışında muhammedi ise, alemi emrin beş latifesini, sıraları ile geçdikden sonra, bunların alemi kebirdeki asllarında seyr eder. ya'ni ilerler. allahü tealanın lutfü ile, bu beş aslın herbirini inceden inceye geçerek sonuna gelir. böylece, imkan dairesini ile bitirmiş olur. hasıl oldu denir. şimdi ya başlamış olur. bu vilayete da denir. bundan sonra, bu beş aslın da aslı olan, allahü tealanın ismlerinin zıllerinde seyre başlar. bu zıllerde adem bulunmaz. allahü tealanın ihsanı ile bu zılleri birer birer ile geçerek sonuna varır. böylece, ismlerin zılleri biterek, allahü tealanın ismleri ve sıfatları mertebesine erişir. vilayeti sugrada yükselmek, buraya kadardır. burada tam fena hasıl olmağa başlar. ya ayak basılmış olur. bu vilayete, da denir. peygamberlerden ve meleklerden başka, bütün mahlukların leri, bu zıl dairesinde bulunur. her ismin zılli, bir insanın mebdei te'ayyünüdür. peygamberlerden sonra, insanların en üstünü olan hazreti ebu bekrin mebdei te'ayyünü, bu dairenin en üstündeki noktadır. salik, kendinin mebdei te'ayyünü olan isme varınca ı bitirir demişlerdir. buradaki ism, allahü tealanın isminin kendi değildir. bu ismin zılline varınca demekdir ki, o ismin, zıllerinden bir zıldir. bu zıller, ismlerin ve sıfatların tafsilidirler. mesela ilm sıfatının parçaları vardır. bu parçalar, birer birer bu sıfatın zıllidirler. bu sıfat, o zıllerin icmali, topluluğudur. bu parçalardan herbiri, peygamberlerden başka, bir insanın mebdei te'ayyünüdür. peygamberlerin ve meleklerin mebdei te'ayyünleri, bu parçaların aslları, bütünleri olan ismlerdir. mesela, ilm, kudret ve irade gibi sıfatlardır. birçok kimsenin mebdei te'ayyünleri, tek bir sıfatdır. fekat çeşidli bakımlardan ayrılırlar. mesela, muhammed aleyhisselamın mebdei te'ayyünü ilm şanıdır. yine bu ilm sıfatı, başka bir bakımdan, ibrahim aleyhisselamın da mebdei te'ayyünüdür ala nebiyyina ve aleyhissalatü vetteslimat. yine bu sıfat, başka bir bakımdan da, nuh aleyhisselamın mebdei te'ayyünüdür. bu çeşidli bakımlar, hacı muhammed eşrefe yazılan mektubda açıklanmışdır. büyüklerden kimisi, hakikati muhammedi, dir. her kemalin bir arada bulunduğu hazretdir. buna denir demişlerdir. bu fakirin anladığına göre, bu vahdet mertebesi, bu zıl dairesinin merkezi, topluluğudur. bu sözümü, şu da kuvvetlendiriyor ki, insanların mebdei te'ayyünleri, ismlerin ve sıfatların ilmdeki suretleri, görüntüleridir demişlerdir. ilmdeki varlık, kendisi değil, kendinin zıllidir, görüntüsüdür. bunun için, ilmdeki bu suretler, ismlerin ve sıfatların zılleridir. bizim bu dairemiz, zıller dairesinin çevresi ve merkezidir. asl daire değildir. bu zıl dairesini, te'ayyüni evvel sanmışlar. bunun merkezini topluluk bilerek demişlerdir. bu merkezin açılmasını, ya'ni çevresini vahidiyyet sanmışlardır. zıl dairesinin üstü olan ismlerin ve sıfatların dairesini, te'ayyünlerle bağlılığı olmıyan zati teala sanmışlardır. haşa! öyle değildir. çünki o büyüklere göre, ismler ve sıfatlar, zatın kendisidirler. zatdan ayrı, başka değildirler. bunun için, zıl dairesinin üstü, ya'ni ismlerin ve sıfatların mertebesi, zatın kendisi olur. ondan ayrı olmaz. halbuki, sıfatlar zatdan ayrı olarak var olduklarından, ismlerin ve sıfatların dairesi, zati tealadan ayrı olur. sıfatları zatın kendisi demişler, böyle olmadığını bilememişler. zıl dairesinin merkezi, bu dairenin aslı olan üst dairenin merkezinin zıllidir. üst daire, ismlerin, sıfatların, şanların ve i'tibaratın dairesidir. hakikati muhammedi, bu asl dairesinin merkezidir. ismlerin ve şanların topluluğudur. bu dairede ismlerin ve sıfatların yayılması, vahidiyyet mertebesidir. ismlerin zıllerinin mertebesinde vahdet ve vahidiyyet kelimelerini kullanmak, zılli asl ile karışdırmakdan ileri gelmekdedir. buradaki seyre, demek de böyledir. çünki bu seyr, dır. bu seyrden sonra, eğer yükselmek nasib olursa, zıl dairesinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dairesinde seyri fillah ile seyr olur. vilayeti kübra derecelerine başlar. bu vilayeti kübra, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat mahsusdur. onların izlerinde gitdikleri için, eshabı kiramı da, bu ni'mete kavuşurlar. bu düşey durumdaki dairenin yatay çapının altında bulunan yarım dairede ismler ve bulunur. üstdeki yarım dairede şü'un ve i'tibarati zatiyye bulunur. alemi emrin beş latifesi, bu ismler ve şanlar dairesinin sonuna kadardır. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, eğer sıfatlar ve şanlar makamından yukarı çıkılırsa, bunların aslı olan dairede seyr olur. bu aslların dairesinden sonra, bunların da aslları dairesinde seyr olur. bu daireyi de geçdikden sonra, bunun üstündeki daireden bir kavs, bir yay görünür. bunu da geçmek lazımdır. bu üst daireden, bir yaydan başka birşey görünmediğinden, yalnız kavs diyerek sözü kesiyoruz. burada ince bir sır vardır. bu sırrı bildirmediler. ismlerin ve sıfatların ve şü'unların mebde'leridirler. bu üç asllardaki dereceler, nefsi mutmeinneye mahsusdur. nefs, bu mertebelerde itminana kavuşur. yine bu makamda, olur. salik, ile şereflenir. bu makamda, nefsi mutmeinne, göğse yerleşir ve na kavuşur. bu makam, vilayeti kübranın sonudur. bu vilayete, da denildiğini yukarıda bildirmişdik. seyr, buraya kadar varınca, iş bitdi sanıldı. bunların hepsi, ismi zahirin açıklanmasıdır. bu ism, uçmak için lazım olan bir kanatdır. mukaddes aleme uçmak için lazım olan ikinci kanat olan ismi batın da, böyle birer birer geçilirse, iki kanat elde edilmiş olur sesini duyurdular. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, ismi batında da seyr bitince, iki kanat elde edilmiş oldu. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! o bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir. ey oğlum! ismi batındaki seyrden ne yazayım ki, o seyri örtmek, gizlemek lazımdır. o makamdan şu kadar açıklanabilir ki, ismi zahirde seyr, sıfatlarda seyr olup, zati teala ile hiç ilgisi yokdur. ismi batında seyr de, her ne kadar ismlerde seyrdir. fekat bu seyr, zati teala ile ilgilidir. bu ismler, zati tealayı örten perdeler gibidir. mesela, ilm sıfatında zati teala hiç akla gelmez. alim ismi ise, sıfat perdesi gerisinde, zati tealayı bildirmekdedir. çünki alim, ilm sahibi olan zatdır. o halde ilmde seyr, ismi zahirde seyrdir. alimde seyr, ismi batında seyrdir. öteki sıfatlar ve ismler de böyledir. ismi batınla ilgili olan ismler, meleklerin mebdei te'ayyünleridir. bu ismlerde seyre başlamak ya ayak basmak olur. bu vilayete, da denir. cema'at, galabalık demekdir. ismi zahir ile ismi batını anlatırken bildirdiğimiz, ilm ile alim arasındaki farkı az sanmayınız! ilmden alime az yol vardır dememelidir. yer küresi ile arş arasındaki uzaklık, o iki ism arasındaki uzaklık yanında, okyanus yanında bir damla su gibidir. söylemeleri yakın, kendileri çok uzakdır. kısaca söylediğimiz her makam da böyledir. mesela, alemi emrin beş latifelerini geçip, bunların asllarında seyr olunur. böylece, imkan dairesi biter sözü ile, seyri ilallah, başından sonuna kadar anlatılmışdır. demişlerdir. me'aric suresinin dördüncüayetinde mealen, buyurulmakdadır ki, bu sözümüze işaret etmekdedir. böyle olmakla beraber, allahü tealanın ihsanının çekmesi ile, bu uzun zemanlık iş, göz açıp kapayıncaya kadar yapılabilir. farisi mısra' tercemesi: kerimlerle yapılan işlerde güçlük yokdur! yine bunun gibi, işlerin ve sıfatların ve şü'unların ve i'tibaratın dairesini geçerek, bunların asllarında seyr olunur denildi. ismlerin, sıfatların, şü'un ve i'tibaratın hepsini geçmek, söylemekle kolaydır. fekat, bunları geçmek çok zordur. o kadar çok zordur ki, tesavvuf büyükleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, insanı kavuşduran konaklar sonsuzdurlar. bitmez tükenmezler demişler. buyurmuşlardır. farisi tercemesi: onun güzelliği bitmez, sa'dinin sözü tükenmez, istiskali susuz ölür, denizin suyu eksilmez. kavuşmak için geçilecek konakların sonsuz olmasını, sıfatların tecellileri bakımından değil de, zati ilahinin tecellileri sonsuz olduğu için söylenmişdir sanmayınız! bunun gibi, bitmiyen güzelliğin, sıfatların güzelliği olmayıp, zatın güzelliğidir demeyiniz! çünki zatın bu tecellileri, şü'un ve i'tibarat olmaksızın değildir. zatın o güzelliği, cemal sıfatlarının arkasında olmaksızın değildir. çünki bu mertebede, sıfatların perdeleri olmaksızın söz edilemez. allahü tealayı tanıyan kimsenin dili tutulur, söyliyemez olur. her tecellide, biraz zıl, görüntü bulunur. o makamda, şü'unu araya katmadan olamaz. bunun içindir ki, o vüsul konakları ve güzellik mertebeleri, ismlerin ve şü'unların dairesindedir ve onlara göre sonsuzdur. bu fakire kaddesallahü teala sirrehül'aziz gösterdikleri ise, tecellilerin ve zuhurların ötesindedir. ister zatın tecellisi desinler, ister sıfatların tecellisi desinler, hepsinin ötesidir. ister zatın, ister sıfatların güzelliği desinler, bütün güzelliklerin ötesidir. bunun için, yüksek istekleri, çok kıymetli maksadları bu dar kelime kadrosu ile, kısaca anlatmış bulunuyorum. sonsuz denizleri, birkaç şişeye doldurmuş gibi oluyorum. öyle ise, anlamamazlık etme! yine sözümüze dönelim! ismi zahir ve ismi batın iki kanadı ele geçdikden sonra, uçmak nasib olursa, yukarı çıkılırsa, buraya çıkan, insanın enerji, hava ve su parçaları olduğu anlaşılır. melekler de, bu üç parçadan yapılmışdır. hadisi şerifde bildirildi ki, meleklerin bir kısmı ateşden ve kardan yaratılmışdır. bunlar, ateşle karı birarada bulunduran rabbimizde hiçbir noksanlık yokdur derler. bu seyrde iken rü'yada gösterdiler ki, sanki bir yolda gidiyorum. çok gitmekdenyorulmuşum. yürüyebilmek için bir sopa, baston arıyorum. bulamıyorum. ilerliyebilmek için, çalı çırpıya yapışıyorum. bu da olmuyor. öylece yürümek zorunda kalıyorum. bir zeman, böyle ilerledim. bir şehr göründü. yaklaşdım. şehre girdim. bu şehrin, olduğu bildirildi. bu te'ayyün, bütün ismlerin, sıfatların, şü'un ve i'tibaratın mertebelerini ve bu mertebelerin asllarını ve bu aslların da asllarını kendinde toplamışdır ve zati ilahinin i'tibaratının sonudur. bu i'tibarat, ilmi husulide, birbirlerinden ayrıldılar. bundan sonra seyr olursa, ilmi huzuri ile ilgili olur. ey oğlum! o makamda, ilmi husuli ve ilmi huzuri demek, misal ve benzetmek yolu ile söylenir. çünki, zati ilahiden ayrı olan sıfatlar, ilmi husuli ile bilinir. i'tibarati zatiyye, zati tealadan hiç ayrı değildirler ve ilmi huzuri ile bilinirler. çünki bu makamda, ilm, bilinen şeye yalnız bağlanır, bilinen şeyden hiçbirşey ilmde bulunmaz. te'ayyüni evvel demek olan, o büyük şehrde, peygamberlerin ve meleklerin bütün vilayetleri vardır. melei ala denilen meleklerin yükseklerinin sının sonu bu makamdadır. bu makamda, bu te'ayyüni evvelin, hakikati muhammedi olup olmadığı düşünüldü. hakikati muhammedinin, yukarıda söylenilen gibi olduğu anlaşıldı. ona te'ayyüni evvel denilmesi, bu te'ayyüni evvelin zıllinin merkezi olduğu içindir. ismleri, sıfatları, şü'un ve i'tibaratı kendinde toplamışdır. bu şehrin üstünde seyr edilince, e, ya'ni peygamberlik derecelerine başlanır. bu derecelerde, yalnız peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat seyr eder. peygamberlik makamının dereceleridir. peygamberlerin izinde gidenlerin büyüklerine de, tatdırılır. insanı meydana getiren on parça içinde, bu derecelere yükselen toprak maddeleridir. ister alemi emrden olsun, ister alemi halkdan olsun, dokuz parçadan herbiri, bu makamda, toprak maddesinin yolunda ilerler. onun yanı sıra, bu ni'metle şereflenirler. toprak maddeleri yalnız insanda bulunduğundan, insanların üstünleri, meleklerin üstünlerinden daha üstün oldu. toprak maddelerinin kavuşduklarına, hiç kimse kavuşmamışdır. ayeti kerimede bildirilen hasıl oldukdan sonra, tedella sırrı bu makamda hasıl olur. nın içyüzü meydana çıkar. bu seyrde iyice anlaşıldı ki, vilayeti sugra, vilayeti kübra ve vilayeti ulyanın hepsi, peygamberlik makamının kemalatının zılleri, gölgeleridir. bütün o kemalat, o dereceler, bu derecelerin misalleri, görüntüleridir. iyi anlaşıldı ki, bu seyrde, bir nokta ilerlemek, vilayet makamının bütün derecelerinden daha çokdur. bu kemalatın hepsinin ne kadar olacağını bundan anlamalıdır. geçilmiş derecelerin hepsi, bunun yanında, okyanus yanında bir damla gibi kalır. burada, bu orantı bile yokdur. diyebiliriz ki, yanında, , sonsuz yanında, ufak birşey gibidir. sübhanallah! cahilin biri, bu sırdan haber vererek, evliyalık, peygamberlikden daha yüksekdir der. bunları anlamıyan, bir başkası da, bu sözü düzeltmek için, peygamberlerin vilayeti, kendi peygamberliğinden daha yüksekdir der. ağızlarından çıkan, çok büyük oldu. allahü tealanın ihsanı ile ve peygamberinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sadakası olarak, bu seyr bitince, bir adım daha ileri atılacak olsa yok olunur. bunun ötesinin yalnız adem olduğu anlaşıldı. ey oğlum! bu sözlerden, sanmayasın ki, anka kuşu avlanıla. hayır, hayır. öyle değil! farisi tercemesi: anka avlanılmaz tuzağı topla! tuzağa giren, olur yalnız hava! allahü teala, her düşüncenin ötesindedir. o, ötelerin ötesi, ötelerin ötesidir. farisi tercemesi: hiç noksanı olmıyan çok uzakdır, ona yetişiriz sanmak tuhafdır! uzak demekle, arada perdeler var sanılmasın! çünki bütün perdeler aşılmış, hiç perde kalmamışdır. uzaklık, büyüklükdendir. anlaşılamaz. kavranılamaz. bulunamaz. allahü tealanın varlığı, her mahluka çok yakındır. anlamakdan, bulmakdan çok uzakdır. evet, seçilmişlerden çok az kimseyi, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat yanı sıra, büyüklük perdelerinin içine alırlar. onlara yapılan ihsanlar bilinemez. ey oğlum! bu işler, yalnız insanın sine olur. bu hey'et, on parçadan yapılmışdır. alemi halk ile, alemi emrin hepsinden meydana gelmişdir. bununla beraber, bu makamda, hepsinin başı, toprak maddeleridir. ondan ötesi, ancak yoklukdur denildi. çünki, dışarda ve ilmde olan varlıkların mertebeleri geçildikden sonra, bunların tersi olan adem hasıl olur. allahü tealanın kendisi, bu varlıkların ve ademin ötesidir. o makamda adem bulunmadığı gibi, varlıklar da yokdur. çünki, tersi adem olan bir vücud, zati ilahiye layık değildir. başka kelime bulunamadığı için, o mertebede vücud, ya'ni varlık dersek, tersi, karşılığı adem, ya'ni yokluk olmıyan vücud demekdir. bu fakir, bir mektubumda , demişdim. bunu, anlamıyarak yazmışdım. işin iç yüzüne varamamışdım. vahdeti vücud gibi birkaç bilgi de, böyle yazılmışdı. işin içyüzünü bildirdikleri zeman, başlangıcda ve yolda iken yazdıklarıma ve söylediklerime pişman oldum. tevbe ve istigfar eyledim. estagfirullah ve etubü ilallah min cemi'i ma kerihallah sübhanehu ve teala. buraya kadar olan açıklamadan anlaşıldı ki, peygamberlik dereceleri, çıkarken geçilmekdedir. peygamberlik yükselmelerinde, insan hakka doğrudur. çokları, vilayetde yükselirken, insan hakka doğrudur. nübüvvetde, mahluklara karşıdır. yükselirken, vilayet dereceleri, inerken peygamberlik dereceleri vardır demişlerdir. bunun için, evliyalığı, peygamberlikden daha yüksek sanmışlardır. evet, vilayetde de, nübüvvetde de, hem çıkış, hem de iniş vardır. her iki çıkışda da, insan hakka doğrudur. inişlerinde ise, mahluklara doğrudur. böyle olmakla birlikde, peygamberlikdeki inişde, insan bütün bütün mahluklara karşıdır. evliyalıkdaki inişde, bütün bütün mahluklara doğru değildir. batını hak ile, zahiri halk ile olur. çünki vilayet sahibi, ya'ni veli kaddesallahü teala sirrehül'aziz çıkış makamlarını bitirmeden, inişe başlamışdır. bunun için, gözü hep yukarıdadır. bütün varlığı ile halka bakamamakdadır. nübüvvet sahibi ise, yükselme makamlarının hepsini bitirip de indiği için, bütün varlığı ile insanları hak tealaya çağırmağa bakmakdadır. bunu iyi anla! bu şerefli bilgileri, şimdiye kadar, hiçbir kimse söylememişdir. yukarı çıkışda, toprak maddeleri, insanın bütün parçaları içinde, en yukarı yükseleni olduğu gibi, inişde de, en aşağı inerler. çünki bunların yaratıldığı yer, hepsinden daha aşağıdır. hepsinden daha aşağı indiği için, onun sahibinin da'veti, daha kuvvetli olur. o, herkesden daha çok faide verici olur. ey oğlum! bizim yolumuzda seyr kalbden başlar. kalb de, alemi emrdendir. bunun için, söze alemi emrden başlandı. başka tarikatlerde, önce nefsin tezkiyesinden, temizlenmesinden başlanır. cesedi temizlerler. bundan sonra, alemi emre sıra gelir. allahü tealanın dilediği kadar yükselirler. bunun içindir ki, başkalarının sonu, bu büyüklerin başında yerleşdirilmişdir. bu tarik, yolların en çok yaklaşdırıcısı olmuşdur. çünki bu seyrde, nefsin tezkiyesi ve cesedin temizlenmesi de birlikde olmakdadır. böylece, yol kısa olur. bunun içindir ki, bu büyükler, alemi halkın seyrini boşuna vakt geçirmek bilirler. hatta, zararlı, işi bozucu olduğunu anlamışlardır. çünki başka tarikatlerin salikleri, sıkıntılı riyazetler ve ağır mücahedelerle tezkiye yaparak, alemi halkın suretinin çöllerini geçdikden sonra, alemi emrin seyrine başlayınca ve kalbin çekilmesi ve ruhun lezzet alması hasıl olunca çok olur ki, bu çekilmeğe ve lezzete bağlanıp kalırlar. alemi emrin mekansız, maddesiz olması bunları aldatır. bu alemin nasıl olduğu anlaşılmaması karşısında, nasıl olduğu hiç anlaşılamıyan maksada, hedefe gitmeği unuturlar. bunun içindir ki, bir salik, demişdir. bir başkası, ayeti kerimedeki nın iç yüzü ve arşın üstündeki münezzeh mertebenin görünmesi, anlaşılması güc olan ma'rifetlerdir demişdir. halbuki, yukarıda bildirilenlerden anlaşıldı ki, münezzeh dedikleri o mertebe, mahluklar dairesindedir. hiçbirşeye benzemez görünür ise de, benzetilir. tenzih gibi görünen teşbihdir. bu yüksek yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehümül'aziz böyle değildirler. seyre, cezbe makamından başlarlar. lezzetlerin yardımı ile, ilerlerler. bu çekiliş ve lezzet bunlar için başkalarının riyazetleri ve mücahedeleri gibi olur. başkalarının kavuşmalarını bozan şeyler, bu büyüklerin kavuşmalarına yardımcı olurlar. alemi emrin mekansızlığını, maddesizliğini, mekanlı, maddeli bulur; tam mekansız olanı ararlar. o alemin anlaşılamazlığını anlaşılabilir bularak, hiç anlaşılamıyana yükselirler. bunun için de, başkaları gibi, vecde, hale aldanmazlar. bu yolun cevizine, cam parçalarına, çocuklar gibi bakmazlar. tesavvufcuların, yaldızlı boş sözleri ile öğünmezler. onların anladık sanarak söyledikleri ile iftihar etmezler. yalnız bir olanı isterler. ism ve sıfatları değil, yalnız zatı ararlar. yukarıda bildirilen yükselme, yaradılışda, tam uygun, muhammedi olanlar içindir. bunlar, alemi emrin, hem alemi sagirde olan, hem de alemi kebirde olan, beş cevherinin bütün derecelerine yükselebilirler. bunların aslları olan, allahü tealanın ismlerinin zılleri dairesinden de pay alırlar. bu zıllerin aslları olan ismlerin ve sıfatların makamında da seyr ederler. yaradılışda tam uygun dedim. çünki muhammedi olduğu halde, alemi emr latifelerinin sonuncusu olan hafinin derecelerine yükselen, fekat bu derecelerin hepsini geçemiyen, sonuna varamıyanlar, başında veya ortasında kalanlar çokdur. ahfayı bitiremeyince, bunun asllarını da, böylece bitiremez. işi sonuna götüremez. alemi emrin başka dört latifelerinde de böyle olur. yaradılışda, her bir mertebeye uygun olan kimse, o mertebenin sonuna kadar ilerler. bir mertebenin başında veya ortasında kalmak, noksan olmağı gösterir. sona kıl kadar bile varamamak, noksanlıkdır. farisi tercemesi: dostun ayrılığı az olsa da, az değildir. göz içinde yarım kıl olsa da çok görünür. bu noksanlık, aslların asllarında da kendini gösterir. aranılana kavuşmağı engeller. yukarıda yazılanlar, muhammedi yaradılışlı olanlar içindir demişdik. çünki, yaradılışda muhammedi olmıyanlardan birinin çıkacağı en yüksek derece, vilayet derecelerinin birincisi olur. birinci derece demek, kalb mertebesi demekdir. bir başkası, ikinci dereceye kadar yükselebilir. ikinci derece, ruh makamıdır. üçüncü bir kimse, üçüncü dereceye kadar çıkabilir. üçüncü derece, sır makamıdır. bir dördüncü kimse dördüncü dereceye kadar yükselebilir. dördüncü derece, hafi makamıdır. birinci derecede, allahü tealanın si tecelli eder. ikinci derecede si tecelli eder. üçüncü derecede, tecelli eder. dördüncü derece, selbi olan sıfatlara uygundur. tenzih ve takdis makamına uygundur. vilayetin her derecesi, ülül'azm bir peygamberin altındadır. vilayetin birinci derecesi, adem aleyhisselamın ala nebiyyina ve aleyhisselam altındadır. onun terbiye edicisi, tekvin sıfatıdır. insanların her işini, her hareketini bu sıfat yapar. ikinci derece, ibrahim aleyhisselamın altındadır. nuh aleyhisselam da, bu makamda ortakdır ala nebiyyina ve aleyhimessalevatü vetteslimat. bunların rabbi, ilm sıfatıdır. bu sıfat, nin en genişidir. üçüncü derece, musa aleyhisselamın ayağı altındadır. onun rabbi, şü'unların makamından, kelam şanıdır. dördüncü derece, isa aleyhisselamın ayağı altındadır ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam. onun rabbi, selb sıfatlarındandır, sübut sıfatlarından değildir. bu derece, takdis ve tenzih makamıdır. meleklerin çoğu, bu makamda, isa aleyhisselamla ortakdırlar. bu makamda büyük şan vardır. beşinci derece, peygamberlerin sonuncusunun ayağı altındadır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. onun rabbi, rablerin rabbidir ve sıfatları, şü'unları, takdisleri ve tenzihleri kendinde toplamakdadır. bütün yüksek derecelerin merkezidir. hepsinin üstünde olan bu rabbe, sıfatların ve şü'unların mertebesinde adını vermek uygun olur. çünki bu şan, bütün derecelerin üstündedir. bu bağlılık içindir ki, onun milleti, ibrahim aleyhisselamın milleti oldu. onun kıblesi, bu ümmete de kıble oldu. vilayet mertebelerinin üstünlüğü, derecelerin önde ve arkada olmalarına bağlı değildir. ahfa sahibinin daha üstün olması lazım gelmez. üstünlük, asla olan yakınlığa, uzaklığa ve zıl derecelerinin az veya çok konaklarını geçmeğe bağlıdır. kalb latifesinin sahibi olan bir veli, asla daha yakın olduğu için, o kadar yakın olmıyan ahfa sahibinden daha üstün olur. birinci derecede olan bir peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem vilayeti, sonuncu derecede olan bir velinin derecesinden elbette daha yüksekdir. latifelerin, kalbden ruha ve ruhdan sırra ve sırdan hafiye ve hafiden ahfaya doğru sülukü, yaradılışında muhammedi olanlar içindir. bu beş latifeyi sıra ile bitirerek, bunların asllarında da, bu sıra ile seyr eder. daha sonra, bu aslların da asllarında, bu sıra ile, seyrini bitirir. bu sıra ile olan yol, yolların en kıymetlisidir. çabuk kavuşdurur. ehadiyyete seyr edenler için, sıratı müstakimdir. başka vilayetlerde böyle değildir. onlarda, maksada kavuşmak için, her dereceden birer dar yol açılır. mesela, kalb makamından bir yol açarak, kalbin aslının aslı olan sıfati ef'ale gidilir. bunun gibi, ruh makamından sanki bir yol açılıp, sıfati zatiyyeye gidilir. allahü tealanın fi'lleri ve sıfatları, zatından ayrı değildirler. ayrılıkları varsa, zıllerde ayrılıkdır. bunun için, fi'llere ve sıfatlara vasıl olanlara, zati tealanın tecellilerinden de biraz hasıl olur. halbuki, ahfa sahiblerine, seyrleri bitince, bu tecelliler hasıl olmakdadır. bu tecellilerin aşağı ve yukarı derecelerde olmaları birbirlerine benzemez. kalb sahibinin tecellisi ile, ahfa sahibinin tecellisi müsavi olmaz. fekat, burasını yanlış anlamamalıdır. bu ayrılık, veliler arasında, birbiri ile olur. kalb sahibi ile ahfa sahibleri, kemale vasıl olduklarından sonra, kalb vilayetinin sahibi, ahfa vilayetinin sahibinin vilayetinden daha aşağıdır. fekat, veliler ile peygamberler arasında bu ayrılık yokdur. çünki, bir peygamberin ndan olan vilayeti, bir velinin ndan olan vilayetinden daha üstündür. o veli, ahfa derecelerinin sonuna varmış olsa da, o nebinin derecesine varamaz. bu velinin başı, her zeman, yine bu vilayetin sahibi olan bir peygamberin ayağı altındadır. saffati suresinin yüzyetmişbirinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayrılık, peygamberlerin birbiri arasında da vardır. yüksek derece sahibi, aşağı derece sahibinden daha yüksekdir. fekat, peygamberler arasında olan bu ayrılık da, alemi emr kemalatının dairesinin sonuna kadardır. bundan sonra, üstünlük, yüksekliğe ve alçaklığa bağlı olmaz. bu makamda, aşağı derece sahibi, yukarı derece sahibinden daha üstün olabilir. mesela, bu makamda, musa aleyhisselamla isa aleyhisselam arasında üstünlük farkı olduğunu görüyoruz. burada, musa aleyhisselam daha büyükdür ve daha şanlıdır. isa aleyhisselamda bu büyüklük ve böyle şan yokdur. bu mertebede üstünlük başka birşeye bağlıdır. bu derecelerin yukarı, aşağı olmasına bağlı değildir. bunu, daha ileride inşaallah geniş olarak bildireceğim. bunun gibi, ibrahim aleyhisselam ile, başka peygamberler arasında da, ka'benin hakikatine bağlı kemalatda ayrılık bulduk. ka'benin hakikati, insan ve melek hakikatlerinin hepsinden daha üstündür. ibrahim aleyhisselamın o makamda büyük şanı ve yüksek mertebesi vardır ki, muhammed aleyhisselamdan başka hiçbir peygamber, bu şana ve rütbeye yetişememişdir. bu çok yüksek makam allahü tealanın azamet ve kibriyalık perdelerinin göründüğü makamdır. bu makamın merkezinde bütün kemalat toplanmışdır. bu merkezin kemalatı, peygamberlerin sonuncusu içindir. bu makamın başka yerleri, ibrahim aleyhisselamındır. peygamberlerden ve evliyanın yükseklerinden bu makamda görünenler, bu ikisinin yanı sıra gelebilmiş olanlardır. belki bunun için olmalıdır ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, o merkezdeki topluluğun, açıklanmasını istiyerek, ibrahim aleyhisselama yapılan salevat ve berekat gibi, kendisine de salevat ve berekat okunmasını emr buyurmuşdur. bu fakire gösterdiler ki, bin sene geçdikden sonra, o topluluğun tafsili kendisine de verildi. arzusu kabul olundu. bundan dolayı ve bütün ni'metleri için, allahü tealaya hamd olsun! o yüksek makamın kemalatı, vilayetlerin kemalatının ve nübüvvet ve risaletin kemalatının üstündedir. nasıl yüksek olmasın ki, o makam, peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in ve meleklerin, kendisine karşı secde etdikleri şeyin hakikatidir. bu fakirin kitabında yazdığım; hakikati muhammedi, kendi makamından yükselerek, üstündeki, ka'benin hakikati makamına çıkar ve onunla birleşir. hakikati muhammedinin ismi, hakikati ahmedi olur demişdim. burada yazılı olan, ka'benin hakikati, bu hakikatin zıllerinden bir zıldir. ka'benin hakikati, görünmemiş olduğu için, bu zılli hakikat sanmışdım. böyle karışıklık, çok olmakdadır. birşeyin hakikati görünmediği zeman, zıl asl sanılmakda, hakikat diyerek adlandırılmakdadır. bunun içindir ki, bir makam, birkaç kerre görünmekdedir. çünki bu makamın çok görünmesi, zıllerinin görünmesidir. o makamın hakikati, en son görünenidir. bir görünüşün, son görünüş olduğu nasıl anlaşılır denirse, ondan önceki görünüşlerin zıl olduklarını anlamak, buna en güzel şahiddir. çünki bu bilgi, önceki görünüşler zemanında yokdu. her görünüş hakikat sanılıyordu. hiçbiri zıl bilinmiyordu. bu hakikatlerin birbirlerine niçin benzemedikleri bilinmediği halde, hiçbiri zıl olarak bilinmiyordu. ey oğlum rahmetullahi aleyh! yukarıda yazılı ma'rifetlerden anlaşıldı ki, alemi emrin kemalatı, başlangıcdır. alemi halkın kemalatına ulaşdıran merdiven gibidir. alemi emrin kemalatında hep zıl bulunur. vilayet makamlarında ele geçer. alemi halkın kemalatında zıl bulunmaz. nübüvvet makamlarında ele geçer. zıl, dünyada görünenlerde bulunur. görülüyor ki, tarikat ve hakikat, vilayetde olur ve islamiyyetin yardımcılarıdır. islamiyyet, nübüvvet mertebesinde olur. vilayet, nübüvvete kavuşduran köprü gibidir. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, nakşibendiyye büyüklerinin seçdikleri yolda, seyre alemi emrden başlanarak, aşağı olan alemi emrden, yukarı olan alemi halka çıkılmakdadır. bunun için, en uygun, en iyi yoldur. yukarıdan aşağı olan başka seyrlerde, ne kazanılır? bu inceliği herkese bildirmediler. başkaları görünüşe bakarak, alemi halkı aşağı sandı. bu aşağıdan yukarı çıkmağı, yükselmek bildiler. işin doğrusunun böyle olmadığını anlamadılar. aşağı sandıkları, hakikatde yükseklikdir. yüksek gördükleri de aşağıdır. evet, alemi halk, dairenin sonu olduğundan, aslların aslı olan birinci noktanın yanında bulunmakdadır. başka hiçbir nokta, böyle yakın değildir. farisi mısra' tercemesi: afva kavuşan, günahkarlardır bu bilgiler, ancak nübüvvet aynasından görülür. vilayet sahiblerinden, bu ma'rifete kavuşanlar pekazdır. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat seyre alemi emrden başlamışlardır. hakikatdan islamiyyete gelmişlerdir. seyrleri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat seyrlerine benziyen evliyanın büyüklerinin kaddesallahü teala esrarehümül'aziz seyrleri, islamiyyetin suretinden, görünüşünden başlar. yolun ortasında, tarikat ve hakikat vardır. bu ikisi, vilayetde olur ve alemi emre bağlıdır. yolun sonunda, islamiyyetin hakikatine, özüne varırlar ki, peygamberliğin meyvesidir. görülüyor ki, tarikatin ve hakikatin hasıl olması, islamiyyetin hakikatinin hasıl olması için başlangıcdır. bunun için, evliyanın büyüklerinin başlangıcı hakikatdir. her ikisinin sonu, islamiyyetdir. sözü yanlışdır. bu söz ile, evliyanın başlangıcı ve peygamberlerin sonu, islamiyyet demek istemişler ise de, işin özünü anlamadıkları için, bu yaldızlı sözü söylemişlerdir. bu sözümüzü başka kimse söylememiş, hatta çokları, bunun tersini söylemişdir. çünki, anlaşılması pek güçdür. fekat, insaflı bir kimse, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat büyüklüğünü düşünürse ve islamiyyetin kıymetini anlarsa, bu derin inceliği belki kabul eder. bunu kabul etmesi, imanının artmasına sebeb olur. ey oğlum, iyi dinle! peygamberler yalnız alemi halkın ibadet etmesini istemişlerdir. hadisi şerifi bunu göstermekdedir. kalb alemi halka çok yakın olduğu için, kalbin tasdikını da istemişlerdir. alemi emrin öteki dört latifesinin sözünü etmemişlerdir. bunları hesaba katmamışlardır. doğrusu da budur. çünki, cennet ni'metleri, cehennemdeki azablar ve allahü tealayı görmek ni'meti ve buna kavuşamamak felaketi hep alemi halka olacakdır. alemi emrin bunlarla ilgisi yokdur. bundan başka, farz, vacib ve sünnet ile ibadetler, alemi halkdan olan cesed ile yapılmakdadır. ibadetlerden, alemi emr ile ilgili olanı, nafilelerdir. ibadetlerin sevablarının mikdarı, ibadetin mikdarı ile ölçülür. bunun için, farzlardan hasıl olan yakınlık, alemi halkın yaklaşmasıdır. nafileler de, alemi emrin yaklaşmasına sebeb olur. elbette nafilenin kıymeti, farzın kıymeti yanında hiç gibidir. okyanus yanında, bir damla kadar bile değildir. nafilenin kıymeti, sünnetin yanında bile böyledir. sünnet de, farzın yanında, okyanus yanındaki bir damla su gibidir. bu ikisinin yaklaşdırması arasındaki büyük farkı, buradan anlamalıdır. alemi halkın, alemi emrden üstünlüğünü, bu farkdan ölçmelidir. çok kimseler, bu inceliği bilmedikleri için, farzları bırakıp, nafilelerin yayılmasına çalışıyorlar. cahil sfiler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakda gevşek davranıyorlar. kırk gün çile çekmeği ve riyazetler yapmağı beğeniyor, cum'a namazına ve cema'ate gitmiyorlar. halbuki, bir farz namazı cema'at ile kılmak, onların binlerle, kırk günlük çilelerinden daha faideli olduğunu bilmiyorlar. evet, islamiyyetin edeblerini gözetmek şartı ile, zikr ve fikr çok faideli ve pek kıymetlidir. cahil hocalar da, nafilelerin yayılmasına çalışıyor, farzların yapılmasına aldırış etmiyor, terk edilmesine sebeb oluyorlar. mesela, aşure namazının, resulullahdan aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber verildiği iyi bilinmiyor. bunu cema'at ile ve ehemmiyyet vererek kılıyorlar. halbuki, nafile namazı cema'at ile kılmanın mekruh olduğunu fıkh kitablarında okuyorlar. farzları kılmakda gevşek davranıyorlar. farzları müstehab olan zemanlarında kılanları pekazdır. vaktinde bile kılmıyorlar. farzları cema'at ile kılmağa ehemmiyyet vermiyorlar. bir iki kişiden fazla cema'at toplandığı az görülüyor. çok zeman da yalnız kılıyorlar. din adamları böyle olursa, başkalarının nasıl yapdıklarını artık düşünmelidir. bu kötü hallerden dolayı, müslimanlık za'iflemeğe başladı. böyle işlerin zulmeti ile, günahlar, bid'atler çoğaldı. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim, kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana! nafile ibadetleri yapmak, insanı zıllere kavuşdurur. farzları yapmak ise, asla ulaşdırır. ancak, farzları temamlıyan nafileler , asla kavuşdurmağa yardım ederler. farzlardan sayılırlar. işte, farzları yapmak, alemi halka uygun oldu ki, asla götürür. bütün farzlar asla yaklaşdırırlar ise de, farzların en üstünü, en yükseği namazdır. ve hadisi şerifleri bunu haber vermekdedir. hadisi şerifinde bildirilen, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin en kıymetli zemanları, bu fakire göre, namazdaki zemanıdır. günahları örten namazdır. insanı kötü, çirkin şeyleri yapmakdan koruyan, namazdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurarak, rahatlandırılmak istediği şey namazdır. dinin direği, namazdır. müslimanlık ile, kafirliği birbirinden ayıran namazdır. yine sözümüze gelelim. alemi halkın, alemi emrden daha üstün olduğunu açıklıyalım: alemi emr, bu dünyada nasibine kavuşmakdadır. müşahede, rü'yet hasıl etmekdedir. yarın, cennet ni'metleri, alemi halka olacakdır. nasıl olduğu anlaşılamıyan tam rü'yet ona nasib olacakdır. , zılli görmekdir. kıyametde, allahü tealanın kendi görülecekdir. müşahede ile rü'yet arasında ve zıl ile asl arasında ne kadar ayrılık varsa, alemi emr ile alemi halk arasında da o kadar fark vardır. , vilayetde olur. ise nübüvvetdedir ve peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla şereflenenlere, onlara uydukları için nasib olur. vilayet ile nübüvvet arasındaki farkı, buradan da anlamalıdır. tenbih: alemi emr ile bağlılığı daha çok olan bir arif, vilayetin derecelerine daha çok kavuşur. alemi halk ile ilgisi daha çok olan da, nübüvvetin derecelerine daha çok kavuşur. bunun içindir ki, isa aleyhisselam, vilayetde daha ileri gitmişdir. musa aleyhisselam da, nübüvvetde daha ileri gitmişdir. çünki isa aleyhisselamda, alemi emr kuvvetlidir. bunun için, melekler gibi oldu. musa aleyhisselamda, alemi halk kuvvetli olduğu için müşahede ile doymayıp, rü'yeti istedi. bu mektubun başında, peygamberlerin, peygamberlik derecelerindeki ayrılıklarının sebebini, ileride bildireceğiz demişdik. işte, şimdi anlaşılmış oldu. latifelerinin aşağı veya yüksek olması, burada sebeb olmamışdır. latifelerin aşağı veya yukarı olması, vilayetde te'sirli olur. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bildirir. ey oğlum rahmetullahi aleyh! peygamberlik bilgileri, dinlerdir ve dinlerle bildirilen hükmlerdir. bunlar, daha çok insanın bedeni ile ilgili bilgilerdir. peygamberlerin de aleyhimüssalevatü vetteslimat alemi halk ile ilgileri daha çok olduğu için, peygamberliği, insanları çağırmak için, aşağı inmekdir sanmışlardır. vilayetde olan derecelere yükseldikden sonra inmekdir demişlerdir. yükselmenin sonu ve yakınlığın çokluğu, bu inmekde olduğunu anlamamışlardır. vilayetin yüksek derecelerindeki yakınlık, bu yakınlığın zıllerinden bir zılle olan yakınlıkdır. bu yakınlık, görünüşde uzaklık sanılmakdadır. vilayetde olan yükselme, buradaki yükselmenin görüntülerinden biridir. buradaki yükselme, görünüşde, iniş sanılmakdadır. mesela, dairenin merkezi, çevresinden en uzak olan noktadır. halbuki, dairenin hiçbir noktası, çevreye, merkezinden daha yakın değildir. çünki çevre, merkezin genişlenmiş, açıklanmış halidir. çevrenin ta'rifi bile, merkez noktasının yardımı ile yapılır. çevrenin çizilebilmesi için, pergelin ayağını merkeze koymak lazım gelir. merkez olmazsa, çevre olamaz. bu bağlılık, merkezden başka, hiçbir noktada yokdur. görünüşe bakan cahiller, bu yakınlığı anlıyamazlar. merkez, çevreye en uzak noktadır derler. merkezin en yakın olduğunu söyliyene cahil ve ahmak derler. vilayeti kübra derecesinde, şerhi sadr olunca, nefsi mutmeinne, makamından yükselerek, göğüs makamına çıkar. buraya yerleşir. böylece, yakınlığın sonuna ulaşmış olur. vilayeti kübra mertebesinin yükselmesindeki makamların en üstünü, işte bu dır. bu makama yükselenin görüşü keskin olur ve gizli şeyleri görür. evet, en yükseğe çıkan, en uzağı görür. nefsi mutmeinne, makamına oturdukdan sonra, akl da, yerinden çıkarak, nefsin yanına gider ve ismini alır. her ikisi birleşerek, çalışmağa başlarlar. ey oğlum rahmetullahi aleyh! bu mutmeinne, islamiyyete karşı gelemez. baş kaldıramaz. bütün varlığı ile, rabbine dönmüşdür. ona tutulmuşdur. onun rızasını kazanmakdan başka, hiçbir düşüncesi yokdur. ona ita'at ve ibadet etmekden başka bir düşüncesi yokdur. önce, mahlukların en kötüsü olan nefsi emmare, şimdi itminan kazanmış ve allahü tealayı razı ederek, alemi emrin latifelerinden üstün olmuşdur. arkadaşlarının şefi olmuşdur. evet, muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, buyurmuşdur. bundan sonra, insanda islamiyyete uymamak, başkaldırmak gibi şeyler görülürse, bunlar cesedi meydana getiren maddelerden hasıl olur. gadab, şehvet, hırs gibi aşağı düşünceler bu maddelerden ileri gelmekdedir. birşeye düşkün olmak, cimrilik, bayağı işler hep onlardan doğmakdadır. hayvanlarda nefsi emmare yokdur. halbuki bu kötülükler, hayvanlarda daha çok vardır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurduğunda, cihadı ekber olarak, çok kimselerin dediği gibi nefsle cihadı değil, belki cesed ile cihadı bildirmişdir. çünki nefsleri itminana kavuşmuş, rablerinden razı olmuş, rableri de o mubarek nefslerden razı olmuşdur. bu nefsler islamiyyetden ayrılamaz. rablerine karşı baş kaldıramazlar. cesedi meydana getiren maddelerin islamiyyete uymuyor görünen arzuları ve baş kaldırmaları, daha iyisini yapmağı istememeleridir. izn verilen şeyleri yapmalarıdır. azimeti ya'ni en iyisini terk etmeleridir. yoksa, haram işlemeği ve farzları, vacibleri terk etmeği istemezler. ey oğlum rahmetullahi aleyh! toprak maddeleri, nefsi mutmeinneden daha yukarı derecelere yükselirse de, nefsi mutmeinne, vilayet makamı ile ilgili olduğu için, alemi emrden olmuşdur. sekr sahibidir . herşeyi unutacak makamdadır. bunun için, nefsde islamiyyetden ayrılacak takat kalmamışdır. toprak maddeleri ise, peygamberlik makamı ile ilgili olduklarından, şü'ur, uyanıklıkları daha çokdur. bunun için islamiyyetden ayrılık gibi şeyler, bunlarda bulunur. böyle olmalarının faideleri vardır. peygamberlik makamı, peygamberlerin sonuncusu ile sona ermişdir aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. fekat, bu makamın derecelerine, ümmetinden ona çok uyanları kavuşurlar. bu olgunluklar, yüksek dereceler, eshabı kiramda çokdur. tabi'in ve tebei tabi'inden çokaz kimseye de nasib olmuşdur. onlardan sonra örtülü kalmışdır. bunun yerine, zıl ile olan vilayet dereceleri çok görülmüşdür. bununla beraber, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene geçdikden sonra, nübüvvet makamının derecelerinin yeniden meydana çıkması umulur. asla bağlı makam ve dereceler, yine yayılır. zıl ile olanlar gizlenirler. hazreti mehdi aleyhirrıdvan, asla bağlı olan bu yüksek yolu, zahir ve batın ile yayar. ey oğlum! resulullaha aleyhi ve ala alihissalatü vesselam tam uyan bir kimse, ona uymakla, nübüvvet derecelerini bitirince, mansab, makam ehlinden ise, verilir. vilayeti kübra derecelerini bitirene, nı verirler. zıl derecelerinde, imamet makamına uygun olan, dır. hilafet makamına uygun olan da, dır. aşağıda bulunan bu iki makam, sanki, yukarıda olan o iki makamın zılli gibidirler. muhyiddini arabi hazretlerine göre, gavs, kutbi medar demekdir. ayrıca bir yokdur demişdir. bu fakirin inandığına göre , kutbi medardan başkadır. kutb, işlerinin birçoğunda, gavsdan yardım ister. ebdalin makamlarına getirilmesinde, gavsin de te'siri vardır. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü tealanın ihsanları pekçokdur. ek: peygamberlik makamına uygun olan ve peygamberliğin vilayetine uygun olan ilmler ve ma'rifetler, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdikleri dinlerdir. peygamberlerin dereceleri ayrı ayrı olduğu için, dinler de, birbirlerinden ayrı olmuşdur. evliyanın, vilayet makamına uygun olan ma'rifetler ve tevhidi, ittihadı bildiren ilmler ve ihata, sereyan haberleri ve yakınlık, beraberlik ve aynalık ve görüntülük ve şühud ve müşahede sözleri ise tesavvufcuların şathıyatı, hikayeleridir. kısacası, peygamberlerin ilmleri, ma'rifetleri, kitab ile sünnetdir. evliyanın ma'rifetleri ise, ile dir. farisi mısra' tercemesi: gülbağçemi gör de, beharımı anla! evliyanın vilayeti, allahü tealaya yaklaşdırır. peygamberlerin vilayeti, allahü tealanın çok yakın olduğunu gösterir. evliyanın vilayeti, şühud hasıl eder. peygamberlerin vilayeti, anlaşılamıyan şeylere kavuşdurur. evliyanın vilayeti, allahü tealanın pek yakın olduğunu anlıyamaz. buradaki cahilliğin ne demek olduğunu bilemez. peygamberlerin vilayeti, çok yakın olduğu halde, yakınlığı uzaklık bilir. şühudü, görememek sayar. farisi mısra' tercemesi: eğer söylersem, sonu gelmez! ey oğlum rahmetullahi teala aleyh! nübüvvetin kemalatı, ya'ni yüksek dereceleri ve bunun vilayetden üstün olduğu ve üç vilayet, ya'ni, vilayeti sugra ve vilayeti kübra ve vilayeti ulya arasındaki farklar ve herbir vilayetin ayrı ayrı ma'rifetleri ve herbirine uygun olan yerler anlatılırken, söz çok uzadı. çok şeyler ve tekrar tekrar yazıldı. böylece, bu pek şaşırtıcı, yadırgayıcı bilgilerin anlaşılması kolaylaşdırılmış oldu. okuyucular, inanmamak tehlükesinden kurtarıldı. bu bilgiler, keşf yolu ile ve zaruri anlaşılan şeylerdir. fikryorarak ve teori kurarak elde edilmiş değildirler. yapılan açıklamalar, cahillerin kolay anlıyabilmeleri içindir. belki de ilm adamlarının, zeki kimselerin kavrıyabilmelerini kolaylaşdırmak içindir. allahü tealanın bu fakire rahmetullahi teala aleyh bildirmiş olduğu tesavvuf yolu, işte anlaşılmış oldu. başından sonuna kadar bildirildi. bu yolun ana caddesi sıddikıyye yoludur. bu yolda, nihayet, bidayetde yerleşdirilmişdir. bu caddede konak yerleri yapılmışdır. bu cadde olmasaydı, o kadar ileri gidilemezdi. elimize geçen bu leziz meyvenin tohumu, buhara ve semerkanddan getirildi. hindistan toprağına ekildi. bu toprak, medine ve mekke bağçelerinden alınmışdır. senelerce, fadl suyu ile sulandı. ihsan ile terbiye olundu. böylece yetişerek, bu ilm ve ma'rifet meyveleri hasıl oldu. bize bu doğru yolu ihsan eden, allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bizi doğru yola kavuşdurmasaydı, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir. bu yüksek yola süluk etmek, girip ilerlemek, yol gösteren rehberi kaddesallahü teala sirrehül'aziz sevmeğe bağlıdır. o, ile, ya'ni çekilerek, bu yoldan geçirilmişdir. kuvvetle çekilerek, bu kemalata kavuşdurulmuşdur. onun bakışları, kalb hastalıklarına şifadır. onun teveccühü, ya'ni sevgisine kavuşmak, ma'nevi hastalıkları giderir. böyle kemal sahibi bir zat, zemanının imamıdır. asrının halifesidir. kutblar ve büdela onun bulunduğu makamın zıllerine kavuşmak için can verirler. evtad ve nüceba, onun kemalatı denizinden bir damlası ile doyarlar. onun hidayetinin ve irşadının nuru, güneş ışıkları gibi, o istese de, istemese de, herkese gelmekdedir. fekat, istediklerine daha çok gönderir. fekat, onun istemesi de, kendi elinde değildir. çok olur ki, birşeyi yapmak isteğinde bulunur. fekat, içinden o istek gelmez. onun nuru ile aydınlanarak, doğru yolu bulanların ve onun istemesi ile yükselenlerin, bu kazançlarını bilmeleri lazım gelmez. çok olur ki, uydukları şeyhin kemalatına kavuşdukları ve herkese yol gösterdikleri zeman bile, kendi hidayet ve rüşdlerini de, olduğu gibi anlıyamazlar. çünki, herkese ilm vermezler ve makamları birer birer geçmenin ma'rifetini herkese ihsan etmezler. evet, kavuşduran yollardan birinin önderliği kendisine verilmiş olan bir zatın ilm sahibi olması, elbette lazımdır. bunun, yolun inceliklerini bilmesi şartdır. bu bildiği için, yolcuların da bilmesine lüzum görülmemişdir. onlar, bunun önderliği ile kemale kavuşurlar ve başkalarının kavuşmalarına da yardım ederler. fena ve beka ile şereflendirirler. farisi mısra' tercemesi: herkesin işini bitirmek için, birini seçer. bu yolda yetişmek ve başkalarını yetişdirmek aks ile, uzakdan te'sir ederek olur. talib, yol gösteren rehberine kaddesallahü teala sirrehül'aziz karşı kalbindeki muhabbet bağı ile, her an onun gibi olmakdadır. ondan aks eden, yayılan nurlar ile temizlenir. bunları anlamasına lüzum yokdur. nurları saçan da, alan da bilmez. güneş ışınları karşısında, her an olgunlaşan, tatlılaşan karpuzun, bu değişikliğini bilmesine ne lüzum vardır? güneş de, karpuzu olgunlaşdırdığını bilmez. evet, başka yollarda çabalayarak ilerliyenlerin, bunu bilmesi lazımdır. eshabı kiramın yolu olan bizim yolumuzda, ilerlemeği ve çekip götürmeği bilmek hiç lazım değildir. bununla beraber, bu yolun sürücüsü gibi olan önderi, derin ilm ve çok ma'rifet sahibidir. bunun içindir ki, bu yüksek yolda, diriler ve ölüler, büyükler ve çocuklar, gençler ve ihtiyarlar, kavuşmakda müsavidirler. hepsi, sevgi bağları ile veya o ni'met sahibinin kalbi ile çekmesi ile, isteklerinin sonuna varırlar. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sona varmış olanın bilgisi olmaz ise de, harikalar, kerametler gösterir. çok olur ki bunların hasıl olması, kendi isteği ile değildir. çoğundan haberi bile olmaz. herkes, onun rahmetullahi teala aleyh kerametlerini görür. onun ise haberi yokdur. sona ermiş olanda ilm yokdur demek, hiçbir halini bilmez demek değildir. her birini ayrı ayrı inceden inceye bilmez demekdir. bunu yukarıda kısaca bildirmişdik. onun hidayet nuru, müridlerine vasıtasız olarak veya bir, yahud birkaç vasıta ile, onun yoluna bağlı kaldıkları müddetçe akar. onun yolunu değişdirerek, bozarak kirletirlerse , feyz kesilir. ra'd suresinin onikinci ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. ne kadar çok şaşılır ki, tarikatcılar yapdıkları değişiklikleri, reformları, bu yolu düzeltmek, olgunlaşdırmak sanıyorlar. noksanlarını temamlıyoruz diyorlar. bilmiyorlar ki, temamlamak ve olgunlaşdırmak, her cahilin yapacağı iş değildir. birşey eklemek, her ahmağa yakışacak şey değildir. farisi tercemesi: kıldan ince ma'nalar var, kulağını eyle yakın! her kürside nutk çekeni, birşey bilir sanma sakın! sünnetlerin nurunu, bid'atlerin zulmetleri ile örtdüler. resulullahın milletinin parlaklığını ala masdarihessalatü vesselamü vettehıyye yeni yeni işlerin kirleri ile söndürdüler. daha da çok şaşılır ki, birçokları, bu yenilikleri, bu reformları, güzel görüyorlar. bid'atlere adını takıyorlar. bu bid'atlerle, dini yükseltiyoruz, islamiyyetin noksanlarını temamlıyoruz diyorlar. herkesin bu bid'atleri yapmasını körüklüyorlar. allahü teala bunları doğru yola getirsin! bilmiyorlar ki, din bu bid'atlerden önce kamil olmuşdu. allahü tealanın ni'meti temam olmuşdu. allahü teala, bu dinden razı olmuşdu. maide suresinin üçüncüayetinde mealen, bugün dininizi sizin için ikmal eyledim. üzerinize olan ni'metimi temamladım ve size din olarak islamiyyeti vermekle razı oldum buyuruldu. dinin olgunlaşmasını, bu bid'atlerden, bu reformlardan beklemek, bu ayeti kerimeye inanmamak olur. farisi tercemesi: az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana! ictihad derecesinde olan yüksek alimler, dinin hükmlerini açığa çıkarmışlardır. dinden olmıyan şeyleri meydana çıkarmış değillerdir. görülüyor ki, ictihad yolu ile bildirilen hükmler, sonradan meydana çıkarılmamışlardır. dinden olan, dinin temeli olan şeylerdir. çünki, din bilgilerinin temelleri dörtdür. dördüncüsü, kıyas ya'ni ictihaddır. ey oğlum! kutbi irşadın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili ma'rifetler, risalesinde, babında yazılmışdı. sırası gelmiş iken, faideli olan bu ma'rifeti de, buraya yazıyorum. orada yazılı olan ile karşılaşdırınız! kutbi irşad, kemalatı ferdiyyeye de malikdir. çokaz bulunur. asrlardan, çok uzun zeman sonra, böyle bir cevher dünyaya gelir. kararmış olan alem, onun gelmesi ile aydınlanır. onun irşadının ve hidayetinin nurları, bütün dünyaya yayılır. yer küresinin ortasından ta arşa kadar, herkese rüşd, hidayet, iman ve ma'rifet onun yolu ile gelir. herkes, ondan feyz alır. arada o olmadan, kimse bu ni'mete kavuşamaz. onun hidayetinin nurları, bir okyanus gibi, bütün dünyayı sarmışdır. o derya, sanki buz tutmuşdur. hiç dalgalanmaz. o büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yahud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. bu yoldan, sevgisi ve ihlasına göre, o deryadan kalbi feyz alır. bunun gibi bir kimse, allahü tealayı zikr ederse ve bu zatı hiç düşünmezse, mesela onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. fekat, birinci feyz daha fazla olur. bir kimse, o büyük zatı inkar eder, beğenmezse, yahud o büyük zat, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, allahü tealayı zikr etse bile, rüşd ve hidayete kavuşamaz. ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. o zat kaddesallahü teala sirrehül'aziz bu kimsenin zararını istemese bile, hidayete kavuşamaz. rüşd ve hidayet, var görünür ise de yokdur. faidesi çok azdır. o zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve allahü tealayı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar. mektub burada temam oldu. farisi tercemesi: susdum artık, zekilere bu yeter, çok bağırdım, dinleyen varsa eğer. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! o, rahmandır ve rahimdir. onun resulü muhammed aleyhisselama ve aline ve eshabına sonsuz salat ve selam olsun! gel aldanma bu dünyaya, sonu viran olur, birgün, senin bu sürdüğün demler, elbet yalan olur, birgün. ikiyüzaltmışbirinci mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'man kuddise sirruh hazretlerine yazılmışdır. namazın kıymetini ve namaza mahsus kemalatı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ederim. onun sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama, salatü selam eder ve sizlere düa eylerim. sevgili kardeşim! allahü teala seni hakiki rütbelere yükseltsin! bilmelisin ki, namaz, islamın beş şartından, dinin beş esasından ikincisidir. bütün ibadetleri kendisinde toplamışdır. islamın beşde bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, müslimanlık demek olmuşdur. insanı allahü tealanın sevgisine kavuşduracak işlerin birincisi olmuşdur. alemlerin efendisi ve peygamberlerin aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam en üstünü olana mi'rac gecesi, cennetde nasib olan rü'yet şerefi, dünyaya indikden sonra, dünyanın haline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuşdur. bunun içindir ki, buyurmuşdur. bir hadisi şerifde, buyurmuşdur. onun yolunda, tam izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmakdadır. evet, bu dünyada allahü tealayı görmek mümkin değildir. dünya buna elverişli değildir. fekat, ona tabi' olan büyüklere, namaz kılarken rü'yetden birşeyler nasib olmakdadır. namaz kılmağı emr buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? aşıklar, ma'şuku nasıl bulurdu? namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. namaz, hastaların, rahat vericisidir. ruhun gıdası namazdır. kalbin şifası namazdır. hadisi şerif, bunu göstermekde, hadisi şerifi, bu arzuya işaret etmekdedir. zevkler, vecdler, bilgiler, ma'rifetler ve makamlar, nurlar ve renkler, kalbdeki telvinler ve temkinler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecelliler, sıfatlı ve sıfatsız zuhurlardan hangisi, namaz dışında hasıl olursa ve namazın hakikatinden birşey anlaşılamazsa, bu hasıl olanlar, hep zılden, aksden ve suretden meydana gelmişdir. belki de, vehm ve hayalden başka birşey değildir. namazın hakikatini anlamış olan bir kamil, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp ahıret hayatına girer ve ahırete mahsus olan ni'metlerden birşeylere kavuşur. araya aks, hayal karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. çünki, dünyadaki bütün kemalat, ni'metler zılden, suret ve görünüşden hasıl olmakdadır. zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hasıl olmak, ahırete mahsusdur. dünyada asldan alabilmek için, mi'rac lazımdır. bu mi'rac, mü'minin namazıdır. bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsusdur. peygamberlerine tabi' olmak sayesinde, buna kavuşurlar. çünki, bunların peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi dünyadan çıkıp ahırete gitdi. cennete girdi ve rü'yet devleti ile şereflendi. ya rabbi! sen o büyük peygambere sallallahü aleyhi ve sellem bizim tarafımızdan, onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsan eyle! bütün peygamberlere de ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, seni tanımağa ve rızana kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir. tesavvuf yolunda bulunanların birçoğu kendilerine namazın hakikati bildirilmediği ve ona mahsus kemalat tanıtılmadığı için, derdlerinin ilacını başka şeylerde aradı. maksadlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. hatta bunlardan ba'zısı, namazı bu yolun dışında, maksadla ilgisiz sandı. orucu namazdan üstün bildi. kitabının sahibi dedi ki: oruc, yiyip içmeği bırakmak olduğu için, allahü tealanın sıfatları ile sıfatlanmak, ona yaklaşmakdır. namaz ise, başkalaşmak, uzaklaşmak, ibadet edici ve ibadet edilen ayrılığını kurmakdır. bu söz de, görüldüğü gibi, tevhidi vücudi mes'elesinden doğmakdadır. bu mes'ele ise, aşkı ilahi serhoşluğunun bir tezahürüdür. namazın hakikatini anlıyamıyanlardan birçoğu da, ızdırablarını teskin ve ruhlarını ferahlandırmağı, sima' ve nağmede, ya'ni musikide, vecde gelmekde, kendinden geçmekde aradı. maksadı, ma'şuku, musiki perdelerinin arkasında sandı. bunun için raksa, dansa sarıldılar. halbuki, hadisi şerifini işitmişlerdi. evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. birşeyin aşkı, aşıkı sağır eder ve kör eder. bunlara eğer namazın kemalatından birşey tatdırılmış olsaydı, sima' ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeği hatırlarına bile getirmezlerdi. farisi mısra' tercemesi: doğru yolu göremeyince, çöle sapdılar. ey kardeşim! namaz ile musiki arasında ne kadar uzaklık varsa, namazdan hasıl olan kemalat ile musikiden hasıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzakdır. aklı olan, bu kadar işaretden çok şey anlar! bu, öyle bir üstünlükdür ki, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem bin sene sonra meydana çıkıyor. öyle bir sondur ki, baştarafa benzemekdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat belki de bunun için, buyurdu da, buyurmadı. demek ki, sonra gelenlerin öndekilere daha çok benzediğini görerek, şübhelendi de, böyle buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: bu ümmetin en faidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. ikisinin arası bulanıkdır buyurdu. evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, başdakilere çok benziyenler olacakdır. fekat, adedleri azdır. hatta pekazdır. ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdarları çokdur. hem de pekçokdur. fekat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da artdırmış, öndekilere daha yaklaşdırmışdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat buyurdu ki, islam dini garib başladı. sonu da böyle garib olacakdır. bu gariblere müjdeler olsun!. bu ümmetin sonu, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bin sene sonra, ya'ni ikinci bin ile başlamışdır. çünki bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyada kuvvetli tebeddül olur. allahü teala, bu dini kıyamete kadar değişdirmiyeceği, için, ilk zemanda gelenlerin tazelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekde ve böylece ikinci bin başında islamiyyetini kuvvetlendirmekdedir. bu sözümüzü isbat etmek için, kuvvetli şahid olarak, isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam ile hazreti mehdiyi rahmetullahi teala aleyh gösteririz. farisi tercemesi: ruhul kudsün feyzine eğer kavuşursan, mesihin yapdıkları senden de meydana gelir. ey kardeşim! bugün bu sözler, çok kimselere ağır gelir. akllarına uygun gelmez. fekat bilgileri, ma'rifetleri insaf ile ölçerlerse ve islamiyyetle karşılaşdırırlarsa, islamiyyete hangisinin daha çok ta'zim ve hurmet etdiğini görüp kabul ederler. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, bütün kitablarımda ve mektublarımda tarikatin ve hakikatin, islamiyyete hizmet etdiklerini ve peygamberliğin evliyalıkdan yüksek olduğunu, bir peygamberin vilayetinin bile, kendi nübüvvetinden aşağı olduğunu yazdım. vilayet derecelerinin, peygamberlik kemalatı yanında hiç olduğunu, büyük bir denize nazaran, bir damla kadar bile edemiyeceğini ve bunun gibi daha birçok şeyler bildirdim. hele oğluma gönderdiğim mektubda, tesavvufu nasıl anlatdığımı görürlerse, insafa gelirler. bunları söylemekden maksadım, cenabı hakkın ni'metini göstermek ve gençleri teşvik içindir. yoksa haşa ki, kendimi başkalarından üstün göstermek için değildir. kendini frenk kafirlerinden daha üstün bilen bir kimsenin allahü tealayı tanıması haramdır. ya, din büyüklerinden üstün görenin hali ne olur? farisi beytler tercemesi: beni sultan tutup kaldırsa toprakdan, yakışır başımı yüksek görsem göklerden. ben o toprağım ki, nisan bulutu, acıyıp üzerime serper bereketli yağmuru. yüzlerle dile malik olsa, eğer vücudüm, lutfünün şükrünü, nasıl yapabilirim? bu mektubu okuyunca, içinizde namazın hakikatini öğrenmek ve ona mahsus kemalatdan birkaçına kavuşmak arzusu uyanır ve bu arzu, sizi rahatsız edecek kadar çoğalırsa, istihareler yapdıkdan sonra, bu tarafa gelip ömrünüzün bir parçasını da namazı öğrenmek için harc ediniz! insanlara doğru yolu, se'adeti ebediyye caddesini gösteren ancak allahü tealadır. doğru yolda yürüyenlere ve muhammed mustafaya aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat tabi' olmakla şereflenen bahtiyarlara, allahü teala selamet versin! ikiyüzaltmışikinci mektub bu mektub, mevlana muhib aliye yazılmışdır. bu yolun bağlıyan bağı, muhabbet olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği insanlara selam olsun! lutf edip yazmış olduğunuz mektub gelerek, bizleri sevindirdi. çok sevdiğinizi ve ihlasınızı bildirdiği için rahatlık verdi. eski günleri anlatıyorsunuz. yavrum! islamiyyete uygun hallerden hangisi üzerinde olursanız olunuz, hiç sıkılmayınız. ancak, bu sevgi bağının da kopmaması lazımdır. hatta muhabbet, hergün artmalıdır. bu ateş sönmemeli, soğumamalıdır. her an alevlenmelidir. çünki bizleri bağlıyan bağ, dir. bu yolun feyzi, ile, kalbden kalbe akarak ulaşır. bu akışda, yakınlık uzaklık farkı yokdur. ancak, feyzin hızlı veya yavaş olmasına ve bu yolun inceliklerini öğrenmeğe te'sir eder. bu noktayı, kıymetli oğluma, tarikati anlatan uzun mektubun mektubun sonunda açıklamışdım. oradan isteyiniz. o mektubun bir suretini, kardeşim seyyid mir muhammed nu'manın arkadaşları da götürdü. onlardan da isteyiniz! daha uzatmıyorum. vesselam. evliyanın kalbleri ayna gibidir. aynaya gelen ışıklar, karşısında bulunan cismler, şekller aynada görülür. aynanın karşısında bulunan ikinci bir aynada ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. resulullahın mubarek kalbinden yayılan feyzler, ma'rifet nurları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. eshabı kiram, resulullahı çok sevdikleri için, bu nurlara kavuşdular. sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. sevmek, inanışı ve işleri ve ahlakı, onun gibi olmakdır. eshabı kiramın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki bunları seven gençlerin kalblerine de geldi. bunların da islamiyyete uymaları kolay ve tatlı oldu. her biri birer veli oldu. uzak memleketde ve mezarda olan veliden de feyzler yayılmakda, aşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nurlanmakdadır. resulullahın mubarek kalbinden yayılan feyzler, her asrdaki aşıkların kalblerinden yayılarak, zemanımızdaki velilerin kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor. ikiyüzaltmışüçüncü mektub bu mektub, meyan şeyh tac için yazılmışdır. ka'bei rabbani hakkındadır ve namazın ba'zı üstünlükleri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd ve senalar olsun. onun seçdiği, beğendiği iyi insanlara selam olsun! herkesi sevindiren teşrifiniz haberi, bu aşıklarınızı, sevenlerinizi çok sevindirdi. bunun için de, allahü tealaya hamdler ve şükrler olsun! farisi iki tercemesi: ey mavi sema! insaf et de öyle söyle! bu ikisinden hangisi, daha hoşdur şöyle: ışık saçan güneşinin, çıkışımı şarkdan, cihan dolaşan ayımın, doğuşu mu şamdan? buraya kadar zahmet etmeği arzu buyurduğunuza göre, bari çabuk teşrif ediniz ki, sevenlerinizin gözleri yoldadır. beytullahdan yeni haberler dinlemek istiyoruz. bu fakire göre, insanların ve meleklerin şeklleri, vücudleri, ka'benin şekline, suretine secde etdikleri gibi, bu suretlerin hakikatleri, aslları da, onun hakikatine secde etmekdedir. onun hakikati bütün hakikatlerin üstü ve ona bağlı olan kemalat, diğer bütün hakikatlere bağlı kemalatın üstüdür. bu hakikat, sanki mahlukların hakikatleri ile, ilahi hakikatler arasında bir geçiddir. ilahi hakikatler demek, onun azametinin, büyüklüğünün dereceleri olup, orada sıfat ve keyfiyyet yokdur. ya'ni, nasıl diye sorulamaz ve hiç zıl ve suret yokdur. dünyada olan terakkiler, yükselmeler ve zuhurlar, görünüşler, mahlukların hakikatlerinin sonuna kadardır. ilahi hakikatlerden celle sultanühü nasib almak, ancak ahıretde olacakdır. dünyada bunlardan nasib, ancak namazdadır ki, namaz, mü'minin mi'racıdır. ya'ni dünyadan ahırete yükselten bir merdiven gibidir. namazda sanki dünyadan çıkıp, ahırete gidilir ve ahıretde kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. öyle zan ediyorum ki, namazda bu devletin hasıl olması, ka'beye dönüldüğü içindir. çünki orası, ilahi hakikatlerin teala ve tekaddeset zuhur etdiği yerdir. görülüyor ki, ka'be, dünyada şaşılacak birşeydir. görünüşde dünyadaki evlerden biridir. hakikatde ise, ahıretdendir. ka'be dolayısı ile namazda da, bu hal hasıl olmuş, sureti de, hakikati de, dünya ve ahıreti kendinde toplamışdır. muhakkak olarak anladım ki, namaz kılarken hasıl olan haller, namaz dışında hasıl olan bütün hallerin üstündedir. çünki bu hallerin hepsi, zıl ve suretden kurtulamamış, ne kadar yüksek ve kıymetli olsalar da, asldan nasib alamamışlardır. namazdaki haller ise, asldan nasiblidir. zıl ile asl ve birşey ile gölgesi arasında ne kadar fark varsa, bu iki hal arasında da, o kadar fark vardır. allahü tealanın lutf ve ihsanı ile mü'minlere ölüm zemanında hasıl olan hal, namazdaki hallerin üstüdür. çünki ölüm, ahıret hallerinin başlangıcıdır. ahırete yakın olan herşey, daha temam ve daha üstündür. çünki dünyada suret görünüyor. ahıret ise, hakikatin zuhur etdiği yerdir. aradaki farkı bundan anlamalıdır. bunun gibi, allahü tealanın ihsanı ile, mezarda hasıl olan haller, ölüm zemanında hasıl olan hallerden üstündür. kıyamet gününün hali de, kabr haline göre böyledir. çünki orada görülen, daha temam ve daha kamildir. cennetde görülenler, kıyamet günündekinden daha temam ve daha kamildir. hallerin en üstünü ise peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat haber verdiği ya'ni, allahü teala, ayrıca bir cennet yaratmışdır ki, burada huriler ve köşkler yokdur. burada allahü teala, güler gibi tecelli eder, görünür buyurduğu yerdir. ahıretdeki haller, dünyadaki hallerin, görünenlerin üstündedir. bunların da en üstünü, hadisi şerifde bildirilen cennetdir. hatta dünya aslın, hakikatin zuhur edeceği, görüneceği yer değildir. dünyaya mahsus olan, zıllerin, benzerlerin görünmeleri, bu fakire göre, dünya işlerindendir ve hakikatde, mahluklara, mümkinlere aid şeylerdir. bunlardan bir kısmına sıfati ilahiyyenin tecellisi, ba'zısına da, zati ilahinin tecellisi gibi ismler vermişlerse de, hepsi dünya şeyleri, zıl ve suretler tecellisi, görünüşüdür. bu fakire göre bu dünyada olan herşey, suret ve hayaldir. burada matlubun, maksudun kokusunu bile duymuyorum. dünya ahıretin tarlasıdır ve tohum ekecek zemandır. matlubu burada aramak, boşuna uğraşmakdır. ele birşey geçmez. yahud başka şeyleri matlub sanarak, insan rü'ya ile, hayal ile oyalanıp kalır. nitekim birçok kimse, bu hale düşmüşdür. dünyada asldan haber veren yalnız namazdır. matlubun kokusu, yalnız namazda duyulur. namazdan başka şeylerde, bu koku yokdur. iyiliğe elverişli olmıyan kimse, faidelenemez, peygamberi de görse. ikiyüzaltmışdördüncü mektub bu mektub, mir seyyid bakıri sarenpuriye yazılmışdır. en sonda hayret ve cehalete varmak lazım olduğu, keşf ve kerametlere güvenilmemesi lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selamlar olsun! aşırı sevginizi ve kavuşmak istediğinizi bildiren kıymetli mektubunuz gelerek bizleri çok sevindirdi. işinize bakınız! ismleri ve sıfatları düşünmeksizin, zati tealanın ismini çok zikr ediniz! o makamdan cahil ve anlamakdan şaşkın oluncıya kadar, bu mubarek ismi zikr ediniz! çünki zikr ederken, allahü tealanın ismleri ve sıfatları düşünülürse, çok olur ki, haller hasıl olur. mevacidin zuhur etmesine sebeb olur. hallerde ve mevacidde yanlışlıklar olduğu çok görülmüşdür. burada, batılın hak ile karışdığı çok vakı' olmuşdur. bu günlerde, başka yerde bulunan şeyhlerden biri, bu fakire mektub yazarak halini bildirdi. dedi ki, fena hali beni öyle kapladı ki, her neye baksam, hiçbirşey göremem. yere, göke baksam, hiç göremem. arşı, kürsiyi de bulamam. kendimi düşünsem hiç bulamam. birinin yanına gitsem, onu da bulamam. allahü teala sonsuzdur. onun sonunu kimse bulamamışdır. tesavvuf büyükleri rahmetullahi aleyhim, bu halimi kemal olarak bildirmişlerdi. sen de, bunu kemal biliyorsan, allahü tealaya kavuşmak için senin yanına gelmekliğime lüzum yok. eğer sen, başka birşeyi kemal biliyorsan bana yaz! fakir, ona şöyle cevab yazdım: bu haller, kalbin değişiklikleridir. kalb, bu yolun daha birinci basamağıdır. bu haller bulunan kimse, kalbin daha dörtde birini geçmişdir. kalbin geri kalan üç parçasını geçmesi lazımdır. bundan sonra, ikinci basamak olan ruha sıra gelir. bu mektubdan bir zeman sonra, bu fakirden tarikat dersi alarak memleketine gitmiş olan, sevdiklerimizden birisi, birgün yanımıza gelip, hasıl olan hallerini anlatdı. hali, o mektubu yazan şeyhin haline benziyordu. hatta bu, o makamda, ondan birkaç adım daha ilerde idi. bunun haline teveccüh olundukda, onun bu fenası, hava maddesinde idi. hava, her boşlukda bulunduğu için, onun gördüğü hep hava idi. bunu, sonsuz olan allahü teala sanmışdı. allahü teala, böyle şeylerden münezzehdir. onu ikinci olarak çağırarak halini araşdırdığımda, havadan başka hiçbir şeye tutulmuş olmadığını iyi anladım. böyle olduğunu kendine de bildirdim. o da, vicdanına danışdığında, havadan başka hiçbir kazancı olmadığını kendisi de anladı. o hallerinden tevbe ve istigfar eyledi. ilerlemeğe çalışdı. kalb, alemi halk ile alemi ervah arasında bir vasıtadır. bu her iki aleme de benziyen tarafları vardır. sanki kalbin yarısı alemi halkdan, yarısı da alemi ervahdan gibidir. alemi halkdan olan yarısının da yarısı hava olur. buna göre kalbin dörtde biri hava olur. bu son bildirdiğimiz de, birinci cevaba uygun olmakdadır. bundan fazla yazacak zeman olmadı. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun! madde alemi demekdir. çünki halk, ölçmek ma'nasına da kullanılır. ikiyüzaltmışbeşinci mektub bu mektub, şeyh abdülhadi bedavaniye yazılmışdır. uzlete çekilirken, müslimanların haklarını gözetmeği elden bırakmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! sevgili peygamberine ve aline ve eshabına salatü selam olsun ve doğru yolda olanlara düalar olsun! kıymetli kardeşimin güzel mektubu geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, ayrılık günlerinin uzaması, muhabbeti ve ihlası sarsmamış. bununla beraber, buraya gelseydiniz, daha iyi olurdu. . ya'ni allahü tealanın yapdığında hayr vardır. insanlar arasından ayrılmak, uzlet etmek istiyorsunuz. evet uzlet, sıddikların aradığı şeydir. mubarek olsun! uzleti isteyiniz! bir köşeye çekiliniz! fekat, müslimanların haklarını gözetmeği elden kaçırmayınız! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerifi ebu hüreyre radıyallahü anh haber vermişdir. de ve de yazılıdır. fekat, da'vet etdiği zeman gitmek için şartlar vardır. kitabında buyuruyor ki, . kitabında da yazılıdır. böyle yasaklar bulunan yemeğe gitmek haram veya mekruh olur. çağıran kimse zalim ise veya ehli sünnet değil ise, fasık ise, kötülük yapan ise veya övünmek için, gösteriş için çağırıyorsa gitmek caiz olmaz. kitabında diyor ki, . kitabında diyor ki, . kitabında da böyle yazılıdır. bu yasaklardan hiçbiri bulunmayan da'vete gitmek lazımdır. bu zemanda, bu yasakların bulunmaması güç oldu. bundan başka, farisi mısra' tercemesi: yabancıdan uzlet et, dostdan değil! talebe kardeşleri ile sohbet etmek, bu yolun sünneti müekkedesidir. hace behaeddin buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretleri buyurdu ki, . uzletde şöhret vardır. şöhret de afetdir. sohbet buyurulması, talebe kardeşleri ile birlikde olmakdır. başkaları ile sohbet edilmez. çünki, birbirinden fani olmak, ya'ni başkalarını unutmak, sohbetin şartıdır. bu da, uygun arkadaşla olabilir. hasta yoklamak sünnetdir. hastanın bakıcısı varsa, ona bakıyorsa, başkalarının dolaşması sünnet olur. bakacak kimsesi yoksa, dolaşmak vacib olur. kitabının haşiyesinde böyle yazılıdır. cenazede hazır olmalıdır. hiç olmazsa birkaç adım birlikde gitmelidir. böylece, meyyitin hakkı ödenmiş olur. cum'a namazına ve hergün beş vakt namaz için cema'ate ve bayram namazlarına gitmek islamın zaruri emrleridir. herhalde gitmek lazımdır. bunlardan sonra kalan vaktleri, yalnız geçirebilirsiniz. fekat önce doğru bir niyyet lazımdır. dünya çıkarlarından birşeyi düşünerek uzleti kirletmemelidir. allahü tealayı zikr için, kalbi toparlamakdan ve dünyanın bitmez tükenmez işlerinden uzaklaşmakdan başka birşey düşünmemelidir. niyyetin doğru olmasına çok dikkat etmelidir. niyyetin içinde, nefsin bir arzusu gizlenmiş olmamasına dikkat etmelidir. niyyetin doğru olması için, allahü tealaya yalvarmalıdır. böylece tam niyyet yapılabilir. yedi kerre istihare yapmalı, doğru niyyet ile uzlet eylemelidir. böyle olunca, çok faidesi umulur. buluşduğumuz zeman, daha çok anlatırım. vesselam. islamiyyet enbiyanın sünnetidir, cümlenin ihtidasıdır, islamiyyet. hudanın, leylei mi'rac içinde, habibine atasıdır islamiyyet. ikiyüzaltmışaltıncı mektub ikiyüzaltmışaltıncı mektubu, üstadı muhammed bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin iki oğlu, hace ubeydüllah ve hace abdüllaha yazmışdır. ilham ve firaset yolu ile, mubarek kalbine doğan, akide ya'ni i'tikadından ba'zısını bildirmekdedir. kitablardan alarak ve akl ve düşünce ile bularak yazmadığı halde hepsi, ehli sünnet velcema'at alimlerinin sözlerine uygundur. allahü teala, ömr sarf ederek, istirahatlerini feda ederek, durmadan çalışan o alimleri, en üstün iyiliklerle mükafatlandırsın! imamı rabbani müceddidi elfi sani şeyh ahmedi faruki serhendi kuddise sirruh, daha ilm deryasına yeni daldığı sıralarda hazreti peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada görüp, kendisine buyurmuşdu ki: . bu rü'yasını hocasına anlatmışdı. o günden beri, ilmi kelamın her mes'elesinde ayrı ictihadı ve görüşleri vardır. fekat, mes'elelerin çoğunda imamımız ile beraberdir. eski yunan felesoflarının, islamiyyete uymıyan sözlerini red edip, yanıldıklarını isbat etmekde ve tesavvuf büyüklerini tanıyamıyarak ve sözlerini anlıyamıyarak, yoldan çıkan, sapıtan ve kendilerini din adamı sanıp, herkesi de yoldan çıkartan, cahil ve ahmakların yüz karalarını meydana çıkarmakdadır. bu mektubda ayrıca namaza aid birkaç fıkh mes'elesini de bildirmekde ve tesavvufun kıymetini ve yüksekliğini ve bu yoldan yükselmiş olan büyüklerin islamiyyete sımsıkı sarılmış olup, bunları tanımıyan zevallıların iftiralarının çürüklüğünü ve daha birkaç şeyi bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. bütün düalar ve iyilikler, onun peygamberi ve sevgilisi ve bütün insanların her bakımdan en güzeli ve en üstünü olan muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem ve onu sevenlerin ve izinde gidenlerin hepsine olsun! allahü teala, siz yüksek hocamın kıymetli yavrularını da, se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! yüksek üstadımın, beni dünya ve ahıret ni'metlerine kavuşduran kıymetli hocamın sevgili yavruları! biliniz ki, herşeye muhtac olan bu zevallı kardeşiniz, tepeden tırnağa kadar, o yüksek babanızın sadakaları ve ihsanları içinde yüzüyorum. insanlığın elifbasını ondan öğrendim. yükseklikleri haber veren kelimeleri ondan okudum. herkesin, senelerce çalışarak kazanabildiği dereceler, onun huzurunda, terbiyesi altında, az zemanda elime geçdi. insanlara meziyyet, üstünlük veren bütün kıymetler, ona hizmetimin ikramiyesi olarak üzerime serpildi. hiçbir işe yaramıyan ve insanlıkdan haberi olmıyan bu zevallı, onun nurlu bakışları altında, ikibuçuk ay içinde olgunlaşarak, büyüklerin yoluna katıldı. onların allahü tealaya olan yakınlıklarına kavuşdu. böyle az bir zemanda, tesavvufu tadmış olanların, tecelliler, zuhurlar, nurlar, haller ve keyfiyyetler diye anlatmak istedikleri gizli kazançlar, babanızın parlak kalbindeki deryanın damlaları olarak, önüme saçıldı. bunlardan hangi birini anlatayım. onun, lutf ederek, acıyarak mubarek gönlünü bu fakire çevirmesi ile, tesavvufcuların tevhid , kurb , ma'ıyyet , ihata , sereyan gibi sözlerle, anlatmak istedikleri ma'rifetlerden, ince bilgilerden ele geçmiyen, hemen hemen birisi kalmadı. bunların içlerinden, özlerinden bildirilmedik bırakılmadı. vahdeti vücud dedikleri, herşeyde allahü tealanın kemalatını görmek ve vahdetde kesreti bulmak, bu ince bilgilerin başlangıcıdır. islam büyüklerinin erişdiği, tanıdığı bilgileri, kelime kadrosu ile anlatmağa kalkışmak, cahillik ve ahmaklık olur. bunların kavuşdukları, yetişdikleri dereceler çok yüksekdir. anladıkları, edindikleri bilgiler ve zevkler çok incedir. her bilgi satanın, büyük ve önder sanılanların yetişeceği, yanaşacağı yer değildir. o çok yüksek babanızın, bu zevallıya olan ni'metlerine, ihsanlarına karşı, ölünciye kadar, başımı kapınız hizmetçilerinin ayaklarına sürsem, size karşı birşey yapmış olamam. hangi kusurumu bildireyim? mahcubiyyetimden, yüzümün karasından hangisini meydana çıkarayım? allahü teala, hüsameddin ahmedden razı olsun ki, sizlere karşı olan vazifemizi, borcumuzu üzerine alarak, kapınıza kul olmakla, hizmetinizde çalışmakla şereflenmekde, böylece rahat nefes almamıza sebeb olmakdadır. farisi tercemesi: vücudümün her zerresi dile gelse de; şükrünün binde birini yapamam yine! o kıymetler hazinesinin, kapısının eşiğini öpmekle üç def'a şereflenmişdim. üçüncüsünde buyurdu ki: za'if düşdüm. yaşamak ümmidim azaldı. benden sonra, çocuklarımı gözet!. sizleri getirdiler. o zeman daha küçük idiniz. kucakda taşınıyordunuz. size teveccüh etmemi, emr buyurdular. emrlerine uyarak, yüksek huzurlarında, üzerinize o kadar teveccüh olundu ki, te'siri görünüverdi. sonra, buyurdular. yanımızda olmadığı halde, onlara da teveccüh olunmuşdu. emrleri ile ve huzurlarında olduğu için, o teveccühlerin çok faideler sağlıyacağını ümmid ediyorum. babanızın, herhalde yapılması lazım gelen emrlerini ve herne behasına olursa olsun yerine getirilmesi gereken vasıyyetlerini unutacağımı veya dalgınlığıma geleceğini sanmayınız! buna imkan olur mu? ufak bir işaretinizi bekliyorum. şimdilik, birkaç satır nasihat yazıyorum. can kulağı ile dinleyiniz! cenabı hak, ikinizi de, se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! her müslimanın, önce i'tikadını düzeltmesi, ya'ni ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri gibi, inanması lazımdır. durmadan, yılmadan çalışan o alimlere, allahü teala, bol bol mükafat versin! cehennemin ebedi azabından kurtulan, yalnız bunlar ve bunların izinde gidenlerdir. bunların bildirdiği i'tikadlardan unutulmakda olanları anlatacağım:. allahü teala, kendi zatı ile vardır. ondan başka herşey, onun var etmesi ile, var olmuşdur. kendisi ve sıfatları ve işleri yeganedir, birdir. varlıkda, şeriki, ortağı olmadığı gibi, hiçbir bakımdan benzeri yokdur. benzerlik yalnız ismde ve kelimelerdedir. onun sıfatları da, işleri de, kendi gibi, akl ile anlaşılmaz ve anlatılamaz ve insanların sıfatlarına, işlerine, hiç benzemez ve uymaz. onun sekiz sıfatı vardır. bunlara, denir. bunlardan biri, ilm sıfatıdır, ya'ni allahü teala bilicidir. bu sıfatı da, kendi gibi kadimdir. ya'ni sonradan olma değildir. hep vardı ve basit, ya'ni bir haldedir. hiç değişmez, bölünmez ve çoğalmaz. bildiği şeyler değişmekde, her değişmeyi bilmekdedir. fekat, ilminde ve ilminin bu şeylere bağlanmasında, bir değişiklik olmaz. geçmişdeki sonsuzdan gelecekdeki sonsuza kadar, ya'ni ezelden ebede kadar herşeyi, her değişmeği, yalnız bir biliş ile bilmekdedir. ya'ni, bu sonsuz zemanlarda olan herşeyi, birbirine benzeyen ve benzemiyen halleri ile, hem büyüklerini, hem de ufak zerrelerini, herbirini kendi zemanında olarak bir anda bilmekdedir. mesela, bir kimsenin hem varlığını, hem yokluğunu, hem doğmadan evvelki hallerini, çocukluğunu, gençliğini, ihtiyarlığını, diri olmasını ve ölü olmasını, ayakda, oturmakda, dayanmakda, yatmakda, gülmekde, ağlamakda, neş'e ve lezzetde, derd ve kederde, izzet ve kıymetde, zillet ve aşağılıkda, mezarda, kıyametde ve mahşer yerinde ve mesela cennetde ni'metler içinde olduğunu, hep bir anda ve bir halde bilmekdedir. ne ilminde, ne de ilminin bu şeylere bağlanmasında bir değişiklik olmaz. değişiklik olsa, zemanın da, değişmesi olur. halbuki orada, ezelden ebede kadar, parçalanamıyan bir an vardır. daha doğrusu, allahü teala, zemanlı değildir. öncelik ve sonralık yokdur. ilmi herşeye yetişir dersek, herşeyi bir bilmekle ve ilmin bunlara bir bağlanması ile biliyor. bu bir bilgi ve bir bağlantı da, aklın eremiyeceği bir bağlanmakdır. bunu akla anlatabilmek için, şu misali uygun buluyorum: insan, bir kelimenin çeşidli hallerini, birbirine benzemiyen şekllerini bir anda düşünebilir. bir kelimeyi, bir an içinde, hem ism, hem fi'l, hem harflerin kümesi, hem madi, hem müstakbel, hem emr, hem men', hem edatlı, hem edatsız, hem müsbet, hem menfi bilebilir. çeşidli şeklleri bir anda, kelimede ayrı ayrı görüyorum diyebilir. bir insanın, ilminde ve hatta görmesinde, ters ve çeşidli halleri bir araya toplaması, mümkin olunca, allahü tealanın ilminde neden mümkin olmasın? hem de onun ilminde iki zıddın, bir arada bulunması görünüşdedir. yoksa, orada zıdlık yokdur. mesela, bir kimseyi, bir anda, hem var, hem yok bilir. fekat, yine o anda onun varlığını, mesela hicretden bin sene sonra ve birinci yokluğunu, bu varlıkdan evvel, ikinci yokluğunu da mesela, varlığından yüz sene sonra olarak bilmişdir. o halde, arada zıdlık yokdur. zira, varlığın ve yokluğun zemanları başkadır. işte allahü teala, ayrı ayrı, başka başka, zerreleri bir anda biliyorsa da, ilminde değişmek olmuyor. felsefecilerin zan etdiği gibi, ilm sıfatında sonradan birşey hasıl olmuyor. çünki birşeyin bilgisi, evvelki şeyin bilgisinden sonra hasıl olmuyor ki, ilmde değişiklik olsun. herşeyi bir anda bildiğinden, ilminde değişiklik ve yenilik hasıl olmaz. o halde, ilmde değişiklik olmadığını anlatmak için, ilm, eşyaya, çeşidli bağlantılarla bağlanmışdır demek ve bunların değişdiğini söylemek lüzumsuzdur. nitekim felsefecileri susdurmak için, ba'zı büyüklerimiz böyle söylemişdir. bu bağlantıların, eşyaya bağlanmasında değişiklik olur denirse yerinde olur. allahü tealanın sıfatı sübutiyyesinden biri, kelam sıfatıdır. , ya'ni söylemesi de, bir basit kelimedir ki, ezelden ebede kadar, hep o bir kelam ile söyleyicidir. bütün emrler, bütün yasaklar, bütün bildirilen şeyler, bütün sualler, bütün dilekler, hep o bir kelamdır. gönderdiği bütün kitablar ve sahifeler, hep o bir basit kelamdandır. tevrat ondan meydana gelmiş, kur'anı kerim, ondan nazil olmuş, inmişdir. allahü tealanın sıfatıdır. ya'ni yaratıcıdır. bütün yaratdıkları, yapdıkları da, bir fi'l, bir yapışdır ki, ilk yaratdığından, sonsuza kadar yaratmaları, hep o bir fi'l ile var olmakdadır. mealindeki ayeti kerime, bunu gösteriyor. hayat vermesi ve öldürmesi, hep o bir fi'l iledir. yaratması ve yok etmesi de o fi'ldendir. fi'linde de çeşidli bağlantılar yokdur. bir te'alluk ile ilk ve sonradaki herşeyi kendi zemanlarında yaratıyor. akl, onun fi'lini anlıyamıyacağı gibi, fi'lin bağlanmalarına da erememekdedir. aklın oraya yolu yokdur. ehli sünnet alimlerinden, ebülhaseni eş'ari bile, allahü tealanın fi'lini anlıyamıyarak, tekvin sıfatına, ya'ni yaratmasına sonradan olma hadisdir, dedi. ya'ni herşeyi yapması, yapdığı zeman meydana geliyor dedi. halbuki, her zeman yapılan işler, ezeldeki fi'lin eserleri, meydana çıkmalarıdır. yoksa, fi'linin kendisi değildir. tesavvuf büyüklerinden, fi'llerini görüyoruz, ya'ni tecellii ef'ale kavuşduk diyenler de, böyle yanılıyor. herşeyde, allahü tealanın fi'lini görüyoruz sanıyorlar. halbuki, o tecelliler, görünenler, fi'lin kendisi değil, eserleridir. zira, allahü teala, görülemediği gibi, fi'li de görünmez, his olunamaz, düşünülemez ve akl ile anlaşılamaz. onun fi'li de, bütün sıfatları da kadimdir. sonradan olma değildirler. kendisi ile hep vardırlar. onun fi'line denir, mahlukat aynasına yerleşmez ve görülmez. farisi tercemesi: dar olan, şekl ve suret kabına ma'na nasıl sığar? dilenci kulübesinde sultanın ne işi var? bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, allahü tealanın kendi tecellisi olmaksızın, fi'llerinin ve sıfatlarının tecellisi olamaz. sıfatları ve fi'lleri kendinden ayrılmaz ki, kendi tecellisi olmaksızın, tecelli edebilsinler. onun zatından ayrılan, fi'llerinin ve sıfatlarının zılleri, aksleri, görünüşleridir. herkes bunları anlıyamaz. cenabı hak, dilediği kullarına bildirir. onun ihsanı çokdur. yine sözümüze gelelim: allahü teala, hiçbirşeye hulul etmez. hiçbir cism içine işlemez. hiçbirşey ona hulul etmez. fekat, allahü teala, herşeyi ihata etmiş, kaplamışdır ve herşeye yakındır ve herşeyle beraberdir. fekat, bizim alışdığımız ve anladığımız ihata, kurb ve ma'ıyyet gibi değildir. bunlar, ona layık değildir. evliyanın keşf ile, müşahede ile anladığı, ihata, kurb ve ma'ıyyet de, ona layık değildir. zira, zevallı mahlukların hiçbiri, onu ve sıfatlarını ve fi'llerini anlıyamaz, bilemez. anlamadan inanmak lazımdır. farisi tercemesi: anka kuşu avlanamaz, tuzağını topla! bu avlanmada, giren yalnız havadır tuzağa. yüksek rehberimin kaddesallahü teala sirrehül'aziz sinden şu beyti buraya yazmak uygundur. farisi. gidilecek yol uzundur pek, uygun olmaz kavuşdum demek. allahü tealanın, herşeyi ihata etdiğine ve herşeye yakın olduğuna ve herşey ile beraber olduğuna inanırız. fekat, bu ihata, kurb ve ma'ıyyetin, ne demek olduğunu bilemeyiz. demek, kur'anı kerimin açık olan ma'nasını çevirmek demekdir. biz, böyle ma'nalar vermeği doğru bulmuyoruz. allahü teala, hiçbirşey ile ittihad etmez, birleşmez. hiçbirşey de, onunla birleşmez. tesavvuf büyüklerinden, ittihad ma'nası anlaşılan sözler çıkmış ise de, onlar, başka şey demek istemişdir. mesela, sözleri ile, demek istiyorlar. yoksa, o fakir, allahü teala ile birleşir, demek istemiyorlar. bunu demek, kafirlik, zındıklık olur. allahü teala, zalimlerin, kafirlerin sandığı gibi değildir. üstadım buyurmuşdu ki: hallaci mensurun, sözünün ma'nası, demekdir. islamiyyete uyanların böyle sözlerine hüsni zan olunur. te'vil edilir. allahü tealanın zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde değişiklik olmaz. hareketlerin, işlerin olması ile, herşeyi yaratması ile, onun zatında, sıfatlarında ve fi'llerinde değişiklik olmuyor. vahdeti vücud var diyenler, ya'ni allahü tealanın, bu mevcudatı var etmesi, beş derecede olmuşdur demeleri, onda değişiklik yapacak ma'nada değildir. bu ma'na ile söyliyen kafir olur, yoldan çıkar. bu büyükler, allahü tealanın sıfatlarının zuhurunda, meydana çıkmalarında, beş derecenin aşağıya indiğini söylüyor ki, zatında ve sıfatlarında ve fi'llerinde bir değişiklik olmuyor. allahü teala, dır. ya'ni, hiçbirşey için, hiçbirşeye muhtac değildir. ne kendine, ne sıfatlarına, ne de fi'llerine, hiçbir suretle hiçbirşey lazım değildir. varlıkda muhtac olmadıkları gibi, zuhurda, belli olmakda da, ihtiyacları yokdur. sfiyyenin büyüklerinin, anlaşılan sözleri, bu fakire çok ağır geliyor. yaratılmakla, biz kıymetlendik, şereflendik. allahü tealada birşey artmadı. böyle şeyler söylemek, çok yersiz ve çirkindir. ezzariyat suresinin, mealindeki ellialtıncı ayeti gösteriyor ki, cinnilerin ve insanların yaratılması, allahü tealayı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve se'adetdir. yoksa, onun birşey kazanması için değildir. hadisi kudside, allahü tealanın, buyurması, demekdir. yoksa, demek değildir. bu ma'na, allahü tealaya layık değildir. allahü tealada, noksanlık sıfatları ve mahlukların hassa ve alametleri yokdur. madde değildir. cism değildir. mekanlı değildir. zemanlı değildir. kemal sıfatları, kusursuzluklar yalnız ondadır. sekiz kemal sıfatı olduğunu bildirmişdir ki şunlardır: , diri olmasıdır. , bilmesidir. , gücü yetmesidir. , dilemesidir. , işitmesidir. , görmesidir. , söyleyici olmasıdır. , yaratmasıdır. bu sıfatları, kendinden ayrı olarak vardır. varlıkları ilmde değildir. , haricde ve hakikatde vardırlar. kendi var olduğu gibi, bu sıfatları da ayrıca vardır. vahdeti vücude inanan sfiyyunun sandığı ve farisi tercemesi: akl ve düşünce ile, sıfatlar başkadır. hakikatde ise, hepsi tam kendisidir. sözleri, sıfatları inkardır, inanmamakdır. müslimanlardan, sıfatları inkar eden mu'tezile fırkası ile kafirlerden eski felsefeciler de, sıfatları nazari olarak kendinden ayrı ise de, haricde yalnız kendi vardır diyorlar. , kendinden ayrı olduğunu inkar etmiyorlar. mesela, ilm sıfatının ma'nası, zatın ma'nasının aynıdır demiyorlar. yahud, kudret ve iradet sıfatlarının ma'naları, birbirinin aynıdır demiyorlar. fekat, haricdeki varlıkları, aynıdır diyorlar. o halde, sıfatları inkardan kurtulmak için, haricde ayrı ayrı var olduklarına inanmak lazımdır. nazari olarak ayrı bilmek faide vermez. allahü teala, dir. ya'ni, varlığının başlangıcı yokdur. varlığından önce, yok değil idi, hep var idi. dir. ondan başka, hiçbir varlık kadim, ezeli değildir. din sahibleri, kitab sahibleri, hep böyle iman etmişdir ve allahü tealadan başkasını kadim, ezeli bilenlere, kafir demişlerdir. bunun içindir ki, hüccetülislam imamı muhammed gazali rahmetullahi aleyh, ibni sinanın ve farabinin ve daha başkalarının, kafir olduklarını söylemişdir. çünki bunlar aklın, ruhun ve heyulanın kadim olduğuna inanmış ve göklerin içindekilerle beraber, kadim olduklarını söylemişlerdir. kitabında kıyametde dirilmeği inkar eyledi. öleceğine yakın, gusl abdesti alıp, vezir iken yapdığı zulmlere tevbe etdiği söyleniyor ise de, i'tikadı bozuk olanın guslü, namazı ve düası kabul olmaz buyuruldu. üstadım rahmetullahi teala aleyhima buyurdu ki, şeyhi ekber muhyiddini arabi hazretlerinin, sözünün görünüş ma'nasına uymayıp, din sahiblerinin müşterek imanlarına ve sözlerine çevirmelidir. allahü teala, dır. ya'ni dilediğini yapabilir. tabi'at kuvvetleri gibi, elbette işi yapmağa mecbur değildir. eski yunan felsefecileri, aklları ermediğinden, kemal, büyüklük, mecbur olmakda, herhalde yapabilmekdedir deyip, allahü tealanın ihtiyarını, ya'ni seçmesini inkar etdiler. yapmağa mecburdur dediler. bu ahmaklar, allahü teala, birşeyi yaratmağa mecbur olmuş ve sonra başka birşey yaratmamışdır dedi. bu uydurma şeye de, aklı fe'al deyip, herşeyi bu yapıyor dediler. dedikleri şey de, yalnız onların vehmlerinde, hayallerinde olan birşeydir. bunların bozuk inanışlarına göre, allahü teala hiçbirşey yapmıyor. insan sıkışınca, bunalınca, aklı fe'ale yalvarır. allahü tealadan birşey istemez. çünki allahü tealanın dünyada olup bitenlerle hiç ilgisi yokdur. herşeyi yapan, yaratan aklı fe'aldir derler. hatta aklı fe'ale de yalvarmazlar. çünki onu, kendilerinden belaları gidermekde irade ve ihtiyar sahibi bilmezler. bu nasibsizler, ahmaklıkda, sersemlikde, sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. kafirler, her işlerinde allahü tealaya sığınıyor. belaların giderilmesini ondan istiyorlar. bu alçaklar ise, böyle değildir. bu nasibsizlerde iki şey, sapık ve ahmak fırkaların hepsinden daha çokdur. bunlardan biri, allahü tealanın gönderdiği haberlere inanmıyorlar. peygamberlerin bildirdiklerine inad ve düşmanlık ediyorlar. ikincisi, bozuk ön fikrler ileri sürüyor. aslsız, çürük deliller, şahidler göstererek, boş, sapık düşüncelerini isbata kalkışıyorlar. bozuk düşüncelerini isbat için öyle yanılıyorlar ki, hiçbir alçak böyle yanlış, çürük şey yapmamışdır. dünyada olan her işi, durmadan giden, dönen göklerin ve yıldızların değişmeleri ve vaz'ıyyetleri yapıyor diyorlar. gökleri yaratanı ve yıldızları icad edeni ve hepsini hareket etdireni ve aralarında nizam kuranı görmüyorlar. bunu birşeye karışmaz sanıyorlar. ne kadar ahmakdırlar! ne kadar alçakdırlar! bunları akllı bilen, sözlerine inanan ise, bunlardan daha alçakdır. onların akla dayanan, düzgün ilmlerinden biri geometri dir ki, ne dünya se'adetine, ne de ebedi kurtuluşa faidesi yokdur. bir üçgenin, üç iç açısının toplamı, iki dik açıya müsavidir demek ve bunu isbatlamak, insanlığa ne kazandırır. fen bilgileri, modern makinalar ve elektronik aletler ve yeni bulunan herşey, allahın peygamberine uyarak kalbleri temizlenmiş, ahlakı güzelleşmiş imanlı kimseler tarafından yapılmadıkca ve kullanılmadıkca faideli olamazlar. insan haklarını, rahatı, huzuru sağlıyamazlar. harbin ve sefaletin ortadan kalkmasına yaramazlar. zulme, işkenceye vasıta olurlar.imamı gazali rahmetullahi aleyh, kendilerini akllı, ilm adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizleri üçe ayırmışdır. birincisi dehriyyun ve maddiciler olup, bunlar eski yunan felesoflarından asrlarca evvel vardı. bugün de, fen adamı geçinen ba'zı ahmaklar, bu kısmdadır. bunlar, allahü tealanın varlığına inanmayıp alem, böyle kendiliğinden gelmiş ve böyle gidecekdir. canlılar da böyle birbirlerinden üreyip, sonsuz olarak sürecekdir diyor. ikinci kısm, tabi'iyyeciler olup, canlılarda ve cansızlardaki akllara hayret veren, intizamı ve incelikleri görerek, allahü tealanın varlığını söylemeğe mecbur kalmışlarsa da, tekrar dirilmeği, ahıreti, cenneti ve cehennemi inkar etmişlerdir. üçüncü kısm, sonra gelen eski yunan felesofları ve bu arada sokrat ile talebesi eflatun ve onun da talebesi aristonun felsefeleridir. bunlar, dehrileri ve tabi'iyyecileri red ederek, aldandıklarını ve alçaklıklarını bildirmek için, başkalarının sözlerine hacet kalmıyacak kadar şeyler söyledi. fekat bunlar da, küfrden kurtulamamışdır. bu üç kısm da ve bunların yolunda gidenler de, hep kafirdir. ba'zı saf kimselerin bunları, din adamı sanması ve hatta peygamberlik derecesine yükseltmeleri, bu yolda hadis bile uydurdukları hayretle işitilmekdedir. kafirler, herşey söyleyebilir. fekat, müsliman görünenlerin, iman ve küfrü ayırd edememesi, acınacak bir haldir. bu dinsizlerin üç kısmı da , voltaire , aguste conte , karl marx ve dürkheim gibi rönesans, inkilab önderleri ahmaklıkda ve zevallılıkda, herkesden ileri gitmiş, kafirlerin her sınıfını arkada bırakmışlardır. bunların hepsi, hem dinlere inanmıyor ve peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam inad ve düşmanlık ediyor, hem de aile, cem'ıyyet ve din hakkında uydurdukları sözleri ile, birbirlerini ve herkesi kandırmak için, çürük deliller ve şahidler buluyorlar. o kadar yanlış, o kadar gülünç şeyler söylüyorlar ki, hiçbir cahilin, hiçbir ahmağın bu kadar aşağılığı görülmemişdir. bunlar, ne kadar aklsız, ne kadar zevallıdır. bunları akllı, fikrli sananlar da, bunlardan daha zevallı ve daha bedbahtdır. birçok kıymetli bilgileri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam kitablarından çalmışlar ve aralarına, başka şeyler de katmışlardır. bunları imamı gazali rahmetullahi aleyh, kitabında, uzun uzadıya anlatmakdadır. din sahibleri, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam izinde gidenler, birşeyin doğruluğunu isbat ederken yanılırsa, zararı ve tehlükesi olmaz. zira bunlar, bütün ilmlerinde ve işlerinde, onlara uyup, sözlerini isbat ediyor. bunların peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uyması, doğruluklarını bildirmeğe yetişir. o zevallılar ise, peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uymağa, gericilik deyip, sözlerini akla uygun getirmeğe çalışıyor. aklın eremediği şeylerde, şübhesiz yanılıyorlar. allahü tealanın peygamberi olan isa aleyhisselamın sözlerini, bunların en büyüğü tanınan eflatun işitince, dedi. ölüleri diriltiyor, körlerin gözlerini açarak, abraş denilen hastaları iyi ederek kurtarıyor. ya'ni, kendi fenlerinin, tecribelerinin yapamadığı şeyleri yapıyor, diye işitdiği bir kimseyi, gidip görmesi, halini incelemesi lazım iken, görmeden, anlamadan, böyle cevab verdi. bu sözleri çok ahmak olduğunu göstermekdedir.avrupa kitablarında ve tercemelerinde, eflatunun miladdan, ya'ni isa aleyhisselamın dünyayı teşriflerinden, sene önce öldüğü yazılıdır. kendisi meşhur olduğundan, ölüm zemanına inanılırsa da, isa aleyhisselama, ancak oniki havari inanıp, iseviler az ve asrlarca gizli yaşadıklarından, milad, ya'ni noel gecesi doğru anlaşılamamışdır. miladın, birinci kanun yirmibeşinde veya ikinci kanun altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü miladi senenin bir veya dört sene az olduğu, çeşidli dillerdeki kitablarda yazılıdır. o halde, miladi sene, müslimanların senesi olan, hicri sene gibi, doğru ve kat'i olmayıp, günü de, senesi de şübheli ve yanlışdır. imamı rabbaninin kuddise sirruh buyurduğuna göre, üçyüz seneden fazla olarak, noksandır ve isa aleyhisselam ile muhammed aleyhisselam arasındaki zeman, bin seneden az değildir. ikinci cild, üçüncü faslda diyor ki, muhammed aleyhisselam, hicret ederken, tarihcilere göre, şimdi kullanılan miladi seneni enesinde safer ayının son perşembe günü akşama yakın sevr dağında mağaraya girdi. pazartesi gecesi mağaradan çıkıp, efrenci eylül ayının yirminci, rumi eylülün yedinci pazartesi günü medine şehrinin kuba dış mahallesine ayak basdı. bugün, müslimanların sene başı oldu. acemlerin şemsi senesi, bundan altı ay önce, ya'ni martın yirminci günü olan mecusi bayramında başlamakdadır. o gün rebi'ulevvel ayının sekizinci günü idi. o senenin muharrem ayının ibtidası, sene başı kabul edildi. bu kameri sene başı, temmuz ayının onaltıncı cum'a günü idi. kubada dört gece kalıp, cum'a günü çıkdı. o gün medineye girdi. herhangi bir miladi sene başının rastladığı hicri şemsi sene, bu miladi senedennoksandır. herhangi bir hicri şemsi sene başının rastladığı miladi sene, bu şemsi senedenfazladır. oğlum muhammed ma'sum kuddise sirruh bugünlerde kitabını temamladı. derslerinde bu akllı denilenlerin, hatalarını ve kabahatlerini iyice anladı ve çok şey öğrendi. cenabı hakka şükrler olsun ki, bizleri aklın dar çerçevesi içinde bırakmayıp, doğru yola çıkardı. eğer peygamberleri ile aleyhimüssalevatü vesselam doğru yolu göstermeseydi, biz de o zevallılar gibi aklın ermediği şeylerde, zan etdiklerimize inanacak ve helak olacakdık.imamı muhammed gazali, imamı ahmed rabbani ve daha birçok islam büyükleri, eski yunan felsefesini inceleyip, didik didik etmiş ve o felsefecilerin ne kadar cahil, ahmak ve kafir olduklarını bildirmişlerdir. müslimanların, böyle kafirleri beğenmemelerini, onlara aldanmamalarını, birçok kitablarında yazmışlardır. o halde kafirlerin, demeleri temamen yanlışdır. islam alimlerini, onların talebesi ve taklidcisi şekline sokarak, bunları küçültmek için yapılan, iftiralardır. halbuki islam alimleri, eski yunan ve roma felsefelerini çürüterek, yere sermiş, onların hukuk, ahlak ve tıb üzerindeki sözlerinden doğru olanların, eski peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat kitablarından çalma olduklarını bildirmişlerdir. sfiyyei aliyyenin, tesavvufa aid sözleri, cahillerin sandıkları gibi, kitabdan okumakla, başkalarından öğrenmekle ve taklid ile değil, keşf ile ya'ni mubarek kalblerine, temiz ruhlarına akıp gelmekle anladıkları ma'rifetlerdir. eski yunan felsefecileri, herşeyi akl ile anlamağa, akla uydurmağa kalkışan ve yalnız aklın beğendiğine inanan kimselerdir. bunlar, aklın erebileceği şeylerde doğruyu bulabilirler ise de, aklın kavrıyamadığı, erişemediği birçok şeylerde yanılıyor, aldanıyorlar. nitekim, sonra gelenleri, öncekilerinin yanlışlarını çıkarmakda, birbirlerini beğenmemekdedirler. islam alimleri ise, zemanlarına kadar olan fen bilgilerini okuyarak ve islamiyyetin gösterdiği yolda, kalblerini ve nefslerini temizliyerek, aklın erişemediği bilgilerde de doğruyu bulmuşlar, hakikate varmışlardır. islam alimlerine felesof demek, bunları küçültmek olur. eski yunan felsefecileri, yanılıcı olan aklın esiri, mahkumu kimselerdir. bunlar tecribe etmeyip, akl ile söylediklerinde ve deneyleri açıklarken vehmlerine kapıldıkları zemanlarda aldanıyor, zararlı oluyorlar. bunun için ve aklın üstüne çıkamadıkları için, bunlar islam alimi gibi yüksek olamaz. aklı olmıyan delidir. aklını kullanmıyan sefihdir. akla uygun iş yapmamak sefahetdir. aklı az olan da ahmakdır. yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, eski kafalı felsefecidir. aklın erdiği şeylerde, ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, kur'anı kerimin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, islam alimleridir. o halde islamiyyetde felsefe yokdur, islam felsefesi, islam felesofu yokdur. felsefenin üstünde olan islam ilmleri ve felsefecilerin üstünde olan islam alimleri vardır. muhyiddini arabinin kuddise sirruh kitablarından da allahü tealanın, tabi'at kuvvetleri gibi, herşeyi iradesiz yapdığı ma'nası anlaşılıyor. allahü tealanın kudretini anlatırken, eski yunan felsefecilerine uyduğu seziliyor. demiyor da, diyor. büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği muhyiddini arabinin birçok sözlerinin, ehli sünnetin doğru sözlerine uymaması, yanlış olması, ne kadar şaşılacak şeydir. hataları, keşfinde, kalbe doğan bilgilerde olduğu için, belki kabahat sayılmaz. ictihaddaki hatalar gibi birşey söylenemez. onun büyük olduğunu ve hatalarının kusur sayılamıyacağını, yalnız bu fakir söyliyorum. onu büyük bilir ve severim. ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim. sfiyyundan bir kısmı, onu beğenmiyor ve çirkin şeyler söylüyor. bütün ilmlerini yanlış ve bozuk biliyorlar. bir kısmı da ona uyarak, bütün ilmlerini, yazılarını olduğu gibi alıyor. hepsini doğru biliyor ve doğruluklarını isbat etmeğe kalkışıyor. bu iki kısm da yanılıyor, adaletden ayrılıyor. bir kısmı haddi aşıyor. birisi de, büsbütün mahrum kalıyor. evliyanın büyüklerinden olan muhyiddini arabi kuddise sirruh keşflerindeki hatasından dolayı, büsbütün red olunabilir mi? fekat, ehli sünnetin doğru sözlerine uymıyan, hatalı bilgilerine uyulur mu ve herşeyi de kabul olunur mu? burada doğru yol, cenabı hakkın bize ihsan etdiği, iki tarafa sapmıyan orta yoldur. kitabında muhyiddini arabi hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla isbat etmekdedir. ebüssü'ud efendi fetvalarında da ona dil uzatılamıyacağı yazılıdır rahmetullahi teala aleyhim. vahdeti vücud bilgisinde, sfiyyenin çoğunun, muhyiddini arabi ile beraber olduğu meydandadır. kendisi burada da, hususi bir yol tutmuş ise de, sözün esasında ortakdırlar. bu bilgileri de görünüşde, ehli sünnet i'tikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır ve ikisini birleşdirmek mümkindir. bu fakir, cenabı hakkın yardımı ile, üstadımın ını açıklarken, bu bilgileri, ehli sünnetin i'tikadı ile birleşdirdim. aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu göstererek, her iki tarafın şübhe etdikleri yerleri öyle bir aydınlatdım ki, okuyanların hiç şübhesi kalmaz. görünce anlaşılır. ey müsliman! iyi bil ki, gördüğün, işitdiğin her şey, meydana gelen herşey, madde ve cism, bunların hassaları, akllar, fikrler, düşünceler, gökler, yıldızlar, elementler ve bileşik cismler yok idi. hepsi, allahü tealanın istemesi ve yaratması ile var oldu. onun yaratması ile yokdan var oldukları gibi, varlıkda kalabilmeleri, yok olmamaları için de, her an, onun istemesine ve kuvvetine muhtacdırlar. sebeblerin ve şartların değişmesi ile allahü tealanın fi'lini, yapmasını perdeliyor, bizden örtüyor. kuvvetinin, kudretinin meydana çıkması için, yapması ve yaratması için, sebebleri, vasıtaları araya koymuşdur. aklı olan, uyanık olan, kalb gözlerini, peygamberlere aleyhimüssalevatü vesselam uyarak, sürmelemiş, cilalamış olan kimse, bu sebeblerin de, vasıtaların da, allahü teala tarafından yaratıldığını ve her an onun kuvvetine muhtac olduklarını, onun ile var olup, onun ile varlıkda kalabildiklerini, yoksa hepsinin cansız, te'sirsiz, hareketsiz ve kuvvetsiz olduklarını ve kendileri gibi olan, başkalarına te'sir edemiyeceklerini ve kendileri gibi olan, başka şeyleri yapamıyacaklarını düşünür. bu sebebleri ve vasıtaları yaratan ve bunlara te'sir ve kuvvet, enerji veren bir kudret sahibinin bulunduğunu anlar. aklı olan kimse, cansız bir cismin hareket etdiğini görünce, bunu hareket etdiren bir kuvvetin varlığını anlar. durmakda olan bir cismin, kendiliğinden hareket edemiyeceğini ve ancak dışardan bir kuvvetin bunu harekete getireceğini bilir. demek ki, cansız bir cismin, hareket etmesi, bunu harekete getiren bir fa'ilin, bir kuvvetin varlığını akl sahiblerinden gizlemiyor. hareket eden cismin cansız olması, bir fa'ilin, bir kuvvet sahibinin mevcud olduğunu, akl sahiblerine haber veriyor. bütün sebebler, vasıtalar da böylece, allahü tealanın varlığını, kudretini akl sahiblerine i'lan ediyor, bildiriyor. fekat eblehler, ahmaklar, cismin hareketini görünce, kendiliğinden hareket ediyor sanarak, kuvvet sahibini, fa'ili göremeyip anlıyamıyor. aklları olmadığından, hareket eden cansız cismi, kuvvet sahibi zan ediyor. bunu hareket etdiren kuvveti, fa'ili inkar ediyor, kafir oluyorlar. allahü tealanın herşeyi sebeblerle, vasıta ile yapması, yaratması, ahmakların, aklsızların inkarına, küfrüne sebeb oluyor. akl ve vicdan sahiblerine de hidayet, kurtuluş yolunu gösteriyor. sebebleri, vasıtaları görerek, allahü tealanın varlığını, birliğini, kudretini anlamak, ancak peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam irşadı ile, uyandırması ile olmakdadır. insan aklı bunu, kendiliğinden anlıyamıyor. ba'zı kimseler, arada sebebler bulunmaması, herşeyin sebebsiz yaratılması, büyüklüğe daha uygun olur sanıyor. sebeblerde te'sir yokdur, sebebler karışmadan herşey doğrudan doğruya, allahü tealanın yaratması ile var oluyor diyorlar. bunlar anlamıyor ki, sebebleri aradan kaldırmak, hikmeti , adetini bozmak demekdir. bu hikmetde ise, nice faideler vardır. ya rabbi! bu varlıkda, hiçbirşeyi hikmetsiz, yersiz, uygunsuz yapmadın! peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat her işlerinde, sebeblere yapışırdı ve bununla beraber, işlerin yaratılmasını allahü tealadan dilerdi. mesela, ya'kub aleyhisselam çocuklarını suriyeden, mısra gönderdiği zeman, nazar değmesin diye, nasihat etdi. bununla beraber, nazar değmemesini allahü tealadan dileyip, bu nasihati yapmakla, allahü tealanın sizin için dilediğini değişdiremem. çünki tedbir, kaderi değişdiremez. her zeman onun dediği olur. sizi ona emanet ediyorum. ona güveniyorum. herkes de, her işinde yalnız ona güvenmelidir. herkesin, zevallı bir vasıtadan başka birşey olmadığını düşünerek, yalnız ona güvenenlerin imdadına elbette yetişir dedi. allahü teala, bu hali yusüf suresinde, o alim idi. kaza ve kaderimi biliyordu. ona bildirmişdim. fekat insanların çoğu, kaza ve kaderimi anlamıyor mealindeki altmışsekizinci ayetinde bildiriyor ve beğeniyor. . insan tedbir alır, sebeblere yapışır, takdiri bilmez, allahın takdiri, kulun tedbiri ile değişmez! allahü teala, peygamberimiz muhammed aleyhissalatü vesselama da sebeblere yapışmasını emr ediyor. enfal suresi, altmışdördüncü ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! sana, allahü teala ve mü'minlerden, sana tabi' olanlar yetişir! buyuruldu. sebeblerin te'sirine gelince, allahü teala, sebeblerde ba'zan te'sir, ya'ni iş yapabilecek kuvvet de yaratıyor. o işi hasıl ediyorlar. ba'zan da, aynı sebeblerde, bu te'siri yaratmıyor. o işi yapamıyorlar. bu hali herkes her zeman görmekdedir. aynı sebeblerin, aynı işi, ba'zan meydana getirdiğini, ba'zan da, işi yapamadığını hepimiz görmekdeyiz. sebeblerde, te'sir yokdur demek, tecribeleri, hadiseleri körü körüne inkar etmekdir. te'sirine inanmalı. fekat, sebeblerdeki bu te'sirlerin de, kendileri gibi, allahü tealanın yaratması ile, vücude geldiğini bilmelidir. bu fakirin rahmetullahi teala aleyh, bu mes'eledeki sözü, işte böyledir. demek ki, sebeblere yapışmak, tevekküle, mani' değildir. aksini tesavvuf yolunda yürüyen ve henüz ilerlememiş olan sfiler söyler. halbuki sebeblere yapışmak, sebebleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir. ya'kub aleyhisselam, hem sebeblere yapışdı, hem de allahü tealaya tevekkül etdi. ciğerler genişleyince, temiz hava içeri giriyor. daralınca, kirli hava dışarı çıkıyor. bu hal, her dakika devam ederek, yaşayabiliyoruz. ciğerleri hareket etdiren kuvvet sahibinin ve havadaki yüzde yetmişsekiz azot ve yüzde yirmibir oksijen mikdarının hiç değişmediğini gören akl sahibleri, allahü tealanın varlığını hemen anlar. bu yaratıcı, var olduğunu haber de veriyor. inanmıyanı sonsuz yakacağım diyor.. allahü teala, hayrı ve şerri, iyiyi kötüyü irade eder, ister ve yaratır. iyilerin de, kötülerin de halıkı, yaratanı odur. fekat, iyiliklerden razıdır. şerlerden razı değildir. ya'ni beğenmez. irade başkadır, rıza başkadır. aralarındaki farkı, yalnız ehli sünnet alimleri görebilmişdir. diğer yetmişiki fırka, bu farkı anlıyamıyarak, hepsi dalaletde kaldı, yollarını şaşırdı. mesela, mu'tezile fırkası, herkesi, kendi işinin halıkı zan etdi ve filanca kimse, filan işi yaratdı dedi ve insanlar, imanlarını ve küfrlerini kendileri yaratıyor dedi. bunlar, bu yanlış inanışı, ayeti kerime ve hadisi şeriflerden çıkardıkları için kafir olmuyor ise de, doğrusunu kabul etmedikleri için, bir müddet cehennemde yanacaklardır. fekat ayetden, hadisden, dinden, imandan haberi olmıyanların, devlet ve saltanat sahiblerine yaltaklanmak, teveccüh kazanmak için, yaratdın demeleri küfr olur. allahü tealadan başkasına yaratdı demek çok tehlükelidir. yurdumuzun dışındaki alevi ismini taşıyan şi'iler de, günahları insanlar yaratıyor. allah, yalnız iyilik yaratır diyor. istanbulda basılan ve kitablarında şi'ilerin bu sözleri yazılmış, çok güzel cevab verilmişdir. şeyhi ekber muhyiddini arabinin kuddise sirruh ve izinde gidenlerin kitablarından anlaşılıyor ki, . bu sözleri de, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğru i'tikada uymuyor ve icaba, iradeyi inkara yaklaşıyor. güneş, aydınlatmakdan razıdır demeğe benziyor. allahü teala, kullarına kuvvet, kudret, irade vermişdir. istediklerini işlerler. insanlar, işlerini kendileri yapıyor. allahü teala da yaratıyor. allahü tealanın hikmeti, adeti şöyledir ki, insan bir işi yapmak isteyince, o da, isterse o işi yaratır. bu iş, insanın kasdı ile, ihtiyarı ile meydana geldiği için, işin mes'uliyyeti, sevabı ve cezası, o insana oluyor. insanın ihtiyarı za'ifdir, azdır diyenler, allahü tealanın iradesinden az olduğunu demek istiyorlarsa, doğrudur. yok eğer, emrleri yapacak kadar değildir diyorlarsa, yanlışdır. allahü teala, insanlara, yapamıyacakları bir şeyi emr etmemişdir. hep kolay emr etmiş, güc şey istememişdir. az zemandaki bir küfre, sonsuz azab etmeği ve az zemandaki imana, sonsuz ni'metler vermeği takdir etmişdir. bunun sebebini anlıyamayız. allahü tealanın yardımı ile, şu kadar biliyoruz ki, insanlara, görünür görünmez, bütün ni'metleri, iyilikleri veren, yerlerin, göklerin, zerrelerin yaratanı ve noksansızlık, kusursuzluklar yalnız ona mahsus olan bir allaha inanmamak elbette çok şiddetli, çok acı azab ister ki, bu da, cehennemde sonsuz yanmakdır. böyle bir ni'met sahibine, görmeden inanmak ve nefsin ve şeytanın ve din düşmanlarının aldatmalarına kanmıyarak, onun sözlerine güvenmek, büyük mükafat ister ki bu da, cennet ni'metlerinde ve lezzetlerinde sonsuz kalmakdır. meşayıhi kiramdan çoğu dedi ki: cennete girmek, yalnız allahın fazlı ve ihsanı iledir. imanı, cennete girmeğe sebeb göstermek, kazanılan ni'metin lezzeti, daha çok olduğu içindir. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz cennete girmek, imana bağlıdır. fekat iman, allahü tealanın fazlıdır, ihsanıdır. cehenneme girmek de, küfrden dolayıdır. küfr ise, nefsi emmarenin arzularından doğmakdadır. nitekim nisa suresi yetmişdokuzuncu ayeti kerimesinde mealen, her güzel, her iyi şey, sana allahü tealadan geliyor. her çirkin, her fena şeye de, nefsin sebeb oluyor buyuruldu. cennete girmeği imana bağlamak, imanın kıymetini bildirmek içindir. bu da, iman olunacak şeylerin kıymeti ve ehemmiyyeti demekdir. bunun gibi, cehenneme girmeği de küfre bağlamak, küfrü tahkir içindir ki, inanılmıyan şeylerin kıymetini bildiriyor ve onlara inanılmadığı için, böyle sonsuz azab veriliyor. ba'zı meşayıhın, başka dürlü söylemelerinde bu incelik yokdur. dünyadan ahırete imanlı giden, cennetde allahü tealayı cihetsiz ve keyfiyyetsiz ve hiçbirşeye benzetmiyerek ve misali olmıyarak görecekdir. buna, müslimanların yetmişüç fırkasından, yalnız ehli sünnet inanmışdır. diğerleri inkar etmiş ve cihetsiz ve keyfiyyetsiz olarak görmek olamaz demişlerdir. hatta, muhyiddini arabi kuddise sirruh, ahıretde allahü tealayı görmek, dir. başka dürlü görmek olmaz diyor. birgün üstadım, muhyiddini arabinin şöyle buyurduğunu söyledi: mu'tezile fırkası, allahü teala, aklın ermediği bir görmekle, cihetsiz, keyfiyyetsiz olarak görülecek demeselerdi, başka şeylerin görülmesi gibi, görülecek deselerdi ve onu görmeği, suri bir tecelli olarak bilselerdi, onu görmeği inkar etmez, görülemez demezlerdi. ya'ni cihetsiz, keyfiyyetsiz olarak görüleceğine inanmıyorlar. suretin tecellisinde ise, cihet ve keyfiyyet vardır. halbuki cennetde allahü tealayı görmeği, suretin tecellisi demek, onu görmeği inkar etmekdir. her ne kadar oradaki suretin tecellisi, dünyada eşya suretlerinin görünmesi gibi değil ise de, yine onun kendini görmek değildir. arabi şi'r tercemesi: iman sahibleri, cennetde allahü tealayı keyfiyyetsiz görecekdir. bu görmeği anlatmak, mümkin değildir.. allahü teala, kullarına acıdığı için, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat gönderdi. eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolu şaşırmış olan insanlara, onu ve sıfatlarını kim bildirirdi? beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? insan aklı, noksan olduğu için, o büyüklerin da'vet nuru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramaz. anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakda şaşırır ve aldanırız. evet akl, doğruyu iğriden ayırmağa yarıyan bir aletdir. fekat, tam olmıyan bir aletdir. o büyüklerin da'veti ile, haber vermeleri ile temam olmakdadır. ahıretin azabı, sevabı, bu da'vet ve haberden sonra olur.akl göz gibidir. islamiyyet de ışık gibidir. ya'ni, insanın aklı, gözü gibi za'if yaratılmışdır. gözümüz karanlıkda göremiyor. allahü teala, görme aletimizden istifade edebilmemiz için güneşi yaratdı. güneşin ve çeşidli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramaz, tehlükeli cismlerden, yerlerden kaçamaz, faideli şeyleri bulamazdık. evet, gözünü açmıyan veya gözü bozuk olan, güneşden faidelenemez. fekat, bunların güneşe kabahat bulmağa hakları olmaz. aklımız da, yalnız başına ma'neviyyatı, faideli, zararlı şeyleri anlıyamıyor. allahü teala, aklımızdan faidelenmemiz için, peygamberleri, islamiyyet ışığını yaratdı. peygamberler aleyhimüssalatü vesselam, dünyada ve ahıretde rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. tehlükelerden, zararlardan kurtulamazdık. evet, islamiyyete uymıyan veya aklı az olan kimseler ve milletler peygamberlerden faidelenemez. dünyada ve ahıretde tehlükelerden, zararlardan kurtulamaz. fen vasıtaları, mevkı', rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir ferd, hiçbir insan mes'ud olamaz. ne kadar neş'eli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamakdadır. dünyada da, ahıretde de rahat ve mes'ud yaşayanlar ancak, peygamberlere uyanlardır. şunu da bilmelidir ki, rahata, se'adete kavuşmak için, müslimanım demek, müsliman görünmek yetişmez. müslimanlığı iyi öğrenmek, onu doğru anlamak ve yapmak, ona uymak lazımdır. sual: ahıretdeki sonsuz azab, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vetine bağlı olunca, onların gönderilmesi, alemlere rahmet nasıl olur? cevab: onların gönderilmesi, allahü tealanın kendini ve sıfatlarını bildirmek içindir. bu bilgi de, se'adeti ebediyyeye, ya'ni dünya ve ahıretin sonsuz iyiliklerine sebebdir. allahü tealaya karşı, layık olan şeyler, uygun olmıyanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmışdır. zira, bizim kör ve topal olan akllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkda kalamayıp yine yok olmakdadır. o halde, yokluk bulunmıyan ve ismleri ve sıfatları ve fi'lleri sonsuz var olan, ebedi, hakiki varlığa uygun olanı anlıyabilir mi ve ona layık olanı bulabilir mi? münasib olmıyanları ayırd edebilip söylemekden sakınabilir mi? hatta, kendi noksan olduğu için, çok def'a kemali, noksansızlığı, noksan sanır ve noksanı, kemal sanır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, bunları ayırd etmeleri ve bildirmeleri, bu fakire göre, bütün ni'metlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. allahü tealaya uygun olmıyan şeyleri , ona münasib görenlerden daha alçak kim olabilir? batılı hakdan, iğriyi doğrudan ayıran, ibadete, ita'ate hakkı olmıyanları, ibadet edilmesi layık ve lazım olan hakiki vardan ayıran, o büyüklerin sözleridir. allahü teala, insanları doğru yola, onların sözleri ile çağırıyor. kullarını, kendisine yaklaşmak se'adetine, onların aracılığı ile ulaşdırıyor. allahü tealanın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vasıtası ile kolaylaşıyor. bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, maliki, sahibi olan allahü tealanın, mahluklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanmağa izn verdiği ve hangilerine izn vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılıyor. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bu saydığımız ve daha bunlar gibi nice faideleri vardır. o halde, o büyüklerin gönderilmesi, elbette rahmetdir, iyilikdir. fekat, bir kimse, nefsi emmaresine uyarak ve mel'un şeytana kapılarak , peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat inanmaz ve onların sözlerini bildiren, hakiki din alimlerinin, din mütehassıslarının kitablarını okumaz ve emrlerini yapmaz ise, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ne günahı olur ve bundan dolayı, niçin rahmet olmazlar? sual: akl, yaratıldığı şeklde iken, allahü tealaya aid şeyleri anlıyacak kadar temam değil, kusurlu ise de, belki zemanla ilerliyerek ve temizlenerek onun ile bizim anlıyamıyacağımız bir münasebet yapamaz mı? melek vasıtası ile peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat haber gelmeden, bu münasebetle ve kavuşmakla insanlar aklları ile, sonsuz ve hakiki varlığa mahsus şeyleri, doğruca ondan alamaz mı? cevab: akl, böyle bir münasebet elde edebilir. fekat, akl, dünyada kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. bu bağlılıkdan kurtulamaz. bu iğreti varlıkdan alakası kesilmez. vehm, her zeman, aklın etrafında, hayal daima yanında bulunur. , ya'ni kızgınlık ve , ya'ni nefsin arzuları, hep onunla beraber kalır. hırs ve menfe'at, onu yalnız bırakmaz. insanlığın, lüzumlu alameti olan, şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. bu dünyanın hassası olan, yanılmak ve iyiyi kötü ile karışdırmak, ondan sıyrılmaz. o halde, akla herşeyde, nasıl inanılır? aklın vereceği kararlar ve emrler, vehmin karışmasından ve hayalin te'sirinden kurtulamaz ve unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimalinden korunamaz. halbuki, bu kusurların hiçbiri, meleklerde yokdur. bu pislikler ve kötülükler onlarda bulunmaz. bunun için, melekler elbette yanılmaz. meleklere i'timad olunur. meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimali yol bulamaz. ba'zı vaktler, ruh yolu ile gelen ba'zı bilgileri, his uzvları ile bildirmek istediğim zeman, vehm ve hayal yolundan, doğru olmıyan, ba'zı başlangıcların meydana çıkdığını ve elimde olmıyarak, ruhdan gelen bilgilere karışdığını ve bunları bildirirken, aralarını ayıramadığımı duyuyorum. ba'zı vakt de, bunları ayırd etmeği bildiriyorlar. işte bundan dolayı, ruhani bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden i'timad kalkıyor. şöyle de cevab verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak allahü tealanın beğendiği şeyleri yapmakla, ya'ni ahkamı islamiyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. bunun için de, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vesselam sözlerini, haberlerini öğrenmek lazımdır. onlar haber vermedikce, akl ilerliyemez ve temizlenemez. ba'zı kafirlerde ve fasıklarda görülen, safa ve parlaklık alametleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. nefsin parlaması da, yolu şaşırtmakdan, zarar ve ziyandan başka birşey ele geçirmez. ba'zı kafirlerin ve fasıkların, nefslerinin parlaklığı zemanında, bilinmiyen ba'zı şeyleri, haber vermelerine, denir. ya'ni, bunları derece derece, yavaş yavaş felakete, azaba sürüklemek içindir. allahü teala, hepimizi böyle belalardan korusun. peygamberlerin en büyüğü aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ala alihi ve ali küllin hurmetine, bizi böyle şeylerden korusun! demek ki, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdikleri ahkamı ilahiyye, hep rahmetdir, iyilikdir. yoksa, bu emrler ve teklifler, mülhidlerin, zındıkların, sandıkları ve söyledikleri gibi, külfet, eziyyet ve işkence değildir ve akla aykırı değildir. bunların sık sık söyledikleri kullarına zor veyorucu şeyler emr edip de bunları yaparsanız cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? birşey emr etmemeli idi. herkesi, kendi başına bırakıp, istedikleri gibi yiyip içmeli, gezip eğlenmeli, yatıp kalkmalı idi. merhamet ve iyilik böyle olur gibi lafları, ne kadar alçakca ve ne kadar ahmakcadır. bunlar, hiç de düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükr etmek ya'ni, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. ahkamı islamiyye, bütün ni'metleri, iyilikleri yaratan, gönderen allahü tealaya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermekdedir. o halde, ahkamı ilahiyye, teklifatı ilahiyye, aklın istediği birşeydir. bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri yapmakla olur. allahü teala, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükden, karışıklıkdan başka birşey olmazdı. allahü tealanın haram etmesi olmasaydı, nefsleri, keyfleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helak olurlardı. memleketlerin ma'murluğu, insanların rahatı, ya'ni medeniyyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı. bugün bile, allahü tealayı inkar eden, islamiyyeti beğenmiyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen cem'ıyyetlerin kanunlarında, allahü tealanın emrlerinden çoğunun yer almış olduğu göze çarpıyor. bütün insanların, din esaslarından uzaklaşdıkca, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülüyor. fen aletleri, medeni vasıtalar, akllara hayret verecek şeklde ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıkdaki sıkıntının azalmadığı, artdığı göze çarpıyor. allahü teala, insanların se'adetlerine sebeb olan şeyleri emr etdi. felaketlerine sebeb olanları yasak etdi. dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek veya bilmiyerek, bu emr ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. faideli ilacı kullanan herkesin derdden kurtulması gibidir. dinsiz kimselerin ve milletlerin birçok işlerinde muvaffak olduklarını görüyoruz. kur'anı kerime uygun olarak çalışdıkları için muvaffak oluyorlar. fekat ahıretde de, se'adete kavuşabilmek için kur'anı kerime iman ederek, niyyet ederek uymak lazımdır. bekara suresinin, ey akl sahibleri, düşününüz! katili öldürünüz diye verdiğim emrde ölüm değil, hayat olduğunu anlarsınız! mealindeki, yüzyetmişdokuzuncu ayeti, bu sözümüzün vesikasıdır. : eğer hakimin sopası olmasaydı, serhoş kafir, ka'be içine kusardı. şunu da söyliyelim ki, allahü teala, herşeyin sebebsiz, şartsız maliki, hepimizin sahibidir. bütün insanlar, onun mahluku, kullarıdır. kullarına verdiği her emri ve herşeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faidelidir. bunda, zulm, fesad olamaz. me'murlar, amirlere, kullar sahiblere emrlerin, işlerin sebebini soramaz. bütün insanları cehenneme koyup, sonsuz azab yapsaydı, kimin birşey söylemeğe hakkı olabilirdi? çünki kendi yaratdığı, yetişdirdiği mülkünü kullanıyor. başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulm denilebilsin. halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatde onların değil, hepsi onundur. bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatde zulmdür. allahü teala, bu dünyanın düzeni için ve ba'zı faidelere yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatde hepsi onundur. o halde, bizim bunları, asl sahibinin mubah etdiği, izn verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat allahü teala tarafından bizlere haber verdikleri herşey ve her emr doğrudur. kafirlere ve iman ile gidenlerden asilere, mezarda kabr azabı olduğunu, muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber vermişdir. kafirler ve mü'minler kabre konulunca, münker ve nekir ismindeki iki melek gelip sual soracaklardır. kabr, dünya ile ahıret arasında bir köprü, bir geçid olduğundan, kabr azabı bir bakımdan dünya azablarına benziyor ki, sonsuz değildir. bir bakımdan da, ahıret azablarına benzer ki, ahıret azabı cinsindendir. mü'min suresinin, mealindeki kırkaltıncı ayeti kerimesi, kabr azabını bildiriyor. kabrdeki ni'metler de, hem dünya, hem de ahıret rahatlıklarına benzer. iyi bir kimse, tali'li bir insan, kusurları, günahları, lutf ve ihsan ile afv olunan ve yüzüne vurulmıyan kimsedir. eğer günahı yüzüne vurulursa ve bunun için de, merhamet olunarak, yalnız dünya sıkıntıları çekdirilip günahları, böylece temizlenen kimse de, çok tali'lidir. bununla da temizlenmeyip, geri kalan günahları için, kabr sıkması ve kabr azabı çekerek günahları biten, kıyamet gününe, mahşer meydanına günahsız olarak götürülen de, ne kadar çok tali'lidir. eğer böyle yapmayıp, ahıretde de cezalandırılırsa, yine insafdır ve adaletdir. fekat o gün, günahlı olan ve mahcub ve yüzleri kara olan, ne kadar güç durumdadır. fekat bunlardan, müsliman olanlara yine acınacak, bunlar, sonunda yine merhamete kavuşacak, cehennem azabında, sonsuz kalmakdan kurtulacaklardır ki, bu da, ne kadar büyük ni'metdir. ya rabbi! bize ihsan etdiğin iman ışığını söndürme, kusurlarımızı ört! sen herşeyi yapabilirsin!. kıyamet günü, elbette vardır. o gün gökler, yıldızlar ve erd, dağlar, denizler ve hayvanlar, nebatlar ve ma'denler, hasılı herşey, yok olacakdır. gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü, dağlar, toz olup savrulacak. bu yok oluş, surun ilk işareti ile olacakdır. ikinci nefhasında, herşey tekrar yaratılıp, insanlar, mezardan kalkacak, mahşer yerinde toplanacakdır. eski yunan felesofları , ya'ni herşeyi aklları ile çözmeğe kalkışanlar, gökler ve yıldızlar yok olmaz dedi. ba'zısının aklı, hiç de işlemediği için, kendilerine müsliman diyor. ahkamı islamiyyeden çoğunu da yapıyor. şuna daha çok şaşılır ki, ba'zı müslimanlar, bunların sözüne, kitablarına inanıp, bunları müsliman, hatta islam alimi, din büyüğü sanıyor. bunların küfrlerini, kafir olduklarını söyliyenlere kızıyor. bu kafirleri medh ve müdafe'a ediyorlar. halbuki bunlar, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere inanmıyor. bütün peygamberlerin sözbirliği ile, bildirdiklerini inkar ediyor. tekvir suresinin, mealindeki ve inşikak suresinin, ve mealindeki ve ennebe' suresinin, mealindeki ayetleri ve bunlar gibi ayeti kerimeler çok vardır. bu kimseler, bilmiyor ki, müsliman olmak için, yalnız kelimei şehadeti söylemek yetişmez. inanmak lazım olan şeylerin hepsine inanmak, tasdik etmek ve küfrden, ya'ni küfre sebeb olan sözlerden ve işlerden uzaklaşmak ve kafirleri sevmemek, müsliman olmak için şartdır. insan, ancak bu suretle müsliman olur. bu şart bulunmadıkca müslimanlık olmaz. ahıretde, dünyadaki işlerden sual ve hesab vardır. ahırete mahsus olan bir terazi ve sırat köprüsü denilen bir geçid vardır. bunları muhbiri sadık aleyhi ve ala alihissalatü vesselam haber vermişdir. peygamberlik ne demek olduğunu bilmiyen ba'zı cahillerin, bunlara inanmaması, bunların yok olmasını göstermez. var olan şeylere yok demek kıymetsiz, boş söz olur. peygamberlik makamı, aklın üstündedir. peygamberlerin doğru sözlerini, akla uydurmağa çalışmak, peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. ahıret işlerinde, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat, akla danışmadan tabi' olmak, uymak lazımdır. peygamberlik makamı, aklın hududunun, çerçevesinin dışında, üstündedir. akl, eremediği şeyleri, kendine uymıyor sanır. akl, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymadıkca, yüksek derecelere çıkamaz, eremez. uygun olmamak, ya'ni muhalif olmak başkadır, erememek, anlıyamamak başkadır. çünki uymamak, ancak anladıkdan sonra olabilir. cennet ve cehennem vardır. kıyamet günü, hesabdan sonra, birçokları cennete gönderilecek, birçoğu da, cehenneme sokulacakdır. cennetin sevabı, ni'metleri ve cehennemin azabı ebedidir, sonsuzdur. bunlar, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmekdedir. muhyiddini arabi kuddise sirruh kitabında, diyor ve ayeti kerimesini bildirip, kafirler, cehennemde üçbin sene kalarak, sonra cehennem, bunlara serin ve rahat olacakdır, nasıl ki ateş, dünyada ibrahim aleyhisselama selamet olmuşdu. allahü teala azab va'd etdiği sözünden dönebilir diyor. diyerek, burada da, doğru yoldan ayrılmakdadır. araf suresinin, mealindeki yüzellibeşinci ayeti kerimesinin, dünyada rahmetin, mü'minlere ve kafirlere beraber olduğunu gösterdiğini anlıyamadı. ahıretde, kafirlere rahmetin zerresi bile yokdur. cenabı hak, kur'anı kerimde bunu bildiriyor ve buyurdukdan sonra mealen, buyuruyor. muhyiddini arabi kuddise sirruh, ayeti kerimenin başını okuyup, sonunu bırakıyor. yine araf suresinin ellibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. ibrahim suresinin, mealindeki kırkyedinci ayeti kerimesi, diğerlerine verdiği sözden döner demek değildir. burada, yalnız peygamberlerine verdiği sözden dönmez buyurması belki, peygamberlerinin kafirlerden daha kuvvetli ve onlara galib olması için verdiği sözden demekdir ki, böylece hem peygamberlerine, hem de bunların düşmanı olan kafirlere söz verilmekdedir. o halde, bu ayeti kerime, hem peygamberlerine, hem de düşmanlarına verdiği sözden dönmiyeceğini bildiriyor ki, sözünü isbat için yazdığı bu ayeti kerime, onun yanıldığını meydana çıkarıyor. şunu da söyliyelim ki, düşmanlarına verdiği sözden dönmesi, dostlarına verdiği sözden dönmek gibi, yalancılık olur ki, allahü tealaya bunu söylemek çok yersizdir. çünki, kafirlere azab etmiyeceğini biliyorken, bir faide için, bilgisinin aksine olarak, sonsuz azab edeceğim diyor demek, çok çirkin bir sözdür. ehli dilin, kafirlerin cehennemde kalmıyacaklarını söylemeleri de, muhyiddini arabinin kaddesallahü teala sirrehül'aziz keşf ile, ya'ni kalbi ile anlıyarak, söylediği sözlerdendir. kalbe doğan şeylerde, çok hata olur. din büyüklerinin, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiramdan rıdvanullahi aleyhim ecma'in alarak yazdıklarına muhalif olan, böyle keşflerin, kıymeti ve ehemmiyyeti yokdur. . melekler, allahü tealanın kullarıdır. günah işlemez ve yanılmaz ve unutmazlar. tahrim suresi altıncı ayeti kerimesinde mealen, buyuruldu. yimezler ve içmezler. erkek ve dişi değildirler. kur'anı kerimde, meleklerin, erkeklere mahsus kelime ve harfler ile bildirilmesi, erkeklerin kadınlardan daha şerefli ve daha üstün oldukları içindir. nitekim, allahü teala, kendini de, bunun için, böyle kelime ve harflerle bildirmekdedir. allahü teala, insanlardan ba'zısını peygamber olarak seçdiği gibi, meleklerden de ba'zılarını, peygamber olarak ayırmışdır. ehli sünnet alimlerinin çoğu buyurdu ki, . imamı gazali, imamı malik ve şeyh muhyiddini arabi, dedi. bu fakirin anladığına göre, meleklerin evliyalık tarafı peygamberlerin evliyalığından üstündür. fekat, nebilerin ve resullerin yetişdiği bir derece vardır ki, melek oraya yetişemez. bu şerefli derece, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat toprak maddelerinden gelmişdir. bu da, insana mahsusdur. yine bu fakire gösterildi ki, peygamberliğin yüksekliği yanında, evliyalığın yüksekliği, hiç kalmakda, büyük deniz yanında, bir damla kadar da görünmemekdedir. o halde, peygamberlik yolundan gelen üstünlük, evliyalık yolundan kavuşulan yükseklikden, katkat daha üstündür. o halde, her bakımdan, toplu üstünlük peygamberlerde, bir bakımdan üstünlük meleklerdedir. sözün doğrusu, ehli sünnet alimlerinin çoğunun dediğidir. allahü teala, onların çalışmalarının mükafatını bol bol ihsan eylesin! demek oluyor ki, evliyadan hiçbiri, hiçbir peygamberin derecesine çıkamaz. velinin başı, daima bir peygamberin ayağı altındadır. şunu iyi bilmeli ki, herhangi bir sözde, alimler ile sfiyye arasında uygunsuzluk bulunursa, iyi ve ince düşünülünce, alimlerin haklı ve doğru olduğu görülüyor. bunun sebebi, alimler peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat tabi' oldukları için, onların peygamberlik derecelerine ve o derecelerin ilmlerine bakıyor. bilgilerini oradan alıyorlar. sfiler ise, peygamberlerin evliyalık derecelerine ve buradaki ma'rifetlere bakıyorlar. peygamberlik derecesinden alınan ilmler evliyalık derecelerinden alınan ilmlerden, elbette daha doğrudur. bu sözlerimi daha geniş, daha derin olarak aklı, ilmi yüksek, hakikatleri anlamış, allahü tealanın rahmetlerine ve feyzlerine kavuşmuş, kıymetli oğlum, muhammed sadıka yazdığım mektubda bildirdim. arzu eden, oradan okusun! mürşidi kamiller, ictihad derecesinde yüksek alim oldukları için, hem ilm, hem de ma'rifet sahibidirler. ya'ni dırlar. akl ile anlaşılan bilgilere denir. kalb ile anlaşılan bilgilere ve denir. iman: ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in kitablarında, dinden olduğu, ya'ni inanılması lazım olduğu bildirilen şeyleri, kalbin tasdik etmesi, kabul etmesi, inanması demekdir. kalbin inandığını, dil ile söylemek de lazımdır demişlerdir. fekat söylemek, imanın kendisi olmayıp, kalbdeki imanın bildirilmesidir. imanı, özrsüz söylemiyen kafir olur. ikrah, ya'ni tehdid ile, ya'ni ölüm veya bir uzvun kesilmesi ile veya şiddetli can yakılmakla zorlanınca, imanını saklamak afv olur ve söylemiyen veya aksini söyliyen kafir olmaz dediler. bu eki kitabından aldık. kalbde iman bulunduğuna alamet, küfrden teberri etmek, kaçınmakdır ve kafirlikden, kafirlere mahsus olan şeylerden mesela beline zünnar bağlamak ve bunun gibi, kafirlik alameti olan şeyleri kullanmakdan sakınmakdır. küfrden teberri demek, allahü tealanın düşmanlarını sevmemekdir. kafirler, kuvvetli, hakim olup da, zararlarından korkulduğu zeman, kalbi ile sevmemek, korku olmadığı zeman, hem kalb, hem de her vasıta ile karşı koymak lazımdır. allahü teala, kur'anı kerimde sevgili peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem kafirleri ve münafıkları sevmemeği, çalışıp, onlardan üstün olmağı emr ediyor. çünki, allahü tealanın ve peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem düşmanlarından uzak olmadıkça o ve resulü sevilmiş olmaz ve seviyorum demek doğru olmaz. bir kimse, imanım var dese, fekat küfrden teberri etmese, hem müslimanlığa, hem de dinsizliğe inanmış, iki dinli olmuş olur ki, bunlara denir. bunlara münafık gözü ile bakmak lazımdır. kalbde iman bulunması için, küfrden teberri, elbette lazımdır. bu teberrinin en aşağı derecesi kalb ile teberridir. en yüksek, en iyi derecesi de, hem kalb ile, hem kalıp ile olmakdır. ya'ni, kalbdeki ayrılığı söz ile, hareket ile belli etmekdir. farisi mısra' tercemesi: düşmanlık etmedikce, dostluk olamaz! ba'zıları, sevginin bu şartını, ehli beyti radıyallahü teala anhüm, sevmekde yanlış kullanıyor. bunları sevmek için, peygamberimizin üç halifesine radıyallahü teala anhüm ve müslimanlardan bir çoğuna düşmanlık etmek lazımdır diyor. bu sözleri, çok yanlışdır. çünki sevginin alameti, sevgilinin düşmanlarını sevmemekdir. yoksa sevgiliden başka, herkese düşmanlık demek değildir. aklı olan herkes bilir ki, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı, ehli beyte düşman değil idi. hele eshabı kiramın en büyükleri olan bu üç halife, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem uğruna mallarını, canlarını feda etdi. mevkı'lerini, şöhret ve i'tibarlarını, onun için terk etdi. müslimanların ehli beyti sevmesi, kur'anı kerimde açıkca emr olunuyor. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem se'adeti ebediyyeye çağırması ve kavuşdurması ni'metinin şükrü, karşılığı olarak, ehli beytin rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in sevgisi isteniyor. o halde, nasıl olur da, bu büyüklerin, ehli beyte düşman olması düşünülebilir ve söylenebilir. ibrahim aleyhisselamın bu kadar büyük olması ve bütün insanlar arasında, ikinciliği kazanması ve peygamberler babası olmakla şereflenmesi, hep allahü tealanın düşmanlarından teberri etmesi sebebi ile idi. allahü teala, suresinde mealen, ey mü'minler! ibrahim aleyhisselamın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! ya'ni siz de, onun gibi ve onunla beraber bulunan mü'minler gibi olunuz! onlar, kafirlere dedi ki: bizden sevgi beklemeyiniz! çünki siz, allahü tealayı dinlemeyip başkalarına tapıyorsunuz. o tapdıklarınızı da sevmiyoruz. sizin uydurma dininize inanmıyoruz. bu ayrılık, aramızda düşmanlığa sebeb oldu. siz, allahü tealanın, bir olduğuna inanmadıkca ve emrlerini kabul etmedikce bu ayrılık, kalbimizden silinmeyecek, her şeklde kendini gösterecekdir buyuruyor. bu fakire göre rahmetullahi teala aleyh, allahü tealanın rızasını ve sevgisini kazanmak için küfrden teberri gibi, hiçbir amel ve ibadet yokdur. kafirlere ve küfre, allahü tealanın zatı, kendisi düşmandır. insanların tapındıkları bütün ma'budlar ve bunlara tapanlar, allahü tealanın zatının düşmanlarıdır. cehennemde sonsuz yanmak, bu alçak işin cezasıdır. nefslerin arzusu ve her dürlü günahlar ise böyle değildir. bunlara, allahü tealanın düşmanlığı, kendinden değil, sıfatlarındandır. allahü tealanın günahkarlara gazab etmesi, kızması, kendi gazabı ile değil, gadab sıfatı iledir. bunlara azab etmesi, horlaması hep sıfatları ve fi'lleri iledir. günahkarlar, bunun için cehennemde sonsuz kalmıyacak, belki bunlardan çoğunu isterse afv edecekdir. allahü tealanın küfre ve kafirlere düşmanlığı, zatından olduğu için rahmet ve re'fet sıfatları, ahıretde kafirlere yetişemiyecek ve rahmet sıfatı, zatın düşmanlığını, ortadan kaldıramıyacakdır. zatın düşmanlığı, sıfatın acımasından daha kuvvetlidir. sıfat ile yapılan şey, zatın yapdığını değişdiremez. hadisi kudside buyuruyor ki: . bunun ma'nası, rahmet sıfatım, gadab sıfatımı aşmışdır. ya'ni, mü'minlerin günahkarlarına karşı olan, gadab sıfatımı aşmışdır demekdir. yoksa, rahmet sıfatı, kafirlere, müşriklere karşı olan zatın gadabını aşar demek değildir. sual: allahü teala, dünyada kafirlere merhamet ediyor. nitekim yukarıda söylendi. o halde, dünyada rahmet sıfatı, zatın gadabını aşmıyor mu? cevab: kafirlere dünyada merhamet edilmesi görünüşdedir. ya'ni, merhamet şeklinde görünen, istidracdır, hiledir. nitekim, suresinde mealen, kafirlere çok mal ve evlad vererek onlara yardım mı, iyilik mi ediyoruz? küfrlerine karşılık olarak onlara, bol bol iyilikleri, çabuk çabuk gönderiyor muyuz zan ediyorlar? hayır, öyle değildir. bu yardım, onlara iyilik değil, belki istidracdır. azmaları, kudurmaları ve cehenneme gitmeleri içindir buyuruyor. araf ve nun suresinde, onları yavaş yavaş azaba yaklaşdırıyorum. haberleri olmuyor. onlar azdıkca, dünya ni'metlerini artdırarak, fırsat veriyorum. aldanıyorlar. onlara hazırladığım azab çok şiddetlidir mealindeki ayeti kerimesi de böyle olduğunu açıkca göstermekdedir. faide: cehennemde sonsuz olarak yanmak, küfrün karşılığıdır. burada denilir ki, bir kimse, imanı varken, kafirlerin rüsum ve adetlerini yapar, onların ibadetlerine, adetlerine, bayramlarına kıymet verirse, alimlerimiz, bu kimsenin imanının gideceğini, mürted olacağını bildiriyor. zemanımız müslimanlarının çoğu, bu belaya yakalanmışdır. alimlerimizin bu sözüne göre, zemanımızda, hindistandaki müsliman denilen insanların çoğu, cehennemde ebedi azab çekeceklerdir. halbuki, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . sen buna ne dersin? cevab: şöyle deriz ki, bir kimse, dinde inanılması lazım olan şeylerden, bir danesine bile inanmamış veya şübhe etmiş ise veya beğenmemiş ise imanı gider. kafir olur. cehennemde ebedi yanacakdır. bir kimse, kelimei tevhid söyleyip, bunun ma'nasını kabul eder, muhammed aleyhisselam, allahü tealanın peygamberidir, her sözü doğrudur, güzeldir deyip, ona uygun olmıyanlar yanlışdır, fenadır diye inanırsa ve son nefesinde de öyle ölüp, ahırete, bu iman ile giderse, bu kimse, kafirlere mahsus olan adetlere ve bayramlara katılır, kafirlerin mukaddes bildikleri günlerinde ve gecelerinde, onların yapdıklarını yaparsa cehenneme girer. amma, kalbinde zerre kadar imanı olduğu için, cehennemde sonsuz kalmaz. bu fakir, birgün, bir hasta ziyaretine gitmişdim. ölüm halinde idi. kalbine teveccüh etdim. kalbi kararmış idi. o zulmetin temizlenmesi için çok uğraşdım. faide vermedi. uzun zeman yokladıkdan sonra, o siyahlıkların, kafirlik bulaşıklıkları ve sıfatları olduğu ve kafirler ile ve küfr ile olan bağlılığından, beraberliğinden olduğu anlaşıldı. o kadar uğraşdığım halde, o zulmetler temizlenemedi. bunların ancak, küfrün cezası olan, cehennem ateşi ile temizleneceği anlaşıldı. fekat, kalbinde zerre kadar iman nuru da görüldüğünden, bunun sayesinde cehennemden çıkarılacakdır. hastayı bu halde görünce, cenaze namazını kılayım mı, diye düşünceye daldım. kalbimi uzun zeman yokladıkdan sonra, kılmak lazım olduğunu anladım. demek ki, kalbinde iman varken, kafirlerle düşüp kalkan, onların bayramlarına, paskalyalarına uyanların cenaze namazlarını kılmalıdır. bunları kafir bilmemelidir. nitekim bu gibilere, bugün böyle yapılmakdadır. bunların, imanları sayesinde cehennemden çıkacaklarına inanmalıdır. fekat, hiç imanı olmıyanlara afv ve mağfiret yokdur ve küfrlerinin karşılığı olarak cehennem azabında sonsuz kalacaklardır. in rahmetullahi teala aleyh beşinci cildinde, dörtyüzseksenbirincisahifeyi okuyunuz! din düşmanları, müslimanları aldatmak için, kafirlerin adetlerini, bayramlarını, müsliman adeti, müslimanların mubarek günü diyerek, bunların gavurluk ve kafirlik olduğunu örtmeğe uğraşırlarsa, genç ve saf müslimanlar bunlara aldanmamalıdır. güvendikleri halis müslimanlara, namaz kılan akrabalarına, dinini bilen baba dostlarına sorup öğrenmelidir. çünki, bugün bütün dünyada, gerek imanı ve küfrü tanımakda, gerekse ibadetleri doğru yapmakda, cahillik özr değildir. dinini bilmediği için aldanan, cehennemden kurtulamıyacakdır. allahü teala bugün, dinini dünyanın her tarafına duyurmuş, imanı, halali, haramı, farzları öğrenmek pek kolaylaşmışdır. bunları lüzumu kadar öğrenmek farzdır. hulasa, kafirlerin adet ve merasimlerine katılanda, zerre kadar iman varsa, cehennem azabına girecek ise de, cehennemde ebedi kalmıyacakdır. imanı olanlardan büyük günah işleyen lere gelince, allahü teala, bu günahları isterse afv eder, isterse günahı temizleninceye kadar, cehennemde azab eder. bu fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz anladığına göre, cehennem azabı ister sonsuz olsun, ister bir zeman olsun, küfr için ve küfr sıfatları ve bulaşıklıkları içindir. küfrden teberri eden, kaçınan, iman sahiblerinin yapdıkları büyük günahlar, ya imanları hurmetine, cenabı hakkın merhameti ile veya kalb ile tevbe ve dil ile istigfar ederek ve beden ile hayrlı bir iş yaparak veya şefa'ate kavuşmaları ile afv olunur. günahda kul hakkı varsa, hak sahibi ile halallaşmak lazımdır. böyle afv olmıyanlar, dünya sıkıntıları ve derdleri ile veya son nefesde can verirken, çekecekleri zahmetler ile temizlenir. bunlarla da temizlenmezse, ba'zıları kabr azabı çekmekle afva kavuşur. ba'zıları ise, kabr azabı ve sıkıntıları ve kıyamet gününün şiddetleri ile afv olunup, günahları biter ve cehennem azabı ile temizlenmeğe lüzum kalmaz. nitekim, en'am suresi, seksenikinci ayetinde mealen, iman edip de imanlarını şirk ile bulaşdırmıyanlar, cehennemde ebedi kalmakdan emindirler. onlar için, bu korku yokdur buyuruldu. bu ayeti kerime, sözümüzün doğru olduğunu göstermekdedir. çünki burada , şirk demekdir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. sual: allahü teala, küfrden başka, ba'zı günahları işliyenlerin de cehenneme gireceklerini bildiriyor. mesela, bir mü'mini, bile bile öldürenin cezası cehennemde sonsuz kalmakdır buyuruyor. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: buyuruyor. o halde, cehennem azabı, yalnız kafirlere değildir denilirse, cevab veririz ki, cehennem azabı, müsliman öldürmenin haram olmasına aldırış etmiyen, halal diyerek öldüren içindir. nitekim ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, tefsirlerinde böyle ma'na vermişlerdir. küfrden başka günahlara cehennemde azab olunacağını bildiren haberler, hep bu günahlarda küfr bulaşıklığı olduğu içindir. mesela, günahı hafif görerek, ehemmiyyet vermiyerek işlemek, islam dininin emrlerini aşağı görerek, namaz kılmamak ve günah yapmak gibi şekllerdedir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, buyuruyor. bir kerre de, allahü tealanın rahmeti, benim ümmetim içindir. bunlara ahıretde azab yokdur buyurdu. yukarıda, ma'nası yazılan ayeti kerime de, bu sözümüzü kuvvetlendirmekdedir. kafirlerin, akıl ve balig olmadan ölen çocuklarının ve dağda, çölde doğup büyüyerek, bir din işitmeden ölen ve eski zemanlarda bir dinin, zalimler tarafından bozulduğu, değişdirildiği ve yeni bir peygamber gelmeden önce ölen dinsizlerin ahıretde ne olacaklarını, oğlum muhammed sa'ide rahmetullahi aleyh yazdığım mektubda, uzun olarak bildirmişdim, oradan okuyup anlayınız! imanın artmasında ve eksilmesinde, alimlerimiz başka başka söyledi. imamı azam ebu hanife radıyallahü anh, iman, artmaz ve azalmaz buyurdu. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh, artar ve azalır, dedi. iman, kalbin tasdik ve yakini olduğundan azalması, çoğalması olmaz. azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. buna, denir. ibadetleri, allahü tealanın sevdiği şeyleri yapmakla, iman cilalanır, nurlanır, parlar. haram işleyince, bulanır. o halde, çoğalmak ve azalmak, amelden, işlerden dolayı, imanın cilasındadır. kendisinde değildir. ba'zıları cilalı, parlak imana, çok dedi ve parlak olmıyan imandan, daha çokdur, dedi. bunlar, sanki, cilalı olmıyan imandan ba'zısını, iman bilmedi. cilalılardan ba'zısını da, iman bilip, fekat az dedi. iman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. cilası fazla olup, karşısındaki cismi parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan, daha çokdur demeğe benzer. başka birisi de, iki ayna müsavidir. yalnız, cilaları ve karşılarındakileri göstermeleri, ya'ni hassaları, sıfatları başka başkadır demesi gibidir. bu iki adamdan ikincisinin görüşü, daha keskin ve doğrudur. birincisi görünüşe bakmış, öze, içe girmemişdir. anlatması bu fakire rahmetullahi teala aleyh nasib olan bu misal, imanın azalıp çoğalmadığına inanmıyanların, sözlerini ortadan kaldırmış oldu ve her mü'minin imanı, her bakımdan, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat, imanlarına benzemedi. çünki, onların imanı, çok nurlu ve çok parlak olduğundan, ümmetlerinin karanlık ve bulanık imanlarından katkat daha çok meyveler ve kazançlar hasıl edecekdir. bir hadisi şerifde, buyuruldu. bu da, imanın nuru, parlaklığı bakımındandır. fazlalık, aslda, özde değil, sıfatlardadır. nitekim, peygamberler de, herkes gibi insandır. insanlık bakımından, arada fark yokdur. fark, kamil, üstün sıfatlardan ileri gelmekdedir. üstün sıfatları olmıyan, sanki olanlardan ayrıdır. bununla beraber, insan olmakda hepsi birdir. aralarında azlık, çokluk yokdur. insanlık, azalır, çoğalır denilemez. ba'zıları imanı anlatırken, demişlerdir ki, bu vakt, inanmak da, zan etmek de, iman oluyor ve iman, azalıp çoğalabiliyor. fekat, imanın doğrusu, kalbin tasdik, iz'an etmesi, ya'ni inanmasıdır. zan ve şübheye, iman denmez. imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, diyor. imamı şafi'i rahmetullahi aleyh ise, diyor. bu ikisi arasındaki fark, yalnız sözdedir. çünki şimdiki iman söylenirken, elbette mü'minim, demelidir. son nefesindeki iman söylenirken, inşaallah, o zeman da mü'minim demelidir. fekat, inşaallah diyerek şarta bağlamakdansa, her zeman, elbette demek, daha ihtiyatlı ve daha uygundur. evliyanın kaddesallahü teala esrarehüm kerametine inanmak lazımdır. allahü teala, bu dünyada, her işi, adeti ilahiyyesi, kanuni ilahisi ile yaratmakdadır . evliyasının elinden, adeti ilahiyyesi dışında, ba'zı şeyler yaratır, yapar ki, buna denir. keramete inanmıyan, dünyanın her tarafında, her zeman, sık sık görülmüş ve ağızdan ağıza yayılmış olan vak'alara inanmamış olur. allahü tealanın, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat elinde ve onların sözleri ile, adeti ilahiyyesini bozarak, kimsenin yapamıyacağı şeyler yaratmasına, denir ki, mu'cize gösteren bir kimse, peygamber olduğunu i'lan eder. keramet gösteren kimse ise, peygamber olmadığını ve bir peygamberin aleyhisselam yolunda bulunduğunu söyler. mu'cize, peygamberlere mahsusdur aleyhimüsselam. bu kelimeyi, onlardan başkası için söylemek caiz değildir. hulefai raşidinin, rıdvanullahi aleyhim ecma'in birbirinden üstünlükleri, hilafetleri sırası iledir. ebu bekr ile ömerin radıyallahü anhüma, mü'minlerin hepsinden üstün olduğunu, sahabilerin hepsi ve tabi'inin hepsi söylemişdir. bu sözleri, din imamlarımızdan çoğu, kitablarında yazmışdır. bunlardan biri, imamı şafi'i rahmetullahi aleyhdir. ehli sünnet i'tikadını toplamış ve yazmış olan büyük alim, ebülhaseni eş'ari diyor ki, önce ebu bekrin, sonra ömerin, bütün mü'minlerden üstün olduğu meydandadır, muhakkakdır. büyük alimlerden imamı zehebi diyor ki: buyurduğunu işitenlerden seksenden ziyade kimse, bize söyledi. bunlardan çoğunun ismini bildiriyor ve buna inanmıyanlar çok çirkin, çok kötü kimselerdir. allahü teala, onları kıyametde, fena halde karşılayacakdır diyor. dini islamda, kur'anı kerimden sonra en kıymetli ve en inanılır kitab olan kitabının sahibi, imamı buhari diyor ki: ali radıyallahü anh buyurdu ki, peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem sonra, bu ümmetin en iyisi, en yükseği ebu bekr, sonra ömerdir radıyallahü anhüma. sonra bir başkasıdır. bu sırada oğlu, muhammed ibni hanefiyye, o da sensin! deyince: buyurmuşdur. imamı zehebi ve başka alimler dedi ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, dikkat ediniz, iyi dinleyiniz! ba'zı kimselerin beni, ebu bekr ile ömerden radıyallahü anhüma üstün tutduklarını işitdim. bunlardan biri elime geçerse, iftira edenlerin cezasını ona yaparım. çünki o, iftiracıdır. darekutni diyor ki: imamı ali radıyallahü anh buyurdu ki, . bunlar gibi, daha nice haberler, sahabei kiramın radıyallahü anhüm çoğundan, o kadar gelmişdir ki, kimsenin inkar etmesine yol ve imkan kalmamışdır. hatta, şi'ilerin büyük alimlerinden olan, abdürrazzak diyor ki, ali, ebu bekri ve ömeri radıyallahü anhüm, kendinden üstün tutduğu için, ben de onları üstün tutuyorum. çünki onları üstün tutmaz isem, imamı aliyi radıyallahü anh çok sevdiğim halde, ona uymamış olurum. bu da, benim için büyük bir günah olur. ismindeki kitabında, uydurma hikayeler yazıyor ve üç halifeye kafir diyor. ve kitablarında, onlara güzel cevab verilmişdir. hazreti alinin yolunda olan hakiki alevilerden böyle çirkin, alçak sözler hiç işitilmemişdir. ebu bekr ile ömer radıyallahü anhüma için yazdıklarımızı büyük alim, ibni haceri heyteminin rahmetullahi aleyh kitabından aldık. imamı osmanın imamı aliden radıyallahü anhüma yüksek olduğuna gelince, ehli sünnet alimlerinin çoğu dedi ki: , müslimanların yükseği osmandır. ondan sonra, alidir radıyallahü anhüm. dört mezheb imamlarımız da, böyle buyurdu. imamı malik, osmanın radıyallahü anh üstünlüğünden şübhe etdi, deniliyorsa da, kitabının sahibi kadi ıyad, diyor. imamı kurtubi de, diyor. imamı azam ebu hanifenin, sözünden, iki damaddan birini, diğerinden üstün görmediği anlaşılıyor diyenler varsa da, bu fakirin anladığına göre, imamın böyle söylemesinin, başka sebebi vardır. ya'ni, iki damadın radıyallahü anhüma hilafetleri zemanında, müslimanlar arasında karışıklık çıkmış, fitneler başlamış olduğundan, kalblerde soğukluk ve kırıklık olduğunu gören imam, iki damadı sevmek kelimesini uygun bulmuş ve bunların sevgisine, ehli sünnetin alametidir demişdir. imamı azam ebu hanife için osmanın radıyallahü anh daha yüksek olduğunda şübheliydi, denilebilir mi? çünki, hanefi mezhebindeki alimlerin kitabları hep , yazısı ile doludur. hulasa, şeyhaynın üstün olduğu kat'idir. osmanın, aliden radıyallahü anhüm daha üstün olması, bu kadar kat'i değildir. fekat, osmanın, hatta şeyhaynın üstünlüğünü inkar edenlere kafir demekden kaçınmalıdır. bunları bid'at sahibi ve doğru yoldan ayrılmış müsliman bilmelidir. çünki, alimlerimizin bir kısmı bunlara kafir dememişdir. bunların hali, alçak yezidin haline benziyor ki, alimlerimiz, ne olur ne olmaz diye ona la'nete izn vermemişdir. hulefai raşidini sevmemek yolu ile, peygamber sallallahü aleyhi ve sellemi incitmek, imamı haseni ve hüseyni radıyallahü anhüma sevmemek yolu ile incitmek gibidir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, eshabımı incitmekde, allahü tealadan korkunuz! benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. onları seven, beni sevdiği için sever. onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. onları inciten, beni incitir. beni inciten de, allahü tealaya eziyyet etmiş olur ki, buna azab eder. ahzab suresi, elliyedinci ayetinde mealen, buyuruldu. büyük islam alimi, sa'deddini teftazani şerhinde, diyorsa da, onun bu sözü, insafsızdır ve şübhe etmesi yersizdir. çünki büyüklerimiz diyor ki, burada üstünlük demek, sevabları daha çok demekdir. iyilikleri, doğrulukları ile, herkese faideli olmasının çokluğu demek değildir. aklı olan, bunlara kıymet vermez. sahabei kiram ve tabi'ini ızam, bize imamı alinin radıyallahü anh iyiliklerini gösteren, o kadar haller ve hadiseler bildiriyor ki, başka hiçbir sahabiden bu kadar bildirmediler. bununla beraber, yine onlar, üç halifenin daha yüksek olduğunu bildirmişdir. görülüyor ki, üstün olmağa sebeb, faziletlerin, menkıbelerin çok olması değildir. üstünlük başka sebebden ileri gelmekdedir. bu sebebi anlıyanlar ancak, vahyi, meleğin gelmesini görmekle şereflenen, seçilmiş bahtiyarlardır. bunlar, üstünlük sebeblerini açıkca veya işaretle görüp anlamışdır. onlar da, peygamberimizin eshabı kiramıdır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. o halde, şarihinin, demesi yersizdir. çünki bu üstünlük sırası, islamiyyetin sahibi tarafından açıkca bildirilmeseydi, o zeman şübhenin yeri olurdu. bildirildikden sonra, niçin şübhe ediyor? eshabı kiram, bu üstünlüğü açıkca veya işaretle anlamasalardı, hiç bildirirler miydi? dördünü de beraber bilen ve aralarında üstünlük aramak lüzumsuzdur diyenlerin, bu sözü lüzumsuzdur. din büyüklerinin söz birliğine, lüzumsuz laf demekden daha lüzumsuz, daha boş laf olur mu? yoksa, üstün kelimesi mi, onların böyle boşu boşuna söylemesine yol açıyor. muhyiddini arabinin, demesi de, müsavi olmalarını göstermez. çünki halifelik başkadır, üstünlük başkadır. bu sözü, üstünlük bakımından söyledi dersek, yine güvenilecek, şahid tutulacak bir söz olmayıp, onun hatalı sözlerinden biri olmuş olur. onun, ehli sünnet alimlerinin sözlerine uymıyan birkaç keşfi, buluşları, doğru değildir. böyle sözlere ancak, ruhları hasta, kalbleri bozuk olan veya herşeyi körü körüne taklid eden uyar. eshabı kiram aleyhimürrıdvan arasındaki muharebelerin, ayrılıkların, iyi sebeblerden ileri geldiğine, dünya ni'metleri için, nefsin arzuları için olmadığına inanmak lazımdır. sa'deddini teftazani, hazreti aliyi radıyallahü anh aşırı sevenlerden olduğu halde, diyor ki: onların ayrılıkları ve muharebeleri hilafet için değildi. ictihadda yanılmakdan ileri gelmişdi. kitabına, sa'deddini teftazaninin yapdığı büyük şerhe, ayrıca çok kıymetli bir haşiye yazmışdır. hayali, bu haşiyesinde diyor ki: hazreti mu'aviye radıyallahü anh ve onunla beraber olanlar, hazreti aliye radıyallahü anh uymadı. bununla beraber onun, o zemanda bulunanların en üstünü olduğunu ve halifelik onun hakkı olduğunu biliyor ve söyliyorlardı. hazreti osmanı radıyallahü anh şehid edenleri yakalıyarak cezalarını vermediği için, ısyan etmişlerdi. karamani haşiyesinde, kitabı kenarlarına yapdığı açıklamalarda diyor ki, imamı ali kerremallahü vecheh buyurdu ki: kardeşlerimiz bizi dinlemedi. onlar kafir değildir. günaha da girmediler. çünki dinden, islamiyyetden anladıklarını yapıyorlar. ictihadda yanılmak kabahat olmadığı ve birşey söylenmiyeceği şübhesizdir. sahabei kiramın, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde, dersinde yetişdiklerini düşünerek, hepsini iyi bilmemiz ve hepsine hurmet göstermemiz lazımdır. peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için, hepsini sevmeliyiz! zira, buyurulmuşdur. ya'ni eshabıma radıyallahü anhüm olan sevgi, bana olan sevgidir ve onlara olan düşmanlık, bana düşmanlıkdır. ali radıyallahü anh ile muharebe eden eshabı kiramın bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığımız yok. hatta bu muharebeleri bizi üzüyor, incitiyor. fekat, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem eshabı oldukları için, onları sevmekle emr olunduk. herbirini incitmekden, onlara düşmanlık etmekden men' olunduk. o halde, hepsini sevmeğe mecburuz. onları, peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem sevdiğimiz için severiz. onlara düşmanlıkdan ve eziyyet etmekden kaçınırız. çünki onların incitilmesi ve düşmanlığı, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize gider. yalnız haklı olanı ve yanılanı söyleriz. ya'ni, hazreti emir radıyallahü anh, haklı idi. ona karşı gelenler, hata etmiş idi. bundan fazla birşey söylemek, doğru değildir. muhammed eşrefe yazdığım mektubda, bunları uzun bildirmişdim. anlamadığınız birşey kaldı ise, o mektubu okuyunuz! kitabına tercemesini eklemişdik. bu kitabda çok lüzumlu ve kıymetli bilgiler ve imamı rabbaninin kuddise sirruh hal tercemesi de vardır. ibadetler: imanı, i'tikadı düzeltdikden sonra, fıkh ahkamını, öğrenmek, elbette lazımdır. farzları, vacibleri, halal ve haramları, sünnet ve mekruhları ve şübhelileri lüzumu kadar öğrenmeli ve bu bilgi ile hareket etmelidir. fıkh kitablarını öğrenmek, her müslimana lazımdır. allahü tealanın emrlerini yapmağa, onun beğendiği gibi yaşamağa çalışmalıdır. onun en çok beğendiği ve emr etdiği şey, hergün beş vakt namaz kılmakdır. namaz, dinin direğidir. namazın, ehemmiyyetinden ve nasıl kılınacağından birkaç şey bildireceğim. can kulağı ile dinleyiniz! önce, sünnete tam uygun olarak, abdest almalıdır. abdest alırken yıkanması lazım olan yerleri üç def'a ve her def'asında, her taraflarını temam yıkamağa çok dikkat etmelidir. böylece, sünnete uygun abdest alınmış olur. başa mesh ederken, başın her tarafını kaplıyarak sığamalıdır. kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. ayak parmaklarını hilallerken, sol elin küçük parmağını, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmişdir. buna ehemmiyyet vermeli, müstehab diyip geçmemelidir. müstehabları hafif görmemelidir. bunlar, allahü tealanın sevdiği şeylerdir ve beğendikleridir. eğer, bütün dünyayı vermekle, beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyayı verip o iş yapılabilse, çok kar edilmiş olur ve birkaç saksı parçası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olur. yahud, birkaç çakıl parçasını verip, ölmüş bir sevgilinin ruhunu geriye getirerek, hayat kazandırmak gibidir. namaz, mü'minlerin mi'racıdır. ya'ni, mi'rac gecesinde peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem ihsan olunan ni'metler, bu dünyada, onun ümmetine yalnız namazda tatdırılmakdadır. erkekler, farz namazları cema'at ile kılmağa çok dikkat etmeli, hatta birinci tekbiri imam ile beraber almağı kaçırmamalıdır. namazları vaktinde kılmak şartdır. yalnız iken, her namazı evvel vaktinde kılmalı, ikindiyi ve yatsıyı imamı azamın kavline göre kılmalıdır. namaz ne kadar geç kılınırsa sevabı o kadar azalır. müstehab olan vaktler, cema'at ile kılmak için, mescide gitmek içindir. namazı kılmadan vakti çıkarsa, adam öldürmüş gibi büyük günah olur. kaza etmekle, bu günah afv olmaz. yalnız borc ödenir. bu günahı afv etdirmek için, tevbei nasuh yapmak veya hacci mebrur yapmak lazımdır. . namazda kur'anı kerimi sünnet olan mikdarda okumalıdır. rüku'de ve secdelerde hareketsiz durmak, herhalde lazımdır. çünki, farz veya vacibdir. rüku'den kalkınca, öyle dik durmalıdır ki, kemikler yerlerine yerleşsin. bundan sonra, bir mikdar, bu şeklde durmak farzdır veya vacib veya sünnet demişlerdir. iki secde arasında oturmak da böyledir. bunlara herhalde çok dikkat etmelidir. rüku'de ve secdelerde tesbih en az üç kerredir. çoğu yedi veya onbirdir. imam için ise, cema'atin haline göredir. kuvvetli bir insanın, sıkıntısı olmadığı zemanlarda, yalnız kılarken, tesbihleri, en az mikdarda söylemesi, ne kadar utanacak bir haldir. hiç olmazsa, beş kerre söylemelidir. secdeye yatarken, yere daha yakın azayı, yere daha evvel koymalıdır. o halde, önce dizler, sonra eller, daha sonra burun, en sonra da alın konur. dizlerden ve ellerden, evvela sağlar yere konur. secdeden kalkarken, yukarıda olan aza evvel kaldırılır. o halde, evvela alın kaldırılmalıdır. ayakda iken, secde yerine, rüku'de iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ellere veya kucağına bakılır. bu söylediğimiz yerlere bakıp da, gözler etrafa kaymaz ise, namaz, cem'ıyyetle kılınabilir. ya'ni kalb de, dünya düşüncelerinden kurtulabilir. huşu' hasıl olur. nitekim, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle buyurmuşdur. el parmaklarını rüku'de açmak ve secdede birbirlerine yapışdırmak sünnetdir. bunlara da dikkat etmelidir. parmakları açık yahud bitişik bulundurmak sebebsiz, boş şeyler değildir. islamiyyetin sahibi faidelerini düşünerek böyle yapmışdır. bizler için, islamiyyetin sahibine uymak kadar büyük bir faide yokdur aleyhissalevatü vesselam. bu söylediklerimiz, fıkh kitablarında bildirilen şeyleri yapmağa teşvikdir, heveslendirmekdir. allahü teala, bize ve size islamiyyetin gösterdiği salih işleri yapmak nasib etsin! peygamberlerin seyyidi, efendisi, en iyisi, en üstünü hurmeti için aleyhi ve aleyhim ve ala ali küllin minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, bu düamızı kabul buyursun! amin. imanı tashih etdikden sonra, eğer namazın faidesini ve ona mahsus üstünlükleri anlamak isterseniz, üç mektubu okuyunuz! bunlardan birini oğlum muhammed sadıka, ikincisini mir muhammed nu'mana, üçüncüsünü taceddin hazretlerine yazmışdım. ın birinci cildinde , ve derdimmektublardır. insanın yükselmesini, se'adeti ebediyyeye kavuşmasını, bir tayyarenin uçmasına benzetirsek, i'tikad ile amel, ya'ni iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. tesavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, ya'ni benzini demekdir. maksada ulaşmak için, tayyare elde edilir. ya'ni, iman ve ibadet kazanılır. harekete geçmek için, kuvvet maddesi ya'ni tesavvuf yolunda ilerlemek lazımdır. tesavvuf, ehli sünnet i'tikadından ve islamiyyetin emrlerinden başka şeylere kavuşmak için değildir. ehli sünnet i'tikadının yakini ve vicdani olması, ya'ni sağlamlaşması, şübhe getiren te'sirlerle sarsılmaması içindir. akl ile, delil ile kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. ra'd suresi otuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. tesavvufun ikinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması, nefsi emmareden doğan tenbelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. şunu da iyi anlamalı ki, tesavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybden haber vermek, nurları, ruhları ve kıymetli rü'yalar görmek için değildir. bunların hepsi, boş ve faidesiz şeylerdir. her zeman görülen zıyanın, çeşidli renklerin ve tabi'atdeki güzelliklerin ne kusurları vardır ki, insan bunları bırakıp da, başka şeyler görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. çünki bu zıya da, o nurlar da, bu güzel şekller de, o şeyler de hepsi, allahü tealanın yaratdığı şeylerdir ve hepsi onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şahidlerdir. tesavvuf yolu çokdur. bunların içinde en lüzumlusu ve en uygunu sünnete yapışan ve bid'atlerden kaçan büyüklerimizin yoludur. bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, keramet, hal, görüş ve bilişler hasıl olmaz ise, hiç üzülmezler. fekat bunların hepsi hasıl olup da, sünnete uymakda gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. işte bunun içindir ki, bunların yolunda sima' ve raks, yasakdır. böyle şeylerden hasıl olacak lezzet ve hallere kıymet vermemişlerdir. hatta, yüksek sesle zikr etmeğe bid'at demişler. bundan hasıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır. birgün büyük üstadımın huzurunda, sofrada hizmet ediyordum. kendilerini sevenlerden, şeyh kemal yemeğe başlarken, huzurlarında yüksek sesle besmele çekdi. bu hal, kendilerine çok tadsız gelip şiddetle men' etdiler ve dediler. üstadım hazretlerinden duymuşdum ki, hace muhammed behaeddini buhari kuddise sirruh, buhara alimlerini toplayıp, üstadı, seyyid emir gilal hazretlerinin evine götürdü. yüksek sesle zikr etmek bid'atdir, bundan vaz geçiniz dediler. seyyid hazretleri de, doğru sözü, her nerede olursa olsun, anlayıp seve seve aldıkları için kabul buyurup, artık yapmayız dediler. de yazmakdadır. bu yolun büyükleri, zikrin bile yüksek sesle yapılmasını bu derece men' edince, sima' ve raks, coşmak, zıplamak, na'ra atmak gibi şeylere, bağırmağa ne demezler? bu fakire göre islamiyyetin izn vermediği şeylerin, hasıl edeceği bütün haller, zevkler, hep istidracdır. zira, kafirlerde ve fasıklarda da böyle haller hasıl olmakda ve bu kainat aynasında, onlar da, tevhid, keşf gibi şeyler öğrenmekde, içlerine doğmakdadır. eski yunan felesoflarından ve hindistandaki cukiyye ve berehmen papaslarında da, bu haller görülmekdedir. hallerin doğru olmasına alamet, islamiyyete uygun olmaları ve haram şeylerden hasıl olmamalarıdır. sima ve raks , lehv ve la'bdır, ya'ni oyundur. lokman suresi altıncı ayetinde, teganni ile okumağı yasak etmek için indi. abdüllah ibni abbasın radıyallahü anhüma talebesinden olan, imamı mücahid, tabi'inin büyüklerindendir. bu ayeti kerimenin, teganniyi yasak etdiğini bildirdi. nde, sinde, musiki demekdir diyor. abdüllah ibni abbas ve abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anhüm, bu ayeti kerimenin, teganniyi yasak etdiğine yemin etmişdir. imamı mücahid, furkan suresi, yetmişikinci ayetinin meali şerifinin, olduğunu bildirdi. i'tikadda mezhebimizin imamı olan, ebu mensuri matüridinin, zemanımızdaki, teganni ile okuyan hafızların, nağmelerini işiterek, kur'anı kerimi ne güzel okudun diyen kimse, kafir olur. karısı boş olur. o zemana kadar, yapdığı ibadetlerinin sevabı gider dediğini, kitablar yazmakdadır. ebu nasrı debbusi buyuruyor ki, kadi zahireddini harezmi buyurdu ki, bir şarkıcıdan veya başka bir yerden teganni dinliyen veya başka, herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmıyarak, bunlara, ne güzel dese, o anda imanı gider. çünki allahü tealanın emrine ehemmiyyet vermemiş olur. islamiyyete kıymet vermiyen kimsenin, kafir olacağını, bütün müctehidler, sözbirliği ile bildirmişdir. böyle kimselerin ibadetleri kabul olunmaz. önce kazanmış olduğu sevablar yok edilir. böyle felaketden allahü tealaya sığınırız!. musikinin haram olduğunu bildiren, ayeti kerime ve hadisi şerifler ve fıkh alimlerinin yazıları o kadar çokdur ki, saymak güçdür. teganninin caiz olduğunu gösteren, mensuh bir hadis veya bir fetva görülürse, ehemmiyyet vermemelidir. çünki hiçbir alim, hiçbir zemanda, teganninin mubah olduğuna fetva vermemiş, raks etmeğe izn verilmemişdir. imamı zıyaeddini şami rahmetullahi aleyh, adındaki kitabında böyle bildirmekdedir. tesavvufcuların birşeyi yapıp yapmaması, halal veya haram olmasını göstermez. onlara bakılmaz. yapdıklarına da birşey demeyiz. ma'zur görürüz. onların halini, allahü teala bilir ve bildiği gibi karşılar. birşeyin halal veya haram olduğunu anlamak için, imamı azam ebu hanifenin, imamı ebu yusüf ensarinin ve imamı muhammed şeybaninin sözlerine bakılır. ebu bekri şibli ve ebülhüseyni nuri ve cüneydi bağdadi rahmetullahi aleyhim gibi, tesavvuf büyüklerinin yapıp yapmadıklarına bakılmaz. fekat, bunların islamiyyetden verdikleri haberler çok doğrudur. bildirdiklerinin hepsine inanmak ve uymak lazımdır. islamiyyetden ve tarikatden haberi olmıyan, ham sofular, pirimiz böyle yapdı diye, behane ederek, hayhuy etmeği, teganni ve dans etmeği, din ve ibadet haline sokmuşlar. bunlarla sevab kazanıyoruz sanmışlar. en'am suresinin yetmişinci ve araf suresinin ellinci ayetinde mealen, ey sevgili peygamberim sallallahü aleyhi ve sellem! dinlerini, ibadetlerini, oyun ve eğlence haline sokanlardan uzak ol! onlar cehenneme gideceklerdir buyurulmuşdur. yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, haram olduğu kat'i olan işleri, beğenen kafir olur. müsliman değildir, mürted olmuşdur. o halde, düşünmeli ki, haramlara kıymet verenlerin ve bunları ibadet bilenlerin hali ne oluyor? cenabı hakka sonsuz hamd ve şükr olsun ki, bizi yetişdiren büyüklerimiz, bu pisliğe bulaşmadı. kendilerine uyarak, bu şeni' şeyleri yapmakdan bizleri kurtardılar. işitdiğime göre, büyük üstadımın kıymetli oğulları, teganniye tutulmuş. cum'a geceleri toplanıp, ilahiler, kasideler okumağı adet edinmiş. orada bulunan tanıdıklarımızın çoğu da, bunlara uyup, geliyormuş. bunu duyunca çok, hem de pekçok hayret etdim. başkalarının talebesi, kendi üstadlarının yapdığını behane ederek, onlar da yapıyor. islamiyyetin yasak etdiğini, pirlerinin yapması ile örtbas ediyorlar. hakları olmamakla beraber, kendilerine pirlerini siper ediyorlar. halbuki, bizim arkadaşlarımız, bu kabahatlerine acaba neyi behane edebilecekler? hem islamiyyet haram etmiş, hem de büyüklerimiz kaçınmışdır. bu işi, islamiyyet de, tesavvuf da beğenmiyor. islamiyyet men' etmeseydi bile, yalnız büyüklerimizin yolunda bulunmıyan şeyleri yapmak, ne kadar çok şeni' olurdu? ayrıca, islamiyyet de haram etdiğinden, şena'atin büyüklüğünü düşünmelidir. hepinize selam ederim.imamı rabbani kuddise sirruh hazretleri, üçüncü cildin yetmişikinci mektubunda, hace hüsameddin ahmede buyuruyor ki:kur'anı kerimi, kasideleri ve mevlidi güzel sesle okumak caizdir. haram olan, nağme yapmak, ya'ni sesi musiki perdelerine uydurmakdır ki, harfler değişmekde, ma'na bozulmakdadır. bunları, nağme yapmadan ve allah rızası için okumak şartı ile, güzel sesle okumak caizdir. fekat, dinlerini kayırmıyanlar, bu şartları gözetmiyeceklerinden, buna da müsa'ade etmemek, bu fakire daha uygun geliyor. kadın, erkek, bir arada olmamak da lazımdır. ikiyüzaltmışyedinci mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi aleyh yazılmışdır. esrar ve dekaık bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine ve aline salat ve selam olsun! size ve bütün müslimanlara düalar olsun! lutf ederek, bu fakire gönderdiğiniz mektubu okumakla şereflendik. allahü teala, buna karşılık olarak size iyilikler versin! allahü tealanın, ihsan eylediği ni'metlerden hangisini yazayım? onlara karşı şükrü nasıl bildireyim? allahü tealanın tevfikı ile yağdırılan ilmlerin ve ma'rifetlerin çoğu yazılıyor. anlıyan, anlamıyan herkes okuyor. fekat, ayrıca verilen ince ve gizli şeylerden hiçbiri açığa vurulamıyor. hatta harfle, işaretle de, birşey söylenemiyor. bu fakirin ma'rifetlerini toplamış olan kıymetli oğlum, süluk ve cezbe makamlarına yükselmiş iken, ona da, bu ince bilgilerden söz edilemiyor. bunların örtülmesine titizlikle çalışılıyor. evet oğlum, bu gizli bilgilere kavuşmuşdur ve yanılmakdan, şaşırmakdan korunmakda olduğunu biliyorum. fekat, çok ince olduklarından dil tutuluyor. gizlilikleri, ağzın açılmasını önlüyor. halim, eşşuara suresi, onüçüncü ayetinin, meali şerifine uygundur. bu sırlar, beyana gelmiyen cinsden değil, belki beyana sığmıyan sırlardır. hafızın feryadı boşuna değil, şaşacak şey çokdur onda, iyi bil! saklamak için uğraşdığımız bu ni'metlerin hepsi, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat peygamberlik kaynaklarından gelmekdedir. meleklerin yüksekleri de, bu ni'mete ortakdırlar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat izinde gidenlerden dilediklerini de bu ni'metle şereflendirirler. ebu hüreyre radıyallahü anh hazretleri buyurdu ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden iki ilm öğrendim. bu iki ilmden birini size açıkladım. ikinci ilmi eğer bildirir isem, beni öldürürsünüz. bu ikinci ilm, gizli olan ilmdir. bunu herkes anlıyamaz. bu, allahü tealanın büyük ni'metidir. bu ni'meti dilediğine verir. allahü teala, büyük ni'metler vericidir. çok kıymetli hocamın çocuklarına yazılan mektubu, lutfen gözden geçiriniz! kıymetli efendim! bu fakire göre, tesavvufda bid'at meydana çıkarmanın çirkinliği, dinde bid'at yapmanın çirkinliğinden az değildir. tesavvufun bereketleri, bid'at çıkmadığı müddetçe akar gelir. tesavvufda bir değişiklik yapılınca, feyzler ve bereketlerin gelmesi de durur. bunun için tarikatde bir değişiklik olmamasına çok dikkat etmelidir. tarikatden olmıyanlarla görüşmemelidir. her nerede ve her kim olursa olsun, tarikati değişdiren birşey görülürse, zorla ve elbette önlemelidir. tarikatin doğrusunu kuvvetlendirmeli ve yaymalıdır. vesselam, velikram. ikiyüzaltmışsekizinci mektub bu mektub, hanı hanana yazılmışdır. peygamberlere varis olan alimlerin kimler olduğu ve gizli bilgilerin neler olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! buradaki fakirlerin hali hamd etmeğe layıkdır. sizin de selametde, afiyetde ve doğru yolda olmanıza düa ederim. konumuz, ilmde varis olmak olduğundan, vaktin izn verdiği kadar, birkaç kelime daha yazıyorum. hadisi şerifde, buyuruldu. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bırakdığı ilm iki dürlüdür: ahkam bilgileri, esrar bilgileri. bir alimin varis olması için, bu ilmlerin ikisinden de pay alması lazımdır. yalnız birisinden pay alan kimse varis olamaz. çünki varis, bırakılan malın herbirinden pay alır. bir kısmından alıp, başka parçalardan almaması olamaz. belli bir kısmdan payı olana varis denilmez. buna alacaklı denir. alacaklı olan, yalnız hakkı olan maldan alır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam başka bir hadisde, buyurdu. burada bildirilen alimler de, varis olan alimlerdir. alacaklı gibi olanlar değildir. alacaklı olanlar, kalan malın yalnız bir kısmından alırlar. çünki varis çok yakın olduğu için ve şahidi olduğu için malı bırakan kimse gibidir. alacaklı olan ise, böyle değildir. işte varis olmıyan, alim olamaz. buna belki belli birşeyin alimidir denilebilir. mesela, fıkh alimidir denir. , varis olana denir ki, her iki ilmden de nasibi vardır. ilmi esrar deyince, çok kimse, tevhidi vücudi, bilgileri sanır. der. haşa! böyle değildir. bu bilgiler, esrar bilgileri değildir. bunlar, peygamberlik makamına yakışacak bilgiler değildir. çünki bu bilgiler, tarikat serhoşluğu, hallerin kapladığı zeman hasıl olur. bunlar, ayık, şü'urlu olanların bilgileri değildirler. peygamberlerin bilgileri ise, hem ahkam bilgileri, hem esrar bilgileri, hepsi ayık, şü'urlu bilgilerdir. hiçbirine, dalgınlık bilgileri hiç karışık değildir. dalgınlık bilgileri, vilayet derecelerine uygundurlar. çünki veliler, sekr, dalgın halde olurlar. bu bilgiler, olsa olsa, vilayetin esrarı olurlar. nübüvvetin esrarı değildirler. her ne kadar peygamberlerin de vilayetleri varsa da, vilayete bağlı olan şeyler, bu büyüklerde küçük kalmakda, peygamberliğe bağlı şeyler yanında yok gibi olmakdadır. farisi tercemesi: güneş doğar, aydınlanır memleket, sabah yıldızı görünemez elbet. kitablarımda, mektublarımda açıkladım. yine bildiriyorum ki, peygamberlik derecelerinin üstünlüğü büyük bir deniz gibidir. evliyalık dereceleri, bu denizin yanında bir damla gibi kalır. fekat, ne yapayım ki, peygamberliğin derecelerine yetişemiyen çok kimse, dedi. birçoğu da, bu sözü çevirerek, dedi. bunların hepsi de, peygamberliğin ne olduğunu anlıyamamışlardır. anlamadan konuşmuşlardır. sekr, sahv, ya'ni uyanıklıkdan üstün görenleri de böyledir. sahvın ne olduğunu bilmiş olsalardı, sahvın yanında sekri dillerine bile almazlardı. farisi mısra' tercemesi: toprak nerede, temiz alem nerede? bunlar yüksek insanların sahvını, cahillerin sahvları gibi sanmış olacaklar ki, sekri sahvdan üstün tutmuşlar. keşki, cahillerin sekrini de, yükseklerin sekri gibi bilselerdi de, öyle söylemeselerdi. çünki aklı olan herkes bilir ki, sahv, sekrden, ya'ni ayıklık serhoşlukdan elbette iyidir. cahillerin sahvları da böyledir. büyüklerin sahvları da böyledir. evliyalığı peygamberlikden ve sekri sahvdan üstün tutmak, kafirliği, müslimanlıkdan üstün tutmağa ve bilgisizliği ilmden daha üstün tutmağa benzer. çünki küfr ve cehl, evliyalığa benzer. islam ve ma'rifet ise, peygamberlikde olur. hallacı mensur kaddesallahü teala sirrehül'aziz diyor ki, arabi tercemesi: allahın dinine inanmıyorum, küfr lazımdır, müslimanlar beğenmeseler de, bence böyledir! muhammed aleyhisselam küfrden sakınmış, allahü tealaya sığınmışdır. isra suresinin seksendördüncü ayetinde mealen, buyuruldu. islamiyyetde, islam küfrden iyi olduğu gibi, hakikatde de, islamın küfrden iyi olduğunu bilmek lazımdır. çünki islamiyyet, hakikatin suretidir. sual: evliyalığın denilen derecelerinde, küfr, cehl ve sekr bulunduğu gibi, daha üstündeki denilen derecelerinde, islam, sahv ve ma'rifet vardır. böyle olunca, küfr, sekr ve cehl, vilayet derecelerinde bulunur demek nasıl olur? cevab: fark derecelerinde bulunan sahv ve benzerleri, cem' derecelerindeki koyu sekre göre olan sahvdır. oradaki sahv, sekr ile karışıkdır. oradaki islam da, küfr ile karışıkdır. ma'rifet de, cehl ile bulanmışdır. eğer yazılabilseydi, fark derecelerindeki halleri, ma'rifetleri uzun uzadıya bildirir, o mertebede sekr ve benzerlerinin karışmış olduklarını açıklardım. zeki olanlar, böyle olduğunu, düşünerek de anlıyabilirler. şaşılır, doğrusu çok şaşılır! şu kadar bilmek lazımdır ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bütün o büyüklüklerini ve üstünlüklerini, peygamberlik yolunda buldular. vilayet yolunda değil! evliyalık, peygamberliğin hizmetcisinden başka birşey değildir. evliyalık, peygamberlikden üstün olsaydı, meleklerin yüksek olanlarında evliyalık, başka vilayetlerden üstün olduğu için, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat daha yüksek olurlardı. evliyalığı peygamberlikden daha üstün bilenlerden birçoğu, meleklerin yükseklerindeki vilayetin, peygamberlerdeki vilayetden daha üstün olduğunu görerek, dediler. böylece ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi aleyhim ecma'in çoğunlukla bildirdikleri yoldan ayrıldılar. bu yanlışlıkları, hep peygamberliği anlıyamamakdandır. peygamberlik zemanı uzaklaşdığı için, şimdi herkes peygamberlik derecelerini, evliyalık derecelerinden aşağı sanıyorlar. bunun için, bunun üzerinde sözü uzatdım. işin içyüzünü biraz aydınlatmış oldum. ya rabbi! günahlarımızı afv eyle. ayaklarımızı doğru yolda bulundur! kafirlere karşı savaşırken bize yardımcı ol! amin. kıymetli kardeşim meyan şeyh davüd, yanınıza geliyordu. bu yazılara sebeb oldu. vesselam. ikiyüzaltmışdokuzuncu mektub bu mektub, mürteza hana yazılmışdır. din düşmanlarını aşağılamak, uydurma putlarını yıkmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! herkesin bir isteği vardır. bu fakirin arzusu, allahü tealanın düşmanlarına ve onun sevgili peygamberinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam düşmanlarına sertlik göstermek ve o alçakların alçaklıklarını açıklamakdır. onları ve tapındıkları şeyleri aşağılamakdır. allahü tealanın en çok beğendiği işin bu olduğunu iyi biliyorum. işte bunun için, sizi de, tekrar tekrar, bu çok beğenilen işi yapmağa çağırıyorum. bu işin, müslimanlığın en mühim vazifelerinin birincisi olduğunu anlatmak istiyorum. siz oraya gelince, oradaki islam düşmanları rezil oldu. dilleri tutuldu. kalemleri yazmaz oldu. önce, bunun şükrünü yapmak lazımdır. tapınmak için, müslimanlara karşı gösteriş yapmak için oraya yığın yığın gidiyorlardı. allahü tealaya şükrler olsun ki, bizleri bu belaya düşmekden korudu. bu büyük ni'mete şükr etdikden sonra, bu alçakların aşağı, kötü yolda olduklarını yaymağa çalışmalıdır. bunları ortadan kaldırmak için, açıkdan ve el altından, gücünüz yetdiği kadar çalışınız! puta tapınan bu ahmakları elden geldiği kadar aşağılayınız! şimdiye kadar olan gevşekliklerin zararı, böylece belki azaltılabilir ve o kusurların keffareti olur. za'if oldum ve havalar çok soğuk gidiyor. yoksa, hemen huzurunuza gelir, sizi bu işe teşvik ederdim. o alçakların putuna tükürürdüm. bu işimi, se'adete kavuşmaklığım için sermaye yapardım. daha ne yazayım? vesselam. ikiyüzyetmişinci mektub bu mektub, şeyh nur muhammede yazılmışdır. ba'zı sohbetlerde bulunmak, bir yana çekilip yalnız yaşamakdan daha iyi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşimiz şeyh nur muhammed, bu fakirleri öyle unutdu ki, bir selamla, bir haberle bile hatırlamamakdadır. bir köşeye çekilip, uzlet etmek istiyordunuz. ona kavuşdunuz. fekat, öyle sohbetler vardır ki, uzletden daha kıymetlidir. üveysi karniyi rahmetullahi aleyh düşününüz! uzlet etmek istedi. bunun için, insanların en iyisinin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sohbetine kavuşamadı. sohbetin yükseltdiği derecelere erişemedi. tabi'inden oldu. birinci derecede olmakdan ikinci dereceye düşdü. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, hergün bir başka sohbet olmakdadır. hadisi şerifde, buyuruldu. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın sallallahü teala aleyhi ve sellem izinde bulunanlara selam olsun! gelin namaz kılalım, kalbden pası silelim, allaha yaklaşılmaz, namaz kılınmadıkça! nerde namaz kılınır, günahlar hep dökülür, insan kamil olamaz, namazı kılmadıkça! ikiyüzyetmişbirinci mektub bu mektub, şeyh haseni berkiye yazılmışdır. bir rü'yanın ta'biri bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli kardeşim şeyh hasenin mektubu geldi. allahü teala ona iyi haller versin. yüksek derecelere ulaşdırsın! gördüğünüz rü'yayı yazmışsınız. iyi anlaşıldı. ümmidli olunuz. emr edilmiş olan vazifenizi yapmağa can ve gönülden çalışınız. islamiyyetin emrlerine uymakda kıl kadar gevşeklik göstermeyiniz. ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun, doğru i'tikad ile kalbinizi süsleyiniz. farisi mısra' tercemesi: iş budur. bundan başkası hiçdir! ananız babanız izn verirse ve kardeşleriniz razı olurlarsa, hindistana gelmeği büyük ni'met biliniz! vesselam. ikiyüzyetmişikinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. imanı gaybın imanı şühudiden üstün olduğu ve tevhidi şühudi ile tevhidi vücudi bildirilmekdedir: önce, allahü tealaya hamd ve resulüne salat ederim! kıymetli kardeşim seyyid mir muhibbullah! biliniz ki, allahü tealanın var olduğuna ve sıfatlarına, gaybden, görmeden inananlar, peygamberlerdir ve onların eshabıdır aleyhimüssalevatü vetteslimat. geriye tam dönmüş olan evliya da, çok az, hem de pek çok az sayıda olup, eshabı kiram gibidirler. alimler ve bütün mü'minlerin imanları da, gaybdan imandır. , ya'ni yalnız yaşıyan velilerin ve ya'ni insanlar arasına karışmış velilerin imanları ise, imanı şühudidir. ışretde olan tesavvufcular da geriye dönmüşdürler. fekat, tam dönmüş değildirler. batınları, yukarıya bakmakdadır. zahirleri, ya'ni bedenleri halk arasında, batınları ise hak teala iledir. bunların imanı, bunun için, hep imanı şühudidir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat geriye tam dönmüşlerdir. zahirleri ile de, batınları ile de, insanları allahü tealaya çağırmakdadırlar. bunların imanları, bunun için, gaybden ya'ni görmeden inanmakdır. ba'zı kitablarımda yazılı olduğu gibi, geri dönmüş olmakla birlikde, yukarıya bağlı kalmak bir kusurdur. sona varmış olmamakdır. tam olarak geri gelmek, en sona varmış olmağı gösterir. tesavvufcular, iki tarafa da bağlı kalmağı üstünlük sanıyorlar. teşbih ile tenzihi kendinde toplıyanları yüksek biliyorlar. farisi mısra' tercemesi: onlar, onlardır, ben de böyleyim yarab! peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat da'vet makamından ayrılıp da, baki olan ahıret alemine girince ve geri dönmekle yapdıkları vazifeleri temam olunca, diyerek, tam olarak allahü tealaya dönerler. yakınlık mertebelerinde ilerlerler. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun, zevallı aşık, birkaç damla ile doysun! bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz üstünlük, yükselirken çokluğun hepsini unutmakdır. hatta, allahü tealanın ismlerini ve sıfatlarını da unutmakdır. batının, allahü tealanın zatından başka birşeyi görmemesidir. sonra, olan olur. geri inerken de, yalnız çokluğu görmekdir. her mü'min gibi, o da mahluklardan başka birşey görmemelidir. ibadet etmekden ve insanları allahü tealaya inanmağa ve emrlerine uymağa çağırmakdan başka birşeyle uğraşmamakdır. bu da'vet işini bitirip, bu fani alemden ayrılınca, bütün bütün allahü tealaya dönmekdir. imanı gaybden kurtulup, imanı şühudiye kavuşmakdır. işitdiklerini önünde bulmakdır. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, ancak dilediğine verir. onun ihsanları pekçokdur. yarıda kalmış olanlar, tam dönmeği noksanlık sanır. batının allahü tealaya dönmesini, insanları da'vet etmek ve yükseltmek için onlara dönmesinden daha üstün bilirler. halbuki, insanlara dönen, kendi isteği ile dönmemiş, allahü tealanın dilemesi ile, yukarıdan aşağı inmişdir. kavuşmuş iken, ayrılık hicranına düşmüşdür. bunun için geri dönen, her an, allahü tealanın iradesi iledir. kendi iradesi yok olmuşdur. allahü tealaya teveccüh eden ise, kavuşmak ve batını ile görmek zevkleri içindedir. yakınlıkla, beraber olmakla sevinmekdedir. farisi tercemesi: sevgilinin istediği ayrılık, bana, binlerce daha tatlıdır, kavuşmakdansa! arabi şi'r tercemesi: kavuşmak, nefsinin dileğidir, ayrılık, efendinin emridir. her an dost ile beraber olmak, nefse uymakdan daha sevgilidir! geriye dönmenin üstünlükleri, yükseklikleri çokdur. yukarıya doğru olan veli, geri dönmüş velinin yanında, deniz yanındaki bir damla su gibidir. geri dönmek, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat üstünlüklerindendir. yukarıya teveccüh ise, evliyalıkdadır. aradaki uzaklığı buradan anlamalıdır. bu inceliği herkes anlıyamaz. bu, allahü tealanın öyle bir ni'metidir ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ni'metler sahibidir. tenzih ile teşbihi kendinde toplıyanlardan birçoğu da diyor ki, bütün mü'minler tenzih ile, görmeden iman ediyorlar. bu iman ile birlikde teşbih imanına da kavuşan arif olur. bu arif, mahlukları, allahü tealanın zuhuru olarak görür. mahlukları, vahdetin muhtelif şekller almış hali olarak bilir. yaratanı yaratdıklarının içinde görür. bunlara göre, yalnız tenzih ile olan, ya'ni yaratana, hiçbirşeye benzemeyen, anlaşılamayan bir varlık olarak inanmak noksanlıkdır. bir olan varlığı bu çoklukdan ayrı olarak düşünmeği ayb bilirler. hiçbirşeyle bağlılığı olmıyan, hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa inananları aşağı derecede sanırlar. çokluğu düşünmeden, yalnız bir varlığı düşünmeği sınırlı dar bir çerçeve içinde kalmak sanırlar. sübhanallah! allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin hepsi, , ya'ni insanın dışında olan ve , ya'ni insanın içinde olan putları yok etmeğe uğraşdılar. bu putların yok edilmesini herkesden istediler. hiçbirşeye benzemiyen, nasıl olduğu anlaşılamıyan ve varlığı lazım olan yaratanın bir olduğunu bildirdiler. hiçbir peygamberin, mahluklara benziyen bir yaratana iman edilmesini emr etdiği ve mahluklar yaratanın görünüşleridir dediği hiç işitilmemişdir. bütün peygamberler, varlığı lazım olan yaratanın bir olduğunu, söz birliği ile bildirmişlerdir. ondan başka hiçbirşeye tapılamıyacağını söylemişlerdir. allahü teala, ali imran suresinin altmışdördüncüayeti kerimesinde mealen, kitablı kafirlere söyle! aramızda ortak olan kelimeyi söyleyiniz! ya'ni allahü tealadan başka hiçbirşeye tapınmayınız! ona hiçbirşeyi ortak etmeyiniz. içimizden hiçbir kimseyi yaratıcı rab tanımayız deyiniz! buyuruyor. bu tesavvufcuların sözleri, sonsuz rab tanıdıklarını göstermekdedir. herşey, bir olan rabbimizin görünüşüdür, diyorlar. bu sözlerine şahid olarak hadid suresinin üçüncüayeti kerimesindeki, ve enfal suresinin onyedinciayeti kerimesindeki, o atdığın oku sen atmadın. allahü teala atdı ve feth suresinin onuncuayeti kerimesindeki, okuyorlar ve ya rabbi! herşeyin başlangıcı sensin. senden önce birşey yokdu. sen en sonsun. senden sonra birşey yokdur. sen meydandasın. senden daha açıkda birşey yokdur. sen gizlisin. senden daha gizli birşey yokdur hadisi şerifini okuyorlar. bu ayeti kerimeler ve bu hadisi şerif, onların doğru söylediklerini göstermiyor. ayeti kerimede, allahü tealanın yalnız kendini bildirmesi, mahlukların varlıklarının tam bir varlık olmadığını gayet güzel göstermekdedir. yoksa var olmadıklarını bildirmek değildir. mesela, hadisi şerifde, ve buyuruldu. bunun gibi, daha nice ayeti kerime ve hadisi şerifler vardır. ayeti kerimeye ve hadisi şeriflere bu ma'nayı vermemize, te'vil diyorsunuz demeleri de yersizdir. bu ma'nayı vermemiz, ayeti kerime ve hadisi şeriflerin çok beliğ olduklarını göstermekdedir. dünya işlerinde de böyle sözler çokdur. mesela, bir kimse gönderdiği me'mura olan güvenini bildirmek için, veya der. bu söze kelimelerin ma'nası verilemiyeceği meydandadır. i'timadın çok olduğunu gayet güzel anlatmakdadır. bir hizmetçinin yapdığı iş, onun gücünün, kuvvetinin üstünde olursa ve efendisi bu işe çok ehemmiyyet ve kıymet verdiğini bildirmek isterse, bu işi ben yapdım, sen yapmadın diyebilir. bu söz efendi ile hizmetçinin tek bir adam olduklarını göstermez. kölenin, hizmetcinin işi, kuvvet sahibinin işi olmadığı meydandadır. kendisi de, elbette o değildir. bu tesavvufcular, peygamberlik derecesini anlayamamış olacaklar. o büyükler, iki varlık bildirmekdedir. bu iki varlık birbirinden başkadır demişlerdir. peygamberlerin sözlerinden tevhid ve ittihad ma'nalarını çıkarmak, boş yere uğraşmakdır. onların dediği gibi, var olan, bir olsaydı ve herşey onun görünüşü olsaydı, mahluklara ibadet etmek, ona ibadet etmek olurdu. böyle yanlış söyliyenler de yok değildir. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, böyle şeyi çok sıkı yasak etmişler. allahü tealadan başkasına tapınanlara sonsuz azab yapılacağını bildirmişlerdir. mahluklara tapınanların allahın düşmanı olduklarını bildirmişlerdir. bu tesavvufculara yanlış anladıkları bildirilmediği için ve cahillikle, yaratanı yaratdıklarına benzetmek felaketinden kurtarmadıkları için ve mahluklara ibadeti allahü tealaya ibadet sanmakdan vaz geçmedikleri için, birçoğu diyor ki: peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, kalın kafalıların yanlış anlamamaları için, ince olan tevhidi vücud bilgilerini sakladılar. çok varlık bulunduğunu söylediler. bu sözler, ba'zılarının, hazreti aliyi radıyallahü anh iki yüzlü yapmalarına benziyor ki, elbette kulak verilmez. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat herşeyin doğrusunu bildirmesi lazımdır. varlığın bir olması doğru olsaydı ve ondan başka hiçbirşey var olmasaydı, bunu elbette saklamazlardı. doğruyu bırakıp yanlışı bildirmezlerdi. hem de, allahü tealanın zatı ve sıfatları ve işleri için olan bilgide doğruyu söylemeğe titizlikle çalışacakları meydandadır. kalın kafalılar anlıyamasa da, doğruyu söylemekden çekinmezlerdi. görmüyorlar mı ki, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde, denilen ince bilgiler vardır. müteşabihati, değil kalın kafalılar, keskin görüşlü ve ince düşünüşlü olan büyükler bile anlıyamamakdadır. bununla beraber, bunları bildirmekden çekinmediler. cahiller anlıyamaz diyerek bildirmekden vaz geçmediler. bu tesavvufcular, varlığın iki olduğunu söyliyenlere ve allahü tealadan başkasına ibadetden kaçınanlara, müşrik diyorlar. varlık birdir diyen bir kimseye, binlerle puta tapınsa bile muvahhid diyorlar. bunlara göre o putlar, allahü tealanın görüntüleridir. onlara tapınmak, allahü tealaya ibadet olur diyorlar. insaf olunsun ki, bu ikisinden hangisi müşrikdir ve hangisi muvahhiddir? peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat vahdeti vücud bildirmediler. varlık ikidir diyenlere müşrik demediler. ma'budün, tapınacak varlığın bir olduğunu söylediler. ondan başkasına tapınmağa şirk dediler. bu tesavvufcular, mahlukları allahü tealadan başka bilselerdi, başka şeylere tapanlara, müşrik olmaz demezlerdi. onlar bilse de, bilmese de, mahluklar mahlukdur. o değildirler. bunların sonra gelenlerinden birkaçı, dediler. herşeye o demekden kaçındılar. herşey odur diyenleri beğenmediler. bunun için, şeyh muhyiddini ve onun yolunda olanları inkar etdiler ve aybladılar. fekat bunlar, bu alem allahü tealadan başkadır da demiyor. o değildir, ondan başka da değildir diyorlar. bunların sözü de, doğru değildir. iki şey elbet birbirinden başka olur. ikiliğe inanmamak, akla uymamak olur. evet, ehli sünnetden kelam alimleri, allahü tealanın sıfatları o değildir. ondan başka da değildir dediler ise de, buradaki başka sözü, lügat ma'nasında değildir. başka olan iki şeyin birbirinden ayrılması caiz olur demekdir. çünki allahü tealanın sıfatları, zatından ayrılmış değildir ve ayrılmaları caiz değildir. bunun için, allahü tealanın sıfatları o değildir. ondan başka da değildir sözü doğrudur. alem ise, böyle değildir. allahü teala var idi. hiçbirşey yok idi. bunun için alem, ondan başka değildir demek, hem lügat bakımından, hem de ikinci bakımından doğru olmaz. bunlar, ilerliyememiş olduklarından, alemi ya'ni mahlukları, allahü tealanın sıfatları gibi sandılar. sıfatlar için söylemesi caiz olanı, alem için de söylediler. alem odur demediklerine göre, ondan başkadır demeli idiler. böylece, tevhidi vücudi yolundan kurtulmalı idiler. varlığın çok olduğunu anlamalı idiler. tevhidi vücudi sahibleri mesela şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü teala sirrehül'aziz ve onun yolunda gidenler, herşey odur diyor. bu sözleri, alem allahü teala ile birleşmiş demek değildir. haşa ve kella! bu sözleri, alem yokdur. ancak allah vardır demekdir. mektublarımda bunu uzun açıklamışdım. sual: tevhidi vücude inanan tesavvufcuların iki varlığa inananlara müşrik demeleri, onlar iki varlık gördükleri içindir. iki varlık görmek ise, tarikatde şirkdir. cevab: tarikatde şirk olan, iki varlık görmeği önlemek için, tevhidi şühudi yetişir. burada tevhidi vücudi hiç lazım değildir. fena hasıl olması için, salikin bir mukaddes zatdan başka hiçbirşey görmemesi ve düşünmemesi lazımdır. böylece, tarikatdeki şirkden kurtulmuş olur. insan gündüz güneşi görüp yıldızları görmeyince, hergün binlerce yıldız var olduğu halde, iki varlık görmekden kurtulmuş olur. yıldızlar var olsa da, yok olsa da, istenilen şey, yalnız güneşi görmekdir. işin doğrusu da şudur ki, salik aradığı hakiki varlığa o kadar çok bağlanmalıdır ki, herşey var olduğu halde, o hiçbirine bakmamalı, belki hiçbirşeyi görmemeli, onun kalb gözüne hiç birşey gelmemelidir. fenanın en olgun hali de budur. eğer hiçbirşey var olmazsa, salik kimden fena bulacakdır? kimden fani olacak, kimi unutacakdır? tevhidi vücudiyi ilk olarak açıklıyan şeyh muhyiddini arabidir rahmetullahi aleyh. ondan önce gelen büyüklerin sözleri de, her ne kadar, tevhidi ve birleşik olmayı gösteriyorsa da, bu sözlerden tevhidi şühudi de anlaşılabilir. çünki, allahü tealadan başka hiçbirşey görmeyince, kimisi demiş, kimisi diyerek, hiçbirşeye benzemiyen varlık olduğunu bildirmiş, kimisi de diye bağırmışdır. bunların hepsi, bir varlık görme dalında açan çiçeklerdir. hiçbiri vahdeti vücudü göstermemekdedir. vahdeti vücudü ilk olarak açıklıyan, kısmlara ayıran, bir gramer kitabı gibi parça parça anlatan, şeyh muhyiddini arabidir. bu bilginin birçok derin ve ince yerlerini yalnız ben buldum demiş, hatta, demişdir. vilayeti muhammedinin sonuncusu olarak da, kendini bilmekdedir. onun kitablarını şerh edenler, bu sözünü şöyle açıklıyor: bir zengin, kendi hazinesinin bekçisinden birşey alırsa, kendisi için bir küçüklük olmaz. sözün kısası şudur ki, fena ve bekaya kavuşmak ve ve nın derecelerine yükselmek için, tevhidi vücudi hiç lazım değildir. tevhidi şühudi lazımdır. ya'ni, var olanı bir bilmek değil, bir görmek, ondan başkasını görmemek lazımdır. böyle görmekle, hasıl olur. allahü tealadan başka herşey, ya'ni unutulur. bir salik, başdan sona kadar ilerler de, tevhidi vücudi bilgileri kendine hiç gösterilmiyebilir. hatta, bu bilgilere inanmıyacak gibi olur. bu fakire göre, saliki, bu bilgiler gösterilmeden ulaşdıran yol, bu bilgilerin gösterildiği yoldan daha çabuk ilerletir. bu yolun saliklerinin çoğu, istenilene kavuşurlar. o yolda olanların çoğu ise, yarı yolda kalırlar. deryayı ararken, bir damla ile avunup kalır. aslı ile birleşmiş sanarak, gölgeye tutulurlar. böylece asla kavuşamazlar. böyle olduğunu tecribe ile anlamış bulunuyorum. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. bu fakir, her ne kadar ikinci yoldan ilerledim ve tevhid ma'rifetleri ve ilmleri çok gösterildi ise de, allahü tealanın lutfları çok olduğu için ve sevilenlerin götürülmesi ile ilerlediğim için, bu yolun vadilerinden ve çöllerinden lutf ve ihsan ile geçirildim. büyük lutf ile gölgelerden atlatılarak asla kavuşduruldum. sıra, talebe yetişdirmeğe gelince, öteki yolun daha çabuk kavuşdurduğu anlaşıldı. bizlere, doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bize doğru yolu göstermeseydi, kendiliğimizden bulamazdık. rabbimizin peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat doğru sözlü olarak gelmişdir. tenbih: yukarıda yazılanlardan anlaşıldığı üzere, birden fazla varlık olduğu halde, ya'ni allahü tealadan başka varlık bulunduğu halde, ve elde edilmekdedir ve ve hasıl olmakdadır. çünki demek, masivayı unutmak demekdir. masiva yok olmayacakdır. bu sözümüz meydanda olan birşeyi bildirmekde ise de, büyüklerden çoğu bunu anlıyamamışdır. artık cahillerin nasıl olacağını düşünmeli. tevhidi şühudinin tevhidi vücudi olduğunu sanıyorlar. vahdeti vücud bilgileri, bu yolda elbette lazımdır diyorlar. iki vücude inananlara sapık ve başkalarını da şaşırtıcı diyorlar. hatta bunlardan çoğu, allahü tealayı tanımak, tevhidi vücud bilgileri ile olur sanıyorlar. mahlukların aynasında bir varlığı görmek, bu yolun sonuna varmak demekdir diyorlar. hatta bunlara göre peygamberimiz aleyhi ve ala cemi'i ihvanihi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, peygamberlik derecelerini temamladıkdan sonra, çoklukda ya'ni mahluklarda vahdeti ya'ni bir olan varlığı, ya'ni allahü tealayı görmek derecesine kavuşdu. ayeti, bu makama erişdiğini göstermekdedir dediler. bu ayeti kerimede mealen, buyuruyor dediler. öyle sanıyorum ki, kevser kelimesinde, harfinin, kesret ya'ni çokluk bildiren üç harfin arasında bulunmasından, böyle anlamışlardır. haşa ve kella! peygamberlik makamında böyle bilgiler yokdur. çünki, peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa inanmağı emr buyurmuşlardır. mahluklar aynasında görülebilen hiçbir şeyin, o bir varlıkla ilişiği olamaz. bunların hepsi, anlaşılabilen ve ölçülebilen şeylerdir. allahü teala, bu tesavvufculara insaf versin! peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi derecelerindeki terazi ile ölçmeğe kalkışıyorlar. o büyüklerin derecelerini kendi dereceleri gibi sanıyorlar. ağızlarından çok büyük söz çıkarıyorlar. farisi tercemesi: taş içindeki böcek sanır, yer ve gök hep orasıdır. diyorlar. bu fakire başlangıcda böyle bilgiler hasıl olmuşdu. sonra pişmanlık, tevbe ve istigfar nasib oldu. o görünenleri, hıristiyanların putları gibi, allahü tealadan uzak buldum. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki, . bunun için, kesretde vahdeti görmek de, nefy edilecekdir. nefy edilmesi lazım gelen şey, o mukaddes varlıkda bulunamaz. hace hazretlerinin o sözü, beni bu şühudden kurtardı. şühudün, görmenin zevklerine bağlı kalmağa son verdi. ilmden cehle çıkardı. ma'rifetden hayrete ulaşdırdı. allahü teala, o büyük veliye bizim tarafımızdan çok iyilikler versin! bu sözümle, o büyük rehberin müridi olduğumu, onun kölesi olmakla şereflendiğimi bildiriyorum. doğrusu, evliyadan çok azı, onun gibi söylemişdir. müşahedeleri onun gibi yok eden pek az olmuşdur. şahı nakşibend hazretleri, buyurmuşdur. bu sözle ne demek istediği şimdi anlaşılmakdadır. çünki bayezid, çok yüksek derecelere yükseldi ise de, şühudden ve müşahededen kurtulamadı. çerçevesinin darlığından dışarı çıkmadı. behaüddini buhari hazretleri ise, bir kelimesi ile, bütün müşahedelerini, gördüklerinin, bulduklarının hepsini yok etdi. hepsini allahü tealadan başka bildi. bayezidin tenzih sanmış olduğunu, teşbih bildi. onun dediğine dedi. onun kemal gördüğünü, noksanlık gördü. bunun için, onun teşbihden ileri gidemiyen sonu, bu büyük hocamızın başlangıcı oldu. çünki teşbihden başlayıp, tenzihe vardı. belki bayezidi bistami hazretlerine son günlerinde bu kusuru bildirmiş olacaklardır ki, buyurmuşdur. huzur, şühud dediklerinin, gaflet olduğunu bildirmişdir. onun huzur ve şühud dedikleri, allahü tealanın huzuru değildi. gölgelerden bir görüntünün huzuru idi. sonsuz zuhurlardan biri idi. bunlara bağlanarak, allahü tealadan gafil kalmışdı. çünki allahü teala, veraların verası, ötelerin ötesidir. zıller, görüntüler, zuhurlar, bu yolun başlangıcında olur ve ilerletmeğe yararlar. behaüddini buhari hazretleri, buyurdu. bu sözü, tam yerindedir. çünki ta başlangıcda yalnız bir varlığı aramakdadır. ismlere, sıfatlara bakmayıp, ancak zatı özlemekdedir. bu yüksek yola giren uyanık bir talibde bu ni'met, bu kemale kavuşmuş olan rehberinden saçılarak, yayılarak hasıl olur. talib bu kazancını bilse de, bilmese de, hiç değişmez. bunun için, nihayetde kavuşulan dereceler, bu büyüklerin başlangıcında yerleşmiş bulunmakdadır. bu yolun başında hasıl olan, bir varlığı özlemek ni'meti, salikde kuvvetlenirse, batındaki bu arzu, zahirine de işlerse, mahlukların aynasında görünen aşağı müşahedelerden kurtulur ve teşbih bilgilerinden sıyrılır. eğer o teveccüh kuvvetlenmeyip, yalnız batınında kalırsa, çok olur ki, kesretde vahdeti görmek lezzetine takılır. tevhid ve ittihad zevklerine dalar. fekat bu yolda, tevhid müşahedesi, yalnız zahirde kalır. batına bulaşmaz. batınları ya'ni kalbleri ve ruhları, yine bir varlığı özlemekdedir. zahirleri, kesretde vahdeti görmekdedir. çok olur ki, zahirlerindeki müşahede kuvvet bularak, batındaki teveccüh belli olmaz. yalnız zahirin şühudü bilinir. bu satırları yazan fakir de, başlangıcda böyle idi. zahirdeki kuvvetli olduğundan batındaki yalnız bir varlığa teveccüh belli olmamışdı. kendimi temamen şühudüne müteveccih buluyordum. bir müddet sonra, allahü teala, batındaki teveccühü de bildirdi. batına da yardım eyledi. şimdiki derecelere kavuşdurdu. bunun için, allahü tealaya sonsuz hamd olsun. bu yolun büyüklerinden birkaçında görülen tevhid ma'rifetleri ve aşağı müşahedeler de böyledir. bu büyüklerin hem zahirleri, hem de batınları, bu müşahedelere bağlanmamışdır. bu ma'rifetlere tutulmamışdır. başka yollarda olanlar böyle olmayıp, zahirleri de, batınları da, bu müşahedelere tutulmuşdur. bu şühudü, tenzih ile teşbihi birleşdiriyor sanmışlar, kemal bilmişlerdir. fekat, bunların batınları da, tenzihe inanmakda ise de, başka şeye tutulmuşlar, başka şey bilmişlerdir. tenzihe inanmıyanlar ve aşağı müşahedelerden başka bir varlığa iman etmiyenler, mülhiddir, sapıkdır, sözümüzün dışındadırlar. mahlukların aynasında hak tealayı müşahede etmeği, tesavvufcular kemal sayıyor ve teşbih ile tenzihin birleşmesi diyorlar. bu fakire göre, bu müşahede, allahü tealayı müşahede etmek değildir. bunların gördükleri, vehm ve hayal etdikleri şeylerdir. mümkinde gördükleri, vacib değildir. mahlukda buldukları, kadim değildir. teşbihde görünenler, tenzih değildir. sakın tesavvufcuların, boş sözlerine aldanmayınız! hak olmıyanı, hak sanmayınız! bu tesavvufcular, şü'ursuz bir halde olduklarından özrlü sayılırlar. yanılan müctehid gibi hesaba çekilmezler ise de, bunlara uyanlara acaba ne yaparlar bilemem. keşki bunları da, yanılan müctehidlere uyanlar gibi afv etseler! fekat afv etmezlerse, işleri çok güç olur. kıyas ve ictihad, islamiyyetin dört temelinden birisidir. buna uymağa emr olunduk, evliyanın keşf ve ilhamları, böyle değildir. bunlara uymağa emr olunmadık. ilham, yalnız sahibi için delildir, huccetdir, seneddir. başkaları için sened değildir. ictihad ise, her müsliman için huccetdir, seneddir. bunun için müctehid olan alimlere uymak lazımdır. dinin temellerini, bu alimlerin bildirdiklerine uygun olarak öğrenmelidir. tesavvufcuların, bu alimlerin bildirdiklerine uygun olmıyan sözlerine ve işlerine uymamak lazımdır. bununla beraber onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şü'ursuz olan sözlerinden saymalıdır. açık olan yanlış ma'naları bırakıp doğru ma'nalar çıkarmalıdır. şuna çok şaşılır ki, tesavvufculardan çoğu, vahdeti vücud gibi keşf ve ilham ile anlaşılan bilgilere inandırmak için insanları zorluyorlar. onların da, böyle söylemesini istiyorlar. inanmıyanlara azab olacağını bildiriyorlar. keşki bu bilgileri inkar etmemeleri için zorlasalardı. inkar edenlere azab var deselerdi. çünki iman başkadır, inkar etmemek başkadır. bu bilgilere inanmak lazım değildir. fekat inkar etmekden de sakınmalıdır. çünki bu bilgileri inkar etmek, bu bilgilerin sahiblerini inkar etmeğe gidebilir. hak yoldaki evliyaya düşmanlığa sebeb olabilir. sözün kısası, hak yolda olan ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre inanmalı ve hareket etmeli ve tesavvufcuların keşflerine iyi gözle bakmalıdır. bu sözlere evet veya hayır demekden sakınmalıdır. aşırı gitmekle geri kalmak arasındaki iyi, orta yol da budur. herşeyin doğrusunu bildiren allahü tealadır. ne kadar şaşılır ki, tesavvufcu olduğunu söyliyenler arasında, bu müşahedelerle doymıyarak, hatta bu görüşleri aşağı sanarak, dünyada allahü tealayı görüyoruz diyenler çıkmışdır. hiçbirşeye benzemiyen vacibülvücudü gördüklerini söylüyorlar. peygamberimizin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam mi'rac gecesinde bir kerre kavuşduğu ni'mete biz her gün kavuşuyoruz diyorlar. gördükleri nuru, sabahları tan yerinin ağarmasına benzetiyorlar. bu nurun anlaşılamayan bir mertebe olduğunu sanıyorlar. tesavvuf yolunun sonu, bu nurun görünmesine kadardır diyorlar. allahü teala, zalimlerin dedikleri şeylerden çok uzakdır. o, çok büyükdür. bu da yetişmiyormuş gibi, allahü teala ile konuşduklarını bildiriyorlar. allahü teala böyle buyurdu diye birçok şeyler söylüyorlar. düşmanlarına, allahü teala size şöyle böyle yapacağını bildirdi diyorlar. sevdikleri kimselere de müjdeler veriyorlar. kimisi de, gecenin üçde ikisi veya dörtde üçü geçdikden sonra, rabbim ile konuşdum, çok şeyler sordum, cevablarını aldım diyor. bunların sözlerinden anlaşılıyor ki, o gördükleri nuru hak teala sanmakdadırlar. o nuru, allahü tealanın görünüşlerinden bir görünüş olarak ve zıllerden bir zıl olarak değil de, allahü tealanın zatı, kendisi sanıyorlar. halbuki, o nura allahü tealanın zatı demek, büyük iftiradır. tam bir sapıklık ve zındıklıkdır. cenabı hak, ne kadar çok sabrlıdır ki, böyle iftiracılara çeşid çeşid azablar yapmak için acele etmiyor ve bunları yok etmiyor. allahü tealanın ilmi çokdur, hilmi de çokdur. kudreti büyükdür. afvı da büyükdür. musa aleyhisselamın kavmi, allahü tealayı görmek istedikleri için yok edildiler. hazreti musa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam allahü tealayı görmek isteyince, araf suresinin yüzkırkikinci ayetinde mealen, cevabını aldı. aklı başından gitdi. bu isteğinden tevbe etdi. muhammed sallallahü aleyhi ve sellem rabbül'aleminin mahbubudur. gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. mubarek bedeni ile mi'raca çıkdığı halde ve arşı, kürsiyi geçdiği ve zemandan, mekandan dışarı çıkdığı halde ve allahü tealayı gördüğüne kur'anı kerimde işaretler bulunduğu halde, alimlerimiz arasında görmedi diyenler de vardır. alimlerin çoğu, görmedi demişdir. imamı gazali de, görmemiş olması daha doğrudur buyurmuşdur. bu cahiller ise, bozuk hayalleri ile hergün gördüklerini sanıyorlar. halbuki islam alimleri, muhammed resulullahın sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem bir kerre görmesinde sözbirliğine varamamışlardır. bunların sözlerine dikkat edilirse, iki kimsenin karşı karşıya konuşdukları gibi, allahü teala ile konuşduklarını sanıyorlar. bu da, tam sapıklıkdır. haşa ve kella! kelimeleri yanyana dizerek, birbirinden önce ve sonra sıralıyarak konuşmak, mahluk olmağı gösterir. allahü teala, böyle konuşmaz. tesavvuf büyüklerinin sözleri, bunları yanıltmış olacak. tesavvuf büyükleri de, allahü teala ile konuşulacağını bildirmişlerdir. fekat bu büyükler, allahü tealanın bu sözleri arka arkaya söylediğini bildirmiyorlar. allahü teala, bu kelamı yaratdı diyorlar. bu sözleri hiç yanlış değildir. musa aleyhisselamın mubarek ağaçdan işitdiği söz de, allahü tealanın kelamı idi. söz mahluk, allahü teala halık idi. yoksa, iki kimsenin konuşması gibi değildi. cebrail aleyhisselamın allahü tealadan işitdiği kelam da, böyle idi. bu kelamlar da, allahü tealanın kelamıdır. buna inanmıyan kafir ve zındık olur. allahü tealanın kelamı, ile arasında sanki ortakdır. araya hiçbirşey karışmadan allahü teala onu yaratmakdadır. bundan anlaşılıyor ki, kelamı lafzi de allah kelamıdır. buna inanmıyan da kafir olur. burasını dikkatle okumalıdır. bu açıklama çok yerde işe yarayacakdır. insanı herşeye kavuşduran allahü tealadır. mümkinlerin ya'ni mahlukların vücudleri ya'ni varlıkları da, bütün sıfatları ve kuvvetleri gibi pek za'ifdir. mümkinin ilmi, vacibi tealanın ilmi yanında nedir ki? mahlukun kudretinin, ezeli olan kudret yanında ne değeri olabilir? bunun gibi, mümkinin varlığı, vacibi tealanın varlığı yanında hiçdir. bu iki varlığa bakan bir kimse, ikisi arasındaki ayrılığın çokluğunu görünce şaşıracak ve bu ikisine de varlık demek acaba doğru mudur? yoksa, birisine var demek doğrudur da, ikincisine, varlığa benzediği için mi var denmişdir diye soracaklardır. görmüyor musun? tesavvufcuların çoğu ikinci soruya inanarak, mahlukların varlığına, mecaz yolu ile vücud demişlerdir. mahlukların varlığını söyliyen, ya cahil müslimanlardır. yahud, insanların en yüksekleridir. insanların en yüksekleri, peygamberlerdir aleyhimüssalevatü vetteslimat ve ümmetleri arasında, peygamberin vilayetine kavuşmakla şereflenen, zıl dairelerinin hepsini geçenlerdir. herşeyin içini anlıyamayıp yalnız dışlarını gören cahiller, vacibi tealanın varlığı ile, mümkinlerin varlığını tam varlık sanırlar. her ikisini mevcud bilirler. insanların en yüksekleri keskin görüşlüdür. bu iki varlığı, tam varlık bulurlar. vücudün parçalarının dereceleri arasındaki ayrılıkların, vücudün sıfatlarında ve i'tibarlarında olduğunu, özlerinde ve zatlarında olmadığını söylerler. böylece, birisi, tam varlık, öteki mecaz olarak varlık olmakdan kurtulur. insanların orta derecede olanları, cahillerden üstün ve en yüksek olanlardan aşağı derecelerde olduklarından, mahlukların var olduklarına inanmaları ve bunların vücudlerine tam varlık demeleri çok güçdür. bunun içindir ki, mümkinin varlığı, tam varlığa benzediği için, ona mevcud denilmişdir derler. güneşde durmuş suya, güneşlenmiş su demeğe benzemekdedir. vücud, onunla bulunmuyor ki varlığı doğru olsun. bu tesavvufculardan birkaçı da, mahlukların vücudü üzerinde birşey söylememişdir. vücudleri vardır veya yokdur diye açıkça konuşmamışlardır. birkaçı ise, mahlukların vücudü yokdur dedi. vacibi tealadan başka mevcud yokdur dediler. birkaçı da, mahlukların vücudünü vacibi tealadan başka bilmezler. iki vücud birdir de demezler. birkaçı ise, mahlukları allahü tealanın var olduğu vücud ile mevcuddürler dedi ki, bu söz mahlukların ayrıca vücudleri yokdur demekdir. mahlukların vücudü vardır demek için keskin görüşlü olmak lazımdır. allahü tealanın vücudü ya'ni varlığı yanında, mahlukların vücudünü, bunlar görebilir. keskin görüşlü olanlar, gündüzün, güneşin vücudü yanında yıldızları görürler. görmesi kuvvetli olmıyanlar ise göremez. mahlukların vücudü, gündüz yıldızların vücudü gibidir. görüşü kuvvetli olanlar görebilir. görmesi az olanlar görmekden mahrum kalır. sual: cahillerin görmesi za'if ve basiretleri, ya'ni kalb gözleri kör olduğu halde, mahlukların vücudünü nasıl görebiliyorlar. vacibi tealanın vücudünün ışıkları, onların görmesine niçin mani' olmıyor? cevab: cahiller, birşeyi öğrenmekle anlar. görmekle anlamaz. biz burada öğrenerek değil, görerek anlıyanları söylüyoruz. öğrenmekle anlıyanlar için birşey demiyoruz. vacibi tealanın vücudünün ışıkları, cahillere göre sanki yok gibidir. bunun için, mahlukların, vücudünü görmeğe mani' olmaz. şöyle de cevab veririz ki, ışıkların görünmesi, mahlukların vücudünü görmeğe mani'dir. mahlukların vücudünü bilmeğe mani' değildir. çünki bir şeyi bilmek, çok olur ki, işitmekle ve başkalarına uymakla da hasıl olur. düşünmekle ve benzetmekle de bilinebilir. görüşleri za'if olanlar da, gündüzleri yıldızların vücudünü bilir. güneşin ışıkları, bu bilgiye mani' olmaz. cahiller, mümkinlerin vücudünü bilmekdedir. görmekde değildirler. çünki şühud, ya'ni görmek, kalb gözü ile olur. bunların basiretleri ya'ni kalb gözleri ise, kördür. görülecek şey, melek de olsa veya melekut veya ceberut yahud lahut da olsa göremezler. mahlukların vücudü var demekde, cahiller en yüksek alimler gibidir dedik. başka birçok yerlerde de onlar gibidirler. bunun içindir ki, peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat birçok işleri cahiller gibi yapmakdadırlar. herkes ile ve çoluk çocukları ile, onlar gibi yaşarlar. insanların en iyisinin aleyhissalatü vesselam çoluk çocuğuna karşı güzel işlerini herkes bilir. mesela birgün, insanların en iyisi aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hazreti hasen ile hazreti hüseyni öpdüler. onlarla sevinçli ve güler yüzlü vakt geçirdiler. orada bulunanlardan birisi, ya resulallah! onbir oğlum var. şimdiye kadar hiçbirisini öpmedim dedi. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buyurdu ki, bu merhametdir. kullarından dilediğine ihsan eder. en yüksek olanlar, birçok işlerinde cahillere benzemekdedir. bu benzeyiş, her ne kadar görünüşde ise de, cahiller, işin iç yüzünü anlıyamadıklarından, o büyüklerden faidelenemiyorlar. o büyükleri kendileri gibi sanıyorlar. kendilerine benzemiyenlere bakıyorlar. onları büyük biliyorlar. evliyanın ahlakı ve işleri kendilerine benzemediği için onları, huyları, işleri ve sözleri kendilerine benziyenlerden daha üstün sanıyorlar. kendilerine benziyen ahlak ve işler, peygamberlerde bulunsa bile, onları daha üstün biliyorlar. işitdiğimize göre, şeyh ferideddini şekergenç rahmetullahi aleyh hazretlerinin çocuklarından biri ölünce, bunu haber aldığı zeman, hiç üzülmedi. dedi. insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamın oğlu ibrahim vefat edince, yanına gelip ağladı ve çok üzüldü ve ya ibrahim! senin ayrılığınla çok üzüntüdeyiz buyurdu. üzüldüklerini çok çok bildirdiler. şimdi düşünelim! şeyh ferideddin mi daha üstündür, yoksa seyyidülbeşer mi? cahiller, hayvan gibi olduğundan, şeyhin işini daha üstün görürler. onun dünyaya bağlı olmadığını anlarlar. resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam işini ve sözlerini dünyaya bağlılık sanırlar. bu kötü inanışlarından allahü tealaya sığınırız! bu dünya imtihan, deneme yeridir. cahilleri en yükseklere benzetmenin çok faideleri ve sebebleri vardır. . ya'ni, ya rabbi! doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymağı bize nasib et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasib et! insanların en üstünü hurmetine bu düamızı kabul buyur!. yine sözümüze dönelim. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ve onların eshabının ve eshabın izinde giden evliyanın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in imanları, önce şühudi iken, insanları allahü tealaya çağırmak için geriye döndükden sonra, gaybi olmuşdur. şuna benzer ki, bir kimse gündüz, güneşi görür. güneşin vücudüne imanı şühudi ile inanır. gece olunca, bu imanı şühudisi, imanı gaybi olur. alimlerin imanı, gaybi ise de, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat izinde gitdikleri için bu imanı gaybileri, vicdani ve anlayışlı olmuşdur. nazari, teorik olmakdan kurtulmuşdur. alim deyince, ahıret bilgilerine alim olan kimse anlaşılmalıdır. dünya alimleri anlaşılmamalıdır. çünki dünya alimleri, bütün mü'minler gibidir. bütün mü'minlerde bulunan gaybden imanın çok dereceleri vardır. bu imanın en yüksek derecesi, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uymakla hasıl olan imandır. ya'ni, allahü teala şöyle buyurdu ve resulullah sallallahü aleyhi ve ala alihi ve sellem böyle buyurdu diyerek öğrenilen imandır. sual: ehli sünnet alimleri buyuruyor ki, istidlal ile ya'ni akl ile bularak hasıl olan iman, taklid ile ya'ni başkasına uyarak hasıl olan imandan daha üstündür. hatta, alimlerin çoğu, istidlal imanın şartıdır. taklid ile hasıl olan iman, iman olmaz buyurmuşlardır. siz ise, imanı taklidi daha üstündür diyorsunuz? cevab: peygamberleri aleyhimüssalevatü vettehıyyat taklid ederek hasıl olan iman, imanı istidlalidir. çünki o büyükleri taklid eden kimse, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat bildirdiği her şeyin doğru olduğunu, aklı ile, düşüncesi ile anlamışdır. çünki allahü tealanın, bir kimsenin sözlerinin doğru olduğunu bildirmesi için, ona, mu'cizeler vermesinden, o kimsenin elbette doğru sözlü olduğu anlaşılır. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat hepsinde mu'cizeler bulunduğu için, hepsi doğru sözlüdür. başkasına uyarak hasıl olan imanın kıymetsiz olması, babalarından görerek iman etdikleri içindir. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat doğru söylediklerini, bildirdikleri herşeyin doğru olduğunu düşünmeden, yalnız anadan babadan ve etrafdan görerek hasıl olan imandır. böyle olan imanı taklidi, alimlerin çoğuna göre kıymetsizdir.hıristiyanların ve yehudilerin imanları ve komünistlerin, masonların ve şimdiki türedi ilericilerin imansızlıkları ve din düşmanlıkları da, böyle imanı taklidi gibidir. hiç kıymeti ve ehemmiyyeti ve doğruluğu yokdur. anadan, babadan ve yaldızlı propagandalardan hasıl olan yanlış ve temelsiz birer inanışdır. mantığa dayanarak, akl ile, düşünce ile hasıl olan imana gelince, bu yoldan iman elde edilebilir. fekat elde edenler pekazdır. allahü tealanın varlığını bu yoldan isbat etmekde, mevlana celaleddini devani rahmetullahi teala aleyh gibi biri daha bulunduğunu bilmiyoruz. çünki bu, hem muhakkıkdır ve hem de sonra gelenlerdendir ve bu yüksek varlığı isbat etmek için çok uğraşmışdır. böyle olmakla beraber, ondan sonra gelenlerden onun yazılarını açıklayanlar, onun ileri sürdüğü düşüncelerden, olaylardan yanlış veya kusursuz olanını görememişlerdir. açıklarken çok fikrleri değişdirmek zorunda kalmışlardır. bundan anlaşılıyor ki, peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat taklid etmeğe dayanmadan, yalnız istidlal ile iman hasıl edenlere yazıklar olsun! allahü teala, imanın nasıl elde edileceğini bize gösteriyor. ali imran suresinin elliüçüncü ayetinde mealen, ya rabbi! senin indirdiğine inandık. resulüne uyduk. bizi şahid olanlarla birlikde bulundur! buyuruldu. ikiyüzyetmişüçüncü mektub bu mektub, mirza hüsameddin ahmede rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. salik kendine yol gösterene bağlı olup, başkalarına bakmaması lazım olduğu ve rü'yalara kıymet verilmemesi bildirilmekdedir: bizlere doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala bizlere doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberlerinin her sözü doğrudur. lutf ederek bu fakire gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri çok sevindirdi. allahü teala, bunun için size iyi karşılıklar versin! buyuruyorsunuz ki: sual: teganni ile okumayı ve dinlemeyi sıkı yasak etdiğimiz gibi, mevlidi de yasak edecek miyiz? halbuki mevlid resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem anlatan ve öven kasidelerle çeşidli din ve ahlak bilgisi veren şi'rlerdir. kıymetli kardeşimiz muhammed nu'man rahmetullahi teala aleyh ve buradaki sevdiklerimizden birkaçı, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin bu mevlid cem'iyyetlerini çok beğendiklerini rü'yada görmüşlerdir. mevlid dinlemekden vaz geçmek, bunlara çok güç gelmekdedir. cevab: kıymetli efendim! rü'yaların kıymeti olsaydı, rü'yada görülenlere güvenilseydi, müridlerin rehberlere hiç ihtiyaçları olmazdı. allahü tealanın ma'rifetlerine kavuşmak için, tarikatlerden birine bağlanmak lazım olmazdı. çünki her mürid, rü'yada gördüğüne göre, işini yoluna kordu. yaşayışını, rü'yalarına göre düzenlerdi. rü'yaları, rehberin yoluna uygun olsun, olmasın, rehberi beğensin beğenmesin, onlara uyardı. böyle olunca, rehberlik müridlik zinciri kopar, her cahil, her ahmak, kendi görüşüne göre hareket ederdi. sadık olan bir mürid, rehberi varken, binlerce rü'yaya on paralık değer vermez. akllı, uyanık olan bir talib, pir ni'metine kavuşmuş iken, rü'yaları hayal sayar, hiçbirini hatırına bile getirmez. mel'un şeytan, güçlü bir düşmandır. sona varanlar bile, onun aldatmasından korkusuz değildirler. onun yalanlarından korkmakda, titremekdedirler. sondakiler böyle olunca, yolun başlangıcında ve ortasında olanları artık anlamalı. halbuki, allahü teala, sondakileri korumakdadır. şeytan bunları aldatamaz. başlangıcdakiler ve yoldakiler ise böyle değildir. işte bunun için, onların rü'yalarına güvenilmez. düşmanın aldatmasından korunmuş değildirler. sual: rü'yada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem görülürse, o rü'ya doğrudur. şeytanın aldatmasından korunmuşdur. çünki şeytan, onun şekline giremez. böyle bildirildi. onun için, kardeşlerimizin rü'yalarının doğru olması lazımdır. şeytanın aldatması olmaz değil mi? cevab: kitabının sahibi, , şeytan, medinei münevverede medfun bulunan muhammed aleyhisselamın kendi şekline giremez diyor. başka suretlerde de, resulullah olarak görünemez diyenleri kabul etmiyor. resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam kendi şeklini ve hele rü'yada tanıyabilmek çok güç olacağı meydandadır. bunun için, rü'yalara nasıl güvenilebilir? alimlerin çoğunun dediğine uyarak ve resulullahın aleyhi ve ala alihissalevatü vesselam yüksek şanına yakışacak üzere, şeytanın hiçbir şeklde o serverin ismi ile görünemiyeceğini söylersek, o şeklden emrler almak ve onun beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir. mel'un şeytan düşmanlığını burada da gösterebilir. araya karışarak, olmıyan şeyi olmuş gibi gösterebilir. rü'ya göreni şaşırtır. kendi sözlerini ve işaretlerini, o şeklin ala sahibihessalatü vesselam sözleri ve işaretleri imiş gibi gösterir. çoğumuzun bildiği gibi, birgün seyyidülbeşer aleyhi ve ala alihi ve eshabissalatü vesselam eshabı ile oturuyordu. kureyşin ileri gelenleri ve kafirlerin şefleri orada idiler. seyyidülbeşer aleyhi ve ala alihissalatü vesselam onlara suresini okudu. onların putlarını anlatan ayeti kerimeye gelince, mel'un şeytan putları öven birkaç sözü, o serverin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sözüne ekledi. dinleyenler, bunları da o serverin sözü sandılar. şeytanın sözlerini ayeti kerimeden ayıramadılar. orada bulunan kafirler bağırmaya başlıyarak, muhammed aleyhissalatü vesselam bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. orada bulunan müslimanlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. o server aleyhissalatü vesselam şeytanın sözlerini anlamadı. diye sordu. eshabı kiram, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam düşünceye daldı ve çok üzüldü. hemen cebraili emin ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam vahy getirdi. o sözleri şeytanın karışdırdığı, bütün peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildirdi. allahü teala, o sözleri ayeti kerime arasından çıkardı. kendi kelamını sapsağlam yapdı. görülüyor ki, o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam hayatda iken ve uyanık iken ve eshabı kiram arasında, şeytanı la'in o serverin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam sözüne kendi bozuk şeylerini karışdırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam vefat etdikden sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rü'yanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değişdirmediğini anlıyabilir? şunu da söyliyelim ki, mevlid okuyanların ve dinleyenlerin zihnlerinde resulullahın bu işden razı olduğu yerleşmiş bulunmakdadır. çünki övülen kimseler, övenleri beğenir. bu düşünce, hayallerinde yerleşerek, hayallerindeki şekli, sureti rü'yada görebilirler. bu rü'ya doğru olmadığı gibi, şeytan da karışmış değildir. şunu da bildirelim ki, rü'yalar doğru olsa bile, arasıra göründüğü gibi çıkar. mesela, rü'yada birisi görülürse, o kimsenin kendisi anlaşılır. doğru olan rü'yalar, çok olur ki, görüldüğü gibi çıkmaz. bundan başka birşey anlamak, ya'ni ta'bir etmek lazım gelir. mesela, rü'yada ahmed görülür. ahmed ile mehmed arasında sıkı bağlantı olduğundan, bu rü'yadan mehmed anlaşılır. bu bildirdiklerimiz gösteriyor ki, oradaki sevdiklerimizin gördükleri rü'yalara şeytan karışmamış olsa bile, bu rü'yaların, görüldüğü gibi olduğu nereden anlaşılır? bunları ta'bir etmek lazım olmadığı ve başka şeyleri göstermedikleri nasıl söylenebilir? demek ki, rü'yalara kıymet vermemelidir. herşey, insan uyanık iken vardır. bunları uyanık iken görmeğe çalışmalıdır. uyanık iken görülen, bulunan şeylere güvenilir. bunlar, ta'bir etmek istemez. rü'yada ve hayalde görülen şeyler de, rü'ya ve hayaldir. oradaki sevdiklerimiz, çok zemandan beri kendi kendilerine yaşıyorlar. dilediklerini yapıyorlar. fekat, mir muhammed nu'manın, büyüklerin yoluna uyması elbette lazımdır. yasak edildikden sonra, bir an bile duraklamakdan allahü teala korusun. eğer duraklarsa, kime zararı olur? yolumuza uygun olmadığı için, yasak etmekde sıkı davranıyorum. yolumuza uymıyan şey şarkı, raks, dans olsun veya mevlid, kaside, okumak olsun birdir. her yolun maksuda kavuşduran özel şartları vardır. bu tarikde maksada kavuşabilmek, bu işleri yapmamağa bağlıdır. bu yolda ilerlemek istiyenlerin bu yola uygun olmıyan şeylerden sakınması lazımdır. başka yollarda yapıldığına bakmaması lazımdır. behaüddini buhari kuddise sirruh buyurdu ki, . ya'ni bu iş, bizim yolumuza uygun olmadığı için yapmayız. fekat başka tarikatlerin büyükleri yapdıkları için, inkar da etmeyiz. firuzabad ya'ni delhi şehri, biz fakirlerin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in sığınağıdır. bize bağlı olanların en kıymetlileri oradadır. bu yüksek yola uygun olmayan birşeyin orada görülmesi, biz fakirleri ne kadar üzse yeridir. bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin kıymetli oğulları oradadır. onlara, yüce babalarının yolunu korumak daha çok yakışır. hace ubeydüllahi ahrar kuddise sirruh hazretleri vefat edince, onun mubarek yolu her tarafda bozulmağa başlarken, oğulları sımsıkı sarılıp, bu yolu korudular. değişiklik yapanlara karşı durdular. böyle olduğunu siz de biliyorsunuz. hocamız bakibillah kuddise sirruh hazretlerinin selim, yumuşak huylu olduğunu yazıyorsunuz. evet, başlangıcda, ba'zı işlerde melamilik yolunu tutarak, kolaylık gösterirlerdi. melamet yolunu benimsiyerek ba'zı şeylerde azimeti bırakırdı. son zemanlarında bu işlerin hiçbirini yapmadılar. melamet kelimesini ağızlarına almadılar. insaf ederek söyleyiniz! eğer kendileri şimdi hayatda olsa idi, o cem'iyyetinize, toplantınıza razı olurlar mı idi? beğenirler mi, yoksa beğenmezler mi idi? bu fakir iyi biliyorum ki, hiç izn vermezlerdi. elbette inkar ederlerdi. bunları yazmakdan maksadım, işin doğrusunu bildirmekdir. dinleseniz de, dinlemeseniz de, hiç sıkılmam ve birşey söylemem. eğer, kıymetli oğulları ve oradaki sevdiklerimiz, o işlerden vazgeçmezlerse, onlarla görüşmemiz sona erecekdir. başınızı çok ağrıtmıyayım. sonunuz selamet olsun. ikiyüzyetmişdördüncü mektub bu mektub, şeyh yusüfi berkiye yazılmışdır. çok yükselmek için çalışmak, yolda görülen şeylere bağlanıp kalmamak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! iyi düalarımı bildiririm. gönderdiğiniz üç mektub geldi. bildirdiğiniz rü'yalar, haller ve kerametler anlaşıldı. son halinizin kesretde vahdeti görmek olduğunu yazarken diyorsunuz ki, sona kavuşmak demek, ilk hale dönmek demekdir ve yok olmakdan kurtulmak demekdir. ya'ni bir kulum, yokdan var edilmişim ve muhammed mustafa sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve sellem hazretlerinin ümmetiyim diyorsunuz. bu hal doğrudur. önce bildirdiğiniz hallerin üstündedir. fekat yolun sonu başkadır. bu halinizden çok hem de pekçok uzakdır. farisi tercemesi: gidilecek yol uzundur pek; uygun olmaz kavuşduk demek. bundan evvelki mektubumda yazıldığı gibi, güzel kelimesini çok söylemek, kesreti görmeği yok etmek içindir. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu güzel kelimenin bereketi ile, o şühud sizde kalmamışdır. daha çok ilerlemek isteyiniz ve bunun için çalışınız. yoldaki çocuk eğlencelerine takılıp kalmayınız! allahü teala, yüksek arzuları olanları sever. dar tevhid yolundan çıkarak ana caddeye kavuşmuşsunuz. bu, çok büyük bir ni'metdir. eski hallerinizi düşünmeyiniz! kesretle karışık olan şühudün lezzetlerini hatırınıza getirmeyiniz! bir zemanınızı bu yolda ilerlemekle geçiriniz. çok afyon çekenleri gördüm. afyondan vaz geçmişler di. onun kötülüğünü anlamışlardı. çok zeman sonra, afyon içdikleri günleri ve o hallerdeki zevkleri hatırlıyarak ve konuşarak, sonunda eski hallerine döndüler. yavrum! kesret aynalarında olan şühud, insana tatlı gelir. hiçbir mahlukla ilişiği olmıyan şühud ise, herşeyi unutdurur. insana hiç tatlı gelmez. rehberin yardımı olmadan bu yolda ilerlemek çok güçdür. kıymetli kardeşim, mevlana ahmedi berkiyi oradaki insanlar, zahir ilmlerinde alim sanıyorlar. kendisi de, kendi hallerini ve arkadaşlarının hallerini bilmiyor. çünki batını, hiçbirşeyle ilişiği olmıyan şühud iledir. bu şühud ise, herşeyi unutdurur. onun imanı, gaybden inanan alimlerin imanı gibidir. onun batını, yüksek yaradılışlı olduğu için, kesretle karışık şühudü istemiyor. zahiri de tesavvufcuların anlamadan söylediklerine aldırmamakda ve aldanmamakdadır. onun kıymetli vücudü, oradaki kardeşlerimiz için büyük bir ni'metdir. sizde hasıl olduğunu bildirdiğiniz hal, onda çok önce hasıl olmuşdur. o, hallerini bilse de bilmese de, bu fakire göre, oraların feyz ve bereketi mevlana ahmedin vücudüne bağlıdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. oradaki keşf sahiblerinin bunu anlamamış olmalarına çok şaşılır. bu fakirin bildiğine göre, mevlananın büyüklüğü güneş gibi meydandadır ve açıkdadır. daha yazarak başınızı ağrıtmıyayım. son nefesimiz için düa buyurmanızı dilerim. vesselam. ikiyüzyetmişbeşinci mektub bu mektub, molla ahmedi berkiye yazılmışdır. kabul edilip edilmediği sualine cevab vermekde ve islamiyyet bilgilerini yaymak lazım olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd ve resulullaha salat ve selam ederim. size de iyi düalar eylerim. şeyh hasen ve arkadaşları iki mektubunuzu getirdi. bizleri çok sevindirdi. bir sahifesinde hace üveysin halleri yazılı idi. ikinci sahifesinde, kabul edilip edilmediğinizi soruyorsunuz. bunu okuyunca, sizin halinizi araşdırdım. oradaki insanların size doğru koşdukları ve size sığındıkları göründü. sizi, oradaki insanların se'adete kavuşmaları için vasıta yapdıkları ve o yerleri size bağladıkları anlaşıldı. bunun için, allahü tealaya hamd ve şükr olsun! bu görüşümüzü, rü'ya, hülya sanmayınız! rü'ya ve hülya şübheli olur. ikisine de güvenilmez. bizim yazdıklarımızı, gözle görülür, elle tutulur gibi sağlam biliniz! sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. kalb ile zikr yapmak için size izn verilmişdi. buna çalışmanız da, ahkamı islamiyyeye yapışmanız ve nefsi emmarenin azgınlığını gidermeniz için yardımcı olur. bu vazifenizi de, elden bırakmayınız. kendi hallerinizi ve sevdiklerinizin hallerini bilmediğiniz için üzülmeyiniz. halleri bilmemek, hiçbirşey ele geçirmemek olacağını sanmayınız! sevdiklerinizin halleri, sizin yüksekliğinizin aynalarıdır. sizin halleriniz onlara ışık salmakda ve görünmekdedir. gece karanlıkda taşların aydınlanması, ışık kaynağı sayesinde olur. ışık kaynağı olmazsa, taşlarda hiçbir şey görünmez. şeyh hasen, sizi durduran direklerden biridir. sizin kıymetli yardımcınızdır. eğer maveraünnehr veya hindistana gitmek isterseniz, orada yerinizi tutacak şeyh hasendir. ona elinizden gelen yardımı yapınız! onu gözetiniz! onun, zaruri olan din bilgilerini, bir an önce öğrenip bitirmesi için, çok uğraşınız! onun da hindistana gelmesi, hem onun için, hem de sizin için çok faideli olur. allahü teala bizi ve sizi milleti islam doğru yolunda bulundursun ala sahibihessalatü vesselam! o kardeşimizin altı aydan beri ilerlemekde olduğunu yazıyorsunuz. gaybet ve şü'ursuz hallerinde gördüğü temiz ruhları, şimdi uyanık iken görüyor diyorsunuz. yavrum, ruhları görmek yüksekliği göstermez. ister şü'urlu görsün, ister şü'ursuz görsün, kıymetsizdir. bu yolun birinci adımı, allahü tealadan başka hiçbirşey görmemekdir. daha başlangıcda, dan hiçbirşey düşünmemekdir. bu sözümüzle, mahlukları allahü tealadan başka görmemeli ve masiva olarak bilmemeli demek istemiyorum. böyle görmek ve bilmek mahlukları görmek demekdir. allahü tealadan başka hiçbirşeyi görmemeli ve bilmemelidir. bu hale denir. fena makamı, bu yolun konaklarından, daha birinci konakdır. fena hasıl olmadıkca hiçbir şeye kavuşulamaz. farisi tercemesi: varmadıkca bir kimse fenaya, yol bulamaz hiç o, kibriyaya. bu günlerde yazılmış olan mektublar pek kıymetlidir. çok faideli şeyleri bildirmekdedirler. mektubların bir kopyesini şeyh hasen götürdü. dikkatle okuyunuz, iyi düşününüz. validenizin magfireti için düa istiyorsunuz. gereği yapıldı. buradakilerin hallerini şeyh hasen size geniş bildirecekdir. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihi minessalevati efdalüha ve minettehıyyati vetteslimati ekmelüha izinde gidenlere selam olsun! bu fakir ve çocukları kaddesallahü teala sirrehül'aziz, son nefesde selametimiz için düa buyurmanızı dileriz. vesselam. ikiyüzyetmişaltıncı mektub bu mektub, meyan şeyh bedi'uddine yazılmışdır. kur'anı kerimdeki muhkem ve müteşabih olan ayeti kerimeleri bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed aleyhisselama aleyhi ve aleyhim ve ala alihi ve eshabihittayyibinettahirin ecma'in salat ve selam olsun! allahü teala, bizi ve sizi ilmde rasih olanlardan eylesin! kardeşim! allahü teala, kendi kitabını ikiye ayırdı. ve . bunlardan birincisi, islamiyyet bilgilerinin ve ahkamının kaynağıdır. ikincisi, hakikatlerin ve sırların hazinesidir. el, yüz, ayak, baldır, parmaklar ve parmak uçları, kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde yazılıdır. bunların hepsi, müteşabihatdandır. bunlar gibi, kur'anı kerimdeki surelerin başında bulunan harfler de müteşabihatdandır. bunların ne demek olduğu, yalnız denilen büyüklere bildirilmişdir. ayeti kerimedeki kelimesinin, kudret demek olduğunu ve kelimesinin zat demek olduğunu sanmayınız! bunlar çok gizli, derin bilgilerdir. en yüksek olanlara bildirilmişdir. surelerin başındaki denilen harfler ile ne bildirildiği nasıl anlatılabilir? çünki bunların her harfi, aşık ile ma'şuk arasındaki gizli esrarın denizleridir. sevenle sevgilinin ince işaretlerinden örtülü birer işaretdir. muhkemat, her ne kadar kur'anı kerimin temelleridir. fekat, bunların meyveleri ve neticeleri olan müteşabihat, kur'anı kerimin maksadları, gayeleridir. temel, binayı tutmakdan başka birşeye yaramaz. neticeleri, meyveleri elde etmek için vasıtadan başka birşey değildir. bundan dolayı, kur'anı kerimin özü müteşabihatdır. kur'anı kerimdeki muhkemat ise, bu özün, bu çekirdeğin kabuğudur. müteşabihat, şifre ile, işaret ile, aslı, özü bildiriyor. uluhiyyet mertebesinin inceliklerini haber veriyor. muhkemat böyle değildir. müteşabihat, hakikatlerdir. muhkemat ise, müteşabihatın yanında, o hakikatlerin suretleri, görünüşleridir. kur'anı kerimdeki bilgilerin özü ile kabuğunu ve hakikati ile suretini birlikde elde edebilen alime denir. zahir alimleri, bu ilmlerin yalnız kabuğunu öğrenirler. yalnız muhkematı bilirler. ise, muhkemat bilgilerini elde etdikden sonra, müteşabihat ile ne denilmek istenildiğini anlarlar. suret ile hakikati, ya'ni muhkem ile müteşabihi birleşdirirler. fekat, muhkematı öğrenmeden ve muhkematın emrlerini ve yasaklarını yapmadan, müteşabihate ma'na vermeğe kalkışan ve sureti bırakarak hakikati arıyan kimse, cahildir, hem de kendi cehaletini anlamıyan kara cahildir. doğru yoldan çıkmışdır da, kendi sapıklığından haberi yokdur. bu dünyada suret ile hakikatin bir arada bulunduğunu bilmiyor. bu dünya durdukça, hiçbir hakikat, suretden ve şeklden ayrılmaz. hicr suresinin doksandokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. burada yakin demek, mevt, ya'ni ölüm olduğunu, tefsir alimleri bildirmekdedir. allahü teala, bu ayeti kerimede, ölüm gelinceye kadar ibadet yapılmasını emr etmekdedir. ölüm de, bu dünyanın sonu demekdir. çünki hadisi şerifde, buyuruldu. ahıret hayatında hakikatler meydana çıkacakdır. orada suretler hakikatlerden ayrılacakdır. dünya hayatı başkadır. ahıret hayatı başkadır. bu iki hayatı birbiri ile karışdıran, ya cahildir veya zındıkdır. zındık, din perdesi altında islamiyyeti yıkmağa çalışır. çünki, islamiyyetin cahillere olan her emri, alimlere de ve tesavvuf yolunun sonuna varanlara da emr edilmişdir. islamiyyetin emrlerini yapmakda, bütün mü'minler ve ariflerin en yüksek derecede olanları arasında hiç ayrılık yokdur. tesavvufcuların cahil olanları ve mülhidler ya'ni zındıklar, islamiyyetin emr ve yasaklarından kendilerini sıyırmak istiyorlar. bu emrler ve yasaklar, yalnız cahil kimseler içindir diyorlar. tesavvufculara ve tarikatcilere yalnız ma'rifet ve hakayıkı kur'aniyyeyi öğrenmek emr olundu diyorlar. o kadar cahildirler ki, amirlere, kumandanlara ve devlet adamlarına da yalnız adalet ve insaf etmeleri emr olundu. bunlara başka bir ibadet emr olunmadı diyorlar. islamiyyet, ma'rifet elde etmek için lazımdır. ma'rifet elde edenlerin islamiyyete uymalarına lüzum yokdur diyorlar. yukarıdaki ayeti kerimede yakin demek, ma'rifetullah demekdir. sehl bin abdüllahi tüsteri de böyle demişdir diyorlar. bu ayeti kerime, demekdir diyorlar. ehli sünnet alimlerinden bu ayeti kerimedeki yakine ma'rifetullah diyen olmuş ise de, ma'rifetullah elde edinciye kadar, ibadet zahmeti, güçlüğü bulunur. sonra bu güçlük kalmaz demişlerdir. yoksa, sonra ibadet etmek kalmaz dememişlerdir. böyle söylemek, ilhad, zındıklık olur. bunlara göre, arifler, ibadet yapmakla emr olunmadı. bunlar, gösteriş için ibadet ederler. talebelere, kendilerine uyanlara öğretmek için yaparlar. yoksa, ibadet yapmağa, ihtiyacları yokdur derler. bu sözlerine herkesi inandırmak için, ehli sünnet alimlerinin, sözünü ileri sürerler. bu zındıkları, allahü teala yok eylesin! bilmiyorlar ki, ariflerin ibadete ihtiyacları o kadar çokdur ki, cahillerin ihtiyacı bunun onda biri kadar bile değildir. çünki arifler, ibadet etmekle yükselebilirler. onların ilerlemeleri, islamiyyete uymağa bağlıdır. ibadetlerin cahillere kıyametde verilecek olan karşılığına, arifler bu dünyada kavuşmakdadır. bundan dolayı, ariflerin ibadet yapması daha çok lazımdır. bunların islamiyyete uymağa ihtiyacları daha çokdur. islamiyyetin sureti ve hakikati vardır. bu ikisine birlikde din denir. suret dediğimiz dinin bilinen emrleri ve yasaklarıdır. hakikat de, islamiyyetin iç yüzüdür. kabukla özün her biri, islamiyyetin parçasıdır. muhkem ve müteşabihden herbiri, islamiyyetin kısmlarıdır. ulemai zahir, islamiyyetin yalnız kabuğunu öğrenmişlerdir. ulemai rasihin kaddesallahü esrarehümül'aziz, islamiyyetin kabuğunu ve özünü birlikde elde etmişlerdir. suret ile hakikati bir araya getirmişlerdir. islamiyyeti bir insana benzetebiliriz. onun da insan gibi, suret ve hakikati vardır. çok kimseler, onun suretine tutulmuşlar, hakikatine, özüne inanmamışlardır. rehberlerini yalnız doğru yolu gösterici ve kalbi temizleyici olarak bilmişlerdir. bunlar zahir alimleridir. birçok kimse de, islamiyyetin yalnız hakikatine tutuldular. fekat, bunu islamiyyetin hakikati bilmediler. islamiyyet, yalnız suretdir ve kabukdur dediler. islamiyyetden başka bir öz, bir hakikat vardır dediler. bununla beraber islamiyyete tam uydular. islamiyyeti elden bırakmadılar. sureti elden kaçırmadılar. islamiyyetin bir hükmünü yerine getirmiyene yıkıcı ve sapık dediler. bunlar, allahü tealanın evliyasıdır. allahü tealanın sevgisine dalmışlar. onun masivasını unutmuşlardır. birçokları da, islamiyyet suretle hakikatin ikisine birlikde denir dedi. öz ile kabuğun ikisinin de islamiyyet olduğuna inandı. islamiyyetin hakikatini bırakarak yalnız suretine sarılmağa kıymet vermediler. suret olmadan, yalnız hakikati elde etmek de tam olmaz, noksan olur dediler. hakikati elde etmeden, yalnız surete sarılanı da müsliman bildiler ve kıyametde kurtulacağını söylediler. ulemai zahir ve bütün mü'minler böyledir dediler. surete sarılmaksızın hakikat elde edilemez dediler. elde edilir diyenlere zındık ve sapık dediler. bu keskin görüşlü büyüklere göre, görünür görünmez bütün üstünlükler, hep islamiyyetin içindedir. ilahi ilm ve ma'rifetler, ehli sünnet alimlerinin bildirdikleridir. binlerce şühud ve müşahedenin kıymeti, bir i'tikad bilgisi olan, sözünün kıymeti ile bir olamaz. islamiyyetin hükmlerinden bir hükmüne uymıyan bir kimsede hasıl olan hallere, vecdlere, tecellilere ve zuhurlara hiç değer vermezler. bunların istidrac olmasından korkarlar. böyle söyliyenler allahü tealanın hidayetine kavuşan ulemai rasihindir. hakaıkı kur'aniyye, işin iç yüzü bunlara bildirilmişdir. islamiyyetin edeblerini gözetdikleri için, islamiyyetin hakikatine kavuşmuşlardır. yukarıda bildirilen ikinci kısm, böyle değildir. bunlar da, hakikati arıyor, hakikate tutulmuş ve islamiyyetin ahkamına, elden geldiği kadar sarılmış iseler de, bu hakikati islamiyyetin dışında biliyorlar. islamiyyeti, bu hakikatin kabuğu sanıyorlar. bunun için, bu hakikatin görüntülerinden, zıllerinden bir zılle bağlanıp kalmışlardır. bu hakikatin özüne, içyüzüne kavuşamamışlardır. bunun için, bunların evliyalığı bir zılde kalmış, allahü tealanın sıfatlarının görüntülerine varabilmişlerdir. ulemai rasihinin evliyalığı ise, asldadır. asla kavuşduran yolu bulmuşlardır. zıllerin perdelerinin hepsini aşmışlardır. bunların evliyalığı, peygamberlerin vilayetidir aleyhimüssalevatü vetteslimat. öteki evliyanın vilayeti ise, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat vilayetinin gölgesidir. çok zemandan beri bu fakir, müteşabihatin neyi gösterdiğini yalnız allahü teala bilir sanıyordum. ulemai rasihin, yalnız bunlara iman eder diyordum. alimlerin ve tesavvufcuların, müteşabihat için verdikleri ma'naları uygun bulmuyordum. örtülebilecek olan ma'naların bunlar olduğunu sanmıyordum. mesela, aynülkuddati hemedani rahmetullahi aleyh hazretleri, den elem, derd ma'nasını anlamışdır. çünki, aşk ve muhabbete elem lazımdır. çok zeman sonra, allahü teala lutf ederek, ihsan ederek, müteşabihatin te'vilinden ya'ni işaret etdikleri ma'nalardan bu fakire rahmetullahi aleyh az birşey bildirdi. bu büyük denizden bu miskinin uygun yaratılmış toprağına birkaç damla serpildi. ulemai rasihine de, müteşabihatin te'vilinden, işaret etdikleri ince bilgilerden çok şeyler ihsan edildiğini anladım. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. rabbimizin peygamberleri hep doğru söylemişlerdir. bildirdiğiniz rü'yaların ta'birini, buluşduğumuzda söylerim. onun yerine ince ma'rifetleri yazdım. kusuruma bakmayınız! size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala ihvanihissalevatü vetteslimatül ula izinde gidenlere selam olsun! zikr et zikr, bedende iken canın! kalbin temizliği zikr iledir rahmanın! ikiyüzyetmişyedinci mektub bu mektub, molla abdülhay için yazılmışdır. ve ve bildirilmekdedir: allahü teala, size herşeyin hakikatini, doğrusunu bildirsin! allahü tealanın zatını, kendisini tanımakda demek, onun kudretini gösteren ayetleri, alametleri görmekdir. bu ayetleri ile ya'ni kalb gözü ile görmeğe derler. zati ilahinin şühudü ve huzuru ise, yalnız ile ilerlemekde olur. bu seyr, salikin kendinde olan ilerlemekdir. farisi tercemesi: ömür boyu yol alsa, hep seyr eder kendinde. salikin kendi dışında olan müşahedeleri, allahü tealanın zatını bildiren, işaretleri, alametleri görmekdir. allahü tealanın kendisini müşahede etmek demek değildir. hakaıkı kur'aniyyeyi bilenlerin başı ve ariflerin büyüğü, islam dinine yardım edenlerin önderi olan hace ubeydüllah kuddise sirruhül akdes buyurdu ki, seyr, ya'ni ilerlemek, iki dürlüdür: doğru üzerinde seyr ve daire üzerinde seyr. doğru üzerinde seyr, uzaklarda dolaşmakdır. daire üzerinde seyr ise, yaklaşmakdır. bir doğru üzerinde seyr, dileği kendi dairesinin dışında aramakdır. daire üzerinde seyr ise, kendi kalbinin etrafında dönmekdir ve dileği kendinde aramakdır. görülüyor ki, his edilen veya alemi misalde görülen, şekllerden herhangi biri olan ve nurlar, ışıklar gerisinde bulunan tecelliler, görünmeler hep hasıl eder. her ne şekl olursa olsun ve nasıl nur olursa olsun, renkli nur olsun, renksiz nur olsun, sınırlı olsun veya sonsuz olsun, bütün dünyayı doldursun veya doldurmasın, nurların ve şekllerin hepsi, ilmülyakin içindedir. mevlana abdürrahmani cami kuddise sirruhüssami hazretlerinin kitabındaki beytlerden farisi bir beytin tercemesi: ey dost! seni her yerde ararım, her an senden haberler sorarım. beytini açıklarken buyuruyor ki: bu , dostu, afakda ya'ni insanın dışında görmeği haber veriyor. ilmülyakini bildiriyor. bu şühud, maksaddan, dilekden haber vermediği için, onun huzurunu, ancak işaretlerle ve düşüncelerle hasıl etdiği için, ateşi bildiren dumanın ve hararetin şühudü gibidir. bunun için, bu şühud, ilmül yakinden ileri gidemez. bilgisi hasıl edemez. salikin varlığını yok edemez. aynülyakin ise, ilmülyakin ile bilindikden sonra, allahü tealayı müşahede etmekdir. bu şühud, salikin varlığını yok eder. bu şühud çoğalınca, salikin te'ayyünü büsbütün yok olur. kendi te'ayyününden hiçbirşeyi müşahede etmez. ya'ni kendini müşahedede fani olur. bu kaddesallahü teala esrarehüm arasında bu şühude denir. de derler. bu idrak, cahillerde de, yüksek olanlarda da vardır. fekat, birbirlerine benzemez. yüksek olanlarda mahlukların şühudü, allahü tealanın şühudüne mani' olmaz. belki onlar, allahü tealadan başka hiçbirşeyi müşahede etmezler. cahillerde böyle değildir. mahlukların şühudü, hak tealanın şühudüne mani' olur. bu şühudden haberleri olmaz. bunu idrak etmezler. bu aynülyakin, ilmülyakini örter. önceden ilmülyakin de, aynülyakini örtüyordu. bu şühud hasıl olunca şaşkınlık ve bilgisizlik olur. ilm kalmaz. büyüklerden birkaçı kaddesallahü teala sirreh buyurdu ki, ilmülyakin, aynülyakini örter. aynülyakin de ilmülyakini örter. yine buyurdular ki, tam ma'rifet hasıl olduğunu anlamak için, kendi sırrına bakmak ve orada hiçbir bilgi bulmamak lazımdır. böyle olan kimsenin ma'rifeti tamdır. ma'rifetin bundan ötesi yokdur. büyüklerden birkaçı da kaddesallahü teala esrarehümül aliyye buyurdu ki, allahü tealayı en çok tanıyan arifin, allahü tealayı bilmesi çok az olur, hayrete düşer. şaşırır kalır. demek, yakin ya'ni anlamak kalmadıkdan ve arif yok oldukdan sonra, allahü tealayı müşahede etmekdir. amma arifin hak tealayı şühudü, hak teala iledir celle ve ala. kendi müşahedesi değildir. sultanın eşyasını ancak kendi vasıtaları taşır. hakkulyakin bilgisi, makamında hasıl olur. hadisi kudside, buyuruldu ki, bu makamı göstermekdedir. salikde tam fena hasıl oldukdan, zati ilahide ve sıfatlarında fani oldukdan ya'ni zatdan ve sıfatlarından başka herşeyi unutdukdan sonra, allahü teala salike yeni bir vücud, varlık ihsan eder. onu şaşkınlıkdan, şü'ursuzlukdan kurtarır. şü'ur ve uyanıklık verir. ihsan olunan bu varlığa denir. bu makamda, ilmülyakin ile aynülyakin birbirini perdelemez, örtmez. şühud ile birlikde ilm vardır. ilm var iken de, müşahede etmekdedir. arif bu makamda kendi te'ayyününü hak teala sanmışdır. kendisinin mahluk olan te'ayyünü olduğunu anlamamışdır. çünki, hiçbir mahluku müşahede etmemekdedir. tecelliyati suriyyede kendi te'ayyünlerini ve suretlerini, hak teala olarak tanımakdadır. onlar kendisinin mahluk olan te'ayyünleridir. bu te'ayyünlerinde fani olmadığı için bunların müşahedesini, şühudi hak sanmakdadır. bu nerde, o nerde? toprak için olan nedir, herşeyin sahibi için olanlar nedir? cahiller bu sözleri işitince, ile in birbirlerinden başka olmadığını sanırlar. her ikisi de kendini hak teala sanmakdır. fekat arif, tecellii suride kendi suretine, şekline der. hakkulyakinde ise, kendi hakikatine, özüne der. tecellii suride hak tealayı kendi görür. bu makamda ise, hak tealayı hak teala ile görür. kendisi göremez. görülüyor ki, tecellii suride şühud sözü bir bakımdan söylenebilir. çünki, hak teala ancak hak teala ile görülebilir. bu da, hakkulyakin mertebesindedir. burada şühud demek, tam yerinde olur. zemanımızdaki birkaç şeyh, bu inceliği ve ayrılığı anlamadıkları için ve yakinlik deyince, maddelerin birbirine yakın olmasını düşündükleri için, din büyüklerine dil uzatıyorlar. hakkulyakini yukarda açıkladığımız gibi bildirenleri kötülüyorlar. allahü tealayı tanımak, tecellii suride hasıl olur diyorlar. halbuki tecellii suri sülukün ya'ni bu yolculuğun başlangıcında hasıl olmakdadır. onlar buna hakkulyakin diyorlar. halbuki hakkulyakin, yolun sonunda ele geçebilir. onların yolun sonunda kavuşdukları ve hakkulyakin dedikleri, bize yolun başında tecellii suri olarak hasıl olmakdadır. allahü teala, dilediğini doğru yola kavuşdurur. vesselam. ikiyüzyetmişsekizinci mektub bu mektub, molla abdülkerimi sennamiye yazılmışdır. herkese, i'tikadı düzeltdikden ve işlerini islamiyyete uydurdukdan sonra, kalbin selametde olmasına çalışmak lazım olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşimin kıymetli mektubu geldi. bizleri sevindirdi. dostlarımıza olan nasihatımız şudur: i'tikadı, imanı, ehli sünnet velcema'at alimlerinin kitablarında bildirdiğine uygun olarak düzeltmelidir. allahü teala onların çalışmasına bol bol iyilikler ihsan eylesin! bundan sonra farz, vacib, sünnet, mendub, halal, haram, mekruh, müştebeh olan fıkh hükmlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır. imanı ve işleri düzeltdikden sonra, kalbi allahü tealadan başka şeylere tutulmakdan kurtarmak lazımdır. kalbin selameti için de, kalbe allahü tealadan başka hiçbirşeyin düşüncesini getirmemek lazımdır. eğer bir kimse, bin sene yaşamış olsa, kalbine allahü tealadan başka hiçbir düşünce hiçbir zeman gelmemelidir. bu sözümüz yanlış anlaşılmasın. kalbde düşünülen şeyler, allahü tealadan başka bilinmemeli demek istemiyoruz. çünki, tevhidi murakabe edenlerde de başlangıcda bu hal hasıl olur. bizim dediğimiz, kalbe hiçbir zeman, hiçbir düşünce gelmemelidir. kalbe hiçbir düşüncenin gelmemesi için, allahü tealadan başka herşeyi unutmak lazımdır. öyle unutmalıdır ki, birşeyi düşünmek için kendisini zorlasa, düşünemez olmalıdır. bu çok kıymetli ni'mete denir. bu, yolun başlangıcında ele geçer. vilayetin bütün derecelerine bundan sonra kavuşulur. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! bu büyük ni'mete kavuşduran yolların en kısası, ebu bekri sıddikdan gelen yoldur radıyallahü teala anh. çünki, bu büyüklerin yolu, alemi emrden başlamakdadır. kalbden, kalbin sahibine yol aramışlardır. başka tarikatlerdeki riyazetler ve mücahedeler yerine, sünnete yapışmışlar, bid'atden sakınmışlardır. nefsin istediklerini yapmamakdır. , nefsin istemediklerini yapmakdır. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri buyurdu ki, . lakin sünnete yapışmak çok güç birşeydir. bu büyüklere uyanlara, onların yoluna katılanlara müjdeler olsun! mevlana nureddini cami hazretleri buyurdu ki, farisi beytler tercemesi: behaiyye, ne güzel götürücüdür! yolcuları gizlice yerine götürür. sözlerinin tadı saliklerin kalbinden, halvetde çile çekmek fikrini süpürür. bir cahil bu büyüklere dil uzatırsa, cevab vermeğe değmez dersem iyi olur. hep arslanlar, bu zincire bağlanmışlardır, kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? kadi muhammed şerifin mektubu geldi. fakirlere olan aşırı sevgisi anlaşıldı. hoşumuza gitdi. fakirin düasını kendisine ulaşdırınız. kardeşimiz şeyh habibullahın kıymetli mektubu da geldi. babasının vefat etdiği yazılı idi. hepimiz allahü teala için yaratıldık. sonunda onun huzuruna varacağız. fakirin kaddesallahü teala sirrehül'aziz düasını ulaşdırıp başsağlığı dileyiniz! kendisine söyleyiniz ki, düa ile, fatiha ile, istigfar ile merhum babasına imdad ve yardım eylesin! çünki mezardaki ölü, denizde boğulmak üzere olan kimse gibi imdad bekler. oğlundan veya anasından, babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek olan bir duayı bekler. şeyh ahmedinin bu büyüklerin yoluna katıldığını ve faidelendiğini bildiriyorsunuz. allahü teala, bu doğru yolda ilerlemesini nasib eylesin! kendisi yeni müsliman olduğu için, ona farisi kitablarda yazılı olan iman bilgilerini ve fıkh hükmlerini öğretiniz! farz, vacib, sünnet, mendub, halal, haram, mekruh ve müştebeh olan şeyleri öğrensin ve bunlara göre işlerini düzeltsin! , kitablarını öğrenmek ve öğretmek, iman ve fıkh bilgileri yanında, boşuna vakt geçirmek olur. vesselam. ikiyüzyetmişdokuzuncu mektub bu mektub, molla haseni kişmiriye rahmetullahi aleyh yazılmışdır. kendisinin tesavvuf yoluna girmek ve muhammed bakibillah hazretlerinin kuddise sirruh sohbet ve hizmetinde bulunmak ni'metine sebeb olduğu için, ona şükr etmekde, bu arada allahü tealanın, kendilerine verdiği ni'metleri bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! ihsan ederek, okşıyarak gönderdiğiniz kıymetli mektubunuzu mevlana mehdi ali getirdi. bizleri çok sevindirdi. selametde olunuz! şeyh muhyiddini arabinin kuddise sirruh kitabının beşyüzellisekizinci babında ve abdülvehhabi şa'raninin kitabında yazılı olan hilafetlerinin sırası, ömrlerinin sırasına göredir sözünün, onun hangi kitabında yazılı olduğunu soruyorsunuz. kıymetli kardeşim! bu yazıyı, bundan çok önce kitabında görmüşdüm. şimdi çok düşündüm. kitabdaki yerini hatırlıyamadım. yine görürsem inşaallah bildiririm. ni'mete kavuşmaklığıma sebeb olduğunuz için, size ne kadar şükr etsem azdır. o ihsanınızın karşılığını ödiyemediğimi biliyorum. bugünkü se'adetimiz ve kazancımız, hep o ni'metden hasıl oldu. bugünkü alış verişimiz, hep o ihsanınızdan meydana geldi. sizin o güzel aracılığınızla öyle şeylere kavuşuldu ki, onları çok az kimseler görebilmişdir. sizin bereketli vasıtanızla öyle şeyler verildi ki, pekaz kimse onların tadını duyabilmişdir. ihsanların en kıymetlilerinden o kadar gönderdiler ki, çoklarına ihsanların en aşağılarından o kadar gelmemişdir. ahvalin, makamların, zevklerin, vecdlerin, ulum ve ma'rifetlerin, tecellilerin ve zuhurların hepsini yükselmek için merdiven gibi önüme serdiler. yakınlık derecelerine ve kavuşmak konaklarına ulaşdırdılar. anlatacak söz bulamadığım için, kurb ve vüsul kelimelerini kullandım. yoksa, kurb ve vüsul kelimeleri o makama yaklaşamaz. söz ile, işaret ile, şühud ile, hulul ile, ittihad ile, keyfiyyet ile, makam, mertebe demekle, zeman, mekan, ihata, sereyan, ilm, ma'rifet, cehl, hayret kelimeleri ile anlatılamaz. farisi iki tercemesi: kuşumdan nasıl haber vereyim sana? anka ile birlikde yaşar daima! ankanın adını herkes bilir amma kuşumun adını kimse bilmez asla. allahü tealanın bu ihsanları, bu sebebler dünyasında sizin sebebinizle nasib oldu. sizin sebeb olmak ni'metinizle ele geçen bu ihsanları saymak, sizin ni'metinize de şükr etmek olacağı için, kısaca yazıldı. böylece, sizin ni'metinizin şükründen az birşey yapılmış oldu. size ve doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat izinde gidenlere selam olsun! ikiyüzsekseninci mektub bu mektub, hafız mahmuda yazılmışdır. bu büyükleri sevmenin bütün se'adetlerin sermayesi olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! önce iyi düalarımı bildiririm. mevlana mehdi ali ile gönderdiğiniz kıymetli mektub geldi. bizleri sevindirdi. allahü tealaya hamd olsun ki, fakirlere olan sevginiz çokdur. bu sevgi dünya ve ahıret se'adetlerine kavuşduran sebebdir. ayrılık günlerinin uzaması, bu sevginizi sarsmamışdır. iki şeyi elden kaçırmamak lazımdır: birincisi, islamiyyetin sahibine uymak aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. ikincisi, bağlı olduğu rehberini rahmetullahi teala aleyhim ecma'in yalnız allah için sevmekdir. bu iki şey varken, hiç bir şey verilmese, hiç üzülmemelidir. birgün gelir, elbet verirler. fekat, allah göstermesin, eğer bu ikisinden birisi sarsılırsa, hasıl olan halleri ve zevkleri istidrac bilmelidir. bunları harablık ve yıkım saymalıdır. doğru yol işte budur. insanı herşeye kavuşduran ancak allahü tealadır. vesselam. ikiyüzseksenbirinci mektub bu mektub, seyyid mir muhammed nu'mana kaddesallahü teala sirrehül'aziz yazılmışdır. silsilei aliyyei sıddikiyyeye bağlanmağa şükr etmekde, bu yolu övmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! bu büyük ni'metin şükrü hangi dil ile yapılır? allahü teala, biz fakirleri, imanımızı, i'tikadımızı ehli sünnet velcema'at alimlerinin şekkerallahü teala sa'yehüm bildirdiklerine göre düzeltdikden sonra, sıddikdan gelen yola süluk etmekle şereflendirdi. bizleri, o büyüklerin mensubları yapdı. bu fakire göre, bu yolda bir adım ilerlemek, başka yollarda yedi adım ilerlemekden daha faidelidir. peygamberlere uyarak ve varis olarak, onların kemalatına kavuşduran yol ancak bu yüksek tarikdir. başka yollar, vilayetin kemalatının sonuna ulaşdırır. oradan peygamberlik kemalatına kavuşduran yol açılmamışdır. bunun içindir ki, bu fakir kitablarımda ve mektublarımda, bu büyüklerin yolunun, eshabı kiramın aleyhimürrıdvan yolu olduğunu yazdım. eshabı kiram veraset yolu ile, peygamberlik kemalatından çok şeylere kavuşdukları gibi, bu yolun sonuna varanlar da, onlara uydukları için, o kemalatdan çok şeylere kavuşurlar. bu yolun başında ve ortasında olanlar, sonunda bulunanları çok sevdikleri için, hadisi şerifindeki müjdeye kavuşurlar. ve bildirmekdedir. da da yazılıdır. bu yola girip de, birşeye kavuşamıyan ve zarar eden kimse, bu yolun edeblerini gözetmiyen ve yenilikler, reform yapan ve edeblere uymayıp, rü'yalarına, hulyalarına uyan kimsedir. bu kimsenin yoldan çıkmasında, felakete sürüklenmesinde, yolun günahı nedir? o, rü'yalarının, hulyalarının yolunda gitmekdedir. türkistan yoluna dönmüşdür. ka'be yolundan sapmışdır. elbette hacı olamaz. farisi tercemesi: korkarım ki, ey cahil, ka'beye varamazsın! ka'beyi sayıklama, türkistan yolundasın! oradaki sevdiklerimizin ve bu tarika girenlerin toplandıkları ve çalışdıkları bir sırada sizin oradan ayrılmanızı iyi görmüyorum. bundan önce bize gelmenizi işaret etmiş idi isem de, bu yolculuğunuz şartlara bağlı idi. şimdi de bu şartları gözetmelisiniz! birkaç istihare yaparak kalbinizde rahatlık, genişlik olduğunu iyi anladıkdan sonra ve yerinize birini oturtarak oradaki çalışmaların sarsılmayacağı te'min edildikden sonra, buraya gelmeniz doğru olabilir. bu şartlar yapılmazsa, oradaki çalışmaları bozmayınız! taliblerin topluluğunu gevşetmeyiniz! daha çok yazmıyorum. vesselam. yüzbin ok ve kılınc yapamaz asla, göz yaşının seher vakti yapdığını. düşmanı kaçıran, süngüleri, çok def'a, toz haline getirir, bir mü'minin düası. ikiyüzseksenikinci mektub bu mektub, bediuzzemana gönderilmişdir. hızır aleyhisselam ve ilyas aleyhisselam ile buluşmağı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! çok zemandan beri, sevdiklerimiz hızır ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam için soruyorlar. onun için bu fakire lazım olan bilgi verilmediğinden cevab yazmıyordum. bugün sabah vakti toplanmışdık. ilyas aleyhisselam ile hızır ala nebiyyina ve aleyhimessalevatü vetteslimat ruhani şekllerde geldiler. hızır aleyhisselam ruhani olarak dedi ki, biz ruhlar alemindeniz. allahü teala, bizim ruhlarımıza öyle kuvvet vermişdir ki, insan şeklini alırız. insanların yapdığı işleri, bizim ruhlarımız da yapar. insanların yapdığı gibi yürürüz, dururuz, ibadet ederiz. dedim. biz islamiyyete uymakla emr olunmadık. kutbi medarın işlerine yardım ederiz. kutbi medar şafi'i mezhebinde olduğu için, biz de onun arkasında şafi'i mezhebine göre kılıyoruz dedi. bu sözünden anlaşıldı ki, bunların ibadetine sevab yokdur. yanında bulundukları kimseler gibi ibadet ederler. ibadetin yalnız şeklini yaparlar. bu konuşmadan da anladım ki, vilayetin kemalatı şafi'i mezhebine uygundur. peygamberlik kemalatının hanefi mezhebine bağlılığı vardır. kıyamete kadar hiç peygamber gelmiyecekdir. bu ümmete bir peygamber gönderilse idi, hanefi mezhebine göre ibadet ederdi. hace muhammed parisa kuddise sirruh hazretlerinin, kitabındaki, sözünün ne demek olduğu şimdi anlaşıldı. bu iki büyükden yardım ve düa istemeği düşündüm. dedi. sanki kendilerini aradan çekdiler. hazreti ilyas ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam bu konuşmaya hiç katılmadı. birşey söylemedi. vesselam. ikiyüzseksenüçüncü mektub bu mektub, sofi kurbana yazılmışdır. resulullahın mi'rac gecesinde allahü tealayı görmesi dünyada olmayıp ahıretde olduğu bildirilmekdedir: sual: ehli sünnet alimleri, sözbirliği ile diyor ki, allahü tealayı dünyada kimse görmez. hatta, ehli sünnet alimlerinin çoğu, dediler. huccetülislam imamı gazali, demişdir. sen ise, o serverin mi'rac gecesinde gördüğünü bildiriyorsun. bunu nasıl açıklarsın? cevab: o server aleyhissalatü vesselam mi'rac gecesinde, rabbini dünyada görmedi. ahıretde gördü. çünki, o server aleyhissalatü vesselam o gece, zeman ve mekan çevresinden dışarı çıkdı. ezeli ve ebedi bir an buldu. başlangıcı ve sonu, bir nokta olarak gördü. cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, cennete gidişlerini ve cennetde oluşlarını o gece gördü. eshabı kiram arasında malı en çok olanlardan abdürrahman bin avf, eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in fakirlerinden beşyüz sene sonra cennete girecekdir. onun beşyüz sene geçdikden sonra cennete girdiğini gördü. ona, niçin geç kaldığını sordu. işte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. ahıret görmesi ile görmekdir. ehli sünnet alimleri, dünyada görülemez buyurdular. biz ise, ahıretdeki görmekle gördüğünü söylüyoruz. bu görmeği dünyada gördü demek de, mecaz olarak denilmişdir. dünyadan gidip gördüğü ve yine dünyaya geldiği için denilmişdir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. ikiyüzseksendördüncü mektub bu mektub, molla abdülkadiri enbaliye yazılmışdır. haller, vecdler, alemi emre bağlı şeylerdir. bunları bilmek alemi halk ile olur. bu mektubda bildirilenler, eski ma'rifetlerdir. bunların yenisi büyük oğluna yazdığı mektubda bildirilmişdir: insanın bir görünen zahiri vardır. bir de görünmiyen batını vardır. insanın zahiri alemi halkdan yapılmışdır. batını alemi emrdendir. tesavvuf yolunun başında ve ortasında haller, vecdler, müşahedeler ve tecelliler hasıl olur. bunlar insanın batını olan alemi emre bağlı şeylerdir. bu yolun sonunda hasıl olan şaşkınlık, cehalet, acz ve ümmidsizlik gibi şeyler de, alemi emre bağlıdır. insanın zahiri kuvvet bulunca, bu da bu şeylerden pay alır. her ne kadar devamlı olmaz ise de, birşeyler hasıl olur. sözünde olduğu gibi, alemi emrde olanlardan alemi halka da biraz serpilir. zahirin asl işi, bütün bunları bilmekdir. çünki, batında bunlar hasıl olur. fekat bunları bilmez. zahir olmasaydı, birşey bilinmez, hasıl olan şeyler birbirinden ayırd edilemezdi. tesavvuf yolunda ilerlemenin ve makamların alemi misalde işaretlerle gösterilmesi, zahirin anlaması içindir. görülüyor ki, haller batın içindir. bu halleri bilmek zahir içindir. bundan anlaşılıyor ki, hallerini bilen evliya ile hallerini bilmiyen evliyada hallerin bulunması bakımından ayrılık yokdur. bu halleri bilmek bakımından fark olabilir. bunun gibi, bir adam çok acıkır, açlık dayanamıyacak kadar artar. adam kıvranır durur. bu sıkıntılara açlık dendiğini de bilir. başka birisi de, böyle açlıkdan kıvranır. fekat, bu sıkıntılara açlık denildiğini bilmez. bunların ikisinde de açlık hali vardır. aralarında ayrılık yokdur. ayrılıkları, yalnız açlık denildiğini bilmekde ve bilmemekdedir. hallerini bilmeyenler de ikiye ayrılır: birincileri, hallerin hasıl olduğunu bilmez. değişik değişik haller olduğunu anlamaz. ikincileri, bu değişiklikleri bilir. fekat, her bir halin ne olduğunu bilmez. bu ikincilere de ilm sahibi denir ve irşad etmeğe elverişli olurlar. halleri birbirinden ayırmak, her rehberin yapacağı iş değildir. belki, yüzlerce sene geçdikden sonra, bu ni'mete kavuşan biri bulunabilir. başkaları kendi hallerini, bu ni'met sahibinden öğrenirler. ülül'azm olan peygamberler salevatüllahi teala ve teslimatühü aleyhim birbirinden yüzlerce sene sonra gönderilirdi. ayrı hükmler, başka başka dinler, bunlar ile gönderilirdi. başka peygamberler aleyhimüssalevatü vettehıyyat onların dinlerine uyarlardı. yalnız onların hükmlerini bildirirlerdi. farisi mısra' tercemesi: herkesin işi için, yaratır bir kulunu. vesselam. ikiyüzseksenbeşinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. sima', raks ve vecd üzerinde bilgi vermekde, ruhdan açıklama yapmakdadır: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! allahü teala, sana herşeyin doğrusunu düşünen ve doğrusunu bulan akl versin ve herşeyin doğrusunu bildirsin! vecd ve sima' ya'ni kaside, ilahi dinliyerek kendinden geçmek, kimlere faidelidir? bunlar, halleri değişen, her zemanda başka dürlü olan, bir zeman şü'urlu, bir zeman şü'ursuz olan kimseler için faidelidir. bunlara denir. bunlara allahü tealanın sıfatları tecelli eder. her sıfatın tecellisinde başka bir hal alırlar. sonsuz olan sıfatların ve ismlerin tecellileri, te'sirleri altında halden hale dönerler. halleri değişir, dilekleri hep değişir. bunlar devamlı bir halde kalamaz. zemanları değişmeden olamaz. bir zeman ya'ni sıkıntı, başka zeman sevinç içindedirler. bunlara de denir. hallerin te'siri altında mağlubdurlar. bir zeman yükselirler. başka zeman, aşağı derecelere düşerler. tecelliyati zatiyyeye kavuşanlar kalb makamından yukarı çıkmışlar, kalbin sahibine varmışlardır. hallere köle olmakdan kurtulmuşlar, halleri verene ulaşmışlardır. bunların vecd ve sima'a ihtiyacları yokdur. çünki, zemanları değişmez. halleri devamlıdır. daha doğrusu vaktleri ve halleri yokdur. bunlara ve denir. bunlar kavuşmuşlardır. hiç geri dönmezler. birşey gayb etmezler. birşey gayb etmiyen, birşey bulmaz. evet, sona kavuşanlar arasında, vaktleri devamlı olduğu halde, sima'dan faidelenenler de vardır. bunları biraz aşağıda açıklayacağız. inşaallahü teala. sual: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bu hadisi şerif vaktin devamlı olmadığını göstermiyor mu? cevab: bu hadis doğru ise, alimlerin çoğu, burada bildirilen vaktin devamlı olduğunu anlamışlardır. şöyle de deriz ki, devamlı olan vaktde arasıra hususi haller de olur. bu hadisi şerif, bu halleri bildirmekdedir. sual: teganni dinlemek, bu hallerin bulunduğu zeman belki faideli olur. böyle olunca, nihayete kavuşanlar da, bu halleri elde etmek için sima'a muhtac olur. cevab: bu haller, namaz kılarken hasıl olmakdadır. namazın dışında da hasıl olursa, namazın te'siri iledir. hadisi şerifde, buyuruldu. bu hadisi şerif, belki çok seyrek olan bu halleri göstermekdedir. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. alak suresi ondokuzuncu son ayetinde mealen, buyuruldu. allahü tealaya yakınlık çok olduğu zeman, başkalarının bulunması, araya karışmaları da o kadar azalır. bu hadisi şerif ve bu ayeti kerime gösteriyor ki, o vakt, namazda olan vaktdir. vaktin devamlı ve kavuşmanın aralıksız olduğu, tesavvuf büyüklerinin söz birliğinden de anlaşılmakdadır. zünnunı mısri buyuruyor ki, geri dönen, yalnız yoldan dönmüşdür. kavuşan, geri dönmez., devamlı huzur demekdir. her an allahü tealanın huzurunda olmakdır. bu ni'met, bu yolun büyükleri olan, hacegan kaddesallahü teala ervahahüm ve esrarehüm hazretlerinin yolunda çalışanların eline geçmekdedir. vaktin devamlı olduğunu inkar etmek, sona varamamayı gösterir. büyüklerden birkaçı, mesela ibni ata ve benzerleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, demişdir. bu sözden, vaktin devamsızlığı anlaşılır. fekat, sözlerine dikkat edilirse, diyorlar. demiyorlar. çünki, insanlık sıfatlarına dönen hiç olmamışdır. böyle olduğunu erbabı iyi bilir. buradan anlaşıldı ki, tesavvuf büyükleri, vasıl olanın geriye dönmiyeceğini sözbirliği ile bildirmişdir. bu sözbirliğinden ayrılan birkaç kişi, dönmek caizdir demişdir. sona varanlardan birçokları yüksek derecelerden bir dereceye kavuşdukdan ve yi müşahede hasıl oldukdan sonra, kendilerine soğukluk ve gevşeklik hasıl oluyor. böylece kavuşdurucu mertebelere yükselmeleri duruyor. bunların daha kavuşduracak konakları aşması lazımdı. yaklaşdıran derecelerin hepsini geçmemişlerdi. bu soğuklukla beraber, yükselmek, yaklaşmak arzusundadırlar. işte bu vakt sima' bunlara faide verir. hararetlerini, enerjilerini artdırır. sima' yardımı ile yaklaşdırıcı mertebelere yükselir. sükunet buldukdan sonra, bu mertebelerden geri dönerler. fekat inerken, o makamlardaki hallerini gayb etmezler. bu vecd, bu buluş, gayb etdikden sonra olan buluş değildir. çünki vuslatı, huzuru hiç gayb etmezler. her an kavuşmuş oldukları halde, kavuşdurucu konaklara yükselmeleri içindir. sona gelenlerden vasıl olanların sima'ları, vecdleri de böyledir. fena ve bekaya kavuşanlara cezbe verirler. lakin soğuklukları, gevşeklikleri olduğu için, yüksek konaklara çıkabilmek için, yalnız cezbe iş göremez. sima' da lazım olur. tesavvuf büyüklerinden birçokları da kaddesallahü teala esrarehüm, vilayet derecesine kavuşdukdan sonra, nefsleri kulluk makamına iner. ruhları, kendi makamlarında cenabı hakka karşıdır. kulluk makamında bulunan nefsi mutmeinneden her zeman ruha yardım gelir. ruh bu yardımı ile matluba aşina olur. bu büyükler, ibadetle rahat ederler. kulluk vazifelerini görmekle sükunet bulurlar. yükselmek arzuları azdır. islamiyyete uymak nuru ile parlamışlardır. kalb gözleri, sünnete uymak sürmesi ile kuvvet bulmuşdur. bunun için, keskin görüşlüdürler. uzakdan öyle şeyler görürler ki, yakında olanlar onları göremez. yükselmeleri az ise de, nurları çokdur. aslın nurları ile aydınlanmışlardır. bu makamlarında iken şanları, kıymetleri büyükdür. sima'a, vecde ihtiyacları yokdur. sima' yerine ibadetlerden istifade ederler. asldan aldıkları nurlar, yüksek makamlara çıkmış gibi faide verir. sima' ve vecde düşkün olan taklidciler, bunların yüksek şanlarını bilmedikleri için kendilerini aşık, bunları zahid sanırlar. aşk ve muhabbet yalnız raksda, vecdde bulunur derler. sona kavuşanlardan birçokları da vardır ki, yolculuğundan ve makamına kavuşdukdan sonra, bunlara kuvvetli cezbe ihsan ederler. kanca takıp çeker gibi sürüklerler. orada soğukluk bulaşmaz. gevşeklik gelmez. yükselmek için, şaşılacak şeylere ihtiyacları yokdur. bunların dar olan halvetlerine sima' ve nağme yanaşamaz. vecd ve tevacüd ile ilişikleri yokdur. yetişebilecek en son mertebeye çekilir, ulaşdırılırlar. o servere aleyhissalevatü vetteslimat vettehıyyat uymak sayesinde, o servere sallallahü aleyhi ve sellem mahsus olan makamdan pay alırlar. böyle kavuşmak ancak denilen seçilmişlere nasib olur. lar da, bu makamdan pay alır. ancak allahü tealanın ihsanı ile, sonun sonuna kavuşan bir seçilmişi, bu aleme geri çevirirlerse ve yaradılışda uygun olanları yetişdirmek vazifesi buna verilirse, nefsini kulluk makamına indirirler. ruhu, nefsden ayrı olarak, allahü tealaya doğru olur. işte bu, ferdiyyet kemallerine sahibdir. kutbların yetişdirme yetkisine malikdir. burada, kutb dediğimiz, dır. değildir. zıl makamlarının bilgileri ve asl makamlarının ma'rifetleri kendisine verilmişdir. daha doğrusu, onun makamında, ne zıl vardır, ne de asl vardır. zılden, asldan ileri geçmişdir. böyle bir kamil ve mükemmil çok ender yetişir. asrlardan, uzun yıllardan sonra, bir dane bulunursa, yine büyük ni'metdir. herşey onunla nurlanır. onun bir bakışı, kalb hastalıklarını giderir. bir teveccühü, beğenilmiyen kötü huyları silip süpürür. uruc makamlarının hepsinden daha yukarıya çıkmış kulluk makamına inmişdir. ibadet etmekde rahat bulmuşdur. vilayet makamlarının en üstünü olan makamında yerleşen seçilmişleri de vardır. na kabiliyyet de buna verilir. bu ise, vilayet mertebesinin bütün kemallerini taşımakda ve da'vet derecesi makamlarının hepsini içine almakdadır. dan ve ndan pay almakdadır. onun şanını şu mısra' kısaca bildirmekdedir. farisi mısra' tercemesi: bütün güzellerde bulunan, yalnız sende vardır! başlangıcda olanlara, vecd ve sima' zararlıdır. yükselmesine engel olur. şartlarına uygun olsalar da zararlıdırlar. sima'ın şartları, bu mektubun sonunda, inşaallah bildirilecekdir. bunun vecdi bozukdur. hal kaplaması suçdur. hareketleri tabi'idir. isteklerine, nefsinin şehvetleri karışmışdır. başlangıcda olan, mübtedi denilenler, olmıyanlardır. erbabi kulub olanlar yoldakilerdir. mübtedi ile müntehi arasında bulunanlardır. müntehi demek, sona varmış, ve olmuş demekdir. bunun da dereceleri vardır. kavuşmanın da mertebeleri vardır. her derece, her mertebe, birbirinin üstündedir. bu mertebeler sonsuzdur. kavuşmakla bitmez, tükenmez. sima', yoldakilere ve müntehilerin birkaçına faidelidir. bunu, yukarıda bildirmişdik. şunu da bildirelim ki, erbabi kulub, sima'sız olamaz demek istemiyoruz. cezb olunmıyanlar, , sıkı riyazetler, ağır mücahedeler yardımı ile ilerliyebilirler. sima' ve vecd, yalnız bunlara yardımcı olur. erbabi kulub, meczublardan ise, cezbe yardımı ile ilerlerler. sima' bunlara lazım değildir. şunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen erbabı kulub için, sima' her zeman faideli olmaz. bundan yardım görebilmek için şartlar vardır. bu şartlar gözetilmezse zararlı olur. sima'ın şartlarından biri, kendini yüksek bilmemekdir. temam olduğunu sanırsa ilerliyemez. evet, sima' bunu da biraz ilerletirse de sükun buldukdan sonra, o makamdan geri iner. sima'ın bundan başka şartları, tesavvuf büyüklerinin kitablarında, ve benzerlerinde yazılıdır. zemanımız tarikatcilerinin çoğunda, bu şartlar yokdur. şimdi yapılmakda olan sima' ve raksların ve toplantıların zararlı olduğu açıkdır. bunların ilerletmeleri nerede? hiç ilerletmezler. yardım etmekden çok uzakdırlar. faide yerine zarar verirler. tenbih: , ilahi, mevlid ve kaside ve kur'anı kerimi teganni ile okuyanları dinlemek demekdir. , eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans demekdir. sima' ve raks, müntehilerden birkaçına da lazımdır dedik. çünki yükselecek çok mertebeleri bulunduğu için, yolda sayılırlar. erişilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehi olmaz, sona varmış sayılmazlar. seyri ilallah sonuna vardıkları için, bunlara müntehi denilmişdir. bu seyrin sonu, salikin mazhar olduğu isme kadardır. fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve isme bağlı şeylerde de seyr vardır. bu ismdeki ve kavuşanların bildikleri şeylerdeki seyrden sonra, ismin sahibine varıp, burada fena ve beka hasıl edince, tam müntehi olur. seyri ilallahın doğrusu da budur. isme kadar olan seyre de, denilmiş, o mertebede olan fenaya ve bekaya da, adı verilmişdir. sonsuzdur denilmesi, bekadaki seyr içindir. bütün konakları geçdikden sonradır. bu seyrin sonsuz olması demek, o ismde seyr olunursa ve bu ismdeki şü'unların herbiri ile ayrı ayrı ahlaklanırsa, sonuna varılmaz demekdir. çünki, her ismde sonsuz şü'unlar bulunmakdadır. eğer yükselirken, onu bu ismden geçirirlerse, bir adımda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. eğer orada yok olursa, çok şerefli olur. yok eğer insanları yetişdirmek için, geri indirirlerse, çok büyük üstünlük olur. bu isme kavuşmanın kolay bir şey olacağını sanmamalıdır. bu ni'mete kavuşabilmek için, can feda etmek lazımdır. acaba kimi bu büyük ni'mete kavuşdurmakla şereflendirirler? tenzih ve takdis sanılan mertebe çok olur ki, teşbih ve tenkisdir. hatta çok mertebeler vardır ki, tenzih sanılırlar. halbuki, ruh makamından da aşağıdırlar. arşın üstündeki tenzih gibi görünen de, teşbih dairesinin içinde olabilir. münezzeh olarak görünen şey, ruh aleminden olabilir. çünki arş, maddeli, cihetli, ölçülü şeylerin sonudur. ruh alemi, cihetli, ölçülü alemin dışındadır. çünki ruh, mekansızdır. bir yere sığmaz. ruhun, arşın dışında olduğunu söylemek, seni şaşırtmasın. ruhu kendinden uzak sanma! aranız çok açık zan etme! öyle değildir. ruh mekansız olmakla beraber, onun için her yer birdir. arşın dışında demekle, başka şey anlatılmakdadır. oraya varamıyana anlatılamaz.ruh, radyo dalgalarına benzetilebilir. bu dalgalar madde değildir. yer kaplamazlar. böyle olmakla birlikde, her yerde vardırlar denir. çünki, her yerde bulunan radyoda ses hasıl ediyorlar. tesavvuf büyüklerinden birçoğu, ruh makamına varınca, onu arşın üstünde buluyorlar. ruhun tenzihini , allahü tealanın tenzihi sanıyorlar. ruh makamının bilgilerini, ma'rifetlerini, ince, gizli şeyler zan ediyorlar. allahü tealanın arş üstünde istivasını anladık diyorlar. halbuki onların gördükleri nur, ruhun nurudur. bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'azizde, bu makam hasıl olunca, şaşırıp kalmışdım. bereket versin, allahü tealanın yardımı imdadıma yetişerek, bu tehlükeden kurtarılmışdım. o nurun, ruhun nuru olduğunu, allahü tealanın nuru olmadığını anlamışdım. bize bu doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi biz onu bulamazdık. ruh, mekansız olduğu için, anlaşılamıyacak bir mahluk olduğu için, insanı şaşırtmakdadır. doğruyu açığa çıkaran allahü tealadır. doğru yolu gösteren ancak odur. bunlardan birkaçı, arşın üstündeki ruhun nuru ile nurlanarak geri dönerler ve onunla beka hasıl ederler. kendilerini, teşbih ile tenzihi birlikde taşıyor sanırlar. bu nuru kendilerinden ayrı bulurlarsa, cem'den sonra fark, ya'ni birleşdikden sonra ayrılmak makamına kavuşduklarını sanırlar. tesavvufcuların böyle yanılmaları çok olmuşdur. insanı böyle yanılmakdan ve korkulu yerlerden koruyan ancak allahü tealadır. ruh, bu madde alemine göre, her ne kadar maddesiz ve anlaşılamıyacak ise de, hiç anlaşılamıyana göre anlaşılır olmakdadır. sanki bu madde alemi ile, hiç maddesiz olan mukaddes varlık arasında bir geçid gibidir. bunun için, her ikisine de yakınlığı vardır. her iki bakımdan da incelenebilir. hiçbirşeye hiç benzemiyen varlık ise böyle değildir. maddeli varlıkların, aklın, anlayışın, ona hiçbir bağlılığı yokdur. bundan dolayı salik, ruhun bütün makamlarını geçmedikce, o isme varamaz. görülüyor ki, önce göklerin her tabakasını ve arşı geçmek lazımdır. madde aleminden büsbütün çıkmalıdır. bundan sonra mekansız, maddesiz olan mertebeleri de aşılmalıdır. bundan sonra bu isme varılabilir. farisi tercemesi: efendi, yükseldim, kavuşdum sanıyor, kendini beğenmiş, yerinde sayıyor. allahü teala, mahluklara benzemekden çok uzakdır. o ötelerin ötesi, daha ötesidir. bu denilen madde, ölçü aleminin ötesi dir. alemi emrin ötesi, ismlerin ve şü'unların zıllerinin ve asllarının topluca ve ayrı ayrı mertebeleridir. bu zıl ve asl ve mahluklar ve ilahi ve toplu ve ayrı ayrı bütün mertebelerin ötesinde hakiki matlubu aramalıdır. böyle aramak ni'metini acaba kime ihsan ederler? hangi tali'liyi bu se'adetle şereflendirirler? bu allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. çok yüksekleri istemelidir. yolda ele geçenlerle oyalanmamalıdır. bunların ötesini aramalıdır. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada! tenbih: sonsuz kavuşmak ve devamlı vakt, ancak mutlak fenadan sonra, bekabillah ile şereflenen kimseye nasib olur. bunun si, ye dönmüşdür. bu sözümüzü daha açıklıyalım: bir kimsenin, kendi dışında bulunan birşeyi bilmesi için, o şeyin görüntüsünün zihnde hasıl olması lazımdır. görüntü hasıl olmaksızın bilmeğe, denir. insan kendisini, ilmi huzuri ile bilir. çünki kendisi, kendi zihninde vardır. de, bilinen şeyin görüntüsü zihnde bulundukca, o şey bilinir. zihndeki suret yok olunca, o şey unutulur. bundan dolayı, ilmi husuli devamlı olamaz. ilmi huzuri böyle değildir. bilinen şey, hiç unutulmaz. insan kendisini, ilmi huzuri ile bilmekdedir. kendisi zihnde hep var olduğundan, insan kendini hiç unutmaz. bekabillah, ilmi huzuri ile olur. hiç unutulmaz. bunu yanlış anlamamalıdır. bekabillah, kendini hak bulmakdır sanmamalıdır. tesavvufculardan birkaçı burada yanıldı. in böyle olduğunu sandı. öyle değildir. tam fenadan sonra hasıl olan bekabillahın böyle bilgileri yokdur. onların söyledikleri hakkulyakin, cezbede hasıl olan bekabillah ile uygundur. bizim bildirdiğimiz beka ise başkadır. farisi mısra' tercemesi: bu şerabı tatmadıkca, tadını anlıyamazsın! görülüyor ki, bekabillah devamlıdır. burada unutmak hiç olmaz. bekabillah hasıl olmadıkca devam olamaz. çoklarına ve hele ebu bekri sıddikdan gelen yolda olanlara, bu makama yetişmeden önce, devamlı görünür ise de doğrusu, bizim bildiğimizdir. işin içyüzü, bize bildirilen gibidir. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. herkesin dönüşü onadır. geçmişde ve gelecekde her hamd, alemlerin rabbi olan allahü teala içindir. onun resulüne devamlı ve sonsuz düalar ve selamlar olsun! ikiyüzseksenaltıncı mektub bu mektub, mevlana emanullaha yazılmışdır. kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden çıkarılan doğru i'tikadın, ehli sünnet i'tikadı olduğu bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü teala, sana doğru yolu göstersin! iyi bil ki, allah yolunda bulunmak isteyene, önce lazım olan şey, i'tikadını düzeltmekdir. doğru i'tikad, ehli sünnet alimlerinin, kur'anı kerimden ve hadisi şeriflerden ve eshabı kiramdan öğrendikleri, anladıkları i'tikaddır. kur'anı kerimin ve hadisi şeriflerin ma'nasını doğru anlıyan, doğru yolun alimleridir. bunlar da, ehli sünnet velcema'at alimleridir. bunların anladığı, bildirdiği ma'nalara uymıyan herşeye, akla, fikre, hayale iyi gelse de ve tesavvuf yolunda keşf ve ilham ile anlaşılsa da, hiç kıymet vermemelidir. bu büyüklerin anladığına uymıyan bilgilerden, buluşlardan allahü tealaya sığınmalıdır. mesela, ba'zı ayetlerden ve hadisi şeriflerden anlaşılmakdadır. ba'zılarından da, ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet ma'naları çıkmakdadır. fekat, , bu ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden, böyle ma'nalar anlamadı. ya'ni allahü tealanın bu alem içinde olmasını, mahlukları kapladığını, bunlarla birleşik olduğunu, kendisinin yakın olduğunu, beraber olduğunu anlamadılar. böyle olmadığını söylediler. o halde, tesavvuf yolunda ilerliyen bir kimseye böyle bilgiler hasıl olursa, her varlığı, bir varlık olarak görürse, yahud herşeyi bir varlığın kapladığını, allahü tealanın zatının, mahluklara yakın olduğunu anlarsa, bu bilginin, görüşün yanlış ve tehlükeli olduğunu anlamalıdır. böyle bir yolcu, bu zemanında, serhoş gibi bir halde olduğundan, özrlü, suçsuz sayılırsa da, böyle tehlükeli bilgilerden kurtulması için, allahü tealaya yalvarmalı, ağlamalı, sızlamalıdır. ehli sünnet alimlerinin bildirdiği doğru hallere, görüşlere kavuşmak için düa etmelidir. bu büyüklerin bildirdiği doğru i'tikaddan kıl kadar ayrı şeylerin gösterilmemesi için allahü tealaya sığınmalıdır. demek ki, tesavvuf yolcularının keşflerinin, buluşlarının doğru olup olmadıkları, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdikleri doğru ma'nalara uygun olup olmamaları ile anlaşılır. bu yolculara ilham olunan bilgilerin doğruluğu, ancak o doğru ma'nalara uymaları ile belli olur. çünki, onların bildirdiği ma'nalara uymıyan, her ma'na, her buluş kıymetsizdir, yanlışdır. çünki her sapık, her bozuk kimse, kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uyduğunu sanır ve iddi'a eder. yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış ma'nalar çıkarır. doğru yoldan kayar. felakete gider. bekara suresinin yirmialtıncı ayetinde mealen, kur'anı kerimde bildirilen misaller, örnekler, çoklarını küfre sürükler. çoklarını da hidayete ulaşdırır buyuruldu. ehli sünnet alimlerinin anladıkları ma'nalar doğrudur, kıymetlidir rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. bunlara uymıyanlar kıymetsizdir. çünki bu ma'naları, eshabı kiramın ve selefi salihinin eserlerini inceliyerek elde etmişlerdir. o hidayet yıldızlarının ışıkları ile parlamışlardır. bunun için, ebedi kurtuluş bunlara mahsus oldu. sonsuz se'adete bunlar kavuşdu. allah yolunda giden kafile bunlar oldu. kurtuluş, ancak allah yolunda bulunanlar içindir. i'tikadı bunlara uygun olan din alimlerinden biri, fer'ıyyatda, ya'ni islamiyyete yapışmakda gevşek davranırsa, kusurlu olursa, buna bakarak, bütün alimleri kötülemek yersiz olur. inadcılık olur. onların doğru bilgilerini inkar etmek, kötülemek olur. çünki, doğru bilgileri bizlere ulaşdıran onlardır. kurtuluş yolunu, bozuklarından, sapıklarından ayıran onlardır. onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. doğruyu, bozuk olanlardan ayırmasalardı, bizler taşkınlık, azgınlık uçurumlarına düşerdik. islamiyyeti bozulmakdan koruyan, her yere yayan onların çalışmasıdır. insanları kurtuluş yoluna kavuşduran onlardır. onlara uyan kurtulur, se'adete kavuşur. onların yolundan ayrılan sapıtır, herkesi de sapdırır. iyi biliniz ki, tesavvuf yolunun sonuna, ya'ni bu yolun konaklarının hepsini geçerek, vilayet derecelerinin sonuna varanlara hasıl olan i'tikad, ehli sünnet alimlerinin bildirdiğine tam uygun olur. bu doğru i'tikada, ehli sünnet alimleri, kur'anı kerimden, hadisi şeriflerden ve eshabı kiramdan alarak, tesavvuf büyükleri ise, keşf veya kalblerine ilham olunarak kavuşmuşlardır. evet, ba'zı tesavvuf yolcusuna, yolda iken, tesavvuf serhoşluğu ve hal kaplaması ile, bu i'tikadlara uymıyan ba'zı şeyler hasıl olmuşdur. fekat, bu hallerin kapladığı makamları geçip, ilerleyince, nihayete varınca, bu uygunsuz şeyler yok olur. eğer ilerlemeyip, yarı yolda kalırlarsa yok olmaz. bozuk görüşlere saplanıp kalırlar. fekat, böyle kalanlara kıyametde ceza yapılmaz. bunlar, yanılan müctehidlere benzer. müctehid, ictihad yaparken yanılmışdır. bu ise, keşfinde yanılmakdadır. tesavvuf yolcularının yanıldıkları şeylerden biri, vahdeti vücud görmeleridir. yukarıda bildirildiği gibi, allahü tealanın, mahlukları ihata etdiğini, bunlarla beraber olduğunu, kendisinin yakın olduğunu sanırlar. allahü tealanın sekiz sıfatının ayrıca var olduklarına inanmıyanları olur. halbuki, ehli sünnet alimleri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, bu sekiz sıfatın haricde, ayrıca var olduklarını bildirmekdedir. bunların, sıfatları inkar etmesi, bu sıfatlar ayna gibi olup, bu aynada, zati ilahiyi müşahede etdikleri içindir. aynada birşeye bakan kimse, o şeyi görür. aynayı görmez. bunun gibi, sıfatları göremedikleri için bunların haricde varlıklarını kabul etmezler. sıfatlar var olsaydı bunları görürdük derler. görülmiyen şeyi, yokdur sanırlar. sıfatların haricde var olduğunu söyliyen alimlere dil uzatırlar. hatta, bunlara kafir, müşrik de diyenleri olur. din alimlerine, böyle yersiz dil uzatmağa kalkışmakdan allahü tealaya sığınırız! bunları, bulundukları makamlardan ileri geçirirlerse, böylece şühudlerini şaşırtan perdeler aradan kalkarsa, sıfatları ayna sanmakdan kurtularak, onları haricde, ayrıca var olarak görürler. varlıklarını inkardan vaz geçerler. alimlere dil uzatamaz olurlar. bunların ehli sünnet i'tikadına uymıyan bir işleri de, allahü tealanın ba'zı şeyleri yaratmağa mecbur olacağını gösteren sözleridir. her ne kadar, mecburdur demiyorlar, irade ederse, isterse yaratır diyorlarsa da, sözlerinden, irade sıfatına inanmadıkları anlaşılmakdadır. bu sözleri hiçbir dine de uymamakdadır. uymıyan sözlerinden bir başkası da, allahü teala kudret sahibidir diyorlar ve istediğini yapar, istemediğini yaratmaz diyorlarsa da, hep ister, istememesi olmaz diyorlar. böyle söylemek, allahü tealayı yaratmasında mecbur bilmek demekdir. hatta, kudretini inkar etmek olur. çünki bütün din sahiblerine göre, allahü tealanın kudreti, dilerse yaratır, dilemezse yaratmaz ma'nasına olan kudretdir. bunların sözünden ise, yapmağa mecbur olan, yaratmamasına imkan olmıyan bir kudret anlaşılmakdadır. bu sözleri, hükemanın, felesofların sözüne benziyor. bunların, elbette ister, istememesi olamaz diyerek, irade sıfatına ma'na vermeleri, böylece kendilerini felsefecilerden ayırmaları bir işe yaramaz. çünki irade etmek, dilemek, eşid olan iki işden birini seçmek demekdir. iki iş eşid olmazsa, irade de yok demekdir. bunların sözünde, lazım olmak ve yok olmak tarafları müsavi değildir. bunların uygunsuz işlerinden biri de, kaza ve kaderi anlatmalarıdır. burada da, cebre kaymakdadırlar. hakim, mahkum da olur. mahkum, hakim de olur diyorlar. allahü tealayı mecbur bilmek şöyle dursun, onu birisine mahkum bilmek, üzerinde bir hakim bulunacağını söylemek, çok çirkin bir sözdür. ehli sünnete uymıyan sözlerinden biri de cennetde, allahü teala, ancak tecellii suri ile görülebilir demeleridir. bu sözleri, allahü tealanın cennetde görüleceğine inanmamak demekdir. sureti görülebilir demeleri, kendi görülemez demekdir. benzeri görülür demek olur. allahü teala görülecek, nasıl olduğu anlaşılamıyacakdır. birşeye benzetilemiyecekdir. olgun, yüksek insanların ruhlarına kadim demeleri, bunları ebedi bilmeleri de, ehli sünnet alimlerine uymamakdadır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. çünki alemlerin hepsi, bütün zerreleri ile birlikde yok idi. hepsi sonradan yaratıldı. ruhlar da, alemden bir parçadır. allahü tealadan başka, herşeye denir. görülüyor ki, tesavvuf yolcusunun, işin iç yüzüne varmadan önce, kendi keşf ve ilhamına uymasa da, ehli sünnet alimlerine tabi' olması lazımdır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. alimleri haklı, doğru, kendini yanlış bilmelidir. çünki, ehli sünnet alimleri, bilgilerini, peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat almışdır. bu bilgiler, vahy ile gelmiş olup sağlamdır. yanlışlıkdan, şaşırmakdan korunmuşdur. bu bilgilere uymıyan kendi keşfi ve ilhamı ise yanlışdır, bozukdur. bunun için kendi keşfini, alimlerin sözünün üstünde tutmak, vahy ile inmiş olan sağlam bilgilerin üstünde tutmak olur. bu ise, sapıklığın ta kendisidir ve zarar, ziyandan başka birşey değildir. kitaba ve sünnete, ya'ni kur'anı kerime ve hadisi şeriflere uygun i'tikad lazım olduğu gibi, müctehidlerin kitab ve sünnetden çıkardıkları ahkama, ya'ni islamiyyete uygun işlere, ahkamı islamiyyeye uymak lazımdır. bu ahkam, halal, haram, farz, vacib, sünnet, müstehab, mekruh ve şübheli olan işler demekdir. bu ahkamı öğrenmek de lazımdır. dir veya dir. müctehid olmıyan her müslimana mukallid denir. mukallidlerin, kitabdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları caiz değildir. kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabul olmaz. her mukallidin bir müctehide uyması, ya'ni bir mezhebe girmesi lazımdır. bulunduğu mezhebin muhtar olan, ya'ni alimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır. ruhsatdan, izn verilen işleri yapmakdan sakınmalı, azimet ile amel etmelidir. kendi mezhebine uymakla beraber, başka mezheblere de uymağa çalışmalıdır. böylece müctehidlerin sözbirliğine uyulmuş olur. mesela, imamı şafi'i rahimehullah abdest alırken, niyyet etmek farz demişdir. hanefiler de, abdest alırken niyyet etmelidir. bunun gibi, uzvları yıkarken sıra gözetmek ve birbiri ardına çabuk yıkamak lazımdır. imamı malik, abdest uzvlarını uğmak farz demişdir. elbette uğmalıdır. şafi'i mezhebinde, elin yabancı kadına ve kendi zekerine dokunması abdesti bozar. hanefi olanın eli, kendi zekerine veya onsekiz yakın kadınından başka bir kadına dokununca, abdestini tazelemelidir. hanbeli mezhebinde erkeklerin avret mahalli, yalnız zeker ve şercdir. diğer üç mezhebde olanların, harac olduğu zeman hanbeli mezhebini taklid etmeleri lazımdır. her işi, dört mezhebe de uygun yapmağa çalışmalıdır. kırkıncı sahifesi başında diyor ki, . i'tikadı ve ameli doğrultdukdan, bu iki kanadı ele geçirdikden sonra, allahü tealaya yaklaşdıran yolda ilerlemek sırası gelir. zulmani ve nurani konakları aşmağa başlanabilir. fekat şunu iyi bilmelidir ki, böyle konakları aşarak yükselebilmek ancak, yolu bilen, yolu gören, yol gösteren, kamil ve mükemmil bir rehberin teveccühü ve tesarrufu ya'ni idare etmesi ile olabilir. bunun bakışları, kalb hastalıklarına şifa verir. onun teveccühü, ya'ni kalbini bir kimseye çevirmesi, kötü, çirkin huyları insandan siler, süpürür. bunun için önce, bir rehber aranır. allahü teala, lutf ve ihsan ederek, bunu tanıtırsa, bunu tanımağı en büyük ni'met bilmelidir. ondan ayrılmamalıdır. ona ve bütün emrlerine uyulur. abdüllahi ensari buyuruyor ki, ya rabbi! dostlarını nasıl yapdın ki, onları tanıyan, sana kavuşuyor. sana kavuşamıyacaklar, onları tanıyamıyor. kendi arzu ve isteklerinden geçer. onun isteklerine uyar. hiçbir isteği kalmaz. ona tabi' olmağa canla, başla uğraşır. se'adetini, onun emrlerini yapmakda bilir. uyduğu rehber de, isti'dadına elverişli olan vazifeyi, buna emr eder. zikri veya teveccühü, yahud murakabeyi işaret eder. yalnız sohbetin kafi olacağını anlarsa, yalnız bunu emr eder. bir kamil ve mükemmilin sohbeti ele geçerse, tesavvuf yolunda ilerleten şartlarından hiçbir şarta, artık lüzum kalmaz. talibin haline uygun gördüğünü, ona emr eder. şartlardan ba'zısında kusuru olursa, onun sohbeti, bu eksiklikleri temamlar. teveccühü, kusurlarını giderir. böyle bir sohbet ile şereflenemiyen bir kimse, eğer muradlardan, seçilmişlerden ise, onu çekerler. sonu olmıyan lutflarla, onun işini bitiriverirler. kendisine lazım olan her şartı, her edebi ona bildirirler. tesavvuf yolunda ilerlemesi için, eski büyüklerden ba'zısının ruhlarını ona rehber, vasıta yaparlar. çünki, allahü tealanın adeti ilahiyyesi şöyledir ki, bu yolun konaklarını aşabilmek için, büyüklerin ruhlarını vasıta, sebeb kılmışdır. bu kimse, eğer müridlerden ise, bunun işi, rehbersiz tehlükeli olur. rehber buluncıya kadar, rehbere kavuşdurması için, allahü tealaya yalvarmalıdır. tesavvuf yolunda gözetilmesi lazım olan şartları da öğrenmesi ve bunlara ri'ayet etmesi lazımdır. bu şartların en başda geleni, nefse uymamakdır. bu da, vera' ve takva ile olur. vera' ve takva, haramlardan sakınmak demekdir. haramlardan sakınabilmek için, mubahların lüzumundan fazlasını terk etmelidir. çünki mubahları, , alabildiğine yapan kimse, şübheli olanları işlemeğe başlar. bunlar ise, harama yakındır, ya'ni haram işlemek ihtimali çok olur. uçurum kenarında yürüyen, içine düşebilir. demek ki, haramdan sakınabilmek için, mubahların fazlasından kaçmak lazımdır. bu yolda ilerlemek için vera' sahibi olmak şartdır dedik. çünki insanın işleri, iki şeyden biridir: ya emr edilen şeydir, yahud yasak edilmiş şeylerdendir. melekler de, emr edilen şeyleri yapmakdadır. bunu yapmak, insanı ilerletseydi, melekler de, terakki ederdi. meleklerde, yasak edilen şeyden sakınmak yokdur. çünki onlar, yasakları yapmıyacak şeklde yaratılmışdır. yasakları işleyemezler. onun için, meleklere birşey yasak edilmemişdir. demek ki, terakki etmek, yasaklardan sakınmakla olabilmekdedir. bu sakınmak ise, nefse uymamak demekdir. allahü teala, dinleri, nefsi isteklerinden kurtarmak için, karanlık, kötü adetleri yok etmek için gönderdi. çünki nefs, hep haram işlemek veya mubahları lüzumundan fazla yaparak, böylece harama kavuşmak ister. demek ki, haramlardan ve mubahların fazlasından sakınmak, nefse uymamak demekdir. sual: nefs, ibadet yapmak istemiyor. ibadet yapmak da, nefse uymamak oluyor. o halde, emrleri yapmak da, terakkiye sebeb olmaz mı? meleklerin emrleri yapması, nefse uymamak olmadığı için onlar terakki etmiyor. cevab: emrleri, ya'ni ibadetleri yapmağı nefsin istememesi, emr altına girmek istemediği içindir. nefs, bir emr altına girmek, birşeye bağlanmak istemez. nefsin bu hali, haramdır veya mubahların fazlası demekdir. demek ki, emrleri yapmakla, bu haramdan veya mubahın fazlasından sakınılmış oluyor. bunun için de, nefse uyulmamış oluyor. yoksa nefse uymamak, yalnız emrleri yapmak demek değildir. insanı kemale kavuşduran, olgunlaşdıran yollar çokdur. bunların en faidelisi, çabuk ulaşdıranı, nefsle mücadelesi çok olanıdır. ruhsatdan sakınan, azimet ile amel edenlerin yoludur. , haramlardan ve mubahların fazlasından sakınmak demekdir. ise, yalnız haramlardan kaçınmakdır. tesavvufcuların çoğu ve yapıyor. ya'ni nağme ile okuyorlar ve dönüyorlar, oynuyorlar. birçok şartlarla ve evirip çevirip, sima' ve raksa ruhsat denilebilir. bunların azimetle hiç ilgisi yokdur. hatta yüksek sesle zikr etmek bile, olsa olsa, ruhsat olabilir. birçok rehberler, iyi düşünceler ile, bulundukları yolda yenilik, değişiklik yapmışdır. bunlara da, pek iyimseyerek, nihayet ruhsat denilebilir. halbuki, azimet ile hareket eden büyükler, den, ya'ni islamiyyetden kıl kadar ayrılmamışdır rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. yollarına hiçbir yenilik, bid'at karışdırmamışdır. bunların yolunda, nefse uymamak, nefs mücadelesi tamdır. o halde, yolları en iyi, en faideli yoldur. çabuk ulaşdırıcıdır ve çok yükseklere ulaşdırmakdadır. fekat son zemanlarda, bu yolu da bozanlar oldu. o büyüklerin izinden ayrılanlar çoğaldı. değişiklikler, bid'atler yapıldı. sima' ve raksa ve yüksek sesle zikre başladılar. bunları, o büyüklerin niyyetlerini kavrıyamadıkları için yapdılar. bid'atler karışdırmakla, zemana uymakla, bu yolu daha kıymetlendirdiklerini, olgunlaşdırdıklarını sandılar. bunlar ile, bu yolu yıkdıklarını, ellerinden kaçırdıklarını anlıyamadılar. hakkı, doğruyu meydana çıkaran ve insanı hidayet yoluna kavuşduran ancak allahü tealadır. yukarıdaki yazılardan anlaşılıyor ki, dünya ve ahıret se'adetine kavuşmak için, ehli sünnet alimlerinin kitablarını okumak lazımdır. bu kitabları bizlere bildiren ve tanıtan da imamı rabbanidir. imamı rabbaniyi bizlere tanıtan da seyyid abdülhakimi arvasi hazretleridir. seyyid abdülhakimi arvasi hazretlerini tanıtan da, hakikat kitabevinin kitablarıdır. vücud, lutfi ilahi, hayat, rahmeti kerim, ağız, atıyyei rahman, kelam fadlı kadim! beden, binayı huda, ruh, nefhai tekrim, kuvvet, ihsanı kudret, duygular, va'zı hakim, bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var? ikiyüzseksenyedinci mektub bu mektub, hakikatleri bilen, kardeşi meyan gulam muhammed hazretlerine yazılmışdır rahmetullahi aleyhima. cezbe ve süluk ve bunların ma'rifetleri bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. bize doğru yolu gösteren allahü tealaya hamd olsun! allahü teala, bize doğru yolu göstermeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. peygamberlerin hepsi salevatullahi teala aleyhim ecma'in doğru olarak gelmişdir. onların sonuncusu ve en üstünü olan muhammed aleyhisselam hep doğru söylemişdir salevatullahi sübhanehu ve berekatühu ve tehıyyatühu aleyhi ve aleyhim ve ala men' tabe'ahüm ecma'in ila yevmiddin. taliblerin, gevşek ve yaradılışları aşağı olduklarından ve kamil ve mükemmil olan bir rehber bulamadıklarından, uzun yolu kısaltdıkları ve yüksekleri bırakıp, aşağı şeyler arkasında koşdukları görülmekdedir. yolda ellerine geçen en değersiz şeyleri bile birşey sanıp, onlara bağlanıp kalmakda ve onları aranılan şey sanarak, yolun sonuna vardık, kamil ve müntehi olduk demekdedirler. yolun sonuna varanların ve aranılana kavuşanların, yolun sonundan ve vardıkları yüksek makamlardan bildirdiklerini, bu aşağı yaradılışlı olanlar, hayalleri geniş olduğu ve nefslerine uydukları için, kendi bozuk hallerine benzetmekdedirler. farisi mısra' tercemesi: fare, rü'yada deve olmuş! büyük denizden bir damlaya, hatta damlanın görüntüsüne ve okyanusdan bir sızıntıya, hatta bunun görüntüsüne kavuşunca, suya kavuşduk sanmışlardır. maddeden yapılmış olan şeylerin ba'zısını, maddesiz, anlaşılamıyan şey bilmişler. bunları görünce, allahü tealaya kavuşduklarını sanmışlardır. benzeri olanı, benzeri olmıyana benzetmişler, onu bırakıp, buna sarılmışlar. anlaşılamıyan bilgileri, başkalarından öğrenerek inananlar ve anlaşılamıyanı arayanlar, süluk yolunu temamlamıyan bu taliblerden ve serab ile avunan bu susuzlardan katkat daha iyidirler. haklı ile haksız arasında ve doğru yolda gidenle yoldan sapan arasındaki ayrılık pekçokdur. aradıklarına kavuşamıyarak, mahluku sonsuz bilen taliblere yazıklar olsun! anlaşılabilen şeyleri anlaşılamıyan sanıyorlar. suçları, keşflerinin yanlış olmasına bağışlanmayıp da, hesaba çekilirlerse, vay hallerine! ya rabbi! unutduklarımızdan, yanıldıklarımızdan bizleri sorumlu tutma! bir kimse, hacca gitmek istiyor. sevinerek yola çıkıyor. yolda, ka'beye benzer bir ev görüyor. yalnız şekli benziyor ise de, onu ka'be sanıyor. orada kalıyor. bir başkası, hacca gitmiş olanlardan duyarak ka'beyi öğreniyor. onu seviyor. hacca gitmek istiyor. fekat yola çıkmamış, bir adım atmamışdır. bununla beraber, başka birşeye ka'be dememiş, yalnız ka'beye, doğru olarak inanmışdır. bu kimse, yanılmış olan birincisinden daha iyidir. ka'beye varmamış, fekat başka bir binayı da ka'be sanmamış olan üçüncü bir hac yolcusu, doğru inanan, fekat yola çıkmamış olandan elbette daha iyidir. çünki bu, hem inanmakda, hem de, kavuşmak için yolculuk yapmakdadır. bunun daha üstün olduğu meydandadır. doğru yolu bulamıyanlardan bir kısmı da, kendilerini maksada ermiş sanarak ve kavuşduklarını hayal ederek, şeyhlik yapmakda, herkese yol göstermeğe kalkışmakdadırlar. kendileri bozuk oldukları için, bu yola uygun olan çoklarını da bozmakdadırlar. sohbetleri, kalbleri karartdığı için, taliblerin isteklerini, çalışmalarını yok etmekdedirler. kendileri sapıtdıkları gibi, başkalarını da, doğru yoldan sapdırmışlardır. kendileri yıkıldıkları gibi, başkalarını da yıkmışlardır. kemale geldiğini, kavuşduğunu sanmak, süluk yapmamış meczublarda, cezb edilmiyen saliklerden daha çok olmakdadır. çünki, mübtedideki ve müntehideki cezbeler, görünüşde ortakdır. aşk ve muhabbetleri, görünüşde eşiddir. işin içyüzü böyle değildir. halleri başkadır: farisi mısra' tercemesi: toprak başkadır, temiz alem başkadır. nefsin istekleri karışmış olan herşey bozukdur. doğru yolda olanın her işi, hak içindir. bunu biraz sonra, inşaallahü teala açıklıyacağız. görünüşdeki bu benzerlik ve bağlılık, yanlış hayallere yol açmışdır. ebu bekri sıddikdan gelen yolda cezbe sülukden önce olduğu için, bu yolda, süluk ni'metine kavuşmamış olan meczublarda, böyle hayaller ve bu gibi vehmler çok olur. bunlardan birçoğuna, cezbe makamında, çeşidli haller hasıl olur. bir halden, başka bir hale dönerler. bunları, süluk konaklarında ilerlemek ve yolculuğu sanırlar. bu değişmeleri görünce, kendilerini bilirler. bunun için, kısa aklımla düşündüm ki, cezbe ve sülukün ne olduklarını, bu iki makam arasındaki ayrılıkları, herbirinin, kendisini diğerinden ayırmağa yarayan hassalarını ve mübtedi ile müntehinin cezbleri arasındaki farkları ve tekmil ve irşad makamlarının ne olduğunu ve bu makama bağlı olan bilgileri yazayım. böylece, doğruyu açığa çıkarayım. yanlış olanların bozukluğunu göstereyim. suçlular, beğenmeseler de, bu hizmeti yapmağa, allahü tealanın yardımı ile başladım. doğru yolu gösteren ancak odur. o, çok iyi bir sahib ve çok iyi vekildir. bu mektubda, iki maksadla bir hatime vardır: birinci maksadda, cezbe makamındaki ma'rifetler bildirilmekdedir. ikinci maksadda, süluk bilgileri vardır. hatimede, taliblere çok lüzumlu ve faideli olan çeşidli bilgiler vardır. birinci maksad: sülukü bitirmemiş olan meczublar, çok çekilseler de ve hangi yoldan çekilseler de, dandırlar. süluk yapmadan ve olmadan, kalb makamından ileri geçilemez. kalbin sahibine varılamaz. onların çekilmeleri, kalbe olan çekilmedir. onların sevgileri kendilerinden değildir, dışardandır. kendileri içindir. sevilen için değildir. çünki bu makamda, nefs ruh ile birleşmişdir. zulmet, nur ile bir aradadır. kalb makamından kurtulmak ve kalbin sahibine kavuşmak ve ruhun aranılana çekilmesi, ruh nefsden kurtulup aranılana dönmedikce ve nefs ruhdan ayrılarak kulluk makamına inmedikce, olamaz. bu ikisi, bir arada kaldıkca, sağlamdır ve ayakdadır. yalnız ruhun çekilmesi düşünülemez. ruhun nefsden kurtulması ancak, süluk konaklarını geçdikden ve seyri ilallah yolculuğunu bitirdikden ve seyri fillah başladıkdan ve belki de, yolculuğundaki makamına kavuşdukdan sonra hasıl olabilir. farisi tercemesi: her dilenci, olur mu bir kahraman? nerede sivri sinek, nerede süleyman? müntehi ile mübtedinin cezbleri arasındaki fark anlaşılmış oldu. erbabi kulub meczublarının şühudları, kesret ya'ni mahluklar perdesi arkasında olur. anlasalar da, anlamasalar da böyledir. bu kesretde gördükleri de, yalnız alemi ervahdır. ruhların alemi, letafet, ihata ve sereyan bakımlarından, görünüşde, kendini yaratana benzer. hadisi şerifi, böyle olduğunu bildirmekdedir. bunun için, ruhun şühudünü, hakkın şühudü sanırlar. ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyet de böyledir. çünki salik, bulunduğu makamın bir üstünü görebilir. daha üst makamları göremez. bunların bulunduğu makamın üstü, dır. bunun için, ruh makamından yukarısını göremezler. ruhun şühudünden başka, şühudleri olmaz. ruhun üstünü görebilmek için, ruh makamına kavuşmak lazımdır. muhabbet ve çekilmek de, şühud gibidir. hak tealanın şühudü için, belki ona muhabbet ve çekilmek için, seyri ilallahın sonundaki fenanın hasıl olması lazımdır. farisi tercemesi: bir kimsede hasıl olmazsa fena, hak tealaya yol bulamaz asla! başka söz bulunamadığı için şühud diyoruz. yoksa, bu büyüklerin işi, başkalarının dedikleri şühudün çok ilerisindedir. bunların aradıkları, anlaşılamıyan bir varlık olduğu gibi, ona kavuşmaları da, anlaşılamıyan bir kavuşmakdır. maddeli, ölçülü olan, ona yol bulamaz. sultanın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşıyabilir. farisi tercemesi: anlaşılmaz, ölçülmez bağlantılar, hak ile ruhumuz arasında var! süluk sahiblerinden hakikate varmış olanlara göre, hak tealanın ihata, sereyan, kurb ve ma'ıyyeti ilm yolu ile anlaşılmakdadır. doğru yolun alimleri de böyle söylemişlerdir. allahü teala, bu alimlerin çalışmalarına bolbol mükafat versin! o büyüklere göre, allahü tealanın kendisi bu aleme yakındır, sereyan etmişdir sanmak, birşeye kavuşmamış olmağı, uzakda kalmış olmağı gösterir. yaklaşmış olanlar, allahü teala yakındır demezler. büyüklerden biri buyurdu ki, yakın olduğunu söyliyen, uzakdadır. uzakdayım diyen yakındır. tesavvuf da budur. bilgileri, kalbin çekilmesinden ve muhabbetden hasıl olmakdadır. cezb edilmiyen, süluk yolunda ilerliyen bu bilgilere yakalanmaz. süluk ile kalbden büsbütün ayrılıp, kalbin sahibine dönmüş olan meczublar da, bu bilgilerden uzaklaşırlar. tevbe ederler. meczublardan birçoğu, süluk yoluna girdikleri ve bu yolun konaklarında ilerledikleri halde, eski makamlarını unutmazlar. yukarı makamlara bakmazlar. tevhid bilgileri, bunları bırakmaz. bu tehlükeden kurtulamazlar. bunun için, yakınlık konaklarına ve mukaddes makamlara yükselmezler. ya rabbi! bu zalimlerin şehrinden bizi çıkar. senden bize bir sahib gönder. senden bize bir yardımcı ihsan eyle! aranılana kavuşmak, bu bilgilerden kurtulmakla belli olur. çünki, hiçbirşeye benzemiyene yaklaşdıkça alem, yaratandan o kadar uzak bulunur. bu zeman alemi yaratandan başka bilmemek ve yaratanı, alemi çevirmiş sanmak gibi şeyler olmaz. arabi mısra' tercemesi: toprağa düşen nerede? herşeyin sahibine olan nerede? ma'rifet: hace nakşibend kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretleri, buyurdu. bu söz, müntehilerde olan cezb ve muhabbet, bu yolda, başlangıcda olanlara olan cezb ve muhabbetde yerleşdirilmişdir demekdir. çünki müntehinin çekilmesi, ruhun çekilmesidir. mübtedinin cezbi ise, kalbin çekilmesidir. kalb, ruh ile nefs arasında geçid gibi olduğundan, kalb çekilirken, ruh da cezb olunmakdadır. başlangıcda bu yerleşmenin, yalnız bu tarikde olması, büyüklerin bu yolu, bunun hasıl olması için, koymuş olduklarındandır. bu yolu, buna kavuşmak için, kurdukları içindir. yoksa, bütün cezblerde de, bu yerleşmek vardır. fekat, başka tarikatlerde, rastgele hasıl olabilmekdedir. buna kavuşmaları için, belli bir yolları yokdur. bundan başka, bu büyüklerin yolundaki cezbe makamı çok şanlıdır. başkaları böyle değildir. olsa da, çok azdır. bunun için, bunların bir çoğuna, bu makamda, süluk konaklarını aşmamış olsalar bile, süluk edenlerin karışdıkları fena ve bekaya benzeyen fena ve beka hasıl olur. , ya'ni başkalarını yetişdirebilmek makamından birşeylere kavuşurlar ki, yolculuğu makamına benzemekdedir. böylece uygun yaradılışlı olanları yetişdirebilirler. aşağıda, bunu daha açıklıyacağız. inşaallahü teala. burada bir incelik vardır: şöyle ki, ruh bu bedene gelmeden önce, mukaddes alemi biraz biliyordu. bedene gelince, bu bilgisi kalmadı. bu yolun büyükleri, ruha eski bilgisini hatırlatacak bir yol buldular. fekat ruh, bedene bağlı kaldıkca, o mukaddes makama dönen kalb oluyor. kalbin dönmesi, nefsin ve ruhun da dönmeleri demekdir. ruhun maksada dönmesi, kalbin dönmesinde yerleşdirilmişdir. müntehilerde, ruh fena buldukdan ve hakkani vücudle beka buldukdan sonra, ruh maksada dönmekdedir. ruhun o bekasına denir. kalbin teveccühü içinde bulunan, ruhun teveccühü ve belki ruhun bedene gelmeden önceki teveccühü, ruhun varlığı ile birlikde olan teveccühüdür. ruh daha fani olmamışdır. ruhun varlığı ile olan teveccühü ile, ruhun fenası ile olan teveccühü başka başkadır. kalbin teveccühü içinde olan ruhun teveccühüne nihayet denilmesi, nihayetde yalnız ruhun teveccühü kaldığı içindir. nihayetin, bidayetde yerleşdirilmesi demek, nihayetin görüntüsünün bidayetde yerleşdirilmesidir. kendisinin yerleşdirilmesi demek değildir. o bidayetde yerleşdirilemez. görüntünün yerleşdirildiğini açıkça söylememeleri, belki, bu talebesini çalışdırmak için olabilir. işin doğrusu, allahü tealanın yardımı ile, bizim bildirdiğimizdir. sabıkların çekilmeleri kaddesallahü teala esrarehüm, çalışmakla, uğraşmakla değildir. rehberin teveccühü ve huzuru iledir. onlarınki de, kalbin çekilmesidir. ruhun bedene gelmeden önce olan teveccühünden de, biraz kalmışdır. ruhun bedene gelmeden önceki teveccühünün meydana çıkması için uğraşmak, bedene gelince, teveccühü unutanlar için lazımdır. çalışmaları, sanki önceki teveccühü hatırlatmak içindir. o kaçırılmış olan ni'meti bulmak içindir. eski teveccühü unutanlar, adı geçen sabıklardan daha latif yaradılışlıdırlar. çünki eski teveccühün hepsini unutmak, teveccühün tam olduğunu ve onda yok olmuş olduğunu gösterir. teveccühü unutmamak, böyle değildir. böyle olmakla beraber, sabıkların teveccühleri, bütün varlıklarına yayılmış, işlemişdir. bedenleri de, ruhları gibi olmuşdur. sevilmiş ve seçilmiş olanlar da böyledir. fekat, sevilmişlerdeki yayılış ile sabıklardaki yayılış, başkadır. birşeyin kendisi ile görüntüsünün başka olmaları gibidir. buna kavuşanlar, böyle olduğunu iyi bilirler. evet, kavuşan muhiblerde ve olgunlaşan müridlerde de bu yayılış vardır. fekat, şimşek gibi gelip geçicidir, sürekli değildir. devamlı yayılma, ancak sevilmiş olanlar içindir. ma'rifet: erbabı kulub meczubları, kalb makamında yerleşince ve o makamın ma'rifetine ve şü'uruna kavuşunca, taliblere faideli olabilirler. bunların yanında bulunanlarda, kalbin çekilmesi ve muhabbeti hasıl olabilir. fekat kendileri, kemale yetişmiş olmadıkları için, yanında bulunanlar da olgunlaşamazlar. demişlerdir. bunlar, yanındakileri kavuşduramaz iseler de, süluk erbabından daha faideli olurlar. çünki, sülukün sonuna varsalar ve müntehilerin cezbine kavuşsalar da, ile, kalb makamına indirilmemişlerdir. bu aleme döndürülmemiş olan müntehi, başkalarını yetişdirmek, onlara faide vermek makamına malik olmaz. onun aleme teveccühü, bağlılığı kalmamışdır ki, faide verebilsin. kendisine uyulan kimse, bir geçiddir. çünki, geçid makamı olan, kalb makamına inmişdir. ruhdan ve nefsden faidelenmekdedir. ruh yolu ile, yukarıdan istifade etmekde, nefs yolu ile aşağıya faide vermekdedir. onun allahü tealaya teveccühü ile insanlara teveccühü bir aradadır. ikisinden biri, ikincisine perde olmaz. ifadeyi ve istifadeyi birlikde yapmakdadır. tesavvuf büyüklerinden birkaçı şeyhin bir geçid olmasına, hak ile halk arasında aracı olmasıdır diyorlar. teşbihi ve tenzihi kendinde toplamışdır diyorlar. iyi bilmelidir ki, geçid olmağı böyle anlamak sekrden ileri gelmekdedir. rehberlik ise, sahv halidir. şü'urlu olmakdır. öyle sözler, bu makamına yakışmaz. çünki bu makamda, onların nefsleri, ruhun her tarafı kaplayan nurları içindedir. nurların içinde bulunması, sekre sebeb olmuşdur. kalbin geçid olması makamında ise, nefs ve ruh birbirinden ayrılmışdır. bundan dolayı, burada sekr olamaz. burada, da'vet makamına uygun olan sahv vardır. olgun olan zatı kalb makamına indirdikleri zeman, geçid gibi olduğu için, alemle bağlılık hasıl eder. yaradılışı uygun olanları yetişdirir. halleri değişmiyen meczubun da, kalb makamında bulunduğu zeman, alemle bağlılığı vardır. taliblere teveccüh eder. kalbin çekilmesi ve muhabbeti olsa bile, çekilmeğe ve muhabbete kavuşmuşdur. bundan dolayı, taliblere faideli olur. şunu da bildirelim ki, hali değişmeyen meczubun verdiği faide mikdarı, geri dönmüş müntehinin yapdığı faideden daha çokdur. müntehinin faidesi ise, meczubun faidesinden daha kıymetlidir. çünki geri dönmüş müntehinin alem ile bağlılığı var ise de, bu bağlılık, görünüşdedir. doğrusuna bakılırsa, alemden ayrıdır. asla doğrudur. onunla bakidir. meczub ise, aleme sıkı bağlıdır. alemin bir parçasıdır. alemin baki olduğu beka ile bakidir. işte bunun için, talibler, meczuba tam yakındırlar. bunun için, ondan daha çok faide hasıl ederler. geri dönen müntehiden ise, daha az istifade ederler. fekat vilayet kemallerinin mertebelerine yükselmek, ancak müntehinin yardımı ile olur. bundan dolayı, müntehiden istifade etmek daha kıymetlidir. bundan başka, müntehinin hakikatde himmeti ve teveccühü yokdur. meczubun ise, himmet ve teveccühü vardır. himmet ve teveccüh ile talibi ilerletir ise de, kemale ulaşdıramaz. şunu da bildirelim ki, taliblerin meczublardan edinecekleri teveccühün sonu, ruhun unutmuş olduğu eski teveccühüdür. bunların sohbetinde, ruh eski teveccühünü hatırlar. kalbin teveccühünde, eski teveccüh de birlikde hasıl olur. müntehilerin sohbetinde hasıl olan teveccüh böyle değildir. eskiden bulunmıyan yeni bir teveccühdür. ruhun fenasından belki de ile bekasından sonra hasıl olan bir teveccühdür. bundan dolayı, birinci teveccüh kolay hasıl olur. ikinci teveccüh güc hasıl olur. kolay olan, çok olur. güç olan, daha az olur. bunun için, demişlerdir ki, cezbe hasıl etmek için şeyhin faidesi olmaz. çünki, o bağlılık önceden var idi. ruh bedene gelince unutuldu. hatırlatmak, uyandırmak lazım oldu. bunu hatırlatan zata, denir. denmez. süluk konaklarında ilerletmek için yetişdirici şeyh lazımdır. onun yetişdirmesi lazımdır. yetişdiricilerin, hali değişmiyen böyle meczublara, talibleri yetişdirmek için izn vermesi uygun değildir. bunları kemale erdirmek, yetişdirmek için bırakması doğru olmaz. çünki, talibler arasında yüksek yaradılışlı olanlar vardır. olgunlaşacak ve başkalarını da yetişdirebilecek yükseklikde yaradılmışlardır. bunlar, böyle bir meczubun eline düşerse, yaradılışlarındaki olgunlaşma kuvvetleri yok olabilir. yükselmez olurlar. buğday yetişdirmeğe elverişli bir toprağa, iyi buğdayın sağlam tohumu ekilirse, toprağın kuvvetine göre iyi buğday elde edilir. kötü buğday tohumu veya nohud ekilirse, iyi buğday vermek şöyle dursun, toprağın yetişdirme kuvveti bozulur. eğer bir meczuba izn vermekde faide görür ve onun taliblere faideli olacağını anlarsa, onun talibleri yetişdirmesini birkaç şarta bağlar. bunlardan biri, talib onun yetişdirme yoluna uygun olmalıdır. onun yanında talibin yaradılışındaki kuvvet bozulmamalıdır. kendi nefsi de, bu başkanlıkdan dolayı taşkınlık yapmamalıdır. çünki nefsi tezkiye bulmamış, kötü isteklerden vaz geçmemişdir. bundan başka, talibin kendisinden herşeyi aldığını ve daha da alacak kuvvetde olduğunu anlarsa, bunu ona bildirmeli, başka rehbere rahmetullahi teala aleyhim ecma'in giderek onun yanında işini bitirmesini söylemelidir. kendini müntehi olarak tanıtmamalı, başkalarını aldatarak, herkesin yolunu kesmemelidir. işte, meczubun haline ve zemana göre, bu şartlardan uygun olanı bildirmeli, bunları gözetmesini sıkıca söyliyerek izn vermelidir. geri dönmüş olan müntehinin talibleri yetişdirmesi için, böyle şartlar lazım değildir. çünki o, hakka teveccüh ile halka teveccühü kendisinde toplamış olduğundan, her tarika ve her yaradılışdaki talibe uygundur. herkes, yaradılışındaki kuvvet kadar ve ona bağlılığı kadar, ondan istifade edebilir. her ne kadar, şeyhlerin sohbetinde, onlara bağlılığın az veya çok olmasından dolayı, çabuk ve yavaş ilerlemek ayrılıkları olabilir. fekat hepsinin yetişdirme kuvvetleri birdir. talibleri yetişdirirken, hasıl olacak şöhretin allahü tealanın bir hilesi, aldatması olmasından korkması, bunun için hak tealaya sığınması ve onun merhametine sarılması lazımdır. çünki, bu işte ve bütün işlerinde ve bütün zemanlarında hak tealaya sığınması, ona ihsan edilmişdir. hiçbir vakt, hiçbir işinde ondan ayrılmaz. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. ikinci maksad: burada süluk anlatılacakdır. bir talib, süluk yolu ile yükselmek istediği zeman, kendi rabbi, yetişdiricisi olan isme varır ve bu ismde fani, yok olursa, na kavuşmuş olur. bu ism ile beka buldukdan sonra, na kavuşmuş olur. bu fena ve beka ile, vilayetin birinci mertebesine yükselmekle şereflenmiş olur. bu sözümüzü açıklamak ve incelemek lazımdır. açıklama: allahü tealadan gelen feyz iki dürlüdür: birincisi, var etmek, varlıkda durdurmak, yaratmak, rızk vermek, hayat vermek, öldürmek gibi ni'metlerdir. ikincisi, iman, ma'rifet ve vilayet ile peygamberlik mertebelerinin başka başka kemalleridir. birinci feyzler, ihsanlar, allahü tealanın sıfatlarından gelir. ikinci feyzlerin bir çoğu, yine sıfatlardan ve başka bir çoğu da, şü'unlardan gelir. sıfatlar ile şü'unlar arasında çok ince ayrılık vardır. bu başkalıklar, ancak muhammed aleyhisselamın vilayetine kavuşanlardan pekaz kimselere bildirilir. bunları bildiren hiç kimse yokdur. kısaca söyleriz ki: sıfatlar, allahü tealanın zatından ayrı olarak dışarda vardır. şü'unlar ise, zati ilahide var denilen şeylerdir. mesela, su öyle yaratılmışdır ki, yukardan aşağı düşer. onun bu düşmesi, kendisinde, hayat, ilm, kudret ve irade varlığını düşündürür. çünki ilm sahibleri, ağır oldukları için ve bildikleri için yukardan aşağı inerler. yukarıya bakmazlar. ilm ise, diri olanda bulunur. irade, ilme bağlı olur. kudretin de var olması lazım gelir. çünki irade, gücü yeten iki şeyden birini seçmekdir. suda bunları düşünmek, şü'unlara benzer. bu şü'unlar var iken, suyun başka sıfatları da olabilir. bu sıfatlar, sudan ayrı olarak var olur. yukarıdaki düşüncelerle, ya'ni şü'unlarla, su diridir, alimdir, kadirdir ve dileyicidir denilemez. bunları söyleyebilmek için, ayrıca sıfatların bulunması lazımdır. alimlerden birkaçı, su için bu ismleri söylemişler ise de, sözleri, şü'un ile sıfatları birbirlerinden ayıramadıkları için olmuşdur. sıfatların yokluğunu söyliyenler de, bu ikisini ayıramıyanlardır. sıfatlar ile şü'unlar arasında ikinci bir ayrılık daha vardır: şü'unların bulunduğu makam, dalgalanan şanlı bir makamdır. sıfatların makamı böyle değildir. muhammed resulullaha sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ve onun gölgesinde bulunan evliyasına kaddesallahü teala esrarehüm, ikinci feyz, şü'unlardan gelir. başka peygamberlere salevatullahi teala ve berekatühü ala nebiyyina ve aleyhim ve ala cemi'i etba'ihim ve onların gölgesinde bulunan evliyaya bu feyz, hatta birinci feyz de sıfatlardan gelir. resulullahın aleyhissalatü vesselam rabbi olan ve ikinci feyzin gelmesine vasıta olan ism, ilmin şanının zıllidir. ilm şanı, toplu olan ve birbirinden ayrılmış olan bütün şü'unları kendinde toplamakdadır. ilm şanının bu görüntüsüne denir. ilm şanı ve bunun kendinde toplamış olduğu bütün şü'unlar, zati tealanın kabiliyyetidir. bu kabiliyyet, zati teala ile ilm şanı arasında bir geçid ise de, bunun zati teala tarafı anlaşılamaz olduğundan, bu geçid yalnız ilm şanına karşı olan tarafı ile anlaşılabilmekdedir. bunun için, bu kabiliyyete ilm şanının zılli denilmişdir. bir şeyin zılli, o şeyin ikinci bir mertebede görüntüsüdür. onun kendisi değildir, benzeridir. bu kabiliyyetin hasıl olması, iki tarafının hasıl olması demekdir. bundan dolayı, bu geçid, mükaşefede, ilm şanının altında görünmekdedir. bu şandan sonra ve onun altında göründüğü için, onun zılli demek uygun olmuşdur. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve selleme ve bareke gölgesinde bulunan evliyanın rableri olan, onlara ikinci feyzin gelmesinde geçid olan ismler, bu kabiliyyetin zılleridir. bu toplu olan kabiliyyetin açılmış, dağılmış parçalarıdır. başka peygamberlerin salevatullahi teala ve teslimatühü ala nebiyyina ve aleyhim rableri ve hem birinci, hem ikinci feyzlerin gelmesine geçid olan, ayrıca dışarda bulunan sekiz sıfatın zati tealadaki kabiliyyetidir. o peygamberlerin görüntüsü altında bulunan evliyanın rableri, hem birinci ve hem ikinci feyzin gelmesinde geçid olan bu sekiz sıfatdır. resulullaha aleyhissalatü vesselam birinci feyzin gelmesinde geçid olan, allahü tealanın sıfatlarının, zati tealadaki kabiliyyetidir. sanki, başka peygamberlere salevatüllahi ve berekatühü ala nebiyyina ve aleyhim feyzlerin gelmesinde geçid gibi olan kabiliyyetler, bu toplu olan kabiliyyetin zılleri, açılıp yayılmış şeklidir. resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye görüntüsü üzerinde bulunan evliyaya birinci feyzin gelmesinde geçid gibi olanlar da başkadır. çünki bunlar, sıfatdırlar. görülüyor ki, muhammedi olan evliyaya birinci feyzin gelmesindeki geçidler, ikinci feyzin gelmesindeki geçidlerden başkadır. başka evliyada ise, bu geçidler başka değildir. tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, dediler. bu sözleri, şü'un ile sıfatları birbirinden ayıramadıklarını göstermekdedir. hatta şü'un makamını bilmediklerini göstermekdedir. doğruyu meydana çıkaran, ancak allahü tealadır. doğru yolu gösteren odur. resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye rabbi, ya'ni her iki feyzin de gelmesine geçid olan, hem şü'un makamındaki ve hem sıfatların makamındaki rabbi, bütün rablerin rabbidir. ya'ni ana geçid, ana yol olduğu iyi anlaşıldı. bundan başka, resulullahın aleyhissalatü vesselam vilayetinin kemalleri mertebelerine feyz, doğrudan doğruya geçid olmaksızın, zati ilahiden gelmekde olduğu da anlaşılmış oldu. çünki şü'unlar, zatdan başka değildirler. zatdan başkalıkları, yalnız akl iledir. bundan dolayı, , yalnız resulullah için oldu sallallahü aleyhi ve sellem. onun izinde gidenlerin büyükleri, onun yolundan feyz aldıkları için, bunlar da, o makamdan birşeye kavuşmuşlardır. başkalarının feyz almalarına, sıfatlar geçid olmakdadır. sıfatlar, ayrı bir varlıkda dışarda mevcud oldukları için, arada sağlam perdedirler. bunlar ye kavuşurlar. sıfatların zatdaki kabiliyyeti, akl ile, düşünce ile vardır. dışarda varlığı yokdur. sıfatlar, dışarda vardırlar. bunların kabiliyyetleri ise, dışarda yokdur. fekat kabiliyyetler, zat ile sıfatlar arasında geçid gibidirler. belki de şü'unlarla sıfatlar arasındadırlar. geçidin iki ucu, iki tarafındakine benzer. bunun için, kabiliyyetler de, sıfatlar gibi olarak, perdelik yapmışlardır. farisi tercemesi: dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir. gözde yarım kıl olsa, çok görünür. yukardaki bildirilenlerden anlaşıldı ki, zati tealanın perdesiz olarak görünmesi, de olabilir. fekat de olamaz. bu nun için, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, vilayet kemallerinin feyzinin gelmesinde hiçbirşey perde olmamakdadır. vücudün feyzinin gelmesinde ise, sıfatların zatdaki kabiliyyetleri perde olmakdadır. bu, yukarda bildirildi. sual: şü'un ve bunların kabiliyyetleri, akl ile düşünülür şeyler olunca, zihnde var olurlar. ilm, bunlara perde olur. bununla beraber, sıfatların perdeleri dışarda, şü'unun perdeleri ilmde olmaz mı? cevab: zihnde var olan şey, dışarda var olan iki şey arasında perde olamaz. dışarda var olan şeye, yine dışarda var olan şey perde olur. zihnde var olan şey, perde olsa bile, ba'zı ma'rifetler hasıl olunca, bu perde aradan kalkar. dışarda var olan perde ise, aradan hiç kalkmaz. yukardaki bilgilerden anlaşılıyor ki, muhammedi olan kimsenin denilen yolculuğunun sonu, onun rabbi olan isme kadardır. bu ism de, şanın zıllidir. bu ismde fena buldukdan sonra makamına kavuşmakla şereflenir. eğer bu ismde baki olursa makamına kavuşur. bu fenaya ve bekaya kavuşmakla ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye vilayetinin birinci mertebesine ayak basmış olur. muhammedi olmıyan bir veli, rabbi olan sıfata ve o sıfatın kabiliyyetine yetişir. eğer kavuşmuş olduğu bu ismde, ya'ni sıfatda ve kabiliyyetde fani oldu ise, ona denilemez. bunun gibi, bu ismde beka bulunca da, değildir. çünki ismi bütün şü'unları ve sıfatları bulunan bir mertebenin ismidir. şü'unun zatdan başka olması, akl ile olduğundan, şü'un zatdan ve birbirlerinden başka değildir. bundan dolayı şü'unda bir bakımdan fena bulmak, her bakımdan fena bulmak olur. belki de, zati tealada fena bulmak olur. bunun gibi, şü'unda bir bakımdan beka bulmak, her bakımdan beka bulmak olur. bundan dolayı, böyle olunca ve demek doğru olur. halbuki sıfatlarda böyle değildir. çünki sıfatlar, zatdan ayrı olarak dışarda vardır. bunlar, zati tealadan ve birbirlerinden başkadırlar. bir sıfatda fena bulmakla, her sıfatda fena bulmuş olmaz. sıfatlarda beka bulmak da böyledir. bunun için, böyle fani olana, fanifillah denilemez. belki, yalnız fani ve yalnız baki denilebilir. yahud, sıfatın ismi söylenerek denilir. ilm sıfatında fani veya bu sıfatla baki gibi denilir. bundan anlaşılıyor ki, muhammedi olan evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz fenası tamdır. bekası da kamildir. muhammedi olan veli, şü'una doğru yükselir. şü'unun bu alemle hiç ilgisi yokdur. çünki alem, sıfatların zıllidir. şü'unun görüntüsü değildir. bundan dolayı salikin şanda fenası, onun tam fenası olur. öyle olur ki, salikin varlığı ve eseri, izi hiç kalmaz. bekasında da, bütün varlığı, o şan ile baki olur. sıfatda fani olan böyle değildir. kendisi ve eseri büsbütün yok olmaz. çünki, salikin varlığı o sıfatdandır ve o sıfatın zıllidir. aslın görünmesi, kendi zıllini büsbütün yok etmez. hasıl olan beka da, fenası kadardır. bundan dolayı, muhammedi olan veli insanlık sıfatlarına geri dönmez. koğulmak korkusundan mahfuzdur. çünki, kendisinden büsbütün geçmişdir. hak teala ile baki olmuşdur. bu makamdan geri dönmek olamaz. sıfatlarda fena bulmak, böyle değildir. çünki bu fenada, salikin varlığının eseri izi yok olmadığı için geri dönebilir. vasıl olan velinin insanlık sıfatlarına dönmesi caiz olur diyen ve olmaz diyen alimler vardır. böyle başka söylemeleri, yukarda bildirdiğimiz ayrılıkdan ileri gelebilir. bu sözün doğrusu, muhammedi olan, geri dönmekden korunmuşdur. başkaları için bu korku vardır. salik fenaya kavuşdukdan sonra, varlığının eseri de yok olur denildiği gibi, yalnız varlığı yok olur, eseri yok olmaz diyenler de olmuşdur. bu sözün doğrusunu, biraz açıklamak ister. şöyle ki, muhammedi olan salik fani olunca, hem kendi, hem de eseri yok olur. başkalarının ise, eseri yok olmaz. çünki, salikin aslı olan sıfat yok olmamışdır. bunun zılli de yok olmaz. burada bir incelik vardır, şöyle ki: aynın ve eserin yok olması demek, görünmemeleri demekdir. varlıkları yok olmak değildir. varlıkların yok olması ilhada ve zındıklığa yol açar. tesavvuf büyüklerinden bir çoğu, kendisi yok olur dedi. eser yok olmaz dediler. eseri yok bilmek, eserin yok olacağını söylemek, ilhad ve zındıklık olur dediler. burada da, sözün doğrusu, allahü tealanın bildirmesi ile bizim söylediğimizdir. ne kadar şaşılır ki, vücud yok olur dedikleri halde, kendisi de yok olur demişlerdir. çünki, vücudünün kendisi yok olur demek de, eser yok olur demek gibi, ilhad ve zındıklık olur. sözün kısası, kendisinin de ve eserinin de vücudü yok olamaz. aynın ve eserin de şühudleri yok olabilir. yok olmuşdur da. fekat, yalnız muhammedi olanlarda yok olmuşdur. muhammedi olan evliya, kalb makamından büsbütün kurtulmuşlar, kalbin sahibine kavuşmuşlardır. halleri değişmez. masivaya köle olmakdan tam azad olmuşlardır. başka evliyada eserlerin vücudü bulunduğundan, halden hale dönerler. kalb makamından dışarı çıkamazlar. çünki, eserlerin varlığı ve hallerin değişmesi den olur. başka evliyanın şühudleri, perde arkasında olur. çünki, salikin varlığı ne kadar çoksa, aranılanın perdeleri de o kadar çok olur. eser kaldıkca, perde de bu eserdir. ma'rifet: eğer salik, bilinen sülukden başka bir süluk yolu ile, yüksek mertebelerden bir mertebede, rabbi olan isme yetişirse veya bu isme yetişmiyerek, bu mertebede fani olursa, buna da, demek doğru olur. bu mertebede da böyledir. fenafillahı bu ism için söylemek, bu fena, başka fenaların mertebelerinin birinci mertebesi olduğu içindir. ma'rifet: sülukün çeşidleri vardır. birçoğunda önce, cezbe yokdur. birçoğunda ise, önce cezbe vardır. birçoğunda da, süluk yolundaki konakları geçerken, cezbe hasıl olur. bir başkaları, süluk konaklarını geçer. fekat cezbe hasıl olmaz. sevilmişlerde, cezbe önce olur. öteki çeşidleri, sevenler içindir. muhiblerin, ya'ni sevenlerin sülukü, bilinen on makamı geçmekdir. sıra ile, birer birer geçilir. mahbubların, ya'ni sevilmişlerin sülukünde, on makam, topdan hasıl olur. sıra ile, birer birer geçmelerine lüzum kalmaz. bilgisi ve buna benzer olan, ihata, sereyan, zati ilahinin ma'ıyyeti gibi şeyler, önce olan veya ortada hasıl olan cezbelerde olur. cezbesiz olan sülukde ve müntehilerin cezbelerinde, böyle bilgiler hasıl olmaz. bunu yukarıda bildirmişdik. müntehilerde hasıl olan in de, tevhidi vücudiye bağlı olan bilgilerle bir ilgisi yokdur. her nerede, tevhidi vücudi saliklerinin makamlarına uygun olan hakkulyakin bildirilmiş ise, bu, mübtedi olan veya ortada olan meczubların hakkulyakinidir. ma'rifet: tesavvuf büyüklerinden birkaçı buyurdu ki, talibde cezbe hasıl olunca, bundan sonra, onun yol göstericisi, artık bu cezbedir. başka yol gösterici istemez. bu cezbe ona yetişir. bu cezbe sözü ile, eğer seyri fillahın cezbesini demek istiyorlarsa, evet öyledir, yetişir. fekat, yol gösterici demeleri, bu isteklerine uygun olmaz. çünki, seyri fillahdan sonra, yol kalmamışdır ki, yol gösterici lazım olsun. sülukdan önce olan cezbe de olamaz. sözlerinden de, bunun olmadığı anlaşılmakdadır. geriye ortadaki cezbeyi dilemiş olmaları kalıyor. bunun yalnız başına, talibi aradığına kavuşdurabileceği bilinememekdedir. çünki ortada bulunanlardan çoğu, bu cezbe hasıl olduğu zeman, yukarıya yükselmekden vaz geçmekdedirler. bu cezbeyi, müntehilerin cezbesi sanmakdadırlar. yolda hasıl olan cezbe, eğer yol göstermek için yetişseydi, bunları yolda bırakmazdı. evet, başlangıcdaki cezbe, sevilenlerde hasıl olduğu için, buna yetişir denilirse, yeri vardır. mahbubları ihsan çengeli ile çekerler. bunları yolda bırakmazlar. fekat, başlangıcda hasıl olan her cezbenin de yetişeceği söylenemez. arkasından süluk gelen cezb, yol göstermek için yetişir. süluke kavuşmazsa, kısır bir meczubdur. sevilmişlerden değildir. son: tesavvuf büyüklerinden birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, şü'urü giderir ve hissi yok eder dediler. bunlardan birkaçı, kendi hallerini şöyle anlatdı: tecellii zati hasıl olunca, uzun zeman hissiz, hareketsiz düşmüşüm. herkes, beni öldü zan etmiş. birkaçı da, tecellii zati üzerinde konuşmağı ve başka şeyleri yasak etdiler. sözün doğrusu ise, bu tecellii zati, ismlerden bir ismin perdesi arkasından olmakdadır. perdenin arada kalması, tecelliye kavuşanın, varlığında kalan eserin çokluğu kadar uzun sürer. şü'urun gitmesi de, kalan bu eserden ileri gelmekdedir. eğer tam fani olup da, ile şereflenirse, bu tecelli onun şü'urunu hiç gidermez. arabi tercemesi: ateş, içine düşen kimseyi yakar, ateş olmuş kimse ise, nasıl yanar? bir kimse ateşe düşerse yanar, kül olur. bir kimse, yanıp ateş olmuş ise, ateş artık onu yakamaz. perde arkasında olan tecelli, değildir. demekdir. resulullah için olan tecellii zat, perdesiz olan tecellidir aleyhissalatü vesselamü vettehıyye. perde bulunması, şü'ursuzluk olması ile anlaşılır. şü'ursuzluk, uzaklığı gösterir. şü'ur, perdesizliği gösterir. şü'ur, tam olan huzurda olur. büyüklerden biri, perdesiz olan tecellinin biricik sahibi olan muhammed aleyhisselamın halini şöyle anlatıyor. farisi nazm tercemesi: musa aleyhisselam, sıfatlardan, bir ışık görüp, aklı gitdi temam. sen ise muhammed aleyhisselam! zatına bakar ve gülerdin müdam. perdesiz olan bu tecellii zati, sevilmişler için aralıksızdır. sevenler için ise, şimşek gibi gelip geçicidir. çünki mahbubların bedenleri, ruhları gibi olmuşdur. bu benzerlik bütün bedenlerine işlemişdir. sevenlerde, bedenin bu benzeyişi çok az olur. hadisi şerifde, buyuruldu. burada bildirilen vakt, şimşek gibi gelip geçen tecelliler değildir. çünki o server aleyhimüssalevatü etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha, sevilmişlerin şahıdır. o tecelli, o server için süreklidir. belki bu aralıksız tecellide bulunan şeylerden biri bildirilmişdir ki, bu şey az zeman hasıl olmakdadır. tadını tadanlar, bunu iyi anlar. ma'rifet: hadisi şerifini anlatırken, tesavvuf büyükleri ikiye ayrılmışdır: birçoğu, burada bildirilen vakt, sürekli, kesiksiz vaktdir dedi. başkaları ise, arasıra olan vaktdir dedi. sözün doğrusu şöyledir ki, sürekli olmakla beraber, bunun arasıra olan yerleri de vardır. yukarıda buna işaret etmişdik. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, arasıra olan vakt, namazda olmakdadır. belki, bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyurularak, buna işaret olunmuşdur. başka bir hadisi şerifde, buyuruldu. alak suresinin ondokuzuncuayetinde, buyuruldu. allahü tealaya yakınlık ne kadar çok olursa, başka şeylerin araya karışması o kadar az olur. sual: tesavvuf büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala ervahahüm kendi hallerinin kuvvetini, sürekli olduğunu bildirmek için, diyor. yukarıdaki hadisi şerif, hatta ayeti kerime ise, halin sürekli olmadığını bildirmekdedir. bu nasıl olur? cevab: zemanın sürekli olduğu meydandadır. söz konusu olan, bu sürekli zeman içinde ayrıca az bulunan zemanların da olup olmamasıdır. bu az zemanların bulunduğunu anlamıyanlar, buna yok demişlerdir. bu makama kavuşdurulanlar ise, varlığını bildirmişlerdir. sözün doğrusu şudur ki, resulullahın aleyhissalatü vesselamü vettehıyye artıklarını toplamakla şereflendirilen bir kimse, namazda gönlünü toparlayıp, namazdaki o ni'metden biraz tadabilir. fekat namazda resulullaha mahsus olan ni'metin artıklarını toplamakla şereflenenler pekazdır. allahü teala, sonsuz olan ihsanı ile ve muhammed aleyhissalatü vesselam hurmetine bu makama bizleri de kaddesallahü teala sirrehül'aziz kavuşdursun! ma'rifet: sıfatların sahiblerinden olan müntehiler, bilgiler ve ma'rifetler bakımından meczublara yakındırlar. her ikisinin şühudleri birbirine benzer. çünki, ikisi de dendirler. bununla beraber, sıfatların sahibleri, bilgilerin ve ma'rifetlerin inceliklerini anlarlar. meczublar böyle değildir. bundan başka, sıfatların erbabı, süluk etmekle ve yukarı yükselmekle, yükselmemiş meczublardan daha çok yaklaşırlar. lakin aslın sevgisi meczubları sarmışdır. arada perdeler varsa da, hadisi şerifine göre meczublar da, asla yakın ve beraber sayılır. meczublar, sevgi bakımından, muhammedi olan evliyaya benzerler. çünki, arada perdeler bulunsa bile, meczublarda da aslın sevgisi vardır. ma'rifet: tesavvuf büyüklerinden birkaçı, demişlerdir. bu sözleri üzerinde biraz düşünmek lazımdır. çünki, kutb yaradılışda muhammedidir. muhammedi olanlar, tecellii zata kavuşur. evet, bu tecellinin de çeşidleri vardır. ın kavuşduğu kurba, kavuşamaz. fekat ikisi de, zatın tecellisine kavuşur. bunlar belki kutb demekle, demek istemişlerdi. çünki bu kutb, israfil aleyhisselamın zılli üzerindedir. muhammed aleyhisselamın zılli üzerinde değildir. ma'rifet: hadisi şerifde, buyurdu. allahü teala, madde değildir. benzeri yokdur. nasıldır denilemez. ademin ruhu, kendi hulasası, özüdür. allahü teala, ademin ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yaratdı. allahü teala mekansız olduğu gibi, ruh da mekansızdır. ruh da madde değildir. ruhun bedene bağlılığı, allahü tealanın alem ile olması gibidir. ne içindedir, ne dışındadır. ne bitişikdir, ne ayrıdır. yalnız onu varlıkda durdurmakdadır. bedenin her zerresini diri tutan ruhdur. bunun gibi, alemi varlıkda durduran, allahü tealadır. allahü teala, bedeni ruh vasıtası ile diri tutmakdadır. insana gelen her feyz, önce ruha gelir. ruhdan bedene yayılır. ruh nasıl olduğu anlaşılmaz olarak yaratılmış olduğu için, hiç anlaşılamıyacak olan allahü teala onda yerleşmekdedir. hadisi kudside, yere ve göke sığmam. fekat mü'min kulumun kalbine sığarım buyurdu. çünki, yer ve gök çok geniş olmakla beraber maddedirler. mekanlıdırlar. birşeye benzetilebilirler. nasıl oldukları anlaşılır. mekansız olan, nasıl olduğu bilinmiyen mukaddes varlık, bunlarda yerleşemez. mekansız olan, mekanda yerleşmez. benzeri olmıyan, benzeri olanla bir arada bulunmaz. mü'min kulun kalbi ise, mekansızdır. nasıl olduğu anlaşılamaz. bunun için, burada yerleşir. mü'minin kalbi denildi. çünki kamil, olgun mü'minlerden başkasının kalbi mekansızlık derecesinden aşağı düşmüşdür. mekanlı ve maddeli şeylere karışmışdır. onlar gibi olmuşdur. böyle düşmekle ve maddeli varlıklar gibi olmakla, onlardan sayılmışdır. anlaşılacak hale gelmişdir. anlaşılamıyanı yerleşdirmek gücü kalmamışdır. araf suresinin yüzyetmişsekizinci ayetinde mealen, onlar, hayvan gibidir. belki hayvandan daha sapıkdır buyuruldu. tesavvuf büyükleri arasında rahmetullahi teala aleyhim ecma'in kalbinin geniş olduğunu söyliyenler, kalbinin mekansız olduğunu anlatmışlardır. çünki, mekanlı ne kadar geniş olsa da, yine dardır. arş, madde aleminin en büyüğü, en genişidir. fekat, mekanlı olduğundan, mekansız olan ruha göre, hardal danesi gibi kalır. belki daha da küçükdür. şunu da söyleriz ki, mü'minin kalbi, sonsuz olan nurların tecelli yeridir. belki, sonsuz olanla baki olmuşdur. arş, içindekilerle birlikde, bu kalbin içinde, yok gibi kalırlar. eserleri, izleri bile kalmaz. seyyidüttaife cüneydi bağdadi, bunu anlatırken, buyurdu. bu, ruh için dikilmiş bir elbisedir. melekler de, buna kavuşamaz. melekler de maddedir. mekanlıdır. nasıl olduğu anlaşılabilir. bu bilgilerden insanın nasıl olduğu anlaşılır. birşeyin sureti, onun halifesidir, vekilidir. birşey onun suretinde yaratılmazsa, onun halifesi olamaz. halife olmağa yakışmıyan, emanet yükünü taşıyamaz. sultanın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşır. ahzab suresinin yetmişikinci ayetinde mealen, emaneti göklere ve yere ve dağlara bildirdik, yüklenmek istemediler. ondan çekindiler. onu insan yüklendi. insan zalim oldu. cahil oldu buyuruldu. insan kendine çok zulm etdi. varlığından ve kendi ile birlikde var olanlardan bir iz, bir eser kalmadı. çok cahil oldu. çünki, maksadı kavrıyamadı. aranılandan bilgi edinemedi. o mekanda, anlayamamak, anlamakdır. bilmediğini söylemek, bilmekdir. allahü tealayı bilmemek, şaşıp kalmak, onu tanımakdır. tenbih: yazılar arasında, allahü tealanın yerleşmesi veya onda birşeyin yerleşmesi, ona yaklaşmak anlaşılan kelimeler bulunursa, başka kelime bulunamadığı için olduğunu anlamalı. böyle sözleri, ehli sünnet alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in bildirdiklerine uygun olarak anlamalıdır. ma'rifet: insan, dir. insandan başka olan herşey dir. alemi sagir ve alemi kebir, allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının görüntüleridir. zatındaki kemallerin ve şü'unün aynalarıdır. alemler kapalı bir hazine idi. gizli bir define idi. bunları meydana çıkarmak diledi. toplu iken açmak, yaymak istedi. aslını göstermek için, özünü belli etmek için, alemi yaratdı. alemin, kendi yaratanı ile biricik bağlılığı, onun mahluku olmasıdır. başka hiçbir ilgisi yokdur. onun büyüklüğünü, yüksekliğini, kemallerini göstermekdedir. bundan başka bağlılık söylemek, mesela birleşmek, benzemek, etrafını kuşatmak, beraber olmak gibi sözler, hep sekrden ve hallerin kaplamasındandır. halleri doğru olan büyükler rahmetullahi aleyhim ecma'in, sekrden kurtulmuş, sahve, şü'ura kavuşmuşlardır. böyle şeyler söylemezler. söylemiş iseler, tevbe ve istigfar ederler. yolda ilerlerken, bunlardan birçoğuna böyle bilgiler hasıl olur ise de, nihayete kavuşunca, bu bilgiler yok olur. islamiyyete uygun olan ledünni bilgiler ihsan olunur. bunu iyi anlatabilmek için, şöyle benzetebiliriz: fen sahibi, derin bir alim, bilgilerini, fenlerini dışarı çıkarmak, anlatmak isterse, harfler ve sesler kullanır. bu harflerin ve seslerin içinde bilgilerini ortaya döker. bu harfler ve sesler, bilgileri göstermekdedir. alimle hiçbir bağlılıkları yokdur. yalnız, alim bu harflerin sahibidir. bunlar da, onun yüksekliğini gösteren işaretlerdir. harflere ve seslere, alimin kendisidir, yahud bilgilerin kendisidir denemez. harfler ve sesler, bu bilgileri kaplamışdır, beraberdir gibi şeyler de söylenemez. bilgiler, alimin kafasında olduğu gibidir. hiçbir değişikliğe uğramamışlardır. evet, harflerle sesler, bunları göstermekde, bunlar da onlar ile gösterilmekdedir. bu kadarcık bağlılık, aslı olmıyan birkaç şey hayale getirir. bu şeylerin alimle ve bilgilerle hiçbir ilgisi yokdur. bu harfler ve sesler dışarda vardırlar, alim ve onun bilgileri dışarda vardır, harfler, sesler ise, vehm ve hayaldir demek yanlışdır. bunun gibi adı da verilen alem, dışarda vardır. bu varlık, bir görüntü ve asla bağlı olan bir varlık ise de, dışarda vardır. alem vehm ve hayaldir demek yanlışdır. eski yunan felsefecilerinden sofistai denilen birkaçı böyle söylemişdir. böyle söyliyenlerin, alem için bir hakikat vardır demeleri, alemi vehm ve hayal olmakdan kurtarmaz. o zeman, hakikat var olmuş olur, alem değil. çünki, alemi o hakikatden başka bilmekdedirler. veya denir. tenbih: alemin ismlere ve sıfatlara ayna olması demek, ismlerin ve sıfatların suretlerine, görüntülerine ayna olması demekdir. alem, ismlerin ve sıfatların kendilerine ayna değildir. çünki ism de, ismin sahibi gibi, hiç bir mertebe ile çevrilemez. sıfat da, sıfatın sahibi gibi hiçbir aynada görülemez. farisi tercemesi: dar olan şekl ve suret kabına ma'na nasıl sığar? dilencinin kulübesinde, sultanın ne işi var? ma'rifet: o serverin aleyhissalatü vesselam izinde gidenlerin büyükleri, ona uydukları için, onun için olan tecellii zatiden pay alırlar. başka peygamberlere ise ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat tecellii sıfat vardır. tecellii zat, tecellii sıfatdan daha şereflidir. fekat, şunu da bilmelidir ki, peygamberlere ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat tecellii sıfatda, kurb mertebeleri hasıl olmakdadır. bu ümmetin büyüklerine, tecellii zatdan bir pay düşdüğü halde, bu mertebeler hasıl olmaz. bunun benzeri şöyledir ki, bir kimse, güneşe aşık olarak, güneşe doğru yükselse ve yaklaşsa, güneşle arasında ince bir perdeden başka uzaklık kalmasa, başka birisi de, güneşi çok sevse, fekat ona yaklaşmasa, güneşle arasında hiçbir perde olmasa, birincinin güneşe daha yakın olduğu ve onun üstünlüğünü daha iyi anlıyacağı meydandadır. daha yakın olan ve ma'rifeti daha çok olan, elbette daha üstündür. bunun içindir ki, ümmetlerin en hayrlısı olan bu ümmetin evliyasından hiçbiri rahmetullahi teala aleyhim ecma'in peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat en üstün ise de, hiçbir peygamberin derecesine yetişemez. bu veliye, kendi peygamberini en üstün yapan üstünlüklerden, ona uyduğu için, verilmiş ise de, peygamberler, her bakımdan üstündürler. evliya, artık toplayıcıdırlar. sözümüz burada temam oldu. bundan dolayı ve bütün ni'metlerinden dolayı, allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve hepsine ve mukarreb meleklere ve sıddiklara ve şehidlere ve salihlere salat ve selam olsun! ikiyüzseksensekizinci mektub bu mektub, seyyid enbiyai mankpuriye yazılmışdır. nafile namazları cema'at ile kılmak caiz olmadığı bildirilmekdedir: bizleri, peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendiren ve dinde bid'atler çıkarmakdan koruyan yüce allaha hamd olsun! dalalet, sapıklık yuvalarını yıkan ve hidayet sancağını dalgalandıran resule ve onun temiz aline ve seçilmiş eshabının hepsine salat ve selam olsun! zemanımızda alim olsun, cahil olsun, müslimanların çoğu, nafile ibadetleri yapmağa çok önem veriyorlar. farzları yapmakda gevşek davranıyorlar. farzların içinde bulunan sünnetleri ve müstehabları gözetmiyorlar. nafilelere kıymet veriyorlar. farzları aşağı görüyorlar. farz namazları müstehab olan zemanlarında kılan yok gibidir. sünnet olan cema'atin çoğalmasına, hatta namazı cema'at ile kılmağa aldırış etmiyorlar. farzları, gevşeklikle, üşenerek kılmakla, vazifeyi bitirdiklerini sanıyorlar. aşure gününe, berat gecesine, receb ayının yirmiyedinci gecesine ve bu ayın, regaib gecesi dedikleri ilk cum'a gecesine çok önem veriyorlar. bu zemanlarda, büyük cema'atlerle nafile namazlar kılıyorlar. bu cema'atleri iyi ve güzel sanıyorlar. bunların, şeytanın aldatması olduğunu, günahları sevab olarak gösterdiğini anlıyamıyorlar. şeyhulislam usameddin isferaini hirevi rahmetullahi teala aleyh, nde, buyuruyor. nafile namazları cema'at ile kılmak mekruh, kötü olan bid'atlerdendir. son peygamberin aleyhi minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha, hadisi şerifinde bildirdiği bid'atlerdendir. nafile namazı cema'at ile kılmanın mekruh olduğu fıkh kitablarının çoğunda yazılıdır. herkes çağrılır, büyük cema'at yapılırsa, mekruh olur diyenler de vardır. buna göre, herkese haber vermeden, cami'in bir köşesinde, bir iki kişi cema'at ile kılarsa mekruh olmaz. üç kişi kılarsa mekruh olur ve olmaz da diyenler oldu. dört kişinin cema'at ile nafile kılması, sözbirliği ile mekruhdur denildi. doğrusu böyledir diyenler de oldu. fetva kitabında, teravih ve güneş tutulması namazlarından başka olan nafileleri cema'at ile kılmanın mekruh olduğu bildirilmekdedir. fetva kitabında, şeyhulimam serahsi rahimehullah buyuruyor ki, nafile namazı cema'at ile kılmak, ramezandan başka zemanlarda, herkes çağrılırsa, mekruh olur. bir iki kişi imama uyarsa mekruh olmaz. üç kişi olursa şübhelidir. dört kişi olursa, sözbirliği ile mekruh olur dedi. kitabında, nafile namazı cema'at ile kılmak, herkesi çağırarak olursa, mekruhdur. ezan ve ikamet okunmadan, cami'in bir köşesinde kılınırsa, mekruh olmaz diyor. şemsül eimmei hulvani buyurdu ki, imamdan başka üç kişi ise, sözbirliği ile mekruh olmaz. dört kişi ise, mekruh olur da denildi, olmaz da denildi. fekat, mekruh olması daha doğrudur. şafi'i fetvalarında, nafile yalnız ramezanda cema'at ile kılınır. herkese haber verilirse, ya'ni ezan ve ikamet okunursa, bu da mekruh olur. kimseyi çağırmadan ve bir iki kişi kılarsa mekruh olmaz. üç kişi olursa, şübhelidir. cema'at dört kişi olursa, sözbirliği ile mekruh olur diyor. böyle haberler daha pekçokdur. fıkh kitabları bu haberlerle doludur. sayı bildirmiyerek mekruh olmaz diyen bir haber işitilirse, bunu yukarıda bildirdiğimiz gibi anlamak lazımdır. genel olarak bildirileni, şartlı olarak anlamalı, iki üç kişi için caiz olduğu bildirilmişdir demelidir. çünki, hanefi mezhebindeki üsul kitablarında, şartsız olarak bildirilen, şartsız bırakılır ise de, şartsız bildirilen haberlerden, şartlısını anlamak caiz, hatta lazım olduğu da bildirilmişdir. şartlı olarak anlamadığımızı, şartsız olduğunu anladığımızı bir an için düşünürsek, bu şartsızlık yukardaki şartlı haberlere aykırı olur. iki kuvvetli haber, birbirini bozmuş olur. halbuki, bu iki haberin kuvveti eşid değildir. çünki, mekruh olduğunu bildiren haberler hem daha çokdur, hem de beğenilmiş ve fetva halini almışlardır. caiz diyen haberler böyle değildir. iki haber de kuvvetlidir dersek, birşeyin hem mekruh, hem de mubah olduğunu bildiren haberler olunca, mekruh olduğu kabul edilir. böylece ihtiyat gözetilmiş olur. alimleri böyle buyurmuşdur. yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldı ki, aşure günü ve berat ve regaib geceleri, cami'lerde toplanarak cema'at ile namaz kılan yüzlerle kişiler, bu toplantılarla sevab kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkh alimlerinin sözbirliği ile mekruh dedikleri işi işlemekdedirler. mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir. çünki, haramı mubah bilmek, küfr olur. mekruhu mubah bilmek, ondan bir basamak aşağıdır. bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır. mekruh olmakdan kurtulmak için, ezan ve ikamet okumadıklarını ileri sürüyorlar. evet, ezan okumayınca mekruh olmıyacağını bildiren birkaç haber vardır. fekat, bir iki kişi olmak ve cami'in bir köşesinde kılmak şartı ile mekruh olmaz demişlerdir. böyle olmazsa, bu alimlere göre de mekruh olur. haber vermek, yalnız ezan ve ikamet demek değildir. birbirlerine söylemekle de olur. böylece binlerle kimse, nafile kılacaklarını birbirlerine yaymakdadırlar. aşure günü ve sayılı zemanlarda mahalle mahalle, birbirlerine haber veriyorlar. filan şeyhin, filan imamın cami'ine gidelim, cema'at ile namaz kılınacak diyorlar. böyle haberleşmek, ezandan ve ikametden daha kuvvetli olmakdadır. haber vermek şartı, tam yerine gelmekdedir. haberleşmenin ezan ve ikametle olacağını açıklıyan birkaç habere uysak bile, yukarıda bildirdiğimiz gibi, bir iki kişinin cami' köşesinde kılması şartı da vardır. şunu da bildirelim ki, nafile ibadetleri gizli yapmak lazımdır. böylece, riya ve gösteriş tehlükesi olmaz. cema'at ile kılmak böyle değildir. farzları açıkca yapmak, herkese göstermek lazımdır. çünki farzlarda gösteriş lekesi olmaz. bunları cema'at ile kılmak, bunun için uygundur. bundan başka, cema'atin çok olması, fitne uyandırır. bunun içindir ki, cum'a namazında sultanın veya vekilinin bulunması şart olmuşdur. böylece, fitne çıkmak tehlükesi ortadan kalkmış olur. bu mekruh cema'atlerde fitne uyanma korkusu daha çokdur. bu bakımdan da, bu toplantılar, islamiyyete uygun değildir. yasakdır. hadisi şerifde ala sahibihessalatü vesselam, fitne uykudadır. bunu uyandırana, allah la'net eylesin! buyuruldu. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, islam valilerinin, hakimlerinin ve koruyucu kimselerin, böyle toplantıları dağıtmaları lazımdır. bunun için sıkı davranmaları, sıkışdırmaları yerinde olur. böylece, fitneye yol açan bir bid'at, ortadan kaldırılmış olur. herşeyin doğrusunu allahü teala bildirir. doğru yolu gösteren ancak odur. ikiyüzseksendokuzuncu mektub bu mektub, mevlana bedreddine arabi olarak yazılmışdır. kaza ve kaderin ince bilgilerini anlatmakdadır: allahü tealanın ismine sığınarak, mektubumu yazmağa başlıyorum. kaza ve kaderin ince bilgilerini, kullarından seçilmiş olanlara bildiren ve doğru yoldan sapmamaları için, cahillerden saklıyan, allahü tealaya hamd ederim! kaza ve kaderin esrarını, din cahilleri anlıyamayıp, doğru yoldan kayar. insanları işlerinde mecbur, esir veya hakim, yaratıcı sanmak tehlükesine düşerler. allahü teala, peygamberlerinin en üstünü ile, kullarına doğru yolu, doğru bilgiyi gösterdi. yanlış düşünen cahillerin ve asilerin özr, behane etmelerine meydan bırakmadı. o büyük peygambere ve akrabasına ve eshabının hepsine, bizden iyi düalar ve selamlar olsun sallallahü teala aleyhi ve ala alihi ve eshabih! onun eshabının herbiri, allahü tealaya ita'at edenlerin ve kadere inanıp, kazaya razı olanların en iyisidir. kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlıyamamış, doğru yoldan ayrılmışdır. bu bilgi üzerinde akl yürütenler, vehm ve hayallerine kapılmışdır. bunlardan bir kısmı, insanların istiyerek yapdığı işlerinin cebr, zor ile olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yapdığını, istiyerek yapılan işlere, allahü tealanın karışmadığını söylemişdir. üçüncü anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, islamiyyeti iyi anlıyanların sözüdür ki, bunlar, ismi ile müjdelenmiş olan radıyallahü teala anhümdür. allahü teala, o yüksek alimlerden ve onların yolunda gidenlerden razı olsun! bunlar, birinci ve ikinci kısmda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir. ehli sünnetin reisi olan imamı azam ebu hanife rahmetullahi aleyh, imamı ca'feri sadıkdan radıyallahü anh sordu: allahü teala, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır? allahü teala, rübubiyyetini, aciz kullarına bırakmaz, buyurdu. kullarına, işleri zor ile mi yapdırıyor? allahü teala adildir. kullarına zor ile günah işletip, sonra cehenneme sokmak, onun adaletine yakışmaz, buyurdu. o halde, insanların, istekli hareketi, kimin arzusu ile oluyor, kim yapıyor? işleri insanların arzusuna bırakmamış ve kimseyi cebr etmemişdir. ikisi arası olagelmekdedir. yaratmağı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yapdırmaz. işte, ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim diyor ki, kulların ihtiyari hareketlerini, işlerini allahü teala icad etmekde, yaratmakdadır. onun kudreti ile var oluyorlar. fekat, insanın kudreti de karışmakdadır. istekli hareketlerimiz, allahü tealanın kudreti ile ve bizim kudretimiz ile olur. ehli sünnetden, ebülhaseni ali eş'ariye göre rahmetullahi teala aleyh, insanların istekli işlerine, kendi ihtiyarları, hiç karışmaz. yalnız, kul bir iş yapmak isteyince, allahü teala, o işi hemen yaratmakdadır. adeti ilahisi hep böyledir. işin yapılmasında kulun kudretinin te'siri olmaz. bu sözü, mezhebinin sözüne yakındır. bunun için, eş'ari mezhebine denilmekdedir. büyük alim, ebu ishak isferaini buyurdu ki, insanların yapdığı, istekli hareketlerinin meydana gelmesinde, kendi kudretleri de işe karışmakdadır. iş iki kudretin bir araya gelmesi ile yapılıyor. biri, kulun kudreti, ikincisi allahü tealanın kudretidir. ayrı iki kuvvetin te'siri ile, bir iş meydana gelir diyor. eş'ariden kadi ebu bekri bakıllani buyuruyor ki, insanın kudreti, işin meydana gelmesine değil, işin iyi veya fena olmasına, ya'ni ta'at veya günah olmasına te'sir eder. matüridi mezhebi de böyledir. bu za'if kulun anladığına göre, insanın kudreti, işin yapılmasına da, iyi veya fena olmasına da, birlikde te'sir etmekdedir. çünki, işin meydana gelmesine te'sir etmeyip, yalnız iyi veya fena olmasına te'sir eder demek ma'nasızdır. çünki, işin iyi veya kötü olması, işin yapılması ile meydana çıkar. fekat, bunun için de, aynı kuvvetin ayrıca te'sir etmesi lazımdır. işin yapılması başkadır, iyi veya fenalığının yapılması başkadır. o halde, işin iyi veya fena olması için de, kuvvetin ayrıca te'siri lazımdır demek, yanlış olmaz. ebülhaseni eş'ari, böyle demiyor. halbuki, insanların kudretini allahü teala yaratdığı gibi, bu kudretin te'sir etmesini de allahü teala yaratmakdadır. bunun için, kulun kudretinin te'sir etdiğini söylemek, hakikate daha yakın olur. eş'ari mezhebi, allahü tealanın, kullarını cebr etdiğini bildirmiş oluyor. çünki, kulda ihtiyarın ya'ni beğendiğini yapmak bulunmadığını ve kulun işinde, kendi kuvvetinin hiç te'siri olmadığını bildiriyor. bu mezhebi, cebriyyeden ayıran şey, cebriyye mezhebinde, bir insan, bir işi yapdı demek, mecazdır. ya'ni, o istekli işi, yalnız allahü teala yapmışdır. o insanın eli ile yapmışdır. insanda kudret yokdur derler. eş'ari ise, işi yapan, hakikatde insandır. ancak, insanın isteği ile değil, allahü tealanın istemesi ile yapmışdır. insanda ihtiyar yokdur diyor. ehli sünnetden, eş'ariden başkaları, kulun kudreti, yapdığı istekli işde te'sir eder diyor. eş'ari ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebeb olup, yaratılmasında te'siri olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yapdı demek doğru olur. ehli sünnet, cebriyyeden, böylece ayrılmış olur. cebriyye mezhebinin, insanın, istekli işlerini hakikaten yapdığını kabul etmemesi, işi insan yapdı demek mecazdır demesi küfrdür, kur'anı kerimi inkar etmekdir. kitabının sahibi diyor ki, cebriyye mezhebinde, işi insanın yapması mecazdır, görünüşdür, insanda kudret yokdur. kullar, rüzgarla sallanan yaprak gibidir. insanların her hareketi, ağacın hareketi gibi mecburidir diyenler kafir olur. yine diyor ki, cebriyyenin, kulların iyi, kötü, bütün işleri, hakikatde onların değildir. ihtiyari hareketleri de yapan, yalnız allahdır sözleri de küfrdür. sual: imamı eş'ari rahmetullahi aleyh insanın işinde, kudretinin te'siri yokdur, hakikatde insanın ihtiyarı da yokdur dediği halde, işi yapan hakikatde kuldur demesi, doğru mudur? cevab: insan kudretinin, işinde te'siri yok ise de, allahü teala, işi yaratması için, onun kudretini sebeb kılmışdır. allahü tealanın adeti şöyledir ki, insan kudretini ve ihtiyarını bir iş için kullanınca, allahü teala, o işi yaratıyor. insanın kudreti, böylece, işin yapılmasına sebeb oluyor. işlerin yapılmasına te'sir etmiş oluyor. çünki, kulun kudreti olmadıkça, adeti ilahi o işi yaratmamakdadır. bu adete göre, işi yapan, insandır demek, hakikatde doğru oluyor. eş'ari mezhebini doğru yola uydurmak, ancak böyle olur. başka dürlü anlatanları şübheli dinlemelidir. ehli sünnet alimleri rahmetullahi aleyhim, kadere inanmış, kaderin hayrlısı, şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep allahü tealadandır demişdir. çünki , var etmek, yaratmak demekdir ve herşeyi yapan, yaratan, ancak allahü tealadır. , ya'ni kaderiyye fırkası kaza ve kadere inanmadı. işlerin, yalnız kulun kudreti ile hasıl olduğunu zan etdi. şerler, kötülükler, allahü tealanın kazası ile olsaydı, bunlar için azab yapmazdı. bunlara azab yapması zulm olur dedi. böyle sözleri söylemek zulmdür. cahilce sözdür. çünki, kaza ve kadere inanmakla, kulun ihtiyarı ve kudreti gitmez. demek, bir insanın bir işi kendi ihtiyarı ile yapıp yapmayacağını, allahü tealanın, önceden bilmesi demekdir ki, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermekdedir. kazaya inanmak iradenin, ihtiyarın yok olmasına sebeb olsaydı, allahü teala da, yaratmağa mecbur veya memnu' olurdu. çünki, ezelde, her şeyin var olacağını bildi ise, onu yaratmağa mecbur olurdu. yokluğunu bildi ise, yaratması memnu' olurdu. kazaya inanmak, kulda ihtiyarın bulunmasına inanmağa mani' olsaydı, allahü tealada irade ve ihtiyarın bulunmasına inanmağa da mani' olurdu. allahü tealanın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani' değildir. evet, insanların kudreti azdır. işi yalnız insan kudreti yapar demek, pek aklsızlık olur ve düşüncesizliğin son derecesidir. mu'tezilenin, burada da, doğru yoldan ayrılmış olduğunu, maveraünnehr alimleri bildirmiş, bunların sözü, mecusilerin sözünden daha fenadır demişlerdir. çünki mecusiler, allahü tealanın bir şeriki, ortağı var sanmışdır. mu'tezile ise, sayısız ortak var demekdedir. , insan asla bir iş yapmaz, cansızlar gibi hareket eder. insanın kudreti, kasdı, ihtiyarı yokdur diyor. insanlar iyi iş yapınca sevab kazanmaz, kötü işlerine azab yapılmaz sanıyor. kafirler, günah işliyenler ma'zurdur, mes'ul olmazlar. çünki, insanın her işini, yalnız allah yapıyor. insan istese de, istemese de, allah günah yaratıyor. insan günah yapmağa mecburdur diyorlar. bu sözleri küfrdür. bunlara de denir ki, mel'undurlar. günah, insana zarar vermez. asi, fasık, azab görmiyecekdir dediler. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, . mezhebleri temamen yanlışdır, bozukdur. çünki, ihtiyari, istekli hareketimiz ile, titreme, refleks hareketlerinin başka olduğu meydandadır. elimizle birşey tutmamız, elbette ihtiyarımız iledir. göz seğirmesi, kalbin çalışması ise, böyle değildir. kur'anı kerim ve hadisi şerifler, bu mezhebin bozuk olduğunu bildirmekdedir. nitekim, secde ve ahkaf ve vakı'a surelerinde, ve kehf suresinde, meali şerifleri ile buyurmakdadır. insanların çoğu, tenbel olduğundan ve niyyetleri kötü olduğundan özr, behane arıyor. sualden, azabdan kurtulmak için, eş'ari, hatta cebriyye mezhebine yanaşıyor. bunlar, ba'zan, insanın hakikatde ihtiyarı yokdur. işi insanın yapması mecazdır, görünüşdedir diyor. ba'zan da, insanın ihtiyarı azdır. herşeyi yapan, allahü tealadır diyor. bu söz, cebriyye mezhebine kayıyor. bunlar, ba'zı tesavvuf büyüklerinin sözlerini öne sürüyor. mesela, işleri yapan birdir. hiçbirşey yokdur, yalnız o vardır. insanın işinde, kudretinin te'siri yokdur. insanın hareketi, ağacın sallanması gibidir. insanın varlığı da, işleri de, çöldeki serab gibidir, bir görünüşden başka birşey değildir gibi sözler, bu gevşek, tenbellerin kötü söylemelerini ve işlemelerini destekliyor. herşeyin doğrusunu, ancak allahü teala bilir. bildiğimiz kadar, bunlara şöyle cevab veririz ki: eş'arinin dediği gibi, eğer ihtiyar, hakikaten bulunmasaydı, allahü teala, kulların zulm etdiğini bildirmezdi. insanın yapdığı işde kendi kudreti te'sir etmeyip, kudreti, yalnız işin yaratılmasına sebeb olsaydı, insanların kötü işlerine zulm denmezdi. halbuki allahü teala, kur'anı kerimin birçok yerinde, insanların zulm işlediğini bildiriyor. insanın gücü, işin yaratılmasına te'sir etmeyip, yalnız sebeb olsaydı zulm buyurmazdı. evet, allahü tealadan gelen elemlerde, azablarda, insanın ihtiyarı karışmıyor. fekat, bu zulm olmaz. çünki, allahü teala, kaydsız, şartsız malikimiz, sahibimizdir. mülk yalnız onundur. mülkünü, istediği gibi kullanır, hiç zulm olmaz. fekat insanların zulm etdiklerini bildirmesi, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermekdedir. burada zulmün mecaz olması düşünülemez. hakikatler, zaruret olmadıkca mecaz yapılmaz. insanların iradeleri, ihtiyarları za'ifdir, azdır sözüne gelince, eğer allahü tealanın ihtiyarı yanında azdır denirse veya insanların ihtiyarı yalnız olarak işleri meydana getiremez demek istenirse, doğru olur. fekat, eğer ihtiyarları, işlerin yapılmasına te'sir etmez denirse, doğru olmadığını yukarıda bildirdik. allahü teala, kullarına yapabilecekleri şeyleri emr etmişdir. insanları za'if yaratdığı için, her emrinde kolaylık göstermişdir. nisa suresi yirmiyedinci ayetinde mealen, allahü teala, size hafif, kolay emr etmek istedi. çünki, insan za'if yaratılmışdır buyuruldu. allahü teala, dir. herşeyi yerinde, uygun olarak yapar. dur. . dir. ahıretde sevdiklerine, ya'ni küfranı ni'met etmiyenlere, ya'ni mü'minlere cenneti ihsan edicidir. kullarına yapamıyacakları şeyi emr etmek hikmetine, re'fetine yakışmaz. kullarına, kaldırılamıyacak, büyük kayayı kaldırmağı emr etmeyip, herkesin çok kolay yapacağı kıyam, rükü', secde, ufak bir ayet okumak ile meydana gelen namazı emr etmişdir. namaz kılmak, herkes için çok kolaydır. ramezanı şerif orucu da, pek kolaydır. zekatı da, çok hafif emr etmiş, malın hepsini değil, kırkda birini verin demişdir. hepsini veya yarısını vermeği emr etseydi, kullarına güç olurdu. merhameti, pek fazla olduğundan, emri tam yapılamaz ise, daha da hafifletmişdir. mesela, abdest alamıyanlara, teyemmüm etmeğe, namazda ayak üzere duramıyanlara, oturarak kılmağa, oturamıyanlara da, yatarak kılmağa, rükü' ve secde yapamıyanlara, ima ile kılmağa, bunlar gibi, daha nice kolaylıklara izn vermişdir. islamiyyetin emrlerine dikkatle ve insafla bakan, bu kolaylıkları görür. allahü tealanın, kullarına ne kadar çok merhametli olduğunu, pek iyi anlar. emrlerin pek kolay olmasının bir şahidi de, çok kimselerin, emr olunan ibadetlerin, daha artmasını istemesidir. namazın, orucun artmasını istiyen, çok görülmüşdür. evet, ibadet yapmak güç gelen kimseler de, yok değildir. böyle kimseler, normal insan değildir. böyle bozuk kimselere, ibadetlerin zor gelmesine sebeb, nefslerinin karanlığı ve şehvani arzularının kötülüğüdür. bu karanlık ve kötülükler, nefsi emmareden hasıl olmakdadır. nefsi emmare, allahü tealanın düşmanıdır. şura suresi onüçüncü ayetinde mealen, ve bekara suresi, kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bedenin hastalığı, ibadetlerin yapılmasını güçleşdirdiği gibi, ın hasta olması da güçleşdirir. allahü teala, islamiyyeti, nefsi emmareyi, arzularından, adetlerinden vaz geçirmek için gönderdi. nefsin istekleri ve islamiyyetin istekleri birbirinin zıddıdır, aksidir. o halde, ibadetleri yapmakda güclük çekmek, nefsin kötülüğünü gösteren bir alametdir. nefsin arzularının kuvveti, bu güçlüğün çokluğu ile ölçülür. nefsin hevası kalmayınca, güçlük de kalmaz. sfiyyei aliyyeden ba'zısının, insanda ihtiyarın bulunmadığını veya kuvvetsiz olduğunu gösteren birkaç sözünü yukarıda yazmışdık. tesavvuf büyüklerinin, islamiyyete uymıyan sözlerine, hiç kıymet verilmez. nerde kaldı ki, huccet ve sened olarak kullanılsın. ya'ni, bir iddi'ayı, düşünceyi isbat için böyle sözleri şahid getirmek, hiç doğru olmaz. şahid, sened olacak, uyulabilecek, ancak ehli sünnet alimlerinin sözleridir. sfiyyei aliyyenin sözlerinden, alimlerin sözüne uygun olanlar, kabul edilir. uymıyanları, kabul edilmez. burada da yine bildirelim ki, sfiyyei aliyyeden, halleri, keşfleri doğru olanlar, islamiyyete uymıyan hiçbirşey söylememiş ve yapmamışdır. keşflerinden, hallerinden, islamiyyete uymıyanların, yanlış olduğunu anlarlar. islamiyyete muhalif olan sözlere ve hareketlere doğru diye sarılmak, zındıklık, ilhad ya'ni dinsizlik alametidir. şunu da ilave edelim ki, sfiyyei aliyyenin islamiyyete uymıyan ba'zı sözleri, halin kapladığı zemanda, keşf yolu ile anladıkları bilgilerdir ki, o zeman, akl ve şü'urları örtülü olduğundan, özrlü sayılırlar ve keşfleri yanlış olmuşdur. başkalarının, böyle keşflere, sözlere uyması caiz değildir. böyle sözlere, islamiyyete uyacak şeklde ma'na vermek, kelimelerden anlaşılan ma'nayı bırakıp, meşhur olmıyan ma'nalarını vererek, islamiyyete uydurmak lazımdır. çünki aşıkların, muhabbet serhoşlarının sözleri, çeşidli ma'nalara gelir. bu ma'nalar arasından, doğru ve onların büyüklüğüne yakışan ma'nayı bulup, öyle kabul etmek lazımdır.zemanımızdaki din cahilleri, muhyiddini arabi, celaleddini rumi, niyazii mısri gibi büyüklerin kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, böyle sözlerini ele alarak, tesavvufa, tesavvufculara saldırıyor. yazdıkları kitablarda, evliyanın sözlerine yanlış ma'nalar vererek, hatta, onların sözü diyerek, uydurma şeyler yazıyor. o derin alimleri, islamiyyet düşmanı imiş gibi göstermeğe çalışıyorlar. cenabı hak, böyle zevallılara, islamiyyeti, tesavvufu anlamak nasib etsin! amin. ikiyüzdoksanıncı mektub bu mektub, molla muhammed haşime yazılmışdır. allahü tealanın, imamı rabbani hazretlerine başlangıcda ihsan etmiş olduğu yolu bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz olan alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun salevatullahi teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! tesavvuf alimlerinin yolları arasında en kısa, en uygun, en sağlam, en salim, en kuvvetli, en doğru, en iyi, en yüksek ve en olgun olanı ebu bekri sıddikdan gelen yoldur. bu yolda bulunanların ruhlarını ve sahiblerinin sırlarını, allahü teala takdis eylesin! bu yolun bütün bu üstünlükleri ve bu yolda yetişenlerin şanlarının üstün olması, sünneti seniyyeye yapışdıkları ve bid'atlerden sakındıkları içindir. eshabı kiramda olduğu gibi aleyhimürrıdvan minelmelikilmennan, bu büyüklerin de, bidayetlerinde, nihayetlerinin kazancı yerleşdirilmişdir. yüksek dereceye kavuşdukdan sonra, huzurları devamlı olmuşdur. başkalarının huzuru geçicidir. kardeşim! allahü teala, seni doğru yola ulaşdırsın! bu fakir, bu yola özendiğim zeman, allahü teala, işimi kolaylaşdırdı. vilayet kaynağı, hakikatin mütehassısı, nihayetin başlangıcda yerleşdirilmiş olduğu yolun kılavuzu, vilayet derecelerine kavuşduran caddenin sürücüsü, dinin koruyucusu, şeyhimiz ve imamımız, şeyh muhammed baki kaddesallahü teala sirreh hazretlerine kavuşdurdu. bu yoldaki büyüklerin seçkinlerinden olan bu yüksek zat, allahü tealanın ismini zikr etmeği öğretdi. teveccüh buyurdu. bu fakirde, zikrin tadı tam hasıl oldu. sevincimin çokluğundan ağladım. birgün sonra, bu büyüklerin kıymet verdikleri ve dedikleri, şü'ursuzluk hasıl oldu. kendimden geçince, büyük bir deniz gördüm. dünyadaki şeklleri, suretleri, bu deniz içinde gölge gibi gördüm. şü'ursuzluğum çoğaldı. bir sa'at, iki sa'at sürdüğü günler oldu. bütün geceyi kaplamağa başladı. olanları, kendilerine arz etdim. dan biraz hasıl olmuş buyurdu. zikr etmeği yasakladı. dedi. iki gün sonra, bilinen hasıl oldu. arz eyleyince, buyurdu. fenanın fenası hasıl oldu. arz eyledim. buyurdu. dedim. buyurdu. hemen o gece, buyurduğu gibi, fena hasıl oldu. bunu ve bundan sonra olanı arz eyledim ve allahü tealayı, ilmi huzuri ile bildiğimi ve kendisinde bulunmıyan sıfatlarla birlikde bildim dedim. bundan sonra, bütün eşyayı kaplıyan bir nur göründü. onu hak teala sandım. bu nur siyah idi. arz eyledim. nur perdesi arkasında hak teala görülmüşdür. bu nurdaki genişlik, ilmdedir. zati teala herşeyle ilgili olduğu için, geniş görünmekdedir. bunu yok etmek lazımdır buyurdu. sonra, bu nur küçülmeğe başladı. darlaşdı. nokta gibi oldu. buyurdu. öyle yapdım. hayal olan nokta da yok oldu. hayrete daldım. hak teala, kendini kendi görür gibi göründü. arz eyledim. buyurdu. bu yoldakilerin nisbeti, bu huzur demekdir. bu huzura, gayb olmıyan huzur da denir. nihayetin bidayetde yerleşmesi, burada olur. bu yolda, talibe bu nisbetin hasıl olması, başka yollarda, talibin maksada kavuşmak için, çalışılacak zikrleri ve vazifeleri rehberlerinden almalarına benzer. farisi mısra' tercemesi: gül bağçemi gör de, beharımı anla! bu fakirde bu nisbetin hasıl olması, zikr öğrendiğim günden, iki ay ve birkaç gün sonra başladı. bu nisbet hasıl oldukdan sonra, denilen, başka bir fena hasıl oldu. kalb o kadar genişledi ki, yer küresinin ortasından arşa kadar, bütün alem, bu genişlik yanında, hardal danesi kadar bile değildi. bundan sonra, kendimi ve alemin her parçasını, hatta her zerreyi, hak teala olarak gördüm. bundan sonra alemin her zerresini birer birer hep kendim gördüm. kendimi onların herbiri olarak gördüm. sonra, bütün alemi, bir zerrede yok buldum. sonra, kendimi ve her zerreyi, o kadar geniş gördüm ki, bütün alemi hatta alemin birkaç katını içimde gördüm. kendimi ve her zerreyi, her zerreye yayılmış, sızmış olan nur gördüm. alemdeki şekller, suretler, bu nurda yok oldular. sonra kendimi ve hatta her zerreyi, bütün alemi tutuyor, varlıkda durduruyor gördüm. arz eyledim. tevhidde mertebesi işte budur. bu makamdır, buyurdu. önce, alemin şekllerini, suretlerini hep hak teala bulmuş olduğum gibi, bunlardan sonra, hepsini hayal gördüm. önce, hak bulduğum her zerreyi, şimdi hep vehm ve hayal buldum. çok şaşırdım. bu sırada, kitabındaki, kıymetli babamdan işitdiğim, bu aleme isterseniz hak deyiniz, isterseniz mahluk deyiniz. isterseniz, bir bakımdan hak deyiniz ve başka bir bakımdan, mahluk deyiniz. isterseniz, ikisi arasını ayıramıyarak şaşkına döndüğünüzü söyleyiniz! sözünü hatırladım. bu söz sıkıntımı giderdi. bundan sonra yanlarına giderek arz eyledim. huzurun daha saf olmamışdır. vazifene devam et de, var ile yok birbirinden tam ayrılsınlar buyurdu. ayrılamıyacağını anlatan, ün yazısını okudum. şeyh muhyiddini arabi kaddesallahü sirrehül'aziz, olgun bir velinin halini bildirmemiş. birçoklarına göre de ayrılamazlar buyurdu. emrlerine uyarak, verdikleri vazifeye devam etdim. onların çok kıymetli yardımları ile, allahü teala, iki gün sonra, var ile yokun ayrıldığını gösterdi. hakiki varlığı, hayal olandan ayrı buldum. dışarda, bir varlıkdan başka, hiçbir var görmedim. kendilerine bunu bildirince, mertebesi, işte budur. çalışmakla, buraya kadar varılabilir. bundan ilerisi herkesin yaradılışında bulunana uygun olarak ihsan olunur. tesavvuf büyükleri, bu mertebeye demişlerdir buyurdu. bu fakiri kaddesallahü teala sirrehül'aziz ilk olarak, sekrden sahva ve fenadan bekaya getirdikleri zeman, kendi bedenimin her zerresine bakdığım zeman, hak tealadan başka birşey bulamadım. her zerremi, onu gösteren bir ayna gibi gördüm. bu makamdan, yine hayrete götürdüler. kendime getirdiklerinde, hak tealayı kendi vücudümün, her zerresinde değil, her zerresi ile buldum. önceki makamı, ikinci makamdan aşağı gördüm. yine hayrete daldırdılar. kendime gelince, hak tealayı, alemle ne bitişik, ne ayrı, ne içinde, ne de dışında bulamadım. önce bulmuş olduğum, beraberlik, etrafını çevirmek ve içine işlemek gibi şeylerin hepsi, şimdi yok oldu. böyle olmakla beraber, yine öyle görüldü. sanki his olunuyordu. alem de, o anda görülmekde idi. fekat, bu bağlantıların hiçbiri, allahü tealada yokdu. yine hayrete daldırdılar. sahva getirdikleri zeman, allahü tealanın, alem ile, önce görülen bağlılıklardan başka bir bağlılığı olduğu anlaşıldı. bu, hiç anlaşılamıyan bir bağlılıkdır. hak teala, hiç anlaşılamıyan bir nisbet ile görüldü. yine hayrete daldırdılar. bu mertebede biraz kabz, sıkıntı hasıl oldu. yine kendime getirdiklerinde, hak teala, o anlaşılamaz nisbetden başka olarak göründü. bu alemle, anlaşılan ve anlaşılamıyan hiçbir nisbeti, bağlılığı yok idi. alem de böylece görülmekde idi. o anda, öyle bir ilm ihsan olundu ki, bu ilm, hak teala ile mahluklar arasında hiçbir bağlılık bırak madı. her iki şühud var iken, bildirdiler ki, böylece, hiçbir bağlılık olmadan görülen, hak tealanın kendi değildir. tekvin sıfatının alemle olan bağının, alemi misalde olan suretidir. çünki, onun zatı, mahluklarla bir ilgisi olmakdan çok uzakdır. anlaşılabilen veya anlaşılamıyan hiçbir bağlantısı yokdur. arabi tercemesi: sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada. kıymetli kardeşim! hallerin hepsini açıklamağa ve ma'rifetleri anlatmağa kalkışırsam, çok uzun sürer. dinliyenleri usandırabilir. hele ma'rifetleri, herşeyin zıl, görüntü olduğu anlatılırsa, sonu gelmez. bütün ömürlerini tevhidi vücud ma'rifetlerinde geçirenler, bu sonsuz deryadan bir damla ele geçirememişlerdir. şuna da, çok şaşılır ki, onlar, bu fakiri, tevhidi vücud sahiblerinden saymazlar. tevhid bilgilerine inanmıyan alimlerden sanırlar. görüşleri kısa olduğu için, tevhid ma'rifetleri üzerinde durmağı olgunluk bilirler. bu bilgilerden ilerlemeği, gerilemek sanırlar. farisi tercemesi: cahildirler, kendilerini de bilmezler, hüner sanmakdan aybları çekinmezler. bunların dayandıkları birinci sened, eski tesavvufcuların tevhidi vücudi üzerindeki sözleridir. allahü teala, bunlara insaf versin! o büyüklerin, bu makamlardan ilerlemediklerini, o makamda bağlanıp kaldıklarını nerden biliyorlar? biz, tevhidi vücudi ma'rifetleri yokdur demiyoruz. var olduğunu, fekat bu makamdan daha yüksek makamlara ilerleneceğini de söyliyoruz. eğer, bu makamları aşanlara, bu bilgilere inanmıyor adını takıyorlarsa, ona bir diyeceğimiz yokdur. yine sözümüze dönelim. birşeyin örneği, o şeyi tanıtır. bir damla sızıntı, bir su menba'ını buldurur. biz de az bildirdik. bir damla ile haber veriyoruz. kardeşim! kıymetli hocamız, beni yetişdi ve yetişdirebilir görerek, tarikati öğretmek için izn verince ve taliblerden çoğunu, bu yana gönderince, kemale gelmiş olduğuma ve talibleri yetişdirebileceğime inanamıyordum. bu işde duraklama! büyüklerimiz, bu makamların, kemal ve tekmil makamı olduğunu bildirmişlerdir buyurdu. dedi. emrlerine uyarak, tarikati ta'lim etmeğe başladım. taliblere çalışmalarına yardımcı olmağa uğraşdım. bu uğraşmalarımın taliblere çok faideli olduğu görüldü. öyle oldu ki, senelerce çalışarak kavuşulabilenler, birkaç saatde ele geçiyordu. birkaç zeman uğraşdım. sonra, yine noksan olduğumu, aşağıda kaldığımı anladım. tesavvuf büyüklerinin, son mertebe dedikleri, gelip geçici ler, bu yolda hiç hasıl olmamışdı. ve ne demek olduğunu bilmiyordum. bu kemallere de kavuşmak lazımdı. bunları düşündükce, aşağıda kalmış olduğumu iyi anladım. yanımda bulunan talibleri toplıyarak, geride olduğumu, hepsine bildirdim. dağılmalarını söyledim. fekat bu sözlerimi aşağı gönüllülük, bir incelik sandılar. yanımdan ayrılmadılar. az zeman sonra, allahü teala, umduklarıma kavuşdurdu. sevgili peygamberinin sadakası olarak aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat ihsanda bulundu. fasl büyüklerimizin kaddesallahü teala esrarehüm yolunun temeli, ehli sünnet velcema'at alimlerinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in i'tikadına uygun olarak inanmak ve sünneti seniyyeye yapışmakdır ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye. bid'atlerden ve nefsin isteklerinden de sakınmak ve işleri, elden geldiği kadar azimetle yapmak, ruhsat ile hareketden kaçınmakdır., halal olduğu belli olmıyan şübheli şeyleri de yapmamak, haram ve mekruhlardan herhalde kaçmakdır. , islamiyyetin izin verdiği, caiz olur dediklerinden sakınmamakdır. önce, cezbe hasıl olup kendinden geçer. buna denir. bundan sonra bulup kendine gelir. buna denir. bu adem ve kendinden geçmek, hissi gayb etmek, duygusuz olmak değildir. az kimsede, his de gidebilir. bu beka sahibi, insanlık isteklerine dönebilir. nefsin huylarına uyabilir. fenadan sonra hasıl olan bekada ise, geri dönmek caiz değildir. behaüddini buhari, vücudi adem, insanlık arzularına döner. fekat, vücudi fena, geriye hiç dönmez sözünü, belki bunun için söylemişdir. çünki, birinci bekanın sahibi, daha yoldadır. yolda olan geri dönebilir. ikincisi, müntehidir, kavuşmuşdur. kavuşan, geri dönmez. büyüklerden biri, yolda olan döner. kavuşmuş olan dönmez buyurdu. vücudi adem sahibi, her ne kadar yolda ise de, nihayet, bidayetde yerleşdirilmiş olduğu için, nihayetde olanları bilir. müntehinin, yolun sonunda kavuşdukları, buna topluca tatdırılır. bu nisbet, müntehide bol olduğundan, ruhuna da, bedenine de yayılır. vücudi adem sahibinde ise, yalnız kalbindedir. müntehide yayılmış, dağılmışdır. o, insanlık sıfatlarına dönmez. çünki, bu nisbetin, onun bedeninin her mertebesine yayılması, onun sıfatlarını yok etmiş, fani yapmışdır. bu , allahü tealanın büyük bir ni'metidir. allahü teala, azmıyan kulundan, ni'metini geri almaz. vücudi adem sahibi, böyle değildir. bu nisbet, onun bedenine geçmemişdir. böyle olmakla beraber, bedenin mertebeleri kalbe bağlı olduğu için, bu nisbet kalb yolu ile, bütün bedene de, toplu, kısa olarak geçer. bedenin isteklerini azaltır. fekat, tam yok edemez. bunun için geri dönebilir. çünki azalmış, yok olmamışdır. yok olan, geri dönmez. bu yüksek zincirin büyüklerinden birkaçı kaddesallahü teala esrarehüm, bidayetdeki kendinden geçmeğe ve bundan sonra hasıl olan bekaya ve demişlerdir. bu mertebede, olur. hak tealanın zatı görünür de demişlerdir. bu bekanın sahibine, , kavuşmuş demişlerdir. devamlı huzur, müşahede demek olan de, bu mertebede hasıl olur sanmışlardır. bütün böyle sözler, nihayetin bidayetde yerleşdirilmiş olmasından ileri gelmekdedir. çünki, fena ve beka, yalnız müntehiye hasıl olur. ancak, müntehi kavuşmuşdur. tecellii zati, yalnız buna olur. allahü tealanın devamlı huzuru, ancak müntehi içindir. çünki, o hiç geri dönmez. fekat, birinci söz de, bu bakımdan doğrudur. sağlam bir görüşe dayanmakdadır. hace ubeydüllahi ahrar kaddesallahü teala sirrehül akdes hazretlerinin kitabındaki fena ve beka ve tecellii zati ve zati ilahinin şühudü ve vasl ve yadi daşt yazıları da, bunlar gibidir. büyüklerden biri buyurdu ki, hace hazretlerinin, sevdiklerinden birkaçına yazmış olduğu mektublardan ve risalelerden meydana gelmiş olan bu kitab, başlangıcda olan ma'rifetleri mübtedilere anlatmak için yazılmışdır. gözetilerek yazılmışdır. kitabı da böyledir. hacei ahrar hazretlerinin sözlerine uygun olarak yazılmışdır. dinin kuvvetlendiricisi, yüksek hocamız mevlana muhammed baki hazretlerinin, kitabı da böyledir. bu beka, hatta cezbede hasıl olan her beka, ile karışıkdır. bunun içindir ki, büyüklerden birçoğu, hakkulyakini anlatırken tevhidi vücudi ile karışdırmışdır. birçoğu da bu sözlerden şübheye düşmüşler. bunların hakkulyakini, cezbede olmuşdur demişlerdir. çünki böyle ma'rifetler, o makamda hasıl olur. başka şeydir. ne olduğunu, kavuşanlar bilir. kesret aynasında vahdeti görürken, ayna belli olmaz, yalnız sonsuz var olan görünürse, bu makama demişlerdir. yadi daşt bu mertebenin adıdır demişlerdir. buna, ve de demişlerdir. bu makama, demişlerdir. bu yok olmaklığa demişlerdir. farisi mısra' tercemesi: sen onda yok ol! kavuşmak budur. bu ismleri koyan, dinin yardımcısı, hace ubeydüllahi ahrar hazretleridir. daha önce gelen büyüklerden hiçbiri böyle ismler hiç söylememişlerdir. farisi mısra' tercemesi: güzellerin yapdığı, güzel olur! o büyük zat buyuruyor ki, dil kalbin aynasıdır. gönül de, ruhun aynasıdır. ruh, insanın hakikatinin aynasıdır. insanın hakikati de, hak tealanın aynasıdır. bilinmiyen hakikatler, bilinmiyen zatdan çıkıp, bu uzun yollardan geçerek, dile gelir. söz halini alarak, hakikatlere uygun yaradılışlı olanların kulaklarına gelir. yine buyuruyor ki, büyüklerden birkaçının hizmetinde bulundum. bana iki şey ihsan etdiler. birisi şudur ki, herne yazsam yenilik olur. eski birşey söylemem. ikincisi de, her ne söylesem beğenilir, red edilmez. bu mukaddes kelimeler, söyliyenin büyüklüğünü göstermekdedir. bunları söylerken, kendisinin arada olmadığı anlaşılmakdadır. ayna olmakdan başka birşey değildir. onların içyüzlerini ve derecelerinin yüksekliğini, ancak allahü teala bilir. kendi hallerine uygun olarak, bu mesnevileri söylerdi. farisi iki tercemesi: herkes, birşey sanarak sevdi beni; gel de, içimden dinle esrarımı! sırlarım, iniltimden ayrı değil, fekat, anlıyacak göz, kulak var mı? bu fakir, o büyük velinin bilgilerinden ve ma'rifetlerinden, bir parça, bu mektubun sonunda, kısa anlayışıma göre yazmağa çalışacağım. her iş, allahü tealanın dilediği gibi olur. allahü teala, bir kimseyi, cezbe hasıl oldukdan ve temam oldukdan sonra, süluk ni'meti ile şereflendirirse, bu kimse cezbenin yardımı ile çok uzun bir yolu, çok kısa bir zemanda geçer. bu yolun, ellibin senelik olduğunu bildirmişlerdir. me'aric suresinin dördüncü ayetinin, meali şerifindeki uzunluk bunu gösteriyor demişlerdir. böylece, fenafillah ve bekabillah makamının kendisine kavuşur. sülukün sonu, seyri ilallah yolculuğunun sonuna kadardır. buraya denir. bu makamdan sonra, cezbe başlar. buna, seyri fillah ve bekabillah denir. seyri ilallah, salikin ismine kadar olan yolculukdur. seyri fillah, bu ismde olan seyrdir. çünki her ismde sonsuz ismler bulunur. bunun için, bu ismdeki yolculuk sonsuz olur. bu fakirin bu makamda, ayrıca bir ma'rifeti vardır. biraz sonra, inşaallahü teala bildirilecekdir. yükselirken, bu ism, nin üstündedir. çünki, salikin ayni sabitesi, bu ismin zıllidir. onun ilmdeki suretidir. allahü tealanın lutf ederek seçdikleri, bu ismden de ileri yükselirler. allahü tealanın dilediği kadar, sonsuz ilerlerler. arabi tercemesi: bundan sonrasını anlatmak çok incedir, anlatmamak daha iyi olan da vardır. başka yollardan vasıl olanlar da, ikincisinde, bunlarla ortak iseler de ve fenafillah ile bekabillaha kavuşmuşlarsa da, onların riyazetler çekerek ve mücahedeler yaparak, çok uzun zemanda sonuna varabildikleri yolu, bu yolun büyükleri, tadını alarak ve şühud ni'meti ve maksuda kavuşmanın zevkı ile, çok kısa bir zemanda geçer, aradıklarına kavuşurlar. kavuşdukdan sonra da, sonsuz ilerlerler. süluk ile sona varanlar arasında, böyle ilerlemeğe ve yakınlığa kavuşan pekazdır. çünki, cezbenin sülukden önce olması için, biraz sevilmiş olmak lazımdır. istenmedikce çekilmek olmaz. çekilirse, daha yakın olur. istenilen ile isteyen arasında çok ayrılık vardır. bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. farisi iki tercemesi: sevilenlerin aşkı, gizli ve keskindir. sevenlerin aşkı, davul zurna iledir. sevenler, aşk ateşi ile erir, biter, sevilen, hem semizler, hem de daim güler. sual: başka silsilelerdeki sevilenler de, böyle ilerliyor ve yaklaşıyorlar. onlarda da cezbe, sülukden önce oluyor. böyle olunca, bu yolun, başkalarından üstünlüğü ne olur? niçin daha yakın olur? cevab: başka tarikler, bu işi elde etmek için kurulmamışdır. bunlarda bulunan pekaz kimseyi, rastgele bu ni'metle şereflendirirler. bu yol ise, bu ni'meti elde etmek için kurulmuşdur. bu yolun büyüklerinin sözleri arasında yer alan , cezbe ve sülukün her ikisi de hasıl oldukdan sonra ele geçebilir. buna nihayet demek şühud ve huzur mertebelerinin ötesidir. bunu şöyle açıklıyalım: şühud, ya suret aynasında, veya ma'na aynasında olur. yahud da, suretin ve ma'nanın ötesinde olur. bu perdesiz olan şühude , ya'ni şimşek gibi demişlerdir. ya'ni, bu şühud şimşek çakar gibi hasıl olup, sonra hemen araya perde girer. allahü tealanın büyük ni'meti olarak, bu şühud, perdelenmeyip, devam ederse, buna demişlerdir ki, gayb olmıyan huzur demekdir. çünki şühud, perdelenirse, gayb olur. perdelenmeden devamlı olmadıkca, yadi daşt denilmez. burada bir incelik vardır: her kavuşan, geriye döner. fekat huzuru devam eder. fekat, bu nisbetin onda bulunması, şimşek çakar gibi olur. mahbublarda ise, böyle değildir. çünki bunlarda, cezbe, sülukden öncedir. huzurun bunlarda bulunması, devamlıdır. bütün varlıkları bu nisbet olmuşdur. yukarıda buna işaret eyledik. bedenleri, ruhları gibi olmuşdur. batınları, zahirleri gibi ve zahirleri, batınları gibi olmuşdur. bunun için, bunların huzurları süreklidir. nisbetleri, bütün nisbetlerden üstün olmuşdur. kitablarında ve risalelerinde, böyle olduğu bildirilmekdedir. çünki , huzur demekdir. huzurun son mertebesi de, perdesiz devamlı olmasıdır. bu yolun büyüklerinin, bu nisbet yalnız bizimdir demeleri, bu yolu, bu ni'meti elde etmek için kurdukları bakımındandır. böyle olduğunu biraz önce bildirmişdik. yoksa, başka silsilelerin büyüklerinden birkaçına hasıl olması da caizdir ve hasıl olmuşdur. evliyanın büyüklerinden şeyh ebu sa'idi ebülhayr kaddesallahü sirreh bu huzura işaret etmekde ve üstadından bunu açıklamasını istemekdedir. bu iş devamlı mıdır demiş. üstadı ise, hayır devamsızdır demişdir. tekrar sormuş. tekrar bu cevabı almış. üçüncü soruşunda, üstadı, devamlı olabilir. fekat, çok az kimselere nasib olur buyurmuşdur. şeyh bunu işitince raks ederek, bu, o çok az rastlananlardan biridir demişdir. mutlak nihayet, ötelerin ötesidir demişdik. bunu açıklıyalım. bu huzur hasıl oldukdan sonra, ilerlenirse, hayret girdabına düşülür. bu huzur da, başka mertebeler gibi, arkada kalır. bu hayrete, denir. büyüklerin büyükleri içindir kaddesallahü teala esrarehüm. böyle olduğu, kitablarında bildirilmekdedir. büyüklerden biri, bu makamda şöyle bildiriyor. farisi tercemesi: güzelliğin beni alt üst etdi. birşey bilmiyorum, aklım gitdi. bir başkası buyuruyor ki, farisi tercemesi: hiç yok, yalnız o var dediler, yükseldiler. yüce seraydan, hepsi eli boş döndüler. bu hayret hasıl oldukdan sonra, vardır. acaba kimi bu ni'mete kavuşdururlar? hayret makamı olan den sonra, ye kavuşdururlar. işin iç yüzünü bilenlere göre, aranılan en son makam budur. da'vet makamı ve islamiyyetin sahibine tam uymak burasıdır aleyhissalatü vesselamü vettehıyye. yusüf suresinin yüzsekizinci ayetinin, meali şerifinde bildirilen da'vet, bu makamda yapılır. o, dinin ve dünyanın efendisi aleyhissalatü vesselam, ya rabbi! bana, doğru iman ve sonu küfr olmıyan yakin ihsan eyle! diyerek, bu imanı istemişdir. hayret makamı olan den allahü tealaya sığınmış, buyurmuşdur. bu mertebe, hakkulyakin mertebelerinin son mertebesidir. bu makamda, bilmek ve görmek, birbirlerine perde olmazlar. arabi tercemesi: ni'mete kavuşanlara afiyet olsun? zevallı aşık, birkaç damla ile doysun! iyi dinle! allahü teala, anlayışını artdırsın! bu büyüklerin cezbeleri iki dürlüdür: birincisi, hazreti ebu bekri sıddikdan gelmekdedir. bu bakımdan, yolları, bu hazrete bağlıdır radıyallahü anh. buna kavuşmak, hususi bir teveccüh ile olur. bütün varlıkları, varlıkda durduran budur. kendinden geçmek ve kendini yok bilmek bu cezbede olur. bu yolun ikinci cezbesi, behaüddini buhariden gelmekdedir. zati ilahi ile olmakdan hasıl olur. bu cezbe, hace hazretlerinden, birinci talebesi olan, hace ala'üddin hazretlerine geldi. kendisi, zemanının kutbi irşadı olduğundan, bu cezbeyi elde etmek için de bir yol kurdu. bu yola, bu silsilei aliyyede, denildi. büyükler buyuruyor ki, en kısa yol, dur. bu cezbe, behaüddini buhari hazretlerinden gelmekde ise de, bu elde etmek yolunu bulan, hace ala'üddini attar hazretleridir kaddesallahü teala esrarehüma. doğrusu, bu yolu çok bereketlidir. bu yolda az ilerlemek, başka yollarda çok ilerlemekden daha faidelidir. zemanımıza gelinciye kadar, alaiyye ahrariyye silsilesinin büyükleri, bu ni'mete kavuşmuşlardır. talibleri bu yolda yetişdirmişlerdir. hace ubeydüllahi ahrar hazretleri, bu büyük ni'meti, ya'kubi çerhi hazretlerinden aldı. ya'kubi çerhi aleyhimürrıdvan, hace ala'üddin hazretlerinin halifelerinden idi. hazreti ebu bekri sıddikdan gelen cezbeyi elde etmek için de, başka bir yol kurulmuşdur. bu yol dir. cezbeden sonra hasıl olan süluk de, iki dürlüdür, hatta çok dürlüdür: birisi, ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh hazretlerini maksada kavuşduran yoldur. peygamberlerin sonuncusu aleyhissalatü vesselamü vettehıyye de bu cezbe ve bu süluk ile vasıl olmuşdur. eshabı kiram rıdvanullahi teala ve tekaddese aleyhim ecma'in arasında resulullaha en çok ihlası olan ve resulullahda fani olan, hazreti ebu bekri sıddik olduğu için bu yola kavuşdu. bu cezbe ve süluk, imamı ca'feri sadık hazretlerine olduğu gibi ulaşdı. imamın annesi, hazreti sıddikın soyundan olduğu için, imamı ca'feri sadık, buyurmuşdur. imam hazretleri, yüksek babalarından da, başka bir nisbet almış ve bu iki yolu kendisinde toplamışdı. bu cezbeyi, onlardan gelen süluk ile birleşdirdi. bu süluk ile maksada vardı. iki süluk arasındaki ayrılık şöyledir ki, hazreti emir kerremallahü vecheh, ile ilerlemişdir. hazreti sıddikın sülukü, afaka o kadar bağlı kalmaz. cezbe odasının dıvarı delinerek maksada yetişdirmeğe benzer. birinci sülukde ma'rifetler hasıl olur. ikincisinde, talibi muhabbet kaplar. bunun için, hazreti emir, ilm şehrinin kapısı oldu. hazreti sıddik ise, o serverin aleyhissalatü vesselam hılletinden pay aldı. hadisi şerifde, buyuruldu. hazreti imamı ca'feri sadık cezbe ile süluki afakiyi topladığı için, muhabbetden ve ma'rifetden çok pay aldı. çünki, cezbesi muhabbete, süluki ise ilmlere ve ma'rifetlere kaynak idi. imamı ca'feri sadık rahmetullahi aleyh bu birleşik nisbeti, sultanül'arifin bayezidi bistami hazretlerine kaddesallahü teala sirreh emanet olarak bırakdı. bu emanet, sanki onun sırtında kalmışdır. yavaş yavaş, elverişli olanlara ulaşdıracakdır. bu emaneti yüklenmeden önce, başka tarafa bakıyordu. bu nisbetle ilgisi yokdu. bunu yüklenmesinde nice hikmetler vardır. bu nisbeti taşıyanlara, her ne kadar bundan az pay düşer ise de, bu nisbetde büyüklerin nurları çok bulunur. şöyle ki, bu nisbetde bulunan az bir sekr, sultanül'arifinin nurlarından bulaşmışdır. bu sekr, mübtedilerin hissini giderir. aklını dağıtır. sonra kendisi, yavaş yavaş yok olur. sahv kaplar. bu nisbet, sahv mertebelerinde de bulunur. görünüşde sahvdır. içi ise, sekrdir. şu bunların halini anlatmakdadır. farisi tercemesi: içerden aşina ol, dışardan yabancı, böyle güzel yürüyüş az bulunur cihanda! bunun gibi, her büyükden bir nur alarak, elverişli olanlara ulaşmışdır. arifi rabbani hace abdülhalıki goncdevani hazretleri, hacelerimiz zincirinin baş halkasıdır kaddesallahü teala esrarehüm. bunun zemanında, bu nisbet yeniden tazelendi. meydana çıkdı. bundan sonra, bu yolda , yine örtüldü. cezbe hasıl oldukdan sonra, süluk başka yollarla yapılarak yükseldiler. hace behaüddini buhari kaddesallahü sirrehül akdes dünyaya gelinceye kadar böyle kaldı. bunun zemanında, bu nisbet, bu cezbe ve süluki afaki ile birlikde yine meydana çıkdı. her ikisi ile, ma'rifeti ve muhabbeti bir araya topladı. bununla birlikde, hazreti sıddikdan gelen başka bir cezbeyi de, şah hazretlerine ihsan etdiler. bunu yukarıda bildirmişdik. hace ala'üddini attar hazretleri, halifesi olunca, şah hazretlerinin kemallerinden çok pay aldı. her iki cezbe ve süluki afaki ile şereflendi. kutbi irşad makamına ulaşdı. hace muhammed parisa hazretleri de, şah hazretlerinin kemallerinden tam pay aldı. şah hazretleri, son günlerinde, buyurdu. bir kerre de, , buyurduğunu kendisi haber vermişdir. muhammed parisa hazretlerine, nisbetinin kemallerini, mevlana arifi kerani hazretleri son günlerinde ihsan eylemişdir. bu nisbet kendisini kapladığı için şeyhlik yapamadı ve talebeyi kemale kavuşduramadı. yoksa, kemalin ve kemale erdirmenin en yüksek derecesinde idi. hace behaüddini buhari muhammed parisa için, buyurmuşdu. mevlana arif, bu ferdiyyet nisbetini zevcesinin pederi mevlana behaeddin hazretlerinden almışdı. ferdiyyet nisbetinde yüz, hak tealaya karşıdır. şeyhlikle, talebe yetişdirmekle, öğretmekle ilgisi yokdur. eğer bu nisbet, da'vet makamı olan ve talibleri kemale kavuşduran nisbeti ile birleşirse, ferdiyyet nisbeti ağır basınca, irşad etmek ve kemale kavuşdurmak az olur. eğer iki nisbet de tam ise, görünüşde halk iledir. içi ise, hep hak teala iledir. insanları yetişdirmekde, en yüksek derece, bu iki nisbeti taşıyan zatın makamıdır. nisbeti de, yalnız başına insanları kemale erdirmeğe yetişir. fekat bu büyüklerin bu makamda ayrı bir mertebeleri vardır. bakışları, kalb hastalıklarına şifadır. onların yanında bulunmak, kötü huyları yok eder. seyyidüttaife cüneydi bağdadi, bu büyük devlete kavuşmuşdu. bu yüksek makamla şereflenmişdi. kutbiyyet nisbeti, kendisine sırrii sekatiden gelmişdi. ferdiyyet nisbeti de, muhammed kassabdan hasıl olmuşdu. cüneyd hazretleri buyurdu ki, herkes beni sırrinin müridi sanır. ben muhammed kassabın müridiyim. bu sözü, nin çok olduğunu, ni, onun yanında yok bildiğini göstermekdedir. behaüddini buhari kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin talebelerinden sonra, bu yüksek zincirin büyük halkası, hacei ahrar hazretleridir. hacelerin cezbesini temamladıkdan sonra, ye başladı. seyrini isme kadar ulaşdırdı. isme girmeden önce, fena hasıl oldu. sonra yine cezbeye döndü. böylece, ayrı bir fena sahibi oldu. ayrıca bunun bekasına da kavuşdu. bu makamda büyük şan sahibi oldu. fena ve beka bilgileri ve ma'rifetleri, kendisine bu makamda verildi. makamlar ayrı olduğundan, bilgileri de başkadır. birisinde tevhidi vücud vardır. ötekinde yokdur. tevhid ile ilgileri olan ihata, sereyan, zati ilahi ile beraberlik, kesretde vahdeti görmek, kesretin, gayb olması, öyle ki, salik kendisine diyemez gibi bilgiler de hep böyledir. mutlak fenadan sonra hasıl olan bilgiler böyle değildir. bunların hepsi, islamiyyet bilgilerine uygundur. hiçbirini islamiyyete uydurmak için sıkıntı çekilmez. soruya cevaba yer kalmaz. fekat, hangi cezbe olursa olsun, cezbede olan beka, sekrden kurtulmaz. tam sahv olmaz. baki olduğu halde, kendisine ben diyemez. hiçbir kelime ile kendisine işaret edemez. çünki, cezbede muhabbet kaplar. muhabbet kaplayınca, sekr lazım olur. bunun için, hiçbir zeman sekrden kurtulamaz. bilgileri de sekrle karışık olur. vahdeti vücudü anlatır. çünki vahdeti vücud, sekrden ileri gelir. muhabbetin kaplamasından hasıl olur. masiva görünmez. sahva gelirse, mahbubu görmek başka olur. masivayı görmek başka olur. vahdeti vücude inanmaz olur. mutlak fenadan sonra olan beka, sülukün sonudur. sahvın ve ma'rifetin başlangıcıdır. bu makamda sekr bulunmaz. fena halinde, salikden gayb olan şeylerin hepsi geri gelir. fekat şimdi, asl olarak gelmişlerdir. da, bu demekdir. buradaki bilgilerde sekr olmaz. bütün bilgileri, peygamberlerin bilgilerine uygundur aleyhimüssalevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekatü ila yevmiddin. büyüklerden birisinden işitdiğime göre, hacei ahrar hazretleri, annesinin babasından da bir nisbet almışdır. büyük babası şaşılacak hallere ve kuvvetli cezbelere sahibdi. hace hazretleri, oniki kutbun makamından da çok pay almışdır. dini kuvvetlendirmek, bu kutblara bağlıdır. muhabbetde büyük şanları vardır. hacei ahrarın islamiyyeti kuvvetlendirmesi ve dine yardım etmesi, aldığı bu paydan ileri gelmekdedir. mubarek hallerinden birazı, yukarıda bildirilmişdi. hacei ahrardan sonra kaddesallahü teala sirrehül'aziz bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeblerini her yere ve en çok, bunların kemallerinden hiç haberleri olmayan hindistan memleketlerine yayan ariflerin büyüğü ve ma'rifetlerin kaynağı ve allahü tealanın razı olduğu dinin bekçisi, üstadımız ve efendimiz muhammed baki sellemehüllahü teala olduğu, güneş gibi meydandadır. kemallerinden az birşey mektubuma eklemek istedim. buna razı oldukları anlaşılamıyarak, bu işe cesaret olunamadı. ikiyüzdoksanbirinci mektub bu mektub, mevlana abdülhayy için yazılmışdır. tevhidi vücudi ve tevhidi şühudi mertebeleri bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. bu mektubu yazarken, allahü tealadan yardım istiyorum. alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun aline ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! allahü teala senin de anlayışını artdırsın! birçoklarına tevhidi vücud bilgisinin hasıl olması, tevhid murakabesini çok yapdıkları içindir. kelimei tayyibesini, allahü tealadan başka hiçbirşey yokdur diye çok düşünmekden de hasıl olur. tevhid bilgilerinin, böyle uğraşarak elde edilmesi, hayalin kaplamasından olur. tevhidin ma'nası çok düşünülünce, hayalde yerleşir. sonradan elde edildikleri için, bu bilgiler kalıcı olmaz. tevhid bilgilerinin sahibi, hal sahibi değildir. çünki hal sahibleri, dürler. bunun ise, o zemanda, kalb makamından haberi yokdur. yalnız nin bilgisini elde etmişdir. ilmin de dereceleri vardır. herbiri, birbirlerinden üstündürler. tevhidi vücudi bilgileri, birçoklarında da kalbin muhabbetinden ve çekilmesinden hasıl olur. önce, ma'nasını düşünmeden çok zikr ve murakabe yapılır. böyle çalışarak veya yalnız allahü tealanın ihsanı olarak, na gelir. bu makamda, cezbe hasıl olur. eğer, bunlarda, tevhidi vücudi cemali hasıl olursa, özlediklerini çok sevdikleri için olur. sevdiklerinin masivası gözlerinden örtülür. masivasını görmeyince ve bulmayınca, halıkdan başkasını yok bilirler. böyle tevhid, hallerden hasıl olur. vehm ve hayal ile ilişiği yokdur. böyle olan erbabı kulub eğer, aleme geri döndürülürlerse, sevdiklerini alemin her zerresinde görürler. herşeyi, sevgililerinin güzelliklerini gösteren birer ayna bilirler. eğer, allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, kalb makamından çıkarak, kalbin sahibine dönerlerse, kalb makamında hasıl olmuş olan, tevhid ma'rifeti, yok olmağa başlar. ne kadar çok yükselirlerse, kendilerini bu ma'rifetden o kadar daha ilgisiz bulurlar. bunlardan birkaçı, bu ma'rifet sahiblerini beğenmemeğe, onlara dil uzatmağa bile varmışlardır. rükneddin ebülmekarim alaüddevlei semnani böyledir. başka birkaçı da; bu ma'rifet yok oldukdan sonra, bu bilgileri savunmakla veya kötülemekle hiç ilgilenmezler. bu satırları yazan , tevhid ma'rifetinin sahiblerine dil uzatmakdan sakınırım. onlara, yakışmıyan birşey söylemem. onlarda bu hal, kendi istekleri ile olsaydı, o zeman, beğenmemenin ve dil uzatmanın yeri olurdu. onlarda bu hal, istemiyerek, ellerinde olmıyarak hasıl olmakdadır. bu hal, onlara hakim olmuşdur. bunun için birşey denilemez. sıkışık olana birşey söylenemez, kötülenemez. fekat, bu ma'rifetin üstünde başka ma'rifetin bulunduğunu da bilirim. bu halin ötesinde başka hal de vardır. o makamda kalmış olanlar, birçok üstünlüklere kavuşamazlar. yüksek makamlara çıkamazlar. sermayesi az olan bu fakir kaddesallahü teala sirrehül'aziz, zikrler ve murakabeler yaparken, tevhidin ne demek olduğunu düşünmeden, hatta hiç uğraşmadan, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, feyzler, nurlar kaynağı, hakikatlerin, ma'rifetlerin üstadı, allahü tealanın razı olduğu dinin kuvvetlendiricisi, üstadımız ve efendimiz muhammed baki kaddesallahü sirrehül akdes hazretlerinden zikri öğrendikden ve yüksek teveccüh ve iltifatlarına kavuşdukdan sonra, kalb makamına çıkardılar. bu ma'rifeti açdılar. bu makamın bilgilerini ve ma'rifetlerini bol bol ihsan eylediler. bu ma'rifetlerin inceliklerini gösterdiler. uzun zeman, bu makamda bulundurdular. sonra, köle okşamak olgunluğu ile, bu köleyi, kalb makamından çıkardılar. bu ma'rifet yok olmağa başladı. yavaş yavaş azalarak, büsbütün yok oldu. bu hallerimi anlatmak, bu yazıların keşf ve zevk yolu ile yazılmış olduğuna inandırmak içindir. başkalarına uyarak, öyle sanarak yazılmadığını göstermek içindir. birçok evliyanın kaddesallahü teala esrarehümül'aziz başlangıcda tevhid ma'rifetlerini bildirmeleri, onları hiç küçültmez. bu ma'rifetler, kalb makamında iken hasıl olur. bu fakir de, o zeman, tevhid bilgileri, risaleleri yazmışdım. sevdiklerimizden birçoğu, o yazıları her yere yazdıkları için, onları toplamak güçleşdi. toplamayıp, öylece bırakıldı. tevhid ma'rifetlerini söyliyenler, o makamda kalır, ileriye geçemezlerse, o zeman aşağılık olur. tevhid erbabından birkaçı da, kendi şühudlarında, tam yok olur. bu şühudde yok olmağı, elden hiç kaçırmamak, varlıkdan hiçbirşeyin kendilerinde kalmamasını isterler. kendilerine demeği küfr bilirler. bunlara göre, en son mertebe, mertebesidir. ya'ni, yoklukdur. müşahedeyi bile, bir bağlılık bilirler. bunlardan birkaçı buyurmuşdur. varlığı hiç istemezler. muhabbete feda olmuşlardır. hadisi kudside, buyuruldu. öldürülenler, bunlardır. varlık, onlarca ağır bir yükdür. bunların rahatları hiç yokdur. çünki, gafletde olan rahat olur. bunlar devamlı olarak yok olmuşlardır. gafletin yeri yokdur. şeyhülislam hirevi buyuruyor ki, . insanın yaşıyabilmesi için gaflet lazımdır. allahü teala, çok merhametli olduğundan, onların herbirini yaratılışlarına uygun olan işle uğraşdırmakdadır. böylece gaflet hasıl olmakdadır. varlık yükü hafiflemişdir. birkaçını da sima' ve raksa alışdırmışdır. birçoğunu kitab yazmak, ilm ve ma'rifetler yaymak yoluna koymuşdur. kimisini de, mubah olan işlerle meşgul etmişdir. şeyh abdüllahi ıstahri, köpeklerle sahraya giderdi. bir kimse, büyüklerden bunun sebebini sordu. buyurdu. allahü teala, bunlardan kimisine de, tevhidi vücud ve kesretde vahdeti görmek bilgilerini verdi. böylece bu yükden birkaç saat rahat oldular. sıddikiyye büyüklerinden birkaçında kaddesallahü teala esrarehüm tevhid ma'rifetlerinin görünmesi, bunun içindir. bu büyüklerin nisbeti, tam tenzihe varır. alem ile ve alemde şühud ile işleri yokdur. rehberlerin başı, hakikatlerin ve ma'rifetlerin kaynağı, dinin yardımcısı hace ubeydüllahi ahrarın tevhidi vücud ve kesretde vahdeti görmek bilgilerine uygun ma'rifetleri yazması da böyledir. kitabında, tevhid ve buna benzer bilgiler vardır. bu bilgiler ve ma'rifetler, kendisinin alem ile oyalanması içindir. yüksek hocamızın da, kitabındaki bilgilere benzer ma'rifetler yazması böyledir. bu tevhid bilgileri, ne cezbeden ve ne de görülenin sevgisinin kaplamasından değildir. bunların alemle ilgileri yokdur. onlara alemde gösterilenler, onların görmekle şereflendikleri hakikatlerin zılleri, benzerleridir. şuna benzer ki, bir kimse güneşe aşık olsa, hep güneşe bakarak kendini ve alemi unutsa, kendini hatırlaması için ve güneşden başka şeylere bağlanarak, onun ışıklarının parlaklığından biraz kurtularak rahat etmesi için, güneşi bu alemin aynalarında gösterirler. böylece, onun bu alemle ilgisini sağlarlar. ara sıra, bu alem güneşin kendisidir, güneşden başka hiçbirşey var değildir derler. başka zeman da alemin her zerresinde güneşi gösterirler. sual: alem, güneş değildir. bunu güneş olarak bildirmek, yanlış değil midir? cevab: alemde bulunan herşeyin ortak oldukları yerleri vardır. birbirlerine benzemiyen yerleri de vardır. hak teala, sonsuz kudreti ile, birçok faideleri sağlamak için, bunların benzemiyen yerlerini, gözlerinden örter. yalnız ortak olan yerlerini görürler. hepsi birdir, ayrılık yokdur derler. böylece güneşi de, bu alem olarak görürler. hak tealanın bu alemle hiçbir ilişiği yokdur. fekat, ism benzerliği bakımından, alemle birleşmiş görürler. şöyle ki, hak teala vardır. alem de vardır. bu iki varlık, her ne kadar başka ise de, ism benzerliği vardır. bunun gibi, allahü teala bilicidir, işiticidir, görücüdür, diridir, gücü yeticidir, dileyicidir. alemin birkaç parçası da böyledir. ondakilerle bunlardakiler birbirlerine, her ne kadar benzemezler ise de, sonradan olan varlığın çürük yerleri ve sıfatlarının aşağı tarafları, onların gözünden örtülmüşdür. bunun için, hak teala alem ile birleşmişdir diyebilirler. tevhidin böylesi, en yükseğidir. böyle ma'rifet sahibleri, bu hale mağlub değildirler. bu ma'rifetleri sekrden ileri gelmemişdir. bir faide için, bu hale düşürülmüşlerdir. bu ma'rifet, onları sekrden sahva getirir. kendilerine rahatlık verir. başkalarına sima' ve raks ile ve birçoğuna da, mubah işlerle meşgul etmekle rahatlık vermeleri gibidir. tesavvuf büyüklerinden çoğunu, kendi gördüklerine benzemiyen şeylerle oyalarlar. bu büyükler ise, gördüklerine benzemiyen şeylere dönüp bakmazlar. onlarla oyalanmazlar. bunun için, alemi bunların gördüklerine benzetmişlerdir. yahud, onu alemin her parçasında göstermişlerdir. böylece, birkaç zeman yüklerini hafifletmişlerdir. bu aşağı kul, tevhidin bu son şeklini keşf ve zevk ile bilmiyordum. yukarıda yazılmış olan ikisini biliyordum. bu sonuncusunun da bulunduğunu sanıyordum. bundan dolayı, kitablarda ve mektublarda, yalnız ikisini, hatta yalnız ikincisini yazmışdım. tevhidi vücudiyi yalnız böyle bildirmişdim. fekat, büyük hocamızın vefatından sonra, mubarek mezarını ziyaret için, allahü tealanın belalardan koruduğu dehli şehrine gitmişdim. bayram günü, mubarek mezarını ziyaret etdim. mubarek mezarına teveccüh edince, mukaddes ruhundan çok iltifat göründü. kimsesizleri okşamak yüksekliğinden dolayı, kendi nisbetini bu fakire ihsan buyurdu. bu nisbet, hacei ahrar hazretlerinden gelmekde idi. bu nisbete kavuşunca, bu bilgilerin ve ma'rifetlerin içyüzünü zevk yolu ile anladım. böylece, bu büyüklerdeki tevhidi vücudinin, kalbin cezbesinden veya muhabbet kaplamasından olmadığı, belki yüklerinin hafifletilmesi için ihsan edildiği anlaşıldı. bu anlayışı açıklamayı çok zeman uygun bulmadım. fekat, birkaç kitabımda, o eski iki ma'rifet yazılmış olduğundan, kısa görüşlü kimseler, bu yazılardan o iki büyük zatın küçültülmesi lazım olacağını zan etdiler. çünki, o iki büyük zatın yolu, tevhid yolu idi. bu kısa görüşlüler, fitne çıkaran sözlere başladılar. öyle oldu ki, bu hayalleri, istekleri az olan talebelerin çalışmalarına gevşeklik verdi. bunları görünce, tevhidin bu kısmını da açıklamayı uygun buldum. bu yazıma vesika olmak için, herkesce bilinen bir olayı da bildiriyorum. hocamızı çok seven bir zat dedi ki, hocamızdan işitdim: bizim, tevhid sahiblerinin kitablarını okuyarak bir nisbet edindiğimizi söylüyorlar. böyle değildir. maksad, kendimizi biraz gafil etmekdir buyurdu. bu sözleri, yukarıdaki yazılarımızı kuvvetlendirmekdedir. faziletli şeyh abdülhaki dehlevi, hocamızı çok sevenlerdendir rahmetullahi teala aleyhima. o söyledi ki, hace hazretleri vefatından birkaç gün önce buyurdu ki: çok iyi anladım. tevhid, dar bir sokak imiş. geniş cadde başka imiş. böyle olduğunu önceden de biliyordum. fekat şimdi çok iyi anladım. bu sözünden anlaşılıyor ki, son mertebelerinde, tevhid ile ilgileri kalmamışdı. başlangıcda tevhid ma'rifetlerinin de bulunması, bir leke değildir. büyüklerden çoğunda, ilk zemanlar, böyle bilgiler hasıl olmuşdur. sonra, buradan ilerlemişler, yükselmişlerdir. sıddikıyyenin cezbe makamına kavuşdukdan sonra, hace behaüddin hazretlerinin yolu ile hacei ahrar hazretlerinin yolu birbirinden ayrılmakdadır. ilmleri ve ma'rifetleri de başkadır. hacei ahrar hazretlerinin teveccühünde, annesinin babalarının nisbeti çokdur. bu nisbet, dedelerine birbirlerinden gelmişdir. yukarıda bildirilen fena ve yokluk, o büyüklerin nisbetindendir. bu fakir, gençlere daha faideli olmak için, talibleri hace behaüddin hazretlerinin yolu ile yetişdirmeği uygun buldum. bu yolun ilmleri ve ma'rifetleri, islamiyyetin ilmlerine daha yakındır. islamiyyetin temelden sarsıldığı böyle bozuk bir zemanda, o yolun bilgilerini yaymağı uygun buldum. talebeyi yetişdirmek için bu yolu seçdim. hak teala, eğer yolunun bu fakir ile yayılmasını dileseydi, alemi onun nurları ile doldururdu. çünki, bu iki büyüğün her birine, nurlarını bol bol vermişdir. her iki büyüğün yetişdirme yolunu açmışdır. ihsan sahibi, yalnız allahü tealadır. dilediğine verir. allahü tealanın ihsanı çokdur. farisi iki tercemesi: o padişahın ihsanı boldur. iki alemi bir fakire verir. padişah, bir fakir kapısına, gelirse şaşma, büyüklük budur! vedduha suresi onbirinci ayetinin, meali şerifine uyarak, birkaç gizli bilgiyi açıkladım. hak teala, hak taliblerini, bundan faidelendirsin! inanmıyanların inkarlarının artmasından başka birşey olmıyacağını biliyorum. fekat, yalnız taliblerin faideleneceklerini düşünüyorum. inanmıyanlar hesaba katılmaz ve onlara bakılmaz. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, onunla, çoğunu yoldan kaydırır. çoğunu da, doğru yola kavuşdurur buyuruldu. keskin görüşlü olanlar, iyi bilir ki, bir faide düşünerek bir yolu seçmek, bunun başka yoldan üstün olduğunu göstermez. öteki yolun daha aşağı olduğu anlaşılmaz. farisi tercemesi: kolay olur şehrin kapısını kapamak. mümkin olmaz, düşmanın ağzını kapamak. bütün ni'metlerin ve ihsanların sahibi olan allahü tealaya her zeman hamd olsun! onun peygamberine ve seçilmiş olan aline ve en iyi olan eshabına sonsuz salat ve selam ve düalar olsun! ikiyüzdoksanikinci mektub bu mektub, abdülhamidi bingaliye yazılmışdır. tesavvuf yolcusuna lazım olan edebler ve onların birkaç şübhelerinin giderilmesi bildirilmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. peygamberinin edebleri ile bizleri edeblendiren ve muhammed mustafanın aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha ahlakına kavuşduran allahımıza hamd olsun! bu yolun salikleri ikiye ayrılır: ya mürid olurlar, yahud murad olurlar. murad olanlara müjdeler olsun! cezb ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler. aradıklarına ulaşdırırlar. lazım olan her edebi, pir yardımı ile veya arada pir olmadan, bunlara öğretirler. yanıldıkları zeman, haber verirler. ondan dolayı birşey yapmazlar. eğer rehbere ihtiyacı olursa, kendisi aramadan, uğraşmadan ona kavuşdururlar. kısaca, allahü tealanın sonsuz olan ihsanı, onun her zeman imdadına yetişir. sebeb yaratarak veya sebebsiz olarak, işini görürler. şura suresi onüçüncü ayetinde mealen, buyuruldu. talib olanların, arada vasıta olmadan kavuşmaları çok güçdür. cezbe ve süluk ni'metlerine kavuşmuş olan, fena ve beka ile şereflenmiş olan, ve ve ve yollarını geçmiş olan bir vasıtanın yardımı lazımdır. bunun cezbesi, sülukünden önce olmuş ise ve muradlardan olarak yetişdirilmiş ise, bulunmaz bir ni'metdir. onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devadır. bakışları şifadır. taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur. böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczub olan salik de, büyük bir ni'metdir. bu da talibleri yetişdirebilir. onun yardımı ile, fena ve beka ni'metine kavuşurlar. farisi tercemesi: gökler, arşa bakılırsa aşağıdır. yoksa, toprağa göre, çok yüksekdirler. allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zat ele geçerse, onun şerefli vücudünün kıymetini bilmelidir. kendini ona tam teslim etmelidir. kendi se'adetini onun rızasına kavuşmakda aramalıdır. onun razı olmadığı şeyleri, kendi için felaket bilmelidir. kısaca, bütün istekleri, onun rızasına kavuşmak olmalıdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha, buyurdu. sohbetin edeblerine uymak ve şartlarını gözetmek, bu yolda herhalde lazımdır. feyz yolu, ancak bununla açılır. bunlar gözetilmezse, hiçbirşey elde edilemez. ondan kaddesallahü teala aleyhim ecma'in faide elde edilemez. çok lazım olan edeblerden ve şartlardan birkaçını bildiriyorum. can kulağı ile dinleyiniz: talib, gönülden, herşeyi çıkarıp, bütün varlığı ile pirine bağlanmalıdır. onun yanında, ondan izn almadan, nafile ibadet ve zikr yapmamalıdır. onun yanında iken, ondan başka hiçbirşeye bakmamalıdır. bütün gücü ile, ona bağlanıp oturmalıdır. o emr etmedikce, zikr bile yapmamalıdır. onun yanında farz ve sünnet namazlardan başka namaz kılmamalıdır. bir sultanın veziri, sultanın yanında iken, kendi elbisesine bakar. eli ile kuşağını düzeltir. o anda, sultan ona bakıyordu. kendinden başkası ile olduğunu görünce, onu azarlıyarak, benim vezirim olasın da, benim karşımda, elbisenin kuşağı ile oynıyasın. buna dayanamam diyerek onu azarlar. düşünmelidir ki, bu alçak dünyanın işleri için, ince edeblere dikkat edilince, allaha kavuşduran işlerde edebleri tam ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lazım olacağı anlaşılır. kendi gölgesi, onun elbisesine veya gölgesine düşmiyecek bir yerde durmağa veya oturmağa dikkat etmelidir. onun namaz kıldığı yere hiçbir zeman basmamalıdır. onun abdest aldığı yerde abdest almamalıdır. onun kullandığı kabları kullanmamalıdır. onun yanında, birşey yimemeli, içmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. hiç kimseye, hiçbir yere bakmamalıdır. o yok iken, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalıdır. o yere doğru tükürmemelidir. onun her yapdığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru ve iyi bilmelidir. o herşeyi ilham ile ve izn ile yapar. bunun için, hiçbir işine, birşey söylenemez. ilhamında hata olsa bile, ilhamda yanılmak, ictihadda yanılmak gibidir. ayblamak ve karşı gelmek caiz olmaz. bu yolda vasıta olanı seven bir kimseye, onun her yapdığı ve her sözü sevgili gelir. ona karşılık vermenin yeri olmaz. her işde, yimekde, içmekde, elbise giymekde, yatmakda ve ibadetlerde, hep ona uymalıdır. namazı onun gibi kılmalıdır. fıkhı, onun ibadetlerini görerek öğrenmelidir. farisi tercemesi: bir güzelin yanında bulunsa kişi, bağ ve bostan ve güllerle olmaz işi. onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal danesi kadar bile karşılık vermemelidir. karşılık veren mahrum kalmakdan kurtulamaz. insanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur gören kimsedir. allahü teala, bu büyük beladan bizleri korusun! onda bir harika, bir keramet aramamalıdır. gönlünden böyle birşey geçirmemelidir. bir mü'minin, bir peygamberden, bir mu'cize istediği, hiç görülmüş müdür? kafirler ve inanmıyanlar mu'cize ister. farisi iki tercemesi: mu'cizeden maksad, düşmanı kırmakdır. nebiyi sevmek demek, ona uymakdır. imana gelmez herkes, mu'cize ile, imana kavuşur insan muhabbetle. gönlünde bir şübhe hasıl olursa, hemen bildirmelidir. şübhesi çözülmezse, kusuru kendinde bilmelidir. pirde hiçbir kusur görmemelidir. rü'yalarını ondan saklamamalıdır. ta'birlerini ondan beklemelidir. kendi yapdığı ta'biri de söylemeli, doğru olup olmadığını sormalıdır. kendi keşflerine güvenmemelidir. bu dünyada, doğru ile yanlış karışıkdır. haklı ile haksız bir aradadır. sıkışmadıkça ve izn almadıkça ondan ayrılmamalıdır. ondan ayrılıp başkasına gitmek, müridliğe yakışmaz. sesini, onun sesinden yükseltmemelidir. onunla yüksek sesle konuşmak, edebsizlik olur. kendine gelen her feyzi, her keşfi, ondan bilmelidir. rü'yada, başka şeyhlerden feyz geldiğini görürse, onları da, kendi şeyhinden bilmelidir. bütün üstünlüklerin ve feyzlerin onda bulunduğunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze uygun olan bir zat şeklinde olarak ondan geldiğini ve onun latifelerinden, o feyze uygun bir latifenin, o zat şeklinde göründüğünü bilmelidir. kendisi yanılarak, onun latifesini, başka zat sanmış, feyzi ondan geliyor bilmişdir. bu büyük bir yanılmakdır. hak teala yanılmakdan korusun! insanların en üstünü hürmetine, se'adete vasıta olan zata inancı ve sevgiyi doğru eylesin aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat. kısacası, , ata sözü olmuşdur. edebi gözetmiyen bir kimse, allahü tealaya kavuşamaz. edeblerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edebleri yerine getiremezse ve uğraşdığı halde başaramazsa, afv olunur. fekat, kusurunu bildirmesi lazımdır. eğer allah korusun, edebleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin faidesine ve bereketine kavuşamaz. farisi tercemesi: se'adet yazılmamışsa bir kimseye, faidelenmez peygamberi görse de. bir kimse, vasıtanın yardımı ile fena ve beka mertebesine kavuşarak, ilham ve firaset yolu kendisine açılırsa ve ondan bu müjdeyi alırsa ve kemale geldiğini işitirse, o zeman, ilham olunan birkaç şeyde ona uymaması ve kendi ilhamına göre hareket etmesi caiz olur. çünki böyle yükselen bir mürid, rehbere uymakdan kurtulmuşdur. başkasına uyması hata olur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabı ictihad işlerinde ya'ni kur'anı kerimde ve hadisi şeriflerde açıkca bildirilmemiş olan şeylerde, o serverin ictihadından ayrılmışlardır. bunların birkaçında, eshabın ictihadı doğru olmuşdur. çok okuyanlar, böyle olduğunu bilirler. bundan anlaşılıyor ki, olgunlaşan birinin vasıtaya uymaması caizdir. ona uymaması edebsizlik olmaz. hatta bu mertebenin edebi, ona uymamakdır. eğer böyle olmasaydı, edeblerin en yüksek mertebesine varmış olan eshabı kiram, hiç uymamazlık etmezlerdi. imamı ebu yusüfün, ictihad mertebesine yükseldikden sonra, imamı azam ebu hanifeye uyması doğru değildir. kendi re'yine uyması, imamı azama uymaması doğrudur radıyallahü anhüma. imamı ebu yusüfün, dediği meşhurdur. san'atların ilerlemesi, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. bir düşünce ile kalsaydı, ilerleme olmazdı. sibeveyh zemanında olan nahv bilgisine yeni buluşlar ve yeni görüşler eklenerek, bugün yüz kat fazla artmışdır. fekat, bu ilmin temelini kuran odur. üstünlük onundur. herşeyin üstünü, kurucusudur. yükseltmek şerefi ise, sonra gelenlerindir. bundan dolayıdır ki, hadisi şerifde, ümmetim, yağmura benzer. öndekiler mi, sondakiler mi daha iyidir, belli olmaz buyuruldu. ek: okuyanların şübhelerini gidermek için, şunu ekliyelim ki, vasıta diriltir ve öldürür. o makamın öldürme ve diriltme gücü olması lazımdır demek, ruhu diriltmekdir. cismi, bedeni diriltmek değildir. öldürmek de ruhu öldürmekdir. cismi değil. ruhun dirilmesi ve ölmesi, fena ve bekasıdır ki, na ve kemale ulaşdırır. olgun bir zat, allahü tealanın izni ile, bu iki şeyi yapabilir. bu zatın öldürmesi ve hayat vermesi lazımdır. hayat vermek ve öldürmek demek, beka ve fena makamına kavuşdurmak demekdir. bedeni öldürmek ve ölüyü diriltmekle, bu makamın bir ilgisi yokdur. o, bir miknatısa benzer. miknatısın te'sir etdiği iğne, saman çöpü gibi şeyler, onun arkasında sürüklenir. ondan miknatıs enerjisi alırlar. evliyanın harikalar ve kerametler göstermesi, insan toplamak için değildir. görünmiyen kuvvetlerle çekerler. onları tanımıyan ve sevmiyenler, onlardan istifade edemez, yükselemezler. binlerle mu'cize, harika ve kerametler görseler, hiç faide olmaz. bu sözümüze inanmak için, ebu cehli ve ebu lehebi gözönüne getirmek yetişir. allahü teala, en'am suresinin yirmibeşinci ayetinde, kafirleri bildirirken mealen, ayetlerin hepsini görseler de, onlara inanmazlar. hatta, sana geldikleri zeman, seninle döğüşürler. kafirler bu söylediklerin, olsa olsa, eskilerden kalan hurafelerdir, uydurma şeylerdir, derler buyurdu. vesselam. ikiyüzdoksanüçüncü mektub bu mektub, şeyh muhammed çitriye yazılmışdır. hadisi şerifdir. ebu zeri gıfari de böyle söylemişdir. niçin söylemişdir? abdülkadiri geylani hazretleri, demişdir. bu sözün ne demek olduğu bildirilmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! kıymetli mektubunuz geldi. bizleri sevindirdi. allahü tealanın sevdiklerinin bu fakirleri hatırlaması, bizim için ne büyük ni'metdir. soruyorsunuz ki, resulullah aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. ebu zeri gıfari radıyallahü anh da böyle buyurmuşdur. bu nasıl olur? ayrıca şeyh muhyiddin abdülkadiri geylani kuddise sirruh hazretleri, demişdir. bir başkası da, böyle demişdir. bu iki söz üzerinde zeman zeman, arkadaşlar arasında çatışmalar oluyor. merhamet buyurarak, bu iki sözün ne demek olduklarını ve herbirini söyliyenlerin başka başka ne demek istediklerini uzun yazınız ve bu garibin anlaması için, açıklıyarak gönderiniz diyorsunuz. kıymetli yavrum! bu fakir kaddesallahü sirrehül'aziz kitablarımda yazmışdım ki, o serverin sallallahü aleyhi ve sellem tecelliye kavuşması devamlı idi. ara sıra, daha yakın olduğu zemanları da vardı. bu nadir zemanları, namazda idi. bunun için, buyurdu. hadisi şerifi de, bu sözümüzün doğru olduğunu göstermekdedir. ebu zeri gıfari, o servere tam uyduğu ve ona varis olduğu için, bu ni'mete kavuşmuşdur. çünki, o serverin tam izinde gidenlerin büyükleri, onun varisi olurlar. onun bütün üstünlüklerinden çok pay alırlar. şeyh abdülkadiri geylani hazretleri kuddise sirruh, buyurmuşdur. kitabının sahibi olan şihabüddin hazretleri, ebünnecibi sühreverdi hazretlerinin talebesi idi. onun terbiyesi ile yetişmişdi. ebünnecib hazretleri de abdülkadiri geylani hazretlerinin talebesi ve çok yakın olanlarından idi. kitabında, kendini beğenmeği gösteren böyle sözlerin büyüklerden, ilk zemanlarında sekr hallerinin sonlarına doğru söylenmiş olduğu bildirilmekdedir. kitabında, abdülkadiri geylani hazretlerinin üstadlarından olan hammadi debbasın bir sözü yazılıdır. firaset ile buyurmuş ki, . görülüyor ki, bu sözü söylemesi emr olunmuşdu. bütün evliyanın boynu üstünde olduğunu söylemesi lazımdı. her ne olursa olsun, bu mubarek zatın sözü doğrudur. ister sekr kalıntıları ile söylemiş olsun, isterse söylemesi emr edilmiş olsun, mubarek ayakları kendi zemanında bulunan evliyanın hepsinin boynu üzerinde idi. o zemanki evliyanın hepsi, onun ayakları altında idi. fekat, şunu anlamalıdır ki, kendi zemanındaki evliya böyledir. daha önce gelmiş olan ve daha sonra gelecek veliler, bu sözün dışında kalmakdadır. hammadın yukarıda yazılı olan sözünde de ayakları, kendi zemanındaki evliyanın hepsinin boyunları üzerinde olduğu bildirilmekdedir. bağdadda bir gavs vardı. abdülkadiri geylani ve ibnüssakka ve ebu sa'id abdüllah bunu ziyarete gitdiler. gavs, firaset ile anlayarak, abdülkadiri geylaniye dedi ki, . bu gavsin, bu sözünden de anlaşılıyor ki, geylaninin sözü, yalnız kendi zemanındaki evliya içindir. şimdi de hak teala bir kimsenin gözünü açarsa, o gavsın gördüğünü o da görerek, o zemanın evliyasının boyunlarının geylaninin ayağı altında olduğunu anlar. bu söz başka zemandaki evliya için değildir. daha önceki evliya için, nasıl olabilir ki, eshabı kiram aleyhimürrıdvan da bunların içindedir. eshabı kiramın, geylaniden daha üstün oldukları meydandadır. geylaninin zemanından sonra gelen evliya da, bu sözün içine nasıl girebilir? çünki, resulullahın aleyhi ve ala alihissalatü vesselam ahır zemanda geleceğini müjdelediği ve halifetullah dediği hazreti mehdi, bu evliyanın içindedir. ülül'azm peygamberlerden olan hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam sabikundandır. bu islamiyyete uyacağı için, peygamberlerin sonuncusunun eshabından olacakdır aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. bu yüce peygamber, abdülkadiri geylani hazretlerinden elbette katkat daha yüksekdir. belki de, bu ümmetin sonda gelenlerinin üstünlüğünü bildirmek için, o server aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. sözün kısası, abdülkadiri geylani hazretlerinin vilayeti çok şanlıdır. derecesi pek yüksekdir. vilayeti hassai muhammediyyeyi sır latifesi yolundan, başından sonuna kadar temamlamışdır. vilayet zincirinin baş halkası olmuşdur. bunu işitince, abdülkadiri geylaninin bütün evliyadan üstün olduğu anlaşılmamalıdır. çünki, vilayeti muhammedinin baş halkası olması, sır yolundandır. her bakımdan baş halka olsaydı, o zeman üstün olurdu. şunu da söyleyelim ki, vilayeti muhammediyyenin her bakımdan baş halkası olmakla da, daha üstün olmak lazım gelmez. çünki bir başkası, muhammed aleyhisselamın peygamberliği kemalatına varis olarak daha üstün olabilir. abdülkadiri geylani kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin talebesinden birkaçı, kendisini sevmekde taşkınlık yapıyorlar. hazreti aliyi radıyallahü teala anh sevenlerin taşkınlıkları gibi aşırı gidiyorlar. sözlerine bakılırsa, kendisini, geçmiş ve gelecek bütün evliyadan daha üstün bildikleri anlaşılıyor. peygamberlerden salevatullahi teala aleyhim ecma'in başka kimseyi abdülkadiri geylaniden üstün gördükleri işitilmemişdir. sual: abdülkadiri geylanide görülen harikalar ve kerametler, o kadar çokdur ki, başka hiçbir velide bu kadar keramet görülmemişdir. hepsinden daha yüksek olduğu buradan anlaşılmaz mı? cevab: harikaların ve kerametlerin çok olması, daha üstün olmağı bildirmez. hiç harikası görülmeyen bir veli, harikaları ve kerametleri çok görülen bir veliden daha üstün olabilir. sühreverdi, kitabında, evliyanın harikalarını ve kerametlerini anlatdıkdan sonra buyuruyor ki, bunların hepsi allahü tealanın ihsanlarıdır. dilediğine ihsan eder. fekat bunlardan hiçbiri verilmeyen bir veli, bunların hepsinden daha üstün olabilir. çünki, harikalar ve kerametler yakini, güveni artdırmak içindir. kendisine yakin ihsan edilmiş olanın, kerametlere ihtiyacı kalmaz. bu kerametlerin hepsi, kalbin zikre alışması ni'metinden daha aşağıdır. harikaların çok görünmesini üstünlük bilmek, hazreti alinin iyi ve üstün hallerini görerek onu hazreti ebu bekrden daha üstün bilmeğe benzer. çünki, onda bu kadar üstün ve iyi haller görülmemişdir radıyallahü anhüma. kıymetli kardeşim! harikalar, kerametler, ikiye ayrılır: birincisi, allahü tealanın zatına ve sıfatlarına ve işlerine aid olan bilgiler ve ma'rifetlerdir. bunlar akl ile, düşünce ile elde edilemez. seçdiği kullara ihsan eder. ikincisi, mahlukların şekllerini keşf etmek, madde alemindeki gaybleri bulmakdır. birinci kerametler, doğru yolda bulunanlara, allahü tealanın sevdiklerine verilir. ikincisi, doğru yolda olana da, bozuk yolda olana da verilir. çünki, istidrac sahibi olan kafirlerde de, ikinci harikalar görülmekdedir. kerametlerin, harikaların birincisine, allahü teala şeref ve kıymet vermişdir. bunları yalnız sevdiklerine ihsan eder. düşmanlarını bunlara ortak etmez. cahiller, harikaların ikincisine kıymet verirler. onları üstün ve yüksek görürler. bunları kafirlerde bile görünce, kalın kafalı oldukları için, onlara nerede ise, tapınacak olurlar. onların iyi ve kötü her isteklerine boyun eğerler. bu ahmaklar, belki de, harikaların birincisini harika bilmezler ve keramet saymazlar. harika deyince, yalnız ikincisini anlarlar. keramet deyince, yalnız mahlukların, madde aleminin bilinmesini, gayblerden haber verilmesini sanırlar. mahlukların bilinen veya bilinmeyen hallerinden haber vermenin ne kıymeti ve hangi şerefi olabilir? bunların bilinmemesi, bilinmesinden belki daha uygundur. mahlukların hallerini, inceliklerini unutmak, belki daha yakışık alır. şerefli ve kıymetli olan ve saygı göstermeğe, üstün görmeğe layık olan, uygun olan ancak allahü tealanın ma'rifetidir. farisi tercemesi: melek yüzünü örtmüş, şeytan naz yapıyor: şaşırdım kaldım, hayretden aklım gidiyor. şeyhülislam hirevi velimamülensari abdüllah kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerinin, kitabında ve buna kendi yapdığı şerhinde buyuruyor ki: tecribe ile anladım ki, ma'rifet sahibi olanların firaseti allahü tealaya yarayan kimselerle, ona yaramıyan kimseleri ayırmakdır. allahü tealayı zikr edenleri ve na kavuşanların yaradılışlarındaki uygunluğu anlamakdır. ma'rifet sahiblerinin firaseti budur. açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefslerini temizleyenlerin, fekat hak tealaya yaklaşmıyanların firasetleri cismleri, maddeleri keşf etmek, mahlukların gayblerini haber vermekdir. bunlar, yalnız mahluklardan haber verir. çünki, hak teala ile aralarında perde vardır. ma'rifet sahibleri ise, allahü tealadan kendilerine gelen ma'rifetlere kavuşurlar. hep allahü tealadan haber verirler. insanların çoğu, allahü tealadan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşf edenlere, mahluklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. onları büyük bilirler. onları evliya ve allahü tealanın seçilmiş kulları sanırlar. hakikatden haber verenlere dönüp bakmazlar. bunların allahü tealadan bildirdiklerine inanmazlar. bunlar, dedikleri gibi evliya olsalardı, bizim hallerimizden ve mahlukların hallerinden haber verirlerdi. mahlukların hallerini bilmiyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir? derler. bu bozuk ölçüleri ile evliyaya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. allahü tealanın, bu büyükleri, cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bırakmadığını bilmezler. bunlar mahlukların hallerine dönüp baksalardı, hak teala ile olmağa yakışmazlardı. böyle hak adamlarından birinin maddelerin, cismlerin hallerine az bir bakışla, başkalarının anlıyamadığı şeyleri firasetle anladıklarını biz çok gördük. bunların firaseti hak tealaya olan ve onun yakınlığına olan firasetdir. nefslerini temizleyenlerin mahluklara olan firaseti, hak tealayı ve ona yakın olan şeyleri anlıyamaz. bu firaset müslimanlarda olduğu gibi, hıristiyanlarda, yehudilerde ve başka milletlerde de vardır. çünki, allahü teala buna kıymet vermez. uygun olan kimselere verir. denir. ikiyüzdoksandördüncü mektub bu mektub, oğlu zahiri ilmlerin ve batın ma'rifetlerinin sahibi mecdeddin hace muhammed ma'sum kuddise sirruh hazretlerine yazılmışdır. allahü tealanın sekiz sıfatını ve peygamberlerin ve bütün insanların mebdei te'ayyünlerini ve tecellileri bildirmekdedir: varlığı lazım olanın sekiz hakiki sıfatının birincisi hayat sıfatı, sonuncusu tekvin sıfatıdır. bu sekiz sıfat üç dürlüdür. birincisinin aleme bağlılığı çokdur. mahluklarla ilgisi çokdur. tekvin sıfatı böyledir. bunun içindir ki, ehli sünnet alimlerinden çoğu, tekvinin hakiki sıfatlardan olmadığını, izafi sıfatlardan olduğunu söylediler. sözün doğrusu, tekvin hakiki sıfatlardandır. fekat, mahluklara bağlılığı çokdur. sıfatların ikincilerinin mahluklarla bağlılığı azdır. ilm, kudret, irade, sem', basar ve kelam sıfatları böyledir. üçüncüsü, en yüksek olan sıfatıdır. alemle hiç ilgisi yokdur. hayat sıfatı böyledir. hayat sıfatı, bütün sıfatların anasıdır. hepsinin temelidir. hepsinden daha öncedir. buna en yakın olan sıfat, ilm sıfatıdır. ilm sıfatı, peygamberlerin sonuncusunun üdür aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. öteki sıfatlar, başka insanların mebdei te'ayyünleridir. , zuhur etmek, meydana çıkmak demekdir. , meydana çıkmanın, var olmanın başlangıcı, kaynağı demekdir. her sıfatın, çeşidli şeylere bağlılığı olduğu için parçaları vardır. şöyle ki, tekvin sıfatının, yaratmak, rızk vermek, diriltmek ve öldürmek gibi çeşidli bağlılıkları olduğu için, parçaları olmuşdur. bu parçalar da, bütünleri gibi, insanların mebdei te'ayyünleri olmuşdur. mebde'leri, sıfatların parçaları olan te'ayyünler, mebdei te'ayyünü, sıfatın bütünü olan kimseye tabi' olur. onun ayağı altında, gölgesinde yaşar. bundan dolayı, demişlerdir aleyhimüssalevatü vettehıyyatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. bu parçalar, eğer süluk yolu ile aşılır ve bütünlerine katılır ve parçaların şühudü, bütünlerin şühudü olursa, aralarında yalnız asl olmakdan ve tabi' olmakdan başka ayrılık kalmaz. birisi doğrudan doğruya, ikinciler ise, bunun dolayısı ile kavuşur. çünki tabi' olan, herneye kavuşur, her ne görürse aslından alır. aslı arada olmadan birşeye kavuşamaz. tabi', kendi kusurundan dolayı, aslının arada bulunduğunu bilmiyebilir. fekat aslı, onunla meşhudü arasında bir perdedir. ayıran, önliyen perde değil, kavuşduran, gösteren perdedir. sinema perdesi, şeklleri saklamaz, örtmez. onları gösterir. perde olmazsa, birşey görünmez. gözlük de böyledir. gözün önündeki gözlük, görmeyi önlemez. görülemiyen şeyleri gösterir. parçaların, yükselerek, kendi bütününden ayrılıp, başka bir bütüne girmeleri, bu bütünün gördüğünü müşahede etmeleri caiz değildir. böylece musa aleyhisselamın ayağı altında olanların isa aleyhisselamın ayağı altına geçmeleri olamaz. fekat, muhammed aleyhisselamın ayağı altına girebilirler. çünki hepsi, onun ayağı altındadırlar aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam. muhammed aleyhisselamın rabbi, onun mebde'i olan ism, dır, kaynakların kaynağıdır. bütünlerin bütünüdür. parçaların, asllarının aslıdır. muhammed aleyhisselamın ayağının altına yükselmek, aslın aslına yükselmek demekdir. başka bir asla girmek değildir. parçalarla, bütünleri arasında, şu ayrılık vardır ki, parçanın önünde iki perde vardır: birincisi, kendi bütünü olan aslıdır. ikincisi, aslının aslıdır. kendi bütününün perdesi ise, yalnız aslının aslıdır. bundan anlaşılıyor ki, muhammed resulullah, arada te'ayyünlerin perdesi olmaksızın şühud eylemekdedir. başkalarının şühudleri ise, te'ayyünlerin perdesindedir. hiç değilse, muhammed aleyhisselamın te'ayyünü perdesindedir. bunun içindir ki, , yalnız muhammed aleyhisselama olur, başkalarının tecellileri sıfatların perdesindedir demişlerdir. hiç olmazsa, muhammed aleyhisselamın rabbi olan, rablerin rabbi perdesindedir. muhammed aleyhisselamın rabbi olan ism, hayat sıfatından başka, bütün ismlerin ve sıfatların üstündedir. sual: başka peygamberlerin şühudü ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat muhammed aleyhisselamın rabbi mebdei te'ayyünü perdesinde oluyor dediniz. onun ümmetinin evliyası, onun ayağı altında oldukları için, bunların şühudleri de, başka peygamberlerin şühudleri gibi, perdesindedir. böyle olunca, başka peygamberler ile, muhammed aleyhisselamın ümmetinin evliyası arasında ne fark olur? cevab: peygamberlere, hakikati muhammedi perdesinde olan şühudden başka, kendi mebdei te'ayyünleri yolundan hasıl olan, başka bir şühud daha vardır. kalb gözlerine kendi gözlüklerini takarak, gaybı görürler. bu iki şühud, birlikde olmaz. aslların aslına yükselirlerse, şühudleri, perdesinde olur. isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam gökden yere indikden sonra, bu ni'mete kavuşmakla şereflenecekdir. buraya yükselmek pek gücdür. hemen hemen olamaz gibidir. ancak, allahü tealanın büyük ihsanı lazımdır. bu sebebler aleminde, muhammedi meşreb olan zatın merhamet buyurup yardım etmesi lazımdır. kendi aslından ileri geçemez, kendi hakikatini aşarak, a varamazsa, şühudü, kendi hakikatinin perdesinde olur. hakikatülhakaıkdan allahü tealanın zatına yol vardır. pek çok konakları geçdikden sonra kavuşulabilir. bunun gibi, bütün olan başka hakikatlerden de, zati tealaya birer yol vardır. pekçok konakları aşdıkdan sonra, bu yollardan da kavuşulabilir. böyle olmakla beraber, hakikatülhakaık yolundan, ye kavuşulur. başka yollardan da, zata kavuşulabilirse de, hakikatülhakaıkın ya'ni hakikati muhammedinin ince perdesi arada bulunur. kalın değilse ve mani' olmaz ise de, bu kadarcık perdenin bulunması, demeğe mani' olmakdadır. yoksa, bütün peygamberlere salevatullahi teala aleyhim ecma'in de, zati tealadan, doğrudan doğruya nasib vardır. sual: hayat sıfatı, ilm sıfatının üstünde olunca, hakikatülhakaık yolunda da, hayat sıfatının te'ayyünü perde olur. böyle olunca, vaslı uryani nasıl olur? niçin tecellii zat denilir? cevab: hayat te'ayyünü, late'ayyün gibidir. çünki yüksek mertebelerde, bu te'ayyün yok olur. zati teala mertebesinde, bunun hiçbir değeri kalmaz. zati teala mertebesinde, her ne kadar, başka sıfatların da, hiçbir değerleri yok ise de, onlar zat mertebesine yetişmeden önce yok olurlar. hayat sıfatı ise, oraya yetişir de yok olur. bundan dolayı, hakikati muhammedinin te'ayyünü ve bütün başkalarının te'ayyünleri devamlıdırlar. hiçbir mertebede yok olmazlar. evet, birşeye yetişmek başkadır. bu şeyde yok olmak başkadır. büyüklerden çoğunun sözlerinde mahv olmak, yok olmak denilmekdedir. bu sözler, yok gibi olmak demekdir. yok olup kalmamak demek değildir. salikin te'ayyünü görünmez olur. yok olmaz. yok bilmek, ilhad olur. zındıklık olur. bu yolda geri kalmış olanlar, bu sözlerden, kendi yok olur sanarak, zındık olmuşlardır. ahıret ni'metlerine ve azablarına inanmamışlardır. vahdetden kesrete geldikleri gibi, başka zemanda, böylece, kesretden vahdete döneceklerini sanmışlardır. bu kesretin o vahdetde yok olacağını söylemişlerdir. bu zındıklardan birçoğu, bu yok olmağı, kıyametin kopması sanmışlar. haşrı, neşri, hesabı, sıratı ve işlerin ölçülmesini inkar etmişlerdir. doğru yoldan ayrılmışlar, birçoklarını da sapdırmışlardır. bunlardan birini gördüm. kendini haklı göstermek için, mevlana abdürrahmani caminin kuddise sirruh şu beytini okuyordu. farisi tercemesi: cami! dünya ve ahıret, ikisi birdir. ortada görünen bu çokluk, hep hayaldir! mevlananın bu beytde bildirdiği, vahdete dönüşün görünmesidir. dönüşün kendisi değildir. şühudünü anlatmakdadır. bu varlıkdan başka, hiçbirşey görmediğini bildirmekdedir. çokluk, yok olmamış, onun görüşünden örtülmüşdür. yoksa, ayn ve varlık rücu' etmemişdir. bunlar kör gibidirler. hiçbir velinin rahmetullahi aleyhim ecma'in aczden, kusurdan ve ihtiyacdan kurtulamadığını görmüyorlar mı? böyle olunca, varlıklar birleşmişdir, çokluk birliğe katılmışdır denilebilir mi? eğer insanlar öldükden sonra, vahdete rücu' ediyor derlerse, kafir ve zındık olurlar. çünki bu söz, cehennem azabına inanmamak olur ve peygamberlerin bildirdiklerine inanmamak olur aleyhimüssalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha. sual: birkaç yazınızda, diyorsunuz. bu sözü açıklar mısınız? cevab: yukarıda bildirilenlerden anlaşıldı ki, vaslı uryani, ancak vilayeti muhammedide olmakdadır. başka vilayetlerde, aradan perdeler kalkar ise de, ince bir perde yine kalmakdadır. bu ince perde, hakikati muhammedinin arada bulunmasından hasıl olmakdadır. bunu yukarıda bildirmişdik. insan mertebelerinin en sonudur. en yukarıdaki mertebedir. aradaki perdenin mikdarına göre, geride birşey kalır. bu kalanı düşünerek, tam fena caiz olmaz. böyle bir artığın kaldığını muhammedi meşreb olandan başka kim anlıyabilir? muhammedi meşreb olanlardan da, milyonda birine bu keskin görüş verilirse yine büyük ni'metdir. tesavvuf büyükleri, ruha ve sırra kadar kavuşdular. hafiden söz eden çok az oldu. ahfadan kim ne diyebilir? ahfa deryasına dalarak onun sonsuz damlalarından bir danesine kavuşabilen ve anlıyabilen çok az, hem de pekçok az bulunur. bu, öyle bir ni'metdir ki, allahü teala dilediğine ihsan eder. allahü teala, çok büyük ihsan sahibidir. sual: sana göre, peygamberin her kavuşduğu şeyden aleyhi ve ala alihissalatü vesselam onun izinde gidenlerin büyüklerine de pay düşmekdedir. buna göre, onların da vaslı uryaniye kavuşmaları lazım olur. halbuki, kendi peygamberleri aleyhimüssalevatü vetteslimat arada perde olmakdadır. bu nasıl olur? cevab: vaslı uryanide peygamberin aleyhimüssalevatü vetteslimat perde olması zarar vermez. çünki, peygambere uyduğu için, bu vasla kavuşmakdadır. doğrudan doğruya kavuşmuş değildir. peygamberin arada bulunması, ona uymanın kuvvetli olduğunu gösterir. çünki uymak demek, uyulanın arada bulunması demekdir. aradan çıkması demek değildir. aradan çıkması, uymak olmaz. doğrudan doğruya kavuşmak olur. görülüyor ki, uyulan peygamber arada bulunacak, ona uyulduğu için vaslı uryani de hasıl olacakdır. sual: peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların yükseklerine ve deniyor da, başka peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat için bu kelimeler kullanılmıyor. halbuki peygamberimiz aleyhimüssalatü vesselam, bunlara da ve onlara da perde olmakdadır? cevab: ona uyanların yüksekleri için bu kelimeleri kullanmak, ona uydukları içindir. çünki, peygamberlerin perde olmasının, bu sözü değişdirmiyeceği, bundan evvelki cevabda anlaşılmışdır. başka peygamberler için ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vettehıyyat böyle söylemek caiz olursa, uymakla değil, doğrudan doğruya kavuşmakla olur. çünki o büyükler, doğrudan doğruya konakları aşmışlar, zati tealaya kavuşmuşlardır. doğrudan doğruya olan kavuşmakda, aracının bulunması, bu kelimenin kullanılmasını uygun yapmaz. aradaki fark anlaşılmış oldu. kendi kendine kavuşmakla, kavuşana uyarak kavuşabilmek başkadır. bu başkalıkdır ki, geçmiş peygamberlerin, bu ümmetde peygambere uyanların en yükseklerinden daha üstün olduklarını göstermekdedir. doğrudan doğruya kavuşan, istenilendir. başkasına uyarak, onun kavuşduğuna kavuşan böyle değildir. resulullaha uyanların büyükleri için ve kelimelerini kullanmak doğrudur. başka peygamberler için kullanmak, doğru olmaz dedik. fekat, doğrudan doğruya kavuşan ile başkasının yanı sıra kavuşan, bir olabilir mi? ikisi nasıl bir olabilir ki, ni'met birincisinde tamdır ve olgundur. ikincisinde ise, yalnız ismde ve görünüşdedir. şu kadar var ki, bu benzerlik, uyanları uyulanlar gibi yapmakdadır. bunun içindir ki, peygamberlerin sonuncusu aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam, buyurdu. bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu ümmetin evliyasından tecellii zatiye kavuşanlar, tecellii zatiye kavuşmıyan peygamberlerden aleyhimüssalevatü vetteslimat daha üstün olamazlar. burasını iyi anlamak lazımdır. çünki, burada çok kimselerin ayağı kaymışdır. allahü tealanın, sevgili peygamberi muhammed aleyhisselamın sadakası olarak bu fakire bildirdiklerini size yazdım. sual: bu varlıkların hepsi, muhammed aleyhisselam için yaratıldı aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. başkaları varlığa ve yüksekliklere onun yanı sıra kavuşdular. ona uymakla yükseldiler. bunun içindir ki, kıyamet günü, adem aleyhisselam ve bütün başkaları, onun sancağı altında bulunacaklardır. sen ise, başka peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat ona uyarak değil de, doğrudan doğruya kavuşduklarını söylüyorsun. bu nasıl olur? cevab: muhammed resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için, kendi hakikatinden zati tealaya yol olduğu gibi, her peygamberin de ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi hakikatlerinden zati tealaya kavuşduran yolları vardır. bu yollardan, başkasına uyarak değil, kendi kendilerine kavuşurlar. ümmetler böyle değildir. peygamberlere uyarak, kendi yaradılışına uygun olan peygamberlerin hakikatinden, aradıklarına kavuşurlar. ümmetler kendi kendilerine kavuşamaz. böyle olmakla beraber, başka peygamberler kendi kendilerine kavuşsalar bile, vaslı uryani değildir. çünki, peygamberlerin sonuncusunun hakikati arada ince perdedir aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. bunun için, gelen her feyz, önce bu hakikate gelir. sonra buradan başkalarına ulaşır. uymak demek de, uyulanın arada bulunması demekdir. bundan dolayı, peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat kendi kendilerine kavuşmaları, böyle uymaları ile birlikde bulunabilir. ümmetlerin uymaları böyle değildir. onların uymaları ile, kendi kendine kavuşmak birlikde olamaz. bunu yukarıda birkaç yerde bildirdik. sual: yükselirken hayat sıfatına da kavuşulabilir mi? cevab: evet kavuşulabilir. sual: dediniz. kamillerin, yok olmak makamından ellerine geçen nedir? yukarıda bildirdiğinize göre, hakikatlerin te'ayyünlerinin aynları ya'ni kendileri yok olmaz. eğer yokluk varsa, nazaridir, görünüşdedir. aynın yok olması ilhad ve zındıklık olur demişdiniz? cevab: aynın yok olması, niçin lazım olsun? varlığını görememek yetişir. böyle nazari yok olmakda da çeşidli mertebeler vardır. burasını iyi anlamalıdır. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafaya uyanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati vetteslimati etemmüha ve ekmelüha! ikiyüzdoksanbeşinci mektub bu mektub, hacı yusüfi keşmiriye yazılmışdır. ve ve bu yolun temel bilgilerinden olduğu bildirilmekdedir: bizim yolumuzun kaddesallahü teala esrare erbabiha temel bilgilerinden birisi, dir. demek, bu yolda yükselirken, adımdan daha ileriye bakmamak ve adım atmadan önce yükselmemek demek değildir. çünki, büyüklerimiz böyle yapmamışdır. adımdan ileriye bakmak ve adımını, bakdığı yere atmak demekdir. çünki, yüksek mertebelere çıkmak, önce bakmakla, bundan sonra adımını atmakla olur. bakılan yere basınca, daha yukarıya bakılır. sonra adım da oraya atılır. bundan sonra, daha yükseğe bakılır. böylece ilerlenir. eğer, adım atılamıyacak yere bakmamalıdır denilirse, bu da doğru olmaz. çünki adım atılacak yer bitdikden sonra, daha yükseğe bakılmazsa, yüksek mertebelerden çoğuna varılamaz. demek istiyoruz ki, ayak basılacak yerlerin sonu, salikin yaradılışına uygun olan mertebelere kadar değildir. salikin yaradılışında varabileceği makam, zıllinde bulunduğu peygamberin yaradılışında olan makamın sonuna kadardır. fekat adım atabileceği yerlere kendiliğinden varabilir. ikinci makamlara, peygambere uymakla varabilir. yaradılışına uygun olan makamdan ileriye adım atamaz. fekat, ilerisini görebilir. görüşü ne kadar keskin olursa olsun, zılli üzerinde bulunduğu peygamberin gördüğü makama kadar görebilir ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. çünki, peygambere uyanların büyükleri, peygamberlerin kemallerinin hepsinden pay alır. fekat kendi kendine varabileceği ve peygambere uymakla kavuşabileceği mertebelere kadar, ayak ve görüş birlikde ilerler. bundan sonra, adım atamaz. görüşü yalnız olarak ilerliyerek, peygamberin görebileceği mertebelerin sonuna kadar yükselir. görülüyor ki, peygamberlerin görüşleri de, adımlarından daha yukarı çıkmakdadır aleyhimüssalevatü vetteslimat. bunlara uyanların büyükleri de, bu büyüklerin gördüğü makamları görebilirler. peygamberlerin ayak basdıkları makamlardan pay aldıkları gibi, gördükleri makamlardan da pay alırlar. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat ayak basdığı en son makamın üstünde vardır. bu makam başkalarına ahıret için söz verilmişdir. başkalarına veresiye olan, ona peşin olmuşdur aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat. ona uyanların yükseklerine bu makamdan da pay vardır. fekat bunlar için tam görmek yokdur. farisi tercemesi: hafızın bağırması boşuna değildir; söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir! yine sözümüze dönelim. ayağın, görüşden ayrılması, hiçbir zeman gördüğü yere adım atmaması demek ise iyidir. çünki, böyle yapmak, yükselmeğe mani' değildir. bunun gibi, insanın görünen ayağı ve bakışı demek denilirse de, yeri vardır. çünki, yürürken insanın gözleri öteye beriye dağılıyor. birçok şeyler görüyor. yürürken hep ayağının üstüne bakarsa, gönlünü toparlaması kolay olur. böyle anlamak, kelimesine de uygun olmakdadır. birinci kelime, öteye beriye bakarak gönlün dağılmasını önlemek içindir. bu ikinci kelime ise, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler. üçüncü kelime, dır. bu kelime, insanın kendinde seyr etmesi, ilerlemesidir. bu yüksek yolda bulunan, nihayetin bidayetde yerleşdirilmesi, bu seyrden hasıl olmakdadır. insanın kendinde seyr etmesi, bütün tarikatlerde var ise de, hasıl oldukdan sonradır. bu yolda ise, seyre bu den başlanır. seyri afaki, seyri enfüsinin içine yerleşdirilmişdir. bu yüksek yolda, bu bakımdan da, nihayet bidayetde yerleşdirilmişdir demek yerinde olur. dördüncü kelime, dir. denilen yolculuğa kavuşulunca, herkesin arasında da bu seyr yapılır. dışardaki dağınıklıklar, içeri girmeğe yol bulamaz. fekat, içeriye girilecek yolları, kapıları, pencereleri kapamak lazımdır. herkesin arasında, söyliyen ve dinliyen ayrılığı olmamalı, gönlünde kimseye yer vermemelidir. bunlar, başlangıcda güc olur. uğraşmak lazımdır. fekat, yolda iken ve nihayete varınca, kendiliğinden hasıl olur. hiç uğraşmak istemez. herkesin arasında iken, kalbi toparlanmışdır. gaflet içinde iken huzurdadır. bu sözden, müntehinin gönlünün dağınık olması ve olmaması eşiddir sanmamalıdır. elbette başka başkadır. bu söz, kalbdeki topluluk için, dışardaki dağınıklık ile topluluk arasında başkalık olmadığını anlatmakdadır. böyle olmakla beraber, zahirle batını birbirine uygun olarak yapmak, zahirden de dağınıklığı gidermek daha iyi ve daha uygun olur. allahü teala, müzzemmil suresinin sekizinci ayetinde, sevgili peygamberine aleyhi ve ala alihissalatü vesselam mealen buyuruyor ki: rabbinin ismini zikr et. gafiller arasında bulunma! çok olur ki, insan zahirini dağınıklıkdan kurtaramaz. çünki, ödenecek haklar, yapılacak vazifeler vardır. bunları yapmak için zahirin mahluklara dağılması lazım olur ve güzel olur. fekat batının ya'ni kalbin ve ruhun mahluklara dağılması, hiçbir zeman iyi değildir. batın yalnız hak teala içindir. demek oluyor ki, her bir kulun dörtde üçü hak teala için olacakdır. batının temamı ile zahirin yarısı. zahirin ikinci yarısı, mahlukların haklarını ödemek için kalır. bu hakları ödemek, allahü tealanın emrlerine uymak olduğundan, zahirin bu yarısı da, hak teala için olmuş olur. herşey, ona dönecekdir. öyle ise, ona kulluk ediniz! vesselam. ikiyüzdoksanaltıncı mektub bu mektub, oğlu hace muhammed sa'id kaddesallahü teala sirrehül'aziz hazretlerine yazılmışdır. hak tealanın sıfatlarının basit olduğunu, eşyaya bağlanmakla değişmediklerini bildirmekdedir: alemlerin rabbi olan allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstününe ve onun temiz olan alinin ve eshabının hepsine salat ve selam olsun! allahü teala, seni se'adeti ebediyyeye kavuşdursun! allahü tealanın sıfatları, onun zatı gibi anlaşılamaz. tam basitdirler. hiç değişmezler. mesela, ilm sıfatı, hiç değişmez. yayılmış, basitdir. önceki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar bilinenler ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedirler. kudret sıfatı da, olgun, genişdir. herşey bu sıfatla var olmakdadır. kelam sıfatı da basitdir, yayılmışdır, hiç değişmez. ezelden ebede kadar, bu bir kelamla söyleyicidir. sekiz sıfatın hepsi böyledir. ilm sıfatının bilinen şeylere, kudret sıfatının yaratılmış ve yaratılacak şeylere bağlantıları çok ise de, bu sıfatlarda çokluk ve değişiklik yokdur. hak teala, herşeyi bilir ve herşeye gücü yeter. fekat ilm ve kudret sıfatlarının hiçbirşeye, hiçbir ilişiği yokdur. akl, bunu düşünemez ve anlıyamaz. yalnız akla uyanlar, felsefeciler, böyle şey olamaz derler. hak teala herşeyi bilsin. fekat, onun ilmi hiçbirşeye bağlanmasın. bunun gibi, herşeye gücü yetsin. fekat, kudretin hiçbirşeye ilişiği olmasın. böyle şey olamaz derler. bunlar bilmiyorlar mı ki, ezel ve ebed o mertebede, bir aradadır. an denecek zemanın bile orada yeri yokdur. o makama en yakın ve en uygun, an kelimesinden başka birşey olmadığı için an denilir. ezeldeki ve ebeddeki varlıkların hepsi, o bir anda vardır. yok olanlar da, o bir anda yokdur. o bir anda bir kimseyi hem yok olarak, hem var olarak, hem dünyaya gelmeden önceki halini, hem çocukluğunu, hem gençliğini, hem ihtiyarlığını, hem diriliğini, hem ölülüğünü, hem kabrde, hem haşrda, hem cennetlerde olarak bilir. o anın bu varlıklarla hiçbir ilgisi yokdur. eğer bir ilgisi olursa, anlıkdan çıkar. uzun zeman olur. geçmiş zeman ve gelecek zeman ayrılır. bu varlıklar, o bir anda, hem vardırlar, hem yokdurlar. tam basit, değişmez bir yayılmadır ki, bu varlıklardan hiçbiri ile bağlılığı yokdur. bilinen şeylerin hepsi, ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedir. bu, şaşılacak bir şey değildir. çünki zıd olan, ters olan şeyler, bu makamda ve bir zemanda, bir arada bulunmakdadırlar. o makamda zeman yokdur. zemanda da değişiklik yokdur ki, zeman denilsin. bir kimse bir kelimeyi bir anda hem ism olarak, hem fi'l olarak, hem geçmiş zeman, hem gelecek zeman olarak düşünebilir. bunları bir anda bir arada görüyorum der. kelimenin çeşidli ve ters hallerini bir arada gördüğüm gibi, kelimenin bunların hiçbiri ile ilgisi yokdur derse, akla uyanlar, felsefeciler buna karşı birşey diyemezler. benzetmek gibi olmasın, bizim sözümüze niçin karşı geliyorlar? inanmakda niçin duraklıyorlar? kimseden böyle birşey işitmedik derlerse, kimsenin söylememesi, olamaz demek değildir. söylenilen, işitilen sözlere uymıyan, onları değişdiren birşey de değildir. sonsuz varlık mertebesine uygun olmıyan bir şey de değildir. farisi mısra' tercemesi: karpuzun ebu cehl karpuzu ile ne ilgisi var? bu sözümüzü aydınlatmak için mahluklar arasında şunu söyliyebiliriz: birşey, bir sebeble bilinse, o sebeb bilindiği zeman, o şey de bilinmiş olur demişlerdir. bu şeyin bilinmesinde, zihn yalnız sebebe bağlanmakdadır. bu şeyi bilmek, bunu ayrıca düşünmeğe lüzum kalmadan, sebebinin bilinmesine bağlı olarak kendiliğinden hasıl olmakdadır. fekat felsefeciler, burada da, zihnin ikinci bir bağlantısı olmadıkca, bu şeyin bilineceğine inanmazlar. bu bağlantı, doğrudan doğruya olmasa bile, lazımdır derler. fekat bundan daha yakın bir misal bulamadım. maksadımız anlatmakdır, inandırmak değildir. herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara salat ve selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati vettehıyyati velberekat! ikiyüzdoksanyedinci mektub bu mektub, mevlana bedreddini serhendiye arabi olarak yazılmışdır. hak tealanın ihatasını ve sereyanını açıklamakdadır: allahü tealanın bu eşyayı ihata etmesi, ve bunlara sereyan etmesi, sözleri, toplu birşeyin, bunu meydana getiren parçaları, zerreleri ihata etmesi ve onlara sereyan etmesi gibidir. mesela bir kelime, kendisinin bütün şekllerine, sereyan eder. kelime, ism olunca, fi'l olunca ve harf olunca, bunların da parçaları olunca, geçmiş zemanı, gelecek zemanı, emr, yasak, masdar, ismi fail, ismi mef'ul, şartlı şartsız olunca, bir harf eklenince, iki harf eklenince, çeşidli ma'nalar veren harfler eklenince, bunlar gibi daha nice haller alınca, bu kelime değişmiş olmaz. daha doğrusu, bütün bu haller, kelimenin içinde yerleşmiş bulunmakdadır. insan aklı, kelimenin bu çeşidli hallerine başka başka ma'nalar verir. halbuki dışarda var olan yalnız bu kelimedir. bunun için hepsine bu kelime demek doğru olur. lakin her bir halin, kendine uygun özel bir ismi ve vazifesi vardır. bu ism ve vazife başka halde bulunmaz. mesela, zeman bildirirse, fi' olur. zeman bildirmezse denir. birşeyi yalnız başına bildiremezse denir. geçmiş zemanı bildirince, denir. şimdiki ve gelecek zemanı bildirince, denir. dokuz sebebden ikisi birlikde bulunduğu zeman, denir. bulunmazlarsa, denir. harf olunca, esre okutursa, denir. üstün okutursa denir. bunlardan birinin ismini başkası için söylemek ve birinin vazifesini başkasına yapdırmak doğru bir iş olmaz. dalalet olur. hepsi, bu bir kelime oldukları halde, müdari yerine madi ve carre yerine nasıba denilemez. allahü teala, herşeyi daha iyi bilir. biz, şu kadar söyliyebiliriz ki, allahü tealanın varlığından inen mertebelerin herbirinin ismi ve vazifeleri vardır. bunlar, yalnız bu mertebe içindir. varlığı lazım olan zat ve hiçbirşeye muhtac olmıyan zat, yalnız ve mertebesidir. var ve yok olabilen zat ve muhtac olan zat, ve mertebesidir. birinci mertebe ve mertebesidir. ikinci mertebe, ve mertebesidir. bu ikisinden birinin ismini, ötekine söylemek ve nasıl olduklarını karışdırmak zındıklık olur, küfr olur. mülhidlerden ve zındıklardan birçoğuna ne kadar şaşılsa yeridir. bunlar nasıl oluyor da ikisini birbirine karışdırıyorlar? birinin nasıl olduğunu, öteki için söyliyorlar. mahluklara vacibin sıfatlarını yakışdırıyorlar. vacibe de, mümkinin sıfatlarını söyliyorlar. halbuki, mümkinlerin çeşidli olduğunu ve her çeşidin de başka başka sıfatları bulunduğunu biliyorlar. mesela, ışıkda ısı ve ışık enerjilerinin bulunduğunu, suda bunlardan birinin bulunmadığını, suyun soğuk ve ateşin sıcak olduğunu biliyorlar. zevcelerinin, annelerinden başka olduğunu ve kendilerine karşı, yerlerinin ayrı olduğunu biliyorlar. insanları doğru yola kavuşduran ancak allahü tealadır. doğru yolda olanlara selam olsun! ikiyüzdoksansekizinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullahi mankpuriye yazılmışdır. nihayete kavuşmayı kısaca bildirmekdedir: allahü teala, anlayışını artdırsın! uzun zemandan beri seyr zıllerdedir. zılle kavuşmakla, ayn ele geçmiş sanılmışdır. şimdiye kadar, bunun aslına kavuşulamadı. yalnız zılle kavuşuldu. bir kimsenin elindeki aynanın, o kimsenin zatından değil, suretini göstermekden nasibi vardır. işaretle bildiriyorum. iyi anlayınız! tarikı bildirmek için kısaca ve işaretle yazılmış olanları bu makama uygun bularak, bu mektubda da yazdım. iyi anlayınız! yolu bilen rehberden öğrenilen zikre çok devam etmelidir. allahü tealanın fadlına, ihsanına sığınmalı. ondan dilemelidir. bundan başka, her ne varsa, hepsi hayaldir. doğru yolda gidenlere ve muhammed aleyhisselama uyanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha! ikiyüzdoksandokuzuncu mektub bu mektub, şeyh feridi rahboliye yazılmışdır. başa gelen sıkıntıya sabr dilemekde, ta'undan ölmenin kıymetini ve ta'un olan yerden kaçmanın günah olduğunu bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim. kıymetli mektubunuz geldi. sıkıntılarınızı yazıyorsunuz. bekara suresi yüzellialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. sabr etmek ve dayanmak lazımdır. kazaya rıza lazımdır. farisi tercemesi: beni incitirsen çok, senden dönmem asla. hoş olur dayanmak, sevgilinin nazına. şura suresi otuzuncu ayetinde mealen, size gelen sıkıntılar, kendi kazandıklarınızdır. çoğunu da afv edip, size göndermiyor buyuruldu. rum suresi kırkbirinci ayetinde mealen, insanların yapdıkları işlerle, karada ve denizde fesad hasıl oldu. herşey bozuldu buyuruldu. bu veba hastalığında, işlerimizin kötülüğünden dolayı, önce fareler öldü. çünki, insanlara çok yakın olan bunlardır. insanların üremesine ve yer yüzüne yayılmalarına yarayan kadınlar, erkeklerden daha çok öldüler. veba olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! kaçmayıp da ölenlere müjdeler olsun! bunlar şehid sevabına kavuşurlar. şeyhülislam şeyh ahmed bin ali bin haceri askalani rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, ta'undan ölen kimseye sual sorulmaz. çünki, muharebede ölen şehid gibidir. ta'unda, allahü teala yazmadı ise bana zarar gelmez diyerek, allah rızası için orada kalıp, başka bir hastalıkla ölen kimse de, sual ve azab görmiyecekdir. çünki, bu da düşman karşısında nöbet beklerken ölen kimse gibidir. bunun gibi, büyük alim imamı celaleddini süyuti rahmetullahi aleyh kitabında, bu sözün doğru olduğunu bildirmekdedir. veba olan yerden kaçmayan ve ölmeyen kimse de, gaziler ve mücahidler ve belalara sabr edenler gibidir. herkesin bir sı vardır ki, azalmaz ve çoğalmaz. kaçıp da kurtulanlar, ecelleri gelmediği için ölmemişdir. yoksa kaçmak, onları ölümden kurtarmış değildir. kaçmayıp, sabr edip ölenler de, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. veba olan yerden kaçmak, insanı kurtarmaz. veba olan yerde sabr edip kalmak, insanı öldürmez. veba olan yerden kaçmak, gazada düşman karşısından kaçmak gibi büyük günahdır. kaçanların ölmemesi ve sabr edenlerin ölmesi, allahü tealanın mekridir, aldatmasıdır. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, allahü teala, onunla çoklarını yoldan çıkarıyor. çoklarını da, doğru yola sokuyor buyuruldu. sizin sabrınız ve dayanmanız ve müslimanların yardımlarına koşmanız ve imdadlarına yetişmeniz işitildi. allahü teala, buna karşılık size çok iyilikler versin! çocukların terbiyesinde ve sıkıntılarına dayanmakda üzülmeyiniz! bunun için çok sevab kazanacağınızı düşününüz! daha ne yazayım? vesselam. üçyüzüncü mektub bu mektub, oğlu akl ve nakl bilgilerini toplamış olan hace muhammed ma'sum sellemehullahü teala hazretlerine gönderilmişdir. derin, ince bilgileri ve şaşılacak ma'rifetleri ve makamını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! onun seçdiği kullarına selam olsun! olgun bir insan ismlerin ve sıfatların mertebelerini, ayrı ayrı geçerek tam cami' olunca ve allahü tealanın ismlerinin ve sıfatlarının kemallerine ayna olunca ve bu kemallerin aynası olan kendi ademi, büsbütün görünmez olunca ve kemallerden başka hiçbirşey görülmezse, ademin örtülmesi ile hasıl olan tam fenadan sonra, o kemallerin görünmesi ile hasıl olan bekaya kavuşmakla şereflenir. vilayet makamına ermiş olur. bundan sonra, eğer allahü teala ezelde dilemiş ise, arifin beka bulmuş olduğu bu kemaller, ikinci olarak zati tealanın aynasında görünür. bu zeman, ne demek olduğu anlaşılır. aynada görünür demek, bu makamında aynadaki şey ile ayna arasında, anlaşılamıyan bir bağlılık hasıl olur demekdir. yoksa, ortada ne ayna vardır, ne de aynada görünen birşey vardır. allahü teala birşeye benzetilemez. arifin beka bulduğu kemaller, allahü tealanın aynasında görülünce orada onlarla, anlaşılamıyan bir bağlılık hasıl olunca, arifin kendisine dediği kelimesi, o makamda, o kemallere söylenir. kendini o kemaller olarak görür. benliğin makamında ulaşdığı en son makam burasıdır. oğlum, iyi dinle ve iyi anla! güzelliğin ve iyiliğin göründüğü suretleri gösteren ayna canlı olsa ve bilici olsa, güzelliği, iyiliği göstermek ona tatlı olurdu. bundan çok sevinirdi. hakikati gösteren aynada, tatlı ve acı olmaz. çünki, lezzet ve elem, mahluklarda olur. fekat, o yüksek makama uygun olan ve noksanlık ve değişiklik olmıyan birşey vardır. farisi tercemesi: hafızın bağırması boşuna değildir; söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir! o mertebede anlaşılmaz hale gelen, bu kemaller, insandaki alemi halka nisbetle alemi emr gibidirler. sözünün inceliğini buradan anlamalıdır. o yüksek aynada görünen kemaller, zati ilahideki topluluğun açılmış, yayılmış halleridir. o toplulukla anlaşılmaz bir bağlantı hasıl etmişlerdir. anlaşılmaz olarak birleşmişlerdir. cemali ilahinin aynası olmuşlardır. o toplulukda, vehm ve hayal bakımından bir açılmak, yayılmak hasıl olmuşdur. bu da, arifin benliğinin yükselmesine sebeb olmuşdur. bu kemal ayeti kerimesinde bildirilen makamdır. farisi mısra' tercemesi: buraya gelince, kalemin ucu kırıldı. nihayetin nihayeti, sonun sonu, işte bu kadar anlatılabilir. yüksek mertebedekiler de, bunu anlamakdan çok uzakdır. cahiller için artık ne denilebilir? yükseklerin seçilmişleri arasında da, bu ni'mete kavuşan ve bu ma'rifete erişen pekazdır. farisi tercemesi: dilenci evine, gelirse sultan, ey hoca, sen bu işe şaşma heman! bu nihayet, zuhurlar, tecelliler bakımından nihayetdir. bundan sonra, hiçbir tecelli ve zuhur olmaz. arabi tercemesi: bundan sonrasını anlatmak çok incedir, anlatmamak daha iyi olan da vardır. doğru yolda gidenlere ve muhammed mustafanın izinde olanlara selam olsun aleyhi ve ala alihi ve ala cemi'ilenbiyai velmürselin ve ala ali küllin ve ala melaiketilmukarrebin salevatü vetteslimatü vettehıyyatü velberekatü etemmüha ve ekmelüha ulaha ve alaha ve edvamüha ve ebkaha ve e'ammüha ve eşmelüha! üçyüzbirinci mektub bu mektub, mevlana emanüllaha yazılmışdır. peygamberliğin yakınlığı ve vilayetin yakınlığı ve peygamberliğin yakınlığına ulaşdıran yolları bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! oğlum mevlana emanullah! nübüvvet, allahü tealaya yakınlık demekdir. bu yakınlıkda, arada hiç zıl bulunmaz. yükselirken, hep hak tealaya karşıdır. inişinde, mahluklara karşıdır. böyle kurb, peygamberler içindir aleyhimüssalevatü vetteslimat. bu makam yalnız bu büyüklere mahsusdur aleyhimüssalevatü velberekat. bu makamın sonuncusu, insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselamdır aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam, gökden yer yüzüne indikden sonra, peygamberlerin sonuncusunun dinine uyacakdır. böyle olmakla beraber, uyanlar ve hizmetciler, sahiblerinin ni'metlerine, artıklarına kavuşurlar. bunun için, peygamberlere aleyhimüssalevatü vetteslimat uyanların üstünleri, peygamberlerinin yakınlığından da pay alır. bu makamın bilgilerinden, ma'rifetlerinden ve kemallerinden bir mirasa kavuşurlar. farisi mısra' tercemesi: bir kulunu, herkesin işine sebeb kılar. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vetteslimat sonuncusunun izinde gidenlere, ona uydukları için, peygamberlik kemallerinin verilmesi, onun son peygamber olmasını lekelemez aleyhi ve ala alihissalatü vesselam. bunu iyi anlamalıdır. oğlum iyi anla! allahü teala seni mes'ud eylesin! insanı peygamberlik kemallerine kavuşduran yollar iki ana caddedir: birinci yol, vilayet makamının kemallerini birer birer geçiren caddedir. bu yolda, zıller tecelli eder. sekr ma'rifetlerinden, vilayet makamına uygun olanlar hasıl olur. bu kemalleri geçdikden ve bu tecelliler hasıl oldukdan sonra, peygamberlik kemallerine sıra gelir. bu makamda asla kavuşulur. zıllere bakmak günah sayılır. ikinci yolda, böyle vilayet kemalleri hasıl olmaksızın, doğruca peygamberlik kemallerine kavuşulur. bu ikinci yol, ana caddedir. çabuk kavuşdurur. peygamberlik kemallerine kavuşan bir arif, bu yolda, allahü tealanın dilediği kadar ilerler. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat ve bunların eshabı da, bu büyüklere uydukları için böyle ilerlerler. birinci yol çok uzakdır. geç kavuşdurur. kavuşdurması da gücdür. evliyadan birçoğu kaddesallahü teala esrarehümül'aziz, nda, inmek şerefine kavuşdukları zeman, iniş makamlarında olan kemalleri, sanmışlardır. mahluklara karşı bulunmağı, onları çağırmak makamı olduğu için, peygamberlik makamının incelikleri anlamışlardır. bu anlayışları, doğru değildir. bu inişleri, çıkışları gibi, vilayet yolculuğudur. vilayet makamının üstünde, başka bir uruc ve nüzul vardır ki, dur. bunların, mahluklara karşı olması, peygamberlikde, mahluklara karşı olmak gibi değildir. bu çağırmaları, peygamberlikde olan da'vetden başkadır. ne yapsınlar? vilayet kemallerinden dışarı çıkamamışlar. peygamberlik kemallerinin ne olduğunu anlıyamamışlar. vilayetin yarısı olan yükselişi, vilayetin hepsi sanmışlar. ikinci yarısı olan nüzulü, nübüvvet makamı anlamışlar. farisi tercemesi: taş içindeki böcek sanır. yer ve gökler, hep orasıdır. bir salikin yalnız birinci yoldan kavuşması ve vilayetle nübüvvetin kemallerini birlikde elde etmesi ve bu iki makamın kemallerini birbirinden ayırması ve herbirinin urucunu ve nüzulünü ayrı ayrı yapması ve nübüvvetin vilayetden daha üstün olduğunu anlaması hasıl olabilir. ikinci yoldan kavuşanlar için, vilayet makamının kemalleri, ayrı ayrı hasıl olmaz ise de, vilayetin özü, toplu olarak, çok iyi olarak ele geçer. hatta, vilayet sahibleri, vilayetin kabuğuna varmışlardır. o ise, vilayetin özüne varmışdır. evet, vilayet sahiblerine hasıl olan sekr bilgileri ve zıl tecellileri, onda çok az bulunur. fekat bu ayrılık, vilayet sahiblerinin daha üstün olduklarını göstermez. hatta, ikinci yoldan kavuşmuş olan arif, bu bilgileri ve görünenleri aşağılık bilir. bunlara bakmakdan utanır. belki onları, günah ve edebsizlik bilir. çünki asla kavuşmuş olan, bu aslın zıllerinden, görüntülerinden kaçınır. onlara bakmakdan sıkılır. zıllere tutulmak, asla kavuşamamakdır. asla kavuşdukdan sonra, zıl görünmez olur. zılle bakmak edebsizlik olur. yavrum! peygamberlik kemalleri, ancak allahü tealanın ihsanı ile hasıl olur. çalışmakla, uğraşmakla, bu büyük ni'met ele geçemez. hangi çalışmak, bu büyük ni'meti ele geçirebilir? hangi riyazetler ve mücahedeler bu yüksek ni'mete kavuşdurabilir? vilayet kemalleri böyle değildir. bunların başlangıcı elde edilebilir. riyazet ve mücahede ile hasıl olabilir. pekaz kimseyi, çalışmadan, uğraşmadan da, vilayet ni'metine kavuşdurabilirler. vilayet, fena ve beka demekdir. fena ve beka da, allahü tealanın ihsanıdır. çalışarak, başlangıcları elde edildikden sonra, allahü teala, dilediğini, fena ve beka ni'metini ihsan ederek şereflendirir. o serverin aleyhi ve ala cemi'il enbiyai velmürselin ve alelmelaiketilmukarrebin ve ala ehlitta'ati ecma'in salevatü vetteslimat peygamber olduğu bildirilmeden önce ve ondan sonra mücahedeler yapması, bu ni'mete kavuşmak için değildi. başka faideler içindi. hesabın az olması, insanlıkla yapılan yanlışlıkların giderilmesi, derecelerin yükselmesi, yimesi, içmesi olmıyan melekle konuşmakda edebi gözetmesi, peygamberlik makamında lazım olan harikaların, mu'cizelerin çok olması gibi incelikler içindi. peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat bu ni'mete, aracısız, geçidsiz olarak kavuşdu. peygamberlerin aleyhimüssalevatü vettehıyyat eshabı onlara uydukları için, varis oldular. peygamberlerinin aleyhimüssalevatü velberekat aracılığı ile bu ni'metle şereflendiler. peygamberlerden ve eshabından sonra aleyhimüssalevatü vetteslimat çok az kimse, bu ni'metle şereflenmişdir. başkasına da uymakla, varis olmakla bu ni'meti ihsan etmeleri caizdir. farisi tercemesi: ruhulkudsün feyzleri gelirse yine, isanın yapdığını, yapar herkes de. bu ni'metin, tabi'inin büyüklerine de ışık salmış olduğunu sanırım rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. tebe'ı tabi'inin büyüklerine de gölgesi düşmüş olduğunu umarım. onlardan sonra, örtünmeğe başladı. resulullahın bi'setinden bin sene geçdikden sonra aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, peygamberlerin sonuncusuna uymak ve ona varis olmakla, bu ni'met, yine meydana çıkdı. sonra gelenleri, önce gelenlere benzetdi. farisi tercemesi: dilenci evine gelirse sultan, ey hoca, sen bu işe şaşma heman! doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! üçyüzikinci mektub bu mektub, zahir bilgilerini toplamış ve batın sırlarına kavuşmuş olan oğlu şeyh muhammed ma'sum hazretlerine yazılmışdır. vilayeti evliya ve vilayeti enbiya ve vilayeti melei ala arasındaki farklar ve peygamberliğin, evliyalıkdan üstün olduğu bildirilmekdedir: allahü teala anlayışını artdırsın! , evliyalık demekdir. allahü tealaya yakın olmakdır. bu yakınlık, araya zıl karışmadan olamaz. arada perdeler bulunur. evliyanın vilayetinde zıl olduğu meydandadır. peygamberlerin vilayeti aleyhimüssalevatü vetteslimat her ne kadar zıllerden kurtulmuş ise de, ismlerin ve sıfatların perdeleri araya karışır. ala nebiyyina ve aleyhimüssalevatü vetteslimat, her ne kadar, ismlerin ve sıfatların perdelerinin üstünde ise de, zati ilahinin i'tibarlarının ve şü'unun perdelerinden kurtulamaz. kendisine zıl hiç karışmıyan makam, yalnız ve dir. bu makam, sıfatların ve i'tibarların perdesi üstündedir. bundan dolayı, peygamberlik, evliyalıkdan üstündür. nübüvvetin yakınlığı, zatadır, asladır. nübüvveti ve inceliğini anlıyamıyan, vilayeti, nübüvvetden daha üstün sanır. görülüyor ki , ya'ni kavuşmak, nübüvvet mertebesindedir. ise, vilayet makamındadır. çünki, zıl karışmadan hüsul olmaz. vüsul ise, zıllerin dışındadır. bundan başka, hüsulün sonunda, ikilik kalkar. vüsulün sonunda ise, ikilik vardır. ikiliğin kalkması, na uygundur. ikiliğin kalması ise, na yakışır. ikiliğin kalkması, vilayet makamına uygun olduğu için, vilayet makamında, her zeman sekr bulunur. nübüvvet mertebesinde ikilik bulunduğu için, bu mertebede hep sahv, şü'ur bulunur. bundan başka, ister suretlerle, şekllerle olsun, ister renklerin ve nurların perdeleri altında olsun, bütün tecelliler vilayet makamlarında ve bu makamların başlangıcında olur. nübüvvet mertebesinde ise, asla vüsul nasib olmuşdur. tecellilere ve zuhurlara lüzum kalmamışdır. çünki bunlar, aslın zılleridir, görüntüleridir. asl mertebesine varmadan önce, başdan ilerlerken de bu tecellilere ihtiyac yokdur. eğer, asla vilayet yolundan yükseliyorsa, tecelliler olur. fekat, bu tecelliler peygamberlik kemalatına kavuşduran yoldan değil, vilayet yolundan gelmekdedir. sözün kısası, tecelliler ve zuhurlar, zıllerden olur. zıllere bağlı olmakdan kurtulmuş olanlar, tecellilere muhtac olmakdan kurtulmuş olanlar, tecellilere muhtac olmazlar. vennecmi suresindeki, ayeti kerimesinin inceliğini buradan anlamalıdır. yavrum! aşk feryadları, muhabbet gürültüleri, aşırı istek gösteren bağırmalar, kavuşamamak üzüntüsünden doğan iniltiler, vecd, tevacüd, çırpınmak, zıplamak gibi şeylerin hepsi, zıllerin makamlarında olur. tecellilerde, zıllerin görünmesinde hasıl olur. asla kavuşdukdan sonra, bunların hiçbiri olamaz. bu makamda muhabbet, ibadetlere sarılmak ile kendini gösterir. alimlerin bildirdiklerini yapmak ister. bundan başka olan zevkli ve şevkli şeyler burada yokdur. tesavvufculardan çoğu, böyle şeyleri muhabbet sanmışlardır. yavrum! iyi dinle ki, vilayet makamında ikiliğin giderilmesi istenildiği için, evliya, iradelerini yok etmeğe uğraşırlar. bayezidi bistami hazretleri, dedi. nübüvvet mertebesinde ikiliği yok etmek lazım olmadığı için, iradeden kurtulmak istenilmez. çünki irade, kamil sıfatlardan biridir. eğer iradeye bir aşağılık bulaşmış ise, iradenin bir aşağı şeye bağlanmasından olmuşdur. demek ki, irade sıfatını pis şeye, beğenilmeyen şeye bağlamamalıdır. hep hak tealanın beğendiği şeyleri istemelidir. bunun gibi, vilayet makamında, insanlık sıfatlarının hepsinden kurtulmağa çalışır. nübüvvet mertebesinde ise, bu sıfatların kötü şeylere bağlanmaması aranılır. bu sıfatların kendileri, kamildirler. ilm sıfatının kendisi, kamil sıfatlardan biridir. eğer buna bir aşağılık gelmiş ise, kötü bir şeye bağlandığı içindir. demek ki, bunu kötü şeylere bağlamamak lazımdır. yoksa, sıfatın kendisini yok etmek lazım değildir. bütün sıfatlar da, hep böyledir. öyle ise, nübüvvet makamına vilayet yolundan gelen kimsenin, yolda iken, sıfatların kendini yok etmesi lazımdır. vilayet yolundan gelmiyen bir kimsenin, sıfatların kendilerini yok etmesi lazım olmayıp, bu sıfatların kötü şeylere bağlanmalarını yok etmesi lazımdır. yukarıda bildirilen vilayet, zıllerde olan vilayetdir. buna veya denir. başkadır. zılden ileri geçmişdir. bu vilayetde, insanlık sıfatlarının kötü şeylere bağlanmasını yok etmek lazımdır. sıfatların kendilerini yok etmek lazım değildir. sıfatların kötü şeylere bağlanmaları yok edilince, hasıl olur aleyhimüssalevatü vetteslimat. vilayeti enbiyadan sonra olan yükselmeler, makamlarında olur. bundan anlaşılıyor ki, vilayetin aslı olmadan, nübüvvet olamaz. çünki vilayet, nübüvvetin başlangıcıdır. fekat kemalati nübüvvete kavuşmak için, zıllerdeki vilayet hiç lazım değildir. birçok evliyada, bu da bulunur. birçoğunda ise, bu vilayetden hiç geçilmez. burasını iyi anlamalıdır. sıfatların kendilerini yok etmek, bunların kötü şeylere bağlanmalarını yok etmekden daha gücdür. bundan dolayı peygamberlik kemalatına kavuşmak, vilayet kemalatına kavuşmakdan daha kolay ve daha çabuk olur. asla kavuşmakda olan herşeyde de, böyle kolaylık ve çabukluk vardır. asldan uzaklaşdıkca, kolaylık ve çabukluk azalır. herkes bilir ki, aslın kimyası, ya'ni kıymetli maddesi çok olan filizinden, bu maddeyi elde etmek, kolay bir iş ile ve çabuk hasıl olur. kıymetli maddesi az olan bir filizin işlenmesinde sıkıntılar ve güclükler artar. kıymetli maddeye kavuşmak için, bütün bir ömür elden gider, yine de kavuşamaz. şöyle böyle ele geçenler de, kıymetli maddeye benziyebilir. çok olur ki, benzeyiş de, zemanla yok olarak, kendi aslına döner. yalancılık ve adam aldatmak olur. madde filizinin aslına kavuşan, böyle değildir. maddeye kolay işle ve çabuk kavuşduğu gibi, yalancılık ve aldatmak tehlükesi de yokdur. bu yolun saliklerinden birçoğu, güc riyazetler ve ağır mücahedeler çekerek, zıllerden bir zılle kavuşdukları zeman, güc riyazetler ve ağır mücahedelerle aranılana kavuşulur diyorlar. bundan daha kısa, başka bir yolun bulunduğu ve nihayetin nihayetine kavuşdurduğunu bilmiyorlar. allahü teala ihsan ve ikram ederek seçdiği kulunu bu yolla kavuşdurur. onun için bu yola yolu denir. onların seçdikleri ve mücahede çekdikleri yola yolu denir. inabe yolundan kavuşanlar pekazdır. ictiba yolundan kavuşanlar pek çokdur. peygamberlerin hepsi aleyhimüssalevatü vetteslimat, ictiba yolundan gitdiler. peygamberlerin eshabı da, onlara uydukları için, varis olarak, ictiba yolu ile vasıl oldular. ictiba yolunda riyazetler çekmek, kavuşmak ni'metine şükr etmek içindir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize birisi sordu: cevabında: buyurdu. inabet yolunda gidenlerin mücahedeleri ise, kavuşabilmek içindir. aralarındaki farkı düşününüz! , çekip götürmek yoludur. ise, gitmek yoludur. götürmek ile gitmek arasındaki fark, pek büyükdür. çabuk çekerler ve çok uzaklara kavuşdururlar. yavaş giderler ve yolda kalırlar. behaüddini buhari kuddise sirruh hazretleri, buyurdu. evet, ihsan edilmemiş olsa, başkalarının nihayeti, bunların bidayetinde nasıl yerleşdirilmiş olur? bu, allahü tealanın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. allahü teala, büyük ihsan sahibidir. yine sözümüze dönelim. bu fakir, yüksek hocama kuddise sirruhüma yazdığım mektublardan birinde, bütün istediklerim ortadan kalkmışdır. fekat, isteğin kendisi daha yerindedir, demişdim. bir zeman sonra, bu isteğin de, istenilen şeyler gibi yok olduğunu bildirmişdim. hak teala, peygamberlerine varis yapmakla şereflendirince aleyhimüssalevatü vetteslimat iradenin kötü şeylere bağlanmasının yok olduğunu anladım. iradenin kendisi yok olmamışdı. iradenin kötü şeylere bağlanmasının yok olması için önce kendisinin yok olması lazım gelmez. çok olur ki, yalnız allahü tealanın lutfü ve ihsanı ile öyle şeylere kavuşulur ki, uğraşmakla ve sıkıntılar çekmekle, bunun onda biri elde edilemez. oğlum! vilayet makamında, dünyadan ve ahıretden vaz geçmek lazımdır. ahırete bağlanmağı, dünyaya bağlanmak gibi bilmelidir. ahıret için çalışmanın, dünya için çalışmak gibi iyi olmadığını bilmelidir. imamı davüdi tai buyuruyor ki, selamete kavuşmak istersen, dünyadan selamet bul, kurtul! kıymetlenmek istersen, ahıret için eğilme!. tesavvuf büyüklerinden biri buyuruyor ki, ali imran suresi yüzelliikinci ayetinin, meali şerifi ikisini isteyenleri de şikayet etmekdedir. kısacası, , hak tealadan başka herşeyi unutmak demekdir. dünyayı da, ahıreti de unutmak lazımdır. fena ve beka, vilayetin birer parçalarıdır. bunun için, vilayetde, ahıreti unutmak lazımdır. kemalati nübüvvet mertebesinde ahırete gönül bağlamak iyidir. ahıret için çalışmak beğenilir, makbul olur. hatta, bu makamda yalnız ahıret için çalışılır. yalnız ahıret düşünülür. secde suresi onaltıncı ayetinde mealen, ve isra suresi elliyedinci ayetinde mealen, ve enbiya suresi kırkdokuzuncu ayetinde mealen, buyurulmuşdur ki, bu makam sahiblerinin halini göstermekdedir. bunlar, ahıret hallerini düşünerek ağlarlar. kıyamet hallerinin korkusundan sızlarlar. kabr fitnesinden her zeman, allahü tealaya sığınırlar. cehennem azabından kurtulmak için, ona yalvarırlar. bunlara göre, ahıretden korkmak, allahü tealadan korkmak demekdir. allahü tealayı istemek ve sevmek, ahıreti istemek ve sevmekdir. çünki allahü tealaya kavuşmak, ahıretde va'd edilmişdir ve allahü tealanın kulundan rızası, ahıretde belli olacakdır. hak teala, dünyayı sevmez. ahıreti sever. sevilmiyen, sevilen ile hiçbirşeyde bir tutulamaz. çünki, sevilmiyenden yüz çevrilir, beğenilene dönülür. beğenilenden yüz çevirmek, sekrdir. allahü tealanın da'vet etmesine ve beğenmesine karşı gelmekdir. yunüs suresi yirmibeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime sözümüze şahiddir. allahü teala, aşırı olarak ve sıkı olarak ahırete çağırmakdadır. ahıretden yüz çevirmek, hak tealaya karşı gelmek olur. onun beğendiği şeyi ortadan kaldırmağa uğraşmak olur. imamı davüdi tai, çok büyük olduğu halde, vilayetde ileri gitmiş olduğundan, dedi. eshabı kiramın aleyhimürrıdvan hepsinin ahıret için çalışdıklarını, ahıret azabından titrediklerini bilmiyormuş gibi konuşdu. hazreti ömerülfaruk radıyallahü anh birgün, deve üstünde, bir sokakdan geçiyordu. birisi vetturi suresinin yedinci ayetini okuyordu. meali şerifi, rabbinin azabı elbette vardır. onu önliyecek yokdur olan ayeti kerimeyi işitince, aklı başından gitdi. deveden aşağı yıkıldı. kaldırıp evine götürdüler. günlerce hasta yatdı. herkes, ziyaretine gelirdi. evet, sona varmadan önce, fena makamında iken, dünya ve ahıret unutulur. ahırete bağlılığın, dünyaya bağlılık gibi olduğu sanılır. fekat, beka şerefi ile şereflenerek, nihayete kavuşunca ve nübüvvet kemalatı ışık salınca, her an ahıret düşüncesi ve cehennem korkusu vardır. bundan allahü tealaya sığınmakdadır. rabbinden cenneti istemekdedir. cennetin ağaçları, nehrleri ve hurileri, gılmanı, dünyada olanlara hiç benzemez. bunlarla hiçbir ilgileri yokdur. hatta, bunların zıddı, tersidirler. kızmak ile beğenmek birbirinin tersi oldukları gibidirler. cennetin ağaçları, nehrleri ve orada olan herşey, dünyadaki ibadetlerin, iyiliklerin sonuçları, meyveleridir. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, cennetde ağaç yokdur. oraya çok ağaç dikiniz!. oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde, buyurdu. ya'ni, diyerek cennete ağaç dikiniz buyurdu. bir hadisi şerifde, buyurdu. görülüyor ki, cennet ağacı, dünyada harfler ve sesler şeklinde, bu kelimeye yerleşdirilmiş olduğu gibi, cennetde, bu kemaller ağaç şeklinde bulunmakdadır. bunun gibi, cennetde bulunan herşey, dünyadaki ibadetlerin, iyi işlerin neticeleridir. allahü tealanın kemallerinden herhangi biri, bu dünyada, iyi sözlerde ve iyi işlerde yerleşdirilmiş olduğu gibi, bu kemalat, cennetde, lezzetler, ni'metler perdesi altında meydana çıkar. bunun içindir ki, oradaki lezzetleri, ni'metleri allahü teala beğenir. bunları tadmak, cennetde sonsuz kalmağa ve allahü tealaya kavuşmağa sebeb olur. zevallı rabi'a rahmetullahi aleyha eğer bu inceliği anlamış olsaydı, cenneti yakıp yok etmeği düşünmezdi. ona bağlılığı, allahü tealaya bağlılıkdan başka sanmazdı! dünya lezzetleri, dünya ni'metleri böyle değildir. bunların başlangıcı hep kötülük ve aşağılıkdır. bunların neticeleri, ahıret ni'metlerinden mahrumlukdur. allahü teala, bizi bundan korusun! dünya lezzetleri, eğer islamiyyetin mubah etdiklerinden ise, ahıretde bunların hesabı olacakdır. allahü teala, eğer merhamet etmezse, hesaba çekilenlerin vay haline! eğer mubah olmıyan lezzetler ise, azab yapılacakdır. ya rabbi! kendimize zulm etdik. eğer bizi afv ve magfiret etmezsen, bizlere acımazsan çok ziyan ederiz. görülüyor ki, dünya lezzetleri başka, ahıret lezzetleri başkadır. dünya lezzetleri zehrdir. ahıret lezzetleri, faideli ilacdır. ahıreti, ya mü'minlerin cahilleri düşünür, yahud da, en yüksek olanlar düşünür. en yüksek olmıyanlar ahıret için üzülmezler. keramet, ahıret için üzülmemekdir derler. farisi mısra' tercemesi: onlar onlardır; ben de böyleyim yarab! üçyüzüçüncü mektub bu mektub, müezzin hacı yusüfe yazılmışdır. ezan kelimelerinin ma'nalarını bildirmekdedir: evvela allahü tealaya hamd ederim! sevgili peygamberine salevat eder, iyilikler dilerim! biliniz ki, ezanın kelimeleri yedidir: allahü ekber: allahü teala, büyükdür. ona birşey lazım değildir. kullarının ibadetlerine de muhtac olmakdan büyükdür. ibadetlerin, ona hiç bir faidesi yokdur. bu mühim ma'nayı, zihnlerde iyi yerleşdirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir. eşhedü en la ilahe illallah: kibriyası, büyüklüğü ile ve kimsenin ibadetine muhtac olmadığı halde, ibadet olunmağa ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehadet eder, elbette inanırım. hiçbirşey ona benzemez. eşhedü enne muhammeden resulullah: muhammedin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, onun gönderdiği peygamberi olduğuna, onun istediği ibadetlerin yolunu bildirici olduğuna ve allahü tealaya, ancak onun bildirdiği, gösterdiği ibadetlerin, yaraşır olduğuna şehadet eder, inanırım. hayye alessalah, hayye alelfelah: mü'minleri, felaha, se'adete, kurtuluşa sebeb olan, namaza çağıran iki kelimedir. allahü ekber: ona layık bir ibadeti kimse yapamaz. herhangi bir kimsenin ibadetinin ona layık, yakışır olmasından, çok büyükdür, çok uzakdır. la ilahe illallah: ibadete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak odur. ona layık bir ibadeti kimse yapamamakla beraber, ondan başka kimsenin ibadet olunmağa hakkı yokdur. namazın şerefinin büyüklüğünü, onu herkese haber vermek için seçilmiş olan, bu kelimelerin büyüklüğünden anlamalıdır. farisi mısra' tercemesi: senenin bereketi, beharından belli olur. ya rabbi! peygamberlerin efendisi, en üstünü hurmetine ve şerefine aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizleri, istediğin gibi namaz kılanlardan ve azabından kurtulanlardan eyle! amin. üçyüzdördüncü mektub bu mektub, mevlana abdülhayy için yazılmışdır. kur'anı kerimin birçok yerinde, işliyenlerin cennete girecekleri bildirilmekdedir. bunu açıklamakda ve şükr etmeği ve namazın esrarını bildirmekdedir: allahü tealaya hamd etdikden ve peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem salevat getirdikden sonra, se'adeti ebediyyeye erişmenize düa ederim. allahü teala, birçok ayeti kerimede, amali saliha işliyen mü'minlerin, cennete gireceklerini bildiriyor. bu lerin neler olduğunu, çok zemandan beri araşdırıyordum. iyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. birkaçı ise, acaba hangi iyi işler isteniliyor? nihayet, allahü teala, lutf ederek şöyle bildirdi ki, , islamın beş rüknü, direğidir. islamın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusursuz yaparsa, cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. çünki bunlar, aslında salih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmakdan korur. nitekim, ankebut suresi, kırkbeşinci ayetinde mealen, buyuruldu. bir insana, islamın beş şartını yerine getirmek nasib olursa, ni'metlerin şükrünü yapmış olur. şükrü yapınca, cehennem azabından kurtulmuş olur. çünki, nisa suresi, yüzkırkaltıncı ayetinde mealen, buyuruldu. o halde, islamın beş şartını yerine getirmeğe can ve gönülden çalışmalıdır. bu beş arasında bedenle yapılacakların en mühimmi, namazdır ki, dinin direğidir. namazın edeblerinden bir edebi kaçırmıyarak kılmağa gayret etmelidir. namaz temam kılınabildi ise, islamın esas ve büyük temeli kurulmuş olur. cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. allahü teala, hepimize rahmetullahi teala aleyhim ecma'in doğru dürüst namaz kılmak nasib eylesin! namaza dururken, demek, bildirmekdedir. namaz içindeki tekbirler ise, gösterir. rükü'deki tesbihlerde de, bu ma'na bulunduğu için, rükü'den sonra, tekbir emr olunmadı. halbuki, secde tesbihlerinden sonra emr olundu. çünki, secde tevadu' ve aşağılığın en ziyadesi ve zıllet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkı ile, tam ibadet etmiş sanılır. bu düşünceden korunmak için secdelerde yatıp kalkarken, tekbir söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbihlerinde ala demek emr olundu. namaz, mü'minin mi'racı olduğu için, namazın sonunda, peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri ya'ni, ettehıyyatü. yü okumak emr olundu. o halde, namaz kılan bir kimse, namazı kendine mi'rac yapmalı. allahü tealaya yakınlığının nihayetini namazda aramalıdır. peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buyurdu ki, . namaz kılan bir kimse, rabbi ile konuşmakda, ona yalvarmakda ve onun büyüklüğünü ve ondan başka herşeyin hiç olduğunu görmekdedir. bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hasıl olacağından, teselli ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki def'a selam vermesi emr buyuruldu. peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifde, emr etmişdir. bunun sebebi, bu fakirin anladığına göre, namazdaki kusurlar ile örtülür. layık olan, tam ibadet yapılamadığı bildirilir. ile, namaz kılmakla şereflenmenin onun yardımı ve erişdirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük ni'mete şükr, hamd edilir. ederek de, ondan başka ibadete layık kimse olmadığı bildirilir.bu mühim sünneti elden kaçırmamalı. cami'lerde, cenaze olduğu zemanda da, ayetelkürsi ile tesbihleri terk etmemelidir. namaz,şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınır ve yapılan kusurlar da böylece örtülüp, namazı nasib etdiğine de şükr edip ve ibadete, başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve halis olarak, kelimei tevhid ile bildirilince, bu namaz, kabul olunabilir. bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. ya rabbi! peygamberlerinin en üstünü hurmeti için aleyhi ve ala alihimüssalevatü vetteslimat bizleri kaddesallahü teala esrarehümül'aziz namaz kılan ve kurtulan, mes'ud kullarından eyle! amin. üçyüzbeşinci mektub bu mektub, mir seyyid muhibbullaha yazılmışdır. namazın temam ve kamil olmasını ve mübtedi ile müntehi namazları arasındaki farkı bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun. onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selam ve rahatlıklar olsun! allahü teala seni doğru yoldan ayırmasın! namazın kusursuz, kamil olması, bu fakire göre, fıkh kitablarında uzun uzadıya yazılmış olan farzlarını, vaciblerini, sünnetlerini ve müstehablarını yerlerine getirmekle olur. namazı temamlamak için, bu dört şeyden başka yapılacak birşey yokdur. namazın u , bu dört şeyi yapmakdır. kalbin u, da yine bunları temam yapmakla olur. ba'zıları, bu dördünü uzun uzadıya öğrenip ezberlemekle, namazımız temam oldu deyip, bu öğrendiklerini iyi yapmakda gevşek davranmışlar. bundan dolayı namazın kemalatından az birşey kazanabilmişlerdir. bir kısmı da, namazda dünyayı unutup, kalblerinin allahü teala ile olmasına ehemmiyyet verip, azaların edebli bulunmasını gözetmemişler. yalnız farzları ile sünnetlerini yerine getirmişlerdir. bunlar da namazın hakikatini anlıyamamışdır. namazın kemal bulmasını, namazdan başka şeyde aramışlardır. çünki, namazda kalbin hazır olması, şart değildir. hadisi şerifde, buyuruldu ise de bu, kalbin, yukarıda bildirilen dört şeyin yapılmasında hazır olması, uyanık olması demekdir. ya'ni bunların hepsinin yapılmasında gevşeklik olmamasına dikkat etmekdir. kalbin bundan başka, hazır olmasını bu fakir düşünemiyorum. sual: namazın temam olması ve kemal bulması, bu dört şeyi yapmakla olunca ve bundan başka birşey ile kamil olmıyacağına göre, başlangıcda bulunan bizim gibilerin namazı ile nihayete kavuşmuş büyüklerin namazları, hatta, bu dört şeyi yapan cahillerin namazları arasında ne fark kalır? cevab: namazlar arasındaki fark, kılanlar arasındaki farkdan gelir. bir ibadeti yapan iki farklı kimseye, eşid sevab verilmez. bir makbul, sevgili kula, başkalarının o işine verilen sevabdan çok sevab verilir. bunun içindir ki, demişlerdir. ariflerin halis amellerine kimbilir ne kadar çok verilir? bunun içindir ki, ebu bekr radıyallahü anh, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem bir yanılmasını, kendi doğru ve halis amelinden daha kıymetli olduğunu bilerek, demiş, bütün ibadetlerini verip onun aleyhissalatü vesselam bir yanılmasını almak istemişdir. ya'ni onun bir sehvi olmağı istemişdir. bütün amellerini, hallerini, onun bir yanlış işinden aşağı bilmişdir. mesela, onun dört rek'atli namazda yanılıp, ikinci rek'atde selam vererek kıldığı bir namazına, bütün ibadetlerini değişdirmek istemişdir. işte nihayete yetişmiş büyüklerin namazlarına dünya ve ahıretde çok şeyler verilir. başlangıcda olanların ve cahillerin namazı böyle değildir. farisi mısra' tercemesi: toprağın temiz alem ile ne ilgisi var? nihayetde olanların kaddesallahü teala esrarehümül'aziz namazlarından birkaç şey söyliyelim de, başka taraflarını bunlara benzetirsiniz! öyle olur ki, nihayete ermiş olan, namazda okurken ve tesbih ve tekbir ederken, dilini, musa aleyhisselama söyliyen ağaç gibi bulur. bütün azasını, vasıta ve alet olarak görür. öyle zemanlar olur ki, namazda batını, hakikatı , zahirinden, suretinden ayrılıp gayb alemine karışır ve bilmediğimiz bir bağ ile, o aleme bağlanır. namazı bitince, yine dünyaya döner. bu sualin cevabında şöyle de deriz ki; bu dört şeyi kusursuz yapmak, ancak nihayetdekilere nasib olur. işin başında olanlar ve cahiller, bunları tam yapamaz. ya'ni yapmaları mümkin ise de, yapabilmeleri çok gücdür. allahü teala, doğru yolda olanlara kaddesallahü teala esrarehümül'aziz selamet, rahatlık versin! üçyüzaltıncı mektub bu mektub, mevlana salihe gönderilmişdir. hakikatleri bilen, ma'rifetlerin kaynağı olan büyük oğlu hace muhammed sadık aleyhirrahme hazretlerinin ve iki küçük oğlu merhum muhammed ferruh ve muhammed isa rahmetullahi aleyhima hazretlerinin kemallerinden ve iyiliklerinden birkaçını bildirmekde ve vilayet sahiblerinin fenasını ve nübüvvet yolunda fena lazım olmadığını bildirmekdedir: allahü tealanın ni'metlerine hamd olsun ve onun seçdiği kullarına selam olsun! kardeşim molla salih! serhendde bulunanların başına gelenleri dinle! büyük oğlum radıyallahü anh iki küçük kardeşi muhammed ferruh ve muhammed isa ile birlikde ahırete gitdiler. inna lillah ve inna ileyhi raci'un. allahü tealaya sonsuz hamd olsun ki, önce geride kalanlara sabr etmek gücünü ihsan eyledi. bundan sonra, bu beladan razı olmağı nasib eyledi. farisi tercemesi: beni ne kadar incitsen, dönmem senden yine, dayanmak tatlı olur sevgili elemine. merhum oğlum, hak tealanın ayetlerinden bir ayet idi. rabbül'aleminin rahmetlerinden bir rahmet idi. yirmidört yaşında iken, öyle şeylere kavuşdu ki, az kimseye nasib olur. mevleviyyet mertebesine ve nakli ve akli ilmlerin profesörlüğüne yükselmişdi. öyle olmuşdu ki, yetişdirdiği gençler tefsirini, ve benzeri yüksek kitabları okutuyorlardı. ma'rifet ve irfanını anlatmak ve şühudünü, küşufünü yazmak başarılacak şey değildir. bildiğiniz gibi, daha sekiz yaşında iken, kendisini öyle hal kaplamışdı ki, hocamız kuddise sirruh hazretleri, halini yumuşatmak için, pazarların şübheli olan yemeklerini ona yidirirlerdi. muhammed sadıkı rahmetullahi teala aleyhi ve ala ebihi, sevdiğim gibi, hiçbir kimseyi sevmiyorum. kendisi de, bizi sevdiği kadar kimseyi sevmiyor buyururlardı. onun büyüklüğünü bu sözden anlamalıdır. yi son noktasına ulaşdırmışdı. bu vilayetin işitilmemiş, şaşılacak şeylerini anlatırdı. allah korkusundan her an yüreği titrer, edebi gözetirdi. ona sığınır, ona yalvarır, ona boyun büker ve onun huzurunda eğilirdi. evliyadan herbiri, hak tealadan birşey istemişdir. ben, ona sığınmağı ve ona yalvarmağı istedim buyururdu. muhammed ferruhdan ne yazayım ki, onbir yaşında ilm talebesi idi rahmetullahi teala aleyhi ve ala ebihi. kafiye okuyordu. tam anlıyarak ders görüyordu. daima ahıret azabından korkar ve titrerdi. çocuk iken, bu dünyadan ayrılmak için ve böylece, ahıret azabından kurtulmak için düa ederdi. ölüm yatağında iken, kendisine hizmet edenler, hiç işitilmemiş ve şaşılacak şeylerini gördüler. sekiz yaşında vefat eden ve bu yaşda çok keramet ve harikaları görünen muhammed isadan ne yazayım rahmetullahi teala aleyh. oğullarımın her üçü de, nefis birer cevher idiler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. bize emanet verilmişdiler. allahü tealaya hamd ve şükr olsun ki, bu emanetleri razı olarak sahibine teslim eyledik. ya rabbi! peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat bizi onların sevabından mahrum bırakma! onlardan sonra, bizleri fitneye düşürme! farisi mısra' tercemesi: her ne olursa olsun, dostdan konuşmak daha tatlı!, hak tealanın masivasını, unutmak demekdir. fena, hak tealadan başka şeylerin sevgisinden kurtulmak içindir. çünki, allahü tealadan başka herşeyin kendileri ve sıfatları ve işleri görünmez ve bilinmez olunca, onları sevmek, onlara bağlanmak da, kendiliğinden yok olur. vilayet yolunda, allahü tealadan başka şeyleri sevmekden, onlara tutulmakdan kurtulmak için masivayı unutmakdan başka çare yokdur. nübüvvet yolunda ilerlerken, mahluklara gönül bağlamakdan kurtulmak için, bunları unutmak hiç lazım değildir. çünki, nübüvvet yolunda, güzel ve tatlı olan asla bağlılık o kadar çokdur ki, her bakımdan çirkin ve kötü olan mahluklara gönül bağlanamaz. mahluklar unutulsa da olur, unutulmasa da olur. çünki, eşyayı bilmek, eşyaya bağlanmağa yol açdığı için kötü olmuşdur. eşyaya bağlanmak da, allahü tealadan yüz çevirmeğe sebeb olur. nübüvvet yolunda, eşyaya bağlılık kalmadığı için, eşyayı bilmek kötü olmaz. eşyayı bilmek, nasıl kötü olabilir? hak teala, herşeyi bilmekdedir. bunları bilmek, kamil sıfatlardan biridir. sual: hak tealadan başka olan şeyleri bilmek ile, hak tealayı bilmek, bir arada nasıl olabilir? hak tealayı bilmek için başka şeyleri unutmak lazım gelmez mi? cevab: hak tealadan başka şeyleri bilmek, gibi bir bilgi ile olur. hak tealayı bilmek ise, ye benzeyen bir bilgi ile olur. bu iki ilm, bir anda, bir arada bulunabilir. sakınacak birşey olmaz. her ikisi de olsaydı, o zeman, ikisi bir arada bulunamazdı. ilmi husuli ve ilmi huzuri gibi dedik. çünki o makamda, ne hasıl olmak, ne de hazır olmak yokdur. hak tealanın eşyayı bilmesi, ile değildir. çünki hak tealada ve onun sıfatlarında hiçbir şey hasıl olmaz ve hulul etmez. bu arifin bilmesi de, o ilmi huzuriden bir ışıkdır. hak tealayı bilmeğe, ilmi huzuri de denemez. çünki, hak teala insanın sine , bu müdrikenin kendisinden daha yakındır. allahü tealanın ilmi yanında ilmi huzuri, ilmi huzurinin yanında, ilmi husuli gibidir. bu ma'rifet, aklın ve düşüncenin varacağı, kavrıyacağı şey değildir. tatmıyan anlıyamaz. görülüyor ki, arifin hak tealadan başka olan şeyleri bilmesi, başka bir ilm iledir. hak tealayı bilmesi de, başka bir ilm iledir. bu iki ilm bir arada bulunabilir. bundan dolayı, hak tealayı bilmek için, mahlukları unutmak lazım gelmez. vilayet yolunda ise, böyle değildir. orada eşyayı sevmekden, onlara bağlanmakdan kurtulmak için, onları unutmak lazımdır. çünki vilayetde gönül, zıllere bağlanmakdadır. zıllere bağlanmak, o kadar kuvvetli değildir ki, eşya bilinirken bunlara bağlanmayı yok edebilsin. işte bunun için, vilayet yolunda, kalbin eşyaya bağlanmasından kurtulmak için, önce eşyayı unutmak lazımdır. bu ma'rifeti hak teala yalnız bu fakire ihsan eyledi. başka hiç kimse bunu söylemedi. bu ma'rifeti bize ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! o bize bildirmeseydi, kendimiz hiç bulamazdık. rabbimizin peygamberleri salevatullahi teala vetteslimatü aleyhim ecma'in doğru olarak gönderilmişlerdir. üçyüzyedinci mektub bu mektub, mevlana abdülvahidi lahoriye yazılmışdır. güzel kelimesini açıklamakdadır: allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine bizden düalar ve selamlar olsun. bir kul, ibadet ederken, bu ibadetde bulunan her güzelliği ve iyiliği allahü tealadan bilmelidir! çünki, onun güzel terbiye etmesinden ve ihsanındandır. ibadetde kusur ve aşağılık bulunursa, bunların hepsi kuldan gelmekdedir. kulun özünde bulunan kötülükden hasıl olmakdadır. hiçbir kusuru, aşağılığı hak tealadan bilmemelidir. o makamda, yalnız iyilik, güzellik ve kemal vardır. bunun gibi, bu alemde bulunan her güzellik ve üstünlük allahü tealadandır. her kötülük ve aşağılık da, mahluklardandır. çünki mahlukların aslı, özü ademdir. de, her kötülüğün ve aşağılığın başlangıcıdır. , yokluk demekdir. güzel kelimesi, bu iki şeyi açıkca bildirmekdedir. hak tealanın tenzihini ve takdisini ya'ni ona yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu çok güzel bildirmekdedir. bu güzel kelime, şükr yapmağı, hamd etmekle bildirmekdedir. çünki hamd, her şükrün başıdır. hak tealanın güzel sıfatlarına ve işlerine ve bütün ni'metlerine ve büyük ihsanlarına hamd kelimesi ile şükr edilmekdedir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, bir kimse, bu güzel kelimeyi gündüz veya gece, yüz kerre söylerse, o gün veya o gece, hiç kimse onun kadar sevab kazanamaz. ancak onun gibi söyliyen kazanır buyuruldu. başkalarının ibadeti, onunla nasıl bir olabilir ki, o kimse, bu güzel kelimenin son parçası ile, bütün iyiliklerin ve ibadetlerin şükrünü yapmış olmakdadır. bu güzel kelimenin baş tarafı ise, ayrıca hak tealayı kötülüklerden ve aşağılıklardan tenzih ve takdis etmekdedir. o halde, bu güzel kelimeyi her gün ve her gece yüz kerre okumalıyız! insanları iyi işleri yapmağa, ancak allahü teala kavuşdurur. sual: hadisi şerifde buyuruldu ki, ve ayrıca, buyuruldu ve ayrıca, buyuruldu. bunların hiçbirinde sayı bildirilmedi. bir kişiden başka sayı bildiren olmadı. adede halkıhi hangi bakımdan söylenmişdir? rıdae nefsihi ne demekdir? ve zinete arşihi nasıl olur? kelimelerin mürekkebi nasıl doğru olur? teraziyi nasıl doldurur? bütün insanların yapdığı hamddan katkat fazla ne demekdir? cevab: insanda, hem vardır, hem de vardır. alemi halkda ve alemi emrde bulunan herşey, insanda vardır. bundan başka, insanda denilen bir topluluk da vardır. bu topluluk, alemi halk ile alemi emrin birleşmesinden meydana gelmişdir. bu hey'eti vahdani, insandan başka hiç bir mahlukda yokdur. bu topluluk şaşılacak bir şeydir. işitilmemiş bir eserdir. bunun içindir ki, insanın yapdığı hamd, bütün mahlukların yapdıkları hamdlerden katkat çok olur. diğer sualler de, bundan anlaşılabilir. bütün mahluklar demek, insandan başka olan şeyler demekdir. buna insanı da katarsak, kamil bir insan, her mahluku kendinin bir zerresi bulduğu gibi, insanları da, kendinin bir zerresi görür. kendini her mahlukun bütünü bilir. bunun için, kamil insanın yapdığı hamd, bütün insanların yapdığı hamdlerden de katkat çok olur. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minettehıyyati ekmelüha! üçyüzsekizinci mektub bu mektub, feydullahi pani pütiye arabi olarak yazılmışdır. bir hadisi şerifi açıklamakdadır: iyi dinle! allahü teala anlayışını artdırsın! peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, iki kelime vardır. söylemesi çok kolaydır. terazide çok ağır gelirler. allahü teala, bu iki kelimeyi çok sever. sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahilazim buyurdu. çok kısa olduğu için, bunu söylemenin çok kolay olduğu meydandadır. fekat, terazide çok ağır olmaları ve allahü tealaya çok sevgili olmaları şöyledir ki, birinci kelimesi, allahü tealayı, ona yakışmıyan herşeyden ve mahlukların alametlerinden ve yok olmakdan tenzih ve takdis etmekdedir. uzaklaşdırmakdadır. son kelimesi, bütün kemal sıfatlarının ve güzel şü'unların onda bulunduğunu bildirmekdedir. üstünlükler ve ihsanlar sahibi olduğu gösterilmekdedir. birinci ve sonuncu kelimeler, istigrak ile, birbirine izafet edilmiş, bağlanmışdır. bu iki kelimenin böyle bağlanması, bütün tenzihlerin ve takdislerin ve bütün kemallerin ve cemallerin onda bulunduğunu göstermekdedir. başdaki iki kelime, bütün tenzihleri ve takdisleri ona getirmekde, bütün kemal ve cemal sıfatlarının onda olduğunu bildirmekdedir. sondaki iki kelime de, bütün tenzihlerin ve takdislerin ve azametin ve kibriyanın onda olduğunu bildirmekdedir. bu kelimenin bütünü onda hiçbir noksanlığın bulunmaması, ancak azametinden ve kibriyasından ileri geldiğini göstermekdedir. bundan dolayı, bu iki kelime terazide çok ağır gelmekde ve rahmana çok sevgili olmakdadır. bundan başka, tesbih, ya'ni demek, tevbenin anahtarıdır, hatta özüdür. böyle olduğunu, birkaç mektubumda açıklamışdım. bunun için, tesbih etmek günahların yok olmasına ve kötülüklerin afv olmasına sebeb olur. bundan dolayı da, terazide çok ağır gelir. hasenat kefesini doldurur. rahmana da sevgili olur. çünki allahü teala, afv etmeği sever. bundan başka, tesbih eden ve hamd eden bir müsliman, hak tealayı, ona yakışmayan şeylerden uzaklaşdırınca ve kemal ve cemal sıfatlarının ancak onda olduğunu bildirince, kerim olan, ihsan sahibi olan allahü tealanın da, o kulu uygunsuz şeylerden uzaklaşdırması ve ona kemal sıfatlarını ihsan etmesi umulur. errahman suresi altmışıncı ayetinde mealen, buyuruldu. bu ayeti kerime de, bu ümmidi kuvvetlendirmekdedir. bunun için, bu iki kelime çok okundukca, günahları yok etmekde, mizanda çok ağır gelmekdedir. güzel huyları getirdiği için de, rahmana çok sevgili olmakdadır. vesselam. üçyüzdokuzuncu mektub bu mektub, mevlana hace muhammed firketiye yazılmışdır. gündüz ve gece kendini hesaba çekmeği ve hadisi şerifini bildirmekdedir: allahü tealaya hamd olsun! sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim. meşayıhı kiramdan birçoğu kaddesallahü teala esrarehüm, muhasebe yolunu seçmişlerdir. her gece, yatacağı zeman, o gün yapmış olduğu işlerini, sözlerini, hareketlerini, hareketsizliklerini, düşüncelerini, herbirinin niçin olduğunu anlarlar. kusurlarını ve günahlarını temizlemek için, tevbe ve istigfar ederler. allahü tealaya boyun bükerler, yalvarırlar. ibadetlerini ve iyiliklerini de, allahü tealanın hatırlatması ile ve kuvvet vermesi ile olduğunu bilirler. bunun için, hak tealaya hamd ve şükr ederler. kitabının sahibi, kuddise sirruh, bu muhasebecilerden biri idi. buyuruyor ki, ben kendimi hesaba çekmekde, meşayıhı kiramın hepsinden ileri gitdim. niyyetlerimi, düşüncelerimi de hesaba katdım. bu fakire göre kaddesallahü teala sirrehül'aziz, muhbiri sadıkdan gelen haberlere uygun olarak aleyhi ve ala alihissalatü vesselam her gece yatarken, yüz def'a okursa, tesbih ve tahmid ve tekbir eylemiş olur. böylece, muhasebe yapmış olur. kendini hesaba çekmiş sayılır. tesbih söylemek, tevbenin anahtarıdır. bunu çok okumakla, kusurlarının, günahlarının afv edilmesini istemiş olur. bu günahlardan dolayı, hak tealaya bulaşdırılmış olan lekeleri tenzih ve takdis etmiş olur. günah işleyen bir kimse, bu emrlerin ve yasakların sahibinin azametini ve kibriyasını düşünmüş olsaydı onun emrlerine karşı gelemezdi. günahları yapması, onun emrlerine ve yasaklarına kıymet vermediğini göstermekdedir. böyle şeyden, allahü tealaya sığınırız. kelimesini, çok okumakla, bu kusur afv olunur. etmek, günahların örtülmesini istemekdir. kelimesini okumak ise, günahların yok olmasını istemekdir. o nerede, bu nerede? şaşılacak bir kelimedir. söylemesi çok kısadır. ma'naları ve faideleri ise pekçokdur. kelimesini çok okumakla, allahü tealaya şükr edilmiş olur. onun verdiği ni'metlerin şükrü yapılmış olur. kelimesi, allahü tealanın, kulların yapdığı şükrlerden çok yüksek olduğunu, ona yakışan şükr yapılamıyacağını göstermekdedir. çünki, ona yapılan istigfarlar, afv dilemekler için de, çok istigfar etmek lazımdır. ona yakışan hamd, ancak onun tarafından yapılabilir. bunun içindir ki kendisi, saffati suresinin son ayetinde, buyurmuşdur. kendini hesaba çekmek istiyenler, bu ayeti kerimeyi çok okumalıdır. böylece istigfar ve şükr etmiş olurlar. istigfar ve şükr edemediklerini de ve kusurlarını da bildirmiş olurlar. ya rabbi! bizim kusurlu, bozuk olan düalarımızı, tevbelerimizi kabul buyur! sen herşeyi işitir ve bilirsin. efendimiz, yüce peygamberimiz muhammed aleyhisselama ve onun aline ve hepsi temiz, seçilmiş olan eshabının herbirine salat ve selam olsun sallallahü teala ve selleme aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ecma'in! allahü teala hepsine bereket versin! kelimesi yerine dememelidir. böyle bozarak okumanın caiz olmadığı kitabının üçyüzdoksanikincisahifesinde uzun yazılıdır. üçyüzonuncu mektub bu mektub, mevlana muhammed haşimi keşmiye yazılmışdır kaddesallahü teala sirrehül'aziz. insanın herşeyi kendinde topladığını ve ba'zı ince ma'rifetleri bildirmekdedir: bismillahirrahmanirrahim. allahü tealaya hamd olsun! onun sevgili peygamberine salat ve selam olsun! insanda bulunan bütün kemaller, iyilikler hep te'alet ve tekaddeset mertebesinden gelmişdir. onun ilmi, o mertebeden, kudreti de, o mertebenin kudretindendir. bütün yükseklikler de, hep böyledir. fekat, her mertebenin kemali, o mertebeye göredir. insanın ilmi, o mukaddes mertebenin ilmine göre, sonsuz var olanla yok olanın karşılaşdırılması gibidir. bunun gibi, insanın kudreti, gücü, vacibi teala ve tekaddesin kudretine göre, bir üflemesi ile yerleri ve gökleri ve dağları ve denizleri yok eden güc sahibinin, kendini dokumacı ustası sanan örümcekle karşılaşdırılması gibidir. bu ikisinden başka olgunlukları da, bunlardan anlamalıdır. başka kelime bulamadığımız için, bu karşılaşdırmayı yapdık. yoksa, farisi mısra' tercemesi: toprak nerede, temiz alemler nerede? bundan anlaşılıyor ki, insandaki kemaller, vücub te'alet ve tekaddeset mertebesinin kemallerinin suretleri, görüntüleridir. insandaki kemallerin, vücub mertebesindeki kemallere yalnız ismleri benzemekdedir. bunun içindir ki, hadisi şerifde, buyuruldu. sözünün inceliği, buradan anlaşılmakdadır. çünki insanın nefsinde bulunan herşey, birer suretdir, görüntüdür. bu suretlerin hakikati, aslı, vücub mertebesindedir te'alet ve tekaddeset. insanın halife olmasının inceliği buradan anlaşılmakdadır. çünki, birşeyin sureti, o şeyin halifesidir. vekilidir. zındıklar ve allahü tealaya madde diyen adındaki kafirler, burada çok yanıldılar. allahü tealayı insan suretinde, şeklinde sandılar. ahmak oldukları için, allahü tealanın, insanlarda olduğu gibi organları, duygu aletleri var dediler. böylece, doğru yoldan sapdılar. çok kimseleri de sapdırdılar. allahü tealanın sureti ve misli gibi şeyler söylemek, benzeterek anlatmak içindir. yoksa, benzetilen şeyin kendisidir demek olmadığını anlıyamadılar. çünki suretin, görüntünün hakikati, aslı, parçalardan, zerrelerden meydana gelen bir toplulukdur. vücub mertebesinde ise, böyle şey olamaz. kadim olan, sonsuz olan, parçalanamaz, ayrılamaz. kur'anı kerimdeki denilen ayeti kerimeler de, böyledir. bildirdikleri şeylerin kendileri anlaşılmamalıdır. uygun olan başka şeyler anlaşılmalıdır. ali imran suresi yedinci ayetinde mealen, buyuruldu. demek ki, müteşabih olan ayeti kerimelerin ne demek olduğunu, ancak allahü teala bilir. bu ayeti kerime gösteriyor ki, müteşabih olan ayeti kerimeler, gösterdiklerinden başka şeyleri bildirmekdedir. allahü teala da, bu başka şeyleri bilmekdedir. denilen derin ehli sünnet alimlerine de, bu başka bilgiler ihsan olunmuşdur. bunun gibi, gayb olanları yalnız allahü teala bilir. peygamberlerin yükseklerine bu bilgisinden ihsan etmekdedir. demek, ayeti kerime ile ve hadisi şerifler ile bildirilmemiş olan ve his organları ile, tecribe ve hesab ile anlaşılamıyan şeyler demekdir. müteşabih olan ayeti kerimelere, anlaşılandan başka ma'na vermeğe denir. te'vili yanlış anlamamalıdır. ayeti kerimedeki kelimesine kudret demek ve kelimesine, allahü tealanın kendisi demek, te'vil olmaz. böyle kelimelerin te'vili ince, gizli bilgilerdir. ancak, seçilmişlerin seçilmişlerine bildirilmişdir. kitabının sahibi rahmetullahi aleyh hazretleri ve ona uyanlar, allahü tealanın sıfatları, allahü tealanın kendinden başka olmadıkları gibi, birbirlerinden de başka değildirler diyor. böylece, ilm sıfatı, zati ilahiden başka olmadığı gibi, kudretden, iradeden, işitmekden ve görmekden de başka değildir diyorlar. sıfatların hepsini de, böyle biliyorlar. bu fakire göre, bu sözleri doğru değildir. çünki, bunlar sıfatların dışarda ayrıca var olduklarına inanmıyorlar. ehli sünnetden ayrılmış oluyorlar. çünki, ehli sünnetin büyük alimlerinin anladıklarına göre, allahü tealanın sekiz veya yedi sıfatı, kendisi gibi dışarda ayrıca vardır. onları, sıfatların zatdan başka olmadığına sürükleyen şey, belki, o makamdaki başkalığı bu dünyadaki mahluklardaki başkalık gibi sanmalarından olsa gerekdir. allahü tealanın sıfatlarının kendinden başka olmasını, bizim sıfatlarımızın kendimizden başka olması gibi bulmadıklarından ve o başkalığı bu başkalığa benzetmediklerinden, sıfatların zatdan başka olmadığını sandılar. sıfatlar, zatın aynıdır dediler. o makamdaki başkalığın da, allahü tealanın kendisi gibi ve sıfatları gibi anlaşılamıyacağını, mahluklara benzetilemiyeceğini anlıyamadılar. oradaki başkalık, buradaki başkalığa benzemez. yalnız görünüşde ve ismde benzerlik vardır. bundan anlaşılıyor ki, o makamda başkalık, ayrılık vardır. fekat, biz bunu anlıyamayız! anlıyamadığımız şeylere yok diyemeyiz ve dememeliyiz! doğru yolun alimlerinden ayrılmamalıyız! herşeyin doğrusunu allahü teala bilir. üçyüzonbirinci mektub bu mektub, hakikatleri ve ma'rifetleri bilen, akl ve nakl bilgilerinin kaynağı, kıymetli oğlu hace muhammed sa'ide yazılmışdır. ince bilgileri ve işitilmemiş hakikatleri işaretle anlatmakdadır:, farisi beytler: harfi bizi yetişdirendir. ise rabbi habibullahdır. halilullahı yetişdirmişdir. kelimullahı bildirmekdedir. bu kelimenin başında bulunan harfinin hakikati, kelimullah musa aleyhisselamın mebdeidir. bu fakirin işinin başlangıcı da, onların yolunda bulunmakla ve hadisi şerifde bildirilen varis olmak şerefine kavuşmakla, bu harfin hakikatidir. fekat, kelimullah musa aleyhisselam ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam, bu kelimenin harfinin hakikatine gelmişdir. bu aşağı kulun geldiği yer ise, harfinin hakikatidir. bu fakirin şimdi bulunduğu ve sığındığı yer, işte bu harfin hakikatidir. bu hakikate denir. bu hakikat rahmet hazinesidir. dünyada olan bir rahmetin ve ahıret için ayrılmış olan doksandokuz rahmetin hepsi burada, bu hakikatde bulunmakdadır. sanki, bu hazineden bir musluk dünyaya akmakdadır. öteki rahmet musluğu ahıret içindir. erhamürrahimin sıfatı, bu hakikatden çıkmakdadır. bu makamda, yalnız sıfatı zuhur etmekdedir. sıfatından hiçbirşey bulunmaz. sevdiklerine dünyada verdikleri bütün sıkıntılar ve üzüntüler, sıfatı ile terbiye etmekdir. celal olarak görünmekdedir. böyle yapması, allahü tealanın mekridir, aldatmasıdır. bekara suresi yirmialtıncı ayetinde mealen, buyuruldu. peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat yapılanların başlangıcı, hakikatinin üstünde olan bir hakikatdir. halilullah ibrahim aleyhisselama ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam yapılanların başlangıcı da, bu yüksek makamın hakikatidir. böyle olmakla beraber, peygamberlerin sonuncusuna aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat yapılanların başlangıcının hakikati, o yüksek hakikatin icmalidir, topluluğudur, bütünüdür. halilullahın ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam başlangıcının hakikati ise, o icmalin, o topluluğun tafsili, açılmışı, yayılmışıdır. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat rücu' etdiği, geldiği hakikat, harfinin hakikatidir. halilullahın ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam gelip yerleşdiği hakikat ise, harfinin hakikatidir. evet icmalin, topluluğun, vahdetle ilgisi daha çokdur. bunun için e gelmesi kolay olmuşdur. çünki, harfi vahdete yakındır. açılmak, dağılmak, çokluğa daha uygundur. bunun için, çokluğa yakın olan a kavuşmuşdur. bundan dolayı hazreti ibrahim ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam hem başlangıcda, hem de sonunda çok bereketli olmuşdur. işte bunun içindir ki, insanların en üstünü olan muhammed aleyhisselam, halilullah ibrahim aleyhisselamın salevati ve bereketi gibi olan salevat ve bereket istemişdir. allahü tealanın ismlerinin mertebesi, sıfatlarının mertebesinin üstündedir. peygamberlerin sonuncusunun aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat rabbi, ya'ni yetişdiricisi olan ismi ilahi, mubarek ismidir. bu fakirin rabbi olan ism, mubarek ismidir. bu aşağı kulun, kelimullah ile bağlılığı olduğu için, o büyük peygamberden ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam bu aşağı kula çok bereketler ve yardımlar gelmişdir. bu fakirin vilayeti, herne kadar değil ise de, bu vilayetin bereketleri içindeyim. bu yolda çok ilerledim. bu aşağı kulun bu vilayetden faidelenmesi, bu vilayetin icmalinden, topluluğundan olmuşdur. büyük oğlumun aleyhirrahme istifadesi ise, bu vilayetin yayılmışından, açılmışından olmuşdur. bu fakirin, den gelen vilayeti, fir'avn soyundan olan mü'min kulun vilayeti gibidir. oğlumun aleyhirrahme vilayeti de, fir'avnın imana gelen sihrbazlarının vilayetleri gibidir. vesselam. üçyüzonikinci mektub bu mektub, mir muhammed nu'manın kuddise sirruh suallerine cevab olarak yazılmışdır. namazda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir: alemlerin, bütün mahlukların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyaclarını gönderen allahü tealaya hamd olsun! peygamberlerin en üstünü olan muhammed mustafaya aleyhissalatü vesselam ve onun peygamber kardeşlerine ve meleklere ve onun yolunda gitmekle şereflenenlere salat, selam ve iyi düalar olsun! molla mahmud ile gönderdiğiniz kıymetli mektub gelerek bizleri sevindirdi. soruyorsunuz ki: sual: alimler, medinedeki denilen yer, mekke şehrinden daha kıymetlidir diyor. halbuki, muhammed aleyhisselamın sureti ve hakikati, ka'bei mu'azzamanın suretine ve hakikatine secde etmekdedir. ravdai mubareke nasıl olur da, daha üstün olur? denir. , bağçe demekdir. o zemanki minberi şerif, üç basamak ve bir metre yüksek idi. yangınında temamen yandı. çeşidli yıllarda, çeşidli minberler yapılmış, bugünki, oniki basamaklı mermer minberi, sultan üçüncü murad han de istanbuldan göndermişdir. cevab: yavrum! bu fakire göre, yeryüzünün en kıymetli yeri ka'bei mu'azzama denilen cami'dir. bundan sonra, medinedeki ravdai mukaddesedir. üçüncü olarak, mekkei mükerreme şehridir. görülüyor ki, ravdai mutahhera, mekkeden daha üstündür demek doğrudur. sual: hanefi mezhebinde olan bir müsliman, namazda otururken, parmağı ile işaret eder mi? cevab: yavrum! şehadet parmağı ile işaret etmenin caiz olduğunu bildiren hadisi şerifler çokdur. hanefi mezhebindeki alimlerin bir kısmı da, böyle söylemişdir. hanefi mezhebindeki kitablar, çok dikkatle okunursa, parmak kaldırmanın caiz olduğunu bildiren haberler, değildir. mezhebin değildir. imamı muhammed şeybani, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem mubarek parmağı ile, işaret ederdi. biz de, onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. imamı azam ebu hanife de böyle söyledi diyor ise de, imamı muhammedin böyle dediği, haberlerindendir. haberlerinden değildir.de diyor ki, kitabında, kitablarında bildirmedi. sonra gelen alimler de, başka başka söyledi. işaret edilmez diyenler oldu, işaret edilir diyenler de oldu. imamı muhammed, üsul kitablarından başka kitablarında, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem işaret ederdi diyor ve imamı azam da rahmetullahi aleyh bunu haber verdi buyuruyor. işaret etmek sünnetdir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır diyor. fetavai garaibde bundan sonra diyor ki, doğrusu, işaret etmek haramdır.de diyor ki, namazda eşhedü en la. derken, şehadet parmağı ile işaret mekruhdur. kitabı da, böyle diyor. alimler bunu beğeniyor. fetva da böyle verilmişdir. çünki, namazda hareketsiz, vekarlı olmak lazımdır. fetva kitabında, diyor ki, otururken şehadet parmağı ile işaret edilmez. fetva böyledir. muhtar olan, beğenilen de budur. muhammed kuhistani rahmetullahi aleyh, kitabında diyor ki, işaret edilmez ve parmak bükülmez. mezhebin üsul bilgilerine göre böyledir. zahidinin kitabında da böyledir. fetva da böyle verilmişdir. , , ve daha başka kitablarda da böyle yazılıdır. büyüklerimiz, parmak ile işaret etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir. hazinetürrivayat kitabında, kitabından alarak diyor ki,teşehhüdde otururken, la ilahe illallah derken, sağ el şehadet parmağı ile işaret eder mi? imamı muhammed bunu, üsul haberlerinde bildirmedi. sonra gelenler, başka başka söyledi. bir kısm alimler, işaret edilmez dedi. da böyle yazıyor. fetva da böyledir. bir kısmı ise, işaret edilir dedi. görülüyor ki, işaret etmenin haram olduğunu söyliyen alimler vardır. mekruh olduğunu bildiren fetvalar mevcuddur. işaret edilmez, üsul haberleri böyledir diyenler çokdur. o halde, bizim gibi mukallidlerin, hadisi şerif vardır diyerek, işaret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvaları ile haram veya mekruh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz. yasak olduğunu bildiren fetvalar karşısında, hanefi mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işaret etmesi, iki fikri gösterir: ictihad derecesinde, yüksek olan bu din alimlerinin işaret edileceğini bildiren, meşhur hadislerden haberleri yok imiş demek olur. yahud, hadisi şerifleri işitmişler, fekat, bu hadislere uymamışlar. kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. böyle sanmak için, pek bayağı veya çok inadcı olmak gerekir. kitabındaki, eski alimler, namazda şehadet parmağı ile işaret ederdi. sonraları, şi'iler, bu işde taşkınlık yapdığından, sonra gelen hanefi alimleri, işaret etmeği, ehli sünnete yasak etdi. böylece, sünniler, şi'ilerden ayırd edilmiş oldu sözü de, kıymetli kitablardaki haberlere uygun değildir. çünki, alimlerimizin , işaret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor. ya'ni, eski alimler işaret edilmez buyurmuşdur. o halde, bu işin şi'ilikle bir ilgisi yokdur. işaret edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize düşen söz şöyle olmalıdır: bu büyükler, işaret etmenin haram ve mekruh olacağına bir delil, vesika elde etmeselerdi, haram veya mekruh demezlerdi. işaret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra, buyurmazlardı. demek ki, bu din büyükleri, işaretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesikaların doğru olduğunu anlamışlardır. sözün kısası, bizim gibi cahillerin, birkaç hadisi şerif işitmemiz, delil ve sened olamaz. din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. eğer, denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin halal veya haram olmasına vesika olamaz. birşeyin halal veya haram olması için, müctehidin zan etmesi lazımdır. müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve hanefi mezhebinin ne bozuk, çürük demek ve alimlerin, fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberi hiçe saymak ve bu haberlere yanlış demek, dini islamda büyük bir yara, gedik açmak olur. islamın büyük alimleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem parlak zemanına yakın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok olduğu ve haramdan, günahlardan sakınmaları, allahü tealadan korkmaları, son derece fazla olduğu için, hadisi şerifleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olmıyan, işitdiği birkaç sözü ilm sanan, boş cahillerden, elbette daha iyi tanır ve anlarlardı. doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş olanlarını, bizden daha iyi ayırd ederlerdi. bu hadisi şeriflere uymamak lazım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesikaları mevcuddur. bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işaretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadisi şerifler vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. bu çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işaretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. ba'zı haberler, parmakları yumruk haline bükmeden işaret edileceğini, ba'zıları bükerek edileceğini bildirmekdedir. işaretin, parmakları bükerek yapılacağını bildirenlerden bir kısmı, parmaklar kitabında, parmak işaretleri ile sayıları göstermek için kullanılan şeklleri açıkca anlatdığı üzere elliüç rakamı şeklinde, bazıları da yirmiüç rakamı şeklinde büker diye bildirmekdedirler. ba'zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka yapıp, şehadet parmağı ile işaret edilir diyor. bir habere göre, yalnız baş parmak, orta parmağın üzerine koyup işaret edilir. başka bir haberde, sağ eli, sol el ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine koyup, işaret edileceği bildiriliyor. ba'zı haberlerde, bütün parmakları kapatarak işaret olunması, ba'zılarında ise, şehadet parmağı kımıldatılmadan işaret edilmesi buyurulmakdadır. bunlardan başka, tehıyyatda işaret olur deyip yeri kesin bildirilmemekde, ba'zı haberlerde, şehadet kelimesi okunurken işaret olunur denilmekdedir. ba'zı rivayetlerde ise, otururken düa zemanında, ey kalbleri istediği gibi çeviren allahım! benim kalbimi, kendi dinin üzerinde bulundur! denir ve bunu söylerken, parmakla işaret olunur buyurulmuşdur. hanefi mezhebinin alimleri, işaret için bildirilen hadisi şeriflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, namaz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan, fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. çünki namazda esas, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. bundan başka, bütün alimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki, parmakları, gücü yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. hadisi şerifi, bunu açıkça emr etmekdedir. eğer sorulursa: hadisi şeriflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği zeman, işi güçleşdirir. halbuki, işareti bildiren hadisi şeriflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. çünki, çeşidli hadisi şerifler, başka başka zemanlarda duyulup, haber verilmiş olabilir. cevab olarak deriz ki, haberlerin çoğunda kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde ma'nasınadır. bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez. imamı azam ebu hanife, buyurdu ise de, bu sözü, kendi işitmemiş olduğu hadisi şerifler içindir. işitmemiş olduğum bir hadisi şerife uymıyan sözümü bırakın demişdir. halbuki, işaret hakkındaki hadisi şerifler, böyle olmayıp, meşhur olmuş, yayılmışdır. imamı azam bunları, belki duymamışdır denilemez.hanefi alimleri arasında, işaret edilir diyenler, böyle fetva verenler de vardır. birbirine uymıyan fetvalardan, herhangi birine uyulursa caiz olmaz mı? denirse: cevab olarak deriz ki, fetvaların uymaması, şeklinde olduğu zeman, caiz değildir veya haramdır diyen fetvalara uymak esasdır. ibni hümam rahmetullahi aleyh diyor ki, ibni hümama ne kadar şaşılsa azdır. kitabında, diyerek, ictihad derecesindeki büyük islam alimlerini cahil ve ahmak yapmakdadır. mezhebin zahirine ve üsul haberlerine göre, ictihad ve kıyas, edillei şer'ıyyenin dördüncüsüdür. ictihada nasıl dil uzatılabilir? bu zat, birbirine uymıyan rivayetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki, hadisi şerifinin de, hadisi da'if olduğunu söylemekdedir. akllı, olgun oğlum muhammed sa'id kaddesallahü teala sirrehül'aziz, parmakla işaret üzerinde bir risale yazmakdadır. temam olunca, bir suretini inşaallah gönderirim. sual: sizin yolunuzda çalışanlar her yerde çokdur. içlerinden birinin, arkadaşlarına başkanlık etmesini kimseye söyliyemedim. bunun için, kendime güvenemedim. sizin işaret buyurmanızı bekliyoruz. uygun gördüğünüzü bildiriniz de, arkadaşlarının başına geçirelim diyorsunuz? cevab: bu iş, sizin uygun görmenize bırakılmışdır. istihareden ve teveccühden sonra, siz emr ediniz! size ve yanınızda olanlara selam ederim. üçyüzonüçüncü mektub bu mektub, hace muhammed haşime rahmetullahi teala aleyh yazılmışdır. eshabı kiramın üstünlüklerinin nasıl olduğunu ve tarikati aliyyei nakşibendiyyede riyazet çekilmesi olmadığını ve bu yolun niçin hazreti ebu bekre bağlı olduğunu ve bir peygamberin vilayetindeki saliki, başka bir peygamberin vilayetine geçirmeği ve gömleğin önü açık olmalı mı yoksa olmamalı mı ve kelimei tevhid ve zikri ve birkaç edebi bildirmekdedir. bu mektub, mektubatın birinci cildinin son mektubu olmakdadır. hepsi, resuller adedince ve bedr gazvesindeki mücahidler adedince, üçyüzonüç olmakdadır. bu mektubun sonuna, büyük oğlunun birkaç mektubunun da eklenmesini emr buyurdular. böylece, düa ve fatiha okunmasını dilediler: allahü tealaya hamd olsun! onun çok sevdiği peygamberine salat ve selam olsun! din ve dünya se'adetinize düa ederim! kardeşim, muhammed haşim rahmetullahi teala aleyh! mir seyyid muhibbullahın mektubunda da bildirdiğiniz sorulara, bildiğim kadar cevab yazarak gönderiyorum: sual: allahü tealaya yaklaşmak için, fenafillah ve bekabillah ve cezbe ile süluk makamlarının hepsini geçmek lazımdır. eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, mahlukların en iyisinin aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat sohbetinde bir kerre bulunmakla, bütün ümmetin evliyasından daha üstün oldular. acaba bütün bu seyr ve süluk ve fena ve beka, bunlarda bir sohbetde mi hasıl oldu? yoksa, bu bir sohbet, seyr ve sülukun ve fena ve bekanın hepsinden daha mı üstün idi? eshabı kiramın rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in fena ve bekaları, o hazretin aleyhi ve ala alihissalatü vesselam teveccühü ve tesarrufu ile mi idi? yoksa, yalnız müsliman olmakla mı idi? bunlar süluk ve cezbe hallerini ve makamlarını biliyorlar mı idi? yoksa, bilmiyorlar mı idi? eğer biliyorlar idi ise, bu hallere ve makamlara ne ism vermişlerdir? eğer onlarda süluk ve cezbe yolları yokdu denirse, bu tarikatlerin bid'ati hasene olmaları lazım gelmez mi? cevab: bu güc sorularınızı cevablandırmak, yazmakla olmaz. bir arada bulunmak, uzun zeman hizmet etmek lazımdır. bu kadar zeman içinde kimsenin söylemediği şeyleri bir def'ada söylemek ve bir kalemde yazmak kolay olur mu sanıyorsunuz? fekat, sorduğunuz için, cevabsız bırakmak da olamaz. elimden geldiği kadar bunu çözmeğe çalışacağım, iyi dinleyiniz! fena ve beka ve süluk ve cezbe ile olan yaklaşmağa denir. bu ümmetin evliyası, bu yaklaşmak ile şereflenmişlerdir. eshabı kiramın, hayrülenamın sohbetinde aleyhi ve aleyhimüssalatü vesselam kavuşdukları yakınlık ise, dir. resulullaha uyarak ve ona varis olarak kavuşmuşlardır. böyle yaklaşmakda, ne fena vardır, ne beka ve ne cezbe vardır, ne de süluk. bu kurb, vilayet kurbundan katkat daha yüksek ve üstündür. çünki bu kurb, asla yaklaşdırır. vilayet kurbu ise, zılle, gölgeye yaklaşdırır. ne kadar başka olduklarını buradan anlamalıdır. fekat, herkesin anlayışı bu ma'rifetin tadını alamaz. nerde ise, bu ümmetin yüksekleri de, bu ma'rifeti anlamakda, cahiller gibi kalırlar. farisi tercemesi: ebu ali sina kalenderlik yapsaydı, kalenderlerin hepsi sofi olurlardı. evet, eğer peygamberlik kurbunun kemallerine, vilayet kurbu yolundan çıkılırsa, o zeman fena, beka, cezbe ve süluk lazım olur. çünki, vilayet kurbunda yükselmek için, bunlar lazımdır. fekat, vilayet yolundan gidilmeyip, peygamberlik kurbunun caddesi seçilirse, fena, beka, cezbe ve süluk hiç lazım değildir. eshabı kiram, nübüvvet kurbunun caddesinden ilerlediler. bunun için, cezbe, süluk, fena ve beka, bunlara hiç lazım olmadı. bu ma'rifeti, mevlana emanullaha yazılan mektubda da arayınız! bu fakir, mektublarımda ve kitablarımda, halimin süluk ve cezbenin ötesinde ve tecellilerin, zuhurların ötesinde olduğunu yazmışdım. o yazılarımda, işte bu nu bildirmişdim. hacem hazretlerinin hizmetlerinde iken, bu devlet hasıl olmuşdu. bunu hace hazretlerine şöyle bildirmişdim: bende öyle bir hal hasıl oldu ki, o halin karşısında, , gibi oldu. bu halimi bildirmek için bu kelimelerden başka söyliyecek birşey bulamadım. bu şaşılacak halim, seneler geçdikden sonra, yerleşmeğe, anlaşılmağa başlayınca, kısaca yazmağa kalkışmışdım. bu ni'meti ihsan eden allahü tealaya hamd olsun! allahü teala ihsan etmeseydi, biz bunu bulamazdık. rabbimizin peygamberleri doğru olarak gönderilmişlerdir. yukarıda bildirdiklerimizden anlaşılıyor ki, fena ve beka ve cezbe ve süluk ismleri sonradan konulmuşdur. meşayıhın meydana çıkardıkları kelimelerdir. mevlana cami aleyhirrahme kitabında yazıyor ki, . sual: tarikatı aliyyei nakşibendiyyede sünnete uyulur. halbuki o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam şaşılacak riyazetler ve sıkıntılı açlıklar çekdi. bu yolda ise, riyazetleri yasak etmişlerdir. hatta riyazetler, suretlerin, görüntülerin keşflerine sebeb olduğu için, zararlı olduklarını bildirmişlerdir. sünnete uymakda zarar bulunabileceğini düşünmek, şaşılacak birşey değil midir? cevab: sevgili kardeşim! riyazetler çekmenin bu yolda yasak olduğunu yazıyorsunuz. riyazetlerin bu yolda zararlı bilindiğini nerede işitdiniz? bu yolda, nisbeti hep korumak ve sünneti seniyyeye uymak ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye ve hallerini örtmeğe çalışmak ve orta halli yaşamak ve yiyecekde, giyecekde ve herşeyde orta hali gözetmek vardır. bunların hepsi, riyazati şakka ve mücahedati şedidedir. cahiller bunları riyazet saymazlar. mücahede bilmezler. bunlara göre, riyazet ve mücahede, yalnız açlık çekmekdir. çok aç kalmağı pek kıymetli sanırlar. çünki, hayvanlar gibi yaşayan bu kimseler, yimeğe, içmeğe çok önem verirler. hep bunları düşünürler. bunun için, yimemek, içmemek bunlara ağır riyazet görünür ve sıkı mücahede olur. bu cahiller, nisbetin hep korunmasına ve sünnete uymağa ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye ve benzerlerine hiç kıymet vermezler. bunun için, bunları yapmamağı çirkin görmezler. yapmağa çalışmağı da riyazetden saymazlar. görülüyor ki, bu yolun büyüklerine, hallerini örtmeğe çalışmak ve cahillerin kıymet verdikleri riyazetleri yapmamak lazımdır. böyle riyazetleri cahiller beğenirler. aralarında yayılarak şöhrete ve afete sebeb olur ve sonu kötü olur. resulullah, dinde ve dünyada parmakla gösterilmesi, insana kötülük olarak yetişir. bundan ancak allahü tealanın koruduğu kimse kurtulur buyurdu. bu fakire göre, uzun açlıklar çekmek, yimekde ve içmekde orta dereceyi gözetmekden çok daha kolaydır. pek hafif olur. orta hali gözetmek riyazetinin, çok aç kalmak riyazetinden daha üstün olduğu meydandadır. yüksek babam kuddise sirruh buyurdu ki, sülukü anlatan bir kitabda görmüşdüm. maksada kavuşmak için, yimekde, içmekde orta dereceyi gözetmek yetişir. bunu gözetince ayrıca zikr ve fikr lazım olmaz. sözün doğrusu da budur. yiyecekde, giyecekde ve her işde orta dereceyi gözetmek çok iyidir. farisi tercemesi: ağzından taşacak kadar çok yime, açlıkdan ölecek kadar az yime! hak teala, peygamberimize aleyhi ve ala alihissalatü vesselam kırk erkek kuvveti ihsan eylemişdir. bu kuvveti ile ağır açlıklara dayanırdı. eshabı kiram da, insanların en iyisinin sohbeti yardımı ile aleyhi ve ala alihissalatü vesselamü vettehıyye bu yüke katlanırlardı. bu yüzden işlerinde ve çalışmalarında hiçbir bozukluk ve gevşeklik olmazdı. aç iken muharebede düşmana öyle güclü saldırdılar ki, tok olanlar bunun onda birini yapamazlardı. bunun içindir ki, sabr eden yirmi kişi, ikiyüz kafire galib gelirdi. yüz kişi de, bin kişiye galebe çalardı. eshabı kiramdan başkaları, öyle aç kalsalar, edebleri ve sünnetleri yapamaz olurlar. belki çok olur ki, farzları yapamaz hale gelirler. gücü yok iken, bu işde eshabı kirama benzemeğe kalkışmak, kendini sünnetleri ve farzları yapamıyacak hale sokmak olur. işitdiğimize göre, ebu bekri sıddik radıyallahü anh o server gibi aleyhi ve ala alihissalatü vesselam, hergün oruc tutmak istedi. za'ifledi, takati kalmadı. birgün yere yıkıldı. o server aleyhi ve ala alihissalatü vesselam buna üzülerek, içinizde benim gibi kim vardır? rabbimin huzurunda kalırım. oradan yirim ve içerim buyurdu. görülüyor ki, gücü yetmediği şeyi yapmağa kalkışmak iyi değildir. eshabı kiram, insanların en iyisi kadar aleyhi ve aleyhimüssalevatü vetteslimat açlığa dayanamadılar ise de, onun sohbetinin yardımı ile uzun açlıkların zararlarından korunmuş idiler. başkaları, onlar gibi korunmuş değildirler. bunu şöyle açıklarız: açlığın safa verdiği, temizlediği meydanda birşeydir. çok kimselerin kalbine safa verir. çoğunun da nefsine safa verir. kalbin safa bulması, insanı doğru yola götürür ve nurlandırır. nefsin safası, dalalete sürükler ve zulmeti artdırır. nefs, alemi halkdan olduğu için, alemi halkdaki, bilinmiyen, gayb olan, gizli olan, çalınan şeyler, hastalıkların teşhisi, tedavisi, cin ile tanışma gibi şeyler hasıl olur. böyle kafir ve sapık kimseler, müslimanların imanlarının bozulmasına sebeb olurlar. ahmak eflatun, nefsinin safasına güvendi. hayaline gelen görüntülere uydu. bunları değerli birşey sanarak, kendini beğendi. hazreti isa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam eflatun zemanında peygamber olmuşdu. ruhullah olan o yüce peygambere inanmadı. biz gericilikden kurtulmuş kimseleriz. bizi doğru yola götürecek öndere ihtiyacımız yokdur dedi. eğer kalbini karartan safası olmasaydı, hayalindeki suretlere aldanmaz, se'adete kavuşmakdan geri kalmazdı. maksada ulaşmasına engel olmazlardı. bu karanlık safayı görerek, kendini nurlu sandı. bu safanın, nefsi emmarenin ince kabuğundan içeri giremediğini, nefsinin eskisi gibi kirli, pis olduğunu anlıyamadı. nefsinin ancak, şeker kaplanmış necasete döndüğünü göremedi. kalb böyle değildir. o, yaradılışda temizdir. nur ile doludur. yalnız, karanlık nefse yakın olduğu için, üzeri kararmış, kirlenmişdir. az bir tasfiye, temizlemek ile, üzerindeki pas giderek, eski haline döner. nur ile dolar. nefs ise, yaradılışda karanlıkdır, pisdir. kalbin emri, idaresi altına girmedikce, daha doğrusu sünnete uymadıkca, islamiyyete sarılmadıkca ala sahibihessalatü vesselamü vettehıyye, hatta ve hatta, ancak allahü tealanın ihsanına kavuşmadıkca, tezkiye bulamaz, içerden temizlenemez. yaradılışındaki pislikden kurtulamaz. se'adete, iyiliğe eremez. eflatun, hiç aklı ermediği için, nefsinin safasını, isa aleyhisselama inanan kalbin safası gibi sandı. o imanlı kalbin sahibi gibi, kendini de, nurlu ve temiz gördü. bunun için de, o yüce peygambere ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam uymak ni'meti ile şereflenemedi. sonsuz felakete sürüklendi. böyle belaya düşmekden allahü tealaya sığınırız! açlığın böyle zararı da bulunduğu için, bu yolun büyükleri kaddesallahü teala esrarehüm açlıkla riyazet çekmek yolunu tutmamışlar, yimekde, içmekde, orta dereceyi gözetmek riyazetine, tam ortada kalmağa çalışmak mücahedesine sarılmışlardır. açlığın bu büyük tehlükesine düşmemek için, faidelerinden de, vaz geçmişlerdir. başkaları, açlığın faidelerini düşünerek, zararlarını göremediler. açlık çekmeği emr etmişlerdir. aklı olanlar, bir zarardan kurtulabilmek için, birçok faidelerin bırakılacağını söylemişlerdir. islam alimlerinin, sözleri de, akl sahiblerinin bu sözlerine benzemekdedir. çünki bu iş, bid'at ise zararlıdır. sünnet ise, faideleri vardır. zararlı olabileceğini, önde tutmuşlar, bid'at olabileceği için bu işi yapmamalıdır buyurmuşlardır. açlıkla riyazet çekmek sünnetinin başka yoldan da zarar getirebileceği, şaşılacak birşey olmaz. bu sözle demek istiyoruz ki, bu sünnet, yalnız eshabı kiram için olabilir. o zeman için olması, çok ince ve örtülü bildirilmiş olduğu için, tesavvufcuların çoğu bunu anlıyamamış, kendileri de, böyle riyazet yapmışlardır. birçoğu ise, bunun o zeman için olduğunu anlıyarak, kendileri yapmamışlardır. herşeyin doğrusunu ancak allahü teala bilir. sual: bu yolun büyüklerinin kitablarında yazıyor ki: bizim nisbetimiz, hazreti ebu bekre bağlanmakdadır. başka yollar böyle değildir. yolların çoğu, imamı ca'feri sadıka bağlanmakdadır. bu imam da, hazreti sıddika bağlıdır. başka yollar da, hazreti sıddika bağlanmış olmuyorlar mı? cevab: imamı ca'feri sadık kuddise sirruh hazretleri, hem hazreti sıddika, hem de hazreti emire bağlıdır radıyallahü teala anhüma. kendisinde bu iki nisbet birleşmiş olduğu halde, her iki nisbetin kemalleri ayrı ayrı idi. birbirleri ile karışmamış idi. birçokları, imam hazretlerinden, hazreti ebu bekrin radıyallahü teala anh nisbetini aldı. bunların yaradılışları sıddika uygundu. yaradılışları hazreti emire uygun olanlar da, hazreti emirin nisbetini aldılar. hazreti emire bağlandılar. bir aralık, benaris gölünün yanına gitmişdim. kenk ve çemen nehrleri bu göle akmakda idi. her iki nehrin sularının gölde hemen karışmadıkları görülüyordu. sanki araları bir perde ile ayrılmışdı. kenk nehrinin akdığı tarafda bulunanlar, bu nehrden gelen suyu içiyorlardı. çemen nehrinin akdığı tarafda bulunanlar da, çemen suyundan içiyorlardı. hace muhammed parisa hazretleri kuddise sirruh, kitabında buyuruyor ki, hazreti ali, peygamberlerin sonuncusundan aleyhi ve ala alihissalatü vesselam terbiye gördüğü gibi, hazreti sıddikdan da yetişmişdir. bunun için, hazreti alinin nisbeti, hazreti sıddikın nisbetinden başka değildir denilirse, evet nisbetleri başka olmasa da, birçok incelikleri bulunduğu yerlere göre, birbirlerinden ayrılırlar. tek bir su, bulunduğu yerlere göre, başka başka özellikler aldığı gibi, ikisinden herbirine, ayrı incelikleri bakımından, ayrı bir tarikat bağlanmış olabilir. sual: molla muhammed sıddika yazılan mektubda, yaradılışı, vilayeti museviye uygun olan bir talibin, rehberi tarafından vilayeti muhammediyyeye getirildiği hiç işitilmemişdir deniliyor. büyük oğlunuza yazılan mektubda ise, sizi vilayeti museviden vilayeti muhammediye getirdiler deniliyor. bu nasıl olur? cevab: molla muhammed sıddikın rahmetullahi teala aleyh mektubunda, vilayeti museviden vilayeti muhammediyyeye geçirilmiş olduğu işitilmemişdir denilmekdedir. bunu yazarken, geçirildiği bilinmiyordu. bunu bildirdiklerinden sonra ve geçirmeğe kudret verdiklerinden sonra, sizi o vilayetden bu vilayete geçirdiler diye yazıldı. bu iki mektub, başka zemanlarda yazılmış oldukları için, birbirlerinin zıddı olmazlar. sual: buradaki sfiler, önü açık antari giyiyorlar. antarinin önü açık olması sünnetdir diyorlar. hazreti mirin adamları ise, yakası halkalı, kapalı yapıyorlar. bunun doğrusu hangisidir? cevab: biz de bunu iyi bilemiyoruz. arabistan ehalisi önü açık antari giyerler. sünnet böyledir derler. hanefi mezhebinin kıymetli kitablarından birkaçında, erkeklerin kadın elbisesi giymemeleri lazım olduğu yazılıdır. imamı ahmed ve ebu davüd, ebu hüreyreden haber veriyorlar ki, peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat, buyurdu. kitabında, kadın, erkeklere ve erkek de kadınlara benzemesin! benzeyenler mel'undur denilmekdedir. önü açık antarinin din adamları ile ilm sahiblerinin elbisesi olmadığı anlaşılmakdadır. bundan dolayı, zimmilerin ya'ni gayri müslimlerin böyle giymeleri caiz görülmüşdür. kitabında, kitabından alarak, diyor. alimlerden çoğuna göre, önü açık ise antari olmaz, manto olur. bunlara göre, , yakası omuzlarda açık olandır. da, kadın kefenini anlatırken böyle demişdir. kitabında, kamis yerine dir' demekdedir. göğse kadar açıkdır. kamisin önü omuza kadar açıkdır. çoğuna göre ikisi birdir. bu fakire göre, doğrusu şöyle görünüyor ki, erkeklerin kadın elbisesi giymeleri yasak olduğu için, kadınların önü açık antari giydikleri yerde, erkekler, kadınlara benzememek için, yakası kapalı giymelidirler. maveraünnehrde ve hindistanda kadınlar, önü açık antari giymekdedir. erkeklerin, yakası kapalı giymeleri lazım olmakdadır. meyan şeyh abdülhakı dehlevi rahmetullahi teala aleyh dedi ki, ben mekkede iken şeyh nizamı narnulinin talebesinden biri, yakası kapalı antari ile tavaf ediyordu. arablardan çoğu, onun kadın antarisi giymiş olduğunu görünce şaşırdılar. görülüyor ki, adete göre hem arablar doğrudur, hem de hindistan ve maveraünnehr erkeklerinin giydikleri doğrudur. bekara suresi yüzkırksekizinci ayetinde mealen, buyuruldu. önü açık antari giymek sünnet olduğu iyi bilinseydi, hanefi alimleri, zimmilerin böyle giymelerine izn vermezler, yalnız din adamlarının ve ilm sahiblerinin giymelerini bildirirlerdi. bu elbisede kadınlar başda geldikleri için, erkeklerin elbiselerini kadınların elbiselerine benzetmemeleri uygun görülmüşdür. sual: bu yolun talibleri, başlangıçda, tam ehadiyyeti arıyorlar. kelimei tevhidi söylemek bunlara nasıl uygun olur? çünki, tapınacak birşey yokdur derken, ondan başkaları düşünülmekdedir. cevab: ondan başkalarının düşünülmesi, ehadiyyete bağlanmayı düzeltmek ve terbiye etmek içindir. başkalarına tapılamıyacağını söylemek, ona bağlı kalabilmek içindir. yok etmek için başkalarını düşünmek, bir varlığa bağlanmağa uygunsuz olmaz. bir varlığa bağlanmağa uygun olmıyan, başkalarına bağlanmakdır. yok etmek için, onları düşünmek değildir. bu ikisini birbirine karışdırmamalıdır. zikrin çeşidleri çokdur. bunlardan çok faidelisi, allahü ekber, allahü ekber. la ilahe illallahü vallahü ekber. allahü ekber ve lillahil hamddır. buna denir. her gün çok okumalıdır. sual: bu yolda yeni başlıyanların ağızları ile söyledikleri zikri, kalbleri de söylemekdedir. kelimei tevhid ile zikr ederken, kalb de bunun hepsini söyliyor mu, söylemiyor mu? kalb de hepsini söyliyorsa, derken yukarıya doğru, derken, sağa doğru söylemek nedendir? cevab: eğer kalb, kelimesinin hepsini söylerse, niçin bu kusur olsun? derken, hayali ile, göbekden yukarı doğru söyler. derken, yukardan sağına doğru, derken sağdan kendine doğru söyler. yahud, bu kelimeleri, bu üç tarafa doğru hayali ile götürür. ağzı ile birşey söylemez. böylece, kalbin ağız ile birlikde olması şartı ortadan kalkar. sizin bu son iki sualiniz, fahreddini razinin şübhelerine benzemekdedir. iyi düşünseydiniz, sormanıza hacet kalmazdı. ek: son olarak, şunu da bildirelim ki, oradaki kardeşlerimiz arka arkaya yazarak, mir hazretlerinin bu günlerde talebeyle az çalışdığını, ev yapdırmakla uğraşdığını, eline geçenleri ev yapmağa harc etdiğini, talebenin, kendisinden faidelenemediğini bildiriyorlar. bunları öyle yazmışlar ki, beğenmedikleri, istemedikleri anlaşılmakdadır. iyi biliniz ki, bu yola bağlı olanları beğenmemek, öldürücü zehrdir. bu büyüklerin sözlerine, işlerine karşı gelmek, insanı sonsuz felakete götürür. uçuruma sürükler, hele kendi rehberini beğenmez, ona karşı gelirse, üstadını incitirse, neye varacağını düşünmelidir! bu büyüklere inanmıyanlar, bunların bereketlerine kavuşamaz. bunlara karşı gelenler, her zeman ziyan eder, aldanır. rehberin rahmetullahi teala aleyh her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikce, onun yüksekliklerinden hiçbirine kavuşamaz. eline birşeyler geçerse, istidrac olup, sonu yıkım ve çöküntü olur. üstadına aşırı sevgisi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu kendi için felaket, yıkım bilmelidir. onun üstünlüklerinden hiçbirine kavuşamıyacağını anlamalıdır. rehberin işlerinden birini beğenmezse ve bundan kendini kurtaramazsa, karşı gelmiş olmıyacak bir yol ile, kendisinden bunu sormalı, inanmamış görünmemelidir. bu zemanda, doğru ile yanlış, iyi ile kötü birbirleri ile karışıkdır. rehberin ara sıra, islamiyyete uymıyan birşey yapdığını görürse, kendisi bunu yapmamalı, iyi gözle bakarak, islamiyyete uygun görmeğe çalışmalı, iyi tarafını aramalıdır. iyi ve uygun yerini bulamazsa, bu beladan kurtulmak için, allahü tealaya yalvarmalıdır. üstadının bundan kurtulması için, ağlıyarak, düa etmelidir. üstadının mubah olan birşeyi yapmasından şübheye düşerse, bu şübheye kıymet vermemelidir. herşeyin sahibi olan allahü teala, mubah şeyleri yasak etmemiş, beğenmemezlik etmemiş iken, başkası, kendiliğinden nasıl karşı gelebilir. çok yer vardır ki, birşeyin daha iyisini yapmamak, yapmakdan daha iyi olur. hadisi şerifde ala sahibihessalatü vesselam, buyuruldu. mir hazretlerinin kabz hali, sıkıntılı hali çok olduğu için, böyle zemanlarında, talebesi ile uğraşamayıp da, birkaç mubah işle kendini avutmak isterse, buna karşı durmak doğru olur mu? abdüllahi ıstahri hazretleri, böyle zemanlarında, av köpekleri ile birlikde, ormana ava giderdi. büyüklerden birçoğu da, böyle zemanlarda, sima' ve nağme dinlemekle kendilerini avuturlardı. doğru yolda olanlara ve muhammed mustafanın izinde gidenlere selam olsun aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimatü etemmüha ve ekmelüha! birinci ariza merhum büyük oğlu muhammed sadık aleyhirrahme tarafından yazılan birinci mektub: kölelerinizin en aşağısı muhammed sadık, şerefli kapınıza bildirir ki, buradakilerin halleri, durumları, yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, çok iyidir. bedenlerimiz bir arada olduğu gibi, kalblerimiz de toparlanmış olarak yaşamakdayız. çok zemandan beri, hizmetcilerinizi düşünüyor ve ayrılık sebebi ile üzülüyorduk. bu satırların yazıldığı gün, meyan bedreddin gelerek afiyetde olduğunuzu bildirdi. bizleri sonsuz sevindirdi. rahatlığa kavuşduk. bunun için, allahü tealaya çok hamd olsun! gönüllerimizin kıblesi efendim! hafız burhaneddin, ramezanı şerifin onüçüncü gecesi kur'anı mecidi hatm eyledi. ondördüncü geceden beri, hafız muhammed musa başladı. her gece beş cüz' okuyor. yarın gece, ondokuzuncu gecesi olup, hatm edecekdir. ramezanı mubarekin son onunda, hafız behaeddin hatm edeceğini söyledi. hak teala selamet versin! bir gece, teravih namazında, hafız kur'anı kerim okuyordu. çok nurlu bir makam göründü. sanki, kur'anı kerimin hakikatinin makamı idi. her ne kadar, bunu söyliyemezsem de, hakikati muhammedinin aleyhissalatü vesselam bu makamın icmali, ortası olduğu anlaşıldı. sanki, büyük bir denizi, bir destiye doldurdular. bu makam, muhammed aleyhisselamın hakikatinin tafsili, yayılmışı, açılmışı idi. peygamberlerin aleyhimüsselam ve velilerin kuddise sirruhüm büyüklerinin çoğu, yaradılışlarındaki gücleri kadar, bu makamdan birer parça pay almışlardı. bizim peygamberimizden aleyhi ve ala alihissalatü vesselam başkasının, bu makamın bütününe kavuşduğu anlaşılmadı. bu aşağı köleye de bir pay verildi. allahü teala, yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, tam bir pay almak nasib eylesin! şu ana kadar, bu makam, tam açık görülmedi. bundan başka zemanlarımızda, kendimizi toparlamakdayız. bu yüce ayda, çok bereket hasıl oldu. kardeşim muhammed sa'idin halleri bir düzende gitmekdedir. zemanları zikr ile geçmekdedir. şehrlerdekiler de, seve seve geliyorlar. bu fakir, şimdiye kadar dört cüz'den çok ezberledim. bayrama kadar beş cüz' ezberlemiş olacağımı umuyorum. köleniz. ikinci ariza kölelerinizin en aşağısı muhammed sadık, yüksek kapınıza bildirir ki, burada bulunanların haline şükrler olsun! dileklerimizin ka'besi olan yüksek zatınızın, hizmetcilerinizin ve sevdiklerinizin hepsi ile iyi olmanıza düa etmekdeyiz. bütün dileğimiz, ancak budur. başımızın tacı olan mektubunuz, değeri ölçülemez olan yazılarınız, isma'il eli ile bizleri şereflendirdi. okumakla çok sevindik. hak sübhanehu ve teala, alemlerin kıblesinin ihsan gölgesini, bütün müslimanların üzerinden eksik eylemesin! ümmi olan peygamberleri ve onun temiz olan ali hurmetine bu düamızı kabul buyursun aleyhi ve aleyhim minessalevati efdalüha ve minetteslimati ekmelüha! ey, gönüllerin kıblesi! hallerimin yıkılmakda olduğunu nasıl bildireyim? çirkin işlerimden ve geçmişdeki ve şimdiki iyi hallerin elden çıkmasından dolayı ah etmekden başka bir işim yokdur. hiçbir zemanın ve anın, onun beğenmediği bir halde geçmemesini istiyorum. fekat, bu ni'met ele geçmiyor. tek ümmidim, yüksek kapınızın hizmetcilerinin teveccühlerinin yardımına kavuşmakdır. farisi mısra' tercemesi: büyük ihsan, kerimlere güc gelmez! allahü tealaya hamd olsun, şükr olsun ki, kıymetli teveccühlerinizin yardımı ile, bu ana kadar, emr buyurulan yolda çalışırken, az bir gevşeklik hiç olmadı. hergün ilerleyiş ve artış umuyoruz. sabah, öğle ve ikindi namazlarından sonra toplanıyoruz. hafız behaeddin, zeman bulunca, kur'anı kerim de okuyor. bu fakir, ara sıra oluyorum. sonra hasıl oluyor, açılıyorum. kabz, bast, teveccüh, zevk ve sükun ve benzerleri, yalnız bedende hasıl olmakdadır. bedenden başka yere bulaşmıyorlar. altı latife, ne teveccüh ediyorlar, ne de gafildirler. teveccüh ederlerse, teveccühleri, ilmi huzuri gibidir. hatta, tam öyledir. teveccüh, zevk ve benzerlerinin hepsini zıllerin içinde bilmekdedir. zılden dışarda bulmamakdadır. latifeler, önce beden ile karışık idi. kalb gözü, bedenden başka birşey görmüyordu. böyle olduğu, çok sevinçli olan huzurunuzda da bildirilmişdi. şimdi, bedenden ayrı bulunmakdadır. bu makamı, olarak bilmekdedir. bekadan sonra, latifelerde yine bir fena hasıl oldu. bekadan sonra olan bu fena hasıl olmadıkca, işin temam olamıyacağı anlaşıldı. birkaç günden beri yine vardır. sevindirici haller pekaz olmakdadır. bakalım ne olacak. şu ana kadar bu aleme hiç teveccüh olunmadı. halleri bildirmek lazım olduğu için, birkaç kelime ile arz etmeğe kalkışıldı. ey gönüllerin kıblesi! bu fakir, hemen hemen her gece, hazretinizi rü'yada görmekle şereflenmekdeyim. bundan daha çok ne yazayım. daha çok yazmak, resmi şeyler eklemek olur. köleniz. üçüncü ariza kölelerinizin en aşağısı olan muhammed sadık, yüksek kapınıza sunar ki, bu aşağı kul, çok zemandan beri halinde olup, çok sıkılıyordum. sonunda, allahü tealaya çok şükrler olsun, ancak yüksek teveccühünüzün yardımı ile, büyük bir , gönül açıklığı ihsan olundu. bu sıkıntısız halde iken, önceleri bu kimsenin yapdığı zikr ve teveccüh ve herşey, şimdi onun teala ve tekaddese tarafından yapılmakdadır. kendinde, bunları alabilmekden başka, birşey bulamamakdadır. üzerine güneş ışınları gelen ayna gibidir. bu ışıkların doğması ile, bedendeki ve latifelerdeki bütün karanlıklar ve bulanıklıklar yanıp temizlendi. bunların hepsinde nur ve bereket hasıl oldu. oldu. kalb genişledi. bedenin hepsi nur olup, ruhun ve sırrın eski parlaklıklarından daha çok ışık saçdı. latifeler arasında, en kamil tecelli kalb üzerine oldu. kalbe bakıp, içinde başka bir kalb görüldü. buna da tecelli vardı. bu kalbin kalbine bakınca bunun içinde de, başka bir kalb göründü. buna da tecelli vardı. böylece, sonsuz olarak, her kalbin içinde, başka bir kalb vardı. şimdi bunların bir kalbde sona erdikleri sanılıyor. fekat böyle olduğu iyi anlaşılamamakdadır. şimdiki halin yanında, eski hallerin ancak bir özenilecek şey olmadığı anlaşıldı. bu makamın ismi biliniyordu. edebe uygun olmaz korkusu ile yazılmadı. ey gönlümün kıblesi kaddesallahü teala sirrehül'aziz! bütün bunlar, temiz teveccühünüzün sebeb olduğu ihsanlardan birer zerredir. farisi tercemesi: vücudümün her zerresi dile gelse de; şükrünün binde birini yapamam yine! hazretinizin selameti ve yüksek kapınızda hizmetcilik edenlere katılabilmek için olan isteklerimizi nasıl açıklıyayım, nasıl yazabileyim? gece gündüz ve belki her an, bu yüksek arzumuza ve çok kıymetli isteğimize kavuşduracak olan, güzel vaktin ve tatlı saatin ne zeman geleceğini düşünüyoruz. fikrimizde, gönlümüzde, bu istekden, bu dilekden başka, hiçbir düşünce yokdur. hak sübhanehu ve teala, en güzel şeklde ve en uygun yol ile, bu büyük ni'mete kavuşdursun! sevgili peygamberi ve onun temiz ali hurmetine düamızı kabul buyursun aleyhi ve ala alihi minessalevati etemmüha ve minetteslimati ekmelüha! amin. köleniz. muhammed sadık bu hallerin, zevklerin, tercümanı mektubat, kitabıdır ki, ondan neşr oluyor füyuzat. ilahi nurlar ondan yayılıyor cihana, her ne müşkilin varsa, yalnız sen başvur ona. onu çok oku dostum, bak nurla dolacaksın, bizzat musannifinden, feyizyab olacaksın. öyle kitabdır ki o, misli islamiyyetde, ne mazide yazılmış, ne yazılır atide. kur'andan, hadislerden sonra gelir bu kitab, herkese var içinde, kendine göre hitab. ilm, ihlas menba'ı, harikalar diyarı, onda bulur arayan, eşi olmıyan yarı. kayyumi alem diyor, her mektubu babamın, bir deryayı muhitdir, sonu görünmez anın. tarikat ve islamiyyet, vasl olmuşdur burada, se'adet menbaıdır, dünyada ve ukbada. budur tabibi hazık, budur her derde deva, budur kalblere şifa, budur ruhlara gıda. budur hakkın sevdiği, sevgililerin sözü, budur islamın aslı, hem de irfanın özü. budur evliyaların, çeşid çeşid lisanı, ehli sünnet yolunun, gayet açık beyanı! aşkla yanan talibe, en iyi haber budur, bilinmiyen yollarda, salike rehber budur. gece gündüz daima, oku bu mektubatı, gayret et duymak için, o lezzeti, o tadı. oku, gülen gözlerin yaş doluncaya kadar, oku, hakiki aşka, kavuşuncaya kadar. oku, elbet o güzel, birgün runüma olur, muhabbetle okuyan masivadan kurtulur. saatlerce, günlerce, hep onunla meşgul ol, bu sözler te'siriyle, açılır kalbe bir yol. bir kalb ki, meşgul olur, bu ma'nayla her zeman, elbet imdada gelir, birgün bunları yazan. tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve li kaffetil mü'minine velmü'minat. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. kayyumi alem, muhammed ma'sumi faruki hazretleridir. birinci mektub ikinci mektub üçüncü mektub dördüncü mektub beşinci mektub altıncı mektub yedinci mektub sekizinci mektub dokuzuncu mektub onuncu mektub onbirinci mektub onikinci mektub onüçüncü mektub ondördüncü mektub onbeşinci mektub onaltıncı mektub onyedinci mektub onsekizinci mektub ondokuzuncu mektub yirminci mektub yirmibirinci mektub yirmiikinci mektub yirmiüçüncü mektub yirmidördüncü mektub yirmibeşinci mektub yirmialtıncı mektub yirmiyedinci mektub yirmisekizinci mektub yirmidokuzuncu mektub otuzuncu mektub otuzbirinci mektub otuzikinci mektub otuzüçüncü mektub otuzdördüncü mektub otuzbeşinci mektub otuzaltıncı mektub otuzyedinci mektub otuzsekizinci mektub otuzdokuzuncu mektub kırkıncı mektub kırkbirinci mektub kırkikinci mektub kırküçüncü mektub kırkdördüncü mektub kırkbeşinci mektub kırkaltıncı mektub kırkyedinci mektub kırksekizinci mektub kırkdokuzuncu mektub ellinci mektub ellibirinci mektub elliikinci mektub elliüçüncü mektub ellidördüncü mektub ellibeşinci mektub ellialtıncı mektub elliyedinci mektub ellisekizinci mektub ellidokuzuncu mektub altmışıncı mektub altmışbirinci mektub altmışikinci mektub altmışüçüncü mektub altmışdördüncü mektub altmışbeşinci mektub altmışaltıncı mektub altmışyedinci mektub altmışsekizinci mektub altmışdokuzuncu mektub yetmişinci mektub yetmişbirinci mektub yetmişikinci mektub yetmişüçüncü mektub yetmişdördüncü mektub yetmişbeşinci mektub yetmişaltıncı mektub yetmişyedinci mektub yetmişsekizinci mektub yetmişdokuzuncu mektub sekseninci mektub seksenbirinci mektub seksenikinci mektub seksenüçüncü mektub seksendördüncü mektub seksenbeşinci mektub seksenaltıncı mektub seksenyedinci mektub seksensekizinci mektub seksendokuzuncu mektub doksanıncı mektub doksanbirinci mektub doksanikinci mektub doksanüçüncü mektub doksandördüncü mektub doksanbeşinci mektub doksanaltıncı mektub doksanyedinci mektub doksansekizinci mektub doksandokuzuncu mektub yüzüncü mektub yüzbirinci mektub yüzikinci mektub yüzüçüncü mektub yüzdördüncü mektub yüzbeşinci mektub yüzaltıncı mektub yüzyedinci mektub yüzsekizinci mektub yüzdokuzuncu mektub yüzonuncu mektub yüzonbirinci mektub yüzonikinci mektub yüzonüçüncü mektub yüzondördüncü mektub yüzonbeşinci mektub yüzonaltıncı mektub yüzonyedinci mektub yüzonsekizinci mektub yüzondokuzuncu mektub yüzyirminci mektub yüzyirmibirinci mektub yüzyirmiikinci mektub yüzyirmiüçüncü mektub yüzyirmidördüncü mektub yüzyirmibeşinci mektub yüzyirmialtinci mektub yüzyirmiyedinci mektub yüzyirmisekizinci mektub yüzyirmidokuzuncu mektub yüzotuzuncu mektub yüzotuzbirinci mektub yüzotuzikinci mektub yüzotuzüçüncü mektub yüzotuzdördüncü mektub yüzotuzbeşinci mektub yüzotuzaltıncı mektub yüzotuzyedinci mektub yüzotuzsekizinci mektub mektub mektub yüzkırkbirinci mektub yüzkırkikinci mektub yüzkırküçüncü mektub yüzkırkdördüncü mektub yüzkırkbeşinci mektub yüzkırkaltıncı mektub mektub yüzkırksekizinci mektub mektub mektub yüzellibirinci mektub yüzelliikinci mektub yüzelliüçüncü mektub yüzellidördüncü mektub yüzellibeşinci mektub yüzellialtıncı mektub yüzelliyedinci mektub yüzellisekizinci mektub yüzellidokuzuncu mektub yüzaltmışıncı mektub yüzaltmışbirinci mektub yüzaltmışikinci mektub yüzaltmışüçüncü mektub yüzaltmışdördüncü mektub yüzaltmışbeşinci mektub yüzaltmışaltıncı mektub yüzaltmışyedinci mektub yüzaltmışsekizinci mektub yüzaltmışdokuzuncu mektub yüzyetmişinci mektub yüzyetmişbirinci mektub yüzyetmişikinci mektub yüzyetmişüçüncü mektub yüzyetmişdördüncü mektub yüzyetmişbeşinci mektub yüzyetmişaltıncı mektub yüzyetmişyedinci mektub yüzyetmişsekizinci mektub yüzyetmişdokuzuncu mektub yüzsekseninci mektub yüzseksenbirinci mektub yüzseksenikinci mektub yüzseksenüçüncü mektub yüzseksendördüncü mektub yüzseksenbeşinci mektub yüzseksenaltıncı mektub yüzseksenyedinci mektub yüzseksensekizinci mektub yüzseksendokuzuncu mektub yüzdoksanıncı mektub yüzdoksanbirinci mektub yüzdoksanikinci mektub yüzdoksanüçüncü mektub yüzdoksandördüncü mektub yüzdoksanbeşinci mektub yüzdoksanaltıncı mektub yüzdoksanyedinci mektub yüzdoksansekizinci mektub yüzdoksandokuzuncu mektub ikiyüzüncü mektub ikiyüzbirinci mektub ikiyüzikinci mektub ikiyüzüçüncü mektub ikiyüzdördüncü mektub ikiyüzbeşinci mektub ikiyüzaltıncı mektub ikiyüzyedinci mektub ikiyüzsekizinci mektub ikiyüzdokuzuncu mektub ikiyüzonuncu mektub ikiyüzonbirinci mektub ikiyüzonikinci mektub ikiyüzonüçüncü mektub ikiyüzondördüncü mektub ikiyüzonbeşinci mektub ikiyüzonaltıncı mektub ikiyüzonyedinci mektub ikiyüzonsekizinci mektub ikiyüzondokuzuncu mektub ikiyüzyirminci mektub ikiyüzyirmibirinci mektub ikiyüzyirmiikinci mektub ikiyüzyirmiüçüncü mektub ikiyüzyirmidördüncü mektub ikiyüzyirmibeşinci mektub ikiyüzyirmialtıncı mektub ikiyüzyirmiyedinci mektub ikiyüzyirmisekizinci mektub ikiyüzyirmidokuzuncu mektub ikiyüzotuzuncu mektub ikiyüzotuzbirinci mektub ikiyüzotuzikinci mektub ikiyüzotuzüçüncü mektub ikiyüzotuzdördüncü mektub ikiyüzotuzbeşinci mektub ikiyüzotuzaltıncı mektub ikiyüzotuzyedinci mektub ikiyüzotuzsekizinci mektub iki mektub ikiyüzkırkıncı mektub ikiyüzkırkbirinci mektub ikiyüzkırkikinci mektub ikiyüzkırküçüncü mektub ikiyüzkırkdördüncü mektub ikiyüzkırkbeşinci mektub ikiyüzkırkaltıncı mektub ikiyüzkırkyedinci mektub ikiyüzkırksekizinci mektub ikiyüzkırkdokuzuncu mektub ikiyüzellinci mektub ikiyüzellibirinci mektub ikiyüzelliikinci mektub ikiyüzelliüçüncü mektub ikiyüzellidördüncü mektub ikiyüzellibeşinci mektub ikiyüzellıaltıncı mektub ikiyüzelliyedinci mektub ikiyüzellisekizinci mektub ikiyüzellidokuzuncu mektub ikiyüzaltmışıncı mektub ikiyüzaltmışbirinci mektub ikiyüzaltmışikinci mektub ikiyüzaltmışüçüncü mektub ikiyüzaltmışdördüncü mektub ikiyüzaltmışbeşinci mektub ikiyüzaltmışaltıncı mektub ikiyüzaltmışyedinci mektub ikiyüzaltmışsekizinci mektub ikiyüzaltmışdokuzuncu mektub ikiyüzyetmişinci mektub ikiyüzyetmişbirinci mektub ikiyüzyetmişikinci mektub ikiyüzyetmişüçüncü mektub ikiyüzyetmişdördüncü mektub ikiyüzyetmişbeşinci mektub ikiyüzyetmişaltıncı mektub ikiyüzyetmişyedinci mektub ikiyüzyetmişsekizinci mektub ikiyüzyetmişdokuzuncu mektub ikiyüzsekseninci mektub ikiyüzseksenbirinci mektub ikiyüzseksenikinci mektub ikiyüzseksenüçüncü mektub ikiyüzseksendördüncü mektub ikiyüzseksenbeşinci mektub ikiyüzseksenaltıncı mektub ikiyüzseksenyedinci mektub ikiyüzseksensekizinci mektub ikiyüzseksendokuzuncu mektub ikiyüzdoksanıncı mektub ikiyüzdoksanbirinci mektub ikiyüzdoksanikinci mektub ikiyüzdoksanüçüncü mektub ikiyüzdoksandördüncü mektub ikiyüzdoksanbeşinci mektub ikiyüzdoksanaltıncı mektub ikiyüzdoksanyedinci mektub ikiyüzdoksansekizinci mektub ikiyüzdoksandokuzuncu mektub üçyüzüncü mektub üçyüzbirinci mektub üçyüzikinci mektub üçyüzüçüncü mektub üçyüzdördüncü mektub üçyüzbeşinci mektub üçyüzaltıncı mektub üçyüzyedinci mektub üçyüzsekizinci mektub üçyüzdokuzuncu mektub üçyüzonuncu mektub üçyüzonbirinci mektub üçyüzonikinci mektub üçyüzonüçüncü mektub birinci ariza ikinci ariza üçüncü ariza bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmişimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi insanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve medeniyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve alem tasavniyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır. bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih kündür. türk bizler, selçuklu'dan osmanlı'ya ve cumhuriyet'e kadar büyük devletler kuran bir milletiz. türk tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik kaynağıdır. bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih boyunca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda tutmuştur. medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebi anlayışlar arasındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uzlaşma ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır. gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve alem tasavvurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde aktarılmasını sağlamaktır. bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmişimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi idrak edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır. yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet projesinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. bu miras bize, tarihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettikleri eserleri sunuyor. bu doğrultuda yapılacak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere ve insanlığa sunacağımız eserleri üretmeye yönelik fikri çabaların hasılası olacaktır. her alanda olduğu gibi bilim, düşünce, kültür ve sanat alanlarında da eser ve iş üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye, kaynak olmaya başlayan bu hazinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederim. aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek muhafaza etmeyi sürdürecektir. felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, medine'de, kahire'de, şam'da, bağdat'ta, buhara'da, semerkant'ta, horasan'da, konya'da, bursa'da, istanbul'da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen değerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası haline gelmiştir. bu büyük emanete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli sorumluluğumuzdur. recep tayyip erdoğan cumhurbaşkanı muhafaza etmeyi sürdürecektir. bu çabaların bir gereği olarak kültür ve turizm bakanlığına bağlı politika ve stratejiler için çok büyük çabalar harcanmasını da zorunlu kılönüne sermektedir. bu detaylarda milletimizin dil, kültür, tarih ve toplum nüşerek günümüzü nasıl etkilediğini kavrayabildiğimiz takdirde, geleceğin adına bu mirası korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için belirlenecek dünyada medeniyet birikimi açısından önemli bir konuma taşırken, insanlık eserlerimiz geçmişe dönük bin yıllık bir tarihin ince derin detaylarını gözler kültürel ve ilmi mirasımızın bilgiye, hikmete ve irfana dayalı eserlere döbilinci, başka medeniyetlerle olan karşılıklı ilişkileri, tarihten tevarüs ettiinşasına yönelik daha tutarlı ve bütüncül bir bilinci elde etmemiz o denli ği mirasın yansımaları saklıdır. bu çeşitlilik ve zenginlik, türkiye'yi bütün aslına uygun bir şekilde korunması ve doğru anlaşılmasıyla gerçekleşecektir. zira güçlü bir gelecek inşası, ancak bir bütün olarak geçmişimizden devralmış olduğumuz bu büyük kültür ve medeniyet mirasının bugün, dünya coğrafyasının pek çok noktasında izlerini görebildiğimiz büyük medeniyetler kültür ve düşünce alanındaki yapıtlarıyla sadece muasırlarını değil sonraki kuşakları da etki alanlarına alabilen medeniyetlerdir. batı'da on ikinci asırdan itibaren tercüme edilmeye başlanan ve uzun yıllar bilim ve felsefe metinlerinin inşasına kaynaklık eden islam el yazmaları, medeniyetimizin kültürel değerlerinin somut göstergeleridir. türkiye'deki yazma eser kütüphanelerimizde ve müzelerimizde bulunan bilgi birikiminin hemen her alanında kaleme alınmış olan bu eserlerin, aynı muasırlarını değil sonraki kuşakları da etki alanlarına alabilen medeniyetbugün, dünya coğrafyasının pek çok noktasında izlerini görebildiğimiz kültürel ve ilmi mirasımızın bilgiye, hikmete ve irfana dayalı eserlere dönüşerek günümüzü nasıl etkilediğini kavrayabildiğimiz takdirde, geleceğin inşasına yönelik daha tutarlı ve bütüncül bir bilinci elde etmemiz o denli mümkün olacaktır. zira güçlü bir gelecek inşası, ancak bir bütün olarak geçmişimizden devralmış olduğumuz bu büyük kültür ve medeniyet mirasının aslına uygun bir şekilde korunması ve doğru anlaşılmasıyla gerçekleşecektir. batı'da on ikinci asırdan itibaren tercüme edilmeye başlanan ve uzunları, medeniyetimizin kültürel değerlerinin somut göstergeleridir. büyük medeniyetler kültür ve düşünce alanındaki yapıtlarıyla sadece düşüncelerinin yansıtıldığı en güzel örnekler olduğunu da görmekteyiz. türkiye'deki yazma eser kütüphanelerimizde ve müzelerimizde bulunan eserlerimiz geçmişe dönük bin yıllık bir tarihin ince derin detaylarını gözler önüne sermektedir. bu detaylarda milletimizin dil, kültür, tarih ve toplum bilinci, başka medeniyetlerle olan karşılıklı ilişkileri, tarihten tevarüs ettiği mirasın yansımaları saklıdır. bu çeşitlilik ve zenginlik, türkiye'yi bütün dünyada medeniyet birikimi açısından önemli bir konuma taşırken, insanlık adına bu mirası korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için belirlenecek politika ve stratejiler için çok büyük çabalar harcanmasını da zorunlu kılmaktadır. bu çabaların bir gereği olarak kültür ve turizm bakanlığına bağlı türkiye yazma eserler kurumumuz yazmaların tıpkıbasım, çeviri, çeviri yazı ve eleştirmeli basımını yaparak bilim, sanat ve kültür insanlarının istifadesine sunmak maksadıyla çalışmalar yürütmektedir. kültürümüzün zenginliğini daha çok anladıkça, müşterek değerlerimizin yarattığı toplumsal kabiliyetlerimize dair sahip olduğumuz özgüven daha da artacaktır. bu zenginlik aynı zamanda, sadece kendi toplumsal sistemimizde değil, bölgemizde ve dünyada yaşanan toplumsal sorunlara yönelik çözüm arayışlarına da katkı sağlayacaktır. toplumsal sorunlarda çözüm, kendimize, çevremize, geçmişimize, geleceğimize, kültürümüze, medeniyetimize, diğer medeniyetler ve kültürlere karşı sunacağımız katkılara bağlıdır. kültür ve turizm bakanı bir seyahatname olan elinizdeki metin, saray mütercimlerinden ahmed nermi tarafından sultan abdülhamid için rusça'dan türkçe'ye tercüme edilmiştir. abdülhamid'in merv 'e de alaka duyması ve burayla ilgili bir çalışmayı tercüme ettirmesi dikkat çekicidir. mütercim ahmed nermi efendi'nin merv seyahati adıyla tercüme ettiği bu çalışma seyahatname türünden kaleme alındığı için merv seyahatnamesi adıyla yayına hazırlanmıştır. abdülhamid'in özel kütüphanesinde yer almaktadır. bilindiği gibi ona ait olan evraklar daha sonra istanbul üniversitesi'ne devredilmiştir. günümüzde bu üniversiteye bağlı nadir eserler kütüphanesi'nde muhafaza edilmekte olup numarada kayıtlıdır. nosilov, jeolog olarak yetişmiş olmakla birlikte coğrafyacı, gezgin, etnolog, deneme yazarı ve gazeteci olarak da tanınmıştır. kuzey ural bölgesini gezen nosilov, burayla ilgili anılarını bir kitap halinde yayınlamıştır. anadolu, filistin ve mısır 'ı dolaşmış, ileyılları arasında hazar denizi üzerinden kazakistan da dahil olmak üzere o bölgeleri gezmiştir. merv ve türkmenistan 'ı de bu dönemde gezdiği tahmin edilmektedir. abhazya özerk cumhuriyeti içerisinde yer alan pilenkova 'da ölmüş ve oraya gömülmüştür. merv 'in tarihini bilmeyen bir seyyaha ait olan bu çalışma, kadim kent hakkındaki bilgilerden yoksundur. ancak bununla birlikte bu tarihi şehrin o günkü sakinleri olan türkmenler 'in sosyal yaşamları, tarım kültürleri, bölgede yaşayan kuşlar hakkında önemli bilgiler içermektedir. en önemlisi ruslar döneminde buraya verilen önem, bölgenin çar tarafından bir çiftlik haline getirilmesi, yetiştirilen tarımsal ürünler, pamuk üretimi, burada kurulan en modern pamuk fabrikası, çar tarafından orada kurulan saray ve müştemilatı ve merv harabelerinin o günkü durumunu bize kısaca takdim etmektedir. günümüz alfabesine aktarırken kullandığımız yönteme gelince eserde takip edilen esas, basit transkripsiyondur. yani transkripsiyon harflerinin bütün karşılıkları kullanılmamıştır. bunun yanında sözcük başı hariç olmak üzere arapça kelimelerin orta ve sonlarındaki ayn ve hemzeler imla olunmuştur. aslen türkçe olan sözcüklerde uzatma işaretine müracaat edilmemiş ve günümüz okuyucusu için yabancı olduğu düşünülen bazı kelimelerin anlamları dipnotlarda verilmiştir. elinizdeki çalışmanın bu hale gelmesinde kuşkusuz bazı dostların katkısı bulunmaktadır. yazmanın müsveddelerini gözden geçiren sevgili dostum doç. ali öztürk ve nesibe kablander'e, girişi okuyan idris söylemez ve mustafa özağaç'a, eserde kullandığım saray resimlerini bana gönderen merv sit alanının sorumlusu recep cabbarov ile basımını üstlenen türkiye yazma eserler kurumu'na, değerli başkanı muhittin bey ile başkan yardımcısı ferruh beyefendilerin şahsında teşekkür ederim. eserin ilk parçası merv 'i tanımak için konan kısa bir tarihçeyi içermektedir. eserin bu kısmı yakın zamanda neşretmeyi düşündüğümüz horasan 'ın bilim merkezi merv adındaki kitabımızdan alınmıştır. latinize ederken yazmanın sayfalarına sadık kalınmış, sayfa numaraları verilmiştir. bu kelimelerden ilki şah hükümdar ikincisi ise can beden anlamına gelmekte olup hükümdarın canı demektir. gay le strange ise bu kelimenin şahgan kelimesinin arapçalaşmış hali olduğunu söylemektedir. cevzi ise mervu şahican'ın bu kadim kenti kuran şahsın özel ismi olduğunu söylemektedir. kaynaklarımızda bu şehir için merv ı şayegan, mervı şahican, mervu şahcan, merv elşahcan, mervı şahcihan, merv, mervı sencer gibi değişik isimler kullanılmaktadır. not: bundan sonra bu esere mehdi seyyidi vd. bu giriş hazırlamakta olduğumuz henüz basılmayan horasan 'ın bilim merkezi merv adlı kitabımızdan alınmıştır. ebu'labbas şehsettin ahmed muhammed ibn hallikan, vefeyatu'layan, , ıv, beyrut. olmstead, darius and his behistun ınscription, the american Journal of semitic languages and literatures, vol. seccadi, merv 'in bihistun kitabelerinde margu şeklinde yer aldığını söylemektedir. mulu ahamenitlerin marguş veya margiana, yunanlıların antichiaveya aleksandra, maniheistlerin mrg, sasanilerin margu, islami kaynakların merv veya merverruz 'dan ayırmak için zaman zaman marvu şahican, veya mervı şahigan, bazen merv eluzmaveya merv elkübra ya da merv essüfla dedikleri merv şehri, dünya tarihinin kadim kentlerinden biridir. bu köklü geçmişinden dolayı da birçok medeniyete tanıklık etmiş hatta bazısının gelişiminde söz sahibi olmuştur. ahemanitler in güçlü hükümdarlarından büyük daryuş tarafından yazdırılan bihistun kitabeleri 'nde marguş adıyla yer almıştır. mecusilerin dini metinleri zend avesta 'da ahura mazda tarafından yaratılan on altı şehirden biri olarak zikredilmiştir. charles mervin, merv, the Queen of the World and the scourge of the manstealing turcomans, london. resim: merv harabeleri günümüzde türkmenistan sınırları içerisinde yer alan merv, bugün harabe halde olsa da binlerce yıl öncesine dayanan geçmişe sahiptir. ahamenitler döneminde murgiyana satrablığının merkezi olduğu bilinmektedir. o tarihten itibaren horasan bölgesinin idari merkezi olarak kalmaya devam eden merv, ahamenitlerlerden sonra büyük iskender 'in hakimiyetine girmiştir. milattan öncesenesinde burayı fetheden iskender'in şehre önem verdiği, hatta bazı bölümlerini yeniden inşa ettirdiği kaydedilmektedir. bu durum şehrin ilk kez onun tarafından kurulduğunun iddia edilmesine de sebebiyet vermiştir. nitekim XıX yüzyılın sonlarında merv'i gezen edmond, halk arasında buraya iskender kale denildiğini ve büyük iskender tarafından inşa edildiğine inanıldığını söylemektedir. muhtemelen charles marvin buna dayanarak merv'in iskender tarafından kurulduğunu söylemekte bu iddia için fakih, ebu abdullah ahmed muhammed ishak elhemedani, kitabu'lbuldan, , beyrut. edmond o'donovan, merv and ıts surroundings, proceedings of the royal geographical society and monthly record of geography, new monthly series, vol. selevkosların horasan bölgesini uzun süre hakimiyetleri altında tuttukları bilinmektedir ki tarihi merv de buranın bir parçası idi. selevkoslar ın milattan önce ikinci asırda partlara yenilmesiyle merv, bu devletin hakimiyetine girmiştir. partlar ın sasaniler e yenilip yöreyi terk etmeleriyle bu yeni devletin bir parçası haline gelmiştir. merv 'in en iyi bilinen tarihi sasaniler ile sonrasına aittir. erdeşir döneminde horasan bölgesi sasanilerin hakimiyetine girince partlardan kalan idari sistemi ilga ederek yeni bir yapılanmaya gittiler ve horasan'ı dört merzubanlığa bölerek yönettiler: resim: merv 'in günümüze gelen en eski kısmı: erk kalebkz. bununla birlikte mervi rud 'un kuruluşunu iskender'e, mervi şahican'ın kuruluşunu ise iskender'in komutanlarından biri olan antiochos 'a mö. gerek yer aldığı coğrafya gerekse de sahip olduğu ilmi tetebbuat merv 'in o dönemden itibaren dikkat çeken bir kent olarak karşımıza çıkmasına sebebiyet vermiştir. nitekim şapur döneminde, henüz mani hayatta iken, burası maniheist düşüncenin en önemli merkezlerinden biriydi. maniheistler in en yoğun yaşadıkları şehirlerin arasında yer alıyordu. hatta kazılardan elde edilen verilere göre o dönemde merv'de maniheistlere ait büyük bir de ibadethane bulunuyordu. burada aynı zamanda önemli bir nasturi ve budist nüfus da yaşıyordu. bu dönemde şehirde cündüşapur bilim akademisine benzer bir müessese de vardı ve bu müessesede değişik dillerden çeviriler de yapılıyordu. sprengling, shahpuhr ı, the great on the kaabah of zoroaster the american Journal of semitic languages and literatures, vol. hansklimkeit, manichaean kingship: gnosis at home in the World numen, vol. gerdizi, ebu said abdu'lhay eddahhak mahmud, zeynu'lahbar, , kahire. partlar döneminde merv valilerine satrab deniyorken sasaniler ise mahevi veya mahaveyh şeklinde özel bir unvan kullanıyorlardı. sasaniler döneminde her ne kadar merv sadece mervı şayegan vilayetinin merkezi olarak görünse de aslında horasan 'ın en önemli şehri olduğu, hatta çoğunlukla da buranın idari merkezliğini yaptığı bilinmektedir. merv, osman döneminde yeniden müslümanların hakimiyetine, mahaveyh ile yapılan sulhla, geri döndü. barış yoluyla islam devletinin bir parçası haline geldiği için hem yukarıda kendisinden bahsettiğimiz kütüphane hem de bilim merkezi zarar görmeden korunmuştur. bilindiği gibi bu kütüphane daha sonra me'mun tarafından bağdat 'a taşınmış ve beytu'lhikme 'nin özünü teşkil etmiştir. yezdücird, islam ordularının ilerlemesi karşısında başkent medain 'i terkedip kaçmak zorunda kaldı. uzun bir kaçış serüveninden sonra saray sekenesi, sasani bürokratları ve kütüphanesi ile birlikte merv 'e sığındı. buraya yerleşip islam ordularıyla buradan mücadele etmeyi düşünüyordu. onların gelişiyle paniğe kapılan merv valisi mahaveyh. yezdücird'in buraya sığınmasından da rahatsız olduğu için, onu bir hizmetçisine öldürttü. hemen akabinde de islam ordularının komutanı ahnef kays 'a barış teklifinde bulundu. ahnef'in bu teklifi kabul etmesiyle şehir sulh yoluyla islam devletinin bir parçası haline geldi. halife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrut, belazuri, futuh, yakubi, buldan, buldan, , tahran. kevsec, ebu yakub ishak mansur behram elmervezi kitabu'lmesail an imameyyi ehli'lhadis ahmed hanbel ve ishak raheveyh, ııX, , medine, ı, ibn kesir, bidaye, belazuri 'ye göre müslümanlar mahaveyhle aşağıdaki koşullarda barış imzalanmıştır: geniş bilgi için yezdücird 'in bir değirmenci tarafından öldürüldüğünü söylemektedir. gregory abu'lferec, ebu'lferec tarihi, ıı, , tarih kurumu yayınları, ankara, ali dönemine gelen merv, o dönemde islam ülkesi içerisinde meydana gelen iç çekişmelerden kısmen etkilenmiş olmakla birlikte devlete bağlılığını sürdürmüştür. hulefai raşidin döneminde merv'e içinde sahabilerin de olduğu bazı arapların yerleştiği bilinmektedir. bunlar gavur kale 'nin merkezine beni mahan camisi olarak bilinen mabedi kurmuş onun etrafına yerleşmişlerdir. onun altı ay kadar süren kısa hilafeti döneminde islam aleminin hiç bir yerinde istikrardan bahsedilemediği gibi genelde horasan özelde merv 'de de bahsedilemez. hasan'ın arkasındaki askeri desteği kaybettiğini görüp muaviye ile anlaşmasından sonra, islam şehirlerinin tamamı gibi merv de muaviye'nin hakimiyetini tanımış oldu. emevi devletinin kurucusu muaviye ebi süfyan, hilafeti döneminde merv 'e büyük bir önem vermiş ve buranın yönetimini önce basra valisi abdullah ibn amir'e daha sonra horasan 'ı da ırakeyn 'e ilave ederek ziyad ebih'e bırakmıştır. hicriyılında oluşturulan bu yeni eyaleti yönetmeye başlayan ziyad, horasan'ı bu haliyle idare etmenin mümkün olmadığı sonucuna varmış ve ebreşehr , merveruz, herat ve merv şeklinde dörde taksim ederek yönetmiştir. horasan'a büyük bir önem veren ziyad buranın demografik yapısının yanı sıra ilim ve kültürbelazuri, futuh, halife hayyat, ibn hibban ve zehebi, abdullah amir'in iki milyon ikiyüz bir dirheme anlaştıklarını söylemektedir. halife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrut, muhammed hibban ahmed ebi hatem ettemimi elbusti, kitabu'ssikat, dairetu'lmearif elosmani, haydarabad, ı, kudame cafer, ezzehebi, ebu abdullah şemsettin muhammed ahmed osman, tarihu'lislam ve vefeyatu'lmeşahir ve'lalam: ahdu'lhulefai'rraşidin, , beyrut. emeviler döneminde merv muaviye'nin 'de ölümü üzerine emevi devleti'nin başına oğlu yezid muaviye geçmiştir. hüseyin'in şehit edilmesi kuşkusuz ırak 'ta olduğu kadar horasan bölgesinde de ciddi tepkilere yol açmıştır. yezid 'in yerine veliaht olarak bıraktığı oğlu muaviye, hilafete pek meraklı olmadığı için bu görevi ümmete iade etmeye karar vermiştir. hatta bu konuda oldukça da cesur davranarak biat aldığı gün, mescitte yaptığı konuşmada, hilafeti ümmete iade edeceğini, bu görevi ancak yeni halife seçilinceye kadar sürdürebileceğini söylemiş ve minberden inmiştir. bu belirsizlik esnasında her yerleşim birimi kendine özgü bir çözüm bulurken, mervliler de ümmet, bir halife üzerinde ittifak edinceye kadar, valileri olan ziyad ebihi'nin oğlu selm 'e biat etmişlerdi. bunun üzerine selm, yerine önce muhelleb ebi sufra'yı daha sonra abdullah hazm'ı horasan valiliğine getirerek bölgeden ayrılmıştır. bu mücadele ibn hazim'in horasan'a hakim olmasıyla neticelenmiştir. abdullah zübeyr'in hilafeti islam aleminin önemli bir kısmında olduğu gibi merv 'de de benimsenmiş ve kendisine biat edilmiştir. diğer taraftan abdullah zübeyr'in halifeliğini kabul etmeyip şam'da kendi adına biat alan mervan hakem, bir süre sonra ölerek yerini oğlu abdulmelik'e bırakmıştır. emevi devletinin ikinci banisi olarak kabul edilen abdulmelik, horasan 'ı kendine bağlamak için harekete geçmiş ve abdullah hazim'den biat talebinde bulunmuştur. abdullah hazim bunu reddedince bukeyr'e hayatına da katkı sağlamak amacıyla elli bin kişilik bir kitleyi o bölgeye yerleştirmiştir. merv'e yerleştirildiği bilinen bu araplar, gavur kale'nin rabatına yerleşerek burayı kendi anlayışlarına uygun bir şekilde dizayn etmişlerdir. emeviler döneminde sürekli merkezi hükümete karşı isyanlarla gündeme gelen merv, horasan bölgesinin muhalefet merkezi gibi görünmektedir. abbasi hanedanı emevileri yıkmak için merkezi humeyme olmak üzere gizli bir teşkilat kurmuştur. bu gizli abbasi teşkilatı rıza min ali davetini islam aleminin diğer bölgelerine yaymak için harekete geçmiştir. bilindiği gibi abbasi ihtilalinin planlandığı bölgelerden biri de horasan, özellikle de merv şehri olmuştur. erken dönemden itibaren burada abbasi nakipleri ve daileri emeviler alayhine faaliyette bulunuyorlardı. emevilere karşı horasan'da yürütülen gizli isyan faaliyetleri neticesinde merv, ebu müslim elhorasani 'nin hakimiyetine geçmiştir. emevi devleti'nden rahatsız olan başta güney arapları ve mevali olmak üzere muhalif kitlenin tamamının desteğini almayı başaran ebu müslim elhorasani, kısa süre içerisinde, merv'den sonra, horasan'ın diğer bölgelerini de hakimiyeti altına alayı başarmıştır. arkasından da bu zinde ve ibn haldun 'un ifadesiyle asabiyesi güçlü birliklerle ırak 'a doğru yola çıkmıştır. ırak'ın önemli merkezlerinden kufe 'nin bu güce boyun eğmesiyle birlikte yeni bir dönem başlamıştır. bu vaat karşısında abdullah zübeyr'e biatını bozan bukeyr, mervlilerden abdulmelik mervan adına biat toplamaya başlamıştır. süregelen iç çekişmelerden yıldıkları anlaşılan mervliler de muhtemelen istikrar arzusuyla bukeyr'in biat talebini kabul ettikleri görülmektedir. merv müteakip yıllarda, türklerin islam dinini kabul etmelerinde büyük pay sahibi olan, kuteybe müslim'in idari merkezi olmuştur. kuteybe döneminde, horasan 'ın diğer bölgelerinin fethi için askeri üs olarak kullanılmakla kalmamış, çevre bölgelere akınlar da buradan sevk ve idare edilmiştir. bu akınlardan bazısının çin 'e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsadığı bilinmektedir. buhara ve semerkant ile çevresi bu dönemde merv'den fethedilmiştir. me'mun 'un merv 'e gelişi ile birlikte şehrin fiziki yapısında bazı değişikliklerin olduğu bilinmektedir. nitekim o ebu müslim elhorasani tarafından kullanılan hükümet konağını nı kullanmak istememiş ve kendisine deremşkan yakınlarında yeni bir idari merkez inşa ettirmiştir ki burası daha sonra me'mun'un sarayı olarak bilinir olacaktır. burayla ilgili bilgi veren ibn havkal, deremşkan kapısından maverau'nnehir tarafına gidildiğini söyledikten sonra me'mun'un merv'de bulunduğu süre içerisinde burada ikamet ettiğini, hatta buranın aynı zamanda onun karargahı olduabbasi devleti'nin kuruluşundan itibaren merv, bu devletteki ağırlığını korumakla kalmamış daha da güçlendirmiştir. abbasi ihtilalinin gerçek lideri olan ebu müslim elhorasani 'nin memleketi idi. ebu müslim, abbasi devletinin kurulmasını sağladıktan sonra bağdat 'ta kalmayarak memleketine dönmüş ve buranın idareciliğini üstlenmiştir. bu dönemde horasan 'ın yönetim merkezi olan merv, her ne kadar resmen abbasilere bağlı gibi görünse de, gerçekte müstakil bir yapı arzetmektedir. abbasi devleti'nin kuruluş döneminde ebu müslim'in riyasetindeki merv 'in idari kurumlarında olduğu gibi fiziki yapısında da ciddi değişiklikler gerçekleştirilmiştir. bu semt, merkezine yerleştirilen daru'limare, cami, pazar ve meydanın yanı sıra sivil yapılarla da donatılmıştır. ancak ebu müslim'in merv ve horasan 'daki icraatları abbasi halifesi mansur'un dikkatini çekmeye başlayınca, mansur, kendisinden kurtulmaya karar vermiştir. ebu müslim'e bir komplo düzenleyen mansur, ondan kurtulmayı başarmışsa da merv'in merkezi hükümete bağlılığını tam olarak sağladığını söylemek güç görünmektedir. nitekim harun erreşid döneminde de merv merkezli birçok isyan baş göstermiştir. harun erreşid bu isyanları bastırmak için bölgeye gelmiş ve bu sırada merv'e yakın bir yerde vefat etmiştir. zaten genelde horasan'ı özelde merv'i önemsediği için de oğullarından me'mun 'u buraya vali olarak göndermişti. harun erreşid, horasan şehirlerinden biri olan tus 'ta vefat etmiş ve burada da toprağa verilmiştir. babası harun'un vefatından sonra me'mun 'un kardeşi emin ile girdiği taht kavgası esnasında merv, bağdat ile mücadele edecek konuma yükselecektir. bağdat'ı merkez seçen emin ile merv'i merkez seçen me'mun arasında süren bu mücadele me'mun'un zaferiyle sonuçlanmasını merv'in bağdat'a galibiyeti şeklinde anlamak mümkündür. abbasilerin ilk yıllarında geleceği parlak bir kent olarak kendini gösteren merv, me'mun'un horasan valisi olarak buraya gelmesiyle şehzade kentine dönüşmüş idi. keşke dünya mirası kapsamında olan tarihi kentin sit alanının içerisinde bulunan evlerin tamamı kaldırılsa ve burası bir bütün olarak korunmaya alınmış olsa. resim: me'mun'un sarayının kalıntıları ğunu ilave etmektedir. yine o sarayın bulunduğu bu bölgeden kuşmeyhen köyüne gidildiğini de söylemektedir. gavur kale'nin kuzeyinde sultan kale 'nin kuzey doğusunda yer alan bu sarayın kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. havkal. me'mun 'un ve beraberindekilerin merv 'in kültürel hayatını geliştirdikleri gibi kendileri de buranın bilgi birikiminden faydalandıklarını unutmamak gerekir. zira merv, horasan bölgesinin en önemli kültür merkezlerinden biri olarak kabul edilmektedir. mazdaistler, maniheistler ve nasturiler in bu bölgede ağırlıklarının olduğunu yukarıda ifade etmiştik. dolayısıyla me'mun'un bunlara bigane kalamayacağı aşikardır. kuşkusuz me'mun döneminde sadece şehrin statüsü ile fiziki yapısında değil, aynı zamanda sosyal dokusunda, hatta daha da önemlisi kültürel hayatında ciddi değişimler yaşanmıştır. kendisi de bir ilim adamı olan ve ilme verdiği destekle tanınan me'mun'un merv 'e beraberinde bazı ilim adamlarıyla gelmiş olması ve bu ilim adamlarının önünün açılarak şehrin bilimsel seviyesinin yükseltilmesine olanak tanınması bu değişimde önemli rol oynamıştır. me'mun'la birlikte merv'e gelen ve buranın kültürel gelişimine katkı sağlayanlara örnek olarak müerric essedusi ennahvi elbasri 'yi verebiliriz. arap dil bilgini halil ahmed 'in talebesi ve aynı zamanda hazfu nesebi kureyş, ğaribu'lkuran ve elmani adlı eserlerin yazarı olan müerric essedusi merv'de bulunduğu dönemlerde ilim meclislerinin aranan isimlerindendi. halife me'mun, essedusi'ye o kadar çok değer vermiştir ki, yılında merv'i terk edip bağdat 'a döndüğünde onu da beraberinde götürmüştür. me'mun ile emin arasındaki mücadeleye son nokta yine burada konacaktır. zira, emin, kardeşi me'mun'a yenilince başı kesilmiş ve merv'e getirilerek ona takdim edilmiştir. merv, gerek şehzade şehri olduğu yıllarda, gerekse abbasi başkentliği yaptığı dört yıllık süre zarfında devletin imkanlarından ciddi anlamda faydalanmıştır. me'mun ile birlikte bağdat 'a gelen essedusi burada da ilim meclislerinin önemli isimlerinden biri olmuştur. bir süre sonra da bağdat'ı terk etmiş ve memleketi olan basra 'ya dönmüştür. burada da vefat ettiği rivayet edilmektedir. me'mun 'un ayrılmasından sonra başkent hüviyetini kaybeden merv, horasan 'ın idari merkezi olarak bağdat 'tan atanan valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır. abbasiler döneminde merv, zaman zaman bazı marjinal grupların isyanlarına da ev sahipliği yapmıştır. bunlardan biri mumerv aynı zamanda şia, özellikle on iki imam kolu açısından önemli bir geçmişe sahiptir. ali ailesine nisbet eden ve daha sonra şia olarak isimlendirilecek olan grupların desteğini almak amacıyla, veliahd olarak, ali errıza musa kazım 'ı seçmeye karar vermiştir. bunun üzerine medine'de yaşayan ve hayatı boyunca burayı hiç terk etmeyen, ilim ve irfanla uğraşan imam rıza'yı merv'e davet etmiştir. rıza merv'e geldikten sonra me'mun, abbasi hanedanına mensup olanları burada bir araya toplayarak ondan daha iyisini bulamadığını söylemiş ve veliaht olarak onu seçmeye karar verdiğini ilan etmiştir. rıza, veliahtlığı önceleri kabul etmemişse de sonraları me'mun 'un baskılarına dayanamayarak evet demiştir. hatta me'mun onu tamamen kendisine bağlamak için kız kardeşi ümmü habibe ile de evlendirmiştir. rıza'nın veliahtlık haberi abbasi hanedanı üzerinde şok etkisi yaratmış, bağdat 'ta ona karşı bir isyanın çıkmasını tetiklemiştir. nitekim bağdat'ta bulunan abbasiler me'mun'u azlederek yerine amcası ibrahim'e halife olarak biat etmişlerdir. bu haber merv 'e ulaşınca me'mun, yanına imam rıza'yı da alarak bağdat'a doğru yola çıkmıştır. yolda imam rıza bir rivayete göre yediği üzümden rahatsızlanarak diğer bir rivayete göre ise şiileri kazanayım derken bağdat'ı kaybetmek üzere olduğunu anlayan me'mun'un bu kararından pişman olmasıyla zehirletilerek öldürülmüştür. rıza, tus kentinin hemen yanı başındaki meşhed 'e defnedilmiştir. kuşkusuz imam errıza'nın horasan 'a gelip burada vefat etmesi yörenin tarihinde önemli izler bırakacaktır. zira bu tarihten itibaren genelde horasan, özellikle de merv ve çevresi yoğun şii akınına maruz kalmıştır. kuleyni, elkafi, , tahran, ı, şeyh saduk, uyun ahbar errıza, beyrut, ı, vd. safarilerden sonra şehir deylem li bir hanedan olan büveyhiler in hakimiyetine geçmiştir. merv bu dönemde grek felsefesinin arapça'ya aktarılmasında aracı rol oynamaya devam etmiştir. bir başka ifade ile merv, büveyhiler döneminde siyasi hadiselerden ziyade bilimsel aktivitelerin önemli merkezlerinden biri olarak kendisinden bahsettirmiştir. merv daha sonra saffariler in yönetimine geçmiştir. bu dönemde şehir saffari emiri amr leys adına ahmed sehl haşim elvelid tarafından idare edilmiştir. ahmed'in daha sonra görevden alınarak hapsedildiği bilinmesine rağmen kendisinden sonrakiler hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. mukanna ve benzeri bu bölgede yaygın olarak var olan isyanların gnostik bazı düşünce akımlarıyla bağlantılı olduğu tahmin edilmektedir. osman ile süren ilk fetihler esnasında değil emeviler devleti boyunca hatta abbasiler döneminde bile askeri garnizon olarak hizmet vermeye devam etmiştir. böylece bir taraftan horasan ve çevresinde diğer taraftan türkistan ve afganistan'ın islam topraklarına katılmasında bir askeri hareket noktası olarak adından hep söz ettirmiştir. tenasüha inandığı ifade edilen mukanna, allah'ın kendi bedenine hulul ettiğini iddia ediyordu. söz konusu isyan yılında merv 'de başlamış ve abbasi devleti'ni uzun süre uğraştırmıştır. rezzamiye mezhebine mensup olduğunu ve uluhiyyet iddiasında bulunduğunu söyledikten sonra taraftarlarına mukannaiyye veya mubayyiza denildiğini ilave etmektedir. tiktaka ise onun tanınmamak için kendisine altından bir maske yaptırdığını, uluhiyyet iddiasında bulunduğunu, allah ademi yarattı, sonra onun vücuduna hulul etti. sonra nuh'a hulul etmiştir. bu böyle ebu müslim elhorasani 'ye kadar devam etti. sonra allah ebu müslim'e hulul etti, ondan sonra da bana hulul etti dediğini nakletmektedir. savaşlarda taraftarları ondan ya haşim bize yardım et şeklinde yardım talebinde bulunuyorlardı. secdeye kapandıkları zaman kıblegah olarak onun bulunduğu yöne doğru secde ediyorlardı. merv'de budistlerin de yaşadığı hatta burada bir budist mabedinin var olduğu bilindiğine göre mukanna hareketiyle, söz konusu dini düşünce arasında bir bağ olsa gerektir. dandanakan meydan muharebesindensonra merv 'de yapılan merasimle tuğrul bey selçuklu devleti'nin ilk sultanı ilan edilmiştir. daha sonra selçuklu ülkesi üç kısma taksim edilerek yapılandırılmıştır. serahs ve belh şehirleri ile gazne merv'e bağlanarak çağrı bey 'in yönetimine verilmiştir. recep ayının ilk cuma günü merv'de çağrı bey adına melik olarak hutbe okunmuştur. böylece merv, saffarilerden sonra yeniden horasan 'ın merkezi olmuştur. bey buraya yerleştikten sonra tuğrul bey adına değil kendi adına para bastırmış hatta şehirde kendi adına meliku'lmuluk ünvanıyla hutbe okutmuştur. bey döneminde şehrin fiziki yapısında hızlı bazı değişimler yaşanmıştır. selçuklulardan çok önce sultan kale 'ye kayan şehrin, etrafına surların inşası bu dönemde başlamıştır. keza şehrin merkezi haline gelen macan bölgesinde bazı binalar inşa edilmiştir. sultan sencer 'in sağlığında yaptırdığı ve daru'lahire olarak bilinen kabri ile birlikte burası daha da canlanmıştır. muhammed atsız esserahsi'nin mimarlığını yaptığı bu kabir günümüzde hala ayakta durmaktadır. selçuklular, kuruluş döneminde başkent olarak nişabur 'u seçmelerine rağmen merv eski önemini hiç yitirmemiştir. hatta bu dönemde ihtişamının zirvesine ulaşmış, dahası bu devletin gelişmişliğinin de doruk noktası olarak kabul edilmiştir. bey merv 'i çok seviyordu. nitekim onun bu vasiyeti gereği serahs 'ta vefat etmiş olmasına rağmen naşı taşınıp buraya defnedilmiştir. bey'in vefatı ile merv önemini kaybetmemiştir. onun vefatından sonra da alpaslan 'ın payına düşmüştür. selçuklu sultanı melikşah 'ın 'de vefatından sonra aile içinde başlayan taht mücadelesi merv 'i ciddi şekilde etkilemiştir. melikşah döneminde buranın valisi olan kudan, sultan'ın vefatı üzerine kardeşi arslan argun 'u desteklemiş, şehri ona teslim etmiştir. arslan argun, merv'i, selçuklu tahtını ele geçirmek için bir üs olarak kullanmıştır. buradan hareket ederek, kısa sürede horasan 'ın neredeyse tamamına hakim olmayı başarmıştır. berkyaruk 'a mektup yazarak bölgenin kendisine verilmesini istemiştir. ancak berkyaruk, onun bu isteğini kabul etmeyerek böri bars 'ın komutasında bir orduyu merv bölgesine sevketmiştir. böri bars ile arslan argun'un birlikleri arasında meydana gelen savaşı böri bars kazanınca, arslan argun, merv'i terk edip belh 'e çekilmiştir. böylece merv, berkyaruk'un komutanı böri bars'ın hakimiyetine geçmiştir. kışı belh'te geçiren arslan argun, çoğunluğunu türkmenler den oluşturduğu yeni ordusuyla merv üzerine yürümüş, şehri ele geçirmekle kalmamış, halkının önemli bir kısmını da kılıçtan geçirmiştir. berkyaruk ile arslan argun arsındaki bu mücadele bir süre sonra berkyaruk'un zaferi ve arslan argun'un kuşkusuz merv, sultan alpaslan döneminde hem fiziki yapısında hem de sosyal dokusunda olumlu değişiklikler yaşamıştır. nitekim selçuklu tarihçilerinden sadrettin elhüseyini'nin de ifade ettiği gibi sultan alpaslan her sene ramazan ayı başladığında şehrin özellikle de fiziki yapısı ve kurumlarının ihtiyacında kullanılmak üzere bin dirhem ayırırdı. keza bu meblağ kadar bir parayı da şehrin özellikle fakir fukarasına dağıtırdı. alpaslan'dan sonra tahta geçen melikşah, merv'e önem veren selçuklu hükümdarlarından bir diğeri olmuştur. melikşah özellikle de şehrin güvenliğine yoğunlaşmış ve gavur kale'nin rabatı olarak gelişen devasa bölgenin etrafına daha önce başlanan surları tamamlamıştır. hüseyni onun hicriyılında isfahan'dan bağdat 'a gitmek isterken yolda hastalandığını ve şavval ayının. günü vefat ettiğini cenazesinin merv 'e getirildiğini ve babasının yanına defnedildiğini söylemektedir. maveraunnehr'e düzenlediği bir seferde vefat etmiş ve vasiyeti gereği burada babası çağrı bey'in yanına defnedilmiştir. merv açsısında bir yıkım ve gözyaşına sebep olmuştur. sultan sencer'in budist karahıtaylaryenilmesini fırsat bilen atsız buraya saldırmış ve şehri yağmalamıştır. sencer'in 'te oğuzlara esir olmasından sonra merv ve bağlı yerleşim birimlerinin önemli bir kısmı onlar tarafından yağmalanmış, hatta birçok ilim adamını da öldürmüştür. mervli ünlü tarihçi essem'ani birçok köyün bu saldırı esnasında tamamen tahrip edildiğini ve bir daha meskun mahal haline gelemediğini söylemektedir. yine o, bu hadiseler esnasında birçok zatın öldürüldüğünü, bunlardan birinin muhammed ömer muhammed eşşirazi olduğunu söylemektedir. merv bir dönem belh ve serahs ile birlikte oğuzlar ın hakimiyetinde kalmıştır. sultan sencer'i esir ederek buradan uzaklaştıran oğuzlar, bir süre şehri hakimiyetleri altında tutmuşlardır. bu süreçte her ne kadar sencer adına hutbe okutsalar da gerçekte müstakil hareket etmiş, şehri diledikleri gibi idare etmeye çalışmışlardır. ravendi oğuzların şehri üç gün yağmaladıklarını, altın ve gümüşün yanısıra yatak ve yastıklara, hatta ev eşyalarına varasıya götürdükleri, şehir halkını esir ettiklerini, sakladıklarını iddia ettikleri eşyalarını kendilerine göstermeleri için işkence yaptıklarını söylemektedir. rahat, benzer bilgiler için resim: sultan sencer 'in merv 'deki türbesibkz. cuveyni, cihangüşa, ravendi, barthold, türkistan, faruk sümer, atsız muhammed dia, istanbul ıv, piyadeoğlu, horasan. selçuklularla, zaman zaman yıkıma maruz kalsa da, ihtişamının zirvesine ulaşan merv, bu devletin muktedir hükümdarı sencer döneminde yeniden başkent haline gelmiştir. altmış yıla yakın merv'de valilik ve hükümdarlık yapan sultan sencer, tabir caiz ise şehri baştan sona yeniden inşa etmiştir. ve eşine ender rastlanan güzellikte bir kent ortaya çıkarmıştır. sultan sencer'in merv'ini cuveyni şöyle tasvir etmiştir: stewart, ibn esir'i kaynak göstererek. moğol istilasında islam şehirlerinin önemli bir kısmı harabe hale getirilmiştir. ancak bu istila hiçbir şehirde merv kadar yıkıcı olmamıştır. merv sultan sencer 'e başkentlik yapmıştır. büyük küçük herkesin derdine derman aradığı bir yerdi. horasan 'ın en münbit ve en güzel topraklarına sahipti. nüfusunun sayısı nisan yağmurunun damlalarıyla boy ölçüşürdü. orada yaşayanların en fakiri bile zamanın padişahları ve emirleri gibi yaşardı. sencer dönemi merv için imar faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı, adeta şehrin yeniden inşa edildiği bir dönem olmuştur. fakat bu taht kavgaları sırasında arslan argun ve harezmşah atsız 'ın saldırısına maruz kalan merv, büyük yıkım ve tahribata maruz kalmıştır. kesir'in ifadesine göre üç yüz bin kişilik ordusuyla şehre saldıran harzemşahlar, burayı ele geçirmiş ve şehirde büyük tahribat gerçekleştirmişlerdir. harzemşahların kısa hakimiyeti döneminde merv, valiler aracılığıyla idare edilmiştir ki bu valilerden bir tanesi emir muhammed cerbek'dir. alaaddin ata melik elcuveyni, tarihi cihangüşa, , türk tarih kurumu yayınları, ankara. daha sonra kısmen toparlanıp önce timurlular ın, sonra özbekler ve safeviler in eline geçen merv, safevilerden sonra buhara emiri tarafından ele geçirilmiş ve tamamen tahrip edilmiştir. bu dönemde şehirde ayakta duran yapıların bütünü yıkılmış, su kanalları, bentler ve barajlar kullanılamaz hale getirilmiştir. halkının bir kısmı buhara'ya göç ettirilmişse de büyük kısmı iran 'a sürgün edilmiştir. bu tarihten itibaren şehir bir daha eski canlılığına kavuşamamışsa da çevresinde hep bir iskan faaliyeti olmuştur. merv'in moğollar tarafından yıkılışını anlatan cuveyni ilginç ayrıntılar da aktarmaktadır. kadın ve çocuklar erkeklerden uzaklaştırıldıktan sonra genç kızlar süfli emellere maruz bırakılmış, zanaatkarlar ile farklı amaç için kullanmak üzere güzel kız ve oğlanlardankişi ayrıldıktan sonra kalanların tamamı kılıçtan geçirilmiştir. yağma, yıkım ve öldürme işi bittikten sonra moğol emir ziyauddin ali, hayatta kalanlara şahne olarak baybars 'ı görevlendirmiştir. bir araya toplanan bu insanlar sayılmış beş bin kişi oldukları görülmüştür. ancak yıkıma iştirak edemeyen moğol artçı birlikleri şehre gelip adam öldürme hakkı talep edince bir araya toplanan bu insanlar onlara teslim edilmiş ve onlar tarafından öldürülmüşlerdir. hatta o dönemlerde anadolu 'ya göçen bazı türk kabilelerin olduğu da bilinmektedir. dört yüz kişi civarında oldukları ifade edilen zanaatkarlar ise esir edilerek moğolistan'a götürülmüşlerdir. muhtemelen moğolların karakurum şehrinin imar ve inşasında istihdam edilmişlerdir. besevı , kitabu'lelma'rife ve'ttarih, ı, bağdatbozkurt, nahide, oluşum sürecinde abbasi ihtilali, ankara. fayda, mustafa, abdullah hazım, dia, istanbuldarekutnı, ebu'lhasan ali ömer ahmed, elmu'telif ve muhtelif, ıv, , beyruthalife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrutbusti, muhammed hibban ahmed ebi hatem ettemimi, kitabu'ssikat, dairetu'lmearif elosmani, haydarabadbelazurı, ahmed yahya cabir, futuhu'lbuldan, , ankaragerdizı, ebu said abdu'lhay eddahhak mahmud, zeynu'lahbar, , kahireabu'lferec, gregory abu'lferec, ebu'lferec tarihi, ıı, , tarih kurumu yayınları, ankaraibn habib, ebu ca'fer muhammed, kitabu'lmuhabber, , daru'lafaki'lcedid, beyrut ty. bn fakih, ebu abdullah ahmed muhammed ishak elhemedani, kitabu'lbuldan, , beyrutebu'lfida, imaduddin ismail ali mahmut, elmuhtasar fi ahbar elbeşer, ııv, , ty, yy. hüseynı, sadruddin ebu'lhasan ali nasır ali, ahbaru'ddevleti'sselçukiyye, , ankaracuveynı, alaaddin ata melik, tarihi cihangüşa, , türk tarih kurumu yayınları, ankara. Journal of the american oriental society, vol. studies in ıslam and the ancient near east dedicated to franz rosenthal Jan. kuleynı, elkafi, , tahranyezderbayev, eski merv kütüphaneleri, , ankarazehebı, ebu abdullah şemsettin muhammed ahmed osman, tarihu'lislam ve vefeyatu'lmeşahir ve'lalam: ahdu'lhulefai'rraşidin, , beyrut. vercavend, perviz, alexandre blenistsky, horasan ve maverau'nnehr: aykake meyane, terc: perviz vercavend tahranyakubı, buldan, buldan, , tahrantaberı, muhammed cerir, camiu'lbeyan fi te'vili'lkur'an, , muessesetu risale, ıXıv, beyrutthomas, edward the pehlev coins of the early mohammedan arabs Journal of the royal asiatic society of great britain and ıreland, cilt. Xıı, yılsümer, faruk, atsız muhammed dia, istanbul. ben de kendi kendime: pekala amma orada şimdi dahi görülmeye şayan şeyler mevcut mudur? demek ki siz çar 'ın merv civarında edinmiş olduğu çiftliklerden de bihaber bulunuyorsunuz. halbuki işbu susuz ve bazı vakit insanın bir yudum su için hemen canından maada her şeyini feda edebileceği memlekette suni cetveller ve bir takım artezyen kuyuları ile derecei umranın son mertebesine isal edilen yerlere dair de malumatınız yoktur. ol vakit ben ona cevab olarak fi'lhakika petersburg 'da iken arasıra çar'ın murgab çiftliği namı altında türkistan 'da şayanı ehemmiyyet bir emlaki bulunduğunu işitmiş idim. demek ki buna merv çiftliği de derler, öyle mi? evet ona yerliler merv çiftliği ve murgab çiftliği dedikleri gibi pek eskiden bayram ali çiftliği de derlerdi. türkistan müslümanları tarafından pek ziyade riayet edilen bir türbede medfun olan mezkur bayram ali isminin şöhreti de burada pek büyüktür dedi. hatta her seyyah arasıra guya trenin de nihayet cenub güneşinin adeta kurşun eritmeğe elverecek mertebede neşr eylemekde bulunduğu sıcağı altında yoluna devam edemeksizin şimdiye dek muzafferolan asarı hayat misillü bağtetenyorulacak ve durmağa mecbur olacak gibi görünüyor idi. doğrusu yoldaşım 'nin benim evvelce merakımı tahrik eylemesi üzerine artık kendim dahi salifu'lbeyan çiftliği iyice ziyaret edebilmek hevesine düştüm. ve binaenaleyh uzun trenin bermutad mevkıflere tekarrub ettiği sırada hareketini ağırlaştırmasıyla beraber kendi kendime: aman bir an evvel tevakkuf etse de insek! bu esnada vagonun her iki yanındaki pencerelerden bakılacak olursa etraf ve cevanibimizin serapa pek ince kumsal araziden ibaret bulunduğu görülüyor. ve hem de sanki dümdüz deniz sahilinde olduğu tarzda göz görebildiği mesafelere doğru devam ediyor idi. ve her yer son mertebe ıssız çölden ibaret bulunuyor idi. ve hem de biz asıl türkistan'ın maverayı bahrı hazar havalisine girdiğimiz zamandan beri ikide birde pek belli inhina ve kavisler teşkil ederek imtidad eden hat boyunda yalnız pek seyrek olmak şartıyla yerlilerin dedikleri bir takım nişane tarzındaki işaretlerini ve yahud sarı balçıktan yapılmış ve acınacak halde bulunan işbu memleket yerlilerinin ikametgahlarını görebiliyor idik. bunlardan kurgan namıyla maruf olan nişanetarzındaki mebani insana pek eski zamanları ihtar edecek gibi te'sir ediyor idi. ve biz bazen bir buçuk kilometre kadar mesafe dahilinde bile ne bir tek ot ne de çalılık görmekten başka insana veya hayvan ve yahud yırtıcı veya bir tuyura müteallik de katiyyen bir iz veya emare müşahede edemiyor idik. ve binaenaleyh insan bizim general aninkof 'unişbu ıssız ve külliyen kimsesiz yerlerde salifu'lbeyan şimendifer hattını geçirirken ne kadar büyük müşkilat ve ne derece azim emekler sarfetmiş bulunması lazım geleceğini düşünmeye mecbur oluyor idi. bu minval üzere burada trenler bile yerliler tarafından tesmiye kılınan beyazımtırak kumlar içinde sanki gark ve nabud oluyormuş misillü kat ı mesafe etmektedirler hulasai kelam yoldaşım bunun üzerine şarklılar gibi vagonun bölmesindeki yumuşak kanepede bağdaş kurarak iyice yerleştikten sonra sözüne devamla: fi'lhakika şimdilerde böyle tenha ve ıssız ve külliyen kimsesiz ve hatta büsbütün ziruh veya eseri hayata gayri malik gördüğünüz yerler ezminei kadimede hesabı vasati olarak yüz kilometreyi mütecaviz mesahai sathiyye murabbaında yayılmış beldei azimeve mamure olup şimdiki londra 'nın dahi hemen hemen üç mislini istiab edebilecek idi. evet şimdi trenimizin tekerlekleri çiğnemekte bulunan bu azim kumsal mahal miladı ısa'dansene kadar akdem yaşamış olan zerdüşt nam hakimin dahi tavsifinden acziyetini itiraf etmiş olduğu şehir idi. ve fi'lvaki eski ıranlılara telkini din etmek için zuhur eden zerdüşt, merv şehri kadiminden bahs ederken bu şehir cenabı hak tarafından beni beşere üçüncü büyük lütuf olarak meydana getirilmiştir. merv eski zamanlarda menbaı hazain ve harikulade büyük servet merkezi addedildiğinden, en büyük cihangirleri bile onu zabt u teshir etmek fikir ve emelinden kurtulamamışlar idi. hatta asuriyye hükümdaranı da onda görmüş oldukları refah ve saadete ve zenginliğe hayretlerini itiraf etmişler idi. bu minval üzere bir aralık artık onun inkiraza yüz tutan sokaklarında keyhüsrev geşt ü güzar ettiği gibi çin 'e geçen iskender de burasını ziyaret etmiş idi. nihayet cengiz han ve timurlenk ve onu müteakibzuhur eden belli başlı umerayı türkistan da merv 'in saadet haline istiğrab ve taacübden kurtulamamışlar idi. binaen ala zalik merv şehri kadiminin cidden fevkalade ahvalle me'luf ve harikulade servet ü samanla memlu bulunduğu ister cenubdan ve şarkdan ve ister aksayı şarkdan onu zabt için büyük hükümdaranın gelmiş bulunmaları ile dahi müsbittir dedi. ben kendim de bu tarifattan pek şaşarak yol arkadaşım bulunan 'ye dönüp öyle ise acaba merv'in bu derece refah ve saadetinin asıl sebebi ve menşe'i neden ibaret olmuştur? merkum bu sözüme karşı: şehri kadiminin pek eski zamanlarda aktarı cihanın her cihetinde zuhur edegelen hükümdaranı meşhureyi celb eylemesini mucib olan servetinin dahi menşe'i bu idi. bu minval üzere ezminei kadimede burada yaşamış olan akvam haklarında artık yalnız yaşamıştabiri kafi gelmeyeceğinden zevk ü safa içinde ömür sürmüşlerdir tabirini kullanmak iktiza eder dedi. doğrusu benim yol refikimin bu tafsilatları üzerine artık ben kıtai mezkurenin külliyen meftunu ve meclubu olduğumdan vagonun penceresini bile indirerek kenarına göğsümü dayayıp manzaraları yeniden seyr ü temaşaya daldım. ve bu esnada tatlı hayalata kapılmış olan efkarıma göre her yerde medeniyyeti uyandırmağa en büyük vasıta olan şimendifer nin salifu'lbeyan merv şehri kadimi arazisini de ikaz ediyormuş misüllü ihtisasat hissetmeye başladım. ve hatta gitgide guya mezkur kumsal arazide trenin tekerlekleri çiğnemekde olan yerlerde eski zaman hükümdaranını ve asya 'nın bu cihetlerini istilaya kalkışan cihangirleri de hayalimle müşahede ediyormuşum misüllü duygular dahi hissettim. mamafih bundan böyle seneler geçtikçe buraların yeniden kim bilir ne gibi umran ve refahlara nail olması imkanı da zihnimi kurcalamakda idi. ve fi'lhakika merv şehri kadiminin demin tasrif edilen zenginliğine ve harikulade servet ü samanına nisbetle hükumetimize hakikat pek ağır bahaya mal olan asıl şimendiferhattının bile oyuncak mesabesinde kalabileceği varidi hatır oldu. ve binaenaleyh ben çabucak yüzümü tekrar birinci mevki vagonunun bize tahsis kılınan bölmesine çevirdim. amma ben bir derece balada muhatabımın verdiği tafsilatı acibe düşünceleri üzerine tabakamı çıkarıp ikiüç çimdik tütünü ince sigara kağıdına koyarak bükmekte iken merkum sözüne devamla: lakin arkadaş acaba siz işbu vahası nın ve maverayı bahrı hazar havzasının bizim tarafımızdan nasıl ve ne vecihle zabt u teshir edilebildiğine dair bazı erkanı harb zabıtanımızın olsun kitapların da okumadınız mı? ol vakit muhatabım da sigarasını yakmakta iken sözüne devamla o halde beni dinler iseniz siz çar 'ın emlakine gitmek üzere ineceğiniz mevkifinden uzak olmayan müslüman kasabasına da uğramalısınız. hem de birkaç gün ikamet ederek şimdiyaşında bulunan gülmehcemal nam kadını da ziyaret etmelisiniz. mezbure son hanlardan birinin zevcesi olup hemen bir asra karib yaşa malik bulunmakla beraber pek çok sergüzeştleri hatırlamakta olduğundan onları size dahi nakl ü rivayet eder. doğrusu ben ta bahri hazar sahilinden beri bana yol refakati etmiş olan 'nin mezkur tavsiyesine karşı cidden teşekkürler ettim. ve hem de tamam bu hengamda uzun trende hayli büyük ve üstü pek marifetli surette demirlere geçirilmiş cam çerçevelerle mestur ve vasi mevkife de dahil olarak tevakkuf ettiğinden merkumla vedalaşıp yol çantamı verdiğim şimendifer hademesinden birinin arkasındançıktım ve mevkif kapısından salona dahil oldum. doğrusu mevkif binasının öbür cihetteki kapısından asıl kasabaya gitmek için çıkmak üzere iken hakikat hayran kaldım. fi'lvaki kasaba ancak acib ve hem de muharrirlerin mübalağalarıyla me'luf hikayelerde olduğu tarzda insanı imrendirecek ve her seyyahın gözlerini fevkalade okşayacak bağlar, bahçeler ve çemenzar içinde idi. binaenaleyh şimendiferde görülen kasavetli manzarayı da unutturuyor idi. hasılı ben daha ziyade dikkatle baktığımda pek latif ve hoş yeşil renkli ve gayet sık yaprakların ötede berideki aralıklarında bina örtüleri ile damların ve daha ötede semaya doğru uzanmış türlü türlü fabrika bacalarını ve sonra telefon ve telgraf tellerine mahsus ince demir direkleri ve ale'lhusus tıpkı petersburg 'da olduğu tarzda muntazam bulvarları da gördüm. salifu'lbeyan bulvarlar geniş oldukdan maada ötede beride sanki büyük cadde sokağına yan cihetlerden çıkan küçük sokak ağızları misüllü diğer bulvarlara birleşiyorlar idi. ve burada artık insan kendi kendine acaba hangi cihete gitsem diye düşünmeye mecbur oluyor idi. vakıa hava da pek güzel olup cenub güneşinin altın yaldızına müşabih ziyası da bayraklara, çiçeklere ve asarı medeniyyeye daha ziyade revnak veriyorlar idi. her ne kadar vakit erken idiyse de güneş ortalığı şiddetle kavurmakta idi. maa haza demin tarif ettiğim yeşilliklerin kaffesinde bizim petersburg'un ilk baharına mahsus ciyadet ve taravet mevcud idi. halkbuki petersburg'da bi'lfursa böyle bir sıcak yalnız bir gün hüküm sürse bile mutlaka bi'lcümle nebatatıkavurarak yakar idi. hele ziyadece ziyadar yerlerde artık benim gibi anasl ben mezkur pencerelerin birine yaklaşıp dışarıya göz gezdirdiğimde yine de gayet sık yeşillikler arasında birçok merkebler ile katırlar ve hem de pek de hacmas olmayan türkistan atları ve bir de hem yerlilere mahsus hem de avrupa kari ikişer veyahut dörder tekerlekli çeşit çeşit arabalar müşahede eyledim. ben bir aralık pırtılarımı birinci mevki salonuna götürmüş olan yerliye müracaat edip acaba nereye nazil olabilirim? fakat aynı zamanda ona dahil olan çiçeklerin cenub memleketlerine mahsus en nadir ve nadide güller ile karanfillerden ve hem de ol vakte kadar asla görmediğim goncalarla ezhardan mürekkeb oldukları zahir ve aşikar idi. her halde ben derhal kendimizin artık dan çok ziyade cenuba indiğimizi anladım. maa haza ben dalgınlıkla trenin eşyalara mahsus vagonundaki pılıpırtılarım ile seyahatim için pek luzumlu şeylerimi bile az kalsın unutacak idim. bereket versin ki tren burada yirmi dakika tevakkuf ediyormuş. türkistan'ın arkasındaki işbu acib kasabayı biraz temaşa ettikten sonra tekrar mevkif salonuna dahil olarak ilk tesadüf ettiğim bir yerliye eşyalarımın konşimentosunu uzattım ve onları alıp birinci mevki salonuna götürmesini tenbih ettim. her ne kadar çar'ın emlakine giden güzergah üzerinde bulunan bir mevkif burada artık en büyük mevakiften madud ise de esasen mevkif bulunmak ve binaen ala zalik muvakkaten aramgah ittihaz edilmiş olmak hasebiyle sa'ir mevkiflerden hiç farksız gibidir. hele birinci mevki yolcularına mahsus salon da küçüktür. ve onun büfesindeher şeyden akdem gözlerime çarpan bir demet dahi derhal nazarı dikkatimi celb etti. vakıa bu demet demin tarif eylediğim şiddetli sıcak ile memleketin kuraklığından dolayı külliyen kurumuş idi. hulasai kelam ikinci mevki yolcularına mahsus daha vasice idi. hele üçüncü mevki yolcularının salonu büsbütün müstatilu'şşekl olmak şartıyla her iki cihetten altışar büyük pencerelerle tenvir edilmekte idi. böylece ben ister istemez bir takım türkmen veya özbek hancıları marifetleriyle idare kılınan hanlardan birine inmeğe mecbur olacağımı anladım. ama sonradan salifu'lbeyan hanların tertibatlarından mahzuz olduğumu da inkar edemem. zira işbu çöl adamları artık bizim petersburg 'da pansiyon ismi verilen usulde hareket ediyorlar. yani avrupa'nın her şehrinde mikdarı mukanne ücreti yevmiyye veyahut ücreti mahiyye ile aileler içinde istenildiği müddet ikamet edilmek mümkün olduğu misillü buranın hanlarında da aynı usul caridir. ancak malum olduğu üzere gerek londra 'da ve gerek paris 'te bu gibi aileler esasen bellenmiş ve hem de türlü türlü tavsiyenameleri de ha'iz olduklarından artık oraları ziyaret eden misafirlerce tanınmış bulundukları halde merv 'de bilakis insan hiç bilmediği ve muarefesi olmadığı aileler nezdine nazil olmak mecburiyyetinden kurtulamamaktadır. nitekim ben de demin tarif eylediğim yerlinin cevabı akibinde hah nahah bunu ihtiyara mecbur oldum. hele bakalım tali ve kaderim beni kime tesadüf ettirecektir! petersburg'dan uzak olmayan işçadriye kazası sekenesinden bir doktora rast geldim. bu ise elli beş yaşlarında olup tahminen elli iki yaşında bulunan zevcesiyle orada mukim idi. ve hem de başka kimsesi de olmadığından beni ayrıca han odaları kiralamaktan ise kendilerinde misafir olmağa davet etti. ve fazla olarak orada iki sene kadar zamandan beri ikamet eylediğini beyanla kendi refakatinde daha iyi gezebileceğimi ve ziyaretler icrası mümkün olacağını da beyan eyledi. böylece merkum bana kendisinin iş odasını tahsis etti. ben dahi zaten seyahat tarikiyle gelmiş olduğumdan onun teklifatına muvafakat eyledim. hulasai kelam benim ilk işim mezkur ailenin küçücük banyo odalarında iyice banyo etmekten ibaret oldu. karansu vadsk'dan beri şimendifer treninde salifu'lbeyan kurak çöl kıtasının tozları çökmüş olduğundan üstüm başım ve bir de vücudum berbad halde idiler. binaenaleyh oraya muvasalatımdan tamamı tamamına bir saat sonra yol çantamdan yeni çamaşır ve yeni urbalar çıkarıp giyerek sokağamukannene: kanun kelimesinden türemiş olup, vuku veya icrası muntazan surette muayyen olan ve şaşmayan vakit ve miktarı muayyen yani belli olan mürettep gibi anlamlara gelmektedir. onun bana ilk gösterdiği bina saraydan ayrı ve sade bir katlı konut yapılışlı idi. meğer orası emlaki imparatori müdürüne mahsus imiş. ve ol vakit ben ortalığı yeşillik zulmetine büründürerek acib manzaraya katlanarak mezkur bulvar misillü yolun ortasında sarayı da gördüm. bu ise işbu iklime mahsus bir nevi malta taşından yapılmış gayet kocaman bina olup birçok cihetlerinde teraslar ve balkonlar ve cumbalar da vardır. hem de damı bura usul mimarisince dümdüz yapılmış olup etrafına korkuluk çekilmiş ve husule gelen meydan gibi mahal rasadhane ve her türlü tebeddülatı havaiyye tahkikatına tayin edilmiştir. hatta idarehane memurlarının kıdemlisi bana emlaki imparatoriden orada kalacağım müddetçe her yeri görebilmekliğim için nöbet arabasıtahsis edebileceğini de söyledi. bundan başka benden taamlarımı çar 'ın sarayında çiftlik müdürü ile birlikte etmekliğim için de söz aldılar. hasılı benim oraya ilk defa gelmiş bulunduğumdan çar'ın emlakini idare eden müdür bana bir rehber de tayin etti. ve ben kahvaltı ettikten sonra fevkalade güzel kuzguni donlu bir çift at koşulmuş olan arabaya rakiben taama kadar görülebilecek yerleri seyr ü temaşa etmeğe gittim. her şeyden akdem doğrusu mezkur atlar da pek ziyade istiğrab ve hayretimi mucib oldular. yani bu sokak yerlilerin ismini verdikleri acib kumsal araziden ibaretti. doktor beni her şeyden evvel bu havalinin idarehanei umumisine götürdü. zira rusya dahilindeki iğtişaşat sebebiyle her yerde ve hatta rusya'ya tabi çöllerde bile nüfus kuyudatı muamelesine pek ziyade dikkat ve itina olunmaktadır. böylece biz onunla salifu'lbeyan çiftlik sarayının içinde de her yerini gözden geçirdik. ve badehu merkum beni sarayın bahçesine müteveccih cephesindeki terastan balkona çıkardı. resim: çarın sarayı resim: çar 'ın sarayı ve ben orada gördüğüm manzaradan naşi kalakaldım. zira ben kendimi tevrat 'ta eski zaman babillilerinin asma köprülü ve keza türlü türlü nebatı örgülerden muallak olarak yapılan kameriyeli velhasıl harikulade ahvali me'luf bahçelerinden birinde inmişim gibi tasavvur ederek ne diyeceğimi bile şaşırdım. halbuki rehberim bana izahat vermeğe girişerek: bu gördüğünüz orman gibi bahçe serapa meyve ağaçlarından yapılmış olan saray bahçesidir. ve hem de neşv ü nema bulan meyveler meyanında yalnız ismini işitmiş olduğunuz ve binaenaleyh bu ana dek asla görmemiş bulunduğunuz semerat ve fevakihi havi eşcarı nadire de çoktur. hulasai kelam nihayet ben mektepte iken ilmi nebatat mebde'lerini de tahsil etmiş olduğumdan kolum yetişecek yerlerde bulunan ağaç dallarını da usul usulitmeğe başladım. bazılarına ise yetişemediğimden yalnız göz bakışı ile muayene edebiliyor idim. fi'lhakika işbu bahçede eşcardan bir takımlarının filizleri akla ve fikre gelmeyen makaralar ? aleksandr zamanında türetilmeğe başlayıp ikinci nikola 'nın nikola işbu onuncu senei devriyei hükumetine dek umranına ikdam edilen bu meyveler bahçesi ve daha doğrusu ormanı kürrei arzın hiçbir yerinde yoktur, olamaz. zira burada dahi ancak yerlilerin isminiverdikleri ve hiçbir türlü gübreye ihtiyac olmaksızın her cinsi nebatatı harikulade surette türetmekte olan toprağın yardımı ile meydana gelmiştir. burada istenildiği ağacın bir dalı kırılıp da kumsal yere saplandığı takdirde iki ve nihayet üç sene içerisinde fevkalade mükemmel gölge ve keza meyve cinsinden ise yerlilerin iki tekerlekli ve büyük tekne biçimindeki arabaları ile dörtbeş arabadan dokuzon arabaya dek hasılat verir. bu minval üzere ortalık henüz kanunı sani ayında iken bile eşcardan bir takımları artık mükemmel çiçek açmışlar idi. ve etraflarında türlü türlü böcekler ile kelebekler oynaşmakta idi. sükunetli havada ise hoş bir vızıltı işitiliyor idi. diğer taraftan o cihetlerden gelen hava teneffüs edildikçe begayet latif ve hem de insanın hem genzini hem de sadrını fevkalade okşayan hoş kokular istişmam ediliyor idi. salifu'lbeyan goncalardan bir takımları sanki lisanı hal ile kendilerine bakanlara: hele sabret. biz de açılalım da işbu cenubi memlekete tabiat tarafından bahşedilmiş olan letafet numunelerini bak ve seyret diyorlar idi. ve binaenaleyh biz artık burada dahi tıpkı mısır 'da olduğu misillü nisan başlangıçlarında ortalığın sahrayı kebir hararetleriyle me'luf olması iktiza eylediğini tahmin ve istihrac ediyor idik. ve fi'lvaki burada dahi havanın kuraklığı son derecede idi. ve biz ikide bir de pek vasi bahçeli duvarlar önündengeçtikten sonra koskocaman kargir binalara vasıl oluyorduk. onların hizalarından mürur ederken rehberim yalnız belli başlı kimselerin isimlerini söyleyip binaların onlar tarafından yaptırıldıklarını beyan ediyor idi. bunlar meyanında salifu'lbeyan imparator çiftliğinin büyük bahçesi bahçıvanlarının ikametgahları koca bir kışlaya benziyor idi. ve keza çiftliklerin her türlü elektrik te'sisatlarını idareye mahsus binası ve bir takım mamulat imali için te'sis kılınan fabrika ve nihayet yerlilerle muamelata mahsus idarehane ve badehu hamam ve sonrahara ve ahırlarla kuşluklar ve bir küçük mikyasta hayvanat bahçesi kulübeleri ve artık sıcaktan pek de hoşlanmayarak şimal ve sibirya 'da yetişen bir takım nebatatla meyve ve mahsulata mahsus limonluk mevcuttur. bu takdirce imparatorun murgab çiftliği bu cihetten bakılınca artık bir küçük kasaba teşkil etmekte imiş gibi görünmektedir. ben her nereye baksam iki tarafı mükellef ağaçlarla muhat yollar ve her cihette yığın yığın olarak neşv ü nema bulan çiçekler ve her mahalde yine de filizleri ve çiçekleriyle insana hayret veren toplu çalılar ve nihayet pek çalışkan insanların emekleriyle husule getirilen asarı medeniyyeyi müşahede ediyor idim. burada pek vüsatli bir salon demin tarif eylediğim devair ve fabrikalarda ve çiftliğin sa'ir türlü imarlarında müstahdem kesana her türlü gazeteler ve keza yalnız pazar günleri kapısı açık bırakılan bilardo ve satranç ve keza iskambil ve domino oyununa mahsus bir odada mevcud idi. zira evvelce de anlattığım üzere burada tarzı maişetin pek ziyade yeknesak olarak devam etmesi hasebiyle ameleden tutarak ta büyük me'murlara varıncaya dek arasıra zihinlerini meşgul edecek mevaddı medeniyyeninlüzumu derkardır. hulasai kelam bundan naşi burada ahaliye mahsus kebir ahşap tiyatro dahi mevcuttur. hele beni pek ziyade imrendiren şeylerden biri de çiftlik hastanesi olmuştur. burada erkeklere ve kadınlara mahsus kısımlar mevcud olduktan maada yerlilerinin müracaatları takdirinde tedavilerine baktırılmak için her türlü iffet ve tesettür usullerini havi şubei mahsusa dahi bulunuyor. nitekim ben sonradan petersburg 'dan ancak sekiz ay evvel buraya bi'ttesadüf gelen bir kadın tabibin erkek tabibe hiçbir vakit kendilerini göstermeyen türkmen ve özbekkadın ve kızlarının dünyalar kadar paralar kazandırmakta olduklarını da istima ettim. her ne hal ise arası çok geçmeden benim gezmeğe çıktığım zaman ikametgahında kalmış olan doktor da bir güzel kır ata rakiben vürud etti. meğer artık muayene zamanı gelmiş imiş! orası salifu'lbeyan yerliler usulünde duvarları türlü türlü kumaşlarla tezyin edilmiş vasibir odadan ibaret idi. ve ötede beride zarif camekan derununda insanın teşrihini müşir vesa'iti fenniye de tertemiz tutulmakta idiler. her halde benim burada ilk nazarı dikkatimi celb eden şey doktordan türlü türlü derdlerine karşı imdad bekleyen akvamı muhtelifenin sima ve eşkallerindeki garabet idi. bunlar türkmenlerden, özbeklerden, tarancalardan ve nihayet sartlar ile sibirya şarkının bazı yerlilerinden ve keza kolça ile havalisinden hicret etmiş olan pek muhtelif yerlilerden müşekkil idiler. ve onlardan beherine mahsus eşkalı kavmiyet insana pek ziyade te'sir ediyor idi. doktor dahi bu sözüme karşı: işbu kavim tababete son mertebe emniyyet etmektedir. ve bunu onların kadınlarını tedavi ile meşgul bulunan madamdahi tasdik ediyor. fakat bunda taaccüb olunacak bir şey de yoktur. zira yaşadığımız iklim fevkalade münbit ve mahsuldar olmakla beraber birtakım mikropları da havi olduğundan ahaliyi sık sık derdlerine deva aramağa mecbur etmektedir dedi. hülasai kelam her iki tarafta pek alçak kanepeler üzerinde ekserisi bağdaş kurarak oturan mezkur hasteganın manzaraları şayanı hayret idiler. fakat bizim ol vakte kadar gördüğümüz kısım yalnız sonradan yani askeri mühendislerimizin serfirazı bulunan erkanı harb feriki aninkof tarafından yapılan şimendifer inşaatı akibinde meydana getirilen ebniyeyi havi mahallelerden ibaret idiler. binaenaleyh rehberim bizi oralarda gezdirdikten sonra şimdi buyurunuz size yerliler cihetini dahi göstereyim. ve fi'lvaki milliyetlerini az çok muhafazaya itina eden müslüman akvama mahsus her yerde de birer türlü calibi merak ve mucibi ibret fark ve tefavütle me'luftur. nitekim fransa reisi cumhuru le bon dahi benim bu havalide seyahatimden bir buçuk sene kadar akdem cezayir 'de seyahat ederken cezayir araplarına mahsus mahalleleri bambaşka halde bulduğunu bir nutkı resmisinde alenen itiraf eylemiş idi. maahaza merv şehrinin müslümanlarla meskun kısmında dahi yalnız kendisine mahsus garabet mevcuttur. ve hem de bizim petersburg'un kahvehane ve çayhanelerine bedel birer acib köşe dükkanlarında yerlilerin kalyan içmeleri veyahut kant denilen şekerli fıstık veyahut badem yiyip vakitgeçirmeleri son mertebe hayret verecek şeylerdendir. her iki cihette sokağa hiçbir pencereleri bulunmayan haneler ve türlü türlü ufacık dükkanlar öteden beriden işitilen türlü türlü lisanların tekellümleri her seyyahı şaşırtır. fi'lvaki buralardan geçen bir insan kendisinin derhal avrupa usuli muaşeretine külliyen yabancı bulunan akvam ve milletler içinden mürur etmekte bulunduğunu anlar. ben dahi şarkın birçok yerlerinde bulunmuş olduğum halde bile cenubun birdenbire enzarımın önüne koyduğu salifu'lbeyan menazırı garibeyi müddeti medide bir şey diyemeksizin seyre daldım. burada mesela sağa bakılırsa dehşetli surette mallar yüklü ikişer kanburlu develer, sola bakıldığında yine de acib yükler taşımakta olan merkebler, daha ötede pek ziyade şayanı hayret haşalarla takımları havi fevkalade battal katırlar ve nihayet türmen ve özbek ve taranca atları onların şayanı taaccüb dizginleri ve üzengileri ve onlara binen insanların fevkalade acib kıyafetleri parlak yerli kumaşlarından dikilmiş urbaları sipsivri uçlu türlü türlü nakışlar işlenmiş külahları ve salifu'lbeyan hayvanatın kendicinslerine mahsus seslerle bağrışmaları da pek tuhaf idi. ezcümle develerin ikide birde af af tarzında sadaları ve hem de midilli cinsinin bambaşka sınıfını teşkil eden özbek atlarının kişnemeleri, merkeblerin anırmaları ve nihayet katırların kişnemek ile merkeb anırması ortasında bir acib sada neşr eylemeleri son mertebe istiğrab ve taaccübü mucib olacak ahvalden idi. gitgide biz merv şehrinin çarşısına girerken daha ziyade şayanı taaccüb manzaralar da gördük. türkmenler, özbekler, tarancalar ve kolça muhacirleri kaynaşmakta idiler. biz bir dar sokağın köşe başındaki bir dükkanda gayet iyi koku neşr eden bir şeyin kızartıldığını his edip baktık. meğer orası aşçı dükkanı imiş, hem de kızartılan şey de ala sülün imiş. zira burada mezkur kuşların hadd ü hesabları yoktur. bu minval üzere bizim petersburg'da mezkur kuşları ancak ağniya yiyebilmekteler iken burada işbu çarşıya öte beri şeyler satmağa gelen köylüler bile mezkur kuşun etiyle karınlarını doyurmaktadırlar. buralarda artık intişar eden kokular bile insana bambaşka te'sirat husule getiriyor idi. zira içki kokularından asla eser olmayıp gunagun ıtriyyat ve kezalik ve nebatat ve baharat kokuları istişmam olunuyor idi. ama daha garibi oradaki köşelerden sapıverir vermez insanın derhal kendisini avrupa denecek yerde bulmasından ibaret idi. bu sırada benim yanımda bulunan rehberim bana hitaben burası artık bizim nabzımız gibidir ve bütün asarı hayatımız burada pek belli olarak zahir olmaktadır. zira şimdiye kadar merv'in küçük ve dar ve hem de ufacık kapılı dükkanlarında görmüş olduğunuz mevaddan ekserisi bu memleket pamukçularının ihracatları olup onlar da dediğim ham mevaddı mücerred işbu fabrika için yetiştirmektedirler. evet bu pamuk fabrikasıyla biz cidden iftihar ederiz. ve zaten sizi sureti katiyyede te'min ederim ki böyle mühim bir fabrikayı yalnız bizim rusya 'da değil belki avrupa'nın da hiçbir yerinde bulamazsınız dedi. hasılı burada her şeyden büyük ve sanki uzaktan insana mısır ehramlarını ihtar edecek surette te'sir hasıl eden bina şüphesiz büyük pamuk imalatı fabrikasıdır. ve onun her yerinde bir takım bacalar ve keza derununda acib bir gürültü ve sık sık düdük ötmesi veyahut islimler fışkırtılmasından mütevellid şamatalar dahi insana bambaşka te'sir hasıl eylemektedir. binaenaleyh ben bir aralık rehberime dönüp aman şu fabrikayı da ziyaret edelim dedim ise de merkum yeleği cebinden çıkardığı saatine baktıktan sonra: hayır, hayır bu pekkocaman binayı ziyaret etmemiz için vakit kalmamıştır. ve hem de şimdi artık yerlilerin, kuşluk zamanı denilen zaman geldiğinden muvakkaten tatili iktiza eyleyecektir. binaenaleyh biz fabrikayı dahilen ziyaret için ayrıca bir gün tahsis ederiz. fi'lhakika arası çok geçmeden bizim güzel kuzguniatlarımız bizi alabildiğine süratle hayli uzakta begayet acib eşkal ve gölgeleri havi enkazları görülmekte olan cihete doğru götürmeye başladılar. bu sırada yine de cevanibi erbaamızın düzlüğüne hayret etmemek gayri kabil idi. ve hem de kanunı saninin son günleri olmakla beraber cenub güneşi bizi bütün şiddetiyle okşadığından hararetin te'siri ziyade idi. akıbet ben rehberime dönerek: bu nasıl enkazdır? merkum ise eski merv şehri harabesidir! burada mazgal yerleri pek belli bulunan eski kale harabesi de vardır. ama mürurı zamanla pek harabe olan kale ve burçların ne şekillerine ve ne de cesamet ve hacimlerine dair artık hiçbir fikir edinmek bile mümkün değildir. bundan maada müteaddid yerde kumlarla gömülmüş ve bazı yerde henüz eski hallerini muhafaza eylemiş bulunan hendeklerin dahi ezminei kadimede neye hizmet etmiş bulunacaklarını anlamak mümkün değildir. ama onlarla muvazi surette topraktan yapılan hayliyüksek çit duvarını da müşahede edebildik. amma ara sıra yerliler tarafından ismi verilen kubbeli türbelere müşabih asarı atika dahi müşahede edilmekte idi. maahaza oralarda yatan eşhası tarihiyye külliyen mechul idiler. biz burada birçok yazılı çini parçaları ve keza üzerleri güzel minelerle işlenmiş birçok taş kırıkları dahi bulduk isek de onlardan hiçbir şey istihrac etmek mümkün olamadı. ancak daha ötede biz behemehal vaktiyle büyük bir zatın medfun olmuş bulunacağına da'ir emarata da tesadüf ettik. vakıa bazı mermer levhalardaki münderecat artık anlaşılmayan yazılarıyla bize guya yalnız orada medfun kimesneleri değil, belki onların efal ve harekatı acibelerini dahi belli edecek derecede te'sir bırakıyorlar idi. lakin te'essüf olunur ki buralarda bulunan mezarlar bile artık parça parça haldedirler. zira türkmenlerde de sa'ir asya akvamında olduğu tarzda ölülere riayet hissi pek ziyade olduğundan onlar kurgan ismini verdikleri türbelerini son mertebe dikkatle gözetmektedirler. mamafih ben ne yalan söyleyim, burada gördüğüm bazı türbe enkazlarını yalmala? ben artık asya'nın işbu köşesinde bizim zamanımıza dek gelip geçmiş olan akvama da'ir dahi derin düşüncelere daldım. ve fi'lhakika asya kıtası pek eski zamandan beri akvamı muhtelifei beşerin beşiği addedilmektedir. akıbet rehberim bir aralık sol cihetimizde ansızın peyda oluveren bir şey misillü gözümüze görünen gayet kocaman binayı göstererek: işte sultan sencer cami i budur! biz de arası çok geçmeden sanki kireçle karışık molozdan yapılmış şose gibi dümdüz yollardan salifu'lbeyan azim ve vasi binayı ihata eden çite dahil olduk. doğrusu bu artık paris 'in panteon nam begayet büyük kubbeli binasını da andırıyor idi. fakat paris'teki panteon pek güzel muhafaza edilmekte iken sultan sencer'in camii nimharabe şeklinde idi. ancak her halde onun pek çok asırlardan beri işbu çöllere kemali cesaretle dayandığı da zahir idi. buralarda dahi insana pek azametli hatıraları ihtar etmekte olan kadim zaman mezarları çoktur. fakat bizim geçtiğimiz zaman işbu türbeler de harabezar olup ekserinin mürurı zamanla ya yalçın kaya gibi siyahlaşmış olan kubbelerinde sürülerle kestane kargaları oturuyorlar idi. ve onların gürültüleri veyahut birden bire uçtukları zaman husule getirdikleri gölgeleri de hayretfeza idi. ve amma ben ister tarzı binadaki letafete ve ister direk ve sütunlara ve pencere ve kayıt mahallerine de hakikat tarif olunamayacak kadar imrenerek bakıyordum. zira her birine mahsus bir türlü letafetve fenni mimari nezaketi bi'lbedahe göze çarpıyordu. biz nimharabezar ve nimmamur bulunan işbu koca bina dahilinde tamam bir buçuk saat dolaştık ve doğrusu pekyorulduğumuzdan tekrar arabaya binip arabacıya artık tırıs gitmek şartıyla enkazlar arasında gezdirmek için emir verdik. maahaza biz birkaç kilometre mesafe dahilinde layuad ve layuhsa denecek kadar çok türbe enkazlarına rast geldik. binaenaleyh bence bu memleket sanki eskiden beri ebediyyet şehri addolunacak surette fevkalade kesretli mezarları havi imiş gibi göründü. ben müddeti ömrümde bu derece kocaman binalarınhep bir yerde cem edilmesinden husule gelen memleket gibi görünen işbu eski merv kadar vasi ve büyük şehri zihnimde bile bir türlü sığdıramadığımdan husule gelen istiğrab ve taaccüb sebesiyle bi'ddefaat muhtelif yerlerde durarak tefekküre daldım. vakıa bana daha şimendifer treninin birinci mevki vagonunda da beyan edildiği üzere kadim merv şehri hakikat laekall üç londra 'yı ihata edecek kadar büyük bulunmuş olmak gerektir. zira ben londra'da da bir aralık sefaretimizin bir kitabeti vazifesiyle aylarca kalmış bulunduğumdan her semtini defaatle ziyaret edebilmiş idim. ve ben kendi kendime ikide bir de: aman ya rabbi ne kadar da büyük serveti tarihiyyeye malikmişiz. velakin te'essüf olunur ki erbabı ulumumuzun kahtlığından naşi bu asarı atika ictimagahlarına da'ir hiçbir neşriyyatımız yoktur. evet eski merv şehrini adam akıllı ziyaret edecek kimesne artık sonradan tarihi pek iyi öğrendim diyebilir. doğrusu bu yerlerde bulunan her aklı selim sahibi bir taraftan hayatın ne demek olduğu hakikat pek güzel öğrenebileceği misillü hayatın son derece seriu'zzeval olup kürrei arzın da en büyük asarı umranın bile pek muvakkat şey olduklarını derhal anlar. rehberim bu esnada bana mezkur enkazın türlü türlü taş yığınları arasında nadir olmayarak karakulak veyahut vaşak veya tilki ve bazen çakallar bile yer alır yuvalar yaptığını söylemek üzere iken bir cihette küçük çapta mısır ehramını ima etmekte olan taşlar yığını arkasından hakikat hem tilkiyi hem de çakalı andıran bir mahlukatın fırladığı müşahede olundu. fakat ben vaktiyle kudüs civarında da bir mahalde işbu keyfiyeti andıran bir hadise gördüğümü hatırladım. orada da ben bir türk rehberi ile dolaşmakta iken bu yolda bir acib hayvan zuhur edivermiş idi. biz mezkur ziyaretten dönüşte arazinin tarifi nakabil düz bulunmasından naşi begayet uzun ve uzak mesafeden gelmekte olan yük trenini gördük. doğrusu trenler de buralardan geçerken guya salifu'lbeyan şehir harabesini ve keza orada yığın yığın duran kocaman taş sütunları ile kasrlar misillü taşları sarsıyormuş gibi bir te'sir his olunur. lakin mezkur tren bile artık kim bilir ne kadar asr akdem burada üçlü londra 'yı ihata edebilecek cesamette bulunan şehrin enkazı ve harabeleri yanlarına gelir gelmez oyuncak mesabesinde kalıyor. biz dönüşte takriben on kilometrelik mesafe dahilinde kumsal arazi haricinde bir de birtakım dikenli çiçek veyahut meyveleriyle calibi nazarı dikkat olan yabani çalılar ve küçük çaplı ağaçlar gördük. otlar ise ekseriyyetle yosun cinsinden ve fakat kurak yerlerde neşv ü nema bulan yosunlardan idiler. hasılı ben merv harabezarından sonra dünyanın hiçbir şehrine taaccüb etmeyeceğim. zira merv'in enkazı cidden akıllara hayret verecek derecede olup insanın zihnini tahriş eder. ve hem de onu gören her seyyah artık enkazı itibariyle de fevkalade vasi bulunacağı anlaşılan mezkur eski zaman şehrini ve ahalisini ve onların tarzı maişetlerini uzun uzadıya düşünür. biz burada havanın ağır sıcağı ile beraber son mertebe acıkarak dosdoğru murgab çiftliklerinde vaki çar 'ın sarayına geldik. ve ben bizi kendi da'iresinde istikbal eden çiftlik müdürünü görünce merkuma hitaben: aman mösyö sizin memleketiniz hakikaten akıllara hayret verecek derecede şayanı istiğrab ve taaccüb imiş demeye mecbur oldum. müdür dahi sözümü tasdik edip evet ben tam dört senedir burada istihdam edildiğim halde bile işbu acib toprağın esrarı hafiyyesini henüz anlayamadım. ve binaen ala zalik şimdi ben dahi itiraf ederim ki burada seyyahlar ile erbabı ulum için bitmez tükenmez mertebede kesretli, şayanı istiğrab mevadd ve asar mevcuttur. hele memalikin vüsatı da pek büyük olduğundan burada herkes istediği misüllü atını oynatabilir. bu sırada bizim mükalememize karışan uzun boylu ve hem de gayet zayıf vücudlu esmer ve miyoplara mahsusgözlüklü katib bana dönerek ancak acaba bizim rusya 'da erbabı ulumdan bu yerlere da'ir merak eden var mıdır? müdür ise onun bu sözüne karşı doğrusu bunu ben kendim de bilmiyorum. ve lakin akvayı melhuz olduğuna göre rusya erbabı ulumu içinde bunu bilmeyenler olmamalı. yoksa onlar ellerini kavuşturup petersburg 'da oturmazlar idi dedi. ve tamam bu hengamda taamın hazır idüği bildirildiğinden biz hepimiz sofra başına geçmek için gittik. binaenaleyh ben onunla da konuşup yerlilerin familyalarından bildikleri olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. n'den istima eylemiş olduğum mahud acuze han familyasına da'ir malumat almak arzusunda idim. ancak zavallı kadın biraz hastalıklı olduğundan yerli kadınlarıyla çok münasebatta bulunamadığını beyan etti. amma mezbure artık kendisinin oradaki asarı atikalar ile şayanı taaccüb mevaddan alışmış bulunduğunu söyledi. diğer taraftan memleketin avrupalılar için yalınız kışın ve ilk bahar mevsimlerinde yaşanabilecek idüğini yoksa yaz ile son baharda asla iskan edilemeyecek sıcaklar hüküm sürdüğünü de beyan eyledi. fi'lvaki bu keyfiyyet artık burada külliyyetli tadad da ipek ve pamuk ve pirinç ve üzüm ve bir takım sıcak memalik hasılatı husule gelmesi ile dahi sabit oluyor idi. diğer taraftan biz sonra buraya ticaret veya sanaticrası için gelen bir takım avrupalılara tesadüf ettiğini de dahi aynı malumatı işittik. frenk bana hitaben: eski merv, civarında yaz günleri güneşin hakikat emsalsiz surette ortalığı kavurduğunu anlattı. ezcümle odalarda gündüzleri güneş ziyasının geçmesi için hiçbir aralık bırakmamak şartıyla perdeler örtülür ki maada oturulan yerlerde veyahut yatılacak yataklarda mehmaemken serinlik husule getirmek için çarşafların ve kanepe veya koltuklu ve sandalye örtülerinin sık sık ıslatıldıklarını ve fakat onların yine de pek azar zaman içinde kuruduklarını söylediler. bu minval üzere işbu memleket havasına mahsus ilk hassa fevkalade yebusettir. bundan naşi demin tarif ettiğim tarzda alışmayan ve burada doğmayan kimseler için teneffüs zorlukları his edilmesi tabiidir. fazla olarak ben her yerde geniş ağızlı testiler ve keza yassı tabaklar ve yalak biçiminde bir takımı balçıktan mamul ve bir takımı fağfur ve çini büyük kaselerle sular durduğunu görünce salifu'lbeyan madama dönüp bunlar nedendir? mezbure ise bu gibi kurak ve binaenaleyh havası usreti teneffüsü mucib mahallerde ilk ittihaz olunacak tedabirden biri de budur. ve lakin biz bundan da bir türlü hayır göremiyoruz. ve her zaman dudaklarımızda ve burun deliklerimizde kuraklık hissediyoruz. odalardaki bu sular ise çabucak tebahhur edip uçuyorlar dedikten sonra beslemeye hitaben onlara yenidensu koymayı emretti. mezbure de tıpkı bahçe sulamaya mahsus ve ibrik biçimindeki kova ile bi'ddefeat sular getirip kurumuş ne kadar zarf var ise doldurdu. müdürün zevcesi ise sözüne devamla: burada besleme ve hizmetkar bulmak da pek güçtür. ve bazı vakit tekmil insanlara tarifi nakabil rehavet çöktüğü his olunur. amma doğrusunu söylemek lazım ise bu gibi ahvalde dimağ bile sanki kaynıyormuş misillü kulaklarda acib çak inikasları duyulur. bu minval üzere işbu memlekette ve güneş sanki semaya irtifa kesb etmeğe başlarsürülecek şey başlamaz ortalığı kasıp kavurmakta ve bu hal onun gurubu zamanına dek devam etmektedir. mamafih çok vakt geceleri de sıkıntılı olarak geçmektedir. bu ise işbu memleketin begayet hunriz ve inatçı bulunan sivri sineklerinin her kangı bir yerde en cüz'i eşia görünce yüzlerle ve binlerle hücum etmeleridir. fi'lvaki tabiat da sanki onların cinayetlerine iştirak ediyor. zira burada seyrek cibinlikten istifade olunamaz ve fi'lhakika onlardan geçebilen tatarcıklar da mebzuldür. zaten insan onların sıkıntılı gecelerinde gerek uykudan ve gerek rahattan kamilen mahrum olup nerede barınabileceğini bile bilemiyor. ve binaen ala zalik merv çöllerinin işbu belası sa'ir birçok belaları pek geride bırakacak kadar dehşetlidir dedi. doğrusu yaşlı ve hayli derdler geçirdiği anlaşılan madabe bey acıdığımdan ben bir aralıkacaba yerliler da buna karşı bir çare bulamamışlar mıdır? kadın bu sözüme karşıgözenekler olamaz. ve bi'lfarz insan onları telef etse bile sanki yine de kendi üzerinde konduklarını hiss ediyormuş gibi duygudan kurtulamaz. salifu'lbeyan kabarıklar ise vücudun sıcak su ile haşlanması kabarıklarına da benzer. fakat haşlandığı zaman kabarıklar beyaz olup bu memleket sivrisinekleri sokduktan sonra ise kırmızı olur dedi. avrupalılar için en nünasib mevsimlerin kış ile ilkbahar idügini ve bilakis asla ikameti ca'iz olmayan mevsimlerin yaz ve sonbahar olduğunu beyan etti. amma kış mevsiminde pek nadirattan olarak kar serptiği günler olsa bile hiçbir yerde zeminin karı kabul etmediği de muhakkak olup halbuki avrupalılar için havada olanca rutubet husule gelmesi artık teneffüsü teshil etmekte imiş. hele memleketin sonbaharında bazı günler avrupalı insanlar için adeta mühlik bulunuyormuş. fakat bizzat kendimin buna bir türlü zihnim ermedi. sonra ben mezbureye dönüp çar 'ın bu kalabalık nüfusu havi çiftliğinde ahalinin ne misüllü eğlencelerle vakit geçirdiklerini de sual ettim. zira onlar hemen her mevsimde saydşikar hususunca eksik görmezler. alelhusus kuş cinsinin çokluğu ve ihtilafı cins pek ziyadedir. burada bazı senelerde sülünler bizim petersburg 'un kargaları ile kestane kargaları kadar çoktur. hulasai kelam siz bir müddet misafir kalacağınızdan kocam sizi dediğim evlerin her birine götürecektir. ol vakit kendiniz de bu dediklerimi tasdik edersiniz dedi. ben acaba çalgı vehayut hanende cemiyyetleri de tertib olunmuyor mu? ve orada arasıra bu memleket çalgılarında maharetli bulunanlar musiki eğlenceleri de mezbure: helak edici, öldürücü amma onun üst katına çıkılıp da ön cihete doğru ufka göz gezdirilirse tevrat 'ta mestur asuriyye asıllı bahçelerini ve keza hazreti süleyman 'a isnad olunan sefahet devrini hatırlamamak gayri kabildir. zira göz görebildiği vüsatta olarak öylece önüne bakan kimesnenin önünde yayılan tertib ederler. hasılı burada harp, keman, kemençe ve keza yerlilerin kaval ve birtakım tellerden yapılan çalgıları pek güzeldir dedi. bu minval üzere benim murgab çiftliklerine dair aldığım işbu malumat ne yalan söyleyeyim beni pek düşündürdü. zira burada artık pek eski zamandan beri asarı umran ve medeniyyet te'sis eylemiş bulunan kavmin elbette fusul ve mevasimi erbaanın hepsini burada geçirmiş olmaları iktiza ettiğinden onlar tarafından ister ahvali iklimeye karşı ve ister kadının tarif eylediği sivrisinek ve tatarcık belaları aleyhinde mutlaka tedabir düşünülmüş olacaktır. yoksa onların böyle sayılamayacak kadar kesretli asırlardan beri payidar kalan asarı sabiteleri meydana getirmelerine demana verilemez. ale'lhusus benim petersburg 'dan hareketimden pek az zaman evvel devleti aliyye 'nin izmir vilayeti dahilinde bir alman asarı atika taharrisi şirketi marifetiyle icra kılınan taharriyyat esnasında mükemmel alatı cerrahiyye ile eğrelti kol ve bacak ve ayak misillü şeylerin zuhur eylemeleri eski zaman akvamının her şeye akıl ve fikirleri erdiğini isbat etmiş idi. binaenaleyh ben ol babda kendi kendime pek ziyade zihnimiyordum. her ne hal ise çarın emlakı bulunan murgabçiftliği'nde pek nadirattan olarak oraları ziyaret için gelen avrupalı veya rus musiki veya sa'ir tiyatroculuk sanatkarı vürud ettiği zaman o gibi teatraldan sanatlar icra ettirilmesi de vuku buluyormuş. binaenaleyh müdürün familyasının beyan eylediği üzere asıl adamakıllı eğlenceler pek ender imiş. biz esnayı ta'amda sofrada ikisi kadın ve altısı erkek olmak üzere sekiz kişi idik. doğrusu pek sürekli yolculuk zamanından beri avrupa mutfağı taamlarını da yememiş olduğumdan müdürün tertib ettirdiği ziyafet fevkalade makbule geçti. taamdan sonra müdür bana çar 'ın sarayını ve teferruatını gösterdi. evvelce de dediğim üzere bu gayet vasi ve haricen de pek rağbetli ve güzel bina olup cephesi bahçenin iki tarafı kocaman ağaçlarla muhat bulunan ağzına nazırdır. lis denilen kumsal araziyi istiab eden bahçedeki letafeti ne petersburg 'da ne dünyanın başka yerinde arayıp bulmak kabil değildir. geceleri mezkur bahçenin cihatı muhtelifesinde kebir elektirikli kürreler yakıldığından artık orada da'imi mehtap ışığı hükümfermadır. ve bi'lfarz en latif gecelerin mehtablı zamanlarında bile artık semadaki kevkeble mi veyahut yeryüzünde begayet uzun demir direklerdeki elektrik kürreleriyle mi ortalığıntenvir edilmekte idüğini kestirmek güç oluyor. hele ötede beride serapa yeşillikler içinde ve hem de emsalsiz yapraklar arasında dağılmış olan teferruat binaları da pek latif görünüyorlardı. burada büyük ve küçük binalar ya türbeler tarzında kubbeli veyahut dümdüz damlı inşa edilmiyorlar. mamafih her yerde en ziyade dikkat edilen şey az çok ikametgah olabilecek yerlerin bir takım büyük hacimli veyahut sık yaprakları havi ağaçlar gölgesi altında bulundurmaktan ibarettir. zira cenub güneşinin öylece ortalığı kavurmasından ancak bu tedbirle müdafaa mümkündür. hasılı saray ile teferruatını görüp hayliyorulduğumdan bir müddet dinlenerek kahveler ve çaylar içtikten sonra hepimiz birlikte olmak kimimiz espuvar kimimiz ise arabalara rakib bulunmak şartıyla murgab çiftliği veya daha doğrusu merv emlakı imparatorisi namıyla maruf ve yeryüzünün cennet ismine layık ve seza mahallerinden biri olan bu acib memleket etraf ve cevanibinde teferrüc ve tenezzüh icra etmeğe çıktık. mamafih şimal adamlarına havanın ağırlığı derhal hiss olunuyor idi. diğer taraftan rutubetten asla eser bulunmadığı dahi ara sıra kuru öksürüklere sebebiyet veriyor idi. bizim ilk rast geldiğimiz mahal birden bire artık ancak sonradan yetiştirdikleri zahir ve aşikar olan vasi meyve ve semeratı nafia bahş eden eşcarı havi ve garib ve pek acib bir orman gibi idi. burada da her seyyahın akl ü fikrine hutur edecek ilk hatıra kadim babil sekenesinin ve begayet sefahet ve tezyinatla maruf bahçeleri ve keza asuriyye hükümdarları tarafından yalınız hayalat kabilinden tarihlerde bırakılan mahudı hevai yani muallak hadikalarını hatırlamaktan ibaret idi. bu takdirce zamanımızda da babil veya asuriyye hususiyle biz petersburg 'da bu derece mebzul çiçekli nebatatı ya saksılarda veyahut limonluklarda görmeğe alıştığımızdan ben kendi kendime: acayip! daha ötede besbelli işbu harika kabilinden bulunan ormanı türetmeğe himmet eden mahir bahçıvanlar ara sıra daha ziyade gölge veren ağaçlara da lüzum gördüklerinden onları da yetiştirmişler idi. bunlar meyanında en ziyade gözüme ilişenleri ala dişbudak, kara ağaç ve keza yalınız buralara mahsus bir cins koca ağaçlar teşkil eden akasyalar ve ötede beride ortalığı suni kameriyeler haline getiren pek büyük yapraklı asmalar, daha ötede yine de pek cesim ve kalın erik ve vişne ağaçları müşahede olunuyor idi. lakin bunun daha garibi besbelli bu memlekette ziyadece iri üzümler husule getirmek için dikildikleri anlaşılan bağlar da bir mahalli kamilen istila etmişler idi. ve onlar artık her biri pek düzenlihesaba muvafık aralıklarla dikilip ikide birde dallarını pek uzaklara kadar uzatmış olan koca ağaçların sayelerine de alınmakta idiler. fi'lvaki ben kendi kendime başka yerlerde en ziyade güneşe maruz bulundurulan bağların burada neden böylece gölgelice yerlerde bulundurulduklarına hayişte bu minval üzere kürrei arzın her yerinde ister iklim müsaadesiyle ister limonluklarda ve hem de pek özenilerek yetiştirilmiş ağaçların kaffesi dediğim meyve ve semeratı ha'iz eşcar ormanında zihinlere sığamayacak mikdarda türetilmişlerdir. bu ise ancak on üç veya on dört senelik mesaii beşerle husule gelmiş bir şey olduğundan ehemmiyet ve mahiyeti elbette daha ziyade artıyor. biz burada iken pek kocaman bademler serapa çiçek açmışlar idi. ve keza benim ilk defa görebildiğim irtifalarda ve pek kalın olarak yetişmiş olan kirazlar da bembeyaz çiçek içinde idiler. daha ötede al renkli çiçeklere bürünerek pek uzaktan insanın rağbet ve meftuniyyetini celb eden elma ve armut ağaçları kırmızı çiçekli şeftaliler yine de açıkça renkli çiçekler içinde kayısılar ve onlar meyanında şimal insanlarının tanıyamadıklarıezharı gunagune bürülerek ortalığı tezyin eden kocaman eşcar hayretfeza idi. her ne hal ise biz dediğim ormanın bir cihetinden atları ve arabaya koşulu hayvanları tırıs koşturmak şartıyla iki saat kadar zaman içinde kat edip ötede beride yerlilerin fevkalade acib ziraat aletleriyle bir takım şeylerle uğraştıklarını gördük. hele gitgide müdürün bize hitaben şimdi bu memleketin asıl hayat damarlarına benzetilecek şeylerini göreceğiz demesi üzerine dikkat ve itina ile bakarken buradaki iska ve irva usullerini müşahede eyledik. buralarda rengarenk ipek kumaşlı geniş elbiselerine bürünerek birer türlü iş gören erkek ve kadın çok idi. ve zaten kavmi mezkurun kisveleri bir olup kadınların sade ikişer örgülü uzun saçları tefrik ediliyor. herhalde bizim petersburg'da maverayı bahrı hazar halkının tembel diye şöhret bulmaları da gayrı sahihtir. vakıa onlar meyanında tembelleri devar ise de özbekler ve türkmenler ve tarancalar pek çalışkandırlar. amma burada tabiat dahi artık insanların en cüz'i uğraşmalarını pek sahavetli surette tazmin ettiğinden çalışmak için pek ziyade medarı teşvik oluyor. bu minval üzere akdemce ve hususiyle general aninkof 'un yaptığı şimendifer güzergahı boyunda seyahat edildiği pek seyrek nüfuslu gibi görünen memleketin birdenbire kalabalık kesb eylemesi bize büsbütün şaşıracak gibi te'sir etti. ve ben kendi kendime yoksa başka iklime mi girdik? hasılı biz daha ötede fevkalade de acib tabii koşuluk denilecek gibi dümdüz ve ötede beride yabani güller ve keza arasıra neşv ü nema bulan pamuk ağaçlarını havi mahalde sürülerle sülünlerin birer cihete uçtuklarını müşahede ettik. bu latif kuşların kırıtarak yerde yürümeleri ne kadar hoş görünüyor ise uzun kuyruklarını uzatıp uçmaları da fevkalade hoş manzara teşkil eder. amma asıl mucibi taaccüb ve istiğrab olan cihet tuyurı mezkurenin çokluğudur. burada hava son mertebe sıcak olduğundan insansulamasulama beremn olmak şartıyla demin tarif eylediğim cedvellerle kanallara münkasim sulara derhal soyunup atlamak istiyor. lakin sırası gelmiş iken şurasını da beyan edeyim ki biz artık burada yalınız seyahat urbalarına bürünerek yani astarsız beyaz pamuk bezden dikilmiş askervari setri ve pantolon ile başlarımıza da sarık sarılmış kasketler koyup geziyor idik. ve bu halde de muttasıl terliyor idik. amma bu yolda kasket edinilemediği takdirde şarklıların ve hinduların sarıkları ehem ve elzemdir. gitgide biz kendimizi harikulade kavuran güneş ile sudan ve yeşilliklerden ibaret alem içindebulduk. ve fakat mevaddı tabiiyyei mezkure burada en cüz'i ihtimamla bile çöl ıtlakına şayan ve yalnız kumsal dümdüz araziden ibaret yerleri sanki sihirbazlıkta birdenbire meydana getirilebilen bir şey tarzında ortalığı cennet bahçelerine ve tevrat 'ta evsafları beyan edilen asuriyye ve babil ahalisinin hadaikı muallakalarına benzetmektedir. akıbet biz sülünleri çok yerden de geçip çöle afrika vahaları tarzında çıkıntı peyda eden orman boyunca yine de yarım saatkadar konuşa konuşa gittik. artık tamam gün ortası zamanına müsadif olduğundan ormanın içi guya bir çok askerlerin talimleri icra kılınırken çalınan boru sadaları tarzında akla ve fikre gelmeyen böcek ve arı ve sinek ve sivrisinek vızıltıları ile cızırtılarıyla me'luf idi. ve ben benimle yanyana güzel özbek atına rakiben giden müdüre söz söylemek için var sesimle bağırarak laf etmeye mecbur oluyor idim. sonra biz birdenbire müteaddid cihetlere doğru petersburg'un bulvarları tarzında her iki tarafı bir suretimütesaviye ve müntazamada mağrus badem ağaçlarıyla muhat yollar müşahede edildi. ol vakit begayet musanna saplı kamçının ucuyla bana salifu'lbeyan hututı mütekatı tarzındaki bulvarları gösteren çiftliğin müdürü bu tamam altmış desyatinalık ve yalınız badem ağaçlarından ibaret müstameredir dedi. rus desiyatinası takriben bir buçuk dönüm yeri istiab ettiğinden mezkur mahallin takriben doksan dönümlük arazi teşkil eylemesi icab eder. hasılı emlakı imparatori müdürü eşcarı mezkure çiçek açıp yeşilliklere büründükleri zamanda görülen manzaralarını uzun uzadı anlattı. ve hem de harfiyen ince tellerden evrilerek yapılan cisimler misillü ne kırılmak ve ne de kopmak bilmediklerinden zeminin kuvvei inbatiyyesinde nebatata ne kadar büyük te'sir icra kıldığını anladım. yani burada beher badem ağacı petersburg'un en zengin ağniyası limonluklarında ifrat derecede aylıklı bahçıvanın ihtimamı ile türetilmiş olan ağaçda mevcud kuvveti ha'iz idi. sonra biz dünyanın en büyük limon ağaçları yetiştirilen yere dahil olduk. tuyurı mezkurenin tepeleri ile göğüsleri kırmızı sa'ir tüyleri serçe kuşlarından biraz koyu olup sesleri denilen kuşun sesine benziyor idi. limon ağaçları begayet mütenasibu'lendam bembeyaz sakları üzerinde sapsarı başakları ha'iz süpürgeler tarzında müntehi oluyor. ve artık dediğim tarzda acib bir orman halini teşkil eylemesi üzerinehusule gelen manzaranın letafetini tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. akibet emlakı imparatori müdürü bizi yani takriben yüz elli dönüm murabbaı mesafesini havi ve münhasıran bağların ecnası muhtelifesine tahsis kılınan yere götürdü. ve doğrusu onun bana verdiği tafsilat pek uzun olduğundan ben el defterime sureti mahsusada kayıt yürütmeğe mecbur oldum. ve bana verilen izahata göre burada beher yetiştirilmiş bağdan bin pud üzüm alınabilmektedir. hele mezkur üzümlerden ister şampanya ve ister sofralarda taam esnalarında içilen ve ister sade muhtelif meyvelerle içilmekte olan şarablar dahi imal edilmektedir. akibet bağlar da hitam bulduğundan biz birkaç kilometrelik mesafe boyunda arazinin yalnız limon ağaçlarıyla ve pirinç tarlalarıyla mestur bulunduklarını müşahede eyledik. burada dahi artık mesaii beşer pek ziyade sarf edilmiş idi. bu minval üzere etrafağacın dallarına kadar olan kısmı ve biz ilk rast gelen kulübe gibi hanenin şayanı hayret çitinden içeriye dahil olduk. lakin doğrusu bu memlekette artık ol vecihle haricten bile enzarı dikkati begayet calib bulunan iska ve irvayı arazi inşaatı dahilen hakikat son mertebe teferruatı dahi şamil bulunuyormuş. böylece onların icabı halinde kaldırılıp indirilmeleri üzerine istenildiği yerlere sular veriliyor ve istenildiği mahallerin suları kesiliyor. doğrusu burada ismiyle maruf kum tanelerinden husule gelen toprak da tıpkı sekenei mahalliye misillü suyu emmek hususunca tarifolunamayacak derecede aç gözlülük izhar ettiğinden ekserisi uzun yenli ve geniş papaz urbaları misillü şeyler giyinip diz kapak altları ile dirseklerine kadar sığanmak şartıyla çalışan bu gayur ve müstaid adamların nasıl olup da salifu'lbeyan sünger gibi derhal suyu emiveren toprağı sulayabildiklerine şaşmamak gayri kabildir. nihayet biz oradan da çıkıp tekrar atlarımıza ve arabalarımıza binerek daha bir müddet gittik. ve badehu diger bir yola sapmamızdan az bir zaman geçtikde buranın türkmenlerinin köyleri ile tarlalarını dahi görmeye başladık. burada en ziyade bir cins cüce öküzlerle ziraat icra olunuyor. hele saban bence ilk beni beşer zamanında olduğu gibidir, denilebilir. yani son mertebe sakil, kaba ve halı ibtidaiyyededir. zer edilen yerlerde toprak hayli derin yerlere kadar nemli görünüyor. mamafih demin tarif eylediğim kaba saba saban bu toprak için son mertebe elverişli olup mezkur sabanla saban sürülür sürülmez her tohum ekilince derhal tutmaktadır. biz ol vecihle mezkur tarlayı ve oradaki adi balçıktan yapıldıktan sonra bembeyaz badana edilmiş olan tektük ve pek küçük haneler dahi görmeye başladık. koyunlar büyük kuyruk yağlarını havi cinstendir. fakat imparatorun emlakı müdürü onların kuyruk yağlarının bi'lameliyyat çıkarılarak kuvveti ete verdirmek tecrübelerinin de muvaffakiyyetle hitampezir olduğunu söyledi. hasılı bu memleket çobanları da başka memleketin çobanlarına benzemezler. onlar ala türkmen atlarına binmişler idi. bu esnada sürünün önünde hakikat inanılamayacak mertebede muntazam saflarla dizilmiş tuvana ve hem de pek mebzul sakallı ve eşkalı muhtelifede helezonvari kıvrılmış boynuzlu keçiler gitmekte iken arkalarında pek tüylü ve kabarmış vücudlu koyunlar sanki yarışarak hareket ediyorlarmış misillü gitmekte idiler. hasılı şiddetli hararetten bu hayvanlara da tembellik arız olduğu anlaşılıyor idi. sonra daha öteye gittik ve burada artık türkmenlerin sakal ismi verilen kulübeleri ictimagahına muvasalat ettik. maverayı bahrı hazar türkmenlerinin köyleri de bu idi. burada her türkmen ailesi kendi kulübesi için behemehal tepe gibi yüksekçe yeri intihab etmiş idi. ve hem de ağleb ihtimale göre onlar burada eskiden kalmış olan ikametgah yerlerini öylece mesken ittihaz etmişlerdir. biz bir aralar eskiden bir takım yüksek ve sağlam duvarlar olacağı istidlal edilen enkazları da gördük. fakat onlar mürurı zamanla berbad hale gelmişler idi. biz bir mahalde hayli yüksekte pencere aralıklarını de müşahede edebildik. kim bilir binlerce seneler akdem o pencerelerden ne misillü insanlar bakmışlar ve şimdi çiğnemekte olduğumuz yerleri de ne gibi adamlar çiğnemişlerdir. doğrusu bu sırada bizim rakib olduğumuz atların zarif ziller kanalıyla çıngırakları ve keza araba koşumlarındaki madeni teferruatın neşr etmekte oldukları acib ve neşeli sesler buralar için pek yabancı görünüyor ve akl ü fikre de acib te'sir hasıl ediyorlar idi. bütün etraf ve cevanibi istila eden dümdüz yerlere karanlığın çökerek buralarda pek alçak görünen semada yıldızlar peyda olması da şairane manzaralar husule getirir. fakat buralarda gece yolculuklarından ictinab edildiğinden derhal merv çiftliği'ne dönmeğe başladık. vakıa yerliler tarafından yolbars denilen bir cins parslardan maada alaca sırtlanlar bulunduğunu söylediler. hasılı dönüşten uzaktan elektrik küreleri ile tenvir edilen çiftliğin bahçesi ile civarındaki ormanların manzaraları dahiinsanı son mertebe meftun edecek gibi müşahede edilmektedir. ale'lhusus şimdi tarif etmiş olduğum harabezar enkazlardan sonra göz önünde tecessüm ediveren salifu'lbeyan asarı umran ve medeniyyet ve mebzul yeşillikle ve elektrik ziyalarında daha hoş ve latif görünen çiçeklerin manzaraları cidden sahiranedir. bu defa avdetimizde imparatorun dairesi altında çiftlik idaresi me'murlarının büyük odalarında hazırlanan taam hem avrupa mutfağı hem de yerlilerin usulı tabhı üzere pişirilen etimeden ibaret idi. ve artık bizim için sülün, keklikçulluk, bıldırcın ve daha bir takım tuyuratları ve keza yerlilerin şaşlık kebabı denilen koyun eti ve bir de türkmenlerin koyun dolmaları hazırlanmış idi. bir sofra ise münhasıran emlakı imparatori meyvelerine tahsis edilmiş idi. diğer bir cihetteki masada ise mükemmel gümüş tepside kand denilen gayet beyaz ve yumuşak şekerle şekerleme tarzında kavrulan badem adeta küçük çapta ehram teşkil edecek surette konulmuş idi. böylece mezkur emlakın etimesini yiyip sofralara mahsus şarabdan bed' ile tatlı şarabınıve şampanyasını içtikten ve keza bildiğim ve bilmediğim meyvelerle semeratı birer mikdar yedikten sonra hasbe'lusul çin kaselerinde getirilen yeşil çayı da içiverdik. malum olduğu üzere mezkur çay fevkalade hazım olduğundan bu memlekette hemen her ziyafette misafirlerin onunla ikram edilmesi asla şaşırılmayan usul sırasına geçmiştir. her ne hal ise biz daha hayli uzaktan muhtelif gürültüsünü işitip birçok bacalardan dumanları intişar eylediğini gördüğümüz fabrika binası son mertebe büyük ve bir dereceye kadar kışlalara müşabih müteaddid dairelerden ibaret idi. hulasai kelam burada pamuğun pek ham halinden en mükemmel ve dünyada kendince sürümü tezayüd eden envaı akmişe haline gelmesine dek nasıl ve ne gibiansızın meydana gelmek. makinelerden bir takımlarına artık sanki insanın karışmasının lüzumu bile yok imiş gibi kendi kendilerine türlü türlü fısıltı ve gürültü neşr ederek iş görmeleri de hayretimizi mucib oldu. maahaza asıl pamuğun mükemmel pamuk haline getirilmesi için pek kesretli mihverlerle müteharrik makinenin gürültüsü dönen değirmengürültüsünü andırıyor idi. ve ben onlardan pek mazlum ve sakin görünen on ikion üç yaşlı çocuklardan bile idare eyledikleri makine teferruatları hakkında öte beri sualler sordukça verdikleri cevablara cidden hayrette kalıyor idim. bunların cümlesinin başlarında ise bundan dört sene kadar akdem amerika 'dan avdet eden vikolin nam hemşerimiz idi. merkum anasl moskova vilayeti dahilinde morozof nam pek meşhur basmacı fabrikasında bir müddet çıraklık ettikten sonra amerika'ya azimetle tamam altı sene pamuk sanatına dairher şeyi öğrendikten sonra buraya gelip salifu'lbeyan sanatı yeniden canlandırmıştır. zira bir aralık türlü türlü sürekli vukuatı mü'ellime üzerine işbu sanata inkıraz ve zeval tari olmağa başlamış idi dedi. hulasai kelam ben nihayet amelenin mikdarını makinelerin ne mikdarda ve nerelerden getirildiklerini ne kadar ham mal sarf edildiğini sorup sual ettikten sonra müdüre son sual olarak: acıtan, acı veren. vikolin 'in himmeti ile biz bu fabrikayı emsal ve numune tutulacak hale koyduğumuzdan burayı maverayı bahrı hazer'in en uzak yerlerinden ecnebiler bile ameliyyat hususunda ders almağa geliyorlar. ve onların cümlesinin en ziyade ehemmiyet vermekte oldukları sanayi şubesi münhasıran pamuk işlerine da'ir sanatlardan ibarettir. bu civarlara kadar bin türlü müşkilatla gelen en basit malumatlı bir alman mühendis parçasının bile ilk nazarı dikkatini celp eden şey salifu'lbeyan pamuk ile pamuğa müteallik sanatları iyice anlamaktan ibarettir. doğrusu ben onlardan bir haylisinin kendi memleketlerinde belli başlı büyük sermayedaranın öylece merv cihetine sokulmak ve hükumetimizden bu babda müsaadat almak kabil bulunduğu takdirde külli sermayelerle şirketler teşkil etmeğe hazır bulunduklarını söylediklerini istima ettim. hatta onlardan birçoğu rusya 'nın bu cihetindeki serveti tabiiyyenin kafkasya 'daki servetine de faik idüğini beyan etmekte ve bunu isbat için kafkasya'nın en işlek ve evvelce pek bereketli oldukları tahmin edilen bir kaç neft ve gaz menbalarının bile birdenbire kesiliverdikleri görüldüğünü ve halbuki merv havalisinde kumları tükenmedikçe feyz ve bereketin inkıtaının imkanı bile olmadığını söylemektedirler. rusların hala her nedense merv havalisindeki serveti tabiiyyeleri kurcalamadığımıza hayret içindeyim. velakin bu ihtiraz ve gafletin evvelce de anlattığım üzere iklim ve hava te'sirlerinden ve keza pamuk ve pirinç yetişen yerlerin çoğunda türlü türlü musibetler mevcud olduğundan mütevellid havf ü hirasından neş'et etmiş olabileceği dahi derkardır dedi. mamafih ben kendi tarafımdan ol babda beyanı mütalaa ederken bu hususda udeba ve ehli kalem bulunan hemşehrilerimizin neşriyatında kusur etmekte olduklarını ve keza avrupalılar meyanında ve dünyanın her yerinde seyahatler icrası günden güne tezayüd ve terakki etmekte iken bizim rusya ahalisi meyanında bu babda dahi tembellikler ile rehavetler bulunduklarını beyan ettim. balada görüldüğü üzere bu memleket vuhuş meyanındakoku alma. petrol karakulak ve vaşak ve yolbars denilen parslardan ibaret vuhuş yaşamaktadır. amerika 'nın meksika memleketi vaşaklarını andırıp asya 'nın sa'ir yerlerindeki hemcinslerine benzemezler. yolbars denilen kaplan bizim panter ismini verdiğimiz pars cinsinden olup orta hacimde ve lakin gayet hunrizdir. karakulak ve bir de vaktiyle kudüs civarında bir mahalde taş yığınları arasından fırladığını gördüğümçakal cinsinden bir mahluk da vardır. salifu'lbeyan hayvanların her ikisi en ziyade demin tarif eylediğim taş yığınları aralarında yaşarlar ve her ne kadar kara kulak, vaşak ve çakal gündüzleri sık sık tesadüf ederler ise yolbars ismi verilen ve pars cinsinden bulunan hayvan mutlaka geceleri dolaşır. ben akdemce beyan eylediğim vaşaklardan birine bir vasi pamuk tarlası civarında karşı karşı olarak tesadüf ettim. onlar ise artık en ziyade mezarlıklara yakın yerlerde yaşarlar. bu hayvanlar bazı vakit geceleyin etraf ve cevanibde hayli vasi arazi dahilinde herkese dehşet verecek surette gürültü çıkarıp bağrışırlar. bu minval üzere merv arazisinin calibi nazarı dikkat yırtıcıları bunlarla hitam buluyor. ve bizim şimal taraflarındaki kilim ve halı vazifelerini ifa ederler. bilakis alaca sırtlan derisi amerika'daki elifli sırtlan derisinden çok farklı ve geride bulunduğundan onu vurmağa heves edenler yoktur. mamafih bazı mezaristan civarlarında bu sırtlanlar yalınız başına gezen insana ansızın hücum edip gırtlağını ve boğazını köfte haline koyarlar. mamafih bu acib kıtanın yırtıcı kuşları dahi hayli cinslere münkasim ve içlerinde birtakımları yalnız bu havalide yaşayan tuyurdandır. bunlar meyanında birincisi birkut veya burkut ismi verilen fevkalade kuvvetli ve hemen bizim şimal memleketlerinde iri ve hacimli kaz büyüklüğünde bir kuştur. mezkur kuş yavru iken elde edildiğinde talim dahi kabul ettiğinden türkmenler ileçizgili anlamında kullanmış olabilir. kırgızlar salifu'lbeyan mahlukatı bekçi gibi kullanırlar ve hem de kendi lisanlarında ona kanatlı bekçi adını dahi verirler. hasılı türkmenler ile kırgızlar ve hususen bu sonrakiler tuyurı mezkureyi bekçilikte istihdam maksadıyla yavru iken elde ederek talim ederler. ve bu takdirce pek güzel yapılmış zincirlerle onları kapı kenarlarında bağlı bulundururlar. talim gören kuşların en mükemmeli sahibinin sesini en ziyade anlayanı ve onun sesi üzerine derhal itaat edenidir. tuyurı mezkure her zaman ikametgahın iç cihetlerinde kapıya yakın evlerde bağlı bulundurulurlar ve bi'lfarz bir yabancı girecek olsa ona derhal hücum ederler. yani bir taraftan gagalarıyla dehşetli surette gagalarlar. diğer taraftan pençeleriyle sıkıştırırlar ve tırnaklarını batırırlar. ve nihayet pek kuvvetli ve yaydıkları zamaniki metre ve yirmi santimetre muhitinde dairenmadar bir istiab edebilen kanat açılarının ve hususuyla omuz başlarının darbeleri pek serttir. bu gibi darbe ile ben bir türkmen 'in külliyen sağır edildiğini ve diğer bir türkmen'in ise bileğinde dirsek başının hurdehaş edildiğini müşahede eyledim. berkutlar nadiren üç alatı carihalarını istimal ederler. yani tuyurı mezkure kendilerini fazlayormaksızın çok vakit yalnız gaga veyahut pençe tırnaklarıyla da hasımlarını pek güzel surette alt edebilmektedirler. ve bizim şimal memleketlerimizde zağar ve tazı köpeklerden gördürülen işlerin hepsini tuyurı mezkureden gördürürler. nitekim ben bir türkmen ailesinde misafir olduğum esnada sahibi ailenin kendi şahinine alıştığıyere konması için emir verdiğini ve kuşun da bunu derhal anlayıp itaat ettiğini gördüm. sıkıştırma kuvvetiçepeçevre vakı'a bu memlekette öylece vaktiyle kral demek olan han zevceleri bulunan familyalar içinde şimdilik mahsusatı mezkure derecei kifayededir. ancak fima bad oralara muhacirler ve ale'lhusus alman müstamere sol omuz başına kondurdu. bu minval üzere türkmenlerde gerek berkutların ve gerek şahinlerin pek kıymetlileri vardır. yani kuş ne kadar munis ise o kadar pahalı olup diğer taraftan sahibinin emirlerini dahi çabuk ifa eylemesine dikkat olunur. her ne hal ise bu memleket doğanlar ile akbabaların ziyade bıldırcın, çulluk ve keklik ve keza yaban ördeği ve yaban kazı ve bir de çölün yalnız bazı cihetlerinde türemekte olan yabani hindileri paralayıp geçerler. ve mezkur iki cins yırtıcı kuş leşleri de ekl ederler ise de berkut ile şahinler tıpkı kartallar misillü yalnız diri mahlukatı paralayarak etlerini ekl ederler. ben haricen pek sefalet ve zaruretle me'luf türkmen hanesini ziyaret ederken onun taksimatı dahiliyesine ve hususuyla duvarlarının rengarenk ipek kumaşlarıyla tezyin edilmiş olmasına pek taaccüb ettiğim misillü zincirbend berkut kuşuna da hayrette kaldım. hulasai kelam onlar da tıpkı lar misillü kendi kuşlarına birtakım isimler vermektedirler. mamafih ben daha general aninkof tarafından inşa edilen şimendifer treninde rastladığım işittiğim doksan sekiz yaşlı ve son hanın zevcelerinden gülmehcemal'i göremedim. zira akdemce beyan etmiş olduğum emlakı imparatoride her yeri görüp seyr ü temaşa ettikten ve tam dokuz gün kaldıktan sonra kadını aradım. mahaza ister müdür ve ister emlakı imparatori tabibi ile familyası onupek iyi tanıdıklarını beyan ettiler. salifu'lbeyan şayanı hürmet ve riayet kadın şimdiki günde hükumetimizden ayda doksan ruble on lira mahsusat alıp geçinmektedir. merv'de ikamet ettiğim hengamda en ziyade istiğrab ve taaccübü mucib olan şeylerden biri de ikametgah üzerlerinin yani damlarının dümdüz olduğunu müşahede eylediğimi evvelce de beyan etmiş idim. bu ise afrika 'da hususen fas memleketinde ve mezkur kıtanın avrupa ticaretine açık bulunan tanca şehrinde ve keza tunus 'ta dahi bulunuyordur. lakin türkmenler oralarda olduğu misillü mahalli mezkurun yalnız zevk u safaya hasretmeyip birtakım istifadeli mahaller ittihaz etmektedirler. burada yalnız kış ve ilkbahar mevsimlerinde gündüzleri iştigal olunur. yaz ve sonbaharlarda ise nısfu'nnehar zamanından tahminen kırk veya kırk beş dakika evvelden bed' ile bizim petersburg saatleri itibariyle öğleden sonra saat bir buçuğa kadar her şey tatil olunur. ve hem de bu esnalarda herkes gölgelerde bulunmağa çalışırlar. hulasai kelam burada iş güçle geçinmek isteyen şimal sekenesi için akdemce beyan ettiğim vecihle kış mevsimi sonbahara ve ilkbahar da yaza tercih edilmelidir. balada beyan ettiğim üzere eski merv harabeleri enkazlarında şimdi dahi sık sık türlü türlü arabesk çizgilerle henüz nasıl kavmin yazıları olacağı bile anlaşılamayan hututu havi çiniler ve birtakım murabba veya müselles veyahut da'ire biçiminde ala levhalar bulunmaktadır. ve doğrusu binlerce seneden beri pek güzel dayanmakta olan salifu'lbeyan çini mamulatı da artık ezminei kadimede ile civarını iskan eden kavm ve milletin pek medeni olduklarını isbat ederler. buraları ilk iskan eden kavim ve milletin ne gibi cins ve kabileden bulunmuş olduklarına dair müverrihler meyanında ihtilaf var ise de demin dediğim gibi salifu'lbeyan eski kavmin begayet mütemeddin milletlerden bulunmuş olacağı şüphesizdir. amma işittiğime göre çin 'in bazı ehli tarihi ile erbabı ulumu guya bilmem hangi hakanın çin sülalesi devrinde birkaç batn çin hükümdarının dahi burada icrayı hükumet etmiş bulunduğunu iddia ediyorlar imiş. ve lakin bu keyfiyet elbette yalınız tahkikan fenniyei tarihiyye ile ispat olunacak ahvaldendir. herhalde ben seyahatnamemi hitampezir etmezden akdem evvelce de tekrar ettiğim üzere ile havalisinin tıpkı sahraları gibi henüz asla öğrenememiş olduğumuzu beyan etmeliyim. fi'lhakika eğer buraları avrupa hükumatından diğer birininidaresine geçmiş olsa idi artık çoktan beri kıtai mezkure hakkında tetkikatlar, konferanslar, mükafatlı asar kaleme aldırılmış ve nihayet ceraid ile oralardan ne yerlere istifade edilebileceğine dair beyanat neşr edilmiş olur idi. halbuki şimdi bizim petersburg'da fununı tarihiyye ve coğrafya ile hayli iştigal edenler meyanında bile hiç şüphe yoktur ki merv ile civarına müteallik asla malumatları bulunmayan kesana tesadüf olunur. nitekim ben kendim bile buraya seyahat edinceye dek murgab çiftliği ile merv çiftliği 'nin ayrıayrı memleketler idiğini zahib olmuş idim. her ne hal ise garib bir rast gelinme neticesi olarak tamam üç hafta vakit ayırıp işbu seyahatimi icra ve itmam ettiğim sırada merv ile civarlarının serveti tabiiyyesine dair idarei kelam ederken tuyurı nafia yüzünden de ne kadar ha'izi ehemmiyyet idiğini beyan etmezsem seyahatnamem noksan olur. böylece kitabın sonuna tarihi tabiinin mezkur mühim kısmına müteallik müşahedatımı dahi ilaveten derc eylemeyi münasib gördüm. ve lakin kusur vukuu takdirinde benden sonraki seyyahlartarafından sehv ve hatalarım tashih edilebilir. her halde kuşlar şimdiki medeniyyet usulünce begayet mühim vazife ifa etmektedirler. bundan maada tarihi tabii erbabı ulumunca da musaddak olduğu üzere dünyada en süslü ve güzel yaratılan mahlukatın tuyur cinsi oldukları da şüphesizdir. merv ile civarlarında tesadüf etmiş olduğum tuyurı garibenin birincisi yemyeşil ve pek latif hem de iri pençeli gagalı yabani kargalardır. ve hatta ben memleketin sıcak ve kış mevsiminin hemen mefkud bulunması hasebiyle bidayeti emirde onları papağan bile addettim. vakıa benden dört buçuk sene kadar akdem pamir yaylası'nı ilk defa olarak tedkik etmiş olan seyyah kazilof kendisinin seyahatnamesinin yetmiş üçüncü sahifesinde kıtai mezkurede de o gibi kuş görerek ol vecihle pamir kargası namını verdiğini beyan ediyor. ben bundan onların yine de güvercin ve kumru misillü yalnız birer dişi ile maişet etmek üzere yaratıldıklarına ve binaenaleyh horoz veyahut serçe ve sa'ir kuşlar tarzında müteaddid dişilerle imtizac etmediklerini de istintac eyledim. hasılı koyu sarı gagası ve keza aynı renkte bulunan ayakları ve tenasübi endamı ve yemyeşil sık ve muntazam tüyleri ve biraz uzunca kuyruğu ile de calibi nazarı dikkat olan bu yeşil kargaların yalnız bir kusurları vardır kio dahi nihayet mertebe yabani olup insandan kaçmalarıdır. nitekim seyyah kazilof pamir ovalarında da mezkur kuşları ancak felkalade müşkilatla avlamağa muvaffak olduğunu söylüyor idi. hulasai kelam onun seyahatnamesinin yetmiş üçüncü sahifesinde mestur malumat benim merv kıtasında görmüş olduğum kuşa dahi tamamıyla mutabık bulunduğundan ben pamir kargası ile merv yabani kargasının ikisinin de aynı cinsden bulunduklarına kanaat kesb eyledim. bu minval üzere işbu güzel kuşlardan sonramebzuliyeti ve insanlar için menfaati hasebiyle en ön sıraya sülünleri koymak iktiza eder. fi'lvaki burada tuyurı mezkure her yerde ve hem de birçoğu birlikte tesadüf etmektedirler. yalnız onlardan kat kat ziyade atik ve hem de daha güzel ve sevimlidirler. ve onlar artık kuşların kesreti hasebiyle onları avlamak için begayet muhtelif usullere müracaat etmekte iseler de en basiti demin anlatmış olduğum şahinler vasıtasıyla edilen sayd şikardır. böylece iyi talim edilmiş olan bir şahin ile bir türkmen günde kolayca hem de kuşu tehlikeye maruz bulundurmaksızın on üç veya on dört kuşu sayd edebilir. ve binaenaleyh ben esnayı seyahatimde hiçbir türkmen'in mesela on beşten ziyade yaban ördeğine kendi talimli kuşunu sevk etmediğini müşahede eyledim. merkum ise yanmak tabirinin mecazi olup şahinin sektei kalbden vefat etmesi demek olduğunu beyan eyledi. böylece türkmenler kendi nafi ve doğrusu pek yardımcıları bulunan tuyuru her vakit hüsni suretle istihdama gayret ederler. merv ile havalisinde bazı sıkıntılı havada esasen semizlikleri hasebiyle dahi pek ağır uçmağa mecbur olan sülünlerin birçoğunun birden tayaran etmeleri esnasında insanın his edeceği ihtisasatı ve duyacağı zevk ü sefayı da tarif edip bitirelim. zira bizim şimal memleketlerinde anasl yalnız ziynet kuşlarından madud olan sülünlerin öylece gah sağdan ve gah soldan tayaran etmeleri her seyyahı fevkalade imrendirecek ve taaccüb ettirecek şeylerdendir. kıtai mezkurede insanlarca intifaı hasebiyle sülünden sonra en ziyade ha'izi ehemmiyyet addolunacak tuyur kekliktir. burada mezkur kuşlar bizim şimal kekliklerinin hiç olmazsa bir buçuk misli kadar iri ve keza etleri de pek semizdir. onların tüyleri de parlak ve her birinin kafalarında şimal ormanlarında yaşayan kuşların ibiklerinden çok farklı ibikler müşahede olunur. tuyurı mezkur da civcivlerinin en cüz'i insan ayak patırtısı işitince sık sık mahsul samanları arasına saklanıp öylece kalakalmaları pek tuhaftır. her ne hal ise türkmenlerin erkeklerinden ziyade kadınları, ister keklikleri tutmakta ve ister yumurtaları ile civcivlerini toplamakta kat kat ziyade mahir bulunduklarını istidlal ettim. bu da besbelli onların daha hafif terlikleri ile artık son mertebe ağır ve yavaş yürüyebilmekte olmalarından ileri gelmektedir. ben esnayı seyahatimde mezkur kuş etini de adeta bıkacak kadar ekl ettim. ile havalisindeki işbu kuşların tüyleri bizim şimal cihetlerinde tesadüf eden çulluklardan daha koyudur. vakıa bu keyfiyet artık bu iklime mahsus güneşe de atıf ve isnad edilmelidir. nitekim şimale doğru gidilince renklerin solduğu müşahede olunur. ezcümle bembeyaz ayılara ancak kutup taraflarında tesadüf edilmekte olduğu misillü ismi verilen ve hindistan 'ınhududı garbı şimalisindeki buz ve kar eksik olmayan yerlerde yaşayan mahlukatın beyazlığı da bunu ispat edecek mevaddandır. her ne hal ise salifu'lbeyan etli ve yine de bizim iklimimizin çulluklarından büyük kuşlardan sonra bıldırcınlar gelir ki onlar da fevkalade çoktur. ve hususuyla yerlilerin rivayetlerince işbu memleket ikliminin kışına doğru onlar sanki kehriba gibi serapa yağlar hasıl ederek derecei nihayette semirmektedirler. ve tuyurı mezkurenin artıksuya pek de ihtiyacları olmadığından ile etraf ve cevanibinde yaşamalarına pek de taaccüb edilemez ise de ben şayanı istiğrab ve hayret olarak yaban ördeği ve yaban kazı misillü tuyurun dahi bazı semtlerde kesretle türediklerini anladım. ve lakin içlerinde en nadiri şüphesiz yaban hindisidir. ve fi'lvaki artık bizim mükemmel saçmalı fişeklerle doldurulmuş av silahlarımızla bile tuyurı mezkurenin saydı derecei nihayette suubetlidir. ve ben kendi seyahat koleksiyonum için dahi ancakharikulade ihtimam ve ısrar ile ve tam otuz altı saat dolaşarak yüksek kavak ağaçlarının tepelerine konup nişan almağı da müşkil kılmasına binaen yalnız bir çift yaban hindisi vurmağa muvaffak oldum. ve artık ne birinin ne diğerinin etinin lezzetine de bakamadım. hasılı bizim bildiğimiz hindilerden biraz büyücek olan tuyurı mezkure şimdiki günde kürei arzın pek mahdud yerlerinde tesadüf ettiğinden koleksiyonumun en nedretli mevadından birini teşkil eylediğini beyana bile hacet yoktur. balada beyan ettiğim üzere ben ile havalisini bittabi kasabası'na dönmek müddeti de dahil hesab eylemek şartıyla ancak bir ay süren zaman zarfındaki müşahedatım üzerine işbu seyahatnamemi kaleme aldım. ve fi'lvaki benim tetebbuatım meyanında hayli büyük ve şayanı dikkat kusur da görülür. bu ise mezkur memleketin madeniyyatına dair tedkikat noksanından ibarettir. ve lakin ben bu babda bana itiraz edenlere cevab olarak merv ile havalisinde müstamereler elde etmek için pek ziyade yeltenmekte olanalmanların dedikleri misillü ile havalisinde ka'in nevahilerin sade ismi verilen bir cins fevkalade kuvvei münbiteyi ha'iz tortulu kumsal arazisi de haddi zatında sa'ir memleketlerin en kıymetli madenlerine muadil idiğini beyan edebilirim. velakin ilerde bir diğer seyyah buraları madeniyyat cihetinden de tahkik ve tetebbu etmeğe muvaffak olduğu takdirde artık vatanımıza ve hükumetimize ve milletimize elbette daha ziyade hizmet etmiş olur. hulasai kelam nisanın dördüncü günü ben tekrar pek uzun ve şimendifer hattı güzergahınıngayet garib kavislerle devam eden yolu boyunca pek sık yılankavi hareket eden trenin birinci mevki yolcularından birinde işbu seyahatnamenin müsveddesini karalamakta iken artık karasnovadsak kasabası'na avdetimizi bile ancak birden bire trenin durması esnasında fark ettim. maahaza maverayı bahrı hazar hattının medeniyet noktai nazarından müntehasını teşkil eden işbu kasaba mevkifine çıkıldığı esnalarda bile insana gerek merv ile civarlarını ve gerek o havalide yaşayan akvamı derhatır ettirecek manzaralar görülmektedir. ezcümle benim rakib olduğum birinci mevki vagonun hemen arkasındaki ikinci mevki vagonundan çıkan yolcular meyanında zevcesini etrafında hayli sık tesadüf edilen bir nevi göz hastalığından tedavi ettirmek üzere ta petersburg'a kadar götürmekte bulunduğunu anladığım bir zengin türkmen herkesce calibi nazarı dikkat olmakta idi. merv. indd merv seyahatnamesi ahmed nermi tercümesi konstantın dmıtrıevıch nosılov copyright türkiye yazma eserler kurumu başkanlığı. her hakkı mahfuzdur. bütün yayın hakları türkiye yazma eserler kurumu başkanlığı'na aittir. başkanlığın izni olmaksızın tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz. türkiye yazma eserler kurumu başkanlığı süleymaniye mh. kanuni medresesi sk. no: fatih istanbul tel. faks: infoyek. gov. tr www. yek. gov. tr kütüphane bilgi kartı library of congresscıp catalog record konstantin dmitrievich nosilov merv seyahatnamesi, ahmed nermi tercümesi merv, seyahatname, nosilov, ahmed nermi, abdülhamid ısbn: türkiye yazma eserler kurumu başkanlığı yayınları: tarih ve toplumbilimleri serisi: kitabın adı: merv seyahatnamesi ahmed nermi tercümesi müellifi: konstantin dmitrievich nosilov mütercim: ahmed nermi abdülhamid dönemi mabeyni hümayun mütercimi özgün dili: osmanlı türkçesi yayına hazırlayan: mehmet mahfuz söylemez istanbul üniversitesi, ilahiyat fakültesi islam tarihi ana bilim dalı, öğretim üyesi arşiv kayıt: istanbul üniversitesinadir eserler kütüphanesi, no. son okuma: yazma eser uzm. yrd. göker inan kitap tasarım: yüksel yücel baskı: mega basım yayın san. ve tic. cihangir mh. güvercin cd. no: baha iş mrk. blok kat: avcılar istanbul tel. sertifika no: baskı yeri ve yılı: istanbul baskı miktarı: baskı, adet merv seyahatnamesi ahmed nermi tercümesi konstantın dmıtrıevıch nosılov yayına hazırlayan mehmet mahfuz söylemez takdim insanlık tarihi, akıl ve düşünce sahibi bir varlık olan insanın kurduğu medeniyetleri, medeniyetler arasındaki ilişkileri anlatır. insan, zihni faaliyetlerde bulunma kabiliyetiylebilimsanat ve kültür değerleri üretir, ürettiği kültür ve düşünce ile de tarihin akışına yön verir. medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebi anlayışlar arasındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uzlaşma ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır. insanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve medeniyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. insanoğlu olarak daha aydınlık bir gelecek inşa edebilmemiz, insanlığın ortak değeri, ortak mirası ve ortak kazanımı olan kültür ve medeniyet değerlerini geliştirebilmemizle mümkündür. bizler, selçuklu'dan osmanlı'ya ve cumhuriyet'e kadar büyük devletler kuran bir milletiz. bu büyük devlet geleneğinin arkasında büyük bir medeniyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır. ilk insandan günümüze kadar gök kubbe altında gelişen her değer, hakikatin farklı bir tezahürü olarak bizim için muteber olmuştur. islam ve türk tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik kaynağıdır. bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih boyunca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda tutmuştur. gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve alem tasavvurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde aktarılmasını sağlamaktır. bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmişimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi idrak edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır. felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, medine'de, kahire'de, şam'da, bağdat'ta, buhara'da, semerkant'ta, horasan'da, konya'da, bursa'da, istanbul'da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen değerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası haline gelmiştir. bu büyük emanete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli sorumluluğumuzdur. yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet projesinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. bu miras bize, tarihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettikleri eserleri sunuyor. çok çeşitli alanlarda ve disiplinlerde medeniyetimizin en zengin ve benzersiz metinlerini ihtiva eden bu eserlerin korunması, tercüme ya da tıpkıbasım yoluyla işlenmesi ve etkin bir şekilde yeniden inşa edilmesi, büyük türkiye vizyonumuzun önemli bir parçasıdır. bu doğrultuda yapılacak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere ve insanlığa sunacağımız eserleri üretmeye yönelik fikri çabaların hasılası olacaktır. her alanda olduğu gibibilim, düşünce, kültür vesanat alanlarında da eser ve iş üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye, kaynak olmaya başlayan bu hazinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederim. aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek muhafaza etmeyi sürdürecektir. recep tayyip erdoğan cumhurbaşkanı sunuş büyük medeniyetler kültür ve düşünce alanındaki yapıtlarıyla sadece muasırlarını değil sonraki kuşakları da etki alanlarına alabilen medeniyetlerdir. batı'da on ikinci asırdan itibaren tercüme edilmeye başlanan ve uzun yıllar bilim ve felsefe metinlerinin inşasına kaynaklık eden islam el yazmaları, medeniyetimizin kültürel değerlerinin somut göstergeleridir. insanlık bilgi birikiminin hemen her alanında kaleme alınmış olan bu eserlerin, aynı zamanda farklı coğrafyalarda yaşayan toplumların çok geniş bir yelpazedeki düşüncelerinin yansıtıldığı en güzel örnekler olduğunu da görmekteyiz. bugün, dünya coğrafyasının pek çok noktasında izlerini görebildiğimiz kültürel ve ilmi mirasımızın bilgiye, hikmete ve irfana dayalı eserlere dönüşerek günümüzü nasıl etkilediğini kavrayabildiğimiz takdirde, geleceğin inşasına yönelik daha tutarlı ve bütüncül bir bilinci elde etmemiz o denli mümkün olacaktır. zira güçlü bir gelecek inşası, ancak bir bütün olarak geçmişimizden devralmış olduğumuz bu büyük kültür ve medeniyet mirasının aslına uygun bir şekilde korunması ve doğru anlaşılmasıyla gerçekleşecektir. türkiye'deki yazma eser kütüphanelerimizde ve müzelerimizde bulunan eserlerimiz geçmişe dönük bin yıllık bir tarihin ince derin detaylarını gözler önüne sermektedir. bu detaylarda milletimizin dil, kültür, tarih ve toplum bilinci, başka medeniyetlerle olan karşılıklı ilişkileri, tarihten tevarüs ettiği mirasın yansımaları saklıdır. bu çeşitlilik ve zenginlik, türkiye'yi bütün dünyada medeniyet birikimi açısından önemli bir konuma taşırken, insanlık adına bu mirası korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için belirlenecek politika ve stratejiler için çok büyük çabalar harcanmasını da zorunlu kılmaktadır. bu çabaların bir gereği olarak kültür ve turizm bakanlığına bağlı türkiye yazma eserler kurumumuz yazmaların tıpkıbasım, çeviri, çeviri yazı ve eleştirmeli basımını yaparak bilim, sanat ve kültür insanlarının istifadesine sunmak maksadıyla çalışmalar yürütmektedir. bu çalışmalar neticesinde önemli ürünlerin ortaya çıkacağına yürekten inanmaktayız. kültürümüzün zenginliğini daha çok anladıkça, müşterek değerlerimizin yarattığı toplumsal kabiliyetlerimize dair sahip olduğumuz özgüven daha da artacaktır. bu zenginlik aynı zamanda, sadece kendi toplumsal sistemimizde değil, bölgemizde ve dünyada yaşanan toplumsal sorunlara yönelik çözüm arayışlarına da katkı sağlayacaktır. toplumsal sorunlarda çözüm, kendimize, çevremize, geçmişimize, geleceğimize, kültürümüze, medeniyetimize, diğer medeniyetler ve kültürlere karşı sunacağımız katkılara bağlıdır. ömer çelik kültür ve turizm bakanı içindekiler takdim sunuş önsöz giriş merv tarihi üzerine notlar sasanilerden islam fetihlerine kadar merv'in müslümanların hakimiyetine geçişi emeviler döneminde merv abbasiler döneminde merv selçuklular döneminde merv kaynaklar merv seyahati metin dizin tıpkıbasım önsöz elinizdeki metin, rus yazar konstantin dmitrievich nosilov'a aittir. metnin yazarı nosilov, ekimtarihinde abhazya'da bir rahibin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. çok yönlü bir şahıs olan nosilov, jeolog olarak yetişmiş olmakla birlikte coğrafyacı, gezgin, etnolog, deneme yazarı ve gazeteci olarak da tanınmıştır. yılında kuzey ural bölgesini gezen nosilov, burayla ilgili anılarını bir kitap halinde yayınlamıştır. yılında anadolu, filistinve mısır 'ı dolaşmış, ileyılları arasında hazar denizi üzerinden kazakistanda dahil olmak üzere o bölgeleri gezmiştir. mervve türkmenistan 'ı de bu dönemde gezdiği tahmin edilmektedir. şubattarihinde bu gün abhazya özerk cumhuriyeti içerisinde yer alan pilenkova 'da ölmüş ve oraya gömülmüştür. bir seyahatname olan elinizdeki metin, saray mütercimlerinden ahmed nermitarafından sultan abdülhamidiçin rusça'dan türkçe'ye tercüme edilmiştir. seyahatnamelere özel ilgisi olan abdülhamid'in merv 'e de alaka duyması ve burayla ilgili bir çalışmayı tercüme ettirmesi dikkat çekicidir. mütercim ahmed nermi efendi'nin merv seyahati adıyla tercüme ettiği bu çalışma seyahatname türünden kaleme alındığı için merv seyahatnamesi adıyla yayına hazırlanmıştır. eserin tek yazma nüshası abdülhamid'in özel kütüphanesinde yer almaktadır. bilindiği gibi ona ait olan evraklar daha sonra istanbul üniversitesi'ne devredilmiştir. günümüzde bu üniversiteye bağlı nadir eserler kütüphanesi'nde muhafaza edilmekte olup numarada kayıtlıdır. merv 'in tarihini bilmeyen bir seyyaha ait olan bu çalışma, kadim kent hakkındaki bilgilerden yoksundur. ancak bununla birlikte bu tarihi şehrin o günkü sakinleri olan türkmenler 'in sosyal yaşamları, tarım kültürleri, bölgede yaşayan kuşlar hakkında önemli bilgiler içermektedir. en önemlisi ruslar döneminde buraya verilen önem, bölgenin çar tarafından bir çiftlik haline getirilmesi, yetiştirilen tarımsal ürünler, pamuk üretimi, burada kurulan en modern pamuk fabrikası, çartarafından orada kurulan saray ve müştemilatı ve merv harabelerinin o günkü durumunu bize kısaca takdim etmektedir. önsöz merv seyahatnamesi günümüz alfabesine aktarırken kullandığımız yönteme gelince; eserde takip edilen esas, basit transkripsiyondur. yani transkripsiyon harflerinin bütün karşılıkları kullanılmamıştır. arapça ve farsça kelimelerdeki bütün uzatmalar istisnasız gösterilmeye çalışılmıştır. bunun yanında sözcük başı hariç olmak üzere arapça kelimelerin orta ve sonlarındaki ayn ve hemzeler imla olunmuştur. aslen türkçe olan sözcüklerde uzatma işaretine müracaat edilmemiş ve günümüz okuyucusu için yabancı olduğu düşünülen bazı kelimelerin anlamları dipnotlarda verilmiştir. elinizdeki çalışma üç bölümden oluşmaktadır. eserin ilk parçası merv 'i tanımak için konan kısa bir tarihçeyi içermektedir. eserin bu kısmı yakın zamanda neşretmeyi düşündüğümüz horasan 'ın bilim merkezi merv adındaki kitabımızdan alınmıştır. ikinci kısım yazmanın latinize edilmiş halini oluşturmaktadır. latinize ederken yazmanın sayfalarına sadık kalınmış, sayfa numaraları verilmiştir. bazen sayfa cümlenin ortasında bitmektedir. bu duruma da dikkat edilmeye çalışılmıştır. üçüncü kısım ise yazmanın kendisini teşkil etmektedir. elinizdeki çalışmanın bu hale gelmesinde kuşkusuz bazı dostların katkısı bulunmaktadır. yazmanın müsveddelerini gözden geçiren sevgili dostum doç. ali öztürk ve nesibe kablander'e, girişi okuyan idris söylemez ve mustafa özağaç'a, eserde kullandığım saray resimlerini bana gönderen mervsit alanının sorumlusu recep cabbarov ile basımını üstlenen türkiye yazma eserler kurumu'na, değerli başkanı muhittin bey ile başkan yardımcısı ferruh beyefendilerin şahsında teşekkür ederim. mehmet mahfuz söylemez giriş mervtarihi üzerine notlar çinlilerin mulu; ahamenitlerin marguşveya margiana, yunanlıların antichiaveya aleksandra, maniheistlerin mrg, sasanilerin margu, islami kaynakların merv; veya merverruz 'dan ayırmak için zaman zaman marvu şahican, veya mervı şahigan, bazen merv eluzmaveya merv elkübraya da merv essüfladedikleri merv şehri, dünya tarihinin kadim kentlerinden biridir. bu köklü geçmişinden dolayı da birçok medeniyete tanıklık etmiş; hatta bazısının gelişiminde söz sahibi olmuştur. ipek yolu üzerinde bulunan bu kadim şehir, ahemanitler in güçlü hükümdarlarından büyük daryuştarafından yazdırılan bihistun kitabeleri 'nde marguş adıyla yer almıştır. mecusilerin dini metinleri zend avesta 'da ahura mazdatarafından yaratılan on altı şehirden biri olarak zikredilmiştir. bu giriş hazırlamakta olduğumuz henüz basılmayan horasan 'ın bilim merkezi mervadlı kitabımızdan alınmıştır. şehir hakkında geniş bilgi için bu eserimize müracaat edilebilir. robbert mayo, view of ancient geography and ancient history: accompanied With on atlas, philadelphia, charles mervin, merv, the Queen of the World and the scourge of the manstealing turcomans, london. şapur'a ait ka'bei zerdüştolarak meşhur olan yazıtlarda mervmargu ismiyle anılmaktadır. perviz vercavend, alexandre blenistsky, horasanve maverau'nnehr: aykake meyane, terc: perviz vercavend tahran. sıfat olarak kullanılan şahican farsça kökenli bir ifade olup iki kelimeden oluşmaktadır. bu kelimelerden ilki şah hükümdar; ikincisi ise can beden anlamına gelmekte olup hükümdarın canı demektir. makdisi. gay le strange ise bu kelimenin şahgan kelimesinin arapçalaşmış hali olduğunu söylemektedir. gay le strange, ibnu'lcevzi ise mervu şahican'ın bu kadim kenti kuran şahsın özel ismi olduğunu söylemektedir. ebu'lferec cemaleddin abdurrahman ali ibnu'lcevzi, elmuntazam fi tarihilmüluk velümem, ıX, beyrut, ebu'labbas şehsettin ahmed muhammed ibn hallikan, vefeyatu'layan, , ıv, beyrut. kaynaklarımızda bu şehir için merv ı şayegan, mervı şahican, mervu şahcan, merv elşahcan, mervı şahcihan, merv, mervı sencer gibi değişik isimler kullanılmaktadır. mehdi seyyidi, nadire seyyidi, muhammed rıza aşişani, coğrafyaye tarihiye merv, tahran. olmstead, darius and his behistun ınscription, the american Journal of semitic languages and literatures, vol. no.,; seccadi, merv 'in bihistun kitabelerinde marguşeklinde yer aldığını söylemektedir. seyyid mansur seyyid seccadi, merv: baz saziye coğrafyaye tarihiye yek şehr ber sayei niviştehai tarihi ve şevahidi bastanşinasi, tahran. perviz vercavend, kitabına yazdığı giriş,; seccadi. giriş merv seyahatnamesi resim: mervharabeleri günümüzde türkmenistansınırları içerisinde yer alan merv, bugün harabe halde olsa da binlerce yıl öncesine dayanan geçmişe sahiptir. ilk kuruluşu hakkında tartışmalı bilgiler bulunsa da ahamenitlerdöneminde murgiyana satrablığının merkezi olduğu bilinmektedir. o tarihten itibaren horasanbölgesinin idari merkezi olarak kalmaya devam eden merv, ahamenitlerlerden sonra büyük iskender 'in hakimiyetine girmiştir. milattan öncesenesinde burayı fetheden iskender'in şehre önem verdiği, hatta bazı bölümlerini yeniden inşa ettirdiği kaydedilmektedir. bu durum şehrin ilk kez onun tarafından kurulduğunun iddia edilmesine de sebebiyet vermiştir. nitekim XıX yüzyılın sonlarında merv'i gezen edmond, halk arasında buraya iskender kale denildiğini ve büyük iskender tarafından inşa edildiğine inanıldığını söylemektedir. muhtemelen charles marvin buna dayanarak merv'in iskender tarafından kurulduğunu söylemekte bu iddia için ibn fakih, ebu abdullah ahmed muhammed ishak elhemedani, kitabu'lbuldan, tahk. yusuf elhavi, beyrut. edmondo'donovan, mervand ıts surroundings, proceedings of the royal geographical society and monthly record of geography, new monthly series, vol. no.. merv seyahatnamesi giriş dir. bununla birlikte mervi rud 'un kuruluşunu iskender'e, mervi şahican'ın kuruluşunu ise iskender'in komutanlarından biri olan antiochos 'a nispet edenler de olmuştur. resim: merv 'in günümüze gelen en eski kısmı: erk kale iskender 'den sonra halefleri selevkosların horasanbölgesini uzun süre hakimiyetleri altında tuttukları bilinmektedir ki tarihi mervde buranın bir parçası idi. selevkoslar ın milattan önce ikinci asırda partlara yenilmesiyle merv, bu devletin hakimiyetine girmiştir. partlar ın sasaniler e yenilip yöreyi terk etmeleriyle bu yeni devletin bir parçası haline gelmiştir. sasanilerden islam fetihlerine kadar merv 'in en iyi bilinen tarihi sasanilerile sonrasına aittir. erdeşir döneminde horasanbölgesi sasanilerin hakimiyetine girince partlardan kalan idari sistemi ilga ederek yeni bir yapılanmaya gittiler ve horasan'ı dört merzubanlığa bölerek yönettiler: charles mervin. mehdi seyyidi vd. mehdi seyyidi vd. giriş merv seyahatnamesi mervı şayegan merzubanlığı belhve tohoristan merzubanlığı maverau'nnehr merzubanlığı herat, puşengve bağdis merzubanlığı. mervı şayegan merzubanlığı merv ve çevresindeki yerleşim birimlerinden oluşuyordu. başında ise merkezden atanan bir vali bulunuyordu. partlardöneminde merv valilerine satrab deniyorken sasanilerise mahevi veya mahaveyh şeklinde özel bir unvan kullanıyorlardı. sasaniler döneminde her ne kadar merv sadece mervı şayegan vilayetinin merkezi olarak görünse de aslında horasan 'ın en önemli şehri olduğu, hatta çoğunlukla da buranın idari merkezliğini yaptığı bilinmektedir. gerek yer aldığı coğrafyagerekse de sahip olduğu ilmi tetebbuat merv 'in o dönemden itibaren dikkat çeken bir kent olarak karşımıza çıkmasına sebebiyet vermiştir. nitekim şapurdöneminde, henüz manihayatta iken, burası maniheistdüşüncenin en önemli merkezlerinden biriydi. miladi. ve ıv. asırlarda ise maniheistler in en yoğun yaşadıkları şehirlerin arasında yer alıyordu. hatta kazılardan elde edilen verilere göre o dönemde merv'de maniheistlere ait büyük bir de ibadethane bulunuyordu. burada aynı zamanda önemli bir nasturive budistnüfus da yaşıyordu. bu dönemde şehirde cündüşapurbilim akademisine benzer bir müessese de vardı ve bu müessesede değişik dillerden çeviriler de yapılıyordu. gerdizi, ebu said abdu'lhay eddahhak mahmud, zeynu'lahbar, , kahire. mehdi seyyidi vd. david scott, manichaean views of buddhism, history of religions, vol. no., sprengling, shahpuhr ı, the great on the kaabah of zoroaster the american Journal of semitic languages and literatures, vol. , no.,; hansklimkeit, manichaean kingship: gnosis at home in the World numen, vol. fasc.. yezberdiyev, eski mervve kütüphaneleri, yay. haz: tülin ege, ahmet karakaş, ankara. halillula Jumabayev, hadiste mervekolü: ilk üç asır, basılmamış yüksek lisans tezi, uludağ üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, bursa. merv seyahatnamesi giriş merv 'in müslümanların hakimiyetine geçişi islam fetihlerinin başlamasıyla birlikte irankentleri peyderpey düşünce sasani imparatoru. yezdücird, islam ordularının ilerlemesi karşısında başkent medain 'i terkedip kaçmak zorunda kaldı. uzun bir kaçış serüveninden sonra saray sekenesi, sasani bürokratları ve kütüphanesi ile birlikte merv 'e sığındı. buraya yerleşip islam ordularıyla buradan mücadele etmeyi düşünüyordu. şehre gelir gelmez bir ateşgedeyaptırdı yanına da kütüphanesini yerleştirdi. ancak müslümanlar onun yeniden toparlanmasına mahal vermemek için kendisini takip ettiler ve merv bölgesine kadar geldiler. onların gelişiyle paniğe kapılan merv valisi mahaveyh. yezdücird'in buraya sığınmasından da rahatsız olduğu için, onu bir hizmetçisine öldürttü. hemen akabinde de islam ordularının komutanı ahnef kays 'a barış teklifinde bulundu. ahnef 'in bu teklifi kabul etmesiyle şehir sulh yoluyla islam devletinin bir parçası haline geldi. ömer'in şehit edilmesiyle islam devletinden ayrılan merv, osman döneminde yeniden müslümanların hakimiyetine, mahaveyhile yapılan sulhla, geri döndü. barış yoluyla islam devletinin bir parçası haline geldiği için hem yukarıda kendisinden bahsettiğimiz kütüphanehem de bilim merkezi zarar görmeden korunmuştur. bilindiği gibi bu kütüphane daha sonra me'muntarafından bağdat 'a taşınmış ve beytu'lhikme 'nin özünü teşkil etmiştir. belazuri 'ye göre müslümanlar mahaveyhle aşağıdaki koşullarda barış imzalanmıştır: geniş bilgi için belazuri, ahmed yahya cabir, futuhu'lbuldan, , ankara, vd. taberi, muhammed cerir, camiu'lbeyan fi te'vili'lkur'an, , muessesetu risale, ıXıv, beyrut, ıv, vd. gerdizi,; yakubi de. yezdücird 'in bir değirmenci tarafından öldürüldüğünü söylemektedir. tarih, bar hebraeus yezdücird'i öldüren şahsın türkolduğunu iddia etmektedir. , ebu'lferec tarihi, ıı, , tarih kurumu yayınları, ankara, kevsec, ebu yakub ishak mansur behram elmervezi kitabu'lmesail an imameyyi ehli'lhadis ahmed hanbel ve ishak raheveyh, ııX, , medine, ı,; ibn kesir, bidaye, halife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrut,; belazuri, futuh,; yakubi, buldan, buldan, , tahran. giriş merv seyahatnamesi bir milyon dirhem ile. cerib buğday ve arpa; diğer bir rivayete göre ise bir milyon dirhem ve yüz bin ukkiye değerinde mahsul cizye mukabili olarak ödenecektir. mervsakinleri evlerinde müslümanlara yer ayıracak ve yiyeceklerini onlarla paylaşacaklardır. müslümanlar da kendilerine ayrılanlar dışında hiçbir şeye talip olmayacaklardır. bu şekilde ali dönemine gelen merv, o dönemde islam ülkesi içerisinde meydana gelen iç çekişmelerden kısmen etkilenmiş olmakla birlikte devlete bağlılığını sürdürmüştür. hulefai raşidin döneminde merv'e içinde sahabilerin de olduğu bazı arapların yerleştiği bilinmektedir. bunlar gavur kale 'nin merkezine beni mahan camisiolarak bilinen mabedi kurmuş onun etrafına yerleşmişlerdir. ali'nin vefatından sonra yerine oğlu hasan'ın geçtiği bilinmektedir. onun altı ay kadar süren kısa hilafeti döneminde islam aleminin hiç bir yerinde istikrardan bahsedilemediği gibi genelde horasanözelde merv 'de de bahsedilemez. dolayısıyla hasan'ın arkasındaki askeri desteği kaybettiğini görüp muaviye ile anlaşmasından sonra, islam şehirlerinin tamamı gibi merv de muaviye'nin hakimiyetini tanımış oldu. emeviler döneminde merv emevi devletinin kurucusu muaviye ebi süfyan, hilafeti döneminde merv 'e büyük bir önem vermiş ve buranın yönetimini önce basravalisi abdullah ibn amir'e; daha sonra horasan 'ı da ırakeyn 'e ilave ederek ziyad ebih'e bırakmıştır. hicriyılında oluşturulan bu yeni eyaleti yönetmeye başlayan ziyad, horasan'ı bu haliyle idare etmenin mümkün olmadığı sonucuna varmış ve ebreşehr, merveruz, heratve merv şeklinde dörde taksim ederek yönetmiştir. horasan'a büyük bir önem veren ziyad buranın demografik yapısının yanı sıra ilim ve kültür belazuri, futuh, halife hayyat, ibn hibban ve zehebi, abdullah amir'in iki milyon ikiyüz bir dirheme anlaştıklarını söylemektedir. ayrıca halife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrut,; muhammed hibban ahmed ebi hatem ettemimi elbusti, kitabu'ssikat, dairetu'lmearif elosmani, haydarabad, ı,; kudame cafer,; ezzehebi, ebu abdullah şemsettin muhammed ahmed osman , tarihu'lislam ve vefeyatu'lmeşahir ve'lalam: ahdu'lhulefai'rraşidin, , beyrut. merv seyahatnamesi giriş hayatına da katkı sağlamak amacıyla elli bin kişilik bir kitleyi o bölgeye yerleştirmiştir. çoğunluğunun merv'e yerleştirildiği bilinen bu araplar, gavur kale'nin rabatına yerleşerek burayı kendi anlayışlarına uygun bir şekilde dizayn etmişlerdir. merkezine yerleştirdikleri mecsidi adinei kohne şehrin ilim hayatında önemli roller üstlenmiştir. muaviye'nin 'de ölümü üzerine emevidevleti'nin başına oğlu yezid muaviye geçmiştir. onun döneminde hüseyin'in şehit edilmesi kuşkusuz ırak 'ta olduğu kadar horasanbölgesinde de ciddi tepkilere yol açmıştır. yezid 'in yerine veliaht olarak bıraktığı oğlu muaviye, hilafete pek meraklı olmadığı için bu görevi ümmete iade etmeye karar vermiştir. hatta bu konuda oldukça da cesur davranarak biat aldığı gün, mescitte yaptığı konuşmada, hilafeti ümmete iade edeceğini, bu görevi ancak yeni halife seçilinceye kadar sürdürebileceğini söylemiş ve minberden inmiştir. bu konuşmadan üç ay sonra da evinde ölü bulunmuştur. ölüm nedeni ne olursa olsun, yerine bir veliaht tayin etmediği için, devlet bir belirsizliğin içerisine sürüklenmiştir. bu belirsizlik esnasında her yerleşim birimi kendine özgü bir çözüm bulurken, mervliler de ümmet, bir halife üzerinde ittifak edinceye kadar, valileri olan ziyad ebihi'nin oğlu selm 'e biat etmişlerdi. ancak daha sonra selm ile aralarında anlaşmazlık baş göstermiştir. bunun üzerine selm, yerine önce muhelleb ebi sufra'yı daha sonra abdullah hazm'ı horasan valiliğine getirerek bölgeden ayrılmıştır. bu durum mühelleb ile abdullah hazim arasında horasan valiliği hususunda bir mücadelenin başlamasına neden olmuştur. bu mücadele ibn hazim'in horasan'a hakim olmasıyla neticelenmiştir. öte taraftan mekke'de abdullah zübeyr halifeliğini ilan etmiştir. abdullah zübeyr'in hilafeti islam aleminin önemli bir kısmında olduğu gibi merv 'de de benimsenmiş ve kendisine biat edilmiştir. diğer taraftan abdullah zübeyr'in halifeliğini kabul etmeyip şam'da kendi adına biat alan mervan hakem, bir süre sonra ölerek yerini oğlu abdulmelik'e bırakmıştır. emevidevletinin ikinci banisi olarak kabul edilen abdulmelik, horasan 'ı kendine bağlamak için harekete geçmiş ve abdullah hazim'den biat talebinde bulunmuştur. abdullah hazim bunu reddedince bukeyr'e konu ile ilgili geniş bilgi için zehebi, tarih, giriş merv seyahatnamesi elçiler göndererek kendisini destekleme karşılığında ona horasan genel valiliğini vadetmiştir. bu vaat karşısında abdullah zübeyr'e biatını bozan bukeyr, mervlilerden abdulmelik mervan adına biat toplamaya başlamıştır. süregelen iç çekişmelerden yıldıkları anlaşılan mervliler de muhtemelen istikrar arzusuyla bukeyr'in biat talebini kabul ettikleri görülmektedir. mervmüteakip yıllarda, türklerin islam dinini kabul etmelerinde büyük pay sahibi olan, kuteybe müslim'in idari merkezi olmuştur. kuteybe döneminde, horasan 'ın diğer bölgelerinin fethi için askeri üs olarak kullanılmakla kalmamış, çevre bölgelere akınlar da buradan sevk ve idare edilmiştir. bu akınlardan bazısının çin 'e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsadığı bilinmektedir. buhara ve semerkant ile çevresi bu dönemde merv'den fethedilmiştir. emeviler döneminde sürekli merkezi hükümete karşı isyanlarla gündeme gelen merv, horasanbölgesinin muhalefet merkezi gibi görünmektedir. hatta abbasiihtilalini besleyen en önemli odaklardan biri burası olmuştur. abbasi hanedanı emevileri yıkmak için merkezi humeymeolmak üzere gizli bir teşkilat kurmuştur. bu gizli abbasi teşkilatı rıza min ali davetini islam aleminin diğer bölgelerine yaymak için harekete geçmiştir. bilindiği gibi abbasi ihtilalinin planlandığı bölgelerden biri de horasan, özellikle de merv şehri olmuştur. erken dönemden itibaren burada abbasi nakipleri ve daileri emeviler alayhine faaliyette bulunuyorlardı. emevilere karşı horasan'da yürütülen gizli isyan faaliyetleri neticesinde merv, ebu müslim elhorasani 'nin hakimiyetine geçmiştir. emevidevleti'nden rahatsız olan başta güney arapları ve mevali olmak üzere muhalif kitlenin tamamının desteğini almayı başaran ebu müslim elhorasani, kısa süre içerisinde, merv'den sonra, horasan'ın diğer bölgelerini de hakimiyeti altına alayı başarmıştır. arkasından da bu zinde ve ibn haldun 'un ifadesiyle asabiyesi güçlü birliklerle ırak 'a doğru yola çıkmıştır. ırak'ın önemli merkezlerinden kufe 'nin bu güce boyun eğmesiyle birlikte yeni bir dönem başlamıştır. abbasi devleti de burada yani kufe'de kurulmuştur. taberi, tarih, vd. ibnu'lcevzi, muntazam,; ibnu'lesir, elkamil, ıv, vd. belazuri, futuh, vd. bu teşkilat ile ilgili geniş bilgi için nahide bozkurt, oluşum sürecinde abbasi ihtilali, ankara. merv seyahatnamesi giriş abbasiler döneminde merv abbasidevleti'nin kuruluşundan itibaren merv, bu devletteki ağırlığını korumakla kalmamış daha da güçlendirmiştir. çünkü burası abbasi ihtilalinin gerçek lideri olan ebu müslim elhorasani 'nin memleketi idi. ebu müslim, abbasi devletinin kurulmasını sağladıktan sonra bağdat 'ta kalmayarak memleketine dönmüş ve buranın idareciliğini üstlenmiştir. bu dönemde horasan 'ın yönetim merkezi olan merv, her ne kadar resmen abbasilere bağlı gibi görünse de, gerçekte müstakil bir yapı arzetmektedir. abbasidevleti'nin kuruluş döneminde ebu müslim'in riyasetindeki merv 'in idari kurumlarında olduğu gibi fiziki yapısında da ciddi değişiklikler gerçekleştirilmiştir. macanmerkez olmak üzere yeni bir semt kurulmuştur. bu semt, merkezine yerleştirilen daru'limare, cami, pazar ve meydanın yanı sıra sivil yapılarla da donatılmıştır. ancak ebu müslim'in merv ve horasan 'daki icraatları abbasi halifesi mansur'un dikkatini çekmeye başlayınca, mansur, kendisinden kurtulmaya karar vermiştir. ebu müslim'e bir komplo düzenleyen mansur, ondan kurtulmayı başarmışsa da merv'in merkezi hükümete bağlılığını tam olarak sağladığını söylemek güç görünmektedir. nitekim harun erreşiddöneminde de merv merkezli birçok isyan baş göstermiştir. harun erreşid bu isyanları bastırmak için bölgeye gelmiş ve bu sırada merv'e yakın bir yerde vefat etmiştir. zaten genelde horasan'ı özelde merv'i önemsediği için de oğullarından me'mun 'u buraya vali olarak göndermişti. me'mun 'un merv 'e gelişi ile birlikte şehrin fiziki yapısında bazı değişikliklerin olduğu bilinmektedir. nitekim o ebu müslim elhorasanitarafından kullanılan hükümet konağını nı kullanmak istememiş ve kendisine deremşkanyakınlarında yeni bir idari merkez inşa ettirmiştir ki burası daha sonra me'mun'un sarayı olarak bilinir olacaktır. burayla ilgili bilgi veren ibn havkal, deremşkan kapısından maverau'nnehirtarafına gidildiğini söyledikten sonra me'mun'un merv'de bulunduğu süre içerisinde burada ikamet ettiğini, hatta buranın aynı zamanda onun karargahı oldu harun erreşid, horasanşehirlerinden biri olan tus 'ta vefat etmiş ve burada da toprağa verilmiştir. yusuf eliş, tarihu asri'lhilafeti'labbasiyye, beyrut, ss. elvezene. giriş merv seyahatnamesi ğunu ilave etmektedir. yine o sarayın bulunduğu bu bölgeden kuşmeyhen köyüne gidildiğini de söylemektedir. gavur kale'nin kuzeyinde; sultan kale 'nin kuzey doğusunda yer alan bu sarayın kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. yörede inşa edilen diğer mimari yapılara uygun malzeme kullanılan sarayda kısmen yivli sutunlar da mevcuttur. resim: me'mun'un sarayının kalıntıları babası harun'un vefatından sonra me'mun 'un kardeşi emin ile girdiği taht kavgası esnasında merv, bağdatile mücadele edecek konuma yükselecektir. bağdat'ı merkez seçen emin ile merv'i merkez seçen me'mun arasında süren bu mücadele me'mun'un zaferiyle sonuçlanmasını merv'in bağdat'a galibiyeti şeklinde anlamak mümkündür. abbasilerin ilk yıllarında geleceği parlak bir kent olarak kendini gösteren merv, me'mun'un horasanvalisi olarak buraya gelmesiyle şehzade kentine dönüşmüş idi. şehza ibn havkal. gay le strange. yılında bu bölgede yaptığımız arazi taraması esnasında kalıntılarını incelediğimiz sarayın bulunduğu bölgede yeni bazı evler inşa edilmiştir. özellikle hayvancılıkla uğraşan yöre halkı tarafından bu tarihi mekanlara zarar verildiği görülmektedir. keşke dünya mirası kapsamında olan tarihi kentin sit alanının içerisinde bulunan evlerin tamamı kaldırılsa ve burası bir bütün olarak korunmaya alınmış olsa. merv seyahatnamesi giriş de kentinden kısa bir süre sonra başkentliğe yükselmiş oldu. me'mun ile emin arasındaki mücadeleye son nokta yine burada konacaktır. zira, emin, kardeşi me'mun'a yenilince başı kesilmiş ve merv'e getirilerek ona takdim edilmiştir. halife me'mun'un emriyle de kesik baş merv'de defnedilmiştir. böylece şehir aynı zamanda bir halifenin yattığı mekana da dönüşmüştür. merv, gerek şehzade şehri olduğu yıllarda, gerekse abbasibaşkentliği yaptığı dört yıllık süre zarfında devletin imkanlarından ciddi anlamda faydalanmıştır. hatta bu dönemde şehrin fiziki yapısında önemli değişikliklerin meydana geldiğini yukarıda ifade etmiştik. kuşkusuz me'mundöneminde sadece şehrin statüsü ile fiziki yapısında değil, aynı zamanda sosyal dokusunda, hatta daha da önemlisi kültürel hayatında ciddi değişimler yaşanmıştır. kendisi de bir ilim adamı olan ve ilme verdiği destekle tanınan me'mun'un merv 'e beraberinde bazı ilim adamlarıyla gelmiş olması ve bu ilim adamlarının önünün açılarak şehrin bilimsel seviyesinin yükseltilmesine olanak tanınması bu değişimde önemli rol oynamıştır. me'mun'la birlikte merv'e gelen ve buranın kültürel gelişimine katkı sağlayanlara örnek olarak müerricessedusiennahvi elbasri 'yi verebiliriz. ünlü arap dil bilgini halil ahmed 'in talebesi ve aynı zamanda hazfu nesebi kureyş, ğaribu'lkuranve elmaniadlı eserlerin yazarı olan müerric essedusi merv'de bulunduğu dönemlerde ilim meclislerinin aranan isimlerindendi. halife me'mun, essedusi'ye o kadar çok değer vermiştir ki, yılında merv'i terk edip bağdat 'a döndüğünde onu da beraberinde götürmüştür. me'mun 'un ve beraberindekilerin merv 'in kültürel hayatını geliştirdikleri gibi kendileri de buranın bilgi birikiminden faydalandıklarını unutmamak gerekir. zira merv, horasanbölgesinin en önemli kültür merkezlerinden biri olarak kabul edilmektedir. mazdaistler, maniheistlerve nasturiler in bu bölgede ağırlıklarının olduğunu yukarıda ifade etmiştik. dolayısıyla me'mun'un bunlara bigane kalamayacağı aşikardır. ibn abdirabbih, ikdu'lferid. ibnu'limrani, muhammed ali muhammed, elinba' fi tarihi'lhulefa', , kahire. me'munile birlikte bağdat 'a gelen essedusi burada da ilim meclislerinin önemli isimlerinden biri olmuştur. bir süre sonra da bağdat'ı terk etmiş ve memleketi olan basra 'ya dönmüştür. burada da vefat ettiği rivayet edilmektedir. geniş bilgi için bağdadi, Xv,; ibn hallikan, v, vd. giriş merv seyahatnamesi merv aynı zamanda şia, özellikle on iki imam kolu açısından önemli bir geçmişe sahiptir. zira halife me'mun merv'de bulunduğu bu dönemde, kardeşi emin ile mücadelesinde kendilerini ali ailesine nisbet eden ve daha sonra şia olarak isimlendirilecek olan grupların desteğini almak amacıyla, veliahd olarak, ali errıza musa kazım 'ı seçmeye karar vermiştir. bunun üzerine medine'de yaşayan ve hayatı boyunca burayı hiç terk etmeyen, ilim ve irfanla uğraşan imam rıza'yı merv'e davet etmiştir. imam rıza merv'e geldikten sonra me'mun, abbasi hanedanına mensup olanları burada bir araya toplayarak ondan daha iyisini bulamadığını söylemiş ve veliaht olarak onu seçmeye karar verdiğini ilan etmiştir. imam rıza, veliahtlığı önceleri kabul etmemişse de sonraları me'mun 'un baskılarına dayanamayarak evet demiştir. hatta me'mun onu tamamen kendisine bağlamak için kız kardeşi ümmü habibe ile de evlendirmiştir. imam rıza'nın veliahtlık haberi abbasihanedanı üzerinde şok etkisi yaratmış, bağdat 'ta ona karşı bir isyanın çıkmasını tetiklemiştir. nitekim bağdat'ta bulunan abbasiler me'mun'u azlederek yerine amcası ibrahim'e halife olarak biat etmişlerdir. bu haber merv 'e ulaşınca me'mun, yanına imam rıza'yı da alarak bağdat'a doğru yola çıkmıştır. yolda imam rıza bir rivayete göre yediği üzümden rahatsızlanarak; diğer bir rivayete göre ise şiileri kazanayım derken bağdat'ı kaybetmek üzere olduğunu anlayan me'mun'un bu kararından pişman olmasıyla zehirletilerek öldürülmüştür. üç gün sonra da vefat eden imam rıza, tuskentinin hemen yanı başındaki meşhed 'e defnedilmiştir. kuşkusuz imam errıza'nın horasan 'a gelip burada vefat etmesi yörenin tarihinde önemli izler bırakacaktır. zira bu tarihten itibaren genelde horasan, özellikle de merv ve çevresi yoğun şiiakınına maruz kalmıştır. me'mun 'un ayrılmasından sonra başkent hüviyetini kaybeden merv, horasan 'ın idari merkezi olarak bağdat 'tan atanan valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır. abbasiler döneminde merv, zaman zaman bazı marjinal grupların isyanlarına da ev sahipliği yapmıştır. bunlardan biri mu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için kuleyni, elkafi, , tahran, ı,; şeyh saduk, uyun ahbar errıza, beyrut, ı, vd. saim kılavuz, ali errıza dia, istanbul, ı, merv seyahatnamesi giriş kanna isyanıdır. mukanna ve benzeri bu bölgede yaygın olarak var olan isyanların gnostik bazı düşünce akımlarıyla bağlantılı olduğu tahmin edilmektedir. merv sadece ömer ile başlayan ve osman ile süren ilk fetihler esnasında değil emeviler devleti boyunca hatta abbasiler döneminde bile askeri garnizon olarak hizmet vermeye devam etmiştir. böylece bir taraftan horasan ve çevresinde diğer taraftan türkistan ve afganistan'ın islam topraklarına katılmasında bir askeri hareket noktası olarak adından hep söz ettirmiştir. mervdaha sonra saffariler in yönetimine geçmiştir. bu dönemde şehir saffari emiri amr leys adına ahmed sehl haşim elvelid tarafından idare edilmiştir. ahmed'in daha sonra görevden alınarak hapsedildiği bilinmesine rağmen kendisinden sonrakiler hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. safarilerden sonra şehir deylem li bir hanedan olan büveyhiler in hakimiyetine geçmiştir. büveyhiler merve büyük önem vermişlerdir. merv bu dönemde grek felsefesinin arapça'ya aktarılmasında aracı rol oynamaya devam etmiştir. bir başka ifade ile merv, büveyhilerdöneminde siyasi hadiselerden ziyade bilimsel aktivitelerin önemli merkezlerinden biri olarak kendisinden bahsettirmiştir. tenasüha inandığı ifade edilen mukanna, allah'ın kendi bedenine hulul ettiğini iddia ediyordu. söz konusu isyan yılında merv 'de başlamış ve abbasi devleti'ni uzun süre uğraştırmıştır. isferayini, onun rezzamiye mezhebine mensup olduğunu ve uluhiyyet iddiasında bulunduğunu söyledikten sonra taraftarlarına mukannaiyye veya mubayyiza denildiğini ilave etmektedir. ibn tiktaka ise onun tanınmamak için kendisine altından bir maske yaptırdığını, uluhiyyet iddiasında bulunduğunu, allah ademi yarattı, sonra onun vücuduna hulul etti. sonra nuh'a hulul etmiştir. bu böyle ebu müslim elhorasani 'ye kadar devam etti. sonra allah ebu müslim'e hulul etti, ondan sonra da bana hulul etti dediğini nakletmektedir. onun verdiği bilgiye göre mukanna' kendisine haşim adını vermişti. savaşlarda taraftarları ondan ya haşim bize yardım et şeklinde yardım talebinde bulunuyorlardı. secdeye kapandıkları zaman kıblegah olarak onun bulunduğu yöne doğru secde ediyorlardı. bilindiği gibi tenasüh düşüncesi daha çok hint dinlerinde bulunmaktadır. merv'de budistlerin de yaşadığı hatta burada bir budist mabedinin var olduğu bilindiğine göre mukanna hareketiyle, söz konusu dini düşünce arasında bir bağ olsa gerektir. ibn hurdazbih, elmesalik ve'lmemalik, brill. zirikli, giriş merv seyahatnamesi selçuklulardöneminde merv selçuklular, kuruluş döneminde başkent olarak nişabur 'u seçmelerine rağmen merveski önemini hiç yitirmemiştir. hatta bu dönemde ihtişamının zirvesine ulaşmış, dahası bu devletin gelişmişliğinin de doruk noktası olarak kabul edilmiştir. dandanakanmeydan muharebesindensonra merv 'de yapılan merasimle tuğrul beyselçukludevleti'nin ilk sultanı ilan edilmiştir. daha sonra selçuklu ülkesi üç kısma taksim edilerek yapılandırılmıştır. serahsve belh şehirleri ile gaznemerv'e bağlanarak çağrı bey 'in yönetimine verilmiştir. çağrı bey, merv'i merkez yaparak, buraya yerleşmiştir. senesi recep ayının ilk cuma günü merv'de çağrı bey adına melik olarak hutbe okunmuştur. böylece merv, saffarilerden sonra yeniden horasan 'ın merkezi olmuştur. çağrı bey buraya yerleştikten sonra tuğrul beyadına değil kendi adına para bastırmış; hatta şehirde kendi adına meliku'lmuluk ünvanıyla hutbe okutmuştur. çağrı bey döneminde şehrin fiziki yapısında hızlı bazı değişimler yaşanmıştır. selçuklulardan çok önce sultan kale 'ye kayan şehrin, etrafına surların inşası bu dönemde başlamıştır. keza şehrin merkezi haline gelen macanbölgesinde bazı binalar inşa edilmiştir. sultan sencer 'in sağlığında yaptırdığı ve daru'lahire olarak bilinen kabri ile birlikte burası daha da canlanmıştır. muhammed atsızesserahsi'nin mimarlığını yaptığı bu kabir günümüzde hala ayakta durmaktadır. çağrı beymerv 'i çok seviyordu. bunun için vefat ettiğinde buraya defnedilmek istiyordu. nitekim onun bu vasiyeti gereği serahs 'ta vefat etmiş olmasına rağmen naşı taşınıp buraya defnedilmiştir. çağrı bey'in vefatı ile merv önemini kaybetmemiştir. onun vefatından sonra da alpaslan 'ın payına düşmüştür. alpaslangerek bu dönemde gerekse tuğrul bey 'in vefatı ile cihan piyadeoğlu, güneş ülkesi horasan: büyük selçuklulardönemi, bilge kültür sanat yayınları, istanbul. dandanakansavaşı ile ilgili genş bilgi için piyadeoğlu, çağrı bey, muhammed ali süleyman erravendi, rahatu'ssudur ve ayetu'ssürur, , ankara, ayrıca piyadeoğlu, horasan. sadruddin ebu'lhasan ali nasır ali elhusyni, ahbaru'ddevleti'sselçukiyye, , ankara,; piyadeoğlu, horasan. gniş bilgi için cihan piyadeoğlu, selçukluların kuruluş hikayesi: çağrı bey, timaş yayınları, istanbul. çağrı bey yılı safer ayında serahs 'ta vefat etmiş naşı tabutla serahs'tan merv 'e getirilmiş ve buraya defnedilmiştir. ali elhüseyni,; zehebi, siyer, Xv,; zehebi, tarih, ; ali sevim, çağrı bey, dia, istanbul, ali sevim, biyografilerle selçuklular,; piyadeoğlu, horasan. merv seyahatnamesi giriş birlikte yerine hükümdar olunca merv kentine olan ilgisini sürdürmüştür. maveraunnehr'e düzenlediği bir seferde vefat etmiş ve vasiyeti gereği burada babası çağrı bey'in yanına defnedilmiştir. kuşkusuz merv, sultan alpaslandöneminde hem fiziki yapısında hem de sosyal dokusunda olumlu değişiklikler yaşamıştır. nitekim selçuklutarihçilerinden sadrettin elhüseyini'nin de ifade ettiği gibi sultan alpaslan her sene ramazan ayı başladığında şehrin özellikle de fiziki yapısı ve kurumlarının ihtiyacında kullanılmak üzere bin dirhem ayırırdı. keza bu meblağ kadar bir parayı da şehrin özellikle fakir fukarasına dağıtırdı. alpaslan'dan sonra tahta geçen melikşah, merv'e önem veren selçuklu hükümdarlarından bir diğeri olmuştur. melikşah özellikle de şehrin güvenliğine yoğunlaşmış ve gavur kale'nin rabatı olarak gelişen devasa bölgenin etrafına daha önce başlanan surları tamamlamıştır. selçuklusultanı melikşah 'ın 'de vefatından sonra aile içinde başlayan taht mücadelesi merv 'i ciddi şekilde etkilemiştir. melikşah döneminde buranın valisi olan kudan, sultan'ın vefatı üzerine kardeşi arslan argun 'u desteklemiş, şehri ona teslim etmiştir. arslan argun, merv'i, selçuklu tahtını ele geçirmek için bir üs olarak kullanmıştır. buradan hareket ederek, kısa sürede horasan 'ın neredeyse tamamına hakim olmayı başarmıştır. berkyaruk 'a mektup yazarak bölgenin kendisine verilmesini istemiştir. ancak berkyaruk, onun bu isteğini kabul etmeyerek böri bars 'ın komutasında bir orduyu merv bölgesine sevketmiştir. böri bars ile arslan argun'un birlikleri arasında meydana gelen savaşı böri bars kazanınca, arslan argun, merv'i terk edip belh 'e çekilmiştir. böylece merv, berkyaruk'un komutanı böri bars'ın hakimiyetine geçmiştir. kışı belh'te geçiren arslan argun, çoğunluğunu türkmenler den oluşturduğu yeni ordusuyla merv üzerine yürümüş, şehri ele geçirmekle kalmamış, halkının önemli bir kısmını da kılıçtan geçirmiştir. şehrin kendisine isyan etmesini önlemek için surlarını yıktırmıştır. berkyaruk ile arslan argun arsındaki bu mücadele bir süre sonra berkyaruk'un zaferi ve arslan argun'un hicriyılı rebiu'levvel ayının sonunda bir cumartesi günü vefat eden alpaslanmerv 'de babası ve amcasının yanına defnedilmiştir. elhuseyni; ayrıca ibnu'limad, şezerat, v,; bar hebraeus, ı,; zehebi, tarih,; ali sevim, bitografilerle selçuklular, elhüseyni,; ayrıca ali sevim, biyografilerle selçuklutarihi: ibnu'ladim buğyetu'ttalep fi tarihi haleb'ten seçmeler, , ankara. elhüseyni onun hicriyılında isfahan'dan bağdat 'a gitmek isterken yolda hastalandığını ve şavval ayının. günü vefat ettiğini cenazesinin merv 'e getirildiğini ve babasının yanına defnedildiğini söylemektedir. ahbaru'ddevleti'sselçukiyye. elhüseyni,; faruk sümer, arslan argun dia, istanbul. giriş merv seyahatnamesi ölümü ile neticelenmiş olsa da merv açsısında bir yıkım ve gözyaşına sebep olmuştur. merv sadece berkyarukarslan argun mücadelesinden zarar görmemiş; aynı zamanda sultan sencerile atsızmücadelesinde de hasar görmüştür. sultan sencer'in budistkarahıtaylaryenilmesini fırsat bilen atsız buraya saldırmış ve şehri yağmalamıştır. sencer'in 'te oğuzlara esir olmasından sonra merv ve bağlı yerleşim birimlerinin önemli bir kısmı onlar tarafından yağmalanmış, hatta birçok ilim adamını da öldürmüştür. mervli ünlü tarihçi essem'ani birçok köyün bu saldırı esnasında tamamen tahrip edildiğini ve bir daha meskun mahal haline gelemediğini söylemektedir. yine o, bu hadiseler esnasında birçok zatın öldürüldüğünü, bunlardan birinin muhammed ömer muhammed eşşirazi olduğunu söylemektedir. merv bir dönem belhve serahsile birlikte oğuzlar ın hakimiyetinde kalmıştır. sultan sencer'i esir ederek buradan uzaklaştıran oğuzlar, bir süre şehri hakimiyetleri altında tutmuşlardır. bu süreçte her ne kadar sencer adına hutbe okutsalar da gerçekte müstakil hareket etmiş, şehri diledikleri gibi idare etmeye çalışmışlardır. resim: sultan sencer 'in merv 'deki türbesi ravendi, cuveyni, cihangüşa,; ravendi,; barthold, türkistan,; faruk sümer, atsızmuhammed dia, istanbul ıv,; piyadeoğlu, horasan. ravendi oğuzların şehri üç gün yağmaladıklarını, altın ve gümüşün yanısıra yatak ve yastıklara, hatta ev eşyalarına varasıya götürdükleri, şehir halkını esir ettiklerini, sakladıklarını iddia ettikleri eşyalarını kendilerine göstermeleri için işkence yaptıklarını söylemektedir. rahat,; benzer bilgiler için barthold, türkistan. sem'ani. barthold, türkistan. merv seyahatnamesi giriş selçuklularla, zaman zaman yıkıma maruz kalsa da, ihtişamının zirvesine ulaşan merv, bu devletin muktedir hükümdarı sencer döneminde yeniden başkent haline gelmiştir. altmış yıla yakın merv'de valilik ve hükümdarlık yapan sultan sencer, tabir caiz ise şehri baştan sona yeniden inşa etmiştir. ve eşine ender rastlanan güzellikte bir kent ortaya çıkarmıştır. sultan sencer'in merv'ini cuveyni şöyle tasvir etmiştir: mervsultan sencer 'e başkentlik yapmıştır. büyük küçük herkesin derdine derman aradığı bir yerdi. horasan 'ın en münbit ve en güzel topraklarına sahipti. emniyet ve huzur kuşunun yuvası daima burada bulunurdu. nüfusunun sayısı nisan yağmurunun damlalarıyla boy ölçüşürdü. havası güzeldi. orada yaşayanların en fakiri bile zamanın padişahları ve emirleri gibi yaşardı. kendilerini dünya fatihleriyle eş tutarlardı. sencer dönemi merviçin imar faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı, adeta şehrin yeniden inşa edildiği bir dönem olmuştur. fakat bu taht kavgaları sırasında arslan argunve harezmşah atsız 'ın saldırısına maruz kalan merv, büyük yıkım ve tahribata maruz kalmıştır. ibn kesir'in ifadesine göre üç yüz bin kişilik ordusuyla şehre saldıran harzemşahlar, burayı ele geçirmiş ve şehirde büyük tahribat gerçekleştirmişlerdir. harzemşahların kısa hakimiyeti döneminde merv, valiler aracılığıyla idare edilmiştir ki bu valilerden bir tanesi emir muhammed cerbek'dir. Xıı. yüzyılın başındaki moğolistilasında islam şehirlerinin önemli bir kısmı harabe hale getirilmiştir. ancak bu istila hiçbir şehirde mervkadar yıkıcı olmamıştır. o tarihlerde yaklaşık. kadar nüfusu bulunan şehrin yarısı cengiz han'ın oğlu tulutarafından kılıçtan geçirilmiştir. alaaddin ata melik elcuveyni, tarihi cihangüşa, , türktarih kurumu yayınları, ankara. geniş bilgi için ibn kesir, elbidaye, Xıı. ibn esir, elkamil, , X. stewart, ibn esir'i kaynak göstererek. kişinin öldürüldüğünü söylemektedir. the country of the tekke. giriş merv seyahatnamesi merv'in moğollartarafından yıkılışını anlatan cuveyni ilginç ayrıntılar da aktarmaktadır. onun verdiği bilgilere göre moğollar şehre girince halkı şehrin dışında toplamışlardır. kadın ve çocuklar erkeklerden uzaklaştırıldıktan sonra genç kızlar süfli emellere maruz bırakılmış, zanaatkarlar ile farklı amaç için kullanmak üzere güzel kız ve oğlanlardankişi ayrıldıktan sonra kalanların tamamı kılıçtan geçirilmiştir. bu katliam akşama kadar sürmüştür. sur duvarları ve mabetler yıkılmış, yakalanan herkes öldürülmüştür. yağma, yıkım ve öldürme işi bittikten sonra moğol emir ziyauddin ali, hayatta kalanlara şahne olarak baybars 'ı görevlendirmiştir. bir araya toplanan bu insanlar sayılmış beş bin kişi oldukları görülmüştür. ancak yıkıma iştirak edemeyen moğol artçı birlikleri şehre gelip adam öldürme hakkı talep edince bir araya toplanan bu insanlar onlara teslim edilmiş ve onlar tarafından öldürülmüşlerdir. bu katliamdan kaçabilenler ise güneye ve batıya doğru göçmüşlerdir. hatta o dönemlerde anadolu 'ya göçen bazı türkkabilelerin olduğu da bilinmektedir. dört yüz kişi civarında oldukları ifade edilen zanaatkarlar ise esir edilerek moğolistan'a götürülmüşlerdir. muhtemelen moğolların karakurum şehrinin imar ve inşasında istihdam edilmişlerdir. daha sonra kısmen toparlanıp önce timurlular ın, sonra özbeklerve safeviler in eline geçen merv, safevilerden sonra buhara emiri tarafından ele geçirilmiş ve tamamen tahrip edilmiştir. bu dönemde şehirde ayakta duran yapıların bütünü yıkılmış, su kanalları, bentler ve barajlar kullanılamaz hale getirilmiştir. halkının bir kısmı buhara'ya göç ettirilmişse de büyük kısmı iran 'a sürgün edilmiştir. bu tarihten itibaren şehir bir daha eski canlılığına kavuşamamışsa da çevresinde hep bir iskan faaliyeti olmuştur. bugün burada bayramaliadında bir yerleşim birimi bulunmaktadır. ayrıntılı bilgi için cuveyni, cihangüşa. mehdi seyyidi vd. konu ile ilgili geniş bilgi için şemsettin sami. kaynaklar abu'lferec, gregory abu'lferec, ebu'lferec tarihi, ıı, , tarih kurumu yayınları, ankara belazuri, ahmed yahya cabir, futuhu'lbuldan, , ankara besevi , kitabu'lelma'rife ve'ttarih, ı, bağdat bozkurt, nahide, oluşum sürecinde abbasiihtilali, ankara. busti, muhammed hibban ahmed ebi hatem ettemimi , kitabu'ssikat, dairetu'lmearif elosmani, haydarabad cuveyni, alaaddin ata melik, tarihi cihangüşa, , türktarih kurumu yayınları, ankara. darekutni, ebu'lhasan ali ömer ahmed, elmu'telif ve muhtelif, ıv, , beyrut ebu'lfida, imaduddin ismail ali mahmut, elmuhtasar fi ahbar elbeşer, ııv, , ty, yy. fayda, mustafa, abdullah hazım, dia, istanbul gerdizi, ebu said abdu'lhay eddahhak mahmud , zeynu'lahbar, , kahire halife hayyat, tarihu halife hayyat, , beyrut hüseyni, sadruddin ebu'lhasan ali nasır ali, ahbaru'ddevleti'sselçukiyye, , ankara ibn fakih, ebu abdullah ahmed muhammed ishak elhemedani , kitabu'lbuldan, tahk. yusuf elhavi, beyrut ibn habib, ebu ca'fer muhammed, kitabu'lmuhabber, , daru'lafaki'lcedid, beyrut ty. kaynaklar merv seyahatnamesi ibn hallikan, ebu'labbas şehsettin ahmed muhammed , vefeyatu'layan, , ıv, beyrut ibn hurdazbih, elmesalik ve'lmemalik, brill ibn tiktaka, muhammed ali tabataba, elfahri fi adabi'ssultaniyye ve düvel elislamiyye, , beyrut ibnu'lcevzi, ebu'lferec cemaleddin abdurrahman ali, elmuntazam fi tarihilmüluk velümem, ıX, beyrut ibnu'lesir, izzuddin ebu'lhasan ali muhammed, elkamil fi'ttarih, , ıXıı, istanbul ibnu'limad, muhammed ali muhammed, elinba' fi tarihi'lhulefa', , kahire isferaini, ebu'lmuzaffer tahir muhammed, ettabsir fi'ddin ve temyiz fırkati'nnaciye an fıraki'lhalikin, , lübnan Jumabayev, halillula, hadiste mervekolü: ilk üç asır, basılmamış yüksek lisans tezi, uludağ üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü, bursa kevsec, ebu yakub ishak mansur behram elmervezi kitabu'lmesail an imameyyi ehli'lhadis ahmed hanbel ve ishak raheveyh, ııX, , medine klavuz, saim, ali errıza dia, istanbul klimkeit, hans, Jesus' entry into parinirvana: manichaean ıdentity in buddhist central asia, numen, vol. fasc., hans, manichaean kingship: gnosis at home in the World numen, vol. fasc. kuleyni, elkafi, , tahran lassner, Jacob, abu muslim alkhurasani: the emergence ofsecret agent from khurasan, ıraq, or Was ıt ısfahan?, Journal of the american oriental society, vol. no. studies in ıslam and the ancient near east dedicated to franz rosenthal Jan. , ss. merv seyahatnamesi kaynaklar mayo, robbert, view of ancient geography and ancient history: accompanied With on atlas, philadelphia mervin, charle, merv, the Queen of the World and the scourge of the manstealing turcomans, london o'donovan, edmond, mervand ıts surroundings, proceedings of the royal geographical society and monthly record of geography, new monthly series, vol. no. olmstead, darius and his behistun ınscription, the american Journal of semitic languages and literatures, vol. no. piyadeoğlu, cihan, güneş ülkesi horasan: büyük selçuklular dönemi, bilge kültür sanat yayınları, istanbul , cihan, selçukluların kuruluş hikayesi: çağrı bey, timaş yayınları, istanbul ravendi, muhammed ali süleyman, rahatu'ssudur ve ayetu'ssürur, , ankara. scott, david, manichaean views of buddhism, history of religions, vol. no. seccadi, seyyid mansur seyyid, merv: baz saziye coğrafyaye tarihiye yek şehr ber sayei niviştehai tarihi ve şevahidi bastanşinasi, tahran sevim, ali, biyografilerle selçuklutarihi: ibnu'ladim buğyetu'ttalep fi tarihi haleb'ten seçmeler, , ankara seyyidi, mehdi, nadire seyyidi, muhammed rıza aşişani, coğrafyaye tarihiye merv, tahran safedi, ebu'ssafa selahaddin halil aybek, elvafi bi'lvefeyat, ıXıX, beyrut söylemez, mehmet mahfuz horasan 'ın bilim merkezi: merv, yayınlanmamış çalışma. kufe 'nin siyasi tarihi, ankara kaynaklar merv seyahatnamesi sprengling, shahpuhr ı, the great on the kaabah of zoroaster the american Journal of semitic languages and literatures, vol. no. sümer, faruk, atsızmuhammed dia, istanbul. şemsettin sami, şemsettin sami, kamusu'lalam, ıvı, istanbul , şeyh saduk, uyun ahbar errıza, beyrut taberi, muhammed cerir, camiu'lbeyan fi te'vili'lkur'an, , muessesetu risale, ıXıv, beyrut thomas, edward the pehlev coins of the early mohammedan arabs Journal of the royal asiatic society of great britain and ıreland, cilt. Xıı, yıl vercavend, perviz, alexandre blenistsky, horasanve maverau'nnehr: aykake meyane, terc: perviz vercavend tahran yakubi, buldan, buldan, , tahran yezderbayev, eski mervkütüphaneleri, , ankara zehebi, ebu abdullah şemsettin muhammed ahmed osman , tarihu'lislam ve vefeyatu'lmeşahir ve'lalam: ahdu'lhulefai'rraşidin, , beyrut. merv seyahatnamesi rusça'dan tercüme olunmuştur. müellifi: seyyah nosilof mütercimi: ahmed nermi metin biz hayli uzun trenin birinci mevki larından birinin iki yolcuya mahsus bölmesinde yol arkadaşım bulunan olarak pencereden garib ve acib manzaraları seyredip gitmekte iken uzaktan dünyanın hiç bir memleketine benzetilemeyecek manzarayı havi ve hem de sanki şimendifer hattının bir cihetinde türlü türlü yeşilliklerle karışık olmak şartıyla yığın gibi görünen bir ictimagah müşahede olundu. ve yol refikim 'de bana dönerek: işte cihan şöhretine mazhar olan mervbudur. eğer arzu ederseniz mevkif de çıkabiliriz dedi. ben de kendi kendime: mervismini iyice hatırlayıp daha mektep dershanelerinde coğrafya okuduğumuz esnalarda bile fevkalade iştiharını işitmiş olduğum beldeye dair ahval ve macerayı tarihiyi zihnentasavvur ve mülahaza ediyor dedikten sonra 'e dönüp: pekala amma orada şimdi dahi görülmeye şayan şeyler mevcut mudur? diye sordum. ol vakit , benim bu civarlarda pek acemi bir seyyah bulunduğumu derhal anlayarak: çok şey! demek ki siz çar 'ın mervcivarında edinmiş olduğu çiftliklerden de bihaber bulunuyorsunuz. halbuki işbu susuz ve bazı vakit insanın bir yudum su için hemen canından maada her şeyini feda edebileceği memlekette suni cetveller ve bir takım artezyen kuyuları ile derecei umranın son mertebesine isal edilen yerlere dair de malumatınız yoktur. dedi. ol vakit ben ona cevab olarak fi'lhakika petersburg 'da iken arasıra çar'ın murgabçiftliğinamı altında türkistan 'da şayanı ehemmiyyet bir emlaki bulunduğunu işitmiş idim. demek ki buna merv çiftliğide derler, öyle mi? dedim. bu sözüme cevaben: evet ona yerliler mervçiftliği ve murgabçiftliğidedikleri gibi pek eskiden bayram aliçiftliğide derlerdi. çünkü oradan uzak olmayarak türkistanmüslümanları tarafından pek ziyade riayet edilen bir türbede medfun olan mezkur bayram ali isminin şöhreti de burada pek büyüktür dedi. su kanalı demektir. metin merv seyahatnamesi doğrusu yoldaşım 'nin benim evvelce merakımı tahrik eylemesi üzerine artık kendim dahi salifu'lbeyan çiftliği iyice ziyaret edebilmek hevesine düştüm. ve binaenaleyh uzun trenin bermutad mevkıflere tekarrub ettiği sırada hareketini ağırlaştırmasıyla beraber kendi kendime: aman bir an evvel tevakkuf etse de insek! diye sabırsızlığa da katlandım. bu esnada vagonun her iki yanındaki pencerelerden bakılacak olursa etraf ve cevanibimizin serapa pek ince kumsal araziden ibaret bulunduğu görülüyor. ve hem de sanki dümdüz deniz sahilinde olduğu tarzda göz görebildiği mesafelere doğru devam ediyor idi. bu minval üzere bizim her cihetimizdeki ufkı meri dümdüz kumlarla mestur idi. ve her yer son mertebe ıssız çölden ibaret bulunuyor idi. ve hem de biz asıl türkistan'ın maverayı bahrı hazarhavalisine girdiğimiz zamandan beri ikide birde pek belli inhina ve kavisler teşkil ederek imtidad eden hat boyunda yalnız pek seyrek olmak şartıyla yerlilerin dedikleri bir takım nişane tarzındaki işaretlerini ve yahud sarı balçıktan yapılmış ve acınacak halde bulunan işbu memleket yerlilerinin ikametgahlarını görebiliyor idik. bunlardan kurgan namıyla maruf olan nişanetarzındaki mebani insana pek eski zamanları ihtar edecek gibi te'sir ediyor idi. ve biz bazen bir buçuk kilometre kadar mesafe dahilinde bile ne bir tek ot ne de çalılık görmekten başka insana veya hayvan ve yahud yırtıcı veya bir tuyura müteallik de katiyyen bir iz veya emare müşahede edemiyor idik. işte bundan naşi buraları begayet sıcak cenub güneşi altında mütemadiyen kavrulmakta olan ve hem de asarı hayattan da mahrum bulunan kumsal çöl aleminden ibarettir. ve binaenaleyh insan bizim general aninkof'unişbu ıssız ve külliyen kimsesiz yerlerde salifu'lbeyan şimendifer hattını geçirirken ne kadar büyük müşkilat ve ne derece azim emekler sarfetmiş bulunması lazım geleceğini düşünmeye mecbur oluyor idi. bu minval üzere burada trenler bile yerliler tarafından tesmiye kılınan beyazımtırak kumlar içinde sanki gark ve nabud oluyormuş misillü katı mesafe etmektedirler. hatta her seyyah arasıra guya trenin de nihayet cenub güneşinin adeta kurşun eritmeğe elverecek mertebede neşr eylemekde bulunduğu sıcağı altında yoluna devam edemeksizin şimdiye dek muzafferolan asarı hayat misillü bağtetenyorulacak ve durmağa mecbur olacak gibi görünüyor idi. merv seyahatnamesi metin işte benim ol vecihle mezkur manzaralara dalgınlığımı fark ve müşahede etmiş olan bir aralık kendisi dahi bir müddet pencereden bakıp gittikten sonra birden bire bana hitaben: hele bakalım buraları kana kana seyr ü temaşa ediniz. fi'lhakika şimdi buraları tarifi nakabil ıssız görünüyorlar. halbuki kürrei arzın geçirmiş olduğu ahvali tarihiyyenin pek de eski addolunamayan devirlerinde bile bu memleket bütün cihanın cenneti mesabesinde sayılacak kadar mamur idi dedi. doğrusu muhatabım tarafından bu yolda idarei kelam edilmesi bana pek te'sir ettiğinden artık pencereye çevirmiş olduğum yüzümü bile kendisine dönmeye mecbur olarak azim hayret ve istiğrabla: aman bu dediğiniz sahih mi? ve bu çöllerin de tarihi kadimde umran ile şöhret buldukları cidden doğru mudur? dedim. ol vakit muhatabım: evet, evet burası daha dörtbeş asır akdem bile gayet mamur ve abadan idi. ve fakat özbeklerin mütemadiyen hücumları bu hale getirdi dedi. ben de bunun üzerine vakıan bazı coğrafyave tarih kitablarında o yolda kasavetamizmevad ve tafsilat okumuş idiysem de beyanatı vakıanın merv kıtasının bilhassa bu cihetlerine dair olduklarını bilmiyor idim. dedim. hulasai kelam yoldaşım bunun üzerine şarklılar gibi vagonun bölmesindeki yumuşak kanepede bağdaş kurarak iyice yerleştikten sonra sözüne devamla: fi'lhakika şimdilerde böyle tenha ve ıssız ve külliyen kimsesiz ve hatta büsbütün ziruh veya eseri hayata gayri malik gördüğünüz yerler ezminei kadimede hesabı vasati olarak yüz kilometreyi mütecaviz mesahai sathiyye murabbaında yayılmış beldei azimeve mamure olup şimdiki londra 'nın dahi hemen hemen üç mislini istiab edebilecek idi. evet şimdi trenimizin tekerlekleri çiğnemekte bulunan bu azim kumsal mahal miladı isa'dansene kadar akdem yaşamış olan zerdüştnam hakimin dahi tavsifinden acziyetini itiraf etmiş olduğu şehir idi. ve fi'lvaki eski iranlılara telkini din etmek için zuhur eden zerdüşt, mervşehri kadiminden bahs ederken bu şehir cenabı hak tarafından beni beşere üçüncü büyük lütuf olarak meydana getirilmiştir. diye idarei kelam eylemiş idi. merv eski zamanlarda menbaı hazain ve harikulade büyük servet merkezi addedildiğinden, en büyük cihangirleri bile onu zabt u teshir etmek fikir ve metin merv seyahatnamesi emelinden kurtulamamışlar idi. hatta asuriyyehükümdaranı da onda görmüş oldukları refah ve saadete ve zenginliğe hayretlerini itiraf etmişler idi. bu minval üzere bir aralık artık onun inkiraza yüz tutan sokaklarında keyhüsrev geşt güzar ettiği gibi çin 'e geçen iskenderde burasını ziyaret etmiş idi. nihayet cengiz hanve timurlenkve onu müteakibzuhur eden belli başlı umerayı türkistan da merv 'in saadet haline istiğrab ve taacübden kurtulamamışlar idi. binaen ala zalik merv şehri kadiminin cidden fevkalade ahvalle me'luf ve harikulade servet ü samanla memlu bulunduğu ister cenubdan ve şarkdan ve ister aksayı şarkdan onu zabt için büyük hükümdaranın gelmiş bulunmaları ile dahi müsbittir dedi. ben kendim de bu tarifattan pek şaşarak yol arkadaşım bulunan 'ye dönüp öyle ise acaba merv'in bu derece refah ve saadetinin asıl sebebi ve menşe'i neden ibaret olmuştur? dedim. merkum bu sözüme karşı: bu babda kestirme olarak bir şey dedim. ancak akvayı melhuz olduğuna göre onun salifu'lbeyan ehemmiyeti azimesi bir taraftan mevkii coğrafiyyesinden, diğer taraftan şimdi size yerlilerin ismini verdiklerini söylediğim şu kumsal türkistanarazisinden ileri gelmiş olmak gerektir. zira bu zemin biz beşer için en ziyade ha'izi ehemmiyyet kuvvei inbatiyeyi ha'iz bulunuyor. ve fi'lhakika şimdiki günde bile erbabı ulum burada müteaddid yerleri demir millerle sonda ederek hayli derinliğe kadar muayene ettikten sonra kuvvei inbatiyye noktai nazarından burasınınbundan böyle dahi daha binlerce asr zihinlere sığamayacak mikdarda insanları geçindirecek mahsul için elverecek derecede idüğini tasdik etmişlerdir. hem de bu arazide hububat yetiştirmek üzere bizim bildiğimiz gübrenin de asla lüzumu yokdur. hasılı şimdi size bu zemindeki garib, ince kumsal toprağın kuvvei inbatiyyesinin derecesini bildirmek için yalnız şurasını beyan edeceğim: burada bir dönüm arazideki bağdan senevi. kıyye üzüm hasıl olabilir. diğer taraftan bu gördüğünüz kum zerratından ibaret imiş misillü müşahede olunan toprağınherhangi bir mahalline bir şeftali budağının kırık ucunu saplayacak olur iseniz üç sene sonra birkaç büyük sepet dolusu şeftali alınabilir. imdi bu yolda kuvvei inbatiyyeye malik arazinin adeta inanılmaz derecede hasılat verebileceği şüphesizdir. binaen ala zalik merv seyahatnamesi metin şehri kadiminin pek eski zamanlarda aktarı cihanın her cihetinde zuhur edegelen hükümdaranı meşhureyi celb eylemesini mucib olan servetinin dahi menşe'i bu idi. bu minval üzere ezminei kadimede burada yaşamış olan akvam haklarında artık yalnız yaşamıştabiri kafi gelmeyeceğinden zevk ü safa içinde ömür sürmüşlerdir tabirini kullanmak iktiza eder dedi. doğrusu benim yol refikimin bu tafsilatları üzerine artık ben kıtai mezkurenin külliyen meftunu ve meclubu olduğumdan vagonun penceresini bile indirerek kenarına göğsümü dayayıp manzaraları yeniden seyr ü temaşaya daldım. ve bu esnada tatlı hayalata kapılmış olan efkarıma göre her yerde medeniyyeti uyandırmağa en büyük vasıta olan şimendifer nin salifu'lbeyan merv şehri kadimi arazisini de ikaz ediyormuş misüllü ihtisasat hissetmeye başladım. ve hatta gitgide guya mezkur kumsal arazide trenin tekerlekleri çiğnemekde olan yerlerde eski zaman hükümdaranını ve asya 'nın bu cihetlerini istilaya kalkışan cihangirleri de hayalimle müşahede ediyormuşum misüllü duygular dahi hissettim. mamafih bundan böyle seneler geçtikçe buraların yeniden kim bilir ne gibi umran ve refahlara nail olması imkanı da zihnimi kurcalamakda idi. ve fi'lhakika merv şehri kadiminin demin tasrif edilen zenginliğine ve harikulade servet ü samanına nisbetle hükumetimize hakikat pek ağır bahaya mal olan asıl şimendiferhattının bile oyuncak mesabesinde kalabileceği varidi hatır oldu. ve binaenaleyh ben çabucak yüzümü tekrar birinci mevki vagonunun bize tahsis kılınan bölmesine çevirdim. amma ben bir derece bala muhatabımın verdiği tafsilatı acibe düşünceleri üzerine tabakamı çıkarıp ikiüç çimdik tütünü ince sigara kağıdına koyarak bükmekte iken merkum sözüne devamla: lakin arkadaş acaba siz işbu vaha nın ve maverayı bahrı hazarhavzasının bizim tarafımızdan nasıl ve ne vecihle zabt u teshir edilebildiğine dair bazı erkanı harb zabıtanımızın olsun kitapların da okumadınız mı? diye sordu. ben hayır dedim. ol vakit muhatabım da sigarasını yakmakta iken sözüne devamla o halde beni dinler iseniz siz çar 'ın emlakine gitmek üzere ineceğiniz mevkifinden uzak olmayan müslüman kasabasına da uğramalısınız. hem de birkaç gün ikamet ederek şimdiyaşında bulunan gülmehcemalnam kadını da ziyaret etmelisiniz. mezbure son hanlardan birinin zevcesi olup metin merv seyahatnamesi hemen bir asra karib yaşa malik bulunmakla beraber pek çok sergüzeştleri hatırlamakta olduğundan onları size dahi nakl ü rivayet eder. işbu kadın hem pek akıllı hem de zeki oldukdan başka yalnız şarkda görülen kadınlara mahsus hile ve huda ile dahi me'luftur dedi. doğrusu ben ta bahri hazarsahilinden beri bana yol refakati etmiş olan 'nin mezkur tavsiyesine karşı cidden teşekkürler ettim. ve hem de tamam bu hengamda uzun trende hayli büyük ve üstü pek marifetli surette demirlere geçirilmiş cam çerçevelerle mestur ve vasi mevkife de dahil olarak tevakkuf ettiğinden merkumla vedalaşıp yol çantamı verdiğim şimendifer hademesinden birinin arkasındançıktım ve mevkif kapısından salona dahil oldum. doğrusu mevkif binasının öbür cihetteki kapısından asıl kasabaya gitmek için çıkmak üzere iken hakikat hayran kaldım. çünkü öylece esrarlı bir surette bana arkadaşlık eden 'nin ifadatı vakıasının doğruluğu müsteban oluyor idi. fi'lvaki kasaba ancak acib ve hem de muharrirlerin mübalağalarıyla me'luf hikayelerde olduğu tarzda insanı imrendirecek ve her seyyahın gözlerini fevkalade okşayacak bağlar, bahçeler ve çemenzar içinde idi. binaenaleyh şimendiferde görülen kasavetli manzarayı da unutturuyor idi. hasılı ben daha ziyade dikkatle baktığımda pek latif ve hoş yeşil renkli ve gayet sık yaprakların ötede berideki aralıklarında bina örtüleri ile damların ve daha ötede semaya doğru uzanmış türlü türlü fabrika bacalarını ve sonra telefon ve telgraf tellerine mahsus ince demir direkleri ve ale'lhusus tıpkı petersburg 'da olduğu tarzda muntazam bulvarları da gördüm. salifu'lbeyan bulvarlar geniş oldukdan maada ötede beride sanki büyük cadde sokağına yan cihetlerden çıkan küçük sokak ağızları misüllü diğer bulvarlara birleşiyorlar idi. ve burada artık insan kendi kendine acaba hangi cihete gitsem diye düşünmeye mecbur oluyor idi. vakıa hava da pek güzel olup cenub güneşinin altın yaldızına müşabih ziyası da bayraklara, çiçeklere ve asarı medeniyyeye daha ziyade revnak veriyorlar idi. her ne kadar vakit erken idiyse de güneş ortalığı şiddetle kavurmakta idi. maa haza demin tarif ettiğim yeşilliklerin kaffesinde bizim petersburg'un ilk baharına mahsus ciyadet ve taravet mevcud idi. halkbuki petersburg'da bi'lfursa böyle bir sıcak yalnız bir gün hüküm sürse bile mutlaka bi'lcümle nebatatı kavurarak yakar idi. hele ziyadece ziyadar yerlerde artık benim gibi anasl merv seyahatnamesi metin şimal memleketi insanının gözlerini büsbütün kamaştırıyor idi. her halde ben derhal kendimizin artık dan çok ziyade cenuba indiğimizi anladım. maa haza ben dalgınlıkla trenin eşyalara mahsus vagonundaki pılıpırtılarım ile seyahatim için pek luzumlu şeylerimi bile az kalsın unutacak idim. bereket versin ki tren burada yirmi dakika tevakkuf ediyormuş. işte buna binaen ben mevkifin kasaba cihetindeki kapısından türkistan'ın arkasındaki işbu acib kasabayı biraz temaşa ettikten sonra tekrar mevkif salonuna dahil olarak ilk tesadüf ettiğim bir yerliye eşyalarımın konşimentosunu uzattım ve onları alıp birinci mevki salonuna götürmesini tenbih ettim. her ne kadar çar'ın emlakine giden güzergah üzerinde bulunan bir mevkif burada artık en büyük mevakiften madud ise de esasen mevkif bulunmak ve binaen ala zalik muvakkaten aramgah ittihaz edilmiş olmak hasebiyle sa'ir mevkiflerden hiç farksız gibidir. hele birinci mevki yolcularına mahsus salon da küçüktür. ve onun büfesindeher şeyden akdem gözlerime çarpan bir demet dahi derhal nazarı dikkatimi celb etti. vakıa bu demet demin tarif eylediğim şiddetli sıcak ile memleketin kuraklığından dolayı külliyen kurumuş idi. fakat aynı zamanda ona dahil olan çiçeklerin cenub memleketlerine mahsus en nadir ve nadide güller ile karanfillerden ve hem de ol vakte kadar asla görmediğim goncalarla ezhardan mürekkeb oldukları zahir ve aşikar idi. hasılı ben bir aralık mevkif müdürüne mahsus oda içine ve keza mevkifin telgrafhanesi ittihaz edilen odaya da göz gezdirdim. hulasai kelam ikinci mevki yolcularına mahsus daha vasice idi. hele üçüncü mevki yolcularının salonu büsbütün müstatilu'şşekl olmak şartıyla her iki cihetten altışar büyük pencerelerle tenvir edilmekte idi. ben mezkur pencerelerin birine yaklaşıp dışarıya göz gezdirdiğimde yine de gayet sık yeşillikler arasında birçok merkebler ile katırlar ve hem de pek de hacmas olmayan türkistanatları ve bir de hem yerlilere mahsus hem de avrupa kari ikişer veyahut dörder tekerlekli çeşit çeşit arabalar müşahede eyledim. ben bir aralık pırtılarımı birinci mevki salonuna götürmüş olan yerliye müracaat edip acaba nereye nazil olabilirim? diye sual ettim. mamafih onun verdiği cevabdan mağmum oldum. çünkü burada adama metin merv seyahatnamesi kıllı otel veyahut misafirhane yok imiş. böylece ben ister istemez bir takım türkmenveya özbekhancıları marifetleriyle idare kılınan hanlardan birine inmeğe mecbur olacağımı anladım. ama sonradan salifu'lbeyan hanların tertibatlarından mahzuz olduğumu da inkar edemem. zira işbu çöl adamları artık bizim petersburg 'da pansiyon ismi verilen usulde hareket ediyorlar. yani avrupa'nın her şehrinde mikdarı mukanne ücreti yevmiyye veyahut ücreti mahiyye ile aileler içinde istenildiği müddet ikamet edilmek mümkün olduğu misillü buranın hanlarında da aynı usul caridir. ancak malum olduğu üzere gerek londra 'da ve gerek paris 'te bu gibi aileler esasen bellenmiş ve hem de türlü türlü tavsiyenameleri de ha'iz olduklarından artık oraları ziyaret eden misafirlerce tanınmış bulundukları halde merv 'de bilakis insan hiç bilmediği ve muarefesi olmadığı aileler nezdine nazil olmak mecburiyyetinden kurtulamamaktadır. nitekim ben de demin tarif eylediğim yerlinin cevabı akibinde hah nahah bunu ihtiyara mecbur oldum. işte ben kendi kendime: hele bakalım tali ve kaderim beni kime tesadüf ettirecektir! diye bir hana getirilip odadan odaya gezmekte iken anasıl petersburg'dan uzak olmayan işçadriyekazası sekenesinden bir doktora rast geldim. bu ise elli beş yaşlarında olup tahminen elli iki yaşında bulunan zevcesiyle orada mukim idi. ve hem de başka kimsesi de olmadığından beni ayrıca han odaları kiralamaktan ise kendilerinde misafir olmağa davet etti. ve fazla olarak orada iki sene kadar zamandan beri ikamet eylediğini beyanla kendi refakatinde daha iyi gezebileceğimi ve ziyaretler icrası mümkün olacağını da beyan eyledi. böylece merkum bana kendisinin iş odasını tahsis etti. ben dahi zaten seyahat tarikiyle gelmiş olduğumdan onun teklifatına muvafakat eyledim. hulasai kelam benim ilk işim mezkur ailenin küçücük banyo odalarında iyice banyo etmekten ibaret oldu. çünkü 'dan beri şimendifer treninde salifu'lbeyan kurak çöl kıtasının tozları çökmüş olduğundan üstüm başım ve bir de vücudum berbad halde idiler. binaenaleyh oraya muvasalatımdan tamamı tamamına bir saat sonra yol çantamdan yeni çamaşır ve yeni urbalar çıkarıp giyerek sokağa mukannene: kanun kelimesinden türemiş olup, vuku veya icrası muntazan surette muayyen olan ve şaşmayan vakit ve miktarı muayyen yani belli olan mürettep gibi anlamlara gelmektedir. şemsettin sami, mukanne mad. akabe kelimesinden türemiş olup bir şeyin arkasından gelen demektir. şemsettin sami. ister istemez. merv seyahatnamesi metin çıktım. bu memleketin sokağı da artık hatır u hayale gelir şeylerden değildir. zira sokakta ne yaya ve ne de araba kaldırımı yok idi. yani bu sokak yerlilerin ismini verdikleri acib kumsal araziden ibaretti. doktor beni her şeyden evvel bu havalinin idarehanei umumisine götürdü. zira rusya dahilindeki iğtişaşat sebebiyle her yerde ve hatta rusya'ya tabi çöllerde bile nüfus kuyudatı muamelesine pek ziyade dikkat ve itina olunmaktadır. doğrusu orada da ben fevkalade hüsni suretle kabul olundum. hatta idarehane memurlarının kıdemlisi bana emlaki imparatoriden orada kalacağım müddetçe her yeri görebilmekliğim için nöbet arabasıtahsis edebileceğini de söyledi. bundan başka benden taamlarımı çar 'ın sarayında çiftlik müdürü ile birlikte etmekliğim için de söz aldılar. hasılı benim oraya ilk defa gelmiş bulunduğumdan çar'ın emlakini idare eden müdür bana bir rehber de tayin etti. ve ben kahvaltı ettikten sonra fevkalade güzel kuzguni donlu bir çift at koşulmuş olan arabaya rakiben taama kadar görülebilecek yerleri seyr ü temaşa etmeğe gittim. her şeyden akdem doğrusu mezkur atlar da pek ziyade istiğrab ve hayretimi mucib oldular. zira atlar da mezkur çiftlikte türetilmişler idi. onun bana ilk gösterdiği bina saraydan ayrı ve sade bir katlı konut yapılışlı idi. meğer orası emlaki imparatori müdürüne mahsus imiş. badehu işte bu bulvarlar gibi yollardan saraya gidiliyor dedi. ve ol vakit ben ortalığı yeşillik zulmetine büründürerek acib manzaraya katlanarak mezkur bulvar misillü yolun ortasında sarayı da gördüm. bu ise işbu iklime mahsus bir nevi maltataşından yapılmış gayet kocaman bina olup birçok cihetlerinde teraslar ve balkonlar ve cumbalar da vardır. hem de damı bura usul mimarisince dümdüz yapılmış olup etrafına korkuluk çekilmiş ve husule gelen meydan gibi mahal rasadhane ve her türlü tebeddülatı havaiyye tahkikatına tayin edilmiştir. arapça'da hilekarlık anlamına gelse de osmanlı türçesinde kargaşa anlamında kullanılmaktadır. şemsettin sami. binerek. metin merv seyahatnamesi resim: çarın sarayı merkum bir aralık eğer isterseniz sarayı dahilen de ziyaret edebiliriz dedi. ben de muvafakat ettim. böylece biz onunla salifu'lbeyan çiftlik sarayının içinde de her yerini gözden geçirdik. ve badehu merkum beni sarayın bahçesine müteveccih cephesindeki terastan balkona çıkardı. resim: çar 'ın sarayı merv seyahatnamesi metin ve ben orada gördüğüm manzaradan naşi kalakaldım. zira ben kendimi tevrat 'ta eski zaman babillilerinin asma köprülü ve keza türlü türlü nebatı örgülerden muallak olarak yapılan kameriyeli velhasıl harikulade ahvali me'luf bahçelerinden birinde inmişim gibi tasavvur ederek ne diyeceğimi bile şaşırdım. halbuki rehberim bana izahat vermeğe girişerek: bu gördüğünüz orman gibi bahçe serapa meyve ağaçlarından yapılmış olan saray bahçesidir. ve hem de neşv ü nema bulan meyveler meyanında yalnız ismini işitmiş olduğunuz ve binaenaleyh bu ana dek asla görmemiş bulunduğunuz semerat ve fevakihi havi eşcarı nadire de çoktur. bu minval üzere daha üçüncü aleksandır aleksandr zamanında türetilmeğe başlayıp ikinci nikola 'nın nikola işbu onuncu senei devriyei hükumetine dek umranına ikdam edilen bu meyveler bahçesi ve daha doğrusu ormanı kürrei arzın hiçbir yerinde yoktur, olamaz. zira burada dahi ancak yerlilerin isminiverdikleri ve hiçbir türlü gübreye ihtiyac olmaksızın her cinsi nebatatı harikulade surette türetmekte olan toprağın yardımı ile meydana gelmiştir. burada istenildiği ağacın bir dalı kırılıp da kumsal yere saplandığı takdirde iki ve nihayet üç sene içerisinde fevkalade mükemmel gölge ve keza meyve cinsinden ise yerlilerin iki tekerlekli ve büyük tekne biçimindeki arabaları ile dörtbeş arabadan dokuzon arabaya dek hasılat verir. ve binaenaleyh bu acib kumsal toprağa mahsuldarlığı noktai nazarından altın tozlu zemin diyenler de vardır. dedi. bu minval üzere ortalık henüz kanunı sani ayında iken bile eşcardan bir takımları artık mükemmel çiçek açmışlar idi. ve etraflarında türlü türlü böcekler ile kelebekler oynaşmakta idi. sükunetli havada ise hoş bir vızıltı işitiliyor idi. diğer taraftan o cihetlerden gelen hava teneffüs edildikçe begayet latif ve hem de insanın hem genzini hem de sadrını fevkalade okşayan hoş kokular istişmam ediliyor idi. hulasai kelam nihayet ben mektepte iken ilmi nebatat mebde'lerini de tahsil etmiş olduğumdan kolum yetişecek yerlerde bulunan ağaç dallarını da usul usulitmeğe başladım. bazılarına ise yetişemediğimden yalnız göz bakışı ile muayene edebiliyor idim. fi'lhakika işbu bahçede eşcardan bir takımlarının filizleri akla ve fikre gelmeyen makaralar husule getirmiş olduğu misillü bazen patlamış ve henüz patlamak üzere bulunan goncalar metin merv seyahatnamesi dahi insanın nazarlarını harikulade bir surette okşamakta iler. salifu'lbeyan goncalardan bir takımları sanki lisanı hal ile kendilerine bakanlara: hele sabret. biz de açılalım da işbu cenubi memlekete tabiat tarafından bahşedilmiş olan letafet numunelerini bak ve seyret diyorlar idi. hulasai kelam biz burada kış sonlarında bulunuyor idik. ve binaenaleyh biz artık burada dahi tıpkı mısır 'da olduğu misillü nisan başlangıçlarında ortalığın sahrayı kebir hararetleriyle me'luf olması iktiza eylediğini tahmin ve istihrac ediyor idik. ve fi'lvaki burada dahi havanın kuraklığı son derecede idi. her ne hal ise biz burada yerlilerin her ne sebebe mebni ise persivük veyahut persivuk ismini verdikleri kuzguni atlarımızı alabildiğine koşturmak şartıyla yolumuza devam ediyor idik. ve biz ikide bir de pek vasi bahçeli duvarlar önündengeçtikten sonra koskocaman kargir binalara vasıl oluyorduk. onların hizalarından mürur ederken rehberim yalnız belli başlı kimselerin isimlerini söyleyip binaların onlar tarafından yaptırıldıklarını beyan ediyor idi. bunlar meyanında salifu'lbeyan imparator çiftliğinin büyük bahçesi bahçıvanlarının ikametgahları koca bir kışlaya benziyor idi. ve keza çiftliklerin her türlü elektrik te'sisatlarını idareye mahsus binası ve bir takım mamulat imali için te'sis kılınan fabrika ve nihayet yerlilerle muamelata mahsus idarehane ve badehu hamam ve sonrahara ve ahırlarla kuşluklar ve bir küçük mikyasta hayvanat bahçesi kulübeleri ve artık sıcaktan pek de hoşlanmayarak şimal ve sibirya 'da yetişen bir takım nebatatla meyve ve mahsulata mahsus limonluk mevcuttur. bu takdirce imparatorun murgabçiftliğibu cihetten bakılınca artık bir küçük kasaba teşkil etmekte imiş gibi görünmektedir. ben her nereye baksam iki tarafı mükellef ağaçlarla muhat yollar ve her cihette yığın yığın olarak neşv ü nema bulan çiçekler ve her mahalde yine de filizleri ve çiçekleriyle insana hayret veren toplu çalılar ve nihayet pek çalışkan insanların emekleriyle husule getirilen asarı medeniyyeyi müşahede ediyor idim. burada pek vüsatli bir salon demin tarif eylediğim devair ve fabrikalarda ve çiftliğin sa'ir türlü imarlarında müstahdem kesana her türlü gazeteler ve keza yalnız pazar günleri kapısı açık bırakılan bilardo ve satranç ve keza iskambil ve domino oyununa mahsus bir odada mevcud idi. çar 'ın salifu'lbeyan müstemlekesinde bu dediğim mevaddın lüzumı vücudiyyeti zahirdir. zira evvelce de merv seyahatnamesi metin anlattığım üzere burada tarzı maişetin pek ziyade yeknesak olarak devam etmesi hasebiyle ameleden tutarak ta büyük me'murlara varıncaya dek arasıra zihinlerini meşgul edecek mevaddı medeniyyeninlüzumu derkardır. hulasai kelam bundan naşi burada ahaliye mahsus kebir ahşap tiyatro dahi mevcuttur. hele beni pek ziyade imrendiren şeylerden biri de çiftlik hastanesi olmuştur. burada erkeklere ve kadınlara mahsus kısımlar mevcud olduktan maada yerlilerinin müracaatları takdirinde tedavilerine baktırılmak için her türlü iffet ve tesettür usullerini havi şubei mahsusa dahi bulunuyor. nitekim ben sonradan petersburg 'dan ancak sekiz ay evvel buraya bi'ttesadüf gelen bir kadın tabibin erkek tabibe hiçbir vakit kendilerini göstermeyen türkmenve özbek kadın ve kızlarının dünyalar kadar paralar kazandırmakta olduklarını da istima ettim. her ne hal ise arası çok geçmeden benim gezmeğe çıktığım zaman ikametgahında kalmış olan doktor da bir güzel kır ata rakiben vürud etti. meğer artık muayene zamanı gelmiş imiş! imdi merkum bana hitaben şimdi haydi bakalım benim muayene salonumu da görünüz diye cebinden çıkardığı zarif bir anahtarla bir kapıyı açıp içeriye girdi. ben de arkası sıra dahil oldum. orası salifu'lbeyan yerliler usulünde duvarları türlü türlü kumaşlarla tezyin edilmiş vasibir odadan ibaret idi. ve ötede beride zarif camekan derununda insanın teşrihini müşir vesa'iti fenniye de tertemiz tutulmakta idiler. her halde benim burada ilk nazarı dikkatimi celb eden şey doktordan türlü türlü derdlerine karşı imdad bekleyen akvamı muhtelifenin sima ve eşkallerindeki garabet idi. bunlar türkmenlerden, özbeklerden, tarancalardan ve nihayet sartlar ile sibirya şarkının bazı yerlilerinden ve keza kolçaile havalisinden hicret etmiş olan pek muhtelif yerlilerden müşekkil idiler. ve onlardan beherine mahsus eşkalı kavmiyet insana pek ziyade te'sir ediyor idi. doktor dahi bu sözüme karşı: işbu kavim tababete son mertebe emniyyet etmektedir. ve bunu onların kadınlarını tedavi ile meşgul bulunan madamdahi tasdik ediyor. fakat bunda taaccüb olunacak bir şey de yoktur. zira yaşadığımız iklim fevkalade münbit ve mahsuldar olmakla beraber birtakım mikropları da havi olduğundan ahaliyi sık sık derdlerine deva aramağa mecbur etmektedir dedi. hülasai kelam her iki tarafta pek alçak kanepeler üzerinde ekserisi bağdaş kurarak oturan mezkur hasteganın metin merv seyahatnamesi manzaraları şayanı hayret idiler. fakat bizim ol vakte kadar gördüğümüz kısım yalnız sonradan yani askeri mühendislerimizin serfirazı bulunan erkanı harb feriki aninkoftarafından yapılan şimendifer inşaatı akibinde meydana getirilen ebniyeyi havi mahallelerden ibaret idiler. binaenaleyh rehberim bizi oralarda gezdirdikten sonra şimdi buyurunuz size yerliler cihetini dahi göstereyim. ve fi'lvaki milliyetlerini az çok muhafazaya itina eden müslüman akvama mahsus her yerde de birer türlü calibi merak ve mucibi ibret fark ve tefavütle me'luftur. nitekim fransareisi cumhuru le bondahi benim bu havalide seyahatimden bir buçuk sene kadar akdem cezayir 'de seyahat ederken cezayir araplarına mahsus mahalleleri bambaşka halde bulduğunu bir nutkı resmisinde alenen itiraf eylemiş idi. maahaza mervşehrinin müslümanlarla meskun kısmında dahi yalnız kendisine mahsus garabet mevcuttur. çünkü bir kere şehrin mezkur kısmı da sanki bulvarlardan ibaret imiş gibi görünüyor. ve hem de bizim petersburg'un kahvehane ve çayhanelerine bedel birer acib köşe dükkanlarında yerlilerin kalyan içmeleri veyahut kant denilen şekerli fıstık veyahut badem yiyip vakitgeçirmeleri son mertebe hayret verecek şeylerdendir. her iki cihette sokağa hiçbir pencereleri bulunmayan haneler ve türlü türlü ufacık dükkanlar öteden beriden işitilen türlü türlü lisanların tekellümleri her seyyahı şaşırtır. fi'lvaki buralardan geçen bir insan kendisinin derhal avrupa usuli muaşeretine külliyen yabancı bulunan akvam ve milletler içinden mürur etmekte bulunduğunu anlar. ben dahi şarkın birçok yerlerinde bulunmuş olduğum halde bile cenubun birdenbire enzarımın önüne koyduğu salifu'lbeyan menazırı garibeyi müddeti medide bir şey diyemeksizin seyre daldım. burada mesela sağa bakılırsa dehşetli surette mallar yüklü ikişer kanburlu develer, sola bakıldığında yine de acib yükler taşımakta olan merkebler, daha ötede pek ziyade şayanı hayret haşalarla takımları havi fevkalade battal katırlar ve nihayet türmen ve özbek ve tarancaatları onların şayanı taaccüb dizginleri ve üzengileri ve onlara binen insanların fevkalade acib kıyafetleri parlak yerli kumaşlarından dikilmiş urbaları sipsivri uçlu türlü türlü nakışlar işlenmiş külahları ve salifu'lbeyan hayvanatın kendicinslerine mahsus seslerle bağrışmaları da pek tuhaf idi. ezcümle develerin ikide birde af af tarzında sadaları ve hem de midilli cinsinin merv seyahatnamesi metin bambaşka sınıfını teşkil eden özbek atlarının kişnemeleri, merkeblerin anırmaları ve nihayet katırların kişnemek ile merkeb anırması ortasında bir acib sada neşr eylemeleri son mertebe istiğrab ve taaccübü mucib olacak ahvalden idi. gitgide biz merv şehrinin çarşısına girerken daha ziyade şayanı taaccüb manzaralar da gördük. şöyle ki, sima ve eşkalleri pekciddi ve hem de üstleri başları rengarenk ipek kumaştan dikilmiş geniş cübbelerle mestur ve yalın ayaklarında fevkalade hafif ve pek müzeyyen nakış işlemelerini havi terlikler giymiş ve başlarına da her renkte sarıklar sarmış bulunan türkmenler, özbekler, tarancalar ve kolça muhacirleri kaynaşmakta idiler. biz bir dar sokağın köşe başındaki bir dükkanda gayet iyi koku neşr eden bir şeyin kızartıldığını his edip baktık. meğer orası aşçı dükkanı imiş, hem de kızartılan şey de ala sülün imiş. zira burada mezkur kuşların hadd ü hesabları yoktur. bu minval üzere bizim petersburg'da mezkur kuşları ancak ağniya yiyebilmekteler iken burada işbu çarşıya öte beri şeyler satmağa gelen köylüler bile mezkur kuşun etiyle karınlarını doyurmaktadırlar. hulasai kelam ondan uzak olmayan diğer bir dükkan mezkur cenub ahalisine mahsus çayhane idi. buralarda artık intişar eden kokular bile insana bambaşka te'sirat husule getiriyor idi. zira içki kokularından asla eser olmayıp gunagun ıtriyyat ve kezalik ve nebatat ve baharat kokuları istişmam olunuyor idi. ama daha garibi oradaki köşelerden sapıverir vermez insanın derhal kendisini avrupa denecek yerde bulmasından ibaret idi. bu sırada benim yanımda bulunan rehberim bana hitaben burası artık bizim nabzımız gibidir ve bütün asarı hayatımız burada pek belli olarak zahir olmaktadır. zira şimdiye kadar merv'in küçük ve dar ve hem de ufacık kapılı dükkanlarında görmüş olduğunuz mevaddan ekserisi bu memleket pamukçularının ihracatları olup onlar da dediğim ham mevaddı mücerred işbu fabrika için yetiştirmektedirler. evet bu pamuk fabrikasıyla biz cidden iftihar ederiz. ve zaten sizi sureti katiyyede te'min ederim ki böyle mühim bir fabrikayı yalnız bizim rusya 'da değil; belki avrupa'nın da hiçbir yerinde bulamazsınız dedi. hasılı burada her şeyden büyük ve sanki uzaktan insana mısır ehramlarını ihtar edecek surette te'sir hasıl eden bina şüphesiz büyük pamuk imalatı fabrikasıdır. ve onun her yerinde bir takım bacalar metin merv seyahatnamesi ve keza derununda acib bir gürültü ve sık sık düdük ötmesi veyahut islimler fışkırtılmasından mütevellid şamatalar dahi insana bambaşka te'sir hasıl eylemektedir. binaenaleyh ben bir aralık rehberime dönüp aman şu fabrikayı da ziyaret edelim dedim ise de merkum yeleği cebinden çıkardığı saatine baktıktan sonra: hayır, hayır bu pekkocaman binayı ziyaret etmemiz için vakit kalmamıştır. ve hem de şimdi artık yerlilerin, kuşluk zamanı denilen zaman geldiğinden muvakkaten tatili iktiza eyleyecektir. fi'lvaki burada gündüzleri gün ortasındaki şiddetli hararette herkese istirahat zaman ve müddeti tahsis edilmiştir. binaenaleyh biz fabrikayı dahilen ziyaret için ayrıca bir gün tahsis ederiz. şimdi ise arzu ederseniz sizi biraz istep ismi verilen ve dünyanın hiçbir yerinde sahra ve çöllerine benzemeyen maverayı bahrı hazarçöllerinde gezdireyim dedi. fi'lhakika arası çok geçmeden bizim güzel kuzguniatlarımız bizi alabildiğine süratle hayli uzakta begayet acib eşkal ve gölgeleri havi enkazları görülmekte olan cihete doğru götürmeye başladılar. bu sırada yine de cevanibi erbaamızın düzlüğüne hayret etmemek gayri kabil idi. ve hem de kanunı saninin son günleri olmakla beraber cenub güneşi bizi bütün şiddetiyle okşadığından hararetin te'siri ziyade idi. hele ben petersburg havasıyla me'nus bulunduğumdan gerek rehberimden ve gerek arabacımızdan kat kat ziyade ter dökmekte ve ızdırab da çekmekte idim. ve lakin çar'ın çiftliğinde artık arabamıza her türlü serinleştirici meşrubat da konulmuş idi. akıbet ben rehberime dönerek: bu nasıl enkazdır? diye sordum. merkum ise eski merv şehri harabesidir! dedi. burada mazgal yerleri pek belli bulunan eski kale harabesi de vardır. ama mürurı zamanla pek harabe olan kale ve burçların ne şekillerine ve ne de cesamet ve hacimlerine dair artık hiçbir fikir edinmek bile mümkün değildir. bundan maada müteaddid yerde kumlarla gömülmüş ve bazı yerde henüz eski hallerini muhafaza eylemiş bulunan hendeklerin dahi ezminei kadimede neye hizmet etmiş bulunacaklarını anlamak mümkün değildir. ama onlarla muvazi surette topraktan yapılan hayliyüksek çit duvarını da müşahede edebildik. imdi mezkur toprak çitlere çıkıp da etrafa göz gezdirilecek olursa her taraftan göz görebildiği mesafelere dek sanki muhtelif kabartmalar husule getiren deniz sathı misillü gücünden faydalanılan buhar demektir. merv seyahatnamesi metin harabezar enkazları görülmektedir. mezkur enkazlardan bir takımları dümdüz kumsal arazi üzerinde tabii deniz satıhlarında kalan öte beri gemi parçaları misillü müşahede olunuyorlar. amma ara sıra yerliler tarafından ismi verilen kubbeli türbelere müşabih asarı atika dahi müşahede edilmekte idi. maa oralarda yatan eşhası tarihiyye külliyen mechul idiler. biz burada birçok yazılı çini parçaları ve keza üzerleri güzel minelerle işlenmiş birçok taş kırıkları dahi bulduk isek de onlardan hiçbir şey istihrac etmek mümkün olamadı. çünkü yazıları şimdi artık hiç istimal edilmeyen hututtan ibaret idi. ancak daha ötede biz behemehal vaktiyle büyük bir zatın medfun olmuş bulunacağına da'ir emarata da tesadüf ettik. zaten bu gibi yerlerde artık vaktiyle kim bilir nereden ve ne tür zahmetlerle getirilmiş olan büyük ve güzel cilalanmış ve üzerlerinde ala oymalar işlenmiş mermer sütunları da çok idi. vakıa bazı mermer levhalardaki münderecat artık anlaşılmayan yazılarıyla bize guya yalnız orada medfun kimesneleri değil, belki onların efal ve harekatı acibelerini dahi belli edecek derecede te'sir bırakıyorlar idi. lakin te'essüf olunur ki buralarda bulunan mezarlar bile artık parça parça haldedirler. zira türkmenlerde de sa'ir asya akvamında olduğu tarzda ölülere riayet hissi pek ziyade olduğundan onlar kurgan ismini verdikleri türbelerini son mertebe dikkatle gözetmektedirler. mamafih ben ne yalan söyleyim, burada gördüğüm bazı türbe enkazlarını ismiylemaruf puthanelerine de bir dereceye kadar benzettim. vakıa tarih noktai nazarından malum olduğu vecihle asya'nın ezminei kadimede yaşayan akvamı muhtelifesi hep putperestlerden ibaret idiler. ben artık asya'nın işbu köşesinde bizim zamanımıza dek gelip geçmiş olan akvama da'ir dahi derin düşüncelere daldım. ve fi'lhakika asya kıtası pek eski zamandan beri akvamı muhtelifei beşerin beşiği addedilmektedir. akıbet rehberim bir aralık sol cihetimizde ansızın peyda oluveren bir şey misillü gözümüze görünen gayet kocaman binayı göstererek: işte sultan sencercami i budur! diye söyledi. ve hem de arabacıya arabayı o cihete sevk eylemesi için emir verdi. biz de arası çok geçmeden sanki kireçle karışık molozdan yapılmış şose gibi dümdüz yollardan salifu'lbeyan azim ve vasi binayı ihata eden çite dahil olduk. doğrusu bu artık paris 'in panteonnam begayet büyük kubbeli binasını da andırıyor idi. metin merv seyahatnamesi fakat paris'teki panteon pek güzel muhafaza edilmekte iken sultan sencer'in camii nimharabe şeklinde idi. ancak her halde onun pek çok asırlardan beri işbu çöllere kemali cesaretle dayandığı da zahir idi. buralarda dahi insana pek azametli hatıraları ihtar etmekte olan kadim zaman mezarları çoktur. fakat bizim geçtiğimiz zaman işbu türbeler de harabezar olup ekserinin mürurı zamanla ya yalçın kaya gibi siyahlaşmış olan kubbelerinde sürülerle kestane kargaları oturuyorlar idi. ve onların gürültüleri veyahut birden bire uçtukları zaman husule getirdikleri gölgeleri de hayretfeza idi. ve amma ben ister tarzı binadaki letafete ve ister direk ve sütunlara ve pencere ve kayıt mahallerine de hakikat tarif olunamayacak kadar imrenerek bakıyordum. zira her birine mahsus bir türlü letafetve fenni mimari nezaketi bi'lbedahe göze çarpıyordu. biz nimharabezar ve nimmamur bulunan işbu koca bina dahilinde tamam bir buçuk saat dolaştık ve doğrusu pekyorulduğumuzdan tekrar arabaya binip arabacıya artık tırıs gitmek şartıyla enkazlar arasında gezdirmek için emir verdik. maahaza biz birkaç kilometre mesafe dahilinde layuad ve layuhsa denecek kadar çok türbe enkazlarına rast geldik. binaenaleyh bence bu memleket sanki eskiden beri ebediyyet şehri addolunacak surette fevkalade kesretli mezarları havi imiş gibi göründü. ben müddeti ömrümde bu derece kocaman binaların hep bir yerde cem edilmesinden husule gelen memleket gibi görünen işbu eski merv kadar vasi ve büyük şehri zihnimde bile bir türlü sığdıramadığımdan husule gelen istiğrab ve taaccüb sebesiyle bi'ddefaat muhtelif yerlerde durarak tefekküre daldım. vakıa bana daha şimendifer treninin birinci mevki vagonunda da beyan edildiği üzere kadim merv şehri hakikat laekall üç londra 'yı ihata edecek kadar büyük bulunmuş olmak gerektir. zira ben londra'da da bir aralık sefaretimizin bir kitabeti vazifesiyle aylarca kalmış bulunduğumdan her semtini defaatle ziyaret edebilmiş idim. ve ben kendi kendime ikide bir de: aman ya rabbi ne kadar da büyük serveti tarihiyyeye malikmişiz. velakin te'essüf olunur ki erbabı ulumumuzun kahtlığından naşi bu asarı atika ictimagahlarına da'ir hiçbir neşriyyatımız yoktur. demeye mecbur oluyor idim. evet eski merv şehrini adam akıllı ziyaret edecek kimesne artık sonradan tarihi pek iyi öğrendim diyebilir. merv seyahatnamesi metin doğrusu bu yerlerde bulunan her aklı selim sahibi bir taraftan hayatın ne demek olduğu hakikat pek güzel öğrenebileceği misillü hayatın son derece seriu'zzeval olup kürrei arzın da en büyük asarı umranın bile pek muvakkat şey olduklarını derhal anlar. rehberim bu esnada bana mezkur enkazın türlü türlü taş yığınları arasında nadir olmayarak karakulak veyahut vaşak veya tilki ve bazen çakallar bile yer alır yuvalar yaptığını söylemek üzere iken bir cihette küçük çapta mısırehramını ima etmekte olan taşlar yığını arkasından hakikat hem tilkiyi hem de çakalı andıran bir mahlukatın fırladığı müşahede olundu. amma bu hayvan bi'ttabi benim silahımı hazırlayıp nişan almaklığımı da beklemeksizin ortadan zayi olup gitti. fakat ben vaktiyle kudüscivarında da bir mahalde işbu keyfiyeti andıran bir hadise gördüğümü hatırladım. orada da ben bir türkrehberi ile dolaşmakta iken bu yolda bir acib hayvan zuhur edivermiş idi. biz mezkur ziyaretten dönüşte arazinin tarifi nakabil düz bulunmasından naşi begayet uzun ve uzak mesafeden gelmekte olan yük trenini gördük. doğrusu trenler de buralardan geçerken guya salifu'lbeyan şehir harabesini ve keza orada yığın yığın duran kocaman taş sütunları ile kasrlar misillü taşları sarsıyormuş gibi bir te'sir his olunur. lakin mezkur tren bile artık kim bilir ne kadar asr akdem burada üçlü londra 'yı ihata edebilecek cesamette bulunan şehrin enkazı ve harabeleri yanlarına gelir gelmez oyuncak mesabesinde kalıyor. biz dönüşte takriben on kilometrelik mesafe dahilinde kumsal arazi haricinde bir de birtakım dikenli çiçek veyahut meyveleriyle calibi nazarı dikkat olan yabani çalılar ve küçük çaplı ağaçlar gördük. otlar ise ekseriyyetle yosun cinsinden ve fakat kurak yerlerde neşv ü nema bulan yosunlardan idiler. hasılı ben mervharabezarından sonra dünyanın hiçbir şehrine taaccüb etmeyeceğim. zira merv'in enkazı cidden akıllara hayret verecek derecede olup insanın zihnini tahriş eder. ve hem de onu gören her seyyah artık enkazı itibariyle de fevkalade vasi bulunacağı anlaşılan mezkur eski zaman şehrini ve ahalisini ve onların tarzı maişetlerini uzun uzadıya düşünür. biz burada havanın ağır sıcağı ile beraber son mertebe acıkarak dosdoğru murgabçiftliklerinde vaki çar 'ın sarayına geldik. ve ben bizi kendi da'iresinde istikbal eden çiftlik müdürünü görünce merkuma hitaben: aman mösyö sizin memleketiniz hakikaten akıllara hayret verecek derecede şayanı metin merv seyahatnamesi istiğrab ve taaccüb imiş demeye mecbur oldum. müdür dahi sözümü tasdik edip evet ben tam dört senedir burada istihdam edildiğim halde bile işbu acib toprağın esrarı hafiyyesini henüz anlayamadım. ve binaen ala zalik şimdi ben dahi itiraf ederim ki burada seyyahlar ile erbabı ulum için bitmez tükenmez mertebede kesretli, şayanı istiğrab mevadd ve asar mevcuttur. hele memalikin vüsatı da pek büyük olduğundan burada herkes istediği misüllü atını oynatabilir. ve da'ima yeni bir şey bulur dedi. bu sırada bizim mükalememize karışan uzun boylu ve hem de gayet zayıf vücudlu esmer ve miyoplara mahsusgözlüklü katib bana dönerek ancak acaba bizim rusya 'da erbabı ulumdan bu yerlere da'ir merak eden var mıdır? işte asıl cayı su'al olan keyfiyyet de budur dedi. müdür ise onun bu sözüne karşı doğrusu bunu ben kendim de bilmiyorum. ve lakin akvayı melhuz olduğuna göre rusya erbabı ulumu içinde bunu bilmeyenler olmamalı. yoksa onlar ellerini kavuşturup petersburg 'da oturmazlar idi dedi. ve tamam bu hengamda taamın hazır idüği bildirildiğinden biz hepimiz sofra başına geçmek için gittik. sofra ise hakikat petersburg usulimuaşeretine muvafık surette tertib edilmiş idi. ve müdürün elli yaşlarında bulunan zevcesi dahi benim sağımda bulunuyor idi. binaenaleyh ben onunla da konuşup yerlilerin familyalarından bildikleri olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. çünkü daha şimendifer treni vagonunda n'den istima eylemiş olduğum mahud acuze han familyasına da'ir malumat almak arzusunda idim. ancak zavallı kadın biraz hastalıklı olduğundan yerli kadınlarıyla çok münasebatta bulunamadığını beyan etti. badehu ben yine de bahsi o günkü müşahedatımıza intikalettirdim. amma mezbure artık kendisinin oradaki asarı atikalar ile şayanı taaccüb mevaddan alışmış bulunduğunu söyledi. diğer taraftan memleketin avrupalılar için yalınız kışın ve ilk bahar mevsimlerinde yaşanabilecek idüğini yoksa yaz ile son baharda asla iskan edilemeyecek sıcaklar hüküm sürdüğünü de beyan eyledi. fi'lvaki bu keyfiyyet artık burada külliyyetli tadad da ipek ve pamuk ve pirinç ve üzüm ve bir takım sıcak memalik hasılatı husule gelmesi ile dahi sabit oluyor idi. diğer taraftan biz sonra buraya ticaret veya sanaticrası için gelen bir takım avrupalılara tesadüf ettiğini de dahi aynı malumatı işittik. şöymerv seyahatnamesi metin le ki: iki seneden beri mevkifde istihdam edilmiş bir frenk bana hitaben: eski merv, civarında yaz günleri güneşin hakikat emsalsiz surette ortalığı kavurduğunu anlattı. bu minval üzere merkumun ifadesince yazın çok vakit avrupalıların burada nefesleri kesilecek derecelerde harareti şems hükümferma olmaktadır. çok vakit mehmaemken teneffüs edebilmek üzere kuyular tarzında hafr edilmiş mahzenlere inmek iktiza eylemektedir. ezcümle odalarda gündüzleri güneş ziyasının geçmesi için hiçbir aralık bırakmamak şartıyla perdeler örtülür ki maada oturulan yerlerde veyahut yatılacak yataklarda mehmaemken serinlik husule getirmek için çarşafların ve kanepe veya koltuklu ve sandalye örtülerinin sık sık ıslatıldıklarını ve fakat onların yine de pek azar zaman içinde kuruduklarını söylediler. bu minval üzere işbu memleket havasına mahsus ilk hassa fevkalade yebusettir. bundan naşi demin tarif ettiğim tarzda alışmayan ve burada doğmayan kimseler için teneffüs zorlukları his edilmesi tabiidir. fazla olarak ben her yerde geniş ağızlı testiler ve keza yassı tabaklar ve yalak biçiminde bir takımı balçıktan mamul ve bir takımı fağfur ve çini büyük kaselerle sular durduğunu görünce salifu'lbeyan madama dönüp bunlar nedendir? diye sordum. mezbure ise bu gibi kurak ve binaenaleyh havası usreti teneffüsü mucib mahallerde ilk ittihaz olunacak tedabirden biri de budur. ve lakin biz bundan da bir türlü hayır göremiyoruz. ve her zaman dudaklarımızda ve burun deliklerimizde kuraklık hissediyoruz. odalardaki bu sular ise çabucak tebahhur edip uçuyorlar dedikten sonra beslemeye hitaben onlara yenidensu koymayı emretti. mezbure de tıpkı bahçe sulamaya mahsus ve ibrik biçimindeki kova ile bi'ddefeat sular getirip kurumuş ne kadar zarf var ise doldurdu. müdürün zevcesi ise sözüne devamla: burada besleme ve hizmetkar bulmak da pek güçtür. çünkü onlar çok vakit ziyadece gezindikde bayılırlar. ve hem de hiçbir yerde çok kalmayıp gerisin geri şarka dönmeğe çalışıyorlar. ve bazı vakit tekmil insanlara tarifi nakabil rehavet çöktüğü his olunur. amma doğrusunu söylemek lazım ise bu gibi ahvalde dimağ bile sanki kaynıyormuş misillü kulaklarda acib çak inikasları duyulur. imdi bu gibi esnalarda ne düşünmek ne kıra'at etmek ne iş görmek ne işittirmek ve ne de keyfe maittafak bir şeyle uğraşmak mümkün değildir. bu minval üzere işbu memlekette ve güneş sanki semaya irtifa kesb etmeğe başlar metin merv seyahatnamesi başlamaz ortalığı kasıp kavurmakta ve bu hal onun gurubu zamanına dek devam etmektedir. burada akşam karanlığı pek az devam eder. ve binaenaleyh mehtapsız gecelerde karanlık çabucak çöker. mamafih çok vakt geceleri de sıkıntılı olarak geçmektedir. ve bi'lfarz cüz'ice hava kesbi itidal ettikte diğer bir mahzur baş göstermektedir. bu ise işbu memleketin begayet hunriz ve inatçı bulunan sivri sineklerinin her kangı bir yerde en cüz'i eşia görünce yüzlerle ve binlerle hücum etmeleridir. fi'lvaki tabiat da sanki onların cinayetlerine iştirak ediyor.çünkü vücud muttasıl terlemeden ve bundan naşi kanın suya ihtiyacına mebni ikide birde su içilmesinden her zaman terli ve binaenaleyh mesammatlar açık bulunduğundan doyalı mezkur sivrisinekler pek kolaylıkla ve hem de hemen vücuda konar konmaz iğnelerini batırıp kanı emmeğe başlarlar. böylece dediğim hunriz ve hunhar hayvanatı sağireden hiçbir yerde barınmak kabil olamıyor. zira burada seyrek cibinlikten istifade olunamaz ve fi'lhakika onlardan geçebilen tatarcıklar da mebzuldür. biraz sık olduğu takdirde ise kurak havanın teneffüsü ile bile ızdırab çeken nefs külliyen bunalmağamaruz olur. nitekim bu yolda misaller dahi vardır. işte sivrisinekler ile buranın tatarcıkları bizim şimali memleketlerde yalnız yaz mevsimine mahsus adi sinekler ile yaban arılarına ve hatta arılara bile mukayese olunamazlar. zaten insan onların sıkıntılı gecelerinde gerek uykudan ve gerek rahattan kamilen mahrum olup nerede barınabileceğini bile bilemiyor. ve binaen ala zalik merv çöllerinin işbu belası sa'ir birçok belaları pek geride bırakacak kadar dehşetlidir dedi. doğrusu yaşlı ve hayli derdler geçirdiği anlaşılan madabe beyacıdığımdan ben bir aralıkacaba yerliler da buna karşı bir çare bulamamışlar mıdır? diye sual ettim. kadın bu sözüme karşı hayır onların sözlerine itimad edildiği takdirde bile ol babda tavsiye eyledikleri tedbir yapılamaz dedi. ben ne gibi ve neden? diye sordum. kadın: çünkü onların tekmil vücudun yani ile tıla' edilerek yatıldığı halde sivrisinekler dokunmuyorlar imiş. halbuki bunun begayet ağır kokusundan ve hususan sıcak ve nefes sıkan havada uyumak da kabil gözenekler sürülecek şey merv seyahatnamesi metin olamaz. şurası da şayanı dikkattir kibizim sivri sineklerimiz insanı bir kere soktukları halde guya iğnelerini mesammatı cildiyyede de bırakmışlar misillü sabaha dek kaşınmaktan başka çare yoktur. ve bi'lfarz insan onları telef etse bile sanki yine de kendi üzerinde konduklarını hiss ediyormuş gibi duygudan kurtulamaz. ferdası günü ise sokulan mahallerde müdhiş yanıklar hem de kırmızı renkli kabarıklar peyda olur. salifu'lbeyan kabarıklar ise vücudun sıcak su ile haşlanması kabarıklarına da benzer. fakat haşlandığı zaman kabarıklar beyaz olup bu memleket sivrisinekleri sokduktan sonra ise kırmızı olur dedi. badehu mezburenin bu memleket ahvali iklimiyyesine dair ifadatı da nazarı dikkatimi celb etti. şöyle ki: müdürün familyası burada avrupalılar için en nünasib mevsimlerin kış ile ilkbahar idügini ve bilakis asla ikameti ca'iz olmayan mevsimlerin yaz ve sonbahar olduğunu beyan etti. amma kış mevsiminde pek nadirattan olarak kar serptiği günler olsa bile hiçbir yerde zeminin karı kabul etmediği de muhakkak olup halbuki avrupalılar için havada olanca rutubet husule gelmesi artık teneffüsü teshil etmekte imiş. hele memleketin sonbaharında bazı günler avrupalı insanlar için adeta mühlik bulunuyormuş. fakat bizzat kendimin buna bir türlü zihnim ermedi. sonra ben mezbureye dönüp çar 'ın bu kalabalık nüfusu havi çiftliğinde ahalinin ne misüllü eğlencelerle vakit geçirdiklerini de sual ettim. kadın: bizim eğlencelerimiz pek maduddur. vakıa erkekler için eğlence belki de şimal memleketlerinde çoktur. zira onlar hemen her mevsimde saydşikar hususunca eksik görmezler. alelhusus kuş cinsinin çokluğu ve ihtilafı cins pek ziyadedir. burada bazı senelerde sülünler bizim petersburg 'un kargaları ile kestane kargaları kadar çoktur. ve diğer bazı senelerde yaban ördeği ile çulluk, keklik ve bıldırcın da bitmez tükenmez denilecek mertebede mebzuldur. hulasai kelam siz bir müddet misafir kalacağınızdan kocam sizi dediğim evlerin her birine götürecektir. ol vakit kendiniz de bu dediklerimi tasdik edersiniz dedi. ben acaba çalgı vehayut hanende cemiyyetleri de tertib olunmuyor mu? diye sordum. mezbure: vakıa bizim kulüp ittihaz ettiğimiz bir bina da vardır. ve orada arasıra bu memleket çalgılarında maharetli bulunanlar musiki eğlenceleri de helak edici, öldürücü metin merv seyahatnamesi tertib ederler. lakin bu tarif eylediğim şeyler seyrektir. hasılı burada harp, keman, kemençe ve keza yerlilerin kaval ve birtakım tellerden yapılan çalgıları pek güzeldir dedi. bu minval üzere benim murgabçiftliklerine dair aldığım işbu malumat ne yalan söyleyeyim beni pek düşündürdü. zira burada artık pek eski zamandan beri asarı umran ve medeniyyet te'sis eylemiş bulunan kavmin elbette fusul ve mevasimi erbaanın hepsini burada geçirmiş olmaları iktiza ettiğinden onlar tarafından ister ahvali iklimeye karşı ve ister kadının tarif eylediği sivrisinek ve tatarcık belaları aleyhinde mutlaka tedabir düşünülmüş olacaktır. yoksa onların böyle sayılamayacak kadar kesretli asırlardan beri payidar kalan asarı sabiteleri meydana getirmelerine demana verilemez. acaba öte yerler neden ibaret olmuştur. işte böyle şeyler de cidden taharri olunmağa şayandır. ale'lhusus benim petersburg 'dan hareketimden pek az zaman evvel devleti aliyye 'nin izmirvilayeti dahilinde bir almanasarı atika taharrisi şirketi marifetiyle icra kılınan taharriyyat esnasında mükemmel alatı cerrahiyye ile eğrelti kol ve bacak ve ayak misillü şeylerin zuhur eylemeleri eski zaman akvamının her şeye akıl ve fikirleri erdiğini isbat etmiş idi. binaenaleyh ben ol babda kendi kendime pek ziyade zihnimiyordum. her ne hal ise çarın emlakı bulunan murgab çiftliği'nde pek nadirattan olarak oraları ziyaret için gelen avrupalı veya rus musiki veya sa'ir tiyatroculuk sanatkarı vürud ettiği zaman o gibi teatraldan sanatlar icra ettirilmesi de vuku buluyormuş. binaenaleyh müdürün familyasının beyan eylediği üzere asıl adamakıllı eğlenceler pek ender imiş. biz esnayı ta'amda sofrada ikisi kadın ve altısı erkek olmak üzere sekiz kişi idik. doğrusu pek sürekli yolculuk zamanından beri avrupamutfağı taamlarını da yememiş olduğumdan müdürün tertib ettirdiği ziyafet fevkalade makbule geçti. taamdan sonra müdür bana çar 'ın sarayını ve teferruatını gösterdi. evvelce de dediğim üzere bu gayet vasi ve haricen de pek rağbetli ve güzel bina olup cephesi bahçenin iki tarafı kocaman ağaçlarla muhat bulunan ağzına nazırdır. amma onun üst katına çıkılıp da ön cihete doğru ufka göz gezdirilirse tevrat 'ta mestur asuriyyeasıllı bahçelerini ve keza hazreti süleyman 'a isnad olunan sefahet devrini hatırlamamak gayri kabildir. zira göz görebildiği vüsatta olarak öylece önüne bakan kimesnenin önünde yayılan merv seyahatnamesi metin durumdur. lisdenilen kumsal araziyi istiab eden bahçedeki letafeti ne petersburg 'da ne dünyanın başka yerinde arayıp bulmak kabil değildir. zaten bu keyfiyyet akdemce tarif ve beyan eylediğim arazi ahvali tabiiyyesinin yardımına da merbuttur. geceleri mezkur bahçenin cihatı muhtelifesinde kebir elektirikli kürreler yakıldığından artık orada da'imi mehtap ışığı hükümfermadır. ve bi'lfarz en latif gecelerin mehtablı zamanlarında bile artık semadaki kevkeble mi veyahut yeryüzünde begayet uzun demir direklerdeki elektrik kürreleriyle mi ortalığıntenvir edilmekte idüğini kestirmek güç oluyor. hele ötede beride serapa yeşillikler içinde ve hem de emsalsiz yapraklar arasında dağılmış olan teferruat binaları da pek latif görünüyorlardı. burada büyük ve küçük binalar ya türbeler tarzında kubbeli veyahut dümdüz damlı inşa edilmiyorlar. mamafih her yerde en ziyade dikkat edilen şey az çok ikametgah olabilecek yerlerin bir takım büyük hacimli veyahut sık yaprakları havi ağaçlar gölgesi altında bulundurmaktan ibarettir. zira cenub güneşinin öylece ortalığı kavurmasından ancak bu tedbirle müdafaa mümkündür. hasılı saray ile teferruatını görüp hayliyorulduğumdan bir müddet dinlenerek kahveler ve çaylar içtikten sonra hepimiz birlikte olmak kimimiz espuvar kimimiz ise arabalara rakib bulunmak şartıyla murgabçiftliğiveya daha doğrusu mervemlakı imparatorisi namıyla maruf ve yeryüzünün cennet ismine layık ve seza mahallerinden biri olan bu acib memleket etraf ve cevanibinde teferrüc ve tenezzüh icra etmeğe çıktık. mamafih şimal adamlarına havanın ağırlığı derhal hiss olunuyor idi. diğer taraftan rutubetten asla eser bulunmadığı dahi ara sıra kuru öksürüklere sebebiyet veriyor idi. bizim ilk rast geldiğimiz mahal birden bire artık ancak sonradan yetiştirdikleri zahir ve aşikar olan vasi meyve ve semeratı nafia bahş eden eşcarı havi ve garib ve pek acib bir orman gibi idi. burada da her seyyahın akl ü fikrine hutur edecek ilk hatıra kadim babilsekenesinin ve begayet sefahet ve tezyinatla maruf bahçeleri ve keza asuriyye hükümdarları tarafından yalınız hayalat kabilinden tarihlerde bırakılan mahudı hevai yani muallak hadikalarını hatırlamaktan ibaret idi. imdi burada mesaii beşerin ve dahi bazı yerlerde tabiat ile kol kola girer gibi fevkalade büyük tezyinat meydana getirebildiği insana ibretamiz görülüyor idi. bu takdirce zamanımızda da babil veya asuriyye metin merv seyahatnamesi kavimlerinin yetiştirdikleri rivayet edilmiş harikulade mesiregahların ihdas edilebilecekleri müsteban oluyor idi. işte bu minval üzere kürrei arzın her yerinde ister iklim müsaadesiyle ister limonluklarda ve hem de pek özenilerek yetiştirilmiş ağaçların kaffesi dediğim meyve ve semeratı ha'iz eşcar ormanında zihinlere sığamayacak mikdarda türetilmişlerdir. bu ise ancak on üç veya on dört senelik mesaii beşerle husule gelmiş bir şey olduğundan ehemmiyet ve mahiyeti elbette daha ziyade artıyor. biz burada iken pek kocaman bademler serapa çiçek açmışlar idi. ve keza benim ilk defa görebildiğim irtifalarda ve pek kalın olarak yetişmiş olan kirazlar da bembeyaz çiçek içinde idiler. daha ötede al renkli çiçeklere bürünerek pek uzaktan insanın rağbet ve meftuniyyetini celb eden elma ve armut ağaçları kırmızı çiçekli şeftaliler yine de açıkça renkli çiçekler içinde kayısılar ve onlar meyanında şimal insanlarının tanıyamadıklarıezharı gunagune bürülerek ortalığı tezyin eden kocaman eşcar hayretfeza idi. hususiyle biz petersburg 'da bu derece mebzul çiçekli nebatatı ya saksılarda veyahut limonluklarda görmeğe alıştığımızdan ben kendi kendime: acayip! burada bu nebatat serbest olarak dahi bu derece büyümekte imişler diye hayret izhar etmekte idim. daha ötede besbelli işbu harika kabilinden bulunan ormanı türetmeğe himmet eden mahir bahçıvanlar ara sıra daha ziyade gölge veren ağaçlara da lüzum gördüklerinden onları da yetiştirmişler idi. bunlar meyanında en ziyade gözüme ilişenleri ala dişbudak, kara ağaç ve keza yalınız buralara mahsus bir cins koca ağaçlar teşkil eden akasyalar ve ötede beride ortalığı suni kameriyeler haline getiren pek büyük yapraklı asmalar, daha ötede yine de pek cesim ve kalın erik ve vişne ağaçları müşahede olunuyor idi. lakin bunun daha garibi besbelli bu memlekette ziyadece iri üzümler husule getirmek için dikildikleri anlaşılan bağlar da bir mahalli kamilen istila etmişler idi. ve onlar artık her biri pek düzenlihesaba muvafık aralıklarla dikilip ikide birde dallarını pek uzaklara kadar uzatmış olan koca ağaçların sayelerine de alınmakta idiler. fi'lvaki ben kendi kendime başka yerlerde en ziyade güneşe maruz bulundurulan bağların burada neden böylece gölgelice yerlerde bulundurulduklarına haymerv seyahatnamesi metin ret içinde iken emlakı imparatorimüdürü izahat vererek burada üzüm tanelerinin beslenmelerinin ancak bu suretle kabil olabileceklerini beyan etti. ve ben de artık işin esrar ve hikmetine vakıf oldum. her ne hal ise biz dediğim ormanın bir cihetinden atları ve arabaya koşulu hayvanları tırıs koşturmak şartıyla iki saat kadar zaman içinde kat edip ötede beride yerlilerin fevkalade acib ziraat aletleriyle bir takım şeylerle uğraştıklarını gördük. hele gitgide müdürün bize hitaben şimdi bu memleketin asıl hayat damarlarına benzetilecek şeylerini göreceğiz demesi üzerine dikkat ve itina ile bakarken buradaki iska ve irva usullerini müşahede eyledik. şöyle ki uzaktan bakılınca sanki yer üzerineparlamaktan iskaraları konulmuş gibi görünen cetveller ve yerlilerin arık ismini verdikleri marifetli surette su intişarlarına hadim vasıtaları hayretimizi mucib oldu. buralarda rengarenk ipek kumaşlı geniş elbiselerine bürünerek birer türlü iş gören erkek ve kadın çok idi. ve zaten kavmi mezkurun kisveleri bir olup kadınların sade ikişer örgülü uzun saçları tefrik ediliyor. herhalde bizim petersburg'da maverayı bahrı hazarhalkının tembel diye şöhret bulmaları da gayrı sahihtir. vakıa onlar meyanında tembelleri devar ise de özbeklerve türkmenlerve tarancalar pek çalışkandırlar. amma burada tabiat dahi artık insanların en cüz'i uğraşmalarını pek sahavetli surette tazmin ettiğinden çalışmak için pek ziyade medarı teşvik oluyor. bu minval üzere akdemce ve hususiyle general aninkof'un yaptığı şimendifer güzergahı boyunda seyahat edildiği pek seyrek nüfuslu gibi görünen memleketin birdenbire kalabalık kesb eylemesi bize büsbütün şaşıracak gibi te'sir etti. ve ben kendi kendime yoksa başka iklime mi girdik? demeğe mecbur oldum. hasılı biz daha ötede fevkalade de acib tabii koşuluk denilecek gibi dümdüz ve ötede beride yabani güller ve keza arasıra neşv ü nema bulan pamuk ağaçlarını havi mahalde sürülerle sülünlerin birer cihete uçtuklarını müşahede ettik. bu latif kuşların kırıtarak yerde yürümeleri ne kadar hoş görünüyor ise uzun kuyruklarını uzatıp uçmaları da fevkalade hoş manzara teşkil eder. amma asıl mucibi taaccüb ve istiğrab olan cihet tuyurı mezkurenin çokluğudur. halbuki bizim petersburg'da bu artık zinet kuşlarından maduddur. burada hava son mertebe sıcak olduğundan insan sulama sulama metin merv seyahatnamesi beremn olmak şartıyla demin tarif eylediğim cedvellerle kanallara münkasim sulara derhal soyunup atlamak istiyor. lakin sırası gelmiş iken şurasını da beyan edeyim ki biz artık burada yalınız seyahat urbalarına bürünerek yani astarsız beyaz pamuk bezden dikilmiş askervari setri ve pantolon ile başlarımıza da sarık sarılmış kasketler koyup geziyor idik. ve bu halde de muttasıl terliyor idik. her ne hal ise bu iklimde seyahat edecekkimesnelerin en ziyade dikkatle gözetmeleri iktiza eden aza şüphesiz başlarıdır. ve bunun için ingilizlerin hindistanorduları için kabul ettikleri sarıklı kasketten ala bir şey olamaz. amma bu yolda kasket edinilemediği takdirde şarklıların ve hinduların sarıkları ehem ve elzemdir. çünkü ben sürekli seyahatimdeki tecrübelerimden de güneşin şimal insanlarına en büyük zararının dimağ vasıtasıyla dokunduğunu pek iyi anladım. gitgide biz kendimizi harikulade kavuran güneş ile sudan ve yeşilliklerden ibaret alem içindebulduk. böylece biz sanki yalnız bu yoldaki anasıra tabi bulunuyorduk. ve fakat mevaddı tabiiyyei mezkure burada en cüz'i ihtimamla bile çöl ıtlakına şayan ve yalnız kumsal dümdüz araziden ibaret yerleri sanki sihirbazlıkta birdenbire meydana getirilebilen bir şey tarzında ortalığı cennet bahçelerine ve tevrat 'ta evsafları beyan edilen asuriyyeve babilahalisinin hadaikı muallakalarına benzetmektedir. akıbet biz sülünleri çok yerden de geçip çöle afrikavahaları tarzında çıkıntı peyda eden orman boyunca yine de yarım saatkadar konuşa konuşa gittik. artık tamam gün ortası zamanına müsadif olduğundan ormanın içi guya bir çok askerlerin talimleri icra kılınırken çalınan boru sadaları tarzında akla ve fikre gelmeyen böcek ve arı ve sinek ve sivrisinek vızıltıları ile cızırtılarıyla me'luf idi. ve ben benimle yanyana güzel özbekatına rakiben giden müdüre söz söylemek için var sesimle bağırarak laf etmeye mecbur oluyor idim. sonra biz birdenbire müteaddid cihetlere doğru petersburg'un bulvarları tarzında her iki tarafı bir suretimütesaviye ve müntazamada mağrus badem ağaçlarıyla muhat yollar müşahede edildi. ol vakit begayet musanna saplı kamçının ucuyla bana salifu'lbeyan hututı mütekatı tarzındaki bulvarları gösteren çiftliğin müdürü bu tamam altmış desyatinalık ve yalınız badem ağaçlarından ibaret müstameredir dedi. arazi teşkil eylemesi icab eder. hasılı emlakı imparatori müdürü eşcarı mezkure çiçek açıp yeşilliklere büründükleri zamanda görülen manzaralarını uzun uzadı anlattı. ancak bizim geçtiğimiz mevsimde onlardan takriben yarısı sert ve koyu renkli dal budaklardan ibaret gibi görünüyorlar idi. bu ağaçların kuvvetlerini ve metanetlerini de tecrübe ettim. ve hem de harfiyen ince tellerden evrilerek yapılan cisimler misillü ne kırılmak ve ne de kopmak bilmediklerinden zeminin kuvvei inbatiyyesinde nebatata ne kadar büyük te'sir icra kıldığını anladım. yani burada beher badem ağacı petersburg'un en zengin ağniyası limonluklarında ifrat derecede aylıklı bahçıvanın ihtimamı ile türetilmiş olan ağaçda mevcud kuvveti ha'iz idi. sonra biz dünyanın en büyük limon ağaçları yetiştirilen yere dahil olduk. burada çalı kuşlarının çokluğu hayreti celb etti. tuyurı mezkurenin tepeleri ile göğüsleri kırmızı sa'ir tüyleri serçe kuşlarından biraz koyu olup sesleri denilen kuşun sesine benziyor idi. limon ağaçları begayet mütenasibu'lendam bembeyaz sakları üzerinde sapsarı başakları ha'iz süpürgeler tarzında müntehi oluyor. ve artık dediğim tarzda acib bir orman halini teşkil eylemesi üzerinehusule gelen manzaranın letafetini tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. akibet emlakı imparatori müdürü bizi mesafesini havi ve münhasıran bağların ecnası muhtelifesine tahsis kılınan yere götürdü. ve doğrusu onun bana verdiği tafsilat pek uzun olduğundan ben el defterime sureti mahsusada kayıt yürütmeğe mecbur oldum. bu vasi bağda çavuş, misket, oporto?, rislink, başiğat, taifi, halili kızıl, parmak ve sa'ire cinsler mevcud idi. ve bana verilen izahata göre burada beher yetiştirilmiş bağdan bin pud üzüm alınabilmektedir. hele mezkur üzümlerden ister şampanya ve ister sofralarda taam esnalarında içilen ve ister sade muhtelif meyvelerle içilmekte olan şarablar dahi imal edilmektedir. akibet bağlar da hitam bulduğundan biz birkaç kilometrelik mesafe boyunda arazinin yalnız limon ağaçlarıyla ve pirinç tarlalarıyla mestur bulunduklarını müşahede eyledik. burada dahi artık mesaii beşer pek ziyade sarf edilmiş idi. bu minval üzere etraf ağacın dallarına kadar olan kısmı metin merv seyahatnamesi ve cevanibe türlü türlü manzaralar bahşeden tarlalar dahi hayretfeza görünüyorlar idi. ve fi'lvaki onlardan birtakımları koyu yeşil veya sarımtırak yeşil veyahut maice renkli olmak şartıyla henüz yeni üretilmeğe başlanmış diğer bir takımları ise henüz tarla halinde idiler. hasılı bazı yerlerde henüz ziraat icra kılınmakta idi. ve doğrusu bu yerlilerin ziraat aletleri de akla ve fikre sığmayacak derecede acib idi. amma asıl şayanı dikkat cihet kavmi mezkurun tarlalar zerine dahi pek elverişli bulunmalarından ibaret idi. ben bir aralık emlakı imparatori müdürüne dönerek acaba buralardaki mezru arazi daha çok sürecek midir? diye sual ettim. merkum bu sözüme cevaben tahminen on verst süreceğini beyan eyledi. ben bunun üzerine bunların hepsi imparatorun emlak idaresi marifetiyle mi idare olunuyor? dedim. merkum: hayır. artık hepsine bizim yetişemeyeceğimiz şüphesiz olduğundan bir hayli kısmını türkmenlere icara veriyoruz dedi. ben taaccüble: çok şey bizim petersburg 'da ve umumiyetle rusya 'da türkmenler adeta çapulcugöçebe ve hiç emniyyetsiz gibi gösterilmektedirler. bu takdirce bu yalandır. ve onlar evvelce ziraat icra etmek hususunca dahi istidada maliktirler, öyle mi? dedim. müdür bu sözüme cevaben: onlar pek iyi zürra ve pek ziyade çalışkan insanlardır. ve binaenaleyh onlar evvelce bir kaç sene için icar ettikleri araziden külliyetli kar ve temettu dahi kazanmağa muvaffak oluyorlar dedi. bunun üzerine ben: doğrusu nasıl olup da maverayı bahrı hazer'e en yakın yerlerden ve mesela kafkasya 'nın osyatinleri ile uraldağı arkasındaki ovalardan buraya halis rus zurraı gelmediğine pek te'essüf ettim. fi'lvaki şimdiki fıkdanı arazi buhranı esnalarında artık bu cihet dahi iyice düşünülmeli idi. amma burada yinede en ziyade şayanı dikkat olan cihet iskayı arazi hususundaki harikulade maharetten ibarettir. zira insan herhangi cihete bakacak olursa orasının harikulade kanal ve cedvellerle mestur olduklarını ve hem de salifu'lbeyan cedvellerde uzaktan gümüş gibi parlak sular cereyanını ve bu suların bazı yerlerde otuz, kırk yani tahminen altmış ile seksen metre irtifalara çıkarıldığını müşahede eder. gitgide biz ötede beride osetya halkı merv seyahatnamesi metin adi balçıktan yapıldıktan sonra bembeyaz badana edilmiş olan tektük ve pek küçük haneler dahi görmeye başladık. imdi ben onlara hayret ettiğimden emlakı imparatorimüdürü mezkur acib ikametgahların bervechi bala ovaları iska ve irva etmekle mükellef tarla bekçilerinin olduklarını söyledi. imdi ben merkuma dönüp: öyle ise bunlardan keyfemaittefak birini ziyaret edebiliriz değil mi? diye sordum. müdür de: şüphesiz ziyaret mümkündür dedi. ve biz ilk rast gelen kulübe gibi hanenin şayanı hayret çitinden içeriye dahil olduk. lakin doğrusu bu memlekette artık ol vecihle haricten bile enzarı dikkati begayet calib bulunan iska ve irvayı arazi inşaatı dahilen hakikat son mertebe teferruatı dahi şamil bulunuyormuş. şöyle ki: asıl kanalların mecraları fevkalade güzel yontulmuş taş rıhtımlarla muhat olup sedd ü bend kanatları havidir. böylece onların icabı halinde kaldırılıp indirilmeleri üzerine istenildiği yerlere sular veriliyor ve istenildiği mahallerin suları kesiliyor. doğrusu burada ismiyle maruf kum tanelerinden husule gelen toprak da tıpkı sekenei mahalliye misillü suyu emmek hususunca tarifolunamayacak derecede aç gözlülük izhar ettiğinden ekserisi uzun yenli ve geniş papaz urbaları misillü şeyler giyinip diz kapak altları ile dirseklerine kadar sığanmak şartıyla çalışan bu gayur ve müstaid adamların nasıl olup da salifu'lbeyan sünger gibi derhal suyu emiveren toprağı sulayabildiklerine şaşmamak gayri kabildir. nihayet biz oradan da çıkıp tekrar atlarımıza ve arabalarımıza binerek daha bir müddet gittik. ve badehu diger bir yola sapmamızdan az bir zaman geçtikde buranın türkmenlerinin köyleri ile tarlalarını dahi görmeye başladık. burada en ziyade bir cins cüce öküzlerle ziraat icra olunuyor. hele saban bence ilk beni beşer zamanında olduğu gibidir, denilebilir. yani son mertebe sakil, kaba ve halı ibtidaiyyededir. zer edilen yerlerde toprak hayli derin yerlere kadar nemli görünüyor. mamafih demin tarif eylediğim kaba saba saban bu toprak için son mertebe elverişli olup mezkur sabanla saban sürülür sürülmez her tohum ekilince derhal tutmaktadır. biz ol vecihle mezkur tarlayı ve oradaki rıhtım osmanlıca'da aynı zamanda kaldırım anlamına gelmektedir. şemsettin sami, metin merv seyahatnamesi ziraat ameliyyatını seyr etmekte iken geçtiğimiz yoldanduman gibi tozlar kaldırdığını gördük. ve acaba ne var diye baktığımızda buranın çobanları ile koyun sürülerini gördük. koyunlar büyük kuyruk yağlarını havi cinstendir. fakat imparatorun emlakı müdürü onların kuyruk yağlarının bi'lameliyyat çıkarılarak kuvveti ete verdirmek tecrübelerinin de muvaffakiyyetle hitampezir olduğunu söyledi. hasılı bu memleket çobanları da başka memleketin çobanlarına benzemezler. onlar ala türkmenatlarına binmişler idi. ve birer ellerindeki uzun ve pek ince sırıklarıyla sürülerini istenilen mahalle derhal sevk ediveriyorlar idi. bu esnada sürünün önünde hakikat inanılamayacak mertebede muntazam saflarla dizilmiş tuvana ve hem de pek mebzul sakallı ve eşkalı muhtelifede helezonvari kıvrılmış boynuzlu keçiler gitmekte iken arkalarında pek tüylü ve kabarmış vücudlu koyunlar sanki yarışarak hareket ediyorlarmış misillü gitmekte idiler. hasılı şiddetli hararetten bu hayvanlara da tembellik arız olduğu anlaşılıyor idi. sonra daha öteye gittik ve burada artık türkmenlerin sakal ismi verilen kulübeleri ictimagahına muvasalat ettik. işte maverayı bahrı hazar türkmenlerinin köyleri de bu idi. burada her türkmen ailesi kendi kulübesi için behemehal tepe gibi yüksekçe yeri intihab etmiş idi. ve hem de ağleb ihtimale göre onlar burada eskiden kalmış olan ikametgah yerlerini öylece mesken ittihaz etmişlerdir. çünkü onların kulübe yapmak için kullandıkları mevadd ve harac hep eski bina harabezarlarındaki şeylerden ibaret idi. biz bir aralar eskiden bir takım yüksek ve sağlam duvarlar olacağı istidlal edilen enkazları da gördük. fakat onlar mürurı zamanla berbad hale gelmişler idi. biz bir mahalde hayli yüksekte pencere aralıklarını de müşahede edebildik. ve binaenaleyh binlerce seneler akdem yaşayan eski mervsekenesinin dahi tıpkı bizim gibi kapı ve pencereli binaları iskan etmiş bulunacaklarını istidlal ettik. imdi ben kendi kendime: kim bilir binlerce seneler akdem o pencerelerden ne misillü insanlar bakmışlar ve şimdi çiğnemekte olduğumuz yerleri de ne gibi adamlar çiğnemişlerdir. diye düşündüm. doğrusu bu sırada bizim rakib olduğumuz atların zarif ziller kanalıyla çıngırakları ve keza araba koşumlarındaki madeni teferruatın neşr etmekte oldukları acib ve neşeli sesler buralar muktedir, güçlü kuvvetli merv seyahatnamesi metin için pek yabancı görünüyor ve akl ü fikre de acib te'sir hasıl ediyorlar idi. gitgide akşam olmağa da başladı. bütün etraf ve cevanibi istila eden dümdüz yerlere karanlığın çökerek buralarda pek alçak görünen semada yıldızlar peyda olması da şairane manzaralar husule getirir. fakat buralarda gece yolculuklarından ictinab edildiğinden derhal mervçiftliği'ne dönmeğe başladık. vakıa yerliler tarafından yolbarsdenilen bir cins parslardan maada alaca sırtlanlar bulunduğunu söylediler. hasılı dönüşten uzaktan elektrik küreleri ile tenvir edilen çiftliğin bahçesi ile civarındaki ormanların manzaraları dahiinsanı son mertebe meftun edecek gibi müşahede edilmektedir. ale'lhusus şimdi tarif etmiş olduğum harabezar enkazlardan sonra göz önünde tecessüm ediveren salifu'lbeyan asarı umran ve medeniyyet ve mebzul yeşillikle ve elektrik ziyalarında daha hoş ve latif görünen çiçeklerin manzaraları cidden sahiranedir. bu defa avdetimizde imparatorun dairesi altında çiftlik idaresi me'murlarının büyük odalarında hazırlanan taam hem avrupamutfağı hem de yerlilerin usulı tabhı üzere pişirilen etimeden ibaret idi. ve artık bizim için sülün, keklikçulluk, bıldırcın ve daha bir takım tuyuratları ve keza yerlilerin şaşlık kebabı denilen koyun eti ve bir de türkmenlerin koyun dolmaları hazırlanmış idi. bir sofra ise münhasıran emlakı imparatorimeyvelerine tahsis edilmiş idi. diğer bir cihetteki masada ise mükemmel gümüş tepside kand denilen gayet beyaz ve yumuşak şekerle şekerleme tarzında kavrulan badem adeta küçük çapta ehram teşkil edecek surette konulmuş idi. böylece mezkur emlakın etimesini yiyip sofralara mahsus şarabdan bed' ile tatlı şarabınıve şampanyasını içtikten ve keza bildiğim ve bilmediğim meyvelerle semeratı birer mikdar yedikten sonra hasbe'lusul çinkaselerinde getirilen yeşil çayı da içiverdik. malum olduğu üzere mezkur çay fevkalade hazım olduğundan bu memlekette hemen her ziyafette misafirlerin onunla ikram edilmesi asla şaşırılmayan usul sırasına geçmiştir. her ne hal ise biz daha hayli uzaktan muhtelif gürültüsünü işitip birçok bacalardan dumanları intişar eylediğini gördüğümüz fabrika binası son mertebe büyük ve bir dereceye kadar kışlalara müşabih müteaddid dairelerden ibaret idi. hulasai kelam burada pamuğun pek ham halinden en mükemmel ve dünyada kendince sürümü tezayüd eden envaı akmişe haline gelmesine dek nasıl ve ne gibi metin merv seyahatnamesi makinelerden geçtiğine dair verilen izahat da doğrusu müstakilen vasi ve ibretamiz fen tafsilatını teşkil etmekte idi. makinelerden bir takımlarına artık sanki insanın karışmasının lüzumu bile yok imiş gibi kendi kendilerine türlü türlü fısıltı ve gürültü neşr ederek iş görmeleri de hayretimizi mucib oldu. maahaza asıl pamuğun mükemmel pamuk haline getirilmesi için pek kesretli mihverlerle müteharrik makinenin gürültüsü dönen değirmen gürültüsünü andırıyor idi. işte son daireyi ziyaret edip çıkarken imparatorun emlaki müdürünün bize salifu'lbeyan pamuğun tohumundan bed' ile ne gibi inkilabat geçirdiğini isbat eden koleksiyon hediye ettiler. hasılı pamuğun en sonradan henüz yeni yağıp asla erimeyen kar beyazlığında olmak şartıyla istif edildiği mahalde artık gözler dahi kamaşmaktadır. şurası da şayanı istiğrab ve hayrettir ki burada artık her zaman ve makinenin her kısmı için ayrıca mühendisler yetiştirilmesi ve bulunması da kabil olmadığından yerli çocuklarve büyükler cümlesi mücerred görenin tarzında kendi kendilerine her şeyi öğreniyorlar. ve ben onlardan pek mazlum ve sakin görünen on ikion üç yaşlı çocuklardan bile idare eyledikleri makine teferruatları hakkında öte beri sualler sordukça verdikleri cevablara cidden hayrette kalıyor idim. bunların cümlesinin başlarında ise bundan dört sene kadar akdem amerika 'dan avdet eden vikolinnam hemşerimiz idi. merkum anasl moskova vilayeti dahilinde morozofnam pek meşhur basmacı fabrikasında bir müddet çıraklık ettikten sonra amerika'ya azimetle tamam altı sene pamuk sanatına dairher şeyi öğrendikten sonra buraya gelip salifu'lbeyan sanatı yeniden canlandırmıştır. zira bir aralık türlü türlü sürekli vukuatı mü'ellime üzerine işbu sanata inkıraz ve zeval tari olmağa başlamış idi dedi. hulasai kelam ben nihayet amelenin mikdarını makinelerin ne mikdarda ve nerelerden getirildiklerini ne kadar ham mal sarf edildiğini sorup sual ettikten sonra müdüre son sual olarak: acaba bu fabrika yüzünden senevi ne raddede temettu hissesi alabiliyorsunuz? dedim. müdür, bu sualime cevab olarak: laekall senevi iki buçuk ve yahut üç milyon ruble temettu hissesi hasıl olmaktadır. ancak bunu diğer bir menfaati da pek büyüktür. şöyle ki: acıtan, acı veren. ansızın meydana gelmek. merv seyahatnamesi metin vikolin 'in himmeti ile biz bu fabrikayı emsal ve numune tutulacak hale koyduğumuzdan burayı maverayı bahrı hazer'in en uzak yerlerinden ecnebiler bile ameliyyat hususunda ders almağa geliyorlar. bu ecnebi unsurundan ekseriyyet almanlar'dır. ve onların cümlesinin en ziyade ehemmiyet vermekte oldukları sanayi şubesi münhasıran pamuk işlerine da'ir sanatlardan ibarettir. doğrusu onların kuvvei şammelerine de bir diyecek yoktur. bu civarlara kadar bin türlü müşkilatla gelen en basit malumatlı bir almanmühendis parçasının bile ilk nazarı dikkatini celp eden şey salifu'lbeyan pamuk ile pamuğa müteallik sanatları iyice anlamaktan ibarettir. doğrusu ben onlardan bir haylisinin kendi memleketlerinde belli başlı büyük sermayedaranın öylece mervcihetine sokulmak ve hükumetimizden bu babda müsaadat almak kabil bulunduğu takdirde külli sermayelerle şirketler teşkil etmeğe hazır bulunduklarını söylediklerini istima ettim. işte bundan naşi ben kavmi mezkurun pek ziyade hassas ve duygulu olduklarını anladım. hatta onlardan birçoğu rusya 'nın bu cihetindeki serveti tabiiyyenin kafkasya 'daki servetine de faik idüğini beyan etmekte ve bunu isbat için kafkasya'nın en işlek ve evvelce pek bereketli oldukları tahmin edilen bir kaç neft ve gaz menbalarının bile birdenbire kesiliverdikleri görüldüğünü ve halbuki merv havalisinde kumları tükenmedikçe feyz ve bereketin inkıtaının imkanı bile olmadığını söylemektedirler. işte bundan dolayı ben artık bizzat kendimizin yani bizim rusların hala her nedense merv havalisindeki serveti tabiiyyeleri kurcalamadığımıza hayret içindeyim. velakin bu ihtiraz ve gafletin evvelce de anlattığım üzere iklim ve hava te'sirlerinden ve keza pamuk ve pirinç yetişen yerlerin çoğunda türlü türlü musibetler mevcud olduğundan mütevellid havf ü hirasından neş'et etmiş olabileceği dahi derkardır dedi. mamafih ben kendi tarafımdan ol babda beyanı mütalaa ederken bu hususda udeba ve ehli kalem bulunan hemşehrilerimizin neşriyatında kusur etmekte olduklarını ve keza avrupalılar meyanında ve dünyanın her yerinde seyahatler icrası günden güne tezayüd ve terakki etmekte iken bizim rusya ahalisi meyanında bu babda dahi tembellikler ile rehavetler bulunduklarını beyan ettim. balada görüldüğü üzere bu memleket vuhuş meyanında koku alma. petrol metin merv seyahatnamesi karakulak ve vaşak ve yolbars denilen parslardan ibaret vuhuş yaşamaktadır. işbu çöl vaşakları bir dereceye kadar amerika 'nın meksikamemleketi vaşaklarını andırıp asya 'nın sa'ir yerlerindeki hemcinslerine benzemezler. ve ekseriyet üzere tuyurı muhtelife eti ile geçinirler. yolbarsdenilen kaplan bizim panter ismini verdiğimiz pars cinsinden olup orta hacimde ve lakin gayet hunrizdir. karakulakve bir de vaktiyle kudüscivarında bir mahalde taş yığınları arasından fırladığını gördüğümçakal cinsinden bir mahluk da vardır. salifu'lbeyan hayvanların her ikisi en ziyade demin tarif eylediğim taş yığınları aralarında yaşarlar ve her ne kadar kara kulak, vaşak ve çakal gündüzleri sık sık tesadüf ederler ise yolbars ismi verilen ve pars cinsinden bulunan hayvan mutlaka geceleri dolaşır. ben akdemce beyan eylediğim vaşaklardan birine bir vasi pamuk tarlası civarında karşı karşı olarak tesadüf ettim. hayvanın kulak uçlarında kedi bıyıkları gibi pek sert kıllar olduğundan uzaktanboynuz gibi görünüyor. bu hayvanda kuyruk keçi kuyruğu tarzındadır. sesi ise kedi miyavlamasını taklid etmesini ima eder. hasılı bunlar haricinde begayet aç alaca sırtlanları da beyan etmeliyim. onlar ise artık en ziyade mezarlıklara yakın yerlerde yaşarlar. bu hayvanlar bazı vakit geceleyin etraf ve cevanibde hayli vasi arazi dahilinde herkese dehşet verecek surette gürültü çıkarıp bağrışırlar. bu minval üzere merv arazisinin calibi nazarı dikkat yırtıcıları bunlarla hitam buluyor. yerliler hayvanatı mezkurenin postları için saydlarına da çıkarlar. zira vaşak ile karakulak ve bir de pars derileri makbuldür. ve bizim şimal taraflarındaki kilim ve halı vazifelerini ifa ederler. bilakis alaca sırtlan derisi amerika'daki elifli sırtlan derisinden çok farklı ve geride bulunduğundan onu vurmağa heves edenler yoktur. mamafih bazı mezaristan civarlarında bu sırtlanlar yalınız başına gezen insana ansızın hücum edip gırtlağını ve boğazını köfte haline koyarlar. ve çok vakit tekmil paraladıkları dahi görülmüştür. mamafih bu acib kıtanın yırtıcı kuşları dahi hayli cinslere münkasim ve içlerinde birtakımları yalnız bu havalide yaşayan tuyurdandır. bunlar meyanında birincisi birkut veya burkut ismi verilen fevkalade kuvvetli ve hemen bizim şimal memleketlerinde iri ve hacimli kaz büyüklüğünde bir kuştur. mezkur kuş yavru iken elde edildiğinde talim dahi kabul ettiğinden türkmenlerile çizgili anlamında kullanmış olabilir. merv seyahatnamesi metin kırgızlar salifu'lbeyan mahlukatı bekçi gibi kullanırlar ve hem de kendi lisanlarında ona kanatlı bekçi adını dahi verirler. bu sağlam ve kuvvetli kuşların minkar denilen gagaları çengelvari olup pek mukavemetlidir. diğer taraftan pençelerindeki tırnaklarla kuvvei tazyikiyye dahi dehşetlidir. şöyle ki mezkur kuş bi'lfarz bileği veyahut insanın parmağını sıkacak olursa ale'lekser kangrene sebebiyyet verebilmektedir. hasılı türkmenler ile kırgızlar ve hususen bu sonrakiler tuyurı mezkureyi bekçilikte istihdam maksadıyla yavru iken elde ederek talim ederler. ve bu takdirce pek güzel yapılmış zincirlerle onları kapı kenarlarında bağlı bulundururlar. talim gören kuşların en mükemmeli sahibinin sesini en ziyade anlayanı ve onun sesi üzerine derhal itaat edenidir. tuyurı mezkure her zaman ikametgahın iç cihetlerinde kapıya yakın evlerde bağlı bulundurulurlar ve bi'lfarz bir yabancı girecek olsa ona derhal hücum ederler. berkutlar dahi sa'ir tuyurı vahşiyye misillü üç türlü alatı carihaları ile iş görürler. yani bir taraftan gagalarıyla dehşetli surette gagalarlar. diğer taraftan pençeleriyle sıkıştırırlar ve tırnaklarını batırırlar. ve nihayet pek kuvvetli ve yaydıkları zaman iki metre ve yirmi santimetre muhitinde dairenmadar bir istiab edebilen kanat açılarının ve hususuyla omuz başlarının darbeleri pek serttir. bu gibi darbe ile ben bir türkmen 'in külliyen sağır edildiğini ve diğer bir türkmen'in ise bileğinde dirsek başının hurdehaş edildiğini müşahede eyledim. şurası da şayanı dikkattir ki berkutlar nadiren üç alatı carihalarını istimal ederler. yani tuyurı mezkure kendilerini fazlayormaksızın çok vakit yalnız gaga veyahut pençe tırnaklarıyla da hasımlarını pek güzel surette alt edebilmektedirler. berkutlardan sonra doğan, akbaba ve şahinler gelir. türkmenler bu sonrakiyi en ziyade sayd şikara alıştırırlar. ve bizim şimal memleketlerimizde zağar ve tazı köpeklerden gördürülen işlerin hepsini tuyurı mezkureden gördürürler. şahinlerin de en makbulü sahibinin sesi üzerine derhal uçup gelenidir. ve doğrusu türkmenler onları adeta her türlü kumandalarına da alıştırabilmektedirler. nitekim ben bir türkmen ailesinde misafir olduğum esnada sahibi ailenin kendi şahinine alıştığı yere konması için emir verdiğini ve kuşun da bunu derhal anlayıp itaat ettiğini gördüm. şöyle ki merkum bir kere kuşu sağ omuz başına ve sonra sıkıştırma kuvveti çepeçevre metin merv seyahatnamesi sol omuz başına kondurdu. ve badehu sipsivri uçlu türlü türlü nakış işlemeleriyle işlenmiş baş ortasının tepesine de kondurdu. bu minval üzere türkmenlerde gerek berkutların ve gerek şahinlerin pek kıymetlileri vardır. ve mezkur iki akilu'lluhumun her ikisinde en ziyade makbul olan şey derecei munisiyyetleri ile her emri çabuk ifa eylemelerinden ibarettir. yani kuş ne kadar munis ise o kadar pahalı olup diğer taraftan sahibinin emirlerini dahi çabuk ifa eylemesine dikkat olunur. her ne hal ise bu memleket doğanlar ile akbabaların ziyade bıldırcın, çulluk ve keklik ve keza yaban ördeği ve yaban kazı ve bir de çölün yalnız bazı cihetlerinde türemekte olan yabani hindileri paralayıp geçerler. ve mezkur iki cins yırtıcı kuş leşleri de ekl ederler ise de berkut ile şahinler tıpkı kartallar misillü yalnız diri mahlukatı paralayarak etlerini ekl ederler. ben haricen pek sefalet ve zaruretle me'luf türkmen hanesini ziyaret ederken onun taksimatı dahiliyesine ve hususuyla duvarlarının rengarenk ipek kumaşlarıyla tezyin edilmiş olmasına pek taaccüb ettiğim misillü zincirbend berkut kuşuna da hayrette kaldım. şöyle ki onun çelik zinciri pek musanna surette imal edilmiş idi. imdi ben bundan kavmı mezkurun sanayice dahi hayli ilerlediklerini istihrac ettim. hulasai kelam onlar da tıpkı lar misillü kendi kuşlarına birtakım isimler vermektedirler. mamafih ben daha general aninkof tarafından inşa edilen şimendifer treninde rastladığım 'dan işittiğim doksan sekiz yaşlı ve son hanın zevcelerinden gülmehcemal 'i göremedim. zira akdemce beyan etmiş olduğum emlakı imparatoride her yeri görüp seyr ü temaşa ettikten ve tam dokuz gün kaldıktan sonra kadını aradım. fakat o esnada gülmehcemal benim bulunduğum yerden pek uzak mahalle bilmem ne sebebtendir misafirliğe gitmiş idi. mahaza ister müdür ve ister emlakı imparatoritabibi ile familyası onupek iyi tanıdıklarını beyan ettiler. salifu'lbeyan şayanı hürmet ve riayet kadın şimdiki günde hükumetimizden ayda doksan ruble on lira mahsusat alıp geçinmektedir. bu takdirce hükumetimiz ona yevmiye üçer rubleden ibaret tahsisat bağlamış demektir. vakı'a bu memlekette öylece vaktiyle kral demek olan han zevceleri bulunan familyalar içinde şimdilik mahsusatı mezkure derecei kifayededir. ancak fima bad oralara muhacirler ve ale'lhusus almanmüstamere merv seyahatnamesi metin ashabları hicret edecek olurlarsa her şeyin pahalanacağı da şüphesizdir. 'de ikamet ettiğim hengamda en ziyade istiğrab ve taaccübü mucib olan şeylerden biri de ikametgah üzerlerinin yani damlarının dümdüz olduğunu müşahede eylediğimi evvelce de beyan etmiş idim. bu ise afrika 'da hususen fasmemleketinde ve mezkur kıtanın avrupaticaretine açık bulunan tancaşehrinde ve keza tunus 'ta dahi bulunuyordur. lakin türkmenleroralarda olduğu misillü mahalli mezkurun yalnız zevk u safaya hasretmeyip birtakım istifadeli mahaller ittihaz etmektedirler. böylece ikametgahların damları da birer türlü işe yaramaktadırlar. burada yalnız kış ve ilkbahar mevsimlerinde gündüzleri iştigal olunur. yaz ve sonbaharlarda ise nısfu'nnehar zamanından tahminen kırk veya kırk beş dakika evvelden bed' ile bizim petersburgsaatleri itibariyle öğleden sonra saat bir buçuğa kadar her şey tatil olunur. ve hem de bu esnalarda herkes gölgelerde bulunmağa çalışırlar. hulasai kelam burada iş güçle geçinmek isteyen şimal sekenesi için akdemce beyan ettiğim vecihle kış mevsimi sonbahara ve ilkbahar da yaza tercih edilmelidir. balada beyan ettiğim üzere eski merv harabeleri enkazlarında şimdi dahi sık sık türlü türlü arabesk çizgilerle henüz nasıl kavmin yazıları olacağı bile anlaşılamayan hututu havi çiniler ve birtakım murabba veya müselles veyahut da'ire biçiminde ala levhalar bulunmaktadır. bunlardan bir takımlarında insan şekilleri de vardır. ve doğrusu binlerce seneden beri pek güzel dayanmakta olan salifu'lbeyan çini mamulatı da artık ezminei kadimede ile civarını iskan eden kavm ve milletin pek medeni olduklarını isbat ederler. buraları ilk iskan eden kavim ve milletin ne gibi cins ve kabileden bulunmuş olduklarına dair müverrihler meyanında ihtilaf var ise de demin dediğim gibi salifu'lbeyan eski kavmin begayet mütemeddin milletlerden bulunmuş olacağı şüphesizdir. amma işittiğime göre çin 'in bazı ehli tarihi ile erbabı ulumu guya bilmem hangi hakanın çin sülalesi devrinde birkaç batn çin hükümdarının dahi burada icrayı hükumet etmiş bulunduğunu iddia ediyorlar imiş. ve lakin bu keyfiyet elbette yalınız tahkikan fenniyei tarihiyye ile ispat olunacak ahvaldendir. herhalde ben seyahatnamemi hitampezir etmezden akdem evvelce de tekrar ettiğim üzere ile havalisinin tıpkı sahraları gibi henüz asla öğrenememiş olduğumuzu beyan etmeliyim. imdi metin merv seyahatnamesi bu babda bi'lcümle te'sisatımızdan ziyade alakadar bulunan ancak funun ve maarifimiz layıkıyle erbabları tayin ederek ara sıra senenin münasib mevsimlerinde fenni hey'etler gönderecek olursa hiç şüphe yoktur ki burada pek ziyade şayanı hayret şeyler zahire çıkarılabilecektir. fi'lhakika eğer buraları avrupa hükumatından diğer birininidaresine geçmiş olsa idi artık çoktan beri kıtai mezkure hakkında tetkikatlar, konferanslar, mükafatlı asar kaleme aldırılmış ve nihayet ceraid ile oralardan ne yerlere istifade edilebileceğine dair beyanat neşr edilmiş olur idi. halbuki şimdi bizim petersburg'da fununı tarihiyye ve coğrafya ile hayli iştigal edenler meyanında bile hiç şüphe yoktur ki merv ile civarına müteallik asla malumatları bulunmayan kesana tesadüf olunur. nitekim ben kendim bile buraya seyahat edinceye dek murgabçiftliğiile merv çiftliği 'nin ayrıayrı memleketler idiğini zahib olmuş idim. her ne hal ise garib bir rast gelinme neticesi olarak tamam üç hafta vakit ayırıp işbu seyahatimi icra ve itmam ettiğim sırada merv ile civarlarının serveti tabiiyyesine dair idarei kelam ederken tuyurı nafia yüzünden de ne kadar ha'izi ehemmiyyet idiğini beyan etmezsem seyahatnamem noksan olur. böylece kitabın sonuna tarihi tabiinin mezkur mühim kısmına müteallik müşahedatımı dahi ilaveten derc eylemeyi münasib gördüm. ve lakin kusur vukuu takdirinde benden sonraki seyyahlartarafından sehv ve hatalarım tashih edilebilir. her halde kuşlar şimdiki medeniyyet usulünce begayet mühim vazife ifa etmektedirler. şöyle ki onlar meyanında lahmları istihlak olunanlar ile yumurtalarından türlü türlü surette istifade edilmekte bulunanlarından başka tüylerinden de pek çok insanların medarı maişetlerinin te'min edilmesi ve keza türlü türlü sanayi erbabının geçinmeleri için medarı maişet elde edilmesi mümkün olmaktadır. bundan maada tarihi tabii erbabı ulumunca da musaddak olduğu üzere dünyada en süslü ve güzel yaratılan mahlukatın tuyur cinsi oldukları da şüphesizdir. merv ile civarlarında tesadüf etmiş olduğum tuyurı garibenin birincisi yemyeşil ve pek latif hem de iri pençeli gagalı yabani kargalardır. ve hatta ben memleketin sıcak ve kış mevsiminin hemen mefkud bulunması hasebiyle bidayeti emirde onları papağan bile addettim. vakıa benden dört buçuk sene kadar akdem pamir yaylası'nı ilk defa olarak tedkik etmiş olan seyyah kazilofkendisinin seyahatnamesimerv seyahatnamesi metin nin yetmiş üçüncü sahifesinde kıtai mezkurede de o gibi kuş görerek ol vecihle pamir kargası namını verdiğini beyan ediyor. tuyurı mezkure her yerde tıpkı kumrular gibi erkek ve dişi birlikte yaşamaktadırlar. ben bundan onların yine de güvercin ve kumru misillü yalnız birer dişi ile maişet etmek üzere yaratıldıklarına ve binaenaleyh horoz veyahut serçe ve sa'ir kuşlar tarzında müteaddid dişilerle imtizac etmediklerini de istintac eyledim. hasılı koyu sarı gagası ve keza aynı renkte bulunan ayakları ve tenasübi endamı ve yemyeşil sık ve muntazam tüyleri ve biraz uzunca kuyruğu ile de calibi nazarı dikkat olan bu yeşil kargaların yalnız bir kusurları vardır kio dahi nihayet mertebe yabani olup insandan kaçmalarıdır. nitekim seyyah kazilofpamir ovalarında da mezkur kuşları ancak felkalade müşkilatla avlamağa muvaffak olduğunu söylüyor idi. hulasai kelam onun seyahatnamesinin yetmiş üçüncü sahifesinde mestur malumat benim merv kıtasında görmüş olduğum kuşa dahi tamamıyla mutabık bulunduğundan ben pamir kargası ile merv yabani kargasının ikisinin de aynı cinsden bulunduklarına kanaat kesb eyledim. bu minval üzere işbu güzel kuşlardan sonramebzuliyeti ve insanlar için menfaati hasebiyle en ön sıraya sülünleri koymak iktiza eder. fi'lvaki burada tuyurı mezkure her yerde ve hem de birçoğu birlikte tesadüf etmektedirler. işbu güzel kuşların civcivleri ufak çapta olmak üzere bizim tavuk civcivlerimize pek benzerler. yalnız onlardan kat kat ziyade atik ve hem de daha güzel ve sevimlidirler. hulasai kelam ben müteaddid yerde sülünlerin kesretine ve keza ortalığın fevkalade sıcağı ile beraber tüylerinin letafetine hayret içinde kaldım. mukaddema dahi tarif ve beyan edildiği üzere sülün avı burada yerlilerin en ziyade haz ettikleri avlardandır. ve onlar artık kuşların kesreti hasebiyle onları avlamak için begayet muhtelif usullere müracaat etmekte iseler de en basiti demin anlatmış olduğum şahinler vasıtasıyla edilen sayd şikardır. böylece iyi talim edilmiş olan bir şahin ile bir türkmengünde kolayca hem de kuşu tehlikeye maruz bulundurmaksızın on üç veya on dört kuşu sayd edebilir. zira şahinlerin o yolda sayd u şikar için kullanılmalarında en ziyade gözetilmesi lazım gelen şera'itten biri dahi şikara sevk edilirken havadaki kuşların mikdarlarını da nazarı dikkate almaktan ibarettir. ve binaenaleyh ben esnayı seyahatimde hiçbir türkmen'in mesela on beş metin merv seyahatnamesi ten ziyade yaban ördeğine kendi talimli kuşunu sevk etmediğini müşahede eyledim. ve sebebini sorduğumda türkmen'in bu talimli kuş ancak iki yaşındadır. daha ziyade şikarları itlaf ederken kendisi deyanabilir dedi. imdi ben bu tabiri pek de anlamadığımdan emlakı imparatoritabibinden onun bana ne demek istediğine dair istizahatta bulundum. merkum ise yanmak tabirinin mecazi olup şahinin sektei kalbden vefat etmesi demek olduğunu beyan eyledi. böylece türkmenler kendi nafi ve doğrusu pek yardımcıları bulunan tuyuru her vakit hüsni suretle istihdama gayret ederler. fi'lhakika burada gerek berkutların ve gerek şahinlerin pek kıymetlileri vardır. merv ile havalisinde bazı sıkıntılı havada esasen semizlikleri hasebiyle dahi pek ağır uçmağa mecbur olan sülünlerin birçoğunun birden tayaran etmeleri esnasında insanın his edeceği ihtisasatı ve duyacağı zevk ü sefayı da tarif edip bitirelim. zira bizim şimal memleketlerinde anasl yalnız ziynet kuşlarından madud olan sülünlerin öylece gah sağdan ve gah soldan tayaran etmeleri her seyyahı fevkalade imrendirecek ve taaccüb ettirecek şeylerdendir. kıtai mezkurede insanlarca intifaı hasebiyle sülünden sonra en ziyade ha'izi ehemmiyyet addolunacak tuyur kekliktir. burada mezkur kuşlar bizim şimal kekliklerinin hiç olmazsa bir buçuk misli kadar iri ve keza etleri de pek semizdir. onların tüyleri de parlak ve her birinin kafalarında şimal ormanlarında yaşayan kuşların ibiklerinden çok farklı ibikler müşahede olunur. ben esnayı seyahatimde onların dahi hem civcivlerini hem de yumurtalarını vaz ettikleri yuvalarını görebildim. tuyurı mezkur da civcivlerinin en cüz'i insan ayak patırtısı işitince sık sık mahsul samanları arasına saklanıp öylece kalakalmaları pek tuhaftır. her ne hal ise türkmenlerin erkeklerinden ziyade kadınları, ister keklikleri tutmakta ve ister yumurtaları ile civcivlerini toplamakta kat kat ziyade mahir bulunduklarını istidlal ettim. bu da besbelli onların daha hafif terlikleri ile artık son mertebe ağır ve yavaş yürüyebilmekte olmalarından ileri gelmektedir. ben esnayı seyahatimde mezkur kuş etini de adeta bıkacak kadar ekl ettim.üçüncü derecede nafi ve mühim ve doğrusu medarı taayyüş olmak hasebiyle de calibi nazarı dikkat tuyur çulluklardır. şöyle ki ile havalisindeki işbu kuşların tüyleri bizim şimal cihetlerinde tesadüf eden çulluklardan daha koyudur. vakıa bu keyfiyet artık bu iklime mahsus merv seyahatnamesi metin güneşe de atıf ve isnad edilmelidir. nitekim şimale doğru gidilince renklerin solduğu müşahede olunur. ezcümle bembeyaz ayılara ancak kutup taraflarında tesadüf edilmekte olduğu misillü ismi verilen ve hindistan 'ınhududı garbı şimalisindeki buz ve kar eksik olmayan yerlerde yaşayan mahlukatın beyazlığı da bunu ispat edecek mevaddandır. her ne hal ise salifu'lbeyan etli ve yine de bizim iklimimizin çulluklarından büyük kuşlardan sonra bıldırcınlar gelir ki onlar da fevkalade çoktur. ve hususuyla yerlilerin rivayetlerince işbu memleket ikliminin kışına doğru onlar sanki kehriba gibi serapa yağlar hasıl ederek derecei nihayette semirmektedirler. işte karada yaşayan tuyur bunlarla hitam buluyor. ve tuyurı mezkurenin artıksuya pek de ihtiyacları olmadığından ile etraf ve cevanibinde yaşamalarına pek de taaccüb edilemez ise de ben şayanı istiğrab ve hayret olarak yaban ördeği ve yaban kazı misillü tuyurun dahi bazı semtlerde kesretle türediklerini anladım. ve lakin içlerinde en nadiri şüphesiz yaban hindisidir. ve fi'lvaki artık bizim mükemmel saçmalı fişeklerle doldurulmuş av silahlarımızla bile tuyurı mezkurenin saydı derecei nihayette suubetlidir. ve ben kendi seyahat koleksiyonum için dahi ancak harikulade ihtimam ve ısrar ile ve tam otuz altı saat dolaşarak yüksek kavak ağaçlarının tepelerine konup nişan almağı da müşkil kılmasına binaen yalnız bir çift yaban hindisi vurmağa muvaffak oldum. ve artık ne birinin ne diğerinin etinin lezzetine de bakamadım. çünkü her ikisini hey'eti asliyyeleriyle tahnite mecbur oldum. hasılı bizim bildiğimiz hindilerden biraz büyücek olan tuyurı mezkure şimdiki günde kürei arzın pek mahdud yerlerinde tesadüf ettiğinden koleksiyonumun en nedretli mevadından birini teşkil eylediğini beyana bile hacet yoktur. balada beyan ettiğim üzere ben ile havalisini bittabi kasabası'na dönmek müddeti de dahil hesab eylemek şartıyla ancak bir ay süren zaman zarfındaki müşahedatım üzerine işbu seyahatnamemi kaleme aldım. ve fi'lvaki benim tetebbuatım meyanında hayli büyük ve şayanı dikkat kusur da görülür. bu ise mezkur memleketin madeniyyatına dair tedkikat noksanından ibarettir. ve lakin ben bu babda bana itiraz edenlere cevab olarak merv ile havalisinde müstamereler elde etmek için pek ziyade yeltenmekte olan almanların dedikleri misillü ile havalisinde ka'in nevahilerin metin merv seyahatnamesi sade ismi verilen bir cins fevkalade kuvvei münbiteyi ha'iz tortulu kumsal arazisi de haddi zatında sa'ir memleketlerin en kıymetli madenlerine muadil idiğini beyan edebilirim. velakin ilerde bir diğer seyyah buraları madeniyyat cihetinden de tahkik ve tetebbu etmeğe muvaffak olduğu takdirde artık vatanımıza ve hükumetimize ve milletimize elbette daha ziyade hizmet etmiş olur. hulasai kelam nisanın dördüncü günü ben tekrar pek uzun ve şimendifer hattı güzergahınıngayet garib kavislerle devam eden yolu boyunca pek sık yılankavi hareket eden trenin birinci mevki yolcularından birinde işbu seyahatnamenin müsveddesini karalamakta iken artık karasnovadsak kasabası'na avdetimizi bile ancak birden bire trenin durması esnasında fark ettim. maahaza maverayı bahrı hazar hattının medeniyet noktai nazarından müntehasını teşkil eden işbu kasaba mevkifine çıkıldığı esnalarda bile insana gerek merv ile civarlarını ve gerek o havalide yaşayan akvamı derhatır ettirecek manzaralar görülmektedir. ezcümle benim rakib olduğum birincimevki vagonun hemen arkasındaki ikinci mevki vagonundan çıkan yolcular meyanında zevcesini etrafında hayli sık tesadüf edilen bir nevi göz hastalığından tedavi ettirmek üzere ta petersburg'a kadar götürmekte bulunduğunu anladığım bir zengin türkmen herkesce calibi nazarı dikkat olmakta idi. çünkü gerek kendisinin ve gerek zevcesinin hem sima ve eşkalleri hem de kalıp ve kıyafetleri ister istemez göze çarpıyorlar idi. temmet ve intiha mütercimi: ahmed nermi resim: konstantin dmitrievich nosilov merv seyahatnamesi metin a abbasi, abdülhamid afrika, ahamenitler ahemanitler ahmed nermi ahnef kays ahura mazda aleksandr aleksandra alman, alpaslan, amerika, anadolu, aninkof antichia antiochos arslan argun, asuriyye, asya, ateşgede atsız avrupa, b babil, bağdat bağdis merzubanlığı bahri hazar basra, baybars bayramali bayram ali, bayram ali çiftliği belazuri belh belh ve tohoristan merzubanlığı beni mahan camisi berkyaruk beytu'lhikme bihistun kitabeleri bilim, böri bars budist, büveyhiler büyük daryuş cç cengiz han cezayir coğrafya, cündüşapur çağrı bey, çar, çin d dandanakan daru'limare deremşkan devleti aliyye deylem e ebreşehr ebu müslim elhorasani, edmond, ehram elmani emevi, emlakı imparatori, erdeşir essedusi f fas filistin fransa fransno vadisok g ğaribu'lkuran gavur kale dizin dızın merv seyahatnamesi gazne general aninkof, gülmehcemal, h halil ahmed harhorin harun erreşid hazar, hazfu nesebi kureyş hazreti süleyman herat herat hindistan, horasan, humeyme ıi ırak, ırakeyn ibn haldun ibn havkal, idrak ikinci nikola insan ipek yolu iran, işçadriye iskender, istanbul, izmir k kafkasya, karahıtaylar karakulak karakurum karansu vadsk karasnovadsak kazakistan kazilof, kinikasru kolça kudan kudüs, kufe, kurgan kuşmeyhen kütüphane l le bon lis londra m macan, madabe bey mahaveyh, mahevi malta mani maniheist maniheistler, margiana margu marguş marvu şahican maverau'nnehir maverau'nnehr merzubanlığı maverayı bahrı hazar, mazdaistler medain medine, meksika melikşah me'mun, merv, merv çiftliği, merv elkübra merv eluzma merverruz merveruz merv seyahatnamesi dızın merv essüfla mervi rud mervı şahigan mervı şayegan merzubanlığı meşhed mısır, moğol moğollar morozof müerric mukanna mulu murgab murgab çiftliği n nasturi nasturiler nişabur, oö oğuzlar özbek, özbekler, p pamir panteon paris, partlar, petersburg, pilenkova puşeng r ruslar rusya, sş safeviler saffariler sanat, sasaniler, satrab selçuklu, selçuklular, selevkoslar selm sencer cami serahs, sibirya sultan kale, sultan sencer şapur şii t tanca taranca tevrat, timurlenk timurlular tuğrul bey tunus türk, türkistan, türkmen, türkmenistan, türkmenler tus, v vikolin, y yezdücird yolbars, z zend avesta zerdüşt, merv seyahati konstantın dmıtrıevıch nosılov mütercim: ahmed nermi istanbul üniversitesinadir eserler kütüphanesi, no. merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım tıpkıbasım merv seyahatnamesi merv seyahatnamesi tıpkıbasım yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve ida dide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in hi mayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfın da iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye neza reti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşruti yet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, za hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. hüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harman cı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. yaşamı yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ı stanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ayna 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neş retti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya mil letvekili olarak katıldı. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, kimdir? söyle. hüseyin rahmi gürpınar tanzimat, serveti fünun, meşruti yet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. efendi'nin yüzünde derhal bir güven sizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzen lenmiştir. hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplu mun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanı mefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, ec zacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhab bet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namus suzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, hüseyin rah mi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesi dir. kemal bek'in bil lur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır . koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü bo yunca hiç evlenmez. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce ga zete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihin den epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. hüseyin rahmi seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi ada vapurunda afe rin hayrullah ahlak humması allah gön lüne göre versin annemin ölümü asansör balta ile doğuran böyle doğurur benim babam kimdir? bir açın ruznamesinden birkaç yaprak bir genç kızın avazei sikayeti bir hafiyenin itirafatı bir muamma bir oburun mücadelei nefsiyesi bir seyahatı acibe bugün ne yiyeceğiz? büyük ana büyük bir ibret dersi büyük bir nedamet büyük günah çocu ğumun babası çocuklara yasak ecir ve sabır er kişi niyetine erkeğe galebe reçetesi eşeklerin dilinden anlayan bir mütehas sıs eşkıya oyunu eti senin kemiği benim falaka fırkacı galip ve mağlup vaziyeti garip kaldığımız günlerde gönül ticareti gugular hangisi daha zevkli? hattı istiva hayvanat mitingi heybeliada merkeplerinin grevi horoza ses talimi ihtiyar muharrir iki külhani arasında iki loğusa imrenilecek bir intihar istanbul'da bir frenk istanbul'un esa reti günlerinden bir hatıra kadını müdafaanın cezası kadının erkeğe galabesi kadınlar mebusu kadınlar vaizi kanlı romanlar: ben deli miyim? billur kalp bir muadelei sev da cadı can pazarı cehennemlik deli filozof dirilen iskelet dünyanın mihveri para mı kadın mı? efsuncu baba eşkıya inin de evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu? gönül bir yelde ğirmenidir sevda öğütür gulyabani hakka sığındık hayattan sayfalar iffet insanlar maymun muydu? kaderin cilvesi kesik baş kokotlar mektebi kuyruklu yıldız altında bir izdivaç met res tesadüf mezarından kalkan şehit muhabbet tılsımı müreb biye namuslu kokotlar nimetşinas ölüler yaşıyor mu? sevda peşinde şeytan işi şık şıpsevdi son arzu toraman tutuşmuş gönüller utanmaz adam. eserleri eldiven katil puse kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında kedi yüzünden kedim nasıl öldü? kılıbık kıpti düğünü kırço kiralık vücut kocası için deli divane kocasını boşayan hürmüz hanım kumru ile büyük hanımın mükamelesi lakırdı beynimizde leke li humma şüphesi melek sanmıştım şeytanı menekşe kalfa'nın müdafaanamesi meyhanede hanımlar mırnav. mırnav misafir mutallaka mübareğin kuyruğu müslüman mahallesinde bu iş olur mu? namusla açlık meselesi nasıl dolandırıcı ol dum? nergis hanım'la fehmi bey nurker ha nım'dan mektup ölü diri getirir refia hanım'ın köftesi sahte doktor samatya tramvayında topa yirmi kala sigarayı nasıl terk ettim? sirkeci lokantalarında iftar sokakta sonbahar göçleri sıllıkla züppe sehirde bir seka vet tehlike karşısında keçi fil oluyor tensikatı beytiye ters konuşma tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir tosun tövbeler tövbesi tü nelden ilk çıkış türkan hanım'dan mektup uçurumun kenarın da üç misal varda ispanyol geliyor! yanık dolma yankesiciler yankesiciler kulübü yeni diyojen zarafet ile tekir zavallı halime zavallı katil zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor bakkal bodasa ki'den hüseyin rahmi bey'e mektup balık pazarı bir maymunun intiharı boykotajın telakkii değeri dağların şenliği döşekten bir sada gökten köpek mi yağıyor? halkın saflığı hanımların ökçesi beylerin öfkesi hayat ve ölüm heybeli yangını horoz ailesi sinirli hanımın mektubu iğ neli fıçı ilk orucum insan çekiştiren eski vaizler kanatsız uçak yelkensiz gemi kanımızı emenler karıncalarla savaştayım pis bir vak'a taharet meraklısı üfürükçülü ğüm yazarlar nasıl ölür? hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizimeyhanede hanımlarnamusla açlık meselesika çeviri romanlar: emile gaboriau'dannumaralı cüzdan, bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Ju les arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. arsızlık eden cezasını bulur baba kornil'in mühim bir sırrı bir sehvi rü'yet bir zeki rehnüma garip bir mektup hali zamanı olmayan adam hasta çocuk iki öksüz ke dilenmek illeti kim iki bin dolar kazanmak ister? münzevi rahip ne boş hayal imiş rahibin merkebi sadakat şeytanın karısı zavallı cambaz. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gaze tecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım. oyunlar: gülbahar hanım hazan bülbülü kadın er kekleşince tokuşan kafalar iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor şekaveti edebiyat. buseiki hödüğün seyahatitünelden ilk çıkışgönül ticaretimelek sanmıştım şeytanıeti senin kemiği benim. emine gürsoy naskali eserde, fransa'dan istanbul'a gelip dehri efendi ve ailesinin yaşadığı konağa mürebbiye olarak giren anjel ve onun etrafında gelişen olaylar anlatılır. anjel'in gelişiyle konağın erkekleri baştan çıkar ve konaktaki düzen bozulur. romanda çocukların eğitiminin, kim olduğu ve eğitimden ne derece anladığı bilinmeyen mürebbiye lere bırakılmasının doğurduğu sonuçlar ortaya konmuştur. hüseyin rahmi gürpınar'ın romancı olarak adının duyulması nı sağlayan eser olan mürebbiye, ilk olarak ikdam gazetesinde no. son kanun tefrika edilmiş, ardından da ikdam matbaası tarafından yayımlanmıştır. elinizdeki çalışma, romanın ikdam matbaası tarafından ya yımlanan tarihli baskısına uygun şekilde sadeleş tirilmeden hazırlanmıştır. mürebbiyelere kadınlıkları itibariyle ihtirama, mürebbii etfal olmaları haysiyetiyle şükrana medyunuz. fakat namı zatına nispet edilen bu hikayemizdeki mürebbiye matmazel anjel yalnız ismen mürebbiye, binaenaleyh ne ihtirama ne de şükrana değeri olmayan bir sefiledir. paris'te aguşı süfehadan başka mektebi terbiye, histoires grivoises denilen asarı biedebaneden gayrı tahsil gör memiş iken istanbul'da her nasılsa namuskar bir ailenin gafletinden bilistifade oraya kendini mürebbiyelikle kabul ettirmiştir. rabelaislerin, carabillonların, boccaceların, lovelerin şa kirdi edebi olan matmazel anjel'in bir nazirini daha istanbul'da değil, belki paris'te bile bulmak bir emri asir olduğu için bir şüku fezarı nezahette bir baldıran yetişmesi badii ifsadı heva olama yacağı gibi bunun vücudundan da sahibei iffet diğer muallimatı muhteremeye bir şeyn terettüp etmez zannederim. talebesi nezahet hanım'ın, müfret üçüncü şahsı böyle taz'i fen hem bir de mef'uli sarih ile tasrif eylemesi matmazel anjel'in istiğrabından ziyade memnuniyetini mucip oldu. bu memnuni yeti talebesinin öyle bir tasrifi basitte zamiri fail yerine bir isim istimal eylemek, buna bir de meful ilave etmek gibi az vakitte fransızca'da gösterdiği terakki istidadından ileri gelmiyordu. matmazelin asıl sevindiği cihet çocuk ağzıyla bir erkek tarafından kendisine şu suretle i'lanı muhabbet edilmesiydi. nezahet hanım'ın bon puana derecei istihkakını tayine he nüz vakit olmadan matmazel anjel'in diğer şakirdi küçücük va hip bey elinde mini mini bir gramer ile koşa koşa geldi. mürebbi yesinin yüzüne bakıp tufulane bir tebessüm gösterdikten sonra: diye adorer fiilini arada bir mef'uli tasrihiyle tasrife başladı. altı yaşında bir çocuğun dehanı ma'sumanesinden perestiş etmek maahaza mürebbiye bu sevincini sezdirmeksizin çocuktan daha ziyade tafsilat alabilmek maksadıyla sahte bir hiddet tavrı göstererek pek az aşina olduğu türkçesiyle dedi ki: tu adores perestiş ediyorsun. burada kardeşim süje, aime fiil imiş. siz de complement direct oluyormuşsunuz. ağabeyim sen, matmazele böyle söyle, eğer dediğimi güzelce anlatabilirsen bugün mutlak bon puan alırsın, dedi. biri ağabeyi diğeri eniştesine vekaleten bu iki çocuğun daha pek de kuvveti ma'nalarına vakıf olmadıkları ef'ali franseviyye ile mürebbiyelerine i'lanı muhabbet eylemeleri hususı mühimmi matmazel anjel'in pek kadar istiğrabını mucip olmadı. matmazelin ha nedeki çocuklara mürebbiye tayin edildiği bir ay müddetten beri gerek şemi gerek sadri beyler odada, sofrada, salonda, bahçede anjel'e tesadüf ettikçe sevdaperestane baygın bakışlarıyla aimer, adorer fiillerinin bugün çocuklara öğretmiş oldukları gibi yalnız zaman halini değil bütün sıyagı maziyye, müstakbele ve şartiyye sini ve belki de hiçbir lisan ef'alinde bulunmayan her türlü gramer haricindeki garabetengiz zamanlarını göğüs geçirerek çekmişlerdi. rüzgar zuhur edince deryanın temevvüc edeceği, şafak sökünce güneş doğacağı nasıl basit hadisatı tabiiyyeden ise şemi ile sad ri'nin gözlerinin karası külliyen kayboluncaya kadar süzgün nazarlar ile bakışlarından mürebbiye bu iki genç tarafından yakında ken dine i'lanı muhabbet edileceğini işte öyle anlamıştı. hatta yalnız anlamak ile de kalmayıp şemi hüsnü etrafında peyda olan budalgalanmasorulma ihtimali olan sorutabiat hadiselergüzellik ışığıfransızca fiiller fiilinin sıyagı muhtelifesini işitmek matmazelin pek hoşuna gitti. kendini tutamayıp fransız kadınlarına mahsus şuhane bir kahkaha salıverdikten sonra o size perestiş ediyor. vahip bey, bu suali mukaddere karşı verilecek cevap ve cevap esnasında alacağı tavrın kendine evvelce mükemmelen talim edilmiş bulunduğunu ima eder bir hali tufulane ile yerlere kadar eğilip pereştişkarane bir reverans yaptıktan sonra: fiiller iki pervanei aşkını yekdiğerine çarptırmaksızın idare edebilmek için mahirane bir de plan tertip etmişti. kadar ki bazen en mahir sayyadın bile şikara tevcih eylediği tüfekle kendi kendini vurması kabilinden olarak kız, perestişkarla rının payı gafletleri önüne kazdığı, üzeri, her biri aşkın bir rengi nazarfiribini gösteren çiçeklerle mestur hufrei sevdaya kaza en kendisinin tekerlenmesi ihtimalinden korkuyordu. mürebbiye, gönlünde şimdilik ne şemi ne de sadri için bir isti'dadı sevda gör müyor, ikisini de sevmiyordu. fakat sevmekten muhafazai nefse itina ile kendini sevdirmeye uğraşmak gibi gönül ateşbazlığının pek de tehlikeden salim bir oyun olmadığını çocuklara okuttuğu gramer kavaidinden daha vazıhan biliyordu. anjel'in nazariy yei sevdası, bu emirdeki maksadı külliyen başka idi. kız müreb biyelikten ne kazanabilecek? bu miktarda parayı kalbinde beslediği tuli emellerin husulü için hiç kafi görmüyordu. nezdinde mürebbiyelik vazifesini ifaya davet olun duğu aile pek zengindi. hizmetten alacağı parayı taz'if, teslis belki de terbi etmek için yalnız çocuklara kavaidi lisan okutmak değil, hane derunundaki genç beylere aşkın en hıredsuz nüktele rinden dersler vermek lazım geleceğini, bu suretle kendine mühimgözü aldatan renkaşk pervanesiüçe çıkarmaavmeydana gelmeaçık bir şekildeiki katına çıkarmaaklı yakandörtlemesevda çukurusonu gelmez arzuaşk pervanesiavcıavyöneltmegözü aldatan renkörtülüsevda çukurukurallaraçık bir şekildeaylıksonu gelmez arzumeydana gelmeiki katına çıkarmaüçe çıkarmadörtlemeaklı yakankurallar bir irat yolu açabileceğini düşünmüştü. matmazel bir ameliyyatı mühimmeye şürudan evvel işin enini boyunu hesap eden mahir bir mühendis gibi exploiter edeceği gönüllerin sevdaya derecei isti'dadlarını tetkik ederek her birinin nabzına göre şerbet vermeye, fakat mahkumı muhabbeti olacak zavallılarda aşk denilen marazı müdhiş bir inbisatı tamm ile ateşgir oluncaya kadar birine ettiği iltifattan diğerinin haberdar olmamasına begayet itina etmeye, teshirine uğraştığı gönüllerin bir kere inanı idarelerini eline ge çirdikten yani ateş saçağa sardıktan sonra üftadeganı beynine bir hissi rekabet ve kıskançlık düşürüp bu halde hem mahzuz hem de nakden müstefit olmaya karar vermişti. matmazelin tertip ettiği bu dehşetli fethi kulub programında evin en küçük beyinden en büyük efendisine kadar bütün ricali hane dahildi. sevmek ve pereştiş etmek fiillerinin balada gördü ğümüz suveri acibesi dehri efendi'nin karyesindeki yalısında bahçede yeşilliklerle mestur, denize nazır bir kameriye derunun da tasrif ediliyordu. mürebbiye şakirtlerine ders vermek için ek ser zaman boğaziçi'nin ruhfeza mavi siması altında küçücük bir kubbei hadra teşkil edenbu kameriyeyi intihap ederdi. kamemüthiş hastalıksömürmek son derece, aşırı gelir başlama sömürmek müthiş hastalık son derece, aşırı ele geçirme aşıklar hoşnut faydalanan kalplerin fethi evin erkekleri yukarı acayip şekilleri iç çekim ruha canlılık vere yeşil kubbe seçmeruha canlılık verenele geçirmeyeşil kubbe riyenin derununda fıstık dalından mamul müdevver masanın bir tarafına kendi geçer, karşısına da çocukları oturtur, ders kitaplarını, defterleri, hokkayı, kalemleri bir nizamı mahsusla masanın üzeri ne yerleştirir, şakirtlerine orada her gün muayyen saatlerde biraz gramer okutur, lectureden ders verir. kaligrafi meşk ettirirdi. memleketini, fransa'yı, orada geçirdiği hayatı sefihaneyi, şimdi meyanesinde bulunduğu aile nezdindeki sıfat ve vazifesini düşünürdü. fransa'da fille publique denilen nazeninlerden iken burada mürebbiyeliğe tayin edildiğine şaşar, destinee yani nasip denilen şeyin bu yoldaki garaibi ahkamına, tuhaf cilvelerine mütehayyir kalırdı. fransa'da naturalizm mesleğinin seramedan üdebası bu nev kadınları hilkatin sil silei hayvaniyyesince en aşağı tabakadan bir mahluk suretinde bi'ttelakki bunların nasıl yediklerini, nasıl içtiklerini, nasıl sev diklerini, nasıl ayrıldıklarını hasılı bütün mahsusatı hayatiyyele rini muşikafane tetkikat ile ibreten li'ssairin meydana koymaya uğraştıkları ve cem'iyyeti beşeriyyenin durmayıp akan cerihalagüzel yazı sanatıyuvarlakyapılmışyuvarlakbelirligüzel yazı sanatıyazmagözleri üstüne çekenparıldamadalgafahişeşaşmışileri gelenleryazarlaryaradılışhayvanlar silsilesiaraştırmalargözleri üstüne çekenyapılmışaraştırmalar anjel, hinitevellüdlerinde nüfus defterine yalnız valide is miyle kaydolunan evladı tabiiyyeden idi. mahsulı sefahat olan bu gibi çocukları ekseriyetle babaları kabul etmediği gibi anaları da tehlikesinden havfen iskatı cenine cüret edemedikleri veya ettikleri halde muvaffak olamadıkları için istemeye istemeye tev lit eylediklerinden valideynlerinin rızaları hilafına dünyaya gelen bu müsteskal çocuklar temyizi nik bed edecek bir sinne va sıl olup da ortada namını taşıyacak bir peder bulamadıkları za man cem'iyyeti beşeriyye içindeki bu mevkisizliklerinden tevellüt eden bütün felaketlerini validelerinden bilirler. her bahtsızlıklarına sebep yegane meydanda yalnız onu görürler. validesine karşı bu nazarı husumet anjel'de de vardı. fransa'da beraber bulundukları zaman bazı günler saç saça, baş başa dövüşürlerdi. anjel, validesini babamın ismini söyle? validesinin, zavallı ka dının ise dünyada katiyen bilemediği, düşünüp düşünüp de bir türlü kestiremediği bir şey varsa da kızının baisi vücudu olan zat idi. anjel'in ibramatından pek ziyade bizar olduğu günler kadınca ğız: kimin kızı olduğunu ben ne bileyim? matmazel anjel, has bahçenin baldıranı mezbelenin gül fidanı olur, kabilinden olmak üzere sevki kaderi daha doğrusu kendisini sıfatla kabul edenlerin eseri gafleti olarak dehri efendi ailesi nezdinde birkaç masumun emri tedris ve terbiyesine mualli me tayin olunmuştu. anjel, paris'in mezbelei fuhşu içinde fışkıda yetişen mantar gibi neşv nema bulmaya başlayınca daha kadınlık çağına gir paris'in dad sitedi rezailinde bir hayli müddet puyan olduk tan sonra nihayet bir gün da validesinin uğramış olduğu kazaya uğradı. yani hamile kaldı. birkaç ay evvel aman ittihaz etmiş olduğu mösyö andre isminde bir herife müracaatla karnındaki ço cuğun babası kendisi olduğunu iddia eyledi. fakat andre bu isnadı şiddetle reddetti. kızın yaygarayı ayyuka çıkardığını görünce andre kemali hiddetle ben seninle serbest bir rabıtada bulundum. bu münasebetten tevellüt edecek nik bed sana aittir matmazel! bahseylediğin çocuk üze rinde hakkı übüvvet iddia etmek arzusunda bulunsam bile diğer amanlarınızdan birinin hakkını gasbetmiş olmayacağımdan emin değilim. cevabı şafisini verdi. mukabeleten gösterdiği şerirliğe asla ehemmiyet vermeyerek matmazel cenaplarını kapı dışarıya tardetti. lakin herif babalığı kabul etmedikten sonra çocuk anasının bu bilgisi ne kadar katiyet derecesinde olursa olsun para eder mi? kapı dışarıya olan matrudiyyeti nevmidanesinden sonra matmazel düşünür. çocuğu andre'ye kabul ettirebilmek emrindeki müşkülatı yegan yegan nazarı dakik ve muhakemesinden geçirir. artık andre'den kendine bir fayda olamayacağına, işi aher bir kalıba dökmek lazım geldiğine hükmeyler. anjel bu emirde kendi kanaati vicdaniyyesi ne tevfikan doğru bir harekette bulunmuştu. fakat bu gibi hususatta doğrulukla iş yürür mü? bu gune umurı müşkilede en doğru mezden birçok zaman evvel da anasının sanatına süluk etti. he nüz küçüktü. fakat fuhuşta ırsen haiz olduğu istidat hasebiyle sanatta validesinden daha üste çıktı. siz neticedeki husulı maksada bakınız. hakikat işte odur. anjel karnındaki çocuğuna bir baba aramıyor mu? maksat işte babayı bulmak. ve neticei maksad da çocuğu babaya kabul ettirmektir. keyfiyet pek sade. bir maksat, bir de neticeden iba ret. bir muadelei riyaziyye gibi bir kere mesele şu iki basit esas üzerine kuruldu mu bunun fasılpezir olması için ihtiyar olunacak hileler, yalanlar teferruat kabilinden kalır. anjel, andre'ye müraca at etmezden evvel bu dakikayı düşünememiş olduğuna çok hayıf lanır. matrudiyyeti neticesi olarak hasıl eylediği tecrübe üzerine kendi kendine: çocuk andre'nindir. buna hakikat derecesinde kaniyim. lakin işe yaramayan hakikati ne yapmalı? hiç andre gibi haşin, maddiyyundan bir herif benim gibi bir kadının batnındaki çocuğun babalığını kabul eder mi? erkek olur ki benim gibi bir kadın tarafından merhameti übüvvetine takdim kılınan bir çocuğun kendi sulbi evladı oldu ğuna karine hasıl eylese de andre gibi bu asrı medeniyyetin mad diyetperestane ahlakı icabatından kendini kurtaramayıp öyle bir çocuğa aguşı pederanesini açmayı nefsince bir belahet belki de büyük bir zül addeder. fransa'da yine erkek olur ki sulbı aherden gelme bir çocuğun fuzuli pederliğiyle şerefyab olur da übüvvet istihkakı maddisinin kime ait olduğunu düşünmekten kendini aza de addeyler, tatlı gafletle yaşar gider. işte bana böyle bir baba lazım. her nefes aldıkça karnında büyüyeninanmışşeref bulanalçalmaalıklıkmalumbaşka soyözkarınbabalık icaplardeğiştirme sıkleti müz'iceyi yüklenmek için parası çok aklı az, merhameti hassasiyetine galip, hassas, seriü'tteessür, evlat canlısı bir pe der araştırır. bu taharrii zihnisinde uzun müddet beyin patlatmaya hacet kalmaksızın anjel aradığı babayı bulur. anjel'in çocuğu na baba mı yok? paris mösyölerinin hemen üç rub'u istihkak emrinde mesbukü'lhimme ama sözü kime anlatırsın. keyfiyet bu babalar meyanında bir munsifine tesadüf edebilmekte. işte evsafı matlubeyi haiz munsif, hassas babayı anjel zihninden şiirde nazik, nadir bir kafiye keşfeder gibi arar bulur. mösyö baudelaire isminde birisiydi. hiç muharrir olup da hassas olma mak, hassas olup da munsif bulunmamak, insaflı olup da icabına tevfik muameleden çekinmek kabil midir? hem muharrirler dal gın adamlardır. hele romancı, tiyatrocu güruhunu iğfal kolaydır. bunlar eserlerinde her gün bir türlü yalan yaza yaza kizbi sahih ten, vakii gayrı vakiden, hakikiyi hilafından fark edemeyecek bir hale gelirler. bütün menazırı hayata roman mevzusu nazarıyla bakarlar. her keyfiyyeti dürugamizi hakikat şeklinde göstermeye, her hakikati roman vadisine sevk etmeye uğraşırlar. yalanın şifahi si bir fazihai ahlak addolunurken kalemisi hüner sayılmak, kitap şeklinde para ile satılmak terakkiyyatı medeniyyenin muharrirlere bahşettiği garip bir imtiyazdır. mösyö baudelaire de yazdığı yalanlara kendisi gülüp alemi ağlatan bu zümrei ehli kalemden idi. matmazel anjel'in hembezm olmuş bulunduğunu bihesab mösyöler içinde çocuğuna baba olmak üzere andre'den sonra ba udelaire'i intihap eylemiş olması bu zatın muharrir olmasından ve muharrirliğin bir hasisai gayrı müfarıkası zannolunan hassasrahatsızlık veren ağırlıkdörtte birseçmeçabuk üzülenyalanistenilen özelliklerhak etmesayısızinsaflı lığından rikkatı kalbiyyesinden istifade garazında bulunmaktan ziyade diğer mühim bir sebep tesirinden ileri gelmişti. sebebi mühim de baudelaire'in etfali sefile veya evladı tabiiyye namında beş perdelik bir facianın muharriri bulunmasıdır. bu dram, paris'in tiyatro sahnelerinde yüzlerce defa mevkii temaşaya kon muş ve her defa oynanışında fartı teessürle temaşageranın göz lerinden çeşme gibi yaş boşanmış. bu eser baudelaire'in badii iştiharı olmuş. muharrir bu piyesinde sefil anaları, ahlaksız ba baları, fransa sekenei hazırasının beşte iki kısmını hukukı kanu niyyece meşkuk bir halde, cem'iyyeti beşeriyyeye karşı rabtsız bir mevkide bırakan canavarları layık oldukları lisanı teşniyle teşhir etmiş. hilafı kanun bu gibi münasebatı aşıkanenin insanlarca badi olduğu fenalıkları felsefe, ahlak, hukuk daha bilmem ne fenleri nikatı nazarından yegan yegan muşikafane teşrih ey lemiş, bu yoldaki revabıtı hafiyye veya aleniyyenin semeratı mü ellimesi olan etfali zelileyi bazı müessesatı hayriyye veya kili se kapılarında büyüterek bunların ellerine vasıtai taayyüş olmak üzere katl, sirkat, yan kesicilik alatı verip müddeti ömürlerince envaı mefasid içinde yüzdürdükten sonra biçarelerin akıbetü'lömr küreklerde, prangalarda nasıl can verdiklerini seyredenlerin dehşet ten tüylerini ürpertecek bir sureti faciada tasvir eylemiş. müellif bu eserde gösterdiği kudreti edebiyye ve mahareti tedkikiyye ale min ağladığını görünce kendisi de zabtı dümua muktedir olama mış. baudelaire, kendi belagatı kalemiyyesine yine kendisi sade bir seyirci sıfatıyla ağlamış. fakat işin asıl ağlanacak ciheti oyun bittikten sonra birçok seyirci mösyölerin yine metreslerini kolla rına takarak tiyatrodan çıkmalarıdır. galiba mösyö baudelaire de acıklı piyesin mevkii lu'ba konduğu ilk gecenin bakiyyei tees süratı içinde anjel nazeniniyle sehpayı zevk ve ülfeti kurmuş, gece tiyatrodaki seyircilere gösterdiği nazariyyei edebiyyeye onhırsızlıksebepşüphelibir meseleyi bütün yönleriyle tetkik edip açıklamaseyircilerarzularla beraber kendisi de ağlamışken besbelli alemin bu ağlayışına yine gece içinde baudelaire metresiyle beraber pek çok gülmüş, eğlenmiş. avrupa ahlak ve adatı hazırası bir nazarı müdekkikane ile sencidei muhakeme edilirse bu gibi ahvali acibede insan şaşa cak veya gülecek bir cihet göremez. baudelaire, piyesi muktezasına tatbiki hareket etmek kastıyla değil, para kazanmak emeliyle yazmıştı. onu seyre gelenler de oraya tehzibi ahlak etmek için değil hoşça bir vakit geçirmeye gelmişlerdi. ama kadar kişi ağladı denecek. ağla sınlar. tiyatroda ağlamak, gülmenin nevi diğeri demektir. zaten fizyoloji noktai nazarından dıhk ile giryenin bazı ahvalde farkı yok gibidir. eğer ağlamakla tehzibi ahlak kabil ola idi dünyada çocuklardan uslu, akıllı kimse bulunmazdı. anjel, evladı tabiiyye müellifinin nezaketi his, za'fı asabından istifade edebileceğini ümit ile çocuğu baudelaire'e mal etmek için ne yolda düşünüp delaili muknia serd edeceğine. ben sana eylülün yirmi dördüncü günü saat üçte boulevard des ıtaliens'da köşe başında rast gelmedim miydi? bir arabaya binip tenezzüh için filan ormana gitmedik miydi? hatta günü ora da filan filan madam veya mösyölere de tesadüf ettikti. canım hatırlamıyor musun? ormanın bilmem kaç numaralı kestane ağacı altında filan filan maddelere dair uzunca bahisler yürüttüktü. baudelaire olmak lazım geleceği hususunda anjel'in kendi sinin bile şüphesi kalmaz. bir sabah anjel karnında çocuğu, elinde edillenamesiyle ba udelaire'in ikametgahına dayanır. herif muharrir ise karı da na zeninlerden. ikisi de nazik birer sanat sahibi. beriki kurnaz ise öteki de fettan. biri kalemiyle halkı aldatıyorsa öbürü de diliyle alemi iğfal ediyor. anjel, muharriri mühim bir eser tahririyle meşgul bulur. ba udelaire eline kalemi almış hangi yanlışı, hangi iftirayı, hangi haksızlığı tahrir cihetine sevk etsen yazmam demeyen kalemiparmakları arasına sıkıştırmış, kendisi adamlıktan, beşeriyetten te cerrüt etmiş göklere çıkmış, oradan kuş bakışı bir nazarı istihfaf ile bütün rezail ve seyyiatı insaniyyeyi parlak renkler, beliğ tabir ile tasvir ediyor. fransız edebiyatına vakıf olmayan karimizce anjel'in ken dine matmazel marie catherine namını vermesi, baudelaire'e alexandre dumas ismiyle hitap eylemesi pek garip ve belki de manasız gibi görünür ise de marie catherine denilen kadının üç silahşör hikayesi müellifi meşhur alexandre dumas'nın metresi olduğu ve la dame aux camelias romanının muharriri benamı dumaszade'nin dahi bu münasebeti gayrı meşruadan mahsul bir veledi tabii bulunduğu baudelaire'ce malum olduğundan anjel'in bu tevcihi acibden maksadı ne olduğunu vehleten pekala anlamışuzaklaşmahilekarlıkbelagatli ne hassaslıkta ne dessaslıkta ikisinin birbirinden bir çekir dek geri kalmadığını söylemiştik ya. anjel vereceği haberi bir müj de suretinde vermek ve ona mukabil alacağı cevabın da bir cevabı kabul olacağına hiç şüphesi olmadığını göstermek yani katiyen naümidlik eseri sezdirmemek üzere safveti tamme irae eder bir çehre ile söze başlayıp der ki: bonjur alexandre dumas! trois mousquetaires mi yazıyorsunuz? kalkınız istikbal ediniz. mat mazel marie catherine geldi. size bir la dame aux camelias muharriri takdim edecek! fakat iki kişi beyninde görülecek suhuleti tefhim ve tefehhüm bazı mertebe mukareneti fikriyyeye delalet edeceği cihetle baudelaire bu sür'ati teferrüsünü karıya anlatmış olsa bilaistib'ad ve laistiğrab nev'anma çocuk babalığını yüklenmiş addolunacağından anjel'in söylediği mu ammayı muğlaktan güya hiçbir şey anlayamamış gibi bir ruyı beht ve hayret göstererek: matmazel marie catherine kim? bu odada alexandre du mas nerede? anjel safdilane bir kahkaha salıvererek: bilmece ma parole d'honneur anlayamadım. haydi beni ha yalperestlikle itham edip de alexandre dumas'ya benzetsinler. fakat dumaszade koca edip evvela cenin haline, sonra da senin karnına girip nasıl oturabilir? nisan iptidasında değiliz ki pois son d'avril yaptığına kail olayım matmazel. başlangıçbir bakımayemin ederim mösyö! evladı tabiiyye isimli eserinizde aczi taayyüş ten dolayı evladı gayrı meşruasını boğan anaları. kadınların ensali beşeriyyeyi ale'ttevali idameye hadim birer mezraai insa niyye olmak itibariyle olan kutsiyetleri hilafına bunları sırf telez züzi nefsani binaenaleyh bir fikri ta'kim ile seven, kazara mey dana bir çocuk geliverince bunu kavanini tabiiyyenin bir şazzı, bir hadisei muzırrası suretinde telakki eden münkir evlat babaları pek dehşetli bir mevkii muhakemeye çekmiş idiniz. bugün siz anjel, baudelaire'in vechinde peyda olan derin işmi'zazlar dan muharrir kafası içinde ne gibi hodbinane fikirler galeyana geldiğini derhal anlayarak açılacak mücadelede herife meydanı dar bırakmak üzere hemen söze yine kendi atılıp dedi ki: adam sen de. biz yalan söylemek için her sene nisanın bi rini bekleyecek takımdan mıyız? bu şeritaya riayet etsek ikimiz de aç kalırız. bir antlaşmayı meydana getiren maddelerden her biridönüşmeyüzünü ekşitme anjel tavrını biraz ciddileştirerek sözünde devamla: genel kurallara uymayanyanlış anlayan aman baudelaire, sen de ne kadar şakacı adamsın. senin gibi cin fikirli bir adamın böyle kecfehm görünmesi ne kadar tuhaf oluyor? muharrirler zevzek olurlar ama sen de onların en zev zeğisin. hamile kadını bu kadar üzmek iyi değildir. tereciye tere satmak fikri garibinde bulunan anjel'e cevaben muharrir ekşi çehresiyle der ki: de aynen öyle bir mevkide bulunuyorsunuz. bakalım evladınız hakkındaki kararınız. validesine edeceğiniz muamele. kendi hakkınızda yine kendinizin vereceği hükmi vicdani ne olacaktır? bunu merak ettim, anlamaya geldim. bizden ihtiraz, içtinap edebilir. size ise moralist deniyor. bu mühim noktayı bana izah eder misiniz? madem ki açık konuşmak istiyorsunuz. madem ki birbiri mizi yine yekdiğerimize bilariya tabiaten olduğumuz gibi göster mek icap ediyor. ben muharrirlik mesleğimce olan nazariyelerimi size şerh ederim. fakat siz de bana kendi sanat ve mesleğinizce olan nazariyyatı dakikayı anlatır mısınız? eğer buna muvafakat eder iseniz esnayı ifadatınızda ben not tutarım. bu zapt ede ceğim şeyler mühim bir kitaba esas olur. bu suretle müdekkikane bir eser vücuda gelir. bu mücadelatımızla ızaaı vakt de etmemiş oluruz. baudelaire müstehziyane bir tebessüm göstererek: muharrirlerin zannettiğiniz kadar fena adamlar olmadıkları nı nazarınızda ispat etmek için nesebi meçhul bir çocuğa böyle bir teberruda bulunurum. kabul etme işte ben de bu şartı evvele ittibaen çocuk sizindir diyorum ya? ancak sizindir matmazel. şimdi ettiğim vaadin ifasından başka çocuğunuza bir teberruda bulunamam. rothschildzadeler kadar zengin olur. anjel, muharrirden çocuk namına cer edebileceği menfaatin şu vaat edilen miktardan ileri götürülmek ihtimali olmadığını kati yen anlar. muharririn nazariyyei mesleği hakkında vereceği izahata intizaren sükut eyler. matmazel! kendinize fille publique yani harcıalem bir kız, bize yani muharrirlere de moralist ahlakiyyun namını ve riyorsunuz. bu iki tavsifin bir arada iradı cemi zıddeyn kabi linden görülür ise de bu iki sanata şimdiki moral noktai nazarından bakılınca beynlerinde görülecek şey büyük bir mübaadet değil bilakis celi bir mukarenettir. ahlakiyyundan olmak için ahlak sızlığı tetkik etmek icap eder. bir hususla olan kesreti tevaggul insanın şey ile laubalilik peydasını intaç edeceğinden tehlikeli bir tecrübei fenniyyede bulunanların bazen esnayı tecrübede fen neticei mücadelenin bu noktai i'tilafa müncer olduğu nu görünce baudelaire bir sigara yakar, bir tane de anjel'e verir, sigaraların dumanları birtakım helezonlar teşkil ile tavana doğru yükselmeye başladığı esnada muharrir şu suretle izahı mes'eleye girişir: sona erdirmeyakınlaşmabir yöne doğru çekilenherkesin kullanabileceğiahlak ilmiyle uğraşan ve bu ilme ait kitap yazan alimleruzaklaşmaaçıknitelendirme yoluna kurban gittikleri vaki olduğu gibi aleme ahlak dersi vereyim derken sui ahlak çirkabına düşüp de ta ka'rına vasıl olanlar da görülmemiş değildir. tarih pek çok büyük muharrirlerin küçüklüğünü ve ahlakiyyundan bir haylisinin ahlaksızlığını bize bugün gösteriyor. bundan fazla eski moralistler ile şimdikiler beyninde külli fark vardır. kadim yunaniler nezdinde moralist addolunan theophrastelar, plutarquelar, maximeler, romalıların ciceronları, senqu eleri, marc aureleleri ve daha doğru ifadei maksad edilmek lazım gelirse bizim dünkü montaignelerimiz, ro chefoucauldlarımız, pascallarımız, la bruyrelerimiz bugün alemi hayata avdet eylemiş olsalar bunlardan her biri kendi za manlarında talim eylemiş oldukları moralin bugün peyda eyle diği neticei ma'kuseyi görerek hayrette kalırlar. ve şimdiki morali öğrenmek için de yeniden rahlei tahsile oturmak lüzumu nazarlarında tahakkuk edince buna da belki canları sıkılır. eski moral ile yenisini ve bi'lhusus edebiyatla morali yekdiğerinden tefrik etmek lazımdır. her parlak söz kavaidi mahsusasına mutabakatı itibariyle edebiyattan ma'dud olabilir ise de edebiyattan olan her şey moral olamaz. ahlakiyyunı kadime levse el değdirmeden bunun mahiyeti hakkında hüküm ve rey vermek iddiayı garibinde bulunurlarmış. naturalizm ve eksperimantalizm usülleri ede biyata tatbik edileliden beri tetkik ve tahrir yolları değişti. cla ude bernardın usuli tecrübiyyeyi fizyolojiye, tıbba tatbikinden sonra romanda usuli tedkikiyyesince fünunı tecrübiyye idadına girmek istidadını gösterdi. birincisi sade tetkik ile keşfi mahiyyatına uğraşılanlardır ki müdekkikin bundaki tahar riyyatı fenniyyesi yalnız tedkiki tabiattan ibarettir. bu takdirce heyet, ta bakatü'larz, madeniyat, nebatat, hayvanat fenleri kısmı evvelden hikmet, kimya, fizyoloji ilimleri dahi kısmı sani den addolunur. bu kaideye ittibaen biz de romanlarımızda yaşataca ğımız azayı vak'ayı tabiattan birer tip örnek olmak üzere intihap eder. bunların valideyn ve ecdatlarından ırsen ahz edecekleri bünye ve mizaç ve ahvali sairei hulkiyyeleriyle sonradan içinde yaşa yacakları adatı ahlak ve usuli maişeti nazarı i'tibara alarak filan şeraiti hulkiyye ile doğup ve filan ahvali içtimaiyye üzere yaşayan bir adamın sergüzeşti ömrü, tesadüf edeceği vukuatı hayatiyyeye nazaran tabiaten ne yolda güzeran olmak ve ne gibi netayic gös termek icap ediyorsa bunu son derecede bir mutabakatı tabiiyye ile tasvir ederiz. eğer bu yoldaki tetkikat ve tabii musavveratımız da cidden muvaffak olabilir isek hey'eti içtimaiyyece bundan pek mühim neticeler pek nafi semerat iktitaf olunur. filan şeraiti hul kiyye ve hayatiyye ile yaşamış bir adamın neticei vukuatı hayatı bizce maddeten meşhut olsa, şeraitten bazılarını farzen tebdil et sek neticeye de arız olmak lazım gelen tagayyürü bize keşfettirecek fen, işte roman eksperimanteldir. sanatımızın böyle muğlak hetleri bulunduğu için, matmazel, kabiliyyeti tatbikiyyesi olan bazı hususatı bi'nnefs tecrübe ederiz. bu on dokuzuncu asrı marizin semum ahlakını kendimize aşılarız. bazı mühlik hastalıklara çare bulmak için emrazı müdhişenin tohumlarını vücutlarına telkih eden fedakaranı ulumdan tesir ile madame'lömr sıhhatleri, kanları muhtel kalanlar olduğu gibi bizde de bu mesmumiyyeti tec rübeden rehayab olamayanlar bulunabilir. fakat halkça nazarı i'tibara alınacak şey kailin zatı değil kalidir. fakrü'ddeme müptela bir tabipten tezyidi dem için reçete alanlar ve muale cattan bazen de fayda görenler yok mudur? etibbanın emrazdan salimiyet ve tuli ömr hususlarında diğer insanlardan hariç bir imtiyazı mahsusları yoktur ya! bunlar dan genç ihtiyar muhtelif sinde adamların her türlü emrazdan her gün vefat ettikleri görülüyor. bu halden ne fenni tıb müntesibininebozukyaşsözkurtulandoktorlarsöyleyenhastalıklaraşılamahakarete uğramışden dolayıeksiklikmeslekleralıklık yılgınlık geliyor ne de onlara müracaat edenlere ümitsizlik. işte matmazel biz, kendinin muzdarip bulunduğu aynı maraza müpte la diğer bir hastayı tedaviye uğraşan doktora benzeriz. bu nakisa yalnız bizim mesleğimizde değildir. bir avukatın vicdanı hilafına bir cani veya masum hakkında talebi afv veya mücazat eylemesi de işte bu kabildendir. ahlakın derekei esfelinde bulunan bir adamın aleme ahlak dersi verebilmesindeki hikmeti şimdi anlayabildiniz mi? anladım. fakat bizim sanatımız ile sizin ki beyninde iddia eylediğiniz kadar yakınlık ve müşabehet göreme dim. bir fenalığın cahilane irtikabıyla alimane ihtiyarı beyninde farkı külli vardır. size sermayei tezyif olan bu sui hale bizi sevk edenler de yine erkeklerdir. bunun için işte biz de muktedir olabil diğimiz mertebe onlardan ahzı sara uğraşırız. sa mimiyetle seven ekseri muhakkar olur, hıyanetle mukabele görür. bize göre hilafı ahlak hareket işte bu düstur haricine çıkmaktır. maddi manevi mücazat korkusuyla kavaidi mer'iyyesine muga yeretten ihtiraz olunan şey değil mi? pekala. havfı mücazatla namuslu yaşayanlarca ahlak ne ise bizim için de bu düsturumuz işte odur. anjel derin derin düşünerek: bizim için de mücazat hazırdır. nazariyemizin bu cihetleri biraz nazik olduğundan sözlerim muğlaklaştı ama siz muharrir ve alelhu sus mesleğinizin mesleğimize mukarenetini iddia eden bir ehli kalem olduğunuz için benim bir sözümden sizin bin anlayacağınıza hiç şüphe etmem. bizim baziçemiz dilbazlık, sermayemiz kur nazlıktır. bu asrın terakkiyyatı medeniyyesi te'siratıyla her şeyde meşhut olan tahavvül, aşk ve muhabbette de kendini gösterdi. eski halisane, masumane muhabbetler şimdi yalnız paul ile virginie gibi afafeti hissiyyatı musavver olmaları hasebiyle modaları geç miş addolunan bazı hikayelerde kaldı. gücenmeyiniz mösyö, bir diğeri de sizsiniz. müddeti ömrünüzde hiç insan gibi sevdiğinizi tahattur edebiliyor musunuz? ben kendi hesabıma edemiyorum. böyle bir tahatturı ma'sumanede bulunabilsek bile bu budalalığı mızı yekdiğerimize karşı itirafa ahlakı zamane icabıyla sıkılırız. ne yapalım? la dame aux camelias gibi roman kahramanlarına bile nazarı iştibah ve belki istihfaf ile bakılıyor. bu hilkatte bir alüfte olabileceğine kimse ihtimal veremiyor. muharriri nikbinlik ve hayalperestlikle itham olunuyor. zamanımızda herkes nana gibi hakikatlere bayılı yor. kadın dedin mi paul bourgetnin mensonges romanındaki suzanne yahut colette gibi olmalı. zevç deyince suzanne'ın kocası maurine benzemeli, aşıklar da decourge hilkatinde bu lunmalı. renevanside görülen akıbeti vahimenin aynı olur. romanlarda bile tasviri muharririn şöhreti kalemiyyesine şeyn götüren hüsni ahlak erbabını paris maişeti hakikiyyesinde aramak artık abes addolunmaz mı? baudelaire, bu edibane münazara üzerine anjel'in nazariyesiy le kendininkini bi'ttevhid başı açık bir eser vücuda getirir. muhar rir, bu eserin tahririyle meşgul iken anjel'in batnındaki cenin de bütün edvarı tekamüliyyesini geçirir. nihayet çocuğu kundağa, eseri destgaha yatırırlar. mevzusu tabiattan muktebes olduğun dan mıdır nedir masumun talihine kitap kadar revaç bulur, dere ce rağbet görür ki baudelaire cenapları kendine taalluku binde bir nispetinde bulunan bir çocuğa böyle mühim bir teberruda bulun duğuna nadim olur. ama verdiği parole d'honneurdan nükule yol bulamaz. anjel, az zamanda paraların altından girer üstünden çıkar. cıyak cıyak bağırmaktan başka artık kendine bir faydası kalmayan yavrucağı büyük validesinin aguşı şefkatine bi'ttevdi matmazel cenapları yeni yakalamış olduğu mösyö maksim namında bir he rifle yaşamaya başlar. bu yeni amanıyla olan münasebeti aşıka nesi hilafı me'mul epey müddet devam eder. tüccardan bulunması hasebiyle dört beş ay kalmak üzere herifin istanbul'a bir sefer icra eylemesi icap eyler. anjel, garp metaının şark'ta para ettiğini bildi ğinden ve kendini de metalardan biri addeylediğinden hem ziya ret hem ticaret maksadıyla mösyö maksim'in peşine takılır, birlikte dersaadet'e gelirler. mösyö maksim'in umurı ticariyye ile meş gul bulunduğu sırada anjel de fırsat düşürebildikçe kendi ticareti hususiyyesiyle iştigalden geri durmaz. dersaadet'e vürutlarından bir ay sonra maksim metresini bir rum delikanlısıyla yakalar. mösyö maksim, fransız olmakla beraber her nasılsa naturalizm anjel'in bu son cümleden sonra yürüttüğü muhakematı bie debanesi, henüz safveti beyan ve bekaret edası derecei fekahete vasıl olamamış bulunan türkçemizle ifade edilemeyecek mertebe frenklerin yeni edebiyatından olduğu için matmazelin bu kısmı nazariyyesini adabı umumiyyeye hürmeten sükutla geçiyorum. gelmeilgisi olmatezgahbağışpişman iki yol çantasıyla iki eli böğründe bir parasız sokak ortasında kalan anjel, umumhanelerden birine iltica edecek yerde san'atı rediesini umumiyetten hususiyete dökmek, ta'bı fuhştan bir müd det dinlenmek maksadıyla dersaadet'te mütemekkin, muteber bir fransız ailesine müracaat eder. safveti melekane irae eder bir çehrei riyakarane ile kendi kendini ehli iffet bir kız olmak üzere takdim eyler. güya söyleyecek birçok sözü var imiş de fartı hi cabı bunları ifadeye mani oluyormuş gibi yalancıktan kızarır boza rır. her ne derdi var ise saklamayıp açık söylemesi hususunda aile tarafından ibram vuku bulur. birçok mahcubane tereddüt ve şermi ca'liden sonra yüzüne mendil tutarak te'mini maişet için mürebbiyelik etmek niyyeti halisanesiyle dersaadet'e gelmeyi arzu eylemiş ve şimdiye kadar da fransa'dan harice çıkmamış ol duğundan kadınlığı ve seyahat hususundaki acemiliği ve alelhusus tab'an beceriksiz ve mahcup bulunması hasebiyle istanbul'a gel mek üzere bulunan ehli namus tanıdığı mösyö maksim isminde bir zat tarafından kendisine teklif kılınan refakatı seyahati kabule mecbur olmuş bulunduğunu ve yine burada yer yurt bilmemesinden naşi zatla bir otele inmiş ve namuslu zannettiği mösyö mak sim tarafından ahiren bir sureti vahşiyyede ırzına tasalluta kıyam edilmiş olması üzerine galeyan eden bütün cür'eti namuskarane ve müteneffiranesiyle kendini sokağa dar atabilmiş olduğunu. ve yanında birkaç günlükten ziyade harçlığı ve eşya namına bir iki kat çamaşırıyla bir dua kitabından ! anjel'in beli ortası budur diye bir tepme indirip karıyı bulundukları otelden kapı dışarıya defedivermek gibi frenklere yaraşmayacak bir nezaketsizlik ve kabalıkta bulunur. muteber fransız ailesi efradı, anjel'in haline ağlamak dere cesinde acımakla beraber yine kendisini bir gece bile müsafereten hanelerine kabul etmezler. nezahet hanım'la vahip bey'in tasrifatı mürebbiyenin fev ka'lhadd mahzuziyetini mucip olur ama defterinde açtığı ha kuyudı lazımesini kariben yürütmek üzere tabına en hoş gelen mensubı aile beylerden bir ikisinin isimlerine defterinde hurufı heca tertibince tevafuk eden haneleri derhal açar. mürebbiye anjel, mazisinden bir nebze bahseylediğimiz işte böyle bir anjel'dir. mürebbiyemiz ta'bı fuhştan bir müddet vücut ve zihin dinlendirmeye azmeylediği halde alışmış kudurmuştan beterdir. vatanları haricinde yaşayan avrupalılar, bulundukları ecnebi memleketlerinde kendi milletlerinden birine tesadüf ettikleri zaman garibü'ddiyara her hususça pek büyük bir hissi hürmetle tes hilat irae ederler. bu hürmet ve şefkatin sebebi ise vatandaşın diğer bir milletin serveti umumiyyesinden te'mini maişete uğraş masıdır. bundaki faidei mutasavverede kendi milletlerinin sair bir millet nezdinde teksiri nüfus ve nüfuzu ve bu vasıta ile oradaki serveti umumiyyeden bir kısmının kendi memleketlerine nakline yol açılmasıdır. fransız ailesi tarafından işte böyle bir hissi şefkatle anjel'e iraei teshilata müsaraat edilir. evvela kendi civarlarında ucuzca bir oda istikra olunur. cüzi bir müd det sonra da mürebbiyelik vazifesiyle dehri efendi ailesi nezdine gönderilir. aşçı tosun, tebessümdeki letafet, kahkahadaki tatlılığı şim diye kadar ateş üzerinde meyanesini kokuttuğu, kıvamını getirdiği hulviyyatın hiçbirinde görüp tatmamış olduğundan kalbi yerin den kopup da boğazına tıkılmış gibi zavallı herif helecanlar içinde oracıkta yılışıp kalır. fakat sureti ifadeden sükkerin kahkahalardan kendine iltifat olun duğunu hisseder. aralık kameriyenin önünden yalının aşçıbaşısı tosun ağa kollar dirseklere kadar sıvalı, belde al sopalı ipek futası boynundan aşağı göğsüne doğru gümüşten bir selsebil teşkil eden kordonuy la geçmekte olduğundan gümrah bıyıklı, kırmızı yanaklı bu bolu güzeline karşı anjel evvela yürek gıcıklayıcı, süzük bir tebessüm gösterip badehu akidemsi, gevrek tatlı bir kahkaha salıvererek fransızca der ki: yalnız şemi, sadri beyler ikisi bu lakırdı söylemiş? amca bey böyle bir şey demedi? amca bey'in böyle bir şey demediğine anjel'in kadar canı sıkılır ki cali çalgınlığı bu defa ciddi bir somurtkanlığa tahavvül eder. onun namına muhtırada açı lan hane açık mı kalacak? bugün de mediyse elbette bir gün der. mülahazasıyla gönlüne biraz teselli verir. sadri'nin muhabbetiyle kanaate kendi için imkan olduğundan çalgınca bir tavrı istizahla çocuklara sorar ki: ajıbaşı, muhtırama kaydedilmeye layık olanlardan biri de sensin. güzel bıyıklarınla bu şerefi ihraza da'vayı istihkak edebilirsin. anjel bu defa türkçe olarak: aşçıbaşı humma nöbetine tutulanların bakışları gibi bir garabeti nazar. kemali neş'esinden kulaklarına kadar uzayan ağzı. sözden ziyade hıçkırığa benzeyen bir sureti telaffuzla der ki: bu kokona benden ne istiyo canım? gördüğü yerde sırıtıyo. benim de elim ayağım donakalıyo. işim bitiyo. allah ceza nı vere. beni günaha sokuyo. ocak başında kokona aklıma gelince bütün damarlarım paluze gibi depreşiyo. yemeklere attığım tuzun kararını şaşıyorum canım. bunun için dört defadır efendiden tekdir yiyorum. hep bu haller memleketteki ayşe'ye malum oluyo galiba! kokona bu konağa ge leli gayrık ayşe'nin hiç düşüme girdiği yok. bu işin allah enca mını hayrede. lafını hiç anlayamıyom ama vallah senin küçük beyin akşamları üfürdüğü düdükten . benim tanburanın telinden daha tatlı, daha oynak çıkıyo. param olsa se nin dilini ben de öğreneceğim. diline de sana da hilafsız hayran oluyom. aşçıbaşı mutfağına doğru yürür. giderken kendi kendine şöyle söylenir: son unu hassalı olunca kabarır. senin fistanının kollarından ziyade şişer. hele ben her aşçıdan zi yade kabartırım. seninle lafa daldık ama şimdi mutfakta çıraklar tencereleri yakarlar. bu akşam yemekler benim gönlüm gibi hep yanık olur. kendinin ulum ve fünuna muhabbeti bunlardan bazılarına da intisabı, avrupa lisanlarından fransızcaya bir sureti ciddiyyede, diğerlerine de sathiyyen vukufu vardır. bazı garabeti ahlakı lü zumundan ziyade hadid mizaç, tok ve doğru sözlü olması pek çok kimseleri gücendirir ise de tab'an müstakim, intizamperver, hukuka riayetkar adat ve ahlakı milliyyeden bazılarına müraatta ziyade mutaassıp bulunmak gibi diğer evsafı bergüzidesi de cid den mukaddiri ahlak olanlara kendini sevdirir. dehri efendi, mülkiye mütekaidininden altmış beş, yetmiş ya şında kadar bir zattır. pederinden emvali vefireye varis olduğu gibi bulunduğu müteaddit mutena memuriyetlerde hüsni idare ve tasarrufa riayeti sayesinde emvali hemen taz'ife muvaffak olmuş bulunduğundan şimdi vezir konağı denecek mertebe müdebdep bir daireyi kemali refahla idareye serveti hazırası bol bol kifayet etmektedir. bazı felasifei kadime resimlerinde görülenlere müşabih kos koca bir kafa, vasi cephenin altında uzun kılları birbirine karışmış akı siyahına galip bir çift gür kaş, hemen bir bıyık kadar kaba duran bu kaşlar ile cephenin çıkıntısından peyda olan karaltı içinde çuku zavallı aşçıbaşı kokonanın ateşi muhabbetiyle bedaheten nazmeylediği: kolların puf böreği gerdanın elmasiye ben pişürürüm güzelim sen hemen durma yeansızınçok sayıdaönemligösterişliayrıntılara girmedensertdoğrusaygı beytini bir bolu bestesiyle yanık yanık söyleyerek mutfağına girer. zaten hane halkından büyük küçük yanına her kim girse vücu dunda hafif bir lerze hissetmeksizin simaya bakamazdı. efen dinin huzurunda söylenecek sözler ekseriya pek muhtasar ve onlara alınacak cevaplar da kat'iyyü'lmüfad olurdu. efendi bir defa siyaha beyazdır, dedi mi iş geçmiş ola. artık siyahı beyazdır diye kabul etmekten başka çare yoktu. şeye efendim beyaz ama pek de kadar bembeyaz değil biraz siyahımtırak görünüyor. bu acib halleri fartı zeka taşkınlığından mı yoksa koca ka fadaki cevheri mazrufun cesameti hariciyye ile mütenasip olma masından mı ileri geldiği kolay kolay kestirilemeyecek bir mesele idi. melahat hanım'la şemi bey. birinci zevcesinin vefatından sonra tuttuğu genç bir odalık da nezahet hanım'la vahip bey'i dünyaya getirmişti. yirmi beş yaşında kadar bulunan ilk kerimesi melahat hanım kocada, on sekiz yaşındaki büyük mahdumu da leyli mek efendi, kütüphanesine kapanıp da iştigalatı ilmiyye ve tahar riyyesine başladı mı lüzumlu lüzumsuz bir iş için yanına girilemez di. ama kendi canı istediği zaman dairesinden dışarıya çıkar, bazen yalının büyük divanhanesinde yakaladığı kahya kadına ekonomi politikten mühim maddeler açar. bahçede ara sıra bah çıvanı ele geçirdikçe biçareye fenni kıbaleden bahsederdi. me hip dehri efendi'nin, ciddi adamın bazen mizacı kadar hiffet peyda eder idi ki sofada veya bahçede oynayan çocuklara karışır, onlarla beraber saklambaç, köşe kapmacası oynardı. ta kulakların içinden fışkırarak iki yanağı hemen külliyen istila etmiş gümrah, beyaz bir sakal dehri efendi'nin simasına büyükler için sokrates'in karikatürü şeklinde bir heybeti acibe, çocuklar için korkunç bir umacı hali vermişti. dehri efendi'nin dört evladında da pederlerinin koca kafa sı, çukur gözleri, bazı garaibi ahlakı birer derecei mütefavitede meşhut idi. ateşin acısına tahammül getirilmez, ne kadar can yakıcı bir madde olduğu çocuk nazarından bi'ttecrübe sabit oluncaya kadar eli ateşte cızırdatırdı. amca bey, teşkilatı bedeniyyece dehri efendi'nin küçürek mikyasında nev'anma bir naziri acibi idi. birinin istikamet, diğerinin i'vicacı kameti amca bey'in dehri efendi'ye nisbeti müşabehetini devri ahiri istihalede bulunan bir kurbağa yavru sunun valideynine şeklen son takarrübü derecesinde bırakmıştı. efendi, çocuklara ettiği bu mücazatın bazı mertebe tadilatla di ğer envaını efradı aileden büyüklere tatbikinden de çekinmediğin den bu hallerden birkaçına müsadif olan mürebbiye anjel, hane içindeki erkeklerden yalnız dehri efendi'nin ismini muhtırasına kaydetmekte duçarı tereddüd olmuştu. dehri efendi'nin kendinden on sekiz yirmi yaş kadar küçük bir biraderi var idi. bu zat ailece umumen amca bey namıyla yad edildiğinden hane halkından amca bey'in asıl ismi ne olduğunu bilmeyenler çoktu. anjel küçüklerin yani nezahet hanım'la vahip bey'in emri tedris ve terbiyeleri için tu tulmuştu. büyük biraderi taşra memuriyetlerinde gezerken küçüğü istan bul'da serveti mevrusesini habbei vahideye kadar yemiş, şimdi dehri efendi'nin cenahı lutf ve atıfetine sığınmaktan başka çare si kalmamış olduğundan her emre eyvallah demek amca bey için artık bir zarureti hayat sırasına geçmişti. bu münasebetle dehri efendi'nin amca bey üzerine olan nüfuzu biraderlikten pederlik derecesine çıkmış, ötekinin hane derunundaki mevkii haysiyyeti ise çocuklarla uşaklar beyninde bir derekei adiyyeye tenezzül et mişti. amca bey'in de bacaklar yılankavileşmiş, bu inhirafı kamete amudı fekaride ki inhinayı tabii de inzimam edince iki nokta beynindeki en kısa bu'da hattı müstakim denmesi ta'rifi hendesisine bir misali ma'kus teşkil eder surette bu münhaniyat biçare adamın kaddini eşkali ma'rufeden aşık yolunu şaşırdıya çevirerek tuli kametin hemen rub'unu içine oynatmıştı. amca bey'in bu i'vicacı bedenisi yüsri kudreti huda ahlakına da sirayet etmişti. dehri efendi'y le kametçe olan otuz santimlik bir noksan, beynlerindeki nisbeti müşabeheti pek kadar açmamıştı. fakat ikisinin de ef'al ve harekatına dikkat eden en sathi nazar bir ehli tedkik, kütlei dimağıyyece amca bey'in ötekinden okkalarla noksanı bulunduğunu keşifte güçlük çekmezdi. sanki kudreti sania rahmi maderde teşekküli hilkatçe işe yarayan ve yaramayan ne kadar haslet var ise birinci evlada vermiş, ikincisine her şeyin adisini, bozuğunu, zayıfını bırakmıştı. amca bey, her hareketinde büyük biraderinin halini taklit et meyi kendine sermayei ilm irfan edindiğinden dehrii mukalli din zaten bir acibe olmasına nazaran mukallidin u'cubetü'lacaib olacağına şüphe yoktur. anjel'in yalıya vürudu herkesten ziyade amca bey'in gözlerini kamaştırdı. kameti muavvecini, bir güzel kadın tarafından naili nazarı muhabbet olabilmesine bir ma nii kavi zannederken matmazelin dilşikarane nigahı sevdaaşu bu manalı manalı ara sıra kendine in'itaf etmesinden önüne atılan danei iğfale ağız açan bir mahii biidrak gibi eğrile büğrüle kızın etrafında dolaşarak kalbinde türlü gülünç ümitler halinde acınacak garabetler peyda olmaya başlamıştı. matmazel, amca bey'e kamburuyla mütenasip bir zoka ter tip ettikten sonra hanedeki ufak tefek beylere de bir çapari ha zırladı. bazen çinekop iğnesine çurçur düştüğü gibi şemi ve sad ri beyler için attığı bu çapariye vekilharç, aşçıbaşı veya ayvazdan biri yakalanırsa vay haline! mürebbiye, paris'in romancılarına taş çıkartan psikolog, sakat bir vücutta salim bir kalbe nadiren tesadüf olunacağını bildi ğinden amca'ya kancayı takınca biçareyi istediği mühlikei sevda ya doğru yedebileceğini anlamıştı. amca bey'in birkaç karı alarak geçinemeyip boşaması, dehri efendi'yi fevka'lhadd iğzab etmiş ve bu hiddet neticesi zavallı amca bey'in ebedi bir bekarlığa mahkumiyetini mucip olmuştu. garaibi beşeriyye numunehanesi ıtlakına seza olan yalıda dehri efendi, amca bey'den sonra gelen üçüncü acibe, melahat hanım'dı.çok kızdırmabir tarafa dönmebalık oltasılapina familyasından, pek makbul olmayan, eti tatsız, benekli küçük balıkyemearzu edilentabir etmetabir etmearzu edilen erkeklerde bile nadiren tesadüf olunan telgraf direği gibi ince, uzun bir vücudun üzerine kadınlarda hiç tesadüf olunmayan cesa mette ve kutri tavili dikliğine gelmek üzere beyziyyü'şşekl bir kafa geçiniriz. bu beyzi çehrenin üzerine de çinlilerinkilere müşabih, kadar çekik kaş, göz, ağız, burun resmediniz ki güya melahat hanım lastikten yapma bir insan imiş de iki kişi, biri ayaklarından diğeri tepesinden tutarak lastiği son derecei mukaveme sine kadar çekip uzatmışlar, bütün azayı vücud ile beraber hututı simaiyye de bu çekiliş nispetinde birer resmi münharif peyda ede rek bilatekallüs öyle kalmış zannolunsun. işte zaman melahat hanım'ın fotoğrafını diyemez isem de aslına pek benzer bir kro kisini nazarı hayalinizde tecsim etmiş olursunuz. ta'rifi diğerle sanki melahat'in hini tevellüdünde ebesi bulu nan kadın, kendilerince meri olan adeti kadimeye ittibaen nev zadın kafasını bir şekli latife koymak için iki şakağından şiddetle bastırmış fakat maatteessüf ilk tazyikle uzunköprü kavununa çe virdiği seri ma'sumu her nasılsa çene altından ve tepeden sıkıştır mayı unutmuş. sonra da çocuğu pederinin kucağına vererek al işte bunun adını melahat koy. her ismi müsemmasına masadak zannedenler tashihi zehab için melahat hanım'ı görmelidirler. ismi melahat fakat zevci için zihayat bir felaketti. mela hat kelimesinin uğradığı bu sui isti'male mi yoksa bedbaht da madın haline mi, hangisine acıyacağını tayinde mütehayyir kalır. melahat'ı görenin uzun servilerden uzundur boyu, ince fidanlar dan incedir beli şarkısındaki mübalağai tuli kamet ve nehafetçe olan gulüvvi gayri şairaneyi istiksar etmeyeceği gelir. vücut vermemaalesefçok görmeovalgeçerli tavan süpürgesine kadın esvabı iksa etmişler gibi melahat hanım, pelerinli, kat kat dantelalı yeldirmesini giyip pullu beyaz başörtüsünü de örterek bahçeye, koruya, bostana çıktığı zaman rüzgarın kameti tavil, endamı zibaya verdiği temevvücattan ürkerek bütün vuhuşı tuyurun kaçıştıklarını gören bahçıvan, efen diden fenni kıbal, tabakatü'larz dersleri dinleye dinleye zekasına bayağı inbisat gelmiş olan herif bu halden bi'tteyakkuz bostana vazeylediği korkulukları melahat hanım'ın şeklinde yapmaya baş lamış ve görülen nefi azimine mebni bu numune bütün besatini mücavire bahçıvanları tarafından kabul olunmuştu. bazı günler sabah vakti veya akşamüstü melahat, zevci sadri bey'le kol kola koru gezintisine çıkarlardı. rüzgarın şiddeti vezanına maruz kaldıkları tepelerde zevcesi nin kameti kıyametini tezyin eden kırmalar, sayvanlar, kurdeleler yelpir yelpir uçuştukça sadri bey: melahat, şeklen bir kadından ziyade uçurtmaya benziyordu. fakat haytı pervazı bir ribkai bela gibi sadri'nin boynuna geçi rilmiş öyle bir uçurtma ki değme fırtınalar ile inkisarı rabıtasına imkanı tasavvur olunamaz. yalıya damat olmazdan evvel sad ri'ye efendi deniyordu. beylik kendisine melahat'in kametiyle beraber tevcih olundu. fakirzade halimü'ttab, terbiyeli, müte vazı olması kable'ssıhriyye bi'lcümle hal şanı dehri efendi'ce malum bulunması sadri'nin aileye damat olmasını intaç eden esbabın başlıcalarındandır. damat intihabı emrinde fakrın, esbabı tercihiyyeden addo lunmasına istiğrab buyurulmasın. her akilin muhakemesi başka olur. eğer ukaladan her birinin tefekkürü, teferrüsü sureti vahide üzere olsa idi, dünyada hemen her ilim ve fen ve her husustaki mesaliki hükema bir olurdu. her şeyde bu kadar ihtilafı ara, bu derece mübayeneti nazar görülmezdi. aherin harekatın da gördüğümüz kendi fikir ve nazarımıza uymayan her şeye gül memiz, şaşmamız lazım gelse ömrümüzün kısmı azimini gülmek, şaşmak ile geçirmek icap eder. herkes düsturı hareketini kendi aklıyla tayin eyler. akılları mezada vermişler de herkes yine ken di aklını beğenip almış. evet efendim. dehri efendi, damadını fukaradan intihap etmişti. buna sebep de gözü açılmadan yanıma gelsin, her şeyi burada görsün fikri idi. sakat bir fikir ama aile efradından hangi babayiğit dehri efendi'nin karşısına çıkıp da siz okuduğunuz kitaplarda yanlış görmüşsünüz. gözü kapalı doğmak kedi filan gibi bazı lakırdı lakırdıyı açar ama her açılan surahı kelama kalem it hali, bahsi büsbütün çığırından çıkarır. serde zevzeklik, kalemde serkeşlik olursa ne yapmalı? kable'ssıhriyye sadri'nin yalıya gidip geldiğini söylemiş tik ya! sadri bayram, kandil gibi eyyamı mübareke ve resmiyyede dehri efendi'nin eteğini öpmek fırsatını hiç fevt etmezdi. böyle her ziyareti tebrikiyye ve damenpuside, sadri oda kapısından içe ri girerken belini mümkün olduğu kadar kamburlaştırıp bacakla rını diz kapaklarından birer zaviyei hadde teşkil edecek mertebe kırdıktan sonra amca bey'in yürüyüşünü taklit eder gibi yampuru bir meşy ile koşa koşa gider, dameni müfizi yüzüne gözüne sürerek bi'ttakbil, efendinin ettiği hafif tek temen naya mukabeleten vücuduna vermiş olduğu kargacık burgacık şekline asla halel getirmeksizin ayakları geri geriye işler ve sağ elin de debir temenna atış talimidir gider. tornistan tavrı acibiyle arka arka gide gide nihayet gidecek yer kalmaz. arkası duvara da yanır. nihayet deh ri efendi bir iltifatı fevka'lade olarak otur emrini verir. bu iltifata mukabil bir ikinci nevbeti temenna atış talimi daha olur. nihayetü'nnihaye sadri şamandıra üzerinde tek ayak üstünde martı durur gibi boynunu bir tarafa büküp vücudunun hemen he men onda bir kısmı temas edecek bir vaz'iyyeti muhterizane ile sandalyelerden birinin ucuna ilişir. sahibi hane ile damadı müstakbeli beyninde dereden te peden söz açılır. fakat dehri efendi'nin musahibatındaki deresi tepesi, bütün vadii kelamı ilmi servet, kimya, hayvanat, neba tat hele bunların cümlesine tercihen fenni kıbaledir. bunlar dan oldukça derin derin bahisler açar. rüştiye tahsilinden başka ma'lumatı beşeriyye namına bir şey görmemiş olan zavallı sadri hayvanlara mahsustur. maazallah ara sıra insanlarda da gözü kapalı doğan olur ama onların gözleri yedi gün sonra açılmaz. dehri efendi, sadri'nin işte şu hallerinden terbiyei fevka'la desine hükmeylemişti. arada sırada kera met buyurdunuz efendim. hiç işitmemiştim, aman ne tuhaf şey efendim. sadri'nin bu cehaleti de fakrı gibi dehri efendi'nin hoşuna gi der. varsın biraz cahil olsun, mekteplerde birtakım yalan yanlış malumat peyda edeceğine gelsin her şeyin doğrusunu benden öğ rensin, der. dehri efendi'nin huzuruna çıkmaya, şerefi musahi besiyle müşerref olmaya başladığı ilk zamanlarda sadri ile beynle rindeki irtibatı muhabbet şu yolda iptida eylemişti: sadri derin derin mülahazaya vararak: dehri efendi efendi oğlum ne tahsil ettiniz bakalım? sadri efendim. işte alakadri'listitaa. şundan bundan ahsil ettik. fakat da ehemmiyetcümle bilgisi ehemmiyetsiz mi ya! nesci kureybi, nesci kureybii lifi, nesci kureybii viaiye dair olan yeni nazariyat hakkındaki mütalaatın derin mi? gülme oğlum. böyle her şeye gülüvermekle iktifa et memeli. biraz da onların tedkiki ahvaline uğraşmalı. mantarlar ilmi nebatatın zatı ilkahı hafiyyetü'lmüvellidi tarafeyn! bazıları hücrei vahideden mensuc olur. birtakımları da müctemi hüceratı adidenin karışık bir surette intisacından müteşekkil bulunur. ta biat ekonomisinde mantarların gösterdikleri te'sirat pek büyük tür. mantarlar fena bulmuş her şeyin bakiyyei eczasını imha ederler. uzviyet halinde bulunmuş olan şeyleri madenleştirir ler ve mevaddı uzviyyeyi azot, amonyak, hamızı fahim halinde mahveylerler. küçük mantarlar da büyük mantarları adeta ekl ederler. hele lakırdı manta rında. efendinin bu nüktesine intikal ettiği için biçare çocuk mahcubiyetinden kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilmekle bera ber yine medit bir tebessümden kendini menedemedi. efendi de hafif bir tebessüm göstererek dedi ki: bu söylediklerim nebat ismi değildir. ben nebatın ah vali ibtidaiyyesinden sureti nesc ve teşekkülünden şimdiye ka dar tetkik edilebilen envaı nesciyyesinden bahsetmek istiyorum. bunları bilemedin. pekala. fasilei futuriyye yani mantar kıs mında nasılsın? su reti neşv nemaları mevakiin ihtilafatı coğrafiyyesiyle mütegay yir olmaz ise de aynı nev mantar muhtelif asar ve edvarda, te'siri hal ve mevzi ile şeklen pek çok tenevvü gösterebilir. mantarla rın elvanı beyaz, esmer, kırmızı, mavi, morumsu olur. yeşili bu lunur derlerse sakın inanma ha! bunların mürekkebatı kimyeviy yesi nema buldukları mahal ve mekan muhitle münasebet üzere bulunur. terkiben yüzde doksan su, mant, kabili ihtimar şeker, mevaddı azotiyye ve bazen de ekl edenleri tesmime sebebiyet veren pek kuvvetli bir maddei semmiyyeyi havidirler. bu man tarlar yüzünden hayvanat ve ziraate arız olan emrazı layuaddır. birçok şeyler üzerinde rutubet ve te'siratı saire ile hasıl olup da lisanı avamda ismine küf denilen şeyler bütün mantardır. bunların klostroma denilen nevi, istila ettiği koca bir gemiyi birkaç senede çürütüp dağıtır. aman efendim hayrette kaldım. ne fena şey imiş bu mantarlar. lütfen kulunuza şu malumatı ita buyurmamış ol sanız. çakeriniz hala. bendehanenizin alt katındaki bütün eşyayı istila eden mavi şeye küftür deyip gideceğim. sübha nallah bunlar hep mantar ha! bir eseri zeka göstermeye çalışa rak efendimiz. halde hani ya bazı tembel kimselere be adam nedir bu halin? bu tabir yanlış. badema onlara mantarlanacaksın demeli. doğrusu bu değil mi efendim? büyük bir telaş ve hiddetle başka cihet, başka cihet. büsbütün başka bir keyfiyet. mantarın da mahalli isti'mali var, küfün de. envaı mezruattan her neve mahsus bir nevi tumikroskobik mantarların bitkilerde sebep olduğu bir hastalık protos purada vastan demek isteyeceksin. feyli vardır. buğday sakları tarlada henüz taze iken arız olup da cemre, yanıkara veya kölçer tabir olunan hastalığı husu le getiren şey ustilago isminde bir nevi mantardır. yine buğ daylardaki humzı yeknimi hadidin ! protos purada vastan yer elmasında, erysiphe necatornin asmada zuhuruna badi olduğu hasarı bilmeyecek kadar biganei ilm irfan mı sın? mantarlar sınıfından birçok tufeyli, insanlara, hayvanata da arızdır. bunların oidium albicans denilen nevi çocuklarda dai caversiye, sulak, daha doğrusu senin anlayacağın külle me hastalığını husule getirir. aman yarabbi! neler öğreniyorum. çocuklar külleme olur mu efendim? bendeniz külleme yalnız asmalarda olur zan nediyorum.şüphesiz yoook. işte bu dikkatsizliğe kızarım. vakıa mantarlar dan, mikroplardan bazılarına insan ismi verirler. verirler ama bu şeref herkese müyesser olmaz. buna müstehak olmak için gayrı ma'lum nevden yeni bir mikrop veya mantar keşfetme li. zaman şeyi mekşuf ismi kaşife nispet edilir. mesela mingayrihaddin şimdi bir mikrop keşfine muvaffak olsam ona dehri mikrobu denir. evvelki gibi çalışamıyo rum. sen gençsin, çalış, durma çalış da bari ismin böyle bir şeye alem olsun. pek az. rumcadan bildiklerim. tikanis, kaloyse. po likale. pupayis. aftospiyos kabilinden şeyler efendim. nasip olanyavrum, sen de hiçbir şey öğrenmemişsin ki bütün vaktini boş geçirmişsin! rumca bilmiyor isen mikrokozm tabirinden bir şey anlayamazsın. dur ben sana anlatayım. mikro kü çük. kozmoz da dünya. demek. şimdi bu sıfatla mevsu fu birleştir bakalım türkçede ne mana çıkacak. küçük dün ya avustralya kıtası değil. evet aklıma gelir gibi oluyor. bu isimde istanbul'da bir meyhane olacak. fakat nerede idi meyhane? samatya, yenikapı, langa, uzunodalar, balat, balık pazarı, galata, perşembe pazarı, kömürcü sokağı, yüksek kaldı rım, voyvoda, hay kafir mahalle hay. neresiydi efendimiz! haşaminhuzur, buyurduğunuz isimde istanbul'da bir meyhane olacak galiba fakat mevkisi bir türlü aklıma gelmiyor. berhayat olsun. rahmeti ilahiyye den kim müstağni olabilir? dehri efendi'nin hep bu mantar daha doğrusu martavallarını sadri, malumat edinmek kastıyla ezdil can dinleyerek arada bir sadedilane izharı istiğrab eylediğinden efendi gitgide bu çocuğun musahebesinden pek ziyade mahzuz olmaya başlamıştı. dehri efendi'deki kemale, sadri'nin hayreti arttıkça efendi nin de mahzuziyyeti izdiyat bula bula birinin şaşkınlığı, öte dehri efendi yastık üzerinde gümüş enfiye kutusunu eline alır. orta parmağıyla altına üç mevzun fiske vurduktan sonra kapağını açar. dur acele etme, anlatacağım. felasifei kadimeden ef latun ve onun mesleğine nimtabi sufiyyundan bir güruh ve ze noniler bu dünyayı asgariyette adeta bir portakal. üzerindeki mahlukatı da hurdebini mantar addederlerdi. efendim, kulunuzun dünyaya dair lisanımızda bildiğim terakib işte şunlardır: eski dünya. yeni dünya. dini dün ya. fani dünya. yalan dünya. istenilenterkiplernoktalar işte bildin. fani yahut yalan dünya. kinin coşkunluğu nihayet beynlerinde sıhriyeti intaç etti. mesela sadri hıyar fidesi yetiştirmek, ağaç aşılamak gibi ameli bahçıvanlık nevinden bildiği birkaç şey ile kendini ilmi nebatatta mütebahhir zannederek dehri efendi'ye karşı malumatfuruşlu ğa kalkışır, efendi de bir mantar bahsi açar, biçareyi mebhut ederdi. efendinin büyük oğlu şemi, sinnen on sekiz, on dokuz var dır. kafa, kaş, göz bütün hututı sima pe derinin aynı. fakat zeka zeka değil. peder efendinin zekası frenklerin tabirince, vakıa hariç ani'lmerkez bir zeka. lakin mahdum beyinki büsbütün ma'dumü'lmerkez vasfına seza. şemi mekatibi aliyyeden birine devam eder. evine haftada bir gece gelir. mektebe devamı gecelerini orada ge çirmekten ibaret kalır. kalın kafasına bir şey dank demez ki. ama çalışmaz mı? haddi var da çalışmasın. gittiği mektebi aliyyede falaka, değnek yok ama yalıda var. efen dibabasının baş ucunda asılı. şemi'nin gelmesine bir gün kala çelik gibi ala birkaç da kızılcık değneği hazırlanır. geldiği akşam dersini bilirse kendisine baklava börek, bilmezse kızılcık sopası ikram olunur. zavallı çocuk ne yap sın? cenabı halık, kuvvei muhakeme denilen şeyden kendisine zerre nasip etmemiş. papabir işi sonuçlandırmaevlenme sonucu oluşan yakınlıkuygulamalıbilgiçlik taslayanoğulşaşkınyaşçaalim şemi ise bu hususta papağandan da bedbahttır. ma'lumatı müktesebesinden hiçbirini ne vesile ile olursa olsun hüsni isti'mal edemez. mektepte basmakalıp ezberlediği hendese davaların dan bir harfin yeri değiştirilse biçare çocuk hiç davayı görme mişe, okumamışa döner. mikyası şekl ilk öğrendiği mikyasta, karatahta yine eski tahta, hatta tahtanın vaziyeti bile vaz'iy yeti kadimesi üzere olmalı ki çocuk şaşırmasın. bu müşabehetsizlik çocuğun zihnini altüst eder. ekseriya netice falaka muhabbetine çıkar. fakat şemi, tahsildeki istidatsızlığı kadar desaisi adiy yeden binasib değildir. kızılcık değnekleri epey zihnine küşa yiş vermiştir. mektepten yalıya gelirken kırlarda ya nadide bir yaprak veya tuhaf bir mantar arar. aradığını bulmaya muvaf fak olursa bunu doğru peder efendiye takdim ile hangi fasileden olduğunu sual eder. dehri efendi, oğlunun bu tahsil merakını takdiren nebatı elinde evirir çevirir. fakat ale'lekser bir kulp bu lup takamaz. kütüphanesine bi'lmüracaa bütün nebatat kitap ve atlaslarını yerlere döker. bazen şemi mektebe gider, öbür hafta avdetinde hala pederini meşgul bulur. bu sayede şemi, bir iki hafta imtihan felaketinden ve onun neticesi olan dayak muhabbetinden kurtulduktan başka bütün yalı halkı da rahat eder. bu taharriyyatı medide ve tedkikatı amika neticesi olarak nebata erborium multikatum kabilinden bir isim takılır. bu suretle mesele faysalpezir olmuş olur. fakat kırlardan diğer nadir bir mantar buluncaya kadar yine şemi'nin dayaktan bahtı açılır. yalı halkından hal şanı şayanı tezkar biri daha var ise da kahya kadın eda hanım'dır. fakat ken disi erkeklik ile kadınlık beyninde yani mutavassıtü'nnev'eyn bir mahlukı acibdir. dairedeki erkeklerden farkı yalnız selamlıkta başörtüsüyle gezmesinden ibarettir. ağa isminde bir de zev vardır. lakin hangisi karı, hangisi koca belli olmaz ki. bazı zaman karı horoz gibi zevcinin tepesine biner. herifin karıdan ödü kopar. fakat eda sert kıyımdır. yanından geçenin genzine kaçar. vasfı cemaline hiç girişme yeyim. kakanoz mu kakanoz! yaradan'a kurban olayım. kuskunu kaşları, kedi kuyruğu saçları ne ben yazayım, ne de siz okuyunuz. yalı halkından büyük küçük herkes eda'dan korkar. bazen aynada bir kendine bir de kocasına bakarak: eda, kocası hakkında böyle ta'biratı tezyifiyye istimal eder ama sırası gelince herifi dişi hayvanattan bile kıskanır. anjel'de renk pembe beyaz. ince kumral kaşların alt uçları biraz düşük, ağız da cüzi büyük ama sarma ipekle yapılmış zan nolunan lalgun, rakik dudakların arasında tekellüm, daha tatlısı tebessüm esnasında gözüken iki sıra dürdanei dendan bu cesameti dehan kusurunu her görene affettirir. ham şeftali kadi fesini andıran biraz çıkıntılı yanakların en arızalı noktalarıyla top çenenin merkezindeki çukur beynini birer hattı mevhum la vasl edilse husule gelecek hayali müsellesi mütesavi'lad laın içinde nazar çıldırmış gibi dolaşarak adeta bir alemi emel seyreder. uzun kirpiklerle muhat, açık kestane rengindeki çeşmanını istediği vakit kadar süzer, kadar bayıltır ki bu nigahı dilşikaraneye hedef olup da gaş yolmak derecesinde bir şeyler hissetmemek mümkün ol mürebbiye anjel, görünüşte latif fakat koklayanın başını dön düren bir çiçeğe benzer. bahar hüsnünün, letafeti nisvaniyyesi nin tam devri kemalinde yani yirmi beş, yirmi altı yaşındadır. kameti mutavassıt, endamı narin lakin gerdanı, yanakları dol gunca, elleri tombulca olması nahafeti bedenle latif bir tezat teşkil eder. meyana bakan kendisini zayıf, simayı gören semiz zanneyler. amca bey rüyalarında nazik bir hayale savletle uğraşır. zavallı amca bey'le şemi'nin kızılcık değneğiyle tedip leri icap ettiği zaman falakanın bir ucunu şaban ağa diğer ucunu da zevcei muhteremesi tutar. mektebe gitmek ne lazım? parisli matmazel, mektepteki hocalardan elbette daha alimdir. onun rahlei tedrisinde alacağı feyzi en büyük allamelerden istifaza edemeyeceğini ifade ile kardeşleri nezahet, vahip ile beraber mürebbiyenin önüne diz çökmek arzusunda bulunduğunu anlatmak istedi. bir kaç saat bu hayali hamına vüsat verdi. efendibabamın karşısına şöyle çıkarım. efendim, kulunuz mektepte mingayri liyakatin mukaddimesiyle başlayan bir iki nutuk tertip etti. hayf ki nutukların alt tarafını kendince pek beliğ addeylediği bu efendim, kulunuz mektepte mingayri liyakatin nısfı cüm lei iftitahiyyesi kadar parlak düşüremedi. birdenbire babasının mehip çehresi, korkunç gözleri nazarı dehşeti önüne geldi. tit remeye başladı. pederinin pürgazap kesilerek: şaban ağa, eda hanım buraya geliniz. babasının bu birkaç sözü nü kendisinin tertip edeceği yüz nutuktan daha müessir, daha kuvvetli buldu. kumral saçlarını yalnız paris kadınlarına mahsus olan bir maharetle tepesine toplar. yaz mevsimlerinde arkasında daima düz beyaz veya çizgili ke tenden bir korsaj, onun altında bir siyah fistan, belinde bir kayış kemer bulunur. mürebbiyenin ev içindeki süsü, tuvaleti bundan ibarettir. ya beri yanda anjel'in baygın gözleri, zavallı delikanlının bü tün sabr aramını yakıyor, kendisine en büyük mehalike mey dan okuyacak cüret veriyordu. mürebbiyenin naili vaslı olmak bahtiyarlığını kendi muhakemei şairanesi nispetinde şaşaadar hayaller içinde düşündü. hisseylediği mahzuziyyeti aşıkaneyi en kalın kızılcık sopalarının acısını hissettirmeyecek derecede canfeza buldu. yine mektebine devam etmek üzere sureti aherle naili emel olmak, haftada bir gececik olsun anjel ile kalmaya bir yol bulmak çarelerini tahar riye girişti. sofradan kalkarken elini mi sık sam? lakin böyle acemi aşıkların imdadına yetişecek bir hükmi teselliyetkaraneyi haizdir. ben zebunı aşkı olduğumu kendisine anlatırsam belki merhameten da beni sever ümidiyle şemi, kalbinde caygir olan ateşi sevdayı yelpazeleyecek hayalatı şebabına vüsat ver dikçe vermeye başladı. zavallı çocuk, mürebbiyenin öyle ken disine baygın baygın imalei nigah edişi gönlünü avlamak için olduğunu bilmiyor, birdenbire böyle bir sür'ati barikanüma ile ateşe düşüşü mürebbiyenin eseri mahareti olduğunu ise hiç derk edemiyordu. kendisi kızı çıldırasıya seviyordu ama bakalım maşukası da onu seviyor mu? ara da bir yine atfı nazar tenezzül ediyordu. fakat evvelki gibi dilkeşane süzük bakışlarla değil. bu defa tekdirgune nazarlar fırlatıyordu. cüret ettiğim hareket büyük bir kabahat ise affedi niz! lakin gece beynlerinde ip tida eden bu nazardan nazara ifhamı hissiyyat keyfiyeti, bir mu kaddimei muaşaka demekti. fakat şemi oraları fark edemiyor, mürebbiyeyi darıltmış olduğundan başka bir şey düşünmüyordu. erte si günü mektebe gitti. zaten anlamadan ezberlediği derslerini bu hafta hiç ezberleyemedi. gündüzleri zihni hep kızın hayaliyle meş gul oluyor, geceleri ancak birkaç saat daldığı nevmi pürızdırabı içinde de ondan başka bir şey göremiyordu. ertesi hafta yalıya av det ettiği zaman yüzüne bir dikkat eden olsaydı hayli zayıflamış olduğunu anlamakta güçlük çekmezdi. bu dikkati anjel'den başka kimse etmedi. mürebbiye, muvaffakiyetini kendi kendine tebrik etti. derhal tahta başı im tihanına çekildi. fakat akşam anjel'den gördüğü mültefitane nazarlar bu acıların hepsini unutturdu. derslerine hiç aklı ermeyen beyinsiz şemi, bu mes'elei mühimmede bir aşıkı karamuz kesilerek hikaye nin mukaddematında görüldüğü veçhile hemşiresi nezahet'e öğrettiği aimer fiilinin üçüncü müfret şahsıyla nihayet maşuka sına beyanı mafi'zzamire yol buldu. beynlerinde dereden tepeden söz oldu. nihayet söz aimer fiilinin sureti tasrifine intikal etti. anjel mütebessimane bir tekdiri acible dedi ki: şemi'ye bu müsaade pek ulüvvi cenabane göründü. se vincinden hasıl olan fartı helecan kalbinde fıkır fıkır bir şeyler kaynatıyordu. biçare nefes alamayıp tıkanacak gibi bir hale geldi. bütün alamını anlatmak istediği halde iki kelime telaffu zuna muktedir olamadı. nihayet bütün i'tirafatı aşıkanesi hıçkıra hıçkıra ağlayarak anjel'in ayaklarına kapan maktan ibaret kaldı. bu fiske bütün gözyaşlarına tekabül edecek bir mükafat. babı ümidi iki kanadıyla birden açan bir iltifat idi. mürebbiye çocuğu omzundan tutup kaldırarak: yamyam ayıp değil şemi bey, sen çocuk böyle lakırdı öğretti? size canavarsınız demiyorum, sizi gücendiririm diye ihti raz ediyorum. ben değilim canavar. niçin korkar? yetişir. yetişir. demek kaç haftadır çektiği alamı muhabbete maşukası da külliyen bigane değilmiş. da seviyormuş. hiç sevmese fiskeyi yanağına vurur muydu? ne kadar olsa kadındır, kendine karşı gözyaşlarıyla edilen bu sakitane ilanıaşkı hüsni kabul ettiğini bundan beliğ bir işaretle ifham edemez. ya onun neticei müellimesi olan falaka. kendi kendine bahçede bir müddet denize karşı oturdu. na zarı sevdası önünde açılan bu ufkı saadetin payanını görme ye uğraşıyor, bütün hüviyyeti şebabını sarsan bu ümit tesiriyle genç kalbi gah semada sathı abda mevceler içinde titreyen en cümi bişümar ile ihtizaz ediyordu. neye karar verecekse bunu yarına bile bırakmaksızın hemen gece icra etmek her suretle hayırlı olacağını düşündü. bu gece herkes yatıp da el ayak çekildikten sonra mürebbiyenin odası na gitse, nazik elleriyle yanağına onun vurduğu fiske gibi oda kapısına hafif bir iki fiske vursa acaba nasıl olur? kapıyı açıp kendisini kabul eder mi etmez mi? bu düşünce tesiriyle tekmiladımbütünanlatmailgisizsessizcepekalatitreme duvardaki havai mavi zemin üzerine yaldız çiçekli, en ala nevinden bir fransız kağıdı. zikıymet iki üç tablo, oymalı mahun kornişlerden inen halı perdeler, göbeği beyaz, kitabesi al nefis bir uşak halısı, bir kanepe, iki koltuk, bir şezlong, bir ceviz yazıhane, kameriyeli tül cibinlikli bir yaldızlı karyola, bir aynalı dolap, bir lavabo, mürebbiyenin odasını oldukça na zarrüba göstermekte idi. yalnız karyolanın baş ucuna alaf rangalık adetince lazımlı addolunan bazı çanak çömlek koymak için vazedilen küçük dolap yerine koskoca bir dolaplı büro va zedilmiş olmasından başka odanın tefrişatça bir kusuru yoktu. dehri efendi bütün hane halkına gösterdiği huşuneti muamele hilafı na olarak mürebbiye hakkında pek ziyade ibrazı asarı ihtiram eylediğinin bir delili alenisi olmak üzere ona tahsis eylediği oda yı ziynetperest bir kadına hoş görünecek surette tanzim ve tef riş ettirmişti. dehri efendi tarafından odanın tefrişine gösterilen bu itina, hane halkınca bir hayli kıyl kali mucip olmuş, bu gibi dedi kodularda daima önayak olan kahya kadın eda hanım kaşlarını vücudunu evvela soğuk bir ter, badehu bir şiddetli ateş istila etti. maksada vusulü bu kadar mütekarrib görmek kendini hem se vindiriyor hem tedhiş ediyordu. lerzan bir halde yalıya girdi. uzun ayaklı, pembe karpuzlu al atlas abajurlu lambasını yaktı. aynalı dolabın karşısına geçip fistanından başlayarak birer birer bütün esvabını çıkardı. pistanına kadar küşade olan vasi yaka nın aşağı tarafı dairenmadar tül dantela olduğu için gömlek tesettüri vücuddan ziyade bedeni siminine hayali, nazaraşub bir letafeti nimmahremane verdiğinden berrak dalgalar içinde seyahat eden su malikeleri, şafak bulutlarına bürünmüş esatir perileri gibi istitarı mevhum, üryan bir vücutta nazarın bulama yacağı zevki şairaneyi, tabirime müsaade varsa nikatı hafiyyeyi itmam ediyordu. bu odada mürebbiyenin malı olarak lavabo üzerinde bazı tuvalet edevatıyla karyolanın baş ucundaki büronun üze rine vazedilmiş fil dişinden mamul bir crucifix yani hazreti mesih'in salibe gerilmiş olduğu musavver bir heykel ve beş on kitap ve birkaç kat elbiseden ibaretti. mürebbiye aynada çıplak pazularını, tekmil endamını sathı abda şeklini görüp de kendine aşık olan peri kızı gibi birodalık alma kendisi ise ecnebi bir memlekette ömründe hatır ve hayaline getirmemiş olduğu mürebbiyelikle dehri efendi'nin emri altında nimmahbusiyyet halinde yaşıyordu. efendi, hiddeti mizacı, hanesince olan inzibata riayeti fevka'ladesi hasebiyle müreb biyeyi nezdine kabul ederken sık sık sokağa çıkmamasını şartı evvel ittihaz eylemişti. türlü sefahat mahallerinde her gece bir erkekle demgüzarlığa alışmış bir kadına bu mahbusiy yet bir zindanı beladan eşedd görünmez mi? kaç zamandır yalıdakilerden maada erkek yüzü görmediğinden şemi, sadri beyler kendine pek şirin görünmeye başlamış hatta amca bey, aşçıbaşı bile zihninde nazarı iltifattan dur tutulmayacak birer ehemmiyet ihraz etmişlerdi. bu akşam bahçede şemi'yle beynlerinde geçen maceraya nazaran delikanlının bu gece oda ya istifsarı hatıra geleceğini kaviyyen ümit ediyordu. ay naya bir müddet daha baktı. baktı. hissiyyatı nisvaniyyesi şiddetle galeyana geldi. gözlerinden dökülen hüzünperverane birkaç damla yaşı parmaklarıyla sildi. omuzlarından aşağı me yanına doğru çözüp salıvermiş olduğu kumral saçları içinden başını münfailane birkaç defa salladı. galiba güzel çehre bu latif endamına kaderinin göstermiş olduğu insafsızlığa karşı şikayet ediyordu. paris'te kendi hemmesleği bulunan kadınlar dan birçokları ziynet, ihtişam, servet içinde yüzüyorlardı. oradaki salibe bak tı. salibi oraya kendinin hissi diya netle mütehassıs bir kadın olduğuna dehri efendi'yi inandırmak fikri riyakaranesiyle koymuştu. konsoluniçerlemişçesinekabul etmemahpuslukkuvvetli olarakdaha şiddetliden başkauzakvakit geçirmbel nihayet bu elemi intizarı derece müştedd oldu ki elinde tuttuğu kitabın bir kelimesini anlamayacak bir hale geldi. aralık. evet, işte aralık hafif bir kapı gıcırtısı işitildi. mü rebbiye göz kuyruğuyla baktı. fakat gıcırtıyı işitme mezlikten, içeri gireni görmemezlikten gelerek ve bütün lerzişi vücudunu zapta, çehresine bir sükuneti ca'liyye vermeye uğraşa rak dalgın bir halde nimmesdud bulundurduğu gözlerini elindeki kitaba dikti. vüruduna intizar ettiği şemi mahcubiyyeti tufulanesine mağlup olup da acaba gelmeyecek mi? kendinin en ziyade sevdiği ve uykusu kaçtığı gecelerde mü talaa eylediği les aventures d'un garnison, marie erobinet, les amours d'un chevalier de faublat nevinden olan kıymet tar kitaplarını kimsenin göremeyeceği yerlere saklardı. fransızca bir incil, bossuetnin ma'rifeti huda ve nefs unvanlı eseri ve onlara mümasil birkaç kütübi diniy ye vardı. bunları hiç okumazdı. fakat gösteriş olmak için daima orada bulundururdu. bu gizli kitaplardan les tableaux vivants yani zihayat levhalar unvanlı bir tanesini çıkardı. oda kapısını aralık bıra kıp kitapla beraber döşeğine girdi. karyolanın baş ucundaki pembe karpuzlu lambadan bahar gurublarında kursi şemsin sihramiz bir ihmirar ile avalimi ulviyyeden her tarafa rengi muhabbet yağdırmasını tanzir eylerşiddetlenmişbenzetmebenzeyengelmekızıllık gibi intişar eden mülevven, musaffa, sevdavi bir ziya aba jurun al ipek dantelalı sayvanından süzülüp tül cibinliğin ince deliklerinde bir ikinci tasfiyeye daha uğradıktan sonra beyaz çarşaf. dantelalı yastıklar içinde müsteniri sevda bir kamerin sathı aba düşürdüğü gülgun, envarı aguşunda seyahatten yo rulup da bitap kalmış gibiyatan anjel'in dört köşe bir balini istiğnaya istinat ettirdiği seri nazından nurı deycura atıldığını gösterir bir letafetle omuzlarından aşağı dağılan saçlarını, gömle ğin dantelaları içinde kabarmış göğsünü nazarı hayale peri ma sallarından bir levha irae eder gibi tenvir etmişti. sekiz on dakika kadar bu hal devam etti. şemi birdenbire elektrik temasına uğramış gibi durduğu yerde titredi. tesir ile bir iki adım daha atıp odanın ortasına geldi. bu defa artık müreb biyenin görmemezlikten gelmesi imkanı yoktu. yastıktan hafifçe başını kaldırıp güya gelenin vürudundan katiyen haberi yokmuş gibi evvela dalgınca etrafa bir göz gezdirdi. badehu gözü şe mi'nin parıl parıl parlayan gözlerine isabet edince sahte bir telaş la elinden kitabı atıp iki avucuyla yüzünü kapayarak: anjel meşguli mütalaa. pek dalgın görünmekle beraber göz ucuyla çocuğun her hareketini tetkikten hali kalmıyordu. man zarayı rüyetten aşığında peyda olacak şuri sevdanın son dere ceyi bulması için mürebbiye gözlerini kitaptan ayırmıyor, şemi mevkufi temaşa öyle duruyordu. biçare şemi, odaya attığı ilk hatvede bu manzarai şuurberendazaneye tesadüf edince bir rüzgarı sihrle bütün kuvayı zihniyye ve bedeniyyesi felce uğramış gibi ikinci adımını atamayıp orada kaldı. nihayet mürebbiye, aşı ğını defetmek için hangi tedbire müracaat edeceğini bilemediğini ima eder takatşiken bir nigahı cazible delikanlının yüzüne baktı. bu telakii nazardan şerarepaş olan berki sevda, şemi'yi dünyayı görmez bir hale getirdi. hemen yerinden fırladı. bir anı gayrı münkasımda oda kapısının anahtarını çevirdi. fransızca biliyordu. fakat zavallı aralık fransızcayı değil lisanı mader zadını bile unutmuştu. kelimelerin manası zihnine girmiyor. yalnız pembe ziyalara müstağrak, tüllere, dantelalara gömülmüş bir menbaı sevdadan semavi nağme bir muzika işitiyordu. lerzişi vücudu kendinde ayakta du racak kuvvet bırakmadı. mürebbiye, aşığını odadan defe muktedir olamamasından mütevellit cali bir infial ile döşeği içinde yüzüstü döndü. başını iki eli arasına aldı. mırıl mırıl bir şeyler söyleyerek fıkır fıkır kay namaya başladı. bunu anlaya bilmek hali heyecanda bulunan şemi'nin değil a, aklı başında bir adamın bile harcı değildi. döşeğinde türlü temevvücatı bedeniyye ile mırıldanırken şemi bir seyli dumu ile yere kapandı. bir şeyler söylemeye, anlaşılmaz ricalarda bulunmaya, affolunmayacak aflar dilemeye başladı. mürebbiyenin yalıya geldiği günden beri zavallı amca bey her gece rüyasında kamburunu düzelmiş görüp seviniyor fakat sa bahleyin gözlerini açıp da yine kümbet kümbet, yine kamet kamet olduğunu elleriyle tekmil vücudunu yoklayarak anlayınca yeisinden adeta ağlamalı oluyordu. fakat bu yeisini anjel'in nazarı iltifatından külliyen mahrum kalmak gibi naümidlik derecesine hiçbir vakit vardırmıyor, kendi kendine derin derin düşünüp türlü ümit ve muvaffakiyet yolları buluyordu. melahati simasına gereği gibi kanaat peyda ettikten sonra aynada biraz yükselip kamburunu da nazarı tedkikten ge çirmeye cesaret alarak kendi kendine yüz güzel olduktan sonra arkada biraz tümsek bulunmasının tenasübi endamı pek kadar bozamayacağı hakkında delail iradına girişiyor, nazarı tahay yülünde çıkıntıyı biraz küçültüyor. hah şöyle biraz ufalsa bak vücuduma ne kadar levendane bir şekil gelecek. aynanın karşısına geçip kamburunu saklayarak yalnız azayı vechiyyesini amik nazarlarla bi'lmuayene kaşlarını adeta be ğeniyor, gözlerini riyasız, sevimli buluyor fakat zayıf yanakları, koca dudakları, bir karış kulakları için pek öyle güvene güvene güzeldir diyemiyor ise de bunları büsbütün çirkinlikle ithama da bir türlü dili varmıyordu. bir aralık da kusuru hiç kendi vücuduna mal etmeyerek terzi lere buluyor, sanatında mahir, eli düzgün bir terzi olsa elbisemin pamukla beslenecek noktalarını güzelce tayin etse bu vücut mum gibi olur. amca bey, beyoğlu'nda kavga etmedik terzi bırakmamak su retiyle birkaç kat elbise yaptırttı. arkadaki çıkıntıyı nazarlar dan gizlemek emrinde terzilerin elbiselere diktikleri pamuklardan maada amca bey kendi tertip eylediği ufak yastıkları da sırtına bir intizamı mahsusla yerleştirmek suretiyle her gün elbiseler den birini iktisa ile tümseğini yalnız enzarı yar ve ağyardan de ğil kendi nazarından bile setre muvaffak olarak kendinin artık şehlevent bir delikanlı olduğuna şüphesi kalmamıştı. amca bey bu ciheti mühimmeyi de nazarı im'andan dur tutmayarak tuvaletine fevka'lhadd itinaya ka rar verdi. her sabah kalkınca yüzüne bir ustura gezdirmek, yarı göğsüne kadar kokulu sabunlarla yıkandıktan sonra pembe lös pudrasıyla yanaklarına renk ve nermi vermek, bıyıklarını koz metiklemek, saçlarını türlü tuvalet sularıyla taramak kendisi için en mühim meşagili yevmiyye sırasına geçti. kendine hep bu çeki düzenleri verdikten ve efendi kalıbına çektirdiği ensiz fesini ayna karşısında yirmi dakikalık bir zaman sarfıyla revnakı hüsnünü dübala eyleyecek bir vaziyette başına giydikten sonra mürebbi yeye arzı cemal etmek üzere onun gözüne ilişecek yerlerde gezin meye çıkardı. kızın bonjur ekselans hitabı mültefitanesiyle verdiği hafif bir baş selamına mukabil amca bey yerlere kadar eğilip derin bir reverans ya par. aldığı vaz'iyyeti acibede başı büsbütün kaybolup yalnız meydanda kamburu kaldığından hiç haberi olmazdı. bazen bahçeden zarif bir çiçek bularak onu matmazele bir tavrı naçizane ile takdim eder. kızın çiçeği mütebessim bir çehre ve mersi mösyö sözüyle bi'lkabul göğsüne iğnelediğini görünboylu posluyumuşaklıkgizlemeiki katgiyme kızla görüşmek için münasip bir vesile tehyiesinden aciz kaldığı günler, eline fransızca bir kitap alıp çetin fakat hep aşk ve alakaya müteallik bir ibare intihabıyla mealine intikalden aciz kaldığını bi'lbeyan mürebbiyeye kelime bekelime mana verdirir. kız, sevda. muhabbet. sözlerini tatlı tatlı, hazin hazin telaffuz ettikçe amca bey'de el ayak titrer. boğazına bir şey tıkanır. hemen zanuberzemini istirham olarak ilanıaşka bir girizgah arar. lakin esnada kamburundan başka bütün hüviyyeti maddiyyesini kaybettiği cihetle söyleyecek bir söz bulmak değil, bildiği kelimatın manalarını bile unutur. amca bey birkaç gece ah bu çocukça mahcubiyetim ma nii muvaffakiyyet oluyor. maşukama zarifane bir yolda arzı muhabbet için münasip bir vesile tehyie edemeyecek miyim? bu cüretsizlik beni bitiriyor. imale ettiğim perestişkarane nazarlardan kızın da müteessir olduğunu anlıyorum. da fenalaşıyor, ben de. lakin ne çare, beyanı hakikate ikimizde de cesaret yok ki! muaşıkin her tavır ve hare ketleriyle yekdiğerine sakitane ifhamı hakikat ederler de seni seviyorum. nihayet arşimet'in hidrostatik kanununu keşfeylemesi gibi bir telaşla yerinden fırlar. benim yanımda çiçeği oraya takmak elbette bir şey demektir. amca bey bunu gündüzleri yemez içmez. geceleri uyumaz, düşünür. bulduğu ilanıaşk yolu amca bey'in aklına gülünecek kadar sade fakat kendine pek zarifane, şairane ve bi'lhusus son derece de alafranga görünür. dayanılmazhazırlamataparcasınadair sabahleyin erkenden kalkacak, her zamandan ziyade tu valetine bir i'tinayı mahsus göstererek giyinecek, kuşanacak. beyanı aşk için fransızca bir iki cümle tertip edecek, yine bah çeden güzel bir çiçek bulup onu bir tavrı aşıkane ile cenabanesine esnayı takdiminde cümeli mürettebeyi müessir bir ahengi ifade ile sarf edecek. fakat cümleleri nasıl tertip etmeli? bahusus şaşırmadan nasıl ifade eylemeli? amca bey'in lisanı maderzadıy la ifadei meramda bile sepet derken set demeye ağzı alışmış. zavallı, bimarı sevdanın arzı ateşi derun için keşfettiği bu tariki nareftei zarafet nedir bilir misiniz? amca bey, evvela cümleleri tertibe, badehu hüsni ifade hetini meşke karar verir. zavallı adam saatlerle düşünür düşünür. nihayet şu: amca bey, kapağı çiçeğe, anjel'i koltuğa, kendini yine kendine benzetmek gibi kuvvei zekasına bir mi'yarı celi olacak şu tertibi mefruzda bulunduktan sonra başını sağa, kamburu şu bardak kapağını maşukama takdim edeceğim çiçek farz edeyim. şüphesiz ben de yine benim. mesela şu aynanın ya nında duran koltuk da matmazel anjel olsun. mademoeselle! Je suie un amoureux desespere, ayez pitie de moi! fransızca söze benzer bir şey bulamaz. her sözün kuvveti esnayı ifadede ona verilecek sureti te'sir ile ka imdir. kendi kendine der ki: sabah olur. gece koltuğa kerratla arzı muhabbet ede ede vücuduna tari olan ta'bdan hiçbir tarafını kımıldatamayacak bir hale gelmiş olduğunu anlar. gün matmazele edeceği ila nıaşkı ertesi güne tehire mecbur olur. gece yine oturur, dü şünür. bana mer hamet ediniz. amca bey kırıta kırıta koltuğa kadar yürüyüp diz çökerek fransızca iki kelime mırıldandıktan sonra yine olmadı. böyle diz çöke kalka dizlerinde ne tab kalır ne takat. nihayet baygın bir halde döşeğine serilir. fartı helecanı bu defa yoluyla ifadei maksada mani ol duğu yolunda aflar diler. bir ikinci arzı muhabbet resmine daha girişir. bu ikinci teşebbüsündeki muvaffakiyeti birincisinden pek farklı olmaz. güç nu sola, kamburunu sağa, başını sola imale ettirerek salıntılı bir reviş, hiçbir aktörün taklit edemeyeceği bir garabeti eda ile koltuğa doğru yürür. çarpa, ma'şukai mefruzasına takarrüp edince bütün sıkleti hadebesini zanuyı yeminine yükletmek su retiyle diz üstü gelip bardak kapağı olan ve boş duran iki desti tazarruunu birden uzatarak: mürebbiyenin melahati şuhanesine remz olmak üzere bahçeden her berk varakı küşayişi tammını bulmuş beyaz bir gül, kendi dilbazlığından kinaye olarak da bir şakayık koparır. amca bey bildiğinden, mektebe gider manasız, pek zelilane bulur. nevmit kelimesini niçin söze katma lı? daha şairane, hakimane sözler bulmalıyım, der. matmazel! aşıkane ihtiramatımı tenezzülen kabul buyu rursanız gülümle beraber kalbimi size takdim ederim. birçok cümleler tertip eder, nihayet onların içinden şu: cümlesini pek beğenir. bu sözleri pek zarifane, pek şairane, haki mane hatta dilşikafane bulur. bir şa'iri terzebanın nazmeyle diği haileye latif bir mukaddime bulmuş olması kabilinden bir sevinçle geceyi geçirir. sabah olunca pişi mir'atta arzı en dam ile en cici esvabını giyinir. açık renk bir pantolon, siyah bir bonjur, beyaz bir kravat, üstünde ok şeklinde bir pırlanta iğne, ellerinde beyaz güderi eldivenler, amca bey'i bazı komedyalarda alemi güldürmek için jönprömiye rolüne çıkan ihtiyar, kambur aktörlere benzetir. si vous daignez agreer mes amoureux homma ges, je vous offre mon coeur avec ma rose. fransızca sözleri okuya okuya oraya doğru yollanır. yokuştan kuvveti, helecandan ne fesi kesile kesile mevkii matluba kadar çıkar. bakar ki matmazel, kesif sayeler içinde yeşillikler arasında fıstık dalından bir koltu ğa oturmuş kitap okuyor. aşıkı püştedar haftalarca meşk ettiği hirampuzine mişvarıyla cananesine tevcihi ruyı niyaz ederek yürür. evvela yerlere kapanırcasına ifayı resmi selam eyler, ba dehu zanuzedei ihtiram olarak çiçekleri desti ra'şenakiyle uza tıp öksüre tıkana: ciddi bir i'lanı muhabbetten ziyade bir mudhikei sevdaya benzeyen şu nevzemin arzı hadebei semin amca bey'in mu mademoiselle! hom mages je vous offre mon coeur avec ma rose. Je vous offre mon coeur avec ma bos se evet matmazel, size gönlümle beraber kamburumu takdim ediyorum. anjel'in kadar hoşuna gider ki oturdu ğu fıstık dalından koltuğun üzerinden yarı beline kadar arkasına sarkarak tepine tepine güler. sofrada, bahçede yekdiğerlerine olan garabetengiz bakışla rından mürebbiye ile şemi ve amca bey arasında gizli bir pando mima başlamış olduğunu sadri anlamakta güçlük çekmedi. amca bey'le şemi'nin mürebbiyeye gönül kaptırmış olmalarına ihtimal veriyordu. fakat birinin vücutça yamru yumruluğuna inzimam eden budalalığını, diğerinin çocukluğunu, toyluğunu düşünerek gündüz zevcesiyle hemen daima beraber bulunmak, gece yat tıkları odadan hiç ayrılamamak gibi bazı ahvali mücbire müreb biye ile beynlerinde bir laubalilik zemini küşadı emrindeki arzu suna hail oluyordu. sadri hanede damat olduğundan zevcesi melahat'ten iğ tinamı fırsat edip de mürebbiye ile dad sitedi aşıkaneye gi rişmeye istediği gibi vakit bulamazdı. melahat'in kendi cazibei hüsn anına son derecede kanaat getirmiş olması zevci sadri'nin kendi üzerine gül koklaması gibi bir ihtimali hatır ve hayaline uğratmadığından kocasını şundan bundan kıskanmak gibi densiz liklere kalkışmak gerçi adeti değil ise de sadri, zevcesinin şu saf derunane itimadını kazanmış olmakla beraber yine şüpheyi davet etmekten ihtirazen gidip lüzumlu lüzumsuz sebeplerle mürebbiye ile konuşamazdı. sofrada tertibi at'ime kaidesince tatlıların birkaç sahan sonra getirilmesi adetine bi'littiba mürebbiye, sadri'ye olan iştihası nı sona saklamıştı. birkaç akşam sonra amca bey de yeğeni şemi gibi mürebbiyeyi bir ziyareti şebane ile müşerref etmek bahtiyarlığına nail olur. amca bey'in her gün kukla gibi giyinip tuvaletine fevka'lhadd itina göstermesini, şemi'nin gün den güne zayıflayarak sararıp solmasını pek nazarı bikaydıyla göremez oldu. hal ve mevkiin müsaadesi derecesinde bunların harekatını tetkike, şu tuhaf pandomima perdesi arkasında cilve ger olan hakayıkı tecessüse karar verdi. zaten gönlü mürebbiye ye mütemayildi. gece gündüz, bütün vaktini şu muammanın halline vakfetmesi arada bir mürebbiyenin iffetince daii iştibah ahvale müsadif olması kendini ümitlere düşürerek kalbindeki bu meyli şedit bir sevda derecesine getirdi. yavaş yavaş amca bey'le şemi'den mürebbiyeyi kıskanmaya, mürebbiyenin onlara gösterdiği tebessümleri velev sarfı istihzadan ibaret olsunadeta çekememeye başladı. amca bey'le şemi'nin hal ve harekatı nı tetkikten bir an hali kalmadığı için bir gün baktı ki şemi, hemşiresi nezahet'i odanın bir köşesine sıkıştırmış, aimer fiili tasrifatından bir şeyler öğretiyor. delikanlının mürebbiyeye ilanıaşk için hilafı belaheti olarak bir tariki nevin keşfetmiş olduğunu anladı. vahip'i bularak adorer fiilinin manzuri kariin olan sureti tasrifini çocuğa öğretti. yalnız sad ri, amca bey'le şemi'nin mürebbiyeyi sevdiklerini biliyor. fakat bu iki budala meselenin böyle bir sehpayı iştirak üzerine kurul duğundan bihaber bulunuyorlardı. sadri'nin bu bilgisi de anjel'in her ikisinin de mürebbiye tarafından nazarı tenezzül atfına şayan görülemeyeceğine hükmediyor, mürebbiyenin arada bunlara gös terdiği tebessümleri istihzaya hamlediyordu. kızın yalıda kendine bir aşık intihap etmesi lazım gelse bu aşıkı müntehibin ancak kendisi olabileceğine hükmeyliyor. amca bey'le şemi'nin kızdan bekledikleri ümidi kabul ve sevdayı birer hayali ham suretinde bi'ttelakki eğer bu iki aşıkı vahiemel naili vaslı canan olmaktaki ısrarlarını haddi ma'kul derecesinden aşırırlar, ateşi sevdalarını mucibi endişe olacak mertebe taşırırlar ise bir çocukla bir kamburu kündeden atmayı güç bir şey addeylemiyor du. mesele kadar garabet peyda etti, kadar çatallaştı ki üç erkeği değil sekizini, onunu birden, birinin vücudundan diğerine şemme hissettirmeksizin idaredeki maharet ve mümaresesine i'timadı tammı bulunan anjel bile başladığı bu müsellesü'ssa kayn gönül komedyasında pek ileri varmış olduğunu, başlangıç gülünç ise de revişi halin neticeyi pek feci, belki de vahim gös terdiğini, bu gibi muğlak mesaili muaşakada daima ihrazı muvaf fakiyyet ve galebe etmekle beraber bu defa şu işi yüzüne gözüne bulaştırmadan başa çıkaramayacağını hisseder, bu aczini nefsi ne karşı itiraf eyler gibi oldu. fakat ne fayda? aşıkların üçünde de alev saçağa sarmış. dehşetli bir filispit ile iş fitili almıştı. bu üç sevdazededen mürebbiyenin tabına en muvafık geleni filhakika sadri idi. yekdiğerine beyanı mafi'zzamir edebil mekteki müşkülat diğer ikisine nispetle sadri'nin kadrini müreb biye nazarında dübala eyledi. sadri de yine bildiğimiz odada mürebbi yenin iltifatı leylisine mazhar oldu. amca bey üzerine şemi'nin nazarı dikkati, amca bey'in şe mi'nin ahvali sevda eserine dair çeşmi basireti ve her ikisinin sadri üzerinde enzarı hasedi açılmaya başlamıştı. mesela bu müşa feheye amca bey muvaffak olduğu zaman şemi'nin sevdape restane nazarlarını beğenemediğini kıza anlatır. şemi de amca bey'in halini pek tuhaf bulmakla beraber cananesini bakışlar dan kıskanmaktan kendini menedemediğini anjel'e söylemekten çekinmez. sadri ise her iki rakibinin muamelatı eblehanelerin den pek bizar olduğunu vakit buldukça matmazele ifhamdan geri durmazdı. anjel odasına misafir kabul edeceği geceleri fevkalade bir i'tinayı mahsusla tayin etmek lazım geleceğini aşıklarından biri odada iken diğerinin onun üzerine gelmesi meseleyi tamir kabul etmez bir hale getireceğini düşünüp resmi kabul planını ona göre tertip etmişti. mürebbiyeye gelince, üçünü de iğfalde gayet mahirane davra nıp herhangisiyle hembezm olursa diğer ikisi hakkında beyanı nefret ve şikayet ederek karşısındaki aşıkı gafili gönlü yalnız ona münhasır olduğu zemininde sözlerle iknaya muvaffak olurdu. sadri geceleri daima zevcesiyle bir odada bulunmak mec buriyetinden dolayı vakitli vakitsiz terki firaş ile odasından çıkamaz, çıksa da bu hurucu dışarıda pek cüzi bir müddet kal masını icap eden bir lüzum üzerine olabilirdi. damat bey'in yalı da serbest kalabilmesi zevcesinin orada bulunmamasına mütevak kıftır ki sadri için leyali bahtiyari demek olan böyle gecelere saadetine nailiyyet hemen nevadir kabilindendi. melahat hanım'ın istanbul'da bir teyzesi vardı. validesinin vefatından sonra bu kadını validei saniyye yerine koyduğundan yirmi, yirmi beş günde bir gider, onun evinde kalırdı. fakat teyzesini ziyarete gittiği geceler zevci sadri'yi de ekseri beraber götürürdü. sadri mülakatı aşıkane için yegane vakti fırsat demek olan bu teyze ziyaretlerinde zevcesine refakat etmemek maksadıyla türlü şemi, mektepte bulunduğundan yalıda yalnız haftada bir gece kalıyor. mürebbiye diğer iki aşığına, şemi'nin yalıda bu lunduğu geceler durmayıp evin her tarafını dolaştığını, bazen saikai tecessüsle oda kapısına kadar gelip içeriyi dinlediğini bi'lbeyan çocuğun yalıda kaldığı gecelerin mülakat için pek tehlikeli olduğuna sadri ile amca bey'i kandırmaya muvaffak olmuştu. amca bey kendi odasından başını bile dışarı çıkarmaya korkardı. binaenaleyh mürebbiyenin sadri'yle amca'yı bu suretle iknaya muvaffak oluşu kendisine haftada bir gece şemi'yi bilatehlike odasına kabule meydan vermişti. amca bey'le sadri'nin odaya sureti kabullerine gelince mürebbiye bu ciheti de oldukça yolu na koymuştu. artık delikanlı gece gündüz yalıdan bir tarafa ayrılmıyor. mürebbiyenin tenbihatı şe didesi hilafına hemen her gece haclei canana fürceyabı duhul olmak için sabahlara kadar sofalarda dolaşmaktan kendini ala mıyordu. yolunda tehdidatla aşıkı sandukaberduşunu öyle gece lerde yalnız saadeti vaslından mahrum bırakmak değil, odasın dan harice çıkmaktan bile mene muvaffak olur, kendisi beri yan da pembe ziyalı hücrei kabulünde sadri'yle bol bol görüşmeye meydan bulurdu. bir tesadüfi bedbahtane olarak aralık melahat'in istan bul'daki teyzesi de hastalanıverdi. melahat, valide yarısı addey lediği teyzesini şunun bunun nezareti bikaydisine terk edemeye rek kadıncağıza kendi yedi ihtimamıyla bakmak için sıkça sıkça istanbul'da kaldığından sadri'nin de meydanı muaşakası geniş lemişti. anjel'in şu üç aşığını birbirinden habersizce memnun etmesi yolunda kurduğu dolabı ihtiyalin intizamı devrini sektedar edecek bazı ahvalin zuhuru pek şekerrenk giden bu komedyayı adeta gülpembesi haline koydu. tasniatında muvaffak olduğu zamanlar yalıda serbest kalabilirdi. sadri'nin böyle zevcei bülendendamından azadeser kaldığı gecelerde mürebbiye amca bey'. bu gece sen çıkmayacak senin oda dışarı. bu akşam yok, sadri kendi karı beraber, çapkın bütün gece dışarı geziyor. geliyor benim oda kapı dinliyor. mürebbiye, vehameti neticeyi bi'tteyakkun üçüne de babı kabuli leyliyi sedde mecbur oldu. haftalarla devamortaya çıkarmauydurma şeylerkorkutmalar eden bu mahrumiyyeti vasl bu üç dildadei me'yusu taham mülfersa birer ateşi iştiyaka düşürdü. hele amca bey, te'siri narı sevda ile geceleri topaç gibi odasının ortasında dönüyor. bazen azimi haclei canan olmak için her mehlekeyi göze al dırıp herçi badabad cesareti mütevakilanesiyle odasından başını çıkarıyor, sofada bir hayali mahuf gibi dolaşan ya sadri veya şemi'den birinin gölgesi önüne çıkarak manii azmi oluyor du. bu iki rakibi biamanının devri leylilerinden sofayı hali bulmak fırsatı bahtiyarisini ele geçirdiği gecelerde yavaş yavaş gah duvar diplerinden yürümek gah dört ayak yerlerde sürün mek ihtiyatlarıyla türlü helecan içinde babı ma'şukasına kadar gidiyor. vürudunu ihbar için parmaklarıyla tık tık hafif ha fif vuruyor, içeriden mukabeleten hiçbir seda işitemeyince rezeyi karıştırıyor, kapıyı sımsıkı kilitli bularak nakabili ta'rif bir ateşi hırman ile me'yusen odasına avdet ediyordu. yine bir gece amca bey ne olursa olsun mürebbiyenin odasına gitmeye karar verdi. ke sif bir zulmete boğulmuş koca sofanın köşesini bucağını dinledi. karşıki duvara müstenit bulunan büyük sa atin sedayı rakkasından başka hiç ses yok. zulmet, bahusus el ayak çekildikten sonraki sükuneti leyliyye içinde rakkasın bir ıttıradı mahsusla çıkardığı tak. taklar gündüzkin den birkaç derece daha büyümüş gibi işitiliyordu. amca bey so faya ilk adımını attı. kendi kendine: bizim sofanın ortasındaki asma lamba evvelleri her gece sabaha kadar yanardı. acaba şimdi niçin yanmıyor! bu geceye kadar ben buna neden dikkat etme dim? yoksa biri mi söndürüyor? amca bey, sofanın ortasında bulunan büyük masanın yanına geldi. bu gıcır tıyı gayet muhterizane ayak sedaları takip ettiğini duyunca tarafa bir gelen olduğuna artık hiç şüphesi kalmadı. hemen geri dönüp odasına çekilmek istedi. lakin ayak patırtıları gittikçe kendine doğru takarrüp ettiğinden gelene kendini sezdir meksizin oradan savuşmak kabil olamayacağını anladı. kendine bir cayı ihtifa olmak üzere yavaşça masanın örtüsünü kımılda mürebbiye, sadri, amca bey, şemi'nin cümleten odaları ga yet vasi bir sofa üzerinde idi. yalnız dehri efendi'nin bir kü tüphane, bir salon, bir de yatak odasından mürekkep bulunan dairei mahsusası ayrı idi. fakat daireye methal olan korido run kapısı da yine sofaya açılıyordu. geceleri böyle hilafı mu'tad lambanın sönmesi hakikaten amca bey için dikkate şayan bir keyfiyetti. fakat biçarenin iş tiyakı canan ile zihninde peyda olan teşevvüş kendinde hiçbir şeyi yoluyla düşünmeye meydan bırakmadığından bu hususa lü zumu derecesinde ehemmiyet vermeyerek beş on dakikalık bir tefekkürden sonra yine kendi kendine: düşüncekarışıklıkçekingen bir kimseye yakışır tarzdagözetleme sadri'yle şemi, mürebbiyenin bana ettiği iltifatları çekemiyorlar. geceleri benim kızın odasına gidip gitmediğimi tarassut etmek için bu lambayı söndüren, iki çapkından biri olmalı, dedi. yine kararı evvelini icra azmiyle başını oda kapısından çıkar dı. hep saat rakkasının tak takları. başka seda yok. hiçbir yerde çıt olmuyor. içinden hele şükür baş belası çapkınlar uyumuş. masa bir buçuk metre kutrunda, beş ayaklı cesim bir devirde olduğundan amca bey iyice gizlen mek için ortaya doğru süründükçe yine masa altında diğer bir şeyin muhite doğru sürünüp çekildiğini hissetmesin mi? amca bey hariçteki ayak seslerinden başka masanın altında he men kulağının dibindeki bu ikinci pıtırtıyı işitince diri diri ka pana yakalanıp da kapan sahibinin vürudunu hisseden sansar gibi ne masanın altında durabiliyor ne de dışarı kaçabiliyor du. adamcağızı kadar büyük bir helecan yakaladı ki şiddeti darabandan kalbinde peyda olan gümbürtüleri saat rakkasının tıkırtılarından daha kuvvetli işitiyordu. amca bey, masanın ayaklarından birinin yanına da ayaklardan biri imiş gibi bir cismi camid halinde öyle mıhlanıp kaldı. hiç kımıldamak, kıpırdamak, bir karınca kadar ses çı karmak istemiyordu. fakat kalbinin gümbürtülerini menetmek şiddeti havf ve helecandan mütevellit ayrı ayrı solumalarını teskin eylemek kabil mi? masanın öbür kena rında muhtefi zatın da aynı hali helecanda bulunduğunu, nefesi nefesine yetişmez derecede soluduğunu işitiyor. onun da darabanı kalbini kendininki kadar bir vuzuhla duyuyordu. masa altındaki bu iki kişi, yekdiğerinin helecanını dikkatle dinleyip ikisi de kendini ötekine tanıtmamak için masanın kena rından bir çarei firar aramaktalar iken sofanın ta öbür ucundan ayak sesleri pıtır pıtır pıtır gelip kendi yakınlarından geçtikten sonra gitti, gitti, anjel'in oda kapısı önünde durdu. masa altındakilerin bu defa sureti helecanları külliyen de ğişti. amca bey vukui hali yalnız işitmekle de kanaat etmeyip artık karanlığa iyice alışmış olan gözleriyle belki bir şey seçebilirim ümidiylegizlenenbüyükçap yavaşça örtünün ucunu kaldırarak dışarıyı seyretmeye kadar ce saret gösterdi. da usul usul sürünüp masanın bu temaşaya en elverişli olan cihetine ge lerek örtüyü hafifçe aralık etti. neye uğradığını tayine vakit olmadan beş altı saniye zarfında zulmeti kesife içindeki sofa birdenbire gündüz gibi tenevvür ediverince kapı önündeki saili merhamet zavallı derdmend kedi görmüş fare gibi kaçacak bir delik bulmak üzere etrafına fevkalade bir sür'ati nazarla bakındıktan sonra masanın altını bir penahı selamet zannıyla hemen oraya kapağı dar attı. zırh delen bir danei pürateş şiddetiyle masanın örtüsünü itip altı na girer girmez tos vuruşur gibi kendi kafasıyla diğer bir kafa beyninde vukua gelen şiddetli bir müsademe aşıkı mermiyi adeta sersem etti. diğer kafa sahibinin hissettiği evcaın da şöyle böyle acılardan olmadığını vay kafam! müsademeyndenrahatsızlık veren esnada anjel'in kapısı tık tık ama pek hafif olarak iki üç defa vuruldu. masa altındaki muhtefiler neticei hale intizaren işte asıl şimdi nefes bile almak istemiyorlardı. aydınlanmaacılardertliçarpışma tık tıklar evvelkilerden biraz daha hızlıca tekerrür etti. bu tık tıkların semeredar olmadığını gören zairi leyli ağzını ka pının anahtar deliğine uydurup mümkün olduğu kadar pes perde den bir seda ile: sevgili anjelciğim, ben geldim. kim olduğumu sesimden anlamıyor musun? aman şu üç kişinin esnada yekdiğerine fevkalade birer mahcubiyetle imale eyledikleri nazarları görmeliydi. birbirinin nazarı ta'yi bine hedef olmadansa yer yarılıp yere geçmek daha evla oldu ğunu yekdiğerine bu bakışlarıyla ifham ediyorlardı. fakat kim kimi tayip edecek? amca bey, sadri, şemi. mürebbiyenin tertip ettiği mudhikenin bu üç mühim aktörü göz göze gelmiş idiler. amca bey'le sadri'nin yüzlerinde can acısına delalet eder işmi'zazlar görülmesi müsademenin bu ikisi bey ninde vaki olduğunu bildiriyordu. bundan, amca bey'den evvel masa altına ihtifa etmiş olanın şemi ve son mültecinin de sad ri olduğu anlaşılıyordu. bunlar birbirlerini görünce kadar bozuldular ki çehreleri ağlamak ile gülmek beyninde nakabili ta'rif bir hali acib peyda eyledi. el ayak hemen çekilir çekilmez ne hikmet bilmem, şu sofadaki lamba kendi kendine sönüyor. ortalık zifiri karanlık kesiliyor. ondan sonra evin içinde bir pıtırtı bir çıtırtıdır gidiyor. lambayı getiren her kim ise merdiveni çıktı. sofanın her tarafına dikkatli bir nazar gezdirdikten sonra kendi kendine: komediyüzünü buruşturma şu yalıda doğmadımsa büyüdüm. bu pıtırdayan şeytanlar mura biye midir? ne karın ağrısı ise işte karının fistanından dökülüyor. aslını sorarsanız şeytanın büyüğü işte karının kendisi. edasından, kurumundan yanına varılmıyor şöyle. aman allah'ım ne çok bilmiş şey! büyük efendinin karşısına gider, fan fan fan. şe mi'nin yanına gelir fin fin fin. kamburun önüne çıkar fon fon fon. ben sizi bir gece şöyle elceğizimle yakalayım da size fin fonu göstereyim. kahya kadın elinde lambasıyla yürüdü. evvela şemi'nin odasını dinledi. kapı bi'ssuhule açılıverdi. baktı ki odada kimse yok, dö şeği muayene etti. onu da bomboş bulunca kemali gayz ve hid detinden gözleri büyümüş olduğu halde yine sofaya çıktı. hele candan sedasına arız olan bir ihtizazla: bu sözleri söyleyenin kahya kadın eda hanım olduğu nu masanın altındakiler sedasından anladılar. üçünde de bet beniz kalmadı. tekellüme ne mecal var ne imkan. şu beliyeden nasıl kurtulabileceklerini birbirinden istizahkara ne nazarlarla anlamaya uğraşıyorlardı. karı kendilerini sezip görmesin havfıyla üçü de muhterizane harekatla sürüne sürüne masanın ortasına toplandılar, birbirine sokulup büzüldüler. eda yine sözüne devamla diyor idi ki: konuşmafelaket üçünün de bu akşam şu sofada gezindiklerine gözümle görmüş gibi yemin ederim. daha bir iki dakika evvel biri bura dan gümbür gümbür koştu. acaba nereye savuştular? aydın lık geldiğini görünce odalarına kaçmış olmalılar. mürebbiyenin yalıya gelir gelmez bütün erkeklerin enzarı rağbet ve iştiyakını celp etmiş olması eda hanım'ın kız aley hinde husumetini tahrike en büyük bir sebep olmuştu. anjel'in hanece ihraz eylediği mevkii i'tibarı bir türlü çekemeyerek kızı birdenbire oradan defe muktedir olamaz ise de hiç olmazsa iğva ya muvaffak olabileceği erkekten, kadından bazı kimselerin nazarından düşürebilmek için dedilere kodulara girişti. bazı iftiralardan başı açık, kubbesi mutabık gelmeyen tasniattan bile çekin medi. bu hileleriyle istediği gibi herkesi kızdan tenfire muvaffak olamayınca kin ve garezi büsbütün büyüdü. hanımefendiye gitti, dehri efendi'nin mürebbiye hakkındaki sureti nazarı başka ol duğunu. mürebbiye unvanı altında yalıya bir müstefreşe gebaştan çıkarmanefret ettirme karı, amca bey'in odasına yaklaştı. kapıyı aralık buldu, orayı da bi'lmuayene: ayrılıkodalıksığınak şemi'nin yerinde yeller esiyor. bu gece döşeğine hiç yatmamış. karyola öyle düzeldiği gibi muntazam duruyor. dur bakayım. bir de amca beyefendi'nin odasını yoklayayım. oh canım. bizim felek de bu akşam kırklara karışmış. odasında ecinliler top oynuyor. bu gece bizim küçük hanı mefendi istanbul'da teyzesinde. bakayım damat beyefendi'nin kendi kendine içi mi sıkılıyor? yoksa sevgili zevcesinin bir gece lik iftirakına dayanamayıp gözyaşı mı döküyor? ora dan arzusu nispetinde bir çıbanbaşı koparamayınca kokonalar aynıyla erkek demektir. anjel'e açık görünmek adeta namahrem bir erkeğe çıplak çıkmak gibidir. karının yanına başörtüsüz çık mayınız. aşçıbaşıya gitti, mürebbiyenin yemek yediği tabakları ayrı bir yerde yıkama sını, onlardan diğer tabaklara bir şey bulaştırırsa bütün yemekle rin mekruh olacağını tembih etti. tosun ağa'dan: azarlamapisletme mürebbiye aleyhindeki hiddet ve şiddetinden karı, adeta kendi kendini yiyip bitirerek ne yapacağını şaşırıp nihayet bir gün bu cüretini efendinin karşısına çıkmaya kadar vardırdı. gözleri yaşarmış bir hali teessürle dehri efendi'nin huzurunda divan durarak: itabıyla eda'yı huzurundan defedivermişti. bunun üzerine eda'nın mürebbiye aleyhindeki kin ve husumeti fırsat bulsa kızı bir kaşık suda boğmak derecei şedidesine vardı. anjel'in tamir kabul etmez bir hatasını, nakabili inkar bir rezaletini yakalamak efendi hazretleri, içimizde bazı namaz kılanlar var. kokona karısı bahçede, sokakta süpürttüğü etekleriyle yalının her tarafını dolaşıp telvis ediyor. kendisine emir buyursanız da bari böyle her yeri dolaşmasa. cevabını alınca herifi dövmeye kadar cüret gösterdi. gündüz rahatını, gece nevmini terk etti. amca bey, sadri ve şemi'nin mürebbiye ile olan mü bahasatını, muamelatını kapı arkalarından dinleyerek tetkike başladı. keyfiyetin pek bozuk düzen gittiğini, memulün fevkin de bir hız almış olduğunu keşifte güçlük çekmedi. hele akşam lamba ile gelmezden evvel karanlıkta merdivenin yarısına kadar çıkıp sofada gezindiklerini, tık tık mürebbiyenin kapısına vurul duğunu hep dinleyip işitmişti. kendi kendine bu gece galiba bizim beylerin üçü de ayakta, bu nasıl iş bilmem ki? beynlerinde piyango mu çekiyorlar ne yapıyorlar? galiba biri odaya giriyor, diğerleri dışarıda bekçilik ediyor. pişmiş aşa su katmak iyi değil dir ama lamba ile yukarı çıkıvereyim de hiç olmazsa şunları ürkü tüp tertiplerini bozayım. eğer işime yarayacak bir hale tesadüf edersem da bahtıma. şimdi oynamanın sırası değil, fırsat işte bu fırsattır. büyük bir akıl düşünmeliyim. ne eski cingözlerdendir. kırk yıldır beraberiz, murabiyeyi vallah da seviyor. hanımefendinin birkaç defa kulağını büktüm. kadın gözlerini aç. ne kadar olsa erkektir, kocana güvenme. mura biye görünüşte çocuklara hoca olarak tutuldu. fakat hakikat te senin üzerine ortak getirildi. hiç öyle pembe yanaklı, kiraz dudaklı, fıkır fıkır hoca mı olur? ya kadında kafa yok ki. duvar gibi. vurdumduy maz. canım ne hacet! efendi bir zamanlar benim için az mı yandı? bir içim su idim şöyle. hala kambur bile bazen yüzüme bakar da eda, sen gençliğinde ne imişsin, ne imişsin diye içini çeker. haydi eda, işte bu kararı üzerine yukarı çıkmıştı. beylerin hiçbirini odasında bulamayınca sevincinden şıkır şıkır sofanın ortasında raks ettikten sonra saatin yanındaki maroken kanepenin üzeri ne oturdu. kendi kendine mırıl mırıl diyor idi ki: düşünülenuykukarşılıklı konuşmalar oradan karagöz göstermeliği maskara! bin gönlüm olsa sana birini vermem. senin layığın işte öyle murabiye gibi frenk om leti. paris kayganası karılardır. hem de şöyle sapına kadar kadındır. benim gönlümde fenalık ola idi efendi bana hiş dediği zamanlarda ben de ona piş der idim de şimdi koskoca bir hanımefendi olup ayağımı ayağımın üzerine koyarak köşeye kurulurdum. ben hıyaneti kabul etmem yoksa. ya da mat olacak yosma? bu yalıya kurna başı soygunu gibi çırılçıp lak geldi. samuru başka, elması başka, vaşağı başka kürklere, nimetlere gark oldu. altı mermer kahvelerinde pineklerken buraya geldi. beyefendi oldu, kuruldu. aslında ol madıktan sonra kürklen, yalıylan adam adam olur mu? el altın dan tahkik ettim ya! onun babası evvelden muharremlerde hoy goy goy canıma çıkar imiş. anası düğünlerde soygunluk eder, beş on paraya konuya komşuya kurşun dökermiş. şimdi nail olduğu bu nimetlerin kadrini biliyor mu? kimseye artık eyvallahı kalmadı. karısının boyu posu bile herifin gözü ne diken oldu. karım bir gece yalıdan savuşsa da zevk edip eğlensemden başka tasası kalmadı. babası para dilencisi imiş, oğlu da burada gönül di lencisi oldu. vaktiyle bir defa alışmış, hiç dilenmeden durabilir mi? ben hala kahya kadın. hiçbir şeye karışmadıktan sonra neyin kahyası bilmem ki? ben bu yalının hakikaten kahyalığını etsem murabiyeyi buraya sokar mıydım? yazık her ay başında karıya verilen sarı sarı liralara. çocuklara iki fin fon öğretmek için kadar para verilir mi? bari öğrendikleri şey lakırdıya benzese yine kadar esmam yanmaz. cartolu portulu canım böyle cartolu ile çocuk terbiye olur mu? sabahleyin bazen vahip ile nezahet'e rast ge liyorum. kukla gibi bellerini çökertip eğilerek bana boncur na diyorlar. bir şey alıp verirken mersi. lakırdı söylerken türlü eğrilip büğrülsoruşturma meler. efendibabalarının karşısında bu maskaralıkları yap tıkları zaman adamcağız bayılıyor, bayılıyor. hayatı gidiyor da bayatı kalıyor şöyle. bayılması çocukların bu marifetlerine midir? orasını allah bilir. benim bildiğim çocuk terbiyesi bir büyüğün yanına girer, önü nü kavuşturup edeple yürümek, el etek öpmektir. böyle kıçını kabartıp da boncurna demek nasıl terbiye bilmem ki? bunların hepsi bir taraf. şimdi ben ne akıl kullanacağım? bu üç herif nerede? acaba bunlar beynlerinde uzlaşıp işi nöbete mi koy dular. mutlak birinden birisi murabiyenin yanında olacak. laşekk bu böyledir. belki boş atar da dolu, tek atar da çift vururum. kaç gündür beynlerini biraz şekerrenk gibi anlıyordum. bel ki gönül davalarını fasl için üçü de kızın yanına gitmişlerdir. bu vakit döşeklerinde bulunmamaları efendiyi iyiden iyiye kızdıracak bir sebep değil midir? beraber köşeyi bucağı ararız. onlar za man efendinin suallerine cevap bulup da versinler bakalım? ben böyle fırsatı her zaman ele geçirebilir miyim? bu defa da efen diye karşı iddiamı ispat edemez isem düçar olacağım ceza bir iki tekdirden başka ne olabilir? efendiyi uyandırmaya gideyim pekala. ben uzun divanhaneden geçip de efendinin daire sine gidinceye kadar çapkınlar mürebbiyenin yanından çıkıp odalarına girerlerse. dur. onun da kolayı var, diyerek eda belinden kuşağını çıkardı. mürebbiyenin oda kapısı iki kanat lıydı. kendinizi pencereden bahçeye atmaya kalkışırsanız oda yüksektir. size acı rım, vücudunuzda kırılmadık kemik kalmaz. hurdahaş olur sunuz. uğramışparamparçageniş sofa dedi. bu müthiş nutkun iradı esnasında masa altındaki bedevi to punu teşkil eden üç kişi adeta yekvücut haline girmiş mertebede birbirine sokulmuşlardı. sükuneti leyliyye içinde karının etra fa savurduğu zehragin sözlerin te'siri canhıraşıyla üçünün de hiddetten çeneleri kilitlenmiş, vücutlarını lerzeler istila etmişti. eda isimli bu yılan karıdan intikam almak için derunen yeminler ediyorlardı. masa al tındakiler eda'nın ayak seslerine olanca dikkatleriyle kulak ve rip sofadan hayli uzaklandığına iyice emniyet hasıl ettikten sonra üçü birden mahbesi beladan halası cana şitab ile oradan ya vaş yavaş süzülüp çıkarak odalarına kendilerini dar atabildiler. eda, mürebbiyenin kapısına bağlamış olduğu kuşağın içeri den kimseyi çıkarmayacağı hakkında kendine vermiş olduğu bir itmi'nanı fevka'lade ile müsterihane efendinin yatak odasının önüne kadar yürüdü. efendinin henüz uyumayıp bülendavaz ile bir kitap okumakta olduğunu işitti. dehri efendi molirein asarından les precieuses ridicu les namındaki komedyayı eşhası vak'adan kadın ve erkek sedalarını taklit ile müstait aktris ve aktör rollerini adeta bir sahne üzerinde ifa eder gibi kendi kendine oynuyordu. paris'te molire zamanında sırf tafrafuruşane zarafet iddiasıyla neşri asar eden hikayenüvisanı nisvandan made moiselle de scuderynin zamanın kadınları üzerine gösterdi sernamei eser lisanımıza udhukeperveranı nisvan veya zürefayı acibei zenan suretlerinde tercüme edilebilir. bu tesir ile fransız lisanının peyda eylediği garabeti şive voltaire zamanına kadar devam etmiş, her fikir ve hissi edayı tabii ve kelimatı mahsusasıyla ifade eylemenin maayibi edebiy yeden addolunması gerçi henüz bazı memleketlerde hükümferma makbul üsluptan ise de fransa'da bu tarzı acib binanın gide gide butlanı, kofluğu tezahür etmiş, şimdi metaneti fikriyye, sadegii beyan her türlü şaşaadar elfaza tercih edilmiştir. komedyada madelon ve cathos isminde bu precieu selerden iki kız tasvir edilmiş. grange ve croisy namlarında iki zat bu kızları ziyarete geliyorlar. nazeninler bu iki erkeğin ge rek etvarı amiyane, gerek beyanı sadelerini beğenmedikleri için bunlara sui kabul gösteriyorlar. grange ile croisy, kızlardan ahzı intikam için mascaille ve Jodelet ismindeki uşaklarını marki, vikont unvanlarıyla nazeninlerin hanelerine gönderiyorlar. sahte marki ile vikont kızları firiftei etvar ve beyanları etmeye muvaffak oluyorlar. hüsni ifade, vuzuhı beyanın en ileri gelen tarafdaranından olan molire zaman precieuse namı verilen bu nazeninle rin şu revişi nama'kul beyanlarına kalemi istihzasıyla bir darbe eriştirmek üzere bu komedyayı tahrir etmiştir. molire'in komedyalarından biri olduğundan eda'nın haberi yok ya. yalnız gelen seslerin inceli kalınlı olmasına istiğrab etti. kendi kendine dedi ki: ği te'siratı edebiyye şevkiyle bütün kibar nisvanın mustalah, tumturak istiarat, acib teşbihat, rumuzgune bimeal kelimat ile ibrazı zarafet eylemeleri moda hükmünü almıştı. bir balo tertibiyle cümlesi gülüp eğlenmekte iken uşakların efendileri geliyor, hakikati madde meydana çıkıyor. bir reza lettir gidiyor. komedyanın esası işte bu. hüküm sürenboş ve temelsiz olmaağdalıbir eser kaleme almasözler oda kapısı açılır. tık tık vurarak: bu ne tuhaf okuma! hariçten işiten bir adam içeride bir sürü insan var zanneder. baksana efendi yine kadınları zekleniyor. ay makaralarımı zapt edemeyip şimdi kahkahayı basaca ğım. kendimi abdurrezzak'ın oyununda zannediyorum. fakat anlamıyorum ki ne diyor? ne derse desin. işte anlaşılıyor ki keyfi üzerinde. dur kapıyı vurayım. dehri efendi baş açık, belde kuşak yok, göğüs nimgüşade gayet perişan bir halde eda'yı istikbal ile: çeşmanı püfker de edan ile yüzüme bakma öyle. haydi git aksi vechi abusun la sathı pertevbarını jengdar etmeden bana miratı getir. efendi hazretleri zatıalinizi rahatsız etmez isem. bir iki sözüm var. ey marotte, ey hey'eti cehaletmu'tad, ben de senin vezanı nesimi payına intizarda idim. söz anlamazsınız ki mutlaka adiyatı ifadeye insanı mecbur edersiniz. bu defa ikisi karşı karşıya komedyanın kısmını cidden oy namaya başlarlar: ay efendi hazretleri, deminden beri söylediğiniz sözler hep oyun muydu? mascarille benim gibi paris'in en kibar sınıfına mensup bir markiden para istemek küstahlığını öğren işte. vakit geçiyorsa rolleri değiştirelim. bundan sonra iyi dikkat et eda. ben mascarille olacağım. sahte mar ki la grangein uşağı. sen de sedye taşıyan hamallardan biri olacaksın. asıl komedyada hamallar iki kişi ama şimdi gece kimi bulalım. sen ikisinin rolünü de idare et. madelon'un hanesine indirmişsin. paranı istiyor sun. ikinci hamal lütfen ücretimizi veriniz. yarım saat kadar vakit sarfıyla dehri efendi eda'ya sedye taşıyan hamalların rolünü öğretir. hakkımızı inayet buyurunuz. aynayı getireyim efendim ama. söyleyeceklerim var, va kit geçiyor. oyundu ya. molire'in bir komedyası. ikinci hamal siz alacaklıları nıza böyle mi te'diyei deyn edersiniz? sizin markiliğiniz benim karnımı doyurur mu? dehri efendi rolünü bozma, şimdi sahihten dayak yersin. buna alafranga bahşiş derler. haydi bakalım rolünü ifa et. aman efendi hazretleri! pek hızlı vurdunuz. gözlerim dı şarı fırlayacak zannettim. bu kadar yetişir. şimdi öteki hama lın hissesine isabet edecek tokatı da ben mi yiyeceğim? mascarille sen sözünün eri gibi görünüyorsun. arkadaşın alı ğın biri. sözünü dinletecek vasıta istimaline herifin aklı ermiyor ki. ağzından çıkanı kulağı işitmiyor. hakkını al bakalım. bade'li'ta nasıl şimdi memnun oldun mu? mascarille bak şu terbiyesize. ben sana şimdi haddini bildiririm. eda, tokatın şiddeti nüzulünden pancar kesilen yanağını eliyle tutarak rol haricinde söze girişip: birinci hamal hakkımızı verecek misin yoksa ineyim mi? onu soruyorum. mascarille herif yerden göğe kadar haklı. mascarille ne diyorsun? mascarille al baka lım, bu da tokatın karşılığı. böyle nazikane talebe ne denebi lir? yoluyla ifadei meram edene canım kurban olsun. haydi gidiniz. beni leuvre'a götürmek üzere biraz sonra gelip yine buradan alınız. dehri efendi eda savuşma buraya gel. bu güzel ko medya böyle yarım mı kalacak? senin komedyacılığa fevkala de istidadın var. arkadaşıma bir tokat vurdunuz. bastonu yine kaldırır. bu müsaade üzerine eda hemen oda kapısından dışarı fırlar. eda ah efendiciğim, ben her türlü oyun oynarım ama şimdiye kadar oyunumu görmeye tenez zül etmediniz ki. şimdi burada çifte keman, çifte tef. hani ya kıpti karılarından mürekkep bir kol çalgı olsa. onlar anasın dan doğmadık aşkım var. aman dilber yavaş bas tahtalar oy namasın diye ya hey bassalar, ben bir oynarım ki efendi beni seyredenlerin gönülleri de beraber oynar. hele heyamola yisa bağlamalı gemici oyununda hiç menendim bulunmaz. yelken açarım ki. heyamola yisa değil, onun aslı eyyam ola yel esedir. siz kadınlar her sözü vechi iştikakı üzere söylemeyip böyle bozuyorsunuz. efendim kabahat bende değil. ustamdan öyle öğrendim. hani ya kolbaşı bir kukulu vardı. oyun ustam işte idi. kıpti karısı öyle iştirkak miştirkak bilir mi ya? biz öyle öğrendik heyamola yisa ama onun irfanca miştirkakı eyyam ola yel ese imiş, daha ala. makamla söyleyerek eyyam ola yel ese bak bu hem lisana hem makama yatkın geliyor. tamamlamacanlandırılmış dehri efendi kahya kadına: bu ne rezalet! gümbürtünün bir şiddeti mütezayide devam eylediğini duydular. bu narayı içeriden işiten anjel kapı arkasından: şimdi sükutun manası var mı? dur ben sana beş on dakika zarfında faili vak'ayı buluvereyim de sen de gör. evvela lambayı getir bakalım, kapıyı ne ile bağlamışlar. onu görelim. eda lambayı kapıya doğru uzattı ama vücudunda titremedik damar, oynamadık asap kalmamıştı. dehri efendi bağı bi'lmua yene: eda kül renkli bir çehre ile: nasıl olacak efendim! zatıalinizi görmek üzere bu sofa dan geçtim. yürürken belimden ku şak çözülüp düşmüş. bana garezi olan birisi onu yerden almış. gezerken kuşağı düşürmek zaten eski adetimdir. gülfidan bulup getirdi. sözlerime inanmaz sanız tahkik buyurunuz. kendi elimle kuşağımı murabiyenin kapısına niçin bağlayayım? gördün mü keyfiyet nasıl kolay laştı. fakat gece yarısı beni gör meye niçin geldin? eda katiyen bir şeyden haberi yokmuş gibi masumiyetine kendi kendini bile inandıracak bir tavrı ca'li ile: hay allah ömrünüze ömürler katsın efendim. bu sualiniz le cariyenizi ihya buyurdunuz. kendi kendime senin kuşağın nasıl oluyor da bu kapıya bağlanmış bulunuyor? efendi ciddiyyeti gazubanesiyle eda'yı yukarıdan aşağıya kadar süzerek: aman allah'ım, kendi gözlerime inanamayacağım geliyor. ku ku kuşak benim. sözün alt tarafını bulup bir türlü çıkaramayacaktım. sizi görmeye niçin geldiğimi anlatırsam zaman bana edilen bu garezkarlığın sebebi meydana çıkar. ben şimdi sana maydanozlu köfte, ekşili yahni filan sor muyorum. kimin huzurunda olduğunu düşün de adam gibi lakır dı söyle. mahalle karısı. esnada mürebbiye güm güm yine kapıyı vurarak: küçük dilini yutarcasına bir istical ile: dehri efendi hiddetle kaşlarını çatarak: ekselans aç benim kapı. ben de söyleyecek. eda muhterizane etrafına bakınarak: dehri efendi bir nezaketi fevka'lade ile fransızca olarak anjel'e hitaben: mevkiin gittikçe nezaket peyda ettiğini gören eda, gülünç bir rekaketi lisanla: öyle ya matmazel de söylesin. hem allah için söylesin. iş dosdoğru meydana çıksın. üçü birden nereye kaybolmuş ben bilmiyorum. belki bilir. amca bey bir! lütfen birkaç dakika kadar sabrediniz matmazel, sizi de söyleteceğim. yim? efendim neler neler de maydanozlu köfteler. üçü birden kayıp mı olmuş? dehri efendi eliyle kapıyı vurdu. amca bey güya derin uykuda imiş gibi hiçbir şey işitmiyor imiş gibi ilk tık tıklara cevap vermedi. fakat kapının vurulmasında gösterilen ısrar, habı giranda bulunanları değil meyyiti yatağından kaldıracak bir mertebeye varınca amca bey ağız eğri, gözü şaşı bir halde uyku sersemliğini taklit ederek her adımında sendeleye sendeleye gelip kapıyı açtı. dehri efendi, biraderine şakkı şefe etmeksizin anahtarı kapının iç tarafından çıkarıp dışarı cihete takarak amca bey'in üzerine kapıyı kilit ledi. kemali hayretle icra yine eda elinde lamba ile öne düştü. evvela amca bey'in oda kapısı önünde durdular. kapıyı içeriden kilitli buldu. diğer iki kapının muayenesinde de aynı hale müsadif oldular. gazubane bir nazar atfıyla: çok öfkeli eda bu sözleri ancak dehri efendi'ye işittirebilecek derecede yavaş söylüyordu. efendim işin dosdoğrusu, adam gibisi her gece bu sofada çıtırtılar, pıtırtılar oluyor. bu gece yine oldu. baktım meydanda kimse yok, gittim beylerin odalarını muayene ettim. dehri efendi bir müddet tefekkürden sonra: eda'da fevkalade bir merak, acaba efendi, beyleri odalarına niçin kilitledi? bu garabeti muameleden işin sonu iyiye çıkmaya cağını kahya kadın anladı. hini isticvabında uydurduğu yalanlara, attığı martavallara efendi kandı mı, kanmadı mı? müreb biye odasından ben de söyleyecek. mürebbiyenin ifadatı eda'nın foyasını meydana çıkaracak, kim bilir mucibi mücazatı olacak mühim şeyler midir? dehri efendi'nin maksadı ne olduğunu anlayamadığı cihetle eda'yı evvelkinden beş beter bir helecan ya kaladı. karyolanın baş ucunda yanan açık yeşil renkli veilleu sein dal dal, damar damar incimad etmiş gibi görünen buz tebriyei zatı için serdedeceği delaili kazibe ne kadar mukni olsa onların hiçbirine ehemmiyet vermeyip efendinin mürebbiye yi daha itimada şayan göreceğini eda biliyor. uğrayaca ğı mücazattan ziyade mürebbiyeye karşı bir mukaddimei mağ lubiyyet hissetmek eda'yı kinden, hasetten öldürüyordu. kazdığı kuyuya kendi mi düşecek? düşünme ye vakit yok. eda içinden böyle kendi kendini yiyip bitirmekte iken efendi: ikna eden çiçekleri arasında intişar eden sebzin, muhteriz, hafif bir ziya mukmir bir sema altında asma yapraklarıyla örtül müş bir çardağın yeşillikler arasından derununa mahitab nüfuz etmiş de vezanahestei nesim ile yaprakları nüvaziş karane tahrik ediyormuş gibi oda dahilindeki eşyayı raksan gösteriyordu. eda'nın elindeki lamba orayı şiddetle tenvir ediverince hal, hayali bir manzara gibi gözden kaybolup bütün eşya eşkal ve elvanı asliyye ve sabitesini ahzeyledi. mürebbiye gecelik halini setr için alelacele bir peignoir bürünmüştü. dehri efendi eğilip kemali nezaketle kızı se lamladı. anjel de bu selama ihtiramkarane bir mukabelede bulunduktan sonra öyle bir hali perişanii şebane ile efendi nin huzuruna çıkmış olduğu için işvebazane evza ile özür ler diledi. dehri efendi, eğer bu halden dolayı özür dilemeye lüzum var ise gece yarısı kendisi gelip mürebbiyeyi odasında rahatsız etmiş olduğu cihetle yolda özür serdi kendine ait ol duğunu bildirdi. mürebbiyenin gözlerindeki humretten ağlamış olduğu an laşılıyordu. kızdaki eseri bükaya efendiyle beraber eda da dikkat etti. bu eseri girye eda'ya karşı anjel'in galebesini yarı yarıya temin ediyordu. efendi gözlerinizdeki kızartıdan ağlamış olduğunuz anla şılıyor. efendiyle mürebbiye beyninde şöyle bir muhavere başladı: ması gibi bir hakarete nasıl tahammül edilebilir? bunda elbette bir sui maksad olacak. düşündüm, düşündüm, buna hiçbir mana veremedim. gece yarısı böyle üzerime kapı seddedilmesindeki sebebin meydana çıkarılmasını zatıalinizden intizar eylerim. yarım kelimesini bile anlamaksızın şu muhavereyi dinleyen eda içinden ah menhus kokona! efendiyi fransızca tıkıp dolduruyor. söylediklerini anlamıyorum ki müdafaamı ona göre hazırlayayım. dehri efendi yine fransızca: işittim. sofada hızlı hızlı bir gezinme, badehu ayrı ayrı bir söylenme oldu. hatta merak ederek döşeğimden kalkıp kapının üzerinden dışarısını dinledim. dehri efendi gazubane nazarlarla eda'yı yukarıdan aşağıya kadar birkaç defa süzdü. kahya kadın, mürebbiyenin fransızca hayır. yalnız şu kadar temin edebilirim ki gelen ses bir kadın sesi idi. hatta eda hanım'ın sedasına da pek benziyordu. uyku sersemliği ile yanılmış olabilirim. katiyen hükmeylediğim cihet, kapımı bağlayanın dışarıda söylenen kadın olmasıdır. hiç müteessir olmayınız matmazel. benim evimde böyle bir fiile cüret edenin kim olduğunu elbette anlar, cezasını sizi de memnun edecek surette tertip ederim. evvela sizden bir şey sora cağım. odanızın kapısı bağlanırken dışarıdan hiçbir gürültü, ses işitmediniz mi? huzurunuzda sözleri tekrar edemem. efendi mürebbiyeye hitaben: anjel, kapıyı bağlayanın eda olduğunu katiyen biliyordu. hat ta ne fikirle bağlamış olduğunu da anlamıştı. fakat ithamatında bir garazkarlık eseri hissettirmemek, sözlerine bir rengi ma'su miyyet vermek, efendi nazarında ahlaken i'tilaperver görünüp ithamatı zımniyyesiyle eda'yı büsbütün mahvetmek için yolda idarei kelam ediyordu. onları kapımı bağla yanın kim olduğu katiyen tebeyyün ettikten sonra arz edeceğim. matmazel seni itham etmiyor. kim olduğunu tanıyamadım, eda hanım'dır demeye allah'tan korkarım, diyor. sen utanmadan böyle melek gibi bir kız aleyhinde öyle tefevvühatta nasıl bulunuyorsun? affedersiniz efendim. böyle bir suizan altında kaldığım için ne söyleyeceğimi bilemediğimden sözleri ağzımdan kaçırı verdim. yoksa matmazelin melek gibi bir kız olduğunu ben bil miyor muyum? amca bey önüne bakarak: amca bey, şiddeti havf ve halecanından kızın yüzüne baka mıyordu. dehri efendi ciddi bir müstantik tavrıyla dedi ki: eda'nın ölü rengi bağlamış çehresi, mürebbiyenin kızarmış gözleri, dehri efendi'nin ubuseti siması maceranın pek öyle hay rayoracak ciheti olmadığını amca bey'e anlattı. amca bey'in yaptığı derin bir reveransa mürebbiye hafif bir baş selamıyla mu kabele etti. bermutat yatmak zamanı odama girdim. ne sorar isem doğru cevap vermekten başka sizin için bir tariki selamet yoktur. tutacağım bir yalanınıza mukabil göstereceğim şiddeti muameleyi izaha lü zum görmem. ne rede idiniz? eda kendini kaybetmek derecelerine gelerek: eda çılgınca bir telaşla: dehri efendi demek biraderin sözleri doğru. bu gece sen sofanın ortasında bağıra bağıra ağzını bozmuşsun. matmazelin bu noktadaki ifadesi de biraderin sözleriyle tevafuk ediyor. orasını bilemem. eda hanım'ın bazı harekatına diğer bir kimsenin değil, kendi aklı bile ermez zannederim. ezcümle bu geceki harekatına. şimdi çat diye orta yerimden çatlayacağım. bu adam odasında yoktu. beni nereden dinlemiş. amca bey deminden kendini hiç anam yerinde addetmiyordun! eda'da yine tahammüle takat kalmayarak: arz edeyim efendim. bakınız bunlar akıl erecek hareketler midir? maksadını tayin edeme diğim için cevap vermedim. bir kadın velev ki sinnen geçkince olsun bir bekar erkeğin oda kapısını gece yarısı niçin karıştırır? keyfiyetin bu noktası pek fena canımı sıktığı için hiddetten uy kum kaçtı. anan yerinde kadına bu yolda iftiralarda bulunmaya utanmıyor mu sun? size seslendi mi? eda'nın çehresindeki kırmızılık bu defa morluğa tahavvül etmeye başladı. kahya kadın nasıl olsa kendi için efendi naza mürebbiyenin odasına ikinci olarak sadri ihzar edildi. onun verdiği ifade de amca bey'le güya hafiyyen müzakere edip tevhidi lisan eylemişler gibi hemen onun aynı idi. sadri de gece odasından hiç dışarı çıkmamış olduğunu iddia ediyor, mürebbi yenin kapısını kuşağıyla bağlarken eda'yı görmüş bulunduğunu katiyen temin ederek söylüyordu. dehri efendi sus. sana söz sormadıkça ağzını açmaya caksın. eda yine sabredemeyip evvelki ölü renginden şimdi al çuha gibi bir levne girmiş çehresiyle: üstüme iyilik sağlık. hak kuru iftiradan saklasın. bir bardak su yun kırk yıl hakkı vardır. söylediğin sözlerin önünü ardını düşün. günahtır. onlar beni mahvetmek için ağız birliği et mişler. biz içeride sizinle molayer'in oyununu oynarken burada daha tuhaf bir komedya oynanıyormuş. dehri efendi hiddetinden birkaç defa yerinden kalkıp otu rarak: amca bey harf değil bir nokta bile hilafim yok efendim. bir lakırdı kelepçesi olsa da şu karının ağzına vursam. çünkü başka türlü susmayacak. demek sözlerin harfi harfine doğru? anjel'in karşısında bir kadın dövmek frenk adet ve ahlakınca son derecede terbiye sizlik, benatı havva'ya hürmetsizlik olacağını bildiği için cebri nefs etti. efendi, kahya kadına hitaben: biri kardeşiniz, diğeri damadınız olan şu alçak, hilekar heriflere karşı kendimi müdafaa tenezzülünde bulunmayacağım. bir kelime yalan irtikab etmeksizin hakikati size söyleyeceğim. dinleyiniz. şu karşınızda oturan melekler gibi afif zannettiğiniz murabiye namın daki karı yok mu? kambur biraderiniz de onun aşığıdır. karı için çıra gibi yanıp tutuşuyor şöyle. damat bey de ikinci sevdalısıdır. mahdum bey de üçüncü. belki dördün cüsü de sizsiniz fakat orasını pek iyi bilemiyorum. kaç zamandır şu sofalarda, bu odalarda dönen ala ala heyleri, molayer'in yüz kitabını okursanız göremezsiniz. namusı ailenizi muhafaza için matmazel dediğiniz şu yırtık karının oda kapısını kuşağımla bu gece ben bağladım. eda büyük bir gayz ile yüzünü ekşitip sağ elini de kalçasına koyarak: kapıyı senin bağlamış olduğuna dair olan şehadet ikileşti. bu gece şu yolda bir isticvaba çekileceklerini evvelden bilip de söz birliği etmiş olmalarına imkan tasavvur olunamaz ya? demek ikisi de doğru söylüyor, sıhhati ifadelerinden dolayı sözleri yek diğeriyle tamamıyla tevafuk ediyor. kendini müdafaaten ne cevap verecek isen haydi ver bakalım. amca bey'le sadri, mürebbiyenin gösterdiği şu ulüvvi cenabdan pek müteessir oldular. de rin bir sükutla önlerine bakıyorlardı. eda, odada bulunan eşhasın yüzlerine ayrı ayrı birer nazarı nefret gezdirdikten sonra efendi ye hitaben: hazreti mesih bana af emrediyor. kadının bana olan ha karetini ben affettim. mürüvvet, merhameti insaniyyenizi gös termek için siz de affediniz ekselans. sizden istirhamım budur. ailenizin namusu yoluna ben başıma geleceği hiç düşünmeyip işte doğrusunu söy dehri efendi bu kadın hakkında edilecek mücazatı siz ta yin eyleyeceksiniz matmazel anjel. badehu kiliselerde görülen azizelerin tesaviri suretini aldı. fransızca lisanla dehri efendi'ye: anjel böyle işe karışmaktan şiddeti müteneffiranesini göste rir bir tavrı iba ile iki ellerini kaldırdıktan sonra hemen yerinden fırlayıp önünde gece kandili yanmakta bulunan salibin karşısına diz çökerek latince bir dua mırıldana mırıldana haç çıkarmaya başladı. anjel, fartı hicab hali göstermek üzere iki elini yüzüne kapa yıp ağlamaya başladı. dehri efendi kıza hitaben fransızca: anjel masumane bir seda ile: kendim için değil sözleri söyleyenin haline, günahına ağ lıyorum. bu kadar çirkin tefevvühatı keşke bir kadın ağzından işitmeye idim. evet, kapıyı ben bağladım. fakat beylerin üçünün de bu gece odaların da bulunmadıklarına ne üzerine ister iseniz size yemin etmeye ha zırım. hakkınızda zerre kadar hürmetleri varsa nerede olduklarını saklamayıp söylesinler. eda'nın şu son sözleri üzerine dehri efendi biraderiyle da madının dikkatle yüzlerine baktı. zavallı şemi, zihninde kim bilir ne kadar falaka acıları uyan dıran sert nazarın altında eriyecek gibi bir hale gelip bu suali müdhişe karşı verilecek cevabı vehleten tayin edemeyerek hazı runa mutazallimane birer nazarı tereddüd gezdirdi. amca bey'le sadri'yi fevkalade bir çarpıntı aldı. eda'ya karşı olacak galebe veya mağlubiyetleri şemi'nin ağzın dan çıkacak bir cümleye, ihtimal ki bir kelimeye muallak kalmışbir yerde anda bulunanlaruğradığı zulümden şikayet edercesine niçin kızarıyorsunuz? sükutla geçen her saniyenin teakubi güzeranı aleyhlerindeki şüpheleri dehri efendi bir tefekküri amik ile birkaç defa sakalını avuç ladıktan sonra biraderiyle damadına hitaben: eda'nın bu sözü şemi'ye ettiği hatayı anlattı ama iş işten geçmiş, meselenin tamir kabul edecek bir noktası kalmamıştı. benim gibi tevekkeli bir kadına iftira etmeyi beyler kolay mı zannettiler? siz bu gece odanızdan dışarı çıkmadığınızı iddia ediyor sunuz. eda'nın vechinde müntakimane bir tebessüm peyda oldu acı bir sedayı istihza ile: şemi güç anlaşılır bir seda ile: niçin cevap vermiyorsun? senin kabahatin amca ve enişte beylerinden daha büyük mü ki onlar söyledikleri halde sen sükut ediyorsun? dehri efendi'nin nazarı üçünün de göz bebekleri üzerinde seyredip duruyordu. bu sükut, dehri efendi'nin şüphe ile beraber hiddetini arttırdığından: tezyit ediyor, mevkilerini vahimleştiriyor, dakikaların müruru tasni edilecek cevabın kuvvei iknaiyyesini kesr ediyordu. bu öyle bir cevap olacaktı ki hem kendilerine teveccüh eden şüp heleri bir sureti kat'iyyede ref etsin hem de şemi'nin hatayı eblehanesini tahfif eylesin. verilecek cevabın dehri efendi'ye makul görünmesiyle beraber şemi'ye ifadei evveliyyesini değiş tirtecek bir yol irae eder surette olması lazım geliyordu. fakat böyle minkülli'lvücuh idarei keyfiyyete kafi bir yalanın anı vahidde uydurulması kolay mıdır? amca bey'le sadri derunen kıvrım kıvrım kıvrandıkları halde haricen bu hele canı kalbilerinden renk vermemeye uğraşarak tehlikeli sükutta devam ediyorlardı. dehri efendi şiddeti infialini gösterir bir surette yüzünü bu ruşturup: saklamaortadan kaldırma şemi bey bu gece bizimle beraber koruda besbelli rüyasın da gezinmiş olmalı! bu akşam koruya değil, bahçeye bile çıkma dım. gece koruda gezinmek bir cinayet midir? mahdum bey bunu öyle zannediyor da galibakarıştırmazarar vermeçoğaltmahafifletmegeçme şemi melul melul odadakilerin yüzlerine talebi muavenet ey lediğini gösterir birer nazarı istirham gezdirdikten sonra hiçbir söz telaffuzuna muktedir olamayarak mebhut bir halde kaldı. beraber idik diye iddiayı evvelini teyit etse bu tenezzühi leyli müşareketini ötekiler katiyen reddediyorlar. hem bu iddiasını ispata muvaffak olsa bile isticvabın sureti cereyanından halde meselenin büsbütün vehamet kesbedip şekli diğer alacağı anlaşılıyor. bunun sübutunda elbette korkulacak bir cihet var ki amcasıyla eniştesi bu gece ne koruya ne bahçeye çıkmış olmak gibi bir isnadı kabul etmiyorlar. bu akşam koruya ne kendisi çıkmıştı ne de ötekiler. hayır, onlar çıkmadılar. koruya ben yalnız çıkmış tım, demiş olsa pederine karşı olan ifadei evveliyyesini nakzetmiş olacak, yine yalanı tebeyyün edecek. nasıl idarei kelam etse bu gece kendi için duçarı mücazat olmak muhakkak. sen bu akşam koruda kendi kendine gezindinse başka. ne için bizim de beraber bulunduğumuzu iddia etmek gibi bir yalanda bulunuyorsun? manasız. abes. tuhaf. acayip. yoksa uyku sersemliği ile şaşırıp da ne söylediğini bilmiyor musun? sadri'nin şu sözlerinden amca bey'e de biraz cüret gelerek şemi'ye hitaben dedi ki: bozmak dehri efendi gözlerini gazapla şemi'nin üzerine açarak: ortaklıkbelli olma söyle habis, koruda yalnız mı geziyordun? yoksa amca, enişte beylerin de beraber miydi? amca bey tavrı kahramananesini biraderine beğendirmek niyyeti acibesiyle ispenç horozu gibi kabarıp şemi'nin tabanlarına çat çat bir iki indirdi. amca bey'le sadri'nin halleri ne olacak? ne olacaksa olacak. verilen emre her halde itaat lazım. eda, şu isticvabın elbette bir tarafından kendi işine yaraya cak, medarı müddeası olacak bir patlak, bir serrişte gözükeceği ümidiyle adeta sevinmeye başlayıp şemi'ye: dehri efendi'nin verdiği emir üzerine sadri ile eda biçare şemi'nin ayaklarını falakaya sokup sımsıkı burarak peder efen diye doğru çevirdiler. dehri efendi bir ikinci emir olmak üzere değneği amca bey'e uzatarak: dehri efendi böyle hüsni muamele ile bu çapkının ağzın dan söz alınmayacak. haydi eda hanım falakayı getir. birader al şunu. fakat acıyarak vurma, bir tahtaya bir taşa vuruyor imişsin gibi kuvvetlice yapıştır ki bizi çok üzmeden hakikati hali anlatsın. emrini verdi. falaka. mürebbiyenin karşısında dayak ye mek. bu muhakkariyyet, bu zillet şemi'ye ölüm kadar acı göründü. ayakların fala kaya girmezden evvel şu işin doğrusunu söylesen olmaz mı? amca bey omzunun acısından yüzünü buruştura buruştura değneği eline aldı. bu üçüncü hareketin amca bey'in köprücük kemiği üzerinde peyda eylediği sızı tesiriyle biçare adam terbiyeli maymun gibi bütün vücudunun müsait olduğu ile hoppadak tavana doğru sıçrayıp yine yere düştükten sonra mürebbiyeden sıkılmasa can acısından ağlayacak bir hale geldi. dehri efendi bu çelik çomak dersinin tekerrüründen havfen karşısında titremekte olan biraderine hitaben: nasıl, beğendin mi? bahusus değneğin nasıl vurulacağına dikkat ettin mi? değnek işte böyle üç hareketle muttariden şı pır şıpır şıpır vurulacak. haydi bakalım bir ikinci derse lüzum göstermeden ustandan aldığın gibi sen de oraya yapıştırmalısın. değnek bulunan elini re'sine muvazi bir istikameti amu diyye üzere kaldırıp değnek vurmakta üç hareket vardır. kolunu on beş yirmi derecelik bir zaviye teşkil edecek kadar arkaya açıp ikincisi de bu. açıklığın koluna ve rebildiği bir hız ile değneği amca bey'in omzu üzerine indirerek işte üçüncüsü de bu. dehri efendi pürhiddet yerinden fırlayıp değneği amca bey'in elinden aldı. hazırunu duçarı hiras edecek bir sedayı mehible: dehri efendi bir, iki, üç. amca bey çat! sad ri falakanın ucunu bırakıvermek, amca bey elinden değneği atıp dayağa hitam vermek istiyordu. fakat dehri efendi müthiş bir, iki, üç kumandasına nihayet vermiyor idi ki kumandanın hilafında hareket kimin haddine düşmüş. eda'nın sevincinden gözleri süzülüyor, dudaklarında titreye titreye acib bir inbisat ve takallüs husule geliyor ve içinden oh oh yüze yüze kuyruğuna geldik. lakin esnada anjel hemen yerinden fırlayıp falaka ile değneğin arasına girerek dehri efendi'ye hitaben fransızca dedi ki: ekselans artık yetişir. bey uyku sersemli ğiyle sualinizi iyi anlayamadı. bu hatası sebe biyle beyhude dayak yedi. kafa kafaya vu şemi çıkmadınız mı? sadri ile amca bey tiril tiril: efendibabacığım insafınız yok mu? gece dışarı çıkmak kabahatse onlar da çıktılar. vay tabanlarım. diye bir feryattır başladı. amca bey çat. bu çat patların adedi altıyı, yediyi bulunca şemi de samiahıraşane: dehri efendi bir, iki, üç! durunuz size izah edeyim. bundan üç gece evvel amca, sadri ve şemi beyler üçü birlikte koruya çıkmışlar. karanlık hayli kesif imiş. oradaki kestanelikte amca ile sadri bey birbirini göremeyerek kafa kafa ya şiddetle vuruşmuşlar. ertesi günü şemi bey bu müsademei mudhikeyi bana kendi nakletti. biz de yine bir hayli gülüştük. mürebbiye sözün bu noktada ayakları berhava olarak yer de yatan şemi'ye imalei nazar ederek: dehri efendi mütehayyirane şemi'ye hitaben: ahmak herif! ben sana üç gece evvelki vakayı sormuyo rum. bu gece odanızdan dışarı çıkıp çıkmadığınızı anlamak istiyorum. bu bakışıyla kız, aşıkı safderununa ifadeni değiş tir. amca bey'le sadri'nin gece koruya çıkmış olduklarını iddiadan tevellüt edecek vehameti değneklerin acısı şemi'ye bir türlü ifham ve ihsas edemediği halde mürebbiyenin bir bakışı ifadei sabıkasını değiştirmek lüzumunu kendisine ta mamıyla anlattı. bu gece odamdan çıkmadım ki onların nereye gittiklerini bileyim. dehri efendi benim sana bu gece kaydıyla sorduğum su ale dikkat etmediğin için bu kadar dayak yedin. bu değnekler işte dikkatsizliğinin bir cezayı sezasıdır. anjel'in hüsni idarei kelamiyyesi sayesinde şemi, falaka mücazatından işte kadar yakayı, yakayı mı ya tabanlarını kur tarabildi. amca bey'le sadri de şu atlattıkları tehlikeden dolayı göz ucuyla hafi nazarlar fırlatarak birbirini tebriğe, geniş geniş nefesler almaya başladılar. mürebbiyenin bir iki i ile keyfiyetin böyle bir neticei makuse alması eda'yı hiddetten ziyade hayrete düşürdü. ya şemi'nin birdenbire tebdili ifade eylemesine ne diyeceğini bilemiyordu. anjel bir şermi ca'li ile önüne bakıp kızara bozara: kapıyı üzerinize bağlayanın kim olduğu sureti kat'iyyede tebeyyün ettikten sonra bana bazı şeyler söyleyeceğinizi demin den bildirmiştiniz. söyle yeceğiniz nedir? efendi, mürebbiye ile odada yalnız kalınca kıza: dehri efendi: evet efendim. bu maruzatım sırf nefsime aittir. ma'lumı alinizdir ki bendeniz mürebbiyelik sanatıyla müteayyiş bir kızım. alem bu efen dim. herkes işittiği şeyi inceden inceye tetkike lüzum görmek sizin onu sui tefsire meyyaldir. havadis meraklıları her şeyin zımnından kendilerine bir eğlence çıkarmaktan başka bir şey düşünmezler. bu gece üzerime kapının bağlanmış olduğu ve bu cihetten üç erke ğin isticvap edildiği ve alelhusus eda hanım'ın üç delikanlı ile benim aleyhimdeki ithamatı sariha ve biedebanesi ağızdan ağıza şüyu bulacak olursa bu şayiat ismetim hakkında büyük bir skandal hükmünü alır. bazı kimseleri aleyhimde suizan ve şüphelere düşürür. bir mürebbiye için bu gibi şayiat manevi bir ölüm demektir. bu gece cereyan eden ahvalin yarın öbür gün nevi diğeri vukua gelebilir. böyle vakaların tekerrürüne mahal bırakmamak üzere yarından itiba ren bendenize izin veriniz. sizi su reti cebriyyede mürebbiyelik hizmetinde alıkoyamam, rica ederim. dehri efendi bir müddet somurtup düşündükten sonra: ak sakalıma hürmeten bu istirhamımı kabul edeceğinizden eminim. size bir değil, on hüsnühal varakası imza ederek vermeye hazı rım. tabayii beşere vukuf iddiasın da bulunanlar biz insan sarrafıyız. bir adamın suretinden siretini anlarız. acizane ben de onlardan yani insan sarrafların danım. benim size de takdir ettiğim mezayayı siz bile ihtimal ki bi'nnefs takdirden acizsiniz. ahvali beşeriyye ye vukufi tammım hasebiyle işte sizi sizden iyi tanımak iddiasında bulunuyorum. size olan fartı i'timadımı göstermek, gece bu vakit odanıza girip sizi rahatsız ettiğimden dolayı bir tarziye makamı na kaim olmak, hasılı tatyib ve tatmini hatırınız için hüsnüha linizi musaddak yarın size bir varaka vereyim. fakat bu tasdik nameyi size burayı terk etmek için değil mürebbiyelik vazifesini sonuna kadar ifa eylemeniz ricasıyla vereceğim. bu istiğnalar hep cali idi. lakin insan sarrafı koca dehrii dana hep bunları ciddiyetle telakki ediyordu. efendinin gösterdiği bu fartı i'tima da karşı ricasını kabul etmeyip aileyi terk eylemek, ka'idei nezakete mugayir düşeceği için mahza bu mecburiyyeti terbi ye ilcasıyla is'afı istirham eyler gibi bir surette anjel vazifesinde devama rıza gösterdi. ertesi günü türkçe ve fransızca olarak atideki tasdikname anjel'e ita olundu. garabeti üslub ve müeddasına mebni işte aynen dercediyoruz: yapılan kötü bir davranış için özür dileme müddeti medide beyti abdi ahkaride sulbü'ssahihü'lfakir vahip ve nezahet naman eslihu'llahu teala iki tıflı aludei cehmelek huylubirinin gönlünü hoş etmesırfonaylı badii terkimi tasdikname oldur ki sureti tasdikname anjel'in şu suretle tatyibi hatırından sonra dehri efendi, kahya kadın eda'yı gece mürebbiyenin oda kapısını kuşağıy la bağlamış olduğunu evvela inkar badehu itiraf etmek, beylere odalarında bulunmadıkları hakkında bigayrı hakkın iftiraya ve mürebbiyenin iffetine karşı isnadatı biedebane ile kızı tahkire cüret eylemiş olmak töhmetleriyle bi'litham meyanei ailesine fimaba'd ayak basmamak üzere yalıdan sabah tardeyledi. bu nunla da iktifa etmeyerek taz'ifi mücazatı için halayıklarından nevres isminde bir kızı eda'nın zevci şaban ağa'ya nikah etti. bu tasdiknamenin fransızca sureti de hemen kelimebeke lime türkçesinin aynı olduğundan mürebbiye, bahri maarifi beşeriyyede şinaver ibaresinin tercümesi olan nageuse dans la mer des seiences humaines gibi terkibata güldü. hele lazımei if fetçe kendinin bir dürdanei bihemta olması cümlesinin fransız caya bade'ttercüme peyda eylediği garabeti şive ve müeddadan ziyade bu hususta dehri efendi'nin aklına, insan sarraflığındaki kudreti mümeyyizesine gülüp şaştı. fransevi talim eden vükelayı kemalatı garb'dan daha nice nice akdi güşayı cevahiri ilm irfan olan mürebbiyei bibedel mat mazel louise anjel dupree'nin bahri maarifi beşeriyyede şi naver bir duhteri yekta, lazımei iffetçe bir dürdanei bihemta olduğunu musaddık işbu varakparei hüsnühal mumaileyha mat mazel yeddine ita kılındı. amca bey, sadri, şemi, anjel ile olan sergüzeşti muaşa kaları mudhiki feci bir netice almaya ramak kalan bu üç aşıkı muğfel, dehri efendi'nin verdiği müsaade üzerine gece odaları na bitap düşünce bu kazayı savuşturduklarına sevinmek mi yokanjel, aile namı olarak kendine bu sahte isimleri vermişti. bu nazik cihet, evvelce beynlerinde bazı mertebe mahsus iken şimdi hemen derecei bedahete vardı. lama cime pek az meydan kaldı. tezahür eden hakikat yalnız bundan da ibaret değil. haclei canana üçünün de fürceyabı duhul ol mak için geceki muhterizane gezinişlerinden masa altına, kemingahı sevdaya sokuluşlarından her birinin evvelce dahili mahremiyyeti dildar olduğu anlaşılıyor. demek mürebbiye üçü nü de iğfal etmiş, birahimane aldatmış, onları adeta gönül eğ lencesi yapmış. anjel'i üçü birden mi sevecek? yoksa ikisi çekilip meydanı muaşaka yalnız birine mi bırakılacak? bu üç suretten hangisi muvafıkı akl ve hikmettir? fakat bir zihne şuri sevda girerse orada akıl ve hikmete pek az yer kalır veya hiç kalmaz. gece sabaha kadar yürüttükleri muhakematı muzdaribane neticesinde üçünün de zihni bu üçüncü suret üze rinde müstakar kaldı. her birinin şu emeli muhabbeti diğerinin husuli maksadına ne kadar muhalif düşü yor? her birinin anjel'i sevmez gibi görünerek diğerlerine kar şı hile, iğfal yolunu tutması lazım geliyordu. fakat saiki aşk olan insan, her muhali tahtı imkanda görmek veya göstermekte mevaniberendazlığı göze aldırmaktan çekinir mi? muttarit fasıla sa aynı ma'bedi hüsne tevcihi nazarı taabbüd ve sevda etmiş oldukları yekdiğeri nazarında aleniyete vurmuş olduğuna meyus olmak mı lazım geleceğini tayinde cidden mütehayyir kaldılar. hüznperverane ihtisasatı aşıkane içinde şemi deryayı, rüzgarı dinledi. emvacın telatumi ahestesinden, nesimin eş car ile olan müşafehesinden bir meal istihracına uğraşır, tabiatın lisanı mahremanesinden gönlüne bir teselli bekler gibi etrafa vakfı sımah etti. zevali şebin sükuneti içindeki fısıltıları arasından bir baykuş nevhası, onu mütea kiben birkaç çakal sedası işitti. garip bir hissikablelvuku ile bu seslerden teşeüm etti. sanki baykuşlar, çakallar anjel seni sevmiyor, aldatıyor. gözlerinden akan birkaç damla sıcak gözyaşı pencerenin kenarına koymuş oldu ğu ellerinin üzerine döküldü. meşum sedaların geldiği cihete başını çevirerek: susun, susun, beni sevmiyorsa ben onu seviyorum. vakti seher hulule başladığından zılali perdei şebin damanı maşrıkı bir hulyayı muhabbet gibi açılıyor, afaktaki tilalin avarızı kesif ve siyahı nura karşı gelmek isteyen müdafii zulmeti mahuf guller şeklinde seçiliyordu. olanca şiddeti kalbiyyesiyle, bütün kuvveti şebabıyla, tekmil garamı mec nunanesiyle seviyordu. mürebbiye ile hembezmi mahremane oldukları zamanlarda kızın ettiği vaatlere, verdiği ümitlere, gös terdiği muhabbetlere, temin ettiği sadakatlere samimiyetle, saf vetle inanmıştı. aşkın bütün ezvakıyla beraber kaffei te'siratı muhribesine küşade olan genç, saf gönlünü, tecrübesiz dimağını maşukasının cali bu te'minatı sevdaperveranesi zehirlemişti. ona olan rabıtai kalbiy yesini madame'lömr nakabili inkisar zannediyordu. bazen bir haftalık iftirakın gönlünde peyda eylediği taham mülsuz bir ateşi sevda ile mektepten yalıya avdet eylediği za manlar maşukasıyla hasbihali aşıkaneye meydan bulursa mes'u diyyeti müstakbelesine ait bu emellerini, fikirlerini, niyetlerini hep bu tufulane kuruntularını anjel'e anlatır, kızın bu fikirlere müşareketi hissiyyesi olup olmadığını anlamak üzere pür hele can, bir nazarı istizahla yüzüne bakar, mürebbiye de aşığın şu mecnunane emellerine, eblehane tefekkürlerine derunen güldüğü halde şemi'nin hevesatı aşıkanesini her türlü tahammülün fev kine çıkaracak bir tavrı işvebazane ile yanaklarını okşayıp: ne iyi çocuksun şemi! cevabını vererek biçare çocuğun bu hayalatı ham içinde gördüğü ufkı saadeti tevsi ettikçe eder, ümitlerine kuvvet verirdi. hep bu saadetlerin, şu saatte mazi olduğunu bütün huzuzatı sevda ve ye'sinin dakikada müellim bir acı lığa tahavvül etmiş bulunduğunu hissetmek tesiriyle zavallının serapa vücudunu bir hummayı ye's istila etti. boyun ve şakaklarının damarları şiddetle vuruyordu. kendisi gece masa altına ihtifa ettiği zaman sadri'nin, anjel'in kapısına tık tık vurup da sevgili an jel'im aç kapıyı, ben geldim. kendinden bir başkası anjel'e, ma'şukai ruhuna ne salahiyetle edatı temellükle sev gili anjel'im diyebiliyor? anjel ki dünyada yalnız şemi'nin olmaya söz vermişti. evet vermiş, belki de gece odasına davet etmiş olmalı ki sadri vüru dunu kelimelerle kapı arkasından haber veriyor. şemi bu ciheti tevile bir yol bulamadı. eniştesiyle müreb biyenin ibtidayı münasebet ve muhabbetlerini düşündü. kendi tatmış olduğu ezvakı sevdadan aynen sadri'nin de hissemendi telezzüz olmuş bulunduğunu muhakemeye girişti. anjel'i sad ri'nin kolları arasında tasavvur etti. gözlerinin önünde ateşler uçuşmaya başladı. bu basıragüzar manzarayı görmemek için gözlerini kapadı. heyhat levhai müdhişe kapalı göz ile de görülüyordu. harareti vücudu derece müştedd oldu ki kalbinde kaynayan bu takatberendazane ateşin her zerrei vücuduna yayıldığını hissetti. nesimi sabahın serin serin vezan olan temevvücatı şeffafına karşı tuttu. serinlik göğsüne temas eder etmez sanki yine atesıvı hale gelmebaşka bir mana ileyorumlamaelem verenbütün şe tahavvül ediyor, rüzgar elemi derununu tadil etmiyordu. pen cereden başını çıkardı. denizdeki dalgaların aheste, hafif fakat bir cümbüşi biaram ile birbirini kovaladıklarını gördü. ortalık epey ağarmıştı. henüz pek koyu görünen deniz, hufrei sey yale, nazarını bir mıknatıs gibi cezbetti. bu bendeki ateşi söndürse söndürse şu dalgalar söndürür. zihnine vehle ten gelen bu mahuf fikirle pencereden kalktı. büsbütün deniz üzerine olan diğer pencerenin camını sürdü. yarı beline kadar dışarı sarktı. ken dini salıvermiş olsa birkaç saniye sonra tekmil alamıyla beraber dalgalar vücudunu yutacaktı. kendinin bu mevti feciine kimlerin acıyacağını düşündü. za vallı çoktan vefat etmişti. bu gaybubeti ebediyyesinden acaba pederi müteessir olacak mıydı? pederi kendini baba muhabbetiyle sevmiş ola idi en küçük kabahatleri için bile sindeki evladını falakaya yatırmak insafsızlığında bulunur muydu? bu dünyada yaşasa kendini sevecek, ölse arkasından ağlayacak bir kimse bu lamadı. aguşı mevte teslimi vücud etmesine hemen hemen hiçbir şey kalmamış ken insan suda nasıl boğulur? kim bilir ne kadar müthiş can acı ları çeker? evvela suların vücuduna soğuk soğuk temasını, badehu ağzından içeriye duhulünü, daha sonra nefes alamamayı tasavvur etti. hakikaten denize düşmüş de ecel halini alan unsurı mayi ile güleşiyormuş gibi bir dehşetle pencereden çekildi. haki katen dalgalar etrafından üzerine hücum ediyor, sular ağzına do luyor, nefesi kesiliyor zannetti. kendinin odada mı, yoksa ka'rı deryada mı bulunduğunu fark edemeyecek bir hale geldi. bir müddet debelendi. bir kabusı mahuftan uyanır gibi yavaş yavaş hal üzerinden zail oldu. yine düşün meye başladı. zihninden karışık fikirler, ani kararlar birbirini ta kiben tıpkı denizin dalgaları gibi müphem, namuayyen eşkal ile gelip geçiyordu. başını ikikorkunçyok olan aynadan çekildi. amca bey'in, anjel meselesinde kendisiyle rekabeti aşıkaneye girişmiş olduğuna pek kadar hiddet etmiyordu. amca'nın ma luliyet vücudunu anjel tarafından cidden naili nazarı rağ bet olmasına mani görüyordu. mürebbiyenin her suretle nazarı müştehiyanesini celbedebilirdi. edebilir değil, eylemiş olduğuna da hiç şüphesi kalmamıştı. kendini yukarıdan aşağıya kadar dikkatle süzdü. kendinin bu kararı müdhişi fiile çıkarabilecek bir adam olup olmadığını anlamak, görmek istiyordu. gözleri dönmüş, saçları ürpermiş, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. göğsünü şişirip indiren hava ciğerlerine kadar şiddetle hücum ediyor idi ki bunu ahz defe ne ağzı ne burun delikleri kifayet etmiyor, art sız arasız bir şiddetle soluyordu. kendinin mücessem bir inti kam haline girmiş olduğunu gördü. donuk gözleri, kabarmış saçları, şiddeti teneffüsüyle anjel'i, amca bey'i, sadri'yi kor kutabileceğine kani oldu. sadri için adeta bir cinayet addey lediği bu muaşaka meselesinde eniştesiyle anjel'den hangisinin mücrimiyeti daha büyük olduğunu düşündü. sadri, mürebbiyeyi sevmiş, besbelli mürebbiye de bu muhabbete mütemayil görün müş. sadri gönlünü arz eylemiş, öteki de kabul etmiş. sad ri'nin evvelce mürebbiyeye arzı muhabbet etmiş olduğu gece sadri'yi zevcesi melahat'e hıyanet etmek, anjel'i de kendini aldatmış olmakla itham ediyor, her ikisini müstehakı ceza buluyordu. beni bu hale koyanlar dan intikam almadan niçin intihar edeyim? evvela intikam sonra intihar. fakat mürebbi yenin bu muhabbeti hüsnükabul eylemiş olduğunu müsebbit ortada bir delili kavi var mı? sadri, şiddeti sevdasına mağlup olup gece mürebbiyenin kapısına gelebilir. fakat bundan mürebbiyeye ne cürüm teveccüh eder? anjel gece gelene kapıyı açmadıktan başka saili muhabbetin istirhamatına kelimei vahide cevap vermedi. ne için bu kadar istical ile kızın, belki de hiç kabahati olmayan zaval lının ithamına yürümeli? gönül, kaşanei muhabbetini münhe dim görmektense bazı hakikatleri çiğnemekten çekinmez. zavallı amca bey de gece acınacak saatler, muzdaribane helecanlar geçirdi. fakat onun tefekküratında, kararlarında şemi gibi intihara tasaddi, intikama kıyam derecesinde mecnunane şiddetler yoktu. da hodkamane lakin oldukça i'tidalperverane düşünüyordu. onun maksadı bir tehdit yolu bularak sadri'yle şe mi'yi ürkütüp mürebbiyeyi yalnız kendiyle dad sitedde bulundur maya mecbur etmekti. bu emeline nail olabilirse ne ala, olamadığı şemi düşüne düşüne anjel'in masumiyetini müsebbit kadar burhan buldu ki nazarında kız yalnız tebriye değil, teali etmeye bile başladı. gecelik son kararı olmak üzere: teşebbüs etmeyıkılmışiyi karşılamatespit edensuçyücelme tesellii hamıylayorgun vücudunu dinlendirmek üzere yatağına girdi. bakayım soracağım suallere ne cevap verecek? ondan alacağım cevaplara nazaran ben de ta'yini hareket ederim. mürebbiyenin gönlünü kendinden gasba bu iki rakibinde de kuvvet görememekle beraber yine bunlara karşı kalbinde esba bını tamamıyla tefsir edemediği bir nefret vardı. hissi rekabetle ikisinden birinin veya ikisinin birden melahat'i iğvaya kalkışmalarından korkuyordu. binaenaleyh onlara karşı mürebbiyeyi sev miyor gibi görünmekten ehven bir tariki hareket olmadığını düşündü. enişte bey'e gelince, mürebbiyenin yalıda kendinden baş kasını sevebilmesine ihtimal vermiyor. amca ile sadri'nin arzı muhabbet dai yesiyle anjel'in merhametini teseüle çıkışlarını eblehane bir tecavüzi biedebane suretinde bi'ttelakki bu hale fevka'lgaye canı sıkılıyordu. sadri ve şemi ile beraber aynı zülali muhabbet kasesinden teskini atşı sevda etmeyi bile göze aldırmıştı. artık kendisinin mürebbiye nazarında bir eğlence, kukla olduğunu biraz anlamıştı. maşukasını eğlendirmek üzere onun yanında sarf edecek evvelden bir iki tuhaf cümle tertip ederek bazı şaklabanlıklarla idamei te veccüh edebileceğini ümit eyliyordu. amca bey'in her şeyden akdem addeylediği husus, sabah leyin odasından çıkıp da sadri, şemi ile yüz yüze gelince bu iki rakibi muvacehesinde ketmi hissiyyatla tezkiyeyi düzelt mek için ne yolda ruyı iğfal göstermek lazım geleceğini tayin emri müşkili idi. bu meşyi mütefekkiranesi esnasında nazarı ta kökünden başlayıp ince dallarına kadar bütün sakını sımsıkı sarmaşık istila etmiş bir ağaca müsadif oldu. bunu rüyetten biçare amca bey'in hissiyyatı şairanesi cuşa gelerek derinden derine bir ah çekti: amca bey, elindeki abanoz bastonla dayana dayana koru yo lunu tuttu. teessüratı leyliyyenin bakiyyei sirişki gibi henüz yaprakları üzerindeki şebnemler tebahhur etmemiş bulunan kesif sayeli ağaçların altından yürürken anjel'in aşıkı muavve cü'lkamesi, iki rakibi biamanını kandırmak için geceden tertip eylediği planları zihninden tevsi ediyor, kuvvei iknaiyyesi zi yade, tesiri kati daha ne gibi cümleler, kelimeler bulmak lazım geleceğini düşünüyordu. mürebbiyenin şimdi beraber bulunup da bu sözü işitmediğine teessüf etti. yürüdü, yü rüdü, anjel'in gece şemi'yi falakadan kurtarmak için bahsetmiş işte bu ağaç benim gönlüm! bu sarmaşıklar da anjel'in sevdası! amca bey, ızdırabengiz gecenin çehresine verdiği solgunluk ve asarı ta'b ve füturu gi dermek üzere tuvaletine ziyade ihtimam gösterdi. damat bey'in giyinmek üzere bulunduğunu gördü. sinnen ikinizin de büyüğü olduğum için nasihat vermek bana düşer. zerre kadar dahlim olmayan bir keyfiyet için az kaldı dehşetli bir su izan altında kalarak biraderimin hüsni nazarını kaybedecektim. bu gece bir felakete uğraya idim şemi'nin yüzünden uğrayacaktım. bakınız size hakikati anlatayım. şemi'nin hayli zamandan beri haline gelen durgunluk, acib bir dalgınlık, tenha yerlere çekile rek düşünmesi nazarı dikkatimi celbetti. günden güne sararıp solması da hüda bilir rikkatime dokundu. bizim zavallı şemi'ye ne oluyor? bir zaman hakikati hali an layamadım. meğerse iş kör kör parmağım gözüne imiş! bir gün dikkat ettim ki şemi müreb biyeyi görünce denizden çıkarılırken can veren balığın baygın nazarıyla bakıyor. evet evet işte öyle acib bir süzüklükle gözleri dönüyor. burası koru ortasında sakfı sema, adlaı divarı meşcereden müteşekkil bir haclei aşıkaneye ben ziyordu. orta yerde fıstık dalından bir kanepe ile birkaç sandalye vardı. yirmi dakika mürur etmeksizin sadri epey itinalı bir tuvaletle göründü. büyücek bir kaza savuşturan iki kişi beyninde görülecek bir musafahai memnunanede bulundular. amca bey, si garasının külünü serçe parmağıyla silkerek söze başlayıp dedi ki: bir yöne eğilmiştavanmerhametağaçlık yeriçerengeçme lın kafama biraz dank der gibi oldu. acaba oğlan mürebbiyeyi seviyor mu? bunu dedim ama öfke de topuklarıma çık tı. bu yalıya iki masumun tedris ve terbiyesi için getirilen melek gibi afife bir kıza, bir iffeti mücessemeye nazarla bakılır mı? aman yarabbi, yüre ğime inecek. asıl korktuğum cihet neresi, matmazel bu işin farkı na varırsa bizden namus dava eder. bereket versin ki kız öyle fitne fücurlardan değil. da benim gibi vurdumduymazlardan. frenk kızlarını ekseriya iffetçe bigayrı hakkın itham ederler. bizim mürebbiye kendinin kadın olduğunu bile unutmuş. okumaya dal mış, terbiyei etfale hasrı vücud etmiş. canım allah için söyle. şu evin içinde ikimiz de delikanlıyız, sen de ben de. damarında bozukluk olsa şu kız şemi'den evvel bize hiş piş demez miydi? görünüşte serbest fakat ahlaken levazımı iffet ve istikamete son derece riayetkar olurlar. bizim şemi buraları bilmez. boyuna posuna bakmadan, habis, kızı sevmeye kalk mış. kemali safvet ve nezaketinden başka bir şeye hamloluna mayan kızın tatlı tebessümlerini galiba kendine cüret verecek iltifatlardan zannetmiş. akla bak. çocukluğa bak birader. zaten oğlan falakaya yatırıla yatırıla alık oldu. pederidir ne isterse yapar, ne ise orası lazım değil. ben bugüne bugün şe mi'nin amcasıyım. onun terbiyesinden ben de mesulüm. ha rekatına dikkat edip uygunsuz ef'alini tashihen kendisine ihtar etmek boynuma borçtur. mürebbiyenin karşısına geçip de bu alık yarimin hali ihtizara gelmiş gibi donuk nazarlarla baktığını gör düğüm günden beri oğlanı tecessüsten bir an hali kalmadım. saat beşe, altıya gelince her gece odasından hırsız gibi çıkar, puf diye sofadaki lambayı üfler. pıtır pıtır dolaşır. gidip mürebbiyenin kapısını dinler. dün akşam yine öyle oldu. gidip kendisine bir iki tokat vurmak üzere oraya doğru yürü düm. baktım bizim yeğenhaksız yereyüklenilemeyen ortadan sır olmuş. sübhanallah gözümün önündeki adam nere ye kaybolabilir? kızın odasına girmiş olması ihtimali aklıma geldi. seni her ne suretle ister isen temin ederim ki böyle düşünüşüm, bu ihtimale kapılışım kızın iffetinden şüphe ettiğim için değildir. efendim oğlan budala. kız gayet nazik. safveti kalbe de malik. şemi, gece kız ile biraz konuşmak için biçarenin bu nezaket ve safvetinden bilistifade fransızca dersinden bir cüm leyi anlayamadığını bahane ederek ve müşkülünü halletmedikçe gece gözüne uyku girmediğini söyleyerek mürebbiyeyi gece uy kusundan uyandırıp müsaade talebiyle odasına girebilir. sen de bilirsin ya sadri bey! bu hayvanlıkları şemi yapar. ahmaktan ben her terbiyesizliği memul ederim. ama ne haldeyim! bu hiddet tesiriyle olacak galiba odadan kulağıma lakırdı gibi bir şey geldi. hah çap kın içeride dedim. maksadım içeriye girip müzici kulağından yakalayarak dışarıya çıkarmak. namusum hakkı için böyle. mürebbiye türk evinde oturuyor ise de kendi fransız adatı üzerine hareket ediyor. birkaç akşamdır mütalaatım hep fransızca olduğundan ideeler. bak yine idee diyorum. fi kirler zihnime lisandan geliyor. kızın hubbi nefsine dokun muş olacağım. bir tarzı acib ile başını sallayarak hubbi nefs pek kadar amour propreyi tutmuyor. fransızcadaki kuvvet başka. ne ise şimdi iki lisanı mukayese edecek değiliz ya? aralık sofanın öbür ucundan bir pıtırtıdır koptu. meğerse sen imişsin. sen olduğunu bilsem hiç masanın altına kaçar mıydım? büyük birader beni öyle gece yarısı mürebbiyenindüşünceler kapısını vururken görse şu deminden beri sana anlattığım haka yıkı seksen defa kendisine tekrar eylesem. dünya kadar yemin etsem. tekmil kütüphanesindeki kitapları yutsam yine kendi sini sıhhati ifademe inandırmak kabil olmaz. maceranın bundan ötesi benim kadar senin de malumun. terbiyenden eminim birader. fakat emniyetimle beraber aleyhimde bir suizanna düşmüşsündür diye dün gece endişemden billah uyuyamadım. benim için ne türlü şüpheye düşer isen düş orası umurum değil. öyle afif bir kızın benim yüzümden zan altında kalmasını. nahak yere lekelenmesini gönlüm istemez. üzüldüğüm cihet işte burası. şemi gelsin şimdi burada ikimiz birden kendisine bir gü zel ahlak dersi verelim. birinci aktör, üzerinden defi sui zünun rolünü burada it mam etti. sadri bu tadından yenmez yutulmaz yaveleri adeta bir hokkabaz tekerlemesi dinler gibi dinledi. defaatle hembezmi mahremanesi olduğu bir kadının sitayişi iffetini başka türlü dinleyebilmesi nasıl kabil olur? sadri mürebbiyeyi sevdi ğini inkar etmek niyetiyle oraya gelmiş, bu sureti kendi selameti için daha muvafık bulmuş iken kendisine amca bey'in okuduğu uzun martaval pek ziyade canını sıktı. bu mertebe tahmik edil diğine adeta gücendi. tezkiyei nefs için kendisinin başlayacağı teranei iğfalin amca bey'in kendinden daha ustalıklı, ondan daha az gülünç olamayacağına hüküm ile kendisi bu hususta daha merdane davranıp sürekli bir kahkaha salıvererek dedi ki: bu kadar uzun söz sarf etmek külfetine ne lüzum var? amca bey telaşla: dün gece mürebbiyenin kapısına gidişinizin sırf şemi'yi te cessüs fikri hayırhahanesiyle olduğu hakikatini. bundaki kas tınız, fikriniz şüphe götürür gibi değil! bence katiyen malum. amca bey biraz hiddetle: ahmak olduğunu söyleme amca bey ben türkçeyi kay betmişim ayıp mı? ben sana bon körlükle. dur şimdi ona da itiraz edersin. yani hulusi kalb le. dün gece odamdan çıkışımdaki esbabı izah ettim. ya illa şu sen. mürebbiyenin kapısına gidip de sevgili anjel'im ben geldim. sadri hiddetten morararak: açıklamak amca bey i'tidali demini kaybederek: üstü kapalı bir şekilde anlatma sadri akşamdan beri müdebbirane davranmak için vermiş olduğu kararın külliyen hilafına olarak gayrı iradi bir halde: gerekli tedbirler alarak amca bey efendi! matmazel anjel ile kes reti ülfetten artık türkçeyi bütün bütün kaybettiniz. sebebin sebebi. güzel türkçe. işkilli terazi dingilder, derler. bu mesel tevekkeli icat olunmamış. yok, ben öyle ihamlı, remizli, kinayeli, iki üç manalı söz istemem, sözü dosdoğru söylemeli. sence katiyen malum olan şey ne imiş bakalım? ben dün gece mürebbiyenin kapısına gidişimdeki sebebi pekala expliquer ettim. bu mağruriyetin en ciddi sureti diğer ikisine nispetle sadri'de görülüyordu. kendi delikanlılığına, melahati simasına iğtira ren anjel'in gönlü kendisinde olduğuna katiyen hükmeyliyordu. her birinin amik nazarlarla yekdiğerini böyle süzmeleriyle birbirlerine anjel'i seviyorum dedin, pek mağrurane bir tavırla i'tirafı sevda eyledin ama bakalım kız seni seviyor mu? za vallı şaşkın! size de arada bir tatlı tebessümlerini ibzal ediyorsa zinhar alda nıp da bunları hakkınızda iltifat zannetmeyiniz. tebessümler kuru istihzadan başka bir şey değildir. pek akıntıya kürek çekiyorsunuz. acıyorum! bu acib i'tirafatı müteakiben şu üç rakibi mecnun bey ninde mehip bir sükut hükümferma oldu. amca bey'in iki rakibine karşı baştan ayağa, ayaktan başa doğru istihfafla göz gezdirerek baş sallaması, te'siri hiddetle gözleri büyümüş, kamburu da hali aslisinden ziyade kabarmış gibi görünmesi ken disini reşkaveri mukallidin olacak bir şekle koymuştu. esnada şemi ağaçların arasından top gibi meydana atıla rak ateş kesilmiş bir çehre ile: itiraflaraçıklama amca bey kemali şiddetle yerinden fırlayıp kollarını göğsü ne kavuşturarak: işte sana bir explication, anjel'i seviyorum! bu söz, bu itiraf kafi değil mi? mademki bana karşı bu itirafı etmekten çekinmiyorsun. öyle ise aç kulaklarını. iyi dinle. ben de seviyorum. sadri yine bir kahkaha kopararak: amca müstehziyane: hatta bu kanaati sevkiyle, amca bey'in pişekarvari tavırlarına tahammül edemeyerek beynlerinde hüküm süren sükutu en evvel ihlal ile dedi ki: anjel'i sevdiğinizi kemali iftihar ile itiraf eylediniz. ama bakalım kız sizi seviyor mu? onun da sizi sevdiği kendinizce katiyen sabit olmadıkça böyle mağrurane işaai muhabbet edişiniz gülünç olmaktan başka bir şeyi müfit olmaz. amca bey kemali hiddetle: kalbinizde yatan şeyi siz arslan zannediyorsunuz ama bana kalsa arslan değil ankara kedisi olmalı! amca bey, sadri'nin boynuna atılacakmış gibi hareketler, çe viklikler göstererek: bu sözlerinle kimi tahkir ettiğini biliyor musun terbiyesiz? karşında duran. ekmeğini yediğin bir zatıalikadrin biraderi. zevcenin de amcasıdır. bu evdeki mevkii haysiyyetinin neden ibaret olduğunu bilmeyip de bu yolda tahkirata cüret edişin senin ne kadar küfranı ni'met, deniü'ttab bir adam olduğunu göste riyor. sen bu evde zevcenin sayesinde duruyorsun. bu aileye heti irtibatını unutup da bana yani sahibi hanenin. reisi ailenin biraderine, zevcenin amcasına karşı utanmadan. arlanmadan. sıkılmadan. bilahaya mürebbiyeye olan aşkından, muhabbe tinden nasıl bahsediyorsun? bende kabahat ki seni bu aile efradın dan bir personnage sırasına koyup da söz söylüyorum. madem ki bu aileye sebebi irtibatın olan kadına karşı hukukı zevciyyeye ademi riayetini alenen itiraf ediyorsun. halde aftos piyos! ya rın önüne kunduralarını çevirdikleri gibi buraya nasıl geldinse yine öyle gidersin. hem bugün ilk işim de olsun. gideyim birade re hakikati maddeyi anlatayım da sen görürsün. bak seni bura da bir saat alıkor mu? buradan defolduktan sonra: ah arkamda amca bey kadar kamburum ola idi de yine yalıda buluna idim. burada, ahırdaki hayvanları besler gibi yiyip içirdikten sonra melahet'e koca mı bulunmaz? anjel'in amca bey'e metres, yok sadri'ye zevcei sa niye olması gibi ta'biratı ondan ziyade istimaa artık tahammül gösteremeyerek ikisinin ortasına girip bir fasıla birinin, bir fasıla da diğerinin yüzüne şappadak tükürdükten sonra: dinlemeutanmadan amca bey aynı istihza ile: amca bey'in bu sözlerine mukabil sadri evzaı küstahane ve müstehziyanesini katmerleştirerek: haydi durma. bir dakika geçirdiğin kabahat. git birade rine hakikati maddeyi anlat. bu sevdayı müsellesi gördüğün, bildiğin gibi hikaye et. benim buradaki mevkimden bahsetmezden evvel anjel'i buraya çocuklara müreb biye olmak üzere mi, yoksa amca bey efendi'ye metreslik etmek için mi getirdiler? onu söyle. nuz? ayıptır. diye söze karıştığı esnada itmamı kelama vakit olmadan sadri bu tükürük tahkirine tahammül edemeyerek elinin tersiyle kayın biraderinin yanağına şiddetlice bir şamar yapıştırdı. boyunbağı prens dö gal denilen biçimde uzun bağlamalardan olduğu için şemi bunun bir ucunu olanca kuvvetiyle çekince enişte bey'in boğazı siyah atlastan bir ilmek içinde sıkışıverdi. çekişin şiddetiyle bu ilmek frenk gömleğinin yakasından da kurtularak çıplak boğaz üzerin de daraldıkça daralmaya başladı. boğulmak derecelerine gelen sadri, can acısıyla hasmının beline sımsıkı sarıldı. bu debeleşme esnasında ikisi de muvazenetlerini kaybederek yere yuvarlan dılar. mudaribinin böyle alt alta üst üste bayırdan aşağı teker lendiklerini uzaktan seyreden amca bey, sadri'nin boğulduğunu ezdil can arzu etmekle beraber bir lerzişi şedid içinde şemi'ye: artık yetişir efendim. bu adeta kepazelik, maskaralık. gerçekten siz birbirinizin kanına mı susadınız? yetişir efendim. dengedövüşenler amca bey, bu boğuşmayı pehlivan güleşi seyreder gibi kar şıdan temaşa etmek muvafık olamayacağını anlayarak bir zaman yapmayın, etmeyin. söz kar etmediğini görünce yanlarına yaklaşıp rast getirebildiğinin kıçına bastonuyla hafif hafif vurarak: amca bey, ne belagati nasihanesinden, ne de okşar gibi in dirdiği baston darbelerinden bir fayda hasıl olmadığını gördü. boynunda uzun kravat bulunmadığına bir defa daha eliyle yoklayıp emniyet peyda ettikten sonra olanca cesaret, metanet ve kuvvetini toplayıp eğildi, titreyen elleriyle bi rini bir tarafa diğerini öbür tarafa çekmek teşebbüsünde bulun mak istedi. lakin sadri, amca bey'i şemi'ye muavenete geldi zannıyla boş kalan bir ayağıyla kamburun bacaklarına doğru bir tepme atınca haydi amca bey teker meker mübarizlerin üzerine yığılıverdi. mutavassıtın bu tekerlenmesi akabinde bacakları nın arasına bir iki bacak daha karıştı. omzunun üzerinden bir kol kenetlendi. mübarizlerin deminden beri yuvarlandıkları tatlı meyil bir iki tekerlenmeden sonra dikleşiverdi. kaza nevinden sadri, şemi'den vücutça daha iri yapılı, daha kemikli, sinnen de daha devri zindegide ise de yalıya damat olalıdan beri kendini pek rahata vermiş bulunduğundan ziyade hamlamıştı. amca bey birdenbire aklına mühim bir şey gelmiş gibi elini boynuna götürdü. baktı ki kendi kravatı da sad ri'ninkinin aynı. ne olur ne olmaz mülahazasıyla hemen boy nundan tehlikeli şeyi çözüp cebine koydu. artık mayna kuzum. el verir dedik paydos. bugün bu kadar kafi. birkaç gün sonra canınız isterse ariz amik, uzunça yır'da güleşirsiniz. aracılık edenaraya girmearacılıkyeterçekişmeyardım amca bey baktı ki tazallümden, feryattan, istimdattan bir fayda memul değil. bu boğuşmaya bir nihayet vermek üzere ak lına en evvel gelen tariki hud'a sağ taraftaki ince yoldan birader geliyor. insan topacının üstünden en evvel şemi fırlayıp kalktı. fakat vücu du ziyade zedelenmiş, yüzü mosmor kesilmiş, burnundan da kan geliyordu. yalnız belini kaldırıp arkasını ağaca dayadı, halde kaldı. amca bey kanadından vu rulmuş yarasa gibi hala toprağın içinde debeleniyordu. yerinden fırlamak için bir gayret de gösterdi. beş altı dakika uğraşarak iki ellerine dayanmak suretiyle sol bacağı üzerine kalktı. seke seke ben geldim, çıngırağım hoş geldin. amca bey gah alta gah üste ge lerek bayırdan aşağıya yuvarlana yuvarlana nihayet vücudunun tümsek tarafından ağacın birine küttedek bir aborda etti ama kamburunun birkaç santim esnedikten sonra yine yerine geldiğini hisseyledi. tesadüfen son tekerlenmede sadri'yle amca bey alta gitmiş, şemi üste çıkmıştı. amca bey cankurtaran yok mu bir çuval kemik ke sildim. sadri boğazını boyun bağının ribkai tazyikinden kurtarmak için ağzı şemi'nin neresine tesadüf ederse oradan koparasıya ısırıyor. bu dendanı şiddete ara sıra amca bey'in de orası burası uğruyordu. onda da el, omuz, yüz, göz ısırık, tırmık içinde kalmıştı. fakat ötekiler mağ lup, galip demekti. mübarezeye hitam verildikten sonra amca bey'in birader geliyor. sözün asılsızlığı anlaşıldı ama yeniden kavgaya başlamaya üçünde de hal kalmamıştı. bu üç kişi birbirinin yüzüne bakmakta asıl şimdi öyle elim bir nefret, kadar şedit bir bürudet, mertebe bir sıkleti derun hissediyorlar idi ki bu bakışlarıyla yekdiğerine ya fimaba'd yüz yüze gelmemek veya geldikleri surette yine birbirinin gırtlakları na atılmak bir emri zaruri olduğunu anlatıyorlardı. kalçasının ağrısıyla of aman derken sol kulağının kı kırdağında bir acı hissetti. sadri'ye müteneffirane bir nazar firlatıp kulağını irae ederek: sadri cebinden çıkarmış olduğu mendiliyle hem burnundan akan kanları hem gözlerinden dökülen dumui ye's ve hiddeti siliyordu. kulağımın işi bitmiş, dedi. böyle nazardan nazara şerarepaş olan şiddet ve nefret kı vılcımlarıyla yine işin kızışacağını bu defa belki de keyfiyetin daha elim bir netice alacağını anladığından şemi mübarezede kazan mış olduğu nümayişten mütevellit bir tavrı tahakküm ve tehek kümle elini kaldırıp: kıvılcım saçansoğukluk ikinizden herhanginiz bundan sonra mürebbiyeyi sevmek değil hatta ismini ağzına alırsa ne bahçeye çıksın ne koruya! gebertinceye kadar dö verim. sadri bu çılgın hasmının arkasından son derecede muhakkirane bir nazarı nef retle bakarak: uuuulan! kiminle da laştın ki. yüzün içinde kalmış. hele ellerine bak. köpek mi daladı seni? aklına mühim bir şey gelmiş gibi birden bire elini dizine vurarak anladım, anladım gitti. sen ya enişten le dalaştın? haydi tüh. bilirin canım! yavaş yavaş sakız ağacının derdi meydana çıkıyor. elbette çıkacak kardaş! durdukça, düşündükçe sadri'nin tehevvürü artıyor, uğra dığı tahkiri, zilleti bir türlü hazmedemiyordu. işte bunun hiç ötesi yoktu. gün melahat'i tatlik ile yalıdan çıkacağını, efendiye mufassal bir mektup yazarak her hakikati ananesiyle anlatacağını, bunları icradan sonra da şemi'den müthiş bir intikam alacağını çocuk gibi ağla yarak söylüyor, amca bey de elinden geleni arkana koyma ceva bıyla mukabele ediyordu. bu sakız ağacı illetinin mutlak anjel'e taalluk eder bir mesele olduğunu anladı. evvela tehdit badehu istirham suretiyle tosun ağa'yı çok sıkıştırdı. fakat sadra şifa verecek bir cevap ahzına muvaffak olamadı. anlatmaz isem nideceksin ki? kalbimdeki varımı yoğumu sana dökecek değilim sen daha çocuksun çocuk. koy duğum yerde otlayon. sen beni burada kızartmaktan gayrı bir şey bilmiyo mu zannediyon? hadi şaşkın sen de. sen biliyon beş, ben biliyom kırk beş! tosun ağa yumruğuyla kafasına vurmak suretiyle bir neda met hali göstererek: ayrıntılıöfkelenmeboşamaalma şemi yüzünü yıkamayı filan unutarak: aşçıbaşı suratını ekşiterek: kalp beşir ellerini şakırdatarak: bunlar böyle bol ağızdan birbirine atıp tutmakta, her şeyi kırıp yıkmakta iken ağaçların arasından küçük zenci köle beşir soluk soluğa bir telaşla çıkarak boncuk gibi parlayan gözleriyle mütehayyirane ikisinin de haline baktıktan sonra beyaz dişlerini gösterip: aşağı bahçede düştü. al sana işte bir sual. hem haklı bir sual. gel buna bir cevap uydur da ver bakalım! ve ne halt etmeye şıktı? bacak kadar kölesini kandıramadıktan sonra şimdi koskoca efendisine nasıl meram anlatacağız bilmem. haydi beşir sen git. biz de şimdi iniyoruz. amca bey me'yusane sadri'ye hitaben: neye gülmeyecek? siz yalan söylüyor. cambazlık salın cak aşağı bahçede. siz orada düştü, sonra bu tepede nasıl şıktı? beşir gülerek: beşir hala sırıtarak: telaşlı amca bey hiddetle: hu hu hu! biz jimnastik trapezesinden düştük, işte böyle olduk. yolda soran olursa bizden işittiğin gibi söyle. oğlan ne gülüyorsun? yahut ki öyle görünüyorlardı. amca bey, sadri'nin omzuna dayana daya na bin meşakkatle korudan indiler. trapezin önünden geçerken çakı ile bir tarafının ipini kestiler. kopuk zannolunsun fikriyle kesilen uçları pürüzlendirdiler. bu işin hitamından sonra temiz lenmek için mutfağın yanındaki çeşmeye gittiler. aşçıbaşı yine kapıdan başını çıkarıp: damat beyefendi, biz biraderin yanına gitmezden evvel çoraplarımızın taban tarafına pamuk, yün gibi şeyler sıkıştırırsak fena olmaz. sadri daha nikbinane düşünerek: amca bey derin düşünerek: korkma. korkma kurtuluruz. güya çarkıfelek gibi dönmek üzere üç kişi birbirimize sarılıp trapeze çıkmış olalım. biz de yuvarlanmış bulunalım. geçmiş olsun beyefendiler. bey ler koruya düştüler. aşçı mutfağa girerek hiddetle çırağına: amca bey yok canım, senin anlayacağın üç kişi birden trapezden aşağı düştük. kaza. ne çare? beşir, sıçraya sıçraya ortaya çıkarak aşçıbaşıya hitaben: aşçı hadi oradan defol divane! salın cağın ipi koptuklayın üzerindekiler koruya mı yıkılır? uçurtma mı bunlar, yoksa insan mı? nasıl mutfağı boş buldukça tencereden dolma aşırın mı? amma tuhaf ha! oğlan, işek gibi kulaklarını kabartmışsın da dışarıda olan lafları mı dinleyon. ocaktaki köftelere baksana. ten cere kurumu gibi simsiyah kesilmiş. tavanın sapından kavra. güya elinde bir avuç tuz varmış da dışarıdakilerin başına serpiyormuş gibi parmaklarını aça kapaya sallayarak tuz layım da kokma. kambur bana kantin atıyo. güya tosun'u kandıracak. sanki ben işi bilmiyom öyle mi? bizi çarklı elek çarptı diyo. kandıramadığını anlayınca trampodan düştük la fını ediyo. bunlar hep sakız ağacının marazı. murabiye bu evde kaldıkça daha siz çok dalaşırsınız. usta çırak mutfakta kameti azıştırmaktalar iken amca ile enişte çeşme başında olabildiği kadar silinip süpürüldükten sonra çarklı elek mi çarptı? aşçıbaşı hayretle: çırak usta ağzını pek tut. sakız ağacı lafını edersen bizi buradan bu akşam . dehri efendi, kütüphanesinde bulunuyordu. odanın pen cereler cihetinden maada olan üç duvarı yerden tavana kadar kütüphane idi. yerden insanın göğsüne kadar gelen bir irtifada tulen ve arzan duvarın önünde imtidad eden kapalı dolapların üzerinde otuz beş, kırk santimlik boş bir satıh bırakıldık tan sonra kitap rafları camsız olarak zarif oymalı başlıklı, kür sülü direk şeklinde bölmeler ile geriye imal edilmişti. meşahirden fenni, edebi, tarihi her müellifin asarı için raflara birer kısmı böyle i'tilafcuyane sözlerle yukarıya büyük sofaya çıktılar. koridorun kapısı önünde şemi gayet çatkın bir çehre ile duruyor, pederinin yanına girmek için besbelli amcasıyla eniştesinin vü rudunu bekliyordu. amca bey derhal şemi'ye de gayet dostane ve i'tilafkarane tevcihi kelam ile efendiye verilecek cevaplara dair ta'limatı muhtasarada bulundu. delikanlı bilacevab bu sözleri put gibi dinledi. amca bey, arkada şemi, daha arkada sadri odadan içe ri bi'dduhul efendinin huzurunda bir sıraya ayakta durdular. mürebbiyenin ismini ağzımıza alırsak çapkın bizi geberte siye dövecekmiş. bu tehdide ben de son derecede kızdım. va cance zamanının bitmesine birkaç hafta kaldı. yakında defolup mektebe gidecek. bu ölüm lü dünyada efendim uyuşup gitmeli. şimdi en mühim keyfiyet efendi bizi niçin çağırtıyor onu anlamak. bu akabeyi de atla tırsak sonra biz seninle nasıl olsa geçiniriz zannederim. koruda gösterdiğin hiddet, şiddetlerin lüzumu yok. ayağını tetik al sad ri. sonra ikimiz bir olur, çapkının hakkından geliriz. enine dehri efendi'nin huzuruna çıkmak üzere yalıya doğru yürümeye başladılar. yolda giderken amca bey pes perdeden sadri'ye diyor idi ki: tehlike mahsus tefrik edilmiş, ayrı ayrı renkler ile mücelled olan her kısım müellifat muharrirlerinin kıdemi itibariyle bir sıraya vaze dildikten sonra kısmın önüne nevi eser ve ismi müellifi natık bir levha talik edilmiş, bir de müessirin yarım heykeli vazolun muştu. aksamı mahsusasında bir sıraya corneille, molire, racine, voltaire levhaları tahtında şu meşahirin birer de hey kellerini görmek nazara halavetbahş oluyordu. kitaptan boş kalan yerler hint'in, mısır'ın, avrupa'nın anti ka çanak çömlekleri, vazoları, miğfer, ok, kalkan, kılıç gibi harp alatı vesaire ile lebaleb doldurulmuştu. kat kat halı perdelerle açıklarının hemen kısmı azamı setr edilmiş olan geniş iki pen cereden birinin önüne dehri efendi, avrupa meşahiri muhar ririninden birinin metrukatından beş yüz liraya bi'lmübayaa getirtmiş olduğu, bir tarzı dilnişinde meşeden mamul cesim bir yazıhane vazeylemişti. dehri efendi oturmuş, daha doğrusu gömülmüş, makara tiresi ilanların da görülen bir kucak sakallı, koca kafalı acibü'lmanzar cüce resminin sureti tabiiyyesini irae eder surette fıldır fıldır bakıyor du. deminden pek kahramanane boğuşan üç mübarizi bir titre medir aldı. bu üç zavallı odanın sağ tarafına imalei nazar edince büsbütün ra'şedar oldular. nasıl olmasınlar? orada küçük bir masanın bir tarafında anjel, karşısında da vahip ile nezahet otur muş ders okuyorlardı. mürebbiye beyaz muslinler giymiş, kollar hemen bileklere kadar açık, yaka ensenin, göğsün aksamı mesturesinden naza ra müjdeler verecek kadar vasi bir deri verde. gerdanın billuriağzına kadar doluzevk vereneser sahibititreyenciltliölmüş bir kimseden kalan eşya ve mallar şefafeti muslinin beyazlığını pek çiğ, donuk bırakıyor. ha sılı kız nimdekolte bir yaz sabahı tuvaletiyle ayağını ayağının üzerine atmış, dirseğini masaya, elini de şakağına dayamış, gah çocukları gah karşısında söylenen efendiyi dinliyordu. muhatabı nı tasdik için ara sıra başını salladıkça ensesinden başına doğru kaldırdığı saçlardan ayrılmış, kısa, kıvırcık döküntülerin renk ve nermide beyaz atlaslara reşkaver olacak beşere üzerine sal dığı sayeleri görmek bizim üç aşığı nerede bulunduklarını unut turacak heyecanlara giriftar ediyordu. zarureti vezin ve kafiye için mısraya bir kelime, bir hece, bir harf ilave etmek veya eksiltmek mazeretiyle şivei lisanı altüst etmek, sarf ve nahvi ayaklar altında çiğnemek reva mıdır? dehri efendi, mürebbiye ile mühim bir bahsi edebi açmış olduğundan durmayıp heyecanlı heyecanlı söylüyordu. kendi buhranı ifadatından ya içeri girenleri görmedi veya gördü de aldırmadı. efendi fransızca diyor idi ki: bu bahis mübalağasız yarım saat sürdü. yorgun vücut bizim üç zavallı hep ayakta duruyorlardı. racine'in bundan iki yüz sene mukaddem ettiği bir hatanın bugün işkencesini kendileri mürebbiye efendim buyurduğunuz suret fi'lvaki muva fıkı şive ve kaidedir. racine'in buradaki hatası bahir. fakat zarureti vezin ve kafiye var. andromaque ismindeki hailesinin ikinci perde ve üçün derdimmeclisinde racine, eşhası vak'adan hermionea me vo iyaitil de l'oeil qu'il me voit aujourd' hui dedirtiyor. halbuki gramer kavaidince bu mısra yanlıştır. yumruğuyla yazıhane ye vurarak çok büyük hata efendim. çok büyük. şive ve kavaidi lisan muktezasınca racine, şöhrei edeb, de ı'oeil ile il me voit' in arasına bir dont kelimesi sıkıştırmalıydı veyahut ki du meme oeil qu'il me voit demeliydi. racine'e de yazdığı andromaque da deruni atıp tutuyorlardı. hele zavallı amca bey safrası yana kaçmış salapur ya gibi ağrıyan kalçası üzerine çarpıldıkça çarpıldı. dehri efendi elleriyle aynı işareti tekrar ederek: anjel, efendinin buhranı edebisini teskin edecek cevaplar itasına gayretle bahsi biraz yatıştırdı. nezahet fables de fenelondan dersini kıraata başlayarak: ha! söyleyeceğim mühim şeyler var. azıcık şöyle bana doğru gelsenize bakayım. tulumbacı kavgasından mı geliyorsunuz? amca bey denize yuvarlanmış boş sepet gibi beş on defa çalkandıktan sonra istoper etti. dehri efendi mehip bir seda ile gürleyerek: amca bey'in boğazına bir şeyler tıkandı. nihayet, karşısındayorgun, baygın, lerzan, hirasan bir halde bir saattir ayakta duran üç kişi musadifi nazarı dikkati olarak amca bey'e hitaben sordu ki: amca bey doğrulmaya uğraşarak: o ne demek olacak öyle? un dragon gardait un tresor dans une profonde caverne de meye kalmadan efendi oradan yine söze atılıp: fakat bizim biraderin bir tarafı amelden sakıt olacak de recede zedelenmiş. kardeş senin jimnastiğe merakın olduğu nu, trapez hünerlerin bulunduğunu hiç bilmiyordum. bari bir gün matmazel ile benim yanımda çık da cambazlığını görelim. dehri efendi şemi'yle sadri'ye hitaben: excusez mademaiselle leurs enfantillagee. dehri efendi tebessümle mürebbiyeye hitaben: pervane sadri efendim, üçümüz birden çarkıfelek gibi dönmek için trapeze çıktık. amca sırıtarak: dehri efendi gülerek: mürebbiye aynı tatlı tebessümle: vürudumuzu pek acilen emir buyurmuş olduğunuzu söy lediler. yalpa vurmasın diye yoksa amca'ya us kur mu taktınız? biçarenin ne çalkanmadan yürüyecek ne de yutkunmadan söyleyecek hali kalmış! hay hay efendim. sonra biraderin kamburu muvazenenizi bozdu, aşağıya tekerlendiniz değil mi? amca boğulur gibi bir yutkunma ile: kopar koskoca üç herifi incecik ipler çeker mi? te kerlendiniz güzel, ona hazzettim. akılsızlığınızın cezasına uğra mışsınız. burada matmazel var. yoksa başka elbiseniz yok muydu? efendinin bu tefhimi üzerine amca bey'le şemi başlarından aşağıya birer kova sıcak su dökülmüş gibi birer hali elim içinde kaldılar. sadri'yle harem cihetinde geceleri yalnız kalmak için bu işte mürebbiyenin bir iğvası, mahirane bir hud'ası, hasılı bir dolabı, bir düzeni olduğunu ikisi de anlamıştı. hatta efendi nin akibi ifadesinde sadri'yle anjel arasında şimşek kadar birer nazarı memnuniyyet teati olunduğunu da gördüler. fakat ne denir? yalnız şemi içinden anjel, sadri ikinizin de alacağınız olsun. paris hey'eti eşca riyyesi kongresine gönderilmek üzere fransızca bir eser kaleme alıyorum. akasya ağacıyla albizzia anthel minthica şeceri beynindeki münasebeti, karabeti, adeta sıhriyeti arıyorum be herifler! siz yalnız koca bebekler sapır sapır trapezlerden dökü dehri efendi sözünde devamla: şimdi gelelim size vereceğim emirlere. birader sen bekar bir adamsın. selamlıkta yatıp kalkacak, bir lüzum üzerine bazen hareme girip çıkabileceksin. haremdeki eşyanızı bugün selamlığa taşıyacaklar. sadri bey mütezevvic ol duğu için bilaicab haremde oturacak. dehri efendi yine ciddiyyeti mehibesini takınarak: hısımlıkoyun mübarizlerin üçü de oh, fırtına zannettiğimiz şey limanlık çıktı. orta yerdeki masanın üzerine hokka, kalem gibi edevatı tahririyye ve birkaç lügat kitabı ihzar ettikten sonra amca bey, sadri'ye haydi gel bakalım albizzia. muhatabı da ben hazırım anthel mint hica. ah keşke dehri efendi oğlunu falakaya yatırıp tabanlarına seksen sopa vura idi de böyle haremden tardettikten sonra ka dar muzdarip bir zamanında başına bir de çekilmez tercüme be lası sarmaya idi. efendi, akasya ile anthel minthikanın yetiştikleri ekali me, sureti neşv nemalarına, yekdiğeriyle olan müşabeheti esasiyyelerine, ahvali nebatiyyelerine, hasılı menşelerine, bü yük analarına, ağa babalarına dair kadar tafsilata girişti ki müstemilerde ne dinleyecek kulak ne ayakta duracak bacak kaldı. mabadını itmam et mek üzereyim. amca bey. şemi, siz ikiniz benim fransızca yazdıklarımı türkçeye tercüme edeceksiniz. sadri bey de tercüme müsveddelerini tebyiz edecek. haydi durmayınız. baş başa verip işe şüru etmeli. bir hafta, nihayet on güne kadar ter cümeyi de beyazı da isterim. yüzünüz, gözünüz, ağzınız, burnunuz hacamat olmuşa dönsün. tetebbu, tefennün merakıyla bir defa şu kütüphane nin kapısından sakın içeriye bakmayınız. dinleyicileriklimleretraflıca inceleyip araştırmabir yazı ile ilgili taslağı temize çekmebir şey hakkında çok bilgi sahibi olma dehri efendi'nin bazen ettiği çocuklukları vahip'le neza het bile yapmaz. fransızca pek açık ibareleri bile zor anlar. mütercim muavini amca bey ise sevgilisi anjel'e frenkçe beyanı suziş için haftalarca uğraştı da neticei karda yine gülünç olmaktan kurtulamadı. burada mütercimlerin iktidarı kat'an mevzu bahis değil. lailac başlamalı. bu çaresizliği bildikleri için şemi'yle amca bey defte rin birinci babını açtılar. hah işte nebatat hakkında olursa familya fasile manası na geliyor. sadri bilgiçlik taslamak üzere söze karışarak: albizzia, legumineusemimosees familyasından akasya nın pek komşusu bir ağaçtır. amca bey lügatte famille kelimesine bakarak: olmadı. tercümeyi böyle yapar isek mutlak ikimiz de fa laka yeriz. evvela legumineusemimosees tabirini öyle aynen kullanmak olmaz. sa niyen familya uymaz. salisen efendi bize albizzia akasyanın komşusudur. amca bey gözlerini açıp bu ilk cümlei mütercemeyi okuya rak: sadri hiddetle: siz de familyasından demeyiniz de ailesinden deyiniz. kelimeyi bulamaz. mi moseesyi dicotyledone kelimesiyle tarif olunmuş bulurlar. bu ikinci kelimeye bakarlar. onu da hiç anlayamadıkları ta'biratla müfesser görürler. dövüşün ilk akşamı efendinin emri veçhile sadri haremde ki odasına çekilip de amca ile şemi selamlıkta kendilerine yeni tahsis edilen hücrei ızdırablarında kalınca bu mübaadeti canan ikisini de yeisten mecnuna çevirir. anjel ile karşı karşıya odalar da bulunur iken şimdi böyle kilitli kapılarla müfterik, ayrı ayrı dairelerde kalmak aramsuz bir bedbahti değil midir? hal de terkibimiz fasilei bakliyye oluyor. akşama kadar uğraştıkları halde yarım sahifeden ziyade tercüme ye muvaffak olamazlar. anjel'in hayali nimşeffaf, saf, pak, akşamüstü amca bey vay kalçam diye masanın önünden kalkar. akasyanın komşusuna da anthel minthicanın akrabası na da ağzına geleni atar tutar. günü şemi'yle sadri ortadan açık hitaplarla söz söylerler ise de yekdiğerini muhatap ittihazıyla kelimei vahide teati etmez ler. fakat bu anthel minthica tercümesi kendilerini her gün elim bir muvaceheye mecbur eder. ona bir edatı nisbet ilave edip sebzevati deriz. bu emeli ruhunu, bu hayali naziki çirki iştibah ile lekelemek istemez. onu daima bir safveti melekane halinde ta savvur etmek ve müebbeden gönlünü ona merbut bulundurmak arzusuna karşı gelemez. bazen kıskançlık tesiriyle bir hissi acib zihnine anjel'i itham edecek şeyler getirir ise de kıza olan aşkı derhal bir vekili müdafi kesilerek anjel'i tebriyeye, her şaibe den tenzihe uğraşır. fakat amca bey'le kendisinin selamlıkta ittihazı mekan etmeleri lüzumunu efendi pederine ihsas eden şey nedir? acaba bunda sadri'nin parmağı mı var? sadri'nin iktidarı hud'akaranesi oralara kadar varabiliyor mu? bazı hakayıkı müsbeteye karşı bile kendi nazarı sevdasında anjel'i müdafaaya uğraşır iken birdenbire şemi'nin başı döndü. aşçıbaşı tosun ağa'nın sakız ağacının derdi yavaş yavaş mey dana çıkıyor. kendi kendine herifin elbette bir bildiği, gördüğü şey var ki böyle söylüyor. belki zaman böyle haremden selamlığa kovulmamızdaki hikmeti de anlardım. gece yeni odasında amca bey'i de bir türlü uyku tutmadı ğından öksürüp söylenerek geziniyordu. am casının odasını dinledi. onun da binevm rahat bir hali hele canda olduğunu anlayınca her türlü hissi rekabet ve husumeti bertaraf ederek kapısını vurup konuşmak üzere içeriye girdi. nihayet şemi amik bir nazarı istizahla dedi ki: parmaklara takılıp çalınan zil veya buna benzer ses çıkarıcı araç şemi gece bir me'yusiyyeti şedide ile odasına avdet eyledi. kendisine tercihen mürebbiyenin sadri'yi sevmesine ihtimal ve remiyordu. gündüzki tecavüzatı lisaniyyesinden dolayı kendin den ahzı sar etmek üzere amca bey'in bu yolda idarei kelam eylediğine kendi kendini ikna için bin girizgah arıyordu. anthel minthica tercümei mübrimesi için üç kişi her gün birlikte bulunuyorlardı. bu suretle güzeran olan üç dört gün sonra amca bey'in şemi hakkındaki muamelesi külliyen tebeddül etti. amca ile enişte, şemi'ye müstehziyane na zarlar atfettikten sonra birbirine bakıp gülüşüyorlardı. bir gün yine aşçıya bi'lmüracaa dedi ki: yine şemi'nin zihnine sakız ağacının derdi geldi. bu nasıl la kırdı? aşçıbaşının pek mühim addey lediği bu sırdan bir serrişte yakalarım hülyasıyla şemi tercü meden ihtilası vakit edebildikçe mutfağa devama başladı. fakat herifin ağzından tefsiri hemen anthel minthica tercümesi ka dar müşkül olan sakız ağacının derdi cümlei lugazgunesin den başka bir söz çıkmıyordu. tosun ağa, şemi'yi her görüşünde: değişme hitabı müstehziyanesiyle çocuğa ruyı dürüşti gösterir idi. tosun'u sarhoş edip söyletmek tariki hud'asını düşündü. bu karar üzerine akşam ba'de'lgurub şemi ile aşçıbaşı mevut mülakatlarında birleşirler. tosun, sefer tasının gözlerine en müntehap yemeklerinden koymuş, bir testi de su getirmiş. para ve arkadaş buldukça kumar oynamak, fırsat düştükçe işret etmek şemi'nin başlıca eğ lencelerindendi. tosun ağa kadar değilse de hemen ona yakın idmanı vardı. yani içki kadehini ömründe ilk defa ola rak akşam eline almıyordu. bedir karşıki maverayı tilalden bir rehaveti istiğnakarane ile arzı çehrei ibtisama başlayıp da nura munkalip olmuş bir nefhai sevda gibi hafif bir ısfırar ile her ta rafa hazin hazin ziyalar saçtığı esnada aşçıbaşı önlerine koymuş oldukları nevaleye göz gezdirerek şemi'ye: insanın boğazından yağ gibi akıp gidiyi. ne kokulu şey mübarek? bu mastika kilerde mahpus gibi durup duruyo. efendibaban bundan akşamlar atmıyo da odunların yaşını he saplamakla beyniniyoruyo. acayip adam. ulu orta acayip. canım. ne olacak ya? hele bir yol daha gondurayın da nasıl içildiğini sen de gör. birer sigara sardıktan sonra aşçı: karşılıklı birer tane yuvarladılar. aşçıbaşı: hele bir yol doldur bakalım. aşçı: hele birer daha gondursan nasıl olur? aşçıbaşı bir daha yutarak: canım sakızı içtikçe bu meredin ağacı aklıma geliyo. fakat onun lafını bu akşam etmemeye kararlaştırdık. sakızı iç la kin onun ağacını ne sen ağzına al ne de ben. hele ben almam. tövbe olsun. aşçıbaşı bir daha boci eder. hafif bir neşe hissiyle kamere doğru bakıp: ay ışığı da bu akşam bana gözüküyo. adeta içimi kamaş kamaş kamaştırıyo. sakız ağaçlarının kökü kurusun. başka ağaç bulamadılar mı? kah kah kah. onun sını görsem ta temelinden yıkardım. lafına lü zum yok ya ağacın derdi beni harap etti. işin ne olduğunu ben söylemem. nafile hiç üzerime varma. sekiz on dakika mütakiben ikisi birden doldurup toka ede rek içtikten sonra tosun'un gözleri biraz parıldamaya başlayarak: şemi, aşçıya üç dört kadehte bir, içki refakati ediyor, kendi bir içerse ona dört içiriyordu. tosun ağa meclisi nuşanuşta sakız ağacı sözünün kale alınmasını bir memnuiyyeti kat'iyye su retine sokmaya uğraştığı halde kendisi bilainkıta cümleyi virdi zeban edindiğinden cebr veya niyaza pek lüzum kalmaksızın ona müteallik esrarı tosun'un kendi kendine yumurtlayacağına şemi'nin şüphesi kalmadı. tosun bir daha içerek: zorlamafabrikahoşyalvarma murabiye dolaş da gel tepeyi tepeyi şarkısıyla ayağa kal kıp kıvıra kıvıra oynamaya başladı. badehu sürekli bir kahkaha ile: tosun süzük çeşman, mestane bir telaffuzla: şemi kendi içmez, aşçıya bir daha verir. oh tosun'um afiyet olsun. domuz niçin sormuyon? hazen kebira sen benim küçük beyim değil misin? tosun'un derdini sen. sen. sen. sana diyorum be! lafı tersine çevirip de ağzımdan yuta cak. bir yol daha doldur bakalım. ne yapayım anlatma. buraya sakız ağacını dinlemeye gelmedik ya! ellerini göstererek şu ellerime. verseler alimal lah püryan ederdim. benim malım, menalim şemi! senden canımı saklamam. sakız ağacını saklarım. of içim yanıyo. ah benim kokonam murabiye. hele bir daha içelim. ateşe ateşi bastırınca söner. sana derdimi anlatsam parnakların ağzına tıkılır kalır. tosun'u oldu sanıyor da lafı döndürüp dolaştırıp sakız ağacına getiriyo. aşçı yutar. elinin körü. ne olacak uzun hikaye. bu radan tuttursak bir ucu ta bizim memlekete varır. hele bir kadeh daha toka et. aşçı hiddetle: anlat bakalım. kadehi sun bakalım. insanın karnına girince dert dışarı çıkar. senin muhabbetine, murabiyenin aşkına. içer. gayrı patlayom, dinle bakalım. bak kulaklarını nasıl dikti? hah hah hah. beni saroş sanıyo. hepsini anlaturum da iş ağaca gelince orada mıh kesilirim. işte başlıyom. efendim benim çırak yok mu? bekir. işte meymenetsiz gece leri yattığımız odada usta korkuyorum, bana hıyalet gözüküyo. lafını tutturdu. hıyalet dediğin ne oluyor? uykum biraz kaymaklanır, bekir dabduru döşeğinin içinde yine dikelir. usta! hıyalet pencerenin önün den yine geçti. hay babanı, ananı hıyalet götürsün. gir döşeğine zıbar. lahavleyi oku. tosun yuvarlar. fakat bu defa aşçıdaki göz şaşılığı, ağız çarpıklığı, rehaveti telaffuz hayliden hayli tezayüt eder. derin bir of çekerek: döşeğinde dikelen uşak laf anlar mı? sabaha dek böyle dalaşır dururuz. bir akşam yine hıyalet diyecek suratına şaplağı yapış tırıp de bakalım bu ne şekil hıyalet, bana bir yol tarif et. oğlan onlar geçince beni dürtüşle, ne cins ecinli olduklarını göreyim. bir gece nısfü'lleylinin yarısında ben tatlı uykuda iken bekir beni usta kalk. usta gidiyorlar. malum bizim daire bah çenin bir ucundadır. koruya bakar. bir de baktım ki ne göre yim? koruya doğru ka ranlıkta iki gölge gidiyo. çapaklarımı silip dikkat ettim. tüh allah cezalarını vere. senin kamburla kokona dağa doğru gidiyorlar. amcan karanlıkta ne acayip gözüküyor. ecinliden farkı yok. bekir'in korktuğu kadar var. şimdi bekir'e doğrusunu desek olmaz. eğrisini söylesek uymaz. akşam okuduk, üfür dük, yattık. lahavleyi ben okumaya baş ladım. pencerenin önünde bekledim. geçmediler. tam beş gece geçmediler. al tıncı gece yine hıyaletler karşıdan koptu. bu defa kambur yok, murabiye ile enişte. kol kola vermişler. sanki zannedersin ki birbirinin ağzına girecekler. usul ile odadan çıktım. sezdir meden peşlerinden vardım. benimki bir şey değil a, işte bir göz sevdası. karşıdan cemaline hayran olmak. bir gece döşekte sevda gönlümü sardıkça sardı. murabiyenin yattığı odanın karşısında dolaş maya başladım. meğer ben kalktıktan sonra bekir de arkamdan ulaşmış. dilin dolanıyo. ben içtikçe sen mi sa roş oluyon? enişteni ayı ahlata yapışır gibi karıyla sarmaşırken gördüm. ne ise babı geç. ondan sonra geceleri çok bekledim, gayrı geçmediler. murabiye dedin mi benim de kanım kaynıyo. baktım murabiyenin odasında mum yanıyo. odanın karşısında bir sakız ağacı var. biliyon ya. maksadım ağaca tırmanıp oda nın içini seyretmek. bekir arkamdan usta nereye çıkıyon? oldu bir şey, artık koğsan da faydası yok. diha koca meret kucaklanmayo ki bin zorlukla kollarımı doladım. yi sa ha yi sa dallarına kadar yükseldim. ha ha! pencerenin tüllük per deleri sıyrık duruyo. alevin içinde murabiye geziniyo. odayı dolandı dolandı. hani orada aynalı bir yüklük yok mu? başladı fistanını çıkarmaya. ha babam ha. soyunuyo. mal meydana çıkıyo. aşçıbaşı hikayesinin bu noktasında bir bolu bestesiyle ati deki beyti ırlamaya başladı: paluze vücut aynanın karşısında titreyo, ben de ağacın sırtında zangırdayom. murabiye derede gölgesini gören ceylan çöz aslı'm göğsün düğmelerini yaktı aşkın kederi benişarkı söylemekiçki kadehisaf, süzülmüş tosun ağa her kelimesini yedi sekiz elif miktarı uzata uzata bu beyti okuduktan sonra: hele bir daha tepeleme sun ki hikayenin alt tarafını di yem. şemi zangır zangır bir raşe ile aşçıya bir tepeleme kadeh sundu. tabbah mizah, sagar bir lebi inşirah olarak: aşçıtitreyiş gibi ardına baktı önüne baktı. ağacın çatalında benim işim bi tiyo. içindeki resimleri para ile seyrolunan delikli sanduk yok mu? hani camdan içine bakılıyo. sanduğun sahibi: al baka lım, bu da nedir? asma kabağı gibi kollar. tulum gibi bacaklar, kalaylı pilav tenceresi memeler, at yelesi saçlar, ayva göbek, hokka ağız, badem gözler! kendini doyasıya seyret tikten sonra murabiye sırtına delikli bir gömlek geçirdi. ne durdu ne durmadı. odanın kapısı açıldı. göre göre ne görsem beğenir sin? onlar el ele tutuştuklayın ben ağacın üzerinden düşeyazdım. oooğlan şemi? gözlerin firıldayo. kötü kötü ne soluyon öyle? murabiye ile kambur al alevin içinde cilvelenmeye başlayınca ağacın sırtında işte ben de böyle senin gibi soluğan ol dum. ağaçtan aşağı teker meker oluyordum. de bakalım saroş olmamanın mümkünü var mı? doldur bakalım. geceden sonra ben artık yuvada yatan leylek gibi ağacın sırtı nı kendikan tuttum. her gece seyretmek için oraya varır dım. enişteni. birkaç akşam sonra da seni gördüm. uuulan doğuz sen de murabiye ile nazlaşıyodun. tüh! sıra bana gel medi ki. talihim olsa aşçı olmazdım. tosun ağa'nın haclei visali mürebbiyede delikli sanduk diye tarif eylediği panoramanın kızıl alevi asıl şimdi şemi'nin kalbinde şu'lenisarı dehşet olmaya başlamıştı. mürebbiyenin şemi'ye hıyaneti hakkında tosun'un garaz ve ivazdan salimi yetle verdiği tafsilat, hakikati bir kat'iyyeti mahufe ile meyda na koyuyordu. sevgili anjel'i artık melek suretinde tasavvura, onu her bir redaeti ef'alden beri görmek ihtimalatını tahar riye, daha doğrusu teskini azabı derunu için şemi'nin kendi kendini aldatmaya uğraşmasına imkan kalmamıştı. mürebbi yenin üçünü birden içeri aldığı maddei hayretefzası istinaf kabul etmez surette sabit olmuştu. bu hıyaneti bahire şemi'nin içtiği birkaç kadeh tesiriyle zihninde büyüdükçe büyüdü. kendi sini nakabili mukavemet bir ateşi cansuza düşürdüğü için şemi karşısında yatan aşçının üzerine atılıp boğazını sıkmak. her kelimesi kalbine bir zahmı diğer açan sözlerin çıktığı ağzı yırtıp paralamak istedi. aşçının ne suçu vardı? zavallı aşıkı bedbaht. tosun ağa ayağa kalkıp yine: murabiye dolaş da gel tepeyi tepeyi güftesiyle raks etmek istedi. te'siri mesti ile gözlerine acib bir mahmurluk, ağzına da hafif bir çarpıklık geldi. küçük bey ben yıkılıyom. yok ırahı beni yıkmaz. uuulan hey. tavaya düşmüş mercan balığı gibi ne bakıyon. haydi oradan çürük yumurta! samsaya sarımsaklı yoğurt, murabiyeye kambur aşık. ha ha ha! aşçıbaşıya bulaşık kaşık. şıkır da şıkır da terelelli. aman da kokonam yalelli. anda aşağıya inip yalıyı altüst etmek. amcayı, sadri'yi, müreb biyeyi vurmak fikrine düştü. lakin hep bu düşünceleri tasavvu ru kolay, icrası hemen müstahil olan tefekkürattandı. yavaş yavaş bu tasavvuratı mecnunanesinde bu çocukça kararların daki ilk şiddet zail oldu. fakat düşündüklerini gece mevkii fi'le çıkarmayıp bunları icra için bir vakti münasib bekleyecek, te'mini muvaffakiyyet edecek surette tertibatta bulunacaktı. aşçıbaşı dayanıp sızdığı yerde horlamaya, şemi de şiddeti ye'sinden ağlamaya başladı. zavallı ço cuk, aşçıbaşının akşamki ifşaatı müdhişesi, esnada içtiği rakının ferdayı humarı, binevm geçirdiği leyli ızdırabın renci takatfer sası te'siratıyla tercüme etmek değil, birisi kendine ismini yaz demiş aşçıbaşı tosun'un bütün macerayı bertafsil naklettikten sonra yine hala ağzımdan laf alamazsın. anjel'in üç aşıkı vefadarı anthel minthicayı tercüme için masanın etrafında ahzı mevki eyle diler. birinin harharai mestisi diğerinin giryei sevdasına karışarak suretle yarım saat kadar geçti. hele hele hele. aptala bak, ağzımdan laf alacak. uuu lan. uuulan. yoksa sakız ağacını ben sana anlattım mı? yok ne gezer? anlatmadım. ben onu sana anlatmam. ihtimali yok. ağzımdan bir laf alamazsın. olsa imlasını derhatır edemeyecek bir hale gelmişti. günkü tercümede amca bey yeğeninin layuadd hatasını çıkarıyordu. her hatayı müstehziyane kelimatla ihtar ederek amca, enişte bir birine bakışıp evvela manidar tebessümler, badehu ardı arası kesil mez kahkahalarla gülüyorlardı. sadri hiddetle: bade'ttaam damat bey, kaleme mahsus olan elbisesini giyi nerek iki haftada bir defa devam etmekte olduğu dairesine gitmek üzere yalıdan çıktı. mükerreren davet olundu ğu halde şemi günü sofraya gelmedi. bir müddet sükutu müteakiben amca bey'i asabi bir gülme yakaladı. gide gide bu kahkahalar kadar şiddet peyda etti ki amca bey bir kanepenin, sadri bir koltuğun üzerine arka üzeri yatıp öyle katılırcasına gülmeye başladılar. sadri biraz kendini zapta uğ raşarak dedi ki: o günden sonra kuvvet macunu ekline mi başladınız? kaç paralık gü cün, kuvvetin olduğunu gözümle gördüm. artık bana da kaba dayılık satma. tekrar tekraröç alma hay hay. seninle birleşip şemi'den, şemi'yle birleşip senden ahzı sar edeceğim. kendini tetik al. fakat birader! pencereden dışarı bakarak bizim şemi iyiden iyi fitili aldı. kuduz kelp gibi bahçeyi dört dönüyor.üstlenme hah hah hay. intikamımı evvela ondan, sonra senden çıkaracağım. fakat aklıma geldikçe kendimi tutamıyorum. köpek amca bey de selamlık bahçesindeki kameriyelerden birinin derununa girip yaprakların arasından şemi'nin harekatını taras suda başladı. amca bey bu iniş çıkışları altıya kadar sayıp kendi kendine dedi ki: bu ne cevelanı mecnunane? ben de böyle on sekiz, on dokuz yaşımda iken bu kızın aşkına düşe idim. besbel li işte şemi gibi olacaktım. benim içim içime sığmıyor ama ne yaparsın? ateşi derunumu büsbütün iz har etmek olmaz. ihtiyata riayet, fevkalade riayet lazım. bana kambur diye nazarı istihfaf ile bakıyorlar. ben kamburum ama elhamdülillah kamburum kadar da aklım var. budala aşıklar! ben de akıl ve zeka, fetanet ve irfanıma mağrur oluyorum işte. zekavet her şeye galebe eder. ben kambur iken kudreti irfanımla kızın gönlünü celbettim. sadri güzel delikanlı fakat sevgilisini diğer iki rakibin ellerinden tamamıyla kurtaramıyor. ben öyle mev zunü'lkame ola idim acaba anjel'e diğer ikisine selam mı verdi rirdim? saatini çıkarıp bakarak altıya çaryek var. anjel'in ateşi aş kından kabına sığmayan şu bahadır şemi bey'in kalbine bir peh livan yakısı açayım da da görsün. şemi'nin korudan yedinci inişinde amca bey kameriye den çıkıp nevmidi sevdaya yaklaşarak gamginane bir çehre, me'yusane bir seda ile: şemi müteneffirane bir hiddetle: amca latifenin sırası değil. behey ahmak beni dinle. asıl şimdi böyle bilüzum hiddet ve şiddetin sırası değil. dinle bak ne mühim şeyler söyle yeceğim. ben eniştemiz olacak adamın yüzüne safamdan gül müyorum. ben arpayı önüne döktükçe yedi. nihayet hazmede medi. sen benimle oyun mu oynuyorsun. ben bir fine personneum, sen ise bir maladroitsin. amca bey revişi mahsusuyla kırıta kırıta çekilip gitti. gözleri bakıyor ama artık görmüyor, kulakları dinliyor fakat bir şey işitmiyordu. deniz, yalı, ağaçlar nazarı me'yusanesi önünde fırıl fırıl namuayyen eşkal ile dönüyor, nereye bastığını, nerede durduğunu bilmiyor du. fakat müfekkiresi vuzuhı daimisini kaybetmişti. yalnız zihninde seyyalei ateşin gibi bir fikir dev rediyordu ki da bu gece mürebbiye ile sadri hembezm olurlar iken üzerlerine gidip ikisini de telef etmek azmi müdhişiydi. mürebbiyenin kilitli kapısını nasıl açabilecek? bu müşkülatın halli esbabını tefekküre dimağında kudret yoktu. efendi pederinden olan havf ve ihtirazını külliyen bertaraf ederek zihnine biraz küşayiş vermek üzere doğru kilere koştu. sakız mastikasından birbiri üzerine üç dört kadeh yuvar ladı. beş on dakika sonra zihninde her müşküle iktiham edecek yok yavrum! beni öldürecek değilsin. hem bana artık rakip nazarıyla bakma. ben matmazel anjel'in üzerine çoktan su içtim. bira, mastika, gazoz da yuvarladım, inşallah kış gelirse boza bile içeceğim. yok. ben artık karıyı sevmiyorum. ben kamburum ama gön lüm büyüktür. ulviyyeti nefsim vardır. üçünün, dördünün bir yalaktan su içmesi. hal kilaba mahsustur. koruda öyle birkaç defa topraklara yuvarlanıp da böbürlenmekle iş bitmez. şimdi sözümün alt tarafını dinle. sözün kıpkısası yok mu? bu gece matmazel anjel tarafından sizin enişte bey pembe ziyalı odaya davetli. bunu muhakkıkan söylüyorum. benden bir kere haber vermek. alt tarafı senin bileceğin şey. ben sevdadan çoktan elimi, yüzümü yıkadım. bak şimdi, bilateessür tavla oy namaya bitişik yalı komşumuza gidiyorum. aurevoir sevgili yeğenim. düşünme gücügöğüs germegüle güleköpekler bir ciyadet, vücudunda bütün mevaniyi zir zeber eyleyecek bir kuvvet, azmi mecnunanesini fiile çıkarmak için kendinde fev kalade bir cüret hisseyledi. kararını gece katiyen icra eyleyecek ti. mastikanın dimağına verdiği şiddeti buhran ile kararı evveline müteferri müşkülatı yegan yegan derpişi mülahaza ve muhakeme eyledi. yalının se lamlığında duvarları esliha ile müzeyyen küçük bir oda vardı. duvarlara kıymettar kaliçeler üzerine müsellesi, dairevi, beyzi eşkal vücuda getirerek talik edilmiş bulunan taban calara, tüfeklere, palalara, yatağanlara, kamalara göz gezdirdi. kabzası altın işleme üzerine mercanlı, firuzeli, orta cesamette gayet şık bir hançer üzerinde nazarı karar kıldı. kendi kendine: hoşlukuygun bulmasilahlarküçük halızorlukengeller dedi. bunun için bin türlü yol buldu. anjel'in kilitli kapısını açmak ciheti müşkilesi kalmıştı. odanın irtifası ziya de olduğu için bu sureti duhulde çok suubet gördü. kamayı yanına alıp gündüzden anjel odada yok iken karyolasının altına girip saklanmayı, zamanı intikama kadar orada beklemeyi dü şündü. bu veçhile hareket ey lediği takdirde gündüzden yakayı ele verip maksadına muvaffak olamadıktan başka pederi tarafından şediden duçarı mücazat olmak ihtimali vardı. hah anjel'i böyle zarif bir aletle öldürmeli ki üç erke ği birden iğfal ettiğinden dolayı ahirete nedametle gitmesin. bu hançer şimdi yerinde dursun. lüzumu zamanında ben gelir, onu buradan alırım. bu tefekküratı müdhişesiyle pencereden dışarı bakmakta iken mürebbiyenin çocuklar ile beraber bahçede gezindiğini gör dü. nazarı kızın nazarına isabet ederse zihninde deveran eden bu mahuf kararları belki anlar korkusuyla pencereden çekilip kendini mürebbiyeye göstermedi. kapının kilidini gece istediği dakikada açabilmek mes'elei mühimmesini olanca kuvayı müfekkire ve isti'dadı hud'asıyla düşündü. neticei tefekküratı olarak kendi kendine: bu kararı üzerine şemi koridordan içeri girdi. tüylü halıların üzerinden yavaş yavaş adımlarını atarak pederinin kapısı önüne geldi. pederi fran sızca le fruit est une gousse allongee diye söyleniyordu. efendibabam bugünlerde anthel minthicanın tahririyle meşgul. böyle meşguliyetli zamanında kapısının önünden geç mek değil a, odasına bile girilmiş olsa ekseriyetle farkında olmaz. harem sofasında kadınlardan birine tesadüf edersem oradaki eski odamda kalmış olan bir kitabımı almaya gelmiş olduğumdan bah sederim. sonra alt sürgünün kendi kendine yuvaya düşmesi ihtimalini düşünüp bir iki kibrit bularak sürgüyü istediği surette bunlarla dedi. başını harem sofasına çıkarıp etrafı dinledi. kemali ihtirazla mürebbiyenin odasına doğru gitti. odanın kapısı kapa lıydı. kilidi muayeneye başladı. kilit tek anahtarla lüzumuna göre içeriden, dışarıdan ki litlenen nevdendi. zaten yalıdaki kapı kilitlerinin cümlesi hemen nevden ise de hiçbir kilidin anahtarı diğer bir kapıya uymazdı. bu nev kilitlerle mücehhez bulunan kapılar içeriden kilitlenip de anahtar da üzerinde bulundurulursa dışarıdan anahtarın bir aynı da sokulmuş olsa yine kapı açılmaz. bu sebebe mebni anahtarı ora dan çalıp bir çilingire acilen aynını imal ettirmekten şemi için bir fayda memul değildi. dışarı çıkan sürgüyü ve onun gireceği yuvayı muayene etti. her ikisini de pek metin buldu. bir muammayı muğlakın en can alacak noktasını arar gibi kapının her cihetini karış karış nazarı tedkikten geçirmekte iken birdenbire elini alnına götürüp: aşağıda olandonatılmışüstte olankasa buldum. buldum. kolayını şimdi yakaladım. kilitlendiği zaman bir kanadını kilidin sürgüsü diğerini de yukarıdan söveye, aşağıdan eşiğe sürülen iki sürgü tutuyor. sabit kanadın bu fevkani, tahtani sürgüleri sürülmemiş olsa kilidin pek kadar ehemmiyeti kal mayacak. sabit kanadın aşağılı yukarılı sürgüleri sürülmeksizin kapı kilitlenmiş olsa hariçten vuku bulacak şiddetlice bir tazyikle kanatları açılabilir. bizim aşıkı şuride hal bu tertibatı icradan sonra odanın içi ne, pek tatlı demler geçirdiği, kamyabı sevda olduğu bezmgahı cananesine bir nazarı telhii iştiyakla baktı. bütün ümidi şebabı, ma'nayı ruhu işte orada inkişaf etmiş, ana kadar bigane olduğu lezaizi hayatı dört duvarın arasında görmüş, bulmuştu. her kö şesi gönlünde tatlı fakat şimdi meraretine tahammül olunmaz bir acılığa tahavvül etmiş hatırat uyandıran darü'lmuaşakai mazisini temaşadan gözleri doldu. karyolanın örtüsünü kaldı rıp ütülü patiska çarşafın, dört köşe dantelalı yastıkların üzerine ye'si sevdadan yanan yüzünü sürerek te'siri nevmidiyle seyelan eden sıcak gözyaşlarını serperek anjel'in şimdi hayal olmuş buyı vefasını arayıp bulmak istedi. döşeğe takarrüp etti. sıkıştırdı. mürebbiye akşam odasına girip de sabit kanadın sür gülerini muayene etmeksizin misafirini bade'lkabul kapıyı kilit leyip yatarsa şemi'nin işi işti. fakat anda gözlerine ateşten mahluk ejderler görünmüş gibi titreye titreye geri çekildi. deruni bir sayha ile: bir kimsenin öldürüldüğü yer ben ağlarken sen gülmek için mi halkolundun? fakat yinçığlıkacılık bu dehşetli kararından kimseye bir şey sezdirmemek için akşam şemi cebri bir beşaşetle sofraya indi. birkaç lokma yemek yedi. yatmak za manı gelip de bütün hane halkı habgahlarına çekilince zavallı aşıkı nevmidi şedit bir helecan aldı. gündüzki rakının verdiği mestiden kendinde eser kalmamıştı. ben bu işi ayık kafa ile yapa mayacağım. kilerden bir şişe konyak sirkat ederek odasına çekildi. gözlerini duvardaki saate dikip: dört buçuk, daha altıya bir buçuk saat var. yarın gece bu vakitleri acaba nerede bulunacağım? cesedimi denizde bulabilirlerse belki bir mezara gömerler. fakat anjel. perişan saçları, güzel çehresi, her erkeği bir türlü iğfal eden sevimli ağzıyla da toprağa girecek. sadri, hain, da bu şerefe nail olacak. mevtimizde bile anjel ile aramıza bedhah bir rakip giriyor. yok. bu oda derunundaki bütün eşya ateş gibi gözüme batıyor. fotoğrafa dikkatle bakarak: tebessüm et sevgili anjel'im! zehragin, muğfilane tebessümün veçhende hiç eksik olmasın. bu gece cesedin şu kar şıki döşekte biruh yatarken sen yine buradan faciaya gülecek sin değil mi? gül efendim gül. ben seni katlettikten sonra ar tık yaşamayacağım. şu karşıki odanın penceresinden kendimi akıntıya atacağım. ben orada boğulurken sen burada yine gül. aurevoir anjel'im. dik bi l i d k hal diye mırıldanarak başını duvara dayayıp ağlamaya başladı. zavallının dimağında aşkın şedaidi ile şebabın hayata olan revabıtı kaviyyesi pençe pençeye gelmiş mücadele son bir şid detle mübareze ediyordu. biri bu alemi hayatı rüyetine ta hammül olunmaz siyehgun eşkal, rencine dayanılmaz daimi gumum, kasvetler içinde göstererek biçareyi hufrei mevte doğru çekiyor, rahat bendedir. bak sana aguşı siyahımı açtım. çektiğin azabı aşkın bir dakikai ızdırabı benim bütün sükunı müebbedemden daha müthiştir. beri yandan gençliğin hayata meclubiyeti handeriz ümitler, hulyaçin emeller, hayali şebaba bürünmüş saadetler, aşklar, muhabbetler, vefalarla mutarra bir istikbal irae ederek: payı şebabına ferş ettiğim bu vadii eşvaka hatveendaz olmaktan niçin çekiniyorsun? nazarı meftuniyyetine arz edecek ne sihramiz manzaralarım, guşi iştiyakına fısıldayacak ne tatlı esrarım, meşammı hevesatına serpecek ne gaşyaver çiçekle rim var! benden yüz çevirip de niçin hufrei mahufeye dönüyor sun? ben sana gülerken sen bana çini cebin gösterirsen sonra pişman olursun. teranesinde bulunuyordu. hayır seni istemem. bana göstermek istediğin hep ez harı iğfal nazarımda yalnız bir kelebeğin otlara konup kalkma sıyla mergup, makbul olabilir. beni ilk hatvei sevdamda aldattın. senden bu hıyaneti görünce ben de hufrei siyaha teveccüh ettim. anjel'i bütün maasii sevdakara şebabı bir şahsı sanii ma'neviyyete temessül etmiş de karşısına gelmiş gibi şemi yumruklarını sıkıp ona hitaben dedi ki: gülüp duranadım atanmest edenbelli bir şekil ve surete girmetutkunluksermegençlikgamlar kalktı, saate baktı. deminden beri sabırsızlıkla vüruduna intizar ettiği saati menhusenin takarrübi hululü bu defa kendinde bir aksi te'sir gösterdi. bir. bir daha birbiri üzerine iki konyak içti. bir pantolon, bir gömlekle kaldı. denize, karşıdan gölgeler içinde görünen dağlara, yalılara, küçükten beri hep içinde büyüdüğü menazıra birer nazarı veda atfede ede gah ağlamak gah acı acı gülmek suretiyle bir hayli vakit geçirdi. hareme giden koridorun kapısı kilitli olduğunu bildiğinden hiç tarafa gitmeksizin merdivenden ihtiyatla indi. mürurunu nesinden bi'ttecrid bana pak, saf olarak iade edebilir misin? bu muhaldir. edemezsin. öyle ise ben de senin yüzüne bakamam. bir an evvel teskini alamım için beni yutacak dalgalara atılırım. bedbaht sevdazede başını tahtalara vurarak bir tufanı büka ile: sözleriyle oda kapısından başını çıkarıp dışarıyı dinledi. herkes odasına çekilmişti. elinde küçük bir lamba ile yavaş yavaş yürüyüp esliha ile müzeyyen olan odaya girdi. gün düzden intihap eylediği hançeri duvardan alarak odasına avdet etti. bir kadeh konyak daha içtikten sonra hançeri kınından çı kardı. temastan duyduğu bürudetin bütün vücuduna yayıldığını hissetti: biraz paslı ama anjel'in yumuşak vücudunu delebilir. değil bir ömri kamil, benim şu hayatı ızdırabın bu tek saatini geçirmeye tahammülüm yok. kimseye duyurmadan bahçeye çıktı. haremle selamlık bahçeleri nin beynini farik insan boyundan biraz yüksekçe bir duvar var dı. duvarın öbür cihetinden aşağı süzülerek harem bahçesine indi. bir müddet durdu, düşündü. bu gece ne kadar içsem beni tutmuyor. haremin alt kat pen cereleri demir parmaklıklı, bahçeye açılan kapıları da geceleri kilitli bulundurulduğunu bildiği cihetle şemi etrafına bakındı. ağaçların kurumuş dallarını ayıklamak için bah çıvanın daima oralarda bulundurduğu üç ayaklı merdiveni arayıp buldu. bunu alt kat hela penceresinin önüne vazederek oradan içeri girdi. her basamağında bin helecan hissederek iki merdiveni çıktı. sofaya. üç rakibin orta yerdeki masanın altına ihtifa etmiş olduğu mahut sofaya geldi. orada asma lamba yine yanmıyor. bunun söndürülmesini manidar bul du. sofanın bu zulmeti anjel'in odasında misafir bulunduğuna delalet ediyordu. mürebbiyenin kapısına geldi. ufak ufak mırıltılar. kesik kesik ahlar, oflar. hasılı bir şahsı salisin işitmeye mezun ol madığı esvatı mahremane duydu. ye'si sevdanın, içtiği birkaç kadeh konyağın ateşnak ettiği kanı buhar gibi inbisat ederek damarlarına sığmaz bir hale geldi. kendi kendine: demek amca nın ihbarı doğru imiş. yere düşmemek için duvarlara tutuna tutuna sadri'nin odasına kadar gitti. baktı kapı aralık, içeride kimse yok. onun ittisalindeki odaya girerek pence relerden birinin camını, kafesini sürdü. maksadını icradan sonra kendini bi'ssuhule denize atabilmek için bu hazırlıkta bulunuyordu. pederinin dairesine giden koridordan içeri girdi. kütüphanede lamba yandığını kapının aralıklarından gördü. tarafa ses gitmemek için koridorun so faya olan kapısını yavaşça kapadı. bir gürültü duyup pederinin gelmesine, hane halkının uyanıp yukarıya koşuşmalarına meydan kalmadan bu işi gayet seri görmek icap ediyordu. zangır zangır bir halde kendi kendine: haydi bakalım cesaret metanet. işe başlamak zamanı geldi. yavaş yavaş yine mürebbiyenin ka pısına takarrüp etti. ye'si aşıkane ve kıskançlık gayz ve adavetinin vücuduna verdiği olanca şiddetle iki ayağını döşeme tahtalarına kaviyyen bilaistinad sağ omzunu iki kanadın haddi faslına daya yarak fevka'lbeşer denecek bir kuvvetle kapıya bir yüklendi. gün düzden çekip hazırlamış olduğu alt ve üst sürgüleri yuvalarla olan irtibatı cüz'iyyelerinden kurtularak iki kanat birden gacır gacır bir karış kadar ileriye yürüdü. nedir? onu müteakiben bir telaş, bir gezinme başla dı, küt diye birkaç kişi birden karyoladan atladıktan sonra içe rideki dolaplardan birinin anahtar ile kapısı açılıp yine kilitlenir gibi oldu. anjel ayaklar çıplak, göğüs bağır üryan, saçlar ürpermiş, lerzan, pürdehşet bir vazla odanın bir köşesinde ayakta duruyor, üç erkekle oynamak istediği muaşaka komedyasının hiç intizar etmediği böyle bir faciaya tahavvülüne hayret ediyormuş gibi havf veleh ile karışık bir nazarla bakıyordu. odada anjel'den başka kim seyi göremedi. hançerin kınını çekip odanın ortasına fırlatarak müsellah elini mürebbiyeye bi'ttevcih yukarı kaldırdı. hele candan zor anlaşılır bir seda ile: silahlı anjel muhakkirane bir cüretle kaşlarını çatıp: mürebbiye cüret göstermek isteyerek: eğer bağırırsan bu hançeri göğsünde bil. birkaç dakika evvel burada biri vardı. mürebbiyenin bağıracağım demesi aşıkı mütehevvirini teh dit içindi. yoksa bağırmak onun da hiç işine gelmiyor, ufak bir gürültü olup da hariçten biri gelecek diye kız, oğlandan ziya de korkuyordu. anjel göğsü üzerinde parlayan hançere bakıp bir ölüm acısını bir de anahtarı hasmına teslim etmekteki mahzuru düşündü. anjel boğuk boğuk: isterse beni öldürüyor. fakat ben anahtar vermiyor. ben anahtar vermiyorum. inleme dedikten sonra her zerrei vücudu başka başka titreyerek göz lerinden bir seyli dumu boşandı. kendini kat'a müdafaa eseri, istimdat için haykırmak cüreti göstermeyerek yalnız kalbi hıçkı rıklar, derin eninler, bir tazallümi sakitane ile ağlıyordu. bir teessüri şedid ile kendi gözlerinden de tereşşuha baş layan yaşları dildar muğfiline göstermemek için başını arkaya şemi hasmını dolaptan kaçırmadan ilk hamlede öldürmek için bir eliyle hançeri kaldırdı. diğer eliyle dolabı açtı. nazarına çarpan ilk manzaradan bu defa hakikaten çıldırmış gibi iki hatve geriye fırlayarak: çevirdi. bir aşkın en ziyade iptilasıyla intihasında seyelan eden bu hazin katreler birbirini takiben halı nın üzerine yuvarlanmakta iken bedbaht şemi, bir şiddeti mec nunane ile desti müntakimanesi altında hırpalayıp ezmeye uğ raştığı, elinde hançer ile sinesini delmeyi düşündüğü vücudun, hayalatı şebabını safaaveri cenan eden, bütün rüyalarını revnakdarı sevda eyleyenanjel'in hakimei ruhunun bedeni nazenini olduğunu düşündü. vücuda temastan kalbinde his seylediği darabatın her biri öldürme. affet. affet. o, yine seni sevecektir. baktı ki gittikçe derecesi artan teessürü manii azmi olacak, bu defa ne yaptığını ne yapacağını bilmez bir yeis ile kızın ellerini bırakıp kalktı. aynalı dolapla karşı karşıya gelince: feryadıyla elinden hançeri bir tarafa kendi de öbür tarafa düş tü, bayıldı. evet. şemi'nin efendibabası dehri efendi, ak sakalı ve kıpkırmızı bir çehre ile anjel'in asılı fistanlarının arasından çıktı. odanın ortasına doğru bir iki adım yürüdü. bihoş yerde yatan iki gencin haline, müessir levhaya baktı. microsoft Word azerbaycan. doc t. bş bkn l ı k devlet arşivleri genel müdürlüğü osmanlı arşivi daire başkanlığı yayın nu: osmanlı devleti ile azerbaycan türk hanlıkları arasındaki münasebetlere dair arşiv belgeleri karabağşuşa, nahçıvan, bakü, gence, şirvan, şeki, revan, kuba, hoy ı ankara osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları proje yöneticisi ismet binark devlet arşivleri genel müdürü proje sorumluları necati gültepe devlet arşivleri genel müdür yardımcısı necati aktaş osmanlı arşivi daire başkanı hazırlayanlar ismet demir uğurhan demirbaş osman yıldırım yıldırım ağanoğlu hasan akdağ önder bayır hamza çakır osman çınar şükran demirbaş mücahit demirel muhittin eliaçık ayşe emecen nuray kartal nuran koltuk muhammed safi fuat yavuz nazım yılmaz metin kontroltashih hüseyin arslan murat cebecioğlu mustafa serin numan yekeler bilgisayar dizgisayfa düzenleme zekai mete zahit yıldırım montaj rıza batı isa aksoy ısbn X s u n u ş azerbaycan, coğrafi konumu sebebiyle tarih boyunca osmanlı, rus ve iran devletlerinin ilgi alanı içerisinde yer almıştır. bölgenin müslüman ve türk unsurları üzerinde osmanlı devleti ve iran'ın nüfuz sağlaması daha kolay olurken; rusya da, hıristiyan unsurlar olan gürcüler ve ermeniler vasıtasıyla bölgeye hakim olma mücadelesi vermiştir. azerbaycan türklerinin, hanlıklar şeklinde teşkilatlanmaları ve birbirleriyle mücadele etmeleri sebebiyle, aralarında bir birlik meydana getiremedikleri ve tek bir devlet olamadıkları görülmektedir. azerbaycan'daki bu dağınık durum osmanlı devleti, iran ve rusya'nın bölgeye müdahale etmelerine temel teşkil etmiş; hanlıklar da bu büyük devletlerden birinin himayesi altında hareket etmeyi kendi politikalarına uygun bulmuşlardır. bu sebeple azerbaycan'da istikrar sağlanamamıştır. ancak hanlıklar dönemi, XıX. yüzyılın ilk yarısında rusya'nın kuzey azerbaycan'ı işgali ile sona ermiş; bu durumrus bolşevik devrimi'ne kadar devam etmiştir. rusya'daki karışıklıktan istifade edilerek, mayıs 'de kuzey azerbaycan'da mehmed emin resulzade öncülüğünde ilk bağımsız azerbaycan devleti kurulmuş; ancak bu devlet fazla uzun ömürlü olamamış venisan 'de ruslar tarafından tekrar işgal edilmiştir. bu eser, yılında yayınlanan osmanlı devleti ile azerbaycan türk hanlıkları arasındaki münasebetlere dair arşiv belgeleri ı adlı eserin devamı olup, yılları arasındakiyıllık döneme aitbelgeyi kapsamaktadır. eserde yer alan belgelerin muhtevalarını ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz: aosmanlı yönetimi ve hanlıklar dönemine ait belgeler osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları bu bölümde, osmanlı devleti tarafından bölgede yapılan tahrir çalışmaları, bölgeye gönderilen madenciler ve alınacak vergiler; bölge ile ilgili olarak osmanlı, iran ve rusya devletleri arasında yapılan savaşlar ile barış ve sınır tesbit görüşmeleri; osmanlı devleti'nin hanlıklar ve bölge halkı ile ilişkileri, istimalet politikası ve hanlıkların yardım talepleri; osmanlı devleti'nin sınır bölgelerinde görevli vali, mutasarrıf ve kale muhafızlarının hanlıklar ve bölge hakkında çeşitli bilgileri ihtiva eden raporları ile bölge hanedanından olup osmanlı topraklarına sığınmışyerleşmiş kişilere yapılan maddi yardımlar hakkındaki belgelere yer verilmiştir. brus işgali dönemine ait belgeler bu bölümde, rusya'daki ermeniler ve müslümanlarla ilgili çeşitli konularda osmanlı devleti ile rusya arasında yapılan görüşmeler; rusermenimüslüman ilişkileri ve rusya'nın kafkasya politikası; ermenilerin müslümanlara yönelik faaliyet ve katliamları; ermenimüslüman çatışmaları; müslümanlara yönelik rus mezalimi ve müslümanların din, dil ve canlarını korumak maksadıyla kurdukları cemiyetler ve bunların faaliyetleri ile ilgili belgelere yer verilmiştir. cbağımsız azerbaycan kurulduktan sonra bu bölümde ise, osmanlı devleti ile azerbaycan ve gürcistan cumhuriyetleri arasında imzalanan bakübatum petrol sevkiyatı antlaşması ve osmanlı devleti ile azerbaycan cumhuriyeti arasında siyasi, iktisadi, askeri vs. konularda imzalanan dostluk ve işbirliği antlaşmasına yer verilmiştir. belgeler bir bütün olarak incelendiğinde, osmanlı devleti'nin, kendi hakimiyet döneminde bölgeye düzen getirmeye çalıştığı; merkezden gönderilen vezir ve ordunun bölge halkı ile takviye edilerek iran saldırılarına karşı konulduğu; osmanlı devleti'nin gerilemeye başlamasıyla bölgedeki hakimiyetinin de zayıfladığı, ancak buna rağmen bölgenin rus ve iran hakimiyetine geçmemesi için elden gelen gayretin gösterildiği; gerek bölgenin durumu gerekse hanlıklar ile sürekli ilgilenildiği; ayrıca bölge hanedanından olup anadolu'ya gelmiş olan bazı hanların da himaye edilerek, onlara çeşitli yardımlarda bulunulduğu görülmektedir. yine belgelerden anlaşıldığına göre rus işgali döneminde de osmanlı devleti bu bölgedeki müslümanlarla sürekli olarak ilgilenmiştir. rusyalı müslüman hacılar için cidde'de bir rus konsolosluğu açılmasına izin verilmesi; müslümanların durumu ve bölgedeki ermenimüslüman çatışmalarının petersburg, tiflis, batum, rostof, tahran, tebriz ve londra'daki osmanlı elçilik ve şehbenderlikleri vasıtasıyla izlenmesi ve zaman zaman rusya ve iran nezdinde müslümünlara yönelik saldırılara karşı tedbir alınması yönünde teşebbüslerde bulunulması, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. eserin tedkikinden de anlaşılacağı üzere belgelerin ağırlık noktasını ermenilerin müslümanlara yaptıkları mezalim ve katliam teşkil etmektedir. bu cümleden olarak bakü, nahçıvan ve revan'da ermenilerin müslüman halka silah ve bombalarla saldırmaları üzerine hiçbir silahı olmayan müslüman ahalinin kendilerini hançerleri ilemüdafaa ettikleri, ermenilerin, saldırgan ve silahlı taraf kendileri olmalarına rağmen, kamuoyunun teveccühünü kazanmak için, müslümanlar tarafından katledilen, evleri ve eşyaları yakılıp yıkılan ve islam dinini kabule zorlanan mazlumlar rolüne bürünerek her tarafa telgrafname gönderdikleri ; şuşa'daki ermenilerin, ermeni mahallesinde ikamet eden müslümanlara birdenbire saldırarak müslümanların tamamını katlettikten sonra kırk haneli bir müslüman köyünü de tamamen yaktıkları ; ermenilerin dokuz islam köyünü yakarak birçok müslümanı katlettikten sonra kırk kişiyi de esir aldıkları, bir milyonun üzerinde zarar ve ziyana sebebiyet verdikleri, katledilenler arasında osmanlı devleti tebasından müslümanların da bulunduğu gibi örnekler zikretmek mümkündür. yukarıdaki örnekler, müslümanların içerisinde bulundukları kötü durumu ve ermenilerin müslümanlara karşı yürüttükleri katliam ve kamuoyunu yanıltma politikalarını gözler önüne sermektedir. bu ermeni katliam ve saldırılarına karşı kafkasya'daki müslümanlar, mal ve canlarını korumak için faaliyetlerde bulunmak üzere tiflis, bakü, şuşa, nuha, demirhan gibi önemli merkezlerde gizli cemiyetler teşkil etmişlerdir. bunlardan en önemlisi 'de ağaoğlu ahmed ve arkadaşlarının kurmuş olduğu difaicemiyeti adlı gizli cemiyettir. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları cemiyet, özellikle kafkasya'daki değişik mezheplere mensup oldukları halde islam uğruna bütün ayrılıkları bir tarafa bırakarak aynı fikir etrafında birleşen müslümanlardan oluşmaktadır. başlıca merkezleri erivan, şuşa, nuha, bakü ve tiflis'tir. çoğunluğu dağıstan ahalisinden olmak üzere yaklaşık yirmi bin milisi bulunan cemiyetin görevleri şunlardır: rusya hükumeti tarafından idare olunmakta olan müslümanlara ait cami, medrese vs. vakıf emlakini iade ettirmek; müslüman köylülerin işledikleri arazi üzerinde hak sahibi olmalarını sağlamak; müslümanların osmanlı topraklarına göç edebilme ve ziraat ettikleri araziyi satın alabilme serbestisine kavuşmalarını sağlamak; kafkasya'daki hıristiyan ahaliye sağlanan siyasi, iktisadi ve hukuki hakların müslümanlar için de geçerli olmasını sağlamak; müslümanlara karşı bir hareket vukuunda birlikte taarruz etmek. sözkonusu cemiyetin, müslümanlar ile ermeniler arasındaki tecavüzlerin rusya'nın tahriklerinin bir eseri olduğu inancını taşıması sebebiyle, rusya memurlarının herhangi birinin bu yolda bir hareketi görüldüğünde buna karşı gelineceği de cemiyetin faaliyetleri arasında yer almaktadır kafkas türklerinin farsça yerine türkçe'yi kullanmalarını sağlamak, medreselerde okutulan kitapları osmanlı türkçesiyle telif ettirmek, mekteplerde osmanlı eğitim programlarının aynen tatbikini sağlamak, kafkas türkleri hakkında arapça, türkçe farsça ve kürtçe lisanlarına vakıf ermeniler tarafından kafkas müslümanlarına yönelik yapılacak muzır neşriyata karşı reddiyeler neşretmek, babilerin kafkasya'ya gelmelerine engel olmak, istanbul'dan muallim ve müderris tedarik etmek, tefsir ve hadis kitaplarının türkçe neşrini sağlamak gibi gayelerle bakü'de general zeynel abidin takiyof ve arkadaşları tarafından bakü'de kurulan neşri maarifi umurı hayriyye cemiyyatı islamiyye programı ile, yine bu cemiyetlerin dağıtmış oldukları beyannamelerden birine de eserde yer verilmiştir. rus ihtilali sonrasında kafkasya'da azerbaycan, gürcistan ve ermenistan gibi bağımsız cumhuriyetler kurulmasından sonra osmanlı devleti bölge devletleri ile antlaşmalar yapmaya başlamıştır. osmanlı devleti ile azerbaycan ve gürcistan cumhuriyetleri arasında haziran 'de bakü ile batum arasında petrol sevkiyatı ile ilgili olarak yapılan antlaşmada; bakü ile batum arasında petrolün devamlı olarak akıtılması, bakü ile batum arasındaki petrol mecralarının mevcut vaziyetlerini muhafaza etmeleri, her ülkenin petrol mecralarının kendi ülke sınırları içerisindeki kısmını koruması ve petrol seyelanı için konulacak vergiden, her ülkenin, toprakları üzerinde bulunan mecraların uzunluğu nisbetinde pay alacağı hususlarına yer verilmiştir ağustostarihinde osmanlı devleti ile azerbaycan cumhuriyeti arasında yapılan ikili antlaşmada ise daha geniş kapsamlı bir çerçeve çizilmiştir. bu antlaşmadaosmanlı devleti ile azerbaycan, gürcistan ve ermenistan cumhuriyetlerinin sınırları tesbit edildikten sonra iktisadi ve siyasi konulara ilaveten askeri alanda da; azerbaycan cumhuriyeti hükumeti tarafından talep olunduğu takdirde, osmanlı devleti hükumeti'nin azerbaycan'da düzen ve iç güvenliği sağlamak için gerekirse askeri yardımda bulunabileceği, azerbaycan cumhuriyeti hükumeti'nin osmanlı devleti'nin istemesi durumunda bakü limanı'ndaki tesisler ile hazar denizi'ndeki gemi vesair nakliye araçlarını askeri maksatlarla kullanması için osmanlı devleti'nin emri altına vermesi, osmanlı devleti'nin azerbaycan cumhuriyeti dahilindeki yollardan askeri nakliyat için istifade edebileceği hükümlerine yer verilmiştir eser iki ana bölümden meydana gelmektedir: birinci bölümde, belgelerin özet ve transkripsiyonu, belgelerde geçen terimlerle ilgili açıklamalar ile şahıs ve müessese isimlerinden meydana gelen indeks bulunmaktadır. ikinci bölümde ise, belgelerin fotokopileri yer almaktadır. eserin hazırlanmasında emeği geçen devlet arşivleri genel müdürlüğü osmanlı arşivi daire başkanlığı personeline teşekkür ederim. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları bu eserin, tarihi hakikatlerin ilmin ışığında aydınlanmasında vasıta ve vesile olmasını, araştırmacılarla, ilgili kurum ve kuruluşlara çalışmalarında yardımcı ve yararlı olmasını dileriz. şirvan hanlığı'nın yurtluk ve ocaklık olarak, dağistan ümerasından sürhay han'a verilmesi. sürhay han'a para hilat ve kılıç gönderilerek iran seferine katılmasının istendiği. eski şirvan hanı davud han'ın yakını ismail bey'in maaş zammının ödendiği. eski şirvan hanı davud han'ın ailesi ile yanındakilerin maaş ve kiralarının ödendiği. eski şirvan hanı davud han'ın biraderzadesi ismail bey'in maaş zammının ödendiği. ananur yolu, gürcürusiran ilişkileri ve iran'ın durumuna dair malumat. iran, azerbaycan, gürcistan ve dağistan'ın durumuna dair malumat. azerbaycan hanları ve lezgilerin osmanlı devleti tarafına çekilmesi. gürcü ve rusların birlikte nahçıvan'a yaptığı saldırıların püskürtüldüğü. dağistan ve azerbaycan hanlıklarının gürcü ve ruslar ile kendi aralarındaki ilişkileri. irakli han'ın, revan ve rumiye hanları ile hoy'a saldırdığı ve bunun azerbaycan ihtilaline sebep olabileceği. şirvan'da ortaya çıkan şeyh mehmed'in mektubuna cevap verilmesi. azerbaycan hanlarının, iran'da ortaya çıkan ağa muhammed han'a karşı osmanlı devleti'nden yardım istekleri. osmanlı belgelerinde azerbaycan türk hanlıkları ağa muhammed han'ın azerbaycan, irvan ve gürcistan üzerine yürüyeceği. şirvan hanı davud han'ın oğlu rıza bey'e bir yıllık maaşının ödendiği. iran şahının revan'a saldıracağı iddiasına karşı nasıl hareket edileceği. iran osmanlı sınırındaki huzursuzluk veren hareketler. şirvan hanlarından müteveffa davud han ile iran şehzadesi müteveffa sam mirza'nın ailelerine bağlanan maaşların alındığı. eski şeki ve şirvan hakimi selim han'ın erzurum'dan ankara'ya getirilmesi ve maaş bağlanması. revan serdarı ve kardeşinin rusları yendikleri. bazı dini ibadet ve hükümlerin yerine getirilmesi için rusya'daki müslüman halka halife tarafından izin verilmesi. rusyalı müslüman hacılar için cidde'de konsolosluk açılması. nahçıvan ermenilerinin rusya harbiye nazırına ziyafet verdikleri. osmanlı devletince ermenilerle ilgili olarak iran ve rusya devletleri nezdinde yapılan girişimin sonucu. ermenilerin heftuvan'da kale inşa ettikleri haberinin asılsız olduğu. nahçıvan ile erivan arasında ermeni eşkıya çetesi toplandığı. kağızman'da ermenilere ait silahlar bulunduğu. rus hükumeti'nin bazı ermenileri iade edeceğine dair haber ve rusya'dan hicret edecek müslümanların kabulü. tiflis, bakü ve batum'da meydana gelen karışıklıklar. osmanlırus sınırından osmanlı tarafına geçecek ermenilerin engellenmesi. kont voronçof daşkof'un kafkasya genel valiliği'ne atanması ve kafkasya genel valiliği'nin kumandanlığa dönüştürülmesi. kafkasya müslümanlarınca kurulan komite. erivan ve nahçıvan'da meydana gelen ermenimüslüman çatışmasının iran'daki tesiri. erivan, nahçıvan, tiflis ve batum'da ermeniler ile müslümanlar arasında meydana gelen olaylar. tiflis'deki karışıklıklar ile gence ve bakü'de meydana gelen ermenimüslüman çatışmaları. kafkasya müslümanlarının, genel vali voronçof ile ermenimüslüman çatışması ve kendilerine bazı haklar verilmesi hususunda yaptıkları görüşme. bakü ve suçi'de ermenilerle müslümanlar arasında meydana gelen çarpışmalar. times gazetesi'nin bakü olayları ve mihran efendi hakkında yayınladığı haberler. maverayı kafkas şeyhülislamının şuşa'ya gidişi ve halkın durumu. cevanşir ve şuşa'da ermenilerle müslümanlar arasında meydana gelen çarpışmalar. şuşa, bakü, balahanı ve ağdam'da ermenilerin yaptığı müslüman katliamı ve tahribat. bakü olaylarının, iran'ın reşt şehrindeki etkisi. petrol sıkıntısının rusya'daki etkileri. petersburg'daki buhran ve kafkasya genel valisinin bakü ve gence'ye yaptığı ziyaret. ermenilerin müslümanları öldürerek dokuz köyü yaktığı, nahçıvan ve uluhanı'da ölenler arasında osmanlıların da bulunduğu. rusya'daki ermeni katliamı ve rus hükumeti nezdinde yapılan girişim. rus askerlerinin müslümanlara yaptıkları zulüm. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ermenilerle ilgili olarak bakü'deki irşad gazetesi'nde yayınlanan makaleler. ermenilerin silah çalmak için bakü'deki bir askeri mühimmat deposunun altında tünel açtıkları. tiflis, bakü, kütayis, erivan ve gence'deki olaylar. kafkasya müslümanlarınca kurulan difai ittihadı islam cemiyeti. rusya müslümanlarının yardım isteklerini iletmek üzere cemiyeti islamiyye adına talibzade yusuf efendi'nin istanbul'a geldiği. batum, tiflis, gence ve erivan'da ermenilerin ve şiilerin çıkardığı karışıklıklar. bakü ile batum arasında petrol sevkiyatı ile ilgili anlaşma. osmanlı devleti ile azerbaycan cumhuriyeti arasında imzalanan anlaşma. bbelgelerde geçen terimlere dair açıklamalar. indeks. bölüm belgelerin fotokopileri. bölüm belgelerin özet ve transkripsiyonu osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları revan hakiminin iran elçisi olarak istanbul'a gelişi küçük sefer çavuş'a verildi. fisene erzurum beylerbeyisine hüküm ki, mektub gönderüp revan hakimi mehmed bin sultan elçilik tarikıyla yukarı canibden süddei saadetime gelmek üzre olduğun bildirüp ol babda her ne arz olmuş ise malum oldu. imdi mezkur, pasin serhaddine dahil oldukda süddei saadetime tekrar ulağla adem irsal olunup ne mahalle geldiği ilam olunmak ve geldükde yanınca kars beyi üveys dame izzühu ile koşulup ve yolda ve izde kimesne ile ihtilat etdirilmeyüp kadimde elçiler geldüğü ladik ve osmancık yolundan gelmek emr edüp zad ü zevadların tedarik içün yol üzre olan beylere ve kadılara ahkamı şerife irsal olunmuşdur. buyurdum ki, vusul buldukda asla te'hir etmeyüp bu canib serhaddine osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları dahil oldukda süddei saadetime ulağla haber irsal edüp ve yanınca müşarünileyh üveys dame izzühuyu bile ve sen kendü tarafından bir müstakim ve mütedeyyin katib bile koşup tenbih eyleyesin, yolda ve izde kimesne buluşdurmayup ve yukarı canibe meyl edenler ile ihtilat etdirmeyüp şöyle ki hufyeten ve aleniyyeten mezkurlara gelüp mülaki olup izharı muhabbet eder var ise ahvallerine vakıf olup karyesi ve ismi ve şöhreti ile hufyeten defter edüp getürüp atebei ulyaya teslim eyleye ve müşarünileyh üveys'e dahi tenbih eyleyesin ki, yolda onat vechile riayet ve himayet edüp zad ü zevad hususlarında asla muzayaka çekdirmiye, amma reaya vü berayaya dahi zulm ü taaddi etdirmeyüp müft ü meccanen kimesneden nesne almayup aldıkların narhı ruzi üzre akçe ile alup hilafı şer zulm ü hayf olmakdan hazer eyleye, şöyle ki, emrime muhalif iş ola sonra kendüden bilinür. ana göre basiret üzre olup ihtimamda dakika fevt etmeyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. iranlılara karşı gösterdikleri kahramanlıktan dolayı mehmed giray han'ın kardeşi ve oğullarının ödüllendirilmesi m. vezir osman paşa'ya yazılan hükmi şerifdir. dergahı ali bevvablarından hüseyin'e verilmişdir. fisene süddei saadetim kapucılarından demürkapu'ya irsal olunan fahrü'lakran yusuf zide kadrühu ile hala dergahı izzetdestgahıma mektub gönderüp biinayetillahi'lmeliki'lkadir vilayeti şirvan kemakan kabzai teshirde olduğundan maada şahı gümrahın hanlarından selmas han birkaç bin melahıdei makhureye serdar olup vilayeti şirvan'a istila üzre olmağla asakiri mansurenin anda olan ta'ifei tatar ile ale'lgafle üzerlerine varup mülhıdini duzahmekinin ekserin hedefi tir ve alefi şemşir eyleyüp cenabı emaretme'ab mehmed giray han damet mealihinin şirvan muhafazasında olan karındaşı ve oğulları muharebei mezburda bile olup envaı dilaverlikleri ve merdanelikleri zuhura gelüp ta'ifei dalaletşiarın serdarları olan mezbur selmas han mecruhan firar edüp cünudı muvahhidin ganimin ve salimin avdet ve müracaat eylediklerin bildirmişsin ve dahi ol diyarı meymenetasara müteallık vesair umura müteferri her ne arz u ilam eylemiş isen mufassalan malumı şerifim olmuşdur. mumaileyh han damet mealihinin karındaşı ile oğullarına vakı olan hidematı mebrureleri mukabelesinde ellişer bin akçe terakki inayet ü ihsan olunup her birine istimaletnameler yazılup sana gönderilmişdir. buyurdum ki vusul buldukda müşarünileyhime irsal olunan istimaletnameleri vech ü münasib gördüğün üzre isal eyleyüp kemakan din ü devlete müteallık umurda bezli makdur ve sayi namahsur eylemelerine tergib eyleyesin ve inşa'allahü teala anda olan gazi kullarımın dahi ankarib vafir ve müstevfi mevacibleri irsal ve isal olunduğundan maada müceddeden yine niçe bin cüyuşı deryahuruş akrebi ezmanda vilayeti şirvan'a varup dahil olmak mukarrerdir. hakk sübhanehu ve teala adayı din ü devleti daima mahzul ve makhur ve evliyayı mülk ü milleti muttasıl galib ü mansur eyleye. ümiddir ki inayeti hudayı müteal ile bu sali ferhundefalde kızılbaşı bedfiale alavefkı'lamal gereği gibi guşmal verilüp vilayeti şirvan ahvali bertaraf olup eyyamı adaletencam ve hengamı saadetfercamımda reaya vü beraya yerlü yerine gelüp temekkün edüp her vechile asudehal olup ferağı bal ile devamı devlet ü ikbalim dualarına iştigal göstereler. boa. mühimme defteri, nr. hk. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şirvan'da bulunan osman paşa'ya atlı asker gönderilmesi ca. mehmed çavuş'a verilmişdir. fica. kefe beyine hüküm ki, unvandan hala şirvan muhafazasında olan düsturı mükerrem vezirim osman paşa tarafından süddei saadetime miraren mektublar gelüp ol caniblerde atlu askere külli ihtiyacı olduğun ilam edüp bundan akdem atlu asker taleb etmeğin irsal olunan asakiri nusretme'asir avk u te'hir olunmayup muaccelen gönderilmesin emr edüp buyurdum ki, vusul buldukda bu babda mukayyed olup asla te'hir ü terahi ve bir dürlü dahi eylemeyüp zikr olunan askerin cemii levazım u mühimmatdan vesayir umurdan takdim edüp muaccelen tedarik ve teslim edüp mahalli mezbura isal eyleyesin deyü ve bu hüküm sana ne günde vasıl olup ne vechile tedarik olunup asker ne zamanda azimet eylediklerin ve tahminen ne mahalle vardukların bervechi istical yazup bildiresin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan'daki gümüş madeni için madenci gönderilmesi dergahı ali çavuşlarından sinan çavuş'a verilmişdir. osman paşa'ya hüküm ki, dergahı mualla'ma mektub gönderüp vilayeti şirvan'da gümüş madenleri olup madenci lazımdır deyü mukaddema arz u ilam eyledüğün ecilden rumeli'nden madenciler ihrac olunup alat ü esbabı ve levazım u mühimmatları ile dergahı mualla'm çavuşlarından sinan çavuş zide kadrühuya koşulup demürkapu'ya irsal olunmuşdur. buyurdum ki, vusul buldukda zikr olunan madencileri müşarünileyh çavuşum mübaşeretiyle vech ü münasib gördüğün üzre madenler hidmetine istihdam eyleyüp bir mikdar zaman inhizam olundukdan sonra ne mikdar maden zuhura getirülüp hasılı ve masarifi nedir ve altun ve bakır ve demür madenleri dahi var mıdır ve bi'lcümle meşkuk ve mübhem bir nesne komayup mufassalan süddei saadetime arz eyleyüp ve nümunelerin bile gönderesin. mezbura verilmişdir. adana beyine, mehmed' hüküm ki, vilayeti şirvan'da gümüş madeni olduğu mukaddema arz u ilam olunmağın rumeli'nden madenciler ihrac olunup dergahı mualla'm çavuşlarından kıdvetü'lemasil ve'lakran sinan çavuş zide kadrühu ile demürkapu'ya irsal olunmuşdur. buyurdum ki, vusul buldukda süddei saadetime olan vüfurı sadakat u ihlas ve safveti taviyyet ile ihtisasın muktezasınca asla te'hir ü terahi ve bir dürlü dahi etmeyüp müşarünileyh çavuşuma yarar ademler koşup mahuf ve muhatara olan yerlerden geçürüp çane beyi mehmed bey dame izzühuyaemin ü salim ulaşdırasın. bir sureti çane beyi mehmed bey'osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları mezbura verilmişdir. mezbur dahi mezkuru kemürgüy beyine emin ü salim ulaşdırasın. bir sureti kemürgüy beyine. bu dahi. elkab, kıdvetü'lümera'i'lmilleti'lmesihiyye umdetü kübera'i'ttayifeti'nnasraniyye kemürgüy beyi, hutimet avakıbuhu bi'lhayr. beslinay beyine. bir sureti beslinay beyine. bu dahi. kıdvetü'lümera'i'lmilleti'lmesihiyye ilh. kabartay beyine ulaşdıra. bir sureti kabartay beyine. bu dahi. müslümandır, sancak elkabı yazıla. tuman beyi sultanay beyine. bir sureti tuman beyi sultanay beyine. bu dahi. kumuk hakimi cenab–ı emaretme'ab şemhal damet mealihi. bir sureti, kumuk hakimi şemhal'bu dahi. namei hümayun yazıldı. sahibi maadine gönderildi. karabutak beyine. bir sureti karabutak beyine. bu dahi. bir mikdar riayet ve tazim ile yazıla. halil bey. bir sureti halil bey'demürkapu'ya ulaşdıra. boa. mühimme defteri, nr. hk. iran üzerine yapılacak sefere şirvan halkının da iştirak etmesi ca. elyevmca. sene şirvan ahalisine istimaletnamei hümayunun suretidir. melce' ve me'vayı esatin olan dergahı muallayı saadetkarinimize vilayeti şirvan tevabiinden aktaş sancağı beyi şemseddin ile ereşli hacı mehmed nam şeyhzadei irsal eyleyüp sizin kemali ihlasla taatiniz ve tamamı safa ve ihtisasla hüsni itaatiniz ilam eyleyüp dahi her ne denilmiş ise alavechi'lkamil takrir eylediklerinde ilmi şerifimiz muhit u şamil olup dört yıldan berü uğurı dini mübinde çalışup babı taat ve itaatde ne mertebe sabitkadem olduğunuz ve havmei saltanatımızda münderic olan cümlei malum olmuşdur. imdi biinayetillahi'lmeliki'lmennan vilayeti şirvan haytai hilafetimizde münderic olan memalik ve diyar ve havmei saltanatımızda münderic olan meda'in ve emsardan biri olmuşdur. kızılbaşı küfrfaşa ol vilayetden hergiz bir şibri tibr dahi verilmek ihtimali yokdur. şimdiki halde şahı dintebah mükademeyi musalahaya tebdil ile bi'ddefeat istifayı hati'at eyleyüp mahrem etvar nahemvari olup vekalet ile kendü canibinden gönderdüğü kum hakimi ibrahim han canibinden gelüp vasıl olup akabince vilayeti buhara hanı abdullah han damet mealihi ilayevmi'lhaşri ve'lmizan canibinden dahi elçi gelüp mezbur ibrahim han getürdüğü namesin teslim ile hidmeti risaleti eda edüp istidayı merhamet ve istifa eyledüğünde evvela islam veyahud teslimi vilayet ilzam olundukda kabzai teshirimize dahil olan memalik ve menazili teslim edüp osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları vilayeti şirvan'dan dahi salbesal hızanei amire'mize harac irsaline müteahhid olup lakin ayeti kerimei la tehinu ve tedu ile'sselam ve entümü'lalevne mefhumı şerifince biinayetillah bu canibden külli galebe ile kuvvet ve istitaatimiz var iken şeran musalahaya ruhsat olmaduğu ecilden ulüvvi inayeti hakk celle ve alaya tevekkül ve itimad ve sümüvvi mucizatı kesiretü'lberekatı hazreti serveri ka'inata tevessül ve istinad olunup ol şirzimei şerzimem ellerinden memaliki acem bi'lkülliyye tahlise hulusı niyyet ile tasmim ve azimet olunup deryamisal ecnadı cihad itiyad ile düsturı ekrem veziri azam gerü serdar tayin olunup ve kırım hanı mehmed giray bizzat evlad ü emcad ve ıhvanı safanihadı ile demürkapu canibinden azimet eylemek işaret olunup ve süddei saadetim yeniçerilerinden beş bin nefer ve umumen silahdar ağalariyle ve rumeli'nin sağ ve sol kol züama ve erbabı timarı ve niğbolu ve silistre ve köstendil beyleri ve rum ve kefe beylerbeyileri ve umumen züama ve erbabı timarlariyle kefe canibinden gönderilüp ve şehri zol ve basra ve lahsa ve van ve bağdadı darü'sselam caniblerinden dahi miri miranı zevi'lihtiram ve ümerayı üli'lihtişam ve ashabı eyalet ve aşa'ir vesair asakiri nusretme'asir dahi ol caniblerden melain ve fasidinin üzerine yürüyüp ve ol fırakı bedahter vilayetine muttasıl şüşter caniblerinde zuhur eden şah kalender dahi süddei saadetimize izharı itaat ve ubudiyyet ile ol canibden ol dahi melahıde üzerine azimet eyleyüp bi'lcümle cevanibi erbaadan biinayeti'lmeliki'lhayyi'lkayyum üzerine hücum eyleyüp vilayeti buhara hanı ve karındaşı özbek sultan ve oğlu abdülmü'min han ve yaka türkman hanı hacım han ve semerkand hakimi abdullah han'a gelen elçi ile herbirine namei hümayunumuz ile birer kabza şemşiri zaferte'sir irsal olunup anlar dahi ol canibden havale olunmuşdur. gerekdir ki vusul buldukda siz dahi kemeri gayret ve hamiyyeti dini mübini dermiyan edüp berü canibe kemali hulus ve safa ile babı taat u itaatde sabitkadem ve rasıhdem olup demürkapu'da olan düsturı mükerrem vezirim osman paşa ile ittifak u ittihad ile din yolunda hidmete envaı rağbet ü himmet ile cenabı fettahı allam'a her subh u şam tevekküli tamm ile hüsni kıyam gösteresiz. ümiddir ki ol fırakı dallenin senei atiyede biinayeti'lmeliki'lmüteal ahvali nekbetme'ali bi'lkülliyye bertaraf olup nam ü nişanlarından eser kalmayup kadimden darü'lislam olan diyarı acemde bi'ttamam feth u teshiri ve levsi rafz u ilhaddan tetahiri müyesser olmağla eyyamı adaletencamımda ol diyarın cümle reaya ve berayası asudehal ve müreffehü'lhal ale'ddevam duai hayra iştigal üzre olalar, biavnillahi'lmeliki'lmüteal. boa. mühimme defteri, nr. hk. iran'a dostluk gösteren eski şirvan hakimi ebubekir mirza'ya yapılan uyarı bu dahi mezbur kapucılara verilmişdir. sabıka şirvan hakimi ebubekir mirza'ya hüküm ki, bundan akdem nihadı pakinizde olan diyanet ve islam mucebince atebei aliyyei gerdunkıyamımıza ihlası tamm ve ihtisası tamam gösterüp itaat üzre iken halen kızılbaşı evbaşı dinhıraş tarafına meyliniz olup oğlunuzu ol canibe gönderüp dostluk ve muhabbet işar etdüğünüz ilam olundu. imdi ebenancedd hadimi hanedanı dini mübin ve şeri güzin olanlar haşa ki bir vechile tarikı dalalete salik olan melaini kemayin yoluna girüp rahı müstakimden udul ü inhiraf göstere, hususa ki sizin canibiniz silsilei haseb ü neseb beveled bu zamana değin dini metini resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ile mukayyed iken hala hilafı zuhura gele, bu hususa itimad ü itikadı hümayunumuz olmamağın gerekdir ki, vusul buldukda asitanei saadetaşiyan'ımız tarafına işar olunan ihlas u ihtisasınız mucebince caddei istikametde ve dostlukda kemakan sabitkadem olup anın gibi ol fırakı dalle tarafından muhabbetmüşir ahbarı faside dahi gelürse anların zahiri hallerinin nice efali münkireleri olduğundan maada ruzı cezada dahi ahvalleri ne vechile olacak zahir ü mübin, elıyazü billahi teala anlar silkine münselik muktezayı şer u ahde mugayir değil midir. diyanet ve istikametinizi muhıll olur evzaa ruhsat göstermiyesiz ki cenabı celaletme'abımız tarafından inşa'allahü teala me'mulünüzden ziyade eğer kendünüz ve eğer evladınuz envaı avatıfı aliyyei osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şahanemiz ile meri ve muhterem olmanuz mukarrerdir. ana göre din ü devletinize layık olan hususlar ile amel eyleyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan'a gönderilen ferhad kethuda'ya yardım edilmesi çerakise beylerinden ayak bey'e hüküm ki, halen şirvan'da beylerbeyilik tevcih olunmak fermanım olup ol canibde olan asakiri nusretme'asirimden kapu halkı ve yeniçeri kullarumun ulufelerin vesair ol canibe irsal olunan alat ve esbab ve hazineye serdar tayin olunan iftiharü'lemacid ve'layan ferhad kethuda dacdühu şirvan canibine irsal olunup ve sen ki dayima atebei ulyama sadakat ü ihlas üzre olup asakire vesayir mühimmatı sefere hidmet ve muavenet eyledüğün ecilden hakkında mezidi inayetim zuhura getürüp müşarünileyh ferhad kethuda zide mecdühu ile bir sevb hilatı hümayunumuz irsal olunmuşdur. buyurdum vardukda şimdiye değin asitanei saadet'ime olan vüfurı sadakatin mucebince müşarünileyhe, geçmesi lazım olan sularda ve gayride muavenet ve muzaheret eyleyüp olıgeldüği üzre hidmetde bulunasın şöyle bilesin. tatar kuşe beyleri: maanik oğlu mehmed bey, diğer mehmed bey buruk oğlu, alem bey. sogos beyleri: kastok bey, ve tahfertok bey, berdok beyi kergan bey. çana beyleri: ahmed bey, davud bey, kemürgüy beyi kanşuk, beslinay beyi mehmed bey ve namı diğer zor bey, kabartay beyleri: moluç bey ve beşti bey ve ayak bey ve buzuk bey, arslan bey ve gayri karındaşları ile. ada beyi muhammed bey. bu suretde her birine ale'linfirad ahkamı şerife yazılmışdır. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan'ın tahriri şirvan muhafazasında olan cafer paşa'ya hüküm ki, hala vilayeti şirvan müceddeden tahriri lazım olmağın bi'lfiil ol cevanibde mal defterdarı olan kıdvetü'lümera ve'lekabir süleyman ve abbas dame ulüvvühümaya tahriri ferman olunmuşdur. müşarünileyhimaya muavenet içün sen osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları dahi bir yarar mutemedünaleyh kimesneleri tayin eyleyüp müşarünileyhimaya koşup vech ü münasib olduğu üzre tahrir etdirilmek emr edüp buyurdum ki vusul buldukda müşarünileyhima ile söyleşüp dahi zikr olunan vilayetimi vech ü münasib olduğı üzre her birine semtlü semtinde olan aklamın tahrir etdirüp eğer kasabat ve kura ve mezaridir ve eğer sayir mahsul verir yerlerdir, her ne ise tahammüllerine göre her mahsulü başka yazdırup ve reayayı kanun üzre evlüsün başka ve mücerredin başka ve suğrasın dahi ana göre işaret etdürüp üzre itmama erişdüresin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan'a giden orduya orducu gönderilmesi kefe kadısına hüküm ki, hala vilayeti şirvan canibine ferman olunan asakiri nusretme'asire orducu ihrac olunmak lazım u mühim olup ve mukaddema alınan akçe ile ordu ihrac olunup hidmetlerin eda etmedin dönüp gelmekle gerü zikr olunan akçe ile ihrac olunmasun emr edüp buyurdum ki vusul buldukda zikr olunan akçe ile vilayeti mezbureye müteveccih olan asakiri mansureye lazım olan orducuyu bikusur ihrac eyleyüp gönderesin. ol akçe kifayet etmez ise müstakil orducu harcın aldırmayup muavenet tarikıyla bir mikdar akçe dahi tedarik edüp muavenet etdirüp bu babda ihmal ü müsaheleden ziyade hazer eyleyesin. amma tayin olunan orducu ehli hırefin yararlarından tedarik edüp ve her birinin sanatlarına müteallık ihracat ve havayiclerin ihzar etdirüp defterlerinin bir suretin orducusuyla teslim eyleyüp bu bahane ile mübaşirin ahz ü celb olunmakdan ziyade hazer eyleyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan ve civarına seferler düzenleyen cafer paşa'ya para ve askeri yardım gönderilmesi han hazretlerine namei şerif yazıla ki, bundan akdem demürkapu muhafazasında olan düsturı mükerrem vezirim cafer paşa edamallahü teala iclalehu tarafından mektub varid olup vilayeti şirvan'ı vesayir ol cevanibde olan memleket ve vilayeti kabzai tasarrufa getürüp hatta bizzat berda üzerine varup cemii melahıdeyi kılıçdan geçirüp lakin anda olan asakiri mansuremin mevacibleri içün hazine vesayir yat u yarağ irsali lazım ve mühim olduğun arz etdüği ecilden, matekaddemden asitanei saadet'ime hulus ve taviyyetin muktezasınca hazine ve yarağın isal ve irsali sizin re'yi isabetkarininize tefviz olunup her ne tarikla irsali mümkün olursa muaccelen ilam oluna deyü namei hümayunum gönderilmişdi. hala dergahı saadetunvanımız canibine irsal olunan ademleriniz fermanı şerifim üzre hususı mezbura bizzat mukayyed olduğunuz ilam eylediler. eyle olsa canibinizden me'mul olan dahi bu makule izharı sadakat idi ki zuhura getürmüşsüz. müveccehi mülahaza etmişsiz. namei hümayunumuz vusul buldukda asla te'hir ve tevakkufa cevaz gösterilmeyüp asitanei saadetunvanımız canibine olan sadakat ve ihtisasınız muktezasınca imdi demürkapu'ya gönderilecek hazine tedarik olunup kifayet mikdarı yeniçeri vesayir mühimmatı sizin canibinize irsal olundu. karye askeri alefatı göndermek ile mi olur, asakiri tatarı adüvvşikar ile kendünüz osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları bizzat gitmek ile mi olur bi'lcümle hususı mezbur sizin re'yi isabetkarininize tefviz olunmuşdur. bu babda müvecceh ü münasib gördüğünüz tedbir ve tedarik nice ise te'hir olunmayup vakti ve zamanı ile irsal olunan hazine ve yat u yarağı mahalli me'mura bervechi istical iletüp teslim etmen babında envaı mesaii cemileniz bezl ü sarf olunmak babında envaı ikdam ü ihtimamınız vücuda getürüle. boa. mühimme defteri, nr. hk. dağistan hakimi şemhal'in, kızılbaşa karşı yapılan harekatta ferhad ve cafer paşa'lara yardımcı olması r. kırmızı bir kiseye konulup gönderilmişdir. cafer paşa'nın mezkur ademlerinden kapu kethudasına teslim olunmuşdur. çavuş ile bile. fisene dağistan hakimi şemhal'e hüküm ki, bundan akdem vilayeti şirvan kızılbaşı evbaş ellerinde iken inayeti aliyyei hazreti meliki mennani ile feth u teshiri cenabı hilafetme'abıma müyesser olup ol diyarlarda olan ehli islam, rafazai liyamın zulm ü taaddisinden halas olup bir kaç senedir ki faslı şita nihayeti şiddet üzre olup yollardan mürur ve kesret ile olan sulardan ubur mümkün olmamağla berü canibden adem gönderilmeyüp ve ol tarafdan dahi kimesne gelmemiş idi. hala hengamı baharı meserretasar erişüp ol canibden rızayı hümayunuma muvafık haberler gelüp ve erzurum'da olan cüyuş ü deryahuruş serdarım olan düsturı mükerrem vezirim ferhad paşa'ya bu senei mübarekede vilayeti karabağ'ın feth ü teshiriyçün emri celilü'lkadrim sadır olmuşdur. mukaddema dahi zatında konulan haslet ve nihadında olan hamiyyet ü sadakat mucebince vilayeti mezbureye gönderilen asakiri mansurenin eğer zehayiri ve eğer sayir hususlarda kemali muavenet ve vüfurı hidmetin zuhura geldiği malumı şerifim olmuşdu. hala ol taraflara gönderilen kimesneler havmei tasarrufunuzda olan yerlere uğradukda lazım olan hususları tedarik olunup emin ü salim mahalli me'mura ulaşdırılmak içün edegeldüğünüz muavenet ve hidmet kemakan zuhura gelmek ehemm ü elzem olmağın gerekdir ki vusul buldukda nihadı sadakatmutadınızdan cenabı celaletmeabıma olan vüfurı ihlas ve itaatiniz mucebince bi'lfiil demürkapu'da olan asakiri zaferme'asirime serdar olan düsturı mükerrem vezirim cafer paşa ile hüsni ittihad ü ittifak üzre yekdil ü yekciheti olup inşa'allahü teala varan asakirim içün eğer vafir ü müstevfi zahire tedarikinde ve eğer o canibden süddei saadetime ve atebei ulyamdan veyahud müşarünileyh serdarım tarafından vilayeti mezbureye gönderilen kimesneler ki tahtı tasarrufunuzda olan yerlere vasıl oldukda muaccelen masariflerin görüp mahalli me'mura emin ü salim irsal ve isali babında hidematı mebrure ve mesaii meşkurenüz zuhura getürüle ki asitanei saadetaşiyanemize vüfurı ihlas ile dostluk edenlerden envaı riayatı padişahanemiz ile meri ve muhterem olagelmişlerdir. siz dahi me'mulünüzden ziyade merahimi aliyyei husrevane ve mekarimi celiyyei hidivanem ile mazhar olmanuzı söz bilesiz. bihamdillahi teala kızılbaşı bedmaaş günden güne mağlub ü münhezim olup şimdi sizin dahi hidmetiniz görünecek. bakü tarafından erdebil beş konak menzildir. heman gaflet etmeyüp erdebil'i ve etrafını garet ve hasaret eyleyüp mahal iktiza edüp fırsat el verdiğine göre mumaileyh vezirim cafer paşa marifetiyle adanın eğer hakkından gelinmesidir, eğer memleket vilayetleri garet ve hasaret eylemesidir, bir vechile hidmet eyleyesiz ki inşa'allahü teala zuhura gelen hidmetiniz mukabelesinde envaı inayeti aliyyei husrevaneme mazhar olmanız mukarrerdir. adaya fırsat vermeyüp göz açdırmamağa say eyleyesin. bu dahi. bir sureti salyan hakimi rüstem bey'bu dahi. bir sureti vechi meşruh üzre ismail bey'bu dahi. bir sureti kaytak hakimi usumi bey'osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları bu dahi. bir sureti tabeseran hakimi masum bey'bu dahi. bir sureti karabudak bey'bu dahi. bir sureti urdula hakimi ali bey'bu dahi. bir sureti halil bey'e yazılmışdır, vechi meşruh üzre. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan ümerasının düşmana karşı ortak hareket etmesi ak kiseye konulup kapu kethudasına teslim olunmuşdur. fi vilayeti şirvan'da olan ümeradan şeki ve kuba ve restov ve çerağ bermeki ve çeli ve aktaş ve kani ve erudan ve sabık salyan beyi olup ve sabıka mahmudan beyi şahremli ve şirvan defterdarına hüküm ki, hala şark seferinde asakiri mansureme serdar tayin olunan vezirim ferhad paşa edamallahü teala iclalehu dan dergahı saadetdestgahıma mektub varid olup işbu sali ferhundefalde gence ve karabağ vilayetlerinin feth u teshiri içün şemkür kalası bina olunmak lazımdır deyü arz etmeğin inayeti hakk celle ve ala ile vilayeti mezburenin feth u teshirine mukayyed olasın deyü fermanım olup, vilayeti şirvan muhafazasında olan vezirim cafer paşa edamallahü teala iclalehuya ve şirvan'a tabi olan beylerbeyilere dahi ahkamı hümayunum gönderilüp hüsni ittifak u ittihad üzre düşman define müteallık umurda envaı yüzaklıkları vücuda getürmeğe say ü ihtimam eyleyesüz deyü emrim olup ve sizin dahi müşarünileyhim vezirim ve beylerbeyilerim ile hüsni ittifak üzre uğurı hümayunuma ve din ü devleti husrevaneme müteallık zuhura gelen envaı yararlığunuz malumı husrevanem olup yüzünüz ağ olsun sizden umulan bu makule yararlıklar idi ki vücuda getüresiz ol babda envaı eltafı aliyyei husrevaneme müstahıkk olmuşsuzdur. buyurdum ki vardukda bu babda her birünüz bizzat mukayyed olup müşarünileyh vezirim ve beylerbeyilerim ile yekdil ü yekciheti olup vech ü münasib gördükleri hidematı hümayunumda hüsni ittifak u ittihad üzre envaı yüzaklıkları vücuda getürmeğe say ü ihtimamda dakika fevt etmeyesiz. tebriz'de kalan cüz'i asker ne makule külli hidmetler ve yoldaşlıklar etdükleri mesmuumuz olmuşdur. her biri me'mulünden ziyade riayet olunmuşlardır. siz dahi var kuvveti bazuya getürüp gayret ve hamiyyet kuşağınmiyanı ihtimamınıza muhkembend edüp envaı yüzaklıkları tahsiline mücidd ü sai olup adanın def ü ref ve kal u kamına müteallık hususlarda bezli makdur eyeleyesiz. inşa'allah zuhura gelen hidmetiniz mukabelesinde envaı inayatı aliyyei husrevaneme mazhar olmanuz mukarrer ve muhakkakdır ve indallah dahi nice ecirler hasıl eylemişsizdir. zinhar hidmetimiz zayi olur deyü fikir etmekle tahsil etdiğünüz sevabı heba etmeyüp asıl hidmet zamanı şimden sonradır. din ü devlete münasib olduğu üzre cümlenüz hüsni ittihad ü ittifakla adanın def ü refine say ü ihtimam eyleyesiz deyü emri şerif yazılmışdır. boa. mühimme defteri, nr. hk. gence ve karabağ'dan, revan ve nahçıvan'a zahire getirmeye gidenlerden vergi alınmaması osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları gence beylerbeyisinin kethudasına verilmişdir. revan beylerbeyine ve eyaleti mezburda vakı olan kadılara hüküm ki, hızanei amire'min gence canibi defterdarı ali dame ulüvvühu süddei saadetiktub gönderüp gence ve karabağ vilayetine kaht u gala müstevli olup fukara ve zuafa defi muzayakaları içün revan ve nahçıvan caniblerinden zahire getürülmek meşgul olup vilayeti mezbure ahalisinden cemmi gafir kendüye varup zahire içün revan canibine gitmeden boş davar ile varduklarında davar başına birer selimi ve gökçe canibinden gidenlerden balıklı nam mevzide gökçe beyinin ademleri dahi davar başına birer selimi ve bir defa dahi nahçıvan'a zahireye giderken zaruzenbil ve orut sancak beylerinin ademleri gerü davar başına birer selimi almağla fukara ta'ifesi zahire getürmek hususunda ızdırab çeküp hatta revan canibinden gence'ye on bin davarı mirimiz ki gönderildikde ve gökçe beylerinin ademleri miri zahire yükünden birer selimi alınmak fukaraya zulümdür deyü defeatle tenbih olunmuş iken bac alınup envaı zulm ü taaddi ederler. bac alınduğu takdirce kumaş vesair meta yüklerinden ikişer akçe alınurken zahire yükünden birer selimi alınmak fukaraya zulümdür deyü defeatle tenbih olunmuş iken men olunmamağla vilayeti mezbureye zahire gelmeyüp kaht üzredir deyü arz u ilam etmeğin buyurdum ki vusul buldukda mezkurlara muhkem tenbih ü te'kid eyleyesiz ki zahire getüren kimesne olugelene muhalif nesnesi alınmak caiz değildir. kanunı kadim üzre aldırup kanuna muhalif kimesneye iş etdirmeyesin. mukayyed olmayanları yazup arz eyleyesin deyü yazılmışdır. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan muhafızı hasan paşa'nın dağistan ve tabeseran halkından haraç almakla görevlendirildiği bu dahi. müşarünileyhe hüküm ki, müşarünileyh mektub gönderüp dağistan ve tabeseran ta'ifesinin mahsus hakimleri olmayup şirvan'a tabi olmağla davasın edüp lakin harac teklif olundukda itaat etmeyüp gönderilen ademlerin kimini habs ve kimini katl eyleyüp taaddilerin olduğunu bildirmeğin, imdi ol canibin cümle umuru sana tefviz olunmuşdur. vechi makul ile amel olunmasını emredüp buyurdum ki, vusul buldukda hususı mezbura sen dahi münasib gördüğün üzre amel eyleyesin amma bir vechile tedarik eyleyesin ki, ırzı saltanatı muhill vaz sudurundan begayet hazer üzre olasın. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan muhafızı vezir hasan paşa'nın hilat ve kılıç ile taltifi osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şirvan'da olan vezir hasan paşa'ya hüküm ki, haliya vilayeti mezbureden hazine cem edüp asitanei saadet'ime irsal edüp hidmetde bulunduğun ecilden, hakkında mezidi inayetim zuhura getürülüp, hilaı fahiremden iki sevb hilat ile bir kabza murassa şemşiri zaferme'asirim irsal olunmak buyurdum ki, varup vusul buldukda hilaı fahiremi giyüp kılıç kuşanup minbad vilayeti mezburenin zabt u hıraseti ve reaya ve berayanın zabt u sıyaneti babında emvali mirinin tevfir ü teksiri hususunda envaı mesaii cemile zuhura getüresin deyü yazıldı. ra. boa. mühimme defteri, nr. hk. revan, çıldır, tiflis ve gence beylerbeyilerinin şirvan muhafızının yanında yer almaları ve gence'den şirvan'a silah ve mühimmat gönderilmesi mü'lhamis fisene elf. şirvan muhafazasında olan vezir hasan paşa'ya hüküm ki, mektub gönderüp yukaru canibe müteallık olan hususu bildirmişsin. imdi gaflet caiz olmamağın revan ve çıldır ve kars ve tiflis ve gence beylerbeyilerine ahkamı şerife gönderilüp her biri eyaletine tabi olan ümera ve asakir ile müretteb ve mükemmel düşman yarağıyla hazır ve senin tarafına nazır olmak ferman olunmuşdur. buyurdum ki vardukda sen dahi bu babda kemali teyakkuz ve intibah üzre olup sana tabi olan asakir ile bir vechile hazır ve müheyya olasın ki elıyazü billahi teala anın gibi bir tarafdan memaliki mahruse'ye zarar ihtimali olursa gaflet üzre bulunmayup defi mazarratlarında dakika fevt etmeyesün. amma bir vechile tedarik eyleyesin ki, mücerred asakire tenbih edüp dernek üzre olmağla sulh ü salaha mugayir bazı evza zuhur edüp memlekete ihtilal vermekden ve yukaru canibe müşevvişi hatır ihtimalinden ihtiyat eyleyesin. ol diyarın emvali senin re'yi isabetkarinine tefviz olunmuşdur. din ü devlete müteallık umurda hüsni ihtimamın zuhura getürüp bezli makdur eyleyesin ve muttasıl yarar casuslar gönderüp sahih haberler alup dahi ol canibe müteallık vakıf ve muttali olduğun ahbarı sahihayı ale'ttevali ilamdan hali olmayasın. onat vechile te'emmül ve tefekkür edüp basiret üzre olasın ve hala gence beylerbeyisi hızır paşa'ya hükmi hümayunum gönderilüp gence'den malum barut ve tüfenk ve top gönderesin deyü tenbih ü te'kid olunmuşdur. sen dahi tenbih edüp mektub ve adem gönderüp kifayet mikdarı taleb edüp alup istimal eyleyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan muhafazasındaki orduya gence'den silah ve mühimmat gönderilmesi, rusya ve dağistan'a dikkat edilmesi hala gence beylerbeyisi hızır paşa'ya hüküm ki, şirvan muhafazasında olan asakire top ve tüfenk ve barut verilmek lazım olmağın buyurdum ki, vardukda gence kalasında olan cebehaneden birer mikdar tüfenk ve barut ve toplardan dahi kifayet mikdarı alıkoyup dahi maadasın vilayeti mezbure muhafazasında olan vezirim tarafından gelüp taleb eden ademe tesellüm eyleyesin. amma gence kalasın dahi yarağsız komayup kifayet mikdarı alıkoyasın ve bir vech aram ü karar etmeyüp emri şerifim varduğu gibi heman varup gence'ye erişmek arzusunca olasın. anun gibi dağistan ve rusı menhus vesair adadan düşman zuhur edüp memaliki mahruse'me zarar u gezend ihtimali olursa gaflet üzre bulunmayup defi mazarratlarında gereği gibi mukayyed olasın. senin yararlığına itimadım olmağın ol canibe sevk olunmuşsundur. ana göre mukayyed olup uğurı hümayunumda bezli makdur eyleyüp envaı yararlığın zuhura getüresin ve yukaru canibe yarar casuslar gönderüp vakıf ve muttali olduğun ahbarı sahihayı ilamdan hali olmayasın. boa. mühimme defteri, nr. hk. yirmi dörtlü aşireti beyi mirza muhammed'in cezalandırılması gence beylerbeyisine hüküm ki, hala gence defterdarı olan mehmed dergahı mualla'ma adem gönderüp sabıka yirmidörtlü miri aşireti olan mirza muhammed senei sabıkada kızılbaşa kaçup ve tac giyüp badehu iki yüzden ziyade kızılbaş ile gelüp gence ve karabağ ulusatından hapal ulusatı sürüp kızılbaş'a göçürüp isyan etmişken, hala gerü gence'ye gelüp ta'ifei mezburenin miri aşireti olmağla reayayı ıdlal edüp ihtilale baisdir deyü bildirmeğin, arz olunduğu üzre ise habs olunup ahvali arz olunmasını emr edüp buyurdum ki, vardukda göresin, arz olunduğu gibi ise mezburu habs edüp vukuu üzre arz eyleyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. demirkapı muhafazasında görevli olup görev yerlerinde bulunmayan zeamet ve tımar sahiplerinin durumu şirvan beylerbeyisine hüküm ki, süddei saadetiktub gönderüp şirvan'a tabi demirkapu ziyade intihai serhadd olduğundan cevanibi erbaasını ada ihata edüp hıfz u hıraseti umurı mühimmeden olmağla revan'ın züama ve erbabı timarından iki bin nefer adem üç osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları seneye değin muhafazaya ferman olunup lakin muhafazai mezbura varmamak içün her biri bir tarikla emri şerif ihrac etmişlerdir. ve hala rusı menhusun hareketi olup elıyazü billahi teala adayı bednihad ğulüvv ederse muavenete kimesne bulunmayup havfden memleket harab olmasına bais ü badi olup ihtilalden hali değildir deyü ilam etmeğin züama ve erbabı timar emri sabık mucebince şirvan'a me'murlardır. yoklama edüp mevcud bulunmayanların timarların müstahıkk olup ol caniblerde hidmet edenlere arz olunmak emr edüp buyurdum ki emri sabık üzre şirvan'a me'mur olanları yoklama edüp, mevcud bulunmayanların timarların ol caniblerde hidmet edüp müstahıkk olanlara arz eyleyesin. şirvan beylerbeyisi davud'a hüküm ki, süddei saadetiktub gönderüp revan'ın züama ve erbabı timarından iki bin nefer, üç yıla dek demirkapu muhafazasına tayin olunmak içün hükmi hümayunum verilüp lakin mezburlar mahalli me'mura ruzı kasıma değin vasıl olmaları mühimmatdan olmağın anun gibi ruzı kasıma değin gelmeyenlerin dirlikleri serhadd mülazimlerinden yarar olanlara tevcih olunmak babında hükmi hümayunum recasına arz eyledüğün ecilden buyurdum ki vardukda arz eylediğin üzre defter ile şirvan muhafazasına yazılup ruzı kasıma değin demirkapu'ya gelüp me'mur oldukları hidmete gelmeyenlerin dirliklerin müstahıkk olanlara tevcih eyleyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. gence ile revan arasındaki köylerinvergilendirilme şekli gence beylerbeyisi ve defterdarına hüküm ki, mukaddema gence beylerbeyisi kazaya defterin gönderüp karamurad ve karaoğlu ve kalecik ve boğazkilise ve boyluca ve urvetlü nam altı pare karyeler gence ile revan mabeyninde vakı olmağla tüccar ta'ifesine külli nefleri olup lakin avarız ve nüzulden muaf olmayınca kimesne karar edemeyüp tüccar ta'ifesine ziyade taaddi olduğun bildirüp emri şerif taleb edüp bervechi maktu kayd olunmak içün zikr olunan karyelerin tahammüllerine göre deftere kayd etdirüp ana göre taleb edüp maktudan ziyade nesnelerin aldırmayasın. mezkurlar dahi bu babda gereği gibi mukayyed olup kimesneyi rencide etmeyüp hıfz üzre olmak içün muhkem tenbih ü te'kid edesin. ehli tüccar ve burdan gelüp geçüp devamı devletim edıyesine dualar edeler deyü mukaddema emri şerif verilüp zayi olduğun bildirüp tekrar kaydından verilmek babında inayet reca etmeğin buyurdum ki vardukda mukaddema vechi meşruh üzre verilen emri şerifin hilafına emri şerif verilmeyüp defteri mucebince amel eyleyüp hilafına cevaz göstermeyesin. boa. mühimme defteri, nr. hk. şirvan ve bazı iran topraklarının paylaşımı konusunda rusya ile osmanlı devleti arasında yapılan anlaşma osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları devleti aliyyei ebedmüddet ile moskov çarı beyninde olan sulhı mü'ebbede bina'en iran hududuna müteallık tarafeynin murahhaslarının mükalemeleriyle karardade olan umur içün alınup verilen temessükün suretidir. baisi tahriri kitabı muvafakatnisab budur ki, memaliki iran'ın şahı olan şah hüseyin üzerine haricden mir üveys oğlu mir mahmud nam kimesne zuhur ve gelüp payi tahtı iran olan isfahan'ı muhasara ve zabt ve şah hüseyin'i ve isfahan'da bulunan evladlarını ahz ü habs ve devleti safeviyye muzmahill olmak hasebiyle devleti aliyye tarafından devleti aliyye'ye semt ve münasib olan mahallerini ahz ü zabt içün her tarafdan asker bas ü irsal ve memaliki iran'dan olan memleketi gürcistan bitemamiha zabt u teshir olunup bu hılalde devleti aliyye'nin sulhı mü'ebbed ile dostu olup moskov çarı olan haşmetlü hürmetlü çarı bavakar dahi bundan akdem şirvan eyaletinde vakı derbend ve bakü kalalarını vesair bahri hazer kenarında vakı bazı yerleri iran'ın ihtilali takribi ile zabt ve şah hüseyin'in oğlu olmak namiyle tebriz ve kazvin semtlerinde zuhur eden tahmasb ile beynlerinde birkaç mevadda mebni ahd eyledikleri şurutda şirvan eyaletinde vakı zikr olunan derbend ve bakü çarı müşarünileyhin kemakan tasarrufunda kalup aceme müteallık sevahili bahri hazer ile olan yerler ve memaliki gilan ve mazenderan ve esterabad çarı müşarünileyhin fimabad tahtı tasarrufunda kalmak ve bu mukabelede müşarünileyh moskov çarı dahi tahmasb'a ianet ve muzaheret ve askeri ile memleketi aceme musallat olan mir mahmud yedinden ahz ve hükumetinde istikrarını şart ve tansis eylediğine bina'en bu hususda devleti aliyye'yi dahi tahmasb tarafına imale ve memaliki iran'dan münasib olan memleketleri tahmasb'dan ya hüsni tavassutu ile yahud ale'littifak cebr tarikı ile devleti aliyye tarafına alıvermekliğe hüsni tavassutda bulunmasın irad ve bu hususa devleti aliyye'de mukim kıdvetü ayani'lmilleti'lmesihiyye yuvan neoplof nam kapu kethudasını ruhsatı kamile ile murahhas tayin ve iki devletin hüsni kabulü ile haşmetlü hürmetlü françe padişahı tarafından devleti aliyye'de mukim françe elçisi kıdvetü ümera'i'lmilleti'lmesihiyye markiz dö bak hutimet bu temessükün ahidname şeklinde rus çarı'na verilen bir sureti namei hümayun defteri, nr.da kayıtlıdır. avakıbuhu bi'lhayr dahi tavassuta bi'ttaleb intihab ve tahsis olunup devleti aliyye tarafından tayin olunan murahhaslar ile bi'ddefeat mükaleme olunup iran memleketi hususunda devleti aliyye ile müşarünileyh çarı bavakar beyninde vuku bulup karardade olan mevaddır ki, zikr olunur. evvelki madde: tava'ifi lezgiyandan şirvan eyaletinde vakı lezgi ta'ifesi milleti islamdan olmak takribi ile devleti aliyye'ye bi'ttav ve'rrıza itaat ve iltica ve devleti aliyye himayetlerin kabul ve üzerlerine davud nam han nasb ve tayin olunup ve şamahı şehri makarrı hükumet olmak üzre tahsis ve yedine beratı alişan ita olunmağla hanlığı mezbur ve ana tabi kaba'ile tarafeynden tayin olunan hududun beyanında şamahı şehrinden bahri hazer tarafına sahih kamilü'layar saatler ile meşyi mutavassıt üzre istikamet ile yürünüp bahri hazer'de derya kenarına varduklarında şamahı'dan deryaya varınca her kaç saat gelmiş ise teslis olunup ve deryadan başlanup sülüsanı olan mahalle nişan vaz kılınup şamahı şehri tarafında olan sülüsü devleti aliyye'nin ziri hükumetinde olup hanı müşarünileyhin tasarrufunda ve bahri hazer tarafı olan sülüsanı, müşarünileyh moskov çarının tarafında kala ve çarı müşarünileyh zabtında olan derbend kalasının derya kenarından kara tarafına kezalik meşyi mutavassıt ve istikamet ile yürünüp yirmi iki saat tamam olduğu mahalle nişan vaz olunup şamahı ile bahri hazer beyninde vaz olunan nişandan derbend mukabiline vaz olunan nişana varınca sağa sola sapmaksızın istikamet ile yürünüp münasib olan mahallere nişanlar vaz ederek derbend karşusuna vaz olunan nişana varıla. şirvan eyaleti nihayet bulduğu mahalde derya kenarından kara tarafına meşyi mutavassıt ile yirmi iki saat yürünüp nişan vaz ve derbend karşusuna vaz olunan nişandan şirvan nihayetinde vakı işbu nişana hattı müstakim ile varıla ve şamahı ile bahri hazer arasında vaz olunan nişandan şirvan eyaleti nihayet bulduğu nişana gelince tahdid olunan mahallerin kara tarafı devleti aliyye'nin ziri hükumetinde ve şirvan'da vakı bahri hazer tarafı çarı müşarünileyhin tasarrufunda kala ve yine şamahı ile bahri hazer arasında vaz olunan nişandan nehri kür ile nehri aras'ın müctemi olup re'si hudud itibar olunan mahalle varınca hattı müstakim ile gidilüp ve ol hattı müstakimin kara tarafı devleti aliyye'de ve bahri hazer canibi çarı müşarünileyh tarafında kala. nehri aras'ın nehri kür'e mülaki olduğu mahallin bir tarafı devleti aliyye'de ve bir tarafı müşarünileyh moskov çarı ve bir tarafı acem memleketi olmak üzre ittihaz olunup hududı selase mecmaı olmağla zikr olunan mahalde devleti aliyye hududu dahilinde kaidei serhadd üzre emri muhafazaya kıyam içün devleti aliyye osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tarafından kala bina olunmak caiz ola, kezalik moskov çarı dahi kendü hududu dahilinde kala yapması caiz ola ve her ne vakit bina olunmak murad olunur ise tarafeyn birbirleriyle haberleşüp ve caiz görülen kalalar dahi hududlara üçer saat mesafede bina oluna ve tarafeynden bu hududları hakk u adl ile gereği gibi tefrik u temyiz ve alayimler vazı içün iki tarafdan bu misillü umurda istihdam olunmuş mücerrebü'letvar ve kargüzar ve sulh u salaha hayrhah muhaddidler tayin ve çünki bu mevaddın mükalemesi haşmetlü hürmetlü france padişahının tavassutu ile karini hüsni hitam olduğu gibi hududların dahi tarafeyne tefrik u temyizinde tavassut içün tarafeynden yine bir mutemedünaleyh kimesne taleb oluna ve avni hakk ile zikr olunan hududlar tarafeynden tefrik u temyiz ve zabt u tahrir olundukda muhaddidlerin hududnameleri nakz u tahrifden müberra makbul ü muteber tutula ve cedid hududlar dahilinde olan mahaller açık yerler olmağla muhafazai bilad ve asayişi ibad içün tarafeyn haberleşüp ve iktiza eden mahallerde hududlar dahilinde hududlara üçer saat mesafede tarafeynden kıla binası caiz ola. ikinci madde: şirvan memleketinden devleti aliyye tarafında olan mahallerin hükumeti başka bir hanlık itibar olunduğu ecilden balada zikr olunduğu üzre şamahı şehri şirvan eyaletinde devleti aliyye'nin hükumetinde olan mahallerin hanlarına makarrı hükumet olup ve şamahı şehri vazı kadimi üzre kalup müceddeden istihkam verilmeyüp devleti aliyye tarafından muhafazasına asker ve başka hakim tayin olunmıya, lakin devleti aliyye tarafından tayin olunan han itaatden rugerdan olmak misillü fesadı zahir olup veyahud ol memleket ahalisi beyninde devleti aliyye'nin rızasına muhalif ihtilal ve ihtilaf zuhur ederse veyahud müşarünileyh moskov çarı zabtında olan mahallere tecavüz ve taarruz sadedinde olurlar ise bu makule ihtilalin def u ref ve azl ü te'dib ve nizamlarıyçün devleti aliyye tarafından iktizası kadar asker tayin olunup kür suyunu mürur etmezden evvel moskov zabitlerini habir ve agah eyleyeler, vakı olan ihtilal ve ihtilafı def ve nizamı verildikden sonra askeriden ve hükkamdan ferd tevakkuf etmeyüp avdet eyleyeler. çünki gürcistan memleketi bitemamiha devleti aliyye'nin zabtında olmağla her tarafdan devleti aliyye canibinden hükkam ve muhafazacılar ikamet üzrelerdir, ancak ol taraflara hini iktizada defi ihtilal içün külliyetli asker ba's olundukda devleti aliyye askeri her ne mahalden olur ise olsun nehri kür'ü mürur etmezden mukaddem müşarünileyh moskov çarının bahri hazer tarafında olan zabitlerini defi iştibah eylemeleriyçün mucibi hareket ne idüğünden habir ve agah eyleyeler ve askeri me'mure moskov hududlarına karib mahallere varmak iktiza eder ise moskov hududuna isali hasaret eylememek içün rü'esayı askere muhkem tenbih ü te'kid oluna. üçüncü madde: memaliki acemden devleti aliyye tarafına tahsis kılınan memalikin hududu beyanındadır ki, acemde kalan erdebil şehrinin kenarından tebriz tarafına meşyi mutavassıt ile bir saat yürünüp tamam olduğu mahalle bir nişan vaz oluna ve bu nişandan hududı selase itibar olunan mecmau'nnehreyne doğru hattı müstakim çekilüp mecmau'nnehreyne varılup nihayet bula ve bu hattın ordubad ve tebriz tarafında olan mahalleri ki ordubad ve tebriz ve tebriz gölü ve merend ve merağa ve rumiye ve hoy ve çors ve selmas vesair hattı mezbur dahilinde olan memleketi azerbaycan tevabi ve mülhakatı ile ve gence ve berda ve karabağ ve nahçıvan ve kalai revan ve üçkilise ve umumen revan memleketine tabi bi'lcümle kasabat ve büldan devleti aliyye'nin zabt u tasarrufunda kala ve kezalik erdebil şehri kenarından tebriz tarafında bir saat mahalde vakı vaz olunan nişanı mezburdan hemedan'a doğru hattı müstakim çekilüp ve hemedan'a varınca çekilen bu hattı müstakimin uğradığı mahalde vakı kasabat ve kura havalisi ve hemedan mülhakatı ve havalisi ile devleti aliyye'nin zabt u tasarrufunda kalup ve hemedan'dan dahi hala devleti aliyye'nin kabzai tasarrufunda olan kirmanşahan'a varılup hudud nihayet bula ve bu hattın dahilinde olup hala devleti aliyye'nin zabt u tasarrufunda olan erdelan ve kürdistan mahalleri ve bi'lcümle memalik ve büldan mülhakat ve havalisi ile devleti aliyye'nin zabt u tasarrufunda kala. ve'lhasıl balada zikr ve şerh olunduğu vech üzre mecmau'nnehreynden kirmanşahan'a varup nihayet bulunca erdebil'e bir saat mesafe merkezi hudud ittihaz olunmak üzre vaz olunan nişanı merkumdan mecmau'nnehreyn ve kirmanşahan taraflarına çekilen iki hattı müstakimlerin dahilinde kalan bi'lcümle memalik ile'lebed devleti aliyye'nin zabt u tasarruffunda kala ve bahri hazer tarafında müşarünileyh moskov çarının kendüye tahsis eylediği mahaller ile mecmau'nnehreynden kirmanşahan'a varınca çekilen hattın mabeyninde kalan memleket acemde kalmak üzre devleti aliyye ile müşarünileyh çarı bavakar beyninde haddi fasıl kala. dördüncü madde: devleti aliyye acem memleketini istıshab içün üç tarafdan asakiri mevfure bas ü tayin ve nice mahallerini zabt u teshir eylemiş iken devleti aliyye'nin mü'ebbed dostu olan haşmetlü moskov çarı, tahmasb ile beynlerinde etdikleri muahedeye bina'en ve tahmasb'ı devleti aliyye'nin pençei kahrından tahlis içün üçüncü maddede devleti aliyye'ye tahsis olunan memleketleri tahmasb'dan sühulet ile veyahud ale'littifak cebr ile teslime hüsni tavassutunu osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları taahhüd ve eğer tahmasb bu muahedeye inad ve muhalefet eder ise devleti aliyye'ye tahsis olunan memleketlerin acemden istıshab olunmasında ve kezalik acem memleketinden müşarünileyh moskov çarının tahmasb ile olan ahdinde bahri hazer canibinde çarı müşarünileyh tarafına tahsis eyledüği memleketlerin ile'lebed çarı müşarünileyh tarafında kalmasında işbu mevaddın dibacesinde tasrih olunduğu üzre devleti aliyye ile haşmetlü, hürmetlü moskov çarı ittifak üzre say ü hareket eyleyeler ve bu iki devlete tayin ve tahsis olunan memleketlerden maada acem memleketi, tarafeynin ittifakıyla müstahıkkı hükumet olanın yedinde ibka olunup bir kimsenin mahkumu olmamak üzre te'bid ve istiklal ile zabt u tasarrufunda kalup devleti aliyye ve müşarünileyh moskov çarı tarafından taklil olunmaya ve badezaman tarafeyne tahsis olunan memleketlere acem tarafından taarruz olunur ise kezalik müdafaasında iki devlet müttefik bulunalar. beşinci madde: üçüncü maddede zikr olunduğu üzre devleti aliyye'ye tahsis olunan memleketler çarı müşarünileyhin tavassutuyla sühulet ile devleti aliyye'ye teslim olunduğu hinde ol vakitde devleti aliyye tahmasb'a acem şahlığı'nı teslim ve istikrarı hususunda kendüye emri külli verilmekle devleti aliyye'den münasib olan vechile ianet ve namei hümayun irsaliyle akdi musalaha olundukdan sonra müşarünileyh moskov çarı, tahmasb ile olan taahhüdü muktezasınca tahmasb'a tahtı mevrusesi olan isfahan'ı ve memaliki acemi mir mahmud'un yedi tasallutundan tahlis içün akd olunan mevaddları muktezası üzre ianeti file getürüp icra eyleye ve bu esnada mir üveys oğlu mir mahmud tarafından devleti aliyye'ye bağy ü tuğyanı zahir olup bermuktezayı şeri kavim üzerine basi ecnad olunmak lazım gelür ise ol vakitde devleti aliyye dahi şeran üzerine hareket ve şerarei bağy ü tuğyanı bi'lkülliyye itfaya dikkat ve tamamen memaliki acemden tard u ibadına mübaderet ve müşarünileyh moskov çarıyla haberleşilüp tarafeynin hareketi ile işbu mevadd muktezasınca isfahan teshir olundukda devleti aliyye tahmasb ile musalaha üzre bulunmak takribi ile payi tahtında istikrarı hususunda çarı müşarünileyh ile muvafakat eyleyeler. altıncı madde: eğer tahmasb haşmetlü moskov çarı vesatatı ile devleti aliyye'ye teslim olunacak memalikin tesliminde veyahud moskov çarına tahsis eyledüği memaliki müşarünileyh moskov çarı yedinde kalmasına muhalefet gösterir ise bu iki devlet kendülere tahsis eyledikleri hisselerini evvela zabt edüp memaliki iran'da olan ihtilal bertaraf ve acemde müstahıkkı veraset olan hükumetinde müstazıll ü müstekırr olup cüz'i ve külli hükumetine müdahale olunmayup sair acem şahlarına olan muamelat ile muamele ve kemafi'levvel asudehal olmak vechile tarafeyn ittifak u ittihad üzre nizam verüp mir mahmud'un iradını kabul etmeyeler. hatime: devleti aliyye ile haşmetlü hürmetlü çarı bavakar beyninde memaliki acemden tarafeyne tahsis olunan memleketlerin te'biden zabt u rabtı ve acem şahlığı'nın istikrar ve nizamı hususuna müteallık işbu temessükde akd olunan şurut ve kuyudun icrası mabeynde nakzı avarız irasından ari muhterem ve meri tutulan musalahai mü'ebbedeyi tezyin ve bir kat dahi istihkam ile dostluğun derecei alaya reside olmasıyçün bervechi muharrer hala asitanei saadet'de mukim haşmetlü, hürmetlü france padişahının elçisi mumaileyh markiz de bonak hutimet avakıbuhu bi'lhayr ın hüsni tavassutu ve şehadeti ve çarı müşarünileyhin asitanei saadet'de mukim kapu kethüdası ve murahhas vekili olan mumaileyh yuvan neoylof ile mükaleme ve müzakere ve siyakı meşruh üzre karardade olan mevaddın şurut ve kuyudu çarı müşarünileyh tarafından makbul ü muteber tutulup, tasdiknamesi gelmek üzre mumaileyh ruhsatı kamilesi hasebiyle tarafı devleti aliyye'ye mamulünbih temessük vermekle biz dahi vekaleti mutlakamız hasebiyle imza ve mührümüz ile mümza ve mahtum işbu mevadd temessükünü mumaileyhe teslim etmişizdir ve vechi meşruh üzre çarı müşarünileyh tarafından tasdiknamesi geldikde tarafı devleti aliyye'den dahi ahidnamei hümayun verilüp musafat ve müvalat ile'lebed meri ve müstahkem tutula. vallahü'lmuvaffiku li'ssavab. tahriren fi'lyevmi'ssani min şevvali'lmükerrem, sene sitte ve selasin ve mi'e ve elf. fi dari'lhilafeti'laliyye konstantiniyyeti'lmahmiyye, humiyet ani'lbeliyye. ezafu ibadillahi'lmeliki'lekrem elvezirü'lazam ibrahim boa. namei hümayun defteri, nr. shf. osmanlı devleti ile rusya arasında şirvan eyaleti sınırının tesbiti osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ra. devleti aliyye ile moskovlu beyninde şirvan eyaletinin kat olunan hududu müştemil, moskovlu tarafına muhaddid derviş muhammed ağa'nın verdiği temessükün suretinden kayd olunmuşdur. baisi tahriri kitabı sıhhatnisab oldur ki, devleti aliyyei ebedpeyvend ile moskov çariçesi beynlerinde vuku bulan muahede ve tarafeynden alınup verilen muahede temessükleri mucebince şirvan eyaletinde şamahı şehri ile bahri hazer beyninde ve şirvan eyaleti nihayet bulduğu nehri aras ile nehri kür mülaki olduğu mahalle gelince tayin olunan hududun tahdidine devleti aliyyei ebedpeyvend tarafından me'mur olduğumuz vech üzre moskov devleti hudud vekili ceneral mayora aleksandr romansof ile ittifak üzre şamahı ile bahri hazer beyni ahidnamei hümayun mucebince teslis olunup şamahı tarafında kalan üç saat üç çeyrek dört dakika sülüsü devleti aliyye tarafında ve bahri hazer tarafından olan yedi buçuk saat altı dakika sülüsanı moskov çariçesi tarafında kalmak üzre mabur nam karye kurbünde merkez nişanı vaz olundukdan sonra ahidnamei hümayun mucebince demürkapu'dan kara tarafına çıkılacak yirmi iki saatın nişanından mabur merkezine gelince iktiza eden hududun tahdidi, hududlarında kalacaklar taraflarında te'lif ile ne zaman katı hududa suhulet ile istidad gelür ise geldikde tahdid olunmak üzre şimdilik tarafeynden hüsni say ü ittifak ile merkezden zikr olunan mecmau'nnehreyn karşusuna bir depe ve andan cevad karyesi toprağında bir depe ve andan keslen karyesi toprağında bir depe ve andan tabağlar karyesi toprağında bir depe ve andan karasu tabir olunur nehrin mecmau'nnehreyn tarafında yarımca kışlağı nam mahalde bir depe ve andan nehri mezbureynin beri tarafında talibhan kışlağı toprağında bir depe ve andan karagüderi nam karye toprağında bir depe ve andan şah hüseyinoğlu kışlağı toprağında bir depe ve andan karağuş dağında bir depe ve andan mengen karyesi ile yekehan karyesi toprağı beyninde bir depe ve andan toluc karyesi ile çalık karyesi beyninde bir depe ve andan büküle karyesi üstünde taşlıdağ üzerinde bir depe yapılup vazı alayim ve hattı müstakim ile merkez nişana gelinmekle işbu temessük tahrir olunup verilmişdir. tahriren fi'lyevmmin rebiu'levvel sene muhammed dervişelme'mur bitahdidi'lhudud miralemi hazreti şehriyari boa. namei hümayun defteri, nr. derbend sınırının tesbiti evahiri ra. hala miralem olup şirvan tarafında katı hududa me'mur olan derviş muhammed dacdühuya hüküm ki, sen ki mumaileyhsin, katı hudud içün düsturı mükerrem müşiri müfahham nizamü'lalem hala gence ve şirvan tarafları seraskeri vezirim mustafa paşa edamallahü teala iclalehu tarafından yanına kifayet mikdarı asker tayin ve moskov elçisi ile maan şamahı şehrinden bahri hazer tarafının hududu kat u temyiz ve osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları vazı alamet olundukdan sonra derbend canibine teveccüh ve ol tarafın hududu tahdidine dahi mübaşeret olunmak üzre idüği veziri müşarünileyh tarafından kaymesiyle deri devletmedarıma ilam olunup ancak hudud ahvali tarafeynin vükelası ile görülecek maslahat olup veziri müşarünileyhin bu husus içün masarifi kesireyi müstelzim asakiri mütekasire ile ol tarafda meksini iktiza etmeyüp ve moskovlu hududu dahilinde kalacak yerlerin katı hududa mevanii olduğu suretde dahi manilerinin defi tarafı devleti aliyye'me lazım gelen umurdan olmamağla henüz tahdidi hudud hitampezir olmamış ise dahi veziri müşarünileyh ol tarafda meks etmeyüp senin yanına kifayet mikdarı adem tayin ve kendüsü maiyyetinde olan asakiri mansurem ile kalkup gence tarafına avdet eylemesiyçün veziri müşarünileyhe emri şerifimle tenbihi hümayunum olmağla sen ki mumaileyhsin, işbu emri şerifim ile vusulünde tahdidi hudud henüz hitam bulmamış ise sen me'mur olduğun üzre ol tarafda meks ile bermucebi ahidnamei hümayun moskov çariçesi muhaddidi ile tahdidi hudud ve eğer moskov tarafında kalacak yerlerin katı hududa mümanaat ederi olur ise moskovlu tarafından mevanii def oluncaya dek ol tarafda meks ü ikamet ve her ne zaman mevanileri def ederler ise ol vakitde elçii mumaileyh ile maan tahdide mübaşeret ile tarafeynin hudud ve sınurunun tefrik u temyizi ve ahidnamei hümayun mucebince vazı alayim ile hüsn–i hitamına ihtimam ü dikkat ve itmamı maslahata mübaderet eylemen babında fermanı alişanım sadır olmuşdur, buyurdum ki. fi evahiri ra. sene boa. cevdet hariciye, nr. l gence'nin tahrir defteri ya fettah livai gence mukataatı nefsi gence mukataai mizanı hariri gence ve tevabiiha, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai gümrük ve kapanı dakik ve alefhane, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai boyahanei nefsi gence ve nevahi, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai mirabiyyei gence ve nevahi, bervechi maktu fi sene. akçe mukataai bazarı esb, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai sabunhanei gence ve nevahi, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai şemhanei nefsi gence, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai debbağhanei nefsi gence, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai saydı mahi ve resmi keşti, bervechi iltizam fi sene. akçe mukataai tahmisi gence, bervechi iltizam osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları fi sene. akçe mahallatı nefsi gence zirde mezkur olan mahallat ahalisi, hini fetihde şehirden ihrac olunduklarında kimisi terki diyar edüp ve kimisi dahi civarda olan karyelerde mutavattın olmalarıyla ehli suk gündüzlerde gence'ye gelüp gecelerde yine karyelerine gitdüklerinden isimleri gence mahallatına kayd olunmadı. mahallei harabi mahallei ozanlar mahallei attaran mahallei ak elmas mahallei şahsun mahallei sofular mahallei seferabad mahallei tavukcu mahallei hacı salih mahallei bağır mahallei imamlı mahallei muhtesib mahallei kara musalu mahallei bağbanlar müsakkafat ve hadayık ve enharı nefsi gence ve havaliha, derzamanı acem cevami ve mesacidi şerife, aded bazı harab ve bazı mamurdur. karubansaray, dervaroş, aded bazı harab ve bazı mamurdur. hammam, dervaroş ve kalai gence, aded birkaçı mamurdur, dekakin, dervaroş ve kala, özetvetranskripsiyon aded ekseri harabdır. furun ve tennur dervaroş ve kala, aded birkaçı mamurdur. büyut ve mesakin, dervaroş ve kala, aded mamuru kati azdır. bağ maa bağçe, derşehr ve havaliha, kıta çoğu harabdır. bağçei tut, der havaliyi nefsi gence, kıtaaded bi'lkülliyye harab ve tarla olmuş. bağ, hane, dönüm aded servi, aded çınar, aded eşcarı müsmire, aded. harkı allahdad harkı koymaklu harkı arasbar harkı topçubaşı harkı üçtepe ahvali kanunı eyaleti gence gence'nin arranı tabir olunan arazisi tiflis'e tabi kazak sancağı hududundan şarka doğru nehri kür kenariyle otuz beş saat mikdarı uzanup badehu canibi cenubdan gelüp, nehri kür'e mülhak olan nehri aras kenariyle berküşat ve çavlundır nihayetine varınca cenuba doğru otuz saat mikdarı uzanup hesabı mezkur üzre osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tahminen altmış beş saat tul ve cibale varınca bazan sekiz saat ve bazan on saat arz ile mahdud enharı cariye ve eşcarı müsmiresi firavan bir ülke olup, reayası tavayifi acam ve aşayir ve ağlebi kurasında harir ve çeltük ve penbe ve bostan vesair hububatın envaı olur. ve cibali kurasının sükkanı eramine ta'ifesi olup, mahsulleri buğday ve arpa ve kapluca ve erzendir. çeltük ve harir ve meyve olmaz ve acem zamanında arran arazisinden dörtte bir öşr ve tekrar on beşde bir behre almak düstur imiş. behre dedükleri acem ıstılahında her karyeye cereyan eden su harkının bir maliki olmağla sahibi arza dörtte bir öşr verdükden sonra hark malikine on beşde bir behre verürlerimiş. hala yine ol üslub ile alınur. ve cibali eramine kurasının arran'a göre mezarii kalil ve bihasıl ve nevan itibardan sakıt olmağla acem vaktinde onda bir öşr ve on beşde bir behre verürlerimiş. bu dahi üslubı sabık üzre alınur. ve gence'nin hariri iki nev olup bir nevi kenar tabir olunur kalın harirdir. altı vukiyyeden ibaret olan beher hünkari batmanı sekiz guruşdan on iki guruşa dek alınup satılur imiş. ve bir nevi dahi şirbaf tabir olunur ince harirdir. beher batmanı on sekiz guruşdan yirmi sekiz guruşa dek alınup satılur imiş. ve gence ülkesinin galibi kenar ipek olup acem vaktinde dahi onar guruş itibar etmeleriyle mufassalda mahsuli harir tahtına beher batmana bin iki yüz akçe yazu vaz olunmuşdur. penbe tahtına kıyası kadim üzre batmana yüz yirmi akçe yazu vaz olunmuşdur. ve çeltük eken köylerde ipek vesair hububat nadir olup ve berküşat caniblerinin ekser rencberlikleri çeltük ve beynlerinde mütearef olan kilelerine tagar tabir ederler. yüz elli vukiyyesi bir tagardır. beher tagarına revacı kadim hesabı üzre altışar yüz akçe yazu vaz olunmuşdur. hınta nın dahi tagarı yüz elli vukıyye olup ikişer yüz akçe yazu vaz olunmuşdur. sair kaba tereke nin tagarına yüzer akçe vaz olunmuşdur. ve bostan tarlası nın dönümüne altmışar akçe ve bağdönümüne yirmi dörder akçe ve resmi asiyab bir guruş ve resmi kovan dörder pare ve sağılur inek den resmi revgan dörder pare ve deynek üç yüz akçe ve bennak kırk akçe ve ispenç yüz yirmi akçe ve adeti ganem iki pare ve arusane ve tapuyı zemin ve badı heva, örfi beled ve itibarı diyara göre vaktiyle alınur. şimdilik bennak dahi alındığı yokdur. ahvali rüsumı mizanı harir özetvetranskripsiyon mizanda günbegün vezn olunan harir dört batmandan noksan olur ise, her batmana on ikişer pare müşteriden alınur. ve eğer dört batmandan ziyade olur ise her batmana on altışar pare müşteriden alınur. ve bazerganın harid etdüği harir, divani hamle tabir olunan otuz iki batmana baliğ olur ise, yük başına bazergandan yirmi ikişer guruş alınur. evvelki harid esnasında batman başına verdükleri on ikişer yahud on altışar pare harcı mizan hevaya münkalib olup hesaba mahsub olmaz. ve eğer divani yük ıtlak olunan harir otuz iki batmana erişmeyüp bir iki batman noksan olur ise, ol vakitde yük başına veregeldükleri yirmi iki guruş hesabı üzre alınmayup batman başına otuz ikişer pare alınur. ve bayi tarafından dahi on batman harirde mizan hademesiyçün yetmiş beş dirhem vezninde bir kül ayni harir alınur. ve bayiin füruht etdüği yirmi batmana baliğ ise müşteri olan bazergan bayiden meccanen bir kül harir alur. ve katibi mizanolanlar yük başına yirmi dörder pare ücreti kitabet alur. çün acem düsturu böyle imiş. düsturı kadim riayet olunmuşdur. ahvali gümrük ve kapan bermucebi düsturı acem revgani sade ve asel ve revgani şem, deve yükünden üç abbasi resmi kapan ve bir buçuk pare huddamiyye ve at yükünden bir buçuk abbasi kapan, bir pare huddamiyye, merkeb yükünden on pare kapan, bir pare huddamiyye; pirincden, deve yükünden on dört pare kapan, bir buçuk pare huddamiyye, at yükünden sekiz pare kapan, bir pare huddamiyye, merkeb yükünden üç pare kapan, bir pare huddamiyye ve tuzdan, deve yükünden on dört pare kapan, at yükünden üç pare kapan, bir pare huddamiyye; ve merkeb yükünden bir pare; hınta ve şair ve dakik ve erzen, deve yükünden beş pare kapan, iki pare huddamiyye, at yükünden üç buçuk pare kapan, bir buçuk pare huddamiyye, merkeb yükünden bir buçuk pare kapan, bir pare huddamiyye; ve kumaş, deve yükünden ondört pare kapan, iki pare huddamiyye, at yükünden yedi pare kapan; bakır ın deve yükünden on dört pare kapan, iki pare huddamiyye, at yükünden yedi pare kapan, bir pare huddamiyye, merkeb yükünden üç pare kapan, bir pare huddamiyye; sefat, deve yükünden altı buçuk pare kapan, bir buçuk pare huddamiyye, at yükünden üç buçuk pare kapan, bir pare huddamiyye, merkeb yükünden iki pare kapan, bir pare huddamiyye; envaı çuka ve kalay ve kurşun ve nalpare ve çivid ve ketan ve çorab ve mazu ve kızıl boyakve deri ve kişmiş, deve yükünden on dört pare kapan, iki pare huddamiyye, at yükünden yedi pare kapan, bir pare huddamiyye, merkeb yükünden üç buçuk pare kapan, bir pare osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları huddamiyye; şalı dağistani ve babuncai dağıstan, at yükünden on dört pare kapan, iki pare huddamiyye, merkeb yükünden yedi pare kapan; karpuz yükünden bir karpuz; kavundan bir kavun subaşılık ve her yükde iki resm ve bir pare subaşılık alınur. boa. tapu tahrir defteri, nr. şirvan hanlığı'nın yurtluk ve ocaklık olarak, dağistan ümerasından sürhay han'a verilmesi şevval çün cenabı müfeyyizu'lbirr ve'nneval ve hudavendi amimü'llutf ve'lifdal, tekaddese künhü zatihi anidraki'zzunun ve'lhayal ve tenezzehe kıdemü sıfatihi anvasmeti'lhudus ve'zzeval iradei aliyyei ezeliyye ve meşiyyeti celiyyei lemyezeliyyesinden essultan zıllullahi fi'larazin haberi saadeteseri mısdakınca selatini dindarı madeletdisar ve havakini alitebarı nasfetşiarı saddı mevaddı mefasid ü fiten ve seddi mevaridi meşakk u mihen ve ilayı kelimei ulyayı dini mübin ve himayethimayı şeriatı hatemü'nnebiyyin içün intihab ü imtiyaz ve berözetvetranskripsiyon mü'eddayı fermude vallahü yü'ti mülkehu menyeşa' ile mümtaz ü serefraz, hususa kerimei ve refea bazaküm fevka bazın derecatin fahvayı rifatbahşası iktizasınca benim sayebanı re'feti hidivanemi kehfü'lemanı cihaniyan ve yahtessu birahmetihi men yeşa' vefkınca efseri mealime'seri hidmeti celilü'lmenkabeti haremeyni muhteremeyn harresehumallahü teala madame'lferkadanı seri mübahatı zatı kudsisimatıma tahsis ile hemseri süreyya ve mahzı inayeti bigayetinden fermanı celilü'lunvanı kazacereyanımı berreyn ve bahreynde infaz ü icra ve takallüdi seyfi gaza ve izaz ü te'yidi şeriati garra ve iğasei ehli islam ve izahai mezalimi enam ve iza'eti envarı şevketi dini metin ve itfai neva'iri rüsumı küfri müşrikin ü mülhıdin ile nikavei ekalimi rubı meskunu kabzai tasarrufı alemgirime müsellem ve ulüvvi kadr ü şanı şevketnişanımı sair şehriyaranı namver ü tacdaranı übbehetgüsterden balater ü muhterem eyledi. elhamdü lillahi'llezi faddalena alakesirin minibadihi'lmü'minin. zalike fadlullahi yü'tihi menyeşa. vallahü zü'lfadli'lazim. fela cerem, ve lein şekertüm leezidenneküm fahvayı meziyyetihtivası üzre şükran lizalike'nniam ve hamden limen menne bihi aleyye ve enam himmeti valanehmeti mülukaneme labüdd ü lazım ve zimmeti fayizü'lbereketi husrevaneme vacib ü mütehattim oldu ki ahsin kema ahsenallahü ileyke misali lazimü'limtisali üzre nisanı sehabı birr ü ihsanım mezarii amali ammei enama şamil ale'lhusus tenviri menarı sünneti seniyye ve izalei zalamı rafz u bidati seyyi'e içün fisebili'llah saliki mesaliki gazv ü cihad ve cahidu fi'llahi hakka cihadih emri kerimine sürati inkıyad ile müteheyyii say ü ictihad olan havassı zevi'lihtisasa mütevarid ü mütevasıl ola. bina'enalazalik işbu rafii tevki refiu'şşanı hakani ve nakıli yarlığı beliği mekremetunvanı cihanbani cenabı emaretme'ab eyaletnisab saadetiktisab melikiyyü'lfial melekiyyü'lhısal elmuhtass bimezidi inayeti'lmeliki'lmüteal şirvan hanı olan sürhay han dame ulüvvühu zatında yarar ve dindar ve sadakatkar ve diyanet ü sadakat ve hulus u istikamet ile mevsuf ve mücerrebü'letvar olup fi'lasl kaba'ili islamiyyei dağistan'ın asil ve küberasının ecell ü emcedi ve hamiyyeti tarikatı ehli sünnet ve cemaati iltizam eden mütedeyyin ve müteverri ümerasının akal ve erşedi olmakdan naşi hulusı taviyyeti ve sıdkı azimet ü niyyeti muktezasınca hanedanı kaviyyü'lerkanı osmaniyyeye kesbi intima ve manassai haniye irtikasına gelince rızacuyı devleti aliyye'miz olmakda sabitkadem ve tarafı muhalifini tenkil ü ihanetde rasıhdem, hususa calisi mesnedi hani oldukdan sonra dahi vakı olan hidematı diniyye ve nusret ü takviyyeti devleti aliyye'mize dair şerefbahşı sudur olan evamir ü ahkama sürati itaat birle süpürdei uhdei ihtimamı kılınan umurun temşiyetine mübaderet ve osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları mukaddema tebriz tarafında suretnümayı hayyizi vuku olan şahsunlu ga'ilesinin kesr ü hezimetlerinde sadıkane ve muhlisane hidmet ü dikkati makbul ü müsellem olduğundan gayri bu esnada şahı acamı hızlanfercam tarafından il ve memelekete ilkayı mefasid fikri fasidiyle şamahı canibine mebus olan acem elçisini ve hemrahı kafilei maiyyeti olan ahzabı nekbetme'abını nebezanı ırkı hamiyyeti islamiyeden naşi envaı ukubet ve hakaret ile katl ve ru'usı maktuaların hala gence muhafızı düsturı mükerrem müşiri müfahham nizamü'lalem vezirim ibrahim paşa edamallahü teala iclalehu tarafına irsal etmeğin gerek bu hususda ve gerek hala karabağ tarafına ve civarında olan hududı islamiyyeye taarruz ve istila kasdı kasidiyle tecemmu u tahazzüb eden kızılbaşı evbaşın üzerine azimet niyyetiyle fırkai naciyei islamiyandan olan şücanı zafernişanı dağistan ile hazır u amade olmakda vesair umurda şimdiye dek din ü devleti aliyye'mize sadakat ü istikamet ile ianet ve muhalifini mülk ü milletimizi tezlil ü ihanetde zuhura gelen mesaii marzıyyesi gerek veziri müşarünileyh ve gerek eslafı vesair ol canibde mukaddema ve hala bulunan vükelayı devletimiz ve süddei saltanatımız taraflarından peyderpey ve dembedem ilam olunmağla tarafına olan hüsnı itimadı mülukanemiz muzaaf ve vüsuk u itikadı padişahanemiz mü'ekked ü mülteff olup ahali ve ümerai dağistan ile dahi hüsni ülfet ü muaşeret ve hıfz u hıraseti süğurı memleket ve bi'lcümle müterettibi emri hükumet olan umur ve hususda mücidd ü sai ve cümlenin marzi vü muhtarı olmağla hakkında afitabı alemtabı re'feti padişahanemiz ziyaefruz ve ummanı bikeranı atıfeti şehenşahanemiz cünbüşpeziri sahai büruz olup hala hududı devleti aliyye'mize dahil ve sınurı memaliki mahruse'mize mütedahil olan şirvan eyaleti kemafi'levvel rızayı hümayunumuz üzre hareket ve devleti aliyye'mize daima sadakat ü istikamet ile hidmet etmek şartıyla avatıfı aliyyei mülukane ve karihai sabihai husrevanemizden şerefbahşı sudur olan hattı hümayunı şevketmakrunumuz mucebince bi'lcümle medahil ü mevaridi ve umumen menafi u fevayidi ile işbu sene selase ve erbain ve mi'e ve elf, şehri şevvalü'lmükerreminin yirmi üçüncü gününde hanı müşarünileyhe bervechi yurtluk ve ocaklık te'biden kaydı hayat ile tevcih ü ihsan ü inayeti biimtinanı padişahanemiz olmağın bu misali bimisali ferhundefali hudavendi ve bu menşurı saadetnüşurı mevhibetiştimali saadetmendiyi verdüm ve buyurdum ki, hanı müşarünileyh kemafi'levvel gerek muhafaza ve muharesei memleket ve himayet ü sıyanet ve te'lif ü istimaleti ahali vü raiyyet ve devleti aliyye'miz muvafıklarıyla hüsni ülfet ü muvafakat ve muhalifine muadat ü ihanet birle mülk ü milletimize ianet ve'lhasıl cemii ahvalde emr ü fermanı vacibü'lizanımıza sürati itaat ve her halde rızayı özetvetranskripsiyon hümayunı meymenetmerhunumuz üzre hareket ederek inda'llah ve inde'nnas mesaii meşkure ve me'asiri mebrure izharına bezli celli himmet ve sarfı makdur ü gayret etdikçe vechi meşruh üzre şirvan hanlığı'na kaffei medahil ü mevaridi ve ammei menafi u fevayidi ile hayatda oldukça bervechi yurtluk ve ocaklık ilamaşa'allahü teala te'biden bilamuarız velamüzahim bi'listiklal mutasarrıf olup şöyle ki; şerayit, hidematı mebrurei padişahi ve zevabıt, harekatı meşkurei şehenşahidir. şurut ü kuyudu ve mevasik u uhudu ile kemayenbaği meri ve bikusur ve mü'edda kılup hüsni nizamı kıla u bika ve imar u intizamı kura vü zıya ve tanzim ü tevsikı umurı bilad ve terfih ü tensikı emvali ibad ve tathir u tanzifi mehavif ü mehalik ve te'min ü tatmini turuk u mesalik hususunda ve vilayeti mezbure ve emri hükumeti mezkureye müterettib olan umurun küllisinde sarfı nakdinei makdur ve bezli sayi namahsur ile envaı mesaii razıyyei mesude ve esnafı me'asiri marzıyyei mahmude vücuda getürüp ve eyaleti mezkurenin ulema ve fudalayı diyanetittisaf ve ümera ve eşraf ve sadatı cemiletü'levsafı vesair ayan ve ahalinin vadi u refi ve sağir ü kebiri müşarünileyhi şirvan hanı ve emrini umur ve hususlarında nafiz ü cari bilüp cüzi ve külli mesalih u kazayada cümlesi tarafına müracaat edüp tazim ü ikram ve tevkir ü tefhim ü ihtiramında dakika fevt etmeyüp hükmünü semi itaat ve kabul ile ısga ve emr ü nehyini bilatereddüd icraya ihtimam eyleyeler. ve müşarünileyh dahi mekadiri nası alahasebi derecatihim riayet eyleyüp aceze ve zuafa canibine ayni şefkat ü inayet ve fukara ahvaline nazarı merhamet ile nazır olmakdan hali olmayup şerayiti hüsni eyaleti alamahüve'lvacib riayet ve hassaten umurı siyaset vesayir kazaya ve hükumetde dahi iğmaz ü ihmali kata reva görmeyüp ve caddei müstakimi adaletden seri mu inhiraf ü udule dahi bir vechile rıza göstermeyüp şol ki, kıstas şeri kavim ve mikyas kanunı müstedimdir, ale'ddevam anınla amele cidd ü ihtimam ederek mazlumlara muin ve zalimlere mühin olup izalei evsahı zulm ü taaddi içün sicali adl ü dadı mecarii ahvali enama cari edüp kemali adalet ile mutasarrıf ola şöyle bileler. sah. buyuruldu. beratı ünvanına mucebince amel oluna deyü hattı hümayun keşide kılınmışdır. şevval boa. cevdet hariciye, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları sürhay han'apara hilat ve kılıç gönderilerek iran seferine katılmasının istendiği evaili şirvan hanı sürhay han damet mealihiye namei hümayun müsveddesidir. avn ü inayeti rabbani ile bundan akdem merzulen ve mahzulen firar eden tahmasb kulu hanı akıbethızlan bu defa dahi herçi badabad yollu kerkük caniblerine tahriki licam eyledikde serasker osman paşa mesfuru kerkük'e iki saat mesafe mahalde bir mikdar gönüllü askere karşuladup hanı ha'ini mezburun mukavemete iktidarı olmadığı cihetden bir mikdar muharebeden sonra adeti üzre yine firar edince asakiri islam takiblerine ılgar ve seraskeri müşarünileyh dahi bu esnada bikaza'i'llahi teala tüfenk danesiyle şehiden vasılı darü'lkarar olduğuna bina'en mesfur yine refi livai bağy ü isyan eylediği bargahı hamiyyetpenahı husrevanemize inha olunmakla acamı li'am devleti aliyye'miz tarafından gereği gibi pamali kahr u idam olmayınca bir dürlü hadlerini bilmeyecekleri meczumı husrevanemiz olduğundan maada bir kaç defadır taraflarından sureti iltimasda istirca olunan musalahaya dahi müsaadei hümayunumuz erzani kılındığı halde yine dilhahı mülukanemiz üzre galiba ne sulh u müsaleme tedarikatı kaviyye ile re'si hududa varılmağa muhtac ve heman muradı hümayunumuz üzre vücudpezir olmadığı takdirce fasl u hasmı maddei niza bi'lahıre meydanı karzarda şemşiri ateşbar tavassutuna mevkuf olduğuna bina'en avn ü inayeti rabbani ile bundan böyle kata hazayin ve masrufata bakılmayup mühimmatı müstevfi ve asakiri evfa ile müretteb seferi hümayunumuz muhakkak ve musammem olmağla elhaletü hazihi şimdilik ol caniblerde olan ve bir tarafdan giden tavayifi askeriyyemizi vakı olan hidematı aliyyemizde imal ve istihdam içün anadolu valisi olan vezirim köprülüzade abdullah paşa seraskeri hamiyyetgüster nasb ve ol taraflara irsal ve özetvetranskripsiyon bundan mukaddemce orduyı hümayun'umuz içün müceddeden tertib olunan asakire dahi bu hılalde musul caniblerine ıcaleten vasıl olmak üzre mukdim ve müsri mübaşirler ile istical ve te'kidi hal olduğundan gayri bimennihi sübhanehu ve teala muaccelen musul ve kerkük havalilerinde bulunmak için anadolu ve rumeli taraflarında olan vüzerayı izam ve miri miranı kiram vesair güzide ve müstevfi asakiri islam tertib ü techiz ve yerlerinden ihrac ve inşa'allahü teala heman bahardan mukaddem ol caniblerde bulunmak üzre müretteb ve mükemmel levazım ve mühimmatı seferi hümayun idad ve tertibi hususu içün mü'ekked evamiri aliyyemiz ısdar ve kol kol mukdim ve mübrim mübaşirler ile irsal ve bir dürlü te'hir ü terahiye cevaz vermeksizin tehyi'ei levazımı seferiyyeye ibtidar olunup avni rabbi kerim ile evvel baharı zaferasarda müretteb seferi hümayunumuz muhakkak ve mukarrer olmağla her halde kuvveti kahirei saltanatı seniyyemizi ibraz ü izhar aksayı metalibi şahanemiz olmağın bi avnihi teala gerek şimdilik ol havaliye serasker tayin olunan müşarünileyhin ve gerek isticalleri fermanım olan asakiri hamiyyetintimanın vusul ve lühuklarına dek lutfi hakk'a istinad ile kaviyyü'lkalb ve'lfu'ad olup müdebbirane ve gayurane bağdad ve musul ve kerkük vesair ol caniblerin te'diyei umuruna ihtimam ve dikkat eylemeleri tavsiyesini müştemil mü'ekked ve müşedded evamiri aliyyemiz ile bağdad valisi vezirim ahmed paşa'ya vesair ol taraflarda bulunan vüzerayı izam ve rü'esa ve zabitanı cüyuşı gayrethuruşumuza tavsiye ve tenbih olunmağla bu hılalde revan seraskeri vezirim ali paşa ve gence muhafızı vezirim ali paşa muhafazalarına me'mur oldukları hudud ve sınurların tanzimi umuruna ihtimam ü dikkat ve iktiza eden ahval ve asarı sizinle haberleşüp ve badehu bi'littifak iktizasına göre hareket eylemeleri içün müşarünileyhimaya başka başka evamiri şerifemiz ile tenbih ü te'kid olunmağın siz ki hanı müşarünileyhsiz, zatınızd olan hulusı sadakat ve hususı istikamet ü diyanetden naşi hanedanı rasihu'lerkanı hilafet ve dudmanı kaviyyü'lbünyanı saltanatımıza olan nisbet ve mutavaat ve tahsili rızayı hümayunı mülukanemize derkar olan ibtidar ve müsaraatınız iktizasınca bu vakitlerde siz dahi tedarikatı kaviyye ile hazır u müheyya ve her tarafa samiagüşa olup muktezayı vakt ü hale göre hareket ve hıfzı nevamisi saltanatı seniyyemize mübaderet eylemeniz sizden matlubı hümayunumuz olup ve bu babda mahza ifayı şan içün hassa hilaı fahirei şahanemizden postini semmure duhte size bir sevb hilati murisü'lbehceti sultani ve yüz kise akçe nakdi hakani ve bir kabza şemşiri husrevani ita ve ihsanı husrevanemiz olmağın işbu namei hümayunı hamiyyetnümunumuz ısdar ve tebliğ ve isali hidmetiyle tayin ve irsal olunmuşdur. inşa'allahü'lmevla vusulünde hilati lamiu'ssürurı mülukanemizi hutuvatı tazim ile iltisam ve iktisa ve samsamı nihengiltikamı bendi miyanı şehametpira ile iktisabı fehamet ü osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları istihal ve atiyyei behiyyei mülukanemizi dahi bundan böyle me'mur olduğunuz mahalde maiyyetinizde olan asakire sarf içün ahz ü kabz ile izharı meserratı zaferme'al eyledikden sonra siz ki hanı müşarünileyhsiz, ol havalilerin tanzimi hususlarında hazayin ve mühimmat ile gereği gibi ihtimam ve takayyüd olunacağı ve müstainen bi'llahi teala evvel baharı hucesteasarda müretteb seferi hümayunumuz muhakkak ve musammem olduğu malumunuz oldukda siz dahi tevakkuf ü aram etmeyüp mükemmel ve müretteb tedarikatı külliyyei kaviyye ile hazır u müheyya ve her tarafa samiagüşa olup ve her vechile müteyakkız u mütenebbih durup iktiza eyledikce revan seraskeri ve gence muhafızı ile haberleşmekden dahi hali olmayup muktezayı hale göre hareket ve din ü devleti aliyye'mize layık ve şan ü şevketi saltanatı seniyyemize muvafık etvarı razıyye ve asarı marziyye izharına sarfı mahasalı hamiyyet ve hıfzı nevamisi hilafeti uzmamıza bezli gayret ü kudret edüp bundan böyle bihasebi'liktiza tarafı hilafetpenahı mülukanemizden size ne gune emr ü işaretimiz varid olur ise infazı muktezayı hamiyyetintimasına mübaderet ve müsaraat eyleyesiz. fıtratı zekiyyenizde merkuz olan hulusı diyanet ü sedad ve cibilleti müstakimenizde mermuz olan seciyyei sıdk u reşad lazimesince uğurı din ü devleti aliyye'mizde izharı melhuz ve matlub olan gayret ve hamiyyeti diniyyeniz hakkınızda olan hüsni zan ve itikadı mülukanemizin izdiyad ve tarafınıza olan teveccühi hidivanemizin muzaaf ve müzdad olmasına bais olacağından gayri zuhura gelen hidematı cemile ve zahmetiniz dahi zayi olmayup niamı eltaf ü iltifatı husrevanemiz ile mukzıyyü'lamal olmanız mukarrer ve muhakkak olduğunu malum edünüp ana göre bu babda şeddi menatıkı gayret ile her halde icrayı lazimei salabeti diniyye ve edayı vacibatı zimmeti islamiyyeye bezli makdur ve sarfı himmeti namahsur eylemeniz melhuz ve mütevakkıdır. evayili receb sene boa. namei hümayun defteri, nr. eski şirvan hanı davud han'ın yakını ismail bey'in maaş zammının ödendiği za. vechi tahriri ruf oldur ki, tarafı devleti aliyye'den behermah ihsan buyurulan yirmi guruş mahganemizi işbu bin yüz yetmiş sekiz senesinin mahı muharremi ibtidasından ve yine senei mezbureden mahı zi'lhiccenin intihasına varıncaya dek müctemi olan mahganelerimiz iki yüz kırk guruş eder. mahanı mezburan mahganeleri olmak üzre meblağı mezbur iki yüz kırk guruşumuzu hala senei merkume malında gelibolu cizyedarı ömer ağa yedinden bi'ttamam ve'lkemal bermucebi emri ali ahz ü kabz eyledik. ve cizyedarı mumaileyhin zimmetinde olan iki yüz kırk guruşumuzdan bir akçemiz kalmayup ve hesablarına mahsub olmak üzre yedlerine işbu huruf def olundu. hurrire fi evahiri senei mezkure. ismail bey bendei hac davud hanı merhum hanı dağistanı sabık arzı bendeleridir ki, sabıka şirvan hanı davud han bendesi ismail bey'in zamimei medarı maaşiyçün şehriyye yirmi guruş gelibolu cizyesi malından muayyen olmağla yetmiş sekiz senesi muharremi gurresinden zi'lhiccesi gayetine dek iktiza eden on iki aylık zamimei medarı maaşı makbuzu olduğunu havi verdiği memhur temessükdür. mucebince başmuhasebe'den hesab etdirildikde, iki yüz kırk guruş etmekle meblağı mezburun cizyei mezkure malından mahsubiyçün irad ve masraf tezkiresi verilmek babında ferman devletlü inayetlü sultanım hazretlerinindir. sah. telhisi mucebince tezkiresi verilmek buyuruldu. za. sene osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları boa. cevdet hariciye, nr. eski şirvan hanı davud han'ın ailesi ile yanındakilerin maaş ve kiralarının ödendiği za. vechi tahriri huruf oldur ki, tarafı devleti aliyye'den behermah ihsan buyurulan altı yüz yirmi iki guruş mahganemizi işbu bin yüz yetmiş sekiz senesinin mahı muharremi ibtidasından ve yine senei mezbureden mahı zi'lhiccenin intihasına varıncaya dek müctemi olan mahganelerimiz yedi bin dört yüz altmış dört guruş eder. mahanı merkuman mahganeleri olmak üzre meblağı mezbu yedi bin dört yüz altmış dört guruş eder. mahanı merkuman mahganeleri olmak üzre meblağı mezbur yedi bin dört yüz altmış dört guruşumuzu hala senei mezbure malındacebi emri ali ahz ü kabz eyledik ve cizyedarı mumaileyhin zimmetinde olan yedi bin dört yüz altmış dört guruşumuzdan bir akçe kalmayup ve hesablarına mahsub olmak üzre yedlerine işbu huruf def olundu. hurrire fi evahiri senei mezkure. ibrahim bey bin elhac davud hanı merhum hanı dağistanı sabık özetvetranskripsiyon arzı bendeleridir ki, sabıka şirvan hanı elhac davud han'ın hala gelibolu'da meks ü ikamet üzre olan ıyal ü evlad ü etbaının medarı maaşlarıyla hane icareleriyçün şehriyye altı yüz yirmi iki guruş gelibolu cizyesi malından muayyen olmağla yetmiş sekiz senesi muharremi gurresinden zi'lhiccesi gayetine dek iktiza eden on iki aylık medarı maaş ve hane icareleri makbuzları olduğunu havi memhur temessükdür. mucebince başmuhasebe'den hesab etdirildikde yedi bin dört yüz altmış dört guruş etmekle meblağı mezburun cizyei mezkure malından mahsubiyçün irad ve masraf tezkiresi verilmek babında ferman devletlü inayetlü sultanım hazretlerinindir. sah telhisi mucebince tezkiresi verilmek buyuruldu. za. sene boa. cevdet hariciye, nr. eski şirvan hanı davud han'ın biraderzadesi ismail bey'in maaş zammının ödendiği vechi tahriri huruf budur ki, tarafı devleti aliyye'den behermah ihsan buyurulan yirmişer guruş mahganemizi işbu bin yüz seksen senesinin mahı muharremi ibtidasından mahı zi'lhiccesi gayetine gelince bir sene müctemi olan akçelerimizi iki yüz kırk guruş eder. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları mahanı mezburan mahganeleri olmak üzre meblağı mezbur iki yüz kırk guruşumuzu hala senei mezbure malından gelibolu mütesellimi cizyedarı feyzullah ağa yedinden bi'ttamam ve'lkemal bermucebi emri ali ahz ü kabz eyledik ve cizyedarı mumaileyhin zimmetinde olan iki yüz kırk guruşumuzdan bir akçemiz kalmayup ve hesablarına mahsub olmak üzre yedlerine işbu huruf ketb ve ita olundu. bende mir ismail bendei davud hanı şirvanı sabık arzı bendeleridir ki, sabıka şirvan hanı müteveffa elhac davud han'ın biraderzadesi ismail bey'in medarı maaşına zamime olmak üzre gelibolu cizyesi malından şehriyye yirmi guruş tayin olunduğu mukayyed olmağla yüz seksen senesi muharremi gurresinden zi'lhiccesi gayetine dek on iki ayda iktiza eden iki yüz kırk guruş medarı maaşı ahz olunduğunu natık memhur temessükdür. derkenar ve hesab etdirildiği üzre meblağı mezbur cizyei mezkurun senei merkume malına mahsub olunmak içün irad ve masraf tezkiresi verilmek babında ferman devletlü saadetlü sultanım hazretlerinindir. sah. telhisi mucebince tezkiresi verilmek buyuruldu. sene boa. cevdet hariciye, nr. ananur yolu, gürcürusiran ilişkileri ve iran'ın durumuna dair malumat za. mükerrem izzetlü süleyman paşa hazretleri tarafından varid olan tahriratın hulasasıdır. fiza. sene bundan akdem çerkes ve mezdek derunlarında olan rusya ta'ifesinin ananur tabir olunan tarik ile tiflis tarafına vürud edecekleri ve tiflis hanı irakli han'ın ve açıkbaş hanı sülüman han'ın ta'ifei mezbureye meyl ü mütabaatları harekat ü etvar ve tahrirat ü akvallerinden zahir ü müsteban olduğu arz u beyan olunmuş olduğu. işbu fıkrada yazılan havadis, bu vechile müşarünileyh tarafından şevvali şerifin altısında yine müşarünileyh tarafından varid olan tahriratda elhaletü hazihi moskovlu'dan tiflis havalisine gelmiş olmayup ve irakli han'dan gelenlerin cevabları dahi hanı mersum moskovlu'ya temayülden vücuhla nadim olup, müdafaa kaydında olduğun takrir etmeleriyle müşarünileyh dahi bazı vesayayı lazime ile hanı mesfuru moskovlu'dan tebride dikkat üzre olmağla şimdilik ol havalide bir ga'ile olmadığını tahrir eylediği ve faş muhafızı vezir halil paşa faş'a duhulünde etrafın tahkiki havadisine ihtimam eylemesi mukaddem kendüye yazılmış olmağla ol esnada muhafızı müşarünileyh tarafından varid olan tahrirat dahi çıldır valisinin mu'ahharan tahririni mü'eyyid ve van muhafızı tarafından şevval evasıtında varid olan tahriratda dahi moskovlu'nun tiflis'e askeri geldiği ve tertibi askere istihkam ile ananur'a mürur ve tekmili mühimmat ile faş havalisine azimet niyyeti osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları fasidesinde oldukları tiflis halkı beyninde zikr olunduğu tahrir olunmuş idi. bunların cümlesi sıdk u kizbe muhtemel olmağla fimabad tahkik u tashihi ahval ü havadise ihtimam eylemesi içün tarafı çakeranemden mahsus ka'ime tahririyle tenbih olunacağı. zikr olunan ananur tarikı teng ü mazik ve sabü'lubur olduğundan bir iki mahdan berü amelei vafire tayin ve berü tarafını tiflis ve kartil amalesiyle ve çerkes tarafını dahi ta'ifei mezbureden tiflis hanına mütabaatları olanları tayin ve tarikı mezburu tathir u tevsi u tamire iştigal üzre olmalarıyla bu esnada tekmil etdiklerin. moskovlu'nun tiflis tarafına gelecekleri ananur tabir olunan tarik teng ü mazik ve sabü'lmürur olduğundan yolları tamir ü tevsi etmeğe şimdilik rusyalu meşguldürler deyü haber verdiklerini çıldır valisi zikr olunan tahriratında işar etmiş olmağla işbu fıkrada müşarünileyhin yazdığına göre moskovlu tiflis hanının ianetiyle tarikı mezkuru tevsi u tekmil etmiş oldukları müsteban ve bu madde böyle ise tiflis hanının moskovlu'ya mütabaatı zahir ü ayan olduğu. rusyalu'nun bu eyyamda tiflis tarafına vürud edeceklerin gönderilen casuslar haber verdiklerinden katı nazar tiflis hanı irakli han dahi bu vechile ihbar edüp, devleti aliyye ile rusyalu beyninde münakid olan riştei sulh u musafat halelpezir olmadıkça bu canibden gelen rusya askerinin memaliki şahane'ye kat'a taarruzları olmayup, ahalii iran ve dağistan ile görülecek bazı mevadd zımnında geleceklerdir, rusyalu'nun bize cevabları bu gunedir, desayisi derunlarına muttali olmak kabil değildir deyü sipariş edüp ta'ifei menhuseye aks etmek havfından tahriratında tasriha cesaret edemediğin. moskovlu'nun askeri elyevm oldukları mahalde olup, tiflis ve açıkbaş hududlarına tecavüz ve tahattileri olmadığından başka o havaliden amedşüd edenler ta'ifei mezkure tiflis tarafına gelmek niyetinde olup, ancak balada mezkur tevsii tarik ile meşgul olduklarını haber verirler deyü müşarünileyhin zikr olunan tahriratında mastur olmağla bu defa yazdığına göre, moskovlu'nun tiflis'e geleceklerini irakli han dahi mukırr olup lakin kaffei rusya askerinin memaliki şahane'ye zararları muhtemel olmayup, iran ve dağistan ahalileriyle görülecek maddeleri olduğunu müşarünileyhe tiflis hanı ifade etmiş olduğunu beyandır. özetvetranskripsiyon moskovlu'nun fi'lhakika tiflis tarafına azimetinden garazı iran ve dağistan taraflarına tecavüz fikri olsa tiflis semt olmayup gilan ve mazenderan sevahili bahri hazer'de vakı ve bahri hazer'de rusyalu'nun donanması olduğu mukaddem şayi olmak hasebiyle ol taraflardan iran üzerine sevki asker daiyesinde olması iktiza eder idi. ancak ol semte gitmeyüp tiflis tarafına gelecekleri havadisi beherhal makasıdı zamirlerini işar etmekle çıldır valisi müşarünileyh tiflis hanının bu makule hileamiz ahvaline dilfirib olmayup her halde mütekayyız u mutabassır bulunması lazimeden olmağla bu husus dahi tarafı çakeranemden tenbih ü tavsiye olunacağı. lakin, ta'ifei rusyanın beşer onar ademleri peyderpey tiflis'e amedşüd etmekden münkatı olmayup külliyetlü askerleri henüz cebeli ananur'dan tiflis hududuna tecavüz ve tahatti etmediklerin. moskovlu'nun beşer onar tiflis'e ademleri amedşüd etmesi, asakiri menhusesinin dahi tevarüdüne mukaddime kabilinden olmağla her bar istıtlaı ahvallerinden hali olmayup muktezayı hazm ü ihtiyata riayet eylemesi dahi çıldır valisi müşarünileyhe bu defa tahrir olunacağı. bu esnada rusya ta'ifesinin iran hanlarına birer ademleri gidüp, tarafımıza tebaıyyet edermisiz yohsa ne cevabınız var, tebaıyyet etmeyenlerinizin üzerlerine gelürüz deyü sipariş etdikleri mesmu olup, lakin hakikati tashih olunmadığından mahsus casuslar irsal olunmağla vürudlarında sıhhati üzre arz olunacağın. iran hanlarını moskovlu istıshab daiyesinde olduğunu istima ile tahkikiyçün casuslar gönderdiğini müşarünileyh işbu fıkrada beyan eder. hananı iraniyye mü'min ve muvahhid olmaları hasebiyle zümrei müşrikine mütabaat muktezayı diyanet ü hamiyyetlerine mugayir olduğu cihetden müşarünileyh dahi o makulelere tarafından nihani mektublar irsaliyle emri dinde metanet ve takviyetleri vesayasını iktizayı hale göre moskovlu'ya serrişte vermiyecek vechile işar etmesi münasib mülahaza olunduğu. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları müşarünileyh her tarafa irsali cevasis ile isticlabı havadise dikkat üzre olup arz olunduğu mertebeden ziyade ta'ifei menhusenin menviyyi mafi'zzamirlerine şimdilik kesbi ıttıla mümkün olmadığın. müşarünileyhin işbu tahriratı mukaddemki tahriratına mugayir olduğu balada mastur sürhlerden müsteban olmağla fimabad ol havalinin havadisini mutemed ve suhanşinas casus irsaliyle itimada şayan olacak vechile tashih u tahkik ve deraliyye'ye tahrir etmesi tarafı çakeriden bu defa kendüye işar olunacağı. tiflis hanı irakli han ve açıkbaş hanı sülüman ile müşarünileyh kemafi'ssabık izharı muamelei dosti ile celbi kulub ve te'liflerine ihtimam üzre olup, anların dahi ademleri ve mekatibleri münkatı olmayup, mugayiri musafat miyanede mikdarı zerre bir arıza tahallül etmeyüp tüccar ve karban reft ü amed etmekde olup tarafeynden alatarikı'lmuvazaa izharı hulus u dosti kemalinde idüğün. tiflis ve açıkbaş hanlarıyla kemafi'ssabık müşarünileyh beyninde musafat derkar olup miyanelerinde mikdarı zerre nakisa tahallül etmediği bundan akdem varid olan tahriratı mezkuresinde beyan olunmuş olmağla, bu defa dahi müşarünileyh tahriratı sabıkasını te'yid eder. ancak mesfurlar her ne kadar sureti musafat ibraz ederler ise dahi mevaddı sabıkada mastur olan ahvale göre kendülerden emniyet caiz olmadığı, müşarünileyhe tarafı çakeriden tahrir olunacağı. bundan akdem tebriz ve hoy hanlarına müşarünileyh tahrirat ile mutemed ademini sırren irsal ve rusyalu'nun keyfiyyetini istişare ve istimzac etmekle bu esnada ademi tevarüd edüp hamil olduğu iki kıta farisi mektubları takdim olunduğun. rusyalu'nun iran ahalisi üzerlerine avazei hareket ü azimetlerini ve tiflis hanının dahi moskovlu'ya sureti temayülünü iran hanlarına nihanice ifade ile bu keyfiyetden haberdarmıdırlar ve böyle bir halet vukuunda ne vechile hareket ederler istilam ü istifsar eylemeleri bundan akdem çıldır ve bağdad valilerine tarafı çakeriden tahrir olunmuş olduğuna bina'en bağdad valisi tarafından keyfiyyatı merkume farisi lisana tercüme olunup ol vechile ali murad han tarafına mahsus özetvetranskripsiyon tahriratıyla gönderildiğini bağdad valisi mukaddemce deraliyye'ye tahrir etmiş olup çıldır valisi müşarünileyh dahi tebriz ve hoy hanlarına bu zeminde tahrirat ile mutemed ademini irsal edüp bu defa avdet etmekle hananı mumaileyhimanın kendüye gelen mektublarını deraliyye'ye irsal etmiş olduğunu beyandır. müşarünileyhin ademi merkum, takririnde tebriz ve hoy hanlarıyla rumiye hanı beynlerinde vuku bulan marekeden ve rumiye hanının helakinden sonra ol havaliler asudehal olup murisi hadşei derun şimdilik bir halet olmadığın ve rusyalu hususunda anlar dahi sayei devleti aliyye'ye ilticadan ve inayeti aliyyeye ümidvar olmadan gayri tedbirleri olmadığın ifade ve beyan eylediğin. tebriz ve hoy hanlarıyla rumiye hanı beynlerinde derkar olan muadat ü muhasamaya bina'en bundan akdem tarafeyn muharebe edüp esnayı mukatelede rumiye hanı imam kulu han telef olup, elhaletü hazihi asudehal olduklarını ve rusyalu maddesinde hananı mumaileyhimanın dahi devleti aliyye'ye ilticadan gayri tedbirleri olmadığını müşarünileyhin tebriz ve hoy hanlarına gönderüp avdet eden ademisi takrir eylediğini beyandır. bundan akdem, tiflis eyaletinde vakı bozcalu sancağının hanı olan musa han nam kimesneyi tiflis hanı irakli han mu'ahaze ve ıyaliyle habs ü giriftar etmekle, merkum musa han'ın bir oğlu firar ve nezdi müşarünileyhe dahil düşüp istişfa eyledikde müşarünileyh dahi tiflis hanından rica edüp merkum musa han'ı ehl ü ıyaliyle tahlis etmekle bir iki seneden berü ol tarafda meks ü ikamet edüp merkumun derbend ve kuba hanı feth ali han ile muarefei sabıkası olmak hasebiyle bu esnada rusyalu'nun ve iraniyanın ahvalini tecessüs zımnında merkum musa han, hanı mumaileyh tarafına irsal olunmak murad olundukda tiflis hanına şübhe iras etmemek içün merkum musa han mağdur olmakdan naşi bazı celbi menfaat içün iran hanlarına gitmek üzre tiflis hanından izin alınup ibas olunmuş idüğün. merkum musa han müşarünileyhin destgirii ianet ü himmetiyle tiflis hanının kaydı giriftinden halas olup, elhaletü hazihi derbend ve kuba hanı feth ali han'ın yanında olmak hasebiyle hanı merkum vesatatıyla ol taraflardan celbi havadisi sahiha mümkün olacağına bina'en müşarünileyh merkum musa han'a ve osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları maiyyetinde olduğu feth ali han'a tarafından nihani kağıdlar tahririyle ol havalinin havadisi sahihası celbine ihtimam eylemesi tarafı çakeriden müşarünileyhe tahrir olunacağı. bu eyyamda mumaileyh feth ali han'ın mahsus ademisiyle müşarünileyhe mektubu varid olup mefhumunda merkum musa han'ın tiflis hanından tahlisı teşekkürünü ve ehl ü ıyalinin tavsiyesini tastirden sonra hıttai horasan'da sülalei tahmasb şahı safeviyye'den abbas mirza namında bir şehzade zuhur ve ol havaliler kendüye mütabaat edüp, hengamı harifde savbı azerbaycan'a alemefrazı azimet olacağın tahrir etmekle hanı mumaileyhin ve merkum musa han'ın iki kıta farisi mektubları dahi manzurı ali olmak içün arz u takdim olunduğun. merkum musa han ile kuba hanı feth ali han taraflarından müşarünileyhe izharı teşekkür ü memnuniyyeti havi varid olan mektubları dersaadet'e irsal etmiş olup, ancak tahmasb şah neslinden bu esnada hıttai horasan'da zuhur eden mirzayı mumaileyhin hakikati keyfiyyeti ne vechiledir müşarünileyhin işbu tahriratında mastur olmadığından başka şimdiye dek bağdad valisi tarafından dahi buna dair kata havadis tahrir olunmayup mirzayı mumaileyhin finefsi'lemr bu vechile zuhuru vakı ise elyevm sahibi ihtiyarı iran ünvanıyla şiraz'da davayı teferrüd eden ali murad han dahi mirzayı mumaileyhe mütabaat veyahud muhalefet suretlerini izhar etmek iktiza etmekle bu hususu dahi hakikati vechile tashiha mübaderet eylemesi çıldır valisi müşarünileyhe ve bağdad valisine tarafı çakeriden tahrir olunacağı. tiflis hanı irakli han'ın moskovlu'ya mütabaatı ve gelecek tarikı tathirinde anlara olan mümaşat ü muaveneti lezgi ta'ifesinin mesmuları ve gelecekleri dahi meczumları olup kurb ü civariyyet ve islam gayreti ve mukaddema ol caniblere tasallutı ada vukuunda kendülere hazine irsaliyle külliyetlü ihsan olunmuş olduğundan çaşnii inayet ü ihsan dimağı hallerinde caygir olmak hasebiyle niyyeti ianet ile birbirlerine haber vererek müşarünileyh tarafına tevarüde başladıklarından kimine birer mikdar akçe ve kimine meta verilerek ircaları kaydına düşülüp ancak müfid olmayup cevabı barid ile müdafaa olunsalar şayed anlar da rugerdan olup vilayete bir hasarat irsal ederler mülahazasıyla yevmenfeyevmen gelenler nezdi özetvetranskripsiyon müşarünileyhde tevkif olunarak ve baliğanmabelağ tayinat ve kisvebaha ve harçlıkları verilerek elhaletü hazihi nezdi müşarünileyhde külliyetlü lezgi ta'ifesi ikamet üzre olmağla ne vechile emr ü ferman buyurulur ise müşarünileyhe tahrir ve işaret buyurulmasın. tiflis hanının ve rusyalu'nun keyfiyetlerini lezgi ta'ifesi tahkik ile bunlar ehli islamdan olup öteden berü devleti aliyye'nin hidmetinde bulunmaları hasebiyle kendüleri mazharı inayet olageldiklerine bina'en bu defa dahi lede'liktiza ianet daiyesiyle çıldır valisi tarafına peyderpey gelmekde olmalarıyla müşarünileyh dahi iktizasına göre tayinat vesair inamat ile taltif ederek külliyetlü lezgi ta'ifesi maiyyetinde müctemi olduğunu beyandır. ta'ifei mezkurenin lede'liktiza hidematda bulunmaları melhuz olmağla tevarüd edenleri redd etmeyüp alakadri'limkan tatyib ü taltiflerine ve ezdil ü can hidematı devleti aliyye'de sebat ü karar ile kıyam eylemeleri esbabını tanzim ve istihsale ihtimam eylemesi müşarünileyhe tavsiye olunacağı. mirho sancağı beyi mustafa bey'in sancağı fukarasına vakı olan zulm ü taaddisinden fukaranın teşekkisine bina'en müşarünileyh tarafından vakı olan nush u pend ve tenbihe infial birle seri eşkıya deli yusuf'u tahrik edüp bundan akdem vuku bulan ihtilal ve fesada illeti müstakille olup kürdistan tarafına firar ve timur paşa hazretlerine intisab edüp erzurum'da ikamet edüp zirde beyan olunduğu vechile harekete ibtidar eylediğin. merkum mustafa bey bundan akdem ahısha'da ikaı ihtilale sebep olmağla bu makule ihtilal ve mefsedet vukuuna sebep olup firar edenleri kabul ile beyne'lvüzera nefsaniyyet ve bürudet hudusünü mucib olur esbab ü halatın def u refine ihtimam olunmak ehemmi umurı mülkiyyeden olmağla bu husus erzurum valisine tahrir olunacağı. ifadei haldir. miri merkum etbaı mahsusasından surkaze ismail nam şakiyi sancağı mezbura seri eşkıya nasb ve hevasına tabi eşhas cemiyetiyle gasbı emvali fukara osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ve katli nüfus misillü envaı şekavete tasaddi ve iki defa buyuruldu ve ulema efendiler irsal ve nush u pend olundukda kata mütenebbih olmayup, akıbet satlel sancağı beyi mehmed salih bey'in leylen hanesini basup emval üeşyasını garet etmekle müşarünileyh kapu halkından bir mikdar süvari tayin eyledikde mezbur ismail firar ve iki üç nefer aveneleri ahz ve cezaları tertib ve birkaç hevadarlarının haneleri ihrak olunup sair ahalinin habbei vahidelerine vazı yed olunmadığın. bu dahi. maddei mezkure vechi muharrer üzre olmakla merkum mustafa bey, tarafından ahar vechile tahrir olunur ise itibar buyurulmamasın himayeti fukara hususu müşarünileyhin eslafından ziyade mültezem ü mutenası idüğin ve miri merkum müşarünileyh ile timur paşa beynine ilkayı bürudet ve nifakdan hali olmadığın. bundan akdem müşarünileyh tarafından tahrir ve iltimas olunduğu üzre ahısha ve azgor ve hartos ve ahilkelek kalalarının tamirlerine dair ve malumü'lmikdar barut ve kurşun ve ecnası mühimmatı sa'ire deraliyye'den sefineye vaz u tesbil ve marangoz ve makaracı ve dökmeci ameleleri tesyir olunduğuna müteda'ir ve bu hususlarda iktiza eden tenbihatı mutazammın çend kıta evamiri aliyye ve tahriratı samiye vasıl olmağla muktezaları üzre harekete bezli makderet edeceğin çıldır valisi müşarünileyh beş kıta ka'imesinde tahrir eder. bundan akdem ahısha ve azgor ve hartos ve ahilkelek kalalarına deraliyye'den gönderilen mühimmata dair ve kılaı merkumenin tamiratı müşarünileyhe havale olunmuş olmağla tamirat hususuna müteda'ir sadır olan evamiri aliyyenin vusulünü beyandır. hoy hanı ahmed han'dan çıldır valisi müşarünileyhe gelen farisiyyü'libare mektubun hulasasıdır. hoy hanından müşarünileyhe gelen farisi mektubun tercümesidir. özetvetranskripsiyon hanı mumaileyhin istifsarı hatırını ve istilamı halatı hayriyyetalamatı mutazammın müşarünileyhin gönderdiği mektubu vasıl ve ahbarı sıhhat u afiyeti zuhurundan süruri gayri mahsur hasıl olup rusyalu' nun levazımat ve mühimmat ile derunı çerkes'de cemıyyet ve hareketi ve ananur tarikından tiflis'e zuhur niyetinde olduklarını müşarünileyh işar etmiş olmağla bu keyfiyyet baisi taharrüki ırkı gayret ü hamiyyet olduğu beyanıyla defi eadii dini mübin zimmeti umumı müslimine vacib olup, rum ve iran'a ihtisası olmadığı zahir olmağla bu babda bezli mechud olunup hakkı mücahede ve ictihad icra oluna. elbette ol tarafdan dahi mesaii cemile cilvegeri manassai zuhur olacağı ve bu babda ne gune fikri savab ve re'yi rezin runüma olur ise hanı mumaileyh tarafından kata tahallüf olunmayup hanı mumaileyhin kuvvet ve vüsunda olan masruf idüğün ve hamili tahrirat hanzadenin kuzei hafızasına ilka olunan siparişat malum oldukda re'yi savabnümayı sami her ne vechile karar bulur ise ittihadı mezheb ve tevafukı meslek hasebiyle hanı mumaileyh dahi ol vechile hareket edeceğin ve hanı mumaileyh bir mutemedini gönderüp müşarünileyh dahi tarafından bir mutemedini terfik ile deri devletkarara irsal olunmak hususunu müşarünileyh tahrir etmiş olmağla hanı mumaileyhin cevabı şifahen sipariş olunmuş olduğun hanı mumaileyh zikr olunan mektubunda tahrir eder. tebriz hanı necef kulu han'dan müşarünileyhe gelen farisi mektubun tercümesi hulasasıdır. tebriz hanından müşarünileyhe gelen farisi mektubun tercümesidir. rusyalu'nun hareketi mezkuresi beyanıyla defi fesadları kaffei ehli islama vacib olduğunu müşir müşarünileyhin mehmed bey vesatatıyla gönderdiği rakimesinin vusulünden bahisle sıyaneti emri dinde hanı mumaileyh dahi mücidd ü sai olup zümrei müsliminden haric hareket etmeyeceğin ve müşarünileyh canibinden bermuktezayı re'yi rezin ne vechile salah u maslahat görülür ise hanı mumaileyh dahi öylece maslahat göreceğin zikr olunan mektubunda tahrir eder. kuba hanı feth ali han'dan çıldır valisi müşarünileyhe gelen farisiyyü'llehçe mektubun hulasasıdır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları kuba hanından müşarünileyhe gelen farisi mektubun tercümesidir. salifü'zzikr musa han hanı mumaileyhe varid ve merkum musa han ile tiflis hanı beyninde vakı olan halat ve musa han'ın tahlisı emrinde müşarünileyhin zahir olan ianeti hanı merkumun tezkarıyla yegan yegan mumaileyh feth ali han'ın malumu olmağla müşarünileyhin merkum musa han'ın ve evlad u ıyalinin himayet ü sıyanetlerinde sanih olan ianet ü himmeti baisi meserret ü hoşhali olmağla hanı merkumun evlad ü ıyali haklarında kemakan esnafı riayet ü ianetin icrası mütevakkı idüğin ve bu eyyamda şah tahmasbı safevi evladından intizamı umurı iran ve tamiri ahvali sitemdideganı cihan içün mahfuzı ilahi olan abbas mirza, horasan'dan zuhur ve serhaddatı, taliai kudumüyle pürnur edüp ibtidayı mevsimde te'yidi sübhani ile rayatı nusretayatı savbı azerbaycan'a atf edeceğin hanı mumaileyh zikr olunan kağıdında tahrir eder. salifü'zzikr musa han'dan çıldır valisi müşarünileyhe varid olan farisi kağıdın hulasasıdır. tiflis hanı'nın desti giriftinden tahlis eylediği musa han'dan müşarünileyhe gelen farisi mektubun tercümesi olduğu manzurı alileri buyuruldukda emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. hanı merkumun müşarünileyh tarafından hareketinden sonra tebriz'e vusulünde mesmuu olmuş ki, şah tahmasb evladından bir şehzade horasan'da zuhur ve hakikati hal şahzadeye ol diyarın ulema ve fuzalasının ilmi katilerine bina'en tasdik ve mahzarları ve mededkarii sübhani ile memaliki azerbaycan ve şirvan'a varid olacağı ve feth ali han validesi canibinden şahzadei müşarünileyhe karabeti olduğundan koşun ve sipah tedarikiyle şahzadei müşarünileyhin rikabına hazırlandığın ve ramazanı şerifin eva'il ve evasıtında asakiri kesire ile şirvan'dan hareket ve darü'ssaltanai tebriz'e teveccüh edeceğin ve devleteyni aliyyeteyni osmaniyye ve iraniyye beyninde alemi dostide hanı merkum sayi cemil ibraz edeceğin ve elyevm feth ali han'ın yanında olduğu ve her mevadda şahzadei müşarünileyhin hanı merkuma nazarı muhabbeti oldukca, istihkamı dostiye sai olacağın ve darü'ssaltanai tebriz'e vüruddan sonra şahzadei müşarünileyh canibinden bir muteberi çıldır tarafına revane olacağın ve hanı merkum ve evlad ü ıyali haklarında müşarünileyhin zuhur eden riayet ü ianetini mecalis ü mehafilde özetvetranskripsiyon yad ü tezkar ederek veziri müşarünileyhin çerağı olduğunu ilan edüp bundan böyle dahi evlad ü ıyali haklarında ianet olunmasın hanı merkum zikr olunan kağıdında tahrir eder. boa. hattı hümayun, nr. h iran, azerbaycan, gürcistan ve dağistan'ın durumuna dair malumat s. hala çıldır valisi veziri mükerrem izzetlü süleyman paşa hazretleri tarafından varid olan tahriratın hulasasıdır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları fisene bu esnada rusya ta'ifesine mütabaat eden tiflis hanı irakli han ile sülüman'ın ve rusyalu'nun iştibah kalmayacak vechile etvar u harekatları tashih u tahkik ve tahrir olunmasını ve müşarünileyhin mukaddem varid olan tahriratında moskovlu'dan tiflis havalisine gelmiş olmayup ve irakli han moskovlu'ya temayülden nadim olup ol havalide bir ga'ile olmadığı mastur iken iş bu tahriratıyla badehu bunun hilafı tarafından varid olan havadis beynini tevfik mümkün olmadığını natık ve mevaddı atiyetü'lbeyanı müştemil ibas buyurulan ka'imei samiyenin vusulünden bahisle keyfiyyeti hal zirde beyan olunduğun. mukaddema tarafı müşarünileyhden varid olan tahriratda çerkes ve mezdek derunlarında olan rusyalu'nun ananur tarikıyla tiflis tarafına vürud edecekleri ve tiflis hanı irakli han ve açıkbaş hanı sülüman han'ın moskovlu'ya tabi oldukları ve badehu eva'ili şevvali şerifde yine tarafı müşarünileyhden gelen tahriratda moskovlu'dan tiflis havalisine gelmiş olmayup ve irakli han dahi moskovlu'ya temayülden nadim olup müdafaa kaydında olduğu münderic ü mastur olup ancak mukaddem ve muahhar tarafı müşarünileyhden varid olan tahrirat mezamini birbirine münafi olmak hasebiyle fimabad tahkik u tashihi ahval ü asara ihtimam eylemesi içün tarafı çakeriden gönderilen tahriratın vusulünü beyandır. açıkbaş hanı sülüman han fi'lasl rusyalu'ya tabi olmak hasebiyle tiflis hanı irakli han'ın rusyalu'ya meyl ü mütabaat eylemesi hususunda ihtimam ve bazı mevaidi adide ile mütabaat eylemek halatını rusyalu'ya tergib eylediğine bina'en rusyalu dahi envaı mevaidi kazibe ile kendüsünü iğfal edüp meyl ü mütabaat ve tiflis'e gelecek tariklarının tamir ü tevsiine teşmiri bazuyı miknet birle yolların tamir ü tekmiliyle rusyalu peyderpey tiflis'e amedşüd üzre olduklarını müşahede ile rusyalu'nun hareketlerinden ahalii tiflis mütelevvin olduklarında zahiren hanı mersuma nedamet geldiği ve tiflis ahalisini sureta te'lif zımnında rusyalu'yu müdafaa kaydında olduğu vürud eden casusların takrirlerinden müşarünileyhin malumu olmakdan naşi keyfiyyeti bundan akdem arz u takdim etmekle mukaddem ve mu'ahhar irsal eylediği tahriratın tevfikı mümkün olmadığı bu cihetden idüğin. özetvetranskripsiyon balada sürh ile işaret olunduğu üzre müşarünileyhin mukaddem ve mu'ahhar gönderdiği tahrirat beyninde derkar olan münafat ne hikmete mebni idüğini beyandan ibaretdir. kaldı ki hanı mersumun fi'lasl rusyalu'ya meyl ü mütabaatı yok idiyse de tabi olup rabtı derun etdikden sonra cümleden ziyade izharı sadakat ve hidmetlerine sarfı makderet üzre olduğu ve açıkbaş hanı sülüman anasl ha'ini din ü devlet ve ne vechile hilekar idüği malum olmağla hananı mersumanın birbirleriyle ittifak u ittihadları bir rütbede imiş ki birbirlerinden müfarekat ve mugayeretleri haddi imkanda olmamağla fimabad dekk ü desiselerinden bir vechile emniyyet caiz olmadığı muhatı ilmi ali idüğin. hananı mersumanın ittifak u ittihadları derkar ve moskovlu'ya mütabaatları aşikar olmağla birbirlerinden müfarekatları gayri mümkin olduğunu beyan ile fimabad dekk ü desiselerinden emniyyet caiz olmadığını işar eder. cemi zamanda muhalifini din olanlardan emniyyet caiz olmayup ancak tiflis hanı ile sülüman'ın beynlerinde münaferet olduğunu mukaddema müşarünileyh bi'ddefeat tahrir etmiş olduğundan başka bu esnada tiflis hanı moskovlu ile ittifak eylediğinde, sülüman moskovlu'ya mütabaat etmediği isticlab olunan havadis kağıdlarında sarahaten işar olunmakdan naşi, mersum sülüman'ın te'lif ü istimalesine dikkat birle devleti aliyye'ye temayül ve moskovlu'dan tenafürünü mucib olacak mukaddemat temhidine ihtimam eylemeleri mukaddemce çıldır valisine ve faş muhafızına ve erzurum valisine vesair civarda olanlara tarafı çakeriden ka'imeler ile tenbih olunmuş olmağla henüz zikr olunan ka'imelerimizin cevabı varid olmadığı. ümerai çerakiseden ananur'a iki konak karib cim nam mahalde sakin ahmed bey nam kimesne ile müşarünileyhin muarefei sabıkası olmak hasebiyle müşarünileyhe varid olan ademisi musa yüzbaşı'nın takriri ve miri mumaileyhin şifahen sipariş eylediği havadisi sahiha ve rusyalu'nun keyfiyyeti ahbarı bundan akdem derc ü tastir olunmuş olup bu esnada mahalli mezbura ibas olunan müşarünileyhin mutemed casusu vürud edüp rusyalu'nun irakli han'ın maiyyetine şimdilik me'mur etdikleri asakiri menhuselerinin mukaddimesi üç bin nefer rusya askeri edevatı ceng ü peykar ile tevsi u tathir eyledikleri cebeli ananur'dan güzar ve işbu mahı osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları teşrini saninin üçüncü günü irakli han'ın iki nefer oğulları ve muteber tevadları istikbal ve beldei tiflis'e idhal eylediklerin casusı mezkur sahihan haber verdiğin. rusyalu'nun irakli han maiyyetine şimdilik üç bin nefer asker gönderdiğini beyandır. bu havadis sair mahalden dahi işidilmiş olup ancak tiflis hanı kemali hilesinden naşi ahalii tiflis'den bir mikdarını moskovlu kıyafetine idhal ile tervici mefasidi zamirine ibtidar üzre olduğunu dahi rivayet etmeleriyle sıdk u kizbe muhtemeldir. casusı mezkurun akibinde derunı tiflis'e ibas olunan diğer casus tevarüd edüp asakiri menhuse rü'esalarına müceddeden müzeyyen konaklar tertib ü tanzim ve tevkir ile nüzul etdürüp merasimi mihmannüvaziyi icraya iştigal etdikleri cezm ü teyakkun olunduğun. rusyalu'nun irakli han maiyyetine gönderdiği asakire merasimi mihmannüvazi icra olunduğunu beyandan ibaretdir. havadisi mezkure sair mahalden dahi mesmu olmuş olduğu. asakiri menhusenin bu esnada tiflis'e vürud etmekden maksudları iran ve dağistan ile görülecek mevadd ü mesalihimiz vardır dedikleri mücerred adeti habiseleri üzre hile ve huda ile ehli islamı iğfal olup eyyamı şita mürur edinceye dek ahalii iran ve hananı azerbaycan'ı te'lif ve kelimatı dilfirib ile kendülerine tebaıyyet etdirmek kaydında olmalarıyla ve evvel bahara dek cümle malzemelerin tehyi'e ve tanzim edüp, ananur tarikıyla tiflis'e beş merhale kurav nam mahalde ikamet üzre olan ceneral maiyyetinde olan otuz beş bin asker ve top ve mühimmatı cebehane ve levazımatı sa'ire ve hey'eti mecmuasıyla eyyamı baharda hareket ve bu canibe teveccüh ü azimet ve on iki bin askerleri dahi açıkbaş hanı sülüman'ın maiyyetine vürud edecekleri mevsuku'lkelim ve mutemedünaleyh casusların ihbarlarıyla zahir ü müsteban olduğun. rusyalu'nun irakli han maiyyetine gönderdiği asakirden maada evvel baharda dahi ol havaliye ananur tarikıyla otuz beş bin asker irsal ve sülüman maiyyetine dahi on iki bin asker ibas edeceğini beyandır. moskovlu'nun leyl ü nehar özetvetranskripsiyon fikri, devleti aliyye'yi her tarafdan tahdiş edecek halat ikaı olup ancak ananur tarikının henüz küşadı mümkün olmadığını dahi rivayet etmeleriyle her ne kadar sıdk u kizbe muhtemel ise dahi çıldır valisi müşarünileyh ol tarafların sıhhati ahvalini isticlab ile mugallatadan ari ve ağrazdan beri olarak her hususu devleti aliyye'ye sıhhati üzre tahrir eylemek lazimei sadakati iken bir müddetden berü varid olan tahriratı mualleletünbi'lağraz olmak haletleri münfehim ü mahsus olmağla bu madde trabzon valisi ali paşa kullarından dahi istilam olunacağı. kuba hanı feth ali han'ın mukaddema mektubuyla inha eylediği şehzade abbas mirza'nın keyfiyyeti dahi tashih olunması işar buyurulmuş olmağla mirzayı mumaileyhin hakikati halini istifsar zımnında hoy hanı ahmed han'a ve karabağ hanı ibrahim han'a irsal olunan ademler ile hananı merkumanın vürud eden birer kıta cevabnameleri arz u takdim olunup kuba hanı feth ali han'a mebus adem henüz zuhur etmemekle vürudunda hanı mumaileyhin mektubu dahi irsal ve tesyir olunacağın. bundan akdem kuba hanı feth ali han'ın tarafı müşarünileyhe varid olup müşarünileyhin dahi dersaadet'e ibas eylediği mektubunda hıttai horasan'da sülalei tahmasb şahı safeviyye'den abbas mirza namında bir şehzade zuhur eylediği mastur olup ancak mirzayı mumaileyhin hakikati keyfiyyeti ne vechiledir müşarünileyh tahriratında beyan etmediğinden başka, bağdad valisi tarafından dahi buna dair kata havadis tahrir olunmadığına bina'en mirzayı mumaileyhin finefsi'lemr bu vechile zuhuru vakı ise elyevm sahibi ihtiyarı iran ünvanıyla şiraz'da davayı istiklal eden ali murad han dahi mirzayı mumaileyhe mütabaat veyahud muhalefet suretlerini izhar eylemek iktiza etmekle, bu hususun hakikatı vechile tashih olunması bundan akdem tarafı çakeriden çıldır valisi müşarünileyhe ve bağdad valisine tahrir olunmuş idi. çıldır valisi müşarünileyh, mirzayı mumaileyhin hakikati halini istifsar zımnında hoy hanı ahmed han'a ve karabağ hanı ibrahim han'a irsal eylediği ademleriyle hananı merkuman taraflarından vürud eden mektubların deraliyye'ye takdim olunduğunu beyandan ibaret olmağla zikr olunan mektublar zirde hulasa etdirilmekden naşi, manzurı ali buyuruldukda tafsili keyfiyyet malum olacağı ve bağdad valisine yazılan ka'imei çakeranemin cevabı olarak vürud eden tahriratda dahi bağdad valisi mirzayı merkumun keyfiyyetini kuba hanı feth ali han tarafından nakl tarikıyla rivayet edüp sıhhatini iltizam osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları etmemekle zikr olunan hoy ve karabağ hanlarının mektubları me'alini mü'eyyid olduğu. rusya imparatoriçesi kate, iran'da şahlık iddiasında olan şahsın istikrarına muavenet etmekle, devleti aliyye ile rusyalu'nun seferi vukuunda iran şahının dahi hareketini mucib beynlerinde şurut tertib olunduğu ve bu şurutda gürcistan hakimleri dahil olduğu ve rusyalu, acem tarikıyla ticaret ve ittifaka dair musalaha akd etdikleri mesmu olmağla havadisi mezkurenin tashihi dahi emr ü tenbih buyurulmuş olmağla müşarünileyhin mutemed casuslar ile etraf ü eknafdan isticlabı havadis hususunda kata tekasül ve kusuru olmadığından bahisle azerbaycan havalisinden vürud eden casusların takrirleri rusyalu tarafından azerbaycan hanlarına hediye ile vürud eden elçilerin havadisini hananı merkume şiraz'da ali murad han'a tahrir ve siz vekaleti şahide canişinsiz bu hususa sizin emr ü re'yiniz ne vechile olur deyü arz u tastir etmiş oldukların, lakin rusyalu tarafından mahsus ali murad han'a elçi gitdiği ol havalide mesmu olmadığın ve azerbaycan hanlarına vürud eden elçilerin keyfiyyeti hoy hanının müşarünileyhe varid olan salifü'zzikr mektubundan dahi malumı ali olacağın. iran'da mesnedi şahide bulunan şahsa moskovlu tarafından ianet ile iran ülkesine tasallut ihtimalatı bundan akdem mesmu olduğundan keyfiyyet bağdad ve çıldır valilerine tarafı çakeriden tahrir olunmuşidi. zikr olunan ka'imemizin cevabıdır. bu maddeye dair bağdad valisinden varid olan tahriratda dahi elyevm iran'da davayı istiklal eden ali murad han'dan asarı istikamet mefkud olup, bundan akdem bu hususları işar siyakında tarafından hanı mumaileyhe mektub gönderdikde moskovlu'nun şimdiye dek iran'a tecavüzü mesmu olmamağla bundan böyle zuhur eder ise müzakere olunur deyü hanı mumaileyh tarafından cevab varid olduğunu bağdad valisi tahrir etmiş olduğun. emr ü işar buyurulduğu vechile müşarünileyh her bar azerbaycan hanlarına nihani mektublar tahrir ve gayreti diniyyeye tergib ü teşvikde olup lakin memaliki iran'da müstakıllen bir şahları olmayup birbirlerinin beynlerinde dahi ittifakları olmadıklarından daima husumet ve ihtilalden hali olmadıkları hasebiyle kendülerine zaaf tari olduğundan birbirleriyle muvafakat ve düşmanı ahara mukavemete özetvetranskripsiyon iktidarları olmamağla devleti aliyye'nin ol havalilere kuvveti kahiresini müşahede etdiklerinde muvahhidinden olduklarına bina'en hidematı aliyyeye meyl edecekleri fehm olunduğun. iran hanlarını moskovlu istıshab daiyesinde olduğunu müşarünileyh mukaddema tahrir eyledikde hananı iraniyye mü'min ve muvahhid olmaları hasebiyle zümrei müşrikine mütabaat muktezayı diyanet ü hamiyyetlerine mugayir olduğu cihetden o makulelere nihani mektublar irsaliyle emri dinde metanet ve takviyetleri vesayasını iktizayı hale göre moskovlu'ya serrişte verilmeyecek vechile işar eylemesi hususu müşarünileyhe tarafı çakeriden tenbih ü te'kid olunmuşidi. müşarünileyh dahi ol vechile hareket edüp lakin hananı azerbaycan yekdiğeri ile müttefik olmayup birbirlerine husumet ü adavetleri derkar olmakdan naşi devleti aliyye'nin ol havaliye takviyetini müşahede etdiklerinde hidematı aliyyeye kıyam göstereceklerini ifade eder. mukaddema tiflis hanı, çıldır valisi vesatatıyla devleti aliyye'ye izharı rıkkıyyeti suriyye eyledikde hananı azerbaycan'ın ekserisine devleti aliyye'den başka başka hedaya ile nevazişnameler tahrir ve celb ü istimalelerine sayi beliğ olunmuş iken bazısı devleti aliyye'nin hediyyesini kabul edüp ve bazısı sureti tereddüd izhar etmişler idi. ol vakit hananı mumaileyhimin bu vechile istimaleleri mümkün olamamış iken elhaletü hazihi bu daiyelerde olmak bir nesneyi müfid olmayup mücerred müşarünileyh bundan akdem iltimas eylediği seraskerlik ünvanını ihraz etmek garazına mebni tertib olunmuş mukaddemat kabilindendir. lezgi ta'ifesinden müşarünileyhe varid olanlar red olunmayup hidematı aliyyede sebat ve kıyam eylemeleri esbabını istihsal müşarünileyhe işaret buyurulmuş olup şimdilik ta'ifei merkumeden bölük bölük nezdi müşarünileyhe vürud edenlere atıyye ve tayinat itasında kusur olunmayup celb olundukları halde me'luf oldukları bahşiş ve tayinat verilmediği suretde zabtları kabil olmayup tiflis ve açıkbaş taraflarına tasallut edecekleri emri zahir olmağla ta'ifei merkumenin ol tarafda kesret ile tevkifleri inayeti aliyyeye muhtac idüğin. tiflis hanının ve rusyalu'nun keyfiyyetlerini lezgi ta'ifesi tahkik ile bunlar ehli islamdan olup öteden berü devleti aliyye'nin hidmetinde bulunmaları hasebiyle kendüleri mazharı inayet olageldiklerine bina'en bu defa dahi lede'liktiza ianet daiyesiyle çıldır valisi tarafına peyderpey gelmekde olmalarıyla müşarünileyh dahi iktizasına göre tayinat vesair inamat ile taltif ederek külliyetlü lezgi ta'ifesi osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları maiyyetinde müctemi olduğunu müşarünileyh bundan akdem tahrir eyledikde ta'ifei mezkurenin lede'liktiza hidematında bulunmaları melhuz olmağla tevarüd edenleri red etmeyüp alakadri'limkan tatyib ü taltiflerine ve ezdil ü can hidematı devleti aliyye'de sebat ü karar ile kıyam eylemeleri esbabını tanzim ve istihsal eylemesi hususunu mübeyyin bundan akdem tarafı çakeriden gönderilen tahrirat muktezası üzre hareketde kusur etmediğini beyandır. ta'ifei merkume asakiri sa'ireye nisbet ile kalilü'lme'une olduklarından başka cümleden ziyade muharebei adada salabet ü metanetleri mücerreb ve müşarünileyhe münasebeti sabıkaları olduğundan günbegün gelmek üzre olup ancak tayinat ve bahşişleri hususunda müşarünileyh mütehayyir ve muztarr olup bir kaç bin guruş erzurum gümrüğü emini tarafından istidane ile defi muzayaka edüp ademi vüsatinden naşi kesret ile celblerine cesaret edemediğin. çıldır eyaleti kesirü'nnema bir mansıb olup müddeti vafireden berü müşarünileyh mansıbı mezkuru tasarruf ile sayei devleti aliyye'de iktisabı servet etmekden naşi böyle vakitde izharı acz etmek mugayiri sadakat olmağla, ta'ifei merkumenin fimabad dahi te'lifi kulublarıyla emri taltiflerine itina eylemesi hususu tarafı çakeriden tenbih ü te'kid olunacağı. bermuktezayı vakt ü hal ol havalinin cümle umuru uhdei müşarünileyhe ihale buyurulması hususu bundan akdem alatarikı'lmüşavere kapu kethudasına tahrir olunmuş olmağla mes'uli mezkura müsaade buyurulduğu suretde havanini azerbaycan ile miyanesinde olan mualefeti sabıkası muktezasınca te'yidi mebanii hulus ile hidemati aliyyeye deruni temayül edeceklerinden maada lezgi ta'ifesinin kesret üzre celb ve istihdamına badi olacağı melhuz idüğin müşarünileyhin meramı te'diyei hidematı aliyye olup mugallatai beyhude ile tahsili nam ve celbi menfaat olmadığı malumı huda idüğin. işbu madde seraskerlik istidasından ibaret olmağla bu hususu bundan akdemce dahi müşarünileyh tahrir eyledikde ol havalinin kaffei umuru muhavveli uhdei ihtimamı olmakdan naşi eyaleti çıldır'da vakı elviye mutasarrıflarını özetvetranskripsiyon iktizasına göre istihdam ederek ol havalinin muhafazasına dikkat eylemesi babında müşarünileyhe ve elviye mutasarrıflarına hitaben bir kıta emri celilü'şşan ısdar ve irsal olunmuş olduğu. emr ü işar buyurulduğu üzre ahısha ve azgor ve hartos ve ahilkelek kalalarının tamiratına me'mur bina emini vürud edüp kılaı mezkurenin tamiratına iktiza eden levazımın tehyi'e ve tedarikine ihtimam ü dikkat olunmakda idüğin. ifadei hal olup ancak kılaı merkumenin bermuktezayı vakt ü hal takviye ve istihkamı lazimeden olmağla emri tamirlerine dikkat ve nezaret eylemesi hususu etrafıyla müşarünileyhe tenbih ü te'kid olunacağı. kezalik tahrir ü tenbih buyurulduğu üzre faş muhafızı hazretleriyle daima muhabere ve mükatebe birle iktiza eden umur ve hususuna muavenetde kusur olunmadığından başka muhafızı müşarünileyh dahi muhafazai serhadde ihtimam üzre olmağla ol havalinin keyfiyyatı muhafızı müşarünileyhin tahriratında malumı ali olacağın. bu dahi ifadei hal olup fimabad dahi faş muhafızı vesair iktiza edenler ile muhabereden hali olmayarak ifayı rüsumı mükatebe ve muhabereye ve icrayı şurutı teyakkuz ü tabassura riayet eylemesi hususu işar olunacağı. tiflis hanı irakli han ve açıkbaş hanı sülüman ile kemafi'ssabık eğerçi rüsumı musalaha vü müsalemeye riayet olunmada olup lakin hananı mersumanın derunlarında kemali hıyanet ü melanet muzmer olduğunda kata iştibah kalmadığından başka kuvveti rusya ile ol serhadleri istila ve sahili bahri siyah'a sui kasdları ke'şşemsi fivasati'nnehar zahir ü bedidar olup ol havalide olan serhaddatı şahane vücuhla perişan ve asakir ve zehayir ve levazımatı sa'ireden hali olmağla takviyet ü istihkamı eltafı celilei evliyayı niamiye muhtac ve şayan olduğun. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları kaffei serhaddati şahanenin istihsali esbabı takviyesine hasbe'limkan bezli makdur ve sayi mevfur olunmağla bimennihi teala bundan böyle dahi avn ü inayeti cenabı bari ve yümni himmeti şehriyari ile kaffei umurı takviyei serhaddatın istikmalinde kusur olunmayacağı. revan hanı hüseyin ali han'ın vefatı haberi kars tarafından müşarünileyhe tahrir olunup müteveffayı mumaileyhin onbeş yaşında gulam ali namında eğerçi bir oğlu olup lakin babasının cenazesiyle kaladan taşra çıkdıkda revan ahalisinin ittifak u ittihadlarıyla içlerinde cümleden sahibi servet ismi han demekle maruf kimesneyi han nasb ve kalayı zabt etdirdiklerini dahi tastir etmeleriyle kalai mezbure irakli han'ın matmahı nazarı olup senei maziyede kalai mezbureyi teshir u zabt etmek daiyesiyle asakiri vafire ve top ile üzerine varup muhasara etmiş iken müteveffa hüseyin ali han müşarünileyhe iltica eylediğine bina'en müşarünileyhin hanı mersuma tahrir eylediği nush u pendi te'sir edüp tiflis'e avdet etmiş olup ancak bu hılalde hanı mersum moskovlu'ya tebaıyyet edüp balada tahrir olunduğu üzre şimdilik üç bin rusya askerini edevatı ceng ü peykar ile tiflis'e duhul etdirmekle hanı mersum bu hengamda maiyyetinde olan asakiri menhuse ile kalai mezburu cebren veyahud ahar bir hile ve huda ile zabt u teshir etmek ihtimali olur ise rusya kuvvetiyle maazallahi teala azerbaycan'ı külliyyen teshir edeceği melhuz olduğun. revan hanı hüseyin ali han fevt olduğunu beyan olup, ancak hususı mezkur beherhal erzurum ve van taraflarından dahi tahrir olunmak iktiza etmekle henüz ahar tarafdan mesmu olmadığı. zikr olunan melhuzata bina'en, müşarünileyh derakab bayezid ve muş mutasarrıfları ishak paşa ve maksud paşa'ya mektublar tahrir edüp revan ve hoy taraflarına hemcivar ve muarefeleri derkar olmak hasebiyle ahalisi ve han olan kimesne güruhı muvahhidinden olmaları takribiyle kendülerine takviyet ü istihkam vermelerini ve kalai mezburenin şimdilik hıfz u hırasetine ihtimam eylemelerini paşayı mumaileyhima taraflarına tavsiye ve tastir etmekle fimabad dahi ne vechile haber istima olunur ise tafsil üzre tahrir olunacağın. özetvetranskripsiyon revan hanının vefatı takribiyle tiflis tarafından revan'ın teshiri daiyesine ibtidar olunur ise defi mülahazasına bina'en lede'liktiza revan hanlığı'na saıd olan şahsa hemcivarlık takribiyle ianet eylemelerini çıldır valisi müşarünileyh, bayezidve muş mutasarrıflarına tenbih edüp ancak bayezid ve muş mutasarrıfları devleti aliyye hademesinden olmalarıyla bu vechile iran hanlarının umurlarına müdahale etmeleri devleti aliyye ile ahalii iran beyninde derkar olan muahede ve musafata mugayir olacağına bina'en madem ki devleti aliyye hududuna hilafı ahd ü şart bir tarafdan tecavüz vuku bulmaya mumaileyhima taraflarından hududı iraniyye'ye italei akdamı tecavüz olunmamak lazimeden olmağla, bu husus iktizasına göre etraflıca te'kid olunacağı. sohum muhafızı keleş ahmed bey'in mahsus ademisiyle tahriratı zuhur edüp abaza ve çerkes ve gürcistan havalilerinde tekevvün eden havadisi ve sohum kalasının istihkamı ve abaza ta'ifesinin te'lifleri hususlarına devleti aliyye'den müsaade buyurulmasını tahrir etmekle mumaileyhin vürud eden mektubu arz u takdim olunup mektubı mezkurda isimleri mastur olan mosis bey ve mehmed bey nam çerakise beylerine müşarünileyh mahsus tahrirat ile mutemed casus irsal etmekle kariben zuhur eyledikde hamil olduğu tahrirat ve takriri arz u takdim olunacağın, müşarünileyh zilhiccenin yirmi dokuzuncu tarihiyle müverrah beş kıta ka'imesinde tahrir eder. sohum muhafızı keleş ahmed bey'in müşarünileyhe vürud edüp müşarünileyhin dahi deraliyye'ye gönderdiği mektubu zirde hulasa etdirilmekle manzur ü malumı ali buyurulacağı. karabağ hanı ibrahim halil han'dan müşarünileyhe varid olan mektubun hulasasıdır. müşarünileyhin hanı mumaileyhe irsal eylediği mektubunun vusulünden bahisle senei sabıkda bir şahsı şastsale seyahat sebebiyle iddiayı intisabı nesebi safeviyye kılup, urumiye'de zahir olmuş olup ancak silsileşinasanı dirine tefahhuslarıyla sübutı neseb vakı olmadığından akvali efsaneye ve kendüsü divaneye mahsub olup urumiye'den firar ve erdebil'e azimet ihtiyar edüp envaı belaya osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları mübtela ve mefkudü'lhaber iken hala kavli zaif ile kuba semtine güzar edüp ahalii iran'dan yanında kimesne olmayup mücerred kendü haliyle mukayyed dolandığı mesmu olunmakda idüğin vesair ahval kasıdların takririne havale olunmağla mugayereti manzur tutulmayup daima hidemat ve mühimmat izhar buyurulmasın hanı mumaileyh zikr olunan mektubunda tahrir eder. sülalei tahmasb şahı safeviyye'ye intisab daiyesinde olan mirza abbas'ın davayı mezkuresi hılyei sıhhatden atıl olduğunu mübeyyin karabağ hanı ibrahim han'dan müşarünileyhe gelen mektubun hulasasıdır. hoy hanı ahmed han tarafından müşarünileyhe varid olan farisiyyü'libare mektubun hulasasıdır. moskovlu'nun ahvalini mübeyyin hoy hanı ahmed han'dan müşarünileyhe tevarüd eden mektubun hulasasıdır. müşarünileyhin çukadarı vesatatıyla hanı mumaileyhe irsal eylediği mektubunun vusulünden ve hasıl olan hubur ü behcetden bahs ü beyan ile rusya yaranali tarafından tayin olunan iki nefer elçinin birisi tebriz ve şirvan taraflarına me'mur olmağla vürud edüp savbı maksuda revane olduğun ve diğer bir neferi evvela karabağ'a varid olup resmi sefareti edadan sonra hanı mumaileyhe vürud ve hediye ve namesin tebliğ edüp namesi rusya hattıyla merkum olduğundan ol tarafda kıra'at eder kimesne bulunmamak hasebiyle elçii mezburun tercümanı tercüme ve takrir etmekle mazmununda, biz rus kralı tarafından nizamı umurı memaliki haddi cenub ve intizamı bahri siyah ve sefayini deryayı kulzüm'e me'mur ve munsab yaranali ile serefraz olduğu beyanıyla kahıt ve kartil valisi irakli han, rusya kralına mülteci ve mütevessil olup rusya kralı dahi iltica ve tevessülünü kabul ve silki hidmetgüzaranına münselik edüp himayetini iltizam etmekle irakli han'a ibrazı dostluk eden rusyalu'ya dostluk göstermiş ve hanı mesfura husumet eden rusyalu'ya düşmanlık etmiş olduğu münderic ü mastur idüğin ve hediyesi havanini mezbureye alameratibihim semmur makulesi vesair hediye idüğin ve zikr olunan mevaddan başka diğer bir teklif izhar etmemekle kabili red ve kabul olur bir emr olmadığın ve illa bir gayri husus olsa ittihadı mezheb muktezasınca elbette müşarünileyhe izhar olunacağı bedihiyyatdan idüğin. özetvetranskripsiyon mirzayı merkumun keyfiyyetini mübeyyin hoy hanı ahmed han'ın mektubu tetimmesidir. zuhurı şehzade hususu dahi bu vechile imiş ki, bir şahs kuba'ya varid olup sülalei safeviyye'den olduğunu iddia edüp ve henüz feth ali han'ın yanında olup bir tarafa hareket ve azimet etmemekle havanini iranzeminin rağbet ü itaat veyahud ademi rağbet ü itaatleri malum olmadığın bundan sonra ne vechile hareketi vakı olur ise tahrir ü işar olunacağın ve ali murad han kemakan isfahan'da olup tahran'a azimete me'mur etdiği askeri tevkif etmiş olduğun hoy hanı mumaileyh zikr olunan mektubunda tahrir eder. sohum muhafızı keleş ahmed bey'den müşarünileyhe gelen kağıdın hulasasıdır. havadis makulesidir. sohum kalası, hududı islamiyeden dört konak içerüde olup bir tarafı bahri siyah ve cevanibi selasesi kefereden abaza ve megril ve gürcü vesair harbi millet ile muhat ve keferei mezbure moskovlu ile müttefik ve daima adem gelüp gitmek ve haberleşmekden hali olmadıklarından gayri gürcistan melikleri dahi şahin giray ile haberleşüp talebleriyle bir mikdar moskov askeri tiflis canibine nüzul eylediğini kabarta çerkesi ümerasından musa vist bey, mahsus ademi ile haber verdiğinden başka nehri kuban başında olan karaçay ve nehri mezkurun sahilinde olan altıkesik abazası bey u şira içün sohum kalasına geldiklerinde kezalik moskovlu'nun tiflis'e nüzullerini haber verdiklerin. bu dahi havadisdir. diğer bir mikdar moskov askeri mahı zi'lkadenin yirminci günü nehri kuban'ın beri sahilinde olan nogay halkından nevruzoğulları'nın üzerlerine bağteten gelüp zabt ve sıbyanlarını dahi katl ve anda karar eylediklerini mumaileyh keleş ahmed bey'in sali giray sultan yanında olan ademiyle sultanı mumaileyh ihbar osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları eylediğin, moskovlu'nun nehri kuban'ın beri sahiline müruru abaza'yı zabt ve serhaddatı islamiyyeye sui kasd iradesi olup ve sohum kalası kırım ile gürcistan beyninde olmağla istihkamı lazimeden idüğin. sohum kalası serhaddatı sa'ireye kıyas olmayup ıyal ü etfal ü sıbyan kalaya sığmayup moskovlu zuhur eder ise mukavemet ve muharebeye kuvvet olmadığın. sohum kalasının tamiratı hususu elyevm derdest olmağla bimennihi teala evvel baharda tekmili kusurı tamirata iktiza eden levazımın rü'yeti defterdar efendiye havale olunacağı. bundan akdem kalyonı hümayun ile irsal olunan mühimmat ve barut ve kurşun ve yirmi dört aded top kundağı vasıl olup baki topların kundağı olmamağla bir de yandıklarından başka gönderilen mühimmatı cebehane ve tophane kalaya kafi olmadığın. kalai merkumenin istihsali esbabı istihkamı lazimeden olmağla kadri kifaye mühimmat irsali defterdar efendiye havale olunacağı. hini muzayakada medar olmak içün bundan akdem yirmi bin kil hınta ve hububatı sa'ire niyaz olunup inayet buyurulan bin kil hınta lede'lvusul emir buyurulduğu üzre ashabına tevzi olundukda bir mah kifayet etmemekle niyaz olunduğu üzre yirmi bin kil hınta inayet buyurulmasın. serhaddatı şahaneye irsal olunan zehayir vakti ihtiyac içün iddihar olunmak hasebiyle telefden vikayeti hususunun nizamına dikkat ile bir mikdar zahire tertibi defterdar efendiye havale olunacağı. özetvetranskripsiyon moskov keferesi etrafı kalada olan akvamı celb ü teshir edüp kütates kalasına olduğu misillü ehl ü ıyalimiz ile bize dahi gadr olur deyü ahalii serhadd havfe zahib ve leyl ü nehar emri muhafazada sabit olup moskov keferesi berren ve bahren sohum'un üzerine gelür deyü haber vermeleriyle ol havali keferesinin zabt u te'liflerine mukaddemce inayet buyurulur ise devleti aliyye'ye tabi olacakları me'mul ve illa moskovlu mukaddem zuhur eder ise mütabaat edecekleri biiştibah olduğun. sohum kalasının etrafında sakin akvam kimler ise te'lif ü istimalelerine dikkat olunması faş muhafızına te'kid olunacağı. kalai mezkurenin takviyet ü istihkamlarına elzem olan zahire ve asker ve mühimmatı cebehane ve tophanei sa'irenin tanzimiyle düşman zuhurundan mukaddem imdad ü inayet buyurulmasını müşarünileyh devleti aliyye'ye tahrir eylemesi cümle serhaddnişinanın niyazı idüğin mumaileyh keleş ahmed bey zikr olunan mektubunda tahrir eder. kalai merkumeye zehayir ve mühimmat irsali defterdar efendiye havale ile tanzim olunacağına bina'en kalai merkumenin muhafazası içün tahriri ferman olunan yamakanın isticali hususu dahi yeniçeri ağasına te'kid olunacağı malumı ali buyuruldukda ferman hazreti menlehü'lemrindir. boa. hattı hümayun, nr. j azerbaycan hanları ve lezgilerin osmanlı devleti tarafına çekilmesi şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyü'nnimetim efendim padişahım, erzurum valisi battal paşa kulları tarafından bu defa bir takım tahrirat varid olup derununda münderic olan mevaddın bazısı evamiri şerife ve mekatibi çakeri ile kendüye muhavvel ve su'al olan mevadda dair ve bazısı dahi kendü inha ve iltimasına müteda'ir olmağla cümlesi maddebemadde hulasa etdirilüp iktizaları sürh ile balalarına işaret ve maruzı payei seriri asmanmertebetleri kılındı. manzur u malumı hümayunları buyuruldukda emr ü ferman şevketlü, kerametlü, mehabetlü, kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım hazretlerinindir. çıldır valisi vezir süleyman paşa kullarından dahi şimdi bir takım tahrirat zuhur edüp mukaddema tiflis ülkesine külliyetlü moskov askeri ve top ve mühimmatı geldiği bu taraflarda mesmu olduğuna bina'en istilam zımnında tarafı çakeranemden gönderilen tahrirata cevab olarak şimdiye dek bir nefer moskovlu gelmediğini ve tiflis hakimi irakli han sulha talib olup re'si hududa mükaleme içün oğlunu göndermek üzre olduğu tahrir eder. tahriratı mezkure hulasa etdirilüp manzurı mülukaneleri buyurulmak içün maruzı atebei ulyaları kılınmağla emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. benim vezirim, battal paşa tarafından ve süleyman paşa tarafından bu defa varid olan tahrirat ve hulasaları malumı hümayunumdur. tiflis hanı dedikleri melain cevabına katan itibar caiz değildir. lakin zahiren musalaha söyleşmek mahzuru olmadıkda mükaleme olunsun. lezgi askeri ve azerbaycan hanlarını tarafı devleti aliyye'ye cezbü'lkulub say gerekdir. paşayı mumaileyhlerin taraflarına her maddenin iktizasınca cevabları verilmek re'yinize müfevvazdır. kenarı hulasaya verilecek cevablarınız ne ise şerh verile. özetvetranskripsiyon boa. cevdet hariciye, nr. gürcü ve rusların birlikte nahçıvan'a yaptığı saldırıların püskürtüldüğü şuşa ve gence ve karabağ hanı olan ibrahim halil han kulları tarafından mutemed ve mü'temeni mirza muhammed efendi risaletiyle işbu mahı zi'lhiccei şerifenin on üçüncü gününde canibi bendegiye vürud eden bir kıta mektublarının bade'lelkab aynı suretidir. hazreti alimü'ssırr ve'lhafiyyat'a zahir ü ruşendir ki, eğerçi nevberi fevakih didarı şeriflerinden tahazzüz ü telezzüz mukayyed ü rumerzuk olmamış ve lakin zatı baberekatı pürgüzide sıfatları midhat ve menkabet birle rehgüzarı samiadan sarayı fu'adı muhabbetbünyada dahil oldukça merdümi basıra intizarı idraki şerefvaslı rusül ü resa'illeriyle şahrahı muvalat üzre evkat ü saat geçürür iken padişahı alempenahın halledallahü mülkehu hatırı deryamukatırlarından cuybarı füyuzat cereyan edüp şamili şahsarı ümid ü reca olup fermanı vacibü'lizan matlaı madeletden ke'şşemsi'şşarık tali ve barık bulup kapucıbaşı saadetlü osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları fetanetlü mehmed salih bey sahabetiyle muhlisi biriyalarına ve havanini azerbaycan'a ve dağistan'a bu senei mübarekede nurvusuli efşan edüp mazmunı merhametmakrunu bu nev iledir ki, muhlisi biriya ve havanini azerbaycan ve dağistan bi'lkülliyye padişahı alempenahın da'irei itaatinde cagir ve memaliki rum cümlesinden mahsub ü madud ü mensub ve serhadd ü sügur paşalarıyla müttehid ü müttefik olup mabeynlerinde tarikı rusül ü resa'il kat olmayup birbirinin ahval ü akvaline muhbir ve muttali ve her gah keferei fecere ani gürciyye ve urusiyye irakli han hükmü ile huruc edüp ahalii islamdan bir semtine ve bir cihetine şerri ve zarrı erişse difaında ve cihadında birbirine muin ü müstain olmağı vacib bileler. bina'enalahaza muhlisilareybleri ve havanini azerbaycan ve dağistan atiu'llahe ve atiu'rresule ve üli'lemri minküm mucebince işbu emre muti u münkad ve saliki mesaliki gazavat tarikı difa ve'lcihad olmuşlar. elhamdülillah ve'lminne ve malumı şerifleri ola ki, irakli hanı mesfur küffarı gürciyyeden ve urusiyyeden bir cemi kesir cünudı merdud irvan semtine irsal edüp ve çün ahalii irvan küffarı gürciyye tabidir, anınl müttefik olup ve mütabaat edüp hulasatü'lkelam sekiz bin nefer gürciyyeden ve urusiyyeden ve irvandan icma edüp nahçıvan beldesi üzre huruc edüp katl ü gareti islama kasd etdikde muhlisi biriyaları difa içün koşun tayin edüp ve ceng ü cidali sab ve mukabelei şedid vakı olup ve hudavendi layezal askeri islama nusret verüp küffarın koşunı melunu mağlub ü münhezim ve hala keferenin bünyadı harab ü münhedim olmuş bu kazıyye bu senei mübarekenin eva'ili tabistanında vakı oldu ve bunun akabince ahmed ağayı kazak bin koşun gönderdim ülkeyi kazak'ı ve şemseddinlü'yü kendü mekanından kaldırup bizim indimize geldi ve inşa'allahü teala bakıyyei ahalii islam dahi diyarı gürcistan'da tevakkuf etmekleri mümkün değildir, kemisli kazak firar u firak etmeklerine ümidi sadık ve ricayı vasık var ve bu miyanelerde havanini azerbaycan ve dağistan muhlisi biriya ile müttehid ü müttefikdirler ve muhalefet eden tebriz hanı hudadad han idi anın dahi üzerine askeri muzaffer cem edüp hudadad han giriftar ü mahbus ve beldei tebriz musahhar ve müteferrikunfih oldu ve alicah reficaygah ikbal ü zaferhemrah karındaşım ammi han dahi asakiri vafire cem edüp dağistan'ın cemi serkerdeleri ile azmi cihadı fisebilillah edüp gürcistan üzerine huruc etmiş. inşa'allahü teala şehri zi'lkadenin on yedisinde gürcistan'a vasıl ve varid ve dahil olur. bu kazıyyatı marziyyatı cenabı müstetablarına iblağ içün mutemedimiz izzetlü diyanetlü alihazret mirza muhammed efendi bu mektubı uhuvvetüsluba hamil edüp, hidmeti kesirü'lbehcetleri savbına mersul etdik. ricamız budur ki, ahalii tebeai gürciyyei irvan özetvetranskripsiyon küffara tabi olmak cürmü ile vacibü'ttenbih ve'tte'dibdirler. anların hakkında ne bina müterettib etseler ki tabi ve metbu biiznillahi teala fermanı vacibü'lizana muvafık cezayı amallerin bulalar gerekdir ki, ihbar ve izhar edeler ki, muhlisilareybleri ve muhibbi biriyaları dahi o karardan amel ede. vesair ahbar ve asar ol nev iledir ki alihazret mirza muhammed efendi inde'lvürud şerh u beyan eder ve hemişe muhlisi biriyaı kendüsünden cüda eylemeyüp vakı olan halatı ve layık olan hidematı ilan ü ilam ve ihbar ü işar edeler ki, biavnillahi teala takdiminde te'hir u taksir olmaz. baki, eyyamı izzet ü saadeti devlet müstedam bad. ibrahim halil han ve hakimi şuşa ve gence ve karabağ hanı mumaileyhin mektubı mezkuru derununda memhuren melfuf olmak üzre vürud eden bir kıta şukkasının bade'lelkab aynı suretidir. şöyle zahir ü bahir ola ki, şenbih günü zi'lkade şehrinin on yedinci günü alihazret mirza muhammed efendi'yi revende kıldığımız haletde bizim mutemedlerimizden bir şahıs feth ali han yanına gitmiş idi. varid oldu şöyle takrir etdi ki, feth ali han mirza sadık adlu bir ademini tedarik ile keferei fecerei urusiyye padişahının yanına arizalar yazup iletdi ki, ben irakli han ile müttehid u müttefik olup urusiyye padişahına hadim ve tabi oldum ki madame'lhayat hidmetinde ve itaatinde canfeşan olam gerekdir ki otuz bin asker irsal etsün, ben derbend kalasını ol askere teslim edeyim, içinde müstahfız koyup şol askeri kaldırup irakli han ile iran üzerine huruc edüp musahhar kılalım, eğer iran musahhar olsa rum fethi bitarikı eshel ü eyser vücuda gelür ve dahi çok asker ammi han üzerine tayin etsün ki hurucuna anın mani olsun ve anı koymasun hareket ede. çün bu ahbarının sıhhatine ve vukuuna itminanı hatırımız olduğuyçün biz dahi cenabı müstetabınıza tahrir edüp ilam eyledik cenabınız muhtardır ve dahi demiş ki irakli han'a her nev hilat gönderse bana da öyle hilat göndersün ben şöyle bilirim ki padişahı alempenah dergahına bu ahbar arz olunsa salahdır. maadasın cenabınız yeğrek bilür. baki eyyamı izz ü saadet ve devlet müstedam bad. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hala çıldır valisi veziri ruşenzamir saadetlü süleyman paşa hazretleriyle emr ü ferman buyurulduğu vech üzre merasimi ahbar ve istihbara riayeten mukaddemce tarafı kullarından istihbar reftarıyla mahsus tatarımız kullarıyla irsal eylediğimiz hulusnamemize cevab olmak üzre tarafı kullarına irsal eylediği mektublarının hulasai mefhumudur. tiflis hanı irakli han ile karabağ hanı ibrahim han miyanelerinde husumet ve adavet derkar olduğuna mebni irakli han'ın kazak tabir olunan ülkesinin ehli islam acam reayasını sırren te'lif ve celb edüp reayayı merkume ibrahim han tarafına firar ve haneleriyle hicret etmeleriyle, hanı mersum akiblerinden oğlunu bir mikdar asker ile tayin ve giden reayanın bakıyyelerin tavik edüp, ekserisi ibrahim han tarafına vasıl olmağla dağistan hanlarından avar hakimi ammi han ibrahim han'ın dost ve akrabası olup ittifak u ittihadları olduğundan, mumaileyh ammi han ta'ifei lezgiyandan asakiri vafire cem u ihtişad ve bi'littifak tiflis hanı üzerine gelecek haberi beyne'nnas mütedavil olduğunu ve liecli'ttashih ol havaliye tayin eylediği ademleri zuhurunda sıhhatini tarafı bendegiye tahrir edeceğini ve salifü'zzikr karabağ hanı ibrahim han kendi tevabii hanlarından şahsun hanı sadık han'ı bir mikdar asker ile tebriz üzerine tayin ve zabt u teshir edüp askeri mezbur revan üzerine gelecek vahimesi revan hanı ve ahalisi piç ü tabendişede olduklarını beyan eder. badehaza çıldır valisi veziri müşarünileyh tarafından işbu mahı zi'lhiccetü'şşerifenin on birinci gününde kendü ve tatar ağası vesatatıyla canibi bendegiye vürud eden mektubları derununda mevzu bade'lelkab bir kıta memhur şukkalarının aynı suretidir. esnayı tahriri hulusnamede azerbaycan tarafından bir mutemed casusumuz zuhur edüp takriri, tiflis hanı irakli han askeriyle karabağ hanı ibrahim han üzerine varmak daiyesiyle gence hududunda ta'us nam mahalle varup darbı hıyam ikamet ve kuba ve derbend hakimi feth ali han beldei şamahı'da canişin olmak takribiyle ibrahim han üzerine bi'littifak varmak üzre beynlerinde mukaveleleri olduğuna mebni feth ali han'ı askeriyle me'mul etmekle mahalli mezkurda tevakkuf üzre olup, ibrahim han dahi feth ali han ile musafat olmağa talib ve miyanelerinde süfera amedşüd etmekde ve gence hanı cevad han dahi bir kaç bin asker ile irakli özetvetranskripsiyon han'a mukabil dört saat şemkür nam mahalde ikamet edüp, dağistan hanlarından avar hakimi ammi han asakiri vafire ile ibrahim han'ın muavenetine geleceği haberi eğerçi beyne'nnas şayi ve şöhretyab, lakin henüz caygahından hareket ve azimeti mesmu olmayup feth ali han dahi ne tarafa meyl edeceği meczum olmamağla encamı karları ne vechile neticepezir olacağı tashih ve tahkik olunmadığından keyfiyyeti mezkur deraliyye'ye arz olunmayup savbı valaşanlarına işar olundu. bundan sonra sıhhat ve hakikati mütebeyyin oldukda, haki payı hazreti evliyayı niamiye ve savbı müşirilerine arz u tahrir olunur. fi boa. hattı hümayun, nr. dağistan ve azerbaycan hanlıklarının gürcü ve ruslar ile kendi aralarındaki ilişkileri osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şuşa ve gence ve karabağ hanı ibrahim halil han'dan bu esnada mirza muhammed efendi ve ahmed ağa nam ademleri ile erzurum ve çıldır valilerine ve kars muhafızına ve bayezid mutasarrıfına tevarüd edüp müşar ü mumaileyhim taraflarından dahi dersaadet'e takdim olunan hanı mumaileyhin arizalarının ve ana dair müşar ü mumaileyhimin tahriratlarının hulasasıdır. fisene müşar ü mumaileyhim isticlabı havadis ü ahbara ve azerbaycan ve dağistan'ın tahkiki ahvallerine itina ve dikkat üzre olduklarından bahisle bu defa mumaileyh ibrahim halil han'ın varid olan arizaları manzurı ali olmak içün dersaadet'e arz u takdim olunduğun müşar ü mumaileyhim varid olan tahriratlarında tahrir ederler. şuşa ve gence ve karabağ hanı mumaileyh ibrahim halil han tarafından seraskeri müşarünileyhe varid olan tahriratın sureti hulasasıdır. kapucıbaşı mehmed salih bey sahabetiyle gerek hanı mumaileyhe ve gerek havanini azerbaycan ve dağistan'a, bu senei mübarekede gönderilen fermanı vacibü'lizanda gerek mumaileyh ve gerek havanini azerbaycan ve dağistana bi'lkülliyye padişahı alempenahın da'irei itaatinde cagir ve memaliki rum cümlesinden mahsub ü madud ü mensub ve serhadd ü sügur paşalarıyla müttehid ü müttefik olup mabeynlerinde tarikı rusül ü resa'il kat olmayup birbirinin ahval ü akvaline muhbir ve muttali ve hergah keferei fecere yani gürciyye ve rusya irakli han hükmü ile huruc edüp, ahalii islamdan bir semtine ve bir cihetine şerri ve zararı erişse difaında ve cihadında birbirine muin ü müstain olmak vacibeden idüği tasrih u beyan olunmağla bina'enalahaza gerek hanı mumaileyh ve gerek havanini sa'irei mumaileyhim atiul'lahe ve atiu'rresule ve üli'lemri minküm nassı şerifi üzre işbu emre mutiu münkad ve saliki mesaliki gaza vü cihad olmuşlar olduğun. mesfur irakli han küffarı gürciyyeden ve rusyadan bir cemi kesir cünudı merdud irvan semtine irsal edüp, ahalii irvan küffarı gürcüye tabi olmak hasebiyle ana mütabaat edüp hulasai kelam sekiz bin nefer gürciye ve rusya ve irvan'dan ictima birle nahçıvan beldesi üzerine huruc edüp katl ü gareti islama kasd etdikde hanı mumaileyh, defleri içün koşun tayin edüp ve ceng ü cidali sab ve mukabelei şedide vakı olup bihamdihi teala asakiri islam mansur ve küffarın özetvetranskripsiyon koşunı melunu mağlub ü münhezim ve kefere bünyadı harab ü münhedim olup, bu kazıyye bu sene eva'ili tabistanında vakı olmuş olduğun. işbu vakanın akabince hanı mumaileyh ahmed ağa'yı gönderüp, ülkeyi kazak ve şemseddinlü'yü kendü mekanından kaldırup hanı mumaileyh indine gelmiş olduğu ve inşa'allahü teala bakıyyei ehli islam dahi diyarı gürcistan'da tevakkuf etmeleri mümkün olmayup kazak misillü firar etmeleri me'mul olduğun. havanini azerbaycan ve dağistan, hanı mumaileyh ile müttehid ü müttefik olup hanı mumaileyhe muhalefet eden tebriz hanı hüdadad han olmakdan naşi anın dahi üzerine askeri muzaffer cem olunup, hüdadad han giriftar ü mahbus ve beldei tebriz müsahhar olmuş olduğun. hananı dağistan'dan ammi han dahi asakiri vafire cem edüp, dağistan'ın cemi serkerdeleriyle azmi cihad edüp gürcistan üzerine huruc etmiş olmağla, inşa'allahü teala şehri zi'lkadenin on yedisinde gürcistan'a vasıl ve dahil olmuş olduğun. bu kazıyyatı marziyyatı müşar ü mumaileyhime iblağ içün mutemedi mumaileyhima muhammed efendi ve ahmed ağa'yı göndermiş olduğu beyanıyle ahalii tebeai gürciyyei irvan küffara tabi olmak cürmüyle vacibü'tte'dib olup, anların hakkında ne iktiza eder ise tabi ve metbu biiznillahi teala fermanı vacibü'lizan'a muvafık cezayı amallerin bulmak ve hanı mumaileyh dahi karar üzre amel etmek içün müşar ü mumaileyhimin ihbar ve izhar eylemeleri niyazı olduğun. ahbar ü asarı sa'ire, olduğu üzre mumaileyhima mirza muhammed efendi ve ahmed ağa'nın takrirlerinden malum olacağı beyanıyle müşar ü mumaileyhim hanı mumaileyhi kendüsünden cüda eylemeyüp vakı olan halat ve layık olan hidemat ilan ü ilam ve işar olundukda biavnillahi teala te'diyesinde te'hir ü taksir etmiyeceğin. hanı mumaileyh şehri zi'lkadenin onyedinci günü mumaileyhima mirza muhammed efendi ve ahmed ağa'yı revende etdiği haletde hanı mumaileyhin mutemedlerinden feth ali han yanına giden bir şahıs avdet etmiş olmağla istintak olundukda feth ali han, ben irakli han ile müttehid ü mütteffik olup rusya kralına hadim ve tabi oldum ki, madame'lhayat hidmetinde ve itaatinde canfeşan olam, gerekdir ki otuz bin asker irsal etsün, ben derbend kalasını ol askere teslim edeyim, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları içinde müstahfız koyup şu askeri kaldırup irakli han ile iran üzerine huruc edüp musahhar kılam. eğer iran musahhar olsa rum fethi bitarikı eshel vücuda gelür ve dahi çok asker ammi han üzerine tayin etsün ki, anın hurucuna mani olsun ve anı hareket etmeye koymasun, ve dahi irakli han'a her nevi hilat gönderür ise bana da öyle hilat göndersün deyü mirza sadık ulu bir ademini rusya kralına ariza ile irsal etmiş olduğunu şahsı merkum takrir etmiş olduğun. işbu ahbarın sıhhatine ve vukuuna hanı mumaileyhin itminanı hatırı olduğuyçün müşar ü mumaileyhime tahrir etmiş olup, işbu ahbar padişahı alempenah dergahına arz olunması münasib idüğin, hanı mumaileyh erzurum ve çıldır valilerine ve kars muhafızına ve bayezid mutasarrıfına gönderdiği ariza ve şukkalarında tahrir eder. hanı mumaileyhin tahrirat ile müşar ü mumaileyhime gönderdiği mumaileyhima muhammed efendi ve ahmed ağa'nın takrirleridir. han selam ve dualar etdi. tiflis hanı irakli han'ın habaset ü hıyaneti ve daima rusyalu'yı tahrik ve iğra ile sayi bi'lfesad ve melaneti ve keferei mesfurun bir vech ile kabili ıslah olmadığı bundan akdem tarafınıza tahrir ve sifariş olunmuşidi. bu evanda külliyetlü rusya askerini celb ve memaliki iran'ı külliyyen averdei kabzai teshir etmeğe derkar olmuşdur. şevketlü kerametlü padişahı alempenah efendimiz haddimizden efzun teşrifatı hümayun ve atayayı behiyyei mülukane ile serefraz ve ihya buyurdular. biz dahi asitanei aliyye'lerine bendei halkabeguş olduk. bizlere şerefsudur olan evamiri şerifede tiflis hanı mesfur, rusya askerini celb edüp memaliki mahruse veyahud azerbaycan'dan kangısına teveccüh ederler ise biavnillahi teala cümleniz bi'littifak gayreti diniyye ve hamiyyeti islamiyede hemdest ve yekcihet olarak müdafaa ve mukatelei adaya teşmiri bazuyı iktidar ediniz deyü ferman eylemişler. emr ü fermanlarına itaat ü imtisal üzerimize vacibdir. işte keferei mesfur sahih olmak üzre moskovlu'yu celb edüp azerbaycan üzerine gelmek üzredir. biz dahi malen ve bedenen canımız uğurı hümayunda bezl etmeye müheyya olmuşuz. dağistan'dan ammi han dahi umum dağista askeriyle hidmeti din ü devleti aliyye'ye hareket ve azimet üzredir. keyfiyyeti hal tarafınıza arz olundu. mantukı emri ali üzre sizler dahi bizim ile ittifak ve muavenet edermisiz, özetvetranskripsiyon etmezmisiz, neticei haberi bildiriniz deyü hanı mumaileyhin sifarişlerin takrir ederler. tiflis hanı irakli han ile karabağ hanı ibrahim han miyanelerinde husumet ve adavet derkar olduğuna bina'en, irakli han'ın kazak tabir olunan ülkesinin ehli islam acam reayasını sırren te'lif ü celb edüp reayayı merkume ibrahim han tarafına firar ve haneleriyle hicret etmeleriyle, hanı mesfur akiblerinden oğlunu bir mikdar asker ile tayin ve giden reayanın bakıyyelerin tavik edüp ancak ekserisi ibrahim han tarafına vasıl olmuş olduğun. dağistan hanlarından avar hakimi ammi han, ibrahim han'ın dost ve akrabası olup ittifak u ittihadları olduğuna bina'en mumaileyh ammi han ta'ifei lezgiyandan asakiri vafire cem u ihtişad edüp, bi'littifak tiflis hanı üzerine gelecek haberi beyne'nnas mütedavil olmağla çıldır valisi müşarünileyhin liecli'ttashih ol havaliye tayin eylediği ademleri huzurunda sıhhatini erzurum seraskeri tarafına ve dersaadet'e tahrir edeceğin. mumaileyh ibrahim han kendü tevabii hanlarından şahsun hanı sadık han'ı bir mikdar asker ile tebriz üzerine tayin ve zabt u teshir edüp askeri mezbur revan üzerine gelecek vahimesiyle revan hanı ve ahalisi bicenab ve endişede oldukların. çıldır valisi müşarünileyhin azerbaycan tarafından vürud eden bir mutemed casusunun takririne nazaran tiflis hanı mesfur irakli han askeriyle karabağ hanı mumaileyh ibrahim han üzerine varmak daiyesiyle gence hududunda tavus nam mahalle varup darbı hıyam ikamet ve kuba ve derbend hakimi feth ali han beldei şamahı'da canişin olmak takribiyle ibrahim han üzerine bi'littifak varmak üzre beynlerinde mukaveleleri olduğuna mebni mumaileyh feth ali han'ı askeriyle me'mul etmekle mahalli mezkurda tevakkuf üzre olup mumaileyh ibrahim han dahi feth ali han ile musafat olmağa taleb ve miyanelerinde süfera amedşüd etmekde olduğun. gence hanı cevad han dahi bir kaç bin asker ile irakli han'a mukabil dört saat şemkür nam mahalde ikamet edüp dağistan hanlarından avar hakimi mumaileyh ammi han asakiri vafire ile ibrahim han'ın muavenetine geleceği haberi eğerçi şayi olup lakin caygahından hareket ve azimeti mesmu olmayup, feth ali han dahi osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ne tarafa meyl edeceği meczum olmamağla encamı karları ne vechile neticepezir olur ise tashih u tahkik olundukdan sonra sıhhat u hakikati dersaadet'e ve erzurum seraskeri tarafına ifade ve işar olunacağın, çıldır valisi müşarünileyh dersaadet'e ve erzurum valisi ve seraskeri müşarünileyh tarafına gönderdiği tahriratında tahrir eder. revan hanı ile mumaileyh ibrahim halil han beynlerinde bürudet olmağla beynlerini te'lif içün bayezid sancağı mutasarrıfı ishak paşa mumaileyh revan hanına tahrirat irsal eyledikde hanı mumaileyh ademi kabul ile paşayı mumaileyhe gönderdiği kağıd dahi kezalik dersaadet'e takdim olunduğun paşayı mumaileyh tahrir eder. revan hanı muhammed han'dan paşayı mumaileyhe gelen kağıdın hulasasıdır. paşayı mumaileyh revan hanı mumaileyh ile şuşa ve karabağ hanı ibrahim han'ın beynleri bulunmak ve muhasamaları bertaraf kılınmak içün revan hanı mumaileyhe gönderdiği mektubunun vusulünden bahisle revan hanı ile ibrahim han beyninde bundan akdem rabıtai übüvvet ve bünüvvet derkar ve hablü'lmetin musadakat ve musafat merbut olup bundan sonra dahi muhkemter olsa gerek idüğün ancak revan hanı mumaileyhin tiflis hanı ile keyfiyyeti süluku zahir ü ayan olmağla tiflis hanının rızasına mugayir olmayacak sazkarlık manzur buyurulup dosti ve muvalatı sabıkadan gayri miyanede teklif vakı olmamasın ve cafer kulu han nahçıvan'da mütevakkıf ve abbas kulu han nahçıvan'dan çıkup ol hududa rücu eylememesin ve hususatı mezkurenin ifadesi lazimeden olmakdan naşi ifade etmiş olduğun ve paşayı mumaileyhin ademi avdet etmekle tahriri nemikai muvalata ibtidar edüp bundan böyle dahi vukuyafte olan hidematın tahrir ü işar olunmasın revan hanı mumaileyh tahrir eder. boa. hattı hümayun, nr. özetvetranskripsiyon irakli han'ın, revan ve rumiye hanları ile hoy'a saldırdığı, bunun azerbaycan ihtilaline sebep olabileceği şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım, hala van muhafızı ahmed paşa kulları tarafından varid olan tahriratda, van eyaleti muhafazası avatıfı aliyyei mülukanelerinden uhdei müşarünileyhe ihale ve tevcih olunduğunu havi ibas olunan emri ali lede'lvusul cümle muvacehesinde kıra'at ve devamı ömr ü ikbali hidivaneleri daavatına müsaberet ile hıfz u hıraseti memleket ve himayeti fukarayı raiyyete mübaderet eylediği ve tiflis hanı irakli han bir müddetden berü kendüye tebaıyyet eden revan hanı muhammed han ile rumiye hanı diğer muhammed han'ı tahrik ve iki bin nefer gürcü askerine damadı savit nam kafiri başbuğ edüp van'a kurb ü civar olan hoy hanı hüseyin han üzerine hücum ve hüseyin han dahi habir olup hoy kalasına mütehassın oldukda kalai merkutin olmağla üzerine varamayup lakin etrafını tazyik u muhasara ve bi'zzarur mumaileyh hüseyin han'ın biraderi cafer kulu bey'i rehin olarak ahz ü avdet ve rumiye hanı merkum dahi yine başka hoy etrafında bazı mahalleri garet eylediğin paşayı müşarünileyhin hoy tarafından gelen ademi vesairleri takrir etdiklerinden başka mumaileyh hüseyin han dahi bu keyfiyyeti ve tarafı devleti aliyye'ye olan ubudiyyetini bir kıta kağıdıyla işar etdiğine bina'en, kağıdı merkum dahi deraliyye'ye ibas olunduğu ve bu vechile revan ve rumiye hanlarının hoy hanı üzerine azimet ve ol havaliyi garetleri bi'lahıre hıttai azerbaycan'ın ihtilaline ve bir osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları gune ga'ile zuhuruna illet olacağı dahi erzurum valisi kullarının bir kıta mektubunda derc ü beyan olunmuş olmağla cümlesi hulasa etdirilüp maruzı atebei ulyaları kılınmışdır. manzurı hümayunları buyuruldukda ferman şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım hazretlerinindir. söyleşüp münasib vechile cevabın yazasın. boa. hattı hümayun, nr. şirvan'da ortaya çıkan şeyh mehmed'in mektubuna cevap verilmesi şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim, padişahım, şirvan'da zuhur eden şeyh mehmed'in mektubuna şeyhü'lislam efendi ne cevab verdi serian cevab vermek ve getürdüğü kitab bir kerre tarafı şahanelerine gönderilmek babında şerefyaftei sudur olan hattı hümayunları mefhumu, karini izanı bendeganem olmuşdur. mektub ve kitabı mezkuru mukaddemce şeyhü'lislam efendi dailerine gönderüp ne vechile cevab iktiza eder ise beyan eylesünler deyü te'kid etmişidim. sudurı hattı hümayunları mahzı keramet olmağla derhal hattı hümayunlarını dahi efendii müşarünileyhe gönderdim. bade'lmütalaa bir kaç satır bir şukka yazup göndermeleriyle tayyi takriri çakeranelfufen haki payı mülukanelerine takdim olunduğu ve kitabı mezkur ve mektubu tercümesi ve tomar şeklinde ağaç kubur içinde asıl mektubu tekrar huzurı hümayunlarına irsal kılındığı özetvetranskripsiyon malumı alileri buyruldukda ferman şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım hazretlerinindir. kaymakam paşa, bu şeyhin mektubuna bir an akdem cevab vermek lazım. eğer tiflis üzerine sevk olunmak mı münasib, yohsa dağistan üzerinden moskov tarafına mı sevk münasib, bir güzelce re' olunup gelen ademine ikram birle cevabname tahrir edesin. boa. hattı hümayun, nr. azerbaycan hanlarının, iran'da ortaya çıkan ağa muhammed han'a karşı osmanlı devleti'nden yardım istekleri şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım, bu defa erzurum valisi tarafından bir takım tahrirat vürud edüp çıldır valisinin dahi başkaca tahriratı ve revan hanının erzurum valisi müşarünileyhe olarak farisiyyü'libare kağıdı olmağla müşarünileyhimanın tahriratları hulasa ve hanı mumaileyhin kağıdı tercüme etdirilüp manzurı şahaneleri buyurulmak içün takdimi haki payı mülukaneleri kılındı. tahriratı mezkurenin hulasai me'ali iran'da izharı teferrüd eden ağa muhammed han'ın ahvalini ve azerbaycan hanlarından şuşa hanı osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ibrahim han ve revan hanı muhammed han'ın devleti aliyye'den istimdad zımnında dersaadet'e gönderilmek üzre mukaddemce çıldır valisi tarafına gelen ademleri bu defa deraliyye'ye irsal olunduğunu ve ağa muhammed han'ın keyd ü mazarratından hududu muhafaza içün levazımı hazm ü ihtiyata riayet olunmak lazimeden idüğini beyandan ibaret olup zikr olunan mebuslar dersaadet'e varid olmağla kapu kethudası süfyan ağa kullarının hanesine misafir verilmişdir. mezburlara ne makule muamele olunmak iktiza eder ise bundan sonra haki payı şahanelerine arz olunur. kaldı ki cemi zamanda iran'da şuriş ü ihtilal münkatı olmayup hananı iran ale'ddevam birbirleriyle münazaa ve cidal edegelmeleriyle anların münazaalarına devleti aliyye'nin müdahalesi iktiza etmeyeceği ve ağa muhammed han dedikleri adem dahi kariben belasını bulacağı her ne kadar aşikar ise dahi merasimi hazm ü ihtiyata riayet dahi lazimeden olmağla hududı iran'da olan muhafızine herhalde muktezayı basiret ü intibahı icraya ikdam eylemeleri mukaddemce tenbih olunmuş olup bu defa dahi merasimi teyakkuz u basirete riayet eylemeleri tenbih ü te'kid olunacağı ve bundan sonra mezbur ağa muhammed han'ın tavr u hareketi ne suretleri kesb eder ise ol vakit iktizasına göre amel ü hareket kılınacağı ve işbu ağa muhammed han'ın bazı keyfiyyatına dair bayezid mutasarrıfı ishak paşa'dan dahi başkaca tahrirat vürud edüp hulasa ve huzurı şahanelerine arz olunmağla tafsili mütalaalarından malumı alileri buyurulacağı karini ilmi samileri buyuruldukda ferman şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyyi nimetim efendim padişahım hazretlerinindir. manzurum olmuşdur. boa. hattı hümayun, nr. ağa muhammed han'ın azerbaycan, irvan ve gürcistan üzerine yürüyeceği ani veziri azam efendimiz edamallahü teala imtidade zıllihi'lhali alamefarikı'ledani ve'leali azametlü haşmetlü celaletlü fehametlü şecaatlü sehavetlü ferasetlü kiyasetlü nazımı menazımı alem zabıtı mezabıtı ümem menbau'ladl ve'l insaf camiu'leşfak ve'leltaf adudü'ddevleti'lkahire siracü'ssaltanati'lbahire kıdvetü'lvüzera'i'lizam kıbletü'lümera'i'lfiham rükni seriri sultani asafı mülki süleymani sahibi mühri mihrasa alahazreti sadrara cenabı müstetablarına düreri daavatı bilagayatı sadıkane ve gureri senevatı bilanihayatı muhlisane irsal ve iblağ edenden sonra maruzı muhlisleri budur ki, devleti aliyyei aliye zıllullahi fi'larz ve melazı külli'lenam ve melcei havass u avam olduğuyçün ben bendei muhtass ve çakeri muhlis atiu'llahe ve atiu'rresule ve üli'lemri minküm elaye, irşadı ile hablü'lmetini inkıyada mukayyed olup şol bargahı alempenahının caddei itaatinde maddei süluki ubudiyyet yüz gösterüp yirmi bir sene ve belki ziyadedir ki ahalii diyarı rum ceridesinde şerefintizam bulup merhum, mağfur rıdvanmekan sultan hamidi'nin eyyamı hayatında hemişe benden devlete ariza ve andan bana ferman ve benden ana itaat ve ve andan bana ianet zuhur ederdi ve andan sonraki şevketlü efendimiz seriri saltanatda talatı tacı cihanefruzu hurşidi alemara kimi ziyabahşı beyne'ssema ve'larz oldu. kaidei sabıka üzre niçe kerre ara'izi ihlastercümelerimiz asitanı melayikaşiyana mersul olup masdarı madeletden fermanlar sudur edüp şerefi ziyareti ile kemali fahr u mübahat hasıl edüp ta ruzı kıyamet emr ü nehyine muntazır olmağımız hazreti alimü'lgayb ve'şşehadet'e zahirdir ki imtisalinde zerre mikdarı tehallüfümüz olmaya. hulasatü'lkelam devleti aliyyei aliye'nin hidmetgüzar bendeleriyüz. hassaten ve hala farzı ayn ve aynı farzdır ki bu caniblerde vakı olan hadiseleri arz edelüm. keyfiyyeti ahval bu minval üzredir ki, kızılbaşdan ağa muhammed han huruc edüp iran mülkünde vakı olan ırak memleketin ve fars beldelerin tahtı tasarrufa getürüp şimdi iradesi budur ki, azerbaycan diyarına azim olup rudhanei aras'dan ubur edüp evvela benim üzerimde ve saniyen irvan hanı muhammed han üzre ve salisen gürcistan üzre alahaze'ttertib maksudı manzurun kuvve file getüre. şimden geri emr şevketlü efendimizindir. ricamız budur ki, bize hıfz u hırasetleri ve avn ü inayetleri meri ola osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ki, inşa'allahü teala devleti aliyyei aliye'nin kuvveti ikballeri ile erbabı inadinin ve ashabı sefk ü fesadinin maddesin münfecir etmek alatarikı'ssürat sehl ü asandır ve dahi arzı sani budur ki, aya iran halkı ne cürm ve ne günah etmiş ki şahenşahı azam maliki rikabi'lümem sultanü'lberreyn ve bahreyn hafızu'lharameyni'şşerifeyn kaymakamı resulü'ssekaleyn olan şevketlü efendimiz eltaf ü eşfakın erzani kılmayup sayei saadetpirayesin iran toprağının üzerinden za'il edüpdür ki devranının her bir gerdişinde ha bile bir seffak ü fessad huruc edüp fahri ka'inat efendimizin ümmetlerin katl ü garet edüp zayi ve muzmahill etmek de bak eylemez ve bu arizanı haki payı tutyaasayı mütevakkıfan payei seriri hilafetmasire isal etmek içün alişanı necabet ü siyadeterkan abdullah çelebi mersul olundu. cemi ahval ve ahbar şol herifinin zarfı zamirine teslim olunmuş ki her gah istinba olunsa inşa'allahu teala arz eder. baki eyyamı fehamet ü celalet ü haşmet müstedam bad boa. hattı hümayun, nr. e şirvan hanı davud han'ın oğlu rıza bey'e bir yıllık maaşının ödendiği n baisi tahriri huruf oldur ki, sabıka şirvan hanı müteveffa elhac davud han'ın evladlarına baberatı alişan medinei gelibolu cizyesi malından olmak üzre avatıfı aliyye i hazreti cihandariden bu kullarına behermah kırk yedişer guruş medarı maaşımın işbu bin iki yüz özetvetranskripsiyon on altı senesi muharremi gurresinden senei kamile zi'lhiccesi gayetine gelince on iki aylık beş yüz altmış dört guruşa baliğ olmağla meblağı mezburu medinei mezburenin cizyedarı olan fahrü'lakran saadetlü ağa yedinden tamamen ve kamilen ahz ü kabz olunmağla senei merkum hesabından cizyedarı mumaileyh yedinde bir akçe ve bir habbe mutalebemiz kalmamağla tarafımızdan liecli sened yedine işbu tahvil ita olundu. bende mehmed rıza arzı bendeleridir ki, sabıka şirvan hanı müteveffa elhac davud han'ın oğlu mehmed rıza bey'e gelibolu cizyesi malından şehriye kırk yedi guruş medarı maaş tayin olunmuş olduğu mukayyed olmağla işbu senei mübareke muharremi gurresinden zi'llhiccesi gayetine dek on iki ayda iktiza eden beş yüz altmış dört guruşun cizyedarı tarafından ahz ü kabz eylediğini müşir mumaileyhin verdiği memhur temessükdür. derkenar ve hesab etdirildiği üzre meblağı mezburun cizyei mezkur malından mahsubu iktiza eylediği malumı devletleri buyuruldukda mucebince başmuhasebe'ye kayd ve irad ve masraf tezkiresi ita olunmak babında emr ü ferman devletlü saadetlü sultanım hazretlerinindir. telhisi mucebince tezkiresi verilmek buyuruldu. firamazan sene boa. cevdet hariciye, nr. iran şahının revan'a saldıracağı iddiasına karşı nasıl hareket edileceği ra. maruzı bendei sadakatmefruzlarıdır ki, bu esnalar rusyalu tarafından iranzemine tasallut ve gence ve emsali bir kaç kalalarını tazabbut vukuundan şahı iran'ın midei fasidesi galeyan ve külliyetlü leşker ile oğlu abbas mirza'yı tayin ve moskovlu üzerine revan edüp meydanı karzarda rusyalu ile mukavemete ademi kudretleri nümayan ise de ahalii iran'ın mecbul ü meftur oldukları bedmayegii biari ve kizbi bişumari lazimesince lafı acemanelerin terk etmeyerek guya moskovlu üzerine revan olduklarından garazı nihaniyyeleri revan imiş suretlerinde bu ana kadar kendülere serfüru mutavaatdan rugerdan olan revan hanı muhammed han üzerine hücuma karar vermiş suretinde bazı harekatı nahemvareye ibtidar ederek bayezid mutasarrıfı mahmud paşa kulları tarafına ratb ü yabis kelimatı biedebaneyi müşir iki kıta rakamları zuhur eylemiş olduğundan ne gune cevab verilmesi iktiza eder deyü paşayı mumaileyh kulları bir kıta ka'imesiyle rakamları canibi çakeriye irsal etmeğin paşayı mumaileyh tarafından olarak iraniyan ile abdi memlukü olduğumuz devleti aliyye'nin silm musafatı kadim olup elyevm riayet olunur iken bu guna tekalifi naşayeste, merasimi musafata külli mugayir ve ale'lhusus bu guna mevaddın feth u tanzimi uhdei acizanemde olmayup tarafımdan tahrir olunması sureti akla muhalefetde olması aşikar ü zahir ve bu misillü hususat ancak derbarı madeletmedara ve iran seraskerliği makarrı olan erzurum valilerine tahrir olunmak lazım ve labüdd olduğu bariz ü bahir olmağın hususı muharrerelerin babı ali'ye ve erzurum valisine tahrir buyurmaları me'alinde bir kıta tesvid olunup paşayı mumaileyh kullarına irsalen elçileri bu vechile def etdirilmiş ise de bast ü temhid olunduğu üzre ahalii iran'ın ar ve namusları olmayup şayed bundan sonra dahi namülayim harekata ibtidar ederler, paşayı mumaileyh kulları bazı esbaba mebni mütevahhış olmağın mumaileyh kullarının vesair serhaddi iraniyye'de olan kullarının bu günlerde te'lif ve taltifleri hususuna lutf ü merhamet ve iran tarafından fimabad bir nahemvare harekat vukua gelür ise ne guna muamele olunmak lazım; cevab ile mi yoksa seyfi itab ile mi zedleri müstelzim olur, mücerred iradei aliyyei kerametistifadeye özetvetranskripsiyon muhtac ve menut olmağın bu babda ne vechile emr ü irade buyurulur ise işar ve inayet buyurulmak niyazı vesilei arzı ubudiyyetim olmuşdur. inşa'allahü teala muhatı ilmi alemarayı veliyyü'nniamaneleri buyuruldukda ol babda ve her halde emr ü ferman ve lutf ü ihsan devletlü inayetlü atufetlü merhametlü re'fetlü veliyyi nimeti biminnetim kesiru'llutf ve'lkerem efendim sultanım hazretlerinindir. fira. sene esseyyid mahmud tayyar tayyar paşa kullarının ka'imesidir. bayezid mutasarrıfı mahmud paşa'nın müşarünileyhe gelen ka'imesiyle salifü'zzikr farisi mektublar dahi maruzı huzurı alileri kılındı. müşarünileyhden ve canibi iraniyan'dan vürud eden tahriratın hulasası haki payı şahanelerine evvelki gün arz olunup balasına sürh ile terkim ve işaret olunduğu vechile iraniyan ile devleti aliyye'leri beyninde münakid olan sulh u safvet ve şurutı ahd muktezası üzre tarafeynden yekdiğerine firar ve iltica eder olur ise reddi lazimeden ve bu tahriratın esası cafer kulu han maddesi olup hanı merkumun re'si hududdan tard ve reddi içün mukaddem ve mu'ahhar evamiri aliyye irsal olunduğu bedihiyyatdan ise de hanı merkumu mumaileyh mahmud paşa tasahhubdan feragat etmeyüp bu kil ü kal andan tevellüd eylediği zahir olmakla hanı merkumu alaeyyihal zecren ve cebren tard ve def eylemesi içün mumaileyh mahmud paşa'ya mü'ekked emri ali ve tahrirat tesyir ve şurut u uhud muktezası üzre iraniyandan hududı hakaniyyeye firaren geçer olur ise kabul olunmaması içün umumen re'si hududda bulunan me'murin kullarına evamiri ekide ve tahrirat irsaliyle iktiza eden vesaya işar ve erzurum valisi, erzurum valisi; kulları her ne kadar bu günlerde mansıbına müteveccihen hareket etmek üzre ise dahi serian mütesellimine kağıd itaresiyle vesayayı mezkurenin icrasını te'kid ve bimennihi teala kendüsi dahi mansıbına vardıkda iraniyan ile devletaliyye beyninde müşeyyed olan revabıtı silm ü safvete mugayir olacak halet vukua getürülmeyerek devleti aliyye'yi ol fikirden vareste eylemesi vesayası müşarünileyh kullarına etrafıyla telkin ve tezkar olunduğu malumı alileri buyuruldukda emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. manzurum olmuşdur. boa. hattı hümayun, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları iranosmanlı sınırındaki huzursuzluk veren hareketler iran şehzadesinin revan hanı muhammed han ile hoy hanı cafer kulu hanı ortadan kaldırmakla görevlendirildiği, iran'dan osmanlı sınırlarına girenlere engel olunması; murat paşa tarafından bağdat ve muş taraflarında vurulan kervanın zararının adı geçenin malından ödenmesi; iran şahının gence üzerine asker gönderdiği ve acemlerin, vehhabilerin hüseyin'in meşhedine saldırmasından dolayı osmanlı sınırına hücum ettikleri; şahın rusyalıyı imha maksadıyla azerbaycan topraklarına girdiği; şerif paşa ve cafer kulu han meselesinin neticelendirilmesinin iki devlet yararına olduğu hususlarında eski erzurum valisi tayyar paşa'nın gönderdiği tahriratın hulasası. ra. sabıka erzurum valisi veziri mükerrem saadetlü tayyar paşa hazretleri tarafından varid olan tahriratın hulasasıdır. fira. sene tarafı devleti aliyye'den bundan akdem iran canibine irsal olunan tataranı hazreti sadaretpenahiden abdurrahman ve arif'in badehitami'lme'muriyye ol tarafdan avdetlerinde iran şahı canibinden babı ali'ye ve şahı mumaileyhin veziri mirza şefi tarafından savbı müşarünileyhe olmak üzre tataranı mumaileyhimaya terfik olunan mehmed rıza kulu han ve mir ali nam sefirler mahı saferü'lhayrın evasıtında erzurum'a varid ve vasıl olup sefiri merkum mir ali müşarünileyhe olarak hamil olduğu mektubu takdim etmiş ise de mektubı mezkur me'alinde tasrih ve imaya dair mevadd olmayup sadece arzı muvalat u ihlasdan ibaret olduğundan sefiri merkum müşarünileyh tarafından bi'listintak kaleme aldırılan takriri bu tarafa irsal ve kendüye canibi müşarünileyhden iktizasına göre cevabname itasıyla iade ve isbal kılınmış ve babı ali'ye olan sefiri mumaileyh rıza kulu mehmed han'ın özetvetranskripsiyon yanına dahi derhal tarafı müşarünileyhden mihmandar tayiniyle derbarı saltanata bas ü tesyar olunmuş olduğun. malumı übbehetlüzumı şahaneleri olduğu üzre meşhedi şerifi hazreti imamı hüseyin'e tasallutı harici vakası acamın sabr u aramlarını suzan ederek harici ta'ifesinden ahzı intikam daiyesiyle hududı hakaniyyeye tecavüzleri dağdağası bağdad valisi kulları tarafından derbarı saltanatı seniyyelerine tahrir ve irkam olunmuş olduğuna bina'en ta'ifei acamın istiknahı ahvalleri lazım geldiğinden başka firari şerif paşa revan hanı muhammed han'ın yanına gidüp anın muavenetiyle çıldır taraflarına tasalluta ibtidar ve külliyetlü asker ile gelüp şöyle edeceğim böyle edeceğim deyü eracifler neşriyle serhaddatı hakaniyye reayasının rahat ve asayişlerin tarumar etmekde olduğundan reayayı merkumun afvı cerayimi hususu mumaileyh revan hanı tarafından istida olundukda paşayı merkum gelüp izmir tarafında ikamet eylemek üzre cerayimi sabıkasına kalemi afv u safhı mülukaneleri keşide kılındı ve bir müddet izmir'de ikamet etdikden sonra ifayı vezaretine dahi müsaade buyurulacağı cevab olarak hanı mumaileyhe yazılmış iken bu suretlere iltifat etmeyüp paşayı merkumu tasahhubda ısrar birle icrayı mefasid daiyesine düşdüğünden acem şahının istiknahı tavr u hareketi hususuna hazır bu madde vesile ittihaz olunarak tahrirat ile bir adem gönderilmesi ol zaman bi'listicvab şahlık lafzını tasdik çıkmasun içün asıl şahlarına yazılmayarak ol vakit haki payı hümayunlarından bi'listizan mutemedü'ddevlesi olan mirza şefi han'a tarafı bendeganemden bir kıta mektub tahrir ve söz anlar tatarlardan merkum abdurrahman ile tesyir olunmuş ve hafice acamın tavr u hareketlerini tecessüs eylemesi tatarı merkum kullarına ifade ve tenbih kılınmış olduğundan tatarı merkum tahran'a varup mektubu tebliğ birle itmamı me'muriyyet ve avd ü ricat etmiş olmağla getürdüğü tahrirat hulasa etdirilüp kendünün kaleme alınan takririyle maan takdimi atebei aliyyeleri kılınmış olduğundan mütalaasına rağbet buyurulur ise keyfiyyet muhatı ilmi alileri buyurulur. kaldı ki mezbur cafer kulu han maddesi birkaç senedir sürünüp hatta kulları orduyı hümayun'larıyla seferde iken kaymakam paşa kulları tarafına ve orduyı şahane'lerine başka başka tahriratlar vürud eylemiş olduğundan ol zaman hanı mezburun tard u defi babında erzurum valisine ve bayezid ve kars muhafızlarına evamiri aliyye neşr olunduğundan maada geçen sene dahi bu husus içün iran'dan yine tahrirat geldikde tekrar katiyyü'lmüfad evamiri aliyye tesyarıyla hanı mezburun alaeyyihal hududı hakaniyyeden tardı te'kid olunmuş iken bayezid mutasarrıfı melanetden naşi hanı mezburu istıshab osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları birle tard u defi müyesser olamamış ise dahi bu defa tekrar mü'ekked ü müşedded evamiri seniyye tasdiriyle hanı mezburun behemehal hududı hakaniyyeden tard u def olunması van ve karsve bayezid mutasarrıflarına ve erzurum valisine te'kid olunacağı. arzı muvalat ü ihlası şamil tarafı müşarünileyhe olan salifü'zzikr farisiyyü'libare mektub kıta şahı iran'ın şahzadesi külliyetlü asakiri acam ile revan eyaletini zabt u teshire me'mur ve azim olup revan hanı muhammed han'ı ve cafer kulu han'ı tedmir ü idama ihtimam edecek olduğundan bu suret nümudar olur ise firari şerif paşa'yı ahz ü girift ile bertıbkı iradei devleti aliyye bu tarafa teslim edeceği ve sureti mezkureye nazaran revan hanı ve cafer kulu hanı ve revan eyaleti ahalisi sırren ve alenen hududı devleti aliyye'ye girizan olmaları lazım gelür ise imrarlarına mümanaat olunması ve merkumlar menfurı şahi olduğundan irani olmayup firaren hududı osmaniyye'ye mürur ederler ise nehb ü gasbı emvalleri ve idam ü izaleleri şahı mumaileyhin mahzuzıyyeti olur madde idüği ve hasbe'liktiza şah tarafından ianeti asker zımnında arzı matlab olundukda hududı iran'a kafi bu tarafdan asker tayin kılınmak istidaları olduğu ve geçen sene bağdad karbanı murad paşa tarafından garet olundukda topuzlu ve göbünlü ve tebrizli onbeş nefer tüccar bulunup murad paşa bir mikdar mebaliğ ile merkumları iskat etmiş ise de elli beş re's ecnası hayvanatlarını ve yüz elli guruşlarını vermediğinden zikr olunan akçe ile hayvanatın istirdadını ve salifü'zzikr karban garet olundukda zayiatı emvalleri mukabili olmak üzre elan erzurum'da gölbaşı'nda maho'nun hanında mütemekkin hacı sefer alinam irani'ye murad paşa üç bin beş yüz guruş verüp meblağı mezkur beyne'ttüccar taksim olundukda baba nam iraninin hissesi olan iki yüz guruşu vermemiş olduğundan bu meblağın hacı sefer'den alınup sahibine teslim olunmasını ve hoy ve tebriz tüccarları istanbul'dan gelürler iken muş toprağında murad paşa hilafı kanun bunlardan kahren ve cebren gümrük ve bac namıyla üç yüz seksen guruş ahz etmiş olduğundan meblağı mezburun dahi paşayı mumaileyhden istirdadını niyaz eylediklerini ve şahı iran'ın ve şahzadenin hareketleri ve gence üzerine asker gönderdikleri ve rusyalu'ya dair bir esas madde var ise de abdurrahman ağa'nın özetvetranskripsiyon takrir ü ifadesinden malum olacağı ve buna dair sefareti müteferriatından diğer istida olmadığı ve bu vechile takriri sahih olduğu hususatını mübeyyin müşarünileyh tarafından sefiri merkum mir ali'nin kaleme aldırılup bu tarafa takdim olunan salifü'lbeyan takrir kağıdı kıta ifadei hal kabilinden idüği. canibi iran'a azimet ve avdet eden merkum tatar abdurrahman ve mevcudı maiyyeti olan tatarların keyfiyyeti me'muriyyetleri hamil oldukları tahriratdan müsteban olacağı ve tatarı merkum ve rüfekası iyab ü zehablarında duçarı envaı tab ve düyun oldukları erbabı vukufdan tahkik olunduğu beyanıyle merkum ve rüfekasının bu babda mazharı mükafat kılınmaları muktezayı şanı saltanatı seniyyeden idüğin müşarünileyh iki kıta ka'ime ve bir kıta mektubunda tahrir eder. tatarı merkum abdurrahman'ın hamil olduğu tahriratın hulasa ve tercümesidir. devleti aliyye ile iraniyan beyninde derkar olan silm ü safvet keyfiyyatına ve şerif paşa maddesine dair gönderilmiş olan tahriratı hazreti sadaretpenahinin tatarı merkum abdurrahman ve arif vesatatıyla vusulünden ve intizamı mehammı memleketeyni fesihateyn hususunda masrufiyeti tahriratı mezkure mefahiminden müberhen ü müstefad olan mesai ve ihtimam ol canibden dahi bünyanı kadimü'lerkanı vidad ü ittihada baisi izdiyad ü istihkam olduğundan bahisle mumaileyh şerif paşa hususuna tarafı devleti aliyye'den bu gayetde itina ve mübalat olunduğu puşide olunduğuna bina'en ol canibden dahi ihtimam olunmayup ancak bu evanda rusyalu'nun tedmiriyçün şahzadei iran asakiri kesire ile ol hududa me'mur olup müteakıben mevkibi şahı iran dahi ol azimete müteheyy olmağla safahatı azerbaycan mahalli huyuli ecnad oldukda merkum şerif paşa ümenayı devleti aliyye'ye teslim olunarak serçeşmei müsalemet musaffa kılınacağına bina'en bermuktezayı silm ü safvet cafer kulu han dahi tarafı devleti aliyye'den matrud osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları olup ya mukayyeden ol tarafa isra veyahud seri pürşuru peridei seyfi ceza kılınması muvafıkı tarikai muvafakat göründüğün ve bu makule tarafeyne hain eşhasın defi devleteyn hayrhahlarına lazım olduğu mutemedü'ddevlei iran mirza şefi han canibi hazreti sadaretpenahiye olarak bir kıta türkiyyü'libare mektubunda tahrir eder. bu madde mutemedü'ddevlei iran mirza şefi han'ın tarafı çakeraneme olan mektubu hulasası olup deraliyye'ye olarak gönderdikleri sefirlerinin dahi birkaç güne kadar dersaadet'e vürud edeceği tatarı merkumun takririnden müsteban olmağla sefiri merkumun hamil olduğu evrak dahi manzur oldukdan sonra iktiza eden ecvibesi tahririne ibtidar olunacağı. bazı ayatı beyyinat ve elkab u ibarat ile temhidi mukaddematdan sonra mutemedü'ddevlei iran mirza şefi han canibine irsal olunan tahriratı samiyenin mahalline isali hususuna dair gönderilen mektubı alinin vusulünden bahisle tahriratı merkumeyi hamili olan tatarı merkum abduurrahman ile mahalline iblağ u irsal etmiş ve iktiza eden cevabname ile tatarı merkum muavedet eylemiş olduğunu ve bundan böyle işar buyurulan hidematda şerayiti hüsni ihtimamı icra edeceğini tebriz hanı ahmed han bir kıta farisiyyü'libare arizasında tahrir eder. ifadei hal kabilinden idüği malumı alileri buyuruldukda herhalde emr ü ferman hazreti veliyyü'lemr ve'lihsanındır. iraniyan'ın bunda hiç kabahati yok ve sözleri doğru. o herifi niçün tesahub eyliyorlar. şedid ferman gitsün. elbette def eylesünler. boa. hattı hümayun, nr. şirvan hanlarından müteveffa davud han ile iran şehzadesi müteveffa sam mirza'nın ailelerine bağlanan maaşların alındığı özetvetranskripsiyon baisi tahriri huruf oldur ki, sabıka şirvan hanı müteveffa elhac davud han'ın evladlarına baberatı şerifi alişan avatıfı aliyyei hazreti cihandariden bu kullarına inayet ü ihsan buyurulan behermah yirmi yedişer buçuk guruş olmak üzre medarı maaşımın işbu bin iki yüz yirmi üç senesi mahı muharremü'lharamın gurresinden senei kamile zi'lhiccesi gayetine gelince bir senede müştemi olan üç yüz otuz guruşa baliğ olmağla meblağı mezburu gelibolu cizyedarı olan fahrü'lakran saadetlü feyzullah ağa yedinden tamamen ve kamilen ahz ü kabz olunmağla senei merkume hesabından cizyedarı mumaileyh yedinden bir akçe ve bir habbe bakayamız kalmamağla tarafımızdan işbu sened ibraz olundu. vakti hacetde sened ibraz oluna. fi gurrei sene bende hafize hanım tabii elhac davud han vechi tahriri huruf oldur ki, medinei gelibolu'da medfun iran şehzadelerinden sam mirza'nın evlad ıyal ve etbalarına bervechi ocaklık gelibolu cizyesi cibayeti malından tahsis buyurulan mahiyye üç yüz seksen üç guruş on pare baberatı şerifi alişan avatıfı aliyyei cihandariden inayet ü ihsan buyurulan mahganelerimizi işbu bin iki yüz yirmi üç senesine mahsuben muharremü'lharamın gurresinden zi'lhiccenin gayetine gelince bir senede müctemi olan dört bin beşyüz doksan dokuz guruş mahganelerimizi osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları gelibolu cizyedarı saadetlü ağa yedinden tamamen ve kamilen ahz, senei merkumeye mahsuben mebaliği mezburu ahz ü kabz eyledik. ağayı mumaileyh zimmetinde bir akçe ve bir habbe alacağımız olmadığı ecilden yedine işbu memhur sened ita olundu. bimennihi teala hini iktizada ibraz oluna, ve'sselam. bende bende yakub mehmed edib kethüdayı ibni şehzadei iran ferec mirza şehzadei iran vechi tahriri huruf budur ki, tarafı devleti aliyye'den bafermanı alişan ihsanı hümayun buyurulan on dokuz buçuk guruş mahganelerimizi işbu bin iki yüz yirmi üç senesi muharremü'lharamın gurresinden zi'lhicce gayetine gelince bir senede müctemi olan iki yüz otuz dört guruş olmak üzre hala gelibolu kefere cizyedarı saadetlü yedinden ahz ü kabz eylediğimiz ecilden yedlerine işbu temessük ita olundu. hurrire fi'ttarihi'lmezbur. bende mir mustafa biraderzadei elhac davud hanı merhum vechi tahriri huruf budur ki, tarafı devleti aliyye'den bafermanı ali ihsanı hümayun buyurulan altı yüz yetmiş beş guruş üç rub mahganelerimizi işbu bin iki yüz yirmi üç senesi mahı muharremü'lharamın gurresinden zi'lhiccetü'şşerife gayetine gelince bir senede müctemi olan sekiz bin yüz dokuz guruş olmak üzre hala gelibolu kefere cizyedarı özetvetranskripsiyon saadetlü yedinden ahz ü kabz ve cizyedarı mumaileyhin zimmetinde sekiz bin yüz dokuz guruşdan bir akçem kalmayup yedlerine işbu temessük ita olundu. hurrire fi'ttarihi'lmezkur. bende mir mustafa biraderzadei elhac davud hanı merhum arzı bendeleridir ki, gelibolu'da meks ü ikamet eden elhac davud han ve iran şehzadesi sam mirza'nın ıyal ü evlad ve etbaının senevi muayyen olan on üç bin iki yüz altmış dokuz guruş medarı maaşları gelibolu cizyesi malından bervechi ocaklık verülegeldiği mukayyed olmağla işbu yirmi üç senesi muharremi gurresinden zi'lhiccesi gayetine değin müstahıkk oldukları maaşlarının cizyei merkume malından ahz olunduğunu müşir mumaileyhimin verdikleri memhur temessükleridir. malumı devletleri buyuruldukda sabıkı ve hesab etdirildiği üzre meblağı mezburun cizyei merkume malından mahsubiyçün başmuhasebe'ye kayd ve tezkiresi ita olunmak babında emr ü ferman devletlü saadetlü sultanım hazretlerinindir. telhisi mucebince tezkiresi verilmek buyuruldu. sene boa. cevdet hariciyenr. eski şeki ve şirvan hakimi selim han'ın erzurum'dan ankara'ya getirilmesi ve maaş bağlanması evahiri osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hala maadini hümayun'um emini ve erzurum valisi ve bi'listiklal şark canibi seraskeri sadrı esbak vezirim mehmed emin rauf paşa iclalehuya ve ankara na'ibine hüküm ki, sabıka şeki ve şirvan hakimi olan selim han damet mealihi bundan akdem erzurum'a vürud ile sayei devleti aliyye'me iltica etmiş olduğuna bina'en hanı mumaileyhe maaş tayiniyle bir müddetden berü erzurum'da tevkif ve ikame olunmuş ve hasbe'lmünasebe ol civardan maaş tertib kılınmış ise de elhaletü hazihi hanı mumaileyh ankara'ya gelüp anda ikamet etmek ve mu'ahharan bi'licab ref olunmak mukabil yine semt ü civarda münasib maldan havale olunmak üzre kendüsüne yine maaş tertib kılınması hususuna bu defa iradei seniyyei mülukanem taalluk edüp ol babda hattı hümayunı inayetmakrunum şerefpaşı sahifei sudur olmağla sen ki seraskeri hamiyyetgüsteri müşarünileyhsin vusuli emri şerifimde keyfiyeti hanı mumaileyhe ifade ederek tarafından yanına ademler terfikıyle ankara'ya izam ü irsali hususuna mübaderet eylemen fermanım olmağın mahsusan işbu emri celilü'lkadrim ısdar ve ile tesyar olunmuşdur. imdi hanı mumaileyhin yanına tarafından ademler terfikıyle ankara'ya izam olunması matlubı padişahanem olduğu ve maaşı hususu derdesti tanzim idüği malumun oldukda bervechi meşruh amel ü harekete müsaraat eyleyesin. ve sen ki na'ibi mumaileyhsin, vusulünde hanı mumaileyhi ol tarafda bir münasib mahalle ikame birle levazımı mihmannüvazi ve riayetin icrasına dikkat ve keyfiyeti dersaadet'ime ilama mübaderet eylemen babında. fi evahiri sene boa. cevdet hariciye, nr. revan serdarı ve kardeşinin rusları yendikleri devletlü merhametlü veliyyi nimeti biminnetim efendim sultanım hazretleri, revan serdarı ve karındaşı hasan han abadan kalasını muhasara ve tazyik ve içinde olan küffarı moskovlu mukavemet edemediklerinden kalayı bırakup karakilise'ye tahassunlarında yine üzerlerine hücum edüp tamam galebelerinden tahassun eden moskovlu'yu kılıçdan geçürüp yedi yüz terekeme evlerin kaldırup revan tarafına göndermişler ve gümrü kazasının dahi dört pare karyesini serdarı mumaileyh acem tarafına ve dört pare karyenin şenliğini dahi kars havalisinde magazberd beyi şerif ağa'ya teslime kendüsü gidüp magazberd'e ikad etdirmiş ve ol taraflarda gümrü'den maada bir yerde şenlik kalmadığını nakl ve takrir etmişdir ve bundan maada han şehzadeler veradan külliyetlü asker ile tiflis üzerine vürud ve muharebe kaydında oldukların diğer arizalarımız tatara teslimden sonra pazar ertesi saat dokuz sularında çıldır tarafından gönderilmiş olan casus terekeme hüseyin haber verüp her ne kadar işbu zikr olunan havadisat malumı veliyyü'nniamileri olması karibi mülahaza ise de liecli'lihtar terkim ve takdime ictira olunmuşdur. bimennihi teala ledaesadi'lvusul malumı devletleri buyuruldukda baki emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. fisene esseyyid ismail hakkı boa. cevdet hariciye, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları bazı dini ibadet ve hükümlerinyerine getirilmesi için rusya'daki müslüman halka halife tarafından izin verilmesi hulasai me'ali rusya memalikinde bulunan ahalii islamiyyenin ikamei salatı cuma ve ideyn ve ahkamı diniyye etmeleri içün tarafı eşrefi hilafeti uzmadan izni amm suduriyle tastiri evamirde be'is yoğise de bu suretin rusya hükumeti'nce ne yolda telakki olunacağı hakkında sebk eden işara cevaben petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olan tahrirat tercümesinin leffiyle mukaddema re'sen ve mu'ahharan te'kiden hariciye nezareti'nden mebus tezkire üzerine meclisi tedkikatı şeriyye'den ita kılınan müzekkirenin gönderildiğine dair fisenetarihli tezkirei meşihatpenahi kıra'at olundu. kararı mezkur müzekkire me'aline ve salifü'lbeyan tahrirat tercümesi mündericatına nazaran memaliki ecnebiyyede bulunan müsliminin bilaizin ikamei salatı cuma ve ideyn edebilecekleri mukaddema makamı meşihatpenahiden tebliğ kılındığı anlaşılmasına ve mösyö kirs'in sefareti seniyyeye vakı olan ifadesine göre, bu işin meskutünanh bırağılması muvafıkı hal ü maslahat görünmesiyle işbu evrakın hıfzı tezekkür kılındı. şevval sene boa. meclisi vükela mazbatası, nr. özetvetranskripsiyon rusyalı müslüman hacılar için cidde'de konsolosluk açılması ra. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı mealimevfurı hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, ifayı haccı şerif içün her sene gitmekde olan rusyalu müslümanların kesreti ve bunların cidde'den mürur etmekde oldukları cihetle rusya devleti canibinden cidde'de bir konsolosluk ihdas olunacağı canibi sefaretden ifade kılınmış ve tebeai merkumeden olan huccacın oradan mürur etmekde oldukları vesair devletler tarafından mahalli mezkurda konsoloslar bulundurulmakda idüği hasebiyle bu babda cevabı redd itasına medar olur esbab ve dela'ilin mefkudiyyetine nazaran icrayı icabı menutı iradei aliyyei hazreti sadaretpenahileri bulunmuş olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. firebiu'levvel sene ve hariciye nazırı fiteşrini evvel senebende said babı ali meclisi mahsus osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hariciye nezareti'nin miyanei acizanemizde kıra'at ve mütalaa olunan tezkiresinde ifayı haccı şerif içün her sene gitmekde olan rusya tebeasından bulunan müslümanların kesreti ve bunların cidde'den mürur etmekde oldukları cihetle rusya devleti canibinden cidde'de bir konsolosluk ihdas olunacağı canibi sefaretden ifade olunduğundan bahisle icrayı icabı dermiyan olunup vakıa tezkirei mezkurede dahi muharrer olduğu üzre tebeai merkumeden olan huccacın oradan mürur etmekde ve diğer bazı devletler tarafından mahalli mezkurda konsoloslar bulundurulmakda olmasına ve devleti müşarünileyha canibinden tayin olunacak konsolosun islamdan olacağı dahi ifadatı vakıadan anlaşılmasına mebni bu babda sefarete cevabı muvafakat itası bi'ttensib tezkirei mezkure leffen arz u takdim kılındı ise de ol babda ve katıbei ahvalde emr ü ferman hazreti veliyyü'lemr efendimizindir. firebiu'levvel sene fiteşrini evvel sene sadrı azam şeyhü'lislam şurayı devlet re'isi mehmed kamil ömer lütfi ahmed arifi salih mehmed rauf serasker bahriye nazırı dahiliye nazırı ali saib hasan hüsnü.hariciye nazırı meclisi vükela'ya me'mur adliye nazırı said paşa.esseyyid hini temhirde bulunamadı. hüseyin rıza maliye nazırı evkafı hümayun nazırı ticaret ve nafia nazırı.zihni.maarif nazırı sadaret müsteşarı münif paşa hini temhirde bulunamadı. babı ali da'irei sadaret özetvetranskripsiyon amedii divanı hümayun devletlü efendim hazretleri, ifayı haccı şerif içün her sene gitmekde olan rusya tebeasından bulunan müslümanların kesreti ve bunların cidde'den mürur etmekde oldukları cihetle rusya devleti canibinden cidde'de bir konsolosluk ihdas olunacağı canibi sefaretden ifade olunduğu beyaniyle icrayı icabına dair hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresi üzerine cereyan eden müzakereyi havi meclisi mahsusı vükela'dan tanzim olunan mazbata melfufiyle arz u takdim kılınmış olmağla ol babda her ne vechile emr ü fermanı hümayunı hazreti padişahi şerefsünuh u sudur buyurulur ise mantukı alisi infaz edileceği beyaniyle tezkirei senaveri terkim kılındı efendim. firebiu'levvel senesadrı azam fiteşrini evvel senekamil maruzı çakeri kemineleridir ki, residei desti tazim olup melfuflariyle manzurı ali buyurulan işbu tezkirei samiyei sadaretpenahileri üzerine mucebince iradei seniyyei cenabı padişahi şerefmüteallık buyurulmuş olmağla ol babda emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. firebiu'levvel seneserkatibi fiteşrini evvel senehazreti şehriyari bende süreyya boa. irade meclisi mahsus, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları nahçıvan ermenilerinin rusya harbiye nazırına ziyafet verdikleri ca. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne fiteşrini evvel senetarihiyle rostof şehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. rusya harbiye nazırı dün rostof'a muvasalatla muvakkaten burada bulunan asakire bir resmi geçid icra etdirmiş ve nahçıvan ermenileri tarafından şerefine ita olunan ziyafetde hazır bulundukdan sonra bugün avdet eylemişdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, rusya harbiye nazırının rostof'a muvasalatla muvakkaten orada bulunan askere bir resmi geçid icra etdirmiş ve nahçıvan ermenileri tarafından kendü şerefine ita olunan ziyafetde hazır bulundukdan sonra avdet eylemiş olduğunu müşir rostof şehbenderliği'nden varid olanteşrini evvel senetarihli ve kırk numaralı özetvetranskripsiyon tahriratın tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. ficemaziye'levvel sene ve hariciye nazırı fiteşrini evvel senebende babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun rusya harbiye nazırının rostof'a muvasalatla muvakkaten orada bulunan askere bir resmi geçid icra etdirdiğine ve ifadatı sa'ireye dair rostof şehbenderliği'nden alınan tahrirat tercümesi manzurı ali buyurulmak içün hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'levvel sene fiteşrini evvel senesadrı azam kamil boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlı devleti'nce ermenilerle ilgili olarak iran ve rusya devletleri nezdinde yapılan girişimin sonucu babı ali da'irei sadareti uzma mektubi kalemi aded erzurum vilayeti'nden varid olan şifre telgrafname hallidir. iran ermenilerine dağıtılmak üzre memaliki iraniyyede vakı selmas şehrinde bir çok vakitden berü ermeni hanesinde ihfa edilen dört yüz aded nevicad tüfeng iran hükumeti tarafından tutulup tebriz'e gönderildiği ve rusya'da ermeniler hakkındaki eseri şiddetin günden güne tezayüd etmekde idüği bayezid mutasarrıflığı'nın işarı üzerine berayı malumat maruzdur. fikanunı sani sene vali rauf babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun iran ermenilerine dağıtılmak üzre memaliki iraniyyede vakı selmas şehrinde ermeni hanesinde ihfa edilen dört yüz aded nevicad tüfengin iran hükumeti tarafından tutulup tebriz'e gönderildiği ve rusya'da ermeniler hakkında ira'e olunmakda olan şiddetin günden güne tezayüd etmekde olduğu bayezid mutasarrıflığı'ndan bildirildiğine dair erzurum vilayeti'nden gelen telgrafname manzurı ali buyrulmak içün arz u takdim kılınmış ve teşebbüsatı vakıa iran ve rusya ermenileri hakkında vuku bulan rivayat üzerine mesbuk olan işarata mebni özetvetranskripsiyon hariciye nezareti celilesi'nce rusya ve iran devletleri nezdinde icra olunan tebligat neticesi bulunmuş olmağla haki payı hümayunı hilafetpenahiye arzı mütemennadır efendim. fişaban sene fikanunı sani senesadrı azam rifat boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. ermenilerin heftuvan'da kale inşa ettikleri haberinin asılsız olduğu babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded tahran sefareti seniyyesi'nden varid olankanunı sani senetarihli ve üç numaralı telgrafnamenin hallidir. otuz beş numaralı telgrafnameye zeyldir. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları azerbaycan'dan alınan cevaba göre heftuvan'da ermenilerin tecemmuu ve kilise şeklinde kala bina etdikleri vesaire hakkındaki ahbarın katiyyen biesas olduğu sadareti iraniyye'den batakrir bildirilmişdir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, receb senetarihlü tezkirei çakeriye zeyldir: azerbaycan'dan alınan cevaba nazaran heftuvan'da ermenilerin tecemmuu ve kilise şeklinde kala bina etdikleri vesaire hakkındaki ahbarın katiyyen biesas olduğu sadareti iraniyye'den batakrir bildirildiğini şamil tahran sefareti seniyyesi'nden varid olankanunı sani senetarihlü ve üç numaralu telgrafnamenin halli leffen takdim kılınmış olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fişaban sene ve hariciye nazırı fikanunı sanibende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun azerbaycan'dan alınan cevaba göre heftuvan'da ermenilerin tecemmuu ve kilise şeklinde kala bina etdikleri hakkındaki ahbarın katiyyen biesas olduğu sadareti iraniyye'den bildirildiğine dair tahran sefareti seniyyesi'nden gelen telgrafname manzurı ali buyurulmak içün hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle özetvetranskripsiyon maan arz u takdim kılınmış ve tarafı valayı seraskeri'ye malumat verilmişdir efendim. fişaban sene fikanunı sani senesadrı azam rifat boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. nahçıvan ile erivan arasında ermeni eşkıya çetesi toplandığı yıldız sarayı hümayunu başkitabet da'iresi van'dan şifre telgrafname. temmuz sene. dört yüz neferden mürekkeb ermeni eşkıya çetesinin tecemmu etdikleri mevki nahçıvan ile van arasında olmayup nahçıvan ile revan araları olduğu tahkik edilmiş ve şu memleketlerin her ikisi dahi rusya ülkesinde bulunmasına nazaran bu haberin pek de makrunı sıhhat olamaması lazım geleceği zannında bulunulmuş idüği maruzdur. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları fitemmuz sene yaveranı hazreti şehriyariden ferik sadeddin boa. yıldız mütenevvi maruzat, nr. kağızman'da ermenilere ait silahlar bulunduğu babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nenisan senetarihiyle kars başşehbenderliği'nden varid olannumaralu telgrafnamenin tercümesidir. kağızman hükumeti mahalliyyesi hattı hudud kurbünde ermenilere aid yirmi bin aded fişenk ile yeni sistemde seksen iki aded tüfenk bulmuşdur. bu işe müteallık tahrirat derdesti takdimdir. babı ali da'irei hariciyye özetvetranskripsiyon mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kağızman hükumeti mahalliyyesinin hattı hudud kurbünde ermenilere aid yirmi bin aded fişenk ile yeni sistemde seksen iki aded tüfenk bulduğunu ve bu babdaki tahriratın derdesti irsal olduğunu şamil kars başşehbenderliği'nden ahz olunannisan senetarihli ve yirmi yedi numaralu telgrafnamenin tercümesi leffen arz u tesyir kılınmış olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fizi'lhicce sene ve hariciye nazırı finisan senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kağızman hükumeti mahalliyyesinin hattı hudud kurbünde ermenilere aid yirmi bin aded fişenk ile yeni sistemde seksen iki aded tüfenk bulunduğunu havi kars şehbenderliği'nin telgrafnamesi, hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresi arz u takdim kılındı efendim. fizi'lhicce sene finisan senesadrı azam rifat boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları rus hükumeti'nin bazı ermenileri iade edeceğine dair haber ve rusya'dan hicret edecek müslümanların kabulü babı ali meclisi mahsus rusya'da bulunan ermenilerden hidmeti askeriyyeyi ifa etmeyenlerin memaliki şahane'ye iadelerine dair bir teşebbüs olduğu istihbar olunup halbuki bu ermenilerin iadelerinden külliyyen sarfı nazar edildiği hakkında ol babdaki teşebbüsat üzerine rusya imparatoru hazretleri namına olarak rusya sefiri tarafından mukaddema atebei seniyyei mülukaneye ve babı ali'ye arzı te'minat edildiğinden şimdi bunun hilafına bir muamele vukua gelmeyeceği ve bu te'minatın babı ali'ce sened ittihaz edilmiş olacağı derkar olup ve islam namı müstearıyla bir takım kesanın memaliki şahane'ye vürudu malum bulunup geçende tebliğ kılındığı üzre devletçe bulgaristan ve bosna'dan gelmekde olan muhacirinin iskanıyla iştigal özetvetranskripsiyon edildiği cihetle her ne sınıf ve mezhebden olur ise olsun rusya'dan gelecek muhacirinin kabul edilmemesi mutlaku'lvücub bulunduğundan bu babda müsamaha devlet ve memleket içün müşkilat ve mazarratı dai olacağından buna dair ittihaz edilecek kararın ale'lusul bamazbata arzı şerefsünuh u sudur buyurulan iradei seniyyei hazreti hilafetpenahi iktizayı alisinden bulunduğunu mübelliğ tezkirei hususiyye miyanei bendeganemizde kıra'at ve mütalaa olundu. rusya'da bulunan ermenilerin memaliki şahane'ye iade olunmamaları bervechi maruz rusya devleti tarafından taahhüd olunmuş olduğu cihetle hilafına muamele icrası kata caiz olmadığı gibi ademi vürudları hususuna dahi me'murini hududiyyei osmaniyye canibinden mütemadiyen dikkat ve itina edilmekde bulunduğu derkar olup şu kadar ki rusya ahalii müslimesinden memaliki şahane'ye hicret arzusunda bulunanların evvel emirde hüviyetleriyle mikdarı nüfuslarını havi rusya hükumeti tarafından verilecek malumat üzerine bunların kabuli iskanları hükumeti seniyye'ce tensib olunduğu ve gidecekleri mahaller kararlaşdırıldıkdan sonra pasaportlarının vize edilmesi lazım geldiği halde rusya ahalii islamiyyesinden bir takımının biraz vakitden berü bu usule riayet etmeksizin fevc fevc memaliki şahane'ye duhule yol bulmaları hem kendülerinin sefaletlerini hem de masarifi za'ideyi mucib olmakda olduğu cihetle caiz olmadığına ve izahatı vakıaya göre rusya'dan gelecek muhacirlerin bervechi maruz bir kaidei muntazama tahtında kabuli muhaceretleri hakkında rusya devleti'yle bir sureti tesviye yapılması mümkinatdan göründüğü rusya sefirinin ifadesinden anlaşıldığına mebni bu babda sefiri müşarünileyh ile müzakerei keyfiyyetle neticei hasılanın bildirilmesi hususunun hariciye nezareti'ne havalesi tezekkür kılınmış ise de ol babda ve katıbei ahvalde emr ü ferman hazreti veliyyü'lemr efendimizindir. firamazan sene fikanunı evvel sene sadrıı azam şeyhü'lislamadliye nazırı mehmed said mehmed cemaleddin abdurrahman serasker bahriye nazırı şurayı devlet re'isi rıza hüseyin hüsnü mehmed said hariciye nazırı dahiliye nazırı tophanei amire müşiri osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ahmed tevfik mehmed memduh mustafa zeki maliye nazırı evkafı hümayun nazırımaarif nazırı mehmed reşad abdullah galib paşa ahmed zühdü ticaret ve nafia nazırı sadaret müsteşarı mustafa zihni mehmed tevfik atufetlu efendim hazretleri, rusya'dan gelecek muhacirlerin kaidei muntazama tahtında kabuli muhaceretleri hakkında bir kararı kati ittihazına dair şerefsadır iradei seniyyei hazreti hilafetpenahiyi mübelliğ tezkirei hususiyyei atufileri üzerine cereyan eden müzakeratın neticesini mutazammın kaleme alınan mazbata arz u takdim kılınmış olmağla ol babda her ne vechile iradei seniyyei hazreti padişahi şerefmüteallık buyurulur ise mantukı münifi infaz olunacağı beyaniyle tezkirei senaveri terkim kılındı efendim. firamazan sene fikanunı evvel senesadrı azam said boa. yıldız sadaret resmi maruzatı, nr. tiflis, bakü ve batum'da meydana gelen karışıklıklar özetvetranskripsiyon babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. tiflis'de bulunan maverayı kafkas demiryolu inşa'at destgahları amelesinin şehri halin on sekizinci günü tatili eşgal eyledikleri gibi bütün destgahlarla civarları amelenin tecavüzatı muhtemelelerini men içün asakir tarafından derhal işgal edilmişlerdir. me'murini mahalliyye canibinden ittihaz olunan kaffei tedabiri ihtiyatiyyeye rağmen şehri carinin ondokuzuncu günü alafranga saat bir raddelerinde paralof fabrikası kurbünde demiryolu idaresi me'murininden olup meydanı harbe azimet etmekde bulunan mühendis mösyö ohansof'u ameleden biri bir çekiç fırlatup sağ kolundan tehlikeli suretde cerh etmiş ve carih hemen tahtı tevkife alınmışdır. tatili eşgal tramvay arabacılarıyla kondüktörleri ve matbaa amelesiyle bazı tüccar müstahdemini arasında intişar etmişdir. kanunı saninin yirminci günü tramvayların amedşüdü münkatı olmuş ve resmi kavkaz gazetesi'nden maada gazeteler artık neşr edilmemekde bulunmuş ve birçok kunduracı vesaire dükkanları amelenin fıkdanından dolayı sedd edilmişdir. tiflis valisi sokaklarda ve umumi meydanlarda talik etdirdiği yaftalar ile mevaddı atiyeyi ilan etdirmişdir. tatili eşgal etmiş olan amele kanunı saninin on dokuzuncu günü da'irei hükumete gelerek taleblerini dermiyan etmeleri kendülerine tenbih edildiği halde ısga etmediklerinden, taleblerine hiçbir netice verilmiyecekdir. her nevi ictima ameleye memnudur. burada herkes büyük bir endişe içindedir. her an amele tarafından müsellahan bir isyan vukuuna intizar edilmekdedir. bu tatili eşgalin bir mahiyyeti iktisadiyyeden ziyade siyasi bir mahiyeti ha'iz olduğu varestei iştibahdır. bozarçiyaniç tütün fabrikası amelesi ile kula tayrof ve ali hanof, sabun imalathaneleri amelesi dahi tatili eşgal etmişlerdir. tiflis'de kanunı saninin yirminci günü amele tramvay kondüktörlerini darb ve onları terki eşgale ve yolcuları osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tramvaylardan inmeğe icbar etmişler ve tramvay arabalarını kırmağa başlamışlardır. mütecasirler kaçmağa muvaffak olmuş, neferatdan biri başından ve elinden yaralanmış ve nümayişcilerin altısı tahtı tevkife alınmışdır. tramvaylar asakir tarafından muhafaza ve sevk edilmekdedir. kanunı saninin yirmi birinci günü ahalinin sokaklarda durmamalarını ve ictimaatdan ictinab eylemelerini amir yeni bir takım ilannameler neşr olunmuşdur. şehri mezkurun yirmi ikinci pazar günü öğleye doğru takriben beş yüz kadar amele, imparator tiyatro binasının önünde tecemmu ederek bazı evrak dağıtmışlar ve içlerinde bulunan kütayisli bir gürcü kızı kırmızı bir bayrak ref eylemişdir. heman bunu müteakıb bazı ev havlularında ikame edilmiş olan kazaklar ile zabıta me'murları mahalli vakaya yetişerek nümayişcilere yakından urmağa başlamışlardır. bunun üzerine bir mücadele vukua gelerek kazaklar bayrağı ref eden gürcü kızıyla anı müteakıb bayrağı alanları kılıçlar ile parçalamışlardır. bu vaka neticesinde onu mütecaviz telefat vuku bulmuş mecruhinin adedi ki, bunlar miyanında nisvan ve etfal de mevcud idi, gayri malum bulunmuşdur. bu kabil bir takım hadisatı fecia mişel ve diğer bazı mahallerde dahi tekevvün etmişdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. tiflis'deki amele tarafından tatili meşguliyyet edildiğine dair olan şubat senetarihli ve onüç numaralu tahriratı acizaneme zeyldir. kanunı saninin yirmi altıncı günü vukua gelen iğtişaşat esnasında mecruh düşen eşhas miyanında bulunan bir gürcü kızı aldığı cerihaların te'siratıyla şehri halin on ikinci günü vefat etmiş ve cenazesi birçok amele ve mekatib talebesi tarafından takib olunmuşdur. maktulenin müteaddid ikliller ile tezyin edilen tabutu geniş ve al renkli bir kurdelaya sarılmış idi. bu cenaze kafilesi evvela hükumet konağı pişgahından ve badehu şehrin özetvetranskripsiyon başlıca sokaklarından mürur ederek harici şehirdeki kabristana gitmiş olup önünde belediye çavuşları bulunmakda ve arkasından on iki kazak neferi yürümekde idi. kafilei mezkurenin serbestce gitmesine müsaade etmeleri ve yolda hazır bulunan eşhas tarafından evvelce istimali silah edilmedikce mukabelei bi'lmisil icra eylememeleri kafkasya guvernörü vekili tarafından marrü'zzikr kazaklara emr olunmuş olup, amelei merkumenin yevmi mezkurda istimal etmek üzre derunları dinamit memlu yüz seksen aded humbarayı hamil oldukları itikadiyle me'murin tarafından bi'lcümle tedabiri lazimeye tevessül edilmiş idi. cenazenin kabristana nakl ü isaline değin bir gune hadise zuhur etmemiş ise de kabristanda amele tarafından endaht olunan birçok revolverlerden çıkan kurşunlardan biri mezkur kazaklardan birinin kulağına isabet etmesi üzerine kazaklar da istimali silah etmiş ve ameleden biri maktul ve diğer birkaçı mecruh olmuşdur. şehri halin birinci günü sanayii muhtelifeye mensubmikdarındaki ameledenneferi ve kafkasya demiryollar anbarlarında müstahdemameledenneferi iş ve güçleriyle meşgul olmağa başlamışlardır. kunduracı ve şekerciler misillü tatili meşguliyyet etmiş olan kassab esnafı dahi dükkanlarını küşad etmişlerdir. tiflis gazeteleri yeniden intişara başlamışlardır. tramvay arabaları dahi asakir tarafından muhafazaya lüzum görülmeksizin amedşüd etmekde, elhasıl şimdilik işler mihveri tabiisinde cereyan eder gibi görünmekdedir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. şehri halin on dokuzuncu gününden berü bakü'de ahalii islamiyye ile ermeniler arasında hunrizane mücadelat vukua gelmiş ve rus telgraf acentesi tarafından keşide edilip kavkaz nam ceridei resmiyye ile neşr olunan ve fransızca tercümesiyle maan ve leffen takdim kılınan telgrafnameden dahi müsteban buyurulacağı üzre mukatelatı vakıa elan devam eylemekde bulunmuşdur. istıtlaatı acizaneme nazaran iğtişaşatı mezkurenin sebebi, tevkifhaneden mahkemeye getirilmekde olan bir islamın esnayı rahda firara teşebbüs eylediği iddiasıyla iki ermeni asker tarafından katl edilmesi olup, halbuki islamlar bu firar maddesini inkar ile mevkufı merkumun davayı vakıada haklı çıkacağını gören müşteki tarafından iğfal edilen merkum ermeniler canibinden itlaf edildiğini iddia ediyorlar. gönderilen kuvayı imdadiyye ile beraber mevcud asakir ile kazaklar mikdarının ademi kifayeti cihetiyle mücadelatın önünü almağa muvaffak olamamışlardır. iki tarafdan bilafasıla tüfenk atılmakda ve telef olmak tehlikesi göze aldırılmadıkça sokağa çıkmak gayri kabil bulunmakda ve her tarafda heyecan hükümferma bulunmakdadır. birçok sokakların maktullerin ecsadıyla mali olduğu rivayet olunuyor. deva'iri hükumet ile mekatib ve mağazalar sedd olunmuş ve dükkanlarla mağazaların kepenkleri kırılarak içlerindeki emval nehb ü garet edilmiş ve bir takım eşirra bu ahvalden bi'listifade emakini yağma etmekde bulunmuşdur. ihtilal komitesi re'isi olduğu zannedilen lalaof namında mütemevvil bir ermeni ile hamparsom melikof ve çançarof nam kimesneler katl edilmiş ve ikametgahları müslümanlar tarafından yağma olunmuşdur. maktulinin adedi bin ve mecruhinin mikdarı ise iki bin kadar tahmin olunup bunların ekserisi ermenidir. dün, kafkasya vali vekili tarafından vuku bulan davet üzerine kafkasya cemaati islamiyyesi re'isi bulunan zat ile ermeni katogikosunun bir me'muru ve kafkasya vilayeti umurı siyasiyye direktörü mukatelatı hazıraya nihayet vermek içün manen imalı nüfuz etmek üzre bakü'ye azimet etmişlerdir. lakin mesaii masrufeye rağmen varid olan haberler heyecanaverdir. dün buradan bakü'ye iki kıta top ile mühimmat gönderilmişdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. kavkaz nam ceridei resmiyyeninşubat senetarihli nüshasında münderic telgrafnamenin tercümesidir. bakü,şubat sene özetvetranskripsiyon islamlar ile ermeniler yekdiğerine karşı mütemadiyen tüfenk atmakdadırlar. şehirde muamelatı ticariyye tatil edilmiş ve mekatib ve borsa ve destgahlar sedd olunmuşdur. gazetelerle ajans telgrafnameleri artık neşr olunmuyor. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle batum başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. muharreratı sabıkai kemteraneme zeylen ahvali memleketin vehameti yevmenfeyevmen tezayüd etdiğini zatı alii asafanelerine arz eylerim. bir hali fetret içinde bulunduğumuz gibi kaffei ahalinin hayatı da ortalığı tedhiş eden ihtilal komitelerinin elinde bulunuyor. gece geçmiyor ki tebeai müslimemizden iki ya üçü dükkanları yağma eden eşkıyanın ika eyledikleri sirkat ve gasb gibi efale hedef olmasun. tebeai müslimei iraniyye ile ermeniler arasında vuku bulan bir mücadele neticesinde yedi yüz kişinin telef ve üç bin kişinin de mecruh olduğu bakü'den varid olan haberlerden müsteban olmuşdur. bu vaka heman burada aksendazı te'sir olmuş ve müslümanlara karşu ermeniler tarafından bir hareket tertib edildiği istihbar olunmuşdur. zaten batum kurbünde ka'in livanada müslümanlar ile ermeniler arasında bir niza vukua gelerek birçok kişi telef ve mecruh olmuşdur. acar ahalii islamiyyesinden birçok kimseler dahili memleketde vakı köylerden buraya geldiklerinden ve merkumlar fıtratı cengcuyaneye malik olduklarından iğtişaşatı fecia vukuundan havf eylemekdeyim. tebeai müslimenin mümkün olduğu kadar istihsali emniyyetleri içün guvernör nezdinde teşebbüsatı lazimede bulundum. gerçi amelenin tehdidatı üzerine vapur kumpanyaları idarehanelerini kapamağa mecbur olmuşlar ve posta vapurlarının seferleri muattal olmuşdur. bu sabah teneke ihrac eden bir ingiliz vapuru üzerinde gürcüler tarafından iğtişaşat vukua getürülmüş ve kazaklar kılıçlarını istimal eylediklerinden birkaç kişinin mecruh olduğu rivayet edilmekde bulunmuşdur. amele her nevi muamelata muhalefet eylediğinden deva'iri resmiyyeden olan rüsumat idaresi dahi tatili osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları muamelat etmişdir. şehri carinin sekizinci günü sabahı başşehbenderhane kapusu önünde iki el tabanca atılmışdır. guvernör bunu istihbar edince bir mikdar kazak asakiri muhafıza vermesini teklif eylemiş ise de tebeamızı tedhiş etmemek içün işbu teklife muvafakat etmedim. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. batum ile bakü'de vukua gelen iğtişaşata dair vürud eden şehri hali ruminin on biri, on ikisi ve on üçü tarihli telgrafnamelerin fransızca tercümeleri leffen takdim kılındı. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. melfuf telgrafnamelerin tercümesidir. şubat, batum. gemilerdeki hamulelerin emri tahliyesi tatil edilmiş ve birçok vapurlar hamuleleriyle avdet eylemişdir. havayici zaruriyyeden madud olan erzak ve zeha'ir tükenmeğe başlıyor. muamelatı ticariyye münkatı olmuşdur. geceleyin müsellah çeteler şehrin merkezindeki mağazaları bile nehb ü garet etmekdedir. şubat, bakü. bakü iğtişaşatının sureti cereyanı bervechi ati nakl ü hikaye olunur. şöyle ki, zannolunduğuna göre ermeni asakir tarafından mahbusinden bir müslümanın katl ü itlaf olunması ve esbabı şahsiyyeden dolayı mütemevvilanı islamiyeden birinin bir ermeni tarafından alamele'i'nnas ağır suretde cerh edilmesi üzerine müslümanlarla ermeniler beyninde mevcud kin ve husumet iştidad etmişdir. şubatın yedinci günü otuz beş kişi katl veya cerh olunup bunlar miyanında müslümanlarla ermenilerden gayri milliyetlere mensub bir takım eşhas vardır. şubatın sekizinci günü müslümanlar ile ermeniler beynindeki münasebatda meşhud olan gerginlik son dereceyi bulmuş ve sokaklarda kıtal vukua gelmişdir. bütün gün silah atılarak yüz kişi maktul ve mecruh özetvetranskripsiyon olmuşdur. o gün akşama kadar guvernör halkı teskin içün şehri dolaşmakdadır. çarşıda dükkanlara hücum edilerek derunlarındaki emval ü eşya yağma edilmesi üzerine kuvvei müsellaha istimaline mecburiyet hasıl olmuş ve birçok kişi katl ü itlaf edilmişdir. dört tabur ile beş kazak sotilna sından mürekkeb olan asakiri mevcude kifayet etmediğinden buna beş tabur piyade, bir müfreze topçu ve iki sotilna kazak askeri ilave olunmuşdur. guvernör iki muhasım kavnsub müteneffizanın muavenetine müracaat eyledi. şubatın dokuzuncu günü sabahleyih yine birçok iğtişaşatı müdhişe zuhur ederek ağniyaya aid birçok emakin tahrib ve ihrak edilmişdir. guvernör refakatinde ortodoks, ermeni, müslüman hey'eti ruhaniyyesiyle zevatı müteneffize bulunduğu halde şehrin bütün mahallelerini dolaşarak muhafazai sükun etmelerini halka tavsiye etmiş ve ermeni rehabini ile ulemayı islamiyye halka karşu yekdiğerleriyle muanaka eylemiş ve ahali hurra sadalariyle bağırarak musalaha arzusunda bulunduğunu alenen bildirmişdir. bu arzunun samimi olduğu anlaşılmışdır. bade'zzuhr saat iki raddelerinde iğtişaş za'il olarak gece sükunetle geçmiş ve şubatın onuncu sabahı hiçbir iğtişaş zuhur etmemişdir. müslümanlar dükkanlarını açdıkları halde ermenilerin dükkanları mesdud kaldığından ezhandaki heyecanın za'il olmadığı anlaşılmış ve bade'zzuhr iğtişaşat yeniden bir mahiyyeti müdhişe kesb etmişdir. balahanı' da iğtişaş bütün gün devam etdiğinden guvernör oraya ermeni ve islam hey'eti ruhaniyyesiyle müteneffizandan bazı zevatı izam eyledi. balahanı zabıtası bir şey yapmakdan aciz kalarak istifa eyledi. şehirde me'murlardan bazıları icrayı becayişlerini taleb eylediklerinden bunlara kuvayı imdadiyye gönderildi. şubat, bakü. şehirde sükun ve asayiş hükümfermadır. guvernör ahaliye hitaben bir beyanname neşr ederek heyecanamiz şayiata itimad edilmemesini tavsiye eylemişdir. ahalinin akşam saat sekizden sonra ikametgahlarından çıkmaları muvakkaten nen edilmiş ve aksi takdirde kendülerinden beş yüz ruble cezayı nakdi alınacağı veya üç mah müddetle habse ilka olunacakları bildirilmişdir. şubat, batum. buradaki ermenilerle müslümanlar bu iki millet arasında bakü'deki iğtişaşata mümasil ahvali elime ika etmek arzusunda bulunan bedhahan taraflarından işaa olunan havadisi kazibeden naşi duçarı heyecan olmuşlardır. müslümanlar camii şerifde edayı salat etdikleri esnada camii şerifin berheva edileceği mezhebdaşları tarafından bağteten ihbar edilmişdir. 'nin memaliki şahane'ye azimetleri ermeniler osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tarafından ika edilen muamelatı cebr ü şiddete bi'liltizam haml olunursa da bunun katıyyen asl u esası yokdur. ermeniler kendilerinin asla böyle bir fikr ü niyetleri bulunmadığını bildirmek üzre devleti aliyye şehbenderiyle iran karperdazına ademler göndermişlerdir. bunların ifadatına nazaran bu şeylerin kaffesi mazannei su' olan bir takım eşhasın eseri mefsedet ve tesvilatıdır. iran karperdazı bu kadar ağır isnadatdan teberri içün sarfı nakdinei ihtimam ü gayret eden ermeni hey'etinin şu izahatı ciddiyyesinden pek memnun olmuşdur. iğtişaşatın acarei ulya' ya dahi sirayet etdiği rivayet olunur. şubat, bakü. petrol müstahsilleri kongresi, azanın vürud etmemesine mebni küşad olunmamışdır. kafkasya şeyhü'lislamı tiflis'den gelerek birçok vaz u nasihatda bulunmuş ve ermeni başkilisesini ziyaret eylemiş ve diğer tarafdan ermeni piskoposu dahi camii şerifi ziyaret etmişdir. guvernörün riyasetinde bir iane cemiyeti teşkil edildi. gazete bugün intişar etmişdir. novel dö bakü gazetesi'nin tahminine nazaran esnayı iğtişaşatda maktul olan eşhasın mikdarı on beş rus, musevi ve gürcü ve bir tanesi alman olmak üzre beş yüze baliğ olmuşdur. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, batum ile bakü ve tiflis'de vukua gelen iğtişaşata dair malumat ve tafsilatı ve ol babdaki telgrafnamelerin fransızca tercümeleri gönderildiğini ve ahiren batum başşehbenderhanesi kapusu önünde iki el tabanca atılmasına mebni guvernör tarafından bir mikdar kazak asakiri muhafızası verilmek istenilmiş ise de tebeayı tedhiş etmemek içün işbu teklife muvafakat olunmadığını mutazammın petersburg sefareti seniyyesi'yle tiflis ve batum başşehbenderlikleri'nden ahz olunanve veveşubat senetarihli yüz yirmi dokuz ve iki yüz yedi ve on üç ve on sekiz ve yirmi bir numaralu beş kıta tahriratla melfufatının tercümeleri leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. özetvetranskripsiyon fimuharrem sene ve hariciye nazırı fimart senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun batum ile bakü ve tiflis'de vukua gelen iğtişaşata dair malumat ve tafsilatı havi petersburg sefareti seniyyesi'yle tiflis ve batum başşehbenderlikleri'nden mebus beş kıta tahrirat ile melfuflarının tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. fimuharrem sene fimart senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlırus sınırından osmanlı tarafına geçecek ermenilerin engellenmesi babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. önümüzdeki mevsimi baharda memaliki şahaneye geçmek içün hazırlanmakda oldukları mervi olan ermenilere dairkanunı sani sene tarihlü ve on iki numaralu tahriratı aliyyei asafaneleri melfufiyle beraber residei desti tazim oldu. evvelce dahi arz eylemiş olduğum vechile beyne'ddevleteyn münakid i'tilafa istinaden merkum ermenilerin tasavvuratı vakıalarının meni icrası içün tedabiri mü'essire ittihazı zımnında hariciye nezareti nezdinde teşebbüsatı mükerrere icrasıyla bu işi takibden hali kalmamakdayım. kont lamsdorf ile ahiren vuku bulan bir mülakatımda ol babdaki tezkirei samiyei cenabı sadaretpenahiye imtisalen teşebbüsatı sabıkai acizanemi tekrar etdim. müşarünileyh evvelce vuku bulan teşebbüsatı acizanem üzerine me'muriyyeti aidesine zaten evamiri lazime ita kılınmış olduğunu bendenize tekrar te'min eyledi. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, özetvetranskripsiyon maruzı çakeri kemineleridir, rusya'nın batum, revan ve kars cihetlerinde hükumeti mahalliyyece vuku bulan teklifat ve tazyikata bina'en, bahar mevsiminde memaliki şahane'ye geçmek hazırlığında bulundukları bitlis vilayeti'nden bildirilen ermenilerin meni avdetleri zımnında hududı hakaniyyece takayyüdat ifası hakkında icab edenlere vesaya icra edilmiş ise de bunların hududa kadar azimetlerine meydan verilmemek lazım geleceğinden ve bu da rusya hükumeti nezdinde tesebbüsat icrasıyla tedabiri maniai kaviyye ittihazı esbabının istihsali ve her halde bunların memaliki şahane'ye kabul edilmeyeceklerin katiyyen bilinmesi ile olacağından, petersburg sefareti seniyyesi'ne ana göre te'kidi tebligat ile neticesinin arzı atebei ulya kılınması şerefsadır olan iradei seniyyei hazreti hilafetpenahi iktizayı alisinden bulunduğunu mübelliğ residei desti tazim olanza. senetarihlü ve bin yedi yüz iki numaralu tezkirei samiyei fahimaneleri mütalaagüzarı acizi olarak bermantukı emr ü fermanı hümayunı cenabı tacdari icra olunan vesayaya cevaben beyne'ddevleteyn münakid i'tilafa istinaden merkum ermenilerin tasavvuratı vakıalarının meni icrası içün tedabiri mü'esssire ittihazı zımnında rusya hariciye nezareti nezdinde tekriri teşebbüsat ile bu işi takibden hali kalmadığı gibi ahiren bi'lmülakat bu babda nezdinde te'kidi teşebbüsat eylediği hariciye nazırının bu hususda teşebbüsatı sabıka üzerine me'murini aidesine evamiri lazime ita kılınmış olduğunu tekrar te'min eylediğini şamil petersburg sefiri devletlü paşa hazretlerinden ahz olunanşubat senetarihli ve yüz on dört numaralu tahriratın tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fimuharrem sene ve hariciye nazırı fimart senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları rusya'nın batum ve revan ve kars cihetlerinde hükumeti mahalliyyece vuku bulan teklifat ve tazyikata bina'en baharda memaliki şahane'ye geçmek hazırlığında bulundukları bitlis vilayeti'nden bildirilen ermenilerin meni avdetleri zımnında hududı hakaniyyece takayyüdat icrası mukarrer ise de bunların hududa kadar azimetlerine meydan verilmemesi içün rusya hükumeti nezdinde tesebbüsat icrasıyla tedabiri maniai kaviyye ittihazı ve neticesinin arzı hakkında şerefsadır olan emr ü fermanı hümayunı cenabı hilafetpenahi hükmi münifine tevfikan icra kılınan tebligata cevaben beyne'ddevleteyn münakid i'tilafa bi'listinad merkum ermenilerin tasavvuratı vakıalarının meni icrası içün tedabiri mü'esssire ittihazı zımnında rusya hariciye nezareti nezdinde tekriri teşebbüsat ile takibi keyfiyyetden hali kalınmadığı gibi ahiren mülakat olunan hariciye nazırının teşebbüsatı sabıka üzerine me'murini aidesine evamiri lazime ita kılındığını tekrar te'min eylediğine dair petersburg sefiri paşa hazretlerinden gelen tahrirat tercümesinin gönderildiğini mutazammın hariciye nezareti celilesi'nden varid olan tezkire leffen arz u takdim kılındı efendim. fimuharrem sene fimart senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. kont voronçof daşkof'un kafkasya genel valiliği'ne atanması ve kafkasya genel valiliği'nin kumandanlığa dönüştürülmesi özetvetranskripsiyon babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nemart senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. bugünkü tarihlü ve yüz yetmiş dokuz numaralı telgrafnamei acizanemde arz olunan emirnamei imparatoriyi havi gazete bendi, telgrafnamei mezkura zeylen ve leffen takdim kılındı. emr ü ferman hazreti menlehü'l emrindir. melfuf emirnamei imparatorinin tercümesidir. yaveri imparatori şurayı devlet azasından general kont voronçof daşkof'a kafkasya kıtasının rusya'ya ilhakından berü gerek ecdadımın ve gerek benim gayei maksudumuz orada sulh ü asayişi takrir ve idame ve memleketin vatanımızın aksamı sa'iresiyle olan irtibat ve ittihadı esasına müstenid olarak intizam ve saadeti halin terakkisine hidmet etmek hususuna matuf bulunmuşdur. kafkasya kıtasınca iktisab edilüp umumiyetle ahalisinin refahiyyet ve saadetinin tezayüd ve rusya'nın şeref ve saadeti uğrunda kafkasyalılardan bir çoğunun mesaii vefire ve fevkalade sarfı ile sabit olan lemai muvaffakiyyat şu günlerde ecnası muhtelifeye mensub efrad arasında tehaddüs eden ihtilafat ve me'murini hükumete karşu gösterilen itaatsizlik ve intizamı hayatı ihlal eden bir takım iğtişaşat ile maa'tte'essüf intifa etmege yüz tutmuşdur. iğtişaşatı mezkurenin ancak bir ehemmiyyeti muvakkateyi ha'iz olduğu zannında bulunduğumdan evamir ve talimatıma tevfikan elhaletü hazihi memleketimizde icrasına teşebbüs edilen ıslahatı dahiliyyenin bahş edeceği niam ve feva'idden kafkasya kıtasının hissemend olabilmesi içün kıtai mezkurede huzur ve asayişin bilate'hir takrir ve iadesini lazimeden add eder ve bu maksada mebni sizi kafkasya valii umumiliği'ne tayin eylerim. kafkasya'da vaktiyle sebk eden hidematınız esnasında ahvali mahalliyyece kesb eylemiş olduğunuz vukuf ile umurı idaredeki tecaribi vesianız ve vatanın husuli saadeti emrindeki hidematı bergüzideniz hasebiyle uhdenize tefviz olunan me'muriyyeti kafkasya sunufı muhtelifei ahalisi miyanında hüsni niyet ashabından olanların inzimamı osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları muaveneti dostanesiyle bakemali muvaffakiyyet ifa edeceğiniz meczumumdur. hakkındaki teveccühüm berdevamdır. fişubat sene imza nikola babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne fimart senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. şehri halin on beş tarihli ve yüz seksen numaralu tahriratı acizaneme zeyldir. resmi gazete'nin bu sabahki nüshasıyla neşr olunan fişubat sene tarihli bir emirnamei imparatoride kafkasya valiliği me'muriyyetinin lağviyle kumandanlığı me'muriyyetinin hukuk ve selahiyyeti sabıkai vasiasıyla iadeten te'sis edildiği beyan olunmuşdur. bakü ile kafkasya'nın mahalli sa'iresinde ahiren serzedei zuhur olan mücadelatı hunrizanenin esbabını tedkik ve taharri etmek üzre ayandan mürekkeb bir komisyonı mahsus teşkil kılınacağı novosti gazetesi'nin cümlei beyanatından bulunduğunu da zatı alii nezaretpenahilerine arz u işar ederim. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded özetvetranskripsiyon huzurı samii hazreti sadaretpenahiye maruzı çakeri kemineleridir, muharrem senetarihli tezkirei çakeriye zeyldir: sabık saray ve meclisi imparatori azasından kont voronstof daçkof 'un kafkasya valiliği'ne tayinini mübeyyin emirnamei imparatoriyi havi gazete bendinin irsal kılındığını ve resmi gazete ile ahiren neşr olunan bir emirnamei imparatoride kafkasya valiliği me'muriyyetinin lağviyle kumandanlığı me'muriyyetinin hukuk ve salahıyyeti sabıkai vasiasıyla iadeten te'sis edildiği beyan olunmuş idüğünü ve bakü ile kafkasya'nın mahalli sa'iresinde ahiren serzedei zuhur olan iğtişaşatın esbabını tedkik ve taharri etmek üzre ayandan mürekkeb bir komisyonı mahsus teşkil kılınacağı novosti gazetesi'nin cümlei beyanatından bulunduğunu mutazammın petersburg sefareti seniyyesi'nden bu kerre ahz olunan vemart senetarihli ve yüz seksen ve yüz doksan numaralı iki kıta tahrirat ile melfufunun tercümeleri dahi leffen arz ve tesyir edilmekle emr ü ferman hazreti veliyyü'l emrindir. fimuharrem sene ve hariciye nazırı fimart senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya valiliği hakkındaki evamiri imparatoriye ve bakü ile kafkasya'nın mahalli sa'iresinde ahiren serzedei zuhur olan iğtişaşat esbabını tedkik etmek üzre teşkil olunacak komisyona dair petersburg sefareti seniyyesi'nden gelen iki kıta tahrirat ile melfufunun tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. fisafer sene fimart senesadrı azam osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. kafkasya müslümanlarınca kurulan komite ve şuşa şehirlerinde bulunup fikirlerini yaymak için her tarafa temsilciler gönderdikleri; komitenin müslüman kamuoyunu rus hükumeti'nin zulmüne karşı harekete geçirmek için beyannameler yayınladığı, komitenin programında, ittihadı islam fikrinin yaygınlaştırılması ve dilin osmanlı edebiyatına uygun olarak ıslahı konularının da yeraldığına dair tiflis başşehbenderliği'nden gelen tahrirat tercümesinin takdim edildiği hususunda sadaret tezkiresi. ra. kafkazlılarık hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. ey ehli vilayet bunca derd mihnetdir. millet gidir elden ne aceb vakti suhandır. gayret eyleyün kalamız haki bedendir. ol günden olup kahbe rus bican eyleyüp cümlesini kalmış kuru imdi de bu milletleri yok eylemeğe. kafkazlılarık hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. malımızı zabt eyledi zülümle yekser. avare koyup ehli vilayeti bu bedahter. bu zulmü gerek redd eyleyek birader. eylemedi pes. bir sel ile saldat yolunu koydu ve ta ki özetvetranskripsiyon ne vakte kimi beylece avare kalah biz. imdi de gerek derdimize çare kılah biz. lazım olur şuriş bu cihan içre salah biz. kafkazlılaruk hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. birleşmek odur milleti kafkaz'a gerekdir. bu zulümlere ahir ve endaze gerekdir. rusya'da taze gerekdir. babam ölüben irmeni, gürcü ve müslüman töksünler bu yolda ne kadar ola kan. belki vireler millet biruhlara can bayraklarımızı marekei cenge saçılsun. tedbir gerek leşkeri küffara kaçılsun. bağlu kolumuz, belki bu nevm ile açılsun. kafkazlılaruk hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. ebnayı vatan izzetidir, can verürük biz. öz canımızı millete kurban verürük biz. başlar keserük millete bin can verürük biz. her asırda gayret eyleyüp milleti islam. her marekei cengde almışdır nik ü nam. bizde iderük rusların gündüzünü şam imdi gene ol milleti islam uyanupdur. yahşi yapanın cürmüne şerrini kanupdur. millet arşa dayanupdur. kafkazlılaruk hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. geçmişleri yada salaruk, kal alaruk biz. gayretle vatandan oları kovalarık biz. bu kasd ile şuriş bu cihana salaruk biz. bu kahbe rus geldi, bizi çapdı, taladı. ondan beri herbir işimiz ah nevadı. gayret ederük bize mededkar hudadı. her ülkede varsa. hahiş edirik cümlesi minlerce yaşasın. her birisi gerek matlabı maksuduna çatsun. kafkazlılarık hilatimiz kanlu kefendir. yoh fikrimiz illa gam ve ebnayı vatandır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ittifak ve gayret meclisi tarafındandır. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nemayıs senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olan şifreli tahriratın tercümesidir. kafkasya ahalii islamiyyesi mezheb ve lisanlarının muhafazası maksadıyla ahiren bir komite tertib etmişlerdir. bu komite azası kafkasya'nın başlıca şehirlerinde ve ale'lhusus bakü, elizabetpol ve şuşa'da bulunuyorlar. ıstıtlaatı acizaneme nazaran komitenin re'si idaresinde bulunan aza ahalii müslimenin en mümtaz bir sınıfını teşkil etmekde ve fikr ü maksadlarını neşr ü tamim içün her tarafa me'murlar izam etmekdedir. leffen takdimi huzurı ali asafaneleri kılınan türkçe beyanname anların amal ü makasıdının programını havidir. mezkur komite efkarı umumiyyei islamiyyeyi rusya hükumeti'nin zulm ü taaddisine karşı tahrik yolunda ara sıra beyannameler neşr ü tevzi etmekdedir. komite azasından birinin ifadesine göre bunların programına ittihadı islam fikrinin tamimi ve lisanlarının edebiyyatı osmaniyyeye tevfikan ıslahı maddeleri dahi dahil imiş. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya ahalii islamiyyesinin mezheb ve lisanlarının muhafazası maksadıyla ahiren bir komite tertib etmiş olduklarını ve işbu komite azasının kafkasya'nın özetvetranskripsiyon başlıca şehirlerinde bulunduğunu ve mumaileyhimin ahalii müslimenin en mümtaz bir sınıfını teşkil etmekde ve fikr ü maksadlarını neşr ü tamim içün her tarafa me'murlar izam eylemekde bulunduklarını ve ol babdaki beyannamenin gönderildiğini ve komite azasından birinin ifadesine göre bunların programına ittihadı islam fikrinin tamimi ve lisanlarının edebiyyatı osmaniyyeye tevfikan ıslahı maddeleri dahi dahil olduğunu şamil tiflis başşehbenderliği'nden alınan mayıs senetarihli tahriratın tercümesi melfufuyla beraber leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. firebiu'levvel sene ve hariciye nazırı fimayıs senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya ahalii islamiyyesinin mezheb ve lisanlarının muhafazası maksadıyla teşkil eyledikleri komite azasının kafkasya'nın başlıca şehirlerinde bulunmakda ve fikr ü maksadlarını neşr ü tamim içün her tarafa me'murlar göndermekde olduklarını ve komitenin amal ü makasıdı programını havi beyannamenin gönderildiğini ve ifadatı sa'ireyi mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden gelen tahrirat tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. firebiu'levvel sene fimayıs senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları erivan ve nahçıvan'da meydana gelen ermenimüslüman çatışmasının iran'daki tesiri ca. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded fihaziran senetarihiyle tebriz başşehbenderliği'nden mevrud tahriratın suretidir. erivan ve nahçıvan'da islam ve ermeniler beyninde zuhur etmiş olan iğtişaş ve ihtilaf neticesinde ahalii islamiyyenin duçar olduğu tecavüz ve hatta bunlardan kısmı azamının ahiren katl edilmiş olduğu rivayatı tebriz'de şüyu bulur bulmaz ötede berüde ermeniler aleyhinde nümayiş icrasına başlayan ahaliden bazıları dün akşam bir kaç kişiyi darb ve cerh eylediklerinden çarşu ve pazarda karışıklık vukuuyla heman dükkan ve hanlar sedd ü bend edilmiş ve ermeniler hane ve me'valarına çekilmişlerdir. hükumeti mahalliyye tarafından ittihaz edilen tedabir üzerine neticesi pek vahim olabilecek bir vakanın şimdilik önü alınabilmiş ise de efkarı umumiyyenin pek müteheyyic olması ve bir müddetden berü kafkasya'da islam ve ermeniler arasında vuku bulmakda olan mukatelenin buraca sui te'sir özetvetranskripsiyon hasıl etmekde bulunması münasebetiyle ermeniler aleyhinde pek şiddetli bir hareketi tecavüziyye vukuu gayet muhtemel bulunduğu berayı malumat arz olunur. ol babda. aslına mutabıkdır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye maruzı çakeri kemineleridir, erivan ve nahçıvan'da islam ve ermeniler beyninde zuhur etmiş olan iğtişaş ve ihtilaf neticesi olarak ahalii islamiyyenin duçarı taarruz ve bir kısmının katl edilmiş olduğu rivayatının tebriz'de şüyuunu müteakib ermeniler aleyhinde nümayiş icrasına başlayan ahaliden bazıları bir kaç kişiyi darb ve cerh eylediklerinden çarşu ve bazarda karışıklık zuhur ederek dükkan ve hanlar sedd edilerek ermeniler hane ve me'valarına çekildiklerini ve hükumeti mahalliyyece ittihaz olunan tedabir neticesi olarak vahim bir vakanın şimdilik önü alınabilmiş ise de efkarı umumiyyenin pek müteheyyic olması ve bir müddetden berü kafkasya'da islam ve ermeniler arasında vuku bulmakda olan mukatelenin sui te'sir hasıl etmekde bulunması münasebetiyle ermeniler aleyhinde pek şiddetli bir hareketi tecavüziyye vukuu muhtemel bulunduğunu mutazammın tebriz başşehbenderliği'nden varid olan tahriratın sureti leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. ficemaziye'levvel sene ve hariciye nazırı fihaziran senebende tevfik babı ali osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları da'irei sadaret amedii divanhümayun erivan ve nahçıvan'da islam ve ermeniler beyninde zuhur etmiş olan iğtişaş ve ihtilaf neticesi olarak ahalii islamiyyenin duçarı taarruz ve bir kısmının katl edilmiş olduğu rivayatının tebriz'de şüyuunu müteakib ermeniler aleyhinde nümayişler icrasına başlayan ahaliden bazıları bir kaç kişiyi darb ve cerh eylediklerinden çarşu ve bazarda karışıklık zuhur etmiş ve dükkan ve hanlar sedd edilmiş ise de hükumeti mahalliyyece ittihaz olunan tedabir üzerine vahim bir vaka zuhuruna meydan verilmediğini ve fakat efkarı umumiyye pek müteheyyic olup bir müddetden beri islam ve ermeniler arasında vuku bulmakda olan mukatelenin hasıl eylediği sui te'sir münasebetiyle ermeniler aleyhinde pek şiddetli bir hareketi tecavüziyye vukuu muhtemel bulunduğunu mutazammın tebriz başşehbenderliği'nden varid olan tahriratın sureti hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'levvel sene fihaziran sene sadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. erivan, nahçıvan, tiflis ve batum'da ermeniler ile müslümanlar arasında meydana gelen olaylar ca. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nehaziran senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. bakü vukuatından berü erivan ile nahçıvan şehirlerinde müslümanlarla ermeniler beynindeki münasebet pek ziyade gerginleşerek nihayet mücadelatı hunrizaneyi intac etmişdir. cera'idi mahalliyyenin neşriyatına nazaran mayısın on dördüncü ve on beşinci günleri askerin vürudu üzerine şehirde bir dereceye kadar iadei sükun edilmiş ise de hemcivar köylerde harik ve sirkat gibi fezayih devam etmekde olduğu gibi kaht u gala dahi hissolunmakda ve umumiyetle hal ü mevki pek müşevveş bulunmakdadır. tombul karyesinde gündüz bir harik ika olunarak kırk kişi muhterikan vefat etmiş ve sekenesi tarafından terk edilen yarımca karyesinde ika edilen sirkatlerin meni zımnında nahiye müdürü oraya gitmişdir. gece kamarlu karyesinden heyecanaver haberler alınması üzerine erivan kazası kaymakamı karyei mezkureye azimetle ahaliyi teskine muvaffak olmuşdur. mayısın on altıncı günü nahçıvan'a gelen şii re'isi uleması şeyh efendi, erivan ermeni serpiskoposu ile birlikde o tarafları dolaşmışdır. hududu tecavüz ve müslüman ahaliye iltihak eden iran kürdleri şimendüfer hattı ile şahtahtı gümrüğü'nü tehdid ederek marur nahiyesi mülhakatından bir karyenin mevaşisini gasb ve sirkat ve posta tarikı üzerinde karyenin papasını katl ü itlaf eylemişlerdir. mütecasirler polis komiseri ile muhafızlar ve bir müfrezei askeriyye tarafından ref ve tenkil edilmişdir. mu'ahharan sardarak karyesi civarında dahi iran kürdlerinin zuhuru haber alınması üzerine kamarlu'dan osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları avdet etmekde olan erivan kaymakamı oraya azimet etmişdir. yüz altmış nefer kürdün culfa gümrüğü'nden geçdiği ve kariben karagalok cihetinden, diğer üç yüz kürdün vürud edeceği haberi intişar etdiğinden bunların her sene bu mevsimde iş bulmak üzre hududu mürur ile memlekete gelen kürdlerden olup olmadıklarını tahkike erivan kaymakamı me'mur edilmişdir. erivan şehri bi'nnisbe hali sükunda iken mayısın yirmi üçüncü günü sabahleyin saat on raddelerinde vürud eden bir telgrafnamede şehrin muhtelif mahallatında tüfenk sadaları işidilmesi üzerine bütün ahalinin ayak üzerinde bulunduğu bildirilmekle bütün dükkan ve mağazalar kapanmışdır. saat on iki raddelerinde islamlar ile ermeniler beyninde bir müsademe vukua gelerek bunda mecruhin ve maktulinin adedi otuzu tecavüz etmiş ve bu esnada vürud eden kuvvei müsellaha ahaliyi teskine muvaffak olmuşdur. mayısın yirmi dördünde tüfenk endahtına devam edilmiş ve sabahleyin saat on birde islamlar sokakda bulunan ermeniler üzerine ateş etmeleriyle herkes silaha sarılmış ve ermenilerden bir kişi maktul ve bir kişi mecruh olmuş olduğu halde islamlardan mecruh ve maktul olanların adedi kırkı tecavüz etmişdir. erivan'dan alınup mahalli gazetelerine derc olunan bir telgrafnameye nazaran mayısın yirmi dördüncü günü ahşamı yani yirmi beşinci gecesi sabaha kadar tüfenk endahtına devam edilerek maktulin ve mecruhinin adedi neye baliğ olduğu haber alınamamış ise de her halde dünki maktulin ve mecruhinin mikdarına fa'ik bulunmuş ve çocuklar bile istisna edilmeyerek marrin ve abirinin üzerlerine pencerelerle damlardan silah atılmakda ve ahali nereye gitdiklerini bilmeyerek firar etmekde ve hulasai kelam erivan şehrinde tarifi gayri kabil bir dehşet hükümferma olmakda bulunmuşdur. tiflis müslümanlarıyla ermenileri beyninde bir müddetden beri bir husumet eseri müşahede olunduğundan tiflis vali vekili ermeni piskoposunu ziyaret ederek guya islamların ermenilere hücum ve tecavüze hazırlanmakda olduklarına dair tiflis'de beyne'nnas şüyu bulan haberleri tekzib içün davet edilen ulema tarafından gönderilecek vekillerle müzakeratı lazimede bulunmak üzre ermeniler namına da vekiller göndermesini rica etmişdir. bu vekiller işbu asılsız haberleri tekzib içün meydan mahallinde dolaşmağa ve bu suretle ahalice mevcud havf ve endişeyi izaleye ve emniyyeti umumiyyeyi iadeye karar vermişlerdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali özetvetranskripsiyon da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nehaziran senetarihiyle batum başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. batum'da ahvali hazıra tahammülfersa bir dereceye reside olmuşdur. ahalii islamiyye muteberanından kurdzade ömer efendi en işlek bir kahvehanede kendi halinde oturmakda iken cerh edilmişdir. bundan birkaç gün evvel üç gürcü, başşehbenderhane'ye girüp yerliden olan hidmetkaranı şayed ihtilal komitesinin emrine ittibaan hidmetlerini terk etmeyecek olurlar ise köpekler gibi telef edilecekleri beyanıyla tehdid etmişlerdir. başşehbenderhane'den çekilüp gitmelerini ihtar etdiğimde merkumun işlerine müdahale edersem hakkı acizanemde muzırr olacağını söyleyerek bendenizi dahi tehdide kalkışdıklarından derhal merkumları tevkif etdirmekle beraber hukukı düvelin tahtı sıyanetinde bulunan bir meskenin bu vechile duçarı taarruz olmasından dolayı cemil bey'i vali nezdinde protesto etmeye me'mur eyledim. derhal tahkikat icra kılınmış ise de mücrimler ihtilal komitesinin en müteneffiz azasından bulunduklarından duçarı havf ü hiras olan vali anları ibretenli'ssa'irin te'dib edecek yerde berayı itizar merkumları nezdi acizaneme göndermişdir. işbu tafsilatdan zatı alii nezaretpenahilerince anlaşılacağı vechile me'murin ile eşirra hemayardır. evvelsi günü bade'zzuhr saat üç raddelerinde müsellah bir takım eşhas ellerinde revolver olduğu halde ispanya fahri viskonsolosluğu'yla mesajeri maritim kumpanyası acentalığını ifa eden mösyö espadaro'nun yazıhanesine girerek kasasının mevcudunu kendilerine teslime icbar eylemişlerdir. dün sabahleyin saat dokuz raddelerinde kaputları altına saklanmış kısa tüfenkleri hamil bir takım eşirra meşahiri ağniyadan dakik taciri simonof'un ticarethanesine birdenbire girmiş ve içlerinden biri havaya bir el tüfenk atmış ve tüfenk sadasının iras etmiş olduğu havf ü halecandan bi'listifade diğerleri mösyö simonof'un üzerine hücumla tüfenklerinin namlularını göğsüne dayamışlar ve kasasını açmasını ihtar etmişlerdir. biçare bi'zzarure kasayı açmış ve haydudlar mebaliği külliyyeyi müstashaben firar etmişlerdir. simonof'un ticarethanesi hükumet konağına pek yakın olduğu halde hiç bir kazak yerinden kımıldanmamışdır. evvelki gün ahalii islamiyye bir miting akd ederek müslümanlardan birine tecavüzde bulunanların hemen itlaf edilmesi kararlaşdırılmışdır. bu kararın neticesi vahimdir. zira mücerred şimdiye kadar islamların mukabelei bi'lmisilden ihtiraz etmelerinden osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları dolayı bir kıtali umumi vuku'a gelmemiş ve fakat artık islamların sabrı tükenmiş olduğundan bu şehrin atisi pek muzlimdir. vali iş ademi olmayup yirmi kadar şaki salb olunmadıkça yahud muhalifler yani islamlar, ermeniler ve gürcüler yekdiğerlerini katl etmedikçe ateşi fesad intifapezir olmayup devam edecekdir. mezhebdaşlarımızdan çoğu ücretle şehbenderhane havlisinde bekçilik etmekde olup bunların her ihtimale karşu silah taşımaları içün kendülerine validen bir ruhsatname istihsalini muvafıkı maslahat addeyledim. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, bakü vukuatından beri erivan ile nahçıvan şehirlerinde müslümanlarla ermeniler beynindeki münasebet pek ziyade gerginleşerek nihayet ne yolda mücadelatı hunrizaneyi intac eylemiş olduğu beyanıyle tafsilatı şamil tiflis ve batum'da ahvalin tahammülfersa bir dereceye varup ahalii islamiyye muteberanından kurdzade ömer efendi'nin en işlek bir kahvehanede kendi halinde oturmakda iken cerh edilmiş ve üç gürcünün başşehbenderhane'ye girüp yerliden olan hidmetkaranı şayed ihtilal komitesinin emrine ittibaan hidmetlerini terk etmeyecek olurlarsa telef edecekleri beyanıyle tehdid etmiş olduklarından ve başşehbenderhane'den çekilip gitmeleri ihtar olundukda işlerine müdahale ederse hakkında muzırr olacağını söyleyerek kendüsini dahi tehdide kalkışmalarıyla derhal merkumları tevkif etdirmekle beraber hukukı düvelin tahtı sıyanetinde bulunan bir meskenin bu vechile duçarı taarruz olmasından dolayı başşehbenderhane kançılarını vali nezdinde protestoya me'mur etmesi üzerine derhal tahkikat icra kılınmış ise de mücrimler ihtilal komitesinin en müteneffiz azasından bulunduklarından duçarı havf ü hiras olan valinin anları ibretenli'ssa'irin te'dib edecek yerde berayı itizar nezdine göndermiş olduğundan bahisle bazı ifadatı ve vukuatı taarruzkaranei özetvetranskripsiyon sa'ire hakkında malumatı mutazammın batum başşehbenderinden ahz olunanve haziran senetarihlü ve altmış sekiz ve elli iki numaralı iki kıta tahriratın tercümeleri leffen takdim kılınmış ve batum başşehbenderinin tahriratının bir kıta suretinin irsaliyle ve şehbenderhane ve tebeai şahanenin bu misillü tecavüzata karşı muhafazası esbabının istikmali zımnında tedabiri ciddiyye ittihazı içün teşebbüsatı mü'essire icrası petersburg sefareti seniyyesi'ne tavsiye ve işar olunmuş olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. ficemaziye'levvel senehariciye nazırı fihaziran senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun bakü vukuatından beri erivan ile nahçıvan şehirlerinde müslümanlarla ermeniler beynindeki münasebet pek ziyade gerginleşerek nihayet ne yolda mücadelatı hunrizaneyi intac eylemiş olduğu beyanıyla tafsilatı şamil tiflis ve batum'da ahvalin tahammülfersa bir dereceye varup ahalii islamiyye muteberanından kurtzade ömer efendi'nin en işlek bir kahvehanede kendi halinde oturmakda iken cerh edilmiş ve üç gürcünün başşehbenderhane'ye girüp yerliden olan hidmetkaranı şayed ihtilal komitesinin emrine ittibaan hidmetlerini terk etmeyecek olurlar ise telef edecekleri beyanıyla tehdid etmiş olduklarından ve başşehbenderhane'den çekilüp gitmeleri ihtar olundukda işlerine müdahale eder ise hakkında muzırr olacağını söyleyerek kendüsini dahi tehdide kalkışmalarıyla derhal merkumları tevkif etdirmekle beraber hukukı düvelin tahtı sıyanetinde bulunan bir meskenin bu vechile duçarı taarruz olmasından dolayı başşehbenderhane kançılarını vali nezdinde protestoya me'mur etmesi üzerine derhal tahkikat icra kılınmış ise de mücrimler ihtilal komitesinin en müteneffiz azasından bulundukları cihetle duçarı havf ü hiras olan valinin anları ibretenli'ssa'irin te'dib edecek yerde berayı itizar nezdine göndermiş olduğundan bahisle bazı ifadatı ve vukuatı sa'irei taarruzkarane hakkında malumatı mutazammın batum başşehbenderinden varid osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları olan iki kıta tahrirat tercümelerinin gönderildiğine ve şehbenderhane ve tebeai şahanenin bu misillü tecavüzata karşı muhafazası esbabının istikmali zımnında tedabiri ciddiyye ittihazı içün teşebbüsatı mü'essire icrası lüzumunun petersburg sefareti seniyyesi'ne tavsiye ve işar edildiğine dair hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresi melfuflarıyla beraber arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'levvl sene fihaziran senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. tiflis'deki karışıklıklar ile gence ve bakü'de meydana gelen ermenimüslüman çatışmaları babı ali nezareti umurı hariciyye özetvetranskripsiyon tercüme odası aded hariciye nezareti'netemmuz senetarihiyle tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden varid olannumaralu tariratın tercümesidir. tiflis iğtişaşatına dairhaziran senetarihli ve seksen üç numaralı tahriratı acizaneme zeyldir. tiflis'de bulunan mensili taburu efradından maznun bulunan yirmi kişi tahtı tevkife alınmış ve neferatı merkume üzerinde asakiri serkeşlik ve ihtilale davet ve teşvik eden bir takım ilannamelerle sair evrakı muzırra bulunmuşdur. bu gibi ahvalde bütün tabur efradının birden ihtilale kıyam etmesi melhuz bulunduğundan me'murini askeriyye mensili taburunun bulunduğu kışlaya hakim olan bütün şevahika top yerleşdirmişlerdir. her gün gündüz bir takım sirkat ve cinayat irtikab olunmakda ve canilerden heman hiç biri derdest olunmamakdadır. ayın on yedinci günü onuncu polis dairesi'ne mensub bir çavuş beş kurşun darbıyla maktul olduğu halde şimendüfer mevkıfinin bahçesinde bulunmuşdur. burada ahvali umumiyye gitdikçe kesbi vehamet etmekdedir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne temmuz senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. kafkasya'da vukua gelen iğtişaşata dair fihaziran senetarihlü ve seksen dört numaralu tahriratı acizaneme zeyldir. haziranın on beşinde viladi kavkaz topcu asakiri isyan etmekle piyade asakiri tarafından kuşadılmış ve ellerinden silahları alındıkdan sonra karsa gönderilmişdir. elizabetpol ile mahalli muhtelifesinde ve ale'lhusus, şanşa, hankendi, burcu, gevra, vered, cıvaklu'da müslümanlar ile ermeniler arasında külleyevm hunrizane bir takım müsademat vukua gelmekdedir. gariyos otuz kişiden mürekkeb bir eşkıya osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları çetesi memleketi ihafe etmekde ve kazaklara bile taarruz eylemekdedir. elizabetpol mevkıfinde polis komiseri bir takım eşkıya tarafından katl edilmiş ve eşkıyayı merkume henüz zahire ihrac edilmemişdir. kütayis'de ahaliyi ihafe etmekde olan bir eşkıya çetesi alamele'i'nnas sirkat ve katl gibi bir takım cinayata tasaddi eylemekdedir. eşkıyayı tevkif içün zabıta tarafından sarf edilen bi'lcümle mesai akim kalmışdır. kütayis valisinin hanesinin kapusunda nevbet beklemekde olan bir nefer, mechulü'lahval bir şaki tarafından sureti vahimede cerh edilmişdir. maverayı kafkasya'nın her tarafında huzur ve emniyet münselibdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne temmuz senetarihiyle tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. kafkasya'da ve ale'lhusus elizabetpol eyaletinde müslümanlar ile ermeniler arasında mücadelat elan devam etmekdedir. bu vukuatı mü'limenin ne vakit rehini hitam olacağını şimdiden kesdirmek maa'tte'essüf müşkildir. burjon istasyonu'nda tevkif edilmiş olan bir şahsın üzerinde dört bin aded tüfenk fişengi bulunmuşdur. bakü'de baylof habishanesi'ndeki mahbusin arasında zuhur eden münazaa neticesinde yirmi beş müslüman ile bir ermeni az çok ağır suretde mecruh ve haziranın yirmi üçünde bakü polis müdiri muavini bir şahsı mechul tarafından atılan revolver kurşunuyla maktul olmuşdur. haziranın yirmi üçünde nahçıvan'da bonyakof namında bir ermeninin hanesinde dört humbara patlamış ise de hiç kimse mecruh veya maktul olmamışdır. mezkur hane derakab asakir ile abluka edilmiş ise de orada icra edilen taharriyatın neticesi malum değildir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. özetvetranskripsiyon babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, senetarihli tezkirei çakeriye zeyldir. tiflis'de bulunan mensili taburu efradından maznunen tahtı tevkife alınan yirmi nefer üzerinde askeri serkeşlik ve ihtilale davet ve teşvik eden bir takım ilannamelerle sair evrakı muzırra bulunmuş olduğunu ve bu gibi ahvalde bütün tabur efradının birden ihtilale kıyamı melhuz olmasına mebni mezkur taburun bulunduğu kışlaya hakim bütün şevahika top yerleşdirilmiş idüğünü ve külleyevm irtikab olunan cinayat faillerinden hiçbirinin derdest olunamamakda olduğunu ve kafkasya'da ve ale'lhusus elizabetpol eyaletinde müslümanlar ile ermeniler arasındaki mücadelat elan devam ettiğini ve bakü'de baylof habishanesi'ndeki mahbusin arasında zuhur eden münazaa neticesinde yirmi beş müslüman ve bir ermeninin ağır suretde mecruh ve bakü polis müdiri muavininin bir şahsı mechul tarafından atılan revolver kurşunuyla maktul ve isyan eden viladi kavkaz topcu asakirinin ellerinden silahları alınarak kars'a gönderildiğini ve ol babda bazı malumatı şamil tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden alınanvetemmuz senetarihlü ve seksen altı ve seksen yedi ve doksan bir numaralu üç kıta tahriratın tercümeleri leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'l emrindir. ficemaziye'lahır sene ve hariciye nazırı fitemmuz senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tiflis'de bulunan mensili taburu efradının harekatı serkeşanesine mebni hükumetce ne yolda tedbir ittihaz edildiğine ve külleyevm irtikab olunan cinayat faillerinin derdest olunamamakda ve kafkasya'da ale'lhusus elizabetpol eyaletinde müslümanlarla ermeniler arasındaki mücadelatın elan devam etmekde bulunduğuna ve bakü habishanesi'ndeki mahbusin beyninde zuhur eden münazaa neticesinde yirmi beş müslüman ve bir ermeninin ağır suretde mecruh ve bakü polis müdir muavininin maktul olduğuna ve isyan eden viladi kavkaz topcu askerinin silahları alınarak kars'a gönderildiğine ve ol babda bazı malumata dair tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden alınan üç kıta tahrirat tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'lahır sene fitemmuz senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. kafkasya müslümanlarının, genel vali voronçof ile ermenimüslüman çatışması ve kendilerine bazı haklar verilmesi hususunda yaptıkları görüşme , bakü, tiflisborçalu, dağistan ve batum vilayetlerinden müslüman halkı temsil etmek üzre gelen bir heyetin, kafkasya genel valisi kont voronçof daşkof ile bir görüşme yaptıkları, bu görüşmede valiye; karışıklıkları çıkaranların müslümanlar olmadığı, ermeni heyetinin bunun aksine olarak kendisine bildirdiği haberlerin uydurma ve müslümanları hükumet, kamuoyu ve basının gözünden düşürmeye yönelik olduğu, bunu protesto ettikleri; müslüman halka eğitim hizmetlerinden yararlanma, anadilde yayın, kafkasya idari memuriyetlerinde ve belediye hizmetlerinde istihdam, öğretmenlik ve avukatlık mesleklerine girebilme, toprak reformunun hızlandırılması ve toprağı olmayan müslüman köylülere çara ait toprakların dağıtılması, özetvetranskripsiyon yaylak, kışlak, orman ve avlanma hakkı verilmesi, tasarruf hakkının tanınması, kanana aykırı olarak ele geçirilmiş bazı vakıf arazilerinin iadesi, vergilerin hafifletilmesi, köy milisliğinin kaldırılması, müslümanların da temsil edildiği meclis ve heyetler kurulması, ziraat bankalarından yararlanabilme, zadeganlık hukukunun tanınması gibi bazı hakların verilmesi konularında bir dilekçe verdikleri; valinin de, bu istekleri inceleyerek yerine getireceğini ve olayları çıkaranların müslümanlar olmadıklarını bildiğini söylediği; ermeni, müslüman ve gürcü heyetlerinin çeşitli ziyafetlerde biraraya geldikleri, ancak ermenilerin bu ziyafetlerde bile müslümanlara, saldırgan ve hakaret edici tarzda sözler söylediklerine dair tiflis başşehbenderliği'nden gelen tahrirat tercümesi. babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'netemmuz senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. kafkasya ahalii islamiyyesi vekillerinden mürekkeb bir hey'et tarafından kafkasya valii umumisi kont voronçof daşkof'a ita olunan bir kıta istidanamenin tercümesi ve ceridei resmiyye ile neşr olunan hulasai musahabeleri leffen takdim kılındı. mütalaasından malumı alii asafaneleri buyurulacağı üzre valii umumi istidanamelerinde münderic metalibi cidden nazarı dikkate alarak memleketde huzur ve asayiş iade olunur olunmaz mevkii icraya vazı esbabına tevessül edeceğini vad eylemişdir. valii umumi ile cereyan eden mülakatları esnasında hey'eti mebusei islamiyye nahçıvan ve bakü'de tekevvün eden hadisatı mü'essifenin müsebbib ve muharrikleri ahalii islamiyye olduğuna dair ermeniler tarafından vuku bulan müftereyatı sureti katiyyede redd ü cerh etmişlerdir. ıstıtlaatı kemteranemden dahi anlaşıldığına göre ermeniler rusya hükumeti osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları aleyhine kıyam etmek üzre kendilerine iltihak etmek istememelerinden naşi ahalii islamiyyeye kin bağlamış olduklarından bakü, nahçıvan ve revan'da müslümanlara esliha ve humbaralar ile tecavüz etmişler ve işte bundan sonra ahalii islamiyye başka silaha malik olmadıklarından hançerleri ile müdafaai nefse teşebbüs eylemişlerdir. bütün bu yapdıkları şeylerle beraber ermeniler umumun teveccühünü kazanmak içün kendilerini ahalii islamiyye tarafından duçarı zulm ü taaddi olmuş gibi göstermekde ve ahalii islamiyyenin ermenileri katl ü itlaf ve hanelerini nehb ü garet ve anları kabuli islam'a icbar eylediklerine dair her tarafa telgrafnameler göndermekdedirler. halbuki bademli karyesinde icra kılınan tahkikat dini islam'ı kabul etmiş olan ermenilerin kendi hüsni rızalarıyla ihtida eylediklerini vali ali hanof'un huzurunda beyan etdiklerini mevkii sübuta isal etmişdir. bu ihtida keyfiyyeti ermeni ihtilal komitesinin eseri telkini add olunabilir. mezkur komite, ermenilerin ahalii islamiyye tarafından duçarı taaddi olduklarını hristiyanların nazarında isbat ve ermenileri ahalii islamiyyenin tecavüzatına karşu himaye etmediğinden dolayı rusya hükumeti'ni takbih etmek içün bu hattı hareketi ittihaz eylemişdir. revan valii umumisi tarafından imza ve ceridei resmiyye ile neşr edilen atiyü'zzikr telgrafname ermenilerin ahaliyi tahrik ve memleketde iğtişaşat vukuunu teşvik maksadıyla kasden bir takım rivayatı kazibe neşr ü işaa eylediklerini mevkii sübuta isal eylemekdedir: nahçıvan, haziran sene nahçıvan ve şaror kazalarında serzei sahai zuhur olan hadisat hakkında tifliski listok gazetesi'nde münderic makalat hakikatini o kadar tağyir etmekdedirler ki ahaliyi iğtişaşatda devama tahrik ve teşvik maksadıyla yazıldıklarına hükm olunabilir. vali ali hanof ahiren valii umumi ile görüşmek üzre tiflis'de bulunmuş olan kafkasya biladı muhtelifesi islam ve gürcü vekilleri arasında ziyafetler keşide olunmuş ve münasebetle ahalii islamiyye ile gürcüler tarafından yekdiğerlerine karşu dostane idarei akdah edilmişdir. birkaç gün sonra ermeniler müslüman vekilleri bir ziyafete davet etmiş ve esnayı ziyafetde ermenilerden biri şu suretle idarei kelam eylemişdir: ahalii islamiyye ile ermeniler arasında tehaddüs eden bi'lcümle ihtilafat hep ermenilerin medeniyet, maarif, ticaret ve sanayide pek ziyade terakki özetvetranskripsiyon etmiş bulunmalarından münbaisdir. ermeniler zengin ve emlak sahibi olmuşlardır. halbuki ahalii islamiyye ermeni komşularının refah ü saadet içinde bulunduklarını nazarı hased ile görerek anlara taarruza ve emlaklerini gasb u garete başlamışlardır. eğer ahalii islamiyye dahi ermeniler ile aynı seviyyei medeniyyede bulunmuş olsa idiler iki cemaat ihtilaflarını matbuat vasıtasıyla tedkik ve münakaşa edebilirler idi. lakin ahalii islamiyye derecei matlubede tahsil görmediği gibi bir gazeteleri de olmadığından ihtilafatımızı silah ile fasla mecbur oluyoruz. bu nutkı mütecavizaneden müsteban olduğuna göre ermeniler ahalii islamiyyeye yüzlerine karşu tahkir etmek maksadıyla ziyafete davet etmişlerdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. kafkasya valii umumisi nezdinde hey'eti mebusei islamiyye elizabetpol, bakü ve tiflis muzafatından borçalu ve dağistan ve batum vilayatı vekillerinden dokuz kişiden mürekkeb bir hey'eti mebuse haziranın onuncu pencşenbih günü bade'zzuhr saat iki raddelerinde kafkasya valii umumisi kont voronçof daşkof'un nezdine gitmişdir. hey'eti mezkure tarafından ita kılınan istidanasa'ili atiyenin tesviyesi talebini havidir: mevaddı atiye hakkında mevcud istisna'at ve müşkilatın izalesi: evvelen: mekatibe kabul içün icra edilmekde olan müsabaka imtihanları şera'itinin teshiliyle etfali islamiyyenin mekatibi mezkureye kabulü. saniyen: tedrisat lisanı maderzad üzre icra edilmek şartıyla tedrisat mes'elesine iştirake davet edilmiş olan cemaati islamiyye vekilleri tarafından tanzim edilen program mucebince her nevi mekatib te'sisi vetarihli layiha mucebince masarifi devlete aid olmak üzre inas mekteblerinin de sürati mümkine ile küşadı. salisen: tiflis medarisi kurbünde mevcud mekatibin tensikı ve mevcud iki mektebin mezciyle bir mektebi ali haline ifrağı. rabian: her nevi mekatib ve mü'essesatı hayriyye küşadı. hamisen: gerek tercüme ve gerek te'lif tarikıyla lisanı maderzad üzre gazete ve kitabların şera'iti tab u neşrinin tahfifi. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları sadisen: ahalii islamiyyenin kafkasya şuabatı idaresindeki me'muriyetlerin kaffesine kabulü. sabian: ahalii islamiyyenin dava vekaleti ve muallimlik mesleklerine süluküne müsaade edilmesi. saminen: ahalii islamiyyenin bilakayd ü şart kafkasya hidematı belediyyesine kabulü. arazinin hükumetin inzimamı muavenetiyle köylüler tarafından tesrii iştirası esbabının istikmali ve henüz bazı mahallerde meri olduğu üzre merkumların esir gibi araziye tabiiyyeti usulünün ref u ilgası, araziye malik olmayan veyahud cüz'i arazisi bulunan ahali ve zürraı müslimeye çar hazretlerine aid arazinin tevzii, kafkasya'ya muhaceretin meni ve ahalii islamiyyeye yaylak ve kışlak ve ormanlar ile hakkı sayd vesairenin itası, efrad ve nevahiye aid kaffei arazinin hükumete aid ve bina'enaleyh ağır bir takım vergülere tabi bulunduğuna dair dağistan'da meri olanhaziran senetarihli kanunun ref u ilgası, batum ve kars vilayetlerinde mütemekkin ahalii islamiyyenin hukukı tasarrufiyyelerinin tanzim ve tensikı ve batum'daki aziziye camii şerifi'yle yukarı acara'daki kula karyesinde ka'in camii şerife aid olup muhalifi kanun olarak zabt edilmiş olan akaratı mevkufenin iadesi tekalifi mevcudenin tahfifi ve tekalifi mevzuanın efradın derecei servetleriyle mütenasiben tarh ve istifası her nevi tekalif ve rüsumun esnayı tarh ve cibayetinde ve efradın ihtiyacatı içün hini sarfında itayı re'y hakkını ha'iz olarak ahalii islamiyye vekillerinin bulunması. kavaidi intihabiyyeye göre köylülerin umuma ve kuraya aid veza'if ve hidematının tanzim ve tensikı. kafkasya kıtasında ziştov meclisi ile jüri hey'etinin te'sis ve ihdası ve ahalii islamiyyenin adedi nüfusa göre bunlara iştiraki. köy milislerinin ve bina'enaleyh bunlara mahsus tekalifin ref u ilgası. ahalii islamiyye baytarlar tarafından ihdas olunan müşkilatı za'ide ve haymenişin çobanlar hakkındaki nizamatı mevcudeden mütevellid müşkilatı fevkaladeden mafüv tutularak muamelatı baytariyyenin tanzim ve ıslahı. özetvetranskripsiyon zadegan ve avama mahsus ziraat bankalarından ahalii islamiyyeye hakkı istifade te'mini. han, bey gibi eşrafı islamiyyenin hukukı asaletlerinin tasdikı mes'elesinin tesrii tesviyesi ve zadeganlık usulünü rusya'nın vilayatı dahiliyyesinde ve tul müddetden berü tiflis ve kütayis vilayetlerinde mevcud olduğu üzre tensik etmek hususundaki haklarının tasdikı ve zadeganlık usulü sureti katiyyede tayin olununcaya kadar zadeganın gori ve mingreli asılzadeganının kütayis eyaletinde ictima etdikleri misillü muvakkaten ictimalarına müsaade edilmesi. badehu, bu metalibi muhtelifenin kaffesi birer birer tedkik olunduğundan valii umumi yedinci madde hakkında gerek zükur gerek inasa mahsus mekatibin ve bilhassa imam ve müfti yetişdirmeğe mahsus mektebi alinin küşadı mes'elesine atfı nazarı ehemmiyyet edeceğini ve gazeteler ile kitabların teftiş ve muayenesi hakkında serbestii matbuatı tahdid eden tedabirin ref u ilgası münasib olup olmayacağını sansür usulünü tedkike me'mur ayandan mösyö kobekot'dan istifsar edeceğini ve ahalii islamiyyenin hidematı idareye kabulleri hususuna gelince bu babda hiçbir memnuiyyet mevcud olmadığını ve hidematı belediyyede istihdamlarına da hiçbir mania olmadığını ve fakat bu babda bir kanunı mahsus cari olduğundan kanunı mezkurun tebdil ve tadili zımnında şurayı devlet'e müracaat edeceğini cevaben beyan eyledi. ikinci maddede münderic metalibi muhtelife memleketde huzur ve asayiş takarrür eder etmez mevkii müzakereye vaz olunacakdır. üçüncü, dördüncü, beşinci maddelerin muhtevi olduğu mesa'il kavanini mevzua ile hall ü tesviye edilmiş ise de valii umumi ahalii islamiyyenin menafiini nazarı itibara alacakdır. köylere mahsus milis askerinin ilgası hakkındaki talebe asakiri mezkurenin yeniden tensik ve tanzim olacağı cevabı verilmişdir. yedinci madde hakkında mufassal bir layıha vermeleri hey'eti mebuse azasından rica edilmişdir. sekizinci maddeye gelince, valii umumi ahalii islamiyyenin ziraat bankalarından istifadeleri tahtı vücubda olduğu fikrindedir. ahalii islamiyyenin bazı sunufı içün zadeganlık hukukunun tanınması mes'elesinin müddeti kalile zarfında tedkik olunacakdır. kont, kerim giray han asılzadeganı islamın bir sureti muvakkatede tayini hakkında mufassal bir muhtıra tanzi'mur etmişdir. istidanamenin ikinci kısmı hususatı atiyeyi muhtevi idi. ermeni hey'eti mebusesi kafkasya hadisatını zatı asilanelerine bildirdiğinden herkesden evvel bizce badii osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları te'essüf olan hadisatı mezkureden bahs etmekden kendimizi alamadık. mücerred ahalii islamiyyenin hükumet ve ahali ve matbuatın enzarından düşürülmesi maksadıyla tasni edilen malumatı kazibeye karşu protesto ederiz. bakü vakayii mü'essifesinin ta bidayetinden berü, ahalii islamiyye bilasebeb ve bir sureti muttaridede vakayii mezkurenin müsebbibi olmak üzre itham edilmiş idi. gerek bakü, nahçıvan ve revan şehirlerinde ve gerek köylerde yalnız ahalii islamiyyenin katli nüfus ve gasbı emvale cür'et etdiklerine ve guya ittihadı islam namına bir muharebei mezhebiyyeye girişerek ermenileri dini islam'ı kabule icbar eylediklerine dair gazetelerde külleyevm garazkarane bir takım ahbarı telgrafiyye münderic bulunmakdadır. eğer deveran eden şayiata nazaran ahalii islamiyye bakü vakayii mü'essifesinde me'murini mahalliyyenin aleti olmuşlar ise ahalii merkume me'murinin planlarına bir sureti faalanede iştirak etmişlerdir. vakayii mü'essifei mezkurenin kaffesinde ahalii islamiyyenin tarafeyn içün mucibi şeyn ü ar olan bir takım efal ü harekatın müsebbibleri olmadıklarına dair birçok vukuat zikr ve hikaye edebiliriz. ahalii islamiyye gencal tüfenk ve mevaddı müşteıle humbaraları vasıtasıyla vuku bulan tecavüzata karşu müdafaai nefse mecbur olmuşlardır. zaten vukuat ile dahi müsbet olduğu üzre ahalii islamiyyenin ekserisi birçok zamandan berü silahsız idi. bir de esliha tedariki içün bir takım vesa'ite malik olmak lazım gelirken ahalii islamiyye bu vesa'itden mahrumdur. kafkasya'da mütemekkin akvama karşu bir tefevvuk ihraz etmek maksadına hidmet edenler müslümanlar değildir. hadisatı mü'essife müsebbibleri ile ezhanı ahaliyi tahdiş edecek havadisi müheyyiceyi işaa edenler ve bir sureti gayri meşruada teşekkül ederek bütün memleketi dehşet içinde bırakan komiteler aleyhinde tedabiri şedide ittihazı lazım gelür. işte ol vakit ezhanı ahalinin teskini da'irei imkana dahil olmuş ve kafkasya ahalisinin refah ve saadeti içün arzu edilen zaman idrak edilmiş olur. hey'eti mebhuse tarafından bast ü beyan olunan işbu mütalaata cevaben kont voronçof daşkof şimdiye kadar serzedei sahai zuhur olmuş ve elhaletü hazihi devam etmekde bulunmuş olan hadisatın kendüsünce malum ve iğtişaşata sıdk u istikametleriyle temeyyüz etmiş olan ahalii islamiyye tarafından başlanmadığına vakıf bulunduğunu ve fakat revan eyaletinin bazı köylerinde ahalii islamiyyenin bazı vekayii mü'essife ika etmiş olduğunu ve efkarı münevvere ashabından olan müslümanların ahali arasında huzur ve asayişi iade ve takrire sarfı mahasalı gayret etmesi lazım geldiğini beyan ve bakü ahalii islamiyyesinin hareketlerinden ve şu son özetvetranskripsiyon zamanlarda iadei asayiş emrindeki mesailerinden bakü valisi tarafından bir lisanı sitayiş ile bahsedildiğini işiderek pek ziyade memnun olmuş olduğunu ilaveten ityan eylemişdir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya ahalii islamiyyesi vekillerinden mürekkeb bir hey'et tarafından kafkasya valii umumisi kont voronçof daşkof'a ita olunan istidaname tercümesiyle bunların ceridei resmiyye ile neşr olunan hulasai musahabelerinin gönderildiğini ve mumaileyh valinin ahalii islamiyyenin istidanamelerinde münderic metalibi cidden nazarı dikkate alarak memleketde huzur ve asayiş iade olunur olunmaz mevkii icraya vazı esbabına tevessül edeceğini vad eylemiş ve valii mumaileyh ile cereyan eden mülakatları esnada hey'eti mebusei islamiyye'nin nahçıvan ve bakü'de tekevvün eden hadisatı mü'essifenin müsebbib ve muharrikleri ahalii islamiyye olduğuna dair ermeniler tarafından vuku bulan müftereyatı sureti katiyyede redd ü cerh etmiş olduklarını ve ermenilerin ahalii islamiyye haklarında vuku bulan teşebbüsat ve müftereyatı ha'inaneleri hakkındaki istıtlaatı şamil tiflis başşehbenderliği'nden alınantemmuz senetarihli ve seksen bir numaralı tahrirat ile melfufatının tercümeleri leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. ficemaziye'lahır sene ve fiağustos senehariciye nazırı bende osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya ahalii islamiyye vekillerinden mürekkeb bir hey'et tarafından kafkasya valii umumisi kont dorihof vankof 'a ita olunan istidaname tercümesiyle bunların ceridei resmiyye ile neşr olunan hulasai musahabelerinin gönderildiğini ve mumaileyh valinin ahalii islamiyyenin istidanamelerinde münderic metalibi cidden nazarı dikkate alarak memleketde huzur ve asayiş iade olunur olunmaz mevkii icraya vazı esbabına tevessül edeceğini vad eylemiş ve valii mumaileyh ile cereyan eden mülakatları esnada hey'eti mebusei islamiyye'nin nahçıvan ve bakü'de tekevvün eden hadisatı mü'essifenin müsebbib ve muharrikleri ahalii islamiyye olduğuna dair ermeniler tarafından vuku bulan müftereyatı sureti katiyyede redd ü cerh etmiş olduklarını ve ermenilerin ahalii islamiyye haklarında vuku bulan teşebbüsat ve müftereyatı ha'inaneleri hakkındaki istıtlaatı şamil tiflis başşehbenderliği'nden mevrud tahrirat ile melfufu tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'lahır senesadrı azam fiağustos seneferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. özetvetranskripsiyon bakü ve suçi'de ermenilerle müslümanlar arasında meydana gelen çarpışmalar babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül senetarihiyle batum başşehbenderliği'nden varid olan telgrafnamenin tercümesidir. ermenilerle müslümanlar beyninde şehri hali ruminin yirmi ikisinde bakü'de kıtale başlanılmış olduğu gibi suçi'de dahi kıtal vukua gelmiş ve asakir işe müdahale ederek bir hayli kesan maktul ve mecruh olmuşdur. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, ermenilerle müslümanlar beyninde rumi ağustosun yirmi ikisinde kıtale başlanılmış olduğu gibi suçi'de dahi kıtal vukua gelmiş ve asakir işe müdahale ederek bir hayli kesanın maktul ve mecruh olmuş idüğünü şamil batum osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları başşehbenderliği'nden ahz olunaneylül senetarihli telgrafnamenin tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fireceb sene ve hariciye nazırı fiağustos senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun ermenilerle müslümanlar beyninde bakü ve suçi'de kıtal vukua gelerek asakirin işe müdahale eylediğine ve hayli kesanın maktul ve mecruh olduğuna dair batum başşehbenderliği'nden gelen telgrafname tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle maan arz u takdim kılındı efendim. fireceb sene fiağustos senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. times gazetesi'nin bakü olayları ve mihran efendi hakkında yayınladığı haberler babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne fieylül senetarihiyle londra sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralu telgrafnamenin tercümesidir. tayms gazetesi bakü vukuatına dair bugünkü nüshasına derc etdiği bir bendi mahsusun nihayetine hasmane bir fıkra ilave etmiş ve şehri halin sekizi tarihiyle mihran efendi hakkında paris'deki muhbirinden aldığı bedhahane bir telgrafnameyi dahi neşr eylemişdir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, tayms gazetesi'nin bakü vukuatına dair efrenci eylülün dokuzu tarihli nüshasına derc etdiği bir bendi mahsusun nihayetine hasmane bir fıkra ilave etmiş ve şehri mezburun sekizi tarihiyle mihran efendi hakkında paris'deki muhbirinden aldığı bedhahane bir telgrafnameyi dahi neşr eylemiş olduğunu şamil londra sefareti seniyyesi'nden ahz olunaneylül sene tarihli ve numaralu telgrafnamenin tercümesi leffen takdim kılınmış ve tayms gazetesi'nin memaliki şahane'ye idhali külliyyen memnu bulunmuş olmağla bakü osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları vukuatına dair batum ve tiflis başşehbenderlikleri'nden alınan telgrafnamelerin tercümelerivereceb senetarihli tezkirei çakeriyle arz u tesyir edilmekle emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fireceb sene ve hariciye nazırı fiağustos senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun tayms gazetesi'nin bakü vukuatına dair efrenci eylülün dokuzu tarihli nüshasına derc etdiği bir bendi mahsusun nihayetine hasmane bir fıkra ilave etmiş ve şehri mazburun sekizi tarihiyle mihran efendi hakkında paris'deki muhbirinden aldığı bedhahane bir telgrafnameyi dahi neşr eylemiş olduğunu şamil londra sefareti seniyyesi'nden mebus telgrafnamenin tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle maan arz u takdim kılınmış ve mezkur gazetenin memaliki şahane'ye idhali zaten memnu olmakla beraber memnuiyyeti vakıa bu kerre de te'yid edilmişdir efendim. fireceb sene fiağustos senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. maverayı kafkas şeyhülislamının şuşa'ya gidişi ve halkın durumu özetvetranskripsiyon receb babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül sene tarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. kafkasya'nın mahalli muhtelifesinde ermeniler tarafından ika edilen iğtişaşata dair tiflis'den geçen ağustosı ruminin yirmi biri tarihiyle mevrud iki kıta telgrafnamenin metinleri leffen takdim kılındı. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. melfufun tercümesidir. kafkasya valii umumisi tarafından batelgraf vuku bulan rica üzerine maverayı kafkas şeyhü'lislamı şuşa'ya müteveccihen buradan müfarekat etmişdir. revan vali vekilinin talebi üzerine ermeni iğtişaşatından duçarı hasar olan kurayı muhtelife ahalisine liecli'ttevdi tiflis askeri deposundan çadırlar gönderilmişdir. diğer melfufun tercümesidir. istihsal olunan malumatı resmiyyeye nazaran gori ve duşti kazalarında hal ve mevki gitdikçe kesbi vehamet etmekdedir. kendü hallerinde yaşayan ahali, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları müsellah eşkıya çeteleri tarafından heman külleyevm duçarı taarruz ve itlaf edilmekde ve bu çeteleri teşkil eden eşkıyanın adedi bazan altmış nefere baliğ ve icrayı takibat hususu müşkilatı mucib olmakdadır. zira asakiri mevcude köylüler tarafından ika olunan iğtişaşat esnasında vukua gelen zarar ve ziyanı tahmin ve bundan dolayı ashabı emlake verilmesi lazım gelen tazminat mikdarını tayin ile meşgul olan komisyonu muhafaza eylemekdedir. komisyonı mezkur tarafından ibraz olunan faaliyet, ahali üzerinde ziyadesiyle icrayı te'sir etmekde ve ahali me'murini mahalliyyeye itaate ve erbabı fesad ile mücadeleye amade olduklarını beyan eylemekdedir. mezkur komisyon emlak vergüsünden dolayı ashabı emlak ile köylüler beyninde hükümferma ihtilafdan dolayı müşkilata tesadüf etmekdedir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya'nın mahalli muhtelifesinde ermeniler tarafından ika edilen iğtişaşata dair tiflis'den mevrud iki kıta telgrafnamenin metinleri gönderildiğini müşir petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olaneylül senetarihli ve altı yüz numaralı tahrirat ile melfufunun tercümeleri leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fireceb sene ve hariciye nazırı fieylül senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun özetvetranskripsiyon kafkasya'nın mahalli muhtelifesinde ermeniler tarafından ika edilen iğtişaşata dair tiflis'den varid olan iki kıta telgrafnamenin gönderildiğini müşir petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olan tahrirat ile melfufunun tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. fireceb sene ve sadrı azam fieylül seneferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. cevanşir ve şuşa'da ermenilerle müslümanlar arasındameydana gelen çarpışmalar eyaletinin cevanşir kazasında müslümanlarla ermeniler arasında meydana gelen çarpışmalardakişinin öldüğü; şuşa'da da müslümanlarla ermeniler arasındaki ilişkilerin giderek gerginleşmesi üzerine, karışıklık çıkmaması için etkili tedbirler alındığı hususunda tiflis başşehbenderliği'nden gelen tahrirat tercümesinin takdim edildiğine dair sadaret tezkiresi. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne fiağustos senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. kafkasya nam ceridei resmiyyenin kavlince elizabetpol eyaletinde ka'in cevanşir kazasında müslümanlar ile ermeniler beyninde iki günden ber bir osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tüfenk ateşi devam etmekdedir. bu esnada dokuz kişi telef olmuş ve eyaleti mezkure valisi, refakatinde iki yüz kazak olduğu halde mahalli vakaya azimet etmişdir. şuşa'da ahalii islamiyye ile ermeniler beynindeki münasebata ziyadesiyle gerginlik arız olduğu ağustosun onuncu günü istihbar edilmiş olduğundan hükumeti mahalliyye tarafından meni iğtişaşat içün tedabiri mü'essire ittihaz kılınmışdır. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya nam ceridei resmiyyenin kavlince elizabetpol eyaletinde ka'in cevanşir kazasında müslümanlar ile ermeniler beyninde vuku bulan müsadematda dokuz kişi telef olup eyaleti mezkure valisinin refakatinde iki yüz kazak olduğu halde mahalli vakaya gitmiş olduğunu ve şuşa'da ahalii islamiyye ile ermeniler beynindeki münasebata ziyadesiyle gerginlik arız olduğundan meni iğtişaşat içün tedabiri mü'essire ittihaz kılınmış idüğünü mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden ahz olunanağustos senetarihli ve yüz on iki numaralı tahriratın tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fireceb sene ve fieylül senehariciye nazırı bende tevfik özetvetranskripsiyon babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkas nam ceridei resmiyyenin kavlince elizabetpol eyaletinde ka'in cevanşir kazasında müslümanlar ile ermeniler beyninde vuku bulan müsadematda dokuz kişi telef olup eyaleti mezkure valisinin, refakatinde iki yüz kazak olduğu halde mahalli vakaya gitmiş olduğunu ve şuşa'da ahalii islamiyye ile ermeniler beynindeki münasebata ziyadesiyle gerginlik arız olduğundan meni iğtişaşat içün tedabiri mü'essire ittihaz kılınmış idüğünü mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden alınan tahriratın tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. fireceb sene fieylül senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. şuşa, bakü, balahanı ve ağdam'da ermenilerinyaptığı müslüman katliamı ve tahribat şaban babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. şehri halin ikisi tarihli venumaralı tahriratı acizaneme zeyldir. cera'idde münderic malumata göre, ağustosun on ikinci günü şuşa'da ermeniler, ermeni mahallesinde sakin müslümanlara birdenbire hücumla cümlesini katl etdikden sonra kırk haneli bir müslüman karyesini kamilen ihrak eylemişlerdir. ol vakit ahaliyi teskin etmek üzre şuşa hanları neslinden birinin tahtı riyasetinde bulunan yüz islam, ermeni mahallesine azimet etmişler ise de, ermeniler üzerlerine hücumla içlerinden bir çoğunu cerh ve diğerlerini esir etmişlerdir. ermeniler mahalli vakaya gelen guvernör baranovski'yi dahi cerh etmişlerdir. müslümanlar mecruh olan guvernörü şehre nakl etmiş ve bu halden münfail olan ahali ermenilere mukabeleye başlamışdır. civar kurada olup adedleri ermenilerin iki misli raddesinde bulunan şehirde mukim islamlar bu sırada avdet etdiklerinden o ana kadar işe karışmayan ermeni hey'eti ruhaniyyesi müslümanlara müracaatla mücadelata netice verilmesini rica etmeleriyle müslümanlar derhal ateşi kesmişlerse de ermeniler bu sükundan bi'listifade hücumlarına devam eylediklerinden, müslümanlar taarruza ibtidarla ermenileri püskürtmüşlerdir. harik şehrin her tarafını ihata etmiş olmağla valii umumi mezhebi şii şeyhine bir telgrafname irsal ederek şuşa'ya gitmesi ve me'murini mahalliyyenin inzimamı muavenetleriyle ahaliyi barışdırması lüzumunu işar etmişdir. bakü'den ağustosun yirmi biri tarihiyle varid olan bir telgrafnameye nazaran tramvay kondüktörlerinin terki eşgal eylemeleri üzerine ahşamleyin saat altıdan beri iğtişaşat başlamışdır. ermeni olan bu kondüktörler yerlerine ka'im olan askerlere silah istimal etmişler ve badehu emakine ve gelen geçen müslümanlarla özetvetranskripsiyon ruslara silah atmışlardır. biraz müddet sonra bu tüfenk ateşi şehrin her tarafına sirayet etmiş ve hanelerin damlarıyla pencerelerinden askerler üzerine ateş edildiğinden anlar da mukabeleye mecbur olmuşdur. iğtişaşat sabaha doğru hitam bulmuşdur. sekiz müslüman, bir rus, üç ermeni maktul ve bir polis komiseri, bir belediye çavuşu, iki rus, yedi müslüman, on bir ermeni mecruh olduğu anlaşılmışdır. gündüz sükunetyab olan tüfenk ateşi ahşam tekrar şiddetle başlamışdır. bu mücadelatda en ziyade mutazarrır olan müslümanlardır. elizabetpol ile nuha'da dahi iğtişaşat vukuu melhuzdur. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. dünki tarihlü venumaralu tahriratı acizaneme zeyldir. işaratı telgrafiyyeye nazaran ağustosun yirmisinden beri şuşa şehrinde nisbetle hali sükut hükümferma ise civar karyelerde müsademat devam etmekdedir. maktulin ve mecruhinin adedi iki yüz tahmin olunduğu gibi ol mikdar da hane muhterik olmuşdur. kafkasya resmi gazetesi, guvernör baranovski'nin mecruh olduğu hakkındaki havadisi tekzib ediyor. nefsi bakü'de ağustosun yirmi ikisine kadar maktulinin adedi iki yüz yetmiş müslüman ve yüz otuz mileli muhtelife efradından ibaretdir. dün müsademata nihayet verilmiş ise de ahşam üzeri tüfenk ateşi daha şiddetle başlamışdır. harik her tarafda icrayı tahribat etmekde olup hanelerden başka üç yüzü mütecaviz petrol kuyusu ile bir çok petrol havuzları ve fabrikaları tumei lehib olmuşdur. mikdarı hasarat gayri kabili tahmindir. cera'idi mahalliyyenin beyanatına nazaran balahanı'da asker tarafından top istimal olunmuşdur. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları da'irei hariciyye tedcüme odası aded hariciye nezareti'ne eylül senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. ağustos senetarihli ve yüz on dört numaralu tahriratı acizaneme zeyldir. şii şeyhi şuşa'dan ermeniler müslümanları katliam ediyorlar, tedabiri muktezıyeye tevessül ediniz. me'alinde bir telgrafname ahz eylemişdir. diğer tarafdan iran'ın tiflis serkarperdazına şuşa karperdazından varid olan malumata nazaran şuşa'da iki günden berü devam etmekde olan bir mücadelei müsellahada bir takım iran tebeası dahi maktul düşmüşdür. bu haber üzerine serkarperdazı mumaileyh ermenilerin bakü ve şuşa'da yerlilerle vakı olan mücadelatı esnasında tebeai iraniyyeyi dahi katl etmekde olduklarını istihbar eylediğini ve bu hal iran'daki ermenilerin can ve malları üzerinde aksi te'siratını gösterebileceğini açmiyazin katogikosuna batelgraf işar ve bu nokta hakkında ermenilerin nazarı dikkatini celb etmesini rica eylemişdir. ağdam ile şuşa arasındaki kırk kilometrelik telgraf hattının tahrib edildiği zann olunuyor. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, şaban senetarihli tezkirei çakeriye zeyldir.şuşa'da ermeniler tarafından müslümanlara hücum olunması üzerine zuhur eden mücadelatı hunrizaneye ve telefat ve mecruhinin mekadirine dair tafsilatı ve mu'ahharan şehri mezkurda sükun hasıl olmuş ise de civar karyelerde müsademat devam etmekde olup nefsi bakü'de ağustosun yirmi ikisine kadar iki yüz yetmiş müslümanın ve yüz otuz gayri müslimin maktul olduğunu ve harikın her tarafda icrayı tahribat etmekde olup hanelerden başka üç yüzü mütecaviz petrol kuyusu ve bir çok petrol havuzları muhterik olduğunu ve ol babda bazı istıtlaatı havi vürud edenveveeylül sene özetvetranskripsiyon tarihli ve yüz on altı ve yüz on yedi ve yüz on sekiz numaralu üç kıta tahriratın tercümeleri dahi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fişaban sene ve hariciye nazırı fieylül senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun şuşa'da ermeniler tarafından müslümanlara hücum olunması üzerine zuhur eden mücadelatı hunrizaneye ve telefat ve mecruhinin mekadirine dair tafsilatı ve mu'ahharan şehri mezkurda sükun hasıl olmuş ise de civar karyelerde müsademat devam etmekde olup nefsi bakü'de ağustosun yirmi ikisine kadar iki yüz yetmiş müslümanın ve yüz otuz gayri müslimin maktul olduğunu ve harikın her tarafda icrayı tahribat etmekde olup hanelerden başka üç yüzü mütecaviz petrol kuyusu ve bir çok petrol havuzları muhterik olduğunu ve ol babda bazı ifadatı havi tiflis başşehbenderliği'nden alınan üç kıta tahriratın tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle arz u takdim kılınmışdır efendim. fişaban sene ve sadrı azam fieylül seneferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. bakü olaylarının, iran'ın reşt şehrindeki etkisi ş. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded fieylül tarihli tahran sefareti seniyyesi'nden mevrud tahriratın suretidir. bakü iğtişaşatı ahiresinin reşt şehrinde mukim iraniler ile ermeniler beyninde şayi olması üzerine merkumun beyninde heyecanı mucib bazı ala'im zuhur etdiği ve şah hazretlerinin avdetinden sonra da bazı vukuat zuhuru melhuz bulunduğu şehri mezkur fahri şehbender vekili tarafından barapor beyan ve şehri mezkurda mukim tebeai osmaniyyenin muhafazası zımnında talimatı lazimeye muntazır olduğu işar etmiş olduğunun ve bu babda vezareti umurı harice'ye tebligatı muktezıye icra edildiğinin liecli'lmalumat arz u beyanına mübaderet eylerim, ol babda. aslına mutabıkdır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, özetvetranskripsiyon maruzı çakeri kemineleridir, bakü iğtişaşatı ahiresinin şüyuı üzerine reşt şehrinde mukim iraniler ile ermeniler beyninde bazı ala'imi heyecan zuhur etdiği ve şah hazretlerinin avdetinden sonra da bazı vukuat zuhuru melhuz bulunduğu beyanıyla tebeai osmaniyyenin muhafazası mahalli mezkur fahri şehbender vekili tarafından bildirilmesine bina'en bu babda vezareti harice'ye tebligatı muktezıye icra olunduğunu mutazammın tahran sefareti seniyyesi'nden varid olan tahriratın sureti leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fişaban senehariciye nazırı ve bende fiteşrini evvel sene tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun bakü iğtişaşatı ahiresinin şüyuı üzerine reşt şehrinde mukim iraniler ile ermeniler beyninde bazı ala'imi heyecan zuhur etdiği ve şah hazretlerinin avdetinden sonra da bazı vukuat zuhuru melhuz olduğu beyanıyla tebeai osmaniyyenin muhafazası mahalli mezkur fahri şehbender vekili tarafından bildirilmesine bina'en bu babda vezareti hariciyye'ye tebligatı muktezıye icra olunduğunu mutazammın tahran sefareti seniyyesi'nden varid olan tahriratın sureti hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle maan arz u takdim kılındı efendim. fişaban sene fiteşrini evvel senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları petrol sıkıntısının rusya'daki etkileri babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. şehri halin on ikisi tarihli ve yüz on dokuz numaralı tahriratı acizaneme zeyldir. bakü petrol cemiyyeti re'isi mösyö plipenin tahminatı hilafına olarak tenviratda müstamel petrolün fiyatı bir galayı fevkalade kesb etmiş ve şimdiye kadar bir ruble yirmi kapik tutan petrol pudunun piyasası elhaletü hazihi iki ruble kırk kapike kadar fırlamışdır. petrolden istihsal ve teshin içün istimal olunan nefte gelince, bunun fiyatı da pek yüksek bir dereceye varmış ve hatta bu fiyatı fahişe ile de tedariki gayri mümkin bir hale gelmişdir. neftin fıkdanı rusya'nın heman her tarafında ticaret ve sanayie büyük bir rahne açmışdır. fi'lhakika kafkasya ve maverayı kafkasya demiryol hututuna aid imalathanelerle lokomotiflerde ve bahri hazer ve volga nehrinde icrayı seyr ü sefer eden seyri sefa'inde mahrukat yerine neft müstamel olduğu gibi moskova nijeni vesair merakizi sınaıyyede mevcud fabrikaların kısmı azamında makinaları tahrik içün neft istimal olunmakdadır. bu esbaba mebni ankarib heman bi'lcümle rusya ticaret ve sanaat alemince bir buhranözetvetranskripsiyon ı umumi zuhurundan korkulmakdadır. efkarı umumiyyeye nazaran eğer hükumeti mahalliyye petrol ihrac eden şirketlere beş yüz milyon ruble raddesinde bir ianede bulunmazsa ika olunan harikler te'siriyle duçarı harabi olan ocak ve binaların tamiri mümkün olamayarak petrol şirketlerinin kısmı azamı büsbütün mahv olacakdır. bir de bakü'de zuhur eden ahvali esef iştimalin badema meni tekerrürü içün şehri mezkur ile elizabetpol eyaletinin idarei askeriyye altına alınması lazimedendir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, veveşaban senetarihli tezakiri aciziye zeyldir. bakü petrol cemiyyeti re'isinin tahminatı hilafına olarak tenviratda müstamel petrol ile bundan istihsal ve teshin içün istimal olunan neftin fiyatı iki misli derecesine yükselmiş ve hatta bu fahiş fiyat ile de neft tedariki gayri mümkin bir hale gelmiş idüğini ve bu halin rusya'nın heman her tarafında ticaret ve sanayie büyük bir rahne açdığı cihetle ankarib bi'lcümle rusya ticaret ve sanayi alemince bir buhranı umumi zuhurundan korkulmakda olduğunu ve gerek bunun ve gerek bakü'de zuhur eden ahvali esefiştimalin meni vuku ve tekerrürü içün hükumetce ne gibi vesa'ite tevessül edilmesi lazım geleceğini havi tiflis başşehbenderliği'nden bu kerre ahz olunaneylül sene tarihli venumaralı tahriratın tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'l emrindir. fişaban sene ve hariciye nazırı fiteşrini evvel senebende tevfik osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun bakü petrol cemiyyeti re'isinin tahminatı hilafına olarak tenviratda müstamel petrol ile bundan istihsal ve teshin içün istimal olunan neftin fiyatı iki misli derecesine yükselmiş ve hatta bu fahiş fiyat ile de neft tedariki gayri mümkin bir hale gelmiş idüğini ve bu hal rusya'nın heman her tarafında ticaret ve sanayi'e büyük bir rahne açdığı cihetle ankarib bi'lcümle rusya ticaret ve sanayi alemince bir buhranı umumi zuhurundan korkulmakda olduğunu ve gerek bunun ve gerek bakü'de zuhur eden ahvali esefiştimalin meni vuku ve tekerrürü içün hükumetce ne gibi vesa'ite tevessül edilmesi lazım geleceğini havi tiflis başşehbenderliği'nden mebus tahriratın tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle beraber arz u takdim kılnmışdır efendim. firamazan senesadrı azam fiteşrini evvel sene ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. petersburg'daki buhran ve kafkasya genel valisinin bakü ve gence'ye yaptığı ziyaret babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neeylül senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. kafkasya valii umumisi, kıslovodski sayfiyyesinden tiflis'e avdet etdikden sonra harikdan hasarzede olan mahallat ile fabrika ve imalathaneleri teftiş etmek üzre bakü'ye azimet etmiş ve sabuncu 'ya muvasalatında ahalii islamiyye müşarünileyhi istikbal ile tuz ve etmek ita eyleyerek ifayı rasimei hoşamedi eylemişlerdir. müşarünileyh hastahaneye azimetinde hastahane müdiri cedidi hastahanenin topa tutulduğunu ve bizzat bu hali müşahede eylediğini ve hastahaneyi mü'emmen add ve tehlikeden beri zan eyleyerek hastahanenin havlısına bir çok ermeni tecemmu etdiğini ve bunlardan bazılarının müsellah olması kabili inkar değilse de hiç bir ermeninin hamil olduğu silahı istimal etmediğini ifade eylemişdir. miralay obişeliçe hastahane müdirinin sözünü keserek ifadatının hilafı hakikat olduğunu beyan eylemişdir. mumaileyh miralay, hastahanenin bahçesine dört bin kadar müsellah ermeni tecemmu ederek yalnız gelüpgeçen müslümanlara değil kazaklara ve piyade neferatına bile silah atdıklarından askeri guvernörünün emri üzerine evvela ateşi kesmelerini ermenilere ihtar ettiğinden ve bu ihtarın fa'ide ve neticesi görülmediğinden top endahtına mecbur olduğunu ve ermenilerin üzerinde yüz altı tüfenk, iki yüz elli revolver, dört yüz gencali ve eslihai sa'ire zuhur etdiği ve firara muvaffak olan ermenilerin dahi iki bin kadar tüfengi beraber götürdükleri kendisince muhakkak bulunduğunu ifade etmişdir. ferdası günü yani şehri halin dokuzunda valii umuminin daveti üzerine ulemayı islamiyye ve ermeni hey'eti ruhbaniyyesi ve ekabiri me'murini idare, huzuruna gelmişlerdir. müşarünileyh, ulema ve ruhbanın teskini ezhan içün sarfı mahasalı gayret edeceklerini ve bu vechile beyne'lahali huzur ve asayiş takarrür edeceğini ve caniler şediden duçarı mücazat osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları olacaklarını beyan etmişdir. valii müşarünileyh ayın onunda gence'ye gitmiş ve camii şerif ile kiliseyi ziyaret, on birinde tiflis'e avdet eylemişdir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali dairei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neteşrini evvel senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralı telgrafnamenin tercümesidir. amelenin umumen terki eşgal etmeleri üzerine finlandiya hattından maada mebde'leri petersburg olan bi'lcümle demiryolu hututu tatili seyr ü sefer etmişlerdir. postahaneler hiç bir gune evrakı muhabereyi kabul etmiyor. bundan maada alınan telgrafnamelere göre rusya'nın mahalli muhtelifesinde fabrikalar, darü'ssınaalar ve mekatib kapanmış ve katarların amed ü şüdü tatil edilmişdir. petersburg valii umumisi iğtişaşat zuhuru halinde fişenklerine acımaksızın erbabı mefsedete karşı istimali cebr ü şiddet etmek üzre emir almış olan asker ve polisin harekatına müdahale etmemeleri lüzumunu ahalii mutiaya ilannameler ile bildirmişdir. esar kesbi gala etmiş olduğundan ahali bu halden zarardide olmakdadır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, harikdan hasarzede olan mahallat ile fabrika ve imalathaneleri teftiş etmek üzre bakü'ye muvasalat eden kafkasya valii umumisinin ulemayı islamiyye ve özetvetranskripsiyon ermeni hey'eti ruhbaniyyesi ve ekabiri me'murini idareyi huzuruna celb ile ulema ve ruhbanın teskini ezhan içün sarfı mahasalı gayret edeceklerini ve bu vechile beyne'lahali huzur ve asayiş takarrür edeceğini ve canilerin şediden duçarı mücazat olacaklarını dermiyan etmiş olduğunu ve badehu gence'ye azimet ve camii şerif ile kiliseyi ziyaretden sonra tiflis'e avdet eylediğini ve bakü hastahanesi'nin bahçesinde tecemmu eden dört bin kadar ermeninin gelüp geçen müslümanlara ve kazaklara ve piyade askerine silah atmalarından ve edilen ihtaratı ısga etmemelerinden dolayı üzerlerine top atıldığına dair miralay obişeliçe'nin valii mumaileyhe vuku bulan ifadatını şamil tiflis başşehbenderliği'nden ahz olunan eylül senetarihli ve yüz yirmi sekiz numaralı tahriratın tercümesi manzurı samii sadaretpenahileri buyurulmak üzre leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fişaban sene ve hariciye nazırı fiteşrini evvel senebende tevfik babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, amelenin umumen terki eşgal etmeleri üzerine finlandiya hattından maada mebde'leri petersburg olan bi'lcümle demiryolu hututunun tatili seyr ü sefer etdiklerini ve postahanelerin hiç bir gune evrakı muhabereyi kabul etmemekde bulunmuş ve bundan maada alınan telgrafnamelere göre rusya'nın mahalli muhtelifesindeki fabrika ve darü'ssınaalarla mekatibin kapanmış ve katarların amed ü şüdü tatil edilmiş olduğunu ve petersburg valii umumisinin iğtişaşat zuhuru halinde erbabı mefsedete karşu istmali cebr ü şiddet etmek üzre emir almış olan asker ve polisin harekatına müdahale etmemeleri lüzumunu ahalii mutiaya ilan osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları eylediğini ve esar kesbi gala eylediğinden ahali bu halden zarardide olmakda bulunduğunu şamil petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olanteşrini evvel senetarihlü venumaralu telgrafnamenin tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fişaban sene ve hariciye nazırı fiteşrini evvel senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun amelenin umumen terki eşgal etmeleri üzerine finlandiya hattından maada mebde'leri petersburg olan bi'lcümle demiryolu hututunun tatili seyr ü sefer etdiklerini ve postahanelerin hiçbir gune evrakı muhabereyi kabul etmemekde bulunmuş ve bundan maada rusya'nın mahalli muhtelifesindeki fabrika ve darü'ssınaalarla mekatibin kapanmış ve katarların amed ü şüdü tatil edilmiş olduğunu ve petersburg valii umumisinin iğtişaşat zuhuru halinde erbabı mefsedete karşu istimali cebr ü şiddet etmek üzre emir almış olan asker ve polisin harekatına müdahale etmemeleri lüzumunu ahalii mutiaya ilan eyledeğini ve esar kesbi gala eylediğinden ahali bu halden zarardide olmakda bulunduğunu şamil petersburg sefareti seniyyesi'nden ve harikdan hasarzede olan mahallat ile fabrika ve imalathaneleri liecli'tteftiş bakü'ye gelen kafkasya valii umumisinin ulemayı islamiyye ve ermeni hey'eti ruhbaniyyesini ve ekabiri me'murini idareyi huzuruna celb ile teskini ezhan içün sarfı mahasalı gayret edeceklerini ve canilerin şediden özetvetranskripsiyon duçarı mücazat olacaklarını dermiyan ve badehu gence'ye azimet ve camii şerif ile kiliseyi ziyaretden sonra tiflis'e azimet etmiş olduğuna ve bakü hastahanesinin bahçesinde tecemmu eden dört bin kadar ermeninin gelüp geçen müslümanlara ve kazaklarla piyade askerlerine silah atmalarının ve ihtaratı vakıayı ıska etmemelerinden dolayı üzerlerine top endaht edildiğini müşir miralay obişeliçe'nin valii mumaileyhe vuku bulan ifadatına dair tiflis başşehbenderliği'nden mebus telgrafname ve tahriratın tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkireleriyle maan arz u takdim kılınmışdır efendim. firamazan senesadrı azam fiteşrini evvel seneferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. ermenilerin müslümanları öldürerek dokuz köyü yaktığı, nahçıvan ve uluhanı'nda ölenler arasında osmanlıların da bulunduğu za. babı ali osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'nekanunı sani senetarihiyle londra sefareti seniyyesi'nden varid olan telgrafnamenin tercümesidir. tiflis başşehbenderi tarafından irsal olunan dokuz doksan yedi numaralu açık telgrafname bervechi zir arz u tezbir olunur. alınan telgrafnameye nazaran ermeniler dokuz islam karyesini ihrak ve birçok müslümanları katl ü itlaf ve kırk kişiyi esir etmişler ve bir milyon raddesinde zarar ve ziyana sebebiyet vermişlerdir. maktulin miyanında tebeai osmaniyye'den olanlar vardır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye maruzı çakeri kemineleridir, residei desti tazim olanzi'lkade senetarihlü tezkirei samiyei sadaretpenahilerine cevabdır. nahçıvan'dan vürud eden tebeai osmaniyye'den on kişinin şehbenderhaneye iltica etmiş olduklarına ve uluhanı'da tebeai devleti aliyye'den yirmi dokuz kişinin katl olunduğuna vesaireye dair tiflis şehbenderinin işarı maruzu üzerine şerefsudur buyurulan emr ü fermanı hümayunı hazreti hilafetpenahi mucibi alisince teşebbüsatı vakıanın tecdid ve takibi zımnında dün akşam petersburg sefareti seniyyesi'ne batelgraf vesayayı lazime ifa olunduğu gibi ermenilerin dokuz islam karyesini ihrak ve birçok müslümanları katl ü itlaf eylemiş ve kırk kişi esir etmiş ve bir milyon raddesinde zarar u ziyana sebebiyet vermiş olduklarını müşir mezkur başşehbenderliğin telgrafnamesini muhtevi londra sefareti seniyyesi'nden varid olan tercümesi melfuf telgrafname üzerine dahi bu gibi ahvali mü'essifenin temadisinden bahisle kont lamsdorf'un sureti ciddiyyede özetvetranskripsiyon nazarı dikkati celb olunarak ahvali mebhuseye bir an evvel nihayet verilmesi zımnında tedabiri mü'essire ittihazı esbabının istikmali batelgraf sefareti müşarünileyhaya tavsiye ve izbar olunmuş olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fizi'lkade sene ve hariciye nazırı fikanunı sani senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun nahçıvan'dan vürud eden tebeai osmaniyye'den on kişinin şehbenderhaneye iltica etmiş olduklarına ve uluhanı'da tebeai devleti aliyye'den yirmi dokuz kişinin katl olunduğuna vesaireye dair tiflis şehbenderinin işarı maruzu üzerine şerefsudur buyurulan emr ü fermanı hümayunı hazreti hilafetpenahi mucibi alisince sebk eden işara cevaben hariciye nezareti celilesi'nden varid olup melfufuyla arz u takdim kılınan tezkirede teşebbüsatı vakıanın tecdid ve takibi zımnında dün akşam petersburg sefareti seniyyesi'ne batelgraf vesayayı lazime ifa olunduğu gibi ermenilerin dokuz islam karyesini ihrak ve birçok müslümanları katl ü itlaf eylemiş ve kırk kişi esir etmiş ve bir milyon raddesinde zarar u ziyana sebeb vermiş olduklarını müşir mezkur başşehbenderliğin telgrafnamesini muhtevi londra sefareti seniyyesi'nden varid olan tercümesi melfuf telgrafname üzerine dahi bu gibi ahvali mü'essifenin temadisinden bahisle kont lamsdorf'un sureti ciddiyyede nazarı dikkati celb olunarak ahvali mebhuseye bir an evvel nihayet verilmesi zımnında tedabiri mü'essire ittihazı esbabının istikmali batelgraf sefareti müşarünileyhaya tavsiye ve izbar olunduğu gösterilmişdir efendim. fizi'lkade sene osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ve fikanunı sani senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. rusya'daki ermeni katliamı ve rus hükumeti nezdinde yapılan girişim babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded özetvetranskripsiyon hariciye nezareti'nekanunı sani senetarihiyle petersburg sefareti seniyyesi'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. gumlu, söğüdlü, arıkdamı nam karyelerde mütemekkin tebeai osmaniyye ile ahalii müslimeye karşu ermeniler tarafından vuku bulan tecavüzata dair residei desti tazim olankanuni sani senetarihlü ve yirmi bir numaralu telgrafnamei nezaretpenahilerinde münderic ahval ve vukuat hakkında rusya hükumeti'nin cidden nazarı dikkatini celb eylediğim gibi bu ahvali elimeye bir nihayet verilmesini sureti musırranede taleb eyledim. bu kerre hariciye nezareti'nden aldığım sureti melfuf takriri cevabide tebeai osmaniyye'nin muhafazai can ve malları içün icab eden kaffei tedabirin me'murini aidesi canibinden vakt ü zamanında ittihaz kılındığı cevaben işar kılınmakdadır. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded fikanunı sani senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden mevrud tahriratın suretidir gence sancağına tabi şuşa kazası dahilinde ermeniler tarafından ihrakbi'nnar edildiğikanunı sani senetarih venumaralu telgrafnamei çakeride arz olunan on dokuz islam karyelerinin esamisi bu kerre bervechi zir tahrir olunur. hankendi, tabiri aharla eştab, malkendi, kaçar, abdal, gülani, papervend, sekili, koratlar , gülablı. karadağlı. dovanalılar . veyselli. hanezek . gaib ali kendi. halifeli. gürg cihan. can hasan. hocalılar. hasan abad. tiflis sancağına tabi borçalu kazası ahalisi tarafından mebusen şehbenderhaneye gelen üç zat kazai mezkur dahilinde bulunan ve her türlü esbabı müdafaa ve muhafazadan mahrum olan ahalii islamiyye'nin hayat ve malları serapa osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları müsellah olan ermenilerin muhacemat ve taarruzatına maruz kalmasından şehbenderhanenin tavassut ve himayesini taleb eylemekdedirler. mumaileyhimanın ita eyledikleri malumata nazaran ermeniler heman umumen elyevm rus askerlerince müstamel beş fişenkli tüfenklerle müsellah idüklerini ve karyelerin etraf ü eknafına tabya ve hendekler inşa ve hafriyle meşgul idüklerini beyan eylemişlerdir. ermeniler karyeleri etrafına ve bazı mühim noktalara tabya inşa ve hendek hafri, yalnız kazai mezkur dahilinde bulunan ermeni karyelerine münhasır olmayup revan ve gence ve mahalli sa'irede dahi bunu tatbik ve tabya derunlarına ufak kıtada toplar vazıyla tahkimatda bulundukları her tarafdan gelen islamlardan istihbar edilmekdedir. ermeniler vaktiyle ve elyevm demir iki buçuk ruble ile askeri depolarından mübayaa eyledikleri metruk tüfenklerini biçare müslümanlar müdafaai nefs sa'ikasıyla ağnam ve hayvanatını füruht ile mezkur tüfenklerden iştiraya talib ve bunların beherine iki yüz ruble ve beher fişenge yarım ruble ki altı guruş verdikleri halde tedarikinde elyevm müşkilatı azimeye tesadüf eylemekdedirler. kafkasya'da elhaletü hazihi hükümferma olan şuriş ü ihtilal önümüzdeki bahara doğru daha ziyade şiddet ve vehamet kesb edeceğinden, ermenilerin memaliki mahrusei şahane'ye tecavüzatlarının meni içün hududı hakani cihetlerinde takayyüdatı lazime icrasının icab edenlere emr ü ferman buyurulması menutı re'yi alii cenabı efhamileri bulunmuş olmağla, ol babda. aslına mutabıkdır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, özetvetranskripsiyon ermenilerin bazı müslüman karyelerini ihrak ve ahalisini itlaf etmiş ve rus askerine aid toplarla yeni tüfenkleri istimal eylemekde bulunmuş olduklarını ve akdam karyesinde ermenilerin ahalii islamiyyeye toplarla hücum etdikleri halde vürud eden asakirin müslümanların ellerinden silahlarını aldıklarını şamil tiflis başşehbenderliği'nden alınan telgrafnamenin tercümesizi'lkade sene tarihli tezkirei acizi ile takdim ve işbu işardan bahisle ahalii islamiyyenin can ve mallarının muhafazası esbabının istihsali zımnında rusya hariciye nezareti nezdinde tecdidi teşebbüsat olunması petersburg sefareti seniyyesi'ne tavsiye edildiği arz ve terkim edilmişidi. teşebbüsatı vakıaya cevaben nezareti mezkureden alınan takrirde tebeai osmaniyyenin muhafazai can ve malları içün icab eden kaffei tedabirin me'murini aidesi canibinden vakt ü zamanında ittihaz kılındığı izbar edildiğini mutazammın sefareti müşarünileyhadan cevaben ve ermeniler tarafından ihrak edilen on dokuz islam karyesinin esamisini ve borçalu ahalisi tarafına mebusen şehbenderhaneye gelen üç kişinin her türlü esbabı müdafaadan mahrum olan islamların himaye edilmesini taleb eylediklerini ve ermenilerin karyeleri etrafına ve bazı mühim noktalara tabyalar inşa ve hendekler hafr ve derununa ufak kıtada toplar vaz eyledikleri istihbar edilmekde olduğunu ve kafkasya'da hükümferma olan şuriş ü ihtilalin önümüzdeki bahara doğru daha ziyade şiddet ve vehamet kesb edeceğinden, ermenilerin memaliki mahrusei şahane'ye tecavüz edememeleri içün hududı hakanice takayyüdatı lazime icrasının icab edenlere tebliği lüzumunu mutazammın mezkur başşehbenderlikden zeylen varid olankanunı sani sene vekanunı sani senetarihli ve elli ve yirmi iki numaralı iki kıta tahriratın tercüme ve sureti dahi leffen arz ve tesyir kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fimuharrem sene ve fişubat senehariciye nazırı bende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları rusya'daki ermenilerin bazı müslüman karyelerini ihrak ve ahalisini itlaf etdiklerine ve rus asakirine aid eslihayı istimal eylemekde olduklarına ve akdam karyesinde ermenilerin ahalii islamiyyeye toplarla hücum etdikleri halde vürud eden asakirin, müslümanların ellerinden silahlarını aldıklarına dair tiflis başşahbenderliği'nden vakı olan işar üzerine ahalii islamiyyenin can ve mallarının muhafazası esbabının istihsali zımnında rusya hariciye nezareti nezdinde tecdidi teşebbüsat olunması hakkında mesbuk olan vesayaya cevaben teşebbüsatı vakıa üzerine tebeai osmaniyye'nin muhafazai can ve malları içün icab eden tedabirin ittihaz kılındığı cevabı alındığını mutazammın petersburg sefareti seniyyesi'nden ve ermeniler tarafından ihrak edilen on dokuz islam karyesinin esamisini ve her türlü esbabı müdafaadan mahrum olan barçalu'daki islamların himayesi taleb edildiğini ve kafkasya'da hükümferma olan şuriş ü ihtilalin kesbi şiddet ve vehamet edeceğini ve ermenilerin memaliki mahrusei şahane'ye tecavüz edememeleri içün hududı hakaniyyece takayyüdatı lazime icrası lüzumunu şamil tiflis başşehbenderliği'nden alınan iki kıta tahriratın tercümeleri hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. fimuharrem sene fişubat senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. rus askerlerinin müslümanlara yaptıkları zulüm ra. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded nisan senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olan tahriratın suretidir. bakü'de tab u neşr olunan irşad gazetesisafer sene tarih ve numaralu nüshasında evvela sibiryalı hüccetü'lhakim nam zat imzasıyla ve ittihadı islam serlevhası tahtında neşr eylediği mektub ve saniyen kafkasya'da cevanşir nam islam karyesi ahalisinden bazılarını kazak askerleri süvar oldukları at nalları altında katl ü itlaf eylediklerine dair karyei mezkureden ahz edüp neşr eylediği iki kıta mektub şayanı ehemmiyyet idüğüne bina'en salifü'larz gazete nüshası manzurı alii cenabı efhamileri buyurulmak üzre bu kerre leffen takdimine cür'et eylerim. ol babda. aslına mutabıkdır. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, bakü'de tab olunan irşad gazetesi'nin şayanı nazar iki kıta mektubu havi nüshasının gönderildiğini mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden alınan tahriratın osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları sureti nüshai mezkure ile maan ve leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. firebiu'level sene ve hariciye nazırı finisan senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun bakü'de tab olunan türkçe bir gazetenin şayanı nazar iki kıta mektubu havi nüshasının gönderildiğini mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden alınan tahrirat suretinin nüshai mezkure ile beraber gönderildiğini havi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresi melfufuyla beraber arz u takdim kılındı efendim. firebiu'levvel sene finisan senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. ermenilerle ilgili olarak bakü'deki irşad gazetesi'nde yayınlananmakaleler ra. tiflis başşehbenderliği'ninsafer senevenisantarihli ve numaralı tahriratına melfuf gazete maktualarının suretidir. gözlerimizi açup basiretle bahmalıyız. komşumuz ermeni ta'ifesinin daşnaksuyun adınlu muntazam koşunlu olduğu şimdi her bir şekk ü şübheden halidir. malumdur ki, koşun oldukda onun bir kasdı da var; koşun özözüne amele gelmiyor. koşunu sahlamak külli harclar, nizamnameler ve koşunu idare etmek içün deste deste iş bilen, kaide bilen ademler lazımdır. aşikardır ki, ermeni ta'ifesi bunların cümlesini tertib etmek içün külli pullar, harçlar, fedakarlıklar edirler. ve bu cihetden bu ta'ife, vakıda hayret ve tahsine layıkdır; azca bir ta'ife bu kadar büyük işlere şüru etmesi, milliyet ve ta'ifelikında bu kadar sebat ve devam göstermesini bu ta'ifenin efradında ne kadar fedakarlıklar, hamiyyet, gayret, taassup taleb eder. yakin demek olur ki, cümle ermeni ta'ifesinde bir şahsı vahid yohdur. hah avret, hah kişi, hah civan, hah koca ki öz milletinin kaydına kalmasun ve onun yolunda her bir cevr, fedakarlıklar ve hamiyyetler etmesün. birisi kalem ile birisi danışık ile birisi pul ile birisi can ayine herkes öz kadar şan ve liyakatına göre millet yolunda bezli himmet edirler. odur ki böyle bir cemaat özge bir ta'ifeye raiyyet olup da öz özünden koşun kayırup sahlayabilür. malumdur ki, bu koşundan her bir şehirde fırkalar var; her bir fırkanın özünün re'isi olup bir şahsı maluma itaat edir; bu koşun fırkaları milletden donluk alur ve bu donluku millet efradı her ayda kalb ve gönül şadlıklarıyla verir. hulasa, daşnaksutyun koşunu bir muntazam düzülmüş koşundur. ve bu kadar bacarık hamiyyet, ermeni ta'ifesinden şayanı tarif ve tahsindir. lakin bununla beraber bu koşunun bir kasdı da gerek olsun; bu kasd her ne ise biz müslümanların başında çatılup ve çatlamakdadır ve gelecek ale'ddevam ermeni ta'ifesinin koşunu olmakı biz müslümanlar içün büyük bir tehlike ve beladır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları çünki bir evde iki husumet edenlerin birisi müsellah olup gayrisi boş oldukda aşikardır ki bu ahırımcısı hemvare helaketde olacak. gerek biz müslümanlar bu barede derin derin fikirler edüp üzerimize çare arayak. elbette en evvel gerek devlet bu halinin fikrine düşüp, müsellah olmalı ise her iki taraf müsellah ediridi, ve olmalı değilse, müsellah tarafı boşaldıdı. lakin görünür ki, devlet ya bu işe itina edemir veya inki ederse de imkanı yohdur ki müsellah tarafın uhdesinden gelsün. böyle oldukda biz gerek öz çaremizi devletten katiyyen taleb edek ki, ya daşnaksuahlaşak ancak müslümanların silahlaşmakı daşnaksuşsunlar. irşad heng heng degnek gence, mart dünen saatraddelerinde bir deste ermeni daşnaksuyun fırkası yal kışlağı adlanan müslüman kışlağının üste tökülüp hayli vakit atışmadan sonra 'ye kadar karamal kavup apardılar. malların bişi kayıdup kaçmak istemiş ise kaçanlar gülleleyüp kalanını aparmışlar. görünür ki konşularımız barışmak istemiyorlar. bir tarafdan sakitlik lazımdır deyüp bu beri tarafdan fitne ve fesad aderini alışdırmaka çalışıyorlar. bunun neticesi olarak özlerinden ötürü gelecekde saadet kazanmak istiyorlar. yohsa müslümanları özlerine tabi etmek mi istiyorlar. böyle ise gayri mümkindir. sizin hilenizi duydık, gösterdiğiniz düz yolu koyup, eğr yol ile gideceğiz. ya inki gücünüzü mü göstermek istiyorsunuz. böyle olsa sizin gücünüz aleme malumdur. ancak mağıl oturmağınız maslahatdır. müslümanlarda olan maddi ve fıtri şecaati nazara alınız. biçare masum balaların haline rahm ediniz. ahırımcı defa vakı olan sulhu bozmayınız! babı ali özetvetranskripsiyon da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya şehirlerinin kaffesinde kesretle mevcud ve mükemmelen müsellah bulunan taşnaksu gazetesi'nde münderic olup tiflis başşehbenderliği'nden batahrirat irsal olunan iki makale leffen takdim kılınmış ve bu babda rusya hükumeti nezdinde icrayı teşebbüsat ile ahalii müslimenin fesedei merkumenin tecavüzatından muhafaza edilmesi esbabının istihsali petersburg sefareti seniyyesi'ne tavsiye ve izbar olunmuş olmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. firebiu'levvel sene ve hariciye nazırı finisan senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya'da taşnaksu gazetesi'nde münderic ve tiflis başşehbenderliği'nden mürsel iki makalenin gönderildiğine ve ahalii islamiyyenin tecavüzatdan muhafazası emrinde petersburg sefareti seniyyesi'ne vesaya icra edildiğine dair hariciye nezareti celilesi'nden gelen tezkire arz u takdim kılındı efendim. firebi'u'levvel sene osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları finisan senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. ermenilerin silah çalmak için bakü'deki bir askeri mühimmat deposunun altında tünel açtıkları babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne finisan senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. kafkasya ceridei resmiyyesi nefsi bakü'de bulunan salyan alayı'nın esliha ve mühimmat deposu altında hafr edilmiş olan bir tünelin tesadüfen keşf edildiğini beyan etdikden sonra bu babda atiyü'zzikr tafsilatı neşr ediyor. mülazımı sani goloyef, alayın depolarını devr ve teftiş ederken techizat sandukları üzerindeki mühürlerin şikest edildiğini müşahede ve depolarda birinin icrayı taharriyat eylediğini his eylemiş olduğundan heman ariz u amik icra olunan teftiş ve muayene neticesinde döşeme tahtalarının yerinden çıkarılmış olduğu ve bir kaç tahtanın da tahte'larz bir dehlizin medhalini kapadığı anlaşılması üzerine dehlize üç kişi özetvetranskripsiyon indirilmişdir. merkumun, dehliz mahrecinin zavağzalna sokağı'nda davidyanc 'ın hanesi mahzenine müntehi olduğunu görmüşlerdir. mezkur hane alay depolarından yüz sajen yani üçyüz arşun uzakdır. mezkur mahzene kadar ayrulmış olan merkumun bir sokak kapusuna kadar gelmişlerdir. kapu kapalı olduğundan, derhal zabıta tarafından şikest edilmiş ve enzarı temaşakarane şöyle bir sahne açılmışdır: mahzende küçük bir oda, bir masa, iskemleler, rakkaslı bir saat, nisanın altısını ira'e eder bir takvim, kapunun yanındaki köşede tünele dahil olmak için yapılmış medhalin fevkinde hazreti isa'nın tasviri ve rusya imparatoru ile imparatoriçe hazeratının resimleri muallak idi. bir el arabası, manivelalar, bir destere ve daha bir çok alat ü edevat ve depodan alınmış iki beylik revolver keşf olunmuşdur. tünel fenne mutabık suretde hafr edildiği gibi elektrik çanları, demir kancalar vasıtasıyla toprak ihracı içün alatı mihanikiyye ve kablolar mevcud idi. üç cebhesi tahta ile kaplu ve cabeca havayı tebdil ve tasfiye içün son sistem vantilatörler ve bir çok alat ü edevat ile mali idi. tünelin müntehası olan mahzene tahta bölmeler ile üç oda taksim edilerek bunlardan ikisi tünelden ihrac edilmiş toprakla mali idi. mezkur hanenin üst katında tünele bir çok teller ve elektrik çanlarıyla merbut bir oda daha keşf edildi ki, pencerelerinin sokağa ve alay depolarına nazır olmasından bir mahalli tarassud olduğu anlaşılmışdır, bu odada bir çok alat ü edevat ve hükumet aleyhine bir çok evrakı muzırra vardı. bu hanenin bi'lcümle müste'cirleri odalarında icrayı taharriyat olunmuş ise de ehemmiyetli bir şey zuhur etmemişdir. mezkur hanenin müste'cirleri esamisini mübeyyin defterden erivan ahalisinden üç ermeni bir aydan beri mezkur oda ile mahzende ikamet etdikleri ve kendilerinin adi amele olduklarını beyan eyledikleri anlaşılmışdır. me'murini zabıta bu üç ermeniyi derdest edememiş ise de hane sahibiyle müste'cirlerden dört ermeniyi tevkif eylemişdir. ahvali meşruhadan ermenilerin müslamanlara taarruz içün silah tedariki zımnında her dürlü vesa'ite müracaatda devam etdikleri tezahür ediyor. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, nefsi bakü'de bulunan salyan alayı'nın esliha ve mühimmat deposu altında hafr edilüp zahire ihrac edilmiş olan bir tünel hakkında kafkasya ceridei resmiyyesi'nde münderic tafsilatı haki tiflis başşehbenderliği'nden ahz olunan nisan senetarihlü ve kırk dokuz numaralu tahriratın tercümesi leffen takdim kılınmağla, emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. firebiu'lahır sene ve hariciye nazırı fimayıs senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun nefsi bakü'de bulunan salyan alayı'nın esliha ve mühimmat deposu altında hafr edilüp zahire ihrac edilmiş olan bir tünel hakkında kafkasya ceridei resmiyyesi'nde münderic tafsilatı havi tiflis başşehbenderliği'nden alınan tahrirat tercümesinin gönderildiğine dair hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresi melfufuyla beraber arz u takdim kılındı efendim. firebiu'lahır sene fimayıs senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. tiflis, bakü, kütayis, erivan ve gence'deki olaylar eyaletlerinin bazı bölgelerinde ermenimüslüman çatışmalarının yeniden başladığı hususlarında tiflis başşehbenderliği'nden alınan tahrirat tercümelerinin takdim edildiğine dair sadaret tezkiresi. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'ne haziran sene tarihiyle tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. burada alamele'i'nnas nehb ü garat ve taarruzat ü cinayat ika olunmakda ve işbu efal külleyevm misli namesbuk bir cür'etle tekerrür etmekdedir. erbabı fezayihin ekserisi gori ve imereti ahalisinden olup me'murini hükumet bunları topdan memleketlerine iade etmekde iseler de beyne'lahali ilkayı havf ü dehşet eyleyen bu efali şekavetkaraneye nihayet vermeğe muvaffak olamıyorlar. eşhası merkume, cür'etlerini o dereceye vardırmışlar ki, başşehbenderhanenin ka'in olduğu mişel sokağı'na müvazi olan elizabet sokağı'nda öğle vakti tramvay arabasını durdurup derununda bulunan yolcuların cümlesini soymuşlardır. tramvay arabaları bu suretle üç defa durdurulduğu halde mütecasirlerden hiç birisi elde edilememişdir. bu fezayih u cinayata üç günden berü işlemeyen tramvaylarla ekmekçi hamırkarlarının tatili eşgalleri inzımam etmiş ve fakat hamırkarların muatalesi iki günden ziyade devam etmemişdir. bütün ahali can ve malından asla emin olmadığı cihetle heyecan içinde bulunuyor. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye tercüme odası aded osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hariciye nezareti'ne haziran sene tarihiyle tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir. birkaç günden berü bakü, erivan ve elizabetpol şehirlerinde bir takım vukuatı vahime cereyan etmekdedir: bakü 'de tagayef iplik fabrikası'nda işleyen bin kadar amele tatili eşgal etmiş ve petrol imalathanelerinden bazıları işlemediği gibi bir kaçı da ancak asakirin nezaret ve muhafazası altında işlemekde bulunmuşdur. kütayis muzafatından çiyatura nam mahalde ka'in manganez madenlerinde işleyen yirmi bin amele dahi tatili eşgal eylemişlerdir. bir mahiyyeti iktisadiyyeyi ha'iz add olunabilecek olan bu muatalatdan daha vahim ve daha ziyade şayanı te'essüf bir şey varsa o da erivan ve elizabetpol eyaletlerinin bazı taraflarında islamlar ile ermeniler beyninde mücadelat ve mukatelatın tekrar baş göstermiş olmasıdır. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, tiflis'de alamele'i'nnas icra edilmekde olan nehb ü garet ve taarruzatı ve bakü ve erivan ve elizabetpol şehirlerinde bir takım vukuatı vahime cereyan etmekde olduğunu ve erivan ile elizabetpol eyaletlerinin bazı taraflarında islamlar ile ermeniler beyninde mücadelat ve mukatelatın tekrar baş gösterdiğini ve ol babda bazı tafsilatı havi tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden ahz olunanhaziran sene tarihli ve seksen üç ve seksen dört numaralı iki kıta tahriratın tercümeleri leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. özetvetranskripsiyon ficemaziye'lahır sene ve hariciye nazırı fitemmuz senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun tiflis'de icra edilmekde olan nehb ü garat ve taarruzatı ve bakü ve erivan ve elizabetpol şehirlerinde bir takım vukuatı vahime cereyan etmekde olduğunu ve erivan ve elizabetpol eyaletlerinin bazı mahallerinde islamlar ile ermeniler beyninde mücadelat ve mukatelatın baş gösterdiğini ve ifadatı sa'ireyi havi tiflis başşehbenderliği vekaleti'nden alınan iki kıta tahriratın tercümeleri, hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle beraber arz u takdim kılındı efendim. ficemaziye'lahır sene fitemmuz senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. kafkasya müslümanlarınca kurulan difai ittihadı islam cemiyeti m. nahçıvan pazarını yakdıran ve cehrikendi'ni dağıtdırup harabe koyan nahçıvan milleti kahramanın iki dane güllesine hedef olup bu günlerde difai fırkası kat etdiği cezasına çatdı. hemçünin bir millete tarafdar olup öbürü millete zulm ve sitem eden goloşçapof engil ve bunların zulümkar kumpanyası gibi hükumet me'murları ki insafı vicdanı, adaleti ve müsavatı bi'lmerre terk edüp avamı milletin kanını sorurlar, beyle bedmeslek hakimler de bir bir fırka tarafından öz cezalarına çatacaklar. difai fırkası babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası özetvetranskripsiyon aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralı tahriratın tercümesidir. kafkasya'daki gürcülerle ermeniler misillü müslümanlar dahi kafkasya ahalisince hasıl olan efkarı cedidenin sevk ve cereyanına kapılmağa başlamışlar ve ibtidaları bigane durdukları efkarı mezkureye yavaş yavaş iştirake başlamaları üzerine kafkasya'nın tiflis, bakü, şuşa, nuha, demirhan, şura gibi başluca merakizi mühimmesinde müslümanların, ermenilerin taarruzatına karşı mal ve canlarını muhafaza maksadıyla sureti hafiyyede bir takım cemiyyetler teşkil etdikleri görülmüş ve bu cemiyyat mu'ahharan açıkdan açığa siyasi bir şekil ve suret kesb etmişdir. cemiyyatı mezkure miyanında en ziyade ha'izi ehemmiyyet olanı difai namıyla yeni teşekkül eden ve bina'enaleyh sureti mahsusada zikre şayan bulunan cemiyyetdir. şurası calibi nazardır ki, bu cemiyyet münhasıran kafkasya müslümanlarından mürekkeben te'essüs etmiş ve bunlar gerek sünni ve gerek şii babi veya mezahibi sa'ireye salik bulunsun yekdiğeriyle bilatefrik akdi mu'ahat etmekde ve birbirlerini islam namı umumisiyle yad eylemekdedirler. mebhusünanh cemiyyeti ittihadiyyei islamiyye'nin başluca merakizi erivan, şuşa, nuha, bakü ve tiflis beldeleri olup, diğer merakizi islamiyyenin kaffesiyle münasebatı vardır ve sureti teşekkülü şudur: azadan her biri her sene kendi derecei servetiyle mütenasib bir meblağ itasını müteahhid bulunmakda ve bu suretle hasıl olan mebaliğ cemiyyetin muharib veya milis kısımlarına mensub azasını teşkil eden mensubinine tevzi olunacak esliha ve mühimmatın iştirasına ve şehri yirmi beş ile kırk ruble arasında tahallüf eden bu milisler maaşatının te'diyesine sarf olunmakdadır. rivayet olunduğuna göre bu milislerin mikdarı, ekserisi dağistan ahalii asliyyesinden olmak üzre mükemmelen müsellah yirmi bin kişi kadar tahmin olunmakda ve bu ise cemiyyetin pek zengin olduğunu ve pek çok mensubini bulunduğunu ira'e etmekdedir. cemiyyetin veza'ifi şunlardır: evvelen: rusya hükumeti tarafından zabt u idare olunan ve cevamii şerife ile medarise vesair mü'essesatı mezhebiyyei islamiyyeye aid bulunan emlaki vakfiyyeyi tavan veya cebren iade etdirmek. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları saniyen: münhasıran hükumetin malı olan arazide müste'ciren ziraat etdikleri cihetle bu arazinin yalnız hasılatından istifade eden müslüman köylüleri içün rusya hükumeti'nden arazii mezkure üzerinde hak tasarrufu. salisen: bunların memaliki şahane'ye hicret etmek serbestisine ve zer etdikleri araziyi füruht eylemek hakkına na'iliyyetini. rabian: hristiyan bulunan kafkasya ahalii sa'iresi içün olduğu gibi müslümanlara dahi aynı hukukı medeniyye, iktisadiyye ve siyasiyyenin bahş edilmesini istihsal etmek. hamisen: müslümanların hukukunu ihlal edecek olanlara karşı taarruzi ve tedafüi bir ittihad akd eylemek. kafkasya müslümanları ile ermeniler arasındaki tecavüzatın rusya hükumeti'nin eseri tahriki olduğuna müslümanlarca kanaat hasıl olduğu cihetle rusya me'murlarından müslümanlarla ermeniler beyninde nifak ve şikakı idameye ve bir kavmi diğer kavim aleyhine tahrike tasaddi edecek olanların te'dibine karar verilmişdir. leffen takdim etdiğimiz azerbaycan ve rus lisanlarıyla muharrer bir beyanname cemiyyeti mebhusenin tehdidatını ika etdiğini ve elan ika amade bulunduğunu sureti muhakkaka ve bahirede ira'e ve isbat etmekdedir. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, kafkasya'nın merakizi mühimmesinde müslümanların, ermenilerin taarruzatına karşı mal ve canlarını muhafaza maksadıyla sureti hafiyyede teşkil özetvetranskripsiyon etdikleri cemiyyat miyanında en ziyade ha'izi ehemmiyyet olan difai namındaki cemiyyetin veza'ifi hakkında bazı ifadat ve malumatı havi tiflis başşehbenderliği'nden varid olanşubat senetarihli ve on üç numaralı tahriratın tercümesi melfuf beyanname ile beraber leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. fimuharrem sene ve hariciye nazırı fişubat senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya'nın merakizi mühimmesinde müslümanların, ermenilerin taarruzatına karşı sureti hafiyyede teşkil etdikleri cemiyyat miyanında en ziyade ha'izi ehemmiyyet olan difai namındaki cemiyyetin veza'ifi hakkında bazı ifadat ve malumatı havi tiflis başşehbenderliği'nin tahriratı tercüme ve melfufları hariciye nezareti celilesi'nin ol babdaki tezkiresiyle arz u takdim kılındı efendim. fimuharrem sene fi l şubat senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları rusya müslümanlarının yardım isteklerini iletmek üzere cemiyeti islamiyye adına talibzade yusuf efendi'nin istanbul'a geldiği makamı sadareti uzmaya maruzı çakerleridir, kulları kafkasya ahalisinden ebenancedd ulemazade olup ulumı arabiyyeden mücaz ve rusların mekatibi aliyesinden me'zunum. elyevm hükumeti müşarünileyhanın bakü'deki mektebi alide lisan ve dersi aka'id muallimliği ile medresei islam nam mü'essesei hayriyye müderrisliğini ve merkezi idaresi bakü'de bulunan cemiyyeti hayriyyei islamiyye'nin umurı icrasını deruhde etmekle müftehirim. bunlardan maada bi'lumum rusya müslümanlarının zükur ü inasa mahsus olan mekteblerini kisei hamiyyetinden te'sis ve ihya etmek hidmeti müftehiresinde bulunan hayırhahanı saltanatı seniyyeden ceneral takiyof hazretlerinin gerek memaliki ecnebiyyede ve gerekse rusya'da bazı sebükmağzan müslümanlar tarafından hilafı rızayı padişahi neşr olunan hezeyannamelerin neşriyyatı garazkarane ve makalatı rezilanelerini hasbe'ddiyane ve hasbe'lhakika haksız bırakmak ve efkarı ammei muvahhidini manen ve dinen makamı hilafeti uzmaya kaviyyen merbut etmek gibi ciheti camiai islamiyyeye mürevvic olmak üzre bugünlerde mevkii intişara vaz etdirmiş olduğu yevmi nam türk gazetesinin muharrirliği dahi mingayrihaddin uhdei acizaneme tevdi olunmuşdur. bakü'de cemiyyeti hayriyyei islamiyye'mizin mü'essisi ve mürevvici bulunan ceneral takiyof'un hattı hareketi mevaddı atiyenin takibine matufdur. şöyle ki; özetvetranskripsiyon evvelen: şimdiye kadar bir hatayı mahz eseri olarak kafkasya türkleri muharreratında kullanılmakda olan farisi lisanının yerine lisanı maderzadımız olan türkçenin irca ve ihyası. saniyen: bi'lumum mekteb kitablarımızın osmanlı türkçe şivesinde te'lif edilmesi. salisen: mekteblerimizin programının maarifi osmaniyye programına aynen tatbiki. rabian: merkezi idaresi bulgaristan'ın varna şehri ile iranzeminin urumi şehrinde bulunan ermeniamerikan ve ermeniprotestan komitei muzırrasının kafkasya ve azerbaycan türklerini makamı hilafeti uzmaya merbutıyetden dur ve ittihadı islam niyyeti mukaddesesinden mehcur etdirmek içün lisanı arabi ve türki ve farisi ve kürdiye vakıf olan ermeni erbabı asarından peyderpey kafkasya'ya idhal olunan resa'ili muzırrayı ibtal etdirecek reddiyelerin mukabeleten neşr etdirilmesi. hamisen: irani babiler ile memaliki ecnebiyyeye ve mısır'a firar edüp oralarda karar tutamayanlardan kafkasya'ya yol bulanlara meydan verilmemesi. sadisen: mekteb müdirleri ile muallim ve muallimelerin hükumeti seniyye'nin tensibi üzre dersaadet'den tedarik etdirilmesi. sabian: kütübi diniyyeden tefsir ve ehadisi nebeviyyenin ve kütübi ahlakiyye ve müfidenin tamim ü intişarı cemiyyeti hayriyyemizin re'isi bulunan ceneral takiyof'un te'lif ve tab etdirmiş olduğu müdevvenatı diniyyeden üç cild nam türki tefsiri celilden mahza namı namii hazreti emirü'lmü'minine mahsus olmak üzre tab etdirilenleri cemiyyeti hayriyye namına bi'lvekale mütekarribü'lhulul cülusı hümayunı mesadetmakrun mülabesesiyle atebei felekmertebei hazreti hilafetpenahiye arz u takdim eylemek üzre mahsusan dersaadet'e izam olunmakla müftehirim. teşebbüsatı dindaranei ubeydanemiz ale'lusul resmen hariciye nezareti celilesi'nden makamı sadareti uzma vasıtasıyla atebei ulyaya arz olunmak içün cemiyyeti hayriyye'miz tarafından hareketimden evvel tiflis başşehbenderliği'ne ayrıca bildirilmişdir. bina'enalazalik cemiyyeti hayriyyei islamiyye'nin yedi acizaneme vermiş oldukları tasdikname ile atebei şahaneye takdim olunmak üzre ita olunan istida leffen ve takdimei muranelerimiz dahi aynen ve ilaveten arz u takdim olunur. ol babda ve katıbei ahvalde emr ü irade hazreti menlehü'lemrindir. fireceb senebakü'de cemiyyeti hayriyyei islamiyye fitemmuz sene erkanından, taze hayat nam türk gazetesinin muharriri, şehri mezkurdaki riyalni gimnazya mektebi alisi muallimi talibzade ahund osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları yusuf atebei felekmertebei cenabı zıllullahi azamiye velinimeti cihan efendimiz hazretleri! bu ana kadar rusya devleti'nin tahtı hükumetinde bulunan biz otuz milyon türk müslümanlarının beyninde türk lisanında kur'anı şerif'in tefsiri bulunmadığından ekseriyetle onun mezamini aliyesinden istifadeyab olamıyorduk. lihaza bu ahır vakitlerde sayei hilafetvayei cenabı zıllullahi azamilerinde bakü ulemasından vilayet kadisı kulları vasıtasıyla kelamullahı şerif'i türk lisanında tefsir etdirüp tab u neşrine muvaffak oldum. ahdi mealivefdi cenabı padişahilerinde hasıl olan işbu muvaffakıyyeti kemteranenin şükranesi yolunda huzurı celili şehriyarilerine mahza arzı farizai ubudiyyete vesile olmak üzre mezkur tefsiri şerifden huzurı bahirü'nnurı hilafetpenahilerine bir takım takdim etdim. eltafı aliye ve merahimi mütealiyei hazreti hilafetpenahilerinden kabulünü istirham ederim. ol babda ve katıbei ahvalde emr ü ferman velinimeti cihan halifei bi'lhakk ve padişahı herdemmuvaffak efendimiz hazretlerinindir. neşri maarifi umurı hayriyye cemiyyatı islamiyye re'isi ceneral hacı zeynelabidin takiyof kulları mühürşehri cumade'levvel bakü şehri bakü müslüman cemiyyeti hayriyye idaresi innallahe ye'mürü bi'ladli ve'lihsani ve ita'i zi'lkurba ve'lyetama ve'lmesakin. özetvetranskripsiyon neşri maarif ve umurı hayriyye cemiyyatı islamiyyesi vekaletname bu ahir vakitlerde rusya'da sakin otuz milyon müslüman cemaati arasında terakki ve teali meyyalı görünmekdedir. ancak bizlerin muntazam mekteblerimiz ve kütübi ilmiyye ve fenniyye ve tedrisiyyelerimiz lüzumu derecesinde mevcud bulunmadığından hilafeti celilei uzmanın sayei maarifvayesinde yaşayan müslümanlar ile bir kat daha alaka ve rabıta kesb etmek maksadıyla cemiyyeti islamiyye azalarından, ulumı arabiyye müderrisi ve mektebi idadi muallimi ahund yusuf talibzade efendi teatii efkar ve vesatati lazimede bulunmak maksadıyla merkezi hilafeti uzma olan dersaadet'e irsal olundu. dersaadet me'murini aidesi taraflarından kendisine muaveneti lazimede bulunmasını biz rusya müslümanları istirham ederiz. neşri maarif ve umurı hayriyye cemiyyeti islamiyye re'isi ceneral hacı zeynelabidin takiyof mühürcumade'levvel bakü şehri bakü müslüman cemiyyeti hayriyye idaresi innallahe ye'mürü bi'ladli ve'lihsani ve ita'i zi'lkurba ve'lyetama ve'lmesakin. babı ali da'irei sadaret osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları amedii divanı hümayun bakü'de cemiyyeti hayriyyei islamiyye mü'essisi ve mürevvici bulunan ceneral takiyof'un te'lif ve tab etdirmiş olduğu keşfü'lhakayık nam türkce tefsirii şerifin bir nüshasını zatı hilafetsimatı cenabı padişahiye ref u ila etmek ve cemiyyeti hayriyyei islamiyye namına bazı metalibi diniyye ve ilmiyyede bulunmak üzre mahsusan dersaadet'e izam olunduğundan bahisle metalibi mezkurenin mahiyyatını ve ol babda atebei felekmertebei hazreti hilafetpenahiye liecli'ttakdim mumaileyh takiyof canibinden tevdi olunan ariza ile cemiyyeti islamiyye tarafından verilen tasdiknamenin gönderildiğini mutazammın bakü'de ulumı arabiyye müderrisi ve mektebi idadi muallimi talibzade ahund yusuf efendi tarafından verilen arzuhal melfuflarıyla maan arz u takdim ve tefsiri mezkur ref u ila kılındı efendim. fireceb sene fiağustos senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. batum, tiflis, gence ve erivan'da ermenilerin ve şiilerin çıkardığı karışıklıklar s. özetvetranskripsiyon babı ali nezareti umurı hariciyye tercüme odası aded hariciye nezareti'neşubat senetarihiyle tiflis başşehbenderliği'nden varid olannumaralu tahriratın tercümesidir kafkasya iğtişaşatına dair olan muharreratı adidei acizaneme zeyldir. batum'da bir genç talebe tarafından polis müdiri üzerine bir humbara atılmış ise de kendisine isabet etmemiş ve yalnız marrin ve abirinden bir kaç kişi telef olmuşdur. canii merkum müdiri mumaileyhin maiyyetinde bulunan gardiyan tarafından mahalli vakada katl ü itlaf edilmişdir.şehri halin üçünde şehri mezkurdaki rus kulübünün mahzeninde bir humbara keşf edilmişdir. yirmi sekiz kilo sıkletinde bulunan bu humbara bi'ttesadüf bozulmuş olduğundan iştial etmemişdir. bu aleti tahribiyyenin ermeni erbabı ihtilali tarafından vaz edilmiş olduğu zan olunuyor. gence ve erivan şehirlerinde her tarafda ve başlıca ermenilerin hanelerinde esliha ve mühimmat keşf olunuyor. erivan şehrinde şiiyyü'lmezheb bir takım kesan camii şerifi kuşatarak cemaat üzerine ateş etmişler ve on kişiyi katl ü itlaf eylemişlerdir. bu miyanda hakkında öteden berü adavet beslemekde oldukları bir seyyid de bulunuyordu. şakilerden on üçü derdest ü tevkif olunmuşdur. tiflis'de zabıta tarafından icra edilen taharriyat neticesinde bir hayli esliha meydana çıkarılmış ve tiflis'in en kalabalık yeri olan ulayar mahallesi'nde bir hanede humbara imaliyle meşgul biri ermeni ve diğeri gürcü olmak üzre iki kişi derhal zabıta tarafından derdest ü tevkif edilmişdir. taharriyatı vakıa neticesinde on bir aded humbara sekiz revolver, yüz fişenk ve humbara imaline mahsus bir hayli edevat ile yeni erbabı ihtilal cemiyyeti ibaresini havi bir mühür zahire ihrac edilmişdir. mülklerini terk etmeleri içün şehir dahilinde imzasız ve tehdidamiz mektublar tevzi edilmiş olduğundan ahali heyecan ve daimi bir muhatara içinde bulunuyor. bütün kafkasya'da ke'levvel emn ü asayiş mefkuddur. emr ü ferman hazreti menlehü'lemrindir. babı ali osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları da'irei hariciyye mektubi kalemi aded huzurı samii hazreti sadaretpenahiye, maruzı çakeri kemineleridir, zi'lhicce senetarihli tezkirei aciziye zeyldir. kafkasya'da emn ü asayiş ke'levvel mefkud olup ahiren batum ve tiflis ile mahalli sa'irede ne yolda cinayatı iğtişaşkarane ika edildiğini mutazammın tiflis başşehbenderliği'nden varid olanşubat senetarihli venumaralu tarhiratın tercümesi leffen takdim kılınmağla emr ü ferman hazreti veliyyü'lemrindir. fisafer sene ve hariciye nazırı fimart senebende tevfik babı ali da'irei sadaret amedii divanı hümayun kafkasya'da emn ü asayişin ke'levvel mefkud olup ahiren batum ve tiflis ile mahalli sa'irede ne yolda iğtişaşat ika edildiğini mutazammın tiflis başşehbenderliği tahriratının tercümesi hariciye nezareti celilesi'nin tezkiresiyle arz u takdim kılındı efendim. fisafer sene fimart senesadrı azam ferid boa. yıldız sadaret hususi maruzatı, nr. özetvetranskripsiyon bakü ile batum arasındaki petrol sevkiyatı hakkında anlaşma babı ali nezareti hariciyye tercüme müdiriyyeti numara fiağustos sene fiağustos sene bakü ile batum arasında mevcud petrol şera'iti hakkında i'tilafname bakü ile batum arasında petrolün sureti da'imede te'mini seyelanı maksadıyla bu hususda ale'lusul me'zuniyyet ve salahiyyeti ha'iz olan zirde vazıu'limza devleti aliyyei osmaniyye ile azerbaycan ve gürcistan cumhuriyetleri murahhasları hususatı atiyeyi kararlaşdırmışlardır. bakü ile batum arasındaki petrol mecraları vazıyyeti hazıralarını muhafaza edeceklerdir. müteakıdin petrolün sureti da'imede te'mini seyelanı içün kendi osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları toprakları üzerinde bulunan mecraların sureti mükemmelede muhafazasını mütekabilen taahhüd ederler. petrolün seyelanı içün münasib bir vergü vaz edilecek ve bu vergü akıd olan taraflar hükumetleri beyninde, toprakları üzerinde bulunan mecraların tulü nisbetinde taksim olunacakdır. işbu mevadd ve ahkama aid teferruat, azası marrü'zzikr hükumetler canibinden tayin olunacak bir komisyon tarafından kararlaşdırılacakdır. fihaziran senetarihinde batum'da tanzim edilmişdir. ramişvili haçinski halil gvazava resulzade vehib odişelidse retkiladse boa. hariciye hukuk müşavirliği istişare odası, nr. osmanlı devleti ile azerbaycan cumhuriyeti arasında imzalanan anlaşma za. özetvetranskripsiyon bismillahirrahmanirrahim saltanatı seniyyei osmaniyye ile azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi beyninde münakid muhadenet muahedenamesi bir tarafdan hükumeti osmaniyye diğer tarafdan ahiren ilanı istiklal eden azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi siyasi, hukuki, iktisadi ve fikri sahalarda memleketleri arasında münasebatı dostane ve hemcivari te'sisi hususunda ittifak etdiklerinden, murahhasları olmak üzre; saltanatı seniyyei osmaniyye; adliye nazırı ve şurayı devlet re'isi devletlü halil beyefendi hazretleriyle; kafkasya cebhesi osmanlı orduları kumandanı ferik devletlü vehib paşa hazretlerini; ve azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi; hariciye nazırı mehmed hasan bey hacinski hazretleriyle; meclisi milli re'isi resulzade mehmed emin beyefendi hazretlerini tayin etmişler ve müşarünileyhim ale'lusul tanzim olunan ruhsatnamelerini tedkik ve teati etdikden sonra mevaddı atiyeyi kararlaşdırmışlardır. birinci madde hükumeti seniyye ile azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi arasında daimi müsalemet ve müstekarr muhadenet hükümferma olacakdır. ikinci madde atideki hattı hudud, memaliki osmaniyye ile azerbaycan, gürcistan, ermenistan cumhuriyetlerinin memalikini tefrik eyler: hudud karadeniz'de çoluk nehri munsabbından başlayarak şavnabud dağına kadar harbinden evvelki hududu takib eder. şavnabud dağından sonra hattı balaları takiben halhama dağına, oradan mepiskaro dağına gelir. buradan cenuba dönerek yirsagad dağından ve ayastoman'ın iki kilometre cenubundan geçer. buradan şimali şarkiye geçerek karhol dağına ve osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları oradan beş kilometre şimali şarkiye, badehu cenubı şarkiye dönerek gorkal üzerinden atshor'un iki kilometre cenubundan kura nehrini geçer ve hattı balalar üzerinden kayabaşı, ortatavı dağlarının zirvelerine gelir. buradan sonra yine hattı balalar üzerinden karakaya dağı üzerinden molita kilisesi cenubunda tapishorska gölüne mülaki olur. molita manastırının heman cenubundan mukabil sahilde gölün şimal ucunun birbuçuk kilometre cenubı şarkisinde ka'in bir noktaya vasıl olunan hattın cenubunda kalan gölün kısmı arazii osmaniyye'de kalmak üzre mezkur gölü bi'lmürur tavkoneli dağına gelir. buradan cenuba inerek şavnabud dağıkarakuzu dağısamsa dağının zirvesine gelir. buradan şarka dönerek ve hattı balaları takib ederek devekıran silsilesi üzerinden açrıkar dağına gelir. hudud boyundan sonra hattı balaları takiben başkıran, nurrahman dağlarının hattı balalarını takib eder. nurrahman dağından sonra cenub istikametini takibe devam ederek ve daima hattı balalardan geçerek akpolan mevkiinin beş kilometre garbında aleksandropoltiflis şimendüferini kat eder. buradan yine hattı balaları takib ederek hanvali mevkiine gelir. hanvali mevkiinden sonra bir hattı müstakim istikametinde olarak alagöz dağının en mürtefi noktasına ve yine bir hattı müstakim takib ederek açmiyazin'in yedi kilometre garbında açmiyazinserdarabad caddesine mülaki olur ve açmiyazin'in yedi kilometre etrafından dolaşarak ve aleksandropolculfa şimendüfer hattının takriben altı kilometre şimalinden bu şimendüfer hattına müvazi olarak gider. ve yaşkaran mevkiinin on altı kilometre cenubı garbisinden yaşkaran mevkiinden şimendüfer hattına gelen caddeyi kat eder. hudud bundan sonra cenubı şarkiye dönerek aşağı karabağlar köyünün bir kilometre garbından şagablu, karahaç, aşağı çanakçı mevkilerinden geçerek elpinçay'a mülaki olur. ve bu çayı takib ile arpa mevkiine gelir. arpa'dan sonra hudud şark istikametinde arpaçay'ını takib ederek kayalı mevkiine ve kayıd çayını takiben aktaban dağının zirvesine gelir. bundan sonra hudud karaturna, araçırır, karanlık dağlarının hattı balalarını takiben relyan çayı vadisine gelir. ve bu çay mecrasını takib ederek aza mevkiinin cenubunda aliçin mevkiinde eski rusiran hududuna mülaki olur. üçüncü madde azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi ile ermeni hükumeti cumhuriyyesi beyninde hududların tayini içün akd olunan protokol hükumeti seniyye'ye tebliğ olunacakdır ve bu protokol işbu muahedenin bir cüzi layenfekkini teşkil edecekdir. dördüncü madde özetvetranskripsiyon azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi tarafından taleb vukuunda hükumeti osmaniyye intizam ve asayişi dahilinin te'min ve iadesi içün lede'licab silah kuvvetiyle muavenetde bulunacakdır. beşinci madde azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi kendi hududu dahilinde hiçbir çetenin teşkil ve teslihıne meydan vermemeği ve oraya iltica edecek bütün çetelerin de silahlarını almağı ve anları dağıtmağı taahhüd eyler. altıncı madde tarafeyni akıdeyn tenzilatlı tarifeler vaz ve tatbiki suretiyle demiryollar nakliyatı hususunda yekdiğerine teshilatı mümkine ibraz etmeği taahhüd ederler. hususiyle demiryolların inşasına ve işletilmesine ve tamiratı mütemadiyesine veyahud diğer umurı nafianın kaffesine muktezi levazımın nakli hususunda tenzilatlı mahsus tarifeler tatbik olunacakdır. tarafeyni akıdeyne aid demiryollarda edevatı müteharrikenin mübadelesi bu babda beyne'ddüvel meri kavaide tevfikan icra olunacakdır. tarafeyni akıdeyn ahkamı anifenin teferruatını kararlaşdırmak üzre heman müzakerata girişeceklerdir. yedinci madde devleti aliyyei osmaniyye ile azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi arasında bir guna muahede, mukavele, sureti tesviye, i'tilafname vesaire mevcud bulunmamasına bina'en tarafeyni akıdeyn bir şehbenderlik mukavelenamesiyle bir ticaret muahedenamesi ve münasebatı hukukiyye ve iktisadiyyelerinin tanzimi içün lazım addedecekleri senedatı sa'ireyi akd etmek hususunda ittifak etmişlerdir. şehbenderlik mukavelenamesi işbu muahedename tasdiknamelerinin teatisi tarihinden itibaren iki sene zarfında akd olunacakdır. işbu devrei muvakkata zarfında tarafeyni akıdeynin başşehbenderleri, şehbenderleri ve şehbender vekilleri imtiyazı vazifelerince hukukı umumiyyei düvel ve muamelei mütekabile esaslarına tevfikan en ziyade na'ili müsaade millet muamelesinden müstefid olacaklardır. kezalik hukukı umumiyyei düvel esasına müsteniden bir ticaret muahedenamesinin akdi içün vakı olacak müzakerat bir tarafdan devleti aliyye ve diğer tarafdan kendisiyle hali harbde bulunan diğer devletler beyninde musalahanın akdini müteakib başlayacakdır. o zamana ve herhaldesenesi kanunı evvelinin otuz birinci gününe kadar işbu muahedeye merbut işaretli melfuf her iki taraf canibinden tatbik olunacakdır. mezkur melfufunhaziran sene osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tarihinden itibaren mefsuhiyyeti ilan olunabilecek ve bunun netayici altı ay sonra cereyan edecekdir. berren mevaridat işbu muahedename tasdiknameleri teati olunur olunmaz başlayacakdır. sekizinci madde tarafeyni akıdeynden birine mensub ahali ve nevahiden hududun diğer tarafında ka'in emvali gayri menkule üzerinde hakkı temellük ve intifaı bulunanların, bunlardan intifa etmeğe, anları işletmeğe veyahud iltizama vermeğe, anları idare veyahud bizzat vekilleri marifetiyle bey etmeğe hakları olacakdır. hiç kimse menfaati amme olmadıkca ve evvelce tazminat verilmedikce, mezkur emvali gayri menkule üzerindeki hakkı temellükünden mahrum edilmeyecekdir. ahali ve marrü'zzikr nevahi vekilleri mukim bulundukları mahaller deva'iri tarafından muta ve tarafı diğer deva'iri canibinden musaddak yol tezkireleri ibraz etmek şartıyla hududun öbür tarafına geçmelerine asla mümanaat edilmeyecekdir. hududdan mürur ve hududa civar yerlerdeki ahz ü ita hususatında teshilat ve müsaadatı mahsusa ibraz olunacakdır. ahkamı anifenin teferruatı işbu muahedenameye merbut işaretli melfuf ile tanzim olunmuşdur. dokuzuncu madde azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi'nin beyne'lmilel posta ve telgraf ittihadları mukavelatına dahil olmasına intizaren, devleti aliyyei osmaniyye ile azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi arasında posta ve telgraf münasebatı işbu muahede tasdiknamelerinin teatisinden itibaren beyne'lmilel ittihadın posta ve telgrafa müteallık mukavelat, i'tilafat ve nizamatı mukarreratına tevfikan te'sis edilecekdir. onuncu madde brestlitovsk'da devleti aliyyei osmaniyye ve müttefikleri ile rusya arasında akd olunan muahedatı müştereke ve munzamma ahkamından işbu muahedenameye muhalif olmayanlar akıdeyn beyninde muteber olacakdır. onbirinci madde işbu muahedename tasdik olunacak ve tasdiknameleri bir ay veyahud müddeti kasirai mümkine zarfında dersaadet'de teati olunacakdır. tasdikanli'lmakal murahhaslar işbu muahedenameyi imza ve mühürleriyle tahtim etmişlerdir. haziran özetvetranskripsiyon mehmed hasan haçinski halil mehmed emin resul mehmed vehib melfuf musalahai umumiyyenin inikadına ve her haldekanunı evvel tarihine kadar tarafeyni akıdeynden her biri diğer taraf tebeasına ticaret ve seyri sefa'in hususatında en ziyade na'ili müsaade millet muamelesini tatbik etmeği taahüd eyler. birinci madde tarafeyni akıdeyn, hiç bir suretle ticareti mütekabileyi idhalat veyahud transit memnuiyyetleriyle ihlal etmemeği ve serbest transite müsaade eylemeği taahhüd ederler. yalnız tarafeynden birinin memalikinde devlet inhisarı altında bulunan veya bulunacak olan kezalik haklarında gerek sıhhat ve gerek zabıtai sıhhiyyei hayvaniyye veya asayişi umumi mülahazatıyla yahud diğer esbabı mühimmei siyasiyye ve iktisadiyyeden naşi bi'lhassa harbi takib eden devrei muvakkata zarfında fevkalade tedabiri mania ittihazını icab eden eşya müstesnadır. ikinci madde en ziyade na'ili müsaade millet usulü devam etdiği müddetce tarafeyni akıdeynden hiçbiri, hududı memalikinin herhangi bir kısmında hududunun aksamı sa'iresinde istifa etdiği idhalat ve ihracat resmlerinden daha ağır rüsum istifa etmek hakkını ha'iz olmayacakdır. üçüncü madde tarafeynden hiçbiri diğer tarafın başka bir devlet ile mevcud bulunan veya bi'lahıre vücuda getirilecek olan gümrük ittifakından münbais müsaadatdan ve küçük hudud ticaretine dair bahşetmiş olduğu veya edeceği müsaadelerden istifade iddiasında bulunmayacakdır. dördüncü madde osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tarafeynden birinin memalikinde transit edilecek her nevi eşya, taransit resminden muaf olacakdır. gerek bilatevakkuf imrar edilsün ve gerek esnayı imrarda ihrac, depoya vaz ve yeniden tahmil edilsün, eşyayı mezkurenin nezaretine müteallık kavanini mahalliyye ahkamı bi'ttab haklarında tatbik olunacakdır. beşinci madde tarafeyni akıdeyn, derhal mütekabilen münasebatı ticariyyeye girişmeği ve ahkamı atiyeye tevfikan eşya mübadelesini tanzim etmeği taahhüd ederler. altıncı madde senesi kanunı evvelinin otuz birinci gününe kadar en mühim olan mahsulatı ziraıyye ve sınaıyyenin fazlası, ihtiyacatı mevcudeyi tatmin içün yedinciden dokuzuncu maddeye kadar olan maddeler ahkamı da'iresinde mütekabilen mübadele edilecektir. yedinci madde maddei anifede mübadelesi mevzuı bahs olan mahsulatın mekadir ve envaı her iki tarafca bir komisyon marifetiyle tayin edilecek ve bu komisyon tarafeyni akıdeynden müsavi mikdarda tayin olunmuş azadan teşekkül eyleyüp muhadenet muahedesinin imzasını müteakıb ifayı vazifeye ibtidar edecekdir. sekizinci madde maddei anifede beyan olunan eşyanın mübadelesi esnasındaki fiyatları bir i'tilafı mütekabil esası üzerine ve bir komisyon marifetiyle tayin olunacak ve işbu komisyon her iki tarafdan müsavi mikdarda intihab olunmuş azadan terekküb edecekdir. dokuzuncu madde yedinci maddede zikr edilen komisyon tarafından tayin olunan eşyanın mübadelesi devletin teşkilatı mahsusai merkeziyyesi veyahud devlet murakabesine tabi teşkilat tarafından icra edilecekdir. haziran mehmed hasan haçinski halil mehmed emin resul mehmed vehib özetvetranskripsiyon melfuf hududa yakın yerlerdeki ticarete mahsus müsaadat. tarafeyni akıdeyn hattı hududun iki tarafında on beş kilometre imtidad eden bir saha dahilinde ticareti yevmiyyenin icab etdiği teshilatı bahşetmek üzre mevaddı atiyeyi kararlaşdırmışlardır: evvelen: atiyü'zzikr mevadd ve eşya ve hayvanat, bir memleketden diğerine esnayı imrarında idhalat ve ihracat resmlerinden veya diğer herhangi bir vergi veya resmden muaf olacakdır. şimendüferle vakı olan nakliyat bundan müstesnadır. her defasında beş yüz guruş kıymeti mütecaviz etmemek üzre her nevi hububat ve otlar, yolcu, arabacı ve amelenin çamaşır, esvab ve yol eşyası ile kendi istimallerine mahsus alat ü edevat, insan ve eşya nakline mahsus arabalar, yol arabaları, sepet ve nakliyata mahsus diğer vesa'it, binek ve yol hayvanları, ev eşya ve levazımı tarafeyni akıdeynden birinin tebeasının diğer taraf memleketinde yerleşmek üzre geldikleri vakit idhal etdikleri ev eşyası ile alat ü edevat, nişanlanmış veya tarafeynden birinin tebeasından diğer taraf memalikinde akdi izdivac eden veya yeni müte'ehhil kadınların cihaz takımları da bu muafiyyeti rüsumiyyeden istifade edecekdir. hududa civar kazalar ahalisinin hemcivar memlekete nakl etmek üzre mahsulatı ziraıyyelerini mesela hububat ve diğer mahsulatı ziraıyye ve hayvaniyyeyi müskirat ve diğer mayiatı ve hudud ticaretine mahsus diğer eşyayı koydukları ve aynı yoldan boş olarak gerü getirdikleri çuval ve kaplar, otlamak üzre meralara sevk olunan hayvanat ile anın mahsulatı, maahaza hayvanatın muayene masrafı altı ay müddet hitamında istifa olunabilecekdir. saniyen: gümrük rüsumuna tabi olan eşyanın anifü'zzikr maddelerde zikr olunan muafiyyeti rüsumiyyeden istifade etmeleri içün beraberlerinde bunların hemcivar mıntıkadan geldiklerini mübeyyin me'murini mahalliyye canibinden muta ve mahrec gümrüğünden musaddak şehadetnameler bulunması lazımdır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları işbu şehadetnameler diğer akıdin memleketinde tamga resmine veya diğer resme tabi olmıyacaklardır. salisen: hemcivar mıntıka ahalisi nevahi me'murini tarafından ale'lusul verilmiş ve me'murini rüsumiyyei müteallikası tarafından vize edilmiş pasavanları hamil oldukları halde diğer taraf arazisinde serbestce seyahat edebileceklerdir. işbu pasavanlar onbeş gün içün muteber olacakdır. haziran mehmed hasan haçinski halil mehmed emin resul mehmed vehib bismillahirrahmanirrahim hükumeti seniyye ile azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi harbden mütevellid ve doğrudan doğruya kendilerine müteallık bazı mesa'ili askeriyyeyi halletmek arzusunda bulunduklarından muvakkat bir muahedei munzamma akdine karar vermişlerdir ve bu babda murahhasları olmak üzre: saltanatı seniyyei osmaniyye adliye nazırı ve şurayı devlet re'isi devletlü halil beyefendi hazretlerini; ve kafkas cebhesi osmanlı orduları kumandanı ferik devletlü vehib paşa hazretlerini; azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi; hariciye nazırı mehmed hasan bey hacinski hazretleriyle; meclisi milli re'isi resulzade mehmed emin beyefendi hazretlerini tayin etmişler ve murahhasanı müşarünileyhim ale'lusul tanzim olunan me'zuniyyeti kamile vesikalarını tedkik etdikden ve usulüne muvafık buldukdan sonra mevaddı atiyeyi kararlaşdırmışlardır. birinci madde özetvetranskripsiyon azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi devleti aliyye veya müttefikleriyle muharib bulunan hükumetlerin veyahud anlarla akdi ittifak etmiş olan devletlerin zabitan ve me'murini mülkiyyesini memleketinden tebid etmeği ve harbi umuminin devamı müddetince yeniden bu gibileri ordu ve hükumet hidmetlerine almamağı taahhüd eder. ikinci madde azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi bi'lcümle hututı hadidiyyesi üzerinde osmanlı ordusu'nun her dürlü nakliyyatı askeriyye kıtaat, ikmali efradı, eşya ve malzemei harbiyye, erzak ve cebehane ve ilh. yapmasına muvafakat eder. osmanlı ordusu tarafından tayin olunacak bir komisyon azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi'nin bir komisyonuyla müştereken azerbaycan hututunun azami kabiliyyetine nazaran birinci fıkrada zikredilen nakliyyatı askeriyyenin esasat ve teferruatını ihzar ve takdir edecekdir. bu nakliyyatı askeriyye osmanlı komisyonu re'isinin osmanlı ordusu kumandanlığı'ndan alacağı emir üzerine vereceği talimat mucebince azerbaycan şimendüfer idaresi'nin me'muru ve malzemesi vasıtısıyla icra olunacakdır. iki taraf şimendüfer komisyonlarının müştereken tayin edecekleri mühim istasyonlarda nakl olunan osmanlı kıtaatının iaşe ve istirahatlerinin te'mini ve nakliyyat hakkında verilmiş olan seyr ü sefer cedveli ve talimatın osmanlı ordusu mensubinine te'min ve tatbiki vazifesiyle muvazzaf bir osmanlı zabiti ve maiyyetine lüzumu kadar me'mur ve efrad tayin olunacakdır. bu zabit istasyon me'murunun vazife ve işlerine müdahale etmeyecekdir. naklolunan osmanlı kıtaatının iaşesi içün mumaileyh zabitin mümkün olan yerlerde icra edeceği mübayaatı azerbaycan hükumeti teshil ve mumaileyh zabite muavenet edecekdir. iki ve üç numaralu fıkralarda zikr olunan komisyonlar işbu muahedenin tarihi imzasından nihayet bir hafta sonra şimdilik gence'de ifayı vazifeye başlayacaklardır. azerbaycan hükumeti şimendüferler idaresi bu zamana kadar şimendüfer komisyonlarına lazım olan malumatı bi'lhassa hututdan azami istifadeyi te'min edebilmek içün hutut üzerinde bulunan bi'lcümle malzemei müteharrike mikdarıyla hututun ahvali ve malzemei sabitesi hakkında lazım gelen malumatı cem u ihzar etmiş bulunacakdır. osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi gerek bizzat hattı ve gerek malzemei sabite ve müteharrikesini daima hüsni halde bulundurmağı ve bunları gerek müteaddi ve gerek arızi her dürlü tahribata karşı muhafaza ve avarızı sürati mümkine ile izale ve telafi etmeği taahhüd eder. azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi kendisinin dahi marzisi hilafında olarak herhangi bir sui kasdın zayiat ve tahribata sebebiyet vermemesi içün osmanlı nakliyatı icra edilecek olan hututun icab eden noktalarını askeri ile tahtı te'mine alacakdır. bu muhafaza, hututun herhangi bir kısmında herhangi bir sebeple azerbaycan hükumeti içün mümkün olamadığı takdirde işbu muhafazai askeriyye hükumeti müşarünileyha ile bi'li'tilaf osmanlı ordusu tarafından deruhde olunacakdır. osmanlı ordusu nakliyyatı askeriyyesinin müsaadesi nisbetinde azerbaycan hükumeti hatları üzerinde hükumeti müşarünileyhanın her dürlü nakliyatına halel getirmemeğe çalışacakdır. üçüncü madde azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi devleti aliyyei osmaniyye'ce taleb vukuunda bakü limanı'ndaki mü'essesat ile bahri hazer'de bulunup kendisine aid olan sefa'in ve diğer vesa'iti nakliyyeyi makasıdı askeriyye uğurunda istimal edilmek üzre osmanlı hükumeti'nin emri altına vaz etmeği taahhüd eyler. dördüncü madde hükumeti osmaniyye ikinci ve üçüncü maddeler mucebince ha'iz olduğu hakdan müttefiki bulunan hükumetler ordularını da istifade etdirebilir. beşinci madde hükumeti osmaniyye azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi dahilinde bulunan yollardan nakliyyatı askeriyye içün istifade edebilecekdir. altıncı madde işbu muahedename tasdik ve tasdiknameleri bir ay veya müddeti kasirei mümkine zarfında dersaadet'e teati olunacakdır. tasdikanli'lmakal murahhaslar işbu muahedenameyi imza ve mühürleriyle tahtim etmişlerdir. işbu muahedename iki nüsha olarak batum'da tanzim olunmuşdur. özetvetranskripsiyon fihaziran sene mehmed hasan haçinski halil mehmed emin resul mehmed vehib babı ali hukuk müşavirliği numara tarih nevi fikanunı sani senemüsvedde hulasa azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi ile akd olunan muahede ve mukavelenamelerin hükumeti mezkure tarafından tasdik edildiğinin işar olunmasına nazaran ora ahalisine tabiiyyetce yapılacak muamelenin istifsarına dair tabiiyyet müdiriyyeti müzekkiresi. fiağustos sene azerbaycan hükumeti cumhuriyyesi ile akd olunan musalahanamenin hükumeti mezkure şurayı millisi tarafından tasdik edilmiş olduğu her ne kadar şurayı müşarünileyha re'isi mehmed emin resul imzalı kararname suretinden müsteban olmakda ise de muahedei mezkurenin tasdiknameleri henüz teati edilmemiş olduğundan hükumeti seniyye'ce azerbaycan hükumeti henüz resmen tanınmış denilemeyeceği cihetle ora ahalisinin tabiiyyeti hususunda hali sabıkından farklı bir muamele yapılamıyacağı derkardır. ancak hükumeti mezkurenin sulhı umumide vazıyyeti sureti katıyyede taayyün edinceye kadar ahalisinin menşe'i nazari itibara alınarak bunlara karşu rus tebeasından daha müsaadekarane muamelede bulunulması muvafık olacağının tabiiyyet müdiriyyeti'ne tebliğ buyurulması menutı müsaadei asafaneleridir. boa. hariciye, hukuk müşavirliği istişare odası, nr. osmanlıbelgelerndeazerbaycantürkhanlıkları bölüm belgelerin fotokopileri i n d e k s belgelerde geçen terimlere dair açıklamalar ariza küçük rütbelerde bulunanların bir üst veya büyük rütbede bulunan makamlara yazdıkları yazı. berat osmanlı devlet teşkilatında bazı vazife, hizmet ve memuriyetlere tayin edilenlere vazifelerini yapmak yetkisini tevdi etmek üzere, padişah tuğrası ile verilen me'zuniyet ve atama emirleri. buyuruldu sadrazam, vezir, beylerbeyi, kaptanpaşa gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin yazılı emri. sadaret'ten bir emri tebliğen yazılan buyuruldular, re'sen yahut tezkire üzerine veya mazbatalara tezyilen divani hat ile yazılırdı. divanı hümayun osmanlı devleti'nde bugünkü kabineye muadil olan teşkilattır. birinci ve ikinci derecedeki siyasi, idari, askeri, şer'i, mali işler ile her çeşit şikayet ve dava burada görüşülür, karara bağlanırdı. divanı hümayun'dan çıkan karar ve emirler, defterlere kaydedilerek berat ve ferman şeklinde yayımlanmıştır. ferman bir işin yapılıp yapılmamasını padişah adına emreden yazıdır. konusunu; mühim hususlar, imtiyazlar ve fevkalade bir memuriyetin tevcihi teşkil eder. divani hat ile yazılır ve tuğralanır. tanzimat'tan sonra kullanılması muayyen meselelere inhisar etmiş ve yerini irade usulüne bırakmıştır. osmanlıbelgelerndeazerbaycantürkhanlıkları hattı hümayun padişahların kendi el yazıları ile bir maslahat zımnında ısdar ettikleri yazılar. genellikle sadrazamların telhis ve takrirleri üzerine yazılırken sultan mahmud zamanında bu şekil terkedilerek arz tezkirelerine mabeyn başkatibi vasıtası ile padişah adına cevab yazmak, yani irade tarzı usul ittihaz olunmuştur. hüküm divanı hümayun'dan ferman şeklinde yayımlanan karar ve emirlerin diğer adıdır. fermanlar, ilgili makama gönderilmeden önce divan ve maliye defterlerine. hüküm ki ifadesi ile kaydolunmuştur. irade padişahın emri. ferman, berat, hattı hümayun gibi yazı türleri irade izharını osmanlı diplomatiğinde değişik yazışma şekli olarak görülmektedir. istimaletname bilhassa osmanlı devleti'ne tabi yarı egemen han ve hakimler ile onların tebeası olan halkı devletin yanına çekmek ve bir hizmeti yapmaya yöneltmek amacıyla, gönül okşayıcı ve teşvikkar ifadelerle yazılmış olan mektuplara denir. kalgay kırım hanının veliahdı. mabeyn saray'da, harem dairesi'yle dış daireler arasında bulunan kısım. mahmud'un son zamanlarından itibaren sarayın dışarısı ile her türlü muhaberat ve münasebatını temin ve idare eden daire. meclisi mahsus nazırlar ve bazı komisyonı ali reislerinin sadrazam başkanlığında toplanarak özel ve mühim meseleleri görüşüp karara bağlayan ve bu kararı bir zabıtla sadaret'e bildiren meclisdir. meclisi vala ıslahat hareketlerinin icab ettirdiği yeni nizamnameleri hazırlamak, memurların muhakemesiyle meşgul olmak ve lüzum görülen devlet işlerinde rey vermek üzere senesinde teşkil olunan meclisin adıdır. i n d e k s namei hümayun osmanlı padişahları tarafından yabancı devlet ve hükumet başkanları ile osmanlı devleti'ne bağlı mekke şerifi, erdel kralı, eflak ve boğdan voyvodaları'na, kırım, dağıstan vs. bölge hanlarına gönderilen mektuplara denilir. aynı muhtevada gelen yazılara ise name adı verilmektedir. nezaret son dönem osmanlı idari teşkilatında bugünkü bakanlık karşılığı olarak kullanılmıştır. nezaretlerin başında bulunan idarecilere nazır denilmiştir. nureddin kırım hanının veliahdı. sadaret bugünkü başbakanlıkın karşılığı olup nezaretler ve müstakil idarelerle padişah arasındaki maruzat ve evamirin arz veya tebliğini sağlayan ve nazırların yetkili olmadıkları konularda müracaat ettikleri makam. şemhal dağıstan bölgesinin baş hakimine verilen ünvan. tahrir yazmak, kaydetmek anlamına gelen bu kelime, osmanlı devleti'nde yeni zaptedilmiş bir bölgenin arazisini tescil ve toprağın mülkiyet ve tasarruf sistemini ve vergi nisbetlerini tayin ve tesbit maksadıyla yapılan kayıt işlemine denir. tahrirat taşradaki veya ülke dışındaki vilayet, sefaret vs. ye bağlı dairelerden gelen yazılar için kullanılan bir tabirdir. tezkireden ayırdedici bir özelliği mühürlü olmasıdır. tahtı algan kırım'da, savaşlarda çok önemli başarılar kazanmış kişilere verilen rütbe, mareşallik. osmanlıbelgelerndeazerbaycantürkhanlıkları telhis sadrazam, defterdar ve diğer bazı makamlardan padişah'a iznini, görüşünü veya emrini almak için takdim edilen yazıdır. terakki timar ve zeamet sahiplerinin mutasarrıf oldukları topraklar ile yaptığı hizmetin karşılığını para olarak alan diğer sınıfların ücretlerinde gösterdikleri başarılara karşılık olmak üzere yapılan artışa denir. tezkire genel anlamda aynı şehir ve kasabada bulunan resmi daireler arasında yapılan yazışmalara verilen isimdir. mühürsüz olup kaleme alan makamın imzasını taşır. sadaret'in mülki işlere dair sunduğu tezkirelere arztezkiresi denilmektedir. usumi kaytak beylerine verilen ünvan. i n d e k s indeks acam, abadan kalası, abaza, abazya, abbas kulu han, abbas mirza, tahmasb sülalesi'nden, şahı safeviyye'den, abbas, şirvan mal defterdarı, abdal, şuşa'da bir köy, abdullah çelebi, abdullah han, semerkand hakimi, buhara hanı, abdurrahman ağa, eski erzurum valisi tayyar paşa'nın tatarlarından, abdülmü'min han, buhara hanı abdullah han'ın oğlu, acar ahalii islamiyyesi, acarei ulya, acem, diyarı, elçisi, memleketi, şahı, şahları, şahlığı, tarikı, açıkbaş, hanı, hanlığı, açmiyazin katogikosu, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları açmiyazinserdarabad caddesi, açrıkar dağı, adeti ganem, ağa muhammed han, iran şahı, kaçar hanedanından, ağdam, ahalii dağistan, diyarı rum, iran, irvan, islamiyye vekilleri, islamiyye , müslime, tebeai gürciyye, ahısha, kalesi ahilkelek kalesi ahmed ağa, şuşa ve gence ve karabağ hanı ibrahim halil han'ın adamı ahmed bey, çana beylerinden, ahmed bey, ümerai çerakiseden, ahmed han, hoy hanı ahmed han, tebriz hanı, ahmed paşa, bağdad valisi, ahmed paşa, van muhafızı, akpolan mevki, aktaban dağı, aktaş sancağı, şirvan'a tabi, alagöz dağı, aleksandropolculfa şimendüfer hattı, aleksandropoltiflis şimendüferi, alem bey, tatar kuşe beylerinden, ali bey, urdula hakimi, ali hanof sabun imalathanesi, tiflis'te, ali hanof, tiflis valisi, ali murad han, sahibi ihtiyarı iran ünvanıyla şiraz'da şahlık iddia eden kişi, ali paşa, gence muhafızı, revan seraskeri, ali paşa, trabzon valisi, ali, gence defterdarı, n d e k s aliçin mevkii, alman, altıkesik abazası, altun madeni, şirvan'da, ammi han, dağistan hanlarından avar hakimi, anadolu, valisi, ananur, yolu, rusya ile tiflis arasında, ankara, naibi, araçırır dağı, aras, arıkdamı köyleri, gence'nin islam köylerinden, arif, sadaret tatarı, arpa, arpaçay, arpa mevki, arran arazisi, arslan bey, kabartay beylerinden, arusane, asakiri acam, islam, asel, asitanei aliyye, saadet, aşağı çanakçı mevkii, aşağı karabağlar köyü, atebei ulya, atlu asker, atshor, avarız ve nüzul, ayak bey, çerkes, kabartay beylerinden, ayastoman, aza mevkii, azerbaycan, cumhuriyeti, hanları, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları havalisi, hututu, hükumeti cumhuriyyesi, hükumeti şimendüferler idaresi, ihtilali, lisanı, azgor kalesi aziziye camii şerifi, batum'da, babı ali, hukuk müşavirliği, babuncai dağıstan, bac, badı heva, bademli karyesi, bağdad karbanı, valisi bahri hazer, bahri siyah, bakır, madeni, bakü ahalii islamiyyesi, hapishanesi, hastahanesi kalası, limanı, olayları, petrol cemiyyeti re'isi, polis müdir muavini, valisi, vukuatı balahanı balıklı mevzii, baranovski, kafkasya'daki rus guvernörü, n d e k s barçalu'daki islamlar, barut, basra, başkıran dağı, başmuhasebe, batman, battal paşa, erzurum valisi, batum , başşehbenderhanesi, başşehbenderi, başşehbenderliği, ve tiflis başşehbenderlikleri, bayezid, defterdarı, mutasarrıfı, mutasarrıflığı, baylof hapishanesi, bakü'de, behre, bennak, berda, berküşat, beslinay beyi, beşti bey, kabartay beylerinden, bitlis vilayeti, boğazkilise, gence ile revan arasında bir köy, bonyakof, nahçıvan'da bir ermeni, borçalu, kazası ahalisi, borsa, bakü'de, bosna muhacirleri, bostan, boyluca, gence ile revan arasında bir köy, bozarçiyaniç tütün fabrikası, tiflis'te, brestlitovsk, rusya'da bir şehir, buğday, buhara, hanı, bulgaristan, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları muhacirleri, burcu, kafkasya'da bir yer, burjon istasyonu, kafkasya'da, buzuk bey, kabartay beylerinden, büküle karyesi, cafer kulu han, hüseyin han'ın biraderi ve hoy hanı, cafer paşa, demirkapı ve şirvan muhafızı, camii şerif, bakü'de, camii şerif, yukarı acara'daki kula karyesinde, cami, gence'de, can hasan, şuşa'da bir köy, cehrikendi, cemiyyeti hayriyyei islamiyye, bakü'de, cemiyyeti ittihadiyyei islamiyye, cemaati islamiyye vekilleri, cemil bey, batum başşehbenderliği memurlarından, cevad han gence hanı, cevad karyesi, cevanşir, kafkasya'da müslüman köyü, cıvaklu, kafkasya'da müslüman köyü, cidde cim, ananur'a iki konak yakın bir yer, culfa gümrüğü, çalık karyesi, şirvan hududunda bir köy, çane beyi, çar, çeltük, çerkes, çerkezistan, çıldır beylerbeyi, eyaleti, valisivalileri çivid, çoluk nehri, karadeniz'de, çolundır, çorab, n d e k s çors, güney azerbaycan'da bir yer, dağistan, ahalisi, hakimi, hanları, dağistanlılar, dağista elpinçay, envaı çuka, erbabı timar, erdebil, erdelan, erivan , ermeni serpiskoposu, kaymakamı, ermeni, askerler başkilisesi, bakü'de, erbabı asarı, erbabı ihtilali, eşkıya çetesi, hey'eti mebusesi, hey'eti ruhaniyyesi, hey'eti ruhbaniyyesi heyeti, hükumeti cumhuriyyesi, iğtişaşatı, ihtilal komitesi, karyeleri, gence'de, katogikosu, mahallesi, şuşa'da, n d e k s piskoposu, rehabini, saldırıları, kafkasya'da, ta'ifesi, tramvay kondüktörleri, amerikan ve ermeniprotestan komitei muzırrası, müslüman çatışması, erivan, gence vesair yerlerde, ermeniler, ermenistan cumhuriyeti, erzen, erzurum, beylerbeyi, gümrüğü emini, seraskeri, valisivalileri , esliha, espadaro, batum'da ispanya fahri konsolosu ve mesajeri maritim kumpanyası acetası, esterabad, eşkiya çeteleri, eşrafı islamiyye, eştab, şuşa'da müslüman köyü, etfali islamiyye, evgani şem, farisi lisanı, fars, faş muhafızı, ferhad kethuda, ferhad paşa, gence ve karabağ'ın fethiyle görevli feth ali han, derbend ve kuba hanı, feyzullah ağa, gelibolu mütesellimi cizyedarı osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları finlandiya hattı, petersburg'da demiryolu, fişenk, françe elçisi, françe padişahı, fransızca, gaib ali kendi, şuşa'da müslüman köyü, gariyos, kafkasya'da eşkıya çetesi, gayri müslim, gelibolu cizyedarı, cizyesi kefere cizyedarı, gencali, bir silah cinsi, gence beylerbeyi, gence defterdarı gence hududu, gence, kalası, muhafızı, gevra, kafkasya'da bir yer, gilan, goloşçapof engil, goloyef, bakü salyan alayı'nda mülazımı sani, gori, gorkal, gökçe, beyi, gulam ali, revan hanı hüseyin ali han'ın oğlu, gumlu, kafkasya'da müslüman köyü, gülablı, gülani, şuşa'da müslüman köyü, gümrü kazası, gümrük, gümrük rüsumu, gümüş madenleri, şirvan'da, gürcistan, cumhuriyeti hakimleri, melikleri, n d e k s gürcistan'daki müslümanlar, gürciyye, gürcü askeri, gürcü ihtilal komitesi, gürcü gürcü kızı, gürcügürcüler, gürg cihan, şuşa'da müslüman köyü, hacı mehmed, ereşli, hacı sefer ali, iranlı, erzurum gölbaşı'da ikamet eder, hacım han, yaka türkman hanı, hakkı sayd, halhama dağı, halifeli, şuşa'da müslüman köyü, halil bey, karayutak beyi, halife, halil bey, halil beyefendi, adliye nazırı ve şurayı devlet re'isi, halil paşa, faş muhafızı, hananı azerbaycan, hananı iraniyye, hançerler, hanezek, şuşa'da müslüman köyü, hankendi, hanvali mevki, hapal ulusu, gence ve karabağ halkından, harac, haraç verme, harcı mizan, harir, harici ta'ifesi, harici vakası, hariciye nazırı, hariciye nezareti celilesi, hartos kalesi hasan abad, şuşa'da müslüman köyü, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları hasan han, revan serdarının kardeşi, hasan paşa, şirvan muhafızı, hastahane, bakü'de, havanini azerbaycan, dağistan, iran, hazar denizi, heftuvan, hemedan, hey'eti mebusei islamiyye hınta, hıttai azerbaycan, hızanei amire, hızır paşa, gence beylerbeyi, hilat, hocalılar, horasan, hoy hanı kalası, tüccarları, hristiyanlar, huccac, hudadad han, tebriz hanı huddamiyye, hududı hakani iran, islamiyye, osmaniyye, humbara hükumeti osmaniyye seniyye, hüseyin ali han, müteveffa revan hanı, hüseyin han, hoy hanı, hüseyin'in meşhedi, ırak, ırakı arab, ifayı haccı şerif ibrahim halil han, şuşa, gence ve karabağ hanı, n d e k s ibrahim paşa, gence muhafızı, ibrahim han, kum hakimi, imam kulu han, rumiye hanı, imereti, ingiliz vapuru, ipek, irakli han, kahıt ve kartil valisi, tiflis hanı, iran , ahalisi, devleti, ermenileri, halkı, hanları, hariciye nezareti, hududu, hükumeti, karperdazı, kürdleri, sadaret makamı, seferi, seraskerliği, şahı, şehzadesi, tebeası, toprakları, irani babiler, irani, iraniler, iraniyan, irşad gazetesi, bakü'de yayınlanmış , irvan, ahalisi, isfahan ishak paşa, bayezid sancağı mutasarrıfı, islam hey'eti ruhaniyyesi, islam ve gürcü vekilleri, islamislamlar, ismail bey, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları ismail bey, müteveffa eski şirvan hanı davud han'ın biraderzadesi ismihan, revan hanı, istanbul, ittihadı islam, izmir, kaba'ili islamiyyei dağistan, kabartay beyi, kaçar, şuşa'da müslüman köyü, kafkas müslümanları, kafkasya, ahalii islamiyye vekilleri, ahalii islamiyyesi, ahalii sa'iresi, ahalisi cemaati islamiyyesi re'isi, demiryollar anbarları, genel valiliği, genel valisi, guvernörü vekili, hadisatı, hidematı belediyyesi, hristiyanları, kıtası, müslümanları nam ceridei resmiyye resmi gazetesi şehirleri, şeyhü'lislamı, türkleri, vali vekili, valii umumiliği, valii umumisi, valiliği, ve azerbaycan türkleri, vilayeti umurı siyasiyye direktörü, da vukua gelen iğtişaşat, daki ermeniler, n d e k s daki gürcüler, ya muhaceret, olayları, kafkasyalılar kağızman, hükumeti mahalliyyesi, hükumeti, kahıt valisi, kalay madeni, kalecik, gence ile revan arasında bir köy, kalyonı hümayun, kamarlu karyesi, erivan'da bir köy, kanşuk, çana beylerinden, kemürgüy beyi, kanunı eyaleti gence, kapan, kapluca, karabağ hanı, ulusları, karabulak bey, karabutak beyi, karaçay, karadağlı, karadeniz sahilleri, karagalok, karagüderi karyesi, karağuş dağı, karahaç mevkii, karakaya dağı, karakilise, karakuzu dağı, karamurad, gence ile revan arasında bir köy, karanlık dağı, karaoğlu, gence ile revan arasında bir köy, karasu nehri, karaturna dağı, karhol dağı, karpuz yükü, kars başşehbenderliği, beyi , osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları beylerbeyi, muhafızı, şehbenderliği, kartil, valisi, kassab esnafı, tiflis'te, kastok bey, sogos beylerinden, kate, rusya imparatoriçesi, kavkaz, kavun, kayabaşı dağları, kayalı mevkii, kayıd çayı, kaytak hakimi, kazak askeri, müslümanları, sancağı, kazvin, kefe, beyi, beylerbeyi, kadısı, keleş ahmed bey, sohum muhafızı, kemürgüy beyi, kergan bey, berdok beyi, sogos beylerinden, kerim giray han, kerkük, keslen karyesi, keşfü'lhaka'ik, zeynelabidin takiyof'un yazdığı türkçe tefsir kitabı, ketan, kırım, hanı, kırmızı bir bayrak, kıslovodski sayfiyyesi, kafkasya genel valisinin ikametgahı, kışlak, kızıl yuyak , kızılbaş, n d e k s kilise, kirmanşahan, kişmiş , konstantiniyyeti'lmahmiyye, kont lamsdorf, rusya hariciye nazırı, kont voronçof daşkof, general, kafkasya genel valisi, koratlar, şuşa'da müslaman köyü, köprülüzade abdullah paşa, anadolu valisi, köstendil, kuba hanı, ve derbend hakimi, kuban, kula tayrof, sabun imalathanesi, tiflis'te, kum hakimi, kumaş, kumuk hakimi şemhal, kunduracı, tiflis'te, kur'an, kura nehri, kurav, tiflis yakınında bir yer, kurdzade ömer efendi, batum müslüman ahalisinin ileri gelenlerinden kurşun madeni, küçük sefer çavuş, küffarı gürciyye, küffarı moskov, küli harir, küli ayni , kür suyu, kürdistan, kütates kalası, kütayis valisi, kütübi ahlakiyye, ladik, samsun vilayeti kazalarından, lahsa, lalaof, bakü ermeni ihtilal komitesi reisi, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları lezgi askeri, lezgi ta'ifesi, lezgiler, lisanfarisi, arabi, türki, kürdi, livana, batum yakınında bir yer, londra büyükelçiliği, londra sefareti seniyyesi, maarifi osmaniyye programı, mabur karyesi, madenci, masum bey, tabeseran hakimi, magazberd, kars civarında bir yer, mahallatı nefsi gence, mahallei ak elmas, attaran, hacı salih, harabi, imamlı, kara musalu, muhtesib , ozanlar, seferabad, sofular, şahsun, tavukcu, yağır, yağıyanlu , mahmud tayyar paşa, bayezid mutasarrıfı, maksud paşa, muş mutasarrıfı, malkendi, şuşa'da bir müslüman köyü, manganez madenleri, kütayis'in çiyatura adlı mahallinde, marguis de bonnac, fransız elçisi marur nahiyesi, matbaa amelesi, tiflis'te, maverayı kafkas demiryolu, maverayı kafkas şeyhülislamı, n d e k s mayora aleksandr romansof, general, moskov devleti hudud vekili, mazenderan, sevahili, mazu, meclisi mahsus, mahsusı vükela, tedkikatı şeriyye, medresei islam, megril, mehmed bey , buruk oğlu, tatar kuşe beylerinden, mehmed bey, mehmed bey, beslinay beyi, mehmed bey, çane beyi, mehmed bey, çerkes beyi, mehmed bey, maanik oğlu, tatar kuşe beylerinden, mehmed bin sultan, revan hakimi, mehmed çavuş, mehmed emin rauf paşa, maadini hümayun emini, şark canibi seraskeri ve erzurum valisi, mehmed emin resulzade, azerbaycan şurayı devlet ve milli meclisi reisi, mehmed giray han, kırım hanı, mehmed hasan bey haçinski, azerbaycan cumhuriyeti hükumeti hariciye nazırı, mehmed rıza bey, şirvan hanı davud han'ın oğlu, mehmed rıza kulu han, iran elçisi, mehmed salih bey, kapucıbaşı, mehmed salih bey, satlel sancağı beyi, mehmed, beyi, mehmed, gence defterdarı, mekatib, bakü'de, mekatibi ali, bakü'de, memaliki acem, gilan, iran mahruse osmaniyye, rum, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şahane memleketi azerbaycan, mengen karyesi, mensili taburu, tiflis'te, mepiskaro dağı, merağa, merend, meşihatpenahi, meyve, mezdek, mezhebi şii şeyhi, mısır, mir ali, iran elçisi, mir mahmud, mir üveys oğlu, mihran efendi milleti islam, mingreli, mirza muhammed efendi, şuşa ve gence ve karabağ hanı olan ibrahim halil han'ın adamı mirza muhammed, yirmi dörtlü aşireti beyi, mirza sadık, feth ali han'ın adamı, mirza şefi han, iran mutemedü'ddevlesi , mişel, tiflis'te bir yer, molita kilisesi, kafkasya'da, moluç bey, kabartay beylerinden, mosis bey, çerkes beyi, moskov, moskovlu, askeri, çarı çariçesi elçisi, hududu, keferesi, tarafı, zabitleri, mösyö kirs, rusyalı mösyö kobekot, n d e k s muhammed bey, ada beyi, muhammed derviş, mir alemi hazreti şehriyari, muhammed han, revan hanı, muhammed han, rumiye hanı, mukataai bazarı esb, mukataai boyahanei nefsi gence ve nevahi, mukataai debbağhanei nefsi gence, mukataai gümrük ve kapanı dakik ve alefhane, mukataai mizanı hariri gence ve tevabiiha, mukataai mirabiyyei gence ve nevahi, mukataai sabunhanei gence ve nevahi, mukataai saydı mahi ve resmi keşti, mukataai şemhanei nefsi gence, mukataai tahmisi gence, murat paşa, musa han, bozcalu sancağı hanı, musa yüzbaşı, musa vist bey, kabarta çerkesi ümerasından, musevi, mustafa bey, mirho sancağı beyi mustafa paşa, gence ve şirvan seraskeri, musul, muş mutasarrıfı, muş mühimmat müslümanmüslümanlar, ahali din adamları, heyeti ruhaniyyesi, kamuoyu, köylüler, köyü, muhacirler, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları vekilleri, nalpare, nahçıvan, ermenileri, pazarı, nakliyyatı askeriyye, necef kulu han, tebriz hanı, neft, bakü'de nehri aras nehri kuban, nehri kür, nevruzoğulları, nogay halkından, niğbolu, nogay halkı, novel dö bakü gazetesi, novosti gazetesi, nuha nurrahman dağları, obişeliçe, miralay ohonsof, maverayı kafkas demiryolu idaresinde mühendis, onuncu polis dairesi, orduyı hümayun, ordubad, orducu esnafı, ormanlar, kafkasya'da, ortatavı dağları, ortodoks hey'eti ruhaniyyesi, orut sancağı, osman paşa, serasker, osman paşa, şirvan muhafızı, osmancık, çorum'un kazalarından, osmanlı devleti, edebiyatı, hükumeti, komisyonu re'isi, nakliyatı, ordusu kumandanlığı, ordusu, n d e k s sınırı, tebeası, türkçe şivesi, ülkesi, ömer ağa, gelibolu cizyedarı, örfi beled, özbek sultan, buhara hanının kardeşi, papervend, şuşa'da müslüman köyü, paralof fabrikası, tiflis'te, pasin serhaddi, penbe, petersburg sefareti seniyyesi, sefiri, valii umumisi daki genel grev, petrol havuzları ve fabrikaları, bakü'de, imalathaneleri, bakü'de, kuyusu, bakü'de, müstahsilleri kongresi, sevkiyatı, şirketleri, pirinc, piyade askeri, plipe, bakü petrol cemiyeti reisi, posta vapurları, posta ve telgraf, postahane rafazai liyam, relyan çayı, resmi asiyab, resmi kapan, resmi kovan, resmi revgan, resmi gazete, resmi kavkaz gazetesi, reşt, iran'da bir şehir, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları revan, ahalisi, beylerbeyi, hakimi, hanı, seraskeri vali vekili, valii umumisi, kalası, revgani sade, revolver, rıza bey, müteveffa şirvan hanı davud han'ın oğlu, rıza kulu mehmed han, iran şefiri, rostof, şehbenderliği, rum beyleri, rum, rumeli rumiye, güney azerbaycan'da bir şehir, hanı, rusruslar. asakiri, elçisi, kulübü, lisanı, tebeası, telgraf acentesi, iran hududu, rusların mekatibi aliyesi, rusya, ahalii islamiyyesi, devleti ermenileri, n d e k s harbiye nazırı, hariciye nazırı, hariciye nezareti hükumeti, imparatoriçesi, imparatoru, kralı, memaliki, müslümanları, sefiri, ta'ifesi tebeası ticaret ve sanaat alemi, yaranali , devleti, rusyalu, rüstem bey, salyan hakimi, rüsumı mizanı harir, rüsumat idaresi, sabuncu, bakü'de bir yer, sadareti iraniyye, sadaretpenahi, sadık han, şahsun hanı, sadrazam, safevi hanedanı, safeviyye, sali giray sultan, salyan beyi, salyan hakimi, salyan alayı, bakü'de, sam mirza, iran şehzadelerinden, gelibolu'da medfun samsa dağı, sardarak, nahçıvan'da bir köy, satlel sancağı beyi, savit, gürcü ordularının başbuğu, tiflis hanı irakli han'ın damadı, sefat, sekili, selim han, şeki ve şirvan hakimi, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları selmas han, selmas, güney azerbaycan'da bir yer, semerkand, hakimi, seraskerlik, serhaddi iraniyye, serhaddatı hakaniyye reayası, sevahili bahri hazer, sınır tesbit işi, silah, silistre, simonof, un tüccarı, batum'da, sinan çavuş, dergahı ali çavuşlarından, sogos beyleri, sohum kalası sohum muhafızı söğüdlü, suçi, gürcistan'da bir şehir sultan hamidi, sultanay beyi, surkaze ismail, eşkıya reisi, mirho sancağında, süddei saadet, süfyan ağa, kapu kethüdası, süleyman paşa, çıldır valisi süleyman, şirvan mal defterdarı, sülüman han, gürcü açıkbaş hanı, sünni, sürhay han, şirvan hanı, şair, şagablu mevkii, şah hüseyinoğlu kışlağı, şah hüseyin, tahmasb'ın babası, şah kalender, şahı acam, şahı iran iran'ın şahzadesi, safeviyye, şahin giray, kırım hanı, şahremli, sabık mahmudan beyi, n d e k s şahsun hanı, şahsunlu, ga'ilesi, şahtahtı gümrüğü, şahzadei iran, şalı dağistani, şamahı, şanşa, şark seferi, şavnabud dağı, şehri zol, şekerciler, tiflis'te, şeki, şemhal, dağistan hakimi, şemkür, kalesi, şemseddin, aktaş sancağı beyi, şemseddinliler, şerif ağa, magazberd beyi, şerif paşa, iran'a firar eden osmanlı paşaşı, şeyh efendi, şii ulema reisi, şeyh mehmed, şirvan'da ortaya çıkan birisi, şeyhü'lislam, şeyhülislamlık, şii babi, şii şeyhi, şii mezhebi, şimendüfer hattı, şiraz şirvan, ahalisi, beylerbeyi, defterdarı, hakimi, hanı, hanlığı, muhafızı, ümerası, sınırı, şura, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları şurayı devlet, şuşa hanları, karperdazı, şüşter, ta'ifei acam, lezgiyan, rusya, tatar, tabanca, tabeseran, hakimi, tabiiyyet müdiriyyeti, tagar, tagayef iplik fabrikası, bakü'de, tahferton bey, sogos beylerinden, tahmasb kulu han, iran şahı, sülalesi, tahran, tahran sefareti seniyyesi, talibhan kışlağı, talibzade ahund yusuf efendi, mektebi idadi muallimi ve ulumı arabiyye müderrisi ve cemiyeti islamiyye azası tamga resmi, tapishyska gölü, tapuyı zemin, taransit resmi, taşlıdağ, taşnaksu ermeni ihtilal komitesi, tatar kuşe beyleri, tavkoneli dağı, tavus nam mahal, gence hududunda, tayms gazetesi tayyar paşa, eski erzurum valisi, taze hayat, bakü'de neşredilen bir türk gazetesi, tebeai devleti aliyye, iraniyye, müslime, n d e k s müslimei iraniyye, osmaniyye, tebriz, başşehbenderliği gölü, hanı tüccarları, terekeme evleri, terekeme hüseyin, casus, terekemeler, tiflis , başşehbenderi, başşehbenderliği vekaleti, başşehbenderliği, beylerbeyi, ermenileri, hanı , hanlığı, hududu, iğtişaşatı, müslümanları, serkarperdazı, şehbenderi, vali vekili, valisi, tifliski listok gazetesi, timur paşa, toluc karyesi, tombul karyesi, top, top kundağı, trabzon valisi, osmanlıbelgelerindeazerbaycantürkhanlıkları tramvay, tiflis'te, tramvay arabası, tiflis'te tramvay kondüktörleri, tiflis'te tuman beyi, tuz, tüfek ateşi, tüfenk , fişengi, türk lisanı, türk lisanında kur'anı şerif, türkçe, ulayar, tiflis'te bir mahalle, ulemayı islamiyye uluhanı urumi, iran'da bir şehir, urumiye, urusiyye, padişahı, urvetlü, gence ile revan arasında bir köy, usumi bey, kaytak hakimi, üçkilise, ülkeyi kazak, ülkeyi şemseddinlü, ümerai dağistan, üveys, kars beyi, van muhafızı, varna, bulgaristan'da bir şehir, vedi, vehhabiler, vehib paşa, kafkasya osmanlı orduları komutanı vered, veyselli, vezareti harice, vezareti umurı harice, viladi kavkaz topcu asakiri, volga, vukiyye, yaka türkman hanı, yal kışlağı, n d e k s yarımca karyesi, kışlağı, yaşkaran mevki, yaylak, yekehan karyesi, yeni erbabı ihtilal cemiyyeti, ermeni ihtilal cemiyeti, yeniçeri ağası, yirmidörtlü aşireti, yirsagad dağı, yusuf, süddei saadet kapucılarından, yuvan neoylof , rus delegesi, zabıta me'murları, zabıtai sıhhiyyei hayvaniyye, zadeganlık usulü, zahire, zaruzenbil sancağı, zavağzalna sokağı, zehayir, zeynelabidin takiyof, general, neşri maarifi umurı hayriyye cemiyeti islamiyye reisi ziştovmeclisi, kafkasya'da, züama, istan bu l ü n i v e r s i t e s ie d e b ıttfa k ü lte si yy ın lr ı no. şem' danizade fındıklılı süleyman efendi tarihi m ürtttevarih b münir aktepe istanbul edebiyat fakültesi matbaası istanbul ü n iver sitesi e d e b iytfak ü ltesi yy ın lr ı no. şem' danizade fındıklılı süleyman efendi tarihi mür' i'ttevarih b münir aktepe yeniçağ tr i h i istanbul edebiyat fakültesi matbaası içindekiler önsöz şem'danizade metni fihristi: senesi olayları konu başlıkları cevami'de du'a ehli vukuf kelamını ısga etmemekten zarar yeniçeri ortalarına lazım olanni zam azli yeniçeri ağası damadzade mehmed murad efendi'nin sadrı anadolu olduğu ra'iyyeden sadakatgüzar. zuhuru vefatı rakım paşa sultan mustafa'nın gazi ol duğu ve abaza paşa gazası ömer vahid eifendi harik ordu kadısı halil bey mehmed murad efendi hazretleri viladeti fatime sultan vefatı müfti osman molla efendi nasbı mirzazade esseyyid mehmed sa'id efen di fetva kürkü hanei şeyhü'lislama gelmek kelleci os man paşa'ya üç tuğ hurucı donanmayi hümayun ve kapdanı derya hüsam paşa harikı kebiri fındıklı. senesi olayları. konu başlıkları mora vak'asımoskov hiyaneti re'aya fütuhat nusret sadrı esbak hamid hamza paşa vefatı damadzade mehmed murad efendi moskov ıhtirakı donanma der çeşme cezayirli haşan paşa zararı zulm ve inkisar bahadırlaıan kabul etmez bimahal zabit azlinden zarar menasıba ehl olma yan nasb olunmakdan zarar; mansıb içün şefa'atden zarar vaktile asude vakitde yiğidi istiskalden zarar nücuma rağbetden zarar fütuhatı azimei limni begazayi cezayirli hasan paşa limni istihlası ahvali hüsam paşa hai ne inayet olundukça hiyanetinin berakatı diyerek hiyaneti tevfir et tiği üç tuğ müderrisinden vezir olmak faidei gay ret uç tuğ harik azli sekbanbaşı nusret eflak ve boğdan re'ayası esir alınmaya fetva verildi mikdarı askeri harb mes'ele yeniçeri ocağı'nın tuna'dan geçdiği. her işin müşkilini fikr etmek gerek, asan olur iae bahta havaledir kulkethüdası süleyman ağa hakk kelam te kellüm ettiği içün azl olundu general eşir almdığı paşalar nam benim olsun deyü, yahud ganrisi nam almasm deyü in hizama ba'is olmak g ünahı tuna köprüsü kili kal'ası'nı moskov aldığı zabitan hakkında siyaset merfu' olmağla, paşa me'mulüne vasıl olmıyacak kal'ayı terk ve yağmaya cesaret et tiği ocak cuhudu zabitin kelamının nüfuzuna sebep tatar tedbiri düşman abdi paşa izzet paşa, bender kal'ası dağıstani ali paşa'ya üç tuğ sarim paşa bender'e moskov'ın istilası akkirman'ı küffarın ahzı tatar akdeniz boğazına verilen metanet fhituhat der ıbrail abdürrezzak efendi canikli süleyman paşa askerinin ticarete ülfetinden zarar küffar ibrail kal'asmı boş bulup aldığı vezir halil paşa'mn sui hali abdürrezzak efendi sui tedbirden sui hal, sui vezir abaza paşa kuyucu süleyman ağa yeniçeri ağası oldu bir senede muhzir ağanın devri manasıb ederek, yeniçeri ağası olduğu zabitlerin mansıblannda takarrür etmeyüp, tebeddü lünden zarar selim giray'ın def'ai saniye haniyeti ta tar meş'aleci kethüda izzet ahmed paşa vezir halil paşa'nın azli hodbinlikden zarar kaymakam silahdar mehmed paşa'nın mühür aldığı tatar abdür rezzak efendi'nin hastane'ye vürudu miri askerin hali sefere asker ta'yin olunup, ne mıkdarı mahalline vasıl olduğuna ih timam olunmadığı devlet indinde aşkla hizmet eden adam ile hainlerin beraber vezn olunduğu tedbirde noksan edüp, tak dire bühtan eylemek tuna'ya ve özü'ye asker ile elli pare se fine gittiği muhsinzade saliha sultan zevci mehmed paşa'nın yerkökü'de helaki havf ettiğini izhardan zarar izzet ahmed paşa üç tuğ yerkökü kal'ası'nın küffar yedine giriftar olduğu küffarın tolça'yı yağma ettiği. Xm ünir ak tepe senesl olayları. konu başlıkları isakcı'ya küffar geçüp anbarları ve ka sabaları ihrak ettiği dağıstani paşa hıyaneti ümena silahdar mehmed paşa'nın siyaseti afvinden hamakatı bedidar olduğu zabitanın askeri ta'janatım almak içün askerini perişan etmeye sa'y ettiği abaza mehmed paşa mecruha izzet ve timar olunmaktan faide sabr ü sebatdan faide izzet ahmed paşa'nın yerkökü fethi üç tuğ fütuhatı kule murad molla efendi tuna'ya irsal olunan sefayin hakkında tedbiri hasen ordu ricalinden ve vezirde fikirsizlikden zarar tuna'ya idhal olunan kırk pare sefinenin tele fi düşmanın derkemin olacağını mülahaza etmemekden za rar tolca inhizamı don kazağı muhsinzade vidin'e vasıl oldu moskov'ım kırım'a duhulü moskov'ın taman'a istilası kefe muhafızı ibrahim paşa'nın esir oldu ğu dizdarzade ve mısır askeri mel'aneti tatar se lim giray han'ın hastane'ye geldiği abaza mehmed paşa kat li canikli ali paşa iyiliğe kemlik özü'de nusret gazayi izzet ahmed paşa nusret ve aca'ibi hali mes'ud giray fa'idei sabr ve sebat ınayeti hakk arabg iri ibrahim paşa sui hali orduyi hümayun abdürrezzak efendi izzet paşa usreti orduyi hümayun devletin umurı hafiyyesine düşmamn vakıf olması zararı babadağı'nda silahdar mehmed paşa sancağı şerif ordusunun hasaret ile firarı vak'ası terki ihtiyattan zarar günahı kebair ve aybı ender ayıb muhsinzade'nin bükreş inhizamı askerin matlubı olan adamm serasker olmamasından za rar yerkökü kal'asına def'ai saniyede küffar istilası bazarcık'da vezir'e olan rezalet abdürrezzak efendi azli silahdar mehmed paşa uç tuğ: muhsinzade'nin ikinci def'a mühre naili nemçe'den orduya zahire iştira olundu ğu şumnu kışlak olunduğu ahvali pravadi ve şumnu ve hezargrad ve balkan ve deliorman hezargrad ahalisinin ahvali tatar ahdi tatar bamoskov abdürrezzak efendi'nin riyaseti orduda şakiler kati ve kujmlara vaz'olunduğu siyasetin tariki üç tuğ istanbul'da, sultan mehmed cami'inin müceddeden binası tekmil olunduğu hayıçindiJkileb Xı rat sultan mustafa han eyyüb kazası'nın mahreç oldu ğu silahdar sun'ullah paşa'ya üç tuğ ağakapısı ihtirakı mahalli ibret tahazade; galata vak'ası. senesi olayları konu başlıkları zelzele üç tuğ vefatı mer can ağa, ağayi darü'ssa'ade husuf vefatı şehzadei sagir sultan mehmed kassabbaşı'ya üç tuğ verildiği mütareke bamoskov yeğen mehmed ağa mevlud der ordu nişancı osman efendi ve yasincizade osman elfendi, murahhasen moskov'a gitti üç tuğ mes'ele beaskeri ordu üç tuğ abdürrezzak efendi'nin mürahhas oldu ğu üç tuğ vefatı kadıi ordu ni'met efendi. senesi olayları konu başlıkları; hattı şerif ile askeri gayretlendirmek fevti fırsat ve nusret, moskov daima ehli islamı tecessüsde olduğu moskov'un iğfali ve muhsinzade'nin gafleti mü derris osman paşa; hasareti tolça ve babadaı ve üserayi bihisab der babadağı muhsinzade'nin sui ameli nedameti muhsinzade yeğen mehmet ağa nusret der maretin abdi paşa, nu'man paşa terekeme haşan paşa katli hazinesiz paşa'dan hayır olmadığı ceneral esir ol duğu nu'man paşa'nın gayretsizliği balyaboğazı müderris osman paşa'nın gazası silistre fütühatı aba za hazinedarı feyzullah paşa müderris osman paşa ve fütuhatı azime yeğen mehmed ağa'nın haklı kelamı nusret nusret inhizamı nu'man paşa. dağıstani paşa'nın gayri; tsizliği kuyucu süleyman paşa'nın yeni çeri ağalığından ma'zul olup, kulkethüdası yeğen mehmed ağa'nın yeniçeri ağası olduğu izzeşt ahmed paşa'nın gazası ıspanakcızade paşa'nın emirü'lhacikdan azli devlet giray han ile canikli elhac ali paşa'nın kırım'a irsal olunduğu üç tuğ maksud giray'ın tenkili mısır'dan ali bey'in hurucu ve tuğyanı ve katli mekke şerifi fitnesi ebu'zzeheb mehmed bey zahir ali üç tuğ ruscuklu haşan ağa'ya üç tuğ futuhat der ıstanköy der bahri sefid nu'man paşa çavuşbaşı isbir ağa hirsoX ı ım. m ü n ir ak tepe va inhizamı zikudret askeri vasfı karasu ınhizamı karasu ve ömer paşa ile ısbir ağa'nın esirliği düş mandan gafil olan serdarların rüsvaylığı dağıstani paşa'nın gayretsizliği sadrı azamin fikirsizliği yeniçeri ağa sı yeğen ağa'ya üç tuğ varna pazarcıkh'nın tuğyanı ve diyarlarını küffar gelüp harab ettiği dağıstani'nin fira rı abdürrezzak efendi pazarcık tabiisine serdar oldu garibe şumnu meştası etrafına hendek ve tabya bina olun duğu cezayirli gazi haşan paşa'nın orduya ta'yini gazayi çadırcıoğlu ve nusret fütuhatı varna kel leci osman paşa'nın gayreti müşavere ve tedbiri hüsn grandeburk tavassutu muhsinzade'nin gafleti ve sui ted biri şeyhü'ıisıam mirzazade esseyyid mehmed sa'id efen di azli cum'a gün rikab olduğu damadzade mehmed murad efendi hazretleri sadrı rumeli olduğu sultan mus tafa han'ın vefatı hayratı sultan mustafa fenni nücumun nühuseti cülusü'ssultan ibni'ssultan abdülhamid han haliedaliahu mülkehu ve saltanatahu cülusname üç tuğ kılınç kuşanmak alayı büyük miri ahur elhac mustafa ağa azli şeyhü'lislam mehmed molla efendi ve kaymakam melek mehmed paşa. metne ait notlar genel tndeks için d ek iler X ö n s ö z şem'danizade fındıkhi süleyman efendi'nin, yayınlamakta olduğumuz mür'i'ttevarihine ait bu kısım, ikinci cildin b bölümü nü teşkil etmektedir. her ne kadar ikinci cilde, osmanlı padişahı sultan. mustafa devri olaylarının tamamını almayı arzuladık ise de, ıacildinin mukaddimesinde açıkladığımız sebepler dolayısiyle, bu padişah devrini bilahire ikiye ayırmak mecburiyetinde kal dık. bu itibarla yıllarında yayıma hazırladığımız bu cild. sultan mustafa devri vak'alarını, hicri senesi başından, bu hükümdarın ölümü senesi olan hicri yılı sonlarına kadar ihtiva etmektedir; yani meşhur osmanlırus savaşına tekabül eden bir devrenin tarihçesidir. ancak müellif kadı süleyman efendi, eserini yazarken, istan bul olayları içün bu devrin vak'anüvislerinden musazade efendi ve osmanlırus seferi içün de, bilhassa enveri efendi'den geniş ölçüde istifade etmiş olduğundan, siyasi olayların, sa vaşların tafsilatını bir çok yerlerde, vak'anüvis olarak bu savaş lara katılan enveri efendi'ye bırakmış, sulh görüşmelerini ve saireyi kitabına özet şekilde almakla iktifa etmiştir. bununla beraber kendisi bu esnada tuna boylarında kadılıklarda bulunmak suretiy le, bizzat yaşadığı içtimai olayların tarihini, tuna üzerinde ruslarla savaşan türk kumandanlarının özelliklerini, bunlar arasında ki türlü münasebetleri, hatta bazı yerlerde askeri mes'elelere bi'zzat müdahalesini, diğer kaynaklarda göremediğimiz bir tarzda ayrıntı lı bilgiler vermek suretiyle yazmıştır. bu sebeple şem'danizade süleyman eifendi'nin eserinin bu dev resi, yani X vin. yüzyılın ikinci yarısına ait olan kısmı, bir takvimü'ttevarih ve onun zeyline ait bulunan şerhden ziyade özet ma hiyette kaleme almmış, osmanlı tarihinin bir çok sosyal mes'elelerine ışık tutan bir eser halinde ortaya çıkmıştır diyebiliriz. bu cildi hazırlarken dahi, diğer cildlerde olduğu gibi bayezid devlet kitablığındaki nüsha esas alınmış, metin aynen ona müste niden düzenlenmiş, ancak topkapı sarayı, hazine kitaplığı ve ali emiri nüshaları ile olan farklar, eksik veya fazlalıklar notlarda gösterilmiştir. bazı kelimelerde eksik bulunan harf veya heceler köşeli parantez içinde gösterilmek suretile kelimeler tamamlanma ya çalışılmıştır. hicri tarihlerin yanma, yine köşeli parantez içinde miladileri konulmuştur. ancak bazı yerlerde, müellifin kendisi dahi miladi ta rihleri vermiştir. bunlar rumiye göre düzenlendiğinden, araların da on üç ila on beş günlük farklar görülmektedir. biz hicri yılları miladi'ye çevirirken, faik reşit unat'ın eserinden faydalandık. metinde iki türlü başlık vardır. biri, senelik olayların başında, diğeri ise sahife kenarlarında gösterilen başhklardır. bunlardan birincisi, her seneye ait olayların başında topluca gösterildiğinden, biz kitabın fihrist kısmına, sadece yan başlıkları almakla yetindik. şem'danizade tarihinin. cildini teşkil edecek olan kısım işe, abdülhamid devri olaylarının baş tarafına ait dört senelik vuku'atı ihtiva etmektedir ve bu cild dahi tarafımızdan yayıma hazıri. nmış olup, yılında, basılmak üzere edebiyat fakültesine ve rilmiştir. bu cildin hazırlanması esnasında, bazı meselelerin hallin de bana yardımcı olan arap ve fars bölümündeki arkadaşlara ay rıca teşekkür ederim. Xvı m ünir ak tepe martprof. münir aktepe bakırköyistanbul şem'danizade fındıklıu süleyman efendi tarihi kısım: ı m ü rit t e vr i h ş e mdn i zd e ı n d ı k l ı l ı s ü l e y mnee n d itr i h i sene. muharebei küffart moskov der kurbi hotin ve hareketi orduyı hümayun ez sahrayt babadağı ve ubur ez nehri tuna ba' köprü ve vusuleş behantepesi ve azimeti ordu ez hantepesi bebender der safer ve inhizamı moskov der kurbi hotin ve fermudeni du'ai sıbyan der cevami' ve galebei küffar ve muhasara'i hotin ve vefatı ahıskavi haşan paşa der hotin ve mdeii ordu ez bender behantepesi ve amedeni voyvodaa boğdan ve katli o ve irsal şüdeni moldovana ali paşa behotin ve serasker şüdeni o ve azli kethüdayi asafi elhac ahmed ağa ve nasbt mustafa bey ve azli kadti istanbul nuruuah efendi bn. dürrizade mustafa efendi ve nasbı biraderi, kihteri o ve inhizamı küffar der hotin basa'i ve kuşisi sertsker ve ve katli miri miran kah raman paşa der ordu ve ibkai tuğhai canikli süleyman paşa ve istirdadı mühri hümayun ez emin paşa ve kaymakamı ordu süden ağayi yeniçeriyan süleyman ağa ve i'tai mühri hümayun eraker hotin ali paşa ve vusuleş der meteris der hotin ve ihzart tercümandivan beastane ve kati o ve amdeni. emin paşa beedirne ve kati o der edirne ve zuhur sel der nehri turla der kurbi hotin ve inkisarı köprü ve şehadeti nüfusı kesire ve avdeti asker ve terki hayme ve hargah ve terki kavai hotin ve istilayi küffar her kavai hotin ve vüsuli sadrı azam ali paşa beorduy hümayun bahantepesi ve vefat sadrı rumı sabtk kara bekirzade osman efendi der istanbul der cümade'lahire ve ısanı vezaret bekethüdayi kaymakami ivaz pasazade halil bey ve irsal şüdeni o beorduyı hümayun der cümade' lahir ve nahzatı sancağı şerif ve sadrı azam ez hantepesi ve vefatn, kel ahmed paşazade der bender ve vezareti miri miran hazinedar ah paşa ve ihsanı vezaret bekethüdayi sadrı ali mustafa bey ve vüsuli ordu bebabadağı der şa'ban ve istilayi küffar ber hantepesi ve kalas ve nezi mühri hümayun ez ali paşa ve i'tai mühri hümayun be halil paşa der kurb babadağı der şa'han ve vefatı sadrı rum başmakcızade der ramazan der istanbul ve azli hanı kmm devlet giray ve nasbı kap lan giray bn. selim giray ve vefatı şeyhü'lislam osman moua der hamisi zi'lhicce ve müfti şüdeni mirzazade mehmed sa'id efendi. bundan akdemcehotin semtine küffarm hücumu ma'lum olmağla serasker labüd olduğu içün yeniçeri ağalığından vezaretle muhrec ve saliha sultan'ın zevci olan bosnavi meiimed paşa rumili valisi ve hotin ser'askeri nasb olundu. ve orduyı hümayun babadağı'ndan isakcı'ya gelüp, köprü geçilecek oldukta, sekiz yüz ıçağası varidi; dörder yüz kuruş taleb ve ibram ve hizmetinden nükul ve geri çekilüp top olmak gibi naberca hareket ettiklerindej muhzir ağa ortası ile iki orta getirdüp, kendüyü muhafaza ettir dikten sonra, nush u pend ve ba'zı ataya ve ihafe ile irza edüp, köp rüden ubur, muharrem 'de hantepesi'ne vusul buldu ve bir zaman meksden sonra küffar mukaddema hotin tarafından baş göstermişidi. lakin yer götürmez asker ile serdarı ekremin teveccühünü haber alup, hanümanımız yıkıldı. bu teveccühe rus ya devleti değil, düveli seb'a ittifak etse mukabeleden imtina' eder ler deyü geri çekilüp, nam ve nişanını mahv ettikde, sadrı azam akdi meclisi meşveret edüp, çünki moskov kırallığını iddea eden avrat avratlık edüp, bir taraf dan baş göstermedi. bunda meks etmek, yahud hotin'e gitmek, yahud bender'e git mek, bu üç emrinden hangisi münasib ve racihve evladır deyü istifsar ettikde, cümlei akvalden başmuhasebeci osman efendi'nin kavli ki, orduyı hümayun eğer hotin'e gitse moskov hilekardır, bender'den zuhur eder, avdet olunca zaman geçer matlab fevt olur m ü n i r k t e p e ve zahmet çekilir. eğer bender'e'azimet olunsa meyan hududdur. tarafeyni idare' esheldir kelamı tasvib ve imza kılınup safer 'in ' gününde azimet ve bender'e vasıl oldu' ve bu es nada küffar gelüp hotin'i muhasara etmişdi. ve izvanca verasınacek ta'kib olundu ve alına bandıraları'dersa'adet'e geldikde, paşakapısı meydanına ferş olundu. haçlı çuha bayrakları dahi var idi. cevami'de du'. ve cevami'de akibi füruzda kıyamen ve akibi tesbihatda ku'uden du'aya meşgul ve sıbanı mekteb, feryadı amine ferman olımdu. vaktaki ordunun bender'e gittiği küffara ma'lum olucak, varkuvvetinibazuya getirüp, tekrar küffar hotin'e hücum ettikde, serasker enişde mehmed paşa askeri tertib, abaza mehmed paşa çarhayave orduağası süleyman ağa piyade ile meterise girüp gün ceng ve cidal ve bir kaç def'a inhizam canibi küefarda runüma ve canikli elhac ali bey mecruh ve düşman bağlar ara sına giriz ve ihtifaetmişidi. ehli vukuf Jcelarmm ısga etmemekten zarar; lakin bizim taraftan imdad gelmedin, küffarm peyderpey imdadı gelmeğle, istidracları kuvvet bulucak serasker meşveret edüp, bizim henüz imdadımız zuhur etmedi; askere fütur ve ye'es gelür gibi oldu; ilaç nedir? dedikte, abaza paşa, bu vakte gelince ben esfarı kesirede bulundum. şöyle edelüm, böyle edelüm, tec rübem mucibince inşaallah mansuruz deyü tatvili kelam edicek, serasker paşa cevaba ağaz edüp, ben çorbacılık'danakl u ted birim ile yeniçeri ağası ve üç tuğlu ve derya kapdanı ve padişaha enişde ve rumili valisi olup, şimdi serasker olmuşiken, bu abaza paşa böyle balapervaz söz söylemek ne demek? heman sen mi bilürsün, çok bildiğin içün pir olunca güçle miri miran olmuşsun; se nin aklın, benim aklım ma'lum oldu deyince, abaza, sen rütbeyi kat' etmeye akıl peyda etmişsin. lakin ben ceng etmeyi ve tedbirini öğrendim. murad ceng ise dediğim gibi olur ve ben şair tedbir içün şem'dn iza d esü leym an efen d i tr ih i zade osman efendi der istanbul der cümade'lahire iehim ve ihsanı vezaret bekethüdayi kaymakami ivaz pasazade halil bey ve irsal şüdeni o beorduyı hümayun der cümade'lahir ve nahzatı sancağı şerif ve sadrı azam ez hantepesi ve vefatı kel ahmed paşazade der bender ve vezareti miri miran hazinedar ali paşa ve ihsanı vezaret hekethüdayi sadrı ali mustafa bey ve vüsuli ordu bebabadağx der şa'ban ve istilayi küffar ber hantepesi ve kalas ve nezi mühri hümayun ez ali pasa ve vtai mühri hümayun be halil paşa der kurbi babadağı der şa'ban ve vefat sadrı rum başmakcızade der ramazan der istanbul ve azli hanı kırım devlet gimy ve nasbı kap lan giray bn. selim giray ve vefatı şeyhü'lslam osman mdüa der hamisi zi'lhicce ve müfti şüdeni mirzazade mehmed sa'id efendi. bundan akdemce' hotin semtine küffarm hücumu ma'lum olmağla serasker labüd olduğu içün yeniçeri ağalığından vezaretle muhrec ve saliha sultan'ın zevci olan bosnavi mehmed paşa rumili valisi ve hotin seraskeri nasta olundu. ve orduyı hümayun babadağı'ndan isakcı'ya gelüp, köprü geçilecek oldukta, sekiz yüz ıçağası varidi; dörder yüz kuruş taleb ve ibram ve hizmetinden nükul ve geri çekilüp top olmak gibi naberca hareket ettiklerinde muhzir ağa ortası ile iki orta getirdüp, kendüyü muhafaza ettir dikten sonra, nush u pend ve ba'zı ataya ve ihafe ile irza edüp, köp rüden ubur, muharrem 'de hantepesi'ne vusul buldu ve bir zaman meksden sonra küffar mukaddema hotin tarafından baş göstermişidi. lakin yer götürmez asker ile serdarı ekremin teveccühünü haber alup, hanümanımız yıkıldı. bu teveccühe rus ya devleti değil, düveli seb'a ittifak etse mukabeleden imtina' eder ler deyü geri çekilüp, nam ve nişanını mahv ettikde, sadrı azam akdi meclisi meşveret edüp, çünki moskov kırallığını iddea eden avrat avrathk edüp, bir tarafdan baş göstermedi. bunda meks etmek, yahud hotin'e gitmek, yahud bender'e git mek, bu üç emrinden hangisi münasib ve racihve evladır dejoiistifsar ettikde, cümlei akvalden başmuhasebeci osman efendi'nin kavli ki, orduyı hümayun eğer hotin'e gitse moskov hilekardır, bender'den zuhur eder, avdet olunca zaman geçer matlab fevt olur mü n i r k t e p e ve zahmet çekilir. eğer bender'e' azimet olunsa meyan hududdur. tarafeyni idare' esheldir kelamı tasvib ve imza kılınup safer 'in ı gününde azimet ve bender'e vasıl oldu' ve bu es nada küffar gelüp hotin'i muhasara etmişdi. ve ızvanca'verasınacek ta'kib olundu ve alına bandıraları'dersa'adet'e geldikde, paşakapısı meydanına ferş olundu. haçlı çuha bayrakları dahi var idi. şem 'dn ıza d esü leym an efen d i ta r ih i cevami'de du'. ve cevami'de akibi füruzda kıyamen ve akibi tesbihatda ku'uden du'aya meşgul ve sıbjanı mekteb, feryadı amine ferman olundu. vaktaki ordunun bender'e gittiği küefara ma'lum olucak, varkuvvetinibazuya getinip, tekrar küffar hotin'e hücum ettikde, serasker enişde mehmed paşa askeri tertib, abaza mehmed paşa çarhaya've orduağası süleyman ağa piyade ile meterise girüp gün ceng ve cidal ve bir kaç def'a inhizam canibi küffarda runüma ve canikli elhac ali bey mecruh ve düşman bağlar ara sınagiriz ve ihtifa' etmişidi. ehli vukuf kelamım sga etmemekten zarar: lakin bizim taraftan imdad gelmedin, küffarın peyderpey imdadı gelmeğle, istidracian kuvvet bulucak serasker meşveret edüp, bizim henüz imdadımız zuhur etmedi; askere fütur ve ye'es gelür gibi oldu; ilaç nedir? dedikte, abaza paşa, bu vakte gelince ben esfarı kesirede bulundum. şöyle edelüm, böyle edelümtec rübem mucibince inşaallah mansuruz deyü tatvili kelam edicek, serasker paşa cevaba ağaz edüp, ben çorbacılık'danakl u ted birim ile yeniçeri ağası ve üç tuğlu ve derya kapdanı ve padişaha enişde ve rumili valisi olup, şimdi serasker olmuşiken, bu abaza paşa böyle balapervaz söz söylemek ne demek? heman sen mi bilürsün, çok bildiğin içün pir olunca gücıe miri miran olmuşsun; se nin aklın, benim aklım ma'lum oldu deyince, abaza, sen rütbeyi kat' etmeye akıl peyda etmişsin. lakin ben ceng etmeyi ve tedbirini öğrendim. murad ceng ise dediğim gibi olur ve ben şair tedbir içün çarhayıidare edemem deyü çarhadan iba' eyledikte, yerine çarhayı kabul eder bulunmayıcak, serasker nadim olup, üç tuğlu gür derdimseraskeri ahıskalı haşan paşa'yı çarhacı nasb ve ertesi sabahdan sekiz sa'at merdane ceng olunup, bin kafir ve iki generali kati olununcaikiyüz şehidimiz olup, sebat lazım iken, çarhacı bir kaç yerinden zahmdar olup, çadırına getirilüp, serasker ordusuna ha ber olup, imdad gelince, çarha atlusu giriz ettiklerini serasker'den gelen imdad görüp, henüz ceng mahalline gelmeden ric'at ettikleri ni, meterisde olanlar görüp, havf tari olmağla, meterisden çıkup beri geldiklerini serasker ordusunda olanlar dahi görüp, niçün geri gelirsüz, gayret vaktidir' deyü tekrar cem' ve sebata sa'i ettiler; müfid olmıyacak, yanında olanlar ile asker kal'aya girdik te, küffar gelüp orduyu ve topları zabt ve kal'ayı muhasaraya meş gul ve cenge mübaderet olunup, zahmdar haşan paşa gayreti islamiyeyi elden bırakmayup, me'mur olduğu tabyadan tüeenk atarikenyanma dolu tüfenkler koymuşlaridi; birinin çakmağına do kunulupçıkan kurşun mezbur haşan paşa'ya isabet etmekle, zümrei şühedayi hikemiyyeye lahik olup, can çekişme mihnetinden salimve defteri gaziyanda sadık kayd olundu. bu inhizama illet ikidir. biri muharebede askerin kesretine ve kuvvetine nazar olunmaz. şatranc gibihilei harbijeyi hangi ta raf i'mal edebilürse galib olur. bu maddede serasker'in yanında, hud'ai harbe arif abaza paşa varidi. müşaverede abaza paşa'nın kelamları meclise hürmetli olmadı deyü, serasker hodbinlik etti ğidir ki, abaza mişvarı ma'lum gaza ile merdlik ile namaver ol muş askerkeş olmağla asker ona nazar ederidi. çarhadan ma'zul olucak, gayrinin yüzünden nusret zuhurunu istemeyüp cenge salmadıklarıdır ve biri küffara imdad geldiğini serasker orduya bildirüp, imdad taleb ettikde, ordudan neferi kesir olan sansımcu ve zağarcı gibi, yirmi orta ve şairden seksen bin miktarı asker tertib ve acele irsal ettiler. lakin hotin'e iki bin adam ancak varıcak, ser asker yanında olup, bu kalil askeri görenler, henüz serdarı ekremin yanında olanlar fermana ita'at edüp gelmediler. biz bir kaç kerre ceng ettik deyüp gevşek tuttular ve küffarbir kaç def'a imdadı gelmeğle kuvvetlenüp bize imdad irişdürememekten oldu. bu hezi met haberi orduya geldikte, ba'de'lmüşavere bender'den hotin'e av det olundu. m üntr ak tepe şem 'dn iza d esü leym an efen d i ta r ih i yeniçeri ortalanna lazım olan nisam: çünki bender'den hotin'e ta'yin olunan ortalar ezcümle za ğarcı ortası yirmi dört bin ta'yinat alıriken, seksen üç adam ki s karakullukcu, alemdar ve odabasısı makulesi ile gidüp, ma'dası bender'de kalup, savaşlarda kar u kesbine meşgup' olduklarmı ve zir bilüp, yeniçeri ağası'na ortası yanında olmayan yoldaşa' ta'yin verilmez bujmrmağla', bir gün yeniçeri ağası, mezburların salaşla rını ünf ile hedm ettikte, ağanın bu vadisinden ahırdanistis kal olan' atın yemi kesilir mefhumunca ta'yinimiz kesildi deyüp, güruh güruh ordudan cürubve şütum vererek aynlup hastane'ye ve sair mahallelere dağılmışlar azli yeniçeri ağası: idi. vezir şimdi hotin'den inhizam haberi geldikte ağa'ya infi'al ve hotin'e imdad edemediğinden ma'da, askeri ünf ile dağıttı deyü azl ve dimetoka'ya nefy edüp ve sabıka kulkethüdası ve ha la bender ağası ebreş süleyman ağa'yı yeniçeri ağa sı nasb eyledi. ve boğdan voyvodası sarı beyoğlu ligor nihani casusluk ettiği şayi' olmağla, mahbusen deri aliyye'ye irsal eyledi. gerçi maddei mezkure içün yeniçeri ağası azl olundu. lakin ortalara nizam verilmeksizin kırk ağa azl ve nasb olunsa, asla faide etmez. zira ortalar ', ebü'lfeth sultan mehemmed han nizam verdikde, yüzer aded bekar nefer içün ve yüz nefere on karakullukcu ve karakullukculara baş karakullukcu ve aşçı zabit ve alemdar ve vekilharc ve odabaşı; kezalik zabit ve cümlesine çorbacı zabit ta'yin olunmağla, sipah ocağı gibi nizamsız olmajrup, tahtı zabıtada idi. gazi selim hanzamanında bölük ortaları icad olundu; altmışarnefer ile cümlesi sekiz bin yeniçeri idi. ba'dehu ebü'lfütuhat sultan süleyman zamanında yeniçeri on iki bine baliğ oldu. sonra sultan muradı rabi' kırk bine baliğ edüp, yeniçeri ağası'na kırk bin kul ağasıdenildi' ki, her ortaya ikişer yüz adam oldu. lakin yüz nefere zabit olan karakullukcu ve odabaşı iki yü ze dahi kifayet etti idi. amma bu vakte gelince, yeniçeri kesret bulup, anadolu ve rumili yeniçeri olup ve yeniçeriyim deyü da'va edende yeniçerilik şurutu var mı? yok mu? denmeyüp kabul olundu. bu sebepden ba'zı ortada yirmi bin nefer cem' oldu'; yine zabitleriyüz nefer zabi tidir. bu ise aklen ve adeten gayri kabildir. anın içün zabitlerine ita'at ve fermana mutava'at edüp, ortası ile gitmediler. bu halete bir nizamı cedid ve nizamı atika tatbik olunmanın bir çaresini bul maktan gayri çare olmadığını bilüp, çare aramadılar. hemen ağa'yı azl ve bender muhafızı olan moldovancı ali paşa'yı erdel boğazı'na ta'yin edüp, kel ahmed paşazade ali paşa'yı bender'e aluhafız nasb ettiler. lakin hotin'den firar eden ortalar orduya geldikte, kal'ai padigahiyi ve seraskeri muhasarada bırakup, gelmek ne de mek, namusı ocak yokmu deyü, yeniçeri ağası azar edüp, içlerin den üçüncü bölük çorbacısı'nı tolca kal'asma bend ve üç günden sonra sizden bulduğumu kati ederim demekle, gelenleri irca' eyledi ve bu esnada hotin'e askerkes serasker lazım denllüp, mezkur moldovancı ali paşa erdel'den kaldırılup, hotin'e serasker nasb ve ma'iyyetine ordudan asker verildi ve külliyetlü asker ile hotin'e vasıl olup, hotin'i muhasara eden küffarı muhasara ettiğini kal'ada olanlar görüp, ebvabı kal'ayıküşade ve küffara hücum ettiklerin de, küffar mabeynde kalup, acizen muhasaradan fariğ olup gittikde, ızvanca'ya varınca ta'kib olundu. bu haberden orduya ve hastane'ye inbisat hasıl oldu ve rebi'ü'levvel'in on beşinde , dürrizade mehmed nurullah efendi dokuz buçuk ayda is tanbul kazasından isti'fayı hazzetmekle yerine biraderi kihteri esseyyid ataullah efendi kadıi beldei kostantaniyye oldu. damadzade mehmed murad efendi'nin sadrı anadolu olduğu: ve gurrei rebi'ü'lahir'de , anadolu kazas keri olan vassaf abdullah efendizade ete'ad efendi tekmili müd det ile münfasıl kılındıkta, cayi mezkura hümayi diyanetin cenahı hümayunu ve kahramanı' bipervayi devletin bazuyı akvası yeganei füzela daveri sütude siyer mevlana damadzade mehmed murad efendi hazretleri teşrif buyurdu. ezin canib evaili seferde terklnr olunduğu üzere. kahraman paşa'dan kahramanlık me'mulü ile ıtlak ve sefere ta'yin kılınmışidi. hotin inhizammda firar ettiğinden ma'da, ar etmeyüb anda bun da askerisi karyeler' viranı ile geşt ü güzar ettiği içün sahibi dev gm üntrk tepe let orduya ihzar' ve huzuruna getirdiktesen me'mul üzre ceng etmediğinden gayri, firar etmekle sair asakiri müvahhidinin idbanna ba'is olduktan sonra, firar edenlerin eşyasmı dahi yağmaya ce saret ne habasetdirdeyü ta'zirgune istihbar buyurdukta, ser askerimiz bizleri yolu ile ve erkanı ile istihdam edememekle perişan olduk yollu i'tizara tasaddi etmek labüd iken, izharı huşunet edüp, o misillu serasker, o misillu eda edince bizler kenarda durup ceng etmeyiz deyicek, sen bunda böyle huşunet ediyorsun, kimbilür ser askere negune mu'amele ettin ki, sana i'tibar etmedi. sen halini ve haddini bilmiyorsun dedikte, senin gibi herif vezir olunca, bizim gi biler yine ceng etmez demekle, kaldırın şunu buyruldukta, heman belinde ihfa eylediği piştovu çeküp, sadrı azam'ın sinesine sıkdıkta', kurşunsavuşup, vezirin verasında' kıyam eden gediklü ağalardan birine isabet edüp, şehid ettikde, kapı yoldaşları basdırıp, kısasan pare pare ettiler. bir kaç sene mukaddem trabzon valisi olan canikli süleyman paşa'nın zulümden tehaşi etmediği içün tuğları ref' ve katline ferman olunmağla, firar edüp kırım hanları'na iltica etmişidi. şim di han şefa'atı ile afv ve ke'levvel üç tuğu ibka ve özü mansıbı tev cih olundu ve emin paşa hantepesi'nde müşavere edüp, hotin'de hılafı me'mul meğer düşman zuhur etti, ne güne hareket olunmak münasibtir dedikte, şimden sonra dahihotin'e küffarm hücumu gerçi mukarrer; lakin bender'semti dahi tehi kalmakta, hechet var, heman serdarı ekrem bu han tepesi'nde meks buyurup, iki tarafı kollajrup, idare etmek savabtır ve yeniçeri ve cebeci ve top çu ve arabacı ocakları kethüdalan ile firavan asker ve tatar han olan devlet giray, cem'iyetlü tataran ile ta'yin olunsun denilüp, gurrei cumade'lula'da , hotin'e irsal olundu. vaktaki, marü'zzikr ma'zul vezirkethüdası 'elhac ahmed ağa, hastane'ye bu esnada geldikte, kahraman paşa maddesi haberi ve bender'de salaşları hedm olundukta, ürküp dağılan asker dahi hastane'ye gelüp, yağhkcıoğlu bizi istiskal' etti ve kalanlara yem ve yiye cek vermeyüp orduyu perişan etti. sohbetlerine habisarnavud bizim kahraman paşa'yı kati etmiş, bu intikamı komayız dedikleri ve hotin inhizamı haberiilave olup. padişah hakikatı hali tashih içün gelen mezbur' vezirkethüdası'nı' istintak buyurduk ta, kethüda'nın çünki azilden vezire infi'ali olup, vezir kendisini heşem 'dn iza d esü leym an efen d i tr ih i münir aktepe lak etmek ihtimali dahi olduğundan, selameti içün fırsatı ganimet bilüp, efendim gerçi ben kulunuz devlet kethüdası ve sair ricali devlet benim zeylimde; lakin bir kara birimiz mahrem değil; ancak vezirin müsteşarı ve mu'teberi ve mahremi esrarı divan tercümanı'dır. kafiri mesfurun iğfalini fehm ve ihtiyat etmeyüp, anın ağzına baktığındandır deyüp, gayri kelimat etmedi; amma her hali cami' bir kelime etti. ve bu eyyamda tatar han olan devlet giray'dan gelen' kaime de, serdarı ekrem'de istiklali tam variken ve küffann za'afı bedidariken, tercüman kelamı ile sulha rağbet ve müsalaha tekmil oldu deyü hükm ve imza edüp, vüzera ve ümera ve zabitana ve as keretakayyüd etmeyüp, beyhude perişan edüp, fırsatı fevt ettiğin den başka, düşmamn kuvvetine ba'is oldu deyü, tahriratı merkum elhac ahmed ağa'nın kelamını musaddık olup, seferden gelenler dahi ta'yinatımız üç beş günde bir verilüp, oldahi aynile değil, mande namı ile bahası verilmekle, yem ve yiyecek satın almaya muhtaç oldu ve miriye cem' olan zahireyi defterdar'a bey' ettirüp muhte kirlerden bir yemi elli parayacek aldık, ya'ni bir haftalık mandeden aldığımız bir günlük zahire olmadı. bu yağlıkçıoğlu bizi çırçıplak soydu dedikleri dahi han'ın tahriratını müsbit olmağla, ve zirin azline esbab teraküm edicek, cumade'lulahın onunda , kel ahmed paşazade feyziorduya tarafı saltanattan irsal olunup vardıkta. yeniçeri ağası'na rütbei vezaret ile süley man ağa'yı kaymakam nasb ve ağapaşalık'ı ibka edüp, böylece vezir otağına varup, hattı şerifi verdikte, mühri şerifi istirdat ve ahz ve emin paşa'ya mısır mansıbını tevcih ve hünkar silahşorları'ndan orduda bulunan, maktul ibrahim paşa silahdarı os man bey ile mısır'a deyü irsal eyledikten sonra hotin'e varup, hotin seraskeri olan moldovancı ali paşa'yı meterisde bulup, isal ey ledikte, gece ve gündüz aşık ve zarı olduğu matlabına nail olucak, bir kaç hatve istikbal ve kabz edüp, yine gayretinden meterise girüp, askeri cenge tahriş eyledi ve marü'zzikr divan tercümanı hastane'ye ihzar olunup. emin paşa'yı iğfa, babı hümayun'da ikisi birden kati olu nup, seri menhusları cesedlerinden cüda kılındı ve sadrı sabık emin paşa mısır mansıbı temennisile, mübaşiri olan osman bey ile edirne'ye vasıl olduklarında, bostancıbası istikbal ve sarayı hümayuna da'vet ve ziyafet kaydındaiken, çoktan istihmam etme miştim deyüp, emin paşa hamama dühul eyledikte, canibi saltanatdan katline me'mur olan haseki, yedinde olan hattı hümajmnu bostancıbaşı'ya irae edicek, hemandem bostancılar ile hamamı ihata ettikten sonra haseki hamama girüp, hattı emin paşa'nın destine verdikte, ba'de'liğtisal innallah ve inna ileyhi raci'un deyüp, tecdidi vuzu' ve tecdidi iman ve tekriri tövbe ve isti'far edüp, celladı birahme gerdenini teslim ettiği gibi kabızı ervaha dahi ruhı revanını teslim eyledi uıl jjl. yağlıkçı elhac yusuf'un sulbü oğlu olup, yüz elli dokuz salinde hind'e elçi irsal olunan hacegan'dan salim efendi'ye katib ve babası mezbur elhac yusuf kethüda olup, hind'e varup, avdetde edayi farizai haccı şerif edüp, salim efendi terki alemi fani eyledikte, hind padişahının name ve hedayasını, merkum elhac yusuf kabz ve sultan mahmud han'a tebliğ etmekle, şayestei i'tibar olup, oğlu mezkur emin efendi'yi mektubikalemi'ne halife etmişleridi. lakin vaktini zayi' etmeyüp, edebiyat ve arabiye ve farsiye lisanlarını tahsil etmekle, ashabı me'arifden akranına racih olduğu içün devri sultan mustafa hani'de serhalife, ba'dehu mektubcu, ba'dehu re'isü'lküttab ve yetmiş dokuztarihin de rütbei vezaretle tevkı'i paşa, ba'dehu damadı şehriyariliğe namzed, ba'dehu sadrı azam, ba'dehu serdarı ekrem'lik ile isbu sefere gidüp muvaffak olamamağla ma'zulen edirne'ye geldikte, hırmeni ömrü berbad olup ve kahrı padişahi ile haki melakde gaitan oldu. hile ile iş gören mihnet ile can verir darbı meselin den gaflet edüp, selefi hamza paşa'yı canından bizar etmekle, te lef eylediği sadreynli makalemizde anfen tahrir olundu. rahmetullahu aleyhi. az vakitde ilerü geldiğinikibar hazm edemeyüp, sabıkta güzeran eden vüzerada kürdoğlu ve arnavudoğlu ve mühtedi gavuroğlu olduğundan nazan' kat' edüp, yağlıkçıoğlu deyü etba'ları muvacehesinde yad ettikleri esafili nasa sirayet etmekle, beyne'nnas mehabeti vezaret merfu' olup. yağlıkçı didesile nazar ettiklerinden, sarayı hümayun'dan sancağı şerif davud paşa'ya çıkariken müteseyyidlerin re'ayaya zulm ve hayf etmelerine badi oldu. eğer tenfizi kitabu'llah ve icrayi ahkamı şer'iyye ve emri bi'lma'ruf ve şem 'dn iza d esü leym an efen d i tr th t h nehi ani'lmünker edeydi, uyunı nasda mehabet ve şeca'ati olup, serdarı namdarlıksa'adetini celb ederidi. lakin semti zarafet diyerek, katibi yenlü edüp, cezalarıvakti ahire ta'vik olunsun deyü iğmaz etmekle vezaret vekarı sahte gibi oldu; hatta ısakcı'ya varup, tuna'yı ubur idecek olduktakendi enderun ağaları'ndan sekiz yüz kişi ittifak ve her birimiz dörder yüz kuruş almadıkça geçmeyüz deyü, hizmetinden istinkaf etmek gibi biarlığa cesaret ey lediler. anlar hakkmda dahi siyaseti icra edememekle vehhamlığı küffara ma'lum ve askere şayi' olup, askerin tahtı zabıta dan çıkup dağılmasına ve kahraman paşa'ya lisanen ta'zir edeyim deriken piştov çakmak gibi cesaretine ve rezaletine ve azline ve katline sebep oldu. merhumı mezburun katline teraküm eden esbabdan sebebi diğer, çünki otuz seneden beri seferi hümayun vuku' bulmadığın dan taifei askeri ' vatanlarında istirahat ve kar ü kesb ve fısk u fücura ve zevk u safaya me'luf olmağla, ceng ahvalini bilür kalil ve bilmeyenler bilenlere galip olup, yoldan ahıra kaçan haron atlar gibi zabitlerine muhalefeti yiğidlik add edüp, vatanlarına azimet ettikleridir; ya'ni hotin'e asker ta'yin olundukta, kimi sancağı şerif kande, biz anda, dedi ve kimi kahvecimizin salaşı hedm olun mak, bize var git demektir, deyü orduyu terk ettiklerinden, leşkerimize za'af ve düşmana kuvvet hasıl olduserdarı ekrem olanlar astane'den hurucunda askerin gözüne mehib görünüp, tahtı zabıtaya rabt etmek lazım idi; idare edemediğidir. sebebi diğer, moskov çengim yoktur, her ne teklif olunur ise razıyım deriken, mühre nail olmak içün nakzi ahd münkerini irtikab ettiğidir. sebebi diğer, zamanı vafireden berü esfar münkati' olmağla, yoldaşlar aziz olup, ah bir sefer olsa da yoldaşlık şanını kesb ve rezaleti ra'iyyetten halas olsak diyenler, at, katır ve hımar ve cümle süvar, kör ve to pal kalmayup, sefere gider oldukta, tüfenk ve kılıç kıymetli olup, ekseri sopa ve zerdesteyi silah add edüp, altı kerre jöiz bin adam sefere davetli ve davetsiz sıbyan ve pir makulesi gittiğindendir. zira tertibi sefer işe ve harbe yarar yüz yirmi bin süvari ve piyade olmağla zahire ona göre ihzar olunmuştur. böyle izdiham olucak, kifayet etmediğinden mandebeha verilmekle', her şey beş kat bahasına çıkup, orduda kahtgalayasebeb oldu ve kahtdan asker biçare olup, aç olan hizmetkar efendisinin işini göremeyüp, efen m, m ünir ak tepe disiae muhalefeti zuhur ettikçe, efendinin iğmazı lazım gelir ve efendi iğmaz ettikçe huddam fısk u fücurdan tehaşi etmez müsib bir daire olduğu gibi, asker yüze çıkup, muhalefet ile perişan ol duğundandır. sebebi diğer, çünki sefer açıldı, azminde vezir cazim olup, iğfali düşmana firifte olmayup, za'afı düşmana dahi, hasmın ka rınca ise merdane gör mısdakmca mağrur olmayup, moskov kefe resi balıkçı köpeği ve gevrekçi köpeği demeyüp, azmi ve cezmi muktezasınca varup, düşmana mukabil olup, ayak tozu ile askere fütur gelmeksizin mukatele ve galib olduktan sonra merhamet olunur ise, ba'dehu sulh sohbetine cevaz göstermektir. amma bu emin paşa yer götürmez asker ile hareket ve edirne'ye vasıl oldukta, askeri islamın vefret ve kesretini küffar haber alup, mukavemetden aczlerini i'tiraf ve hileye teşebbüs edüp, imanlarınca eymanlar ile divan tercümanını inandırıp, devletin her teklifine ra zıyız, bejmimize tavassut eyle deyü haber gönderdiklerinde, tercü' man i'timad edüp, bir hizmet vücuda getiririm zu'mu ile henüz edirne'de moskov'ın aczini i'tirafını ve her teklifi kabul edece ğini vezire işrab ettikte, vezir gerçi bervechi muharrer ma'rifetle zatı ve isti'dadı var; lakin zamanı ve tecrübesi olmayup, mukarinlerinde dahi ilmi tevarihde rasihi mahremi olmadığından, tercü manın sühuletlu kelamlarına meyi edüp, meşakkatı sefer ve cerahatı muharebe sıkletlerinden biri olduk deyü safa ve lehlü'den devlete iltica eden deli poteski nam boyar'ın ricası misillu leh devleti, devletin himayesinde olup, moskov usanma dahi almasın ve mesarifi seferiyeyi moskov versin dahi her ne teklif olunur ise razılar mı? buyurdukta, tercüman elbette razılardır demekle, hantepesi'ne varıldıkta, heman oldu ve bitti zann olunup, mabeynde tercümana ihbar tevarüd ettiğinde, tul meks iktiza etti. külliyetlü askerin meks ü kararı ziyade muzırdır. zira rayihai keniflerden ve mezbele ve laşelerden istikrah hasıl olup, hayvanat eki ede cek ot bulunmaz, askere fütur gelür; fi'lvaki' bu minval üzre as kerde fütur ve perişanlık zuhur ettikte, sulh tamam oldu yollu nafile masraf kesireden halas oluruz ve bu cem'iet ile fitne hasıla olur deyü vesvese dahi mündefi' olur deyü askerin perişanisinden memnun oldukta hilekar moskov askerin perişanisini ve perişanlıklarından vezirin memnuniyyetini bilüp, vakit fırsattır şem 'dn iza d esü leym anefen d i ta r ih i deyüp, hotin semtinde zuhur ve galebe etmekle, vezir nadim oldu. lakin çifaide huseması dahi fırsatyab olup, katline sebeb oldular. ezin canib moldovancı ali paşa hotin'de meterisde mühre nail oldukta, ocaklar kethüdaları ile dahi sekiz bin mikdarı imdad gelüp, takviyet bulundukta, moskov'dan vezire elçi gelüp, mevsimi şita geldi. ejryamı baharacek mütareke olunsun, belki müsalaha müyesser ola deyü rica ettikte, vezir ricali devlet ve tatar han ile meşveret eyledikte, tatar han mütarekeyi evla gördü. amma vezir bu mütareke talebinden fehm olunan bize imdad gelüp, küffara za'af gelmektir. mütareke diyerek bizi iğfal edüp, baharacek kendüye kuvvet verüp, baharda cenge mübaşeret eder. şimdi ise bana mühr teveccühünden askerde mühri vefa ' alameti var. bu mahzuziyet ile bana can feda ederler deyüp, gelen elçiye red ile cevab ve bir kaç gün galibane askerimiz mukatele ve şabit kadem olmuşlariken, bihikmeti'llahi te'ala baran temadisinden meterisler lebriz ve derakab sil zuhur ettikte köprü münkesir olup, vezir ile ordu hotin tarafında ve yirmi bin mikdarı süvari ve piyade dilaver ızvanca tarafmda kaldıkta, kayıklar ile piyadeler hotin tarafına geçirilüp, altı bin mıkdar süvari kamaniça tarafından, turla kenarı ile geçid mahalli bulunca yürüyüp', karşı gelen küffar ile ceng ettikte her biri ikişer ve üçer kafir kati ederek, bir mıkdarı şehid olup, ma'adası bender semtinden semti selamete geçti. lakin üçüncü gün piyadeden geri kalan iki bin nefere küffar hücum ettikde, ordudan müşahede olunuridi; imdad etmek kabil olmıyacak, bin neferi kendüyü suya atup, ekalli kalili beri geçti, kusuru garikan şehid oldu ve bin neferi küffar ile ceng ederek, kimi şehid ve kimi esir oldu. bu haletden askerin derununa hiras ve bir dürlü nefret zuhur edüp, mal ve canı terk etmek gibi hevinak halet büruzundan askere perişanlık arız olmağla orduyu bırağub ric'at ettiklerinde, sadrı azam aman, ümmeti muhammed orduyu ve kal'ayı kime bırağırsuz, düşman ile beynimizde turla gibi sedd var; eğer geçer ise, şühedamıza ettiğinin intikamını aluruz ve firarilere sonra ikab olunur. kalanlara on yedişer akçe esame vereyim. be nimle kal'aya tahassun edin. on iki bin tatar kariben bedidar olur deyü çavuşlara nida ettirdi. müfid olmadıkta bir kaç yüz etba'ı ile pişi kal'aya gelüp, bila muhasara ve bila ceng rici kahkari bir va kitte olmamış, gayret günüdür, kal'aya girelim dedikte, her biri bir tepe güne illet ve mühür sahillerinin ve tatar hanların hisara girdiği yoktur. zira küffar gelüp, kesri namusı saltanat etmek ihtimali vardır. bu hotin bir meymenetsiz kal'adır. birkaç def'a alındı verildi. gider ise, baharda yine alınır, demelerile vezir naçar ağlıyarak, ya nında kalan üç jöiz tevabi'i ile avdet ve top ve cebehane ve zahire ile memlu kal'ayı hatemi sadrı azami ile ebvabını temhir edüp revane oldu. bu esnada tatar han olan devlet giray'a on yedi def'a adam gönderüp, hemzeban olmak rica etti. her birinde bir güne bahane ve illet eyledi. zira köprü metin değil, tombaz erişmeyen mevzi'ine araba ilhak olunmuş; böyle alata güvenilmez; hazır küf far mütarekeye minnet etmişiken kabul etmek münasib idiğini irae ettik, red eyledi deyü infi'al eyledi. hakk budur ki, hiç bir seferde bir vezir ibtida münkesir olup, senei mezburede yerine gelen vezir kazayı mafat ettiği olmadığı ehli tevarihe ruşendir. içle rinde tevarihe aşina olsa mukaddema emin paşa meşveretinde han tepesi'nden bender'e gidilmek tasvib olunup, bender'e varıldıkta, balta'ya varup, sancağı şerif ile vezir meks, üçdört koldan otu zar, kırkar bin cüyuş ile seraskerlerdiyarı küffara hücum et mek vacib idi; böyle olsa küffar elaman deridi. sulh sohbeti ile ve tercüman lisanile moskov veziri iğfal ve askeri perişan ve bender'den orduyu hantepesi'ne ric'at ettirdikde, hotin semtinden baş gösterüp, harba kıyam edüp, galebe sureti tarafımıza runüma oldukta, böyle perişan senede askerin teveccü hüne i'timad olunmaz. mütareke evla idi; ali paşa hodbinlik etmek le böyle hezimete giriftar oldu ve köprü kat' olduktansonra dur mak sevdasında olduğu dahi tevarihe aşina olmamaktan gelür. ali osman esfarından ' on iki kerre köprü kat'ı vaki' olmuştur ve iş bu tarihimizde tafsili vardır. cümlesinde kazai mafat müyesser olmayup, perişanlık vaki' olmuştur. cümleden biri elmas paşa'nın şehadetidir. sultan mustafa karşı tarafta selametdeiken, hüzn ve iztirab gelüp perişan ve ric'at etmişlerdir. bu muharebede kulkethüdası ebubekir ağa ve orduağası süleyman ağa ve on altı bö lük ve kırk dört bölük ve elli dokuz cema'at çorbacıları ile vafir serdengeçdi ağası ve alemdarları şühedayı sabıküna refik oldular ve hotin ağası, sabıka kulkethüdası olan süleyman ağa tek rar kulkethüdası nasb olundu ve cumade'lahire'nin yirmi beşin ş e m 'dn i zd es ü l e y mnee n d itr ı h ı de , iki def'a sadareti rum'dan münfasıl kara bekirzade osman efendi sadrı dershanei mezara irtihal eyledi. hali şebabmda kazaskerzadeliğine kana'at etmeyüp, danişmendan gibi ilmi tahsil ve imtihana duhul edüp, ala yazılmağla mü derris olduktan sonra, ba'zı imtihanlara dahi mümeyyiz olmuş bir fazılidi. hakk budur ki, sudurı ulema zade böyle olsa ne güzeldir. bu esnada orduya bir? namdar vezirden labüdd denilmekle akviyayı ricali devletden büyük miri ahur'luk ve çavuşbaşı'lık gibi manasıbda tekerrür etmiş, fatihi belgrad ivaz mehmed paşa'nın oğ lu olup, halen kaymakam paşa kethüdası olan halil bey istihsan olunmağla, üç tuğ verilüp orduya irsal olundu ve orduda olan arec osman paşazade miri miran mehmed paşa'ya dahi üç tuğ irsal olundu ve evasıtı receb 'de defterdar ibrahim sarim efendi'ye dahi üç tuğ inayet olunup, orduya irsal olundu ve bervechi meşruh sadrı azam hotin'den hareket edüp, hantepesi'nde ordu ya iltihak ve sancağı şerifi ziyaret edüp, mektubcu olan feyzi sü leyman efendi'yi azl ve yerine rüşd ü sedadı ve fazi u ma'rifeti ma'lum tezkirei sani abdürrezak efendi mektubi oıup 's abdi efendi yeğeni mustafa efendi tezkirei sani nasb olundu. çünki köprü vak'asından mukaddem ali paşa varup, küffara galib olup, kal'ayı muhasaradan halas ettiği semi hümayuna reşi de oldukta mesrur olup, vezire ve han hazretlerine ve şaire ataya ve hil'atlar ile hazineyi silahdarı şehriyari esseyyid mehmed emin ağa'yı taltifen ve tekrimen irsal buyrulmağla, hantepesi'ne var dıkta, köprü vak'ası ile vezirin perişanen avdetinin muvahhiş habe ri gelmeğle, silahdar ağa orduda meks etmişidi. iki gün sonra cumade'lula'nın yirmi dördünde , vezir ali paşa orduya gelüp, ricale umum hil'ati ilbas ettikten sonra, atayayı mülukaneyi dahi teşrifat üzre kabz eyledi ve üç gün mürurunda han hazretleri nin dahi orduya vürud edeceği ma'lum olucak, kanun üzre istik bal ve ertesi vezir haymesinde müşaverede, küffar ile bejoıimizde turla suyu ile hotin kal'ası gibi sedd variken, bilamucib top ve tüfenk ve cemi' orduyu ve kal'ayı terk ve asker perişan oldu; şimdengerü bilahail ne vech ile durulur deyü vezir istifsar ettikte, erbabı müşavere, gelen şitadır, heman ordu toplar' isakcı'ya naki ve boğdan muhafaza olunsun deyü tasvib etmekle, anadolu valisi zarah zade feyzullah paşa ve abaza paşa ve hazinedar ali paşa boğdan m ünir aktepe muhafazasına ta'yin olunup, silahdar ağa'nın getirdüğü kapaniçe ta'bir olunur kürk han'a ilbas olunup, han kendü ordusuna gitti. çün bender'den ordu hantepesi'ne geleli altmış dört gün aramda, alefsizlikden telef olan hayvan laşesi ile kenifler ve çirkab te'affününden orduda çok kimesne mühemma ve müteveffa olmağ, la ordu etrafında, beş mahalde mücessem mezaristan peyda olmuşidi. hatta ordukadısı olan sunazın altunuçok elhac mehmed ağazade abdullah efendi hastalanup tebdili hava ile şifa içün tsakçı'yavardıkta, ufunetten ziyade müte'essir olmuş ki, ilaç pezir olmayup, rebi'ü'lahir'in yirmi beşinde , sicilli hayatına temm rakamı ceffe'lkalem keşide kılınmağla isakcı'da olan ordugahı ehli kubura mülhak oldu ve cümade'lahire gurresinde , hantepesi'nden cümle ordu ile vezir rihlet edüp, ileri irsal olunan kebir toplara topçu ocağı ve kütahya eya leti ta'yin olunmuşidi. kesreti baran ve kılleti hayvan ve insandan güçle dört günde sekiz sa'at gidebildiklerini vezir gelüp görücek, yevmi birer kuruşa isticar olunan adamlara vezir kethüdası nazır nasb olunup, cumade'lahire'nin on üçünde , ordu tsakcı'ya dühul eyledi ve boğdan muhafazasına ta'yin olunan paşa kesreti matardan nehri purut'u ubur edemeyüp, kılıeti yem den süvari ehli timar, timarından temennayı kaldırup, hilafı ferman parakende olmaları ile sevkı asker içün canik muhassılı elhac ali ta'yin olundu. amma küffar hotin'den boğdan'a teveccüh ettikte, boğdan voyvodası abaza paşayanından gaib olup, boğdanlı becene'lerine dağıldıkta, küffar zahire anbarlannı gelüp, bilamani' ve bilazahmet kabz eylediğini vezire tahrir ettikte, bu zahire cem' olunca nice mezalim irtikab olunup, nice ah alınmış ve terki vatan edüp, bir kaç yüz sa'at yerden ibram ile getirülmüş ve askere verilmeyüp, kar içüa iddihar olunmuş zahire düşmana nasib olmaktan gayrı neye yarar demeyüp, rakka valisi mehmed paşa'yı kalas'a ve zahireyi halasa ta'yin edüp, iktiza eder ise ıbrail muhafızı abdi paşa dahi kalas'a varmak ferman olundu ve boğdanlu'nım adaya müzahereti aşikar olmağla harbigibi nisa ve sıbyanın esir alın masına fetva verildi. gerçi şita geldi. lakin küffar eflak'a ve boğ dan'a münteşir olup, savahili tuna'ya hasareti melhuziken, ordu nun hastane'ye teveccühünde mahzurat var dejm orduda olan müforma şem'dn iza d esü leym anefe n d i tr ih i şavere efkarı hazreti şehriyara telhis olunup, vusulünde sarayı hümayun'da dahi ma'kud meclisi müşaverede, silistre'nin megta olması tasvib olunmağla, meştaya ruhsat hattı, bu esnada orduya vürudunda, tekrar meşveret kılındıkta, silistre istisvab olunup, kar dahi nüzule ibtidar etmekle, tsakcı'dan hareket olunuriken, top sadası uzaktan gelmeye başlayıcak, istihbar olundukta, kalas'a küffar hücum etmiş, ceng oluyor denildikte bir gün evvel silistre'ye dejrü, yeniçeri ocağı kalkup babadağı'na varmışidi. tekrar ısakcı'ya avdetlerine ferman olundu. amma sekiz aydan berü sahranişinlik ile halk bitakat iken, böyle kar yağariken çadırda durulmaz deyü özür eylediklerinde, vezir ordusu dahi heman babadağı'na varup. kalas halas olununca meks olunup, sonra silistre'ye naki olunur deyü, cumade'lahire'nin on ikisinde , vezir dahi babadağı'na varup, bir hatve ilerü bir kimesne gitmeyüp, heman hanelere yerleşicek, silistre sev dasından farigan babadağı' kışlak ta'yin olundu ve kalas'da olan paşalar onar, yirmişer adamla kalup, erbabı timardan dahi, fakat alaybeyleri varidi, küffar geldikte muharebeye ağaz olundu. an cak kalaslı tuğyan edüp, kalas'da olan paşa adamlarını odun ile helak ve emvallerini yağma ve ada tarafına mülhak olduklarında paşalar beri tarafa can atmağla hacı ali bey ve sairi bir işe yaramajmp, mameleklerini terk etmekle, çıplak kaldık deyü gelüp vezire sıklet oldular. fi'lvaki' durbin olsa vezir ita'atsız asker ile diyar muhafaza olunmaz ve perişan olan leşker düzelmez, nafile paşaların namı meksur ve mallan adaya gittiğinden ma'ada, dev lete sıklet olurlar deyü, mülahaza edüp, bu hasarete sebep olmaz ve hazinedar ali paşa ile arec osman paşa torunu miri miran mehmed paşa'dan hizmet me'muldür. üç tuğa şayesteler deyü devlete i'lam olunmuşimiş. bu esnada mümaileyhayainayeti padişahi zuhur etmekle, müşarü'nileyhümaya üçer tuğ kürkleri bu günlerde ilbas olunacak, küffara kalas'ı verdikleri için kadirleri terfi olundu, şüyu' buldu. tedbirsizliğin hali böyledir. her işi sui zandan kurtulmaz ve receb'de , bender muhafızı kel ahmed paşazade ali paşa vefat etmekle, vezirkethüdası olan yazıcı ibrahim paşazade mustafa bey'e üç tuğ ihsanı ile bender verilüp, ruznamçei evvel resmi ahmed efendi vezirkethüdası nasb olundu ve başbakı kulu mü n i r k t e p e olan eyyubi ahmed ağa, babadağı'ndan bila izn hastane'ye gittiği vezirin ma'lumu olıcak, irca'ına ferman ile mübaşir irsal olunup, vardıkta, eğer benim fermana ita'atim olaydı, mansıbımı' terk edüp, bila izn hareket etmezidimyine hastane'ye gidicek, mahlul olan mansıbı kapıcıbaşılarından sarmısakcızade kethüdası deyü ma'ruf olan vezirin seraskerlik'de kethüdası olan haşan ağa'ya tevcih olundu. bu maddeden vezirin ve ricalin hali ma'lum olur. mahsudü'lakran olan başbakı kulu mansıbını terk ile fermana ita'at etmiyecek, ehadı nefer ve şair askerin terki ita'ati ta'yib olunmaz. ehli mansıba fermanı cari olmayan vezirin askere fermanı işlemez; var mülahaza eyle. ve zaralızade hotin ve boğdan ve kalas'da bir işe muvaffak olamadığı içün tuğları ref' olunup, dimetoka'ya nefy, olundu. kalas'ı zabt eden küffar, kalas'a kani' olmayup, tuna'dan ubur eden sefayine mani' olup, beri tarafda tomarovave curculeş'de olan anbarlar zahiresine mübaşeret ettiği içün defa'at ile orduda müşaverede paşalardan biri iltizam etmiyecek', ismail mütevelli si dağıstani ali ağa, elli adam ile bağdaten, tomarova'ya şebhun eyledikde, bunun ardı çok zannı ile küffar firar ettikte, vafir kafiri itırup anbarları zabt eyledikte, bakıyye küffar kalas'a geç tikte, abdi paşa dahi ibrail'den kalas'a teveccüh ettiğini haber alup, mukabeleye gittiklerinde dağıstani kalas'ın tehi kaldığını görüp, kalas'a geçüp, bulduğu kafiri kati ve kasabayı yağma ile ga nimet ahz ve abdi paşa dahi üzerine gelen küffar ile mukatelede ek serini katı ve altı topu ile ganayim ahz ettikte, küffar kasabaya avdet ettikte, islam zabtında olduğunu görüp firar etti. bu muka belede abdipaşa'ya vezirden elli kise ile çelenkler ve kethüdası'na iki tuğ ve divankatibi'ne hacelik ve silahdarı'na ze'amet ir sal olundu. ve boğdan diyannda ehli zimmet taifesinden bir kaç karye zimmileri isyan ve cizyelerin edadan imtina' ve mpskov ile ittihad ve biladı islamiyeye istila ve ehli islam ile muharebe eder olsalar, taifei mezburenin vilayetleri vurulup istirkak olunmaları meşru'mudur? elcevab, meşru'dur ve mucibince şa'ban 'da hatti şerif verildi. çün kalas inhizammda, orduda cesur vezir yok denilmekle, cumade'lahire ekimJ'de sabıka kaymakam kethüdası ve hala miri ahurı evvel olup, belgrad fatihi ivaz paşa'nın oğlu olmağla, ha şem 'd an iza d esü leym anefe n d i tr ih l yır ve şeca'at me'muldur deyü, halil bey'e üç tuğ ve üç gün sonra defterdar ibrahim sarim efendi dahi çeri ve cesurdur deyü kezalik üç tuğ verilüp, mükemmel kapılan ile orduya irsal olunmuşlaridi. henüz orduya vasıl olmadan vezirin azli muktezi olucak, mümaileyh halil paşa cümleden mühüre elyak denilmekle, kapıcıbası çerkeş mehmed bey me'mur olduğu veçhile, ibtida babadağı'nda vezirkethüdası resmi efendi'ye, andan ali paşa'ya varup mührü ahz ve ricalden istikbal adet olanları, teşrifati ebubekir bey ile bile, babadağı'na nısıf sa'at yemeklik çeşmesine halil piişa henüz vasıl olmuş, gelüp hatemi vekaleti kübrayı teslim edüp, alay ile babadağı'nda, paşakapısı'na varup, livai şerifi kabz ve hattı hüma yunu kıra'et ve umum hil'ati ilbas eyledi ve orduda topcubaşı olan hezarfen kara mustafa ağa, pirlik özrü ile azl ve astane'de topcubaşı vekili olan emin kethüda getirülüp ağa nasb olundu ve ket hüda resmi efendi azl ve akl ü firasetle cemi' umura aşina olan defterdar esseyyid ibrahim efendi, vezirkethüdası nasb olunup, ali ismet efendi defterdar oldu ve sadrı sabık muhsinzade meh med psışa'ya mora muhassıllığı tevcih ve elli bin kuruş muhafazai cezire içün hardık ihsan olunup. aydın muhassıllığı dahi rikab kaymakamı melek mehmed paşa'ya tevcih olundu ve pravişte çor bacısı, adeti kadime üzre yerine vekil bırakup, beş yüz topçu ile se fere gelmek ferman olundu ve çavuşbaşı yüsra ahmed efendi bilamucib azl ve yerine kapıcıbaşılardan arabgiri ibrahim bey nasb olundu. ve kırım hanı olan devlet giray'a ceste ceste ha zineden verilen altı bin kiseye baliğ olup, her ricasına müsa'ade olunmuşiken, aferin denilecek, kendüden bir eseri rahavet ve taisirden gayri zuhur etmemeğle, telefi hazine ve telefi namus ettiği içün ahiri şevval şubat. 'de azl ve kıbrıs'a nefy ve yerine selim hanzade kaplan giray çiftliğinden da'vet olunmağla, ılgar ile orduya gelüriken, istikbal ve mülakat ve altı gün sonra ismail' den kuşan'a gitti. çün moskov yaş ve bükreş kasabaların' zabt ve re'ayayı kendüye bend ve fokşan'datecemmu' etmekten muradı, ıbrail ve ısmail veya yerkökü'den birine hücum eder denilüp, deliorman neferatı ile rusçuk'yanı çelebi süleyman ağa, ıbrail muhafızı ab di paşa ile fokşan'a karib varup, abdi paşa askere, küffar tamam ca muzmahil olmayınca, kelle götürmek ve ganimet almağa heves m üntrk tepe etmeyin deyü nush etmişiken, kasaba haricinde cenge ibtidar olun dukta, bir böliik ganayim ahzına kasaba duhul ve bir mikdar' asla cenge girmediğinden paşa'ya infi'al gelüp, ibrail'e avdet ve bükreş'e ta'yin olunanlar dahi böyle etmekle, onlar da ric'at ettik lerinde, küffar kuvvetlenüp, ibraile geleceğini, ibrail'e gelen iki bin libka haber verdiklerinde, ibrailli bu kelamm aslı yok, küffar nice üzerimize gelebilür deyü laflarmm üçüncü idi fıtr günü ibrail'e üç sa'at karib küffarm geldiği rnüşahede olundukta, abdi paşa yedi bin adam ile taşra çıkup, küffar dahi beri gelüp cümle toplarma birden ateş verdi. amma bir adam şehid olmuş değil iken asker yüz çevirüp kal'aya duhul ve ordudan istimdad ettiklerinde, kılleti askerden vezir imdada imkan bulamayup, yirmi beşerkuruş bah şiş ile güc ile vezir silahdarı iki yüz nefer ile irsal olundu. amma onlar varmca, küffar varoşa girüp, yağma ettikten sonra kal'a to punun darbmdan geri çekilüp, sonra fokşan'a gitti. bu esnada sabık ismail mütevellisi yerkökülü kekemenzade damadı elhac halil ağa silistre'de peksimed mübaya'asma ta'yin idi, ibram içün mahkemeye geldikte, eşkıya mezburu mahkemenin tabakai uiyasından iskat etmekle, azası hurd u helak oldu. bu hususda kendü ma'zur ve aslını bilmeyenler hayf ettiler. lakin yüz yetmiş dokuz salinde bu ahdi pür takstr, ismail kasabasında niyabetim esnasında maktuli mezbur ısıhail'e müte velli olup, mezalimden tehaşi etmediğinden başka, cabi nasb ettiği habis her nevi' fışkı mürtekib ve ihdası mezalime mukayyed bidin, re'aya keferesi avratı beş kuruş vericek zevcinden boş olur deyü selef mütevellileri bir münkervaz' etmiş ler; biz hükumeti şer'iye ile vardıkta. mütevelli olan karahaseki deyü şöhret şi'ar ismail ağa'ya bu münkerin zararmı ifade eyledi ğimde, bilatereddüd men' edüp, menasıbı dünyanın e'azzi olan üç tuğ ile vezaret ayağına geldi. gerçi kendi ümmi, lakin i'tikadı dürüst olmağla hakkı kabul etmişidisonra vezaretle müşarü'nileyh bosna'ya revane oldukta, mezbur halil ağa geldi. gerçi ilmi yok, lakin kuwei hafızası olmağla bir kaç yüz cild türki kitab bile gezdirüp, ulema ile sohbeti sever; amma zulmü dahi ziyade sevmekle bu fi'ili münkeri icraya beda' edicek delaili akliye ve nakliye ile terhib ettiğim asla südmend olmayup, senevi bu işden vakfa dört bin kuruş hasıla olur; sen vakfa izrar kasd edersin deyü. bu fakır ile keşmekeş mücadele ve üzerime arazili taslit gibi karı nahemvan irtikab ettikçe, kendi mutazarrır oldukta, ahaliden din dar kimesneler ile mükaleme kıldığımızda, eğer padişah bu münkeri def' ve kabul edenleri te'dib eder ise ne ala ve illa moskov'ı taslit edüp, azizi zü intıkacelleganuhu hazretleri bu fi 'ili def' buyurur. amma yaş yanınca kuru yanar adetullahu' muktezasınca kor karım zararı am ile cümlenize ve dar u diyarınıza musibet reside olur deridim. altı sene sonra moskov istila ve zararı am dediğimizden ziyade vaki' olup, kendi dahi bu misillu helak ile helak oldu. bilmeyenler mazlum zannederler. ibrail vak'asından sonra, küffarın yerkökü'ye geleceği his olunmağla, rusçuk muhafızı sarim ibrahim paşa yerkökü'ye yedi bin adam ile kethüdasmı imrarından sonra, küffar gelüp bimuhaba hücum ettikte, süvariler çıkup, binden ziyade kafir' katı etmişleridi. ertesi' göz seçmez duman olmağla, küffar yirmi top ile muharebeye ikdam ettikte ', askerimiz perişan olup, heman kal'aya üç yüz kişi duhul edicek, küffar muhasara etti. amma topları? sağır olmağla, kargir olmadı ve on beşer kuruş' bahşiş'ile ibrahim paşa, gece iki yüz adam sukapısı'ndan kal'aya idhal ettiğini küffar haber alup, varoşu ihrak ve bükreş'e irtihal etti. hakk budur ki, ibrahim paşa bu hususta izharı gayret etti ve moskov eflak'a dahi'münteşir olup, ba'zı kurada akıbet endiş' re'aya, sonra bu vilayeti yine osmanlı alır dejrü, moskov'a ram olmayıcak, kiliselere papaz irsal ve tav'en ve kerhen onları dahi izlal kasd ettikde, vidin muhafızı torun mehmed paşa yamaklardan ve kapıhalkından tuna'yı ubur' ettirip, oltu suyu garbisine vardıklarında karayiova 'da buldukları moskov'ı esir ve ahiri şitaya varınca bir kaç def'a gelen moskov taburuna galib olup, karayiova'yı kabzına mani' oldular. rayyeden sadaJiatgüzar zuhurv. ve eflak voyvodası ligor tarafından karayiova banı manolaki şahs sadakatgüzer olmağla re'ayayı moskov'a teba'iyyet ettir medi. amma külliyetlü tabur geleceğin hiss ve paşa'dan istimdad ettikte, paşa kethüdası ile yafir dilaver dahi isap' eyledikte, küffar bimuhaba nehri geçmiş, kethüda ban 'ile haberleşüp, zi'lhicce 'de iki taraftan bağteten düşmana hücum ettiklerinde, ekseriyeti urzai şimşir ve bakisi nehri geçüp, usatı re'aya ile kesret bulucak, tekrar haberleşüp şebhun eylediklerinde, yine küffarı münhezimen firar ettirdiler ve zi'lhicce'nin altısmda , mart 'mmuntasıfı olmağla, tuğlar babadağı'ndapaşakapısı merdiven başma ihrac olundu. vefatı raktm paşa: vekayiistanbul'dan işbu seksen üç senesinde zuhuragelen havadis muttariden bu baba zeyl olunmağla muharrem'inde , rakım mehmed paşa ' mısır'dan ma'zulen, pirlik ile mütekaid olmuşidi. ihtiyarlığı tarikı ahreti ihtiyara münkalib oldu haberi geldi. ve mahı safer de, zikri mürur ettiği vech üzere, hotin muhasultan mustafa'nın gazi olduğu sarasına gelen kırk bin moskov abaza paşa gazası: ile otuz bin lehlü ile abaza paşa şirane ve müşirane ceng ederiken, küffar münhezimen firar ederiken ta'kib edüp, sekiz bin kafir ile üç cenerali tu'mei şimşir olunduğu, vezir emin paşa ta rafından telhis, yedi mü'eyyidi padişahiye vasıl olucak, astane'de top şenliği olunup aa j lıjli jir cr hadisi şerifine bi naen padişahın gazi olduğunu ulema haber vermekle, mehafil ve menabirde namı hümayuna gazi ömer vahid bfendi; lafzı takdim olunmak, hutebaya ferman olundu. ve rikab defterdarı pir ibrahim efendi azl ve atıfzade ömer vahid efendi nasb olundu. ve rebi'ü'levvel'in altıncı gece, valide hamamı kurbünde zuhur eden harik, atmeydanı ve mehterhane ve defterdarkapısı ve şengül ha; mamı'na ve ciğalazade sara yı'na varınca kati vafir menazil ve dekakin muhterik oldu. ve kati olan' boğdan vosrvodası ligor yerine kostantin voyvoda ordukadısı; nasb olundu. ve ısakcı'da vefat eden ordukadısı abdullah şem'd efendi yerine, mekke'den ma'zul ni'met efendi, ıslambol payesi ile ordukadısı ta'yin olundu. receb 'de, cübali kapısı'nda harikı eüz'i vaki' oldu. halil: kaymakam paşa kethüdası ha lil bey büyük miri ahur olup, gümrükemini hüseyin ağa, hem gümrükemini ve hem kayma kam kethüdası oldu. ve anamehmed murad efendi hazretdolu kazaskeri es'ad efendi ; azl ve nebih efendi namına berat tahrir olunup, musili berat, tebşiri mansıbı hayat ile vardıkta, alemi fani ile veda' edüp, kabjzı ervah netieei ahiri nefese muntazır olduğun gö' rüp, tecdidi berat olunup, efdali füdelai mevcudin zü'lizzi ve'şşerefi ve'şşan, ma'denü'lkemal ve'sseha ve'lihsan damadzade devletlu mehmed murad efendi hazretlerinin ismi samilerine tastır ve terkim kılınup, tevcihi rabbani ile sadrı anadolu'ya i'tila buyurdularve istanbul kazasından dürrizade nurullah efendi infisali ile biraderleri ataullah efendi'nin nasbi, rebi'ü'levvel'in on beşin de vaki' oldu ve cümade'lahire'de , reisü'lulema mirzazade efendi üçüncü def'a sadareti rum'dan infisal ile başmakcızade essejryid mehmed efendi'nin nasbi vaki' oldu. ve cumade'ıahir gurresinde , dürrizade ataullah efendi münhal olup, yerine mollacıkzade ishak efendi mevsup ol du ve ıshak efendizade şerif yahya efendi'ye istanbul payesi ihsan olundu ve mukaddema padişahı asrın laleliçeşme kurbünde bina buyurdukları ma'bedi latif bir minare ile yekta kılınmışidi; bir dahi zamm ile iki rüknü tezyin viladeti fatime jsuztan; olundu. ve ramazan'ın on ikin gece fatime sultan nam duhteri sa'd ahter dünyaya teşrif eyledi ve ramazan'ın on altısında , sadrı rum başmakcızade efendi irtihali darü'lmuttakin etmekle, vefatı müfit osman molla yerine şerifzade mehmed molefendi: la efendi bekam oldu. ve büaik karaman'da harik vaki' ol du. ve zi'lka'denin beşinci günü , şeyhü'lislam olan osman molla efendi hazretlerinin ahterihayatı uful birle rahatgahı sermediye vusul buldu. merhumı mebrur her fenni uluma aşim ünirk tepe na alimi gayri amil bir zat idiil salatı cenazesi sul tan bayezid han cami'i sengi nasbt mirzazade esseyyid musallasında eda olunup, mumehmed sa'id efendi; fetva rad paşayi atik cami'i hazirekürkü hanei şeyhü'lislama sine defn olunup, yerine üç gelmek: def'a sadareti rum'dan infisal ile reisü'lulema olan mirzazade 'esseyyid mehmed sa'id efendi su'ud eyledi. lakin alil olmağla, hil'atı beyza kapıcılar kethüdası yedile hanesine gelüp, iksa olundu. ve mısır valisi ahmed paşa, ahirete intikal etmekle ahvali mısır'a arifkapıcıkelleci osman paşd'ya üç tuğ: başı kelleci osman ağa ıstanköy'de idi; üç tuğ ile mısır mansıbı irsal olundu ve ordudan ma'zulen dimetoka'ya menfi ye niçeri ağası osman ağa'ya dahi üç tuğ ile aynebahtı tevcih olundu. ve edirne bostancıbaşısı ismail ağa'ya iki tuğ ihsan ve mora'ya irsal olundu. ve tersane'den donanmayi hümayun sefasdnini kapdanı derya ağribozlu ibrahim paşa techiz ve yarınki gün ih raç edecek iken, kendi ihrac olunup, yerine mandalzade hüsameddinpaşa'ya üç tuğ inayet olunup, kapdan psışa nasb ve kapudanei hümayun kapdahurucı donanmayi hümayun nı cezayirli haşan bey'e ve kapdant derya hüsam pamiri miranlık ihsan olundu. ertesi çekdiriler ve kalyonlar yalıköşkü önüne varup, huzurı hümayunda paşalar ve ümera ve kapdanan zemin bus ettikle rinde hil'atlar ilbas ve iksa olunduktan sonra, şeyhü'lislam ile kay makam paşa başdarda'ya rakib oldukları halde, elvan flandralar ve sancaklar ve bayrakir küşade kılınup, ziyneti malakelam ile huzurı şehriyariden güzar ederleriken top, tüfenk ve mehterhane şenlikleri esnasmda çekdirilerden koğuş topları, kalyonlardan pa lavra ve alt alabanda ve üst alabanda ve kantar toplar fora ile sav rulup, siyat ü sada ile zemin ü asuman velvele ve patırdı ve gürül tüden herkes guşlarına engüştlerin ilka ve hadis olan dumandan her biri refikini fark etmiyecek derecelerde on beş kıt'a kuhpeyker kalyonlardan binden ziyade top atıldığını nisa ve rical zevkler ile ve revzenei hanelerden ve sefainden temaşa ederleriken sefaini mezkur badban küşa aheste seyr ile tophane'ye selam topu fırlatşem'dn lzd esü leym anefe n d i tr ih i tıkda, topçu ocağı akyke makamında beş top kızkulesi, kezalik dolmabağçe'ye varup, fundademir kıldıklarını müş'ir başdarda'dan üç top endahte olundukta, şair sefain makamı tasdikde ve bu lundukları mahalli iş'ar zımnmda ve mütava'atda olduklarını ima içün her birinden birer top atılup, misafir olan müfti hazretleri ile kaymakam paşa, dolmabağçe'de ihzar olunan sayebanlarda tehyie kılınan et'imei müte'addidei mütelevvine tenavüle çıktıkların da, kezalik başdardadan hoşamedi toplan gürlediğini istima' eden sefain dahi ittıraden toplar attılar. hakk budur ki, şayestei tahsin olan eyyamdan bir gün göharıkı kebiri fındıklı: rüldü. ve zi'lhicce'nin on ye dinci gece , sa'at beşde tophane'de çöpcülimanı'ndan zuhur eden harik, fındıklı'ya varınca beş sa'at mümted olup, cihangir cami'i ile sevahil ve mabeynehüma arsai haliye oldu. zuhurı tuğyanı re'ayayı cezirei mora ve makhuriyyet inra ve vefatt hamza paşa sadrı azamı esbak der cidde ve vürudı sefairıh moskov ez bahri baltik. bebahri sefid ve muharebei donanmayi hümayun der kurbi cezirei sakız ve muhterik şudı donanmayi hümayun der limanı çeşme der kurbi izmir ve vefatı nakibü'leşraf'abdullah moua efendi ve nekabeti esseyyid ibrahim efendi. harik der tüfenkhane der harici surı istanbul ve azli mouacıkzade ishak efendi ve nasbı paşorzade yahya efendi bekazai istanbul ve istihlası cezirei limni begazayi ce zayirli haşan paşa ve nueti asime ve harik der ortaköy, der receb ; azli hanı kırım kaplan giray ve nasbı selim gi ay der defai saniye ve harikı kebir der harici kulei heft ve azl kapdan ca'fer paşa ve nasbcezayirli haşan paşa ve azli sadrı rum esseyyid mehrned molla efendi ve nasbı salihzade mehmed emin efendi ve ihsant vezaret bemüderris osman efendi bn. ahmed paşa; harlkı kebir der karyei cedhd der halici kostantaniyye ve vefatı ekberi şehzadegan sultan bayezid ve azli sekbanbaşı damad mustafa ağa ve nasbı yusuf ağa ve huruc livayi şerif ve orduyı hümayun ez mestayi babadağı besahra der muharrem ve fütuhat der ibrail ve istilayi küffar her kavai ibrail ve nefyi abaza paşa ve azvi sadrı azam halil paşft, ve nasbı silahdar mehmed paşa der sa'ban der babadağı. çün ahiri salde tuğlar merdiven başına nasb olunmuşidi. yir mi dört gün mürurunda, gurrei muharrem'de ve nisan'm on altısmdalivai şerif ve sadrı azam ve orduyı hü mayun meştadan, babadağı sahrasına alay ile çıktı. çünki geçen sene havadisinden ordu ve seferi hümajmn vekayi'ini enveri efen di tarihinden telhis ve işbu mür i'ttevarih'imize terkim ettikten sonra, astane vekayi.ini vak'anüvis musazade efendi evrakından, hulasası ahz ve zeyline tastır olunmuşidi. işbu seksen dört silin de, ibtida musazade müsveddatından, astane havadisi seneteyn biribirine karib olmak içün hulasa ve bu mahalle tahrir ve maba'dına inşaallahü'rrahman yine enveri efendita rihinden ala tariki'licmal ahzımız zeyl olunmak, ihtiyar olunmağla, havadisi hastane'ye ibtidar olundu. mora vak'asi. moskov: çün rum keferesi moskov ile hemdin olmaktan naşi mora ra'iyyesinden vesvese olunup, muhafazasına sadrı esbak muhsinzade mehmed paşa ta'yin kılınmışidi. vaktaki moskov'un ingil tere ve şairden iştira ettiği sefineler kefalonya sularına geldiği orduya i'lam olundukta, iskenderiye mutasarrıfı mehmed paşa ül kün ve bar'dan güzide asker on sefineye imla içün ferman ile beşer kise akça askere ücret ve biner kuruş ta'am bahadan beher sefineye yedişer kiseden yetmiş kise irsal olunup, rodos mutasarnşem'dn ıza d esü leym anefen d i ta r ih i fı ca'fer peışa dahi sefinelerile ta'yin olunmağla mora sularına der yadan gönderilüp, ohri ve ılbasan paşaları ve rumili'nin yemin ve yesarından altışar akça ibtida ve dörder akçe terakki ile asker yazılup, amavudluk'tan kezalik askeri vafire, karadan ferman olu nup, vusullerinden iki gün mukaddem, yedi kıt'a moskov kalyonu manya boğazı'na varmış ve fırtınadan ikisi zayi' olmuş ve bakisi manyalı ile haberleşüp, on bir hiyaneti re'aya: kaza re'ayasmın ahmakları teba'iyyet ve bir uğurdan seksen bin kefere huruc ve mizistra'ya hücum ve dört yüz müslimini esir ve üç yüz muvahhidinişehid ve sıbyanı minareden iskatgune bağtaten hıyanet ve balyabadra'ya dahi müheyya oldukları şüyu' bulucak, serasker paşa heman civara buyruldular neşr ve tırhala'dan iki bin nefer ile ni'meti bey ve bin beşyüz nefer ile yenişehirli mü derris osman efendi ve bin nefer ile yenişehirli ismail ağa ve bin nefer ile çatalcalı ali ağa ve iki bin nefer ile izdinli beyzade yu suf ağa ve livadiye ve ıstefe ve sarıgöl'den dahi dört bin nefer imdad cezireye vürud ederiken, beş bin kefere triboliça'ya iki sa'at karib gelüp, kadı ile mütesellimhaşan efendi bu haşan efendi sonra vidin'de melek mehmed paşa vali ve seraskeriken, ikiyüz iki senesinde kethüdası bulunup, müşarü'nileyhin tuğları ref' ve sakız'da taka'üden ikameti ferman olundukta, vidin valiliği ve seraskerliği kethüdası mümaileyh h, asan efendi'ye rütbei valayi vezaret ile tevcih buyrulup, nemçe seferi vuku'unda mehadiye kal'ası fethi ve şebeş ve lugoş tahriblerine muvaffak olarak, ikiyüz dört senesinde sadrı azam olup, buza vak'asmda inhizam vuku'undan sonra azl ve bozcaada'da tekaüden mukim iken, müşarü'nileyh melek paşa hazretlerine hengamı sa daretinde, ibkayi vezaret ile kandiya mansıbını verüp, takdiri hüda müşarü'nileyh melek mehmed paşa sadarete geldikte müşarü'nileyh haşan paşa'nın vezaretini ibka ve hanya mansıbını tevcih edüp, bir seneden sonra hanya'yı ihsan etmiştir. işte bu haşan efendi'dir ve akil ve kamil ve dindar ve şeca'ati bi'ttecrübe zahirdir peyam irsal edüp, mizistra ahalisini kılıçdan geçirdikte, ka dı ile mütesellimi inadları sebebine kati ettiğimiz gibi ettirmeyüp, teslim edesiz deyü meramlarını inha eylediklerinde, zikr olunan aaakir henüz vürld ederidi; heman haşan eifendi bahadırları zi'lhicm ünirk tepe ce'nin üçünde , fütuhat: küffara havale edüp, ibtidayi mülakatlarında iki bin kefe reyi mahvkerdei şimşir ve cesedi menhusları zemine hasır olucak, bakıyyesi perişan olmağla, top ve mühimmatları ile sekiz aded sernigun bayrakları ahz ettiler. amma ertesi gaston kazası re'ayası dahi isyan ve kasabada mevcud müslümananm mallarını yağma ettiklerinde, firar eden müslimler balyabadra'ya haber ve cümlesi gaston kal'asına tahaffuz eylediklerinde, ada sekiz top ile gelüp, yirmi gün muhasara ve asla cengden fütur getirmediler; lakin kılleti abdan istimana karar vermişleridi. mehmed paşa haber alup, vekilharcı mustafa ağa'yı beşyüz adam ile kastel'den irsal etmekle, vardıklarında, küffar bunları firavan kıyas edüp, kal'adan dahi deliran çıkup, iki taraftan hücum ettiklerinde, küffarın ekserini katil ve esir ettiklerinde ekalli kalil kayık ile firar ettiler. cümle nusret: top ve mühimmatı ahz olundu. bu takrib cezire tamamca tathir ve tuğyanı re'aya teskin olup, bu sebepden muhsinzade fatihi mora dejü namaver oldu. d eğer sair taraflarda olan muharebeler misillu bitedbir hareket olunsa, cezire gittikten sonra rumili'den hayır kalmazadr eshak hamid hamza idi. zira rumili'nin ekser re'apaşa vefatı: yası j keferei fecerei rum'dur. ve bu esnada sadrı esbak hamid hamza paşa'nın alemi sermediye urucu ile cidde mansıbının mahluliyeti haberi gelmekle, cidde kaymakamı ömer ağa'ya miri miranlık ile cidde damadzade mehmed murad tevcih olundu. ve gurrei reefendi: bi'ülahir'de , sadrı anadolu müddetini, da madzade kerimü'lhulk ve adimü'l halk mehmed murad eifendi haz retleri tekmil ile münfasıl olduklarında eayı valayi mezkure atıf mehmed emin efendi aric oldu. çün moskov keferesi ve bahri baltık'dan sefineler inşa ve icra moskov: ve ingiltere'den iştir ve fenni mellahatde mahirleri isticar ve on dört kıt'a kebir kalyon ile mora'ya kasd etmişidi. kesir ve me'yus çıkup, geşt ü güzar ederiken, tersaneden' zikri mürur ettiği üzere manendi hısnı hasın ve kal'ai metin on beş kıt'a kalyon ile beş aded çekdiri ve ca'fer kapdan, serasker olarak sekiz kıt'a pürateş akdeniz pergendileri ile anaboli önünde sefayini kiiffara rast gelüp, cenge mübaşeret ve küffar gerü çektikde, haşan kapdan yalnız ilerü gidicek, yalnız bırakmak töhmet denil mekle, bir kaç gemi yanına varup, bir zaman cengden sonra, kiiffar giriz etmekle müfarekat, sakızsemtlerine gelinmişidi. iki gün sonra küffar üzerlerine gelicek, hüsam paşa sefinele rin haline bakup, asker henüz sefine idare edecek kadar, cengde iki kat iktiza eder; mevcud olan bir kat olduğundan başka, ekserine hastalık müstevli olmuş ve kalyoncu ekalli kalil, cümlesi çiftden tutma ve alat ve takım birer kat, şikest olsa yerine vaz' olunacak yok bu hali görüp, gerçi ben kapdan paşa oldum, lakin çıkacak vakit nasb olundum. cenge böyle takım ile gelinmez, bir hasarete ve bir nedamete mazhar olunmadan bu hale bir nizam ve intizam verilmek içün boğaz'a firar imirakı donanma der çeşme: edüp girelüm deriken, riyale'nin mancana sereni kınlup, ta'mir olunca, yalnız bırakmak olmaz; nehal ise meks edüp, tekmil olunca firara ağazlarını kapudane kapdanı haşan paşa görüp, derya ortasına lenger bırakıcak, derya çenginde adet olduğu vech üzre batorona batoronaya, riyale riyaleye, kapudane kapudane ile muharebeye kıyam etmek olmağla, çün kapudanemiz demir attı. yalnız bıraknıak olmaz; naçar muntazır olduklarında küffar kapudanesi olan kebir kalyon, bizim kapucezayirli haşan paşa: dane ile cenge üzerine geliriken, haşan paşa danei top ile küffarın dümenini paralayup, su akıntısı ile gemi demirli geminin üzerine düşüp, çattıkda alatlar biribirine muhtelit olup, tefrik gayri kabil olup, biribirine top atmak dahi mutasavver olmıyacak, merdi delir haşan kapdan bir kaç çarmıh halatını kesüp, salınacak misal her bir ipe, bir kaç bahadır yapışup, küffar gemisi derununa sallanup dühul ettiklerinde selli seyf ettiler. lakin otuz kişiden sonra neferlerden gelir olmayup, bin nefer kafir arasında otuz kişi durmak muhal ve havfinden ba'zı kefere çanaklığa çıkmışimiş; yu karıdan kurşun ile haşan paşa'yı yaraladıklarında şair levendini m ünirk te pe teşci' ve tahriş içün yine mezkur resenler ile sallanup kendi kalyo nuna naki etti. cümleden katı nazar, bu misillu cengi ne rüstem ve ne zal ve ne ebamüslim etmiştir. yirmi kişi ile bin nefer adanm içinden selamet çıkup, askerini dahi geçmeye ibram ve tedbir etti ğini görüp, yalnız geldikde, kırk nefer kafir helak ettiler. bir dahi gelür ise cümlemizi bendi esre çeker, firar dahi muhalve kalyo nun tefriki ve top i'mali mutasavver değil, bari bize olur ise anlara dahi olsun deyüp, cebehanesine ateş vermekle, kalyonu tutuşup yanariken, bizim kalyona sirayet edicek, sair sefaini küffar bu hali müşahede edüp, sandallarını irsal etmekle, deryadan vafir kafir devşürdüler. lakin bizimkiler yanar ateşe yakın varılmaz, belki cebehane atar deyüp gelmediklerinde, ümidi selamet ile herkes mal ve libası nı terk edüp, kendüyü ateşden kurtarmak içün deryaya attı. şinaverlik bilenler ve eline varil ve tahta girenler selamet buldu. haşan kapdan'ın dahi eline bir ağaç girüp, deryada cevelan ederiken zahmına tuzlu su gitmekle bimecal olmuşidi. kenardan 'görülüp, bir kimesne bir zevrakçe ile gelüp, kenarı selamete ilka eyledi. amma bu esnada ca'fer kapdan küffarm askeri tekmil olup, herbiri mellahetde mahir olduklarını görüp, mukavemetden acz ile karşısında olan çeşme limanı'na dühul ve liman ağzına meteris hafrine meş gul olduğunu görenler firar edicekiken, bu ca'fer kapdan akdeniz'in her mevki'ini delik delik, köşe beköşe bilür, elbette cayi selamet olmasa limana dühul etmezdi diyerek, biribiri ardınca cüm lesi limana dahil oldular. lakin liman sagir olmağla, biribirine mut tasıl kaldılar. vakta ki küffar haricde kendüye rahne edecek kal madığını görüp ve liman ağzına meteris kazılup, toplar vaz' olundu ğun bilüp, haricden top ile liman ağzından top atanları def' ve humbara ve yağlı ve neftli paçavra sarılu gülleleri derunı lima na ilka edicek, kalyonlardan birine sirayet ettikte, derunı sefayinde olan levendat, limana vüsulde taşra can atmışlar olmağla, kal yonlarda kalan mecruhini zahmdaran ile hastalar itfasına kadir olmajmp ve sefain dahi biribirine mülasık olmağla, her birinden ahi re sirayet ederek ve her birinden cebehane attıkça, kenarda dahi tevakkuf ve karar ve aram etmek kabil olmayup, kalan hastalar ve sağlar sağ kurtulmadığından ma'ada, kenara selamet çıkup, nısıf sa'at ileri gidenlerdenkativafir kimesne helak ve mecruh ol ş e m 'dn ı zd es ü l e y mnee n d ıtr i h i duğundan başka selamet bular' dahi çıplak ve ıslak olmağla, iç ağrısından ve ishalden ve hummadan çok kimesne helak oldu. maliki kapdan kalyonu bir köşede olmağla, sağ kalmışidi. küefar alup zabt eyledi. gerçi donanma ihtirakı ali osman tevarihinde iki def'a dahi mecmu' donanma muhterik ve kiiffar yedine giriftar olmağla muzmahip oldu. lakin olvaktin sefayini sagir ve kalilii'lma'vna olmağla, bir iki senede tedarik olundu. amma şimdi her bir kalyon bir kal'a ve bir dağ misillü olmağla, kereste nakli ve bi nası ekalpiki seneye muhtac olup, masarifi kesir irtikab olu narak, yedi sekiz senede ancak kazayi mafat olunur. ezcümle bin iki yüz kıt'a tunç top nekadar zamanda peyda olunur ve nuhas cem' olunup, perdaht olunur ve yelken bezi ve halat ne zahmetle cem' olunur. faraza olsun, sefine kullanır kalyoncu ve kapdan ve ilmi deryaya arif zat kalmadı. cümleden müşkil budur. bariyi te'ala müşarü'nileyh gazi haşan paşa'ya ömür verüp, afatdan masun edüp. padişah dahi hal ve şanına göre rağbet buyurur ise, kazai mafat etmek mümaileyhin yüzünden me'muldür. cezayirli haşan pasa: zira müşarü'nileyh hurubı berre ve cldali bahre ve i'mali as kere ve idarei sefayine arif ve tedbire kadir ve şeci' ve teşci'e muk tedir ve müsellem dindar huluskar ve azim ve cazim ve gayyur ve musalli ve muttaki ve yaramaza mühin ve mukdim, asla vaktini' tazyi' etmez, hem işine meşgul, hem avrad ve ezkarına mukim ol mağla, yüzünden fevz ü felah me'muldür. zararı zulm ve inkisar: gelelim esbabı inkisar ve beva'isi idbara. bu kalyonlardan her biri vücuda gelince, sad hezar ahı mazlumini, binaya me'mur olan ağalar alup, kereste naklinde fukaraya ettikleri sitem ve azar ve intifa' kasdı ile aldıkları ahı fukara hisaba gelmez ve hayvanlara malayutak hamli sakil tahmili ile telef ve ihlak misillü m ü n i r k t e p e ademi zafere badi karlara mübaşir olmağla, ateşlere yansun deyü aldıkları şerarei ahdan kalyonun birine te'sir etmiş, ma'nevi te'siri suveriye münkalib ve bahadırlar an kabul etmez: andan ahere ve aherden ahere te'sir mütevasıl olarak, cümlesi ihrakı bi'nnar oldu. ba'zılar cengde demir atup, ceng olunduğu yok, böyle muhatarayı mucib ve mü'eddi olduğundan deyu haşan paşa'yı tahti'e ederler. lakin ennaru ve la'laru kaziyesinden gafildirler. merdi delir olan zat nare yanmayı kabul eder firar arını irtikab etmez. her ne kadar hasarete badi olsa, bu cesaretinden nümayan olan nam ü şanile kat kat inbimahal zabit azlinden zarar: tikam ahz eder. bu tahti'e bimahal hatadır. fi'lasi kabahat anifen ima ettiğimiz vech üzre, hüsam paşa rütbei vezaret ile begam oldukta, hem civariyete binaen fmdıtdt'da tebrike vardığım da, bana, nice tabrik edersiz deyü halvet edüp aJ, çünki kun dağımız tersane'de münhal olduğuna binaen, ceng vaktinde derya seraskerliğine beni ihtiyar etmişler; dört ay mukaddem gerekidi ki, ma'rifetimle sefayinin malzemesi ihtiyaten ikişer ve üçer kat tedarik olunup, kapdanlar benim nasbkerdem olmak gerekidi ki, sözümden hariç harekete mecalleri olmaya ve bu kapdanların , her biri selefimizin tama'ı ilemenasıba ehl olmayan nasb j ı,!, beyı men yezıd veçhile, naolunmakdan zarar: mansıb ıçun j u. munasıb denmeyup nasb olımşefa'atden zarar: u ji ' muş ve eksen hedaya ile şefi mücbir peyda etmiş, birine ünf ile mu'amele dahi kabil değil. bu hali kendüler dahi bilmeyle, onları kendi bildiklerine terkden gayri ça re yok. belki iltizam etsem, şüfe'alarma bu şiveyi ifade etsem, adüv zuhurunda muhatarasını ve devleti aliyye'ye olacak zararı beyan etsem, şüfe'a devleti mazarratına vakıf olucak terk ederleridi. la kin ifadeye ve istifadeye ve tebdil ü tağyirevakit yok. dünkü gün rütbei valayi vezareti i'ta buyurdular. bu gün sefayini kaldırtup, dolmabahçe'ye çıkarttılar. henüz bir ayacek vezaret takımı ile serdarlık ve seferilik tedarike ve daireme nizam veremem. yalnız zat ile olmaz; zaman ister dedikleri budur ve askeri sinini sabıka misillüdür. cengsiz vakitde beşyüz adam ile idare olunan safine bu vakitde bin olmaya muhtacdır. yine beşyüz kişi kalyonu idare eder ise, beşyüzü cenge lazım. münir aktepe maheza yalnız beşyüz nefer deyü, ulufesi miriden ihrac olu nan sefinede üçyüz nefer mevcud, ikijtizünü selefim ile tersane lıüddamı ve gemi kapdanı kapmış. kapdanı tazyik etsem, te'sir et mediğinden gayri, şüfe'asma beni tekdir ettirür. heman du'a edin küffara rast gelmeyelüm. eğer rast gelür isek, bizim askerimiz ve alatımız, ancak firara kifayet eder. eğer muharebeye mübaşeret eder isek, nedamete inülaki oluvamile asude vakitde yiğidi isruz demişidi. fi'lvaki' dediği tishalden zarar: gibi oldu ve sebebi diğer matekaddümden berü, akdeniz'e sefer eden sefinelerde söz sahibi atik kalyoncular olup, sefine ile eşya götürüp, getirdiklerinden gümrük alınmadığından intifa' ederler ve ettikleri intifa'dan yoldaşlarına sarf ve ikram ve it'am etmekle, her birinin beşon hizmetkarı olup, hatırı sayılır bir kal yonda sekiz on yiğid bulunuridi. iktiza vaktinde her biri bir kal yonu donatmaya kadir idi; yani kendü eski kalyoncu olmağla, her alatı ve mahallini bilüp, yerlü yerine vaz' eder ve ettirür ve hem şehrilerinden ve yaran ve etba' ve ikramını görenlerden, sekizyüz nefer peyda ve vaz' ederidi. amma, vafir zaman astane gümrükçülüğü etmekle, frenkperest ve ne mezhebde olduğu ma'lum olmayan esseyyid ıshak ağa ba'debu'din dini islama ve devleti aliyye'ye böyle zarar olaca ğından tegafül ve nefi acile ile devlete edna şey gösterüp, kalyon culardan sair tüccar misillu gümrük almaya ferman ettirüp, ahz et tikte, arlu ve karlu yiğidler biz ra'iyye ve tüccar misillu gümrük verdikten sonra tüccar sefinesi ile taleb ettiğimiz yere giderüz deyü tersane'den huruc, kimi vilayetinde çiftliğe, kimi ticarete mün teşir olıcak, havadarlan ve hempaları dahi gidüp, kalyoncu kalil kalmış ve kalan da oğlan uşak makalesinden başına medarsızlaridi. mesfur ishak'm 'ruyı arzdan vücudu diyarı ademe nabüd ol duğundan sekiz sene sonra bu sefer zuhurunda tersane'de yiğid yok; bursa ve aydın sevahilinden ibramı mübaşirin ile çiftden ve çu buktan asker cem' ve vaz' ettilerbunlar bahri sefid havası ile me'ıuf olmadıklarından, kimi sahihen hasta oldu; kimi küffarm to pu havfinden temarüz edüp anbarda yattı. nücuma rağbetden zarar: ve sebebi diğer padişahımız sevki kurena ile fenni nücuma ragıb olup, sa'ati sa'd ihtiyarsız bir işe meşgul olmadığından, işbu donanma tersane'den feyzi sabahda çıkmak adetiken, matlubu olan sa'at vakti asra karib olmağla kabli asrda ihrac olunmuşidi. tevekküp terk edüp, bu fenne i'tibar edenler süfli olup, böyle beliyyeye düçar olmaktan hali olmazlar. muhavvelü'lahvali maznun olan sa'di böyle nash hakiki eder. bu babda hilafı meşreb ozanlık ettik. kıssadan hisse niyetiyle, savab kasd ettik, ma'zur ola. ve mollacıkzade ishak elfendi, istanbul kazasında tekmili müddet ile ma'zul olucak, paşazade yahya efendi mevsul oldu. fütuhatı asimei limni begasayi cezayirli haşan pasa: ve cümade'lula'da , moskov sefineleri donanma ve süfüni islamiye kalmadığından bahri beyaz'da meymene, meysere cevelan ederiken, limni ceziresine çıkup kal'ayı muhasara ve tazyik ettikde, mahsurlar beş gün mühletle istiman ve za'im haşan ağa ve selim ağa gibi altı nefer müte'ayyinlerini re hin verdiklerini, kapdanpaşa olan ca'fer kapdan ile cezayirli ha şan paşa, boğazhisar muhafazasında olmağla, haber aldıklarında, ca'fer ne çare demişiken, haşan paşa sagir kayıklara bin sekiz yüz bahadır ile süvar olup, cümade'lahire'nin on altıncı gece , füc'eten seheri cezirei lamni istihmst: merkümeye çıkup, ezanı şerif okutdukda, kal'adan istima' edenler beşareti hayriye deyü ferahlandı. amma hiyle olmasun deyü vesvese ederleriken, paşa kal'a kapısına varup, havf etmeyin deyü tesliyebuyurdukta, ba'detulu'üşşems teslim edecekleriken bu imdadı ilahiden secdei şükre vardılar ve bu keyfiyetden küffar şaşup, perişan olucak, yedi topu ahz olundu ve rehinler taleb olun dukta, bila tereddüd redd eyledi ve maydos karyesi kurbünde ihtifa eden küffara hücum buyurdukta, yüz kafir ve altınlı bay rakları ahz ve karyede ihtifa edenler, karye derununda bulunup, eşya yağma olunmağla, asker ganimete müstağrak oldular. bu cengde damadzade mehmed murad efendi'mizin sefineleri reislerinden ince mehmed'in şeca'ati sair bin sekiz yüz gazinin gazasına mu'adil oluridi. bu mu'arekede şehadet temennası ile zahmdar olmuşidi. bir kaç gün sonra cerahati merkumeden hadis olan eserden, zümrei şühedaya mülhak oldu ve küffardan ancak sekiz kafir halas olup, kalyonlarına can atmışlaridi. ırtesi küffan mondroz limanına çıkarım deyü haber irsal ve ertesi toplar çıkar dıkta askeri islamda yalnız paşa atlı, ma'ada piyade oldukları hal de, yine haşan paşa hücum edüp, cümle çıkan küffarı kahr ve as ker ganimet ahz ve top ve cebehanesin kabz etmeğle. haşan paşa gazayi ekber etti ve daima inhizamdan derunı muvahhidin pür gamiken, asla nusret haberleri kulakları kar' ettiği yokiken, bu fevz ile cemi' ümmeti muhammed'e sürür ilka etmekle, ümmeti merkume münşerihü'ssudur olmağa ba'is olduğundan fazla, ali osman'da merd ve yiğid kalmamış diyenleri tekzib edüp, limni'ye küffar gelmekle yollar kat' olup, bahri beyaz'dan hastane'ye sagir ve kebir sefine ve kayık geldiği yokidi. bu idbar sebebine küffar pare ceziresine gitmeğle sefayin bilahail iyab ü zehab eder oldular. eğer bu haşan paşa gayret etmese, küffar limni'de kalsa, ak deniz'den zerre kadar hastane'ye hayr olmayup, belayi azim oluridi. ahvali hüsam paşa: çünki rebi'ü'levvel'in on ikinci günü , sefa yin helaki vaki' oldukta, kapdan hüsam paşa bir beyaz entari ile çıkup, izmir'e gitmişidi. ma'zulen gelibolu'da meks üzreiken, bir ay mürurunda alam ve ekdar vücuduna te'siri beliğ etmekle zevrakı vücudu kulzumı ademde haine inayet olundukça hiyanetebah oldu. çün vak'ai haile tinin beratiatı diyerek hiydneti zuhurunda ca'fer zulmüne neş'tevfir ettiği: et eden şanma binaen sefayinin limana duhulüne sebeb ol mak mel'anetinden ta'ziri bi'lafv mu'amelesini padişah inayet bu yurdukta gayret ile ayıbını setr edecek bir esere sa'i kendüden me'mul kılınup, kapdan paşa nasb olundukta, devlet hiyanet eden ha bise inayet ederimiş i'tikadma zahib olup, asla bir tedarikde olma dığından gayri limni'ye küffar geldiğini haber aldıkta ne çare de m ü n ir k tepe yicek, haşan paşa bu gayrete mübaşeret ettikde, hoyrad bahadır lıktır ve nefsini mühlikeye ilkadır dejrii haşan paşa'yı men'e sa'i etti. lakin takdir, haşan paşa tedbirine mutabık gelmekle ! fb mezbur kapdanlıktan mehcur üç: olup, yerine rütbei valayi vezaret ile kapdanlık biçilmiş kaftanı olan cezayirli haşan paşa'ya layık görüldüğü amme indinde müstahsen görüldü. en tu'eddu'lemanati ila ehliha fermanı vacibü'letyanına 'ri'ayet ve imtisal olundu ve bir samur kürk ve al tın çelenk kendüye' ve dört yüz çelenk ile beşer bin kuruş askere bahşiş irsal olundu. müderrisinden vezir olmak: ve sadrı esbak'rec osman paşa deyü devri mahmud hanide şöhrei afak olan veziri merhumun hafidi müderrisinden yenişe hirli osman efendi, mora makalemizde tafsili mürur ettiği üzere, musilei sahn müderrisi vazifefaidei gayret: si değiliken, gayreti islamiyesine binaen bin beşjöiz adam ile mora'ya erişüp istihlasına bezli makdur ettiğini muhsinzade pesend edüp, ikrama şayestedir deyü, tahrirat ile hastane'ye isap eyledikde padişahı kaderdan, tarikında iki mertebe terfi' olunsun buyurdukta, şeyhü'lislam bulunan mirzazade esseyyid mehmed sa'id efendi, arif ve zarif zat olmağla, tankımızda cihadı bi'nnefs eder ulema efendilerin cihadına göre ikram olunmak içün tarik vaz' olunmuştur. cihad suveri edenlere ikram oluna gelen tarikden ik ram gerek deyü i'tizarda olucak, padişahı dilagah zamirinden, ben buna bir rütbe ihsan edeyim kim, sudurı ulema belki reisü'lulemanın derecesine isti'la etsün deüç tuğ: yüp, rütbei vezaretle üç tuğ ile şa'ban'm yirmisinde dilşad buyurdu. selefde medreseden üç tuğ ile kamyab ol muş koca köprülü mehmed paşa'nın oğlu ahmed paşa idi. bu da hi sani oldu. ve ramazan'ın yirmisinde , boğaziçi'nde, yeni köy'de harikı kebir vaki' oldu. ve şevvarin sekizinde , ekber şehzadegan olup, şehinşahı asrın biraderi sultan bayezid azimi darü'lme'ad ve kabri pürenvar olup, ceddesi valdecami'i türbesine defn olunazli sehbanbaşı: dukta, muntazırı rahmeti kirdi gar oldu. ve sekbanbaşı olan damad mustafa ağa, zabt u rabt ricalinden olmamağla, askeri taifesi elüi ırza ve ra'iyyeye tecavüzlük ettikte, men'e muk tedir olamadığı içün azl ve kulkethüdalığı'ndan müteka'iden rumili'de sakin yusuf ağa getirilüp, sekbanbaşı nasb olundu. gelelim havadisi orduyı hümajmn'bu eyyamı şitada adeti kadime üzere, tuna müncemid oldukta, muhafazaya asker olmadı ğından, hal nice olur deyü efkar olunuridi. bihikmetillahite'ala ' hilafı ade asla buz donmayup, mahs urı mezkur mintarafillah merfu' oldu ve sadrı azamin biraderi olup, sipahiler ağası olan ali bey orduda rahtkeşi kişverdarı beka olup orduşeyhi olan veliyüddin efendi, ertesi nıısret: gün kezalik terki bei;ü'luhranı ' cismi gamgin eyledi. ve babadağı sahrasından ısakcı'ya nüzulden sonra muharrem'in on beşinde , meclisi müşaverede karayiova'ya ge len küffarın reisi doneco nam boyarı, vidinli basub bo yarı ve sa'irini kati eyledi haberi meserreti geldi. eflak ve boğdan re'ayası esir ahnmaya fetvu: mukaddem boğdanlu'nun istirkakına fetva ve ferman verilmiş ti. şimdi eflaklu'nun dahi istısaline fetva ve ferman verildi ve karayiova banı manolaki bu vakta gelince, eflak cenglerinde ianesi aşikar olmağla, kendüye eflak voyvodalığı mev'ud olduğuna bi naen, bu esnada bükreş'den küffar çıkup. yaş kasabasına gitmek le, banı mesfur voyvodalıkla bükreş'e dahil oldu. ordu ısakcı'ya vürudundan sonra, rebi'ü'levvel'in on ikisinde otakda mevludı şerif kıra'et olundu. bu hinde han maiyyetine ısmail muhafızı abaza paşa ve çorum mutasarrıfı esseyyid haşan paşa ve dağıstani ali paşa ta'yin olunmağla, han otuz bin adamla kuşan'dan hantepesi'ne gelüp, dahi asker talep etmeleri ile on bin başı ve ibrail muhafızı abdi paşa'ya dahi emr olunmağla, yirmi bin adam ile gitti. cem'an altmış bin olmuşiken, su çok, köprüsüz ge çilmez deyüp. yaş üzerine varmayup, küffar bükreş'den dahi asker getürecek ', piyademiz kalildir deyü arz eyledi. mikdarı askerharb. bu ne gasrretsizlik ki, allahü te'ala mi'etün yaglibu mi'eteyni nassı paki ile yüz müslim, iki jrüz kafire ve bin muvahhid, iki bin müşrike galib olur deyü va'd buyurmuşiken, küffar yüz yirmi bin olsa dahi va'dullaha binaen yine havf olunmaz. halbuki henüz kefere otuz bin yok; faraza yüz elli bin ol sun, yine havf olunmaz. zira kütübi fıkhiyye'de fukaha tasrih buyurmuşlar. mi'enin mi'eteymes'ele: ne, elfin elfeyne galib olması, on iki bine vanncadır. bir kerre müslim on iki bine baliğ olduktan sonra, küffar iki kat üç kat, ister ise beş kat olsun, sabr ü sebat olucak mukabeleve mukatele olunur. havfen firar günahı keba'irdendir. böyle olucak, ceng be nim karım değil demenin hüsni ta'biri ve zımnen halini beyan etmişiken, ordu ricali iz'an etmeyüp, müşaverei azime edüp, vezir isticvab ettikte, yeniçeri ağası olacak kapıkıran paşa, ocağın vakfı kelamı olan, biz padişah kuluyuz, mühimmatımızı tekmil ile bizi karşı geçirüpadaya sal, sen efendim livai şerif yanında kal. eğer biz mansur olur isek, nam yine sizin olsun dediği tahsin ve fatiha kıra'et ve ibtidai şehri rebi'de geçilmek tenbih olundu ve bu envanda cedid gelen süvari ve piyade on bin yiğid dahi han yanında irsal olunmağla han ordusu elli bine baliğ oldu ve abdi paşa dahi ibrail'den yirmi bin er ile yaş semtine teveccüh ettikde, bir mikdar kafir derkemin olmuş. biribirinin fırsatına müterakkıb, bilaceng karşı karşıya durur. ba'dehu feld mareşal gelüp, prutnehrinin beri tarafında han ile muharebe ve karşı tarafta olan kaçarabdi paşa ile mukateleye meşgul oldukların da ahz olunan dillerden küffar tahminden efzun dediklerine i'timad edüp, cengden rugerdan olmağabahane add edüp, sekiz sa'at beri olan falcıgeçidi'ne han ve abaza paşa ve dağıstan! ağa gelüp, küffarın kasretinden naşigeri geldiklerini vezire bildirdik lerinde, abdi paşa yaş'dan kalkup, prut'u geçüp, han ma'iyyetinde olmak fermanolunmağla, abdi paşa flacıgeçidi'ne geldikte, yaş'da olan küffar dahi geçüp, feld mareşal olan romancof'm ya nma geldiler ve on bir gün abdi paşa gayreti ile kah çarha, kah saf cengi oldukta, asla düşmana göz açtırmayup, kelleler ve diuer alup, her gün kati vafir kefere kırup, fevz ü nusret ile dilşad olup, piyade ile imdad olunsa, küffar bi'lkülliye muzmahil olunur deyü han'dan tahrirat gelicek, gurrei rebi'ü'levvel'de yeniçeri ocağı tuna'dan ubur ile imdad tasyeniçeri ocağımın tuna'dan vib olundu. gerçi köpıü kurulgeçdiği: du. lakin tuna bir mertebe tuğyan etti ki, seksen seneden berü misli mesbuk değil, sahralar buhayre ve göl olmağla köprünün iki başı açıkta kaldı. kelamı akil terk olunmaktan sarar: vücudu ile ademi müsavi olmağla. koyun geçidinden yeniçeri ordusu ile piyade ocakları açık ta'bir olunur, kebir ve vasi' ma'vnaar ile geçirilüp, han'a imdad varacağı bildirilüp, yanında olan paşalar ile han'ın sabit kadem olması tenbih olundu. yeniçeri ağası karşı geçüp, ileri gidecek oldukta, hotin'de bahadırlığı bedihi olan kulkethüdası süleyman ağa, ağapaşa'ya müşaverede, gerçi biz tuna'dan geçdik, amma köprüsüz geçdik, her karın müşkilini mü lahaza edüp, tedarik labüd, eğer asan gelür ise baht bizim, eğer inhizam tarafımızavaki' olur ise, altmış günde kayıklar ile bu tarafa mürur eden asker tiz vakitde karşı ubur edemez. küffardan halas olan suya gark olur ve bizim her işin müskilitıi fikr etmek askerimiz bir kerre yüz çevigerek, asan olur ise hdhta harecek, köprü yok, geçilmez devaledir: yü top olup, tekrar küffara hamle etmez, belki cümlesi ca nını suya ilka ile helaki irtikab eder. böyle olunca, fezahati azime münir olur, nedamete mübtela oluruz; köprüolsa bu mülahaza iktiza etmez idi. şimdi bu su'ubete çare, tahassuna vafi, kartal'a tabıyalar ve şaranpolar ile bir mahal dedikde, ağa paşa igzab olup, gazamıza ocağın reisi olacak herif şom nefes ediyor. köp rü olmıyacak, halk helakini mükulkethüdası süleyman ağa lahaza edüp, sabr ü karar ile fihakk kelam tekellüm ettiği rar etmez; eğer muhafaza maiçün azl olundu: haili ihzar olunsa mü'emmen dejti, kalbi kuvvet edüp, sabit kadem olmazlar deyüp, bu herif ma'tuh olmuş, bu sohbet neferata reside olur ise, hahişleri feramuş olur bahanesi ile silsile edüp, bu takrib kırk elli kise akçe celbine vesile edinüp azl, yerineza ğarcı mehmed ağa'yı kulkethüdası nasb etti. general esir alındığı: bu esnada dahi han tarafından gelen kelleler ve diller günden güne ziyade olup, küffarın çarha generali olan prens nam kafiri da hi tokadi ince mehmed esir edüp hayyen getürdükte, beş yüz kuruş ile yevmiye altmış akçe verildiğini istima' eden ordu ahalisine şevk gelüp, biz bu safadan mahrum mı kalacağız deyü cuş u huruşa gelüp, cümleden kartal canibine güzere hahiş müşahede olunduk ta, vezir müşavere etti. küefarda inkisar ve mağlubiyet ve za'af i'yan, paşalar ve ağa şan sahibi olup, sadrı azam efendimiz mahrumiyyet ile gerü kalmak inde'lukala dürdür deyü müdahene olun dukta, güya urukı gayreti heycan edicek, köprüsüz mevkı'e alemi resulu'llah ui gitmek olmaz. ordu ile sancağı şerif isakcı'da aram etsün, efendimiz sebükbar geçmek münasibtir denildikde. yeniçeri ağası: efendim siz ordudan ve livai şerifden münfek olmayup, iktiza ettikçe, akçe ile asker ile imdad etmek ha yırlıdır; bile gitmekte hatar me'huzdur deyü azar beyan ettikde, müdahinler ağa paşa küffarın za'afını ve askeri islamın kuvvetini görüp, her halde nusret runüma olduğunu görüp, vezir gitse, nam vezirin olur; amma gitmiyecek şan kendisinin olmak içün men'e sa'i ediyor denildiğine vezir mail olup, bu niyyete fatiha tertip olu nup, sahibi devlet dahi kartal'a ubura acele ettikte. yeniçeri karşı geçmiş olmağla, kartal'dan ilerü hareket ve vezire veda' edüp gitti ve ertesi varup han'a mülakat kasd etmişidi. bu kasdı küffar haber alup, iki asker biribirine mülakat et meden, birine hücum lazım deyüp, ocakların kartal'dan kalkdığı gece, fecirde yerinden kaldırup, paşalar nam benim olsun deyü han ordusuna top menzili tayahud gayrisi nam almasın dekarriib ettikde, elahdetü ale'ryü inhizama ba,'is olmak güravi, bu gece han ile abaza panahı: şa sohbetde abdi paşa içimize karışalı zuhur eden fevz cümle abdi paşa'ya hami olunuyor; küffar gelirimiş, metanet edüp, nusret vaki' olsa yine abdi paşa'ya atf olunur. bizler firar edelüm gör sünler yalnız abdi paşa iş görürimiş bilsünler deyü askerlerinin ademi ihtiyatlarına müsa'ade etmişler idi. vakti fecirde s mil üzerinde iki yüz araba topu ile otuz bin tüfenge küffar' ateş edicek bir kimesnenin burnu kanamadan tatar firar etti. bunları miri askeri görüp, anlar dahi firar ederek, meterisde olan piyadeleri üzerine geldiklerinde, anlar şaşup, tarmar olup, ni ye uğradıklarını bilmeyerek, meterisden çıkup, beş sa'at berü yeniçeri ordusuna ve miri askeri kartal'a ve hanı bişan ismail'e ıl gar ve han ile paşalar ordularını küffara terk etti. bu vakı'a rebi'ü'levvel'in yirmi ikinci günü , vaki' oldu ki, vezir dahi bu gün kartal'a geçecekidi. bir taraftan seksen aded açık ile asker ısakcı'dan kartal'a henüz mürur ederiken, kartal'a gelenler, göz kızgınlığı ile ısakcı'ya geçmesünler deyü açıkları isakcı'da meks ettiler ve dünkü gün yeniçeri ağası kar tal'dan kalkup, beş sa'at ilerü konup, ertesi han'a mülakat kasd etmişidi. bu gece bu halet vuku'unda ordu bulunduğu mahalde meks etti ve meteris aldı ve vezirin geçeceği cümlenin ma'lumu olmağla, vezire muntazır oldular ve han inhizamından perakende olan asker yeniçeri ordusuna cem' olmağla, şair askeri dahi ifsad ederler; etmeden acele teşrif buyurun deyü vezire i'lam ettiler. gerçi mukaddem vezir geçmek üzre fatiha kıra'et olunduğu üzre, bu günkü gün vezir geçecekiken bu keyfiyyet zuhur edicek, vezir askerde metanet olmadığını idrak ve nam alayım deriken. münih ak tepe bednam olacağını iz'an edüb, feragat ve nükul etti. amma geçen asker durmakla, fütur getirüp biribirini ifsad edecekleri agikar olmağla, tekrar müşavere olunup, ubura karar verildiği lailaç ağa paşa'ya ihbar olundu ve nişancı abdullah efendi kaymakam nasb olunup, alemi şerif ve aklam ve cemi' ordu isakcı'da kalup ve sipah ve silahdar dahi, livai şerif ve hazine yanında bırakilup, rebi'ü'lahirin yedinci ve temmuz'un on beşinci günü seheri vezir otuz bin adam ile kayıklar ve açıklar ile kartal tarafma güzar etti ve kendü tsakcı'da eğlenüp. ağa paşa ordusuna takviyyet vermek murad etti. lakin ağa'dan ve han' dan gelen tahriratda, eğer vezir eğlenmek değil, bir kaç gün te'hir etmek lazım gelür ise askerde aracif peyda oldu. perişan olmak şöy le dursun rüsvaylık edecekleri zahirdir deyü yazılmağın, bu herif ler bu kadar kaleme almış; hakikat hal böyle değil ise dahi kelamlarını tasdik ettirürler deyüp, ertesi hareket ve beş sa'at seyr ile ağa ordusuna mülakat etti ve bugünlerde han yirmi esir ahz edüp, küffarın kahtdan bitab olduğunu haber alup, mezbur dil leri vezire irsal, oldahi birini istintak ve eline bir kaç altun ile bir beyaz ekmek verüp sebilini tahliye eyledi ve abdi paşa çarhacı ve rumili valisi abaza paşa sağkol ve adana valisi karslı haşan paşa sopve her birine kürkler ilbas ve onar aded şahi top ve han küffarın verasında olup, bizler cenge mübaşeret ettiğimizi top sadasından bilüp, oldahi küffarın arkasından hücum ve ikdam etmek ferman ve tedbir olunup, cümleye kıra'et olunup, ifade olundu ve rebi'ü'lahir'in sekizinci günü vakti duhada ve zir kaffei asker ile bir kaç günden berü metanet verdikleri meterisi sabıkta dahi. sultan osman meterisi olmağla, vasi' ve amik olduğu içün gerçi küffarda zahireye müzayaka ifrat olmağla, ya firar, ya muharebeye tasaddi elzem; ancak i'dad olunan mahal ve meterisler müstahkem olduğundan cesaret edemeziken, yurdı mezkuru terk ve beş sa'at ilerüde gölbaşı nam mahalle ki, hareket olunan mahaldir, suya dahi asla zahmet yokiken, bırakup hankışlası nam mevzii menhusa varıldı. amma tuğyanı abdan yollarda su basmış mevaki' olmağla, doğru yoldan gidilmeyüpıdolaşarak güçle beş sa'at mesafeye on sa'atde güc ile 'varup, küffarın olduğu mahal görünecek, meteris hafrihe meşgul oldular. on sa'at ve perşenbe gün cenge mübaşeret olunacağı cümleye tefhim olundu. lakin akşam karib olmağla ve on sa'at yol yörümüş, bitab pi yade oldukça bir meteris kazub ve üç koldan karakollar çıkanıp gece nigehbanlık ederleriken, nagah bir tüfenk alevi göründükte, askerde bir gulgule peyda ve hayvanlar ürküp dağıldıkta, herkes hayvanını bulmaya ve bulanlar süvar ve firara ağaz ettikleri müşahede olundukta, vezirçuhadarları münteşir olup, hiç bir şey yok ademler deyü istimalet vermekle def' olundu. amma küffar da kaht olup, casusları perşenbe günü üzerlerine hücum olunacağınıve as kerin bu gece on sa'at dolaşmak ileyorgun olduklarını ve kazdıkları meterisin işe yaramadığını ve bir tüfenk alevinden firara ka rar verdiklerini haber vericek, böyle fırsat ele girmez deyüp, hema bu gece, ya'ni çarşanba gecesi, yerler ağarur iken, küffar yerinden hareket ettikde, vezir küffar hareket etmez, biz perşenbe gün tedarikimizi görüp, üzerine varuruz mülahazası ile huzurunda iken, küffann hareketine ta'accüb ve heman etba'ı ile ilerü şemsi yeye vardı ve paşalar çarhaya şitab ettiler. amma küffar üç koldan ayak ayak gelüp mülaki oldukda, bihisab top ve tüfenge ve humbaraya birden ateş verüp, gülbankieflake çıktı. amma as ker bilatereddüd kıtale şuru' ve hamle edicek, küffann nizamı muhtel olmuşiken ve içler kati vafir' düşeriken aldırmayup, orta ve sol koldan rahnedar oldukta, inhizamı karib olmuşidilakin sağ koldan miri askeri ile abaza paşa edna mertebe sabr ü sebata ' tahammül etmeyüp rugerdan ve birden gerüye şitaban olduklarında küffar ferce bulup, gülle ve humbara atarak, sağ koldan ta çadırlara dühul etti. vezir biasi firarı görüp, rücu'larma sa'i etti; müfid olmıyacak orta ve sol kol süvarileri dahi, küffar ardımıza geçmiş, aya ne güne inhizam vaki' olmuş, bizim haberimiz yok, küffar arasında kalmışuz diyerek, idbara tehyi'e ettiklerinde ve dümdar miri miran mustafa paşa başında olan arnavud askeri ile bermücibi ferman ahz ettiği firarilerin burunların ve kulakların kesdi. görenler havf edüp, küffar üzerine çev rilmek lazım iken, burunsuz ve kulaksız kalmayı irtikab ettiler; küffara karşu varmadılar. bu takrib atlı askeri her tarafdan perişan olucak, küffar bu haleti acibeye bir eyyam hayran ve atlı endişe sinden aman bulucak, heman üç tarafdan meterise munsab oldu. lakin orta ve sol kol gayjtirane muharebeden fariğ olmadı. amma m üntrk tepe sağ kol meterisinde olan arpavud ve laz taifesi ile canikli ali bey bilasaman huruc ve firar ettiler. süvari gitmişiken, yalnız piya de ota ve sol gibi, sağ kol karar edeydi bi'lkülliye küffar hufrei nara ilka olacağında iştibah yokidi. ve kane emrüllahi kadaren makduren. küffara nisbet askerimiz üç dört kat, en'a ve zahire firavan, elbette küffarirar eder; ta'kib mülahazası ile tahfifi malzeme olunup, sebükbar gidilmişidi; ta'kibe hazırlananlar mu'akibolup, cemi' hayvan ve top ve cebehane ve harge ve hargahve çerge ve hayme terk, belki yağmurluk ve kavuğunu bırağup kaçdılar. zalike takdirü'lazizi'lalim. ve'lhasıl ekseri kaça kaça kartal'a geldiler. uç taraf su, bir taraf düşman olmağla, senta senesi gibi biesrihim haşer olmak derkar idi.da kılletinden nail olduğuna kana'at edüp acele gel medi. bunlarda kartal'da meteris kazdılar. amma top yok, cebeha ne yok, sözde metanet yok, ihtilaf çok, emir çok me'mur yok, amir çok amil yok ve isakcı'da olanlar bunları görürler; ubur ettürmeğe ilaç yok. eğer karşıdan kayık gelüp, ricalden geçinirler ise, kati ederizdeyü pehlivanlık izhar ettiklerinden, naçar vezir meks ve gece yenice karyesinde beytutet ve seheri bir piyade zevrak ile güzar etti ve her nekadar sagir ve kebir kayık var ise kartal'a gönderüp, durma beriye adam naki ettiler. lakin adı bellü kimesneer, aşikara geçmek, erazilden muhal olmağla, hüddamı saz arasına kayık getirüp geçirdüler. kimi kayığa ben derakib ola yım deriken, kayık devrilmekle, cümlesi birden gark olup, kimi ka yığa növbet gelmez yüzerim dejdi kendüyü suya ilka edüp şinaverlik edeyim deriken garik olarak dahi kati vafir kimesne helak oldu. eğer yeniçeri ordusu geçdikte, kulkethüdası süleyman ağa'nın tedbiri üzre bir hısn tedarik olunmuşolaydı, bir adam telef olmadığından başka, kartal'a cem' olup, kendüleri tanzim ve tekrar küffara hamle etmek mercu idi ve hini inhizamda ağa paşa ve abdi paşa ve abaza paşa ve reis recayi ve tezkireciler otuz bin süvari ile ismail'e ılgar etmişleridi. ismail'den bir türlü ge çemeyenler dahi kenardan ismail'e gittiler, garabet şunda ki, semti selamete çıkmış ba'zı tama'kar, bir gün baktı geriden'kafir gel miyor. tekrar orduya varup, tuhaf tefarık cem' edüp yine geldi. lakin ekseri küffara esir oldu. nihayet kartal'da geri kalanlara' küffar gelüp kimini kati ve kimini esir ettiğini beriden tema şa ettiler ve zikr olunan paşalar kırk bin piyade ve süvari ile ismail'e varup, geçen seneden ber ismail'de hafr olunmuş meterise ve tabiyalara' otuz top vaz' olunup, fakat ahali abaza paşa ile muhafaza ve küffar tahaffuzlarm görüp, üzerlerine cesaret etmediği mahalli zabt ve cum'a gün han dahi on iki bin tatar ile gelüp, mutma'inü'lkulub olup, bu kadar askere vafi zahireden olmamağla, han orduya gidüp merammı vezir ile söyleşüp, üç sefine un, arpa ısakcı'dan ismail'e irsal ettirüp, kendü dahi ismail'e geldi. paşalar ile ittifak ve nevaziş ve cümlemiz birden düşman üzerine gidelüm deriken, her ağızdan bir türlü kelam olduğundan, han iğzab olup, ferdası han tatarlığa gidicek, ertesi küffar rebi'ü'lahirin on dör dünde , layenkat' baran nazil oluriken ve du mandan gözgözü seçmeziken, on iki bin kafir taburu geldiği görü nüp, kasabadan harice çıkıldıkta yağmurdan kafir bir top atamaziken, yerlü ra'iyye keferesi baş kaldırup, meterislere hücum ettikte süvari bu halden bigayret olup, bilaceng tatarhğa azimet ettikde bir mıkdar piyade ile ağa paşa dahi anlara mülhak olucak, abaza ile abdi ' beşeradam ile birer kayık ile tolça'ya, andan orduya, güya istimdada geldiler. henüz orduda muhafazaya kafi on bin adam yok denildi ve ismail'de kalanlar, gelen üç geminin zahiresin deryaya ilka ve kendüler binüp tolca'ya geçdi ve açıklar ile zihamdan ve yüzmek me'mul edenlerden kati'vafir kimesne gark ve ehli kasaba, kendü kendüleri bir sene muhafazada birahat olup, elli bin nüfus gelmekle, istirahat kasd edüp, eşya nakline mühim edinmemişleridi. bu hal zuhurunda, zifafdagelin güveyi ve pilavlar kazanlar ile bırağup, ekseri kendü açıkları ile halas ve ba'zısı gark ve ba'zısı esir oldu; hatta hakim olan siyafzade, yevmi mezburdada'va ve hüküm ile meşgul idi. nagehan bu halet vuku'unda üç tane hizmetkarı dahi esir oldu; ve küffar haneleri, karhaneleri ile gelüp, bimeşakkat on iki bin kafir ismail' altmış bin adamın elinden aldı. geri kalan piran ile mecruhanı tolca'ya yolladı; ve ağa paşa on bin adam ile kili'ye vardı ve levend, han tarafına gitti ve kili'ye gidenler, altmış gün sergerdan olup, sonra akkirman'dan sefayin ile vatanlarına gitti, tki adamıile ağa paşa ısakcı'ya geldi. amma m ünir ak tepe otuz gün mikdarı ağa mefkud olucak, orduda ba'de'ımüşavere kulkethüdası mehmed ağa yeniçeri ağası nasb olunmuş buldu ve mezbur kapıkıran paşa' dimetoka'ya nefy olundu. ismail aha lisi, hay bunlar sağlıkla gelmesünler, bizler bir sene kendü kendümüzü muhafaza ederiken geldiler ve ceng deriken lenk oldular; sonra firar ile cihanı gözlerine tenk ettiler. nicelerimiz bağı arzu muzdan meyvei murada ermeden berk ü barımızı pejmürde ettürdüler. bundan artık kemnamusluk ve gayretsizlik olurmu? kim' kavi heykel iken za'if şekil bu biarlık ve bednamhğı paşalar ve men tabi'ahum irtikab ettiler. böyle carisliği eba ü ecdadımız görmemiş ve neslimiz işitmemiş. bu hacalet, bu hakareti bima'nayı bir ahed kabul etmemiş. ekseri alefi semek ve ruyi zemine veda' ve talibi deryay ü sahra göçü ile ba'zılan deryayı vartadan ke nara yettiler ve hanümanımıza ateşi nehb ü garet vurup, zen'ferzendlerimizü kaydı esaret ve kendüleri zülli hasarete giriftar kıl dılar ve hedefi ta'n ü teşni' oldular dediler. tuna köprüsü: tuna'ya inşa olunan köprüye, her biri yirmi zira' tul ve altı zira' arz ve altı zira' umk ile altmış iki tombaz ihzar ve her bir tom bazın mabeyrii altı zira' açık ve her tombazın iki tarafına, dörder sütün üzerine kereste vaz' ve bina ve başlarına dahi karaya yetmişbeşer zira' iki tarafa kazıklar kakilup, köprü medd olunmağla, cem'an köprünün tulü ve yedi yüz elli zira' ve arz'on altı zira' olup ve iki tombazdan, kapı içün zincir ile rabt olunup, sefayin mü rurunda açılır ve demir yerine söğüt ağacından örme kebir sepet içine elli araba taş vaz' olunup, adam beli kalınlığı yaban asmasmdan seksen ve ba'zen yüz yirmi zira' halat ki, her bir halata yüz araba asma sarf olunur. her iki tombaz mabeynine bir sepetden de mir bırakilup, karşu canibe şaranpolar ve arız hendek hafr ve toplar vaz' ve her tombazda ihtiyaten ikişer koğa ile birer adam ve vasatı cisirde çadır ile bölükatı erbe'a gelüp geçen niza' etmemek ve düşman bir takrib ateş atmamak içün nevbet bekler ve karşu ba şında bir iki tuğlu ile bir orta bekleridi. ismail vak'asından sonra, iskenderiye mutasarrıfı mehmed paşa ve humbaracıbaşı ve lağımcıbaşıve rumili alaybeyleri ile iki bin beş yüz kişi kili kal'asma varup ehalisi perişan olmuşidi. bunlar muhazabitan hakkında siyaset merfazada olduklarını vezire i'lam fu' olmağla, pasa me'mulüne ederlerimiş. mezbura beylervasıl olmıyacak kavayı terk ve beyi payesi ile altı firkate irsal yağmaya cesaret ettiği: eyledi. lakin amavud üç tuğ me'mul ederimiş; gelmeyicek, yanında olan arnavud biribirile mücadele suretinde, kal'ayı yağma ve huruc ve akkirman'a vardı. yerine çirmen beyi ta'yin olundu. amma kal'ada olan ihtilal küffara aks olmağla, ismail'den bir mıkdar kafir varup, kal'ayı muhasaraları on gün oldukta, müfti meh med efendi fetvası ile kal'ayı eman ile adaya teslim haberi vezire geldikte, müşavere olunup, bu hal ne haldir? her canibe me'mur olanlar ita'at etmez ve ita'at ederler ise düşmanı görücek firar eder ler; ilaç nedir denildikde, ba'zılar firarileri te'dib lazım dedi ve ba'zıları ekmekleri ahire verilmek lazım dedi ve ba'zılar levend ve miri makulesi terk olunup, anlara olan masraf ocakluya i'ta ile rağ bet ve i'tibar olunmak lazım dediklerinde, kavli ahire karar verildi. ocak cuhudu: lakin vücuda getiremediler. madama ki ocak cuhudu vardır, olmaz. ağa olan tama'karlar, kendü aldıklarına kana'at etmeyüp, eslafından ziyade bazirgandan hizmet taleb edüp, anın cuhudca tev cihini kabul eder. mesela tolça muhafazasınaişgüzar ve maldar bir ağa ta'yin olunur. ma'iyyezabitin tcelammm nüfuzuna setimde olan bana inkıyad etsün bep: içün malından i'ta eder ise as ker ona ram olur; devlet tara fından her nekadar çok verilse, zabitine ita'ata faide etmez. zabit kendü canibinden bezi eder ise kelamı nafiz olur. herkes rizasma sa'i eder ve muhalefet edenleri tekdir ve te'dib ettikde, şairi mu'avenet eder. cuhud maldar ağanın yedinden malını aldırmak içün hınzırıgibi ba'id ve meşakkatlu ve bihasıl yere kaldırdır, oldahi afvı içüıı mamelekini veriir ve yerine bir müflis ağayı getirdüklerinde, neferin dağıldığını ister ki, ta'yinatlarından ve mandelerinden fazla peyda edüp, kendüyü idare, deynini edaya sarf eder. böyle ağayı kimesne saymaz. küffar göründükte, başından perişan olurlar; asılda dahi kalil kimesne kalmışidi ve müttehem olmağla, nefere bir şey demez. nihayet vezire ve kendüden büyüklere asker firar etti deyü i'tizar eder. bu derde ilaç bulmadılar; ya'ni ibtida yeniçeri ağası nasb olunan zatdan bir habbe ahz olunmaksızm nasb olunup, her mansıba müstehakını nasb ile ve nasb ettiğin zabitlerden bir akçe ve hediye kabul etme deyü tenbih ve sırren ve alenen haline daima nezaret olunup, tenbihdenhariç hareketi zuhur eder ise i'dam, ol dahi mansublarını daima gözedüp, aldığı ta'yinden bir nefer noksan olur ise yalnız te'dib değil, ibreten li'lsairin i'dam eder ve mansublar ma'iyyetinde olanlara malından i'ta edecek mıkdar akçe kazanacak amelde i'mal eder. bu takrib zabite inkıyad etmediğini zabiti haber verdikte bilate'hir ve bila müsamaha cezasını tertib eder ise, ocakludan hayırlu ve meymenetlü asker olmaz. lakin bunükte ve bu şiveden cümle gafil olmağla böyle halat zuhur eder; yine celbi mal sevdası ile iykaz olmajaıp, senei atiyede kemafi'levvel hareket ederler. bel ki bu sene hayr zuhur eder derler; amma olmaz. nihayet bu şive lerden tecahülen her ne güne tedbir ettiler ise karşuda sag kalanların ekseri özü ve akkirman ve han yanına, ba'dehu vatanlarına gidüp, orduya gelenlerin dahi zabt u rabtı imkanda olmamağla, her kes başlubaşına vilayetlerine gitmekle, ekalli kalil orduda adam kaldı. karşı tarafa kiminle nizam vermeli ve kiminle iş görmeli; kar şı taraf ber taraf, beri taraf dahi taraf taraf oldukça mukayyed olalım denildi ve yedisantatatar: tan fi'lasi moskov derununda tavattım ve ülfet etmişiken bir' takrib çıkup hanlar himayesinde, sonra hanlardan iştika ile devlet sayesinde olmuşlaridi. küffar kili ve ismail kasabaların alup, bender'e külliyetlü asker gönderdikte, meskeni tatar olan bucak'dan geçüp. tatarı paymal etmek görünür idi. lakin kafir ukalasına rağbet ve ikram ve tedtnri düşman: tedbirine razı olduğu içün uka lası tatar'ı kırmakta, dinimizde kan dökmek yok; bunlarda ise evlad ü iyalleri sebebi ne, bize muhalefete mecal yok; heman bunları azad kılıklı kendümüze ram ve bunların vasıtası ile sair kabaili tatar'ı dahi kendümüze sayd ve osmanlu'dan iftirak ve bezli mal ile tav'an ve ker hen cümlesini celb ve osmanlı'dan tenfir ve beynlerine husumet ilka ve iktiza eder ise, osmanlu'ya taslit edeniz; zira mukaddem ta rihlerde dar u diyarımızıtatar harab ettiği içün osmanlu ile mu hasara edemezdik. şimdi bu takrib osmanlu'dan bu kuvvet selb ve tarafımıza celb ile kuvvetimiz kat kat olur dediklerini kabul ve minvali meşruh üzere ibtida yedisanlu'ya bu hali arz ettikde, ka bul ve şairi dahi bu münkere isal ettiler ve iba edenlerbucak'ı tehi bırakup, özü semtine, nisa' ve sıbyanını naki ettikde, altı bin ka fir, özü üzerine bunları dahi ihafe ile canibine almağa gitti. amma bu hilalde, han anda bulunup, cümade'lahire'de , küffara mukabele edüp, başında olan osmanlı askeri ile küffan kırıcak, bir mikdar kafir firar etmişidi. sonra kusurunu tekmil ve tekrar üzerlerine geldikde, haşan çavuşoğlu ve gölgelioğlu varup ceng ederiken kesretleküffarın imdadı zuhur edicek, han ile ma'en özü'yeşitab ve vafiri esir oldu. heman han' sefine ile özü'den kılburun'a geçicek başında olan on bin süvari osmanlı bahadır ve bimisi atlarını hımar bahasına bey' ve evtanlarına sefayin ile sür'at ettiler ve isakçı'da orduyı hümayun gayetle tehi kaldı ve küffar karşulan olan kartal'da, n münfek ol madı ve kalan askere ordu gereği gibi ta'yin verilüriken, bir ucdan firar eder, derbend ve geçidlere zabitler ta'jan ve ihafe oluriken, yine firareder, hemen hemen hademe makülesi altı bin adam kaldı. abdi paşa: küffar karşuda, gerçi orduda abdi paşa ve mehmed paşa mevcud; lakin inhizamda mamelekleri metruk olmağla, nefer misillu hayyiz ve feyzleri yok deyü devlete bildirilüp, rumili'nin orta ve sol kolunu kışlak içün tahrir ısset; ederek, edirne bostancıbaşısı geleceğini ve kethüdalık'dan üç tuğa nail olan'elhac ahmed paşa, askeri edirne'den sürüp ge tireceğini, kezalik vezirkethüdalığı'ndan muhrec izzet ahmed m. efendi bin kise hazine ile vezibender kavası: re gelüp, haber getirüp, yine hastane'ye avdet eyledi ve bender'in muhasarada olduğu haberi geldi. ne faide, henüz savahili tuna'dan beri tarafı değil, ordağıstani ali paşa'ya üç dujoı muhafazaya adam yok ve bender'den haber alacak insan değil, kuş yok. lakin dağıstani ali ağa bu etrafda tul meks ile bu havaliden adam tedarik eder. sui tedbiri ile hatuna benzer adam dan imdad me'mulü ile üç tuğ ihsan olundu ve sadrı azam olan halil paşa astane'den üç tuğa sanm paşa: nail olduktan üç gün sonra sa rim paşa'ya dahi üç tuğ in'am olunup, orduya gelmişleridi. halil paşa'ya mühri şerif vürud ettikde, sarim paşa havfe ta bi' oldu. zira astane'de sanm paşa defterdar iken, defterdarların hilminden ashabı maiikanede firavan mali miri kalmışidi. cüm leden ziyade miriye deyni olan bu halil bey olmağla, mali miri' içün beynlerinde münafese ve münakaşa ve müşateme ceryan etmişidi. bu sebepten vezirden ihtirazmdan, yerkökü'ye me'mur ol dukça i'damı havfinden i'tizar ettiği içün silistre'ye muhafız olmuşidi. lakin hasmının başdaolması fikri, gece gündüz birahat et mekle akıbet vücuduna te'sir etmekle ruhı revanı arsai vücuddan göç edüp, alemkeşi kişveri ahiret oldu. isminde ve babası namın da tiğ mevcud olmağla, te'siri esma sebebine kendü mübaşir ol duğu karda kesgün ve hala küsgün idi. eğer halil paşa'dan mu kaddem mühür buna i'ta olunsa, halil paşa gibi mağbun ve ma'yub olmamak me'mulidi. gerçi defterdarlığında makbuli şehinşah ol dum deriken, menfurı alem olmuşidi. lakin zabitliği ve ikdamı hasebile, mührü idare etmesi me'mul idi. vakta ki, cumade'lahire'nin dokuzunda , kar tal'da olan küffarda azim şenlik zuhur etti; görülüp bir ma'na verilmedi. on gün sonra bender defterdarı olan tayyib ağa ve başmuhasebe katiblebender'e moskov'm istilası: rinden piriefendi moskov binbaşılarmdanıvan petro jlj. nam mariyor ile ismail'den orduya gece şem 'dn iza d esü leym anefen d i ta r ih i getirilüp, istintak olundukta, halil paşa inhizam günü' bir güruh kafir bender'i muhasara ettikte, delirane cenge kıyam olundu. la kin bihikmetillah veba müstevli olup, cenaze defnine ve hasta timarma ve acı çekmeye henüz takat kalmayup, kimi ceng, kimi nıecruh, kimi şehid olmaktan dahi tab u tüvan, mün'adim ve hayran, şühedayi suriyden ma'nevi mezid iken, ordudan duyulup, imdad ge lince gayret edelüm deyü bir kaç kerre şehidi hükmiye şehadeti hakiki racih deyü yürüyüş olundukda fevz ü nusrete nail ve her def'asmda bir kaç bin kafir, tahminen elli bin kafir, altmış beş gün de helak olunmağla hatfeenfihi mevtalarımız ile şühedanın üç katıkafir helak etmek gazası nasib oldu. nihayet bir gece siyehkarı füccarın nısfı kal'a kapısına hücum ettikte, bakıyyei müslimin anlan def'e mukayyed iken nısfı ahiri islambopkapısı semtinden ' gece merdivenler vaz' ve mahalli mezbur pasbandan' hali kalmağla, küffar su'ud ve duhule ibtidar ettikde, redd ve iskata bezli mahasel oldu, imkanı bulunamayup duhul etti. istiman ettiklerinde aman vermedi. lakin talebi amana binaen mallarınıyağma etmeyüp, herkesin mallarını arabaya vaz' ve bile sekiz bin esiri leh'e tesyir eyledi. ve bundan sonra akkirman'ı muhasaraya akkirman'ı küffann ahzı: vardıklarında, bender gibi kal'aya vezir imdad etmemekle, ahirü'lemr adaya giriftar oldu. bizim kal'a andan bir burç değil deyü tefekkür ve bila ceng aman ile kal'ayı teslim ettiler. ve yedisantatarı zikri anfen mütatar: rur ettiği üzre bucak'da küf far ile rü'us ve emvalleri salim kalmak üzre yerlerinde karara tarafeynden senedat ahz ettiklerine bina'en benderlü'ye merhamet edüp, karabetimizi esir etmek şartı mıza muhaliftir diyerek, bin yediyüz kişiyi tahlis ettiler deyü ha ber verdikde, alam alam üsütnegussa gussa üzerine, haj hajrfdan efzun olup, vezir ve rical gerçi ifşa etmediler; lakin zehirler yuttularve mesfur yuvan mariyor vezire mülaki olup. bender muhafızı emin paşa'nın esir olup, hardık taleb ettiği kağı dı verdi ve feld mareşal'den getirdiği mektub tercüme olundukta, müfsidin ifsadı ile devleteyn beyninde peyda olan adavetin sefki dimadan gajri fa'idesi olmiz. m üntrk tepe bir gün evvel asayişi ibad ve bilad içün sulh küşadmahim met olunmak bizim ve kraliçemiz dostunuzun ' e'azzi matlabıdır deyü yazılmış ve islama gelen esirlerden, gerçi küffarda galibiyyet; amma za'afı ziyadedir dedikleri hastane'ye bildirilüp, mezbura yüz altun verilüp, cevabısonra tahrir olunur deyü ric'at et tirildi ve eflak ve boğdan istirkakma hüküm verilmekle bir tarafdan geçüp, esir alırlariken arslan girayzade mes'ud giray sul tan altı bin her sınıf dan asker ile niğebolu 'yavü rud ettikde, kırım hanı yarlığ vermeden, kendülüğünden gelmiş, hamn şanı şikest olur deyü geri ric'at ettirilmişidi. şimdi ordu tehi kalup ve ordunun kışla vakti gelüp, kışlacı asker gelmemekden naşi, bi'zzarure mes'ud giakdeniz boğazı'na verilen meray'a müsa'ade olıuımağla, tanei. bir günde rusçuk'dan yerkökü'ye geçti ve tersane'de ka lan altı eski kalyon ve bir kaç arnavud pergendi'si ye yirmi aded ülkün sefineleri ve dört kıt'a cezayir gemisi, akdeniz boğazı dahilinde meks olunup, şayed küffar münasib hava ile kal'alar to pundan zararına bakmajrup, boğaz'dan içeri şedid rüzgar ile duhul eder ise deyü on mahalle tabiyaler bina olımup, onar top ve mikdarı kifaye topçu ile ihtiyat olundu ve deryakalemi zu'aması ile timarlısı dahi ta'yin olundu ve halil paşa inhizamından sonra küffardan ba'zı kili'ye ve ismail'e ve ba'zı kartal'a ve ba'zı ibrail üze rine müteferrik olup, potgoricannam ceneral eylül'de ya'ni cumade'lahire'de askeri menfütuhat der ibrail: husu ile ibrail'e gelüp, muhasa ra ve ertesi merdivenler ile yü rüyüş ve balayı hisara uruc kasd edüp, bir tarafdan hemen bir iki merdiven vaz' ve çıkmaya ibtidar eylediklerinde, muhafız olan sü leyman paşa altı bin merdi meydanı vega ile kal'adan çıkup, küffara hamle ettikde, yedi bin kafiri kantarai tiğdan narı cehime irsal ve on iki esir ahz ve merdivene tesa'üd edenlere merdiven mer diven sefer olup, sakara suküt ettiklerinde müşarü'nileyh canikli süleyman paşa, kılıcı ' arşa ta'lik ederek kai'aya duhul eyledi ve atılan top sadası ordudan istiabdürrazzak efendi: ma' olunıcak, malzeme irsali içün sadrı azam mektubcusu şem 'dn iza d esü leym ane fe n d i tr ih i abdürrazzak efendi irsal olunmağla varup, maçin'de tevakkuf ve etrafdan peyda ettiği adamlar ile ordudan gelen mühimmat ve za hireyi kayıklar ile kal'aya isal eyledikde, mahsurlara kuvvet gelüp, tekrar kal'adan nagehan çıkup, küefar meterislerin basub, bir mıkdar dahi ada kahr edüp, yine kal'aya lühuklannda küffar ta'kib ile top menziline geliçek, müheja toplara bir fitilden ateş olun mağla, ekseri aguştei hak ve bakisi meterise girüp kartal'dan imdadı geldi. ganikli süleyman paşa: ve muhafız süleyman paşa mat'unen fevt olucak, askere fütur arız oldukta, gerçi dağıstan! paşa ta'jan olundu; amma varmca su kapısı ile şeranpoları zabt edicek hemen abdürrazzak men di, göründü, erbabı seyfden ve paşalardan faide yok, tabiyalar bina edüp üzerine toplar vaz' ve sukapısı'nı zabt eden küffara attırup, bihadd kefereyi dereki esfele ilka etmekle, küffar kapıyı bı raktıkta, derunı kal'ada olan sadık paşa'ya üç tuğ ve abdürrezzak efendi'ye bin altın ve kılıç ve kal'a ve ağası'na sansunculuk ve moldovancı kethüdası kapıcıbaşı haşan ağa'ya iki tuğ verilüp, mezbur haşan paşa ile dağıstani paşa'nın hırsova'dan ubur ede ceklerin kefere haber alup, bunlar gelmeden iş görmek ümidi ile varkuvvetin bazuya getirüp, on bin atlısını s paşalara karşı gönderüp, kendü kal'ayı tazyika müsara'at ve dört yüz merdiven ile su'ud, baki üç bin kafir şaranpolara geldikte, kai'adan top ve tüfeng ilehendekleri küffar iaşesi ile imtila ettiklerinde, küffara ye's gelüp, merdivenlerin çeküp, çekildi. ve ertesi receb'in on altısı ve kasım'ın ibtida gecesi firar etmekle, mekri adadan kal'a halas oldukta, tahmid ve tesbih ederek, abdürrezzak eifendi kal'aya varup, şaranpolarda bin sekiz yüz ada laşesi şümar et tirdi. ve askere tebriki gaza ve du'a ve rahnedar olan mahalleri keşf ve asker tesliye ve in'amlan ile va'd ve müşahede ettiğini ifadeye, orduya geldikte beşaretnameler ile etrafa kağıdlar irsal olundu. askerinin ticarete ülfetinden zarar: çün eyyamı muhasara otuz gün mümted olmağla, ziyade bitab olmuşlaridi. istirahat lazımiken, yeniçeriden paşalı ve sipahiden atlılar i taleb ettikte, on kat baha istemekle, mabeynlerde ihtilaf ve kavga ve ath aciz olup, perişan oldukta, kiiffar bu ihtilalden haberdar olmağla, tekrar hazırlandığı, vezire ma'lum olucak, müşavere olunup, henüz orduda üç bin ocaklı var, onlar da beş paraya aldığı eşyayı yüz paraya bey' gibi intifa' içün orduda kalmış, bir hatveme'muriyetlerine gitmezler, bari yeniçeri ağası gitse, belki bile gideler, varup kal'adan fitneyi ref', edeler dendi. ertesi yine müşaverede mesela mecmu'ı piyade ocakları git miş, cümlesi üç bin nefer, yine işe yaramaz, vezir gitmeli denmekle, bu gün yeniçeri ağası maçine gitti. ertesi vezir gitmek üzreiken, kal'ada giift ü gu ki, biz otuz gün ada ile muharebe etmekle, növbetimizi savdık, henüz hendek iaşeden tathir olunup, kal'anın rah neleri ta'mir olunmadı. kiiffar yine gelicek, ne cevab vermeli ve bizim gördüğümüz iş vezire makbul olmadı ve biz laşe rayihasından helak oluyoruz. bahşişden geçdik, ulufemiz hani ve ba'zımıza çelenk i'ta olunup, ma'damız niçün mahrum kılındı; ya cümlemize verilme li, ya hiç verilmeyeidi. kiiffar ibrail kavasım boş bubu dahi bizi biribirimize dülup aldığı: şürüp, böyle ihtilal vermek içünimiş ve ibrairde bizler muhasara olduk, esamelerimiz sinob'dan gösterilmiş; bizi bırakup var git deyü istiskaldir deyüp, kil ü kal ile cümlesi birden kal'ayı hali bırakup maçin'e ubur ettiklerin küffar tecessüs ve akiblerin den gurrei şa'ban'da , gelüp, boş kal'ayı bilaceng ü cidal ahz eylediği görülüp, ordu bu gün hareket edecekiken, te'hir olunup, gussa berbalayi gussa ve ayıb enderayıb ve taksir üze rine taksir olundu. vezir halil paşa'nın sui: bu babda vezirin hali ve tedbiri ve kuvveti bervechi meşruh askerin takririnden bedidar olur. çünki, ey halil paşa, uhdesinden gelemeyeceksin, niçün mühri şerifi kabul edüp, dini muhammedi' yi böyle hakir ettirürsün. allahute'ala'nın aziz ettiği dindir. rezil olmaz. yine rezalet şenindir. böyle umurı mu'azzama vaktinde böyle müsib adama mühri hü şem 'dn ıza d esü leym anee n d i tr ih t m ünirk tepe mayunu sevk edenler iflah olurmu? bu ayıbı ekberi ve melali azarm kimesne kaleme almaya kadir olamayup, mafi'lmevcutdacüm leden ziyade idarei kelama kaabdürrezzak efendi: dir ve ıbrail'e varup, her keyfiyyete vakıf olan mektubi abdürrezzak efendi devlete varup, lisanen ifade ve ba'de'lyevm müceddeden tedbiratı kesire ve hazinei vafireye muhtac olunduğu takrire, müşarü'nileyh hastane'ye irsal olundu. ertesi kal'adan çı kanlar nadim olup, yine kal'aya girecekleri vezire haber verilmekle, abdürrezzak efendi yoldan çevrilüp, orduya götürüldü ve yeniçe ri ocağı tekrar maçin'e irsal olundu. ertesi yine vezir gitmek üzereiken, yine yamaklar beyninde niza' vuku' bulmağla, karşı geçmişleriken, yine maçin'e geldiklerinde, ıbrail'e seksenyüz kafir gelmişidi. şimdi bunlar karşı geçtikde, kafir kaçmışidi. amma bu gün cümle top ve tüfenk ve mühimmatve zahire ve menzillerinin mefruşat ve eşya ve emvali ile cümlesini gelüp düş man zabt ettiğini, yeniçeri ocağı görüp, yine geri gelmekle, tekrar abdürrezzak mendi hastane'ye irsal olundu. vezirin bak aklına, bak fikrine. alemin nizamı padişah ile ve padişahın nizamı vezir iledir. vezir böyle olucak, alemin nizamı şöyle olur. eğer küffar inhizamı ile kal'a tahlisinde vezir ıbrail'e varup, hallü halince gazilere ikram ve matlabları üzere, müstahfızlara esame vereydi, fitne def' olup, küffar gelmek değil, hatırına getirmez idi. amma ahmak ve zir, gazileri ahmak yerine kojmp, gayret etmişler; olmuşbitmiş. sonra bunlara varup, bezli male ne hacet dedi ve gaziler dahi ve zirin indinde destiyi şikest edenle, su getiren bir deyüp, infi'allerinden evimiz, barkımız ve bin sa'y ile peyda ettiğimiz malımız ve bun ca can fedası ile tabiisine sa'y ettiğimizi ve kal'amızı feda ederiz. vezar varsın bizim gibi biraz ahmak dahi bulup, kal'ayı muhafaza etsün dedürdü ve ibrail'i küffar zabt ettikten sonra, aşa ğıdan, yukarıdan kayık geçirmemek ile zahire yolları mesdud olmağla, orduda kaht ziyade oldu; ta'yin arpamn nısfı verilür oldu; sonra üç ay hiç ta'yin verilmedi. sui tedbirden sui hal, şui vezir: garabet bunda ki, yine asker cem'ine vezir sa'y eder. ma'heza mevcud asker açlıktan firar ettikçe, askerde ita'at yok deyü şikayet eder. bu asker kısmı hizmetkarın azizidir. kigi edna hiz metkarı iki gün aç koysa, yanında durmaz; atalardan kalma söz dür, boş torba ile at tutulmaz. hazerde dahi böyle asker durmaz; değil ki moskov keferesi gibi halkın gözü korkmuş, kavi düşman karşısında durmak. hakikata bakılsa moskov kavi düşman değil; belki ekseri helak olundu; lakin bahtına böyle bitedbir vezirler te sadüf etmekle, kal'alan boş terk etmekle, kuvvet verdiler. bender'e ne dersin denilür ise, elli bin kafir helak olundu. eğer imdad olunaidi, kal'aya birşey olmaz idi. anda dahi kabahat vezirindir. şita geldi, astane'den meştaya ruhsat gelmedi. lakin çadırda durmaya takat kalmamağla, bilaizn şa'ban'ın altısında , ve teşrini sani'nin on ikisinde ve abaza paşa: şitanınmuntasıfında, babadağı meştasına gelindi. bu esnada bin kise hazine geldi ve nafileye gitti. ve abaza paşa iki tuğlu iken, isbatı şeca'at ve gayreti emsalinden ve vüzeradan efzun nusretemuvaffak olmakla, şanına şayan görülen üç tuğ' ihsan olımduktan sonra imai niyaz zımnında semti naza ağaze etmekle, yüzünden ba'zen inhizam ve ismail inhizamında arı firarı irtikabı, padişahı münfa'il kılkuyucu süleyman ağa yeniçemağla şa'ban'da tuğları ref' ri ağası oldu: ve köstendil'e nefy olundu. ve kapıkıran yerine yeniçeri ağası nasb olunan mehmed ağa, bigayret ohnağla, fetk u retkı ol madığı içün askeri firardan hıfz edememekle. ocak neferden tehi kaldığı içün iki ayda azl olunup, bundan önce kartal'a şaranpolar ve tabiyeler binası elzem deyü tedbir ettiği içün, ma'zul olan kulkethüdası süleyman, iki def'a kulkethüdası olmuş, asker kendüyü büyük görmüş bir pir olmağla edirne ağa'sı nasb olunmuşidi. ıradei hümayun ile edirne'den asker sürerek orduya vusulü şa'ban'ın onunda , selefi tekfurdağı'na nefy ve bu sü leyman ağa yeniçeri ağası nasb olundu. bu süleyman ağa, asılda serhadlerde yeniçeri efenbir senede muhzır ağa'nın disi olmağla, okuyup yazmaya devri manasib ederek, yeniçekadirdir. selefi ise emin paşa nağası ölduğu: azlinde muhzir idi. bir sene zarfmda muhzirlikden, yeniçeri ağası oldu, hem azl oldu. tiz nabit olan, tiz fena bulur darbı meseleni isbat etti. bundan kıyas oluna ki, ne gü ne tebeddülatı vakı'a olurzabitlerin mansiblannda takarimiş. bir ocağın zavabıtında rür etmeyüp tebeddülünden zakarar ve sebat olmayınca, ne; feratmda temkin olur mu? çün kanunı evvel geldi, henüz or du sahrada, kışla içün güft ü gu oldukta, müşavere olunup, orduda adam yok; babadağı'nda meks kabil değil; tuna müncemid olup, küffar geçer ise hap müşkil olur. edirne'ye, ya pazarcığanaki lazım denildikte, sevahil hali kalur, küffar ferce bulup bu arazide olan nisa ve sıbyani'esir eder denildikte, vezir ben devlete yaz dım, ferman gelmeyince çadırdan Qikmam deyicek, herkes böyle vezir olur mu? deyü ta'n ü teşni' ve belki şemm ü cürub istima' olundu. selim giray'm def'ai saniye haniyeti. ve kaplan giray han eyyamı sayfda inhizamdan gayri bir kara yaramadığından ma'ada şita askeri ile orduya gelmek ferman olundukta, bin kise talebi gibi malayutak teklifinden istifa hazzr ma'ıum olmağla azl ve gelibolu'ya irsal ve hanlıktan munfasıl selim giray hastane'ye getirilüp, ikinci def'a han nasb ve teşrifatdan ziyade beş yüz kise in'amı ile orduya irsal olundu. hanı sabık asker ile kışlaya gelmedi deyü tatar: müttehem kılındı. devleti osmaniyye'de ulufe alıp, dar u diyarlar düşmana ba'id iken, bunca ibramı padişahi ve ta'yin ve ta'janatı firavan ile getürülmez iken, iyali evladı adaya karib olan kavmi tatar, terki evtan edüp, bila ta'yinat ve bila ulufe niçün getirilmedi dendi. bu dahi ta'accüb olunacak umurdandır. ve vezirkethüdası olan esseyyid meş'aieci kethüda: ibrahim efendi, halil paşa inhizamı gecesi, meterisleri yokiayup istimalet ve bahşiş vererek, meş'ale ile dolaşmıştı; firar eden ler kendi ayıblarını setr içün, bizi ibrahim kethüda meş'ale ile düş mana gösterdi deyü özr ve meş'aleci deyü telklb ettiklerinde mümaileyh ukaladan ve mü'temedi sultani iken, katı efvahı esafil içün azl olundu. ve teşrifatcıizzet ahmed paşa: hkdan bir kaç sene mukaddem vezirkethüdası olup, iki ayda azle mübtela ve mısır'a sureti nefide darbhane emini olan izzet ahmed'i, mısır'dan ma'zulen hastane'ye gelürken, iyal ve evladı ile emval ve eşyası sefine ile moskov'a esir olup, üç ay sonra halas olmuşlaridi. lakin ahmed efendi'nin böyle alam ve ekdara ibtilasma sebeb olunmuş gibi olunup, mükafat kasdı ile bundan akdem ce, hazine ile orduya gidüp hizmetlendikde, ordunun tavrtarzım gü zelce tefattün edüp, geldikte, padişaha takririnden mahzuz di mağla, kendüden hizmet me'muli ile tekrar orduya irsal ve tavsiye olunan kelimatı vezire ba'de'ttebliğ vezirkethüdası nasb olundu. ba'dehu vezir halil paşa, fatihi belgrad oğlu olup, hali şebabında, belgrad fethinde umurı vezir halil paşa'mn azli: fütuh ve gazaya arifdir deyükendüye mühr erzani görül dükte , kendüye lazım olan devleti osmaniye'de, vekaleti kübra cahı valasına iltika ettikde, kendi bildiğine kana'at etmeyüp, umurı harbe arif piranı, mahfi birer birer istintak ile ahvali muharebeye ve ukalayi zabitanı tenha isti'lam ile ahvali askere ve mu'temed casuslar ile ahhodhinlikden zarar: vali düşmana vakıf olup, ilti fat ve kahr lazım olanlara i'tibar ve istihkara ri'ayet etmek iken, hodbinlik ile sevk olan kelamın hajt ü şerrine nazar kılmaksızın redd ve kendü cümleden alem i'tikadı ile saz ve söze meşgul olup, mahremleri dahi süfeha olmağla, namusı din ü devleti sıyanet eder ehli tevarihden bir mukarini olmamağla, hazm ü ihtiyatdan zuhul ile mücerred küffar da kaht varmış deyü firifte ve askeri yerinden tahrik ile bednam ve kelamında tenfiz ve te'sir olmamağla azli icab etti. zira böyle fırsat belki selef serdarlarına müyesser olmadı. ta rihlere vukufu olanlara ma'lum küffar iki sa'at mahalden, meterisinden çıkup, sahrayi bilahailde ayak ayak meydandan aheste gelmek ne ganimettir. eğer şatranc misal tedbir olunsa, küffardan bir dane sağ kalmazidi. kaymakam: çünki vezirkethüdalığı'ndan muhrec elhac ahmed paşa edirne'den asker şevki ile orduya gelmişidi. kapıcıbası vidinlizadeali ağa tarafı hümayundan, hemanorduya geldikde, doğ ru yeniçeri ağası haynaesine nüzul ve ağa'ya, vezir'in azline gel diğini ifade edicek, ikisi bile tebdili suret vezirkethüdası bargahına varup, ifadei hal ettikde, kethüda ali ağa'yı yanına alup, huzurı vezire girüp, hattı hümayunu teslim ve mührü kabz ve eşyası in'am olunmağla, filibe'de süahdar mehmed paşa'mn müteka'üd fermanı mucibince fihür: libe'ye irsal ve bosna valisi silahdar mehmed paşa gelince, mezbur elhac ahmed paşa kaymakam nasb olundu. lakin bosna valisi enderunı hümayun'da terbiye olunmuş ve silahdarlık hasebile, tabı müluke arif ve vezaretle anadolu ve rumili'de cevelan etmekle, etvarı aleme vakıf denüp, mevcuda tercih ile mukaddem ce kendüye, tatar gidüp ta'cil olunmağla sekiz nefer etba' alup, men zil ile ramazan'm beşinde , babadağı kurbüne vürudu haberi vasıl oldukda, ertesi istikbal ve alay ile paşakapısı'na gelüp mührü kabz ve livai şetatar: rifi ahz etti ve meşta içün dört gün müşavere, ahirü'lemr yine babadağı'na karar ile kanunı sani gurresinde, çadırdan menazile naki olundu. amma zemheri ve karakış ve erba'in gibi sovuklan çadırda çektiler ve selim giray han astane'den kırım'a gitmek içün vezir ile görüşüp gitmek tenbih olunduğuna binaen, sefineler ihzar olunmuşidi. orduda adam elzem deyü, babadağı'na iki sa'at kanber karyesinde, fakat altı yüz adam ile safaya ta'yın oldu ve devletden i'ta olunan yedi yüz kise akçeye vazı yed etmeyüp, yev miye yedi kise ta'yin baha deyü alup, cemi mala geldiği ma'lum oldu. zihnini ceng ve harbe ve yüz aklığı vücuda getirecek eyyamı şitada gazi hanlar gibi gayrete sarf etmejaip, cemi' efkarını cem' ve iddihara sarf eyledi ve abdürrezzak efendi'nin astaastane'den iki bin üç yüz sekne'ye vürudu: sen sekiz kise ve akıbinde bin kise dahi hazine geldi. ve ab dürrezzak efendi hastane'ye gelüp, sehinşahı aleme mülaki olduk ta, cemi' muharebatda bulunmakla, cümlesinin illetlerini beyan ve m ünirk te p e. ocaklının gayretsizliğinden, miri askere mali firavan sarf olundu. amma mesfurunun aldığı ulufeden ziyade iken uğradıkları yeri hake beraber edüp, hini muhamiri askerin: rebede can feda semtine uğramayup, ibtida firarlanndan, sa'irin dahi inhizamına badi olduklarını ve inhizamda karları olan emvali müslimini yağmalarını takrir ve toplar kebir olmağla isti'mali asir olduğunu bildirdi sefere asker ta'yın olunup, ne ve özü'de asker kalil olmağla, mikdart mahalline vasıl oldualtmış bayrak ile anadolu'dan ğuna ihtimam olunmmdğı. on bin yedi yüz adam tertib ve ve altı firkate, altı yiiz adam ile irsal olundu. lakin tertib olunan anadolu askerinden bin beş yüzü medinei tokat'dan matlubı hümayun olmuşidi. sarihi fakir olvakitde tokat'da hakim ve naibü'şşeri şerif olmağla, nefsi tokat'da olan yeniçeri'yi ta'dad ettirdim. albine baliğ oldukta, piran ile sıbyan makülesini terk ve bin beş yüz adamı intihab ve alaylarm temaşa ve şehirden ihraç etmişidim. der'akab azlim zuhuru ile sinob'a vusulümde, bayrağı on bir adam ile ağası alemdarı indirmişler. ma'dasını sual ettiğimde, si zin yerinize gelen efendi ile tokat voyvodası olan katıroğlu ab dullah, her bir neferin seferden afvine yirmi beş kuruşa kat' ettiler. onar kuruşu halefiniz hakime ve on beşer kuruşu katıroğlu'na. herkesin bu iş canına minnet, ya'ni sefere gitse enva' ta'limden ve meşakkatden başka iyalinden, vatanından, karından, rahatından dur olup, iki yvz kuruş masraf edecekidi. cümlesini yirmi beş ku ruş ile def' etti. bu takrib otuz kise hakim ve kırk beş kise voyvoda'ya hasıl oldu. ya tokat gibi beldei mu'azzamadan on bir adam ile bayrak gidüp, sa'ir büldandan kim gider deyü istifham ettiğim de, cümlesi bize nazar edüp, deyüp, astanei aliyye'den asker tertib edüp, mü'ekked fermanlar ederler; lakin ba'zen mütedeyyin hakim bulunup, icraya sa'y eder; ba'zen böyle haini dinü devlet bulunup, kendi kisbine sa'y eder. devlet indinde aşkla hizmet eden adam ile hainlerin beraher vezn olunduğu: halbuki icra eden zevata ikram ve i'tibar olunmadığı gibi ibşem 'dn iza d esü leym anefen d i tr ih i tali ferman eden eşrara dahi ikab ve zecr olunmaz. vakta ki, me'mur oldukları mahalde, me'mul olan zafer husule gelmedi; tedbirimiz takdire mutabık tedbirde noksan edüp, takdire değilimiş deyü elem ve hayf bühtan eylemek. ederler. maheza illetini ve se bebini aramazlar. nafile hazi ne telef ederler. ve liuahi'lmüşteki dedi. ve tuna nehrinin karşı tarafı mazbatai moskov olmağla, kah beri tarafa ta'amızdan hali değil, çaresi karşı taraftuna ya ve özüye asker ile dan kartal, ya ismail kasabaelli pare sefine gittiği: sı tefh olunmadıkçaolmaz denilmekle, kırk kıt'a tüccar sefinesine yüz yirmişer dalkılıç neferlü birerserdengeçdi ağa sı vaz' ve tolca'ya irsal olundu. bunda dahi noksan tedbir olundu. bunların telefi tahririnde beyanedelüm. ve eflak'a vooda nasb olunan mandaki, moskov'a ihamuhsinzade: net ve devlete hizmet etmişidi. lakin devletde ademi zafer ve bitedbirlikve moskov'da galebeyi görüp, şayed moskov beni ahz eder ise i'dam eder deyüp, vidin'e geçdi ve mora valisi muhsinzade mehmed paşa, mora'danve rumili'den' asker sevk ede rek, vidin'e vüsulü ferman olundu ve otuz kıt'a üçer vakıyyelik ve altmış aded birer buçuk vakıyyelik ve yirmi tane nısıf vakıyyelik ve on tane yüzer dirhemlik, cem'an yüz yirmi kıt'a top, astane'de ihzar ve sabık arabacıbaşı mehmed ağa ma'rifeti ile arabalarına vaz' berren ve bahren orduya saliha sultan zevci mehmed irsal olundu. ve ahiri şevval'pasa'mn yerköküde helaki: de , orduda teveccühat olundukta,' vezirin mühürdarı ruhi süleyman ağa çavuşbaşı ve arabgiri ibrahim ağa silahdar ağası oldu ve dört yüz yirmi kise hazine geldi. ve zi'lka'de'de , rusçuk seraskeri olan sabıka hotin seraskeri ve saliha sultan zevci mehmed paşa, hotin'de rehaveti sebebine bir kaç def'a münhezimolucak, yerine ordudan moldovancı ali paşa irsal olundukta, ali paşa kudümü ile kal'a muhasaradan halas olmuşiken, kendi rehaveti ve sui tedbiri ve hod binliği hasebile inhizama ba'is olduğu içün askerin menfuru ve kö şe beköşe nas kendüyü mezemmet ederiken, ben hattı hümayun m ünirk tepe ile mansub serasker olup ve padişah eniştesiyim; moldovancı yal nız ferman ile serasker olmağla, beni nasih olamaz deyü, ba'de'lasr növbet mehterhanesi çalındıkta, ibtida çaldırdıkta, asıl adet ordularda ibtida se asker ba'dehu üçer tuğlular, ba'dehu ikişer tuğ lular çaldırmaktır; siz mehterhane'yi birbirine halt ediyorsuz; ali paşa gelüp muvaffak olmuşiken, şamnın kesrine badi olursuz. dahi işe yaramaz olur denildikçe feragat etmediği gibi, bu def'a mes'ud giray sultan kesretlü asker ile yerkökü'ye geçüp, def'at ile küffara hücum edüp, sa'ir ta'ifei askeriye dahi yerkökü'ye cem' olup, biz bunda ihtişad ettik, başsızasker olmaz. paşamız gelsün, gelmez ise bizde ruscuk'a gideriz deyü, asker bu nu taleb ettikçe, nükul ederidi. nihayet kendinin geçmediğinden menfurı alem ve rehavet ile şöhrei enam olup, askeriden kendüye ziyan erişeceğine yakın gel mekle, defi endişe içün bir kayık ile yerkökü'ye güzer ettikde. ye niçeri ağası neferatı ile safbestei selam olup, mabeynlerinden ge çer iken, gayz eden eşrar heman kılıç üşürüb paraladılarve yerkökü ağası, tahlis idem deriken oldahi helak olup, ordu ağası'nın mecruh olmasına ba'is oldu. havf ettiğini izhardan zarar. korktuğunu izhar etmekle hem kendüyü, hem ağayı telefe se bep olduğundan başka, ocaklı'nın yüze çıkmasına ve ita'atden hurucuna badi oldu. serdar olan akil ve şeci' ve müdebbir olmak labüd idüğü bahir oldu. yerine izzet ahmed paşa üç tuğ. hazırda vüzeradan biri bulunmamağla, hemen vearkethüdası izzet ahmed efendi'ye üç tuğ verilüp, isal olundu ve teşrifati bekir bey ile arabgiri ibrahim bey nefy olundu. çünki abdürrezzak efendi takriri ile levend ve miri makulesi memnu' olucak, ocaklı taksiri muktezi olmağla sipah ve silahdar içün müceddeden altışar akçe ibtida ve dörder akçe terakki ile biner piyade nefer tah ririne mübaşirler rumili'ye yerkökü kavasmm küffar yegitti. amma güc ile ikiyüz dine giriftar ölduğu: adam yazılıp, ziyade rağbet eder bulunmadı. çünki moskov daima fırsat gözedir. yerkökü'de, paşa kati olucak asker havflerinden perişan olmağla, kal'ada asker kalil olduğunu haber alup, şem 'dn iza d esü leym anee n d i ta r ih i gelüp dört gün muhasara ile yerkökü'ye malik oldu ve ismail'de zabit olan rebnil dört bin nefer seksen kayığa küffann tölça yı yağma ettigece süvar ve tolça'dan beş ği: sa'at aşağı değirmenboğazı'na huruc ettiğini gece tolça'da olanlar duyup, bin beş yüz adam ile muhafız olan iki tuğlu ve tur nacı ve delibaşı müheyya olup, hanın sakin olduğu mahal karib olmağla, üç top attıklarında, gerek han, gerek babadağı'nda ve zir duydu. amma küffar hemen gece topsuz, yalnız tüfeng ile hücum ecek, bir tabyada bir mıkdan cenge, ma'dası kasabaja yağ ma ve zahireyi kayıklara altı sa'atde naki ve işlerini tamam edüp çekildikde, iki yüz şehid ve üç yüz küffar laşesi ta'dad olundu. çün gece atılan topdan vezir agah olup, kulkethüdası ile yedi bin adamirsal etti. lakin anlar gelince, alan aldı, satan sattı, bul dular güya. vezir mün'imhk edüp, gece ceng edenlerden keue ve dil getirenlere ziyade in'am ve çelenk ve hil'at ihsan eyledi. ve devletden iki bin dört yüz kise hazine dahi gelüp, iki bin üç yüz seksen dört kisesi iki kist ulufeye verildi. vürudı küffar her isatccı ve ihrak u yağma an kasaba ve fethi kavai yerkökü ve makhurii küffar der kule ve inhizam askeri islam ve muhterik şudeni sefayinha der tölça ve irsali se lim giray han ez ordu hecezirei ktrım der safer ve istuai küffar her kavai ve kefe ve mütava'atı kavmi tatar hemoskov' ve inhizam küffar der kurhi özü ve helakiyi mes'ud giray ve perişaniyi ordu der bahadağı ve firarlyi vezir ve nakli aiem resulüllpbh hehaaıoğlu ve hasareti azime ve inhizammuhsinzade der boğaan ve istilai küffarhazı' diğer her kal'ai yerkökü ve azli sadrt azam silahdar mehmed paşa ve nashı muhsin zade mehmed paa der def'ai saniye ve mütareke suden se mah der miyan ehli islam ve moskov ve vdk ai galata ve çavushası sudeni ispir ağa ve iksanı vezaret hemutasamft mir miran süleyman pasa ve tekmili hinayi cama' bhülfeth sultan mehemmed der kostantam ünirk tepb niyye der muharrem ve harikı kehir der hocapasa ve harJk der harici babt balat ve suuhı mercan ve ihtirakt agorkapıst der kostantaniyyeve ihsant vezaret hesüahdar şehriyari sun'uuah ağa ve vefatı abdullah beyefendi hn. ali paşa bapayei kadti istanbul ve mektum abdürrahim efendi kadıi bur sa sabıka. lsakc'ya küffar geçüp anbarlan ve kasabaları ihrak ettiği: muharrem'in gurresinde nisan'm yedisinde 'babadağı'nda vezir tuğları merdiven başına ihrac olundu. ba'dehu isakcı'ya varılup, tuna üzerine köprü inşa olunup, karşı geçmek tasmiminde idiler. küffar ise daima bizim tarafı tecessüsden hali olmaz, hareketi haber alup, isakcı muhafızı dağıstani hemiç paşa olduğunu bilüp, dağıstani paşa: kartal'dan iki bin beş yüz ka fir, olgece sabaha karşı eski isakcı'ya ubur ve köprü amelesini perişan ve levazımı cisri ihrak ve ısakcı'ya dühul ve yağma ederiken dağıstani paşa haberdar oldu. lakin askerine tamam ta'yin vermemekle dağıtmışidi ve yanında olanlar kendüden yüz çevirmişidi. düşman zuhurunda, bi risi el kaldırmajaıp, cümlesi birden yanından huruc ve uzakdan küffarın kasabaya duhulünü, yağma ettiğini ve anbarlan ve derununda olan zahireyi ihrak ettiğini ve kapdığı 'ra'iyyeyi karşıya geçir diğini tamaşa ettiler. bu haber vezire vasıl oldukda, ısakcı'ya imdad irsali lazım; amma henüz hıyaneti ümena: kendüleri, muhafaza edecek as ker olmamağla, kendü fikirle rine düşüp, kışladan çadıra çıktılar. dağıstani'nin din ve devlete bu def'a ettiği hiyanetiyere ve göğe sığmaz; zira anbarlara mukaddem kendü emin olmağla akçesini mübaya'a olunacak mahallerdenalup, ayni zahireyi noksan vaz' ettikden sonra dahi se finelere peksimed bey' etmekle, anbarda mevcud zannolunan arpa ve buğday ve dakik ve peksimedin nısfı olmayup, kendi bu takrib mali firavan iddihar edüp, üç tuğa dahi nail olmağa vafir akçe bezi etmişidi. eğer bu def'a ordu isakcı'ya gelse, anbarlarda olan zahire nihayet bulucak, sırrı mezbur aşikar olur deyüp, küffarın form şem'dn iza ihrak etmesini temenni ettiğinden tolça muhafazasına talib olup, askeri tenfir etmekle perişan ettiğini küffar görüp, gelüp ihrak ede, muhterik olan zahirenin miktarı ve kendinin hıyaneti ma'lum ol maya. fi'lvaki' ihmali'sebebine şirzimei kalile iki bin beş yüz ke fere gelüp, ihrak ettiğinde, sair ibadullahın emlakini dahi ihrak eyledi ve derunı kasabada her nekadar mal ve eşya var ise yağma eyledi ve köprü kerestesini ihrak eyledi. kendinin işine yarayacak, fakatzahirenin telefiidi. lakin zararı kesir ve ekser ü am oldu. zira zahire kalmadığından askere ta'yinat verilmedi ve ta'yinat ve rilmediğinden asker perişan oldu. sonra küffar askerin kılletini ha ber alup, babadağı'na gelüp, orduyı islami zabt eyledi ve ehli ka sabadan eramil ve eytamı esir eyledi ve mallarını aldı ve babadağı'nı dahi ihreık eyledi ve top ve cebehaneye malik oldu, kuvvet buldu ve ehli islam bu def'a böyle hasarete düçar olduğundan başka, top suz ve mühimmatsız, za'if kaldı. bu senenin hezimetinden ma'ada senei atiyede dahi za'fımıza ve düşmanı dinin kuvvetine badi olmağla, senei atiyeinhizamına dahi'vesile oldu ve köprü alatı muhterik olmağla karşıya geçilmekihtimali mün'adim oldu ve küffarın bilahavf emniyyetle kendisine intizam vermeye ba'is ve ümmeti muhammed'in havf ve hüznüne ve padişahın kesri namus ile ehzanına ve hazinesinin telefine ve devletininza'fına sebeb oldu. tafsil ve tedkik olunsa, devletin üzerine heft kıral huruc etse, bunca zarar tasavvur olunmayacak ahvali düşvara badi oldu. halbuki vaktin veziri bu anbarlar ihtirakından neş'et edecek umurı muvahhişei' mezkureyi tafattun edüp ibreten li'lsa'irin kılmak vacib iken, bir mikdar i'tab içün getirttikde iddihar ettiği mali bisyardan, melhuzdan evfer hedaya arz ettikde, cerayiminden iğmaz ve bilasü'al velahisab tutrakan muhafazasma ta'yin eyledi. silahdar mehmed pasa'mn siyaseti ajvinden hamakati bedidar ölduğu: vezirin bu mu'amelesine i 'tizar iktizaetmez; zira bir vezir ki, cisr binasına mübaşeret ede, beri taraf şöyle dursun, karşı canibeekalli on bin adam imrar ettirmeden mübaşeret etmez ve ordudahenüz kaht var ve zahire gelecek yolları küffar mesdud et m ü n i r k t e p e miş; böyle demde zahire ıjıfz olunan mahalli canından ziyade muhafaza eder. dağıstani'nin hali ma'lum, mal cem'ini bilür, askerkeşlik ve askerperverlik nedir bilmez kimesneyi, zahire ve köprü muhafazasma ta'yin kılup, kendi eli ile kendi hanümanına ateş vu ran veziri azam hiç i'tiraz icab etmez; hatta defterdar olan ali ismet efendi ukaladan olmağla, bu halatı bü'lacebi görüp, cünun getirdi ve bir kaç mah ifakat bulmayup vefat etti ve yerine zimmethalifesi elhac ismail efenzabitanın askeri ta'yinatım aldi defterdar nasb olundu. ve mafc içiin askerini perişan etbu sene asker noksan geldi. zimeye sa'y ettiği: ra geçen seneye kıyas ettiler; ya'ni ta'yinatı zabitan ahz ve ta'yinleri kendüye kalmak içün baindan' askeri def'ine sa'i etti ler; yine böyle olur deyüp gelmediler. ve ba'zı dindar gayretlü olanlar, şairin himmetsizliğini göahaza mehmed pasa: rüp, ben mal ve can feda etsem, yalnız benimle olmaz. barı ta'ala kerem buyurup, yüzümden fütuhat zuhur etse abaza meh med paşa gibi mamelekim feda olur, mansur olurum, kimesne bana refik olmaz, ahir mahalde küefar galebe eder, yine meydan kafirde kalur', edna gamz ile abaza gibi beni tekdir ederler deyüp, baha dır olanlar dahi izharı şeca'at edemedi. belki şeca'atı olmayanlar mesrur, olanlar merdud oluyor dediler ve şehid olursak ni'me'lmatlub ve illa mecruh olunur mecruha izzet ve timar olunise hal nice olur. zira mecruh mdkdan faide: olanlar sefil ve sergerdan, ah u enin ile can çekerek telef oluyor; yaralı zuhurunda ta'yin eyledikleri cerrah, eğer beş on altını olup verir ise timar eder; eğer yoğise etmez ve akçesi olandan ak çesini tamamca alınca, timar eder. aldıktan sonra etmez, her hal de telef ve helak olur deyüp gelmediler. hak budur ki, tevarihi sabıkalarda mazbut olduğu vech üzre, cerrahlar üzerine vezir ziyade mu'temed bir adamı nazır olup, mecruh zuhurunda şifasına şöyle ihtimam ede ki, hernekadar maldar ise, bir akçe aldırmaya ve cerrahlarm ikramını' miriden me'mulünden ziyade, her bir mec ruh selametinde, atayaile cerrahı tatyib ede ve mecruha pak mefrus veyorgan ve ta'am ve mesken verdirüp, hizmetkarlar ta'yin ede. hal böyle olucak, yaralanmaksabr ii sebatdan faide: dan gaziyan sakınmaz, sabit ka dem olur, kaçmmaz ve bir leşker ki, firar etmeye, elbetde va'di kerime binaen mansur olur. bu makaleyi bu makama sebtden garazım ecri cezildir. ınşaallah ser dar olanlar düsturü'lamel kılarlar. izzet ahmed paşa'mn yerkökü fethi: ve izzet ahmed paşa rusçuk'dan karşı geçüp, yerkökü istihlası derunundan geçer; amma askerde nefret olduğundan ilaç bulamaziken karşı adaya bir kaç adam geçüp, alef biçeriken, kefe re karşıdan görüp, geçüp müslümanları i'dama mübaşeretlerini izzet paşa görüp gayreti heycan etmekle, hemen on dokuz adam ile bir kayığa binüp, adaya vüsul birle mukateleye şuru' ettiğini gören etba'dajı ve gayriden üç yüz müslüman gelicek, yerkökü cariibine dahi geçmek arzu edüp yerkökü'ye bir buçuk sa'at şlapozi nam çiftliğe ordu ağası yeğen ağa'yı iki ka yık ile irsal, anlar dahi varup mukateleye ibtidar ettiklerini müşahede edenler geçerek, paşa dahi geçüp, meterise meşgul ve beş gün bir tarafdan geçüp ceng ederek, iki bin jağide baliğ olmakla, kal'ayı muhasara eylediklerinde, kefere eman taleb eyleyüp, kal'ayı tes lim etti'böyle ehzan vaktinde, bila tedarik böyle meserret zuhurunu, iki kaime tesvid ve birini padişahı dini islama ve birini vekili saltanata irsal eyledi. gurrei rebi'ü'ıevvel 'de bu beşareti is lam vezire vasıl oldukda, gerçi hamd ve şükr etti. lakin tesvidin biri şehinşahı ruyi zemine tesyir kılındığından münfa'il olup; izzete izzet etmedi ve tolça muhafızı esseyyid ahmed paşa'yı iki tuğlu deyü asker saymadığınüç: dan üç tuğ i'ta buyruldu ve kuleüzere gelen dört bin ka fir dahi münhezimen firar etti. çünki köprü alatı muhtenk oldu ha beri devleti aliyye'ye vasıl oldukda, erbabı müşavere tüccar sefayininden, yüz yirmişer dalfütuhat. kılıç imla olunan kırk pare se fine ve altmış kıt'a pergendi ve firkate ve çete kayığı tertib ve mühimmat ve zahireleri nelere tahmil ve tuna'yatesyir olunacak oldukda, erbabı istişa reden cahı valayı sadrı rumili'ye müteheyyi, sütude hısal ve ruhı fü'adü'lulema cenabı murad molla efendi. murad molla efendi hazretle rinin hizmeti meclisi alilerin de kıyamda idim. tedbiri mezkur tetmim birle sefayini mezkure tuna'ya revane olacaklar dejöi izharı beşaret ile tahsini re'y kıldıklarındatuna ırmağnıın bir tarafı külliyen küffar ola cak, sefayini mezkureyi nehri tuna'ya irsal olunan sefayin mezbura ilka, tamam mühlikehakkında tedbiri hasen: ye ilkadır deyü bu abdi dergahi müsevvidü 'lhuruf sü leyman i'tiraz kıldığımda, müstabseni cumhura i'tirazın vechinden isti'lam buyurduklarında, bunca sefayin cibali eşcar misillu mültefitü'ssak bi'asak bir dereye cem' olup, dereninbir tarafı düş man ola, bahusus eşcarı merkume yağlı ve ziftli ola, iki dane adüv fişengile derunlarma ateş ilka ve biri birine müte'addi olarak, cüm lesinin telefi melhuz, belki müteyakkın değilmi? dediğimde, menmun olup, hemandem bu hüccetlerikaymakam paşa'ya takrir buyur duklarında, oldahi bidar olup, bari bunca sa'i malakelam iza'at olmasun, sefayini mezkure köstence nam iskeleye varup , dokuz sa'at mesafede babadağı'nda sadrı azam hazretlerine varup, kudümlerini ifade ve fermanıordu ricalinden ve vezirde fina muntazır olalar deyü ferkirsizlikden zarar: man etmeyi tasvib edüp, berminvali muharrer ferman ile irsal olunup vardıklarında, vezir ve şair rical nehre duhullerinde olan mahzuratı asla hayal etmeyüp, idhallerine acele kılmaları ile anlar dahi dahil ve tolca'ya vasıl oldular. vezir cümle ile müşavere ettikde, esbabı harb olan üç şeydir; biri zahire ve biri asker ve biri köprü. köprü alatı yandı gitti ve zahire yok. kezalik asker dahi yok. faraza asker gelmiş, zahire olmayınca neye yarar; onlar da perişan olur. bu sefineler sebebinetolça'ya vafir adam ve top ve mühimmat cem' oldu. münasib olan heman anlar bağtaten ismail'e hücum ve zabt etsünler deniltuna'ya idhal olunan kırk padikde, vezir tebdil tolca'ya sefinenin telefi ismail'e hücuma cümlesin de hahişvargörüp, ismail teshirine ferman eyledi. amma düşman asla tecessüsden hali değil. bu fermanı haber alıcak, gece adaya geçüp, sabaha karib çete kayıklarını toplamağa mübaderet ettikde, serdengeçdiler, gerçi yedi bin kişi idi, lakin akıllucaları yolda firar etmiş, iki bin ancak kalmışiken, bila mülahaza bahadırlık ile rebi'ü'lahir ve haziran'da heman adaya geçüp, evyelemirde küffann üç meterisini zabt ve cenerali ile iki yüz neferini kati edüp, ileri yürüdüklerinde, düşmanın külli askeri derkeminimiş; bir tehk kamışlıktan küffar toplara birdüşmanm derkemin olacağını den ateş edüp, makas ve salmülahaza etmemekden sarar: kim ile askerimizi münhezim edüp, tolça karşısına geldi ve yine sefayine toplar endahte edicek, derununda olanlar kalil idi; anlar dahi firar ettikde, sekiz bin kafir dahi kayıklar ile çatallar'dan aşağı taşlıburun'a huruc edüp, tolca'ya yörüdükte, adadan geçen mecruhlar, eğer müslümanlar yaralanırsanız mecruha timar eder yok, bizim gibi olursuz demekle askeri cengden nefret et tirdiler. tolca inhizamı: tolca'da on sekiz bin adam mevcudiken, geri bayıra 'çekilüp, gemilerin yandığına ve esir olduğuna ve başlı başına cereyan ettiğine ve kasabayı' yağma ve ettiğine nigeran oldular. ve'lhasıl yüz kıt'a sefineden, fakat altısı selamet bulup, dördü esir, ma'adası muhterik oldu ve küffar çadırları ve emval ve eşyayı bi'lcümle kayıklara naki eyledi. küffann vürudu vezire vasıl oldukta, iki yüz ıçağası ile miri miran ca'fer paşa, ertesi gün vakti asrda erişüb, guruba değin cengde altı yüz kafir helak etti. netice, ak şam olucak, zulmeti leylde küffar firar, lakin beştepeler'de mütemekkin don kazağı ehli don kazağı: islama casusluk ve şair hizmet le sadakati olduğunu bilüp, anların üzerlerine varup, kendüler firar ettiler. amma emval ve hayvanların küffar ahz eyledi ve dönüp küffar gideriken, ehli islam gayretlenüp, kurşun ile sülüsanını helak etmekle, laşelerine kayıkları kabir oldu. nihayet beş altı def'a tolça'ya cem' olan as ker, asılsız, fasılsızböyle felakete uğramakla, ahalisi biaram m ünirk tepe olup, terki evtan etmelerile hali kaldı ve vezirin karındaşı hüseyin bey, vezire ikramen küçük miri ahur nasb olunup, kılıc ve kaftan ile vezire geldi. lakin gelmesi böyle vakte tesadüf etmekle, bu tolca vak'ası ' içün vezire kılıç ve kaftan geldi deyü humakalann ek seri i'tikad eyledi. bu sene askerin kılletine binaen bir ferd ordudan nünfek olmamasına dikkat birle, kırserdarları nasbi ile firariler atız ve te'dib olunarak, rahlar bend olundu. lakin rehi abdan ya'ni ielelerden kayıklar ile yol buldukları ma'lum olucak, su yolundan filan şedde mübaşir olan miftahi za'im ibrahim ağa ta'yin olunmuşidi. ana dahi altun suyu arz ile vafir altun aldığı bilinüp, ze'amtti ref'i ile tama' belasına mübtela oldu. mulısinzade vidin'e vasıl oldu: çünki muhsinzade vidin'e varup, karşı geçdikde, vezir dahi ısakcidan geçmek tertib olunmağla, muhsinzade firavan asker ile vidinn vasıl olmuş, vezir ise köprüsüz geçemez ve köprü alatı yandıy, bir hatve hareket edemez deyü, vezirin yanından asker günderi güne noksan olup, muhsinzade başına varup, cem' oldu lax. ezin canib kırım hanı moskoıiy, n kınma duhulü: selim giray, babadağı meştasmda cemi maldan gayri ka rı olmadğı içün ve kiiefarın kırım'a sui kasdı istima' olunmağla, mahı saier 'de'acele sefine ile kırım'a yüz kise akçe verüp irsal olunmağla, tesadüfi hava ile beş günde vasıl oldu. arnua kefe seraskeri ibrahim paşa, elzemi levazımdan olan or muhaiiizasına asla takayyüd etmemiş; küffar bilüp, rebi'ü'levvel'in on ikisinde , otuz bin moskov, altmış bin nogay ile geüp orkapısı'nı ve kal'asım ahza sa'i ettikde, han he nüz gelmişjmirzalar ile şirin beylerin ve sultanların bahçesaray'a cem' ve hafeket ve or'a ılgar ve bir kaç kerre küffara hücum etti. lakin askei ceng etmeyüp, bilamucib askeri perişan olmağla, küf far kal'ayı ib t etti ve derununda olan yirmi bayrak serdengeçdi, kesreti ktifann vefretini görüp teslim ettiler. cezirenin kilidi küffann yedine sühuletle geçicek, adadan hayır kalmadı. lakin han gasrreti bıralmayup, tuzla'ya varup, keyfiyyeti seraskere bildirdikde, oldah kefe'ye dokuz sa'at karasu'ya şitab, lakin mühimmat ve tedarki olmamağla, oldahi bakalım verai hıfadan ne zuhur eder deyü muntazırlar iken, on bin kafir kefe'ye dört sa'at olan taman'ı berren'muha sara ve ahz ve haricine gelür moskov'un taman'a istilası: olur ise deyü ihtiyaten meteris aldılar. bu haberden han ya nında olanlar bi'lkülliye müteferrik olucak, han bahçesaray'a nakl etti. amma anda dahi duramayıp, kurbünde' olan ksıra dağ'a huruc ettikde, eytam ve eramil dahi vüluc etti. anda zahirf siz meks olmaz, heman bir sefine ile hastane'ye gitti ve ahaliden ıyakati olanlar gemiler ile anadolu'ya, olmayanlar cebelde kaldı, te mukaddemce yenikal'a muhafazasma irsal olunan abaza paşa he nüz sefineden çıkmamış idi. bu halet zuhurunda çıksam esir olup, namusı devlete şeynyermek iyan deyüp sinob'a gitti ve serasker karasu'da iken' taman'ı küffar alıcak, kefe halikefe muhafızı ibrahim paşa'si, paşa'yı kefe'ye gelsü, tamn esir olduğu: man tarafından havf olur de meleri ile ibrahim paşaefe'ye geldi ve küffar gelüp karasu'yu zabt etti ve kefe'ye dah gele ceği zahir olmağla, hemen ok ve mızrak sahibi ve ceng ü hgtbe ka dir yiğidlerden mısırlı alkeri ve dizdarzade vp mısır, askeri: dizdaroğlu yirmi bin toıkdarı kimesne, kefere tabumna varup, cenge kıyam ettiklerinde. kefe tarafından sekiz bin idam ile or beyi geldiğini gördüklerinde, imdad geldi dejöi memnuj olurlar iken, hemen or beyi bunlara mel'aneti tatar: gelüp, kırım ahalisinı moskov ile mu'ahedesi vardır! moskov'dan kırımlı'ya zarar olmaz, ceng edecek maslahat kalmafi. işte beni gönderdiler. asker kefe'ye gitsün demekle, asker bir ja'at ta'accüb ile tefekkür, ba'dehu kefe'ye gelüp paşa'ya bu halifade eder ler iken, karasu küffarı ile taman'da olan feccar cem' dup, heman kefe'ye hücum kıldıklarında, re'y ü tedbir ve müdafa'ayi vakit kalmasoıp, küffar kefe'ye istila ederiken, ra'iyye galib tarifa meyi ve herkes bir türlü muhtelif re'y ile tahlisi cana mutasarıf olmağla, m üntrk tepe anadolu askeri sefineler ile selim giray han'ın hastane'ye anadolu'ya ve sefinesi olmageldiği: yanlar ile ibrahim paşa bikes ve yetimler ile bile esir oldu. ve han sefine ile kavak'a vardıkda büyükdere'de damadzade mehmed murad efendi hazretlerisahilhanesine misafir verilüp, canibi padişahiden nişancı osman eifendi varup, istihbar kıldıkta, tatar'ın moskov ile ahd ü ittifakı varimiş, sureta yanıma cem' ol dular, küffar geldikte, dağılup beni yalnız bıraktılar, esir olup, kesri namus olmasun deyü geldim deyicek, sana hazineden i'ta olunan iki yüz ve ordudan yüz kiseyi verdikde, telef oldu deyicek, var çift liğinde, meblağı mezbur ile huddamını infak eyle deyü çiftliğine irsal olundu. şem 'den abaza mehmed paşa katli: ve abaza paşa sinob'a varup, peyda ettiği dabbeler ile anadolu'ya gideriken, fermana ita'at edüp yenikal'aya git medi dejai, canikli elhac ali canikli ali pasa: bey'e, katline ferman varid olmağla, erişüp paşayi mümaileyhi şehid eyledi. garabet şundaki itteki şerre men ahsente ileyhi mine'lleimi la mine'lkerim kelamı düreri bari zuhur etti. zira se ferin ibtida senesi, hotin'de mir ali ızvanca'ya üç yüz adam ile geçüp, bir kaç yerinden mecruh iyiliğe kemlik: kiiefarın ortasında kalup, küf far hayyen ahzine sa'i ederiken abaza paşa erişüp, küffarın içinden çıkarup, selamete geçirmiş idi. le'imi mezkure katline mübaşirlik geldikde, istifasına mülayim kelimat tahrir olmaz ise, fermandan haberdar edüp, kaçırup bunun gi bi vezir padişahıma lazım olur demeyüp katline ta'cil eyledi. bu abdi naçiz, şarihi tdkmmü'ttevarih, tokad'a hükumeti şer'iye ile gideriken, sinob'a vardığımda merhumı mebrur ile hem meclis olup, bahadırlık ile şöhrei afak iken, bu halet ne dir deü sual kıldığımda bir param yokidi. seraskerden yirmi kise taleb etim. banaikraz eyle, adeti serdari üzre askere bezi ile askeri celb edeyim dedim, vermedi. çıksam askere mezmum olup esir olup, namusı saltanata halel vereceğim deyü geldim dedi. i'tikadı pak, şeci' ve san'atı harbe arif, beş vakti cema'at ile müdavim bir er idi. tacdarı seriri şehadet ve alemkeşi kişveri ahiret oldu rahmetullahu aleyhi. bu seferi hümayunda padişahımıza gazi tes miyesine illeti müstakil olduğu yad olunsa belki gazabı şehriyari muntafi olup kendi bildiği üzre adaya tedbir ettirilse, din yolunda istihdam olunup'düşmanı din mesrur olmaz idi, gaflet olundu. zira onun şehadeti ile küffaryortu etmiştir, bu kırım haberi orduya aks oldukda, askere bir hüzn ve bir vahşet gelüp, vatanlarını arzu eder oldular ve rebi'ü'lahir 'de küffar özü'ye gelüp, bir denizden bir denize muhasara ettikde, kal'adan diözü'de nusret: laver er çıkup, beş sa'at ceng ve sureti firarda küffan top menziline getirdiklerinde, kal'adan ve sefinelerden bir fitilden toplar ve tüfenkler ve humbaralar atıhp, kiiffarın vafiri helak olmuşiken, yevmi mezburda, küffar kılburun'a dahi hücum etti. anda dahi, kal'adan ve sefayinden kiiffarın nısfı ihlak kılındı. işte mu kaddem kafir, üç gün' sonra tekrar geldi; amma yine evvelkinden ziyade rüsvay oldu. bu dilaverlik haberi geldikde, vezirden üç bin altun, devletden üç yüz elli kise irsal olundu. ve izzet paşa yerkökü muhafazasında iken, gazayi izzet ahmed paşa: etrafında olan manastırlarda tecemmu' eden küffarı kahr ederiken, yirmi bin moskov, boğdanlı ve eflaklu'dan cemi kesir ve ikijrüz merdiven ve yirmi top ile gurrei cümade'lula 'da yerkökü istilasına gelir oldukda, altı bin müslümanı paşa muhafazaya bırakıp, ma'nusret ve aca'ibi hali mes'ud ada deliran ile çıkup, meterise oiray: girüp, mes'ud giray'ı çarhacı etti. lakin sabit olamayup mes'ud giray firar etti. lakin paşa gayret edüp, askere gayret verüp, yaka yakaya küffar ile beş sa'at ceng ettikde, beş bin' ka firi kantarai tiğdan güzer ettirüp, ceneralleri olan rebnil mecruh oldu. kefere ise merdivenlerin hisara serhoş dayayup, kesretine mağruren dört gün muharebeden fariğ olm ünir ak tepe mayup, paşa dahi fütur getirmeyiip, şevki müzdad olduğunu mes'ud giray görüp, firarına nadimen ruscuk'a geldikte, aşikare halkın kendüye şetm ü ta'n ettiğini işidüp, muhasaranın dördüncü günü ziştovi'den tuna'yı geçüp, kal'aya vusul içün hendek cisrinden ubur ederiken, on üç adamı' ile biraderzadesl ali giray ile balayi cisre vusullerinde köprü şikest olup, hendeğe sukut ettiklerinde üftadei haki helak oldular. fa'idei sabr ve sebat: içlerinden fakat çadırcıoğlu sağ kaldı ve küffar paşa'nın bu sabr ve sebatından naçar olup, gece üftan ve hıyzanfirar ile semti idbara lahik oldu. beş bin küffar iaşesi ta'dad olundukda, otuz beş şüheda ile iki yüz mecınayeti hakk: ruh şumar olundu. bu fevzi hakk vezire isma' ve tebşir kılındıkda nefere esameler ve çelenkler ve paşa'yaüç bin altun ile samur kürk irsal eyledi. ve arabgiri ibrahim bey'e iki tuğ ihsan olundu. ve karakulak abdi arabgiri ibrahim paşa: ağa. başbakıkulu oldu. çünki ağustos geldi, orduda tul ü drazmüşavere olunup, orduda zahire kalmadı ve ısakcı anbarları yanup, küffar tuna'dan piyawi hali orduyi hümayun: de kayık geçirtmez, zahire ge lecek yer kalmamağla, zahire bahamande akçesi verilür idi. akçe dahi kalmamağla on beş günde bir kerre mandebaha verilmekle ekser asker gitti ve kalanlar dahi ibtidai eylül'de gider. küttab ile zabitan kahr. amma anlar da bir kaç seneden berü birahat, müte'essir ve reda'eti havadan has, ta ve mariz ve bu kılleti zahire usreti mülahazasından serkarda olanlar bimecal ve akıbetinde küffar halimize vakıf olup, hücum eder ise nice olur fikri ile akılları ve zihn ü idrak ve iz'anları meslub ve perişan oldu. ve şita geldikde babadağı ikametgah ve aramgah olamaz. edirne'ye, ya ıslambol'a nakle muhtacdır. amma henüz sadrı azam bımdaiken küffar geçüp bunca hasaret ettifa. gidildiği surette nice olur; çün ikamete mecal muhal bir kavi ser asker bırakılmak lazım; amma şimdiden kışla askeri tertib iktiza eder ve bu hal lisanı hame ile tebyin kılınmaz; bir ceriyü'llisan zat gidüp, sudur eden mes'ulata cevab ve illet ü hikmetini beyan et mek labüd olduğu deri devletmasire refrefiyyü'sseyri kalem sa şem 'dn iza d esü leym an efe n d i tr th i dakatalem ile beyan ve istizana muhtactır deyü perişanı ezhan ile netici efkarlarını imza ve bervechi meşruh tahrir ve tesyir ve desti şehriyarı enama mevsul oldukda, ricali devleti ve nlemayi ümmeti ile jlijv jlitl mazmununa ri'ayet buyurduklarında, ordu ricalinden birinin gelmesi tasvib olunduğu vezir'e bildirildikde, altı seneabdürrezdk efendi: den beru abdürrezzak efendi her müşaverede ve her mutaralıada bulunup, mu'cizi beyan ve münazaraya kudreti iyan olmağla, cümleden erşed ve evla addi ile intihab olunup, muntasıfı eylül ve cumade'lahire evasıtında deri devlet medara tesyir olundu. kırım'da esir olan ibrahim paşa'dan ve ma'ijetinde olanlar dan hanelerine yazdıkları mektubları feld mareşal'e ve feld mareşal'den dahi bir muhabbetname ile bir ceneral vezir'e, vasıf ahmed esir olmuşidi, onu dahi itlak edüp, irsal ve geldikde, halifetullah hazretlerine isal eyledikde, esir ibrahim paşa'ya on beş kise hardık ihsanı hümayun' buyruldukta iki kat elbise dahi vezir ilave edüp, elli salinde moskov'a esir olup, on dört senemeksden sonra azad olup gelen, kibarı ricali devleti devri ibrahim paşa'dan niğdeli bey'inoğlu süleyman bey, lisanı rusiye'ye agina olmağla, eşyai mezbure' merkum yedi ile ısmail ceneraline irsal olundu. ol dahi mahalline isal eyledi ve izzet ahmed paşa'nın anfen zikri tastir oluiszet paşa: nan, ahz ettiği ganimetden mu sanna' yedi top ile yüz altmış tüfenk ve üç araba cebehane ve bir maryor ve iki yüzbaşı ile on adet sultan esirlerini, oğlu kapıcıbaşı mir abdullah ile irsal ettikde, vezir eli ile bir yaldızlı çelenk ve hil'at ve berat verdi. abdürrezzak efendi hastane'ye revane oldukdan sonra, gözü firarda olan askere nısıf ta'usreti orduyı hümayun: yinat verildiğinden, askerde ih tilaf ve ihtilal ve serhadlerde ya'ni silistre ve maçin ve hirsova ve tolça ordularında dahi müzayaka olmağla, nezleminleri acz ettikde, bedel akçesi tedarikine acele olundu'; amma bulunamadı ve ehli timar kahtdan dermande olup, yirmi paraya yem almakdan, yiyeceğini bey' etti. olundukda, timardan değil, canımızdan geçdik; ya bizi kati edin, ya icazetverin. açlıkdan öldürmeyin dediler ve orduda ta'yinat alanlara dört aydan berü kili'ye ne ayn zahire ve ne mandebaha verilmedi. sağlar firar etti. kalanlar hummayi gıbbdanve hummayi redi'eden neferi ve zabitleri mariz ve küffar beri canibe ubur eder ise, fidevletin umurı hafiyyesine rardan gayri çare yok deyü düsmamn vakıfolması zararı: ala ve ednanm virdi zebanı ile abdürrezzak efendi'nin gö türdüğü tahrirat ve mahzerin cevabına muntazırlar iken, küffar ise devletin astane'de ve orduda olan yeniçeri ağası ve sekbanbaşı gibi zabitlerin vakıf olamadığı esrara ve umurı hafiyyeye cümle den ziyade tarikini bulup vakıf oluyor. ordu halkının alenen firardan gayri çaremiz yok dediklerine vakıf olamaz mı? gereği gibi hal lerine muttali' olup, belki abdürrezzak efendi hastane'ye gitmiş, bir tedariki azime görür; yahud ordu ihtilalden bir gün kalkup gider, fırsat fevt olur dejaip, kasım'dan beş gün mukaddem receb'in yirmi ikisinde , ısbabadağı'nda silahdar mehmail'den tolça'ya ve ıbrail'den med pasa sancağı serif ordumaçin'e geldikde, muhafız olansunun hasaret ile firart vah'ası: ar geçmiş ta'yinlerinin baha sını almak içün meks ederlerimiş. iki mahalden geçen kefere cem' olup, beş bin süvari ve beş bin piyadeden altı tabur düzüb, ertesi cum'a gün yürüdükde, tolça'da olan miri miran ca'fer paşa ve abdurrahman paşa ve ocaklu, tahminen beş bin adamı kuddam taburda çarha suretlü firar ederek, orduya üç sa'at olan köprüye gelüp, küffar ihtiyatı elden bırakmaz, meteris aldı. çün küffar gece tolça'ya uburunu vezir haber aldı; lakin dört beş kerre, bundan akdem küffar geçüp, tolca'ya hasaret edüp gittiğinden, bu def'a yine öyle eder zannetti ve tolca'ya imdad kaydında olmuşidi. lakin kendüyü şaşırup, ne işleyeceğini bilemiyoriken, küffann köprüye geldi haberi gelicek, müşavere etti. altı bin kafirin red di ne olacak? lakin gelmez deyü ihtiyat olunmayup, hendek ve meteris ve top ihzar olunmamış, nice olur denildikde, köprü haberi cümlesinin şu'urlannı def' edüp, rü'esada nik ü bedi farka kudret kalmayup, erbabı müşavereye tahayyür ve merak isti'ab etmiş, cümlemiz gideriz deyü münadiler nida ve köprü ile ordu beyninde, elli bin adam varidi. küffan görücek, cem' olmak lazım iken, he men herkes bulunduğu mahalden avdet ettikde, çavuşbaşı ruhi süleyman ağa ile battal bey yüz yetmiş adamı ile köprüyü geçüp, küffarı istikbal etti ve münadiden asker cem' olup, ardımdan gelür deyü muntazır oldu. asla kimesne gelmedi; aslı nedür deyü orduya adam gönderdi. meğer avdetedenler, biz dört aydan berü ta'yin almadık deyü s orduyuyağmaya mübaşeret ve zabitlere telaş vermek içün, salaşlara ateş verüp, orduyu duman isti'ab ve herkes nefis eşyasmdan götürebildiklerini alup, karasu'ya doğ ru geri firar ederleriken, bir uğurdan hilafı rizai barı firan ve zir görüp, ordu etrafına meteris aldırsa küffardan zarar olmazidi. amma hatırına gelmeyüp, ahedi hüma ahire bakmayup kaçdığmı küffar duyup, meks ettiği yerden hareket ve ayak ayak top menzi line gelince, vezir livai şerifi önüne alup, vezirkethüdası ile on onbeş etba'ı ile gündüz sa'at yedide, bi'lküuiye top ve cebehane ve hayme ve hargah ve mefruşat ve eşkal ve mühimmatı terk edüp çıktıkda, babadağı ehalisi ise, orduyı hümayun bunda, livai şerif bunda, sadrı azam binda, cemi' padişah ocakları bunda ve küffar köprüden' geçmeye muhtaç, köprü başında ise iki yüz pare top müheyya. gerçi beş kıt'a kebir top dahi varidi. beş gün mukaddem şehre götürüldü. amma işbu inhizamda, köprü başında iki yüz pa re top mevcud deyü asla vesveseleri olmamağla, gafil bulunup, vezir'i gider gören eramil ve eytam ve acezeve acuzat ve nisvan ve merza feryad ve figan ile elaman efendim, halimiz nice olur, bize' nice bırakırsuz deyü büka ettiklerinde, benden meded olsa, başıma olur deyüp, ağlıyarak geçdi. lakin küffar acele şehre girmemeğle', gerçi bir hilaptahlis edemediler; ancak canlarını ekseri ha las etti, re'aya kaldı. ve'lhasıl asker çeşme'denberi sahraya çıkup, kendülere na zar ve ta'dad ve tahmin ettiler. otuz bin nefer müslüman, küffar dan yüz çevirmek günahı kebairini irtikab etmiş. mevsüku'lkeahibbamızdan bu mu'arekede bulunanlardan vafir kimesne, yüz binden ziyade idik deyü tahkik ederler. biz mübalağaya hami ile altmış bin farz edelüm; yine düşmanı dinin on katı olur. irtikab ma'siyetinin ba'zısına ayıb dahi munzam olur. livatadan fa'il ve mef'ul ma'siyetde müsavi. lakin mef'ule ayıb munzamdır. her cengden firar kebiredir. ancak altı bin kafirden, altmış bin müslüman cemi' bargahını ve iki yüz müheyya topunu terk edüp, bila ceng ric'at' etmek ayıbı ender ayıbdır. bari sahraya çıkup firarlarına nadim oldukta yine tecemmu' etseler, küffan ortaya alup bi'lkülliye müzmahil etmek pek asanidi. lakin orduda tul meksden bizar ve istikrah etmişler. an kabul edüp, her biri ahire ve ba'zısı kendü kendüye levm ve düşnam edüp, eğer küffar şebhun etse, dar boğazda reha bulamazdık; buna daşükür diyerek döndüklerinden, dönmediler. vezir at üzerinde hem firar, hem müşaverede hacıoğlu pazarcığı'na varup nüzule karar ve üç günde varup nazil oldular.muhsinzade'nin bükreş inhizamı: bir iki mah mukaddem, tahrir ettiğimiz üzre muhsinzade firavan asker ile mora'dan ve rumili'den' vidin'e vasıl oldukta, ve zir ordusundan dahi vafir adamyanına varup, karayiova'ya ubur etmişidi. bu esnada yerkökü'ye geldikde, yerkökü muhafızı iz zet ahmed paşa ve niğebolu muhafızı elhac ahmed paşa dahi mülhak oldukta otuz iki bin nefer cem' olmuşiken, silistre ve gay riden dahi gelüp, kırk bin oldu. bu kadar asker ile bükreş'e izzet paşa tedbiri üzre hücum olunsa zafer aşikar idi. amma muhsinzade, güya ziyade fikirlilik edüp, askerin ekserisüvari, piyade kalip, dahi piyade cem' olsun ve tersane'den gelen donanma ile vezir ismail'e geçüp, feth edüp, anlar oltarafdan, bizbu tarafdan küffara hücum edecekidi. donanma tolça' muhtenk olmağla, vezir tarafı metruk oldu. biz teksiri sevada' sa'i edelüm diyerek, küffarıntedarikine meydan verdiğinden başka, askeri yüze çıkarmağla, asker üzerine hücumdüşman on sa'at mesafede iken, yirmi gündür beyhude ne durursun deyü, edebden huruc et tiklerindefırsatı fevt edüp, askere kelamında te'sir kalmadığın bilüp, ben bunda kalup, izzet askerin matlubı dian adamın paşa çarhacı ve elhac ahmed serasker olmamasından zarar: paşa'yı serasker nasb edüp, bükreş'e irsal eyledi. lakin as kerin i'tiban izzet paşa'ya olup, niçün paşa'mız seraşker naab olunmadı deyü, ibtidayi cengde, çarha yüz çevirdikde, mecmu'u dönüp, piyadeye bakmıyarak vidin'eve kule'ye revaneolduklarında, piyade yerkökü'ye geliyor deyü, vezir'e inhizam haberi geldikte, hemen muhsinzade bir zevrak ile süvar ve cümle edevat ve mühimmatı terk edüp rusyerkökü kafasına def'ai sanicuk'a geldi. bu vak'aordu inye küffar istilası: hizamının ertesi günüdür. ruscuk'a geldikde, vezir, ordusu hasaretini istima' etmekle elbeliyetü iza ammet tabet mü'eddasınca müteselli oldu. sonra küffar cemi'edevatı kabz ettikden sonra, yerkökü kal'asını dahi zabt etmeye muhsinzade sebep oldu. ezin canib vezir silahdar mehmed paşa, haeıoğlu'na gelüp, edirne'ye gitmek arzusu ile defterhane ve aklamı edirne'ye irsal edüp, abdi paşa'yı karasu ve dağıstani'yi köstence muhafazasınata'yin etti. ve tuna sevabazarcık'da vezir'e olan rezahili ahalisi cümle hacıoğlu'na let: gelüp, mesken olmamağla, nisvan, sıbyan' arabalar üzerin de beytutet eder. vezir'de ve küttab' ve ocaklu'da çadır ve çerge kalmayup, açıkda kaldık, elbetde edirne'ye gitmeye muhtacızde diklerini bazarcıklı sezinüp, vezir de bu hususu pesimoğlu hane sinde cem'iyyet ile müşavere eder olduklarında, kasaba ulemasından otuz kişi ve elli serdengeçdi ağası meclisi müşavereye dühul ve bila teklif ve bimuhaba ku'ud ve arazil sarayı silahla muhasara ve müşavereniz nedir dediklerinde, vezir siz neye geldiniz deyü tefahhus kıldıkda, çünki askerin ekseri edirne'ye gitti; bakisi dahi gitmek üzre müşavereniz olup, bu gün hazine gidecekimiş; bu suretde kasabamız ehalisine bir münasib mahal ta'jan buyurun dejdi feryad ve taşrada olanlar kapıyı sedd ve biri üzerine çıkup, mezkur oda penceresinden tüfenkleri içeri uzattılar ve ağızlarına geleni söyleyüp, güzegte' mandemizi taleb ederiz, olmaz ise cüm lenizi paralarız deyü terki hürmet ettiler ve huzzar selametden katı ümid ile hayran ve mütevahhiş olup, vezir adamlar kasaba dan ahir mahalle naki kasdımız yok ve bunda kışlarız deyü yemin ler eyledi ve pazarcık'da kışlamaya fatiha kıra'et olundu ve mande hususuna selim efendi tekeffül etmekle erazil dağıldı. abdürrezzak efendi: marü'zzikr abdürrezzak efendi, huzurı hümayuna vasıl ol dukta, hacıoğlu'nda kışla tertib ve şair hususlara nizam verilüp, abdürrezzak efendi orduya azimet üzre iken, babadağı vak'ai hailesio haberi zuhur ettikde, tekrar huzurı hümayunda akdi encümeni şura kılındıkda, vezir'in, azli vacib oldu; böyle vakitde uhdesinden gelmeye kim kaazli silahdar mehmed paşa: dir buyruldukda, muhsinzade sadırdan izzetle münfasıl olup, mora'nın fatihi sanisi olmağla, şan sahibi oldu ve şimdi yerkökü'de serasker'dir. mühr irsal olunsa, mübaşir olduğu hususa takviet olur denilmekle, mührü ahz ve teslim abdürrezzak efendi'ye sipariş kılındı. kimesne efendi'nin böyle amele mübaşir ola cağını me'mul etmez. altı günde hacıoğlu'na vüsulünde, doğru vezirkethüdası yanma varup, ifadei meram ettikde. kethüda, vezir'e girüp, tesliye ye teselli ederek, efendi'nin me'muriyetini ifade ettikden sonra, efendi gelüp, teselliyi hatır ve izalei vahşet eder kelimatı mutayyibe ile mühri hümayunu kabz ve yeniçeri ağası süleyman ağa'yı vezirkethüdası yanma da'vetve üç tuğ ile kay makamlık kürkünü ilbas edüp, üç tuğ: muhsinzadenin ikinmuhsinzade'ye hatemi isal defa mühre naili: içün rusçuk'a revane' ve va rup, hatemi vekaleti kübrayı muhsinzade mehmed paşa'ya teslim eyledi. galiba silahdar meh med paşa'nın inhizamı haberi devlete vasıl oldukda, muhsinzade inhizamı' vasıl olmamak gerek; eğer vasıl olsa, nümunesi bahir olmuş olup ve inhizamı akibinde, mühri hümayun gibi matlabı ala ve maksadı aksasına inaleden hezimetemazhariyyeti muka belesinde tekrim olundu deyü yar u ağyar cezm eyledi. çün vezir oldu, sevahili nehirden sünne ve beştepeler ve tolça ve ısakcı ve babadağı ve hirsova eyadii küffara geçmekle, muhafazasına hacet yok; hezargrad ve şumnu ve selvi ve eskicum'a ve osmanpazarı'ndan on bin adam cem' edüp, silistre ve tutrakan ve rusçuk ve ziştovi ve niğbolu muhafazalarına ta'yin eyledi. ve zahire olmadınemçe'den orduya zahire iştiğı ma'lum, isti'aneye muhtac ra olunduğu: olucak, tevarihde mukayyed olduğu veçhile, nemçelü ara zisinden, belgrad kurbünde, össek ve tamışvar eyaletlerinden hınta ve şa'ir mübaya'a olunmak içün, kapıcıbaşı karahisari ahmed bey irsal olundu; varup vakti harmanacek, kafi gendüm ve arpa irsal eyledi ve hezargrad etrafında olan kazalar ehalileri, babadağı' gibi te'dibi hakka seza haşumnu kışlak ihtiyar olunreketden fariğ olmadıkların duğu: vezir görüp. edime sevdasmdan farigan şumnu ihtiyar olunmağla, livayi muhammedi ile kaymakam süleyman paşa, pazarcık'dan ve vezir rusçuk'dan hareket edüp, ramazan'ın . günü şumnu'ya meşta içün dahil oldular. ve on seneden berü şekavetleri terakkide olan pravadi ve hacıoğlu ve deliorman ve ahvali pravadi ve şumnu ve şumnu ve hezargrad ve balhezargrad ve balkan ve delikan ahalisi, katı tarik ve orman: katli nüfusu pişe edinüp, iki kaza birbirile ve ba'zı kaza iki fırka olmağla, cidaldenve yeniçerilik ve orta kavgasından beri olmadılar; hatta işbu mür'i'ttevarih'ia. müsevvidi ahdi naçiz, bin yüz seksen üç sali evailinde, hükumeti şer'iye ile hezargrad mahkemesine vüsulümde, kasabai mezbure ahalisi yeniçerilerden, ellibes ile altmışaltı ortası yoldaşı olup, orta niza'ı ile iki fırka olmuşlar. giderek şehirde vaki' ibrahim paşa cami'ini haddı fasıl add edüp, şarkisi altmışaltı'ya, garbisi ellibeş'e me'va olmuş, çarşulan ve debbağhaneleri başka olmuş, kazara haddenbiri te cavüz eder ise, hemen fitne hazır. ibrahim paşa hamamı odunlarını sokağa meteris alup, leylen ve niharen bir kaç gün tüfeng ileceng ve mabeynde niceler arazai telef ve ra'iyye dükkanları yağma olunur; birbirinden kız almazlar. lakin mukaddem alınmış hatunlar bulundukları sınurda kalmış, anası babası on sekiz seneden berü görmemiş ve görmek dahi mün'adim olmuş, edna bahane ile mahkemeye bir taraf dolup, kurşun yağdırmakla hükümet odası pençeresinden girüp, tavana geçen kurşun bir iki bin şümar olunur. gördüğümde iki tarafdan her biri bu hakiri caniblerini terviç ede rek celbe sa'i ve ihtimam ederler ve hüddamı mahkeme elbetde iki tarafdan birini semtinize almayınca, icrayi ahkam olunmaz. kırk seneden berü gördüğümüz böyledir deyü ta'rif kıldıklarında, maddei fesad hükkamın bir tarafa meyli olduğu iyan olunacak ihramlarına asla iltifat etmeyüp, dört gün kitab açmayup, adamlar bu sevda dan fariğ olup, iki taraf olmayı terk ile müsafat etmedikçe da'va istima' etmem ve kazayi ahire naki edüp, nizamı belde içün bir üç tuğlu vüruduna muhtac olunduğun devleti aliyye'ye i'lam edüp, bir kahhar vezir ta'yin ettürürüm dediğimde, enva' muhav vefat ile abcli fakiri tahvif ettiklerine asla rağbet etmeyüp, padi şah hükümeti taklid buyurdukda, ibadullah içün buyurur, gerek gani, gerek fakir, gerek rical, gerek nisvan, gerek müslim, gerek zımmi cümlesinin umurı şer'iye ve umurı beldelerin rü'yete me'mur kılup, ba'zısını istisna buyurmaz. cümleniz indimde yek sandır deyü barışmalarına şer'an tenbih eyledikde, cümlesi kabul ve müsaleme kıldılarve babı mahkemeden güzar eden hatunlar, ellerin ref edüp, on sekiz yıldan berü, gözüm nuru, ciğerpare ev ladımı görmemişidim; şimdi görüşdüm, bu selmeefendi sen se bep oldun deyü hayır du'alarmı isma' ederler idi. lakin yerimize hanende ibrahim efendi gelicek, aslına rücu' ile kemafi'levvel bi'iezid habasete şüru' ve ibrahim efendi tavrımızdan udulüne neda met ile firar ve iki tuğlu paşalığa talib olarak, ehli şer' iken, ehli seyf olmuş ki, bari te'diblerine me'muriyetile intikam ahz edem deyü, lakin müyesser olmadı. ve'lhasıl etrafında olan kazalar dahi beter olmağla, te'dibi hakk ve te'dibi sultana muhtac olmuşlaridi. bender ve kili ve ismail ve ibrail gibi' te'dibi hakk zuhur etmeden muhsinzade vekaleti kübrası hasebile te'dibi sultaniye mübaşeret ve eşkıyayı kahr ve tedmir eyledi. tatar: çünki cezirei kırım külliyen mazbatai küffar olmağla, hükumeti haniyeti kırım ref' ve elkabı haniyet mün'adim oldu. am ma padişah yine kırım'ı teshir ümidi ile huzurı hümayunda meş veret buyurdukda, selatini tatar'ı davudpaşa'ya ihzar ve hususı haniyeti icraya ensebi istifsar olundukda, maksud giray'ı tensib etmelerile münasib görülüp, han nasb olunup, kırım girayzade baht giray kalgay ta'yin ve uğurı dinde i'anei devleti aliyye ile mülki mevruslann tahsile ihtimamlarınaihtimam olundu ve huzurı hümayunda ta'ahhüdleri üzre kırım ahalisini kendülere celb ve moskov ile olan mu'ahedelerin tagyir ve varup çerkeş'i tahrik birle kırım'a havaleye, teslim olunan hil'atlar ile baht giray gidecekidi. şumnu'da askere müzayaka olmağla ve han, vezir yanına va rup, kendi ve dört evladı ki, her biri hilalebru, mehpeyker ve ahu çeşm, hurşidnazar, vezir'e mülakatda, samurlara müstağrak kılınup, tuna müncemid olur ise han lazım deyü ruscuk'a irsal olundu. amma henüz kışla askerine zahire yok; bunlara dahi bin meşakkat ile peyda olunan ta'yine kana'at etmejöip, teklifi baridedenbaşka, etba'ları fuahdi tatar bamoskov: karanınırzına ve malına ta'arruz ile rencidelerinden müseyyeb i fukaranın ah ve figanlarını, vezir padişahı alempenaha bildirmekle', sadır olan hattı hümayunda kavmi tatar'ın din uğruna sa'i etmeyüp, ihtilaf üzre olup, celbi maldan gayri efkarları olmadığına moskov muttali' olup, ıtma' ile ihtilale verüp, aba' ü ecdadmızın darü'lmülkünü teshir eyledi. amma halkınızda gayret olmayup, dünya malına mail olduğunuzu bilicek?, ne güne mu'amele edeceği zahirdir. biz sizi mülki mevrusunuza isalehim met ederiken, neferatınızı zabt etmeyüp, ta'yinatımıza kani' olma manız neyi müntec olacağını fikr edesiz deyü yazılan hatt geldikde mü'eddeb oldular. abdürrezzak efendvnin riyaseti: ve reis recai efendi üç aydan berü hasta olmağla, hastane'ye irsal olundukda, yerine takriri hamei zebanı' mahzeni fesahat ve sariri zebanı hamesi, matlaı envarı belagat olup, zihn' i sakıbı ile silki ibaratı' ziba ve akdi isti'aratı garrayı nazm ettiği gibi' dilkeşi hattı menşurı ferah bahş olan mektubi abdürrezzak efendi reisü'lküttab naab olundu. hakikatda müşarü'nileyh hazretleri ile dokuz sene yasincizade efendi'den, mukaddematdan bir kaç nüshaya varınca ders şeriki olduk. nigukar olup, bedgirdarlıkdan ar eder ve mevaki töhmetden ihtiraz edüp, mekarimi ahlak ile adabı mu'aşerete müra'at eder bir zatı şerif bulduk. mesnedi riyaset ehline mukarin oldu. ve adanın sefayin tedarik ettiğinden sevahili bahri siyah'a sui kasdı münfehim olmağla, bostancıbaşılık'dan muhrec, belgrad valisi elhac halil paşa karadeniz donanmasına serasker ta'yin olundu. ve beş ay mukaddem kılleti zehayir fikrinden mec nun olan ismail efendi yerine maliye tezkirecisi derviş efendi vekil nasb olunmuşidi; şimdi terki hanedanı pür alam ve azmi gülşeni darü'sselam oldukda, vekaletinde olan hail ü akdi asaleten derviş efendi'ye isal etmekle çavuşzade bahçesi'nde ziyafet eyle di. bundan akdemce yedi yüz elli ve şimdi bin üç jdiz kise altunı hazine dahi orduya geldi ve elhac ahmed paşa terki mansıbı ha yat ve mahsüli ömri gerenmayesin süpürdei desti hadimü'zzat eyledi. ve hazelei ocak kesret ile binizam olduğunu vezir, yeniçeri ağası süleyman paşa ile müzakere ettikde, selef zabitlerinin mehafet ile müsa'adesindendir, nizamı asandır deyüp, etraf eşkıyası na münasib mübaşirler ileahz ve i'damdan sonra, ordu eşkıyasını dahi ahz ve ekseri serdengeçdi ve alemdar olmağla, mahfi ifna ve kuyulara vaz' ile i'dam kıldığından kuyucu paşa deyü namaver oldu. gerçi muhsinzade askesiyasetin tariki: re bir mikdar nizam verdi. amma çok nüfusı şanı telef etti. lakin yine temel tutmaz. müdebbir olan serdar te lefi nefs etmedennizam verir ve nizamı baki kalır. tariki yukarıdan aşağıya inmektir', ya'ni rü'esa ve zabitandan bir kaçının cezasmı tertib edicek, başda olanlara ve neferata haşyetsirayet et mekle muntazam olurlar. bu nükteden gafletini izhar eyledi. ve zi'lka'de 'de ahüç tuğ: med rif'at nişancı nasb olu nup, ilbasan mutasarrıfı süley man paşa'ya iki bin piyade ve altı yüz süvari kendi malından or duya getirmek şartı ile üç tuğ ihsan olundu. çün seksen dört senesinin ordu havadisine, seksen beşordu vekayi'i ilave kılınup tahrir olundu. amma seksen beşin astane havadisi dahi bu mahalle zeyl kılındı. istanbul'da, sultan mehmed camvinin müceddeden binası tekmil olunduğu: çün yetmiş dokuz şalinde kebir zelzeleden, astane'de ebü'ıfeth cami'i küJliyen münhedimolup, sonra binasına süru' olmuşidi. işbu muharrem 'de tekmil olmağla, on birinci cum'a gün salatı cum'ayı edayamüşrif sümuli eltafı himem olan garrai cebini şevket ü hilafet, hadimü'lharemeyni'lmuhteremeyn, saniyi iskenderi zülkameyn, sultan mustafa hanı salis hazretleri, hayratı sultan mustafa han: şevket ve azamet ile gelüp, ba'de eda'ü'ssalat ilbası hil'at ile sarayına avdet buyurdu. hakk budur ki, bu sehriyarı zişanm mu vaffak olduğu hayrata eslafı olmadı; ya'ni üsküdar'da, ayazma'da ve istanbul'da laleli'de iki kıt'a mu'alla ve ziba cami'ler cemi' hayratı cami' iken, böyle cami' ki, sahibi kadimininbinasının ca mi' olduğunu, cami' olduğundan ziyade, sanayi' ve bedayi'i cami', bir lanazircami'i tecdid ve eyyüb kazası'nın mahreç oldutekmil ile dahi serfiraz küınğu: dı. ve medinei eyyüb kazası, manasıbı devriyyeden iken, mahreç idadına münselik kılınup, haleb'den dun ve selanik'den ali kayd olunup, uzuncaovahasköy'ü inzimamı ile sülermaniye müderrislerinden ayasofya şeyhi köse emir efendizade essej'yid mehmed refi' efendi'ye tevcih olundu. ve ramazan 'dan zabt etmek üzre izmir, çalgandızade mustafa efendi'ye ve üsküdar, naili'kaynızade esseyyid ahmed efendi'ye ve kudüs kel ahmed pasazade ismail efendi'ye tevcih olundu. ve gurrei m ünir ak tepe rebi'ü'lahir 'de sadr' ı anadolu atıf efendi münhal olup, yerine es'ad silahdar sun'uttah paşa'ya üç efendizade esseyyid mehmed tuğ: şerif efendi teşrif eyledi. ve silahdar! şehriyari sun'ullah ağa, üç tuğ ile çırağ oldu. ve bostancıbaşı ibrahim ağa azl olu nup, yerine ocak kethüdası elhac mehmed ağa nasb olundu ve istanbul kadısı olan paşazade yahya efendi azl ve yerine ilmi damadı ali satı' efendi vasıl oldu. ağakapısı imirakı: ve ağakapısı derunundan zuhur eden harik şaire te cavüz etmedi. ancak bitemamiha babı' ağayı yeniçeriyan yanup arsa oldu. bir sarayın mahalli ibret: derununda paydaraltmış, yetmiş kişi ola ve dört, beş yüz kişi, eğer bir mahalden harik zuhur eder ise, müheyya bulunayım deyü libası ile naim ola ve karib ve ba'id ateş znıhuruna dideban yangın köşkünden bekçiler daima müterakkıb ve nigran olup, ihrak zuhur eden mahallin itfasına bunlar ta'yin olunmuşiken, derunı saraydan serkeş olan ateşin ıtfasına muktedir olamalıla' gazabı mevla sa'iyi zaleme ile müntafi olmadığı bilindi. ve ramazan'ın on yedisinde , sadrı rumsalihzade efendi ma'zul olup, yerine ivaz paşazade ibrahim beyefendi ikinci def'a teker rüreyledi. ve şevval'de , istanbul kadısı rahaveti hasebile bivakt azl olunup, yerine nakib esseyyid ibrahim efendi ikinci def'a payei' anadolu istanbul kadısı oldu. ve haleb ayanından tahazade ceridei ulamadan hakk olunmuşidi. afv olunup, mahreç payesi ibka olundu. tahazade; galata vakıası: ve zi'lka'de'nin yirmi birinde , tersane'de riyalei hümayun ta'bir olunur kalyon neferatmdan gavur hacı ve amavud mehmed, galata'da kahveci emir salih'i kati ve dükkanım yağma ve bir kaç gün mürurımda kürkçü kapısı haricinde bakkal zimminin dükkanına boğazlanmış kuzu asıp, tecrim kasd ettiklerinde, galata kolluğu gelüp, behey kardeşler bu şey münasib değil, kuzuyu kaldır deriken, niza' ve şütum ile kolluğa muhalefet ettikde tarafeyn yoldaşları cem' ve erazil dahi birik mekle, hurub ve kıtal zuhur, ekseri cem'iyyet yeniçerilerin altmış dört cema'at ortası ile yirmi beş bölük ve kalyoncular'dan arnavud pergendisi neferatı idi. hemen galata ıskelesi'nde mevcud sefayinden toplar ihrac ve galata derununda kürkçü kapısı dahilinden kule'ye ve sandıkcılar'a varınca asker dolup, galiba dört beş bin hazele iki tarafdan biriküp, üç gün üç gece top ve tüfenk sadasmdan durulmaz ve sefinelerden, ya'ni kalyoncular pergendelerden ve yeniçeriler laz gemilerinden dahi, harici surda birbirine top ve tüfenk atmakla, kurşunlu mahzen'den hastane'ye ehli ırz ve erbabı maslahat üç gün geçemedi. sair vakitde böyle muhasama ettiklerinde zabitleri def' eder idi. bu def'a kavga müştedd ve iki ta rafdan telefi nüfus ziyade olup, sekbanbaşı ve kaymakam paşa çardak'a gelüp, sadalarım istlma' edüp geçemediler. sonra topçu ocağı ve şehirli ile üzerlerine nefiri am olunacağını, eşkıyanın za bitleri ile galata kadısı'na ifade ettiklerinde, zümrei yeniçeriyan'dan birini, pergendi filikacısı zımmi kati etmekle mahbusimiş; kısasını istid'alarma binaen salb olunmağla, mabejmleri islah ve fimaba'd canibeyn birbirlerine ta'arruz etmemek üzre zabitleri tekeffül eylediklerini, galata kadısı i'lam etmekle, defi fitne ve şerr oldu ve eşrar teferruk ve namlarını güm kasdı ile taşra vilayetlere münteşir olmuşlar idi. taraf taraf mübaşirler ile ahz ve ceza ve sezaları tertibolundu ve orduya firar edenleri dahi yeniçeri ağası süleyman paşa ahz ve i'dam eyledi. m ünirk te pe vuku zelzele der islambol der muharrem ve vefatı fatma sultan ve şehzade sultan mehmed hn. sultan mustafa padisaht islam der receb ve ihsan vezaret bedeli ömer ağa ezkütah'a ve ihsana vezaret kassabbaşt ömer ağa ve vefatı ağayi darü'ssa'ade mercan ağtt ve nasbı hazinedar cevher ağa ve vefatı valii kandiya hüsnü hüseyin pasa ve vefatı emirü'lhac osman paşa ve vefatı sun'ullah paşa der ağriboz ve vefatı kçtssahbaşı ömer paşa ve harJk der gedikpaşa ve harik der yeniodalar ve vefatı sermüneccimin halil efendi ve nash sani abdullah efendi. vukuı mütateke der mabeyni ali osman ve rmya se mah ezmuharrem ve helakiyi şakı ali bey ezümerai mısır der mısır ve irsali mürahhasanı devleti aliyye nişancı osman efendi ve yasincizade osman efendi ve feshi mütareke've kıyamı mu harebe ve tekrar akdi mütareke penç mah ve irsali murahhas reisü'lküttab abdürrezzak efendi ve avdeti o bim sulh ve kıyamı mukatele. zelzele: muharrem'in yirmi altısında , astane'de zel zele vaki' oldu ve safer'in yirmi üçünde , hala serir arayi evrengi şahi ve revnak vefat fatma suuanu ssabi: efzayi dihimi cihandari haz retlerinin evladı kirammdan fatma sultan'ın miirgi ruhu hüma gibi göklere pervaz kılmağla, mehdi tabut ile laleli cami'i 'haziresinde i'dad buyrulan tür beye defn olundu. ve kapıcıbaşılardan deli ömer ağa hastane'ye getirilüp, üç tuğ ile anaüç tuğ: dolu mansıbı i'ta olundu ve gurrei rebi'ü'lahir 'de sadrı anadolu es'ad efendizade şerif efendi, tekmili müddet ile' münfasıl kılmup, hala ikinci def'a anadolu payesi ve ıslambol kadısı ve nakibü'leşraf olan esseyyid ibrahim efendi mevsul'olmağla yerine. efendi vasıl oldu ve cumade'lula'da , darü'ssa'ade ağası mercan ağa anberi famı vücudun münevvefatı mercan ağa ağayi ver kılmak içün darü'ssa'ade'darü'ssa'ade: den darü'sselama rihlet eyledikde, yerine hazinedar cevher ağa isal olundu. ve mahı receb'in on dördüncü gece , kamer temam münhahusu sif olmuşidi. ertesi husrevi gerdun kadri destare sipah hazretlerinin ahadi kurrei ayneyni olan sehzadei asgar sultan mehmed füc'eten sitavefatı sehzadei sagir sultan rei hayatı uful ve ufkı gurumehmed: ba nüzul etmekle' herkes matem eyledi ve marü'zzikr la leli türbesinde hemşiresine refik oldu. ve kandiya valisi hüsnü hüseyin paşa ve emirü'lhac osman paşa ve ağriboz muhafızı silahdar sun'ullah paşa'nın gülzarı hayatlarına badı hazan vezan oldu. rahmetu'llahi aleyhim ecma'in. ve ramazan'ın on yedisinde , sadrı rum ivaz paşazade ibrahim beyefendi tekmili senei kamile 'ile mün'azi kılınup, yerine hindi molla efendi denilmekle mu'arref'olan es'ad efendi lahik oldu ve şevval 'de, kassabbaşı kassdbbaşı'ya üç tuğ verildiği: ömer ağa maldar olup, kendü kendüyü idare ettiğinden ma'ada, tuğ akçesi ziyade arz etmekle, rütbesine ve liyakatına ve şa nına nazar olunmayup, üç tuğ i'ta buyrulmuştu. yirmi beşinci günü, ni'meti hayatdan tuğkeşi ahiret oldu. bu nun bu mansıba vusulünden menfe'atı, ahirete üç tuğlu gitmek oldu. mütareke bamoskov: ve, senei sabıka evahirinde, rusyalu ile mütareke sohbeti zuhur etmişidi. ışbu seksen altı muharrem'inin beşinde , mütareke şürutuna nizam içün hacegandan esseyyid abdülkerim efendi ile reis kisedarı dürri efendi irsal olundu. bu mütareke ve mükaleme maddeleri enveri efendi'nin tarifei'nde, beş on mevki'de vaktile irad kılınmış. biz iradatı mezkuratı, miilahhas kılup, cümlesini hitamı suihda terkim etmek kasdı ile bu mevkı'de bu kadarcaişaret ile iktiza yeğen mehmed ağa: olundu. ve zağarcı salih ağa azl olunup, yerine sansuncu yeğen mehmed ağa getirilüp, ertesi kul kethüdası beşiktaşlı hüseyin ağa azl ve mukaddema zağarcılıkdan münfasıl elhac ha lil ağa kulkethüdası nasb mevlud der ordu: olundu. ve rebi'ü'levvel'in on ikisinde , ve zir otağında miladı manzumei' cenabı senedü'lenbiya' alyhi ale'ttahiyat kıra'et olundu ve abdülkerim efendi mütareke şurutuna nizam verüp gelmekle, nisanct osman efendi ve ya işbu mevlud günü mükaleme sincizade osman efendi mumürahhasları nişancı yenişerdhhaaen moskov'a gitti: hirli' osman efendi ile ayasofya şeyhi yasincizade os man efendi, astane'den savbı maksuda irsal olundu. ve cidde' beğlerbeğisi ömer paşa'ya üç üç tuğ: tuğ i'ta olundu. çün murahhaslar orduya varup, rusçuk'dan karşı gittiklerinde alemü'lulema orduya gelüp, askerde silah, bisat kuşanup seferber alametlemes'ele beaskeri ordu: rini görmeyüp, herkes hazar da gibi olmağla, bunlara seferi namaz sahih olmaz buyurduğundan, vezir iykaz olup, müşaverede askeri tul meks ile seferi kalblerinden ihrac etmişler. seferber ol malarına ilaç dedikde' s iki sa'at mahalle, ordu iki bölük kılınup, meteris hafri ve lağım ve ceng ta'limi ve karakol beklemek gibi hareket olunsa, asker hanesinde sakin olur gibi halatdan ihti raz eder denilmekle, ibrahim paşa ve osman paşa başka başka or dulara ihraç olunup, vezir biniş tarikası ile ziyaretlerine vardı ve ağustos'un yirmi ikisinde mürahhaslar müsalahaya nizam veremeyüpavdet ettiklerinde, orduda müşavere ve cenge karar veril mekle, abaza hazinedarı feyüç tuğ: zullah ağa'yaşeca'atine bi naen iki tuğ ve yenişehirli is mail ağa'ya üç tuğ verildi' ve iki bin beş yüz kise hazine geldi ve tekrar moskov mütareke ve mükaleme taleb etmekle, dört gün sonra yine muharebeden ferağ ve mütarekeye kıyam verildi. abdürreszak efendi'nin murahhas olduğu: ve receb'de abdürrezzak efendi mürahhas olup irsal olundu ve sathice orduda yoklamaolundukda, yevmiye iki jrük akçe mahlul ahz olunmağla, sa'yi hazine olundu ve erba'inde vürud eden meşta askeri birer' üç tuğ: mahalle ta'yin olundu. ve ça talcalı ali ağa'ya üç tuğ veril di. ve şevval'in on ikisinde , efendi ni'meti hayatdan dur vefat kadıi ordu ni'met olmağla, şumnu'da defn oldu. efendi: sadrı rum'lardan ziyade mal cem' ettiğinden gayri, etba'ma verdiği ulufeden başka, yevmiye bin iki yüz akçenin sahibsiz esame kağıdı çıkdı. zimmetinde hukukıbeytü'lmal ve hukukı ibad mütekasir' sü'alde cevabını ancak vermek iQün cem' etmiş hisabı asan ola. mümaileyh, eyyüb ruznamçecisi abdürrahim efendi'nin oğlu olup, cülusda mirzazade efendi müderris etmişidi. sonra damadzade ebü'lhayr hakk etti. lakin sonra tarikim tashih ve vafir za man haremeyn teftişi hizmetinde olup. galata kadısı olmuşidi. or du kadısı olmağla, istanbul payesi'ni ahz edüp, yetmiş altı ya şında ordugahı ervah olan mekabiri müsliminerihlet eyledi. ve zi'lka'de 'de, teveccühatı vakı'a oldu çünki mürahhas osman efendi ve reis abdürrezzak efendi, mükalemeleri bu mahaldentayy ve itmamı sulha te'hir olunup ve bu salde iki def'a mütareke ve mükaleme ile asla bir tarafda cidal olmamağla, ordu vekayi'indenbu senelik, bu kadarca ile iktifa olundu. ıstilayi küffar her babadağı ve kadti ordu sudeni müftizade ahmed efendi, fütuhat' der maretin, der kurbi rusçuk ve haniyeti devlet giray ve ihsanı vezaret becanikli elhac'ali bey ve helakiyi ali bey 'ez ümerai mısır, der mısır. fütuhati'azime der silistre ve sehadeti feyzullah pusa hazine darabaza pasa ve gazayi müderris osman paşa ve azli kuyu süleyman pasa ez mansibı' ağalığıyi yeniçeriyan ve nasbı kulkethüdayeğen elhac mehmed ağa ve gazayi izzet ahmed paşa der kule ve ihsan vezaret beruscuklu çelebi ağazade haşan ağa ve fütuhat der cezirei istanköy basefaini moskov ve azli nu'man paşa ezseraskeriyi karasu ve nefyi esiriyi serçamşanı tsbir ağa ve valiyi kütahya ömer paşa der karasu der sa'ban ve ihsanı vezaret beağayi yeniçeriyan yeğen elhac mehrned ağa've ihsant mansıb anadolu hekapdanı derya cezayirli haşan pasa ve vürudı o beordu der ramazan ve fütuhat'der havai varna ve gazayikelleci osman ve cülusı abdulhamid han ba'de ezvefat biradereş sultan mustafa han ve ihsan vezaret bemiri miran za'imzade ağribozlu haşan paşa ve kethüdayi bevvabani sudeni elhac mustafa ağa ve irsaliyi'o beordu ve mnsübiyv o miri ahur evvel ve azli adr anadolu esseyyid ibrahim efen di ve nasbı dürrizade nurullah efendi ve azli kadıi istanbul babüzade esseyyid abdullah efendi ve nasb kethüdazade mehmed sa'id efendi ve azli şeyhü'lislam mirzasade esseyyid mehmed sa'id efendi ve nasbı şerifzade esseyyid mehmedmolla efendi der gurrei cumade'lahire der ruzı gum'a ve naklb şudeni esseyyid ibrahim efendi ve azli sadrı rum es'ad efendi ve nasbı damadzade mehmed murad efendi der ruzı idi fıtr ve azli seretibba mehmed emin efendi bn. ahmed efendi ve nasbı mehmed arif efendi der def ai saniye ve azli müfti esseyyid mehmed molla efendi ve nasbı dürrizade mustafa efendi der def'ai salise der zi'lhicce ve azli kaymkamı rikab melek mehmed paşa ve nasbı kuyucu' süleyman paşa. hattı şerif ile askeri gayretlendirmek: çün mütareke ve mükaleme müsalemeyi'müntic olmayup, muharebe müşta'il'olmağla padişah, müşaverede ulema ve erkanı devletindenbu derde çare nedir deyü tefahhus buyurdukda, şimşiri şeri'atdan' gayri bu derde deva yoktur, dört seneden be ril tedbirler te'sir etmediğinden, müdebbiranda hayra nijryet ve as kerde gerek kıllet, gerek kesretde ibtidai cengde rugerdan ol mak halini müşahede, ba'de'lyevm telafiyi mafat içün vezire iki kıt'a hattı hümayunda bu vaktacekrii'esada ittifak ve gayret olmayup, iş erlerinde' tedbir bulunmadığmdan, neferatda ita'at ol mayup, küffar ferce bulduğu içün ibadu'llahın rahatı kasdı ile sulha ragıb oldum. müşrikin gurur edüp, kabul etmedi. imdi' ittihad ve gayret edüp, yüz aklığına sa'i edesiz. ben hazine ve mühimmat ve tashihi neferatda taksirat etmedim. siz dahi fermana ita'atde ve düşman karşısında sebatda taksir etmeyesiz deyü tah rir olunup, rikabdar ismail ağa ile irsal olunmuşidi. sülünde kıra'et ve suretleri etfevti fırsat ve nusret: rafa irsal ve askere isti'cal olundu. lakin ne fa'ide, geçen sene vezirin vezaretinin ibtida senesi olmağla, fermanma asker ita'at, gerek şitada, gerek sayfda kesretle cem'iyyet edüp, cenge hahişleri mezididi. lakin mosmoskov daima ehli islarrn tekov daima bizim halimizi teces cessüsdeolduğu: süse ziyade dikkat eder ve vakti hali bilüp, ona göre ha reket eder. seferin ibtida şalinde, emin paşa yer götürmez leskeri islam ile geldiğini görüp, benim moshov'un iğfali ve muhsinali osman ile ceng etmek zme'nin gafleti: haddim değildir. her ne mas raf oldu ise, deynim olsun, sulh olalım diyerek, askeri dağıttırups sonra mel'anetini icra eylediği geçen sene askerin hahişini görüp, muhsinzade'ye elli salinde, pederiniz abdullah paşa vezir oldukta, benim ba bamrusya feld mareşali olup, şimdi rusya tarafmdan bendeniz feld mareşal olduğum gibi, cenabı sa'adet dahi veziri azam oldu. hukukumuz kadim ve baba dostluğu mukim. layık olan iki devlet fukarasını ikimiz sıyanet etmek diyerek, mütareke çıkarup, askere fütur getirüp dağıttı. bahusus osman efendi ile yasincizade bilasulh avdet edüp geldiklerinde, küffarın bu sene asla tedariki yok ve elhamdülillah sa'ir seneden çok fırsat demekle, cenge mübaşeret olunmuşidi. feragat olunmasa bu sene muzaffer olunduğundan biska, geçen sininin' intikamı dahi ahz olunurdu. dört gün sonra tekrar küffar mütareke taleb ettikde, iğfal olduğunu tefehhüm edüp, redd lazımidi. azim gaflet ile i'timad edicek askere nefret geldi. bu sebepden, bu sene tekrar asker taleb olundukta, yine böyle olur deyü kimesne gelmedi. eğer yine gelse, yine küffar ahir güne hiyle ederidi; gelmiyecek, küffar mütareke tamamından sekizgün sonra, hirsova ile silistre mabeyninde, balyaboğazı'nave tolça'ya birer bölük kafir ubur ettikde balmüderris osman paşa; hasaya'yamürur eden küffarı reti tolga ve babadağı ve üsemüderris osman paşa kaçırdı, rayi bihisab der babadağı. lakin babadağı muhafızı çer keş haşan' paşa yanında as m ü n ir ak tepe ker kalil ve ehalisi geçen, sene istilasından gözükorkup, henüz yerleşmeye sa'ideleriken ve hacıoğlu muhafızı abdi paşa ya nında hiç adam olmamağlave mütareke ve suihdur deyü muhsinzade i'timadından asla mukayyed olmayup, rumili timarlusuna harçlık' deyü izin vermiş olmağla, tolça'dan küffar gelüp, çer keş paşa ile birazmütaraha edüp, babadağı'na dühul ve cümle nisa ve sıbyanı esir ve mameleklerini zabt edüp, götürüriken, on beş sa'at mahalden karasu'ya gelüp, arabalar ilennaki ettiği üserayi mü'mininden bir kaç araba halas etti. ne fa'ide küf far babadağı ve karaharman ve köstence ve karasu havalisinden iriufak, yirmi bine karib müslimini esir etti. muhsinzade'nin sui ameli: bu hususda muhsinzade'nin bu müslümanlara ettiği gadri hayfi haccacı zalim edemez, kendü haber aldıkta, te'essüf ve hajrf ederek, ben bu mütareke sulhu müntic olur kıyası ile babadağı havalisi muhafazasına ihtimam etmedimve osman efendi büa sulh avdetinde askerimiz kesret ve vefret üzre olup, küffarın tedariki ol madığım haber verdiklerin de, nedameti muhsinzade: askerin cenge hahişi ziyade iken, tekrar mütareke talebine firifte olup, askeri dağıtmakla fırsatı fevt ettiğimden bu sene as ker gelmediği içün muhafazası vacib olan yerleri muhafaza edeme mekle bu felakete sebep oldum deyü i'tiraf ve i'tizar etti. ne fa'ide, özni kabahatinden mezid; silahdar mehmed paşa firannda babadağı ahalisinden esir olmuş nadir olup, ma'adası halas olmuşiken, cebren ve kerhen fermanlar ile cümlesini getirdüp iskan ve zira'at ettirüp, muhafazalarına dikkat etmedi ve dikkat etmek elinden gel medi. cümlesinin birden bendi esre ibtilasma sebep oldu. bu ve zirin her işi bu amelinden nümayan iken, yine devleti aliyye bu adamdan hayrı amel me'mul edüp, becayiş etmemekle, anlar dahi gaflet ettiler. yoksa moskov'ım hiylesi açık ve kuvveti kalil idi. lakin beri tarafda idrak edüp, askerin nizamına ve amaline kadir kimesne bulunmadığı ile da'ima mağbunve ma'yub olduk. ba'dehu safer'in yirmi birinde , şumnu meştasmdan orduya huruc olundu. ba'dehu yeniçeri ağası süleyman paşa, sadık ve müdebbir ve yiğid yeğen mehmed ağa: olan kulkethüdası halil ağa ile şekerab oldu deyü azl olu nup, zağarcı elhac yeğen mehmed ağa kulkethüdası nasbolımdu. sevahili tuna zabitlerine her tarafdan karşı geçmekferman olunmağla, dağıstani paşa rusçuk'dan bir kaç def'a karşı geçüp, bilazaferavdet ettikde, küffar kuvvetlenüp beri tarafa geçeceği dillerden haber alındıkda, ahaliden olan pirlerin tedbiri üzre, tecahülane uburuna muntazırlarnusret der maretin: iken, rebi'ü'levvel'in on dör dünde , vakti fecirde rusçuk'dan üç sa'at aşağı maretin nam mevkı'e açıklar ile güzar ettikde, mevkıi merkümu muhafazada olan bosna zü'aması tekbir ederek, cenge kıyam ettiklerini top sadasından ali paşa du yup, berren ve bahren çete topları ile asker erişdirdikde, iki bin ka fir kılıcdan geçirilüp, iki yüz esir alınup, ma'adası gark, ancak yüz nefer sakar ı makarr necat buldu. müjdesi vezire vasıl oldukda şenlik edüp, seraskere mücev her kılıç ve kürk ve gazilere çelenk ve ataya irsal olundu. ve abdi paşa karasu'da gayretsizliği ahdi paşa, nu'man pasa: zahir olmağla azl ve misivri ' sahilini muhafazaya irsal ve varna muhafızı nu'man paşa karasu seraskeri nasb olunup, ma'iyyetine on bin adam ta'yin olundu. ve iki tuğlu seyyid ahmed paşa varna muhafazasına gitterekeme haşan paşa hatli: ti. ve tolça inhizammda tere keme nam iki tuğlu haşan paşa cümleden evvel firar etti deyü, çerkeşhaşan paşa yazmışimiş. ber takrir'terekeme orduya getirilüp, kati olundukda, üzerinde mecmu'ı altmış parası çıkdı. hazinesiz paşamdan hayır olmacengde parası olmayan paşanın dığt: başında etba'ı bile olmaz. canı nı firar ile tahlisi rıbhı azimdir. niye taksirat vezirin, iki tuğlular onun hizmetkarı makülesidir. asker istihdam edecek ve havayici asliyesini idare edecek meb lağ verüp, sonra ondan iş me'mul etmelü. altmış para ile bir ve zir çuhadan bile cenge bir hizmetkar götüremez. terekeme lumen camkeşi sahbayi şehadet olmuş oldu. ve anfen zikr olu nan maretin gazasından ahz ceneral esir olduğu: olunan üsaradan biri prens nam ceneral ile bir nefer tot ve beş nefer mariyor ile yüz yirmi esir hastane'ye irsal olundukda, esirler tersane'ye ve başları yedikule'ye vaz' olundu. amma babadağı semtinde olan küffar, tolça ve babadağı ve karaharman ve maçin ve hirsova kasabaları ile kuralarını tarmarve harab u yebab ejdedi ve bir seneden berü, mevazii mezkureye bin meşakkat ile cem' olunan top ve cebehane ve mühimmat ı bigiranı bi'lkülliye hebai mensur eyledi. vezire ikramen damadı sa'id bey miri ahurı sani nasb olunuphattı hümayun ve bin dört yüz kise hazine ile orduya irsal olundu. ve rebi'ü'levvel'in on beşinde , nu'man paşa'ntn gayretsizliği: babadağı'ndan küffann karasu'ya geleceğini serasker nu'man paşa'ya haber ettiler. bir aydan berü, otuz sa'at yere ayak sürüyüb gelmediğini vezire haber verdiklerinde, asker irsaline vezir meşgül iken, küffar karasu'ya gelüp, işbozalı abdul lah paşa dört bin adamı ile küffara bir mikdar mukabelede münhezimen seraskerleri nu'man paşa yanına varup, tekrar cem'iyyet ile düşman üzerine gelmek kasd ettiler amma nu'man paşa meyme netsiz olup, her müteveccih olduğu mahalden rugerdan olarak, gözü korkmağla, ilerü gelmeyüp, bazarcık kurbünde meks ettikde, vezir beş bin adam dahi irsal etti; yine nu'man paşa düşman üzerine varmajoıp durdu. balyahoğazı: vakta ki, haziran'ın yedisi ve rebi'ü'levvel'in yirmi yedisi oldukda, küffar varur olmadığından, meydan bu lup, yetmiş seksen bin leşkeri menhus cem' ve silistre'ye altı sa'at olan balyaboğazı'na geçdikte, karasu küffan dahi mülhak ol dukda, balya muhafızları ca'fer paşa ve mustafa paşa küffann vefretinde firar ve müderris müderris osman paşa'mn gaosman paşa ordusuna lahık zası: olduklarında, osman paşa, küf far gelür me'mulü ile değirporm şem 'dn ıza d esü leym anefe n d i tr ih l menboğazı'na bir mikdar süvari derkemin etti ve vezir küffann kesret ile silistre'ye sui kasdını istihbar ve üç bin boşnak ve yirmi orta yeniçeri ile kulkethüdası yeğen ağa'yı ve kendi ıçağaları ile tüfenkcileri çavuşbaşı isbir ağaJıe sekiz bin adam ve ordu çarhacısı arabgiri ibrahim paşa'yı dahi sansuncubaşı ve cebecibaşı ve arabacıbaşı ile on üç orta dahi mükemmel asker irsal eyledi. amma kiiefar vesilistre fütuhaW: zir'in bu tedbirini bilüp, hemen ikisi olmadan deyüp, rebi'ü'lahir gecesi , balya'dan hareket ettikde, karakollar gece yaka yakaya ceng ü cidalde olduklarm osman paşa duyup, değirmenboğazı'na hafr ettiği meterise piyadeyi vaz' ve kendü bin beş yüz delirile ilerü varup, dört sa'at muharebede iki bin kafir kantarai tiğdan imrar ettirüp, yirmi iki topunu zabt etmişiken, sağ kolda olan deli ormanlı kahbeleri rugerdan oldular. lakin sa'ire dahi sirayet etmekle, aldıklarını bıraktıkdan sonra, kendü top ve mühimmatların dahi terk ve şitab ile iki buçuk sa'at silistre'ye geldiklerinde, üçüncü gün isbir ağa ve ibrahim paşa ve kulkethüdası imdad erişdi ve harici surda meterise girdiler. ertesi bişumar ada ile kal'a muhasarasına ge leceği ma'lum olmağla, arabgirli ibrahim paşa sekiz bin nefer ile iki sa'at ilerüde mülakat ve serasker müderris osman paşa ile mukaveleleri' üzre cedid meterise düşmansevk ve celb içün çarha suretinde ceng ederek, firair hey'etinde cedid meterislere ilkaya hiyle ederikensureti firarı asker sahiha hamlen perakende olucak, küffar ta'kib ile meterislere geldikde, anlar dahi firar ve kal'aya dühul ettiklerinde, ibrahim paşa on sa'at filtar nam mahalde karar etti, haberlerini vezir istima' edüp, yanınayirmi bin adam cem' olunan karasu seraskeri nu'man paşa'ya tiz yetiş deyü, ferman ile abdülkerim efendi irsal olunup ve tuna'dan silistre'ye vezir zahire irsal ettikden sonra, sancağı şerif altında on' iki bin fatiha suresi ile yedi bin yasini şerif tilavetine şuru' ve meclisi meşverede feldmaraşal ordusu, orduyı hümayuna karib geldi. üç sa'at ilerü meterisler hafri ve karakollar ta'yini ile ihti yat olunup, vezir suveri ve ma'nevi tedarik ile küffann inhizamına müterakkıb iken, silistre'ye on sa'at tutrakan nam ma'bere' m ünırk tepe dört bin piyade ve bin beş yüz süvarimoskov çıkup, kesriyeli ömer ağa dört yüz şeci'anı isiam. ile küffara hamle, kendüler on beş gazi kalınca, binden mütecaviz kafiri dereki esfele ilka ede rek, ömer ağa dahi arici me'arici şehadeti ala oldukda, meterisde olan kalilü'laded piyadegan dahi süvariler sebih oluruz deyü firara ağaz ettiklerinde, muhafız olan abaza hazinedarı miri miran ve ahen dil ve ahenin ciğer abaza hazinedarı feyzullah ve rüstem inan bahadır ve sulpasa: tanı şeci'an olan feyzullah paşa, arı firara takat getiremeyüp, lezzeti şiringüvarı şerbeti şehadeti nuş iştehası ile fisebili'llah bundan akdem küffar yakasına geçüp, dokuz def'a, yirmişer, otuzar müşriki kati ve esir etmek gibi gazavata muvaffak olup, bu def'a beytü'lahzan olan cismi gamkini terk temennası ile yekta cemmei'müşrikine dalup, dört kafiri ziri zeber edüp, selamet huruc ettikde, yine bu tiregahı cahı fenadan halas olama dım deyü bitab, tekrar şuhendam, berklicam rahşına tahriki rikap ile taburı füccara hamle edicek, kurşun ile zahmdar oldukda, sebüktazı nazik cevelan semendi alempesendinden sernigun olmağla, kaydı esre iki gün mübtela oldukdan sonra, rahtkeşi kişveri alembeka ve bendi esrden ve kaydı darı vahşetden reha tacdarı kürsiyi şehadet oldu, nafa'ana'llahu bişefa'atihi ve mansıbı rikab başçuhadarlığı'ndan serbevvabin'lik ile çırağ olan abdullah ağa'ya ihsan olundu. ve on beş günden berü balya ve tutrakan ve karasu ve silistre'de olan muharebatda şühedadan kıtalayi küffar ezid; lakin mey dan kiiffarda kalmağla, mağruren feld maraşal olan rumancof beş yüz araba çubuk getirüp silistre hendeğini dol durup, kal'ayı almak içiin arabalar ile paçavra ve yetmiş kıt'a top dahi naki edüp, muhasarayı ikdam eyledikde. müderris osman paşa ve çavuşbaşı ve kul kethüdası kal'aya çejrrek sa'at mustafa paşa köşkü'ne cedid meteris hafr ve kal'alu ile muhabere ve ittifak ve rebi'ü'lahir'in sekizinde , feld maraşal beş koldan silistre'yi ihata ve ayak müderris osman paşa ve fütuayak meterisler üzerine ikdam hatı azime: ile kurşun menziline geldikde, osman paşa hamlei delirane şem 'd an iza d esü leym anefe n d i ta r ih i ile müşrikin ile yaka yakaya, fecrden sa'at altıya varıncaceng ve bir kaç def'a hamle olundukda, küffar meydanı mu'arekede bikarar ileni ve gerü bitab u tüvan firara ferce arariken, meterisde olanlar dahi, on sa'atden berü bimecal olmağla, sabr etmeyüp, meterisden varoşa avdet ettiklerinde küffar yüklenüp biz firar edecek iken bunlar etti deyü kendü küsuratına nizam ve bizim askerimiz dahi noksanlarına inyeğen mehmed ağa'nın haklı tizam diyerek, iki sa'at bicidal kelamı: aram olundukta, kulkethüdası yeğen ağa küffarın aramına nazar ile ve dalkılıc tahriri ile imrarı vakt olunup, ceng sabaha kalır ise gece ada ateşine nizam verür, yarın hanümanımızı süzan ve demleri cereyan eder. hemen mevcud piyadenin cümlesi dal kılıç i'tibar olunup, cihan başımıza tenk olmadan süyufa vazı yed edelüm. şehid olursak kılıçlar dişimizde ve yedimizde iken teslimi ruh edelüm dediğini' sami'in tahsin etmekle, bu niyyete fatiha tertil olunup, sekiz bin piyade ve beş bin süvari ıslambol kapı sını küşade ve osman paşa ile yeğen ağa cümleden ilerü çıkup, ateşi aduya iltifat etmediklerin gören muvahhidin yürüyüp git tikçe, nairei heyca ve vega şu'lelenüp, müşted olup dört sa'at başabas ve peyapey ceng usulü çalmdıkda, nesimi fevz ü felah canibi islamiyana vezan olnusret: dukda, osmanlu'yı yine münhe zim edüp, meterislerin bugün kabz ettim. yarın kal'ayı bilaeman alırım deyü azm ü cezm eden kafir, kal'a şöyle dursun aldığını bırakıp canından me'yus olmağla geri çekildikde, bir sa'at mesafe meydanda laşei eşrardan bir ka dem basacak hali mekan kalmamış. heman bu dört sa'atde mak tul sekiz bin laşe ile on beş günden berü vukuyafte olan hurubdan ta'dadolan laşe on dört bine baliğ oldu. küffarın adeti'olan haliklerini setr ve ihfa ve i'dam ile deryaya ilka ve türaba ilka ettiği ne mıkdar olduğun var hisab eyle. hamei sıdkı makale zahirile imza eyledi. ekser mühimmatı ile sekiz kıt'a topı kal'akup ahz ve gaziyan biribirile ağlıyarak müsafaha ve tebriki gaza ve idi nusret; sürurı namahsur eylediler. ve nu'man paşa her ne kadar ibm ünir ak tepe ram olundu ise, gayret etmeziken, silistre'den ric'at eden küffara düçarolmağla, bir mikdar muharebe edüp, yine firar ile ifiltar karyesine vardıklarında meğer iki bin kafir bu hin de karyeyi yağmaya meşgulimiş, sataşup cümlesini haki helake gaitan ettiler. tekrar feld maraşal bakıyyei süyufu ile tuna'dan karşu can atup, fakat sekiz bin kafir kaynarca'da ağırlık içün bırakmışidi. nu'man paşa bakıyyei mesfureye dahi müsadefe ettikde, bi'zzarure cenge mübaşeret ve bisiman nam cenerali ile vafir füccarı hufrei nirana endahte edüp, kefe renin başı gidüp, ayağı paydar olmıyacak iken, idbarı nu'man pa şa sabit olmayup, ordusu ile inhizamı nu'man paşa: cemi' mühimmatını ter' ile idbar eyledi. bu fevzi azimin hitamını şom etti. cezasıtertib olunmak lazım iken, kazayi mafat eder dej ibka ve osman paşa'nın namına gaza elfazmı' ilave ve samur kürk ile yirmi dağıstani paşa'mn gayretsizukise ve yedi bin çelenk ve şair. rü'esaya in'amat irsali ile izharı şadmani kılındı. ve dağıstani paşa ruscuk'a serasker nasb olunup, karşıya geçmesi içün, beş aydan berü layenkati' hazine ve mühimmat irsal olımup, ba şında olan askerde dahi hahiş variken, bir hatve ileri gitmediğin den, askerin kendüden nefret edüp, selefi mehmed paşa gibi hezarpare olup, namusı devlete halel getireceği iyan olmağla azl olunup, maretin ma'berine ta'yin olundu ve yenişehirli is mail paşa rusçuk seraskeri nasb olımdu. kuyucu süleyman paşa yeniçeri ağalığı'ndan ma'zül olup, kulkethüdası yeğen mehmed ağa'mn yeniçeri ağast olduğu: ve cumade'lula 'da kuyucu süleyman paşa azl ve karasu'ya ta'yin olunup, silistre'de, uğurı dinde hiz meti sebkat edenmüşarü'nileyh yeğen elhac mehmed ağa kulkethüdalığı'ndan yeniçeri ağaizset ahmed paşa'nın gazası: sı nasb olundu. ve izzet ahmed paşa, tuna'dan karşı kule'ye geçüp, eflak arazisinde bulduğu kefereyi i'dam ve kule üzerine üç beş def'a gelen küffarı tard ve teb'id ve kahr u tedmir ve kendü terise girüp, guzata bahşiş verecek akçesi kalmayacak, esnayi cengde kürkünün damenini parça parça edüp, gaziyana alamet içün deyn temessiikü misal i'ta eyledi. ıspandkcısade paşa'nın emihele bu izzet paşa'nın böyle rvfltıaclikdan azli: avampesend hareket ile askerkeşliğinesöz yoktur. ve emirü'lhac ıspanakcızade hafız mustafa paşa semeni vücudun dan naşi azlini taleb etmekle, devlet giray han ile canikli elkaraman verilüp, karaman vahac ali paqa'nın kırım'a irsal lisi azmzade mehmed paşa'ya olunduğu: emirü'lhacik i'ti olundu. ve hanı sabık devlet giray çiftli ğinden huzurı hümayuna getirülüp, mükalemede kırımlu nefisleri ve mallan selameti içün bundan akdem moskov ile sulhan kiiffarınssg kırım'a duhulüne cevaz ve ahd ü misak bağlamışlar lakin küffar ahdine durmayup, şer'an ve aklen takat gelmeyicek umurda sülukünden elaman güne gayreti diniyye talebi ile dev lete, tatar'dan mahzerleri geldikte sulha sa'i olunur, olmaz ise gay ri güne tedarik görülür deyü, ulema ve ricali devlet, meclisi şurada tasvib ettikleri üzre savaüç tuğ: hili bahri siyah'dan yirmi bin adam cem' ve sefayin ile sinob'dan kırım'a geçmek üzere canikli elhac ali bey'e üç tuğ ihsan ve devlet giray yanına varup, bile gitmeye karar ve rildi. lakin hala han olan makmaksud giray'ın tenkili: sud giray bu karı haber alup, ben halen han iken ma'zul han hastane'ye da'vet ve meclisi meşvereye idhal, ben bi'lfi'il han iken niğbolu muhafazasında olup, asla bana ihbar olunmadı deyü infi'al ve vatanı olan fındıklı'ya terki me'muriyet edüp, vanıp sakin oldukda, düşman mukabelesinden rugerdan olmak günahı kebairden ve kesri namusdan olmağla, te'dibi lazım gelmeğle, tırhala'ya nefy olundukda, şefa'at ile samakov'a tagrib, sonra tatarpazarcığı'na tenkil olundu. mısvfdan ali bey'in hurucu ve tuğyanı ve katli: ve yirmi sene mukaddem, mısır'da nafizü'lkelim ibrahim ketm ünirk tepe hüda'nın kölesi ali bir kaç sene zarfındaümerayi mısır'dan olup, bulut kapan telekkup ettikden sonra, şeyhü'lbeled olmuşidi. bin yüz yetmiş yedi şalinde, emirü'lhaclık ile bir takrib mısır'dan ihrac ve valiyi mısır olan gürcü mehmed paa avdetde, mısır'a koymamaktertibindeiken, ma'zul olmağla, hacc avdetindebila mezahimduhul etti. lakin gelüp hurdeye aşina oldukta, mehmed paşa ile kendünün izalesine ittifak eden beyleri birer takrib izaleye kıyam ile ka'levvel istiklali tammesa'yinde olduğunu ümera te'akkul edüp, mezburu yet miş sekiz salinde mısır'dan kaçırdıklarında, mesfur sa'id ve hammam nam mevazi'de geşt ü güzar ve askeri vafire ile şeyh hümam'dan isti'ane ve rakım paşa'yı hufyeten canibine meyi ettirüp, mısır valisi olan ma'tuh ra kım paşa, sali mezbure vekayi'indetafsili tahrir olunduğu üzre, mısır'a dahil ve şeyhü'lbeled olup, şürekasını ve husamasmı mün'adim kılup, firar edenlerin ve maktullerin mallarım kabz etmekle, maldar olup, zulme ibtidar ettikdemısırlu bizar olup, keyfiyeti hufyeten devleti aliyye'ye ifade etmeleri ile tertibi cezası şam valisi osman paşa'ya ve mısır valisine sipariş olunduğunu iz'an edüp, bu derde çare cem'iyyeti askerdir ve cem'iyyeti askere çare ziyade maldır deyüp, ağniyadan vafirini telef ve bi'lkülliye malla rını ahz ve ba'zı ganileri müsadere ve mısırlu'dan teba'iyyet etme yenleri, kerhen zir i destine alup, tuğyanmı setr zımnında devle te inkıyad suretinde idi. lakin seksen iki senesinde moskov seferi ile dev leti meşgalede görüp, ısyamnı izhar ve alen'en açıktan nehb ve cibi hümajnina mısır hazinesini kat' ve valiyi sureti mahbusa' ilka ve mekkei mükerremekke şerifi fitnesi: me'ye el uzatup, mekke şerifi şerif ahmed'i azl ve yerine vadiyi fatime'den şerif abdullah'ı nasb içün on bin usatı, damadı ebu'zzeheb mehehu'zzeheh mehmed bey: med bey'e on top ve vafir zenbürek ile ta'yin ve cidde'ye vali nasb olunmak içün haşan bey'i terfik ve sahte name ile tebdili şerif sohbetini işa'at etmekle, şerif ahmed sahih addile mekke'şem 'dn iza d esü leym anefen d i tr ih i den huruc ve gurrei rebi'ü'levvel'de ebu'zzeheb, şerif abdullah ile'mekke'ye dühul ve sefki dima ve şerifi sabıkın malını yağma ve ağniyayı tecrim ve haşan bey'i cidde'ye gümrükçü nasb ve iş gördük diyerek, mısır'a avdet ettikde, şerif ahmed kağıdın sahte olduğun bilüp, cemi kesir ile mekke' ye dahil olucak, şerif abdullah firar etti. haberi mısır'da ali bey'e vasıl olucak, ar etmeyup, şam'a ' bir arabı sadera haze'lfermanü'lcelih'şşan min divani'l mısri lmahrusa deyü yazdığı kağıdında, zalemenin sui halini mübin ayatı kur'aniye ve ahadisi şerife bast ederek, güya kendü adil, şam valisi osman paşa zalim olup, şam ulemasından def'e kudreti olmamağla, ben mütekasir leşker ile vardığımda, sizler bana i'ane eyleyesiz ve ben tarafımdan şam'a emirü'lhac nasb edüp, sizi sıyanet ederim dejöi tahrir edüp, ismail bey ve tantavi ali bey ve hasan bey nam şa kiler ile meşayihi urbandan zahir ali: zahir ali ile istizhar edüp, nablusve cenin ve gazze ve remle ile yafa'yı mütesellimler ile zabt ve haremeyni muhteremeyn galalini kat' eylediğini padişah ulama ile müşavere kıldık ta, katline fetva verilüp, rakka inzimamı ile mısır nu'man paşa'ya tevcih olunup, haleb ve musul ve kilis ve azaz muta sarrıfları ve aşair ve kabail ma'iyyetine ta'yin olundu. lakin serasker nu'man paşa varmadan ebuzeheb şam'a du hul ediçek, osman paşa huruc etti. lakin şam kal'asmdan top ve tüfeng ile ebuzeheb redd olunuriken, ali bey vefat etti deyü bir kelam şayi' olucak, ebuzeheb saf i'tikad müslim amma damadı olmak hasebile bu işe kerhen gelmişidi; tashihi habere bakmajnıp, firar ile mısır'a varup, ulema ve erbabı ukul ile nihanisohbet ve bu divanenin zahib olduğu kar müntec olmaz; devleti aliyye anı kahr eder ve ehli mısır'a, sizler niçün bağıye ittiba' ettiniz der; hele ben şimdiden ta'ib ve müstağfir olmağla ikabdan biri olu rum, sizler nice edersiz dedikde, herkes mihfi sizinle bileyüz deyü ittifak edüp, bir gün ittifak ilebağteten sarayına hücum ve etrafmı bend ettiklerinde, mezbur ali, eğer bir sa'at kararetse, zir ü zeber olacağın derk edüp, hemen cevahir ve nüküdundan vafir mal yanına alup, etba'ı ve yekdil olduğu beyler ile bir uğur dan huruc ve firar etmekle, şerrinden diyarı mısır te'min olduğuna, m üntr ak tepe ebuzeheb tarafından devlete tahrirat seksen altı safer'inde geldikde, mesfur ali'nin zamanı tuğyanında ümerayi mısriye'den olup, mekke'ye ihraç eylediği vekil osman bey, şam'a gelmişidi. ebuzeheb, üç tuğ: mezbur osman bey'e mısır vi layeti, üç tuğ ihsan olunmak ricasına binaen, üç tuğ ile mısır mansıbı i'ta ve nu'man paşa ile bile miri mesfuru ahze ferman olunmuş idi. mesfur, yafa semtinde bir sene cevelan ettikden sonra, zahir ömer yanına varup, damadı ebu'zzeheb'den ahzı intikam içün başına eşkıya ve mela'in cem' edüp, mısır'a teveccüh edicek olduk ta, mısırlu meşveretedüp, bu iki hınzırın başına cem' olan mısır'ı yağma edecek deyü, kıyasdan efzun mısır'ı sıyanet içün muharebe cevazına, dört mezhebden ulema fetva vermekle, piyade ve süvari tahrir olunup, mısır'dan ilerüce salihiye'ye varup, mesfur dahi gelüp, mukabele olundukta, bir kaç sa'at cengde, mısriler galib olmağla, mesfur ali firar edicek, ta'kib olunup, mesfurun ma'iyyetinde olan tantavi ali bey ve murad bey ve kaytasbey ve hamza bey ve ismail bey ve azab kethüdalarından ali ve ismail kethüdalar ve üç odabaşı ve beş nefer kaşif ve zahir ömer'in büyük oğlu ve mütaveleşeyhi'nin oğlu ve ecnas ı bikıyas, küştei şimşir ve re'isleri mesfur ali bey dört yerinden zahmdar esir alınup, hayyen bin iki yüz nefer eşkıya dahi ahz olundukta, ebuzeheb hakkı ni'mete ri'ayeten bir menzile mesfuru habs edüp, kati etmedi. lakin' bir ay sonra zahmından müte'essiren serhoşi ke'si ye's, i nakami ve seri kafilei ıklimi in'idami olup, mısır ve şam ve din ü devlet şerrinden emin oldu. tedkik olunsa'bu biimanın din ü devlete ettiği hıyaneti kafir etmez. moskov kafirinin berren ve bahren istilası variken, mısır askeri sefere gelemediğinden başka, kırk elli bin adam küffara gideceğinden 'ifraz etmeye ve bunlara başka masarifi kesir ruscuklu haşan ağa'yaüç tuğ: sarfına devleti zarurete ilkaya sebep olmuşidi. peymanekeşi helak olup, hırmeni vücudı habisi çeragahı mar u mur oldu. ve rusçuk'yam çelebi süleyman ağa'nın oğlu haşan, bu moskov seferi zuhurunda serdengeçdi ağası olup, kırım giray han ile ça pula gitmişidi. sonra babası fevt, miras yedi ohnağla, muhsinşe zade'ye caizesini beğendirüp, üç tuğa nail oldu. yerkökü kal'asmı yedi küffardan tahlis şartı ile deyü beratında yazıldı. kal'a değil kulesini tahlis edemedi. futuhat der tstanköy der bahri sefid. ve otuz kıt'a sagir ve kebir sefine ile moskov donanması ıstanköy ceziresine bimuhaba yanaşup, taşra yirmi pare top çıkarup, karyeleri yağma ettiklerinde, ehali cem' olup, eğer ihmal olunur ise, vilayetimiz ve mal ve emlakimiz ve evlad ü iyalimiz ve ırzımız ve canımız telef olur, gönül birliği ile hemen yürüyelim deyüp, ayanları olan abdurrahman ağa cümleden ilerü gitmekle, serbazan birden hamle ve hücum ve sekiz sa'at cengde beş bin kafir kılıcdan geçirilüp, iki yüz esir ile yedi top ve yüz kantar barut ile şair mühimmatları mazbatai ehli islam olmağla, sefain geldiği, ne nadim olarak, mahzulen firar etti ve silistre fütuhatından ka çan mela'in ekseri karışup, ba'zı hirsova'ya ve ba'zı babadağı'na gitmiş; ba'dehu hirsova'da olanlar ve karşı geçenler dahi babadağı'na geldi. çünki geçen sene muhsinzade babadağı havalisine hububat zer'ine ihtimam edüp, şimdi harman zamanı olmağla, zahire firavan olmağla, küffar kesretle bilamüzayaka tecemmu' eyledi. ve beri boğaz'a tabyalar bina nu'man paşa: ve meteris aldıkların vezir haber alup, nu'man paşa kazayı mafat eder deyü, karasu'ya ta'yin oldukda, tekrar vezir mü şavere edüp, küffarda tekessür varimiş, nu'man paşa imdad la zım, ilacı nedir dedikde, çavuşbaşı ısbir ağa'nın dobruca ve deliorman, kura bekura, haçaviisbası ısbir ağa: ne behane ma'lumu olmağla, asker tedarikine ancak ısbir ağa kadir denilmekle, isbir ağa müceddeden onar akçe ile iki bin yeniçeri yazup, nu'man paşa imdadına gitti. ve otuz günden berü nu'man paşa başında yirmi bin adam variken, her gün ta'ciline fermanlar varid olurhirsova inhizarm: iken, kendime nizam verece ğim deöi, küefara meydan vermekle, küffar hirsova'ya tabyalar ve kuleler ve metanet ver meğe vakit verdi ve askeri te'hirinden i'male dahi kudreti kalmadı. ünirk tepe bu vaktacek, hirsova'da ikiyüz kafir var idi. çıkarmağa ka dir olmadı. şimdi yine kendü hareket etmeyüp, hirsova'ya altı bin adam gönderdi. anlar dahi topsuz, açıkdan vardıklannda vafir müslüman zümrei şühedaya mülhak olup, ekseri mecruh avdet ile karasu'ya geldiklerinden, ma'danın gözü korkdu. ulufe kağıdı mü hürletmek bahanesile ekseri pazarcık'a, ömer paşa ve isbir ağa yanma gidüp, nu'man paşa bizi topsuz göndermekle mecruh etti deyü şikayet ettiler. vezir'e bildirildikte, her yerde, menhus sağır nu'man paşa seraskerlikden azl ve yerine dağıstani nasb olundu. ve hengamı şita gelmekle, meşta içün tertib olunan zikudret as kerinden on altı bin adam orzikudret askeri: duya gelicek, iki bin beş yüzü dağıstani yamna ve dört bini orduda meks olunup, bakisi sevahile taksim olundu. ve devletden beş yüz kise, def'a bin iki yüz kise hazine orduya geldi. ve karasu dedikleri nehir, tuvasfı karasu: na'dan müfrez olup, her taraf m ortası, ya'ni silistre ve hirsova ve maçin ve babadağı ve karaharman ve tolça ve ısakgı ve köstence ve mankalyave kavarna ve balçık ve varna ve dobruca kazalarının vasatında olup, zikr olunan kasabalardan küffar zabtına geçen yerleri tahlise ve yedimizde olan kasabaları muhafazaya hadd i evsat olmağla, dağıstani yanındaiki bin nefer dahi irsal olunup, karasu'ya ihtimam olundu ve ısbir ağa ve kü tahya valisi ömer paşa ve çerkeş haşan paşa bir yere gelüp, ger çi karasu'ya me'muruz; lakin nu'man paşa rehavetinden asker yü ze çıkmış, şitayı bahane edüp, her biri bir canibe perakende olma da ve terbiye olunmak dahi kaabil değil; böyle asker ile henüz aram mümkin değil; nice düşmana karşı varılur. bari ağırlığı pazarcık'a naki edüp, sebükbar olalım dediler. amma düşman bunların halini tecessüsdeimiş. askerin ihtilalin bilüp, böyle askerin sabit kadem olamayacağını idrak edüp, şa'ban'ın on ikisi ve teşrini evvel'in on yedisinde, kara murad karyesinden taburlar zuhur edüp, cenge sür'at ettikde bizim ana inhizamı karasu ve ömer padolu atlımızdan biri, on beş kasa ile tsbir ağa'nın esirliği: fir atlısını kahr ederidi. amma piyadesi aheste karasu ordu suna dühul ettikde, bağtaten küffarın zuhurundan ve kendü nizamşem 'dn ıza d esü leymnefe n d i tr ih ı sızlıklanndan neye uğradıklarını bilemeyüp, tedbire vakit olmamağla, herkes canını tahlise sa'yde, düşmandan gafil olan serdarömer paşa ise gayetle pir ve lann rüsvaylığı: çavuşbaşı ısbir ağa gayetle tiryaki olup, davranamamakla ikisi birden esir oldu. gerçi ısbir ağa süvar olup, bir mikdar kaçdı. amma müşrikin ta'kib edüp erişdi ve ahz etti. bunda rivayet kesiredir. zira herkes aleminde, bihaber olup, füc'eten ada zuhur et tiğinden herkes kendü yanında olanı bilür, ma'dadan gafil ve herkes kendü bildiğini rivayet eder. bu faslı tafsil iktiza etmez. zira bir ordunun ve bir askerin serdarları esir oluncaya değin hasmından haberdar olmaya, neferat ne dağıstani paşa'nın gayretsizligüne olur ve böyle seraskerleği: rintedbiri, böyle rüsvaylığı müntic olur. ve dağıstani paşa derenin karşı canibinde bulunmağla bu haleti görüp, karşıdan temaşa etti. iş tamam oldukda, te'essüfkünanpazarcık'a avdet etti. m ünirk tepe sadrı azamin fikirsizliği: bak vaktin veziri azamına ki, dağıstani paşa'nın ikabından iğmaz edüp, münteşir olan askeri cem' edüp, pazarcık'ı muhafaza ana sipariş olundu. böyle gafile muhafaza' siparişi ne de mek olduğunu var iz'an eyle. yeniçeri ağası yeğen ağa'ya ve şa'ban'ın on beşinde , yeniçeri ağası elhac yeğen mehmed ağa'ya üç tuğ ihsan olunup, ağapaşa oldu. küffar bu karasu vak'asmdan sonra, ba'de'lyevm karşımıza gelüp, tabancamıza, dayanır yoktur deyü mesruren, bin dört yüz varna: kefere terekküb ettiği fırka ya, lisanlarınca polk derler, böyle dokuz polk kafir, varna içün tolu içüp, onkro nam ceneral reisleri olduğun pazarcık'lı idrak ile ettikleri fısk ve pazarctku'nın tuğyanı ve diyarfücurun ve halka kıldıkları eza lanm küf far gelüp harahettiği: ve cefanın şe'ametini çekecek lerini derhatır edüp, varna'ya küffar gideriken bize uğrar, biz de ettiğimize uğraruz deyüp, iyal ve emvalimizi pişin ihraç edelüm deyüp, terki dar u diyar etmişleridi. dağıstarıvnin firarı: vakta ki küffar pazarcık'a sekiz sa'at karib geldi' dağıstani paşa muhacireyeve muharebeye beda' ettikde, yeni gelmiş anadolu atlısı vafirce kafir kırdı. amma küffar sabr ve tahammül etti. bizimkilerbilasebat yüz döndürdüler. dağıstani paşa, adeti me'lufesi üzre hicretden hicret ederek, bu def'a nevbeti hicret pazarcık'dan kozluca'ya vaki' oldu ve küffar pazarcık'a girdi. haberi vezire vasıl oldukda, bu nu'man paşa ile dağıstani her cengden terki mühimmat ve alat ettiklerinden, orduda cebehane ve top ve hayme kalmadı deyü ilacına meşveret ettiklerinde küffar orduya karib geldi. şayet orduya hücum ede deyü herkes hayran iken, reis abdürrezzak mendi liabdürrezzak efendi pazarcık vai şerif ile vezir bir münatahlisine serdar oldu: sib mahalle ağırlığı bırakup naki olunsun dediği tasvib olu nup, reis efendi, filibe müftüsü ile yenipazar'a asker cem'ine gitti. vezir dahi gitmek kasd etti. lakinzahire nakli müşkil de nilmekle, şumnu'ya nısıf sa'at olan makak sahrası'na kasımın ibtida günü naki edicek, karib kazalardan yedi bin mikdarı, nefiri am piyade cem' olundukta, üç günlük peksimed verilüp, yenipazar'a irsal olundu. ve reis efendi yenipazar'a meterisler hafr ettirdi. küffar kozluca'ya geldi denildikde, dağıstani iki sa'at ilerüde olmağla, reis efendi muhabere ve çerkeş haşan paşa üç yüz adam ile tecessüse irsal olundu. cüst ü ederek, aduya düçar olup ve rast geldiği kefereyi helak etmekle, bakıyyei kefere kozluca'ya avdet ettiği'ma'ıum olucak, efendi ile dağıstani, tevekkülen küffar üzerine jnirüdüklerinde, küffar haber alup, pazarcık'a firar etmiş; reis efendi kozluca'ya dahil olup, hemen şem 'dn iza d bsü leym anefen d i tr ih i Q pazarcık'a azimet ile küffarı ta'kib ve pazarcık'a vardıklarında yine düşman haber alup karasu'ya firar etmiş olmağla, düş mandan kalan zahire ile pazarcık'ı muhafazaya adamlar ta'yin ve te'min eyledi. garibe: ve garayibden, küffar pazarcık'ı istilaen zabt ettikde, bir saliha hatun firar edemeyüp, menzili tavanında ihtifa etmiş. küf far ise, her mekanı delik delik tecessüse ihtimam kılmışiken bula madı ve on gün meksinde hatun mahazarı ile kif af lanmış, tamam oldukta, reis efendi vardıkta, hatun du'a ve sena ederek, gelüp in'am ve ihsanını gördü. çün teşrini sani dühul etmekle, ramazan'ın onunda , orduyı hümayun şumnu'ya meştaya dahil olmuş olmağla. efendi dahi meştaya gelüp, hizmeti mukabele sinde samur kürkler ve in'amat ve du'avat ile sahibi devletden medh ü senaya mazhar oldular. ve şumnu etrafına altı aded tabya ve beş zira' amik ve altı zira' ariz, on şumnu meştası etrafına henbin zira' dairen medar hendek ve tabya bina olunduğu: dek hafr olunup, şaranpolar çekilüp, dört kapı küşade ve tabyalara toplar vaz' olundu. ve boğazhisar seraskeri ve deryakapdanı cezayirli gazi haşan paşa'ya anadolu eyaleti dahi tevcih olunup, orduya ta'yin kılıncezayirli gazi haşan paşa'nın mağla, şumnu'ya üç bin yiğid orduya ta'yini: ile lahik oldukda, iftarda vezir'e mülaki olucak, levendane tavr ve bahadırane edasmdan vezir hurrem olup, padişah'ın i'ta buyurduğu yüz kiseden sonra, vezir'den havale bujmrduğu elli kiseyi teslim ve kendüden bir mücevher sa'at ile samur kürk i'ta ve ruscuk'da küffarın cevelanma binaen ismail paşa yerine rusçuk seraskeri nasb ve irsal eyledi. bu evanda re'isi şeci'anı cihan ha şan paşa'nın orduya ta'yin kılındığı, bu abdi fakirim sem'ini kar' eyledikde, şumnu civanna reside oldukda, mühür i'tası mül tezimdir zannı ile bu tedbiri pesend etmişidim. lakin vezir'in hiz metine irsal olunduğundan mahzun oldum. eğer mühür bu nam ve şan sahibi, asrın zal'ine ihsan olunaidi, zikri ati müstekreh rüsm ü n trk tepe vayhkdan devleti aliyye müberra ve salim olduğundan başka, mafatenin intikamını ahz edeceği biiştibah idi. mafate gibi bu fırsat dahi fevt oldu. gazayt çadırcıoğlu ve nusret: bu hinde hezargrad kurbünde opera opra karye sine küffar geldiğini tutrakan muhafızı abdullah paşa ile amavud kurd ahmed paşa erişüp, beş yüz kafiri kılıcdan geçirdikde, bakisi firar ve maretin taburuna mülhak oldukta, gajrretşi'ar dilaverler ile çadırcıoğlu iki def'a küffara hücumda iki bin müşrikdahi cisri seyfden güzer eyledi. bakıjei süyufu karşu can attı ve or duya devletden beş yüz kise hazine geldi ve sadrı sabık halil paşa'ya ağriboz mansıbı tevcih olundu ve esir olan ömer paşa ve isbir ağa'dan kağıdlar gelmeğle, vezir'den ave ağa paşa'dan ve defterdar ve reis'den hardık ve elbise irsal olundu. fütuhatı varna: anfen zikri sebk eden dokuz polk kafir ile reisleri olan onkro ceneral varna'yı ahztolular içmişidi. refiki pazarcık'a gitti. bervechi megruh'abdürrezzak efendi'den firar etti ve kendü varna üzerine gelüp, refiki yolları kesdi. şöyle ki, ordudan varna' ya, imdad değil haber almak kelleci osman paşa'nın gayremüşkil oldu. ve karadeniz ti: kapdanı kelleci osman paşa'ya, şita geldi deyü, vezir ga fil ruhsat vermekle, bir kaç sefine tersane'ye gittikde, meğer düş man donanmanın hareketine müterakkibimiş, bir kaç kalyon gidicek, cümlesini gitti zannedüp, varna'ya altı sa'at karib mahalle geldikde, osman paşa altı yüz kalyoncu ihrac ve şaranpolara vaz' ve yirmi orta ile muhafız olan turnacıbaşı dahi tarafı ahiri muhafaza tenbih eyledi. gerçi varna sagir hisar. lakin varo şu vasi' olmağla, etrafına hendek ve şaranpolar çekilüp, tabyalar ile takviyet verilüp, sahilde kafir mahallesine düşman uburu mü lahazası ile beş çekdiri toplan, memerre uydurulup, iki gün sabr, ba'dehu kethüdası'nı çarha'ya irsal ve kiiffarın mıkdarını istihbar edüp, altı bin piyade ve üç bin süvari olduğunu tashih eyleyüp, küffarın gelmesine muntazır oldular. ve bin, bin beş yüz kalyon le vendi dahi şaranpolara vaz' eyledi. gerçi pasa hasta. lakin gayreti bırakmayup, şemsiye ile düşmana karşı çıktı. ve şa'ban'm yirmi dördünde , kadı karyesin den küffar beri gelüp, iki sa'at çarha cengi, ba'dehu şaranpolara gelüp top cengi olunuriken, ada öldüğüne ve kaldığına bakmayarak, şerbeti zakkumu nuş ederek, hendekler kenarına, top altına geldikde, muvahhidin topu terk ve tüfenge bir fitilden ateş vermekle, pek karib olduğu ecilden, ekser müşrikin mürde ve helak oldu; hatta se kiz top ile cebehane arabaları dabbeleri dahi helak oldu. inkisar ve inhizam küffara galebe ettikde, gayreti keferiyyesi sudmend olma yacak, geri piyadesi firar ve süvarisi kafir mahallesine hücum et tikde, çekdirilerden koğuş topları endahte olunmağla, ekser süvarisi azim' i niran oldukda, anlar dahi firarı idbar oldu. gerçi paşa yanına getirdikleri rü'usı menhusa bin beş yüz; lakin araba ile getürüp, ekseri zahmdar olmağla, günde yüzer, ikişer yüzer ser bezemin olmağla, adeden nısfından ezidi telef oldu. eğer edime bostancıbaşısı bir evvel erişeidi, cümlesi kahr olunuridi. eğer osman paşa fermana bina'en küffar göründükde, tersane'ye gideydi, karasu gibiolacağı iyanidi. lakin dindarimiş ve ba'de'zzafer sefayine icazet verüp kendi kalmışidi. şevval 'de tariki zulmetgedei alemi eşbah ve azimi gülşensarayı darü'lervah oldu. gürciyü'ıasl olup, yazıcızade ibrahim paşa'ya hizmet ve ha zinedar, ba'dehu serbevvabin olup, zaralızade mehmed paşa'yı tokat'da kati etmekle kelleci lakab olmuşidi. mısır'da memduh hizmet zuhura getürmekle, ali bey' vak'asında, istanköy'de kendüye üç tuğ ile mısır mansıbı tevcih olundu. lakin ali bey tuğya nından gidemeyüp, mora'ya ve boğazhisar'a ba'dehu bahri siyah'a me'mur olmuşidi. akıbeti bu veçhile hayr hitam bulmağla, ahireti ma'mur oldu, uk. müşavere ve tedbiri hüsn: şimdi vezir ramazan 'da, meştada müşa verede, bu seneye gelince daima inhizam tarafımızda idi. bu sene bihamdillah babadağı ve karasu vak'alanndan ma'ada, vaki' olan m ü n irak tepe muharebatda, zafer ve galibiyet ve ahzı ganimet canibimizde. ba'de'lyevm fevzü felah mercudur. senei atiyeye, yolu ile tedarike ihtimam ve bir kaç koldan serasker elzem ve küffarı beri geçmekden men' içün yüz kıt'a çete kayığı ve sekiz bin süvari ve on iki bin piyade ile rumili valisi sağkol seraskeri namile ve üç miri miran ve yirmi beş' pare top ile tutrakan'dan köprü binasına me'mur kılına. kezalik bu kadar asker ve iki bin sipah ve iki bin silahdar ve bin içağası ve bin delü ve bukadar asker ile anadolu va lisi ortakol seraskeri namile mecmu' yirmi beş bin adam ile karşu geçe. kezalik yirmi beş bin adam ile bosna valisi akıncı ve çeteci namile ziştovi'den ubur eyliye ve bir kaç tatar sultanları ve keza lik yirmi beş bin adam ile bir bahadır paşa, solkol seraskeri na mile niğbolu'ya ta'yin olunup, evladı fatihan ve yeniçeri ve cebeci ve miri askerinden askeri ola ve sefere gelmeyen paşaların hazeriyeleri, ordu hazinesine gele deyü tertib ve fatiha ve tertil olundu. grandehurk tavassutu: ve şevval 'de grandeburk kiralından daveri deryadil hazretlerine gelen muhabbetnamesinde, fakat kılburun kal'asının rusyalu'ya verilmesine icazet verilür ise, musalahaya rusyalu'yu irzaya ta'ahhüd etmiş. padişah dahi, uleması ve erkanı devleti ile bu hususu müşavere buyurdukda, ukalayi meclis moskovlu'nun vasıl olduğu fursatdan bir dürlü bu derecelere yakın kelamı yokiken, prusya'nın bu ameli' ni'me'lmatlub dedi ler ve ba'zılar kılburun gittikden sonra, ne hayır olur deyü tenfir ettiklerinde. padişah ittifakı ara bulunamadı, sadrı azama arz olunsun, ordu ricali ile ehvenini ihtiyar etsün deyü, vezir'e tefviz buyurduklarında, peld muhsinzade'nin gafleti ve sui mareşal'in kendüye baba dosttedbiri: luğu arzından, ya'ni kırk dokuz salinde, rusyalu'nun yine ali osman ile adaveti hininde feld mareşal olan rumançof'ın babası moskov feld mareşal'i olup, isbu sadrı azamin babası muhsinzade abdullah paşa, olvakitde sadrı azam bulunduğu gibi işbu münafesede ben feld mareşal olup, cenabınız sadrı azam bulundu. layık olan, ikimiz iki devletin mabeynini islahdır deyli ettiği arzı hulusa, meğer muhsinzade mehmed paşa olup, izharı hulus içlin prusya'nın ' bu kağıdını' rumançof'a irsal eyledikde, kafiri hilekar bu acz ve bu hamakatı görücek, vezir'in kılburun'u dahi vermek canına minnetimiş deyii cezm edüp, cevabında ben bilürüm, sizler kılbunın'u dahi vereceğinizi; lakin onunla iş olmaz deyü tahrir edicek, kendü kendüye ne işlediğin bilüp, te'essüf ve hayf ile prandeburg'a yazmayup böyle ettiğine nadim ve pişiman oldu. amma devleti aliyye'ye ettiği rahnei azime ve kesri namusı saltana kaldı. gelelim havadisi kostantaniyye'ye rebi'ü'lahir gurresinde , sadrı anadolu esseyyid ibrahim efendi ma'zul olup, yerine dürrizade necli nunıllah efendi nasb olundu. ve cümade'lahiregurresinde , dört seneden yid mehmed sahd efendi azli: berü şeyhülislam olan mirzazade esseyyid mehmed sa'id efendi, tebdili hava içün üsküdar'da sultantepesi nam mahalde vaki' konağına, bir hafta meks içün me'zunen gittikde, illeti nikrisim olmağla, paşakapısı'na ve sarayı hümayun'a ve izzi huzura gidemeyüp, meşgalei fetva ve meclisi encümeni şuradan, il letim müzdad oluyor, azl buyurulsalütuf buyuruluridi, dediğini hünkara bilaterbiye takrir ettiklerinde, naza saltanat takat götür mez denilüp, yevmi cum'ada rikab vuku'undan hasılaolacak usrete dahibakılmayup, hecuma gün rikab olduğu: man akabinden çavuşbaşı abdülkerim bey irsal olunmağla varup, azlini haber verüp, mekse arzumend olduğu mahalde ika mete ferman olunduğunu tebliğ eyledi ve reis ismail bey dahi sadareti rum'dan münfasıl esseyyid nakib mehmed molla efendi'yi varup hanesinden alup, yahköşkü'ne, andan huzurı fa'izü'nnurı sultani'ye isal ettikde, mümtazı hulai fevahir olan hil'atı beyza kabli salatü'lcum'a iksa buyrulmağla, dilküsa öldukda nekabeti eşrafı ümmet dahi marü'zzikr esseyyid ibrahim efendi'ye erzani görüldü. ve idi fıtırda sadrı rum es'ad molla eifendi senei kamilesine, on damadzade mehmed murad beş gün inzimamı ile ma'zul efendi hazretleri sadrı ruolup, yerine hizmeti çelilesi ile meli olduğu. şerefmend olduğum abı ruyı güruhı ulema ve satırı evveli m ü n irk t e p e risalei kürema, haşiye pervazı nüshai ma'dilet, ukde küsayi riştei şeri'at, ahlakı hamidei mu'tad. damadzade mehmed murad efendi hazretleri mesul oldu. sultan mustafahan'ın vefatı: ve zi'lka'de'nin sekizinci cuma günü on altı seneden berü mayei asayişi müslimin, gayretkeşi dini mübin ve ba'isi iltisamı sügürı islam ve vasıtai intizamı umurı enam olan sultan mustafa han hazretleri evaili saltanatmdabu vakta gelince telef olan beytü'lmali tecessüs ve cem' ve iradı devleti aliyye'ye nısfı mertebe dahi zamm ile hazinesini zeheb ve fızza ile firavan edüp, otuz seneden bernesli sultani münkatı' oldu ğundan mensi olan sehrayin, viladeti evladı kiramı kudümü ile ibadullaha meserretbahg olup, tekellüfatı gunagun ile mala aynü'n ra'et acayibler zuhurundan alem handan ve şadman iken altı seneden berü moskov seferi zuhur edeli gayre tinden sarfı malda' taksirat etmeyüp, cem' ettiği hazineyi bezi ettikden sonra, irsen kendüye intikal eden hazaini dahi i'ta etti. lakin bir müdebbir ve şeci' vezire malik olamayup, ehli tevarihden bir müdebbir mukarribe dahi nail olamamağla, günden güne he zimet runüma ve aba ü ecdadının feth ve küşade kıldıkları memalikden kıla' ve bika' ve medayin ve kasabat ve kura ve mühimmat ve alatı harb ve top, tüfeng kendüden münfek olup, bir tarafdan ada yedine geçmek alamı ile bi'ıcümle tersanesinde olan kuhendam kalyonların sabıku'zzikr çeşme limanında küffarm bir humbarası şeraresinden, biribirine sirayet ederek, cümlesinin ihtirakı harareti ekdarı ve ar u namus kesri gumumu ve şehzad sultan mehmed'in firakı hasreti gibi hümum vücudı sa'adetine te'sir edüp, mariz olmuşidi. meğer hazinesi masruf olduğu gibi, nakdi ömrü dahi sarf olunmuşimiş. tevellüd eyleyüp afaka sultan mustafa gel di tarihi hisabınca bin yüz yirmi dokuzuncu sali safer'inde , edirne'de, bu darı labekaya teşrif ve yetmiş bir safer'in de , cülus ve on altı yıl dokuz ay saltanat sürüp, elli sekiz yaşında nezlei hareden dameni çini hakdan fena olup, kandili hayatı nişanı sengi felahın sakamı rüzgar olması, yevmi cum'ai mezbure ezanı zuhrvmdan mü'ezzinanın hayyeale'lşem 'd an iza d esü leym an e fe n d i tr ih t felahına tesadüf eyledi. şehzade sultan selim ile üç aded duhteranı ismet nişan hayratı sultan mustafa: ve pakize damanını ve letanbul'da, laleli suukunda iki minarelü adimü'ltarh bir camii çarhırevak ve üsküdr'da bir camii cevza nitak ve ebü'lfeth ma'bed gibi, li'lgayri malayutak med rese ve şair hayrat terk eyledi. fenni nücumun nühuseti: gerçi füzelaya rağbeti ziyade idi. fenni nücuma i'tibarı ezid olduğundan, fenni mezburun nühuseti üzerinden dür olmadı ve hatemi vekaleti kübrasmı hamil olan vüzerası tis'a olduğu gibi hil'atı beyza iktisa eden sardrı fetvası dahi dokuz idi. cülusü'ssultan ibnv'ssultan abdülhamid han halledallahu mülkehu ve saltanatahu: çün yevmi azinei merkumede, tahtı saltanatı osmani, şerefü'lmekan bi'lmekinden hali olup, tebaşiri subhı ikbal cebini sa'adetinde tali' ve sa'şa'ai feth ü zafer tiğbendi dinlerinde lami' olan merhumı mebrurun ahi muhteremi, irsen ve istihkakan nevbeti, dibacei divanı saltanat, ruyi zerkarı metaı' şevket, aftabı cihantab, evci mehabet, mahı münir, halei azamet olup, isbu yedi bin üç yüz seksen üç sininden mu'teber paye ile serlevhai minberine uruc olunan şerhi tarihü'ttakmm mür'i'ttevarih'imin balasında, namı hümayununa hutbe kıra'et olunan sahibkıranı kişverküşa, hatırnevazı ulema ve veri evraı suleha 've lezzetşinası çaşniyi ilm ü vekar, damençini alayişi ucub ve istikbar hazretleri kubeyli asrı yevmi mezkurda seriri müşarü'nileyhe cülus buyurdukda şeyhülislam esseyyid mehmed molla efendi ve kaymakam melek mehmed paşa ile sadrı rum damadzade meh med murad efendi hazretleri ve sadrı anadolu nurullah molla efendi ve nakibü'leşraf esseyyid ibrahim efendi ve sair sudurı izam ve mevaliyi kiram ve ashabı manasıb bacemi'hüm sarayı hümayun'da mu'ayede makamında damenbusı bi'at olmaları ile ımamü'lmü'minin ve zılli rabbü'lalemin olan essultan bn. essultanabdülhamid han hazretlerinin culusunu i'lan içün münadiler şahrahlarda nida kıldıklarında, hak budur ki, alemi m ünirk tepe fal hüsn addile sad ve hurrem oldular. ve in sa'at fermanı cihan me ta' ile menaratda sala vererek nası ibgah ve ba'de'lasr salatı cenazesine erbabı bi'at ile zılli yezdan hazretleri hazır olup, bugün içün laleli cami'inde ihzar buyurduğu türbede haki asırnake medfun kılındı. ve düveli etrafa cülusname: cülusname irsali kanundan olmağla anadolu muhasebecisi kabakulak yeğeni süleyman efendi'ye başmuhasebe payesi ile nemçe'ye elçi irsal olundu ve ağribozlu za'imzade, iki tuğlu haşan paşa'ya üç tuğ ihsan üç tuğ: buyruldu. ve yedinci hamis günü şahı beyti kasidei mürüvvet ve mefhumı ibareti celalet, muganniyi mantukai şeca'at hazretleri, alayı ekber ve küıc kuşanmak alayı: mu'azzam ile sarayı hümayun'dan kable tuluı aftab tulü' ve divanyolu ile safbestei yemin ü yesara imayi selam kı larak, ceddi emcedler ve ba'de'zziyaret edirnekapısı'ndan hurucbirle, türbei ebieyyubü'lensari tjul adı 'ye dühul ve sultanı yesrib ve batha ve serveri alem sallallahu te'ala aleyhi ve sellensub kı lınan seyfi sa'adeti teberrüken teyemmünen şeyhülislam olan mehmed molla efendi, nakibi sabık olmak hasebile meyanı sa'adetlerine taklid buyurdular. sultanü'ssakaleyn hürmetine tiğından nusret bidirığ olup, hükmi cihanrilerin'daima icra eyliye. dürdanei sübhai saltanatı osmaniye'nin yirmi dokuzuncu şehriyarı skender vekarı olup, ba'de'zziyaret, bahren zevrak safa ile sarayı hümayun'larına güzar buyururiken, mıkdarı elfden ezid top endahte olup, yalıköşkü'ne su'ud ve rahşı dilkeşine süvar olup, haremsaralarma vüsul müyesser oldu. büyük miri ahur elhac mustafa ağa: ve yevmi cülusda ağababası elhac mustafa ağa'yı, sadaka tine binaen serbevvabini şehriyari'liğe intihab buyurmuşlaridi. ba'de'lkald kutbı dairei sadareti uzma olan muhsinzade mehmed paşa hazretlerine mühri hümayun ve fervei samur ve simşem 'dn lzd esü leym anefendi tr ih t şiri mücevheri, ağayi mümaileyh destile orduyi hümayuna irsal buyurmuşlaridi. lede'lvüsul veziri azam dahi müşarü'nileyhi miri ahurı evvel mansıb ı celilesine sezavar görüp nasb eyledi. azli şeyhülislam mehmed molla efendi ve kaymakam melek mehmed; ve zi'lhicce'nin on beşinde , miieti esseyyid mehmed molla efendi, tevazu'u tezellüle tenzil etmekle, sadrmdan tenzil olunup, yerine üçüncü def'a şeyhü'lulema dürrizade musta fa efendi müfti'lenam ta'yin buyruldu. ve ertesi, altı seneden berü rikab kaymakamı olan melek mehmed paşa derya kapdanlığı ileitenkil olunup, yerine kuyucusüleyman paşa iblağ olundu. ve çavuşbaşı kerim bey dahi azl olunup, yerine esma sultan ket hüdası ve piyade mukabelecisi çelebi mehmed efendi mevsul oldu. dahi ertesi gün kaymakam kethüdası nasb olunmağla şanıterfi' kılındı. içindekiler sunuş giriş mukaddime: yangından kurtulan hakikatler birinci kısım ı eski ve yeni kafalar ı baskın hazırlığı baskına doğru ıv hanede zampara yok v şair zennubi sakallı kadın ikinci kısım ı gece telgrafı ı birbirini nasıl buldular? haddi azamii telezzüz düsturı felsefisi ıv elim bir isticvap v iki cami arasında beynamaz figanı istimdad pek garip itirafatı mütekabile v müellim bir ziyaret ıX ragıbe'nin revolveri, şirin'in bıçağı üçüncü kısım ı kanlı nigar oyununun feci bir tatbiki ııicabiye felsefesi ve mazereti vicdaniye kenan'ın bir sinir hali ıv berelerin teşhiri v aşık oyunu kenan bu vartayı da atladı mısır yolu v molla kadın ıX vakitsiz bir zairi leyli X sunuş hüseyin rahmi gürpınar yaşamı hüseyin rahmi, 'te istanbul'da ayazpaşa'da doğdu. hünkar yaveri mehmet sait paşa'nın oğludur. okur yazar bir kadın olan annesiyaşında veremden vefat ettiğinde hüseyin rahmi üç yaşındaydı. annesinin ölümü üzerine girit'te görevde bulunan babasının yanına gönderildi ancak babasının yeniden evlenmesiyle altı yaşındayken anneannesinin yanına istanbul'a geldi. yakubağa mektebi, beyazıt'taki mahmudiye rüştiyesi ve idadide okuyan hüseyin rahmi, tarihçi abdurrahman şeref bey'in himayesiyle mektebi mülkiyeye girdi. okulun ikinci sınıfında iken ağzından kan gelince yani verem belirtisi üzerine hüseyin rahmi öğrenimini yarıda bıraktı. kısa bir süre adliye nezareti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde aza mülazımı olarak çalıştı. hayatını kalemiyle kazanmaya karar verince 'de tercümanı hakikat gazetesinde yazmaya başladı. sonra, ikdam ve sabah gazetelerinde çevirmen ve yazar olarak çalıştı. meşrutiyet dönemi'ndesayı süren boşboğaz ile güllabi adlı bir gazete çıkardı. ibrahim hilmi bey ile birlikte çıkardığı millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. bundan sonra çalışmalarını ikdam, söz, zahüseyin rahmi'nin hayatını anlatan en doyurucu kaynak: abdullah harmancı: hüseyin rahmi gürpınar'ın öyküleri ve öykücülüğü: konya, selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü doktora tezi. man, vakit, son posta, milliyet ve cumhuriyet gazetelerinde neşretti. türkiye büyük millet meclisine ve dönem kütahya milletvekili olarak katıldı. ömrünün son yıllarını, 'te heybeliada'da yaptırdığı evde geçirdi. 'te yaşama veda etti. heybeliada'daki abbas paşa mezarlığı'na defnedildi. hüseyin rahmi'nin heybeliada'daki evi müze olarak düzenlenmiştir. yazarlığı hüseyin rahmi gürpınar; tanzimat, serveti fünun, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş bir yazarımızdır. yazarlığa 'te ceridei havadis'te yayımlanan bir genç kızın avazei şikayeti ve hemen ardından ıstanbul'da bir frenk hikayesiyle adım atar. ilk romanı şık'ı 'de tamamlar ve ahmet mithat efendi'nin çıkardığı tercümanı hakikat'e gönderir. ertesi gün romanın gazetede tefrika edileceği ve ahmet mithat'ın kendisini matbaaya çağırdığı haberi gelir. hüseyin rahmi, ahmet mithat ile karşılaşmasını şöyle anlatır: hazretin huzuruna büyük bir helecanla çıktım. gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir zat. beni görünce ilk sorusu şu oldu: kimsin sen çocuğum? şık yazarı hüseyin rahmi. korktuğuma uğradım. efendi'nin yüzünde derhal bir güvensizlik gülümsemesi belirdi. bana pek alaycı gelen bir sesle: oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. bu roman usta işi. senin ne kalemin ne yazı gücün ne deneyimin ne de görgün henüz bunu yazmaya yeterli değil. bu gerçek görünüyor. sen böyle bir şey tasvirine özenebilirsin ama tek başına başaramazsın. sana bir yardım eden var. baban mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, o kimdir? söyle. koca ahmet mithat efendi'nin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir söz bulamadım. sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine geçti. bu saf, masumca ağlayışım efendi'ye dokundu, hemen: ağlama. ağlama, inandım, dedi. böylece hüseyin rahmi, edebiyat dünyasına ahmet mithat efendi'nin desteğiyle girmiş olur. ahmet mithat, hüseyin rahmi'yi kızıyla evlendirmeyi düşünecek kadar beğenmekte ve sevmektedir. hüseyin rahmi bu evlenme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü boyunca hiç evlenmez. ilk romanın bu kadar büyük bir ün kazanmasına hüseyin rahmi de hayret eder. ahmet mithat bu ünün sebebini şöyle açıklar: oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. eserinin en büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesidir. romanlarındaki karakterler ve konular hüseyin rahmi gürpınar'ın romanlarındaki karakterler toplumun her kesiminden, her yaş grubundan seçilmiştir: istanbul hanımefendileri, istanbul beyefendileri, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, yoksullar, dadılar, kalfalar, kahyalar, bürokratlar, küçük memurlar, polisler, yazarlar, mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, eczacılar, tüccarlar, öğretmenler, din adamları, politikacılar, şairler, müzikseverler, ressamlar, tiyatrocular, sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, iç güveyiler, dullar, gayrimeşru çocuklar, dolandırıcılar, dilenciler, eşkıyalar, fahişeler, metresler, muhabbet tellalları, hovardalar, şıpsevdiler, fedakarlar, iffetsizler, namussuzlar, alafranga tipler, dejenere tipler, züppe tipler, dedikoducular, fettanlar, fransızlar, rumlar, ermeniler, yahudiler, ruslar, şık romanının ikinci baskısınıngirişinden alıntıdır. . kemal bek'in billur kalp'e yazdığı ön sözden aktarılmıştır. romanlarda bu karakterler gerçek hayattaki gibi konuşturulurlar. eğitimlerine uygun söz dağarcıkları, ağız özellikleri, şiveleri, ifade biçimleri, kullandıkları argo sözler yazıya geçirilmiştir. romanlarının konuları şöyle sınıflandırılabilir: türk toplumunun geleneklerine tezat teşkil ettiği için gülünç durumlara düşen, alafranga, züppe ve dejenere tiplere yer veren eserler: şık, mürebbiye, metres, şıpsevdi, tutuşmuş gönüller, gönül bir değirmendir sevda öğütür, dirilen iskelet, kaderin cilvesi, can pazarı. himayeden mahrum, zavallı, aciz kimseleri, sorunlarını ve düştükleri kötü durumları ele alan eserler: iffet, nimetşinas, hakka sığındık, billur kalp. batıl şeylere inanan ve birtakım fantastik unsurların etkisinde kalan tipleri konu edinen eserler: kuyruklu yıldız altında bir izdivaç, gulyabani, cadı, efsuncu baba, muhabbet tılsımı, mezarından kalkan şehit, şeytan işi. karı koca geçimsizliklerini ve bunların zeminini hazırlayan çeşitli faktörleri işleyen eserler: mutallaka. kadının veya erkeğin isteğine aykırı olarak yapılan evlilikleri ve bunların olumsuz neticelerini konu alan eserler: muadelei sevda, tesadüf, sevda peşinde, son arzu. yaşlı erkeklerle evlendirilen genç kızların fizyolojik ve ruhsal çırpınmalarını, ev içindeki veya dışındaki kendi yaşıtları delikanlılarla gayrimeşru münasebetlerini, türlü maceralarını ve neticede tam anlamıyla ahlaki düşüşlerini sergileyen eserler: toraman, cehennemlik, dünyanın mihveri kadın mı, para mı?, namuslu kokotlar. toplumu temelinden sarsan sosyal meselelerin en mühimlerinden birini teşkil eden fuhşu, realist ölçüler içerisinde gözler önüne seren eserler: hayattan sayfalar, kokotlar mektebi. önder göçgün: hüseyin rahmi gürpınar'ın romanları ve romanlarında şahıslar kadrosu: ankara, kültür ve turizm bakanlığı yayınları no. , kültür eserleri dizisi no.. felsefeyi hareket noktası kabul ederek dünya ve ahiretle ilgili çeşitli hadiselerle uğraşan filozof tavırlı kimseleri, onların fikir ve ruh yapılarını, anlayışlarını, davranış özelliklerini, eğilimlerini ve ideallerini ele alan eserler: deli filozof, insanlar önce maymun muydu? ruhsal bakımdan hasta tipleri ve onların toplum içerisindeki son derece olumsuz, zararlı hareketlerini, bir psikolog titizliğiyle tahlil ve tenkit eden eserler: ben deli miyim?, utanmaz adam. ilerlemiş yaşlarına rağmen, hala olgunlaşmamış ve kendilerini sadece cinsel içgüdülerine teslim etmiş tipleri, yer yer hicvederek ele alan eserler: evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?. tehditle para sızdırmak amacıyla kaçırılan insanları ve onlara türlü eziyetler çektiren eşkıyayı konu alan eserler: eşkıya ininde. baştan sona polisiye bir nitelik taşıyan, gerilimi yüksek eserler: kesik baş. ruhçuluk ve bu nedenle ruhçuluğa inanan kimselerin geçirdikleri sarsıntıları konu alan eserler: ölüler yaşıyor mu?. çeşitli psikolojik zikzaklar çizerek çareyi canlarına kıymakta bulan ve neticede intihar manyasına tutulan zavallıları ve onların bu hallerini tasvire yönelik eserler: ölüm bir kurtuluş mudur? hüseyin rahmi'nin romanları sürükleyicidir, okuyucuyu son noktaya kadar merak içinde tutar. romanları ve hikayeleri önce gazete tefrikası olarak yayımlanmış, sonradan kitap olarak basılmıştır. eserlerinin kitap olarak basım tarihi, bazen kaleme alınış tarihinden epey sonradır hatta bazı yazıları, ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır. sonrasında roman ve hikayelerinin sadeleştirilmiş baskıları yapılmıştır. hüseyin rahmi; seçtiği konular, akıcı üslubu, kıvrak türkçesi, mizahi yaklaşımı, gerçekçiliği dolayısıyla ilgiyle takip edilen, çok okunan ve sevilen bir yazar olmuş ve pek çok eser vermiştir. eserleri romanlar: ben deli miyim?; billur kalp;; cadı; can pazarı; cehennemlik; deli filozof; dirilen iskelet; dünyanın mihveri para mı kadın mı?; efsuncu baba; eşkıya ininde; evlere şenlik, kaynanam nasıl kudurdu?; gönül bir yeldeğirmenidir sevda öğütür; gulyabani; hakka sığındık; hayattan sayfalar; iffet; insanlar maymun muydu?; kaderin cilvesi; kesik baş; kokotlar mektebi; kuyruklu yıldız altında bir izdivaç; metres; tesadüf; mezarından kalkan şehit; muhabbet tılsımı; mürebbiye; namuslu kokotlar; nimetşinas; ölüler yaşıyor mu?; ölüm bir kurtuluş mudur?; sevda peşinde; şeytan işi; şık; şıpsevdi; son arzu;; toraman; tutuşmuş gönüller; utanmaz adam. hikayeler: açlıktan ölmemenin çaresi; ada vapurunda; aferin hayrullah ; ahlak humması; allah gönlüne göre versin; annemin ölümü; asansör; balta ile doğuran böyle doğurur; benim babam kimdir?; bir açın ruznamesinden birkaç yaprak ; bir genç kızın avazei şikayeti; bir hafiyenin itirafatı; bir muamma; bir oburun mücadelei nefsiyesi; bir seyahatı acibe ; bugün ne yiyeceğiz?; büyük ana; büyük bir ibret dersi; büyük bir nedamet ; büyük günah; çocuğumun babası; çocuklara yasak; ecir ve sabır; er kişi niyetine; erkeğe galebe reçetesi; eşeklerin dilinden anlayan bir mütehassıs ; eşkıya oyunu; eti senin kemiği benim; falaka; fırkacı ; galip ve mağlup vaziyeti ; garip kaldığımız günlerde; gönül ticareti; gugular; hangisi daha zevkli?; hattı istiva ; hayvanat mitingi; heybeliada merkeplerinin grevi; horoza ses talimi ; ihtiyar muharrir ; iki külhani arasında; iki loğusa; imrenilecek bir intihar ; istanbul'da bir frenk; istanbul'un esareti günlerinden bir hatıra ; kadını müdafaanın cezası ; kadının erkeğe galabesi; kadınlar mebusu; kadınlar vaizi; kanlı eldiven; katil puse ; kayınpeder kayınvalide kendi odalarında, mahdum bey zevcesiyle odasında ; kedi yüzünden; kedim nasıl öldü?; kılıbık; kıpti düğünü; kırço; kiralık vücut; kocası için deli divane; kocasını boşayan hürmüz hanım; kumru ile büyükhanımın mükamelesi; lakırdı beynimizde ; lekeli humma şüphesi ; melek sanmıştım şeytanı; menekşe kalfa'nın müdafaanamesi; meyhanede hanımlar ; mırnav. mırnav; misafir; mutallaka ; mübareğin kuyruğu; müslüman mahallesinde bu iş olur mu?; namusla açlık meselesi; nasıl dolandırıcı oldum?; nasıl öldürdüler?; nergis hanım'la fehmi bey; nurker hanım'dan mektup; ölü diri getirir; refia hanım'ın köftesi; sahte doktor; samatya tramvayında topa yirmi kala; sigarayı nasıl terk ettim? ; sirkeci lokantalarında iftar; sokakta; sonbahar göçleri; şıllıkla züppe; şehirde bir şekavet; tehlike karşısında keçi fil oluyor; tensikatı beytiye ; ters konuşma; tımarhane şairlerin, filozofların mabedidir; tosun; tövbeler tövbesi; tünelden ilk çıkış; türkan hanım'dan mektup; uçurumun kenarında; üç misal; varda ispanyol geliyor!; yanık dolma; yankesiciler ; yankesiciler kulübü; yeni diyojen; zarafet ile tekir; zavallı halime; zavallı katil; zavallı şair. kısa yazıları: arzın yuvarlaklığına inanmıyor; bakkal bodasaki'den hüseyin rahmi bey'e mektup; balık pazarı; bir maymunun intiharı; boykotajın telakkii değeri; dağların şenliği; döşekten bir sada ; gökten köpek mi yağıyor?; halkın saflığı; hanımların ökçesi beylerin öfkesi; hayat ve ölüm; heybeli yangını; horoz ailesi sinirli hanımın mektubu; iğneli fıçı; ilk orucum; insan çekiştiren eski vaizler; kanatsız uçak yelkensiz gemi; kanımızı emenler; karıncalarla savaştayım; pis bir vak'a; taharet meraklısı ; üfürükçülüğüm; yazarlar nasıl ölür?; yeni bir gazetenin çukur düşünceleri. hüseyin rahmi'nin hikaye antolojileri: kadınlar vaizi; meyhanede hanımlar; namusla açlık meselesi; katebessümi elem til buse; iki hödüğün seyahati; tünelden ilk çıkış ; gönül ticareti; melek sanmıştım şeytanı; eti senin kemiği benim. oyunlar: gülbahar hanım ; hazan bülbülü; kadın erkekleşince; tokuşan kafalar; iki damla yaş. sanat ve edebiyat konulu yazıları: cadı çarpıyor; şekaveti edebiyat. derlemeler: müntahabatı hüseyin rahmi, cilt, sanat ve edebiyat, mektupları ve tiyatro eleştirileri, gazetecilikte ilk yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım, gazetecilikte son yazılarım , gazetecilikte son yazılarım. çeviri romanlar: emile gaboriau'dannumaralı cüzdan , bir kadının intikamı, batinyollu ihtiyar, Jules arsne arnaud claretie'den paris'te bir teehhül, alfred de musset'den frederick ile bernerette, paul de kock'tan biçare bakkal. çeviri hikayeler: arsızlık eden cezasını bulur; baba kornil'in mühim bir sırrı; bir sehvi rü'yet; bir zeki rehnüma; garip bir mektup; hali zamanı olmayan adam; hasta çocuk; iki öksüz; kedilenmek illeti; kim iki bin dolar kazanmak ister?; münzevi rahip ; ne boş hayal imiş; rahibin merkebi ; sadakat; şeytanın karısı; zavallı cambaz. es, hikmet feridun: tanımadığımız meşhurlar: bilmediğimiz hüseyin rahmi, akşam:, aralık. esatoğlu, hakkı selahaddin: hüseyin rahmi ve gerçekçi edebiyat, edebiyat postası: haziran, y esen, nüket: hüseyin rahmi gürpınar'ın iki romanında anlatım teknikleri, kuram kitap: mayıs, esen, nüket: türk romanında aile kurumu: istanbul, boğaziçi üniversitesi matbaası. fahri, edebiyat bahisleri: hüseyin rahmi, milliyet: haziran. felek, burhan: kalem aleminin kaybettiği büyük kıymet: üstat hüseyin rahmi, cumhuriyet: mart. fethi naci: yıldaroman:, oğlak yayınları, fırça: üstad hüseyin rahmi, karikatür:şubat. gariper, cafer: yenileşmenin başlangıcı ve öncüleri, yeni türk edebiyatı el kitabı: ankara, ed. ramazan korkmaz, grafiker yayıncılık, gerçek, selim nüzhet: hüseyin rahmi ve eserleri, istanbul: nisan , s gezgin, hakkı süha: edebi portreler hüseyin rahmi, yeni mecmua: temmuz, s, gezgin, hakkı süha: hüseyin rahmi de gitti, vakit: mart. emine gürsoy naskali giriş hüseyin rahmi gürpınar, adlı romanını heybeliada'da tamamlamıştır. roman ilk olarak yılında kitaphanei hilmi tarafından babı ali caddesi'nde bulunan evkafı islamiye matbaasında basılarak yayımlanmıştır. yılında atlas yayınevi tarafından romanın adı sadeleştirilerek acı gülüş adıyla basılmıştır. yılında özgür yayınevi, yılında da everest yayınevi tarafından yayımlanmıştır. elinizdeki yayın, romanın ilk baskısı esas alınarak hazırlanmıştır. roman, batılılaşmanın yanlış algılanışı etrafında kurulmuştur. berkay toğral mukaddime yangından kurtulan hakikatler aksaray hariki hailinin, hanmansuz o büyük ateşin haftasında idi. emirgan'da müstecir bulunduğumuz hanenin denize nazır penceresi önünde ihvandan bir zatla oturuyor idik. boğaziçi'nin arnavutköyü burnu'ndan beykoz koyu'na doğru uzanan behişti iki yeşil sahilini, güneşin hareli mavi sular üzerine saçtığı pırlantaları, işlediği müzehhep nukuşu, tabiatın bu ihtişamı bedayii üzerinde koşan vapurları, beyaz kanatlarıyla uçan kotraları, pürneşe ve safa ve raksan dolaşan bu irili ufaklı merakibi valihane temaşaya vakfı enzar eylemekte iken önümüzdeki rıhtıma bir hariki hail: korkunç yangın hanmansuz: ev bark yakan müstecir: kiracı ihvan: kardeş, arkadaş behişti: cennet gibi hare: parlak çizgi müzehhep: yaldızlanmış nukuş: nakışlar ihtişamı bedayi: güzel ve ender olan gösteriş kotra: hafif yelkenli pürneşe ve safa: çok keyifli ve neşeli raksan: dans eden merakip: binekler valihane: şaşkınca temaşa: izleme vakfı enzar: bakışları bilen yük kayığı yanaştı. muhterik hanemizden kurtarılabilen eşyanın geldiğini haber verdiler. belleri bükük hamallar, dar ve dik merdivenli yokuştan yukarı, ağır, mevzun, metin ve ihtiyatlı adımlarla taşımaya başladılar. aman ya rabbi gelen bu eşya ne halde idi. bunlara eşya değil, döküntü bile denemezdi. çamurlar içinde, otları, pamukları fırlamış minderler, döşekler, hurdehaş iskemleler, etajerler, eğrilmiş büğrülmüş karyola parçaları, yalnız çerçeve kalmış aynalar, kapakları açılmış, dişleri dökülmüş piyano. hep bunları temiz ve sağlam olarak bırakıp çıkmış bir hane sahibi için bu ne elim bir manzara idi. bu döküntüleri, hamallar evin alt kat sofasına ağır ağır yığıyorlardı. aşağıya indim. eşyayı nakle vesatet eden zatın iki eline sarılarak: kitaplarım. dedim, hani ya kitaplarım?. bir itizarı müessifle şu cevabı aldım: maatteessüf kitaplarınızdan mevcuda nispeten hemen hiçbir şey çıkarılamadı. sizi tanıyanlardan bazı zevat kitap kurtarmak için çuvallar ile gelmişler fakat haneyi bekleyen kürt bunları içeri bırakmamış, sonradan pek ziyade ibram gösterenlere karşıkitabı ne yapacaksınız? kağıt parçalarından ne olur? kaç para eder? kurtaracaksanız eşya kurtarınız. cevabı cahilanesini vermiş. yanmuhterik: ateşte yanmış olan mevzun: ağırlığı ölçülmüş, tartılmış metin: sağlam ihtiyat: tedbirli ve ölçülü davranma, sakınma hurdehaş: paramparça etajer: kapaksız, küçük mobilya, raf elim: çok üzücü, çok elem verici sofa: hol vesatet: vasıta olma, aracılık etme itizarı müessi üzüntü verici özür dileme maatteessü üzülerek belirteyim ki, esefle ifade edeyim ki zevat: kimseler ibram: can sıkacak şekilde ısrar etme, zorlama cevabı cahilane: cahilce cevap gının sizin haneye kadar savleti memul edilmediği için biz geç kaldık. filhakika sizin evler, harikin son haddini teşkil etti. orada söndü. biz yetiştiğimiz zaman ittisali ateş almış, ev adeta kızmıştı. polisler, dışarı çıkmamız için kapının önünde mütemadiyen düdük çalıyorlardı. beş on dakika içinde elimize ne geçirebildikse dışarı attık. kitap olarak ufak bir yatak bağıyla bir soba odunluğu içine bazı ciltler doldurabildim. işte bundan ibaret. hemen soba odunluğunu aradım. içinde bir yığın siyah ciltler yatıyordu. voltaire'in külliyatı. numara sırasıyla ciltleri saydım. her ikisi bir arada mücellet olmak üzere doksan iki ciltten yalnız sonuncusu, fihrist cildi yoktu. ötekiler tamamdı. bütün hikmetlerine karıştırdığı ince istihzalar ile hayatımın en hüznalud zamanlarında beni oyalayan, düşündüren, güldüren, derin derin mecburı tefekkür eden bu enisi kıymetdarım, sanki o günü, o siyah ciltler arasında beni şöyle müteselli ediyordu: aziz dostum sana mülaki olmak için alevler içinden kaçarak işte geldim. müheyyayı iştial bir hanenin, tahlis için kızgın köşe bucağında dolaşan acil bir desti himmete, hemen manevi savlet: bütün gücüyle saldırma, şiddetli hücum, saldırı memul etmek: ummak, beklemek filhakika: gerçekten ittisal: bitişme, ulaşma mütemadiyen: ara vermeden, durmadan külliyat: bir müellifin yazmış olduğu eserlerin bütünü mücellet: ciltlenmiş, ciltli fihrist: içindekiler istihza: biriyle ince ince alay etme, eğlenme hüznalud: hüzünle karışmış, hüzünlü mecburı tefekkür: düşünmek zorunda olan enisi kıymetdar: değerli, kıymetli dost müteselli: avunan, teselli bulan mülaki: buluşan, kavuşan müheyyayı iştial: tutuşmaya, alev almaya hazır tahlis: kurtarma desti himmet: yardım eli denecek bir hüsni tesadüfle binlerce mücelledat arasından ben, sokularak kurtuldum. senin akşama yaklaşan bakiyei ömrünü işgal edip de artacak daha bende çok sayfalar bulabilirsin. fakat devrei hükmiyesi eskimiş bu ihtiyar dostumdan başka ne kadar yarı vefakar başka feylesoflarım, hikayenüvislerim, ne sevimli meslektaşlarım, sanatımı benim yalnız başıma erişemeyeceğim hurdeleriyle, bedayiiyle bana talim eden ne büyük üstatlarım vardı. hep bunların kütüphanemdeki varlıkları birer avuç kül olmuştu. üç büyük yerli ve camlı dolap, bir yük, iki büyük etajer, bir kütüphane lebalep bunlar ile dolu idi. kitap kıymetini bilmeye başladığım otuz senelik bir devrei hayatımda, en mübrem ihtiyacatımdan iktisat ederek mağrur bir neşe ile cilt cilt üzerine yığdığım, bazıları nedretleri hasebiyle vaktiyle aldığım fiyatlara nispeten bugün sekiz on misli kıymet peyda etmiş öyleleri vardı ki hazinesini karıştıran bir hasis gibi gözümden sakınarak, hüsni tesadü güzel rastlantı mücelledat: ciltlenmiş olanlar bakiyei ömr: ömürden geri kalan devrei hükmiye: hüküm devresi yarı vefakar: vefalı sevgili feyleso filozof hikayenüvis: hikaye yazan, hikayeci hurde: ince mana, nükte bedayi: yeni, görülmemiş, güzel ve ender şeyler talim etmek: öğretmek, belletmek lebalep: ağzına kadar dolu devrei hayat: hayat dönemi mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez, zaruri ihtiyacat: ihtiyaçlar iktisat etmek: tasarruf etmek, tutumlu davranmak mağrur: kibirli, gururlu nedret: nadir bulunma, azlık hasebiyle: dolayısıyla peyda etmek: edinmek, elde etmek hasis: cimri, pinti ihtiramdan titreyen ellerimle vakit vakit severek, perestiş ederek yine yerlerine kor idim. henüz on dokuz yirmi yaşında bulunduğum esnada benim bu kitap perestişkarlığımı bilen müşirandan vidinli tevfik paşa merhum bir gün beni vefa'daki konağına celp ile bir kütüphane dolusu fransızca kitap ihda etmişti. ben onları uşaklar ile beraber kucak kucak büyük bir yük arabasına taşıyarak haneme nakletmiş, sevincimden bir hafta uyuyamamıştım. bunları artık tedarik her suretle müstehil, pek çok emek sarf ederek vücuda getirdiğim dört beş hikayem, piyeslerim, notlarım vardı. yatak bağına koştum. açıp karıştırdım. aradıklarımdan hiçbirini bulamadım. birtakım lüzumsuz kitap ve gazete döküntülerinden başka bir şey yoktu. bu kitaplardan çoğunun sayfa kenarlarında haşiyelerim, mülahazalarım vardı. bunlar uzun senelerin mahsulatı tetebbuu idi. mekteplerdeki kütübi tahsiliyem, defterlerim, mükafatlarım, zikri cemillerim en iptidai resim kayelerine varıncaya kadar hep mevcut idi. en sagir sinnimden beri aldırihtiram: saygı, hürmet perestiş etmek: tapmak, tapınmak perestişkar: tapan, tapınan müşiran: mareşaller celp: getirtme, getirtilme, çağırtma ihda etmek: hediye etmek tedarik: edinme, sağlama, hazır etme müstehil: olması mümkün olmayan, imkansız haşiye: bir sayfanın kenarlarına veya altına, metnin herhangi bir noktasıyla ilgili olarak yazılan açıklama mülahaza: düşünce mahsulatı tetebbu: etraflıca inceleyip araştırma ürünleri kütübi tahsiliye: ilim öğrenmek için okuma kitapları mükafat: bir başarının, iyi ve güzel bir davranışın karşılığı olan şey zikri cemil: güzel söz söyleme iptidai: ilk kaye cahier. defter sagir: küçük, ufak sin: yaş mış olan müteaddit fotografilerimi havi albüm de yok idi. bu cansuz ateş; beni ta bebeklik zamanıma kadar rapteden en tatlı, en ruhnevaz bütün vesaik ve yadigarı sabavet ü şebabımdan bir anda ayırmıştı. başımı duvara dayadım. bir çocuk gibi ağlamaya başladım. misafirim bulunan zat, tesliyetbahş kıymetdar bir şey keşfedebilmek ümidiyle evde bir yandan döküntüleri karıştırıyordu. nihayet bağırdı: çocuk olma birader. sen ki bu hayatın hiçliğini bilmeyenlere göstermeye uğraşırken böyle bir felaket karşısında niçin metanetini muhafaza edemiyorsun? bilenler de bilmeyenler gibi aynı zaafın mağlubu olduktan sonra tecrübelerin neye yarayacak? işte bu saat senin için bir imtihan günüdür. sen bunu cezadide bir mektep çocuğu gibi gözyaşlarıyla değil halaşina bir feylesof tebessümüyle geçiştirmelisin. gel bak. gel, işte al sana bir cilt daha. belki işe yarar bir şeydir. misafirim; hotozu, camlı kanatları kırılmış, bir mecruh gibi arkası üstü yerde yatan küçük bir büfenin önünde duruyordu. sütlüğünün, şekerliğinin kulpları, ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş koyu renkli meşin kaplı bir cildi oradan alarak müteaddit: çok sayıda, birçok havi: içine alan cansuz: can yakan, can yakıcı raptetmek: bir yere bağlamak ruhnevaz: ruhu okşayan, çok hoşa giden vesaik: vesikalar, belgeler yadigarı sabavet ü şebab: çocukluk ve gençlik yadigarı şebap: gençlik tesliyetbahş: teselli veren, avutucu metanet: dayanma, sağlam, güçlü ve metin olma cezadide: suç işleyen bir kimseye suçunun derecesine göre verilen acı karşılık görmüş halaşina: halden anlar hotoz: kapı, pencere veya mobilya gibi eşyalara süs olarak yapılan tepelik mecruh: yaralanmış, yaralı meşin: bu deriden yapılmış bana uzattı. baktım, senei miladiyesine ait almanach hachette. ne yapayım bunu? infialiyle cildi yere fırlattım. arkadaşım tekrar aldı. yapraklarını karıştırmaya başladı. bazı satırlarını okuyarak: bunda senin için tükenmez bir hazinei tefekkür, bir sermayei tetebbu görüyorum. zaten bu cildin böyle çay takımı arasına karışarak buraya kadar gelmesinde bir hikmet var. mutlak bundan bir şey çıkacak, dedi. almanach hachettelerin hepsi ilk senei intişarlarından beri mevcut idi. şimdi böyle bir tek cildi ne yapayım? hele sen iki kahve ısmarla. yukarıya pencerenin önüne çıkalım da görürsün. pencerenin önüne çıktık. sigaraları tellendirdik. kahvelerimiz de geldi. misafirim bir deri hikmet keşfedebilmek için cildin yapraklarını asabi parmaklar ile çeviriyor ve arada bir tevakkufla cehren birkaç satır okuyordu. nihayet dedi ki: her sayfanın alt ve üstünde birer darbımesel ve kelamı kibar var. işte bak. fransızcalarını okuyarak şöyle tercüme etmeye başladı: hakikatin, hiç aldatmayan bir şivei beyanı vardır. hakikat, bintü'zzamandır. senei miladiye: miladi sene infial: gücenme, dargınlık duyma, kırılma hazinei tefekkür: düşünme hazinesi sermayei tetebbu: etraflıca inceleyip araştırma sermayesi senei intişar: yayımlanma, neşredilme senesi deri hikmet: hikmet kapısı tevakku bekleme, durma cehren: yüksek sesle, açıkça, alenen darbımesel: atasözü kelamı kibar: kibar söz, söyleyiş şivei beyan: söyleme biçimi bintü'zzaman: zamanın kızı insan, kalbinin, tecaribinin, kanaatlerinin mahasalı olan bir sinne maliktir. efkarı batıla, insanlar beynine tefrika düşürmek için cehaletin ihtira ettiği zincirlerdir. felaketi hakikiyemizi ihzar eden, vukuatı hariciyeden ziyade ilcaatı hususiyemizdir. küçük endişelerin eleminden kendimizi sakınalım. bu husus, zevatı mesudeye mahsus bir hastalıktır. namuskarane bir fedakarlık bir elemi anidir. kerratla uğradığımız avatıfı talii fark etmez, geçeriz. nankörlükten şikayet etmeyelim. çünkü o, müstevlii cihandır. diğerlerindeki kadar kendimizde de mevcuttur. sui ahlak ve itiyadatımızın teşkil ettiği fenalıklardan her sene birini nefsimizden kat u defe muvaffak olabilseydik çabuk tekemmül eder idik. tecarip: tecrübeler mahasal: hasıl olan şey, sonuç malik: sahip efkarı batıla: boş, esassız, çürük fikirler ihtira etmek: daha önce benzeri olmayan bir şey icat etmek felaketi hakikiye: gerçek felaket ihzar etmek: hazırlamak vukuatı hariciye: dış olaylar ilcaatı hususiye: özel zorlamalar, zaruretler zevatı mesude: mutlu kimseler mahsus: özgü namuskarane: namuslu kimseye yakışır tarzda elemi ani: birdenbire, ansızın olan üzüntü kerrat: kereler, defalar avatıfı tali: doğan lütuflar müstevlii cihan: dünyayı zapt ve istila eden, hükmü, idaresi altına alan sui ahlak: kötü ahlak itiyadat: alışkanlıklar teşkil etmek: meydana getirmek kat u de kesme ve kovma tekemmül: kemale erme, olgunlaşma hayatı tahammülfersa bulmamak için iki şeye alışmak lazımdır: zamanın gadrine, insanların haksızlığına. iyi adam, mevcut olmayandır. misafirim birdenbire durdu. gözlerini karşı sahildeki hıdiv'in kulesine teveccühle birkaç defa kıpıştırdı. sigarasını birbiri üzerine çekti. aramızda duman helezonları dolaşırken mühim ve ani bir kararını tebliğ için bana döndü: sana bir şey teklif edeceğim. fakat kabulde hiç tereddüt göstermemelisin. nedir? anlayayım. şimdi tefeül eder gibi bu almanağın bir sayfasını açacağım, sol sayfanın sol üst tarafında nasıl bir kavil çıkarsa sen bunun hükmünü bir hikayeyle tefsir ve bir mevzua tatbik edeceksin. bu teklifin tuhaf olduğu kadar da müşkül. iki satırdan, koca bir hikaye nasıl çıkar? çıkar. muhayyilene itimadım vardır. işte sana yanan kitaplarına karşı bir teselli yolu. hem şu aralık bu işle avunur, kederini unutursun. biraz düşüneyim. tahammülfersa: dayanılmaz gadir: haksızlık, zulüm teveccüh: yöneltme helezon: kıvrımlı, yılankavi şekil tebliğ: bildirme tefeül etmek: fal açmak almanak: çeşitli bilgiler veren bir tür yıllık takvim kavil: söz, kelam tefsir: yorumlama, yorum mevzu: üzerinde durulan mesele, konu tatbik etmek: uygulama müşkül: zor, güç muhayyile: hayal kurma gücü ve yeteneği itimat: güven yok yok. düşünmene lüzum yok. işte açıyorum. peki. dostum, elindeki cildin keyfe mettefak bir sayfasını açtı. tayin ettiğimiz şeraite muvafık kısmı sahifeden şu söz çıktı: ıl ya dans la douleur quelque chose de plus affreuxvoir que seslarmes: c'est son sourire. bu satırları ikimiz birlikte şöyle tercüme ettik: bir felaketdide için yeisin en vecanak manzarası, gözyaşlarından ziyade kendinin tebessümi elemini görmektedir. bu cümleyi birkaç defa tekrar ile bir müddet mülahazadan sonra cevap verdim: öyle bir tez bulup çıkardın ki bütün kuvveti ve şümulüyle bir hikayeye zemin ittihaz edilmesi gayet müşkül. bahusus bütün o muhterem muktedalarım, muavinlerim, rehberlerim de yanımda yok. adam, bunlar kuru laftır. böyle bir işi başaramayacak istidatsız bir adama, seksen feylesofu muavin versen yine bir şey yapamaz. keyfe mettefak: rastgele, gelişigüzel tayin etmek: belirlemek şerait: şartlar, koşullar muvafık: uygun, münasip kısmı sahife: sayfadaki bölüm felaketdide: felaket görmüş yeis: şiddetli üzüntü, keder vecanak: acılı, ağrılı. acı gülüş mülahaza: düşünce şümul: kapsam ittihaz etmek: kurmak bahusus: özellikle muhterem: saygıdeğer mukteda: fikir ve davranışları ölçü olarak benimsenen, örnek alınan kimse muavin: yardım eden, yardımda bulunan, yardımcı istidatsız: yeteneksiz, kabiliyetsiz sen bu cümleden ne anladın? söyle. bari ilk delaleti senden görmüş olayım. bu emirde senin delilin, rehberin kendi kafandır. kimsenin himmetine muhtaç değilsin. bu sanatta benim de biraz rüsuhum olsa idi bir iki cilt de ben yazardım. biz okuruz. bazen bir eseri enine boyuna tenkit ederiz. fakat elimize kalemi verip de bizi hıyabanı sanatın o cevelanı müşkül serairi tasviri içine bırakırsanız nereden girip nereden çıkacağımızı tayin edemeyiz. yalnız şu kadar söyleyeyim ki okuyuculuk da bir sanattır. yazmadım fakat çok okudum. sizin göstermekte, bizim görmekte ülfetimiz var. her ikisi de birer maharettir. ruhumuz, hikayelerinizde tatlı, acı teessürler, tehezzüzler arar. içinde bunaldığımız bazı müşkülat, bazı iğlakat vardır. eserlerinizde onlara dair neticeler bulmak isteriz. daima hissettiğimiz birçok şeyler olur ki bunlara kendiliğimizden birer şekli muayyen veremeyiz. sonra bunları pek sade birer eşkali tasvir ile pişi enzarımızda görünce pek memnun ve mahzuz oluruz. işte bunu aynen böyle ben de hissettimdi. deriz. herkes birçok şey görür fakat tersim edemez. insan, tanıdığı bir mahallin resmini görünce aşina olduğu tafsilatı delalet: yol gösterme, kılavuzluk, rehberlik, aracılık rüsuh: ustalık, maharet tenkit etmek: eleştirmek hıyabanı sanat: sanat sokağı cevelan: gezinme, gezinti serairi tasvir: saklanan resimler ülfet: alışma, kaynaşma, ünsiyet maharet: beceri, hüner teessür: üzülme, kederlenme tehezzüz: hafif titreme, ihtizaz müşkülat: güçlükler, engeller iğlakat: karışık ve anlaşılmaz şekilde söylenen sözler şekli muayyen: belirli şekiller eşkali tasvir: şekilleri resmetmek pişi enzar: ön bakış mahzuz olmak: hoşnut olmak tersim etmek: resmetmek, şeklini çıkarmak, çizmek tafsilat: etraflı bilgiler, ayrıntılar orada birer birer keşfetmekten mütelezziz olur. eser ile müessir birbirine karışık gibidir. aralarında bir nevi vahdet vardır. biz yani uzaktan bakanlar, menazırı sanattaki eşkalin kuvvet ve zaafını gayrişahsi bir nazarı tedkikle seçebiliriz. bu tebessümi elemden anladığımı da söyleyeyim. tabiatta girye, çocuktan büyüğe kadar yeis ve ızdırabın alameti ibtidaiyesidir. sinne, bünyeye, asaba ait farklar ile hemen herkes elemini bu suretle izhar eder. sevinç ağlaması olduğu gibi yeis kahkahası da vardırböyle suveri makuse ile ifadatı nefsaniye, gayrimakustan daha şedittir. bir insan en adi infialatında da ağlayabilir. fakat bu zirvei teellümdür. alelekser insan kendi hamakatı efali, neticei hatası olarak uğradığı felaketlerde kafasını yumruklaya yumruklaya acı acı güler. bu gibi nevmidane infialatı şedidede ağlamak hiçtir. bu tebessümdeki ızdırabı ifade mütelezziz: hoşlanan, zevk alan müessir: eser sahibi, meydana getiren nev: yeni vahdet: birlik, bütünlük menazırı sanat: manzaraların sanatı eşkal: şekiller gayrişahsi: kişinin kendisiyle ilgili olmayan nazarı tedkik: inceleme bakışı girye: ağlama, ağlayış yeis: şiddetli üzüntü, keder alameti ibtida: alametin başlaması asap: sinirler izhar etmek: açığa vurmak, göstermek suveri makus: suretlerin tersi ifadatı nefsaniye: nefse ait ifadeler gayrimakus: tersine dönmüş olmayan şedit: şiddetli infialat: gücenmeler, dargınlık duymalar, kırılmalar zirvei teellüm: en üstün keder alelekser: ekseriya, çok vakit hamakati efal: ahmaklık işleri neticei hata: hatalı sonuç nevmidane: ümitsizce, kederli olarak infialatı şedide: şiddetli gücenmeler, kırılmalar edemez. teellümatı adiyenin vasıtaı beyan ve medarı teskini olan gözyaşları kurur, tebessüme, kahkahaya munkalip olur. işte azizim aklımın erdiği kadarını söyledim. fakat sen bu acı, bu cangüzar tebessümü göstermek için ne gibi vakayi ve eşhas icat edeceksin? bunları hangi zemini teellümde dolaştıracaksın? eserine nasıl bir ruhı sanat nefhedebileceksin? bu cihete katiyen aklım ermez. bu müşkülata karşı göstereceğin azmi cidali, kalemi mübarizinle açmaya uğraşacağın taşlı, dikenli yolları düşündükçe seni takdir ile beraber hayretlere düşüyorum. iki satırdan üç dört yüz sayfa çıkarmak. bu, velehaver bir iş. dostum sustu. şimdi ben dalgın. etrafımda uçuşan sünuhat perilerinin müşafehei hatifanelerine guşı ruhumu vermiş bekliyordum. her biri bir şey söylüyordu. nazarım denizden süzülerek karşı yakanın gökle birleşen hazareti içinde şikarı ilhamını arıyordu. nihayet kederimi unutup şevk ile çırpınarak: buldumbuldum. dedim. teellümatı adiye: alışılmış keder vasıtaı beyan: anlatma aracı medarı teskin: yatıştırma dayanağı munkalip olmak: başka bir duruma veya şekle girmek, dönüşmek cangüzar: cana dokunan, candan geçer olan vekayi: vakalar, olmuş şeyler, olaylar eşhas: kişiler, şahıslar, kimseler zemini teellüm: üzüntü yeri ruhı sanat: sanat ruhu nefhetmek: yayılmak cihet: yön, taraf, istikamet azmi cidal: savaş kararlılığı kalemi mübariz: mücadele eden kalem velehaver: şaşkınlık veren sünuhat: akla, hatıra gelen, içe doğan şeyler müşafehei hatifane: gaybdan gelen bir sesin söylediği şekilde karşılıklı konuşma guşı ruh: ruh kulağı hazaret: hazretler şikarı ilham: ilham avı nerede? şu karşıki yamaçta, koyun rakit aynasında, meftunane akislerini seyreder gibi birer halavetle eğilmiş, şemsiyevari tepeleri güneşle yaldızlanmış üç büyük fıstık ağacı var. işte onların sayei sünuhatında. yirmi dakika müsaade edersen krokiyi şimdi çizip gösteririm. dostum hayretle yüzüme baktı. masanın kenarına oturdum. fransızlarınla minut dedikleri süratle otuz satır kadar yazdım. kağıdı uzattım. okudu. refikim beni bir takdiri müteaccibane ile yukarıdan aşağıya birkaç defa süzdükten sonra: bir çocuk doğarken görmüştüm. fakat şimdiye kadar, hikaye viladetinde hiç bulunmamıştım. suhuleti tevlidiyeye maliksin, tebrik ederim. dedi, elimi sıktı. rakit: durgun, hareketsiz, kıpırtısız meftunane: büyülenmişçesine, tutkunca halavet: tatlılık şemsiyevari: şemsiye gibi sayei sünuhat: akla, hatıra gelen, içe doğan şeylerin gölgesi la minut la minute. çabucak, hızlıca, ayaküstü refik: arkadaş, yol arkadaşı, yoldaş takdiri müteaccibane: şaşkınca, hayrete düşmüşçesine takdirle viladet: doğum suhuleti tevlidiye: doğurma kolaylığı birinci kısım ı eski ve yeni kafalar vakit yatsıya yaklaşıyor. langa'da kafayı tutan sarhoşların oradan buradan bedmestane naraları, ahları, şarkıları işitiliyor. bazen tek, bazen kol kola çift, bazen üç dört imrahor hamamı'nın köşesinden yola düzülüyorlar. ekserisi o duvar senin bu duvar benim zikzak gidiyor. aksaray caddesi'ni bulduktan sonra birer tarafa dağılıyorlar. birçoğu caddeyi arzani katederek valide camii sokağı'na yürüyor. içlerinde kolanı gevşemiş semer gibi birer tarafa sarkmış, kira beygirlerinde süvarileri de var. hayvanın kah yelesine kah kuskununa yatıp yatıp yine düzelmeye uğraşarak, ayaklarıyla mütemadiyen üzengileri arayarak sapacağı sokağı merkubunun dirayeti intihabına bırakmış olanları, yahut sürücüden soranları da eksik değil. ağa yokuşu'nun alt başındaki langa: istanbul'da bir semt bedmestane: sarhoş bir halde nara: yüksek sesle bağırma ekseri: çok defa, çok zaman arzani: enine, genişliğine kolan: atın eyer ve semerini bağlamak için karnının altından geçirilen yassı bağ kuskun: hayvanın kuyruğunun altından geçirilerek eyere bağlanan kayış üzengi: ata binebilmek için kullanılan altı düz madeni halka merkup: üzerine binilen binek dirayeti intihab: seçmeyi çabuk kavrama yeteneği çeşmenin önünde, bozuk güfte, falso beste ile yandım allah bela leylasına gibi ateşli nağmeler salıverdikten sonra midesindeki ispirto yangınını söndürmek hararetiyle ağzını musluğa verenler, abdest bozmak için pantolonu çözerek, yarı kapalı gözleriyle araştırıp da bir yer beğenemeyerek nihayet sokağın ortasını sulayanlar, ezan sesi duyunca ellerini kaldırıp abidane bir tavrı huşu ile kelimeişehadet getirenler, bir hasmı gaibe atıp tutanlar, boyuna sövüp sayanlar, vakit vakit durup birbirine sarılarak teyidi meveddete uğraşanlar ve daha daha sarhoşluk faturasının envaı sokaklarda resmigeçit yapıyordu. yağlıkçı hasan efendi pek mühim addettiği bir keyfiyetin tecessüsü için o akşam mahalle camiinde cemaatle edayı salatı ihmal ederek çiçekbostanı semtindeki hanesinin köşe penceresinde bir mevkii tarassud ahzıyla bekliyordu. karşıki haneye bozuk kadınlar taşınmış her akşam içeriye adam alıyorlardı. hanede erkek namına kır sakallı kırk beşlik, ellilik bir adam vardı. bu herifin elinden tespih düşmüyor, girip çıkarken tehlil ile daima dudakları kımıldıyor, ekseri onu camide ön safta görüyorlardı. hasan efendi bir müddet bu takvayı suveriye aldandı. fakat hanedeki genç kadınların taaddüt ve sıkça sıkça tebeddüllerini, bilhassa abidane: abide gibi tavrı huşu: varlığının farkında olamayacak derecede kendini karşısında bulunduğu şeyin heybet ve cazibesine kaptırma tavrı hasmı gaib: göz önünde olmayan düşman teyidi meveddet: sevmeyi sağlamlaştırma enva: çeşitler, türler tecessüs: bir şeyin içyüzünü anlamaya, merakını gidermek için kendini belli etmeden öğrenmeye çalışma edayı salat: namazı ödeme mevkii tarassud: gözetleme, gözleme yeri ahz: alma, alış tehlil: kelimei tevhid söyleme takvayı suveri: ibadetle meşgul olma şekilleri taaddüt: birden fazla olma tebeddül: başka şekle girme, değişme bilhassa: özellikle süs ve tuvaletlerini, açık saçıklıklarını, her gün araba ile yaya sokağa taşınmalarını, hangi semtten geldiği belli olmayan bir bakkal çırağının, içi bira vesaire şişeleriyle dolu, omuzunda getirdiği bir tahta sandıkla meşrubat ve mekulat taşımasını efendinin o tavrı zahidanesiyle bir türlü telif edemedi. daha tuhafı kesretle gelen misafirler hep erkek, genç ve hovarda takımındandı. zamanı müsaferetleri de daima geceye müsadifti. bazı akşamlar, evin arkada bahçe üzerindeki geniş odasından ut, keman ve ezgili kadın sesleriyle karışık ince bir ahenk işitiliyordu. bu tespihli herif sureti haktan görünmeye uğraşan maazallah bir münafık mıydı? yoksa ailesi halkına söz geçirebilmekten aciz bir abidi miskin miydi? hasan efendi bu iki şık arasında uzun tereddütler geçirmekte iken bir akşam dakkı bab eden birkaç hovardaya misafirhaneden ruyı kabul gösterilmez. herifler: silsilesini bellediğimin fahişesi aç kapıyı! naralarıyla mahalleyi çınlatmaya başlarlar. mahalleli üşüşür. mütecavizler firar ederler. tespihli adam uzun sakalından aşağı tazallüm yaşları dökerek sokağa çıkar. ne belaya uğradığını bilemekulat: yenecek şeyler, yiyecekler tavrı zahidane: dünyayı terk edip dinin emirlerine çok titizlikle riayet eden tavrı kesret: çokluk, bolluk zamanı müsaferet: yolculuk, seyahat zamanı müsadi rastlayan, tesadüf eden sureti hak: allah'ın yolu maazallah: allah saklasın, allah esirgesin münafık: allah'a, peygamber'e ve diğer iman esaslarına inanmadığı halde inanmış gibi görünen ve öyle davranan kimse abidi miskin: ibadet eden, kulluk eden zavallı dakkı bab: kapı çalma ruyı kabul: kabul yüzü silsile: soy sop mütecaviz: saldırgan tazallüm: sızlanma, yakınma, şikayet etme mediğini suzişle anlatır. iki elini semaya ref ile mütearrızları cenabı rabbi izzet'e, o müntakimi hakikiye havale ettiğini söyler. ailesi efradından tahkikatı lazıme icrası için içeri girer. kısa bir müddet sonra tekrar çıkarak neticei tahkikini yine gözyaşlarıyla şöyle izah eder: bugün bizim evin kapısını çocukların tanımadıkları üç genç kadın çalarak içeri girmişler. bir lüzumı mübrem üzerine geldiklerini, bu civarda hiç tanıdıkları bulunmadığı cihetle lalettayin bir kapı çaldıklarını, bu ihtiyacın herkesin başına gelmesi muhtemel bir hal olduğunu, binaenaleyh reddedilmemelerini insaniyet namına istirham etmişler. bizimkiler de tabii bir kabuli nazikanede bulunarak kadınlara aradıkları mahalli göstermişler. hatta su, kahve filan da ikram etmişler. bir hayli müddet oturup görüşmüşler. bu yabancı kadınların bizim haneye maksadı duhulleri beyan ettikleri ihtiyaç üzerine değil, peşlerine takılan bir iki edepsiz herifin takiplerinden kurtulmak tasavvuruyla olduğu şimdi anlaşılıyor, çapkınlar bizim haneyi o kadınların meskeni zannederek bu rezalette bulundular. bu izahat mahallelinin ezhanını tatmine pek kafi görülememekle beraber o gece ses çıkarılmaz. yalnız imam ve muhtarsuziş: yanma, içi yanma re yukarı kaldırma, yükseltme mütearrız: taarruz eden, saldıran, mütecaviz müntakimi hakikiye: gerçek intikam alan efrat: fertler, kişiler, kimseler tahkikatı lazıme: gereken araştırma, soruşturma neticei tahkik: araştırma sonucu lüzumı mübrem: kaçınılmaz lüzum lalettayin: rastgele, gelişigüzel istirham etmek: yalvarmak, niyaz etmek kabuli nazikane: nazik bir şekilde kabul maksadı duhul: giriş amacı tasavvur: fikren kurma, tasarlama izahat: açıklamalar ezhan: zihinlerlardan bu kiracıların hangi mahalleden oraya nakli hane ettikleri, kefilleri olup olmadığı ve daha bazı tayini hüviyetlerine medar olacak şeyler hakkında tahkikat yapılır. bir dereceye kadar defi iştibah edecek cevaplar alınır. fakat iki gece sonra hanenin şangır şungur tekmil camları indirilir. huzurı mahalleyi ihlal eden bu tespihli efendinin haneden ihracı hakkında ahali gıcırtıya başlar. lakin imamla muhtarın biri her nev mesuliyeti üzerlerine alarak tespihli hakkında hüsni şehadette bulunurlar, mahalleliyi yatıştırırlar. yağlıkçı hasan efendi bir gün çarşıdaki dükkanında oturmakta iken tanıdığı müşterilerinden alafrangamizaç ve gayet şık, apiko bir genç gelir. ufak tefek bir iki alışveriş ve hoşbeşten sonra der ki: sizin hane çiçekbostanı tarafında, filan sokakta değil mi? evet. yakında orayı ziyarete geleceğim. bize mi? buyurun, memnun olurum. size değil canım. size gelip de ne yapacağım?. karşınızdaki eve, karşınızdaki. onlar tanıdık mı? yoksa akraba mı? gayriresmi akraba. canciğer. akrabanın gayriresmisi olduğunu bilmiyordum. nakli hane: evin taşınması tayini hüviyet: kimlik belirlemesi medar olmak: yardım etmek, yardımcı olmak defi iştibah: şüpheyi uzaklaştırma tekmil: tamamlama, bitirme huzurı mahalle: mahalle huzuru hüsni şehadet: iyi tanıklık etme, güzel görme alafrangamizaç: avrupa usulünde karakter apiko: şık, düzgün kıyafetli, derli toplu hoşbeş: öteden beriden konuşma, şundan bundan sohbet etme gayriresmi: resmi olmayan sersemliğin lüzumu yok hasan efendi. ben seni gözü açık bir şey zannederdim. meşhur uncu ahmet sizin evin karşısına taşınmış. işletip duruyor. her gece ahenk, dernek kıyamet. uyuyor musunuz yahu? hasan efendi fena halde bozularak: ha şimdi anladım. şu tespihli pezevengi söylemek istiyorsun. işte onu ya. herif tespihle galiba bir mahalle halkını efsunlayıp uyutuyor. uyumuyorum beyefendi, hepsinin farkındayım. ev taşlanıyor. önünde naralar atılıyor. genç kadın sergisi varmış gibi içerisi yosmalarla dolu. sandık sandık içkiler geliyor. ut, keman, şarkı gırla. karına kesat, senin gibi zampara beyler geceleri evi hiç boş bırakmıyorlar. bu kadar bedahete karşı mahalleli hala şüphede. mahalleden bir iki nüfuzlu kimse deyyusu tutuyorlar. fakat ilk işim o olsun, bu akşam semte gidince emniyet edebildiğim kimselere hakikati anlatayım. gizli tertibatta bulunalım. evi bir ala bastırtayım. adam nene lazım. bu gibi rezalete karşı nene lazım olur mu? eski kafasın hasan efendi, eski. her gece ahenk dinle, eğlen. pek o kadar ihtiyar da değilsin, ustalıkla mahremleri olabilirsen mahalleli bulunduğun için korkularından seni daima bedava kabul ederler, kim bilir ne kadar izaz, ikram da görürsün. hiç efsunlamak: büyülemek yosma: oynak kadın kesat: alışverişte durgunluk, işlerin hareketli olmaması, alışverişin az olması bedahet: ispatı gerektirmeyecek kadar açık ve belli olma, apaçıklık deyyus: küfür ve hakaret sözü olarak kullanılır. tertibat: düzenleniş biçimi, tanzim ala: daha iyi, daha mükemmel mahrem: başkaları tarafından görülmesi, bilinmesi, duyulması istenmeyen, gizli izaz: ağırlama, ikram etme, saygı gösterme böyle bir nimet kaçırılır mı? canına yandığımın bizim mahalleye böyle şikarlar düşmüyor ki müstefit olalım. bu dünya aksinedir. böyle talihler gelir de senin gibi kadirnaşinasların ayaklarına dolaşır. haydi beyim haydi işine. ben eski kafayım. bu sinden sonra cenabıhak, beni beğendiğin yeniliklerle şeytana uydurmasın. medeni bir memleket için bu gibi hanelerin de lüzumu vardır. lüzumu varsa beyoğlu'nda çok. belediyelerin nezareti altında doktorlu, patentalı, imtiyazlı böyle ticarethanelerin kıtlığı mı var? oraları teşrif ediniz, istanbul'da bu nev hanelerin tekessürüyle olacak medeniyete allah beni eriştirmesin. biz, ağabani sarıklı türkler hep ölelim, sonra siz medeniyeti istediğiniz gibi tefsir ediniz. çoluğumla çocuğumla oturduğum hanenin karşısında böyle rezaleti, namussuzluğu tecvizen seyredemem. kuzum hasan efendi, orada bir eğlenti yapmak üzere önümüzdeki perşembe için sözleştik. o güne kadar dişini sık. dostluk namına senden böyle bir ricada bulunamaz mıyım? ya ben orada iken böyle bir skandal olursa bana acımaz mısın? sandal vapur değil ya, içeride babam olsa yine bastırtacağım. Que faire? il est la betise meme. tanrı'ma bin hamdüsenalar olsun, fransızca anlamam. müstefit: yararlanan, faydalanan, istifade eden kadirnaşinas: kıymet bilen nezaret: gözetim, kontrol patenta: uyrukluk belgesi tekessür: çoğalma ağabani: abani de denilen bir tür beyaz kumaş tecvizen: razı olarak, izin vererek belahet. kalın kafalılık mahza: sırf, ta kendisi hamdüsena: allah'a şükrünü bildirme eh öyle ise adiyo. adiyodan da çakmam. benim bildiğim allah'a ısmarladıktır. işte manasını söylüyorsun ya! böyle senin gibi tatlı sululardan işite işite öğrendik. mancarna yemek, moncorna vakitler hayrolsun, ola velava nereye gidiyorsun?, piyastril para, ipsomi ekmek. bu söylediklerin benim hiç anlayamadığım bir lisandan. hele bu sonuncusu rumca. canım rumcası mumcası ne olacak? hepsi bir herzenin suyu değil mi? yağlıkçıyım, işlemeli çevreler, uçkurlar, pullu başörtüleri, rodos bezi kırpıntıları daha bilmem neler almak için yahudi tercümanlarla beraber dükkana bazen frenkler gelir. antika diye enayilere ne kadar kırpıntı varsa yuttururuz. frenk aklı bu. uçkuru donlarına geçirmeyip duvara asarlarmış. onların çoğu don giymez. elhaya mine'liman. donu ne yapacaklar? yoksa onlara uymak için sen de donu çıkardın mı? cevaben beyefendi sırıtır. yağlıkçı lahavle çeke çeke başını sallayarak: haydi beyefendi, seninle biraz daha görüşür isek mutlak dövüşürüz. rahmetli baban müslüman bir adamdı. seni böyle donsuz görmedense öldüğü hayırlı olmuş. sen benim donuma, pantolonuma ne karışırsın? ticaretine bak! adiyo adis. hoşça kal herze: boş, saçma söz uçkur: şalvar veya iç donunun belde durmasını sağlayan bağ elhaya mine'liman: utanma duygusu imandandır. siz böyle üpüryan kızıl frenk olalı ticarette bet bereket kaldı mı? anan, hemşiren ne halde? onlar da mı soyundu? vah! eyvah bize. anladım. cidden dövüşeceğiz. ticaretin bu inkırazı, durgunluğu hangi tarafın günahı eseridir, onu da ben bilirim. ne alıp sattığınıza dair muntazam bir defter tutmak usulüne bile aşina değilsiniz. babanızdan ne görmüş iseniz o giriveden çıkamazsınız. pek cahil bir adetperestsiniz. dünya esasından değişir, bütün kavaidi sanat, ticaret tebeddül eder. sizin o eski kafanız yine odur. irticaı selamet zannedersiniz, müslümanlıktan dem vurursunuz. müşteri aldatmaktan da çekinmezsiniz. frenklere kırpıntılar yutturduğunuzu şimdi kendin söylüyordun. alemle beraber bütün dimağlar da değişmelidir. ıgnorance, paresse, fanatisme, superstition, volia les causes de nos malheurs. oğlum, karşımda frenkçe sakız çiğneme. ecdadının dilini neye beğenmiyorsun? böyle neslini, örfünü, cinsini, adatı milliyetini beğenmemekle iş yürümez. biz frenkleri birkaç kırpıntı ile aldatıyor isek onların bize soktukları kazıklardan haberin yok mu? bu bizimkisi aldatmak değil, bir nevi gazayı ticarettir. beyoğlu'ndaki ticarethaneleri, o yekpare büyük camların arkasında elektrik ziyaları içinde parlayan eşyayı görmüyor musun? hep onüpüryan: çırılçıplak inkıraz: sonu gelme, çökme, tükenme girive: çıkmaz yol adetperest: göreneğe tapan kavaidi sanat: sanatın kuralları irtica: yeniye karşı direnip geriye dönme, gericilik dimağ: beyin taassup: aşırı taraftarlık gösterme, aşırı derecede tutma efkarı batıla: batıl fikirler esbap: sebepler adatı milliyet: milli olan adetler gazayı ticaret: ticaret savaşı yekpare: tek parça, bütünların bu fantazyalarını, ziynetlerini, pahalılıklarını bizim keselerimiz tediye ediyor. bak benim bu fakirane dükkanımda ne var? müşteriyi rahatça oturtacak bir yerim bile yok. onlar mı bizi aldatıyorlar, biz mi onları? bu hakikatlere iyice dikkat et de anla. frenk, mağazasının ortasına pirepikis yani fiatı maktu diye bir levha asar. pirepikis değil, dilini düzelt. her ne karın ağrısı ise. seninle pazarlığa bile tenezzül etmez. o levhayı görünce istediği parayı verip bilafiye kazığı yiyerek çıkarsın. burada sekiz kuruşluk bir mal için benimle çekişe çekişe pazarlık edersin. dikkat et, o mağazaya başka bir frenk girsin, o levhaya asla ehemmiyet vermez. sıkı sıkıya pazarlık eder. çünkü o, malın fiatı asliyesini bilir. dolma yutmaz. bu fiatı maktudur hilesi, senin benim gibi suhuletle aldanan ahmaklar içindir. sen bana yaptığın finfon cakasıyla orada işini yürütemezsin. dünya değişiyorsa, değişmiş ise bu hilelere karşı gelecek malumatı, cerbezeyi niçin iktisap edemiyorsun? karşıda bazı mağazalar vardır ki burada bizlerden on kuruşa aldıkları bir malı orada yüze satarlar. evet, itiraf ederim onlar satmanın usulünü biliyorlar. fakat bu tefevvuk karşısında ezilen yalnız yerli esnafı değildir. resmi, gayriresmi bütün şuabatı mevcudiyetimiz çiğneniyor. balık baştan kokar. bizim mahalledeki kibarlar, çocuklarını cizvit mekteplerine gönderiyorlar. sebebi sorulunca, bizde o nama tediye etmek: ödemek pirepikis prix fixe. kesin fiyat fiatı maktu: kesin fiyat bilafiye: afiyetle fiatı asliye: asıl fiyat suhulet: kolaylık cerbeze: kolay, güzel ve inandırıcı şekilde konuşma yeteneği iktisap etmek: kazanma tefevvuk: üstün olma şuabatı mevcudiyet: mevcut şubeler cizvit. yüzyılda fransa'da kurulup hristiyanlık adına siyasi faaliyetlerde bulunan, çok bağnaz ve kendi içinde çok sıkı kurallara bağlı olan bir tarikat müstahak tesisatı tahsiliye olmadığını söylüyorlar. mektep ismini verdiğimiz memleketteki o irili ufaklı binalar nedir, ne içindir, neden milli tahsil yolunda değil ve olamıyor aklım ermiyor. frenklerin, çocuklarımızı türklük için terbiye etmeyecekleri pek aşikardır. oralardan bir iki fanfan öğrenerek çıkıyorsunuz. milletimize en büyük hasım siz oluyorsunuz. ben vaktiyle cami dersi gördüm. muhyiddin arabi hazretlerinin felsefesini okudun mu? efrenç, felsefeyi işte oralardan çalıp metaı ilm diye bugün size satıyor. bu buharlar, elektrikler, tayyareler, fonograflar filanlar kitabımızda birer işaretle hep mesturdur. onları bulup çıkaracak alimi müselman yok. şimdi söze benzer birkaç şey söylediniz. itiraf ederim içinde doğruları da var. fakat nihayetü'lemr işte sapıtıyorsunuz. o zamanki esasatı felsefiye ile bugünkünün ne olduğunu siz bilemezsiniz. bunda kompetan değilsiniz. buharlar, elektrikler kitapta değil, kenzi tabiatın sahaifi mechulesinde mesturdur. onları oradan bulup çıkarmak sizin gördüğünüz cami dersiyle, medrese tahsiliyle mümkün olamaz. laf istemem. bu bahsi geçiniz. şimdi sinirlenirim. aman sinirlenme beyim. sen de benim akidemi rencide edecek tavırlarda bulunma. frenklik meftunu bir donsuz ile müstahak: hak eden, layık tesisatı tahsiliye: eğitim kurumları efrenç: frenk, avrupalı metaı ilm: ilim serveti, hazinesi fonogra kaydedilen sesleri istendiği zaman tekrarlayan alet, gramofonun ilk şekli mestur: örtülü, gizli alimi müselman: müslüman bilgini nihayetü'lemr: işin sonunda, akıbet esasatı felsefiye: felsefi esaslar kompetan: bir işin ehli olan kimse, uzman kenzi tabiat: tabiat hazinesi, definesi sahaifi meçhule: bilinmeyen sayfalar akide: kuvvetle benimsenen görüş, inanç meftun: tutkun eski kafada, şalvarlı bir türk hiçbir zaman fikren müttehit olamazlar. fakat sana bir teklifte bulunayım da barışalım. nedir? bu cuma gecesi, heyhat evet, öyle bir leylei mübarekede uncu ahmet'in evine misafirliğe gideceğini söylüyorsun. niyetim öyle. ben orayı bastırtacağım. barbarlık. medeni boynuzlar takınmadansa namuslu barbarlığı tercih ederim. fakat barbarlıkla namusun kabili telif olamadığı çok noktalar vardır. namus deyince siz bundan sırf ırz manası anlıyorsunuz. ırz nedir? mahalle defterinde mukayyet olarak izdivaç şeklinde bir kadın kendini bir erkeğe verirse. sus sus. alimallah elim ayağım işte par par titriyor. ne diyeceğimi anlamadan. anlamak istemem. bütün avrupa felsefesini karşımda hatmetsen evimin önünde cereyan eden bir namussuzluk ticaretini bana tecviz ettiremezsin. susturmakla bu hakikatler değişemez. medarı tevazzuh ancak münakaşadır. ne olursa olsun. senin bildiğin sende, benimki bende kalsın. müttehit olmak: birleşmek, birlik olmak leylei mübareke: mübarek gece kabili teli uyuşma mukayyet: yazılmış, kaydedilmiş alimallah: allah bilir, hiç şüphe etmeyin, muhakkak anlamında bir yemin sözü hatmetmek: tamamlamak, bitirmek tecviz etmek: razı etmek, kabul ettirmek medarı tevazzuh: açıklık kazanmayı sağlayan münakaşa: tartışma peki. teklifin nedir? barbarlığa iştirak mı? canım, barbarlık lafını kaldır. bir şekli medenide icra olunan ne barbarlıklar var. şimdi siz o hanede tabii daha birkaç zampara arkadaşla birlikte bulunacaksınız. olabilir. söz birliği edelim. baskın hususunda siz içeriden bize muavenet ediniz. mahalleliye hakikati anlatır, sizi alayla karakola gitmek zilletinden kurtarırım. Jame! hiçbir vakitte böyle bir ahlaksızlığı kabul edemem. ahlaksızlık mı? hem de en kötüsü. aman ya rabbi, gençleriyle ihtiyarları ahlakı böyle iki zıt müntehadan gören bir millette telifi efkar nasıl kabil olur? hasan efendi kalben bu gence karşı şiddetli bir nefret ve kinle sarsılır. intikama karar verir. cali bir tavrı itidal alarak: içeriden bir el olmadıktan sonra baskından pek muvaffakiyet memul değil. başıma bir bela çıkmak ihtimali de var. çünkü macuncu taraflarındaki böyle bir karhanenin müdürü rus tabiiyetine girmişti. kim bilir bu uncu ahmet de hangi himayeti ecnebiyede sanatı mekruhesini icra ediyor? başımı derde sokmak iştirak: ortaklık şekli medenide: uygar görüntüsü altında, uygarmışçasına muavenet etmek: yardım etmek zillet: aşağı olma, hakirlik, horluk jame jamais. asla münteha: uç telifi efkar: fikirlerin uyuşması cali: yapmacık, sahte tavrı itidal: aşırıya kaçmayan bir tavırla muvaffakiyet: başarılı olma, başarı tabiiyet: doğallık himayeti ecnebiye: yabancı koruması sanatı mekruh: iğrendiren sanat istemem. allah kahretsin! elbette bir gün kendi kendine belasını bulur. şimdi baskın eskisi gibi kolay değil. içeriden zampara bulup çıkaramaz isek sonra uncu bizden namus davasına kalkar. o yine ticaretiyle meşgul kalır, hapiste biz yatarız. bravo monşer hasan! doğru düşünmek işte böyle olur. o adam ırz satıyorsa sermayeyi senden talep etmiyor ya! ticaret serbesttir. senin evin ayrı, kapın ayrı. civarda münasebatı gayrimeşrua vukuu, bütün komşular için azim birer vebal ise etraf hanelerde geceleri neler oluyor haberiniz var mı? uncu ahmet, nevi ticaretinin yaftasını kapısının üzerine asmış demektir. isteyen kendini oradan sakınsın. ırzı, namusu, istikameti, medarı iğfal ittihaz eden gizli şerirlerden korkmalıdır. keramet buyuruyorsunuz beyim. demek barıştık. müslüman'ın müslüman'a dargınlığı bir tülbent kuruyuncaya kadardır. öyle ise ver elini. adiyoya kızıyorsun, allah'a ısmarladık. safayı hatırla. fakat sakın ha niyeti değiştirme! çünkü cuma gecesi mutlak oradayım. keyfine bak. bey, dandini bir reftar ile çekilip gider. monşer: dostum, azizim anlamında bir seslenme sözü münasebatı gayrimeşrua: dine aykırı olan yakınlıklar nevi ticaret: ticaretin şekli, türü yafta: üzerine yapıştırıldığı veya asıldığı şeyle ilgili bazı bilgileri taşıyan yazılı kağıt iğfal: gaflete düşürüp yanıltma, kandırma, aldatma safayı hatır: gönül rahatlığı, gönül huzuru dandini: hoppa, zıpır reftar: gidiş, yürüyüş yağlıkçı, çehrei tahammülünü derhal tebdil ile kendi kendine gayzı etrafına püskürmeye başlar: seni gidi edepsiz seni. besmelesiz desem, merhum babasının iki defa haccı var. yabancı katışması ise günahı anasının boynuna. her halde cinsen bir bozukluğu var. züppenin adı da mehmet kenan. müslüman ismi. yediği herzeleri mösyö petraki yemez. medeniyet diye çapkın, bana, bir mahalleliye besbedava pezevenklik ettirtecek. ticaret serbest imiş. kazanç için her fazihanın irtikabı mübah mıdır? ticaretin şera, namusa, ahlaka tevafuku endişesi ortadan kalktıktan sonra edyanın, mahkemelerin, camilerin, kiliselerin, hocaların, papazların ne lüzumu var? köpekler gibi, birbirimizin ağzındakini kaparak biperva ırza, namusa tecavüz ederek yaşayalım. lügat kitaplarından helal, haram sözlerini silelim. medeniyetine ağzımızın sularını akıttığımız avrupa, terakkiye bu yoldan giderek mi ermiş? medeniyet diye gılafı arından tecerrüt eden seni gidi hayasız, donsuz kerata seni! geçen akşam kahvede söylüyorlar idi. beyoğlu sahnelerinin birinde frenk orospularından bir nabekar, haşa sümme haşa, hazreti havva'yı temsil ediyorum diye ortaya anadan doğma çıplak çıkmış. el şakırtılarına, alkışlara müstağrak olmuş. ümmü'lbeşer yaprak tutunduydu. hiç rezalet alkışlanır mı? setriavreti amir olmayan hangi mezhep vardır? tarihi mukadgayz: öç alma arzusu ile bilenmiş öfke, kızgınlık faziha: rezillik, rüsvalık edyan: dinler lügat: sözlük terakki: ileri gitme, ilerleme, gelişme gılafı ar: utanma kılıfı tecerrüt etmek: uzaklaşmış olmak, uzaklaşmak nabekar: yaramaz müstağrak olmak: gömülmek, gark olmak ümmü'lbeşer: insan toplulukları setriavret: vücudun mahrem yerlerini gizleme, örtünme amir olmak: emretmek, buyurmak desten bile ahlaksızlık dersi çıkarıyorlar. hudusi cihana tabiat diyorlar. halik sözü yok. görmüyor musunuz? hayvanat, tüyler, yünler, kıllarla mestur. ah ah. şimdiki yeni moda kadınların fistanları, çarşafları mesturiyet değil, birer dar kılıf, vücutlara geçirilmiş birer nev eldiven. etekler adeta birer köstek. pabendi şekavet olmuş bu moda üserası sekerek yürüyorlar. bunun adı serbestii telebbüs. şu ahir zamanda her şey müsemma bizzıt oldu. cühelaya alim, inkara fen deniyor. gazetelerde manalarını anlayamadığımız ne tabirler görüyoruz. şimdiye kadar hiçbir kitap ve örf adatımızda yer bulamamış serbazane cüretlere, küstahlıklara teşebbüsi şahsi. mesela komşunun ticaretini öldürmek için kanun, ahlak seni takyidi mesuliyet etmiş ise teşebbüsi şahsi ile bunun içinden çıkabilirsin. kelimenin yeniliği, kafili mazerettir. sen eski kafanla bu yeni kelimenin manasını, hayata tatbikini anlayıncaya kadar okkanın altına gidersin. havzai idariyece mafevk tanımamaya ademi merkeziyet. daha bilmem sosyalizm, kokorizm gibi dilimin dönmediği cenabet cenabet sözler. donsuzluk, ilayı efkar mı idi? şehremaneti, avrupa'ya birkaç düzine çıplak heykel ısmarlamış. bu cascavlaklatarihi mukaddes: yüce tarih hudusi cihan: dünyanın meydana gelmesi halik: yaratıcı mestur: örtülü, kapalı, gizli, saklı pabendi şekavet olmak: eşkıyalara esir olmak üsera: esirler serbestii telebbüs: giyinme özgürlüğü müsemma bizzıt: zıtlıkla isimlendirilmiş serbazan: korkusuzlar takyidi mesuliyet: sorumluluğun kayıt altına alınması kafili mazeret: mazereti üstüne alan havzai idariye: idari bölge mafevk: üst taraf, üst ademi merkeziyet: yetkilerin merkezden yerel yönetimlere aktarılması gerektiğini savunan siyasi görüş ilayı efkar: fikirleri yüceltme şehremaneti: osmanlı devleti zamanında istanbul'da şehrin temizliği, bakımı ve dirlik düzenliğiyle ilgilenen mahalli idare, istanbul belediyesi rı şehrin en memerri nas nukatına rekzedecekmiş. ahalinin zihni ancak bunları temaşa ile açılabilirmiş diyorlar. mehmet kenan, alacağın olsun. seni bir rezaleti vala ile bastırtayım da gör! ı baskın hazırlığı yağlıkçı hasan efendi, uncu ahmet'in hanesini bastırmak için her nev mesuliyeti üzerine alarak mahallede kendine kafadar bulduğu kimseleri teşviken bütün belagati iknaiye ve teşciiyesini sarf ile tertibatı lazımede bulunmuştu. muhtarın, bekçinin ve öyle bir haneye girmeye pek hahişger ve bunu büyük bir muvaffakiyet addederken kendilerinden başka muvaffakları nazarı teşni ile görerek oradan rezaletle çıkarmak emrinde büyük bir gayz u gayretle hareket eden mahalle tosunlarının kulaklarını iyice bükmüş, ufak bir işaret vukuunda hepsini kapının önüne toplayabilmek planını temin etmişti. yağlıkçı'nın iple çektiği cuma gecesi nihayet geldi. hasan efendi, ağının ortasında bihareket şikarını bekleyen örümcek gibi köşe penceresine geçti. evinin içinde lambaları söndürttü. çoluğuna çocuğuna derin bir sükun, sükut tembihinde bulundu. kimse çıt etmiyordu. o akşam bakkal çırağı, ahmet'in evine yine bir sandık dolusu müskirat ve mezelikler getirmişti. bu şişelerin muhteviyatından cascavlak: çırılçıplak memerri nas: herkesin gelip geçtiği yol nukat: noktalar rekzetmek: dikmek, saplamak rezaleti vala: yüksek, yüce rezalet belagati iknaiye ve teşciiye: güzel, etkili sözlerle ikna etme ve cesaretlendirme tertibatı lazıme: gereken hazırlıklar hahişger: istekli, arzulu nazarı teşni: ayıplama bakışı müskirat: sarhoşluk veren şeyler, alkollü içkiler mehmet kenan bey'in de hissesi bulunduğunu yağlıkçı düşündükçe seviniyor ve bu gıdayı zevk ü sekri bey'in boğazında bırakmaya ahitler, yeminler ediyordu. meyhane dönüşü naraları arasında yatsı ezanı okundu. civar hanelerden tek tük öksürüklü, eli değnekli, batiü'lmeşy kimseler ağır kunduralarını sürüye sürüye kelimeişehadet getirerek camiye gidiyorlardı. gündüzleri bile güneşin tamamıyla tenvir edemediği bu dar, mukassi, yosun kokan rutubetli sokağın bir köşesinde yanan hava gazı feneri; bir sis sıkıntısı içinde vakit vakit boğuluyor gibi inkıtaa benzer ürpermeler geçirerek yine açılıyor, uncu'nun soluk aşı boyalı evini saçaklarına doğru biraz tenvir ediyor fakat ziya, şehnişin altında loşta kalan kapıya kadar nüfuz edemiyordu. bir tıkırtı olur, hasan efendi, uncu'nun kapısı açıldığını anlar. kafese yapışır. ahmet elinde tespihi, samur yakalı paltosuyla birkaç saniye sonra sokağın aydınlığına çıkar. barı günahını çekemeyip önüne eğilmiş kafasıyla yere bakarak mahalle ihtiyarlarının meşyeti zahidanelerini taklit eden bir sarsaklıkla yürür. hasan efendi'nin kapısı önünde durur. derin derin birkaç defa tekbir alır. sonra cami yolunu tutar. yağlıkçı, deruni şöyle söylenir: gıdayı zevk ü sekr: zevk ve sarhoşluk gıdası batiü'lmeşy: ağır yürüyüşlü tenvir etmek: ışıklandırmak, aydınlatmak mukassi: bunaltıcı, kasvetli inkıta: tükenme, kesilme, son bulma şehnişin: odaların ön cephesinde dışarı doğru bakan, üç tarafı pencereli çıkma barı günah: ahlak yükü meşyeti zahidane: sofuca yürüyüş sarsaklık: sarsak olma durumu deruni: içinden, kendi kendine hikmeti rabbaniye'sine kurban olduğum allah'ım ne sabursun! namı izzetini iğfali enam için telaffuz eden bu melun herifin nefesini o anda kesmeyip de mümininin neşvei ibadetiyle dolu camiine duhulüne nasıl müsaade ediyorsun? dışı riyayı zühd ile nikaplı, içi küfürle mülevves, aramızda kim bilir daha ne kadar münafıklar var. şerlerinden sen bizi sıyanet buyur. hasan efendi ufak bir ayak sesini, en hafif bir gölgeyi haddei tecessüsünden kaçırmıyordu. muhtelif fasılalar ile aşağıdan yukarıdan sekiz on yolcu geldi geçti. arada bir gece satıcıları tablalarının üzerinde yanan isli fenerleriyle sallana sallana, makamı mahsuslarıyla uzun uzun bağıra bağıra bazen etrafı dinleyerek geçip sokağın sükununu ihlal ediyorlardı. nihayet yukarıdan, sokak başından bir insan karaltısı peyda oldu. etrafı kollayarak karanlıkların içine girip çıkarak duvarlara sürtüne sürtüne sessiz, ihtiyatlı, muhteriz adımlarla geliyordu. sokağın en aydınlık kısmına dahil olduğu zaman yağlıkçı bütün dikkatiyle kafese yapıştı. bunun, fesi burnunun üzerine kadar indirmiş, paltosunun yakasını kaldırarak yüzünü mümkün olabildiği mertebe setre uğraşan biri olduğunu gördü. herif ufak bir tereddütten sonra uncu'nun, şehnişin gölgesi altındaki gayrimeri kapısı önünde birdenbire kayboldu. başka bir şey görülüp işitilmedi. besbelli kapı hikmeti rabbaniye: rab'le ilgili hikmetler sabur: çok sabırlı namı izzet: yüce ad iğfali enam: halkı aldatma neşvei ibadet: ibadet sevinci riyayı zühd: gösteriş için kendini ibadete vermiş gösterme nikap: örtü, perde mülevves: pis, kirli, iğrenç sıyanet: koruma, muhafaza, himaye haddei tecessüs: keskin gözetleme fasıla: boşluk, ara makamı mahsus: kendine özgü söyleyiş şekli gayrimeri: görülemeyen aralık ve arkasında adam vardı. zampara içeri alındı. kapı tıkırtısızca örtüldü. hasan efendi içinden: hah işte kapana bir fare girdi. inşallah bu birinci şikar mehmet kenan bey'dir. misafirlerin mabadı olmalı. yarın cuma, aklam tatil. beyler boyuna istirahat edebilirler. bu akşam hanenin kabul gecesi. tek zamparalı baskının zevki çıkmaz. ben onları sürü ile zabıtaya götürmeliyim ki keyfim gelsin. geh geh, haydi, kümes, kümes, kümes. zülüflü horozlar, tepeli tavuklarınızla beraber ben sizi birer birer kafese koyayım da mahalle arasında kurmak istediğiniz sehpayı medeniyet nasıl olurmuş görünüz. tespihli yadigar, camide acaba şimdi sureti haktan nasıl evradı tezvir çekiyor? kerata seni. camiden cemaat çıktı. bazıları hanelerine döndü. birtakımı mahalle kahvelerine dağıldı. uzaktan bekçi, sopasını kaldırımların üzerinde gümleterek dolaşıyor fakat aldığı tembihe tebean, uncu'nun meduvlarını ürkütmemek için o sokağa yanaşmıyordu. cemaatin dağılmasından yirmi dakika kadar sonra ahmet, uzun sakal ve tespihiyle iki delikanlının ortasında, sokakta belirdi. bu iki genç misafir, sahte musallinin aheste hatavatı riyakarına adım uydurarak ağır yürüyorlar fakat biperva gülüşüp şakalaşıyorlardı. tamamen hava gazının en kuvvetli dairei ziyasına girdikleri zaman, sağdakinin mehmet kenan olduğunu yağlıkçı iyiden iyiye fark etti. kenan başından şlık fesini çıkararak alnının üstünden kulağına doğru ince ve siyah açık bir kuş kanadı yaygınlığı ile yamabat: son, arka, devam aklam: kalemler, devlet daireleri sehpayı medeniyet: medeniyet sehpası evradı tezvir: yalandan tekrarlanan sözler tebean: tabi olarak, uyarak meduv: davetli musalli: beş vakit namazını kılan hatavatı riyakar: ikiyüzlü adımlar dairei ziya: ışık dairesi bir fes markası pışık duran son moda taranmış, lostralı gibi parıldayan saçlarını daha ziyade yapıştırmak itinasıyla birkaç defa sıvadı. fesini giydi. hasan efendi büyük bir sevinçle içinden: süslen beyim süslen. sen karılardan ziyade kendini onlara beğendirmeye uğraş. fakat maatteessüf bu gece bu pomatalı, lavantalı saçlarınla zabıta dairesinde, gayrimükellef bir yatakta tek yatacaksın. bana verdiğin medeniyet diskurunu polis komiserlerine de oku bakalım, para eder mi?. mülahazatını mırıldanıyordu. uncu, namuslu bir ev sahibi tavrı aleladesiyle kapıyı çaldı. içeri girdiler. bu nikahsız zifafhanenin damatları tamam mıydı? yoksa daha gelecekler var mıydı? hasan efendi bir müddet daha intizarı muvafık buldu. bir saat kadar süren zamanı intizarında, iki insan karaltısının daha kapının kesif loşluğu içine dalarak dahili bezm olduklarını gördü. kendi tabirince, kümese giren horozların adedini hesapladı. evvela bir, sonra ev sahibinin koltuğu altında gelen iki daha üç, iki de en sonra beş. bu beş erkeğe ilavesi zaruri olan beş de dişi, ceman yekun on. içeride ihtiyaten fazla nazenin bulmak da muhtemeldi. mahallelinin heyecanı taassubunu tutuşturmak için bu kadar günahkarlardan müteşekkil bir baskın alayı kafi değil miydi? yağlıkçı, tehyici temaşageran endişesiyle mizansenin en hurde tafsilatını düşünen bir tiyatro direktörü gibi bu rezalet katarı lostralı: cilalanmış pomata: daha çok saç için kullanılan yağlı merhem gayrimükelle kusurlu, özensiz tavrı alelade: sıradan tavırlar zifafhane: gerdeğe girme yeri zamanı intizar: bekleme zamanı kesi koyu, yoğun dahili bezm: meclisin içi ceman yekun: toplamda, toplam olarak heyecanı taassub: bağnazlık heyecanı tehyici temaşageran: seyircileri heyecanlandırma üzerine celbedeceği enzarı teşni ve telini teşdit için daha neler yapmak lazım geleceğini düşünürken galdır guldur bir kira arabası geldi. uncu'nun kapısı önünde durdu. hasan efendi kendini kafese verdi. arabacı yerinden atladı. kapıyı çaldı. hane kapısının küşadından sonra arabanın kapısını açtı. tenteneli etekleriyle kaldırımları süpürerek koyu çarşaflı iki nazenin indi. bunların mostralık birer bebek gibi boyalı yüzlerini, çarşaflara sığamayacak bir mebzuliyetle çepeçevre dışarı fışkırmış saçlarını pek az fark etti. son çıkan para uzatırken, atmış olduğu birkaç kadehin verdiği cesaret ve yılışıklıkla arabacı, nazeninin omuzuna hovardaca insafsız bir çimdik attı. kadın: of, elin kırılsın terbiyesiz! tekdiriyle hemen içeri kaçtı. arabacı, ıtriyatla meşbu bu körpe, oynak vücuda temas eden parmaklarını gülbeşekere batırmış gibi bir hırs ve iştiha ile yalayıp emdikten sonra fesini arkaya devirdi. sermaye taşıdığı kargehin pencerelerine doğru bir nigahı iştiyak atfıyla: biz işte böyle suyuna tirit geçiniriz. imanım, araba dolusu gaca taşı, sonra böyle parmaklarını yala. paradan başka benim içerideki bıçkınlardan ne eksikliğim var? mirasyedi doğmadıktan sonra bu dünyaya neye gelmeli? ne karıydı o be! çiçek demeti gibi enzarı teşni ve telin: ayıplayıcı ve kınayıcı bakışlar teşdit: şiddetlendirme, şiddetini arttırma küşat: açılma tentene: dantel mostra: model mebzuliyet: bolluk, çokluk ıtriyat: güzel kokular, esans ve parfümler meşbu: dolu gülbeşeker: gül yaprağından yapılan macun kıvamında tatlı iştiha: arzu, istek kargeh: iş yeri, fabrika, atölye nigahı iştiyak: özleyiş bakışı gaca: kadın, metres kokuyordu. benim eftalya mezelik turşuya benzer. kokusuna dayanmaya mide isterim. koynunda yatarken ahırı özlediğim çok olur. geceliği, rençper tütünü gibi otuzluğadır. on beşe kırıştığımız da çoktur. haftalık kalana yarı yarıya iskonto da yaparlar. mecidiyeyi düzdüm mü hiç hesaplamam, döşerim. evvela aftosa, sonra hamama, sonra ahıra. ne uykucu mahalle bu! kalkınız be yahu! uncu'nun evinde çifte gelinler var. arabacı afisi de var yallah cakası da var yallah iki kaşın arasında elifi de var şarkısıyla arabasına atladı. hayvanları kamçıladı. arabacının mahalleliye bu isnadı meskeneti yağlıkçı'ya dokundu. kendi kendine: elin çapkını bile bize yuh çekiyor. hakkı yok mu? hele dur bakalım. yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. ısmarlama iki yosma daha kapana düştü. bunlar mutlaka kenan bey'le refiki için olmalı. kapının önündeki rezalet böyle, acaba içerisi ne halde olacak? ne tatlı şeyler ki arabacı bile çimdiklediği parmaklarını yalaya yalaya doyamadı. hasan efendi bir müddet daha beklemek istiyordu. saz söz başlasın, müskiratla kafalar iyice dumanlansın, cümbüş germii tammını bulsun. vuslatgahlarından, birbirinin sıcak aguşlarından çıkarılacak bu günahkarlar, neye uğradıklarını bilemeyerek ağız rençper: tarlada ağır iş yapan gündelikçi, ırgat aftos: metres, oynaş afi: çalım, caka, gösteriş isnadı meskenet: tembellik yakıştırması germii tam: esas kızışma vuslatgah: kavuşma yeri, vuslata erilen yer aguş: kucak eğri, göz şaşı, felaketlerini gayrimüdrik birer haleti mestide, karakola kadar sokak ortalarında şarkı söyleyerek gitsinler. çok geçmedi. evin bahçe üzerindeki meclis odasında ahenk başladı. pestten fakat pek neşeliydi. nağmeli, nazik, mühtez, nafizi ruh, tatlı, şehvetaver bir kadın sesi gazele girişti. oldukça maharetle bütün makamata girip çıkıyordu. saz ara nağmesinden başka medit, baygın, sineşikaf ahlar, oflar, amanlar bu teranei aşka dem tutuyorlardı. kürdihicazkarda karar kıldı. ehli aşkın neşvegahı kuşei meyhanedir sakiya, aşıkı dilşad eyleyen peymanedir güft u guyı aleme bakma sakın, efsanedir şarkısıyla fasıl açıldı. hasan efendi güfteyi dinleyerek: ehli aşkın neşvegahı kuşei meyhane midir, karhane midir, yoksa mehterhane midir, biraz sonra anlarsınız. isimleriniz zabıta jurnaline badelkayd gazetelerle alelferd çar aktarı cihana gayrimüdrik: kavrayamayan haleti mesti: sarhoşluk hali mühtez: titrek nafizi ruh: ruha işleyen şehvetaver: şehvet uyandıran medit: uzun sineşika göğüs yırtan teranei aşk: aşk ezgisi kürdihicazkar: klasik türk müziğinde bir makam ehli aşk: aşık neşvegah: neşe, sevinç yeri kuşei meyhane: meyhane köşesi dilşat: sevinçli peymane: kadeh güft u guyı alem: başkalarının söyledikleri jurnal: rapor badelkayd: kaydedildikten sonra alelferd: birer birer çar aktarı cihan: dünyanın dört bir yanı ilan edildiği vakit olacak güft u guya aldırmayınız sakın. ben sizi kulunç nüshası gibi erkekli dişili, jandarmaların, polislerin arasında şimdi yola düzerim. hele biraz daha neşeleniniz. kafalarınız dönsün. birkaç şarkı daha okundu. ahenge çoğu falso, kalın, sakil erkek sesleri de karıştı. gide gide tarabı bezm bir gulgulei biintizam şekline girdi. mestane eninler, ahlar, vahlar çoğaldı. oyun havaları başladı. el şakırtıları arasındaki aman kızım titreme, canım da beraber oynuyor. kafir, nigahını o kadar süzme, billah bittim. şikayetleriyle oh! oh! kıvır ha bakayım. aman elmasım biraz daha göbek fırtınası. istirhamlarının bini bir paraya işitiliyordu. arada bir de: yavrum top salata, bir daha doldur. afet, billah döverim seni. vuslat nazlanma, istiğnaya pek gelemem. sözleri geldiğinden bu hitap ve itaplardan hasan efendi, meclisi şenlendiren kadınların içinde top salata, afet, vuslat bulunduğunu anlıyordu. bir müddet sonra bu nagamatı raksı rezalet durdu. şimdi bir lerzişi taassubla komşudaki göbeklerden daha ziyade titremeye başlayan yağlıkçı, kendi kendine: galiba artık çiftehanelere çekildiler. habislerin zürriyet yetiştirmeleri zamanına kadar bekleyecek değilim ya! tam vakittir. halk kahvelerden dağılmadan baskını yapmalı. dedi. yavaşça aşağıya indi. sokağa çıktı. iki hane aşırı komşusuyorgancı hüsnü efendi'nin kapısını çaldı. kapı hemen açıldı. yağlıktarabı bezm: meclisin coşkunluğu gulgulei biintizam: düzensiz gürültü, karmaşa enin: inleme, inilti istiğna: nazlı davranma nagamatı raksı rezalet: rezalet dansının ezgileri lerzişi taassub: bağnazlık titreyişi zürriyet: nesil, soy sop çı, yorgancıyı epeyce müddetten beri tıkıp doldurarak bu baskın işi için müheyya bir hale getirmiş olduğundan hüsnü efendi o akşam dükkandan tosun ile emin'i, iki kalfasını beraber alıp gelmişti. evin avlusunda iki komşu yüz yüze gelince hüsnü efendi: bu ne rezalet birader. çoluğu çocuğu, karşımızdaki bu çiftehane kepazeliğini işitmesinler diye hicabımdan arkada bir odaya kapadım. bizimkiler de sizinkiler de bu rezalete bu akşam mahrem olmuyorlar. her gece biz kahvede iken başlıca eğlenceleri bu cümbüşü dinlemek oluyordu zannederim. fakat şimdi uzun söze vakit yok. hemen müstainen billah işe başlayalım. hani ya tosun'la emin nerede? şurada. sokak üstündeki odadalar. bu iki delikanlı karşıki tarabhanenin hayhuyı şehvetengizini istimadan öyle bir galeyanı hassasiyete gelmişlerdi ki tosun, sümmettedarik canan edindiği bir duvar yastığını aguşuna çekerek kollarındakiyorgancı kuvvetiyle sımsıkı sarılmış, baygın baygın aman biraz daha kıvır göbek fırtınası. mırıltısıyla can çekişiyor; emin, ihtilacatı evveliyeyi geçirerek şimdi bitap, arkaüstü mindere uzanmış, süzük gözleri tavana dikili, biraz evvel işittiği hizabengizi şehvet operanın en ruhefza parçalarını zihninde ihyaya uğraşıyor gibi dalmıştı. sokak kapısının açılıp kapandığını ve sonra avluda lakırdı edildiğini işitinceyorgancı kalfası kendini toplamaya uğraşarak arkadaşından sordu: müheyya: hazır, amade hicap: utanma, sıkılma, mahcubiyet müstainen billah: allah'ın yardımına sığınarak tarabhane: coşku evi hayhuyı şehvetengiz: şehveti tahrik eden, şehvet uyandıran gürültü istima: kulak verme, dinleme galeyanı hassasiyet: hassaslık coşkunluğu sümmettedarik: alelacele, hemen ihtilacatı evveliye: çırpınmaların öncesi bitap: bitkin, yorgun ruhefza: ruhu artıran sabah hamam parasını kimden alacağız? köpoğlu, ben ne bileyim! ekmekçinin çetelesine bir çentik daha çek. bu esnada hüsnü efendi oda kapısına gelerek: evlatlar haydi bakalım! davetiyle kalfalarına ihtarı vazife edince iki delikanlı açık duran düğmelerini elyordamıyla alelacele ilikleyerek dapduru davrandılar. yağlıkçı, kumandasını deruhte ettiği bu baskının ilk emirlerine girişerek: oğullarım, yemenileri çekin bakalım. tosun, vücudunda hasıl olan bakiyei rehaveti bir iki gerinmeyle gidermeye uğraşarak: peki baba, işimiz ne? çektik. çekeriz. sonra ne olacak? yağlıkçı, medarı mülahaza olmak için ensesini kaşıyarak: yavrum tosun, sen doğru aksaray caddesi'ndeki kuşçu arif'in kahvesine koş. mahalle delikanlıları hep orada bekliyorlar. onları arkana tak, köşebaşına kadar gel. orada dur. emir almayınca ilerleme sakın. gürültü lazım değil. tosun, kuşağı arasından çıkardığı çekecekle yemenilerini giyerek: pistonu bozuk lömorkör gibi enayileri peşime takayım. köşebaşında mola, öyle mi? ihtarı vazife: görev uyarısı dapduru davranmak: doğrulup dikilmek deruhte etmek: üzerine almak, üstlenmek, yüklenmek yemeni: bir tür hafif ayakkabı bakiyei rehavet: tembellikten geri kalan medarı mülahaza: düşünmeyi sağlayan piston: bir silindirin içindeki basıncı harekete çeviren daha küçük silindir parça lömorkör römorkör. yedeğinde özellikle deniz taşıtı götüren taşıt yağlıkçı: oğlum emin sen de çeşmenin yanında dolaşan bekçiyi bul. haydi! de, o ne yapacağını bilir. ikiyorgancı kalfası tığ gibi kapıdan dışarı fırlarlar. tosun, ahmet'in evine doğru yumruğunu göstererek: geçmişi kınalı top salata'sı seni! bu akşam sana yağ, limon koymadan ha be kayarım alimallah. beylere, paşalara saz naz, fukaraya el peşrevi öyle mi?. yağlıkçı, şimdi karşısındakiyorgancıya dönerek: hüsnü efendi kardeşim, boş duracak vakit değil, mahalleyi bir dolaş. meriyyü'lhatırların kapılarını çal. şimdi bir gürültü kopacak. yangın var zannıyla sakın telaşa düşmesinler. şu mahallede kaç zamandır cereyan eden bu rezaletten biz rical, hep manen hissemendi mesuliyetiz. bu arı üzerimizden atmak için erkekler yavaş yavaş dışarı çıksınlar. herkes uhdesine müterettip vazifei namusu, kudretince bu hayasızlığın tenkiline uğraşarak ifa etsin. hüsnü efendi kendine tevdi edilen vazifei namusu ifa için devri ebvaba çıktıktan sonra yağlıkçı sokağa fırladı. muhtelif kollar üzerine tertip eylediği baskın alayının vüruduna intizaren sinninden memul edilmez bir çeviklikle köşebaşından köşebaşına mekik dokuyor, bazen duruyor bazen koşuyor, fırtına zuhukaymak: cinsel ilişkide bulunmak peşrev: önden giden, öncü meriyü'lhatır: hatırı sayılır, itibarlı kişi rical: erkekler hissemendi mesuliyet: mesut olma hislerinde olan uhde: sorumluluk, görev müterettip: ait, ilgili vazifei namus: namus görevi tenkil: herkese örnek olacak şekilde cezalandırma; kovma, uzaklaştırma ifa etmek: bir işi yapmak, yerine getirmek tevdi etmek: teslim etmek, emanet etmek, vermek devri ebvab: kapıları dolaşma vürut: gelme, varma intizaren: bekleyerek runa müterakkıp bir kaptan gibi parıldayan gözleriyle sokakların zulmetlerini yırtmaya uğraşarak asabi bir telaş içinde çırpınıyordu. birdenbire karşısına soluk soluğa emin çıktı. yağlıkçı sordu: ne yaptın oğlum? bekçiyi buldum. haydi! dedim. odun yarmaya hazırlanır gibi ya allah! diye bir haykırdı. iki avucuna tükürerek sopasına yapıştı. ödüm koptu. beni dövecek zannettim. olabilir mahallede kerhane var. beni zampara zanneder de. o sopa ile suratıma bir inerse sonra kimvurduya gideriz. ne yapıyorsun bekçi baba, aradığın ben değilim! dedim. üç adım geriye sektim. korhma evlat, korhma. idman ediyorum. dedi. zamparaların marizlerine kayacak mıyız? bunu evveli söylesenize! copumu beraber almadım. fakat kasavet çekme. bunayorgancı muştası derler. bir inersem insanın suratını köşe minderi gibi yamyassı yaparım! ben bu yumruklarla ne kerevetler kökledim. nereye yapıştırsam yumuşatırım. birkaç kerata tırtıklamak bana iş bile gelmez. vay geçmişine be! salatalı baskın nasıl oluyormuş, hele bir görelim. ulan çenen pırtı. lafa yekun çek. sonra bekçi ne yaptı? onu anlat!. karahola, karahola dedi. anladım ki karakola gidecek. sopasını savurarak fertiğini verdi. yolda kolları daha idmanlı bir acarına çatarsa kim kimi karakola götürür, artık orasını bilmem. bu esnada rap rap rap muntazam adım sesleriyle müterafık otuz kırk kişinin birden avazı tegannisi işitildi. uzaktan kopan kasırga gibi giderek temevvüci esvat büyüyor, gürültü çoğalıyordu. şamatası makam içinde seçilebilen nakarat şu idi: müterakkıp: gözleyen, bekleyen marizine kaymak: üzerine çullanıp dövmek kasavet çekmek: üzülmek, tasalanmak kerevet: tahtadan yapılmış, üzerine minder ve şilte konan yüksek sedir müterafık: birlikte, bir arada bulunan avazı teganni: bağırarak şarkı söyleme temevvüci esvat: dalgalanan sesler aman yavaş, susalım arş! uncu'yu basalım arslan gibi salalım yağlıkçı hakikati anladı. hiddetten serapa raşe kesildi. o da meni şamata için bağırmak istiyor fakat şiddeti infialinden sesi çıkmıyordu. boğulacak gibi bir hale gelmişti. tosun, mahalle delikanlılarından mürettep bir tabur teşkil ederek bir kumandan tavrı şecii ile öne düşmüş geliyordu. tabur geldi geldi, hasan efendi'ye yaklaşınca tosun bağırdı: istoper! rappp. adım sesleriyle beraber taganni kesildi. yeisinden bilatekellüm hala titreyen yağlıkçı'ya karşı yorgancı kalfası neşeli bir seda ile: allah devlete, millete zeval vermesin. arkadaşlar hep talimli. vaktiyle hep silah taşıdık. onbaşımdan yediğim tokat aklıma gelince hala dumanı gözümde tüter. çorba gibi yola çıkmadansa böyle taburla gelmeyi münasip gördük. langa dönüşü bu. içimizde tütsülü kafalar da var. şuara da eksik değil. şarkı ebelerinden biri çarçabuk bir köfte doğurdu. beyit düzdü. hanende beylerden biri de ezgili bir makam uydurdu. söyleyerek geldik. ne var? kızdın mı baba? baskına da nikaha gidilir gibi efendice gidilmez bıçkınız işte. allah böyle yaratmış. tutuldunsa iskambilini ver çık. bu böyledir. biz kasavet tutmayız. hasan efendi nihayet kudreti tekellüm peyda edebilerek: serapa: baştan ayağa kadar raşe: titreme, titreyiş meni şamata: gürültüyü engelleme şiddeti infial: aşırı öfke mürettep: kurulmuş, düzenlenmiş tavrı şeci: cesur tavır taganni: nağme ile söyleme bilatekellüm: söylemeksizin şuara: şairler güfte kastediliyor. kudreti tekellüm: söyleme gücü allah belanı versin. ben sana böyle mi tembih ettim? bir kere başını çevir de arkana bak. sokaklar adam almıyor. yedi mahallenin halkını birden kaldırmışsın. aman yavaş, susalım yaygarasıyla bütün dünyayı velveleye veriyorsunuz. bu ne kepazelik! kepazelik olmasa biz neyle yaşarız baba! mangiz yok. aftos yok. gönül sevdalı, cepler boş. ona buna sırtarınca bunun adı tecavüz. sokaklarda bağırıp da sevdanı dışarı verince bu da kepazelik. ne yapalım? baskın bu, boru değil. bizim gibi tosunların başka ne eğlenceleri var? yangın bir, baskın iki. parasız tiyatro. sus. biz buraya külhanbeyi loncası açmaya gelmedik. diskuru kes şimdi. lafıma kulak ver. uncu'nun evinin arkasında bir bostan var. çiçekçi bostanı. içinde semizotundan başka çiçek yok a, adı böyle. her neyse. arkadaşlarınla beraber o bostana atlamalı. fakat taburla şarkı söyleyerek değil, gayet sessizce. adeta hırsızlama. hırsızlama mı? bostandan ne aşıracağız? ananın örekesini! ulan ben sizi böyle alayla gece yarısı hırsızlığa mı gönderiyorum zannediyorsun? yediği herzeye bak. ne bileyim ben?. hırsızlama dedin de. bir ot parçası bile koparmayacaksınız, anlıyor musun? sonra burnunuzdan getiririm. içimizde bu kadar rakı yangını var. ağaçlarda yemiş görürsek diş oynatmadan durabilir miyiz? hay sizin gözünüze, dişinize şimdi ha! eh eh. alt tarafını salıverme. içinde dursun. mangiz: para aftos: metres lonca: eskiden aynı meslekten kimseleri içine alan esnaf kuruluşu diskur: bir kimsenin bir konu hakkındaki fikirlerini bildirmek için yaptığı uzun konuşma öreke: ebelerin doğum yapan kadını oturttukları iskemle innallahe maassabirin, ne laf anlamazlara çattık. hüsnü efendi sizinle nasıl geçiniyor bilmem ki?! ustanın adı şimdi efendidir ama o da bizim gibi çekirdekten yetişmedir. biz birbirimizi anlarız, sen onun efendiliğine bakma. gazeteyi kör dilenci gibi makamla şavullama okur. elifi yan yatırsan tanıyamaz. mutlaka kazık gibi dikine durmalı ki gözüne girsin. geçenlerde beyoğlu'ndaki bir şişli kibarını, şiş kebabı okudu da gülmeden bayıldık. sonra bunun üzerine ne halt etse beğenirsin? mahalleyi, muhallebi diye heceledi. ne yaparsın? ustadır, şiş kebabının üstüne muhallebiyi de piyezlendik, oturduk. yorgancının alimi, efendisi bu kadar olur. tosun, bu akşam sen nerede içtin bu kadar? içmedik. sağanak geçiren motorcu hırkası gibi ta iliklerimize kadar çektik, şişmiş süngere döndük. akşamüstü gelirken langa'dan doğru bir lamelif çevirelim dedik. lamelifin fiyongası uzunodalar'a düştü. lafın kısası içeri daldık, meyhane değil, burası batakhaneye benzer. iç kapının arkasında bir enez küpü vardır. içmek lazım değil, kapağını aç, bir kokla, oraya uzanırsın. baldıran kökü hülasası. miço'ya doldur dedik. miço dersem ellilik, kıranta bir herif. o meyhanede ondan aşağı yaşta çırak kullanmaya gelmez, tehlikelidir. rakı en ziyade sevda damarına dokunur. göze bir şey görünmez. civanım bir daha doldur fakat dört kadehi bir yap da bardağa akıt. bu akşam baskına gidiyoruz. laf değil! dedim. getirdi. yuvarladım. bir daha, bir daha. vay geçmişine üflediğimin mereti be! tezgah başında zelzele olmaya başladı. fırtınada demir tarayan gemi gibi sallanıyordum. emin kolumdan çekti. yetişir, gidelim dedi. arkadaş kapıyı bul da çıkalım! dedim. üç adım attım. bu sefer de gözlemeci merdanesi gibi rakı beni yuvarladı. lafı kes. şimdi aklın başında ya! innallahe maassabirin: allah sabredenlerin yanındadır. şavullama: özenmeden, çabucak kıranta: saçına sakalına kır düşmüş, orta yaşlı erkek zelzele: deprem, yer sarsıntısı ne demek! tosun'un aklı dört beş bardakla oynar mı? işte ayıklığımın mostrası meydanda. laflarımda sarhoşluk nişanesi var mı? bak, bu kadar delikanlı kumandamı bekliyor. bir işaret edersem şimdi mahallenin altını üstüne getiririm. sakın ha habis. sonra seni elebaşı diye zabıtaya veririm. elebaşı mı? hamamkızdı mı oynayacağız? hamam değil, benim başım kızdı. susar mısın? yoksa susturayım mı? kızma babacığım. daha marta çok var. işte sustuk. elhab. arkadaşlar dikiz gelin. dilsiz oyunu var. arkadaki kalabalık hep birden: elhab. maşallah arkadakiler de sana uygun. bu akşam uzunodalar'daki küplerde zırnık bırakmamışsınız. hasan efendi birkaç lahavle ile başını sağa sola salladıktan sonra arkadaki delikanlı kalabalığına hitaben: içinizde sarhoş olmayanlar yahut razıyımsöz anlayacak derecede çakırkeyif bulunanlar varsa ileri gelsin. kalabalık arasında şu sözler deveran eder: ne diyor? ne diyor? içinizde çakaralmazlar varsa ileri gelsin. diyor. vay kahpe oğlu be. bizi diyarbekir çakmaklısı diye ona kim anlatmış? çakarız baba fakat almayız. bize fitil işlemez. biçimsizlenme ulan. elhab'ı ne bozuyorsun? laf soruyor be. ona fesimin ibiği cevap verecek değil ya! elbette ağzım söyleyecek. birkaç delikanlı hasan efendi'ye takarrüple: biz ayığız efendi. ne emriniz varsa söyleyiniz. arkadan kahkahalar: habis: kötü, soysuz, alçak zırnık bırakmamak: az bir şey bile bırakmamak çakırkeyi içkinin etkisiyle keyiflenip sarhoş olmaya başlayan, yarı sarhoş ulan faik'e bak. şamandıra gibi sallanıyor da aval, ayığız diyor. ayıktır ayık. efendi cin içer. matarası cebindedir. salak eyüp vapuru gibi islimi üç saat sonra tutar. bir kere uskuru dönerse hem tornahit işler hem tornistan. halıcıoğlu. balat. iki tarafa çatarak gider. fener'e uğramaz. yemiş'e abanırsa artık kalkamaz. orada sızar. moruğu gömdüğümüz zaman bu enayi vapura ben de bindim. eyüp iskelesi'nde biletçi kulübesinin önüne geldik. on altı kişi. otuzar paradan hesapla. paraları uçlandık. masrafı cenaze sahibi verirmiş. herifler otuzar paralık yük taşıdılar mı be! yekun hiç aklımdan çıkmaz. on ikiyi bayıldık. mecidiye kırkı da caba. moruğun acısı o zaman içime çöktü. hayırsız evlat demesinler diye mezar başında bir fantazya ağlama yapayım dedim, vay babasının canına be. vakıf çeşmeleri gibi bütün suyum kurumuş, gözümden yaş gelmedi. fakat biletçinin önünde terle karışık sızmaya başladım. sonra bizi dolaba koydular. demir kapanın arasına sıkıştık. belimin ortasında bir şey çıt dedi. ne oluyoruz, dedim. arkadaşım cevap verdi, zımbaladılar. vay cenaze pulu da mı çıktı? merak ediyordum. acaba zımbayı neremden yedim? namusa dokunur bir şey yok ya! sonra defterdar'a, halıcı'ya uğrayarak yollandık. meğerse vapurumuz dilenci imiş. eyüp'ün havasından vapurları bile böyle oluyor. nereye çıkarsan otuzluk. müsavat var. şamandıra: içi boş, yüzer fıçı şeklinde cisim aval: sersem, bön, ahmak islim: gücünden yararlanılan buhar uskur: pervane tornahit: ileri tornistan: geri, ters müsavat: eşitlik, denklik muhtelif mangalarda hasbihaller cereyan etmekte iken hasan efendi bin müşkülatla söz anlatabilecek bir iki kişi bularak talimatına girişti: arka sokaktaki kapısından bostana girmeli. bahçıvanlar tembihlidir. ses çıkarmayacaklar. fakat ekili sebzeyi çiğnememeye son derece itina etmeli. her biriniz bir tarafa sinerek ahmet'in evini o cihetten ablukaya almalısınız. hanenin bostana bakar birkaç alçak penceresi vardır. işte buralardan zampara firarına meydan vermeyip hemen yakalayacaksınız. vazifeniz bu. öyle cin içmiş, peri tutmuş sarhoşları da içinizden çıkarınız. hizmet büyük, vazife mühimdir. dareynde naili ecr olursunuz. işin hüsni cereyanını ihlal edecek ahvalden sakınınız. haydi bakalım. inayet bari'den. bu kumanda üzerine bir arbededir koptu. sarhoşu ayıktan ayırmak kabil değildi. bostan sokağına doğru bir kalabalık akmaya başladı. yangına gider gibi naralar da işitiliyordu. şan verdi cihana karamehmetpaşalılar. sizi su gibi içer yakubağalılar. borucu halil musluğu aç. her ikinizi de sular hoşkademliler. dünyaya duman attırır horhorlular. habire imanım yuuuuuuuuu. fahriyeleriyle cıngar alaimi misk gibi tütmeye başladı. söz anlar takımı ki bir kısmı kalil idi. bunlar bostana dahil oldukları esnada kapının önünde karamehmetpaşalılarla horhorlular salaya muhteli farklı manga: küçük askeri birlik hasbihal: konuşma, sohbet dareyn: iki ev, dünya ve ahiret naili ecr: sevaba erişen hüsni cereyan: güzel seyretmesi, ilerlemesi inayet: lütuf, ihsan, iyilik fahriye: kendini övme alaim: izler, alametler kısmı kalil: az bir kısım tutuşurlar. küfürlerin en natıraşide, en gayrimenus, en yakası açılmadıkları arasında taşlar savrulur, gırla kafa göz yarılır. arada bir civar hanelerin camları halecanaver bir şangırtı ile patlar, sokaklara dökülür. evlerden kadınlar feryada başlar. hasan efendi hala çeşme başındaki baskın ve teşci diskurunda devam eder. polisler, jandarmalar yetişir. imam, bekçi, muhtarlar hep tamam. komiser, mahalle muteberanı tarafından memhur bir mazbata olmadıkça baskına girişemeyeceğini söyler. hasan efendi elleri titreyerek ziri yirmi otuz kadar mühürle karalanmış mazbatayı ibraz eder. bu dava burada sürülür iken hüsnü efendi bereket versin ki hatırı sayılır sayılmaz birçok kişi toplayarak uncu'nun evini sokak tarafından muhasara etmiş bulunur. öbür taraftan imamıyla, muhtarıyla, zabıtasıyla toplanan halk da yürür, muhasırlara iltihak eder. polislerin bir kısmı sala tosunlarını ayırmaya gider. baskına doğru mahalli vakaya müntehi bütün sokaklar mahaşerallah insanla dolar. girilip çıkılmaz bir izdiham peyda eder. mahalle binlerce halkın avazı gayz u teşnii ile inim inim inlerken bir mezar natıraşi: tıraşsız gayrimenus: alışılmadık halecanaver: çarpıntı veren teşci: cesaretlendirme, gayrete getirme memhur: mühürlenmiş, mühürlü mazbata: belge, tutanak, zabıt zir: alt muhasara etmek: çevrelemek, kuşatmak iltihak etmek: katılmak, eklenmek mahalli vaka: olay yeri müntehi: varan, çıkan mahaşerallah: mahşerdeki gibi, çok kalabalık avazı gayz u teşni: ayıplama ve hınçla bağırma zulmet ve sükutuna dalmış uncu'nun evinden çıt işitilmez. perdeler inik, hiçbir tarafta ışık ve ses yok. sokak fenerinden akseden muhteriz ziya altında ahalinin bu hücumı mütehevvirine karşı hane, korkusundan titriyor zannedilir. mahallelinin teklifi üzerine imam kapıyı çalar. cevap verilmez. mütezayit bir hız ile birkaç defa daha vurur. kapı açılmaz. halkayı koparacak gibi bir şiddeti akurane ile mütevali darbeler indirir. hiç mukabele yok. bu sükutı anud halkı bütün bütün iğzap eder. kiminin alnı buruşuk bir mendil ile gözüne doğru mailen sarılı, kiminin kolu bir bez ile boynuna asılı, saladan dönerek oraya bir sıraya dizilmiş olan bıçkın alayı içinden birkaç ses birden: vay geçmişine maval okuduğumun pezevengi. aç kapıyı! yoksa şimdi omuzlar gireriz! komiser bir sadayı vakur ve resmiyetle: yok yok. ahaliden kimse işe karışmayacak. sonra şediden mesul olursunuz. hükumet vazifesini bilir. bıçkınlar: herif burada altı aydır insan çiftleştiriyor da. ne dedi? ne dedi? mesul olursunuz diyor be! sesi kes. kerhaneyi uncu işletsin, biz mesul olalım öyle mi? hükumet vazifesini güzel biliyor doğrusu. zulmet: karanlık hücumı mütehevvir: öfkeli saldırı mütezayit: artan, çoğalan şiddeti akurane: kudurmuş gibi, kudurmuşçasına şiddet mütevali: birbiri ardınca, peş peşe sükutı anud: inatçı sessizlik iğzap etmek: çok kızdırmak, gazaba getirmek maval okumak: yalan söylemek sadayı vakur: ağırbaşlı ses herif kim bilir kimlere parmak yalatmıştır. başka türlü mahalle arasında ırz ticareti olur mu? tokmak darbelerine imam var kuvvet pazısıyla devam eder. ev değil, bir metfen vesselam. pıt duyulmaz. mahalle kodamanlarıyla zabıta memurları kapının önünde kesif bir top teşkili ile bu sükutı anuda karşı ittihaz edilebilecek tedabirin müzakeresine girişirler. kimi kapıyı kırmak kimi bostan tarafından haneye birkaç jandarma indirmek kimi merdiven dayayıp pencerelerin birinden içeri hücum etmek reylerinde bulunmaktalar iken kalabalık içinde fırlatılan bir taş, pencerelerden birine isabetle şangır şungur cam kırıklarını, ahalinin başına yağmur gibi indirir. polislerin birkaçı külhanbeyi alayına doğru koşarak: kimdir ne bileyim anam babam! burada binlerle adam var. her birinin bir çift eli, on da parmağı var. ara da bul. polis: yakalarsam şimdi tevkif ederim. beylerden biri kahkaha ile: yakalarsan tevkif kolay. uncu evinden çıkmasın, hampalarla aftoslar hala içeride çift yatsınlar, biz tevkif olalım. kıyak iş. bu esnada muhtelif nukata birkaç taş daha fırlatılır. kimi hanenin kaplamalarında gümledikten sonra ahalinin başına avdet eder kimi tarrakayla cam rizeleri yağdırır. kalabalık içinden bir sadayı canhıraş: aman. aman. vallah beynim delindi. hangi eline yestehlediğimin çapkını attı onu. baskının ilk kurbanı biz mi olduk? metfen: ölü defnedilecek yer, mezar, kabir tedabir: tedbirler rey: oy tevkif etmek: tutuklamak hampa hempa. kötü işte arkadaşlık yapan tarraka: gümbürtü rize: kırıntı, döküntü sadayı canhıraş: tüyler ürpertici sesler yestehlemek: büyük abdest yapmak polis tehevvürle: gördün mü yediğin haltı? külhanbeyi boynunu çarpıtarak: kim yedi kardaşım! bir rabb'imin hakkı için inan, sabahtan beri gırtlağıma elleme lokma düşmedi. otuzluk tütünle pasa iştah ürkütüyorum, görmüyor musun? mum hale gibi karşındayım. ne elim oynadı ne dişim. kabahatliyi bul da laf söyle. polisler taşlayanları bulmak için izdiham içine saldırınca halk bir siyah deniz gibi dalgalandı. kopan gürültü bir uğultu halinde akisler peyda ederek sari bir tehevvür gibi büyüyor, yayılıyordu. etraftan sedalar: polis efendi, sadık attı. mahmut'a da bak. viraneden daha taş topluyor. polisler sadık'ı, mahmut'u bulmaya uğraşır iken çat, çat birkaç taş mermisi daha savruldu. yine şangırtılar. yine döküntülere hedef olanlarda velvelei şikayat. fakat artık hanenin sokak yüzünde sağlam pencere kalmamış gibiydi. şimdi taşlar bu camsız çerçevelerden doğrudan doğruya içeri fırlayarak hanenin duvarlarında, döşeme tahtalarında gümlüyordu. sokak yüzünden püskürtülen sengendazanın bir kısmı arkaya, bostan cihetine geçti. bu taraftan da mermi yağdırmaya başladılar. bahçenin semizotu, yeşil salata, taze soğan, sarımsak tarlaları cirit meydanına döndü. harçsız, kırıntı taşlarla örülmüş duvarın bir kısmı bir anda yarım arşın kadar alçaldı. çünkü mermiler hep oradan alınıyordu. ziyade fırlayan taşlar evin damına düşüyor, kiremitelleme: seçme, iri pasa: durmadan, sürekli sari: birinden diğerine geçen, yayılan tehevvür: öfke velvelei şikayat: şikayet gürültüleri sengendazan: taş atan, taş fırlatanlar leri hurdahaş ediyordu. karanlıkta oynayan bu azgın elleri görmek, durdurmak kabil değildi. bu hücumı şedide karşı öyle köhne ahşap bir hanenin değil, taştan bir kalenin bile pek mukavemet edemeyeceği anlaşıldı. bu müthiş hakikat, hane halkınca sabit olduğundan uncu ahmet çarnaçar sokak yüzündeki kırık pencerelerden birinin kafesini sürerek vechi levsaludunu ahaliye göstermek cesaretinde bulundu. arkasında gecelik kürkü, başında takyesiyle ağlayarak: allah'tan korkmaz mısınız? bu nedir? sokaktan müteaddit haykırmalar: lafzatullah'ı ağzına alma habis. imam efendi: içerideki karılar çarşaflansınlar. herifler de hazır olsunlar. sen de beraber, hep gelin, karakola gideceğiz. ahmet: hangi karılar, herifler? içeride çoluk çocuğumdan başka kimse yok. ahaliden biri: hangi karılar, herifler olacak? zamparalarla fahişeler! ahmet: neüzibillah, o nasıl söz? elli senelik namusumu lekeliyorsunuz. hepinizden dava edeceğim. külhanbeyleri kahkahalarla: yıllanmış yahudi şarabı gibi, herifin ne eski namusu varmış be! haydi aynasızlanma. nazlıları, hampalarıyla beraber aşağı inhücumı şedide: büyük, kuvvetli saldırı mukavemet etmek: dayanmak çarnaçar: çaresiz, ister istemez vechi levsalud: kirli yüz takye: takkedir. geceliği beş liraya aftos nasıl olurmuş bir görelim. seyrine de para yok ya! ahmet: içeride ailem halkından başka kimseyi bulamazsanız ne yapacaksınız? bir ses: senin ailenin adedi malum mu? içeridekilere amcamın oğlu, teyzemin kızı diye birer hısımlık takarak işin içinden çıkmak istiyorsan böyle kerhaneci martavalına kimsenin kanmayacağını bil! hasan efendi: yaya, arabalı, akşamdan beri gelenleri hep gördük. beyhude ısrar etme. ahmet: onlar misafirdi, gittiler. hasan efendi: aç kapıyı. hükmi nizam icra olunacak. bu kadar halk burada bekliyor. ahmet: halkı ben davet etmedim ya! beklemesinler. hasan efendi: böyle küstahane sözler ile ahaliyi iğzap etme. sonra neticei halin pek fena olur. herkes senin aleyhine pürtehevvür. baksana kalabalığı zor zapt ediyoruz. çürük kapına güvenme. ahmet: ahaliden sorarım. şu mahalleye geldim geleli hangisinin gönlünü incittim? kimseyle bir geçmişim var mı? benden ne istiyorlar? martaval: asılsız söz, palavra hükmi nizam: düzenin hükmü küstahane: edepsizce, saygısızca neticei hal: son, akıbet hasan efendi: namuslu bir mahalle içinde senin gibi ırz ticaretini kesbedinmiş bir adam yaşayamaz. ahmet: benim böyle bir ticaretle meşgul olduğumu nasıl ispat edersin? hasan efendi: sen kapıyı aç. ispat kolay. ahmet: ya edemezseniz? hasan efendi: edemezsek senin için ala ya! bu kadar halk nazarında tebriye etmiş olursun. senin için başka tariki selamet yok. masumiyetini ispat etmeli, kurtulmalı. ahmet: bir cinayet mi var? hanesinde iffet ve namusuyla oturan bir adam, bilasebep kapısının önüne tecemmu etmiş sebebi tehevvürünü ve böyle bir işe karışmaktaki derecei salahiyetini bilmeyerek sövüp sayan, taşlarla camları, kiremitleri indiren cahil bir halka karşı isbatı masumiyete mecbur mudur? hükumet yok mu? adalet yok mu? bana isnat ettiğiniz sıfatı mekruhe ile bilfarz suçlu bulunsam cezamın tayini ahaliye mi düşer? herhangi bir davada ahaliye böyle bittecemmu fiilen mezuniyeti icraat tebriye etmek: temize çıkmak, aklanmak tariki selamet: kurtuluş yolu bilasebep: sebepsiz tecemmu etmek: toplanmak, yığılmak derecei salahiyet: yetki derecesi isbatı masumiyet: masumiyet ispatı sıfatı mekruhe: iğrenç sıfat bilfarz: farz edelim ki, tutalım ki bittecemmu: toplanarak mezuniyeti icraat: yapmaya yetkili olma veren hangi kanundur? böyle bir nizam hangi memlekette vardır? bana isnat ettiğiniz fiil şu saatte sabit mi? değil. o halde kablessübut evimin camları, çerçeveleri niçin indiriliyor? türlü şütum u tehditle haneme karşı vuku bulan bu tecavüzden havfen ailem efradından, çocuklarımdan birkaçı bir derde uğrasa veya vefat etse manen, maddeten bunun mesulü kim olacak? huzurı hükkamda buna cevabı kim verecek? ahmet'in bu ültimatomu karşısında komiser, bıyıklarını karıştırmaya, hasan efendi de terlemeye başladı. etraftan gürültüler: vay köpoğlu herif be, ne apukatmış! namusluyum diye durmuş da bize kantin atıyor. ben öyle namusun üstüne. polislerden biri: sus edepsiz. böyle uygunsuz uygunsuz söylenenler olursa yakasından yakala, jandarmalara teslim et. kalabalık içinden biri: uncu ahmet otuz kırk kişiyi deliğe tıktırmadıkça teslim olmayacağa benziyor. zamane bu. ne dersin. namussuzdan namusunu satın almalı derler. böyle sözlerin her birinde bir hikmet vardır. hasan efendi, ahmet'i cevapsız bırakmamak için birkaç defa yutkunduktan sonra: burada icrayı vazife eden ahali değildir. merkez komiseri, polisler, jandarmalar, imam ve muhtarlar hep mevcut. müsebkablessübut: gerçekleşmeden önce şütum u tehdit: sövüp sayma ve gözdağı verme havfen: korkarak huzurı hükkam: hakimlerin huzuru ültimatom: bir konuyu tartışma ve karşı koymaya yer bırakmaksızın kesin bir dille anlatma kantin atmak: uydurmak, yalan söylemek madun: mevki, rütbe bakımından alt seviyede olan, ast icrayı vazife etmek: görevi yerine getirmek bibi vaka da sensin. mahallemiz mahalle olalı böyle bir ithamla kimsenin kapısı önünde tecemmu etmemiş, bu yolda bir isnatla bir ferdin burnu kanamamıştır. senin evinin camları yalnız bu gece değil, birkaç aydan beridir kırılıp duruyor. ahmet: bu gecekiler zabıtanın gözü önünde kırıldı. komiserin buraya vürudu, bu gibi ahvali müessifeye müsait bulunmak için değildir. merciine celbedildiği vakit elbette bunun cevabını verecektir. küçük kerimem şiddeti havfından bayıldı, yatıyor. nabızlar durmuş gibi batileşti. giderek hali fenalaşıyor. bizi düşürdüğünüz şu mevkii vahim bir tabip celbine bile katiyen müsait değildir. hasan efendi: sen kapıyı aç, biz doktor buluruz. ahmet: atıldığı vahametin mesuliyeti şedidesini gayrimüdrik bir halka karşı kapıyı açıp da çoluğumu çocuğumu diri diri payı tehevvürleri altında çiğnetemem. hasan efendi: burada zabıta var. korkma. ahmet: bu kadar müddettir hanemi taş yağmurundan kurtaramayan zabıtaya hayatı ailemi emniyet edemem. hasan efendi: müsebbibi vaka: olaya neden olan vürut: gelme ahvali müessife: üzücü hadiseler şiddeti hav korku şiddeti batileşmek: ağırlaşmak mesuliyeti şedide: şiddetli sorumluluk gayrimüdrik: anlayamayan, idrak edemeyen payı tehevvürler: öfkeli ayaklar taş atanlar birkaç çapkındı. polislerin takibi üzerine hepsi defolup gitti. ahmet: onlar defedilmemeli. cezalarını görmek üzere hep tevkif olunmalıdırlar. onlar firar ettiyse vakanın asıl mürettip ve müsebbiplerini isterim. komiser efendi, size hitap ediyorum. bittahkik bir fezleke yapınız. komiser: ben vazifemi senden öğrenecek değilim. ahmet: sizin vazifeniz idarei merkeziyeniz altında bulunan mahallatta bu gibi vakalar hudusunda vuku bulacak müracaatları dinlemektir. şu anda burada en büyük zabıta memuru bulunmanız hasebiyle canımızın, ırzımızın, hanemizin, malımızın sıyaneti size mevdudur. davamı kayıt ve zabta mecbursunuz. kalabalıktan biri: söyletmeyiniz artık şu kerhaneciyi be! ne duruyoruz? kapıyı kırıp girelim. bunun üzerine ahali hücum için dalgalanır. fakat, vakanın kesetmekte olduğu nezakete binaen adetleri tezyit edilmiş bulunan polisler, jandarmalar var kuvvetleriyle kalabalığa dayanarak halkın meni savletine güçlükle muvaffak olurlar. ahmet: mürettip: düzenleyici bittahkik: soruşturarak fezleke: kısaca, özet şeklinde hazırlanmış polis tahkikatı mevdu: tevdi edilmiş, bırakılmış meni savlet: şiddetli hücumu engelleme komiser efendi, yine size hitap ediyorum. bana alameleinnas kerhaneci tabiri kabihiyle hitap eden o kimseyi tevkif ediniz. davacıyım. ne yapacağını şaşırmış bulunan komiser, bir penceredeki ahmet'in yüzüne, bir hasan efendi'ye, bir de umumı ahaliye istizaha benzer birer nazarı hayret dolaştırdıktan sonra polislere tevkif işareti verir. polisler saldırırlar. fakat uncu'nun muhakkiri ne olur ne olmaz ihtiyatıyla oradan sıvışmış bulunur. onun yerine diğer bir kişiyi yakalamak isterler. billah ben söylemedim. söyleyen zivledi. benim neme lazım birader! ağzımı bile açmadım. öyle bir sanat yapıyorsa kendine. her koyun kendi bacağından asılacak. bana ne! murdar günahı üstünde kalsın. bu zamanda nizam var, kanun var. beyoğlu'nda doğru yolda dolaşanlara bile muhabbet tellalı deniyor. enayi miyim ben? mahalle aralarındakilere sevda taciri mi denecek, ne denecek? elbette uygun bir lakap bulunacak. hiç öyle kaba laf çıkar mı ağzımdan? müdafaatıyla reddi töhmet sözleri işitilir. fakat bu izah ve istizah, kapıdan uzak bulunan halk arasından ileri doğru gide gide asıl ve mahiyetini tebdil ederek intişara başlar: ne olmuş? ne diyor? uncu ahmet, ahaliden namus davası ediyormuş. pezevenk diyeni yakalayıp götürüyorlarmış. namuslular, namussuzlardan nasıl ayrılacak? bu kelimeyi türkçemizde niçin icat etmişler? yiğit lakabıyla anılır. bunu uncu'ya söyleyemez isek lügatimizde kimin için saklayacağız? bir alameleinnas: herkesin önünde, açık açık tabiri kabih: çirkin tabir istizah: bir husus hakkında açıklama isteme muhakkir: hakaret eden zivlemek: sıvışmak reddi töhmet: suçlamayı reddetme adam ne kadar şeni meslekli olsa ben bu tabirin mevsufuyum der mi? hayasızlık ve namussuzlukları mekruh sanatlarıyla müberhen olanlar hakkında kullanılacak tavsifat, bu gibileri gücendirmemek için nizamen müsaadeleri istihsal eyledikten sonra mı ağza alınacak? hangi tabiri nerede kullanacağımız hakkında kanunlar yapsınlar. biz de ne diyeceğimizi bilelim. nezih, fazih ifadatla herkes bu baptaki fikrini yanındakine tefsire girişir. o aralık kalabalık arasından gecelik kürk ve entarili, sakallı, zayıf bir efendi, uncu'nun bu iffet ve namus davası karşısında son derece asileşir ve yaydan kurtulmuş ok gibi ahaliyi çiğneyerek kapının önüne, polislerin muvacehesine atılır ve lafzı memnuu haykıra haykıra sekiz on defa tekrar ile: bu herifin sıfatı mekruhesini işte söylüyorum! beni tevkif ediniz. burada söylediğimi yalnız mahkemede değil, huzurı rabbü'lalemin'e çıksam tekrara hazırım. namusla namussuzluk murafaaya çıkınca hakkı kelam yalnız tarafı medhule verilmez. bu herif sıfatı mekruhesiyle teşhir edilecek, isteyen yüzüne tükürecektir. aylardan beri rahat ve ismeti mahalleyi ihlal eden böyle bir edepsiz hiçbir sebeple müdafaa edilemez. bu müstekrih davayı dinlemekten artık bütün erbabı namusun sabır ve tahammülü çak oluyor. ne duruyoruz? kapıyı kıralım! ahmet: şeni: kötü, fena mevsu nitelenmiş, nitelendirilmiş müberhen: delille ispatlanmış olan, delilli ispatlı tavsifat: tavsifler, nitelemeler istihsal eylemek: elde etmek fazih: yersiz, çirkin muvacehe: ön, huzur lafzı memnu: yasak söz huzurı rabbü'lalemin: alemlerin rabbi'nin huzuru murafaa: yüzleşme, yargılama tarafı medhul: ayıplanan taraf ismeti mahalle: mahalle iffeti çak olmak: yırtılmak, parçalanmak kıramazsınız. ahalinin haneme hakkı duhulü yoktur. kanun bazı ahvalde hakkı duhul verirse bunu ancak zabıtaya verir, halka değil. komiser efendi, bu adamın isim ve şöhret ve sanatını zapt ve bana kaç defa pezevenk tabiri terziliyle hitap etmişse kaydediniz. davacıyım. o efendi: zabıta buraya senin ahaliye karşı olacak ithamatını zabt u kayd için gelmemiştir. kapıyı aç! evvela yüzünün aklığı sabit olsun. davayı sonra edersin. ahmet: açmayacağım. efendi: kırarız! ahmet: kıramazsınız. zabıta mesul olur. efendi: senin gibi bir kerataya karşı, haşa, zabıta mesul olamaz. ahmet: bu adam en azılı müşevviklerdendir. komiser efendi kayda işaret ediniz. efendi: daha söyleniyor musun melun! burada davacı, senin namussuzluğundan bizar kalan mahallelidir. görmüyor musun binlerce halk, aleyhinde galeyana gelmiş, zabıta efradı on beş yirmi kişiden ibaret. namusun bu tehevvürüne karşı ne yapılabilir? kapıya hücum vukuunu men kabil olur mu? hakkı duhul: giriş hakkı tabiri terzil: rezil etme sözleri ithamat: suçlamalar müşevvik: kışkırtıcı bizar: bıkmış, bezmiş ahmet: biraz kanun öğren de sonra söze karış. zabıtanın kuvveti, efradının adediyle ölçülmez. beldesinin kanununa vakıf, terbiyeli halk, adeden on bin de olsa yine tek bir polis neferine itaat eder. buna mecburdur. her fert için vazifei medeniye budur. bunu bilmeyenlere medeni denemez. ahalisi en kesir, mütemeddin memleketlerde zabıta efradı kalildir. terbiyeli memleketlerde zabıta teşkilatındaki maksadın ahaliyle boğuşmak olmadığını anlamalısın zavallı adam. kalabalıktan diğer bir kimse: biz bu heriften terbiye, medeniyet, kanun, namus dersleri mi almaya geldik? söyletmeyiniz artık menhusu. namus dersini kim kime verecek? mahalleli! haydi bakalım, arş! bu teşci nidası üzerine halk arasında bir tehevvür telatumu kopar. polislerin cansiperane mümanaatları bihüküm kalır. kapı gıcırdamaya başlar. fakat hücum tazyikiyle birkaç kişi ezilerek: allah aşkına itmeyiniz! pastırmaya döndük! feryatları işitilir. neticei hengamenin takarrübü dehşetini gören ahmet, sakladığı son müdafaa silahını istimal için pencereden yarı beline kadar sarkarak: komiser efendi, mesuliyetiniz pek büyüktür. ecnebi patentasındayım. sefaretimden memur gelmedikçe kapıyı açmam. şimdi kırabilirsiniz. uncu bu son ültimatomundan sonra gümbedek kafesi indirerek içeri çekilir. neticenin vahametini gayrimüdrik bir saffetle önayak kesir: çok mütemeddin: uygar menhus: uğursuz telatum: dalgalanma mümanaat: karşı çıkma, engelleme neticei hengame: gürültü patırtının sonu takarrüb: yaklaşma istimal: kullanma patenta: uyrukluk belgesi olmuş bulunan hasan efendi ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez, süklüm püklüm bir tarafa sokulur. komiser, mendiliyle alnının terlerini silerek maiyetine: aman evlatlarım, gayret. kapı önünden ahaliyi dağıtınız. çekiliniz. dağılınız. vaka o bildiğiniz baskın şeklinden diğer türlü bir mahiyet almak üzeredir. şimdi tehevvürle ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. bir fenalık vukuunda müsebbiplerin cezaları ağır olacaktır. hükumetin icraatına karışmayınız. biz vazifemizi biliriz. ahaliden birkaç ses: biz çekilip gidelim de içerideki sermayeler, müşteriler yine hındımlarında devam mı etsinler? kerata ecnebi patentasındaysa gitsin sanatı mekruhesini tabiiyetinde bulunduğu hükumetin memleketinde icra etsin. cezasını isteriz. ahali başka türlü buradan çekilmez. patentalı umumhaneciler hangi taraflarda ticaret ediyorlar ise bu da oralara gitsin. islam mahallesinde ne işi var? tespihiyle camiye edayı salata gelip de halkı neye iğfal ediyor? komiser, karakoldan mikdarı kafi asker celbi için polislerden birinin kulağına birkaç kelime fısıldadıktan sonra ahaliye hitaben: müsterih olunuz. hanenin her tarafına noktalar dikip duhul, huruca katiyen müsaade etmeyeceğim. ahmet efendi iddialarını makamı aidinde dermeyan etsin. fezleke, vukuat jurnali, her şey usuli nizamiyesi vechile tanzim edilecektir. fakat siz dağılmalısınız. hındım: eğlence, cümbüş mikdarı kafi: yeterli miktar huruç: dışarı çıkma, çıkış dermeyan etmek: ortaya koymak, ileri sürmek, açıklamak usuli nizamiye: kanuna uygun biçim vechile: yoluyla zabıta efradının son bir gayreti üzerine kapı kalabalığı biraz seyreltilir. o civarda bulunan vükeladan birinin konağına misafir gelmiş iki frenk, bu baskın patırtısını işitince yanlarından hiç ayırmadıkları fotoğraf makineleriyle, magnezyumlarıyla mahalli vakaya hemen koşmuşlardı. adat ve hayatı şarkiye'mize ait menazırı tetkik ve müşahedede gösterdikleri merak ve tehalüke rağmen alelekser lisanımıza birçok za'fı vukufları hasebiyle şeşi beş görerek bizi avrupa'ya çarpık tanıtan ecanipten bu iki mütecessis, vakaya nazır bir hanenin cumbası altına sığınarak fransızca şöyle görüşüyorlardı: niçin bu kadar gürültü? içeridekilerin cinayetleri neden bu derece müthiş sayılıyor? namuslu bir mahallede ticareti hüsnleriyle geçinen kadınların huzurları tecviz edilmez. istanbul'da bu gibilerinin huzurlarını tecviz edecek namussuz mahalleler de var mıdır? hayır. zannetmem. o halde bu kadınlar sanatlarını nerede icra etsinler? hiçbir yerde. demek bir memnuiyeti mutlaka. bu abes. frenkler böyle kendi medeniyetleri noktainazarından hadiseyi muhakeme etmekte iken ahalinin gayz u galeyanı büyüdü. ikide bir dalgaları kapıya hücum gösteren o mütehevvir insan deryası, şimdi hiçbir kuvvetin inanı zabtına girmeyecek bir şiddetle köpürüyordu. vükela: vekiller magnezyum: fotoğraf flaşlarında kullanılan element tehalük: bir şeye erişmek için büyük bir istekle atılma, büyük bir arzu ile can atma za'fı vuku bilmeme, eksik bilgi sahibi olma ecanip: yabancılar, ecnebiler inanı zabt: kontrol, dizgin uncu ahmet'in patentalıyım tehdidiyle zabıtaya karşı gelmesi, umuma pek fena sui tesir etti. içeride bir sürü kadının himayeti ecnebiye ile irtikabı fuhş u rezaletini kimse hazmedemiyordu. ağızdan ağza yayılan teşniat bir anda kızışarak birbiri üzerine kabaran insan dalgaları mütevali birer savletle kapıya fışkırdı. kapı iki kanatla gümbür gümbür arkaya devrildi. hailini yıkmış bir su bendi gibi bu siyah insan kalabalığı açtığı mecradan içeri akıyordu. komiserin karakoldan istediği yirmi kadar asker o sırada yetişmiş olduğundan zavallı adam son bir çarei vazife olarak halkın önünde içeri girdi. izdihamdan ayaklar altında çatırdayarak tehlikei inhidam gösteren merdivenden maiyetiyle beraber en önde yukarı fırladı. birinci kat sofasını tuttu. kapalı bulduğu oda kapılarının önüne ikişer üçer süngülü diktikten sonra üst kata çıkacak merdiven başına da müsellah kuvvei kafiye dizdi. nihayet ahaliye hitaben haykırdı: ne söz anlamaz insanlarsınız. her şeyin usulü vardır. baskın yapmak istiyorsunuz. hep birden içeri dalıyorsunuz. şimdi burada yakalamak istediğiniz kimseler bu kalabalığa karışırlar ise nasıl ayırt edeceksiniz? bakalım herifler tavan arasına mı saklandılar? kömürlüğe mi? mutfağa mı, bahçeye mi, kuyuya mı? vazifemizi işgal etmeyiniz. allah'ını seven dışarı çıksın. kırık kapı kanatları muvakkaten yerlerine konarak hariçten duhul menedilsin. hubbı din ü imanı olanlar bu emre katiyen itaat ederler. kurtarmak istediğiniz mahalle namusu başka türlü tahlis ve müdafaa edilemez. içeride kimseyi bulamaz isek sonra hepimiz şediden mesul oluruz. benden günah gitsin. söz dinlemediğiniz halde kuvvei müsellaha ile sizi cebren haneden tarda mecbur olacağım. bu son tehlikei inhidam: çökme tehlikesi müsellah: silahlı kuvvei kafiye: yeterli kuvvet muvakkaten: geçici olarak hubbı din ü iman: dini ve imanı güzel olanlar kuvvei müsellaha: silahlı kuvvetler tart: kovma, uzaklaştırma çarei defada muztar kaldığım surette vuku bulacak fenalıkların mesuliyeti tamamıyla size racidir. ihtiyaten yanında bulundurduğu beş altı jandarmaya hitaben: haydi bakam arkadaşlar, ahaliyi dışarıya püskürtünüz. kalabalığın söz anlayan kısmı, komiserin bu hakkını tamamıyla teslim ile söz anlamayanlara hakikati ifhama uğraşarak birbirini ite kaka, bağrışa çağrışa haneden çıkmaya başladılar. sübutı vaka için huzurlarına lüzum görünen mahalle muteberanından sekiz on kişiyle bu baskın hadisei müheyyicesinin ev içindeki en mahrem safahatı ibtidaiyesini yakından görmek merakıyla gizlenmiş ikiyorgancı kalfasından başka içeride kimse kalmadı. kırık kapı kanatları çevrildi. içeriden dışarıdan nöbetçi ikame edildi. ıv hanede zampara yok tosun ile emin merdiven altının karanlığına sığınmışlar, fısıldaşıyorlardı: kapana kendi ayağımızla girdik. şimdi zampara diye bizi çalyaka ederler ise? ulan üzerimizeyorduğun devlete bak be! hiç böyle camadanlı, basık ökçeli, çorapsız zampara olur mu? burası patentalı kibar kerhanesi. burada ne arıyorsunuz? diye polisler marizimize kayarlar ise? muztar: mecbur raci: ilgili, dair ifham: anlatma sübutı vaka: olayın ispatı muteberan: saygın ve itibarlı kimseler, ileri gelenler hadisei müheyyice: heyecan verici olay safahatı ibtidaiye: başlangıç aşamaları çalyaka etmek: yakasına yapışıp sıkıca tutmak, yakalamak işte o düşünülecek şey. adam sen de. ben döşekten kalkmış, harareti, dumanı üstünde üç dört aftos yüzü göreyim de bir iki yumruk, birkaç elli altı yemeye razıyım. bir avurdumdan girer, ötekinden çıkar. dert tutmam. hovarda vücuduna mariz afiyettir. bedeni çelikleştirir. bu baskının iç perdesini, yatak oyununu seyretmeden bizi kapı dışarı mıcır döküntüsü gibi elerlerse işte o acıklı olur. ne yapalım ulan? enayileri kandırmak için atacak bir güllüm'ün yok mu? mangizsizlikten zati hep güllümle geçiniyoruz. çalkantıda safra döken salapurya gibi ata ata kafam tamtakır kaldı. hele dur. akıl işportamı bir karıştırayım. yorgancı sepetidir, daima bir iki kırpıntı bulunur. ha bekle. işte yakaladım. sen baldırının birini mendille bağla, bataklıkta kurbağa bekleyen leylek gibi tek ayak üzerine dur. yürü derlerse adım atma, zıp zıp taşı gibi sek. ben de penceremin birini kapayıp üzerini bağlayayım. yarımşar tertip birimiz topal, birimiz kör olalım. tezkeresiz dilenciliğe mi çıkacağız? ne sağlam dilenciler böyle güllümle geçiniyorlar. biz yarım saat içeride kalmak için bu kör topal oyununu oynayamaz mıyız? sonra ne olacak? patlama be! burada ne yapıyorsunuz? derlerse efendim saklandık. gözümüz görmez, ayak tutmaz bizi dışarı atmayınız. kalabalıkta çiğneniriz. deriz. aşağıda tosun ile emin bu muhaverede iken yukarıdakiler bu baskın folluğunu soğutup cılk etmeksizin sekenei hanemariz: dayak salapurya: ticaret eşyası taşımakta kullanılan, üçgen biçiminde yelkeni olan ticaret gemisi muhavere: karşılıklı konuşma, mükaleme folluk: tavukların yumurtlaması için hazırlanan yer cılk etmek: bozmak, çürütmek yi sokuldukları ihtifagahlarından birer ikişer çıkarabilmek için olanca tedbir ve belagati iknaiyelerini sarfa uğraşıyorlardı. komiser iki oda kapısı karıştırdı. fakat içeriden sürmeli buldu. bir üçüncüsünü kurcaladı. kapı açıldı. içerisi karanlıktı. evvela polislerin ceplerindeki elektrik fenerleriyle odayı muhtasaran teftişten sonra tavanın ortasına asılı büyük bir lamba yakıldı. lambanın altına kurulmuş geniş işret sofrasının üzeri havyar, balık yumurtası, tuzlu balıkların, salataların, çerezlerin, kuru ve yaş meyvelerin envaıyla ve mebzulen donatılmış görüldü. boş, yarım dolu, karmakarışık şişeler, bazıları devrilerek muhteviyatı saçılmış, bazıları cüralarıyla, hele birtakımı rakının üzerine su konarak süt gibi bembeyaz kesilmiş ve henüz içmek kısmet olmayarak serşar kalmış kadehler, hep birer tarafta derbeder duruyor. çatallar, bıçaklar, peçeteler oraya buraya fırlatılmış. sofranın bu hercümerci; etrafındaki badenuşanın sohbeti ayş u zevki en har bir hey hey devrei neşefezasında terk ile kaçıştıklarını gösteriyor. nağmeleriyle, eninleriyle, saiki raks ahenkleriyle safaperestanı bezmi teranesaz eden, güldüren, oynatan, çıldırtan ut, keman şimdi mahkumı sükut telleriyle sanki mahçup, hirasan birer tarafa uzanmış yatıyorlar, sedefli tef narin parmaklardan yediği fiskelerin hicranı bidevasıyla medhuş, duvara yaslanmış dinleniyor, sekenei hane: evde bulunanlar ihtifagah: gizlenme yeri muhtasaran: kısaca, muhtasar olarak cüra: yudum serşar: ağzına kadar dolu, dopdolu badenuşan: şarap içenler sohbeti ayş u zevk: yeme içme ve eğlence sohbeti har: sıcak, hararetli devrei neşefeza: neşenin arttığı bir an saiki raks: dansa sevk eden safaperestanı bezm: meclisin sefa düşkünleri teranesaz etmek: öttüren hirasan: korku dolu, korkak hicranı bideva: ilacı olmayan ayrılık medhuş: ürkmüş, şaşkınlık ve korku içinde kalmış, dehşete düşmüş hıyaneti cazibeleriyle gönüller yakan gözlerin rutubeti işvesini silen, galebei şehvetle nemlenen pembe dudakların mahsudı üftadegan buselerinden buruşmuş zarif kadın mendilleri, hararetli aguşlarda tazyiki sevdadan bunalmış, terlemiş vücutlardan fırlatılmış şık kadın ceketleri, terlikler birer tarafa serpilmiş, hep bu eşya, lisanı sükutlarıyla biraz evvel şahidi oldukları alemi vasl u neşenin o mütecessis gözlere karşı ayan birer satrı hakikat gibi menkabei esrarını ifşa ediyorlardı. ihtiyar, genç hazırun, dağıttıkları bu meclisi ayş ü sevdanın, biinsafane bozdukları bu tarab u safanın, havf u dehşete çevirdikleri bir neşei bipayanın manzarai vesaiki karşısında bir müddet mütefekkir ve hemen müteessir kaldılar. içlerinden vicdani endişelerle sarsılanlar oldu. böyle bir eğlentiye gizlice davet edileydiler icabette tereddüt göstermeyeceklerini deruni itiraf edenler bile bulundu. kendinin yapmaya hahişger olup da icraya imkan bulamadığı bir fiilin aharı tarafından müsaadei tali ile suduru halinde insanlarca o muvaffaka karşı hasıl olan bu gayz u husumet nedir? mahsudı üftadegan: tutkunların kıskandıkları tazyiki sevda: sevda baskısı alemi vasl u neşe: keyif ve birleşme alemi mütecessis: gizli şeyleri öğrenmeye çalışan, meraklı ayan: apaçık, aşikar satrı hakikat: gerçeği anlatan satır hazırun: bizzat bulunanlar biinsafane: insafsızca neşei bipayan: sonsuz keyif manzarai vesaik: belgelerin manzarası ahar: başka, diğer müsaadei tali: talihin izin vermesi sudur: meydana gelme, gerçekleşme evet, bu böyleydi. insanların çoğu efali memnuadan ciddi bir hazerle müçtenip değildir. icraya kudretyab olamadıkları şeyler için günahtan masun kalırlar ve sonra günahkarlara karşı bin tan u teşnide bulunurlar. ve hatta o kadar ki bazı kimseler hafiyen irtikap ettikleri maasinin bir diğerinden suduru aşikar olunca takbihte umumla hemahenk olmakta vicdanlarından sıkılmazlar. bu teemmüli bitarafane çok sürmedi. zaten günahı sevdadan tabiaten biamel kalmış ihtiyarlar, gayzlarını püskürtmeye başladılar. biiştirak kaldıkları bir zevkin mürtekiplerine karşı bu hüsranla husumet duyan gençler de feveranı teşnie karıştılar. muktezayı vazifeleri de bunu amirdi. en evvel hasan efendi dedi ki: artık ispata, şahide lüzum kaldı mı? burası haneden ziyade meyhaneye benziyor. bu ne kadar kadeh, bu ne kadar meze! karılar, zamparalar adeden bizim tahminimizden çok ziyade imiş. bu rezalete bakınız. şu hal, camide ön safta namaz kılan tespihli efendinin gösterdiği takva salabetiyle yaraşık alacak rezaletlerden midir? komiser: efali memnua: yasak eylemler hazer: sakınma, çekinme müçtenip: sakınan, çekinen, uzak duran kudretyab: gücü yeten masun: korunmuş, muhafaza edilmiş tan u teşni: kınama, ayıplama hafiyen: gizlice maasi: günahlar, isyanlar takbih: kınama teemmüli bitarafane: tarafsız düşünme mürtekip: kötülük yapan, günah işleyen feveranı teşni: ayıplama coşkunluğu muktezayı vazife: görevin gerekliliği salabet: katılık, inanç ve ahlak üstünlüğünden doğan kuvvet, sebat fakat dikkat ediyor musunuz? ortaya saçılanlar hep kadın eşyası. erkeğe müteallik hiçbir şey yok. ne bir fes ne bir yelek ne bir ceket. bu tuhaf. hasan efendi telaşla: acaba ustalıkla horozları kapı dışarı uçurdular mı? yorgancı hüsnü efendi dalgınlıkla meze tabağındaki tuzlu bademden iki üç tanesini ağzına atarak: bu kabil mi? hane önden arkadan sarılmıştı. herifler iskete kuşu olsalar görülmeden yine uçamazlar. yorgancı, tuzlunun üzerine ağız tatlılamak için elini soyulmuş armuda uzattığı sırada hasan efendi komşusunu dürterek: ne yapıyorsun? sarhoşun mezesini yemek helaldir. komiser ne yapacağını düşünmek için elini fesinin içine sokup başını kaşıyarak: şimdi odalardakileri gürültüsüzce dışarı çıkarabilmenin bir kolayına bakalım. hep birden sofaya çıkarlar. komiser kapalı odalardan birinin kapısına parmaklarıyla hafifçe vurarak: ahmet efendi neredeysen meydana çık! ses yok. saklanmayla, sükutla yakayı kurtaramazsın. kapı önünde halk bekliyor. yine ses yok. komiser yumruklarının şiddetini büsbütün yükselterek: sokak kapısını kıran ahali, oda kapısını açmakta zorluk çekmez. bizim vazifemizi güçleştirmek kendi vahameti halini büyütmek demektir. her şey yine olur fakat şayanı esef bir surette olur. ecnebi patentasıyla bir memleketin kökleşmiş adetine karşı müteallik: ait, dair şayanı ese üzüntü verici, üzücü gelinmez. burası islam mahallesidir. adatına uymak lazımdır. ahaliyi iğfal için nasıl tespihle camie müdavim görünmüşsen şu saatte de yine o halkın iradesine boyun eğmeye mecbursun. işi uzatma. cevap yok. komiserin bu bisemere mücadelesini merdiven altından dinleyen sahte kör ile topal, cereyanı hali görmek merakıyla bisabr u tüvan kalırlar. yukarı çıkmaktan meni nefs edemeyerek sendeleye seke sofaya gelirler. polisler bunları görünce dışarı atmak için hemen yakalarına yapışırlarsa da hasan ve hüsnü efendiler: onlara dokunmayınız. bizim kalfalarımızdır. bu baskın işinde kullanmak için bu gece biz alıkoymuştuk. baksanıza biçareler, cansiperane hizmetleri yolunda sakatlanmışlar. burada kalsınlar. bu hallerinde de icap ederse yine yararlık gösterebilirler. sahabetiyle ikisini de bıraktırdılar. ahmet'e karşı komiser nevumma niyazdan tehdide doğru makamı ibramını tebdille kapı açtırmak mücadelesinde devam etmekteyken tosun ile emin oradan sıvışarak meclis odasındaki tehi maidei işretin başına geçmişlerdi. iki kalfa içkinin, mezelerin bu mebzuliyeti tenevvüünü görünce evvela yutkuna yutkuna dolap beygiri gibi sofranın etrafında devre giriştiler. nereden başlayacaklarını şaşırmışlardı. nihayet tosun, havyarın üzerinde mıknatıslanmış gibi sabit kalan gözlerini oradan ayırmayarak: gördün mü ulan körlüğün, topallığın kerametini! mangizsizlikten rakıya hasret kalıp da rüyamda anzorot sofrası gördüğüm zaman hep dış kalpakçı'nın yağsız piyazıyla ciğer tavasını bisemere: verimsiz, yararsız bisabr u tüvan: sabırsız ve güçsüz sahabet: benimseyip koruma, sahip çıkma nevumma: bir derece tehi: boş maidei işret: içki ziyafeti mebzuliyeti tenevvü: çeşit bolluğu anzorot anzarot. rakı görürdüm. vay canına be! böylesi düşüme bile girmezdi. enayiler hep şarkı çağırmışlar, hiç meze yememişler ki. atacak mıyız? avalın sualine bak. durulur mu ulan? ya usta görürse? usta bizden pisboğazdır. o mutlak buradan birkaç kırıntı çimlenmiştir. görmüş gibi bilirim, duramaz. kadehlerde mahazar cüra, rakı her ne varsa birer birer diktiler. niyetleri mevcut içkinin katresini israf etmemekti. sonra birer yaylım hücumuyla mezeleri avuçladılar. tosun, avurdundakini yutmaya uğraşarak: ulan deve gibi atıştırma. sonra şişedeki rakıları mezesiz mi çekeceğiz? kasavet çekme be. baksana sana da yeter, bana da. buradakileri bitirirsek kilere gideriz. acaba o nerede? keşfedemez miyiz? emin kadehe, bardağa koymak külfetinden azade bir iştihayı müstacel ile dolu şişelerden birini kavrar, lakır lakır yarıya kadar diker. tosun: küfelik olacaksın be. bana ne?. küfeyi taşıyacak hımbıl düşünsün. biraz idareli git. idareliye vakit var mı? şimdi buradan bizi elerler. kendini sandıkburnu'nda koltukta mı zannediyorsun? onlar bizi buradan mahazar: hazır bulunan kasavet: gam, tasa azade: hür, bağımsız iştihayı müstacel: acele iştah küfelik: kendi kendine yürüyemeyecek kadar sarhoş olan hımbıl: budala, aptal baskıda: ellerle. süpürmeden biz sofrada ne varsa sömürelim. haydi bakalım. cebinde kirli mendil, sicim yumağı, daha mideye yaramaz ne varsa at. sofradaki kuru yemişleri, soyulmamış yaşları hep tarayalım. allah bu nimetleri işte bize kısmet etti. rakı nasıl ulan? buna rakı deme be! günahtır, küfürdür. misk ü amber suyu. boğaza hiç dokunmadan içeri hava gibi gidiyor. daha işkembem bir şey duymadı. ne olacak, orospu rakısı. çeker çekersin doyurmaz. hele bir kere sofaya dikiz gel. bizi böyle sofra başında gırla çekerken yakalamasınlar. tosun, oda kapısına giderek dışarısını seri bir nazarla kolaçan ettikten sonra: burada bizden başka rakı kıymetini bilen yok. avallar hep meşgul. ahmet'e yalvarıyorlar yakarıyorlar, çıkmıyor. vay gözünü sevdiğimin ahmet'i be! çıkma sakın koca herif. camide tespih çekersin, evde rakı. sonra göbek fırtınasına kapudanlık yaparsın. bu akşamki bora belalı geldi. bize küfelik olmadan oda kapısını açarsan sonra senin geçmişine kantarlıyı ben de çekerim. sofrada yaş, kuru kabili nakl ne varsa ceplerine doldururlar. tosun bir de bir mendil bulup burnuna götürerek: ne kadar baygın baygın aftos kokuyor. içime ezginlik geldi. mendili böyle, acaba bunun sahibi cenabet karı nasıl kokar? sicim: bitki liflerinden örülen ip dikiz gelmek: gözetlemek gırla: alabildiğine, çokça kolaçan etmek: belli etmeden etrafı dolaşarak gözden geçirmek aval: sersem, bön, ahmak kabili nakl: taşımaya, götürmeye müsait ezginlik: iç bayılması, iç ezilmesi yadigar diye cebine at. sevdalandıkça ara sıra koklar, defi gam edersin. fakat dikkat et, tıngır olmasın. malum ya burası hacı ninemin evi değil. emin daha cebine girecek bir şey araştırırken gözü dolu bir şişeye ilişerek: ben bu rakıları bırakamayacağım. ya midemde götüreceğim ya ceplerimde. acaba rakıyı pantolonumun ceplerine akıtsam torba yoğurdu gibi tortusu içeride kalır mı? aynasızlanma ulan! sonra senden evvel pantolonun sızar. tosun be kardeşim. biz bu odaya girdiğimiz zaman bu tavan, bu pencereler böyle çarpık mıydı? ben yerimde duruyorum, daha matiz olmadım. fakat ortalık sinema gibi etrafımda dönüyor. biz içtik oda sarhoş oldu be! o aralık odaya bir polis girer: bu ne! mezeleri kim silip süpürdü böyle? emin sallanarak: anam babam efendi kardeşim. farelerin her biri nah palamut gibi. az kalsın bizi de yiyeceklerdi. bu akşam uykuya dalıp da bu evde burnu tamam bir zampara kaldıysa şaşarım. uyanık adama bile hücum ediyorlar. bir tanesi adsız parmağımın boğum yerinden şah damarını ısırdı. vay geçmişine be! sonra rakı banyosu yaptım da kan öyle dindi. şimdi yeni usul cerrahlık böyle. bir tarafın yaralanırsa ispirtoya sokmalı. ispirto bulunmazsa rakı da olur. ev sahibi uncu ahmet çok edepsiz herif ama doğru söylemeli, neme lazım rakısı bol. polis: şişelerdeki rakıları da fareler mi içti? emin: defi gam etmek: üzüntü gidermek tıngır: boş, parasız adsız parmak: yüzük parmağı şişeleri de onlar devirmişler. biz düzelttik. polis: hani ya meydanda rakı döküntüsü yok? emin: bu evdeki fareler, imarettekiler gibi sofu tabiatlı olmazlar ya! meze yiye yiye rakıya da alışmışlar. sahipleri nasıl olursa hayvanları da ona çeker. bir enfiyekeşin sözüm onaeşeğini tanırım. sahibinden ziyade enfiye tiryakisidir. şarap, konyak içen frenk köpeklerini görmedin mi hiç? bir meyhanecinin horozu vardı. her gün müşterilerden ziyade matiz olurdu. bu mereti yalnız insanlar değil, ağzının tadını bilen hayvanlar da içer. polis: neye sallanıyorsun? emin: dedik ya imanım, topalız. bu baskın muharebesinde yaralı düştük. o esnada komiser ibramatında muvaffak olarak ahmet'i dışarı çıkartabilmişti. sofada isticvap başladı. polis takdimü'lehem ale'lmühim kaidesine tebean sarhoşları terk ile bu davayı mühimmi dinlemeye dışarı çıktı. emin yarım bir şişeyi hemen dikip itmam ederek: vay gözü kör olası ahmet be! ne çabuk çıktı. kerata yüreksizmiş. boyuna inat edeydi komiser kapı önünde sabahacak duracaktı. nafile uncu kurnaz değilmiş. ne duruyorsun tosun, haydi çek, haydi çek. kuru, sulu ne kaldıysa sömürelim. polisler kızarimaret: medrese talebelerine, cami görevlilerine, fakirlere ve gelip giden yolcu ve misafirlere yemek vermek üzere kurulmuş aş evi ibramat: can sıkacak şekilde ısrar etme, zorlama isticvap: sorguya çekme, sorup cevap alma, söyletme, istintak takdimü'lehem ale'lmühim: çok önemli olan, önemli olandan daha önceliklidir. tebean: uyarak itmam: bitirme, tamamlamalarsa fareleri tevkif etsinler. pisboğazlığın onlarda olduğunu anlattık. bakalım o kantini polis yuttu mu? yutmazsa gargara etsin. o da bana dert mi? sarhoş olacaksak olalım. meyhaneciyle hesap görecek değiliz ya! ben langa'da bu kadar çekseydim meyhane şerefine mostralık yerde yatan bir matiz gibi şimdiyecek serilirdim. parasız rakı tutmuyor vesselam. bizi de sarhoş diye karakola götürürlerse? ulan avalım susti. içkinin sonu sızmak değil mi? ha evde sızmışım ha karakolda. bir farkı var mı? istedikleri kadar istintak etsinler. eski yemenilerimden cevap alırlar, benden alamazlar. sabah olunca fare hikayesi mi yok? biryorgancı emin dört polise söz anlatamazsa yuf onun ervahına be! ben polislerin matizler hakkında verdikleri curnali bilirim. baş ağrısı reçetesi gibidir. merkum emin'in kendini bilemeyecek derecelerde hali sikirde bulunması hasebiyle. alt tarafı işte daha böyle martaval. böyle curnalleri çok yedik. ezberimdedir. hele rakının üzerine ekşi çorba gibi şifalı gelir. kendini bilen bir adam kendini bilmeyen bir kimseyle uğraşır mı? polis raconu işte bu kadar olur. merkum ne demektir? büyük lagabdır. hovardanın elenika'sıdır. meyhaneci, sarhoş, hırsız, dolandırıcı, hep bunlar polise yakalanınca merkum olurlar. kısacık bir laftır fakat manası kuvvetlidir. hepsi içindedir. bir kere hayri ile beraber matiz olduk. hıyar zamanı bostana gittik. bir karıya sulandık. bizi polis yakaladı. bu hanıma harf endazelemişsiniz! dedi. yok babam! dedim, endaze yanımda değil, dükkanda bıraktım. harfleri sorarsan otuz mudur, kırk mıdır, istintak: sorguya çekme, soru sorarak söyletme curnal jurnal. yetkililere yazılan ihbar yazısı merkum: yukarıda adı geçen, anılan, zikredilen hali sikir hali sekr. sarhoşluk hali lakap elenika: en iyisi sayısını mevla'm bilir. mektepte hoca beş sene uğraştı, bunlardan bir tanesini, en küçüğünü kafama sokamadı. sonra hayri, köpekoğluköpek, abdest bozacağım dedi, cızlamı salıverdi. yalnız kaldım. beni rampala karakola dayadılar. onbaşı, merkumu getirdiniz mi? dedi. suratıma iki pendifırank aşketti. bu merkume rütbesinin beratını o nazik elleriyle yüzüme yazdı, ayıldım. ulan uzun martavalın sırası değil, dışarı çıkalım. git işine be! enayi miyim ben? burada bir damla rakı kaldıkça bir yere gitmem. hepsini çekip tamamlamalıyım. fakat sonra dışarı değil, kenefe bile çıkamazsın. sarhoş öyle yere gider mi? zom olduktan sonra her yer o demektir. içerideki muhavere bu zemini mestide cereyan etmekte iken dışarıda uncu ahmet'in isticvabına devam ediliyordu. uncu hep öyle serkeşane cevaplar veriyor, hiç korku eseri göstermeyerek kendisi mahalleliyi tehdide uğraşıyor ve diyor ki: sokak kapımı kırdınız, hanemin mahrem köşe bucağına kadar girdiniz. muhafazai namus bahanesiyle ırza, namusa tecavüz ediyorsunuz. bir adamın hanesi mahfazai ırz u namusudur. hiçbir vesileyle böyle kapı kırarak oraya girilmez. size pencereden söyledim, işte yine söylüyorum. aradığınız adamlar bu evde yoktur. her tarafı açayım, göstereyim. eğer burada bu gece bir tek erkek bulabilirseniz cezama razıyım. bu hakikat tebeyyün ettikten sonra müsebbipler aleyhinde en ağır, en şedit hükmi madeleti talep edeceğim. masumiyetim tahakkuk edince bu kapı önündeki müccızlam salmak: kaçmak, sıvışmak pendifırank: tokat, sille berat: müsaade, izin kene tuvalet serkeşane: inatla, dik başlılıkla tebeyyün etmek: meydana çıkmak, görülüp anlaşılmak hükmi madelet: adalet hükmü temi halka birtakım garazkarların iğfaline uğramış olduklarını, binaenaleyh gayz u tehevvürlerini muğfiller aleyhine çevirmek lazım geleceğini ve bana tarziye vermeleri icap ettiğini anlatacaksınız. herif böyle üst perdeden ve pek kuvvetli reddi isnad ve müdafaai nefs edince komiser ve mahalleli hep şaşırırlar. hasan efendi pek müziç tereddütler altında titremeye başlar. isbatı isnad edilemez ise büyük bir belaya gireceğini anlar. imam, muhtarlar da havf u telaşa düşerler. ve bu gece orada erkek bulunmadığı hakkındaki ahmet'in cesurane iddiaları, bu bir kizbi sarih. hasan efendi bundan katiyen şüphe etmez. çünkü akşamdan adetleriyle ve hemen şekilleriyle haneye duhullerini pek vazıhan gördüğü erkekler, sonra o işittiği hey heyler, mestane, zenperestane, çapkınca muhavereler, mülatefeler, bu hakikatler hep birden rüya olamaz. hele içeride hala duran işret sofrası nakabili inkar bir vesikai maddiye değil midir? işin içinde bir orostopoğluluk var ama bunu nasıl keşfetmeli? uncu ahmet, mahalleliye karşı kurduğu bu iğfal dolabının mükemmeliyetine güvenerek en celi bedahetler önünde hala riya nikabıyla küstahça böbürlenip etrafını tehdit ediyor. maazallah bu hile keşif ve ispat edilemezse o namussuz herif bir galebei muzafferane ile namuslulardan intikam alacak. bunları düşünerek hasan efendi'nin beyni ateş kesiliyordu. böyle maişetle geçinenlerin elbette kendilerine mahsus tecrübeleri, hudaları vardır. menfur sanatlarına mahalli cereyan olacak müctemi: toplanmış, bir araya gelmiş garazkar: niyeti kötü olan, kindar muğfil: aldatan, kandıran tarziye: özür dileme müziç: huzursuz edici, bunaltıcı kizbi sarih: apaçık yalan zenperestane: zamparaca mülatefe: şakalaşma celi: açık, aşikar maişet: geçim, yaşayış huda: hile, düzen, oyun, aldatma bir haneyi mutlaka bazı şeraite tevafuku itibarıyla intihap ederler. islam mahallesi arasındaki gizli bir umumhane, muhasara zamanındaki emri muhafaza ve imkanı duhul ve huruç tedabiri düşünülen bir kale gibi baskın vukuunda zampara gizlemeye veya kaçırmaya müsait surette mürettep olmak lazım gelir. acaba bu hanenin yer altında gizli mahzenleri, diğer bir mahalle çıkar tonozlu yolları mı vardır? hasan efendi bu hanenin içini kendi evi kadar vuzuhla tanıyordu. ne mahzeni vardı ne sarnıcı. bir tarafı sokak, diğer üç canibi bahçeydi. başka bir haneyle ittisali de yoktu. hasan efendi'ye yeisten tutukluk gelmişti. dili dolaşarak dedi ki: tavan arasından kuyuya kadar hanenin her tarafını arayacağız. ahmet bir itminan tebessümüyle cevap verdi: arayınız. neticei taharriyatta masumiyetimden başka bir şey tebeyyün edemeyeceği için buna memnunum. ailem halkını hep bir odaya topladım. diğer odalarda fareler, kedilerden maada ziruh bulamayacaksınız. komiser: aileniz hangi odadadır? oradan başlayalım. ahmet: ailem efradı hep kadın olmak üzere işte şu odadadır. uncu bir oda kapısı açarak içeriye bağırdı: çarşaflanınız, içeri girecekler. üç dört dakika sonra içeriden nazik bir kadın sesiyle cevap verildi: örtündük. buyursunlar. mahalleliyi temsil eden heyet içeri girdi. her tarafları çarşaflarla mestur, bazıları duvar kenarlarında ayakta, birtakımı minitminan: emin olma, güven neticei taharriyat: aramaların sonucu derlere oturmuş, irili ufaklı bir sürü kadın gördüler. komiser gözyordamıyla bunları saydı. adetleri on iki kadar vardı. bu miktarı istiksar ile müteaccibane sordu: bu hanımlar hep aileniz efradından mıdır? ahmet: biri zevcem, ikisi kerimem, biri hemşirem, ikisi onun kerimeleri, biri biraderimin haremi yengem, ikisi hizmetçi, biri de misafir. kadınların birkaçı sıkılarak yüzlerini duvarlara döndüler. mahalleli bu mestureleri defaatle haddei enzardan geçirdikten sonra odadaki yükü açtırdılar; döşekleri, yastıkları, yorganları boşalttılar. bir şey bulamadılar. dolapları karıştırdılar. insan göremediler. odanın bir köşesindeki geniş bir karyolanın etekliklerini kaldırıp altına baktılar, boş. orta kattaki diğer iki odayı aynı dikkatle taharri ettiler. her odada iki kişilik birer karyola vardı. üst kata çıktılar. oradaki dört odayı aradılar. burada da bütün odalar birer karyolayla ziynettar. kaba şilteler, saten, yazma, işlemeli güzelyorganlar, salkım salkım dantelalı, fistanlı yastık başları, örtüler, çarşaflar, döşek yanlarında ekserisi avrupakari taklit halılar, lavabolar, taraklar, fırçalar, kerevetler, tuvalet takımları, suları, pudraları, pomatları, duvarlarda pek dekolte münasebetsiz resimler. döşeklerde yatılmış, hatta yuvarlanılmış, didişilmiş, tepişilmiş. yorganlar, örtüler karmakarışık. her taraf, tekmil eşya, bütün manayı beliğiyle, bütün manzarai sefihesiyle, bütün imayı şehvanisiyle umumhane kokuyordu. günahı sevda, zellei adem'den beri erkek kadın çift olarak işlenir. bu layetegayyer bir kanunı tabiattır. şu sefahathanede bütün eşya, görünüşleri şehadetiyle haistiksar: çok görme, çok sayma haddei enzar: en ince ayrıntısına kadar inceleyen bakışlar taharri etmek: aramak, aranmak, araştırılmak, bir şeyi bulmaya çalışmak ziynettar: süse sahip olan zellei adem: adem'in günahı layetegayyer: değişmez kikati irae ediyor. dişiler mevcut fakat bunların eşleri erkekler nerede? sandık odasına girildi. burası bedesten gibi asılı kadın elbiseleri, eteklikleri, bluzları, ceketleri ile dolu idi. birkaç iri sandığın insan ihtiva ve ihtifasına kabiliyetlerini düşünerek hasan efendi, bunların açılması lüzumunu söyledi. ahmet, yağlıkçı'nın bu tuhaf endişesine güldü. bir demet anahtar getirerek sandıkları açtı ve istihza ile dedi ki: insaf ediniz efendim, böyle meşin kaplı, bir iğne deliğinden bile hava almayacak kadar mahfuz bir sandığın içinde insan yaşar mı? birkaç dakikada boğulur. fakat beis yok. buyurunuz, arayınız. sandıklar lebalep eşya dolu idi. eşyalar dışarı atıldı. altından yine tamtakır sandık çıktı. münasebetli münasebetsiz böyle her neticei taharride ahmet galebe ediyor, müteharrilerin yeisleri artıyordu. hatta kadınların o ilk sıkılganlıkları kalmadı. şimdi bunlardan bazıları biraz yüzlerini açarak şen, galibane birer tavrı serbesti ile ortada dolaşıyorlar, altüst edilen eşyayı topluyorlar, düzeltiyorlar, ara sıra kapı önlerinde durup edilen lakırdıları, fısıltıları işitmeye uğraşıyorlardı. fakat bunlar hep genç, hep güzel hep edalı, şuh, fıkır fıkır, boyalı, sürmeli çehrelerdi. hane bu kadar vesaiki itham ile dolu bulunsun, bu sermayeler, bu nazeninler kırıtarak, gülüşerek muzaffer birer hıram ile ortada gezinsinler de hiçbir delikten bir erkek çıkarılamasın, günahkarların zilleti nakabili isbat kalsın, cezayı kanuni namusluların aleyhine dönsün. dışarıdan halk bisabr haykırışıyordu: niçin geç kaldınız? hani ya zamparalar? sokaklarda içeride zengin bir zampara varmış. mahalleliye hanede kimseyi bulamadık dedirtmek için rüşvet teklifiyle uğraşıirae etmek: bildirmek, göstermek ihtiva: içine alma, içinde bulundurma, şamil olma ihtifa: saklanma, gizlenme hıram: salınma, yürümeyormuş. şayiası deverana başlar. nassın böyle galeyanlı zamanlarında bu nev eracifi hangi siyah vicdanlı müfsitler uydurur? bu daima böyle olur. avam, kitle halinde iken hep birden zayıf akıllı bir çocuk kesilir. işittiği türrehatın garabetini, hiçbir ihtimale ademi tevafukunu muvazeneye, muhakemeye katiyen lüzum görmez. hemen inanır. bu iftira tesiri ile mütezayit bir gayza düşen halk, şimdi dışarıda köpürüyor, kuduruyor, haneye tahkirler, ağza alınmaz şütum yağdırıyordu. hasan efendi şaşkınlığından helaları, musluk taşları altındaki dolapları bile muvaffakiyet ümidiyle karıştırmaktan kendini alamıyordu. taharri nöbeti tavan arasına geldi. bir yük içinden kapak açıldı. elektrik fenerleri ile birkaç polis çıkarıldı. yağlıkçı, zabıtanın dikkat, gayreti taharri ve muayenesine bir türlü kanaat getirmeyerek kendi de genç polis efradıyla birlikte çıktı. tozlara, örümceklere bulandı. tavan arası en kuytu, en dar saçak hattı fasıllarına müntehalarına doğru bütün girinti çıkıntılarıyla elektriğin ianeti tenviriyesi altında gözden geçirildi. insan zannedilen bazı direk gölgelerine sevinçle hücum edildi. fakat hep bu muşikafane taharriyat boşa çıktı. dam bacası açıldı. kiremitlere çıkıldı. polislerin ellerindeki fenerlerin, kısmi mehtap gibi karanlık içinde dolaşan mahruti sütun nuranileri birbirini katederek zulmetle ziya tebadül ediyor ve bu manzara aşağıda damı görebilecek kadar açıkta bulunan birtakım halkı eğlendiriyor, türlü tefsirlere yol açıyor, sebep oluyordu. şayia: yayılan haber, söylenti nas: insanlar, halk eraci yalanlar, uydurmalar türrehat: saçma, manasız, boş sözler ianeti tenviriye: aydınlatıcı yardımlar muşikafane: kılı kırk yararcasına büyük bir dikkatle inceleyen, araştıran mahruti: koni biçiminde olan, konik hasan efendi artıkyorulmuş, yeis helecanı onu dermansız düşürmüştü. fakat yine gayreti bırakmayarak baca deliğinden haykırıyordu: her tarafı arayınız. yağmur oluklarının içine bile bakınız. ahmet aşağıdan eğleniyordu: kuburları, lağımları sakın unutmayınız. taharri heyeti alt kata indi. bütün odaları, mutfağı, baca içini, kömürlüğü, zahire dolaplarına varıncaya kadar her deliği, kovuğu kemali dikkatle nazarı muayeneden geçirdiler. sıra bahçeye geldi. ağaçların üzerlerini, en sık dal aralarını, duvar üstünü hep aradılar. kuyunun önüne geldiler. bileziğin üstünden kapağı kaldırarak bu üstüvani derin çukurun yosunlu cidarından aşağı ziya salıverdiler. dipte ayna gibi rakit, müdevver su sathı, tutulan fenerin bütün kesafeti ziyasıyla bir şeklini nazıruna iade etti. birkaç iri taş attılar. suyun yüzü müstehzi bir çehre gibi derhal buruştu. kendi zulmeti sükutu içinde zampara arayanların saffetleriyle bu zahmeti beyhudeleriyle sanki eğlendi. v şair zennubi bu esnada bahçe duvarının ötesindeki bostanda bir gürültü oldu. işte buldum! buldum! zamparalardan birini yakaladım! nar'ai muvaffakiyeti işitildi. sevinçten dizlerinin bağı çözülen hasan efendi hemen: kubur: tuvalet deliğinden lağıma inen boru üstüvani: silindir biçiminde olan cidar: duvar kesafeti ziya: ışık yoğunluğu nazırun: bakanlar müstehzi: alaycı saffet: saflık elhamdülillah! aman sıkı tutunuz evlatlarım! kaçmasın. geliyoruz. nidayı istical ve müdebbiranesiyle cevap verdi. zavallı yağlıkçı şiddeti ye'sten birdenbire o kadar firiftei hayal olmuştu ki harici hane olan bostanda tutulmuş bir şahsın zamparalığı kabili isbat olamayacağını düşünemiyordu. çok sürmedi. bu avazei zaferi birçok gürültülü medit kahkahalar takip etti. hasan efendi duvara yaklaşarak bostandaki halka hitaben: patırtı lazım değil. gülmeyiniz kuzum. bu belalı işin bidayeti muvaffakiyetindeyiz. ciddi hususa alay yaraşmaz. sıkı tutunuz sıkı. belki melun azılıdır. yağlıkçı'nın bu ihtarı safvetkarına karşı bostandan bir ses cevap verdi: nasıl gülmeyelim baba! sarhoşun biri tarlada bostan korkuluğunu yakalamış, zampara diye zaptiyeye teslim ediyordu. bu ilk ve galiba da son olan sevinci boşa çıkan hasan efendi, yeisten boğulur gibi haykırdı: allah belanızı versin! bu gece zaten içinizde ayık adam yok. uncu bu akşamki zamparalarını bu duvarlardan bostana azatladı. siz oradan hiçbir şey göremediniz. şimdi de insan diye korkuluklara, fasulye sırıklarına sarılıyorsunuz. siz buraya iş görmeye değil, eğlenmeye gelmişsiniz. kepazeler! bostandan sedalar: baba kızma. biz buradan kuş uçurtmadık. eğer evde zampara vardıysa mutlak hala içeridedir. emin ol. iyi arayınız. hasan efendi lahavle çekerek: iğne deliği bırakmadık. her tarafı aradık. evin döşeme tahtalarını sökecek değiliz ya. bu habisler tahtakurusu olsalardı yine bulunurlardı. nidayı istical ve müdebbirane: tedbirli ve aceleci sesleniş firiftei hayal: hayal aldatmacasına uğrayan kerhaneci dalaveresine akıl ermez. herif, elbette siz akılda yağlıkçıları, yorgancıları papağan gibi kafese kor. bu ince sanattır. köpoğluları göz bağcılık da bilirler. gözlerinizin çapaklarını silip evi bir daha dolaşınız. hasan efendi'nin kalbi, sadrı bir ye'si mudikle çatlayacak gibi şişmişti. bu alaylı sözler adamcağızı bütün bütün çıldırttı. başka yapacak bir şey olmadığı için taharri heyeti tekrar eve girdi. uncu karşılarına çıktı. pek küstah bir galibiyet tavrıyla kollarını çapraz, göğsüne götürdü. komedyasını kemali muvaffakiyetle itmam etmiş bir aktör vazı sanatkarisi alarak: efendiler, zannederim ki artık burada yapacak bir işiniz kalmadı. çoluğum çocuğum akşamdan beri geçirdikleri can dayanmaz helecanlarla bitaptır. artık merhamet ediniz, biraz uyusunlar. ben karakola geliyorum. komiser efendi hazretleri şimdi de benim davamı dinlesin. masum, bir hane halkına bu kadar işkenceli bir gece geçirtmenin cezası büyüktür. pamal edilen namusumu, namuskarlıklarıyla iftihar edenlere ödeteceğim. hasan efendi hiddetten bir volkan kesildi. artık gözü dünyayı görmüyordu. nevmidiyle haykırdı: vay gidi masum hane halkı. vay gidi namuslu aile babası vay. yukarıdaki işret sofrası nedir? o her odadaki karyolalar, lavabolar ne olacak? akşamdan beri kadın ve erkek sesleriyle mahalleyi dolduran cümbüş neydi? evinin galata'daki umumhanelerden ne farkı var? uncu: hezeyan ediyorsun. bu sözlerin hep zabıt varakasına geçecektir. bir hanenin içindeki sofrayla karyolaların adedine karışmak mahallelinin salahiyetinden külliyen hariçtir. bunun için bir memnuiyeti kanuniye var mı? evime istersem üç yüz tane karyola koyarım sana ne! ye'si mudik: sıkan, daraltan üzüntü pamal edilmek: ayaklar altına alınmak, çiğnenmek, hakir duruma düşürülmek hasan efendi: içeride kadın panayırı mı var? o on iki karı ne olacak? uncu: bir hanedeki nüfusun adedini tahdit hakkı kimseye verilmemiştir. otuz kadın da bulunabilir. sen beslemiyorsun ya! hasan efendi: yukarıdaki o okkalarla rakıları kimler içiyordu? uncu: o benim keyfime ait bir mesele. evimde yenilen içilen şeyler hakkında kimseye hesap vermeye mecbur değilim. saçmalıyorsun. haydi efendi, çık dışarı. sahibinin rızası hilafına bir evde bu kadar durulmaz. ahlaken terbiyesizlik, kanunen tecavüz sayılır. haydi bakalım yallah. hasan efendi öfkesinden zangır zangır titreyerek: ulan uncu, senin yüzündeki bu sahtevakar namuskarlık riya nikabını düşürmedikçe bu gece ben bu evden çıkmam! öldürseler çıkmam! uncu: çıkarmak zabıtanın vazifesidir. hasan efendi asabi bir feveranla merdivenden yukarı fırlayarak en müessir sadayı ikna ve niyazi ile orta kattan evin içine doğru şöyle haykırmaya başlar: müşteri beyler, din kardeşleri! her ne, nerede iseniz ses veriniz. gençlikte bu gibi ahval olağandır. affolunmaz bir günah değildir. velev muhti olsanız da uncu tıynetinde namussuz bir herifin erbabı namusa galebesini vicdanlarınızın tecviz edememesi lazım gelir. tebyini hakikate bu geceki hizmetinizle günahınızın kefaretini vermiş olursunuz. meydana çıkınız! işte mahalleli tarafından vekaleten size söz veriyorum: baskın rezaletinden matahdit: sınırlama, hudut koyma muhti: yanılan, hata eden suniyeti tamme ile sizi evlerinize göndereceğiz. eğer ceza lazımsa sizin yerinize ben geleyim. ben mahpus yatayım, razıyım. aman beyefendiler hamiyetinize, insaniyetinize müracaat ediyorum. yağlıkçı susar. müsterhimane nutkunun bütün cidar ve duvarlarda peyda edeceği aksi tesiri helecanlar içinde bekler. cevap yok. kadınların istihza kahkahalarından başka bir şey işitemez. fartı ye'sle kendi kendine: bu uncu'nun kerhanecilikten başka ilmi simyaya da mı vukufu var? gözlere görünmemek için zamparalarının başlarına efsunlu, tılsımlı külahlar mı giydirdi? bunlar aramızda dolaşıyorlar da biz mi göremiyoruz? böyle söylene söylene raşenak bir halde aşağı iner. isbatı müddea etmedikçe bu gece diri olarak bu haneden çıkmayacağını ve dışarıdaki kalabalığı, her bir tahtayı ayrı sökerek aralarını aramak için haneyi yıkmaya kadar teşvik edeceğini, ademi muvaffakiyet halinde en büyük cezaya razı olduğunu bir azmi kati ile bildirir. ev altındaki komiser, imam, muhtarlar, birkaç mahalleli, uncu ahmet birbirine girerler. şiddetli bir mücadele başlar. bu esnada dışarıda bir gürültü olur. sokaklar kahkahalarla dolar. bostanda korkuluğu tevkif eden sarhoş, mevkufu sallasırt eyleyerek arka sokaktan dolaşır, zampara yakaladım! yaygarasıyla maznunu uzun fes, pejmürde ceket, yırtık pantolonuyla nassın muvacehei hayretine çıkarır. zamparanın biri tutulmuş! şayiai muvaffakiyeti bir anda ağızdan ağza halk içine yayılır. akşamdan beridir saatlerce müştakı didarı oldukları bu cüretkarı görmek için ahali birbirini çiğner. nameşru bir hevesinden dolayı zampara namı velveleaverini ihraz eden mahlukun vücudunda şeklen ani bir tebellüdatı gayritabiiye ve acibe husule gelmeyerek bunun da diğer beniademden simaca bir farkı olmayacağı hakikatini unutan müsterhimane: yalvarırcasına raşenak: titrek, titreyen maznun: zanlı, sanık namı velveleaver: patırtı çıkaran isim tebellüdatı gayritabiiye ve acibe: tuhaf ve şaşırtıcı değişiklik halk, nameşhut bir garibe yahut müthiş bir canavar seyrine koşar gibi bir hücum tehalükü gösterir. korkuluğu duşı gayretinde tutan sarhoş, mestane türrehatla ilanı şadi ve muvaffakiyete başlayarak: efendiler, beyler, ağalar. uncu'nun hanesinde. devlethanesinde değil ama. ha lafa dikkat. umumhanesinde. bu ne demek anlıyorsunuz ya! umumhane, kerhanenin resmi adıdır. belediyelerde böyle kaydolunur. gazetelerde böyle yad olunur. kerhane demek ayıptır. isim değiştirilince ayıplık kalmaz. bu da bir itikat. olur bana kalsa düpedüz bevilhane demek daha münasiptir. fennisi böyle. ama hani ya tünel'den beyoğlu'na çıkınca altıncı daire'nin maverasında mebni, yuvarlak ve madeni bir müessese vardır. garba nazır kapısından girersiniz. önünüze dairevi ufak bir koridor çıkar. bunun ciheti merkeziyesi ahır gibi cidarlara müteferriktir. dışarıdan içerisi görülmez fakat merak edilince içeride herkes birbirini esnayı tebevvülde görebilir. evet, müteferriktir. infereka, yenferiku, infirakan. inkisar da buna makistir. arabiyi unutmamak için laf arasında fiile tesadüf ettikçe böyle çekerim çekerim çekerim de ölmem. erbabı danişmendim fakat memlekette fuzalaya rağbet yok. kadro hariciyim. yani kainatın çarçubei maişetinden ihraç edildik. çarçubei maişet terkibi izafisi yanlış mı? kusura bakmayınız mestim, mest. fakat softaların ayaklarına giydikleri siyah mestlerden değil. mesti layakılım. mesti arifim. dur ulan! kıpırdama, salıvermem! dur, efendilere evvela kendi fazl u ilmimi anlatayım da sonra seni takdim edeceğim. vay, riştei kelamı kaçırdık! evet. duşı gayret: gayret omzu bevilhane: işeme evi, tuvalet esnayı tebevvül: işeme esnası makis: benzer fuzala: fazıllar, ahlak, ilim ve meziyetçe üstün kimseler çarçubei maişet: geçim çerçevesi mesti layakıl: aklını yitirmiş sarhoş mesti ari irfan sahibi sarhoş emsile okudum. binaya çıktım. sonra tepetaklak yuvarlandım. bir şairi terzebanım, felekzedei zamanım. bizim eski aruzun evzanı. şimdiki parmak hesabına gelemiyorum. ortada ne şiir kaldı ne şuur. sonra ger bana uymazsa eyyam, uyarım eyyama ben dedim, çalıştım. orta ve başparmaklarım vezne girmedi. nihayet yedi parmak bir tutam usulünde nazımlar yaptım. gazeteleri, kitapçıları dolaştım. para veren yok. istersen, mecmualardan birine bedava gönder. herif sana bir para vermedikten maada şiirin altına bir döşenir, alafranga kritik yapar, cehlini meydana kor, senden ziyade kepaze olur. bunların nüshaları hamalların ciğer kebabı gibi beş paraya indi, alan yok. ağırbaşlı risaleler, ücreti kuruştan aşağı küsuratla tediye ederler. alemi matbuatımız, kahtı edeb ü nakdle bitiktir. meyhanede şişesi altmış paraya rakı iç. sonra mısraı on paraya şiir söyle. kurtarmaz. sermayeden ziyan çok. ha efendime söyleyeyim. edebi cemiyetlerden birine dahil olmak istedim. ihtiyar alınmıyor dediler. saçları boyadım, bıyıkları kırptım. nüfus tezkeremi kazıtarak yirmi beşe indirdim. fecri şimali subhı kazibi edebiyesine alelusul imtihanımın icrasıyla kabulüm hakkında bir istida takdim ettim. imlama baktılar. bozuk buldular. her kelimenin ala vechi'ttelaffuz hurufı munfasıla ile yazılacağını söylediler. sembolizmden imtihana çektiler. sonra şöyle sual cevap başladı: kayışdağı deyince bundan ne anlarsın? kayışdağı zikredilince en evvel akla suyu gelir. emsile: arapça gramer öğretiminde ilk okutulan, fiil çekimlerinin anlatıldığı ders bina: arapça fiil çatısını konu edinen ders şairi terzeban: hazırcevap şair kahtı edeb ü nakd: edep ve nakit kıtlığı fecri şimali subhı kazibi: kuzey şafağı, yalancının sabahı ala vechi'ttelaffuz: telaffuzuna uygun şekilde hurufı munfasıla: bitişik olmayan, ayrık harfler bahis temeyyü etti. haşivden içtinap. bu yalnız müşebbehün bihe söylenip müşebbehi bulmak lazım gelen bir muammayı edebidir. kayışdağı adamdır. serfirazanı üdebadandır. lal oldum kaldım. acaba çamlıca kimdir? aydos, icadiye, yuşa tepeleri hangi bülendi şuara ve üdebamızı temsil ediyorlar? elmadağı'na söversem kime tecavüz etmiş olurum? bedie geçtik: mösyö gogo'nun ifrazatı bedeniye mebhası bediini okudun mu? tıbba çalışmadım. gözyaşı vücudun bir mayii müfrezi değil midir? girye, teessüri bediinin en beliğ bir tercümanıdır. gayribedii ifrazatı bedeniyeye ne buyurulacak? kızdılar. sembolizmden, bediden sıfır aldım. yeni ölçüde yaptığım yedilik eşarı gösterdim. mezürü tamam fakat elfazı hayide buldular. yine sual cevap başladı: yeni efale dair malumatın? hiç yok. temeyyü etmek: sıvılaşmak, sulanmak haşiv: sözü uzatma içtinap: kaçınma, sakınma müşebbehün bih: kendisine benzetilen, teşbih edilen müşebbeh: benzeyen muammayı edebi: edebi bilmece, edebi sanat serfirazanı üdeba: seçkin edipler, ediplerin ileri gelenleri bedi: belagat ilminin söz ve mana sanatlarına dair olan dalı ifrazatı bedeniye: vücut salgıları mebhası bedi: eşsiz makale mayii müfrez: ayrılan, çıkan sıvı mezür: ölçü hayide: eskimiş, bayat demek sen hareketi edebiye ile uyanmış değilsin. bilmiyorsan öğren: efalden lazım'ı kaldırdık. şimdi hepsi müteaddi'dir. mesela yaşamak' evvelden lazım'dı. şimdi değil mi efendim? değil. evet, pek zorlaştı. hele muhiti edebide. evvelden ben bir saati hicran yahut bir ruzı hazz u safa yaşadım' denemezdi, şimdi denir. buna zaruret vardır. lisan zenginlemeli. mesela ben bir leylei mihnet uyudum, ben bir sevdayı dehşet oldum' demek muhilli fesahat değildir. evet. biri denildikten sonra ötekilere niçin denilmesin! tevsii malumat eyliyorum. mersi. efali arabiye, farisiye ve türkiye'nin fransızca konjukezonlara tatbikatı cedidesini görmedin mi? asla. neler işitiyorum efendim?! biz darebe'yi ahirine bir hai gayriresmiye ilavesiyle birinci konjukezona naklettik. yani darbe yaptık. isabet buyrulmuş. lisan alafrangalaşacaksa bütün bütün olsun gitsin vesselam. bu usulde zamanı hazırdan darbeyi tasrif et bakalım. Jö, darabe lazım: geçişsiz fiil müteaddi: geçişli fiil leylei mihnet: dert gecesi muhilli fesahat: sözün doğru, yerinde ve güzel söylenmesine engel olan, fesahati bozan tevsii malumat: bilgileri genişletme konjukezon conjugasion. fiil çekimi ahir: son hai gayriresmiye: kelimenin aslında bulunmayan h harfi zamanı hazır: şimdiki zaman tasrif etmek: çekmek, çekimlemek jö je. ben tü, darabe il, darabe nu, darabon vu, darabe il, darabe gözü açık bir adama benziyorsun. çabuk kavradın. bu halde takdir' fiili hangi tasriftendir? ikinci. bravo! evet, finir gibi tasrif olunur. çek bakalım. fakat zamiri türkçe kullan. sıkletı telaffuzu def için de küçük bir ilali zammiyi yaparak radikale t'den sonra bir elif ilave et. ilal zammiyi hiç işitmemiştim. peki, hatırınız için bunu da yapalım: ben, takdi sen, takdi o, takdi biz, takdison siz, takdise onlar, takdis. o akşam benim için meyhanede laf sermayesi çıktı. ama bu saçmalardan canım da sıkılmaya başladı. o aralık cemiyetin katibi geldi. reisten sordu: efendim nazım şubesinde yalak kelimesine kafiye aranıyor. tü tu. sen il: o nu nous. biz vu vous. siz il ils. onlar finir: bitirmek ilali zammi: elif, vav, ya harfi ilave etme radikal radical. fiil kökü reis: bulamıyorlar mı? dedi ve parlak, kaymak, kabak, bardak, mızrak kafiyelerini saymaya başladı. katip cevap verdi: bunları hep kullandık. reis düşünürken artık dayanamadım. yalak'a bir kafiye de ben söyledim. bunu da kullandınız mıydı? dedim. beni kapı dışarı kovdular. ben çıkarken arkamdan şöyle söyleniyorlardı. işittim: bu herif kırklık var. nasıl olmuş da gebermemiş? muhiti edebiyemizi böylelerinin vücudundan temizlemeli. bunlar, muallim naci'nin ateşpare'siyle suhtedildir. kelimatı atika mahzenine benzerler. sermayei sünuhatları olan rakıyı bizim gibi beyoğlu tarafında değil, istanbul meyhanelerinde içerler. bu herifler tamamıyla öldürülmedikçe lisan, edayı hayideden kurtulamaz. aleyhinde bir makalei katile yazılsın. mevti medeni ile öldürülsün. haza min fazlı rabbi. hala ben ölmedim. mevti medeni ile kendileri cavlağı çektiler. çok sürmedi, cemiyet dağıldı. çünkü onlar benden daha açtı. azasının kimi reji kolcusu oldu, kimi gümrük didebanı kimi doktor kimi avukat. memleket akademisiz kaldı. şimdi yeni bir akademiya açılacakmış. namzetliğimi vermek için onu bekliyorum. Jön türklerden biriyle samatya meygedelerinde dost olmuştuk. devri istibdadda gizli gizli görüşür, dertleşir idik. zamanın zulümleri bize vesilei şürbi arak olurdu. suhtedil: bağrı yanık kelimatı atika: eski kelimeler edayı hayide: eskimiş, bayat söyleyiş makalei katile: öldürücü makale haza min fazlı rabbi: bu, rabb'imin bir lütfudur. reji kolcusu: tekel idaresine bağlı kolluk kuvveti dideban: gözcü, bekçi meygede: meyhane vesilei şürbi arak: rakı içme vesilesi şimdi de içmeye bahane mi dert mi yok? fakat arkadaşım terakki etti. ben sarhoşlukta demir attım. ben kimim anladınız ya! şimdi, sırtımdaki zanii merkumun sergüzeştine gelelim. bu da bihuşi arak bir meslektaşımdır. akşamdan yutmuş yutmuş, parasız zamparalığa gitmiş. uncu'nun evinde bunun ceplerini aramışlar taramışlar, bakmışlar ki dişe dokunur mangır yok. eyvallah tıpkı fakiriniz gibi. parası olmayanın rağbeti olur mu? zavallıyı, günah işlemeye meydan vermeden, bir bohça gibi duvardan bostana fırlattılar. hemen yamyassı yere yapıştı. canı pek bir mahluk, bir şey olmadı. kaldırmak için gittim, baktım ki üstü başı misk gibi rakı kokuyor. ha, anladım ki canlardan. gözlerini açtı. civarda meyhane yok mu? dedi. ulan, olsa benim burada ne işim var, hepsi kapandı. dedim. arkadaş, rakı süngeri gibi bunisarı meşamnevaz oluyorsun. gel seni doya doya içer gibi koklayayım. rakı bulunmadığı yerde teyemmüm caizdir. dedi. uzun uzun koklaştık. benim rayihai keriham herifi bütün bütün sarhoş, adeta deli etti. birdenbire tebdili şuur ile besbelli kendini uncu'nun evinde kıyas ederek beni sermayelerden birine mi benzetti ne yaptı, gerdanımdan öyle bir ısırış ısırdı ki parçası ağzında kaldı zannettim. bu vahşetinden sonra bana bir teklifi şenide bulunmaz mı? ne yapsın akşamdan hızını alamamış. o zaman sabrım çak oldu. zaptiye! diye bağırdım, zaptiye yok. sonra zanii merkum: adı geçen zina eden kişi sergüzeşt: macera bihuşi arak: rakı akılsızı bunisarı meşamnevaz: burun okşayıcı koku saçan rayihai keriha: pis koku tebdili şuur: bilinci değişme teklifi şeni: kötü, ahlaksız teklif habisi arkama yüklenerek buraya kadar getirdim. işte size teslim. cezasını tayin ediniz. raporunu da yazdım. ezberden okuyarak: zenparei merkum, nagehani bir haceri belayı asmani gibi beyti ahmet'ten bostana sukut ve gerdeni ahkaranemi misali kelbi akur, rencidei dendanı hırs u hubur eylemekle müteşeffi olamayarak vadii tasallutta puyan ve kesri namusı acizanemi mucip nice nice hezeyan etmiş ve mangır teklifine kadar tezyidi cüret eylemiş olduğundan ve hululi demi subh ile ortalık ruşena olmaya başladığı halde hanedeki taharri heyeti muhteremesi bilesef henüz bir erkek fare bile elde edememiş bulunduğundan hanei mezburdan sukutu maaşşühud sabit ve aslen hıyar tarlasında nabit olan merkum acurun ezhanı pürgaleyanı nassı teskine medar ve gayrikabili derdest bulunan kaffei hempalarının yerine kaim olmak üzere derhal tevkifle muhtefii merkumenin derdestlerine kudreti zabıta taalluk edemediği takdirde cümlesinin cezayı sezalarını bu şahsı leime çektirerek nagehani: birdenbire, ansızın haceri belayı asmani: göğün bela taşları gerdeni ahkarane: çok aciz boyun misali kelbi akur: yırtıcı köpek gibi rencidei dendanı hırs u hubur eylemek: hırs ve sevinç dişiyle kırmak vadii tasallut: sataşma vadisi puyan: koşan, koşucu kesri namusı acizane: zavallı namusa zarar verme tezyidi cüret eylemek: kendini bilmez bir şekilde atılmak hululi demi subh: sabah vaktine erişme ruşena olmak: aydınlanmak, ışımak bilese üzülerek, ne yazık ki maaşşühud: şahitlerce nabit olmak: yerden çıkıp büyümek ezhanı pürgaleyanı nass: insanların coşkun zihinleri gayrikabili derdest: ele geçirmek mümkün olmayan kaffei hempa: arkadaşların hepsi muhtefii merkume: adı geçen gizlenmiş kişi cezayı seza: layık olan, gereken ceza şahsı leim: alçak şahıs hükmi adalet icra olunmak ve veridi pelidi nacizanemin namusumla beraber serian icrayı tamiri zımnında icap eden zarar ve ziyan merhameten nakesi merkumdan istifa buyrulmak marazında ve ol babda emri ferman. imza şair zennubi ahali, bu olgun meyhane edibinin coşkun nutkı acibini ve zenparei merkum aleyhinde talebi mücazatı müstedi tuhaf raporunu kahkahalarla dinledi. fakat kalabalık arasında daha hayli kimse, mevkuf berduşun bostandan sallasırt edilmiş bigünah bir korkuluk olduğunu anlayamamıştı. zavallı zamparayı dayakla öldürmüşler. havadisi matemisi şayi oldu. bu kara haber, halkı çabuk rikkate getirdi. biraz evvel bütün tehevvürleriyle aleyhine gıcırdadıkları zamparalardan birinin bu suretle enzarı temaşa ve tahkirlerinden kurtulmuş olmasına teessüf ediyorlar, vah, vah, zavallı adam birkaç saatlik eğlence yoluna kurban gitti! diyorlardı. besbelli bir kedinin tuttuğu fareyi pençei baziçesi altında azar azar saatlerle dişleyip tırnaklayarak doya doya zevkiyatı intikam olduktan sonra öldürmesi kabilinden ahali de müjdei tevkifine intizaren sokaklarda uzun müddet geçirdikleri günahkarın eğlenilmeden böyle zıyaına dilhun oluyorlardı. veridi pelidi nacizane: değersiz pis damarlar serian: süratle, çarçabuk zımnında: için, maksadıyla nakesi merkum: adı geçen alçak maraz: sunulan, arz edilen makam talebi mücazat: ceza verme talebi müstedi: isteyen havadisi matemi: yas olayları şayi olmak: yayılmak, herkesçe duyulmak rikkat: acıma, merhamet pençei baziçe: oyun pençesi dilhun olmak: üzülmek, dertlenmek seyirciler arasında bulunan iki frenk, evvela onlar da şaşırdılar. fakat bunun bir korkuluk olduğunu çabuk anladılar. bu tuhaf manzara karşısında aralarında fransızca şöyle bir muhavere başladı: o nedir! öldürülmüş bir adam mı?. hayır, masum bir korkuluk. bu aralık korkuluğun ahaliye vechi takdimi ve bu uzun nutuk ne olacak? dur. hakikati macerayı anlayayım. biraz türkçe bileni, kırık dökük cümlelerle etraftan istizahı vakaya girişir. kendi yoluyla iradı esile edemediği gibi verilen cevapları da hakkıyla kavrayamaz. fakat anlayamadıklarını zekası yardımıyla itmam ederek tahkikatını tafsile girişir: adatı şarkiye'den tuhaf bir şey daha öğrendim. nedir? bir baskında zampara yakalanmazsa onun yerine bir korkuluk ikame olunarak mücazat tayini ananatı türkiye muktezasındanmış. çünkü bir zani behemehal ceza görecek ve recmolunacaktır. tuhaf şey. o kadar tuhaf değil. bu derin bir felsefei diniyedir. bizim kiliselerdeki tesaviri eizzeye olan ibadatımız, onların temsil ettikleri mübarek vücutların ruhaniyetleri itibarıyla değil midir? işte bu da onun tamamıyla makusu. bazı dinlerde şeytanı, cinleri, perileri, ervahı habiseyi taşlamazlar mı? şeytan bundan müteessir olur mu olmaz mı, o başka mesele. halk gayz u telinini tatbik edecek ortada bir şekil görür. bu suretle teşeffi eder. bu bahis mühimdir, sonra görüşürüz. herif nutkunda ne söyledi? istizahı vaka: olayların açıklanmasını isteme ananatı türkiye: türk adetleri tesaviri eizze: azizlerin resimleri teşeffi etmek: öç alarak rahatlamak tadadı efaliyle nas muvacehesinde korkuluğu tezkiye etti. bilinemez, bu gece hangi saat ve namuayyen bir vakitte, muhtefi veya firari günahkarların ruhları behemehal bu korkuluğa hulul edeceğinden ey ahali, meyus olmayınız, buna edilecek mücazat aynen zanilere edilmiş gibi manen ve maddeten haizi tesirdir. dedi. delaili akliye ve nakliye ile şerhi anane eyledi. şark, bir hazinei garaibdir. ne acayip itikatlar var. frenkler, magnezyum ziyası ianetiyle korkuluğun muhtelif vaziyetlerde fotografisini çektiler. bu garaibi şarkiye vesaikini neşredecekleri gazete, risale veya kitapta resimlerin altına yazılmak için muhtıra defterlerine şu ibareyi kaydeylediler: şark'ta basılan bir hanede zani ve zaniyelerin derdesti kabil olamazsa onların yerine mücazat görmek üzere tevkifi mutat olan biçare korkuluğun resmidir. sakallı kadın halk dışarıda şair zennubi'nin sırtındaki korkulukla meşgul ve bu sarhoşun türrehatına hayran olmaktayken komedyaların en ekstrası uncu'nun hanesinde cereyan ediyordu. evin avlusunda ahali, zabıta ve ahmet birbirine girmekteydi. uncu, taharri hitam buldu. çıkınız evimden! iddiasıyla şirretlik ve edepsizlik perdelerinin en tizlerinde dolaşıyor, hasan efendi taharrinin müncer olduğu bedahet önünde hiçbir suretle terki silah etmek istemeyerek bilatevkif o gece haneden çıkmayacağını söz kabul etmez en kati inat ve ısrarıyla bildiriyor, biçare komiser akıl ve kanun dahilinde her iki tarafa da söz anlatmaya uğraşıyordu. tadadı efal: fiilleri sayma delaili akliye ve nakliye: akla ve rivayetlere dayalı deliller şerhi anane eylemek: adeti açıklamak ianet: yardım müncer olmak: sürüklenmek harici, dahili bu mücadeleler, intizarlar, meraklar, heyecanlar, temaşalar esnasında hala meclis odasında ayş u nuşla meşgul bulunan tosun'la emin'i herkes unutmuş, bunların keyiflerine karışan, dokunan yoktu. emin iyice olgunlaştı. o, şişelere saldırdıkça bir dereceye kadar mevkiin ehemmiyetini müdrik bulunan tosun, refikini içkiden mene uğraşıyor, aman da of kemiklerim sızlıyor iliklerim kantosuyla laz horası tepmeye kalktıkça susturmak için ağzını tutmaya, rakstan vazgeçirmeye atılıyordu. bunların bu kepazelik ve mücadelelerini işiten beriki odadaki çarşaflı nazeninler de ara sıra kapıya kadar yaklaşarak içeriye mütecessis ve mütehaşi nazarlar fırlattıktan sonra kaçışıyorlardı. iki sarhoş, kadınlardaki bu işvekar tecessüsün farkına vardılar. fakat cüretlerini kırmamak için görmemezlikten geliyorlardı. filhakika az vakit sonra dışarıda fıkırtı arttı. evvelce yarım görülen başlar, şimdi omuzlara kadar uzanıyordu. nihayet emin yavaşça dedi ki: tosun. ne var? türk'ün karnı doyduktan sonra ne olur bilirsin ya! malum. ben dayanamıyorum anasını satayım! ne olursa olsun kapının önündekilerden birine yapışacağım. sus be itoğlu! başımıza bela mı getireceksin? talihime top salata çıkarsa ne ala. çıkmazsa karı değil mi, hepsi de makbulüm. bu matizliğimde isterse en kötüsü olsun. aynasızlanma diyorum. ayş u nuş: yeme içme, içki içme kanto: tuluat tiyatrolarında oyundan önce yapılan danslı gösterilerde söylenen şarkı mütehaşi: çekingen, ürkek sen aynasızlanıyorsun hımbıloğluhımbıl. mezeleri piyizlendik. bulutumuzu verdik. nefistir bu, kabardı. zevkin öte tarafı kaldı. böyle fırsat her zaman ele geçer mi? bu evde her şey var ulan. ne duruyoruz? aşağıdakilerin seslerini duymuyor musun? bırak avalları be. ahmet hiç guguğa gelir mi? ona uncu demişler. çoktan zamparalarını un gibi dışarı eledi. avukatlığa gelince kanunnamenin bu işe dikiz eden cihetini o hepsinden mükemmel biliyor. sonunda kim kimi kafese koyacak görürsün. ulan, allah belanı versin! kokmuş pavurya gibi lafların benim de midemi bozdu. şimdi kapıdan bir tanesi baktı. vay anam babam! ay parçasına benziyordu, uğursuz oğlu. kalkalım. kol kola bir sirto oynayalım. o zaman seyretmek için tavukların hepsi kapının önüne birikir. hint horozu gibi birdenbire saldıralım. elimize hangisi geçerse. kapıdan gözüken timsali afet, tosun'da da karara mecal bırakmadı. ah seni doğuran ana olsun bana kaynana havasıyla oyuna kalktılar. şimdi rakı beyinlerini iyice sarmaya başladı. ağızlar yayıldı. gözler bayıldı. kol, kol üstüne atıldı. boş kalan ellerin parmakları çalparalık ediyor, biri yıkıldığı zaman ötekini de beraber deviriyordu. söyledikleri hava değil, bir sarsarı işret; raksları oyun değil, bir halitai rezaletti. çağırdıkları havanın temposuna asla uymayan raks adımlarını kah birbirine kah duvara çarpıyorlar kah sıçrıyorlar kah gavtahar ördek gibi havaya dalıp dalıp temini muvazeneye uğraşıyorlar kah göbek atışlarını parmak şıkırtısına tatbike uğraşarak derin derin kıvırıyorlardı. pavurya: iri bir yengeç çeşidi çalpara: parmaklara takılıp çalınan zil sarsarı işret: sahoşluk fırtınası halitai rezalet: rezalet karışımı gavtahar: dalan, batan bu oda panayırını seyretmek için kapının önü tepeli tavuklarla doldu. kadınlar baskın felaketinden biperva gülüşüyorlar, fıkırdaşıyorlar, biistimal tutmaya alışamamış oldukları elleriyle çimdikleşiyorlardı. emin şimdi rakıdan ziyade galebei sevda ile bulanan, kararan gözlerini bu cilvelilerin üzerinde müştehiyane bir dolaştırdıktan sonra arkadaşının kulağına: hücuma hazır ol tosun. kumandasını verir vermezyorgancıların piri addettikleri sümbül sinan'a biddehale: ya hazreti pir! imdat! sayhasıyla ikisi birden saldırdılar. fakat ruhaniyeti pir ikisini de birden çarptı. biri, kapının eşiğine yıkıldı. öteki sofanın ortasına. işveli tavuklar çil yavrusu gibi dağıldı. bişikar, küşadeaguş kalan sarhoşlar hemen davrandılar. fakat tavuklar folluklarına kaçıp kapıyı kapamışlardı. refikaları kadar sebükpa olamayan bir tanesi, bir şişmancası, esnayı şitabda ayağına çarşaf dolaşarak yıkılmış, davranıncaya kadar oda kapısı kapanmış, ortada kalmıştı. şimdi iki horoz, yüzünü çarşafıyla sımsıkı örten bu şaşırmış tek tavuğun etrafında böbürlenmeye başladılar. bütün nazarı hırsı hücumunu bu yegane av üzerine diken emin: tek olsun, zararı yok. kısmet kısmettir. sana mı, bana mı ulan?! gözünü en evvel açana. biistimal: kullanmadan müştehiyane: arzulu bir şekilde biddehale: sığınarak sayha: bağırma, çığlık ruhaniyeti pir: pirin maneviyatı küşadeaguş: kucağı açık sebükpa: ayağına çabuk olan, hızlı davranan esnayı şitab: acele etme, çabukluk esnası ihtarı seri ve müstehziyanesiyle sıçrar, nazenine sarılmak ister. fakat kadın cinsilatiften gayrimemul bir kuvvetle reddi savlet ederek orta oyunu zennelerinin sadayı taklidlerine benzer inceyle kaba karışık bir gılzeti edayla: çekil musibet! ben senin anladığın sarhoş kaşığı karılardan değilim. emin şaşırarak: top salata sen misin? kadın çarşafıyla sımsıkı setri çehreye uğraşarak: şimdi topunuzun da kemiğine ha! emin: ne küfürbaz şey be! ulan salata! seni bahçıvan, tarlada tohumluk mu bıraktı? kadın: şimdi salata gibi seni tuzlarım kerata! tosun: vay geçmişine! bu nasıl karı be! babahindi gibi gulukluyor. emin: ister guluklasın ister anırsın. ister tohumluk olsun ister damızlık. elimden kurtulamaz. kadın: hoşt köpek. biberim çoktur, ağzının tavanını yakarım. emin: vay ölüsü porsuk! karıya değil, bir omuzdaşa çattık. sen hiç sandık kaldırdın mı arkadaş! kadın: kalksın vücudun dört kollu ile. ihtarı seri ve müstehziyane: çabuk ve alaycı uyarı gılzeti eda: çirkin tarz setri çehre: yüzünü gizleme emin: benim vücudum dört kollu ile kalkmaz. o havasını bilir. emin bu acibenin orasını burasını gıdıklamaya atılır. karı, mütearrızın eline bir iki yumruk vurarak: oynama. safralıyım, içim kabarır. emin, tosa hazırlanan bir koç gibi başını çarpıtıp bir iki adım açılarak: vay baharlı orospu! ben senin gibi kabadayıların safrasını çabuk kustururum. karı: eyvallah. ben de senin gibi eli yumuşağını arıyordum. emin: yumruğumu avurduna bir yersen elimin nasırlı olduğunu anlarsın. karıların da tulumbacısı varmış be. aksi işe bak, o bana hıyızlanıyor. karı mısın, tosun musun söyle! gel şurada bir omuz tutuşalım kim kimi yenerse? tosun: ah elmasım, ne kadar tosun olsan yineyorgancı tosun olamazsın. karısın. en babayiğit erkekleri cilvelerinle yenersin. karıların azmanı ol, zararı yok. alışkınız ne yapalım! kısmetimize sen çıktın. aç şu dilber yüzünü de dikiz gelelim has boya mı, bakkam mı? zaten ne olursa makbulümüz. dedik ya, bir kere sevdaya karar verdik. elimizden kurtulamazsın. kadın: şimdi sizin elinizi de yüzünüzü de salçalarım hanım evlatları! açınız başı bakalım meyhane pilakileri! emin: mütearrız: saldıran bakkam: has ve doğal olmayan, solan boya gedikpaşa külhanından şehadetnamelisine çattık. ne acur karı be! imtihan mı olacağız? ne söyletiyoruz kaltağı! ne kadar azgın olsa o tek, biz çiftiz. haydi be. karmanyolaya alalım. yorgancı kalfaları buseçini sevda olmaktan ziyade dendanı husumetle ısırmak için bu bıçkın karının üzerine bu defa hazreti pirden bilaistimdat şiddetle atılırlar. karı, çarşafının yüze yakın kısmını sıkı sıkıya tuttuğu elini yine oradan kımıldatmaksızın tek koluyla sarhoşlardan birinin suratına bir yumruk, ötekinin karnı ortasına kuvvetli bir tekme indirerek ikisini de yere serer. bu galebeden sonra açık odalardan birine kapanmak için koşar. bu gayrimemul darebatın evcaıyla ayılan iki delikanlı cinneti intikamla teker meker fakat yay gibi birer süratle yerden fırlayarak odaya kaçmasına meydan bırakmadan var hınçlarıyla karıyı biri omzundan, diğeri eteklerinden kavrarlar. çarşafı fırtınalı havada yelken toplar gibi yukarıdan aşağıya bir sıyırıverince ortaya kırmızı yüzlü, top sakallı, parlak gözlü bir herif çıkar. emin, yumruğuna tükürerek: vay babasının meze çanağına. vay sakallı orospu seni! bizi gafil avladın. muştayı böyle inerler. mukabelesiyle herifin ağzı ortasına doğru bir yapıştırır. derhal o kara sakal, seyelanı demle acemlerin kınalı lihyeleri gibi kıpkızıl kesilir. o anda tosun da hasmının vasatı vücuduna bir tekme aşk ile: biz borçlu durmak istemeyiz. işte al sana yumruğa yumruk, tekmeye tekme! biz helalzadeyiz, aldığımız gibi öderiz. ne kadar tatlı şeymiş. bak, pekmezi suratına aktı. ilk feveranı intikam ve hiddetle ne yaptıklarını bilmeyen ikiyorgancı kalfası bu garabet manzara karşısında şimdi akıllarını buseçini sevda: aşk öpücüğü toplayan dendanı husumet: düşmanlık dişi darebat: darbeler evca: acılar seyelanı dem: kanın akması lihye: sakal aşk: vurma başlarına almaya ve hal ü hakikati anlamaya uğraşarak iki darbei müteakibe ile sersemleyen sakallıyı sofanın ortasına çekerler, gılafı nisviyesinden tecerrüt etmiş bu erkeğin karşısına geçerek kemali istiğrab ile: vay babasının canına, ulan bu ne be! top salata'yı ararken deve dikenine tesadüf ettik. bu da top ama çimeni tersine bitmiş. arkadaş sen bu evde sermaye misin? karagöz'ün ters evlenmesindeki kıyafetine benziyor. sen kendini bilmeyen sarhoş müşterileri avutmak için ihtiyat sermayesi misin? yoksa evinizde bu akşam karnaval mı var? cevap versene enayi, dilini mi ısırdın? sakallı karı, bu defa gür bir erkek sesiyle: ben laflarınızı koçan gibi ağzınıza tıkardım ama ah ne yapayım. iki ön dişim birden kırıldı. mevkiim gayet tehlikeli, ses çıkarmaya gelmez. ben de sizin gibi hovardayım. hovardalıkta amana bıçak olmaz. aman arkadaşlar ocağınıza düştüm. tosun: korkma. hiç kasavet çekme. sakallı: bu akşam bizi kurtarırsanız avucunuz mangizle dolar. emin: sizi mi kurtaralım? dadaş kaç kişisiniz? vay babasının lülesine üfürdüğümün be! içeride daha çarşaflı herifler mi var? sakallı: arife tarif lazım değil. tosun: biz işi çaktık. mahalleliden kurtulmak için siz zamparalar, karı kıyafetine girmişsiniz. bu kepazelik babayiğitliğe yaraşır mı? gılafı nisviye: kadın kılığı kamalarınızı, revolverlerinizi çekip buradan erkekçe çıkmalıydınız. emin: affedersin birader. biz seni çarşafın altında tombalakça gördük. az kalsın silah çatacaktık. ters bir iş olacaktı. senden ziyade bizim namusumuza yuf olurdu. kerhanede karı kılığına girmek tehlikelidir. sarhoşu var, körü var, aptalı var. neyse ucuz kurtuldun. diş tamir olunur ama namus bozulunca merhamete gelmez. emin: susarsak bize ne var? sakallı: ikinize de birer tane beşibirarada. tosun eliyle bir tokat işareti vererek: böylesi mi? biz öyle beşibirarada çok yedik. ona karnımız tok. lezzetini biliriz. bazı mirasyedi hovardalar, sarraf dükkanı bulamayınca beşibiraradayı insanın suratında bozarlar. sakallı: öylesi değil. nal gibi lira. sapsarı, parıl parıl. emin: yağma yok. biz beş liraya boynuz takınamayız. fakiriz ama para için bu sanatı yapamayız. tosun: beşibiraradaları ceplerimize, karıları koyunlarımıza koymalı. işte o zaman susarız. sakallı: bu gece sırası mı ya! mahalleli bizi fare gibi kapana koydu. aşağıda bekliyor. işte size parol dönmez, sonra başka bir akşam rakısıyla, mezesiyle, çalgısıyla, aftosuyla size bir ziyafet çekmeye söz veriyorum. hovarda raconu ne olduğunu bilirsiniz. revolver: seri halde ateşlenebilir bir tabanca çeşidi parol parole. söz tosun: olmaz. yoksa şimdi sizi polise teslim ederiz. sakallı: hele şu odaya sofra başına geliniz. birer tezgah önü yapalım. uyuşuruz. emin: ne tezgahı kaldı ne önü ne arkası. biz rakıların hepsini çektik. su gibi kuvvetsiz bir anzarot. tutmuyor. şişeler de ikişer parmak hanım şişesi. biz küplü'de maşrapayla kayık düzü içmeye alışığız. eğer bizi matiz edip de keşe boğmak istiyorsan böyle ümide düşme. boş yereyorulursun. sen sakalınla sızarsın, biz çivi gibi yine dikine dururuz. anladın mı çarşaflı moruk?. sakallı: bu evde rakı mı yok? şimdi binlikle getiririm. tosun: binlik, beş yüzlük. rakı olsun da kaçlık olursa olsun. eyvallah çekeriz. liralarla beraber top salata meydan görmeli, biz öyle susarız. çaktın mı lafı?! sakallı: canım, top salata'ya gelinceye kadar ne karılar var. bunu o kadar neden beğendiniz? tosun: suratını görmedik. kulaktan aşık olduk. ismi iştihamızı kabarttı. sakallı: geliniz, geliniz dayılar! davetiyle kollarından çekerek ikisini de meclis odasına götürür. ben şimdi geliyorum! ihtarıyla kendisi tekrar dışarı çıkar. erkek kadın, zampara ve sermaye, bütün hane halkının çarşaflı olarak müctemi bulundukları odaya girer. orada uzun uzun fısıltılar, müzakereler olur. kadınlardan biri avluya iner. ahmet'i bir köşeye çekerek kulağına tehlikeyi fısıldar. herifin beti benzi atar. kadın ilaveten der ki: ne yaparsan yap. bu mahalleliyi dışarı savmanın bir kolayına bak. savmazsan lakırdıyı uzat, yukarı çıkmalarına meydan verme. biz o iki sarhoşu şimdi sızdırırız. kadın, ahmet'i bu suretle ikaz ettikten sonra alt kattaki kilere girer. çarşafının altına bir binlik rakıyla birçok mezeler sıkıştırarak yukarı çıkar. sakallıya teslim eder. sakallı tekrar çarşafına bürünerek hamulesiyle meclis odasına döner. boş şişeler dolar. meze tabakları donanır. yorgancı kalfaları bu rişdar mükrimlerini tekrar çarşaflı görünce sorarlar: ne var arkadaş, yine namahremliğin mi tuttu? neye örtünüyorsun? sana kem nazarla bakanın gözü çıksın! hovarda lafı laftır! dünya ve ahret istersen babamız ol istersen anamız ol. hangisi keyfine gelirse! ne kadar sarhoş olsak sana karı muamelesi etmeyiz. kuruntuya düşme. sakallı gülerek: yok, sizden kendimi sakındığım için değil. aşağıdan yukarı bir polis filan çıkıverirse beni kadın zannetsinler diye çarşaflandım. öyleyse aman, sakalını iyi ört. ele verirsen kepazelik olur. mahalleliden biri sana sataşırsa öyle bize yaptığın gibi sertlenip bıçkınlaşma. hele o akordası bozuk dilenci armoniğine benzeyen kartal sesini hiç çıkarma. biraz kırıl, dökül, fıkırda. hi hi hi yapıver. yalnız çarşafa girmek para etmez, biraz da karılık öğrenmeli. sokakta sarhoş çok. bir zorlusuna rast gelirsen sakalını da göstersen fayda vermez. tehlikeden kurtulmak için seni suratıhamule: yük rişdar: sakallı mükrim: konuksever na maske koymuş zannederler, kim vurduya gidersin. vücudun meşe kütüğüne benziyor ama hoşur meraklısı da vardır. deminden biz bile aldandık. sakallı kadehleri doldurur. birer tane misafirlere verir, bir de kendi alır. tosun: ver elmasım, nazik elinizden içelim. orta oyununda mıyız, kerhanede mi, baskında mı, biz de şaşırdık. sakallı, meze takdimine şitap eder. emin: aman nazlım, meze içinyorulma. biz birkaç rakı içer, sekiz tabak meze yeriz. ortada ne varsa ellerimiz hepsini dolaşır. o senin verdiğin dişimizin kovuğuna gitmez. fakat mezelerden biri eksik. top salata. biraz muhabbetten sonra birer daha, birer daha yuvarlarlar. yorgancıların midelerindeki eski maya tazelenir. tosun mestane telaffuzla: baksana bu. buraya sakallı aftosum. eğer sana hışırın birisi kötü gözle bakarsa be. be. beni göster. umurunda olmasın. dünyayı ya. yakarım alimallah. sa. sa. sakalını da alazlarım, kurtulursun. banayorgancı tosun demişler! do. doğduğum zaman ba. babam ha. hani o benim asıl babam, daha kundaktayken benim ne mal olduğumu anlamış. adıma to. tosun demiş. asgısar? emin el şakasına başlar. sakallıyı gıdıklayarak: ah aman, azıcık cilvelen bakalım. to. top salata gelinceye kadar boş duramayacağım. sakallı bir iki gerdan kırıp raks eder gibi vücudunu titreterek zenne sedasıyla: hoşur: şişman, etine dolgun, kaba şitap etmek: davranmak ay aman hıyanet etme. sen gıdıkladıkça yok mu, vallahi içim. tosun: eeh eeh. elverir. cilveyi kes. arada bir sakalını göster. mertliğe sö. söz verdik ama sarhoşluktur bu. kalbim aldanıyor. sen zuhuri'de baskın oyunu oynadın mı? çarşaff. altında iyi vücut depreştiriyorsun. birer tane daha çekerler. emin meze tabaklarından birini çekerek muhteviyatını hep yalar yutar. tosun: ra. rakı var. mezeler de bol. aftos da gelecek fakat çalgı yok. böyle eğlentiye bir zırıltı ister. emin avurdunu nefesiyle şişirip dümbelek gibi parmaklarıyla üzerine vurarak: güm. bala. bala. bala. bala. ulan sen de zurna gibi zırla! tosun iki avucunu birleştirip ağzına götürerek gayet genizden: gına ya ya ya. gıya ya ya. bu çifte nara ile zurnanın iki sadayı biimtizacından peyda, mestaneeda bir düzme ahenktir başlar. ah yelelam ara nağmesiyle beraber karga da seni tutarım aman raks havasına girişilir. sakallı oyuna kalkar. biçare herif bu iki belayı muazzamı sızdırmak için her hakarete, her tecavüze, yer yer vücudunu çürüten o buram buram çimdik acılarına, gıdıklamalara katlanarak henüz üzerinde iki kırık dişinin kanları duran sakalını sağa sola kıra kıra, gözlerini süze süze bifasıla göbek hoplatarak sahibinin sopasından lerzenak ayı gibi oynar. lerzenak: titreyen emin, kemali şevkinden boğuk bir nara attıktan sonra: göbek fırtınası olacak. bilirsin ya, akşamki gibi. tosun, ağız zurnasını uzun, gunneli bir nağmeyle keserek: bozukluğum olsa yapıştırırdım. dışarı ses gitmemek için oda kapısı kapatılmıştı. fakat bu havranın şamatası aşağıdan işitilmemek kabil değildi. polisler yukarıda iki olgunyorgancı genci bulunduğunu biliyorlardı ama uncu ahmet'in müdafaai namus nutkı müheyyici mahalleli aleyhindeki ithamatı müdhişesi zihinlere o kadar hararet vermişti ki kimse bir saniye oradan ayrılamıyordu. kendi alemlerine terk edilen bedmestler içtikçe azıyorlardı. bunların öyle üç dört şişeyle sızar boydan olmadıklarını gören sakallı, arada bir göbek atmasına fasıla vererek kadehlerin tezayüdi adedince ümidi muvaffakiyetin değil, vahameti halin büyüdüğünü görüyor, ne yapacağını bilemiyor hatta biçare herif, içkiye refakati mecburiyetten dolayı onlardan evvel kendinin sarhoş olacağını da hissediyordu. tosun ayağa kalkmak ister, sendeler. düşmemek için sofraya tutunarak şangır şungur birkaç bardak, kadeh devirir. muhtelifü'ssıklet iki kefe arasında imkanı muvazenetini bulamayan bir şaşkın terazi gibi kollarını uzatır. birkaç yalpayla ağır ağır gözlerini kapadıktan sonra: zararı yok. uğurdur. göz, kafa patlamasın da cam şişe kırılsın. hovardalıktır bu. kemali şevk: keyfin doruğu, tam keyif hali gunne: nun ve mim harflerinin burun yoluyla bir inleme halinde genizden çıkarılması havra: çok gürültülü yer nutkı müheyyic: heyecanlandıran, coşturan söylev bedmest: kendini bilmeyecek derecede sarhoş olan tezayüdi aded: sayıca artma, çoğalma refakati mecburiyet: zorunlu eşlik etme muhtelifü'ssıklet: ağırlıkları farklı sakallı: umurunda olmasın yiğidim. sizin gibi tosunlara can feda. emin: anasını satayım. parasını biz vermedik ya! tosun: ulan moruk bizi bardak kırıntısıyla piyazlama. hani ya mangiz. karı lafını kestik. ceplerimize beşibiraradalar, koynumuza karılar girecekti? sakallı: hele biraz daha keyiflenelim. hepsi olur hepsi. tosun: biz zom olduktan sonra mı? niyetin bizi sızdırmak mı? kim kimi sızdırır görürüz. verdiğin lafı tut. sakalını haşlanmış hindi gibi yolarız, o zaman tüysüz haçik'e benzersin. sakallı: böyle işte acele olmaz. aşağıda mahalleli var. böyle zamanda ortaya nasıl karı çıkarılır? tosun: ha ha. anladım. bu herif bize kantin atıyor. aval, aklınca to. tosun'u tuzlama yapacak. tosun düşe kalka yürür. minderin üzerindeki udu alır. emin de tefi yakalar. tosun: gel şu ha. hantavallının üzerine birkaç beyit mani söyleyelim. tosun, fesini kaşlarının üzerine yıkar. diz diz üstüne atar. tam tavukpazarı şairlerinin çalımını aldıktan sonra udun tellerini tırmalayarak ve bütün avazı mestisiyle bilbedahe başlar: bilbedahe: doğaçlama adam aman var da hovardayız hovarda sandıkçılar'dan sonra gelir nazlı galata hani ya be hinoğlu üçü beşi bir arada? gelmiyor nerede kaldı sevgilim top salata? ut, tef beraber ara nağmesi: düm terelelli yalelam matiz olduk vay babam sonra etrafa luabnisarı tehdid olarak boğuk bir nara: broooooooovvvvv yakarım. badehu emin: adam aman ekşi vişne atarım kantarlıyı gelmişine geçmişine bir yumruk aşkedersem senin çürük dişine ister it gibi bağır ister at gibi kişne maasaz ara nağmesi ve nara. sakallı fevkalade şaşırarak: mahalleliden gelecek bela, sizin yanınızda aynı saadet gibi kalır. bu ağızda birkaç beyit daha okursanız bu evi bir daha basarlar. luabnisarı tehdid: tehdit tükürükleri saçan badehu: daha sonra maasaz: sazla birlikte, sazlı tosun, pürtehevvür ayağa kalkar. sapından tuttuğu udun şişkin tarafını herifin beyni ortası budur diye bir indirir. çalgının her bir haşebparei bedeni yere ayrı dökülür. sakallı neye uğradığını anlamadan hedefi darb u tahkir olan o kafaya emin de tefle bir hücum eder. derhal kursak patlayarak, kasnak bir halkai lanet gibi bedbahtın boynuna geçer. tosun bağırarak: bela mı? bize mi söylüyorsun? belanın suratını tanır mısın? o nasıl şeydir gördün mü hiç? vay geçmişine be. bize bela diyor. iki dişini kırdık. başka ne yaptık? teşekkür etsene ulan. ağzın, burnun daha yerinde duruyor. bu iki darbei mütevaliye altında sakallının başı sızlar, döner, alnı yaralanır. gözleri kararır. sağa sola sallanır. nakabili hazm bir meşrubı zehrnak gibi tepesinden aşağı içtiği bu haşlamaların tesiri evca ve muhakkiriyle bir cinneti aniye tutulur. bulunduğu mevkii, baskını, arkadaşlarını, mahalleliyi, o saati vahimenin nezaketini, ukubetini hep unutur. hemen yakaladığı bir sürahiyi bir şiddeti müntakimane ile tosun'un başına fırlatır. fakat tosun hayli olgun bulunmakla beraber meyhanelerde iskemle iskemleye, yumruk yumruğa, bıçak bıçağa geçirdiği böyle birçok akabelerdeki tecaribiyle pek çevikleşmiş, tetikleşmiş olduğundan hasmının niyetini anlar anlamaz iki kolunu yan yana getirerek başına siper eder. bu sürahi şarapnelinden yalnız cüzice bilekleri zedelenip kanamak hasarıyla kurtulur. ikinci bir hücuma meydan vermeksizin düşmanının üzerine bir müfteris gibi saldırır. sakallı da kuvveti bazuya malik bir azılı, alt alta, üst üste, dehşetli bir boğuşma başlar. mevut beşibiraradaların nihayeti hesabda böyle sürahi rizeleriyle tediyesine girişildiğini gören emin, vakti ihbarın hulul etmiş olduğunu anlar. duvardan duvara volta vurarak alt kat merdiveninin ortasına kadar koşar, bağırır: haşebparei beden: bedenin odun parçaları meşrubı zehrnak: zehirli içecekler tesiri evca ve muhakkir: ağır ve acı etki müfteris: yırtıcı aşağıda ne kadar mahalleli, muhallebi, aşure, sarığıburma, baba tatlısı varsa yukarı geliniz! zampara yakaladık! hem erkek hem dişi. hem sakallı hem çarşaflı. böyle bir mahluk, seyri on paraya. uncu ahmet'in nutkı safsataperdazı karşısında artık aciz, yorgun, bidelil ü tahammül kalan hasan efendi'nin kulağına bu zampara yakaladık müjdei nagehanisi gelince adamcağız şaşaladı. ihbarın içine bir telaffuzı mestane ile sarığıburma, baba tatlısı karıştırılması ciddiyeti müjdeyi ihlal ediyordu. zavallı yağlıkçı, biraz evvel bostandaki korkuluk vakasını tahattur ederek şimdi derdesti tebşir edilenin de o nevden bir zampara karikatürü olmasını mülahazayla: kahrolunuz, biz sizi buraya bir yararlık memuluyla getirdik. siz körkütük oldunuz. ne yaptığınızı biliyorsunuz ne söylediğinizi. emin: vallahi değil baba! zamparaların en azılısı, en babacanını yakaladık. hasan efendi: zampara diye tırabzan babalarını mı yakaladınız, ne yaptınız? uncu: içmiş içmiş, sızmış. besbelli rüyasında tatlıcı dükkanıyla zampara görmüş. şimdi uyanmış, saçmalıyor. komiser, sarhoşun cümeli ihbariyesindeki muhallebi, aşure kelimatı zaidesinden ziyade hem sakallı hem çarşaflı sözlerine dikkatle ani bir teyakkuz hasıl etmişti. polislere başıyla hafif bir işaret verdi. maiyetiyle birlikte merdivenden yukarı fırladı. ahnutkı safsataperdaz: yalanlar düzen söylev tahattur etmek: hatırlamak derdest: yakalanma tebşir edilmek: müjdelenmek kelimatı zaide: fazlalık kelimeler met'in mabadı ifadesi ağzında kaldı. mahalleli de zabıtayı takip etti. uncu o anda bir danei felaketle beyninden vurulmuşa döndü. artık keyfiyetin safsataya, şirretliğe, cüretkarlığa, müdafaatı küstahaneye katiyen tahammülü kalmamıştı. hakikat bütün vuzuhuyla, mudhikliğiyle, feciliğiyle, rezaletiyle şimdi anlaşılacaktı. ailem halkı dediği on iki çarşaflının akıbetlerini asla düşünmeyerek yalnız kendi başı için bir çarei selamet arıyordu. hanedeki heyeti taharrinin bu telaşlarından bilistifade kaçmak istedi. fakat nasıl ve nereden kaçabilecekti? sokaktan ve bostandan fırlamak mümkün değildi. çalyaka edileceğini biliyordu. herif aşağıda bir tariki firar düşünmekteyken komiser, uncu'nun hazırun içinde bulunmadığına dikkat ederek neredeyse yakalayıp getirmeleri için iki polis saldırdı. ahmet'i çekerek orta kat sofasına çıkardılar. mahalleli meclis odasına geldikleri zaman tosun'la sakallı'yı birbirinin canına, kanına susamış birer iftirasla soluk soluğa boğuşmakta buldular. saçlar ürpermiş, benizler atmış, gözler büyümüş, körük gibi kabarıp inen göğüslerin havasını alıp boşaltmakta bivüsat kalmış olan ağızlar açılmıştı. iki hasım birbirini ezmekte, koparmakta, ısırmakta kuvveten pata gelmiş, ikisinde de üst baş lime lime olmuş, iler tutar yerleri kalmamış, ortadaki sofra devrilmiş, pencerelerden birinin alt camları kırılmıştı. mudaripleri birbirinden zor ayırabildiler. iki girift harf gibi, bacaklar, kollar sanki birbirine kenetlenmişti. öfke baldan tatlıdır meselinin sıdkı darbına bundan celi bir misal olamazdı. vücutlarındaki yaraların berelerin acısını hiç duymuyorlardı. her ikisini de birer tarafa çekmeye uğraşılırken hiddetin lezzetine kanamamış mabadı ifade: ifadenin devamı mudhik: güldürücü, komik bilistifade: yararlanarak tariki firar: kaçış yolu bivüsat: güçsüz mudarip: dövüşen, vuruşan celi: açık, aşikar bu iki raşedar vücut, aralarına haylulet eden insanları, kolları iterek müspet, menfi iki kütlei mıknatısiye gibi birbirini celbediyor, hala yekdiğeri üzerine atılmaya uğraşıyordu. sakallı'nın çarşafı parçalanmıştı. fakat bir fistan gibi belinden bağlı olarak hala arkasındaydı. sorulan suallere tasavvur olunabildiği kadar galiz cevaplar veriyordu. siz burada kaç zamparasınız? denildiği zaman lisana alınmasına edebin cevaz vermediği uzuvlarını sayarak işte bu kadarız diyor ve hissiyatı recüliyesinin hiçbir mahallelinin keyfemayeşasıyla kabili ayar olamayacağını pek kaba bir belagatle anlatıyordu. işretle, hiddetle akıl ve terbiye zıvanasından tamamıyla çıkmış bir herifi kendi hali hezeyanına terk ile mahalleli, içeride çarşaflıların müctemi bulunduğu odanın kapısını açtırttı. kalabalık çekilince sakallı kendi kendine: sizin böyle sokaklara, bu eve dolmaktan maksadınız rezalet seyretmek değil mi? temaşasına bu kadar meraklı olduğunuz bir şeyi bu gece ben size doya doya göstereyim, dedi. deminki hercümerçten masunen odanın bir köşesinde duran binliği yakalayınca muhteviyatından hemen bir bardaklık kadar bir kısmını dikti. sonra etrafına bakınarak iri bir nefes aldı. vücudunu yukarıdan aşağıya bir yokladı. şimdi kendini birkaç tosunla yeniden dalaşabilecek bir kuvvette buldu. fakat bu bir hülyaydı. hakikatte zavallı sakallı, sarhoşluğun tesiri şuurfersasına, şiddeti hezeyanına daha ziyade tutulmuş bulunuyordu. bu adam böyle işretle tezyidi akl u kuvvet u cürete uğraşırken öteki odada çarşaflı erkeklerin asıl kadınlardan tefriki muayenei latife ve müheyyicesi başladı. bu keşfi mühimleriyle bütün raşedar: titreyen haylulet etmek: araya girmek, engel olmak hissiyatı recüliye: erkeklik hissi keyfemayeşa: keyfine göre, istediği gibi tesiri şuurfersa: şuur bozan etki tezyidi akl u kuvvet u cüret: aklı, gücü ve cesareti artırma muayenei latife ve müheyyice: ince ve hayecanlı arama mahalleyi ahmet'e karşı bir mağlubiyeti muhakkaka barı rezaletinden kurtardıkları için tosun'la emin birçok takdirata, şabaşa, aferinlere, iltifatlara nail oldular. desti tahsinle yüzlerini, sırtlarını okşamadık kimse kalmadı. her ikisi de kabadayıca gurur ve muvaffakiyetle hindi gibi kabarıyorlardı. kırdıkları döktükleri, yedikleri içtikleri, bütün bedmeslekleri affolundu. bu teveccühi fevkaladeden istifadedeyorgancı kalfaları fırsatı fevt etmeyerek heyeti muayene odasına sokuldular. tayini cinsiyet için çarşaflar açıldıkça o nazarrüba çehreler miyanında top salata'nın zuhuruna sabırsuz bir intizarla müterakkıp idiler. bu isim, iştihayı sevdalarına o kadar muvafık gelmişti ki bunun sahibini yeşil, kıvırcık ve çiğ çiğ yenir bir mahiyette tasavvur ediyorlardı. niyetleri de mevki müsait olsa kadının badei gerdanından doya doya nuşi sevda ettikten sonra son meze olarak kendini de ziftlenmekti. komiser, sürüden tekeleri ayırmak için çarşaflılara hitaben amirane bir sada ile: hangileriniz erkek, hangileriniz kadın? bu sualine cevap alamadı. çarşaflılar cinsiyetlerini gayrikabili tefrik bir halitai mudika haline getirmek için birbirlerine daha ziyade sokuldular. erkek mestureler kadınlardan ziyade hirasandı. bu belayı rezaletten yakayı kurtarmak için öyle bir hanedeki kadınlığın hizmeti sefilesine rağmen kabil olsa tebdili cinsiyete razıydılar. kaba, iri endamı mesturu şübhei recüliyet veren bir çarşaflıya komiser işaretle: barı rezalet: rezalet yükü şabaş: takdir ve beğeni bildiren, aferin, bravo anlamındaki söz desti tahsin: övme, alkışlama eli fevt etmek: kaybetmek, elden kaçırmak nazarrüba: bakışları kendine çeken gayrikabili tefrik: birbirinden ayırt edilemez halitai mudika: sıkı karışım hirasan: korkak şübhei recüliyet: erkeklik şüphesi siz şöyle ortaya çıkınız. bu emre karşı çarşaflı, küçüldü büzüldü, kırıttı. daha ziyade örtündü. o kadar enzarı tecessüs ve istihzaya karşı teşhiri hüviyet etmek istemiyordu. komiser: nazlanmayınız efendim. yine cesareti hareket gösteremedi. komiser, muhatabını kolundan tutarak ortaya getirdi. hemen başından çarşafı çekiverdi. meydana alafranga kırpılmış, sarı sakallı, enli gür kaşlı, hemen otuz beşlik, iri bir simayı pürheybet çıktı. çarşafın tahtı mesturiyetinde iken kadınca edalar göstermeye uğraşan bu şahıs, şimdi serkeşane bir erkeklikle: ben arnavut beylerindenim! yirminci asrı medenide böyle nim resmi bir komedya oynamayı size gösteririm! kim olursanız olunuz. tebdili came ile komedya aktörlüğüne çıkan sizsiniz. merkezde nöbet, tahkiki hüviyetinize geldiği zaman kim olduğunuzu söylersiniz. şimdi susunuz, bizi işgal etmeyiniz. mahalleliden biri: bizim baskın usulü asır hesabına gelmez. şu herifler bu akşam yalnız erkekliğin değil, mübarek sakalın haysiyetini bile ihlal ettiler. sakalımdan utanmaya başladım. komiser, çarşaf altında cinsiyeti meşkuk duran kabacalardan birini daha mevkii muayeneye çekerek: çarşafınızı açınız! bu ikinci, daha cesur bulunarak başından carını kendi eliyle indirdi. koyu kumral saç ve kırpık bıyıklı, azayı vechiyesi nazik, serkeşane: inatla, dikbaşlılıkla nim resmi: yarı resmi tebdili came: kılık değiştirme meşkuk: şüphe uyandıran, şüpheli azayı vechiye: yüz organları solgun renkli bir delikanlı başı göründü. yakası dantelalı kadın elbisesi arasından uzanan bir erkek kafası, oyununu bitirerek soyunmaya gelmiş bir zenne manzarası irae ediyordu. hasan efendi, soygunu tanıyarak hemen bağırdı: vay oğlum, kenan'ım, kadınlık sana ne kadar yaraşmış! kenan: insan, kadın kıyafetine değil, yılan gömleğine girse yine sizin barbarlığınızdan kurtulamayacak. hasan efendi: ne yapalım? açıktan açığa icrayı fuhş etmek, domuz sucuğu yemek, daha bilmem ne haltlarda bulunmak isteyenleri keyiflerinde serbest bırakacak kadar çok şükürhenüz bu mahallelerde medeniyet terakki etmedi. kenan: mahalleleriniz külliyen aybı fuhşdan ari mi? komiser efendiye sor. vukuatı zabıtayı tetkik et. mahakimdeki izalei bikr, fi'li şeni davalarını dinle. bunlar meydana çıkanları. çıkmayanlarıysa elbette daha ziyadedir. sucuğa gelince, o senin okkasını beş altı kuruşa yediğin, ekserisi ölmüş hayvanların kokmuş etlerinden, üzerlerindeki sinekleri de beraber kıyılarak yapılan nevi, elbette sosisten daha midevi değildir. mahalleli içinden bir ihtiyar, hemen altındaki müttekasını, kadın kıyafetli kenan'ın başına doğru uzatarak: söyletme habisi, bunlar büsbütün mervanlaşmış gitmiş. işittikçe fena oluyorum, kanım donuyor. şimdi elimden bir kaza çıkacak. kenan: irae etmek: göstermek soygun: soyunmuş kişi izalei bikr: bekaret bozma fi'li şeni: ahlaksız fiil mütteka: değnek, baston vay efendi, senin kanın var mı ki donsun! istiyor ki benim gibi yirmi yedi yaşında bir delikanlı hala kendisi gibi mutaassıp bir ihtiyarın kafasıyla düşünsün ve sonra terakki edelim. ihtiyar titremeye ve bağırmaya başlayarak: terakki etmeyelim. istemez! istemez! istemez! terakki ettikçe dinden, imandan bütün bütün çıkıyoruz. mümkünse üç dört yüz sene evvelki zamanımıza avdet edelim. hasan efendi: hacı ömer efendi hiddetlenme. böyle bıyığı kırpık, saçları yatkın taralı bir genç gördün mü hemen kaç. bunların lakırdıları insana selamünkavlen getirir. ahir zaman, ahir zaman. anlamıyor musun? komiser, ihtiyarı teskine uğraşarak muayenesine devamla: mestur daha kaç erkek varsa ortaya gelsin. iki delikanlı daha çarşaflarından tecrit edildiler. komiser, çarşaflılara hitaben: içinizde başka erkek kaldı mı? kadınlardan biri: hayır, kalmadı. komiser: doğru mu söylüyorsunuz? kadın: inanmıyorsanız muayene için bir ebe getiriniz. hazırunda kahkahalar. komiser: sağdan üçüncü, mor çarşaflı gözüme irice gözüküyor. kadın: kadınlığımıza sizi ikna için neremizi açalım? emrediniz. selamünkavlen: inme, felç mestur: örtülü gençler tarafından kahkahalar, ihtiyarlardan protestolar. komiser mahalleliye hitaben: ne dersiniz? muayeneye hitam verelim mi? etrafta muhtelif reyler işitilir. ihtiyarlar muayenenin kifayetine, gençler amikan devamına taraftar görünürler. nihayet mahalleliden orta yaşlı bir zat: efendim, mademki cinsiyetlerinde şek vardır, sureti katiyede defi iştibah için mevcut mesturelerin birer defa başlarını açmaları lazım gelir. komiser: o halde mor çarşaflı ortaya gel, başını aç. mor çarşaflı, bir hiramaşubla ortaya gelir, çarşafın üst kısmını başından atar. mebzul açık kumral saçlı, kıvır kıvır kirpikler arasından füsunkar bakışlı, devri inkişafta iki pembe gül kadar taravetli yanaklar arasında mini mini burun ve ağızlı, büyük bir üstadın desti kemalatında tıraşide olmuş şaheser bir heykel gibi levendendam, tüller içindeki göğsü, bediateynin hattı fasıllarına kadar küşade, güllerden, yaseminlerden, kamelyalardan müteşekkil buketi andırır bir kadın görünür. herkesi bir sükutı meftuniyet istila eder. çiçek demeti buy u letafetindeki bu kadın, sinemada görülen canlı moda modellerine müşabih bir tarzı dilfiribde nazlı nazlı başını eğer, bir mil üzerinde devreder gibi dönerek cazibedar enzarını baygın baygın halk üzerinde dolaştırarak endamının sağını solunu kemali işve ile teşhir eder. tosun, o zamana kadar zapt ettiği narai mestisini artık tutamayarak: amikan: derinlemesine şek: şüphe, zan hiramaşub: baştan çıkarıcı salınma taravet: tazelik, körpelik bediateyn: iki güzellik hattı fasıl: ayrım yeri tarzı dilfirib: aldatıcı, kandırıcı, gönül çelen tarz ah güzelim, bitirdin bizi! senin için çarşaf değil, mezara bile girerim! sarhoş susturulur. kenan ile atışan ihtiyar, feveranı taassubla bağırır: komiser efendi, yetişir artık. karı örtünsün. namahremdir. kadınlığı anlaşıldı. diğer suretle isbatı cinsiyete lüzum yok. nabekar hepimizi boyumuzca günaha soktu. cemi ümmeti muhammed'i hak bunların şerlerinden saklasın. açık çarşaflılar arasındaki sakallı arnavut beyi yanındakinin kulağına: bu vuslat ne yaman karıdır! şu saati felaketi de revacı hüsnü için bir reklam gibi istimal etti. vuslat örtünüp çekilir. komiser: haydi, biriniz daha geliniz. teşhirgaha davet olunan kadınlar haydi sen çık, o çıksın, ben çıkayım sözleriyle birbirini dürtüştürmeye başlarlar. nihayet birisi, yanındaki refikasını iterek: haydi salata sen çık! teklifinde bulunur. salata mevkii muayeneye yürür. tosun'la emin: ulan, salata geliyor! tebşiriyle birbirinin boş böğürlerine yumruk kakıştırmaya başlarlar. salata ortada durur. aynı edayla çarşafının üst kısmını indirir. mermer beyazlık parıltısıyla göz kamaştıran, haddi nisabında dolgun, eltaf bir gerdan üzerinde nümudar bir saksı fesleğenini andırır top, sık, kıvır kıvır, kesik siyah saçlar alna, yanaklara, enseye dağılmış, vücudu beyaz, tepesi kara fizan pilici körpelik ve cemi: bütün teşhirgah: sergileme, gösterydanı haddi nisab: yeter derece elta çok latif nümudar: görünen letafetinde bir kadın siması, genç, ihtiyar bütün mahalleliyi cezbeye getirir. ihtiyarlar kudreti baligai samedaniyeyi tebcilen tehlil ederler, gençler sadri ahlarla odayı nalezara çevirirler. top salata, şaşaai hüsnüne karşı peyda olan bu gulgulei hayretten memnunen o da bütün cevanibi melahatini teşhir için bazı kuyumcu dükkanlarında görülen mihver üzerinde dair pırlanta camekanları gibi ağır ağır döner. gözleri kamaştırır. tosun sine yırtan birkaç ahla kanamaz. her türlü tekdir ve tevbihe meydan okuyarak yavaş yavaş kadına yaklaşır: ah cicim! nalei meftuniyetiyle yanağını okşar. komiser hiddetlenerek: ne yapıyorsun? tosun: meyhane miçosu gibi saçları kesik de, palikarya olmasın diye şüphelendim. tıraşlı mı değil mi anlamak istedim. mahalleli ihtiyar: ey, nasıl buldun çapkın? tosun, keskin bir iştiyakla boynunu çarpıtarak bitik, ezgin bir sedayla: kadın. hiç su katılmadık, halis, sütbesüt kadın. kaymak! emin öteden bağırarak: ne ala. vişneli kaymaklıdır. ulan on pak da bana gönder, hararet bastı be! kudreti baligai samedaniye: allah'ın güzel kudreti tebcilen: saygı gereği, ululamak için tehlil etmek: kelimei tevhid sözünü söylemek sadri: göğüsten gelen cevanibi melahat: güzel yanlar tevbih: azarlama palikarya: rum delikanlısı tosun'un bu taşkınlığından şerefi mahalleye tari olan ırz ve ahlak noksanlığını zihninden büyüten ihtiyar, raşedarı infial elini komisere doğru uzatarak: komiser efendi, rezalet başladı. biz buraya baskına mı geldik, çapkınlara kadın beğendirmeye mi? azıcık daha müsait bulunsak maazallah, gözümüzün önünde pek fena haller vuku bulacak. muayeneyi muhtasar yapınız. azıcık şöyle yüzlerini açıp bakmak kafi. tıraşlı mı diye çehrelerini okşayıp kaymaklı dondurma! sadayı evbaşıyla bağırmaya ne lüzum var? mahalleliden biri yanındakine: elhak, uncu'nun güzide sermayeleri varmış. ya ne zannettin birader? buraya giren gecede sekiz on lira masraftan aşağı kurtulamaz. karına kesat. tosun: yüzlerini açmaya lüzum yoksa bırakınız beni, sergiden karpuz seçer gibi hepsini birer birer ayırayım. besbellidir. ondan kolay ne var! ihtiyar: yediği herzeye bak! iktiza etmez. geriye kalan beş kadın muhtasaran muayene olunur. cinsilatife mensubiyetleri müttefikan tasdik edilir. erkeklerin bir sandıkta mahfuz duran elbiseleri çıkartılır. giyinmeleri emrolunur. bir harabei bezmgaha dönen meclis odasında şişe ve cam kırıkları, meze döküntüleri arasında hala atıştırıp duran mahut tari olmak: ansızın ortaya çıkmak raşedarı infial: gücenmeyle titreyen sadayı evbaş: serseri sesleri elhak: doğrusu, gerçekten de iktiza etmek: gerekmek, lüzumu bulunmak mahfuz: saklanmış, gizlenmiş harabei bezmgah: eğlence meclisinin yıkıntısı mahut: adı geçen, malum sakallı, bulut kesilir. yırtık çarşafı bereli vücuduna örter. patlak tef kasnağını boynuna geçirir. adımlarıyla sofada birçok zikzaklar resmederek münhani bir yürüyüşle muayene odasına gelir. heyeti tahkikiyeye kendini takdimle: beni de muayene eder misiniz? kadın mıyım, erkek miyim, vallah bilmiyorum. sizinle beraber ne olduğumu kendim de anlayayım. mahalle ihtiyarı: sus edepsiz! baksana sakalına. yıllanmış tekeye benziyorsun. komiser, sakallı'ya hitaben: edepsiz edepsiz söylenme. haydi sırtından çarşafı çıkar. üstünü giyin, sokağa çıkacağız. sakallı: çarşafı çıkarmam. bilmuayene erkekoğluerkek olduğuma dair mahallece memhur, elime bir tasdikname verilmedikten sonra çıkarmam. vuku bulan şiddetli ibramata rağmen sakallı'ya yırtık çarşafını çıkartamadılar. her kim üzerine varsa dokunmayınız! ırzıma tecavüz ediyorlardı' diye dava ederim. merkeze böyle örtülü gideceğim. dişehletiyim. ırzımdan korkarım. namahremim! feryatlarıyla ortalığı çınlatıyordu. başa çıkamadılar, haline terk olundu. beyler giyindi, kadınlar örtündü. sekenei hane, iki sıra polis jandarmalar arasında bir katar teşkiliyle sokağa çıkarıldı. ahali akşamdan beri mütehassiri temaşası olduğu bu baskın komedyasının son perdesini büyük bir mahzuziyetle karşıladı. bulut: çok sarhoş münhani: eğri memhur: mühürlü dişehleti: kadın mahzuziyet: hoşnutluk, keyif mücrimlerin uzun müddet keşfedilememelerinden mütevellit, sadırlarda müterakim sıklet ü gayzı intizarını herkes şimdi yuhalarla, el çırpmalarıyla boşaltarak ferahlıyordu. sakallı, bu katar içinde yırtık çarşafıyla, boynuna geçirilen tef kasnağıyla bir karnaval soytarısı gibi durmayıp oynuyor, ahali: çarşaflı sakallıya bakınız. bu ne kepazelik. herif amma sarhoş olmuş ha. bu da mı sermaye? cümeli tezyifiyesiyle yuhaların çoğunu buna tevcih ettikçe sakallı ellerini şıkırdatarak: evet, ben de sermayeyim. müşteri yok mu? temeshuratıyla oynayarak rast geldiğine laf atıyor, ortalığı gülmekten kırıp geçiriyordu. uncu ahmet, katarın önünde yine kılavuzluk mevkiinde yürüyor, etraftan yağan şütum u tahkirat, kurşunlu bir kubbe üzerinden durmayıp nüzul eden baran katreleri gibi vechinde hiçbir tesir husule getirmeyerek akıp gidiyordu. mücrimler, muhakkir yüzlerce enzarı tecessüs ve temaşa altında başlarını kaldırıp etrafa bakamayarak süklüm püklüm yürüyorlardı. nazeninlerden çoğu, besbelli zelilane hayatlarında bu rezaleti teşhir ile kanıksamış, istinas etmiş, tecaribi mükerrere geçirmiş olanları düğüne gider gibi biperva, açık saçık yüzleriyle gülüşüyorlar, ahalinin kendilerine yaptıklarından ziyade bunlar halkla eğleniyorlardı. şimdi düşnamla, telinle gözlerini bu kepaze katar üzerine açmış bulunan ahlak müdafii cemaat içinde, kendilerinin naili cümeli tezyifiye: küçümseme, alaya alma cümleleri temeshurat: maskaralık, alay etme şütum u tahkirat: küfür ve hakaretler baran: yağmur istinas etmek: yakınlık kurmak, alışmak tecaribi mükerrer: tekrarlanmış tecrübeler düşnam: sövme, sövüp sayma telin: lanetleme, lanet etme visalleri olabilmek için böyle tehlikei rezaleti göze aldırmaya müheyya çok kimseler bulunduğuna felsefei sanat olarak vakıftılar. bunlardan biri elindeki cigarasını yakmak için yanındaki genç zaptiyeye: birader, şu cigaranı uzat, yanalım! dedi. zaptiye, yanar cigarasını gayridaderane bir meftuniyet tebessümüyle uzattı. derin derin göğüs geçirerek gözlerini, döküntü saçlar arasından dilaşub bir letafet peyda etmiş bu boyalı çehreye dikti. kadın, cigaradan, genç zaptiye de süzüle süzüle nazeninin al yanaklarından yandı. basılmış fahişe, cigaradan iki nefes çektikten sonra bir kahkaha salıvererek yanındaki refikasına: merak etme kardeş. bu geceki baskıncılarımız yarın gece koynumuza girecek müşterilerimizdir. imrendikleri şeyi ayıplıyorlar. şaşarım alemin aklına. dedi ve katar yürüdü. gayridaderane: kardeşçe olmayan dilaşub: gönül karıştıran ikinci kısım ı gece telgrafı kenan bey'in zevcesi ragıbe hanım, heybeli'deki hanesinde asabi bir gece geçiriyordu. beyi gelmediği akşamlar, odasındaki vahdet, sükut, infirat sinirlerini geriyor; nereye baksa melal, kelal duyuyor; etrafını muhit bütün eşya, böyle gaybubet gecelerinde kenan'ın bir sevdayı hıyanetle meşguliyetini sanki ihtar eder gibi sıkletbahş birer mağmumiyeti tahammülfersa alıyordu. evde herkes uyudu. ragıbe hanım, odasına çekildi. tavandan sarkan gül kurusu atlas örtüler arasında elim bir manzara arz eden karyolaya garip bir tevahhuşla bakıyor, içine giremiyordu. boş kalan döşek kısmını işgal edecek vücudun, o gece başka bir sevda yatağında diğer bir kadını aguşi nevazişinde memnun etmeye uğraştığını, müziç bir kuvvei kaşife sanki kendine ihsas ediyordu. yatak odasında ne kadar kanepe, sandalye varsa hepsinin üzerine birer parça oturup düşündükten sonra balkon kapısını açtı. hasır koltuğa vücudunu bıraktı. derin bir tefekküre vakfı zihn etmek için kollarını küpeşteye dayadı. ince muslinler içindeki narin vücudu gecenin serin rutubetini duymuyordu. zulmetlere boğulmuş bipayan bir ayna gibi katrani mücella satıhlar üzerinde pırıl pırıl yıldızların aksini gösteren deniz, sakin ve hamuş idi. nazarı ada infirat: ayrılıp tek ve yalnız kalma melal: hüzün, keder kelal: bıkkınlık, usanç gaybubet: görünürde olmama, başka yerde olma sıkletbahş: sıkıntı veren mağmumiyeti tahammülfersa: dayanılmaz üzüntü tevahhuş: yalnızlıktan korkma aguşi nevaziş: okşama kucağı muslin: hafif, pamuklu bir kumaş katrani: çok koyu mücella: cilalı, parlak çamlarının bihareket, vakur karaltıları üstünden atlayarak maltepe'den kartal'a doğru uzun sahil boyunca koştu. kayışdağı, aydos, yakacık silsilei cibali, namekşuf bir alemi esrar ve zulmete ait vehmalud bir müphemiyette görünüyordu. bu karanlıklar kalbini büsbütün zalamı endişe ile doldurdu. hayatın nısfı demek olan bu siyah cihanı kasveti herkes uyku bihuşisiyle geçiriyordu. fakat kendi niçin uyuyamıyordu? bu muzlim kubbe altında kendini müddei, vicdanını müddeiumumi, kenan'ı maznun addederek bir mahkeme teşkil etti. muhakemeye başladı. birkaç zamandır kenan'a bir durgunluk, bir şaşkınlık, bütün harekatına hilafı mutad garabetler arız olmuş, o eski ateşli zevciyet muhabbeti kalmamıştı. şimdiki nevaziş ve buselerinde, ifası zaruri her muamelatında öyle bir cebrinefs ve iştihasızlık soğukluğu vardı ki hep bunları samimi bir sevki muhabbetle değil, müziç bir vazifenin icabatına katlanır gibi ıztırarla yapıyordu. zihnini, aşkını, neşesini hariçte bırakarak eve geliyor ve haneden bir an evvel kaçmak için türlü sebepler icadıyla uğraşıyor ve ekseriya akşama avdeti meçhul bırakarak gidiyordu. ve daha öyle ahval vardı ki görünüşte birer hiç addedildikleri halde bunların vahametini, derin acılıklarını ancak böyle bir vesvesei ıztıraba düşmüş bir kadın hissedebilirdi. bunları serzeniş tarikiyle söylemeye kendi gibi vakur bir kadının gururı nesevisi katiyen maniydi. bişikayet böyle bir sükutı ıztırab içinde zavallı ragıbe'nin kadınlığı yaralanıyor, sızlıyor ve silsilei cibal: sıradağlar namekşu açık olmayan nıs yarı müddei: davacı müddeiumumi: savcı maznun: zanlı, sanık hilafı mutad: alışılmışın dışında, alışılmadık garabet: gariplik, tuhaflık arız olmak: sonradan ortaya çıkmak ıztırar: çaresizlik, mecburiyet tarik: yol gururı nesevi: kadınlık gururu fakat o, bu bifütur bürudetle kendini öldüren zevcine karşı artık beni eski harı muhabbetle niçin sevmiyorsun? cümlei tazallüm ve şikayetini ağza alamıyordu. meselenin en elim ciheti sustukça azabının artmasında, sevilmedikçe bu nanköre karşı muhabbetinin tahammülfersa bu derecei müfriteye varmasındaydı. zevcinden ayrıldığı son sabahı düşündü. o günü kenan, bilalüzum, evdeki sobalı küçük hamamda yıkanmış, sonra kolonyalı bir banyo yapmış, makineli jilet usturasıyla bir saat yüzünü perdahlamış, ipekli iç çamaşırı giymiş, en yeni kostümünü telebbüsle en şık kravatını bağlayarak gitmişti. ayrılırken ragıbe melul bir çehreyle sormuştu: bey, akşama avdet yok mu? kenan: şüpheli. arkadaşlardan bir ikisi bu akşam konferans verecekler. ellerinden kurtulamaz isem naçar istanbul'da kalmalı. cevabıyla fırlamıştı. kenan bey, katiyen gelemeyeceği akşamları kararını zevcesine hissettirmemek için böyle avdetini meçhul bırakarak giderdi. fakat ragıbe, bu bayağı hilenin tamamıyla farkında idi. zevcinin halindeki bu tahavvül neydi? sadece ragıbe'den bıkmış olmak mı? yoksa aralarına başka bir kadının hayluleti sevdasıyla mı bu bürudeti hisse düşmüş müydü? evet. zevcini kendinden soğutan arada bir kadın mı vardı? bu müthiş hakikatin tebeyyün ettiği yahut kenan'ın bunu itirafa mecbur olduğu gün artık onun tahtı nikahında kalabilecek miydi? böyle bir mecburiyeti elime hasıl olursa bir gecelik ayrılığına tahammül edemediği beyinin iftirakı müebbedine nasıl takat getirebilecekti? bürudet: manevi soğukluk derecei müfrite: aşırı derece bilalüzum: gerekmediği halde perdahlamak: parlatmak naçar: çaresiz bütün bu korkunç sualleri gecenin zulematı kesifesinden, yıldızlardan, denizlerden, dağlardan, çamlardan sordu. bir cevap alamadı. şimdi gece bu mehip sessizliğiyle kendini daha ziyade korkutuyor, bu sükutı meşumu suallerinin felaketini musaddak bir istihza gibi telakki ediyordu. artık bütün eşya lisanı sükutlarıyla kendine: bu bahir hakikati bizden ne soruyorsun! anlamıyor musun? işte kocan başka bir kadın seviyor. sen burada onun gaybubeti hicranıyla uykusuz harap olurken o, sevdiği kadının koynunda bir leylei ezvak geçiriyor! diyorlardı. başını iki eli arasında şiddetle sıkıyor, artık düşünmemek, ölmek istiyordu. ölüm, insaniyetin bu büyük halaskarı, bu meselenin azabı muğlakiyetinden kendini yalnız işte o kurtarabilirdi. bedbaht zevce böyle bir leylei iftirak ve şekki ıztırabın elim saatlerini geçirirken odasının kapısı güm güm vuruldu. gecenin sabaha karşı bu anı sükutunda kapıya, birbiri üzerine bu acil darbeleri indiren kimdi? derhal teşeüm etti. evet, bu bir fena haberdi. acaba birdenbire validesi mi hastalandı? işte bir istical, bir ıztırar olmasa böyle bivakt, kendini rahatsız etmeye evde kimse cesaret gösteremezdi. yoksa o akşamki gaybubetinden dolayı fena zanlar içinde kendini yeyip bitirdiği sevgili kenan'ına mı bir şey olmuştu? yorgun, dalgın vücudunu birdenbire toplayamadı. yoksa bir kabus zulematı kesife: yoğun karanlıklar mehip: heybetli, ürkütücü musaddak: tasdik eden, doğrulanan istihza: alaya alma bahir: apaçık leylei ezvak: zevkler gecesi halaskar: kurtarıcı teşeüm etmek: uğursuz saymak, uğursuz bir durumayormak istical: acele etme, sabırsızlanma bivakt: vakitsiz mu geçiriyordu? bu bir hurafei samia mıydı? büsbütün bir kesele tutuldu. korkuyor, kımıldayamıyor fakat dinliyordu. pek cüzi bir müddet sonra darbeler aynı müstaceliyetle tekrar etti. o zaman aklını başına toplamak için bir iki defa gerindi. saatlerden beri tesiratı havaiyeye karşı bihis kalmış vücudunun ince gecelik elbisesi içinde buz gibi soğumuş olduğunu anladı. dağınık siyah saçlarını omuzlarına itti. sendeleyerek yürüdü. anahtarı çevirip kapıyı açtı. kabarık saçları, kulaklarında altın halkaları, açık kavrulmuş kahverengi gerdanında bir dizi mercan hilyesiyle karşısına habeş hizmetçi şirin çıktı. şirin, döşeğinden pek acele kalkarak terliksiz yürümüştü. beyaz, kısa gecelik gömleğinin altından hemen diz kapaklarına kadar ince bacakları görünüyordu. uyku sersemliğini gidermek için bir eliyle gözlerini ovuşturarak diğeriyle hanıma pembe bir kağıt uzatıp: dilaver ağa kapıyı güm güm vurdu. bana şimdi uyandırdı. istanbul'dan telegram gelmiş. postacı aşağıda bekliyo. imza olunacakmış. aa, böyle gecenin bir vaktinde acaba ne oldu hanımcığım? ödü koptu, gitti! ragıbe hanım lerzan bir desti teşeümle habeş'in elinden telgrafı aldı. arasına sokulu yassı bir cigara gibi katlanmış senedi çıkardı. eline geçirdiği bir kurşunkalemiyle imza ederek şirin'e verdi. hizmetçi aşağı koştu. hanım, lambaya yaklaşarak hemen adrese bir göz attı: heybelide merhum kaşif efendi damadı kenan bey'in ailesine. yazı, kenan'ın hattı desti değildi. sonra düşündü. telgraf yazısı mürsilin değil, makine başındaki memurundur. bu dalgınlığına içini çekerek acı bir tebessüm gösterdi. hurafei samia: kulak uydurması, işitme yanılsaması kesel: gevşeklik, uyuşukluk müstaceliyet: acil olma, ivedilik lerzan: titreyen, titrek mürsil: gönderici telgrafnamenin yapışık kapağını açmaya korkuyor, elleri titriyordu. bu kağıdın arasından çıkacak işarı müstacel, eyyamı hayatının en siyah bir felaketini çizen satırlar mı olacaktı? havfı, tereddütleri, raşeleri hep kenan'a aitti. duyacağı diğer nev her mesaibe katlanabilirdi. uğrayacağı beliye, kenan'ın yüzünden olmasın? en müthiş ihtirazı, korkusu buydu. kenan denizde boğulmuş, şimendifer katarına, tramvaya, otomobile çiğnenmiş, sarhoş olarak biriyle kavga etmiş, her ne sebepleyse bir yerde silah atılırken kazara hedefi dane olmuş olabilirdi. saatlerden beri hıyanetle itham ettiği zevcinden, acaba hiç aklına gelmeyen nagehani bir felaket neticesi olarak mı ayrılmış bulunuyordu? şimdi ithamatına biraz nadim oldu. raşedar parmakları arasında altını üstünü beş altı defa evirip çevirdiği pembe kağıdın mealini anlamak için nihayet kapağı yırttı. şu satırları bir hamlede okudu: kenan bey, bu gece meşhur uncu ahmet'in aksaray'daki kerhanesinde basılmıştır. bütün arkadaşları ve fahişelerle birlikte büyük bir rezaletle zabıta merkezine bade'lisal vuku bulan isticvapta bir müddetten beri vuslat namında bir alüfteyi dost tutmuş bulunduğunu ikrar eylemiş olmakla haneye ademi avdetinden dolayı merak buyrulmayarak aleyhindeki hükmi nizam anlaşılmak üzere yarın mumaileyhin mevkuf bulunduğu mahalden arattırılması lüzumu dostluk namına işar olunur. imza yağlıkçı hasan işarı müstacel: acil bildirme mesaip: felaketler beliye: bela, dert, felaket şimendifer: demir yolu nadim: pişman olan bade'lisal: gönderildikten sonra mumaileyh: adı geçen kişi yağlıkçı hasan efendi, kenan aleyhindeki kini mutaassıbanesini teskin için telgrafnamedeki adedi kelimatın kesreti ücretinden çekinmeyerek ve bu hareketle bigünah bir kadının sinei masumiyetinde nasıl iltiyamnapezir, mühlik bir yara açtığını asla hatırına getirmeyerek böyle işarda bulunmuştu. telgrafnamedeki ibare düzgün ve meal pek sarihti. fakat ragıbe hanım, ilk hamlei kıraatinde hemen bir şey anlayamadı. o satırlar, bir kaynar su şiddetiyle beyninden aşağı dökülerek sanki hissiyatını haşlayıp iptal etmişti. bir daha okudu. bir daha okudu. şimdi kelimeler birer ateşin damga gibi başının içinde intibalar, sızılar peyda ediyor, dimağını yakıyor, eritiyordu. telgrafnamenin meali müdhişini artık anlamıştı. daha ziyade vuzuha ermek için tekrar tekrar okuyor, adeta her satırı ezberlemek istiyordu. bu yağlıkçı hasan efendi büyük bir dost muydu, düşman mıydı? muammayı hayatının şimdiye kadar uğraşıp da seçemediği en muzlim noktai felaketini bu adam, iyilikten ziyade fenalığa benzeyen bu meşali ihbarıyla tenvir etmişti. işte rakibesi vuslat'ın ismini haber veriyordu. ragıbe'nin ıztırabı mechuliyet içinde didindiği zamandan ziyade hakikate erdikten sonra teellümü artmıştı. fakat şimdi ne yapacağını düşünüp bir karar verebilirdi. öyle fena bir yerde basılıp fahişelerle alay alay halkın yuhaları içinde karakollara götürülen bir adamın yüzüne nasıl bakabilecekti? yüzüstü bir kanepeye kapandı. teellümünü gözyaşlarıyla dökmeye başladı. senedi uşağa teslim ettikten sonra telgrafname muhteviyatını öğrenmek merakıyla tekrar yukarı çıkan şirin, oda kapısının önünde durarak hanımının bu giryei matemine meyusane bir tecessüsle bakıyor, sual iradına cesaret edemiyordu. nihayet ragıbe hanım, hummayı felaketle yanan başını kaldırdı. gözlerinin önüne siyah bir perde gibi inmiş gür, uzun saçlarıkini mutaassıbane: bağnaz düşmanlık iltiyamnapezir: iyileşemez mühlik: öldürücü, helak edici hamlei kıraat: okuma girişimi meşali ihbar: ihbar meşalesi nı asabi iki yeis darbesiyle arkaya attıktan sonra hizmetçinin hakikaten şirin olan çehresine müstemendane atfı nazarla: şirin. hanımım. ah, başımıza gelenleri biliyor musun? zenci tü. tü. diye yakasını birkaç defa luabı istiaze ile ıslattıktan sonra: yüreği hopladı. ne var ayo? çabuk söyle. evlere şenlik. bizim bey basılmış. üstüne mi basmışlar? ezilmiş mi? keşke ezileydi de bugünleri görmeyeydim. çıkıkçı yok mu ayo? neresi ezildiyse yine yerine korlar. yerine koymuşlar. hapishaneye. kavga mı yapmış ne yapmış anlamadı ki. benim rüyam çıktı. benim rüyam çıktı. geçen akşam uykumun içinde istikakoz yedim. bana hiç yaramaz. ööö. bıyıkları hala ağzımda duruyor zannediyorum. senin anladığın gibi basılma ezilmesi değil. üstünden otohobil mi geçti? yaradan'a sığındım ohobillerden. sokaklardan bom bom boru çalarak gidiyorlar. geçenlerde bir arap çiğnemiş. istanbul'a gitmeye korkuyorum. senin anlayacağın bizim bey bir kerhanede kötü karılarla basılmış. dostlar, el aleme kepaze olduk gitti! tü! çapkın utanmaz. evde gül gibi karısı dururken kötülerin yanında ne işi var? hanım, şimdi kötü karı pek çok. erkeklerden ziyade kadınlar zamparalık ediyorlar. ben sokakta goruyorum, zaten kokona mı, hanım mı belli değil ki. hanım, lakırdımı affedersin, o senin kocan olacak kanan herif de o ne maldır, ne maldır, ben bilirim. çamlıkta müstemendane: zavallı bir şekilde yalvarırcasına luabı istiaze: allah'a sığınma tükürüğü karıların arkalarından keçi gibi koşar. geçen günü rum kızlarına kağıt helvası aldı. hanıma söylemesin diye iki tane de bana verdi. içimde ne dertler var, ne dertler var ama söylemeye korkuyorum. yoksa. eğer kocan seni sevsin diye istiyorsan sen onu hiç sevme. ben onu sevmezsem o beni sever mi? çıldırır şöyle! neden biliyorsun? benim azat olduğum eski kapı yok mu? işte orada afandi, hanıma bayılırdı. hanım, kocasını hiç sevmezdi. bir delikanlı severdi. nektuplarını ben getirir, kotururdüm. ne yapayım? ben o zaman esirdim. emir kulu. kunahı onların üstüne olsun. bir akşam herifi bodrum kapısından içeri aldık. kilere girdiler. beni kapının önünde bekçi koydular. öğrettiler ki biri gelirse kilere kapan kurdum. fare tutulaca. buralarda kurultu etmeyiniz! de, dediler. ben de öyle söyledim. sonra ertesi akşam afandi, karısına bir elmas kupe daha getirdi. işine bak. kocalara böyle yaparsan kıymetli olursun. benim kilerde kapan kurduğumu afandiye söylemişler. zavallı adam, o sahiden fare kapanı zannediyor. sabahleyin bana sordu: şirin, beklediğin kapana fare tutuldu mu? dedi. afandi, şark diye kapan kapandı. ama koştum fare pek iriydi. kaçtı. tutamadım! dedim. sonra adamcağız o musibet hayvanlar kilerde zahireyi berbat ediyorlar, kapanı bir daha kur! dedi. afandi, siz müsaade ettikten sonra biz her akşam kurarız! dedim. hanım yaşlıydı ama çok süslenirdi. herifleri aldatırdı. kaç delikanlı sevdi, kaç. ben postacılık etmekten tamam üç tane beşibirarada biriktirdim. sonra arabacı ismail bana alaka etti. paralarımı yedi. ben senin yerinde olsam vallahi kanan'a böyle yaparım. hem sen gençsin. hem senin gibi gozel ada'da yok. aynaya baksana bir kere sen o kanan'a layık mısın? ayağını yıkasın da suyunu içsin. ah, daha büyük bir sırrım var ama söylemeye korkuyorum. korkma, söyle. darılma mısın? darılmam. şirin, gecenin sükutunu dinler gibi bir müddet susup başını sallar. kulaklarındaki halkaları sağa sola oynattıktan sonra esraramiz bir tavır alarak: hani ya sarı saçlı, ter bıyıklı, kuçuk kulaklı apiko bir bey yok mu? bilemedim. ayol boyun bağının üstüne bir elmas iğne takar. çamların altına oturur da her zaman kıtap okur. ee? o senin için yanıyor ayo. o nasıl lakırdı şirin! nasıl lakırdı olduğunu bilir miyim ben? sana konul vermiş. ne biliyosun? okur gibi yapar da kıtabın arasından hep sana bakar. bir kadına bakan erkek hemen gönül vermiş mi sayılır? daha neler oldu ama sen bilmiyorsun. ne oldu? hani ya bir gun çamlarda otururken sen bana üşüdüm, eve git de omuz atgımı getir' demedin mi? peki. sonra? sonra ben eve giderkene bu delikanlı bana yolda yakaladı. dadı, sana bir ricam var. dedi. estağfurullah beyafandı. dedim. sana bir nektup versem hanımafandıya koturur musun? dedi. a, hemen bağırdım. bizim hanımafandının kocası vardır. o kimseden nektup almaz. beni kapımdan mı koğduracaksın? allah vermesin, ben öyle şeye alışık değilim! dedim, yürüdüm. arkamdan dadı, bana merhamet et, ben geceleri hiç uyumuyorum. hanımın gozleri beni öldürecek! dedi. uyumuyorsan uyku ilacı al! dedim, kaçtım. esraramiz: gizlilikle karışık sakın ha şirin, öyle bir halt edeyim deme. senin eski kapında ahlakını bozmuşlar. ama sen hala saf bir kadınsın. hamaratsın. hilen, hırsızlığın yoktur. aa, hırsızlık. allah kostermesin. iki elim yanıma gelecek. biliyorum. hem de bize çok sadıksın. kaç hizmetçi değiştirdik, senin gibisini bulamadık. ben doğrusunu söylerim. fakat ben senin ilk hanımın gibi delikanlılarla kilere kapanan kadınlardan değilim. böyle şeylerden bir daha bahsetme. bu söylediklerini annem duyarsa ne kadar işgüzar olursan ol seni bu evde bir gün tutmaz. anlıyor musun? tanımadığın herifler sana sokakta lakırdı söylerlerse cevap bile vermeden yoluna gitmelisin. o esnada odadan içeri ragıbe hanım'ın validesi fehime hanım girdi. arkasına uzun bir pazen hırka almış, başına kundakladığı gecelik yemenisi bir tarafa kaymış, ağır vücudunu rahat taşıyamadığı romatizmalı bacakları üzerinde yüzünü buruştura buruştura, dinlene dinlene yürüyerek geldi. evvela ellerini dayayıp sonra vücudunu ağır ağır yerleştirerek bir kanepeye oturdu. kızının müteellim, solgun, perişan çehresine endişeli, derin bir şefkati maderane ile bakarak: akşamdan yediğim iki lokma yemeği rahat hazmedemiyorum. allah hayırlar versin. yine bu gece karışık karışık rüyalar gördüm. biteviye uyuyamıyorum, alaca bir uyku. ben döşekte didinirken sokak kapısının çıngırağı öttü. duydum. sonra evin içinde aşağı yukarı gezinmeler oldu. merak ettim. döşekten kalkmaya uğraştım. yanımı, belimi alamıyorum ki. karyoladan inebilmek için bak ne kadar vakit geçti. ne var, ne oldu? ragıbe hanım fartı teellümle iki elini yüzüne kapayarak: ah anneciğim! işgüzar: iş bitirici, becerikli pazen: kalın, yumuşak bir tür pamuklu bez biteviye: kesintisiz, sürekli fartı teellüm: aşırı üzüntü ay yüreğim oynuyor! ne var yavrum? söyle. şirin telaşla: hanımafandı. telgram geldi telgram. neler olmuş! fehime hanım çehresini çatarak: sen sus. lakırdıya karışma. ragıbe hanım: anne, öyle bir felaket ki söylemeye dilim varmıyor. fehime hanım: akrabadan biri mi ölmüş? kara haber mi? ragıbe hanım: ölen yok fakat haber kara. fehime hanım alameti teessür olan geğirtilere başlayarak: ay içim eziliyor. kızım uzatma, çabuk söyle. bizim bey kerhanede basılmış. fehime hanım, iki eliyle başını tutup sağa sola sallanarak: ay kurşunla vurulmuşa döndüm. şirin koş, odamda aynanın önünde çiçek suyu var. bardağa bir parça akıt. üzerine su da koy getir. şirin gider. yaptığı çiçek suyu mahlulünün ilk bardağını kendi içtikten sonra ikincisini hanıma getirir. fehime hanım, şirin'den aldığı bardağı evvela kızına uzatarak: iki yudumcuk iç evladım. betin benzin kireç kesilmiş. sakın kederlenme, kahrolsun çapkın! soysuz musibet! sana koca mı yok?! ragıbe, çiçek suyundan birkaç yudum içtikten sonra bardağı validesine iade eder. fehime hanım, mütebaki suyu içerek: elin donsuzunu damat diye eve al, cebinde on paralar yok, burnu kafdağı'nda. azametinden yanına varılmaz. yemek bemahlul: içinde başka madde eritilmiş sıvı, eriyik mütebaki: geriye kalan, artan ğenmez, içmek beğenmez. lakırdı söylenmez. küçük dağları ben yarattım gibi bir eda, bir çalım. üstünü yap, başını yap. giydir, kuşat, donat. cebine para koy. en üstüne şükrane olarak bize bu marifeti yapsın, öyle mi? el gün kepazesi çapkın. ragıbe, yüzüstü kapanıp ağlayarak: vuslat isminde bir kadını da seviyormuş. ay şimdi hafakan boğacak. sevsin. allah mübarek etsin. layıkı öyle karılardır. karakolda mı, polis merkezinde mi, işte öyle bir yerde mevkufmuş. yarın kendini aratmak lazım geliyormuş. aa, büyük sözüme tövbe. nerede olursa olsun aratmam, sordurmam. çapkın. isterse kırk sene mahpus yatsın. şirin: gule gule yatsın. küçük hanıma koca mı yok! asker mi ister, katip mi, yoksa gemici askeri mi? fehime hanım hiddetle: sen sus kadın! her lakırdının içinden çıkma öyle. haydi git aşağı odana yat! şirin: aa meraklandı. bundan sonra bana uyku tutar mı? odamın altında dilaver ağa öyle horluyor ki. geçen akşam kulaklarına pamuk tıkadı, yine uyuyamadı. fehime hanım: haydi şirin, haydi git. bizim derdimiz büyük. ana kız gizli konuşacağız. hizmetçi kadın, damat bey hakkında verilecek kararı anlayamamaktan münbais bir infialle homurdana homurdana çıktı. fehime hanım: şükrane: teşekkür nişanesi münbais: kaynaklanan ne terbiyesiz şey. eski kapılarında bunu ne fena alıştırmışlar böyle. hamaratlığı olmasa bir gün tutmam. ragıbe hanım bürosunun çekmesinden ütülü bir mendil çıkarıp gözlerini silerek: anneciğim, ne yapacağız? yapacağımız şey iki türlü değil ki hangi vechile hareket edeceğimizi düşünelim. bu bir türlü. nedir? bundan sonra ben o maskaranın yüzüne damat diye nasıl bakarım? koca namıyla sen o menhusu nasıl odana alırsın? el alem bize ne der? rezil, yalnız senin benim değil, yedi ceddimizin haysiyetini bozdu. minnet hüda'ya, bizim soyumuzda basılmış kimse yoktur. artık o, ailemiz mensubiyetinden çıkmıştır. bir daha bu kapıdan içeri giremez. ragıbe hanım, bir seylabei büka ile: benim kararım da böyle. boşasın. istemem artık. hüngür hüngür yerlere kapanır. fehime hanım, bir teellümi maderane ile: kızım, niçin bu kadar dövünüp yaş döküyorsun? bu ettikleri içine hicran olmuyor mu? iratlarımız, akarlarımız, aylık koçanlarımız, hepsi onun elinde. kendisinden hesap kitap soran var mı? bildiği gibi atıp tutuyor, sarf ediyor. bizim kuş kadar canımız var. önümüze ne konursa onu yeyip hamdediyoruz. bizden kestiğini, artırdığını götürsün fahişelere yedirsin. baksana, vuslat namında bir de dostu varmış. buna tahammül olunur mu? kenan bey olmasın da süleyman bey olsun. seni, elimi öpene veririm. istemem. artık koca istemem. işte tecrübesini ettik. bundan kurtulayım, başkasını istemem. vechile: sebeple seylabei büka: ağlama seli ı birbirini nasıl buldular? mülkiye mütekaitlerinden kaşif efendi, kerimesi ragıbe hanım'ın tahsil ve terbiyesine zamanımızda kızlar için husulü mümkün olduğu mertebede itina ile sinni tesettürüne kadar onu frenk mekteplerine göndermiş, sonra mürebbiyeler tutmuş, bu yegane zürriyetinin tedris ü talimini büyük bir zevk, bir meşgalei hayat edinmişti. kızın on yedi, on sekiz yaşına vusulünde, pederi bir akşam sektei kalbden fücceten vefat ile ailesini matemler içinde bırakmış fakat fakir terk etmemişti. eramili maaş ve sair akarattan yedi sekiz bin kuruşluk varidatı şehriye ile zevce ve kerimesinin maişetlerini teminen gitmişti. muhitimizde mehmaemken tahsil ve terbiye görmüş kızların akıbetleri ne olur? bu mesailerinin semerelerinden istifade için önlerinde müsait fikri bir tagaddi ve inkişaf zemini bulamazlar. hiçbir yerde gözüküp parlayamazlar. nisvana mahsus medeni cemiyetlerin hemen hepsi mefkut, gayei tahsillerinde erebilecekleri netice, cerait veya resaili münteşireye ara sıra makale göndermek, evdeki külliyen boşluktan ibaret olan zamanlarını hangi efrenç esatizei musikiyesinin meşhur parçalarını ne kadar maharetle çalarlarsa çalsınlar, hane halkınca baş ağrısından başka bir ehemmiyeti terennümiye verilmeyen piyanoyla meşgul olmak, mütekait: emekli vusul: erişme, varma fücceten: birdenbire, ansızın eramili maaş: dul kadın maaşı varidatı şehriye: aylık gelir mehmaemken: mümkün olduğu kadar, imkan ölçüsünde tagaddi: beslenme nisvan: kadınlar mefkut: mevcut olmayan, yok cerait: gazeteler resaili münteşire: yayımlanmış mecmualar, dergiler efrenç: frenk esatizei musikiye: musiki üstatları birkaç sayfa kitap okumak yahut bir el işiyle vakit geçirmekten ibaret kalır. tekellüm ettikleri elsinei ecnebiyeyi, ekseriya evdeki erkeklerden kıskandıkları için en ihtiyarlarından intihap olunan dişsiz bir mürebbiye ile lafzenlik etmekten diğer bir sureti münşerihada istimale imkan bulamazlar. lisan tahsiline verdikleri emeklerin mükafatı mesaisi bazı mesirelerde, orada burada tesadüf edebilecekleri frenk kadınlarına hemen bir bonjur demek kabilinden mahkumı akamet kalır. frenk nisvanının serbestane maişetlerini görürler, zavallı enstrüit kadınlarımızı bir bedbinidir alır. artık muhite, her şeye tan ederler, kendi ayarlarında kadın bulamadıkları için kimseyle görüşmez, ülfet edemez, bir şey beğenmez olurlar. sonra bütün mefkureleri, emeli hayatları bir noktada içtima eder. her bir ihtiyacatı hissiyelerini tatmin, tatyip edecek bir zevç bulmak. o, senelerle süren kuruntularıyla, tahayyülleriyle, arzularıyla zihinlerinde nadir, ender değil, mefkudü'lvücud öyle bir zevci mükemmel yaratırlar ki dünyada değil, seyyaratta bile misli bulunmaz. böyle ekmel bir mahlukun bir gün çıkagelerek bütün hüsranı muhit ve hayattan kendilerini kurtaracağı ümidi lezizine rabtı kalb ederek beklerler. ragıbe de bu hilkat, bu hülyada, bu ümitte idi. çar çeşmle bu halaskarını bekliyordu. onun nazarında, sokakta gördüğü erkeklerin hiçbiri insan bile değildi. boyun bağının rengini iyi intihap edememiş veya çocuğunu elinden tutup sokağa çıkarmış yahut bakelsinei ecnebiye: yabancı diller lafzen: geveze, lafazan mahkumı akamet: verimsizliğe, kısırlığa mahkum enstrüit instruit. okuryazar, tahsilli bedbini: kötümserlik tatyip etmek: gönlünü hoş etmek mefkudü'lvücud: mevcut bulunmayan, varlığı mümkün olmayan seyyarat: gezegenler ekmel: mükemmel, kusursuz çar çeşmle: dört gözle, çok isteyerek kal, kasapla hesap görmeye gitmiş olan erkeklere vah zavallılar! ne süfliyeti hayat. diye acır, onlarla eğlenirdi. tamam gelinlik çağına girdi. güzelliği, malumatı, terbiyesi, mevrus servetiyle iştihar etmiş olduğu için görücüler kapılarını aşındırmaya başladılar. validesi kendini ilk defa giyinip görücüye çıkması için zorladığı zaman ağlamaya başlayarak maman, je ne suis pas une bte vendre şikayetiyle memleketin bu adetine karşı izharı nefret etmiş, biçare validesi bu frenkçeden bir şey anlayamamıştı. sonra uzun süren mücadelelerinde, bilmem hangi nezaret ketebesinden oğlu filan bey için çarşafını örtüp ayakkabılarını giyerek kız aramak saffetiyle bilmediği evlerin kapılarını çalan beyinsiz kadınların enzarı tenkid ü intihablarına çıkacak kadar kendini hakir görmediğini bir belagati muannide ile anlatmıştı. bu acayip ifade karşısında validesi şaşırarak yeisle bağırmıştı: karabaş mı olacaksın ayol! bu memlekette görücüye çıkmaktan başka suretle kocaya varılır mı? sonra ragıbe, teehhülüne talip olacak erkeği kendi görerek, görüşerek, tanışarak, amal, ahlak ve hissiyatını tamamıyla anlayarak, anlatarak hatta sözü de kendi keserek, evet, işte ancak bu şerait dahilinde izdivaç edebileceğini anlatmış, zavallı validesi: ah kızım, adın çıkacak! evlerde kalacaksın! baban seni böyle yapasın diye mi terbiye etti? keşke mahalle mektebinden düzce bir ilmihal okuyup da çıkaydın da benim için daha işe yarar bir kız olurdun. telehhüfleriyle çırpınarak kederinden bir hafta hasta yatmıştı. ragıbe hanım, uzuna karip narin, mevzun endamlı, gayet nazik yapılı, reftarı halavetli, alımlı, vakarlı bir kızdı. esmerin en mevrus: miras kalmış iştihar etmek: ünü yayılmak, nam kazanmak anne, ben satılık bir hayvan değilim. enzarı tenkid ü intihab: beğeni ve eleştiri bakışı belagati muannide: inatçı, dik bir ifade açığı çalık cildinde, henüz el dokunmamış calibi iştiha meyvelere mahsus bir turfandalık, bir taravet ve uzun kirpiklerle haledar iri, şahane siyah gözlerinde, bakanlara hülyayı şi'r veren bahar bahçelerindeki sular gibi bir durgunluk, bir derinlik vardı. gümrah siyah saçlarını gözlerinin ahengi şi'rini artıracak surette tanzimi bilir ve renginin solukluğunu tuvalet sularıyla, pudralarıyla tabiilikten çıkmayan bir itinayla tamirde büyük bir maharet gösterirdi. son moda telebbüse meraklıydı. en meşhurlarına abone olduğu moda gazetelerindeki resimlerin her birinden bir biçim, bir fikir, bir renk, bir zarafet toplar; bunları birleştirerek bir elbise, bir yeldirme, bir çarşaf icat ederdi. giydiği şeylerin pek tabii zannolunan her katında, kıvrımında tetebbu mahsulü bir eseri sanat gizliydi. kızlık zamanında kızıltoprak'ta oturuyorlardı. zadei ta'b u zarafeti olan böyle bir yeldirmeyi giyip ekseri koyu renklerden intihap ettiği bürümcük başörtüsü, ince şemsiyesi, narin iskarpinleriyle dışarı çıktığı vakit bir türk kızından ziyade ziruh bir moda mankenine benzerdi. görücülere çıkmaktan iba eden ragıbe hanım, ruhunun tahayyül ettiği genci şimdi kuşdili, haydarpaşa çayırlarında arıyor, yanında hristiyan bir hizmetçi kızla her gün uzun uzun cevelanlar yapıyordu. aman ya rabbi! arasında dolaştığı halk ne halktı! kozmopolit bir kalabalık! her cinsten, her diyardan, her kıyafette, her çeşit adam vardı. efendi midir, uşak mıdır; lekeli şapşal redingotlarının biçimsiz etekleri sarkan, mutfak bezi gibi medit bir istimal geçirmiş yakalıklarının ölçüleri boyunlarına namuvafık, çarpık kravatlı, dizleri çıkık pantolonlu, iki parmak tıraşlı, kadife eski yelekleri üzerindeki taklit kalın kösteklerinin verdiği gururla sadırlarını şişirerek avuçlarını, avurtlarını doldurdukları kestane, sakız leblebisi, şam fıstıklarını birer mermii sevda gibi rast geldikleri kadınlara fırlatan böyle birtakım kirli heriflerden ragıbe hanım ne kadar biedebane harfendazlıklara, sırnaşıklıklara, yılışıklıklara uğramıştı. iba etmek: çekinmek, kaçınmak, imtina etmek temiz giyinmiş beyler de vardı. fakat moda faturalarında görüldüğü vechile bir üslubı telebbüs, o gayei zevk ü zarafet, o kaşe bunların hiçbirinde yoktu. piyer loti'nin bir romanında bir tenkidi zarifane ile beyoğlu'nun türk şıkları hakkında dediği gibi bunlar asla işte mehmaemken yaklaşabilen ve istedikleri şeyi tamamıyla olamayarak daima mukallit kalan, etvar ve kıyafetçe az çok şaşılıklardan kurtulamayan heveskarandı. genç ragıbe için kıyafet, mütelebbisin miratı ruhiyesi demekti. bütün evsafı insaniyeyi, asaleti terbiyeyi, tekemmüli fikriyeyi orada arardı. kıyafetila mod olanın tahsili, ahlakı, her şeyi de düzgün olur zannederdi. yanında gezdirdiği uranya isminde güzel bir rum kızıydı. küçük hanımın her esrarına vakıf olan uranya, hizmetçilikten ziyade bir matmazel dö konpani vazifesini ifa ederdi. yanlarında taşıdıkları zarif işlemeli atlas torbanın içinde bir iki kitap ve el işi bulunurdu. ekseriya çayırın tenha bir köşesine yahut acıbadem taraflarında eteklerde bir ağaç altına çekilerek küçük piliyan iskemlelerine otururlar, kah mütalaa kah el işiyle meşgul olarak alemin kıyafetini, etvarını tenkiden eğlenirler, bazen önlerinden levnen, şeklen hiçbir zevkiselim ve modayla kabili tevfik olmayan garip biçimlerde yeldirmeler giyinmiş hanımlar geçtikçe gülüşürlerdi. bir ilkbahardaydı. kurbağalıdere'nin bir akuarel gibi saçaklı dalları sulara kadar eğilen sevdavi açık yeşil bir söğüt ağacının gölgesine çekilmişlerdi. birkaç ağaç öteye koyu kumral, uçuk pembe renkli, ter bıyıklı, azayı vechiyesi mütenasip, sevimli bir delikanlı geldi. kahveciden iki iskemle istedi. birinin üzerine pardösüsünü kaşe: özgünlük, karakter pierre loti etvar: tavırlar, davranışlar mütelebbis: giyinmiş la mod la mode. modaya uygun matmazel dö konpani mademoiselle de compagnie. hanım arkadaş, ortak, refik piliyan pliant. açılır kapanır akuarel aquarelle. sulu boya ve hasırlı fesini koydu. diğerine oturdu. koyu lacivert ceketinde satrançlı, açık kurşuni keten yeleğinde, yine o renkte ve dizleri üzerinden geçen hat gayet düzgün duran çizgili pantolonunda biçim ve renkçe bir ahenk, bir tenasüp vardı. yakalığın irtifaı, kravatın bağlanışı, iğnenin intihap mevkii, koyu hardal rengi buldok iskarpinlerin ipek bağlarına varıncaya kadar her şey bu ahenge dahildi. telebbüsünün heyeti mecmuasındaki bu etüt, ragıbe'nin nazarı dikkatinden kaçmadı. türk'ten ziyade bir avrupalı kadına benzeyen ragıbe'ye bu delikanlı bir istiğrap tecessüsüyle dik fakat takdirkar birkaç nazar fırlattı. garip bir memnuniyetle ragıbe'nin yüreği oynadı. genç kız, hayalatının bütün safveti tezhibatıyla, bütün bakir hissiyatıyla gönlünde yaratmış olduğu delikanlı acaba bu olabilir miydi? yoksa bu muydu? kahveci geldi. beyden, ne emir buyurduğunu sordu. bir lokum, dedi. tepsi içinde bulanıkça bir bardak suyla lokum geldi. kahveci çekildikten sonra beyefendi, şekeri ufak kurşun çatala saplayarak dereye fırlattı. ragıbe, bu nezaheti taba hayran oldu. çünkü kendisi de aynen böyle yapardı. ilk tesadüf dakikasında tabiatların bu tevafuku bir fali hayr idi. bey, pardösüsünün cebinden tirşe kaplı fransızca bir kitap çıkardı. mütalaaya koyuldu. küçük hanım da sarı kaplı frenkçe romanına devam etti. ragıbe hanım, haneye avdetinde gece hep o genci düşündü. bu tesadüften evvelki hayalatı, esası hututu birer hakikat üzeriheyeti mecmua: bütün olarak görünüş etüt etude. incelik, özen nezaheti tab: huy temizliği fali hayr: hayır alameti, hayrayorulan durum tirşe: yeşil ile mavi arası renk esası hutut: gerçek şekil, gerçek hatlar ne ibtina edemeyen müphem bir eboş idi. fakat şimdi model bulunmuş, görülmüş, hayal hakikat olmuştu. kadim tahayyülatındaki bazı nevakısı şimdi bu asla tatbikle ikmal ediyor, bunda evvelden fikri bakirinin erişememiş olduğu birçok faziletler de buluyordu. ragıbe'nin aradığı elegan, komilfo genç, işte buydu. bunda, bu muhitte umduğundan fazla evsaf bile görüyordu. bu ilk yevmi mesudu takip eden diğer günlerde tesadüfler daha sıklaştı. artık şık beyle küçük hanım birbirinin mevakii müntehibesini öğrenmişlerdi. hep oralarda dolaşıyorlar, bakışlar çoğalıyor, hafif tebessümler başlıyordu. beyefendi bir gün ragıbe hanım'a, dere kenarında ince bir geçit başında tesadüf etti. hemen derin bir reverans ve: matmazel! hitabıyla yolu bu güzel kadına açık bıraktı. ragıbe, hafif bir reverans ve: mösyö! mukabelesiyle geçip gitti. ilk muhatabeleri bu kadar sade ve bu kadar alafranga olmuştu. kaşif efendi kerimesi, aldığı frenk terbiyesinin bir türk delikanlısına karşı öyle basit bir kelimeyle bu ilk muvaffakiyeti tatbikinden pek münşerih kaldı. beyefendi de matmazelin bu terbiye dahilindeki serbesti ve fütursuzluğunu bizim bazı kadınların bir erkeğe tesadüflerinde hemen peçelerini sımsıkı indirerek kendilerine mübrem bir hitapta bulunulsa bir kütlei ebkemiyet kesilmeleri ibtina etmek: dayanmak eboş ebauche. taslak nevakıs: eksikler elegan elegant. zarif komilfo comme il faut. adaba uygun, kibar mevakii müntehibe: seçilen yerler, seçtikleri yerler muhatabe: konuşma, söyleşme kütlei ebkemiyet: dilsiz yığın yahut diğer türlü bir münasebetsizlikte bulunmaları gibi halleriyle mukayese ederek kendi kendine evet. enstrüksiyon. yani yüksek terbiye demişti. nihayet bir gün beyefendi, hanımefendiye bir mektup takdimiyle vadii münasebeti açtı. fakat bunda asla aşktan, ateşten bahsetmedi. bu adeta serapa bedbinane, meyusane, müessir, müheyyiç bir felsefename idi. muhitin cehaleti kesifesinden, türklerin fezaili medeniyeyi ademi idraklerinden ve kısmı münevverin hiçliğine nazaran beklenilen tekamülü öyle yakın zamanlarda kabili husul göremediğinden teessürle ümitsizlikler gösterdi. pek acı şikayetler etti ve neticede bahar çimenleri üzerinde, söğüt sayelerinde, ingiliz mislerine reşkaver ciddiyet ve melahat olacak, ismeti hakikiye ile mutarra ve daima meşguli mütalaa bir türk kızının portresini, bütün mahareti kalemiye ve sanatkarisiyle tasvire uğraştı ve bizde henüz namevlud olan ruhı aile, sizin gibi pişvayı terakki, büyük kadınların sinei zafer ve cesaretlerinden doğacaktır. eski adat ve meskenetlerinizi kendi desti terakkiniz ile yırtınız. erkeklerden ümidvarı himmet olmayınız. birkaç asır daha bekleseniz onlar sizi azat etmezler. onlar, hürriyet muvazenetini kendi aralarında bile tesis edemediler. bunu size teşmilden korkarlar. paslanmış bu kurunı vusta kafaları içinde efkarı medeniye, ciladarı inkişaf olamaz. hürriyet, müsavat' kelimelerini memlekette esareti nisvanın tamamii ikaıyla tefsir yollarını ararlar. bu vadide hiçbir haksızlıktan, garabeti mantıkiyeden çekinmezler. çok zamanlardan beri telaffuzu memnu olan ve hala maanii hakikiyelerini bilinmeyen bu iki kelimenin bidayeti inkıenstrüksiyon instruction. eğitim mis miss. bekar kadın, genç kız reşkaver: kıskançlık uyandıran, hasede düşüren mutarra: göz alıcı, parlak pişvayı terakki: eğitim öncüsü teşmil: kapsama kurunı vusta: orta çağ ciladarı inkişa gelişimi parlak labımızda dimağlar içindeki infilakı atisini görünce hürriyet, müsavat anladık. fakat kadınlar ne olacak?' demişler, bu iki mübarek sözden tayeran edecek meal ve hükmi istihlası haremlerden içeri sokmamak için kafeslerin üzerine birer de panjur ilavesini düşünmüşlerdi. kadınlarımızın dimağları beyhude sıkletlerden, çocuklarımız kundaklardan azat edilmelidir. avrupa'daki feminizm cüretlerini, savletlerini görmüyor musunuz? bugün cinsilatif, kütlei ricale karşı yumruklarını göstererek biz insaniyetin nısfıyız. hukukta istisna olmaz. biz de doğduğumuz memleketin havayı hürriyetini tamamıyla teneffüs hakkı tabiisine malikiz. müsavat ancak bu tatbiki kamili ile tazammunı mana edebilir. yoksa boş bir söz olur. bir milletin nısfı hür nısfı esir olamaz. esir analardan hür çocuk doğamaz. hürriyet inkısama, inhisara uğrayınca muzır olur. hürriyeti asliye, mütegallibenin hürriyeti demek değildir. biz artık münhasıran sizin desti lütfunuzla yaşamak istemiyoruz. çekiliniz, menabii maişet bizim için de açılsın. biz de avukat, tabip, müntehap, mebus, nazır olmak istiyoruz. diyorlar. davayı insaniyet ediyorlar. bizdeki kadınlar niçin kabiliyeti beşeriyelerini göstermekten menedilsin? rical ve nisvan el ele verelim, semayı terakkinin güneşlerine doğru koşalım. yaşamak, çalışmak demektir. mesaisiz hayat, ölümün şekli dünyevisidir. dedi. bu mesrudatını uzun sayfalarla, en rakik lisanı ikna ile anlattı. ragıbe gibi ümidi istikbali millet olan, yeni terbiyede bir infilakı ati: gelecekteki patlayış tayeran etmek: uçmak hükmi istihlas: kurtuluş hükmü müsavat: eşitlik tazammunı mana: anlamı içine alma mütegallibe: zorba menabii maişet: yaşam kaynakları müntehap: taşra idare meclisi üyesi mebus: milletvekili nazır: bakan mesrudat: söylenen, beyan edilen şeyler rakik: ince, hassas nüvei kemale tesadüfünden dolayı kendini, meşhudı harikai ilm ü irfanı hasebiyle muhatabesini tebriken mektubunu bitirdi. ragıbe hanım, bu takdirnameye aynı pesimism makamında cevap verdi. muhtaç oldukları ıslahatı ictimaiyeyi katiyen nazarı ehemmiyete almayarak sırf erkeklere yaranmak huluskarlığıyla esareti hazıralarını takdis yollu makalat yazan türk kadınlarından müteneffirane şikayet etti. terbiyei hakikiye, cesareti medeniye ile mütezahir olanlardır. aksi takdirde ona tahsil denmez. bu, müteallimin yalnız sathı vicdanını cilalamış ince bir yaldız demek olur. böyle aptal ve takimi hakayıka alet edilecek ilme, cehl müreccahtır. dedi. sonra mektuplar birini vely etti. bahis, mecrasını felsefei ictimaiyeden yavaş yavaş ummanı sevdaya çevirdi. şekli mübahese, mükatebeden şifahiye döndü. karşı karşıya oturmaya, dertleşmeye, sevişmeye, nihayet tenha kırlarda gezinmeye başladılar. bütün manasıyla avrupa gençleri gibi üç dört ay kadar birbirine kur yaptılar. kendi tabirlerince birbirinin amakı ruhiyelerini sonda yani iskandil ettikten sonra izdivaca karar verdiler. muhatabe: hitap edilen kişi pesimism pessimisme. pesimizm, kötümserlik, karamsarlık huluskarlık: dalkavukluk, ikiyüzlülük makalat: makaleler müteneffirane: nefret eder şekilde, iğrenircesine mütezahir: görünen, ortaya çıkan takimi hakayık: gerçekleri kısırlaştırma müreccah: tercih edilen, üstün tutulan vely etmek: birbirini takip etmek mükatebe: mektuplaşma, yazışma şifahi: sözlü amakı ruhiye: ruh derinlikleri sonda etmek: yoklamak iskandil etmek: bilgi toplamak, içyüzünü öğrenmek naçar, bazı nukatta adeti beldeye, suri tebaiyet göstermekte muztar kaldılar. kenan bey'in validesi, ragıbe hanım'a görücü geldi. fakat adetşikenlik ederek kız gündelik kıyafetiyle görücüleri alelade bir misafir gibi merdiven başından istikbal ile salona aldı. sigara, kahve takdim etti. uzun uzun görüştü. en çok, en serbest, en teklifsizce lakırdı söyleyen ragıbe hanım'dı. oğlan anası evvela hayretlere, sonra dehşetlere düştü. bu erkek cerbezesindeki kokonaya nasıl gelinim diyebilecekti? fakat çare yoktu. oğlunun bu kararı kati olduğunu biliyordu. bu kızın sitayişi terbiye ve melahatiyle kulakları dolmuştu. lailac, bu iş olacaktı. ragıbe hanım, bu görücülüğü bir müsafereti adiye şeklinde telakki eylediğinden validesini ve hizmetçi şirin'i beraber alarak oğlan evine iadeiziyaret etti. çünkü namzedi izdivac olan bu kızla oğlan mümkün olabildiği kadar adeti memleket ve milliyeyi çiğneyerek zıddına harekete karar vermişlerdi. etraftan taaccüpler, hoşnutsuzluklar, itirazlar yağdıkça memnun oluyorlardı. hatta oğlan evinde iki kaynanayı yeislerinden öldürecek, o ana kadar nameşhut gayei cürette bir hareket vuku buldu. misafirlerin bulunduğu odaya, damat namzedi beyefendi birdenbire girivermişti. kız anası fevkalade telaş ederek pencere perdesini başına çekip tesettür ile çık oğlum dışarı, ayıptır, günahtır. itirazlarıyla haykırmaktayken ragıbe hanım, odanın ortasına kadar bifütur yürüyerek zevci müstakbelesiyle el ele bonjur yapmışlardı. kenan bu harekette bu derece telaşı, infiali, feryadı mucip terbiyesizlik göremiyordu. çünkü ragıbe hanım ile muhakkak izdivaç edecekti. bir nihali naz gibi böyle narin, hasna müstesna genç bir kız ortada dururken onun ellilik şişman validesine nameşru bir nazarı iştiha suri: yapmacık, görünüşte muztar kalmak: zorunda kalmak, mecbur olmak adetşikenlik etmek: geleneklere karşı gelmek cerbeze: yırtıcılık, tuttuğunu koparma kokona: süslü püslü kadın lailaç: çaresiz taaccüp: şaşma, hayret etme hasna müstesna: eşi benzeri zor bulunan, güzel kadın ile bakmak akıllara gelebilir miydi ki bu kaynana olacak kadın telaşlar içinde feryatlar kopararak tesettür için perdelere sarılıyordu? oğlanla kız nasıl bir akılda, bir fikirde, bir cürette iseler iki valide de geçirdikleri hayatın itiyat rabıtalarıyla sımsıkı bağlı kalmış, itikatça müttehit zuhur ederek birbirleriyle çarçabuk anlaşmışlardı. kaynanalar hemen sofaya kaçarak bu alafrangalıkların, bu günahkarlıkların suzişnak derdi elimiyle birbirine sarılıp ağlaşmaya başladılar. kız anası: ah. diyordu, ah, biz vaktiyle böyle mi kocaya vardı idik? her adetimizle ortadan haya da kalkıyor. ne günlere kaldık! öteki yana yakıla cevap veriyordu: ne olduk demeyelim, ne olacağız diyelim. acaba torunlarımız ne halde evlenecekler? bir köşeden bu hasbihali dinleyen şirin, bu suale karşı şöyle mırıldayarak keşfi istikbal ediyordu: gebe kaldıktan sonra. bu beyle hanım, karanlık bir kısmı cihan addettikleri memleketlerinin fezayı cehaleti içinde ilim ü danişleriyle parlayan iki muzi cirmi semavi gibi birbirini hiss ü cezb ile izdivaç ettiler. haddi azamii telezzüz düsturı felsefisi bu izdivacın ilk ayları, ne şad u hurrem, ne pür hazz u safa bir ahengi hissiyat ve muhabbeti mütekabile ile geçti. kenan, o ne kalbi cevherle meşhun, o ne perestişkar, o ne hassas, o ne derin feyselof, o ne munis, mefkudü'lemsal bir kocaydı. hissen, ruhen el ele tutunarak mesudiyeti garamın şevahikinde muzi: ışık veren, aydınlatan cirmi semavi: gök cismi hiss ü cezb ile: hissedip kendine çekerek mefkudü'lemsal: eşi benzeri olmayan şevahik: doruklar uçtular uçtular. sonra birdenbire inkisarı bal ile o cenneti hayalattan hakikatin sert zeminine yuvarlandılar. o bildikleri ince felsefeleri, dünyada hemen her irtibatı şehvaniyenin akıbeti gark ve mahvı olan o adi işbai nefsani kayasına çarpmaktan kendilerini kurtaramadı. teehhülün ilk aylarında zevceyne rehnümalık etmek için yazılmış kitaplar getirttiler. sırf istifadei nakdiye maksadıyla muharrer bu nevi asarın ekserisi gülünç akvalini bu yeni hayatlarına tatbike uğraştılar. kendilerini felsefede, her şeyde mütebahhir zanneden bu iki genç, izdivaç aleminin zevkleri yanında ictinabı lazım ne büyük tehlikeler bulunduğundan bihaber idiler. fransızca nesirler, nazımlar okuyorlar, piyanoda en müntehap parçaları çalıyorlar, kırlarda kol kola uzun gezintiler, seyranlar yapıyorlar, fenni, felsefi, edebi münakaşalar ediyor, şiirler yazıyorlardı. beş ay, altı ay kadar bu hayat böyle gıbtaaver bir lezzetle, mesudiyetle geçti. evvela mütenevvi görünen bu huzuzat, yavaş yavaş yeknesak halini almaya başladı. her gün, her gece aynı kadınla bir dam altında bulunarak kitap, risale, gazete sahifeleri karıştırmaktan, bütün netayici fikriyesini, uzun günler, saatlerle dinleyip bir gınayı istima gelen hemen aynı hüküm ve sözleri refikasından mükerreren yine işitmekten, nöbet çalgısı gibi her gece piyanoda veber'in, şuber'in, şopen'in naleleri, bethoven'in adajiyolarıyla beyni ezilmekinkisarı bal: kanat kırılması zevceyn: karı koca, eşler rehnümalık: yol gösterme, kılavuzluk müntehap: seçkin gıbtaaver: özendiren mütenevvi: çeşit çeşit huzuzat: hazlar, zevkler Weber schubert chopin beethoven adajiyo adagio. yavaş çalınan parça ten kenan'a kelal ve adeta yılgınlık geldi. zaten zihnen bir terbiyei musikiyeye malik değildi. alafranga otürleri alkışlamak, yeni fikirlilik modası icabından olduğu için daima bunlara perestişkar görünür, şarkı, ut filan duyduğu yerlerden yüzünü ekşiterek kaçardı. hakikatte her iki musikinin de mebadisine bile vakıf değildi. zevcesi piyanonun kapağını açtığı zaman artık kenan'ın kaşları çatılıyor, bu takatfersa dangırtıdan beynini biraz olsun kurtarabilmek için başka bir meşguliyet arıyor, parçanın hitamında ragıbe hanım bir kelimei takdiriye işitmek için başını çevirip de: dikkat ettiniz mi bunda ne kadar müessir bir şarm melodik var? sualini irat ettiği vakit, kenan elindeki kitabın sayfalarını karıştırarak: hoş. hoş. cevabı sade ve muhtasarını veriyordu. artık bütün ezvakını tadıp sefasına iyice doyduğu izdivaç alemi, kenan'a melal getirdi. dışarı çıktığı zaman hanede, büyük sabırsızlıklar içinde dört gözle avdetine intizar eden bir kadın bulunduğunu düşündükçe eve girmesini istemiyor, sokakta gördüğü, hüsnen zevcesinden dun benatı havva kendine daha calibi iştiha görünüyordu. nikahta olduğunu söyledikleri keramet ne kadar makus bir kerametti. evvela pek tatlı bulduğu bir rabıtai şeriye, şimdi ağır, taşınmaz bir ribkai esaret sıkletiyle boynunu sıkıyordu. pek mühim bir mazeret olmadıkça hane haricinde bir gece geçiremiyor, bazen gecikse sebebi teehhürü berahini katiotür auteur. yaratıcı, sanatçı mebadi: temel unsurlar şarm melodik charlodie. çekici ezgi, tılsımlı melodi dun: alçak, soysuz, deni benatı havva: havva'nın kızları calibi iştiha: iştah getiren, çekici ribkai esaret: esaret kemendi ye ile ispat ve izah lazım geliyordu. daima, ister istemez, koşa koşa eve gel. fakat niçin? hilafı arzu böyle bir mecburiyeti elime, esaretten diğer suretle tefsir olunur mu? esir demek bir efendinin münkadı evamiri olmayı vazifei hayat bilmek değil midir? bu da ondan başka türlü bir şey miydi? kenan'ın hakikati haldeki felsefesi ne bedbinane idi ne nikbinane. o, hodbinane bir felsefenin zebunuydu. pratik yani ameli bir gençti. göründüğü gibi değildi. hiçbir hissinde, fiilinde ciddiyet yoktu. icaba göre hezaretvar alan, tekmil hakayıkı kendi safsatasına uydurmaya çalışan bütün manasıyla bir mesleksizdi. teehhülün iki safhası olduğunu bilmiyor yahut bilmek istemiyordu. onun için lazımei izdivac huzuzatı cinsiye ile başlamış ve onun zevaliyle sönmüştü. tabiatta kadınla bir çift teşkil etmenin zevki neviden başka insaniyeten bir vazifei aile ile de alakadar olduğunu aklına getirmiyordu. evlenmenin safhai evveliyesindeki lezaiz, mürurı zamanla az çok kuvvetini kaybeder. fakat safhai saniyedeki vezaifi aile, mühmel kalamaz. bu cihet, evleneceklerin ariz ü amik düşünmeleri lazım gelen bir noktai mühimmedir. birinci safhadaki zevk muvakkattir. fakat ikincideki aile babalığı lezzet ve şerefi müebbettir. teehhülden gayei maksad da zaten budur. zevki cinsi, bilateehhül de tatyip edilebilir. berahini katiye: kesin deliller münkadı evamir: emirlere itaat eden bedbinane: kötümserce nikbinane: iyimserce hodbinane: bencilce zebun: düşkün, aciz bir şekilde bağlanan hezaretvar: bin türlü tavır mesleksiz: tuttuğu bir yolu, dünya görüşü olmayan zevki nevi: cinsel zevk mühmel: ihmal edilmiş, boş verilmiş ariz ü amik: enine boyuna, etraflıca, derinlemesine tatyip etmek: gidermek, karşılamak, gönlünü hoş etmek ragıbe, zevcinden henüz bıkmamış, onun bu durgunluklarını, neşesizliklerini, bürudeti hissiyatını gördükçe bilakis kenan'ı daha ziyade sevmeye, üzülmeye başlamıştı. karı koca, şimdi bu iki makus his üzerinde ilerliyorlar; zevce, zevcinin günden güne kaybettiği muhabbetini, kendi sevgisine yeni sevdalar ilavesiyle telafiye, tazmine uğraşarak bu suretle saadeti ailenin imkanı istikrarına çabalıyordu. bu da yanlış bir yoldu. her akşam zevci eve gelince hemen iştiyakla boynuna sarılarak nen var? niçin böyle mahzunsun? diyordu. kenan'ın bu muammayı ye'sini, ragıbe kendi muhabbetinden iştibaha düşmekten mütevellit bir eseri teellüm zannederek türlü ateşin sözler, işvekar nevazişlerle temini sıdkı sevdaya atılıyordu. fakat zevcesinin bu vefakarlığı kenan'ı bütün bütün sıkıyor, bürudeti hissini daha artırıyordu. nihayet ragıbe hanım hakikati anladı. bir zevcin bürudeti kalbiyesini nihayetsiz bir muhabbet izharıyla yeniden teshin kabil olamadığını pek acı tecrübelerle öğrendi. bütün gururı nesevisi isyan etti. badema arzı sevda, temini vefa etmemeye, ne kadar geç ve nerede kalırsa zerrece serzenişte bulunmamaya karar verdi. fakat bu kararın icrası kendine ölümden ağır ve cangüzar geliyor, bazen odalara kapanarak yeisinden minderleri, örtüleri ısıra ısıra ağlıyor, kararında ne kadar sebata uğraşsa yine biihtiyar ara sıra ağzından bazı serzenişler kaçırıyordu. teehhülünden evvel ragıbe'yi teshir için yazdığı mektuplarda, türkiye'de emancipation des femmes yani nisvanın birçok kuyuttan ıtlak fikrinin en cesur, en mübariz taraftarı görünen kenan, şimdi en insafsız, en kutehbin, en adi kocalar gibi yalnız hazzı nefsanisine hasrı endişe ediyordu. hayırhah bir zevcin vateshin: ısıtma, kızdırma badema: bundan sonra, artık teshir: etkileme emancipation des femmes: kadınların özgürleştirilmesi, bağımsızlaştırılması ıtlak: kurtarma, salıverme kutehbin: dar görüşlü zifedar olduğu en birinci kayıt, ailesinin müşterek olamayacağı hususatta uzun uzadıya zevk aramamakken kenan, bunun tamamıyla zıddına hareket ediyor ve bir mazereti vicdaniye olarak kendi kendine ragıbe'yi beraber alıp o baloya götüremem ya! o gidemeyecek diye kendimi böyle eğlencelerden mahrum mu bırakacağım? diyor ve bu gibi umumi eğlencelerde erkeklere refakat eden avrupalı nisvanın kocalarına göz açtırmamaktaki nigehbanlıklarını, kıskançlıklarını görerek böyle cemiyetlerden kadınlarımızı alargada tutan, zevçlere serbestii tam veren adeti belediyeyi şimdi nevumma takdis ediyordu. kenan, felsefenamelerinde, rical ve nisvan el ele verelim. semayı terakkinin güneşlerine doğru koşalım. yaşamak, çalışmak demektir. mesaisiz hayat, ölümün şekli dünyevisidir. kavliyle pürgurur bir tarafdarı faaliyet göründüğü halde kendisinezaretinde bin kuruş maaşla memur bulunduğukalemine ayda beş gün bile devam etmiyor; hanesinde zevcesiyle olan mesaisi ise vakit geçirmek eğlencesinden başka bir şey olmayan kitap okumak, piyano çalmak ve arada adeti belde aleyhinde bir tenkidi müstehziyane ile gazetelere tenakuzlarla dolu fakat alafranga üslupta makaleler göndermek hududunu aşmıyordu. kendilerinin üslubı zevkileri sorulmaksızın yaratılmış oldukları için tekevvüni cibali bile beğenmeyen, biperva, kadime, mevcuda muarız fakat ortaya medit, ciddi mesai mahsulü bir numunei cehdi irfan koymaktan bilvücuh aciz bu fahri ahlak hocaları alemi amele, kendilerini çalışmaktan müstesna birer iş başı mı zannediyorlar? her türk böyle kenan gibi lafzi terakki hahişgerliği ile yaşayıp kendi zevkinden başka hiçbir ciddi faaliyet göstermezse türklük nasıl terakki eder? zevcini zevki hayatının mütemmimi addeden zavallı ragıbe'yi evde yalnız, meyus terk ederek hariçte esbabı neşe ve sürur serbestii tam: tam bir serbestlik tenakuz: birbirini tutmama, çelişki hahişgerlik: isteklilik mütemmim: tamamlayıcı aramaya çıkan kenan bey, evvela kendiyle hemhal olacak yaren aradı ve birkaç tane buldu. bunların en mühimi cabir efendi isminde kadro hariçlerinden, bezlegu, ar ve hayası kıtça, dalkavuk, tufeyli bir herifti. uncu ahmet'in hanesinde gördüğümüz çarşafıyla, boynunda tef kasnağıyla göbek atarak karakola giden sakallı işte bu cabir'di. cabir, ne lisanaşinadır ne felsefe meraklısı ne de malumatı şetta sahibi. o hikmeti hayat olarak üç dört şey bilir: içki, kadın, dalkavukluk ve yaşamak. onlardan öte şeyleri kendisi gibi hayatı kainatın kadrosu haricinde addeder. ihtisası bunlardadır. malumatı tam, tecrübesi amik ve amelidir. kenan gibi nazari, sathi, yaldızlı değil. iç bade, güzel sev var ise akıl ve şuurun düsturı sefahatinin dönmez bir salikidir. malumat satmaz, kimseyi tenkide yeltenmez, davayı hüner ve insaniyet etmez, kendinde olmayan ilim ve meziyatın diğerlerinde ademi vücuduna şaşmaz. o, bilmeyerek kenan'dan ziyade feylesoftur. öyle hezarvücuh hikmeti yoktur. mesleği birdir. onda sabittir. velev zillette olsun, bu sebatı, kenan'ın pürelvan felsefesine değer bir hayatşinaslık addolunabilir. o söylüyor, ben kalıbı ya meyhanede ya umumhanede dinlendireceğim. diyor. neticei efaline doğru sükutunu bilahavf u tevahhuş yiğitçe görüyor; o girivei ahlakiden yükselmek için birtakım nazariyelere yapışarak zamanın felsefesini kirletmiyor; fenalığı, fenalık diye yapıyor; mazeret aramıyor, şerri hayır şekline taklibe uğraşmıyor. alemi küçük, nefsini büyük görmüyor. fakat kendinden bir gömlek aşağı akılda bulduğunu, insafsızca aldatıyor. hem kendi bezlegu: şakacı tufeyli: dalkavuk, başkasının sırtından geçinen malumatı şetta: türlü bilgiler salik: bir yola girmiş olan, bir yol tutup onu takip eden hezarvücuh: bin çeşit boğuyor hem de müşterekü'lmenfaa padaşlarına boğdurtuyor. bu suretle geçiniyor ve geçindiriyor. mesleğinin, sanatının bütün hurdelerine vakıf bulunuyor. istanbul'da, beyoğlu'nda ne kadar sefahathane varsa kuyudu defterindedir. direktöründen, direktrisinden en adi sermayesine kadar hepsini tanır, cümlesiyle dosttur. bu onların, onlar bunun hatırından çıkmazlar. cabir efendi, kendisinin dehasına kail bu feylesof, bu sivri akıllı mütefennin, bu nevusul alim taslağı; kenan bey'e çattığı zaman mal bulmuş mağribi'ye döner. yoldukça tüyleri yeniden biten bir kaz, her vakit ele geçmez bir meta. kenan, dehşeti tefennün gösterip herifi ürkütmek için fransızca en derin morallerden birkaç pasaj okur, kemali halavetle tercümesini de yapar ve ince bir hikmetfüruşlukla ahlaksızlığın ilimle, fenle, felsefeyle vaftiz edilmesinden sonra icrası mübah olabileceğini anlatır. o ana kadar ahlaksızlığı doğrudan doğruya mukaddesattan bilen ve tahfifi vebal için bunun ismini değiştirmeyi aklına bile getirmemiş olan cabir, bu vazı takdirkar ile yerlere kadar eğilerek beyin bu tebahhuruna beyanı hayret eder. sonra zuhuri'de söylendiği gibi cabir önde kösemen, kenan arkada kınalı kuzu. yola çıkarlar. şehrin en çamurlu, en mülevves bahirei sefahatlerine dalarlar. cabir efendi, kenan bey'i vuslat isminde bir karıya çattırır. daha doğrusu bu zevrakı hüsnü, kenan'ın sevda sığlığına oturtur. öyle oturtuş ki zavallı çocuk bütün kudreti akl u felsefesinin heyamolalarıyla uğraştığı halde bu sıkleti aşkı, aşk ve belayı müşterekü'lmenfaa: çıkarları ortak olan padaş: arkadaş, yoldaş kuyut: kayıtlar dehşeti tefennün: bilginin dehşeti, olağanüstülüğü moral: ahlak tahfifi vebal: sorumluluğu, günahı hafifletme tebahhur: derin bilgi sahibi olma, uzman olma kösemen: kılavuz, rehber, yol gösterici heyamola: gayrete getirmek için hep bir ağızdan yüksek sesle söylenen söz sinei nazik ve hassasından defedemez. her kadını sadakat ve muhabbette zevcesi ragıbe hanım ile hemayar zannederek yanılır. vuslat, kenan'ı sevda şamandırasına sıkı sıkıya resenbend edinceye kadar dilbazlıklar gösterir. sonra kendini naza çeker. arada bir, hiç yoktan dargınlıklar çıkarır. beyi üzdükçe üzer. kenan, telifi beyn için her zaman cabir'in vesateti dostanesine müracaat eder. herif barıştırır fakat tekerrür eden bu barış görüşler kenan'a tuzluya oturur. bu sütudeahlak feylesof; miyancısı, hayırhahı cabir ile karı arasında dönen dalavereyi çakamaz. okuduğu moral pasajlarıyla herifi tekemmüli ahlakiye erdi zanneder. vuslat, yine bir gün ruyı sevdasını ekşiterek dildadesini azatlar. kenan, bu şemi aşkının etrafında döner dolaşır, lutfı kabul göremez. bu dargınlık epeyce uzar. uzadıkça biçare çocuğun gönül yangını bütün şedaidiyle saçakları sarar. kenan avunmak ister. bir müddet hasir, meyus, sergerdan dolaşır. nihayet tabaver olamaz. cabir'in vesateti uhuvvetperveranesine müracaatla: dostum medet senden! cabir, cali bir istiğrapla: ne var? ne olduğunu bilmiyorum. sabırsuz, biaman, mühlik bir his beni bitiriyor. allah allah. evet, saati nevmidanemde ben aman allah istimdadıyla haykırıyorum. fakat büsbütün cezbedar olarak ateşler içinde kalıyorum. hassas: duygulu, çabuk etkilenen hemayar: aynı ayarda resenbend: halatla bağlı olan telifi beyn: arasını yapmak, arasını düzeltmek sütudeahlak: ahlakı övgüye layık şedait: eziyetler, sıkıntılar hasir: zarar ziyana uğrayan sergerdan: sersem, şaşkın, perişan istiğrap: şaşkınlık bu kaltak bulunmaz bir hint kumaşı değil ya! sana öyle karılar bulayım ki vuslat ellerine su dökemez. bu psikolojik bir meseledir. zihnim bu karının imajıyla, hayaliyle meşgul ola ola, işleye işleye onu o kadar büyüttü, fevkalbeşer, fevkalmelaik bir hüsni müstesnada bir sanem yaparak gönlüme yerleştirdi ki vücudu meşkuk fakat bütün ağızlarda mütevatir olan dünya güzelini, o melahat ankasını bugün bulup getirsek beyhudedir. hoppala beyim, ne yapacağız şimdi? yapacağımız vuslat'la barışmak. senin gibi mütefennin, feylesof bir beye böyle bir karıya karşı müebbeden meclup kalmak zaafını yaraştıramıyorum doğrusu. müebbeden değil. bu geçici bir histir. fakat bir kalpte tahribat icra ettiği had devresinde yalnız fena halde yakar yıkar. buna feylesofluk para etmez. kadın, kullandıkça buyı müskirini kaybeden bir çiçektir. usarei sevdası emildikçe solar, yıpranır. erkeğe kemaliyle doygunluk geldiği, artık deraguşlarında eski hararet kalmadığı zaman kadının düşkünlüğü artar. aşığının kalbini yeniden ateşlendirmeye uğraşır. ekseriya uğraştıkça düşer. bir erkek bin kadın için yaratılmıştır. arıları görmüyor musun? bir çiçeğin özünü emdikten sonra ondan kalkar, ötekine konar. doyulan bir kadın, özü alınmış çiçeğe benzer. artık cezbetmez. bunda bir haksızlık varsa bizde değil, tabiattadır. sevdada bir hikmet, bir hizmeti telkih vardır. tabiat, erkeği ekinciliğinde boş bırakmaz. harasettenyorgun tarlalardan uzaklaştırır, müsait mezraları ihsas eder. erkeğin hercailiği işte bundandır. sanem: put mütevatir: ağızdan ağıza dolaşan, herkesçe bilinen meclup: tutkun, meftun usarei sevda: aşk özü haraset: ekip biçme mezra: tarım arazisi fakat beyefendi, affedersin. bütün bu uzun hikmetin sizden kaçan vuslat'la ne münasebeti olabileceğini anlayamadım. çünkü ben piyasada bu karıdanyorgun bir tarla tasavvur edemem. sizi bu kadar şiddetle hala nasıl cezbedebiliyor? ha, işte söz oraya gelecek. aman gelsin, meraktan kurtulayım. ben bu kadını daha doya doya istişmam edemedim. bu cihetten çok kurnaz. bütün fahişeliğinin ustalığı işte orada. bir kere arzuma kansam, hevesimi alsam doygunluk devresi geldikten sonra kahpeyi paçavra gibi fırlatacağım. o zaman o bana yalvarsın. hakikatte emelim sevda değil, intikamdır. mutlak ele geçireceğim. mutlak bana ram olacak. mutlak ezeceğim. teşeffi edeceğim. bu karı zaten paçavradan başka bir şey değil. fakat siz onu fırlatamıyorsunuz. ona lüzumundan pek fazla ehemmiyet veriyorsunuz. baba cabir, sana birkaç hikmet daha söyleyeyim. iyi dinle. dinliyorum. bu dünyada her şey nispidir. kıymeti mutlaka yoktur. iyilikler, fenalıklar, güzellikler, çirkinlikler herkesin hissine, zevkine, asabına, terbiyesine, görgüsüne, tarzı telakkisine nazaran taayyün eder. senin paçavra addettiğin şey, benim için bu dibayı münakkaş u muattardan daha fevkalade bir kıymeti haiz olabilir. her şeye kendi hissine nazaran kıymet tayin etme. hayat nedir, bahtiyarlık nedir, emel nedir, kamuran yaşamak nedir bilmiyorsun. ben ameli yaşadım. böyle şeyler okumadım. hangi kitap bunlardan bahseder, onu bile bilmem. istişmam etmek: koklamak teşeffi etmek: öç almakla içi rahatlamak taayyün etmek: meydana çıkmak, belirmek dibayı münakkaş u muattar: nakış işlemeli ve güzel kokulu ipekli kumaş öyleyse iyi kulak ver. sana felsefedeki en büyük düsturu söyleyeyim: bir insan bu dünyaya bir defa gelir. öldükten sonra dirilmez mi? şimdi onu karıştırma. dogmatik şeyleri sevmem. ciddi konuşuyoruz. eğer dirilirsek senin de benim de işimiz bitiktir hani ya. ben sana dünyadan bahsediyorum, ahiretten değil. evet, insan bu aleme bir defa gelir. haddi azamii telezzüzü her ne ise onu yapmalıdır. kulak verme. öbür tarafı efsanedir. hayat da budur, saadet de budur, hepsi budur. şimdi benim haddi azamii telezzüzüm vuslat'tır. beni bundan men için alemin dedikodusu, evdeki karımın ağlaması falan filan hepsi bana gelir. o ahlak kitaplarında yazılan faziletkarlıklar humeka içindir; sana, bana göre değil. avrupa'da şu zamanda moral meselesi öyle bir hale geldi ki ahlak hocaları ne yazacaklarını şaşırdılar. bu sayfada yazdıklarını birkaç yaprak ileride yine kendileri cerh etmeye mecbur oluyorlar. bir kimse bir ferdi menfaati saikasıyla böyle bir cürette bulunursa mezmum oluyor. külde fazilet olan şey, cüzde tebdili mahiyet ediyor. katl daima katldir. daha bunun gibi birçok mesaili muğlaka var ki temelleri, kubbelerini çekemiyor. ahlaktan maksat, insanlar arasında hüsni münasebat ve hakk u adl tesisidir. ahlakın vücubu, hissolunduğu günden bu ana kadar nice bin ciltler doldurulmuş olmasına rağmen insanlar arasında hüsni münasebat görebiliyor musun? milletler milletlerle, fertler fertlerle hala gırtlak gırtlağa. her fert yaşamak için temini menfaate mecburdur. ahlakla maksada vusul bir şekli menfide görülüyor, ahlaksızlıkla ise müspet ve daha kestirme geliyor. bu dünyada ciddi faziletkar hemen yoktur. öyle görünmek isteyenler, yine bir menfaat iktizası olarak o vadiyi alıyorlar. mesela sen yedi yüz kuruş maaş alıyorsun. haddi azamii telezzüz: zevkin doruk noktası humeka: ahmaklar moral: ahlak kül: bütün, hep sonra görüyorsun ki liyakaten senden dun birisi yedi bin alıyor. bu muvaffakiyetin esbabını tetkik edersen o adamın, ahlakın bazı levazımını çiğneyerek kestirme yoldan oraya vardığını anlarsın. bunun adı, efkarı nasda avatıfı talidir. ahlak kitabını açıp okursan o zatın maaşına haset etmenin pek mezmum bir fiil olduğunu görürsün. o muvaffak kimseye on bin cilt kütübi ahlakiye okutsan cabir efendi benden muktedirdir. binaenaleyh maaşımın üç binini ona terk etmek lazım gelir. demez. bu acı keşif, sende ahlak bırakmaz. işte her şey böyle düğüm düğümdür. bu ukdeleri açmaya uğraştığın zaman elin de yanar, dimağın da. ahlak, külliyet itibarıyla tekemmül edebilir. sekiz bin ahlaksızın içinde sekiz ahlaklı yaşayamaz, okkanın altına gider. avrupa muharririni hazırasından açık sözlü bir emile faguet vardır. bu zat, bir eserinde namuslu insanlarla namussuzları birbirinden ayırmakta müşkülat olduğunu ve nihayet ayıramadığını itirafla diyor ki: cemiyeti medeniye içinde namuslularla namussuzların beynindeki farkı adi şudur: namuslular, uzun vadeli namussuzlar; namussuzlar, kasirü'nnazar namuslulardır. demek istiyorum ki namussuzlar, menfaati aniyelerinin hükmüne tebaiyet ederler. namuslular, gelecek yani muntazır menfaatlerinin icabına ittiba gösterirler. bir namussuzun çaldığı bir cüzdanla benim işlerde gösterdiğim sıdk u istikametim sayesinde beş senede erişmek istediğim menfaat, ikisi birbirinin aynıdır. sözlerine bir hürmeti dindarane celbetmek için doğru söyleyen kimse, bu doğruluğunu mürurı zamanla kendine güzel varidat getirecek surette bir sermaye gibi idare eden bir adam demektir. bu adam her ne kadar kendi menfaati hümumiyesi noktainazarından hareket ediyorsa da menfaati hazırasına karşı mücadelede bulunmasına binaen bu doğruluğunda bir tabiilik yoktur. şimdi dünyayı anladın mı baba cabir? ne yalan söyleyeyim, anlayamadım. dun: aşağı durumda olan, yetersiz efkarı nasda: halk arasında avatıfı tali: talihin lütfu kasirü'nnazar: kısa görüşlü, yakını düşünen anlayamadınsa noksan senin kafandadır. emile faguet vazıh ve doğru söyler. beyefendi, şıp diye bir cüzdan aşıran bir hırsızın ele geçirdiği bir menfaatle, namuskar bir adamın beş sene zarfında çalışarak ele getirdiği kazancı nasıl birbirinin aynı olabilir? öyleyse niçin çalışıyoruz? hep çalalım. dünyada namusluluk yok mu? her şeyin böyle üstü örtülü bir namussuzluk olduğuna karar verdikten sonra bu frenkler niçin ahlak kitapları yazıyorlar? emil fake midir kake midir, neyse işte o adam, dünyada namuslu kimse yoktur hükmi cüretkarıyla milletine bu müthiş sözü nasıl söyleyebiliyor? o söyler. o, hakikatten başka bir şey tanımaz. bu sözün hükmü bir hakikat midir? öyleyse yankesici, cebinden para çantanı aşırdığı vakit aniyesine tebaiyet etti deyip hiç ses çıkarmayalım, biz de gidip başkasınınkini aşıralım. nedir ya? dünya dolabının içyüzü işte böyle dönüyor. beş on lira aşıran yankesiciyi zabıtaya teslim edebilirsin fakat insaniyetten spekülasyon namıyla milyonlar çalarak piyasaları durduran sendikalarla bilmem nelerle insanların büyük kısmını aç bırakan o muhtekirlere, büyük hırsızlara bir şey yapamazsın. sivri akıllılığın bu derecesini doğrusu hoş göremiyorum. sen hoş gör, görme. zamanı kadimden beri engizisyonlarla, işkencelerle bastırmak istedikleri hakikat, bugün ateşler püsküren bir ejder dehşetiyle ağzını açtı, zehirler, cehennemler fırlatıyor. sustur bakalım. avrupalı bir herif bir kitap yazıyor, her şeyi dobra dobra söylüyor. insanlara namussuz diyor, her şeyi diyor. bütün riya perdelerini insafsız, cüretkar kalemleriyle yırtarak hakikatleri cascavlak ortaya döküyorlar, vaktiyle olan işkencelerin acısını çıkarıyorlar. daha neler işiteceksin neler! topla tüfekle vazıh: apaçık muhtekir: vurguncu, stokçuluk yapıp ihtiyaç çoğaldığı anda yüksek fiyata satarak haksız kazanç elde eden engizisyon: orta çağ'da, katoliklerde katı din inançlarına karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan kilise mahkemelerinin adı olan muharebelerin tesiratı bu fikir cenklerinin yanında hiç kalır. dünya, bunun velvelesiyle altüst olacak ve kamilen değişecektir. elan savleti fikriyeye karşı koymak saffetinde bulunan engizisyonla idarei maslahat etmek isteyen memleketler var. fakat avrupa'nın birkaç mühim nukatında bu fikir muharebesi azgın yanardağlar dehşetiyle feveranda. kıvılcımlarını dünyanın her tarafına saçıyorlar. bir hükümdar tacının, papanın tiyar dedikleri mücevherli külahının kutsiyeti önünde secde eden insanlar artık azaldı. saçtığınız bu hikmet incileri artık kafi. vuslat'a gelelim. evet, oraya geleceğiz. hep bu sözler zaten onun üzerine. o beni adi bir zampara zannediyor. bana yapmak istediği kurnazlıkları hep akim bırakacağım. onu kıskıvrak bağlayacağım. haddi azamii telezzüzüm neyse onu yapacağım. gayei telezzüzünü herkes yapmak ister. fakat felek buna daima yar olur mu? her hayat, hodbiniden müteşekkildir. felek, yarliğine müstahak, müstait olanlara yar olur. bunu bil. ortada oynanan insaniyet komedyaları için göz bağcılığı eden ahlakiyunun yaygaralarına kapılma. gözlerini aç. haddi azamii telezzüz düsturunun fırsatlarını kaçırma. vuslat'ı senden isterim. işte bu kadar. ahlaksızlığın bir nehri huruşanı olan baba cabir bile bu düsturı hikmet karşısında biraz mütevahhiş kaldı. telifi beyn için vuslat'ı görmeye gitti. kenan'ın başına mükemmel bir çorap örmek için sivri, çengelli sania iğnelerini örgünün içine batırdılar. karıyla ağız birliği yaptılar. nihayet cabir efendi, dehasını felsefei zamane ile bilemiş muhibbi arifi kenan bey'in nezdine avdetle, muharrik bir makamı dustiden şu mavalı okudu: elan: hala, şu anda bile tiara tiara. taç müstait: layık nehri huruşan: coşan nehir sania: hile, düzen, tuzak her nasılsa karıyı ziyade gücendirmişsin. barışmak istemiyor. didar bey isminde genç bir hergeleyi dost tutacak veya tutmuş, işte öyle bir şey. hiç ben orospu nağmesine kanar mıyım? seni hıza getirecek, maksat bu. bu hafta aksaray'da uncu ahmet'in hanesinde yeni hempasıyla birleşeceklermiş. o gece sen de oraya gel. yüzünü görünce belki dayanamaz. ben öyle çok didar beylerin didarına efsun okumuşumdur. kaça alırım. cabir'in istisgaren hikaye ettiği bu rakibi nevzuhurunun ismini işitince kenan bey'in aşk barometresindeki haddi azamii telezzüz harareti birdenbire azabı deruninin derecei incimadına düşerek eli ayağı buz kesilir. dudaklarının rengi uçar. tüyleri ürperir. raşeler geçirir. kurnaz cabir, indirdiği darbeyi tamam can evine isabet ettirdiğini anlar. muğfil nasihinin sözüne ittibadan başka kenan'ın bir çarei hareketi olmadığından o hafta uncu'nun hanesine gitmeye karar verilir ve gidilir. vuslat'ı yeni aşığının kolları arasında bulurlar. kenan bey, birkaç kadeh içkiden sonra sevda ye'siyle kudurur. o cihanaşina, müdekkiki insaniyet, ince feylesof, yakarım, yıkarım, vururum, öldürürüm perdelerinde tuğyanlarla kabadayılaşır. zamparalar, nazeninler birbirine girerler. nihayet, akıl ve insaniyette didar bey daha munis çıkar, vuslat'ı onun kolları arasından alarak kenan'ın aguşi tahassürüne atarlar, dava biter. karıyı üftadesiyle bir hücrei visale kaparlar. sitemler, serzenişler başlar. kenan, maşukai bivefasını okşamakla dövmek arasında tokatlar, yumruklar; asabi, şedit, mudik deraguşlarla çok hırpalar. kenan, sevda düşkünlüğünün derecei elimesini felsefei aşk nazariyatında, pek iyi anlayamamış olduğu bidayeti münaseistisgaren: küçük görerek, küçümseyerek derecei incimad: donma derecesi ittiba: ardı sıra gitme, uyma, tabi olma müdekkiki insaniyet: insanlığı dikkatle inceleyen, insanlık araştırmacısı munis: uysal, yumuşak başlı mudik: sıkıştıran betleri zamanlarında recüli kahramanlıklar satarak vuslat'a bir erkek, bin kadın içindir! düsturı hikmetamizini hayli defa tekrar etmiş olduğundan şimdi kadın bu düsturu tersine çevirerek bir kadın, bin erkek içindir! suretine taklile müdafaai nefs eder. kenan, içtihat hikmetiyle meydana koyduğu bu silahı hakimiyetinin böyle ufak bir takdim tehirle kendi aleyhine döndüğünü görünce şaşalar. bin dereden su getirerek haddi azamii telezzüz kanununun ibrei muvazenetini temin edebilmek için bir erkek, bir kadın içindir! kaidei müsavatını vazeder. vuslat, bir kahkaha salıvererek: beyefendi, bizim sanatımız felsefeyle, ilimle yürümez. şimdiye kadar hiçbir zamparanın ağzından fuhşa hikmet karıştırıldığını işitmemiştim. bizim bulunduğumuz yerlere umumhane deniyor. ondan anlıyorum ki biz bir erkeğin, iki erkeğin değiliz. umum için kiralığız. işte ben seni kiralık bir kadın olmak zilletinden, sefaletinden kurtarıp kendime mal edeceğim. olamaz ki. niçin olamaz? birkaç cihetten olamaz. neymiş o cihetler? evvela ben bu sanata kendi arzumla döküldüm. kızken izdivacıma çok talip zuhur etti, varmadım. saniyen, ben sanatımda hiçbir zillet, sefalet görmüyorum. bir kocanın baskıları, emirleri altında evlere kapatılmış kadınlara kendimden ziyade acıyorum. hiç olmazsa gençliğimin her gecesini bir türlü eğlenceyle geçiriyorum. gençliğin geçtikten sonra? geçmiş ola. ne demek geçmiş ola? recüli: erkeğimsi takdim tehir: sözün iki ögesinin yer değiştirmesi öyle ya. seni seven biriyle şimdiden izdivaç etsen ihtiyarlığını kurtarmış olmaz mısın? güldürme beni. neden? sizin gibi kocaların genç zevcelerine gösterdikleri muhabbet, sadakat işte göz önünde. ben tahkik ettim. senin hanımın genç, güzel, malumatlı, dirayetli ve pek alafranga bir kadınmış. onu bırakıp da buraya ne geliyorsun? gençliğinde üzerine binlerce hıyanet ettiğin karına ihtiyarlığında mı hürmet göstereceksin? ben senin zevcen olsam nihayet bana da yapacağın bu değil mi? tövbekar etmiş de kenan bey kerhaneden bir karı almış! diye evvela el alemin kötü gözleri üzerimize açılacak. sonra münfail zamanlarında nereden geldiğimi yüz defa sen de başıma kakacaksın. ihtiyarlığımda yapacağın en büyük lütuf, önüme bir lokma ekmek koyarak beni bir eve kapamak değil mi? istemem. gençliğimde eğlendiğim kadar eğlenirim. hür, serbest yaşarım. ihtiyarlığımda darülaceze'ye giderim. şimdi yüzlerce erkeğin kutbı perestişi olduğun için şımararak böyle söylüyorsun. senelerin müruruyla çehrenle beraber hissiyatın da değişecek. o zaman eyvah diyeceksin. beyefendi, ben senin gibi uzun hikmetler bilmem. benim bildiğim bir darbı mesel vardır: bir çiçekle yaz olmaz! derler. bu da benim için bir felsefedir. bir erkeğe mal olup oturamam. bu erkeğin adı ister kenan bey olsun ister şadan bey. hepsi benim için müsavidir. diğer zamparalarımın arasında sana bir imtiyazı muhabbet, bir hakkı rüchan vermeyi pek manasız bulurum. erkek değil misiniz, hepiniz de benim dost şeklinde hasımlarımsınız. işte doğru, açık söylüyorum. fırsat düştükçe hepinizden hıncımı çıkarırım. beni sevmek bir felakettir. işte ona göre davran. bir gecelik kiralığımla iktifa et. kutbı perestiş: tapınma merkezi, kendisine tapınılan yer hakkı rüchan: üstünlük hakkı vuslat, kendini bana geberttireceksin! zorbalıkla mı? evet, güzellikle olmazsa zorbalıkla. çünkü seni seviyorum. ne kadar müddet için? ebediyen! eve kapadığın karını da severek almadın mı? o başka. neden başka? senin has malın olduktan sonra bana da yapacağın bu değil mi? yanılıyorsun vuslat. ben diğer erkeklere benzemem. ben karımı eve kapamadım. kızken nasıl serbestse yine öyle her hareketinde tamamıyla hürdür. başı sana nikahla bağlı olduktan sonra nasıl tamamıyla hür olabilir? gülünç iddialar. ben karımın hiçbir hareketini kontrol etmem. ya senin üzerine birini severse? sevsin! sana nikahlıyken bu nasıl olur? nikahı manii sevda mı zannediyorsun? mütezevviç kadınların kocaları üzerine aşıklar peydahlamalarından mütevellit faciaları, mudhikeleri hiç işitmedin mi? evet, böyle vakalar çok oluyor. fakat bunların hiçbiri kocalarının muvafakatiyle değil. namuskar bir koca böyle bir hıyanetin tebeyyünü anında derhal karısını boşar. merak etme, boşayamayanları da vardır. boşayıp da tekrar evlenecekse tuhaf olur. neden? mütezevviç: evli çünkü alacağı ikinci karı da havva'nın kızı değil mi? bundan nasıl emin olabilecek? bazı kadınlar kocalarını cidden, tabiaten severler. böyle muhabbeti tarafeynle teessüs eden nikahlar için korku yoktur. kadınların erkeklerde sevdikleri, hoşlandıkları birçok hassalar vardır. bu evsaftan mahrumiyet dolayısıyla ilk izdivacında felakete uğrayan bir erkek ikinci teehhülü için uzunca düşünmelidir. bir kadını eve kapamakla, tazyikle, cebirle saadeti aile husul bulamaz. kadını serbest bırakmalı, eğer kalbinde böyle bir kötülük varsa dert çabuk meydana çıkar. erkek de istediği gibi hareket eder. bir zevce, zevcinin üzerine gönlünden başka erkekler geçiriyor da tazyikten dolayı bu emelini fiile getiremiyorsa bu gizli ısıtma aşikar bir marazdan daha müthiştir. kadın asabileşir. dünyayı ne kendi görür ne kocasına gösterir. felaketin vukuu bir fırsat zuhuruna muallak kalır. dert bir an evvel anlaşılmalı, çaresi ona göre düşünülmelidir. sen her şeyi böyle tabii vuzuhuyla görür, doğru mu düşünürsün? evet, öyle zannederim. hakikat ne kadar müthiş olursa olsun hiçbir adete, göreneğe, efkarı batılaya kapılmaksızın onu tekmil acı tafsilatıyla göz önüne getirmeli, hiçbir şeyden ürkmeden hükmü ona göre vermelidir. şimdi senden nazik bir mesele soracağım. sor. sen beni seviyor musun? çıldırasıya. mademki her şeyi muhik düşünürmüşsün senin bu hıyanetine mukabil evdeki karın da başka bir erkeği sevse ne yaparsın? göz yumarım. öyleyse beni eve götüreceğine karını buraya getir. şimdi seni sevdim. çünkü bizim gibilere nefretle bakan bütün dünyadaki muhik: hakkıyla, yerinde kadınların bize benzemelerini isterim. sana varsam beni de bu müsaadeyle azadeser bırakacak mısın? vuslat, beni deli edeceksin! mademki bu izdivaç meseleleri, bütün bu dünyanın işleri böyle karışıkmış, hepimiz birbirimize benzeyelim. ortadan dırıltı kalksın vesselam. nev usul bu feylesofane uzun mübaheseden sonra barışırlar. kenan bey, vuslat'ı pürateş sinei tahassürü üzerine bastırır. bu leylei ezvakın nihayet baskın felaketiyle tadı kaçar. alay malay karakola giderler. orada alelusul isticvap edildikten sonra asıl merkeze isal olunurlar. kefalete rapt ile mevkufiyetin ertesi sabah sebilleri tahliye olunur. bu beliyeden, halastan sonra hemen o günü kenan bey kadıköyü'ndemahallesi'nde münasip bir hane isticar eder. cabir efendi'nin kontrolü altında olarak vuslat hanım'ı bu haneye yerleştirir. menkuhasını kıskanmayacak derecede kendini deryadil eden mizacı hakimanesinin neden dolayı kapatmasını kontrole tabi tutmak lüzumunu ihsas ettiğine dair olan bu makus felsefeyi besbelli kenan bey vicdanına karşı izaha mecburiyet görmez. bu işleri bitirdikten sonra heybeli'deki hanesine avdet için yola çıkar. kenan, bin kuruş maaşlı bir memurdur. validesinden de ara sıra beş on lira vurur ama bunlar laşey kabilindendir. asıl sefahat sermayesini temin eden ragıbe'nin servetidir. aile idaresini tamamıyla eline almıştı. sekiz dokuz bin kuruş varidatı şehriyeden ancak iki üç binini bakkala, kasaba, şuraya buraya serpiştiriyor, mütebakisini cebine attırıyor, zevkine bakıyordu. azadeser: rahat, hür isticar etmek: kira ile tutmak, kiralamak menkuha: nikahlı karı, eş deryadil: gönlü geniş, her şeyi hoş görüp hoş karşılayan laşey: çok önemsiz, yok denecek kadar değersiz vuslat'la olan sevda dalaveresi, ragıbe hanım'ı tahtı nikahında bulundurmakla kabili temindi. ondan bıksa da, müteneffir olsa da bu mübrem sebepten dolayı boşayamazdı. her suretle idarei maslahata, mümkün olabildiği mertebe hüsni imtizaca, yüze gülmeye mecburdu. o gece aksaray'da geçirdiği baskın rezaleti, heybeli'deki hanesinden duyulmak muhtemel olabilir miydi? bu cihetten tamamıyla müsterih, bifütur u endişe kollarını sallayarak evine gidiyordu. ıv elim bir isticvap aldıkları müellim telgrafname üzerine o gece ve ferdası günü ana kız uzun ızdırap saatleri ve tereddütler geçirdiler. tutuldukları ilk teessür ve helecanların şedit sadematıyla evvela talaka karar verdiler. fakat bu kelime telaffuz olundukça kızının yüzünde gitgide artan yeis ve nevmidi alaimi fark eden zavallı valide, talak üzerindeki ısrarını gevşetmeye mecbur oldu. kararsız, medit, heyecanlı münakaşalardan sonra bir müddet sustular. yorgun, meyus nazarları pencerelerinin önünde uzanan hareli mavi denizle karşıki sahilin çıplak, esmer silsilei cibaline daldı. şimdi mütevekkil, aciz, zuhurı vukuata intizar ediyorlardı. nihayet ragıbe hanım ağır bir kabustan kurtulmak ister gibi silkinerek elindeki ince keten mendile birkaç damla gözyaşı akıttıktan sonra: merak etmeyiniz anneciğim, boşanacağım. fakat alelade değil. bu ya bir facia ya bir komedya boşanması olacak. intikamımı alarak ayrılacağım! hay allah göstermesin. niçin facia olsun? siz üzülmeyiniz. her işi bana bırakınız. darbeyi tam zamanında ve bütün dehşetiyle indirmek için metanet, sabır lazımdır. kızım ragıbe, senin yerinde olsam işi hiç uzatmam. bir ayak evvel bu beladan kurtulmanın çaresine bakarım. benim bildimüteneffir: nefret eden talak: boşanma, nikahın sona ermesi ğim kenan'sa o herif adam olmaz. er geç bundan ayrılmaya mecbur olacaksın. metanetinizi rica ederim. onun öyle melunane hesapları vardır ki şu anda beni bırakmak işine gelmez. şimdi böyle bir davaya, ısrara kalkarsak belki bu evden defolup gider. fakat bizden intikam almak için ayağımı bağlı bırakır. aramızdaki nikahı bize karşı bir silah gibi istimal eder. yüz yüze geldiğimiz günü zaten talak teklif ederek fikrini, ağzını arayacağım. fakat çok ısrar etmeyeceğim. huyunu bilirim. bizim bu kararımızın katiyetini anlarsa zıddına hareket eder. şimdi o şık kıyafetiyle kirli hapishanenin karanlık duvarları arasında ne yapıyor acaba? ne yapacak? bizi kandırmak için yalan düşünür. o esnada farfaralı yürüyüş ve belagatiyle birdenbire odaya şirin girer. hanımlarına birtakım kirli kağıtlar, küçük defterler uzatarak: hanımafandı, bakkal aşağıda. kasap aşağıda. zerzevatçı, ekmekçi, sütçü, hepsi aşağıda. fehime hanım şaşırarak: aa, neye? bizim evde bugün panayır mı var? şirin: panayır yok. para istiyorlar. hepsinin suratları birer karış. hele o zerzevatçı. ak bıyıklı domuz. bayat ıspanakları, kayış gibi baklaları gonderir. biz onların çoğunu süprüntüye atarız. şimdi gelmiş de para istiyor. fehime hanım: damat bunların bu ay hesaplarını görmemiş mi? şirin: gormamış. ne bu ay, ne evvelki ay, ne daha ondan evvelki. bu herifler kaç zamandır ayrı ayrı gelip gidiyorlardı. hanımafanmelunane: meluna yakışır şekilde, haince dı meraklanmasın diye ben söylemedimdi. bugun da evlere şenlik, allah'ım cenaze varmış gibi hepsi bir araya toplanmışlar, gelmişler. fehime hanım: bu uğradığımız felaket nedir! bu yaşa erdim, minnet rabb'ime, esnafın iki aylık hesabı bir araya geldiğini bilmem. bu ne kepaze, dolandırıcı herifmiş! soysuz, bizim servetimizle, karısının parasıyla fahişeler besliyor, hovardalık ediyor! kızım, bu adamda daha duracak mısın? şirin: o ekmekçi yanko yok mu? o sarı çıyan geçen gunu bana ekmeklerim boğazınızda kalsın. dedi. hoşt köpek! çenen tutulsun! dedim. sonra bana urumca sövdü, ben de ona arapça. fehime hanım: aman sus şirin. şirin: nasıl susayım afandim! rum çocukları bizim kapının önünde oynuyorlar da birbirinin anasına babasına sövüyorlar. onlardan öğrendim: ah bre işkilos. gaydoraki. meskini, kakahoronasa. gamuti manaso. fehime hanım: sus karı, bayılacağım. baksana neler öğrenmiş. rumcayı geçenlerde ada'ya gelen hintli hokkabaz gibi arapça kırması bir edayla söylüyor. pencere önünde oturan ragıbe hanım'ın birdenbire beti benzi kireç kesilir. kansız dudaklarında irtiaşlar uçuşur. vücudunu ürpermeler kaplar. fehime hanım şaşırarak: ne oluyorsun kızım? ragıbe hanım, baygın bir sedayla: bey geliyor. hay utanmaz! ne suratla geliyor? irtiaş: titreme, sarsıntı işte. işte. yokuşun altından koptu. boynu kopsun inşallah! ragıbe hanım, bir sarhoş gibi sendeleyerek bürosunun önüne koşar. bir çıkın para çıkarır. validesine uzatarak: bununla hesaplarını görerek esnafı aşağıdan savınız. rica ederim anneciğim. hiç gürültü, serzeniş istemez. her şeyi bana bırakınız. şirin pencereye yaklaşarak: aa. aa. dandini beyim, hoppala paşam geliyor. hapisten mi kaçtı acaba? ragıbe hanım: haydi şirin sus. evvela dilaver'i çağırıp hesapları gördürünüz. sonra odalarınıza çekiliniz. esnafı uşak odasına sokunuz. bey görmesin. haydi. haydi. haydi. kızının bu müteesirane telaşına karşı hayretinden ağzı açık kalan fehime hanım, romatizma ağrıları içinde bilaitiraz inleye sayıklaya kalkar. şirin ile beraber odadan çıkarlar. ragıbe hanım, hemen aynanın önüne koşar. derbeder başına, çarçabuk bir intizam vermek için birkaç firkete daha yerleştirir. ensesindeki mukavves pırlantalı küçük bağa tarağı çıkarır. saçlarını yukarı yukarı sıvayarak tekrar takar. solgunluğu tamir için pembe pudra ponponunu seri, asabi darbelerle çehresine gezdirir. ipek havlu yumuşak yüz silgisiyle pudranın kabasını alır. rengini tabiiye irca eder. yüzüne kan getirmek için yanaklarını birkaç defa burar. kendi kendini tokatlar. omzuna bir atkı, eline bir kitap alır. koltuğa oturur. ayağını ayağının üstüne atar. hep bunlar birkaç dakikanın içinde olur. meşguli mütalaa, bifütur bir tavır alır. fakat gelen kocasının bahçedeki adım seslerini saydıkça yüreği kökünden fırlayacak gibi çırpınır. sokak kapısı zilinin madeni ihtizazını duyunca helecanı bütün bütün artar. gelenin taşlıktan mübilaitiraz: itiraz etmeksizin rurunu hesaplar. merdivenin gıcırtılarını sayar. nihayet kenan bey beşuş, münfail bir çehreyle odaya girer. ragıbe hanım, helecanını ketm için, kitabı iki çehre arasında bir siper gibi tutarak dalgın, mütalaa tavrını bozmaz. kenan, rolünü iyi ezberlediğine mutmain bir sanatkar vaziyetiyle serbest, şakrak, odanın ortasında durarak: ragıbeciğim, bu ne dalgınlık?. bir mecburiyeti müzice ile bir gecesini senden uzakta geçiren kocanı göreceğin gelmedi mi? ragıbe hanım muğber bir edayla kitabı yüzünden çeker. kaşlarını çatarak: hangi müziç mecburiyetle? tuhaf sual. velev bir gececik olsun, beni senden ayıran mecburiyetlerin hepsi benim için müziçtir. hangi mecburiyetlerin beyefendi? senin bu namı verdiğin eğlencelerden başka ortada bir mecburiyet göremiyorum. doğru. türklerce manaları anlatılamayan birçok kelimeler vardır. mecburiyet, eğlence, vazife de işte bu adattandır. fakat sen bu kelimeleri delaleti hakikiyeleriyle istimali bilen münevver türklerdensin. bir kelimenin nazari manasını doğru bilmekten bir şey çıkmaz. çok kimseler adaletin manasını bilir fakat adil olamazlar. cesareti anlarlar lakin cesur değillerdir. fakat sen bildiğin kelimelerin manalarını nefsine tatbik kuvvetini gösterip ameli bir moralist olabilirsin. mürur: geçme, geçiş beşuş: güler yüzlü, güleç ketm: saklama, gizli tutma, göstermeme mutmain: emin adat: sayılar delaleti hakikiye: gerçek anlamlar burada ferdin, bu baptaki gayreti zatiyesi müsmir olamıyor. bu muhitte bu bir ahengi umumidir ki her şahsın vazifei ictimaiyesini hüsni ifa etmesi sayesinde hayatı milliye mihveri lazımında dönebilir. demek herkes senin gibi hareket etse türk'ün hayatı düzelir! zannederim. ragıbe hanım, müstehzi bir takdirle ellerini çırparak: bravoooooo. eğleniyorsun! belki. terbiyene yaraştıramam. sen her hareketin terbiyeye yaraştığını nazarı itinaya alaydın ben de bu endişeyleyorulabilirdim. ne demek? karanlık sözler. herhalde senin ahlak nazariyelerinden daha karanlık değil. demek ben bir ahlaksızım. tepeden tırnağa kadar. bu büyük bir hakarettir. ne yapalım ki aynı zamanda büyük bir hakikattir. ragıbe! efendim. ben zevciyet vazife ve terbiyesinden bu kadar ayrılan bir kadını itaat yoluna getirmemin usulünü bilirim. pek alaturka görüşüyorsunuz. teehhülümüzden evvel böyle konuşmuyordun. ben de itaati zevciyesini kocasından bu hususta gördüğü numune üzerine ayar etmesini bilen kadınlardanım. zorla başını itaat boyunduruğuna sokturanlardan değilim. hayvan muamelesi edecek bir zevce arıyor idiysen beni intihap etmemeliymüsmir olmak: verimli olmak, sonuca ulaştırmak, işe yaramak din! gösterdiğin vazifeşinaslığa mukabil benden muamele bekle. kendini cin fikirli, beni ahmak zannetme. aldığın ince terbiyeye rağmen herhalde bir türk kadını kalmışsın. bununla iftihar ederim. sana varacağıma keşke dünyada felsefe kelimesini hiç işitmemiş, şalvarlı bir türk'e varaydım herhalde daha bahtiyar olurdum. ragıbe, bu sözlerin pek fena neticeler verebilir. bu alemde hiçbir fena şey tasavvur edemem ki senden daha fena olabilsin. kenan bey bir istiğrap sükutuyla durdu. zevcesinin bu istihkar tavrında öyle derin bir ciddiyet, ağırlık, acılık vardı ki herhalde bu sözlerin en ince elyafına kadar incinmiş, yaralanmış bir kalpten feveran ettiğine şüphe edilemezdi. kenan'ın bundan evvel hanesinde isbatı vücud etmediği geceler çok olmuştu. fakat hiçbirinde böyle hakarete uğramamıştı. ragıbe hanım bir şeyden mi şüpheleniyordu? sebeb ü istinadı tahkiri neydi? esası tecavüzü ne olabilirdi? biraz yelkenleri suya indirerek zevcesinin amakı ruhiyesini iskandil etmek istedi. hazin bir mazlumiyet vazı alarak bir koltuğa çekildi. meyus, rencide, mütefekkir enzarıyla kah uzun uzun önüne bakıyor kah şüpheli şüpheli ragıbe'yi yukarıdan aşağı süzüyordu. ragıbe hanım, sabır ve teenni ve büyük bir metanetle harekete karar vermişken nasıl olup da böyle birdenbire ateşlendiğine kendi de şaştı. zavallı kadının içinde öyle bir volkan kaynıyordu ki zayıf vücudunun bütün mesamatından fışkıran bu alevlere tabaver olamıyordu. söylemek, mütemadiyen tahkir etmek, kocasını iki yakasından tutup silke silke bütün denaetlerini yüzüne teenni: ilerisini düşünerek, düşünceli hareket etme mesamat: gözenekler denaet: alçaklık haykırmak, olanca belagat ve kuvveti terziliyesiyle hırpalamak istiyordu. bir müddet aralarında fırtına mukaddimesini andırır, asabı geren cebri, mehip bir sükut devam etti. nihayet ragıbe hanım dayanamayarak: beyefendi, dün geceki mecburi eğlencenin ne olduğunu lütfen anlatır mısın? kenan bey, zevcesinin asabi buhranını oyalayarak geçirebilmek ümidiyle uzunca sözler arayarak cevap verdi: eğlence mi? bu memlekette eğlence, bulutta balık aramaya benzer. bu kelimenin yalnız adı var, mahalli tatbiki yoktur. koca bir memleket halkı can sıkıntısından esneye esneye ölüyor. ne sosyete var ne mecamii ilmiye var ne tiyatro var ne spor var. niçin? istanbul'da tiyatro yok mu? her gün gazetelerde gördüğümüz ilanlar nedir? istanbul'da bu namı vermek cesaretinde bulundukları, birikilen bazı salaş mahalleri var. kulenin yangın sepetleri gibi al astar kaplı bir kümesin içine loca niyetine girersin, üç dört kişi birden başını yemliğe uzatan hayvanları andırır birer tehalükle görmek için uzanırsınız. geceliği birkaç mecidiyeye tutulmuş orkestra, meşhur opera parçalarını rezil eder, bırakır. sonra kantolar başlar. şamandıra gibi yusyuvarlak, kıpkızıl şantözler çıkar. bunların muganniye benzemek için boncuklu fistanları, pembe çorapları, atlas iskarpinleri, her şeyleri vardır. yalnız sesleri yoktur. katiyen yoktur. nezleli sivrisinek gibi bir şeyler vızıldarlar. hepsi de poliglot yani her lisandan müterennimdirler. meşkli hint papağanları gibi her dilden öterler. kimse bunların sesine, sanatına, tegannisine kuvveti terziliye: rezil etme kuvveti mecamii ilmiye: bilim meclisleri, ilmi toplantılar tehalük: büyük bir istekle atılma, can atma şamandıra: yüzer fıçı şeklinde cisim şantöz: kadın şarkıcı müterennim: şarkı söyleyen ehemmiyet vermez. ahali, büyük bir meftuniyetle bu çığırtkanların baldırlarına, butlarına, göğüslerine, gerdanlarına bakar. bu uzuvlar titredikçe seyircilerin kalpleri de ahlarla oflarla beraber lerzedar olur. tiyatro baştan başa inler, bunlar bir düzine kadar vardır. her biri mükerrer alkışlarla laakal sekizer defa çıkar. bir ufak darp ameliyesiyle artık hesap et. sen, o cigara dumanından önünde siyah bulutlar yükselen mukassi locanın içinde sıkıntıdan esnersin esnersin. döşekte pek nazla gelen hain uyku orada bastırır. bereket versin ki arkadaşın eline bir avuç fındık yahut şam fıstığı sıkıştırır. sonra bunu portakal, limonata filan da takip eder. bir de etrafına bakınırsın ki bütün çeneler çıtır çıtır faaliyette. sen ne kadar obur olmasan o her çeyrek saatte bir kabak çekirdeğinden kayısı pestiline kadar yaş ve kuru meyvelerin envaı ile mücehhez, loca kapısından içeri uzatılan işporta, ahlakını bozar. mutlak pisboğaz olursun. herif eğlencelik! diye haykırır. eğlence mahallinde bulunduğun halde uyku kaçırmak için öyle bir işportadan istimdadına şaşarsın. canın isterse yanındaki muhallebiciden tavukgöğsü, ekmek kadayıfı getirt. kimse ayıplamaz. belki çoklarına çığır açmış olursun. öyle yerde ağız tatlılanmayınca zihin kıvam temaşaya eremez. nihayet ağır ağır perde kalkar, facia başlar. kaç haftadır her köşebaşında, her tahta perdede, her boş duvarda mürtesem, mülevven çiçekler içinde, iri hurufla ilanlarda azametli namını okuduğun, tarihi muhteşem facia, temsile yeltenilen zamanın kavuklarıyla, cübbeleriyle, pabuçlarıyla önünde açılır. mümessillerin birkaç nöbet kelamdan sonra ağır serpuşları, geniş libasları altında hasmına müheyyayı hücum birer hint horozu gibi kabararak en sahnegir sadayı sadrileriyle bağırdıklarını duyunca biraz ödün kopar, bir iki yudum portakal şerbetiyle teskini halecan edersin. laakal: en az, asgari mücehhez: donatılmış mürtesem: resmedilmiş serpuş: başlık libas: elbise, kıyafet sahnegir: sahneyi kaplayan, zapt eden bu sefer zavallı geçmiş zamanlarımızın münevver karikatür alayı, önünde resmigeçit yapar. zulüm, katl, hıyanet, mertlik, her şey var. yalnız ruha tesiri yok. esneye esneye çenen çatlar. gözlerin sulanır. tatlı tatlı için geçer. şam fıstığının lezzeti münebbihesi artık seni uyandıramaz. facianın namı büyük, himayeti büyük ve muazzez bir menfaate verilmekte olduğundan ağzından kaçıracağın tek kelimei tenkidiye ile izzetinefsi milliye dokunmuş olursun. sende biraz hiss ü zevki sanat varsa gevezelik etmemek için boyuna uyumalısın. nihayet son perdenin son cinayet üzerine indiğini uyandırarak sana tebşir ederler. oh. geniş bir halas nefesi alarak gitmek için bastonunu ararken gırıl gırıl perde yine açılır. ne altı konferans var. bu altı konferans, bizde bu nam altında dinlettirilen sözlerin ne oldukları hakkında uzunca tecrübeleri sebk etmiş olanların kulaklarında altı top tarrakası tesirini peyda eder. sahnenin ortasına halı yayılmış, sandalye, masa konmuş, sürahi, bardak hepsi hazır. siyah redingotlu, beyaz eldivenli, mütevazı, biraz süklüm püklüm hatip çıkar. o daha ağız açmadan el şakırtıları boşanır. bir temenna, bir reverans. yine şakırtı. ekseriya antipatik, acemi, cılız bir ses, o gürültüler arasında kah sönüp kah işitilerek türklükten, türk tarihinden bahsedeceğini söyler. birinci türk devleti'nin banisi olan oğuz han'dan başlar. hayli tafsilattan sonra oğuz bin karahan'ı öldürür. altı oğlu gün han, ay han, yıldız han, gök han, dağ han, deniz han meydana çıkar. bahis çatallaşır. bunlar da rahmeti ilahiye erinceye kadar sen de locada ölürsün. seri ve çevik ikinci konferansçı söz sahasına gelir. bu asabi, cingöz ve cırlak. çeşni değiştirdiği için ahali sevinir. ikinci, fenni iktisaddan bahseder. üçüncüsü, dördüncüsü esnemelerle karşılanır. son ikisi vaktin ademi müsaadesine mebni ekseriya hazf edilir. lezzeti münebbihe: uyarıcı lezzet sebk etmek: geçirmek redingot: arkası yırtmaçlı, etekleri uzun, çift sıra düğmeli, resmi erkek ceketi bani: kurucu hazf edilmek: kaldırılmak, iptal edilmek konferans dinlemesi, facia temaşasından dahayorgunlukludur. öyleleri vardır ki mevzua hürmeten alkışlamaya, bazı kelimelerin kutsiyeti önünde hararetlenip cezbelenerek çırpınmaya mecbursun. en çok tepinen en hamiyetli addolunur. sahnedeki natıkaperdaz, icrası zaruri bütün bu şabaşı kendi üzerine alınır. her şeyden ziyade sen bitmiş olduğun halde temaşa hitam bulur. çatır çutur fıstık kabuklarını çiğneyerek tiyatrodan çıkarsın. çayhanelerin birinde mola verilir. çünkü herkes artistlerden ziyadeyorgundur. sahne tesiratını orada ihtiyar, genç ağızlardan dinle. kendini sanatı tenkidde mümtaz bilen şübbandan ellerinde kurşun kalemi, kağıt tutabilenler birer sarsey kesilirler. sonra geceyi geçirmek için ihvandan birinin hanesine gidersin. orada da rahat yoktur. birkaçı toplanırlar, yeni üslupta teferrüt eden gençlere dair münakaşa açılır. türkçeye en az benzeyen lisan mucidi alkışlanır. zevcesinin fikrini, başlayan mücadelenin müellim zemininden ayırarak böyle ucu gelmez vadilere sevk etmek için kenan coşup taşarken ragıbe hanım, zihninden hücum planını hazırlamakla meşgul olur. nihayet der ki: müthiş, mübalağacı bir kritiksin. bu tenkitlerinden en zayıflarını nefsine tatbikle amil olmak insafını göstersen tekemmül edersin. şimdi istanbul'da hiçbir eğlence yeri yok mu? yok. hepsi işte bu anlattıklarım gibi. ragıbe hanım, gözlerini süze süze müstehzi, acı, keskin bir gamze ve ağır bir telaffuzla: mesela aksaray'da uncu ahmet'in umumhanesinde vuslat hanım'la basılmak, senin gibi beyler için büyük bir eğlence değil midir? natıkaperdaz: güzel ve doğru söz söyleyen şübban: gençler, delikanlılar paris'te vefat etmiş meşhur bir tiyatro münekkididir. kenan bey, bu nagehani hitap karşısında bir dal üzerinde serbest, münşerih, alabildiğine öterken birdenbire danei sayyada uğrayan bir kuş gibi şaşalar, afallar, bir külçe kesilir. fakat çabuk kendini toplamaya uğraşarak: anlayamadım. aksaray, uncu ahmet, umumhane, vuslat hanım ve basılmak. bu kelimelerin içinde hangisi kulağına yabancı geliyor ki anlayamıyorsun? evet. manalı, menus kelimelerden müteşekkil fakat anlaşılmaz bir bilmece. benimle ahmak bir mahalle çocuğu ferasetsizliği oyunu oynama! memleketimizdeki bütün eğlenceleri insafsızca tenkit ve inkar ettiğin için işte sana bir zevce haysiyeti ailesini, vazifesini, namusunu, sadakatini, bütün insanlığını unutturabilecek kadar tatlı bir eğlencenin vücudundan bahsediyorum. böyle bir eğlence mevcut olabilse de bundan bana ne? bu çirkin isimlerin içine onlardan daha çirkin bir tanesini ilave etmeyi unuttum. affedersin. dün gece kenan bey, uncu ahmet'in umumhanesinde vuslat hanım'la basılmış. gabaveti caliyeni silmek için haydi böyle söyleyelim. aman ya rabbi, bu nasıl yalan? ne denice iftira! iftira mı? inkar, yiğidin kalesidir. derler fakat emin ol ki bu yiğitlik değil, şenaatin en pest menzilesidir. mert bir erkek, vazife ve haysiyetşinas bir koca, böyle bir günah işleyeceği zaman vahameti fi'lini vicdanıyla muvazene ederek işler ve sonra karısı tarafından böyle elim bir mevkii isticvaba çekildiği vakit bedahete karşı yalan, inkar zilletini irtikap etmez. bundan sonraki devam veya inkıtaı zevciyetimiz bu mühim ukdenin tarafeynce danei sayyad: avcı mermisi gabaveti caliye: sahte bönlük, anlamazlıktan gelme şenaat: kötülük, fenalık pest: alçak, aşağı tarafeyn: taraflar, her iki taraf mucibi kanaat olacak surette halline vabestedir. haydi bakalım, cesaret. itiraf et. neyi itiraf edeyim hanım? seni aldatmışlar, alçakça kandırmışlar. bir deninin tezviratına kapılıp da benim hakikatten başka bir şey olmayan sözlerimi niçin inkar telakki ediyorsun? yanıldığın sabit olduğu zaman nadim olmaz mısın? ragıbe hanım, elindeki kitabı şiddetle odanın ortasına fırlatır. büronun gözüne koşar. oradan aldığı kırmızı telgrafnameyi kenan'a uzatarak: al, oku! ben kimseyi vesikasız itham etmem. kenan bey, telgrafnameyi süzer. çehresi, elindeki kağıttan daha kırmızı kesilir. fakat zihninden, inkar yollarının büsbütün nevmit kalacak bir katiyetle henüz kapanmadığına hükmederek: bu telgrafnameyi gösterdiğine teşekkür ederim. bu, ithamdan ziyade masumiyetimi ispata yarayacak bir vesikadır. nasıl? bunun altındaki imza sahibi yağlıkçı hasan efendi, benim sulh kabul etmez bir adüvvi ekberimdir. benim dün gece istanbul'da kaldığımı biliyor. kulağıma çalındığına göre dün gece filhakika aksaray taraflarında böyle bir baskın gürültüsü olmuş. basılanların içinde kenan isimli bir delikanlı varsa benim hüviyetimi ona karıştırarak bu suretle benden intikam almak istiyor. bu iş tahkiki, sübutu müşkül bir keyfiyet değil ki ne telaş ediyorsun? çabuk anlaşılır. kenan, kal'ai inkardan çık. bari bu kadarcık olsun insanlık göster ki nefretim tezauf etmesin. vabeste: bağlı deni: alçak adüvvi ekber: en büyük düşman tezauf etmek: katlanmak, iki misli olmak tuhaf teklif. demek seni memnun etmek için müşahebeti namdan başka bir münasebetim olmayan bir zamparanın günahını yükleneyim, öyle mi? zevcinin bu sebat ve metaneti inkarına karşı ragıbe hanım ufak bir hile tarikine sapıtarak: bence her şey mütehakkık ve sabittir. nafileyorulma. bu muavveç yollardan çık. insanca, mertçe görüşerek neticeyi bir an evvel ele alalım. ben tahkiki madde ettirmek için bugün sabahleyin dilaver'i zabıtaya gönderdim. gazete muhbirleri vukuatı yevmiyeyi istinsah ederken o da görmüş, bir ufak suret çıkartmış. sen orada kaşif efendi damadı mehmet kenan bey namıyla mukayyetsin. kenan bey, ani bir cevap bulamaz. düşünmeye başlar. kocasının bu ilk alameti hezimeti üzerine ragıbe hanım, ithamatında şiddetle devam ederek: sen kendini her ne kadar büyük bir mütefekkir, değerli bir kafa addedersen et, henüz bir hüviyeti medeniyen yok. ya pederinin yahut kayınpederinin ismiyle tanılabiliyorsun. ölmüş babamın lekesiz, muhterem namını şehrin hangi müteaffin, çirkab karizlerine sürüklediğini görüyor musun? aman ya rabbi. yarın payitahtın bütün cerideleri bu rezaletten bütün namusşiken sarahatiyle bahsedecekler. enzarı alemde bednam olacağız. bey, bu eğlence bu kadar rezalete değer miydi? o menhus karının seni saran aşkı neden çarçabuk sana böyle insanlığı, kudsiyeti nam u müşahebeti nam: isim benzerliği muavveç: dolambaçlı muhbir: muhabir, haberci müteaffin: kokuşmuş çirkab: çirkef kariz: lağım namusşiken: namus kıran, ezen sarahat: açıklık bednam: adı kötüye çıkmak, kötü şöhret almak aileni, her şeyi, her şeyini unutturmuş? seni bir amayı hissiyat içine düşürmüş. ya o ya ben. hemen şimdi, anlıyor musun? kenan, bir tereddüt buhranı içinde kalarak türkçeyi yeni öğreniyormuş gibi bati bir telaffuzla: ragıbe, sen alelade bir kadın değilsin. irfanın, ilmin, terbiyen böyle bir günde ikimizin de imdadına yetişecek birer müessir kuvvetini göstermelidir. sen ise bütün müktesebatından tecerrütle cahil bir kadın, kalbinin haksız, muhakemesiz feveranlarına tabi adi bir kadın, yalnız kadınlık hilkatine münkat bir farfara, bir acul, bir düşüncesiz gibi hareket ediyorsun. mesele büsbütün senin anladığın şekilde değildir. inkar istemem. tevil istemem. iğfal istemem. bu karanlık yollardan dön. karşımda mert bir erkeğe yaraşır metanetle, cesaretle, ciddiyetle, doğrulukla söz söyle. ben adi, cahil, vicdansız bir kadın gibi hareket etmiyorum. eğer öyle olsaydım bir saatten beridir inkar martavallarını dinlemeyerek seni çoktan kovardım. talaktan müteneffirim. bunu nefsim için büyük bir ar sayarım. fakat ikiye ayırmak istediğin kalbini bir fahişeyle paylaşamam. bu mümkün olamaz beyefendi! o, tamamıyla ya benim olur ya onun. işte bunun için ikimizden birini intihapta seni serbest bıraktım. beni intihap ettiğin takdirde bu havailiklerini, bu vefasızlıklarını, affedersin bu ahlaksızlıklarını, badema göstereceğin sıdkı muhabbetle ödemeni de şart koyuyorum. lazımei insaniyet ü zevciyetinden bu derece ayrılmış bir adam, artık salah kabul eder mi? bu meşkuk. işte ben namus belası olarak bu tehlikeye bir daha giriyorum. vereceğin kararla hissiyatını iyi muvazene et. sonradan döneklik istemem. ne olacaksa bugün olsun bitsin. kaç amayı hissiyat: his körlüğü müktesebat: edinilmiş bilgi ve birikimler, kazanımlar tecerrütle: sıyrılarak, uzaklaşarak acul: çok aceleci, sabırsız tevil: başka anlam verme, başka türlü yorumlama lazımei insaniyet ü zevciyet: insan olmanın ve eş olmanın getirdiği sorumluluklar zamandır bu felaketi kadınlığım bana ihsas ediyor, aylardan beri yüreğim sükut içinde derin derin kanıyor, sızlıyordu. korktuğum felaket, tahminimden pek fazla bir dehşetle bugün meydana çıktı. kimseye bir şey sezdirmemek için mühlik zehrini gizli gizli, yudum yudum içtiğim bu derdi, bu rezaleti bugün benim kadar bütün alem de öğrendi. artık sen aldatmak, ben aldanmakyorgunluğundan, zilletinden kurtulalım. insanlığımıza rücu edelim. aşkını, hevesatını yenemiyorsan ben aradan çıkayım. serbest kalırsın. vicdan mesuliyetlerinden hafiflersin. insafına, insanlığına müracaat ediyorum. bunlardan büsbütün tecerrüt eylemediğini bana ispat et. zevcesinin bütün bu isyanları, tuğyanları altında pek ateşli bir muhabbet gizli olduğunu, hep bu müellim, muhakkir serzenişlerin o saikle edildiğini, hep bu har gözyaşlarının o tesirle döküldüğünü, hasılı kendinin pek şiddetle sevildiğini kenan bey görüyor, biliyordu. her ne suretle olursa olsun zevcesini kandırabileceğini, yola getireceğini aklı kesti. hemen atıldı. ragıbe'nin beline sarılmak istedi. fakat bedbaht kadın reddetmeye uğraşarak: çekil. istemem. ragıbeciğim, hakikati sana tekmil vuzuhuyla anlatayım. istemem diyorum! ama bak nasıl oldu. uncu ahmet'in evinde vuslat'la basılmadın mı? bu kafi. bu isimde bir karı tanıyorsam kahrolayım! kahrolunuz! sen de o da. konferanstan çıktım. arkadaştan birinin evi diye dubarayla beni o menhus haneye attılar. ben tamamıyla bir seyirci olarak bulundum. sonra başımıza o felaket geldi. bu hususta herkes beni itham etse sen müdafaa eylemelisin. sureti zahireye nazaran bütün tuğyan: taşma, coşma saik: sebep har: hararetli, yakıcı dubara: aldatmaca bu isnadat ve infialatında haklısın. fakat senin tasavvur ettiğin gibi canavar bir koca değilim. bunu herkesten evvel kalbin tasdik eder. istikbal, masumiyetimi ispat edecektir. şimdi ne söylesem beyhude olduğunu anlıyorum. nedamet ettin mi onu söyle. yapmadığım bir şeye neden nedamet edeyim? senin nafile üzüldüğünü görerek dilhun oluyorum. kenan, o isimde bir karı tanımıyor musun? vicdanımın musaddıkı tekmil mukaddesat üzerine yemin ederim ki hayır. kabul ediyorum. bir şartla barışırım. nedir? emret. bir hafta burada benimle kalacak, evden dışarı çıkmayacaksın. tahkikat yaptıracağım. postaya mektup da vermeyeceksin. kenan'da hoşafın yağı kesilir fakat renk vermemeye uğraşarak: seninle bir hafta değil bir ay, bir sene kalmak benim için bahtiyarlıktır. fakat kalem, vazifem. kaç aydan beridir kalem jurnalinde imzan olmadığını da biliyorum. bir hafta da benim için devamsızlık ediver. kenan için o esnada bir hafta karısıyla eve kapanmak pek müziç ve tehlikeliydi. fakat diğer suretle harekete imkan olmadığını anladı. naçar bu teklifi kabul etti. ragıbe hanım şalvarlı, cahil bir türk'e varmadığına nasıl beyanı nedamet etmişse kenan da şimdi dünyadan bihaber, bırakılan yerde otlar, echel bir kadınla evlenmediğine ondan ziyade müteessifti. mademki kadın izdivacın ilk ateşleri geçtikten sonra unutulmaya, evde bırakılmaya, aldatılmaya mahkum bir zavallıdır, o halde bir erkek için bunlardan en suhuletle kabili iğfal olanlarını intihap etmek karlı olmaz mı? kenan, kable'tteehhül bu dakinedamet etmek: pişman olmak jurnal: dairelerde memurların imzaladığı yoklama ve gelip gitme listesi kable'tteehhül: evlenmeden önce kayı düşünemediğine şimdi kederleniyordu. böyle zabıta ve kalem jurnallerine varıncaya kadar her şeyi tetkik etmeyi bilen bir ragıbe'yi aldatmak, bu ne mühim, ne ince, neyorgunluklu bir vukufı iğfale mütevakkıftı. zengin fakat gayet ahmak bir kadın olmak. işte saadeti izdivac buydu. kenan yanılmıştı. çok yanılmıştı. şimdi kendisinden nasihati izdivac talebinde bulunanlar olsa bu acı tecrübesini söyleyecekti. zevcesinden feveran eden bu bürkanı gayzın, kenan şimdi kendi elleriyle müstacilen, muvakkaten küllendirilmiş bir ateş olduğunu, bir gün bunun şiddetle yine lavlar püsküreceğini biliyordu. ragıbe'nin bu sükutu, bu kanaati, bu kabulü pek cali olmak da muhtemeldi. çünkü karısının ketmi hissiyatındaki mahareti, kocasının fenni iğfaldeki mümaresesinden aşağı değildi. ikisi de zekiydi. karı koca, birbirinin muzmerlerini hemen biliyorlar fakat aldanmış görünmek ihtiyacından çıkamıyorlardı. zevcesini boşamak, kenan'ın hiç işine gelmiyordu. çünkü cepleri paradan tehi kalacak, o zaman vuslat'ı da elden kaçıracaktı. fakat ragıbe, tahkikatını ne suretle icra edecekti? ne suretle ederse etsin kadıköyü'nün bir köşesinde tebdili nam ile tuttuğu hanenin bir hafta zarfında keşfedilebilmesine pek ihtimal veremiyordu. bu hane sırrı meydana çıktığı vakit ne olacaktı? ragıbe'nin pek ateşli ve hemen lazeval fakat ezharı naz u ihtiyat altında gizli tutmaya uğraştığı aşkını kenan biliyordu. bu muhabbeti hüsni suretle olmazsa cebren, kahren idare etmek tarikiyle bu hıyanetine, bu sefahatine bir çarei idame bulacağına kani idi. o anda kendisine pek acı gelen şey, bu geçireceği bir haftalık mahpusiyetti. vuslat'ın yeni dostu didar bey, bu isim, kızgın bir burgu gibi beynini oyuyordu. bu bir haftalık gaybubeti esnasında bürkanı gayz: öfke volkanı mümarese: ustalık, maharet, hüner muzmer: gizli saklı, dışa vurulmamış şey lazeval: sonu gelmez kadıköyü'ndeki hanede kendi için pek muzır neticeler verecek dalavereler dönebilirdi. o gece ateşfeşan bir koca rolünü maharetle oynamak için karısına sarıldı. ragıbe, sahteliğini hissettiği bu savletlere, buselere, tazyiklere teslimi vücud eyledi. yattılar. v iki cami arasında beynamaz kenan bey, kadıköyü'nde ev tutmadı, uncu ahmet'e gafilane bir şube açtı. hane, tenha bir sokakta intihap olunmuştu. ebniyenin bahçe içindeki vaziyeti, iki sokağa kapısı vuslat'ın alışverişine pek müsait geldi. kenan bey'in hanede bulunacağı zamanlarda bile karı, her delikten harice bir kuş uçurabilirdi. kenan bey, hanenin altı aylık icarını tediye ettikten sonra tefriş için cabir efendi dostuna bir avuç para vermişti. cabir, yorgancı, koltukçu dükkanlarında tozlanmış, bayatlamış, kibar düşkünü eşyadan ev düzdü. hep bunları sildirdi, süpürttü, cilalattı, kaplattı. vuslat hanım'a yatak odası, tuvalet odası, bir salon, sofra ve mutfak takımı, hepsi tertip olundu. aldığı paranın nısfını cebine indirdikten sonra hesap defterinde kenan bey'i bir o kadar da borçlu çıkardı. kenan'ın nam u hesabına açılan bu otel garni, derhal parasız müşterilerle doldu. afet'i, nüzhet'i, top salata'sı, kartopu'su hep üşüştüler. didar bey, hanegi bir kedi gibi yanaştı. vuslat bunu seviyor, okşuyor, başköşeye oturtuyor, yemeklerin en iyileriyle besliyordu. kenan için yapılan geceliklerin, somyalı karyolanın provasını didar bey yaptı. vuslat'ın bu belalısı boylu poslu, iri kemikli, çatık kaşlı, tatlı esmer bir hovardaydı. hürmetli bir burna malik olan bu delikanlıya ateşfeşan: ateş saçan ebniye: binalar tefriş: eşya döşeme hanegi: ev halkından olan, evcil somya: yaylı yatak altlığı karılar bayılırlardı. umumhanelerdeki itibarı pek yüksekti. kendi bir para vermez, üste alırdı. tiryaki afyona, ayyaş içkiye, kumarbaz oyuna nasıl düşkünse vuslat da buna öyle müptelaydı. üç gece görmese ağlardı, onun için ölürdü. didar'ın sanatı yoktu. kumarla, karıyla yaşardı. galata'daki en süfli kumar mahallelerinin piriydi. karılardan aldığını oralarda oyuna verirdi. bunun dar beyoğlu siyah fesi, kapamacı malı ceketi, trablus kuşağı, ökçesi basık iskarpinleriyle bir kahvehaneden, gazinodan içeri girdiğini görünce didar'ı iyi tanıyanlar acaba yerinde duruyor mu? diye para çantalarını yoklarlardı. vuslat'a karşı olan hissiyatı aşıkanesi tamamıyla makustu. bu, onu irat, bir sütlü inek olmaktan başka türlü telakki etmezdi. karı kazanır, didar yerdi. onun en büyük emeli vuslat'a parası çok, aklı az bir dost tutturmaktı. böyle bir av yakaladıkları zaman tüyleri iyice yolunmadan salıvermemesi için maşukasına tutkunculuk dersleri verirdi. karının gözünde bu dünyada didar'dan başka erkek olmadığından paralı sevdakarlarına karşı ekseri gevşek davrandıkça bu belalısının tehdidadına uğrardı. lüzum görüldükçe didar şıkça giyinir, hariçten bir üftadeymiş gibi bir rakibi mütehevvir cakasıyla meydana çıkar, vuslat'ın aşıklarına hız verirdi. uncu ahmet'in hanesinde kenan'a da bu nağmeyi yapmışlardı. bu umumhane tufeylisi, nasihati sanat olarak vuslat'a sıkı sıkıya şöyle demişti: vakitler kesat, bu kenan'ı sıkı tut. hırpala fakat kaçırma. şu zamanda bundan avalı bulunmaz. okumuşların ahmakına bayılırım. akıllarına, nefislerine gayet itimatları vardır. aldanırlar, aldatıyoruz zannederler. iyice posasını çıkaralım. sızdırılacak suyu, özü kalmayınca ben onu iki tekmeyle kapı dışarı atmanın yolunu bilirim. cabir'in de kırk beşlik bir dostu vardı: benli faika. on beş senedir bir arada övür olmuşlardı. tamamıyla karı koca gibiydisüfli: adi, bayağı övür: öğür, eş ler. yalnız nikahları yoktu. benli faika gençliğinde çok canlar yakmış, hanümanlar söndürmüş dilsuz bir afetti. inhitatı hüsnünden sonra bir medarı taayyüş bulmak için dört elle cabir'e sarılmıştı. birbirinin kazalısı belalısıydılar. vaktiyle çok sevişmişlerdi. gitgide bu muhabbet hemen nakabili kesr bir melufiyet, bir itiyadı hayat şeklini almıştı. karı, ciddi bir zevcei sadıka gibi dostunun sağlığına, hastalığına bakar, söküğünü diker, çamaşırını yıkar, hala herifi gözü gibi severek genç karılardan kıskanırdı. yaşadıkları koltuklarda, umumhanelerde kilercilik, sofracılık eder, eski usul rakkase nükteleriyle aşina olduğundan meclis pek kızıştığı akşamlar ortaya çıkar, oynardı. o göbek atarken cabir haykırırdı: malımı mezada çıkardım. yok mu pey süren? bir para fazla diyene bırakacağım. canına tükürdüğümün imansız kart karı. on beş senedir kalbi ahkaranemde lengerendazı ikamet oldu. hala benim için çıra gibi yanar. hele şu katmerli gerdana, azman göksu destisi letafetindeki göğsüne bakınız. beline sarılmaya kulacım yetişmiyor. tohumluk su kabağına döndü. benli faika, aşığının enzarı meftuniyetini genç kadınların tehlikei hüsnlerinde gümrahiye kaptırtmamak için tuvaletine gayet imtina eder; hamam analarından bir fincan ölçüsünü altmış paraya aldığı o cıvalı sulu düzgüne bulanır; tülbendi kırmızda kaynatarak kendi imal ettiği allıkla yanaklarına, dudaklarına lali bir ıstampa geçer; kaşlarını, kirpiklerini boyar; yüzünün sağ tahanüman: ev bark, yuva inhitatı hüsn: güzelliğin çökmesi medarı taayyüş: yaşama sebebi melufiyet: alışık olma durumu, alışıklık mezada çıkarmak: açık artırma yoluyla satışa çıkarmak pey sürmek: artırma ile satılan bir şey için önce bir miktar para vermek veya önermek lengerendazı ikamet: uzun süreli oturan gümrahiye kaptırtmamak: yolunu şaşırmasına engel olmak kırmız: kırmız böceğinden çıkan parlak kırmızı renkte boya, çiçek boyası lali: parlak kırmızı renk ıstampa geçmek: damgalamak rafında şefeteynin ucuna yakın, şimdi solmuş o meşhur benini rastıkla karartır, büyütür; tezyidi cazibe için bunun etrafına birkaç da küçük peyk ilave eder; boyayla at kılı gibi sertleşmiş saçlarının üzerine, şakağa doğru ya bir çiçek yahut kırmızı kurdeladan bir fiyonga takardı. cabir, sevgilisini bu halde gördükçe bazen sözünü sakınmayarak: faika, bu tuvaletinle kömürcü sokağı'nda bir haneye ne güzel bir müdire olabilirsin. karı hiddetle hindi gibi kabararak: sus yezit, kart herif! şimdi ağzını yırtarım! benim daha müdirelik zamanım mı? sokağa çıktığım vakit senin gibi kaç tane dişsiz çomarlar arkamdan uluyorlar ama üstüne hıyanet etmek istemiyorum. yoksa şimdiki zirzop genç kadınlar, erkeği zevkyab etmesini ne bilecekler?. piyasayı çoluk çocuk kapladı. bir ben, bir cihanyandı huriye. ikimizden başka var mı? sanatın esrarı bizde kaldı. ötekiler hep çekildiler. daha bize tövbekarlık nasip olmadı. vaktiyle alemi yaktım. çok ah aldım. ahirette ben de yanacağım. cezama razıyım. bu benimin şühedası mezarlıkları doldurdu. o ben değil. eski siyah hayatından yüzünde kalmış kara bir leke. hoşt köpek! bazen böyle cilveleşirlerdi. karının tuvaletteki bu itinalarına rağmen cabir fırsat buldukça genç hüsünlerden otlar fakat hıyanetini dildadesine çaktırmamaya uğraşırdı. çünkü faika anlarsa kıyametler kopacağını biliyordu. cabir, kendiyle faika için bu yeni hanede bir oda ayırdı. oldukça tefriş etti. kenan bey'in geceyi bu evde geçireceği akşefeteyn: alt ve üst dudak zevkyab etmek: zevk vermek, keyiflendirmek hali siyah: siyah ben tefriş etmek: dayayıp döşemek şamlar, didar'ın saklanması için çatı arasında ona mahsus bir yer yaptılar. bu canavara bir in hazırladılar. oraya büzülüp yatacaktı. her hazırlık, her dubara yolunda gidiyordu. fakat gayrimemul bir hadise, hesaplarını şaşırttı, biraz neşelerini bozdu. kenan, ketmi hüviyet için bu haneyi mesut bey namı müstearına isticar etmişti. üç gün oldu, dört gün oldu, beş gün oldu, mesut bey görünmedi. delikanlının ateşzede kalbi, nagehani bir rüzgarı serd ile söndürülmüş müydü? kadıköyü'nde kasaba, bakkala, bütün esnafa mesut bey namına krediler açılmıştı. beyefendi birkaç hafta daha gelmezse bu dolabı itibar nasıl döndürülecek, namı hususiyete açılan bu umumi hane nasıl işletilecekti? bu, bir tedbiri acil ittihazını icap ettiren gayet mühim bir meseleydi. vuslat, didar, cabir, benli faika bir odaya toplanarak meşveret akdettiler. bu baziçede kendini en ziyade zararlı gören didar bey, vuslat'ın ensesine bir yumruk aşkederek: bu karı işi idare edemedi. avı kaçırdı! vuslat, darbe yerini eliyle ovuşturarak ağrıyı geçirmek için boynunu sağa sola kıvıra kıvıra: ne bileyim ben? benden başka dünya gözünde yoktu. ölüyor bayılıyordu. faika: kızım, bu aşk meydanının biz eski pehlivanlarıyız. fahişenin dokuz donu olurmuş, birini kendi giyer, sekizini ele giydirirmiş. derler. ben dokuzunu da ele giydirdim. orospunun mumu yatsıya kadar yanarmış. bak benim yaktığım şeme. senelerden beri hala tütüyor. bu yere batası erkek cinsini idare zordur. bu güreşte pek ince oyunlar ister. daima çelmeli, çelinmemelisin. benden nasihat almaya tenezzül etmezsin ki sana bu sanattaki uzun senelerimin tecrübelerini söyleyeyim. ketmi hüviyet: kimliği gizleme meşveret: toplantı baziçe: oyun şem: mum bazı erkeklerin muhabbetleri talaş alevine benzer. tutuşturduğun kalp, çalı çırpı mı yoksa kor dökecek mayalı bir kütük müdür bunu bir kadın bilmeli. vuslat: hiç yüz vermedim. daima üzdüm, hakaretle muamele ettim. faika: olmaz. bir erkeğin gönlünde ne kadar ateş mayası varsa hepsini birden yakıp bitirmemeli. bunu yoluyla idare etmelidir. bir eski meşhur alüfte vardı, okkagülü derlerdi. zengin kocalı bir hanımefendi idi. hem kendi zevcini hem alemin erkeklerini idare ederdi. şuara ile düşe kalka şaire olmuştu. divanlar düzdü. ne haltlar yemedi! söylediği iki mısraı ezberledimdi. hala aklımdan çıkmaz: sun camı aşkı, katre katre mest olup kalsun uyanmasun zinhar, lüccei iğfale dalsun üzmek, hakaret etmek bu fennin bir babı mahsusudur. ama şikarını elden kaçırmak istemiyorsan bu gayet tehlikeli bir oyundur. bu oyunu aşığına biraz da senin onu sevdiğin zannını vererek yapmalıdır. bazı muhabbetler kördür. sen ona ne kadar artık seni sevmiyorum dersen bu sözle daima beynini yumruklasan o, bunu bir infial eseri zannederek senin kendisini bütün bütün sevmediğine bir türlü kani olamaz. böylesi, bir müddet hakaretle idare olunabilir. fakat her tabiat bir değildir. bu acı sulfatoyu hastanın nabzına göre vermelidir. aşk yeisinin bir derecesi vardır ki her şeyi yakıp yıkıp aşığını bir kere oraya düşürürsen artık hiç muhabbet ümidi kalmadığını gösterirsen o zaman elden kaçırırsın. firarlar, intiharlar işte bu noktada kopar. didar bey: sulfato: sulfata, kinin sülfatı, kinin tuzu bu karı ne dehşetli esrar kumkuması imiş be! bir fahişe mektebi açsak faika orada başmuallimelik edebilecek. bu kadar senedir tevekkeli zavallı cabir'i elinde kıskıvrak tutmamış. cabir: allah belasını versin! eski oturaktır. bunun bildiğini kenan'ın avrupalı hocası mösyö kaka bile bilmez. kaç senedir canıma yasin okudu. hala ayrılamıyorum. faika: aman ihtiyar fino, senin derdini de benden başka hangi karı çeker? durunuz, daha lakırdımı bitirmedim. evli zamparanın idaresi daha güçtür. onlar karılarını melek, bizi şeytan sayarlar. burası çirkab evi, asıl yurtları ismethanedir. burada kirlenirler, orada temizlenirler. aile hürmetini daima bu kirli sevdalarından yüksek tutarlar. dünyada kaç namuskar karı vardır? şeytan, iğva defterini açıp da bu istatistiği bize gösterse göreceğin azlığa parmağın ağzında kalır. onlar ev hanımıdır, biz fahişe. biz gönül taciriyiz, onlar sanat muhibbi. biz sevdamızı parayla satarız, onlar yalnız zevk için ücretsiz değişirler. bizim günahımız alnımızda yazılıdır, onlarınki dameni ismetleri altında gizli süpürülerek toz toprakla örtülür gider. senin şimdi en büyük hasmın, kenan'ın karısı olacak o kaltaktır. kocasının boynuna geçirdiği nikah halkasıyla onun muhabbeti imtiyazına maliktir. ben yemin ederim ki bu karı bir şeyler sezinledi. kocasının hareketinden şüphelendi. kenan'ı buraya salıvermeyen odur. eğer bu böyle değilse beni öldürsünler. ben böyle karıların kaçını boşatıp ipliğe dizdim! vuslat, düşmanını işte sana haber veriyorum. güreşe ona göre hazırlan. bu karıyı yenemezsen yazık senin gençliğine, güzelliğine, fettanlığına! didar bey: tevekkeli: boşa, boş yere ismethane: namus evi iğva: baştan çıkarma, ayartma, yoldan çıkarma dameni ismet: namus eteği faika haklı söylüyor. derbentte kocayan bu ihtiyar kurdun sözleri yabana atılmaz. faika: eyvallah, şimdi ihtiyar kurt olduk! ben vüzera koynunda yatmış karıyım. vuslat: ben sanatımın elifbasını senden öğrenecek kadar toy bir karı değilim. insan, sevmediği erkeğe her cefayı edebilir fakat sevdiğine bir şey yapamıyor, mağlup kalıyor. sevda tahterevallisinin hangi ucu ağır basarsa öbür taraf daima havada çırpınıp durur. biz yalnız kendimizi sevdirmeli, katiyen sevmemeliyiz. fakat o gönül denilen menhus şey bizde de var. ben dünyanın erkeklerini perendeden atarım. lakin işte bu haydutla başa çıkamıyorum. sen merak etme, kenan bey isterse altı ay gelmesin. onun sevda yuları benim elimdedir. faika: kızım, fendine o kadar güvenme. bu sevda bir helvadır ki kıvamı geçtikten sonra mide bozar. altı aylık bir fasıla en ateşli muhabbetleri söndürür. demiri tavında dövmek gerektir. vuslat: kenan'ın muhabbeti, deminden söylediğin kör sevdalardandır. eziyet ettikçe kızışır, kovdukça yine gelir. cabir: hep sizin imtihanınızı dinleyecek değiliz. biraz da bize kulak veriniz. kenan bey gelmezse ne olacak? gidip arayayım mı? vuslat: arama, burnunu büyültürsün. cabir: ya zevcei muhteremesi kocasının bizimle bütün bütün ipini kesmenin bir kolayını bulduysa? didar: kenan'a karısını boşandırmalı. en kestirme yol budur. bu delikanlı yeni bir mirasyediye benziyor. aile masrafını üzerinden atarsa iki avucundaki parayı getirir, buraya, bize döker. zevcesinin bize karşı açtığı muharebe tehlikesinden de bu suretle kurtulmuş oluruz. cabir: karısına olan derecei irtibatı nedir, bilmiyoruz. vuslat'la karısını feda etmek arasında muztar kaldığı gün, bu ikisinden hangisini tercih edecektir? bunu katiyen kestirebilir miyiz? didar: karısına o kadar ateşli olsa vuslat'a bu derece yanıp tütmez. cabir: mesele boşamaya gelince iş değişir. eğer kenan'ı buraya göndermeyen karısıysa demek ki kocası üzerine büyük bir nüfuzu var. didar, faika'ya hitaben: sen ne dersin dişi kurt? faika: boşatmak için çare, hile mi yok? didar: nedir? faika: kocası burada eğlenirken karısını evinde hanım hanımcık, uslu oturuyor mu zannedersiniz? karılık kocalık bir adettir. nikahtan sonra her iki tarafın gözleri harice dikilmek, insanın tıynetindeki bir tabiattır. evvela karının ahvalini tahkik, sonra da hıyanetini kocasına ispat etmeli. işte oldu bitti. bu memlekette erkeğin hovardalığı mazur görülür fakat karınınki affedilmez. bir yüz karası sayılır. bu leke, ekseriyetle talakla temizlenir. cabir: tıynet: yaratılış, maya, fıtrat ya karının böyle bir hıyaneti tebeyyün etmezse? faika: iftirayı göğe çekmediler ya! imzasız bir mektupla neler olmaz! vuslat: siz kenan'a karısını boşatmak mı istiyorsunuz? tahkike, ispata, mektuba, iftiraya lüzum yok. didar: ne yapacaksın? vuslat: karısı onu evinde kaç gün mahpus tutarsa kenan geldiği günü o kadar müddet onu ben de buraya kaparım. hanım evinde kıskancından, hiddetinden ölür bayılır. bunun neticesi talaka çıkar. faika: kenan'ın üzerine bu kadar nüfuz gösterebileceğinden emin misin? vuslat: vızır vızır. kenan'ın haftai mahbusiyeti dolar. nihayet haneden sebili tahliye edilir. delikanlı, bu azadının ilk saatinde hemen kadıköyü'ne can atar fakat vuslat'ta suratı bir karış bulur. karının çehrei infiali kabarmış, kaşları çatılmış, gözlerinde fırtına şimşekleri çakıyor. kabahatini derhal anlayan kenan, ilk cümlei istirhama nasıl ve nereden başlayacağını bilemez. sevgilisinin bu müthiş çatkınlığını, bir haftalık gaybubetinin tesiri iftirakına hamletmek saffetinde bulunarak kopacak boranın şiddetinden ürkmekle beraber karının tahassürden mütevellit zannettiği bu infialine kalben memnun çehrei infial: dargın yüz tesiri iftirak: ayrılığın etkisi olur. delikanlı, müessir bir niyaz zemini ararken vuslat daha evvel sitem ağzını açarak: teşrifinize taaccüp ettim. neden elmasım? artık ebediyen beni unuttuğunuza, gelmeyeceğinize karar verdimdi de. zavallı kenan'ın kalbini sen böyle mi tanırsın? beni böyle yeni bir semt, yabancı bir mahallede birtakım abur cuburla bir eve kapadıktan sonra bir haftadır gaybubet. bu koca hafta içinde ne bir mektup ne bir kartpostal ne bir selam ne bir haber ne bir mazeret. bu feramuşun sebebi belki de pek vahim olsa gerek. insan, ahirete gitmiş olsa yine bu uzun gaybubetinin sebebini bildirecek bir vasıta bulabilir. neredeydiniz acaba? ah vuslat. evlilik hali. evet. çıbanın başı nereden koptuğunu biliyorum zati. evlilik hali! bu senin için bir mazeret olabilir. fakat benim için asla! iffetli zevcen hanımefendi hazretlerinin emirleri, densizlikleri önünde sen bir hafta, bir ay, bir sene, on sene, ilanihaye boyun eğebilirsin. senin buna mecburiyeti ahlakiyen, şeriyen vardır. lakin ben niçin dolayısıyla öyle bir şımarık kadının esiri istibdadı olayım? kenan, görünüyor ki iki karpuz bir koltuğa sığmayacak. şüpheler, kıskançlıklar, ağlamalar, ya o ya ben! ısrarları, davalar başladı galiba! hanımefendi ilk tuğyanında işte bana galebe etti. seni bir hafta eve kapadı. çünkü senin hakimei kalb ü ruhun odur. ben bir eğlencenim, itirafı yüz kızartacak gizli bir eğlence. bizim kadınlığımız, aşkımız, hissimiz hiç kale alınmaz, hesaba katılmaz. bıktığınız günü, ücretimizi önümüze koyarak mazeret beyanına lüzum görmeden çıkıp gidersiniz. bizim hiçbir mahkemede hatta hiçbir vicdan önünde davaya, tazallüme salahiyetimiz, feramuş: unutma, hatırdan çıkarma ilanihaye: sonsuza kadar kale almamak: önem vermemek, sözünü etmeye değer bulmamak tazallüm: yakınma, sızlanma hakkımız yoktur. acaba muvakkat bir muhabbet için kiraladığınız bizim gibi fuhuş çiçekleri içinde sizi müebbet bir aşkla sevecek safveti kalbe malik kadınlar hiç yok mudur zannedersiniz? sizin verdiğiniz ücret bütün bu günahlarınıza kefaret olabilir mi? senin hanımefendi zevcen kıskanır da ben onu kıskanmaz mıyım? o seni bana göndermemek için kapamak hakkına malik olur ve sen onun bu emrini yerine getirmeyi bir vazife bilirsin de ben bu salahiyeti neden haiz olamayayım? vuslat'ın hiç memul edilmeyen bu tenkitkar tuğyanı önünde kenan ne diyeceğini şaşırır, mazereti gaybubet için evden, evlilikten bahsettiğine pişman olur. fakat bu sözlerin mübteni olduğu şeni desiseyi fark etmeksizin tamamıyla ciddiye alarak: eski vuslat'ın yerine şu saatte karşımda büsbütün başka histe bir kadın görüyorum. bir hafta içinde ne kadar değişmişsin. insaf et güzelim. ben seni bakiyei hayatımca kendime mal etmeye uğraşırken bütün hırçınlıklarınla bu emelimi reddeden, bir çiçekle yaz edemem istihfafı biinsafanesiyle yüzüme bağıran sen değil miydin? senin bu hakaretlerinin önünde benim muhabbetime zerre kadar bir nakise gelmedi. ret gördükçe ben seni daha ziyade sevdim. kalbimde nakabili teşrih bir his sabret, nihayetü'lemr vuslat imana gelecek. seni layezal bir muhabbetle sevecek! diyordu. işte, keşfim doğru çıktı. söyle, ağzından işiteyim. artık beni seviyorsun, değil mi? seviyorum. fakat bu sevgi bizim için saadet değil, felaket tevlit edecektir. bununla kalbimizin rabıtaları takviyet bulmayacak, bütün bütün çözülüp dağılacak. anlayamadım. mübteni olmak: dayanmak desise: düzen, hile, entrika istihfafı biinsafane: insafsızca küçümseme layezal: sonsuz tevlit etmek: doğurmak, vücuda getirmek sanatımın iktizasıyla kabul ettiğim bir erkeği kıskanmak aklıma gelmez. fakat sevdiğim bir erkek için mesele değişir. seni istemeseydim böyle gelip de namına tutulmuş bir hususi haneye kapanmazdım. seni belki evvelce de diğerlerine nispeten müstesna bir muhabbetle severdim. lakin müebbeden sevmek hakkını haiz olmadığım için bu hissimi gizlemeye, yenmeye, tepelemeye mecburdum. bizim visalimizin talipleri nevheves, gelici geçici kimselerdir. bunlardan hiçbirini cidden sevmeye gelmez. onlar bizimle nasıl eğleniyorlarsa biz de öyle eğlenip geçmeliyiz. seni de onlardan biri zannettim. bu hususta tamamıyla mazurum. şimdi tashihi fikr ettin ya! seni bütün ruhı şebabımla sevdiğime kanaat getirdin ya! daha ne kaldı? çok şey kaldı. nedir? beni üzme, beni öldürme artık. geçici muhabbetlerin hemen hepsi bir şekli ebediyetle başlar. benimki ebedidir. ispat et. nasıl? zevcene karşı benim hakkımda bir tercih göstererek. işte bu tercih meydanda. onu bırakıp sana geliyorum. sonra beni bırakıp ona gidiyorsun. karımı boşayamam vuslat. buna mani pek çok esbabı mübrime vardır. ben sana henüz böyle bir teklifte bulunmadan önüme setler çekmek istiyorsun. biliyorum, zevcen müebbettir, ben muvakkat. benden bıkınca oraya avdet edeceksin. fikrin yanlış. yanlış değil. kör kör parmağım gözüne. beyefendi, muhabbet denilen şey, üç kişi beyninde kabili taksim olamaz. bir tashihi fikr etmek: fikrini değiştirmek, yanlıştan dönmek erkek bir kadını, bir kadın bir erkeği sever. bu hesaba bir üçüncü şahıs daha dahil olursa o zaman aşk fasit olur. bir erkek aynı aşkla iki kadını sevemez. bunun biri aşk değil, hevestir. sen zevceni aşkla seviyorsun, beni hevesle. o daimidir, ben muvakkatım. bu hakikat, apaşikare meydanda dururken benden samimiyeti muhabbet bekliyorsun. insaf et. samimiyet, ciddi esaslar üzerine teessüs eder. bir erkeğin kalbi, iki kadın arasında bulunmak mecburiyetinde kaldıkça bu üç gönülden hiçbiri mesut olamaz. bu sözlerimi iyi dinle, doğru düşün. ona göre hareket et. nafileyorulmayalım. bu mesele böyle kalmaz. gittikçe vahameti artar. zevcen evde matem etsin, ben burada ağlayayım, sen ikimizin arasında ne yapacağını şaşır kal. bu, çıkar bir yol değildir. neticeye bakalım. bu müellim yolun sonu nereye varacak? bu besbelli. kenan bey, zevcesiyle kalacak, vuslat aradan çıkarılacak. mademki netice böyledir, bu üzüntüleri neye çekelim? şimdiden zevcene avdet et. allah, safayı hatır versin. ikiniz de mesut olunuz. ben de samimiyetle sevilmeye değer bir kadın olmadığımı anlayarak hayalattan çıkıp kendi alemimde yaşayayım. vuslat, sözlerin görünüşte doğru fakat hakikatte külliyen yanlış. beni zevceme rapteden esbap içinde muhabbet yoktur. ben onu sevmiyorum ve artık sevemem. ne olursa olsun. bu kadının senin üzerinde müthiş bir nüfuzu var, o görünüyor. bu nüfuzun sıkleti altında kendin ezildikten sonra beni de mi ezdireceksin? hiçbir vakitte. ikimizden birini katiyen tercih lazım geldiği günü ne yapacaksın? seni tercih edeceğim. bu hiç şüphe götürmez. bu bir kavli mücerreddir. böyle olmakla beraber, haydi, kabul edeyim. fakat öyle densiz bir karının nüfuzuna kendimi kurban fasit olmak: bozulmak apaşikare: apaçık, meydanda edemem. seni onunla bir müddet için paylaşmak zilletine yalnız bir şartla katlanırım. nedir? senin üzerine olacak nüfuzca, o karıyla müsavi ayarda bulunmak şeraiti. çocukça bir söz. üzerime olan nüfuzca sen karımla kabili mukayese misin? ona kat kat faiksin. ragıbe yalnız benim bir sözle münfesih olabilecek nikahıma maliktir, sen ise bütün hayatıma, ruhuma, her şeyime sahip ve hakimsin. öyleyse bir hafta da bu evde benimle kapanıp kalacaksın. fakat vuslatçığım. fakatı makatı yok. o beni nasıl koca bir hafta azabı intizarla üzdüyse bu işkenceyi kendi de çekecek. vuslat insaf et, doğru düşün. aradaki esbabın öyle nukatı mübrimesi var ki böyle zıt hareket edersek sonra dolayısıyla ondan ziyade biz üzülürüz. üzülelim, ölelim, ne olursa olsun. bu hafta da burada kalacaksın! zevcem başımda bir beladır. bunun sıkletini ancak hüsni idare ile tahfif edebiliriz. o nevmi iğfal içinde kalmalı, bir şey bilmemelidir ki biz rahat edelim. hayır. yüz defa hayır. nevmi iğfal içinde olmamalı. her şeyi tamamıyla öğrenmelidir. işine gelirse otursun, gelmezse boşansın. kendi üzerine kocasının bir fahişe sevdiğini bilsin. bu, dünyada ilk defa vuku bulmuş bir vaka değildir ya! bu memlekette bir erkek, karısının üzerine kaç tane daha isterse evlenebilir. odalık alır, metres tutar. bunun için adeten bir had yoktur. erkeğin keyfine karışılmaz. bütün kadınların mahkum oldukları bu adeti beldeden ragıbe hanımefendi zevceniz nefsini neden istisnaya uğraşıyor? müsavi: eşit münfesih: yürürlükten kaldırılmış, feshedilmiş nukatı mübrime: kaçınılmaz noktalar konaklarıyla, arabalarıyla, etbalarıyla, debdebeleriyle caka satarak bize nazarı istikrahla bakan namuslu hanımefendiler bilsinler ki kocalarınca bizim kendilerine uzun müddetlerle tercih olunduğumuz kesirü'lvukudur. bu mücadele uzadı. nihayet vuslat sevdalısına son ültimatomunu şöyle verdi: reyim hilafına bu evin kapısından çıkıp gidersen avdetinde beni burada bulamazsın. her münasebetimiz bitecektir. kenan, her belaya razı fakat bu iftiraka mütehammil değildi. çarnaçar kadının bu müthiş mantıkları önünde mağluben itaat gösterdi. figanı istimdad heybeli'deki hanesinden akşama avdetini yeminlerle temin ederek çıkan kenan bey, o gece gelmemiş, ertesi gece görünmemiş, öbür gece zuhur etmemiş, gaybubeti gecelerin müruruyla tevali edip gitmişti. ragıbe hanım, nüfuzca kendine galip, oyununa mukabil oyun yapan müthiş bir rakibenin karşısında bulunduğunu anladı. bu oyunlarda devam ettikçe nihayetü'lemr kendinin mağlup düşeceğini de bilaşek hissetti. mesele nazik, mühim ve mühlikti. artık kendinin dairei nüfuz u idaresinden hemen hemen çıkmış bir kalbe istinaden yani kenan'ın gönlüne güvenerek bu mücadelede nasıl devam edebilirdi? bu felaketten kurtulmanın eslemi tariki neydi? kenan'ı artık sevmemek, ondan her türlü ümidi zevciyet ve sevdasını kesmek. bu acı hayata acilen bir nihayet vermek. zevcinden artık soğumak için onun bu hıyanetlerini, denaetlerini en siyah, etba: tabi olanlar, çalışanlar, hizmetliler kesirü'lvuku: çok sık gerçekleşen mütehammil: dayanabilir tevali etmek: birbiri ardından gelmek eslemi tarik: en sağlam yol denaet: alçaklık, adilik en daii istikrah renkler, dehşetlerle nazarı nefreti önünde tasvire, tecsime uğraştı. ta kızlık zamanının bakir hayalatıyla gönlünde yarattığı ve sonra bir lutfı tesadüf olarak bahar güneşiyle reyean kurbağalıdere'nin çimenleri üzerinde bulduğu bu abidei ruhunu kalbinden tarda uğraştıkça gönlünü ölüm karanlıkları ve soğukluklarıyla boş, hasir, lerzan, nevmit, biteselli bularak ağlıyor ağlıyor ağlıyordu. bu dünyadaki sefaleti hissiyeyi tanımadan, gafilane bir mahiyeti ebediyet tasavvuruyla yegane saadeti hayat bilinen aydınlık bir muhabbetten defaten mahrum kalmak hicranıyla insanın gönlü yaralanır, böyle en elim acılarla sızlarsa buna karşı nasıl bir deva istimal edilir? ölümü tatlı ve zevkli gösteren bu korkunç boşluk neyle doldurulur? ragıbe bunu bilmiyor, keşfedemiyordu. kenan'a olan revabıtı hissiyesini koparmak için ragıbe hanım, kalbinin, bütün vücudunun asabını keserek teellümat içinde kıvranmaktayken odaya şirin girdi. bir müddet hanımını şefkatalud bir nazarı endişe ile süzdükten sonra birdenbire ayaklarına kapanarak: aha benim guzel hanımcığım, ben bir kabahat işledi. bana öldür, bana kapı dışarı at. ne yaparsa yap. bir kere kabahatini işledi. oldu bitti işte. ragıbe hanım şaşırarak: ne yaptın şirin? salonu süpürürken bir vazo mu kırdın? hiçbir şey kırmadı. ey, nedir? söyle. kuzum hanım yemin et darılmayacağına. darılmam. şirin tekrar hanımın eteklerine kapanıp mütezellilane birkaç defa öptükten sonra: hani ya çamlıktaki küçük kulaklı, sarışın bey yok mu? daii istikrah: tiksinmeye sebep olma reyean: bir şeyin ilk zamanları, evveli ey? işte o bana yine yakaladı. zorlan tüccar mektebinin arkasına, tenha çamlığa götürdü. sonra? tenhalarda acaba bana ne yapaca? diye ödüm koptu gitti. orada sana ilanıaşk mı etti? aşkını ilan etti ama bana etmedi. oh yarab şükür! dedim. kime etti? sana etti. ben sana böyle çapkınlara uyup da lakırdı götürüp getirme. diye bin kere tembih etmedim mi? ettin hanımcığım ama zavallıcık delikanlı öyle ağlıyor, öyle ağlıyor, öyle ağlıyor ki. ah benim göğsümde, elhamdülillah, imanım var. dayanamam ki. sonra ne oldu? ne olaca? nektup verdi. bunu hanımafandıya kotur, mutlaka okusun dedi. mektubu aldın mı? almadan olmayacak ki. aldım. nasıl aldınsa açılmadan yine öyle götür, geri ver. kuzum hanım, köpeğin olayım inat etme. haydi götür, başka lakırdı istemem! bana korkma dedi, bu muhabbetname değildir, bir arzuhaldir, içinde sırlar var. dedi. öyle deyince aklına kenan geldi. acaba kenan'ın bir sırrı mı var bunun içinde? şirin'in bu son sözleri ragıbe hanım'ı tereddüde düşürdü. kenan'ın ismi girdiği hiçbir şeye karşı o bikayd kalamazdı. iştibahla kaşlarını çatarak: ver bakayım nasıl mektup. bikayd: kayıtsız, ilgisiz şirin, bir tebessümi muvaffakiyetle elini koynunun en derin yerine, ta zıbınının içine sokarak leylaki keten bezine benzeyen irice, dolgun bir zarf çıkardı. filhakika zarfın şişkinliği, hanımın şüphelerini arttırdı. hiçbir coşkun aşığın bu kadar söz bulup ilk muhabbetnameye dolduracağına ihtimal verilemezdi. behemehal bunda bir fevkaladelik vardı. fil dişi kağıt bıçağıyla zarfı açtı. alev rengi sürh mürekkebiyle yazılmış perişan satırlarla dolu, iç içe konmuş sayfalar çıktı. yazılar, cümleler besbelli yazanın zihni gibi pek dağınık ve derbeder idi. harfler bazen pek küçük bazen pek büyük çizilmiş, kaf keşideleri amutlarından uzaklara atılmış, noktaların çoğu yerlerinde değil, kelimelerin ikisi, üçü bazen birbirine sıkışmış bazen mesafelerle ayrılmış. satırlar kah yukarı kah aşağı çarpılmış, sanki muharrir, dimağından bir harik şiddetiyle saçılan efkarı eşkali savletiyle kağıtlara resmetmiş. ilk sayfa şöyle başlıyordu: mualla bir huzuri ismete ölmüş bir kalbin niyazı ihyası hanımefendi, bir mağdurı hayatın derin, sefil, acı yeis ve nevmidi zulmetlerinden meçhul bir imzayla kopan bu feryatları, tarafınızdan bir lutfı istima görürse her emeliyle beraber bütün itikadatı vicdaniyesini kaybetmiş, şikeste, nalan hüviyetimi bahtiyar değil çünkü bu mücevvef kelimeyi artık istimale cesaret edemiyorumbiraz teselli etmiş olursunuz. ah bilseniz bu inayetiniz kadınlık leylaki: leylak rengi behemehal: her durumda, kesin olarak sürh: kırmızı, kızıl keşide: harfin uzatılmış kısmı amut: dikme lutfı istima: dinleme lütfu şikeste: kırgın, incinmiş nalan: inleyen mücevve içi boş, oyuk inayet: lütuf, ihsan, iyilik ulviyatına zamimeten defteri hasenatınıza kaydedilecek en büyük sevabınız olacaktır. allah aşkına dinleyiniz efendim, ben bir kurbanı hıyanetim, istiyorum ki yanmış, şimdi simsiyah kömür kalmış zavallı kalbimin feci sergüzeştini bir dilaşinaya dinleterek onu da kendimle beraber ağlatayım. ben hicranı müebbede mahkum bir serserii hissiyatım. insanlardan nefretle kaçıyorum. heybeli'nin en tenha, en izbe çam ormanlarında derbeder bir yabani gibi dolaşıyor, bağrımı taşlar, çalılar, dikenlerle yırtarak oradan bütün feyzi şebabımı, cevheri sevdamı yakan melun bir ateşin son izlerini koparıp atmaya uğraşıyorum. heyhat, hunı mazlumiyetim gözlerimden katre katre sızdıkça kalan boşluğa yine alevler doluyor. ateşgedei sadrımda yanardağlar gibi tükenmez, daimü'lfeveran bir maya var. yanıyor, kömür, kül oluyor, cehennemi bir istidatla yine tutuşuyor. sohbeti ahbab, huzurı hane, rahatı nevm ü firaş bana işkence geliyor, gecelerin esrar dinleyen mehip sükunetine tevdii alam için zulmetlerin aguşunda sabahlara kadar geziyorum. ada'nın şahikasında bir değirmen harabesi vardır. bazen kamer, seyri felekisindeyorulmuş gibi bunun zirvei viranına oturur, dinlenir görünür. o zaman bu ümit ve aşk sembolüne kadar yükselmek için bayırları tırmanıp koşarım koşarım. ben yükseldikçe fatıra'nın gönlü gibikamer benden kaçar. tepeyi bulunca onunla aramda sema derinlikleri, payansız denizler, ufuklar görürüm. cezirenin perilerine, cinlerine aşiyan olmak için terk zamimeten: ek olarak defteri hasenat: sevap ve günahların yazıldığı manevi defter izbe: kuytu loş yer ateşgedei sadr: göğsün ateş yanan yeri bu mektubumda çok tezat göreceksiniz çünkü ben insanlığımı kaybettim, bir muzaddi hilkat oldum. rahatı nevm ü firaş: uyku ve yatak rahatlığı mehip: korkutacak kadar iri, cüsseli, korkunç sevmediğim sevdiğimin ismidir. payan: son, nihayet edilmiş bu asırlık harap değirmenin siyah kovuklarında meşum bir orkestra gibi gecenin naimiyeti içine kahkahalarını döken baykuşlarla hemahenk olarak ölmüş gönlümün matemlerini hıçkırıklarla öterim. mehtabın bu tepeye ferş ettiği hazin nurlar üzerinde siyah çamların biadet, muavveç kollarından düşen gölgeler tahriki rüzgar ile ayaklarımın altında müthiş kara yılanlar gibi kıvrım kıvrım kıvranırlar. aman allah'ım, neredeyim? bu ne eşkali muvahhişe? cehennem burası mı? dünya olmasın da duzah olsun. belayı aşkın giremeyeceği, bu işkenceden masun bir nahiyeyi salimen yok mu? beni oraya gönder. cehennemin ateşlerine, ejderlerine, en şedit azaplarına razıyım. beni sevda canavarının akur pençelerinden, haris dişlerinden kurtar. her ukubetine münkadim rabb'im. beni yalnız bu melundan halas et. mehtabın rakit münevveriyetini ihlalle birbirine sarılarak gezinen bu korkunç ejder zalamına kendimi sokturmak için yerlere atılır; topraklar, taşlar, dikenlerle kucaklaşırım. baykuşlar, bana değirmenin tepesinden gülerler. ben ağlarım. onlar merhametsiz, müstehzi kahkahalarında devam ederler. her saniyei teneffüsümde içtiğim bengi aşk zehriyle çırpına çırpına nihayet sızardım. rüyamda ufkı mevcudiyetime yine bir cehennemi sevda açılır. nereye kaçsam o. hep o. fatıra. onu meşum: kötü, fena naimiyet: uykuda olanlar ferş etmek: döşemek, yaymak biadet: sayısız duzah: cehennem masun: korunmuş, muhafaza edilmiş, mahfuz, emin nahiyeyi salime: emniyetli bölge akur: yırtıcı, saldırgan haris: hırslı münkat: boyun eğen, itaat eden rakit: durgun zalam: karanlık aguşı ağyarda görürüm. önünde secdeler ettiğim katil, nigahını süzerek öldürücü lisanıyla söyler ki: ben seni öldürmedim mi? hala sağ mısın? zavallı derbeder, dünyada ebedi ne var ki sen onu benim gönlümde, aşkımda tevehhüm ettin? muhabbeti müebbet tasavvur eden eski mutasavvıflar aldanmışlardır. onlara kanma. hayatı kainat teceddütle daimdir. masunı tevakkuf olan bu alemde istikrarı aşka yalnız senin gibi budalalar uğraşırlar. benimle mesmum kalmış gönlüne yeni bir sevda devası zerk etmezsen onu sadrından kopar, köpeklere at. sadakat bir zehirdir ki lazım miktar istimali bilinmezse marizini öldürür. fatıra bu itabından sonra cangüzar bir hışımla benden yüzünü çevirerek ağzını yeni aşığının iştiha ile titreyen dudaklarına yapıştırır. bu sinei rakib üzerinde uyur. o zaman ateşler içinde ben uyanırım. kamer büyümüş, damanı asumana inmiş, mağribine yaklaşmış, gölgelerin heybetleri artmış, gece ihtiyarlamış, mehtapla zulmet bir mahlul, mahzun olmuş, bütün eşyayı ağlatıcı bir rengi gumum ve kelal sarmış, her taraf matemzara dönmüş, baykuşlar bileyorulmuş, uzun fasılalarla fakat daha hazin ve ürkek gülüyorlar. gecenin bu ihtizarı asabımı gerer gerer, sinesinde huzurı teselli aradığım tenhalık şimdi beni ürkütür. bu dünya insanla dolu. ben niçin yalnızım, mahkumı vahdet ve inzivayım ya rabb'im? beninevimin benden, benim onlardan bu teneffürümüz nedir? gönlümü böyle bir arzuyı infiradda niçin yarattın? sadrımdaki mayei sevdaya tekabül edecek mahiyet ve tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, kafasında kurmak mutasavvı tasavvufu benimseyen ve bu yolla allah'a ve ilahi hikmetlere ulaşmaya çalışan kimse, sufi mesmum: zehirlenmiş zerk etmek: şırınga ile vücuda bir sıvı vermek itap: azarlama matemzar: matem yeri, yas tutulan yer arzuyı infirad: yalnız kalma arzusu sadakatte bir kalp daha halk ederek bu şurezarı hissiyat içinde onu neden karşıma çıkarmadın? gece, semadan giryei şebnemi etrafıma saçarken ben de başımı çarpacak bir kütük, bir kaya arayarak yine ağlamaya başlarım. gözyaşlarım akar akar, biter. fakat bu giryeler teselli vermez. sonra ayağa kalkar, bir çama istinatla ada'nın eteklerini ıslatarak uzanan marmara'nın füshatını gussa gibi yer yer çökmüş kara sinekler arasından temaşaya dalarım. yıldızlar tepemde duradur bir va'di mübhemde bulunan işareti dilber edasıyla parıldar. insanlar içindeki mehcuriyetimden tevahhuşla bu hayattaki garip hüviyetime kevakip arasında birkaç aşina ararım. işte dübbi ekber, işte dübbi asgar ve kuyruğunda kutup yıldızı. ey lamekanın yarattığı parlak mekanlar! sizin de bu şulebar sinelerinizde benim gibi gönülleri kömür olmuş mazlumini sevda cehennemleri var mı? siz de bu hemşireniz arz gibi birer işkence makarrı mısınız? allah'ım, ateşi soğuk bırakacak bir şiddette feveran verdiğin suzi sevdadan masun bu koca kainatında bir kuşei huzurun yok mu? göster, oraya kaçayım. bu semalar bütün ehramıyla bir zarfı gumum, ben içinde aciz bir mazrufı mefhum. hiçbir yanda fürcei firar yok. şurezarı hissiyat: hislerin çorak yeri füshat: genişlik, açıklık gussa: gam, keder, hüzün duradur: uzaktan uzağa va'di mübhem: belirsiz vaat mehcuriyet: uzaklık, ayrılık, yalıtılmışlık kevakip: yıldızlar dübbi ekber: büyükayı takımyıldızının eski adı dübbi asgar: küçükayı takımyıldızının eski adı şulebar: ışık saçan makar: merkez fürcei firar: kaçma aralığı bir müfterisin hunriz pençelerinden kurtulmaya uğraşan zayıf bir şikar haleti nevmidisiyle etrafıma bakınır, bir darü'leman ararım. maddiyetimiz bu arzı deniye cazibe zincirleriyle merbut. ölsek eczamız bu kara toprağın içinde dağılıp çürüyece, yine burada kalacak. neticei hayatın bu müebbet kürek cezasından muaf bir ferdi aferide yok. insan, hayvan, hep, hep metaibi ömrlerini orada dinlendirecekler. şimdi manen, fikren bir tahassungah ararken dağın yamacında iki parça gibi beyaz duvarlarla mahsur, birbirine komşu, islam, hristiyan mezarlıklarını görürüm. bütün o müşkülatı hayatın müntehayı halli olan bu ölüm tarlaları, irili ufaklı taşları, siyah şebekeleri, gecenin şeytanlarını ürküten samit haçları, dirilere mevti temsil için konmuş bütün bu işaretleriyle gönlüme haşyetle teselli karışık, garip bir his ilka eder. varlığın hiçliğe mübeddel olduğu son durağımız orası değil mi? tevehhüm ettiğimiz bütün sürurlarla beraber alamın da örtüldüğü bu çukurlar. işte benim aradığım darü'leman burası. gideyim, bir kovuk bularak bir ölünün koynuna gireyim. artık hiç çıkmayayım. bu kabristanın sekenesi oraya cemaat omzunda, tabutlarla gelmişler. ben ayağımla gideyim. baykuşlar telkinimi versin. eğer ahirette de hayatı dünyeviye tahattur olunuyorsa demek alam sermedidir. cennet sözü bimana kalır. ben fatıra'nın vaslıyla dünya indinde pek kısa bir müddet yaşadım. öldüm. bu ikinci hunriz: kan dökücü, zalim darü'leman: sığınılacak yer tahassungah: sarp bir yere sığınma yeri şebeke: kafes, parmaklık samit: cansız haşyet: saygıyle karışık korku, ululuk karşısında duyulan gönül titremesi, yürekte duyulan ürperme, korku ilka etmek: yerleşmek alam: dertler, kederler telkin vermek: ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın söylediği söz ve dualar sermedi: sonsuz, ölümsüz, ebedi, baki müebbet hayatım cehennemidir. ölü bir daha ölür mü? bu işkence dünyasının acılarını kalbimizde ahirete götürdükten sonra ölümden beklenilen faidei halas nerede kalır? ben birinci hayatını tahattur eden bir ölüyüm. of. layemut kelimesi gönlüme sıklet veriyor. diriler birer riyayı mücessem. ölülerin kalpleri dünyadaki gibi birer kizb ü fesat mahfazası değilse orada imkanı dürug u hıyanet muhal. her şey bizatihi aşikarsa gideyim ölü kardeşlerimle konuşayım diyerek bayır aşağı koşar, duvardan atlar, mezarlığa girerim. ölüler pürsükut u esrar, topraktan firaş, mermerdenyorganlarının içinde uyuyorlar. bu rahatı mevte imrenirim. ne maşrığın bulutları arasında tebşiri ruz eden ilk envarın sahiriyetini ne mağribin ziyasını emerek kameri deraguş eden şairiyetini görmüyorlar. ne nagamatı tuyuru ne kahkahai bumu işitmiyorlar. bizi istiğraklara düşüren bu bedayii tabiata karşı hepsi bihis, bitenezzül. bu derin hamuşlarında öyle müessir bir belagat var ki bu ebkem, soğuk taşlar semi intibahım önünde sanki lisana gelerek şairiyeti hakikiyeyi cihanın elvanı faniyesinde, muğfil velvelelerinde arama. o bizdedir. bizim derinliğimize inmeyen şair olamaz. semi basiretini aç, dinle. ademin tekellümü sükuttur. bu lisanı anlayan aldanmaz, kamili hakiki olur. bütün feylesofların başka layemut: ölümsüz, ebedi firaş: yatak maşrık: güneşin doğduğu yer veya yön, gün doğusu, doğu tebşiri ruz: müjde günü sahiriyet: büyüleyicilik nagamatı tuyur: kuşların nağmeleri kahkahai bum: baykuşun kahkahası istiğrak: kendinden geçme bihis: duygusuz, hissiz bitenezzül: ilgisiz semi basiret: anlayış kulağı yerlerde aradıkları hakikat işte budur. ötesi efsanedir. diyorlar gibi gelir. bu mezarlardan tayeran eden bu refik felsefeyi dinlerim. onlar camit, ben ziruh. fakat onlar pürmeal, ben bimana. evet. ölümden başka her şeyi manasız bulurum. o zaman yine ağlayarak bir mezara sarılır, niyaza başlarım: beni ademinize çekiniz. layemut dedikleri ruhumun orada inhilalini göreyim. ondan kurtulayım. bu ruh, binihaye bir vasıtai tahassüs ise istemem. öleyim, ruhum da beraber ölsün. hiçbir zaman ve mekanda artık onun beni takibine imkan kalmasın. maddi, manevi dedikleri hüviyeti mahlukamın muzaafı mevcudiyeti de beraber yok olsun. dünyada ölüp ahirette yaşamak istemem. çünkü her ziruhun mayei tevellüdü aşktır. varlığımı ondan almış olmayı, ona hiçbir suretle nispetim kalmış olmasını istemem. bu dünyanın nihayet kapısı başka bir aleme çıkıyorsa kırbaç darbeleri altında tahammülünden ziyade yük taşıttırılmış zulümdide bir hayvan gibi zebanilerin ellerinde isyan ederek, tepinerek ileri yürümeyeceğim. beni aldığınız o karanlık hiçliğe tekrar atınız! tazallümüyle bağıracağım. ölüler. siz hayatı mahkumiyetinizi geçirdiniz. bu muammanın sonuna erdiniz. içinizde tekrar dirilmeyi arzu etmek saffetinde bulunanlar var mı? dirilecek olduktan sonra neye öldünüz? sizi dirilten, öldüren aşktır. bir arap feylesofunun dediği gibi, siz validenizin cinayeti sevdalarıyla dünyaya geldiniz. bu aleme evlat getirmişseniz siz de aşk saikasıyla bu cürmü ahar hakkında irtikap etmiş oldunuz. kanun yalnız katillere ceza tayin ediyor. medeniyet, adalet, insaniyet kelimelerinin hakiki manaları taayyün ettiği günü, amili mevlud olanlar da katil sayılacaklardır. çünkü doğmasaydık ölmezdik. aşk olmasaydı katil, öldürecek fert tayeran etmek: uçmak, havalanmak vasıtai tahassüs: duygulanma aracı zulümdide: cefa görmüş ahar: başkası bulamazdı. bu makteli aleme kurbanlar tedarik eden hep sevdadır, sevda. beni hiçliğinize neye mezcetmiyorsunuz? ben mi öleceğim, siz mi dirileceksiniz? nasıl beraber olacağız? beni size, sizi bana karıştıracak vasıta yine aşk değil mi? bu mezarlar, bu dağlar, ağaçlar, denizler, semalar, yıldızlar, mahsuli sevda, hep kurbanı sevda, hep mazlumı sevda. çam limanı'nda horozlar ötmeye, kuzular melemeye, buzağılar ağlamaya başlarlar. bu zavallılar hep aşk tekkesinin kurbanları. hep zulmi hayattan feryat ediyorlar. kendilerini bu işkenceden kurtaracak bıçak, boğazlarını koparıncaya kadar böyle bağıracaklar. sabah oluyor. yine bir ruzı azabın ufukları açılıyor, ben dünkü işkencei hayatımın renci alamıyla henüz pürtaab u bitabım. bu yeni günün azap dakikalarını şimdi tekrar nasıl geçireceğim? anladık ya rabb'im! yine insanları vahi ümitler arkasından koşturmak için kitabı ömrün bir muğfil sayfası daha açılıyor. bütün senelerim böyle intizarı huzurla geçmedi mi? dün böyle değil miydi? evvelisi gün böyle olmadı mı? yok, artık aldanmam. artık ümit etmem. ümidim beni bitirdi. ben ümidimi öldürdüm. aydınlık istemem. güneş istemem. beni bu iltiyamnapezir yaralarımla, elemlerimle zulmetlerine göm. müebbet karanlıklarına gönder. arzum budur. bu da bir siyah ümit değil mi? en koyu karanlıkların, hiç sabah olmayan gecelerin nerede? ben ziyadan korkar bir huffaşı sevda oldum. çünkü aydınlıklar bana fatıra'yı terennüm ediyor. nereye baksam onu görüyorum. bir matrudi aşkım. sevilmeden seven bir divane, izzetinefsini muhabbetine feda etmiş bir mezcetmek: katıp karıştırmak renci alam: acılar, ızdıraplar pürtaab u bitab: yorgun ve bitkin düşmüş iltiyamnapezir: iyileşmez, deva bulmaz huffaşı sevda: sevda yarasası matrudi aşk: aşktan kovulmuş alçağım. beni bu zilletten kurtar. sevda ahengi üzerine kurulmuş bu kainatın eblehfirib nağmeleri zıddına bağıran, sinesinin telleri parçalanmış başka mazlum divanelerin yok mu? beni onların yanına gönder. hep birden haykırarak sevda aleyhine propaganda yapalım. işte bulutlar pembeleşiyor, maşrıkta azim, muhteşem asuman gülleri açılıyor, çiçekler ibtisama, kuşlar muanakaya başlıyor. her taraftan fatıra görünüyor. kainatın bu feyz ü sürur muaşakasını bana gösterme ya rabbi. nereye kaçayım, nereye? kürei arzın şemsten dur kalan vechi muzlimini bulmak için yine koşarım koşarım, çam ormanlarına dalarım. inişlerden kayarım, düzlükleri geçerim, yokuşlara tırmanırım. sahilin sarp kayalıklarından inerim. önüme deniz çıkar. yine umman, yine sevda. yorgun, kesik, pürfütur, bir kayanın üzerine düşer, uzanırım. karanlığa avdet için gözlerimi yumar, sızarım. bir saat, iki saat, öyle bihuş kalırım. güneşin tesiri hararetiyle taşlar kızar. külhan kesilir, o yeis uykusu içinde kendimi cehennemde zanneder, sevinirim. kulağıma gak, gak birtakım asvatı keriha gelir. gözlerimi açar bakarım ki siyah bir karga ordusu benim bir ziruh yahut bir laşe olduğumu anlamak için etrafımda dolaşarak manevralar yapıyor. bazıları pek yakınıma konmuş, kara, çirkin gagasını uzatmış, zeki gözlerini dikmiş, pürtefahhus beni dinliyorlar. hemen davranarak açgözlü hayvanlar, sakın beni yemeyiniz, zehirlenirsiniz! ihtarıyla haykırırım. laşenin dirildiğini görünce ürkerler. furrrrrrr. hep birden, müşemmes taşların üzerine müteharrik lekeler düşürerek kaçarlar. kargalar beni yemeden uçtular. fakat ben nereye gideceğim? mahkum olduğum işkencenin eblehfirib: ahmak aldatan, ahmakları kandıran muanaka: kucaklaşma, sarmaş dolaş olma laşe: leş, ölü beden pürtefahhus: dikkatlice, araştıran gözlerle müşemmes: güneş ışınlarıyla aydınlanmış, güneşli müteharrik: hareketli saniyelerini dakikalara, dakikalarını saatlere iblağ ile yaşayacağım koca bir günün azabını düşünürüm. geçireceğim ızdırabın büyüklüğü, şiddeti karşısında kendimi pek dermande bulur, ağlamak isterim. fakat gece çamlıklara, mezarlıklara serpe serpe ibzal ettiğim yaşların hazinei tesellisini kurumuş bulurum. kalkarım, kendi kendimden firar edecek yer ararım. fatıra'dan kaçmak isterim. hep onu bulmak için dolaşırım. onun şemimi enfasıyla mesmum havayı bulup teneffüs ederek ölmek için gezinirim. işte size hayatımdan bir gün. diğerleri hep buna benzer. bana aşık bir validem vardır ki ben kırların zalamı leylisinde fatıra için ağlarken o da evde rahatı nevm bilmez. benim için, bu sevda mecnunu oğlu için durmaz, yaş döker. ah zavallı anneciğim. şimdi beni bekler. kim bilir kaç tabak yemek ayırmış, gizlice esvabımın arasına dikmek için kaç nüsha daha yazdırtmış, okunmuş şekerler, sular hazırlamıştır. beni nüshayla, nefesli sular, şekerlerle akıllanır zannediyor, saf kadın. hanımefendi, şimdi hikayemin en acıklı yerine geldim. huzurunuzda hürmeti nisvanı ihlal etmeden, bir kadının ifritliğinden nasıl bahsedebileceğim? fecianın bu kısmını kısa, pek kısa geçeceğim. fatıra benim, iptida muhabbetlerimiz mütevazin bir zevcemdi. sonra onun kefei sevdası boşalıp hiffet buldukça mizanı izdivacın bütün aşk ve ızdırap sıkleti bana yüklendi. ben onu aşığıyla cürmümeşhut halinde yakaladım. fakat benim muhabbetim onun cinayetinden daha büyük çıktı. affettim. bu cürümle bu affın arasında uzun maceralar var. fakat kalemimde tafsile cesaret yok. çünkü bütün bütün çıldırmaktan korkarım. mefkurem yanar, asabım taiblağ ile: çıkararak dermande: aciz, zavallı ibzal etmek: esirgemeden bol bol vermek, bol keseden kullanmak şemimi enfas: nefesin güzel kokuları mesmum: zehirlenmiş ifritlik: çok kötü ve zararlı olma hiffet: hafiflik hammül edemez, gerilir, kopar. mesele o kadar suzişnak, o kadar takatfersadır. sureti cereyanınca dünyada o kadar yegane, o kadar naşinidedir. onun hilei cinayetini, benim safveti afvımı kulaklar işitmesin. adam, insanlığından sıkılır. affettim ama dimağımdaki ihtilali sevda bütün bütün ateş aldı. mümkün değil aramızda zevciyet huzuru teessüs edemedi. kıskançtan, şüpheden, nefrete mümas bir müntehaya varan aşkımın şiddetinden ölüyordum. biliyordum ki zevcem beni sevmiyor, o da aşığı için ölüyor. onları birbirinin aguşunda bir daha yakalamak istiyordum. sabit bir hakikatin bu ikinci sübutundan ne fayda memuldü? işte. ne yapacağımı bilmiyordum. şaşırmıştım. bu iki sevda faresine bir kapan daha kurdum. meğerse kapanın alasını onlar bana kurmuşlar. öyle melunane tertibatta bulunmuşlar ki cürmümeşhut halindeyken kendilerini bana o surette yakalattılar ki fatıra ile nikahımız kalmadı. sonra kesbettiğim hali feci malumunuz. bu kadar tafsilat yetişir. ömrümün bu müthiş siyah sayfasını kapıyorum. sonra şüphesiz bir masal olan mecnun hikayesinin bir hakiki mümessili olarak sevda nevmidisiyle cünun beyabanına düştüm. tamam iki ay, insaniyeti, insanlığımı kaybederek zulmetlere, baykuşlara, ölülere karıştım. yüzüm ustura, saçlarım makas görmedi. kılık kıyafetçe tamamıyla bir yaban adamı oldum. orman, mezarlık bekçileri beni saldırmaz bir deli zannederlerdi. benim taş kovuklarında oturduğumu görenler gençliğime acırlar, ağlarlardı. bir gün yırtık makferlağa sarılıp taştan inimde yatarken ada'nın izbe yerlerini bir erkek refakatiyle dolaşmaya çıkmış ecnebi bir madam, refikine beni göstererek fransızca: beninevinden kaçan zavallı bir divane. dedi. ve refiki cevap verdi: yeni bir diyojen. takatfersa: dayanılmaz, tahammül götürmez cünun: delirme, delilik beyaban: çöl bana acıdılar. madam, çantasından bir mecidiye çeyreği çıkararak uzattı. almadım. aynı lisandan cevap verdim: para cinnetimi tedavi edemez. ben müebbet bir aşk mahkumuyum. kendi lisanlarıyla konuştuğumu görünce şaşırdılar. birçok şey sordular. bu bimari ile bir gün ada'nın cenup cihetindeki ıssızlıklara gömülmek için yola çıkmıştım. tenha bir mevkide çam altında sizi gördüm. yanınızda habeş hizmetçiniz, elinizde kitap, pilyanızın üzerinde, beyaz köpüklü mavi dalgalara karşı oturuyordunuz. o kadar dalgındınız ki kitap elinizden sarkmış, nazarınız ruhunuzla beraber uzak ufukların firari müphemiyetleri üzerinde mahzun seyranlar yapıyordu. kendi kendime: işte, dedim, galiba bu da denizin helecanları içinde hatırını arayan, eşsiz kalmış bir kumru. hanımefendi, bu istiğrakınızda öyle hazin, öyle ince, öyle müessir bir şiir vardı ki maaliyati tabiata karşı iki kanadını kapamış olduğum gönlümde ani bir zevki tecessüs uyandı. çam dallarının arasına gizlenerek oturdum, ben sizi görüyordum fakat siz beni seçemiyordunuz. iri, şahane, tahrilli siyah, durgun gözleriniz sanki denizin derinliklerini cezb ü bel ile pürhüzn ü mana bir umk peyda etmişti. içlerine daldım. muammayı ruhunuzu aradım. kitabı kaldırdınız, yalnız birkaç satır okudunuz. anladım. aradığınız teselliyi size ne bir müellifin süturı müfekkiri ne de halik'ın semaları, deryaları, dağları, ağaçları veremiyordu. sonra bir vesileyle hizmetçinizi uzağa savdınız. ah bilirim! yaralı kalpler ihtiyacı inziva ile çırpınır. vahdet içinde sızlamak ister. ne olacağını görmek için bütün dikkatimle gözlerimi diktim. uzaklarda cevelandanyorulan enzarınızı bir müddet önünüze diktiniz. yüzünüzde acı, nevmit, cangah bir tebessüm dolaştı. ruhunuz bir hasmı biamanla bimari: hastalık maaliyati tabiat: doğanın yücelikleri tahrilli: renkli kısmı çizgi çizgi olan, çizgili cezb ü bel ile: kendine çekerek, içine çekerek umk: derinlik cidaldeydi. evet. kalbinizde müthiş bir muharebe vardı. adüvvünüzü kavi, birahm; leşkeri hissiyatınızı zayıf, yılgın, mahkumı inhizam görerek hanümanını alevler sarmış bir felaketzede ateşe karşı nasıl gülerse, hayatla vedalaşan bir muhtazır nasıl tebessüm ederse siz de öyle bir gayei ye's işmizazı gösteriyordunuz. sonra güzel yüzünüzü birdenbire pek karanlık elem bulutları kapladı. başınızı nevmidane, iki elinizle tuttunuz. gözlerinizden pırlantalar döküldüğünü gördüm. ağlıyordunuz. çünkü nasibin bideva, sağır gadri karşısında mağlup düşmüştünüz. bütün şiddeti ruhiyenizle sarılmış olduğunuz emelleriniz, neşeleriniz sizi terk ediyor; yalnız hasir, biiltiyam, giryan bırakıyor; hayatın kadınlara yaşamak tahammül ve cesaretini veren samimi tesellilerinden, mesnetlerinden, kuvvetlerinden ayrılıyordunuz. siz de benim gibi bu izdihamı beşer içinde yalnız kalıyordunuz. hanımefendi, göklerin, denizlerin, çamlıkların tenhaisine tevdi etmek istediğiniz bu esrarı ruhiyenize mahrem olmaya uğraştığımdan dolayı beni affediniz. aynı hastalıkla mariz olanlarda birbirinin derdini anlamak için garip bir merak vardır. bu şebaheti hissiyeyi tahlilde, kıyası binnefs ile insan, bir nevi teselli buluyor. aynı alamla müteellim olanlar hissen kardeş demektir. her derdin acısını çekenler bilir ve birbirini gayri marizlerden ziyade anlarlar. bu ilk tesadüfümden sonra her gün sizi takibe başladım. görünmüyor fakat en ince ahvali ruhiyenizi gözetliyordum. bir meşgalei fikriye buldum. derdim tezauf etti. kendimden başka şimdi sizi düşünüyordum. görüşmek, dertleşmek arzusuyla yanıyordum. fakat benim gibi bir yaban adamı karşınıza çıkınca siz muhik bir tevahhuşla korkarak kaçacaktınız. kendimi huzurunuza takdim edebilmek için kıyafeten insanlığa avdete, tuvaletimi tanzime karar verdim. siz bilmeyerek bana bir devayı müessir oldunuz. temizlendim, giyindim. hatta süslendim. ben de elime bir kitap alarak çamlardaki kalabalığa karıştım. artık açıktan açığa sizi takip ediyor; siz nereye oturursanız yirmi otuz metrelik kurbiyetinizde ben işmizaz: yüzünü ekşitme, yüzünü buruşturma kurbiyet: yakınlık de yerleşiyor; sizi tarassut ediyordum. fakat yüzünüzdeki asarı teellümün her gün, evvelki günden daha ziyadeleştiğini gördükçe dilhun oluyordum. desti mütalaanızdaki kitapların, yanımda taşıdığım küçük dürbünle sernamelerini okumaya uğraşıyorum. bir gün elinizde luiz dö la valiyer'in un double amour'ını okudum. bu romanı derhal ben de tedarikle mütalaa ettim. bunda, nevmidane bir aşkın, kurbanını öldürünceye kadar olan safahatı müdhişesi beni bitirdi. sonra elinize leona faber'in bir mutallakanın mektupları'nı, mişel pruvan'ın katı rabıta etmek sanatı'nı, kanijbru'nun ölmek evladır'ını, rene mezuva'nın aşk tehlikede'sini, maksim fromun'ın işkence'sini ve daha diğerlerini sırayla okudum. meçhulüm olanları derhal getiriyor, tehalükle mütalaa ederek hissinize, yeisinize daha ziyade hulul ve iştirak etmek istiyordum. siz bana bilmeyerek bu suretle hevesi mütalaa vermek lütfunda bulundunuz. beni bir yandan kurtarıyor, diğer taraftan elemlere müstağrak ediyordunuz. çünkü zavallı ben, bu mecnun ömer numan, sizin için bir mechuliyeti mutlaka idi. mevcudiyetime hiç ehemmiyet vermiyordunuz. görüp de görülmeyen bir perii serseri gibi etrafınızda dair olduğum halde hiçbir gün nazarı tecessüs ü tenezzülünüzün bu garip şahsiyetime initafını görmek bahtiyarlığına nail olamadım. alamınız sizi o kadar bel ve gözlerinizi o derece kesafetle perdedar etmiş ki nazarınızda kainat, bir kalıba ifrağ olunmuş, nereye baksanız yalnız sizi muzdarip edeni görüyorsunuz. yalnız o hain timsali aşkınızı. başka varlıklar rüyetinize çarpmıyor. haricen insan şekline avdet ettimse de henüz kalbim adam olmadı. o kırıktır. o ebediyen malul, hasta kalacaktır. aşk kelisername: kitap adı, başlık louise de la vallire michel provins rene maizeroy maxime formont inita dönme, yönelme bel etmek: yutmak rüyet: bakış, görüş mesini manayı taleble telaffuzdan tabemevt mehcurum. buna cesaret edemeyeceğim. ey benim dert ortağım, razaşina haherim, sizinle dertleşmek isterim. canavar aşkın pençelerinden kaçalım. bu hunhara hırpalanacak artık bizde gönül kalmamıştır. hemşirelik, biraderlik hududı saf u samimiyetinde teselli arayarak birbirimize kalpleri açalım. bazen yara, yaraya aşılanmakla iltiyam bulur. alamımızda mücaneseti mütesaviye varsa müsavi kıymetler birbirini götürür. aşkı adi ile harap olduk, belki kardeş muhabbetiyle şifa buluruz. beni bilmeyerek kurtardığınız o nim alemi vahşete şimdi bilerek atmazsınız değil mi? bu musabı aşk, yanık sinemin imdat feryatları sizin kalbi mecruhunuzda ukusi insaf bulamazsa insanlardan bu son istimdadıma nedametle, yine taşlardan, dikenlerden merhemi teskin aramaya çıkacağım. baki halecanı intizar. ömer numan pek garip itirafatı mütekabile ragıbe hanım, bu uzun feryatnameyi bir hamlede okudu. bu meraretengiz satırlar cüretkar bir kalemin eseri tasnii olabilir miydi? ateşler saçan o cümlelerin bazılarında öyle bir şebaheti hissiye gördü ki bu feveranların, bu şikayetlerin, bu nevmidii sevda ile dağlanmış sinenin sızılarını aynen kendi kalbinde duyarak birkaç defa gözleri sulandı. düşündü. tahattura uğraştı. evet. asil, güzel bir çehreye, cevval gözlere malik bir sefilin, genç bir dilencinin enzarı istitaf ile biraz dolaştıktan sonra ürkmüş bir hayvan vahşetiyle çalıların arasına kaçtığı aklına geldi. bunu birkaç defa görmüştü. kendine karşı bir sevda komedyası oynamak için tabemevt: ölene kadar mücaneseti mütesaviye: eşit, denk, aynı türden ortaklık, birlik ukusı insa anlayış, merhamet yankıları meraretengiz: acı dolu, acılı cevval: canlı, cıvıl cıvıl böyle haneberduşluk, meczupluk rolü oynamaya kadar iltizamı huda ve külfet edilemezdi. delikanlının bütün bu şikayetleri, elemleri samimiydi. hemşirelik namına desti muavenet ve tesellisini böyle sineşikaf feryatlarla talep eden bir bedbahta karşı biinsaf, bimürüvvet kalmak olabilir miydi? lutfı tedavisine uzatılan bu yara, kendi kalbindeki cerihai hıyanetin birçok nukatta hemen aynıydı. bu karhai aşkı sarmakla kendi hunfeşan sinesinde de bir nevi teşeffi duyacaktı. fakat mesele nazik ve muğlaktı. çünkü kendi kadın, o erkekti. mütedavi bir rahibe hizmeti insaniyetkaranesinde bulunmak lazım geliyordu. ne yapacağını düşünmeye başladı. şirin, maymunlar memleketinde doğmuş bir insan vazıyla kollarını dizlerinin üzerine kavuşturarak hanımının karşısına çömelmiş duruyor, bütün harekatı vechiyesine dikkat ediyordu. esnayı kıraatte ragıbe'nin gözlerinden akan birkaç katrei teessürü gördü. memnun oldu. hanımıyla bir mükatebei muaşaka kapısı açılırsa kaç beşi bir arada daha biriktirebileceğini hesaplıyordu. ragıbe hanım, birkaç gün ne yapacağına karar veremedi. fakat şirin, bir münasebet düşürüp sokağa çıkarak çamlıkta pürhalecan bekleyen ömer numan bey'i buldu. mektubun hanımı ağlatmak derecesinde hüsni tesirini anlattı. muvaffakiyetin hemen muhakkak olduğunu fakat biraz beklemek lazım geldiğini tebşir etti. bu ahvalin müddeti cereyanında kenan bey de vuslat nezdindeki haftalık hapis mahkumiyetini doldurup çıkmıştı. zevcesinin kendine olan şiddeti muhabbetini bildiğinden gaybubeti hakkında yine kıvıracağı birkaç yalanla biçareyi bir kanaati zaruriye ile susturabileceğini memul ediyordu. zevç zevce yine karşı karşıya geldiler. ragıbe hanm pürinfial idi. sebebi gaybubet artık bahir bir hakikat mahiyetindeyken o müellim sual cevap yine başladı. rabıtai zevciyetleri itibarıyla haneberduşluk: serserilik, yersiz yurtsuz olma karhai aşk: aşk yarası hunfeşan: kan saçan mükatebei muaşaka: aşk mektuplaşması birinin aldatmaya, diğerinin aldanmaya sanki mecburiyetleri vardı. bu, sözleri mürettep fakat seyircisiz bir sahne üzerinde iki mümessilin yalnız birbirine karşı oynadıkları bir nevi acıklı komedyaydı. ragıbe hanım, müstehzi bir istikrahla sordu: beyefendi, neredeydiniz? bir ikinci baskın daha mı oldu? istanbul'da idim. valide fena rahatsız. tehlikeli. hekim, operatör kıyamet. kaç gündür uğraşıyoruz. hastalığı ne imiş? apandist. vah zavallı kenan. ne kadar şaşırmışsın. bu mektep çocuğu yalanlarına kadar tenezzül ediyorsun. neden? neden olacak! senin böyle bir hileye tevessül edeceğin ihtimalini düşünerek sıcağı sıcağına yalanını yüzüne çarpmak için iki gün evvel dilaver'i istanbul'a, validenin hanesine gönderdim. kadın evde bile yokmuş. beşiktaş'a misafirliğe gitmiş. dilaver haneyi tahkikle oraya kadar uzanmış, validenle görüşmüş, seni sormuş. kaynanam kenan'ın iki aydır yüzünü gördüğüm yok. hayırsız, bizi bütün bütün unuttu. artık nerede olduğunu bilmem cevabını vermiş. evet. hesabını anlamıyorum. yarın buradan çıkınca doğru validene giderek bu budalaca yalanını meydana çıkarmamak için ona hasta olup yatmak lüzumunu anlatacaksın. kadın senin hatırın için temaruz etmek değil, ölmüş görünmekten bile çekinmez, bilirim. fakat tertibatında geç kalmışsın. ben senden evvel davrandım. bu bayağı yalanı geç. bundan daha adilerini tasni için de beyhudeyorulma. ne kadar acı olursa olsun ağzından hakikati işitmek isterim. zevciyetimiz böyle komedyalarla devam edemez. bugün valideni hasta eder, yarın hemşireni öldürürsün. fakat ilanihaye böyle bir hayatı hudada muvaffakiyet kabil midir? elbette bir gün gelecek ki sen yalandan usanacaksın, ben de dinlemeden. buyorgunluklar senin için zillet, benim için felakettir. karşımda, oyutemaruz etmek: hasta olmadığı halde kendini hasta gibi göstermek numa karşı oyun yapan gizli fakat müthiş bir rakip bulunduğunu anlıyorum. seni bir hafta burada ben kapadım; öteki hafta o, orada hapseder. bunun sonu neye varacak? elbette ikimizden birini tercih lazım gelecek. beyhudeyorulmayalım. bu azabı ne sen çek ne bana çektir ne de öteki üzülsün. ne olacaksa bugün olup bitmeli, anlıyor musun? bugün. böyle mestur bir sebeple, itiraf edemediğin bir hıyanet mecburiyetiyle bir hafta daha hanei zevciyetinden gaybubet edersen avdetinde bu kapıyı kendine ebediyen kapalı bilmelisin. kararını hemen şimdi ver. eşyanı topla, çık git. nikahım sana helal olsun. benden bundan fazla fedakarlık bekleme. yapamam. çünkü elimde değil. kenan bu ültimatoma karşı odanın içinde helecanlı adımlarla aşağı yukarı gezinmeye başlar. işin hileye, dolaba tahammülü kalmamış olduğunu anlar. zevcesinin sözlerini tamamıyla haklı bulur. fakat maksada tevafuk etmeyen faydasız hakkı, kendi zararına kabul hamakat değil midir? erbabı tezvir için zararlı hakkı kabuldense faydalı haksızlığı elde etmeye uğraşmak kaidei evveliye sayılmaz mı? insaniyetin adl ü dad unvanı muhteşemi altına gizlenerek ekseriya zayıfların, miskinlerin zararına halledilen mesaili ihtilafi hep böyle değil midir? kadı anlatışa göre fetva verir, gemisini kurtaran kaptan sayılır durubı emsali beyhude mi söylenmiş? her davada tarafeyn teşekkül eder. iki tarafın birden aynı derecede haklı olması enderdir. hemen daima bir taraf müzevvirdir. fakat kimse hak önünde teslimi silah ediyor mu? kanunun, nizamın, muhakemenin o dolambaç, namütenahi turukı hukukiyesine girip çıkmaktan kimse geri duruyor mu? hak olmayan şeyi hak şekline ifrağa uğraşanlar olmasa dünyada dava kalır mı? en büyük feylesoflar kuvvet haktır, hak kuvvettir! demiyorlar mı? bu hakikatin tespiti için her lisanda yüzlerce meseller söylenmemiş mi? fransızcadaki ou force domine, raison n'a point de lieu sözü, hele la fonten'in la raison du plus fort est toujour la meilleur mısraı meşhuru bu alemi münazaada en ziyade mabihi'ttatbik bulan eşardan değil midir? evet, evvela kuvveti bulmalı, sonra haksızlığı yürütmeli. kenan, bu nazariye üzerine düşünüyordu. neticei tefekkürü olarak ragıbe'ye karşı elinde tek bir kuvvet olduğunu gördü: nikah kuvveti. öyle bir kuvvet ki bu sayede zevcesi kendine hah nahah, madamü'lömr merbut kalmaya mahkumdu. ihtilaf üzere ayrı da yaşasalar ragıbe bir esareti kanuniyede kalacak fakat kenan kendisi arzu ederse evlenebilecek yahut istediği kadar münasebatı gayrimeşrua tesisinde muhtar bulunacaktı. bu kuvveti hak olarak yürütmek cüretiyle ciddi bir koca tavrı aldı. dedi ki: ragıbe, sen memlekette her nizam ve adete karşı ihtilalci bir kadın kafasıyla yaşamak, davanı yürütmek istiyorsun. bu kabil olamaz. validen, validenin validesi, onun büyükanası bu beldede adeta erkekliğin kadınlığa galebesi önünde nasıl boyun eğmeye mecbur kalmışlarsa sen de seri nahvetini bu zaruret karşısında indireceksin. ben indirmem. büyükvalidemin validesinin zamanı artık geçmiştir. yeniçerilik devrinde yaşamıyoruz. devirler geçer, inkılaplar olur, nizamat teceddüt eder. fakat bir millet bu tebeddülattan ziyade ananatıyla yaşar. irsi, kökleşmiş, yerleşmiş adetler, görenekler her şeyden kuvvetlidir. hala bizi sürükleyen bu müessirattır. istanbul'un bilmem hangi bucağında bir türk evinde ömür geçiren bir muhaddere, hiçbir zaman amerikalı bir kadın dimağıyla taşkınlıklara kalkamaz. ne demek istiyorsun? benimle teehhülünden evvel böyle söylemiyordun. yazdığın ahrarane mektuplar hala çekmecemde duruyor. mabihi'ttatbik bulmak: uygulama alanı bulmak, uygulanır olmak hah nahah: ister istemez madamü'lömr: ömür boyu seri nahvet: kibirli baş muhaddere: namuslu, iffetli kadın ahrarane: özgürlükçü onlar yine çekmecende dursun. ben o sözlerin kaili bulunmayı reddetmiyorum. ben bugün yine en hürriyetperest bir zevcim. sen müstebit bir zevce olmak istiyorsun. hala bu mantık hokkabazlığıyla dava kazanmak şarlatanlığını bırakmıyorsun. şimdi iddiamı teşrih ve ispat edeceğim. beyhudeyorulacaksın. sen izdivacın mahiyetini ve bunun zımnına bir kaydı müebbed ile perçinlediğin muhabbetin ne olduğunu bilmiyorsun ragıbe. evet. bunu ikimizden birimiz bilmiyor ama hangimiz ya rabb'im?! izdivaç bir adettir. aşksa bir histir. iptidai ateşlerini muhafaza ederek birbiriyle aşık maşuk gibi ahir ömürlerine kadar yaşamış karı kocalar, belki masallarda vardır, tabiatta hemen yoktur. fakat muhabbeti cinsiyenin zevali, rabıtai zevciyeti haleldar etmemelidir. çünkü bu ikisinin başka başka şeyler olduklarını söyledim. daha açık söyle, daha açık. bu indi, bu keyfi felsefei muğlakayı anlamıyorum. sen alelade bir kadın değilsin, anlarsın ve anladın. öteye bile geçtin. karı koca beynindeki muhabbeti mütekabilenin zevalinden sonra rabıtai zevciyet nasıl halelden masun kalabilir? bu anlaşılır muamma mıdır? bu muamma değil, bir hakikati vazıhadır. eğer idamei zevciyet, muhabbeti mütekabilenin ademi zevaliyle meşrut olaydı bu dünyada hiç karı koca kalmazdı. münevver bir kadın olduğun için seninle açıkça görüşüyorum. sen de amiyane telakkiyattan, itikattan çık. meseleyi göz boyayıcı, muğfil, beyhude bevatıldan tecritle hayatın, hakikatin bütün acılıklarını ortaya koyarak muhahaleldar: zarara uğramış, bozulmuş indi: yalnızca kişinin kendi kanısına dayanan bevatıl: batıl olan, boş ve yaramaz şeyler keme, münakaşa edelim. ve icbaratı tabiiye önünde birbirimizi aldatmayalım. tevilat ve takallübati musannaaya kalkışmayalım. yani dikenleri gül yapraklarıyla örtmeyelim. bütün zevçler, gözleri amayı cehalet ü belahetle perdedar olan zevcelerini aldatmaya mecburdurlar. bunlara hakikati söylemeye gelmez. zavallılar aldanmakla müteselli olurlar ve aldanırlar, rahat ederler. sen ise aldanmak istemiyorsun. ben de doğruyu söylüyorum. izdivaçla muhabbetin ayrı ayrı şeyler olduğu zaruretini kabul ettikten sonra diyorum ki: ben bazı mertebe havailik edebilirim. fakat seninle olan zevciyetim zevciyettir. o, katiyen halelden masundur. seni bırakamam. çünkü zevciyet noktainazarından senden iyisini bulamayacağıma eminim. binaenaleyh talak keyfiyetini aklından çıkar. benim için bu kabil değildir. boşamak için karı almadım. kaziyenin bir tarafı pot geldi. neresi? mademki idamei zevciyet, muhabbet ve sadakati mütekabilenin zevaliyle alakadar değilmiş, işe icbarı tabiat karışırsa bir zevç, zevcesini aldatmakta mazur sayılırmış. acaba aynı mazeretin kadın tarafına şümulü yok mudur? kadın da havailiğe kalkarsa ne olacak? bravo karıcığım. zaten zekavetinin hayranıyım. işte meselenin ukdesi burada. işte ben bu noktada kadınların da haklarını teslimle alelade kocalardan ayrılıyorum. hürriyetperestliğim işte bu ciheti mutenadadır. nasıl? mukabeleten sen de havailik edebilirsin. demek senin vukufun ve muvafakatinle ben de başka bir erkek sevebilirim, öyle mi? hay hay. amayı cehalet ü belahet: ahmaklık ve cahillik körlüğü kaziye: önerme zekavet: çabuk anlama ve kavrama yeteneği, zeka ciheti mutena: seçkin, önemli nokta kıskanmaz mısın? senin beni kıskançlık dırıltısından azade bırakmana mukabil, ben de kıskanmam. alçak. namussuz. dünya, dünya olalı hiçbir zevç, zevcesine böyle bir mezuniyeti şeniada bulunmamıştır. seni bu derecelere kadar alçaltan amali hasise ne olduğunu biliyorum. işte yine kadınsın, yine kadın. ne kadar tahsiliniz mükemmel olsa ilminiz, noksanı aklınıza bir türlü galebe edemiyor. bu sözü bir daha tekrar etme. böyle ahlaksızlıkları romanlarda okumaya bile tahammül edemem. zevç namı meşruunu taşıyan senin gibi bir bihissin ağzından işitmek, vücuduma nefretten ürpertiler getiriyor. ben gayrimeşru münasebetlerde zevk arayan kadınlardan değilim. allah canımı alsın daha iyidir. bu muvafakati şeniandan sonra artık yüzüne bakamam. aramızda kabili tamir hiçbir şey kalmamıştır. boşamaktan başka çare yoktur. zevciyetinden iğrençlik getiren naşinide bir zemin üzerinde münakaşadan, ismetim cerihadar oluyor. boşayamam ragıbe. senden müteneffir bir kadını cebren, kahren tahtı nikahında tutmak hangi moral icabatındandır, bunu anlatır mısın? anlatayım. seni boşamayışım, kendiminkinden ziyade senin menfaat ve bahtiyarlığına hizmet içindir. oh. pek acayip, pek! ikimizin arasında bahtiyarlık sözünü sıkıştırabilecek bir yer kalmış mıdır? artık buna imkan var mı? dinle. benden boşandıktan sonra varacağın koca, seni yine aldatacaktır. hem de nasıl! pek şeni addettiğin o benim naşinide müsaademi vermeyerek aldanacak, o zaman senin nazarında ulvi bir zevç olacaktır. ne kadar mahdut fikirli bir kadın olduğunu benim noktainazarımdan görsen kendi kendine acırsın. tıyneti beşeriyeyi olduğu gibi görmek kiyaset ve cesaretine malik olamali hasise: bayağı, adi emeller cerihadar: yaralı kiyaset: uyanıklık, akıllılık mayan senin gibi zavallılar cereyanı umuminin hamakatleri, sefaletleri içinde sürünmeyi fazilet bilirler. daima hakayıkı tepeleyerek hakikat! diye bağırırız. onu üryan görmeye, onun kizbden pek acı olan icabatına açıktan açığa kimsede tahammül yoktur. çünkü beşeriyeti idare eden umumi ahengi riya derhal bozulur. çünkü bütün hıyanetlerimizi yalan ve hileyle tevil, setr ve ihfa eyleyerek habasetlerimizi bu suretle teşdiden irtikaba alışığız. her fenalığı yaparız fakat kitaba, adete, ahlaka uydurarak yapmayı vicdanen medarı tahaffüf sayarız. hep bu maluliyetin zebunu ve mutazarrırıyız. doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. darbı meseli işte bu hikmet üzerine söylenmiştir. hiçbir kocanın, karısına karşı böyle bir mezuniyeti vasiada bulunmamış olduğunu haydi kabul edelim. fakat alemi izdivacda hiçbir zevç, zevcenin birbirini aldatmamış olduğunu iddia edebilir misin? ademi ıttıla ile bu hıyanetin vahameti tenakuz mu eder, tezayüt mü sorarım. beyefendi, yekdiğerini cidden seven zevceynden hiçbiri böyle hilafı vicdan u namus bir mezuniyette bulunamazlar. bu da bence bir hakikattir. aldatmak lüzumu baş gösterince şirazei imtizac bozulmuş demektir. felaketi kısaltmak için derhal ayrılmak en makul çaredir. ben alemin telakkiyatına bakmam. kendimde bir his, bir vicdan vardır. ona tebaiyet ederim. ben kendim gibi aldanmak ve aldatmaktan müteneffir bir zevç isterim. gizli ve aşikare üzerime hıyanet vukuunu anladığım günü boşanırım. bilfarz kendim aldatmak ıztırarında kalsam kocamdan ayrılır ve diğer sevdiğime varmak sureti meşruasıyla tatmini hissiyat ederim. başka türlü değil. ben bu histe, bu ahlakta bir kadınım. seksen dereden su getirsen beni kandıramazsın. çünkü bu ızdıraba tahammül edemem, beni boşayacaksın. tevil: bilinen anlamdan başka bir anlam ileyorumlama setr: örtme ihfa: gizleme, saklama medarı tahaffü hafifletici sebep mutazarrır: zarar gören, zarara uğrayan ademi ıttıla: bilmeme demek bir sevdiğin var. benden sonra ona varacaksın. olabilir ya!? buna mezun değil miyim? şaşacak ne var? bu mezuniyetim bir şartla mukayyettir. nasıl? birbirimizle rabıtai zevciyeti kat etmeksizin hariçte gönül eğlendirebiliriz. başka suretle değil. böyle kepazeliğe aklım ermez. boşayacaksın. bu maksadına vakıf olduktan sonra hiç boşamam. öyle boşarsın ki. top gibi. bu talak fikrini aklından çıkar ragıbe. beni engizisyon işkencelerine koysanız yine boşamam. görürüz. demek benim gaybubetlerimden müteselli olmanın yolunu çabuk keşfettin! bari intihapkerden bana her suretle mütefevvik bir delikanlı mı? senin intihapkerdenin bana karşı olan tefevvukları nispetinde. deminki ismetfüruşluğun ne idi, bu sözlerin ne?. adam aldatmakta sen yalnız kendini mi mahir zannedersin? demek beni aldatıyorsun. yahut aldatıyordun! franşeman söyle ragıbe. bu satranç oyununu karşı karşıya açık oynayalım. ben senin esrarı sevdanı bilmiyorum ki kendiminkini ifşa edeyim. kenan vehleten tuhaf bir vaziyette kaldı. zevcesinin kendinden başka bütün erkeklere karşı hissiyatı aşıkanesini kapalı zannediyordu. işte bu kanaati katiyesinden dolayı o mezuniyeti garibe semahatinden çekinmemiş idi. şimdi ise keyfiyet değişiyor, intihapkerde: seçilmiş mütefevvik: üstün franşeman franchement. açık yüreklilikle, dümdüz kendisiyle ragıbe arasına bir rakip girmesi, bu gayrimemul hadise, zihnini altüst ediyordu. bunda hem fayda vardı hem mazarrat. ragıbe hanım'ın böyle bir münasebeti aleniyet kesbettikten sonra kenan, kendi de biperva vuslat'la sevişebilirdi. fakat zevcesinin aşığı nüfuzı muhabbetçe kendine tefevvuk ettiği günü mesele pek müziç hatta vahim bir şekil alacaktı. ragıbe'ye karşı olan kanaatinde aldanmış olması biraz izzeti recülisini sarstı. vefasızlıkta bu ne seri bir mukabele idi. kadın kalbinin bu derece müstaiddi tahavvül olduğunu bilmiyordu. şimdi istiyordu ki kendisi vuslat'la sevdasında devam etsin lakin ragıbe kimseyi sevmesin. hodbinliği vehleten bu dereceye vardı. zevcesini seviyor muydu? hayır. sevmeden kıskanıyordu. bu bir izzetinefs, hodkamlık kıskançlığı idi. kendisi ne yaparsa yapsın fakat ragıbe demirbaş bir sevda sermayesi gibi daima elinde kalsın. zavallıya çektirdiği ve çektireceği ızdırabatı hiç nazarıitibara almıyordu. suistimal etmek istediği nikah kuvvetinin, tasavvuru derecesinde artık hükmü kalmayacağını da anlıyordu. çünkü zevcesi kendi nikahında kalmakla beraber sevdiği erkekle uzun müddet tesisi münasebet edebilirdi. beri yandan ragıbe hanım, kenan'ın bu zaafını hissedince ağzıyla kalbi mütevafık olmadığını anladı. onu kıskandırarak yola getirebileceğine hükümle şimdi tekmil bu cihete yönelmeye, bütün fetaneti desisekaranesini bu noktada cemetmeye karar verdi. binaenaleyh dedi ki: mademki bu sevda satrancının açık oynanmasını teklif ediyorsun sen söyle, ben de anlatayım. sevdiğinin adı vuslat, biliyorum. fakat nerede oturuyor? nasıl kadındır? münasebetinizin derecesi nedir? kenan düşündü. hakikati saklamakta bir menfaati makule görmedi. zevcesi kısaca tahkikatla her şeyi öğrenebilirdi. ve şüphesiz öğrenecekti. keyfiyeti kendi itiraf ederse o da bilmukabele ragıbe'nin izzeti nisviyesini daha ziyade yaralayarak kıskançlığını mazarrat: zarar müstaiddi tahavvül: değişime hazır fetaneti desisekarane: aldatan, kandıran zeka tezyit etmiş olacağından bu suretle husule gelecek tesiri şedidden istifade edebileceğini hesapladı. binaenaleyh cevap verdi: vuslat, istanbul'daki kadınların en güzelidir. kadıköyü'nde sokağı'nda, mesut bey namı müstearıyla tuttuğum hususi bir hanede oturuyor. derecei münasebetimiz bana dünyayı unutturacak bir mikyastadır. bu itirafatı müdhişeye karşı ragıbe hanım limon gibi sarardı. karı koca, bir müddet birer manayı müellimle birbirinin göz bebeklerinin içine derin derin bakıştılar. nihayet, kenan sordu: seninkinin ismi? ömer numan. bildim. güzel delikanlıdır. bu adada oturur. bir sergüzeşti mecnunane geçirmiştir. ta kendisi. derecei münasebetiniz? senden boşanıp ona varmayı gönlümde yegane emeli hayat ve saadeti mahza şeklinde parlatacak kadar şiddetli. şimdi biraz da kenan sarardı. fakat zevcesinin gayet iffetperest bir kadın olduğunu bildiğinden bu dalaline pek inanmak istemedi. fartı teessürle intikam almak için böyle söylüyor zannına düştü. hakikatin tamamıyla tevazzuhu için sordu: bu sevdanın bana ufak bir vesikasını ibraz edebilir misin? kolay. haydi. ragıbe hanım, bir tebessümi muzafferane ile kalktı. büronun üst çekmesini anahtarla açtı. ömer numan'dan gelen mektubun ilk sayfasını alarak gözü kilitledi. anahtarı cebine attı. kağıdı kenan'a uzattı. zevç, zevcesinin bu vesikai muaşakasını seri, mütehalik bir nazarı heyecanla okudu. ilk cümlei kıraatinde bir şey anlamamış gibi bir daha, bir daha tekrar etti. evet. bu latife değil, bütün vudalal: yoldan çıkma zuhuyla bir muhabbetname idi. benzi daha ziyade uçtu. ragıbe elden gidiyordu. belki de gitmişti. zevcesini yukarıdan aşağıya rakik bir nazarı takdir ile süzdü. onda şimdiye kadar fark edememiş olduğu asilane güzellikler gördü. mektubu parça parça yırtmak, karısının üzerine yürüyüp dövmek istedi. fakat buna hiç hakkı yoktu. bu mezuniyeti biraz evvel kendisi vermişti. mudhikeden yavaş yavaş faciaya dönen bu halin müsebbibi yeganesi kendisiydi. defaten ragıbe'den talebi salah etmek uyamayacaktı. çünkü kendisinin de vuslat'tan katiyen feragati lazım geliyordu. buna muktedir değildi. şimdi her iki kadını elde tutmak istiyordu. mesele güce sarmıştı. fakat o anda her şeyden evvel rahnedar olan kocalık izzetinefsinin acılarıyla müteezzi oluyor, kendini zelil buluyordu. ne yapacağını bilmez bir perişanii zihnle dedi ki: bu muhabbetnameye cevap yazdın mı? tabii! demek mektuplar tekerrür etti?. çok. bu mektup yarım. bunun mabadını ve diğerlerini görmek isterim. olamaz. niçin? iftirak üzere bulunduğum zevcime diğer erkekle olan münasebeti aşıkanemin tekmil esrarını ifşada büyük mahzurlar gördüğüm için. o iftirak kelimesini aklından çıkar. bu kelimenin zihnimde şu dakikaya kadar bu derecei şiddetle kökleştiğini hiç bilmiyorum. şu saatte zevcin bulunduğum için bu münasebetinin tekmil tafsilat ve safahatini bilmek isterim. buna şeran, kanunen hakkım vardır. şer, kanun sözlerinden yalnız işine gelen noktalarda istimdat ediyorsun. biraz da vicdanen düşün. mutlak görmek isterim. katiyen göremezsin. mektuplar büronun gözünde değil mi? evet. ver anahtarı! vermem! çilingir getirtir, açtırırım. bir şey yapamazsın! kenan, cebren almak için ne yaptığını bilmez bir feveranla zevcesinin üzerine saldırır. fakat ragıbe var kuvvetiyle iterek: burada ben kendi hanemdeyim. aşağıda uşak var, aşçı var. kadın hizmetçiler var. şimdi bir bağırırsam hepsi üşüşürler. seni bir çocuk gibi zapt ederler. deminden zevcesine mezuniyeti muaşakada bulunacak kadar bir şahsı medeni görünürken şimdi asyalı bir koca kesilme. rezaletin lüzumu yok. mesele memleketimizde hiç duyulmadık bir garabet aldı. bu garabetin kahramanı sensin. bu müşkülü halletmeliyiz. kolay. nasıl? sana son bir teklifim var. bunun icabına tevfiki hareket etmeden bu evden gidersen bir daha içeri giremezsin. nedir? ben senin hıyanetini affedeyim, sen de benimkini. bu hareketim sana hülle yerine geçsin. o karıyı katiyen terk et. yine evvelki asude hayatı zevciyetimize avdet edelim. ragıbe hanım, bu ihtiyatsız ve ani teklifiyle bütün samimiyeti ruhiyesini zevcine ifşa etmiş oldu. kenan, derhal anladı ki ötekihülle: kocasından üç kez boşanan kadının, eski kocasıyla tekrar evlenebilmesi için yabancı bir erkeğe nikahlanıp boşanması nin, ömer numan'ın ehemmiyeti yoktur, elan ragıbe'nin kalbi sevdazedesinde bütün şedaidi garamıyla yaşayan kendisidir. o gönül başka bir erkeğe müsahhar olmamış ve olamayacak. binaenaleyh deminden bir garabeti müşküle halinde gördüğü mevkiin nezaketinden şimdi bir istifade yolu arayarak mütehakkimane haykırdı: seni terk etmeyeceğim! vuslat'la yaşayacağım! ömer numan'ın da sana mübarek olsun! fesini başına geçirerek oda kapısından fırladı. bu ani tebeddül ve tehevvür karşısında mebhut ve son derece meyus, nevmit kalan zavallı ragıbe bedbahtisinin en elim isyanıyla o da bağırdı: allah selamet versin. git. fakat işte bu son gidişindir. sonra bir keseli muztaribane ile pencerenin önüne gitti. tül perdenin arkasından baktı. kenan, fesini düzelterek bahçenin otlu merdivenlerinden seri adımlarla kaçıyordu. bu defa zevcini şık bir bey kıyafetine girmiş, müthiş bir haydut hilkatinde gördü. haydut, demir parmaklıklı kapıyı açtı. yokuştan aşağı uçar gibi bir süratle kayboldu. vuslat'ın aşkı, bu şurideyi mıknatıs kuvvetiyle cezbediyordu. ragıbe, şiddeti teessürle bitap, kendini kanepenin üzerine attı. sıcak gözyaşlarını serperek: intikam allah'ım, intikam! can sızısıyla birkaç defa inledi. bu karı koca sahnei hakikiyesinin en ince mırıltılarına kadar bütün cereyanı elimini dışarıdan takip eden şirin, birdenbire odaya girdi. hanımının giryei matemine bakarak: ne ağlıyorsun ayo! biri gittiyse ötekini çamlıkta sana bekliyor. ağlayacağına bundan boşan, ona var. ragıbe hanım, derin bir nazarı istimdadla habeş'in yüzüne baktı, cevap vermedi. müsahhar olmak: bağlanmak, itaat etmek mütehakkimane: zorbaca, zorbalıkla, tahakküm edercesine şuride: perişan; tutkun v müellim bir ziyaret intikam. intikam. ragıbe, şimdi dişlerini gıcırdatarak bu kelimenin verdiği lezzeti teşeffi ile yaşıyor, bütün hüsranını, acılarını bununla teskine uğraşıyordu. kenan'dan cebren boşanmakla intikamını almış olacaktı. fakat bu, kolay bir iş değildi. şeri, kanuni birçok esbabı talak bularak bir dava açabilirdi. lakin o, kestirme bir yoldan gitmek istiyor, zevcini birdenbire şaşırtarak, ezerek, amansız, müşkül bir hali ıztırara koyarak bu ribkai nikahtan muzafferane, müntakimane kurtulmanın çaresini arıyordu. iki gece geçti. kenan gelmedi. ragıbe hanım, bütün saati muztaribanesini bu çareyi düşünmekle geçirdi. nihayet aradığını buldu. kararını verdi. yazıhanesinin önüne oturarak vuslat'a hitaben şu mektubu yazdı: hanımefendi, kadın, kadının derdinden anlar. pek müşkül bir mevkideyim. halk, sizi icabı sanatla kalpsiz, vicdansız addeder, yanılır. fakat ben öyle değilim. zevcimde beyhude aradığım insaniyeti sizde bulabileceğim ümidi kavisiyle alicenabınıza müracaat ediyorum. avrupa muharrirlerinden biri, sizi alelekser namuskar kadınların günahlarını çeken melekler tavsifiyle yad ediyor. bilirim, içinizde insaniyeten, hissen bize mütevafıklar vardır. sizin de onlardan biri olmanızı temenni ederim. biz vaktiyle mizacen, ahlaken, terbiyeten kendi hulkiyetimizle tamamen tevafuk edecek koca intihabını ve sonra alemi zevciyette o erkeğin hüsni idaresini hakkıyla bilse idik belki sizin münasebetiniz yalnız bekarlara münhasır kalırdı. itiraf ediyorum: kabahat bizde de var. hanım! zevcim bana tercihen sizi seviyor. bu, insanın ihtiyarı haricinde bir meyli kalbidir. bir şey denemez. artık itiraz etmiyorum. talihime mütevekkilim. bugün onu size tamamıyla terk ediyorum. mütevafık: denk fakat kenan, insafsızca ve gayriinsani bir inat ile beni kahren tahtı nikahında tutmak istiyor. ben de his sahibi bir kadınım. bigünahım. benden müteneffir fakat bazı sevaiki hissiye ile beni boşamak istemeyen bir erkeğin cevirleri altında ezilmeye müstahak değilim. onun bu haksızlığından sizin adaleti kalbiyenize sığınıyorum. o sizi seviyor. belki siz de onu seversiniz. ara yerde, ben bir engel kalıyorum. mevkiim yok. bahtsızlığıma kemali tevekkülle beraber hasbe'lbeşeriye bazen tahammül edemeyeceğim günler de olabilir. çıkacak dırıltılardan siz de bizar kalırsınız. tarafeynin selameti namına kestirme yolu intihap edelim. muavenetinize, insaniyetinize muhtacım. bunu benden diriğ eylemeyeceğinizi bir hissikablelvuku bana tebşir ediyor. o cesaret ve kanaatle yazıyorum. kenan bey orada iken bir gün evinize geleyim. yüzleşelim. o benim hiçbir gün sizinle muvacehede bulunabileceğimi memul etmediği için ikimizi de aldatıyor. bana sizi sevmediğini söylüyor. size de elbette benden nefretinden bahseder. aramızda ikimizin muğfilliği ile yaşıyor. mertçe olmayan muhabbet, o nama layık değildir. samimiyetsiz gönülden vefa umulmaz. aşk bahsinde ekseriya aldatan aldanır. bakalım, ikimizin arasında ne vaziyet alacak?. sizin de şüpheleriniz var ise bu tecrübe ile hakikati anlarsınız. saati muvaceheye kadar tabii bu mektubumdan kendisine hiç bahsetmezsiniz. o bizi nasıl iğfal ediyorsa biz de onu gafil avlayalım. süratle cevabınıza muntazırım. adresim malumunuz değilse işte şudur: heybeliada'da kaşif efendi ailesi. baki tecdidi istirham. kenan bey'in zevcesi ragıbe mektubu zarfladı. üzerine kadıköyü'ndesokağı'nda mesut bey'in zevcesi vuslat hanımefendi'ye takdim. ibaresini yazarken kocasını bir fahişeye kendi kalemiyle tezviç eylemiş gibi bir hissi garibe düşerek tevahhuşundan titredi. cevir: eziyet, zulüm bizar: rahatsız mektubu postaya gönderdi. fakat azabı teşeddüt etti. ademi muvaffakiyeti halinde kenan'a karşı zilleti artmış olacaktı. bu teşebbüsündeki tecrübesizliğinden dolayı onun istihzalarına, daha ziyade adavetine uğrayacaktı. halasını ve felaketini bir fahişenin vicdanına tevdi hiffeti aniyesinde bulunmuştu. o geceyi korkunç kabusların zulematı mudikinde inleye inleye geçirdi. sabah oldu. uyuyup uyumadığını bilmiyordu. ömründe hiç böyle karanlık, rencefza bir leylei dehşet geçirdiğini tahattur edemiyordu. o gün, hep gözleri pencerede, kulağı kapıda idi. vuslat'tan cevap bekliyordu. alafranga saat dokuzda posta müvezzii bir telgraf getirdi. büyük bir lerzişi istical ile okudu: telgrafname hanımefendi, benim gibi bir kadına gösterdiğiniz büyük itimat ve teveccühten fevkalhad müteessir oldum. bizde de bir kalp bulunduğunu size ispat etmek isterim. kenan, burada mahpustur. bir şeyden haberi yok. bugün teşrifinize muntazırım. vuslat ragıbe hanım, cevabın telgrafla böyle sürati vürudundan anladı ki kenan'ın katiyeti temellükü rakibesince de mültezem bir keyfiyettir. fakat zevcinin sahibei saniyesi ona sadece kenan diyor, bey tabirini istimale bile tenezzül etmiyor ve hapsedebilecek kadar onun üzerine hükümran olduğunu anlatıyordu. hemen hazırlandı. o gecenin taabı canfersasıyla pek ziyade solan rengini tuvalet sularıyla, pudralarla tamire uğraştı. rakibesine karşı hüsnen tefevvuk edemese bile dun kalmak da istemiyorzulematı mudik: sıkıcı karanlıklar rencefza: ızdırap artıran, eziyet veren müvezzi: posta dağıtıcısı fevkalhad: pek çok katiyeti temellük: mutlak sahiplik taabı canfersa: dayanılmazyorgunluk du. siyahlar giyindi. mutena fakat sade bir tuvalet yaptı. şirin'e dedi ki: haydi hazırlan. beraber gideceğiz. nereye hanımım? muharebeye. muharebeye mi? aa. beraber silah alayım mı? al. fakat ben kumanda vermeden silahını kullanma sakın. hanım, hizmetçi evden çıktılar. moda'ya uğrayacak vapura bindiler. vapurun devvar çarkları denizin mavi sinesini zedeleyerek beyaz köpükler saçar iken şiddeti halecandan zavallı ragıbe'nin başı da beraber dönüyordu. nazarında bütün alem, vuzuhı maddiyetini kaybetmiş, şekilsiz bir hal almıştı. etrafına bakınıyor fakat bir şey göremiyordu. o, ömrünün en elim sahnei faciasında en büyük rolünü oynamaya gidiyordu. moda'ya çıktılar. bir araba buldu. sokağını söyledi. arabacı manidar bir tebessümle sordu: mesut bey'in hanesi mi? ragıbe, herifin bu keşfine karşı titreyerek cevap verdi: evet. malum. ben oraya çok hanım taşırım. arabaya girerken herif, küstah bir cüretle hanımın koltuğundan tutmak istedi. ragıbe, şiddetle dirseğini silkerek reddetti. arabacı besbelli, bu müşteriyi de oraya taşıdığı kadınların nevinden zannetmişti. bindiler. araba hareket etti. arabacı, ikide birde başını müşterilere çevirerek tuhaf tebessümlerle bir mükaleme zemini arıyor, ragıbe hanım sıkıntısından terliyordu. mutena: özenli, itinalı devvar: dönen mükaleme: karşılıklı konuşma, söyleşme herif nihayet: ah, dedi, ah. insafsızlar, bizde gönül yok zannederler. biz meyvenin iyisini turfandacılarda sepette, kadının güzelini de yalnız böyle arabada görürüz. ragıbe hanım, siyah peçesini indirdi. hayattan derin bir istikrahla titriyordu. şirin, hanımının infiali elimini anladı. hemen arabacıya dönerek: bizden başka kadın gormadın mı ayo? nene lazım senin zevzeklik. arabanı çek. susması için ragıbe hanım, diziyle şirin'i dürttü. arabacı bir müddet sustu. fakat delikanlının beyninde mesut bey'in hanesine giden bu genç kadının şemimi hüsnüyle bir sekr peyda olmuştu. müşterisini mutlaka söyletmek istiyordu. sözü değiştirerek dedi ki: mesut bey hovarda çocuktur ama gözü pek kapalı. o burada yok iken evde olmaz dalavereler dönüyor. hanımlar çok serbest, çok. geçenlerde kayışdağı'na götürdüm. rakıyı matara ile su yerine içiyorlar. vuslat hanım, kadıköyü'ne şan verdi. benimle ne şakalar eder! karısı, beyinden bıçkın. şirin: karısının da gozu kor olsun, beyinin de inşallah. sükuta davet için ragıbe, şirin'i hızlıca bir daha dürttü. araba; boyalı, zarif demir parmaklıkların arkasında hıyabanların, çiçeklerin ortasına oturtulmuş, cesameti tabiiyede birer tablo letafeti sanatkarıyla nazarları celbeden timsali servet, şık, güzel binaların önlerinden geçtikten sonra yokuşlar indi çıktı. birkaç sokak dolaştı. nihayet tenhaca bir semtte, bahçe ortasına mebni, soluk boyalı, yeşil panjurlu, alelade bir hanenin önünde durdu. hanım, hizmetçi arabadan inerek kapının çıngırağını çektiler. arabacıdan sekenei hane hakkında işittiği sözler ragıbe hanım'ın şemimi hüsn: güzelliğin kokusu kulaklarında hala müziç bir istikrahla çınlıyordu. zavallı kadın, namuslulara mesağı duhul olmayan bir eve giriyordu. merbut, uzun tel çekilerek kapı açıldı. lavanta çiçekleri, otlar bürümüş gayrimuntazam bir bahçeden yürüdüler. pencerelerden birkaçının panjurları oynadı. ehli iffet bir hanımın bu ırz ve hüsün ticaretgahına duhulünü yukarıdan seyrediyorlardı. hanenin asıl kapısı açıktı. mermer avluda misafirleri istikbale, o meşhur beniyle, şakağında gülüyle, işlemeli al kadife terlikleriyle faika çıktı. kısık sesiyle hemen biserübün yaygaralara, fartı mihmannevaziye kalkışarak peçesini açmış bulunan ragıbe'ye karşı: mübarek kademlerinize sıcak su mu, soğuk su mu efendim? buyurunuz, burası da sizin bir eviniz. kırk bir buçuk kere maşallah. siyah mahfaza içinde parlayan inciye benziyor. ne güzel bir taze. ah, bu hıyanet erkekler, dünyanın en güzel kadınlarına malik olsalar yine cihanın öbür tarafında daha başka türlülerini ararlar. ilahi kenan, bu meleğin üzerine gül kokladığın için gözlerin kör olsun, e mi? hepimiz bu heriflerin heveslerine kurban olduk. çekmediğimiz kaldı mı? hem darılırım kenan'ı hem severim. zavallı çocuk hanginizden vazgeçsin? biri yakut biri pırlanta. ikiniz de birleşiverseniz. fakat olur mu? ne mümkün. bu alemin dedikodusu. bir ayak üzerinde böyle birbirini tutmaz, bin lakırdı söyleyen bu kadının coşkunluğu karşısında ragıbe hanım şaşırdı. teselliguna fırlatılan bu türrehatın her biri simli birer iğne gibi beynine saplanıyordu. otel ile hane arasında bir bayağılık, bir nezaketsizlik, bir meymenetsizlik ve redaetle meşbu bu evin taaffüni manevisi gaseyanaver bir sıkletle ragıbe hanım'ın başını döndürdü. memesağı duhul: girme izni fartı mihmannevazi: misafir ağırlamada aşırılık gösterme teselliguna: teselli tarzında redaet: fenalık, bayağılık gaseyanaver: kusturucu dhaldeki silgiye narin glase iskarpinlerini sürterken duvardaki paterde zevcinin pardösüsüyle şemsiye ve bastonlarını gördü. bunlar, bazı günlerde heybeli'deki hanelerinde böyle asılı dururdu. demek, kenan'ın bir evi de burası idi. o, buraya da bütün eşyasıyla, levazımıyla bir hayat geçirmek için yerleşmişti. burada da döşeği, beraber yatacak bir kadını vardı. bu müthiş hakikati o haneye girmezden evvel tekmil acı vuzuhlarıyla bilirken şimdi ona müteallik bu eşyayı görmekten niçin bu kadar müteessir oluyordu? benli faika, kırk beşlik, şişman, ağır vücuduyla gençlik etvarı şuhanesi bir iffeti reftar göstermeye uğraşarak her uzvunun kabiliyeti taharrükünü irae eder ve hemen raksan bir yürüyüşle önlerine düştü. cabir, odasının kapısını aralık etmiş, bu gelen namuslu hanımın o evde sermaye olarak kalması lazım gelse gecede ne kadar irat getireceği noktai ticaretinden bir tetkik ve takdirle bakıyordu. bu herifin nazarında bütün afif kadınlar, işletilemeyen madenler gibi ticareti umumiye piyasasını müstefit etmeyen akim birer fonda hükmünde idi. uzun müddet süpürge görmemiş, fersude muşambaları üzerine avrupa mamulatından adi bir yol keçesi uzatılmış merdivenden çıktılar. hanenin her tarafında şimendifer, tramvay beklemeliklerini andırır bir umumilik, bir bakımsızlık, bir yıprantılık vardı. boşça bir sofayı yürüdükten sonra benli faika misafirleri salona aldı. kapıyı üzerlerine kapayarak çekildi. burası nispeten temizce idi. ortada al bir türk halısı, tirşe zemin üzerine beyaz hareli pelüş kaplı bir lake takımının kanepeleri, koltukları, sandalyeleri güya alafranga tarzı tefrişte oraya buraya serpiştirilmiş. orta yerde, masanın üzerindeki çiçekliklerde bayatlamış, evdeki kadınlar gibi buyı samimiyetini kaybetmiş iki buket. atlas, kadife, keten ufak yastıkların ve sigara iskemleleri örtülerinin etamin üzerine glase: iyi işlenmiş parlak keçi derisi akim: verimsiz fersude: eskimiş, yıpranmış etamin: perde veya örtü yapılan, seyrek ve gevşek dokunmuş delikli bir kumaş çeşidi kotonperle işlemeleri, kibritliklerin boncuklu kılıfları vuslat hanım'ın ve refikalarının bunlara hasredecek biraz boş zamanları bulunabilmiş olduğunu gösteriyordu. ragıbe hanım, bu eşyadan birine temastan iffeti rencide olacak gibi bir tehaşi ve hemen lerzişi istikrahla kanepelerden birinin ucuna ilişti. karşısına tesadüf eden aynanın üzerinde gördüğü levha, başına dönmeler getirdi. bu, bir fotografi agrandismanı idi. kenan, en şık kıyafetiyle, renkamiz kozalarıyla işlenmiş cesim bir çelengin ortasında beşuş, bahtiyar bakıyordu. bu tebessüm, ragıbe'nin kalbinde nakabili tarif bir elem tutuşturdu. içi yanıyor fakat beşeresini soğuk bir ter kaplıyordu. şedit, mühlik bir hummayı ye'sle iki sıra dişleri birbiri üzerinde birkaç defa takırdadı. zevcinin bu fotografisini hiç görmemişti. teskini halecan için gözlerini resimden çevirdi. içeri girecek kimselerin kendini böyle yarı baygınlık teessüründe görmelerini istemiyordu. bu talih mazlumu kendi kendine tabiatın işkenceleri içinde azaben sevda kıskançlığına makis hiçbir maraz ve ıztırabı nefsani bulunmadığını düşünüyor ve deruni ahlarla ömer numan, sen bir velii aşksın. bana sayfalar dolusu gönderdiğin feryatnamenin merareti mealini kalbim şimdi daha vuzuhla anlıyor. zavallı çocuk, neler çekmişsin! fakat istimdat ettiğin zavallı ragıbe şu anda senden ziyade muhtacı tesellidir. diyor. şirin, duvara asılı pano önünde durmuş, rakit sathında nilüferler açmış, etrafında gelin odası gibi salkım salkım bahar çiçekleri sarkmış bir dere kenarında kalçasının müdevveriyetini tekmil letafetiyle göstererek çırılçıplak yatmış genç bir kadına karşı, mini mini tombul aşk perisinin okuyla nişan aldığını seyrediyordu. tehaşi: korkma, sakınma, çekinme agrandisman: fotoğraftan büyütülmüş kopya beşere: cilt, deri makis: kıyaslanabilir müdevveriyet: yuvarlaklık koyu yeşil çiçekli kağıt kaplı duvarlarda garami, sefihane dekolte mevzularda yağlı boya taklidi, adi, avami birkaç tablo vardı. duvarın bir kısmı çerçeveli, çerçevesiz kadın erkek fotografilerinden görünmüyordu. sapları elvan kurdelalarla fiyonklu Japon yelpazeleri, işlemeli çevreler, havlular, hasırdan, atlastan ceplerinden suni çiçekler sarkan duvarlıklar, üzerlerinde hadekasız düz gözleriyle alçıdan venüsler, dianalar bakan ufak etajerler, sanatsız, zevksiz bir mebzuliyet ile her tarafı doldurmuştu. ragıbe, burayı zevkiselimden ari şımarık bir çocuğun hücrei müzeyyenine, gelin odasına, sergi salonuna, hiçbir şeye benzetemiyordu. burası onun ömründe girmediği beyoğlu'ndaki umumhane odalarının bir müşabihi idi. o nevi tefrişi hiç görmemiş olduğu için zihninden teşbih ve kıyas edebilecek bir yer bulamıyordu. o yalnız anladı ki burada hüküm süren rey ve zevk, kenan'ınki değildir. zevci burada hissen, zevken bir tabiatsızın tahtı mağlubiyetinde yaşıyor. şirin, duvarlardaki fotografileri seyrederken birdenbire bağırdı: tüh allah belanızı versin cenabetler! baksana hanım, bir herif bir karıya sarılmış ağzından öpüyor. utanmaz maymunlar! ragıbe hanım yerinden kalktı. şirin'in takbihini celbeden fotografiyi görmeye uzandı. yek nazarda erkeğin kenan olduğunu tanıdı ve kadının da vuslat olmasını tahmin etti. bu, musavverlerin yarımşar vücutlarını irae eder kabine bir fotografi idi. kadının dolgun omuzları, sinesi geniş yakalı bir gecelik gömleği içinde hemen üryan, çözük saçları perişan; erkek baş açık, saçlar dağınık, yalnız fildekos ten fanilasıyla dudak dudağa vermişler, şehvetten gözleri süzülerek birbirinin zelali aşkını içiyorlardı. sefihane: bayağı bir tarzda hadeka: göz bebeği fildekos: çok sağlam ve ince bir pamuk ipliği çeşidi bu iki mahluk, şu döşek kıyafetiyle objektifin önünde durarak en mahremane bir sahnei tahassüslerini yabancı gözlere karşı bütün baygınlıklarıyla nasıl teşhir edebilmişlerdi? ragıbe hanım, bulantı getiren bir nefretle sarsıldı, sendeledi. düşmemek için hemen şirin'in elini tuttu. onun yardımıyla ağır ağır döndü. bu manzaranın zehirleyici tesiratından kaçarak kanepeye kendini salıverdi. o esnada oda kapısı açıldı. top salata, elinde gümüş taklidi müselles bir kahve tepsisiyle içeri girdi. gevşek bağlanmış korsesinin üzerinde yalnız bir hamam bornozu vardı. sileceğin başlığı, tabii bir hotoza benzeyen henüz yarı ıslak kesik saçlarının tepesinde hemen şöyle ilişmiş duruyordu. bir nalın kadar yüksek ökçeli eflatun atlas terliklerinin üstünde mütebessim, şuh bir edayı mahsusla yürüdü. evvela hanıma, sonra habeş'e tepsiyi uzatarak: afedersiniz, dedi. sizi bekletmemek için giyinmeden geldim. bu ilk teşerrüfümüz ama yabancı değilsiniz. ragıbe hanım, şiddeti teessüründen hafakan üzerine hafakana uğruyordu. şirin, ilk gördüğü misafirin karşısına silecekle çıkan bu hamam soygununun etvarı laubaliyanesini o kadar büyük bir hayretle tetkike koyulmuştu ki hanımının karşısında kahve içmek teeddübünü unuttuktan başka, fincanı götürmek için ağzını bulamıyordu. top salata, aşüfte bir kadın rolünü maharetle oynayan bir aktris tavrıyla dirseğini konsolun kenarına dayadı. gerisinin hattı fasılını bütün derinliğiyle silecekten tecessüm ettirecek bir vaz ile kalçasını çarpıttıktan sonra: ablam çoktan kalktı ama ağabeyim hala uyuyor. o pek tembeldir. misafir vardı. bu gece geç yattık. ragıbe hanım, bu sileceklinin ablası vuslat, ağabeyisi de kenan olduğunu derhal anladı. top salata beyaz, narin parmaklarını konsolun mermeri üzerinde piyano çalar gibi oynatarak misafirleri oyalamak için devam etti: ada'da oturuyormuşsunuz. havasını pek methediyorlar. mideye iyi geliyor mu? ragıbe hanım, gayreti tekemmülünü toplamaya uğraşarak: mide için yakacık, çamlıca, beykoz, sarıyer gibi memba suları bulunan karyeler iyidir. top salata: ya sizin adanızın havası hangi hastalığa iyi geliyor? şirin, hanımının sıkıldığını anlayarak cevabı istimdadına şitap ile: bizim adamız, allah vermesin, dağlara taşlara. ince hastalıklara iyi gelir. her gun çan çalar. beş altı dane ölür. papaslar süslü esvaplarını giyerler. gümüş haçları ellerine alırlar. siyah sandığın içinde sapsarı ölüyü fon fon fon okuyarak açık kotururlar. işim olmadığı zaman komşu kadınlarla beraber seddin üstüne çıkıp seyrederiz. sonra gece adamın rüyasına girer. mezarlık uzak değil ki. bizim evin arkasındaki dağın öbür tarafında. ya dirilip de karanlıkta gelirse! ödüm kopar. bir danesini daha dün gordum. muşmula gibi bir koca karı. kapelasını giydirmişler, öyle bir süslemişler ki. karılar da cenaze ile beraber gider. geçen gunu karının biri cenaze galabalığından ayrıldı. çamların arasında abdest bozdu. sonra okuyarak yine onlara karıştı, gitti. top salata: ince hastalıktan pek korkarım. bizim sümbül ondan öldü. bir delikanlıya sevdalandı. kan kusmaya başladı. hekimler bu hastalıktan hiç anlamıyorlar. ev ilaçları yaptık. göğsüne, arkasına akciğer bağladık. bir hafta durdu, kurtlandı. yarasa kuşu yedirdik. kaplumbağa kanı içirdik. çingene karısı, kaplumbağayı sepetin içinde getirdi. hayvancağız kabuğun içine büzülmüş. ne yapacak, diye baktım. musibet karı, haşa huzurunuzdan, hayvanın kıçına koca çiviyi çarkadak sokuverince biçare hayvan, can acısıyla bakarye: köy kapela: bir tür şapka şını çıkardı. tavuk gibi boğazladı. aman, bu hastalık lakırdısı da nereden açıldı? ölümlü dünyada gezmeli, yürümeli, gülmeli, oynamalı. bu evde hepimiz mide rahatsızlığı çekeriz. pek teklifsiz görüştüğüm askeriye doktorun biri bana daima ilaç verir. maden sularından bıktım. bayatı, kokmuş yumurta gibi ne fena taaffün ediyor. kadıköyü'nün havası bana yaramıyor. toz, sıcak, sıkıntı. sokakları beyden, efendiden ziyade aşçı, hizmetçi, arabacı, hamal camal ile dolu. insanın şöyle bir açıkça tuvaletle dışarı çıkmaya haddi yok. o saat bu yağlı herifler yılışmaya başlarlar. yüz bulamayınca küfür ederler. adeta insana saldırırlar. cebi delik maymun, ben senin kesene göre bir karı mıyım? hiç haddini bilmez ki. ortalık pek sıkıymış. aleni işret eden karıları sürüyorlarmış, öyle mi hanım? şirin: aa, hiç kadın kısmısı işret eder mi ayo? top salata: aa lakırdıya bak. istanbul'da, beyoğlu'nda kadınlar için açılan lokanta kısımlarına hiç gitmediniz mi? birası, şarabı, düzü, mastikası, hepsi var. şirin: allah vermesin. biz öyle yerlere hiç gitmedik. bir kere yanlışlıkla beyin rakısını içtim de boğazımın kökü tutuştu. tövbe, şimdi koklamadan su bile içmiyorum. top salata: ablamın da midesi bozuk. ağabeyim bize çamlıca'da ev tutacak. ahbabımız çoktur. oraya kadar nasıl gelirler? ıX ragıbe'nin revolveri, şirin'in bıçağı salon kapısı açıldı. enine boyuna gürbüz, her tarafından hayat, neşe, melahat fışkıran pembe bir kadın, hüsnünün cazibesini arttıran edalı adımlarla içeri girdi. bu vuslat'tı. namı inkişafı tarave tinde ebruli okka gülüne benzeyen bu letafet heykelinin yanında ragıbe zayıf, sakı üzerinde boynunu bükmüş, narin, ince, soluk, melul bir yasemin gibi kaldı. kenan'ın metresi ipekli, limon küfü bir penyivara bürünmüştü. ince, somaki menevişleri gösteren, dirseklere kadar açık kollarında altın zincirden bilezikler, parmaklarında zümrütlü, yakutlu, pırlantalı yüzükler parlıyor, korsenin tazyikiyle hapse uğraştığı göğsü bir inadı tuğyanla taşıyordu. koyu altın iltimalı mebzul saçlarını başına dolamış, dolamış, bitirememiş, müteaddit elmaslı taraklarla güç zapt etmişti. salonun içini derhal keskin bir lavanta kokusu kapladı. şirin, bu fuhuş artistinin ziynetine, tuvaletine, letafetine, edasına o kadar hayran kaldı ki kollarındaki, ellerindeki, belki kenan'ın hediyeleri olan bilezikleri, yüzükleri imrene imrene, yutkuna yutkuna sayıyor sayıyor bitiremiyordu. kendi hanımının beyini teshir için neden böyle süslenmediğine kalbinden taaccüpler, teessüfler ediyordu. ragıbe hanım sadrını, hançeresini tıkayan, boğan hafakanların tesiratı mühlikesinden kurtulmaya uğraşarak alelade bir misafir nezaketi resmiyetiyle rakibesine karşı kıyam etti. vuslat, mevkiin fecaatiyle gayrimütenasip şetaretli, kısa bir temenna ile mukabeleden sonra kenan'ın sahibi şerisi bu kadının karşısına geçti ve durdu. bu iki rakip, bir müddet bilatekellüm birbirini müziç birer dikkatle inceden inceye süzdüler. ragıbe'nin isyanı ruhiyesi gözlerinden sakiti infialatla nebean ediyor, teellümatı binihayesi bir sahifei azab gibi hututı vechiyesinde okunuyordu. biçare kadın, karşısındaki bu harcıalem fakat gül vücudun muattar beşeresinde kocasının gezdirdiği ateşin buselerin izlerini sak: sap penyivar peignoir. bir tür sabahlık iltima: parıldama şetaret: sevinç, neşe nebean etmek: fışkırmak arıyordu. vuslat, bu nazarı imtihan u tedkik önünde mesut, beşuş bir muzafferiyetle sanki: kenan'ı elimden almaya gelen kadın sen misin? zavallı. istihfafıyla bakıyordu. bu elim sükutu bitirmek için vuslat, top salata'ya doğru bakarak: kız deli. bu ne kıyafet! kendimi moda'da deniz hamamında zannettim. top salata bir kahkaha salıvererek: birkaç sene sonra bu kıyafetle sokağa bile çıkılacak. nerem görünüyor? bu istifhamı acibe karşı şirin cevaba hazırlanırken ragıbe hanım'ın gazup bir işareti üzerine sustu. vuslat, sahte bir edayı hicabla dudaklarını ısırarak göz ucuyla silecekliye dışarı çıkması lüzumunu anlattı. top salata, kahve tepsisini aldı. maçiç polkasıyla yürür gibi vücudunun belinden yukarı ve aşağı kısımlarını iki tarafa, zıddına kıvırarak salon kapısından çıktı. üç kadın yalnız kaldılar. kısa bir müddet sükutla geçti. vuslat, göğsünün dantelalarıyla oynayarak bu ziyareti fecianın istilzam ettiği mahremane mükalemeye bir iftitah zemini arıyordu. nihayet dedi ki: hanımefendi, mektubunuzda adaleti kalbiyeme sığındığınızı yazmışsınız. bundan pek müteessir oldum. kullandığınız bu teveccüh lisanının altında saklı bazı acılıklar ve adavetler olabilir. böyle de olsa haklısınız. fakat ben de zannolunan derecede günahkar ve size hasım bir kadın değilim. zevcinizi zapt etmiş olmakla beni itham etmeyiniz. o, bir kere kocalık sadakatinden ayrılmış, zıvanasından çıkmış. beni bulmasa idi yine başka bir kadın seveceğine şüphe yoktu. beni onunla birleştiren bir tesadüftür. bu beşuş: güler yüzlü, güleç gazup: hiddetli maçiç polkası: bir tür dans istilzam etmek: gerektirmek, icap etmek iftitah: başlama bedbahtlığınızın sebebi yalnız odur, onun vefasızlığıdır. gözünde katiyen aile muhabbeti yok. mide bozan şeyler pek çoktur. fakat kabahat yenende değil, yiyendedir. bizim meclisi ülfetimize giren erkeklerin müteehhil veya bekar olduklarını biz düşünemeyiz. sanatımızın icabı böyledir. biz onlara zevcelerinize acıyınız, bizimle temastan kaçınız diyemeyiz. maatteessüf gayrimeşru sevdalara en ziyade haris olanları evli erkekler arasında görüyoruz. meselenin buralarını güzelce muvazene buyurarak kalben beni ithamda ileri varmayınız. ragıbe: hanım, görüyorum ki güzelsiniz. fetanetle idarei kelam ediyorsunuz. kenan bey'in sizi niçin bu kadar meftuniyetle sevdiğini şimdi anlıyorum. ben buraya sizin ne mesleğinizi ne de efalinizi muahezeye geldim. aramızda şeran bana, kalben size merbut bir erkek var. biz, marazi müsellesin birer köşesini işgal etmiş eşhası selaseyiz. bu teslis, dünyadaki bütün romanların, faciaların mevzuunu teşkil eden bir vaziyeti vahimedir. bu şeklin hududı vahametinde yaşanamaz. zevcim kocalık sadakatinden ayrılmış, zıvanasından çıkmış ise buna bir şey diyemem. o, kendi gönlünün sahibidir. ben, meselenin yalnız kendime taalluk eden cihetini katiyen hall ü fasl etmek isterim. bunun için insaniyetinizi, muavenetinizi istirhama geldim. buyurunuz. size ne suretle muavenet edebileceğimi bileyim. elimden geleni icradan geri durmayacağıma emin olunuz. boşanmak istiyorum. bu, gayet mühim bir keyfiyettir. iyi düşündünüz mü? bu tasavvurum katidir. hanımefendi, beyinizin bana olan münasebeti nameşru bir hevesten ibarettir. bunu kendiniz için büyük bir felaket sayıyorsanız kocasının bu suretle sadakatsizliğine uğramış kadın dünyada yalnız siz değilsiniz. bu, olağan bir maceradır. erkeklerin gönülleri acayiptir. hemen ekseriyetle sahip olamadıkları kadınlarda sevda zevki ararlar. ilim ve irfanınız var. bu cihetleri benden iyi bilirsiniz. ben bu hususun her cihetini ariz ü amik düşündüm. kararımı verdim. layetegayyerdir. peki, öyle olsun. fakat ben sizi zevcinizden nasıl ayırabilirim? onun üzerinde bu nüfuza malik olduğunuzu görüyorum. yanılıyorsunuz hanımefendi. farzı muhal olarak ben sizi kocanızdan boşatmak arzuyı katisinde bulunmuş olsam bile buna muvaffakiyet benim için zannettiğiniz kadar kolay bir iş değildir. kolaydır. hiç zannetmiyorum. buna nasıl muvaffak olabilirim? aklım ermiyor. talimat veriniz, o suretle hareket edeyim. şimdi kenan bey'i buraya getirirsiniz. mektubumda yazdığım gibi üçümüz bilmuvacehe görüşürüz. katiyen ya sizi tercih eder ya beni. vuslat, göğsünün dantelalarını çeke çeke bir müddet mütefekkir göründükten sonra: mesele nazikleşiyor. affedersiniz. biraz serbest söyleyeceğim. siz sırf kendi hissinize, menfaatinize nazaran hareket etmek istiyorsunuz. bu keyfiyette benim de bir menfaatim, alakai hissiyem var. gönül bahsi muğlaktır. başka şeye benzemez. kenan bey'i bu dünyada sizden başka bir kadın da sevebilir. bu, o kadar ihtimalden hariç ve şaşılacak bir keyfiyet olmadığı gibi seven de büyük bir günahkar sayılamaz. şimdi kenan bey'i böyle kati bir tercih ültimatomu karşısında bulundurduğumuz zaman, mesele her halde birimizin menfaatine, diğerinin zararına olarak neticelenecektir. bu, bir nevi piyangodur. ben kenan'ı aramızda paylaşmakta bir beis görmüyorum. yahut mecburi buna katlanıyorum. kazanmaktan ziyade kaybetmek tehlikesinden korktuğum için böyle bir davaya kalkamıyorum. siz ona bugün benden ziyade sahip olduğunuz halde bu malikiyetinizi katiyete vardırmak için piyangonun size ademi isabeti tehlikesini hiçe sayıyor, onu kaybetmekten korkmuyorsunuz. mukayesei nefs ederseniz ona karşı benim daha vefadar ve fedakar olduğumu zaruri tasdik edersiniz. ne olur? memleketimizde iki, üç, dört karılı ve birkaç da odalıklı, metresli erkekler görülüp işitilmemiş nevadirden midir? o kadınların canları yok mu? bizde de bir kalp, bir gönül bulunduğunu mektubunuzda yazmışsınız. ya ben de kenan'ı şiddetle seviyorsam. kendi saadetiniz için beni böyle bir iftirak tehlikesine sokmakta kendinizi haklı bulsanız bile benim için büyük bir gadr etmiş olmaz mısınız? insaniyetinizi talep ve rica ettiğim nokta, işte burasıdır. tahmininizde yanılıyorsunuz. bundan sizin için hiçbir tehlike yoktur. sizi katiyen temin ederim. iftiraka mahkum kalacak benim. o, sizden ayrılmamak için beni bırakacaktır. buna emin olunuz. zevcimi seviyorsanız bu teklifimin kabulü sizin için saadet olacaktır. bunu ne ile temin ediyorsunuz? bu bir bedahettir. görünen köye kılavuz istemez. yanlış. bu gece kenan'ın çok ağzını aradım. hatta sıkıştırdım. ısrar ettim. sizi boşayamıyor. katiyen tatlik etmek istemediğini siz de pekala biliyorsunuz. hiç olmazsa bunu izah ediniz. niçin? beni tahtı kahrında yaşatmak için. sevilen bir adamın yaptıkları insana kahır gelmez. belki ben kocamı sevmiyorum. o başka. o halde boşanmak için neden bu vesileye sarılarak beni de katı münasebet tehlikesine maruz bırakıyorsunuz? talak için bundan iyi sebep olur mu? ha, imanızı şimdi anlıyorum. demek kocanız sizi seviyor. siz ondan hoşlanmıyorsunuz. sizi kıskandırıp kendine bent etmek için kenan bey, beni sever görünmek planı tutmuş. ben ara yerde bir oyuncak, sizin muhabbetinizi kızıştırmak için kocanızın elinde bir körük. benimle sizin kalbinize üfleyerek tutuşturmaya uğraşıyor. nevadir: nadir olan, az bulunan tatlik etmek: boşamak bu ani ihtimal önünde vuslat'ın pembe çehresi ateş gülü gibi alevlendi. biçare ragıbe, zevcinin kendini niçin boşamadığını biliyor fakat bu hakikati sezdirmek işine gelmiyordu. maksadına vusul için rakibesinin bu infialinden istifade edebileceğini düşünerek dedi ki: zevcimin her ikimize birden malikiyetle yaşamak için gösterdiği bu ısrarında birtakım gizli hesabatı, esrarı kalbiyesi olabilir. fakat buna bakamam. ben zahiri nazarıitibara alırım. onun hakikatteki hedefi amali siz misiniz yoksa ben miyim? bunu düşünmem. o, bana malik iken sizinle bir rabıtai hissiye akdetti. sizi bana tercih eyledi. göze görünen hakikat budur. sizi mi seviyor? beni niçin cebren tahtı nikahında tutuyor? beni mi seviyor? neden sizinle münasebette bulunuyor? ikiye, üçe, dörde bölünebilen bir kalbin hissi aşk olamaz. bu, adi bir hevestir. beyefendinin böyle bir sevda fantazyasına kendimi oyuncak edecek kadar küçülemem. ben o kadınlardan değilim. o halde demek ki küçülen benim. orasını bilemem. ben yalnız kendi hesabıma söylüyorum. hanımefendi, sözlerinizde pek acı imalar var. bana anlatmak istiyorsunuz ki: sen harcıalem bir kadınsın. buluştuğun erkekler ile böyle ince, kalbi ve namuskar hissiyatla münasebet tesisi sanatın ile tevafuk edemez. inanır mısınız hanım? kenan'ın namına şu evde kapandığım günden beri ondan başka bir erkekle münasebette bulunmadım. bulunmak da istemem ve bunu da bir fedakarlık şeklinde hiçbir gün kenan'ın başına kakmadım. demek onu cidden seviyorsunuz? bunu bana itiraf ettirmek istiyorsunuz. evet. şiddetle seviyorum. öyle ise onun bir gün bana sureti katiyede avdetinden korkmuyor musunuz? muhabbetimi şiddetlendiren de işte bu korkudur. kenan bey'e bütün bütün malik olmak için bugünkü fırsat her zaman ele geçmez. bundan istifadeye atılmaz iseniz sözlerinizin samimiyetine inanamamakta mazurum. zevcinizi sevmediğinizi itiraf ettiniz. evet. onu bütün bütün bana terke hazır mısınız? evet. şimdi kenan'ı buraya getireyim. ikimizden birini katiyen tercih etmesi için son şiddetimizle ısrar edelim. işte ricam budur. peki. dediğiniz gibi olsun. ragıbe hanım, bu son kısa cevapları nakabili setr bir ihtizazı sada ve lerzişi kalble verdiğinden, sevda madrabazı vuslat, bu biçare kadının kocasını amansız bir muhabbetle sevdiğini, binaenaleyh sözü üzerine muvafık olmadığını anlamıştı. onun kenan'a bu meşru muhabbeti, vuslat'ın gönlünde derin bir kin uyandırdı. bu fırsattan istifade ile intikama karar verdi. hışımla yerinden fırladı gitti. ragıbe hanım, anı idamına muntazır bir mahkum helecanıyla bekliyordu. sekiz on dakika sonra salon kapısı açıldı. kapının saçaklı perdeleri arasında önde kenan, arkada vuslat göründüler. karı, ona bir şey söylememişti. oynanacak faciadan katiyen haberi yoktu. kenan, gecelik entarisinin üzerine omuzlarına atmış olduğu ropdöşambırının içinde o akşam geçirdiği leylei zevk ü tarabınyorgunluğuyla o kadar mahmur ve bifütur idi ki salondakileri vehleten göremedi. vuslat, aşığına ne kadar hakim olduğunu ve ona ne derece nazı geçtiğini ragıbe'ye göstermek için delikanlıyı dürüşt bir muamele ile omuzlarından içeri kakıştırıyordu. bu hırpalayıştan pek memnun görünen kenan, perdenin arasında sevgilisine sarıldı. açık gerdanına medit buseler yapıştırarak o gece sabaha kadar söndürüşt: sert, kaba, haşin dürememiş olduğu sevda hararetinin son cüralarını da orada, zevcesinin gözü önünde emdi. sonra, bir kolu metresinin belinde olarak içeri yürüdüler. henüz yarı naim gözleriyle salona ilk perişan nazarını attığı zaman, orada yüzleri açık iki çarşaflı kadın gördü. gözlerini ovuşturdu, dikkatle baktı. zevcesi ragıbe ile hizmetçileri şirin. bunun bir hakikat olduğuna ihtimal veremedi. kenan, hala döşeğinde uyuyor muydu? bu, bir nevm haleti miydi? bu muvahhiş rüyadan uyanmak için silkindi. kendini yokladı. elleriyle etrafındaki eşyaya temas ederek o dakikayı hayatının bir alemi manaya mı maddiyete mi ait olduğunu tayine uğraştı. bir iki adım daha yaklaştı. ragıbe, siyah çarşafının içinde hazan ayvası gibi sarı bir beniz, teessürden daha ziyade büyümüş, pürlevm u teşni, iri, durgun siyah gözleriyle kendine bakıyor. bu kadın, ragıbe'nin kendi olmaktan ziyade onun hayaline benziyordu. biçare o kadar erimiş, dünyevi cismaniyetinden firara müheyya, nim gayrimaddi rakik bir şekil almıştı. kenan, etrafına mütehaşi bir nazar gezdirerek mevkiin vahametini muvazene etmek istedi. vuslat, karşısında buraya gelmek küstahlığında bulunduğu için karını tekdir, tahkir et! mealini emreder, gazup gözlerle bakıyor, ragıbe ise enzarıyla en zehirli serzeniş oklarını zevcinin kalbine saplıyordu. bu iki kadından birinin hükmi infialine tebaiyet göstermek, diğerini ebediyen kaybetmek demekti. kenan şimdi ne yapacak, hangisine kul olacaktı? bu dört gözün, üzerine yağdırdığı kargıların mütezad, elim tesiratı altında bir müddet mütereddit, mütehayyir kaldı. nihayet biihtiyar yılanın semdar deheni cezbine düşen bir kuş gibi vuslat'ın enzarı efsunu önünde iradesini kaybetti. metresini memnun etmek için zevcesine karşı takbih ve tekdir tavrı alarak: naim: uykulu kargı: büyük ve uzun mızrak şeklinde eski bir savaş aleti mütezad: zıt, karşıt mütehayyir: şaşkın semdar: zehirli vay hanımefendi, bu hanei mahremime ne cesaretle girdiniz! beni kontrol etmek için mi? ragıbe, yeisinden tıkanıyordu. cevap veremedi. mendilini gözlerine götürdü. kenan devam etti: hanenizden son defa çıkmazdan evvel ben size her hakikati söylemiştim. tahkike, tetkike, kontrole lüzum kalmamıştı. ragıbe, mendilini gözünden indiremedi. kenan devam etti: bu muvacehe, benden ziyade sizin için elimdir. üzerinize bir kadın sevdiğimi, sizi ve her türlü vezaifi zevciyemi unutturacak bir şiddetle sevdiğimi biliyordunuz. bu hakikati gözünüz ile görmek cüretine kalkışmanızda her iki taraf için bir fayda, bir sefa olamayacağını anlamalıydınız. ragıbe bir iki hıçkırıkla cevap verdi. kenan yine söylüyordu: mektepten kaçan bir çocuk gibi beni kolumdan tutarak evinize götürmek için mi buraya geldiniz? bu, pek beyhude bir harekettir. beni size rapteden; imamın duası, mahallelinin aminidir. bu sevgilim hanıma ise kalben, hissen nakabili inkisar bir şiddetle merbutum. nafile uğraşmayınız, ayıramazsınız. ragıbe, mendilini gözünden çekti. şimdi benzi daha ziyade sararmış, ızdırap yaşları kurumuştu. elan zevç namını taşıyan bu vicdansıza öyle derin bir nazarı istikrah u telin ile baktı ki kenan'ın müheyyayı tekellüm dudakları sanki birdenbire tahaccür etti, kıpırdayamadı. ragıbe hanım, kalbindeki bütün samimiyeti zevciye ve insaniyesinin o sözler karşısında ne feci bir nefretle ölmekte olduğunu bu hançerlerden keskin muci nazarıyla tercüme etti. vuslat, kendinin hoşnudisini celp için kenan'ın göze aldırdığı bu insafsız tecavüzüne mukabil, zevcenin ne cevap vereceğini bekliyordu. ragıbe hanım nazarı istikrahını bu ikisinin üzerinde tahaccür etmek: taş gibi katılaşmak, taşlaşmak, taş kesilmek muci: can yakan, acıtan hoşnudi: hoşnutluk derin derin dolaştırdıktan sonra evvela zayıf fakat giderek kuvvetlenen sedasıyla dedi ki: beyefendi, ben buraya sizi vezaifi zevciyenize avdet için davete gelmedim. ben bugün sizin şahsınızda insaniyetin tasavvur edemediğim derecede sefil bir timsali zilletini görüyorum. siz pek şaşırmışsınız. artık ketmi tıynet ihtiyatına bile lüzum görmüyorsunuz. imamın duası, mahallelinin aminiyle takdis ve tahtim edilmemiş serbest rabıtalarla yaşamakta tamamıyla hürsünüz. ben sizi bu hanımdan ayırmaya değil, kutsiyetiyle eğlendiğiniz nikah felaketinden kurtarmaya geldim. ben sizin için bir belayım. siz benim için bir levssiniz. o kadar çıkmaz bir levs ki talaktan sonra bile bundan tamamıyla temizlenmeme imkan göremiyorum. zevç kelimesi telaffuz olundukça karşımda daima hudakar, za'fi kalbisini kanunı hayat tanıyan vicdansız, mağlubı hevesat, derekei denaet ibresi, lazımü'lhazer bir mahluk görmek galatı hissinden kurtulamayacağım. kenan, hanei mahremim dediği bu salonda zevcesini görünce onu mecnunane bir iştiyakla istirhama gelmiş zannederek vuslat'ın çatkınlığı önünde birdenbire bir ihtilali zihniye düşmüş, dimağıyla ağzı arasındaki irtibatı mantıkisi gevşemiş bir sarhoşa dönmüştü. zevcesinin bu ağır itabı karşısında halin nezaketini anlayarak biraz aklını başına topladı. fakat şimdi ragıbe hanım coşuyordu. devam etti: senin hanei mahremin bu ev değildir. burası, parası en çok olana açıktır. bu kargah, gönüllerin mezat yeridir. burada bütün fezaili insaniye ölür. paradan başka bir mabut tanınmaz. burada kenan, mesut bey olur. burada en ahlaksızlar bile asıl namlarıyla yad olunmaktan utanırlar. bu hakaretlere karşı vuslat birdenbire köpürerek: takdis edilmek: mübarek kılınmak tahtim edilmek: mühürlenmek lazımü'lhazer: uzak durulması gereken hanımefendi, müracaatınızı bilamüşkülat kabul etmiş olduğum için mi bu nezaketsizliklerde bulunuyorsunuz? ragıbe: hanım, körün, topalın yüzlerine karşı bu maluliyetlerini söylemek nezaketsizlik sayılır. çünkü bu sakatlıklar gayriihtiyari ve nakabili tashih birer felaketi tabiiyedir. fakat sizinki öyle değil. vuslat: benim sakatlığım ne imiş? ragıbe: cismani bir sakatlığınız yok. dayanıklı bir kadınsınız. sizin bozukluğunuz manevi. siz görünüşte latif, iştihaaver fakat hakikatte mütefessih meyvelere benzersiniz. size temas edenleri de beraber çürütürsünüz. vuslat, kenan'a dönerek: karın beni tahkir ediyor. ragıbe: tahkir etmiyorum. ittisaf etmiş olduğunuz bir hali, bir hakikati söylüyorum. bu sıfat gücünüze gidiyorsa tövbekar olabilirsiniz. vuslat: benim tövbem, istiğfarım sizden sorulmaz. bir kocanın hamakati itimadına sığınarak namus, iffet imtiyazları altında fahişelik eden ev hanımlarının adedi bizden ziyadedir. ragıbe: nikahsız bir erkeğin karşısında açık oturan sizin gibi bir kadının ağzından çıkan namus, iffet sözlerinde medarı galebe bir tesir olamaz. vuslat: mütefessih: çürümüş ittisaf etmek: bir özelliğe, sıfata sahip olmak, bir sıfatla sıfatlanmak istiğfar: bağışlanmayı dileme, tövbe etme benim sizden nem eksik? hangi faziletlerinize güvenerek böyle azametleniyorsunuz? bana karşı kendinizi neden erişilmez, müstesna, yüksek bir mevkide görüyorsunuz? bugün imamı, muhtarı çağırıp bir nikah kıydırtsak ben de sizin gibi afif bir ev hanımı olamaz mıyım? ragıbe: dostunuz olan bu namert nikahın kutsiyetiyle eğleniyor. onun husumeti bana değil, iffetimedir. siz afif bir kadın olduğunuz günü onun nazarındaki bütün kıymetinizi, cazibenizi kaybedersiniz. o, hevesatı sefilesini tatyip için yine bir iffetsiz kadın arayacaktır. daima onun naili perestişi olmak ister iseniz fahişe kalınız. vuslat, korsesinin arasından ipekli, muattar, ince bir mendil çıkarıp gözlerine götürerek: ben bu ağır sözleri ömrümde kimseden işitmedim. kenan beyefendi'nin sayesinde kim bilir daha nelere muhatap olacağım, ne belalara uğrayacağım? kocanızın bana lüzumu yok. alınız, evinize götürünüz. hanımefendi buraya benden hınç çıkarmaya gelmiş. mektubundaki lisanı istirhamıyla şimdiki tuğyan birbirine uymuyor. ragıbe hanım: hanım, mevkimiz birbirimizi takdise müsait değildir. artık zevcim demeye utandığım bu adama, beni tahkir için enzarı teşvik ü teşci ile bakıyorsunuz. kenan bey her hareketini arzularınıza, emirlerinize tatbik etmek için bir av köpeği itaatiyle gözlerini sizden ayırmıyor. işaretlerinizi bekliyor. onun gönlü sizden kabili infikak olmadığını bildiğiniz için lüzumsuzluğunu söyleyerek kemali semahatle zevcimi bana bahşediyor, alıp evime götürmekliğimi tavsiye cakasında bulunuyorsunuz. o hissen, ruhen sizindir. işte yine tekrar ediyorum. ben buraya onu almaya gelmedim. bugün beni boşasın. bu menhus haneden çıkıp gideyim. allah ikinizi afi iffetli birbirinize mübarek etsin. bir daha nam ve nişanımı duymazsınız. böyle rahatsızlıklara uğramazsınız. kenan, bu defa emir almak için istimzacen vuslat'ın yüzüne bakmadı. zevcesinin bu muhik talebiyle onun amali hissisi üzerine kurduğu bütün planları göçüyordu. hal, gayetü'lgaye vahimleşmişti. ragıbe'yi bırakmak, parasız kalmak, binaenaleyh aynı zamanda vuslat'tan da ayrılmak demekti. vuslat'ın kıskançlık gayz u iştibahını uyandırmaksızın ragıbe'yi boşamamakta nasıl ısrar edebilecekti? şaşırdı. bir nevi nazarı istirhamla derin derin zevcesinin yüzüne baktı. sen bu inadından vazgeç, ahiri kar ben yine seninim. demek istiyor gibi idi. fakat maksadına vusul için ragıbe'nin her nev tahkirden geri durmayacağını, gayei nefret ü infial ile parlayan gözlerinden anladı. zevcesi, rakibesinin damarlarındaki fahişe kanını bütün bütün tutuşturmak için her türlü tan u teşni ve terzil hücumuna hazırlanmıştı. beri yandan vuslat, kenan'ın zevcesine fırlattığı bu nazarı ilticayı pek acı bir bedahetle hissetti. şimdi sevdalısının ağzından çıkacak sözün mahiyetine hasrı dikkatle bekliyordu. kenan, ragıbe'yi bıraktıktan sonra bir daha ona malikiyet kabil olamayacağını fakat vuslat'ın müteakiben infialini tamir tahtı imkanda bulunduğunu düşündü. ehveni felaketi intihapla olanca cesaretini toplayarak: hanım, bu talak sevdasını aklınızdan çıkarınız. bu bence kabili icra değildir. ragıbe hanım, acı bir istihza tebessümüyle: beyefendi beni bırakamaz, vuslat hanım'dan da vazgeçemez. bu melunane muammanın ukdesi bugün çözülecektir! ya ben ya kenan: talak, bir erkeğin keyfine ait bir meseledir. niçin boşar niçin boşamaz bundan dolayı kimseye izahat vermek mecburiyetinde değildir. istimzacen: nabız yoklarcasına ehveni felaket: daha zararsız felaket ragıbe: vuslat hanım, bu adam bizi itiraf olunamayacak kadar zelil hevesatına esir ederek yaşatmak istiyor. beni her denaetini çekmeye mahkum, nikahla kendine merbut, aciz bir mahluk addediyor. sizi de kalbi, hayatı, dini, imanı, her şeyi para ile satın alınır hakir bir kadın görüyor. sizde bir vicdan bulunduğundan bahsetmiştiniz. bunun varlığı yahut yokluğunun vakti sübutu işte hulul etmiştir. kenan bey sizi seviyorsa benden niçin ayrılamıyor? onun namına hususi bir haneye kapanmak fedakarlığını ihtiyar etmiş olduğunuz için bu suali kendine sormaya ve kati bir cevap talebine hakkınız vardır. vuslat: davanızı fasl için beni tevkil etmeyiniz. çünkü menfaatlerimizin birbirine zıt olduğunu söylemek zaittir. sizi kocanızdan boşatmak bende bir vicdanın varlığına delalet edeceği tuhaflığına da aklım ermez. ragıbe: daha acı söyleyeceğim. söylettiğiniz için kabahat sizdedir. hanım, kenan bey'le siz birbirinize her suretle denksiniz. uncu ahmet'in evinde basılıp da hali sekrde kadın erkek şarkı söyleyerek kol kola, ahalinin yuhaları arasında karakola giden mahluklardan vicdan namına adalet istemek büyük bir safderunluktur. siz heyeti ictimaiyenin namus hududundan matrutsunuz. ikinizin arasını dolduran levs içinde ben yaşayamam. vuslat: yaşayamazsan bana ne! işte kocan, işte sen. boşan. bu talakın icra memurluğu bana ait bir vazife midir? ragıbe: benim gibi masum bir kadının senin yüzünden çektiği ızdıraplar, uğradığı felaketlerden dolayı deruni bir azap duymaz mısın? tevkil etmek: vekil olarak tayin etmek zait: gereksiz, lüzumsuz vuslat: dünyada kocalarından hıyanet görmüş kadınlara gelinceye kadar acınacak ne dertler var! neme lazım benim?. beyini zapt edeydin! ragıbe: onu kıskıvrak sen zapt etmişsin. vuslat: pek ala etmişim. ragıbe: iyi ya işte. onu sana terk ediyorum. bütün bütün senin malın olsun. vuslat: ben ona malik olmaya senin kadar haris değilim. ragıbe: tabii sende erkek çok. beş değil, on değil. sen kalbini değil, ırzını satıyorsun. vuslat: neremi satarsam satarım. senden izin alacak değilim. kocan senin gibi basur solucanı sıska bir karıyla yaşamaktan bıkmış da beni intihap etmiş. kabahati neye ona buluyorsun? çatla patla. işte kenan benimle yaşayacak. benim yumuşak koynumda yatacak. sen de koca muhabbetinden mahrumen esareti nikahında kalacaksın. bir memnuiyeti kelamiye ile bir köşede büzülüp kalarak hanımına vuku bulan tecavüzlerden dolayı adeta titreye titreye hiddet saraları geçiren şirin, kavganın kıvamı kendi müdahalesine ihtiyaç gösterecek bir zemine döküldüğünü görerek: namussuz kaltak sus! aklını başına topla! sonra toplatırım ha. bu ne süs, nizam böyle! galiba vücudunda düzgün sürmedik hiçbir yerini bırakmıyorsun. el gün kepazesi şıllıklar! benim hanımım senin kokmuş ağzının kaşığı değil. şimdi babam tutarsa ağzını yırtarım! pek nazikane başlayan mücadelenin böyle biedebane bir mecraya indiğini gören kenan, şirin'in üzerine yürüyerek: kes sesini murdar! şimdi elini ayağını bağlayıp seni bostan kuyusuna attırtırım. bir halt edemezsin! bakkaldan, kasaptan çaldığın paraları burada orospulara yediriyorsun. dolandırıcı! hanımımı parası için boşamıyorsun. ondan aşırdığın liraları burada karıların ağzına tıkıyorsun. boşa hanımımı! vuslat kaltağı sen de işit. bu herifin sekiz cebinde on parası yoktur. hanım onu evden kovarsa burada hepiniz aç kalırsınız. ragıbe hanımefendi sizin velinimetinizdir. bizde yer içer, giyinir kuşanır, zamparalık parasını da çalar gider. bu öyle bir soysuz kepazeoğlukepazedir! ragıbe hanım'ın deminden bahsettiği melunane muammanın ukdesini vuslat'ın önünde şirin, fesahati mahsusasının pek acı darbeleriyle çözüvermişti. metresi, kenan'ın yüzüne bu habeş doğru mu söylüyor? sualini ifhamen gazubane istizahla baktıktan sonra: terbiyeli hanımınızın şu çirkab hizmetçisine bakınız! bu evin duvarları, tarihi inşasından beri böyle galiz sözler işitmemiştir. ragıbe hanım eliyle duvardaki bir kadınla erkeğin deraguş levhai rezilesini göstererek: hiçbir hanenin duvarı bu kadar rezilane bir levhaya meşher olmamıştır zannederim. sizinle konuşulacak lisanı şirin biliyor. hayatta her şeyin hatta edepsizliğin bile bir lüzumu günü olduğunu şimdi anladım. ne yapalım? bu belayı levsten kurtulmak için size has olan hayatın birkaç saatini yaşamak mecburiyeti elimesinde bulunuyoruz. fesahati mahsusa: kendine mahsus konuşma meşher: sergi, teşhir yeri şirin bu kadar yüz bulduktan sonra birdenbire haykırdı: edepsiz kenan, boşa hanımımı! biz bu lağımın içinde oturmaya gelmedik. işimizi bitir, gidelim. gonlum bulanıyor. kenan, dimağında habeş'i boğmak cinneti dolaşır bir asabiyetle sararmıştı. kendini yarı kaybetmiş bir halde bağırarak: al bu menhus arap' buradan defolunuz! çünkü elimden şimdi bir kaza çıkacak! ragıbe hanım: boşa, gidelim. kenan: boşamayacağım! bu edepsizliğinizin intikamını almak için boşamayacağım! boşamayacağım boşamayacağım! vuslat, nefretle kaşlarını çatarak: yok. artık boşayacaksın. kenan, ağlama ile tekellüm arasında mezbuhane bir seda ile: boşamayacağım! kim emretse boşamayacağım! asmaya götürseler boşamayacağım! ragıbe hanım, kendinden memul edilmez, metin bir seda ile yerinde dikilerek: kenan, ben tekmil hesabımı yaparak buraya geldim. bugün mahallenizde bir yangın, bir ihtilal çıkarmak cüretini haizim. ya senin nikahının murdarlığından kurtulacağım ya ikimizden birinin cesedi biruhu şu halının üzerine serilecektir! kenan, gür bir kahkaha salıvererek: fransızcada okuduğun ihtilalci katil kadınlardan birinin rolünü oynar görünmekle beni korkutmaya yelteniyorsun. ama müddeti ömründe sofra bıçağından başka eline aleti ceriha almadığına eminim. senin gibi kuş kadar çelimsiz bir kadının ölmekten, ölmezbuhane: boğulurcasına dürmekten bahsetmesi işitilmemiş tuhaflıklardandır. öl. geber. boşamayacağım. ragıbe hanım, seri bir hareketle kolunu çarşafının arasına soktu. eli oradan parıl parıl küçük bir revolver ile çıktı. silahı kocasının göğsüne teveccühle: boşamayacak mısın? vuslat, tehlikenin bu ciddiyeti karşısında bir çığlık kopardı. şirin de hazırlıksız gelmemişti. dişi bir jandarma gibi yanına asmış olduğu palamsı koskoca ekmek bıçağını kınından sıyırarak: ben memleketimde küçükken muharebeye gittim. boşa, kopek! bugun birkaç fahişe, birkaç rezil öldürürsem allah bana sevap yazar. seni gidi zibidi, imansız maymun! senin paskalya tabancasından bile ödün kopar. senin ne korkak musibet olduğunu bilmez miyim ben. hanımımı boşa havruz! işte el alem lazımlığı o karıyla otur. vuslat'ın çığlığı üzerine dışarıdan salonun kapısı açıldı. yarı beline kadar benli faika gözükerek bağırmaya başladı: koşunuzdostlar! bu eve sessiz sedasız giren o nazik hanımın elinde parıl parıl bir revolver. arap'ın siyah pençesinde kocaman kara bir bıçak. bunlar bugün buraya adam öldürmeye gelmişler ayol. şimdi bir gürültü koparsa kaç aydır mahallede iyi bellendiğimiz namusumuz bozulacak. cabir, top salata, birkaç karı daha kapının önüne üşüştüler. vuslat: boşayacaksın. baksana karın çıldırmış. bugün olmazsa başka bir gün bu ya seni ya beni yahut ikimizi birden mutlak öldürür. kenan: boşamayacağım. vuslat: havruz: lazımlık, oturak boşamaz isen öldürülmeye müstahak bir koca olduğunu ben de tasdik edeceğim. demek habeş'in sözleri tamamıyla doğru. kenan: yalan söylüyor menhus. şirin, bıçağını sallayarak: yalan mı söylüyorum? ekmekçiyi, zerzevatçıyı, kasabı, bakkalı çağırayım mı? senin kaç kuruş aylığın var kokoz musibet? babandan kalan iratların nerede? söylesene. neyle geçiniyorsun? vuslat, ragıbe hanım'a dönerek: hanım, kenan sizi boşamıyorsa işte ben de ebediyen kendini terk ile bu evden çıkıp gidiyorum. kozunuzu pay ediniz. kenan'a doğru muhakkirane bakarak tekrar etti: ebediyen! kapıya yürüdü. vuslat'ın aşığı üzerinde öyle efsunkar, öyle müessir bir nüfuzu vardı ki kenan yıldırım darbesine uğramış gibi birden sarsıldı, afalladı. hemen karının eteklerine sarılarak: gitmeyeceksin! vuslat: boşa. kenan: sonra intikamımı nasıl alayım? vuslat: karın senin aşkından deli olmuş. zincir ile bağlanacak bir hale gelmiş. bu cüretlerde başka bir saikle mi bulunuyor zannediyorsun? onu boşamaktan ala intikam mı olur? kenan: boşadım. kokoz: züğürt ragıbe hanım, revolverinin ucunu hala kocasına müteveccih tutarak: sen sözünü tutmaz bir hilekarsın. öyle lafızdan ibaret boşamakla kanaat edemem. usulünde bir talakname yaz. mahalleden iki namuslu adam buldurarak şahit kaydettir. bu kağıdı elime ver, gideyim. ragıbe hanım'ın talebine muvafık bir talakname tahririyle yedine teslim edildi. hanım, hizmetçi silahlarını kılıflarına koyarak bu rezalethaneden çıkıp gittiler. müteveccih: yönelmiş üçüncü kısım ı kanlı nigar oyununun feci bir tatbiki ragıbe hanım, kurduğu planın fiiliyatına muvaffak oldu. kenan bey için bütün dehşetiyle bir hayatı hüsran ü dalalet başladı. artık nazlanacak kimsesi, bu maişeti sefihanesindeyorgun, bitap düştükçe gidip dinlenecek asude bir bucağı kalmamıştı. ragıbe'yi revolver teşhirine kadar böyle romanesk bir cürete sevk eden şeyin şiddeti muhabbetten mütevellit bir sevdayı intikam olduğunu biliyordu. evet. onun izzeti aşkını pek hırpalamış, tahammülfersa bir raddeye getirmişti. ragıbe'yi böyle nagehani elden kaçırdıktan sonra ondan evvelce gah u bigah seçtiği meziyetleri, faziletleri, güzellikleri şimdi acı bir vuzuhla görmeye, takdire başladı. fakat vuslat'a olan fartı ibtilasını, her nikbete karşı kendini teselliye kafi buluyordu. lakin bu sevda manivelasının noktai istinadı para idi. felaket felaketi takip etti. zevcesini tatlikten iki üç hafta sonra devamsızlığına mebninezaretindeki memuriyetinden affedildi. sarfiyatı sefihanesine nispeten maaşı pek cüzi idi. fakat onu birkaç ayda bir kırdırarak gününü gün edebilirdi. kenan'ın namiye isminde bir hemşiresi vardı. ufak tefek, sıska, kamburca, şaşı, gelinlik bir kızdı. bu zavallının peder mirasından bakiye, bankada nemada yedi yüz lirası duruyordu. namiye'nin maluliyeti cismaniyesine mukabil bu para samanı istikbali idi. bu küçük servete tamaen bir talibi izdivac zuhur edebilirdi. kenan, ihtiyacatı zelilesini bir müddet daha idame edebilmek için namiye'nin sermayei hayatı olan bu liralara bir karagöz indirmeninyoromanesk: roman işi, romanvari gah u bigah: zaman zaman, bazen nikbet: talihsizlik, düşkünlük manivela: kaldıraç noktai istinad: dayanak noktası affedilmek: görevden, işten uzaklaştırılmak sarfiyatı sefihane: sefihçe harcanan şeyler lunu düşündü. validesinin bu meblağdan bir habbe sarf etmemek hususundaki azmi katisini biliyordu. akçeyi tamamıyla bankadan kaldırmanın imkanı yoktu. fakat her gün yeni bir guguk icadıyla ceste ceste yedi kabzına geçirerek namiye'nin istikbalini vuslat'ın sefahatine feda etmek mümkündü. maksadına vusul için validesine ilk müracaatında yüz lirayı bir sene zarfında bir misline iblağ eden gayet menfaatli bir tariki nema bulduğundan bahsetti. kadın, şüpheli enzarıyla oğlunu derin derin süzdü. kati cevabı muvafakat vermedi. fakat kenan, anasının ukdei taannüdünü her gün bir parça gevşetebilecek mukni, muğfil sözler bularak namiye'nin servetini beş altı sene içinde yedi sekiz bin liraya çıkaracağını en büyük yeminlerle temin ediyordu. validesi zehra hanım, meseleyi komşu kadınlarla bir hafta kadar müzakere ettikten sonra bu işte sahibi vukuf maliye odacılarından mustafa ağa'nın hanesine gitti. iki saat konuştu. mustafa ağa, ihtisasına müracaat edilmekten mütevellit bir gururla sakalını karıştırarak: yüz lira sermayenin birkaç senede beş altı bin lira olması işitilmemiş bir keyfiyet değildir. fakat kazançtan ziyade haritada zarar yazar. hepsini göze aldırmalı. bizim divrikli ali banker oldu ama çoğu da battı. oğlunuz düyunatı atika üzerine mi muamele edecek? suret mi kıracak? hava mı oynayacak? bu suallerin karşısında zehra hanım bedbinane düşündü. oğlunun ne koz kıracağını bilmiyordu. hava oyununun pek tehlikeli olduğunu çok defa işitmişti. fakat medluli cümlenin tamamıyla cahiliydi. havayla nasıl oynandığını zihni kavrayamamıştı. bu mühim keyfiyeti imama, muhtarlara danıştı. sadra şifa verecek bir cevap alamadı. birçok geceler uykusu kaçtı. nihayet, oğlunun iknaiyatı musirresiyle bitap kaldı. bir gün validesi, hemhabbe: en ufak şey, zerre ceste ceste: azar azar, yavaş yavaş, parça parça ukdei taannüd: inat düğümü mukni: inandırıcı, ikna edici düyunatı atika: eski borçlar şiresi, kenan üçü birlikte bankaya gittiler. mevdu nukuttan yüz lira kaldırdılar. kenan, paraları cebine indirdi. kadıköyü'nde metresinin sıcak döşeğinde nemaya yatırdı. bu folluğunun ateşiyle liralar bir buçuk ayda tamamıyla eridi. mahdum bey, bir gün pürtelaş, validesinin nezdine geldi. işin gayrimemul bir aksiliğe uğradığını yana yakıla anlattıktan sonra yüz lira daha verilmez ise eski yüz liranın yanmak tehlikesinde kaldığını söyledi. yeni para, eskiyi kurtardıktan maada fevkalade bir fazla bırakacaktı. umum fondalar birdenbire düşmüş olduğundan yakında vukuu muhakkak tereffuda şimdiki tenezzülden büyük istifade olunacaktı. evde kıyamet koptu. zehra hanım'ı selamünkavlenin rüzgarı örseledi. kadın ayıldı bayıldı, birkaç saat hiçbir tarafı tutmadı. kurşunlar döküldü. nefesler edildi. namiye'nin gözleri bütün bütün şaşılaştı. fonda ne demekti? canlı mı cansız mı? yenir mi yenmez mi? bu nerede ve nasıl iner çıkardı? zehra hanım kardan vazgeçti. şu yüz lira yine yerine konulabileydi. bu fondalar gelinlik sakat kıza merhamet etmezler mi acaba? bunun için kimlere yalvarmalı? hangi nüfuzlu kimselerin iltimaslarına müracaat etmeli? fondaların insafsız ağızları eskisini kusturmak için oraya tekrar atılacak yüz lirayı da yutacağa benziyordu. ilk zarardan bütün emniyeti kırılmış olan validesini ikinci defa ikna keyfiyeti müşkülesi üç gün, üç gece sürdü. bu mücadelei şedideden iki taraf dayorgun düştü. nihayet, çivi çiviyi söker kavlinin hükmi kerameti ümidine düşülerek ilk yüz lirayı kurtarmak için bankadan bir o kadar daha para alınmaya karar verildi ve alındı. fakat zehra hanım'a yeniden şüphe geldi. bu defa paraları oğlunun eline hemen teslim edemedi. verilen teminatı lafziyeyi kafi göremiyordu. bu ikinci mücadele daha suzişli oldu. sokaklarda bağrışa çağrışa eve avdet ettiler. kenan, validesinin bu son emniyetini fethedinceye kadar gece saat alaturka ikiyi buldu. cebine para girdikten sonra bu sevdazede tereffu: yükselme, yukarı çıkma selamünkavlen: inme, felç için maşukasının yanından başka bir yerde beş dakika aram kabil olamazdı. sokağa fırladı. köprüye indi. kadıköyü'nün son vapuru gitmişti. üç günlük iftirakın verdiği atşi sevda ile yanan kenan, karşıya geçmek için bir balon bulsa binecekti. nihayet bir sandalcı yakaladı. kadıköyü'ne kendini dar attı. semti dildarına yollandı. saat, dört buçuğa geliyordu. haneye müntehi yokuşu çıkmakta iken vuslat'ın yatak odasını gördü. pencerelerden birinin panjuru açık, istoru inikti. ziyanın kuvvetinden konsolun üzerinde çifte lamba yandığını anladı: bu üç günlük gaybubetinden dolayı sevgilisi kim bilir ne meraklara, helecanlara, suizanlara düşmüştü. şimdi onu nasıl tatmin, tatyip edebilecekti? endişeli, mütehassir enzarıyla vuslat'ın gölgesini arıyordu. pencerenin önünden bir karaltı geçti. fakat bunda bir kadın vücudunun latif münhaniyatı mürtesim değildi. gölge iri, kalın, kaba idi. bu zıl o kadar büyümüştü ki baş yoktu. pencerenin üst sövesinin fevkinde kalmıştı. yalnız gövde gördü. vuslat'ın gölgesi lambalar ile cismin arasındaki mesafenin budiyetinden dolayı mı perdeye irtisam ettirdiği vücudun şekli aslisini bu kadar büyüterek bozmuştu? zıllın seyri, seri olduğu için bunu itminanla tayin edemedi. fakat kenan'ın içine kurt düştü. pencereyi daha iyi tarassut edebilecek bir mevkie geçti. ayaklarının uçları üzerinde yükselerek bekledi. buyorucu vazda on dakika, bir çeyrek durdu. bir şey göremedi. bu gölgenin vuslat'tan gayrisinin olamayacağına kalbini inandırmak için deliller ararken istorda biraram: durma, dinlenme atşi sevda: sevda harareti, susuzluğu istor: bir tür perde, stor mütehassir: özleyen münhaniyat: kıvrımlar mürtesim: şekillenmiş, belirmiş zıl: gölge budiyet: uzaklık irtisam ettirmek: yansıtmak seyr: hareket denbire bir zıl daha teressüm etti. bu, tamamıyla vuslat'ın gölgesiydi. onun ezbere resmini çizebilecek kadar hututı vücudunu tanırdı. vuslat, istoru sürdü. ufak bir tıkırtı ile panjurun iki kanadını birbiri üzerine kapadı. şimdi bu iki gölge arasındaki farkı şekli söz götürmez bir bedahette idi. kenan'ı müziç bir helecan aldı. kıskançlığın cızlatıcı ilk ateşleri damarlarına yayılıyordu. bu müthiş şüphe ile geceyi o hanede geçirmeye kendinde tahammül, metanet bulamıyor, mutlak hakikati hale ermek istiyordu. fakat nasıl edecekti? duvara dayandı. düşünceye başladı. panjur kapandı. ziya kesildi. bu muhtelif gölgeleri husule getiren iki vücut, şimdi ihtimal, beraber döşeğe giriyorlardı. bu erkek, bu rakip kim olabilirdi? alelade bir zampara mı? vehleten kenan'ın aklına didar bey geldi. uncu ahmet'in evinde onu gördüğü geceki hatıratını karıştırdı. o vücutla bu gölge arasında mukayeseler yapmaya, bazı hututı müşabehe bulmaya başladı. bir şüphe kıvılcımından iptida eden bu ateş, düşündükçe kalbini sarıyordu. sokağın duvar kenarlarında bastığı yerleri fark etmeksizin geziniyor, arada bir eve bakıyordu. hane, gecenin gittikçe artan ağırlığı içinde karanlık, siyah, sessiz uyuyordu. gönlünde bir cehennem tutuşturan gölgeleri yekvücut halde döşekte nasıl yakalayacaktı? buna bir imkan keşfedemezse çıldıracaktı. bir hırsız gibi duvarlardan, pencerelerden aşarak eve girmeye karar verdi. hanedekileri alelgafle bastırmak için derin uyku saatini bekledi. saat ilerlemiyor, sokakta bekçilerin, polislerin enzarı şübhelerini celbetmekten de korkuyordu. takatfersa helecanlar içinde birçok sokakları dolaştı. bir buçuk saat kadar geçirdi. evin önüne geldi. bahçe duvarı; tırmanmakla, sıçramakla üstü tutula çıkılabilecek kadar alçak değildi. müsait bir mevkii duhul aradı. sokağı boylu boyunca tarassut etti. kimse yoktu. komşunun üst kısmı demir parmaklıklı alteressüm etmek: belirmek alelgafle: haberleri olmadan, boş bulunma halinde çak duvarına çıktı. demir çubuklara sarıldı. ayaklarına mesnetler buldu. oradan kendi bahçelerine aştı. hanenin her tarafı kapalıydı. alt katın demir parmaklıklarla mücehhez pencerelerinden imkanı duhul göremedi. bir kümesin etrafında dolaşan sansar gibi sessizce evin cevanibini birkaç defa devretti. nihayet birinci kat helalar penceresini gözüne kestirdi. fındık dalından mamul bahçe sandalyelerini topladı. şekli ehramide birbirinin üzerine yığdı. muvazenesini tarta tarta üzerlerine çıktı. pencerenin önüne çömeldi. evvela ayaklarını uzatarak içeri atladı. usulca kapıyı açtı. tahtaları gıcırdatmamak için pek ihtiyatlı, aheste, hafif adımlarla yürüdü; cabir'in odasının önünden geçti, merdiveni çıktı. elyordamıyla duvarları bularak vuslat'ın kapısı önüne geldi. odanın pencereleri harice atlanamayacak bir irtifada idi. içerideki zampara için kapıdan başka fürcei firar yoktu. mutlak yakalayacaktı. kenan'ın ızdırabı arttı. kulağını anahtar deliğine verdi. kendi yürek gümbürtüsünden başka şey duyamadı. kapıya yumruğuyla birbiri ardınca birkaç defa vurdu. bekledi. çok geçmedi, içeriden vuslat'ın baygın baygın sesi geldi: kimdir aç. karı, ilk nidasında aşığının sesini tanıyarak: kenan. sen misin? benim ben. aç. çıldırdın mı ayol?! bu vakit. onun gibi bir şey. sokak kapısını çalmadan eve nasıl girdin? aç! anlatırım. hela: tuvalet şekli ehrami: piramit şekli cevap kesildi. içeride pek telaşlı bir müzakere mırıltısı var gibiydi. kenan yumruk darbeleriyle: aç! emrini tekrar etti. bu defa cevap gelmedi. şüphesi kuvvet buldukça kenan'ın kalp helecanı her tarafına sirayetle bütün vücudunu dehşetli bir zelzele ile sarsıyordu. delikanlının raşei vücudu yumruğunun ucuna toplanmış gibi mütemadi bir elektrik ihtizazına benzer kısa, sık darebatla kapının üzerinde trampete çalıyor ve her darbeye bir aç! nidasını seri telaffuzla terfik ediyordu. felaketzede aşık o kadar asabileşti ki içeride edilen çarecuyane ince bir muhavereyi kendi gürültüsünden işitemiyordu. uzun dakikalar geçti, nihayet vuslat, ketmi hiddet ü halecana uğraşır bir seda ile yeniden cevap verdi: ne oluyorsun? uyku sersemliğiyle tersim döndü. kandil sönmüş. oda zifiri karanlık. kibriti bulamıyorum. sen kapıyı aç, bende kibrit var. kapıyı yordamlayamıyorum. azıcık dur. sersemliğim geçsin. kendimi toplayayım. karı, uyku sersemliğini geçirmek mazeretiyle bir iki dakika daha kazandı. kenan, faydasızlığını görerek trampeteyi kesti. şimdi kapıyı tekmelemeyi düşünüyordu. başlamazdan evvel sordu: kapıyı açmayacak mısın? niçin açmayayım canım! ilahi kenan, kahrol. aklımı aldın! beni divaneye çevirdin! dur açıyorum. kenan, rakibinin karanlıktan istifadeyle sıvışması ihtimalini düşünerek şemalı küçük kibrit kutusunu çıkardı. etrafını görebilmek için bir tane çaktı. oda kapısı açıldı. içerisi filhakika karanlıktı. odaya girinceye kadar kibrit ufaldı, parmaklarının uçlarını yakmaya başladı. üflemeye mecbur oldu. bir şey seçemedi. fakat içeriye ilk hatvei duhulünde kapıyı hemen tekrar kapayarak kilitledi. terfik etmek: yanına katmak, eklemek çarecuyane: çare ararcasına anahtarı cebine attı. artık mümkün değil içeriden kimse dışarıya kaçamazdı. bu emniyete erdikten sonra bir kibrit daha çaktı. vuslat biraz telaşla: kandili yak. soyun. dışarıya çıkacaksan çık. ben duramayacağım, yatacağım. uyku gözlerimden akıyor. bu gece seni ağırlayacak halim yok. kenan, odanın her tarafını gözleriyle araştırarak: kandili değil, lambayı yakacağım. içimde büyük bir sıkıntı var. dışarı çıkmaya ihtiyacım yok. aman, ne yaparsan yap. infialiyle vuslat karyolaya girdi. yorganı çekti. kenan, lambayı yaktı. odanın köşe bucağı birden ziyalandı. şimdi aşık mütehayyir, burnundan soluyarak içeride bir zampara arıyordu. bir dikkati müteaccibane ile gözlerini her tarafa dolaştırdı. kimse yoktu. aynalı dolabı açtı. asılı elbiselerin aralarını karıştırdı. perdeleri birer birer kaldırdı, silkti. gölge sahibini bulamadı. odanın sathı haricisinde iki pencere arasındaki silme pervazına basıp panjurlara dokunarak bir adam durabilirdi. camı sürdü, panjurların kanatlarını açtı. ta saçaklara kadar kaplamaları haddei nazardan geçirdi. aradığını göremedi. o dakikaya kadar uyku sersemliği rolü oynayan vuslat, döşeği içinde dikildi. müstehzi, münfail bir seda ile sordu: ne arıyorsun beyefendi? hiç. nasıl hiç? perdelere varıncaya kadar silkiyorsunuz, aradığınız şey bir tahtakurusu bile olsa idi yere düşerdi. karının üzerinde ince keten gecelik gömleğinden başka bir şey yoktu. fistonların arasından çıplak ense, göğüs, kollar öyle samansuz bir letafetle kenan'ın dudaklarını buseye davet ediyordu ki delikanlı o anda tehlikesinden kaçmak istediği iğvayı aşkın önünde bir niyazkarı lutf, bir müteabbidi mebhut gibi gevşedi, süzüldü, bitti, meshur kaldı. vuslat, tesirini anladı. hiddetten gül gül olmuş çehresinde dolaşan bir tebessümi istihfafla dağınık saçlarının arasından gözlerini büzüştürerek: kenan, ne arıyorsun, doğru söyle. kenan bey metresinin infialdeki şiddeti mutadesini bildiğinden bu küçük suale en doğru cevap verilmeksizin o gece teskini iğbirarı mümkün olamayacağını anlamıştı. binaenaleyh beyhude tevilata sapıtmadan cevap verdi: bu gece sokaktan gelirken odanın penceresinde bir erkek gölge gördüm de. tuhaf şey. demek gölgelerin erkeği, dişisi de olurmuş. bilmiyordum. ey sonra? sonra birdenbire üzerime bir çılgınlık geldi. bu çılgınlığı bana karşı her nev hakarette bulunmak için bir mazeret mi sayıyorsun? mutallakanın tahkiratı daha kulaklarımda çınlıyor. ben tahammül ettikçe sen kameti arttırıyorsun. iki üç gecedir nerede idin beyefendi?! yavuz hırsız ev sahibini bastırır kavlince vuslat açtı ağzını yumdu gözünü. o kadar taştı döküldü ki kenan zelil ve suçlu kaldı. nihayet yatağa girdiler. iki vücudun tevhidi sühuneti kavga kırgınlığına galip geldi. her infiali unuttular. vuslat, uyur gibi yapıyordu fakat onun damarlarında bir şiddeti dareban, kalbinde büyük bir sıkıntı vardı. kenan, bunu pek fark edemiyordu. sevgilisini ağır bir hıyanetle bigayri hakkın ithamından dolayı mahcuptu. asabı ziyade sarsılmış olduğundan o da derin uyuyamıyor, uyku ile yakaza arasında dinlenmeye uğraşıyordu. birdenbire kulağına hafif hafif tahta testereleniyor gibi bir ses geldi. dinledi. bu, bir insameshur: büyülenmiş, tutulmuş teskini iğbirar: dargınlığı yatıştırma kameti arttırmak: işi azıtmak, çığırından çıkarmak, ileri gitmek tevhidi sühunet: sıcaklığın birliteliği bigayri hakkın: hak etmediği şekilde nın ince uyku horultusuna benziyordu. hırıltı evden mi, bahçeden mi, sokaktan mı geliyordu? bunu tayine uğraşırken horultu büyüdü. döşeği içinde yarı kalktı. vuslat'a baktı. onun böyle fena adeti yoktu. o hafif, latif nefeslerle mışıl mışıl uyurdu. fakat kenan, karının vücuduna bir el dolaştırsa idi bütün bedeninde bir ürperme gezindiğini fark ederdi. az zamanda bu hançere ihtizazı öyle sakil ve samiahıraş bir raddeyi buldu ki bunun uyku horultusu olduğuna kenan'ın hiç şüphesi kalmadı. hem pek yakından, kulağı dibinden geliyordu. şaşırdı, adeta tevahhuş etti. gözlere görünmeden, hücrei mahreminde vuslat'la kendi arasında böyle kim horlayabilirdi? döşeği içinde oturdu. havf ve hayretle dinliyordu. bu bir garibei samia mıydı? hakikati anlamak için vuslat'ı dürttü. karı uyanmamak istedi. fakat kenan bir nevbeti asabiye ile tartaklamaya başladı. vuslat, rahatı nevmi ihlal edilen bir bihaber tehevvürüyle gözlerini açarak bağırdı: ne var canım? bu horultu nedir? vuslat, o ana kadar hiçbir şey işitmemiş gibi bir caliyetle başını kaldırdı. bir müddet dinledikten sonra: elinin körü. cevabını verdi. yine yattı. kenan'ın hiddeti şimdi istiğrabına galip gelerek: elinin körü sualime cevap olamaz. kim horluyor? nerede horluyor? söylemelisin! vuslat var avazıyla: tatlı uykulardan uyanıp beyefendinin istintakına cevap vermeli. nedir bu elinden çektiğim! alemin gece horultularından da mı beni mesul edeceksin? cabir'in yattığı yerde tahtakurusu ziyade çıkıyormuş. bu gece altımızdaki odaya naklettiler. o horluyor. samiahıraş: kulak tırmalayan istintak: sorguya çekme, sorgulama karının böyle haykırması horlayanın uykusunu tahfif etti. horultu yine inceldi. fakat kesilmedi. kenan: horultu varken uyuyamam. pek ziyade asabıma dokunur. cabir'i uyandıralım, hırıltıyı kessin. herif akşamdan kim bilir kaç okka rakı içti. o şimdi kütük kesilmiştir. kolay uyanır mı? kolay, zor. mutlak uyandırmalıyız. beni rahat bırak allah aşkına. uyandırmak istiyorsan kendin git. benim onu ayıltabilecek kadar kuvvetli tekmem yok. kenan'ın vücudunda büyük biryorgunluk, hemen nakabili galebe bir rehavet vardı. aşağı kadar inmeye üşeniyordu. döşeğe tekrar uzandı. fakat az müddet sonra horultu yavaş yavaş dayanılmaz bir kreşendo ile o kadar büyüdü ki akordu bozuk bir org sadayı müzicini aldı. kenan'ın asabı fena halde taharrüş etti. tahammül kabil değildi. döşeği içinde yine doğruldu. gidip cabir'i dövmek istiyordu. dikkat etti. tuhaf şey. horultu aşağıdan değil, kendi odalarından, hemen karyolanın altından geliyor gibiydi. bu horultu, akşamdan gördüğü gölge muammasının bakiyesi miydi? derhal döşekten fırladı. aynanın önünden lambayı kaptı. demir karyolanın etekliğini kaldırdı. altına baktı. iç donu ve ten fanilasıyla iri bir erkek arkaüstü uzanmış, hristiyan ölüsü gibi kollarını göğsü üzerine kavuşturmuş, odanın camlarını titretecek bir şiddetle hala horluyordu. kenan, öyle bir hayreti muztaribane içinde kaldı ki az daha elinden lambayı düşürecekti. sendeleyerek yürüdü. onu yerine bıraktı. birdenbire uğradığı fartı teellümle kendini fırtına ortasında çalkanan bir vapur kamarasında zannetti. başının üzerinde tavan dönüyor, etrafındaki bütün eşya raks ediyordu. tutunacak yer aradı. ayağının altındaki halı, bulantı getirecek bir salıntı ile sanki kabarıp kabarıp iniyordu. kreşendo: çalgıların giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalınma durumu taharrüş etmek: tırmalanmak, kurcalanmak kendi hanei hususisinde gibi iç donu fanilasına kadar soyunup dökünerek derin, müsterih bir uyku ile karyolasının altında horlaya horlaya uyuyan bu laubali zamparanın beyni ortasına bir tekme indirmek için kenan saldırdığı esnada vuslat döşekten hemen kendini attı. perişan saçları, mahmur gözleriyle bir tavrı istirham alarak kollarını açtı. vücudunu, uyuyanı müdafaa için siper etti. aşığına yalvardı: aman kenan, uyandırma! bu küstahane niyaz karşısında kenan'ın nefesi sıklaştı. gözleri karardı. maşukasını savurup önünden atmak istedi. fakat karı en tatlı, en nafizi ruh sadayı rica ve tezellülüyle devam etti: uyandırma kenan. senin endişei hayatınla söylüyorum. bu herifin iki katli vardır. iyi ya! bir de beni öldürür, üç olur. yok yok! allah göstermesin. akşamdan çok işret etti. şimdi onu tekme ile uyandırır isen rakı başına vurur, bir yumrukta seni öldürür. görmüyor musun?. izbandut gibi. demek benim gaybubetim gecelerinde sen böyle haydutlarla işret edip sonra koyunlarına giriyorsun?! ben felakete mahkum bir zavallıyım. hakikati sana bütün vuzuhi müessiriyle anlatsam biliyorum inanmayacaksın. bu müthiş hıyanetinin niyazkar iğfaller ile setri ihtimali yoktur. hangi hakikati söyleyeceksin? şu meydanda görülenden daha müessir hakikat olur mu? kimi inandıracaksın? inanma. inanma. giyin, çık git. beni ebediyen terk ederek git. tek, bu gece hayatın kurtulsun. şu saatte bana ondan başka bir şey lazım değil. tehlike büyüktür. bilmiyorsun. bu denaetin bilinmeyecek neresi var? bu yatan benim eski belalım didar'dır. nafizi ruh: ruha, içe işleyen sadayı rica ve tezellül: alçalan ve rica eden ses evet. o murdar olduğunu anladım. bizim gibi kadınların hayatı maziyeleri hallerini, istikballerini karartacak her gün yeni felaketler, tehlikeler doğurur. senden evvel didar ile yaşıyordum. beni kahren, cebren istibdat altına almıştı. seninle akdi münasebet etmeye çekindiğim, korktuğum hep bu menhusun belası yüzündendir. bu tehlikeyi şu saate kadar zor idare ettim. seni fena halde kıskanıyordu. ara sıra vuslat beni kabul etmezse yeni dostu kenan'a mutlak kıyacağım. tehdidiyle bana geçenlerde haber gönderdi. aklım başımdan gitti. bu zıpır herif, dediğini yapar mı yapar. bunu katiyen biliyorum. bu haberden beri türlü korkunç endişelerle bunalıyordum. nihayet bu akşam içip içip gelmiş. kapımın önünde naralar atmaya başladı. defi bela için içeri almaya mecbur oldum. sızdırmak için içirdim içirdim. nihayet zıbardı. felakete bak ki bu gece hilafı mutad bir saatte sen geldin. işte korktuğuma uğradım. senin üzerine böyle adi bir herif sevebileceğime ihtimal verilir mi? serveti yok ki parasına tamah etmiş olayım. bu, apaşikare bir hakikat. fakat meselenin içyüzü nazarı insafa alınmazsa sureti zahireye bakılınca pek vahim bir mahkumiyette kalıyorum. sözlerime inanmadığını gözlerinde okuyorum. inanmayacağını da biliyorum. sanatımızın en müellim felaketi bu değil mi? en büyük hakikatler bizim ağzımızdan çıkınca hemen tebdili mahiyet eder. en şeni yalanlar şekline girer. geçirdiğimiz lezzetli muhabbetin son saati bir cinayetle lekelenmesin. sağ olduğunu bileyim. bu teselli bütün ömrümce bana kifayet eder. bu söylediklerin doğruysa hakikati bana evvelce bildire idin bu belalı herifin tecavüzünden kurtulmak için bir çare düşünemez mi idik? senin bazı çılgınlıklara kalkacağını bildiğim için birçok tehlike görerek sustum. şimdi daha iyi mi oldu? bu gece onu da seni de geberteceğim. hani benim revolverim? dolaba koşar fakat silahı yerinde bulamaz. tamah etmek: açgözlülükle istemek revolverimi saklamışsın. sakladım. katil mi olacaksın? böyle yaşamadansa katillik saadet sayılır. ben bu odanın kapısına geldiğim zaman bu herifin koynunda yatıyordun. sonra melunu karyolanın altına tıktın. midesindeki ispirtonun kuvveti mevkiin vahametine galip geldi. herif sızarak horlamaya başladı. foyanız meydana çıktı. kısa bir an içinde bu tehlikeye karşı bütün tedabiri ittihaza kafanda metanet, zihninde ciyadet bularak revolveri sakladın, değil mi? bırak. menhusu tekmelerimle geberteceğim! kenan, olanca şiddeti akuranesiyle vuslat'ı odanın bir köşesine fırlattıktan sonra karyola altında uyuyanın göğsüne, kafasına mütevali tekmeler indirmeye başlar. birkaç darbeyi müteakiben horultu kesilir. herif yılan gibi süzülerek yataklığın ayak ucundan dışarı fırlar. boşalan karyolanın altına hala tekmeler yağdırmakta devam eden kenan'ın üzerine birdenbire atılır. gırtlak gırtlağa gelirler. tehlikenin dehşetini gören vuslat, kilitli oda kapısının anahtarı üzerinden alınmış olduğunu bildiğinden hemen koşar, kenan'ın oraya buraya atılmış elbiselerinin ceplerini arar. anahtarı bulur. kapıyı açar. kenan'ın vücut ve bünyece nezaketi, didar'ın metaneti beden ve kuvvetiyle kabili mukayese olmadığından avurduna ve kafasına yediği bir iki şiddetli yumrukla zavallı, iyiden iyi sersemler. didar bey, çelimsiz rakibinin iki kolunu arkasına çevirerek nasırlı demir parmaklarının arasında kelepçelenmiş gibi sımsıkı tutar. bilatekellüm kakıştırarak sofaya çıkarır. balya götürür gibi merdivenlerden indirir. bu nezaketsiz teşyi, bahçenin dış kapısına kadar devam eder. orada kenan'ı bir yığıntı halinde sokağa fırlattıktan sonra kapıyı kapar. vuslat'ın bedbaht üftadesi, karagöz'ün kanlı nigar oyunundaki soygun zamparalar gibi gecelik kıyafetiyle sersem, madrup, medhuş sokak ortasında kalır. fakat bu leylei ciyadet: tazelik, berraklık teşyi: uğurlama, yolcu etme madrup: dövülmüş, darbedilmiş felaketi fahişeliğinin bütün kiyaset ve fetanetiyle idare eden vuslat, mazlum aşığının sokaktaki üryanlığı rezaletini düşünerek elbiselerini toplar, büyük bir lütuf olarak bahçe duvarının önüne attırtır. medeniyeti hazıranın tuvalet lüzumu namına icat ettiği bütün vesaiti tezyiniyenin en hurde tatbikatıyla endam aynaları önünde saatler sarf ederek telebbüse alışkın olan kenan, urbalarını tozların içinden alır, birer birer silkip üfleyerek vücuduna geçirir. elyordamıyla kravatını bağlar. fesini, çoraplarını, iskarpinlerini, bastonunu, her şeyini bulur fakat ceplerini yoklayınca sekiz günden beri türlü gaddarane desiselerle validesinden sızdırmış olduğu yüz liranın yerinde yeller estiğini büyük bir yeisle görür. ı icabiye felsefesi ve mazereti vicdaniye kenan, dayağı yemiş, parasını çaldırmış, maşukasının yatağını rakibi galibine kaptırmış, zelilane kapı dışarı atılmıştı. gönül yaralı, kafa bereli, biçare, dertli dertli etrafına bakındı bakındı. ortalık ağarıyordu. şimdi bu bedbaht mesut bey nereye gidecek, bu zilleti nasıl hazmedebilecekti? bir duvara dayandı, gözlerini yumdu. dünyayı görmemek, hüviyetini unutmak, hiçbir şey tahattur etmemek istiyor, kendi kendinden utanıyor, iğreniyordu. fakat o dakikaya kadar hüviyeti zelilesi kendine bu derece acı bir vuzuhla hiçbir vakit görünmemişti. bu şiddetli unutmak arzusuna rağmen bu dalaleti hayatın birçok safahatı, sinema gibi gözlerinin önünden geçiyor, o saat ki hüsranının meraretini tehvin için eski hatıratından teselliamiz anlar arıyor, bunlara sarılarak yaşamak cesaretini bulmak istiyordu. kiyaset: uyanıklık, akıllılık fetanet: zihin açıklığı, zeka meraret: acılık tehvin: hafifletme bilaihtiyar bir semti mechule doğru yürümeye başladı. fakat yürüdüğünü bilmiyordu. faaliyet ve amiriyeti dimağiyesiyle harekati bedeniyesi arasında irtibat kalmamış gibiydi. kafa ile beden ayrı ayrı yaşıyorlardı. vücuduna muci bir ameliyei cerrahiye yapılsa duymayacak kadar cismen mübtel olmuştu. bazen insan meraretengiz bir dalgınlıkla derin, pek derin düşündüğü zaman sigaranın ateşli tarafını ağzına götürür, duymaz; su diye hokkanın mürekkebini içer; çorabını eline, eldivenini ayağına geçirmeye uğraşır; kitap zannıyla terliğini kütüphanesine kor. işte böyle olmuştu. bütün kuvayı zihniyesini beyninde parlayan bir ateş, sanki hep oraya toplayarak hali müzaba getirmişti. bastığı yer neresidir bilmiyor, arzda mı havada mı gittiğini fark edemiyor, etrafını göremiyor, seçemiyor, bir boşluk içinde maksatsız, intihasız, hedefsiz bir gidişle yürüyordu. gitti gitti gitti. kendini fenerbahçe taraflarında, sahilde buldu. etrafını tanımaya uğraşıyor, burası kendine hiç görmediği bir beyaban gibi geliyordu. ayakları artık gitmiyordu. hemen suların içinde bir kayanın üzerine kendini salıverdi, yığılakaldı. yorgunluğunu, dermansızlığını biraz anladı. dayağı yerken acısını pek o kadar duymamıştı. şimdi omuzlarında, belinde, kalçasında ağrılar hissediyordu. sol şakağı gözüne doğru sızlıyordu. ceketinin yan iç cebinden ufak fırçalı, taraklı tuvalet aynasını çıkardı. yüzüne baktı. gözünün içine kadar sol şakağının mosmor çürümüş olduğunu gördü. orada didar bey'in nasırlı, koskoca yumruğunun eseri koyu, iri leke şeklinde teressüm etmişti. çehresinin sarılığından korktu. deniz suyuyla yüzünü yıkadı. mendiliyle çürüğü ovuşturdu. vuslat'ın yadigarı sevdası bu leke çıkmıyordu. ovuşturdukça daha morarıyordu. güneş doğmuş, denizin lacivert atlas sathı üzerine altın rizeleriyle müteharrik, muhteşem bir mozaik işliyordu. muci: acı veren mübtel: hükümsüz, iptal hali müzab: erimiş hal intiha: son kenan, kalbindeki yeis ateşini teskin için sabahın serin, mülattıf rüzgarını yudum yudum içiyor, ressamı tabiatin icaznüma fırçasıyla yaldızladığı dalgacıkların püriltima kaynaşmalarından gözlerine bir meşguliyet arıyordu. yavaş yavaş nazarı uzaklara kaçtı. marmara'nın bu cennet havuzunda cevelan ederken sabahın hafif tülleriyle henüz nim müstetir, periler makarrı zannolunacak birer letafet içinde adalar'ı gördü. bilhassa heybeli'nin üzerinde gözleri süzüldü kaldı. çam ormanlarından müteşekkil ehramı, bu koyu yeşilliğin tepesindeki papaz mektebini, beyaz libas içinde bir dilber sevimliliğiyle arzıendam eden halki palas'ı, iki zirvenin huzareti arasına sokulmuş ticaret mektebini pek ayan seçti. sonra ormanlar arasına serpilmiş ev yığıntılarına baktı. ragıbe'nin balkonunu arıyordu. bunu fark edemedi. fakat mutallakasının o saatte sabah sütünü balkonda içmek mutadı olduğunu biliyordu. tuli mesafenin gözlerinden sakladığı şeyi nazarı vicdanı birden müellim, vazıh bir levha gibi önüne getirdi. ragıbe, dağınık siyah saçları, beyaz muslin gecelik elbisesi, omuzunda atkısıyla hasır koltuğa oturmuş, küçük masanın üstündeki süt fincanına ince, nazik parmaklarıyla dalgın dalgın bisküvisini batırıyor, melul gözlerini ufuklarda dolaştırarak devasız kalp yarasının sızılarını teskin için bir feramuş çaresi aramakla oyalanıyordu. kenan, ragıbe'nin kendini lazeval bir muhabbetle sevdiğini, o çılgınlıklara bu aşkının şiddeti sevkiyle atıldığını biliyordu. şimdi orada, balkonda eski zevcesiyle diz dize bulunsa kenan bahtiyar olabilecek miydi? arada geçen bu hıyanetlerin, felaketlerin affı, büsbütün unutulması ihtimali var mıydı? herhangi saati nedametle onun aguşı afvına atılsa kabul olunacak mıydı? ragıbe, kendinin o gece uğradığı bu zelil hali haber alsa, bilse ne diyecekti? acıyacak mı, yoksa sevinecek miydi? bu istifhami tefekküratının cevaplarını almak için önündeki hayali levhada zevcesinin tefekkürlerini gözlerinde okumaya uğraştı. famülattı tatlı, yumuşak püriltima: parıltılı nim müstetir: yarı örtülü halki palace huzaret: yeşillik kat ragıbe'nin o eski iri, siyah, durgun, hayırhah, sevdavi gözlerinde şimdi kendine karşı bir kin ateşi parladığını gördü. ebedi bir bedbahtiye mahkum bıraktığı bu kadının, büyük bir aşkın infiale munkalip olmuş feveranıyla sanki dudakları kıpırdayarak: daha beter ol! o sualleri bana ne soruyorsun? kalbine danış. henüz hakiki bir nedametle salaha avdet ettin mi? hayır. dayağı yedin. hakaretlerin, zilletlerin en büyükleriyle kovuldun. fakat elan o karının sevdasından kurtuldun mu? senin arsız, haysiyetsiz gönlün öyle değme tahkirler, köteklerle uslanmaz. daha kati salaha erecek kadar tedip görmedin. daha ne dayaklar yiyecek, ne zilletler çekeceksin. sen cezanı benim ahımdan bekleme. amili cezan kendi sui harekatındır. sana fenalık, başkasından gelmiyor. kendine kendin ediyorsun. kenan düşündü. bu muhakkir, sefil, deni gönlü uğradığı felaketten tenebbühen vuslat'ın marazı sevdasından kurtulabilmiş miydi? şu suali kendi kendine sordu. şimdi sadrında eskisinden şiddetli bir ateş vardı. bu narı hüsran, didar'ın tecavüzi akuruna karşı parlamış şedit bir hissi intikam olmaktan ziyade vuslat'ı rakibi galibinin aguşuna bırakmış olmasından mütevellit nakabili teskin bir ye'si azimdi. mutallakasının bu gaibane serzenişlerinden ürktü. mazisini, halini bir muvazene ve istikbalini mukayese etti. akıbeti vahimesini düşündü. kendi kendinden korktu. ragıbe'yi unutmuştu. fakat şimdi vuslatsız nasıl yaşayacaktı? bazı insanların kalplerinde öyle tehlikeli, vahim fakat olanca şiddetleriyle ruhlarını sarmış, kökleşmiş büyük emeller olur ki bunlardan kendilerini vazgeçirmek için verilen nasihatlerden münfail olurlar, nasihlerden kaçarlar. işte kenan da bütün cinayetlerini pek acı bir belagatle yüzüne çarpan ragıbe'nin hayalinden öyle korkarak kaçmak istedi. tedip: terbiye verme, haddini bildirme tenebbühen: uyanarak, aklını başına toplayarak adalar'ın menazırı, heybeli'deki balkonun vehmi teşnii önünde duramadı. ufak bıyık fırçasıyla üstünü, fesini süpürdü. deniz suyuyla tuvaletini yaptı, saçlarını taradı. gözü ağrıyormuş gibi mendiliyle şakağındaki çürüğü çapraz bağladı. fenerbahçe şubei hattının otlar bürümüş firaşını takiben yola düzüldü. nereye gidiyordu? henüz bir hedefi hareket tayin edememişti. pek mütezad bir hissiyat içinde idi. o, bir şeyden kaçıyor, diğer bir şeye mülaki olmak istiyor gibiydi. arkada ragıbe'nin, önde metresinin hayalleri arasında kalmıştı. ikisinin de tahatturu başka başka acılıklarla beynini yakıyordu. ikisini de levhi hafızasından silmeye, bunlara müteferri bütün hatıratını, her şeyi, her şeyi unutmaya çabalıyordu. fakat bu cehdiyle o hatırat, dimağında daha muhiş bir zindegi alıyordu. unutmak için zihnini diğer şeylerle meşgul etmeyi düşündü. güzergahında tesadüf ettiği hanelerin bahçe parmaklıklarını birer birer saydı. sonra demir yolunun traverslerini hesapladı. yürüdü yürüdü. kızıltoprak'ı geçti. kabristana geldi. mezar taşlarını, servileri tadada başladı. bunlar, birbirine pek karışıktı. dürüst sayılmıyordu. bütün bu saydığı şeylerden bir kara cümle yaptı. traverslerin adedi hepsine galipti. fakat bunların miktarı milyonlara da varsa beynindeki yakıcı düşünceleri izaleye, kalbindeki büyük sıkıntıyı defe medar olamayacaktı. unutamıyordu. mezar taşlarını kıraatte bir felsefei hayat aradı. dünyanın hiçliğine, bütün sefaların, cefaların seriüzzeval birer seraptan ibaret olduğuna nefsini ikna için ölümün bu numune tarlasındaki taşlardan, bu toprağa karışmış hüviyetlerden ibretamiz bir dersi hikmet çıkararak müteselli olmaya uğraştı. fakat olamadı. o yatanlar ölü idi, kendisi diri. dirinin ölüye nispetinden çıkarılan felsefeler, tehvini elemine bir çarei kati olamıyor, hiçbir şey müteferri: alakalı, bağlı muhiş: ürkütücü zindegi: canlılık travers: demir yolundaki rayları birbirine bağlayan parçalardan her biri kara cümle: dört işlem hissetmemek için ölmek lazım geliyordu. kenan, ölümü hiç sevmezdi. onu mesaibin gayesi addeder, zulmetlerin zulmeti, bu adem felaketi karşısında daima titrerdi. kuvveti arttı. mezarlıkta duramadı. haydarpaşa'ya doğru yürüdü. iskelede vapur gördü. bir bilet aldı. hemen atladı. ne yapacağını bilmiyordu. o günkü harekatı ayaklarının önüne açılacak tesadüflere tabiydi. talii mıknatısi kendini nelere cezp ve sevk edeceğinden gafildi. bütün hayat böyle değil miydi? iradei cüziye lehine idarei kelam eden feylesoflara yumruklarını sıkarak tan etti. iradei cüziye yoktu. bu, kurusıkı bir laftan ibaretti. şimdi bütün kanaatiyle causalite kanunundan başka bir şey kabul etmiyordu. her şeyi tabiatın elinde bir oyuncak görüyordu. maddi, manevi riyazatla, nefis terbiyesiyle, fazail iktisabıyla insanların birçok sui inhimaklarını tedavi kabil olduğunu iddia eden hükemaya, büyük mürebbilere bağırdı. sonra kendi kendine şöyle düşündü: öyledir de bu dünya niçin henüz katiller, mecnunlar, sinirliler, hainler, şerirler, heva ve hevesat mağluplarıyla dolu bulunuyor? ne kadar çalışsanız bir tavuğu ördek yapamazsınız. o zavallı, suya düşünce boğulur. kimse mahsusatı hulkiyesinden mesul olamaz. her ferdin aldığı terbiye fıtratının, bünyesinin istidadı nispetinde semeredar olur. bu terbiyeyi de siz yüksek fiyatla insaniyete satıyorsunuz. fakir olanlar bundan binasip ve avare kalıyor. fatalite dediğiniz afet, insanların kısmı vafiri üzerinde bütün şeametiyle hüküm sürüyor. evvela fazl u terbiyeye müstait bir hulkiyetle doğmalı, sonra bu istidadı tenmiye edecek bir muhite düşmeli. elinde bu iki tesadüfün beratı istihkakıyla doğmayan çocukların halleri ne olacak? tedris ü terbiyenin hüsni tesirini tasdik ediyorsunuz da sui emsal ve itiyadat içinde yaşayanların fena tesiratını causalite: nedensellik fazail: faziletler sui inhimak: kötülüğe düşkünlük fatalite: kadercilik kısmı vafir: büyük kısım, çoğu şeamet: uğursuzluk tenmiye etmek: geliştirmek, pekiştirmek neden tabii bulmuyor, bu mazeretlerini kabul etmiyorsunuz? ceza kanunlarının tatbikatında alimle cahil için bir fark tayin edilmemiştir. bilerek yapanla bilmeyerek yapan aynı maddenin hükmüyle cezalanıyorlar. büyük medeniyetlerin kanunlarında müsavat, adalet vardır. fakat hiçbir zaman bir milyoner fırından ekmek çalmaz. bu sirkatin maddei tecrimiyesi açlara tahsisen yapılmış gibidir. müsavat teranesi üzerine mübteni görülen kavanini medeniyenin birçok ukubatından bazı kimseler, hasbe'lmevki ve'lmaaş muafiyet üzere yaşarlar. çünkü onlar için o fiili irtikaba esbabı mücbire ve saik yoktur. terbiye ile bir şahıs üzerinde müessirin kuvvetini tahfife, tağyire uğraşmak yani o ferdi tesire karşı daha metin bulundurmaya çabalamak, bir nevi determinisme değil midir? her eserin bir müessirden doğduğunu kabulle birçok fenalıklara çare bulabilmek için şu iki şey arasındaki kuvvetleri, kanunları tetebbu ihtiyacına deterministlikten başka bir mana verilebilir mi? ne yana kıvransak bu kanunı tabiatin içinden çıkamayız. bağlıyız. bazen ilm ü irfanımızı bu revabıtı gevşetebilecek bir kudrette görmek vehmine düşerek birçok nukatta efalimizi tayinde irademizi nafiz, kendimizi serbest zannediyoruz. efkarı felsefiye de yelekler, yakalıklar gibi modaya tabi, zaman zaman değişiyor. şimdi determinizmin aleyhine bir cereyan var. bu asrın kütlei akliyeleriyle mübahi büyük kafalar, kendilerini tabiatın pençesinde zencirbendi esaret görmekten sıkıldılar. sahibi irade olduklarını ispata uğraşıyorlar. gelecek asrın daha cevherli olmakla iftihar edecek dimağları terakkiyi, kadimi devirmekte görerek cetlerine dehaca isbatı tefevvuk için onları tekziben yeni nazariyeler çıkaracaklar, bugünün enkazı felsefiyeleri üzerine naşinide mebanii fikriye kuracaklar, hemnevlerine iradei cüziye imtiyazı tevziine kalkışan tahfi hafifletme icabiye: determinizm, gerekircilik, belirlenimcilik revabıt: bağlar, rabıtalar determinizm: her olayın başka olayların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti mübahi: övünen, iftihar eden tevzi: dağıtma zamanımızın semih, lütufkar, muhterem feyseloflarının verdikleri bu serbestiden bunalarak yine her eseri bir müessire sımsıkı takyitle her kabahati beşeriyetten kaldırıp tabiata yükletecekler, o zaman madamların fistanlarıyla beraber fikirler de değişecektir. ben zevcemi boşadım. çünkü ondan bıkmıştım. vuslat'tan ayrılamıyorum. çünkü onu amansız bir muhabbetle seviyorum. kalbimin nakıs cihetinde ragıbe, zait tarafında metresim bulunuyor. şimdi bu nakısın, zaidin yerlerini değiştirmek benim elimde mi? bu benim iradem dahilinde bir keyfiyet mi? benim iradei cüziyem, külliyem nerede? tabiatta böyle bir tahliskar kuvvet varsa şimdi imdadıma niçin yetişmiyor? hayat, iptidadan intihaya kadar birtakım arzuların tevalisinden gayrı bir şey midir? bu arzuları kaldır. başka ne kalır? o zaman niçin yaşamalı? ahlakiyun bu arzuların içinde herkes gibi kendileri de bocaladıkları halde aleme bunların çoğundan dersi hazer vermeye uğraşırlar. insan, bütün arzularına nasıl hakim olabilir? bunların içinde terk ü tehiri mümkün olabilenler olduğu gibi mahrumiyetle insanı öldürenleri de vardır. en tatlıları, ahlaken en memnu olanlarıdır. hevesatı nefsaniyeden tecerrüt için bazı insanlar tarikatlara giriyorlar, derviş oluyorlar, budalalaşıyorlar. budala olmadan kabili icra şedit bir arzu terk edilir mi? derviş budalalaşmakla beraber bu dünyadaki arzusunu, ahirette beş kat kazanmak tamahıyla terk ediyor. nah sana guguk. bu feragatin de derecatı var. tahammül fevkindekilerini ne derviş yapabilir ne de şeyh. sevda yeis ve nevmidisine uğrayanlar tekkelere mürit, manastırlara rahibe oluyorlar. bütün ömürlerini allah'a ibadet suretinde maşukalarının hayallerine taabbüt ve ah u eninle geçiriyorlar. zaviyelere çekilmeye ne lüzum var? bu dünya, budalalar, meczuplarla dolu koca bir tekke, mabudi umumi de aşk değil mi? yalnız erenler, ermeyenler var. naili maksud olmadan ölenler daha zavallı, muratlarına ererek gidenler daha az budala sayılabilirler. bu iki türlünün nakıs: tam olmayan, eksik tahliskar: kurtarıcı dersi hazer: sakınma, çekinme dersi hangisinden olmak karlıdır? bu hakikati anlamak için bir şeyhten, bir moralistten cevap almaya ihtiyaç var mı? ben vuslat'ı dünyada ondan başka bir şey göremeyecek bir şiddetle seviyorum. bu sevgi, beni dünyada riyadan ibaret ahlaki umumiye hududundan çıkarıyor. masum zevcemi boşuyorum. validemi, hemşiremi aldatıp dolandırıyorum. izzeti nefsimi tepeliyorum. çünkü başka türlü yapmak elimde değil. aşkım, zaafıma kat kat galip. bu sevdanın şiddetine mukavim bir bünyeye malik olamadığımın mesulü ben miyim? bir adamı ateşe attıktan sonra neye yaptın? tekdirinde bulunmak muvafık mıdır? sade ben mi bu hilkatteyim? hemen herkesin içyüzü böyle değil mi? hep bu ahvali elemiyemiz riya ile örtülmüyor mu? bu nikabı kaldır, birbirimizden ürküp kaçarız. insaniyet, ahlak, terbiye, saadet, ilaahirihi önümüzde böyle bir yığın kelime var. hangi kitapta bunların doğru bir tefsirine tesadüf edebilirsiniz? herkes bunlara kendi noktai menfaati nazarından birer mana verir. riya, sahtekarlık cin gibi damarlarımızı tutmuştur. fransızca bir ahlak kitabında şu ibareyi okumuştum: le bonheur n'est que l'interet et l'interet est vil et indigne. saadet, menfaatten başka bir şey değildir. menfaat ise nareva bir şeyi hasistir. alemi kandırmak isteyen şu kaili garib acaba hükmi kelamının sıhhatine kendisi kani olabilmiş midir? bu nasıl felsefe? insanlar saadeti bir şeyi hasis addiyle ondan kaçsınlar, felaketi medarı itila bilerek birbirlerini mi boğsunlar? saadet, lazımü'lhazer zelil bir şey ise ahiret için allah'ın va'di cenneti ne oluyor? beşeriyetin bu cidali daimi ne içindir? hayatın hedefi meşyeti ne olabilir? saadet nedir? sualine karşı dini, küfri feylesoflardan alacağınız cevap felaketleri karşısında böyle titrersiniz. herkes saadetinin ne olduğunu kendisi bilir. onu başkasından sormaya muhtaç kalan adam, mesudiyete gayrimüstahak bir zavallıdır. her arzu, mukavim: dayanıklı, direnç gösteren ilaahirihi: vesaire medarı itila: yükselme vesilesi lazımü'lhazer: çekinilmesi gereken hedefi meşyet: gidişattaki hedef saadetin nüvesi, onun husulü de kendisidir. arzuların şeytanları da olurmuş. olabilir. şeytanı ben yaratmadım ya! ahlakı umumiye şirazesinden taşan arzulara tebaiyet ahlaksızlık imiş. kalbimden doğan bir arzunun icrasına evvela ailem efradının, sonra komşularımın, sonra mahallelinin, sonra bütün şehrin, sonra tekmil insaniyetin hissiyatına, menafiine ferdbeferd tevafukunu düşünerek mezun olacaksam vay halime! sonra aç, çıplak kalırım. feylesoflar ihtiyacatı hayatiyelerini alelimkan yoluna koyduktan sonra bir gururı ahlaki ile aleme dersi hikmet veriyorlar. komşum istihsali menafiinde benim mutazarrırlığım ihtimalini nazarı insafa alıyor mu? insaniyet her karında aherin nef ü zararını düşünecek, böyle bir endişeyi vazife bilecek bir teali, bir ahengi terbiyeye erdi mi? erebilecek mi? yalnız dünyaya gözleri açık veya kapalı gelenler var. açıkgözlüler, kapalıları bütün ahlak kitaplarıyla daha ziyade uyutmaya çalışıyorlar. herkesin açıkgözlülüğü aynı derecede olsa harbi umumiyi siz o zaman seyrediniz. beşeriyetin geçirebildiği istirahat saatleri davayı menafi ve saadette beceriksiz olan humeka sayesindedir. ben, bunlardan biri olmak istemem. aherin hukukuna riayeten istihkarı menafi hususunda bir mukavelei umumiye akdedildiğini ve bunun mucizei meriyeti tahtı imkana alındığını göreyim, o zaman bu menafii umumiye muvazene cemiyetine ben de dahil olurum. ah fakat hiçbir akıllı böyle bir tevazüni menafi husulü için zekasının fazlasını akılca noksan olanlara tevzi edemez. ey hükumetler, feylesoflar, bütün cemiyatı beşeriye, bütün idareler! tedris ü talim ile tezyidi akl u idrakine uğraştığınız bu kütlei beşeriye arasındaki ahmakların sizlere ne kadar lüzumu olduğunu görünüz. su katılmadık süt çabuk bozulduğu gibi tereffüatı dimağiyeleri mikyası zekanın aynı derecesini irae eden kafalarda bir arada imtizaç edemez. halikı kevn ü mekan bu hakikati bildiği için insanları hep birden zeki veya hep ahmak yaratmamış. mezraai hilkatine çeşit koymuş fakat hayıf ki ahmaferdbeferd: teker teker humeka: ahmaklar mucizei meriyet: yürürlüğe konma mucizesi ğı mebzul, akıllıyı az halk etmiş. bunda da büyük bir hikmet olsa gerek. umurı cihanın imkanı temşiyeti için işte bu lüzumu bize kanunı hilkat gösteriyor. dünyaya gelenler erkek, dişi olduğu gibi akıllı ve akılsız olacak. mutlaka aldatanlar, aldananlar bulunacak. idarei alem bu çeşit faturası üzerine yürüyebilir. aldatmaya bu kadar şiddetle lüzum olmasa insaniyet ta bidayet, bedavet zamanlarındaki hurafelerini, efkarı batılasını bir hazinei mevruse gibi müzehhep kapaklı kitaplar içinde büyük itinalarla saklayıp bu asrı terakkide hala mı hala, bunların zihinler üzerindeki tesiratı tenvimiyelerinden istifadeler arayarak türlü tevilatı sadedilane ile meriyetlerine çabalar mı? insanlar, işte sizi size tarif ettim. şüphesiz, ben de sizden biriyim. nefsimi istisna ile beninevimi hasis görmedim. çoğunuzun kabahati odur ki fenalığı iyiliğe takribe uğraşarak tevil ile işlersiniz. bu aldatmak, aldanmak lüzumı mübreminden vicdanınızla karşı karşıya geldiğiniz anlarda bile yakayı kurtaramaz, kendi kendinizi iğfale uğraşırsınız. bu insan makinesinin içinde iyiliklere miyar olmak için bir vicdan farz ediyorsunuz. koyduğunuz bu bekçi, oradan kaçırılan fenalıklara niçin göz yumuyor? daha fenası, davayı batılanızı yürütmek için onu çok defa yalancı şahitlik zilletiyle ortaya çıkarıyorsunuz. vicdan, bir dadı hilkat midir? terbiye ile mi iktisap olunur? para ile mi satın alınır? zannıma göre bu, vegayı maişet içinde en çok muvaffak olanlarda en az bulunan bir şeydir. tabiatın bu akıl faturası çeşitleri miyanında ben hangi sınıfa mensubum? derekei imkanı temşiyet: yürütme, ilerletme imkanı bidayet: başlangıç bedavet: göçebelik, medeni olmama tesiratı tenvimiye: uyutucu tesirler tevilatı sadedilane: safçayorumlamalar meriyet: yürürlükte olma, sürüp gitme hasis: bayağı, kıymetsiz miyar: ölçü, kıstas, kriter dadı hilkat: yaradılış vergisi vegayı maişet: yaşama savaşı adiye ve süfliyede isem herhalde kable'lvilade işlemiş olduğum cürümlerin cezasını görmek için oraya atılmış değilim. mertebei aliyede bulunuyor isem bu rıfati zekaya iltimasla çıkmadım. bunda benim dahlim hiçtir. makine fena işlerse bana ne?. bu amili hakikiye aittir. bir insanın benliğini, ona bir de nefis ilavesiyle ikiye ayırmışlar, bu ikisi birbiriyle daima cidal üzeredir. hristiyanlığın teslisi gibi bu da birlik içinde bir müsennaiyet, bir tesniyedir. bir vücutta melekle şeytanı cemetmek istemişler çünkü bir insan bütün bütün ya melek yahut şeytan olamaz. o zaman halik'tan hakime kadar kimseye iş kalmaz. öyle olsa o vakit ya büsbütün cennetin kapılarını kapamalı ya cehennemin. hafazanallah o zaman kainata öyle bir yeknesaklık gelir ki can sıkıntısından hep ölürüz. hilkatin mantıkı ezelisi, darü'sselamla darü'lazabın kapılarını karşı karşıya açık bulundurmaktır. hikmeti safa bundadır. insaniyetin zevkini, eğlencesini teşkil eden helecanları, heyecanları, teessürleri, teessüfleri, asabiyetleri, hiddetleri, galeyanları bize verenler; iyilerden ziyade şerirlerdir. şerirsiz hayat kabil olmak şöyle dursun bir tiyatro piyesi bile yazılamaz. bunların vücutlarına bu kadar eşidda ile ihtiyaç olmasa halik onları yaratır mıydı? dünyada eşirra vücuduna lüzum gösterdiğimi bir safdil duysa kim bilir bana ne kadar kızar. beni de onlardan biri addeder. belki de öyleyim. öyle de olsam bunda benim kabahatim ne? hilkatin zirvei hayrdan hazizi şerre doğru çeşit düzmek kanununa iftikarının bir kurbanı mazlumu sayılmaz mıyım? bütün dinler, felsefeler insanlara beninevleriyle hüsni imtizac tavsiyesinden geri durmazlar. fakat kable'lvilade: dünyaya gelmeden önce rıfati zeka: zeka yüksekliği, yüksek zeka müsennaiyet: ikilik darü'sselam: cennet darü'lazab: cehennem eşidda: şiddetle, kuvvetle, aşırı eşirra: kötü, zararlı ve hayırsız kimseler zirvei hayr: iyilik, hayır zirvesi hazizi şer: kötülüğün en alçak yeri iftikar: boyun eğme, mecbur kalma sonra insanı nefis namıyla ikiye bölüp kendi kendiyle tefrikaya düşürerek kavga ettirirler. nefsiyle geçinemeyen, kendi kendiyle hoş yaşamayan bir insan, aheriyle nasıl hüsni imtizacda bulunabilir? insanlar eşirrasız rahat yaşanır vehmindedirler. onlara ne kadar muhtaç olduklarını bilmezler. bütün insanlar hak ve kanuna kuzu gibi muti ve münkat olsalar mahakime, hükkama lüzum kalır mı? bu efendilerin sebebi taayyüşleri daima aleyhlerine hüküm verdikleri eşirradır. eşirradan bazı mertebe tahazzür herkes için kabildir. fakat bir insan nefsinin şerrinden nereye kaçabilir? demek herkeste nefis namı altında bir mayei şer vardır. bir obur çok yediği, perhize mahkum bir hasta dayanamayarak himyeyi bozduğu zaman kendilerine hiç kabahat bulmayarak nefislerine levmederler. onu tahkir için bir de sıfatı tezyifiye ilave etmişlerdir: kör nefis. onun körlüğü, sahibinin her günahı için bir mazerettir. bu kör nefis, her iyi adamda bulunur. ifratperest ve talibi her habaset bir ahlaksızdır. aynı şahsiyetin sureti muzaafası olduğu için insanla nefsi arasında bir tahta perde var gibidir. bütün mülevvesat, bu perdenin öbür tarafına atılır. şahıs, manen biraz rahat eder. gözlü bir adamın nefsi nasıl kör addedilebilir? anlaşılamaz. bir insan, şeriri niçin kendinden hariçte aramalı? sıkleti maasisini yükletmek için kendi zatında bir şahsı sani icat eden adamın bu hareketi şerirlikten gayrı bir şey midir? nefsine böyle iftira eden muti: itaatkar münkat: boyun eğen, tabi sebebi taayyüş: geçim sebebi, yaşama sebebi tahazzür: kaçınma, korunma himye: perhiz ifratperest: aşırıya giden, ölçüyü aşan talibi her habaset: her kötülüğü yapmak isteyen aynı şahsiyet: insanın kendisi sureti muzaafa: ikinci suret mülevvesat: pis, kirli ve iğrenç şeyler şerir: kötü sıkleti maasi: günahların yükü bir insan başkasına neler yapmaz? insan, münzevi bir derviş gibi şu koca kainatın içinde yalnız, tek başına da kalsa yine dalaşmak için kendi kendinde bir şahsı sani buluyor. çünkü o nizasız duramaz. çünkü bu öyle bir sırrı hilkattir ki halik bile kendine zıt iblisler, müşrikler, firavunlar, kafirler yaratmış. beyne'lbeşer bir uhuvveti tamme tesisine uğraşan ukalanın bu mecnunane sayları ne kadar abes, gülünç ve hilafı tabiattır. farzımuhal olarak bu emelleri maazallahhusul bulsa tekmil müsabakalar, rekabetler, hileler, gayzlar, infialler, tecavüzler yani bütün cuşuhuruşı hayat birden tevakkuf edeceğinden bu dünya bir miskinhaneye döner. o zaman yine bu feylesoflar aksülamel çareleri arayarak insanları tefrikalara düşürmek, aralarında tevlidi gayz u niza etmek için kitaplar yazarlar. insanların eğlence için icat ettikleri tavla, iskambil, futbol vesaire gibi oyunlarına dikkat ediniz. hep muhasame suretindedir. çünkü başka türlü zevkyab olamazlar. insafsızlığı insaf tevlit eder. çünkü biri olmasa ötekinin vücudunu tasavvur muhaldir. bu tabayi faturası çeşitleri içinde soğuktan titreyen komşusunun haline acıyarakyorganın yarısını kesip ona verecek merhametlilerin, lütufkarların vücutları lazım olduğu gibi o yarımyorganı çalacak biinsaflar da bulunmalıdır. avrupa'nın en büyük ediplerinden biri, victor hugo, hiçbir şey yapmayıp miskin durmadan ise fenalık yapmak evladır. diyor. çünkü bu, beşeriyet içinde aksülamel hasıl edecek bir faaliyettir. iyiliğin lüzumunu takdir ettiren kötülüktür. hareket, hareketi tevlit eder. faaliyet husul bulur. birçok naim dimağlar bizzarure uyanır. binaenaleyh ragıbe'nin bana revolver teşhiri, benim onu tatlikim, didar'ın beni darbı, hep bunlar şu miskinane hayatı şarkiye'miz içinde bir vaka, bir hareket, akisler peyda edecek bir faaliyettir. bundan birçok dedikodular olur. gazetecilere, hikayenüvislere sermayeler çıkar, karilere güzel münzevi: bir köşeye çekilen, tek başına yaşayan niza: çekişme, kavga say: çaba tefrika: anlaşmazlık muhasame: didişme, sürtüşme tabayi: tabiatlar, yaradılışlar, huylar eğlence olur. okurken kimi ragıbe'ye acır kimi vuslat'tan nefret eder. kimi bana kızar. fakat boş oturmadansa kızmanın da büyük bir eğlence olduğunu bilmezler. demek ben heyeti ictimaiyemiz içinde bu kadar tesirler yapabilecek mühim bir uzuvum. lakin telakkii nassa göre büyük bir şeririm. sabahleyin evden besmele ile çıkarak hiçbir tarafa sürtünmemek havf u hazeriyle işine gidip gelen kokmaz, bulaşmaz miskin türklerden biri buluna idim onlara daha faydalı mı olacaktım? hayat cüret ister, hırs ister, cidal ister. cidalde ise tarafeyn teşkili lazımdır. bir taraf adalethah, diğeri müzevir yani biri haklı diğeri haksız olacak. tarafı müzeviri ortadan kaldır, adalethah cihet rüzgar ile mi güreşecek? hep bunlar birer hakikat. fakat ben şimdi şedit bir infial, büyük bir aşk, bir arzuyı intikamla cayır cayır yanıyorum. ne yapacağım? şu düşünceler bir felsefedir. bu inkar olunamaz. fakat kenan nefsi, vicdanı yan çizdikten sonra manen kendini kurtarmak için bütün insaniyeti batırıyor, seyyiatını aleme teşmile uğraşıyordu ki bu da bir nevi mazeret taharrisi demektir. kenan'ın bu tefekküratı, doğru cihetleri bulunsa da yanlışları çok, pek müthiş bir felsefe idi. akur bir determinist kesilmişti. her hadiseyi, her hali fi'li bir sebep tevlit eder ve bu sebepleri hiç kimse daima kendine lehtar etmek kuvvetini haiz olamaz. bu sebepler insanların değil, insanlar bunların zebunudur. bunun içinden çıkılamaz. iddiasında idi. her fikrin, her fiilin suduru onu imal eden uzviyet makinesinin derecei tekemmül, zaaf veya bozukluğu nispetiyle katiyen alakadardır. binaenaleyh ama yahut za'fı basarla doğmuş adamlara siz niçin dünyayı herkes gibi vuzuhı lazımıyla göremiyorsunuz?' muahezesi varit olamayacağı gibi fena kafanın fena efalinden de sahibi mesul olamaz. her ağaç, yetiştiği toprağın kuvvei inbatiyetelakkii nas: insanların algısı, anlayışı adalethah: adalet arayıcısı müzevir: bozguncu seyyiat: kötülükler, fenalıklar lehtar: yandaş, taraftar ama: körlük za'fı basar: görme bozukluğu sine, gördüğü güneşe, aldığı havaya, cinsine, sinnine, hasılı hep bu müessirata göre meyve verir. fikrinde idi. reddi mesuliyet hususunda heva ve hevesperestan için fena felsefe değil. ama asırlardan beri halledilememiş olan bu determinizm meselesi kenan'ın şimdi fikren icmal edip verdiği kadar vazıh ve sade değildi. her lisanda sabır, teenni, tahammül, sebat, metanet vesaire gibi birçok kelimeler var. medlulleri olmasa bunlar icat edilmezlerdi. insan, yalnız menfaati, sefası, saadeti arkasında koşan dimağının, hevesatının evamirine mağlup, uzvi bir makine addedilse de haz ve menfaatine bilatekemmül ani tebaiyet yüzünden ileride o menfaatin beş on katını kaybettikten maada, birçok sıkıntılara, zararlara, mahrumiyetlere, felaketlere uğrayacağını büsbütün düşünemez de değildir. bugün sürülecek sefanın yarın on kat cefası çekileceği meşrutiyetiyle vuku bulacak bir teklifi kabule saldıranlar belki çok olur. fakat bir durendişi ile bu teklifin önünden kaçanlar da bulunur. insan, menfaatperest ise evvela menfaatin ne olduğunu bilmeli, menfaat şeklindeki zararları tayine uğraşmalıdır. dimağları bu kıyasata müsait bulunmayan zavallılar kenan gibi determinizmin en tiz felsefe tellerinde teranesazı hikmet olamazlar. sui ahlak, herkesten ziyade sahibini mutazarrır eder. hüsni ahlak iktisabına say da menfaat iktizasıdır. tabiatın kavanini tedibiyesi insanlarınkinden müthiştir. her suistimalin bir neticei maraziyesi vardır. tabiat hiç acımaz. kendiyle zıt gitmekte taannüt edenleri çarpar, öldürür. ekullerin, ayyaşların, şiddetle münhemiki bah olanların hıyanetlerine, hastalıklarına, ölümlerine bakınız. hep bunlar müessirle eserin cilveleri, determinizmin neticesidir. kuvvei inbatiye: yetiştirme, büyütme kuvveti icmal etmek: kısaltmak, özetlemek medlul: anlam durendişi: ileri görüşlülük sui ahlak: kötü ahlak say: çabalama, gayret etme ekul: obur, pisboğaz münhemiki bah: şehvet düşkünü kenan'ın bir sinir hali köprüye yanaşırken vapurun ufak bir müsademesi kenan'ı alt kamaranın loş bir köşesinde dalmış olduğu bu felsefi tefekküratından uyandırdı. bu kısa mahbesi bahriden kurtulmak için bir oluktan akar gibi birbirine sıkışarak ağır ağır iskeleye dökülen insan cereyanı içine karıştı, köprüye çıktı. herkes birer semte doğru koşuşuyordu. kenan ne tarafa yollanacaktı? onun akıl pusulası hiçbir muayyen cihet göstermiyordu. bu determinist feylesof, kendini tahrik ve cezbedecek esbabın kuvvetine teslimi irade ile durdu. köprünün iki başına bakındı. galata'ya mı istanbul'a mı, hangi tarafa gidecekti? iki taraftan birini ihtiyar, iradesi dahilinde değil miydi? düşündü. omuz omuza çarpışarak tefekküratı samimiyesini ihlal edecek, muzdarip dimağını sarsacak kalabalık, gürültü, harıltı istemiyordu. istanbul semtini tercih etti ve kendi kendine: işte iradei cüziye şeklinde bir sebep, beni istanbul'a celbediyor. düşünülse her hareketin zımnında böyle sebepçikler gizlidir. her fiilde bir sebep sevkiyle bulunuruz. fakat bu sebepler ekseriya göze görünmediği için kendimizi harekatımızda hür zannederiz. mesela şimdi pantolonumun cebinde yirmi mecidiye var. sarf etmek için bunlardan birini çıkarmak istiyorum. bu yirmiden herhangi birini almak intihabında sahibi irade değil miyim? öyle gibi görünür ama yine hür değilim. elime en evvel tesadüf edeni yani kolay çıkabileni alırım. başka birisini alırsam mutlak bu sebebi evveli tağyir edecek ondan daha kuvvetli bir ikinci sebep zuhur etmiştir. fakat bu esbabı tetkik etmek çok kimsenin aklına gelmez. her fiil böyledir. zavallı gözü bağlı insanlar, bütün hareketlerinde kendilerini sahibi irade zannederler. bu kaza ve kader oyuncağı feylesof, adımlarını o aralık pek seçemediği esbabın sevk ü idaresine terk ile yavaş yavaş mahmutpaşa yokuşu'nu çıktı. kulağına gelen seslerin, bütün gördüğü şeylerin, müsademe: sarsıntı semt: yön muhtelif çehrelerin, zihninde muntabi eski sebepleri tağyirdeki tesiratı tağyiriyesini halle uğraşır iken kendini mahmutpaşa camiinin avlusunda buldu. sıra kahvehanelerin önünde durdu. ağaçların altı sulanmış, taflanların, şimşirlerin önlerine, üzerlerine allı yeşilli keçe parçaları serili tahta kanepeler konmuş, oraya buraya iskemleler atılmış, ortada yeşil bir türbe gibi duran şadırvan, iri taş sütunlu cami revakının arkasındaki ufak murabbalı demir parmaklıklı şark mimarii mabedisi nispetinde açılmış ruhani pencereler, nazarını celbetti. fransız hikayenüvisi meşhur piyer loti, türk muhipliği ile benam bu büyük adam, çok defa burada oturmuş, şark meftuniyetinin verdiği bir ihtiyacı tetebbu, tezevvük ve temaşa ile neler düşünmüş, ne güzellikler keşfetmiş, ne ruhani inşirahlar, istiğraklar geçirmişti. beyoğlu'nun petişanlarına, tokatlıyanlarına, pera palaslarına, sıketinglerine mütefevvik şayanı nazar acaba burada ne vardı? loti'nin badii hazzı tefekkürü olan şeyleri kenan niye göremiyordu? bunu anlamak istedi. şalvarlı, poturlu, cübbeli, hırkalı, kostümlü; efendisinden, beyinden, katibinden, esnafından, hamal camalına kadar karışık bu muhtelif kıyafetli halkın arasına karıştı. elindeki maşayı çalpara gibi şıkırdatan, kırmızı kuşaklı, kalıpsız fesli genç kahveci tabiinin makamı mahsusuyla: buyurrrrrrun ağalar, efendiler, kahve sefasına. muntabi: iz bırakan, unutulmayan tağyir: değiştirme, başka şekle sokma taflan: süs bitkisi olarak yetiştirilen küçük bir ağaç, karayemiş ağacı şimşir: süs bitkisi olarak yetiştirilen küçük bir ağaç türü revak: bir yapının ön kısmındaki üstü örtülü, önü açık yer pierre loti benam: ünlü, meşhur tezevvük: zevk alma petit champs pera palace skating palace tabi: çırak davetine icabetle, gölgelenmiş kanepelerden birine oturdu. tabi sanatına has bir eda ile boyun çarpıtıp gerdan kırarak sordu: beyefendi, ne gelsin? şekerli kahve, nargile. kenan, loti'nin burada nargile içtiğini biliyordu. bu istanbul frengi, avrupa frengi'nin validi sünuhatı olan esbabı tenbihiye ile dimağını uyandırarak yahut uyutarak fransız muharririne pek sanatkarane sayfalar yazdırtan bu mehasini şarkiye rüyasını aynı tesirat altında görmek istiyordu. o, burayı türklük hissiyle değil, bir avrupalı gözlüğü arasından tetkike heveslenen bir biganei milliyet tafrafüruşluğuyla görüp anlayacaktı. çünkü oradaki halkı kaba, cahil, saf, mutaassıp, kirlice buluyor, onlardan bir fert olmayı nefsine yaraştıramıyordu. tabi, mevcut müşteriler üzerinde seri bir nazar dolaştırdıktan sonra içeriye bağırdı: taflan dibine iki orta, çeşme önü sakallıya bir okkalı, çınar altına bir nazik ile bir horultu gel! kenan, horultuyu duyunca çınar altından karyola altını tahatturla yukarıdan aşağıya bir ürperme geçirdi. bu sarsıntı sert bir münebbih yerine geçti. cefakar vuslat'ın hayali acı tatlı hatıratı garamıyla önüne dikildi. unutmak, kaçmak istediği bu safahatı teessüratı bikayd bir ağızdan çıkan bir kelime ile defaten yine bütün şiddetiyle canlanı, parlayıvermişti. hissiyatını bir aciz, bir zaaf, bir rikkat sardı. gözleri yaşardı. mevki müsait olsa hüngür hüngür ağlayacaktı. kahve ile nargile geldi. ondan bir yudum, ötekinden bir nefes çekti. nargileye alışık değildi. birkaç nefeste başı dönmeye başladı. fakat ne olursa olsun piyer loti, su kabarcıkları arasından gelen bu tafrafüruşluk: yüksekten atma, böbürlenme okkalı: kahvesi çok olan veya büyük fincanda verilen kahve şekerli kahve kastediliyor. nargile kastediliyor. horultulu dumanı yutarak seraperdei şark'ın maverayı asarından gözleri kamaştıran asalet, halavet, sihri sanat ve bedayiini görebiliyordu. kenan da öyle yapacaktı. bir sekri bedii bulmak için marpucun dumanını içti içti. loti'nin sanataşina ruhi hassasını kendi damarlarında, dimağında cevelana davet etti. ondan ezberlemiş olduğu birçok satırların mehabeti mealleriyle uyanmaya uğraştı. bir türk, sinesinde milliyet muhabbetini vicdanının mahasini asarını, azameti sanayiini takdire liyakat ikazı için bir ecnebinin delaleti sünuhatından istimdat ediyordu. çünkü onun bir eserinde meftuniyetle mütalaa ettiği sultan mehmet camii şerifi kubbesinin hazin envarı kamer altında parıldayan kurşunlarıyla asumana karşı hazreti fatih'in maneviyetiyle pürfer ü ihtişam bir semayı diger gibi rekabeti ulviyet edercesine yükseldiğinin tasviri sanatkarisini hiçbir milli kitapta görmemiş, yatsı namazında imanlı sadırları titreten gulgulei tevhidin cezbe ve celaleti müminanesini o icazı tavsif ile hiçbir eserde okumamıştı. yeis ve rikkati sevda ile yufkalaşan gönlü cuşa başladı, nezaketi tahassüsatı arttı. artık nargile, beklediği mestii bediiyi veriyordu. pişi enzarındaki camiin revak sütunları şerefi mazimizin zivakar birer şahidi camidi gibi büyüdü. kapının üzerindeki ayatı okuyarak manalarını anlamaya uğraştı. direklerin arkasındaki gölgeler içinde melekler uçuşuyor zannetti. refrefi cenahlarını işitir gibi oldu. öğle yakındı. şadırvanın etrafına kolları sıvalı birkaç kişi dizildi. abdest alıyorlardı. bunların içinde beyden, efendiden temiz kıyafetli bir adam yoktu. hamalın biri kirli yün çoraplarını çıkardı. parmaklığın arasına sıkıştırdı. musluğun önüne çömeldi. avucuyla burnuna üç defa su çekti. yüzünü, kollarını, esmer hantal ayaklarını topuklarına doğru sıvaya sıvaya yıkadı. bu hamal, kenan'ın din seraperdei şark: doğu'da saray, konak yerlerde haremle selamlığı ayıran, konak veya çadır kapısına asılan büyük, kalın perde halavet: tatlılık zivakar: vakarlı, ağırbaşlı şahidi camid: cansız şahit refrefi cenah: kanat tüyü, püskül, saçak kardeşi idi. hükumete vergi veren, vatanı müdafaa için evlat yetiştiren, askere giden, sonra cemiyetin en dun, en takatfersa kademei sayında hemen hayvan gibi çalışarak refahtan ebediyen mahrum kalan, dini yaşatmak için camiye giden yine bunlardı. islamiyet'in sosyalizm ahkamı uhuvvet ü kanaatkarisi yalnız bunların arasında cari idi. ziynet, israf, tagallüp nedir bilmezlerdi. binaenaleyh, bu hamal, zahirde cemiyetin en küçük, en hakir fakat hakikatte en büyük, en muhterem bir uzvu idi. kenan, bu hamalı niçin sevmiyordu? ve o güne kadar sevmeyi neden düşünmemiş, bir vazife bilmemişti? onun bugün halik'ına abidane rabtı kalb etmeye, dağlara, taşlara secde eylemeye, herkese uhuvvet göstermeye taşkın bir ihtiyacı vardı. hemen hamalı deraguşla koklaya koklaya öperek beyanı samimiyet için kenan, yerinden fırladı. kirden simsiyah olmuş bir mendile kollarını silen bu abidin boynuna sarıldı. kıllı göğsü üzerine birkaç buse kondurdu. ter kokusundan kenan'ın gönlü kabardı. başı döndü. hayretten hamalın gözleri büyüdü. ve hemen sordu: kurban, divane misin? ne oldu ki, bayram mı var? kenan, teessüri uhuvvetle yaşlar dökerek: kardeşiz kardeş. karındaş mıyıh? benim babam senin anana nerde rastlattı ki? anan kemah'a vardı mıydı? benim senin gibi cansız karındaşım yohdur. üç karındaş idih. biri öldü. öbürü memlehette. koca baba yiğit. yahamı bırah ki namaza varam. kenan, muhatabına sosyalizmden birkaç prensip anlatmak istedi. söz karıştı. bu davayı uhuvveti istimaa birkaç kişi toplandı. hamal söylüyor, kenan ağlıyordu. bu beyefendinin kardeşlik galeyanından pek memnun olmayan hamal: yağlağıma silinirkene kollarını boynuma toladı. şapur şapur öpücühe başladı. abuh sabuh laflara bulaştı. ahlını yitirmiş olmalı. karındaş, etrafta tımarhane de yoh. bu, nereden uğrattı kademei say: çalışma kademesi tagallüp: zorla hüküm sürme, zorbalık etme ki? ilh bana mı saldı, başkalarıyla da dalaştı mı ki? kim bile babam?. polise haber verek. bu nereden çıktıysa yine oraya tıksınlar. efendiden ihtiyar bir adam kenan'a sordu: bu hamaldan ne istiyorsun oğlum? kenan, melul bir sadayı izahla: ah efendibabacığım. dün geceden beri büyük bir yeis içindeyim. vah vah. bilirsiniz yeis, sevdadan gelirse yine sevdayla sükunet bulur. ahaliden biri: bu delikanlı sevdalanmış mı? efendi: durunuz. zavallının derdi nedir anlayalım. terbiyeli bir çocuğa benziyor. kenan: frenklerin Jezu, bizim mesih dediğimiz hazreti peygamber, sevdayı uhuvvet ve insaniyeti her büyük elem ve ızdıraba karşı bir devayı müessir olarak tavsiye etmiş, sizi sevmeyenleri bile siz seviniz! buyurmuştur. determinizm sevgi için bir koz, bir sebep arar. o, bu tavsiyeye zahiren uymaz görünür. fakat sevmek lüzumu da bir koz değil midir? efendi: zavallı. oynatmış. pek de genç. acıdım. ahaliden: iskambil oynarken çıldırmış galiba. koz deyip duruyor. kenan: ilk denmek isteniyor. Jesus din kardeşleri, allah aşkına dinleyiniz. çıldırmadım. büyük jeniler kütlei avamla temasta kaldıkları zaman eşyayı rüyetteki tefavüti azimlerinden dolayı daima divane zannolunurlar. ben deli değilim. size ecnebi olan bu kelimeyi oryanın kozu zannetmeyiniz. dinleyiniz, itmamı meram edeyim. şuraya geldim. camii şerifin ruhani, ulvi manzarası mösyö loti'nin kerameti edebiyesi tesiratıyla bir mucizei hidayete eriştim. bir hamalı öpmek değil, ben evvelden anamı babamı bile sevmezdim. müslüman doğmuş olmaktan başka, dine bir rabıtam yoktu. fakat şimdi aşk kuvvetiyle kalbime şedit bir muhabbetullah doğdu. allah'ını seven, kullarını da sevmez mi? bu hamal, içimizde halik'ın cennetine en ziyade isbatı istihkak eden bir merdi saf, bir sahibi kanaat değil mi? ahali, iktisabi ecr için ayasofya'daki terler direk'e yüz süreceklerine bunun mübarek ellerini öpseler daha mecur olmazlar mı? dinimiz israfı, ziyneti, ihtişamı menetmiyor mu? işte bunun ipiyle kuşağı, başka nesi var? nazarımda bu hamal, birçok velilerden daha büyüktür. çünkü evliya dediğimiz merakıdnişin, o müsrif ölülerden birtakımlarının muhteşem türbelerindeki esbabı ziynet, okkalarla altınlar, gümüşler, giranbaha şallar pazara çıkarılsa hazineler tutar. halbuki hükumet, bu mesakini evliyadan on para vergi almadıktan maada mumlar, yağlar itasına, türbedarlar, firaşlar tayinine mecburdur. bu velilerin böyle zikıymet, tezyinatı dünyeviye ile dirileri firifte etmeleri muvafık mıdır? ölülerin kemikleri, etrafa yığılan bu hazaini muattala işletilse ne kadar fukaraya sermayei taayyüş olur! serveti umumiye içinde muattal bırakılan on paranın asırlar zarfında, iktisat noktai fenniyesinden bir millete ne kadar zararı dokunacağını tahayyül bile edemezsiniz. şimdi size birkaç türbe sayarak buralarda mahpus tutulan eşyanın jeni genie. cin tefavüti azim: büyük farklılık orya: iskambil kağıtlarından karo mecur: sevap kazanan merakıdnişin: mezarlarda oturan, mezar sakinleri, ölüler giranbaha: çok kıymetli hazaini muattala: terk edilmiş, iş görmeyen hazineler kıymeti muhammenelerini bu emvatı merhumenin hakgüzin oldukları uzun asırların günlerine darp ile bir faizi mürekkeb yürütsek neticei ameliyede bulacağımız mebaliği cesime hepimizi şaşırtır. bu paralar ile birkaç banka tesis edilebilir, birçok mektepler açılır, dretnotlar alınırdı. ölülerden de vakti tekaüdleri gelmişler var. bu hamal, gece odasında, kendi karanlıkta oturup verdiği vergi ile emvata mum yakamaz. hristiyanlığın da masarifi uhreviyesi daha müsrifanedir. sim ü zerden ahcarı kıymetdardan masnu milyonlar değerinde bir meryem ana'nın önünde dişinden, tırnağından arttırdığı para ile şema yakan aç bir hristiyan'ın halini de hazin görürüm. siz dünya bir cifedir. ona meyletmemeli. oranın malı orada kalır. ahiret için çalışmalı! demiyor musunuz? ben vaazlardan böyle dinledim. dünyada hakkı hayat, çalışmakladır. sırf ahiret için yaşayacaksak burada daha çok günaha girmeden hemen umumen ölelim. zayıflayan bir millet zabtı adaya düşer. ali vaftizle nikoli, camiler kilise, türbeler ahır olur. merkadlerini zer ü sime gark ettiğimiz bu evliyayı kiram, felaket zamanlarımızda aldırmayıveriyorlar. mesela peşte'de kalan gül baba, kefere ile de misk gibi geçinebiliyor. bu çocuklarımızın himmeti maneviye intizarıyla tapındığımız şeyhlerimiz, pirlerimiz, mazannelerimiz vardır. eyyamı lazımede bunların mumlarını, kurbanlarını, mangırlarını göndermekte kusur etmeyiz. fakat önümüze ianei milliye sandığı uzatıldığı zaman oraya kırk para atar iken hasetten ellerimiz titrer. çocuklarımızın bu sandığı gezdireni inayet ola tavrıyla dilenci kovar gibi savdıklarını gördüm. efendi, kıymeti muhammene: tahmin edilen kıymet mebaliği cesim: büyük paralar dretnot: bir tür zırhlı savaş gemisi vakti tekaüd: emekliye ayrılma zamanı sim ü zer: gümüş ve altın ahcarı kıymetdar: kıymetli taşlar masnu: sanatla yapılmış, sanat mahsulü cife: leş zabtı ada: düşmanların eli, kontrolü mazanne: ermiş olduğu düşünülen kimse oraya atacağın para, adanın vatana istilasını men için çekilecek seddi aheninin bir cüzünü teşkil edecektir. bu paranın o emri mübremin sarfına tahsisinden şüpheleniyor isen intihar et. böyle bir milletin efradından bulunmak lekesiyle yaşamadansa ölmek müreccahdır. vatandaşlarından böyle bir suizanda bulunma. yanılıyorsan bu bir cinayettir. senin kalbin emin, saf, samimi, fedakar olsun. çünkü samimiyeti umumiye, samimiyeti hususiyenin hasılı cemidir. evvela sen vazifeni ifa et, mesuliyeti senden sonrakilere bırak. vatanın için evvela sen samimi olmaz isen bunu diğerlerinden beklemek abes sayılmaz mı? efendiler, ben çoktan ihtida ederdim ama dini, ahlaki birtakım ukdeler zihnimi düğüm düğüm edip karıncalandırıyordu. bunlardan binde birini size söylemedim. hayıf, söyleyemem. çünkü sonra beni mürtet diye ağzıma kurşun akıtmak için ya şu karşıki mahmutpaşa mahkemei şer'iyesinden içeri sokar yahut cinnetime hüküm ile tımarhaneye gönderirsiniz. halbuki bir memlekette münakaşai felsefiye olmadıkça zihinler kabusi cehalet afetinden kurtulamaz. ben, bizim cahil mahalle imamının itikat ettiği şeylere tamamıyla inanmak mecburiyetinde değilim. o, başını sarıkla sıkarak sarmış sarmalamış, benim kafam açık, serbest, hürriyeti fenniyenin dört cihetten savurduğu rüzgarlar, boralar içinde neşvünema bulmuştur. biz şimdiye kadar böyle imamlara uyduk. bundan sonra da lafzen biraz onlar bize uysunlar. kafamın içinde birçok terakki tohumları var. bırakınız, bunları hiraseti ilmiyeden binasip kalmış çorak dimağlara serpelim. onlar bizi uyuşturacaklarına biz onları uyandıralım. bizi susturmayınız, dinleyiniz. zihinde hapse mahkum edilen fikirler orada durmaz, doğurur. sabahı hürriyet ü terakkinin infilakına teşvikten ziyade tazyik sebep olmuştur. cisim, zindanlarda mahpus kalır fakat fikir, harice sızacak mesamatı firar bulur, dünyaları, fezaları dolaşır. tazyik, ada: düşmanlar seddi ahenin: demirden duvar ihtida etmek: doğru yola girmek, hidayete etmek hiraseti ilmiye: ilim işleme, ekip biçme onun kuvvei intişariyesini birkaç yüz misline iblağ eden bir yay hükmündedir. buharın makinelere tazyiki hidematı hayretefzasından nasıl istifade ediyoruz? onu bir kurgana kapayıp kızdırarak, değil mi? bir havuzda bilatazyik açık duran sakin sudan, ne tesiri tahrik beklenir? birbirimizi kızdıralım. beynlerimizde mübayin buharı efkar ortaya saçılsın. hangi tarafın mantığı zamanın icabatı terakkisine muvafıksa o galebe etsin. batıl sussun! hak söylesin! layık olduğu mevkii sema ve hürmetini bulsun. ne olduğumu bilemiyorum. zihnimde sanki bir baharı tefekkür feyzi inkişafı var. salkım salkım sünuhat gülleri, şebboyları, zambakları açılıyor. ben ne oldum? iradatı ezeliyeyi size tebliğe memur mu? mehdi mi? veli mi? deli mi? hep bu sözlerim derin bir ilhamın tezahüratı tenviriyesidir. söyleyene değil, söyletene bakınız. sebepsiz kuş uçmaz, bir karınca kımıldamaz. determinizm, determinizm, determinizm. bana hidayet yetişti! beynimde, kalbimde, nurı iman berk vuruyor. gaflet, şebabet, ihmal eseri vezaifi diniyemi unuttum. şimdiye kadar bu zavallı başım secdei rahman görmedi. bana usul, adabı abdest ve namazı talim ediniz. müminlerle camiye gireyim. hakk'a ibadet ve niyaz edeyim. mutasavvıfinin işaret ettikleri menbaı aşkı bugün bulmak isterim. kenan'ın etrafına kalabalık biriktikçe birikti. ahali, böyle bir vaazı hiçbir coşkun hocanın kürsii cezbesinde dinlememiştir. bu aşıkı şeydayı cami ile bimarhaneden hangisine götürmek lazım geleceğini tayinde mütehayyir kaldılar. sözlerinin içinde şayanı nazar hakayıkı ictimaiye ile saçmalar karmakarışıktı. coşan nehri efkarı, müsadifi cereyanı olan eğriyi de doğruyu da sürüyüp götürüyordu. bunlardan ekserinin lafız kalıpları muğfil ve oldukça parlaktı. avrupa lisanı fenninde, bu kenan gibilerine demifous yani nim mecnun denir ki bunları zebanzet tabiratımızdan berk vurmak: şimşek çakmak mutasavvıfin: mutasavvıflar bimarhane: akıl hastanesi, tımarhane nim mecnun: yarı mecnun zebanzet: yaygın kullanılan, dile pelesenk olan yarım akıllı terkibiyle de tavsif edebiliriz. zeka bazen cinnete mümas bir raddeye fırlar. bu akıllı delilerin edebiyatta iki suretle büyük hizmet ve mevkileri vardır. böylelerinin kağıt üzerindeki inikasatı fikriyeleri ekseriya kendilerine şebih yarım akıllılar yaratacağından böyle nazımı dimağiyeleri haric ani'lmerkez olanlar, romanda hem müellif hem kahraman olarak yaşarlar. bunlardan çoğunun veli mi deli mi oldukları pek anlaşılamamıştır. her halde durgun kafalarda velehengiz efkar temevvüç edemez. muharrir içtimai, ahlaki bir mazerete sığınarak kalemini düşnamdan kurtarabilmek için bir akıllı, bir uslu, bir edipten istibat edilecek bu taşkın sözleri kaçıklara söyletir. ispanyol üdebasından servantes'in don kişot hikayei meşhuresindeki bu namla yad olunan kahramanının bir zır deli mi yoksa müfrit bir zeki mi olduğuna avrupa mütefekkirini edebiyesi henüz kati bir karar verememiştir. muvazenei akliyenin temini için muktezi evsafı hulkiyeden bazılarının lüzumundan fazla çokluğu, diğerlerinin eksikliği bu hale sebep oluyor. zekaca bunlar bazen en bülent mertebeye varırlar. pek vasi bir muhayyileye, fikri icada, kudreti ifade ve tasvire maliktirler. az çok mahrum oldukları havas, kuvvei mümeyyize, selameti fikriye ve sebattır. faaliyet ve mahsulatı zihniyede bir istikamet takip edemezler. yaşayışlarında bikayd, mühmel, mütelevvin ve beceriksizdirler. bazen pek ali bir mertebeye varan şiddeti zekalarına rağmen bir hane, bir aile, bir iş idaresinden acizdirler. inikasatı fikriye: düşünce yansımaları şu anda kariin dudaklarında gezinen tebessümün nüktesini anlıyorum. haric ani'lmerkez: merkezin dışında temevvüç etmek: dalgalanmak, çalkalanmak cervantes don Quijote muktezi: gerekli olan havas: nitelikler, özellikler mütelevvin: çabuk fikir değiştiren, dönek, kararsız, sebatsız mu'tedil olmak içün cümle umur lazım amale terazuyı şu'ur meş'alei cinnetleriyle asırlardan beri insaniyeti tenvir eden bu muvazenesizlerin içinde medeniyetin vücutlarıyla iftihar ettiği en büyük, en yüksek simalar görürsünüz. ahlaf, yaman ve biraz hürmetsiz kalem tenkidiyle açtığı mecanini beşeriye defterine ta sokratlardan başlayarak şekspirleri, molyerleri, volterleri, rusoları, dekartları, monteskiyöleri kayıttan çekinmeyerek bu biaman, müthiş hükmünü muselere, balzaklara, tolstoylara, floberlere, zolalara, mopassanlara ve daha daha mümasillerine teşmil etmiştir. şekspir'in cinnetini otello'da, hamlet'te, makbet'te; molyer'ninkini merdümgiriz'de, hasis'de, hayali hasta'da, göte'ninkini verter'de görüyorlar. flober'in madam bovari'sini, zola'nın küre'sini, hayvanı beşer'ini; tolstoy'un ahla gelecek nesiller, sonrakiler sokrates shakespeare moliere voltaire rousseau descartes montesquieu musset balzac flaubert maupassant shakespeare othello macbeth moliere goethe Werther flaubert madame bovary sonata kroyçer'ini, zulmetlerin kuvveti'ni ve hep daha böyle eserleri müessirlerinin marazi bir merayayı ruhiyeleri olarak temaşa ediyorlar. bu yarım akıllıların insaniyete müfit ve muzırları var. bu muvazenesiz kafaların hepsi nurı maarifle şuledar değil. birtakımı merhamet, rikkat, insaniyet, istikamet, sadakat, şükran gibi hislerden muarra. bazıları miri kelam olurlar. salonlarda, cemiyetlerde güzel sözler sarf ederler, tuhaflıklar yaparlar fakat fikirlerinde, ahlaklarında rasanet yoktur. kalp ve azim sahibi değildirler. eserleriyle kütüphaneler dolduranları metanetsiz ve sebatsızlıkla itham edebilmek için uzun düşünmek lazım gelir. kısmı müfidden olan bu zavallılar, sevdayı hürriyet ve müdafaai insaniyet cinnetiyle yaşarlar. kuyudı batıladan, zulüm ve esareti idareden ıtlaklarına çalıştıkları beninevlerinden gördükleri mukabele, levm ü teşni ve işkencedir. bazen delinin o kadar akıllı ve akıllının o kadar deli olduğunu gördükçe insanın çıldıracağı geliyor. akıllı olmak için çıldırmak lüzumuna kail, ukalanın bu hükümlerine karşı siz de o sınıftan ve onlardan daha terelellisiniz demekte insan mazur olmaz mı? bu meseleye dair cilt cilt kitap yazarak şöpenhöerleri, niçeleri mebhasü'lcinnetin ser sahifesine kaydeden lombrozoları, grasseleri ve daha sair bir sürü meslektaşlarını tamü'şşuur mu addedeceğiz? eğer cinnet, münevvere erbabı için bir şeref ise sonata kreutzer merayayı ruhiye: ruhun aynaları müfit: faydalı, yarar sağlayan muarra: arınmış, soyutlanmış, uzak rasanet: sağlamlık, dayanıklılık terelelli: hafif akıllı , delişmen schopenhauer nietzsche ser sahife: başsayfa lombroso grasset tamü'şşuur: tam bilinçli şöpenhöer ile niçe'nin bundaki hassaları lombrozo ile grasse'den nispet kabul etmez mertebede büyük olduğuna şüphe edilemez. bu dühatın en büyük kabahatleri, şükranelerini bu ashabı mesaiye isnadı cinnetle eda eden ahlafa eser yazıp bırakmış olmalarıdır. yalnız şu var ki nakıs şeyde kemal olamayacağından bir insan deli olunca yarım değil, bütün olmalıdır. o zaman çıldıran da rahat eder, cinnete derece tayinine uğraşan müdekkikler de. edebiyatımızın sahai ahiresinde boy gösteren bazı üdeba ve şuaramızın bu mikyası dehada henüz tamamiyeti erkama fırlayamamış olmaları terakkii cinnette de avrupa'dan geri kaldığımızı gösteriyor. çünkü insan, bunlara ne pek akıllı diyebiliyor ne tam deli. zeka, marazi bir hal ise bu hastalığa birdenbire tutulmak bahtiyarlığına uğrayan şayanı tebrik humeka da var. sıhhati dehalarından mütereddit olanlar bu maraza aşılanabilirler. telkih sayesinde insaniyetin çiçekten, kuduzdan kurtulduğu gibi osmanlı karileri de cahil münekkitlerin fuzulluğundan, bimana tatsız tuzsuz saçma kitaplar, makaleler, şiirler okumak afetinden halas olurlar. bir bakkalın birdenbire böyle marazi bir hale uğrayarak dürri hikmet saçmaya başladığını, irticalen eşar söylediğini, eski evzan u kavafiyi beğenmeyerek yenilerini icat ettiğini, avrupa emrazı akliye müellifini yazıyor. behey hayırsız hastalık! bakkala, kasaba saldıracağına muharrirlerimizden kalemi hokkada, eli şakağında saatlerce düşünerek kadim nesir ve şiir usulünü bilememek ve yenisini de icat edememek özrüyle saçmalayan ne kadar tehi mağzı muhtacini edebiye var, onları yakalasana! kenan, bakkalın cinneti muvakkatesine müşabih bir buhranı asabi geçiriyor, kendini salah ve hakikate ermiş görüyordu. bu dühat: dahiler, üstün akıllılar telkih: aşılama fuzulluk: haddini aşma, kendini bilmezlik evzan u kavafi: vezinler ve kafiyeler tehi: akıl züğürdü, boş kafalı mağzı muhtacini edebiye: edebiyata muhtaç beyin cinneti muvakkate: geçici cinnetler hal, vakit vakit tasdik ve inkara düşen mütefekkirini meşhureden bazılarında bile görülmüştür. bu salah arzusu üzerine ahali, kenan'ı musluğun önüne götürdü. abdest aldırdı. vuslat'ın aşığı, aldığı talimata tevfikan vuzui diniyi icra ederken potinlerinin üstüne mesh etmek istedi. itiraz ettiler. ayaklarını da yıkadı. zavallı halk, bu acayip salathahın o gece nereden çıktığını, henüz gusülsüz bulunduğunu bilmiyordu. bu napak, bütün cemaati müslimin'in namazlarını ifsat etmek üzere camiye girdi. öğle namazı kaç rekat olduğunu unutmuş, aklında hiç salat suresi kalmamıştı. birkaçını telkine uğraştılar. biraz hıfzettirebildiler. surei ihlas ile iki delili salatın arasında sefa geçti. onlar ile beraber yatıp kalktı. bütün masivadan tecridi nefs ve itikadı tam ile mabuda rabti bal edildiği surette namazda insana bir nevi manyetizma gelerek abidin kalp gözü açılacağını, bu cezbe ile birtakım serairi maneviye ve menbaı aşkı hüda münkeşif ve meşhut olacağını fikri tenkid ile okuduğu bazı kütübi tasavvufiyede görmüştü. gözlerini yumdu. önünde bütün cami karardı. kalp gözü niçin açılmıyordu? metafizisyenlerin söyledikleri maverayı cihan, o alemi esrar nerede idi? kenan, gusülsüz abdestiyle beş on dakikada mertebei velayete erişmek istiyordu. manyetizma müddetini bekledi. gözlerini daha ziyade yumdu. bir şey göremedi. gittikçe içine sıkıntı ve gözlerine daha ziyade karanlık basıyordu. imamın tekbirlerine kulak verdi. fısk u fücuru kalbinden boşaltmaya uğraştı. bunlar o kadar çeşit çeşit, renk renk idi ki hokkabazın küçük bir kutudan vuzui dini: dini abdest ifsat etmek: bozmak, fesada uğratmak delili salat: namaz kılavuzu tecridi nefs: nefsi temizleme abidin: ibadet eden, kul metafizisyen metapysicien. fizik ötesi disipliniyle ilgilenenler maverayı cihan: dünyanın ötesi fısk u fücur: ahlaksızlık, fenalık çıkara çıkara bitiremediği rengamiz, yığın yığın eşya gibi boşaltmakla tükenmiyordu. zumunca bütün hamulei günahını içinden def ile cemaati müslimin arasına, mabedin ortasına saçtı. şimdi bu maasii müdhişe tekrar kalbine girmek için etrafında siyah, zehirli yılanlar gibi kıvrım kıvrım atılıyorlardı. kapalı gözleri önündeki kesif, muzlim perdei esrar henüz tenevvür etmedi. orada yalnız bu yılanlar oynuyorlardı. aşkı ezeli alevi ne vakit parlayacaktı? tasfiyei kalbiyesini anlamak için kendini yokladı. kendi şimdi karanlık içinde bir şey görmüyorum zannediyordu. fakat dimağında bütün eşkaliyle, elvanıyla, letafetleriyle, çirkinlikleriyle bir cihanı hatırat vardı. onları görüp seçiyordu. kendi bu alemin içinde, bu alem kendinin içinde. bu nasıl zarfiyet ve mazrufiyeti acibe idi? kalp, iyiliklerin, fenalıkların hıfzına mahsus yedi ağyarın erişemeyeceği bir kasa mıydı? hayır, bu et parçasının içinde kandan başka bir şey yoktu. asıl memba ve mahfazai hissiyat, dimağ idi. dünyada fenalıklar iyiliklere galip, insan bu alemin içinde ve insanın içinde bir cihanı mahsus olduktan sonra bu girift zarfiyet ve mazrufiyetten nasıl kurtulmak kabil olurdu? insan, şiddetle arzu etse de mahsusatı müterakimesini bir anda bu mahfazadan nasıl boşaltabilirdi? taammüt ne demekti? fikir ile fiilin arasındaki mesafe ne idi? bir fiilin icrası insana hoş gelirse kabahat kimde idi? insan dimağına mı, dimağı insana mı hakimdi? hilkatin bu esrarengiz muvazenelerini dilhahı üzere ayar etmek kudreti kime verilmişti? dünyada hayır ve şer rüzgarları karışık esiyor, isteyeni, bazen istemeyeni de çarpıyordu. zaaf, hilkatin hamirei beşere karıştırdığı mayalardan biri değil miydi? bir adam maddi, manevi terkibatı hulkiyesinden bazılarını kendinden kal edip nasıl atabilirdi? insan kavanini tabiiyenin icabatıyla doğuyor, o icabat içinde sürüklenerek yaşıyor, yine o iktiza ile istemeyerek gayriiradi ölüyordu. bu aleme gelmekte, gitmekte iradesi sorulmayan insanın zum: zan tenevvür etmek: aydınlanmak zarfiyet ve mazrufiyeti acibe: içine alma ve içinde olma tuhaflığı taammüt: bir suçu bilerek, önceden kurup tasarlayarak işleme kal etmek: söküp atmak, yok etmek sonra hayatta eline mürur tezkiresi gibi bir iradei meşkuke izinnamesi veriliyordu. fakat bu pasaport içindeki evsafı mahsusayı yine tabiat kaydediyordu. bu ruhsat tezkeresiyle istediğin zaman elini ayağını oynatır ve sağa sola bakabilirsin. ve daha böyle birçok harekat iradesine maliksin. lakin iyi arzuları fenalarından ayırmayı bil. suya düşünce boğulacağını, ateşe girince yanacağını ve daha sair mühlik, muzır, müfit şeyleri öğren, ona göre hareket et. bu nasihati sıyanetkaraneye rağmen dünyada isteyerek ve istemeyerek yine boğulup yananların hadd ü hesabı yok. fena arzular nereden geliyor? bunların mucidi tabiat mıdır? insan mıdır? zavallı bir mahluk dünyaya geldikten sonra ona sen kanuni hilkatin filan filan icabatından katiyen kaçacaksın. emrini vermek, insana, işret et de sarhoş olma. buzların içine çıplak gömül de üşüme. demek kabilinden olmaz mı? dünyaya gelmek, insanın iradesi dahilinde değilse intiharla gitmek elindedir gibi görünür. insanların hep birer maraz neticesi olarak öldükleri görülüyor. intihara tasaddi de bir nevi hastalıktır. vefat, yine bir neticei maraz olarak vuku buluyor. insan, kendi kendini değil, onu yine tabiat öldürüyor, demektir. yoksa muvazenei akliyesi tamam bir adam hiçbir vakit intihar etmez. hayattan müşteki her fert intihar cesaretini gösterebile idi bu dünya boş kalırdı. alman feylesoflarından hartman, azabı hayattan pek bizar kalmış ve kendi başına da intihara cesaret edememiş olduğu için şöyle diyor: bir gün gelecek, ilim ve fen o derece terakki eyleyecek ki gayei keşfiyatta insanlar cesim bir bomba imaliyle onu ka'rı arzda patlatıp bütün mahlukat ve insaniyeti berhava ederek derdi hayattan hep birden kurtulacaklardır. nasihati sıyanetkarane: korumacı öğütler tasaddi: girişme, teşebbüs etme müşteki: şikayet eden hartmann berhava etmek: havaya uçurmak koca feylesof elemi ruhunu böyle bir temenni ile teskine uğraşıyor. kenan, namazda alaiki dünyeviyeden tecerrüt hususunda verdiği karara rağmen hep bunları düşünüyordu. içinde iyiden, kötüden neler boşalıp neler kaldığını anlamak için kendini bir daha yokladı. fakat bir şeyi zihninden çıkarmaya uğraşmak, onu düşünmek demekti. düşünülen bir şeyden insan kıhfı idrakini nasıl hali addedebilirdi? yerine aşkı ezeli ikamesiyle gönlünden koparıp atmak istediği vuslat'ın sevdası bütün şedaidiyle, bütün ateşleriyle perçinlenmiş, orada duruyordu. kalbini tekmil amali müfsidesinden tahliye kabil olsa da oradan def ü tardına iradesi erişemediği bu bir günahı, dareynde onu berbat etmek için kafiydi. insan, bir akrep tasavvur ettiği zaman bu zehirli mahlukun beden halkaları, kıskaçları, iğneli kuyruğu nasıl göz önüne gelirse vuslat deyince kenan'ın zihnine de didar bey, horultu, karyola altı, dayak, talak, ragıbe, validesi, hemşiresi, banka, liralar, hep bu şekiller, simalar, bu silsilei macera, pişi enzarına öyle diziliyor, vücudunu ateşler sarıyordu. bu aşkı deniden gönlünden aşkı ezeliye yer kalmamıştı. son rekatın secdesine vardı. bu nakabili izale ateşin tesiriyle kenan: hartmann, ey büyük anarşist, tasavvur ettiğin bombanın yevmi icadını, o mesut günü beklemekten başka insaniyet için bir çarei reha yok. bu cesim maddei infilakiyeyi bulsam şimdi kendi elimle ateşlerdim. kadıköyü, vuslat, didar, hep cicoz! ben de beraber! saçmasıyla haykırdı. iki tarafındaki salat delilleri bu deliyi susturmak için az daha namazlarını bozacaklardı. selam verildi. duaya başlandı. kenan, hala secdeden kalkmıyordu. iki yanından dürttüler. kenan, ağlar gibi: dürtmeyiniz efendiler. ben buraya ihtiyarımla yatmadım. kıhfı idrak: anlayış kafatası cicoz: yok kim yatırdı? bütün efalimize hakim, amir olan o gizli kuvvet. hangi kuvvet? ben de onu bulmak için namaza durdum ama bulamadım. salat esnasında içinizde aşkı ezeliye eren oldu mu? kim bilir! müminin kalbi ancak kendine malumdur. siz de avrupa feylesofları gibi muamma söylemeyiniz. böyle bir sırra eren, din kardeşlerini de tenvir etmek istemez mi? biliyorum. siz de benim gibi yalnız yatıp kalktınız. kalbinizdeki fitneyi çıkaramadınız. her biriniz, şu camide tasavvuru münasebet almayacak kim bilir neler düşünüyordunuz? namazda hakk'a tamamıyla rabtı kalb ederek dünya levslerini içimizden çıkarabilerek şu kısa müddet zarfında olsun vicdanımızı dinlendirmiş olurduk. namazdan maksat, divanı bari'ye durup abur cubur düşünmek değildir. insan diliyle değil, kalbiyle okumalıdır. velayete erenler, o mertebeye nasıl vasıl olduklarını halka niçin söylemiyorlar? böyle mühim keşifler şahısta mektum kalmamalı, bunları herkese öğretmelidir. amerikalı muhterii meşhur edison, veli ola idi bir makine icadıyla maverayı cihan esrarını aleme gösterirdi. eskici baba veli olmuş, bundan ne çıkar? eskici baba hali hayatında fakr u kanaatle geçinirken velayetinden sonra kibarlaşır. azamet, hiddet peyda eder. mahallelinin rüyalarına girerek türbe, sanduka, yağ, mum ister. metfeni civarında dolaşanlardan hoşlanmadıklarını çarpar. mahallede her kim saraya, sinire, hafakana, kötürümlüğe uğrasa onun hışmından bilinir. ahali, şehremininden, polis komiserlerinden ziyade bundan korkar. en fakirleri bile bu türbeye olan vergilerini hükumetinkinden ziyade bir hahiş ve intizamla tediye ederler. cemaatin bir kısmı kenan'ın başına üşüşür. hilafı ibadet bir vecd ile seri muannidini secdeden kaldırmayarak etrafına adabı divanı bari: yaradan'ın huzuru mektum: gizli saklı metfen: mezar, kabir salata uymaz, taşkın efkarı feylesofane savuran bu serserii aklı iterek, çekerek, tartaklayarak yerinden kaldırmaya uğraşırlar. cemaatten biri: dokunmayınız zavallıya. bu bir meczup. meczuplar nezdi hüda'da haizi muafiyettir. bunların halik'a nazları geçer. bu tefevvühattan gayrimesuldürler. savurduğu saçmaların içinde derin sözler de var. o, aşkı ezeliye erişmiş fakat haberi yok. hala onu arıyor. meczupların namazı, niyazı harici usuldür. bizimkine benzemez. böylelerine sui muamele etmek ukubeti daidir. bırakınız, söylenerek gitsin. bu ihtar üzerine cemaatin kenan'a olan nazarı vehleten değişir. etrafına dizilenlerden birkaçı aman sultanım himmet! tazarruuyla elini eteğini öpmeye kalkışırlar, o kadar hürmet gösterirler ki velayetine kenan, kendi bile inanır gibi olur. o anda kalıbı dinlendiriverse cesedi üzerine bir türbe çatısı alınarak etrafına kandiller yakılacağından şüphesi kalmaz. halkı kandırmak için sokak ortasında acaba ben deli miyim, veli mi? mehdi mi, peygamber mi? diye bağırmanın kifayet ettiğini anlar. rayeti necat namıyla bir sırığın ucuna bir bez parçası sallandırsa ahalinin istianei maneviyetiyle fevç fevç geleceğine iman eder. sonra insaniyetin cidden baisi necatı olacak efkarı ahraraneyi zamanı hayatlarında senelerce bağırdıktan sonra vefatlarında bıraktıkları asarı kalemiyeleriyle asırlar arasından tenviri ezhana uğraşan büyük feylesofların, halaskarların sözleri, feryatları hep bitesir kaldığını ve böyle kolayca kimsenin takdiri şükranına mazhar olamadıklarını düşünür. kenan, biraz daha orada kalsa türbe şebikeleri gibi parmaklarına hacet ve ısıtma bezleri bağlayacaklarını anlar. hemen camiukubet: ceza dai: neden olan rayeti necat: kurtuluş bayrağı istianei maneviyet: manevi yardım fevç fevç: akın akın şebike: parmaklık den fırlar. ahalinin tebcilatı arasından kendisine bir firar yolu bulabilerek savuşur. ıv berelerin teşhiri kenan, validesi nezdine döner. oğlunun aylarca gaybubetine alışkın bulunan zehra hanım, böyle kafa, göz bağlı olarak müstacilen bir gece sonra avdetinden şüpheye düşer. kılık kıyafet derbeder, zihin perişan, dalgın, yorgun, meyus bir halde kenan, ilk tesadüf ettiği minderin üzerine yığılır. delikanlının bu melali garibini tetkik için validesi, hemşiresi, karşısına geçerler. nemaya yatırılan iki yüz liranın da bu hezimette hissedarı felaket olduğunu hissederler. inceden inceye suallere girişirler. kenan, hep ruhı meseleyi alargada bırakarak kısa, müzebzep cevaplar verir. kadınların yüreklerine para acısı bütün şiddetiyle bir daha çöker, hafakanlar başlar. çiçek suları içilir. kenan, kendine hidayet eriştiğinden, salahı katiye erdiğinden, namaza, taat u ibadete başladığından ve şimdi camiden çıkıp eve geldiğinden bahseder. zehra hanım, köşebaşındaki bakkal bodos'un, evlerinin altındaki tenekeci mişon'un ihtidalarını duymuş olmaktan ziyade oğlunun bu iktisabı salahına şaşar kalır. kemali istiğrabından amentübillahi'yi okuyarak üç defa mahdumunun arkasını sıvar. iki gözüm mevla'm, nelere kadir değilsin! şükranıyla ellerini semaya kaldırır. iki gece evvel gördüğü rahmani bir rüyanın buna çıktığını söyler. kenan, camide ahaliye peyda ettirdiği kanaati velayetinden cesaretlenerek validesine karşı kerametler savurmaya kadar varır. saf insanlar üzerinde bu usuli iknaın pek büyük tesiri olduğunu anlayarak rüyasında cebrail aleyhisselamı gördüğünü, bankaya faize para yatırmanın günahı kebairden olduğu kendine bildirildiğini hararetle anlatır. ve daha öyle saçmalara girişir ki zehra hanım, tebcilat: ululamalar, saygı göstermeler alarga: uzakta müzebzep: kararsız, tereddütlü, çekişkili taat u ibadet: allah'ın emirlerine uyma ve ibadet etme bu salahta velilikten ziyade delilik bulunmasından şüphelenerek kurşuncu esma molla'yı çağırır. molla hanım, takımlarıyla gelir. tepsi, kara saplı bıçak, içi su dolu yeşil kase, bir okka ekmek, hepsi hazırlanır. kepçenin içine bir külçe kurşun konur. mangala ateş salınır. kenan'ın üzerine, başından ayaklarına kadar biryorgan örtülür. kurşun eriyince molla kadın bir eline yeşil çanaklı tepsiyi, diğerine kepçeyi alarakyorgana metfun kenan'ın başı üzerinde kepçenin muhteviyatını cazzzdak çanağa boşaltır. bu ameliye, kenan'ın başı, batnı ve ayakları üzerinde üç defa icra olunur. karnı üzerinde dökülen kurşun, ziyade patlar. molla kadın, euzübillahiyi üç defa okuduktan sonra: gördünüz mü? kurşun, tüfek gibi patladı. bu çocuk kem nazara, büyüye uğramış. iç çamaşırlarını, cuma günü sala verilirken minareye çıkartmalı! kurşunun her dökülüşünde külçe sudan çıkarılır. aldığı eşkale nazaran manalar istihraç olunur. batnı üzerinde patlayan külçede kenan'ın yüreği çatlayacak kadar şişmiş görünür. büyük bir kaza geçirdiği anlaşılır. bu işte fettan bir karı bulunduğu keşfolunur. zayi iki yüz lira deniz aşırı bir evde, bir ceviz çekmecede tamamıyla kilitli bulunur. külçelerin girinti ve çıkıntıları arasında molla hanım, hesapsız dedikodular okur. iri yarı bir herifin kenan'a hasmı can kesilmiş olduğunu söyler. kurşunun bu ifşaatına yalnız validesi değil, kenan bileyorgan altında hayrette kalır. yorganı açarlar. yeşil çanaktaki sudan delikanlının suratına, odanın köşe bucağına birkaç tutam serperler. kara saplı bıçakla ekmek doğranır. kenan'a bir parça yedirdikten sonra mütebakisi köpeklere gönderilir. kurşuncu kadın, beyin kalp şişkinliğini indirmek için kara bıçakla nahiyei batniyesini okur. dalağını keser. elini pantolonun metfun: gömülmüş batın: karın istihraç olunmak: çıkarılmak nahiyei batniye: karın bölgesi içine sokarak bastırmak için kasığı üzerinde çocuğun korku damarını arar. fakat yerinde bulamayarak: vah zavallı yavrum. o kadar korkmuş ki korku damarı içeri kaçmış. teessüfüyle haykırır. kenan, damarın derinlerde taharri ve derdestine meydan vermemek için kadının elini itmeye mecbur olur. kenan'ı koltuklarından tutarak oturturlar. molla kadın, çanaktan ıslattığı baş parmaklarıyla delikanlının alnını ve kaşlarını sıvayarak başına okur, üfler. ve hitamı nefeste hafifçe üç defa yüzüne tükürdükten sonra: iyilik sağlık. haydi evladım pencerenin önüne git. gökyüzüne bak. tavsiyesinde bulunur. kenan, pantolonunu ilikler. pencereden semaya bakar. şefkati maderane namına geçirdiği bu küçük işkence sayesinde iki yüz liranın uzun istintaklarından kurtulmuş olduğuna müteşekkiren yukarıya, odasına çıkar. kapısını sürmeleyerek döşeğine uzanır. gözlerini yumar. o gün geçirdiği büyükyorgunluğa rağmen uyuyamaz. içine düştüğü müşkili hayat meselesinin bütün müziç zorlukları zihninde dal budak salıverir. sağına döner. soluna yuvarlanır. kalkar. oturur. yine yatar. sigara üzerine sigara içer. meseleyi başından tutturur, olmaz. ortasından kavramak ister, uymaz. bunu sugralı, kübralı bir kıssa haline koyarak bir neticei katiye çıkarmaya uğraşır. saatlerce didinip çırpındıktan sonra nihayet kendi saffetine gülmeye başlayarak başını yumruklaya yumruklaya şöyle düşünür: kadıköyü'ndeki ev kimin namına isticar edilmiştir? buranın masarifini tediye eden kim? ben değil miyim? beni kendi evimsugra: küçük önerme kübra: büyük önerme masari giderler, masraflar den kim kovabilir? ya cebimden aşırılan yüz lira! bu haydutluklara tahammül olunur mu? zabıtaya müracaat etsem elbet o melun herifin hakkından gelirim! kenan, şimdi kaziyenin sugrasını, kübrasını bulmuş olur. ve neticeyi de melunları tehdit için kadıköyü'ne gitmek suretinde kararlaştırır. sehpayı hükmünü bu üç esas üzerine kurduktan sonra sabahı zor eder. erkenden evden çıkar. soluğu kadıköyü'nde alır. koparacak gibi bir şiddetle kapının çıngırağını çeker. hanenin taşlığında karşısına ağlayarak, topallayarak benli faika çıkar. karı, mahir bir aktris evzaı tazallümü ile kenan'ın ellerin, eteklerine sarılarak: ah yavrum, ah civanım, ah iki gözüm velinimetim. sorma dün gece başımıza gelenleri! kenan, bu feci komedya karşısında enzarı iştibahını olanca dikkatiyle açarak: ne oldu? ne olacak! dayaktan evin içinde hepimiz birer torba kemik kesildik. ben böyle dayağı ömrümde ne anamdan ne babamdan ne hocamdan ne kocamdan, kimseden yemedim. herif o koca yumruklarını, tekmelerini kaldırıp kaldırıp da indirdiği vakit hiçbirimize allah yaratmış demiyordu. ay ne zebella haydutmuş kör olası. cabir efendi pederiniz, fıçıda kalmış mart turşusuna döndü. döşeğinde yatıyor. bir yanından öbür tarafına dönemiyor. ya o sevgili vuslatcağızın halini hiç sormayınız. o nazik, o pamuk vücudu karadut peltesi gibi mosmor kesildi. sergi döşek o da yatıyor. çilemiz ne imiş bilmem ki! oh olsun, memnun oldum. hepinize de müstahaktır. yavrucuğum, böyle şeye oh olsun denir mi? bir günahımız, kabahatimiz yok ki. alnımızın kara yazısında bu da varmış. bu kadar kişi bir sarhoşla başa çıkamadınız mı? zebella: çok iri yarı, insanı ürkütecek kadar iri kimse o sarhoş değil, allah'ın bir belası. rakı başına vurmuş, kıpkızıl bir deli kesilmiş. rabb'im saklasın, o ne kuvvet, o ne azgınlık. hepimizi tutup tutup saman çöpü gibi bir tarafa fırlatıyor. sussan dayanılmıyor, haykırsan mahalleli ayağa kalkacak. yüreklerimizin kanlarını içimize akıtarak afiyetle dayağı yedik. cabir'e haydi davran. şu hayduda bir meram anlat! diyorum. kütük gibi sarhoş, bir türlü gözlerini açamıyor ki. bilirsin ki bizimkinin oldum olalı illeti vardır. ne hikmettir, anlayamadım. içtiği sudan ziyade abdest bozar. gece yatakta ördek dedi mi hemen yetiştirmeli. ben kalkıp da yardım etmez isem o sarhoşlukla sağını solunu pek seçemez. kaç defa ördek diye sürahiye işedi. sonra da hararet bastırmak için bilmeyerek içti. bende çile bir iki değil ki hangisini anlatayım? cabir, beline tekmeleri yedikçe damarları açıldı. ne üst baş kaldı ne döşek ne oda ne keçe. temizleye temizleye hala bitiremiyorum. top salata'nın halini hiç sorma. zavallı kızın günü geçmişti. gebe kalmış olmasın diye korkuyor idik. belinin ortasına yediği tekmeler ile kabakta kızmış kediler gibi çocuğunu düşürdü. dereler gibi dem geldi. evin içi salhaneye döndü. ne ise. sarhoş bu hususta sevaba girdi. dünyadan bir piç eksik oldu. düşüğü kubura atması günah imiş. bu kanlı sümüğü bahçede taflanın dibine gömdük. anası ah evladım! diye ağladı. iki gözüm tanrı'm, böyle kadınlara çocuğun ne lüzumu var? evlat hırsı olan namuslu kadınlara versene. dayaktan hepimiz biçilmiş ekin gibi yerlere serildik. acıdan, korkudan kimimiz vakitsiz doğurduk kimimiz kustuk kimimiz işedik. fakat didar bey onu azrail didiklesin inşallaho kör olası izbandut, bizi dövmekle bir türlü öfkesini alamadı. evin içinde lamba, bardak, şişe ne varsa yerlere savurdu. mutfağa indi. bir sağlam tabak bırakmadı. ortalık çiçek pazarı'nda zelzeleye uğramış tabakçı mağazasına döndü. eğer bir sinema makinesi getirip de bizim bu geceki halimizi almış olsa idiler bu şerit kim bilir kaç bin lira ederdi. hasılı, herif evin içini hallacı mansur gibi attı. kubur: tuvalet deliği benli faika, falakadan kurtulmuş çocuk gibi ağlaya ağlaya etekliğini yukarı sıyırır. tulum vücudunun namahrem aksamını setre uğraşır gibi dilbazane nağmelerle kalçasını açar. buruşuk koca budunun pestillenen cihetini göstererek: kenancığım, bak halime. gördüm. kapa. her tarafa kan oturdu. çürükler, bereler içinde kaldım. şuralara bak. bak bak. kenan, merdivenden yukarı fırlar. benli faika da arkasından koşar. vuslat'ın yatak odasına girerler. kenan, sevgilisini bir tabak mayonez gibi alnında kesilmiş limon dilimleriyle bitap, yatakta uzanmış bulur. kenan, bir telaffuzı müntakimane ile: oh olsun. herifin sizi büsbütün gebertmeyip de henüz sağ bıraktığına teessüf ettim. vuslat halsiz halsiz: zaten ölmedik bir tarafımız da kalmadı. hepimize kan kusturdu, kan. allah'a şükür yine ucuz kurtulduk. aklına gele idi içinde hepimizle beraber o herif, bu evi cayır cayır yakardı. ah kenan, ah. ben sana söyledim. bu musibetin rakısını başına sıçratma dedim. edepsizi içeri niçin aldınız? yine istintaka başlama. almamak kabil değildi. onun adına yedi bela didar derler. almamış olsa idik işte bu haydutluğu mahalle ortasında yapacaktı. bu melun şimdi nerede acaba? benli faika, kalçasının berelerini kaşıyarak: allah belasını versin. defolup gitti. kim bilir şimdi meyhanede midir, kumarhanede midir, kerhanede midir? yerin dibine batsın. kenan: nerede olsa gidip bulacağım. cebimden yüz lira aşırmış. benli faika haykırarak: ay, ne dedin? yüz lira mı? vallahi o aşırmıştır. bizim hangimizden şüphe edersin? haram para istemem. rabb'im helalinden versin. biz alnımızın teriyle kazanırız. rençper, koluyla; karı, cemaliyle kazanır. kim ne derse desin bizimki de belediyelere kaydolunmuş bir sanattır. müşterilerimizi güldürür, eğlendirir, memnun ederiz. gönül hoşluğuyla para alırız. bize seve seve verirler. vuslat: kenan, o para başın gözün sadakası olsun. kenan: yok, yüz lira sadaka verecek kadar zengin değilim. vuslat: kenan, senin alnın bağlı. ben de mumya gibi sargılar içindeyim. faika soyunsun da zavallının hele bir defa vücuduna bak. kenan: soyunmaya lüzum yok. gördüm. vuslat: üzerimizden zor ile savdığımız bir belayı tekrar bulup da yine başımıza mı getireceksin? faika: sen o yüz liranın üstüne güzelce soğuk bir su iç. içinin harareti gitsin. o herifin canını alırsın da yine o parayı elinden kurtaramazsın. kalın bir bastona dayana dayana odaya cabir girer. kenan, herifin suratına doğru elinin ayasını açarak: bravo baba cabir, tam erkek imişsin, aşk olsun. cabir, lahavle ile başını sağa sola çarpıtarak: sitemin, azarın lüzumu yok beyefendi. baba cabir değil ya dün gece burada baba cafer de olsa dayağı yer idi. biz bir afet savuşturduk. sağ kaldığımız için birbirimizi tebrik edelim. vallahi şiddetli bir zelzele geçirmiş viran bir hane gibiyim. ne çatım kaldı ne akıntım ne yağmur oluğum ne haznem ne sarnıcım ne su yolum ne lağımım. temelimden sarsıldım. tamir kabul etmez bir hale geldim. işte böyle payanda ile ayakta durabiliyorum. cabir, berelerini kenan'ın enzarı dikkatine açmak için çözmeye başlar. kenan, bu nahoş manzaradan gözlerini sıyanete uğraşarak: açma açma. evin içi malulin hastahanesine dönmüş. nevbeti teşhir vuslat'a gelir. karı, usul usulyorganı üstünden iter. yegane gılafı vücudu olan keten gömleği çeker. memelerden topuklara kadar meşhur ressamların çıplak kadın tabloları gibi tam inkişafı letafetinde, kasıkların iki hattı maili arasına sıkışmış, karın, göbek, kalçalar, uyluklar, baldırlar bütün şairane üryanlığı ve şehvani cazibesiyle meydana çıkar. kenan'da tahammüle aram kalmaz. cabir ile faika'yı, bu iki topalı derhal ite kaka odadan dışarıya attıktan sonra kapıyı kapar. sevgilisinin bütün günahlarını affederek büyük yarasına merhemsazlık olmak için bir cinneti iştiha ile karyolaya atlar. v aşık oyunu benli faika, hava cıva muşambası yapar. onlar da cabir ile birbirinin yaralarını berelerini sararlar. top salata, tehlikei sakattan kurtulur. yeni ceninleri vücudundan istiskale müessir çareler bulur. hepsi yine zevk ü sefaya koyulur. evin içinde işret, sefahat, her gün ahenk, her gün dernek, bir çal oynasın, vur patlasındır gider. kenan bey, devrei aşkının evci ezvakına erer. fakat ara sıra kurbiyeti zevali düşünerek titrer. parasızlık fena halde belini büker. düşünür taşınır. doluya, boşa kor. nihayet onun da bir kolayını bulur. payanda: destek, dayanak malulin: sakatlar istiskal: kovma evden banka senetlerini ve mührü çalar. validesinin şekl ü şemailinde bir kadın elde eder. onu bankaya götürür. oradaki mütebaki beş yüz lirayı kaldırarak diğer bir bankaya kendi nam u hesabına tevdi eder. bir hesabı cari açar. lüzum gördükçe gider, istediği kadar para alır. zehra hanım, birkaç kurşun daha döktürür. bunlar, yeşil çanakta yine tüfek gibi patlar. kenan'ın yüreği şişkinlikten çatlar. fakat kurşun bu defa bankadaki liraların sırrı zıyaı hakkında ketum kalır. bir şey söylemez. zehra hanım, karışık rüyalar görür. lakin doğru tabir edemez. kenan gel keyfim gel aleminin imkanı devamı ancak mesruk beş yüz liranın müddeti sarfı kadar olacağını bildiğinden iktisada riayete çalışır. her şey yolunda gider. yalnız ara sıra didar bey'in ismi anıldıkça hane halkının renkleri uçar, dudakları titrer. didar, mesleğinde derin bir psikolog, ahvali ruhiye müdekkikidir. o, munis, insaniyetperver, zamane feylesoflarının hilm ü şefkatle idarei umur emrindeki tavsiyei hakimaneleri bilmez. onun aklı, zorbalığa erer. arslan, tilkiye yalvarmaz. yüze zayıflar, miskinler güler. tesavii hukuk için kanun icat etmişler. kanun, her şeyin sathını tenvir eden bir güneş gibidir. bunun giremediği delikler, kovuklar çoktur. mesut bey'in hanesi o kovuklardan biridir. didar, bu hanede kedi gibi tavan arasına sokulup oturmaktan artık bıkmıştı. zorba, pazusunu göstererek vuslat'ı da kenan'ı da açıktan açığa haraca kesmek istiyordu. bu kararını mevkii tatbike koyduğu ilk gecede evin içinde duman attırıp kimsede iler tutar yer bırakmadığı halde kendi burnu bile kanamaksızın buz gibi yüz lirayı cebine indirerek çıkıp gitmişti. ağzına çaldığı bir parmak balın dudaklarında bıraktığı tatlılığı yalayarak vakit geçiriyordu. didar, sırrı zıya: kayboluş sırrı mesruk: çalınan tesavii hukuk: hukuki eşitlik sanatının erbabı idi. haraçgüzarlarının milyoner olmadıklarını biliyordu. ikinci vurgun için üç ay kadar ara verdi. mesut bey'in hanesinde bir gece, döşeklere girileceği esnada kapı önünde bekir mustafavari mestane bir nara işitildi: geçmişini. aç kapıyı! evdekileri büyük bir telaş ve heyecan aldı. dolu olup olmadığını anlamak için kenan revolverini yokladı, top salata karnını. benli faika, hava cıva muşambasını hala kalçasından çıkarmamış, cabir'in akıntıları durmamış, ilk dayağın sızıları henüz vücutlarından gitmemişti. ikincisine tahammül metaneti hiçbirinde yoktu. bu nagehani belaya acil bir tedbir ittihazı lazımdı. hep bir araya toplanarak müzakereye giriştiler. kenan, revolveri desti intikamına alarak hasmına karşı çıkmak, meydan okumak, zabıtaya vakayı ihbar için cabir'i merkeze saldırmak reyinde bulundu. vuslat'ı raşeler, baygınlıklar aldı. o, bu fikri tasvip etmedi. baygınlığını geçirmek için yarı kenan'ın yarı top salata'nın kucaklarına yatarak diyor idi ki: revolver didar'da da vardır. hem o kadar nişancıdır ki pireyi gözünden vurur. o azılı herif, zabıtadan değil, ordudan yılmaz. ele avuca girmez ki saksağan gibi damdan dama uçarak buradan üsküdar'a kadar gider. kin bağladığı kimsenin mutlak bir gün hakkından gelir. zabıtanın himmetiyle bu akşam onun şerrinden kurtulsak bile bunun yarın gecesi, öbür gecesi, daha öbür gecesi var. artık bize rahat ve huzur vermez. dünyanın öbür ucuna kaçsak peşimizi bırakmaz. onu tatlılıkla avutmaya bakalım. başka çare yoktur. dışarıda naralar, birbirini takip ediyordu. kenan'dan başka hep ötekiler vuslat'ın reyi taraftarı idiler. kenan, bir tuğyanı müellim ile: bu olur rezalet midir? kendi elimiz ile kapıyı açıp zorbayı içeri alalım. son derece ikram ü izaz edelim, öyle mi? yok. bu hale asabım tahammül edemez! vuslat: bizim kapıyı açıp açmamamızın onun için hiçbir ehemmiyeti yoktur ki. o, bu gece duvardan aşıp mutlak eve girer. böyle cebren girerse hepimize mükemmel birer sıra dayağı çektikten sonra yine keyfini yerine getirir. cabir: allah hayırlar versin, fena halde sırtım kaşınıyor. top salata: herif geçen defa çocuğumu öldürdü. bu sefer de beni gebertir. benli faika: çocuklar, dayağı hafif geçirmek için arkamıza pamuklular, zıbınlar, hırkalar giyelim. yumruklara, tekmelere karşı vücudumuzu kırılmaktan muhafaza için vapurlarda olduğu gibi birer balon hazırlayalım. sarhoş vurduğu yeri bilmiyor. vuslat: bu tedbirlere hiç lüzum yok. o, şimdi olgundur. içeri alınınca şişe ile rakıyı dayarım. çarçabuk sızar. bunun en ehven yolu budur. kenan'ın vücudu da didar'ın dayağındaki şiddeti tahattur ile sızılara uğruyordu. mesele naşinide bir nezakette idi. kendi idaresi altında bir eve bile bile zampara almak, sonra gözünden sakındığı metresini teskini hırs için bu yabancının koynuna koymak. bu, her havsalanın kabul edeceği deryadilliklerden değildir. fakat kenan, felsefei hayatının en mübrem bir anını geçiriyordu. kütlei avam zihniyetinden nazari ayrılış, kendine pek tatlı gelirdi. ama böyle ciheti ameliyede kıvrım kıvrım kıvranırdı. mesut bey, bedbahtane düşünür iken birdenbire bahçe kapısının çıngırağı öyle bir şangırdadı ki oraya tarihi vazından beri hiç bu kadar şiddetle haykırmamış olan çan mihveri, üzerinde birçok taklalar attıktan naşinide: işitilmemiş havsala: kabul edebilme ve tahammül derecesi tarihi vaz: konulduğu, yerleştirildiği tarih sonra zembereğinden ayrıldı. bir ikinci şangırtı ile taşlığa düştü. bu müthiş zairi leyli, hiddetini yenememişti. koparmak için şimdi samit tele asılıyordu. benli faika, kalçasının acısına rağmen gözlerini fal taşı gibi açarak kendisinden memul edilmez bir süratle pencereden oda kapısına, kapıdan pencereye birkaç defa koştuktan sonra: medet allah'ım medet. herif bu akşam tuttuğunu koparıyor. galiba ikinci hamlede evin camlarını, üçüncüde çatısını başımıza indirecek! dedi. ve kimsenin reyine intizara lüzum görmeden merdiven basamaklarını ikişer üçer inerek, yuvarlanarak kendini taşlığa attı. dış kapının telini çekti. iç kapıyı açtı. zorbayı istikbal ve hüsni kabul için riyakar nikabı tebessümünü takındı. bekliyordu. bahçe kapısı pek şiddetle kapandı. sarsıntıyla duvarlardan yere bir kiremit fırladı. bu kiremidin sukutundan sekenei hane teşeüm ettiler. kiremitle beraber hepsinin yüreği yerinden kopup düşmüş gibiydi. bahçede iki karaltı belirdi. misafir çift idi. kol kola biraz zikzak geliyorlardı. benli faika'nın çehresindeki cebri hüsnükabul tebessümü evvela acılaştı. sonra sırıtmış bir karnaval maskesi gibi dondu kaldı. karı, takallüsi evcaa benzer buruşukluklarla ağlar gibi gülüyordu. onlar, teknei intizarda iken talihlerine bela çift zuhur etmişti. bu iki gece zairi, taşlıkta yanan asma lambanın açık kapıdan bahçeye saçtığı ziya dahiline girdikleri zaman, benli faika, olanca dikkatiyle bu ikinciyi tanımak için gözlerini dikti ve çabuk tanıdı. kendi kendine: hay allah ikinizi de yok etsin! yedi bela mustafa'yı da beraber almış geliyor. bunlar, maymuncuksuz hırsızdır. soyacakları hanenin kapısını ev sahibine açtırıp da girerler. bu mustafa benim nelerimi çaldı nelerimi. bir defa kısa samur kürkümü, paltosunun altına giydi de gitti. zairi leyli: gece ziyaretçisi samit: suskun, sessiz takallüsi evca: acı kasılmaları izbandut gibi iki herif biraz eğilerek kapıdan içeri girdiler. faika, en tatlı dilini dökmeye başladı: buyurunuz yiğitlerim! ay, musta bey de beraber. ne kadar memnun oldum, bilseniz. bizi unuttunuz artık. ayaklarınıza sıcak su mu, soğuk su mu? didar, gözüyle arkadaşına işaret ederek: görüyor musun, kaltak ne ince kıyım afi kesiyor. bunların ellerinden gelse su dökmek değil, ayaklarımıza pranga vurdururlar. benli faika, telaşla: aa hıyanet, niçin öyle söylüyorsun? ben yalan irtikap etmem. benim içim ne ise dışım da odur. haydi defol oradan! o ağızları kime yapıyorsun? bize bu kadar hasret çekiyormuşsunuz da yarım saattir kapıyı neye açmıyorsunuz? faika: hak kuru iftiradan saklasın! kapı bir defa çalındı civanım. ikincisine nöbet kaldı mı? bak, çan yerde yatıyor. duyar duymaz koştum alimallah. naralarımızı duymadınız mı? sözüm ona, sokak it köpek dolu. her nara atana kapı açılır mı? sesimi tanımıyor musunuz? gece vakti derin uykuda kimin sesi olduğunu nasıl tanıyalım? ben size sesimi çabuk tanıtırım. didar bey, benli faika'nın iki omzundan yakaladı. dut ağacı gibi şiddetle silkti. karının bütün asabı ihtizaza geldi. dişleri takır takır birbirine vurdu. acı acı, titrek titrek birkaç defa bağırdıktan sonra işi latifeye bozmaya çalışarak: afi kesmek: gösteriş yapmak, caka satmak hay ilahi didarcığım, çok yaşa. ellerin var olsun. aşıklarım iyice yerlerine oturdu. kalçamın hava cıvası oynadı. çoktan beridir böyle göbek attığım yoktu. hey gidi günler, hey. artık eskisi kadar el şakasına gelemiyorum. aşıkların yerlerinde değil miydi? hem senin kaç aşığın var, söyle bakayım? topuklarımda, bileklerimde, dizlerimde. daha ne kadar oynak yerlerim varsa oralarda birer tane var, değil mi? hepsini toplasak bilmem kaç eder? didar, faika'yı gıdıklamaya atılarak: senin oynak olmayan neren var? faika'nın siniri tutar. sık, asabi bir fıkırtıya başlayarak: ay etme şekerim. şimdi güle güle katılırım. vücudun pek pörsümüş. azıcık katılsan fena olmaz. kihi hi hi hi hi hi hi. aman bittim bırak! cabir'e söyleyeyim. ara sıra senin aşıklarını yerlerine oturtsun. aşağıda bu komedi devam eder iken yukarıda bir facia başlıyordu. kenan, gıdıklanmaksızın son derece sinirlenmişti. didar'a meydan okumak istiyordu. vuslat, top salata, cabir bütün belagati iknaiyeleriyle işin vahametini anlatmaya uğraşarak delikanlıyı bir odaya sokup zapta çabalıyorlardı. didar bey, gıdıklaya gıdıklaya benli faika'yı taşlığa serdikten sonra arkadaşı yedi bela'nın kolundan çekerek merdivene yürüdü. vuslat, sofada misafirleri istikbal etti. didar bey, tulumba kaldırır gibi kolunu refikinin omzuna atarak: burası mesut bey namında bir herifin koltuğudur. başsermaye vuslat hanım'ı takdim ederim. yedi bela, kadim bir aşina göz süzüklüğüyle hanıma arsız arsız dikiz gelerek: gülü tarife ne hacet? ne çiçektir biliriz! dedi. üçü de vuslat'ın yatak odasına girdiler. benli faika, taşlıkta gıdıklanma bayılmasından ayıldı. bütün aşıklarını yerlerinden yine oynamış buldu. kendi kendine çeyreklenerek, gerinerek, silkinerek kalktı. kart vücudu çok zamandan beridir böyle güçlü kuvvetli bir erkek elinde hırpalanmamıştı. didar'ın iri, nasırlı parmakları, bedeninde yine mıncık mıncık geziniyor gibi bir hazamei hissiyeye düşerek hi hi hi diye tepeden aşağıya birkaç defa titredi. eskiden alışkın olduğu bu idman, dimağında gençlik zamanına ait tatlı hatıralar uyandırdı. hamlamış vücudundaki durgun kanı cevelana başladı. asabına bir zindegii sanat geldi. kendi kendine güle güle söylenerek yukarı çıktı. kenan'ın bulunduğu odaya girdi. vuslat'ın aşığı, bir eli şakağında diğeri revolverde meraretengiz bir dalgınlıkla düşünüyor, etrafındakiler zavallıyı türlü şaklabanlıklar ile teselliye, avutmaya uğraşıyorlardı. karşıki odadan didar bey'in gür sesi, kaba kahkahalarıyla duyuluyordu. herif diyordu ki: ben bu koltuğa aboneyim. abone bedelini birkaç ay evvel tediye ettim. artık bu eve bedava girip çıkmaya hakkım vardır. sızlanırlar ise hanedekilere bir abone haşlaması daha ikram edebilirim. cabir, beriki odadan yavaşça cevap verdi: haşlamaya kimsede iştiha yok. keyfine bak yiğidim. didar bey, vuslat'a soruyordu: vücudunda kaç aşık var? vuslat: aa, ne bileyim ben? didar: karyolaya yat, sayacağım. öteki odadakiler bu aşık hesabına hep birden kulak kabarttılar. kenan, kendini aşk felsefesine vakıf bir sevda kurnazı zannettiği zindegii sanat: sanat canlılığı halde döşekteki bu aşık oyununu henüz işitmemişti. en ziyade dikkatle kulak veren o oldu. didar bey sayıyordu: bir, iki, üç. vuslat, kloroform verilmeden üzerinde ameliyei cerrahiye yapılan bir zavallı feryadıyla odayı çınlatıyordu: aman, aman yetişir! artık sayma, ölüyorum! benli faika, kapının anahtar deliğine gözünü uydurarak: vay edepsiz oğlu vay! karyolayı adeta bir sevda bilardosu haline koydu. aşık oyunu oynuyor. kenan'ın artık aramı kalmadı. revolverini karşıki odaya doğru uzatarak yerinden fırladı. cabir, faika, top salata, her biri deli zapt eder gibi zavallının bir tarafından yakalayarak bu savletine mani oluyorlardı. faika diyordu ki: deli misin çocuk? didar bir başına geçenlerde hepimizi kırdı, geçirdi. bu gece yanında bir de yedi bela var. vallah ikisi seni bir yudum su gibi içiverirler! üç, yedi kırk. bunlar adadı mübarekeden mi mutalsamadan mı yoksa meşumeden midir? belanın böyle yedi katmerlisi, bu tavsif kenan'ın dimağında büyük bir tesir hasıl etti. birkaç kere sağa sola saldırdıktan sonra yelkenleri suya indirdi. hamuş, elim bir tevekkül ile gitti, yerine oturdu. fakat karşıki odadakiler gittikçe kameti azıtıyorlardı. didar bey, ısbı tadadından yeni usulde bir sevda masajı yaptıktan sonra şimdi karıyı olanca hıncıyla gıdıklıyor, kenan'ın haydutlar eline düşen metresi fıkır fıkır haykırıyor, katılıyor fakat hakikati kloroform: anestezi için kullanılan bir madde savlet: atılış adadı mübareke: uğurlu sayılar adadı mutalsama: tılsımlı sayılar adadı meşume: uğursuz sayılar tevekkül: teslim oluş ısbı: parmak tadat: hesap halde şikayetten mi yoksa sefasından mı bağırdığı pek belli olmuyordu. maşukasının nermin vücudundan kam alan o hain parmakların eseri hırs u tazyiki olan bu gevrek fıkırtılar, avazlar, kenan'ın kulaklarından kalbine doğru kızgın birer mil acısıyla işliyor, biçareyi tarif olunmaz bir işkenceye düşürüyor, bedbaht sevdazede, elindeki dolu revolverini eviriyor çeviriyor fakat mağlubiyeti muhakkakasını hissederek intikama savlet cesaretini gösteremiyor, yedi bela tavsifi müdhişini tahlile uğraşarak bela kelimesini tespih gibi yedi defa çekiyor, bazen bu işkenceye tabaver olamayarak silahbedest bir feveranı mecnunane ile kapıya saldırmış iken yine iki kolunu yanına salıvererek süklüm püklüm bir tarafa düşüp kalıyor, gözlerini gayei ye's ile bir noktaya dikiyor, düşünüyor, düşünüyor, düşünüyordu. karşıki odada bir müddet sonra o gıdıklamalar, fıkırdamalar kesildi. bunları kısa mırıltılar, kesik iniltiler takip etti. biraz evvelki kahkaha operasının şimdi dudaklardan çıkar gibi muharrişi asab, meşkuk bir hiffete düşmesi kenan'a bütün bütün dokundu. o uzun nefesler ne idi? ne oluyordu? sevgili vuslat'ı, mabedi aşkda kurban mı ediliyordu? bu hazin piyanissimo faslının hitamında didar bey, sofaya çıktı. haykırıyordu: hanenin sükkanı, neredesiniz? benim aftosum var. fakat arkadaşım yedi bela için bir tane lazım. şimdi aynalı bir şey bulmalı. yoksa bela, yediden kırka kadar çıkar. herifin eski namını değiştirmiş olursunuz. didar'ın odaya girmesi ihtimalinden korkarak cabir, faika, top salata her biri kenan'ın bir tarafına yapışır, zavallıyı karga tulumba ederek yükün içine soktuktan sonra kapısının önüne koca bir muharrişi asab: sinir bozucu piyanissimo pianissimo. kısık, hafif sesle okunan, çalınan parça sükkan: oturanlar, ikamet edenler, sakinler aynalı: süslü, gösterişli sandık çekerler. mesut bey'in oraya, revolveriyle hapsini müteakiben üçü de didar'ın emirlerini dinlemek için sofaya çıkarlar. cabir: toramanım, bu gece ansızın geldiniz. tedariksiz bulunduk, size takdim edecek kimse yok. benli faika: evin içinde kadın olarak vuslat'tan sonra bir ben varım. bir de salata. didar: vay hamam anası. kendini de kadından mı sayıyorsun? sen salata ile, turşu ile, yumrukla zor yutulursun. benli faika: aa neye! kadın değil miyim? didar: ben seni aşağıda yokladım, geçmiş kavuna benziyorsun. benli faika: haydi oradan hışırcı sen de. ağzının tadını ne bilirsin! kavunu oldurup da yerler. didar: hatırın kalmasın canım. kadın dediğin hep kemik, et, deri değil mi? haydi bakalım, bir tepsi donatınız. mesut bey'in beyoğlu'ndan getirdiği nefis mezelerden isterim. cabir ney çalsın, top salata ut. sen de oyna, göbek at. kasavet çekme, bu akşam her şey olur. yüksek sesle verilen bu cümbüş tertibatı emirlerini kenan bey, yükten dinliyordu. tepsi donandı. cabir neyi aldı, top salata udunu. hındım başladı. bir saat sonra kafalar kızıştı. benli faika raksa çıktı. bu, adeta bir meclisi tarabefza idi. defi bela için yapılan cebri eğlenceye benzemiyordu. kenan'ın kalbine türlü şüpheler geldi. didar bey'in rakıdan sonra vuslat'tan bir gerdan mezesi istediğini işitti. hasmına karşı istimal edemediği revolverini kendi şakağına dayadı. namlunun soğukluğu tekmil vücuduna ürperme getirdi, canına kıyamadı. sabaha karşı sarhoşlar sızdılar. kenan'ı yükte unutmuşlardı. yük kapısının önündeki sandık, pek ağır ve bir ucu da odadaki kerevete dayanılmıştı. çok uğraştı. kan tere battı. kapıyı açamadı. kapana tutulmuş fare gibi dışarı çıkmak için yük cidarının bütün tahta aralıklarını muayene etti. kaplamaları sökmeye uğraştı. bir fercei halas bulamadı. karşıki odada biraz evvelki ahengin yerini şimdi kalın horultular dolduruyordu. kenan mahbesinden kurtulabilse kadın erkek hep bu horlayanları uykularında birer birer bastırarak boğmayı tasavvur ediyordu. içeride vuslat, didar ile yatmış, top salata'yı musta bey'in koynuna vermişler, benli faika köşe minderinde, cabir de sedirin üzerinde sızmıştı. işretin verdiği gevşeklik ile asabı çözülen cabir, sedirin üstünü iki şiddetli sağanakla ıslattıktan sonra üçüncü idrar baranında uyanarak helaya gitmek için sofaya çıktığı esnada yükteki yarı şefiki aklına gelerek zavallının sebilini tahliye insaniyetkarlığıyla hemen oraya koştu. kenan, o zifiri karanlık yükün içinde havasızlıktan inkıtaı teneffüse uğramak tehlikesinde kalmıştı. cabir, sandığı kerevete istinattan ayırarak zor zar biraz çekebildi, yük kapısı aralandı. kenan, mosmor bir çehre ile dışarı fırladı. cabir: vay velinimet, hala burada mısın? kenan, cabir'i yukarıdan aşağı derin bir gayz ile süzerek: bu sandık kapının önünde iken başka nerede olabilirim? sabaha kadar ne uyku ne sigara ne de diğer ihtiyacatımı defe imkan. allah hepinizin belasını versin! verdi zaten. belalar içeride uykuda. onları depreştirmemek için sizi burada unutmaya mecbur olduk. fercei halas: çıkış deliği, kurtulacak delik kenan, tehevvürün, asabiyetin gayesine gelmişti. içeride sergin kadın erkek sarhoşların koyun koyuna nasıl sızmış olduklarını görmek merakıyla yürüdü. oda kapısı açıktı. bu insan çiftehanesine fırlattığı ilk nazarda kendi karyolasında yatan vuslat'la didar'ı gördü. herif, karıya değil, karı herife öyle sıkı sıkıya sarılmıştı ki bu basırasuz manzarai hıyanet karşısında kenan kendini bütün bütün kaybetti. saliki olduğu determinizm felsefesinin bu defa cidden gayriiradi hükmi şeametine kapılarak revolverini tetiğe aldı. titreyen eliyle karyolaya doğru birbiri arkasına iki el ateş etti. odada silah patlaması akabinde müthiş bir çığlık koptu. hemen yıldırım süratiyle merdivenlerden indi. kendini sokakta buldu. kenan, yaydan kurtulmuş bir ok gibi gidiyordu. koştu koştu. birçok sokaklara girdi, çıktı. nihayet kesildi. helecandan bitiyordu. döndü, arkasına baktı. takip olunmadığını anladı. ortalık ağarıyordu. sokaklarda hemen kimse yoktu. durdu, ani bir cinnet saikasıyla ne yaptığını tahattura uğraştı. katil olmuştu. fakat danei intikamı vuslat'la didar'dan hangisini öldürmüştü? şimdi tevkifine polisler, jandarmalar koşacaklardı. mahkeme, determinizm hükmi kadrini, bu özri kaviyi hiç hiç nazarıitibara almaksızın aleyhinde en müthiş kararı kanuniyi verecekti. orada durmanın tehlikeli olduğunu gördü. fakat nereye gidecekti? enzarı iştibahı celbetmemek için firari süratiyle değil, mutavassıt adımlarla haydarpaşa çayırı'na indi. bir ihtifagah keşfi için nevmidane etrafına bakındı bakındı. ta karşıda karacaahmet mezarlığı'nın koyu sert ormanlığını gördü. vasi bir saha dolduran bu eşcarın kesafeti kasvetine ve bunların müstazıllı, layüad mezarların arasına karışarak bir müddet muakkiplerin enzarından kendini gizleyebilirdi. o cihete yolu tutturdu. ortalık, tamamıyla açıldı. birçok insanlara rast geliyor, bunlar kendini dikkatle süzüyorlar zannediyor, arkasından bir adam basırasuz: göz acıtan mutavassıt: ortalama eşcar: ağaçlar müstazıl: gölgelenmiş, gölgede olan layüad: sayısız muakkip: ardına düşen, takip eden sesi duysa hemen kendini çalyaka ediverecekler gibi vehimlere düşüyordu. müziç, elim şüpheler, korkular ile yarım saat kadar gittikten sonra bu siyah ölüm karyesinin hududundan içeri girdi. bu sayebanın altına biriktirdiği kemik çukurlarını çiğneyerek, muzlim kovuklara mütevahhiş, seri nazarlar fırlatarak yürüdü yürüdü. kabristanın vasatını buldu. otlara gömülmüş bir pehlenin üzerine oturdu. etrafına bakındı. hep kaim, hep samit bir izdihamı ahcar arasından kenan, tek bir diri idi. bu taşlar, üzerlerindeki satırlar ile altlarında yatan izamın teracimi ahvalini anlamak isteyenlere hülasaten söylüyorlardı. meşimei maderden beri türlü edvarı tekamüliye geçiren hayatın son inkılabı, son sicilli beşer işte bu idi. ölüm, endişesiz bir tesavi ile desti gadrını uzatarak çocuk, genç, ihtiyar, yakaladığını hep buraya devirmişti. bu kitabelerde ne yanık nazımlar, ne hakimane nesirler, ne derin şikayetler, ne sessiz feryatlar vardı. bu arzı haller ölüme mi yoksa hayata karşı mıydı? hangi tarafa ikaı teessür edilmek isteniyordu? ölüm vücutsuz, hissiz bir şekli ademdi. bu ana kadar ona hiçbir şey duyurulamamış ve badema da duyurulamayacaktı. hayat, muğfel bir gadr ile dirilerin kulubunu füruzanı sevda ediyor, çocuk fabrikalarını işletiyor, dünyayı insanla doldurmakta bitmez tükenmez ve hikmetine erişilmez o muannit ve biinsaf sayında bir saniye tevakkuf etmiyordu. ölüm bir gadr ise bunun sebepleri yine diriler değil miydi? ağızlarını maşukalarının dudaklarına yapıştırarak damarlarında feveran eden ateşi teskine uğraşanlar, bu çukurlara kemik tedarikinden başka bir şey için çalışmadıklarını bilmiyor mu? bu sengi mezar kitabelerinde ölümü intaç eden marazı yazmak beyhudedir. bu zavallının katili filan efendiyle filan hanımdır ibarei muhtasarasayeban: gölgelik pehle: taş sandukalı mezarlarda sandukanın yan taşı şekli adem: yokluk biçimi say: çaba, uğraş intaç etmek: sebep olmak, doğurmak sıyla yalnız valideynin isimleri yazılmalı ve her fert ta adem'le havva'ya kadar ecdadından davayı kıtal etmelidir. bazı tarikatlar, besbelli bu hikmete mebni, müntesiplerini izdivaçtan menediyorlar. her fert, mücerret kalmak kararını vermedikçe ölümden şikayete kimsenin hakkı olamaz. sekrden şikayet eden araktan müçtenip olmalıdır. fakat zürriyeti beşeriye kesilirse ne din kalır ne tarikat. ne de fikri halik'a doğru teali hissi. varlık labüd ise yine determinizm nakabili inidam bütün ahkamı meşumesiyle karşımıza çıkıyor. ilme atıldıkça cahilleşen zavallı ukalayı beşeriye, hayatla ölümün manayı telahukunu anlamak için bu çukurların başlarına kadar geliyorlar. onlar camidiyeti hacere munkalip bitekellüm bir yığın kemikten başka şey göremiyorlar. sonra bu izam da çürüyüp toprak oluyor. tedkiki mahiyetine uğraştıkları ölümün izini bütün bütün kaybediyorlar. kenan'ın nakaratı felsefiyesi hep determinizm idi. hayattaki bütün efali hevaperestane ve keyfisini bu mazeretle düğümleyip öteye geçerek vicdan mesuliyetlerinden hafiflerdi. vuslat'a olan o nihayetsiz sevdası, hayatın tazyiki zürriyet kanunı biemanı neticesi değil miydi? bu kanunun, bünyesinde inbisata, inkişafa getirdiği bütün füyuzi aşkı benatı havva'nın yalnız bu bir tekinde, bu mezraai beşeriyede görüyor, hep diğer kadınlar kendine sevimsiz, cazibesiz geliyordu. vuslat'ı düşündü. acaba onu öldürmüş müydü? maşukasını al kanlar içinde gözleri yumulmuş, nefesi durmuş gördü. kenan kendi mesamatı bedeniyesinden her birinin onun gül kokulu beşeresine temastan başka başka hazz u lezzet duyduğu o nermin, pembe vücut, dört tahtadan çatılmış bir tabuta uzatılıp bu mezarlardan birine indirilecek, üzerine kara toprak örtülerek ölümün varlığı hiçe tahvil eden dişlerine tevdi olunacak, bu karanlık çukur onu yutarak ağır ağır hazmeyleyecekti. davayı kıtal etmek: ölümünden mesul tutmak, ölüm davasına kalkışmak labüd: gerekli, lazım, zaruri manayı telahuk: birleşmedeki anlam inbisat: yayılma, genişleme tepesindeki servilerin kolları rüzgarın vezanıyla gacır gacır birbirine sürtünerek kabirlerden münakis bir ölüm iniltisi, şikayeti uhreviye gibi kalbini ölüm korkusuyla dolduruyor, oradan buradan kuşlar cıvıldıyordu. tabiat, matemi mevte ne kadar bigane idi. sema, servilerin arasından mavi çiniden bir kubbe berraklığıyla gülüyor, fezanın kebudunu cezb ile tezyin eden uzaktaki deniz, yer yer güneşin sırmalarına bürünerek türlü iltimalar gösteriyor, tuyur müterennim, ezhar mütebessim, çimenler zümrüdi bir taravette idi. tabiat ziri türabdaki emvatın matemini tutmuyor, bilakis taşları deviriyor, mezar topraklarının kasvetini yeşilliklerle örtüyor, bilainkıta her zerrei mevcudata feyzi hayat nefhediyor, meydanda ölü bırakmıyordu. belki ölüm hiç yoktu. bu beşeri bir galatı his idi. insanlar mezarları tesis, tecdit, tamir etmeseler burası vahşi bir bahçe, orman haline girecekti. fakat kenan, bu taşlardan neye mütehaşşi oluyor, neye haşiane bir havf ile titriyordu. hayatı ölüme ısındırmak, aralarındaki farkı gafilaneyi kaldırmak, ikisini bir görmek için aklı erebildiği kadar delaili felsefiye arıyordu. fakat yine birdenbire vuslat'ın ölüm döşeği, o kanlı levha gözlerinin önüne geldi. metresinin camit aguşunda didar'ı gördü! ölsün, dedi, ölsün. benim gönlümde o, onun gönlünde bir başkası yaşamadansa ölsün, yok olsun! kendisi de katil olmuştu. onu da öldüreceklerdi. ahirete de onu takiben gidecekti. cismi cismini aşk mıknatısıyla çektiği gibi ruhu da ruhunu cezbedecekti. fakat niçin gelip de kendini tevkif etmiyorlardı? akıbetim ne olacak? sualini cehren etrafına sordu. mezarlığı dinledi. taşlar cevap vermedi. serviler gacırdıyor, kuşlar ötüşüyor, sema gülüyor, deniz parıldıyordu. vezan: esinti münakis: yankılanan, akseden kebud: mavi nefhetmek: üflemek haşiane: huşu duyarcasına acaba vuslat ölmüş müydü? hala didar'ın koynunda mı yatıyordu? o dakikada bu hakikatin bir imkanı tahkiki yok muydu? o itikatsız kenan, mahmutpaşa camii avlusunda olduğu gibi yine maneviyetinden istimdat ıztırarına düştü. vuslat'ın hayat ü mematından haberdar olmak için mezar taşlarından, servilerden, kuşlardan tefeül etmek, bunları söyletmek istiyordu. etrafına bakındı bakındı. kabristanın esraralud sahai vesiasını dinledi dinledi. kendine ifşayı hakikat edecek bir şey görüp işitemedi. böyle melul, mütecessis muntazırı tecelli iken biraz ötede erkek dişi iki köpek peyda oldu. savleti cinsiye ile cilveleşiyorlardı. onlar oynaşır iken bir ikinci erkek kelp daha zuhur etti. dişiye temellük için iki erkek hırlaşmaya başladılar. hır büyüdü. bir üçüncü erkek köpek daha geldi. dişi, kendi için dalaşan iki sevdakarını birbirinin dendanı tehevvüründe bırakarak bu üçüncü erkekle firar etti. kenan, kendi kendine: işte rekabeti aşıkane levhası. insanlar da aynen böyle. dişilerin tıyneti, erkeklerin hamakati. filden horoza kadar hayvanlarda da kanunı sevda bu tempo üzerine cari. dedi. kenan bu vartayı da atladı vakit öğleyi geçti. kenan'ı tevkife gelmiyorlardı. bu kabristan muhtefisi, mezarların sükutundan sıkıldı. burası, dirilere ebedi bir melce, mesken olamazdı. burada ne kadar müddet gizlenebilirdi? türlü tevilatı felsefiyeye uğraştığı halde güpegündüz bile bir kasveti derunla ezildiği, havf u hüznle titrediği bu ölüm mahallesinde geceyi aç, susuz nasıl geçirecekti? gecenin zulmeti, bu kefenpuşlar için belki bir alemi cünbüş ü esrar idi. şöpenhöer bile essai sur les apparitions isimli eserinde bunlardan bahsetmişti. magnetisme animal tabiri altında hallolunamamış birçok melce: sığınak kefenpuş: kefen giyen, ölü schopenhauer magnetisme animal: hayvan manyetizması mesaili garibe vardı. geceleri bu mezarlığın ervaha, cadılara bir sahnei raks u cevelan olması muhtemeldi. fakat kenan, buradan çıkarsa nereye gizlenecekti? validesinin hanesine gitse kendini takip edenlerin en evvel orayı arayacakları aşikar idi. acaba zabıta civarı şehrdeki bütün kuraya firari katil var diye telgraf çekmiş miydi? cananesinin hayat ü mematını öğrenmek merakıyla deli oluyordu. geceyi geçirmek için civar köylerden birine gitse o tenha mahallelerde bir yabancının vücudu çabuk fark olunurdu. ceplerini yokladı, üzerinde beş altı lira kadar bir parası vardı. ehveni tehlikeyi bulmak için düşündü düşündü. beyoğlu'na gitmeye karar verdi. gündüzü ve gecenin bir kısmını kapanık bir gazinonun loş bir köşesinde geçirdikten sonra yatmak için alelade otellerden birine çekilebilirdi. beyoğlu otelleri her gece müşterisiz kalmadığından bu beytutetinde pek o kadar celbi enzar tehlikesi yoktu. sabah olunca şehirde münteşir gazetelerden birer nüsha getirtip kadıköyü cinayeti serlevhası altında kendi sergüzeştini okuyarak muttali olacağı tafsilata nazaran icabı hale göre tedbirler ittihazını düşünecekti. türlü korkular, helecanlar içinde kabristandan çıktı. ihtiyata riayeten kuzguncuk'a kadar yürüdü. sokaklarda yüzüne bakanları hep vakıfı hali zannederek rengi uçuyor, bir çocuk koşsa kendini tevkife geliyorlar vehmiyle titriyor, adımlarını tesri ile yolunu değiştiriyordu. kuzguncuk'tan bir kayığa bindi. beşiktaş'a, oradan bir araba ile beyoğlu'na çıktı. gölgesinden ürke ürke sokaklardan geçerek en yakın ve en kuytu bir gazinoya girdi. orada akşamı etti. tenha bir lokantada yemek yedikten sonra yine sokak görmez bir kahvehaneye çekildi. büyük bir merakla akşam gazetelerini baştan nihayete kadar süzdü. bulamadı. iki kişiyi konuşur görse kadıköyü cinayetinden bahsediyorlar zannıyla kulak kabartıyordu. saat, alafkura: köyler beytutet: geceyi bir yerde geçirme, geceleme muttali olmak: öğrenmek, vakıf ve haberdar olmak tesri: hızlandırma, çabuklaştırma ranga on ikiyi buldu. sokak içindeki otellerden birine gitti. bir oda pazarlık ederek girdi. kapısını kilitledi. soyundu. döşeğe uzandı. vücut ve zihince pekyorgundu. fakat uyku gelmiyordu. o günkü yük içi mahbusiyetinden ta mezarlığa firarına kadar olan macerasını gözü önünde tecsimen icmale uğraştı. oda kapısı önünde karyolaya iki el revolver boşalttığı zaman vuslat sağda mı yatıyordu, solda mı? ve eline verdiği istikamete nazaran kurşunun ağlebiyeti isabeti hangi tarafa olabilirdi? atar iken eli titremiş, namlu sağa çarpılmıştı. solda yatan kimdi? bunu vuzuhı lazımıyla tahattura uğraştı. bu hususta doğru bir hüküm verebilmek için bazı nukatın katiyetle taayyünü icap ediyordu. oda şarka nazır ve karyola sol taraf duvarına muttasıldı. döşeğe evvel girenin solda kalması tabii idi. kenan, kendisi ekseriyetle yatağa evvel girer, vuslat odada bazı ufak tefek şeyleri tanzimden sonra dahili firaş olurdu. eğer didar menhusu, döşekte kenan'ın mevkiine yatmış ise onun solda, vuslat'ın sağda bulunması zaruri idi. bu ciheti mühimmeyi zihninde vazıhan tayin için gözlerini sıkı sıkıya yumdu. yatak içindekileri enzarı hayali önünde bir levha gibi tecsime çabaladı. evet evet. didar'ın solda, vuslat'ın sağda yattığını gördü. kenan, danei tehevvürüyle vuslat'ı öldürmüştü. belki şimdiye kadar sevgilisi kefenlenip gömülmüştü. artık onu ebediyen göremeyecekti. zihnini kasırgalı bir deniz gibi kaynayan bu hevlnak düşüncelerin tesiriyle o günkü cangüdazyorgunluklarına rağmen kendini uyku tutmuyordu. döşeğinde mütemadiyen sağa sola dönerek tebdili vaziyet ediyor fakat aradığı rahatı bulamıyordu. bu müziç halde birkaç saat geçirdi. otelin geciken müşterileri merdivenlerden çıkarken ayak seslerini duydukça zabıta memurları kendini tevkife geliyorlar zannederek döşeği içinde irkiliyor, pürhalecan etrafı dinliyor, gizlenecek, kaçacak bir yer arıyordu. nihayet baygınlığa tecsimen: cisimlendirerek, canlandırarak ağlebiyeti isabet: isabet üstünlüğü hevlnak: korkunç, korkulu cangüdaz: can yakıcı benzer bir bitabiye düştü. bu, o günkü vakayii vahimenin rüya şeklinde menazırı elimesiyle dolu kısa kısa bir bihuşi idi. hemen her yarım saatte bir uyanarak çırpınıyor, yine dalıyordu. böyle buhranlar içinde sabahı etti. bu, dünkünden ziyade halecanaver olacağa benzeyen meşum bir günün sabahıydı. serencamı hayatının o günkü kuyudu acaba ne olacak, nelere uğrayacaktı? nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyor, bir karar veremiyordu. hafifçe parmak darbeleri ile oda kapısı vuruldu. fena halde yüreği oynadı. kendini tevkife mi gelmişlerdi? kapıyı açıp açmamakta elim bir tereddüde düştü. açmamaktan ne fayda memuldu? lüzum görürse zabıta kapıyı kıramaz mıydı? titreyerek uçuk bir beniz ile kapıyı açtı. taranmış saçları, kirlice prostelasıyla otel garsonu karşısına çıktı. bir şeyler mırıldadı. kenan, anlayamadı. garson, müşteri istizahkar enzar ile bir müddet birbirine bakıştılar. garson, ifadesini biraz daha yüksek sesle tekrara mecbur oldu: sütlü kahve yahut çay ister misiniz? kenan, geniş bir nefes aldı: isterim, dedi. istanbul'da çıkan türkçe gazetelerden birer nüsha ısmarladı. bir müddet sonra kaba bir takımla sütlü kahve geldi. buna bir yığın adi bisküvi, kızarılmış ekmek dilimleri, tereyağı, bir tabak reçel de ilave olunmuştu. garson, tepsiyi ortadaki masanın üzerine koyduktan sonra koltuğu altındaki bir deste gazeteyi de yanına bıraktı, çekildi. kenan, hemen gazetelere sarıldı. aradığı havadisin ilk ve ikinci yaprakları geçerek üçüncü, dördüncü sahaifteki vukuatı mahalliye sütunlarına büyük bir merakla göz gezdirdi, kadıköyü cinayetine dair bir şey göremedi. şehirde dün sabah cereyan eden bir vaka bu sabahki ceraidin sütunı havadisine geçemez miydi? acaba muhbirler hadiseyi haber alamamışlar mıydı? gazeteleri son ilanlarına kadar tekrar tekrar gözden geçirdi. nihayet birinde şu birkaç satıra tesadüf etti: serencamı hayat: hayatın akıbeti, kötü son prostela: önlük kadıköyü'ndesokağı'nda sabaha karşı birkaç el revolver sedası işitilmiş ise de zabıtanın taharriyatına rağmen nereden atıldığını keşf ü tayin kabil olamamıştır. ceridenin bir köşesine sıkışmış bu küçük havadisin ehemmiyeti kenan için ne kadar büyüktü! yazılan mahal, kendilerinin sokağı idi. vakaya bigane karilerin anlayamayacakları manaları keşfedebilmek için bu satırları sekiz on defa okudu. demek hadise yalnız silah patlamasından ibaret kalmıştı. ölen, yaralanan yoktu. katl vaki olsa zabıtayı haberdar etmemek kabil olamazdı. yoksa hafif bir cerh oldu da bazı mülahazata mebni bunu ihbardan mı çekindiler? ne olursa olsun, her halde vaka kenan'ın tasavvur ettiği bir vahamette değildi. vuslat'ın aşığı, sütlü kahveden birkaç yudum içip bir iki bisküvi çiğneyerek maşukasının berhayat kaldığına sevinmek mi yerinmek mi lazım geleceğini düşünüyordu. kadıköyü'nde cereyan eden ahvalin hakikatini anlamak merakı, zihninde birdenbire öyle bir şiddetle parladı ki bunu anlamak için her türlü tehlikeye meydan okuyarak oraya gitmeye karar verdi. hemen giyindi. otelin hesabını gördü. sokağa çıktı. beyoğlu caddesi sabah faaliyetiyle kaynıyor, mağazaların makineli kepenkleri samiahıraş çatırtılarıyla açılıyor, herkes işinin başına koşuyordu. köprüye indi. kadıköyü vapuruna girdi. kalbinde anlamak merakıyla karışık büyük bir korku vardı. bu iki his, zihninde cidalde idi. vakit vakit biri diğerini kuvvetten düşürüyor, kah gitmek istiyordu kah kaçmak. fakat vapur hareket etmişti. kadıköyü iskelesine çıktı. her tesadüf ettiğini vakıfı hali zannederek çekiniyor, titriyor, muhteriz adımlarla yürüyordu. alemin çehrelerinde büyük bir biganelik, bikaydi bulunduğuna yavaş yavaş dikkat ediyordu. kendini ne tevkife gelen vardı ne de macerayı anlamak merakını gösteren. mamafih doğrudan doğruya haneye gitmeye cesaret edemedi. üç dört saat kadar çayırda, orada burada mütereddit dolaştıktan sonra nihayet alışveriş ettikleri bakkalın dükkanına gitti. cabir'i çağırtmak için çırağı eve gönder di. yirmi dakika sonra bastonuna dayana dayana puflayarak cabir geldi. herif, derin bir işmizazı müteessifane ile: ah velinimet, ah! bazen öyle şeyler yaparsınız ki çocuklar bile yapmaz. ne var? ne oldu? kurşunlarım boşa mı gitti? hayır. kenan büyük bir telaşla: katl, cerh vuku buldu mu? evet. kimi öldürdüm? kimi yaraladım? karyolayı yaraladınız. kendi kendinizi öldürdünüz. şakanın sırası değil. bu nasıl söz? nasıl olacak! kurşunun biri karyolanın baş tarafındaki sarı yuvarlağı cerh etmiş, ikincisi duvardaki kendi fotoğrafınızı ta kalbinden delip geçmiş. başka bir sakatlık? haza min fazlı rabbi. başka keder yok. fakat. fakat? işret, didar beyefendi'nin yine başına vurdu. sonra ne oldu? ne olacak? bittecrübe malumı fetanetiniz. herif bizi yine mükemmel bir sıra dayağına çekti. bu zorbanın dayağına sizin nan u nimetinizi katık ederek geçiniyoruz. vücutlarımız idmanla çelikleşti. bu son dayaktan evvelkiler kadar müteessir olmadık. ikisi kol kola bakkal dükkanından çıktılar. konuşa konuşa yavaş yavaş yürüyorlardı. kenan soruyordu: sebep ne? neye dövüyor? haza min fazlı rabbi: bu, rabb'imin bir lütfudur. didar bey'in efalinde sebep aranabilir mi? güya sizi teşhiri silaha biz teşvik etmişiz. tekmil ceza kanunu bütün ıstılahatıyla herifin ezberinde. deliğe kaç defa girmiş çıkmış. şöyle böyle avukatları yaya bırakacak vukufı adlisi var. herifler hala evdeler mi? sırasıyla anlatacağım. silah patırtısını müteakiben didar, hepimizi huzuruna dizerek ufak bir divan yaptı. ince bir istintak geçti. sarhoşun enzarı gazabnakinden titreyerek biz, küçük büyük, karşısında kekelemeye başladık. anladım. hainler, kenan elinde revolver ile sofada dolaşıyormuş da siz bana tehlikeyi neye haber vermediniz? dedi. yaradan'ına sığındı, o nazik elleriyle bizi mükemmel bir patakladı. evde patlayan silahın henüz ortadan dumanı zail olmamış bulunduğu için mahalleliyi ayaklandırmak korkusuyla vaveyladan ihtirazen biz bile diyemeksizin bir ot minder sükutuyla darbelere tahammül gösteriyor idik. dayaktan biderman yere serilenlerimizi kedi yavrusu gibi ensesinden yakalayıp havaya kaldırarak yine veriştiriyordu. hepimizin pestilini çıkardıktan sonra biraz öfkesi yatıştı. güya hiçbir şey olmamış gibi tekrar vuslat'ı koynuna alarak horul horul uykusuna devam etti. refiki yedi bela musta bey ise vakanın vahametine rağmen döşeğinden çıkmak zahmetini bile göstermedi. bir defa başını kaldırdı. o kestane fişeklerini kim attı? dedi. öbür tarafa döndü. yine sızdı. bir tarafımız kırılmadığı için cenabıhakk'ın vücutlarımıza vermiş olduğu mukavemeti halisanesine bin şükürler ederek döşeklerimize girdik. dayaktan sonra gelen uykunun tatlılığını hiç tarif edemem. uykusuzluktan muzdarip bulunanlara bu reçetenin nefislerine tatbikini tavsiye ederim. masajın vücuda nefi tıbben musaddak değil mi? didar'ın dayağı masajların en serti ve en müessiri. ölüyü ıstılahat: terimler enzarı gazabnak: öfkeli bakışlar vaveyla: çığlık, feryat ihtirazen: çekinerek, sakınarak ne fayda uyandırır, diriyi uyutur. derin bir uykuda iken refikam benli faika cariyeniz, döşeğin içinde beni birkaç defa tartakladı: kalk, diyordu, kalk! beyefendi çağırıyor. gözlerimi açıp baktım. sabah olmuş. sordum: hangi beyefendi? canım, bu evde hakim kaç beyefendi var? didar beyefendi. cevabını aldım. bize dayağı attıkça herifin hanedeki rütbe ve itibarı büyüyor. turşu kesilmiştim. kalkmak istiyorum fakat kımıldayamıyordum. masajın tesiri, sabahısı akşamınki kadar hoş değil. faika'nın yardımıyla davrandım. emirlerini almak üzere beyefendinin huzuruna çıktım. beyimdeki nezaketi görmeli. alır almaz: ulan kerata! dün akşam ben seni doyurdum. bu sabah da sen beni doyuracaksın! dedi. bu sözden birdenbire bir şey anlayamadım. kendi kendine herifin canı acaba dayak mı istiyor? sırtı mı kaşınıyor? dedim. derin bir estağfurullah ile mukabele ederek: aman efendim, haddime mi! dün akşam tarafı alilerinden nail olduğumuz surette bu sabah efendimizi itam edebilmek? diyebildim. lügat paralama! karnım aç, yemek istiyorum. sepetini al, çarşıya git. en nefislerinden bir sabah kahvaltısı tertip et. tavuk suyuna terbiyeli ekşi bir çorba, körpe hindi kızartması, taze balık, bir iki türlü hafif sebze, makarna fırın, en turfandalarından meyve, birinci nevden birkaç paket kalıp sigarası isterim. haydi cızlamını ver. dedi. hacım, sabah kahvaltısına dikkat ediyor musun? mükemmel öğle taamı acaba nasıl olacak?! herif akşamdan fil gibi yedi. o kadar şeyi uykuda nasıl eritti bilmem ki. benim cızlamı verecek halim var mı? iki taraftan payanda ile ancak ayakta durabiliyorum. çare var mı? ferman efendimizindir. dedik. sepetle pazara çıktık. iki tavukla bir genç hindinin kanına girdik. taze baitam etmek: yemek yedirmek, doyurmak cızlamı vermek: yok olmak, toz olmak, sıvışmak lık, sebze, meyve hepsi alındı. belki tadında tuzunda maazallah bir kusur olur, salçalar sulu yahut koyu düşer. herif sonra bu dikkatsizliklerin kıvamını bizim sırtımızda getirir. faika ile sıvandık. mutfağa girdik. tatlısıyla tuzlusuyla, salatasıyla beyin tabirince bir kahvaltı yetiştirdik. silme dolu birer bardak düz ile mahmurluk bozduktan sonra önlerine ne çıkardıksa hepsini ziftlendiler. aşçılık emeklerimize, yedirdiğimiz o nefis yemeklere o kadar acımadım. fakat bu ziyafetten sonraki teklifleri pek zor geldi. karınlarını şişirdikten sonra didar, vuslat'. haydi bakalım, diş kirasını uçlan. dedi. vuslat, hık mık etti. nerede ne var, herif kendi evi gibi hepsini biliyor. anahtarlarını isteyerek dolapları, büroları, çekmeceleri, sandıkları karıştırdı. güzele fazla ziynetin ne lüzumu var? haramdır. itirazıyla en hafiflerinden birer tane bırakarak vuslat'ın bileziklerini, yüzüklerini, iğnelerini hep cebine indirdi. dolapta bulduğu otuz lirayı da çantasına yerleştirdi. tıynetinden gayrimemul bir çelebilikle hepimizin ellerimizden sıkarak yedi bela dostuyla beraber defolup gittiler. işte sana şehir dahilinde bir haydutluk ki akla geldikçe insan çakırcalı merhuma gani gani rahmet okumaktan kendini alamaz. ha unuttum. kapıdan çıkarken size de selam bıraktı: mesut beyefendi'ye söyleyiniz, iyice nişancılık öğrenmeden bir daha silah atmasın. bu defa fotografisini sakatladı. belki başka zaman kendi kendini vurur. nasihatini verdi. böyle dertleşe dertleşe eve gittiler. hane halkı, didar bey'in gayrifenni masajı yorgunluğuyla hep döşeklerine girmişler, ev hastahaneye dönmüştü. benli faika, hallaç hoca'nın şirinlik nüshası gibi vücudunu serapa hava cıva muşambasına sarmıştı. en nazik, en etli, en yumuşak, en derin taraflarını açtı. celbi merhamet için kenan'a gösterdi. bu zavallıların içinde en çokyorgun düşeni top salata idi. yedi bela'nın koynunda bir gece geçirmenin nasıl tabferdüz: rakı sa bir felaket olduğunu buna bilfiil maruz kalmayanlara anlatmak kabil değildi. herif, bu hususta en idmanlıları bile elaman çağırtmakta sahibi şöhretti. kenan, dövmek için vuslat'ın üzerine yürüdü. karı, masumane, melekane bir tavrı tazallüm alarak: kabahatim ne? dedi. kenan, yumruklarını sıkarak: kabahatin ne mi? bunu sormaya nasıl cesaret ediyorsun? döşekte herifle sımsıkı sarılmıştın. gördüm. o manzara beni bikarar bıraktı. ne yaptığını bilmez bir cinnetle silah istimal ettim. sevdadan değil, korkudan sarılmıştım. sarılmış iken böyle oldu. sarılmasa idim bugün şu evde ihtimal, hiçbirimizi diri bulamayacaktın. çünkü herif işretle zırdeli kesilmişti. bu davalar, serzenişler hayli sürdü. nihayet, her zaman olduğu gibi bu münazaada da vuslat'ın kumral saçları, ela gözleri galebe etti. hep bitap, hep bidermandılar. barış görüşten sonra hane halkı döşeklerine çekildiler. ashabı kehf gibi müddeti namuayyen birer uykuya daldılar. mısır yolu kenan'ın bu fırtınalı hayatı aşıkanesini idare eden birkaç yüz liradan ibaret menbaı nukudu yavaş yavaş kurumaya yüz tuttu. imkan derecesinde iktisat ediyor, aydan aya sarfiyatını kıstıkça kısıyordu. fakat içinde bocaladığı alemi sefahat uzun müddet endişei iktisad ile idare olunamazdı. yeme, içme, giyinme, süslenme cihetleriyle vuslat için tahammül olunamayacak mahrumiyetler başladı. karı, hemen birkaç haftada bir çarşafla yeldirmeler değiştirerek araba ile uzun seyranlar yapmaya, etrafındakileri bol bol doyurmaya, onların minnettarlık ve dalkavuklarını idame için hediyeler, behiyeler bezline alışıktı. aşığıyla gitgide aralarında kavgalar, behiye: güzel şey bezl: esirgemeden bol bol verme, sarf etme, harcama dırıltılar yüz gösterdi. günden güne kenan'a olan muamele değişiyor, ona karşı yüzler ekşiyor, sözler sertleşiyordu. zavallı delikanlı, banka muamelatında büyük bir zarara uğradığından, bir aya kadar filan yerden cesim bir meblağ geleceğinden bahis ve daha bu yolda mavallar ile hanece iadei itibara uğraşıyor ise de tebşir ettiği haftalar, aylar hulul ü mürur ediyor, bütün mevaidi boşa çıkıyordu. vuslat, bir müddet aldanıp oyalandıktan sonra hakikati anladı. artık sözünü sakınmamaya başladı. diyordu ki: benim mazim karanlık. sefa sürecek demi hayatım işte bu zamanımdır. onu da seninle mahrumiyete mahkum bırakamam. herkes, kesesine göre dost sevmelidir. benim arzularımı yerine getirmekten aciz isen buna muktedir olacaklar çok bulunur. bu kısa ültimatom, kenan'ı deryayı ye'sinin karına indiriyor, saatlerce düşündürüyor, nevmidiyle ne yapacağını bilemeyerek bazen dövmek için maşukasının üzerine yürüyor bazen bir istirhamı zelilane ile ayaklarına kapanarak celbi merhametine uğraşıyordu. kenan'ın parası azaldıkça aşkı hadd ü inan tanımaz bir ifrat ve şiddetle coşuyor, düştüğü tezellüller karşısında vuslat'ın istiğnası büyüdükçe büyüyordu. bedbaht mesut bey için her istiskale tahammülden başka çare kalmamıştı. bazen tahammül edemeyerek validesinin evine savuşuyor fakat iftiraka birkaç günden ziyade dayanamıyor, yine cananesinin hanesine avdetle karının burnunu kafdağı'na çıkararak üftadelik sefaletini bütün bütün arttırıyordu. gitgide kenan'ın faciai sevdası öyle bir raddeye geldi ki: mihneti kendine zevk etmedir alemde hüner gam u şadii felek böyle gelir böyle gider şarkısının meali telhabesini her gün yudum yudum nuş ile insanlığını, izzetinefsini zehirleyerek felaketini muğfil bir sütrei saakar: dip hadd ü inan: sınır ve kontrol meali telhabe: anlamın acı suyu, acı anlam detle örtmeye çabalıyor, vuslat'ın ezasını, cefasını sefa edinmeye uğraşıyordu. karı, kenan'ın bu acz ü meskenet düşkünlüğünden cüretlendikçe cüretlenerek bütün serbazlığını aldı ele, girdi yola. artık açıktan açığa başka müşterilere gidiyordu. kenan, sıcak gözyaşlarıyla tazallüm ettikçe vuslat köpürerek: allah allah. müşteriye gitmeyip de hangi iradımla geçineceğim? bundan sonra, kendimden başka seni de beslemek lazım geliyor. bu hareketime itiraz değil, teşekkür etmelisin. nankör. paran bittiyse çalış, boş oturma. parası çok, aklı az birkaç adam bul da getir. bu zamanlar ar yılı değil, kar yılıdır. diyordu. artık didar bey, tavan arasındaki yatağında ihtifaya lüzum görmüyor, apaşikare vuslat'ın karyolasında yatıyor, dayak yememek için korkusundan kenan ondan saklanmaya mecbur oluyordu. bazı günler: gürültü etme, bey uyuyor. rakıyı beynine sıçratır isen sonra başına geleceği düşün. sözleriyle kenan'ı tehdit ediyorlardı. bu determinist feylesof için her vaka bir sebebin tesiri tevlidiyle hudus eder ve netice kimsenin azm ü dilhahıyla değişemezdi. binaenaleyh, kenan ne kendini kabahatli görüyordu ne de vuslat' hayatın her nik ü bedini layetegayyer ve zaruriyyü'lhusul buluyordu. vuslat, bu kaza ve kader felsefesi ahkamının inceliklerine tamamıyla bigane idi. o, insan, kendi menfaatinin icabatına tatbiki hareket eder ve bunu ukalayı beşerin vazettikleri ve edecekleri kavanini ahlakiye ve felsefiye tağyir edemez. kanaatinde idi. onun müessir, eser, müsebbip, sebep gibi şeylere katiyen aklı ermezdi. hayatı vukufı ameli ile tanır, nazariyata gayrivakıftı. kenan'ın paraca olan mevaidi duradurunun aslı çıkmadığını görünce karı, suzişi kalbisinden evvel menbai nukudu sönen aşığının sütrei saadet: mutluluk örtüsü nik ü bed: iyi ve kötü sıkleti muhabbetini yakasından silkmek için hakikati tekmil vuzuhuyla didar'a anlattı. yalnız eski vefadarı hakkında bir şefaati gayrimemule olmak üzere onu dayakla pek hırpalamaksızın mümkün mertebe nezaketle haneden defetmesini rica eyledi. bir gün vuslat evde yok iken didar, kenan'ın yakasına yapıştı. sokak kapısının önüne kadar indirdi. bir daha oralarda görünür ise dayakla öldüreceği tehdidiyle belinin ortasına bir tekme yapıştırarak kapı dışarıya azatladı. didar bey'in nezaketi bu kadar olabilirdi. biçare aşıkı matrud hasir ü meyus, cepler tehi, gönül yaralı yine sokak ortasında kalınca cevelanı mecnunanesine atıldı. mezarlıklara girdi. felaketini felsefesine, felsefesini felaketine tatbike uğraştı. uzun muhakemeler yaptı. züğürtledikten sonra vuslat'tan gördüğü envaı hakarate rağmen bu adi karının lehindeki hüsni zannını değiştiremiyor, ona olan sevdasını mümkün değil yenemiyor, her kabahati didar'a buluyor, yine maşukasını masum görüyordu. bu matrudiyetini sırf didar'dan bildi. vuslat'ın haberi olsa beni bu sureti muhakkarada kovdurmazdı. herif, kadının evde bulunmadığından istifade ile bu muamelede bulundu. vuslat, haneye avdetinde vakayı öğrenince kim bilir ne kadar meyus olacaktır. bu kanaatiyle biraz teselli buluyor, her tehlikeyi göze alarak arzı hal etmek için sevgilisinin nezdine avdet çaresini düşünüyordu. saat ve kordonunu emniyet sandığına terhin ederek otellerde sefilane yirmi gün kadar yaşadı. vuslat'ın iftirakı her günün müruruyla arta arta nihayet tahammülgüdaz bir raddeye geldi. bu yirmi günlük acı, derbeder hayatındaki nevmidane muhakematı neticesinde revolverini tetiğe alarak kadıköyü'ndeki haneye gitmek kararını verdi ve bu cesareti gösterdi. bir sabah, bir eli ceketinin cebindeki revolverin tetiğinde olarak diğeriyle kapının çıngırağını çekti. meçhul neticenin dehşetinden titreyerek bekliyordu. çıngırağı birkaç defa hızlıca sarsmaya mecbur oldu. kapı, geççe açıldı. içeri girdi. karşısında silahbedest bir hasım görmedi. biraz ferahterhin etmek: rehin bırakmak ladı. iç kapıda benli faika duruyordu. revolverini daima tetikte tutarak ilerledi. karı, kenan'ı görünce hemen koynundan bir mendil çıkararak gözlerine götürdü. hüngür hüngür ağlıyordu. kenan, telaşla sordu: ne var? bir felaket mi oldu? benli faika, mendili gözlerinden indirmeyerek eski günlerin şükürgüzarlığında kusur etmediğini gösterir bir minnettarlık ve hüngürtü ile cevap verdi: ah velinimet, başımıza gelenleri hiç sorma. ne oldu? ne sen sor ne ben söyleyeyim. evde kim var? benden başka bir kul yok. nereye gittiler? cehennemin dibine. vuslat ne oldu? ah beyim, ah! tanrı aşkına o kadının ismini karşımda anma. içime fenalıklar geliyor. faika, çabuk söyle. vuslat nereye gitti? karı, mütezayit hıçkırıklarıyla ellerini kaldırarak denizleri, uzakları, pek uzakları işaret etmekten başka cevap vermedi. kenan, meraktan morararak sualini tekrar etti: çabuk söyle, çabuk! vuslat nereye gitti? öyle kadını hangi bucak, hangi memleket kabul eder? bilmem işte, gitti. ilahi son gidişi olsun, gelmezine gitsin! bizi aç, çıplak, kuru hasır üzerinde bıraktı da gitti. nereye gitti canım? bu, öyle acıklı bir hikaye, bir dertli macera ki anlatmakla bitmez tükenmez. hangisini söyleyim, neresinden başlayayım bilmem ki. hele gel yukarı çıkalım. kutuda biraz bayat kahve var. ispirtoda pişireyim. karşı karşıya geçelim. ben anlatayım, sen ağla. ah velinimetim ah! bugün hızır gibi imdadımıza yetiştin. seni buraya allah gönderdi. şu evin haline bak. içinde kırık iki hasır iskemleden başka bir şey kalmadı. merdivenden çıkarlar. kenan, etrafına bakınır. filhakika, her tarafı kiralık boş hane gibi tamtakır bulur. benli faika, bir köşede duran ispirto takımında kahveyi pişirir. iki topal sandalyeye, karşı karşıya otururlar. karı der ki: aman şu paketini uzat. kaç gündür cigarasızlıktan başım mevlevi gibi dönüyor. fincanları alırlar. sigaraları yakarlar. faika birkaç nefes çeker. uzun müddet tütünden mahrum kalmış tiryakilerde görüldüğü gibi sinirleri çekilir. yüreği ezilir. gözleri süzülür. tatlı bir gaşy geçirir. sigaranın birini bitirir, ötekine sarılır. nakli maceraya şöyle girişir: vuslat, sanatının ustasıdır. orospuluk, sanayii nefisenin bir şubesi sayılıp da saliklerine şehadetname verilmek lazım gelse mutlak bu karı birkaç yıldız alır, birinci çıkar. bir ayak üstünde bin erkeği aldatır. sen onu bu eve kapatarak kendine mal oldu zannettin. ne bönlük, ne çocukluk. o, yalnız senin değil, bütün kadıköyü'nün gayrimeşru zevcesiydi. senin gelmeyeceğin akşamları bilir, içeri adam alır, senin evde bulunduğun bazı gecelerde bile öteki odalara zampara saklamak cesaretini gösterirdi. kendini kurnaz bir hovarda zanneden didar bey'e de pabucu ters giydirirdi. ah ah! neler görür, neler bilirdim. sana bir şey söyleyemezdim ki. çünkü bizim geçinmemiz sizin vuslat'la hüsni imtizacınıza bağlı idi. her şeyi gizlemeye, yutmaya, hazma mecbur idik. son zamanlarda buraya genç, güzel, gayet zengin bir mısırlı dadandı. zübeyri bey ile öyle seviştiler öyle seviştiler ki artık al sevda ver sevda deme gitsin. karı, bu dostunun mevcudiyetinden didar'a gaşy: kendinden geçme sanayii nefise: güzel sanatlar salik: bir yolu tutan, yolcu şehadetname: diploma, belge zırnık bile sezdirmedi. yalnız seni bu hayduda dövdürüyor, soyduruyor, mısırlıyı bu beladan kurtarıyor, onun servetinden sade kendi istifade ediyordu. benli faika, kahvenin son yudumlarında fincanın telvesini elinde çalkaya çalkaya içerek baygınlıkla devam etti: ah velinimetim, anlatırken beni hafakanlar boğacak. kör olasıca kaltak. o, avuç avuç mısır, ingiliz liralarından bize bir tane tattırmadı. hep bankaya götürür, makbuzlarını saklardı. karı altın kesildi. o seni çoktan savacaktı ama didar'ı meşgul etmek için ona dövdürecek, soyduracak, affedersin, bir hebenneka lazım. ortada sen olmasan mısırlının vücudu çabuk keşfolunacak. bu evde her habaset mesut bey namına dönerdi. sen her kaza ve belaya karşı bir siper, bir nişangahtın. o kadar parayı cebine indirir idi de ölüm allah! desen evin içine bir onluk sarf etmezdi, parasız gibi görünüyordu. zübeyri bey, mısır'ın meşhur zenginlerinden imiş. bu delikanlıyı göre idin, cihaz katırına benzetirdin. on parmağında pırlanta, yakut, zümrüt çifter yüzük. kravatının ortasında şakayık kadar iri bir elmas iğne. mücevherli saat kordonu, gemi zinciri kalınlığında idi. aylarca senin ekmeğini, didar'ın dayağını yiyerek yaşadık. o azgını avutmak için bizi dövdürmeyi hoş bir eğlence yerine koymuştu. ben soyundum, mama dadı gibi mutfağa girdim. kocam, vekilharçlık etti. on para arttırmayı bilmedik. bir boğaz tokluğuna, pir aşkına bu kadar zamandır çalıştık. yük merkepleri gibi sırtımızdan da sopa eksik olmadı. en sonunda uğradığımız felakete dost değil, düşman bile ağlar. faika, bir sigara daha yaktı. sağına soluna birkaç derin ah, of savurduktan sonra yine başladı: vuslat, didar'dan da bıktı. fakat bu belayı başından savamıyor, münasip bir fırsat bekliyordu. nihayet bu fırsat zuhur etti. neden bilmem, mısırlılar istanbul karılarına bayılıyorlar, hele vuslat gibi etli canlı, pembe tenli kumralcası olursa. herif karıya külhan hebenneka: kendini akıllı sanan, ahmak cihaz: çeyiz gibi yandı yandı. vuslat da onu hakikaten seviyor muydu? kim bilir! öyle karıların gönlü hokkabaz kutusuna benzer. içinde ne var, belli olmaz ki. karı bir gün giyindi kuşandı, taktı takıştırdı, çarşaflandı. komşuya düğüne gider gibi bir el çantasıyla çıktı gitti. işte gidiş o gidiş. zübeyri bey'le mısır'a kaçmış. delikanlı, bunu orada kendine nikah edecek, vuslat prenses olacakmış. talihi görüyor musun velinimet? en adi kerhanelerde sanata başlayıp da prensesliğe kadar çıkmak. o orada prenses olmadan evvel biz burada rezil, bednam olduk. seni buradan didar'a kovdurduktan sonra vuslat, çarşı esnafına tediyatı kesti. kendinde para bulunduğunu didar'a sezdirmek istemiyordu. zaten birkaç zamandır senin elin de pek ziyade yufkalaşmış, esnafa borç borç üstüne binmişti. vuslat'ın firarından iki gece sonra didar, yutmuş yutmuş geldi. karıyı evde bulamayınca rakı başına vurdu. bizi istintaka çekti. biz, bin tahkikatla bu firarın mısır'a olduğunu öğrenmiştik. fakat zübeyri bey'in vücudundan didar'a bahsetmek hiç uyar mı? evvelden bana niçin haber vermediniz? diye herif bizi gebertir. beyim, bizim ne kabahatimiz var? hilesiz, hurdasız fahişelik olmaz. bu sanatın çemberi, yalan dolanla döner. bazen kadı bile yalan dinler. biz, bir kere bu berzaha düştük. geçinmek için dünyayı aldatmak mecburiyetindeyiz. biz, bugüne kadar eğri yaşadık. bundan sonra istesek de doğrulamayız. aylarca seni de aldattık, didar'ı da. zübeyri bey de düne kadar aldandığını sonra anlayacaktır. çünkü prensesliği vuslat'la kirletiyor. bu levs, onun ağzına, burnuna bulaşacaktır. uzatmayayım velinimet. didar'ın istintakında çok noktalar geldi, biz hık mıktan başka verecek cevap bulamadık. herif bizi dayakla öldürecek zannettik. fakat iş, memulümüz gibi çıkmadı. zorba bu sefer mülayim davrandı. meğerse bize yapacağı daha büyük fenalığı varmış. bakkal, kasap, bütün alacaklı esnaf para diye her gün kapıyı aşındırıyorlardı. evde para edecek hayli eşya vardı. onları satıp borçları kapatabileceğimizi düşünerek müteselli oluyorduk. cabir, buraya tediyat: ödemeler berzah: dar geçit, zorlu, belalı durum bir koltukçu getirdi. eşyanın kıymetini tahmin ettirdi. pazarlığa giriştiler. uyuşmak için aralarında beş on liralık bir fark kaldı. meğerse kısmet bize değilmiş. her iki taraf da inat etti. ne koltukçu bir para yukarı çıktı ne cabir indi. ertesi günü cabir başka koltukçu getirmek için istanbul'a indi. evde yalnız iken didar bey geldi. kendi has malı imiş gibi evin içinde ne var ne yok hepsini toplamaya başladı. felaketi anladım. ne yapıyorsun? dedim. o sana ait bir mesele değil. cevabını verdi. konuyu komşuyu toplamak için bağırmak istedim. haydut herif, kuşağının arasındaki kamayı kınından çekerek bana gösterip işte bıçak, işte kuyu. bunu kalbine saplar, laşeni kuyuya atarım! o zaman sesin ebediyen kesilir! istersen şimdi bağır. dedi. korkudan iki çenem birbirine kenetlendi. bağırmak değil, nefes bile alamayacak bir hale geldim. bir köşeye çekilerek zangır zangır titremeye başladım. meğerse sokak kapısının önünde her şey hazır, her şey alesta imiş. yük arabaları bekliyorlarmış. içeri iki üç herif getirdi. pazarlığı çok uzatmayarak hemen uyuştu. evde ne var ne yok hamallar bir anda arabalara taşıyıverdiler. benli faika, yine acı hıçkırıklara girişerek şöyle yanıp yakılıyordu: ah velinimet ah! herifler, cabir'le benim yattığımız karyolamızı da söktüler; döşek, şilte, yastık, yorgan, cibinlik, ayak halısı ne varsa götürdüler. bize merhameten üzerinde yatacak bir ince şilte, biryorgancık olsun bırakınız diye çok yalvardım. kime söylersin? imam evinden aş, ölü gözünden yaş. onlarda merhamet nerede? gasplıkları, haydutlukları bununla da kalmadı. sonra benim sandığımı açtılar. güzelliğimin dünyaya şan verdiği zamandan beri alnımın teriyle ne kazandımsa onların bazı kırıntıları hala duruyordu. ihtiyarlık günlerim için dişimden, tırnağımdan arttırıp biriktirdiğim, cabir'den bile bucak bucak gizlediğim, al atlas kese içindeki sarı sarı buz gibi liracıklarımı hep aldılar. en iyilerinden en adilerine kadar bütün elbiselerimi, en eski don ve gömleğime varıncaya kadar gözümün önünde mezat ediverdiler. avaz avaz alesta: hazır durumda, tetikte bağırmak istiyordum. gözümün önüne hemen sivri kama ucuyla karanlık kuyu geliveriyor, yumruklarımı ağzıma bastırarak kendimi zapta uğraşıyordum. herifin bu cinayeti bugün yapmasa yarın gelip işleyeceğini pekala biliyordum. yeisimden bir tarafa düşüp bayılmışım. gözlerimi açtığım zaman evde ne insan gördüm ne eşya. işte her tarafı böyle tamtakır buldum. iki üç saat sonra yanında koltukçularla cabir geldi. hakikati anlayınca evde bir tarafa yığıldı kaldı. az kaldı nüzul isabet ediyordu. ne yukarıda bir şey kaldı, ne mutfakta kap kacak. böyle kuru tahta üzerinde kaldık. dirseklerimizi başımıza yastık yapıyoruz. eski hırkalarımızı üzerimize çekiyoruz. sokaklarda yatan köpekler gibi kıvrılıp yatıyoruz. halimizden nereye şekva edelim? kimden dava edelim? benli faika'yı bundan ziyade dinlemeye lüzum yoktu. kenan'ın vuslat'a olan aşk macerası işte bu neticeye ermişti. fakat kökleşmiş muhabbetlerin, kalplerden naçar sökülmeleri anı müdhişi hulul ettiği vakit insanın bütün varlığından, hissiyatından, ruhundan derinden derine bir şeyler de beraber kopar, beyninden en rakik asabına kadar olanca mevcudiyeti sızlar, yanar. bu pürdehşet hakikati bir türlü zihni kabul etmek istemez. bu hal, o kadar feci ve acıdır ki sevdazede için hiçbir iadei münasebet ihtimali kalmamış iken o zavallı, gayei ye'sle çıldırmak korkusuyla hala tutunabilecek en zayıf ümit noktaları araştırmaktan kendini alamaz. hala bir hiçten medet umar. faika, vuslat'ın yeni bir dostu ile mısır'a gittiğini asla latifeye hamlolunamayacak bir ciddiyetle söylediği halde kenan, yatak odasına girince sevgilisini orada bulup deraguş edebileceği vehmi mecnunanesinden kendini kurtaramayarak hemen oraya koştu. iki pencereyle dört duvardan müteşekkil bir odadan başka bir şey göremedi. bir köşeye dayandı. vuslat'ın buradaki şimdi mazi olmuş mevcudiyetinden dökülmüş, serpilmiş bazı bakaya aradı. gözlerini odanın boşluğuna dikti. kuvvei hafıza ve hatıra denen şeyler, insana uyanık iken rüya göstermek hassasını haiz garip kuvvetler idi. nazarı hayalinde oda yavaş yavaş o tanıdığı kadim eşya ile doldu. vuslat kah mütebessim kah gazup şekva etmek: şikayet etmek, yakınmak bakaya: kalıntılar çehreler ile ortada dolaşmaya başladı. bu oda ne kadar tatlı ve acı hissi maceralarına cilvegah olmuştu. benli faika, kapıdan bu sevda delisinin yeis dalgınlığı içindeki harekatı vechiyesinin bütün hüzünlerini seyrediyordu. karı nihayet dayanamadı: sen burada vuslat için bak ne haller geçiriyorsun! kim bilir o şimdi mısır'da yeni oynaşıyla nasıl fink atıp gezer. bu ihtar, kenan'ı gömüldüğü hülya aleminden uyandırdı. gözleri önündeki hayali sinema zail oldu. yine oda, dört çıplak duvar arasında tamtakır kaldı. uykudan uyanır gibi rehavetle kadının yüzüne baktı. ha sahi, o şimdi mısır'da. dedi. odadan kaçırdığı hayali nazeninini dışarıda bulmak için sofaya çıktı. pencereye koştu. marmara'nın mavi sislerle kaplı, hakikati hayale munkalip edecek kadar uzak, müphem ufuklarına nevmit gözlerini dikti. denizin dalgaları, hareleri arasından mısır yolunu arıyordu. nazarı tasavvuruyla takip etti. ufuklar. ufuklardan sonra yine ufuklar. boşluk. birbiri ardınca hep boşluk. bu boşlukların vüsatları içinde çatlayacakmış gibi kalbini bir elemi tahassür sardı. aşkı zalim, kendi aciz, kainat bipayandı. sükuttan birdenbire galeyana geçerek hıçkıra hıçkıra bir ağlama tutturdu. merdivenleri dört atlayarak kaçmaya başladı. benli faika şaşırakaldı. kendi kendine dövünerek: hele bak şu çapkına. akşama yiyeceğiniz var mı? diye bir kere sormadan çıldırmış gibi kaçtı gitti. etrafımızı alacaklılar sardı. yenilen içilen şeyleri hep cabir ile biz ziftlenmedik ya! bu ağır hesapların altından nasıl kurtulacağız? karının ettiği hıyanetlerin hiçbiri kalbine hicran olmamış. bu çocuğun ne arsız gönlü var. v molla kadın kainat da kenan'ın kalbi gibi boşalmıştı. sokakta gidiyor fakat bir şey görmüyordu. nereye gidecekti? öyle boş, öyle avare, öyle kimsesiz idi ki vuslat'a olan sevda rabıtasının inkisarından sonra artık kendini alakadar edecek bu hayat alemiyle hiçbir münasebeti kalmamış gibi görüyordu. gönlünde olanca şiddetiyle hali feverandaki sevda ateşi hiç küllenmeyecek, hiç sönmeyecek bir kudrette buluyor, ölümün bile bu koru örtebileceğini zannetmiyordu. maziyi unutabilmek için hayatın hangi derin, muzlim kuyularına ve asabı, dimağı bu can dayanmayacak kadar ızdıraplı faaliyetlerinden menedecek dünyanın hangi bucaklarına kaçmalı? yeryüzünde böyle hafızaları, hatıraları uyutacak, öldürecek istirahat yerleri var mıydı? böyle sersem, serseri ve hemen sairfilmenam halinde haydarpaşa'ya doğru yürüdü. adımlarını bastığı rıhtım, etrafını muhit yalılar, dükkanlar, gelip geçenler, hep bu şeyler içinde hiç yaşamadığı, başka, meçhul bir aleme aitmiş gibi kendine yabancı geliyor, gönlünde bir ateş kütlesi halinde tutuşan vuslat'ın hayalinden başka harici alemle bütün kayıtları, rabıtaları çevrilmiş bitmiş gibiydi. gara kadar yürüdü. iyi seçemediği etrafına bakınıp kendini avutturacak şeyler arıyordu. hayvani sevkitabii denecek bir dalgınlıkla şimendifer ilanlarının önüne gitti. yirmi dakikaya kadar izmit'e hareket edecek bir tren olduğunu gördü. acaba başka muhit, başka hava, başka kırlar, başka memleket gönlünde bir başkalık peyda edebilir miydi? izmit'e bir bilet aldı. trene girdi. orası, hiç tanımadığı bir yer idi. bir bildiği de yoktu. fakat vuslat'ın yaşamış olduğu yerlerden uzaklaşmak, bir meçhule doğru hareket, beyninin karanlıkları içinde müphem sükunet ve teselli şuleleri uyandırıyordu. tren hareket etti. hattın kendince malum olan güzergahı aksamındaki manzaralardan eğlenemedi. etrafa bakarak avunmak istiyor fakat beynini kemiren dalgınlık, temaşa niyetine daima galebe ettiğinden bir şey göremiyor, hususuyla etrafındaki kalabalıktan sıkılıyor, işittiği sözleri hep budalaca buluyor, kahkahalara kızıyor, alemin de kendi gibi melul, meyus bir dalgınlık içinde bunalmadısairfilmenam: uyurgezer ğına hayret ediyordu. koca trende kendinden başka bir dertli daha yok muydu? tren, pendik'i geçti. pek alışkın olmadığı manzaralar başladı. fakat hep bostanlar, kırlar, ağaçlıklar, çorak yerler, düzlükler, tepeler, köyler, köprüler, mevkifler birbirini takip ediyor, bunları seyretmekten evvelkilere nispetle büyük bir tenezzüh farkı göremiyor, tabiatın bütün bu değişen manzaralarını müthiş bir yeknesaklık halinde bularak büsbütün sıkılıyordu. çünkü kalbindeki elem eksilmiyor, artıyordu. acaba karanlık bir mağaraya kapanmak yahut hiçbir şey görmemek için sımsıkı gözlerini yummak, yeisini tahfife daha muvafık mı olacaktı? izmit'te üç gün kaldı. ne bir ferde selam verdi ne kimseden selam aldı. rast geldiği otele giriyor, önüne ne taam getirirlerse yiyor, hangi döşeği gösterirler ise yatıyor, nereye oturur ise saatlerce orada dalıp kalıyordu. izmit ile istanbul'un farkını sorsalar bir şey söyleyemeyecekti. ikisi de kırmızı kiremitli, camlı, kafesli evlerden, birçok sokaklardan müteşekkil iki memleketti. bir şey görmedi, göremedi. kendi hayatıyla, nevmidisiyle kimsenin katiyen alakadar olmadığı bu şehirde, şu kısa ikamet müddetince kalabalık içindeki bu inziva, bu metrukiyet, bu vahdeti alem nazarında kendisinin, kendi nazarında alemin kaybolmuş olması hayatta bu yarı ölüm hali, evvela beynini uyuşturdu. sonra alem yıkılmış, enkazı başına yığılmış gibi kendini ezmeye başladı. tahassüsatını yazmak istedi. yazıda ağlamak, içimizdeki elem zehirlerinden bir kısmını harice dökmeye bir vasıtadır. beş on satır karaladı. vuslat'ın aşkı dimağını kavurmuş, henüz küllenmemiş yangın yerine çevirmişti. ne tarafı eşelese alevler fışkırıyor, beyni sızlıyordu. bu manevi ızdıraplar içinde ifadesine bir insicam vermedi. bu yangınlar arasında kalemi bir vadii beyan bulamadı. yazdıklarını yırttı attı. bu hayat ne tahammül olunmaz kuvvetlerin bir araya toplanılmasından yapılmış bir cehennemdi. bu saatin meraretini tehvin tenezzüh: gezinti için bahtiyar geçen günlerini yada getirmek istedi. fakat o tatlı günlerin, bu acı saatleri tahfife hiç medarları olmuyordu. mesudiyet sözü, istihzadan başka bir şey değildi. bu kelimeden aldıkları yalnız lafzi ferah ile oyalananların kesretini düşünerek belaheti beşeriyeye güldü. bir tatlı ana mukabil nihayetsiz acı saatler geçirdikten, bir zevki bin mihnetle ödedikten sonra böyle fahiş faiz ile mesut olmak isteyenlerin akıllarına şaşılmaz mı? vuslat'a ait hatıraların dolaştığı yerlerden uzakta bulunmak şimdi melalini, ızdırabını arttırıyordu. kadıköyü'ne dönmek arzusu birden zihnini sardı. vuslat'a mekan olan haneye gitmek, birkaç gün bu sevda mezarına gömülmek, onun hayatıyla meşbu köşe bucağa sinmiş sihri aşk havasını teneffüs ederek ya biraz dirilmek yahut bütün bütün zehirlenip ölmek istiyordu. gün doğmadan neler doğar. izmit'te geçirdiği üç gün zarfında istanbul'da gayrimemul birtakım vukuatın cereyanı muhtemel olamaz mı? belki vuslat, yeni muaşıkıyla bozuşmuştur. belki hıyanetine nedametle ilk posta ile istanbul'a avdet edeceğine dair kadıköyü'ndeki haneye bir mektup göndermiştir. bu faraziye, zihninde giderek bir hakikat şeklini almaya başladı. ilk trenle haydarpaşa'ya avdet etti. kadıköyü'ne, haneye koştu. çıngırağını çekti, çekti. kapı açılmadı. içeride kimse yok muydu? yoksa benli faika uyuyor muydu? hanenin kaplamalarına bir iki taş attı. kenan, bu telaşta iken komşulardan bir ihtiyar hristiyan yavaşça yanına gelerek: beyefendi, beyhude çıngırağı çekme, içeride kimse yok. iki gün evvel bu evde büyük patırtılar oldu. sevda keyfiyetleri, dolandırıcılık işleri, bilmem neler. polisler cabir efendi'yi tevkif ettiler. zannederim ihtiyar karı da kaçtı. buralarda hiç dolaşmayınız. sizi de arıyorlar. kenan, bu karının izini takipte fuhşundan, hıyanetinden, rezaletinden başka bir şeye tesadüf etmediği halde yine ondan vefa ümidinden kendini alamıyordu. medar: yardım meşbu: dolu ihtiyarın bu dostça ihtarını evvela dalgın kulakla dinledi. sonra, yakayı ele vermek korkusu biraz şaşkınlığına galebe etti. oradan savuştu. şimdi kendi için en emin, en mahfuz yer neresi idi? zabıta kendinden ne istiyordu? o hanede sevda işleri, dolandırıcılık keyfiyetleri olmuş, bunları şimdi öğrenmişti. hiç haberi yoktu. ahlaki her fenalığın sudurunu mukadder addetmek felsefei garibesine tebaiyet ve bütün hareketlerini vicdan mesuliyetinden tecrit ile efalini kendi icadı olan nevleri determinizm hikmeti kaidesine uydurarak çok habaset işlemişti. fakat son zamanda validesiyle hemşiresinden başka kimseyi dolandırmamıştı. vasi tahrifatla hareketlerini üzerine ayar ettiği bu felsefenin kavaidi hikemiyesi ne kendi hukukunu müdafaa edecek bir dava vekiline anlatılabilir ne de bir mahkeme huzurunda mazereti kanuniye olarak serdolunurdu. koca istanbul'da kendini yapayalnız buluyor, derdini anlatsa da anlayabilecek bir fert tasavvur edemiyordu. önünde ne bir iltica kapısı ne kendi lehine sedası yükselecek bir muhibbi vardı. düşündü düşündü. anasıyla hemşiresi aklına geldi. bu memlekette bu iki candan kendine daha yakın kimse yoktu. her zaman bu iki kadının huzurlarından sıkılır, kaçar, aylarca semtlerine uğramaz ve hiç göreceği gelmezdi. ve yalnız şu nevmit saatinde ana ve hemşire muhabbeti samimiyesine doğru hissiyatını tevcihte bir sıcaklık, teselliaver bir hal duydu. gidip anasının, kız kardeşinin ağlayarak boyunlarına sarılacak, bütün cinayetlerini itirafla aflarını dileyecek, ondan sonraki hayatını onları müreffeh yaşatmak, bahtiyar etmek için çalışmaya vakfederek geçireceğini söyleyecekti. ani böyle bir niyeti salahla istanbul'daki hanelerine koştu. bu iki bedbaht kadının ellerinde avuçlarındaki paraları çalıp çırpmak için yalnız ayda yılda birkaç saat uğradığı bu semtin kaldırımları bozuk, süprüntülü, dar sokakları; kaplamaları kararmış, kuyumsu viran haneleri; sarı bir kirden şeffafiyetini hemen kaybetmiş camekanında mukavvadan hacivatlar asılı, şişe kavanozlar içinde tevcih: yöneltme siyah sülükler uyuyan, ambar kadar küçük, tozlu aktar dükkanı; bütün bu sefaletin üstüne çöken bir kabristan sükutu; hep bunların içtimaından hasıl olma bir kuvvet, sanki boğacak gibi kenan'ın gırtlağına yapıştı. evvelki ziyaretlerinde kenan, bu mahallenin bu sefaletzedeliğine, bu boğucu kuvvetine bugünkü kadar vuzuhla dikkat etmemişti. yoksa dimağını ezen meyusiyetle her şeyi hali tabiisinden ziyade kasvetli mi görüyordu? kendisi adalar, kadıköyü gibi şehrin en müferrih, havadar yerlerinde yaşamış, şimdiye kadar validesiyle hemşiresinin mahalle namıyla hangi hayat kapısında ve nasıl maişetle ömür geçirdiklerini düşünmeyi aklına getirmemişti. eve yaklaştı. daha içeriye girmeden validesiyle hemşiresi namiye'nin birer vazı tazallümle boyunları bükük, soluk benizli, sıska hayalleri karşısına çıktı. kalbine öyle bir ağırlık bastı, beynine öyle bir hüzün çöktü ki başı dönmeye başladı. bir hissikablelvukuun sanki manevi bir tebliğiyle bütün asabı titriyordu. kapıyı çalmak için elini uzatmaya korktu. ne vardı allah'ım? acaba ne vardı? o esnada arakiye üzerine yeşil sarıklı, sırtı haydariyeli, uzun ak sakallı komşulardan bir ihtiyar, ayağındaki ağır merkuplarını sürüyerek geçiyordu. kenan'ı görünce durdu. dindar, mütevekkil bir hüzünle gözlerini süzerek başını sağa sola ağır ağır salladıktan sonra: mevla cümlemizi ıslah eyleye. dedi. başka bir şey ilave etmeksizin yine bati adımlarla yürüdü. ihtiyarın bu serzenişli gözleri, salah talebi hakkındaki sözleri kenan'a dokundu. bu nurani pirin arkasından koşarak: efendibaba ne var? diye sormak istedi. fakat cesaret edemedi. pürteessür titrek bir el ile kapıyı çalabildi. çok geçmedi, kapı aralık edildi. içeriden ihtiyar bir kadın sedası sordu: kimdir benim. müferrih: ferahlatıcı, iç açıcı sen kimsin? bu evin beyi. kenan. kapının arkasındaki kadın o kadar ehli perde ve tesettür meraklısı görünüyordu ki dışarıdaki erkekle göz göze gelmemek için aralıktan bakmaya korkuyordu. kenan ismi duyulunca içeriden birçok uzun ah! ah! ah! ah! lar salıverildikten sonra kapı bütün bütün açıldı. kenan içeri girdi. arkasında topuklarına kadar parmak dikişli şal örneği basmadan, dervişane bir hırka, başında kalın yeşil bir namaz bezi, tombalak, yaşlı bir kadınla karşı karşıya geldi. kenan, bu sıkı tesettürüne rağmen ilk nazarda kadını tanıdı. bu, benli faika idi. cabir'in metresi, umumhanelerin bayat mezesi bu dişi kurt, bu ehli ırz evinde ne arıyordu? bunun murdar vücudu validesiyle hemşiresinin teneffüs ettikleri bu hanenin havayı ismet ü haysiyetlerini telvis, tesmim etmez miydi? ne cesaretle oraya gelmişti? yoksa bu, o değil miydi? kenan, fartı müşabehet dolayısıyla yanılıyor muydu? bu şüpheden kurtulmak için sordu: faika? kadın, bilatereddüt cevap verdi: efendim. şimdi çıldıracağım! çehre çehreye, isim isme benzeyebilir. hala tereddüt ediyorum. sen bizim mahut benli faika. hani cabir'in. sus, sus. ötesi lazım değil. işte o benine köpekler edesi bildiğin faika. ya bu molla kadın kıyafeti, bu tesettür, bu takva halleri? oğlum kilisede haça taparlar, kerhanede cemale, camide mihraba dönerler, imama uyarlar. benim kadar güngörmüş bir kadın, damı altına sığındığı derbendin gidişine, usulüne uyamaz mı? buraya niçin geldin? telvis etmek: kirletmek tesmim etmek: zehirlemek amma da sual! gidecek babamın evi mi var? senden başka kimim kaldı? sel gitti, kum kaldı işte. ben sana nazlı vuslat'ından yadigarım. nazar boncuğu gibi başında taşıyıp kıymetimi bilmelisin. geçmiş günler olur ki hayali cihan değer. bu zamanları birbirimize hatırlatacak meydanda başka kim var? ben söylerim, sen ağlarsın; sen söylersin, ben ağlarım. buraya nasıl kabul olundun? beni şeyh efendi gönderdi. tekkeden geliyorum. kenan bey'in manevi, büyük sıkıntıya uğradığı manasında hazrete malum olmuş, onun tarafından bir çift kelam getirdim. mutlak kenan'ı görmeliyim, gelinceye kadar bekleyeceğim, kendi nerede ise pirin maneviyeti onu buraya gönderir. akşama sabaha gelir, görürsünüz. dedim. seni gördükten sonra burada kalması kolaylaşacağını biliyordum. kalbinde ciddi, hakiki bir salah arzusu var mı? sende varsa bende de olacağına iman et. kenan durdu. ne düşüneceğini bilmiyordu. bu kısa sükut dalgınlığı esnasında, zaten pek loş olan ev altının, en uzak, karanlık köşesinde bata çıka bir kandil yanmakta olduğunu gördü. birden teşeüm etti. çünkü cenaze gasledilen mahallerde üç gece kandil yakmak adetine vakıftı. gözleri kandile dikildi. benzi sarardı. sanki dili tutuldu. bir şey soramıyordu. taşlığın lekeli, koyu gölgelerle kararmış, yosunlu duvarları üzerinde kandilin sarımtırak hazin ziyası, müttehidü'lmerakiz daireler şeklinde mahallin kasvetinden bunalmış gibi çırpınıyor, dağılıp dağılıp toplanıyor, etrafında sanki uhrevi şekiller gösteriyordu. bu taşlıkta geniş bir mezar hali, ruhu titreten soğuk bir ölüm kokusu vardı. ölüm bütün kasvetini, şeametini, dehşetini saçarak buradan gelip geçmişti. kenan dondu. buz kesildi. derin derin vuslat'ın yadigarının yüzüne baktı. benli faika, kaşlarını örten, kalın namaz bezinin altında şimdi nemlenen gözlerini aynı degasletmek: ölüyü yıkamak müttehidü'lmerakiz: merkezi bir olan, tek merkezli rinlikte acı manalar ifade eden bir merkuziyetle muhatabının yüzüne dikti. mevkiin vahametinden diller tutulmuş, yalnız gözlerde cüreti mükaleme kalmıştı. ne birinde sormaya ne ötekinde cevaba cesaret vardı. ölümü bu eve vuslat'ın sevda kasırgası getirmişti. ikisi de öyle dilsiz, karşı karşıya titreşirler iken merdiven başından bir kadın baktı. kenan'ı tanıdı ve yukarıya bağırdı: namiye hanım, ağabeyin gelmiş. ne yapacağını bilemeyen kenan, faika'nın işareti üzerine merdivene doğru yürüdü. namiye de yukarıdan gözüktü. kızcağız, bütün bütün kamburlaşmış, solmuş, değişmiş, yalnız çürük haleleri ortasından bakan bir çift iri şaşı göz, bu kızın namiye olduğuna biraz şehadet edebiliyorlardı. biçare kız, sürüklenir gibi bir dermansızlıkla merdiveni birkaç basamak indi: ah ağabeyciğim! eniniyle kardeşinin boynuna sarıldı. sonra düştü, bayıldı. misafir bulunan birkaç komşu kadın koştular, baygını odaya nakil ile minder üzerine uzattılar. su, limon yetiştirdiler. vücudunu ovuşturarak ayıltmaya uğraşıyorlardı. kenan, süklüm püklüm bir tarafa ilişti. günahkar, dalgın etrafa göz gezdiriyordu. pencerelerin önünde üzeri leh basması makatlı, küçük mavi satrançlı dokuma örtü, bir ot minder, yan tarafında bir erkan şiltesi, orada burada küçük minderler, birkaç hasır iskemle, duvarda yeşil çuha kese içinde asılı enamı şerif, eve bereket getirmek için buğday başaklarından örülme bir müselles, hane halkının nasıl sade, fakirane bir şark hayatıyla yaşadıklarını gösteriyordu. komşu kadınların çoğu ihtiyar ve hepsi başörtülü idi. erkan şiltesi üzerinde oturan şişman, ellilik bir tanesi beyaz, bakır mangalı önüne çekti. irili ufaklı birkaç cezve birden sürdü. elinde yalnız ucu kalmış sigarasını kaşlarını çatarak sıkı sıkıya iki nefes daha çektikten sonra küle gömdü. sonra kenan'a bakarak: merkuziyet: saplanmış, dikilmiş olma makatlı: alçak sedir eh evladım, başın sağ olsun. validen vefat etti. ah yalan dünya. bugün ona ise yarın bize. öteden bir zayıfçası: ah öyle ölüm. darısı dostlar başına. bülbül gibi kelimeişehadet getirerek gitti. teneşirde yıkanırken nur kesildi. hepimiz son hizmetinde bulunduk. helalühoş olsun. dedikodu bilmezdi. kimsenin gönlünü kırmazdı. yirmi sene komşuluk ettik. kendisinden arpa boyu incinmedim. gani gani mevla rahmet eyleye. bir başkası: son zemzem damlasını ağzına ayşe hanım akıttı. çeneciğini de ben bağladım. hoca kamer hanım, başında yasini şerif okudu. helal olsun, her hizmetini eda ettik. can verir iken gözlerinin feri süzüldü süzüldü. hep kadıköyü tarafına bakıyordu. ayşe dedi ki: dikkat ediyor musun? zavallı kadın oğluna hasret gidiyor. kenan bey, sizi çok arattık. bir yerde buldurmak mümkün olmadı ki. ruh teslim ettikten sonra zemzemli ellerimle gözlerini ben yumdum. vakitler erişip gözlerimiz tavana dikilince rabb'im cümlemizin ölümünü asan eyleye. ah aman, can vermesi kolay değil. zavallı zehra! komşucuğum, bizim aramızdan eksilip de kara topraklara mı girdin? mangal başındaki şişman kadın: kardeş ayşe, sen şekerli mi içerdin? hep unuturum. akıl kalmadı ki başta. ayşe: şekerli ama öyle revak gibi değil. biraz da köpüğünü kestir. cemile hanım ismindeki zayıf kadın, başındaki çatkıyı çözüp tekrar bağlayarak: anacığının bir şeyciği yoktu. ecel geldi, baş ağrısı bahane. kadıncağız sapasağlam buradan kalktı, kızıyla beraber bankaya gitti. orada bilmem kaç yüz lirası varmış. bu paraya bir esrar olasan: kolay muş. anlaşılamadı. haydi, kadının tepesinden bir selamünkavlen iniverir. ayağıyla gitti, eve araba içinde yarı ölü bir halde getirdiler. aman istemem. bu kafir para, insana hem dost hem düşman. şeyhlerden kaç defa dinledim. bankaya para yatırmak günah imiş. konu komşu buraya üşüştük. hekimler, hocalar getirttik. kasidei bürdeler, salaten tüncinalar okuttuk. hiçbir şey kar etmedi. seni aratırız aratırız meydanda yoksun. hay allah razı olsun, eliyle benli faika'yı gösterereko aralık işte şu müslüman kadın, bu molla hanım imdadımıza yetişti. ermiş gibi bir hatun. bizim burada sıkıntıda olduğumuz ona ayan olmuş. ah ne mutlu kadıncağız. sapına kadar derviş. gizli odalarda zikirler ettiğini kaç defa duydum. öyle ya! ibadet de mahfi, kabahat de. şeyh efendiden sana bir çift kelam getirmiş. bu derin şeyhler sükutidir. lakırdıyı ya tek söylerler ya çift. ah iki gözüm. ayşe hanım: molla hanım okumaya izinli imiş. şeyh, üç defa ağzına tükürüp kendine nefes vermiş. ama ne keskin nefes hanım. şefika'nın inatçı baş ağrısını bir okuyuşta kesti. anan öldüyse işte onun yerine bu kadını sana allah gönderdi. sakın salıverme. kardeşinle beraber otursun. ikinizi de ana gibi bağrına bastırsın. mübarek hatun. kadın değil, evliya. böylesini nerede bulacaksın? rabb'imin cilvesi. birini aldı, birini verdi. benli faika, bu cenaze evinde şu saf kadınlara karşı bu molla kadın rolünü ne mükemmel oynamıştı. kenan, o namuskar ağızlardan bu kerhane kurdunun sitayişi velayetini işittikçe o hangi tekkeden geldi? ne domuzdur bilseniz! galeyanıyla hakikati bağırmak istiyordu. pek koyu determinist bir feylesof olmakla beraber validesinin vefatı ayinine böyle bir murdarlığın bulaşmış olması, nefsine pek ağır geliyordu. namiye ayıldı. başına yastık dayayarak köşeye oturttular. benli faika, yeşil başörtüsü ve elinde tespihiyle gözler yarı kapalı, bir sükutı dervişaneye gömülmüştü. kahveler mahfi: gizli tevzi edildi. bir tane de molla hanım'a götürdüler. elindeki tespihi göstererek mükeyyifattan olan bu kara suyu içmek günahına katlanamayacağını işaretle anlattı. cemile hanım: molla hanım elinde tespih varken kahve içmez. o, kaba soğan sofusu değil, tam müslüman. lakırdıya da karışmaz. şeyhten bir çift kelam getirdi. bir iki çift de kendi söyledi. işte o kadar. mübarek hatun. kahveler, sigaralarla dimağlar tembih edilirken zihinleri oyalayacak söz lazımdı. ayşe hanım başladı: bu banka keyfiyeti anlaşılamadı. merhume zehra hanım, şekl ü kıbalinde, tıpkı o kıyafette bir kadın mühür, senet ve daha her ne lazımsa hepsini aynı aynına tedarik ederek bankaya gitmiş. zehra hanım benim, demiş. beş yüz tane sarı lirayı oradan kaldırmış. nabedit olmuş. ah, dünyada beceriksiz insanlar bankaya gidip de kendi paralarını bile böyle kolaylıkla kaldıramıyorlar. bu fena insanlardan rabb'ime sığınmalı. yapmayacakları yok hanım. cemile hanım: bu bir hırsız kumpanyası olmalı. zehra hanım'ın kıyafetine giren o kadın tek başına bu işi yapamaz. kim bilir arkasında ne azılı başka erkek hırsızlar vardır. ayşe hanım: kör olup da ilahi, sürüm sürüm sürünsünler! bankalarda bu kadar zenginlerin binlerle liraları yatıyor. başka bir şey bulamayıp da bir zavallı namiye'nin cihazlık parasını mı buldular? cemile hanım: nasılsa bu para kolaylarına gelmiş. son çalışları olsun. zehir zıkkım olsun inşallah! tevzi edilmek: dağıtılmak mükeyyifat: keyif veren maddeler şekl ü kıbal: görünüş nabedit olmak: tüymek, ortadan kaybolmak cihazlık: çeyizlik mangal başındaki: korkma kardeş, bir gün belalarını mutlak bulurlar. rabb'im iyi yapar. sen ona bırak. hiçbir fenalık cezasız kalmaz. bütün kadınların dudakları, melun hırsızların allah'tan cezalarını talep duasıyla mırıldadı. sonra çehreden çehreye istifhamlı ve telinkar nazarlar dolaştı. beş yüz liranın sariklerine yağdırılan bu telinat altında kenan bunaldı. tespihini çeken molla hanım'la göz göze geldiler. vuslat'ın aşığı, kendini valide katili eden bu büyük cinayetinin zihayat şahidi bu yeşil başörtülü ihtiyar fahişe ile karşı karşıya bulunmaktan mevcudiyeti eriyormuş gibi bir azap ateşine düştü. nefretle başını öbür tarafa çevirdi. şimdi gözleri, hemşiresinin yarı baygın enzarıyla telaki etti. bedbaht kızın bakışında öyle yeis derinlikleri gösteren sakit bir serzeniş vardı ki sanki bu telakii enzardan kopan şerare gidip zavallının kalbine saplanmış gibi namiye'ye tekrar baygınlık geldi. kadınlar başına üşüştüler. kız, ölüm rengi alıyor ve hemen gidiyor gibiydi. cemile hanım bağırdı: koş molla hanım, bu zavallıya bir nefes et! imdat allah'tan. gözlerinin karaları kayboldu. molla hanım, yeşil başını ve elinde tespihini mürşidei azam takvasıyla sallaya sallaya baygına yaklaştı. baş ve salavat parmaklarını kızın şakaklarına yapıştırarak fuhuş pasından kalınlaşmış o habis dudaklarıyla okuyup okuyup yarı ölü bu masum bakirin çehrei pakine üflüyordu. bu müellim facia arasındaki bu zühd ü riya komedisi, kenan'ı çıldırmak haline getirdi. hemen boğazına atılarak yeşil başörtüsünü ip gibi burup burup karıyı bunun içinde boğmak arzusu cinnetine zor mukavemet edebiliyordu. benli faika, kenan'ın bu müthiş istikrahını anladı. bin erkeğe iğfal işvekarlığı etmiş o gözlerini bu defa ciddi bir istihza ile süzerek vuslat'ın aşığına baktı ve demek istedi ki: şeyhten getirdiğim bir çift kelam işte budur! sen mi daha günahkarsın, ben mi? sarik: hırsız telaki etmek: buluşmak, karşılaşmak ıX vakitsiz bir zairi leyli vuslat'ın iftirakını takip eden bu ikinci aile felaketi, kenan'ı son derecei ye'sine kadar sarstı. hele o yeşil başlı molla hanım'ın enzarı ithamı önünde yıldırımdan ateş almışa dönerek fesini kaptı, sokağa fırladı. bu ani firardan hayrete düşen kadınların: kız kardeşini bu halde bırakıp da nereye kaçıyorsun? biz burada misafiriz. bundan sonra bu anasız, parasız kıza kim bakacak? yollu suallerine cevap bile vermedi. taşlıktaki kandil, anasının tafsilatı vefatı, banka keyfiyeti, o telinat, molla hanım'ın yeşil başı, namiye'nin can çekişir haldeki enzarı serzenişi. hep bunlar, gözlerini, kulaklarını yakıyordu. bütün bu teellümatı artık ne görmeye ne işitmeye tahammülü kalmamıştı. uzak kaçacaktı, uzak. hiçbir şey işitemeyecek kadar uzak. bu muhiş hatıratı mesafatıyla örtecek kadar uzak. Jimnastik adım gidiyordu. birkaç sokak boyladı. korkunç tesadüf. karşısına bir cemmi gafir, bir kadın cenazesi çıktı. validesini de böyle şal örtülü bir tabutla götürmüşlerdi. kalabalıktan sokağı sökemedi. cemaate yol vermek için duvara yaslandı. herkes telinen kendi yüzüne bakıyor zannediyordu. bu cenaze, zihnini öyle teşviş etti ki tabut içindeki kadının kendi validesi olması gibi bir galatı tahmine kadar vardı. evvelce yalnız vuslat'ın aşkından, hatıralarından kaçmak ister iken şimdi validesinin sebebi mevtini muhtır şeylerle uzaklaşmak istiyordu. fakat cebinde bulunan beş on lira, validesini öldüren para bakiyesinden değil miydi? sönmez, zalim bir sevdanın ateşlerinden ana aguşuna sığınarak teselli bulabilmek ümidinde iken şimdi o aguş, toprakla örtülmüştü. validesinin metfeni nerede idi? bunu bile sormamıştı. mesafat: mesafeler cemmi gafir: büyük insan kalabalığı teşviş: karıştırmak, karmakarışık etmek muhtır: hatıra getiren, hatırlatan bu sirkat cinayetinin fiiliyatı asarından, nişanelerinden onu muhtır şeylerden nereye kaçabilirdi? faili cinayet kendisi idi. ölmeden kendi kendinden kaçabilir miydi? fakat kaçıyor, nereye gittiğini bilmeden koşuyordu. hiç tanımadığı semtlerden, ömründe geçmediği sokaklardan girdi, çıktı. üç saat dolaştı. yoruldu, terledi. müfekkiresini öldürmek, yorgunlukla hassasiyeti uzviyesini bitirmek, rencaver faaliyetten alıkoymak istiyordu. birçok yokuşlar inip çıkmıştı. nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı. kendini balık pazarı'nda buldu. sahile doğru yürüdü. bu sokakların neşrettikleri ağır, keskin şarap, rakı kokusu içmeyenleri bile mest etmeye kafiydi. sahil, hiçbir midenin kabul etmeyeceği kokmuş meyvelerin küfe küfe dökülmesinden su sathı görünmez bir halde, müteharrik, müteaffin vasi bir mezbele deryası kesilmişti. kayıklar su mu kara mı olduğu belirsiz bir pislik üzerinde yüzüyorlardı. geniş, boş, pis bir meyhaneden içeri girdi. kokmuş yumurta, pastırma, çürük kavun, karpuz kokularıyla karışık bir rutubet burnuna doldu. içeride olmamış, olacak, olmuş beş altı manga müşteri vardı. kenan gitti, tezgaha karşı kuytu bir köşeye oturdu. tezgahın mavi boyalı sathında asma dalları, üzüm salkımları arasında şarap ilahı ve bütün sarhoşların piri baküs, boylu boyunca durarak mesti nigahıyla, halka halka etrafına dolmuş meyperesti tarikatına salik ihvanını seyrediyordu. oraya tarihi tersiminden beri hiç yıkanmamış bu yağlı, kirli harabati baküs, hamrın müptelalarınca mutasavver ulviyetinden ziyade süfliyetine bir remz gibi duruyor, şaraptan değil, oradaki taaffünattan sarhoş olmuşa benziyordu. baküs: eski yunan şarap tanrısı tarihi tersim: resmedildiği tarih harabati: içki düşkünü, meyhane müdavimi hamr: şarap mutasavver: tasavvur edilen remz: sembol taaffünat: pis kokular ne içeceğini sormak için yağlı saçları taralı, lacivert gömleğinin kolları sıvalı miço geldi. müşterinin pek yakınında durdu. kenan, bu seyyar süprüntü küfesini eliyle iterek: burnuma sokulma, azıcık ötede dur. dedi. ne içeceksiniz? iyi kayık düzünüz var mı? aylası. bilirim, alası da o, ednası da. haydi getir. biraz sonra miço elinde hangi nev maden olduğu belli olmayan bir tepsi ile geldi. dipleri ikişer üçer parmak kalınlığında bardak, kadeh, şişeyi masanın üstüne koydu. ufak ufak tabaklarda birçok mezeler dizdi. küçük çinko çatalı temizlemek için omzundaki murdar beze silip büsbütün kirlettikten sonra bir tabağa dayadı. garson çekildi. kenan, rakıyı kokladı. mezelere baktı. bir iki damla yağ, sirke bulaşığı içine uzanmış bir cılız sardalye, iki tane gümüş balığı tavası, fasulye pilakisi, yeşil zeytin. bunlar bayat, taze karışıktı. kadehi doldurdu. susuz çekti. mezelerden yemek için evvela tereddüt etti. sonra kendi kendine şöyle düşündü: bu mezeler her gün burada tabak tabak yeniyor. murdarlıktan kimsenin zehirlendiği yok. beni zehirler ise daha ala. ufak doğranmış ekmek parçalarını tabaklara batırarak mezelerden çimlendi. çok saatlerden beri açtı. açlığını biliyordu. birkaç kadeh daha attı. yorgunlukla sekr mukaddimesi birleşti. başını duvara dayadı. sızar gibi oldu. gittikçe müşterisi artan meyhane, muhtelif insanlardan ve üst perdelerden sözlerle doldu. kavgamsı, kızgın muhavereler de vardı. dinleyen belli değildi. herkes söylüyor, mestane kahkahalar dalgalanıyor, bu gürültüye falso şarkı mırıltıları da karışıyordu. bu havra içinde kenan gözlerini açtı. ne kadar müddet sızdığını bilmiyordu. fakat uyandığı zaman meyhaneyi hemen simsiyah kararmış buldu. o aralık lambalar yakıldı. içeriye yayılan gaz ay dınlığı tavana doğru yükselen sigara dumanı bulutlarını tenvir etti. mahallin pisliğinden kirlenmiş gibi ziya, donuk bir renk aldı. bu insan ahırını tavsife seza neşegahda meyhaneyi kokutan müşteriler miydi, müşterileri kokutan meyhane miydi, anlaşılamıyordu. kenan, garsonu çağırdı. bir şişe daha ısmarladı. mezeler tazelendi. kenan, kendi kendine: deminki mezeleri yedim. henüz tesemmüm alaimi zuhur etmedi. bakalım bunları da ziftleneyim ne olacak?. dedi. bir kadeh yuvarladı. rakı beynini sarmaya başladı. o şimdiye kadar en temiz birahanelerden başka yerde işret etmemişti. o gün bu pisliğe hissiyatını gömmek, bu kokular içinde boğulmak, bir de hiçbir aşinaya tesadüf etmemek kendince bir meçhuliyeti yaşamak için muhitini değiştirmişti. etrafına bakındı. bir hasbihali deruni olarak: acaba kadim şuaramızın alemi ab diye en parlak, en ruhnevaz, en latif, en perestişkar kelimeler ibzalinde müsabık göründükleri, menbaı sünuhat bildikleri, bütün füyuzatı şi'riyelerini dalıp karından çıkardıkları, nazm u zarafet dünyası bu alem midir? bu meygedenin ab u hevası bana hiç hoş gelmedi ama ne yaparsın?. dedi. dirseğini masaya, başını eline dayayarak daldı. işret, hissiyatını söndürmüyor, uyutmuyor, bilakis enzarı azab u emanı önünde birkaç yüz defa büyülten adeselerle, pertavsızlarla tahammül fevkinde birer cesameti müellimeye vardırıyordu. sahai ıztırabı istanbul'dan mısır'a kadar bipayandı. dalıyor, nazarı tahassürü denizin mavi ufuklarından atlaya atlaya mısır'ı buluyor, oranın daha parlak güneşiyle gözleri kamaşıyor, sonra kagir bir mısır evinin müzeyyen hücrei visalinde altın saçlı, gül çehreli vuslat'ını zengin, genç mısırlının esmer kolları arasında adese: mercek pertavsız: büyüteç kagir: taş veya tuğladan yapılmış uyumuş görüyor, rakibinin koyu dudakları o musaffa pembe sine üzerinde ateşin buselerle gezdirirken: bırak menhus herif! o sanemi sevda benimdir. sen onu para kuvvetiyle zapt ettin. vücudu sende fakat hala gönlü bendedir! tazallümi nevmidisiyle haykırmak istiyordu. sekr tesiriyle aklen hiffet peyda etmiş, bir hiç için gülen, ağlayan, neşelenen, hiddet eden bu sarhoş yığını içinde kenan'ın sıkıntıdan yine asabı gürlemeye, can çekişir gibi gözleri süzülmeye başladı. elemli nazarını oradan oraya ağır ağır dolaştırır iken duvarda bir levha gördü. bu, kolları arasında beyaz bir güvercin tutan melul bir kadın resmi idi. mecmuı heyeti siması, hele iri, siyah, durgun gözleri o kadar ragıbe'ye benziyordu ki kenan, kendinin o muhtazarane ızdırabını, bulunduğu pis meyhanedeki sefaletini, mutallakası duvardan seyrediyormuş gibi birden tevahhuş ederek mırıldadı: oh, işte bu eksikti! annemin mezardan nereye gitsem beni takip eden o pürlevm ü teşni gözlerine, hemşiremin beynimde fotografisi intiba eden o serzenişli enzarı müessirine şimdi bir de bunlar inzimam etti. ben bu gözlerden nereye kaçayım? bana ahretten de bakıyorlar, dünyadan da. bu iki alemden hariç bir üçüncü cihanı halas var mı? kadehini doldurdu. duvardan müteveccih bu bir çift gözün ziruha benzeyen dikkati nafizi karşısında içti. şimdi meşguliyeti bu oldu. gözlerini levhadan ayırmıyor, iftiraklarından sonra ragıbe'de ne gibi tahavvülatı hissiye vukua geldiğini, elemi tahassürün zavallı kadında husule getirdiği asarı tahribi onun müşabihi bu cansız çehrede tetkike uğraşıyordu. baktı baktı: of, dedi, bu ne garip tesadüf! o kolundaki güvercin, masumiyetine, mazlumiyetine işaret. bu akşam şu tesadüfte benim için ya büyük bir saadet veya şeamet var. ragıbe, bana karşı gözlerinde telin, teşni eseri yok. yalnız derin derin hüzün ve melal var. bilirim, musaffa: duru intiba etmek: basılmak inzimam etmek: eklenmek beni hala seversin. devanapezir bir aşk ile seversin. o bulunduğun son mecnunane hareket, bana olan fartı muhabbetin sevkiyle idi. mazursun. bir kadeh daha yuvarladı. levhaya hitaplarında devam etti: gözlerindeki melal, bendeki yeisi çekiyor, parçalıyor, massediyor. o binihaye şefkatin gönlümü bir nurı ümid ü halas gibi kaplıyor. beni mezardan bakan gözlerden, mısır'dan yağan ateşlerden kurtaracaksın değil mi? heybeli'deki balkonunda, gece her tarafın kırlarla hemrenk, hemsükut olduğunu, bütün hayatın siyah bir uçurumun aguşı vahşetinde susup bayılmış göründüğü saatlerde sen zulmetlere matuf, mütehassir gözlerinle hep beni arar, hayalimle müşafehe edersin. bekle, geliyorum. işte bu gece, sen hayalime intizarda iken beni, sevgili kenan'ını kollarının arasında bulacaksın. işret, bu determinist feylesofun hasta kafasında birdenbire garip bir tesir peyda etti. sanki evvelki aşkları, tevahhuşları, elemleri, endişeleri hemen zevale dönerek karşısındaki füsunkar levhanın sihriyle kalbinde birden bir ragıbe parladı. sadrında nurdan ümit, halas, saadet şelaleleri kaynaşmaya başladı. içi içine sığmaz gibi oldu. kendinde o kadar büyük bir inbisat duyuyordu. ragıbe ile izdivaçlarına mukaddime olan muaşakalarını ve bakir bir ergenlik hayalatının hakikate inkılap ettiği o tatlı anları, birbirinin derdi sevdasıyla uykusuz geçmiş olan geceleri, o leziz helecanları bir bir tahattur etti. şimdi, kendi için bir darü'leman kalmıştı, o da ragıbe idi. böyle anasız babasız, parasız, memuriyetsiz, mesleksiz, yaransız, yarsiz, yuvasız ragıbe'nin şefkati sevdasına sığınmaktan gayrı bir suretle yaşamak kenan için nasıl kabil olabilecekti? devanapezir: çaresi olmayan massetmek: emmek, içine çekmek matu yönelen müşafehe etmek: konuşmak, söyleşmek inbisat: ferahlama, açılma bir tane daha attı. hezeyanı mestisinde devam etti: ragıbe, sevgili karıcığım. cennetin gılmanları sana va'di izdivacla arzı perestiş etseler bilirim, istemez, şiddetle reddedersin. gönlün bana nezrolunmuştur. diğer erkeklere ebediyen kapalıdır. sen beni ıslah için o galeyanlarla talaka atıldın. beniisrail kavminin arzı mevudu gibi sen de benim salahıma intizaren yaşıyor, yalnız geçirdiğin leyali iştiyakında mecnun hikayesindeki leyla'nın kamer ile muhaveresini tanziren sen de aylardan, yıldızlardan hep beni soruyor, rüzgarlardan buyi ümid almaya uğraşıyor, bulutlardan avdetime dair işaret bekliyorsun. sen nasıl derdi aşkımla tesliyetsiz, devasız kaldınsa işte ben de şimdi biaramım. bu gece aç aguşunu, bekle beni. esatirin bulutlardan inen sevda perileri gibi uçarak balkonuna konacağım, sonra firaşı samimiyetine, evet, koynuna, sonra kalbinin en derin, en sıcak cevfine kadar gireceğim. seni ısıtacağım. şu dakikadaki emelim, ahdi hayatım işte budur. kenan, bu ahdinin icrasına tezgahtaki baküs'ü kefil ve bütün meyhanedeki sarhoşları şahit tuttuktan sonra şimdi balık pazarı'ndan heybeli'ye kadar esatiri bir perii aşk süratiyle uçabilmek için kanatlanmanın çaresini düşünmeye başladı. çünkü saate baktı, alaturka bir buçuğu geçmişti. artık adalar'a vapur yoktu. işret, herkesin dimağında nev nev tecelliyatı garibe gösterir: cühelayı alim eder, humekayı şair; pestpayeleri vezir, bazılarını rezil. kenan, o akşam içki kuvvetiyle heybeli'ye uçmak için esatir perisi, zümrüdüanka veya bir tayyare olabilir yahut ki bir sevda uçurtması gibi sarayburnu'nun en havadar bir noktasından kendini kapıp salıvermek cüretine kadar varırdı. fakat kadehlerin adetleri henüz bu mucizei tayeranı büsbütün tahtı imkanda gösterecek bir miktarı bulmadı. sekiz on kadeh daha içerse belki meyhane peykesi gılman: cennette hizmet eden delikanlılar nezrolunmak: adanmak arzı mevud: vadedilmiş toprak tanziren: benzeterek, örnek alarak cev boşluk, üzerinde sızarak cismi sakili orada naim iken ruhı hafifi semalarda uçabilirdi. şöyle bir kımıldanmak istedi. uçmak değil, yürümeye kendinde iktidar bulamadı. başı, vücudu çok ağırlaşmıştı. sol gözünü kapadı. sağıyla başkalarınca meri bir panorama seyreder gibi meyhanenin derinliğine doğru baktı baktı. evvela başını, sonra ensesini kaşıdı. düşünüyordu. nihayet halli müşkil etti. telaşla miço'yu çağırdı. oğlan geldi. yine burnuna sokuldu. kenan, mestane eda ile: biraz alarga dur. tanzifat arabası gibi kokuyorsun. şimdi beynimdekilerden evvel bana midemdekileri çıkartırsın. miço biraz münfailane çekildi. kenan devam etti: buradaki müşterilerin içinde tanıdığın sandalcılar var mı? garson, cüzi bir tefekkürden sonra: var. haydi bana çağır. miço gitti. kalabalığın içine daldı. iri yarı bir müşterinin kulağına doğru eğilerek bir şey söyledi. herif başını çevirdi. oğlanın kenan'ı işareten uzattığı parmağın ucundan devam eden hattı mevhumu takiben baktı. delikanlıyı gördü. sonra ağır ağır yerinden kalktı. kenan'ın yanına geldi. o sıcakta arkasında çapraz önlü deve tüyü aba camadanı içinde biraz kambur duran iri vücudu ile kenan'ın önünde durdu. dirseğini lüzumundan fazla dışarıya çıkararak parmakları birbirinden yelpaze gibi açık duran geniş nasırlı eliyle cakalıca bir selam verdi. delikanlının işareti üzerine karşısına oturdu. kenan, sandalcıya bir kadeh rakı ısmarladıktan sonra: arkadaş, sandalın var mı? var. şurada yalı önünde. kız gibi yatıyor. gitmek istediğim yer uzak. meri: görülebilen tanzifat: çöp toplama hattı mevhum: hayali çizgi sandalcı abusane bir tebessümle sıkıca da elindeki sigarayı çektikten sonra kalın bir sesle cevap verdi: ne kadar uzak olursa olsun. izmit'e, mudanya'ya giderim. sandal kotra gibidir. yelken açtın mı kuş gibi uçar. hah işte ben de kuş gibi uçmak istiyorum. nereye gideceksiniz? heybeli'ye. peki. şimdi saat ikiye geliyor. kaç saatte gidersin? havası bilir. yok, pek havaya bırakma. iki çifte isterim. zaten çifteyiz. sabaha karşı oraya varmak planıma muvafık gelmez. erken gitmeliyim. merak etmeyiniz. dört buçuk, nihayet beşte sizi atmaz isem para vermeyiniz. pazarlığı dört mecidiyeye kesiştiler. meyhanenin hesabı görüldü. kenan, bade kerametiyle kanat, kuyruk peyda edemediyse de şimdi sandalın beyaz kanadıyla marmara'nın köpüklü dalgaları üzerinden sekerek semti maşukasına uçacaktı. sandala bindiler. istanbul'da müddeti medide ikametten artık şehrileşmiş iki tüvana laz, küreklere yapıştılar. şiddetli bir meltem poyrazı esiyordu. sarayburnu açıklarına gelince yelken açtılar. terbii evvel ile bedir arasında bulunan kamer, sanki bin parça olarak koyu dalgalar üzerine semadan palet palet kaynaşan, fıkırdaşan akisler yağdırıyor, asumani bir projektör gibi sandalın güzergahında nurani bir hadde açıyordu. abusane: somurtkanca, çatık, asık suratla tüvana: güçlü, kuvvetli, dinç terbii evvel: ilk dördün sandal, bordasına çarpan ay kırıklarını denize iade ederek, bazılarını çiğneyip ezerek kanadı üzerine yatmış bir martı suretiyle köpükler üzerinden uçuyordu. rüzgarın iniltisi, dalgaların fışırtısına karışarak büyük fanusı tabiatın serptiği nurlar altında her an birbirinin aguşuna atılan gök ile zemin medit bir müşafehei aşıkaneye girişmişler gibiydi. biri nalan, öteki cuşandı. kenan, mısır yolunu ve istanbul surları haricindeki siyah serviler altından kefenini açarak tabutunun arasından bakan validesinin enzarı telinini görmemek için arkasını garba dönmüş, gözlerini şarkı cenubide uzaktan müphem karaltılar eşkalinde beliren adalar'a dikmişti. determinizm felsefesinin şeametiyle cehenneme dönen hayatı hazırası ragıbe'nin cavidanı sevdasıyla derhal cinani bir saadet iktisap ediverecekti. sandal ilerleyip de ada karaltıları, müphemiyetlerini zayi ettikçe kenan, heybeli'deki haneyi, balkonu, orada ye'si intizarıyla gözlerini denizlere dikmiş ragıbe'yi görmeye uğraşıyordu. rüzgar, kenan'ın sarhoşluğunu dağıttı. denizin serinliği, kalbindeki elem ateşlerini söndürür gibi hissiyatına bir mülayemet veriyordu. bazen hava, patlatacak gibi yelkeni doldurup küpeşteden içeri sular hücum ediverecek zannolunan bir şiddetle sandalı yan üstü yatırdığı vakit, kenan denizin siyah derinliğine doğru ve şakuli bir nazarı endişe ile bakıyor, ruhunu amakına cezbeden bu karanlık uçurumdan ürkerek hafif bir raşei havf ile öbür tarafa çekiliyor, bazen bir tepecikten ötekine atlayan hafif bir ceylan gibi, sandal bir dalgadan öbürüne baş vuran bir uçurtma tayeranıyla sektikçe yüreği de beraber hopluyordu. rüzgar, dalgalar böyle büyük bir hoplama ile kendini ragıbe'nin balkonuna atamazlar mıydı? kınalı'yı geçtiler. sağda, siyah samit bir seyirci gibi duran burgaz ile heybeli'nin arasına sıkışmış yavru adacık, sırtını mehtaba vermiş cesim bir kaplumbağa sükunuyla uyuyordu. heybeli'nin değirmen burnu'na yaklaştılar. iki tarafına latif kavisler çizerek borda: geminin yan tarafı mülayemet: yumuşaklık şakuli: dikey olarak deve boynu gibi denize uzanan burnun üzerinde, eski yel değirmeninden bakiye taştan örülmüş bir üstüvane, gecenin sükununu dinleyen bir nöbetçi kulübesini andırır esrarengiz bir şekilde etrafa bakıyordu. hangi adadan geldiği belli olmayan birkaç cevaplı havlama etrafta akisler yaparak denizin dalgalarıyla beraber yuvarlanıp giderek küçülen bir nakusı leyli gibi temevvücatı havaiye içinde uzaklara yayılarak söndü. kenan, kimseye görünmemek için tenhalığından en emin bulunduğu tersane iskelesine çıkacaktı. sandalcılar yelkeni topladılar, kürekleri aldılar. burası değirmen burnu'nun poyraz dalgalarına karşı sol taraftan himaye ettiği behişti bir koycağız idi. biraz ötede çırpınan deniz, burada bir nermin kavis içine sığınarak bütün civar menazırını sinesine çeken rakit bir ayna parçası olmuştu. semtü'rre'sinden zevale dönmüş kamer, bu durgun sular üzerine arkası üstü bitap serpilmiş yatıyor; sahilin iri çamları asıllar ile akisler karşı karşıya bir hamuşii mehib içinde birbirlerine bakıyorlardı. çamlar ile gölgeler arasına kamerin serptiği hazin ziyalardan mütehassıl, ortalıktaki püresrar mübhemiyeti latifede, gecenin eşbaha verdiği nim memnuniyet içindeki tabiatın bu halavetler uykusunda ne müessir bir şiir, sanatkarı ezelin ne efsunkar bir ahengi dehası vardı. karaların bu naimiyeti üzerine denizlerden hafif bir ninni teranesi esiyor, biraz ötede dalgalar beşik sallayan daye ıttırat ve mahmurluğuyla fışırdıyordu. tabiatın bu şiiriyetine, cezirenin bu güzelliğine kenan o zamana kadar hiç dikkat etmemişti. sandal, yıkık bir duvar parçası gibi kalmış tersane iskelesine yanaştı. saat henüz beş yoktu. vakti muayyenden evvel gelinmiş olduğu için kenan sandalcılara maabahşiş ücreti tediye etti. senakusı leyli: gece çanı nermin: yumuşak semtü'rre'. başucu, yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiği doğrultunun gökyüzüne doğru olan yönü daye: dadı ıttırat: ahenk, düzenlilik maabahşiş: bahşişle birlikte lamlaşarak karaya çıktı. yokuşa yürüdü. etrafta ne bir ziruh ne bir çıt vardı. biraz daha yürüdükten sonra yalnız semti vürudu namalum bir iki avave, delikanlıyı istikbal etti. maneviyetle bidari arasındaki bu hazin alemi şi'rden kenan, çam gölgelerini çiğneyerek yolunda devam ediyordu. gölgeli ziyalar, bu sükut, bu vahdet, cezirenin cesim bir kabristanı andıran hüznü, kalbine hafif bir lerzişi tevahhuş getirdi. arkasına döndü, denize baktı. kendini bırakan sandalın büyük bir kelebek gibi sular üzerinde beyaz kanadı titrediğini gördü. yürüdü. yokuşu yarıladı. gide gide ormanın kesafeti artıp kendisi daha gölgelere karıştıkça etraf heyulai bir manzara alıyordu. bu çam altları ne kadar aşıkane fısıltılara mahrem olmuş, buralarda kemanlar müessir nalişlerle gülmüş, ağlamış, mandolinlerin telleri yanık nağmelerle titremiş, sevda hıçkırıklarıyla ne göğüsler inlemiş, ne mesudane visaller, ne acıklı intiharlar olmuştu. fakat şimdi kimse yoktu. bir kenan, bir orman. sevdazede genç gönüllere cennet veya cehennem sahneleri olmuş bu tabiat dekoru içinde o nalelerin, feryatların, ruhefza buselerin akislerini bulmak için etrafı dinledi. ses yoktu. şimdi burası bütün o esrarı yutan bir mezarı sükuttu. biraz daha yürüdü. çamlar arasında rum ticaret mektebinin mehtaba makes olmuş beyaz duvarlarını gördü. sola saptı. halki palas'ın önünden uzanan alçak, beyaz duvarın köşesine kadar çıktı. cadde, çamlıkla evler arasına uzanmış, mehtabın hafif ziyası altında uyuyordu. şimdi kendinden başka yolcusu olmayan bu caddeyi tutturdu. yolun iki tarafındaki samit ağaçlarda her şeyi görüp dinlemeye nasbı nazar u guş etmiş birer mütecessis hali vardı. gidiyordu. birdenbire bir merkep anırtısı galiz, şekvai bir sitem gibi tabiatın bu sükuti şairanesini yırttı. avave: havlama istikbal etmek: karşılamak heyulai: ürkütücü şimdi çarkçı mektebi. makes: yansıma yeri, akis yeri şiddet ve gılzeti ibtidaiyesi gide gide incelerek uzadı uzadı uzadı. etrafta ukusi mükerrere peyda ede ede söndü. kenan, kendi kendine: nazik hayvan, bu merhaba, bu hoşamedi bana mı? dedi. yürürken yine şöyle düşündü: eşşeoğlu, tarzı beyanın pek muğlak. bu bir istikbal midir, istiskal midir, anlaşılamıyor. hakkımda bunu fali hayr mı addedeyim, yoksa bir şeamet mi? adam sen de. düşündüğüm şeye bak. eşek anırmasından da tefeül edilmez ya! benim geldiğimden onun haberi bile yok. zavallı hayvan. belki o da sevgilisine nalekarlık ediyor. bülbül gibi dem çekecek değil ya! böyle mırıldayarak yolunda devam etti. iki yandan birkaç sokak başı geçtikten sonra sağ tarafa yükselen bir yokuş önünde durdu. ragıbe hanım'ın hanesi, tepede yeşillikler içinde, cesim bir kuş yuvası vazı şairanesiyle gözüktü. gözünü bu yuvaya dikerek yokuşa saldırdı. gittikçe sokağın meyli dikleşiyor, kaldırımlı bir merdiven halini alıyordu. tırmandı tırmandı. haneyi alargadan tarassuda müsait bir mevki intihabıyla durdu. mehtap arkaya dönmüş, evin cephesini gölgeye gömmüştü. yeşil panjurları hep kapalı hane, derin bir sükut içinde uyuyordu. yalnız üst kattaki balkon kapısının iki kanadı açıktı. burası ragıbe'nin yatak odasıydı. içeriden gayet rakik, pembe bir ziya balkona taşıyordu. kenan'ın nabız darebanları arttı. elini kalbi üzerine götürdü: oh, ragıbe odasında uyuyor. dedi. evin bahçe kapısına gitti. kapının üstünde çıngırak olduğunu, kanat itilince çıngırdayacağını bildiğinden gürültü çıkarmamak için demir kapının çubukları arasına bastı. yukarı tırmandı. duvara çıktı. oradaki alçak parmaklıktan atladı. sessizce bahçeye girdi. dik bahçeyi boyuna yürüdü. her tarafını dikkatle dinledikten sonra bodrum katına iki kol gibi sarılmış çifte taş merdivenin birinden çıktı. orta ukusi mükerrere: tekrarlayan yankılar hoşamedi: hoş geldin deme tefeül etmek: fal tutmak, anlam çıkarmak kat balkonunu tutan kalın demir ayaklardan birine sarıldı. beyaz gül, mor salkım dalları arasından tutuna tutuna bir cambaz gibi orta kat balkonunu buldu. aynı suud ameliyesiyle üst kata tırmandı. ragıbe'nin balkonuna atladı. dört tarafını çiçekli yeşillikler bürümüş balkonda karşı karşıya iki hasır koltuklu ve orta yerde müdevver, ufak bir demir masa duruyordu. büyük bir ihtiyatla başını açık kapının kenarından uzattı, içeri baktı. konsolun üzerinde ufak, pembe karpuz altında gece kandili yanıyor, etrafına hafif bir şafak nuru saçıyordu. içerinin tarzı tefrişi bütün bütün değişmiş, evvelki gül kurusu yatak takımı şimdi ateşi ala tahavvül etmiş, odanın tertibatında eski hatırayı uyandıracak hiçbir şey bırakılmamış, yatağın yeri bile tebdil edilmişti. kenan, olanca dikkati nafizesiyle gözlerini tül cibinliğin arasından döşeğe dikti. nazarına çarpan dehşete inanamayarak canfersa bir helecanla gözlerini ovuşturdu. kuvvei basırasını titreye titreye tazife uğraşarak bir daha, bir daha baktı. evet. gördüğü şey rüya değil, hayal değil, hakikatti. pek mahuf bir hakikat. karyolada iki kişi yatıyordu. acaba ragıbe bu haneden çıkmış da başka bir kiracı mı taşınmıştı? helecandan kalbi dağılıyor, beyni eziliyor gibi oluyordu. yeisten, meraktan cüreti arttı. ağır ağır odanın ortasından yürüdü. karyolanın önünde durdu. pek yakından baktı. yatakta birbirine karışmış dört kol, sine sineye gelmiş iki vücut, huzuzatı muhabbetin maddiyetinden şimdi maneviyetine intikal etmiş, hala dudaklarında lezaizi sevda tebessümü duran biri erkek, diğeri kadın iki baş mışıl mışıl uyuyorlardı. kadına baktı, mutallakasını tanıdı. ragıbe'nin iri gözlerini haleleyen sık kirpikleri uyku halinde daha uzun, daha sayeendaz görünüyor, siyah, gümrah, çözük saçlarından bir kısmı koynundaki genç erkeğin alnına serpilmiş, bir kısmı kendi çıplak, beyaz göğsü, kolları üzesuud: yukarıya çıkma, yükselme tazi artırma mahu korkunç gümrah: yolunu kaybetmiş, dağınık rine dağılmıştı. erkek, sarı saçları alabros kesilmiş, ince bıyıklı, levendendam bir gençti. ragıbe'ye doğru iştiyakla uzanmış gibi aralık duran ağzında, hala aldığı buselere kanamamış ebedi bir niyazkarlık vazı vardı. kenan'ın beyninde alevler püsküren mısır yolu yangınına, validesinin ahiretten bakan pürlevm gözlerine, şimdi bir de bu basırasuz manzara inzimam etti. kendinin bir penahı hayat olarak atılmaya geldiği aguşta işte bir yabancı yatıyordu. şimdi ne yapacağını tayin edemedi. kararsızlıktan, fartı ye'sten karıncalanan beynini başının üstünden kaşımaya başladı. dizleri titriyor, ayakta duramıyordu. duvara dayandı. ilk düşüncesi şu oldu: ah hain ragıbe bildiğim gibi bana sadık değilmiş. zamparasıyla yatıyor. mevki vahim ve pek nazikti. döşektekiler uyanırlarsa ne olacaktı? kenan, artık selameti muhakemeden, isabeti tefekkürden kalmış zihniyle düşüncesinde devam etti: ben bu evde meşruiyeti bir müddet münkatı olup şimdi yine teceddüt etmek üzere bulunan bir zevcim. öteki ise ırz düşmanı, haif bir zamparadır. ben ondan ne korkarım? o benden korksun! yine döşeğe yaklaştı. bu defa zamparanın dudaklarını karısının gerdanına yapışmış buldu. bu yabancıyı boğmak için hemen atılmak arzuyı akuruna düştü. yatağın başında tereddüt ateşleriyle yandı. zangır zangır titredi titredi. o raşeler içinde düşündü. hissiyatına hakim olarak medeni bir erkeğe yaraşır surette faslı mesele etmeyi daha muvafık buldu. zamparanın sevda günahını af ile oradan defedecek, sonra onun yerine ragıbe'nin koynuna kendi girecekti. gece yarısı evin içini helecana vermeksizin yataktakileri sessizce nasıl uyandırmak lazım geleceğini düşünüyor iken orta yerde çiçekli kadife örtülü masanın üzerinde birçok kitap ve bir de alabros: fırça gibi dik ve kısa münkatı olmak: kesilmek hai korkak mektup zarfı gördü. ani bir merak sevkiyle elini uzattı. zarfı aldı. kandilin pembe ziyasına tutarak üzerini okudu. adresi şöyle idi: heybeli'demüdürü ömer numan beyefendi'nin zevcei muhteremeleri ragıbe hanımefendi'ye takdim. yazı pek okunaklı, ibare vazıh ve muhtasar idi. bu birkaç sözün meali müdhişi kenan'ın beynine cehennem alevi acısıyla yayıldı. kesreti kıraatine, maanii kelimatı tağyir kabil olacakmış gibi bir belahetle bu kısa satırları tekrar tekrar, belki on defa okudu. her okuyuşunda hakikati meal değişmiyor, daha ziyade kuvvet ve katiyet alıyordu. demek ragıbe'nin koynunda yatan, genç zamparası değil, zevci meşruu imiş. kenan'ın dimağında tutuşan nevmidi, kıskanç ve hüsran ateşi tahammül olunmaz, öldürücü bir şiddet ve sarsıntı ile tekmil vücuduna istila etti. bu son felaket, şimdiye kadar tevali eden darbelerin en müthişiydi. hayatının bu son ümit kapısını da mesdut bulunca kalbi yanarken beşeresini soğuk bir ter kapladı. lerzan, hirasan, valih yine çekildi. düşmemek için duvara dayandı. sefil hayatı maziyesini, kendine siyah aguşunu açan mesaibi müstakbelesini zihninden icmale uğraşıyordu. mazisi sanki tebdili mana ve mahiyet ederek müstakbelinde yaşayacak, ölmez, zeval bulmaz, sırnaşık bir dehşet almıştı. mazisinden kaçamıyor; müstakbeline, bu muzlim, ka'rı nayab kuyuya kaldırdığı adımını atamıyordu. hasir, haif gözlerini karşıya dikti. aynalı dolabın mukabilinde bulunduğunu gördü. aynanın sathı mücellasına dikilmiş, kandilin pembe ziyasıyla beraber titreyen bir insan kendine bakıyordu. kalıpsız bir fes, on beş gündür ustura görmemiş iki parmak sakal, yabani ot gibi kulaklarını bürümüş darmadağınık saçlar, kirli, çarpık bir yakalık, düğümü göğsüne inmiş buruşuk bir boyun bağı, lekeler içinde bir ceket, dizleri çıkık, tozlu bir pantolon. irin rengi almış, yanakları fırlak, zayıf, iğrenç, kirli bir sima, çukurlara gömülmüş, ölgün, menbai alam, şeametnisar bir çift göz. bu sefil kimdi? kenan'ın şekli makesi mi? vuslat'ın firarından beri bu mesdut: kapalı valih: şaşırmış, hayret içinde kalmış ka'rı nayab: dibi bulunamayan, çok derin kuyu bedbaht, kendini böyle dikkatle, boylu boyunca, hiç aynada görmemişti. ne hale girmişti ya rabb'im, ne hale. kendi kendini tanıyamadı. yataktakiler uyanırlarsa mefruşatı kibar, temiz ve muntazam odadaki bu serserinin huzuru nasıl tefsir olunabilirdi? hırsız zannolunacağına hiç şüphe yoktu. ben, bu hanenin eski damadı kenan'ım hakikatiyle bin feryat etse yüz şahit ve nakabili cerh vesaik, kendini en ziyade rüyetle meluf en samimi nazarlar bile bu çirkin, müstekreh pejmürdenin eski şık, güzel kenan olduğunu tasdikte tereddütten kurtulamayacaklardı. zavallı o kadar bozulup değişmişti. bu zilletini, sefaletini, nikbetini ragıbe'ye göstermekte, bahusus o hanede kendi eski mevkii mukbilini şimdi işgal eden rakibi, ömer numan'a teşhir etmekte ne haz ne mana vardı. oraya bir sarik gibi balkonlardan tırmanıp nasıl girmiş ise yine öyle çıkıp gitmek en muvafık bir hareket olacaktı. fakat zamanı zevciyetinde sıkılarak aylarca gelmek istemediği bu odayı şimdi terk edemiyordu. sanki teellümatını tezyit ile şiddeti ye'sten boğulup orada kalmak arzusuyla gözlerini her tarafa dolaştırır iken duvarda bir fotografi agrandismanı gördü. ragıbe, ömer numan, zevç zevce, müfrit bir bahçede el ele vermiş ayakta duruyorlardı. çehrelerinde öyle bir inbisatı mesudane, gözlerinde öyle derin bir memnuniyeti hayat, vazlarında öyle bir kaynaşma, muvaneseti ruhiye ve zevciye var idi ki sanki o mukavva üzerindeki cansız dudaklar, izdivaçlarını tebcilen bahtiyarız neşesiyle haykırıyorlar ve bütün lisanı halleriyle kenan'. behey determinizm budalası. intibah gözlerini aç da bak. mesut bir çift nasıl olurmuş, işte gör. bedbin feylesofların saadeti beşeriyeyi inkar vadisindeki safsatalarına kapılanlar, işte ondan böyle senin gibi mahrum kalırlar. hayatta mesudiyetin, bedbahtinin amilleri nedir? ne gibi fazail ile birinin iktisabı, öbürünün defi kabil olabilir? sen determinizmin kuzalite kanunları içinde mefruşat: döşemelik eşya müstekreh: tiksinilecek nitelikte olan, iğrenç müfrit: büyük, geniş kuzalite causalite. nedensellik boğulmaya mahkum, acemi bir şinaver gibi kulaç atar iken mesudiyet' ve bedbahti' kelimelerinin en sade manalarını bile anlayamamıştın. çünkü sen saadeti senelerle fahişelerin koyunlarında aradın. öyle mübarek bir şeyi o levs içine sokmaya uğraştığın için kelimenin kutsiyeti seni çarptı. tabiatta defi müşkül birtakım esbabı mübrime var ise de alelekser kendini mesut veya bedbaht eden, yine insanın kendisidir. huzur vicdanla yaşayan bir deni, vicdanından muzdarip bir fazılı hakiki gösteremezsin, saadet güzel metresle, sırf servetle kabili iktisab değildir. servet, arızidir. geldiği gibi gidebilir. getirdiği saadeti de beraber alıp götürür. saadeti hakikiye öyle fazail ile kazanılabilir ki bu faziletlerin verdikleri mesudiyet ebediyyü'ddevamdır. mezarda bile sahibini terk etmez. işte bunun için beşeriyette mesudiyeti hakikiye müstahakları enderdir. işte onun için çokları böyle senin gibi onun vücudunu inkar ederler. maahaza yine bunun hayali arkasında koşmadan kalmayarak saadet zannıyla felaketlere sarılırlar. artık mütenebbih ol. seni valide katili, sarik, namussuz, böyle sefil ettikten sonra mısır'a kaçan metresinin arkasından artık ah u zarı kes. onun şimdiki muaşıkı delikanlıyı kıskanma. ona acı. çünkü onu da aynen senin haline sokmak için kendi hayatına teşrik etti. senin de içinde mesut bey namıyla yaşadığın kadıköyü'nde bir hanen var idi. orada da böyle bir fotografi asılıydı. o levhadaki rezaletle bundaki nezahete bak, ibret al. bu aralık döşekte bir depreşme oldu. kenan, görünmemek için hemen ortadaki masanın örtüsü altına sindi. fakat müteakiben başka bir ses duyulmadı. kenan, sekiz on dakika bekledi. naimlerin nefes alışlarından yine derin bir mesudiyet uykusuna daldıklarını anladı. ihtifagahından tiril tiril çıktı. dalaletle perdedar gözleriyle evvelce hakiki aile mesudiyetini takdir edemeyerek tekmil kudsişinaver: yüzücü arızi: geçici maahaza: bununla birlikte mütenebbih olmak: uyanmak, aklını başına toplamak, gerçekleri görmek nezahet: ahlaklılık, temizlik yeti bahtiyarisiyle şimdi başkasına kaptırmış olduğu bu saadethaneden artık firar edecekti. fakat döşekte yatan mesut çifti, son bir nazarı gıbta ile bir daha görmek için karyolaya yaklaştı. cibinliğin üstünden baktı. bu sefer ragıbe'nin başını, perişan saçlarıyla ömer numan'ın göğsü üzerinde gördü. omuzdan, belden dolanan kolların çemberi samimiyeti pek daralmıştı. mutallakasının hemen nim üryan ve eskisine nispeten dolgunlaşmış ve şimdi aguşı aherde yatan vücudu, cibinliğin tülleri arasından haset gözlerine öyle iştihaaver göründü ki her türlü tehlike ve rezaleti göze aldırarak hemen bu zevci saniyi firaşı meşruundan kavrayıp balkondan aşağı atmak ve sonra kadının koynuna kendi yatmak cinnetine tekrar kapılır gibi oldu. evet, bu nazenin vücut, vuslat'ı kendine unutturabilirdi. vuslat'ın bedeni gül ise bununki zambaktı. bu manzarai deraguş karşısında bir ağlama vaveylası koparmak istedi. fakat ateşi ye'si kızgın bir külhan gibi bütün zülali teessürünü kavurmuş, bitirmişti. iki damla gözyaşı imdadına yetişmedi. artık çıldırıyordu. karyolanın önünde gür bir kahkaha salıverdi. uykudakiler bir anda cibinliği paralayarak döşekten dışarı fırladılar. ilk enzarı dehşetlerine çarpan şey baş uçlarında saç sakala karışmış bir vahşinin boylu boyunca durduğunu görmek oldu. ragıbe, korkudan bayılmak haline geldi. bu kirli, yabancı erkeğin enzarı nameşruuna karşı setri vücud için sıcaktayorgan gibi istimal ettikleri, karyolanın beyaz pike örtüsüne sarıldı. ömer numan bey, kuvvetli pazılarıyla bu vakitsiz, sefil zairi leylinin yakasından tuttu, tartaklayarak: oda kapısı kilitli duruyor. buraya nereden girdin? havadan. havadan mı? acayip. neye girdin, ne maksatla? ragıbe hanım titreyerek: beyciğim hiç sorma. ne maksatla girecek, görmüyorsunuz? işte sefil bir hırsız. uşakları kaldırıp karakola teslim ediniz. gittikçe istiğrabı artan ömer numan bey: aguşı aher: başka kucak hanımcığım, hiçbir hırsız odanın ortasında kahkaha salıverip hane sahiplerini uyandırır mı? hem baksanıza, ne dolabı ne konsolu hiçbir tarafı karıştırmamış. ragıbe: belki hem hırsız hem mecnun. ömer numan bey bu garip ziyaretçiyi tekrar tartaklayarak: söyle. ne maksatla girdin buraya? hırsız mısın, deli misin nesin? sefil zair, bir sadayı ihtiramla: hırsızım. fakat adi hırsız değil. beni o kadar tartaklama ömer numan bey. oo ismimi de biliyor. bu herif pürmuamma bir mahluk. adi hırsız değilmiş. hırsızın alisi olur mu? eşya çalmaya gelmedim. ya ne çalacaktın? saadeti zevciyenizi. ragıbe hanım telaşla: aman beyim. işte saçma söylüyor. yüzünü gördükçe fena oluyorum. bu herifi odadan dışarı çıkarınız. ragıbe'nin tevahhuşuna karşı bu saadeti zevciye sariki garibinin, şiddeti teessürden beyanında müessir bir talakat peyda olarak: ragıbe hanımefendi, kadınlar tabiatın en nazik mahlukatıdır. onlara rahm ü rikkat yaraşır. sefilim. fakat görüyorsunuz ki bir insanım. insan, insandan tevahhuş etmez. yorgun, bitap bir felaketzedeyim. talihim beni mesaipten mesaibe çarptıktan sonra son felaketimi itmam için girdbadı zalimiyle bu akşam da buraya attı. her sefil, cani olmaz. mala, cana kastım yoktur. beni karakola teslim etmeyiniz. salıveriniz, gideyim. beynim kaynıyor, sadrım girdbadı zalim: zalim kasırga yanıyor, dudaklarım külhan kapısı gibi kurudu. allah rızası için bana bir iki yudum su inayet ediniz. bu sözler, ağır bir hüzünle odanın içine yayılır iken ragıbe'nin kulaklarına bir intibah geldi. bu tarzı beyan, bu seda kendine yabancı değildi. hatta odanın duvarları bile bu sese o akşam ilk defa makes olmuyorlardı. ragıbe birdenbire teessürler, tevahhuşlar içinde ayağa kalktı. gözlerini karşısındaki sefilin gözlerine dikti. bütün dikkatiyle, hayretiyle baktı baktı. birdenbire kalbinden kopan canşikaf bir sayhayı boğmak için elini ağzına götürdü. boğuk boğuk haykırdı: aman allah'ım, bu o mu?! kenan, sefaleti vechiyesini göstermemek için iki eliyle yüzünü kapadı. aynı boğuklukla cevap verdi: evet ragıbeciğim. işte o. ancak tiyatro sahnelerinde görülebilecek böyle müellim bir levha karşısında şaşıran ömer numan, sarik mi serseri mi hüviyeti meçhul fakat zevcesine ragıbeciğim edatı tasgiriye ve samimiyesiyle hitap eden bu sefil ile karısının arasında ne münasebet olabileceğini tayinden aciz kalarak büyük bir istiğrapla sordu: o kim? ne ragıbe ne o sefil herif bu suale cevap veremiyorlardı. o kim? bu, söylenemeyecek kadar müthiş bir isim midir? ragıbe hanım, şimdi teessürden daha ziyade büyüyen iri, durgun, şaşkın, mütehayyir gözlerini kah zevcinin kah zevci sabıkının yüzlerinde gezdirdi gezdirdi. vereceği cevabı bulamadı. bu sükuttan büsbütün merakı artan ömer numan, aynı suali tekrarladı. hanım yine ses vermedi. karşısındaki bu serseri, bu sarik, bu yarı sail kıyafetli mahlukun kendi zevci sabıkı kenan olduğunu iyice anlamış bulunan ragıbe hanım, o kadar şaşırmış, dalmıştı ki zevcinin son sualini işitmedi. böyle menhus bir akıbete düşmüş bu iğrenç herifi vaktiyle pek şiddetle sevmiş, onun için edatı tasgiriye ve samimiye: küçülten ve samimiyet bildiren edat gizli gizli aylarca muhabbet ve kıskançlık yaşları dökmüş, derdi iftirakından intihar fikirlerine kadar varmıştı. oh! zaman ne acayip bir sel. bunun kalplerde, çehrelerde, şekillerde, vaziyetlerde, münasebetlerde, her şeyde her şeyde husule getirdiği seri tagayyürat, insana veleh veriyor. şifanapezir zannolunan muhabbetlerin, aşkların tahammülfersa ateşlerini ölümle söndürmeye kalkanlar için şimdi bu hal ne büyük bir numunei ibretti. ragıbe hanım, intihar etmiş buluna idi böyle iğrenç bir sefil için mi ölmüş olacaktı? aşkın büyük bir cinnet olduğunu şimdi anladı. kenan'ı artık sevmiyordu. şimdi bütün bütün iğrendi. fakat zamanın ondan bu kadar şiddetli bir intikam almış olmasına da sevinmedi. kadınlığı, nezaket hissi hasebiyle ona karşı kalbinde rikkat, merhamet duydu. kendi mesut idi. o da bu kadar sefil ve bedbaht olmamalıydı. hala sualine cevap bekleyen ömer numan bey, zevcesinin omuzuna dokunarak: sizi bu kadar istiğraka düşüren bu zavallı adamın kim olduğunu söylemeyecek misiniz? ragıbe, dalgınlığından uyanmaya uğraşarak: ah beyciğim, ne sen sor ne ben söyleyeyim. bu sizin için mühim bir sır ise sormam. bu, benim için mühim bir sır değil. büyük bir elem. sizin için de azim bir hayret olacaktır. hayret, insanı merak kadar rahatsız etmez. ragıbe hanım'ın dudakları ağır bir gayreti tekellümle şu üç kelimeyi mırıldadı: eski zevcim kenan. bu ifşa üzerine birbirlerine karşı vaziyetleri büyük birer garabet olan bu üç kişiyi müziç bir sükut sardı. sabık ve hazır zevçleri ile onların arasında kalan kadının yekdiğerlerine karşı alacakları tavırlar, edecekleri muameleler, söyleyecekleri sözler ne olacaktı? en nazik mevkide ömer numan bulunuyordu. zevci sabıkın veleh: şaşkınlık bu cüretkarlıktan maksadı nedir? bu vakitsiz, bu sarikane ziyareti leyliye bir niyeti aşıkane ile olsa oraya bu tuvaletle gelmez, yatak odasının ortasında kahkaha salıvermez. ömer numan'ın en evvel aklına gelen şey, kenan'ın şuurunda bir bozukluk olması ihtimaliydi. teehhüllerinden evvel ragıbe'ye gönderdiği uzun mektubun, felaketzede ve tecrübedide muharriri ömer numan'a, zaman öyle ince bir terbiye vermişti ki yatak odasına maksadı duhulünü hayır ile tefsir kabil olmayan bu zevci sabıkı yakasından tutup dışarıya atmak gibi hiddetlere, şiddetlere kalkmadı. faslı meseleyi tamamıyla zevcesinin reyine bırakarak bekledi. zevcinin bu hassaslık ve nezaketinden müteessir olan ragıbe hanım her üçünün de garabeti mevkiiyelerine çabuk nihayet vermek için evvelki ızdırabatına zamimeten bu gece ettiği izaç cüretkarlığının altında ezilmekte olan kenan'a dedi ki: kenan, bu nikbeti sefaletine yüreğim sızladı. bana ne kadar büyük fenalıklar etmiş olursan ol, seni bu halde görmek istemezdim. fakat anlıyorum, uğramış olduğun mesaip, seni hala hakkıyla terbiye edememiş. artık mütenebbih ol. zamanın hiçbir anında karar yok. o, daimi tahavvülatı içinde bizi sürükleyip götürüyor. saadetten felakete, felaketten saadete düşmek insan içindir. nevmit olma. bütün kainatı arzularına ram etmek hodkamlığından artık geç. belki bundan sonra senin için de bir devrei mesudiyet açılabilir. hakiki saadetin anahtarı, hüsni hulk ve fazilettir. bütün fazaili çiğneyerek huzuzatı aniyelerine tebaiyetten başka şey düşünmeyenler, üzerleri lezaiz çiçekleriyle örtülü, işte bu ahlak hufrelerine düşerler. hilafı vicdan zevklere perhiz etmeyi bilenler hakiki, ebedi neşelerle zevkyab olurlar. doğru yoldan gitmeyerek kadere, talihe bühtan edenlere zaman tedip şamarını izaç: rahatsız etme, can sıkma ram etmek: itaat ettirmek, hükmü altına almak hüsni hulk: huy güzelliği huzuzatı atiye: anlık hazlar hufre: çukur, oyuk bühtan etmek: suç bulmak, itham ve iftira etmek indiriyor. onları hiç affetmiyor. iyiliği de fenalığı da muhtırasına kaydediyor. icraatında bazen gecikiyor fakat unutmuyor. az kaldı, beni de bu uçurumlara kendinle beraber sürükleyecektin. mazimi cehennem ettin. şimdi saadeti hazıramı da ihlale mi geldin? ben çektiğim acıların mükafatına nail oldum. sen sürdüğün sefaların cezasını çekiyorsun. şimdi hangimiz karlıyız? karşında duran zevcim ömer numan bey, benden evvel ifrittıynet bir kadına düşmüş. görmediği ihanet, çekmediği mezahim kalmamış. ben de seninle büyük bir işkence hayatı yaşamıştım. biz iki mazlum, çok şükür, birbirimizi bulduk. namını işitip vücuduna inanmadığımız izdivaç saadetinin şimdi uç safhasında yaşıyoruz. ilk bedbahtane izdivaçlarımızdan kalan kalp yaralarımızı birbirimizin devayı muhabbetiyle kapattık. mesudiyetimizin derecesini feleğin hasut kulaklarına duyurmaktan çekindiğim için tafsilden korkuyorum. hikmeti nasibe bak ki zevcimin mutallakası fatıra hanım, o da senin gibi ettiklerinin az zamanda zilletine düşerek sokaklarda kalmış. eski kocasına bir istimanname gönderdi. pek nefretle reddetti. benim zorumla bir miktar para yolladık. buraya saadeti zevciyemi çalmaya mı geldin kenan? o çalınmaz, kazanılır. senin buradaki huzurun bu odanın harimliğini ihlal ediyor. çabuk söyle. neye geldin? paran mı yok? saadetimize dokunma. o pek mukaddestir. sonra bütün bütün çarpılırsın. istediğini verelim. durma git. kendi hikmeti felsefiyesinden başka lakırdı dinlemek şanından olmayan kenan, eski kanaatlerinin butlanını pek acı acı ispat eden zamanın, şimdi ragıbe'nin ağzından söylettiği bu hakayıkı sernigun dinliyor, eriyor, yanıyordu. bir humma hastası gibi guşayı muhatileri fasla fasla kuruyup dökülen dudaklarıyla: mezahim: sıkıntılar, eziyetler, zahmetler hasut: çok kıskanç istimanname: yardım dileyen mektup harim: yabancılara yasak olan yer sernigun: başı eğik guşayı muhati: dudak derisi fasla fasla: pul pul istediğim evvela bir bardak su. dedi. ömer numan, komodinin üzerinde duran, kesme billur sürahiden doldurduğu bardağı selefine uzatarak: buyurunuz. helecandan yetmişlik bir ihtiyar gibi titreyen elleriyle kenan, bardağı aldı. kor üstüne su serper gibi bir şiddeti atşla ağzına götürdü. suyu da titreyerek yana yana içti. bardağı masanın üzerine koyduktan sonra bitabii ye'sle kesik kesik başladı: buradaki huzurum sizden ziyade beni bitiriyor. iki çift söze müsaade ediniz. bu geceki ziyaretimde hiçbir fikri hıyanet ve cinayet yoktu. sefilim. fakat zilletime hükümde bu kadar ileri varmamanızı rica ederim. sizden para pul istemeye de gelmedim. ragıbe hanım, izdivacınızdan haberim yoktu. kenan sözü kesti. bir iki defa inledikten sonra: evet, haberim yoktu. beni tekrar zevçliğe kabul etmeniz için nedametlerimi, gözyaşlarımla payı istirhamınıza saçmaya gelmiştim. kenan, sarsak sarsak balkona doğru yürüyerek: elveda ragıbe hanım. mesudiyette daim olunuz ömer numan bey. geldiği yerden gitmek istiyordu. fakat ömer numan bey mani olarak: hayır, oradan gitmek olmaz. teessürden bitapsınız. belki dermanınız kesilir, aşağı yuvarlanırsınız. hem bu vakit nereye gideceksiniz? oteller kapalı. bir tanıdığınız yok. karşıki odada boş bir karyola var. geceyi burada geçiriniz. yarın gidersiniz. bu mihmannevazlığınıza, bu alicenabınıza teşekkür ederim beyefendi. ben bu gece bir mezarda yatsam bu ev kadar beni sıkmaz. bırakınız gideyim. şiddeti atş: susuzluk, hararet şiddeti ömer numan bey, el şamdanını yaktı. havadan gelen bu zairi kapıdan çıkarmak için önüne düştü. odadan çıkarken kenan, ragıbe'nin önünde ihtiramla eğilerek: bu saadeti zevciyette tul müddet muammer olmanızı, samimane temenni etmekle günahlarımdan bir kısmını ödemiş oluyorum. elveda. ragıbe hanım müteessif, derin bir şefkatle: ıslahı nefs et. senin de mesudiyetini duyayım. zaman, mürebbii hakikidir. şamarlarından mütenassıh olanları affeder. ikinci zevç, birinciyi bahçe kapısına kadar indirdi. dışarı çıkardı. birer kısa temennadan sonra kenan yürüdü. arkasından kapı ebediyen kapandı. X çok sarsarlara tabaver olup da nihayet sonuncusunda kökü burkulan bir ağaç gibi bu son darbe kenan'ı bitirdi. ağır ağır yürüyor, artık koşamıyordu. fakat nereye gidecekti? inkıtayı teneffüse uğramış bir müteverrim gibi kesik kesik nefes alıyor, etrafındaki hava sanki ciğerlerine kafi gelmiyordu. boğulmamak için pek havadar bir yere gitmek lüzumunu hissetti. mükemmel bir döşek de olsa yatamazdı. yatsa uyumak kabil değildi. fesini eline aldı. yavaş yavaş değirmen burnu'na kadar gitti. değirmenin önünde deniz köpüklerinin tahaccüründen vücut bulmuş zannolunan beyaz kayaların üzerine oturdu. önü, sağı, solu deniz; arkası kır; tepesi yıldızlı gök. tabiat, zir ü bala ve bütün cevanibinden bu gamlı, dermansız vücudunu ihata etmişti. bu alemi layetenahi içinde kendini o kadar zayıf, aciz bir cüzi layetecezza buldu ki ha yerde debelenen kanadı kırık bir sinek, ha şikestei kalb kenan. bütün kainat mütenassıh: nasihat dinleyip uslanan müteverrim: verem hastası, veremli ihata etmek: çevrelemek, kuşatmak, sarmak cüzi layetecezza: bölünemez, en küçük parça sükun içinde, bu alamdidenin şu son sahnei fecaatteki rolünü temaşa ediyor gibiydi. ragıbe'nin şu son sözleri kulaklarında çınladı: ıslahı nefs et. senin de mesudiyetini duyayım. zaman, mürebbii hakikidir. şamarlarından mütenassıh olanları affeder. kenan, ragıbe'yi tatlik ettiği günü kadıköyü'ndeki hanesinden bir fahişenin enzarı intikamı önünde ne büyük hakaretlerle kovmuş; o kadın, şimdi kendini ne samimi, ne derin, kalbi nasihatlerle teşyien evden çıkarmıştı. bu mesut karı kocanın yatak odasındaki fotografilerinin dudaklarından kendine manevi bir hitap suretinde saçılan şu sözleri yine duyar gibi oldu: tabiatta defi müşkül birtakım esbabı mübrime var ise de alelekser kendini mesut veya bedbaht eden insanın yine kendisidir. harici avamil, müessirat yok muydu? kenan, kendi kendisini mi böyle yapmıştı? kamer, ufuklara gömülmek için kırmızımtırak bir rengi zeval içinde burgaz ile kınalı'nın arasına inmiş, kendi kendini muhakeme eden bu garip mücrime razaşina bir seyirci gibi mahmur gözleriyle bakıyordu. sönmeye yüz tutmuş mehtabın esmerliği içinde rüzgar durmuş, denizler feşafeşini kesmiş, çamlar, tepeler daha siyah, daha mehip, daha esraralud hep susmuş, dinliyorlar, kenan'ın zihninde bu müellim fikirler kaynaşırken tepesinde siyah yarasalar uçuşuyorlardı. hem hakim hem maznun vazıyla kendi kendini muhakemeye uğraşan bu bişuur kendinin beraatine mi, cinayetine mi hükmedecekti? etrafına melul, hasir bakındı bakındı. bu susmuş tabiattan kendi leh veya aleyhinde rey sorar gibi enzarı istizah dolaştırıyordu. heybeli'nin tersane limanını at nalı şeklinde ve yeşil örtüsüyle bir mahkemeye benzetti. tamam arkada değirmen teşyien: uğurlayarak razaşina: sırra aşina olan, bir sırrı bilen feşafeş: dalga sesleri, hışırtı mehip: heybetli, ürkütücü tepesi, bülendadil bir hakim vazı vakuruyla duruyor, öteki tepe, burgaz azalara benziyorlardı. kendi kendine: ha, işte mahkeme teşekkül etti. kararı dinleyeyim. dedi. göklerle denizler arasında bu ne azametnümun, bu ne heybetli bir mahkemei leyliye idi. yorgun dimağında birdenbire hallucination dedikleri dalaleti hissiye ile bir hurafei sem ü basar, bir nevi cinneti aniye peyda oldu. mevcut olmayan şeyleri görüp işitmeye başladı. reis, karanlıklar içinden: maznunı aleyhlerden vuslat'ın son müdafaasını dinleyeceğiz. söyle kadın. kenan bey bütün idbarlarına, felaketlerine manen, maddeten bu derekei süfliyete sukutuna, sirkat dolayısıyla validesinin vefatına sebep hep seni gösteriyor. ne diyeceksin? vuslat, mısır yolundan kabarıp koşan bir dalga gibi geldi. huzurı mahkemede durdu. kenan'a doğru şerir bir müfteriye bakar gibi müstehzi bir nazarı nefret fırlattıktan sonra zamparalarına dil döktüğü anlardaki fıkırdaklığını alarak başladı: efendim, bunca senelik alüfteyim. kimsenin ne anasını öldürdüm ne babasını. kenan bey'le gayrimeşru bir münasebetle yaşarken o benim fahişe tıynetimi unutuyor, benden samimi, meşru, ebedi, nezih hisler bekliyordu. o bana mı aşıktı, bu hislere mi? bana aşık idiyse ben ona karşı her muamelemde salah kabul eder bir kadın olmadığımı gösteriyordum. ne için benden bir mucizei taaffüf bekleyerek kendini mahvetmiş? ben hiçbir zaman münhasıran onun olmadım ve müstakbelen de olamazdım. pak, nezih hislere meftun idiyse bunlar, maaziyadetin zevcesi ragıbe hanım'da mevcut idi. o zavallı kadına büyük bir günah gibi bu iffetin cezasını çektirdi. bana yeazametnümun: büyüklük gösteren hallucination: halüsinasyon, sanrı idbar: talihsizlik, bahtsızlık mucizei taaffü iffetli olma mucizesi maaziyadetin: fazlasıyla dirdiği paralara gelince, ben bunların nereden çalındığını bilmiyor, kendi serveti zannediyordum. kendisi için yaş döken afif karısının servetiyle bir orospu beslemenin belki kanunı cezada bir maddei muayyene ile tecrimi yoktur. fakat emin olunuz reis efendi hazretleri, tabiat kanunları yanında beşeriyetinkiler adalet, kuvvet ve dehşetçe denize nispetle bir avuç su gibi kalır. işte numunesi. beşeri kanunlarla bu cani hakkında ne ceza tayin edebilirsiniz? çünkü validesinin bilfiil katili değildir. bankadaki sirkat maddesi, failleri meçhul, alelade bir hırsızlık şeklinde mestur kalacaktır. bu sırrı, validesi, hiç açılmayacak ağzıyla mezara götürdü. bu hakikate şimdi yalnız hemşiresi namiye vakıf. fakat o zavallı kızcağız da ölür, bu cinayeti dava değil, ifşa bile etmek istemez. öyle mektum yahut hakkıyla kanuna temas ettirilemez cinayat vardır ki kanunı beşerin aciz pençeleri bunların faillerini kavrayamazlar. fakat kanunı tabiat öyle değildir. size ispat edeyim. şimdi meselenin şekli zahirisine nazaran kenan aleyhinde ne kadar esbabı müşeddede gösterseniz beşeri kanunla tayin edebileceğiniz ceza hiçtir. bunu ne kadar ağır farz etsek onun şimdi çektiği ıztırabatı maneviye kadar kendini cezalandıramaz. bakınız ne hale gelmiş! işte yüreğini kemiren bu canfersa işkence beşeri değil, tabii kanunun hükmettiği cezadır. hani ya adalet meraklısı insanlar! müddeiumuminiz nerede? işte size bir cani. fakat mezarda validesi susuyor, malul hemşiresi ağız açmıyor, ragıbe hanım çektiği azapları dava etmiyor. ey cinayet mahkemeleri! kapılarınız yalnız isticvapları, fezlekeleri kabili tanzim olanlar, emaratı cinaiyeleri mümkinü'ssübut bulunanlar için mi açıktır? kanunlarınız ile eğlenip üzerlerinden parende atanları ve onu çok defa kendi lehlerine istimal etmek fennini bilenleri, bu derdesti nakabil fakat en müthiş olanları kim yakalayacak? emin olunuz ki bu dünya her zaman zalim ve mazlum ile doludur. bu şerirlere karşı kanun aciz, of. hatta bazen himayekar ve müddeiumumiler ebkem kalıyorlar. zalim işte kenan. mazlumlar işte mezarda yatan zehra, tecrim: cezalandırma mümkinü'ssübut: kanıtlanabilir ebkem: dilsiz, suskun berhayat namiye, ragıbe. bu alemi medeniyet içinde yüz binlerce kenanlar, ne zalim kocalar var ki karılarına aynı işkenceyi kanunun himayesi altında yapıyorlar. ey ehliyeti hakime! bakınız! kenan, muzır bir hayvan gibi taşların üzerine büzülmüş, hala itirafı cürm etmeyerek determinizm kanunları içinde kendine azarı vicdaniye arıyor. zevcesinin servetiyle ilanihaye bir metres beslenemeyeceğini, bunun eşna sirkat olduğunu, hemşiresinden mesruk yedi yüz liranın o maişeti sefihemize aleddevam kifayet edemeyeceğini ve bunu bankadan o suretle aşırmanın haydutları utandıracak bir denaet olacağını bilmiyor muydu? bu bahir hakikatler, bu neticei vahimeye düşülmezden evvel de bilinebilirdi. bilmek istemedi. mademki kendisi determinist bir feylesof imiş bu sebepleri önüne koyup bunlardan çıkacak neticeleri bulmalıydı. ateş yakar, amenna. bu neticei ihtirakı bildiğimizden elimizi içine sokmayız. bu iradeye malikiz. bu işte bir mesul aranırsa o ne benim ne başkası. bu yalnız kenan'ın vicdanıdır. haysiyetini, namusunu, saadetini, zevcesini, anasını, insanlığını, istikbalini en kaba şehvani arzularına kurban etti. sadakatsizliğimi biliyordu, ben ona ne yar idim ne vefakar. kaç defa beni didar'ın koynunda eliyle tuttu. böyle sonu gelmez, iğrenç, belalı bir muhabbet için o irtikaplarda ne için bulundu? bu ağır mesuliyetlerden nefsini kurtarmak için şimdi beni ithama kalkıyor. irtikap üzerine irtikapta, cinayet üzerine cinayette bulunuyor. ben mesleği, maksadı, kalbi, vicdanı, avuç içi gibi meydanlarda bir kadındım. etrafımızdaki bütün samiini muhtereme, gökler, denizler, dağlar, taşlar, ağaçlar! bu sözlerimi namütenahi akisleriniz ile beşeriyetin kulaklarına bir nakusı ibret gibi çınlatınız. azarı vicdaniye: vicdanı rahatlatacak bahaneler, mazeretler eşna: en kötü, en çirkin nakusı ibret: ibret çanı biz namussuz karılar, fuhşu namuslu erkekler ile müştereken irtikap ediyoruz. bu iştirakı fi'lden onlara hiçbir şey bulaşmıyor mu zannedersiniz? bir münasebeti gayrimeşruada erkek tarafının günahını tahfif için bir sebebi makul serdedebilir misiniz? zampara olmasaydı fahişe namı icat olabilir mi idi? bizim namusumuzu şehvani kanlı ellerinizle yırtıp götürüyorsunuz. kendinizinkini hiç dokunulmamış kıyas ediyorsunuz. biliniz efendiler. bize temas eden vücudunuzdan ziyade namusunuzdur. fahişe, müdafaasının bu noktasında bir kahkaha salıvererek devam etti: bizim levsalud kollarımız, sizin maddiyetinizden ziyade maneviyetinize, vücudunuzdan ziyade namusunuza sarılır. onu sıkar, kemirir, eritir. iffetsiziz fakat namusumuzun gasıplarına karşı adavetkarız. fiil müşterek. niçin ayıp ve günah bir tarafa yükletiliyor? insaf! beşeriyetin daha böyle birçok gülünç itikatları vardır. tebriyei nefs için hakikatleri tağyir ederler. kenan, bu yanlış düşüncesi sevkiyle bu hale gelmedi mi? halbuki şu saatte fahişelerin levsi sevdaları içinde yuvarlanan kenan kafada milyonlarla erkek var. bunların arasından kenan'dan beter olmaya mahkum olanlar az değil. kanunı beşer bu işe pek karışmıyor. fakat kanunı tabiat hükmünü ihmal etmiyor. metres kapatan bir efendi, bir bey, bir paşa bu fiilini müftehiren söyler. fakat kapatma, kendi vaziyetini itiraftan çok defa sıkılır. demek kapatılanda kapatandan ziyade bir hissi ar var. lakin biri fahişe, öbürü beyefendi. birinin zilleti söylenir iken ötekinin ulviyeti anlaşılıyor. bu ne kadar ters bir tefehhüm! ama denecek ki bir fahişe çok erkekle yatar. beyefendinin az karı ile yattığını bize kim temin edecek?. erkekler! sıkılmayınız, bu iffetsizliği aramızda hakça pay edelim. zampara denince bundan fahişe kadar merdut bir hüviyet anlaşılsın. tebriyei nefs: kendini aklama, temize çıkarma tağyir etmek: değiştirmek, başka şekle sokmak müftehiren: övünerek, iftihar ederek tefehhüm: anlayış merdut: kovulmuş, defedilmiş, kınanan evli zamparaların bu hareketleri, orospuluktan eşnadır. çünkü namuslu zevcelerini namussuz karılara feda ediyorlar. sonra bizden afif kadınlara mahsus efali samimane bekliyorlar. fuhşu bir şekli ismete sokmaya uğraşıyorlar. günahı günah olarak işlemeli, beyhude tevillerle bu masiyeti teşdit etmemelidir. efendiler! ben bir ateşim, yakarım. beni maşa ile tutmalı. ben bir yılanım, sokarım. beni koyunlarına alanlar kalplerinin yumuşak, hassas ecvafını sakınmalıdırlar. vuslat'ın karanlıklardan gelen bu sadayı ithamı, kenan'ın etrafında yarasalarla beraber uçuştu uçuştu, bir galeyanı tazallümle ayağa fırladı. gecenin üstüne koyu bir şeamet gölgesi gibi kameti dikildi. etrafına bakındı. kamer, bu sahnei dehşete şahit olmaktan, fuhşun ismete hücumundan arlanarak kaçmış, maverayı cihana gizlenmiş, mağribinde yalnız hafif humreti hicabi kalmıştı. denizler, ağzı açık, biintiha bir kuyu esrarıyla siyah siyah parlıyor; bu ithamı dinleyen kainat, bir kabusi teessür içinde daha ziyade karararak derin derin düşünüyordu. kenan, taşlamak için vuslat'ın hayalini aradı. sahai rüyeti de kendi kalbi, dimağı gibi karanlıktı. bir şey göremedi. son gayzı infial ile zulmetlere doğru yumruklarını sıktı. boğula boğula haykırdı: sus artık orospu! işte beni yaktın, kül ettin. zehirledin, bitirdin. kalbim, mefkurem, hissim hep öldü. meydanda insanlığından mütecerrit, melun, menhus bir vücut kaldı! kenan'ın bu mezbuhane enini, uzaklarda denizin yutucu karanlık ağzı içinde, feryadı istimdadla birçok adamlar boğuluyor gibi meşum akisler yaptı. boğulan kimse değil, kenan'dı. başı döndü. kayaların üzerine yıkıldı. sukutunun acısı duymadı. gözleri kapandı. baygın mıydı, ayık mı? onda harici, dahili, muzaaf, garip bir haleti hissiye peyda olmuştu. gözleri eşyayı hariciye ile temasta olduğu zaman mesela bir ağacı vuslat'ın şeklinde görür, geçirdiği müellim hayat sahneleri bir sinema manzarasıyla pişi enzarında yaşar, gözlerini yumduğu vakit aynı menazırı muhişe, ruşen bir vumezbuhane: boğazlanırcasına zuhla önündeki karanlığı doldururdu. yine öyle oldu. yumuk gözleri önüne evvela dudak dudağa mısırlı aşığıyla vuslat geldi. karı, dostunun kolları arasında pürzevk ü neşe gülerek sanki: bir şu bizim sefamıza, bir de kendi haline bak. diyor gibiydi. o gitti. ragıbe'nin al atlaslı döşeği geldi. içinde karı koca sarmaş dolaş, müsterih, mesut, mışıl mışıl uyuyorlardı. bu da geçti. validesinin hanesi gözüktü. yeşil başörtülü benli faika, baygın namiye'ye nefes ediyordu. kenan'ın kıhfı içinde beyni titredi. asabı sızlatan bu resmigeçidin azabından kurtulmak için ağır ağır kalktı, oturdu, gözlerini açtı. en cehennemi hurafei rüyet işte o zaman vaki oldu. denizin siyah sathı üzerinden beyaz kefenli bu ölü, rüzgar ihtizazıyla sallanarak kendine doğru koşuyordu. denize basmıyor, uhrevi bir tayeranla geliyordu. geldi geldi. kayalara konmadı. kenan'ın ta karşısında muallakta durdu. bir şey söylemedi. gazup bir çehre göstermedi. oğlunun o haline memnun olmuş gibi gülüyor; ölüm, hayattan intikam alır gibi sırıtıyordu. birer siyah çukur olmuş gözlerinde, çekilmiş renksiz dudaklarının arasından görünen dişlerinde, karşıdan kenan'ı ısıran bir ölü neşei tebessümü vardı. kenan, bu dişlerin zahmı biemanından sıyaneti nefs için ellerini uzattı. korkudan başını çevirdi. geri geri kaçmak istedi. validesi kefenini yelpirdeterek yaklaştı. uzaktan insanın ruhuna saplanmak vecaını veren bu dişlerin oh. oh. ohhh! teşeffisiyle birkaç defa takırdadığını işitti. bu müntakim ölüden kaçmak için ne kadar geri çekilse kefenli anası o kadar yaklaşıyordu. bağırmak için boğazını yırtıyor fakat sesi çıkmıyordu. nihayet ölünün bu neşei intikamına kenan da iştirak ederek o da tebessüme başladı. zavallı künci ıztırabdan ruhları burkulanların çehrelerinde nasıl asarı veca peyda olursa öyle gülüyordu. hayatın müstekrehatı içinde boğulanların yüzlerinde nasıl bir tiksinme görünüyorsa öyle sırıtıyordu. kendi neticei amel ü hamakatleri olarak uğrayıp da kıh kafatası vaki olmak: meydana gelmek yelpirdetmek: hafifçe sallamak, kımıldatmak bitahammül kaldıkları ızdırabattan kurtulmak için ahirete kaçmak isteyenler ölümle karşı karşıya geldikleri zaman nasıl titreyerek inbisat gösterirlerse öyle elemle tebessüm ediyordu. elemde kahkaha, meserrette ağlama, işte birleşen iki müntehi. ağlama yahut müntehayı teellümde salıverilen ve giryenin daha acı şekli digeri olan kahkaha, kenan'ın hali elemini tercüme için bikudret kalıyordu. çünkü kahkaha için nefsinde kuvvet lazımdı. bu bir mecali şikayetti. muzdaripte ise tekellüm kuvveti bile hemen kalmamıştı. gözleri o müthiş vazı intikamla karşısında duran ölü anasını rüyetten titrer iken vuslat'ın müdafaası hala kulaklarında çınlıyordu. evet, mücrim kimse değil, kendisiydi. bu sergüzeştin azayı vakası içinde en ahmak, en zararlı, en acınacak kendisiydi. hayattaki bu acemiliğine, safdilliğine kafasını yumruklayarak güldü. ana oğul karşı karşıya sırıttılar sırıttılar. ölünün göz çukurları daha büyüdü. karanlık ağzı daha açıldı. tebessümü, hayattan gıda bekleyen mezarların siyahlıkları kadar bir dehşet aldı. kenan, baygın baygın bağırdı: yetişir artık anacığım, beni mezarına götüreceksen aç aguşunu gidelim. ölü gitmiyor, müntakimane bir taannütle iskelet göğsünü açarak daha orada ne kinleri bulunduğunu göstermek için kancalı kemik elleriyle yumrukluyordu. maverasından esrarı ahiret dehşetleri saçılan çukur gözlerini oğluna yaklaştırdı yaklaştırdı. dişleri takırdar iken nihayet kenan, camit bir kütle gibi kayaların üzerine serildi. ta tepede, çamlar arasındaki viran değirmenin baykuşları, kenan'ın tebessümi elemini tekiden güldüler. yarasalar kaçıştılar. tan yeri ağarıyordu. son temmuz heybeliada tekiden: pekiştirircesine hakikatkitabeviyayınlarıno: şevahdün nübüvve peygamberlikmüjdeleri mevlanaabdürrahmancami hazırlayan hüseynhilmiışık elliikinci bask hakikatkitabevi darüşşefekacad. no:: fatihstanbul tel: fax: http: www. hakikatkitabevi. com. tr email: bilgihakikatkitabevi. com. tr temmuz içindekiler önsöz. mukaddime. birinci bölüm: muhammed aleyhisselam doğmadan önce, meydana gelen ve peygamberliğine müjde olan alametler. ikinci bölüm: muhammed aleyhisselamın doğumundan peygamberliği bildirilinceye kadar görülen peygamberlik müjdeleri ve alametleri. üçüncü bölüm: muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin bildirilmesinden hicretine kadar vuku' bulan hadiseler. dördüncü bölüm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler. birinci kısm: resulullahın hicretinden vefatına kadar, kitablarda ne zeman meydana geldiği bildirilen mu'cizeleri. ikinci kısm: hangi kitabdan alındığı ve zemanı zikr edilmiyen, hicretden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler. beşinci bölüm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğine delalet eden, fekat ne zeman vuku' bulduğu bildirilmeden nakl edilen mu'cizeleri. birinci kısm: zemana bağlı olmıyan mu'cizeler. ikinci kısm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra peygamberliğine delalet eden mu'cizeleri. altıncı bölüm: eshabı kiramdan ve e'immei i'zamdan bildirilen peygamberlik delilleri ve müjdeleri. ebu bekr radıyallahü anh. ömer bin hattab radıyallahü anh. osman radıyallahü anh. ali bin ebi talib radıyallahü anh. imamı hasen. imamı hüseyn. imamı zeynel'abidin. muhammed bakır. ca'feri sadık. musa kazım. ali rıza. muhammed taki. imamı hadi. imamı askeri. imamı huccet muhammed. eshabı kiramdan ba'zılarının bahsi. yedinci bölüm: tabi'in, tebei tabi'in ve sofiyye tabakasına kadar vuku' bulan haller. hatime . baskı: ihlas gazetecilik merkez mah. ekim cad. ihlas plaza no: a yenibosnaistanbul tel. ısbn: şevahidün nübüvve önsöz bismillahirrahmanirrahim insan için üç dürlü hayat vardır: dünya, kabr, ahıret hayatı. dünyada, beden ruh ile birlikdedir. insana hayat, canlılık veren ruhdur. ruh bedenden ayrılınca, insan ölür. beden mezarda çürüyüp, toprak olunca veya yanıp kül olunca, yahud yırtıcı hayvan yiyip yok olunca ruh yok olmaz. kabr hayatı başlar. kabr hayatında his vardır, hareket yokdur. kıyametde bir beden yaratılıp, ruh ile bu beden birlikde cennetde veya cehennemde sonsuz yaşarlar. insanın dünyada ve ahıretde mes'ud olması için, müsliman olması lazımdır. dünyada mes'ud olmak, rahat yaşamak demekdir. ahıretde mes'ud olmak, cennete gitmek demekdir. allahü teala, kullarına çok acıdığı için, mes'ud olmak yolunu, peygamberler vasıtası ile kullarına bildirmişdir. çünki insanlar bu se'adet yolunu, kendi aklları ile bulamazlar. hiçbir peygamber kendi aklından birşey söylememiş, hepsi, allahü tealanın bildirdiği şeyleri söylemişlerdir. peygamberlerin söyledikleri se'adet yoluna denir. muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine denir. adem aleyhisselamdan beri binlerle peygamber gelmişdir. peygamberlerin sonuncusu muhammed aleyhisselamdır. diğer peygamberlerin bildirdikleri dinler, zemanla bozulmuşdur. şimdi se'adete kavuşmak için islamiyyeti öğrenmekden başka çare yokdur. islamiyyet, kalb ile inanılacak bilgileri ve beden ile yapılacak bilgileridir. iman ve ahkamı islamiyye ilmleri nin kitablarından öğrenilir. cahillerin, sapıkların bozuk kitablarından öğrenilmez. hicri bin senesinden evvel, islam memleketlerinde çok vardı. şimdi hiç kalmadı. bu alimlerin yazdıkları arabi ve farisi kitablar ve bunların tercemeleri, dünyanın her yerinde, kütübhanelerde çok vardır. hakikat kitabevinin bütün kitabları, bu kaynaklardan alınmışdır. se'adete kavuşmak için, nin kitablarını okuyunuz! aklın varsa eğer, islamiyyete bağlan! islamiyyetin aslı, hadisdir ve kur'an! tenbih: misyonerler, hıristiyanlığı yaymağa, yehudiler, talmutu yaymağa, istanbuldaki hakikat kitabevi, islamiyyeti yaymağa, masonlar ise, dinleri yok etmeğe çalışıyorlar. aklı, ilmi ve insafı olan, bunlardan doğrusunu iz'an, idrak eder, anlar. bunun yayılmasına yardım ederek, bütün insanların dünyada ve ahıretde se'adete kavuşmalarına sebeb olur. insanlara bundan daha kıymetli ve daha faideli bir hizmet olamaz. bugün hıristiyanların ve yehudilerin ellerindeki tevrat ve incil denilen din kitablarının, insanlar tarafından yazılmış olduklarını kendi adamları da söyliyor. kur'anı kerim ise, allahü teala tarafından gönderildiği gibi tertemizdir. bütün papazların ve hahamların, hakikat kitabevinin neşr etdiği kitabları dikkat ile ve insaf ile okuyup anlamağa çalışmaları lazımdır. hakikat kitabevinin bütün kitabları bilgisayara verilmekde, buradan da internet vasıtası ile bütün dünyadaki bilgisayarlara yayılmakdadır. miladi hicri şemsi hicri kameri şevahidün nübüvve bismillahirrahmanirrahim yaratdıklarını şahid yaparak üluhiyyetinin sırlarını bize bildiren allahü tealaya hamd olsun. sonradan olanlar ile ve imkan delilleri ile rububiyyetinin ikrar yolunu bize gösterdi. kendisine kulluk etmek şerefini, fadl ve ihsanı ile bildirdi. azametinin ihsanı olarak; bize, se'adete, rahmete ve magfirete vesile olan yolları gösterdi. ahır zemanda, insanlara ve cinlere, adnan oğullarından olan habibi muhammed aleyhisselamı peygamber olarak göndermekle, kalbleri iman nuru ile ve irfan sırları ile aydınlatdı. kur'anı kerim sofrasını indirmekle, habibine sallallahü aleyhi ve sellem ihsanda bulundu. habibini furkan ile ve hidayete sebeb olucu olarak gönderdi. diğer peygamberlere hiçbir zeman vermediği altı şey ile habibini mümtaz kıldı. onun ümmetini de, magfireti ve rızası bulunan beş şey ile üstün kıldı. o, kureyş kabilesine mensub, haşim oğullarından, ümmi bir resuldür. onun dini bütün dinleri yürürlükden kaldırdı. ebül kasım muhammed aleyhisselam, öncekilerin ve sonrakilerin seyyididir sallallahü aleyhi ve sellem ve ala sairilenbiyai vel mürselin ve ala alihi ve sahbihi. onun eshabı rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in, din semasının, şeytanları kovan yıldızlarıdır. hangisine uyarsanız, allahü tealanın yardımı ile ve güç vermesi ile kurtulursunuz. tabi'in, tebei tabi'in ve selefi salihin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in üzerine salat ve selam olsun. şehadet ederim ki, allahü tealadan başka ilah yokdur. yine şehadet ederim ki, muhammed aleyhisselam allahü tealanın kulu ve resulüdür ve eminidir. devamlı ve doğru olan bir şehadet ile şehadet ederim. söylemekle, göklerin ve yerin her tarafını dolduran bir şehadet ile şehadet ederim. allahım! insanların ve cinlerin taati, cismani ve ruhani alemde bulunanların ibadetleri, senin ihtiyacsızlığın, sonsuz kudretin yanında beyhude bir sedadır. lakin, bu za'if ve gönlü kederli kulların inlemesi ve muhabbet çimeninde öten bülbüllerin iştiyaklı sesleri senin katında daha kıymetlidir. ilahi! her ne kadar cürüm ve isyanımızın sonu yok ise de, senin rahmet ve gufran denizin de sınırsızdır. ma'siyyet ateşi alemi tutuşdursa, senin rahmetinin bir damlası onu söndürür. cihanı zulmet bulutu kaplasa, senin inayet rüzgarının bir nefeslik esmesi ile dağılır, gider. kainatı zulmet bulutu kaplasa, senin hidayet güneşinin bir zerresi o perdeyi kaldırır. ilahi! senin hayat verdiğin gönlü kimse öldüremez. senin yakdığın çırağı kimse söndüremez. senin muhabbet cezben nasib olan kimse, senin sevdiğin olur. senin haşmetinin bir parıltısına kavuşan hayrete düşer. ilahi! senin makbulün olan bir azizin eli kılıç gibi kesdi. cevher canı safa nuru ile doldu. senin red etdiğin sultanın eli tutuldu. heva yoluna düşüp, perişan oldu. ilahi! bütün aleme rahmet etsen, cenabından bir zerre noksan olmaz. lakin hikmetinin sırrına ermek için, akla imkan yokdur. ilahi! riya ateşinden kalbi kurtarıp, muhlis eyle. bu kalbi muhabbet potanda, inayet cevherin ile halis altın eyle. ilahi! her ne kadar, cürmüm çok ise de, habibin sallallahü aleyhi ve sellem hurmetine afv eyle! lutfüne layık olanı ihsan eyle. ilahi! canı müştak ayrılık ateşini duymaz. susamış gönül, kavuşmanın hasıl edeceği zevki duymaz. ilahi! bu ne ateş dolu bir içecekdir ki, divanelik mayası ve susuzluk sermayesidir. ilahi! bu nasıl sınırsız bir susuzlukdur ki, yüzbin okyanus içilse, aynen kalıp, susuzluk gitmiyor. ilahi, bu ne devamlı kalan bir bardak ki, bunun doldurucusu, vaslın iştiyakıdır. ilahi, bu ne te'sir edici bir sakidir ki, sundukca, içecek devamlı kalıyor. ilahi, bu işde akl şaşkındır. şöyle ki, hüsnünün güneşi meydanda iken, gizlidir, görünmez. bu parlıyan nasıl bir nurdur ki, gözler onu görmekde hayretdedir. ilahi, bu ne gönül sırrıdır ki, akllar onu bilmekde bulanıkdır. ilahi, se'adet ve şekavet alın yazısıdır. o halde iyi ameline de güvenmemelidir . ilahi, çünki, yazılmış ise, silinmiş yokdur. o halde senin inayetin dışında birşey bulmuş olan yokdur. ilahi, bu ne güzellikdir ki, bu güzelliği anlatmakda bir za'if karınca söz sahibi oluyor. ilahi, bu ne haşmet ve celaldir ki, akl onu anladığını söylemekde dilsizdir. ba'zen hükmünün sırrı, örümcek ağını perde yapar. ba'zen azametin sivrisineğin iğnesini zülfikar yapar.hilyei se'adet eshabına nasihatdan sonra, fahri alem dedi, benden sonra, hilyei pakimi, görse biri, olur o, yüzümü görmüş gibi. gördükde, hubbu hasıl olsa, ya'ni, hüsnüme aşık olsa. beni görmeği etse arzu, kalbi, sevgimle olsa dolu. cehennem olur, ona haram, rabbim, cenneti eder ikram. dahi, haşretmez çıplak, anı hak, olur gufranına, hakkın mülhak. denildi ki, hilyei resuli, severek yazsa, birinin eli, eder hak, onu korkudan emin, bela ile dolsa, ruyi zemin. hastalık görmez, dünyada teni, ağrı çekmez hiç, bütün bedeni. günah etmiş ise de, bu adam, cehennem cismine, olur haram. ahıretde azabdan kurtulur, dünyada her işi, kolay olur. haşr eyler, anı hem, rabbi celle, dünyada, resulü görenlerle. hilyei nebiyi, güç iken beyan, başlarız, ona oldukça imkan. sığınarak zülcelale, vasf ederiz acizane. ittifak etdi, bu sözde ümem, kırmızı beyazdı, fahri alem. mubarek yüzü, halis ak idi, gül gibi, kırmızımtırak idi. inci gibi, yüzündeki teri, pek hoş eylerdi, güzel cevheri. terleyince, o menba'ı sürur, dalgalanırdı sanki, bahrinur. görünürdü gözü, daim sürmeli, kalbleri çekerdi, güzel gözleri. akı, beyaz idi gayetle, medh eyledi rabbi, ayetle. siyahı anın, değildi ufak, bir idi ona, yakınla uzak. geniş, güzel ve latifdi gözü, nur saçardı hep, mubarek yüzü. kuvvei basırai mustafavi, gece gündüz gibi, olurdu kavi. bakmak arzu etseydi, bir yere, cismi paki de dönerdi bile. başa tabi' ederdi cesedi, bunu terk etmemişdi ebedi. hem, cism idi, resuli ekrem, yaraşır, ruhi mücessem desem. güzel, hem sevimli idi resul, hakka çok, sevgili idi resul. malikle ebu hale, söyledi, hilal gibi, açık kaşlı idi. iki kaşı arası, her zeman gümüş gibi görünürdü, ayan. mubarek yüzü, az yuvarlakdı, derisi, berrak, hem de parlakdı. siyah kaşları mihrabı, anın, kıblesi idi, bütün cihanın. ortası yüksekce görünürdü, yandan bakınca, mubarek burnu. çok güzel idi, çekme ve latif, edemez gören, onu tam ta'rif. seyrek idi, dişlerinin arası, parlardı, sanki inci sırası. ön dişleri, etdikçe zuhur, her tarafı, kaplardı birnur. gülse idi, iki cihanın serveri, canlı cansız, herşeyin peygamberi. görünürdü, ön dişleri, pek afif, dolu daneleri gibi, çok latif. ibni abbas der, habibi huda, gülmeğe, eyler idi istihya. hem hayasından o, dinin senedi, kahkaha etmedi derler, ebedi. nazik, mahcub idi, resuli cenab, daim eyler idi, bakmağa hicab. yüzü benzerdi, yuvarlak aya, zatı aynaydı, yüce mevlaya. nurlu idi hep, o vechi hasen, bakılmazdı, tenevvüründen. gönüller aldı, o güzel nebi, aşıkı oldu yüzbin sahabi. bir kerrecik görenler, rü'yada, dediler, böyle zevk yok, dünyada. hem güzel yanakları, bileler, fazla etli değildi, diyeler. anın etmişdi, cenabı halık, severek, yüzün ak, alnın, açık. boynunun nuru, ederdi her an, saçları arasında, leme'an. mübarek sakalından, iyi bil, ağarmışdı ancak, on yedi kıl. ne kıvırcıkdır, ne de uzun, her uzvu gibi idi, mevzun. gerdeni paki resuli afak, gayet ak idi ve gayet berrak. eshab içinden, çok ehli edeb, karnı, göğsiyle, birdi, dedi hep. açılsaydı, mübarek sinesi, feyz saçardı, ilm hazinesi. aşka olunca, mahalli teşrif, başka olurmu, o sadrı şerif? mubarek sinesi, geniş idi, ilmi ledün, ona inmiş idi. ak ve berrakdı, o sadrı kebir, sanırdı görenler, bedri münir. ateşi aşkı zatı ezeli, odlara yakmışdı, o güzeli. bilir elbet bunu, pirü civan, yassı kürekliydi, fahri cihan. sırtı ortası hem, etli idi, kerem sahibi, devletli idi. gümüş teninde, letafet vardı, irice mühri nübüvvet vardı. sırtında idi, mühri nübüvvet, sağ tarafına yakındı, elbet. bildirdi bize, edenler ta'rif, bir büyük ben idi, mühri şerif. rengi, sarıya yakın, karaydı. güvercin yumurtası kadardı. etrafına çevirmiş, sanki hatlar, birbirine bitişik, kılcağızlar. anlatanlar, o ali nesebi, dedi, iri kemikliydi nebi. her kemik iri, merdane idi, sureti, sireti şahaneydi. mubarek azasının her biri, uygun yaratılmışdı hem, kavi. çok hoş idi, her uzvu anın, ayetleri gibi, kur'anın. elleri ayası, o sultanın, ayakları altı, dahi anın. geniş ve pak idi, nazik mergub, taze gül gibi, latif ve mahbub. çok mevzun idi, der ehli nazar, o kerametli, mubarek eller. selam verseydi, birine eğer, tebessüm ederdi hep, peygamber. bir iki gün, geçseydi aradan, hatta uzasaydı da, bir aydan. belli olurdu, hoş kokusundan, o kimse, adamlar arasından. billur gibiydi, teni bimuyu, nice medh edeyim, ol pehluyu. dostu seyr etmek için, o şerif, göz olmuşdu, bütün cismi latif. kemal üzereydi, nazik teni, hallak göstermişdi. hikmetini. yokdu, göğsünde, karnında asla, hiçbir kıl, sanki gümüş levha. göğsü ortasından aşağı yalnız, bir sıra kıl, dizilmişdi, hilafsız. bu siyah hat, mubarek bedeninde, hoşdu, hale gibi, ay çevresinde. bütün ömründe kalmışdı, keza, gençlikde gibi, mubarek aza. ilerledikçe, sinni nebevi, tazelenirdi hep, gonca gibi. hem dahi, kainatın sultanı, zan eyleme ki, ola pek yağlı. ne za'if, ne de pek etli idi, mu'tedil, hem pek kuvvetli idi. lahmı, şahmı, dediler ehli derun, birbirinden, ne ziyadeydi, ne dun. etmiş, ol beden serayın üstad, adlü dad ile, esasın bünyad. i'tidal üzere idi, pak teni, nura gark olmuşdu, bütün bedeni. orta boylu idi, o sidre mekan, ortalık, onun ile buldu nizam. seyreden, mu'cizei kametini, dedi hep, medhedip hazretini. görmedik böyle, gül yüzlü güzel, boyu, hem huyu, hem yüzü güzel. orta boylu iken, nebi, uzun kimseyle yürüseydi. ne kadar, uzun olsa idi, o er, yine yüksek görünürdü, peygamber. uzun boylu olandan o cevher, yüksek idi, el ayası kadar. bir yol gitseydi, izzetle, hızlı yürür idi, gayetle. deriz, vasfı şerifinde yine, yürürken, eğilirdi önüne. ya'ni, bir yokuşdan iner gibi, daim önüne, az eğilirdi. şanlı, şerefli idi, o celil, iftihar eylerdi, ruhı halil. bir zatı ki, murad ede huda, her azası, olur elbet ala. yolda giderken, eğer bir kimse, ansızın, resulullahı görse, korku düşerdi, kalbine anın, yüksekliğinden, resulullahın. hem de biri, nebi ile, müdam, sohbet ederek, söylese kelam. sözlerindeki lezzet ile, ol, kul olurdu, kabul etse resul. etmişdi onu, hallakı ezel, hüsni ahlakla, bi mislü bedel. ya resulallah! gücüm yok medhine, yaratıldık hep, senin hurmetine. hasılı, ey şahı iklimi vefa, sana canım da feda, herşey feda! ma'lum ola ki, islamın şartlarının birincisi, kelimei şehadet getirmekdir. ya'ni eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulühü demekdir. hakiki iman, bu iki hususun ma'nasına canı gönülden kesin olarak inanmak, tasdik etmekdir. ya'ni, evvela hak sübhanehü ve tealanın vahdaniyyetini ikrar edip, inanmak ve ikinci olarak; hazreti muhammed mustafanın sallallahü aleyhi ve sellem nübüvvetini ve risaletini söyleyip, kabul etmekdir. hak celle ve ala hazretlerinin vahdaniyyetini ikrar ve tasdik; ancak nübüvvet kaynağından alarak, inanmak ile mu'teberdir. sadece akli deliller ile iktifa edip, felsefeciler gibi, nübüvvet kaynağından almadan inanmak, kurtuluşa ve yüksek derecelere ulaşdırmaz. bütün se'adetlerin sermayesi ve bütün ni'metlerin yüksek mertebesi, hazreti muhammed mustafanın sallallahü teala aleyhi ve sellem nübüvvetine ve risaletine inanmakdır. ya'ni . böyle inanmak demek de, onun teblig etdiği bütün ahkama ve ondan gelen bütün hükmlere inanmağı ve tasdik etmeyi icab etdirir. bu tasdik ve imanda asl olan, yaratılışın aslında resulullah aleyhisselam ile bir münasebet, bir benzerliğin bulunmasıdır. insanlar bu benzerlik ve münasebet hususunda birbirinden farklıdırlar. ba'zı kimselerde bu münasebet o kadar kuvvetlidir ki, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek cemalini sadece görmekle ve mu'cize göstermesine gerek kalmadan iman se'adeti ile şereflendiler. mesnevi değildir iman sebebi mu'cizeler. ona benzerlik sıfatları cezb eder. düşmanı kahr etmek içindir mu'cizeler. ona benzerlik gönlü cezb eder. abdüllah bin selamdan radıyallahü anh rivayet olunur: resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem hazretleri, medinei münevvereye teşrif etdiklerinde, varıp, onu göreyim diye huzurlarına gitdim. ne zeman ki mubarek yüzünü gördüm, anladım ki, bu yüz yalancı yüzü değildir. emirülmü'minin ömer radıyallahü anh bir gün abdüllah bin selama radıyallahü anh, hazreti peygamberin sallallahü teala aleyhi ve sellem halinden sordu. o da şöyle cevab verdi: benim, onun nübüvvetinin doğruluğuna ma'rifetim , oğlumun haline ma'rifetimden ziyadedir. hazreti emirülmü'minin ömer radıyallahü anh bu nasıl olur, deyince; o şöyle cevab verdi: mümkündür ki, oğlumun anası bana ihanet edip, oğlum, benim olmamış olabilir. amma, muhammed aleyhisselamın şanında ve onun sıdkı babında; kat'ıyyen şek ve şübhe yokdur. emirülmü'minin ömer radıyallahü anh onu yüzünden ve gözünden öpdü. ebu remsei teymiden nakl edilmişdir: hazreti resulün sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına vardım. mubarek cemalini bana gösterdiler. dedim ki, bu, allahü tealanın şeksiz ve şübhesiz resulüdür. cami' bin şeddad radıyallahü anh anlatır: bizden tarık adlı birisi dedi ki, resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem, medinei münevvereye teşriflerinde gördüm. fekat, onu tanımıyordum. bana sordu, hiç satılık birşeyin varmıdır. dedim ki, vardır; işte bu deveyi satarım. dedi ki, kaç paraya satarsın. dedim ki, şu kadar vesk hurmaya satarım. hemen devemin yularını tutup, götürdü. o gidince, biz birbirimiz ile konuşup, dedik ki, biz devemizi bir kimseye verdik ki, kim olduğunu bilmiyoruz. bir hatun bizim ile beraber idi. dedi ki, ben devenize kefilim. bir kimse ki, ayın ondördü gibi olsun, size hıyanet etmez. sabah oldu. bir kişi bir mikdar hurma getirdi. dedi ki, ben allahın resulünün sallallahü teala aleyhi ve sellem elçisiyim. beni size gönderdi ve buyurdu ki, bu hurmadan yiyesiniz ve gelip devenizin behasını ölçüp alasınız. ba'zı alimler buyurmuşlardır: allahü teala, meali şerifi, mubarek bir zeytin ağacının yağından tutuşdurulur. bu öyle saf bir yağdır ki, nerede ise, ateş dokunmasa da aydınlık verecek. bu aydınlık nur üstüne nurdur. . allahü teala dilediği kimseyi nuruna kavuşdurur. allahü teala insanlara böyle misaller verir ki, ibret alıp, iman etsinler. allahü teala herşeyi bilir. olan ayeti kerimede buyurup, misal vermesi, resulü sallallahü teala aleyhi ve sellem içindir. bu bir misaldir ki, allahü tealanın resulünün hakkında varid olmuşdur. ya'ni buyurmuşdur ki, kur'anı kerim okunup bildirilmese bile, onun mubarek yüzü, nübüvvetine ve yüksek derecelerine delalet eder. nitekim, abdüllah bin revaha radıyallahü anh demişdir ki:. şayet olmasa idi, onda apaçık deliller. güzel görünüşü de sana hayr ile verirdi haber. basiret ehli olanların mu'cizeleri ve delilleri görmeleri muhabbetlerini kuvvetlendirir, keşf ve yakinlerini artdırır. allahü teala; imanları artsın diye, mü'minlerin kalblerine ma'nevi huzuru indirdi. bütün göklerin ve yerin orduları allahındır. allah alim ve hakimdir! buyurmuşdur. insanlardan ba'zılarının ise, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile irtibatları olsa da; örf ve adetler tabi'atlarına iyice yerleşdiği için , onun ile olan münasebetleri örtülü kalmışdır. bu sebeble; resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hallerini, sözlerini ve mu'cizelerini görüp, işitmedikçe, ona iman etmek ni'meti ile şereflenemezler. o halde alametler ve mu'cizeler böyle kimselerin, imanın aslına kavuşmalarına sebeb olur. bunları görmeden iman etmiş kimselerin ise, bunları görerek yakinleri artar. bu bakımdan resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem nübüvvetinin şahidlerini, risaletinin delillerini müşahede edenler, görenler, iki kısma ayrılırlar. bunun gibi, adil ve güvenilir kimselerden delilleri ve mu'cizeleri işitenler de iki kısmdır. bunlardan bir kısmının resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile öyle münasebetleri vardır ki, onun asrından sonra, mu'cize gibi olmasa da, o resulün sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek sözlerinin açıklamalarını, hallerini ve ahlakını işitdiklerinde, onun nübüvvetini tasdik ve getirdiklerine iman ederler. mu'cizeler ise onların imanını ve tasdikini daha da kuvvetlendirir. ikinci kısım kimseler ise, mu'cizeleri duyup, onun sallallahü teala aleyhi ve sellem nübüvvetini tasdik etmedikçe, iman ni'metine kavuşamazlar. tasdik ve iman ni'metine kavuşdukdan sonra, mu'cizeleri mülahaza ve ibretle düşünmek yakini artdırır. insanlardan diğer bir kısmının ise, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile münasebetleri ve benzerlik nuru yok olmuşdur. her ne kadar onun sallallahü teala aleyhi ve sellem nübüvvetinin delilleri ve mu'cizeleri karşılarında olsa da ve bunları görseler de, inad ve kibrlerinden dolayı inanmadılar. kureyş kabilesinin ileri gelenleri böyledir. iman etmek için mu'cize istediler. mu'cizeleri görünce, bunlar sihr ve göz boyamakdır, dediler. mu'cizeleri görmeleri şekavet ve bedbahtlıklarını artdırmakdan başka birşey yapmadı. mülhidler ve zındıklar da bunla.evahidün nübüvve ra dahildir. bunlardan sonraki asrlarda olanlar, mu'cizeleri inkar etmişler ve etmekdedirler. inad ve kibr yolunu tutmuşlardır. halen de böyledir. mu'cizeleri, nübüvveti, peygamberliği mutlak olarak inkar etmekdedirler. haşr, neşr, kıyamet gününe, hesaba ve kitaba, cennet ve cehenneme ve peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem haber verdiği diğer hususlara iman etmiyorlar. insanlardan bir kısm kimseler de, nakl edilen delillere ve mu'cizelere inandıklarını söylüyorlar ise de, onların hepsini te'vil ediyorlar. onları mu'cize olmakdan çıkaracak şeklde açıklıyorlar. mu'cizeleri, harikul'ade halleri, mutlak olarak inkar ediyorlar. bundan daha acaibi de, bu inkarlarına rağmen, halkın gönüllerini kendilerine çekmek için ve onlardan çeşidli menfe'atler elde etmek için, keramet ve harikul'ade haller sahibi olduklarını iddia ediyorlar. çeşidli yalan ve hileler ile, bilgisiz, cahil kimseleri kendilerine bağlıyorlar. nefsimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden allahü tealaya sığınırız. allahü tealanın hidayete kavuşdurduğunu, kimse sapdıramaz. onun sapdırdığını da kimse hidayete kavuşduramaz. mu'cizeleri bizzat görmek veya adil ve güvenilir kimselerden duymak, ma'lum olduğu üzere, ba'zısının iman etmesine, ba'zısının yakininin artmasına sebeb olur. bu sebebden dolayı seyyidil mürselinin sallallahü teala aleyhi ve sellem yolunda giden din alimleri, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ümmetine şefkat ve onun sünnetine uymalarını teşvik için, nübüvvetinin şahidlerini ve risaletinin delillerini anlatan kitablar yazmışlardır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem diğer hallerinden ve sözlerinden ayrı olarak eserlerini bu deliller ile süslemişlerdir. bu alimlerden biri de derin alim ve büyük veli mevlana abdürrahman cami hazretleridir. önceki ve sonraki alimlerin yazdığı kitablarda bildirilen açık ve meşhur haberleri toplıyarak, şevahidün nübüvve litakviyeti ehlilfütüvve adı ile; bir mukaddime ve yedi rüknden meydana gelen bir kitab yazmışdır. kulların en aşağısı ve acizi mahmud bin osman lamii allahü teala günahlarını afv etsin, bu kitabın temamını okumakla şereflendim. muhabbetin kuvvetlenmesinde sayısız faidelerini gördüm. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem uymanın sonsuz güzelliklerini buldum. üstadı kamil ve imamı fadıl mevlana abdürrahman caminin, bu kitabın yazılmasında, büyük bir gayret gösterdiğini ve çok zahmet çekdiğini müşahede etdim. açık, mu'teber ve faideli olması için, muhtelif rivayetleri ve çeşidli isnadları almamışdır. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem alinden, eshabından, tabi'inden ve tebei tabi'inden meydana gelen harikul'ade halleri de mu'cize kabilinden yazmışdır. çünki, velinin kerameti, nebinin mu'cizesindendir, denilmişdir. zira, tabi' olmak vasıtası ile, tabi' olandan zuhur eden her kemal, tabi' olunana aiddir. o halde ümmetden parlıyan her fazilet ve keramet nuru, hakikatde nübüvvetin parlak nurlarındandır. şübhe yok ki, o nebinin mu'cizelerindendir. mevlana abdürrahman cami hazretleri bu kitabı farisi olarak yazmışdır. bu fakir lamii çelebi, kolay anlaşılması ve herkese faideli olması için, kendi lisanımız türkçeye terceme etdim. allahü tealanın kemali kereminden müyesser etdiği faideli sırlardan ve mu'teber kitablardan yazılmış olan sahih isnadlardan bulduklarımı bu kitabda topladım. doğru yola kavuşduran allahü tealadır. o düaları kabul edicidir. yanılmakdan ve hata etmekden ona sığınırız. ümid olunur ki, hak sübhanehü ve teala, kereminden ve herkese saçdığı ni'metlerinden aşık ve sadık taliblerin ve din kardeşlerimin kalblerini, bu kitabın tedkiki ile ve bu haberlerin ve mu'cizelerin mülahazası sebebi ile, yakin ve iman nurları ile doldurup, mesrur eylesin. amin! ya mucibessailin. bu kitabda, bir mukaddime, yedi bölüm, bir hatime vardır mukaddime: nebi ve mürsel kelimelerinin ma'nalarını ve bunlara bağlı şeyleri açıklamakdadır. birinci bölüm: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem doğumundan evvel, peygamberliğine delil olan alametler hakkındadır. ikinci bölüm: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem doğumundan bi'setine kadar, meydana gelen alametler hakkındadır. üçüncü bölüm: bi'setden hicrete kadar meydana gelen mu'cizelerin beyanı hakkındadır. dördüncü bölüm: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar olan mu'cizeleri hakkındadır. beşinci bölüm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra meydana gelen ve ayrıca zemanı kesin belli olmıyan veya bir vakte mahsus olmıyan alametler hakkındadır. altıncı bölüm: eshabı kiramdan ve ehli beytden meydana gelen kerametler anlatılmakdadır. yedinci bölüm: tabi'in, tebei tabi'in ve sofiyyeden sadır olan kerametler hakkındadır. hatime: din düşmanlarının gördüğü ceza ve belalardan bahs edilmekdedir. mukaddime nebi ve mürsel kelimelerinin ma'naları ve bunlara bağlı şeylerin açıklanması hakkındadır. resul, kendisine allahü teala tarafından vahy yolu ile yeni bir din gönderilen peygamberdir. bu din ile allahü tealaya nasıl ibadet edileceğini bildiren, her asrda gelen peygamberlere nebi denir. peygamberliğini bildirdikden sonra, iman etmiyenlerle cihad etmesi emr olunan peygamberlere ülül'azm denir. nitekim, peygamberimize sallallahü teala aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirildiği ilk zemanlarda; buyruldu. bir zemanda da kehf suresi. ayetinde mealen, ey resulüm! de ki, kur'anı kerim rabbinizden gelen bir hakdır. artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun! çünki biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, onun kalın dıvarları kendilerini kuşatmışdır buyuruldu. fekat, son zemanlarında teblig şekli değişdi. ve allahü teala tevbe suresi. ayetinde mealen, onlar ile toptan harb edin! ve , buyurdu. mu'cize; peygamberliğini bildiren bir peygamberden, hiç kimsenin i'tiraz edemediği, adeti ilahiyye dışında ve kudreti ilahiyye içinde meydana gelen adet dışı hadiselerdir. evliyanın kerametleri ve kafirlerin istidracları, mu'cize ta'rifinin dışındadır. zira; evliya; nübüvvet da'vasında bulunmaz. dalalet ehlinden, her ne kadar nübüvvet da'vasında bulunanlar düşünülebilse de, allahü tealanın adeti ilahiyyesi şöyledir ki, onlar harikul'ade işler yapmak istedikleri sırada, bu şeyler onlardan meydana gelmez. gelse bile bunlara karşı çıkan ve iddialarının aksini söyliyen bulunur. bu da onların da'valarının aslsız olduğunu gösterir. nebi ve resullerden ba'zıları daha üstündür. allahü teala kur'anı kerimde bekara suresi. derdimayeti kerimede mealen, buyurmuşdur. sülemi, kitabında şöyle yazmışdır: sehl rahimehullah buyurdu ki, peygamberlerden ba'zısının ba'zısından üstün kılınması, ma'rifet ve ta'at hususundadır. cüneydi bağdadi rahimehullah, temyiz ve sırrı saklamak bakımındandır, buyurdu. ba'zı alimler; cömerdlik ve ahlak bakımından, ba'zıları ise hilm ve hilkatdendir, demişlerdir. yine alimlerden bir kısmı, bu üstünlük, sözüne güvenirlik ve tevekkül bakımından demişlerdir. bir kısmı da nefsin hilelerini ve şeytanın vesveselerini bilmek bakımındandır, demişlerdir. fekat, peygamberler hakkında bu bakımdan faziletlidir diye ta'yin etmek meşru' değildir. nitekim resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşdur: . ancak biz, peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem daha faziletli olduğunu biliriz. çünki onun, diğer peygamberlerden faziletli olduğu nass ile, ya'ni ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabitdir. hadisi şerifde şöyle bildirilmişdir: . hazreti muhammed aleyhi minessalevati efdalüha ve minettehiyyatü ekmelüha hatemün nebiyyin ve seyyidil mürselin , alemlere rahmet ve kıyamet gününün şefa'atcisidir. nitekim bu husus ayeti kerime ile sabit olmuşdur. allahü teala ahzab suresi. ayetinde mealen, muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. fekat o, allahın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. ve ey resulüm! seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik! buyurmuşdur. kitabında. derdimmektubu okuyunuz! muhammed aleyhisselam bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilmişdir. onun dininin gönderilmesi ile bütün dinler nesh olmuş, yürürlükden kaldırılmışdır. ona kur'anı kerim gönderilince, diğer semavi kitablar nesh edilmiş, hükmleri yürürlükden kaldırılmışdır. bu kitablar, daha önce insanlar tarafından tahrif edilmiş, bozulmuş idi. bugün aslı üzere tevrat ve incil yokdur. olsa bile, nesh edilmiş olduğundan makbul değildir. onun gönderilmesi ile peygamberlik son buldu. ondan sonra peygamber gelmiyecekdir. onun dine da'vetinden başka, diğer da'vetler merduddur, kabul olunmaz. zira islam dini onun gelmesi ile ve o hayatda iken kemale erdirilmişdir. nitekim; , buyurulması bu hususu bildirmekdedir. buyurulan hadisi şerif de, bunu gösteren açık bir şahiddir. o halde, kemal üzerine fazla söylemek noksanlıkdır. şübhesiz ki, her kim ona tabi' olmakdan yüz çevirirse ve onun dininin hükmlerini mutlaka kendine lazım bilmeyip, ehemmiyyet vermez ise, şeytanın dostu ve rahmanın düşmanı olur. böyle kimse zındıklardan ve mülhidlerdendir. allahü teala onları zelil eylesin! böyle kimselerde harikul'ade şeyler görülür ise, bunlar keramet cinsinden değildir. öyle kimselerde zuhura gelen bu hallere mekr ve istidrac denir. iyi bilmek icab eder ki, allahü tealanın, bir kulun bütün muradını yerine getirmesi, her istediğini vermesi, isterse bu verilen şeyler harikul'ade olsun, o kulun allahü teala katında makbul bir kul olduğunu göstermez. bunlar, ba'zı kullarına iyilik ve ihsandır. ba'zılarına da istidracdır. allahü teala , onları derece derece aşağı indiriyoruz. onlar bilmiyorlar buyurdu. kitabını ahifesinde buyuruluyor ki: seyyid abdülhakim bin mustafa rahmetullahi aleyh bir mektubunda buyuruyor ki: varidati ilahiyyenin hepsi, adeti ilahiyye içinde hasıl olmakdadır. ya'ni, allahü teala, herşeyi bir sebeb altında yaratmakdadır. bu sebeblere, iş yapabilecek te'sir, kuvvet vermişdir. bu kuvvetlere, tabi'at kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. bir iş yapmamız, birşeyi elde etmemiz için, bu işin sebeblerine yapışmamız lazımdır. mesela, buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. insanların bütün hareketleri, işleri, allahü tealanın bu adeti içinde meydana gelmekdedir. allahü teala, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, olarak, ya'ni adetini bozarak, sebebsiz şeyler yaratıyor. her insanda nefs vardır. nefs, allahın düşmanıdır. hep kötülük yapmak ister. islamiyyete uymak istemez. islamiyyete uyanların nefsleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. açlık çeken, sıkıntılı yaşıyan kafirlerin nefsleri ise za'ifler. kötülük yapamaz. bunun için, evliyada ve papazlarda harikul'ade işler hasıl olur. – peygamberlerden aleyhimüsselam, tam temiz oldukları için adeti ilahiyye dışında ve kudreti ilahiyye içinde şeyler meydana gelir. buna denir. peygamberlerin salevatullahi teala aleyhim ecma'in mu'cize göstermesi lazımdır. – peygamberlerin aleyhimüsselam ümmetlerinin evliyasında, nefslerinin kötülükleri kalmadığı için adet dışı meydana gelen şeylere, denir. ibni abidin, mürtedleri anlatırken diyor ki, ve ler, keramete inanmadı. imamülharemeyn ve imamı ömer nesefi ve birçok alimler rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, kerametin caiz olduğunu isbat etmişlerdir. evliyanın keramet göstermesi lazım değildir. bunlar, keramet göstermek istemez. allahü tealadan utanırlar. – ümmet arasında, veli olmıyanlardan meydana gelen adet dışı şeylere, denir. – fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur ederse denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demekdir. – kafirlerden zuhur edenlere ise , ya'ni büyü denir. istidracın ma'nası: allahü tealanın bir kimseye, isteklerini dünyada vermesidir ki, o kimsenin haddi aşması, inadı, cehaleti ve fesadı artıp, her zeman ve belki her an dergahı izzetden uzaklaşarak, rahmetden mahrum kalmasına sebeb olmasıdır. istidracın kısmları: – mekr: allahü teala araf suresi. ayetinde mealen, hüsrana uğrayan kimselerden başkası, allahın mühlet vermesinden emin olamaz. ve böyle bir hile kurdular. biz de onların haberi olmadan, hilelerinin cezasını verdik! buyurdu. mekr, bir kimseyi aldatmak, hile yapmak demekdir. – keyd: allahü teala araf suresi. derdimayetinde mealen, ihsan görünüşünde, helak ve perişan edişim pek çetindir! buyurdu. mekr ma'nasına yakındır. – hıda. allahü teala , münafıklar zanlarınca, allaha hile yaparlar. allah da hilelerini başlarına geçirir. ve , allahı ve mü'minleri aldatırlar. halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar. ve bunun farkında değildirler. buyurdu. hıda'; bir kimseye tahmin etmediği tarafdan zarar vermekdir. – imla: allahü teala , inkar edenler, kendilerine ömr ve mühlet verişimizi, sakın kendileri için hayrlı sanmasın. biz onları sadece günahlarını artdırsınlar diye bırakıyoruz buyurdu. bu ayeti kerimede nümli kelimesi, mühlet verdik demekdir. – ihlak: allahü teala en'am suresi. derdimayetinde mealen, nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları sırada onları ansızın yakaladık ve kasas suresive. ayetlerinde fir'avn hakkında mealen, hakları olmıyarak büyüklük tasladılar. ve zan etdiler ki, bize döndürülmiyecekler. biz de hem fir'avnı, hem askerlerini yakaladık da onları denize atıverdik. buyurdu. ihlak, çok kerre ni'met olarak verilen birşeyi sonunda azab olarak gönderip, aldatmakdır. o halde bu ayeti kerimelerden anlaşıldı ki, arzu edilen şeylerin ele geçmesi, se'adete kavuşmaya, olgunluğa ve hayra delalet etmez. keramet ile istidrac arasındaki fark şöyledir: keramet sahibi olan kimse, unsuru latif ve cevheri şerif olan keramet ile meşgul olmaz ve onunla öğünmez. bilakis, kendisinden keramet zuhur edince, kendisinden meydana gelen bu halin istidrac olabileceği endişesi ile allahü tealadan korkusu iyice artar. onun kahrından sakınması son derece fazlalaşır. yahud da, bu amellerinin dünyada cezası olabilir diye düşünür. fekat istidrac sahibi olan kimse, bu durum, güzel haller ve ameller ve bu amellerin neticeleridir diye zan eder. bunlar mekr, aldatma ve sapdırma değildir diyebilir. kendinde bir olgunluk ve üstünlük olduğu hayali ile insanlara hakaret nazarı ile bakar. kendini ikabı ilahiden emin bulur. kötü akibetden sakınmaz. bu sebebden kamil ve derin alimler buyurmuşlardır ki; allahü tealadan uzaklaşanların, ya'ni dalalete düşenlerin ekserisi, keramet gösterme makamında düşmüşlerdir. şübhesiz ki, kerametlerin ve harikul'ade hallerin zuhurundan ve çeşidli belalardan sakınıp, korkanlar, masivaya nazar etmiyenler mekre düşmezler ve allahü tealadan uzaklaşmazlar. onlar yakin ehli ve alemlerin rabbinin makbulüdürler. sahih nakllerde gelmişdir ki, bel'am bin baura, bersisa ve bunlar gibi kimseler; zemanlarında çok ibadet ve ağır riyazetler yapmaları sebebi ile çeşidli harikalar, keşf ve keramet sahibi olmuşlardı. lakin, bu hallerin meydana gelmesinden mağrur oldular. bu sebeb ile mekri ilahiye düşdüler. nihayet köpek ve domuz mertebesine düşdüler. kitabının cil ektubunda; harikaları ve kerametleri ve veli olmak için bunlara ihtiyac olmadığını, keramet ve istidrac sahiblerinin nasıl ayırd edileceğini bildirmekdedir. bu mektubun tercemesi kitabında. sahifede vardır. rivayet olunur ki, fir'avn bir zeman nil nehrinin yanına gelmişdi. o yürüdükce nil akar, durdukca da dururdu. şübhesiz ki, bu gibi haller keramet değildir. mekri ilahidir . sahibinin perişan olmasına, hakdan son derece uzaklaşmasına ve mahrumiyyetine sebeb olur. bekara suresi. ayeti kerimesinde mealen, bir çoğunu şaşırtıp, sapdırır ve yine onun ile bir çoğunu hidayete erdirir. buyuruldu. hazreti isa salevatullahi ala nebiyyina ve aleyhim ahır zemanda, kıyamete yakın, gökden inip, bizim peygamberimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem dini ile, ya'ni islamiyyet ile amel edecekdir. salibi kırıp, içki ve domuza haramdır, diyecekdir. her ne kadar peygamber efendimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem, alemi şehadetde, bütün peygamberlerden sonra ise de, alemi ervahda onların evveli ve birincisidir. nitekim, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurmuşdur. arabi tercemesi: her ne kadar suretde isem de ibni adem, benim için onda babalığımı gösteren bir ma'na vardır. bu hadisi şerifin ma'nası şöyledir: allahü teala zatından başka bir şeyin bulunmadığı sonsuz öncelerde, önce kendi zatı mukaddesine, arada vasıta olmaksızın yapdığı ilk tecellide, herşeyin aslı önce allahü tealanın kendisinde idi. bu mertebede, mevcudatın hakikatleri zatı ilahiden ayrı olmadıkları gibi, birbirinden de farklı değil idi. bu mertebeye te'ayyüni evvel veya hakikati muhammedi denir. diğer mevcudatın hakikatleri, o hakikatin cüz'leri ve tafsilatıdır. onların sureti ile vaki' olan tecelliler, gayb aleminde, o hakikatin suretindeki tecelliden yayılmışdır. o hakikatin varlık sureti, önce ruhlar mertebesinde mücerret bir cevherdir ki, şari' sallallahü aleyhi ve sellem buna ba'zen akl, ba'zen kalem, ba'zen ruh veya nur buyurmuşlardır. hadisi şeriflerde; buyurulmuşdur. farklı ifadeler, değişik i'tibarat sebebi iledir. zira ilk cevher olma mertebesi birşeyden başkası için olamaz. diğer hakikatlerin varlık sureti o hakikatin varlık suretinden dolayıdır. bu, mertebe mertebe aşağı inmişdir. cismani suretde insan unsurundaki ferdlerin ilki adem aleyhisselamdır. onda nihayet buldu. hakikati insani, önce mertebei kalemi aladaki aklı evveldir. müteayyin olur. ikinci olarak, levhi mahfuz mertebesindeki nefsi küllidir, te'ayyün bulur. üçüncü olarak, arşı azimdeki muhaddedi cihatı mekan ve müstevayı ismi rahmandır. dördüncü olarak, mertebei kürsiyyi kerimdeki müstevayı ismi rahimdir. beşinci olarak, yedinci gökdeki feleki zühal ve müstevayı ismi rabdır. altıncı olarak, altıncı gökdeki feleki müşteri ve mazharı ismi alimdir. yedinci olarak, beşinci gökdeki, feleki merih ve sureti ismi kahhardır. sekizinci olarak, dördüncü gökdeki, feleki şems ve ayinei ismi muhyidir. dokuzuncu olarak, üçüncü gökdeki feleki zühre ve mir'atı ismi musavverdir. onuncu olarak, ikinci gökdeki, feleki utarid ve sırrı ismi baridir. ondan sonra birinci gökdeki feleki kamer ve masdarı ismi halıkdır. ondan sonraki alemi anasırda ve mevalidi selaseden, baba sulbüne varınca, gelip, ta'yin ve temyiz gösterir. bu mertebelere mertebei istida' derler. yani mertebei vedi'atdır. baba sulbünden ana rahmine düşüp, karar kılar. bu mertebeye mertebei istikrar denir. allahü teala , buyurmuşdur. o nefs külli nefsdir. onlar için ana rahminde istikrar ve ata sulbünde ve sair zikr olunan mertebelerde istida' vardır. adem ve diğer enbiya aleyhimüsselam alemi şehadetde cism suretinde ortaya çıkmadıkça, peygamberlik sıfatı ile sıfatlanmazlar. fekat peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem böyle değildir. onun mubarek ruhu yaratılınca, peygamberlik ile müjdelendi. nitekim; hadisi şerifi buna işaretdir. bütün peygamberlerin dinlerinde icra olunan ahkam, muhammed aleyhisselamın dininden alınmışdır. hakikatde diğer nebiler ve resuller onun dininin ahkamını teblig için gönderilmiş olan vekilleridir. nitekim, emiril mü'minin ali radıyallahü anh ve mu'az bin cebel radıyallahü anh, resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem vekil olarak, ahkamı teblig için yemen diyarına gitdiler. hakikatde bütün peygamberlerin dinleri onun dinidir ki, naibleri vasıtası ile mahlukata ulaşmışdır. muhammed aleyhisselamın mubarek vücudunun yaratılması ile bu din zahir oldu. allahü tealanın hikmeti ile bütün dinler nesh edilip, başka bir din ile başka hükmler teblig edildi. zira insanların kabiliyyetlerinin ve istidatlarının değişik olması, dinlerin de değişik olmasını icab etdirir. nitekim, bir tabibi hazık, bir hastada sarılık görse, ona göre ilac verir. sonra bu hastada öksürük olsa, öksürük ilacı verir. velhasıl hastalığa göre ilac verir. hastalık değişdikce ilac da değişir. kalbleri hasta olan insanlara, peygamberlerden müşfik tabibi hazık olmaz. allahü teala onlar hakkında bekara suresi. ayetinde mealen, buyurdu. , nefslerinden evladır. buyurdu. peygamber aleyhisselam hastalıklara göre ilac, çare bildirir. buna uyarlar ise, sıhhat ve se'adete kavuşurlar. kitabında şöyle buyurulmakdadır: her asrda gönderilen peygambere, o asrdaki insanların istidatlarını içine alan bir istidat verilmişdir. peygamberin bu istidadı, o asr için ta'yin edilen istidada ve mizaca denkdir. her asrda gönderilen peygamberler, gönderildikleri asrda yaşıyan insanların kabiliyyetlerine ve istidatlarına gönderilir. bu sebeble, her asrda gelen insanların kabiliyyetlerinin farklı olmasından dolayı, dinleri de farklı oldu. bu farklılık, dinlerin aslının bir din olmasına mani' değildir. nitekim, güneşin ışığının farklı yerlerde, farklı şeklde görünmesi, bu ışıkların hepsinin aynı güneşin ışığı olmasına mani' değildir. peygamberimiz sallallahü teala aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilince, onun istidadı bütün peygamberlerin istidatlarından daha mükemmel ve daha mu'azzam ve bütün afetlerden salim oldu. şübhesiz onun ümmetinin istidatları da, diğer ümmetlere nisbetle daha mükemmel oldu. muhakkak ki, bütün peygamberlerin dinleri, zuhuruna ve zemana göre sıratı müstekimi muhammedide ve dini mardıyyei mahmudei ahmedide münderic ve dahil oldu, toplandı. allahü teala , muhammed aleyhisselamın getirdiği islam dininden başka din istiyenlerin dinlerini, allahü teala sevmez ve kabul etmez. dini islama arka çeviren, ahıretde ziyan edecek, cehenneme girecekdir! buyurdu. sıratı müstekim olan tevhid yolunda bütün enbiya ve asfiya birleşmişlerdir. allahü teala ali imran suresi. derdimayetinde mealen, , de ki: ey kitab ehli ! bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin. allahdan başkasına tapmayalım, ona hiç birşeyi ortak koşmayalım. buyurdu. ya'ni, ey ehli tevrat ve incil, geliniz bir kelime ile azm; kabul ve amel edelim. bu husus hakkında tevrat, incil ve kur'anda ihtilaf yokdur. muhkemat kabilinden olanlar nesh kabul etmez. aramızdaki o kelime şudur: allahdan başkasına tapmayalım ve ona şerik tutmayalım. zira tarikı tevhidden gayrısına tabi' olmak azgınlık ve dalalete sebeb olur. allahü teala en'am suresi. derdimayetinde mealen, başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar. buyurdu. tevhidin kemali de şöyledir ki, kul allahü tealanın tasarrufu karşısında bütün arzu ve isteklerden uzak olmalıdır. nitekim seyyidüttaife hazreti cüneyd rahmetullahi teala aleyh şöyle buyurmuşdur: tevhid, kulun, allahü tealanın huzurunda, onun takdir ve tasarrufları, kulun üzerinde cereyan edinceye kadar zikr etmiş olmasıdır. nitekim, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem fena fillah mertebesinde cümle enbiyadan daha yüksek mertebede ve tevhidde efdaldir. şübhesiz ki, allahü teala ondan sadır olan fi'li ona nisbet etmeyip, kendi zatı mukaddesine izafet edip , buyurdu. bu cins iş hazreti davüd aleyhisselamdan sadır olduğu vakt, allahü teala buyurdu. hazreti musa aleyhisselam, tur dağına tecelli kıldığını görünce, bayılıp, yere düşdü. allahü teala araf suresi. derdimayetinde mealen nihayet rabbi, o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etdi. musa da bayılarak yere düşdü buyurdu. hazreti seyyidil mürselin muhammed aleyhisselama bütün ni'metler ve azablar gösterildi, halinde bir zerre değişiklik olmadı. allahü teala buyurdu. o halde, o sultanı enbiyanın sallallahü aleyhi ve sellem cümle enbiyaya bağlı olması, bütün dinler onun dininin tufeylisi olması tabi'idir. allahü teala hadisi kudside ve , rabbin sana verecek de hoşnud olacaksın buyurdu. bu ayeti kerimenin tefsirinde demişlerdir ki; cümle mahlukat benim rızamı isterler ve biz senin rızanı isteriz. havas her ne kadar havas ise de senin makamın yanında amilerdir. hasdan da has olan sensin ya muhammed. hakikat şudur ki, o hazretin mertebesinin kemalini ve yüksekliğini hakkıyla kimse idrak edemez.. nebiyi nebi tanıyabilir, mustafayı da ali tanıyabilir.çün aşk denizi dalgalandı, ol dürri yetim, zahir oldu. şanında buyurdu, halıkı pak . mahmudu muhammedü mübeccel, mahbubi huda, nebiyyi mürsel. doğdukda, o şemsin ziyası, doldurdu bütün kainatı. gördü onu, basir olanlar, görmiyor, yalnız, kör olanlar. o gonca, mekkede açıldı, kokusu dünyaya saçıldı. zerredir, o güneşden el'an, alemdeki ilm ile irfan. bugün dolduran, ruyı zemini, ilmler, o gülün bir filizi, ol güneşin olmasa berkı, kim parlatırdı şarkı garbı? olmasa, endülüs okulu açık, kim avrupaya tutardı ışık? ilm merkezi semerkand, bağdad, etdi, yer yüzün cehlden azad. böylece, kapladı her yeri, hızla envarı muhammedi. insaf et, ey inadcı insaf, meydanda değil mi, ilmi eslaf? kim eyledi mustafa gibi, tevhidi cenabı ezeli? verdi mi, öyle dersi irfan, hitit ve asur, roma, yunan? ölçülse, tevrat, zebur, incil, üstün elbet, kitabı tenzil. bir mu'cizedir, nuri kur'an, değişmez hiç, durdukca cihan. kıyamete dek, olur mer'i, şübhe edene, emri. yehud, mason, komünist şimdi, kur'ana, hep, hücuma geçdi. her asrda böyle çatdı ada, biri zafer bulmadı asla. çünki, onu cenabı bari, değişikliklerden kıldı ari. şer' ile yaydı, o nebi, yer yüzüne ilmi, edebi. kim giderse onun izinde, iyilik bulur her işinde. her kim ki, bu yola özenir, güzel sıfatlarla bezenir. ümmidir, eğerçi, o nebi, ilm ile doldurdu heryeri. ümmi ki, sözlerinde parlar, her mahluka aid haklar. ümmi idi, hocası yokdu, fenne uygun ayet okudu. seçilmiş, sevgili iken o, daim beğenirdi yokluğu. emrine geçmişken memalik, üç gömleğe değildi malik. askeri olurken muzaffer, açlığı sever idi ekser. .evahidün nübüvve çok mal bulunmazdı evinde, fevtinde, görüldü, zırhı rehinde. varını fakire verirdi, yoksul olunca, sevinirdi. ekser zeman gördüğü şeyler, yanında, dünya neye değer? ihsanları, herkese çokdu, birşey yok demek, onda yokdu. ba'zan, o kadar çok verirdi, düşmanları hep, eğilirdi. şefkati boldu, her leime, müşfik babaydı, her yetime. her işinde vardı, çok hikmet, hiç etmedi kimseye minnet. hastayı ziyaret ederdi, derdliyi şifayab ederdi. teheccüdü hiç bırakmazdı, allah korkusundan yatmazdı. tutardı herkesi, peygamber, hep kendi nefsile beraber. iftihar ederdi, kullukla, huylu idi, ilahi hulkla. bir mektebe oldu, müdavim, allahdı, zatına muallim. anlatmak için rahman, anı, kur'anda hoş etdi beyanı. haşra dek, şahı enbiyaya, olsun salevat, bi nihaye! olsun aline, eshabına, salat, selamı acizane! enbiya aleyhimüsselam bütün insanlardan efdaldir. evliyadan ve sıddiklardan hiçbir kimse, ne kadar yüksek olursa olsun, enbiya derecesine erişemez. sultanül arifin hazreti ebu yezid bistami kaddesallahü sirrehül'aziz buyurmuşdur ki: sıddikların yükseldiği en son makam, enbiyanın hallerinin başladığı ilk makamdır. ibni attar rahimehullah buyurmuşdur ki: resullerin en aşağı derecesi nebilerin en yüksek mertebesidir. nebilerin en aşağı mertebesi, sıddikların en yüksek mertebesidir. sıddikların en aşağı mertebesi, şehidlerin en yüksek mertebesidir. şehidlerin en aşağı mertebesi, salihlerin en yüksek mertebesidir. salihlerin en aşağı mertebesi, mü'minlerin en yüksek mertebesidir. geçmiş evliyanın ba'zılarından şöyle nakl edilmişdir: vilayet nübüvvetden efdaldir. şuna mebnidir ki, nebinin iki yönü vardır. birisi vilayet yönüdür ki, batını nübüvvetdir. diğeri, nübüvvet yönüdür ki, zahiri vilayetdir. her nebi vilayet cihetiyle hak sübhanehü ve teala hazretlerinden ihsan ve feyz alıp, nübüvveti cihetiyle mahlukata verir. şübhesiz ki o yönüyle onunla mu'amelei hak edib cem'iyyet huzuru hasıl olur. şu cihetden efdal ve şereflidir ki, onunla mahlukata iltifat olunup, mihnet ve zahmet yükü çekilir. gerçi enbiyaya aleyhimüsselam her çeşid bela ve mihnet, safa ve rahat cem'iyyetin artması, kurbetin ziyadeleşmesi içindir. farisi tercemesi: dost altın gibi, bela da ateş gibidir, halis altın, ateş içinde saf hale gelir. vilayet nübüvvetden efdaldir demeleri nebinin vilayet yönü nübüvvet yönünden efdaldir demekdir. yoksa velinin vilayeti, tabi' olduğu nebinin nübüvvetinden efdaldir demek değildir. zira nebinin vilayet ciheti evliyaullahın vilayet cihetinden ekmel ve etemm oldukdan sonra nübüvvet ciheti fazladır. ariflerin büyüklerinden ba'zıları şöyle buyurmuşdur: ehlullahdan birinin, , dediğini işitirsen veya ondan sana böyle bir söz nakl edilirse, o bununla nebinin vilayetinin nübüvvetinden daha yüksek olduğunu kast etmekdedir. veya böyle bir zat, veli, nebi ve resulden üstün derse, o bu sözüyle bir peygamberin vilayetinin nübüvvetinden üstün olduğunu kast etmekdedir. eğer bir kimse vilayet ve nübüvvet cihetlerinin temamına nübüvvet diye ad verse, o zeman nübüvvet vilayetden efdal olur. zira bir bütün parçalarından efdaldir. hace muhammed bin ali kaddesellahü teala sirruhüma buyurmuşlardır ki: enbiyanın nihayeti evliyanın bidayetidir. bu ilmde azimete ve tarikatın parlaklığına işaretdir. ya'ni enbiyanın şeri'atde nihayeti evliyanın tarikat sülukunda bidayetidir. zira enbiya aleyhimüsselamın dinleri zemanlarının sonunda kemale erişir. nitekim hazreti muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem, allahü teala , buyurdu. o halde veli kemali şeri'atle süluke başlamayınca velilik vilayetine adım atamaz. mekkede nazil olan ahkam ile amel edip, medinede nazil olan ile amel etmese asla vilayet sırrına ermek mümkin değildir. belki inkar eylese, allahü teala korusun, kafir olur. ma'lum oldu ki velinin vilayetinin başlangıcı nebinin şeri'atinin nihayetinde vaki' olan hükmleri kabul edip, ittiba eylemekdir. nübüvvetin kemalatı yanında, vilayetin kemalatı hiç gibidir. vilayet nübüvvetden efdaldir diyen tesavvuf erbabı, henüz yolu temamlamamış sekr halinde olanlardır. sekrden sahva gelince, nübüvvet kemalatının, vilayet kemalatından üstün olduğunu, hatta bir peygamberin vilayetinin, nübüvvetine ulaşamıyacağını anlarlar. vilayet kemalatı, nübüvvet kemalatı yanında denize nazaran bir damla su gibidir. nübüvvetin ve vilayetin kemalatını açıklamakda, imamı rabbaninin radıyallahü anh ı kadar kıymetli bir kitab daha yazılmamışdır. doğru yola kavuşduran allahü tealadır. ni'mel mevla ve ni'meddelil. birinci bölüm muhammed aleyhisselam doğmadan önce meydana gelen ve peygamberliğine müjde olan alametler: ırbaz bin sariye radıyallahü teala anh şöyle rivayet etmişdir: hazreti resuli ekrem sallallahü teala aleyhi ve sellem buyurdu ki: adem aleyhisselamın cesedi toprak halinde ve henüz ruh verilmemiş halde iken, allahü teala katında benim adım hatemünnebiyyin diye yazılmışdı. size halimin başlangıcından bahsedeyim diyerek buyurdular ki: hazreti ibrahim aleyhisselam şöyle düa etmişdir: bekara suresi. ayetinde mealen ya rabbi! onlara senin ayetlerini okuyacak bir resul gönder.. isa aleyhisselam da şöyle müjde vermişdir: ey israil oğulları! ben size allahın peygamberiyim. tevratın tasdikcisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi ahmeddir.. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yine şöyle buyurdu: annem amine kendisinden bir nurun doğuya ve batıya yayıldığını görmüşdür. o nurun aydınlığında şamın köşkleri ve serayları görünmüşdür. tevratın ilk ayeti: allahü teala önce mu'azzam bir nesneyi yaratdı. sonra gökleri, sonra da yeri yaratdı. bu ayetde geçen vehim kelimesi büyük şan sahibi ma'nasında olup, muhammed aleyhisselamın ruhu demekdir. nitekim hadisi şerifde şöyle buyrulmuşdur: . eğer yehudiler derlerse ki bundan murad neden muhammedin aleyhisselam ruhu olsun? cevab olarak deriz ki, size göre harflerle hesab mu'teberdir. nitekim tevratda bir ayetde geçen bezat kelimesinin dörtyüzon demek olduğunu söylersiniz. bununla süleyman aleyhisselamın beyti mukaddesi bina etmesinden dörtyüzon sene sonra harab olur diye söylemeniz gerçekleşdi. bunun birçok başka misalleri de vardır. rivayet olunur ki, muhammed aleyhisselama yehudi alimlerinden bir gurup geldiler ve ya muhammed! işitdik ki, sana elif lam mim ayeti gelmiş. bu senin ümmetinin yetmişbir sene hükm süreceğine işaretdir dediler. bunun üzerine muhammed aleyhisselam buyurdu ki: bana sadece elif lam mim gelmedi. ha mim ayn sin kaf ve kaf ha ya ayn sad ve elif lam ra ve elif lam mim sad ayeti kerimeleri de geldi. yehudi alimleri bunları işitince işimiz çok zorlaşdı ya muhammed aleyhisselam, diyerek ayrılıp gitdiler. tevratın ilk ayetinde geçen el vehim kelimesini harf hesabıyla hesab ederek doksaniki çıkdığını gördük. bu rakam muhammed ismine uygundur. yine i'tiraz ederek kelimesi tevratın ilk ayetinde geçen mu'azzam bir nesne kelimesinindeğil failidir. ya'ni mu'azzam nesne yaratandır, yaratılan değildir derlerse iki dürlü cevab veririz. birincisi, cümlede geçen gökleri yaratdı ifadesinin mu'azzam nesneye atf edilmesi yanlış olur. ikincisi, yaratma fi'linin faili içinde gizlidir. ya'ni yaratan allahü tealadır. nitekim, tevratda bu ifadenin birkaç satır altında açıkca, allahü teala bir mu'azzam nesneyi gökleri ve yerleri yaratdı. allah en iyi bilen ve en iyi hükm sahibidir yazılıdır. muhammed aleyhisselamın peygamberliğine önceden müjde olan haberlerden biri de şöyledir: tevratın beşinci sifrinin ikinci cüz'ünde, yehudi alimlerinden yetmiş kişinin doğruluğunda ittifak etdikleri bir ayetde, iki yönden muhammed aleyhisselamın peygamberliğine delil vardır. bu ayetin ma'nası şudur: ya musa! muhakkak ki, beni israilin kardeşlerinin oğullarından senin gibi bir peygamber göndereceğim. kelamımı onun diliyle bildiririm. o peygamber emrlerimi kavmine bildirir. kabul etmeyenlerden elbette intikam alırım. bundaki delillerden biri şöyledir: israil ya'kub aleyhisselamın ismidir. beni israil de onun kavminin ismidir. ya'kub aleyhisselamın babası ishak aleyhisselamdır. ishak aleyhisselamın kardeşi ise isma'il aleyhisselamdır. beni israilin kardeşlerinin oğulları, amcalarının oğulları demekdir. musa aleyhisselamdan sonra isma'il aleyhisselamın soyundan sadece muhammed aleyhisselam peygamber olarak gelmişdir. ikinci yönden ise ayeti kerimede geçen senin gibi ifadesinden maksad, peygamberlik bakımındandır. bütün vasflarda değildir. nitekim tevratda bu ayetden önce ve sonraki ayetleri bu ma'nayı kuvvetlendirerek, beni israilin kardeşlerinin oğullarından ya'ni isma'il aleyhisselam neslinden gelen peygamberin ülül'azm, din ve kitab sahibi olduğu bildirilmekdedir. musa aleyhisselamdan sonra, bu vasfda sadece muhammed aleyhisselam gelmişdir. bu peygamber yehudi alimlerinin zan etdiği gibi, yuşa bin nun olamaz. çünki o, beni israildendir ve din sahibi değildir. yine nasrani patriklerinin zan etdikleri gibi musa aleyhisselamdan sonra gelen din sahibi peygamber isa aleyhisselam da değildir. o da israil oğullarındandır ve din sahibi değildir. nitekim incilde isa aleyhisselamın şöyle dediği yazılıdır. ben musanın aleyhisselam dinini değişdirmek için gelmedim, temamlamak için geldim. tevratda şöyle bildirilmişdir: ya'kub aleyhisselam kavminin toplanmasını emr etdi ve onlara ahir zemanda gelecek bir peygamberden şöyle haber verdi. hakimin hükmü ve rasimin resmi ancak bütün kabilelerin ve cema'atlerin etrafında toplanacağı kimsenin gelmesiyle yürürlükden kalkar. ya'kub aleyhisselam kavmine söylediği hakim sözüyle, din ve hükm sahibi musa aleyhisselamı, rasim sözüyle de onun dinini temamlayan isa aleyhisselamı kasdetmişdir. hazreti musa ve hazreti isadan aleyhimesselam sonra etrafında bütün insanların toplandığı din sahibi peygamber şeksiz şübhesiz bizim peygamberimiz muhammed aleyhisselamdır. o sadece bir kavme değil, bütün insanlara gönderildi. ondan başka bütün insanlara gönderilen bir peygamber yokdur. tevratda hazreti ibrahime aleyhisselam şöyle hitab olunmakdadır: ben senin düanı isma'il aleyhisselam için kabul etdim. isma'ili aleyhisselam de bemadmad ile bereketlendirdim. bemadmad kelimesindeki harfler hesab edilince muhammed kelimesindeki harfler gibi doksan iki çıkıyor. o halde tevratdaki bu ayetde isma'ili aleyhisselam muhammed ile aleyhisselam bereketlendirdim demekdir. allahü teala tevratda isma'il aleyhisselamın bereketinden bahsetdiği her ayetde hep bemadmad kelimesine uygun getirmişdir. eğer i'tiraz ederek, bemadmad kelimesindeki harfi sıla içindir, ile ma'nasınadır. ba harfi kelimenin kendi harfi değildir. madmad ile isma'ili bereketlendirdim demekdir. madmad kelimesinin harf sayısı muhammed kelimesine denk değildir derlerse bunun cevabı şöyledir: ibrani dili kaidelerine göre aynı iki harf bir kelimede gelirse ve biri zaid biri de kelimenin aslından olursa telaffuz zor olacağından zaid olan harf kaldırılır. nitekim yehudi alimleri tevratın tefsirlerinde bunu beyan etmişlerdir. işte bemadmad kelimesinde de ile ma'nasına gelen harfi kaldırılmış, kelimenin aslından olan harfi kalmışdır. tevratın son ayetinde: allahü teala sinadan geldi. sairi şereflendirdi, faran dağından göründü. buyrulmakdadır. burada gelmek, şereflendirmek ve görünmek, allahü tealanın zatının değil, ismi cami'inin zuhurundan bir zuhurdur. sina kelimesi ile musa aleyhisselamın makamı olan tur dağı kasdedilmişdir. sair, şam dağlarında bir yerin adıdır. o makamda ya'kub nebinin aleyhisselam kardeşi veis padişahlık yapmışdı. nasara onun neslindendir. farandan murad mekkede bir dağdır ki, muhammed aleyhisselamın makamıdır. orası isma'il aleyhisselamın da makamı idi. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti isma'ilin aleyhisselam neslindendir. haykuk nebi aleyhisselam şöyle buyurmuşdur: tevratda şöyle yazılıdır: allahü teala faran dağından bir peygamber getirir. gökler ahmed tesbihi ile dolar. onun ümmeti karada olduğu gibi, denizde de ata biner. o yeni bir kitab ile gelir. beyti mukaddesin yıkılmasından sonra tanınır. şu'ya nebi aleyhisselam şöyle buyurmuşdur: biri merkeb üzerinde, biri de deve üzerinde iki kimse gördüm ki, yeryüzünü aydınlatıyorlardı. merkeb üzerindeki isa aleyhisselamdır. deve üzerindeki peygamber efendimizdir sallallahü aleyhi ve sellem. yine o şöyle buyurmuşdur: ben deve üzerine binen bir zat gördüm. onun yüzü ay gibidir. hazreti musa beni israile vasıyyetinde, size, kardeşleriniz oğullarından bir peygamber gelecekdir. onu tasdik ediniz ve sözlerini dinleyiniz buyurdu. ibni abbasdan radıyallahü anhüma şöyle rivayet edilmişdir: peygamber efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem tevratda, ahmed, dahuk, kattal, deveye binici ve yün hırka giyen, kırıntılarla iktifa eden, kılıcı yanında gibi ism ve sıfatlar ile geçdiği haber verilmişdir. dahuk kelimesinin ma'nası; güler yüzlü, herşeye üzülmeyen demekdir. ba'zen mubarek azı dişleri görününceye kadar gülerdi. buyurmuşdur. yalan söylemeden şaka yapardı. bir gün bir ihtiyar kadına, ihtiyar kadınlar cennete giremez, buyurdu. o ihtiyar kadın ağladı. bunun üzerine ihtiyar kadınlar gençleşirler, sonra cennete girerler buyurdu. bu ma'naya işaretdir ki, allahü teala ali imran suresi. ayetinde mealen, yumuşak davrandın. eğer sert, katı yürekli olsaydın, muhakkak onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi. buyurdu. kattal kelimesinin ma'nası, allahü tealanın düşmanlarıyla harb etmeğe son derece haris demekdir. kılıcı yanında demek, kılıcını kullanmakda behadır ve şeca'at sahibidir ve tek başına gaza eyler demekdir. emirül mü'minin ali radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh şöyle buyurmuşdur: biz savaşın en şiddetli anlarında resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem sığınırdık. hepimizden önce düşmana o yaklaşırdı. zeburda, davüd aleyhisselamın şöyle düa etdiği bildirilmişdir: ya rabbi! fetret, cahiliyyet devrinden sonra sünneti ikame edecek din sahibi bir peygamber gönder. davüd aleyhisselamdan ve tevratda bildirilen dinin yok olmasından sonra, bizim peygamberimiz muhammed aleyhisselamdan başka peygamber gelmemişdir. isa aleyhisselam, tevratın hükmüne muvafık ve musa aleyhisselamın dinini tekmil için gönderilmişdir. imamı abdürrahman cevzi rahmetullahi aleyh kitabında şöyle yazmışdır. ebu nu'aym rahmetullahi aleyh sa'd bin abdürrahman mugafirinin şöyle rivayet etdiğini naklen bildirmişdir: bir gün ka'bülahbar radıyallahü anh bir yehudi aliminin ağladığını gördü. niçin ağlıyorsun diye sordu. ba'zı şeyleri hatırladım, o sebeble ağlıyorum, dedi. bunun üzerine ka'b radıyallahü anh istersen seni ağlatan şeyleri sana söyleyeyim, beni tasdik edeceksin, dedi. yehudi alimi söyle deyince, şöyle dedi: musa aleyhisselam tevratdan okuyarak: ya rabbi! ben bir ümmet gördüm ki, onlar ümmetlerin hayrlısıdır. iman etmeleri için insanlara emri ma'ruf ve nehyi münker yaparlar. ilk ve son kitaba inanırlar. dalalet ehline karşı cihad ederler. bir gözü kör olan deccal ile savaşırlar. bunları bana ümmet eyle dedi. allahü teala; ya musa! onlar ahmedin sallallahü teala aleyhi ve sellem ümmetidir, buyurdu. bunları dinleyen yehudi alimi doğru söyledin ya ka'b diyerek, onu tasdik etdi. ka'b radıyallahü anh sözlerine devam ederek şöyle dedi: musa aleyhisselam tevratdan okuyarak: ya rabbi! bir ümmet buldum ki, onlar çok hamd ederler ve hükm edicidirler. bir iş yapmak isteyince inşaallah derler. onları bana ümmet eyle, dedi. allahü teala, ya musa! onlar ahmedin aleyhisselam ümmetidir, buyurdu. yehudi alimi, doğru söyledin ya ka'b, dedi. yine ka'b radıyallahü anh şöyle devam etdi: musa aleyhisselam tevrata bakıp, ya rabbi, ben bir ümmet görüyorum ki, onlar yükseğe çıksa tekbir getirirler, alçak yere inseler hamd ederler. onlar için yeryüzünün toprağı temiz kılındı. o toprakla necasetden ve hadesden, cünüblükden, su ile temizlendikleri gibi temizlenirler. yeryüzü onların mescidleridir. ya'ni nerede dilerlerse orada ibadet ederler. onları bana ümmet eyle, dedi. allahü teala, ya musa! onlar ahmedin aleyhisselam ümmetidir, buyurdu. yehudi alimi, doğru söylüyorsun ey ka'b, dedi. yine şöyle anlatdı: musa aleyhisselam tevratda okuyup, ya rabbi, bir ümmet gördüm ki, onlar merhamet edilmiş ve za'if kimselerdir. kitabullaha varisdirler ve seçilmişdirler. allahü teala onlardan da kimi nefslerine zulm edicidir, kimi kötülük ve iyiliğe müsavi gidendir, kimi de allahın izniyle hayrlarda ileri geçendir. işte bu , büyük ihsandır buyurdu. onlardan merhamet edilmemiş kimse görmedim. onları bana ümmet eyle, dedi. allahü teala, onlar ahmedin aleyhisselam ümmetidir, buyurdu. yehudi, ka'ba radıyallahü anh doğru söyledin, dedi. yine şöyle anlatdı: musa aleyhisselam, tevratda görerek, ya rabbi, ben bir ümmet buldum ki, onların mushafları kalblerindedir. namaz kılarken melekler gibi saf tutarlar. mescidlerinde bal arısı gibi sesleri işitilir. onlardan pek azı cehenneme gider. onları bana ümmet eyle deyince, allahü teala, ya musa aleyhisselam, onlar ahmedin aleyhisselam ümmetidir, buyurdu. yehudi alimi, doğru söyledin ya ka'b dedi. musa aleyhisselam, muhammed aleyhisselamın ümmetine verilen hayrları ve üstünlükleri görünce, onun ümmetinden olmak istedi. allahü teala musa aleyhisselama şu üç ayeti bildirerek onu teselli eyledi: birincisi araf suresi. derdimayetinde mealen peygamber göndermekle ve kelam etmekle, seni asrının insanları üzerine seçdim. şimdi şu sana verdiğim emr ve yasakları al da şükr edenlerden ol., ikincisi , üçüncüsü araf suresi. ayetinde mealen buyuruldu. bu anlatılan şeyler, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem tarafından da bildirildiği, hadisi şerif kitablarında vardır. tafsilatı o kitablardadır. yine abdürrahman cevzi rahmetullahi aleyh ibni ömerin radıyallahü anhüma şöyle rivayet etdiğini bildirmişdir. ka'b radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir kimse bana rü'yasında insanların mahşer günü hesab için toplandığını gördüm dedi ve şöyle anlatdı: peygamberler aleyhimüsselam da'vet edildi. herbiri ümmetiyle geldi. herbirinin iki nuru vardı. kendilerine tabi' olanların ise birer nuru vardı ve o nur ile yürüyorlardı. sonra muhammed sallallahü aleyhi ve sellem da'vet olundu. onun başında ve sakalında olan kıllar sayısınca nurları vardı. ona tabi' olanların ise ikişer nuru vardı. o iki nurla koşuyorlardı. ka'b radıyallahü anh dedi ki: ben o kişinin anlatdıklarının rü'ya olmadığını zan etdim ve bunları sana kim anlatdı dedim. bunları rü'yamda gördüm deyince, rü'yanda mı gördün dedim, evet, dedi. bunun üzerine ka'b radıyallahü anh, dedi ki: nefsim kudretinde olan allah hakkı için bunlar doğrudur. bu muhammed aleyhisselamın ümmetinin ve enbiyanın ümmetinin sıfatlarıdır. ben bunları tevratdan devamlı okuyup dururum. yine abdürrahman cevzi nakl etmişdir: nemle radıyallahü anh babası ebu nemleden şöyle rivayet etmişdir: beni kurayza yehudileri muhammed aleyhisselam gelmeden önce, onun vasflarını kitablarından ders olarak okuturlardı. çocuklarına resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem sıfatlarını, ismlerini ve medineye hicret edeceğini devamlı anlatarak öğretirlerdi. muhammed aleyhisselama peygamberliği bildirilince ve medineye hicret edince hasedlerinden inkar etdiler. abdürrahman cevzi şöyle yazmışdır: ebu sa'idi hudri radıyallahü anh babasının, ebu malik bin sinanın şöyle dediğini rivayet etmişdir. bir gün aramızdaki harbden dolayı, sulh için, beni abdüleşhel kabilesine gitdim. yehudi yuşa' şöyle diyordu: ahmed ismindeki peygamberin haremden zuhur etme zemanı yaklaşdı. halife bin sa'lebe eleşheli onunla alay ederek, o peygamberin sıfatı nedir diye sordu. o da şöyle dedi: ne kısa, ne de uzun boyludur. iki gözünde kırmızılık vardır. yün hırka giyer, merkebe biner. bu belde hicret yeri olacakdır. ebu malik bu sözlere hayret edip, bunları kavminden ebu hudriye anlatdı. kendilerinden bir kimse bu sözleri işitince, bunları sadece yehudi yuşa' söylemiyor ki, medinenin bütün yehudileri aynı şeyleri söylüyorlar, dedi. ebu malik sözlerine devamla şöyle anlatmışdır: beni kurayza kabilesine mensub yehudilerin yanına gitdim. onlar da resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zuhur edeceği hususunu aralarında konuşuyorlar idi. zübeyr bin bata şöyle diyordu: yine kızıl bir yıldız doğdu. bu ancak bir peygamberin geleceğine işaret olarak doğar. peygamberlerden ahmed adındaki peygamberden başka gelmeyen kalmamışdır. bu belde onun hicret edeceği yerdir. ebu sa'id şöyle demişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret edince, babam bu haberleri resulullaha aleyhisselam anlatdı. bunları dinleyince, buyurdu ki: eğer zübeyr, iki arkadaşı ve reisleri müsliman olsalardı, bütün yehudiler müsliman olurlardı. abdürrahman cevzi şöyle yazmışdır: ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem gönderilmesinden önce yehudiler, evs ve hazrec kabilelerine karşı yardım beklerlerdi. o peygamberin gelme zemanı çok yakındır. bizim intikamımızı sizden alacakdır, derlerdi. allahü teala muhammed aleyhisselama peygamberliğini bildirince, yehudiler kabul etmediler ve sözlerini inkar etdiler. bunun üzerine mu'az bin cebel ve beşir bin berar radıyallahü anhüma, onlara; ey yehudiler! allahdan korkun, müsliman olun. siz, bize hazreti muhammedin sallallahü teala aleyhi ve sellem gelmesiyle yardıma kavuşacağınızı söylerdiniz. o zeman biz müşrik idik. o peygamber yakında gelecek diyerek vasflarını sayıyordunuz dediler. yehudilerden selam bin meşkek şöyle cevab verdi: bizim size vasf etdiğimiz peygamber o değildir. bildiğimiz alametler onda yokdur. bütün bildikleri alametleri gördükleri halde inkar etdiler. bunun üzerine allahü teala onlar hakkında bekara suresi. ayetinde mealen, vakta ki, onlara allahü teala tarafından tevratlarını, tevhid, nübüvvet ve haşrde tasdik edici kur'anı kerim geldi, kabul etmediler ve inanmadılar. bununla beraber daha önce, arab müşriklerine karşı yehudiler müşkil durumda kaldıkları zeman: tevratda açıklanan ahır zeman peygamberi gelib bu müşrikler üzerine bize yardım edeydi, diye düa ederlerdi. işte o tevratda vasfını işitdikleri peygamber gelince; bu israil oğullarından değil, isma'il evladındandır, diye inkar etdiler. artık allahın la'neti o kafirler üzerinedir buyurmuşdur. abdürrahman cevzi yine şöyle yazmışdır: katade radıyallahü anh şöyle demişdir: yehudiler, hazreti muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem ile müşrik arablara karşı yardım beklerlerdi ve şöyle düa ederlerdi: ya rabbi! tevratda geleceğini ve vasflarını okuduğumuz ümmi peygamberi gönder. arab müşriklerini cezalandırsın ve öldürsün. muhammed aleyhisselam zuhur edince, onun yehudilerden olmadığını görerek hased etdiler ve kabul etmeyip, kafir oldular. incilde isa aleyhisselamın şöyle buyurduğu yazılıdır: ben, benim ve sizin rabbiniz tarafına gidiciyim. gar klita adında bir peygamber gelecek ve size herşeyi bildirecekdir. ben onun hak peygamber olduğunu tasdik etdiğim gibi, o da benim hak peygamber olduğumu tasdik edecekdir. gar klita ismiyle, peygamberimiz muhammed aleyhisselamı kasd etmişdir. bu ism ahmed isminin ma'nasına yakın bir ismdir. hazreti isanın havarilerinden yuhanna, şöyle demişdir: isa aleyhisselam bana kendinden sonra gelecek peygamber muhammedül arabiyi müjdeledi. ben de bu müjdeyi havarilere iletdim, hepsi iman etdiler. abdüllah bin amr ibni as radıyallahü anhüma buyurdu ki: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem geçmiş kitablarda vasfı şöyle yazılmışdır: tevekkül sahibi, çirkinlik ve kabalıkdan uzak, sokaklarda bağırıp çağırmayan, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, afv eden, bozuk adetleri düzelten, allahü tealadan başka ilah olmadığını tasdik edendir. ata bin yesar, abdüllah bin amr ibni asdan, peygamber efendimizin sallallahü teala aleyhi ve sellem tevratda nasıl vasf edildiğini sorunca, kuranı kerimde bildirildiği gibi vasf edilmişdir, buyurdu. allahü teala , seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı gönderdik. buyurdu. cübeyr bin mutsim radıyallahü anh şöyle anlatmışdır. peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini insanlara bildirince, kureyş kabilesi ona çok eziyyet etmeğe başladı. resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem kısa zemanda öldüreceklerini zan etdim. hemen mekkeden ayrılıp, şam tarafına gitdim. bir kiliseye vardım. oranın rahibi etrafındaki adamlarına beni misafir etmelerini söyledi. üç gün sonra büyüklerine benim gitmediğimi haber verdiler. bunun üzerine rahib beni yanına çağırdı ve sen harem ehlindenmisin, ya'ni mekkelimisin diye sordu. evet oralıyım dedim. sen orada peygamberliğini bildiren zatı tanıyormusun, dedi. evet diye cevab verince, elimden tutup, beni bir odaya götürdü. o kilisenin dıvarlarında pekçok insan resmi vardı. bunların içinde o peygamberin resmi var mı diye sordu. bakdım ve yok dedim. beni daha büyük bir odaya götürdü. orada daha çok resm vardı. bana bu resmlere bak, onun resmini bu resmler arasında görürsün dedi. bakdım, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem resmi ve yanında da hazreti ebu bekrin resmi vardı. fekat içimden hangisi olduğunu göstermeyeyim, bakalım rahib ne diyecek diye düşünerek, elimle göstermedim. bunun üzerine rahib kendisi eliyle işaret ederek, bu resm midir dedi. ben de evet, allah hakkı için şehadet ederim ki, odur dedim. rahib ben de şehadet ederim ki bu sizin peygamberinizdir, dedi. sonra yanındaki hazreti ebu bekrin resmini de göstererek, bu da onun halifesi olacakdır, dedi. ben dünyada aslına bu kadar benzeyen resm görmemişdim. rahib bana, sen onu öldüreceklerinden korkuyorsun, dedi. ben zan ediyorum ki, onu şimdiye kadar öldürmüşlerdir, dedim. rahib dedi ki: vallahi onu kimse öldüremez. fekat o kendisini öldürmek isteyenleri öldürür. allahü teala onu düşmanları üzerine muhakkak galib getirecekdir. hişam bin as radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: emirül mü'minin ebu bekr radıyallahü anh halifeliği sırasında beni bir arkadaş ile rum imperatörü herakle gönderdi ve onu islama da'vet etmemizi söyledi. heraklin valilerinden cebeli gassaninin bulunduğu gavtaya vardık. vali ile görüşmek istedik. bir kimse göndererek bu isteğimizi bildirdik. vali de bize bir kimse göndererek söyleyeceklerini sana söylesinler demiş. biz söyleyeceklerimizi valinin kendisine söyleyeceğiz dedik. bunun üzerine bizi valinin yanına götürdüler. vali niçin geldiniz, söyleyecekleriniz nedir, diye sordu. hişam bin as radıyallahü anh aralarında geçen konuşmayı şöyle nakl etmişdir: sizi islamiyyete da'vet etmek için geldik, dedim. vali siyah elbiseler giymişdi. niçin siyah elbiseler giydin diye sordum. müslimanları şamdan çıkarıncaya kadar siyah elbiseler giyeceğim, dedi. bize peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi ki, sizin şu anda oturduğunuz topraklarınızı da biz alacağız dedim. vali; siz gündüz oruc tutup, gece yemek yiyen kavm değilsiniz ki, buraları alabilesiniz, dedi ve bize orucdan sordu. biz de gündüz oruc tutup gece yemek yidiğimizi söyleyerek, nasıl oruc tutduğumuzu anlatdık. bunları dinleyince valinin yüzü simsiyah oldu. sonra bizim yanımıza bir kimse katarak herakle gönderdi. heraklin bulunduğu şehre yaklaşınca, yanımızdaki adam, siz bindiğiniz bu develerle şehre giremezsiniz. sizi başka bineklere bindirelim, dedi. biz kendi develerimizden başka bineğe binmeyiz, dedik. durumu herakle bildirdikden sonra, biz develerimizin üzerinde ve kılıçlarımızı kuşanmış olarak şehre girdik. heraklın serayının önüne vardık. herakl, serayının penceresinden bize bakıyordu. yüklerimizi indirdik. la ilahe illallahü vallahü ekber dedik. heraklın bakmakda olduğu pencerede oturduğu yer hurma dalı gibi sallandı. bize bir adamı ile, sakın dinlerini bize hemen açıklamasınlar diye haber gönderdi. sonra bizi seraya aldı. içeri girince herakl tahtına oturdu. kırmızı elbiseler giymişdi. bütün eşyaları da kırmızı idi. rum patrikleri de orada toplanmışdı. melikin yanına yaklaşdık. bize, birbirinize verdiğiniz gibi, bize neden selam vermediniz, dedi. biz de, birbirimize verdiğimiz selamı size vermeyiz ve sizin birbirinize verdiğiniz selamı da biz söylemeyiz, dedik. sizin birbirinize verdiğiniz selam nedir? diye sorunca, esselamü aleykümdür dedik. büyüklerinize nasıl selam verirsiniz, dedi. yine aynı sözle dedik. sonra sizin aranızda en büyük sözünüz nedir, dedi. la ilahe illallah vallahü ekberdir, dedik. bu sırada içinde bulunduğumuz oda yine sallandı. melik başını kaldırıp tavana bakdığında başı da sallanıyordu. sonra bize dönüp, siz bu sözü büyüklerinizin yanında söyleyince bulunduğunuz yerde böyle sallanma olur mu? dedi. hayır sallanmaz. biz böyle sallanmayı sadece burada gördük diye cevab verdik. melik, isterdim ki bu sözü söylediğiniz her yerde böyle sallanma olsaydı, dedi. niçin dedik. çünki, o zeman bu sallanma peygamberlik alametlerinden olmazdı. bir göz boyamacılık ve sihr olurdu, dedi. sonra bize arzu etdiği birçok sorular sordu, cevabını verdik. abdestimizden, namazımızdan sordu, biz de cevab verdik. sonra bize iyi bir yer hazırlatdı. orada üç gün misafir kaldık. bir akşam bizi yanına çağırdı. önceki sorduğu soruları tekrar sordu. biz de cevablarını verdik. sonra işaret etdi, bir sandık getirdiler. sandığın dört köşesi altınla süslenmiş ve eskimiş birçok bölümleri vardı. her bölümün kapağı ve üzerinde kilidi vardı. bir bölümü açıp içinden siyah renkli bir ipek parçası çıkardı. bu ipeğin üzerinde bir insan resmi yapılmışdı. kırmızı benizli, büyük gözlü, güler yüzlü, uzun boylu ve siyah elbiseli idi. fekat sakalı yokdu. böyle bir kimseyi hiç görmemişdik. bunu tanır mısınız, kimdir, dedi. biz hayır bilmiyoruz dedik. melik, bu ademin aleyhisselam resmidir, dedi. sonra sandıkdan başka bir bölmeyi.evahidün nübüvve açdı. bir parça siyah ipek daha çıkardı. üzerinde bir insan resmi vardı. beyaz benizli, kıvırcık saçlı, kırmızı gözlü, başı büyük ve sakalı güzel idi. bunu tanır mısınız, dedi. tanımayız dedik. bu nuh aleyhisselamdır, dedi. sonra sandıkdan bir bölme daha açıp bir parça siyah ipek çıkardı. onun üzerinde de bir insan resmi vardı. çok beyaz, açık alınlı, güzel gözlü, beyaz yüzlü, ak sakallı ve sanki canlı gibi tebessüm eder bir haldeydi. bunu tanıdınız mı, dedi. hayır dedik. bu ibrahim aleyhisselamdır, dedi. sonra bir resm daha çıkardı. ak benizli idi. herakl bize bunu tanıdınız mı, dedi. o peygamber efendimiz idi sallallahü aleyhi ve sellem. hemen tanıdık ve evet vallahi bu bizim peygamberimizdir, dedik ve ister istemez ağlaşdık. melik ayağa kalkdı ve sonra oturdu ve allah hakkı için bu sizin peygamberinizdir, dedi. biz de evet bu bizim peygamberimizin suretidir, sanki onu canlı gibi görüyoruz, dedik. sonra melik bize dikkatlice bakdı ve bu resm bu sandığın son bölümündedir. fekat ne yapacağınızı görmek için bunu size acele ederek önce gösterdim, dedi. sonra sandığın diğer bölmelerini birer birer açdı. her birinde bir peygamber sureti vardı. son olarak bir yiğit resmi çıkardı. siyah sakallı, nur yüzlü, güzel gözlüydü. bunu tanıdınız mı, dedi. hayır bilmiyoruz, dedik. bu isa bin meryemdir aleyhisselam, dedi. herakle, bunları nereden buldunuz. bunlar peygamberlerin hilyelerine uygundur. zira peygamber efendimizin sureti hilyei se'adetine uygundur, dedik. dedi ki, adem aleyhisselam, neslinden ne kadar peygamber gelecekse suretlerini görmeyi allahü tealadan diledi. allahü teala onların suretlerini gönderdi. adem aleyhisselamın hazinesinde idi. zülkarneyn o resmleri garb tarafında bir yerde buldu ve danyal aleyhisselama verdi. danyal aleyhisselam o resmleri ipek parçaları üzerine geçirdi. bunlar aynen danyal nebinin tasvir etdiği resmlerdir. herakl bunları anlatdıkdan sonra; mülkümü terkedip sizin yanınızda ölünceye kadar hizmetcilerinizden olmayı çok isterdim, dedi. sonra bize güzel hediyyeler vererek gönderdi. emirül mü'minin ebu bekrin radıyallahü anh huzuruna varınca olanları aynen anlatdık. hazreti ebu bekr radıyallahü anh ağladı ve eğer allahü teala ona iyilik ve hayr verse idi, dediğini elbette yapardı, dedi. sonra buyurdu ki: nasaranın ve yehudilerin tevrat ve incilde, resulullahın sıfatlarını okuduklarını resulullah aleyhisselam bildirdi. bu hususda allahü teala buyurdu. iskenderiyyede bir taş bulundu. üzerinde şöyle yazıyordu: ben şeddad bin adım. denize bir hazine bırakdım. bunu ancak ümmeti muhammed sallallahü teala aleyhi ve sellem çıkarır. şeyh muhyiddini arabi kuddise sirruh adlı kitabının sonunda şöyle nakl etmişdir: ebul abbas ca'fer bin muhammed huldi şöyle anlatmışdır. hazreti cüneyd kuddise sirruh ile hicaza gidiyorduk. turi sina dağına varınca, hazreti cüneyd dağa çıkdı. biz de onunla birlikde çıkdık. musa aleyhisselamın durduğu makamda durdu. üzerimizi o makamın heybeti kapladı. yanımızda bir kimse daha vardı. hazreti cüneyd ona bir şi'r oku dedi, o da şu şi're başladı: aşk kemale erdikden sonra, gözleri kamaşdıran bir şimşek çakdı. şi'ri sonuna kadar okuyup bitirdi. bunun üzerine hazreti cüneyd tevacüde başladı. biz de başladık. yerdemiyiz, gökde miyiz, kendimizden geçdik. bulunduğumuz yerin yakınında bir kilise vardı. kilisedeki rahib bize; ey ümmeti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! bana cevab veriniz, diye bağırdı. biz öyle bir tatlı halde idik ki, hiç birimiz ona iltifat etmedik. rahib tekrar seslenip, temiz dininiz için cevab veriniz, dedi. yine hiç cevab veren olmadı. üçüncü def'a seslenip, ma'budunuz hakkı için cevab veriniz, dedi. sima' halinde olduğumuz için kimse cevab vermedi. sima'ı bitirince, cüneydi bağdadi hazretleri tur dağından aşağı inmek istedi. kilisedeki rahibin bana cevab veriniz diye yemin verdiğini söyledik. öyleyse onunla konuşalım. belki allahü teala hidayet verir de müsliman olur, dedi. rahibi çağırdık. yanımıza gelip, selam verdi. sonra bize içinizden hanginiz üstaddır, dedi. hazreti cüneyd, bunların hepsi üstaddır, dedi. rahib, muhakkak ki içinizden biriniz en büyüğünüzdür, dedi. biz cüneyd hazretlerini göstererek, büyüğümüz bu zatdır, dedik. rahib, cüneyd hazretlerine, bu yapdığınız iş dininizde umumi midir, hususi midir, dedi. hazreti cüneyd hususidir cevabını verdi. ne niyyetle sima' yaparsınız? diye sorunca da, ümmid ve ferahlık için yaparız, dedi. rahib, ne niyyetle sayha yaparsınız, dedi. cüneyd hazretleri, rabbimize kulluğumuzun kabulü için, dedi. sonra da, nitekim allahü teala ruhlara ben sizin rabbiniz değilmiyim buyurduğunda ruhlar, evet rabbimizsin demişlerdi, dedi. rahib o ses nedir deyince, ebedi nidadır dedi. rahib ne niyyetle oturursunuz diye sorunca, allahü tealadan havf niyyetiyle otururuz, dedi. rahib doğru söylüyorsun deyip, kelimei şehadeti söyledi ve müsliman oldu. cüneyd hazretleri rahibe, bizim doğru söylediğimizi nereden bildin, dedi. rahib dedi ki: ben mesih bin meryeme inen incilde şöyle okudum: muhammedin aleyhisselam ümmetinin havassının elbiseleri hırka, yemekleri ekmek parçaları ve meskenleri bir odadır. onlar allahü tealaya aşıkdırlar ve ancak onunla ferahlık ve rahatlık bulurlar. devamlı onu isterler. o rahib müsliman oldukdan üç gün sonra vefat etdi rahmetullahi aleyh. amir oğullarından evs bin harise ölmek üzere idi. akrabaları yanında toplandılar. gençliğinde evlenmedin. malikden başka oğlun yokdur. halbuki kardeşinin beş oğlu vardır, dediler. evs şöyle dedi. allahü teala ateşi taşdan çıkarmağa kadirdir. benim neslimi de malikden çoğaltır. sonra yüzünü oğlu malike döndü. vasiyyetini yapdı ve sonunda bir kaç okudu. son iki beyti şöyledir: ali galib neslinden bir peygamber çıkacak, zemzem ile hacerin arasında duracak. bütün şehr halkıyla ona yardım ediniz, ey amiroğlulları, se'adet ona yardımda olacak. ka'bül ahbar radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: babam bana tevratın bir sifri hariç her tarafını okutmuşdu. okutmadığı sifri sandığa koyup kilitlemişdi. babam vefat edince sandığı açıp, o sifri sandıkdan çıkardım. onda şöyle yazılı idi. ahir zemanda bir peygamber gelecekdir. saçlarını bırakır, elini ayağını yıkar. beline izar bağlar. doğacağı yer mekkedir. hicret edeceği yer medinei tayyibedir. ümmeti daima allahü tealaya hamd edicidir. yüksek yerlerde tekbir getirirler. abdest almaları sebebiyle kıyamet gününde elleri, ayakları ve alınları parlak ve nurlu olacak. vehb bin münebbih şöyle nakl etmişdir. allahü teala, beni israil nebilerinden şu'ya aleyhisselama şöyle vahy etdi. kavmin için hoş hatib ol ki, senin dilinle vahyimi bildireyim. şu'ya aleyhisselam allahü tealaya hamd etdi. tesbih ve takdis ve tehlil söyleyip, ey gökler, sakin olun! ey yer, sessiz ol! ey dağlar, benimle birlikde söyleyin ki, allahü teala beni israili cihanda en üstün kavm yapmak ister. onlara hususi kerametler vermişdir dedi. bunun üzerine allahü teala, şu'ya aleyhisselamın lisanı ile sitemli hitablarda bulundu. o bu azarlayıcı hitabın sonunda şöyle buyurdu: gökleri ve yeri yaratdığım zeman, peygamberliği, mülkü ve padişahlığı beni israilden başkasına takdir etdim. mülkü koyun güden bir taifeye verdim. izzeti, mutevazı' bir kavme verdim. kuvveti za'if bir cema'ate ihsan etdim. hurmete layık olmağı, efendiliği fakir bir kavme verdim. bunların arasından öyle birini peygamber seçdim ki, sağırları işitir hale getirir. amaların gözlerini açar, kararmış gönülleri aydınlatır. onun doğacağı yer mekke, hicret edeceği yer medine, mülkü şam ve da'veti umumidir. tevekkül sahibidir. kötülük yapanları afv eder. yükü ağır olan hayvanlara, yetimleri olan dul kadınlara acır. yanan bir mumun yanından geçse, eteğinin rüzgarı mumu söndürmez. kuru kamışlar üzerinde yürüse, ayağının sesi duyulmaz. kendisinden sonra ümmeti, emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak doğru yolu gösterirler. ümmeti namaz kılar, zekat verir, sözlerinde dururlar. bu benim ihsanımdır, dilediğime veririm. ben çok büyük ihsan sahibiyim buyurdu. mu'aviye radıyallahü anh abdüllah ibni abbasdan radıyallahü anhüma kureyş isminin nereden geldiğini sordu. şöyle cevab verdi: kureyş; denizlerde yaşayan büyük bir canavardır. her nereye uğrasa za'if ve semiz hayvanları yir. kendisi yinmez. bütün hayvanlara galibdir. mu'aviye radıyallahü anh, arab şairlerinden bundan bahs eden biri var mı diye sordu. abdüllah ibni abbas radıyallahü anh evet var dedi ve cemhinin bir şi'rini okudu. şi'r resulullahdan sallallahü teala aleyhi ve sellem bahs ederek bitiyordu. şi'r şöyledir: kureyş, denizlerde yaşayan çok büyük bir hayvandır, bunun için kureyş kabilesine kureyş adı verilir. saldırır her balığa za'if semiz demez yir, kureyş, bu balık gibi hatta daha güçlüdür. sür'atle saldırınca yener her kabileyi, onlardan bir nebi, ahır zemanda öldürür çok düşmanı. mutraf bin malik şöyle anlatmışdır: emirül mü'minin ömerin radıyallahü anh halifeliği sırasında tüster feth edildi. alınan ganimet malları arasında bir sandık bulduk. içinden bir kitab çıkdı. bizimle birlikde bulunan na'im adında bir nasrani bu kitabı bana satın dedi. bu kitabın ilahi kitablardan olabileceğini düşünerek sandığı satıp, kitabı hediyye etdik. mu'aviye radıyallahü anh zemanında beyti mukaddesde idim. bir atlı gördüm ve na'ime benzetdim. sen na'im misin? diye sordum. evet dedi. hala hıristiyanmısın dedim. hayır müsliman oldum, dedi. beraber şama gitdik. orada ka'bül ahbarla karşılaşdık. sonra onu da alarak yine beyti mukaddese geldik. yehudi alimleri ka'b ve na'imin haberini alıp yanımıza geldiler. ka'b radıyallahü anh o kitabı onlardan birine verip, oku dedi. yehudi okudu. kitabın sonuna doğru gelince kızıp kitabı yere atdı. na'im kızarak kitabı yerden aldı. bu kitab çok eskidir. sonuna kadar okumazsanız sizi bırakmam, dedi. birisine okutdu. kitabın sonunda, bir kimse islam dininden başka bir din seçerse kabul edilmez ve ahıretde hüsrana düşenlerden olur. cümlesi yazılı idi. o gün yehudi alimlerinden kırkiki kişi müsliman oldu. mu'aviye radıyallahü anh onlara hediyyeler verdi. abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma şöyle rivayet etmişdir: emirül mü'minin ömer radıyallahü anh kadsiyede bulunan sa'd bin ebi vakkasa radıyallahü anh bir mektub yazarak, mu'aviyei ensarinin oğlu nadlayı radıyallahü anhüm ırakda halvana göndermesini istedi. bunun üzerine sa'd bin ebi vakkas, nadlayı ırakda halvana gönderdi. nadla halvanı alıp, çok esir ve ganimet elde etdi. ikindi vakti bir dağın eteğine indi. ezan okumaya başladı. allahü ekber deyince dağdan, tekbirin büyük olsun ya nadla! diye bir ses geldi. eşhedü en la ilahe illallah deyince, ihlası söyledin ya nadla! diye bir ses geldi. eşhedü enne muhammeden resulullah deyince; o dini ve o peygamberi bana isa aleyhisselam müjdeledi. o din, o peygamberin ümmetinde kıyamete kadar baki kalır, diyen bir ses işitdi. hayye ales salah deyince, devamlı namaza giden ve devamlı namaz kılan kimselere müjdeler olsun diye bir ses geldi. hayye alel felah deyince, bu da'vete icabet eden felah bulur diye bir ses geldi. allahü ekber deyince, ihlasın hepsini temamladın ya nadla! diye bir ses geldi. ezan bitince; allah sana rahmet etsin! sesini duyuyoruz, kendini de göster. zira biz allahü tealanın kulları ve resulünün ümmetiyiz ve ömer bin hattabın cema'atiyiz, dedik. bunun üzerine aniden dağ yarıldı ve içinden büyük bir insan başı göründü. saçlı, ak sakallı, yünden iki eski hırka giymiş birisiydi. esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü, dedi. biz de ve aleykesselam ve berekatühü diye cevab verip, sen kimsin dedik. ben zerib bin yuşeliyim. isa bin meryemin vasisiyim ve allahü tealanın salih bir kuluyum. isa bin meryem salevatullahi ve selamühü aleyh beni bu dağda gizledi. isa aleyhisselam gökden inip domuzları öldürünceye ve haçları kırıncaya kadar ve nasaranın iftirasından kurtulmasına kadar benim uzun ömrlü olmam için düa etdi, dedi. sonra sözlerine şöyle devam etdi: ben muhammed aleyhisselam ile görüşemedim. hazreti ömere selamımı iletiniz ve ona, ya ömer! doğrulukdan ayrılma ve güler yüzlü ol. kıyamet yaklaşmakdadır, dediğimi söyleyiniz, dedi. sonra gözden kayboldu. nadla bu hadiseyi yazıp, sa'd bin ebi vakkasa radıyallahü anh gönderdi. o da emirül mü'minin ömere radıyallahü anh gönderdi. hazreti ömer, sa'd bin ebi vakkasa şöyle yazdı: yanında bulunan ensar ve muhacirin ile o dağa git. benden o kimseye selam söyle! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana isa aleyhisselamın vasilerinden ba'zılarının o dağda yaşadığını söylemişdi. sa'd bin ebi vakkas, ensar ve muhacirinden dört bin kişilik bir cema'atle o dağa gitdi. kırk gün orada kalıp, ezan okudular. dağdan hiçbir ses işitilmedi. ka'bul ahbar radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: buhtunnasar beni israili katl ve esir etdikden sonra, korkulu bir rü'ya gördü ve gördüğü rü'yayı unutdu. kahinlerini ve sihrbazlarını toplayıp, rü'yasının ta'birini sordu. onlar da rü'yanı söyle ki ta'birini yapalım, dediler. buhtunnasar onlara kızıp, ben sizi böyle günler için tutarım. size üç gün müddet veriyorum. eğer rü'yamı bilip ta'bir edemezseniz, hepinizi öldürürüm, dedi. bu haber halk arasında yayıldı. o sırada peygamberlerden danyal aleyhisselam buhtunnasarın hapsinde idi. zindancıya dedi ki: buhtunnasara söyle, ben hem rü'yasını hem de ta'birini biliyorum. zindancı haber verdi. bunun üzerine zindandan çıkarılıp, buhtunnasarın yanına götürüldü. içeri girince secde yapmadı, buhtunnasarın huzuruna girince, secde yapmak o kavmin adetlerinden idi. buhtunnasar, içerde bulunanlar dışarı çıksın, dedi. sonra danyal aleyhisselama, niçin secde etmedin diye sordu. o da şöyle cevab verdi: rabbim bana, başkasına secde etmemem şartıyla rü'ya ta'biri ilmini öğretdi. eğer sana secde edersem o ilmi benden alır. senin rü'yanı ta'bir edemem ve beni öldürürsün. sana secde etmemekden dolayı gelecek sıkıntı, secde etmekden dolayı gelecek sıkıntıdan daha kolaydır, hafifdir. sana secde etmemem hem benim için, hem de senin için iyi olacağı için secde etmedim, dedi. bunun üzerine buhtunnasar, sen rabbinin ahdine vefa etdiğin için sana i'timad edilir. rabbinin ahdine vefa eden kimse iyi kimsedir. benim rü'yamın ta'birini biliyormusun dedi. bunun üzerine danyal aleyhisselam ona şöyle dedi: sen rü'yanda bir put gördün. üst tarafı altından, ortası gümüşden, uçları bakırdan, topukları demirden, ayakları saksıdan idi. sen bu puta hayretle bakıp, seyrederken, aniden gökden bir taş düşdü. o putun başına isabet edip, onu toz haline getirdi. o altın, gümüş ve saksı birbirine öyle karışdı ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, onları birbirinden ayıramazlardı. bir rüzgar esse darmadağın olacak haldeydi. sonra gördün ki, o taş büyüdü, büyüdü ve bütün yer ve gökyüzünü kapladı. o taşdan başka birşey görmedin. buhtunnasar bunları dinleyince doğru söyledin. gördüğüm rü'ya budur. şimdi bu rü'yayı ta'bir eyle dedi. o da şöyle ta'bir etdi: o gördüğün put çeşidli ümmetlerdir. altın kısmı senin içinde bulunduğun ümmet, gümüş kısmı senden sonra oğlunun hakim olacağı ümmetdir. bakır rumlar ve demir faris ehlidir. saksı kısmı ise, rumlara ve acemlere padişah olacak iki kadındır. gökden inen ve o putu toz haline getiren taş ise ahır zemanda gelecek olan bir dindir. allahü teala arablar arasından bir peygamber gönderecekdir. onun dini bütün dinleri yürürlükden kaldıracak ve bütün yeryüzüne yayılacakdır. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: israil oğulları, memleketleri buhtunnasar tarafından istila edilip ve zulme uğradıkları için, memleketlerini terk etdiler. bunlar arasında hazreti harunun aleyhisselam evladlarından bir gurub, tevratda muhammed aleyhisselamın medh edildiğini ve onun arabistanda hurma ağaçlarının çok olduğu bir yerde bulunacağını okudular. bu sebeble şamdan çıkıp, yemene kadar bütün beldeleri dolaşdılar. tevratda okuduklarına uygun yer olarak medineyi buldular ve orada yerleşdiler. muhammed aleyhisselamın zuhur etmesini ve onu görmekle şereflenmeyi ümmidle beklediler. fekat ömrleri yetmedi. evladlarına ona sallallahü teala aleyhi ve sellem kavuşur ve görürseniz iman ediniz diye vasıyyet etdiler. ka'b bin lüey bin galib, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem beşyüz altmış sene önce yaşamışdır. tevrat ve incil ehlinden peygamber efendimizin medhini ve vasflarını işitmişdi. hutbelerinde daima işitdiği bu vasfları ve medhleri söylerdi. şu onun şi'rlerindendir: arabi tercemesi: insanlar gafletde iken gelir yüce peygamber, muhammeddir, doğrudur, ondadır doğru haber aleyhisselam! ibni adi bin rebi'anın adı muhammed idi. baban, cahiliyye devrinde senin adını neden muhammed koymuş diye sordular. dedi ki: ben de aynı şeklde babama sordum. şöyle cevab verdi: bir gün dört arkadaş şama giderken bir kilisenin yanında konakladık. aramızda konuşuyorduk. kilisenin rahibi başını dışarı uzatıp, sizin diliniz bu şehr halkının diline benzemiyor, dedi. biz de evet, biz arab diyarındanız, dedik. bunun üzerine dedi ki: size müjdeler olsun. hak sübhanehü ve teala sizin aranızdan bir peygamber gönderecekdir. ona iman etmekle ve hizmetle şereflenesiniz. o hatemünnebiyyindir. biz onun ismi nedir, dedik. onun ismi muhammeddir, dedi. şamdan dönünce allahü teala dördümüze de birer erkek evlad verdi. ismlerini muhammed koyduk. abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle nakl etmişdir: satih gassani adında bir kahin vardı. insanlardan onun gibisi görülmemişdi. şöyle ki, bedeninde kemik ve sinir yokdu. sadece başında ve elinin içinde kemik vardı. dilinden başka hiçbir yeri hareket etmezdi. hurma ağacından ve yaprağından ona bir taht yapmışlardı. vücudunu ayaklarından boğazına kadar sarmışlardı. kaftan sarar gibi sarıp, yapdıkları tahtın üzerine koymuşlardı. bir yere götürmek istedikleri zeman o tahtla taşırlardı. onu bir gün mekkeye götürdüler. kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden dört kişi onu görmek için yanına geldiler. yanlarına hediyye aldılar ve hediyyelerini ve neseblerini gizlediler. kendilerini başka bir kabileden tanıtdılar. kahin onlara dedi ki: siz bahs etdiğiniz kabileden değil, kureyş kabilesindensiniz. bunun üzerine gizledikleri hediyyeleri de çıkarıp, kahinin önüne koydular. sonra kahine gelecek hallerden sordular. kahin satih pekçok şeyler anlatdı. sonunda mekkede abdi menaf oğullarından bir yiğit gelecek. insanları doğru yola da'vet edecek, putları kıracak. allahü tealanın bir olduğunu ve yalnız ona tapılacağını bildirecek. o peygamberin halifeleri olacak dedi ve her birinin vasflarını da ayrı ayrı söyledi. daha sonra gelecek olan meliklerden haber verdi. bunların tafsilatı, kitablarda yazılmışdır. yemen meliklerinden biri korkulu bir rü'ya görmüşdü. kahinleri ve müneccimleri toplayıp, rü'yasını ta'bir etmelerini istedi. onlar da rü'yanı anlat, ta'bir edelim dediler. melik rü'yamı da siz söyleyin ve ta'bir edin ki, o zeman ta'birinize tam inanırım, dedi. biz bunu yapamayız. bunu ancak kahin satih ve kahin şık yapabilir, diyerek o zemanda kahinler arasında meşhur olan bu iki kahinin yapabileceklerini söylediler. melik o kahinlere adam gönderip çağırtdı. önce kahin satih geldi. melike sen rü'yanda kül veya kömür gördün ve insanlar ondan yiyordu, diyerek rü'yasını söyledi. sonra ta'biri şöyledir diyerek şunları anlatdı: habeşliler sana galib gelecekler. melik; bu ne zeman olur deyince, altmış veya yetmiş sene sonra olur, dedi. melik; bu memleket, habeşlilerin elinde devamlı kalır mı deyince, hayır, zilyezen kılıçları onları oradan sürer diye cevab verdi. melik bu mülk zilyezen oğullarına kalır mı diye sorunca da, hayır, bir peygamber gönderilecek, o mülkü alacakdır, dedi. o peygamber hangi kavmdendir, dedi. galib bin lüveyy oğullarındandır. din, o peygamberle son bulur. mülk onun kavmine kalır, dedi. melik, dünyanın sonu gelir mi diye sorunca, evet bir gün insanlar bir yerde, ya'ni mahşerde toplanır ve işlerine göre karşılık verilir, dedi. kahin satih sözlerini bitirdikden sonra kahin şık geldi. o da kahin satihin söylediklerini aynen söyledi. bunun üzerine melik ailesini ve yakınlarını ıraka gönderdi. acem meliklerine bir mektub yazarak onlara sahib çıkmalarını istedi. acem melikleri onları hire denilen yere yerleşdirdiler. nu'man bin münzir o melikin evladındandır. abdülmuttalib şöyle anlatmışdır: evimde uyurken, bir rü'ya gördüm ve çok korkdum. ta'biri için kureyşin kahinine gitdim. bana bakıp; efendimize acaba ne oldu da yüzünün rengi değişdi, başına bir iş mi geldi, dedi. rü'yamda şöyle gördüm diyerek rü'yamı anlatmaya başladım: yerden göklere yükselen bir ağaç gördüm. dalları doğu ve batıya ulaşıyordu. o ağaçdan daha parlak bir nur görmedim. güneşden yetmiş def'a parlak idi. arablar ve acemler ona doğru secde ediyordu. ağacın büyüklüğü, nuru ve yüksekliği gitdikce artıyordu. ba'zan gözden kayboluyor, ba'zan açığa çıkıyordu. kureyş kabilesinden bir kısmı bu ağacın dallarına sarılıyordu. bir kısmı ise o ağacı kesmeye çalışıyordu. onun gibisini hiç görmediğim güzel yüzlü bir genç, gelip ağacı kesmek isteyenlere engel oluyordu. bir kısmının arkasından tutup çekiyor, bir kısmının da gözüne ışık salıyordu. ben o ağacdan nasibimi almak için elimi uzatdım ve oradaki gence, bu nur kimlere nasib olur, dedim. senden önce bu ağacın dallarına yapışanlar nasiblenirler, dedi. sonra korku ile uyandım. ben bunları kahine anlatınca, kahinin rengi değişdi ve eğer sen bu rü'yayı gerçekden görmüşsen, senin neslinden bir oğul gelecek, doğudan batıya kadar heryere hakim olacak, bütün insanlar ona ita'at edecekdir, dedi. sonra abdülmuttalibin yanında bulunan oğlu ebu talibe bakıp, o sen olmayasın, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zuhur edince, ebu talib bu hadiseyi devamlı anlatırdı ve o ağaç ebul kasım muhammedülemindir, derdi. ebu talibe, öyleyse neden iman etmiyorsun, dediklerinde, ayblanmakdan korkuyorum diye cevab verirdi. abdülmuttalib yemene gitmişdi. yehudi alimlerinden biri onu görüp, hangi kabiledensin diye sordu. kureyş kabilesindenim deyince, hangi kolundansın, dedi. haşimoğulları kolundanım, dedi. bunun üzerine iki azana bakmama müsaade edermisin dedi. abdülmuttalib edeb yerleri hariç müsaade etdi. yehudi alimi, burnuna ve ellerine bakayım, dedi. bakdı ve senin bir elinde padişahlık ve meliklik alameti ve burnunda da peygamberlik alameti görünüyor, dedi. sonra evlimisin diye sordu. hayır, dedi. öyleyse beni zühre kabilesinden bir kızla evlen, dedi. abdülmuttalib, yemenden dönünce beni zühre kabilesinden vehebin kızı hale ile evlendi. haricetebni abdüllah bin ka'b bin malik babasının şöyle anlatdığını nakl etmişdir: kavmimizin yaşlılarından bir gurubla umre yapmak için mekkeye gidiyorduk. yolda bir yehudi tüccarı da bize katıldı. mekkeye vardık. abdülmuttalibi gören yehudi dedi ki: biz değişikliğe uğramamış kitablarımızda okuduk. bu kişinin neslinden bir peygamber gelecekdir. o ve onun kavmi bizi, ad kavmini öldürdükleri gibi öldüreceklerdir. adem aleyhisselam insanların ilkidir. diğer insanlar onun evladıdırlar. onun sulbünde zerreler olarak toplu halde bulunuyorlardı. muhammed aleyhisselamın cismani bedeninin maddesi olan zerre de onun sulbünde idi. bu sebeble adem aleyhisselamın mubarek yüzünde devamlı bir nur parlardı. bu nur hazreti havvaya, ondan da hazreti şit aleyhisselama geçdi. böylece temiz babalardan temiz analara geçerek, abdüllah bin abdülmuttalib bin haşime kadar ulaşdı. bu zerre ona ulaşınca da alnında bir nur parladı. onda öyle bir güzellik hasıl oldu ki, bütün kureyş kızları onunla evlenmek istedi. fekat o devlet ve se'adet vehebin kızı hazreti amineye nasib oldu. inşaallah bu husus anlatılacakdır. şamda yehudi alimlerinden birinin yanında beyaz yünden bir cübbe vardı. bu cübbeye yahya bin zekeriyya aleyhimesselamın kanı bulaşmışdı. önceki mukaddes kitablarda, bu hırkadaki kuruyan kanın damla halinde akıp, cübbe bembeyaz olunca, muhammed aleyhisselamın babası abdüllah dünyaya gelecekdir diye okumuşlardı. bir gün hırkadaki kan lekelerinin damla halinde akdığını ve cübbenin bembeyaz hale geldiğini gördüler. anladılar ki, hazreti abdüllah dünyaya geldi. aradan epeyce zeman geçdikden sonra, kureyş kabilesinden bir gurub kimse, ticaret için şama gitdiler. yehudi alimleri bunlardan abdüllah bin abdülmuttalibin halini sordu. onlar da, onun güzelliğinden, üstün ahlakından ve alnında parlıyan nurdan bahsetdiler. yehudi alimleri: o nur abdüllahın nuru değil, bilakis muhammedin nurudur. onun sebebiyle abdüllahın alnında parlıyor. muhammed aleyhisselam bütün putları kıracakdır, dediler. kureyşliler bu sözleri işitince ve önceden bu alametleri gördükleri için, ka'benin rabbi hakkı için yehudi alimleri doğru söylüyor diyerek, onların anlatdıklarını tasdik etdiler. yehudiler, hazreti abdüllahın doğduğunu kesin öğrendiler. sonra sihrbazlarından ve ileri gelenlerinden yetmiş kişilik bir kafile ile mekkeye gidip, hazreti abdüllahı öldürmek için karar verdiler. gece yürüyüp, gündüz saklanarak mekke civarına ulaşdılar. gizlenip fırsat beklediler. hazreti abdüllah mekke dışına avlanmaya çıkınca, onu öldüreceklerdi. bir gün, hazreti abdüllahı, mekke vadilerinden birinde gördüler. öldürmek için harekete geçdiler. mekke halkından veheb bin abdi menaf bu durumdan haberdar oldu ve gayretine dokundu. kureyşin eşrafından birini yehudi taifesinin öldürmesi revamıdır diyerek, adamlarını toplayıp, abdüllahı kurtarmaya gitdi. oraya varınca, gökden insanlara benzemeyen bir taife indiğini ve yehudileri darmadağın etdiklerini ve bu hususda çok gayret gösterdiklerini gördüler. veheb bin abdi menaf bunları görünce hemen evine döndü. hanımı berreyi abdülmuttalibin evine gönderip, kızı amineyi abdüllaha vermek istediğini bildirdi. abdülmuttalib şöyle dedi: öyle bir kızı teklif etdiniz ki, ondan başkası abdüllaha münasib ve layık değildir. memnuniyyetle kabul etdi. zira hazreti amine kureyşin en güzel ve en namuslu kızı idi. ona kureyşin seyyidesi derlerdi. böylece abdüllah ile aminenin nikahları yapılıp evlendiler. hazreti abdüllah, hazreti amine ile evlendikden sonra, bir müddet daha alnındaki nur parladı. alnındaki nurdan dolayı abdüllahın güzelliği her tarafda duyulmuşdu. şam padişahının fatıma adında çok güzel ve meşhur bir kızı vardı. abdüllahın nuruna sahib olmak için hizmetcileri ile birlikde mekkeye gitdi. ka'benin çevresinde birkaç gün bekledikden sonra, hazreti abdüllahı gördü. alnındaki nur parlıyordu. dayanamayıp evlenmeyi teklif etdi. abdüllah, babam abdülmuttalibe sorayım, izn verirse evleniriz, dedi. o gece, abdüllahın alnındaki nur hazreti amineye geçdi. sabahleyin babası abdülmuttalibe şam padişahının kızı fatımanın kendisiyle evlenmek istediğini söyledi. babası da izn verdi. hazreti abdüllah o kızın yanına gidip, babasının nikahlanmalarına izn verdiğini söyledi. fatıma abdüllahın alnındaki nuru göremeyince, bir ah çekdi ve alnındaki nuru başkaları almış. artık aramızda bir evlenme arzusu kalmadı dedi ve çok üzüntülü bir halde şama döndü. abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle rivayet etmişdir: abdülmuttalib, oğlu abdüllahı evlendirmek istediği sıralarda, fatıma hasamiyye adında kahine bir kadına rastladılar. kadın abdüllahın alnındaki nuru görünce, benimle hemen evlenirsen, sana yüz deve veririm, dedi. abdüllah nikahsız istiyorsan olmaz. nikahlı istiyorsan bekle düşüneyim, sonra gelirim dedi. oradan ayrıldılar. hazreti abdüllah, hazreti amine ile evlendikden bir müddet sonra, o kahine kadınla karşılaşdı. alnındaki nurun kaybolduğunu gördü ve hazreti amine ile evlendiğini öğrendi. bunun üzerine şöyle dedi: ben fahişe bir kadın değilim. alnındaki nurun bana geçmesini istemişdim. fekat allahü teala başkasına nasib etmiş, dedi. muhammed aleyhisselamın nuru, amine validemize intikal etdiği anda, bütün putlar yüzüstü devrildi. bütün şeytanlar aciz kalıp, işlerini yapamaz oldular. melekler iblisin tahtını parçalayıp, denize atdılar ve iblise kırkgün ceza verip, eziyyet etdiler. sonra kaçıp, ebu kubeys dağının üzerine çıkdı ve şiddetli bir feryad etdi. iblisin bu feryadını duyan bütün orduları etrafında toplandı. onlara; vay sizin halinize. muhammedin aleyhisselam doğması yaklaşdı. bundan sonra lat ve uzzaya tapılmaz. tevhid nuru bütün aleme yayılır, dedi. muhammed aleyhisselamın nurunun, amine validemize intikal etdiği gece bütün sihrbazlar ve kahinler işlerinde aciz kaldılar. kehanet sona erdi. sihrler te'sirsiz kaldı. o gece yeryüzündekiler, gökden ahır zeman peygamberinin binlerce iyilik ve ihsanlarla gelme zemanı yaklaşdı diye bir ses işitdiler. hazreti amine ona hamile olduğu dokuz ay müddetle hiçbir elem ve sıkıntı çekmedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dünyaya gelişi, rebi'ülevvel ayının onikisinde pazartesi gecesi idi. ebrehenin ka'beyi yıkmak için geldiği ve fil vak'ası denilen günden ellibeş gün sonra idi. nuşirvanı adilin zemanı idi. nuşirvan onun doğumundan sonra yirmi iki sene daha yaşadı. muhammed aleyhisselam doğmadan önce meydana gelen ve onun peygamberliğine müjde ve alamet olan hadiselerden biri de fil vak'asıdır. bu hadise şöyle vuku' bulmuşdur. habeşiştan kralı necaşinin yemende ebrehe adında bir valisi vardı. denir. san'ada kuleys adını verdiği bir kilise yapdırdı. sonra necaşiye bir mektub yazıp şöyle dedi: senin için bir kilise yapdırdım ki, benzeri görülmemişdir ve senden önceki krallara böylesi nasib olmamışdır. burayı arablar için hac yeri yapacağım ve artık ka'beye kimseyi göndermeyeceğim. ebrehenin bu sözü arablar arasında duyulup yayıldı. buna kızan arablardan biri, kilisenin içine girip, defi hacetini yaparak kirletdi. başka bir rivayete göre ise, arablardan bir cema'at kilisenin yakınında ateş yakmışlardı. rüzgarla ateş kıvılcımı sıçrayıp ağaçdan yapılmış ve altın yaldızla süslenen kilise, temamen yandı. yemen valisi ebrehe bundan dolayı çok kızıp, ka'beyi yıkacağım diye yemin etdi. habeş askerlerini toplayıp, gidip ka'beyi yıkmak için yola çıkdı. ebrehenin bir fili vardı. on veya bin fili olduğuna dair rivayetler de vardır. mekkeye yaklaşdıkları sırada, abdülmuttalib, mekke mallarının üçte birini vereyim, geri dönün dedi. kabul etmediler. fili önlerine alıp mekkeye doğru yürüdüler. fili ka'beye doğru sürdüler. fil asla o tarafa yürümedi. yönünü başka tarafa çevirdiklerinde, o tarafa koşarak gidiyordu. sonunda bir yerde durmak mecburiyyetinde kaldılar. mekke çevresine adamlar gönderdiler. bunlar abdülmuttalibin ikiyüz devesini yakalayıp getirdiler. abdülmuttalib develerini istemek için ebrehenin yanına geldi. ebrehe onu uzakdan görünce, heybetinden ürperdi. bu gelen kimdir diye sordu. o mekkenin büyüğü, reisidir, dediler. ebrehe onu karşılayıp, kendi minderi üzerine oturtdu ve ne istiyorsun, dedi. abdülmuttalib, senin süvarilerin benim develerimi tutup getirmişler. onlara söyle de, develerimi geri versinler, dedi. ebrehe ona, ey kureyşin efendisi! ben size izzet ve şeref kazandıran şu ka'beyi yıkmak için geldim. sen ise ondan bahsetmiyorsun da, develerini istiyorsun, dedi. abdülmuttalib şöyle cevab verdi: ben develerin sahibiyim, kendi malımı istiyorum. ka'benin sahibi vardır. o herkese karşı galib gelir ve ka'beyi korur. sonra abdülmuttalibe develerini verdiler, geri döndü. ka'beye gidip kapısının halkasına yapışarak, allahü tealaya münacata, düaya başladı. o sırada gökyüzünde ansızın sürü halinde kuşlar gördü. o zemana kadar öyle kuşlar hiç görmemişdi. kuşlardan herbirinin gagasında ve iki ayağında mercimekden büyük, nohuddan küçük taşlar vardı. her taşın üzerinde bir kafirin ismi yazılı idi. kuşların bırakdığı taş, başına isabet eden askerin altından çıkıyor ve o asker hemen ölüyordu. atlı ise, atı da ölüyordu. ebrehenin ordusu kaçmaya başladı. kuşlar ta'kip edip, taş bırakarak hepsini öldürdüler. ebrehe de çok perişan bir halde öldü. ebrehenin veziri kaçıp kral necaşinin yanına gitdi. hadiseyi an.evahidün nübüvve latdı. necaşi, bunlar nasıl kuşlarmış ki, bunca seçme ve savaşçı askeri öldürdüler, dedi. bu sırada vezir yukarı bakıp, o kuşlardan birinin başının üzerinde dönüp durduğunu gördü. vezir necaşiye o kuşu göstererek, işte o kuşlardan biri dedi. o sırada kuş vezirin başına bir taş bırakdı. vezir, necaşinin gözü önünde öldü. bu hadise muhammed aleyhisselamın doğmasının yaklaşdığına ve onun peygamberliğine bir işaret idi. ibni abbas; ümmi haninin evinde fil vak'asında kuşların atdığı taşlardan çok vardı. çocukluğumuzda o taşlarla oynardık, diye anlatmışdır. fil vak'asından ellibeş gün sonra, muhammed aleyhisselam doğdu. onun doğduğu zemandan isa aleyhisselam zemanı arası altıyüzyirmi senedir. ibni asakirin, şa'biden rahmetullahi teala aleyhima haber verdiğine göre, isa aleyhisselam ile muhammed aleyhisselam arasındasene fark vardır. kitabını ahifesine bakınız! .sahifesinde, viladeti nebeviyyenin, miladı enesinde olduğu bildirilmişdir, yazılıdır. sağlam rivayet de budur. hazreti isa ile hazreti davüd aleyhimesselam arası bin ikiyüz senedir. hazreti davüd ile hazreti musa aleyhimesselam arasındaki zeman beşyüz senedir. hazreti musadan hazreti ibrahim halil aleyhimesselam zemanına kadar yediyüzyetmiş sene geçmişdir. hazreti ibrahimden hazreti nuh aleyhimesselam zemanına kadar bindörtyüzyirmi sene idi. tufandan adem aleyhisselama kadar ikibinikiyüzkırk sene idi. bunların toplamı altıbinyediyüzelli olur.dünyanın ömrü ve insanoğlunun dünya üzerine gelişi kesin olarak bilinememekdedir. dünyanın ömrünü, ya'ni yaratıldığı günden kıyamete kadar olan zemanı, eski müneccimler, ya'ni astronomlar, seyyare yıldızların adedince, bin sene, ya'ni yedibin sene demişlerdir. idris aleyhisselam buyurmuş ki, . daha geniş ma'lumat için, kitabının yetmişdokuzuncu sahifesine bakınız! ikinci bölüm muhammed aleyhisselamın doğumundan peygamberliği bildirilinceye kadar görülen peygamberlik müjdeleri ve alametleri: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem annesi amine hatun şöyle anlatmışdır: o hazretin doğacağı sırada evde yalnız idim. abdülmuttalib beytüllahı tavaf etmeye gitmişdi. abdüllah dört ay önce medinede vefat etmişdi ve orada defn edilmişdi. evin tavanı tarafından büyük bir şey indiğini hissetdim ve beni korku kapladı. bir ak kuşun kanadıyla beni sıvazladığını hissetdim ve korkum dağıldı. sonra bana süt gibi beyaz bir şerbet verdiler. çok susamışdım. aldım, bu şerbeti içdim. uzun boylu küçük yüzlü hatunlar gördüm. abdi menafın kızlarına benziyorlardı. etrafımda duruyorlardı. gökden yere kadar uzanmış beyaz ipekden bir örtü gördüm. birisinin, onu insanların gözünden gizliyoruz dediğini işitdim. bir bölük kuşlar gördüm ki gagaları zümrütden, kanatları yakutdan idi. o sırada gözümden perde kaldırıldı. doğudan batıya kadar yeryüzünü gördüm. biri doğuda, biri batıda, biri de ka'benin damı üzerinde üç alem gördüm. sonra çok hatunlar gelip çevremde oturdular. muhammed aleyhisselam doğar doğmaz başını secdeye koydu. parmağını semaya kaldırdı. sonra bir bulut indi ve onu kaldırıp götürdü. bakdım yerde göremedim. gözden kaybolmuşdu. sonra muhammedi bütün alemde dolaşdırınız. bütün mahlukat onu ismiyle, suretiyle ve sıfatıyla tanısın, bilsin diye bir ses işitdim. o bulut bir anda onu geri getirdi. onu beyaz bir yün içine sarmışlardı. sardıkları kundak sütden ak, ipekden yumuşak idi. yine bir bulut geldi, öncekinden büyük idi. bulutun arasında at kişnemeleri işitiyordum. şöyle bir ses duyuyordum: muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem bütün insanlara, cinnilere ve hayvanlara gösterdiler. ona ademin saffetini, nuhun rikkatini, ibrahimin hulletini, isma'ilin lisanını, yusüfün cemalini, ya'kubun besaretini, eyyubün sabrını, yahyanın zühdünü ve isanın keremini aleyhimüssalatü vesselam verdik. sonra bulut bir anda açıldı. osman bin ebil as radıyallahü anh, annesinin şöyle anlatdığını rivayet etmişdir: muhammed aleyhisselamın doğduğu sırada hazreti aminenin yanında idim. o gece ne tarafa baksam gündüz gibi aydınlık idi. yıldızlara bakdıkca bana yaklaşdıklarını gördüm. neredeyse üzerime düşecekler sanırdım. abdülmuttalibin kızı safiyye hatun şöyle anlatmışdır: muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu sırada aminenin ebesi idim. muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem nuru, lambanın ışığını basdırıyordu. o gece altı alamet gördüm. birincisi, doğar doğmaz secde etdi. ikincisi, başını kaldırıp, fasih bir lisanla la ilahe illallah inni resulullah dedi. üçüncüsü, onun nuruyla ev çok aydınlandı. dördüncüsü, doğdukdan sonra yıkamak istediğimde, zahmet etme, biz onu yıkadık diye bir ses işitdim. beşincisi, oğlan mıdır, kız mıdır diye merak etdim. göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm. altıncısı, istedim ki onu kundağa sarayım. sırtında mühri nübüvveti gördüm. iki küreği ortasında la ilahe illallah muhammedün resulullah yazılı idi. peygamber efendimizin dedesi abdülmuttalib şöyle anlatmışdır: muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu gece ka'beyi tavaf ediyordum. gece yarısı geçince, ka'benin, makamı ibrahim tarafına secde etdiğini gördüm. allahü ekber, allahü ekber diye tekbir sesleri ile, beni müşriklerin pisliklerinden ve cahiliyye zemanının kötülüklerinden temizlediler diye sesler geliyordu. sonra bütün putlar yüz üstü yere düşdü. en iri put olan hubele bakdım, başaşağı bir taşın üzerine düşmüşdü. birisinin amine muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem doğurdu diye nida etdiğini işitdim. bu sözü işitince safa tepesi tarafına çıkdım. bir gürültü vardı. sanki bütün kuşlar ve hayvanlar mekkede bir yere toplanmışlardı. sonra aminenin evine gitdim. kapı kilitli idi, açın diye bağırdım. içerden amine, ey baba! muhammed sallallahü aleyhi ve sellem doğdu, dedi. getir göreyim, dedim. müsaade yok, birisi geldi ve ey amine, sakın bu çocuğu üçgün kimseye gösterme, dedi diye cevab verdi. kılıcımı çekip içeri girmek istedim. karşıma eli kılıçlı ve yüzü örtülü birisi çıkdı. ey abdülmuttalib, geri dön melaikei mukarrebin ve sükkanı ıllıyyin torununu ziyaret edinceye kadar girme, dedi. vücuduma bir titreme geldi ve elimden kılıç düşdü. dışarı çıkdım. bu hadiseyi kureyş halkına anlatmak istedim. fekat üç gün dilim tutuldu. kimseye birşey söyleyemedim. mücahid radıyallahü teala anh demişdir ki: ibni abbasdan radıyallahü anhüma resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem emzirilmesi hususunda, kuşların ve diğer canlıların münakaşa edipetmediklerini sordum. insanlardan başka bütün canlılar, onu emzirmek için niza', münakaşa etdiler, dedi. çünki, o doğunca; ey canlılar! muhammed sallallahü aleyhi ve sellem doğdu. onu emzirene ne mutlu diye bir nida geldi. bunun üzerine bu hususda bütün canlılar münakaşaya tutuşdu. sonra; onu insanlardan birinin emzirmesi takdir olunmuşdur diye bir nida geldi. üç gün sonra ebu lehebin cariyesi süveybe hatun, halime hatun gelinceye kadar dört ay emzirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin doğduğu gece, iran kralı serayı sallandı ve ondört burcu yıkıldı. farisin bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. save gölünün suyu yere çekilip kurudu. mecusilerin meşhur alimi mü'bedan rü'yasında, serkeş develerin önlerine katdığı atları öldürüp, dicle nehrini geçdiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını gördü. kisra, serayının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korkdu. kimseye bildirmek istemedi. fekat sabahleyin tahtına oturunca sabr edemeyip bu hadiseyi vezirlerine ve ileri gelen adamlarına anlatdı. o bunları anlatırken mecusilerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektub geldi. kisra daha çok endişelendi. sonra mü'bedan gördüğü rü'yayı anlatdı. kisra, mü'bedana bu hadiseler için ne denebilir? diye sordu. o da bunlar arablar arasında meydana gelen bir hadiseye işaretdir, dedi. sonra kisra, nu'man bin münzire mektub yazıp, bu hadisenin izahını sorabileceği bir alim göndermesini istedi. o da abdülmesih gassaniyi gönderdi. kisra bu hadiseleri ona sordu. abdülmesih gassani dedi ki: bu ilmi dayım satih kahin bilir. o şamdadır, dedi. kisra, git ondan bu hadiseleri sor dedi. şama gidip satih kahini buldu. o anda ölmek üzere idi. selam verdi, cevab alamadı. bir şi'r okumaya başladı. satih kahin şi'ri işitince gözlerini açdı ve ey abdülmesih! kisra, serayının sallanması, burçlarının yıkılması, mü'bedanın rü'yası, save gölünün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. bunların hepsi ahır zeman peygamberinin doğduğuna işaretdir. o bu beldeleri alacakdır. kisralardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse irana padişahlık yapacaklar. sonra devletleri yıkılacakdır. abdülmesih bu haberi kisraya götürdü. kisra ondört kişi padişahlık yapdıkdan sonra bu devlet yıkılacak. bu bir hayli iş ve uzun zeman alır, dedi. fekat bu kisralardan on kişinin padişahlığı dört senede bitdi. diğer dördü emirül mü'minin osman radıyallahü anh zemanına kadar saltanat sürdüler. ba'zı rivayetlerde şöyle bildirilmişdir: kisra dicle nehri kenarında büyük bir seray yapdırmışdı. bu seray için hesab edilemeyecek kadar çok para harcamışdı. bir sabah kalkıp bu serayın ikiye bölündüğünü, sular altında kaldığını gördü. yanında kahinlerden, müneccimlerden ve sihrbazlardan üçyüz altmış kimse bulunduruyordu. bunlar arasında arablardan sa'ib adında biri vardı ki, kahinlikde maharetli ve meşhur idi. verdiği hükm ve haberlerde az hata ederdi. kisra bunları toplayıp, köşkünün ikiye yarılıp, harab olmasının sebebini araşdırıp, bulmalarını emr etdi. herbiri bir tarafa gidip araşdırmaya başladılar. sihrbazların, kahinlerin ve müneccimlerin haber alma yolları kapandı. sa'ib adındaki kahin karanlık bir gecede yüksek bir tepeye çıkdı. gökyüzüne ve yeryüzüne bakınırken, hicaz tarafından bir şimşek çakdığını ve batıya kadar ulaşdığını gördü. sabahleyin, ayağını basdığı yer yeşermişdi. kendi kendine, eğer gördüğüm doğru ise, hicazdan bir padişah çıkacak, her tarafa hakim olacak. alemde refah ve ucuzluk olacak kanaatine vardı. bütün sihrbazlar, kahinler ve müneccimler bir yere toplanıp, birbirlerine hallerini anlatdılar. sonra bir peygamber gönderilmiş veya gönderilecekdir, diye ittifak etdiler. kisranın mülkünü alacakdır. amma bunu kisraya söyleyemeyiz. çünki hepimizi öldürür, dediler. sonra kisranın yanına gitdiler. serayın yıkılmasının sebebi, yapılma zemanının yanlış seçildiğindendir. bir zeman belirtelim. o zemanda yapılsın dediler. bir zeman ta'yin etdiler ve köşk o zemanda yapıldı. kisra bütün devlet adamlarıyla birlikde o köşkde bir meclis kurdu. bu sırada dicle nehrinin suyu yükseldi. köşkü su basıp yıkdı. kisrayı boğulmak üzere iken sudan çıkardılar. kisra, kahin ve müneccimlere kızıp çoğunu öldürtdü. diğerleri biz hata etmişiz. köşkün yapılması için tekrar bir zeman seçelim dediler. belirtdikleri zeman içinde köşk yeniden yapıldı. kisra korka korka gelip köşke çıkdı. o çıkarçıkmaz köşk ayağının altından kayıp yıkıldı. kisra nehre düşdü. kisrayı yarı ölü vaziyyetde nehrden çıkardılar. kisra o kahinleri toplayıp sizi öldürürüm diye tehdid etdi. bunun üzerine kahinler doğrusunu söyleyerek, bu alametler bir peygamber geldiğini veya yakında geleceğini, senin saltanatına son vereceğini, mülkünü alacağını göstermekdedir, dediler. kisra bu sözleri işitince, dicle kenarına bina yapmakdan vazgeçdi. oradaki yıkılan bina da temamen harab oldu. mekkede oturan bir yehudi vardı. muhammed mustafa sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin doğduğu gece kureyşden bir topluluğun yanına gelip; dün gece sizden bir oğlan dünyaya geldi mi diye sordu. bilmiyoruz dediler. eğer sizde değilse korku yokdur. iyi biliyorum ki, dün gece bu ümmetin peygamberi doğdu. eğer sizde değilse filistinde olsa gerekdir. onun iki küreği arasında ince kıllar vardır. cinnilerden bir ifrit parmağını onun ağzına koyduğu için, iki gün süt emmeyecekdir. kureyşliler oradan ayrılınca, şaşdıkları bu sözleri büyüklerine söylediler. bir de işitdiler ki, abdüllah bin abdülmuttalibe allahü teala bir oğul vermiş. adını muhammed sallallahü aleyhi ve sellem koymuşlar. bunu o yehudiye haber verdiler. hazreti aminenin evine geldi. o alameti çocuğun sırtında görünce, bayılıp düşdü. aklı başına gelince: vallahi peygamberlik artık beni israilden gitdi, dedi. sonra kureyşlilere dönüp, siz bu hadiseye sevinirsiniz, ama bu çocuk sizin üzerinize galib gelecekdir. onun şanı doğudan batıya heryerde duyulacakdır, dedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem süt annesi hazreti halime hatun şöyle anlatmışdır. kabilemden bir gurub kadınla süt anneliği yapmak için mekkeye gitdik. kocam da yanımda idi. bir za'if dişi merkebimiz ve süt vermekden kesilmiş bir devemiz vardı. benim de sütüm azdı. oğlum damra doymadığından, geceleri ağlar, beni uyutmazdı. mekkeye varınca bana muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem vermek istediler. bilmediğimden dedim ki, süt emziren süt anneye ücret vermek için cömert bir baba olması lazımdır. bu çocuğun babası yok diyerek almak istemedim. benimle gelen bütün kadınlar birer çocuk buldular. artık çocuk kalmadı. kabileme çocuk almadan dönmekden utandım. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem kabul etdim. amine hatun bana dedi ki: üç gece önce bana bir kimse gelip, bu oğlunun süt annesini beni sa'd kabilesinden ve züveyb oğullarından tut dedi. ben de, beni sa'd kabilesinden olduğumu ve babamın da züveyb oğullarından olduğunu söyledim. amine hatun elimden tutup, beni evine götürdü. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. yünden beyaz bir kundak içine sarılmış, ondan etrafa misk kokusu yayılıyordu. yüzünün güzelliğinden etrafa se'adet nurları yayılıyordu. yeşil bir ipek üzerinde uyuyordu. mememi sinesi üzerine koyunca gözlerini açdı. bakdım ki gözlerinden çıkan bir nur semaya yükseliyordu. hemen yüzünü örterek bunu amine hatundan sakladım. sonra onu kaldırıp, sağ mememi ağzına verdim. emmeye başladı. sonra sol mememi verdim, onu emmedi. ibni abbas radıyallahü anhüma demişdir ki, o zeman da allahü teala ona adalet ilham etdi ki, o sütü ya'ni sol memeyi ortağına bırakdı. halime hatun şöyle demişdir. daima sağ tarafdan muhammed aleyhisselam emerdi. sol tarafdan da oğlum damra emerdi. asla kendi çocuğum, muhammedden sallallahü aleyhi ve sellem önce süt emmezdi. yine halime hatun şöyle anlatmışdır: hazreti muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem emzirmeye başlayınca, sütüm öyle çoğaldı ki, hazreti muhammede aleyhisselam ve oğlum damraya süt verdiğim halde sütüm hiç azalmadı, dolup taşdı. süt vermeyen devemiz süt vermeye başladı. evimizde süt bollaşdı. bütün kaplarımız sütle doldu. kocam bana: ey halime! evimiz bereketlendi. allahü teala bize ihsanda bulundu. bütün bunlar, yanımızda bulundurmakla şereflendiğimiz bu se'adetli yavrunun bereketi ile olmakdadır derdi ve çok sevinip mutlu olurdu. halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammedi aleyhisselam evime götürmek için alınca, üç gün mekkede kaldık. üçüncü gece, yeşil elbiseler giymiş nur yüzlü bir kimse muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem yasdığına oturmuş, yüzünden öpüyordu. kocama da gösterdim. kocam bunu sakın anlatma. bilmiş ol ki, bizden daha mutlu olarak evine dönen yokdur, dedi. yine halime hatun anlatmışdır: mekkeden evimize döneceğimiz zeman merkebime bindim. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem önüme aldım. merkeb ka'beye doğru üç def'a secde etdi. sonra yola çıkdık. merkebimiz bütün merkebleri geçdi. yol arkadaşlarımın hepsi geride kaldı. bana, ey halime, merkebin yularını biraz çek. bu merkeb gelirken zorla yürüyen merkeb değil midir dediler. ben de kucağımdaki muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem göstererek, öyle zan ediyorum ki, bu iş şu oğulcuğumun bereketiyledir, dedim. halime hatun anlatmışdır: beni sa'd menzillerinden konakladığım her yer yeşerir, oranın güzelliği ve tazeliği artardı. allahü teala hayvanlarımıza öyle bir bereket verdi ki, koyunlarımızın memeleri sütle doldu. beni sa'dlılar çobanlarını azarlayıp derlerdi ki, niçin ebu züveybin koyunları semiz ve sütlüdür de, bizim koyunlarımız za'if ve sütsüzdür. siz de koyunlarınızı onların koyunlarının otladığı yerde otlatınız, derlerdi. halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem konuşma zemanı yaklaşınca, herkesin hayretleri arasında, allahü ekber, allahü ekber, elhamdülillahi rabbil alemin dedi. rivayet edilmişdir ki, iki aylık olunca oturur ve emeklerdi. üç aylık iken ayakda dururdu. dört aylık iken dıvardan tutunarak yürürdü. beş aylık iken bir yere tutunmadan yürürdü. altı aylık olunca çabuk çabuk yürümeye başladı. yedi aylık iken her tarafa koşardı. sekiz aylık iken anlaşılacak şeklde konuşmaya başladı. dokuz aylık iken çok açık bir şeklde konuşmaya başladı. on aylık iken çocuklarla ok atmaya başladı. yine halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem emzirdiğim müddetce, ondan son derece memnundum. asla hiçbir şeyi kirletmezdi. gündüz ve gece bir def'a tebevvül eder, bir daha o vakte kadar hiç tebevvül etmezdi. halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem emzirmek için alıp, mekkeden yola çıkmışdık. yolda bir su kenarında konaklamışdık. orada huzeyl kabilesinden bir ihtiyar vardı. yol arkadaşlarım bana; muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem annesi amine hatunun, onun hakkında anlatdığı harikul'ade hadiseleri bu ihtiyardan sor dediler. ben de ihtiyara; bu çocuğun annesi doğum anında kendisinden bir nur yükseldiğini, o nurun aydınlığında her tarafı gördüğünü ve doğunca yerden bir avuç toprak alıp, sonra başını yukarı kaldırdığını söyledi dedim. o yaşlı kimse bu sözleri duyunca; ey huzeyl kabilesi! bu çocuğu öldürün! çünki bütün dünyaya hakim olacakdır. gökden inecek haberi bekliyor, diye bağırdı. halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammed sallallahü aleyhi ve sellem iki yaşına girmişdi ve sütden kesme zemanı gelmişdi. onu annesine teslim etmek için mekkeye götürdüm. onun sebebiyle kavuşduğumuz bereketin gitmesini hiç istemiyordum. annesi amine hatuna biz bu çocukdan bereketli çocuk görmedik. mekkenin havası çok sıcak, veba da olabilir. biraz daha yanımızda kalmasına müsaade eder misiniz dedim. müsaade etdi ve bir sene daha bizimle beraber kaldı. bir gün habeş nasranilerinden bir cema'atin bulunduğu bir yere yolum düşdü. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem gördüler. dikkatli dikkatli ona bakdılar. işlerini bırakıp, onun hallerini sormaya başladılar. sırtında iki küreği arasındaki nübüvvet mührüne bakıp düşündüler. mubarek gözlerinin kırmızılığını gördüler. bana senin bu oğlun hiç göz ağrısından şikayet eder mi diye sordular. hayır deyince, gözlerindeki bu kırmızılık hiç kaybolur mu dediler. hayır kaybolmaz, dedim. bunun üzerine bana dediler ki: ne kadar mal istersen sana verelim ve yüz minnetle canımızı feda edelim, bu çocuğu bize ver de habeş diyarına götürelim. kitablarımızdan okuduğumuza göre bunun şanı yüce olacakdır. bir son peygamber gelecekdir ve onun doğacağı yer harem dir. zan ediyoruz ki, o peygamber doğmuşdur veya doğması yaklaşmışdır, dediler. onlardan çok korkdum ve o gece gözüme uyku girmedi. yine halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammed aleyhisselam üç yaşına girince, süt kardeşleriyle koyun otlatmaya giderdi. eline bir sopa alır, zevk ve neş'e ile giderdi. akşam da şen ve sevinçli dönerdi. bir gün hava çok sıcak oldu. kendi kendime üzülüp bu gün hava çok hararetli. muhammede sallallahü aleyhi ve sellem bir sıkıntı gelmesin dedim. süt kardeşi şeyma, ey anne, üzülme, bugün muhammed sallallahü aleyhi ve sellem kuzuların arasına oturmuşdu. üzerinde bir bulut onu gölgeliyordu. o nereye gitse, o bulut da onunla birlikde hareket ediyor. o güneşden asla rahatsız olmıyor, dedi. halime hatun şöyle anlatmışdır: muhammed sallallahü aleyhi ve sellem bir gün yine süt kardeşleriyle koyun otlatmaya gitmişdi. süt kardeşi damra öğle vaktinde aniden ağlayarak eve çıka geldi. anneciğim, kureyşli kardeşime birşey oldu, dedi. ne oldu anlat dedim. bizimle oynarken birisi gelip onu aramızdan aldı ve bir dağın tepesine çıkardı. bıçakla karnını yardı, dedi. kocam ebu züveyb ile birlikde koşarak o dağa çıkdık. bir de bakdık ki, muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzü kızarmışdı ve gök yüzüne doğru bakıyordu. hemen yanına oturup alnından öpdüm ve ey canım yavrum sana ne oldu. sana bunu yapan kimdir, dedim. şöyle anlatdı: kardeşlerimle oynuyordum. üç kişi geldi. birinin elinde gümüşden bir ibrik, birinin elinde içi karla dolu zümrüd bir leğen vardı. beni kardeşlerimin arasından alıp dağın üzerine çıkardılar. onlardan biri beni tam bir lutf ile okşadı ve göğsümü göbeğime kadar yardı. ben bakıyordum ve hiç acı duymuyordum. elini göğsüme sokup, yüreğimi çıkardı ve yardı. içinden bir parça uyuşmuş siyah kan çıkarıp atdı. sonra dedi ki, bu senin vücudunda şeytanın te'sir edeceği bir parça idi. allahü tealanın emriyle çıkarıp, şeytanın şerrinden ve mekrinden emin olasın diye seni ondan temizledik, dediler. sonra yüreğimi yerine koydu. ben seyrediyordum. üçüncü kişi geldi. onlara siz çekilin, işinizi temamladınız, dedi. o kimse yanıma yaklaşıp elini göğsümün üzerine koydu. o anda göğsümdeki yara kapanıp iyileşdi. yanındakilerden birine bunu, ümmetinden on kişi ile tartınız dedi. tartdılar, ben ağır geldim. yüz kişiyle tartınız dedi. tartdılar. ben ağır geldim. bin kişiyle tartın dedi. tartdılar. yine ben ağır geldim. bunun üzerine, onu bırakınız. bütün ümmetiyle tartsanız ağır gelir, dedi. sonra elimden tutarak beni oturtdu. üçü de başımdan ve alnımdan öpdüler ve ey allahü tealanın habibi, korkma. bir bilsen sana ne se'adetler ve ihsanlar verilmişdir, dediler ve havada uçup gökün ortasından içeri girdiler. isterseniz size içeri girdikleri yeri göstereyim, dedi. yine halime hatun anlatmışdır: muhammedden sallallahü aleyhi ve sellem gördüğüm halleri halka anlatıyordum. bana bu çocuğu bir kahine götür, belki cinnilerin te'sirinde kalmışdır, dediler. bunun üzerine onu bir kahine götürdüm. onda gördüğüm halleri temamen anlatdım. kahin bunları dinleyince, hemen yerinden kalkıp: ey arablar! geliniz, başınıza bir bela gelmek üzeredir. ona şimdiden engel olunuz! bu çocuğu öldürünüz. eğer öldürmezseniz, büyüyünce dininizi bırakın deyip, sizi hiç işitmediğiniz ve tasavvur etmediğiniz bir dine da'vet edecek diye bağırmaya başladı. bu sözleri duyunca, muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem elinden tutup çekdim. kahine asıl seni bir kahine götürmek lazım. sen delirmişsin. eğer böyle saçma sapan konuşacağını bilseydim, sana asla gelmezdim. ben oğlumu öldürtmem, ama seni öldürmek gerekir, dedim. sonra muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem alıp evime döndüm. halime hatun şöyle demişdir: bu hadiselerden sonra çok korkmaya başladım. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem mekkeye götürüp, emaneti teslim etmek istedim. mekkeye doğru yola çıkmak üzere iken bir nida işitdim, şöyle diyordu: ey mekke vadisi, sana afiyet olsun. bundan sonra, yakin nuru ve dinin cemali, kemali ikbal ve allahü tealanın sevgilisi sana dönecekdir. sonra merkebe binip muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem mekkeye ulaşdırdım. bir topluluk gördüm. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem onların yanına bırakdım. ba'zı mühim işlerimi yapmaya gitdim. aniden kulağıma korkulu bir ses geldi. acele geri döndüm. muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem bırakdığım yerde bulamadım. yanına bırakdığım kimselere sordum. nereye gitdiğini söylemediler. ağlayıp feryad ederek, ah muhammed! vah muhammed diyordum. aniden karşıma za'if, ince uzun boylu bir ihtiyar çıkdı. sana muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem nerede olduğunu bilen bir kimseyi söyleyeyim, dedi. kimdir deyince, şu hubel putudur dedi. bunun üzerine o kimseye kızarak, sen muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu gece hubel putunun ve diğer putların yere yıkıldığını bilmiyormusun, dedim. o kimse bana sen delirmişsin. ben hubele varıp yalvarayım da, senin oğlunu geri versin, dedi. sonra hubelin etrafında dönüp başını öpdü ve putu medh ederek, bu kadının oğlu muhammed sallallahü aleyhi ve sellem kaybolmuş dedi. yaşlı kimse hubel putunun yanında muhammed ismini söyler söylemez, hubel ve diğer putlar yüzüstü yere yıkıldılar. ey ihtiyar, biz muhammedin elinde kırılacağız diye bir ses geldi. o ihtiyar titreyerek ve ağlayarak putların yanından ayrıldı. bana, ey beni sa'dlı kadın, senin oğlunun sahibi vardır. onu kaybolmakdan korur, hiç üzülme, dedi. halime hatun sözlerine devam ederek şöyle anlatmışdır: bu haberin abdülmuttalibe ulaşmasından korkdum. hemen gidip kendim durumu bildirdim. bu iş kureyşlilerin bir hilesidir diyerek kılıcını çekdi ve ey kureyş kabilesi diye bağırarak onları yanına çağırdı. yanına toplandılar. onlara durumu anlatdı. her birisi bir tarafa gidip, muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem aramaya başladı. hiçbiri bulamadı. abdülmuttalib ise ka'beye gidip, yedi kerre tavaf etdikden sonra: ya rabbi! muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem bize geri ver diye münacatda bulunarak, şu ma'nada bir şi'r okudu: ya rabbi! kavuşdur beni muhammedime, döndür onu bana, o sağ kolum yerinde. muhammedim kayboldu bilinmiyor hiç yeri, zarar gelirse ona helak et kavmimi. bunları söyledikden sonra, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem tihame vadisinde falan ağacın altındadır diye bir ses işitdi. derhal o vadiye doğru yola çıkdı. yolda varaka bin nevfel ile karşılaşdı. birlikde tihame vadisine gitdiler. vadiye vardıklarında, muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem bir ağacın altında ağacın dallarıyla ve yapraklarıyla oynar halde buldular. abdülmuttalib yanına yaklaşıp: ey evladım sen kimsin? dedi. muhammed bin abdüllah bin abdülmuttalibim diye cevab verdi. bunun üzerine abdülmuttalib, ben senin deden olurum, dedi. sonra onu mekkeye getirdiler. süt annesi halime hatuna çok ikramda bulunup, kıymetli hediyyeler vererek, kabilesine gönderdiler. abbas radıyallahü anh, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem medh etmek için yazdığı ba'zı şi'rlerinde bu hadiseden şöyle bahsetmişdir: yapraklar altında korunduğun gibi sen, bundan önce de gölgeliklerde hoş idin sen. abbas radıyallahü anh resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem demişdir ki; sen beni beşikde iken islama çağırsaydın kabul ederdim. sen beşikde yatarken ay ile konuşurdun. parmağınla her ne tarafa işaret etsen, ay o tarafa meyl ederdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ben ay ile, o da benimle konuşurduk. beni ağlamakdan men' ederdi. ayın arş altında secde edişinin sesini işitirdim. muhammed mustafayı aleyhisselam annesi amine hatun, medinede bulunan dayıları neccaroğullarının yanına götürdü. ümmi eymen de onlarla birlikde idi. bir ay orada kaldılar. nitekim resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret edince, daha önce orada bir ay kaldığında geçen hadiseleri hatırladılar ve buyurdular ki: bir yehudi bana daima bakardı. bir gün beni yalnız bulup adın nedir, dedi. ahmeddir, dedim. sırtıma bakdı ve kendi kendine şöyle dedi: bu ümmetin peygamberidir. sonra dayılarımın yanına geldi ve onlara da böyle söyledi. annem bu sözleri işitince korkdu ve medineden ayrıldık. ümmi eymen de şöyle anlatmışdır: medinede bulunduğumuz sırada, bir gün öğle vaktinde iki yehudi bulunduğumuz yere gelip; ahmedi dışarı çıkarınız dediler. çıkardık. ona bakdılar ve bilhassa sırtına çok bakıp düşündüler. sonra birbirlerine, bu ümmetin peygamberidir. bu medine şehri bunun hicret edeceği yerdir. bu şehrde savaşların olmasına az kaldı, dediler. medineden mekkeye dönerlerken ebva denilen yerde, hazreti amine hastalandı. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem annesinin başı ucunda oturmuşdu. bir ara hazreti amine kendinden geçdi. bir müddet sonra kendine geldi. oğlu muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzüne bakdı ve birkaç okudu. şu beytler onlardandır: yüce allah bereketler versin sana, eğer doğru çıkarsa gördüğüm rü'ya. sen peygamber olacaksın insanlara, celil ve kerim olan allah katında. hazreti amine bu şi'ri okudukdan sonra şöyle dedi: yaşayan herkes ölecekdir. yeni olan herşey eskiyecekdir. eğer ben ölürsem gam yimem. adım alemde daima anılır. çünki, böyle pak ve mubarek bir evlad yadigar bırakdım. hazreti amine vefat edince, cinnilerin ağlama sesleri işitildi ve ta'ziye için şu beytleri okuyorlardı: ağlasın iffetli genç kızlar amineye, anne olmakla şereflendi, peygambere. abdüllahın zevcesi, yakınıdır hem de, vakarlı hem sahibi minber medinede. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem doğdukdan sonra, seyf ibni zilyezen, habeşistanı aldı. abdülmuttalib, veheb bin abdi menaf ve kureyş kabilesinin diğer ileri gelenleri ibni zilyezeni tebrik için yemene gitdiler. müsaade alıp içeri girdiklerinde, abdülmuttalib padişahın yakınına oturdu. konuşmak için izn istedi ve gayet fasih bir ifade ile padişahı tebrik etdi. düalar yapdı ve medhiyede bulundu. bu durum padişahın çok hoşuna gitdi ve sen kimsin diye sordu. abdülmuttalib de ben haşimoğullarındanım dedi. şah daha çok ikram edip, onu yanına oturtdu ve kureyş kabilesinin diğer ileri gelenlerine de çok ikram ve iltifatda bulundu. sonra onları misafirhaneye yerleşdirip, son derece ikram ve iyilikde bulundu. bir ay misafir kaldılar. ne yanlarına uğradılar, ne gitmeleri için izn verdiler. bir aydan sonra padişah bir kimse gönderip, abdülmuttalibi odasına çağırtdı. ona şöyle dedi: ey abdülmuttalib! sana bir sırrımı söyleyeceğim. senden başkasına bu sırrımı söylemem. çünki sen, bir cevherin kaynağısın. seni bundan haberdar edeyim. bu sırrı vakti gelinceye kadar saklı tut. allahü teala bu sırrı vakti gelince bütün aleme açıkca gösterir. haberin olsun ki, hazinemde kendim için hususi olarak sakladığım bir kitabda, bir hayrlı haber ve mu'teber bir şey okudum. bu iş sana ve bütün mahlukata faideli, umumi ve tam bir ni'met olacakdır. bu müjde şöyledir: mekkede bir erkek çocuk doğmuşdur veya doğması yaklaşmışdır. onun adı muhammeddir sallallahü aleyhi ve sellem. babası ve annesi vefat etmişlerdir. onu dedesi ve amcası himaye edeceklerdir. allahü teala ona peygamberlik verecek ve halkı hakka da'vet edecekdir. ona dost olanlar aziz ve mansur olurlar. düşmanlık edenler zelil ve hakir olurlar. allahü teala bizi ona tabi' ve yardımcı eylesin. allahü teala o peygamber vasıtasıyla küfr ve dalalet ateşini söndürecek ve tevhid dinini ortaya çıkaracakdır. kehanet sona erecek, şeytanlar taşlanacak ve kovulacakdır. putlar yüzüstü düşecek. o peygamberin sözü hak ile batılı birbirinden ayırıcıdır. hükmü adaletlidir. allahü tealanın razı olduğu şeyleri yapar ve yapılmasını emr eder. razı olmadığı şeylerden sakınır ve sakındırır. abdülmuttalib, padişahdan bu sözleri dinleyince, ona düa ve medhiyede bulundu ve ey melik! bu sırrı biraz daha aç dedi. bunun üzerine yemin ederek: ey abdülmuttalib, o gelecek peygamberin dedesi sensin. bunda asla yalan yokdur, dedi. abdülmuttalib bu sözleri işitince şükr secdesine kapandı. padişah, başını kaldır ey abdülmuttalib! aslın gibi neslin de yüce aleme yol göstericidir. işin temam ve maksadın hasıl oldu. sonra söylediğimin kim olduğunu anladın mı dedi. abdülmuttalib şöyle dedi: evet anladım. oğlum ab.evahidün nübüvve düllahı vehebin kızı amine ile evlendirmişdim. bir oğlu dünyaya geldi. ismini muhammed koydular. babası ve annesi vefat etdi. onu ben ve amcası himaye ediyoruz. seyf ibni zilyezen abdülmuttalibe dedi ki: sana söylediklerim doğrudur. gönlünü hoş tut. onun halini gizle. onu yehudilerden koru. onun düşmanıdırlar. hak sübhanehü ve teala onu, onlara karşı muzaffer kılacakdır. onlar ona zarar veremeyeceklerdir. bu sözleri seninle buraya gelen yol arkadaşlarına söyleme. onların hilesinden emin değilim. allahü teala korusun, onu öldürmek kasdıyla bir tuzak kurarlar. elbette bunlar veya bunların oğulları ona düşmanlık edecekler, belki savaşacaklardır. fekat hak sübhanehü ve teala senin torununu onların hepsine karşı galib edecekdir. eğer ömrümün yeteceğini bilseydim, bütün ordularımı medineye toplardım. orayı kendime şehr seçerdim. ona yardım etmekle şereflenirdim. çünki, kitablarımızda onun medineye yerleşeceği, ya'ni yerinin medine olduğu bildirilmişdir. işleri orada yapacak, yardımcıları oradan olacak. defn edileceği yer orası olacakdır. şimdi ona bir zarar gelmesinden korkmasaydım, bütün arabistan halkını ona tabi' olmaya ve iman etmeye çağırırdım. bu emaneti sana bırakıyorum. bu hususda bir kusur etmeyesin. sonra padişah misafirlerinin herbirine onar köle ve onar cariye, kırk parça kumaş, yüz deve, beş rıtl altın, on rıtl gümüş ve bir ipek kab içi dolusu anber hediyye etdi. abdülmuttalibe daha çok verdi. gelecek sene tekrar geliniz dedi. fekat padişah seyf ibni zilyezen o sene vefat etdi. abdülmuttalib kureyşlilere şöyle dedi: bana çok verdi diye hased etmeyiniz. zira padişahın verdiklerinin temamı bana ve benim oğullarımdan olacak şerefe nisbetle çok azdır. abdülmuttalibe o şeref nedir diye sordular. fekat o bunu gizli tutdu. hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini müjdeleyen hadiselerden biri de şöyledir: bir gün çocuklarla oynarken, müdlec oğullarından bir gurub onu gördü. yanlarına çağırdılar ve ayağına bakıp hayli zeman durdular. sonra abdülmuttalibin yanına uğradılar. muhammed aleyhisselamı onun yanında gördüler. bu çocuk kimdir, diye sordular. abdülmuttalib oğlumdur, dedi. bunun üzerine biz bunun ayağı kadar makamı ibrahimde olanların ayağına benzer ayak görmedik. aman bu çocuğu iyi muhafaza et, dediler. bir gün abdülmuttalib hicrde, ka'benin yanında oturuyordu. yanında yakın dostu buhayra üsküfü de vardı. üsküf abdülmuttalibe dedi ki: biz kitablarımızda okuduk ki, isma'il aleyhisselam neslinden henüz teşrif etmiyen bir peygamber kalmışdır ki, o da yakında gelecekdir. zan ediyorum ki doğmuşdur. onun sıfatları şöyle şöyledir diye sayarken, hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem çıkageldi. üsküf ona dikkatle bakdı. gözünü ve sırtını dikkatle inceledi. sonra, benim geleceğini söylediğim peygamber budur. bu kimin oğludur, diye sordu. abdülmuttalib, benim oğlumdur, dedi. bunun üzerine üsküf bunun babasının hayatda olmaması lazım, dedi. abdülmuttalib bu benim oğlumun oğludur. annesi buna hamile iken babası vefat etdi, dedi. sonra abdülmuttalib, oğullarına dönerek, kardeşinizin oğluna dikkat ediniz, işitiyor musunuz. onun için ne diyorlar, dedi. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem yedi yaşında iken şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. ne kadar ilac yapdılarsa da faide vermedi. sonunda abdülmuttalibe, ukkaz panayırında bir rahib var, göz için ilac yapıyor dediler. abdülmuttalib, hazreti habibi ekremi sallallahü aleyhi ve sellem o rahibe götürdü. rahibin bulunduğu kilisenin kapısını kapalı buldular. açdırmak için bağırdılar. cevab gelmedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile aşağı indiler. o anda kilise sallanmaya başladı. abdülmuttalib kilise üstümüze yıkılacak diye korkdu. rahib içerden koşarak geldi ve ey abdülmuttalib, şu bir gerçekdir ki, bu çocuk bu ümmetin nebisidir. eğer dışarı çıkmasaydım bu kilise üzerime yıkılırdı. bunu götür ve dikkatle koru. çünki ba'zı ehli kitabdan buna zarar erişebilir, dedi. sonra göz ağrısı için yapdığı ilaclardan verdi. ibni abbas radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: ka'benin yanına abdülmuttalib için bir minder koyarlar idi. abdülmuttalibe hürmeti ve saygısından dolayı kimse o minderin üzerine oturmazdı. oğulları etrafında otururlardı. abdülmuttalib de o minderin üzerine otururdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çocukluğunda bir gün o minderin üzerine oturmak istedi. amcaları mani' oldular. abdülmuttalib onlara o yavrucuğuma dokunmayın. istediği yere otursun. vallahi onun şanı çok yüce olacakdır. görüyorum ki, bir gün gelecek, o sizin seyyidiniz, efendiniz olacak. onun alnında bir nur görüyorum ki o nur serverlik, ya'ni peygamberlik nurudur dedi. sonra oğullarından abdüllah ile aynı anneden olan ebu talibe döndü ve bu oğlumun önünde büyük işler vardır, onu gözetiniz dedi. dedesi abdülmuttalib onu boynunda taşır ve ka'beyi tavaf ederdi. putları sevmediğini bildiği için, tavaf ederken onlara yaklaşdırmazdı. abdülmuttalib seksen iki yaşında ve bir rivayete göre de yüzon yaşında vefat etdi. ebu talib, babasının vasıyyeti üzerine hazreti muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem himayesine alıp, yanında barındırdı. onunla çok iyi ilgilenmesi meşhurdur. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem dedesi abdülmuttalibin yanında kalıyor idi. o vefat edince amcası ebu talibin yanında kaldı. bu sırada sekiz yaşında idi. ebu talib onu çok severdi. ebu talibin ailesi, birlikde veya ayrı ayrı yemek yidiklerinde doymazlardı. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde yidikleri zeman doyarlardı. ebu talib, aile fertlerine yemek verdiği zeman, onlara sabr edin, bekleyin, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem sofraya otursun, derdi. çünki, o onlarla birlikde yimeğe başlayınca, hepsi az bir yemekle doyarlardı ve onun bereketiyle yemek artardı. mesela bir içimlik süt olsaydı, önce muhammed aleyhisselam içerdi. sonra onlara verirdi. hepsi süde kanardı. ebu talib ona, ey oğul! sen çok mubareksin, derdi. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem her sabah uykudan uyanınca, yüzünden nur yayılırdı. ebu talibin oğulları onun yüzünün nuru ile şereflenirlerdi. hepsinin saçları karışık, kirpikleri yapışmış vaziyyetde olurdu. muhammedin aleyhisselam uyanınca, misk kokulu saçları taranmış ve cihanı gören gözleri sürmelenmiş halde görürlerdi. imamı abdürrahman cevzi hazretleri adlı kitabında şöyle bildirmişdir: hazreti habibi ekrem sallallahü aleyhi ve sellem on yaşında iken amcası zübeyr ile bir sefere çıkdı. bir dereye vardıklarında, orada erkek bir deve gördüler. kimseyi dereden geçirmiyordu. kervandakiler dönmek istediler. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ben bu hususda işinizi hallederim, buyurdu. sonra ileriye doğru yürüdü. deve, habibi ekrem hazretlerini görünce yere yatdı. hazreti resulullah kendi devesinden inip, onun üzerine bindi. onu sürüp oradan uzaklaşdırdı. kervandakiler dereyi geçdikden sonra, üzerinden inip salıverdi ve kendi devesine bindi. seferden dönüşlerinde yine bir dereye rastladılar. bu derenin suyundan geçemediler. kervandakiler durdular. hazreti resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem hepiniz beni ta'kib ediniz, buyurdu. sonra kendisi önden yürüdü. o sırada allahü teala azze ve celle o derenin suyunu kurutdu. hepsi rahatca geçdiler. mekkeye vardıklarında kureyş arasında bu hadiseleri anlatdılar. muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem şanı çok yüce olacakdır, dediler. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem on iki yaşında idi. bir gün amcası ebu talib şama sefere çıkacakdı. hazreti resulullaha amcasının ayrılığı ağır geldi. ey amca, beni burada kime bırakıp gideceksin. annem yok, babam yok, dedi. ebu talib bu sözlerden çok duygulandı ve onu da yanında şam seferine götürmeye karar verdi. kardeşleri bu henüz çocukdur, sefere takat getiremez, dediler. bunun üzerine ebu talib endişeye düşdü. bir gün hazreti resulü sallallahü aleyhi ve sellem ağlarken gördü. niçin ağlıyorsun diye sordu. cevab vermedi. benden ayrı kalacağın için mi ağlıyorsun deyince, evet diye cevab verdi. bunun üzerine ebu talib yemin edip bundan sonra senden hiç ayrılmayacağım dedi. onu da yanına alıp, şam seferine çıkdı. onu kendi canından daha çok gözetip, daima dikkatle himaye etdi. şam topraklarında busra denilen bir yere ulaşdılar. orada bahira adında bir rahib vardı. o zeman nasaranın en alimiydi. daha önce o kafile nice kerreler yanına uğramışdı. fekat hiç iltifat etmemişdi. o sene ebu talibin kafilesi yaklaşınca, o kafileden bir şahsı beyaz bir bulutun gölgelediğini ve o nereye gitse, bulutun onu ta'kib etdiğini gördü. kervan bir ağacın altına konaklayınca, bulut da ağacın üzerinde durdu. ağacın dalları gölgelemek için başı üzerine meyl ediyordu. bahira bu alametleri görünce, hemen bir sofra hazırlatdı. kafileyi yemeğe da'vet etdi. kafiledekiler gelince, bahira aralarında görmek istediği kimseyi bulamayınca, büyük olsun küçük olsun, sizden gelmeyen, geride kalan kimse var mı diye sordu. herkes geldi. sadece küçük bir çocuğu eşyalarımızın yanında bırakdık dediler. bahira onu da buraya getirin, dedi. haris bin abdülmuttalib bu sözü işitince, yemin ederek, muhammed bin abdüllahı konakladığımız yerde bırakıp, bizim burada yemek yimemiz kerem ve mürüvvete sığmaz, dedi. bahira, muhammed ismini duyunca, onun getirilmesinde daha çok acele etdi. haris onu getirmeye gitdi. bahira bir de bakdı ki o ağacın altından ayrılınca, üzerinde onu gölgeleyen beyaz bulut da onunla birlikde hareket etdi. yanlarına yaklaşınca, bahira kalkıp tam bir hurmet ve saygı ile onu karşıladı ve dikkatli dikkatli ona bakmaya başladı. önceki mukaddes kitablarda okuduğu alametleri tek tek onun üzerinde gördü. yemek yinip herkes bir tarafa çekilince, bahira hazreti muhammede sallallahü aleyhi ve sellem: sana ne sorarsam lat ve uzza hakkı için doğru söyle deyip, arabları taklid ederek yemin verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: bana lat ve uzza adına yemin verme. ben onlara buğz etdiğim kadar, hiçbir şeye buğz etmem, dedi. bunun üzerine bahira, allah hakkı için soracağım herşeye doğru cevab veresin, dedi. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem her ne dilersen sor, dedi. bahira ona uykusundan, uyanık iken olan hallerinden ve diğer hallerinden sordu. birer birer cevab verdi. bu cevabların hepsini bildiklerine uygun buldu. sonra nübüvvet mührünü görmek istedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sırtını açmadı. ebu talib, ey oğul. ne olur aç, göster deyince, açdı. bahira mukaddes kitablarda okuduğu gibi nübüvvet mührünü görünce, hemen öpdü. sonra bir tarafdan ağladı. bir tarafdan da ebu talibe bu çocuk senin neyin olur, dedi. ebu talib oğlumdur deyince, oğlun olmaması icab eder. çünki, bu çocuğun babası ve annesi vefat etmiş olması lazımdır. bunun üzerine kardeşimin oğludur deyince, bahira şimdi doğru söyledin, dedi. sonra: bu çocuğun gözlerindeki kırmızılık hiç kaybolur mu? diye sordu. ebu talib hayır kaybolmaz, dedi. sonra bahira ebu talibe, kardeşinin oğlu bu çocuk, bu ümmetin peygamberi olacakdır. bunu çabuk kendi memleketine geri götür. onu yehudilerden koru. eğer benim anladığım gibi onlar da halini anlarlarsa, bu çocuğa bir zarar verebilirler. bizim üzerimizde bununla alakalı olarak çok ahd ve misak vardır, dedi. ebu talib, o ahd ve misakı sizden kim bildirmişdir, dedi. bahira tebessüm ederek, allahü teala isa aleyhisselama gönderdiği kitabda bildirmişdir, dedi. ebu talib o seferden mekkeye döndükden sonra, onu bir daha sefere götürmedi. sefere gideceği zeman, ayrılığı sebebiyle onun üzüleceğini anlarsa, gitmekden vazgeçerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yirmibeş yaşında idi. hazreti hadice ile henüz evlenmemiş idi. hazreti hadicenin kölesi meysere ile birlikde şam seferine çıkdı. busraya varınca, nastura adında bir rahibin bulunduğu yerin yakınında bir ağacın altında konakladılar. nastura meysereyi tanıdı. ey meysere! bu ağacın altında oturan kimdir, dedi. meysere, o, kureyşin eşrafından ve haşimoğullarının ileri gelenlerinden bir kimsedir, dedi. nastura dedi ki: hakikat şudur ki, bu ağacın altında peygamberlerden başkası konaklamamışdır. onun gözlerinde hastalık sebebiyle olmayan bir kırmızılık var mıdır diye sordu. meysere evet vardır deyince, o ahır zeman peygamberidir ve hatemülenbiyadır. ne olaydı, onun peygamberliği zemanına kadar yaşasaydım ve islama girip ona tabi' olsaydım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem meysere ile şam seferine çıkdı. bu seferde alışveriş yapdığı bir kimseyle aralarında anlaşmazlık çıkdı. o kimse doğru söylüyorsan lat ve uzzaya and iç dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ben lat ve uzza adına asla yemin etmem. bana göre onlardan daha kötü şey yokdur, buyurdu. bunun üzerine o şahs, sen harem ehlinden misin diye sorunca, evet buyurdu. o şahs meysere ile tenha bir yerde iken, ona vallahi senin bu yol arkadaşın hak sübhanehü ve tealanın peygamberidir. o hatemülenbiyadır. meysere bu sözleri duyunca, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hürmetini ve ikramını artdırdı. ona hizmetde çok dikkatli davrandı. şam seferinden dönüşde, merrüzzahrana geldiler. kervanda hazreti ebu bekri sıddik da vardı. meysereye kervanın dönüşünü müjdelemek için muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem hazreti hadiceye gönder dedi. meysere kabul edip, hazreti resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gönderdi. kafilede ebu cehl de vardı. muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem yaşı küçükdür. başka birisini gönderelim, dedi. meysere, yaşı küçük ama çok akllıdır, dedi. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müjdeci olarak gitmek üzere yola çıkdı. bir müddet gitdikden sonra, deve üzerinde uyudu. deve yoldan çıkdı. allahü teala cebrail aleyhisselama devenin yularından tutup, doğru yola çek. üç günlük yolu bir günde kat'eyle diye emr buyurdu. cebrail aleyhisselam da öyle yapdı. bu ma'nada allahü teala buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o gün meyserenin mektubunu hazreti hadiceye ulaşdırdı. aynı gün tekrar geri döndü. kervana yaklaşınca ebu cehl uzakdan görüp, sevindi. ey meysere benim sözümü dinlemedin. işte muhammed, yolu şaşırıp geri dönmüş, dedi. hazreti ebu bekri sıddik ve meysere üzüldüler. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kervana ulaşıp, hazreti hadicenin mektubunu meysereye verdi. meysere sevinerek ebu cehle, anlaşıldı ki, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem şaşırmamış, sen şaşırmışsın, dedi. ebu cehl utanıp rezil oldu. ben onun üç günlük yolu bir günde gitdiğine ve bu mektuba inanmıyorum. bu mümkin değildir, dedi. kendi kölemi göndereceğim diyerek kölesini gönderdi. sonunda doğru olduğunu öğrenince, çok mahcub oldu, üzüntüsü iyice artdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti hadice ile nikahlanırken, mudar kabilesinin reisleri ve haşimoğullarının ileri gelenleri de var idi. burada, ebu talib övünerek şöyle bir hutbe okudu: allahü tealaya hamd olsun ki, bizi hazreti ibrahimin zürriyyetinden ve hazreti isma'ilin neslinden eyledi. bizi mead ve mudar soyundan eyledi. bizi beytinin ve haremin muhafızları yapdı. hareminin işlerine de hizmetci eyledi. bize hac edilen, ziyaret edilen bir ihsan eyledi. yine bize içine girildiğinde emin olunan bir harem ihsan etdi. bizi insanlara hakim kıldı. şübhesiz ki kardeşimin oğlu muhammed, bütün kureyş gençlerinden daha üstündür. vallahi bundan sonra onun için büyük haberler ve mühim işler vardır. hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini müjdeleyenlerden biri de kus bin sa'idetül eyadidir. bir def'asında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna, ıyad kabilesinden bir hey'et geldi. onlara hanginiz kus bin sa'ideye ulaşmışdır ve onu bilir diye, sordu. ya resulallah, hepimiz onu biliriz dediler. hali nice oldu diye sorunca da, vefat etdi, dediler. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: sanki dün gece gibi hatırlıyorum. ukaz panayırında bir kızıl tüylü deve üzerine binip va'z eylerdi. hoş nasihatlar yapar, hak sübhanehü ve tealanın bir olduğunu ve ona iman etmeye çağırırdı. birçok beytler okurdu. hatırlamıyorum. bu sırada bir kişi, ya resulallah, ben o beytleri kus bin sa'ideden işitmişdim. müsaade ederseniz okuyayım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: şi'r, güzeli güzel, çirkini de çirkin olan bir sözdür buyurdu ve izin verdi. o kimse kus bin sa'idenin şöyle söylediğini işitdim, diyerek şi'ri okudu. şi'rin ma'nası şöyledir: önce gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çokdur. ölüm ırmağının girecek yerleri var ama, çıkacak yeri yokdur. büyük küçük hep göçüp gidiyor. giden geri gelmiyor. kat'iyyetle anladım ki, herkesin başına gelen benim de başıma gelecek, ben de öleceğim. bundan sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oradakilere, kim bize kus bin sa'idenin imanının alametlerinden daha başka şeyler söyleyecek buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunan hey'etden bir kişi şöyle anlatdı: ya resulallah! bir gün memleketimizde bir dağa çıkmışdım. bir derede sayısız hayvan ve kuş toplanmışdı. kus bin sa'ide bir çeşmenin başında elinde asasıyla durmuş. yeri göğü yaratan allah hakkı için, kuvvetlilerin za'iflerden önce su içmesine müsaade etmem. önce za'ifler, sonra kuvvetliler su içeceklerdir, diyordu. seni insanlara peygamber olarak gönderen yüce allaha yemin ederim ki, gözlerimle şöyle gördüm: o hayvanların ve kuşların kuvvetlileri za'ifler su içinceye kadar bir tarafa çekilip beklediler. sonra kuvvetliler su içdiler. hayvanlar ve kuşlar kus bin sa'idenin yanından gitdikden sonra, yanına yaklaşdım. bakdım ki iki kabr arasında durmuş namaz kılıyordu. bu kıldığın ne namazıdır dedim. arablar bunu bilmez. bu öyle bir namazdır ki, göklerin ve yerin yaratanı için kılarım dedi. lat ve uzzadan başka ilah var mıdır? dedim. ben böyle deyince titredi ve rengi değişdi ve: benden uzak dur! şübhesiz ki göklerin ilahı vardır. onun şanı yücedir. bütün mahlukatı o yaratdı ve onları tertib etdi. güneşi aydınlatıcı, ayı nurlandırıcı ve yıldızları zinet kıldı, dedi. sonra ona, neden allahü tealaya bu iki kabr arasında ibadet ediyorsun diye sordum. bu iki kabrde yatanlar benim dostlarım idiler. burada ölümden onlara erişen şey bana da erişsin, ben de burada öleyim diye beklerim, dedi. sonra şöyle dedi: yakında size bu tarafdan hak erişecek diyerek mekke tarafını gösterdi. o hak nedir dedim. lüveyy bin galib neslinden bir kimsedir. sizi ihlasa da'vet eder, ebedi hayata ve bitmeyen ni'metlere çağırır. onun da'vetini kabul ediniz! eğer ben onun zemanına kadar hayatda kalsaydım, en önce ona ben iman ederdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunları anlatan kimseye çok güzel söyledin. kus bin sa'ide öyle bir kimsedir ki, allahü teala onu kıyamet gününde yalnız bir ümmet olarak diriltir, buyurdu. şöyle rivayet edilmişdir: ensardan biri resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda kalkıp şöyle anlatdı: devemi kaybetmişdim. aramak için dağlara ve sahralara çıkdım. akşam oldu. gece karanlığında bir korkulu yerde kaldım. sabaha yakın bir ses işitdim, şöyle diyordu: ey karanlıklarda karar kılıp kalmış kimse, şübhesiz, allah bir nebi gönderdi haremde. o, beni haşimden, vefalı, kerem sahibi, cennetlerin ebediliğini müjdeledi. bunları işitince, ne kadar etrafıma bakdıysam da, sesin sahibini göremedim ve şöyle dedim: ey karanlıklardan bana seslenen kimse, bu sıkıntılı zemanda hoş geldin bize. allahü teala hidayet versin sana, söylediğini iyice açıklasana. ben böyle deyince, ansızın yine şöyle diyen bir ses işitdim: nur zahir oldu . allahü teala muhammed aleyhisselamı peygamber olarak ve her bakımdan en üstün olarak gönderdi. mahlukatı abes olarak yaratmayan ve bizi isa aleyhisselamdan sonra başı boş bırakmayan ve bize kıymet veren, en şerefli ümmet olarak yaratan allahü tealaya hamd olsun. muhammed aleyhisselamı bize gönderdi. o nebilerin en üstünüdür. ona salat ve selam olsun. hiç bir topluluk, ona karşı galib gelemez dedi. sabah olduğunda sevincimden devemi unutmuşdum. yola çıkıp yürümeye başladım. bir yere geldim. bir de bakdım ki, kus bin sa'ide bir ağaç altında oturmuş, elindeki bastonunu bir taşa vurarak cenk şi'ri okuyordu. yanına yaklaşıp selam verdim. selama cevab verdi. orada bir çeşme ve iki kabr ve iki kabrin arasında bir mescid vardı. yanında iki dane de aslan vardı. aslanlar teberrüken kendilerini ona sürerlerdi. aslanlardan biri oradaki çeşmeye su içmeye giderken, diğeri de peşine düşdü. kus bin sa'ide elindeki bastonu arkadaki aslana vurup, sen dur, senden önce giden su içip gelsin, sonra da sen git, dedi. önce giden aslan su içip gelince, beklemekde olan diğer aslan gidip, su içdi. bu kabrler kimin kabridir diye sordum. benim iki arkadaşım vardı. burada benimle birlikde allahü tealaya ibadet ederlerdi ve ona asla şirk koşmazlardı. onlar vefat etdiler. bu iki kabr onların kabrleridir. ben de burada onlara kavuşma zemanımı bekliyorum, dedi. zeyd bin amr ve varaka bin nevfel hak din aramak için musulda bir rahibe gitdiler. varaka bin nevfel nasrani oldu. zeyd bin amr nasraniliği uygun bulmadı ve kabul etmedi. oradan ayrılıp yola devam etdi. başka bir rahibe uğradı. rahib nereden geliyorsun diye sorunca, hazreti ibrahimin yapmış olduğu ka'beden geliyorum, dedi. niçin oradan ayrılıp yola çıkdın deyince de, hak din aramak için ayrıldım, dedi. bunun üzerine rahib ona, hemen geri dön, senin aradığın hak din yakında sizin memleketinizde zuhur edecekdir, dedi. zeyd bin amr, hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirilmesinden önce öldürülmüşdür. allahü tealanın bir olduğuna, imana, kıyamet gününe dair çok şi'rleri vardır. sa'id bin zeyd radıyallahü anh şöyle demişdir: ben ve ömer bin hattab radıyallahü anh resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem zeyd bin amrın halini sorduk. buyurdu ki: o kıyamet günü tek bir ümmet olarak kalkacakdır. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini müjdeleyen hadiselerden biri de abdi kelal bin yegus elhumeyri kıssasıdır. emirül mü'minin ömer bin hattab radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün kuba mescidinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile namaz kılmışdık. mubarek yüzünü bizden tarafa çevirince, deve üzerinde siyah sarıklı, kılıç kuşanmış bir köylünün dağdan aşağıya doğru indiğini gördü. benim gördüğümü siz de görüyor musunuz buyurdu. biz, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizden daha iyi görür ve bilir dedik. bir köylü dağdan aşağıya doğru geliyor. abdüllah hafaki olması lazım buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunları söyledikden biraz sonra o köylü mescidin kapısına geldi. devesini bağladı, yenlerini sıvayarak ve eteğini çekerek resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve selam verdi. resulullah ona, allahü teala dilini yalan söylemekden, kötülükden korusun, buyurdu. sonra köylü konuşmak için müsaade istedi. izn verilince şöyle anlatdı: ya resulallah! biz kavmimizden bir cema'at ile hadramuta gidiyorduk. gece ay ışığında giderken ay batdı. biz korkulu bir dereye ulaşdık ve orada konakladık. oraya henüz konaklamışdık ki, birden bire bir gürültü kopdu. at kişnemeleri, deve sesleri, kadınların feryadı, çocukların ağlaşma sesleri geliyordu. o sırada bir ses daha işitdik, şöyle diyordu: ey yemame kafilesi. vallahi kıyamet yaklaşdı! bütün putların batıl olduğunu ve bütün dinlerin hükmsüz kılındığını bildiren bir peygamber geldi. o peygambere uyan kimse bahtiyar olur. uymayanlar, muhalefet edenler, bedbaht olurlar. biz ona, allahü teala sana rahmet etsin, sen kimsin dedik. ben teklan cinniyim, dedi. bu gürültüler nedir diye sorduk. bu gürültüyü çıkaranlar, cinnilerden bir taifedir. kureyş kabilesinden bir peygamber gönderildi. ona iman etdiler, dedi. bundan sonra ses kesildi. sabah olunca yola çıkıp, çöle doğru yürümeye başladık. yolculuğumuz sırasında arkadan bir kişiyi kaybetdik. yol arkadaşlarıma siz durun, bekleyin, ben o kaybolan kimdir bir bakayım dedim. yedek bir bineğim vardı. ona bindim, kılıcımı da kuşandım, onu aramaya gitdim. bir kimseye rastladım. ihtiyarlıkdan beli bükülmüş ve kirpikleri dökülmüş. bir yeri kazıyordu. bineğimin ayak seslerini duyunca, başını kaldırıp bakdı. beni bir heybet kapladı. kur'anı kerimden ayetler okuyarak allahü tealaya sığındım ve çok salevat okudum. sonra o kimseye; allahü teala sana merhamet etsin. biz bir gurub yolcuyuz. yolumuzu şaşırdık. ya bize yol göster veya konaklayacak bir yer göster. hiç olmazsa içecek su ver, dedim. benim sizi konaklatacak evim ve çadırım yok. size içirecek südüm ve suyum da yok. yolunuz karşınızdadır. falan dağın üzerine çıkın, dedi. sen kimsin diye sordum. ben abdi kelal bin yegus elhumeyriyim, dedi. kavmin ne oldu diye sordum. üçyüz seneden beri onlardan haberdar değilim. beni mazin kabilesine geldim. onların arasında binbeşyüz yaşında bir ihtiyar var. bana burada ad kavminin kapanmış bir su ırmağı olduğunu söyledi. üçyüz senedir burayı kazıyorum. ırmakdan bir nişan bulamadım. fekat üç dane levha buldum. onlar üzerinde neler yazılmış, eğer okuma biliyorsan sana göstereyim, dedi. bilirim getir göreyim, dedim. gösterdi. levhalardan birinde ad kavminin kötülüklerini bildiren iki yazılı idi. ikinci levhada salih aleyhisselamın kavminin zemmi ve deveyi öldürmeleri hakkında iki yazılı idi. üçüncü levhada da buna benzer şeyler yazılı idi. sonra elimden tutup beni bir yere götürdü. orada altından bir taht üzerinde sırt üstü yatmış bir şahsın ölüsü vardı. iki gözünün arasına şöyle bir yazı yazılmışdı: benim adım, şeddad bin ad. ırem bağları ve imad sahibiydim. bin sene yaşadım. bin şehr kurdum. bin kız ve hizmetçiyle yaşadım. bin kantar altına sahib oldum. binlerce askerim vardı. şarkın ve garbın saltanatına sahib oldum. ne dünya bana kaldı, ne de ben dünyada baki kaldım. benden sonra kimse dünyaya mağrur olmasın. sonra elimden tutup bir yere daha götürdü. gümüşden bir taht üzerinde sırt üstü yatmış bir kadının ölüsü vardı. onun alnında şöyle yazılı idi: ben şeddad bin adın kız kardeşiyim. her kim yanıma gelirse, bana ibret nazarıyla baksın. sonra beni bir taşın yanına götürdü. o taşın altından bir sahife çıkardı. bunu oku dedi. onda şöyle yazılı idi: o ay yüzlü nebi zuhur edince, aziz ve celil olan allahü tealaya da'vet eder. ona muhalefet edenleri, beldeler, dağlar ve vadiler kabul etmez. o tihame topraklarından, mekkeden çıkacakdır. o bulutlar üzerinde görünen ay gibidir. o doğru sözlüdür. susması hikmetlidir. sultanlar ona boyun eğer. kapalı şeyler ona açık olur. bundan sonra benden ayrılıp gitmek istedi. eteğinden tutdum. görüşüp konuşmamızı nasib eden allahü teala hakkı için söyle, ne yirsin, ne içersin, dedim. benim yiyeceğim şu tepelerin otlarıdır. suyum yağmur suyudur, dedi. sonra onunla vedalaşıp ayrıldım. iki sene hadramutda kaldım. geri dönerken o yere yine uğradım. orası yeşil bir yer olmuş ve bir ırmak akıyordu. oraya bir de kabr yapılmışdı. kadınlardan bir topluluk vardı. onlara kelal bin yegus ne oldu diye sordum. vefat etdi, şu kabr onun kabridir, dediler. kabrinin başında bir taş vardı. o taşın üzerinde şöyle yazılıydı: adın kuyusunu bütün gücümle kazmaya başladım. nihayet ben de ıyas gibi, o kuyunun dibine ulaşdım. bal gibi tatlı ve pek lezzetli olan suyu buldum. o su ile su ihtiyacımı giderdim. ancak kuyuyu iyice kazma işini temamlayamadım. çünki, dostlarım bana sıkıntı verdi. elimde alet azdı. taşlar arasında kaldım. toprakla uğraşmak beni yidi bitirdi. bunları anlatınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ağladı ve buyurdu ki: allahü teala abdi kelal bin yegusa rahmet eylesin. o kıyamet gününde tek bir ümmet olarak kalkacakdır. kitabında ve ayrıca mu'cizeleri, faziletleri, güzel ahlak ve adetleri; kitabında mufassal olarak anlatılmışdır. lütfen oralardan da okuyunuz! üçüncü bölüm muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin bildirilmesinden hicretine kadar vuku' bulan hadiseler: hazreti muhammede sallallahü aleyhi ve sellem cebrailin aleyhisselam gelmesi ve vahy getirmesi yaklaşmışdı. o sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkenin dışına çıkdığında, yanından geçdiği her taşdan: esselamü aleyke ya resulallah diye ses gelirdi. etrafına bakınca, kimseyi göremezdi.de şöyle bildirilmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden önce sahih rü'yalar görürdü. gördüğü rü'yalar gündüz aynen çıkardı. sonra yalnızlığı sevmeye başladı. halkdan uzaklaşıp, çoğu geceleri hira dağındaki mağarada ibadet ile geçirirdi. hazreti hadicenin radıyallahü anha yanına gelir, birkaç günlük azığını alır giderdi. ramezan ayında birgün hira dağındaki mağarada ibadet ile meşgul iken, bir kimse geldi. elinde ipekden bir örtü vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşdur: o kimse bana oku dedi. ben okuma bilmem dedim. elindeki örtüyü başımın üzerine koydu. başımı ve yüzümü örtdü. zan etdim ki öleceğim. sonra o örtüyü başımdan kaldırdı ve oku dedi. ben okuma bilmem dedim. yine önceki gibi, meali şerifi, insanı bir kan pıhtısından yaratan rabbinin adıyla oku! oku, insana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran rabbin en büyük kerem sahibidir olan alak suresinin ayeti kerimelerini okudu. sonra geri çekildi. ondan işitdiklerim kalbime temamen yerleşdi. fekat bana mecnun ve şair demelerinden korkdum. onları hiç sevmezdim. çok endişelendim. bu sırada gök tarafından bir ses işitdim. ey muhammed! sen allahü tealanın resulüsün. ben de cibrilim, dedi. semada nereye baksam onu görüyordum. ta akşam namazına kadar bu halde hayret içinde kaldım. o vaktde hadice, beni aratmak için her tarafa adamlar göndermiş. onlardan ba'zıları gelip beni buldular. cebrail görünmez oldu. hadicenin radıyallahü anha yanına geldim. üzerimde hayret hali ve vücudumda titreme vardı. hadicenin dizine dayandım ve halimi anlatdım. kahin olmakdan korkuyorum dedim. hadice radıyallahü anha, allahü teala korusun! allahü teala senin hakkında hayr murad etmişdir. ümmid ediyorum ki sen, bu ümmetin peygamberi olacaksın, dedi. sonra hazreti hadice, amcasının oğlu ve eski kitabları okumuş olan varaka bin nevfelin yanına gitdi. resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem ahvalini söyledi. varaka bin nevfel anlatılanları dinledikden sonra, nefsim kudretinde olan allahü teala hakkı için, eğer bu söylediklerin doğru ise, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem bu ümmetin peygamberidir. musaya aleyhisselam gelen namusu ekber cebrail aleyhisselam ona da gelmişdir. daha sonra varaka bin nevfel, muhammed aleyhisselamı ka'benin yanında gördü ve başından geçenleri bana anlat dedi. o da anlatdı. yemin ederek dedi ki: sana gelen namusu ekberdir. o sana ilahi hükmleri getirecekdir. nitekim, musaya da aleyhisselam getirdi. sen bu ümmetin peygamberisin. sana kavminden elemler gelecek. seni memleketinden çıkaracaklar. bir taife sana yardım edecekdir. eğer ömrüm vefa ederse, sana elimle, dilimle, malımla ve canımla yardım ederim! sonra hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başından öpdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalbi mutmein bir halde hazreti hadicenin radıyallahü anha evine geldi. hadiselerden biri de eksem bin sayfi kıssasıdır: hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini işitince, gidip görmek istedi. kavmi onun gideceğini duyunca, sen bizim büyüğümüzsün, hafiflik yapma. kavminden iki kişi gönder, gidip o resulün sallallahü aleyhi ve sellem ahlakını, sözlerini, hallerini görüp gelsinler, dediler. iki kişi gönderdi. gidip dönünce, resulullahın sallallahü aley.evahidün nübüvve hi ve sellem hallerini birbir anlatdılar. bunun üzerine kavmine şöyle vasıyyet etdi: ona iman etmekde önce davranan dünyada ve ahıretde aziz ve muhterem olur. kendisi bunları söyledikden kısa bir süre sonra vefat etdi. hadiselerden biri de ümeyye bin ebi salt kıssasıdır: ebu süfyan şöyle anlatmışdır: ümeyye bin ebi salt şamda bana utbe bin rebinin halini sordu. anlatdım, güzel dedi. sonra yaşını sordu, söyleyince, ihtiyarlamış. onun kusuru budur. böyle söyleme, ihtiyarlık ona şeref ve faziletden başka bir şey getirmemişdir, dedim. bunun üzerine, sus da bunun sırrını söyleyeyim diyerek şöyle anlatdı: biz kitablarımızda okuduk ki, bizim diyarımızdan bir peygamber gelecekdir. ben şübhesiz o peygamber ben olsam gerekdir diyordum. ilm ehli olanlarla bu hususu konuşduk. o peygamberin abdi menaf oğullarından geleceğini söylediler. abdi menaf oğullarına ne kadar dikkatle bakdıysam da bu işe utbe bin rebiden başka uygun birini göremedim. fekat sen onun yaşını söyledin, yaşı geçmiş. anladım ki gelecek olan peygamber o değildir. çünki o, kırk yaşını geçmiş ve ona peygamberlik bildirilmemiş. bu konuşmalardan sonra aradan günler geçdi. hazreti muhammede sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirildi. ben ticaret için yemen tarafına gitdim. ümeyye bin ebi saltın yanına uğradım ve alay yollu beklediğin peygamber gönderildi, dedim. bunun üzerine bana o hak ve gerçek peygamberdir. ona tabi' ol, dedi. ben de sen niçin tabi' olmazsın, dedim. dedi ki, kabilemin kadınlarından utanırım. onlara daima gelecek olan peygamber ben olacağım derdim. şimdi benim abdi menaf oğullarından bir kimseye tabi olduğumu görürlerse kınarlar. ey ebu süfyan! kendini onun huzurunda boynuna ip takılmış bir oğlak gibi kabul et ve ona tabi' ol. her ne emr ederse asla muhalefet gösterme, diye tenbih etdi. rivayet edilmişdir ki, ümeyye bin ebi salt, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. göklerin ve yerlerin nasıl yaratıldığını, peygamberlerin aleyhimüsselam hallerini bildiren ve muhammed aleyhisselamın medhiyle biten bir kaside getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona taha suresini okudu. ümeyye bin ebi salt dinleyince, bu insan sözü değildir, dedi. fekat, benim kardeşlerim vardır, onlar ile, meşveret yapmadan bir iş yapmam, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sana yazık olur, iman et müsliman ol, doğru yola gir, buyurdu. çok çabuk gelirim diyerek devesine bindi ve sür'atle şama gitdi. yolda bir kiliseye uğradı. orada rahibler vardı. halini onlara anlatdı. rahiblerden biri bahsetdiğin zatı gördün mü, görsen tanır mısın, diye sorunca, evet gördüm, dedi. bunun üzerine onu, içinde peygamberlerin aleyhimüsselam resmlerinin bulunduğu bir eve götürdüler. resmleri birer birer gösterdiler. hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem resmini görünce işte budur, dedi. rahib, ümeyyeye dedi ki: sana yazıklar olsun. hemen geri dön ve ona iman et! o alemlerin rabbinin resulüdür. son peygamberdir, dedi. ümeyye bin ebi salt geri dönüp, hicaza ulaşdı. o sırada bedr gazası yapılmış ve kureyş kabilesinin ileri gelenleri ölmüşdü. ümeyye bunu öğrenince, eğer o peygamber olsaydı, kendi kavminin ileri gelenlerini öldürtmezdi deyip, ölenler için bir mersiye söyledi. hemen taife gitdi. uzun zeman orada kaldı. bir gün uyumuşdu. kız kardeşi de yanında idi. rü'yasında evin damının yarılıp iki beyaz kuşun içeri girdiğini gördü. kuşlardan biri karnının üzerine konup kaftanını açdı. diğeri öleceğini işitmişdir, dedi. hayır, allahü teala gecinden versin diyerek kaftanını üzerine örtdü. sonra evin damından çıkıp, gitdiler. evin damında hiç yarık izi kalmadı. kız kardeşi ümeyyeyi uyandırdı. rü'yasını anlatıp, bana bir haber getirmişler. fekat bana söylenmesine müsaade edilmemiş dedi. bundan sonra taifden şama gitdi. cefne oğullarının yanına varıp, onları medh etmekle meşgul oldu. kuşların dilini bilirdi. bir gün onlarla şerab içiyordu. oradan geçen bir karga ses çıkardı. ümeyyenin rengi değişdi. sana ne oldu, dediler. eğer şu karganın garib sözü doğru ise, şerab sırası bana gelmeden ben ölürüm, dedi. onun söylediklerinin doğru çıkmaması için şerab sırasında acele davrandılar. şerab sırası ümeyyenin yanındaki kimseye ulaşdığı sırada, ümeyye bin ebi salt yere düşdü. kaftanını üzerine örtdüler. bir müddet sonra kaftanını kaldırıp, bakdılar ki ölmüş! ölümünden sonra dilinden bu beytler işitildi: hayat her ne kadar uzun olursa olsun, daima bitmeye mahkumdur, biter en son. keşke ben bunu anlamadan daha önce, keçi otlatan olsaydım, dağ tepesinde. askalan bin ebi avalim el humeyri kıssası: abdürrahman bin avf radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hazreti muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirilmesinden önce ticaret için yemene gitmişdim. askalan bin ebi avalimin evinde misafir olmuşdum. o çok yaşlı, za'if, adeta kuş yavrusu gibi kalmış bir ihtiyardı. her ne zeman yemene gitsem, onun evinde kalırdım. her gidişimde bana sizin aranızdan, şeref ve şöhret sahibi ve dininize muhalefet eden bir kimse çıkdı mı diye sorardı. ben de hayır, diye cevab verirdim. bir def'asında yine gitmişdim. o son derece za'iflemiş ve kulakları da işitmez olmuşdu. oğulları ve torunları etrafında toplanmışlardı. bana nesebini söyle, dedi. ben de söyledim. sana öyle güzel bir müjde vereceğim ki, ticaretden çok iyidir, dedi ve şöyle bildirdi. hak sübhanehü ve teala senin kavminden geçen ay bir peygamber gönderdi. onu bütün mahlukatdan üstün kıldı ve ona bir kitab gönderdi. putlara tapmakdan men' eder, dini islama da'vet eder. hakka çağırır, batıldan sakındırır. o hangi kabiledendir, dedim. haşimoğulları kabilesindendir ve siz onun dayılarısınız. ey abdürrahman! hemen git, ona tabi' ol, doğru söylediğine inan ve yardımcı ol ve benim şu bir kaç beytimi ona götür, dedi. o beytlerden üçünün ma'nası şöyledir: sonsuz ilm sahibi allaha inanırım, geceyi sabah ile aydınlatan allaha inanırım. şehadet ederim, musanın rabbine, seni resul olarak gönderdiğine. şefa'atcim ol rabbimin huzurunda, iyiliğe, kurtuluşa çağrıldığımda! işlerimi çabuk bitirip, mekkeye döndüm. hazreti ebu bekr radıyallahü anh ile karşılaşıp, humeyrinin söylediklerini anlatdım. evet, allahü teala muhammed bin abdüllahı sallallahü aleyhi ve sellem peygamber olarak gönderdi. huzuruna git, dedi. o sırada hazreti resuli ekrem sallallahü aleyhi ve sellem hazreti hadicenin evinde idi. oraya gidip girmek için izn istedim. izn verildi, içeri girdim. beni görünce tebessüm edip, iki hayrlı şeyden birini getirdin, buyurdu. nedir deyince, ya hediyye getirdin veya bir kimseden mektub getirdin, buyurdu. orada bulunanlara da, biliniz ki, humeyri mü'minlerin üstünlerindendir, buyurdu. sonra ben kelimei şehadet söyleyerek müsliman oldum. humeyrinin şi'rini okudum ve söylediklerini anlatdım. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: abdürrahman bin avf bu hadise ile alakalı nice beytler söylemişdir. bu beytler kitablarda yazılmışdır. semhac adlı cinninin kıssası: ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile safa tepesine çıkdık. müşrikler orada toplanmışdı. ebu cehl de aralarında idi. müşrikler oradaki bir puta tapıyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem aralarına girip: ey kureyş cema'ati! la ilahe illallah diyerek iman ediniz, dedi. bunun üzerine velid bin mugire, ebu cehle; muhammedi utandırayım mı dedi. ebu cehl yemin vererek mutlaka bunu yap, dedi. velid bin mugire o putu boynuna yaklaşdırarak, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem döndü ve: ey muhammed. sen benim rabbim şah damarımdan daha yakındır, dersin. işte benim rabbim de boynumdadır. senin rabbin nerededir, görelim dedi. sonra putu yere koydu. kureyşin müşrikleri puta secde etdiler. puta ey tanrımız bize yardım et de muhammedi öldürelim diye yalvardılar. o sırada putun içinden resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aleyhinde birkaç ile ehli islamın hilafına şeyler işitildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oradan ayrıldı. ibni mes'ud radıyallahü anh demişdir ki; ben de resulullah ile geri döndüm ve annem babam sana feda olsun ya resulallah! o putdan ne sesler geldiğini işitdiniz mi, dedim. buyurdu ki: evet işitdim. o bir şeytandır, putların içine girer ve halkı peygamberleri öldürmeğe kışkırtır. peygamberleri kötüleyen ve onlara dil uzatan şeytanları allahü teala çok çabuk helak eder. bu hadiseden iki üç gün sonra, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda oturuyordum. bir kimse geldi, esselamü aleyke ya muhammed, dedi. biz onun sözünü işitdik, amma kendisini göremedik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona gök ehlinden misin diye sordu. hayır, dedi. cinnilerden misin deyince, evet dedi. niçin geldin deyince, ben gayb olmuşdum. bana allahü tealanın resulünü, bir şeytan zemmetdi, diye haber verdiler. ben o şeytanı arıyordum. safa tepesine yakın bir yerde buldum ve onu kılıç ile öldürdüm. onu senden uzaklaşdırdım ya resulallah, dedi. yarın safa tepesine dostlarınızla birlikde teşrif ediniz, sizi sevindireceğim, dedi. resulullah ona ismin nedir, dedi. semhac deyince, ister misin sana bundan daha güzel bir ism vereyim, buyurdu. o ism nedir ya resulallah deyince: sana abdüllah ismini koydum buyurdu. bundan sonra o cinni ayrılıp gitdi. abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh demişdir ki, bana o geceden daha uzun bir gece olmadı. sabahleyin resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile safa tepesine gitdik. müşrikler orada toplanmışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem aralarına girip: ey kureyşliler! la ilahe illallah deyiniz, buyurdu. müşrikler yine oradaki putun önüne gidip, secde etdiler ve puta yalvarmağa başladılar. bugün de önceki gibi olacak zan ederek korkdum. o sırada putun içinden aniden bir ses geldi. ben abdüllah bin heyarayım! tertemiz peygamberi kötüleyen fitne sahibi şeytanı öldürdüm. müşrikler putdan bu sesleri işitince puta söverek biz senin gibisine tapmadık. muhammed sana sihr yapmış. dün onu kötülüyordun. bugün medh ediyorsun, dediler. sonra putu yere vurup parçaladılar. sonra resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hücum etdiler. mubarek alnını kanatdılar. o sırada müşriklerin arasından elinde demirli baston bulunan bir ihtiyar ortaya çıkdı. ey kureyşliler, işitdim ki muhammed sizden kuvvetli imiş. beni onun yanına götürün de, şu bastonu onun karnına vurayım, dedi. vurmak için elini kaldırınca eli kurudu ve havada asılı kaldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o mel'unun şerrinden kurtuldu. iskenderiyye üsküfünün kıssası: mugire bin şu'be radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirildiği sırada, ticaret için bir kafile ile taifden iskenderiyyeye gitdim. orada bir üsküf vardı. bu kimse çok ibadet ederdi. halk, hastalarını, şifaya kavuşması için ona getirirlerdi. ona hiç gönderilmedik peygamber kaldı mı diye sordum. evet, hatemül enbiya vardır. onunla isa aleyhisselam arasındaki zeman çok değildir. o son peygamber, ne uzun ne kısa boyludur. ne siyah, ne beyazdır. gözlerinde kırmızılık vardır. saçlarını uzatır, kılıç kuşanır. kimseden korkmaz, savaşa katılır. eshabı onun için canlarını feda ederler. onu anne ve babalarından ve evladlarından çok severler. sıcak bir yerden çıkar. bir haremden bir hareme hicret eder. kurak bir yerde yerleşir. ibrahim aleyhisselamın dinine mütabeat gösterir, dedi. mugire bin şu'be radıyallahü anh sözlerine devam ederek şöyle nakl etmişdir: o üsküfe, biraz daha o peygamberden bahs et dedim. şöyle anlatdı: o peygamber beline izar bağlar. her peygamber kendi kavmine gönderildi. o ise bütün insanlara ve cinnilere gönderildi. yeryüzünün her tarafı ona mescid kılındı. su bulamadığı zeman teyemmüm ederek namaz kılar. ondan bunları dinledikden sonra iskenderiyyede uğradığım her kilisenin üsküfüne resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sıfatlarını ve hilyesini, şeklini, şemailini sordum ve hepsini tek tek hafızama yerleşdirdim. medineye dönünce, hepsini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlatdım. hoşlarına gitdi. eshaba da radıyallahü anhüm ecma'in anlat buyurdu. ben de günlerce eshabı kirama gurub gurub anlatdım. hazreti ömerin radıyallahü anh müsliman olması hadisesi: emirül mü'minin ömer bin hattab radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün ebu cehl ve şeybe ile birlikde oturuyorduk. ebu cehl ayağa kalkıp, ey kureyş topluluğu! muhammed sizin tanrılarınızı kötülüyor. size aklsız ve cahil diyor. atalarınız cehennemdedir diyor. her kim muhammedi öldürürse, ona yüz kızıl tüylü ve yüz kara tüylü deve ile bin ölçek gümüş vereceğim diye bağırdı. bunun üzerine ben ayağa kalkdım ve ey ebel hakem. söylediğin sözde doğru musun, ya'ni sözünde durur musun dedim. evet, hemen vereceğim deyince, ben de lat ve uzza hakkı için, bu işi ben yaparım, dedim. o anda elimden tutup beni ka'benin yanındaki hubel putunun yanına götürdü ve hubeli bana şahid tutdu. o bütün putların en büyüğü idi. her ne zeman bir sefere veya savaşa çıkacak olsalar, sulh veya nikah yapacak olsalar, hubel putunun yanına varırlar, hubelle meşveret ederler ve onu şahid tutarlardı. ben kılıç kuşanıp, hazreti resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem aramağa çıkdım. bir yere vardım, bakdım ki, bir kuzuyu kesiyorlardı. orada biraz durup bakdım. kuzunun içinden bir ses geliyor ve şöyle diyordu: ne hoş, ne mubarek işdir ve ne se'adetdir ki, bir kimse yüksek sesle ve açık bir ifade ile halkı allah birdir, muhammed aleyhisselam onun resulüdür diyerek iman etmeğe çağırıyor! ben hemen kendi kendime bu sözler sanadır, dedim. oradan ayrılınca, bir koyun sürüsüne rastladım. koyunların içinden de aynı şeyleri söyleyen bir ses geliyordu. kendi kendime, yemin ederim ki, bu sözler benden başkasına söylenmiyor, deyip, oradan da ayrıldım. dımad denilen putun yanından geçiyordum. putun içinden bir ses şu beytleri söylüyordu: beytlerin anlamı şöyledir: peygamberliği açıklanınca, muhammedül eminin, yalnız allaha tapılır, dımad putu terk edilir. o peygamberlere varis olan kimsedir, meryem oğlu isadan sonra, kureyşden gelen peygamberdir. önce, dımad ve diğer putlara tapınanlar, keşke hiç tapmasa idik onlara diyecekler. ya eba hafs , sabr et, sen öyle bir kişisin, sana adi oğlu şerefinden başka şeref nasib olacak. elin ile ve dilin ile çok yardım edeceksin, hiç acele etme, sen onun dinine gireceksin. artık kesin olarak anladım ki, bu sözler bana söyleniyordu. kız kardeşimin evine gitdim. habbab bin erat radıyallahü anh ve kız kardeşimin kocası sa'id bin zeyd radıyallahü anh orada idiler. beni kılıç kuşanmış bir vaziyyetde görünce korkdular. korkmayın, dedim. bunun üzerine habbab bana: ey ömer, yazık sana müsliman ol, dedi. su istedim, getirdiler. abdest aldım ve hazreti resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem sordum. erkam bin ebi erkamın evindedir, dediler. hemen oraya gitdim. kapıyı çaldım. hamza radıyallahü anh dışarı çıkdı. beni kılıç kuşanmış bir halde görünce bana bağırdı. heybetli bir kimse idi. ben de ona bağırdım. bu sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dışarı çıkdı. bana bakıp müsliman olmak için geldiğimi anladı ve allahü teala senin hakkındaki düamı kabul etdi. ey ömer! müsliman ol, buyurdu. ben, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enneke resulullah diyerek müsliman oldum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiram çok sevindiler. o gün benimle müslimanların sayısı kırka ulaşdı. allahü teala enfal suresi. derdimayetinde mealen ey peygamberim! sana allah ve mü'minlerden, senin izinde gidenler yetişir! buyurdu. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem allah hakkı için dışarı çıkalım. müşrikler bize bir şey yapamaz, dedim. sonra dışarı çıkdık. tekbir getirdik, öyle ki, müşrikler işitdiler. hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beyi tavaf etdi. bu hadiseden sonra müşriklerle mücadele edip durduk. sonunda allahü teala bizi tam galib kıldı. ebu muhammed ceriri taberi rahmetullahi aleyh şöyle nakl etmişdir: emirül mü'minin ömer radıyallahü anh iman etmekle şereflenince, müslimanlar kuvvetlendi. islam dini açıkdan yayılmağa başladı. ebu cehl bu durumu görünce müşriklere, muhammed büyücüdür. her kim yanına varsa, onu sihrle kendine bağlıyor, dedi. fırsat kollayıp, onu yalnız bir yerde bulunca hemen öldürelim, dedi. müşrikler bu şeklde anlaşıp karar verdiler. bir gün hazreti resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tek başına bir dağa doğru gidiyordu. ebu cehl beş on kişiyle arkasından gitdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üzerine hücum etdiler. öldürmek istediler! fekat yapamadılar. zira peygamberlere aleyhimüsselam kırk erkek kuvveti verilmişdir. bizim peygamberimize ise kırk peygamber kuvveti verilmişdir. hücum edenler, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını dört yerinden yaralamışlardı. eshabı kiram bu durumu haber alınca, hemen oraya koşdular. müşrikler onları görünce kaçdılar. bu hadisenin olduğu sırada peygamber efendimizin amcası hazreti hamza daha müsliman olmamışdı. o gün avda idi. karşısına bir geyik çıkdı. bir ok çıkarıp geyiği vurmak istedi. o sırada geyik dile gelip: ey hamza! benden ne istersin! evine git, sana mühim bir iş düşdü, dedi. hayret etdi. avlanmayı bırakıp, evine döndü. kameriye adlı bir cariyesi vardı. bu cariye yemeğini getirip, önüne koydu. fekat bir tarafdan da ağlıyordu. hazreti hamza cariyesine niçin ağlıyorsun dedi. muhammed aleyhisselam için ağlarım. evinde yaralı yatıyor. ebu cehl beş on kişiyle üzerine hücum edip, yaralamışlardır. hazreti hamza bunu duyar duymaz, hiddetle yerinden kalkdı! yayını eline aldı ve muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem öcünü almadıkca bu yemeği yimem dedi. hemen ebu cehlin evine doğru yürüdü. ebu cehl evinin önünde müşriklerle birlikde oturuyordu. hazreti hamzayı uzakdan kızgın bir halde görünce, dağılıp kaçmaya başladılar. ebu cehl de kaçıyordu. fekat hazreti hamza yetişip onu yakaladı. elindeki yay ile başına vurmağa başladı. yay param parça oldu. ebu cehlin başında yedi dane derin yara açıldı. hazreti hamzanın karşısına çıkmağa kimsenin cesareti yokdu. halk araya girip sulh yapdırdılar. hazreti hamza oradan hemen resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdi. yatıyordu. ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! düşmanından öcünü aldım. ebu cehlin başını yedi yerden yardım. araya girenler olmasaydı öldürürdüm dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ey amca! bu işin bana faidesi yokdur. eğer iman edersen o zeman memnun olurum, buyurdu. hazreti hamza, eğer ben iman edersem, senin gönlün hoş olur mu, dedi. evet, buyurunca, hemen iman etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çabuk iyileşip kalkdı. süfyan hüzeli radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir kervanla şam yolunda gidiyorduk. bir gece sabaha karşı bir yerde uyumak için konakladık. aniden havada duran bir atlı gördük. ey uyuyanlar! kalkınız, uyku zemanı değildir. çünki, ahmed sallallahü aleyhi ve sellem zuhur etdi ve cinnilerin temamı kovuldu, diyordu. biz cesur kimseler olduğumuz halde korkduk. evlerimize döndüğümüzde, mekkede bir ihtilaf ortaya çıkdığını, abdülmuttalib oğullarından birinin peygamber olduğunun bildirildiğini ve isminin ahmed aleyhisselam olduğunu işitdik. urve bin merre elcüheni radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: cahiliyye dönemi günlerinde hac yapmak için mekkeye gitdim. rü'yamda ka'beden bir nurun çıkdığını ve medinenin dağları görününceye kadar yayıldığını gördüm. o nurdan bir ses geldiğini ve zulmet parçalandı, nur yayıldı! hatemülenbiya gönderildi diye işitdim. sonra bir nur daha çıkdı. o nurun aydınlığında hirenin ve medayinin bütün köşklerini gördüm. o nurdan da bir ses geliyor ve şöyle diyordu: islamiyyet geldi, putlar kırıldı, akrabalar ziyaret edilir oldu. uykudan uyanınca korkdum ve kavmime, vallahi kureyş arasında bir hadise olmuşdur, dedim. memleketimize dönünce, ahmed adında bir zatın halkı islama da'vet etdiğini haber aldık. huzuruna gidip gördüğüm rü'yayı anlatdım ve müsliman oldum. hadiselerden biri de şöyledir: bir kimse babilden mekkeye ticaret için gelmişdi ve ebu cehle koyunlarını satmışdı. ebu cehl parasını vermiyor ve oyalıyordu. bir gün babilli tüccar kureyş kabilesinin reisine gelip, ben garib bir kimseyim. ebu cehl koyunlarımı satın aldı ve parasını vermedi. kim ondan benim hakkımı alabilir, dedi. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem o sırada onlara yakın bir yerde oturuyordu. kureyşliler alay ederek o kimseye, işte şu oturan kimse senin hakkını alır diyerek, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gösterdiler. bunun üzerine babilli kimse, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, başından geçenleri anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hemen kalkıp, gel senin hakkını alayım, dedi. kureyşliler haber getirmeleri için iki kişiyi arkalarından gönderdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu cehlin kapısına varıp, kapıyı çaldı. kimsin diye sorunca, muhammed bin abdüllahım. dışarı gel, buyurdu. ebu cehl hemen dışarı çıkdı. rengi değişmiş ve vücudu titriyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona, bu kimsenin hakkını ver, buyurdu. ebu cehl veririm, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu kimsenin hakkını temamen vermedikce buradan ayrılmam, buyurdu. bunun üzerine ebu cehl acele evine girdi. o kimsenin hakkının temamını getirip, verdi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oradan ayrılıp gitdi. babilli kimse kureyşlilerin toplu halde bulundukları yere gidip, allahü teala muhammede sallallahü aleyhi ve sellem iyilikler versin. hakkımı o zalimin elinden alıverdi, dedi. sonra müşriklerin haber getirmek için gönderdikleri iki kişi de yanlarına geldiler ve olanları aynen anlatdılar. onların ardından ebu cehl de oraya geldi. kureyşliler onu kınadılar. bunun üzerine ebu cehl, muhammed kapıma gelip kapıyı çalınca, sanki kalbim yerinden fırladı. hemen dışarı çıkdım. muhammedin başı üzerinde büyük bir aslan gördüm. ağzını açmışdı. eğer o kimsenin hakkını vermekde bir an daha duraklasam aslan beni parçalayacakdı, dedi. oradakiler bu da muhammedin sihrlerindendir, dediler. abdürrahman bin cevzi adlı eserinde, halid bin sa'id bin as radıyallahü anh hazretlerinin şöyle anlatdığını nakl etmişdir: bir gece rü'yamda mekkeyi bir karanlığın kapladığını gördüm. öyle ki, bir kimse kendi elini göremezdi. bu esnada zemzem kuyusundan bir nur çıkdı, gökyüzüne yükseldi ve ka'be üzerine ışık verdi. sonra mekkenin temamını aydınlatdı. sonra da medinenin hurmalıklarını aydınlatdı. öyle ki, hurma ağaçlarının dalları üzerindeki hurma koruklarını o nurun aydınlığında görüyordum. bu halde iken uyandım. rü'yamı kardeşim amr bin sa'ide anlatdım. kardeşim firaseti kuvvetli bir kimse idi. ey kardeşim! bu iş abdülmuttalib oğullarından zuhur edecek. görmezmisin o nur onların atalarının kazdığı kuyudaki sudan çıkmış. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilince, huzuruna gidip o rü'yamı anlatdım. bana ey halid! vallahi o nur benim. ben allahü tealanın resulüyüm, buyurdu. sonra iman edilecek şeyleri bildirdi. ben de müsliman oldum. sonra kardeşim amr da müsliman oldu. beni esed kabilesinden bir kimse, satmak için pazara üç deve getirmişdi. ebu cehl müşteri oldu ve satın aldı. fekat parasını vermedi. o sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescidde oturuyordu. develerini ebu cehle satıp, parasını alamayan kimse, resulullahın huzuruna gelip, halini anlatdı. develerin şu anda nerededir diye sorunca da, henüz pazardadır, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem pazara gitdi. o kimsenin develerini rızasıyla satın aldı. sonra devenin ikisini satıp, üç devenin bedelini ödedi. kalan bir deveyi de satıp, parasını abdülmuttalib oğullarının fakirlerine paylaşdırdı. ebu cehl pazarın bir köşesinde durmuş, hiçbir şey söyleyemiyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu cehle: artık bundan sonra böyle işler yapma! eğer yaparsan, kimsenin başına gelmemiş olan bir bela senin başına gelir, buyurdu. ebu cehl: artık yapmam ya muhammed dedi. müşriklerden ba'zıları ebu cehle muhammedin karşısında hor düşdün. onun dinine mi girdin, yoksa, ondan korkdun mu, dediler. ebu cehl, ben asla onun dinine girmem. fekat onun sağ tarafında bir kaç kişi gördüm. ellerinde mızraklar vardı. eğer karşı gelseydim, beni o anda helak edeceklerdi, dedi. müşrikler, bu da muhammedin sihrlerindendir, dediler. zenire adında bir cariye müsliman olmuşdu. o sıralarda gözleri görmez oldu. ebu cehl bu lat ve uzzanın işidir, dedi. zenire, lat ve uzza putları insanların ibadet edip etmediklerinden haberdar olamazlar. benim gözlerimin kör olması rabbimin takdiriyledir. rabbim gözlerimi tekrar açmaya kadirdir, dedi. o gece gözleri açıldı. tekrar görmeğe başladı. fekat kureyş kabilesinden, gönül gözü kör olanlar, bu iş de muhammedin sihrlerindendir dediler ve dalaletde kaldılar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hanımı hazreti hadice radıyallahü anha hayatda iken, kızlarından zeynebi radıyallahü anha kız kardeşinin oğlu ebul asa vermişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kızlarından rukayyeyi veya ümmü gülsümü de uteybe bin ebi lehebe nişanlamışdı. resulullah aleyhisselam ile kureyşliler arasında düşmanlık büyüyünce, müşrikler damadlara onun kızlarını almakla yükünü hafifletiyorsunuz. kızlarını boşayın ki, zahmete düşsün. kureyşin kızlarından hangisini isterseniz size verelim, dediler. damadlarından ebul as, ben hanımımdan ayrılmam ve kureyş kadınlarından hiçbirini ona denk tutmam, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onu medh etdi. uteybe, bana sa'id bin ebilasın kızını verirseniz nişanı bozarım, dedi. sa'id bin ebilasın kızını ona verdiler. o bedbaht, henüz resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kızıyla evlenmemişdi. resulullah kızı ile otururken, huzuruna gelip, sana iman etmiyorum ve kızından ayrıldım diyerek, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem doğru tükürdü. kötü sözler söyledi ve gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, allahım, köpeklerinden birini ona musallat et, diye düa etdi. ebu talib de orada idi. uteybeye, ey kardeşimin oğlu, bu düadan hangi hile ile kurtulabilirsin, dedi. ba'zıları da ebu talibin üzüldüğünü, resulullaha, ey kardeşimin oğlu bu düadan sana ne menfe'at var dediğini rivayet etmişlerdir. uteybe bu duayı babasına söyleyince, babası üzüldü. bu hadiseden sonra ticaret için kervanla şama gitdi. yolda bir yerde konaklamışlardı. orada bir rahib onlara; burada yırtıcı hayvan çokdur, dedi. bunun üzerine uteybe yol arkadaşlarına bana yardımcı olun. muhammedin düasından dolayı emin değilim, dedi. bütün yükleri yığdılar. uteybeyi yüklerin en üstüne yatırdılar. kendileri de etrafını çevirip yatdılar. gece yarısı bir aslan geldi. oradakilerin herbirini tek tek kokladı. sonra yüklerin üstüne sıçradı. pençesiyle uteybenin karnını yardı ve canını cehenneme yolladı. hassan bin sabit radıyallahü anh bu hadiseyi bir kasidesinde anlatmışdır. necaşi ile alakalı hadise: eshabı kiram aleyhimürrıdvan habeşistana ikinci def'a hicret etdiklerinde seksen iki erkek ve yirmidört kadın idiler. ca'fer bin ebi talib radıyallahü anh ve ümmü seleme radıyallahü anha da onlar arasında idiler. ümmü seleme radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: habeşistanda ikametimiz sırasında rahatlıkla dinimizi açıkladık. allahü tealaya ibadet ile meşgul olduk. hiç kimse bize mani' olmadı. bizim rahat ve refah içinde olduğumuz mekkede duyulunca, kureyşliler sözbirliği ederek, amr bin ası ve abdüllah bin ebi rebiayı hediyyelerle birlikde, necaşiye ve patriklerine ve adamlarına gönderdiler. o iki kişi habeşistana gelip, hediyyeleri dağıtdılar. sonra necaşinin adamlarına dediler ki: bir gurub kimse babalarının ve dedelerinin dinini bırakarak mekkeden buraya geldiler. melikin dinine de girmediler. onların babaları ve akrabaları bizi gönderdiler. melik onları bizim yanımıza katıp, mekkeye göndersin dediler. patrikler, bu durumu melike kendiniz arz edin, biz de size yardımcı olalım dediler. mekkeden gelen o iki kişi patriklerin yanında durumu melik necaşiye söylediler. bunu fırsat bilen patrikler, ey melik! bu iki kişi onların halini iyi bilir. onları bu kişilere teslim et dediler. necaşi onlara kızıp, bu kimselerin sözleriyle iş yapmak doğru olmaz. bize sığınanları çağıralım, işin hakikatini onlara soralım. eğer bu iki kişinin söylediği doğru ise, onları teslim edeyim. şayet hadise bunların dediği gibi değilse, buraya sığınanlara daha çok alaka göstermemiz ve bunlara hiç dokundurmamamız icab eder, dedi. sonra alimlerinin toplanmasını emr etdi. alimler necaşinin etrafında toplandılar ve kitablarını önlerine koydular. sonra eshabı kiramdan habeşistana hicret etmiş olanları çağırtdı. ca'fer bin ebi talib ve diğer eshab geldiler. onlar gelince alimler kalkıp, ca'fer bin ebi talibi radıyallahü anh necaşiye takdim etdiler. necaşi de hürmet ve iltifat gösterdi. necaşi durumu sordu. ca'fer bin ebi talib şöyle dedi: ey melik! biz cahiliyye ehlinden, puta tapan, leş yiyen, kumar oynayan ve daha nice kötü işleri yapan bir kavimdik. allahü teala ihsan ederek, kavmimizden, nesebi, emaneti, diyaneti en iyi olan birini seçip, peygamber olarak gönderdi. o bize allahü tealanın bir olduğunu bildirdi ve imana da'vet etdi. biz o yüce allaha ibadet ederiz ve ona şirk koşmayız. biz namaz kılarız, doğrulukdan ayrılmayız, sözümüzde dururuz. iyilik ederiz, akrabayı ziyaret ederiz. biz o peygambere iman etdik ve tabi' olduk. bu sebeble kavmimiz bize düşman oldu. eskisi gibi şirk ve küfre dönmemiz için çok sıkıntı çekdirdiler ve işkence yapdılar. onların işkencesine dayanamayıp buraya sığındık. burada düşmanlık yapamazlar. necaşi rahmetullahi aleyh bunları dinledikden sonra peygamberinize indirilen kitabdan biraz oku dedi. ca'fer bin ebi talib radıyallahü anh, meryem suresinden bir mikdar okudu. necaşi dinlerken o kadar ağladı ki sakalı ıslandı. yanında bulunan alimler de ağladılar. göz yaşları, önlerinde bulunan kitablarını ıslatdı. sonra necaşi şöyle dedi: bu nur, musaya aleyhisselam gelen nur ile aynı yerden geliyor. müslimanları geri götürmek için mekkeden gelen iki müşrike de, vallahi ben bunları size vermem dedi. bunun üzerine o iki kişi necaşinin huzurundan çıkdılar. amr bin as, ben muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem eshabına bir iş yapayım da perişan olsunlar, dedi. abdüllah bin ebi rebia, ey amr, böyle bir şey yapma. her ne kadar onlarla aramızda muhalefet varsa da, onlar da bizim akrabalarımızdır, dedi. amr onu dinlemedi ve necaşiye, muhammedin eshabı isaya aleyhisselam köle diyorlar diye haber yolladı. necaşi, ca'fer bin ebi talibi ve habeşistana hicret etmiş olan diğer müslimanları tekrar yanına çağırdı. siz isa aleyhisselam hakkında ne dersiniz diye sordu. ca'fer bin ebi talib: isa aleyhisselam kelimetullah ve ruhullahdır. allahü teala böyle bildiriyor diye cevab verdi. necaşi yemin ederek isa aleyhisselam da böyle söylemişdir. bundan sonra bu memleketde emin olarak kalınız. hiç kimse size dokunmasın dedi. sonra patriklerine, mekkeden gelen o iki kişiye getirdikleri hediyyeleri geri veriniz. onların hediyyelerine ihtiyacım yokdur, dedi. o iki kişi reddedilmiş olarak dönüp gitdiler. orada bulunan eshabı kiram aleyhimürrıdvan huzur içinde ikamet etdiler. habeş padişahlarının hepsine necaşi denir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanındaki necaşinin adı eshame idi. nasrani iken müsliman oldu. cenaze namazını resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede kıldırdı. amr bin as radıyallahü anh da hicretin senesinde müsliman oldu. habeşistan padişahı necaşinin üsküflerinden yirmi kişi necaşiden izn alarak, mekkeye gitdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'bede makamı ibrahimde oturuyordu. izn isteyip huzuruna geldiler. onlardan tapur adındaki üsküf, allahü tealanın resulü olduğunu söyleyen zat siz misiniz dedi. evet benim buyurunca, halkı neye da'vet ediyorsun diye sordu. şeriki olmayan allahü tealaya iman etmeye çağırıyorum, buyurdu. sonra onlara kur'anı kerim okudu. hepsi ağlamaya başladılar. göz yaşları sakallarını ıslatdı. şevahidün nübüvve tapur üsküf, ben allahü tealaya ve senin onun resulü olduğuna iman etdim, dedi. diğer üsküfler de hemen o anda iman etmekle şereflendiler. bunlar, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurundan ayrılınca, ebu cehl ve ümeyye bin halef, kureyşden bir cema'at ile onlara dediler ki, siz buraya din araştırmak için gönderildiniz. bu kimsenin dini hakkında haber götürecekdiniz. sizin hiç aklınız yokmu. onun huzurunda bir saat oturdunuz ve dininizi değişdirdiniz. ne söylediyse tasdik etdiniz. o iki seneden beri peygamber olduğunu söyler. bizden birkaç aklsız ve birkaç fakirden başka kimse inanmadı. onların bu sözleri üzerine üsküfler, siz susun, biz kimsenin hakkını zayi' etmeyiz. biz apaçık bir hakka kavuşduk. o hak dinle aydınlandık. cahillerin sözüyle bu hak dinden dönmeyiz, dediler. sonra kur'anı kerimi ve islamiyyetin esaslarını öğrendiler ve memleketlerine döndüler. hazreti muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, mi'racını anlatırken, kur'anı kerimde bildirildiği gibi, mescidi aksaya uğradıklarını söyledi. kureyşliler, onun mescidi aksayı daha önce görmediğini biliyorlardı. mescidi aksanın şeklini sordular. o sırada cebrail aleyhisselam mescidi aksayı resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem gözlerinin önüne getirdi. sorulan şeylere mescidi aksayı seyrederek cevab verdi. ayrıca kureyşlilerin şama gitmiş olan bir kervanından haber sordular. kervan yoldadır. ben onlara uğradığım zeman, falan kişi deve üstünde oturmuşdu. hava soğuk idi. kölesinden kilim istedi. ben susamışdım. falan kimsenin bardağından su içdim. bir kimse bir şey kaybetmişdi. onu arayıp buldular. bizim burakımızdan kervandaki develer ürkdü ve etrafa dağıldılar. eğer develeri toplamak için çok oyalanmazlarsa, falan gün güneş doğarken mekkeye gelirler, buyurdu. kervanın geleceğini söylediği gün müşrikler iki gurub oldular. bir gurubu kervanın geleceği tarafı, bir gurub da güneşin doğacağı tarafı gözetlemeye başladılar. kervanı gözetleyenler aniden, işte kervan geldi diye bağrışdılar. o anda güneşin doğuşunu gözetleyenler de, işte güneş doğuyor diye bağrışdılar. kervanı karşıladılar ve anlatılanları ve başlarından geçen hadiseleri tek tek sordular. hepsinin doğru olduğunu öğrendiler. fekat inadlarından ve kibrlerinden dolayı iman etmediler. inkarları ve kibrleri artdı. allahü tealanın dalaletde bırakdığını, kimse hidayete erdiremez. yunüs bin bükeyr, ibni ishakın siretine ilaveten şöyle demişdir: o gün güneşin doğması, kafilenin gelmesine kadar allahü teala tarafından gecikdirilmişdir. birgün ebu cehl, uzun münakaşalardan sonra kureyşlilere dedi ki, biz, muhammedin hakkında artık ma'zuruz. bundan sonra onu adeti üzere namaz kılarken görünce, başına bir taş vurayım. böylece onun elinden kurtulmuş olurum. fekat bana yardımcı olun, düşman eline bırakmayınız. ebu cehle, sana her bakımdan yardımcı olacağız. seni gözeteceğiz, seni düşman eline bırakmayacağız diye söz verip, and içdiler ve bu işi yap, dediler. sabahleyin, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kıldığı yere gelip, namaza durdu. ebu cehl eline bir taş alıp, arkadan yaklaşdı. yanına yaklaşınca, yüzünün rengi değişdi. vücudu titremeğe başladı ve perişan bir halde geri döndü. kureyşliler, ebu cehle, sana ne oldu diye sorunca; dedi ki taşı vurmak için ona yaklaşınca, kocaman ve hırçın bir deve gördüm. ömrümde öyle uzun ayaklı, keskin dişli ve heybetli deve görmemişdim. eğer biraz daha yaklaşsaydım beni öldürürdü, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eğer yaklaşsaydı, onu elbette yakalardı. cebrail aleyhisselam bana böyle haber verdi buyurmuşdur. ebu cehl, kureyş müşriklerine, muhammed sizin yanınızda yüzünü toprağa sürer mi. ya'ni namaz kılıyor mu diye sordu. onlar da, evet kılıyor, dediler. eğer ben onu namaz kılarken görürsem ayağımla başını ezeceğim, dedi. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılarken dediğini yapmak için üzerine doğru yürüdü. daha yaklaşmadan yüzünden birşeyler silerek derhal geri döndü. müşrikler sana ne oldu, dediklerinde, muhammed ile aramızda ateşden bir hendek gördüm. zebaniler bana hücum etdiler. hemen geri döndüm, dedi. bu hadise üzerine allahü teala meali şerifleri, bundan men' edeni görmedin mi? keşke o engelleyici doğru yolda olsaydı, yahud iyiliği ve kötülükden sakınmayı emr etseydi. keşke o yalanlasa ve dönüp gitseydi . o acaba olanları allahın görmekde olduğunu bilmedi mi! hakikat şu ki, şayet yapmakda olduğu kötü davranışlardan vazgeçmezse, derhal alnından yakalar, cehenneme atarız. çünki, o yalancı, günahkar bir alın! o hem gidip meclisini çağırsın. biz de zebanileri çağıracağız. hayır ona uyma! allaha secde et ve yalnızca ona yaklaş. olan, alak suresinin ayetinden. ayeti sonuna kadar gönderdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün hakem bin ebul asın yanından geçdi. hakem, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem arkasından vücudunu, elini, kolunu oynatarak alay etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun bu halini nübüvvet nuruyla gördü ve o şeklde kalasın buyurdu. o anda hakem bin ebul asın vücudunu bir titreme aldı ve ömrünün sonuna kadar o titremeden kurtulamadı. kureyşliler, aralarında anlaşarak iki kişiyi yehudi alimlerine gönderdiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem halini sordurdular. yehudi alimleri, üç şeyi sorun. eğer doğru cevab verirse, biliniz ki o peygamberdir, ona uyunuz. yoksa yalancıdır. o zeman ona dilediğinizi yapınız, dediler. bu suallerden birincisi, eshabı kehf kıssası, ikincisi, zülkarneyn kıssası, üçüncüsü de ruhun ne olduğu hakkında idi. kureyşliler bunları sordular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yarın cevab vereyim, dedi. inşaallah dememişdi. on gün vahy gelmedi. müşrikler sevinmeye başladı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bu durum çok ağır geldi. sonra cebrail aleyhisselam o suallerin cevabını bildiren kehf suresini getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu sureyi müşriklere okudu. fekat inad ve kibrleri sebebiyle iman etmediler. allahü teala bekara suresi. ayetinde mealen, allah onunla birçok kimseyi sapdırır, bir çoklarını da hidayete erişdirir. buyurdu. müşriklerden esved bin abdülmuttalib, as bin vail, velid bin mugire ve ibni talatıla adındaki kimseler, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile alay etmekde çok ileri gitmişlerdi. bir gün cebrail aleyhisselam resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında durdu. o kimseler ka'beyi tavaf ediyorlardı. velid bin mugirenin eline ok değmiş ve şişmişdi. cebrail aleyhisselam yanından geçerken onun elindeki şişliğe nazar kıldı. o anda elindeki şişlikden kan boşanmağa başladı ve öldü. sonra as bin vail geldi. ayağına diken batıp yaralanmışdı. cebrail aleyhisselam o yaraya işaret eyledi, yarası tazelenip, o anda öldü. sonra esved bin abdülmuttalib geldi. bir yeşil yaprakla gözüne vurarak, gözünü kör etdi. onun peşinden ibni talatıla geldi. cebrail aleyhisselam onun da başına bir işaret koydu. başından irinler akmağa başladı ve o anda öldü. allahü teala onlar hakkında , buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün kureyş kafirlerinin şerrinden dolayı mekkenin dışına çıkmışdı. uzakdan bir karartı gördü. yaklaşınca deve sürüsü olduğunu anladı. deve sürüsünün içine girip oturdu. develer ürkdü. deve sürüsünün başında bulunan ebu servan, develerin etrafında dolaşdı. kimseyi göremedi. develerin arasına girince resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördü. sen kimsin, develerimi ürkütdün, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, korkma! develerinin arasında biraz rahat edeyim diye oturdum, dedi. tekrar sen kimsin diye sorunca, korkma! develerinin arasında biraz rahatlamak isteyen birisiyim, dedi. bunun üzerine ebu servan, öyle zan ediyorum ki, sen peygamberlik da'vasında bulunan kimsesin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem evet ben peygamberim. seni de eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulüh diyerek müsliman olmağa da'vet ediyorum, buyurdu. ebu servan, develerimin arasından çık, sen develerimin arasında oldukça develerim rahat edemezler dedi ve resulullahı develerinin arasından çıkardı. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun için; ya rabbi ömrünü uzun, kendisini şaki eyle! diye beddüa etdi. ebu servan çok ihtiyarladı, daima ölmeyi arzu ederdi. halk ona, seni aldığın beddüa sebebiyle helak olmuş görüyoruz, derdi. o ise, hayır helak olmuş değilim, derdi. islamiyyet yayılıp duyulunca, ebu servan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve iman etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun için hayr düa ve istigfar etdi. lakin, önceki düa bu düadan önce kabul olunmuşdu. bir gün müşrikler resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem çok incitmişler ve mubarek yüzünden kan akıtmışlardı. bir yere oturmuşdu ve son derece üzgündü. o sırada cebrail aleyhisselam geldi ve şu vadideki ağaçlardan falan ağacı çağır dedi. çağırdı ve ağaç resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına geldi. sonra ağaca yerine geri git buyurdu. ağaç eski yerine gitdi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu bana yeter buyurdu. kureyş müşrikleri, ebu talibin himayesi sebebiyle, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile mücadele edemeyince aciz kaldılar. bir yere toplanıp, abdülmuttalib ve haşimoğullarıyla akrabalığı, alışverişi, kız alıpvermeği, konuşmayı yasaklayan bir ahdname yazıp, hak sübhanehü ve tealanın adı ile and içdiler. o ahdnameyi bir ipeğe sarıp mumladılar, üzerini mührlediler ve ka'beye asdılar. bunun üzerine, ebu leheb hariç bütün abdülmuttalib ve haşimoğulları, evlerinin bulunduğu iki dağ arasındaki bir vadide bulunan mahallelerine çekildiler. üç sene orada kaldılar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem damadı ebul as bin rebi'adan başka bütün kureyşliler, onlarla her dürlü alakayı kesdiler. ebul as geceleri onlara buğday ve hurma götürürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona çok düa ederdi. müslimanların günleri darlık ve sıkıntı içinde geçiyordu. sıkıntı çok şiddetlenmişdi. allahü teala müşriklerin ka'beye asdıkları ahdnamesine bir kurd gönderdi. ahdnamedeki allah ismi şerifinden başka temamını yiyip bitirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu durumu amcası ebu talibe bildirdi. ebu talib, abdülmuttalib ve haşimoğullarına güzel elbiseler giydirerek, onlarla birlikde kureyşlilerin meclisine gitdi. kureyşliler iyi karşıladılar. onlara ey kureyşliler! size bir iş sebebiyle geldik. bu hususda bize karşı adil ve insaflı davranınız. şöyle ki, muhammed aleyhisselam bana dedi ki, ka'beye asdığınız ahdnameye allahü teala bir kurd musallat etmişdir. bu kurd, allah isminden başka ahdnamenin temamını yiyip bitirmişdir. ben ondan asla hiç yalan işitmedim. o ahdnameye bakınız, eğer muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem dediği doğru ise, allahdan korkun ve insanlardan utanın da, yapdığınız bu aklsızca işden vazgeçin. eğer yalan söylemişse, onu size bırakayım, himaye etmekden el çekeyim. o zeman ona dilediğinizi yapınız. kureyşliler ey ebu talib! iyi düşünmüşsün, dediler. bir kimse gönderip, ka'bede asılı ahdnameyi getirtdiler. açıp bakdılar ki, içinde bismike allahümmeden başka yazılmış olan yazıların hiç biri kalmamış. bunun üzerine ebu talib müşrikleri kınadı. hiç biri konuşamadı ve ahdnameden vazgeçdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve bütün akrabaları bulundukları vadiden çıkdılar. kureyşliler de bir müddet onlarla alışveriş yapdılar, geçici olarak dost göründüler. bir gün müşrikler, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına geldiler. eğer sen peygamberlik da'vasında doğru isen, ayı ikiye ayır da görelim, dediler. eğer ayı ikiye bölersem iman eder misiniz, buyurdu. evet iman ederiz, dediler. o sırada ayın ondördüncü gecesi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealaya düa etdi, o anda ay ikiye ayrıldı. bir parçası ebu kubeys dağı üzerinde, diğer parçası da başka bir dağın üzerinde idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem müşrikleri birer birer adlarıyla çağırarak, ey filan, ey filan gördünüz mü, buyurdu. fekat müşrikler, muhammed bize sihr yapdı dediler. sonra dediler ki, etrafdan gelen misafirlere soralım, eğer biz de gördük derlerse doğrudur. her misafire sordular. onlar da biz de sizin gördüğünüz gibi ayı ikiye bölünmüş halde gördük, dediler. ayın ikiye ayrıldığını görmüşlerdi. fekat hakikati görememişlerdi. allahü teala araf suresi. ayetinde mealen buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem meşhur pehlivan rügane bin zeydi gördü. henüz iman etme zemanın gelmedi mi. ister misin sana mu'cize göstereyim, buyurdu. rügane karşıdaki ağacın yarısını çağır yanına gelsin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ağacın yarısını çağırdı. ağaç yarıldı ve yarısı huzuruna geldi. sonra geri git buyurdu, tekrar geri gidip, diğer yarısıyla birleşdi. bu hadiseyi nakl eden ravi şöyle demişdir: o ağacı gördüm. iki parçasının birleşdiği yer uzun bir ip gibi belli idi. rügane bu mu'cizeyi görünce, ben bunları bilmem. seninle güreş tutalım. eğer beni yenersen koyunlarımın yarısı senin olsun, dedi. güreşdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yendi. rügane bir daha güreşelim, dedi. yine yenildi ve kureyşlilerle karşılaşınca onlara ne söyleyeceksin diye sordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, rüganeyi güreşde yendim ve koyunlarının yarısını aldım derim, buyurdu. rügane, öyle söyleme, bana hoş gelmez. koyunları bana bağışladı dersin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, yalan söyleyemem buyurdu. rügane, sen hiç yalan söylemez misin dedi. evet, rabbime söz verdim, söylemem buyurunca, rügane müsliman oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gece, ya rabbi! ömer bin hattab veya ebu cehl bin hişamdan biriyle islamı kuvvetlendir diye, düa buyurdular. sabahleyin hazreti ömer bin hattab radıyallahü anh geldi ve müsliman oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gece teheccüd ile meşgul idi ve kur'anı kerim okuyordu. nusaybin cinnilerinden yedi cinni oraya uğradılar. resulullahın okuduğu kur'anı kerim ayetlerini işitdiler. bir müddet sonra nusaybin cinnilerinden kalabalık bir toplulukla gelip, mekkenin yukarısına indiler. onlardan birisi, resulullahın huzuruna geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı ile oturuyordu. eshabı kirama, kalbinde zerre kadar korku bulunmayan kim benimle gelir buyurdu. abdüllah bin mes'ud radıyallahü anh ayağa kalkdı ve resulullahın hurma nebiziyle dolu olan matarasını su dolu zan ederek aldı. birlikde mekkenin yukarısına gitdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir çizgi çizip: ey abdüllah, bu çizginin içinden dışarı çıkma ve hiçbir şeyden korkma buyurdu. abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: o çizginin içinde oturdum. uzakda bir topluluk vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onlara yaklaşınca ayağa kalkdılar, hürmet gösterdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sabaha kadar onların arasında kaldı. sonra benim yanıma geldi ve çok bekledin ya abdüllah buyurdu. nasıl beklemiyeyim ki ya resulallah. dünya ve ahıret se'adeti senin emrine uymağa bağlıdır, dedim. sonra o kalabalık arasından iki kişi resulullahın yanına geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onlara niçin geldiniz ki, sizin işinizi halletdim, buyurdu. dediler ki, ya resulallah! sabah namazını seninle birlikde kılmak istiyoruz, onun için geldik. bunun üzerine resulullah bana yanında su var mı buyurdu. hurma suyu vardır, dedim. hurma güzeldir, suyu temizdir buyurdu ve onunla abdest aldı. onlar kimlerdir diye sordum. nusaybin cinnileridirler. müsliman oldular. ba'zı ihtilafları vardı. halletdim. kendilerine yiyecek ta'yin edilmesini istediler. kemikleri kendileri için, tezeği de hayvanları için yiyecek olarak bildirdim, buyurdu. bu hadiseden sonra kemikle ve tezek ile taharetlenmeyi yasakladı. abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle nakl etmişdir: bir gece resulullah sallallahü aleyhi ve sellem elimden tutup, beni mekkenin bir vadisine götürdü. beni bir yere oturtdu ve etrafıma bir çizgi çizdi. bu çizgiden dışarı çıkma! buradan bir topluluk geçecek, onlarla konuşma! onlar da seninle konuşmak istemezler, buyurdu ve bir yere gitdi. orada otururken bir de bakdım ki, bir kalabalık göründü. yanıma geldiler, etrafımdaki çizginin içine girmediler. kenarından geçip, resulullaha doğru gitdiler. gecenin sonunda resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. dizime dayanarak uyudu. birden bire beyaz elbiseli ba'zı kimseler geldi. o kadar güzel idiler ki, anlatılamaz. allahü teala bilir. bir kısmı resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başı ucunda, bir kısmı da mubarek ayakları tarafına oturdular. birbirleriyle konuşmağa başladılar. şöyle diyorlardı: gözleri uykuda iken, kalbinin uyanık olması hali, bu peygamberden başka hiçbir kimseye verilmemişdir. bu peygamberin da'vetini kabul etmek, bir seray yapdırıp, çok güzel yemekler hazırlatan ve herkesi da'vet eden padişahın da'vetini kabul etmeye benzer. da'veti kabul edip, ziyafetden yiyip içenler, sultana yakın ve kıymetli oldular. kabul etmeyenleri ise azarlayıp, cezalandırır. bunları konuşdukdan sonra gitdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem uyandı. bana, ey ibni mes'ud! bu cema'atin ne söyleşdiklerini işitdin mi, bunlar kimdir, buyurdu. ben de allahü teala ve resulü bilir, dedim. buyurdu ki: onlar melekler idiler. söyledikleri misal şu idi: allahü teala cenneti yaratdı. insanları ona da'vet etdi. bu da'veti kabul edenler cennet ni'metlerine kavuşurlar ve allahü teala katında kıymetli olurlar. da'veti kabul etmeyenler ceza ve azab görürler. mesrukdan rahmetullahi aleyh, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerim okurken, gece cinnilerin gelip dinlediklerini, resulullaha kim haber verdi diye sordular. dedi ki, eshabı kiramdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in birisinden işitdim. şöyle dedi: o gece bu durumu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir ağaç haber verdi. zübab bin haris radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: cahiliyyet zemanında bir putum vardı, ona tapardım. cinniden de bir dostum vardı. arablar arasındaki hadiseleri bana haber verirdi. bir gün o putun önünde uyumuşdum. aniden cinni dostum geldi ve ey zübab! ey zübab, dinle hayret verici haberi! muhammed aleyhisselam bir kitabla peygamber olarak gönderildi. mekkede insanları da'vet ediyor. da'vetini kabul etmiyorlar. o doğru söylüyor, yalan söylemiyor, dedi. bu sözleri işitince hayret etdim. kavmime haber vereyim diye dışarı çıkdım. o sırada aniden bir kimse geldi ve muhammed aleyhisselamın peygamberliği ile alakalı haberi getirdi. tapmakda olduğum putu kırdım. bir deveye binip, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitmek üzere yola çıkdım. huzuruna varıp mubarek yüzünü gördüm. o zemana kadar ömrümde böyle güzel bir yüz görmemişdim. mubarek yüzünden nur saçılıyordu. yanına yaklaşdım. bana niçin geldin, ya zübab, buyurdu. ne emr buyurursanız tutayım diye geldim, dedim. bana memleketimde kırdığım putumdan ve cinnimden haber verdi. putu kırdığım ve cinninin bana haber getirdiği günü söyledi. ben eşhedü enneke resulullah dedim. önce eşhedü en la ilahe illallah de, sonra eşhedü enneke resulullah de buyurdu. söyledikden sonra kalbime gelen şu şi'ri okudum. allahü teala dinini gönderince, hidayetle gelen resule hemen uydum. puta şiddet gösterip, onu terk etdim, resulün da'vetine icabet etdim. alışkanlıklarımı bırakıp hemen, putuma muhalefet edip, kırdım hemen. zira bir iki şeye sahib olamazdım, onun için resule tabi' oldum hemen. cabir radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: ağaç altında bi'at yapıldığı sırada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: kırmızı devenin sahibi hariç ağaç altında bi'at edenlerin hepsi cennete girer. bi'atdan sonra o kırmızı devenin sahibi kimdir, görelim diye aradık. bakdık ki, bir kimse devesini kaybetmiş, onu arıyordu. gel bi'at et deveni sonra ararsın dedik. devemi bulmam benim için bi'at etmemden daha iyi olur, dedi! mazin bin elgadviyye radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: kavmimizin bir putu vardı. herkes ona tapardı. bir gün o putun önünde bir kurban kesdim. putun içinden: ey mazin! beni dinle, memnun kalırsın. hak zuhur etdi, açığa çıkdı. şer kayboldu. allahü teala bir peygamber ile dinini gönderdi. taşları, yontulan putları terket ki, cehennem ateşinden kurtulasın. bu sesden korkdum. kendi kendime büyük bir iş olacak dedim. birkaç gün sonra o putun önünde bir kurban daha kesdim. yine putun içinden bir ses geldi. şöyle diyordu: bana gel de herkesin bildiği şeyleri duyasın. bir peygamber vahy ile gönderildi. yakacağı taş olan cehennem ateşinden kurtulmak için ona iman et. kendi kendime bu beni ikaz eden bir haberdir, dedim. aradan günler geçdi. bir gün bize bir kimse geldi. o kimseden haber sordum. dedi ki, mekkede kureyş kabilesinden bir zat peygamber olduğunu söylüyor, ismi ahmeddir. her kime rastlasam allahü tealanın da'vetcisine iman ediniz diyor, dedi. kendi kendime putun içinden işitdiğim haber budur, dedim. kalkıp putu parçaladım. mekkeye gitmek üzere yola çıkdım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna varıp, müsliman olmakla şereflendim. ben gece gündüz nefsinin arzuları peşinde koşan, şerab içen fahişe kadınlarla düşüp kalkan, şarkı ile meşgul bir kimse idim. nice seneler kıtlık ve zillet, şiddetli sıkıntı içinde yaşadım. mallarım hep helak oldu. oğlum olmadı. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem bu kötülüklerden soğuyup uzaklaşmam için düa istedim. benim için şöyle düa etdi: allahım! onu şarkıcılıkdan kurtarıp, kur'anı kerim okuyucu eyle. haramla meşguliyyetini halal ile meşguliyyete çevir. ona şerab yerine halal içecekler nasib eyle. fuhşdan kurtar, iffet nasib eyle. nefsine uymakdan kurtar, haya ihsan et ve ona salih bir evlad ver. allahü teala benim için yapılan bu düaları kabul buyurdu. rivayet olunur ki, bu kimse bir mescid yapdırdı ve o mescidde ibadet ederdi. zulme uğrayan her kim o mescidde üç gün ibadet yapıp, kendine zulm eden zalime beddüa eylese, o zalim kısa zemanda helak olurdu veya baras hastalığına yakalanırdı. o mescide muberris denirdi. dördüncü bölüm resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler. bu bölümde iki kısm vardır. birinci kısm, kitablarda ne zeman meydana geldiği bildirilen mu'cizeler ile alakalıdır. ikinci kısm ise, hangi kitabdan alındığı ve zemanı zikr edilmeden anlatılan hadiseler ile alakalıdır. birinci kısm: resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar meydana gelen ve kitablarda ne zeman meydana geldiği bildirilen mu'cizeler. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden medineye hicret etmesi bildirildiği zeman, bi'setin ondördüncü senesi idi. mekkeden ayrıldığı gece, kureyş müşrikleri aralarında, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem öldürmek için anlaşdılar. gece uyku vakti gelince, resulullahın kapısının önünde toplanıp, uyusun da öldürelim diye beklemeğe başladılar. o gece yasin suresinin ilk ayetleri nazil oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yerden bir avuç toprak aldı. meali şerifi, olan yasin suresi ayetini üzerlerine okuyarak ve elindeki toprağı da başlarına saçarak, aralarından geçip gitdi. hiç görmediler ve farkına varamadılar. içlerinde sadece biri gördü ve müşriklere muhammedi göremediniz! o çıkıp gitdi, dedi. müşrikler kalkıp yüzlerindeki ve başlarındaki toprağı sildiler. o gece resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh ile birlikde sevr dağında bir mağaranın önüne kadar gitdiler. hazreti ebu bekr: ya resulallah! mağaranın içine önce ben gireyim. sana bir zarar gelmesin, dedi. içeri girip, parmağı ile mağaranın dıvarındaki delikleri bir bir yokladı. büyük bir delik buldu. o deliği kontrol için ayağını içine sokdu. ayağı uyluğuna kadar içeri girdi ve geri çıkardı. bir rivayete göre ise gömleğini parçalara ayırıp, o parçalarla delikleri tıkadı. bir delik kaldı. oraya da ayağını koydu ve ayağını yılan sokdu. ya resulallah! içeri buyurunuz. sizin için yer hazırladım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mağaranın içine girip istirahat etdi. hazreti ebu bekri sıddik o gece yılan sokması sebebiyle ayağının acısından çok acı çekdi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bildirmedi. sabahleyin resulullah, hazreti ebu bekrin ayağını şişmiş halde görünce, bu nedir ey ebu bekr diye, sordu. ya resulallah! bu gece yılan sokdu deyince, bana niçin bildirmedin, buyurdu. sizi üzmek istemedim ya resulallah, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elini şişen yere sürdü, o anda iyileşdi, şişlik kayboldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh mağaranın içine girer girmez, o gece mağaranın kapısının önünde bir ağaç yeşerdi. iki yabani güvercin o ağacın üzerine yuva yapıp yumurtladılar. bir örümcek de mağaranın ağzını ağıyla ördü. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden ayrıldığını haber alan müşrikler ok ve yaylarını alıp, ta'kibe çıkdılar. mağaranın ikiyüz zra veya bir rivayetde elli zra kadar yakınına geldiler. bir zracm. dir. aralarından birini mağaranın içine girip bakması için gönderdiler. o kimse mağaranın önüne geldi ve geri dönüp gitdi. niçin döndün dediler. mağaranın kapısı örümcek ağıyla kaplı ve orada iki güvercin var. anladım ki içerde kimse yok, dedi. müşrikler mağaranın kapısına konan iki güvercini görerek döndükleri için, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o güvercinlere hayr düada bulundu. allahü teala o güvercinlere haremde yer nasib etdi ve nice seneler orada yaşayıp yavruladılar. müdlec oğulları kabilesinin reisi süraka şöyle anlatmışdır: kavmimin arasında oturuyordum. bir kimse geldi ve deniz sahilinde bir karartı gördüm. zan ediyorum ki, muhammed aleyhisselam ve eshabıdır, dedi. ben anladım ki onlardır. o kimseye dedim ki: onlar değildir. belki falan falan kimselerdir. develerini kaybetmişler, onu arıyorlardır. sonra evime gidip hizmetçime atımı dışarı çıkarıp, hazırlamasını söyledim. mızrağımı aldım. atıma binip ta'kib için sürdüm. onlara yetişdim. o kadar yaklaşdım ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kur'anı kerim okuyordu. onu işitiyordum. hiç arkasına dönüp bakmıyordu. hazreti ebu bekri sıddik devamlı bakıyordu. birden bire atımın ayakları karnına kadar yere batdı. feryad ederek, siz bana beddüa etdiniz! düa ediniz, kurtulayım. yemin ediyorum ki kime rastlarsam geri çevireceğim, dedim. düa etdiler, kurtuldum. ta'kib için gelen kime rastladıysam geri çevirdim. rivayet edilir ki o sırada süraka, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem benim koyun sürüme uğrayınca, koyunlarımdan hangisini isterseniz tutup alınız, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz müşriklerin bağışını kabul etmeyiz, buyurdular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicret ederken, yolda ümmü ma'bedin çadırına uğradılar. o, resulullahı bilmiyordu. ey ümmü ma'bed! yanında hiç süt var mıdır diye sordu. süt yok, koyunlarım da uzakdadır, dedi. çadırda bir koyun gördü ve bu nedir deyince, o za'if, güçsüz bir koyun. onun için sürüden geri kaldı, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, izn verirsen, bu koyundan süt sağalım deyince, siz bilirsiniz. fekat bu koyun kısırdır, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o koyunu yanına yaklaşdırdı ve mubarek elini koyunun memesine sürdü ve sağdı. o kadar süt geldi ki, çadırda bulunan bütün kaplar sütle doldu. o sütden içdiler. sonra bir kab daha istedi. onu da sütle doldurup, ümmü ma'bede verdiler ve oradan ayrıldılar. ümmü ma'bed şöyle demişdir: o koyun evimizde o kadar bereketli oldu ki, emirül mü'minin hazreti ömer radıyallahü anh zemanına kadar sabah akşam o koyundan süt sağdık. o sene bütün kabilelerde hiç süt elde edilememiş idi. ebu ca'fer bin harir taberi şöyle rivayet etmişdir: ümmü ma'bedin ma'bed adında kötürüm bir oğlu vardı. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem mu'cize görünce, oğlunu huzuruna getirdi ve düa istedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düa etdi. çocuk o anda iyileşip, yürümeye başladı. zemahşeri, adlı kitabında şöyle rivayet etmişdir: ümmü ma'bedin kızkardeşinin oğlu hindden, o da ümmü ma'bedden şöyle nakl etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çadırıma uğradı. gece çadırımda istirahat edip, uyudu. uyanınca su istedi. mubarek ellerini yıkadı ve ağzını çalkalayıp, suyunu çadırımın yanında bulunan bir dikenin dibine dökdü. sabahleyin bakdık ki, oradan büyük bir ağaç yetişmiş. kocaman meyveler vermişdi. meyvelerin kokusu anber gibi, tadı şeker gibi idi. o meyveleri aç kimse yise doyar, susuz kimse yise suya kanar, hasta olan yise sıhhate kavuşurdu. üzüntülü kimse yise neş'elenirdi. o ağacın yaprağından yiyen deve ve koyunlar hesabsız süt verirdi. biz o ağacın adını mubarek ağaç koymuşduk. çevredeki kabileler, hastaları için onun meyvelerinden istemeye gelirlerdi. bir seher vaktinde o ağacı yemişleri dökülmüş, yaprakları küçülmüş bir halde gördüm. çok korkdum ve üzüldüm. bir de işitdim ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefat haberi geldi. bu hadiseden sonra, aradan otuz sene geçdi. yine bir sabah vakti dışarı çıkıp bakdım ki, o ağaç kökünden budaklarına kadar diken halini almış, meyveleri yere dökülmüşdü. hazreti alinin kerremallahü vecheh şehid edildiği haberini işitdik. bu hadiseden sonra o ağaç artık meyve vermedi. fekat yapraklarından faideleniyorduk. bir gün bakdım ki ağacın içinden halis kan akıyordu. yaprakları solmuşdu. üzüntülü bir halde otururken, hazreti hüseyn radıyallahü anh şehid edildi diye haber getirdiler. ondan sonra o ağaç kökünden kurudu ve belirsiz oldu. zemahşeri şöyle demişdir: hayret edilir ki, bu hadise koyun hadisesi gibi meşhur olmamışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicret sırasında ümmü ma'bedin çadırına ulaşdığında, müşrikler ne tarafa gitdiğini bilemediler. o gün ebu kubeys dağının üzerinden bir ses işitdiler. ba'zı beytler okudu. fekat sesin sahibini göremiyorlardı. o beytlerde şöyle diyordu: allahü teala onlara bol iyilikler versin, çadırına vardılar, ümmi ma'bedin! ikisi hicret etdiler, hak olan emr ile, muhakkak felaha erer, arkadaşı muhammedin aleyhisselam! mekkeli müşrikler, bu beytleri işitince, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem medine tarafına gitmiş olduğunu anladılar. hicret sırasında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yolda iken, büreydei eslemi, kabilesinden yetmiş kişiyle resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önüne çıkdı. resulullah onu görünce, adı ile çağırdı ve ya'ni işimiz soğudu anlamına gelen ismine işaret etdi. selamete ermek anlamına gelen eslem kabilesinden olduğunu öğrenince de ya'ni selamet bulduk buyurdu. büreydei eslemi, resulullaha siz kimsiniz diye sorunca, ben muhammed bin abdüllahım ve allahü tealanın resulüyüm, buyurdu. bunun üzerine büreydei eslemi hemen, eşhedü en la ilahe illallah ve enneke abdühü ve resulühü diyerek müsliman oldu. yanındaki yetmiş kişi de iman etmekle şereflendiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile beraber yola devam etdiler. medineye bir menzil mesafede bir yerde gecelediler. sabahleyin, büreydei eslemi: ya resulallah! medineye bayraksız girmemiz olmaz diyerek, sarığını çıkarıp bir mızrağın ucuna bağladı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde tutarak yürüdü. böylece medineye girdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ey büreyde! benden sonra, horasan şehrlerinden zülkarneynin kurduğu merv şehrine gidecekşevahidün nübüvve sin. vefatın da orada olacakdır. kıyamet gününde şark ehlinin önderi olacaksın. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi oldu. büreyde radıyallahü anh bir savaşda merv şehrine gitdi ve orada vefat etdi. hadis alimleri demişlerdir ki, şehrler hakkında varid olan hadisi şeriflerden en sıhhatli hadis, büreyde radıyallahü anh hadisidir. büreydenin radıyallahü anh kabri, hakim ibni amr gaffarinin kabrinin yanındadır. hakim ibni amr gaffari resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabındandır. merve emir ve kadi olmuşdur. hicretin ellinci senesinde vefat etmişdir. büreyde radıyallahü anh ise hicretin altmışıncı senesinde vefat etdi. selmani farisi radıyallahü anh müsliman olmadan önce birçok rahib ile sohbet etmiş, pekçok patriğin hizmetinde bulunmuşdu. herbiri ömrünün sonunda başka bir rahibin yanına gitmesini vasıyyet etmişdi. yanında bulunduğu son rahibin de, vefatı yaklaşınca, sizden sonra kimin yanına gideyim, diye sordu. o rahib dedi ki: şu anda yeryüzünde sohbetinde bulunacağın ve sana hayr gelecek bir kimse bilmiyorum. fekat, ahır zeman peygamberinin gönderilmesi yaklaşdı! o peygamber ibrahim aleyhisselamın dini üzere olur. o iki taşlık arazi arasında ve hurma ağacının bol olduğu bir yerde bulunacakdır. iki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü vardır. hediyyeyi kabul eder. sadakayı kabul etmez. selmanı farisi radıyallahü anh o rahibin vasıyyeti üzerine arabistana gitmek üzere yola çıkdı. sonunda medineye ulaşdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret ederken kubada konakladıkları sırada, selmanı farisi radıyallahü anh yanına bir şeyler alıp, resulullahın huzuruna gitdi. götürdüğü şeyleri bunlar sadakadır diyerek takdim etdi. resulullah, eshabına, siz yiyiniz, buyurdu ve kendisi yimedi. selmanı farisi kendi kendine alametin birisi ortaya çıkdı, dedi. bundan sonrasını kendisi şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kubadan medineye gelince, yine yanıma birşeyler alıp, huzuruna gitdim. bunlar hediyyedir, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabıyla birlikde o hediyyeden yidiler. kendi kendime ikinci alamet de temam dedim. sonra bir def'asında daha huzuruna vardım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem baki' kabristanında eshabından birinin cenazesinde idi. üzerinde biri rida, biri de izar olmak üzere iki gömlek vardı. ben nübüvvet mührünü göreyim diye yakın durdum. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni nübüvvet mührünü görsün diye mubarek omuzundan ridasını indirdi. nübüvvet mührünü gördüm. tam rahibin bana ta'rif etdiği gibi idi. elimde olmayarak eğilip, nübüvvet mührünü öpdüm ve ağladım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni huzuruna çağırdı. varıp oturdum. başımdan geçen hadiseleri birer birer anlatdım. hoşlarına gitdi. eshabı kiramın da bunları duymasını istedi. selmanı farisi radıyallahü anh bir yehudinin kölesi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem selmanı farisiye, sahibine söyle, seni bedel karşılığında serbest bıraksın, buyurdu. selmanı farisi radıyallahü anh sahibine çok ısrar etdi. bunun üzerine yehudi onu üçyüz hurma ağacı dikip tutdurması ve kırk kayye gümüş ya'ni dörtbin dirhem gümüş vermesi şartıyla serbest bırakacağını söyledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabına; kardeşiniz selmana yardım ediniz, buyurdu. eshabı kiramın herbiri elinden geldiği kadar yardım edip, üç yüz hurma fidanı topladılar. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ey selman! bunların dikileceği yerleri kazıp, hazırla ve bana haber ver buyurdu. çukurları kazıp, hazırladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendi mubarek elleriyle hurma fidanlarını dikdi. selmanı farisi radıyallahü anhyemin ederek, canım kudretinde olan allahü teala hakkı için, o hurma ağaçlarının temamı tutdu. sonra eshabdan birisi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna yumurta büyüklüğünde halis altın getirdi. bir ma'dinde bulmuşdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem selmanı farisiyi radıyallahü anh çağırıp, al bunu serbest bırakılman için istenen borcunu öde, buyurdu. ya resulallah! zimmetimde kırk kayye borç vardır, bu kafi gelmez, deyince, allahü teala senin borcunu bununla eda eder, buyurdu. bir rivayetde de şöyle bildirilmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yumurta büyüklüğündeki o altını mubarek diline dokundurdu ve bununla borcunu öde buyurdu. selmanı farisi radıyallahü anh onu alıp, yehudiye götürdü. tartdılar, tam kırk kayye çıkdı. ne eksik ne de fazla idi. selmanı farisi radıyallahü anh imana gelmek se'adetine kavuşunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun ne söylediğini anlamak için farisi bilen bir tercüman istedi. farisi ve arabi bilen bir yehudi tüccar buldular. selmanı farisi radıyallahü anh resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem medh ediyor ve yehudi kavmini de kötülüyordu. o yehudi onun sözlerinden alınıp, bu kişi size düşmandır. kötü söz söylüyor, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayret etdi ve bu farslı kimse bize eza yapmaya gelmiş, buyurdu. o sırada cebrail aleyhisselam gelip, selmanı farisinin radıyallahü anh ne dediğini bildirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o yehudiye selmanı farisinin radıyallahü anh söylediklerini birer birer açıkladı. ya muhammed, sen onun lisanını biliyordun da beni neden istedin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bilmiyordum. fekat, cebrail aleyhisselam geldi ve ta'lim eyledi, buyurdu. ey muhammed! bundan önce seni yalanlardım. şimdi anladım ki sen allahın resulüsün. eşhedü en la ilahe illallah ve enneke resulullah diyerek müsliman oldu. bundan sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cebrail aleyhisselama selmana arab lisanını ta'lim eyle, dedi. cebrail aleyhisselam gözünü yumsun ve ağzını açsın, dedi. o da öyle yapdı. ağzının suyundan onun ağzına koydu. o anda selmanı farisi radıyallahü anh arabi konuşmağa başladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kusva adlı devesinin üzerinde, medinei münevvereye girince, uğradığı her mahalle halkı ve her kabile, devesinin yularından tutarak, kendilerine misafir olmasını çok istediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem devenin yularını tutmayınız. o me'murdur, buyurdu. nihayet deve sonradan mescidin yapıldığı yere varıp, oraya çökdü. o arsa sehl ve süheyl adında iki yetimin mülkü idi. deve çökdüğü o yerde biraz durdu. sonra sağına ve soluna bakdı ve kalkıp biraz yürüdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem devenin yularını salıp serbest bırakmışdı. sonra deve ilk çökdüğü yere bakıp, tekrar oraya gelip, orada çökdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem devenin üzerinden indi. ebu eyyub elensari halid bin zeyd radıyallahü anh devenin üzerindeki eşyaları evine götürdü. daha sonra devenin ilk çökdüğü o arsa iki yetimden satın alındı ve orada mescidi nebi yapdılar. halid bin zeyd ebu eyyub elensari, hicri. senede süfyan bin avf kumandasındaki askerler ile istanbula gelen, burada vefat eden büyük sahabi. onun bulunduğu yere eyyub sultan denilir. adlı kitabda şöyle bildirilmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede mescidi nebiyi yapdırırken, hazreti ebu bekre radıyallahü anh bize şöyle birkaç direk lazımdır, buyurdu. hazreti ebu bekr radıyallahü anh mekkede öyle direkler bir evde vardır. keşke burada olsaydı, dedi. bunun üzerine resulullah, burada olmasını ister misin buyurunca, evet isterim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düa etdi. allahü teala o direklere kanat verdi. uçarak medineye geldiler ve ihtiyac olan yere yerleşdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye girince, medinenin kadınları ve çocukları sevinçle ve coşkuyla şu şi'ri söylediler: veda tepelerinden ay doğdu üzerimize, hakka da'vet etdikce, şükr vacib oldu bize. enes radıyallahü anh ise şöyle rivayet etmişdir. beni neccar cariyeleri gelip, def çalarak şu şi'ri okudular: biz beni neccar cariyeleriyiz, muhammed ne güzel komşudur. ümmül mü'minin safiyye radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: babam huyey bin ahtabın ve amcam ebu yasir bin ahtabın çocukları arasında en çok sevdiği bir çocukdum. ne zeman yanlarına varsam, beni severlerdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hicret sırasında kubada konakladığı haberinin geldiği gün, babam ve amcam sabahleyin erkenden resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem görmeğe gitdiler. akşam döndüler. çokyorgun ve kederli görünüyorlardı. zor yürüyorlardı. her zemanki gibi yanlarına vardım. son derece üzgün ve tasalı olmaları sebebiyle bana hiç alaka göstermediler. amcam babama, bu o mudur, dedi. babam, evet vallahi odur, dedi. amcam, sen onu tanırmısın ve isbat edebilir misin deyince, babam evet vallahi ederim, dedi. sonra amcam babama senin gönlünde ne var, dedi. babam dünyada yaşadığım müddetce düşmanlık var dedi! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret etmeden önce, medine halkı abdüllah bin seluli kendilerine reis edinmişlerdi. ona cevherlerle süslü bir tac vermişlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye teşrif edince, medine halkı temamen ona hürmet ve alaka göstermeğe başladılar ve tabi' oldular. ibni selul bir köşede değersiz bir halde kaldı. ona alaka göstermez oldular. bunun üzerine resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem öldürmek veya bir sıkıntı vermek için harekete geçdi. bir gün yehudiler onun yanına toplandılar. bu hususda ba'zı planlar yapdılar. lebid bin asımdan yardım istediler. lebid, falan mahallede hayre adında yaşlı bir kadın var. sihr yapmakda çok ileridir. onu bulun dedi. bulup o kadına on kayye altın ve on top kumaş verdiler. eğer muhammedi helak edersen daha sana çok şeyler vereceğiz, dediler! yaşlı kadın bir güvercin yavrusuna iğneler batırıp, iplikleri düğümleyerek, güvercin yavrusunun üzerine sardı. medinenin dışında harab bir kuyunun içine koyup, ağzını kapatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hastalandı. azaları hareketsiz kaldı. çeşidli ilaclar verdilerse de faide sağlamadı. bu hal dokuz gün devam etdi. sonra cebrail aleyhisselam geldi, durumu haber verdi. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem oraya götürdüler. kuyuyu açıp güvercini çıkardı. fekat iplerdeki düğümleri çözmek mümkin olmadı. cebrail aleyhisselam mu'avvizeteyn surelerini getirdi. ya muhammed aleyhisselam! bu sureleri o düğümlerin üzerine oku, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o sureleri okumağa başladı. her ayeti okudukça düğümlerden biri çözülmeğe ve iğnelerden biri çıkmağa başladı. sureleri temamen okuyunca, düğümlerin de temamı çözüldü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hastalıkdan temamen kurtulup, sıhhate kavuşdu. sonra o mel'un kimseleri çağırıp, azarladı. medine ehalisi onlara öyle cezalar verdiler ki, helak oldular. ammar bin huzeyme şöyle anlatmışdır: evs ve hazrec kabileleri arasında, ebu amirden daha ziyade resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem medh eden yokdu. çünki, yehudiler arasında çok bulunmuş ve onlardan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sıfatlarını işitmişdi. o peygamberin hicret edeceği yer medinedir diye söylemişlerdi. ayrıca din aramak için şama gitmişdi. orada da yehudilerden ve nasranilerden resulullahın vasflarını, şeklini ve şemailini işitmişdi. sonunda medineye dönüp orada yerleşdi. yünden hırka giyer, ruhbanlık iddiasında bulunurdu. daima milleti hanif üzere olduğunu iddia ederdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem gönderilmesini bekledi. nihayet resulullaha mekkede peygamberliği bildirilince bunu işitdi. fekat mekkeye gitmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret edince de, ebu amirin içine bir hased ve nifak düşdü. resulullahın yanına gidip, ey muhammed! ne ile peygamber oldun dedi. dini hanif üzere buyurunca, sen bu dine birşeyler karışdırmışsın, dedi. resulullah bu dini apaçık ve tertemiz getirdim. yehudi ve nasrani alimlerinin benim vasflarım hakkında sana bildirdikleri nereye gitdi, buyurdu. ebu amir, o sen değilsin, dedi. resulullah, yalan söylüyorsun deyince de, yalan söyleyen memleketinden sürülüp garib ölsün, dedi. bu sözleriyle resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden medineye gelmiş olmasını kast ediyordu. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kim yalan söylüyorsa öyle olsun, buyurdu. sonra ebu amir mekkeye gidip müşriklere tabi' oldu. mekke fethedilince taife kaçdı. taif halkı müsliman olunca da, şama gitdi. orada vatanından sürülmüş ve yalnız bir halde, ölüp gitdi. islamiyyetden önce şamda ibni heyyeban adında bir yehudi vardı. bu yehudi medineye gelip yerleşdi. beni kureyza kabilesinin arasında kalırdı. o kabileden biri şöyle demişdir. asla onun gibi edeb ve şartlarını gözeterek namaz kılan kimse görmedim. ne zeman kıtlık olsa, yağmur düası için onun yanına giderdik. bize sadaka vermemizi söylerdi. sadakadan sonra düa ederdi. biz henüz yanından ayrılmadan yağmur yağmağa başlardı. vefatı yaklaşıp yakında öleceğini anlayınca, bize vasıyyet ederek şöyle dedi. ey yehudi cema'ati! biliyor musunuz ben niçin ni'meti bol olan şamı terk edip de, kıtlık bulunan bu medine şehrine gelip, burayı kendime vatan edindim! allah bilir dediler. bunun üzerine dedi ki: ben buraya şu sebeble geldim. ilahi kitablarda okudum ve anladım ki, ahır zeman peygamberinin gelmesi yaklaşmışdır. bu şehr onun hicret yeri olacakdır. dini burada kuvvet bulacakdır. ümmid ediyordum ki, ona hizmetle ve tabi' olmakla şerefleneyim. ona iman ederek dalaletden hidayete kavuşayım. fekat kesin olarak anladım ki, fırsat elvermedi! ömrüm o zemana yetmedi! sakın, sakın! gaflet etmeyiniz! cahillik ve inad yoluna gitmeyiniz. o peygamberin zuhuru zemanı yaklaşdı. ona iman etmekde yarışanlardan olmağa çalışınız. ona iman edip tabi' olarak, hidayete erip, dalaletden kurtulunuz. o kendisine muhalefet edenleri öldürecek, kadınlarını ve çocuklarını esir alacakdır. bu durum ona tabi' olmanıza engel olmasın. zira o bu işle emr olunmuşdur! zeman geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni kureyza kabilesini kuşatdı. aralarından ibni heyyebanın vasıyyetini işitenler: ey kureyza oğulları. bu ibni heyyebanın haber verdiği peygamberdir dediler. diğerleri bu o değildir, dediler. fekat vasiyyeti işiten insaflılar, vallahi odur diyerek hemen kal'adan aşağı inip iman etdiler. canlarını, mallarını ve ailelerini kurtardılar. rüfaa bin rafi' radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bedr gazasında kardeşim hallad bin rafi' ile birlikde bir deve yavrusuna binmişdik. devemiz ravha denilen yere varıncayorulup kaldı. kardeşim, ya rabbi! eğer bu deve bizi medineye geri götürürse, bunu kurban edeceğim, dedi. biz o halde iken bir de bakdık ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çıka geldi. bizi o halde görünce su istedi. verdik. mubarek ağzını çalkaladı ve bir abdest alıp suyunu bir kabın içinde topladı. sonra biz o devenin ağzını açdık, bu sudan dökdü. sonra başına, boynuna, gövdesine ve kuyruğuna dökdü. bize, binin buyurdu ve kendisi gitdi. biz o deveye binip, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yetişdik. seferde o deve bizi koşarak taşıdı. bedr savaşından dönüp medineye ulaşınca, devemiz yine çöküp kaldı. kardeşim onu kesip, etini fakirlere paylaşdırdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bedr gazasında, mubarek eliyle, şurada falan kimse, şurada falan kimse öldürülecek diye belli yerleri gösterdi. aynen buyurduğu gibi, kimin nerede öldürüleceğini gösterdiyse, orada öldürüldü. emirül mü'minin hazreti ömer radıyallahü anh buyurdu ki: resulullahı peygamber olarak gönderen allahü tealaya yemin ederim ki, kimin nerede öldürüleceğini gösterdiyse, orada öldürüldü. bedr gazasında, müşriklerden bir takım gençler savaşa gitmemişdi. gece ay ışığı altında birbirleriyle konuşup, birşeyler anlatıyorlar ve şi'rler okuyorlardı. o sırada aniden bir ses işitdiler. birkaç okundu ve hanif cema'ati zafere ulaşdı diyordu. sesin geldiği yere gitdiler. fekat kimseyi göremediler. çok korkup geri döndüler. hicre geldiler. orada yaşlılardan bir gurub kimse oturuyordu. durumu onlara anlatdılar. yaşlı kimseler, eğer söylediğiniz doğru ise, muhammed zafere ulaşmışdır. çünki muhammede ve eshabına hanif derler. aradan bir gece geçdi. bedr savaşında müşriklerin mağlub olduğu, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem müşriklere karşı zafere ulaşdığı haberi geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkeden hicret edince, ukbe bin mu'ayt şu ma'nada iki söyledi: ey kusvaya binip bizden ayrılan kimse! az sonra beni atımın üzerinde yanında göreceksin. mızrağımı size kaldırıp kanınızla ıslatacağım. kılıcım da sizi parçalayacakdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu beytleri işitince: ya rabbi! onu burnunun üzerine düşür, sar'a hastalığı ver diye beddüa etdi. bedr gazasında atı huysuzluk yapdı. eshabdan biri onu esir alıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna getirdi. boynunun vurulmasını emr buyurdular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bedr gazasına eshabı talüt adedince, ya'ni üçyüzonüç sahabi ile çıkdı. kitabında vardır. bu kitab, hakikat kitabevi tarafından basdırılmışdır. onlar için şöyle düa etdi. allahım onlar yalın ayakdır, onların gitmelerine yardım eyle. elbiseleri yokdur, onları giydir. açdırlar, onları doyur. onlardan hiç biri, ganimete kavuşmadan dönmedi. hepsinin karınları tok olarak, elbiseleri ile ve birer ikişer deveye sahip olarak döndüler. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh şöyle demişdir: meali şerifi, olan kamer suresi. ayeti kerimesi nazil olunca, bu ne demekdir, diye düşünüyordum. bedr gazasında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zırhını giyerken bu ayeti kerimeyi okuduğunu duydum. o zeman ayeti kerimede neye işaret olunduğunu yakinen anladım. bedr gazasından, bir gece önce, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem askerleri üzerine öyle bir uyku basdı ki, kalkmak isteseler de kalkamıyorlardı. zübeyr radıyallahü anh diyor ki, birazcık doğrulmak istesek, elimizde olmadan düşüp uyuyorduk. eshabı kiramın hepsi bu halde idiler. rufaa bin rafi' şöyle demişdir. o gece üzerime öyle uyku basdı ki, ihtilam oldum, gusl etdim. müşriklerin ordusu resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yakınında konaklamışdı. fekat korkularından hiçbiri kımıldayamıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ammar bin yaseri ve ibni mes'udu radıyallahü anhüma müşrikler hakkında haber getirmeleri için gönderdi. gidip haber getirdiler. ya resulallah! kureyşlileri öyle bir korku kaplamışdır ki, atları bir ses çıkarsa, atların başlarına vuruyorlar, dediler. emirül mü'minin ali radıyallahü anh bedr gazasının yapıldığı gün, bedr kuyusundan su çekiyordu. şöyle anlatmışdır: aniden kuvvetli bir yel esip geçdi. böyle kuvvetli bir yel hiç görmemişdim. arkasından bir kuvvetli yel daha esip geçdi. öncekinden daha kuvvetli idi. üçüncü olarak bir kuvvetli yel daha esip geçdi. ilk yel cebrail aleyhisselamın yeli idi. yanında bin melek vardı. ikinci yel, mikail aleyhisselam ve yanında bin melekle geçip giderken çıkardığı yel idi. üçüncü yel, israfil aleyhisselam ve yanında bulunan bin melek ile geçerken çıkardığı yel idi. mikail aleyhisselam, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sağında duruyordu. ebu bekri sıddik radıyallahü anh da orada idi. israfil aleyhisselam sol tarafda duruyordu. ben de orada idim. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle rivayet etmişdir. ensardan biri resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve şöyle dedi. ya resulallah! müşriklerden birinin peşine düşdüm. daha bir adım atmadan başımın üstünde bir kamçı sesi ile atını sür'atle süren müşriğin sesini işitdim. bir de bakdım ki, yüzüstü düşmüşdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: o melek idi, gökden yardım için inmişdi. o gün ebu bürde radıyallahü anh da resulullahın huzuruna üç kesik baş getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem memnun oldu ve sağ elin daima muzaffer olsun, buyurdu. ebu bürde; ya resulallah! bu başların ikisini ben kesdim. üçüncü başı beyaz elbiseli, güzel yüzlü bir yiğit kesdi ve ben aldım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu inayeti rabbani ve mededi asumanidir. allahü tealadan gelen yardımdır, buyurdu. birçok kimseden şöyle dedikleri rivayet edilmişdir. kureyş müşriklerinden bedr savaşı günü kime hücum etsek daha kılıç vurmadan başı düşerdi. bedr savaşında müşrikler mağlub oldular. bedrden kaçıp, mekkeye dönünce, aralarında bulunan ebu süfyan bin harbe, ebu leheb savaşın durumunu sordu. ey ebu leheb! düşmanlarımız silah kuşanmışlar. onlar ne tarafa hücum etseler vuruyorlar. onların yanında gök ile yer arasında beyaz tenli ve gösterişli atlara binmiş kimseler gördüm. biz onların karşısında dayanmaya asla güç yetiremedik, dedi. ibni abbas radıyallahü anhüma rivayet etmişdir: beni gıfar kabilesinden biri şöyle anlatdı: ben ve amcamın oğlu yeni müsliman olmuşduk. bedr savaşında bir tepenin üstüne çıkıp, savaşı seyrederek bekledik. hangi taraf galib gelirse, onların arasına katılıp, ganimet alacakdık. üstümüzden aniden bir bulut geçdi. bulutun içinden at kişnemeleri işitiyorduk. o sırada birisi ileri ya hayzum diyordu. bu heybetden amcamın oğlu öldü. ben de neredeyse ölüyordum. hayzum cebrail aleyhisselamın atının adıdır. bedr gazasında ebul yüsr ka'b bin amr radıyallahü anh, abbas bin abdülmuttalibi radıyallahü anh esir etmişdi. halbuki kendisi çok za'if, abbas bin abdülmuttalib ise çok cüsseli idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem nasıl esir etdin diye sorunca, bana heybetli ve kuvvetli birisi yardım etdi. onu önceden görmemişdim, sonra da göremedim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sana bir melek yardım etmiş, buyurdu. resulullahın amcası abbas bin abdülmuttalib radıyallahü anh, bedr gazasında müslimanların eline esir düşdü. yanında yirmi kayye ya'ni ikibin dirhem altın vardı. müşriklere harcamak için getirmişdi. çünki onlardan herbiri on müşrik askerini doyurmayı üzerine almışdı. o da bunu üzerine alanlardan biri idi. savaşda henüz ona doyurma sırası gelmemişdi. kendisi şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o altınları benden alınca, ya muhammed! esirlikden kurtulmak için, o altınları fidyem olarak hesaba kat dedim. düşmanıma yardım için getirdiğin şey fidyene katılmaz. fidye bedeli olarak başka mal vereceksin, buyurdu. bunun üzerine dedim ki, ya muhammed! beni o hale düşürürsün ki, ömrüm boyunca dilencilik mi yapayım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, benimle savaşa gelirken, diyerek, gece yarısı zevcen ümmü fazıla verdiğin altınlar ne oldu, buyurdu. sen onu nereden biliyorsun deyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bana allahü teala bildirdi, dedi. bunun üzerine dedim ki, sen hakikaten peygambersin. zira o altınları ümmü fazıla verdiğimi allahdan başka kimse bilmiyordu. ben şehadet ederim ki, allahdan başka ilah yokdur ve sen onun resulüsün, dedim. ukaşe bin mıhsan radıyallahü anh bedr gazasında düşmanla çarpışırken kılıcı iki parçaya ayrıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun eline bir ağaç dalı verdi ve bununla savaş buyurdu. ağaç dalını eline alıp sallamaya başlayınca, iyi bir kılıç halini aldı. bütün savaşlarda o kılıç ile savaşdı. o kılıcı mürtedlerle yapılan savaşda şehid düşdüğü güne kadar kullandı. o kılıca avn adını vermişlerdi. bedr gazasında ümeyye bin halef, habib hazretlerine radıyallahü anh bir kılıç darbesi vurarak, kolunu omuzundan kesdi. sonra habib radıyallahü anh, ümeyye bin halefi öldürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti habibin kolunu yerine koydu. allahü teala sıhhat verdi, kolu iyileşdi. bedr gazasında, katade bin nu'manın radıyallahü anh gözüne bir nesne dokundu ve gözünü çıkardı. gözü yüzü üzerine sarkdı. kavmi onu keselim, fekat önce resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem sorup, istişare edelim dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem katadeyi radıyallahü anh huzuruna çağırdı. yanağına sarkmış olan gözünü yerine yerleşdirdi ve mubarek eliyle sıvazladı ve gözü iyileşdi. öyle ki hangi gözü çıkmışdı bilemediler. saib bin hubeys radıyallahü anh, emirül mü'minin ömer bin hattab radıyallahü anh zemanında şöyle anlatmışdır: vallahi beni bedr gazasında kimse esir etmedi. fekat kureyş müşrikleri ile birlikde ben de kaçıyordum. beyaz tenli, uzun boylu bir kimse, gösterişli bir ata binmiş, havada üzerimden yetişdi ve beni tutup bağladı. abdürrahman bin avf radıyallahü anh gelip beni bağlı buldu. bunu kim bağladı diye bağırarak sordu. hiç kimse cevab vermedi. sonra beni resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdü. resulullah bana seni kim tutdu, ey ebu hubeys, dedi. durumu bildirmek istemediğim için bilmiyorum, dedim. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem seni meleklerden bir melek tutdu, buyurdu. sonra abdürrahman bin avfa esirini al götür buyurdu. o söz hiç hatırımdan çıkmadı. fekat müsliman olmam gecikdi, sonunda müsliman oldum. bedr vak'ası oldukdan sonra, umeyr bin vehb elcühami, safvan bin ümeyye ile bir gün bedr savaşında uğradıkları hezimeti konuşuyorlardı. umeyr bin vehbin oğlu bu savaşda esir düşmüşdü. safvan, işimiz karışdı, dedi. umeyr bin vehb de doğru söylüyorsun, bundan sonra yaşamanın tadı kalmadı. eğer borçlarım olmasaydı ve çoluk çocuğumun perişan olmasından korkmasaydım, muhammedi öldürmek için medineye giderdim. çünki, muhammed medine pazarında yalnız başına dolaşıyormuş ve herkesle konuşuyormuş. ayrıca oğlum orada esir olduğu için, bir behanem de var dedi. bunun üzerine safvan, borçlarını ben ödeyeyim. çoluk çocuğunun geçimini de üzerime alayım. yeter ki sen bu işi yap dedi. böylece anlaşdılar. safvan, umeyrin yol hazırlığını yapdı. kılıcını da bileyip, zehrli su verdi. umeyr, bu sır aramızda kalsın. sakın kimse farkına varmasın diye tenbih etdikden sonra, medineye gitmek üzere yola çıkdı. medineye varınca, mescidin önünde hayvanından inip, bineğini bağlayıp, kılıcını kuşandı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına gitmek üzere yürüdü. o sırada emirül mü'minin ömer bin hattab radıyallahü anh bir cema'at ile birlikde oturuyordu. ümeyri görür görmez, bu köpeği tutunuz! o allahın düşmanıdır. bedr savaşında kavmini bizimle savaşmağa teşvik ediyordu. bizim ordumuzun az olduğunu kavmine haber veriyordu, dedi. bunun üzerine onu yakaladılar. hazreti ömer, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, durumu arz etdi. resulullah onu getiriniz, buyurdu. hazreti ömer bir eliyle umeyrin kılıcının bağını boynuna takıp bağladı ve sıkıca tutdu. bir eliyle de kılıcın kabzasından tutdu. böylece resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdü. ensardan ba'zılarına da, resulullahın önünde oturun ve bunun saldırmasını engelleyin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu durumu görünce, ey ömer onu salıver, buyurdu. sonra, yaklaş ey umeyr! niçin geldin, dedi. oğlum esir olmuşdu, onun için geldim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem doğru söyle, doğruyu söylemedikçe kurtulamazsın, buyurdu. o yine esir oğlu için geldiğini söyledi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: safvan bin ümeyye ile oturup, bedr savaşının hezimetini konuşmadınız mı? o senin borcunu ve ailenin geçimini üzerine alıp, sen de beni katl etmek için gelmedin mi? sen beni öldürmek için geldin! fekat allahü teala seni maksadına kavuşdurmadı, buyurdu. umeyr bunları işitince hakikati anladı ve sen allahü tealanın resulüsün. şimdiye kadar cahilliğimden seni inkar etmişim. zira bu işi benden ve safvandan başka hiç kimse bilmiyordu. bunu sana ancak allahü teala haber verdi ve beni müsliman olmakla şereflendirdi, diyerek müsliman oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, kardeşinize islamiyyetin hükmlerini ve kur'anı kerimi öğretiniz, buyurdu. umeyr bir müddet sonra mekkeye dönmek üzere müsaade istedi. mekkeye döndükden sonra, pekçok kimse onun vasıtasıyla müsliman olmakla şereflendi. haris bin ebi dırar, bedr savaşında esir düşen yakınlarını fidye karşılığında kurtarmak için birkaç deve ve bir cariye alıp, medineye geldi. yolda develeri ve cariyeyi bir yere sakladı ve eli boş bir halde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna çıkdı. fidye olarak ne getirdin buyurdu. hiç bir şey getirmedim, dedi. falan yere sakladığın develer ve cariye ne oldu deyince, haris hemen kelimei şehadeti söyleyerek müsliman oldu. çünki, develeri ve cariyeyi sakladığını kendisinden başka kimse bilmiyordu. benim yanımda kimse yokdu ve benden önce de kimse gelmedi, dedi. kabbas bin eşyem elkenani radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bedr savaşında müşrikler tarafında idim. müslimanların az oluşu ve bizim askerlerimizin, süvarilerimizin çokluğu hala gözümün önündedir. bizim askerlerimizin herbirinin nereye baksam kaçışdıklarını görünce, içimden kendi kendime böyle bir iş görmedim. savaşdan ancak kadınlar kaçar dedim. sonra ben de kaçıp mekkeye döndüm. bir müddet sonra gönlüme islamiyyetin merakı düşdü. medineye gideyim, bakayım muhammed sallallahü aleyhi ve sellem neye da'vet ediyor, bir göreyim dedim. medineye varınca, resulullahın nerede olduğunu sordum. işte mescidin gölgesinde, eshabı ile oturuyor diyerek gösterdiler. yaklaşıp selam verdim ve eshabı arasında onu bildim. bana ey kabbas! sen bedr savaşında ben böyle bir iş görmedim. savaşdan ancak kadınlar kaçar diyen kimse değilmisin, buyurdu. bunun üzerine ben şehadet ederim ki, sen allahın resulüsün. zira o sözü dilimle söylemedim, içimden geçdi ve hiç kimseye de açıklamadım, bir sırdı. eğer sen allahü tealanın resulü olmasaydın, kalbdeki sırra muttali' olamazdın, dedim. mubarek elini tutup bi'at ederek, müsliman oldum. asma binti mervan, beni ümeyye bin zeydden idi. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem devamlı sıkıntı verir ve her yerde müslimanların aleyhinde konuşurdu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem bedr savaşına gitdiği sırada, o mel'un islamiyyeti kötüleyen şi'rler söylemişdi. ümeyr bin adi elhutami radıyallahü anh, ama olması sebebi ile savaşa gidemeyip, medinede kalmışdı. onun bu şi'rlerini işitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye dönünce, asma binti mervanı öldüreceğim diye, allah için ahd etdi. resulullah medineye döndükden sonra umeyr, bir gece yarısı asma binti mervanın evine gidip, içeri girdi. çocukları etrafında uyuyorlardı. memesi küçük oğlunun ağzında olduğu halde uyumuşlardı. çocuğu geriye çekip kılıcını asmanın göğsüne koyup bastırınca, kılıç arkasından çıkdı. sabah namazını resulullah ile sallallahü aleyhi ve sellem kıldı. resulullah ona bakıp: ey ümeyr! mervanın kızını öldürdün mü buyurdu. evet ya resulallah, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü eshabı kiramdan tarafa çevirdi ve allahü tealanın ve resulünün gaibden yardımına çalışan bir kimse görmek isterseniz, umeyr bin adiye bakınız, buyurdu. hazreti ömer radıyallahü anh gecesini ibadetle geçiren bu ama mı dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ama deme, ki o görür buyurdu. da'sur bin haris bin muharib, beni haris ve beni sa'lebe kabilesinden bir gurupla medine çevresini basmak için harekete geçmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dörtyüz elli kişilik bir kuvvetle onlara karşı medineden hareket etdi. beni sa'lebe kabilesinden bir kişi resulullahın huzuruna gelip müsliman oldu. ya resulallah! onlar sizinle harbe cesaret edemezler, dedi. resulullah yerlerini öğrendi. oraya vardıklarında, hepsi eşyalarını dağlara saklayıp kaçmışlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zaemr denilen yere doğru hareket edip, üç gün orada kaldı. dördüncü gün bir ihtiyac için eshabın arasından ayrılmışdı. yağmur yağdı ve kaftanı ıslandı. kurutmak için çıkarıp bir ağacın altına oturdu. köylüler dağbaşından resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem yalnız bir halde görüp, da'sur bin harise haber verdiler. kılıcını çekip yürüdü ve resulullahın yanına yaklaşıp, seni benim elimden kim kurtarabilir, dedi. allahü teala kurtarır buyurdu. o anda cebrail aleyhisselam gelip, da'surun göğsüne bir darbe vurarak yere yıkdı ve kılıcı elinden düşdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem da'surun kılıcını alıp, seni benim elimden kim kurtarır, dedi. da'sur, hiç kimse kurtaramaz deyip, kelimei şehadeti söyleyerek müsliman oldu. savaş için artık asla asker toplamayacağına söz verdi. .evahidün nübüvve uhud savaşında, islam ordusunun zor anlar yaşadığı sırada, müşriklerden übeyy bin halef bir ata binmiş, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem doğru sürüyordu ve bugün eğer sen sağ kalırsan, ben sağ kalmayayım diye hücum ediyordu. resulullah, haris bin sameh ve süheyl bin hanifin arasında siperlenmişdi. übeyy bin halef bir hamle yapdı. mus'ab bin umeyr kendisini resulullaha siper etdi. übeyy bin halef, mu'sab bin ümeyre bir mızrak vurarak şehid etdi. süheyl bin hanifin elinde kırık bir mızrak vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kırık mızrağı alıp, onunla übeyy bin halefin koltuğunun altından vurdu. o anda übeyy bin halef atını geri çevirip kaçdı. kavminin arasına varınca, sığır gibi böğürüyordu! ebu süfyan, bir diken yarası kadar küçük bir yaradan dolayı böyle ne bağırıyorsun, dedi. übeyy bin halef, bana mızrağı kim vurdu biliyormusun! muhammed vurdu. birgün bana mekkede senin benim elimde helak olman yakındır demişdi. anladım ki onun bu darbesiyle öleceğim. ben bu yaradan kurtulamam. benim bu yaradan çekdiğim acıyı bütün hicaz halkına paylaşdırsalar hepsi ölür, dedi. sonra nara vurup, feryad ederek canı cehenneme gitdi. yehudi alimlerinden mıhrık adında meşhur bir kimse vardı. malı, mülkü, hurmalıkları son derece çok olup, hesaba gelmezdi. fekat kendi dinlerine sevgisi, ayinlerine alışkanlığı ve kavmine bağlılığı ve ayblamalarından çekinmesi sebebiyle müsliman olmakdan mahrum kalmışdı. uhud savaşının yapıldığı gün pazar günü idi. mıhrık, yehudilere, bilesiniz ki bugün muhammede yardım etmek sizin üzerinize vacibdir, dedi. onlar, bu gün pazar günüdür deyince, mıhrık, artık pazar gününün hükmü kaldırıldı, dedi. sonra kendisi hemen silahını kuşanıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına gidip, savaşa katıldı. kavmine şöyle vasıyyet etmişdi. eğer bugün beni öldürürlerse, bilmiş olunuz ki bütün malım muhammedindir sallallahü aleyhi ve sellem. sonunda mıhrık öldürüldü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yehudilerin en hayrlısı mıhrıkdır, buyurdu. bütün malını alıp, medinede sadaka olarak dağıtdılar. eshabı kiram arasında kazman adında bir kimse vardı. eshabı kiram uhud savaşına gidince, o medinede kalıp savaşa katılmamışdı. kadınlar senin bizden farkın yok deyince utanarak, gidip savaşa katıldı. müşriklerle şiddetle ve çok gayret göstererek savaşıyordu. onun bu halini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiler. o cehennem ehlindendir, buyurdu. eshabı kiram hayret etdiler. kazman kendi kendine kaçmakdan ölmek yeğdir, diyordu. o kadar savaşdı ki, müşriklerden yedi kişi öldürdü. kendisi de bir çok yerinden yaralandı. eshabı kiramdan ba'zıları onu savaş sırasında yaralı halde görüp şehidlik sana afiyet olsun ey kazman dediler. bunun üzerine kazman şöyle dedi: yemin ederim ki ben din için savaşmıyorum. kureyşin bize galib gelerek hurma bağçelerimizi harab etmelerinden korkduğum için savaşıyorum, dedi! yaraları ona o kadar acı veriyordu ki, kılıcını göğsüne dayayıp kendini öldürdü. eshabdan ba'zıları onun durumunu bilmedikleri için resulullaha kazman müşriklerden yedi kişi öldürdü ve şehid oldu, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. sonra kazmanın gerçek halini açıklayıp, buyurdu. bundan sonra eshabı kirama dönüp, buyurdu. mus'ab bin umeyr radıyallahü anh, uhud savaşında muhacirlerin sancağını taşıdı. o gün ibni kamie onu resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zan etdi. bir kılıç darbesi vurarak, sağ kolunu kesip düşürdü. mus'ab bin umeyr radıyallahü anh sancağı sol eliyle tutup, meali şerifi olan ali imran suresinin. cü ayeti kerimesini okudu. ibni kamie atlı idi. geri dönüp bir kılıç darbesi daha vurarak sol kolunu da düşürdü. mus'ab bin umeyr radıyallahü anh sancağı pazuları arasında tutarak yere düşürmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı hazreti aliye radıyallahü anh verinceye kadar öyle tutdu. eshabı kiramdan hanzala bin ebi amir radıyallahü anh cemile binti abdüllah ibni ebi selul ile evlenmişdi. o zifaf gecesinde iken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramla uhud savaşına gitmişdi. hanzalaya radıyallahü anh bu gece hanımın ile birlikde ol buyurmuşdu. o gece hanzala radıyallahü anh sabah namazını kılıp, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yetişmek için yola çıkacakdı. çıkarken hanımı eteğine yapışıp halvet taleb etdi. fekat daha önceden, yakınlarına haber verip, dört kimseyi şahid olarak hazırladı. hanzala radıyallahü anh onunla zifafa girdi. gusl abdesti almak icab etdi. fekat savaşa yetişemem ve cihaddan mahrum kalırım korkusuyla gusl abdesti almağa vakt bulamadan, silahını kuşanıp, yola çıkdı. uhuda varıp, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ulaşdığı sırada askerler savaş için saflara dizilmişdi. savaş başlayınca düşmanla çok şiddetli savaşdı. eshabı kiramdan ba'zıları şehid düşdü. hanzala radıyallahü anh ebu süfyan bin harble karşı karşıya geldi. ebu süfyanın atına bir darbe vurup onu atdan yere yıkdı. hemen göğsünün üzerine oturdu. öldüreceği sırada ebu süfyan, ey kureyşliler ben ebu süfyan bin harbim, diye yardım istedi. gelip kurtardılar. hanzala radıyallahü anh savaşa devam edip, öyle savaşdı ki müşriklerden bir çoğunu öldürdü. sonunda onu şehid etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramla müşriklere karşı galib gelip savaş bitince, dağın eteğine doğru bakdı. oraya bakın kim var, orada melekler gümüş leğen getirerek ona yağmur suyu ile gusl abdesti aldırıyorlar, buyurdu. ebu üseyd sa'id radıyallahü anh şöyle demişdir. gidip oraya bakdım. hanzala şehid olmuş yatıyordu ve başından sular damlıyordu. bu durumu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdim. bunun üzerine onun durumunu sordurmak için hanımına bir kimse gönderdi. hanımı savaşa giderken gusl abdesti alması gerekiyordu. yetişemem diyerek gusl abdesti alamadan gitdi, dedi. yine hanımına, onunla zifafa girdiğine niçin şahidler tutdun diye sordular. dedi ki, rü'yamda gökden bir kapı açıldığını gördüm. hanzala radıyallahü anh o kapıdan içeri girdi ve kapı kapandı. anladım ki hanzala şehid olacak, bunun için şahidler tutdum. haris bin samma radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: uhud savaşında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem uhud dağında idi. bana abdürrahman bin avfı gördün mü, buyurdu. gördüm ya resulallah, dağdan aşağı indi. müşriklerden bir gurub etrafını sardı. ona yardım etmek istedim. sizi görünce yanınıza geldim, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona melekler yardım ediyor ve müşriklerle savaşıyorlar, buyurdu. bunları işitince geri dönüp, abdürrahman bin avfın yanına gitdim. bakdım ki, müşriklerden yedi kişinin ölüsü yanında duruyordu. daima muzaffer olasın. bunları sen mi öldürdün, dedim. şu ikisini ben öldürdüm. diğerlerini bir kimse öldürdü. fekat ben o kimseyi hiç tanımam dedi. o bunları söyleyince, kendi kendime, doğru söyledin ya resulallah, dedim. uhud savaşında müslimanların sıkıntılı anlarında, katade bin nu'man radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanından asla ayrılmadı. gözüne bir darbe vuruldu ve gözü çıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem gözünü yerine yerleşdirdi. gözü iyileşip, öncekinden daha iyi görmeğe başladı. rivayetlerin çoğunda böyle bildirilmişdir. fekat bir rivayetde de bu hadisenin bedr savaşında geçdiği bildirilmişdir. nitekim anlatıldı. emirül mü'minin ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: uhud savaşında islam ordusu dağıldığı sırada, dikkat ediniz haber veriyorum. muhammed öldürüldü diye bir ses duydum. öldürülenler arasına bakdım. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem bulamadım. vallahi resulullah öldürülmemişdir ve o asla kaçmaz. allahü teala bize gazab edip, onu aramızdan aldı. benim için ölünceye kadar savaşmakdan daha iyi bir iş yokdur. resulullahın cemali olmayınca dünyaya dönüp bakmam, dedim. sonra kılıcımın kınını kırdım ve savaşarak şehid olmağa karar verdim. müşriklerden bir topluluğun üzerine hücum etdim. darmadağın oldular. bir de bakdım ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onların arasında imiş, etrafını sarmışlar! allahü tealanın emriyle, melekler onu korumuşlar ve müşriklerden bir zarar gelmemiş. ebu bera, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem iki atı ve iki deveyi hediyye olarak gönderdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eğer bir müşrikin hediyyesini kabul etseydim, ebu beranın hediyyesini kabul ederdim, buyurdu. dediler ki, ya resulallah! onun büyük bir çıbanı var, hiçbir ilac faide vermemiş. şifaya kavuşmak için size bu hediyyeleri göndermiş. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eline bir kesek alıp mubarek ağzının suyunu bu keseğe sürdü. bunu suya koysun ve suyundan içsin buyurdu. ebu bera böyle yapdı ve tam şifaya kavuşdu. hicretin dördüncü senesinde vuku' bulan reci' gazvesinde, asım bin sabit radıyallahü anh şehid oldu. düşmanlar başını kesip, sa'd kızı selakiye götürmek istediler. asım bin sabit radıyallahü anh, uhud savaşında o kadının kardeşini öldürmüşdü. bu sebeble her kim asımın başını getirirse ona yüz deve vereceğim ve asımın kafa tasıyla şerab içeceğim diye ahd etmişdi. allahü teala asım bin sabitin radıyallahü anh cesedinin çevresine pekçok arı gönderdi. başını kesmek için kim yaklaşırsa, arılar yüzünden gözünden sokup şişiriyorlardı. neredeyse öleceklerdi. gece arılar çekilir, o zeman gelip başını kesip alırız diyerek, dönüp gitmek zorunda kaldılar. gece yağmur yağdı. büyük bir sel gelip, asım bin sabitin radıyallahü anh cesedini alıp götürdü. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh şöyle demişdir: asım bin sabit hiçbir müşriği kendine dokundurmamak için söz vermişdi ve sözünde durdu. şehid oldukdan sonra da allahü teala onu kafirlerin dokunmasından korudu. habib bin adi radıyallahü anh reci' vak'asında esir düşdü. onu mekkede müşriklere yüz deveye satdılar. müşrikler onu uzun zeman habs etdiler. bir gün bakdılar ki, taze üzüm yiyordu. halbuki o sırada mekkede asla taze üzüm yokdu. bu üzümü nereden buldun diye sordular. bu allahü tealanın bana verdiği bir rızkdır, dedi. müşrikler mekkede habib bin adiyi radıyallahü anh i'dam ederek şehid edecekleri sırada, habib bin adi onlara beddüa etdi. hazreti mu'aviye şöyle anlatmışdır: habib beddüa edince, babam ebu süfyan onun beddüasından korkarak beni yere yatırdı. fekat beni öyle hızlı yere çarparak yatırdı ki, uzun zeman onun acısı geçmedi. arablar arasında şöyle bir inanış yaygındı. kim beddüa sırasında yere yatarsa beddüa ona te'sir etmez, diye inanırlardı. habib bin adinin radıyallahü anh darağacına asılarak şehid edildiğini seyredip görenler, aradan bir sene geçmeden, çok azı dışında, her birinin başına bir bela gelerek helak oldular. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh sa'id bin amire humusda bir vazife vermişdi. sa'id bin amir zeman zeman kendinden geçer, çevresinden habersiz kalırdı. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh onun böyle kendinden geçmesinin sebebini sordu. şöyle cevab verdi: habibi radıyallahü anh darağacına bağlayıp, şehid edecekleri sırada orada idim. her ne zeman o hadiseyi hatırlasam, böyle kendimden geçerim, dedi. habib bin adinin i'damı şöyle vuku' bulmuşdu: onu bir darağacına bağladıklarında şöyle dedi: ya rabbi! resulün sallallahü aleyhi ve sellem her neyi teblig edip bildirmişse, biz ona iman etdik. şu anda burada benim selamımı resulüne iletecek bir kimse yok ki, söylesin dedi. üsame radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: o gün mekkede habibin radıyallahü anh şehid edileceği sırada, biz medinede birkaç kişi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda idik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı arasında oturuyordu. üzerinde vahy gelince görülen hal görüldü. mubarek başını kaldırıp, ve aleyhisselam ve rahmetullah, dedi. sonra mubarek gözlerinden gözyaşları akdı. sonra, kardeşim cebrail aleyhisselam allahü sübhanehü ve teala tarafından bana, habibin selamını getirdi, buyurdu. habibin darağacına asılarak şehid edildiği haberini alınca da, habibi o darağacından indiren kimsenin kıyamet gününde mükafatı cennetdir, buyurdu. zübeyr bin avvam radıyallahü anh ve mikdad bin esved radıyallahü anh bu iş için hazırlanıp yola çıkdılar. geceleri yol alıyorlar, gündüzleri de gizleniyorlardı. böylece mekkeye ulaşdılar. bir gece o darağacının bulunduğu yere gitdiler. birkaç kişiyi bekçi olarak koymuşlardı. bekçilerin hepsi uyumuşdu. habibi radıyallahü anh yavaşca darağacından yere indirdiler. bakdılar ki eli yarasının üzerinde idi. o yarasından devamlı taze kan akıyordu. kanı misk gibi kokuyordu. şehid edildikden sonra, aradan kırk gün geçmesine rağmen vücudu hiç bozulmamış, taptaze duruyordu. zübeyr bin avvam radıyallahü anh onun cesedini atının arkasına aldı ve oradan ayrıldılar. fekat müşrikler haberdar oldular. peşlerine yetmiş kişi düşüp ta'kibe başladılar. zübeyr bin avvam ve mikdad bin esved radıyallahü anhüma müşrikler yaklaşınca habibi yere koydular. o anda yer yarılıp habibin radıyallahü anh cesedini yutdu. bu sebeble ona yerin yutduğu şehid diye lakab verilmişdir. zübeyr bin avvam ve mikdad bin esved müşriklerle çarpışarak onları geri çevirdiler. medineye dönüp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna giderek hadiseyi anlatdılar. o sırada cebrail aleyhisselam gelip; ya muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, ılliyyin melekleri ümmetinden bu iki kişiyle övünüyorlar diye haber verdi. hicretin dördüncü senesi idi. hayberde insanları müslimanlara karşı kışkırtan selam bin ebi hukayk diye birisi vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onu öldürmeleri için, eshabı kiramdan beş kişi gönderdi. bu beş sahabiden biri de ebu katade radıyallahü anh idi. haybere gitdiler. geceleyin selam bin ebi hukaykın evine girerek, onu öldürdüler. sonra oradan ayrıldılar. ebu katade yayını orada unutdu. almak için geri döndü. her nasılsa ayağı yaralandı. büyükçe bir yara idi. ba'zıları da ayağının kırıldığını rivayet etmişlerdir. sargı ile ayağını sarıp arkadaşlarına yetişdi. arkadaşları onu nöbetleşe taşıdılar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdüler. resulullah mubarek eliyle ayağını sıvazladı. o anda yarası iyileşdi. cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: zatürrüka' gazvesinde iken bir devem vardı. çok za'ifdi ve ikide bir çöküp kalıyordu. yine tam çöküp kaldığı bir sırada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yanıma teşrif etdiler. beni bekler bir vaziyetde görünce, niçin duruyorsun, buyurdu. ben de devemin halini söyledim. bir asa istedi ve o asa ile deveye üç kerre vurup dürtdü. sonra su istedi ve bir avuç suyu devenin yüzüne serpdi. beni ta'kib et buyurarak, oradan hareket etdi. ben de deveme binip ta'kib etdim. muhammed aleyhisselamı hak peygamber olarak gönderen allah hakkı için, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çok sür'atli gitdiği halde, ondan hiç geri kalmadım. devem canlandı ve rahatlıkla ta'kib etdim. zatürrüka' gazvesinden sonra, bir eşkıya ata binmiş ve bir deveyi de yularından çekiyordu. o haliyle resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. atımın karnında ne vardır? dedi. resulullah, gaybı allahü tealadan başkası bilmez, buyurdu. yağmur ne zeman yağacak, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o öyle bir işdir ki ne zeman yağacağını allahü teala bilir, buyurdu. adam sormağa devam edip; yarın ne olacak, dedi. resulullah bana ma'lum değildir, diye cevab verdi. sonra allahü teala, meali şerifi, kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak allahın katındadır. yağmuru o yağdırır. rahimlerde olanı o bilir. hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. şübhesiz allah, herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır olan ayeti kerimeyi gönderdi. sonra o kimse, ya muhammed! bana şu devem senin rabbinden daha sevimlidir, dedi! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de ona, buyurdu. sonra secdeye kapandı. secdeden doğrulup o adama rabbim bana haber verdi ki, senin yüzünün bir tarafında bir yara açılacak! yüzünün eti ve derisi çürüyüp dökülecek ve sonra öleceksin, buyurdu. kısa bir müddet sonra o kimsenin yüzünde bir yara çıkdı. o yaradan öyle pis kokular yayılıyordu ki, halk nefret ederek yanından kaçışıyorlardı. o şahs muhammedin söylediği doğru çıkdı diyordu. sonunda o perişan haliyle ölüp gitdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek hanımlarından ümmül mü'minin cüveyriye binti haris radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni mustalak gazvesi için medineden yola çıkmışdı. babam beni mustalak kabilesinin reisi idi. rü'yamda medineden bir ayın doğduğunu ve gelip yanımda durduğunu gördüm. hiç kimseye anlatmadım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ordusuyla üzerimize geldiği sırada, babam bir ordu geliyor ki, benim o orduya karşı koymaya gücüm yetmez, dedi. bakdım büyük bir ordu gördüm. askerleri sayısızdı. zahirleri silahlı, batınları ise nur saçıyordu. tertib içinde geliyorlardı. aralarında gösterişli atlara binmiş olan kimseler gördüm. uğradıkları yerden şiddetli rüzgar gibi geçiyorlardı. o kadar çok asker, at ve silah gördüm ki, müsliman olup, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile evlenmekle şereflendikden sonra, islam ordusuna bakdım o kadarını göremedim. anladım ki, onlar imdadı rabbani ve inayeti sübhani vasıtasıyla imiş. cüveyriyyenin radıyallahü anha babası haris ve iki oğlu iman etmişdir. kitabı.sahifeye bakınız! hendek gazvesinde, eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in medinenin çevresinde hendek kazıyorlardı. büyük bir taş çıkdı. onu kimse parçalayamadı. selmanı farisi radıyallahü anh bu durumu resulullaha haber verdi. eshabı kiramdan bir kısmı hendeğin kenarında durdular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eline bir külünk aldı ve o taşa vurdu. taş iki parçaya ayrıldı. taşa vurduğu anda, taşdan şimşek çakar gibi bir kıvılcım çıkdı. o kıvılcım, medineyi münevverenin her tarafını aydınlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tekbir getirdi. bütün eshabı kiram da tekbir getirdiler. taşa bir kerre daha vurdu. yine şimşek gibi bir kıvılcım çıkdı. resulullah ve eshabı kiram tekrar tekbir getirdiler. taşa üçüncü def'a vurdu ve aynı şeklde şimşek gibi bir kıvılcım çıkdı. selmanı farisi radıyallahü anh, anam babam sana feda olsun ya resulallah! bu ne haldir. ben şimdiye kadar ömrümde asla böyle bir hal görmedim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kirama, selmanın gördüğünü siz de gördünüz mü, buyurdu. hepsi, gördük ya resulallah, dediler. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: birinci vuruşda çakan kıvılcımın ışığında kisranın memleketinde, hayrenin köpek dişi gibi köşklerini gördüm. cebrail aleyhisselam bana, ümmetin orayı alacakdır, diye haber verdi. taşa ikinci vuruşumda çıkan kıvılcımın ışığında, rumun kızıl köşklerini gördüm. köpeklerin azı dişleri gibi idi. cebrail aleyhisselam bana, ümmetin o diyarı alacak diye işaret eyledi. üçüncü vuruşumda sıçrayan kıvılcımın ışığında san'anın köpek dişleri gibi köşklerini gördüm. cebrail aleyhisselam bana, ümmetin o beldeleri feth edecekdir, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kisranın beyaz köşkünün vasflarını anlatdı. selmanı farisi orayı gördüğü ve bildiği için: ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! aynen buyurduğunuz gibidir. ben şehadet ederim ki, sen allahü tealanın resulüsün, dedi. resulullah sözlerine devam ederek buyurdu ki: şam elbette feth olunacakdır! herakl memleketinin bir köşesine kaçar, siz şama hakim olursunuz. onlardan kimse sizinle savaşmağa cesaret edemez. yemen de mutlaka feth olunacakdır. kisra öldürülür ve ondan sonra artık hiç kisra kalmaz. selmanı farisi radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem haber verdiği bu hadiselere aynen birer birer şahid oldum. hepsi aynen gerçekleşdi, demişdir. imamı nevevi, tahaviden naklen müslim şerhinde şöyle yazmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hendek kazarken ikindi namazının vakti geçdi. güneş batmışken, allahü teala geri döndürdü. ikindi namazını kıldılar. cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hendekde çıkan taşı kırmak için hendeğe indiğinde, açlıkdan mubarek karnına taş bağlamışdı. bu hali görünce dayanamadım. müsaade alıp evime gitdim. bu durumu evimdekilere anlatdım. evde bir sa' arpa ve bir de oğlak var dediler. arpayı öğütdüm ve oğlağı kesip tencereye koydum. sonra resulullahın yanına döndüm. dönerken hanımım yemeğin az olması sebebiyle mahcub olmayalım diye tenbih etdi. durumu resulullaha arz edince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ey hendek halkı! cabir bize ziyafet hazırlamış, da'vet ediyor. geliniz, yemeği bol ve güzel yemekdir, buyurdu. sonra, bana buyurdu ki, hanımına söyle! ben gelmeden tencereyi ateşden indirmesin, ekmekleri de pişirmesin. ben önce gidip hanımıma, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, muhacirin ve ensar ile birlikde bütün eshabıyla, bize yemeğe teşrif ediyorlar dedim. hanımım, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yemeğin ne kadar olduğunu biliyorsa, hiç üzülmeyiz, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramla birlikde evime teşrif edince, eshabın gurub gurub içeri girmesini emr buyurdu. sonra bize hamuru getiriniz buyurdu. hamuru getirince, bütün hayrların menbaı ve bütün bereketlerin mayası olan mubarek ağzını açıp hamurun üzerine bir kere üfürdü. allahü teala hamura bereket verdi. sonra ekmekleri kim pişirecekse pişirsin buyurdu. emri üzerine tandırdan ekmekleri ve tencereden eti çıkardım ve eshabı kirama ikram etdim. hepsi temamen doydu. evimden ayrılıp gitdiklerinde ekmekler ve et hiç eksilmemiş, aynen duruyordu. yine cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: alemlerin efendisi ve insanların rehberi resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem her kim da'vet etse kabul buyururlardı. bir gün ben de da'vet etmişdim. falan gün gelirim buyurdu. zemanı gelince, cabir bin abdüllahın radıyallahü anh evine teşrif etdiler. hazreti cabir, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evine teşrifiyle o kadar sevindi ki, karşılamak için sevinçle koşarken, su tulumunu devirdi ve su döküldü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem içeri girip oturdu. hazreti cabirin bir kuzusu vardı. onu hemen kesip kebab yapmak için hazırladı. iki oğlu vardı. büyük oğlu küçük oğluna, babam kuzuyu nasıl kesdi, gel sana göstereyim, dedi. kardeşini bağlayıp bıçağı boğazına sürdü. fekat, göstereyim derken, farkına varmadan kardeşini boğazlayıp ölümüne sebeb oldu. hazreti cabirin hanımı, çocuklarının bu halini görünce, büyük oğlunu yakalamak için peşinden koşdu. çocuk korkusundan kaçayım derken, kendisini evin damından aşağı bırakdı ve düşüp öldü. kadın çocuklarının ölmesinden dolayı feryad edip ağlarsam, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üzülmesine sebeb olurum diye düşünerek sabr etdi, hiç ses çıkarmadı. çocuklarının ölüsü üzerine bir kilim örtdü. kimse onların öldüğünün farkına varmadı. kendisi de belli etmemeye çalışdı. fekat içi yanıyordu. hazırlanan kebabı pişirdi. kocası hazreti cabire, olan hadiseyi hiç söylemedi. kuzu kebabı resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önüne getirilip, ikram edildi. o sırada cebrail aleyhisselam geldi ve ya muhammed! allahü teala, cabire oğullarını da sofraya getirmesini söylemenizi emr buyurdu, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti cabire, oğullarını da sofraya getir, buyurdu. dışarı çıkıp hanımına oğlanlar nerededir, resulullah onların sofraya gelmelerini istiyor, dedi. hanımı, resulullaha onların burada olmadıklarını söyle, dedi. hazreti cabir durumu arz edince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın emridir. onları muhakkak getirmen lazımdır, buyurdu. hazreti cabir tekrar hanımının yanına varıp, çocuklar nerede iseler mutlaka bulmamız lazım. allahü tealanın emri böyle gelmişdir, dedi. zevallı, çaresiz hanımı ağlayarak, ey cabir, oğulcuklarımızın ne olduğunu sana söylemeğe takatim yok, dedi. sonra ölü yatan çocuklarının üstündeki kilimi kaldırıp, onları gösterdi. hazreti cabir iki oğlunun da ölmüş olduğunu görünce, ağlamağa başladı. hanımı ile birlikde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna girip ağlaşmağa başladılar. evde feryad sesleri yükseldi. o sırada allahü teala cebrail aleyhisselamı resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gönderip, çocukların başında düa etmesini ve çocukları dirilteceğini bildirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalkıp düa etdi. cabir bin abdüllahın her iki oğlu da allahü tealanın izniyle dirildi. eshabı kiramdan beşir bin sa'dın radıyallahü anh kızı şöyle anlatmışdır: annem bana bir avuç hurma verip, kızım bunları babana ve dayın abdüllah bin revahaya götür, yisinler, dedi. hurmaları alıp giderken resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir yerde oturmuşdu. beni görünce, kızım yanıma gel, buyurdu. yanında ne var diye sordu. ben de birazcık hurma var dedim. sonra hurmaları iki mubarek avcuna koydum. mubarek eliyle o hurmaları kaftanının üzerine topladı. sonra bir kimseye, hendek kazanların hepsini çağır gelsinler, buyurdu. hepsi toplanıp geldiler. o hurmalardan istedikleri kadar yidiler ve dönüp gitdiler. hendek kazma işinde bulunanlar üçbin kişi idiler. onlar doyasıya hurma yiyip gitdikleri halde, hurmalar kaftanın kenarlarından taşıp dökülüyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hendek savaşında huzeyfetebni yemaniyi radıyallahü anh müşriklerin arasına gidip, onlardan haber getirmesi için gönderdi. gönderirken mubarek eliyle göğsünü ve sırtını sıvazlayıp; ya rabbi! öndenarkadan sağdansoldan gelecek zarardan muhafaza et diye düa etdi. o gece çok soğukdu. huzeyfe radıyallahü anh şöyle demişdir. sanki hamama girmiş gibi idim. hiç soğuk hissetmedim. nihayet müşriklerin arasına girip, haber topladım ve geri döndüm. eshabı kiramın yanına geldiğimde soğuk bana te'sir etmeye başladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem huzeyfeyi radıyallahü anh hendek savaşında müşriklerin vaziyyetini öğrenmek için aralarına gönderince, namaz kıldı ve şöyle düa etdi. ey üzüntülü kimselerin imdadına yetişen ve güç durumda olanların düasını kabul eden allahım! sıkıntımızı ve üzüntümüzü gider. benim ve yanımda bulunanların halini sen görüyorsun. o sırada cebrail aleyhisselam gelip, allahü teala sana selam eder. sana zafer verdi. dünya gökünden onların üzerine taş yağdıran bir rüzgar gönderdi. huzeyfe radıyallahü anh şöyle demişdir. müşriklerin arasına vardığımda soğuk bir rüzgar esiyordu. müşriklerin hepsi bir yere toplanmış ve ateşleri sönmüşdü. birbirine soğukdan öleceğiz diye bağırıyorlardı. bundan sonra büyük bir fırtına çıkdı. kocaman taşları sürüklüyordu. müşrikler kalkanlarını siper yapıyorlardı. fekat faide vermiyordu. sonunda hepsi perişan olup, kaçmağa karar verdiler. allahü teala , ey iman edenler! allahın üzerinizdeki ni'metini hatırlayınız. hani size ordular saldırmışdı da, biz onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermişdik. allah ne yapdığınızı görmekdeydi buyurdu. hendek savaşında, kureyş müşrikleri kaçıp gitdikden sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: bu seneden sonra kureyş sizinle savaş yapmaz. fekat siz onlara karşı gaza yaparsınız buyurdu. ondan sonra kureyş müşrikleri, müslimanlara savaş açamadılar. müslimanlar ise mekkeyi feth etdiler. hendek savaşında, kureyşliler perişan ve mağlub oldular. ebu süfyan kureyşden bir cema'at ile oturmuş konuşuyordu. diyordu ki; içinizde kimse yok mudur. fırsat kollayarak muhammedden öcümüzü alsın. çünki, muhammed pazarlarda dolaşıyormuş ve yalnız başına sahralara gidiyormuş. halkı dine da'vet ile meşgul olduğu için, kimsenin halinden haberi yokmuş. ebu süfyanın bu sözleri üzerine bir köylü, ebu süfyanın yanına gidip, eğer beni desteklersen bu işi ben yaparım. yolları iyi bilirim ve gayet keskin bir hançerim var, dedi. ebu süfyan ona yol azığını ve ne lazımsa verdi. aralarında bunu hiç kimseye söylememek üzere sözleşdiler. o köylü yola çıkıp, altı günde medineye ulaşdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem nerede olduğunu sordu. abdüleşhel kabilesi tarafına gitdi, dediler. adam devesini bağlayıp, yürüyerek o tarafa gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı kiramdan bir cema'at ile sohbet ediyordu. uzakdan o köylünün geldiğini görünce, bu kimsenin kötü bir düşüncesi var! fekat, allahü teala onu maksadına kavuşdurmaz, buyurdu. köylü kimse yaklaşınca, abdülmuttalibin oğlu nerede diye sordu. resulullah, abdülmuttalibin oğlu benim, dedi. bir haber söyleyecekmiş gibi resulullaha yaklaşmak istedi. eshabı kiramdan üseyyid bin hudayr o kimseyi tutup çekdi ve uzak dur ey mel'un dedi. eliyle belini yokladı. kaftanının altında hançeri olduğunu gördü. adamın resulullaha su'i kasd için geldiği anlaşılınca, adam resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ayaklarına kapanıp, beni bağışla diye yalvarmağa başladı. resulullah o kimseye doğruyu söyle, doğruyu söylemen menfe'atinedir. yalan söyleme. allahü teala senin düşünceni bana bildirdi, buyurdu. bunun üzerine adam eman diledi ve hadiseyi aynen anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onu üseyyid bin hudayra radıyallahü anh teslim etdi. ertesi gün o kimseyi çağırdı ve sana eman verdim. dilediğin yere gidebilirsin. istersen bundan daha iyi bir iş söyleyeyim, buyurdu. o köylü kimse o iş nedir, dedi. allahü tealanın bir olduğuna ve benim onun resulü olduğuma şehadet etmendir, buyurdu. o kimse, kelimei şehadet söyledikden sonra dedi ki: ben kimseden korkmaz, kılıçdan ve okdan sakınmazdım. ne zeman ki sizi gördüm, bilmem bana ne oldu da, aklım başımdan gitdi. siz benim yapmak istediğim düşüncelerimi bildiniz. halbuki size bunu önceden kimse haber vermemişdi. anladım ki size bunları bildiren ve sizi koruyan rahman olan allahdır. ebu süfyanın taifesi şeytanın taifesidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun bu sözlerine tebessüm etdi. o kimse bir kaç gün daha medinede kaldı. sonra müsaade alıp gitdi. bir daha kendisinden haber alınamadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin altıncı senesinde eshabı kiramdan bir cema'atle umre için mekkeye gitmek üzere yola çıkdılar. hudeybiyeye gelince, orada konakladılar. orada bir kuyu vardı. suyu azalmışdı. bir mikdar su çekdiler. kuyunun suyu bitdi. eshabı kiram susuzlukdan resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem şikayetde bulundular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem terkisinden bir ok çıkarıp, bu oku o kuyuya bırakın, buyurdu. bu hadiseyi anlatan ravi şöyle nakl eder: vallahi oku kuyuya atdıkdan sonra, bin dörtyüz kişi o kuyudan su içdik, bütün hayvanlarımızı suladık.de, bera bin azib rivayetinde şöyle bildirilmişdir: hudeybiyede eshabı kiram susuzlukdan şikayet etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kuyunun kenarına geldi ve bir kova su istedi. o sudan abdest alıp, mubarek ağzının suyunu o kuyuya dökdü. biraz sonra kuyunun suyu o kadar çoğaldı ki, bütün eshabı kiram rıdvanullahi aleyhim ecma'in içip suya kandılar ve bütün develerini de suladılar. cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hudeybiye gününde halka susuzluk galebe çaldı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında bir kırba su vardı. o sudan abdest aldı. bunun üzerine bütün eshabı kiram resulullahın yanına toplandı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem size ne oldu, ne lazım buyurdu. dediler ki, ya resulallah! ne abdest almağa, ne içmeğe bir damla suyumuz yok. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elini abdest aldığı su kırbasının içine sokdu. mubarek parmakları arasından çeşmeler akmağa başladı. herkes o sudan içip kandı ve abdest aldı. cabir bin abdüllaha radıyallahü anh kaç kişi idiniz diye sorulunca; eğer yüzbin kişi olsak o su yeterdi. biz binbeşyüz kişi idik dedi. eshabı kiramdan biri şöyle anlatmışdır: hudeybiyeye yaklaşdığımız sırada, kureyşin bir öncü kuvvet gönderdiği haberi geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizi hudeybiyeye başka yoldan kim götürebilir, buyurdu. anam, babam sana feda olsun, ya resulallah, ben götürebilirim, dedim. bir başka yoldan hareket etdik. o yolda biraz yürüdükden sonra, nice tepeler ve engeller önümüzde dümdüz oldu. hiçbir tepeye rastlamadan resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem hudeybiyeye ulaşdırdım. .evahidün nübüvve resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile kureyş arasındaki andlaşmayı ali bin ebi talib radıyallahü anh yazdı. andlaşmanın başına bismillahirrahmanirrahim ve muhammedün resulullah yazdı. süheyl bin amr o sırada henüz iman etmemişdi. dedi ki; bizim kitabımıza göre ben rahmanı bilmem, onun yerine bismike allahümme yaz. muhammedün resulullah yerine de muhammed bin abdüllah yaz. eğer bize onun peygamberliği ma'lum olsaydı onunla savaşmazdık. böylece eshabı kiram ile süheyl arasında epeyce konuşmalar geçdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ya ali! onu sil, süheylin dediği gibi yaz. hazreti ali radıyallahü anh edebinden silmeye eli varmadı. resulullah kendisi sildi ve buyurdu ki: ey ali! bir gün senin başına da böyle bir hadise gelir. nitekim sıffin harbinden sonra hazreti ali ile hazreti mu'aviye arasında andlaşma yapıldı. andlaşmayı yazan katib, emirül mü'minin ali diye yazdı. hazreti mu'aviye katibe emirül mü'minin diye yazma, eğer onun emirül mü'minin olduğunu kabul etseydik, onunla savaşmazdık, dedi. hazreti ali radıyallahü anh bunu işitince, resulullahın sözlerini hatırlayıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem söylediği çıkdı, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hudeybiyede bulunduğu sırada saçlarını traş etdirdi. kesilen saçlarını bir yeşil ağacın üstüne koydu. eshabı kiram rıdvanullahi aleyhim ecma'in o ağacın yanında toplanıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem saçlarını kapışdılar. eshabdan ümmü ammar şöyle anlatmışdır: o gün ben de resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem saçının telinden birkaç dane elde etdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, her kim hastalansa, o saç tellerini suya koyup, o suyu hastaya verirdim. allahü teala o hastayı sıhhate kavuşdururdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hudeybiyede yirmi gün kadar kaldıkdan sonra geri döndüler. eshabı kiram, konaklama yerlerinden birinde yiyeceklerinin kalmadığından şikayet etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem develerini gösterdi. hazreti ömer bunu işitince, resulullahın huzuruna gelip; ya resulallah! halkın binecek başka hayvanları yok. azıklarından kalanları bir araya toplasalar da, allahü tealanın fadlı ve inayetiyle bereket vermesi için düa buyursanız. sizin düanız şübhesiz ki kabul olunur, dedi. sonra eshabdan bir avuç hurması ve bir avuç seviki olanlar, onları bir araya topladılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bereket için allahü tealaya düa etdi. kimin kabı varsa, getirsin buyurup, getirilen bütün kabları o bereketlenerek artan yiyeceklerle doldurdu. öyle ki develer taşımakdan aciz kalıyorlardı. konakladıkları o yerden ayrıldılar. mevsimin yaz olması sebebiyle hava açık ve çok sıcakdı. allahü teala bir de öyle yağmur yağdırdı ki, hepsi suya kandılar ve kablarını doldurdular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin altıncı senesinde zilhicce ayının sonunda veya yedinci senesi muharrem ayının başında hükümdarlara elçiler gönderdi. dıhyei kelbiyi radıyallahü anh rum kralı herakle elçi olarak gönderdi. onunla bir mektub yolladı. o mektubda şöyle yazılı idi. bismillahirrahmanirrahim. bu mektub allahın kulu ve resulü muhammedden rumun büyüğü olan herakledir. hidayet üzere olanlara selam olsun. ben seni islama da'vet ediyorum. müsliman ol ki selamet bulasın ve allahü teala ecrini artdırır. eğer bu büyük ni'metden yüz çevirirsen, bütün rumlar sana tabi' ve emrinde olduklarından, hepsinin günahı senin üzerinedir. allahü teala ali imran suresi. derdimayetinde mealen, resulüm de ki: ey ehli kitab! sizinle bizim aramızda müsavi olan bir kelimeye geliniz. allahdan başkasına tapmayalım. ona hiç bir şeyi ortak koşmayalım. allahı bırakıp da birbirimizi ilah edinmeyelim. eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zeman; şahid olunuz biz gerçek müslimanlarız deyiniz buyurdu. dıhyei kelbi radıyallahü anh humus şehrinde herakle ulaşıp, mektubu verdi. mektub arabi olduğu için, herakl bir tercüman istedi.de şöyle bildirilmekdedir: o sırada ebu süfyan bir gurub kureyşli ile birlikde kudüsde idi. herakl onları yanına çağırıp, sizden hanginiz bu mektubu gönderen kimseye daha yakındır, diye sordu. ebu süfyan ben hepsinden daha yakınım, dedi. herakl onun yanına yaklaşmasını ve diğerlerinin geride durmasını istedi. herakl tercümana bunlar mektubu gönderen zata yakın olduklarını söylüyorlar. eğer yalan söylerlerse, yalanlarını açıklarsın diye tenbih etdi. ebu süfyan, eğer tekzib etme korkusu olmasaydı yalan söyleyebilirdim, demişdir. herakl, ebu süfyana şöyle sordu: bu mektubu bana gönderen zatın nesebi nasıldır? ebu süfyan: nesebi çok şereflidir. herakl: kavminizden ondan başka birisi peygamber olduğunu söyledi mi? ebu süfyan: hayır söyleyen olmadı. herakl: onun atalarından hiç hükümdar var mı? ebu süfyan: hayır yok. herakl: ona tabi' olanlar halkın eşrafı mı, yoksa fakir ve za'ifler mi? ebu süfyan: za'if ve fakirler. herakl: gün geçdikçe ona uyanlar artıyor mu, azalıyor mu? ebu süfyan: artıyor. herakl: onun dininden dönen oldu mu? ebu süfyan: hayır olmadı. herakl: o peygamber olduğunu bildirmeden önce hiç yalan söyledi mi? ebu süfyan: hayır hiç yalan söylemedi. herakl: hiç özrü, kabahati var mıdır? ebu süfyan: hayır yokdur. ama şu anda ondan uzağız, halinden haberimiz yok, dedi. sonra ebu süfyan şöyle demişdir. herakl bana öyle peşpeşe sorular soruyordu ki, bu söylediklerimden fazla bir şey söyleyemiyordum. sonra aralarındaki konuşma şöyle devam etdi. herakl: onunla hiç savaş yapdınız mı? ebu süfyan: evet yapdık. herakl: bu savaşlar nasıl oldu? ebu süfyan: ba'zen o galib geldi, ba'zen de biz galib geldik. herakl: o size neyi emr ediyor? ebu süfyan: allah birdir, ona ibadet ediniz. ona ortak koşmayınız, diyor. namaz kılmayı, sadaka vermeği, namuslu olmayı ve akrabayı ziyaret etmeyi emr ediyor, dedi. bu konuşmalardan sonra herakl tercümanı aracılığı ile dedi ki, onun nesebini sordum, şerif dedi. peygamberler böyle olur. aralarında hiç böyle bir da'vada bulunan var mı diye sordum. olmadığını söyledi. eğer ondan önce birisi böyle bir da'vada bulunmuş olsaydı onu ta'kib ediyor olurdu. atalarından hiç melik olmadığını söyledi. şayet olsaydı o sebeble bu da'vada bulunuyor olurdu. hiç yalan söylemediğini de bildirdi. anladım ki halkı arasında doğruluğu ile tanınan kimse, allah adına hiç yalan söyler mi! ona za'if kimselerin tabi' olduğunu söyledi. peygamberlere daima kavmin za'if kimseleri tabi' olurlar. ona tabi' olanlar günden güne artıyor dedi. adeti ilahi böyledir. din temam oluncaya kadar günden güne çoğalmak ehli hakkın alametidir. kimsenin o dinden dönmediğini söyledi. bu hal safayı kalbe ve yakin nuruna alametdir. dedi ki, özrü yok, suç işlemez, allahü tealanın bir olduğuna iman etmeği emr eder. şirkden sakındırır. namaz kılmayı, sadaka vermeği, namuslu olmayı ve akrabayı ziyaret etmeyi emr ediyor, dedi. bütün peygamberler böyle emr etmişlerdir. herakl bunları söyledikden sonra, ebu süfyana; eğer söylediklerin doğru ise, benim şu anda üzerinde bulunduğum topraklar yakın zemanda o zatın eline geçecekdir. ben böyle bir peygamberin gönderileceğini kesin olarak biliyordum. fekat sizden, arablardan olacağını hiç zan etmezdim. eğer ona kavuşmamın nasib olacağını bilsem, ona kavuşmayı, ganimet sayardım. onun ayaklarının tozunu gözlerime sürme yapardım, dedi. sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem dıhyei kelbi radıyallahü anh ile gönderdiği mektubun açılmasını emr etdi. mektubu açıp okudular. herakl yazılanları dinleyip anlayınca, düşündüğü ve söylediği gibi çıkdı. ebu süfyan şöyle demişdir: mektub okununca konuşmalar çoğaldı. biz heraklin huzurundan dışarı çıkdık. ben yanımdaki arkadaşlarıma muhammedin işi yükseldi, temam oldu. çünki, beni asfar meliki onun korkusundan titredi, dedim. iyice anladım ki, onun işi tam kemale erecekdir. bu yakin benim kalbimde gün geçdikce artdı ve sonunda allahü teala beni islam nuruyla nurlandırdı. müsliman olmakla şereflendim. herakl bir gün beytül mukaddesde korku ile uykusundan uyanmış, kederli ve mahzun bir halde oturuyordu. patrikler, ey melik, niçin üzgün ve sıkıntılısınız, dediler. herakl, rü'yamda sünnetli kimselerin topraklarıma girdiklerini gördüm, dedi. bir rivayete göre de, herakl, ilmi nücumu iyi bildiğinden dedi ki, sünnetli kimseler benim memleketime girerler. patrikler herakle, biz yehudilerden başka sünnetli bir taife bilmeyiz. onların hepsi sana ita'at ederler. onların hepsini öldür. böylece korkudan emin olursun, dediler. onlar bu endişede iken, heraklin basra valisinden bir adam geldi. yanında da arablardan bir kişi vardı. heraklin huzuruna gelen elçi, yanındaki kimseyi göstererek, bu kişi arablar arasında bir kimse çıkdığını, peygamber olduğunu söylediğini ve pekçok kimsenin ona tabi' olduğunu söylüyor. birçok kimsenin de ona muhalefet etdiğini, aralarında savaşlar yapıldığını bildiriyor, dedi. herakl bunları haber veren kimseyi içeride bir yere alıp, sünnetli midir, bakmalarını emr etdi. sünnetli olduğunu gördüler. sonra ona arabların halleri soruldu. hepsinin sünnetli olduğunu söyledi. herakl vallahi benim rü'yamda zuhur edeceğini gördüğüm taife bunlardır, dedi. yehudi kavmi değildir, dedi. bundan sonra herakl rum diyarında bulunan ve ilmi nücumda mahir olan bir arkadaşına mektub yazıp, ahkamı nücumdan sordu. kendisi de humus tarafına gitdi. bir müddet sonra arkadaşının cevabı olan mektubu getirdiler. şöyle yazmışdı: bundan sonra arablardan bir peygamberin hakimiyeti meydana çıkacakdır. herakl humusdaki arkadaşından, arablardan bir peygamberin çıkacağını ve hakimiyyet sağlayacağını bildiren bir mektub alınca, rum diyarının bütün ileri gelenlerini büyük bir ibadethanelerinde topladı. hepsi gelip içeri girince, kapıları kilitletdi. sonra onlara, ey rumun ileri gelenleri, doğruluk, iyilik ve selamet istiyor musunuz. devletimizin ve saltanatımızın devamını arzu ediyor musunuz, diye sordu. ey melik! niçin istemeyelim, elbette isteriz, dediler. bunun üzerine herakl şöyle dedi. gelin arablar arasından çıkan peygambere tabi' olalım ve onun emrlerine uyalım! rumların ileri gelenleri, heraklin bu sözlerini duydukları anda, vahşi merkebler gibi ürkdüler! kapılardan tarafa koşuşarak, çıkıp gitmek istediler. bakdılar ki, kapılar kilitlenmiş. kızgın ve üzgün bir halde dikilip kaldılar. herakl bunların halini görünce, geri çağırdı. bu sözleri söylemekden maksadım sizleri denemekdi. dininize ne derece bağlı olduğunuzu anlamakdı, dedi. hepsi sevinip, teşekkür ederek secdeye kapandılar. bir rivayetde ebu süfyan ile herakl arasında şöyle bir konuşma geçdiği bildirilmekdedir. ebu süfyan herakle, ey melik! eğer müsaade edersen, bizim aramızdan çıkıp peygamber olan o kimsenin kendi sözlerinden birini söyleyeyim. böylece onun yalanı ortaya çıksın, dedi. herakl söyle bakalım nedir, dedi. ebu süfyan; o kimse ben bir gece içinde beytül mukaddese gitdim ve sabah olmadan mekkeye geri döndüm, diyor, dedi. ebu süfyan şöyle de anlatır: ben bu sözleri söylediğim sırada beytül mukaddesin patriği de yanımızda idi. o patrik bunları duyunca dedi ki: ben o geceyi hatırlıyorum. o gece alametler gördüm. bunları melike bildirmişdim. her gece adetim üzere beytül mukaddesin bütün kapılarını kapatır, sonra yatardım. o gece çok uğraşdığım halde, bir kapıyı kapatamadım. beytül mukaddesde bulunanlar toplanıp o kapıyı kapatmak için çok uğraşdılar. fekat onlar da kapatamadılar. sabahleyin o kapının yanında bir hayvanın bağlanmış olduğuna dair işaretler ve izler gördüm. herakl, kavminin iman etmemesi sebebiyle üzülüyordu. kendisine elçi olarak gelen dıhyei kelbiye radıyallahü anh, vallahi biliyorum ki, bahsetdiğiniz zat peygamberdir. eğer rumların beni öldüreceklerinden korkmasaydım, elbette onun dinine girer, emrlerine ita'at ederdim. bunu kendim için dünyada ve ahıretde se'adet vesilesi bilirdim! fekat sen falan üsküfe git, o rum diyarında benden daha i'tibarlıdır. o ilahi kitabların hükmlerini benden daha iyi bilir. bakalım ne diyecek, dedi. dıhyei kelbi radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: heraklin söylediği üsküfün yanına gitdim. durumu ona anlatdım. vallahi bahsetdiğin zat peygamberdir. biz onun vasflarını kitablarda gördük, dedi. sonra evine girip üzerindeki siyah elbiseyi çıkarıp, beyaz bir elbise giyerek dışarı çıkdı. eline asa aldı ve rum halkının arasına gitdi. halk kilisede toplanmışdı. onlara, ey rum halkı! bana gerçekden peygamber olan ahmedden bir elçi geldi. beni allahü tealaya kulluk yapmaya da'vet ediyor. ben de diyorum ki: gökleri ve yeri yaratan yüce allahdan başka ilah yokdur. bana elçisi gelen zat da allahın resulüdür. rum halkı bu sözleri işitince, üsküfün üzerine hücum etdiler. şehid edinceye kadar dövdüler. dıhyei kelbi radıyallahü anh tekrar heraklin yanına gidip, bu hadiseyi anlatdı. herakl, ben sana bu halk beni öldürürler, onların kastından emin değilim, demedim mi. o öldürdükleri üsküfe halk benden daha çok i'tibar eder ve emrlerine uyarlardı. durumu gördün, ona ne yapdılar, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şüca' bin vehebi radıyallahü anh melik haris bin ebi şemr gassaniye elçi olarak gönderdi. o melik şamda gavta denilen yerde idi. şüca' bin veheb önce melikin veziri ile görüşdü. vezir ondan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ba'zı hallerini sordu ve iman etdi. söylediğin şeyleri aynen isa aleyhisselam da bildirdi. o peygamberin geleceğini haber vererek müjdeledi, dedi. vezir, şüca' bin vehebe radıyallahü anh hürmet ve ikramda bulundu. sonra onun elçi olarak geldiğini melik harise bildirdi. haris bin ebi şemr başına bir tac giyip huzuruna çağırdı. şüca' bin veheb resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem islama da'vet mektubunu verdi. haris bin ebi şemr mektubu okudukdan sonra yere atdı. mülkümü elimden alabilirmiş. hemen atları nallayıp hazırlayın. yemende bile olsa onun üzerine bir ordu göndereyim, dedi. bunun üzerine müsliman olan vezir, şüca' bin vehebe radıyallahü anh dedi ki: bu olanları gidip, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlat. müsliman olduğumu söyle ve selamımı ilet. sonra onu uğurladı. gelip durumu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. resulullah o helak olur, buyurdu. o sene haris öldü ve memleketi başkasının eline geçdi. ferve bin amr elhuddami, ummanda kayserin naibi idi. muhammed aleyhisselamın peygamberliğini işitince iman etdi. müsliman olduğunu bildirmek için resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir mektub yazdı ve hediyyeler gönderdi. mektubunda: muhammed aleyhisselama arz ederim ki, ben müsliman oldum. inanıyorum ki sen isa aleyhisselamın geleceğini müjdelediği peygambersin. vesselamü aleyküm. diye yazdı. onun müsliman olduğunu kayser haber alınca, valilik vazifesinden atdı ve habs etdirdi. ferve, kaysere şöyle dedi: vallahi ben muhammedin aleyhisselam dininden asla dönecek değilim. sen de biliyorsun ki, o allahü tealanın resulüdür. o isa aleyhisselamın geleceğini müjdelediği peygamberdir. senin ona iman etmemen dünyaya çok düşkün olduğundandır. kayser incil hakkı için doğru söylüyorsun, dedi. ferve bin amr islamdan dönmedi ve habsde vefat etdi. hatıb bin ebi beltea radıyallahü anh elçi olarak resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mektubunu iskenderiyye meliki mukavkasa götürdü. melik onu iyi karşılayıp, ikramda bulundu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mektubuna cevab olarak şöyle yazdı. ben biliyorum ki gönderilmedik bir peygamber kaldı. o hatemül enbiyadır. fekat zan ediyorum ki, o peygamber şamdan çıkacakdır, dedi. mektubla beraber iki cariye vererek, elçiyi geri gönderdi. o cariyelerden biri hazreti mariye idi. ibrahimin radıyallahü anh annesidir. mukavkas bir de beyaz katır hediyye etdi. bu katır düldül adıyla meşhurdur. ayrıca başka hediyyeler de gönderdi. elçi hatıb bin ebi belteaya senin sıfatlarını söylediğin peygamber, isa aleyhisselamın geleceğini haber vererek müjdelediği peygamberin sıfatlarıdır, dedi. hatıb bin ebi beltea dönüp, mukavkasın söylediklerini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlatdı. resulullah, o habis mülkünü kıskandı. fekat mülkü ona kalmayacak, buyurdu. mukavkas, hazreti ömerin halifeliği sırasında mısrda öldü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, selit bin amr ibni as ile yemamede bulunan, hevze bin ali elhanefiye islama da'vet mektubu gönderdi. hevze bin ali şöyle cevab yazdı: ben kavmimin şairi ve hatibiyim. arablar benden çekinirler. senin halkı da'vet etdiğin şey gayet güzeldir. fekat bana bir iş, bir yerin idaresini verirsen, sana tabi' olurum! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eğer benden yere düşmüş olan bir hurmayı dahi istese vermem, buyurdu. hevze bin alinin elinde olan mülkü de elinden gitdi. mekke feth edildiği zeman, cebrail aleyhisselam hevzenin ölüm haberini getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bundan sonra yemamede bir yalancı çıkacak. benim vefatımdan sonra onu öldürürler, buyurdu. buyurduğu gibi oldu. müseylemetül kezzab, yemamede peygamber olduğunu iddia etdi. ebu bekri sıddikın hilafetinin ikinci senesinde halid bin velidin askeri ile yemamede büyük muharebe yapdı. vahşi radıyallahü anh, müseylemetül kezzabı öldürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem abdüllah bin huzafeyi, kisraya elçi olarak gönderdi. kisraya bir islama da'vet mektubu yazdı. kisra o se'adetli mektubu, yırtıp parça parça etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunu haber alınca, allahü teala da onun mülkünü parça parça etsin, buyurdu. kısa zeman sonra kisrayı oğlu şireviyye öldürdü. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mektubundan kisrayı bir heybet kapladı. mektubu götüren abdüllah bin huzafe radıyallahü anh yanından çıkınca, kisra adamlarını çağırıp, bundan sonra benim yanıma arablardan hiç kimsenin girmesine izn vermeyiniz, diye tenbih etdi. sonra hususi odasına çekildi. oraya hiç kimse giremezdi. bir de bakdı ki odasında bir arab duruyor! elinde bir sopa tutuyordu. ey kisra! allahü teala halkı hak dine da'vet eden bir peygamber gönderdi, iman et, dedi. kisra hele bu gün git de sonra, dedi. kisra hemen adamlarını çağırıp, bir takım behanelerle kimini asdırdı, kiminin ayağını kesdirdi. ben size sıkı sıkı tenbih etdiğim halde, niçin benim odama bir arabın girmesine izn verdiniz, dedi. adamları yemin ederek biz kapıyı kilitledik ve içeriye asla kimseyi salmadık dediler. sonra o şahs bir def'a daha kisranın karşısına çıkdı. yaklaşıp, elindeki sopa ile kisranın başına bir def'a vurdu. ey kisra, bu sopa başında parçalanmadan çabuk iman et, dedi. iman etmedi ve üçüncü def'a karşısına çıkınca sopa başında parçalandı. o gece kisra oğlu şireviyye tarafından öldürüldü. kisra, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem da'vet mektubunu yırtdıkdan sonra, yemendeki naibi bazana bir mektub yazıp, o tarafda bir şahsın peygamberlik da'vasında bulunduğunu haber aldık. derhal iki alim gönderip, onun halini araşdırsınlar. mümkinse yakalatdırıp bana ulaşdır diye emr verdi. bazan iki kişi gönderdi. medineye varıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna çıkdılar. melik kisra, bazana mektub yazmış, seni huzuruna çağırıyor, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebessüm etdi ve oturun, dedi. ikisi de diz çöküp oturdular. resulullah onları müsliman olmağa da'vet etdi. o iki kişi, ya muhammed, melik kisranın emrine uy. eğer kendi isteğinle gidersen, bazan senin için melike bir mektub yazar da, sana faideli olur. eğer gitmezsen kisranın nasıl bir kimse olduğunu biliyorsun. seni ve kavmini helak ve mülkünü harab eder, dediler. o iki kişi her ne kadar bunları söyledilerse de, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bulunmanın heybetinden vücudlarını bir titreme almışdı. dışarı çıkınca birbirlerine, eğer huzurunda bizi biraz daha alıkoysaydı, az kaldı helak olacakdık, dediler. sonra o iki kişi bazanın mektubuna cevab istediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onlara bugün gidin, yarın gelin, dedi. ertesi gün huzuruna geldiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onlara şöyle dedi. gidin sahibinize söyleyin. rabbim bana bildirdi ki, sizin melikiniz kisrayı dün gece oğlu öldürdü! eğer, bazan iman edip, islamı kabul ederse, halen elinde bulunan mülkü yine ona bırakayım. yakında benim dinim her tarafda duyulur ve yayılır. müslimanlar kisranın memleketine hakim olurlar! resulullahın bu sözlerini bazana iletdiler. bazan eğer sözü doğru çıkarsa muhakkak o allahın resulüdür. hiç bir melik ona iman etmeden, ben iman ederim, dedi. o sırada bir elçi gelip, kisranın öldürüldüğünü söyledi. bazan bütün ailesini ve akrabasını ve kavminden iman edecekleri toplayıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldiler ve huzurunda iman etmekle şereflendiler ve islam ni'metine kavuşdular. hicretin yedinci senesinde, hayber gazası yapıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bayrağı önce emirül mü'minin hazreti ömere radıyallahü anh verdi. bayrağı çekip islam ordusuyla kal'aya hücum etdi. çok savaşdılar. fekat kal'ayı düşüremeyip, geri döndüler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başı ağrıyordu. dışarı çıkmadı. fekat harb ediniz buyurdu. emirül mü'minin hazreti ebu bekr radıyallah anh bayrağı alıp, savaşa gitdi. çok şiddetli savaşdıkları halde, kal'a yine feth edilemedi. geri döndüler. hazreti ömer radıyallahü anh bir def'a daha bayrağı alıp gitdi. çok savaşdılar, fekat kal'a feth edilemedi. geri döndüler. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bu haber ulaşınca, yarın bayrağı öyle birisine vereceğim ki, onu allahü teala ve resulü seviyor. o da allahü tealayı ve resulünü seviyor. kal'ayı feth etmeyince dönmez, buyurdu. bunu nakl eden ravi şöyle demişdir: emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh o gün orada yokdu. gözü ağrıyordu. hazreti ebu bekr, hazreti ömer ve eshabı kiramdan diğerleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem işaret buyurduğu kişi kimdir, diye merak ediyorlar ve bekliyorlardı. sa'd radıyallahü anh o kişi ben olayım diye ümmid ederek, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem gözü önünde diz üstü çökdüm ve geri kalkdım, demişdir. hazreti ömer de radıyallahü anh o gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem allahü teala ve resulü onu sever. o da allahü tealayı ve resulünü sever, kal'ayı feth etmeden geri dönmez buyurduğunu işitinceye kadar, emir olmayı hiç istemezdim, buyurmuşdur. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti alinin radıyallahü anh huzuruna getirilmesini emr buyurdu. getirdiklerinde mubarek ağzının suyundan hazreti alinin gözüne sürdü. gözü derhal iyileşdi. ondan sonra, ömründe hiç göz ağrısı çekmedi. bundan sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bayrağı hazreti aliye verdi. zırhını ona giydirdi ve zülfikarı eline verdi. allahım bunu soğukdan ve sıcakdan koru, diye düa etdi. hazreti ali radıyallahü anh: demişdir. yazın yünlü kaftan giyerdi, hiç rahatsız olmazdı. kışın da bir gömlek giyer, asla üşümezdi. hazreti ali radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh sür'atle hayber kal'asına doğru harekete geçip, hücum etdi. daha askerin bir kısmı kal'aya ulaşmadan kal'a feth edildi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kölesi ebu rafi' radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hazreti ali radıyallahü anh kal'aya hücum edince, bir yehudi kılıç vurarak kalkanını elinden düşürdü. bunun üzerine hazreti ali radıyallahü anh hemen kal'anın demir kapısını koparıp, kendine kalkan yapdı. kal'a feth olununcaya kadar kapıyı elinde tutdu. kal'a düşünce de kapıyı sırtına koyarak köprü gibi tutdu. eshabı kiram o kapı üzerinden kal'aya girdiler. sonra kapıyı bırakdı. ebu rafi' sonra şöyle demişdir. yedi kişi o kapıyı bir tarafdan bir tarafa çeviremedik. hazreti ali radıyallahü anh, hayber kal'asının kapısını cismani kuvvetle değil, ruhani bir kuvvetle kaldırdım, buyurmuşdur. hayber gazasında, yehudi kadınlarından biri, peygamber efendimize sallallahü teala aleyhi ve sellem ve eshabı kirama yidirmek için, bir koyun keserek kebab yapdı. koyunun etine zehr katdı. bilhassa kol ve but kısmlarına daha çok zehr katdı. çünki, peygamber efendimizin etin bu kısmlarını sevdiğini biliyordu. et ikram edilince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağzına bir lokma alır almaz but dile gelip, ya resulallah, bana zehr katdılar diye, seslendi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağızlarına alıp çiğnediği lokmayı çıkarıp atdı. eshabı kiramdan beşir bin bera radıyallahü anh o etden bir parça yimişdi. o zehrlenerek şehid oldu. hayber gazasında bir kal'a kuşatılmışdı. o sırada siyah tenli bir çoban, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. yanında bir koyun sürüsü vardı. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! bana islamı anlat diyerek, iman edip müsliman olacağını bildirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona islamiyyeti anlatdı. çoban; ya resulallah! ben bu koyunların sahiblerinin ücretli çobanıyım. koyunlar bana emanetdir. bunları ne yapayım dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem koyunların yüzlerine vur, onlar sahiblerine gider, buyurdu. çoban bir avuç çakıl alıp koyunların yüzlerine doğru atdı. haydi sahiblerinize gidiniz. artık ben size çoban olmam, dedi. koyunlar bir yere toplandılar. sonra sanki onları birisi sürüp götürüyormuş gibi, kendi başlarına kal'aya gitdiler. o çoban müsliman oldukdan sonra, o kal'anın fethi için o kadar savaşdı ki sonunda şehid oldu. eshabı kiram onun cenazesini bir yünlü dokumaya sardılar. sonra getirip resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem arkasında bir yere koydular. resulullah ondan tarafa dönerek iltifat etdi. sonra da mubarek yüzünü geri çevirdi. ya resulallah! mubarek yüzünüzü niçin geri çevirdiniz diye sordular. şu anda onun yanında hurilerden iki hatun vardır buyurdu. esma binti umeys şöyle anlatmışdır: hayber gazası sırasında hayberde idim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını hazreti alinin radıyallahü anh dizine koymuşdu ve vahy nazil oldu. o sırada güneş ufukda idi. hazreti ali radıyallahü anh ikindi namazını kılmamışdı. vahy temam olunca güneş batdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ya rabbi! eğer ali radıyallahü anh senin ve resulünün tarafında ise güneşi geri döndür, diye düa etdi. esma binti umeys der ki, gördüm ki güneş batmış olduğu halde geri çıkdı ve yeryüzünü aydınlatdı. tahavi bu hadis sahihdir ve ravileri sikadır demişdir. ahmed bin salihin ehli ilm bu hadisi şerifi muhafaza etmelidir. çünki, peygamberlik alametlerindendir dediğini bildirmişdir. hicretin yedinci senesinde mahlem bin cesame, amir eşcaiyi iman etdikden sonra öldürdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mahlem bin cesameyi itab ederek, müsliman bir kimseyi niçin öldürdün, dedi. mahlem bin cesame; ya resulallah! ölümden korkduğu için kelimei şehadeti söyledi, dedi. resulullah: sen onun kalbini yardın mı ki, onun kalbinden ne geçmişdir bilesin. dil kalbin tercümanıdır, buyurdu ve ona beddüa etdi. bir hafta sonra mahlem bin cesame vefat etdi. defn etdiler. yer cesedini kabul etmeyip, dışarı atdı. beş def'a defn etdiler, yer kabul etmedi. sonunda tenha bir yere bırakdılar. bu durum resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verilince: yer ondan daha beterlerini kabul eder. bu hal size kelimei şehadetin şerefini bildirmek için vuku' buldu, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbe okurken, mescidde bulunan hurma ağacından bir direğe dayanırdı. hicretin sekizinci, bir rivayetde de yedinci senesinde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için bir minber yapdılar. cum'a günü o minbere çıkarak hutbe okudu. o sırada daha önce dayanarak hutbe okuduğu hurma direği insan gibi inledi. eshabı kiram rıdvanullahı aleyhim ecma'in bu sesi işitdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu hurma direği, üzerine dayanarak hutbe okumadığım için inliyor buyurdu. sonra minberden inip, mubarek eliyle o hurma direğini sıvazladı, inlemesi kesildi. tekrar minbere çıkdı. mescidin önceki hali değişdirildiği sırada o hurma direğini übeyy bin ka'b evine götürdü. onun evinde kurdlar yiyip, dökülünceye kadar durdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin sekizinci senesinde, üç bin kişilik bir orduyu şamın bir beldesi olan muteye gazaya gönderdi. zeyd bin hariseyi radıyallahü teala anh emir ta'yin etdi. buyurdu ki, eğer zeyd şehid olursa, ca'fer bin ebi talib radıyallahü teala anh emir olsun. eğer ca'fer şehid olursa, abdüllah bin revaha radıyallahü anh emir olsun. eğer abdüllah da şehid olursa, müslimanlar kendi aralarında kimi seçerlerse, o emir olsun. islam ordusu mutede kafirler ile savaşa başladığı sırada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede minbere çıkdı ve bayrağı zeyd aldı, şehid oldu. ondan sonra bayrağı ca'fer aldı, şehid oldu. bayrağı abdüllah aldı, o da şehid oldu. ondan sonra bayrağı halid bin velid aldı. onun elinde fetih oldu, buyurdu. halid bin velid için, allahım. o senin kılıclarından bir kılıcdır, sen ona yardım eyle! diye düa etdi. o günden sonra halid bin velide radıyallahü anh, seyfullah denildi. ya'la bin münebbih radıyallahü anh, mute harbinden haber vermek üzere, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. resulullah ona sen mi anlatırsın, ben mi anlatayım, buyurdu. ya resulallah! siz anlatınız, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mute gazasında meydana gelen hadiseleri bir bir anlatdı. ya'la bin münebbih, seni alemlere peygamber olarak gönderen allahü teala hakkı için, aynen anlatdığınız gibi oldu, dedi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: allahü teala yeryüzünü benim için aradan kaldırdı, harb meydanını gördüm. beni bekr kabilesi, kureyşlilerden yardım alarak, huzaa kabilesi üzerine gece baskını yapdılar. huzaa kabilesinin çoğunu öldürdüler. huzaa kabilesi hudeybiyede resulullah ile daha önce anlaşma yaparak emanına girmişdi. baskının yapıldığı sabah, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aişei sıddikaya radıyallahü anha, huzaada bir hadise oldu, buyurdu. hazreti aişe, kureyş kılıc altında öldürülmüşdür, niçin ahdlerini bozdular, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onlar ahdlerini allahü tealanın dilemesiyle bozdular, buyurdu. hazreti aişe; bu iş müslimanlar için hayrlı mıdır diye sordu. hayrlı olacak buyurdu. hicretin sekizinci senesinde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkeyi fethe çıkacakdı. ya rabbi! biz mekkeye ulaşıncaya kadar kureyşi gafil eyle, diye düa etdi. muhacirinin büyüklerinden ve bedr ehlinden olan hatıb bin ebi beltea radıyallahü anh ailesinin mekkede olması ve kureyşlilerin onları gözetmelerini sağlamak maksadıyla, kureyşlilere resulullah sallallahü aleyhi ve sellem falan gün sizin üzerinize, mekkeye hareket edecek diye bir mektub yazdı. mektubu ebu lehebin azadlı cariyesi sariye ile gizlice gönderdi. cebrail aleyhisselam bu durumu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem haber verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi, hazreti zübeyri, hazreti mikdadı, hazreti ammarı, hazreti talhayı ve hazreti eba mersedi radıyallahü teala anhüm ecma'in gönderdi. hah bağçesine kadar gidiniz. orada bir za'if kadın vardır. o kadında bir mektub var. o mektubu hatıb mekkelilere gönderdi. o mektubu alıp getirin. o kadını da salıverin. eğer direnirse ve mektubu vermezse, boynunu vurun, buyurdu. gidip kadının peşinden yetişdiler. hazreti ali radıyallahü anh kılıcını çekince, kadın mektubu saçlarının arasından çıkarıp verdi. mektubu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem getirdiler. resulullah, hatıb bin ebi belteayı huzuruna çağırdı. niçin böyle yapdın, diye sordu. ya resulallah! sana iman etdiğim günden beri, küfre dönmedim. nasihatını dinlediğimden beri hiç ihanetde bulunmadım. fekat, ailem kureyşlilerin arasındadır. istedim ki kureyşliler ailemi gözetsinler. yoksa kesin biliyorum ki, benim mektubumdan onlara fa'ide gelmez, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onu tasdik etdi. o sırada meali şerifi, ey iman edenler! düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin. siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. halbuki onlar kur'andan size geleni inkar etdiler. rabbiniz olan allaha inandığınızdan dolayı, peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlardı. eğer sizler benim yolumda ve rızamı kazanmak için cihada çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. sizden kim bunu yaparsa artık doğru yoldan sapmış olur olan, mümtehine suresi ayeti kerimesi nazil oldu. .evahidün nübüvve mekke feth edilince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beyi tavaf etdi. ka'benin çevresinde üçyüzaltmış put vardı. putlar ayaklarından bakır ve kurşunla yere perçinlenmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elindeki bir çubuk ile bir puta işaret ederek, meali şerifi, de ki, hak geldi, batıl yıkılıp gitdi. zaten batıl daima yıkılmaya mahkumdur olan isra suresini yeti kerimesini okudu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem elindeki çubuk puta henüz dokunmadan, putlar yüzüstü devrildiler. mekkede evlerde bulunan putlar da o anda yüzüstü devrildiler. mekke feth edilince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ali radıyallahü anh ile ka'benin içine girdiler. ba'zı putlar yüksek yerlere konmuşdu. onları devirmek için el ulaşmıyordu. hazreti ali radıyallahü anh ya resulallah! ayağınızı benim sırtıma basarak bu putları indiriniz, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya ali! sen peygamberlik sıkletini çekemezsin. sen benim sırtıma bas da o putları indir, buyurdu. hazreti ali emre uyarak, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek sırtına basıp, putlara uzanarak, onları birer birer aşağıya indirdi. o halde iken resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ya ali! kendini nasıl buluyorsun. ali radıyallahü anh, ya resulallah! bütün perdeler kalkdı. başım arşın tavanına yaklaşdı. elimi uzatsam arşın tavanına değeceğim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: senin halin allahü tealanın işini yapdığın için iyidir. benim halim de, allahü tealanın sevdiği birini taşıdığım için iyidir, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkenin feth edildiği gün öğle namazı vaktinde, bilali habeşiye radıyallahü anh yüksek bir yere çıkıp, öğle ezanını okumasını emr buyurdu. kureyşliler dağlara kaçmışlardı. ezan oralardan duyuluyordu. eşhedü enne muhammeden resulullah dendiğini işitdiklerinde, ebu cehlin kızı cüreyre, ilahi senin zikrin yücedir. biz namaz kılmıyoruz, fekat bizim dostlarımızı katl eden kimseye muhabbet ederiz. babam, muhammede sallallahü aleyhi ve sellem geldiği gibi, nübüvvetden geleni kabul etmedi. kendi kavmine ve dostlarına muhalefet etmeyi istemedi, dedi. halid bin üseyyid de çok şükr ki, babam bu sesi duymadan öldü, dedi. babası mekkenin fethinden bir gün önce ölmüşdü. dağlara kaçışmış olan kureyşliler, ezanı işitince, her biri birşey söyledi. ebu süfyan ise, ben birşey söylemeyeceğim. eğer bir şey söylersem, bu taşlar muhammede haber verirler, dedi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem gelip, yanlarına durdu. her birinin ismini söyleyerek, ey falan, sen şöyle söyledin. ey falan sen de böyle söyledin, diyerek söylediklerini bildirdi. ebu süfyan, ya resulallah! ben birşey söylemedim deyince, resulullah tebessüm etdi. şeybe bin osman şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mekkenin fethinden sonra, huneyn gazasına çıkdı. huneyn mekke ile taif arasında bir vadidir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem huneyn vadisinde konakladılar. benim babam ve amcam uhud savaşında islam askerleri tarafından öldürülmüşdü. kendi kendime dedim ki: fırsat kollayayım ve muhammedden intikamımı alayım. sağ tarafından yaklaşmak istedim, o tarafında abbas radıyallahü anh ayakda duruyordu. o bana fırsat vermez, dedim. sol tarafına dolaşdım. orada da bir kişi vardı. sonunda, arkadan yaklaşdım. hemen sıçrayıp bir kılıç darbesi vurmak istedim. o sırada aniden şimşek gibi bir ateş parladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile benim aramızda perde oldu. o ateş beni yakacakdı. korkumdan elimle gözlerimi kapatıp, geriye kaçdım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dönüp bana bakdı. ey şeybe! yanıma yaklaş, buyurdu. huzuruna yaklaşınca, ilahi, bundan şeytanı uzaklaşdır, buyurdu. o anda gözüm resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzüne düşdü. bana canımdan daha sevimli geldi. sonra, ey şeybe! kafirlerle harb et, buyurdu. enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beyi tavaf ederken, bir el ve bir alaca kaftan gördük. ben, ya resulallah, o el ve alaca kaftan ne idi diye sordum. siz onu gördünüz mü, dedi. gördük ya resulallah, dedim. o isa bin meryem idi. gelip bana selam verdi, buyurdu. malik bin avf huneyn gazasında kafirlerin ordu kumandanı idi. islam ordusuyla savaşmak için yaklaşdığı sırada, islam ordusunun içine casuslar göndererek, haber getirmelerini istedi. casusları gidip, perişan bir halde geldiler. malik bin avf casuslarına, neden böyle tuhaf bir haldesiniz diye sordu. dediler ki, islam ordusunda gösterişli atlara binmiş, bembeyaz kimseler gördük. eğer bizimle savaşırlarsa, vallahi biz onların karşısında savaşmaya takat getiremeyiz! eğer bizi dinlersen, ordunu topla hemen geri dön. bizi ve kendini helak olmakdan kurtar! huneyn gazasında islam ordusu önce mağlub olacak gibi bir duruma düşdü. sonra tekrar toplandılar. resulullahsallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi! va'd etdiğin yardımı ve zaferi ihsan eyle, diye düa etdi. bundan sonra, rabbani yardım ve sübhani meded yetişdi. beyaz melekler atlara binmiş oldukları halde muharebeye katıldılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, şu an gaza tandırının ısındığı andır, buyurdu. sonra bir avuç toprak istedi ve o toprağı kafirlerin yüzlerine serpdi ve yüzleri çirkin olsun, buyurdu. kafirlerden o toprakla gözü dolmadık hiç kimse kalmadı. sonra hezimete uğrayıp, dayanamadılar ve kaçıp gitdiler. bu hususda bir rivayet de şöyledir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti abbasa radıyallahü anh: ey abbas, bana bir avuç toprak ver, buyurdu. resulullah böyle söyleyince, üzerine binmiş olduğu deve karnı yere değinceye kadar çökdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle bir avuç toprak aldı ve müşriklerin yüzlerine serpdi. yüzleri çirkin olsun, yardımsız kalsınlar buyurdu. allahü teala onları hezimete düşürdü. amir bin amr medeni radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: huneyn gazasında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde ceng ediyordum. aniden alnıma bir ok isabet etdi. alnımdan çıkan kan yüzüme akdı. sakalıma ve göğsüme kadar ulaşdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle yüzümdeki ve gözlerimdeki kanı göğsüme doğru akıtdı. amir bin amr bu hatırasını ömrü boyunca anlatdı. vefat etdiğinde cenazesi yıkanırken göğsünde resulullahın mubarek elinin değdiği yere bakdılar. orası atın alnındaki beyazlık gibi parlıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin dokuzuncu senesinde beni kilab kabilesine bir seriyye gönderdi. bir de mektub göndererek islama da'vet etdi. beni kilab kabilesi müsliman olmayı kabul etmediler. kendilerine gönderilen deri üzerine yazılı mektubu suya atıp, yazılarını imha etdiler. deriyi de su kovası yapdılar. bu haber, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerine bildirilince: allahü teala akllarını gidersin buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu beddüasından sonra, o kavmin temamı aklını kaybetdiler. karma karışık konuşmaya başladılar. ba'zıları öyle oldu ki, ne söylediği asla anlaşılmazdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazvesine giderken, eshabı kiramla bir yerde konaklayıp, gecelediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sabaha yakın bir vaktde uyudu. güneş doğunca uyanıp, ebu katadeden radıyallahü anh su istedi. ebu katade şöyle anlatmışdır. matarada suyum vardı. resulullahın mubarek eline dökdüm, abdest aldı. suyun kalanını sakla lazım olacak, buyurdu. herkes önden gitmişdi. susuz bir yerde konaklamışlardı. her ne kadar hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü anhüma bir su başında konaklayalım dedilerse de, dinlememişlerdi. yanlarına ulaşınca bakdık ki, havanın harareti onları çok etkilemiş. susuzlukdan develerini kesip develerin midelerinde kalan suları içiyorlardı. resulullah bu hallerini görünce, ebu bekr ve ömeri dinleseydiniz, bu sıkıntıyı çekmezdiniz, buyurdu. sonra matarada kalan suyu istedi ve herkesi çağırıp, suyu dökmeye başladı. eshabın hepsi susuzlukları gidinceye kadar su içdiler. onbin ata ve onbeşbin deveye su verdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazasına gitmişdi. eshabı kiramdan abdüllah bin hayseme radıyallahü anh gitmemişdi. iki güzel hanımı vardı. herbirinin gayet güzel gölgeliği vardı. gölgeliklere su serpip, güzel yaygılar ve minder döşemişlerdi. nefis yiyecekler hazırlamışlardı. abdüllah bin hayseme bu durumu görünce, sübhanallah, geçmiş ve gelecek hiçbir günahı bulunmayan ve allahü tealanın lütfuna kavuşmuş olan bir peygamber, bu sıcak havada silahını alıp kafirlerle cihada gitsin de, abdüllah bin hayseme hoş gölgelikde hanımlarıyla otursun, sohbet etsin. bu insafa sığmaz! vallahi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna kavuşmadıkca ve hizmetiyle şereflenmedikce, bu kadınlardan hiç biriyle konuşmam, dedi. sonra hemen devesine binip yola çıkdı. hanımları ne kadar konuşmak istedilerse de, hiç cevab vermedi. tebüke yaklaşınca, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem uzakdan deveye binmiş, gelmekde olan birisi göründü diye haber verdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ümmid ederim ki o abdüllah bin haysemedir. huzuruna gelip selam verince, ya abdüllah bin hayseme! dünyanın fani ni'metlerini bırakıp, allahü tealanın rızasını taleb etmen senin için ne iyi, ne sevimlidir, buyurdu. ebu umeyye radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük seferinde vadiyülkuraya varmışdı. orada bir kadın, güzel bir hurma bağçesi yapmışdı. resulullahın emriyle eshabı kiram o bağçenin hurmalarını topladılar. on vesk hurma çıkdı. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kadına bağçendeki hurmaları topla ve ne kadar çıkdığını ölç, buyurdu. kadın hurmaları topladıkdan sonra, ne kadar çıkdı diye sordular. on vesk çıkdı dedi. eshabı kiramın topladığı kadar çıkmışdı. resulullahın mu'cizesiyle kadının hurması hiç eksilmedi. bağçesi ne kadar hurma veriyorsa o kadar çıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük seferi sırasında, vadiyülkuradan tebüke doğru yola çıkdıklarında; bu gece kuvvetli rüzgarlar esecek! hiç kimse yerinden kalkmasın! develeri sıkı bağlayın! buyurdu. o gece şiddetli rüzgar esdi. her nasılsa iki kişi gece yerinden kalkmışdı. rüzgar onları alıp götürdü ve uzak dağlara bırakdı. ebu zer gıfari radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük seferine çıkdığı sırada, benim gayet za'if ve yürümez bir devem vardı. birkaç gün devemi besleyeyim de, sonra gidip resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yetişirim, dedim. devemi birkaç gün yemle besledim. sonra yola çıkdım. bir yere kadar varınca devem çökdü kaldı ve yerinden kalkmadı. bunun üzerine eşyalarımı sırtıma alıp, şiddetli sıcak altında tebük yolunu tutdum. benim karaltım uzakdan görününce, eshabı kiram, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem, tek başına bir yaya kimse geliyor, demişler. resulullah da umarım ki, o gelen ebu zer gıfaridir, buyurmuş. ben yanlarına yaklaşınca, eshabı kiram vallahi ebu zer gıfaridir, dediler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna vardım. yerinden doğrulup, merhaba ya eba zer! rahatlık ve sevinç ebu zerin olsun ki, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız diriltilir buyurdu. nitekim ebu zer gıfari ıssız bir yer olan rebzede yerleşdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi, orada yalnız yaşadı ve yalnız vefat etdi. ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle demişdir: ebu zer gıfariyi radıyallahü anh rebzede yalnız bir halde, vefat etmiş buldum. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem söylediği gerçekleşdi, dedim. müstaksa şöyle demişdir: rebzede ebu zer gıfarinin radıyallahü anh kabrini ziyaret etdim. onun kabrinde diğer sahabinin kabrinde bulamadığım bir te'sir buldum. kabrinin yanında namaz kıldım. başımı secdeye koyunca, kabrinin toprağından burnuma misk kokuları geliyordu. tebük gazvesinde bir konaklama yerinde, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem devesi kayboldu. münafıklardan birisi, muhammed peygamber olduğunu sanır ve size göklerden haber verir. fekat kendi devesinin nerede olduğunu bilmez, dedi. o münafığın sözlerini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem söylediler. buyurdu ki: ben ancak allahü tealanın bildirdiği şeyleri bilirim. şu anda rabbim bana devemin falan derede yuları bir ağaca sarılmış olduğunu bildirdi, buyurdu. gidip deveyi o vadide yuları bir ağaca sarılmış halde buldular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazasına çıkdığında, münafıklardan bir gurub da orduya katılmışdı. onlardan biri vedi'a bin sabit idi. bir diğeri de eşca'dan mahşi bin humeyr idi. münafıklar kendi aralarında ordunun içinde şöyle konuşuyorlardı. müslimanlar beni asfar ile yapacakları gazayı diğerleriyle yapdıkları gaza gibi olacak zan ediyorlar. göreceksiniz yarın müslimanları nasıl esir edip iplere dizerler! bu konuşmalar sırasında mahşi bin humeyr, vallahi her birimize yüz değnek vursalar da, yeter ki hakkımızda kur'an ayeti nazil olmasa, dedi. onlar böyle konuşurken resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ammar bin yasere radıyallahü anh, git ordunun arasında birbiriyle konuşanları bul ve ne konuşduklarını sor. eğer inkar ederlerse, siz şöyle şöyle söylediniz diye söyle, buyurdu. ammar bin yaser radıyallahü anh gidip, o sözleri onlara söyledi. bunun üzerine hepsi özr dilediler ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldiler. onlardan vedi'a bin sabit, resulullahın devesinin yularından tutup: ya resulallah! biz her dürlü söze daldık. maskaraca boş sözler söyledik, dedi. mahşi bin humeyr ise benim ve babamın ismi bunların arasında anılmasın diyerek afv edilmesini istedi. afv edildi ve ismi değişdirilip, abdürrahman ismi verildi. sonra allahü tealaya düa edip, kimsenin bilmediği tenha bir yerde şehid olmayı diledi. yemame savaşında şehid oldu ve ondan bir daha haber alınamadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük seferinde, tebüke yaklaşdığı sırada eshabı kirama, yarın kuşluk vaktinde tebüke ulaşacaksınız. ben gelmeyince kimse elini suya dokunmasın, buyurdu. oraya varınca gördüler ki, suyu gayet az akan bir çeşme vardı. suya el sürmediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. o çeşmenin suyu ile mübarek ellerini ve yüzünü yıkadı. o anda çeşmenin suyu çoğaldı ve coşarak akmağa başladı. bütün ordu istediği kadar su aldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mu'az bin cebele radıyallahü anh o kadar ömrün olur ki, bu çeşmenin suyunun, bostanlara akdığını görürsün, buyurdu. mu'az bin cebel radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: tebük gazasından dönerken, bir dereye gelmişdik. o derede taşın yarığından akan bir pınar vardı. suyu bir veya iki kişinin içeceği kadardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hiç kimse benden önce o suya gitmesin. giden olursa o suya dokunmasın, buyurdu. eshabı kiramdan dört kişi o suya önce gitdiler. su biraz birikmişdi, onu aldılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiram ile oraya ulaşınca bakdılar ki, suyu almışlar. bu suyu kim aldı diye sordu. falan falan kimseler aldı, dediler. onları azarladı. sonra aşağı indi, taşın yarığını mubarek parmağıyla sıvazladı ve allahü tealanın dilediği şeyleri söyledi. taşın yarığından su çıkmaya başladı. bir avuç alıp o dereye serpdi. mu'az bin cebel radıyallahü anh, vallahi o derede şimşek sesi gibi suyun çağladığını işitdik, demişdir. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sizden kim yaşarsa bu derenin diğer derelerden daha yeşil ve güzel olduğunu görür, buyurdular. selefi salihinden bir zat; vallahi bizimle şam arasında o dereden güzel ve yeşillik bir dere yokdu, demişdir. tebük seferinden dönerken yolda, büyük, heybetli ve acaib şeklde bir yılan, eshabı kiramın önüne çıkdı. çok korkdular ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına toplandılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yanında bulunanları çok gözetirdi. daha sonra korkunç yılan yoldan çekildi. başını kaldırıp, eshabı kirama bakdı. sonra başını aşağı indirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bu gördüğünüz yılan, bana kur'anı kerim dinlemek için gelen cinnilerden biridir. onun bulunduğu yere yaklaşdığınız için, yanınıza geldi. size selam veriyor, cevabını veriniz. eshabı kiram cevab verdiler. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: her kim olursa olsun allahü tealanın kullarını seviniz buyurdu. beni sa'd kabilesinden bir genç şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiramdan altı kişiyle tebükde bir yerde oturuyordu. yanlarına gitdim. eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden resulullah diyerek müsliman oldum. resulullah bana; ebedi se'adete kavuşdun, buyurdu. sonra bilali habeşiden radıyallahü anh yiyecek istedi. hazreti bilal de deriden bir sofra serdi. dağarcıkdan yağ ile hazırlanmış bir mikdar hurma çıkardı. hepimiz o hurmadan yidik ve doyduk. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! müsliman olmadan önce, ben bu kadar hurmayı tek başıma yirdim, yine de doymazdım, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: kafir yedi bağırsağına yir. mü'min ise bir bağırsağına yir. bir başka gün kuşluk vakti, islamiyyete olan yakinimin artması için, yine resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem on kişiyle birlikde oturuyordu. bilali habeşiden radıyallahü anh yiyecek istedi. o da dağarcıkdan bir avuç hurma çıkardı. resulullah, hurmaların hepsini çıkar, allahü teala herkesin rızkına kefildir, ümmidsiz olma buyurdu. bilali habeşi radıyallahü anh dağarcıkdaki hurmaların hepsini çıkardı. iki müd kadardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elini hurmaların üzerine koydu ve bismillah diyerek, yiyiniz buyurdu. herkes yidi, ben de yidim. ben o kadar çok yidim ve doydum ki, artık bir hurma yiyecek mecalim kalmadı. yerdeki yaygı üzerinde bilali habeşinin koyduğu kadar hurma aynen duruyordu. üç gün daha o hurmadan kalanı yidik. sonra bilali habeşi radıyallahü anh koyduğu kadar hurmayı tekrar dağarcığına doldurdu. bende islamiyyetin hak din olduğuna dair tam bir inanç ve yakin hasıl oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebüke vardığı sırada, herakl de humusa gelmişdi. orada bekleyip, resulullahın her dürlü halini araşdırıp öğrenmesi için bir kişi gönderdi. o şahs gelip, resulullahın üstün ahlakına ve güzel hallerine şahid oldu. mubarek gözlerindeki kırmızılığı, nübüvvet mührünü gördü. sadaka kabul etmediğini öğrendi. geri dönüp gördüklerini herakle anlatdı. herakl bunları haber alınca, kavmini topladı. müsliman olmağa da'vet etdi ve resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olmalarını emr etdi. kavmi heraklin bu sözlerini işitince, silahlarını alıp hücuma kalkışdılar. heraklin oturduğu yerden kıpırdamaya mecali kalmadı. binbir hile ile kavminin hücumunu zor yatışdırdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem halid bin velidi radıyallahü anh, eshabdan bir cema'at ile tebükden dumetülcendele gönderdi. dumetülcendelin reisi olan ekidir, nasrani idi. onun ile harb edeceklerdi. halid bin velid radıyallahü anh, ya resulallah, biz düşman memleketindeyiz. kuvvetimiz de çok az, halimiz nice olur, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o bir dağ sığırını avlamakla meşgul iken, allahü teala seni ona karşı galib kılar buyurdu. halid bin velid radıyallahü anh mehtablı bir gecede, ekidirin hisarına ulaşdı. ekidir hanımıyla hisarın damında çalgı çaldırıp, şerab içiyordu. bir şarkıcı kadın da şarkı söylüyordu. halid bin velid radıyallahü anh bir yere gizlenmişdi ve onları görüyordu. o sırada bakdı ki, iki dağ sığırı birbiriyle oynaşarak hisarın kapısına geldiler. boynuzlarıyla kapıya vurdular. şarkıcı kadın ekidire onları göstererek, hiç böyle av gördün mü, onları kaçırma, dedi. ekidir atının hazırlanmasını emr etdi. yanına kardeşi hassanı ve birkaç adamını alarak, hisardan dışarı çıkdı. kadınlar da peşlerinden çıkdı. halid bin velid radıyallahü anh üzerlerine hücum etdi. hassanı öldürdü. ekidiri esir aldı. diğerleri kaçıp hisara girdiler. tebükde beni sa'd kabilesinden birkaç kişi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldiler. ya resulallah! kabilemizin bir kuyusu var, suyu gayet azdır, kabilemize yetmiyor. o kuyunun suyunun fazlalaşması için allahü tealaya düa etmenizi istemeye geldik. böylece refahımız artsın. düşmanlarımıza muhtac olmakdan kurtulalım, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir kaç dane küçük taş getiriniz, buyurdular. üç dane çakıl taşı getirdiler ve mubarek eline verdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o taşlara mubarek elini sürdü ve getiren kimseye geri verdi. bu taşları allahü tealanın ismini söyleyerek birer birer o kuyuya atınız, buyurdu. buyurduğu gibi yapdılar. o kuyunun suyu hem son derece çoğaldı, hem de tatlandı. böylece rahata kavuşdular ve düşmanlarına karşı da galib geldiler. ırbaz bin sariye radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebükde ümmü selemenin radıyallahü anha çadırında iken, iki kişinin ve benim karnımız acıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizim için yiyecek istedi, fekat bulunamadı. bilali habeşiye, bunlar için yiyecek bul, buyurdu. o da vallahi bütün dağarcıkları, torbaları silkeledim, içlerinde hiç birşey kalmamış, dedi. tekrar silkele, belki birşeyler kalmışdır, buyurdu. bilali habeşi radıyallahü anh torbaları birer birer silkeledi. yedi dane hurma çıkdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek elini o hurmaların üzerine koydu ve besmele ile yiyiniz, buyurdu. ben ellidört dane yidim. çekirdekleri elimde toplamışdım. arkadaşlarım da benim kadar yidiler. sonunda yedi hurma önümüzde duruyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bilali habeşiye radıyallahü anh, bu hurmaları sakla, bunları yiyen muhakkak doyar, buyurdu. sonra başka bir gün on fakir resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. o yedi hurmayı bilali habeşiden istedi. mubarek elini o yedi hurma üzerine koydu ve bismillah diyerek yiyiniz buyurdu. hepsi doydu ve yedi hurma önlerinde duruyordu. bundan sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: rabbimden haya etmeseydim, medineye kadar orduyu bu hurma ile doyururdum. buyurdu. sonra o hurmaları küçük bir çocuğa verdi. tebük seferinden dönüşde münafıklar, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem dağ yolundan aşağı atmak için aralarında kararlaşdırdılar. gece vakti akabeye geldikleri sırada resulullah, eshabı kirama, hepiniz dere yolundan gidiniz. kimse benimle gelmesin, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisi devesine binip akabeden, dağ yolundan yola devam etdi. devesinin yularını ammar bin yasere radıyallahü anh verdi. huzeyfeyi de radıyallahü anh deveyi sürmekle vazifelendirdi. böylece akabe yolundan gidiyorlardı. arkalarından gelmekde olan bir gurub insan gözükdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem huzeyfeye radıyallahü anh gelenleri geri çevir, diye emr etdi. o da, gelenlerin develerinin yüzlerine vurmaya başladı. münafıklar, muhammed aleyhisselam hilemizi anladı diyerek, hemen geri dönüp, akabeden aşağı indiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem huzeyfeye radıyallahü anh o toplulukdan tanıdığın kimse var mı diye sordu. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem, falan falan kimselerin devesini tanıdım. fekat hepsi yüzünü bağlamışdı ve gece karanlıkdı, onları tanıyamadım, dedi. sabah olunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üseyyid bin hudayra radıyallahü anh, ey eba yahya, biliyor musun gece münafıklar ne düşündüler. beni gece dağdan aşağı atmak istiyorlardı, dedi. üseyyid bin hudayr radıyallahü anh, ya resulallah! müsaade ederseniz başlarını getireyim, dedi. halkın, harb bitdi, muhammed eshabını öldürmeye başladı demelerini istemem, buyurdu. üseyyid bin hudayr, ya resulallah onlar senin eshabından değildirler deyince, onlar dilleriyle görünüşde şehadet getiriyorlar. allahü teala beni şehadet getireni öldürmekden men' etdi, buyurdu. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem münafıkları tek tek huzeyfeye radıyallahü anh bildirdi ve allahü teala beni onların cenaze namazını kılmakdan men' etdi, buyurdu. huzeyfetebni yemaniden radıyallahü anh başka kimse onları bilmiyordu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, emirül mü'minin ömer radıyallahü anh cenaze olduğu vakt huzeyfeye radıyallahü anh bakardı. o cenaze namazı kılarsa kılardı. kılmazsa o da kılmazdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebükde iken buyurdu ki: allahü teala bana, farisin ve rumun hazineleri ile, hımyerin meliklerinin, allah yolunda cihada yardımcı olacaklarını müjdeledi. medineye döndükden sonra hımyer melikinin bir elçisi geldi. müşrikliği bırakıp, müsliman olduklarını bildirdi. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem dini islamı anlatan bir kitab istedi. resulullah, islamiyyetin hükmlerini anlatan bir kitab yazılıp, verilmesini emr etdi. ahkamı islamiyyeyi anlatan bir kitab yazdılar. elçi ile beraber gönderdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük seferinden döndükden sonra, medineye çevrede bulunan meliklerden ve kabile reislerinden elçiler geldiler. elçi gönderen kabilelerden biri de beni mürre kabilesi idi. onüç kişiyi elçi olarak gönderdiler. bunlar kabilelerinin müsliman olduğunu bildirdiler. memleketlerinde hiç yağmur yağmadığını, otların bitmediğini ve şiddetli bir kıtlık çekdiklerini söylediler. bu sıkıntıdan kurtulmak için resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem düa istediler. ya rabbi onları yağmur ile suya doyur diye düa etdi. beni mürre kabilesinin elçileri memleketlerine dönünce, kavmlerinin temamen rahatladığını gördüler. çünki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem onlara düa etdiği gün, orada bol yağmur yağmışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem taif seferine giderken, bir gece taif yakınında nüceyb denilen bir vadiden geçdi. bu vadi çok ağaçlı idi. içinde sedir ve mugılan ağaçları pek çokdu. bu vadiden geçerken resulullah sallallahü aleyhi ve sellem devesinin üzerinde uyuyordu. gece karanlığında başının hizasına bir sedir ağacı çıkdı. sedir ağacı ortasından ikiye ayrıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ağaca çarpmadan sıkıntısızca geçdi. o ikiye ayrılan sedir ağacı uzun zeman öylece kaldı. bu ağaç o civarda meşhur olmuşdu ve nebinin sedir ağacı diye bilinirdi. o vadide koyunlarını otlatanlar veya başka bir iş için gidenler, oradan ağaç keserler ve ot toplarlardı. fekat o sedir ağacına hiç dokunmazlardı. çünki, o ağacın hatırasını herkes bilirdi. bu mu'cize, baki kalan mu'cize olarak, adlı kitabda yazılıdır. abdülkays kabilesinden medineye bir hey'et geldi. yanlarında da bir deli getirmişlerdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdüler. yanlarında getirdikleri delinin deliliği bakışlarından belli oluyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunun sırtını çeviriniz, buyurdu. sırtını çevirdiler. resulullah onun sırtına bir kaftan örtüp, çık ey allahın düşmanı dedi. o anda delinin bakışları düzeldi, delilik belirtileri kayboldu. akllı kimseler gibi bakmağa başladı. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o deli kimsenin yüzünü kendine çevirip, mubarek elini gözüne sürdü. ihtiyarlamış olduğu halde yüzü gençleşdi ve aklı tam yerine geldi. öyle akllandı ki kavmi arasında ondan daha akllı kimse yokdu. abdülkays kabilesinden medineye gelen hey'et arasında bir kimse vardı. bu şahs bahreynde amcasının oğlu ile şerab içerken, amcasının oğlu ayağını yaralamışdı. o yaranın izi hala belli idi. hey'etdekiler, ya resulallah! bizim oturduğumuz yerin havası iyi değildir. biz yemeklerden sonra şerab içeriz, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onların bu sözü üzerine; sizden biriniz şerab içer, serhoş olur. kalkıp amcasının oğlunun ayağını yaralar, dedi. ayağında yara izi bulunan o şahs bu sözleri işitince, ayağını örtdü. tebük seferinin yapıldığı sene habeş meliki vefat etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabına baki' kabristanında toplanmalarını emr buyurdu. orada toplandılar. kardeşiniz necaşi vefat etdi buyurdu ve dört tekbir alarak onun gıyabına cenaze namazı kıldırdı. hazreti aişe radıyallahü anha şöyle demişdir: necaşinin kabri üzerinde devamlı bir nur görülürdü. bu melikin ismi eshame idi. müsliman olmuşdu. hicretin onuncu senesinde beni amir kabilesinden bir hey'et, medineye gelip müsliman olduklarını bildirdiler. islamiyyetin hükmlerini öğrendiler. onların arasında bulunan erbede bin kays ve amir bin tufeyl adlı meşhur kimseler müsliman olmadılar. amir bin tufeyle kavmindekiler, müsliman ol dediler. amir, bütün arablar bana tabi' oluncaya kadar muharebeye yemin etdim. şimdi nasıl olur da, kureyşli bir gence tabi' olabilirim, dedi. sonra arkadaşı erbede bin kaysa, ben muhammedin yüzünü kendimden tarafa çevirip konuşarak onu meşgul edeyim. sen de arkadan kılıç ile onu öldür, dedi! sonra amir bin tufeyl, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve benim için bir haraç ta'yin et ve beni kendi halime bırak dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem madem ki iman etmiyorsun, öyle olacak, dedi. güya konuşarak, resulullahı oyalıyor ve erbede bin kaysa bakıyordu. fekat o hiç birşey yapamıyordu. konuşma uzadı. amir, resulullaha memleketini süvari ve yaya askerle dolduracağım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi beni amirin şerrinden koru diye düa etdi. allahü teala ona bir ta'un hastalığı vererek helak etdi. erbede bin kays ise, ben arkadan muhammede kasd etdiğim sırada, amiri aramızda görürdüm. kılıcımı vuramazdım, demişdir. allahü teala, erbedeyi de bir yıldırımla helak etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin onuncu senesinde hazreti aliyi radıyallahü anh islamiyyeti yayması için yemene gönderdi. ka'bül ahbar yemende idi ve henüz müsliman olmamışdı. hazreti aliden resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sıfatlarını sordu. hazreti ali resulullahın güzel ahlakını, şeklini, şemailini anlatdı. ka'bül ahbar bunları dinleyince tebessüm etdi. hazreti ali sebebini sorunca, şunun için tebessüm ediyorum. senin söylediğin bu sıfatların temamını biz tevratdan okuduk, dedi ve iman etdi. mümkün olduğu kadar islamiyyetin hükmlerini öğrendi. yemende kaldığı süre içinde halka islamiyyeti öğretdi. hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliği sırasında medineye geldi. keşke hicretden sonra gelseydim de resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmak se'adetiyle şereflenseydim diye çok üzüldü. ba'zı kitablarda böyle bildirilmişdir. ancak ka'bül ahbar ile alakalı meşhur olan haber şöyledir: hazreti ömer radıyallahü anh halife iken, şamda onunla görüşerek müsliman oldu. sa'id bin müseyyib radıyallahü anh anlatır: abbas radıyallahü anh zemzem kuyusunun yanında oturuyordu. o sırada ka'bül ahbar huzuruna geldi. ka'bül ahbara ne mani' vardı ki, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında ve emirül mü'minin hazreti ebu bekrin radıyallahü anh zemanına kadar iman etmekde gecikdin, dedi. bunun üzerine ka'bül ahbar şöyle anlatdı: babam bana tevratdan ba'zı şeyler yazıp verdi. bununla amel et, dedi. tevratı mührledi ve o mührü açmamam için bana yemin etdirdi. islamiyyet gelince, islamdan daha hayrlı birşey bulunmadığını gördüm. kendi kendime, babam benden ba'zı bilgileri ve haberleri gizlemişdir, diyerek, mührlediği tevratın mührünü söküp okudum. onda muhammed aleyhisselamın ve ümmetinin sıfatları yazılı idi. bunları okuyunca geldim ve iman etdim. hicretin onuncu senesinde cerir bin abdüllah radıyallahü anh yemenden medineye gelip, müsliman oldu. o medineye gelmek üzere iken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbe okurken, şu kapıdan bir kişi gelmek üzeredir. o yemen ehlinin en faziletlisi ve eşrefi olsa gerekdir, buyurdu. cerir bin abdüllah at üstünde duramazdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle göğsüne vurdu. elinin izi göğsünden hiç gitmedi. allahım onu sabit kıl, hidayete erdir ve hidayete erdirici eyle, diye düa etdi. ondan sonra hiç atdan düşmedi. hicretin onuncu senesinde, tay kabilesinin hey'eti medineye gelip, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda müsliman oldular. aralarında kabilelerinin reisi ve ileri gelen bir kimse olan zeyd bin hayl de vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona zeydülhayr ismi verdi ve şimdiye kadar arablardan her kimin fazileti bana anlatılmışsa o kimseyle karşılaşınca anlatılandan az olduğunu gördüm. fe.evahidün nübüvve kat zeydül hayrın faziletini, duyduğumdan fazla gördüm, buyurdu. zeydül hayr radıyallahü anh memleketine döneceği zeman, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, keşke zeyd medinenin hummasından kurtulsaydı, buyurdu. zeyd radıyallahü anh memleketinin sınırına yaklaşdığı sırada, necid beldelerinden birinde humma hastalığından vefat etdi. adi bin hatem medineye gelmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona müsliman ol, selamet bul, buyurdu. adi bin hatem benim dinim vardır deyince, resulullah, ben senin dinini senden daha iyi bilirim. sen nasara ve sabieyn dinini seçmişdin, buyurdu. evet deyince, sen kavmin arasında ganimet malının dörtde birini alıyorsun. halbuki bu sizin dininizde caiz değildir, buyurdu. adi bin hatem demişdir ki, bunları işitince, kalbimde islam dinine karşı olan kötü düşünceler kalmadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sözlerine devam ederek ona şöyle buyurdu: sen müslimanları fakir görüyorsun ve bu sebeble müsliman olmuyorsun. bir gün gelecek onların malları o kadar çoğalacak ki, sadaka verecek fakir bulamayacaklardır. şayet sen müslimanların düşmanları çok diye müsliman olmuyorsan, hiç hireye gitdin mi. hayır, fekat orayı bilirim, dedim. buyurdu ki: çok kısa zemanda bir kadın, hireden tek başına mekkeye gelip, ka'beyi tavaf edecek ve allahü tealadan başka hiç kimseden korkusu olmayacak. eğer melikler ve sultanlar müsliman değildir diye müsliman olmuyorsan, kısa zeman sonra kisra bin hürmüzün memleketini müslimanlar feth edecekler ve hazinelerini alacaklardır. adi bin hatem diyor ki, kisra bin hürmüzün memleketini mi diye hayretle sordum, evet buyurdu. ben hemen iman etdim. vallahi hireden bir kadının tek başına ka'beye gidip, tavaf etdiğine şahid oldum. kisranın memleketi de müslimanların eline geçdi. onun memleketini feth edenler arasında ben de vardım. müslimanların sadaka verecek kimse bulamayacak kadar zengin olması da muhakkakdır. yine hicretin onuncu senesinde eslam kabilesinden bir hey'et medineye geldi. müsliman oldular. islamiyyetin hükmlerini öğrendiler. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, bizim memleketimizde kıtlık var, bu sene hiç yağmur yağmadı. bizim için düa buyurunuz, dediler. resulullah onlar için düa etdi. memleketlerine döndüklerinde düa edildiği gün yağmur yağmış olduğunu gördüler. necaşinin kız kardeşinin oğlu firuz deylemi radıyallahü anh hicretin onuncu senesinde medineye gelerek iman etdi. peygamberlik iddiasında bulunan esvedi anesiyi o öldürdü. onu öldürdüğü gecenin sabahında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kirama, dün gece esvedi anesi öldürüldü, buyurdu. ya resulallah! onu kim öldürdü diye sorduklarında, mubarek bir hanedandan mubarek bir kimse öldürdü. onun ismi firuzdur dedi ve firuz muzaffer olsun diye düa buyurdu. hicretin onuncu senesinde müsliman olmak için medineye gelen hey'etlerden biri de, kinde kabilesinin hey'eti idi. bu hey'et aralarına meliklerinin oğlu vail bin haceri de almışlardı. o şöyle demişdir: ben resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna çıkmadan önce, eshabı kiram bana, senin geleceğini resulullah bize üç gün önceden müjdeledi dediler. sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, müsliman oldum. sa'd bin ebi vakkas radıyallahü teala anh veda haccı sırasında hastalanmışdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ziyaretine gitdi. ya resulallah! herhalde ben mekkede eshabından geri kalacağım deyince, inşaallah allahü teala sana sıhhat verecek. çünki, senden çok hayrlar ve faideli işler meydana gelecek. bir kavm senden iyilikler görecek. bir kavmi de zarara uğratacaksın, buyurdu. sonra sıhhatine kavuşdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh zemanına kadar yaşadı. ırakı feth etdi. mürtedlerle yapılan muharebelerde çok savaşıp büyük işler yapdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi mürtedlere büyük zararlar verdi. eshabı kiramdan biri şöyle anlatmışdır. veda haccında mekke evlerinden birine girdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem orada idi. mubarek yüzü ayın ondördü gibi parlıyordu. yemameli bir adam, bir oğlan çocuğunu bir parça beze sararak getirmişdi. resulullah o çocuğa, ben kimim, buyurdu. çocuk, sen resulullahsın deyince, doğru söyledin. allahü teala seni mubarek etsin, buyurdu. ondan sonra o çocuk büyüyüp konuşabilecek yaşa gelinceye kadar hiç konuşmadı. ona mübarekülyemame ismini verdiler. üsame bin zeyd radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem veda haccına giderken, yolda bir kadın önüne çıkdı. kucağında küçük bir çocuk vardı. selam verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem durdu. o kadın, ya resulallah, bu çocuğum doğduğundan beri onu birşey tutuyor ve çok zahmet veriyor, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ellerini uzatarak kadından çocuğu aldı. mubarek ağzının suyundan çocuğun ağzına koydu ve ey allahın düşmanı çık! ben resulullahım buyurdu. sonra çocuğu annesine verdi. bundan sonra söylediğin sıkıntı olmaz, buyurdu. veda haccından dönerken, o kadının bulunduğu yere ulaşmışdık. o kadın bir koyunu kebab yapıp getirdi: ya resulallah! ben, sıkıntıdan kurtardığınız çocuğun annesiyim, dedi. resulullah çocuğun hali nasıldır, diye sordu. kadın sizinle ilk karşılaşdığımız günden beri hiç sıkıntı çekmedi, dedi. üsame radıyallahü anh şöyle nakl eder. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, ey üsame, o koyunun bir kolunu ver, buyurdu. verdim. sonra bir kolunu daha ver, buyurdu. verdim. tekrar, ey usame, bir kolunu daha ver buyurunca, ben ya resulallah! bir koyunda iki koldan fazla olmaz, dedim. eğer böyle söylemeseydin, her elini uzatdığında, o koyunda biz istedikce devamlı bir kol daha bulurdun, buyurdu. sonra ey üsame, çevreye gidip bak kazayı hacet için tenha bir yer var mıdır, buyurdu. çevreyiyoruluncaya kadar dolaşdım. ne insanlar arasından çıkabildim, ne de tenha bir yer bulabildim. geri dönüp durumu resulullaha bildirdim. hiç ağaç ve taş gördün mü diye sorunca, evet bir yerde üç hurma ağacı ve diplerinde de bir kaç taş gördüm, dedim. o ağaçların ve taşların bulunduğu yere git ve allahın resulü birleşmenizi istiyor de, buyurdu. gidip aynen söyledim. onu insanlara hak peygamber olarak gönderen allahü teala için, o ağaçlar köklerinden sökülüp toprağı yararak, sıçraya sıçraya bir araya geldiler. sanki hepsi bir tek ağaç gibi oldular. taşlar da birbirinin üzerine çıkarak bir yerde toplanarak dıvar oldular. gelip durumu resulullaha bildirdim. su getir buyurdu. hemen suyu hazırlayıp, onlardan evvel götürdüm. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem abdest aldı. sonra çadıra geri geldi. ey üsame, o ağaçlara ve taşlara, allahü tealanın resulü geri yerinize gitmenizi istiyor. yerlerinize gidiniz diye söyle, buyurdu. buyurduğu gibi söyledim. resulullahı insanlara hak peygamber olarak gönderen allahü teala hakkı için, herbirisinin, sıçrayarak önceki yerine gitdiğini gördüm. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna kurban etmesi için beş veya bir rivayete göre altı deve getirdiler. develer birbirinin önüne geçerek, resulullah önce beni kurban etsin, kesmeğe benden başlasın diye, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına yaklaşmak için yarış etdiler. aişei sıddika radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: hicretin onbirinci senesinde, bir gece resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yatağından kalkdı, dışarıya çıkıyordu. ben, anam babam sana feda olsun ya resulallah! bu vaktde nereye gidiyorsun, dedim. baki' kabristanına gidiyorum. orada bulunanlara magfiret için düa edeceğim, böyle emr olundu, buyurdu. ebu müveyhibe ve ebu rafi' radıyallahü anhüma resulullahın hizmetinde bulunanlardan idiler. birlikde gitdiler. ebu müveyhibe şöyle anlatır: resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem baki' kabristanında uzun müddet kaldı. orada yatanların magfireti için düa etdi. sonra allahü tealanın size verdiği ni'metler afiyet olsun. kapıları yüzünüze rahmet ile açılan seraylar size mubarek olsun. dünyanın halka yüz tutmuş ve karanlık geceler gibi olan fitnelerinden kurtuldunuz. o fitnelerin sonu başına ulaşmışdır. gelecek olanı geçenlerden beterdir, buyurdu. sonra bana: ey müveyhibe! beni dünya hazineleri ve dünyada baki kalmakla, cennet ve allahü tealaya kavuşmak arasında muhayyer bırakdılar, buyurdu. ben, ya resulallah! anam babam sana feda olsun. dünya hazinelerini ve dünyada kalmağı ve sonra cenneti seçiniz, dedim. hayır ey müveyhibe! allahü tealaya kavuşmağı ve cenneti seçdim, buyurdu. bir kaç gün sonra da hastalandı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bütün hastalıklarında, allahü tealadan sıhhat ve afiyet taleb ederdi. fekat son hastalığında ey nefs, takatsızlıkdan niçin başkasına sığınıyorsun, buyurdular. hazreti aişe radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sıhhatde olduğu günlerde buyurdu ki: hiçbir peygamber cennetdeki makamını görmeden dünyadan gitmez. onu muhayyer bırakırlar. isterse cennete kavuşdururlar. isterse sıhhate kavuşdururlar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem son hastalığında, mubarek başını benim dizime koymuşdu. bir an gözünü evin tavanına dikdi. sonra buyurdu. anladım ki, refikül alayı seçdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem son sözü bu oldu. ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefatından bir ay önce, bizi hazreti aişenin radıyallahü anha ve an ebiha evinde topladı. bize hayr düalar yapdı ve vasıyyetlerini bildirdi. allahü teala bizim üzerimize halife verdi buyurdu. biz rıhletiniz ne zemandır diye sual etdik. eshabımdan ayrılıp, allahü tealaya kavuşmak, cennetde olmak zemanı yaklaşdı, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mu'azı radıyallahü anh yemene gönderirken, uzun bir vasıyyetde bulundu. ey mu'az! eğer bir daha görüşmemiz mümkin olacak olsaydı, vasıyyetimi kısa yapardım! lakin kıyamet gününe kadar seninle buluşamayacağız, buyurdu. nitekim mu'az radıyallahü anh yemende iken, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem son hastalığı sırasında hazreti fatımayı radıyallahü anha yanına çağırdı. kulağına birşeyler söyledi. hazreti fatıma radıyallahü anha ağlamağa başladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını tekrar hazreti fatımanın kulağına yaklaşdırıp, bir şeyler daha söyledi. bu sefer hazreti fatıma gülmeğe başladı. ezvacı tahirat hazreti fatımadan bunun sebebini sordular. bu sırrı açıklayamam dedi. hazreti aişe radıyallahü anha resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra tekrar sordu. cevab verip dedi ki, babam bana, cebrail aleyhisselam bana kur'anı kerimi her sene bir kerre arz ederdi. bu sene iki kerre arz etdi. vefatımın yaklaşdığını anladım, dedi. bunu işitince ağladım. ikinci def'a kulağıma yaklaşıp, bu ümmetin seyyidesi olacaksın ve bana ehlimden en önce sen kavuşacaksın, buyurdu. bunu işitince de güldüm, dedi. hazreti fatıma radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: hazreti resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem başı ucunda oturmuşdum. aniden kapıya bir kimse geldi. esselamü aleyke ey ehli beyti nübüvvet! içeri girmeme müsaade var mıdır. allahın resulünün sallallahü teala aleyhi ve sellem yanına varayım, dedi. ey allahın kulu. bu ziyaret için allahü teala sana ecrler versin. yalnız bir an müsaade et. şu anda resulullahı ziyarete kimseye müsaade yok, dedim. bunun üzerine ey fatıma, beni men' eyleme, benim içeri girmem lazımdır, diye bana söyledi. o sırada resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ağrıları biraz hafifledi. mubarek gözlerini açıp, ey fatıma, kiminle konuşuyorsun biliyor musun. o melekülmevtdir! izn ver içeri girsin, buyurdu. azrail aleyhisselam girdi ve esselamü aleyke ya resulallah! ya emirallah! seni hak peygamber olarak gönderen allah hakkı için, senden önce hiç kimsenin kapısından içeri girmek için izn almadım. bundan sonra da kimseden izn almam, dedi. ümmü seleme radıyallahü anha anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, elimi mubarek göğsüne koymuşdum. haftalarca elim misk kokdu. ne kadar abdest alırken elimi yıkasam da o misk kokusu elimden gitmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in diğer cenazeler gibi mi, yoksa gömleği üzerinde iken mi yıkayalım diye tereddüt etdiler. o sırada hepsini bir uyku hali basdırdı. başlarını tutamayıp uyukladılar. o halde iken, hepsi birden allahın resulünü gömleği içinde yıkayınız diye bir ses işitdiler. emirülmü'minin ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vasıyyeti üzerine, mubarek bedenini ben yıkadım. benden başka kim mubarek vücuduna baksa kör olurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek bedenini yıkarken, sanki bana gaybdan yardım ederlerdi. mubarek azalarından birini yıkayıp temamlayınca, vücudunu çevirmekde üç kişi bana yardımcı olurdu. hazreti ali, resulullahın cenazesini yıkarken mubarek vücudunda hiç yara bere görmedi. anam babam sana feda olsun, hayatın da mematın da ne kadar güzel, dedi. emirülmü'minin hazreti alinin radıyallahü anh hafızası çok kuvvetli idi. bunun sebebini sordular. dedi ki: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem cenazesini yıkarken göz çukurlarında bir mikdar su birikmişdi. o suyu yere dökmeğe kıyamadım. dilimle alıp içdim. işte bendeki hafıza kuvveti, o serçeşmenin bereketidir. hazreti ali radıyallahü anh şöyle bildirmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat edince, gaibden bir nida geldi. esselamü aleyküm ya ehle beyti resulillah ve rahmetullahi ve berekatühu! her nefs ölümü tadacakdır. ecrinizi kıyamet gününde bulursunuz, diyordu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefat haberini, mü'ezzini abdüllah bin zeyd, bağçesinde bulunduğu bir sırada aldı. hemen ya rabbi benim gözlerimi görmez eyle, diye düa etdi. düası kabul edilip, gözleri görmez oldu. niçin böyle düa etdin diye sorduklarında, dünyanın lezzeti görmekdedir. istedim ki, gözlerim muhammed aleyhisselamın vefatından sonra kimsenin yüzünü görmekle lezzetlenmesin. emirülmü'minin ali kerremallahü vecheh şöyle anlatmışdır: resulullahı defn etdikden sonra, bir köylü geldi. kendini kabri şerifin üzerine bırakdı. topraklarını başına saçdı. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! emr buyurdun, emrine ita'at etdik. allahü teala sana kur'anı kerimi gönderdi. biz de senden kabul etdik. o kur'anı kerimden bir ayeti kerimede allahü teala nisa suresi. derdimayetinde mealen buyurmakdadır. biz kendi nefsimize zulm etdik. şimdi bizim için afv dileyesin diye geldik, dedi. o anda kabri şerifden, afv etdiler diye bir ses işitildi. abdürrahman elanberi şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir arefe günü hutbe okuyordu ve sadaka vermeğe teşvik ediyordu. bir genç kalkıp, ya resulallah! bu deve fakirlerin olsun dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o deveye bakdı ve emr eyledi satın aldılar. o günlerde resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ömere radıyallahü anh sana acaib bir haber vereyim mi buyurdu. o da buyurun dedi. buyurdular ki: bu gece dışarıya çıkmışdım. o deve bana esselamü aleyke ya resulallah dedi. ben, allahü teala sana bereketler versin dedim. dedi ki, ya resulallah, benim anam kureyşden bir kişinin devesiydi. südünü sağacağı zeman yem verir doyururdu. sağmayacağı zeman hiç birşey vermezdi. ben onun beşinci yavrusuyum. cahiliyye zemanında bir deve beş def'a doğurursa, beşinci yavrusunu putlar için ayırıp ona binmezler ve yük yüklemezlerdi. beni köylüler ariyet verdiler. onlardan kaçdım. kırlarda otladım. otlar bana, önce bana gel, bana gel, sen muhammedinsin diye seslenirlerdi. geceleyin yırtıcı hayvanlar, ona dokunmayın, o muhammedindir sallallahü aleyhi ve sellem derlerdi. allahü teala beni sana kavuşduruncaya kadar böyle oldu, dedi. sahibinin adı nedir dedim. gadbadır, dedi. ona sahibinin adını verdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatı yaklaşdığı sırada, gadba bana ne vasıyyet edersin diye sordu. sen kızım fatımanınsın, sana dünyada ve ahıretde o binecekdir buyurdu. gadba, bana senden başkasının binmesini istemezdim, deyince, sana kızım fatımadan başkası binmez, buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra hazreti fatıma radıyallahü anha bir gece dışarı çıkmışdı. gadba selam verip, ey resulullahın kızı, artık dünyadan ayrılma zemanım yaklaşdı. resulullahın vefatından sonra yiyeceğe ve içeceğe hiç ihtiyac duymadım, dedi. bu hadise kitabında bildirilmişdir. hayber feth edilince, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem ganimet hissesinden bir merkeb düşmüşdü. merkebe binip adın nedir diye sordular. yezid bin şihab dedi. ben senin adını ya'fur koydum buyurdu. sahibin kim idi diye sordular. bir yehudi idi, dedi. senin mubarek ismini duyunca uygunsuz sözler söylerdi. bu sebeble benim üzerime her bindiğinde kasden sürçerdim ve onu düşürürdüm. kendisini düşürdüğüm için beni aç bırakırdı ve eziyyet ederdi, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona, bir dileğin var mıdır, yanına bir eş alayım mı dedi. hayır, çünki atalarımdan duydum. bizim neslimize yetmiş peygamber binmişdir. neslimizden sadece ben kaldım. kitabında şöyle bildirilmekdedir. o merkeb dile gelip, dedi ki, benim atalarım dedelerimden şöyle bildirdi. bizim neslimizden sonuncusuna bir peygamber binecekdir. o peygamberin ismi muhammed bin abdüllahdır. şimdi bizim neslimizden sadece ben kaldım. peygamberlerden de senden başkası kalmadı, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona binip bir kimsenin evine bir iş için gitdiği zeman, o merkeb başıyla o kişinin kapısına vururdu. ev sahibi çıkınca da cevab ver diye resulullahdan tarafa işaret ederdi. o merkeb resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatına kadar hizmet etdi. resulullah vefat edince çok feryad etdi. üç gün sonra kendini ebu heysemin kapısına atdı ve orada öldü. ikinci kısm: hangi kitabdan alındığı ve zemanı zikr edilmiyen, yine resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler. zeyd bin erkam radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile medine köylerinden birine giderken, bir köylünün çadırına rastladık. o köylü, çadıra bir dişi geyiği bağlamışdı. geyik feryad ederek dile gelip; ya resulallah! bu köylü beni avladı. benim uzakda iki dane yavrum var. memelerim süt ile dolu. ne beni boğazlıyor ki, bu beladan kurtulayım. ne de salıverir ki gidip iki yavrumu emzireyim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geyiğe seni serbest bırakırsam, yine gelirmisin, buyurdu. gelirim, eğer gelmezsem allahü teala bana on kişinin azabını versin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geyiği salıverdi. geyik gidip aradan çok geçmeden geri geldi. diliyle dudaklarını yalıyordu. resulullah onu tekrar çadıra bağladı. o sırada çadırın sahibi, elinde bir tulum su ile geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu geyiği bana satar mısın deyince, ya resulallah, sizin olsun, dedi. resulullah o geyiği alıp, serbest bırakdı. zeyd bin erkam radıyallahü anh geyiği çöllerde, la ilahe illallah muhammedün resulullah diyerek, dolaşdığını gördüm, demişdir. seleme bin elekva' radıyallahü anh anlatır. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir gurub insana rastladık. ok atıyorlardı. bu oyun iyi oyundur. sizin babalarınızdan birisi ok atıcı idi, buyurdu. ben ibni ekva' ile olayım ok atalım buyurdu. o topluluk ok atmayı bırakdı. niçin atmazsınız deyince, ya resulallah! siz ibni ekva' ile bir olunca hepimize galib gelirsiniz, dediler. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ben yalnız hepinize karşı olayım buyurdu. o gün akşama kadar ok atdılar. akşam olunca birbirlerinden ayrıldılar, bakdılar ki berabere kalmışlar. ebu sa'id hudri radıyallahü anh nakl eder. medinenin çevresinde bir çoban koyun otlatıyordu. bir kurt sürüden bir koyun kapmak istedi. çoban mani' oldu. kurt kuyruğunun üzerine oturup dile geldi ve şöyle dedi. allahü tealadan korkmuyor musun da, benim rızkıma mani' oluyorsun! çoban ne acaib işdir, kurt insan gibi konuşuyor, deyince, kurt: bundan daha acaibi şudur ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medinede halka geçmiş ümmetlerin hallerini söylüyor, dedi. çoban koyunlarını acele acele sürerek, medineye yakın bir yere geldi. koyunlarını emniyyetli bir yere bırakdı. sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, başından geçenleri anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dışarı çıkdı ve çobana kurdun sana söylediği şeyleri halka anlat, buyurdu. çoban yüksek bir yere çıkıp, olanları bir bir anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çoban doğru söyledi. yırtıcı hayvanların insanlar ile konuşması kıyamet alametlerindendir, buyurdu. ihban bin üveys, hüza'a kabilesinin koyunlarını otlatıyordu. bir kurt aniden sürüden bir koyun kapıp parçaladı. ihban, vallahi ben hiç böyle zalim bir kurt görmedim, diyerek, koyunu kurtdan almak için peşinden koşdu. kurt dile gelip, ey ihban! allahü tealanın verdiği nasibimden beni mahrum mu etmek istiyorsun, dedi. ihban şaşırıp, acaib bir iş, kurt konuşuyor, dedi. kurt; bundan daha şaşılacak şey, muhammed sallallahü aleyhi ve sellem medinede sizi allahü tealanın kitabına da'vet ediyor, siz ondan gafilsiniz, dedi. ihban, ben muhammedin aleyhisselam huzuruna gitsem, koyunlarıma kim bakar, dedi. kurt bana yetecek kadar koyun ayırır isen, koyunlara ben bakarım. ayırdığından fazlasına da dokunmam, dedi. ihban, kurda birkaç koyun ayırıp, sürüyü bırakarak, bir gurub çobanla medineye gitdi. medineye vardıklarında, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiram ile oturuyordu. ihbanı görüp, ey ihban, kurt sözünde durdu, buyurdu. ihban radıyallahü anh yanındaki çobanlarla birlikde müsliman oldu. eshabı kiramdan biri şöyle anlatmışdır: resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir kişi yemek getirdi. biz yimeğe başladık. resulullah bir lokma aldı. ne kadar çiğnediyse de mubarek boğazından geçmedi. nihayet lokmayı çıkarıp bırakdı. elini yemekden çekdi. biz de resulullahın yemekden vazgeçdiğini görerek yemeği bırakdık. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yemeğin sahibini çağırıp, bu yemeği nereden aldın diye sordu. yemeğin sahibi, bu bir koyunun etidir ki, sahibi gelmeden ben acele edip, parasını sonra veririm diyerek kesdim. onu pişirdik, dedi. bunun üzerine resulullah, o yemeğin esirlere verilmesini emr etdi. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti abbasa radıyallahü anh, ey ebel fadl! ben gelinceye kadar git evinde otur, buyurdu. hazreti abbas evine gidip, bekledi. kuşluk vakti resulullah onun evine gidip, ev halkına selam verdi. onlar da selamına cevab verdiler. sonra bir araya toplanınız buyurdu. ridasını onların üzerine örtüp: ya rabbi! bunlar benim ehli beytimdir. ridamla onları örtdüğüm gibi, sen de onları cehennem ateşinden ört diye düa etdi. evin dıvarlarından ve kapısından amin, amin diye sesler işitildi. bir gün muhacirin ve ensarın kadınları radıyallahü anhünne bir araya toplanmışlardı. hazreti fatımanın radıyallahü anha da gelmesi için resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem izn istemişlerdi. hazreti fatıma, o toplantıda giyeceği güzel elbiseleri olmadığı için, gitmek istemedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem git ya fatıma! bizim yolumuzda kimseyi ümmidsiz bırakmak yokdur buyurdu. hazreti fatıma o toplantıya katıldı. döndüğünde üzüntülü idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o toplantıya katılan kadınlardan birini çağırıp, o toplantının durumunu sordular. o hanım dedi ki: ya resulallah! fatıma gelince bütün kadınlar onun güzel elbiselerine hayran kaldılar. birbirlerine böyle güzel elbiseleri nereden almışlar, diyorlardı. hazreti fatıma, ya resulallah niçin bana öyle görünmedi ki, ben de sevineydim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o elbiselerin güzelliği senin üzerine örtülmesindedir. onları sana göstermediler ve sen görmedin, buyurdu. yemende bir su vardı. o sudan kim içse ölüyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o suya haber gönderdi ve buyurdu ki: herkes müsliman oldu, sen de müsliman ol. ondan sonra o sudan içen hiçbir kimse ölmedi. ancak humma hastalığına tutulurdu. eshabı kiramdan bir zat şöyle anlatmışdır: medineye gelip iman etdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurundan hiç ayrılmazdım. bir gece akşamla yatsı vakti arasında resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dışarı çıkdı. bana islamiyyetin hükmlerini öğretdi. her nasılsa, o gece gök gürleyip şimşek çakdı. her taraf iyice karardı ve şiddetli yağmur yağdı. biz ya resulallah, evlerimize nasıl gideceğiz dedik. ben sizi evlerinize ulaşdırırım. size asla bir sıkıntı erişmez, buyurdu. sonra bekleyiniz buyurdu. biz de bekledik. mescidden dışarı çıkdı. her tarafı koyu bir karanlık kaplamışdı. gökden devamlı yağmur yağıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bize, evlerinize doğru yürüyüp gidiniz, buyurdu. bunun üzerine evlerimize gitmek üzere yürüdük. hiç birimize yağmur dokunmadı. elbiselerimiz de ıslanmadı. ibni abbas radıyallahü anhüma anlatır: gayet güzel yüzlü bir yehudi vardı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetlerinde devamlı bulunurdu. bir gün resulullah o yehudiye, senin gibi güzel yüzlü bir kimsenin cehennemde yanmasına acıyorum, buyurdu. yehudi ben dinimi başka biri için terk etmem, dedi. o yehudi yine bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetine gelmişdi. resulullah hurilerden bahseden ve meali şerifi, huriler de var. gün görmemiş inci misali olan vakı'a suresi. derdimayeti kerimelerini okudu. o yehudi ya resulallah, o hurilerden biri için bana kefil olur musun, dedi. birine değil, yetmişine birden kefil olurum, buyurdu. yehudi iman edip müsliman oldu. islamiyyetin emrlerine gayet iyi uydu. sonra da vefat etdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cenaze namazını kıldırdı. kabre koydu ve kabrinin içine inip uzun müddet kaldı. kabrden çıkdığında mubarek alnı terlemişdi ve gömleğinin yakası yırtılmışdı. eshabı kiram aleyhimürrıdvan bunun sebebini sorduklarında: kabre çok huri hücum etdi. hepsi ben onun olacağım diyordu. güçlükle yetmiş huri ayırdık. bu arada yakamı yırtdılar, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ebu bekr, hazreti ömer, hazreti osman ve hazreti ali radıyallahü anhüm ecma'in ile birlikde bir gün, ebu heysem bin teyhanın evine gitdiler. ebu heysem, hoş geldiniz ya resulallah ve eshabı! evimi şereflendirseniz de size ikramda bulunsam diye daima arzu ederdim. bu gün ise evimde az bir yiyecek vardı. fekat onu komşulara verdim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. evin bağçesinde bir hurma ağacı görüp, ey eba heysem, izn verir misin şu hurma ağacından hurma toplayalım, buyurdu. ya resulallah! o hurma ağacı hiç hurma vermedi. siz bilirsiniz, dedi. resulullah, allahü teala o ağaçdan çok hurma verecekdir, buyurdu. aliye radıyallahü anh bir bardak su getir, buyurdu. hazreti ali radıyallahü anh bir bardak su getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bardakdaki suyun bir kısmını içdi. bir kısmını da mubarek ağzında çalkalayıp, o hurma ağacının üzerine dökdü. hemen o anda ağacın üzerinde hurma salkımları görüldü. hurmaların bir kısmı taze, bir kısmı kuru idi. hurmaları topladılar. tam yetecek kadardı. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bu allahü tealanın size kıyamet gününde vereceği ni'metlerdendir. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gazada bana, ey eba hüreyre, yanında yiyecek bir şey var mıdır, buyurdu. ya resulallah, dağarcıkda birkaç dane hurma var, dedim. getir, buyurdu. ben de götürdüm. mubarek elini kabın içine sokdu ve hurma çıkardı. o hurmaya mubarek elini sürdü ve düa etdi. sonra bana, eshabdan on kişi da'vet eyle buyurdu. çağırdım, geldiler ve o hurmalardan yidiler. onlar gidince, on kişi daha çağır buyurdu. yine on kişi daha çağırdım, gelip onlar da o hurmalardan yiyip gitdiler. böylece bütün orduyu onar onar da'vet etdim. hepsi hurmalardan yiyip doydular. o kabın içinde yine hurma vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, bu kabı sakla, elini içine sok, ağzını aşağı çevirme, buyurdu. resulullah hayatda iken her ne zeman elimi o kabın içine soksam, hurma çıkarıp yirdim ve halka da dağıtırdım. hazreti ebu bekrin, hazreti ömerin ve hazreti osmanın radıyallahü teala anhüm ecma'in halifelikleri sırasında bu hal aynen devam etdi. hazreti osmanın şehid edildiği gün benim evimi de yağmaladılar ve o hurma kabını da almışlar. o hurma dağarcığından ikiyüz veskden fazla hurma almışdım. bir vesk altmış sa'dır. raşid bin abdi rabbih radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir çok kabilenin tapdığı süva' adında bir put vardı. ba'zı kabileler bana, süva' putuna götürmem için bir takım hediyyeler verdiler. giderken yolda bir başka putun yanına uğradım. o putun içinden abdülmuttalib oğullarından bir nebi çıkdı. zinayı, faizi ve putlar için kurban kesmeyi haram etdi. bu iş çok dikkate şayandır. gökyüzünden şeytanların parlıyan ateşle haber çalmakdan kovulması da çok şaşılacak şeylerdendir. diye bir ses işitdim. bir başka putun içinden de şöyle bir ses geldi: tapılmakda olan dımad terk edildi. namaz kılan, oruc tutmayı ve zekat vermeği emr eden bir peygamber çıkdı. bir diğer putdan ise: isa bin meryemden sonra peygamberliğe ve hidayete kavuşmağa sebeb olmağa varis olan kimse kureyşden ahmeddir diye bir ses geldi. sonra süva adlı putun yanına gitdim. bakdım ki iki tilki o putun çevresinde dolaşıyorlardı. dilleriyle putu yalıyorlar ve yanına konulmuş olan hediyyelerden yiyorlardı. sonra da ayaklarını kaldırıp putun üzerine bevl ediyorlardı. ben bu hali şi'rle şöyle ifade etdim. tilkilerin başına bevl etdiği şey hiç rab olur mu, tilkilerin üzerine bevl etdiği şey muhakkak zelildir. bu hadise resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret etdiği sıralarda olmuşdu. bunlar başımdan geçdikden sonra, medineye gitdim. o zeman benim adım zalim idi. yanımda bir köpeğim vardı. onun adı da raşid idi. resulullahın huzuruna varınca adımı sordu. ismim zalimdir, dedim. köpeğimin adını sordu, raşiddir dedim. senin adın raşid, köpeğin adı zalim olsun buyurdu. ben iman edip, müsliman oldum. sonra resulullahdan kendi memleketimde bir yer istedim. bana, bir at koşumu ve üç taş atımı genişliğinde bir yer verdi. bir matara da su verdi. o suyun içine mubarek ağzının suyundan koydu. bu suyu sana verilen toprağa dök. su senden artarsa halkı ondan men' etme, onlar da alsınlar, buyurdu. o suyu götürüp kendisine ayrılan toprağa dökdü. oradan bir tatlı pınar çıkdı. oraya hurma ağaçları dikdi. o diyarın halkı şifa niyyetiyle o pınarın suyu ile yıkanırlardı. o suyun adını ma'ürresul koydular. nakl edilir ki, raşid radıyallahü anh erazisinde bir kayayı yuvarlamışdı. bu iş insan gücü ile olacak bir iş değildi, denilmişdir. birgün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiram ile radıyallahü anhüm ecma'in oturuyordu. deveye binmiş olduğu halde bir kimse geldi. yorgun ve uykusuz görünüşünden, yoldan geldiği anlaşılıyordu. hanginiz muhammedsiniz diye sordu. eshabı kiram, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gösterdiler. ya muhammed! önce sen allahü tealanın sana emr etdiği şeyi mi bildirirsin, yoksa ben putlardan işitdiklerimi mi anlatayım, dedi. önce resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona imanı bildirdi. sonra o kim.evahidün nübüvve se şöyle anlatdı: benim adım gassan bin malik amirdir. bizim memleketimizde bir put vardı. onun önünde kurbanlar keserdik. bir gün ısam adında bir kimse, o putun önünde kurban kesdi. aniden o putdan, ey ısam, ey ısam, günler temam oldu, islam geldi. putların batıl olduğu ortaya çıkdı. boşa kan akıtmak yasaklandı. sılaı rahm emr edildi. tevhid inancı apaçık ortaya çıkdı, vesselam diye bir ses işitdiğini ve korkduğunu bana anlatdı. sonra yine tarık adında birisi daha o putun önünde kurban keserken: ey tarık, ey tarık, sadık nebi gönderildi. aziz olan halıkdan apaçık bir vahyle geldi, diye bir ses işitdiğini anlatdı. artık senin haberin bizim diyarda yayıldı. bunları işitdikden birkaç gün sonra, ben de o putun önünde kurban kesdim. kurbanı kesdikden sonra, o putun içinden yüksek bir ses açık bir dille şöyle dedi: ey gassan! tıhameden çıkan peygamber hakdır. ona tabi' olan selamet bulur. onunla mücadele eden pişman olur. onun islama da'veti kıyamete kadardır. bunları putdan işitdikden sonra put yukarı doğru kalkdı ve yüzüstü yere düşdü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in bunları duyunca, allahü ekber diyerek, tekbir getirdiler. gassan bin malik ise, ya resulallah bu ma'nada üç söyledim. müsaade ederseniz o beytleri okuyayım dedi. müsaade edildi ve o beytleri okudu. abbas bin mirdas radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: sıcak bir günde develerimin arasında oturuyordum. aniden beyaz bir deve kuşunun üstüne binmiş, bembeyaz elbiseli bir kimse karşıma çıkdı. ey abbas bin mirdas! salı günü iyilik ve takva ile gönderilen ve kusva devesinin sahibi olan kimseyi görmedin mi, dedi. korkdum ve develerimin arasından çıkıp tapmakda olduğum dımad adındaki putumun yanına gitdim. putun içinden birdenbire bir ses geldi, şöyle diyordu: süleymoğulları kabilelerine söyle ki, muhammed aleyhisselama salat ve selam getirilmeden önce, ötedenberi tapılmakda olan dımad putu yıkıldı ve mescid ehli ondan kurtuldu. meryemoğlu isadan aleyhisselam sonra nübüvveti ve hidayeti getiren zat kureyş kabilesinden bir peygamberdir. putdan bunları işitince, çok korkdum. gidip bu durumu kabileme anlatdım. beni harise kabilesinden üçyüz kişi toplanıp, medineye gitdik. mescide girince, resulullah bana bakıp tebessüm etdi. ey abbas, nasıl müsliman oldun? buyurdu. vuku' bulan hadiseleri anlatdım. doğru söylüyorsun buyurdu ve çok memnun oldu. hepimiz resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda müsliman olduk. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: huzeym bin fatek radıyallahü anh, bir gün emirül mü'minin hazreti ömere radıyallahü anh nasıl müsliman olduğumu anlatayım mı, dedi. anlat buyurdu. bunun üzerine şöyle anlatdı. devemi kaybetmişdim. onu ararken akşam oldu. korkulu bir derede kaldım. yüksek sesle, buradaki kötü kimselerden bu vadinin azizine sığınırım, dedim. o sırada bir ses duydum. yazıklar olsun sana. celil olan, ni'metler veren, yüce allaha sığın, diyordu. ey seslenen kimse, söylediğin hak mıdır, dalalet midir, dedim. tekrar seslenip şöyle dedi. allahü tealanın mu'cizeler sahibi resulü medinede insanları hayrlara da'vet ediyor. namaz kılmağı ve oruc tutmağı emr ediyor. insanları boş oyun ve eğlencelerden sakındırıyor. bunları işitince, deveme binip, medinenin yolunu tutdum. medineye vardığım gün cum'a günü idi. ebu bekr radıyallahü anh mescidden çıkıp, yanıma yaklaşdı. mescide gir, senin müsliman olduğunun haberi bize ulaşdı, dedi. ben taharet nasıl yapılır bilmiyorum deyince, bana öğretdi, abdest alıp mescide girdim. içeri girince minber üzerinde resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. mubarek yüzü ayın ondördü gibi parlıyordu ve şöyle buyuruyordu: bir müsliman şartlarına uygun abdest alsa, sonra tam bir dikkatle namazı devamlı kılsa muhakkak cennete girer. bu hususda bir rivayet de şöyledir: huzeym bin fatek radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bana seslenen ve kendisini görmediğim kimseye sen kimsin diye sordum. ben malik ibni malikim. necid cinnilerinin reisiyim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda iman etdikden sonra, beni necid cinnilerini allahü tealaya imana da'vet için vazifelendirdi. ey huzeym! şimdi sen hemen medineye git, resulullahın huzuruna varınca, iman edip müsliman ol. ben senin deveni bulup evine götürür, ailene teslim ederim, dedi. medineye gitdim, cum'a günü idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem minber üzerinde hutbe okuyordu. devemi mescidin önüne bağlayayım ve namazı bitirsinler, sonra mescide gireyim, halimi bildireyim diye düşündüm. bir de bakdım ki, ebu zer radıyallahü anh mescidden dışarı çıkdı. merhaba ey huzeym! beni sana resulullah sallallahü aleyhi ve sellem gönderdi. senin müsliman olduğunu haber verdi. mescide gir ve cema'at ile birlikde namaz kıl, dedi. mescide girdim, cema'at ile namaz kıldım. sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna yaklaşdım. bana halimden haber verdi ve arkadaşın sözünde durdu, deveni bulup ailene teslim etdi, buyurdu. kitabının müellifi şöyle yazmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bi'seti sırasında cinnilerden vaki' olan haberler pek çokdur. bunları kitablarda yazmışlardır. biz kısaca bu kadar bildirdik. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh bir gün bir yerde oturmuşdu. önünden bir şahs geçdi. bu geçen sevad bin karibdir. onun cin arkadaşı ona, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zuhurundan, peygamberliğinden haber vermişdir, dediler. emirül mü'minin hazreti ömer radıyallahü anh onu çağırıp, yine önceki gibi kehanetine devam ediyor musun, diye sordu. sevad bin karib çok kızdı ve ey emirel mü'minin! hiç kimse bana böyle yüzüme karşı konuşmamışdır, sen konuşdun. hazreti ömer radıyallahü anh, kızma, zira senin kehanetin bizim daha önce içinde bulunduğumuz şirkden daha kötü değildi. bizlere anlat. senin cinni arkadaşın sana resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinden nasıl haber vermişdi, dedi. bunun üzerine sevad bin karib şöyle anlatdı: bir gece uyku ile uyanıklık arasında bir halde oturuyordum. o cinni yanıma gelip ayağı ile dürterek, kalk ey sevad. eğer akllı isen sözlerimi dikkatle dinle! şu bir gerçekdir ki allahü teala lüveyy bin galib oğullarından bir peygamber gönderdi. o halkı allahü tealaya ibadete da'vet ediyor, dedi. bunu anlatmak için bana birçok beytler okudu. beni bırak uykusuzum, dün gece uyuyamadım, dedim ve ona iltifat etmedim. ikinci gece tekrar geldi ve aynı şeyleri söyledi. yine aynı şeklde cevab verdim. üçüncü gece yine geldi ve aynı sözleri söyledi. ben de önceki gecelerde olduğu gibi cevab verdim. fekat bu sefer sözleri bana çok te'sir etdi. sabahleyin medineye gitdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı ile oturuyorlardı. ya resulallah! bir şey arz edebilir miyim, dedim. müsaade etdi. halimi anlatıp, sözlerimin sonunda şu ma'nadaki beytleri okudum: şehadet ederim, allahdan başka rab yok, görünür, görünmez herşeyden eminsin sen çok! ey kıymetli kimselerin evladı, sen allaha vesilesin, peygamberlerin en üstünü sensin. ey cihanın güzeli, bize bildir herşeyi, ne kadar saçımızın ağarsa da her teli. senden başka bir şefa'atci olmadığı zemanda, sevad bin karibe sen şefa'atci ol orada. ben başımdan geçenleri anlatıp, bunları söyleyince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiram çok memnun oldular. resulullahın memnuniyyeti mubarek yüzünden belli oluyordu. hazreti ömer, sevad bin karibden bunları dinleyince, bu hadiseyi senden dinlemek istiyordum. elhamdülillah nasib oldu, dedi. sonra o cinni sana hala geliyor mu diye sordu. sevad bin karib, hayır kur'anı kerim okuduğumdan beri gelmedi. bu bana o cinninin sözlerinden çok daha iyidir, dedi. hazreti ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni, halk arasında islamiyyetin hükmleri ile hükmetmem için yemene kadi olarak vazifelendirdi. ya resulallah! ben alim değilim. kadilık yapacak hükmleri bilmem, dedim. mubarek elini göğsüme koydu ve ya rabbi! kalbine hidayet et ve lisanına istikamet ver diye düa buyurdu. ondan sonra iki kimse arasında hükm vermekde hiç şübheye düşmedim. yine hazreti ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, benim deveme binerek yemene git. yemen yakınında falan tepeye varıp, üzerine çıkdığın zeman, halkın seni karşılamaya geldiğini göreceksin. orada taşa toprağa resulullah size selam söyledi diye söyle, buyurdu. o tepeye varınca halkın beni karşılamaya geldiğini gördüm. esselamü aleyküm ey taşlar ve topraklar. resulullah size selam söyledi, dedim. o anda birden bire yeryüzünde bir uğultu ve gürültü kopdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem selamına cevab verdiler. beni karşılamaya gelenler bu hali görünce, iman etdiler. ebu hüreyre radıyallahü anh bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, ya resulallah! senden işitdiklerimi unutuyorum, diye şikayetde bulundu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ridanı yere ser, buyurdu. ebu hüreyre radıyallahü anh ridasını yere serdi. resulullah mubarek elini uzatıp havadan bir kerre veya üç kerre birşey alıp ridanın içine bırakdı. ridanı topla ve göğsüne koy buyurdu. ebu hüreyre buyurduğu gibi yapdı. ondan sonra işitdiği hiçbir şeyi unutmadı. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: annem müşrik bir kadın idi. ne kadar islama da'vet etdiysem de kabul etmedi. bir gün yine onu islama da'vet etdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hakkında bir söz söyledi. çok incindim. ağlayarak resulullahın huzuruna gitdim. bu durumu anlatıp, ya resulallah, bir düa ediniz de allahü teala ebu hüreyrenin annesine iman nasib etsin dedim. ya rabbi, ebu hüreyrenin annesine hidayet ver diye düa buyurdu. anneme müjde vereyim diye eve gitdim. evin kapısını kilitli buldum. içerden su sesleri geliyordu. gusl abdesti aldığını anladım. annem içerden, ey ebu hüreyre, biraz sabr eyle, diye seslendi. biraz sonra elbisesini giyip kapıyı açdı ve inni eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulühü diyerek müsliman olduğunu bildirdi. ben hemen koşarak resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. sevincimden ağlayarak, müjde ya resulallah, annem hakkındaki düanız kabul olundu, dedim. sonra, ya resulallah, bir düa daha ediniz de allahü teala insanların kalbinde ben ve annemi sevgili eylesin ve onları da bizim kalbimizde sevgili eylesin, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bunun için de düa buyurdu. hiçbir mü'min yokdur ki, benim adımı işitsin de beni sevmemiş olsun. bir yehudi, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için süt sağmışdı. ya rabbi ona cemal, güzellik ver diye düa buyurdu. o yehudinin saçları yetmiş yaşına kadar ağarmadı. nabiga adlı bir şair, bir gün şi'rini resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem okudu. resulullah onun hakkında, allahü teala ağzını bozmasın, dağıtmasın diye düa etdi. nabiga yüzyirmi sene yaşadığı halde ağzından bir dişi düşmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elini kays bin zeydin başına koyup, ey kays! allahü teala sana bereket versin, diye düa etdi. kays bin zeyd yüz sene yaşadı ve hiç başı ağrımadı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elinin dokunduğu saçları hiç ağarmadı ve hiç ihtiyarlamadı. cabir bin abdüllah radıyallahü anh anlatır: gazvelerden birine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde çıkmışdım. birgün bir ağacın gölgesinde otururken, resulullah bulunduğum yere geldi. ya resulallah, gölge yere buyurun, dedim. teşrif edip, oturdu. yanımda salatalık vardı. çıkarıp resulullaha ikram etdim. bunu nereden buldun diye sordu. ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem, medineden getirdim, dedim. benim develerimi otlatan bir arkadaşım vardı. o sırada o da yanımda idi. üzerinde eski bir elbise vardı. o haliyle yürüyüp gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana bu arkadaşının üzerindeki elbisesinden daha iyi elbisesi yokmu diye sordu. ya resulallah! iki elbisesi daha var, ben vermişdim. çantasında saklıyor deyince, arkadaşını çağır, o iyi elbiseleri giysin, buyurdu. onu çağırdım. gelip, çantasındaki elbiseleri giyinip gitdi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, arkadaşının halinin ne olacağını biliyor musun? allahü tealanın onun için takdir etdiği ölüm bu harbde olacakdır, buyurdu. arkadaşım bu sözleri işitip, ya resulallah, allah yolunda mı öleceğim diye sordu. evet, buyurdu. o gazada şehid oldu radıyallahü anh. gazvelerden birinde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem devesi kayboldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealanın o deveyi geri göndermesi için düa etdi. allahü teala bir kasırga gönderdi. kasırga deveyi önüne katıp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elini hanzala bin huzeymin radıyallahü anh başının üzerine koydu. resulullah ona, allahü teala sana bereketler versin diye düa etdi. bir kimsenin yüzünde veya bir hayvanın memesinde şişlik olsa, hanzala radıyallahü anh o şişliğe üfürür, sonra elini kendi başı üzerine koyarak, bismillah ala eseri yedi resulillah derdi. sonra elini o şişliğin üzerine sürerdi. şişlik hemen kaybolurdu. habib bin füveyk radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: gözlerime beyaz perde inmişdi. hiç görmezdi. babam beni resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdü. gözlerine ne oldu diye sordular. bir gün devemi sürerken, ayağım bir yılan yumurtasına dokundu. o anda gözlerime ak indi, görmez oldu, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek nefesleriyle iki gözüme üfürdüler. o anda gözlerim görmeğe başladı. habib bin füveyk seksen yaşına geldiği halde, gözleri gayet iyi görürdü ve iğneye iplik takardı. bir şahs sol eliyle yemek yirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem niçin sağ elinle yimiyorsun diye sordu. o şahs yalan söyliyerek, sağ elimle yiyemiyorum, dedi. sağ elinle yiyemeyesin buyurdu. artık o şahsın sağ eli hiç ağzına yetişmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir cum'a günü hutbe okuyordu. mescide bir kimse girip, ya resulallah, davarlarımız helak oldu. yollar ıssızlaşdı. düa buyurunuz da allahü teala bize yağmur versin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ellerini kaldırıp, diye düa etdi. enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: gökde bir zerre bulut yokdu. aniden dağ üzerinden bir kalkan büyüklüğünde bulut gözükdü. gök yüzünün ortasına gelince yayıldı ve her tarafı kapladı. sonra yağmur yağmaya başladı. bir hafta güneş yüzü görmedik. yine cum'a günü geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hutbe okurken bir kişi mescide girdi ve: ya resulallah, hayvanlarımız yağmurdan helak oldu, yollar kesildi. düa buyurunuz da yağmur kesilsin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ellerini kaldırıp, allahım, bizim üzerimize değil, etrafımıza döndür. tepelere, yüksek yerlere, vadilere, ağaçlıklara çevir buyurdu. mescidden çıkdığımızda yağmur kesilmiş, güneş açmış, her taraf aydınlanmışdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buna benzer mu'cizeleri çok görülmüşdür. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem urve bin ebilca'd barakiye bir koyun satın alması için bir dinar verdi. o da gidip bir dinara iki koyun satın aldı. sonra koyunun birisini bir dinara satdı. bir koyun ve bir dinarla resulullahın huzuruna geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona diye düa etdi. urve radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: kufe pazarında kırk bin dirhem kazanmadan dönmezdim. nakl edilir ki, urve radıyallahü anh kufenin zenginlerinden oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sa'd bin ebi vakkasa radıyallahü anh şöyle düa buyurdu: ya rabbi! sa'd düa edince, düasını kabul eyle. bu düadan sonra sa'd bin ebi vakkasın her düası kabul olurdu. medluk radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hizmetçilerimle birlikde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, iman etdim. resulullah mubarek elini başıma sürdü. başımda resulullahın dokunduğu yer ağarmadı. diğer kısmları ağardı. cu'ayli eşcai radıyallahü anh anlatmışdır: bir gazvede resulullah ile birlikde idim. atım çok za'if idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kamçısıyla atıma bir kerre vurdu ve allahım, bu atı ona bereketli eyle diye düa etdi. artık atımın başını tutamadım. bütün atlıları geçerdim. enes radıyallahü anh anlatır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir şahsı namaz kılarken gördü. o şahs secdeye eğildikce, saçını yere değmesin diye eliyle tutuyordu. resulullah allahım onun saçını çirkin eyle diye düa etdi. o şahsın saçları döküldü. sa'lebe bin hatıb, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, ya resulallah, malımın çok olması için bana düa buyur, dedi. bunun üzerine: buyurdu. sa'lebe tekrar, ya resulallah, düa et allahü teala bana çok mal versin, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: vah sana ey sa'lebe, benim gibi olmayı istemez misin! eğer şu dağların altın olmasını ve benim yanımda hareket etmelerini dileseydim, olurdu! sa'lebe tekrar, ya resulallah düa eyle ki, allahü teala bana çok mal versin. seni hak peygamber olarak gönderen allah hakkı için, malım üzerine düşen her hakkı eda edip, yerine getireyim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tekrar, buyurdu. fekat, sa'lebe ısrar edip yine, ya resulallah, düa et de allahü teala bana çok mal versin, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem diye düa etdi. sa'lebe bir mikdar koyun satın aldı. allahü teala bu koyunlara öyle bereket verdi ki, koyunlar çoğalıp, medineye sığmaz oldu. koyunlarını alıp medinenin dışına çıkdı. gündüz mescide namaza gelir, gece gelmezdi. koyunları zemanla daha çok artdı. çok uzaklara gitdi. artık resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidine cum'adan cum'aya gelirdi. koyunları daha da artınca öyle uzağa gitdi ki, asla mescide ve cema'ate gelemez oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem epey zemandan beri sa'lebeyi göremeyince halini sordu. halini anlatdılar. bunun üzerine, vay sa'lebe bin hatıba buyurdu. bir müddet sonra allahü teala zenginlere zekat vermeği farz kıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zenginlerin zekatını toplamak üzere iki kişi vazifelendirdi. sa'lebeye ve beni süleym kabilesinden zengin bir kimse var, ona uğrayınız, buyurdu. o iki kimse sa'lebenin yanına gidip zekatını istediler. sa'lebe elinizdeki mektubu göreyim, dedi. mektubu gösterdiler. sa'lebe bu istediğiniz haracdan başka birşey değildir. hele siz gidin başkalarından bir toplayın bakalım, dedi. o iki kimse sa'lebenin yanından ayrılıp, başka yere gitdiler. süleym kabilesine mensub olan zengin kimse onların kendisine zekat almak için geldiklerini haber alınca, onları karşıladı. develerimin en iyilerini zekat için alınız, dedi. o iki sahabi sana farz olan zekat bunlardan azdır, dediler. o kimse ise bu iyi develeri alınız. allahü tealanın rızasını malımın en iyisiyle kazanayım, dedi. sonra o iki sahabi tekrar sa'lebenin yanına geldiler. sa'lebe tekrar mektubu gösterin, dedi. mektubu gösterdiler. sa'lebe bu haracdır, siz gidin ben bir düşüneyim, dedi! o iki sahabi medineye dönüp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna çıkdılar. henüz onlar söze başlamadan, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: vay sa'lebe bin hatıba dedi. süleym kabilesinden olan ve zekatını veren zengin kimseye ise, berekete kavuşması için düa etdi. allahü teala sa'lebe hakkında tevbe suresi. ayetlerinde mealen, onlardan kimi de allaha şöyle kesin söz vermişdi. eğer bize lütf ve kereminden ihsan ederse, muhakkak zekatını vereceğiz, gerçekden salihlerden olacağız. ne zeman ki allah, kereminden isteklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. zaten yan çizip duruyorlardı. buyurdu. sa'lebenin kabilesi bunu işitince, sa'lebeye haber verip, helak oldun. allahü teala senin hakkında ayeti kerime gönderdi, dediler. sa'lebe, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, işte malımın zekatı kabul eyle, dedi. resulullah, allahü teala senin zekatını kabul etmekden beni men' etdi, buyurdu. sa'lebe ağladı ve başına toprak serpdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sen kendi kendine etdin! sana söyledim, sözümü dinlemedin! buyurdu ve onun zekatını almadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdikden sonra sa'lebe zekatını hazreti ebu bekre radıyallahü anh getirdi. ya emirel mü'minin! zekatımı kabul eyle, dedi. hazreti ebu bekr, ben resulullahın kabul etmediğini nasıl kabul edebilirim, buyurdu. daha sonra hazreti ömere radıyallahü anh getirdi. o da kabul etmedi. fekat hazreti osman radıyallahü anh halifeliği sırasında kendi ictihadına binaen kabul etdi. sa'lebe, hazreti osmanın radıyallahü anh halifeliği sırasında vefat etdi. katade bin melcan, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelmişdi. resulullah mubarek elini onun yüzüne sürdü. katade radıyallahü anh yaşlanıp, her azasında ihtiyarlık alametleri görüldüğü halde, yüzü gençliğinde olduğu gibi taze kaldı. bunu nakl eden kimse şöyle demişdir. katade radıyallahü anh vefat etdiğinde yanına oturdum. o sırada arkamdan bir kadın geçdi. o kadının yüzünü katadenin radıyallahü anh yüzünde aynada görür gibi gördüm. cabir radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem pazarda giderken bir kadın feryad ederek, ya resulallah! benim bir kocam var, bana devamlı eziyyet ediyor. hakkımı gözetmiyor. beni ondan ayır, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kadının kocasını çağırtdı. o kimse gelip, ya resulallah! ben onu daima aziz tutarım. onu incitmem, iyi geçinirim, dedi. kadın ağladı ve yalan söylüyor. yalan söylemekde hiç hayr yokdur. ben yalancıyı kendime yar edinmem, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebessüm etdi. kadının başörtüsünün bir ucundan kocasının da başından tutarak, ya rabbi bunların arasında ülfet ve muhabbet nasib eyle diye düa buyurdu. cabir radıyallahü anh demişdir ki, o kadın bir ay sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. ben şehadet ederim ki, sen allahü tealanın resulüsün. yeryüzünde bana kocamdan daha sevgili kimse yokdur, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseyi bir iş için bir yere gönderdi. o şahs gelip o hususda yalan söyledi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona beddüa etdi. o kimse karnı yırtılmış ve ölmüş olduğu halde bulundu. defn etdiler, yer kabul etmedi. ebu hüreyre radıyallahü anh anlatır: birgün hava kapalı idi. bütün eshabı kiram aleyhimürrıdvan mescidde toplanmışdık. öğle namazının vaktinin çıkmasına az kaldı zan etdik. o sırada bir kimse çıka geldi. henüz namazı kılmadınız mı, dedi. biz resulullah sallallahü aleyhi ve sellem evindedir, çağır dedik. o kimse essalatü ya resulallah diye çağırdı. sonra susup oturdu. bir müddet sonra yine essalatü ya resulallah diye bağırdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kızgın bir halde elinde bir ağaçla dışarı çıkdı. bağıran kim idi, diye sordu. o kimse ayağa kalkıp, ya resulallah bendim, dedi. resulullah elindeki ağaçla ona vurdu. sonra namazı kıldık. havadaki bulut dağıldı. bakdık ki, güneş gökün ortasındadır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kimse nerede buyurdu. o kimse huzuruna geldi. resulullah buyurdu ki: bana eziyyet etdin. çağırdığın sırada ben rabbime ibadet ediyordum. bir hacet için ona düa ediyordum. allahü teala ben namaz kılıncaya kadar güneşi yerinde durdurur. nitekim süleyman bin davüd aleyhimesselam bir dünya işi ile meşgul iken, namaz vakti geçdi. allahü teala onun için güneşi geri gönderdi, buyurdu. o kimse ben kısas yapmam ya resulallah, dedi. öyleyse bana hakkını halal et, bağışla, buyurdu. o kimse, ya resulallah, asıl bağışlanmaya ben muhtacım, dedi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onu azad etmek için bir deveye satın aldı ve adalet rabbimizdendir buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: bir kimse resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. allahın resulü olduğuna delilin nedir, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hurma ağacını çağırıp, getirirsem iman edermisin buyurdu. evet deyince, hurma ağacını yanına çağırdı. ağaç geldi. o kimse hemen iman etdi. bir rivayete göre ise, resulullah o hurma ağacından bir salkım hurmayı çağırmışdır. hurma salkımı ağaçdan kopup yere düşdü ve sıçraya sıçraya geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hurma salkımına yerine geri git deyince de, yerine gitmişdir. o şahs ben şehadet ederim ki, sen allahın resulüsün diyerek iman etmişdir. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kazai hacet için sahraya çıkdılar. tenha bir yer bulamadılar. eshabı kiramdan birine: şu ağaca söyle, öbür ağacın yanına gitsin, buyurdu. o sahabe gösterilen ağacı çağırdı. o ağaç diğer bir ağacın yanına gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o ağaçların arkasında kazai hacet yapdılar. sonra o ağaca yerine git deyince, ağaç yerine gitdi. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: birgün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile kuba tarafına gitdik. bir dıvara rastladık. orada bir deve vardı. o deve ile su taşırlardı. deve, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem görünce, başını yere koydu. eshabı kiram, ya resulallah, biz sana secde etmeğe deveden daha çok müstehakız, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: buyurdu. ya'la bin sübabe radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir yolda giderken kazai hacet yapmak istediler. orada karşı karşıya iki hurma ağacı vardı. emr etdiler, o iki ağaç yanyana geldi. kazai hacetden sonra ağaçlar yerlerine gitdiler. sonra resulullahın yanına bir deve geldi. boynunu yere koydu. sesini boğazında döndürdü ve o kadar ağladı ki, göz yaşlarından toprak ıslandı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu devenin ne dediğini biliyor musunuz diye sordu. allahü teala ve resulü daha iyi bilir, dedik. sahibi bunu yarın kesecekmiş, buyurdu. sonra devenin sahibini çağırıp, bu deveyi bana bağışla, buyurdu. o kimse, ya resulallah! bundan daha kıymetli malım yokdur, dedi. o halde deveni kesme ve ağır işler yapdırma, buyurdu. o şahs kabul etdi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir kabre uğradı. bu kabrde yatan kimse, bir günah sebebiyle azabdadır. o günah büyük günah değildir, buyurdu. sonra yaş bir hurma ağacını o kabrin üzerine dikdi. bu hurma dalı yeşil kaldığı müddetçe allahü teala bu kimsenin azabını hafifletir, buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: bir kimsenin iki devesi vardı. bir gün her nasılsa develer azgınlaşıp koşuşdurmağa başladılar ve bir avluya girdiler. develerin sahibi avlunun kapısını kapatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kiram ile o avluya geldiler. develerin sahibine kapıyı aç buyurdular. o kimse, resulullaha bir zarar gelir diye korkarak önce açmak istemedi. tekrar aç buyurunca, açdı. devenin biri hemen kapının yanında idi. resulullahı görünce başını yere koyup secde etdi. onun da başını bağladılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem develerin sahibine, bunlara dikkat et, bir daha serkeşlik yapmasınlar, buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan, bu hali görünce, ya resulallah, bu develer hiçbir şey bilmedikleri halde size secde etdiler. size bizim secde etmemiz daha layık değil midir, dediler. ben kimsenin kimseye secde etmesini emr etmem. eğer emr etseydim, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim buyurdu. ibni mes'ud radıyallahü anh anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile mekke seferinde idik. resulullahın adeti şöyle idi ki, kazai hacet sırasında uzağa giderdi. tenha bir yer bulmayınca oturmazdı. zira o sırada kendini mahlukatın görmesinden son derece sakınırdı. kendisini temamen gizlerdi. her nasılsa bir menzilde böyle tenha bir yer bulunamadı. orada birbirine uzak iki ağaç vardı. bana ey ibni mes'ud, o ağaçların yanına git, allahın resulü bir araya gelip birleşmenizi istedi, birleşin, onu mahlukatın görmesine perde olun diye söyle, buyurdu. o ağaçlar birbirinin yanına geldiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hacetini giderince, ağaçlar yerlerine gitdiler. ibni mes'ud radıyallahü anh anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medine sokaklarından birinde bulunduğu sırada, bir deve koşarak gelip, resulullahın önünde secde etdi. sonra başını kaldırdı. devenin gözlerinden yaş akıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu devenin sahibi kimdir diye sordu. falan kimsedir, dediler. çağırmalarını emr buyurdu. çağırdılar ve o şahs resulullahın huzuruna geldi. bu deveye ne yapmak istiyorsun da şikayetci oluyor, buyurdu. o şahs, ya resulallah! yirmi senedir bu deve ile su çekerim. onu uzun zemandan beri besliyorum. şimdi semiz oldu, onu kesmek istiyorum, dedi. bunun üzerine, o deveyi bana sat veya kesmekden vazgeçip bağışla buyurdu. o şahs, bu deveyi size bağışladım, sizin olsun ya resulallah, dedi. resulullah o deveyi kendi develerinin arasına katdı. cabir radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkmışdık. yolculuk sırasında bir gün, ey cabir, matara ile su getir, buyurdu. bir matara su getirdim. yolda giderken birbirine dört arşın mesafede iki ağaç gördük. şu ağaçlardan birine söyle, diğerinin yanına gitsin, buyurdu. söyledim, ağaçlar yanyana geldiler. resulullah o ağaçların arkasında kazai hacet eyledi. sonra ağaçlar yerine gitdi. sonra develerimize binip yola devam etdik. karşımıza kucağında çocuğu ile bir kadın çıkdı. ya resulallah! bu oğlancığı üç def'adır cinni tutar, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem durdu. çocuğu alıp devenin palanı üzerine koydu. üç def'a ey allahın düşmanı çık, buyurdu. sonra çocuğu annesine verdi. seferden dönüşümüzde aynı yere gelince, o kadın çocuğu ile birlikde yine karşımıza çıkdı. iki koyun getirmişdi. ya resulallah! bunlar benim hediyyemdir, kabul buyurun. seni peygamber olarak gönderen allah hakkı için, sizinle ilk karşılaşdığımız günden beri, çocuğu cinni tutmadı, dedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem emri üzerine koyunun birini aldık, birini de kadına bırakdık. sonra yola devam etdik. birden bire karşımıza bir deve çıkdı. gelip resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda başını yere koyarak secde etdi. resulullah bize, halka sesleniniz toplansınlar buyurdu. halkı çağırdık, toplandılar. resulullah onlara bu deve kimindir, diye sordu. ensardan bir cema'at, bizimdir ya resulallah, dediler. bu deveye ne yapdınız diye sordu. bu deveyle yirmi senedir su çekerdik. şimdi onu boğazlamak istedik, kaçdı, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu bana satınız buyurdu. sizin olsun ya resulallah, dediler. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu deve benim oldu. artık onu eceli gelinceye kadar hoş tutunuz, boğazlamayınız, buyurdu. orada bulunan müslimanlar, ya resulallah, sana secde etmeğe biz hayvanlardan daha layık değilmiyiz, biz niçin yapmayalım, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, kimsenin allahü tealadan başkasına secde etmesi caiz değildir. eğer caiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmeleri gerekirdi. ya'la bin ümeyyei sakafi şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir yere gidiyorduk. bir deveye rastladık. deve, resulullahı görünce boğazından ses çıkararak bağırıp, boynunu yere koydu. resulullah sallalla.evahidün nübüvve hü aleyhi ve sellem orada durdu. bu devenin sahibi kimdir, diye sordu. bir kişi gelip, o devenin sahibi benim ya resulallah, dedi. resulullah, bunu bana sat buyurdu. o kimse, onu size bağışladım, dedi. bağışlama, sat buyurunca, ya resulallah satmam, bağışlarım, dedi. sonra o kimse ailemin bu deveden başka geçineceği birşeyi yok, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kimseye madem böyle diyorsun, bilmiş olasın bu deve devamlı iş gördürdüğünüzden ve az yem verdiğinizden şikayet ediyor. bu hayvana iyi davranarak geçimini sağla, buyurdu. sonra oradan ayrılıp gitdik. bir yere varınca resulullah sallallahü aleyhi ve sellem orada uyudu. bir de bakdık ki, bir ağaç, yeri yara yara gelip, resulullahın üzerine gölge yapdı. sonra tekrar yerine gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem uyanınca bu hadiseyi söyledik. o ağaç bana selam vermek için allahü tealadan izn istedi, buyurdu. enes radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün ensardan birinin avlusuna girdi. yanında hazreti ebu bekr, hazreti ömer ve ensardan bir cema'at rıdvanullahi aleyhim ecma'in vardı. avluda bir koyun sürüsü bulunuyordu. koyunlar resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem secde etdiler. eshabı kiram, ya resulallah! biz size secde etmeğe bu koyunlardan daha layıkız, dediler. buyurdular ki, allahü tealadan başkasına secde edilmez. eğer edilse idi, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim. ehli beytin bir köpeği vardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem evden dışarı çıkınca, o hayvan kalkar dolaşırdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eve teşrif edince, o hayvan iki dizi üzerine çöküp oturur, hiç hareket etmezdi ve hiç ses çıkarmazdı. yemenli birisi şöyle anlatmışdır. yemende evimde bir kuyu kazmışdım. tuzlu su çıkdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, bu durumu arz etdim. bana bir matara su verdi. o suyu götürüp kuyuya dökdüm. kuyunun suyu tatlandı. ziyad bin haris essadai şöyle anlatmışdır: mensub olduğum kavm resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip şöyle dediler: ya resulallah! bizim bir kuyumuz vardır. yaz gelince suyu azalır ve bize yetmez. yazın su bulmak için etrafa dağılırdık. kışın yine bir araya toplanırdık. şimdi etrafımıza düşmanlar geldi. eğer çevreye dağılırsak bizi öldürürler. düa buyurunuz da kuyumuzdaki su bize ve davarlarımıza yetsin, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yedi dane çakıl taşı istedi. mubarek ellerini bu taşlara sürdü ve düa etdi. bu taşları allahü tealanın ismini söyliyerek o kuyuya birer birer atınız, buyurdu. buyurduğu gibi yapdılar. o kuyunun suyu öyle çoğaldı ki, gecegündüz devamlı su çekseler de bir damla eksilmezdi. emirül mü'minin hazreti ebu bekrin radıyallahü anh kölesi sa'd şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir seferde beraber idik. bir yerde konaklamışdık. bana, ya sa'd, falan yere git. orada bir keçi var, sütünü sağ getir, buyurdu. ben o yeri biliyordum. orada hiç keçi yokdu. oraya gidip bakdım, bir keçi duruyordu. memeleri süt ile dolu idi. yaklaşıp keçiyi sağdım. kafilenin hareket zemanı geldi. keçinin yanına bir kimseyi bırakdım. ben yolculuk hazırlığı ile meşgul iken, keçi kayboldu. ne kadar aradıysam da bulamadım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. ya sa'd, niçin geç kaldın, buyurdu. ya resulallah! yolculuk hazırlığı ile meşgul oldum. sütünü sağdığım keçi de kayboldu. ne kadar aradıysam da bulamadım, dedim. onu sahibi aldı gitdi, buyurdu. doğru söylüyorsunuz ya resulallah, dedim. ibni abbas radıyallahü teala anhüma şöyle anlatmışdır: bir kadın resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna bir oğlan çocuğu getirdi. ya resulallah! bu oğlumu her sabah ve akşam cinniler tutuyor. deli gibi hareketler yapıyor, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle çocuğun göğsünü sıvazladı ve düa etdi. o anda çocuk kusdu. karnından köpek yavrusu gibi siyah bir şey çıkdı. çocukda görülen önceki haller artık bir daha görülmedi. enes bin malik radıyallahü anh anlatmışdır: zeyd bin erkamın radıyallahü anh gözü ağrıyordu. ona geçmiş olsun ziyaretine gitdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem da orada idi. mubarek elleriyle zeyd bin erkamın iki gözünü açdı. mubarek ağzının suyundan koydu ve senin için bir sıkıntı kalmadı buyurdu. gözleri hemen iyileşdi. sabahleyin resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdi. ey zeyd, gözlerinin ağrısı devam etseydi ne yapardın? diye sordular. ya resulallah, sabr ederdim ve allahü tealanın takdirine rıza göstererek neticeyi beklerdim, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, canım kudretinde olan allahü teala için, eğer senin gözlerin o halde kalsaydı ve sen sabr etseydin afv edilmiş olarak allahü tealaya kavuşurdun, buyurdu. utbe bin ferkadın radıyallahü anh hanımı şöyle anlatmışdır: biz birkaç kadın utbenin hanımları idik. güzel kokulu olmak için, hoş kokular sürünürdük ve bir birimizle yarışırdık. utbe hiç koku sürünmezdi. fekat onun güzel kokusu, hepimizin güzel kokusunu basdırırdı. her ne zeman insanlar arasına gitse halk, biz utbenin kokusundan daha güzel koku hiç görmedik derlerdi. bir gün utbeye bunun sebebini sorduk. şöyle anlatdı: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında vücudumda kabarcıklar çıkmışdı. bu halimi resulullaha anlatdım. bana vücudunu aç buyurdu. açıp huzuruna oturdum. mubarek eline nefesini üfürüp karnıma ve sırtıma sürdü. bendeki bu hoş koku o zemandan beri gitmedi. cerhed esselemi radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evine gitmişdim. sofra hazır idi. yemeğe oturduk. sağ elim ağrıdığından, yemeğe sol elimi uzatınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yemeği sağ elinle yi buyurdu. ya resulallah, sağ elim ağrıyor, dedim. mubarek nefeslerini sağ elimin üzerine üfürdüler, elim hemen iyileşdi ve bir daha ağrımadı. eshabı kiramdan bir zat şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitmişdik. yanımızda bir oğlan çocuğu vardı. o çocuğun bir gün önce sağ kolu kırılmışdı. kolunun yanlarına küçük tahta parçaları koyup sargıyla sarmışdık. resulullah o çocuğu yanına çağırdı. kolundaki sargıları çözüp açdı. sonra mubarek elini çocuğun kırık koluna sürdü. o anda çocuğun kolu iyileşdi. hangi kolunun kırıldığını oradakiler fark edemediler. sonra yemek getirdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o çocuğa sağ elinle yi buyurdu. yemekden sonra o çocuğa bu sargıları al evine götür, buyurdu. çocuk o sargıları alıp evine gitdi. giderken kavminden iman etmemiş olan bir ihtiyara rastladı. ihtiyar kimse, çocuğun elinde sargıları görünce, bu ne haldir diye sordu. çocuk, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kırık kolumdaki sargıları çözdü ve mubarek elini koluma sürdü. o anda kolum iyileşip, sapasağlam oldu, dedi. o ihtiyar kimse bunları işitdikden sonra hemen resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, iman etdi. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu talhanın radıyallahü anh gayet tenbel ve hiç iyi gitmeyen atına bindi. resulullah o ata bindikden sonra, at öyle hızlandı ve çevikleşdi ki, hiçbir at ona yetişemedi. şerhabil ca'fi radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: elimde bir ur çıkmışdı. birgün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, ya resulallah, elimdeki bu ur sebebiyle kılıç kullanamıyorum ve atın dizginlerini tutamıyorum, dedim. yanıma yaklaş buyurdu. huzuruna yaklaşdım. elini aç buyurdu, açdım. mubarek nefesini elime üfürdü ve mubarek elini elime sürdü. o anda elimdeki şişlik temamen kayboldu. cabir bin abdüllah radıyallahü teala anh anlatmışdır: hastalanmışdım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ebu bekr radıyallahü anh ile beni görmeğe geldiler. ben kendimden geçmişdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem abdest almış ve abdest aldığı sudan benim üzerime dökmüş. kendime geldiğimde hastalığım temamen iyileşmişdi. bir gün bir genç, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip; ya resulallah! zina etmem için bana izn ver, dedi. eshabı kiram hayrete düşüp, bağrışmağa başladı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o gence yanıma yaklaş buyurdu. genç yaklaşıp huzurunda oturdu. başkalarının annen ile zina etmesine razı olur musun, buyurdu. genç, hayır dedi. senin gibi hiç kimse istemez, buyurdu. sonra kızınla başkalarının zina etmesine razı olur musun, diye sordu. hayır, razı olmam, dedi. yine başkalarının kız kardeşin ile zina etmesine razı olur musun, dedi. hayır olmam, diye cevab verdi. daha sonra amcasının, halasının ve diğer akrabalarının kızları için de ayrı ayrı sordu. hepsine hayır, başkalarının onlarla zina etmesine razı olmam diye cevab verdi. bunun üzerine resulullah mubarek elini o gencin göğsüne koydu ve allahım bunun günahını afv eyle, kalbini temizle ve zinadan koru diye düa buyurdu. o genç artık hiç harama meyl etmedi. aişei sıddika radıyallahü teala anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında işsiz bir kadın vardı. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem et yemeği yirken, o kadın geldi. allahü tealanın resulüne bakınız, oturmuş kullar gibi yemek yiyor, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, evet ben kulum, kullar gibi otururum ve yemek yirim, buyurdu. o kadın, yidiğiniz yemeklerden bana da veriniz, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o yemekden bir parça verdi. kadın, ya resulallah, mubarek elinizle ağzıma koyunuz, dedi. resulullah mubarek eliyle ağzına verdi. bu lokmayı yidikden sonra, o kadındaki tenbellik bir daha görülmedi. rafi' bin hadic radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitmişdim. yanında bir kişi et pişiriyordu. et hoşuma gitdi. bir parça, alıp yidim. bir sene boyunca karnım ağrıdı. bu hali resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlatdım. onda yedi kişinin hakkı vardı, buyurdu. sonra mubarek eliyle karnımı sığadı. onu peygamber olarak gönderen allah hakkı için o ağrı geçdi ve bir daha hiç karnım ağrımadı. ebu şehm radıyallahü anh anlatmışdır: medine yolunda gidiyordum. karşıma bir kadın çıkdı. elimle kadına dokundum. sonra insanların resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bi'at etmeğe gitdiklerini gördüm. ben de gitdim. bi'at için elimi uzatdım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek elini çekdi. yolda kadına elimi uzatdığımı hatırlatdı. ya resulallah. bi'atımı kabul buyurunuz. bir daha asla öyle şeyler yapmam, dedim. çok iyi olur, buyurup benimle bi'at etdi. enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda bir kişinin çok ibadet ve mücahede yapdığını anlatıyordum. o sırada o kimse arkada bir yerde gözükdü. ya resulallah! işte bahsetdiğim kimse diyerek onu gösterdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. sonra o şahs resulullahın huzuruna geldi. resulullah o şahsa: buyurdu. o şahs evet geçdi, dedi. sonra dönüp gitdi. bir yerde toprak üzerine mescid şeklinde çizgi çizip orada namaza durdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: kim gidip bu kimseyi öldürür? diye sordu. hazreti ebu bekr radıyallahü anh o şahsın yanına gitdi. fekat namazdadır diye öldürmekden çekindi ve geri döndü. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi. resulullah, ne yapdın diye sorunca, ya resulallah, onu namaz kılarken gördüm. öldürmekden çekindim, dedi. resulullah tekrar kim gidip onu öldürür? diye sordu. hazreti ömer radıyallahü anh kalkıp, ben öldürürüm, diyerek o kimsenin yanına gitdi. o da hazreti ebu bekr gibi öldürmeden geri döndü. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu adamı kim öldürebilir? diye tekrar sordu. hazreti ali radıyallahü anh kalkdı, ben öldürürüm, dedi. resulullah, ya ali! eğer onu yerinde bulabilirsen öldürürsün buyurdu. hazreti ali gitdi. fekat o adamı yerinde bulamayıp geri döndü. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, durumu bildirdi. bunun üzerine, o şahs ümmetim arasında fitne çıkaracakdır. eğer onu öldürseydin, ümmetimden iki kişi arasında asla muhalefet çıkmazdı. beni israil yetmişbir fırkaya ayrıldı. çok geçmeden benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. bir fırka hariç, diğerleri cehennemdedir buyurdu. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabına, yarın herkes bir sadaka getirsin, buyurdu. utbe bin zeyd radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: o gece allahü tealaya şöyle münacatda bulundum: ya rabbi! resulünün bize sadaka getirmemizi emr etdiğini biliyorsun. benim sadaka edecek hiç bir şeyim yokdur! ben de kendi kendimi, şanımı sadaka ediyorum dedim. sabah olunca, eshabı kiramın herbiri bir sadaka getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana bakdı ve dün gece kendi şanını sadaka eden kimse nerededir? buyurdu. hiç kimse cevab vermedi. yine buyurdular ki: dün gece kendi şanını sadaka eden kimse nerededir? yine hiç kimse cevab vermedi. bunun üzerine ben ayağa kalkıp, o kimse benim ya resulallah, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üç def'a, allahü teala sadakanı kabul etdi buyurdu. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana ramezan ayının zekatını korumamı emr buyurdu. bir gece bir kimse gelip, o zekat malından alırken onu yakaladım. seni resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürürüm, dedim. beni salıver, bir daha gelmem. bu işi çoluk çocuğum çok muhtac olduğu ve çok fakir olduğum için yapdım, dedi. ben de acıyıp salıverdim. sabahleyin resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. ey eba hüreyre! dün geceki esirini ne yapdın, buyurdu. ya resulallah! annem, babam sana feda olsun. çoluk çocuğum muhtac ve çok fakirim, dedi. ben de acıyıp serbest bırakdım, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o yalan söyledi, yine gelecek, buyurdu. onu gözetledim. geldi ve yakaladım. sen beni serbest bırak, bir daha gelmem demedin mi, diye sordum. bu def'a beni serbest bırak, sana bir kaç kelime öğreteyim. onlardan çok faide görürsün, dedi. onlar nelerdir, dedim. yatacağın zeman ayetel kürsiyi başından sonuna kadar oku. allahü teala seni muhafaza eder ve şeytan sana yaklaşamaz, dedi. sabahleyin resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. yine sordu. durumu aynen anlatdım. bunun üzerine buyurdu ki: o yalancı olduğu halde doğru söylemiş. sonra, onun kim olduğunu biliyor musun, diye sordu. hayır bilmiyorum, dedim. o şeytan aleyhilla'ne idi, buyurdu. ebu sa'id hudri radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün annem beni resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem ba'zı şeyler istemem için gönderdi. huzuruna varıp oturdum. mubarek yüzünü bana çevirerek, kim malik olduğu şeye kana'at ederse, allahü teala onu başkasına muhtac etmez. kim çirkin şeylerden sakınırsa, allahü teala onu iffetli eyler. kim malik olduğu şey ile yetinirse, allahü teala ona kafidir. kim bir okıyelik mikdarında birşeye sahib olduğu halde, başkasından birşey isterse, devamlı isteyici olur buyurdu. ben kendi kendime falan devemiz bir okıyeden daha iyidir dedim. hiçbir şey istemeden resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurundan kalkıp gitdim. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: teyemmüm ayeti nazil olmuşdu. nasıl teyemmüm edileceğini bilmiyordum. öğrenmek için resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evine doğru gitdim. evlerine yaklaşınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni gördü. ne için geldiğimi anladı. biraz ileri gidip tebevvül etdi. sonra gelip iki mubarek elini toprağa vurup yüzünü ve iki kolunu mesh etdi. başka birşey yapmadı. ben de artık birşey sormadan geri döndüm. yine ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: suheyb radıyallahü anh mekkeden hicret ederken, kureyş müşriklerinin gencleri bir gurub halinde onu ta'kibe başladılar. suheyb radıyallahü anh yanına aldığı okları göstererek, benim iyi ok atdığımı bilirsiniz. bana yaklaşmayınız, dedi. müşrikler, bize mekkede sakladığın yiyeceklerin yerini söyle, seni ta'kibden vazgeçelim, dediler. bırakdığı yiyeceklerin yerini söyledi. onlar da ta'kib etmekden vazgeçdiler, dönüp gitdiler. suheyb radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna varınca, üç kerre, alış verişinde kazançlı çıkdın buyurdu. sonra, meali şerifi, insanlar arasında, allahın rızasını kazanmak için canını verenler vardır. allah, kuluna karşı şefkatlidir olan, bekara suresini yeti kerimesi nazil oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün islam ordusunu bir yere göndermişdi. o sene kıtlık olduğundan, her askerin yol azığını ayrı ayrı vermişdi. askerler arasında cüdeyrin radıyallahü anh yol azığını vermeği unutmuşdu. cüdeyr radıyallahü anh islam ordusunun arkasından gidiyordu. yol boyunca la ilahe illallahü vallahü ekber sübhanellahi velhamdülillahi vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim diye söylüyordu ve bu ne güzel azıkdır ya rabbi diyordu. daima bunu söylüyor ve sabrla yola devam ediyordu. cebrail aleyhisselam resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gelip, beni allahü teala gönderdi. bütün ordunun yiyeceğini verdiniz. fekat, cüdeyrin radıyallahü anh azığını vermeği unutdunuz. o yolda, la ilahe illallahü vallahü ekber sübhanellahi velhamdülillahi vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim diyerek ve ya rabbi bu ne güzel azıkdır diye söyliyerek gidiyor. onun bu söyledikleriyle yer ve gök arası nur ile dolacak. ona yiyecek gönder, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabdan birini çağırıp, cüdeyrin radıyallahü anh azığını götürmesi için ona verdi ve selam söyledi. onun azığını unutdum. allahü teala bana cibrili göndererek, bu durumu haber verdi, buyurdu. o sahabi azığı alıp, cüdeyre radıyallahü anh yetişdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem söylediklerini haber verdi. bunun üzerine cüdeyr radıyallahü anh: ya rabbi, sana hamd olsun. sen zeman ve mekandan münezzehsin. za'ifliğime ve sabrsızlığıma merhamet etdin. sen beni unutmadığın gibi, beni de seni unutmayanlardan eyle diye düa etdi. azığı getiren sahabi ondan işitdiklerini aynen resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlatdı. resulullah bu haberi getiren sahabiye: eğer o sırada başını yukarı kaldırsaydın, cüdeyrin sözlerinin nurunu yer ile gök arasında görürdün buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabı kirama, bir yere bir cema'at gönderdim. siz de biraz sadaka veriniz, buyurdu. abdürrahman bin avf radıyallahü anh malımın yarısını sadaka olarak vereyim, yarısını da aileme bırakayım, dedi. bir başka sahabi de bir sa' hurma getirdi. ya resulallah! kova ile su çekdim, ücret olarak iki sa' hurma verdiler. bir sa' hurmayı aileme bırakdım, bir sa' hurmayı da sadaka olarak vermek için getirdim, dedi. münafıklar, abdürrahman bin avf radıyallahü anh için onun malının yarısını tasadduk etmesi riyadır, dediler. bir sa' hurma getiren sahabi için de, allahın ve resulünün onun bir sa' hurmasına ihtiyacı vardır, dediler. bunun üzerine allahü teala tevbe suresi. ayetinde mealen, o kimseler ki, mü'minlerin istiyerek verdikleri sadakaları ayblarlar. böylece mü'minler ile alay etmiş olurlar. allahü teala da onların istihzalarının cezasını verir. o münafıklar için şiddetli azab vardır buyurdu. meymune radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gece benim evimde idi. abdest almak için kalkmışdı. üç kerre lebbeyk dediğini işitdim. ya resulallah, orada kim var, kiminle konuşuyorsunuz diye sordum. beni ka'b kabilesinin şairi, mekkede öldürüleceklerini zan etmişler, benden yardım istedi, buyurdu. üç gün sonra beni ka'b kabilesinden bir kimse geldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile namaz kıldı. sonra bir şi'r okudu. şi'rde resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem yardım istendiği anlatılıyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem lebbeyk lebbeyk buyurdu. sonra medineden dışarıya çıkıp, ravhada konakladı. havada bir bulut gördüler. beni ka'b kabilesine yardım için gelmişdir, buyurdu. ibni mes'ud radıyallahü teala anh şöyle nakl etmişdir: bir gece resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir yere gidiyorduk. kim sabah namazı vaktini bekler buyurdu. ya resulallah! ben bekleyip uyandırırım, dedim. sen uyursun buyurdu. tekrar kim sabah namazı vaktini bekler, buyurdu. yine ben bekleyeyim, dedim. sonra resulullahın devesinin ve kendi devemin yularını birlikde tutup, gece sabah namazının vaktini beklemeye başladım. gecenin sonuna doğru resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğu gibi uyuya kalmışım. güneşin sıcaklığının te'siriyle uyandım. kendi devem yanımda idi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem devesi kaybolmuşdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseye şöyle git diye işaret etdi. o kimse gidip, resulullahın devesini buldu. yuları bir ağaca dolanmışdı. çözüp getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem abdest aldı. orada bulunanlar da abdest aldılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti bilale radıyallahü anh ezan okumasını emr buyurdu. ezan okundu. sabah namazının sünnetini kıldık. sonra kamet okundu, cema'atle sabah namazının farzını kıldık. selam verdikden sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: allahü teala dileseydi sizi sabah namazına uyandırırdı. fekat sizden sonra gelenler uyuyarak veya unutarak sabah namazını geçirdiklerinde sabah namazını bu şeklde kaza etmelerini öğretmeyi diledi. cabir radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir seferde idik. bir rüzgar çıkdı. bu rüzgar bir münafığın ölümü içindir buyurdu. medineye geldiğimizde, münafıklığıyla ve fesadçılığıyla meşhur azgın bir münafığın öldüğünü haber aldık. katade bin nu'man radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: bir gece çok karanlık ve şiddetli yağmur vardı. bunu ganimet bilip yatsı namazını resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile kıldım. namaz bitince, resulullah geri dönüp; bu karanlık gecede burada niçin kaldın, buyurdu. ya resulallah! sizinle namaz kılmağı ganimet bildim, dedim. bana bir asa verip, şeytan senden sonra evine girmişdir. bu asayı al, ondan yayılan ışıkla evine git. şeytanı evinde bir köşede bulursun. bu asa ile ona vur, buyurdu. asayı alıp mescidden çıkdım. asadan bir ışık yayıldı. onun aydınlığında evime gitdim. evdekiler uyumuşlardı. evde köşelere bakdım. şeytan bir köşede kirpi suretinde duruyordu. elimdeki asa ile ona o kadar vurdum ki, sonunda evimden çıkıp gitdi. ibni abbas radıyallahü teala anhüma şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bize doğru geliyordu. o sırada bir bulut peyda oldu. biz o bulutdan yağmur yağacak diye ümmid etdik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, bu bulutu sürükleyen melek bana geldi ve selam verdi. ya muhammed aleyhisselam, bu bulutu, yemen diyarında falan vadiye sevkediyorum, dedi. birkaç gün sonra yemenden develer üzerinde ba'zı kimseler geldi. onlara sorduk. bulutu gördüğümüz gün oraya yağmur yağdığını söylediler. ebu cüz'a adında bir kimse, kubada bir kadına aşık olmuşdu. onunla bir dürlü buluşamadı. pazara gidip resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem elbisesi gibi bir elbise satın aldı. o elbiseyi giyip kubaya gitdi. onlara beni resulullah gönderdi ve kendi elbisesini de bana giydirdi. istediğin evde misafir ol buyurdu, dedi. kuba halkı, ebu cüz'anın devamlı kadınlara bakdığını farketdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizi daima kadınlara bakmakdan sakındırırdı. bu kişi kimdir ki, hiç çekinmeden devamlı kadınlara bakıyor diyerek, o kimsenin halinden şübheye düşdüler. işin aslını anlamak için, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem iki kişi gönderdiler. o iki kimse resulullahın huzuruna vardıklarında, kaylule uykusunda idi. beklediler, uyanınca, ya resulallah! ebu cüz'ayı kubaya siz mi gönderdiniz, diye arz etdiler. resulullah, ebu cüz'a kimdir, diye sordu. kendisini bize sizin gönderdiğinizi söyledi. üzerinde sizin elbisenize benzer bir elbise var. bunu bana resulullah giydirdi diyor. biz onun halini öğrenmek için huzurunuza geldik, dediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem gadablandı, mubarek yüzünün rengi değişdi ve kim bana isnaden yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın buyurdu. sonra o iki kimseye, hemen gidin, eğer onu sağ bulursanız, öldürünüz ve ateşe atınız. fekat öyle zan ediyorum ki, siz vardığınızda onun işi temam olmuş, ölmüş bulursunuz. fekat onu ateşde yakınız, buyurdu. o iki sahabi kubaya döndüler. ebu cüz'a bevl etmek için bir yere oturduğu sırada aniden bir yılanın onu sokup öldürmüş olduğunu haber aldılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ümmü varakayı radıyallahü anha ziyaret eder ve ona şehide derdi. bir kölesi ve bir de cariyesi vardı. onları müdebber etmişdi. ya'ni vefatından sonra serbest olacaklarını söylemişdi. emirül mü'minin ömerin radıyallahü anh halifeliği sırasında köle ve cariye anlaşarak ümmü varakayı şehid etdiler. hazreti ömer bunu haber alınca, sadakallahu ve resulühü, resulullah daima, haydi kalkınız, gidip şehideyi ziyaret edelim buyururdu, dedi. bir gün resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem islam düşmanı halid bin nebihden bahsederek, onu kim öldürerek benim gönlümü onun sıkıntısından kurtarır, buyurdu. eshabı kiramdan abdüllah bin üneys radıyallahü teala anh ben gidip onu öldürürüm. yalnız o nasıl bir kimse, bana onun vasfını bildiriniz ya resulallah dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu görünce kalbine bir korku gelir, buyurdu. abdüllah bin uneys radıyallahü teala anh şöyle demişdi. resulullah böyle buyurunca, ya resulallah, sizi hak peygamber olarak gönderen allah hakkı için, ömrümde hiç kimseden korkmadım dedim. halid bin nebih arafatda idi. abdüllah bin üneys radıyallahü anh onu arafatda buldu. bundan sonrasını şöyle anlatır: oraya gitdim. güneş batmadan bir kişi gördüm. o kişiyi görünce kalbime bir korku düşdü. anladım ki o, halid bin nebihdir. bana sen kimsin, dedi. bir işim var. onun için dolaşıyorum. bu gece seninle kalabilirim, dedim. peki peşimden gel, dedi. onu ta'kib etdim. acele ile ikindi namazını kıldım. beni görür diye de korkdum. sonra arkasından ona yetişip kılıç ile vurarak onu öldürdüm. sakif kabilesinden bir kimse ile ensardan bir zat, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem ba'zı sualler sormak için biraraya gelmişlerdi. sakif kabilesinden olan kimse, ensardan olan zata sen medinelisin, sualini her zeman sorabilirsin. müsaade edersen, önce ben suallerimi arz edeyim, dedi. o da müsaade etdi. sakif kabilesinden olan kimse, resulullahın huzuruna vardı. resulullah ona sualini sen mi sorarsın, yoksa ben mi söyliyeyim, buyurdu. ya resulallah siz söyleyiniz dedi. senin suallerin namaz ve orucdandır, buyurarak cevablandırdı. o kimse seni peygamber olarak gönderen allah hakkı için, benim suallerim buyurduğunuz gibi bunlar idi, dedi. sonra ensardan olan zat, resulullahın huzuruna yaklaşdı. ona da suallerini ben mi söyliyeyim, sen mi söylersin buyurdu. siz söyleyin ya resulallah dedi. senin suallerin hacdan, arefe gününden, saç kesmekden ve tavafdandır, buyurarak hepsini cevablandırdı. ensardan olan zat, allah hakkı için benim suallerim de bunlardı, dedi. ammar bin yaser radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir seferde beraberdik. bir yerde konakladık. su getirmeye gitmek için kovamı ve su tulumumu aldım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem su alırken birisi sana mani' olmak isteyecekdir, buyurdu. kuyunun başına gitdim. siyah bir kimse yanıma geldi. bugün bu kuyudan bir kova su almana izn vermem dedi ve beni tutdu. ben de onu tutup yere yıkdım. taşla vurarak yüzünü ve burnunu ezdim. sonra su kablarımı doldurup, resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna döndüm. suyun yanında bir kimseyle karşılaşdın mı diye sordu. ben de olanları aynen anlatdım. o sana mani' olmak isteyen şeytan idi, buyurdu. vabesa bin ma'bed radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: hayr ve şerden herşeyi sormak niyyetiyle resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. bir cema'at toplanmışdı. kalabalığın arasından geçip resulullaha iyice yaklaşmak istedim. oradakiler bana biraz uzakda dur dediler. beni bırakınız, resulullaha iyice yaklaşayım. zira bana ondan daha sevgili kimse yokdur, dedim. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem, yaklaş, buyurarak, beni huzuruna çağırdı. mubarek dizlerinin dibine oturdum. ey vabesa. hayr ve şerden herşeyi sormak için geldin değil mi buyurdu. evet ya resulallah dedim. mubarek parmaklarını göğsüme koydu ve ey vabesa, kalbinden fetva iste! kalbine gelen şey iyi ise kalbin sükunet bulur. kalbinde tereddüt ve çarpma olursa o şey kötüdür, günahdır. sana başkaları fetva verseler bile sen kalbine bak! buyurdu. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında iki kişi vardı. birisi sohbetlere devamlı gelirdi. diğeri ise sohbetlere az gelir ve iyi ameli de az görülürdü. sohbetlere devamlı gelen kimse, bir gün resulullaha kıyamet ne zeman kopacakdır diye sordu. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem kıyamet için ne hazırladın buyurdu. allahü tealanın ve resulünün muhabbetini hazırladım, dedi. resulullah ona, sen sevdiklerinle beraber olacaksın ve senin için hesab yokdur, buyurdu. sohbetlere az gelen kimse vefat etdi. resulullah, biliyormusunuz, allahü teala o kişiyi cennete koydu buyurdu. eshabı kiram aleyhimürrıdvan hayret ederek birbirlerine bakışdılar. bu hali o şahsın hanımına, yine hayretlerini belirterek söylediler. hanımı şöyle dedi: kocam her ezan okunduğunda, müezzin la ilahe illallah deyince, allahdan başka ilah olmadığına şehadet ederim. her şehadet edene, allahü tealanın kafi geleceğine inanırım derdi. müezzin, eşhedü enne muhammeden resulullah deyince de: her şehadet eden gibi şehadet ederim. bu imanım bana kafidir derdi. bu sözleri duyanlar, resulullahın huzuruna döndüklerinde, daha onlar bir şey söylemeden, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o kimsenin hanımının anlatdıklarını söyledi ve allahü teala onu, bu sebeble cennete koydu, buyurdu. ukbe bin amir elcüheni radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü teala aleyhi ve sellem huzurunda idim. dışarı çıkdığımda ehli kitabdan bir cema'at, ellerinde kitablarıyla gelmişdi. benden resulullahın huzuruna girmek için izn istediler. durumu resulullaha haber verdim. benim onlarla ne işim var. onlar bir şey sormak isterler, ben onu bilmem. ancak allahü teala bildirirse bilirim. buyurdu. sonra bana su getir, buyurdu. suyu getirdim. abdest alıp iki rek'at namaz kıldı. mubarek yüzünde bir sevinc eseri göründü. dışardakilere söyle içeri gelsinler. eshabdan da kimi bulursan çağır, buyurdu. dışarda bekleyenler huzuruna girince onlara, sormak istediğinizi isterseniz ben size haber vereyim ve kitablarınızda yazılı olduğu gibi cevabını vereyim, buyurdu. onlar, biz de böyle istiyoruz, dediler. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, siz iskender kıssasını sormak istiyorsunuz, buyurdu ve kitablarında bildirildiği gibi temamen anlatdı. ehli kitabdan olan cema'atin temamı resulullahın anlatdıklarının hepsini i'tiraf etdiler. habib bin meslemei fihri radıyallahü anh medineye gelip, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitmişdi. peşinden babası gelip, ya resulallah, benim bu oğlum elim ayağım gibidir diyerek, onu götürmek istedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, habibe, kalk babanla geri dön. çünki, onun ömrü az kalmışdır. yakında vefat eder, buyurdu. babası o sene vefat etdi. imran bin hasin radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem ile bir seferde idim. bir gece sabaha az bir zeman kalıncaya kadar yürüdük. sonra bir yerde konaklayıp uyuduk. sabah namazına uyanamadık. güneşin sıcağının te'siriyle ilk uyanan hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh oldu. o da hazreti ömerül faruku radıyallahü anh uyandırdı. hazreti ömer uyanınca uyuya kaldığımızı görüp, yüksek sesle tekbir getirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de uyandı. sonra, eshabı kiram uyanıp, sabah namazının geçdiğinden şikayet etdiler. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem korkmayınız, yola devam ediniz, buyurdu. bir müddet gitdikden sonra, resulul.evahidün nübüvve lah sallallahü teala aleyhi ve sellem bir yerde konakladı ve su istedi. cema'at ile sabah namazını kıldı. namazdan sonra eshabdan birinin bir kenarda durduğunu gördü. sen niçin namaz kılmadın, diye sordu. o şahs cünüb oldum, su bulamadım ya resulallah, dedi. teyemmüm et buyurdu. sonra yola devam etdik. eshabı kiram susuzlukdan şikayet etdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi radıyallahü anh ve eshabdan birini huzuruna çağırıp, bizim için su arayınız, buyurdu. su aramak için gitdiler. bir kadına rastladılar. bir deveye iki tulum su yüklemiş, kendisi de deveye binmişdi. o kadından suyun nerede olduğunu sordular. kadın su için dün bu vakt yola çıkmışdım, dedi. kadını resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna getirdiler. resulullah bir kab istedi ve tulumdaki sudan bu kaba dökün buyurdu. kaba su dökdüler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kabdaki sudan alıp mubarek ağzında çalkalayıp tekrar kaba boşaltdı. kabdaki suyu da tuluma boşaltdı. sonra geliniz bu sudan içiniz, buyurdu. herkes ihtiyacı kadar su aldı. sonra cünüp olup su bulamayan sahabiye de, bir kab su verip, bununla gusl abdesti al buyurdu. suyun sahibi kadın olanları seyrediyordu. herkesin su ihtiyacı bitince, kadının tulumundaki su öncekinden daha fazla duruyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kadına bir mikdar hurma, un ve sevik verdi. senin suyunu eksiltmedik. allahü teala bize su verdi, buyurdu. kadın oradan ayrılıp kavminin yanına gitdi. niçin geç kaldın, dediler. o da olanları aynen anlatdı. sonra kadın resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem kasdederek, onun için, kavminin dininden başka bir dine da'vet ediyor, diyorlar. o ya büyük bir sihrbazdır, ya da allahın peygamberidir, dedi. sonra eshabı kiram o civarda ganimet elde etdiler. o kadının kavmine hiç dokunmadılar. kadın bu hali görünce kavmine, istermisiniz müsliman olalım, dedi. bütün kavmi müsliman oldu. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir def'asında açlıkdan neredeyse karnım sırtıma yapışacakdı. mi'deme taş bağladım. birisi beni evine götürsün de bir şeyler yidirsin diye, eshabı kiramın gelip geçdiği yol üzerine oturdum. önce hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh geldi. ona kur'anı kerimden bir ayeti kerimeyi sordum. maksadım beni evine götürüp, birşeyler yidirmesi idi. sonra hazreti ömerül faruk radıyallahü anh oradan geçiyordu. ona da bir ayeti kerimeyi sordum. ikisi de beni götürmediler. sonra aniden resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. bana bakıp yüzümden aç olduğumu anladı. ey eba hüreyre, benimle birlikde gel buyurdu. resulullahı ta'kib etdim. mubarek zevcelerinden birinin evine gitdik. yanınızda hiç yiyecek bir şey var mıdır diye sordu. eve, falan kimse sizin için biraz süt hediyye göndermiş dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, ey eba hüreyre git, eshabı soffayı çağır buyurdu. eshabı soffa, malı, çoluk çocuğu olmayan sahabiler idi. mescidde kalırlar ve eshabı kiram onlara bakardı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hediyye gelince, ondan hem kendisi yir, hem de eshabı soffaya verirdi. sadaka gelince kendisi yimez, onun temamını eshabı soffaya verirdi. ben kendi kendime o sütden önce biraz içseydim, sonra eshabı soffayı çağırsaydım. çünki, onlar gelirse, bana bir kase sütden ne kalacak diye düşündüm. sonra eshabı soffayı çağırdım. hepsi gelip, resulullahın huzurunda oturdular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, ey eba hüreyre, süt kasesini al bana ver, buyurdu. sonra tekrar bana geri verdi. bunu herkese ver, hepsi içsinler buyurdu. eshabı soffanın hepsi tek tek o kaseden süt içdiler. ben ve resulullah henüz içmemişdik. resulullah süt kasesini elimden mubarek eline alıp, yine bana geri verdi ve iç, buyurdu. sütden bir mikdar içdim. yine iç, buyurdu, içdim. bir daha iç buyurdu, tekrar içdim. dördüncü def'a iç buyurdu. ya resulallah, artık içmeğe mecalim kalmadı, iyice doydum, dedim. elimden süt kasesini alıp, kalan sütü de kendileri içdiler. enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem medineye hicret etdikleri zeman, ben sekiz yaşında idim. babam vefat etmişdi. annem, ebu talha radıyallahü anh ile evlenmişdi. ebu talha çok fakirdi. bir iki gün hiç yemek yimeden geçirdiğimiz zemanlar olurdu. bir gün annemin eline biraz arpa geçmişdi. o arpayı un yapdı ve iki ekmek pişirdi. komşudan da biraz süt istedi. bana haydi git, ebu talhayı çağır da beraber yiyelim, dedi. ben yemek yiyeceğiz diye sevinerek dışarı çıkdım. bir de bakdım ki, resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem eshabı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in ile oturuyorlardı. huzuruna yaklaşıp, ya resulallah annem sizi çağırıyor, dedim. kalkdılar, eshabı kirama da kalkınız, buyurdular. eve doğru yürüdük. eve yaklaşınca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem babalığıma, ey eba talha, hiçbirşey hazırladın mı ki bizi da'vet ediyorsunuz, buyurdu. ebu talha radıyallahü anh, seni peygamber olarak gönderen allah hakkı için, dünden beri bir lokma yiyecek yimedim. evde de yiyecek birşey olduğunu zan etmiyorum, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, o halde ümmü selim bizi niçin da'vet etdi eve bir bak! buyurdu. ebu talha evine girdi ve hanımı ümmü selime, resulullahı niçin da'vet etdin diye sordu. hanımı iki arpa ekmeği pişirdim, komşudan da biraz süt aldım. enese, baban ebu talhayı çağır, gel yiyelim diye söyledim, dedi. ebu talha dışarı çıkıp, durumu resulullaha anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üzülmeyiniz, bizi evine al, buyurdu. birlikde eve girdik. resulullah anneme, ey ümmü selim, o ekmekleri getir, buyurdu. sonra mubarek elini ekmeklerin üzerine koydu. ey eba talha! eshabdan on kişi çağır içeri gelsinler, buyurdu. ebu talha on kişi çağırdı. resulullah onlara oturun, bismillah diyerek benim parmaklarım arasından yiyiniz, buyurdu. o on kişi yiyip doydular. on kişi daha çağır buyurdu. ebu talha on kişi daha çağırdı, onlar da aynı şeklde yiyip doydular. böylece yetmişüç kişi o yiyecekden yiyip doydu. sonra bize, ey eba talha ve ey enes, geliniz yiyiniz, buyurdu. resulullah ile birlikde biz de yiyip doyduk. sonra ekmekleri ümmü selime verdi, al yi ve dilediğin kimseye de yidir, buyurdu. abdürrahman bin ebi bekr radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile eshabdan yüzotuz kişi bir yolculukda idik. resulullah, içinizde hiç yiyeceği olan var mıdır, diye sordu. eshabdan birinde bir sa' kadar un bulundu. hamur yapıp pişirdiler. sonra bir müşrik geldi. yanında bir koyunu vardı. resulullah ona koyunu satar mısın, yoksa hediyye mi edersin, buyurdu. satılıkdır deyince, koyunu satın aldı. koyunu kesip ciğerini kebab yapdılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem koyunun etinden yüzotuz kişinin herbirine bir parça verdi. o sırada bir kimse orada değildi. onun payı da ayrıldı. kebab yapılan ciğeri iki kap içine koydular. hepimiz ondan yiyip doyduk. kab içinde biraz da artmışdı. sonra develeri yükleyip, yola devam etdik. sümre bin cündeb radıyallahü anh anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna bir tabak yemek getirdiler. sabahdan öğleye kadar, bir gurub yiyip gitdi, bir başka gurub geldi. birisi bana o tabağa başka yerden yemek konuyor mu diye sordu. hayır, ancak şuradan yardım geliyor diyerek, gökyüzüne işaret etdim. ümmü evs radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: bir gün resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hediyye olarak bir kab yağ gönderdim. o kabdaki yağdan biraz kalıncaya kadar yimişler. sonra mubarek nefeslerini tabağa üfürüp, bereket ile düa ederek, bunu ümmü evse götürünüz, buyurmuşlar. o kabı bana getirdiler. içi yağ ile dolu idi. kabın yağ ile dolu olduğunu görünce, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hediyyemi kabul etmeyip, geri göndermiş zan etdim. huzuruna gidip ağlayarak, ya resulallah, benden ne günah sadır oldu da hediyyemi kabul etmediniz, dedim. bunun üzerine durumu anlatıp hatırımı hoş etdi. tam bir teselli ile sevinerek huzurundan ayrıldım. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayatda olduğu müddetce, hazreti ebu bekrin, hazreti ömerin ve hazreti osmanın radıyallahü anhüm halifelikleri sırasında o yağdan devamlı yidim, bitmedi. sıffin vak'asına kadar böyle devam etdi. ondan sonra bitdi. enes bin malikin annesi ümmü selim radıyallahü anha, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hediyye olarak bir tulum yağ gönderdi. resulullah yağı kabul edip, tulumu geri gönderdi. o sırada ümmü selimin evine bir kadın gelip, biraz yağ istedi. ümmü selim daha şimdi yağımı resulullaha hediyye gönderdim. işte kabı boş duruyor, dedi. kadın kabı getirin bir bakalım. belki içinde bir parça kalmışdır, dedi. ümmü selim kızına resulullaha yağ gönderdiğimiz kabı getir bakalım, içinde hiç yağ kalmışmıdır dedi. kızı kabı getirince, temamen yağ ile dolu olduğunu görüp şaşırdılar. ümmü selim, resulullahın huzuruna gidip, ya resulallah! benden ne günah sadır oldu da hediyyemi kabul buyurmadınız. o yağı sizin yimeniz için hazırladım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem biz hediyyeni kabul etdik. o kabın içindeki yağın hepsini boşaltdık, buyurdu. ümmü selim, sizi alemlere peygamber olarak gönderen allah hakkı için o kab yağ ile dolu duruyor, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebessüm ederek, o yağdan yi! kabı yerinden oynatmayınız, buyurdu. ümmü selimin gönlü ferahladı ve sevinerek huzurundan ayrılıp evine gitdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hayatı müddetince ve emirül mü'minin hazreti ebu bekrin, hazreti ömerin ve hazreti osmanın radıyallahü teala anhüm halifelikleri müddetince o yağdan devamlı yidiler. bu hal, emirül mü'minin ali radıyallahü anh ile mu'aviye radıyallahü anh vak'asına kadar devam etdi. ümmü şüreyk radıyallahü anha bir gün cariyesiyle resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir tulum yağı, hediye olarak gönderdi. resulullah kabul edip, kabı boşaltarak cariyeye verdi. bu tulumu ağzını bağlamadan as, buyurdu. ümmü şüreyk bir gün evine girince o tulumun yağ ile dolu olduğunu gördü. hemen ağzını bağladı. cariyesini azarlıyarak sana bu yağı resulullaha götür demedim mi dedi. cariyesi yemin ederek, götürdüm. yağı boşaltıp tulumu geri verdiler. ağzını yere çevirip bakdım, içinde bir damla yağ yokdu. resulullah bana bu tulumu as, ağzını bağlama buyurdu, dedi. ümmü şüreykin vefatına kadar o yağdan yidiler. hatta bir def'asında yetmişiki kişi yidiği halde hiç eksilmemişdi. rükeyn bin sa'id elmüzeni radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: dörtyüz atlı kimse resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldiler ve yemek istediler. resulullah, hazreti ömere radıyallahü anh bunlara birşeyler ver, buyurdu. hazreti ömer bir sa' hurmadan başka yiyecek birşeyim yok, dedi. resulullah yine, haydi bunlara birşeyler ver buyurunca, peki, dedi. hazreti ömerle evine gitdik. evinin kapısını açdı. içerde bir mikdar hurma vardı. istediğiniz kadar alıp götürünüz, dedi. herbirimiz ihtiyacımız kadar aldık. dışarı çıkarken bakdık ki, sanki o hurmadan hiç alınmamış gibi aynen duruyordu. cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hurmalarımı medinede bir yehudiye satardım. önce parasını alırdım. hurmalar olgunlaşınca toplayıp teslim ederdim. bir sene hurma az oldu. toplarken yehudi yanıma geldi. yehudiden borcum için biraz müddet istedim, vermedi. durumu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bildirdim. eshabı kirama: kalkın gidelim. yehudiden cabir için mühlet isteyelim buyurdu. hurma bağçemize geldiler. resulullah benim için yehudiden mühlet istedi. yehudi, ey ebel kasım, mühlet veremem, dedi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hurma bağçesinin çevresini dolanıp geldi. tekrar yehudiden mühlet istedi. yine vermedi. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir mikdar hurma ikram etdim. o hurmalardan yidi. sonra bana bu hurma bağçesinde senin ikamet etdiğin yer neresidir diye sordu. falan yerdir ya resulallah, dedim. oraya benim için bir döşek ser buyurdu. döşeği serdim. resulullah orada biraz uyudu. uyanınca, bir mikdar hurma daha ikram etdim, yidiler. sonra yine o yehudiden mühlet istedi, fekat kabul etmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalkıp hurma bağçesinin çevresinde gezindi. sonra bana hurmaları topla ve borcunu öde, buyurdu. hurmaları topladım ve borcumu temamen ödedim. bir o kadar hurma da artdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna varıp durumu arz etdim. şehadet ederim ki, ben allahın resulüyüm buyurdu. yine cabir bin abdüllah radıyallahü anh anlatmışdır: babam vefat etdi. çok borcu kaldı. hurma toplama zemanı gelince, borçlu olduğumuz kimselere bu hurmaları borcumuza karşılık aranızda paylaşın. bana hiç kalmasın, dedim. bu hurmalar borçlarınızı karşılamaz, diyerek kabul etmediler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gidip, alacaklıların sizi görmesini arzu ediyorum dedim. hurmaları topla ve gurub gurub ayır, buyurdu. resulullahın emr etdiği gibi yapdım. sonra teşrif buyurdular. alacaklılar resulullahı görünce bana yapışdılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onların bu halini görünce, bir hurma öbeğinin yanına varıp, üç kerre çevresinde dolaşdı ve yanına oturdu. sonra bana alacaklılarını çağır, buyurdu. çağırdım, geldiler. alacakları olan babamın borcu kadar hurmayı ölçüp, tam aldılar. ben babamın borcunun ödenmesine ve bana bir dane hurma kalmamasına razı idim. bir de bakdım ki, resulullahın yanında oturduğu hurma yığını, herkes alacağını aldığı halde, bir dane bile eksilmemişdi. ebu katade radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir seferde idik. akşam namazında hutbe okudu ve: bu gece sabaha kadar yürürsek, inşaallah yarın suya ulaşırız buyurdu. gece ben resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında yürüdüm. gece yarısından sonra resulullahı uyku basdırdı. devesinden düşecek gibi oldu. yandan tutdum. doğrulup devenin üzerine oturdular. biraz sonra yine uyudular. düşecekleri sırada yandan tutdum. uyanıp devenin üzerine oturdular. bu hal üzere sabaha kadar yola devam etdik. yine uyku basdırdı ve devenin üzerinden yan tarafa meyl etdiler, hemen tutdum. mubarek başını kaldırıp bana sen kimsin, dedi. ebu katadeyim, dedim. ne zemandan beri benimle birlikdesin, buyurdu. bu gece devamlı sizin yanınızda idim ya resulallah, dedim. peygamberini koruduğun gibi, allah da seni korusun buyurdu. ordudan geri kaldık. askerlerden hiç kimse görünmüyordu. bana ey eba katade, askerlerden hiç kimse görünüyor mu diye sordu. ben de işte bir atlı, işte bir atlı daha diye gösterirken, yedi kişi bir araya geldik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yolun dışına çıkıp bir yerde istirahata çekildi. bize namaz vaktini gözleyin, buyurdu. ancak bizden en önce uyanan resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oldu. güneş doğmuşdu. sonra biz de uyanıp sabah namazı geçdi diye feryad ederek yerimizden kalkdık. resulullah bize develerinize bininiz buyurdu. sonra yola çıkdık. bir müddet gitdik, güneş yükseldi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem su matarasını istedi. mataramı verdim, abdest aldı. matarada birazcık su kaldı. ya eba katade! bu suyu sakla, bu su çok kıymetli olacakdır, buyurdu. sonra her zeman kıldığımız gibi sabah namazının sünnetini ve farzını kıldık . namazdan sonra resulullah bineklerinize bininiz, buyurdu. bindik ve yola devam etdik. biz kendi aramızda yavaş bir sesle, sabah namazını kaçırdık! taksiratımız oldu diye konuşuyorduk. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sizin bana uymanız size yetmez mi? uykuda taksirat olmaz. bir namazı vakti geçinceye kadar kılmamak günahdır, buyurdu. bir müddet daha yola devam etdik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, önden gidenler ne yapıyorlar. sabah oldu, peygamberlerini bulmayacaklar mı? ebu bekr ve ömer radıyallahü anhüma yanındakilere resulullah arkamızdadır. sizi bırakıp gitmez dediler. bir kısmı da öndedir, dediler. eğer ebu bekrin ve ömerin radıyallahü anhüm sözünü tutarlarsa doğru yolu bulurlar. bir müddet daha yola devam etdik ve eshabı kirama yetişdik. ya resulallah! susuzlukdan helak olacağız, dediler. size helak olmak yokdur, helak olmazsınız buyurdu. sonra devesinden inip, bir bardak istedi. benden de mataramda kalan az mikdardaki suyu istedi, getirdim. mataradan bardağa su dolduruyor. ben de eshabı kirama veriyordum. eshabı kiram, mataradaki suyun az olduğunu görünce, su içmek için izdiham oldu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem izdiham yapmayınız. hepiniz suya kanacaksınız, buyurdu. sonunda bütün eshabı kiram suya kandı. benden ve resulullahdan başka su içmeyen kalmadı. resulullah bana da iç, buyurdu. önce siz buyurun, içiniz ya resulallah, dedim. bir kavmin su dağıtıcısı en son su içer buyurdu. bunun üzerine alıp içdim. sonra resulullah da içdi. sonra oradan kalkıp, yola devam etdik. resulullahın daha önceden işaret buyurduğu gibi bir suya ulaşdık. mikdad bin esved radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir def'asında iki arkadaşımla birlikde medineye gitmişdik. yol meşakkatinden gözlerimiz yanmışdı. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan hiç kimse bizi evine götürmedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizi alıp, evine götürdü. evinde üç keçi vardı. bu keçilerin sütünü sağıp içiniz, buyurdu. kendisi ayrılıp gitdi. biz keçileri sağıp sütünü içdik. resulullahın payını da ayırdık. akşam, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. uyuyan kimseyi uyandırmayacak ve uyanık kimsenin de duyacağı kadar yavaş sesle selam verdi. sonra mescide gidip namaz kıldı. sonra gelip kendisi için ayırdığımız sütü içdi. bir gece şeytan bana vesvese verdi. ensar, resulullaha hediyyeler getiriyor. onun bu süte ne ihtiyacı vardır diyerek, resulullah için ayırdığımız sütü içdim. fekat sütü mi'demde tutamadım, geri çıkardım. bu işden çok pişman oldum. kendi kendime, resulullahın payını içdin! şimdi gelip sana beddüa ederse, ahıretim harab olur, diyordum. üzerimde bir örtü vardı. başımı örtsem ayağım, ayağımı örtsem başım açıkda kalırdı. hiç uyuyamıyordum. arkadaşlarım uyudular. zira onların hiç bir düşüncesi ve sıkıntısı yokdu. o sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem geldi. selam verip mescide geçdi ve namaz kılıp geri geldi. süte bakdı, kabı boş görünce, ellerini semaya doğru açdı. ben kendi kendime işte şimdi bana beddüa ediyor, dedim. fekat resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya rabbi, beni doyuranı doyur, bana su verene su ver diye düa etdi. hemen yerimden kalkıp elbisemi giydim. keçilerin en semizini resulullah sallallahü aleyhi ve sellem için kesecekdim. yanıma da bir bıçak aldım. keçilere bakdım, memeleri sütle dolu idi. bir çanak alıp süt sağdım. sütün yağı üstünde duruyordu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. bana bu gece sütünüzü içdiniz mi diye sordu. içdik ya resulallah dedim. sonra elimdeki sütden biraz içip, sen de iç diye bana verdi. biraz daha içiniz ya resulallah, dedim. biraz daha içip kabı bana verdi. ben de içdim. fekat beni bir gülme tutdu. gülmekden yere düşdüm. resulullah bana ey mikdad! bu senin yaramazlığından biridir. sonra ben olan hadiseyi anlatdım. bu allahü tealanın rahmetinden başka bir şey değildir. niçin bana haber vermedin. iki arkadaşını da uyandırsaydık, onlar da bu rahmetden nasiblenselerdi, buyurdu. siz rahmete kavuşdunuz. ben de kavuşdum, başkasının bu rahmete kavuşması veya kavuşmamasından endişem yokdur, dedim. ebu kursafe radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: benim müsliman olmam şöyle vuku' buldu: bir annem bir de halam vardı. halamı daha çok severdim. koyunlarımız vardı, onları otlatmaya giderdim. giderken halam bana ey oğlum, sakın muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem yanına varma, seni sapdırır, derdi. bir gün koyunları otlakda bırakdım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. akşama kadar orada kaldım. akşam koyunları aç ve memeleri boş eve döndüm. halam koyunlara ne oldu diye sordu. bilmiyorum, dedim. ertesi gün yine aynı şeklde yapdım. o gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ey insanlar, hicret ediniz, islama sıkı sarılınız. cihad devam etdiği müddetçe hicret kesilmez buyurdu. o gün de koyunları önceki gün gibi eve götürdüm. üçüncü gün yine resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetine gitdim ve müsliman oldum. resulullah ile müsafeha yaparak bi'at etdim. sonra halamın ve koyunların halinden şikayet etdim. koyunlarını yanıma getir, buyurdu. gidip getirdim. mubarek elini koyunların memelerine ve sırtlarına dokundurdu ve bereket ile düa etdi. o anda koyunların hepsi semiz bir hale geldi ve memeleri süt ile doldu. koyunları eve getirdim. halam yavrum koyunları hergün böyle otlat dedi. bugün de hergün olduğu gibi otlatdım. yalnız bu gün başka bir hadise oldu, dedim. hadiseyi tek tek anlatdım. müsliman olduğumu söyledim. annem ve halam da müsliman oldular radıyallahü anhüm. beşinci bölüm resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğine delalet eden, fekat ne zeman vuku' bulduğu bildirilmeden nakl edilen mu'cizeleri. bu bölüm iki kısmdır. birinci kısm: zemana bağlı olmayan mu'cizeler: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünün güzelliği kemalde ve mubarek azalarının tenasübü i'tidalde idi. sözleri tatlı idi. her hareketi ve duruşu, davranışları ve işleri o şeklde idi ki, daha güzeli düşünülemezdi. nitekim bu husus birçok hadisi şerif ile sabit olmuşdur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vasfları şöyle bildirilmişdir: orta boylu, gayet kemal ve i'tidal üzere idi. yanına uzun boylu birisi gelse, ondan uzun görünürdü. konuşduğu zeman mubarek dişleri arasından nur saçılırdı. mubarek yüzü ayın ondördünden daha parlakdı. hazreti aişe radıyallahü anha birgün evinde birşey kaybetmişdi. aradı, karanlıkda bulamadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eve teşrif edince, mubarek alnında parlayan nur, odayı aydınlatdı. hazreti aişe kaybetdiği şeyi buldu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek vücudu çok temiz idi. teri nezih ve kokusu çok güzeldi. enes radıyallahü anh şöyle demişdir: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kokusu gibi hiçbir güzel koku görmedim. mubarek kokusu ne miske, ne de anbere benzerdi. resulullah ile müsafeha eden kimsenin, o gün elinin güzel kokusu gitmezdi. mubarek elini hangi çocuğun başına sürse, o çocuk diğer çocuklardan güzel kokusu ile farkedilirdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün hazreti enesin radıyallahü anh evinde uyumuşdu. hava sıcak olduğundan terlemişdi. hazreti enesin annesi resulullahın inci gibi ter danelerini bir şişeye topladı. resulullah bunu ne yapacaksın diye sordu. bunları güzel kokulara karışdırıyorum. hiç bir koku ondan daha güzel kokmuyor, dedi. imamı buhari rahmetullahi aleyh adlı eserinde şöyle yazmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir yoldan geçse, ondan sonra, o yoldan geçenler, resulullahın oradan geçdiğini güzel kokusundan bilirlerdi. ishak bin raheveyh, o güzel koku resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem has bir koku idi. haricden bir koku sürünmüş değildir, demişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzüne değen mendili asla ateş yakmazdı. bir gün enes bin malike radıyallahü anh bir gurub insan misafir oldular. yemek yidiler. yemekden sonra cariyesine falan mendili getir, dedi. cariyesi kirli bir mendil getirdi. enes bin malik radıyallahü anh o mendili ateşe atdı. bir müddet sonra mendili ateşden çıkardı. mendil yanmamış, kirlerden temizlenip, süt gibi beyaz olmuşdu. misafirleri bu ne haldir diye sorunca, bu mendil resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek yüzünü sildiği bir mendildir. ne zeman kirlense, ateşe atarız, tertemiz olur ve asla yanmaz, dedi. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir kimse resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, ya resulallah, kızımı evlendireceğim, bana yardım ediniz, dedi. resulullah, şimdi hazırda bir şey yok. yarın sabah ağzı açık bir şişe ve çubuk getir, buyurdu. sabahleyin o kimse bir şişe ve bir çubuk getirdi. resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem mubarek kollarının terini o şişeye doldurdu. bunu götür kızın koku sürünmek istediği zeman, bu çubukla şişeyi karışdırsın ve vücuduna sürsün, buyurdu. o kızın böyle yapdığı ve güzel kokusunun bütün medinede duyulduğu anlatılmışdır. kızın bulunduğu eve beytülmutayyıbin, ya'ni güzel kokulu ev adını vermişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem büyük abdeste çıkar. fekat hiç bir eser görülmezdi. yer yarılıp içine alırdı. hazreti aişe radıyallahü anha, ya resulallah helaya gidiyorsun, fekat senden hiçbir eser görünmüyor, dedi. buyurdu ki: ya aişe, bilmezmisin, peygamberlerden çıkanı yer yutar. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bedeninin kuvveti herkesden fazla idi. o zemanın en kuvvetli pehlivanı rüganeyi islama da'vet etdiğinde, onunla güreşmişdi ve yenmişdi. rüganenin babası da o devrin pehlivanı idi. cahiliyye devrinde onu da mağlub etmişdi. rüganenin babası üç def'a güreşdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem üç def'asında da onu yendi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yaya yürüdüğünde hiç kimse ona yetişemezdi. ebu hüreyre radıyallahü anh demişdir ki: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kadar çabuk yürürdü ki, sanki yer mubarek ayağının altında dürülürdü. biz zahmet çekerek yürürdük, resulullah normal yürürdü, yine de ona yetişemezdik. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağzının suyu ile tuzlu sular tatlı olurdu. enes radıyallahü anh şöyle demişdir: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evinde bir kuyu vardı. suyu tuzlu idi. mubarek ağzının suyundan o kuyunun içine katdı. kuyunun suyu tatlılaşdı. medinedeki kuyular arasında o kuyunun suyundan daha tatlısı yokdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna yemameden bir kimse geldi. ya resulallah! bizim köyümüzde mescid yokdur, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem su istedi. o su ile mubarek yüzünü, ağzını, ellerini ve kollarını yıkadı ve o suyu kendisine gelen kimseye verdi. köyüne git, bir mescid yap, bu suyu başka su ile karışdırıp mescidin arsasına saç, çok bereket göreceksin, buyurdu. o kimse köyüne gidip, resulullahın buyurduğu gibi yapdı. gayet güzel ve ferah bir mescid oldu. orada biten otlar yaz kış hiç kurumadı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir kuyudan bir kova su getirdiler. o sudan biraz içip mubarek ağzının suyunu kovaya dökdü. eshabı kiram o suyu götürüp aldıkları kuyuya dökdüler. ondan sonra o kuyudan devamlı misk kokusu gelirdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek gözleri çok kuvvetli görürdü. önden gördüğü gibi, arkadan da görürdü. aydınlıkda gördüğü gibi, karanlıkda da görürdü. nakl edilmişdir ki, süreyyadaki ya'ni boğa burcundaki onbir yıldızı görürdü. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem, mubarek azı dişini kıran bir cema'atin neslinden gelenlerin asla azı dişi çıkmadı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eli neye dokunsa, hayr ve bereket hasıl olurdu. mesela bir sütsüz koyunun memelerine dokunsa, koyunun memeleri süt ile dolardı. ibni mes'ud radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile ebu bekr radıyallahü anh, bulunduğum yerden geçiyorlardı. ben koyun güdüyordum. bana ey oğulcağız, hiç südün var mıdır diye sordu. var, fekat bu koyunlar bana emanetdir, dedim. bunların arasından kısır bir keçi getirdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle o keçinin memesini sığadı ve çok süt sağdı. kendisi içdi ve hazreti ebu bekre de verdi. sonra ben huzuruna yaklaşıp, bana dini öğret, dedim. mubarek eliyle başımı okşadı ve sen henüz küçüksün, öğrenirsin, buyurdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden evvel de, sonra da haşmeti, büyüklüğü ve heybeti herkesin gözlerinde ve gönüllerinde yer etmiş idi. kureyşli müşrikler, eshabı kirama eziyyet ederlerdi. resulullahı sallallahü teala aleyhi ve sellem gördükleri zeman ona da eziyyet edelim diye kalblerinden geçirirlerdi. fekat onu sallallahü teala aleyhi ve sellem görünce, heybetinden ona hürmet ve hizmet ederlerdi. resulullahı ansızın gören kimseyi korku kaplar, titremeye başlardı. bir gün huzuruna gelen bir kimse titremeye başlayınca, titreme; ben padişah değilim, buyurmuşdur. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki küreği arasında, sol omuzuna doğru nübüvvet mührü vardı. bu bir parça et ve belirgin idi. üzerinde pekçok kıllar vardı. ibni ömer radıyallahü teala anhüma, o kıllarla la ilahe illallah yazılı idi, diye rivayet etmişdir. bir rivayetinde de la ilahe illallah muhammedün resulullah yazılı idi, demişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem aklı, fehmi, ma'rifeti ve ilmi hiç kimseye nasib olmayacak derecede çok fazla idi. bunun en açık delili, ümmi iken ve hiç kimseden birşey öğrenmediği halde, işleri, halleri, tavırları, sözleri, ahlakı, ilmi ve fazileti o derecede idi ki, hiç kimsenin aklı ve ilmi ona ulaşamazdı. tevratda, incilde ve diğer ilahi kitablarda, suhuflarda bulunan sırları ve haberleri bilirdi. halbuki ehli kitabın alimleriyle görüşmemiş, onlarla sohbet etmemiş ve onlardan birşey öğrenmemişdi. geçmiş ümmetlerin hallerini, keşf ehli hükemanın hikmetlerini çok iyi bilirdi. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sadır olan misaller ve insanları gayet iyi idare etmesi, dinin hükmlerini anlatması, adabı şerifesi, hisali hamidesi, aklının kemaline ve ilminin ziyadeliğine delalet eder. nitekim onun bu hasletleri beşer takatının üstünde idi. hilmi, hayası, cömerdliği, insanlara iyi mu'amelesi, herkese karşı şefkati, za'iflere acıması, merhameti, adaleti, emin olması, doğruluğu, afvı, mürüvveti, vefası, zühdü, kana'ati, tevazu'u, alçak gönüllülüğü, akrabayı ziyareti sevmesi ve diğer üstün huyları ve vasflarıyla son derece kemal üzere idi. daha fazlasını düşünmek mümkin değildi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem üstünlükleri kitablarda çok geniş anlatılmışdır. biz burada az çoğa delil ve damla denize işaretdir sözü gereğince kısaca bildirdik. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem en büyük mu'cizesi kur'anı kerimdir. kıyamete kadar baki kalacakdır. insanların dilinde okunacak ve sahifelerde yazılı duracakdır. hatta kur'anı kerim bir değil binlerce mu'cizedir. onun en kısa bir suresinde, mesela kevser suresinde sayısız mu'cizeler vardır. bütün insanlar birleşseler, arabların beligleri bir araya gelip yardımlaşsalar, bir ayeti kerimesini söylemekden acizdirler. kur'anı kerim, fesahat ve belagatda o kadar yüksekdir ki, arab kabilelerinin bütün fasihleri ve beligleri onun benzerini söylemeğe güç yetiremezler. kur'anı kerimin şaşırtıcı nazmı ve hayrete düşürücü üslubu arabların bütün üslub ve terkiblerinden mümtazdır. hiç biri ona benzemez. arabların sözleri arasında ona benzer bir söz ne nazil olmadan önce, ne de nazil oldukdan sonra asla vaki' olmamışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün kur'anı kerim okuyordu. arabların fasihlerinden olan velid bin mugire işitdi ve rikkate geldi. ebu cehl onun bu halini görünce sitem etdi. bunun üzerine velid bin mugire şöyle dedi: vallahi sizden hiçbiriniz arabların sözlerini ve şi'rlerini benden iyi bilmezsiniz. muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem okuduğu hiç birine benzemez! arabların merasimlerinden birinde, arab kabileleri toplanmışlardı. velid bin mugire onlara, muhammed aleyhisselam hakkında söyliyeceğiniz bir söz üzerinde birleşin. söyledikleriniz birbirinizi yalanlamasın. böylece arab kabilelerini ondan soğutalım ve sakındıralım, dedi. bir kısmı ona kahin diyelim dediler. velid bin mugire, yok vallahi o kahin değildir. çünki, onun sözlerinde kahinlerin sözlerindeki secie benzer bir söz yokdur, dedi. mecnundur diyelim diye teklif etdiler. velid bin mugire, o da olmaz, zira onda hiç cünun ve vesvese yokdur. şairdir diyelim, dediklerinde ise, ben şi'rin her çeşidini gayet iyi bilirim. onun sözleri şi're hiç benzemiyor, dedi. sihrbaz diyelim, dediler. velid bin mugire, hayır sihrbaz da değildir. çünki onda sihrbazlar gibi üfürmek ve düğüm yapmak yokdur. bunun üzerine kureyş müşrikleri bunların hiçbiri olmaz diyorsun, o halde ne diyelim, dediler. velid bin mugire, muhammed aleyhisselam karı ile koca arasını, kardeşlerin ve akrabaların arasını açan bir sihrbazdır diyelim, dedi. bu söz üzerinde anlaşdılar. yol.evahidün nübüvve başlarına oturup, halkı bu sözle resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem soğutmağa çalışdılar. kur'anı kerimin icazından biri de nazmının şamil olduğu haberlerdir. geçmiş asrlarda ve beldelerde, geçmiş ümmetlerin vak'alarını ve dinlerindeki hükmleri bildirmesidir. ehli kitabın alimleri, ömürlerini bunları araşdırmak ve öğrenmek için harcamışlar ve tam olarak öğrenememişlerdir. ehli kitab alimlerinin resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gelerek görüşüp, konuşdukları ma'lumdur. çok kerre ehli kitab alimleri, resulullaha sual sorarlardı ve suallerini cevablandıran ayeti kerimeler nazil olurdu. hepsi tasdik ederler, inkar etmeğe mecalleri kalmazdı. kur'anı kerim, gayba aid ve gelecekde olacak hadiseleri bildirmesi bakımından da mu'cizedir. bunlardan bir kısmı vaki' olmuşdur. bir kısmı da şübhesiz vuku' bulacakdır. kur'anı kerimin mu'cize yönlerinden biri de kıyamete kadar korunmasıdır. allahü teala biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz buyurdu. kur'anı kerim, tahrif edilmeden ve değişdirilmeden gelmişdir. nice mülhidler ve zındıklar ve bilhassa karamıta fırkası onu değişdirmek için uğraşmışlardır. bir kelimesini ve bir harfini dahi değişdirememişlerdir. kıyamete kadar da değişdirilemeyecekdir. kur'anı kerimin icaz yönlerinden biri de pek çok mu'arızı olmasına rağmen, asrlarca değişdirilmekden korunması, beşer takatının dışında olmasıdır. mugayyebatdan haber vermesi, münafıkların ve ehli kitabın gizlediği şeyleri haber vermesi de kur'anı kerimin icazındandır. kur'anı kerimin mu'cize yönlerinden biri de şudur: onu okuyanları ve dinleyenleri bir heybet ve ürperti kaplar. nakl edilmişdir ki, birgün utbe bin rebia, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, ya muhammed aleyhisselam! senin getirdiğin din, kavminin dinine muhalifdir, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ona, fussilet suresinden, ad ve semud kavminin helak edilişlerini bildiren ayeti kerimeleri sonuna kadar okudu. utbe bin rebia heybete kapılıp, elini resullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağzına doğru uzatıp, yemin vererek okumayı bırak, dedi. şöyle de rivayet edilmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem fussilet suresini okurken, utbe kafası elleri arasında olduğu halde dinliyordu. secde ayeti gelince, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem secde yapdı. utbe ne yapdığını anlamadı ve oradan ayrılıp evine gitdi. halbuki müşrikler utbeyi dinlemek üzere bekliyorlardı. gelmeyince, evine gidip kapısına toplandılar. utbe onlardan özr dileyip, vallahi muhammed aleyhisselam benimle öyle bir kelamla söyleşdi ki, bana öyle bir şey okudu ki, asla öyle bir kelam işitmedim. cevab vermekden aciz kaldım, ne diyeceğimi bilemedim, dedi. bülegadan, edebiyyatda meşhur olan pekçok kimse, mu'araza için resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gelmişdi. kendilerini bir heybet ve korku kaplamış ve mu'arazadan, karşı gelmekden vazgeçmişlerdir. o zemanın beliglerinden, meşhur edebiyyatcılarından olan ibni mukni', kur'anı kerime mu'araza için bir söz tertib etmek istedi. bu işe başladığı sırada bir oğlan çocuğuna rastladı. o çocuk, kur'anı kerimde hud suresi. derdimayetinde mealen yere, suyunu çek! göke, ey gök sen de tut denildi. buyrulan ayeti kerimeyi okuyordu. ibni mukni' bu ayeti kerimeyi işitince, ayeti kerimedeki belagat karşısında hayrete düşdü. hemen gidip, kur'anı kerime karşı yazdığı sözleri yırtıp atdı. kesinlikle anladım ki, kur'anı kerim insan sözü değildir, dedi. nakl edilir ki, endülüsün meşhur edebiyyatcılarından yahya bin gazale, ihlas suresinin benzerini yazmak istedi. kendisini öyle bir heybet ve rikkat kapladı ki, hemen tevbe edip, bu işden vazgeçdi. kur'anı kerimin mu'cize olması yönlerinden biri de şudur: onu okuyan ve dinleyen, okumakdan ve dinlemekden asla usanmaz. ne kadar çok okursa ve dinlerse, okudukca ve dinledikce muhabbeti ve tat alması artar. halbuki, insanların sözleri ne kadar edebi, fasih ve belig olursa olsun, birkaç def'a okunup dinlendikden sonra tat alınmaz olur ve usanç ve sıkıntı vermeğe başlar. kur'anı kerimin bir mu'cize yönü de, ihtiva etdiği ilm ve ma'naların çok derin olmasıdır. arab dili kaidelerine göre ve arab lisanıyla nazil olduğu halde, temamını arablar ve hiç kimse anlayamaz. ondaki ilmleri ve ma'rifetleri, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirildikden ve kur'anı kerim nazil oldukdan sonra bilmiş ve anlamışdır. allahü teala kur'anı kerimde derc etdiği ilmlere ve ma'rifetlere, insanların seçilmişlerinden ba'zılarının da muttali' olmasını ihsan buyurmuşdur. kur'anı kerimin hakaikının nihayeti yokdur. insan ne kadar yüksek derecelere ulaşırsa ulaşsın, kur'anı kerimde bildirilen ma'rifetleri icmalen, ya'ni kısaca anlamakdan da acizdir. nerede kaldı ki, tafsilatıyla anlamaya kadir olabilsin. ondaki ilahi sırlar, ilmler ve ma'rifetler nihayetsizdir. o öyle bir deryadır ki, onda insanı hayretden hayrete düşüren ilmler, hikmetler ve ma'rifetler sonsuzdur. o apaçık bir nur ve öyle sağlam bir dayanakdır ki, geçmişde ve gelecekde onu batıl kılacak yokdur. o hakim ve övülmeğe layık olan allahü teala katından indirilmişdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerinden birisi de bildirdiği yüce din islamiyyetdir. derin alimler ve yüksek derecelere kavuşmuş olan arifler, onun nüktelerinin nihayetine ve esrarının derinliklerine ulaşmakdan tam bir acziyete düşdüklerini i'tiraf etmişlerdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem devam edegelen mu'cizelerinden birisi de, geniş ma'naları içine alan mubarek sözlerinin, hadisi şeriflerinin sahih ve açık senedlerle nakl edilmesi ve meşhur olmasıdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifde: buyurmuşdur. imamı buharinin nakl etdiği sahih bir hadisi şerifde de şöyle buyrulmuşdur: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem devam eden mu'cizelerinden birisi de, mubarek türbesinden bir nurun yayılmasıdır. ravdai münevveresinin üzerinde şimşek çakması gibi parlayan nuru gören hacılar, salevati şerife getirirler. hace muhammed parisa kuddise sirruh adlı kitabında şöyle yazmışdır: resulullahın vefatından sonra rum diyarından bir genç medineye geldi ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ravdai mukaddesesine bakarak; incilde okudum dedi ve şu ma'nadaki beytleri yazıp, okudu: mustafanın uğramışdım kabrine, sanki kabrde değil, konuşuyordu benimle. nübüvvet nuru parlar kabrinin üstünde, o nur feyz verir, akli selim sahiblerinin kalbine. kitabını ahifesinde vardır. lütfen oradan okuyunuz! ikinci kısm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra peygamberliğine delalet eden mu'cizeleri: resulullah sallallahü teala aleyhi ve sellem kendinden sonra, hazreti ebu bekri sıddikın radıyallahü teala anh halife olacağını haber vermişdir. bir gün bir kadın resulullahın huzuruna gelip, bir şey istedi. bir müddet sonra gel, buyurdu. kadın, ya resulallah, gelince sizi bulamazsam ne olacak, dedi. beni bulamazsan, ebu bekre git. benden sonra halife o olsa gerekdir, buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseye birkaç deve yükü hurma verdi. o şahs, ya resulallah! senden sonra bu bağışı bana veren olmaz, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sana veren olur, buyurdu. kim olur diye sorunca, ebu bekr verir, buyurdu. o şahs bunu hazreti aliye radıyallahü anh söyledi. hazreti ali o kimseye, resulullaha gidip, ebu bekrden sonra kim verir, diye sor dedi. gidip sordu. ömer bin hattab, buyurdu. bunun üzerine hazreti ali o şahsa, yine gidip sor, ömer bin hattabdan sonra kim olur, dedi. o da gidip resulullaha yine sordu. osman ve ali radıyallahü anhüma olur, buyurdu. hazreti ali bunu işitince hiçbirşey söylemedi. bir bedevi medineye satmak için birçok kılıç getirmişdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o kılıçları veresiye satın aldı. hazreti ali radıyallahü anh o şahsı görüp, kılıçları ne yapdın, diye sordu. resulullaha veresiye satdım deyince, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir şey olursa, kılıçların parasını kimden alacaksın, dedi. o şahs bilmiyorum, gidip resulullaha sorayım, dedi ve gidip sordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem o şahsa, senin malının bedelini eda edecek, benim borcumu ödeyecek ve ahdime vefa gösterecek olan kimse ebu bekrdir, buyurdu. o kimse hazreti aliye gelip bunu söyledi. hazreti ali eğer ebu bekre radıyallahü anh birşey olursa paranı kimden alacaksın, dedi. o şahs bunu sormadım, gidip sorayım diyerek, gidip sordu. bu sefer resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: benim ve ebu bekrin başına bir iş gelirse, benim borcumu ödeyip, sözümü yerine getirecek olan kimse ömer bin hattabdır, buyurdu. o şahs bunu da gidip hazreti aliye söyledi. hazreti ali peki, ömer bin hattaba da radıyallahü anh bir şey olursa ne yaparsın, dedi. bunun üzerine o şahs, resulullahın huzuruna gidip, bunu da sordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, ebu bekre ve ömere birşey olursa, sen helak oldun, demekdir, buyurdu. enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir evde idik. kapı kapalı idi. birisi gelip kapıyı çaldı. resulullah bana, ey enes bak kimdir, buyurdu. çıkıp bakdım, gelen hazreti ebu bekri sıddik idi. içeri girip, resulullaha haber verdim. kapıyı aç, gelen kimseyi cennetle müjdele ve benden sonra halife olacağını söyle, buyurdu. sonra bir kişi daha gelip kapıyı çaldı. resulullah, ey enes, kapıya bak, buyurdu. gidip bakdım. hazreti ömerül faruk gelmişdi. resulullaha bildirdim. kapıyı aç, geleni cennet ile müjdele ve ebu bekrden sonra halife olacağını söyle buyurdu. daha sonra kapı yine çalındı. ey enes, bak kimdir, buyurdu. çıkıp bakdım. hazreti osmanı zinnureyn idi. resulullaha bildirdim. kapıyı aç, onu cennetle müjdele ve ömer bin hattabdan sonra halife olacağını söyle ve onu şehid edecekler, sabr etsin, buyurdu. sefine radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescid yapıyordu. bir taş koydu ve ebu bekre radıyallahü anh, benim koyduğum taşın yanına bir taş koy, buyurdu. sonra hazreti ömere radıyallahü anh, sen de taşını ebu bekrin taşının yanına koy, buyurdu. sonra da bunlar benden sonra halifelerimdir, buyurdu. huneyn gazasında, harbin şiddetlendiği sırada, cündeb radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip, ya resulallah, harb çok şiddetlendi. eshabından birini seçiniz, eğer size bir emr vaki' olursa, onu seçelim. eğer olmazsa, onu seçilmiş bilelim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem işte ebu bekr, eğer bana bir şey olursa, onu bana halife olarak seçiniz. ömer bin hattab benim dostumdur. o benim dilimden doğruyu söyler. osman bin affan bendendir ve ben ondanım. ali bin ebi talib benim dünyada ve ahıretde kardeşim ve yoldaşımdır, buyurdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. sefine radıyallahü teala anh şöyle nakl etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: benden sonra halifelik müddeti otuz senedir. ondan sonra melikler saltanat sürer. ebu bekr radıyallahü anh iki sene, ömer radıyallahü anh on sene, osman radıyallahü anh oniki sene ve ali radıyallahü anh altı sene halifelik yapdılar. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti ebu bekr, hazreti ömer, hazreti osman, hazreti talha, hazreti zübeyr radıyallahü teala anhüm ecma'in ile hira dağı üzerinde idiler. dağ sallandı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dağa hitab ederek, sakin ol, senin üzerinde bir peygamber, bir sıddik ve şehidler var, buyurdu. hazreti aişe radıyallahü anha şöyle demişdir: bir gün resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem izn veriniz de beni vefatımdan sonra senin yanına defn etsinler, dedim. seni benim yanıma nasıl defn etsinler, kabrimin yanında ebu bekrin, ömerin radıyallahü anhüma ve isa bin meryemin aleyhisselam kabrlerinden başka kabr olmayacak, buyurdu. yine hazreti aişe radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem birgün hazreti osmana radıyallahü anh bakdı ve allahü teala osmana rahmet eylesin, o şehid olacakdır, buyurdu. sonra hazreti aliye radıyallahü anh ve zübeyre radıyallahü anh bakdı ve siz birbirinizle harb edeceksiniz! zübeyr, sen asi olsan gerekdir, buyurdu. sonra talhaya radıyallahü anh bakıp, allahü teala bunu şehid edene rahmet etsin, buyurdu. hazreti aişe radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem eshabımdan birinin buraya gelmesini istiyorum. ona ba'zı söyliyeceklerim var, buyurdu. ebu bekri radıyallahü anh çağırayım mı dedim. birşey söylemedi. anladım ki, ona diyeceği bir şey yokdu. ömeri radıyallahü anh çağırayım mı dedim. yine birşey söylemedi. anladım ki istediği o da değildi. sonra osman bin affanı radıyallahü anh çağırayım mı dedim. çağır gelsin, buyurdu. hazreti osmanı radıyallahü anh çağırdım. gelip resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna oturdu. resulullah ona ba'zı şeyler söyledi. hazreti osmanın rengi değişdi. bir şeyler daha söyledi. rengi eski haline döndü. hazreti osmanın evini kuşatdıkları zeman, niçin muharebe etmiyorsun, diye sordular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana çok şeyler söyledi. bu belaya sabr ederim, dedi. hazreti osmanı çağırdığım zeman, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ona evinin kuşatılacağını ve şehid edileceğini söylediğini zan ediyorum. ammar bin yaser radıyallahü anh şöyle demişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem emirül mü'minin aliye radıyallahü anh, ey ali, sana salihin aleyhisselam devesini boğazlayan bedbaht insanlardan haber vereyim mi? onlardan biri senin başına kılıç ile vurup, yüzünü kana bulayan kimsedir, buyurdu. ebülesved düeli şöyle nakl etmişdir: emirül mü'minin aliden radıyallahü anh işitdim, şöyle dedi: bir gün medineden çıkdım. atıma binip gitmek için, ayağımı atımın üzengisine koyduğum sırada, abdüllah bin selam çıkageldi. nereye gidiyorsun, dedi. ıraka gidiyorum, dedim. dikkatli ol. eğer sen ıraka gidersen, başına kılıçla vursalar gerek, diye söyledi ve yemin ederek bunu resulullahdan işitdim, dedi. emirül mü'minin ali radıyallahü anh yenbu'da hastalanmışdı. niçin burada duruyorsun. vefat edersen bu köylüler senin işini görmezler. medineye gidersen orada kardeşlerin işini görürler, cenaze hizmetini yaparlar, dediler. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: ben burada vefat etmem. hem de başımın kanı yüzüme ve sakalıma akmayınca vefat etmem. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana böyle haber verdi. emirül mü'minin ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir bağçeye uğramışdık. ya resulallah! bu ne hoş bağçedir, dedim. ya ali, cennetde senin bağçen bundan daha güzel olacakdır, buyurdu. böylece yedi bağçeye uğradık. ben hepsinde, bu ne güzel bağçedir, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cevabında, daima cennetde senin bağçen daha güzeldir, buyurdu. sonra ağlamağa başladı. ya resulallah! seni ağlatan sebeb nedir, dedim. insanların senin için kalblerinde olan kinden dolayı ağlıyorum. onu, ben vefat etdikden sonra ortaya çıkarırlar, buyurdu. ya resulallah! din selamet üzere devam eder mi, dedim. selamet üzere devam eder, buyurdu. aişe radıyallahü anha şöyle buyurmuşdur: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem talhayı radıyallahü anh bir yere giderken gördü. yer yüzünde yürüyen bir şehiddir, buyurdu. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hanımlarına şöyle buyurdu: sizden alnı tüylü devenin sahibi, hav'abın köpekleri kendisine havladığı yere kadar gider. çok kimse onun sağ tarafında, çok kimse de sol tarafında öldürülür. kendisi de zor kurtulur, buyurdu. hazreti aişe radıyallahü anha, cemel vak'asında ıraka giderken, beni amir sularından bir suyun yanına varmışdı. orada köpekler havlamağa başladı. bu suyun adı nedir diye sordu. hav'ab dediler. bunun üzerine hazreti aişe radıyallahü anha ben geri dönüyorum, dedi. ibni zübeyr radıyallahü anh geri dönme, allahü teala senin vasıtanla iki zatın arasını ıslah eder, dedi. hayır geri döneceğim. çünki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu diyerek, resulullahın zevcelerine buyurduğu şeyi anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cemel vak'asına işaretle; bir kavm çıkar, helak olurlar. felah bulmazlar! onların önderi bir kadındır ve o cennete girecekdir, buyurmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hanımlarına radıyallahü teala anhünne, benden sonra size yardım eden doğru sözlü ve iyi işli birisi olacakdır, buyurdu. sonra, ya rabbi, abdürrahman bin avfı cennet ırmaklarından kandır, diye düa etdi. resulullahın vefatından sonra, abdürrahman bin avf radıyallahü anh malının bir kısmını kırkbin dinara satdı ve ezvacı tahirata taksim etdi. bir gün emirül mü'minin hazreti ali, zübeyr ile radıyallahü anhüma başbaşa konuşuyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye zübeyr ile başbaşa konuşuyorsun. fekat o seninle muharebe edecekdir, buyurdu. cemel vak'ası olunca, hazreti ali radıyallahü anh bunu zübeyre radıyallahü anh hatırlatdı. zübeyr radıyallahü anh muharebeden vazgeçip geri döndü. arkasından biri gelip zübeyri radıyallahü anh şehid etdi. kılıcını hazreti aliye getirdi. hazreti ali radıyallahü anh zübeyri katl eden cehennemdedir, dedi. hendek kazıldığı gün, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek eliyle ammar bin yaserin radıyallahü anh başını sıvazlayarak, seni, isyan edenlerden bir gurub şehid edecekdir, buyurdu. sıffin muharebesinin şiddetlendiği bir sırada, ammar bin yaser radıyallahü anh yemin ederek, bugün resulullahın bana va'd etdiği gündür, dedi. hazreti ali radıyallahü anh susup hiç cevab vermedi. bir daha aynı şeyi söyledi. hazreti ali yine cevab vermedi. ammar bin yaser üçüncü yemin ederek aynı şeyi söyleyince, hazreti ali, evet bu gün o gündür, dedi. ammar bin yaser tekbir getirerek, bugün tatlı rüzgarlar esmeğe başladı. bugün muhammed aleyhisselama ve onun yakınlarına kavuşuyorum, dedi. sonra muharebeye daldı. hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh taraftarlarından bir kaç kişiyi düşürdü. o sırada susadı ve su istedi. süt ile karışık su getirdiler. bu suyu görünce, allahü ekber, dedi. sonra yemin ederek, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, seni isyan edenlerden bir gurub şehid edecekdir. şehid edilmen cebrail ile mikail aleyhimesselam arasında olacakdır. bunun alameti şudur ki, o sırada su isteyeceksin, sana süt ile karışık su verecekler buyurdu, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem abdüllah bin amr bin as'a radıyallahü anh buyurdu ki: ammarın katilini cehennem ile müjdele! sıffin vak'asında ammar bin yaser radıyallahü anh şehid edildi. iki kişi onun başını hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh getirdiler. her biri kendisinin onu şehid etdiğini söylüyordu. hazreti mu'aviye onu şehid edene bir kese gümüş vereceğim. bunun anlaşılması için abdüllah bin amr bin ası hakem ta'yin ediyorum, dedi. abdüllah bin amr o iki kimseden birine, bunu nasıl katl etdin diye sordu. o kimse üzerine hamle yapıp öldürdüm, dedi. abdüllah bin amr ona, hayır bunun katili sen değilsin, dedi. sonra diğer şahsa nasıl katl etdin diye sordu. o kimse dedi ki, birbirimize hücum etdik. ben kuvvetli bir vuruşla vurdum. atından yere düşdü. dizleri üzerinde durup, cebrail ve mikail aleyhimesselam arasında pişman olacak kimse felah bulmasın, dedi. sonra sağına soluna bakındı. yanına yaklaşıp başını kesdim, dedi. bunun üzerine abdüllah bin amr o kimseye şu gümüşleri al ve cehenneme gideceğini de bil, dedi. o şahs, ölürsek vay halimize! öldürürsek vay bize dedi. gümüşleri yere atıp innalillah ve inna ileyhi raci'un ayeti kerimesini okudu. hazreti mu'aviye, abdüllah bin amra ne oldu dedi. bunun üzerine abdüllah bin amr şöyle dedi: ben şahidlik ederim ki, mescid yapılırken herkes bir taş getirdi. ammar bin yaser iki taş getirdi. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim, buyurdu ki: ey ammar! seni isyan edenlerden bir gurub şehid edecekdir. sonra bana dönerek, ey abdüllah, ammarı katl edeni cehennem ateşiyle müjdele buyurdu, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye radıyallahü anh, yakın zemanda seninle aişe radıyallahü anha arasında bir hadise vuku' bulacakdır, buyurdu. bu cemel vak'asına işaret idi. hazreti ali radıyallahü anh bu iş eshab arasında yalnız bana mı mahsusdur, dedi. resulullah, evet ya ali buyurdu. hazreti ali, o zeman ben eshabın en kötüsü olmuş olurum, dedi. hayır, öyle olmuş olmaz. fekat o hadise vuku' bulur. ona galib gelirsin ve onu tekrar makamına gönderirsin, buyurdu. nitekim cemel vak'asında hazreti ali galib geldi. hazreti aişeye hurmet ve ikramda bulunarak, onu medineye gönderdi. hazreti ali radıyallahü anh resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yemenden bir mikdar altın gönderdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu altınları necid halkına paylaşdırdı. ensar ve muhacirin radıyallahü anhüm ecma'in ya resulallah! bizi bırakıp necid halkına altın dağıtıyorsun, dediler. resulullah, müslimanlarla iyi geçinsinler diye altınları onlara dağıtdım, buyurdu. o sırada saçı sakalı birbirine karışmış, vücudunu kıllar kaplamış ve gözleri içine çökmüş bir şahs geldi. ya muhammed! allahdan sakın, dedi. resulullah ben asi olursam, allahü tealanın emrini kim tutar, buyurdu. halid bin velid radıyallahü anh, ya resulallah, müsaade ediniz bu adamı öldüreyim, dedi. resulullah müsaade etmedi. o şahs da dönüp gitdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: bu şahsın neslinden bir kavm çıkacakdır. kur'anı kerimi okuyacaklar. fekat boğazlarından aşağı geçmeyecekdir. müslimanları öldürecekler. puta tapanlara dokunmayacaklardır. onlar okun yaydan çıkdığı gibi islam dininden çıkarlar. nitekim, hariciler o kavmden türemişdir. bu sebeble onlara marikin denilmişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem esma binti umeyse radıyallahü anha, seni ümmetimden üç kişi hanım edinecekdir. bunlar ca'fer bin ebi talib, ebu bekr bin kuhafe ve ali bin ebi talibdir radıyallahü anhüm ecma'in. bunlardan birisini seç ki, cennetde kocan olsun, buyurdu. esma binti ümeys radıyallahü anha, ca'fer bin ebi talibi radıyallahü anh seçdi. çünki resulullahın emriyle en önce onunla evlenmişdi. ca'fer bin ebi talibin vefatından sonra, onu hazreti ebu bekr nikah etdi. hazreti ebu bekrin vefatından sonra da hazreti ali nikah etdi radıyallahü anhüm ecma'in. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye radıyallahü anh, sen dinden çıkan bir gurub insanla, ya'ni haricilerle harb edeceksin. onların arasında, bir eli bir parça et olan, omuzu başında kadın memesi gibi bir şey olan ve o et parçası üzerinde yaban faresi kuyruğu gibi kıllar bulunan bir adam olacakdır, buyurdu. hazreti ali radıyallahü anh haricilerle savaşıp galib gelince, ölüler arasında ta'rif edilen şahsı aratdı. ilk arayışda bulunamadı. hazreti ali ben yalan söylemem ve bunu bana haber veren de yalan söylemez. bir daha arayın, dedi. bir daha aradılar ve ta'rif edilen kimsenin cesedini kırk ölünün altında buldular. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye radıyallahü anh, senin eline beni hanife esirlerinden bir cariye geçecekdir. ondan bir oğlun olacakdır. adını muhammed koy ve onu benim künyemle çağır, buyurdu. hazreti ebu bekrin radıyallahü anh halifeliği sırasında yemame fethedildi. beni hanifeden esirler alındı. hazreti ebu bekr, esirlerden havle binti ca'fer bin kaysil hanefiyye adlı cariyeyi hazreti aliye gönderdi. ondan hazreti alinin muhammed adlı oğlu dünyaya geldi. muhammed bin hanefiyye bu zatdır. hicri. senesinde tevellüd, de vefat etdi. yemameden bir kadın başında yara bulunan bir çocuğu resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem getirdi. resulullah çocuğun başına mubarek ağzının suyundan sürdü. yara iyileşdi. o çocuğun neslinden gelenlerde bir daha bu cins yara hiç görülmedi. aynı kadın başında yara olan başka bir çocuğu peygamberlik iddiasında bulunan yalancılardan müseylemetül kezzaba götürdü. müseyleme tükrüğünü çocuğun başına sürdü. çocuğun başı temamen kel oldu. neslinde de bu hastalık devam etdi. ebu zer gıfari radıyallahü anh emirül mü'minin hazreti osmanın halifeliği sırasında, medineden rebzeye göç edip, orada yerleşdi. vefat etmeden önce çok hastalandı. annesi devamlı ağlıyordu. anneciğim niçin ağlıyorsun, diye sordu. annesi vefatın yaklaşdı! evde kefen yapacak bir parça bezimiz dahi yokdur, dedi. annesine, onun için üzülme. bir gün bir cema'at ile birlikde resulullahın huzurunda oturuyorduk. içinizden biriniz sahrada vefat edecekdir. ehli islamdan bir cema'at onun cenazesinde hazır bulunacakdır, buyurdu. o zeman o meclisde bulunanlardan benden başka hepsi vefat etdiler. şimdi sen şu tepeye çıkıp bir bak. resulullahın işaret buyurduğu cema'atin gelmeleri lazım, dedi. annesi, oğlum hacıların gelip gitme zemanı geçdi. şimdi kim olur, dedi. çıkıp bakması için ısrar edince, annesi o tepeye çıkıp bakdı. develerine binmiş oldukları halde bir gurub insanın geldiklerini gördü. onlara işaret etdi. yanına geldiler. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sahabesi ebu zer vefat etmek üzeredir, yanına geliniz, dedi. gelenler, ona annemiz babamız feda olsun diyerek yanına toplandılar. ebu zer radıyallahü anh onlara, resulullahın buyurduğu şeyi söyledi. sonra kefenim yokdur. arzu ederim ki reislik, emirlik veya valilik yapmış olan birisi bana kefen versin, dedi. ensardan bir genç, ey amca, ben söylediğin işleri yapmadım. fekat yanımda annemin ketenden eğirip dokuduğu iki elbise vardır, dedi. ebu zer radıyallahü anh o gence hayr düada bulundu ve sonra vefat etdi. gelen cema'at cenazesini yıkayıp, namazını kıldılar. onlardan biri abdüllah ibni mes'ud radıyallahü anh, biri de malik bin eşter idi. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bir cema'at ile oturuyordum. resulullah, içinizden birinin dişi kıyamet günü cehennemde uhud dağından daha büyük olur, buyurdu. o gün o meclisde bulunanların hepsi zemanla vefat etdi. bir ben, bir de rical kalmışdı. beni bir korku kapladı. devamlı ricalin halinden haber sorardım. sonunda onun mürted olduğunu ve müseylemetül kezzaba tabi' olduğunu haber aldım. böylece o korku benden bir parça gitdi. uhud gazasında rafi' bin hudeycin radıyallahü anh göğsüne bir ok saplandı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelip; ya resulallah! göğsümdeki oku çekiniz, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ey rafi', istersen oku demiri ile birlikde çıkarayım. istersen demiri içerde kalsın, oku çıkarayım ve kıyamet günü senin için bu şehiddir diye şahidlik edeyim, buyurdu. rafi' radıyallahü anh, ya resulallah, oku çek demiri içerde kalsın ve kıyamet gününde şahidlik eyle, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem oku çıkardı. okun demiri hazreti rafi'in vücudunda kaldı. hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh halifeliği zemanına kadar yaşadı. sonra yarası tazelendi ve o yara sebebiyle vefat etdi radıyallahü anh. altıncı bölüm eshabı kiramdan ve eimmei ı'zamdan rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in bildirilen peygamberlik delilleri ve müjdeleri: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabının rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in ve ehli beytinin rahmetullahi teala aleyhim ecma'in, diğer ümmetlerden üstün ve faziletli olduklarına i'tikad etmek dini bir vecibe ve islam akaidindendir. selefi salihinin onlar hakkında nakl etdikleri hadisi şeriflere ve menkıbelerine i'timad ederiz. doğru olduğuna inanırız. onların arasında vuku' bulan ihtilaflar ve muharebeler hakkında susarız, konuşmayız. ömer bin abdül'aziz rahmetullahi aleyh şöyle buyurmuşdur: allahü teala bizim ellerimizi onların kanlarına bulaşdırmadığı gibi, biz de dillerimizi bulaşdırmayız. onların işleri hakkında konuşmayız, allahü tealaya bırakırız. onlardan ba'zısı ba'zısından efdal de olsa, işlerinin derinliğine dalmayız. bunları onların yüksek ilmlerine ve üstün akllarına havale ederiz. zira onlar her ne iş yapmışlarsa ve onlardan her ne iş meydana gelmişse, o işin bir hikmeti vardır ve sünneti seniyyeye uygundur. onlar hidayet ehlidirler ve dalalet üzerinde birleşmezler. her ne kadar ba'zı hususlarda ittifak etmeyip, ihtilafa düşmüş olsalar da, bunlar yüksek ictihadları, hakka sarılmaları ve dine bağlılıkları sebebiyle vuku' bulmuşdur. kıyamet günü bu işlerinden dolayı hesaba çekilmezler. bilakis kendi ictihadlarına göre hareket etdikleri için sevaba kavuşacaklardır. onlar resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetiyle ve dinin yayılmasında, resulullaha yardımcı olmakla şereflenmiş seçilmiş kimselerdir. onların üstünlükleri kur'anı kerimde bildirilmişdir. allahü teala , , feth suresi. ayetinde mealen muhammed aleyhisselam allahın resulüdür. onun yanında bulunanlar kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. onları rüku' ve secde ederken görürsün. allahdan lütf ve rıza isterler., iyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ve onlara güzelce uyanlardan allah razı olmuşdur. onlar da allahdan razıdırlar. buyurmuşdur. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: yıldızlar gök ehli için sığınakdır. ben eshabım için sığınağım. eshabım da ümmetim için sığınakdır. hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz. eshabıma dil uzatmayınız! ümmetimden herhangi biri, uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımın bir müd arpa sadakasına verilen sevaba kavuşamaz. imran bin husaynın radıyallahü anh rivayet etdiği bir hadisi şerifde şöyle buyrulmuşdur: zemanlar, asrlar ehalisinin en hayrlısı, en iyisi benim asrımın ehalisidir. ondan sonra ikinci asrın, ondan sonra üçüncü asrın mü'minleridir. bu hadisi şerifi buhari, müslim ve tirmizi rahimehümullah bildirmişlerdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifde de: buyurdu. bu hadisi şerifi tirmizi rahmetullahi aleyh bildirmişdir. diğer bir hadisi şerifde ise: buyruldu. eshabı kiramın kalbleri allahü tealaya kavuşmuş ve onda fani olmuşlardır. konuşdukları zeman hakkı söylerler. hükmetdikleri zeman adaletle hükmederler. allahü teala , buyurdu. eshabı kiramın fazileti hakkında abdüllah ibni ömer radıyallahü anhüma buyurmuşdur ki: resulullahdan sallallahü aleyhi.evahidün nübüvve ve sellem sonra bu ümmetin en üstünü hazreti ebu bekrdir. sonra hazreti ömer, sonra hazreti osman, sonra hazreti alidir. sefinenin radıyallahü anh rivayet etdiği hadisi şerifde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: benden sonra halifelik otuz senedir. ondan sonra melikler olur buyurmuşdur. ebu davüd rahmetullahi aleyh adlı risalesinde, ibni ömerden rivayet ederek şöyle bildirmişdir: ümmeti muhammedin, peygamberlerden sonra en faziletlisi hazreti ebu bekrdir. ondan sonra hazreti ömerdir. ondan sonra hazreti osmandır. ondan sonra hazreti alidir rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in. muhammed bin hanefiyye şöyle demişdir: babam hazreti aliye radıyallahü anh, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra bu ümmetin en hayrlısı kimdir, diye sordum. hazreti ebu bekrdir, dedi. ondan sonra kimdir, dedim. hazreti ömerdir, dedi. hazreti osmandır diyeceğini düşünerek, ondan sonra kimdir diye sormadan, ondan sonra sen misin, dedim. ben müslimanlardan biriyim, dedi. bunu buhari ve ebu davüd rahimehümallah nakl etmişlerdir. süveyde ibni gafele radıyallahü teala anh şöyle anlatmışdır: hazreti aliye radıyallahü anh şöyle dedim: şiadan bir cema'atin yanına uğramışdım. hazreti ebu bekr ve hazreti ömerden radıyallahü anhüma bahsediyorlardı ve onların aleyhinde konuşuyorlardı. şayet onlar, senin bu ikisi hakkında kalbinde gizlediğin şeyi bilmeselerdi, böyle konuşmazlardı. benim bu sözlerim üzerine hazreti ali radıyallahü anh: böyle bir şeyi kalbimde gizlemekden allahü tealaya sığınırım. kalbimde onlara karşı iyi düşünceden başka birşey yokdur. çünki onlar, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem çok yakın iki dostu ve iki veziridirler buyurdu. sonra ağlayarak, gözlerinden yaşlar akarak ve elimden tutup kalkdı. beyaz sakalını avucuna alıp, üzgün ve düşünceli bir halde minbere çıkdı. insanlar toplanınca ayağa kalkdı. kısa, fekat çok belagatlı bir hutbe okudu. buyurdu ki: bir takım kimselere ne oluyor ki, kureyşin iki büyüğü ve müslimanların babaları gibi olan hazreti ebu bekr ve hazreti ömer radıyallahü anhüma hakkında, onların şanına yakışmayan şeyler konuşuyorlar ve bunları da bana isnad ediyorlar! bu sözleri söyliyenler cezalandırılırlar. allahü tealaya yemin ederim ki, o ikisini ancak mü'min olanlar sever. facir ve alçak olandan başkası da onlara buğz etmez. sizin içinizde onlara denk kim olabilir. onları seven beni sevmiş olur. onlara buğz eden bana buğz etmiş olur. ben onlara buğz edenlerden uzağım. biliniz ki, bu ümmetde resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem sonra, insanların en üstünü ebu bekri sıddikdır radıyallahü anh. islamiyyete ondan daha çok hizmet eden yokdur. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem en sevgili olan odur. resulullahdan sonra bu ümmet içinde, allahü teala katında ebu bekrden daha kıymetli, daha hayrlı, dünyada ve ahıretde ondan daha üstün kimse yokdur. yine resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem ve ebu bekri sıddikdan radıyallahü anh sonra bu ümmet içinde insanların en hayrlısı ömerülfaruk, sonra osmanı zinnureyndir radıyallahü anhüma. sonra benim. onlar hakkında bana isnad etdiğiniz yalan sözleri red ediyorum. sizin bu hususda allahü tealaya karşı hiçbir deliliniz yokdur. kendim için, sizin için ve diğer bütün müsliman kardeşlerim için istigfar ediyorum. hulasa eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in arasında bu dördü, fazilet, ihsan ve iyilik, herkesin hürmet ve saygısını kazanmak, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem halifeleri olmak bakımından, muhacirlerin büyükleri ve islama yardımda en önde gelen seçilmiş zatlardır. onların büyüklüklerini akl ile anlamak mümkin değildir. onları üstün ve yüksek bilmek, hürmet ve saygı göstermek icma' ile sabitdir. selefi salihinin yolu budur. bunun dışındaki yollar nefse uymak, te'assub, bid'at ve sapıklıkdır. dalalete düşmekden daima allahü tealaya sığınırız. biliniz ki hazreti ali radıyallahü anh halifelik hususunda ictihad etdi ve ictihadında isabet etdi. o sırada hilafete ondan daha layık kimse yokdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh ictihadında hata etdi. ibrahim hanefi rahimehullahü teala buyurdu ki, hasen bin ali radıyallahü anhüma halifeliği hazreti mu'aviyeye teslim edince, taraftarlarından biri ona, diye hitab etdi. hazreti hasen de radıyallahü anh: ben mü'minleri aziz edenim. babam aliden radıyallahü anh duydum, buyurdu ki: mu'aviyenin radıyallahü anh halifeliğine karşı gelmeyiniz. çünki benden sonra bu vazifeyi o üzerine alacakdır. onu kaybetdiğiniz zeman, başların kopduğunu ve yere düşdüğünü görürsünüz. haseni basri rahmetullahi aleyh buyurdu ki: hazreti ebu bekrin radıyallahü anh şöyle buyurduğunu nakl eder. bir gün resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. yanında hazreti hasen vardı. bir kerre o insanların üzerine doğru gidiyor, bir kerre de insanlar ona doğru geliyorlardı. bu sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: benim bu oğlum seyyiddir. ümmid edilir ki, allahü teala bunun vasıtasıyla müslimanlardan iki büyük cema'atin arasını ıslah eder. bunu imamı buhari bildirmişdir. biliniz ki, eshabı kiramın rıdvanullahi aleyhim ecma'in çocukları, babalarının kendilerine güzel terbiye vermeleri sebebiyle faziletlidirler, üstündürler. şübhesiz ki, hazreti fatımanın radıyallahü anha evladları, hazreti ebu bekrin, hazreti ömerin, hazreti osmanın evladlarından ve hazreti alinin hazreti fatımadan radıyallahü anhüm ecma'in olmayan evladlarından üstündürler. çünki onlar, allahü tealanın kendilerinden ricsi giderdiği temiz bir nesil, sülalei tahiredirler. allahü teala onları tertemiz kılmışdır. onlar ehli beyti resuldürler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ehli beytim nuh aleyhisselamın gemisi gibidir. ona binen kurtulur. cabir bin abdüllah radıyallahü anh şöyle bildirmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kusva adlı devesi üzerinde hutbe irad ederken, şöyle buyurduğunu işitdim: ey insanlar! size iki şey bırakıyorum. allahü tealanın kitabını ve ehli beytimi. onlara yapışırsanız, dalalete düşmezsiniz. yine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: çünki resulullah sırat üzerinde bulunacakdır. ibni malik, isma'il bin abdüllah bin ca'feri tayyardan, o da hazreti aliden radıyallahü teala anhüm şöyle bildirmekdedir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem gökden inen rahmete bakarak, kim bana düa eder buyurdu ve iki kerre tekrar etdi. hazreti zeyneb radıyallahü anha ben düa ederim ya resulallah dedi. bunun üzerine öyleyse aliye, fatımaya, hasene ve hüseyne düa et buyurdu. sonra hazreti haseni sağ tarafına, hazreti hüseyni sol tarafına, hazreti aliyi ve hazreti fatımayı karşısına aldı. onların üzerini bir aba ile örtdü ve şöyle buyurdu: her peygamberin ehli beyti vardır. bunlar da benim ehli beytimdir. bir rivayetde de bunlar benim ehli beytimdir. benim ehli beytim en iyisidir buyurdu. zeyneb radıyallahü anha, ya resulallah, ben de sizin aranıza gireyim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sen yerinde dur. sen inşaallah hayra kavuşacaksın buyurdu. kitabında bu hadisi şerifle alakalı olarak şöyle yazılıdır: resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem o abanın altına girdi. bu sırada cebrail aleyhisselam gelip, onlarla teberrük için, o da abanın altına girdi. kitabında ise şöyle denilmekdedir: allahü teala ahzab suresi. derdimayetinde mealen ey ehli ! şübhesiz allah, sizin ricsden uzak olmanızı istiyor buyurdu. allahım! bizi bozuk i'tikaddan, boş şeylerle uğraşmakdan kurtar. bize eşyanın hakikatini olduğu gibi göster. kalblerimizi evladı resulün ve eshabı kiramın muhabbeti üzerine sabit kıl. bize ehli sünnet velcema'at i'tikadı üzere ölmeği nasib eyle. kıyamet gününde bizi sıddiklarla, şehidlerle haşr eyle. şübhesiz ki sen herşeye kadirsin. imamı ahmed bin hanbele rahmetullahi aleyh şöyle sual edildi: ey imam, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabından radıyallahü teala anhüm ecma'in çok keramet bildirilmemişdir. halbuki evliyadan çok kerametler bildirilmişdir. bunun sebebi nedir? buyurdu ki: onların imanları o kadar kuvvetli idi ki, kerametlerle ve harikalar ile takviye edilmeğe ihtiyacları yokdu. fekat diğerlerinin imanı onların imanları mertebesinde değildi. bu sebeble kerametlerle imanları kuvvetlendirildi. evliyanın büyüklerinden şihabüddin sühreverdi kuddise sirruh buyurdu ki: allahü teala sevdiği kullarının yakinini kuvvetlendirmek için, onlara mükafat olarak kerametler ihsan eder. onların da üstünde ba'zı kulları vardır ki, onların kalblerinden perdeler kalkmış, batınları yakine ve ma'rifete kavuşmuşdur. böyle kulların yakinlerinin ve ma'rifetlerinin kuvvetlenmesi için harikalara, kerametlere ihtiyacları yokdur. bu sebeble resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem eshabından kerametler az bildirildi. sonra gelen evliyadan ise çok kerametler görüldü. çünki eshabı kiramın aleyhimürrıdvan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde bulunmaları bereketiyle, vahyin inişine, meleklerin gelip gitmesine şahid olmaları sebebiyle, batınları nurlandı. ahıreti görmüş gibi oldular. dünyaya kıymet vermediler. nefsleri tezkiye buldu, temizlendi. islamiyyete uygun olmayan adetleri terk etdiler. kalb aynaları parladı. kendilerine ihsan edilen yüksek mertebeler sebebiyle, kendilerinden çok keramet görülmesine lüzum kalmadı. çünki, yakinleri çok kuvvetli olanlar, hikmetlerle dolu olan alemin her zerresinde, allahü tealanın kudretinden, başkalarının göremediklerini görürler. evliyanın kerameti, onların irade ve isteği dışında meydana gelir. keramet hissi ve ma'nevi olmak üzere iki kısmdır. insanların avamı, hissi kerametlerden başkasını bilmez. mesela halk arasında keramet denince, hatırlardan geçenleri söylemek, geçmişe ve geleceğe aid şeyleri haber vermek, su üzerinde yürümek, havada uçmak ve bir anda bir yerden bir yere gitmek ve insanların gözünden kaybolmak, düası derhal kabul olmak gibi kerametler anlaşılır. sadece kendilerinden böyle kerametler görülen kimselere evliya derler. onların ibadetleri yapıp yapmadıklarına, islam dininin ve tesavvufun adabına ri'ayet edip etmediklerine bakmazlar. böyle i'tikaddan allahü tealaya sığınırız. ma'nevi kerametlere gelince, onları ancak allahü tealanın seçilmiş kulları bilir. islamiyyetin emrlerine tam uymak, ma'rifeti ilahiyyeye kavuşmak, hayrlı işlere koşmak, üzerine vazife olan şeyleri yerine getirmekde gayretli olmak, güzel ahlak sahibi olmak, kalbden kin, hased, kötü düşüncelerin ve diğer kötü huyların gitmesi, elinde olanı vermek, benliği terk, allahü tealaya karşı vazifeleri yerine getirmek, alıp verdiği nefeslerde gafletden uzak olmak gibi haller de ma'nevi kerametlerdir. bunlarda mekr ve istidrac bulunmaz. bunların hepsi ahde vefayı ve maksadın doğruluğunu ve kazaya rızayı gösterir. böyle olan kimselerle mukarreb melekler beraber olurlar. avamın bildiği ve keramet olarak gördüğü şeylerde gizli mekr bulunabilir. şayet bunlar keramet ise, neticesinin istikamet veya istikamete sebeb olması icab eder. yoksa keramet değildir. neticesi istikamet olunca, amellerden tad almak, ibadetlerin mükafatına ve amellerin neticesine kavuşmak mümkindir. eğer bir kimse, kendisinden keramet meydana gelmesini isterse, ahıretde hesaba çekilebilir. hissi kerametlerden hiçbiri, kerameti ma'neviyyeye dahil değildir. bu sebeble eshabı kiramdan radıyallahü anhüm ecma'in hissi kerametler çok bildirilmemişdir. fekat, ma'nevi kerametleri çok bildirilmişdir. bu hususda evliyayı kiram onların derecesine ulaşamamışdır. hatta onlar, eshabı kiramın vilayet kandillerinden feyz almışlardır. evliyanın kerameti hakdır. hak olduğu kur'anı kerimde bildirilmekdedir. allahü teala zekeriyya ma'bedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. ey meryem! bu sana nereden geldi, dedi. o da, bu allah tarafındandır. çünki, allah dilediğine sayısız rızk verir, buyurdu. tefsir alimleri bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır. hazreti zekeriyya salevatullahi ve selamühü ala nebiyyina ve aleyhi hazreti meryemin yanına her girdiğinde, onun yanında yaz günlerinde kış meyveleri, kış günlerinde ise yaz meyveleri görürdü. hazreti meryemin peygamber olmadığı sözbirliği ile bildirilmekdedir. bu ayeti kerime, evliyanın kerametini inkar edenlere karşı tam bir delildir. hadisi şeriflerden ve diğer haberlerden ise sayılamayacak kadar pek çok delil vardır. hazreti ebu bekri sıddik radıyallahü anh emirül mü'minin ebu bekri sıddikın radıyallahü anh bütün halleri ve işleri, hatemül enbiya resulullaha tam uyması sebebiyle, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve diğer peygamberlerin peygamberliğine apaçık bir delil ve en güzel şahiddir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mekkeden medineye hicret edeceği zeman, cebrail aleyhisselamdan benimle kim hicret edecekdir, diye sordu. ebu bekri sıddik radıyallahü anh diye cevab verdi. o günden sonra ismi şerifi sıddikı ekber oldu. ömer bin hattab radıyallahü anh nefsim kudretinde olan allahü tealaya yemin olsun ki, o gece ali ömerden hayrlıdır demişdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretde mağaradan çıkarken, ya eba bekr! sana müjdeler olsun. allahü teala bütün insanlara umumi olarak tecelli eder. sana ise hususi olarak tecelli eder buyurdu. yine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ebu bekrin size üstünlüğü, namaz ve oruçla değil, göğsünde dolu olan şey iledir buyurdu. hazreti ebu bekr radıyallahü anh hakkında varid olan hadisi şerifler sayılamayacak kadar çokdur. biz burada kısaca onun resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem nübüvvetine delil olan üstün ve harikul'ade hallerinden bir kısmını bildireceğiz. ibni mes'ud ensari radıyallahü anh şöyle bildirmişdir: hazreti ebu bekrin radıyallahü anh müsliman olması vahyin müjdesidir. o şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden önce, bir gece rü'yamda gökden büyük bir nurun indiğini ve ka'benin üzerine düşdüğünü gördüm. o nur mekkenin bütün evlerine dağıldı. sonra önceki gibi tekrar toplanıp benim evime girdi. evin kapısını kapatdım. sabahleyin bu rü'yamı yehudi alimlerinden birine anlatıp, ta'birini sordum. gördüğün rü'ya karışık rü'yalardandır. böyle rü'yalara i'tibar olunmaz, dedi. aradan bir müddet geçdi. ticaret için çıkdığım bir seferde yolum rahib bahiranın bulunduğu kiliseye düşdü. o rü'yamın ta'birini rahib bahiradan sordum. sen kimsin, dedi. kureyşden bir kimseyim, dedim. allahü teala sizin aranızdan bir peygamber gönderecekdir. sen onun hayatında veziri, vefatından sonra da halifesi olacaksın, dedi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilip, insanları dine da'vet etmeğe başlayınca, beni de islama da'vet etdi. ben her peygamberin bir delili vardı, senin delilin nedir, dedim. delilim, gördüğün rü'yadır. yehudi alimi sana bu rü'yaya i'tibar edilmez diye cevab verdi. bahira ise o rü'yanın ta'birini şöyledir diyerek sana cevab verdi, buyurdu. bunu sana kim haber verdi, dedim. cebrail aleyhisselam bildirdi, buyurdu. bunun üzerine ben artık bundan başka delil ve şahid istemem. eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulüh diyerek müsliman oldum. bu hadise üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: islama da'vet etdiğim kimselerden sadece ebu bekr o anda beni tasdik edip, sen allahın resulüsün, dedi. o sıddikı ekberdir. emirül mü'minin ebu bekri sıddik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: cahiliyye devrinde bir ağacın gölgesinde oturuyordum. ağacın bir dalı bana doğru eğildi ve başıma ulaşdı. acaba bu ne haldir diye hayretle bakıyordum. ağaçdan kulağıma şöyle bir ses geldi. falan zemanda bir peygamber gelecekdir. onun yanında insanların en se'adetlisi sen olacaksın, dedi. daha açık söyle, o peygamber kimdir? ismi nedir, dedim. o muhammed bin abdüllah bin abdülmuttalib haşimdir, diye bir ses geldi. o benim arkadaşım ve kıymetli bir dostumdur. ne zeman peygamberliği bildirilirse bana müjde ver, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirildiğini i'lan edince, o ağaçdan ey ebu kuhafenin oğlu! muhammede aleyhisselam vahy geldi. musanın aleyhisselam rabbinin hakkı için, ona herkesden önce sen iman edeceksin, dedi. sabah olunca, resulullahın huzuruna gitdim. beni görünce ey ebu bekr, seni allahü tealaya ve resulüne iman etmeğe da'vet ediyorum, buyurdu. hemen eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden resulullah diyerek iman etdim. allahü teala seni hak üzere ve aydınlatıcı bir nur olarak gönderdi, dedim. yine emirül mü'minin ebu bekri sıddik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmeden önce ticaret için yemene gitmişdim. semavi kitabları okumuş dört yüz yaşında bir ihtiyara misafir oldum. beni görünce zan ediyorum ki, sen mekkedensin, dedi. evet, dedim. kureyşden misin, dedi. evet, dedim. beni temim kabilesinden misin, dedi. evet, dedim. sonra bir alamet kaldı, dedi. o nedir, dedim. bana karnını aç, dedi. ne olduğunu söylemeden açmam, dedim. bunun üzerine şöyle dedi. ilahi kitablarda okudum. haremden bir peygamber çıkacakdır. biri genç, biri ihtiyar iki yardımcısı olacakdır. genci kuvvetli ve kahraman, ihtiyar yardımcısı ise za'ifdir ve karnında bir ben vardır, dedi. karnımı açdım. göbeğimin üzerinde siyah bir ben gördü. ka'benin hakkı için o ihtiyar yardımcı sensin, dedi. bana hidayete yapış ve o peygamberin dinine sımsıkı sarıl. allahın sana ihsan etdiği şeyleri gizle diye vasıyyet etdi. yemende işlerimi bitirdikden sonra, o ihtiyarla vedalaşmak üzere yanına gitdim. bana birkaç verdi ve bunu o peygambere verirsin, dedi. mekkeye döndüm. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirilmişdi. mekkenin ileri gelenleri beni görmeğe geldiler. aranızda hiç garib bir hadise oldu mu diye sordum. bundan daha garib birşey olmaz ki, ebu talibin yetimi peygamberlik iddia ediyor, seni bekliyorduk. artık sen geldin, ona karşı durursun, dediler. onları mümkin olan bir şeklde başımdan savdım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem nerede olduğunu sordum. hadicetül kübranın radıyallahü anha evinde olduğunu söylediler. gidip kapıyı çaldım. resulullah dışarı çıkdı. ey muhammed aleyhisselam! seni kendi hanenizde bulamadım. atalarının dininden başka bir dine da'vet etdiğini söylüyorlar, dedim. ben allahü tealanın resulüyüm. seni ve bütün insanları allahü tealaya iman etmeğe çağırıyorum buyurdu. delilin nedir, diye sordum. yemende gördüğün ihtiyardır, buyurdu. bunu sana kim haber verdi, dedim. benden evvelki peygamberlere de gelen büyük bir melek haber verdi, buyurdu. hemen mubarek elini tutup, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulüh diyerek, iman etmek şerefine kavuşdum. sonra dönüp gitdim. benden daha huzurlu kimse yokdu. çünki iman etmek nasib olmuşdu. emirül mü'minin ebu bekri sıddik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: ölüm hastalığımda hilafeti kime bırakacağım hakkında tekrar istihare yapdım. allahü tealadan rızası nerede ise bana bildirmesini diledim. bilirsiniz, yalan söylemek istemem. hiçbir akllı kimse de müslimanlara yalan söyliyerek aldatıp da, allahü tealanın huzuruna çıkmak istemez, dedi. huzurunda bulunanlar: ey allahın resulünün halifesi! senin doğruluğunda hiç kimsenin şübhesi yokdur. istiharenizi söyleyin, dediler. bunun üzerine şöyle anlatdım: gecenin sonunda idi. uyku ağır basıp uyumuşum. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. iki beyaz kaftan giymişdi. o kaftanların eteklerini ben topluyordum. o sırada o iki kaftan yeşil olmağa ve parlamağa başladı. bakanların gözünü alırdı. resulullahın yanında iki kişi vardı. yüzleri güzel, elbiseleri nurlu idi. onları görmek sürur veriyordu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana selam verdi ve müsafeha etdi. mubarek elini göğsüme koydu. içimdeki sıkıntı hemen gitdi. ey ebu bekr, sana kavuşmağa iştiyakımız çokdur. bizim yanımıza gelme vaktindir, buyurdu. o kadar ağlamışım ki evdekiler uyanmışlar. sonra bana söylediler. ya resulallah sana kavuşacak mıyım, dedim. şübhesiz kavuşmamıza çok az kaldı, buyurdu. sonra allahü teala seni halife seçme hususunda muhayyer kıldı, buyurdu. ya resulallah siz seçiniz, dedim. hilafete layık, islamiyyet ile hükmeden, doğru ve kuvvetli olan ömerül farukdur. yer ve gök ehli ondan razıdır. zemanın en iyisidir. siz ikiniz, dünyada vezirlerimsiniz, vefatımda yardımcılarımsınız ve cennetde komşularımsınız, buyurdu. sonra resulullah bana selam verdi. yanında bulunan iki kişi de selam verdiler. sıkıntıdan kurtuldum. gökde melekler arasında ve yeryüzünde insanlar arasında sıddiksın dediler. ya resulallah! anam babam sana feda olsun. bu iki kimse kimdir? bunlara benzer kimse görmedim, dedim. bunlar seçilmiş büyük iki melek olan cebrail ve mikaildir, buyurdu. sonra gitdiler. uyandığımda yüzüm gözyaşlarımla ıslanmışdı. ehli beytim baş ucumda ağlaşıyorlardı. hazreti aişe radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: ba'zıları ebu bekri radıyallahü anh şehidler arasına defn edelim dediler. ba'zıları da baki' kabristanına defn edelim, dediler. ben de benim odamda çok sevdiği resulullahın yanına defn edelim, dedim. biz bu şeklde konuşurken, beni uyku basdırdı ve birazcık uyudum. bir ses işitdim, dostu dosta kavuşdurunuz diyordu. sonra uykudan uyandım. o sesi, mescidde olmalarına rağmen herkes işitmiş. ebu bekri sıddik radıyallahü anh şöyle vasıyyet etmişdi: tabutumu resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ravdasının kapısına götürün. esselamü aleyke ya resulallah, bu ebu bekrdir, senin kapının eşiğine gelmişdir, deyiniz. eğer müsaade buyrulup, kapı açılırsa, beni içeri götürüp defn edin. izn verilmezse baki' kabristanına defn ediniz. bu vasıyyeti üzerine tabutu resulullahın ravdasının kapısına götürdüler. daha sözleri bitmeden perde açıldı ve kapı sesi işitildi ve kulağımıza habibi habibe kavuşdurun, diye bir ses geldi. bir gece ebu bekrin radıyallahü anh evine misafirler gelmişdi. kendisi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında idi. geç vakt eve geldi. ehli beytine misafirler akşam yemeği yidiler mi, diye sordu. yemek verdik, sizinle beraber yimek için yimediler, dediler. üzüldü ve o yemekden yimemeye yemin etdi. sonra bu yemin şeytandandır, dedi. misafirlerle birlikde yimeğe başladı. bu hadiseyi nakl eden kimse şöyle anlatmışdır: yemekden bir lokma alırdık, altında daha fazla yemek meydana gelirdi. hepimiz doyduk. tabakda öncekinin üç misli fazla yemek vardı. sayılarını bilmiyorum, fekat o yemekden çok kimseler yidi. ebu bekri sıddik radıyallahü anh ölüm hastalığında iken, kızı hazreti aişeye radıyallahü anha, iki oğlan ve iki kız evladını emanet etdiğini söyledi. hazreti aişe, benim bir kız kardeşim vardır. diğeri kimdir, diye sordu. ebu bekr radıyallahü anh, hanımım hamiledir. zan ederim kız olacakdır, dedi. hakikaten kız doğdu. hazreti ömerül faruk radıyallahü anh ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: geçmiş ümmetlerde veliler vardı. peygamber olmadıkları halde allahü teala onlara hitab buyururdu. eğer bu ümmetde onlar gibi birisi olursa, o ömer bin hattabdır. abdüllah ibni ömerin radıyallahü anhüma şu sözü bu ma'nayı te'yid etmekdedir: eshabı kiram herhangi bir hususda söz söyleseler, hükmi ilahi hazreti ömerin radıyallahü anh sözüne uygun nazil olurdu. nitekim resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: . yine ebu hüreyre radıyallahü anh nakl etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: rü'yada gördüm. bir kova ile su çekiyordum. allahü tealanın dilediği kadar çekdim. sonra ebu bekr radıyallahü anh kovayı alıp, bir iki kova su çekdi. onun çekmesinde za'iflik vardı. allahü teala ona rahmet eylesin. daha sonra ömer bin hattab radıyallahü anh kovayı aldı. onun gibi kuvvetli su çeken görmedim. bütün havuzları su ile doldurdu ve bütün insanları suya kandırdı. hazreti ebu bekr iki sene dört ay veya altı ay halifelik yapdı. ölüm hastalığı sırasında osman bin affana radıyallahü anh yaz buyurarak, şöyle yazdırdı:bismillahirrahmanirrahim. bu ebu bekrin dünyadan çıkacağı günlerin son ahdi ve ahırete gireceği günlerin ilk ahdidir. kafirin ve facirin inanacağı ve yalancının tasdik edeceği bir gerçekdir ki, ben ömer bin hattabı radıyallahü anh halife seçdim. benim zannım şöyledir ki, şübhesiz o adaletle hükmeder. herkes yapdığından mes'uldür. ben hayrı murad eyledim. gaybı bilmem. zulm edenler yakında hangi dönüş yerine döneceklerini bileceklerdir. sonra bu yazı eshabı kiramın büyüklerine arz edildi. yazılı olanları kabul edip bi'at etdiler. rivayet edilir ki, ebu bekrin radıyallahü anh hastalığı ağırlaşınca, pencereden insanlara hitaben, ey insanlar, ben size bir ahd eyledim, halife seçdim, ona razı oluyor musunuz, dedi. evet razı oluyoruz, cevabını verdiler. hazreti ali radıyallahü anh, ömer bin hattabın radıyallahü anh halifeliğinden başkasına razı olmayız, dedi. ebu bekr radıyallahü anh da hayrlı olsun, buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: allahü teala eshabı kirama medayinin fethini, emirül mü'minin ömerin radıyallahü anh halifeliği zemanında nasib etdi. ganimet mallarını getirdiler, resulullahın mescidinde açdılar. önce hasen bin ali radıyallahü anhüma geldi. ya emirel mü'minin! allahü teala müslimanlara fetih nasib eyledi. ganimet malından hakkımı ver, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh ona lütf ve ikramla hitab etdi ve kendisine bin dirhem verilmesini emr etdi. bin dirhem verdiler. sonra hazreti hüseyn radıyallahü anh geldi. ona da lütf ve ikramla hitab edip, bin dirhem verilmesini emr etdi. bin dirhem verdiler. daha sonra kendi oğlu abdüllah bin ömer radıyallahü anhüma geldi. ey mü'minlerin emiri. allahü teala müslimanlara feth nasib eyledi. ganimetden benim hakkımı da ver, dedi. hazreti ömer ona da lütf ve ikramla hitab etdi ve beş yüz dirhem verilmesini emr etdi. bunun üzerine abdüllah bin ömer, ey mü'minlerin emiri, ben harblerde bütün gücümle savaşdım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde kılıç salladım. hasen ve hüseyn radıyallahü anhüma medine sokaklarında çocuklar ile oynarlardı. onlara biner dirhem, bana ise beşyüz dirhem veriyorsun, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh oğluna şöyle cevab verdi. evet öyledir. haydi sen de onların babası gibi baba, annesi gibi anne, dedesi gibi dede, nineleri gibi nine, amcaları gibi amca, dayıları gibi dayı, halaları gibi hala, teyzeleri gibi teyze getir, sana da vereyim. onların babası aliyyül mürteza, annesi fatımatüzzehra, dedeleri muhammed mustafa aleyhisselam, nineleri hadicetül kübra, amcaları ca'fer bin ebi talibdir. halaları ümmühani binti ebi talib, dayıları resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem oğlu hazreti ibrahimdir. teyzeleri resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kızları rukayye ve ümmü gülsümdür radıyallahü teala anhüm ecma'in, dedi. hazreti ali, hazreti ömerin radıyallahü anhüma bu sözlerini işitince şöyle dedi: resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim, şöyle buyurdu: bunu gelip hazreti ömere haber verdiler. bunun üzerine hazreti ömer, eshabı kiramdan bir cema'ati yanına alarak hazreti alinin evine gidip, kapıyı çaldı. hazreti ali dışarı çıkınca, ey ebel hasen, sen resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağzından, buyurduğunu işitdin mi, diye sordu. evet işitdim, dedi. bunu bana yaz, dedi. hazreti ali şöyle yazdı: bismillahirrahmanirrahim. bu ali bin ebi talibin ömer bin hattaba vesikasıdır. resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim. o da cebrail aleyhisselamdan, o da allahü tealadan bildirdi. şübhesiz ki, ömer bin hattab cennetdeki insanların ışığı ve islamın nurudur. hazreti ömer radıyallahü anh bu yazıyı alıp evladlarından birine verdi ve şöyle vasıyyet etdi. ben vefat edince bu yazıyı kefenimin içine koy ki, bununla allahü tealaya kavuşayım. şübhesiz ki eshabı kiramın faziletleri sayısızdır. onların harikalarını anlatmakdan diller acizdir. hazreti ömer radıyallahü anh bir cum'a günü minberde hutbe okurken, hutbeyi bırakıp iki veya üç kerre, ya sariye elcebel, elcebel dedi. sonra hutbeye devam edip temamladı. cema'at, ömer radıyallahü anh divane olmuş dediler. namazdan sonra abdürrahman bin avf radıyallahü anh hazreti ömerin yanına yaklaşıp, ya ömer radıyallahü anh, sana ne oldu da hutbe arasında o sözü söyledin. halk senin hakkında konuşmağa başladı, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh dedi ki: o sırada sariye radıyallahü anh ordusuyla bir dağın dibinde, kafirlerle muharebe yapıyordu. kafirler önden ve arkadan durmadan saldırıyorlardı. o hali gördüm ve dayanamayıp arkalarını dağa versinler ve kafirlerin şerrinden kurtulsunlar diye o sözü söyledim. medine ile muharebenin yapıldığı yerin arası bir aylık yol idi. aradan bir müddet geçdikden sonra, sariye radıyallahü anh medineye döndü ve eshabı kirama şöyle anlatdı: bir cum'a günü kafirler ile muharebe yapıyorduk. sabahdan cum'a vaktine kadar harb etdik. öğle vakti, ya sariye elcebel diye bir ses işitdik. bunun üzerine arkamızı dağa verdik. o kadar savaşdık ki, kafirlerin askerlerinin çoğunu öldürdük. kalanları da kaçdılar. hazreti ömere divane oldu diyenler, bunları dinleyince, bunlar hazreti ömeri doğru çıkarmak için anlatılıyor, dediler. hazreti ömerin radıyallahü anh cum'a günü hutbede söylediği o sözü hazreti aliye söylemişlerdi. hazreti ali, o boş söz söylemez ve boş iş yapmaz. söyledikleri ve yapdıkları ayeti kerimelere muvafıkdır, dedi. imamı fahreddin razi rahmetullahi aleyh inde şöyle yazmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma için, buyurmuşdur. nitekim hazreti ömer radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem halifesi olunca, minber üzerinden o kadar uzak mesafedeki hali gördü. hazreti ömer radıyallahü anh ırak memleketlerinden birine cihad için ordu göndermişdi. bir gün medinede otururken, birdenbire; efendim buradayım! buradayım! diye seslendi. hiç kimse neden böyle seslendiğini anlayamadı. nihayet ordu zaferler kazanarak döndü. kumandan hazreti ömere kazandıkları zaferleri anlatmağa başladı. hazreti ömer radıyallahü anh bunları bırak, kendisine zorla suya gir dediğin kimsenin hali ne oldu, diye sordu. kumandan, ya emirel mü'minin! bu işde benim kötü bir niyyetim yokdu. bir suya ulaşdık. o sudan geçmek için derinliğini öğrenmek istedik. o kimseyi soyup, suya koyduk. hava soğuk idi. ya ömer, ya ömer radıyallahü anh diye feryad eyledi. sonra şiddetli soğuk sebebiyle vefat etdi, dedi. komutanın anlatdıklarını dinleyenler, daha önce hazreti ömerin lebbeyk, lebbeyk diye söylemesinin, suya giren askerin ey ömer radıyallahü anh, nerdesin, diye seslenmesine cevab olduğunu anladılar. hazreti ömer, o kumandana eğer bundan sonra üsul olarak kalmayacağını bilseydim, senin boynunu vururdum, dedi. haydi şimdi git, o mazlumun diyetini ailesine ver. bir daha böyle bir şey yapma, dedi. sonra, bana göre bir müslimanı öldürmek, nice kimseleri öldürmekden daha büyük bir işdir, buyurdu. hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliği sırasında mısr fethedilmişdi. amr bin as radıyallahü anh da mısra vali olarak tayin edilmişdi. bir gün mısr halkı amr bin asa gelerek, nil nehrinin bir adeti vardır. bu yapılmazsa suyu çekilir, dediler. o adet nedir diye sordu. halk, içinde bulunduğumuz bu aydan oniki gün geçdikden sonra, bir kız buluruz. annesini babasını mal ve para vererek razı ederiz. o kızı güzel elbiselerle ve altınlarla süsleyip, nil nehrine atarız, dediler. amr bin as radıyallahü anh bunları işitince, islamiyyetde böyle iş olmaz. islamiyyet bozuk adetleri kaldırmışdır, diyerek kabul etmedi. üç ay sonra nil nehrinin suyu kesildi. mısr halkı vatanlarından göç etmeğe başladı. amr bin as radıyallahü anh bu hali görüp, bir mektub yazarak durumu hazreti ömere radıyallahü anh bil.evahidün nübüvve dirdi. hazreti ömer mektubu okudu ve bir cevab yazarak onların adetlerini yapmamakla iyi etmişsin. mektubumun içine bir parça kağıd koydum. o kağıdı nil nehrine bırak, diye yazdı. amr bin as radıyallahü anh bu mektubu aldı. mektubun içindeki kağıdda şöyle yazılı idi: allahın kulu ömer bin hattabdan mısrın nil nehrine. eğer bundan evvel kendin akdığını zan ediyorsan akma! eğer seni vahid ve kahhar olan allahü teala akıtıyor ise, vahid ve kahhar olan allahü tealadan seni akıtması için düa ederim, akıtmasını dilerim. amr bin as radıyallahü anh o kağıdı nil nehrine bırakdı. ertesi gün sabahleyin, nil nehrinin suyu onaltı arşın yükselerek akmağa başladı. bir daha da önceki gibi suyu hiç kesilmedi. mısr halkı sıkıntıdan kurtuldu. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh kendisine kadar uzanan rivayet zinciri ile nakl ederek şöyle buyurdu: musa aleyhisselam firavna beddüa eyledi ve allahü teala nil nehrinin suyunu kurutdu. halk vatanını terk etmeğe başladı. sonra toplanıp musa aleyhisselama giderek, bizim için düa et. nilin suyu aksın, diye yalvardılar. musa aleyhisselam imana gelirler diye, nilin suyunun yeniden akması için allahü tealaya düa etdi. sabahleyin bakdılar ki, nil nehrinin suyu on altı zra' yükselmiş akıyordu. allahü teala muhammed aleyhisselamın ümmetinden hazreti ömere radıyallahü anh bu kerameti verdi. bir gün medinede zelzele oldu. hazreti ömer radıyallahü anh elindeki kamçı ile yere vurarak, allahü tealanın izniyle sakin ol, dedi. zelzele durdu ve medinede bir daha zelzele olmadı. bir gün medinede yangın çıkdı. hazreti ömer radıyallahü anh bir saksı parçasına, ey ateş, allahü tealanın izniyle sakin ol, diye yazıp ateşin içine koydu. yangın hemen söndü. rum meliki, hazreti ömere radıyallahü anh bir elçi göndermişdi. elçi halifenin evini sordu. bir seray gösterileceğini zan ediyordu. sahrada kerpiç kesiyor, dediler. elçi sahraya doğru gitdi. bakdı ki, hazreti ömer radıyallahü anh başının altına bir kerpiç koymuş, toprak üzerinde uyuyordu. elçi bu hali görünce, doğuda ve batıda herkes bu kişiden çekiniyor. bunun hali ise böyledir diye çok hayret etdi. sonra burası tenha bir yer, bunu öldürürsem kimsenin bundan çekinmesi kalmaz, diye kalbinden geçdi ve kılıcını çekdi. o anda allahü teala yerden bir aslan çıkardı. elçi şaşırıp korkusundan kılıcını yere bırakdı. o sırada hazreti ömer uyandı. aslanı görmemişdi. elçiye ne olduğunu sordu. o da durumu anlatdı ve müsliman oldu. hazreti ömerin radıyallahü anh şehid olduğu gün yeryüzünü öyle bir karanlık basdı ki, çocuklar annelerine, kıyamet mi kopdu diye sorarlardı. anneleri, çocuklara hayır, ömer bin hattab radıyallahü anh şehid oldu, dediler. hazreti ömerin şehid olduğu gün şu ma'nadaki beytler işitildi. fekat söyliyen görünmedi: eğer islam üzere ağlıyorsa, ağlayan ağlasın, neredeyse helak olmak üzere idiler, ey geçmiş zeman. geride kaldı dünya ve ondaki hayrlar, dünyadan yüz çevirdiler va'de inananlar. sana cinnin kadınları içden ağlıyorlar, dinarlar gibi yüzlerini tırmalıyorlar. hadiselerden sonra hep siyah giyiyorlar. şu ma'nadaki beytleri de, şehid olmasından üç gün sonra yine cinniler okudular: allah hayrlarla karşılaşdırsın hatırına emirin, onun kudreti ne yücedir, her zerresinde yer yüzünün. kim binerse deve kuşunun kanatlarına, o zeman ulaşabilir elden kaçan hayra. şeyhaynın, ya'ni hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin radıyallahü anhüma kerametlerinden biri de, kendilerine dil uzatan, edebsiz sözler söyliyen rafizilerin başlarına çeşidli belaların ve cezaların gelmesidir. hace muhammed parisa kuddise sirruh adlı kitabında şöyle yazmışdır: hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: bir gurub insanlar beni hazreti ebu bekrden ve hazreti ömerden radıyallahü anhüma üstün tutacaklardır. onların kalblerinde nifak vardır. müslimanların bölünmesini, ihtilafa düşmelerini isterler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana onlardan haber verdi ve katl edilmelerini emr etdi. onlar zahiren müsliman görünürler. içlerinden din düşmanıdırlar. yalan söylemek onlara göre güzeldir. kalbleri kötülüklerle doludur. kur'anı kerimi değişdirirler. kendi sapık düşüncelerine göreyorumlarlar. fitne üzerinde birbirleriyle anlaşma yaparlar. eshabı kirama aleyhimürrıdvan söğerler. allahü teala onları afv etmez. bu fitneleri küçükleri büyüklerinden öğrenirler. böylece devam ederek, sünneti yok edip bid'ati yayarlar. o zeman sünnete uyanlar, şehidlerden, abidlerden ve gazilerden efdaldir. se'adet onlarındır. yer yüzünde rafizilerden çok buğz edilecek kimse yokdur. yer yüzü onlara buğz eder. gök onlara tiksinerek gölge verir. rafizilerin alimleri gök kubbesi altında insanların en şerlisi ve en zararlısıdırlar. fitne onlardan çıkar ve fitne üzerinde sabit olurlar. rafizilerin alimleri gökdeki melekler arasında en pis ve en necs kimseler diye ismlendirilirler. eshabı kiramı radıyallahü anhüm ecma'in kötüledikleri zeman, göğüslerinden hikmet çıkıp gider. allahü teala rafizilerin ve bid'at sahiblerinin suretlerini değişdirir. eshabı kiram, hazreti alinin bu sözlerini işitince: ya emirel mü'minin! biz o zemana ulaşırsak ne yapalım, dediler. hazreti ali radıyallahü anh buyurdu ki: isa aleyhisselamın havarileri gibi olunuz. allahü teala size ne emr etdiyse yapınız. onun peygamberine ita'at, eshabına muhabbet, rafizilere buğz ve düşmanlık hususunda havarilerin yapdığı gibi yapıp, sabr ediniz. hak ve sünnet üzere olmak, günah ve bid'at üzere olmakdan hayrlıdır. abdüllah bin sebe', hazreti aliyi, hazreti ebu bekrden radıyallahü anhüm üstün tutduğunu söylemişdi. hazreti ali onun bu yalan ve fitne sözünü duyunca, yemin ederek onu öldürürüm, demişdir. seni seveni niçin öldürüyorsun, diye sorduklarında, beni onlardan üstün tutanı elbette öldürürüm. benim bulunduğum şehrde bulunmasın dedi ve onu bulunduğu şehrden sürdü. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh adlı kitabında, güvenilir kimseden nakl ederek şöyle yazmışdır: biz üç kişi yemene gidiyorduk. yanımızdaki bir şahs kufeli idi. bu kimse hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma hakkında uygunsuz sözler söyler, onlara dil uzatırdı. her ne kadar nasihat etdiysek de fikrinden vazgeçmedi. yemene yakın bir yerde konakladık ve uyuduk. sonra kalkıp abdest aldık. o şahsı da uyandırdık. ne yazık ki ben burada sizden ayrılıyorum. beni uyandırdığınız sırada, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem baş ucumda idi. bana ey fasık kimse, allahü teala fasıkı hakir eyledi! sen burada suret değişdireceksin buyurdu, dedi. biz vah sana, kalk abdest al, dedik. kalkıp oturdu, ayaklarını topladı. bir de bakdık ki ayak parmakları maymun parmağı şekline girdi. sonra dizlerine kadar iki ayağı maymun ayağı gibi oldu. böylece göğsü, vücudu, başı ve yüzü değişip temamen maymun oldu. onu tutup devenin palanı üzerine bağladık ve yola devam etdik. güneş batmak üzere iken bir yere ulaşdık. orada bir kaç maymun toplanmışdı. onları görünce çok ızdırab çekdi. ipini koparıp o maymunların yanına gitdi. o maymunlarla birlikde bize doğru döndü. biz dedik ki, bu insan iken bize eziyyet ve sıkıntı verirdi, şimdi maymunlar ona dost oldu, dedik. sonra bize yaklaşdı ve kuyruğunun üzerine oturdu. yüzümüze bakıyor ve göz yaşı döküyordu. biraz sonra maymunlar gitdiler. o da onların arkasından gitdi! imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh ali bin zeydin radıyallahü anhüma şöyle anlatdığını nakl etmişdir: sa'id bin müseyyib radıyallahü anh bana bir kimse gönder de falan şahsı görsün, dedi. halini sen söyler misin, dedim. hayır söylemem, dedi. bir kimse gönderdim. sa'id bin müseyyib radıyallahü anh göstermek istediği şahs hakkında şöyle anlatdı. o şahs eshabı kiramdan ba'zıları hakkında kötü söz söylerdi. allahü teala onun yüzünde öyle bir yara hasıl etdi ki, bütün yüzünü kapladı ve yüzü simsiyah oldu. yine imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh salih bir kimseden naklen şöyle anlatmışdır: kufeli bir şahs vardı. hazreti ebu bekri sıddika ve hazreti osmanı zinnureyne radıyallahü anhüma dil uzatır, uygunsuz sözler söylerdi. her nasılsa bir def'asında bir yolculuk sırasında o şahsla beraber olduk. kendisine çok nasihat etdik, fekat dinlemedi. o halde bizden uzaklaş dedik. uzaklaşıp gitdi. sonra o kimsenin oğlunu gördük. babana söyle bizimle beraber gelsin, dedik. oğlu, babamın iki eli domuz ayağı gibi oldu, dedi. adamın yanına gitdik. bizimle beraber gel dedik. bana acaib bir şey oldu, dedi ve ellerini gösterdi. elleri domuz ayağı gibi olmuşdu. sonra bizimle yola devam etdi. pek çok domuzun bulunduğu bir yere ulaşdık. o kimse birden bire merkebinden yere atlayıp, domuzların arasına karışdı. domuz şekline döndü. onu diğer domuzlardan ayıramadık. mallarını ve kölesini kufeye getirdik! imamı müstagfirinin rahmetullahi aleyh bir gaziden naklen anlatdığı bir hadise de şöyledir: o gazi kimse şöyle demişdir: bir cema'at ile gazaya gidiyorduk. yanımızda beni temim kabilesinden ebu hayyan adında biri vardı. bu şahs hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma hakkında uygunsuz sözler söylerdi. kendisine nasihatlarımız hiç faide vermedi. yolda hakimlerden birine uğradık. ebu hayyanı kasdederek, bunu benim yanımda bırakınız, dedi. biz de onu bırakıp gitdik. bir müddet sonra bakdık ki, arkamızdan geliyordu. yanında bırakdığımız hakim kendisine bir elbise ve bir de at vermiş. bize, gördünüz mü, ey allahın düşmanları diye bağırdı. bizden uzak dur, dedik. biz yolun bir tarafından gidiyorduk. o da öbür tarafından gidiyordu. bir ara ihtiyacını gidermek için yoldan ayrılıp, bir kenara çekildi. otururken üzerine arılar hücum etdi. bizden yardım istedi. yardım etmek istedik. fekat bu sefer arılar bize hücum etmeğe başladı. biz bırakıp geri döndük. arılar tekrar onun üzerine hücum etdiler. kemikleri parlayıncaya kadar derisini ve etlerini parçaladılar. biz, beni temimden ebu hayyanın mallarını kim alır diye bağırdık. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh selefden büyük bir zatdan şöyle nakl etmişdir: benim bir komşum vardı. hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma hakkında devamlı çirkin sözler söylerdi. bir gece rü'yamda resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. sağ tarafında hazreti ebu bekri sıddik ve sol tarafında da hazreti ömerül faruk vardı. ya resulallah! benim bir komşum var, bu iki zat hakkında uygunsuz sözler söylüyor. böylece bana sıkıntı veriyor, çok eziyyet ediyor, dedim. resulullah bir kimseye: git bunun komşusunu öldür buyurdu. sabahleyin rü'yamı o komşuma anlatayım diye evden çıkdım. bir de bakdım ki, o komşumun kapısı önünde bir kalabalık ve gürültü vardı. ne oldu diye sordum. gece biri gelip bunu öldürmüş, dediler. yine imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh şöyle yazmışdır: basra halkından birisi ehvaz beldesinin ileri gelenlerinden birine mal satmışdı. mal satdığın adam rafizidir. hazreti ebu bekr ve hazreti ömer hakkında uygunsuz sözler söylüyor, dediler. mal satan kimse bundan sonrasını şöyle anlatmışdır: gidip gelmek uzun sürecekdi. fekat mal satdığım adamın yanına gitdim. hazreti ebu bekr ve hazreti ömer hakkında kötü sözler söylemeğe başladı. çok üzüldüm ve adamın yanından ayrıldım. o gece üzüntümden yemek yimedim. rü'yamda resulullahı gördüm. ya resulallah! falan kimseyi görüyor musun. hazreti ebu bekr ve hazreti ömer hakkında neler söylüyor, dedim. söyledikleri seni üzdü mü, buyurdu. evet, dedim. onu buraya çağır, buyurdu, çağırdım. yere yatırmamı emr etdi. adamı yere yatırdım. resulullah elime bir bıçak verip, onu öldür, buyurdu. üç kerre öldüreyim mi, ya resulallah, diye sordum. çünki adam öldürmek benim için zor bir iş idi. üçüncü soruşumda, vah sana, öldür diyorum, buyurdu. bunun üzerine onu öldürdüm. sabahleyin bu rü'yamı o habis kimseye anlatayım diye gitdim. mahallesine varınca evinden feryad seslerinin yükseldiğini işitdim. bu ne haldir diye sordum. falan kimseyi dün gece yatağında öldürmüşler, dediler. vallahi onu resulullahın emriyle ben öldürdüm, dedim. o kimsenin oğlu durumu öğrenince bana, sen hakkını al, ben onu toprağa gömeyim, dedi. malımı alıp gitdim. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: selefden bir zat şöyle anlatdı: çocukluğum zemanında bir rafizi hocam vardı. bana rafizilik telkin ederdi. ben de hazreti ebu bekr ve hazreti ömer hakkında uygunsuz sözler söylerdim. bir gece rü'yamda kıyamet kopmuşdu. bütün insanlar, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda toplanmışlardı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında iki ihtiyar zat oturuyordu. herkes sıra ile gidip selam veriyordu. ben de selam vermek için resulullahın huzuruna yaklaşdım. yanında bulunan iki zatdan biri, ya resulallah, bu kimse bizden ne ister, diyerek beni gösterdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni tutmak istedi, o sırada uykudan uyandım. o anda saç ve sakalım, kaşım ve kipriklerim döküldü. dört ay öylece kaldım. bütün tabiblere gitdim, çare bulamadım. bir gün dostlardan biri geldi, bu halin nedir. tabibler sana çare bulmakdan aciz kalmışlar, dedi. bu sorusundan anladım ki, birine aşık mı oldun da, onun aşkından mı bu hale geldin demek istiyordu. o dostuma halimi ve rü'yamı anlatdım. sübhanallah, niçin tevbe edip, afv dilemedin. demek ki sen bilmiyorsun. halbuki resulullaha salat ve selam okununca ve diğer şeyler mubarek ruhu için okununca, bildirilir. hemen tevbe et, dedi. abdest aldım, iki rek'at namaz kıldım. sonra tevbe edip, allahü tealaya düa etdim. hazreti ebu bekri sıddikı ve hazreti ömerül faruku radıyallahü anhüma çok sevip, üstünlüklerine inandım. bir hafta geçmeden saçım, sakalım, kaşlarım ve kirpiklerim eskisi gibi yeniden çıkdı. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh selefi salihinden bir zatın şöyle anlatdığını nakl etmişdir: bir def'asında şama giderken, bir mescidde sabah namazını kıldım. imam namazdan sonra hazreti ebu bekre ve hazreti ömere radıyallahü anhüma beddüa etdi. bir sene sonra yine bir şam yolculuğu sırasında aynı mescidde, sabah namazını kıldım. bu sefer imam, hazreti ebu bekr ve hazreti ömere güzel düa etdi. cema'ate, geçen sene onlara beddüa ediyordunuz, şimdi hayrla düa ediyorsunuz, sebebi nedir diye sordum. bana geçen seneki imamı görmek ister misin, dediler. evet, isterim, dedim. beni bir eve götürdüler. orada gözlerinden yaş akan bir köpek vardı. köpeğe sen geçen sene hazreti ebu bekre ve hazreti ömere radıyallahü anhüma beddüa eden imam mısın, diye sordum. başıyla, evet der gibi işaret etdi. yine imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: medayinde bulunuyordum. her nerede bir garibin vefat etdiğini duysam, ona kefenlik alırdım. bir gün bir şahs yanıma geldi. burada kufeli bir kimse vefat etdi. kefeni yok, dedi. hizmetçimi kefen almağa gönderdim. ben de ölen şahsın yanına gitdim. karnının üstüne bir kerpiç koymuşlardı. birden bire kerpiç düşdü ve ölü canlanıp, vah, bana yazıklar olsun, diye bağırmağa başladı. ben la ilahe illallah de dedim. artık faidesi yok. benim kavmim hazreti ebu bekr ve hazreti ömer hakkında kötü sözler söylerlerdi! ben de onlar hakkında kötü söz söyleyip söverdim! şimdi helak oldum. cehennemdeki yerimi gösterdiler. insanları korkutmam için bana tekrar can verdiler, dedi. hemen dışarı çıkıp, bu hali arkadaşlarıma anlatdım. imamı kayrevani rahmetullahi aleyh kitabında şöyle yazmışdır: selefden biri şöyle anlatdı: benim bir komşum vardı. hazreti ebu bekri sıddik ve hazreti ömerül faruk radıyallahü anhüma hakkında uygunsuz sözler söylerdi. bir gece çok aşırı gitdi. dayanamayıp, onunla kavga etdim. üzgün ve gamlı olarak eve geldim. yatsı namazından sonra uyudum. rü'yamda resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. ya resulallah! falan kimse senin eshabına kötü sözler söylüyor, dedim. kime kötü sözler söylüyor diye sordu. hazreti ebu bekre ve hazreti ömere radıyallahü anhüma dedim. al şu bıçağı git onu öldür, buyurdu. bıçağı aldım ve gidip o adamı boğazladım. sanki elime kan bulaşmışdı. elimi yere sürdüm. o sırada uyandım. o şahsın evinden feryad sesleri duydum. ne olmuş diye sordum. falan kimse bu gece aniden ölmüş, dediler. sabahleyin evine gitdim. o kimsenin boğazında bir bıçak izi vardı. şeyhi ekber muhyiddin arabi kuddise sirruh kitabında şöyle yazmışdır: allahü tealanın sevgili kullarından bir gurub vardır ki, onlara recebi derler. onlar kırk kişidir. sayıları artmaz ve eksilmez. receb ayında hiç hareket etmezler. ayakda duramadıkları gibi, oturamazlar da. ellerini, ayaklarını ve gözlerini dahi kıpırdatacak kuvveti kendilerinde bulamazlar. receb ayının ilk günlerinde bu hal üzere olurlar. günden güne bu halleri hafifler. şa'ban ayı girince, bu halleri kalkar. ba'zen onlardan bir kısmında bu keşf halleri kalıp, bir sene devam eder. recebilerden birini gördüm. onda rafizilerin durumunu keşf edip görme hali baki kalmışdı. tanımadığı bir rafiziyi domuz şeklinde görür ve sen rafizisin, tevbe et, derdi. o rafizi tevbe ederse, onu insan suretinde görürdü ve sen gerçekden tevbe etdin, derdi. eğer o kimseyi yine domuz suretinde görürse, yalan söylüyorsun, sen tevbe etmedin, derdi. bir gün şafi'i mezhebinde oldukları ve iyi kimseler olarak tanınan iki kişi huzuruna geldiler. meğer o iki kişi dışdan iyi görünmelerine rağmen, rafizi imişler. hazreti ebu bekr ve hazreti osman hakkında yanlış ve kötü düşüncelere sahib imişler. o zat huzuruna gelen bu iki kişiye dışarıya çıkmalarını söyledi. sebebini sorduklarında, ben sizi domuz şeklinde görüyorum, dedi. o iki kimse o anda kalblerinden tevbe etdiler. bunun üzerine o zat, şimdi tevbe etdiniz. çünki şu anda sizi insan suretinde görüyorum, dedi. o kimseler buna çok şaşdılar ve bozuk i'tikadlarından temamen vazgeçdiler. hazreti osmanı zinnureyn radıyallahü anh hazreti osmanın künyesi ibni abdüllah, lakabı zinnureyndir. bu lakab, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem iki kızıyla evlenmesi sebebiyle verildi. resulullah, kızlarından, önce hazreti rukayyeyi ve onun vefatından sonra da hazreti ümmü gülsümü hazreti osmana nikah etdi. bir kızım daha olsa, onu da osmana verirdim. insanlardan hiç kimseye bir peygamberin iki kızıyla nikahlanmak nasib olmamışdır buyurdu. yine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazreti osman için, o hesabsız cennete girecekdir buyurdu. hazreti osman medineye yarım fersah uzaklıkda bulunan rume kuyusunu ebu abdüllah bin mendereden otuz bin akçeye satın aldı. ta'mir etdirip, müslimanların istifadesi için vakf etdi. tebük gazasında hava çok sıcakdı. yiyecek ve binek çok azdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu orduyu kim techiz ederse, o cennete gider buyurdu. hazreti osman bunu duyunca, onbin dinar getirdi. bunun üzerine resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. bir hadisi şerifde de hazreti osman için şöyle buyruldu: . allaha ve resulüne düşman olan, düşmandır kendine, hayasızdır düşman olanlar, haya sahibi zinnureyne. emirül mü'minin hazreti ömer radıyallahü anh hicretin yirmiüçüncü senesinde, zilhicce ayında, namazda iken, mugire bin şu'benin radıyallahü anh kölesi ebu lü'lü firuz tarafından yaralandı. şehid olacağını anladılar. hazreti ömer radıyallahü anh şehid olmadan önce yaralı halde iken şöyle buyurdu: halifeliğe en layık olan kimseler şunlardır. resulullah onlardan razı olarak vefat etmişdir. bunlar; osman, ali, zübeyr, talha, abdürrahman bin avf ve sa'd bin ebi vakkasdırlar radıyallahü anhüm ecma'in. bu altı kişi, hazreti ömerin defninden sonra halife seçmek üzere toplandılar. hazreti zübeyr, ben aliye radıyallahü anh bi'at ediyorum, dedi. sa'd bin ebi vakkas ise, ben abdürrahman bin avfa bi'at ediyorum, dedi rıdvanullahi aleyhim ecma'in. sonunda halife seçme işini abdürrahman bin avfa bırakdılar. abdürrahman bin avf, hazreti alinin elini tutup, allahın kitabı, resulullahın sünneti ve şeyhaynın siretiyle amel eder misin, dedi. hazreti ali, takatım yetdiği kadar amel ederim, dedi. sonra hazreti osmanın elinden tutup aynı şeyi sordu. hazreti osman, abdürrahman bin avfın istediği gibi cevab verdi. bu suali her ikisine de üçer kerre sordu ve aynı cevabları aldı. sonra hazreti osmana bi'at ederek onu halife seçdi. eshabı kiram da hazreti osmana bi'at etdiler rıdvanullahi aleyhim ecma'in. hilm ve haya sultanı hazreti osmanın radıyallahü anh faziletlerinin ve kerametlerinin nihayeti yokdur. bir gün eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan biri, hazreti osmanın evine gidiyordu. yolda yabancı bir kadına bakdı. osmanın radıyallahü anh evine varınca, size ne oldu ki gözlerinizde zina eseri olduğu halde benim evime gelirsiniz, dedi. bir rivayetde ise, sizden birinize ne oldu ki, yolda zina edip de buraya geldi, dedi. o sahabi bizden zina eden biri yokdur, dedi. hazreti osman radıyallahü anh, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu, dedi. bunun üzerine o sahabi, ey mü'minlerin emiri, resulullahdan sonra vahy gelir mi, dedi. hayır bu vahy değildir, sadık firasetdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, mü'minin firasetinden sakınınız. çünki o, allahın nuruyla bakar buyurdu, dedi. kitabını ahifesine bakınız! emirül mü'minin hazreti osman radıyallahü anh şehid edildiği günün gecesinde, rü'yasında resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördü. ey osman, yarın bizim yanımızda iftar edersin buyurdu. sabahleyin kölelerini isyancılara karşı durmakdan men' etdi. çünki, şehidlik se'adetine kavuşmak istiyordu. abdüllah bin riyah ve ebu katade radıyallahü anhüma şöyle anlatmışlardır: biz hazreti osmanın radıyallahü anh evi kuşatıldığı sırada yanında idik. kavga şiddetlenince, hazreti osmanın köleleri kılıçlarını ellerine aldılar. hazreti osman onlara, kim kılıcını kınına sokarsa, o azad olsun, dedi. biz dışarı çıkdık. giderken hasen bin ali radıyallahü anh ile karşılaşdık. onunla birlikde hazreti osmanın yanına geri döndük. hazreti hasen, ey mü'minlerin emiri. senin emrin olmadan ben müslimanlara kılıç çekmem. sen hak üzere halifesin. emr et, bu belayı senin üzerinden def' edeyim, dedi. hazreti osman, hazreti hasene: ey kardeşimin oğlu, evine git, otur. allahü tealanın emri ne ise o olacakdır. ben kan dökmek istemiyorum. bu gece rü'yamda resulullahı gördüm. harb edersen nusret bulursun. eğer harb etmezsen şehid olup, yarın gece yanımda iftar edersin buyurdu. ben resulullah ile iftar etmek istiyorum, dedi. kitabının sahibi şöyle yazmışdır: bu durum hullet makamında derdlere ve belalara teslim olmak alametidir. nitekim, halilullah ibrahim aleyhisselamı mancınığa koyup, ateşe atdıkları sırada, cebrail aleyhisselam gelip, bir arzun var mıdır, diye sorduğunda, var ama, sana değil ya'ni, bana allahım yetişir. o iyi vekil, yardımcıdır, buyurmuşdur. hazreti osmanın radıyallahü anh şehid edildiği gün, cühcan bin sa'id gıfari, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem yadigar kalan bir asayı, hazreti osmanın elinden kapıp, dizine koyarak kırmak istedi. görenler, yapma diye bağrışdılar. o kimsenin dizinde eklem kısmında bir hastalık meydana geldi. bir sene geçmeden o hastalıkdan öldü. güvenilir kimselerden biri şöyle anlatmışdır: bir gün ka'beyi tavaf ediyordum. kör bir kimse de tavaf yapıyordu ve ya rabbi beni afv et, ama afv etmeyeceğinden şübhem yokdur, diyordu. ben, sübhanallah! bu makamda böyle sözler söylüyorsun, dedim. bunun üzerine o kör kimse şöyle anlatdı: hazreti osmanın evinin kuşatıldığı gün, bir arkadaşımla yemin etdik ki, eğer hazreti osman şehid edilirse, yüzüne çıplak olarak bir tokat vuralım, dedik. şehid edildi ve ben arkadaşımla hazreti osmanın evine girdik. başı hanımının dizi üzerinde idi. arkadaşım hanımına onun yüzünü aç, dedi. hanımı maksadınız nedir, diye sordu. yüzüne tokat vurmak için and içdim, dedi. hazreti osmanın hanımı, onun, resulullah ile sallallahü aleyhi ve sellem sohbet etdiğini ve iki kızını nikahladığını bilmiyormusun dedi ve daha birçok faziletlerini saydı. arkadaşım utanıp geri çekildi. ben o sözlere aldırış etmedim. yaklaşıp yüzüne bir tokat vurdum. hanımı bana allahü teala senin günahlarını afv etmesin, ellerin kurusun ve gözlerin kör olsun, dedi. henüz evin kapısından çıkmadan ellerim kurudu ve gözlerim kör oldu. günahlarımın afv edilmeyeceğinden de şübhem yokdur! hazreti osmanı zinnureyn radıyallahü anh şehid edilince, cinniler, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidinin damında üç gün ağlaşdılar. onun için mersiyeler söylediler. adi bin hatem radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hazreti osman bin affanın radıyallahü anh şehid edildiği gün, bir kimsenin şöyle dediğini işitdim: ibni affanı ferahlık, rahatlık, se'adet ve cennetdeki sayısız ni'metlerle ve rabbinin rızasıyla müjdeleyiniz, diyordu. etrafımıza bakdık, kimseyi göremedik. hazreti osman bin affan radıyallahü anh şehid edilince, mu'arızların kargaşasından, üç gün defn edilemedi. gaibden şöyle bir ses işitildi: onu defn ediniz, namazını kılmayınız, magfirete kavuşdu ve namazı kılındı. hazreti osmanı radıyallahü anh defn etmek için üç gün sonra baki' kabristanına götürdüler. arkalarında bir karartı gördüler ve korkdular. karartı yaklaşınca, cenazeyi bırakıp dağıldılar. o sırada karartıdan şöyle bir ses geldi. korkmayınız, biz sizinle defnde bulunmak için geldik, dedi. defnde bulunanlardan ba'zısı yemin ederek onların melekler olduğunu söylemişlerdir. bir hac kafilesi, hac mevsiminde, hazreti osmanın radıyallahü anh kabrini ziyarete gitdiler. içlerinden biri, hakir görüp ziyaret etmedi. kafile selametle gidip dönerken, bir yırtıcı hayvan, kafilenin içine girip, o kimseyi parçaladı ve etinden yemedi. kafilede bulunanlar, o kimsenin hazreti osmana radıyallahü anh hürmetsizlik etdiği için, bu hale düşdüğünü anladılar. bir gün ebu zer gıfarinin radıyallahü anh yanında hazreti osmandan radıyallahü anh bahs ediliyordu. ben onun hakkında hayrdan başka birşey söylemem dedi ve şöyle anlatdı: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem evinden çıkdı ve yürümeğe başladı. ben de resulullahın arkasından gitdim. bir yere varıp oturdu. huzuruna yaklaşıp, selam verdim ve karşısına oturdum. ey eba zer, niçin geldin, buyurdu. allahü teala ve resulu daha iyi bilir, dedim. o sırada hazreti ebu bekr radıyallahü anh geldi ve resulullahın sağ tarafına oturdu. ona da niçin geldin, buyurdu. allah ve resulü daha iyi bilir, dedi. sonra hazreti ömer radıyallahü anh geldi. ebu bekrin radıyallahü anh sağ tarafına oturdu. resulullah ona da niçin geldin, diye sordu. o da, allah ve resulü daha iyi bilir, dedi. daha sonra hazreti osman radıyallahü anh geldi. hazreti ömerin sağ tarafına oturdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yerden yedi veya dokuz dane çakıl taşı aldı. mubarek avucunda tutdu. taşlar mubarek avucunda tesbih etmeğe başladı. seslerini bal arısının avazı gibi işitiyordum. taşları yere koydu, sesleri kesildi. sonra hazreti ebu bekrin eline verdi. taşlar onun avucunda da tesbih etdiler. o da yere koydu. taşların sesi kesildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem taşları alıp, hazreti ömerin eline verdi. taşlar onun elinde de tesbih etdiler. o da yere bırakdı ve taşların tesbih sesi kesildi. sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem taşları alıp, hazreti osmanın eline verdi. taşlar onun elinde de tesbih etdiler. yere koyunca tesbih sesleri kesildi. ensardan radıyallahü anhüm bir kişi müseylemetül kezzabın öldürüldüğü gün şehid olmuşdu. öldürülenler arasında onu arıyorlardı. ölülerden birisinden şöyle bir ses geldi. muhammed aleyhisselam allahın resulüdür. ebu bekr sıddikdır, ömerül faruk şehiddir, osman zinnureyn yumuşak kalbli ve merhametlidir. imamı ali bin ebi talib radıyallahü anh emirül mü'minin ali bin ebi talib radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh, oniki imamın birincisidir. künyesi ebül hasen ve ebu türabdır. en çok sevdiği ismi, ebu türab idi. kendisini bu ismle çağırınca sevinirdi. bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kızı hazreti fatımanın radıyallahü anha evine gitdi. hazreti aliyi radıyallahü anh göremeyince, amcamın oğlu nerede diye sordu. hazreti fatıma radıyallahü anha aramızda birşey vaki' oldu. üzülüp dışarı gitdi. benim yanımda kaylule yapmadı, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi bulması için bir kimse gönderdi. o kimse araşdırıp geldi ve hazreti alinin mescidde kaylule yapdığını söyledi. kaylule öğleden önce biraz uyumakdır. geceyi ihya edenlere sünnetdir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mescide gitdi. hazreti aliyi radıyallahü anh uyumuş ve ridası üzerinden düşdüğü için arkasına toprak bulanmış olduğu halde buldu. mubarek eliyle toprakları silip, kalk ya eba türab, kalk ya eba türab buyurdu. hazreti ömer radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ben kimin mevlası isem, ali de onun mevlasıdır. beni seven aliyi sever buyurdu. bera bin azib radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti alinin radıyallahü anh elinden tutup buyurdu ki: ben mü'minlere nefslerinden sevgili değilmiyim? orada bulunanlar, evet ya resulallah, seni nefslerimizden çok severiz, dediler. sonra hazreti ali radıyallahü anh için, ben kimin mevlası isem, ali de onun mevlasıdır! ya rabbi, onu seveni sev! onu sevmeyeni sevme! buyurdu. hazreti alinin radıyallahü anh faziletleri ve üstünlükleri söze ve yazıya sığmaz. imamı ahmed bin hanbel rahmetullahi aleyh şöyle demişdir: eshabı kiramın aleyhimürrıdvan hiç birinden ali bin ebi talibin kerremallahü vecheh faziletleri kadar işitilmemişdir. seyyidüttaife cüneydi bağdadi kuddise sirruh ise şöyle demişdir: eğer hazreti ali radıyallahü anh muharebelerden biraz fırsat bulabilseydi, bize tesavvufa aid çok şeyler gelirdi ki, kalbler ona takat getiremezdi. kitabında şöyle yazılmışdır: ali bin ebi talib radıyallahü anh ariflerin başıdır. o kendisinden önce kimsenin söylemediği ve kendisinden sonra da benzerini dahi kimsenin söyliyemediği şeyleri söylemişdir. mesela, bir gün minber üzerinde: bana arşın altındakilerden sorunuz. benim kalbim ilmle doludur. bu ilm, ağzımda bulunan resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mubarek ağzının suyundandır. mubarek ağzının suyunu ağzıma koymuşdu. nefsim kudretinde olan allahü tealaya yemin ederim ki, eğer izn verilse, tevratda ve incilde olan şeyleri söylerdim ve benim sözlerimi tasdik ederlerdi, buyurmuşdur. o meclisde da'leb yemani adında bir kimse vardı. hazreti alinin radıyallahü anh bu sözlerini duyunca, bu kişi ne söylüyor, ona bir soru sorayım da rüsva edeyim, dedi. kalkıp bir şey sormak istiyorum, dedi. hazreti ali radıyallahü anh, öğrenmek için ise sor, inad için ise sorma, buyurdu. da'leb yemani, sen beni sual sormağa mecbur etdin, diyerek, ya ali radıyallahü anh rabbini gördün mü, diye sordu. hazreti ali, görmediğim rabbime tapmıyorum, dedi. da'leb: nasıl gördün diye sordu. hazreti ali, baş gözü ile görülmez, ancak kalbler hakiki yakin ile görür. rabbim birdir, ortağı ve benzeri yokdur. mekanı yokdur. üzerinden zeman geçmez, hislerle anlaşılmaz, mahluklara kıyaslanmaz, buyurdu. da'leb yemani bu sözleri duyunca feryad edip düşdü ve bayıldı. bir müddet sonra kendine gelince, hiç kimseye inad ve imtihan niyyetiyle soru sormayacağına dair allahü tealaya söz verdi. hazreti ali ona dedi ki, şunu bilmelisin ki, ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle buyurmuşdur: aliye radıyallahü anh ilmin onda dokuzu verilmişdir. onda birine de ortakdır. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh adlı kitabında şöyle yazmışdır: rum kayseri, emirül.evahidün nübüvve mü'minin hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliği zemanında çok müşkil sualler yazıp, cevablandırması için bir elçiyle gönderdi. bu hadise kitablarda uzun anlatılmışdır. hazreti ömer radıyallahü anh kayserin mektubunu okudu ve hazreti aliye gönderdi. hazreti ali okudukdan sonra, kalem ve kağıd istedi. soruların cevabını yazıp elçiye verdi. elçi, hazreti ömere, bu cevabları yazan kimdir, diye sordu. hazreti ömer radıyallahü anh da, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem amcasının oğlu, damadı ve dostudur, dedi. emirül mü'minin hazreti alinin radıyallahü anh hazır ve latif cevablarından biri şöyledir: bir gün yehudilerden bir gurub gelip: ey müslimanlar! siz peygamberinizin vefatından sonra ne yapdınız? birbirinize kılıç çekip, harb bile yapdınız, dediler. hazreti ali radıyallahü anh onlara: ey yehudiler, sizin ayaklarınız henüz denizden kurumamışdı ki, hazreti musaya aleyhisselam bize başkalarının ma'budları gibi ma'budlar bul dediniz, buyurdu. emirül mü'minin hazreti aliye radıyallahü anh dediler ki, hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin radıyallahü anhüma zemanlarında müslimanlar arasında fitne ve harbler olmadı. hazreti osmanın ve senin radıyallahü anhüma zemanında ise ızdırab, üzüntü, karışıklıklar ve harbler oldu. hazreti ali radıyallahü anh bu söze şöyle cevab verdi: hazreti ebu bekrin ve hazreti ömerin radıyallahü anhüma yardımcıları, hazreti osman ve ben radıyallahü anhüma idik. hazreti osmanın ve benim yardımcılarım ise sizler olduğunuzdan böyle oldu. hazreti ali radıyallahü anh fil vak'asından yedi sene sonra mekkede doğdu. ba'zıları o ka'bede doğdu demişlerdir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği bildirildiğinde, hazreti ali onbeş yaşında idi. ba'zıları onüç, ba'zıları on yaşında idi demişlerdir. dokuz yaşında idi diyenler de vardır. birinci rivayet sahihdir. ibni cevzi, kitabında hazreti alinin vefat etdiğinde yaşı hakkında dört rivayet vardır, bunlar altmış üç, altmış beş, elliyedi ve ellisekizdir, diye yazmışdır. emirül mü'minin hazreti osman radıyallahü anh, şehid edildikden üç gün sonra defn edildi. beş gün sonra ise halk hazreti alinin yanına gelip, halifeliği kabul etmesini istediler. zira o sırada halifeliğe ondan daha layık kimse yokdu. hazreti ali radıyallahü anh kabul etmemek için çok uğraşdı. ancak sonunda kabul etdi ve hazır bulunanlar ile bi'at yapdı. bi'at edenler arasında huzeyme bin sabit, ebül heysem bin tihan, muhammed bin müslim, ammar bin yaser, ebu musel eş'ari, abdüllah bin abbas radıyallahü anhüm ecma'in gibi daha nice kimseler vardı. hazreti talha ve hazreti zübeyr radıyallahü anhüma da bi'at etdiler. abdüllah bin ömer, sa'd bin ebi vakkas da ehli kıble ile savaşmağa katılmamaları kaydıyla bi'at etdiler. bu hususdaki hadisi şerifleri sebeb olarak gösterdiler. hasılı, hazreti alinin hilafeti bi'at ile gerçekleşdi. hal ve akd ehli, bu hususda ittifak etdiler. hazreti alinin radıyallahü anh vilayetinin ve kerametinin nihayeti yokdur. sahih rivayetlerle sabit olmuşdur ki, hazreti ali mubarek ayağını atının üzengisine koyarken kur'anı kerimi okumağa başlar, diğer ayağını koyarken veya bir rivayete göre de ata binip oturunca temamını hatm ederdi. esma binti umeys hazreti fatımanın radıyallahü anhüma şöyle anlatdığını rivayet etmişdir: zifafa girdiğim gece, aliden radıyallahü anh korkdum. çünki yer onunla konuşuyordu. sabahleyin bu hali resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem anlatdım. resulullah secde yapdı. bir müddet sonra mubarek başını kaldırdı ve bana şöyle buyurdu: sana müjdeler olsun ey fatıma! senin neslin çok temiz olacak. allahü teala kocanı diğer insanlardan daha faziletli kıldı. yeryüzüne, şarkdan garba her ne oluyorsa, ona haber vermesini emr eyledi, buyurdu. imamı fahreddin razi rahmetullahi aleyh inde şöyle yazmışdır: imamı alinin radıyallahü anh sevdiklerinden abdüllah esved adında bir kimse vardı. bir gün hırsızlık yapdı. hazreti alinin huzuruna getirdiler. sen mi, yapdın diye sordu. esved, evet dedi. bunun üzerine elini kesdi. esved dışarı çıkıp giderken, yolda selmanı farisiye ve ibni kevaye radıyallahü anhüma rastladı. ibni keva, elini kim kesdi diye sordu. esved, elimi mü'minlerin emiri, müslimanların reisi, resulullahın damadı ve betülün zevci kesdi, dedi. ibni keva, sen elini keseni medh mi ediyorsun, dedi. esved, nasıl medh etmeyeyim ki, benim elimi hak üzere kesdi ve beni cehennem ateşinden kurtardı, dedi. selmanı farisi radıyallahü anh esvedin bu sözlerini hazreti aliye anlatdı. hazreti ali, esvedi yanına çağırdı. kesilen elini bileğinin üzerine koydu ve bir mendil ile örtüp düa etdi. o sırada gökden bir ses işitdiler. hazreti ali radıyallahü anh örtdüğü mendilin kaldırılmasını emr etdi. kaldırıp bakdılar ki, esvedin eli allahü tealanın izniyle iyileşmiş, eskisi gibi olmuşdu. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh kufeye gitmişdi. birgün sabah namazını kıldıkdan sonra, bir kimseye falan yere git, orada bir mescid vardır. mescidin yanında bir ev vardır. o evde bir kadınla bir erkek münakaşa ediyorlar. onları buraya getir, dedi. o şahs gidip onları getirdi. hazreti ali onlara, bu gece çok çekişdiniz, dedi. o genç, ey mü'minlerin emiri, bu kadını nikahla aldım. ancak ne zeman yanına yaklaşmak istesem bana ondan bir nefret hasıl oldu. gücüm yetse onu yanımdan temamen uzaklaşdıracakdım. benimle çekişmeğe başladı. siz emr gönderip, bizi çağırıncaya kadar kavga ediyorduk, dedi. hazreti ali, ba'zı sözler vardır ki, herkesin işitmesi gerekmez, dedi. orada bulunan diğer kimseler dağıldılar. hazreti ali o kadına dönerek kocası olan genci gösterdi ve bunun kim olduğunu biliyor musun, dedi. kadın hayır, dedi. hazreti ali kadına, ben söyliyeyim. yalnız sen de inkar etme, dedi. sonra, sen falanın kızı falan değil misin, dedi. kadın evet, dedi. senin amcanın bir oğlu vardı. birbirinizi severdiniz. annen evlenmenize razı olmadı. sen bir gece helaya gitmek için dışarı çıkdın. amcanın oğlu seni tutdu ve yaklaşdı. ondan hamile kaldın. bu durumu annene söyledin. babandan gizledin. çocuğu doğuracağın zeman annen seni dışarı çıkardı. bir oğlan doğurdun. bir beze sarıp, insanların kazaı hacet yapdıkları bir dıvarın dibine bırakdın. bir köpek gelip çocuğu kokladı. sen bir taş atdın. taş çocuğun başına değip yardı. annen elbisesinden bir parça bez yırtıp, çocuğun başını sardı. çocuğu orada bırakıp gitdiniz. bir daha da görmediniz. kadın, evet ey mü'minlerin emiri öyle oldu. bunu benden ve annemden başka kimse bilmiyordu, dedi. hazreti ali sözlerine devam ederek şöyle dedi: o gün sabahleyin çocuğu falan kafile oradan alıp götürdüler. büyütüp terbiye etdiler. sonra o genç kafile ile kufeye gelip, seni nikah etdi. gence başını aç dedi. genç başını açınca, başında taş yarasının izi görüldü. kadına bu genç senin oğlundur. allahü teala sizi haram işlemekden korudu! haydi oğlunu al git, buyurdu. kufe halkı emirül mü'minin hazreti aliye, fırat nehrinin suyu taşdı, ekinlerimiz ziyan oldu. allahü tealaya düa ediniz de suyu biraz azalsın, dediler. hazreti ali evine girdi. halk kapısında bekliyordu. biraz sonra dışarı çıkdı. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hırkasını giymiş, cübbesini omuzuna almış, sarığını başına koymuş, asasını da eline almışdı. bir at istedi ve ata binip fırat nehrinin kenarına gitdi. halk da yaya olarak arkasından gitdiler. nehrin kenarına varınca atdan indi ve iki rek'at namaz kıldı. sonra asayı eline alıp, köprünün üzerine çıkdı. hazreti hasen ve hazreti hüseyn de radıyallahü anhüma yanında idi. asasıyla suya doğru işaret etdi. su biraz azaldı. bu kadar yeter mi buyurdu. halk, biraz daha azalsın, dediler. asasıyla ikinci def'a işaret etdi. su biraz azaldı. yine bu kadar yeter mi diye sordu. biraz daha azalmasını istediler. üçüncü def'a işaret etdi ve su biraz daha azaldı. halk, ey mü'minlerin emiri bu kadar yeter, dediler. cündeb bin abdüllah elezdi radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: cemel ve sıffin harblerinde hazreti ali radıyallahü anh ile beraberdim. hazreti alinin haklı olduğundan hiç şübhem yokdu. nehrevana varıp, orada konakladık. bu sırada içime bir şübhe düşdü. karşımızdakilerin hepsi kurra ve seçilmiş kimselerdir. onları katl etmek büyük bir işdir, diyordum. sabahleyin askerlerin arasından çıkdım. bir matara suyum vardı. bir yerde mızrağımı yere dikip, kalkanımı üzerine asdım. kalkanın gölgesinde oturdum. bir de bakdım ki, emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh çıka geldi. yanında hiç su var mı, dedi. mataramdaki suyu verdim. alıp uzak bir yere gitdi ve görünmez oldu. sonra göründü. abdest almışdı. gelip kalkanın gölgesine oturdu. o sırada atlı birisi geldi ve hazreti aliyi radıyallahü anh sordu. ya emirel mü'minin! bu atlı kimse sizi görmek istiyor, dedim. çağır gelsin, dedi. çağırdım. huzuruna gelip ya emirel mü'minin, muhalifler nehrevanı geçdiler ve suyu kesdiler, dedi. hazreti ali radıyallahü anh, imkansız geçmiş olamazlar, dedi. biz böyle konuşurken bir kişi daha çıkageldi. muhalifler suyu geçdiler, dedi. hazreti ali, geçmediler, dedi. o kimse vallahi ben, onların sancaklarını suyun öbür tarafında görmeden gelmedim, geçdiler, dedi. emirül mü'minin hazreti ali ise, vallahi geçmediler! nasıl geçerler ki, onların düşüp, kanlarının akacağı yer burasıdır, dedi. sonra beklemeğe başladı. ben de bekliyordum. kendi kendime, elhamdülillah elime bir ölçü geçdi. hazreti alinin radıyallahü anh halini bu ölçü ile anlarım. o ya yalancı bir bahadırdır veya onun allahü tealadan veya resulünden bildiği bir delili vardır, dedim. kendi kendime şöyle karar verdim. muhalifler suyu geçmişlerse, hazreti aliye karşı, geçmemişlerse muhaliflere karşı savaşayım, dedim. askerlerin arasından geçdim ve bakdım ki, muhalifler suyu geçememişler. bayrakları aynı yerde duruyordu. bu sırada hazreti ali radıyallahü anh sırtıma dokunup, haydi işinle meşgul ol, dedi. savaşmaya başlayıp, muhaliflerden birini öldürdüm. arkasından birini daha öldürdüm. birinin üzerine de atımı sürüp hücum etdim. onu yaraladım, o da beni yaraladı. ikimiz de yere düşdük. arkadaşlarım beni alıp götürmüşler. kendime geldiğimde muharebe bitmişdi. hazreti ali radıyallahü anh bir muharebeye başlayınca şöyle demişdi: karşı tarafın askerleri katl olunup, on kişiden az kalmadıkca buradan geçemezler! benim askerlerimden ise on kişiden az şehid olacakdır. savaşdan sonra muhaliflerden dokuz kişi sağ kalmışdı. hazreti alinin askerlerinden ise dokuz kişi şehid olmuşdu. emirül mü'minin hazreti ali bir kimseye; seni falan yerde falan hurma ağacının üzerine asacaklar, dedi. aynen söylediği gibi oldu. haccac bin yusüf, kumeyl bin ziyadı radıyallahü teala anh yanına çağırdı. kumeyl bin ziyad gitmeyip kaçdı. haccac onun akrabalarını ve yakınlarını bulundukları vazifelerden uzaklaşdırdı. bunun üzerine kumeyl bin ziyad, ben zaten yaşlandım. benim yüzümden yakınlarımı işlerinden mahrum etmesi doğru değildir diyerek, haccacın yanına geldi. haccac maksadım seni ele geçirmekdi, dedi. kumeyl bin ziyad haccaca, ben ihtiyarladım. bana istediğini yap, gideceğimiz yer allahü tealanın huzurudur. beni öldürürsen, senden hesab sorulacakdır. bana emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh, senin katilin haccac olacakdır diye söyledi, dedi. haccac, kumeyl bin ziyadın radıyallahü anh boynunu vurdurdu! haccac bir gün, ebu türabın ya'ni hazreti alinin radıyallahü anh eshabından birini öldürerek allahü tealaya yaklaşmak istiyorum. onunla en çok bulunup sohbet eden de kölesi kanberdir, dedi. kanberi radıyallahü anh yanına çağırtdı. gelince, kanber sen misin, diye sordu. evet benim, dedi. ali bin ebi talibin kulumusun , dedi. ben allahü tealanın kuluyum. emirül mü'minin ali radıyallahü anh velini'metimdir, dedi. haccac, onun yolundan döner misin diye sordu. kanber, onun yolundan, dininden efdal bir din göster, dedi. haccac, seni öldürmek istiyorum, ne şeklde öldürülmek istiyorsun söyle, dedi. kanber radıyallahü anh nasıl istersen öyle öldür. ben de kıyamet günü seni öldürürüm. zaten hazreti ali radıyallahü anh bana, ey kanber! seni zulmle öldüreceklerdir, buyurmuşdu, dedi. haccac emr etdi, kanberi radıyallahü anh öldürdüler. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh bera bin azibe radıyallahü anh, oğlum hüseyni radıyallahü anh şehid edeceklerdir. o zeman sen hayatda olacaksın. ona yardım etmeyeceksin, buyurdu. hazreti hüseyn radıyallahü anh şehid oldu. bera bin azib radıyallahü anh emirül mü'minin hazreti ali doğru söyledi. hazreti hüseyn şehid edildi. ben ona yardım etmedim, dedi. pişmanlık duydu. emirül mü'minin hazreti ali bir yolculuğunda kerbelaya uğradı. sağına soluna bakıp ağladı ve geçdi. burası onların develerinin çökdürüleceği yerdir ve katl olunacakları makamdır, dedi. yanında bulunan eshabı, ey emirel mü'minin! burası neresidir, diye sordular. burası kerbeladır. burada bir kavm öldürülecekdir. onlar hesabsız cennete gireceklerdir, buyurdu. o sırada bu sözün ma'nasını anlayamadılar. ancak kerbela vak'ası olup, hazreti hüseyn şehid edilince anlaşıldı. hazreti ali radıyallahü anh kufeden asker istemişdi. epeyce i'tirazlardan sonra gönderdiler. askerler gelmeden önce, hazreti ali radıyallahü anh oniki bin kişi geliyor buyurdu. eshabı kiramdan biri demişdir ki, askerlerin geçdikleri yere durdum. teker teker saydım. tam onikibin kişi idiler. sıffin harbine giderken, hazreti alinin radıyallahü anh askerlerinin bir konak yerinde suya ihtiyacı oldu. her ne kadar sağa sola koşuşdurdular ise de, su bulamadılar. hazreti ali, eshabını yoldan biraz sapdırdı. çölde bir kilise göründü. kilisede bulunanlardan su sordular. buradan iki fersah uzakda su var, dediler. eshabı, hazreti aliye, izn verirsen gidelim, herhalde takatımız tükenmeden suya ulaşırız, dediler. hazreti ali oraya gitmeğe lüzum yokdur, dedi. sonra katırını kıbleye doğru çevirdi. bir yere işaret ederek, burayı kazın buyurdu. biraz kazdılar, büyük bir taş çıkdı. taşı bir dürlü sökemediler. hazreti ali, su bu taşın altındadır. gayret edin kaldırın, dedi. çok uğraşdılar. fekat taşı kaldıramadılar. hazreti ali bu hali görünce katırından indi. kollarını sığadı. mubarek parmaklarını taşın altına sokdu, zorlayıp taşı kaldırdı ve uzağa atdı. oradan gayet saf, tatlı ve soğuk bir su çıkdı. o sudan içdiler. yanlarına da aldılar. hazreti ali o taşı tekrar yerine koydu ve üzerini toprakla örtün, buyurdu. orada bulunan kilisenin rahibi bu hali gördü. hemen kiliseden çıkıp, hazreti alinin huzuruna geldi. sen peygamber misin, dedi. hayır, ben mürsel peygamber muhammed mustafanın aleyhisselam halifesiyim, dedi. rahib, hazreti aliye, elini ver müsliman olayım, dedi. rahib, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulühü ve enneke vasıyyü resulühü, ya'ni senin de resulün vasisi olduğuna şehadet ederim diyerek müsliman oldu. hazreti ali radıyallahü anh rahibe, sen bu yaşa kadar kendi dininde yaşamışsın. şimdi ne sebeble bizim dinimize girdin, diye sordu. rahib: ey mü'minlerin emiri, bu kiliseyi, bu taşı kaldıracak kimse için yapmışlardır. biz kitablarımızda okuyorduk ve alimlerimizden duyuyorduk ki, burada bir çeşme vardır. üzerinde de bir taş vardır. o taşı ancak peygamber veya peygamberin vasisi kaldırabilir. bu taşı senin kaldırdığını görünce, arzuma kavuşdum ve senelerdir beklediğim şeyi buldum, dedi. hazreti ali radıyallahü anh bu sözleri işitince ağladı. gözlerinin yaşından sakalı ıslandı. sonra allahü tealaya hamd olsun ki, beni unutulmuşlardan eylemedi. kitabında zikr edilenlerden eyledi, buyurdu. o rahib, hazreti alinin ordusuna katılıp, şam ehline karşı çok savaşdı ve şehadet se'adetine erişdi. hazreti ali namazını kıldırdı ve allahü tealaya onun afvı için düa etdi. ondan bahs edilince, o benim dostumdur, buyururdu. habbei urni radıyallahü anh emirül mü'minin hazreti alinin radıyallahü anh eshabından idi. o şöyle anlatmışdır: hazreti mu'aviye radıyallahü anh ile yapılan harb günlerinde, emirül mü'minin hazreti ali bir kilisenin yanında konakladı. bir kişi gelip; esselamü aleyke ya emirel mü'minin, dedi. hazreti ali, ve aleykesselam, dedi. o kimse, ben şem'un bin yuhennayım. bu kilisenin sahibiyim. bizim yanımızda bir kitab vardır. isa aleyhisselamdan beri, miras olarak bize intikal etmişdir. isterseniz okuyayım, dedi. hazreti ali, oku, buyurdu. o kişi okumağa başladı. kitabda resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vasfı ve ümmetinin vasfları yazılıydı. sonunda da bu kilisenin yanında peygambere en yakın olan meşrık ehalisini dine, imana getiren ve garb ehalisiyle harb eden birisi konaklar. ona göre dünya, şiddetli fırtınalı bir günde rüzgarın savurduğu kumdan daha hafifdir. ona göre, allah yolunda ve onun muhabbetiyle ölmek, susamış kimsenin su içmesinden daha kolaydır. ona yardım eden, allahü tealanın rızasına kavuşur ve onun yanında savaşırken ölen şehid olur, diye yazılı idi. sonra o kimse dedi ki: o peygamber gönderildi. ben o peygambere iman etdim. sen gelip buraya konaklayınca huzuruna geldim ki, artık diri veya ölü hep seninle beraber olacağım. onun bu sözleri üzerine hazreti ali ve yanında bulunanlar ağlaşdılar. sonra hazreti ali: allahü tealaya hamd olsun ki, beni unutulanlardan eylemedi. kitabında zikr etdi, dedi. habbei urni sözlerine devamla şöyle anlatmışdır: hazreti ali bana, bu kimse seninle birlikde kalsın, dedi. kuşluk ve akşam yemeklerinde onu yanına çağırırdı. leyletülharirde, harbin şiddetli bir zemanında o kimse şehid oldu. hazreti ali radıyallahü anh namazını kıldırdı, kabre kendisi indirdi ve bu kimse ehli beyti seven bir kişidir, buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hudeybiye gününde, mekkeye doğru yola çıkdı. müslimanlar susadılar. hiçbir yerde su bulamadılar. resulullah cahfede konakladı. içinizden kim, birkaç kişiyle falan kuyuya gidip, kablara su doldurup bize getirebilir. allahın resulü onu cennet ile müjdeliyor buyurdu. bir kişi kalkıp ben giderim, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem suculardan birkaç kişi ile onu gönderdi. selemetübni ekva radıyallahü anh der ki, ben de onlarla beraberdim. o kuyuya yakın bir yere vardık. orada ağaçlar vardı. ağaçların arasından çok sesler işitdik ve hareketler gördük. odunsuz ateş görünüyordu. biz çok korkduk. ağaçlardan öteye geçmeğe cesaret edemedik. geri dönüp, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldik. onlar cinnilerden bir gurub idi, sizi korkutdular. eğer gitseydiniz önceden söylediğim gibi size hiç zararları dokunmazdı, buyurdu. bir kişi daha kalkıp, ben gideyim ya resulallah, dedi. o da sucular ile beraber gitdi. onlar da ağaçlık yere varınca korkup geri döndüler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: eğer gitseydiniz evvelce söylediğim gibi size hiç bir zarar gelmezdi, buyurdu. o sırada gece oldu. eshabı kiramın susuzluğu iyice artdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliyi radıyallahü anh huzuruna çağırdı. sucularla beraber gidip o kuyudan su getiriniz, buyurdu. selemetübni ekva şöyle anlatır: kablarımızı arkamıza asdık. kılıçlarımızı ellerimize aldık. hazreti ali önden gidiyor ve şu ma'nadaki şi'ri okuyordu: cinnilerin gürültülerinden ve korku salmak için gösterdikleri ateşden, korkarak geri dönmekden, rahman olan allahü tealaya sığınırım. ağaçlık yere varınca biz de sesler duyduk ve hareketler gördük. bizi korku kapladı. kendi kendimize, ali radıyallahü anh de o iki kimse gibi geri döner, diyorduk. hazreti ali bize dönüp, benim arkamdan yürüyünüz. gördüklerinizden korkmayınız. size onlardan zarar gelmez, dedi. ağaçların ortasında hiç odun yokken, büyük ateşler yanmağa başladı. bir takım kesilmiş başlar göründü. korkunç sesler çıkarıyorlardı. çok korkduk. hazreti ali radıyallahü anh o kesik başların arasına girdi. bize arkamdan geliniz, sağa sola bakmayınız ve hiç korkmayınız, dedi. arkasından ta'kib edib kuyuya vardık. bir kovamız vardı. bera bin malik radıyallahü anh bir iki kova su çekdi. sonra kovanın ipi kopup, kova kuyuya düşdü. kuyunun dibinden gülüşme ve kahkaha sesleri geldi. hazreti ali radıyallahü anh, kim gidip askerlerden bir kova daha getirir, dedi. hiç birimiz o ağaçların arasından geçmeğe cesaret edemeyiz, dediler. bunun üzerine hazreti ali radıyallahü anh beline bir ip bağlayıp, kuyuya indi. kuyudan kahkaha sesleri geliyor ve gitdikçe artıyordu. hazreti ali kuyunun yarısına kadar inince, ayağı kayıp kuyuya düşdü. kuyudan velvele sesleri geliyordu ve bir insanı boğazlarken çıkan sesler gibi sesler işitiliyordu. o sırada hazreti alinin sesi işitildi. allahü ekber! allahü ekber! ben allahın kulu ve resulullahın kardeşiyim! su kablarınızı aşağıya salın diyordu. su kablarını kuyuya saldık. hepsini su ile doldurdu. ağızlarını bağladı ve birer birer yukarı çıkardı. biz birer kab, hazreti ali iki kab su alıp, gitdik. ağaçların arasına gelince, önceki işitdiğimiz sesleri ve hareketleri hiç işitip görmedik. hiç biri yokdu. ağaçların arasından çıkmamıza az kalmışdı ki, heybetli bir ses işitdik. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ve hazreti aliyi radıyallahü anh medh eden beytler okuyordu. hazreti ali önümüzden gidiyordu ve şi'r söylüyordu. resulullahın huzuruna varınca, hazreti ali olanları birbir anlatdı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dönerken duyduğunuz ses, safa tepesinden putların şeytanı olan müs'ıri öldüren abdüllah adlı cinninin sesi idi, buyurdular. allahü teala, hazreti ali radıyallahü anh için güneşi iki kerre batdıkdan sonra geri gönderdi. birisi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zemanında, diğeri de vefatından sonra vuku' buldu. ümmü seleme, esma binti umeys, cabir bin abdüllah ve ebu sa'idilhudri radıyallahü anhüm ecma'in şöyle rivayet etmişlerdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün evinde hazreti alinin radıyallahü anh yanında oturuyordu. o sırada cebrail aleyhisselam vahy getirdi. vahyin ağırlığından resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını hazreti alinin dizine koydu. güneş batıncaya kadar o şeklde kaldı. hazreti ali ikindi namazını kılmamışdı. ima ile oturduğu yerde kıldı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını kaldırdı. ya ali, ikindi namazını kıldın mı, buyurdu. ya resulallah, oturduğum yerde ima ile kıldım, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düa et, allahü teala güneşi geri çevirsin, namazını vaktinde ve ayakda kıl, buyurdu. hazreti ali radıyallahü anh düa etdi. güneş geri geldi ve ikindi namazını vaktinde kıldı. esma binti ümeys radıyallahü anha şöyle demişdir: gurub vaktinde güneşden bıçkı sesi gibi bir ses duyuldu. bu hadise daha evvel geçmişdi. fekat iki rivayet farklı olduğundan burada tekrar zikr edildi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh babile giderken, fırat nehrini geçmek istedi. ikindi namazının vakti idi. kendisi ve eshabından bir kısmı ikindi namazını kıldılar. diğerleri hayvanlarını sudan geçirmekle meşgul oldular bu sırada güneş batdı. ikindi namazını kaçırdılar. bu konuda çok sözler söylediler. hazreti ali radıyallahü anh bu sözleri duyunca, güneşi geri getirmesi için allahü tealaya düa etdi. allahü teala düasını kabul edip, güneşi geri gönderdi. ikindi namazını kılmamış olanlar namazlarını kıldılar ve güneş tekrar batdı. o sırada güneşden korkunç bir ses geldi. eshab çok korkdular. tesbih, tehlil ve istigfar etmeğe başladılar. hazreti ali radıyallahü anh kendisinin haberlerini, hazreti mu'aviyeye radıyallahü anh götüren bir şahsa, niçin götürdün, dedi. o şahs inkar etdi. hazreti ali, yemin edermisin, dedi. o şahs yemin etdi. hazreti ali, eğer yalan yere yemin etdiysen, allahü teala senin gözünü kör etsin, dedi. aradan bir hafta geçmeden o şahsın gözleri kör oldu. bastonundan tutup çekerlerdi. asla yolunu göremezdi. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh adlı eserinde de bu hadiseye benzer bir hadiseyi şöyle nakl etmişdir: hazreti ali radıyallahü anh bir gün rahbede bir şahsa bir şey sordu. o şahs doğru söylemedi. hazreti ali, yalan söylüyorsun, buyurdu. o şahs hayır yalan söylemiyorum, dedi. hazreti ali, eğer yalan söylüyorsan sana beddüa edeyim, allahü teala seni kör eylesin mi, dedi. o da et, dedi. bunun üzerine hazreti ali ona beddüa eyledi. daha rahbeden çıkmadan gözleri kör oldu. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh, bir gün mescidde bulunanlara yemin vererek: kim resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem buyurduğunu işitdiyse, şahidlik etsin, dedi. oniki kişi şahidlik etdi. bir kimse resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu hadisi şerifi söylediği sohbetde bulunduğu halde şahidlik etmedi. hazreti ali radıyallahü anh ona ey falan, sen bu hadisi şerifi duyduğun halde niçin şehadet etmedin, diye sordu. o kimse ben ihtiyardım, unutdum, dedi. hazreti ali, ya rabbi eğer bu şahs yalan söylüyorsa, derisinde bir beyazlık meydana getir ki, sarığı o beyazlığı örtmesin, diye düa etdi. bu hadiseyi nakl eden kimse, vallahi o şahsı gördüm, iki gözünün arasında bir beyazlık meydana gelmişdi, demişdir. zeyd bin erkam radıyallahü anh demişdir ki: o gün ben de o meclisde veya böyle bir meclisde idim. ben de o hadisi şerifi işitenlerden idim. fekat onu gizledim, şahidlik etmedim. allahü teala benim gözlerimin nurunu giderdi. demişlerdir ki, zeyd bin erkam radıyallahü anh şahidlik etmediğinden dolayı daima pişman olup, allahü tealadan magfiret dilerdi. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh bir gün minbere çıkdı ve şöyle buyurdu: ben allahın kuluyum. resulullahın kardeşi ve varisiyim. cennetdeki kadınların seyyidesini nikah eden benim. benden başka bu da'vada bulunana allahü teala bir musibet versin! o meclisde bulunan bir kimse, ben allahın kuluyum ve resulullahın kardeşiyim diyen bir kimsenin sözü kimseye hoş gelmez. buna kim inanır, dedi. daha yerinden kalkmadan, aklını kaybedip, delirdi. orada bulunanlar, daha önce buna böyle birşey olmuş mu, idi diye sordular. kavmi hayır olmadı, dediler. o kimsenin hazreti ali hakkında kötü düşünmesi sebebiyle böyle olduğunu herkes anladı. sıffin harbinde bir gün emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh, ey eba müslim neredesin, diye nida eyledi. hazreti alinin oğlu muhammed bin hanefiyye radıyallahü anh: babacığım, ebu müslim arka saflardadır, dedi. hazreti ali, ey oğlum, ebu müslim havlaniyi kasdetmiyorum. ben bu ordunun kumandanı olacak olan ebu müslimi kasdediyorum. o meşrik tarafından siyah bayraklarla çıkar, çok harb eder. allahü teala onun vasıtasıyla dinini yayar. dinin yayılmasında onunla birlikde olanlara ve zalimlerin başlarının aşağıda olmasına gayret gösterenlere müjdeler olsun, buyurdu. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü teala anh, kufe halkından muhammed bin ebi bekre radıyallahü anh yardım etmelerini istedi. fekat kabul etmediler. hazreti ali radıyallahü anh, ya rabbi! bunlara öyle birini musallat et ki, bunlara hiç acımasın, diye düa etdi. bir rivayetde ise bunlara sakifden birini musallat et, demişdir. o gece haccac doğdu. haccac kufe halkına çok eziyyet etmişdir. hazreti mu'aviye radıyallahü anh bir gün, ne olurdu ne zeman vefat edeceğimizi bilseydik, dedi. yanında bulunanlar biz bunu bilemeyiz, dediler. hazreti mu'aviye radıyallahü anh ben bunu aliden radıyallahü anh öğrenirim. çünki, onun ağzından çıkan söz hakdır, dedi. i'timad etdiği kimselerden üç kişi çağırdı. onlara kufeye gidiniz. kufeye bir konak kalınca, birbirinizin arkasından aralıklı olarak kufeye giriniz. benim vefat etdiğimi söyleyiniz. yalnız, hastalığım, vefat zemanım, kabrimin yeri ve namazımı kimin kıldırdığı hakkında hepiniz aynı şeyi söyleyiniz, dedi. o üç kişi yola çıkdılar. kufeye bir konak kalınca, önce birisi gitdi. nereden geliyorsun, dediler. şamdan geliyorum, dedi. şamda ne haberler vardır, diye sordular. hazreti mu'aviye radıyallahü anh vefat etdi, dedi. onu hazreti alinin radıyallahü anh huzuruna götürdüler. hazreti ali onun söylediklerine i'tibar etmedi. ikinci gün diğer kimse kufeye girdi. ona da önceki kişiye sordukları şeyleri sordular. o da birinci kimsenin söylediklerini söyledi. bu haberi yine hazreti aliye iletdiler. fekat o iltifat etmedi. üçüncü günde, üçüncü şahs kufeye girdi. o da öncekilerin söylediği şeylerin aynısını söyleyince, hazreti mu'aviyenin radıyallahü anh vefat etdiğine kimsenin şübhesi kalmadı. hazreti ali radıyallahü anh ise, hayır o vefat etmedi, dedi. mubarek başını göstererek, bunun kanıyla yüzüm kana bulanmadıkca mu'aviye radıyallahü anh vefat etmez, buyurdu. o üç kişi bu haberi hazreti mu'aviyeye iletdiler. hazreti mu'aviye kendisinin hazreti aliden sonra vefat edeceğini anladı ve öyle oldu. hazreti ali radıyallahü anh bir hutbesinde bağdad vak'asına işaret ederek; sanki ben, beni abbasdan birisinin kurbanlık yerine getirilen develerin tepelendiği gibi, tepelendiğini görüyor gibiyim, dedi. dinleyenler, buna mani' olmak mümkin değil mi, dediler. yazık o kimseye ki, bu gün allahü tealanın emrini bırakıp, dünyaya dalmış ve zarara uğramışdır, dedi. sonra o hutbesinde: eğer istesem o kimselerin ismlerini, künyelerini ve sıfatlarını, katl olunacakları yeri haber verebilirim, buyurdu. hazreti ali radıyallahü anh bir hutbesinde de, kendisinin katili olan abdürrahman bin mülceme işaret ederek, kendisinin katili olacağını söylemişdir. bir def'asında abdürrahman bin mülcemi kufe mescidinde gördü ve şu ma'nadaki beyti okudu: hazırlan ölüme, o gelmekdedir sana, başlama feryada, ölüm gelince sana. sonra ibni mülcemi yanına çağırdı ve ona senin cahiliyyet zemanında veya çocukluğunda hiç lakabın varmı idi, diye sordu. bilmiyorum, dedi. sana ey şaki veya ey salihin kısır devesi diyen, yehudi bir süt annen varmı idi, dedi. ibni mülcem vardı, dedi. hazreti ali başka birşey söylemeyip, susdu. hazreti ali radıyallahü anh bir gün şöyle buyurdu: dün gece resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. ya resulallah! ümmetinden bana ulaşan bu mihnetler ve husumetler nedir, dedim. onların üzerine düa et, buyurdu. ya rabbi! bana onlardan iyi karşılık ver ve onların üzerine benden kötüsünü musallat eyle, diye düa etdim. o gün düası kabul olunup şehid edildi. hazreti hüseyn radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: babam emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh vefat edince, bir ses işitdik. bu allahın kulunu bize bırakınız, siz dışarı çıkınız, diyordu. biz dışarı çıkdık. evin içinden bir ses duyduk. muhammed sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdi. onun vasisi de şehid oldu. bundan sonra bu ümmeti kim koruyacakdır, diyordu. birisi cevab verip: kim onun yolundan gider ve onun ahlakı ile ahlaklanırsa, bu ümmetin koruyucusu o olur, diyordu. sonra sesler kesildi. eve girdik. hazreti aliyi radıyallahü anh yıkanmış ve kefenlenmiş bulduk. namazını kılıp defn etdik. hazreti ali radıyallahü anh oğulları hazreti hasene ve hazreti hüseyne radıyallahü anhüma şöyle vasıyyet etmişdi. vefat etdiğim zeman beni bir seririn üzerine koyup, gazbin tarafına götürünüz. orada beyaz bir taş bulacaksınız. o taşdan nur yayıldığını görürsünüz. orayı kazınız. hazırlanmış bir mekan bulacaksınız. beni oraya defn ediniz. söylediği şeyler aynen görüldü ve vasıyyeti yerine getirildi. hazreti alinin radıyallahü anh kabrini yerle aynı seviyede örtmüşlerdi. harun reşid bir gün avlanırken, gazbin tarafına gitmişdi. ceylanlar gazbin tarafına kaçıp gizlendiler. her ne kadar avcı doğan kuşlarını ve av köpeklerini oraya gönderdilerse de, ceylanlara yaklaşamayıp, geri geldiler. bunun sebebini gazbindeki ba'zı ihtiyarlara sordular. ihtiyarlar, dedelerimizden hazreti alinin radıyallahü anh kabrinin burada olduğunu duyduk, dediler. harun reşid bunu duyunca kabul etdi. hayatda olduğu müddetce her sene gelip ziyaret etdi. hazreti aliye radıyallahü anh muhalif olanların uğradıkları musibetlerden bir kısmını imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh kitabında şöyle yazmışdır: firas bin amr, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem zemanında baş ağrısına tutuldu. resulullah onun iki gözü arasına dokundu. mubarek parmaklarının dokunduğu yerden kirpi kılı gibi bir kıl çıkdı. baş ağrısı kesildi. hariciler, hazreti aliye radıyallahü anh karşı harekete geçdikle.evahidün nübüvve rinde, firas bin amr hariciler tarafını tutdu. başındaki o kıl düşdü ve şiddetli baş ağrısı başladı. bu işin başına gelmesi hazreti aliye radıyallahü anh karşı hücum etdiğindendir, dediler. firas bin amr radıyallahü anh tevbe etdi. başında o kıl tekrar çıkdı ve baş ağrısı kesildi. salih bir kimse şöyle anlatmışdır: bir gece rü'yamda kıyamet kopmuş ve bütün insanları hesaba çekmek üzere topladıklarını gördüm. sırat köprüsüne doğru gidip, sıratı geçdim. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem kevser havuzunun yanında gördüm. hazreti hasen ve hazreti hüseyn radıyallahü anhüma da insanlara su dağıtıyorlardı. bana da su vermeleri için yanlarına gitdim. bana su vermediler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem sana su vermek istemezler, buyurdu. niçin ya resulallah dedim. senin bir komşun var. aliye radıyallahü anh la'net eder ve kötü sözler söyler ve sen ona mani' olmazsın, buyurdu. ya resulallah! bende ona mani' olacak kuvvet yokdur, beni öldürmesinden korkarım, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana bir bıçak verdi ve git onu öldür, buyurdu. rü'yamda gidip o komşuyu öldürdüm. geri dönüp, ya resulallah, emrinizi yerine getirdim, dedim. o zeman resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti hasene dönerek: ya hasen, buna su ver, buyurdu. hazreti hasen bana su verdi. su kasesini elinden aldım. fekat içip içmediğimi hatırlamıyorum. sonra uykudan uyandım. abdest alıp sabaha kadar namaz kıldım. sabahleyin birkaç kişi aralarında falan kimseyi bu gece yatağında öldürmüşler diye konuşuyorlardı. hakimin adamları gelip komşulardan birkaç suçsuz kimseyi yakalayıp götürdüler. ben kendi kendime, sübhanallah! bu nasıl rü'ya idi ki hakikat oldu diyordum. sonra hakime gidip, o adamı ben öldürdüm. yakaladığınız kimseler suçsuzdur, dedim. hakim, sen ne söylüyorsun, diye şaşırdı. ben rü'ya gördüm. allahü teala o rü'yayı hakikat yapdı. benim günahım nedir diyerek, hakime rü'yamı anlatdım. hakim bana allahü teala sana hayrlı mükafatlar versin. sen de suçsuzsun, yakaladıklarımız da suçsuzdur, dedi. ali bin zeyd radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: sa'id bin müseyyib radıyallahü anh bana bir şahsı gösterdi. git o şahsı gör, dedi. sen halini söyle, ben onu görürüm, dedim. o öyle bir şahsdır ki, resulullahın eshabından hazreti ali ve hazreti osman radıyallahü anhüma hakkında uygun olmayan sözler söylüyor, dedi. ben allahü tealaya münacat edip, ya rabbi, eğer hazreti osmanın ve hazreti alinin radıyallahü anhüma senin yanında kıymetleri ve i'tibarları varsa, bana bir nişan göster, dedim. o şahsın yüzü siyah oldu. medinede bir şahs vardı. hazreti ali radıyallahü anh hakkında kötü sözler söylerdi. sa'd bin malik radıyallahü anh ona beddüa etdi. o şahs devesini mescidin dışına bağlayıp, mescide girerek, cema'atin arasına oturmuşdu. devesi yerinden sıçrayıp mescide girdi. o şahsı göğsünün altına alıp, o kadar ezdi ki adam öldü. ebu abdüllah muhammed bin kayyım cevziyye adlı eserinde, ibni ebiddünyanın , kitabından nakl etmişdir. o da kureyşli bir ihtiyardan rivayet etmişdir: o ihtiyar şöyle anlatmışdır: şamda yüzünün bir tarafı siyah bir adam gördüm. o tarafını daima bir şeyle örterdi. yüzünün neden böyle olduğunu sordum. halimi her sorana anlatacağıma dair allahü tealaya söz verdim, dedi ve anlatmağa başladı. ben hazreti ali radıyallahü anh hakkında çok kötü sözler söylerdim. bir gece rü'yamda, bir kişi gelip, sen benim hakkımda kötü sözler mi söylüyorsun diyerek, yüzümün bir tarafına bir şey vurdu. sabahleyin yüzümün o tarafının siyah olduğunu gördüm. hüseyn bin ali radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: medine valisi ibrahim bin hişam elmahzumi, her cum'a bizi minber etrafında toplar ve hazreti ali radıyallahü anh hakkında yakışmayan sözler söylerdi. yine bir cum'a günü mescid dolu idi. ben minberin yanında oturuyordum. uyumuşdum. rü'yamda resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrinin açıldığını gördüm. bana, ey ebu abdüllah! bu şahsın sözlerine üzülmüyormusun buyurdu. evet üzülüyorum, dedim. gözlerini aç bak, allahü teala ona ne yapacak buyurdu. gözlerimi açdım, yine hazreti ali radıyallahü anh hakkında uygunsuz sözler söylüyordu. birdenbire minberden düşüp öldü. imamı hasen bin ali radıyallahü anhüma emirül mü'minin hazreti hasen bin ali radıyallahü anhüma oniki imamın ikincisidir. künyesi ebu muhammeddir. lakabı taki ve seyyiddir. hicretin üçüncü senesinde ramezanı şerif ayının ortasında medinede doğdu. ismi şerifini cebrail aleyhisselam cennet ipeklerinden bir ipeğe sarılı olarak resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hediyye getirmişdir. esma binti umeys radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: hazreti hasenin ve hazreti hüseynin radıyallahü anhüma ebesi ben idim. hazreti hasen doğunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem teşrif etdi. oğlumu getir ya esma buyurdu. onu resulullaha verdim. sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okudu. hazreti aliye radıyallahü anh oğlumun adını ne koydun, diye sordular. hazreti ali, ya resulallah, onun ismini koymakda sizin önünüze geçmem, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ben de oğluma ism vermekde rabbimden öne geçmem, buyurdu. o sırada hemen cebrail aleyhisselam geldi. ya resulallah! allahü teala sana selam ediyor ve senin sallallahü aleyhi ve sellem ile alinin radıyallahü anh, musa aleyhisselam ile harun aleyhisselam gibi olduğunuzu buyurdu. oğlunun adını harunun aleyhisselam oğlunun adı gibi koy. onun adı şenberdir. ma'nası arabide hasen demekdir, dedi. bir sene sonra hazreti hüseyn radıyallahü anh doğunca, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem yine teşrif etdiler. hazreti hüseyni radıyallahü anh kendilerine verdim. onu yere koyup ağlamağa başladılar. niçin ağlıyorsunuz ya resulallah, dedim. bu oğlumu zalim bir kavm şehid edeceklerdir. fatımaya söyleme, buyurdu. hazreti aliye radıyallahü anh oğlumun adını ne koydun diye sordu. yine hazreti hasenin radıyallahü anh isminin konmasında olduğu gibi karşılıklı konuşdular. cebrail aleyhisselam geldi. ya muhammed aleyhisselam, oğlunun adını harunun aleyhisselam diğer oğlunun adından koy, onun adı şenberre idi. arabide hüseyn demekdir, dedi. hazreti hüseyn radıyallahü anh ayaklarından göğsüne kadar resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çok benzerdi. hazreti hasen de radıyallahü anh göğsünden başına kadar resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çok benzerdi. bir gün hazreti ebu bekr radıyallahü anh hazreti haseni radıyallahü anh omuzuna kadar kaldırdı. yemin ederek, aliye radıyallahü anh değil, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem benziyor, dedi. hazreti ali radıyallahü anh de tebessüm etdi. hazreti hasen radıyallahü anh yaya olarak yirmibeş kerre hac yapdı. gençler onun binek hayvanını yanında çekip götürürlerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gün minbere çıkmışdı. hazreti hasen de radıyallahü anh kucağında idi. bir cema'ate bakıyor, bir de hazreti hasene bakıyordu: bu benim oğlum seyyiddir. allahü teala yakında bunun vasıtasıyla iki müsliman askerinin arasını barışdırır buyurdu. hazreti mu'aviye radıyallahü anh, hazreti hasenin radıyallahü anh müslimanlar arasında fitne çıkmasına asla razı olmadığını, fitne çıkmamasını canı gönülden istediğini biliyordu. hazreti ali radıyallahü anh şehid olunca, hazreti mu'aviye radıyallahü anh hazreti hasen radıyallahü anh ile gizlice anlaşdı. eğer başına bir iş gelirse, kendisinden sonra hazreti hasenin radıyallahü anh halife olması için sözleşdi. hazreti hasen radıyallahü anh hutbeye çıkıp: ey müslimanlar! ben hiçbir zeman fitneyi sevmem! bugün mu'aviye radıyallahü anh ile sulh yapdım. bu işi, ya'ni halifeliği ona bırakdım. eğer hakkı ise, hakkı ona ulaşdı. eğer halifelik benim hakkım ise, ümmeti muhammedin aleyhisselam salahı, iyiliği için hakkımı ona bağışladım. ey mu'aviye radıyallahü anh! allahü teala sende bildiği bir hayr için veya gördüğü bir şer için seni vali yapmışdır. allahü teala , belki bu ceza va'dinin uzaması sizin için bir beladır ve bir zemana kadar sizi faidelendirmek içindir buyurdu, dedi ve minberden indi. orada bulunanlardan birisi hazreti hasene radıyallahü anh, ey müslimanların yüz karası, mu'aviye radıyallahü anh ile bi'at mı etdin, malı ona mı bırakdın, dedi. hazreti hasen radıyallahü anh şöyle buyurdu: allahü teala beni ümeyye sultanlarının saltanatını resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gösterdi. onların birbiri ardınca kendinin minberine çıkdığını görünce, bu iş resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem güç geldi. bunun üzerine allahü teala , ve biz kur'anı sana kadr gecesinde indirdik. kadr gecesi bin aydan daha hayrlıdır. buyurulan ayeti kerimeleri gönderdi, dedi. bin aydan murad, beni ümeyyenin saltanat müddetidir. beni ümeyye sultanlarının saltanatı bin ay sürdü. bu hadiseyi nakl eden ravi şöyle demişdir: onların saltanat müddetini hesab etdim. seksen üç sene dört ay olmakdadır. hazreti hasen radıyallahü anh halifeliği hazreti mu'aviyeye bırakınca, hazreti mu'aviye radıyallahü anh: ey eba muhammed. halifeliği bana bırakmakla hiç kimsenin yapamayacağı bir civanmerdlik yapdın, dedi. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gece hasen bin ali radıyallahü anhüma, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda idi. resulullah onu pek ziyade severdi. ona haydi annene git, buyurdu. ben götüreyim, dedim. resulullah, hayır sen gitme, buyurdu. o sırada gökden ani bir şimşek parladı. hazreti hasen radıyallahü anh o şimşeğin ışığında yürüyüp, annesinin evine gitdi. hazreti hasen radıyallahü anh bir hac mevsiminde yaya olarak mekkeye gidiyordu. mubarek ayakları şişdi. kölesi, efendim ayağınızın şişi ininceye kadar hayvana binseniz, dedi. kabul etmedi ve ilerdeki konak yerinde siyah bir kimse göreceksin. yanında bir mikdar yağ vardır. o yağı ondan münakaşa etmeden satın al, buyurdu. kölesi, anam babam sana feda olsun. hiç bir konak yerinde öyle birisini görmedik ki, onda böyle bir şey bulunsun. burada nasıl olacakdır, dedi. bir konak yerine vardılar. orada siyah bir kimse göründü. işte söylediğim kimse budur. git, ondan yağ satın al, parasını da ver, buyurdu. kölesi o kimsenin yanına gidip yağ istedi. o kimse bu yağı kimin için alıyorsun, diye sordu. hasen bin ali radıyallahü anh için alıyorum, dedi. siyah kimse, beni onun yanına götür, ben onun kölesiyim, dedi. o şahs hazreti hasenin radıyallahü anh huzuruna gelince, ben senin kölenim, para istemem, yalnız hanımım doğum sancısı çekiyor, sağlam ve sıhhatli bir oğlan doğurması için düa buyur, dedi. hazreti hasen radıyallahü anh ona, evine git, allahü teala sana istediğin gibi bir oğlan çocuğu verdi, buyurdu. o şahs evine gitdi ve kusursuz bir oğlunun dünyaya gelmiş olduğunu gördü. hazreti hasen radıyallahü anh bir gün zübeyrin evladlarından biri ile radıyallahü anhüm yolculuğa çıkdılar. yolculuk sırasında, kurumuş bir hurma bağçesinde konakladılar. hazreti hasen radıyallahü anh için bir hurma ağacının altına minder serdiler. bir ağacın altına da zübeyr radıyallahü anh evladı için minder serdiler. hazreti zübeyrin evladı, bu ağaçlarda hurma olsaydı da yiseydik, dedi. hazreti hasen radıyallahü anh taze hurma mı istersin, dedi. evet diye cevab verdi. bunun üzerine hazreti hasen radıyallahü anh ellerini kaldırıp düa etdi. dudakları kıpırdıyordu. fekat ne söylediği anlaşılmıyordu. o sırada bir hurma ağacı birden bire yeşerip, yapraklandı ve taze hurmalar verdi. orada onlarla birlikde bulunan bir deveci, bu sihrdir, dedi. hazreti hasen radıyallahü anh, bu sihr değildir. peygamberin oğlunun kabul olunan düasıyla vaki' olmuşdur, buyurdu. orada bulunanlar o hurmalardan yiyip doydular. hazreti hasenin radıyallahü anh menkıbeleri, ilmi, ibadeti, cömerdliği, mürüvveti ve diğer üstün ahlakı, şefkati çok yazılmış olup, sahih rivayetler ile bildirilmişdir. burada kısaca yazıldı. hazreti haseni radıyallahü anh zehrleyerek şehid etmişlerdir. vefat edeceği sırada, hazreti hüseyn radıyallahü anh başucunda idi. ey kardeşim, seni zehrleyenin kim olduğundan şübheleniyorsun, dedi. hazreti hasen, onu öldürmek için mi soruyorsun, dedi. hazreti hüseyn radıyallahü anh, evet, dedi. hazreti hasen, eğer bir kimseden şübheleniyorsam, allahü teala ona herkesden şiddetli ceza verir. eğer şübhelendiğim bir kimse yoksa, günahsız bir kimsenin benim için öldürülmesini istemem, dedi. onu hanımı ca'denin zehrlediği meşhurdur. vefatı hicretin ellinci senesinde rebi'ülevvel ayının ilk günlerindedir. imamı hüseyn bin ali radıyallahü anhüma hazreti hüseyn radıyallahü anh oniki imamın üçüncüsü ve imamların atasıdır. künyesi ebu abdüllahdır. lakabları, şehid ve seyyiddir. hicretin dördüncü senesinde şa'ban ayının dördünde, salı günü, medinede doğdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem onun ismini hüseyn radıyallahü anh koydu. bu hususdan daha önce bahsedilmişdi. hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek yüzünde öyle bir nur parlardı ki, karanlık bir gecede bir yere otursa, mubarek alnından ve yüzünden parlayan nurun aydınlığında, yolu görürlerdi. mubarek göğsünden ayaklarına kadar olan kısmı, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem tam benzerdi. nitekim hazreti hasenin de radıyallahü anh mubarek göğsünden başına kadar olan kısmı resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem benzerdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle nakl etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem her sabah namazını kıldıkdan sonra, mubarek yüzünü eshabı kirama radıyallahü anhüm ecma'in çevirirdi. mubarek yüzünü gören herkesin gamı, üzüntüsü gider, mesrur olurlardı. bir gün sabah namazından sonra, mubarek yüzünü dönmedi ve hazreti aliyi radıyallahü anh çağırdı. ikisi birlikde mescidden çıkıp gitdiler. eshabı kiram nereye ve niçin gitdiklerini anlayamadılar. ikisi birlikde hazreti fatımanın evine gitdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya ali, sen kapıda dur, gelenlerin içeri girmelerine mani' ol buyurdu. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem içeri girdi. o sırada hazreti hüseyn doğmuşdu. melekler tebrik etmek için geldiler. hazreti ebu bekr radıyallahü anh duramayıp, hazreti alinin evine gitdi. kapıya gelip, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem nerededir, dedi. hazreti ali içerdedir deyince, müsaade et, ben de gireyim, dedi. resulullah meşguldür, dedi. benim için de içeri girmesin diye sana emr etdi mi, diye sorunca, hazreti ali hayır, yalnız dörtyüz yirmi dört bin melek geldi, dedi. hazreti ebu bekr bu söze hayret edip, beklemeğe başladı. sonra hazreti ömer geldi. hazreti ali ona da aynı şeyleri söyledi. daha sonra hazreti osman ve diğer eshabı kiram radıyallahü anhüm ecma'in geldiler. hazreti ali onlara da aynı şeyleri söyledi. bir müddet sonra resulullah sallallahü aleyhi ve sellem dışarı çıkdı ve hazreti aliye bütün eshabı içeri almasını emr buyurdu. önce hazreti ebu bekr ve sonra bütün eshabı kiram içeri girdiler. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem, selam verdiler. hazreti alinin, meleklerin sayısı hakkında söylediği sözden bahsetdiler. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti aliye meleklerin sayısını nasıl bildin, diye sordu. hazreti ali radıyallahü anh melekler gurub gurub geliyorlardı. her biri bir dil ile konuşuyordu ve sayılarını bildiriyorlardı, dedi. resulullah: allahü teala aklını ziyade eylesin ya ali buyurdu. ibni abbas radıyallahü anhüma şöyle rivayet etmişdir: bir gün eshabı kiramdan radıyallahü anhüm ecma'in bir cema'at ile resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda oturuyorduk. bir kişi gelip, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem bir elma verdi. resulullah elmayı mubarek elinde tutuyordu. hazreti hasen ve hazreti hüseyn radıyallahü anhüma orada idiler. elmaya bakıyorlardı. resulullah elmayı birine verip, diğerini mahzun etmek istemedi. o sırada cebrail aleyhisselam gelip, ya muhammed aleyhisselam, emr et güreşsinler, hangisi galib gelirse elmayı ona verirsin, dedi. resulullah, güreşmelerini emr etdi ve güreşmeğe başladılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tut ya hasen diyordu. ben dedim ki, ya resulallah, hasene mi tut diyorsunuz? işte cebrail aleyhisselam da, hüseyne tut diyor, buyurdu. bir rivayete göre de hazreti fatıma da orada bulunuyordu. ya resulallah, büyüğüne mi, yoksa küçüğüne mi tut diyorsunuz, dedi. işte cebrail aleyhisselam hüseyne diyor buyurdu. güreş uzadı ve birbirlerine galib gelemediler. cebrail aleyhisselam cennetden bir elma daha getirdi. ikisine birer elma verip, onları sevindirdiler. rivayet olundu ki, bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cebrail aleyhisselama, göklerden buraya nasıl geliyorsun diye sordu. kanadımın altında bir düa vardır. onda hasen ve hüseyn yazılıdır. bu iki ismden kuvvet alırım, dedi. birgün hazreti hüseyn radıyallahü anh, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında idi. annesine gitmek istedi. hava yağmurlu idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem düa etdi. hazreti hüseyn evine varıncaya kadar yağmur kesildi. birgün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılıyordu. kulağına bir çocuk ağlaması geldi. namazını çabuk bitirip dışarı çıkdı. sebebini sordular. bir çocuk ağlaması duydum. onu hüseyn zan etdim, buyurdu. sonra allahım, hüseyni ağlatanı afv etme buyurdu. ümmü haris radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: bir gün resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gitdim. ya resulallah! bir rü'ya gördüm, korkdum, dedim. ne gördün, buyurdu. senin mubarek vücudundan bir parça kesdiler, benim yanıma eklediler, dedim. iyi görmüşsün. fatımanın bir oğlu doğacak ve senin yanında kalacakdır, buyurdu. bir müddet sonra hazreti hüseyn radıyallahü anh doğdu. rivayet edilir ki, bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hazreti hüseyni sağ dizine, oğlu hazreti ibrahimi de sol dizine aldı. cebrail aleyhisselam gelip, allahü teala bu ikisini birlikde sana bırakmayacak, birini alacakdır. sen birini seç, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, eğer hüseyn vefat ederse, onun ayrılığından benim canım yandığı gibi, alinin ve fatımanın canları yanar. eğer ibrahim giderse, en çok ben üzülürüm. kendi üzüntümü onların üzüntüsüne tercih ediyorum, buyurdu. üç gün sonra hazreti ibrahim vefat etdi. hazreti hüseyn radıyallahü anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına her gelişinde, hoş geldin, ey kendisi için oğlum ibrahimi feda etdiğim kimse, buyururdu. ümmü seleme radıyallahü anha şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir gece benim evimde idi. dışarı çıkdı ve uzunca bir müddet sonra geri geldi. mubarek saçları dağılmış ve tozlara bulanmışdı. mubarek elinde bir şey tutuyordu. ya resulullah! bu ne haldir ki, sizi böyle görüyorum, dedim. bu gece beni, ırakda hüseynin ve evladlarından bir gurubun şehid edileceği kerbela denilen bir yere götürdüler. onların kanını topladım, elimde tutduğum odur, buyurdu. mubarek elindekini bana verdi ve bunu sakla, buyurdu. onu aldım, kırmızı renkli bir toprak idi. bir şişeye doldurup, ağzını sıkıca kapatdım. hazreti hüseyn radıyallahü anh ırak seferine çıkınca, her gün o şişeyi çıkarır, bakardım ve ağlardım. muharrem ayının onuncu günü sabahleyin bakdım, şişedeki toprak taze kan olmuşdu. hazreti hüseyni şehid etdiklerini anladım ve çok ağladım. fekat düşmanlar karışıklık çıkarmasınlar diye kendimi zabtetdim. şehadet haberi geldi. o gün şehid edilmiş. hicretin altmışbirinci senesi muharrem ayının onunda, aşure günü, cumartesi günü idi. hazreti hüseyn radıyallahü anh elliyedi sene beş ay yaşadı. hazreti aişe radıyallahü anha anlatmışdır: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cebrail aleyhisselam ile beraber idiler. hazreti hüseyn radıyallahü anh içeri girdi. cebrail aleyhisselam, bu kimdir, diye sordu. resulullah, oğlumdur deyip onu bağrına basdı. cebrail aleyhisselam, bunun şehid olması yakındır, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bunu kim şehid edecekdir, diye sordu. cebrail aleyhisselam; senin ümmetin şehid edecek. istersen nerede şehid edileceğini sana haber vereyim, dedi. kerbela tarafına işaret edip, bir mikdar kızıl toprak aldı. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem gösterip, bu toprak şehid edileceği yerin toprağıdır, dedi. imamı zeynel'abidin rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: hazreti hüseyn radıyallahü anh kufeye giderken, yolda her konakladığımız yerde, yahya bin zekeriyyadan aleyhimesselam bahsederdi. bir gün şöyle buyurdu: dünyanın aşağılığından ve kıymetsizliğinden biri de, hazreti yahyanın aleyhisselam mubarek başını, beni israilden değersiz bir kadına hediyye götürmeleridir! sa'id bin cübeyr radıyallahü anh ibni abbasdan radıyallahü anhüma şöyle rivayet etmişdir: resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem allahü tealadan şöyle bir vahy geldi. yahya bin zekeriyyanın aleyhimesselam katlinden dolayı, yetmişbin kimse helak eyledim. senin oğlun için, iki kerre yetmiş bin kimse helak eyleyeceğim. hazreti hüseynin radıyallahü anh katillerinden ve onların arkadaşlarından bir belaya düşmeden ve rezil olmadan ölen yokdur. abdülmelik bin umeyr şöyle anlatmışdır: ubeydullah bin ziyadı kufede bir köşkde otururken gördüm. emirül mü'minin hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başı önünde idi! sonra ubeydullah bin ziyadın kesilmiş başını muhtarın önünde gördüm. muhtarın başını, zübeyrin oğlu mus'abın önünde, mus'abın başını da abdülmelik bin mervanın önünde gördüm. bu hadiselerin hepsi kısa bir zemanda, bir asr içinde vuku' buldu. i'timad olunan kimselerden biri şöyle anlatmışdır: ubeydullah bin ziyadın ve arkadaşlarının kesilmiş başlarını kufe mescidine getirip koydular. ben de orada idim. orada bulunanlar, geldi! geldi! diye bağrışdılar. bir de bakdım, bir yılan geldi. başların arasında dolaşdı ve ubeydüllah bin ziyadın burnunun deliğinden içeri girdi. biraz durdukdan sonra çıkdı ve kayboldu. sonra insanlar yine, geldi! geldi! diye bağrışdılar. o yılan tekrar geldi. önceki gibi yapdı. bu hal def'alarca tekrarlandı. nakl edilmişdir ki, şemr bin zilcuş, hazreti hüseynin radıyallahü anh yükleri arasında bir mikdar altın bulup aldı. bir kısmını kızına zinet yapdırmak için bir kuyumcuya verdi. kuyumcu altını ateşe koyunca, altın eriyip yok oldu. şemr bunu duyunca, kuyumcuyu yanına çağırıp geri kalan altını da verip, gözü önünde ateşe koymasını istedi. kuyumcu o altını da ateşe koyunca, yine eriyip yok oldu. hiçbir şey kalmadı. nakl edilmişdir ki, hazreti hüseynin radıyallahü anh bir kaç devesini, o bedbaht kimseler kesip pişirmişlerdi. o kadar acı olmuşdu ki, hiçbiri bir lokma yiyemediler. vahib radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başını taşıyan deveyi de kesdiler. eti, meşhur acı sabr otundan daha acı olmuşdu. eti ateşe atıp yakdılar. i'timad edilir kimselerden biri şöyle anlatmışdır: tay kabilesinden birine sordum. cinnilerin hazreti hüseyn radıyallahü anh için feryad ederek ağlaşdıklarını duymuşsunuz, öyle mi? evet bu kabileden herkes duymuşdur. kime sorsan sana anlatır, dedi. ben senden duymak istiyorum, dedim. onlar şöyle diyorlardı diyerek, şu ma'nada söyledi. resulullahın okşadığı alnının nuruyla aydınlanır her yer, babası alidir, dedesi her dededen üstün ve hayrlıdır. hazreti hüseyni radıyallahü anh şehid eden bedbahtlardan biri, medinede hutbeye çıkarak, güya müjde veriyordu. o gece medinede bir ses işitildi. fekat sesin sahibi görülmüyordu ve şu ma'nadaki şi'ri söylüyordu: ey hüseyni şehid eden cahil katiller, ibret olsun size, azab ile müjdelenenler. gökdekiler size beddüa ederler, her zümre, bütün nebiler ve melekler. ey davüd nebi lisanıyla la'netlenenler, isa bin meryem de size beddüa eder. rum diyarı gazilerinden biri şöyle demişdir. rum ehalisinin kiliselerinden birinde şu ma'nada beyti yazılı gördüm. nasıl umarlar şehid edenler hüseyni, yevmi kıyametde dedesinden şefa'ati. o beyti gören gazi demişdir ki, bunu kim yazdı diye sordum, bilmiyoruz dediler. bu fakir bu beyti şöyle bir nazire yazarak terceme etmişdir: yevmi ceza şefa'atciden nice umar, onlar yapdılar aline bu vechle eza. kevser şerabını ne yüzle diler şu kim, susuz elinde katl ola evladı murtaza. zeyd bin erkam radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: ibni ziyad, hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başını getirtip, kufenin bütün mahallelerinde dolaşdırılmasını emr etmişdi. ben evimin penceresinden bakıyordum. benim hizama gelince mubarek başından işitdim ki, meali şerifi, olan kehf suresinin dokuzuncu ayeti kerimesini okuyordu. bunu işitince, tüylerim ürperdi. vallahi bu senin başındır ey resulullahın oğlu! senin işin çok acaibdir, diye bağırdım. rivayet edilmişdir ki, ma'mer ve zühri rahimehümallah abdülmelikin meclisinde idiler. velid onlara, hazreti hüseynin şehid edildiği gün, kudüsün taşları ne halde idi, hanginiz bilir, diye sordu. zühri rahmetullahi aleyh, bana şöyle haber ulaşdı diyerek anlatdı: kaldırdıkları her taşın altında taze kan görmüşler. biri de şöyle anlatmışdır: hazreti hüseynin şehid edildiği gün kan yağdı. her şeyimiz kana bulandı. gökyüzü bize günlerce kan renginde göründü. abdüllah bin abbasdan radıyallahü anhüma şöyle rivayet edilmişdir: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğinin bildirilmesinden üçyüz sene önce, dört yüzünde yazı olan, bir taş bulundu. bir yüzünde şöyle yazılmışdı: nasıl umarlar, şehid edenler hüseyni, yevmi kıyametde dedesinden şefa'ati. bir yüzünde ise; hayr ekerse bir kimse, sürur biçer yazılı idi. bir yüzünde; şer eken, pişmanlık biçer yazılı idi. bir yüzünde de; şübhesiz ki, cennetde ali, hasen ve hüseyn radıyallahü anhüm için sütden bir nehr vardır yazılı idi. muhammed bin riyah şöyle anlatmışdır: bir ama gördüm. insanlar etrafında toplanmışlar, gözlerinin kör olmasının sebebini anlamak istiyorlardı. o ama kimse şöyle anlatdı. biz on arkadaş hazreti hüseynin radıyallahü anh şehid edildiği gün beraberdik. fekat ben ona asla ok atmadım ve kılıç çekmedim ve şehid edilmesine razı değildim. hazreti hüseyn radıyallahü anh şehid edildikden sonra, eve gelip, yatsı namazını kıldım ve yatdım. rü'yamda bir adam gördüm. yanıma gelip kalk, muhammed aleyhisselama cevab ver, dedi. onunla benim aramda birşey yok dediysem de, beni tutup, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna götürdü. resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. bir sahrada üzüntülü halde oturuyordu. huzurunda da elinde ateşden kılıç bulunan bir melek duruyordu. huzuruna yaklaşıp selam verdim. selamıma cevab vermediler. uzun müddet durdukdan sonra, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem mubarek başını kaldırdı ve bana, benim hurmetimi düşürdün, izzetimi öldürdün ve hakkıma riayet etmedin buyurdu. ben, ya resulallah! ben ona ok atmadım ve bir şey yapmadım, dedim. evet, doğru söylüyorsun. fekat katillerin arasında idin, buyurdu. sonra, yaklaş, gel buyurdu. yaklaşdım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem önünde bir leğen vardı. içi kan ile dolu idi. bu oğlum hüseynin kanıdır, buyurdu. o kandan gözlerime sürdü. uyandığımda gözlerimin nuru gitmiş, görmez olmuşdum! yunüs bin yahya babasından, o da dedesinden şöyle rivayet etmişdir: mekkede bir kişi gördüm. uzvları eğri büğrü olmuşdu. ey insanlar! beni evladı muhammede sallallahü aleyhi ve sellem götürün, diyordu. bir kaç kişi yanına gidip, ne istiyorsun, dediler. ben falan kimseyim, dedi. hayır yalan söylüyorsun, bahsetdiğin kimsenin azaları sağlam ve güzel yüzlüdür. senin yüzün siyah, azaların bozuk dediler. vallahi ben falan kimseyim, anlatayım, dinleyiniz, dedi ve şöyle anlatdı: ben hazreti hüseynin devecisi idim. bir yerde konaklamışdık. hazreti hüseyn radıyallahü anh hacet için bir yerde oturduğunda, gözüm acem padişahının kızı şehri banu ile evlendiklerinde hediyye gelen bir kemere takıldı. isteyecekdim. fekat heybetinden çekinip isteyemedim. kerbelaya geldik. o musibet meydana geldi, onu şehid etdiler. şehidlerin cesetlerini bırakıp gitmişlerdi. kufeye dönüyorduk. birden aklıma o kemer geldi. geri dönüp, şehidlerin bulunduğu yere gitdim. hazreti hüseynin mubarek başı kesilmiş, kanlar içinde yatıyordu. kemerini çözüp almak istedim. sağ elini kaldırıp bana bir darbe vurdu ki, azalarım birbirinden ayrıldığını zan etdim. sonra mubarek eliyle tutdu. ayağımı mubarek göğsüne koyup, kemeri çok çekdim ise de parmakları açılmadı. o zeman bıçağımı çıkarıp, mubarek parmaklarını kesdim. sonra sol eliyle tutdu. onu da kesdim. bu sırada karşıdan birkaç atlının geldiğini gördüm. burnuma çok hoş kokular geliyordu. onları gördüm: dedim. gelenler şehidler arasında sağ olan varmı diye araşdırıyorlardı. ben kendimi yere atdım ve korkudan bir hoş oldum. önden birisi geliyor ve ben muhammed resulullahım sallallahü aleyhi ve sellem diyordu. arkasından birisi ben hamza bin abdülmuttalibim diyordu. biri de ben ca'feri tayyarım, başka birisi ben ali bin ebu talibim, bir diğeri ben hasen bin aliyim, bir diğeri de ben fatımatüzzehrayım diyordu. hepsi gelip hazreti hüseyn için ağlaşdılar. ey sevgili oğlumuz ve gözümüzün nuru, senin kesilmiş başına mı, ellerine mi, yaralı bedenine mi, yoksa esir olmuş evladına mı ağlayalım. seni şehid etdilerse, ellerini niçin kesdiler, diyorlardı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, sevgili oğlumun başını getirin, buyurdu. o anda hazreti hüseynin radıyallahü anh başını ellerinde gördüm. mubarek başı bedeninin üzerine koydu. hazreti hüseynin doğrulup, oturduğunu gördüm. resulullah onu kucakladı, ağladı ve ey oğlum, seni aç ve susuz şehid etmişler, sana yemek ve su verselerdi, allahü teala da onları açlık ve susuzluk gününde doyurur ve su verirdi, buyurdu. sonra ya hüseyn, seni şehid edeni biliyorum, fekat ellerini kim kesdi buyurdu. hazreti hüseyn radıyallahü anh beni göstererek, işte şu öldürülenler arasında gizlenen kişi kesdi, dedi. bana dedi ki, kalk ya şaki. resulullaha sallallahü teala aleyhi ve sellem cevab ver. ben de kalkıp huzuruna vardım. ey allahın düşmanı, niçin.evahidün nübüvve benim sevgili oğlumun elini kesdin, buyurdu. ya resulallah, ben onu şehid etmeğe uğraşmadım, dedim. parmaklarını kesmek daha kötüdür, buyurdu. sonra bana ey allahın düşmanı, allahü teala şeklini değişdirsin, diye düa etdi. ondan sonra azalarımı değişmiş buldum, dedi. bunları dinleyenler o kimseye la'net etdiler. vakıdi rahmetullahi aleyh şöyle bildirmişdir: mel'un şimir, hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başını kesdikden sonra, bir torbaya koyup evine getirdi. torbayı yere koyup, üzerine bir dağarcık koydu. hanımı gece dışarı çıkdığında, o dağarcıkdan bir nurun göklere yükseldiğini gördü. yanına yaklaşınca altından bir ses işitdi. hemen kocası şimirin yanına gidip, durumu anlatdı ve onun altında ne vardır diye sordu. şimir mel'unu, bir haricinin başıdır. yezide götürüyorum, bana çok mal verir, dedi. hanımı, adı nedir, diye sordu. hüseyn bin alidir deyince, kadın bir çığlık atdı ve bayılıp düşdü. kendine geldiğinde, kocasına, ey mecusiden daha kötü kimse! allahdan korkmadın mı? resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem kabrinde incitdin. alemlerin seyyidinin göz nurunun başını kesdin, dedi. sonra ağlayarak, şimirin yanından çıkdı. şimir uyuyunca, hazreti hüseynin mubarek başını alıp öpdü ve odasına götürdü. başka kadınları da çağırdı. kapıları kapatıp ağlaşdılar. gece ilerleyince, kadını uyku basdırıp, uyudu. rü'yasında evinin yarıldığını ve her tarafı bir nurun kapladığını gördü. bir beyaz bulut içinde iki hatun geldi. hazreti hüseynin başını alıp ağlaşdılar. bu iki hatun, hazreti hadice ve hazreti fatımadır radıyallahü anhüma dediler. sonra yüzü ay gibi parlayan bir kimse geldi. bu, muhammed aleyhisselamdır, dediler. sağ tarafında hazreti hamza, ca'feri tayyar ve diğer eshabı kiram vardı. ağlaşdılar ve hazreti hüseynin başını öpdüler. hazreti hadice ve hazreti fatıma şimirin hanımının yanına gelip, senin bizim üzerimizde hakkın çokdur. ne istersin, dediler. eğer kabul ederseniz, cennetde sizinle birlikde olayım, dedi. allahü teala işlerini ıslah etsin, seni bekliyoruz, dediler. şimirin hanımı uyanıp, rü'yasını oradaki kadınlara anlatdı. sabahleyin kocası şimir gelip, hazreti hüseynin mubarek başını istedi. hanımı vermedi. artık seninle yaşayamam, beni boşa dedi. şimir onu boşadı. fekat mubarek başı yine vermedi. ölürüm de yine vermem, dedi. şimir kadını öldürdü ve hazreti hüseynin mubarek başını aldı. hazreti hüseyn, hicretin altmışbirinci senesinde muharrem ayının onunda ve cum'a gününde şehid edildi. ehli imamlarından bir kısmı anlatıldı. diğerleri her ne kadar resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem görmediler ise de, o altın silsilenin kerametlerini ve üstün hallerini, dedelerinden sonra anlatmak lazımdır. alimler, arifler ve ehli yakin, izzetleri ve şerefleri sebebiyle onlara altın silsile adını vermişlerdir. oniki imamın menkıbeleri anlatıldıkdan sonra, eshabı kiramın ba'zılarının menkıbeleri bildirilecekdir. imamı zeynel'abidin ali bin hüseyn radıyallahü anh hazreti hüseynin radıyallahü anh oğludur. oniki imamın dördüncüsüdür. ismi ali, künyesi ebu muhammed ve ebül hasendir. lakabları seccad ve zeynel'abidindir. hicretin otuzüçüncü senesinde medinede doğdu. annesi şehri banu o devrin acem padişahının kızıdır ve nuşi revanı adilin evladındandır. son sasani hükümdarı yezdecerdin kızıdır. kitabının. sahifesine bakınız! imamı zeynel'abidinin vefatı, hicretin doksandördüncü senesinde muharrem ayının onsekizindedir. hicri doksanbeş senesinde vefat etdiği de söylenmişdir. kendisine zeynel'abidin denilmesinin sebebi şudur: bir gece teheccüd namazı kılıyordu. şeytan ejderha şekline girip, kendisini meşgul etmek istedi. hiç aldırış etmeyince, ayak parmağını ısırdı. parmağı çok acıdığı halde, namazını bozmadı. allahü teala ejderhanın şeytan olduğunu keşf ile bildirince, ona vurarak, uzak ol ey mel'un dedi. şeytan uzaklaşıp gitdi. ibadetini temamlamak için kalkınca görmediği birisi üç def'a, sen zeynel'abidinsin, ya'ni ibadet edenlerin süsüsün diye seslendi. her abdest aldığında benzi sararır, vücudu titremeğe başlardı. bu halin sebebini sorduklarında kimin huzuruna çıkacağımı biliyor musunuz, buyururdu. bir gün evinde namaz kılarken, evi yanmağa başladı. secdede idi. ey resulullahın torunu, yangın çıkdı, yangın çıkdı, diye bağrışdılar. başını secdeden hiç kaldırmadı. sonunda ateş söndü. sizin bu ateşe aldırmamanızın sebebi ve onu size fark etdirmeyen şey nedir diye sordular. ahıret ateşini, cehennem ateşini düşünmekdir, buyurdu. kerametleri ve harikaları çokdur. zühri rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: halife abdülmelik bin mervanın emriyle, zeynel'abidin ali bin hüseynin radıyallahü anh ayaklarını ağır bendlerle, ellerini ve boynunu da zincirlerle bağlamışlardı. başına da nöbetçiler koymuşlardı. onu görmek için izn istedim. selam verip vedalaşayım, dedim. izn verdiler. huzuruna girdim. bir çadır içinde idi. onu o vaziyyetde görünce ağladım. keşke senin yerine ben olsaydım da, sen selamet üzere olsaydın, dedim. ey zühri, sen beni bu bağlarla bağlı ve huzursuz mu zan edersin! istesem bu bağlardan kurtulurum. fekat sana ve senin gibilere de böyle bir eziyyet yapıldığında, allahü tealanın azabı hatırlanırsa, bunlar kolay gelir, buyurdu. sonra ellerini ve ayaklarını zincirlerden kurtardı ve ben bu bağlarla iki konakdan fazla gitmeden kurtulacağım dedi. aradan dört gün geçdi. bir de bakdım ki, onu gözetlemek için vazifelendirilen bekçiler, medinenin dört bir tarafında dolaşarak onu arıyorlardı. o bekçilerden ba'zıları şöyle anlatdılar. biz bir yerde konakladık ve hepimiz onun etrafını sarıp, sabaha kadar hiç uyumadan gözetledik. sabahleyin onu mahmilin içinde göremedik. zühri sözlerine devamla şöyle anlatmışdır. sonra abdülmelik bin mervanın yanına gitdim. bana zeynel'abidini radıyallahü anh sordu. bildiklerimi anlatdım. abdülmelik bin mervan dedi ki: zeynel'abidin ali bin hüseyni buraya yanıma getirdiler. bana, benimle senin aranda ne olmuşdur, dedi. ben yanımda ikamet et dedim. burada ikamet etmem, dedi ve çıkıp gitdi. onun korkusundan ve heybetinden birşey söyliyemedim. zühri rahmetullahi aleyh ondan bahsederken ağlardı ve o zeynel'abidindir, derdi. i'timad edilir kimselerden bir zat şöyle anlatmışdır: bir gün zeynel'abidin ali bin hüseynin radıyallahü anhüma evine gitdim. kapısına varınca, seslenip çağırayım diye durdum. dışarı çıkdı. selam verdim, selamımı aldı. bir dıvarın dibine gitdik. bana bu dıvarı görüyor musun dedi. evet görüyorum deyince, şöyle anlatdı: bir gün bu dıvarın dibinde yaslanmış oturuyordum. karşıma güzel yüzlü ve güzel elbiseli biri geldi. bana bakdı ve ey ali bin hüseyn, seni üzüntülü görüyorum. eğer üzüntün dünya için ise, rızk hazırdır. iyi kötü herkes rızkını yiyecekdir, dedi. hayır, dünya için üzülmüyorum. dünya söylediğin gibidir, dedim. eğer üzüntün ahıret için ise, o da hakiki bir va'ddır ve allahü teala orada hükmedecekdir, dedi. üzüntüm ahıret için de değildir. ahıret de söylediğin gibidir, dedim. o halde ne için üzülüyorsun, dedi. zübeyrin oğlunun fitnesinden korkuyorum, dedim. ey ali, hiçbir kimseyi gördün mü ki, o allahü tealadan korkdu da, allahü teala onun işine kifayet etmedi, dedi. hayır dedim. sonra o zat gözden kayboldu. bana o zatın hızır aleyhisselam olduğunu ve doğru söylediğini bildirdiler. yukardaki hadiseyi bildiren zat, yine şöyle anlatmışdır: bir gün zeynel'abidinin radıyallahü anh yanına gitmişdim. bir gurub serçe kuşu gelip etrafımıza kondular ve kalkdılar. bana bu serçeciklerin ne söylediklerini biliyor musun, dedi. hayır bilmiyorum, dedim. rızklarını veren allahü tealadan, bugünkü rızklarını istiyorlar, buyurdu. bir gece baki' kabristanı tarafından, ey dünyaya kıymet vermeyip, ahırete rağbet edenler diye bir ses duyuldu. fekat söyliyeni kimse görmedi. bu söz zeynel'abidin radıyallahü anh için idi. bir gün zeynel'abidin radıyallahü anh evladları ve hizmetcilerinden bir gurubla sahraya çıkmışlardı. sabah kahvaltısı hazırladılar. bir ceylan gelip yanlarında durdu. zeynel'abidin radıyallahü anh ceylana seslenip, ben ali bin hüseyn bin ali bin ebi talibim. annem resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kızı hazreti fatımadır radıyallahü anha. gel bizimle biraz yemek yi, dedi. ceylan geldi, onlarla yidi. sonra ayrılıp gitdi. hizmetcilerinden biri ceylanı yine çağır gelsin, dedi. ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, çağırayım, dedi. hepsi dokunmayacağına söz verdiler. yine önceki gibi söyliyerek ceylanı çağırdı. ceylan gelip onlarla yimeğe başladı. sofrada bulunanlardan biri, elini ceylanın üzerine dokundurdu. ceylan ürküp gitdi. zeynel'abidin rahmetullahi aleyh söylediğimi tutmaz ve sözünüzde durmazsanız, sizinle konuşmam, buyurdu. birgün bir deve yolda yürümekde gevşeklik edip, yürümüyordu. zeynel'abidin radıyallahü anh onu çökdürdü. kamçısı ve asasını göstererek, çabuk yürü, yoksa bunlarla seni döverim, dedi. ondan sonra deve hızlı yürümeğe başladı ve bir daha tenbellik yapmadı. birgün sahrada oturuyorlardı. bir ceylan yanlarına gelip, ayaklarını yere vurarak, bir takım sesler çıkardı. imamı zeynel'abidine ceylan ne söylüyor diye sordular. dedi ki: dün bir kureyşli bu ceylanın yavrusunu tutmuş. dünden beri yavruma süt vermedim, diyor. o kureyşliyi çağırdılar. bu ceylanın yavrusunu tutmuşsun. dünden beri süt emzirememiş. o yavruyu getir sütünü versin. yavru yine senin olsun, dedi. kureyşli ceylanın yavrusunu getirdi. ceylan yavrusunu emzirdi. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh o kimseden ceylanın yavrusunu bağışlamasını istedi. o da serbest bırakdı. ceylan yavrusu ile birlikde sesler çıkararak gitdi. oradakiler, ceylan ne söylüyor diye sordular. allahü teala size iyilikler ve hayrlar versin, diye düa ediyor, buyurdu. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh vefat edeceği gece, oğlu muhammed bakırdan radıyallahü anh abdest almak için su istedi. suyu getirdiler. bu suyun içinde hayvan ölmüşdür, dedi. mum ışığında dikkatle bakdılar. suyun içinde bir fare ölüsü vardı. tekrar su getirdiler. abdest aldı ve artık vefatım yakındır buyurarak, vasıyyetini yapdı. imamı zeynel'abidinin radıyallahü anh bir devesi vardı. ona binip mekkeye gitdi. vurmağa hiç lüzum kalmadığı için, kamçısı palanda asılı dururdu. medineye döndükden sonra, imamı zeynel'abidin vefat etdi. o devesi kabrine gelerek göğsünü kabrin üzerine koyup inledi. imamı muhammed bakır radıyallahü anh deveye, allahü teala sana bereketler versin, kalk, dedi. deve kalkmadı. bunun üzerine, kalkması için uğraşmayın, deve burada ölecek buyurdu. üç gün sonra deve orada öldü. hazreti hüseyn radıyallahü anh şehid edildikden sonra, muhammed bin hanefiyye radıyallahü anh, imamı zeynel'abidinin radıyallahü anh yanına gelip, ben senin amcanım, yaşım senden büyükdür. imamete senden daha çok layıkım. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem silahını bana ver, dedi. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh, amcacığım, allahü tealadan kork, hakkın olmayan bir şeyi isteme, dedi. ısrar edince de, bir hakime gidelim, dedi. muhammed bin hanefiyye radıyallahü anh o hakim kimdir diye sordu. hacerülesveddir, dedi. beraberce hacerülesvedin yanına gitdiler. ey amca, imamete kimin layık olduğunu sor, dedi. muhammed bin hanefiyye radıyallahü anh sordu. hiç cevab gelmedi. imamı zeynel'abidin radıyallahü anh ellerini kaldırıp, hacerülesvedi dile getirmesi için allahü tealaya düa etdi. sonra hacerülesvede hitab ederek, hazreti hüseynden radıyallahü anh sonra imamete kimin layık olduğunu söyle dedi. hacerülesved dile gelip, açık bir ifade ile, hazreti hüseynden radıyallahü anh sonra imamet zeynel'abidinin hakkıdır, dedi. ka'beyi tavaf sırasında bir erkekle bir kadının elleri hacerülesvede yapışdı. ne kadar uğraşdılarsa da ellerini ayıramadılar. o sırada imamı zeynel'abidin radıyallahü anh oraya geldi. mubarek elini onlara dokundurdu. derhal elleri kurtuldu ve yollarına gitdiler. abdülmelik bin mervan, haccaca: abdülmuttalib oğullarını öldürmekden sakın. ebu süfyanın akrabası bu hususda aşırı gitmişlerdi. onların saltanatı çabuk bitdi diye bir mektub yazarak gizlice gönderdi. bu durum imamı zeynel'abidine radıyallahü anh ma'lum oldu ve abdülmelik bin mervana: falan gün falan saatde haccaca şöyle bir mektub yazdın. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana yapdığın bu işin allahü tealanın rızasına sebeb olduğunu, mülkünü sende sabit kıldığını ve senin padişahlık zemanının biraz daha uzadığını haber verdi diye bir mektub yazdı. mektubu bir hizmetcisine verip kendi devesiyle gönderdi. abdülmelik bin mervan mektubu alıp mektubdaki tarih ile kendi mektubunun tarihinin aynı olduğunu görünce, bildirilenin doğru olduğuna inandı. deveye götürebileceği kadar hediyyeler yükleyip, imamı zeynel'abidine radıyallahü anh gönderdi. minhal bin amr şöyle anlatmışdır: hacca gitmişdim. zeynel'abidin ali bin hüseyne radıyallahü anh uğradım. bana huzeyme bin kahil elesediyi sordu. ben kufede iken hayatda idi dedim. ellerini kaldırıp, allahım! huzeymeye demirin ve ateşin hararetini taddır diye düa etdi. kufeye döndüm. muhtar bin ebi ubeyd daha önce yola çıkmışdı. onunla eskiden dostluğum vardı. ona yetişdim. beraber yola devam etdik. yolda bir yerde durdu. birini bekliyordu. o sırada huzeymeyi getirdiler. muhtar bin ebi ubeyd, allahü tealaya hamd olsun ki seni elde etdim, dedi. sonra bir cellat çağırdı. emr etdi, huzeymenin ellerini ve ayaklarını kesdiler. ateş yakmalarını istedi. bir yük kamış getirerek yakıp, huzeymeyi ateşin içine atdılar. o habis yandı. bu hali görünce, sübhanallah, dedim. muhtar bana, neden böyle söyledin, diye sordu. zeynel'abidinin radıyallahü anh düasını söyledim. sen bunu kendin duydun mu? diye sordu. evet duydum, dedim. muhtar hemen iki rek'at namaz kıldı ve uzun secde yapdı. sonra kalkdı. sonra birlikde yola devam etdik. bizim evin önünden geçerken muhtar bin ebi ubeyde buyur bizde yemek yiyelim, dedim. bana, ey minhal, hem allahü tealanın, zeynel'abidin ali bin hüseynin radıyallahü anh düasını kabul buyurduğunu söylüyorsun, hem de yemek yiyelim diyorsun. bu gün onun şükranesi olarak oruc tutdum, dedi. imamı muhammed bakır radıyallahü anh imamı zeynel'abidinin radıyallahü anh oğludur. oniki imamın beşincisidir. ismi muhammeddir. künyesi ebu ca'ferdir. lakabı bakırdır. derin ilmler sahibi olması sebebiyle bu lakab verilmişdir. annesi hazreti hasenin radıyallahü anh kızı fatımadır. hicretin elli yedinci senesinde, hazreti hüseynin radıyallahü anh şehid edilmesinden üç sene önce safer ayının üçünde cum'a günü medinede doğdu. hicretin yüzondördünde medinede vefat etdi. kabri şerifi, baki' kabristanında ecdadının kabrleri yanındadır. imamı muhammed bakır radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir gün cabir bin abdüllahın radıyallahü anh evine gitdim. içeri girip selam verdim. selamımı aldı. gözleri görmez olmuşdu. bana kimsin diye sordu. zeynel'abidinin oğlu muhammedim, dedim. ey oğlum, yanıma yaklaş, dedi. yaklaşdım, elimi tutup öpdü. ayağımı da öpmek için eğildi, geri çekdim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sana selamı var, dedi. bu nasıl olur diye sordum. şöyle dedi: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana, ey cabir, sen benim oğullarımdan muhammed bin ali bin hüseyni görünceye kadar yaşayacaksın. allahü teala ona nur ve hikmet vermişdir. ona benden selam söyle. başka bir rivayetde ise, sen hüseynin oğullarından din ilmlerinde derin alim olan muhammed bakırı görünceye kadar yaşayacaksın. ona benden selam söyle buyurdu, dedi. cabir bin abdüllah radıyallahü anh onunla görüşdükden bir kaç gün sonra vefat etdi. güvenilir kimselerden bir zat şöyle anlatmışdır: muhammed bakır radıyallahü anh ile halife hişam bin abdülmelikin evine uğradık. bu ev harab olacak ve toprağı da buradan nakl edilecek, taşlar açıkda kalacakdır, dedi. o zeman muhammed bakırın radıyallahü anh bu sözüne hayret edip, hişamın evini kim yıkabilir diye düşünmüşdüm. hişam vefat etdikden sonra oğlu velid, o evin yıkılması için emr verdi. toprağını başka yere taşıdılar. taşların açıkda kaldığını gördüm. yine aynı şahs şöyle anlatmışdır: muhammed bakır radıyallahü anh ile beraberdik. zeyd bin ali radıyallahü anh yanımıza uğradı ve sonra ayrılıp gitdi. muhammed bakır radıyallahü anh onun için şöyle dedi: bunu şehid edip başını dolaşdırırlar ve buraya getirip bir kamışın üzerine dikerler. ben yine hayret etmişdim. çünki, medinede kamış yokdu. daha sonra zeydin mubarek başını getirdiklerini ve bir de kamış getirdiklerini gördüm. imamı muhammed bakırın oğlu imamı ca'feri sadık radıyallahü anhüma şöyle anlatmışdır: babam bana, ben vefat etdiğim zeman beni sen yıka. çünki, imamı, imamdan başkası yıkayamaz diye vasıyyet etdi. ayrıca kardeşin abdüllah da imamlık da'vasında bulunacakdır. ona karışma. çünki, ömrü kısa olacakdır, buyurdu. babam vefat edince cenazesini yıkadım. kardeşim abdüllah imamlık da'vasında bulundu. fekat, babamın bildirdiği gibi ömrü kısa sürdü. feyz bin matar şöyle anlatmışdır: mahmil üzerinde nasıl namaz kılınacağını sormak için, imamı muhammed bakırın radıyallahü anh huzuruna gitdim. henüz ben birşey söylemeden, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem binek hayvanı ne tarafa giderse gitsin üzerinde namaz kılardı, buyurdu. bir zat şöyle anlatmışdır: bir gün imamı muhammed bakırın radıyallahü anh huzuruna girmek için izn istedim. içerde kardeşlerinden birkaç kişi vardır. biraz bekle, buyurdu. biraz sonra huzurundan oniki kişi çıkdı. dar elbiseler giymişlerdi. selam verip geçdiler. sonra ben içeri girdim. huzurundan çıkanları tanımadığımı ve kim olduklarını sordum. bunlar cinnilerden olan kardeşlerinizdir. sizin gelip, haram ve halalden sorduğunuz gibi, onlar da gelip soruyorlar, buyurdu. muhammed bakır hazretlerinin oğlu ca'feri sadık radıyallahü anhüma şöyle demişdir: bir gün babam, ömrümden beş seneden fazla kalmadı, buyurmuşdu. vefat edince hesabladım. tam beş sene geçmişdi. bir zat şöyle anlatmışdır: imamı muhammed bakır radıyallahü anh ile beraber mekke ile medine arasında yolda idik. o katıra binmişdi. ben de bir merkebe binmişdim. bir ara dağdan aşağı bir kurd geldi, yaklaşdı ve iki ayağını katırın eğerine koyarak birşeyler söyledi. muhammed bakır radıyallahü anh dinledi. sonra yürü git, dediğini yapdım, buyurdu. bana dönerek: kurt ne dedi biliyormusun, diye sordu. allahü teala ve resulü ve resulullahın oğlu daha iyi bilir, dedim. kurt dişisinin bir ağrıya tutulduğunu söyledi. düa ediniz de kurtulsun ve senin dostlarından hiç kimseye benim neslim musallat olmasın, dedi. ben de düa etdiğimi söyledim, buyurdu. selefden bir zat şöyle anlatmışdır: mekkede idim. muhammed bakırı radıyallahü anh görmeği çok arzu etdim. yola çıkıp, medineye gitdim. medineye vardığım gece şiddetli yağmur ve soğuk vardı. gece yarısı muhammed bakırın radıyallahü anh evinin kapısına gitdim. kapıyı çalayım mı, yoksa sabahı bekleyeyim mi diye düşünüyordum. o sırada muhammed bakırın radıyallahü anh sesini duydum. cariyesine, falan kimse için kapıyı aç, bu gece yağmura tutulmuş ve soğukdan üşümüş, diyordu. kapı açıldı, içeri girdim. bir zat şöyle anlatmışdır: bir gün muhammed bakırı radıyallahü anh ziyaret için evine gitdim. başkalarının içeri girmesine izn verdiği halde, bana izn vermedi. çok üzüldüm ve evime döndüm. o gece gözüme uyku girmedi. düşünceye daldım. kendi kendime kime gideyim, dedim. eğer mürcie fırkasına gitsem, onların şöyle bozuk sözleri vardır. kaderiyye fırkasına gitsem, onlar da şöyle şöyle yanlış düşünüyorlar. zeydiyye fırkasına gitsem, onlar şöyle derler diye herbirinin bozuk ve sapık fikrlerini düşünüyordum. ben bu düşüncelerde iken, sabah ezanı okunmağa başladı. o sırada kapım çalındı. dışarı çıkıp, gelen kimseye sen kimsin dedim. ben muhammed bakırın radıyallahü anh elçisiyim. seni çağırıyor, dedi. hemen elbisemi giyip gitdim. muhammed bakırın radıyallahü anh huzuruna girince, bana ey falan kimse, mürciyyeye, kaderiyyeye, zeydiyyeye ve haruniyyeye niçin dönüyorsun, bize dön buyurdu. yine bir zat şöyle anlatmışdır: mekke ile medine arasında idim. birden bire uzakda bir karartı gördüm. ba'zen görünüyor, ba'zen gözden kayboluyordu. yaklaşınca bakdım ki, yedi, sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğu idi. bana selam verdi. selamını aldım. nereden geliyorsun, dedim. allahü tealadan geliyorum, dedi. nereye gidiyorsun, dedim. allahü tealaya gidiyorum, dedi. yiyeceğin nedir, dedim. takvadır, dedi. sen kimsin, dedim. arablardan bir kimseyim, dedi. biraz daha açıkla, dedim. kureyşliyim, dedi. biraz daha açıkla, dedim, haşimiyim, dedi. daha açıkla, dedim. hazreti alinin neslindenim dedi. sonra şu ma'nadaki şi'ri okudu: öyle bir bereket havuzu üzereyiz ki biz, ondan ziyadesiyle rızklanır mes'ud oluruz. enbiyanın kavuşduğuna, kavuşmadı kimse, hüsranda kalmaz, bereketlendirdiğimiz kimse. daha sonra, ben muhammed bin zeynel'abidin ali bin hüseyn bin ali bin ebi talibim dedi. sonra gözden kayboldu. göğe mi çıkdı, yoksa yere mi gizlendi, anlayamadım. bir zat şöyle anlatmışdır: imamı muhammed bakırdan radıyallahü anh, mü'minin allahü teala üzerindeki hakkı nedir, diye sordum. benden yüzünü çevirdi. tekrar sordum, cevab vermedi. üçüncü def'a sorunca, mü'minin allahü teala üzerindeki hakkı şudur ki, şu hurma ağacına gel deyince, o hurma ağacının gelmesidir, buyurdu. bir de bakdım ki, işaret etdiği hurma ağacı gelmeğe başladı. hurma ağacına, yerinde dur, bu sözümle senin gelmeni kasdetmedim, buyurdu. bir şahs şöyle anlatmışdır: muhammed bakırın radıyallahü anh evine gitdim. kapıyı çaldım. genç bir cariye kapıyı açdı. elimi cariyeye dokunarak, efendine, kapıda falan kimse var diye söyle, dedim. o sırada içerden, içeri gir, annesiz kalasın diye bir ses geldi. içeri girdim ve ben ona bir kötü şey yapmadım, dedim. doğru söylüyorsun. fekat bu dıvarların size perde olduğu gibi, bize de perde olduğunu mu zan ediyorsun. o zeman farkımız ne olacakdır. sakın bir daha böyle bir şey yapma, buyurdular. habbabei valibiyye, muhammed bakırın radıyallahü anh ziyaretine gelmişdi. niçin böyle seyrek geliyorsun, buyurdu. başımda bir beyazlık var, o beni meşgul ediyor, diye cevab verdi. neresi olduğunu bana göster deyince, habbabe başındaki beyazlığı gösterdi. mubarek elini onun başındaki beyazlığın üzerine koydu. beyazlık kayboldu. sonra buna bir ayna verin, başına baksın buyurdu. habbabe aynayı alıp bakdı. saçındaki beyazlık kaybolmuşdu. bir zat şöyle anlatmışdır: imamı muhammed bakır radıyallahü anh ile resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidinde idik. o günlerde imamı zeynel'abidin radıyallahü anh vefat etmişdi. o sırada davüd bin süleyman ile mensur devaniki mescide geldiler. davüd bin süleyman, imamı muhammed bakırın radıyallahü anh huzuruna geldi. mensur devaniki ise uzak bir yerde oturdu. imamı muhammed bakır, mensur niçin yanımıza gelmiyor diye sordu. davüd bin süleyman bir özr beyan etdi. bunun üzerine imamı muhammed bakır hazretleri dedi ki: çok zeman geçmeden mensur vali olacakdır. şarka ve garba malik olacakdır. ömrü uzun olacak ve kendisinden önce kimsenin sahib olmadığı hazinelere ve cariyelere sahib olacakdır. davüd bin süleyman, mensur devanikinin yanına gidip, bunları ona söyledi. bunun üzerine mensur devaniki, imamı muhammed bakırın huzuruna geldi. büyüklüğünüzden ve heybetinizden dolayı huzurunuza gelemedim, dedi. sonra benim için ba'zı şeyler söylemişsiniz, dedi. evet söylediklerim doğrudur, buyurdu. mensur devaniki, bizim mülkümüz sizinkinden çok mu olacak diye sordu. evet, buyurdu. benden sonra mülküm oğullarıma kalır mı, dedi. evet kalır buyurdu. bizim mülkümüz ve saltanatımız mı çok olacak, yoksa beni ümeyyenin ki mi çok olacak diye sordu. sizin mülkünüz ve saltanatınız çok olacak. hatta çocukların top ile oynadıkları gibi, oğulların bu mülk ile oynayacaklar. bunu babamdan duymuşdum, buyurdu. mensur devaniki işaret edilen mülke ve saltanata kavuşunca, imamı muhammed bakırın radıyallahü anh o sözlerine hayret ederdi. gözleri görmez olan ebu basir şöyle anlatmışdır: bir gün imamı muhammed bakıra radıyallahü anh dedim ki, siz resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem zürriyyetindensiniz. evet buyurdu. resulullah bütün peygamberlerin varisidir, dedim. evet onların ilmlerine varis olmuşdur, buyurdu. siz de resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ilminden miras alıyorsunuz, dedim. evet buyurdu. o halde, sizde ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan, baras hastalığını iyileşdiren, evlerdeki yiyeceklerden ve eşyalardan haber veren kuvvet varmıdır, dedim. evet, allahü tealanın izniyle vardır, buyurdu. sonra bana yanıma yaklaş, buyurdu. yaklaşdım, mubarek elini yüzüme sürdü ve gözlerim açıldı. dağları, sahraları, yeryüzünü ve gökyüzünü gördüm. sonra tekrar mubarek elini yüzüme sürdü, gözlerim yine görmez oldu. bana dünyada gözlerinin görmesini ve ahıretde hesaba çekilmeği mi istersin. yoksa gözlerinin görmeyip, hesabsız cennete gitmeği mi istersin, buyurdu. dünyada görmeyip, ahıretde hesabsız cennete gitmeği tercih etdim. bir şahs şöyle anlatmışdır: elli kişi kadar bir cema'at ile imamı muhammed bakırın radıyallahü anh sohbetinde idik. o sırada kufeden hurma satan bir kimse geldi. imamı muhammed bakıra dönerek, kufede falan kimse sizin yanınızda bir melek olduğunu ve o meleğin sana mü'mini, kafiri, dostunu ve düşmanını haber verdiğini söylüyor, dedi. imamı muhammed bakır radıyallahü anh o kimseye, sen ne iş yaparsın diye sordu. buğday satarım, dedi. yalan söylüyorsun, buyurdu. ara sıra arpa da satarım deyince, yine yalan söyledin. senin işin hurma satmakdır, buyurdu. o şahs, bunu sana kim haber verdi, diye sordu. dostumu düşmanımı haber veren melek bildirdi, buyurdu. sonra o şahsa, sen falan hastalıkdan öleceksin, buyurdu. bir ara kufeye gitmişdim. o şahsı sordum. üç gün önce imamı muhammed bakırın söylediği hastalıkdan öldü, dediler. bir zat imamı muhammed bakırın radıyallahü anh kerametlerinden birini şöyle anlatmışdır: bir gün imamı muhammed bakır ile atlı olarak medineye gidiyorduk. biraz yol gitmişdik ki, karşımıza iki şahs çıkdı. o şahsları göstererek, bunlar hırsızdır yakalayın, buyurdu. hizmetcileri o iki kimseyi yakalayıp, bağladılar. bir başka kişiye, şu dağa çık, orada bir mağarada ne bulursan getir, dedi. o kimse gidip, iki bavul bulup, getirdi. içleri elbise dolu idi. bir bavul da başka bir yerde buldular. imamı muhammed bakır radıyallahü anh iki bavulun sahibi bekliyor, hazırdır. üçüncüsünün sahibi de sonra gelir, dedi. medineye vardık. iki bavulun sahibi, şübhelendiği birkaç kişiyi suçlamış, hakim de onları azarlıyordu. imamı muhammed bakır, bunları suçlayıp, azarlamayın, hırsızlar buradadır, diyerek yolda yakalatdığı iki kişiyi gösterdi. hırsızların elleri kesildi. iki bavul da sahibine teslim edildi. eli kesilen hırsızlardan biri allahü tealaya hamd olsun ki, elimin kesilmesi ve tevbem, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem torununun elinde oldu, dedi. imamı muhammed bakır radıyallahü anh ona elin senden yirmi sene önce cennete gitdi, buyurdu. o şahs elinin kesilmesinden yirmi sene sonra vefat etdi. üç gün sonra üçüncü bavulun sahibi de geldi. imamı muhammed bakır, o kimseye, senin bavulunda bin dinar kendinin, bin dinar da başka birisinin parası vardır. ayrıca şu elbiseler gibi elbiseler vardır, dedi. o şahs bavulumda bin dinarı bulunan kimsenin ismini de söylerseniz iman eder, müsliman olurum, dedi. o şahsın ismi muhammed bin abdürrahmandır. çok namaz kılan ve çok sadaka veren salih bir kimsedir. şu anda dışarda seni bekliyor, buyurdu. o bavulun sahibi hıristiyan idi. bunları duyunca allahdan başka ilah olmadığına ve muhammedin aleyhisselam onun kulu ve resulü olduğuna iman etdim, diyerek müsliman oldu. ebu basir şöyle demişdir: imamı muhammed bakır radıyallahü anh buyurdu ki: ben öyle bir kimse biliyorum ki, bir deniz kenarına gelse, o denizdeki bütün hayvanları ve nesillerini bilir. bir kimse şöyle anlatmışdır: bir cema'at ile imamı muhammed bakırın radıyallahü anh evinin dehlizine girmişdik. birisinin güzel sesle süryanice bir şeyler okuduğunu ve ağladığını işitdik. ehli kitabdan biridir zan etdik. eve girip bakdık ki, imamı muhammed bakırdan başka kimse yokdu. kendisinden sorduğumuzda, falan peygamberin münacatını okuyordum, beni ağlatdı, buyurdu. şöyle nakl edilmişdir: ibni ukaşe elesedi bir def'asında imamı muhammed bakırın radıyallahü anh huzuruna gelmişdi. oğlu ca'feri sadık da yanında idi. ibni ukaşe radıyallahü anh ca'ferin evlenme çağı gelmişdir. onu evlendirseniz, dedi. imamı muhammed bakırın önünde bir kese, ağzı mührlü olarak duruyordu. yakında bir yerden esir satıcısı gelecek, falan yere konaklayacak buyurdu. bir başka def'a huzuruna gitdiğimizde söylediği satıcının geldiğini haber verdiler. o bir kese dinarı verip, bununla bir cariye satın al, buyurdu. satıcıya gitdik. bütün cariyeleri satdığını, ancak birbirinden güzel iki cariye kaldığını söyledi. görelim dedik. getirdi, birini beğendik. kaça satarsın, dedik, yetmiş altına dedi. biraz ikram et, dedik. yetmiş dinardan bir kuruş aşağı olmaz, dedi. keseyi verip, bu kesenin içinde ne kadar altın varsa al, biz ne kadar olduğunu bilmiyoruz, dedik. orada saçı sakalı ağarmış bir kimse vardı. altınları sayın, dedi. satıcı, eksik çıkarsa vermem, dedi. ak sakallı kimse ısrar etdi ve keseyi açıp saydık. tam yetmiş altın çıkdı. cariyeyi alıp, imamı muhammed bakırın huzuruna getirdik. oğlu ca'feri sadık da orada idi. satıcı ile aramızda geçenleri anlatdık. allahü tealaya şükr etdi. sonra cariyeye bakire misin, dul musun diye sordu. cariye, bakireyim deyince, hiçbir cariye, cariye satıcısının elinden kurtulamaz. sen nasıl kurtuldun, dedi. cariye dedi ki, satıcım ne zeman benim yanıma gelse ve bana kast etmek istese, beyaz sakallı bir ihtiyar zat gelir, ona bir tokat vurarak benden uzaklaşdırırdı. bu hal bir kaç def'a böyle oldu. sonra imamı muhammed bakır oğlu ca'feri sadıka, bu cariyeyi al götür, buyurdu. ca'feri sadık radıyallahü anh o cariye ile nikahlanıp, evlendi. ondan oğlu musa kazım doğdu radıyallahü teala anhüm ecma'in. imamı muhammed bakır radıyallahü anh bir gün medinede bir cema'at ile birlikde oturuyordu. aniden mubarek başını önüne eğdi. bir müddet öyle kaldıkdan sonra, başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: bir kişi bu medineyi görmeğe gelecek. dört bin kişilik ordusuyla üç gün çok kimseyi öldürecek. ondan büyük zarar göreceksiniz. bu hadise gelecek sene olacakdır. kesinlikle bilesiniz ki, bu söylediklerim doğrudur. bundan sakınınız! medineliler bu sözlerine inanmadılar. sadece az bir gurub kimse ve haşimoğulları inandılar. çünki, haşimoğulları imamı muhammed bakırın ra.evahidün nübüvve dıyallahü anh her sözünün doğru olduğunu bilirlerdi. bir sene sonra imamı muhammed bakır ve onun sözlerine inananlar aileleriyle birlikde medineden çıkdılar. sonra nafi' bin ezrak, ordusuyla medineye geldi. imamı muhammed bakırın bildirdiği gibi çok kimseyi katl etdi. bu hadiseden sonra, medineliler imamı muhammed bakırın radıyallahü anh her sözü doğrudur, her sözüne inanırız, ne söylerse sözünden çıkmayız. çünki o, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytindendir. o asla yalan söylemez, dediler. imamı ca'feri sadık radıyallahü anh imamı ca'feri sadık radıyallahü anh oniki imamın altıncısıdır. künyesi ebu abdüllahdır. künyesine ebu isma'il de denilmişdir. lakablarından en meşhuru sadıkdır. imamı muhammed bakırın oğludur. annesi ümmü fermudedir. ümmü fermude, hazreti ebu bekrin torunu kasım bin muhammedin kızıdır. ümmü fermudenin annesi ise esma binti abdürrahman bin ebi bekrissıddikdır radıyallahü teala anhüm ecma'in. bu sebeble ca'feri sadık radıyallahü anh ebu bekri sıddik beni iki def'a dünyaya getirdi buyurmuşdur. bu sözüyle bir neseb yönünden, bir de ma'nevi yönden bağlılığına işaret etmişdir. çünki, tesavvuf yolunun silsilesi iki olup, biri babası imamı muhammed bakıra, ondan imamı zeynel'abidine, ondan hazreti hüseyne, ondan hazreti aliye ulaşır. dur. ikinci silsilesi annesinin babası kasım bin muhammed bin ebi bekre ulaşır. ondan selmanı farisiye, ondan da hazreti ebu bekri sıddika ulaşır. dur. nitekim, hazreti isanın salevatullahi ala nebiyyina ve aleyhi, bir kimse iki kerre doğurulmadıkca buyurduğu söz, bu ma'naya işaretdir. ca'feri sadık radıyallahü anh, medinede hicretin sekseninci senesinde doğdu. hicretin seksenüçüncü senesinde, rebi'ülevvel ayının yirmi yedisinde pazartesi günü doğduğu da söylenmişdir. hicretin yüzkırksekizinci senesinde, receb ayının ortasında pazartesi günü medinede vefat etdi. kabri baki' kabristanında, babası muhammed bakırın, dedesi imamı zeynel'abidinin ve amcası hasen bin alinin rıdvanullahi teala aleyhim ecma'in kabrlerinin yanındadır. allahü teala ihsanlarda bulunduğu ve şerefli kıldığı o kabrde yatan kadri yüksek zatın ecrini artdırsın! ca'feri sadık radıyallahü anh ehli beytin büyüklerinden ve alimlerindendir. onun kalbine akıtılan ilmler ve feyzler o kadar çokdur ki, aklların anlamağa güç yetiremediği ilmler ve ma'rifetler ondan nakl edilir. ca'feri sadık radıyallahü anh buyurdu ki: bizim ilmimiz gabirdir, mezburdur, kalblerde nüketdir. kulaklarda nakrdır. bizim yanımızda kırmızı cefr, beyaz cefr ve hazreti fatımanın radıyallahü anha mushafı vardır. yine bizim yanımızda insanların muhtac olduğu bütün şeyleri kendisinde toplayan bir kitab vardır. bunun üzerine kendisinden bu sözleri açıklamasını istediler. buyurdu ki: gabir; geleceğe aid bilgiler, mezbur; geçmişe aid bilgilerdir. kalblerdeki nüket ise ilhamdır. kulaklarda nakr, meleklerin konuşmalarıdır ki, kendileri görülmez, konuşmaları işitilmez. kırmızı cefr, içinde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem silahının bulunduğu bir kabdır. ehli , bizim başımıza geçinceye kadar bu kab ortaya çıkmaz. beyaz cefr, içinde musa aleyhisselamın tevratı, isa aleyhisselamın incili, davüd aleyhisselamın zeburu ve allahü tealanın bunlardan önce gönderdiği kitabların bulunduğu kabdır. hazreti fatımanın mushafı, onda kıyamete kadar gelecek meliklerin ismleri ve sözleri vardır. cami'aya gelince, o uzunluğu yetmiş zra' olup, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bizzat söyliyerek, hazreti aliye yazdırmışdır. vallahi hazreti ali ona, kıyamete kadar insanların muhtac olduğu yaralama diyeti, bir ve yarım kamçı vurmaya kadar herşeyi yazmışdır ve şöyle buyurduğu nakl edilmişdir: beni kaybetmeden önce, benden sonra size kimsenin söyliyemeyeceği şeyleri benden sorunuz. hasılı onun mubarek dilinden dökülen hakikatler, hikmetler, ince nükteler, emsalsiz sözler, keşf ve yakin ehli seçilmiş kimseler arasında meşhurdur. büyük alimlerin ve seçilmiş kimselerin kitablarında yazılıdır. sayılamayacak ve anlatılamayacak kadar çokdur. bu kitabda onun üstün halleri, harikaları, keşf ve kerametleri kısaca bildirildi. halife mensur, rebi'e dedi ki, imamı ca'feri sadık yanıma gelsin. çağırdılar. yanına gelince, halife mensur: eğer seni öldürmezsem, allah beni öldürsün! bir takım hilelerle fitne çıkarıp, müslimanların kanının dökülmesini istiyorsun, dedi. ca'feri sadık radıyallahü anh yemin ederek, ben böyle birşey yapmadım ve yapmak da istemem. eğer böyle bir şey işitdiyseniz, o bir yalancının sözüdür. allahü teala korusun, söylediğiniz şeyi ben yapamam. yusüf aleyhisselama zulm etdiler, afv etdi. eyyub aleyhisselam bir derde mübtela oldu, sabr etdi. süleyman aleyhisselama çok şeyler ihsan olundu, şükr etdi. bunlar peygamberdir, senin nesebin de onlara ulaşır, dedi. mensur bunları dinleyince, doğru söylüyorsun. yukarı çıkalım diyerek odasına da'vet etdi. sonra bu söylediklerimi bana falan kimse söyledi, dedi. o kimseyi çağırdılar. gelince, sen bu sözleri, ca'feri sadıkın kendisinden mi işitdin, diye sordu. o şahs, evet kendisinden işitdim, deyince, yemin eder misin, dedi. evet dedi ve şöyle yemin etdi: billahillezi la ilahe illa hu alimülgaybi veşşehadeti: kendisinden başka ilah olmayan, gizli ve açık herşeyi bilen allaha yemin ederim, dedi. ca'feri sadık radıyallahü anh o şahsa şöyle yemin et dedi: beraytü min havlillahi ve kuvvetihi veltece'tü ila havli ve kuvveti lakad fe'ale keza ve keza ca'fer ve keza ve keza kale ca'fer: . o şahs önce böyle yemin etmek istemedi. fekat sonra etdi ve o anda düşüp öldü. halife mensur, bunun ölüsünü ayağından tutup, dışarı atınız, dedi. rebi' şöyle anlatır: ca'feri sadık radıyallahü anh halife mensurun yanına geldiğinde, dudaklarını kıpırdatıyor, bir şeyler okuyordu. mensurun kızgınlığı yavaş yavaş geçdi. hatta onu yanına çağırıp, güler yüzlü ve hoşnud davrandı. oradan ayrılınca, ca'feri sadıka radıyallahü anh halife sana çok kızmışdı, sen gelip dudaklarını oynatdıkca, onun kızgınlığı yavaş yavaş söndü. hangi duayı okuyordunuz, diye sordum. dedem hazreti hüseynin radıyallahü anh düasını okuyordum. bu düa şöyledir buyurdu: ya uddeti inde şiddeti ve ya gavsi inde kürbeti ührüsni biaynikelleti latenamü ve ekfini bi rüknike ellezi la yeramu. ey, zorlukda dayanağım ve ey sıkıntıda hakiki mededkarım! daimi görmekliğin ile beni koru ve nihayetsiz kudret ve kuvvetinle bana kafi' ol! rebi' demişdir ki, bu duayı ezberledim. bana ne zeman bir musibet gelse, bu duayı okur, kurtulurdum. sonra o ölen şahsa niçin kendi yemininden başka bir yemin etdirdiniz diye sordum. bir kul allahü tealayı vahdaniyyet ve azamet ile zikr ederse, allahü teala o kuluna rahmet ve re'fet ile nazar eder ve cezasını gecikdirir. o kimseye işitdiğin gibi yemin verdim ve gördüğün gibi allahü teala onun cezasını çabuk verdi. halife mensur, kapıcısına, ca'feri sadık radıyallahü anh bana geldiği zeman, benim yanıma girmeden onu öldür, diye emr etdi. ca'feri sadık bir gün halife mensurun bulunduğu yere geldi ve yanına girip oturdu. kapıcı içeri girip, onu halife mensurun yanında gördü ve şaşırdı. bir müddet sonra ca'feri sadık radıyallahü anh ayrılıp gitdi. mensur kapıcısını yanına çağırıp, sana ne emr etmişdim, dedi. kapıcı yemin ederek, ca'feri sadıkı sadece senin yanında gördüm. girerken de, çıkarken de görmedim, dedi. halife mensurun yakınlarından biri şöyle anlatmışdır: bir gün mensurun yanına gitmişdim. onu düşünceli gördüm. ey mü'minlerin emiri, neden düşüncelisiniz, diye sordum. ehli beytden çok kimseleri öldürdüm. fekat, onların rehberini bırakdım, dedi. o kimdir, diye sordum. ca'fer bin muhammeddir, dedi. o allahü tealaya ibadet ile meşguldür. dünyaya asla önem vermez, dedim. bana, sen onun halife olmasını istiyorsun, ama olmayacakdır. ben en son bu gece, kalbimi onunla meşgul etmekden kurtarmak istiyorum, dedi. sonra celladı çağırdı. cellada ca'feri sadıkı buraya çağıracağım. gelince elimi başıma koyduğum zeman, onu öldür diye emr etdi. sonra, ca'feri sadıkı radıyallahü anh çağırdılar. mensurun yanına giderken, ben de onunla birlikde gitdim. dudaklarını oynatıyordu. ne okuduğunu anlayamadım. mensurun serayına bakdım, dalgalı denizdeki gemi gibi sallanıyordu. mensuru gördüm, yalın ayak, başı kabak, bütün azaları titreyerek, ca'feri sadık hazretlerini karşıladı. kolundan tutup, onu tahtının üzerine oturtdu. sonra, resulullahın torunu, niçin geldiniz, diye sordu. ca'feri sadık hazretleri, beni çağırmışsınız geldim, buyurdu. mensur, ne istiyorsunuz, emr edin, dedi. ca'feri sadık radıyallahü anh ben istemeyince beni çağırmayın. kendi arzumla gelirim, buyurdu ve ayrılıp gitdi. sonra mensur yatıp gece yarısına kadar uyudu. namazlarını kaçırdı. uyanınca kaza etdi. beni yanına çağırıp şöyle dedi: ca'feri sadık yanıma gelince, bir ejderha gördüm. ağzını açmış, bir dudağı yerde, bir dudağı köşkümün tavanında idi. bana açık bir dil ile, eğer ca'feri sadıka radıyallahü anh dokunursan, seni ve serayını yutarım, dedi. ben bu bir sihrdir deyince, yok öyle söyleme, bu ismi azam düasının hususiyyetlerindendir. o düa resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem gelmişdir. bu düa ile ne dilerse olurdu, dedi. ibni cevzi rahmetullahi aleyh adlı kitabında, kendi isnadıyla leys bin sa'ddan şöyle rivayet etmişdir: bir hac mevsiminde mekkede idim. ikindi namazını kıldıkdan sonra, ebu kubeys dağına çıkdım. orada bir kişi düa ediyordu. nefesi kesilinceye kadar, ya rabbi, ya rabbi, dedi. sonra nefesi kesilinceye kadar, ya rabbahü, ya rabbahü, dedi. sonra nefesi kesilinceye kadar, ya rabbi, ya rabbi, dedi. yine nefesi kesilinceye kadar, ya allah, ya allah, dedi. sonra ya hay, ya hay demeğe başladı ve nefesi kesilinciye kadar devam etdi. sonra nefesi kesilinceye kadar, ya rahim, ya rahim dedi. sonra nefesi kesilinceye kadar, ya erhamerrahimin dedi. yedi kerre böyle yapdı. sonra, allahım ben üzüm arzu ediyorum ve şu iki elbisem de eskidi dedi. düası biter bitmez bir de bakdım ki, bir sepet üzüm ve iki elbise yanına konmuşdu. halbuki o zeman üzüm mevsimi değildi. üzümü yimeğe başlarken, bu üzümde ben de ortağım, dedim. niçin diye sorunca, sen düa ederken ben de, amin diyordum, dedim. peki, buraya gel dedi. yaklaşdım, beraber yidik. üzüm çekirdeksiz idi. doyuncaya kadar yidim. öyle üzüm hiç yimemişdim. yidiğimiz halde sepetdeki üzüm hiç eksilmemişdi. sonra bana, bu iki elbiseden hangisini istersen al, dedi. ihtiyacım yok dedim. o halde sen yüzünü dön bunları giyeyim, dedi. yüzümü döndürdüm. elbiselerden birini izar , birini de rida olarak giydi. eski elbiselerini de eline alıp yürüdü. ben de arkasından gitdim. sa'y mahalline vardık. orada bir kimse karşısına çıkıp, ey resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem torunu, beni giydir. allahü teala da seni giydirsin, dedi. elindeki eski elbiseleri ona verdi. ben o kimsenin arkasından yetişip, bu elbiseleri sana veren kimdir, diye sordum. ca'fer bin muhammeddir radıyallahü anh, dedi. sonra ca'feri sadık hazretlerini bulup, kendisinden hadisi şerif dinlemek için ne kadar aradıysam da bulamadım. davüd bin ali bin abdüllah bin abbas, imamı ca'feri sadıkın radıyallahü anh kölelerinden birini öldürdü ve malını aldı. ca'feri sadık hazretleri, davüdün yanına gidip, kölemi öldürdün ve malımı gasb etdin. sana beddüa edersem görürsün, dedi. davüd bin ali beni beddüa ile mi korkutuyorsun diyerek, alay etdi. ca'feri sadık radıyallahü anh evine gidip, bütün geceyi ibadet ile geçirdi. seher vakti davüd bin aliye beddüa etdiğini işitdiler. aradan bir saat geçmeden davüd bin ali öldürüldü. ebu basir şöyle anlatmışdır: medineye gitmişdim. yanımda bir cariyem vardı. sabahleyin gusl abdesti almak maksadı ile hamama gitmek için dışarı çıkdım. bir gurub kimseyi imamı ca'feri sadıkın radıyallahü anh ziyaretine giderken gördüm. ben de onlara katıldım. gidip huzuruna girdik. bana bakarak, ey ebu basir, peygamberlerin ve oğullarının huzuruna cünüb olarak girilmeyeceğini bilmiyormusun, buyurdu. sizi ziyaretden mahrum kalmayayım diye böyle geldim, dedim. sonra bir daha böyle yapmayacağıma tevbe edip, dışarı çıkdım. bir kimse şöyle anlatmışdır: bir arkadaşım vardı. halife mensur onu habs etmişdi. bir hac mevsiminde, arafatda ikindi namazından sonra, ca'feri sadık hazretlerini gördüm. habsde olan arkadaşımı sordu. hala habsdedir dedim. o anda ellerini kaldırıp, arkadaşım için düa etdi. biraz sonra da yemin ederek, arkadaşını arefe günü ikindi namazından sonra salıverdiler, buyurdu. bir kimse şöyle anlatmışdır: mekkede bir elbise satın almışdım. kendime kefen olsun diye ölünceye kadar saklamağı düşünüyordum. arafatdan müzdelifeye gitdiğimizde, o elbiseyi kaybetdim ve çok üzüldüm. sabahleyin minaya gidince, mescidi hifde oturmuşdum. o sırada birisi gelip, seni ca'feri sadık hazretleri çağırıyor, dedi. gidip selam verdim ve huzurunda oturdum. bana, istersen, sana bir elbise vereyim, vefatından sonra kefenin olur, buyurdu. iyi olur, zaten bir elbisem kayboldu, dedim. hizmetcisi bir elbise getirdi. aynen kaybetdiğim elbise gibi idi. bunu al ve allahü tealaya ısmarla buyurdu. bir zat şöyle anlatmışdır: bir gün imamı ca'feri sadık radıyallahü anh ile mekkede giderken, bir kadın yanında çocuklarıyla ağlaşıyorlardı. önlerinde bir inek ölüsü vardı. ca'feri sadık hazretleri bu nedir diye sordu. kadın, biz bu ineğin sütüyle geçiniyorduk. şimdi öldü, ne yapacağımızı şaşırdık, dedi. ca'feri sadık radıyallahü anh kadına, istermisin allahü teala bu ineği diriltsin buyurdu. kadın, bu musibet yetmiyormuş gibi, bir de benimle alay mı ediyorsun, dedi. hayır, alay etmiyorum buyurarak, mubarek ayağı ile ineğin ölüsüne dokundu. hayvan canlanıp, ayağa kalkdı. o sırada ca'feri sadık hazretleri kalabalığın arasına karışıp kayboldu. kadın, bu işi yapanın kim olduğunu anlayamadı. yine bir zat şöyle anlatmışdır: imamı ca'feri sadık hazretleriyle hacca gidiyorduk. bir kuru hurma ağacının altında konakladık. mubarek dudaklarını kıpırdatdı. ne okuduğunu anlayamadım. sonra yüzünü hurma ağacına çevirerek, allahü tealanın, kullarının rızkından sana emanet bırakdığından bize yidir, buyurdu. ağaç ca'feri sadık hazretlerine doğru eğildi. üzerinde taze hurma salkımları asılı idi. bana, gel besmele ile bu hurmalardan yi, buyurdu. o hurmalardan yidim. ömrümde o kadar tatlı ve güzel hurma yimemişdim. orada bir köylü kimse vardı. bu hali görünce ömrümde böyle bir sihr hiç görmedim, dedi. ca'feri sadık radıyallahü anh o köylüye, biz peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem varisleriyiz. bizim aramızda sihrbaz ve kahin olmaz. biz düa ederiz, allahü teala düamızı kabul eder. istersen düa edeyim, allahü teala seni köpek şekline soksun, buyurdu. köylü kimse cahillik edip, et dedi. düa etdi ve köylü o anda köpek şekline girdi ve evine doğru gitdi. ca'feri sadık hazretleri bana, onun arkasından git, buyurdu. arkasından ta'kib etdim, gidip evine girdi. çocuklarının yanında kuyruğunu salladı. çocukları onu sopa ile kovaladılar. ben ca'feri sadık hazretlerinin huzuruna gidip, durumu anlatdım. sonra o köpek de geldi, toprakda yuvarlanıyor ve gözlerinden yaş döküyordu. ca'feri sadık radıyallahü anh ona acıyıp, düa etdi. tekrar eski haline döndü. ona, söylediklerime inandın mı, buyurdu. köylü kimse bin kerre, bin kerre, dedi. bir zat şöyle anlatmışdır: bir cema'at ile ca'feri sadık hazretlerinin sohbetindeydik. ben şöyle sordum. allahü teala ibrahim aleyhisselama bekara suresi. ayetinde mealen, dört kuş al, onları kendine alışdır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. buyurdu. bu kuşlar aynı cinsden mi idi yoksa, değişik cinsden mi idiler? ca'feri sadık radıyallahü anh bu sualim üzerine, istermisiniz o kuşları aynen size göstereyim, buyurdu. isteriz, dedik. ey tavus diye çağırdı, bir tavus kuşu geldi. ey karga dedi, bir karga geldi. ey güvercin dedi, bir güvercin geldi. sonra ey doğan dedi, bir doğan kuşu geldi. bu dört kuşun başlarının kesilmesini emr etdi. parça parça edip etlerini birbirine karışdırdılar. başlarını bırakdılar. tavus kuşunun başını kaldırıp, ey tavus buyurdu. bir de bakdık ki tavus kuşunun eti ve kemiği diğer kuşların parçaları arasından ayrılıp, kendi başıyla birleşdi, canlanıp önceki halini aldı. diğer üç kuş da aynı şeklde canlandılar. yine şöyle anlatılmışdır: bir şahs ca'feri sadık hazretlerine on bin akçe getirdi. ben hacca gidiyorum. bu parayla bana bir ev alınız. hacdan dönüşde çoluk çocuğumla o evde oturayım, dedi. o şahs hacdan dönünce ca'feri sadık hazretlerinin huzuruna gitdi. ca'feri sadık radıyallahü anh ona buyurdu ki: sana cennetde bir seray satın aldım. komşularının birincisi resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ikincisi hazreti ali radıyallahü anh, üçüncüsü ve dördüncüsü hazreti hasen ve hazreti hüseyndir radıyallahü anhüma. bunun için sana sened yazdım. o şahs bunları duyunca, ben buna razı oldum, dedi. evine gidince hastalandı. ca'feri sadık hazretlerinin yazdığı senedi göstererek, ölürsem bu senedi kabrime koyun diye vasıyyet etdi. vefat edince, o senedi kabrinin içine koydular. ertesi gün sabahleyin senedi kabrinin üzerinde buldular. senedin arkasında ca'fer bin muhammed radıyallahü anh va'd etdiği şeyde vefa eyledi, va'dini yerine getirdi, diye yazılı idi. bir şahs ca'feri sadık hazretlerinden, allahü tealanın kendisine çok mal verip ve çok hac yapması için düa etmesini istedi. ca'feri sadık radıyallahü anh o şahs için, ya rabbi, buna elli hac yapacak kadar mal ver diye düa etdi. o şahs elli hac yapdı. ellibirinci def'a hacca giderken cuhfe denilen yerde gusl ederken, sel geldi ve orada vefat etdi. hazreti zeydi radıyallahü anh şehid edip, bir darağacına asdılar. hakim bin abbas kelbi hazreti aliyi ve hazreti zeydi zemmeden iki söyledi. ca'feri sadık hazretleri bu beytleri işitince, ellerini kaldırıp, allahım sözlerinde yalancı olan bu kimseye köpeklerinden birini musallat et diye, düa etdi. ümeyye oğulları, hakim bin abbas kelbiyi kufeye gönderdiler. giderken yolda bir aslan hücum edip, onu parçaladı. bu hadise ca'feri sadık hazretlerine haber verilince, secdeye kapanıp, allahü tealaya hamd olsun ki, bize va'd etdiğini yerine getirdi, dedi. imamı musa kazım bin ca'fer radıyallahü anhüma imamı ca'feri sadık radıyallahü anh hazretlerinin oğludur. oniki imamın yedincisidir. künyesi ebülhasen ve ebu ibrahimdir. oniki imamın başka künyeleri de söylenmişdir. lakabı kazımdır. çok hilm sahibi, son derece yumuşak huylu olması ve kendisine kötülük yapanlara kızmayıp afv etmesi, gadabına hakim olması sebebiyle bu lakab verilmişdir. annesi humeydei berberiyye olup, cariye idi. mekke ile medine arasında olan ebva mevkı'inde, hicretin yüzyirmisekizinci senesinde, safer ayının yirmiüçünde, pazar günü doğdu. onları medineden bağdada ilk götüren halife mehdi bin mensurdur. bağdada götürünce, habs etdi. imamı musa kazım radıyallahü anh habsde iken mehdi bin mensur bir gece rü'yasında, hazreti aliyi radıyallahü anh gördü. hazreti ali ona, meali şerifi olan, muhammed suresini yeti kerimesini okudu. halife mehdinin veziri rebi' şöyle anlatmışdır: mehdi beni çağırdı. yanına girince bakdım, bu ayeti kerimeyi hoş bir sesle okuyordu. bana hemen git, musa bin ca'feri radıyallahü anh buraya getir, dedi. getirince, onunla kucaklaşdı ve yanına oturtdu. sonra rü'yasını anlatdı ve bana ve oğullarım üzerine yürümeyeceğinizden beni emin edebilir misiniz, dedi. musa kazım radıyallahü anh vallahi ben böyle bir iş yapmam ve böyle yapmayı şanıma yakışdırmam, dedi. mehdi doğru söylüyorsun, dedi. sonra bana dönüp, bunlara bin altın ver ve yol hazırlıklarını yap, medineye gitsinler, dedi. hemen hazırlığı yapıp, bir mani' çıkmasından korkarak, onları geceleyin uğurladım. imamı musa kazım radıyallahü anh halife harun reşid zemanına kadar medinede ikamet etdi. harun reşid halife olunca, onları bağdada getirtip habs etdi. hicretin yüzseksen senesinde receb ayının yirmibeşinci cum'a günü bağdadda habsde iken vefat etdi. mubarek kabri bağdaddadır. yahya bin halid bermekinin harun reşidin emriyle onu şehid etmek için hurma içinde zehr verdiğini söylerler. zehr verildiği gün musa kazım radıyallahü anh, bu gün bana zehr verdiler. yarın vücudum sararır. sonra vücudumun yarısı kızaracakdır. ertesi gün de siyah olacakdır. o zeman vefat ederim, buyurmuşdu. söylediği gibi aynen olmuşdur. faziletleri, kerametleri ve menkıbeleri pek çokdur. o zemanın abidleri, kerim ve seçilmiş kimseleri, ondan çok kerametler ve harikül'ade haller zuhur etmişdir, demişlerdir. mu'teber kitablarda, şakiki belhinin kuddise sirruh şöyle anlatdığı rivayet edilmişdir: hacca gidiyordum. farisiyyeye uğradım. orada güzel yüzlü, buğday benizli, yün kaftan giyinmiş, başı sarıklı ve ayaklarında na'lin bulunan bir genç gördüm. insanlardan ayrı bir yerde yalnız oturuyordu. kendi kendime bunun sofiyyeden olması lazımdır. herhalde bu yolda müslimanlara yük olmak istiyor. gidip ona biraz serzenişde bulunayım, dedim. yanına yaklaşınca bana, ey şakik diye ismimle hitab ederek, meali şerifi, ey iman edenler! zandan çok sakınınız. çünki, zannın bir kısmı günahdır. olan, hucurat suresi. ayeti kerimesini okudu. sonra kalkıp bir tarafa doğru gitdi. kendi kendime, bu zat salih bir kimse olmalı, ismimi ve kalbimden geçeni bildi, dedim. halalleşeyim diye arkasından gitdim. ne kadar hızlı yürüdüysem de ona yetişemedim. başka bir konak yerine varınca, onu yine gördüm. namaz kılıyordu ve bütün azaları titriyordu. gözlerinden yaşlar akıyordu. namazını bitirsin de gidip, halalleşeyim diye bekledim. namazını bitirince yanına yaklaşdım. bana, ey şakik diyerek, meali şerifi olan taha suresi. ayeti kerimesini okudu. sonra beni bırakıp oradan uzaklaşdı. kendi kendime bu genç ebdallerden olmalı, ikinci def'a ismimi ve kalbimden geçeni bildi, dedim. daha sonra onu başka bir konak yerinde yine gördüm. bir kuyunun başında kısa ipli bir kova ile su çıkarmak istiyordu. kovası kuyuya düşdü. ellerini kaldırıp; allahım! sen benim rabbimsin. susadığım ve yiyecek istediğim zeman kuvvet veren sensin. allahım, senden başka, onları bana ihsan edecek yokdur. bana su ve yiyecek ihsan et, diye düa etdi. kuyunun suyu yükseldi. elini uzatıp kovasına su doldurdu. abdest alıp, dört rek'at namaz kıldı. sonra bir kum yığınına doğru gidip, eliyle kovasına biraz kum koydu ve çalkalayıp içdi. yanına yaklaşıp selam verdim. selamımı aldı. allahü tealanın sana ihsan etdiği ni'metlerin fazlasından bana da yidir dedim. allahü tealanın ni'metleri bize gizli ve açık olarak her zeman gelir. allahü tealaya hüsnü zanda bulun, dedi ve kovasını bana verdi. içinde kavrulmuş buğday ve şeker vardı, ondan içdim. kandım ve doydum. ondan daha lezzetli birşey içmemişdim. mekkeye varıncaya kadar, onu bir daha görmedim. mekkede bir gece yarısı onu gördüm. namaz kılıyordu. tam bir huşu ile inleyip ağlıyordu. bütün gece böyle devam etdi. sabah namazı vakti girince, sabah namazını kılıp, ka'beyi tavaf etdi ve dışarı çıkdı. ben de arkasından gitdim. bakdım ki, arkasında hizmetcileri vardı. insanlar etrafında toplandılar. bu zat kimdir diye sordum. musa kazım bin ca'fer bin muhammed bin ali bin hüseyn bin ali bin ebi talibdir radıyallahü anhüm ecma'in dediler. yolda bu zatdan şöyle şöyle acaib haller gördüm, dedim. bu haller bu seyyid için acaib ve garib değildir, dediler. harun reşid, ali bin yaktine güzel elbiseler vermişdi. bu elbiseler arasında, siyah ibrişim ile dokunmuş altın yaldızlı gayet güzel bir elbise vardı. ali bin yaktin, musa kazımı radıyallahü anh çok sevdiği için, elbiselerin yanına bir mikdar daha hediyyeler koyarak, hepsini ona gönderdi. musa kazım, o güzel gömlekden başka bütün hediyyeleri kabul etdi. o gömleği geri gönderip saklamasını ve bir gün lazım olacağını söyledi. ali bin yaktin, bir gün kölelerinden birine kızıp kovdu. o köle harun reşide gidip, efendim, ali bin yaktin, musa kazımı radıyallahü anh imam edinmişdir. ona çok mal gönderdi. hatta senin gönderdiğin ibrişimli, altın yaldızlı gömleği bile ona verdi, dedi. harun reşid bu habere kızıp, ali bin yaktini yanına çağırtdı. sana verdiğim gömleği ne yapdın, diye sordu. ali bin yaktin, o gömlek bendedir, dedi. harun reşid onu hemen getir, dedi. ali bin yaktin bir kölesini çağırıp, benim serayımda falan odaya git, anahtarını falan cariyeden iste. o odada bir sandık vardır. kapağını aç, içinde mührlü bir kutu göreceksin. o kutuyu buraya getir, dedi. kölesi hemen gidip kutuyu getirdi. kutuyu açıp, içinde o gömleği gördüler. güzel kokular sürülmüşdü. harun reşid bu durumu görünce öfkesi yatışdı. ali bin yaktine bu gömleği yerine gönder, hatırını hoş tut. bundan sonra senin hakkında söylenen sözlere aldırmam, dedi. imamı musa kazımın radıyallahü anh sevenlerinden biri şöyle anlatmışdır: halife mehdi, imamı musa kazımı radıyallahü anh bağdada ilk def'a çağırmışdı. musa kazım, bana yol hazırlığı için çarşıdan ba'zı ihtiyac olan şeyleri satın almamı söyledi. yüzüme bakıp, seni pek ziyade gamlı ve üzüntülü görüyorum, ne oldu diye sordu. ben de nasıl üzülmeyeyim ki, bir zalimin yanına gidiyorsunuz. akıbetinizin ne olacağı belli değildir, dedim. bana hiç korkma, falan ayda falan gün geri geleceğim. akşam vaktinde beni beklersin, buyurdu. ay ve günleri sayıyordum. işaret buyurduğu gün olmuş ve güneş batmasına az bir zeman kalmışdı. kimsenin geldiğini göremiyordum. şeytan aklıma vesvese düşürdü. kalbimde bir şübhe uyanmasından korkuyordum. beni büyük bir ızdırab kapladı. o sırada ırak tarafından yolda bir karartı gördüm. musa kazım radıyallahü anh önde bir katıra binmiş geliyordu. bana ey falan diye seslendi. buyurun ey resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem evladı, efendim, dedim. az kalsın kalbine şübhe düşüyordu değil mi, buyurdu. evet öyle olacakdı, dedim. elhamdülillah o zalimden selametle kurtulduk. beni bir def'a daha götürecekler. o zeman kurtulamayacağım, buyurdu. bir kimse şöyle anlatmışdır: medinede mücavir olarak kalıyordum ve kiralık bir evde oturuyordum. musa kazımın radıyallahü anh sohbetlerine devam ediyordum. bir gün çok şiddetli yağmur yağdı. ihram bağlanıp, musa kazım hazretlerinin meclisine gitdim, selam verdim. selamımı aldı ve bana ey falan, evin, eşyalarının üzerine yıkılmışdır, buyurdu. hemen eve gitdim. buyurduğu gibi ev yıkılmışdı. eşyalarımı enkaz altından çıkarmak için işçi tutdum. bütün eşyamı çıkardılar. sadece bir ibriğim çıkmadı. sabahleyin musa kazımın radıyallahü anh huzuruna gitdim. hiç eşyan kayboldu mu, diye sordu. sadece abdest aldığım bir ibrik kayboldu, dedim. mubarek başını eğip, bir müddet sonra kaldırdı. öyle zan ediyorum ki, sen onu bir yerde unutmuşsundur. git ev sahibi cariyeden sor. ibriği sen almışsın, onu bana getir diye söyle, getirecekdir, buyurdu. geri dönüp, cariyenin yanına gitdim. ibriği halade unutmuşdum. sen almışdın, onu getir de abdest alayım, dedim. gidip hemen getirdi. yine bir kimse şöyle anlatmışdır: musa kazımı radıyallahü anh basraya götürdüklerinde, medayin yakınlarında beraber gemiye binip oturduk. bizim arkamızda başka bir gemi daha vardı. o gemide gelin götürdükleri için çok gürültü vardı. bana bu kalabalık nedir, diye sordu. gelin götürüyorlar, dedim. bir müddet sonra o gemiden bağrışmalar duyduk. musa kazım radıyallahü anh bu feryad nedir, diye sordular. gelin denizden bir avuç su almak isterken, altın bileziğini suya düşürmüş. onun için bağrışıyorlarmış, dedim. musa kazım hazretleri gemilerin durdurulmasını istedi. gemiler durunca, kenara yaklaşıp, bir şeyler okudu. sonra, onların gemicisine söyleyiniz, suya girsin ve bileziği çıkarsın, buyurdu. bir de bakdık ki, bilezik suyun yüzüne yakın yerde duruyordu. gemici suya girip, bileziği çıkardı. bir şahs şöyle anlatmışdır: dostlardan biri yüz dinar vererek, imamı musa kazıma radıyallahü anh götürmemi istedi. bir mikdar da benim dinarım vardı. medineye varınca, önce gusl etdim. kendi dinarlarımı ve o şahsın verdiği dinarları yıkadım. üzerlerine misk saçdım. o şahsın dinarlarını saydım, doksandokuz idi. bir daha saydım yine doksandokuz çıkdı. bir dinar da kendi dinarlarımdan katarak kesesine koydum. gece musa kazımın radıyallahü anh evine gitdim. canım size feda olsun, bir mikdar hediyyem vardır. onunla allahü tealaya yakın olmak isterim, dedim. getir, buyurdu. önce kendi dinarlarımı önlerine koydum. sonra falan dostunuz da benimle size hediyye gönderdi, dedim. getir, buyurdu. keseyi huzuruna koydum. kesenin içindekileri yere dök, buyurdu, dökdüm. mubarek eliyle o dinarları dağıtdı ve benim katdığım bir dinarı ayırdı. o kimse bu dinarları sayı olarak değil, ağırlık olarak hesab etmişdir, buyurdu. bir şahs şöyle anlatmışdır: ali bin yaktin ile bir kimse bana kufeye git, falan kimse ile yol arkadaşı ol. iki hayvan satın alın ve şu hediyyeleri ve mektubları musa kazım hazretlerine götürün, dediler. kufeye gidip söylenen kimseyi buldum. iki koyun satın alıp, yola çıkdık. medine yakınlarında bir yerde konakladık. yemek yiyorduk. o sırada musa kazımı radıyallahü anh gördük. bir katıra binmiş geliyordu. ayağa kalkıp selam verdik. yanınızda olanları getirin, buyurdu. götürdük ve mektubları da verdik. bir kaç mektub çıkarıp, bunlar getirdiğiniz mektubların cevablarıdır. geri dönüp gidiniz. allahü tealaya emanet olunuz, buyurdu. biz, yiyeceğimiz kalmadı, medineye az bir mesafe var. müsaade ederseniz medineye gidip, resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret edelim ve yiyecek alıp geri dönelim, dedik. bize yidiğinizden artan birşey var mıdır, buyurdu. vardır deyip, artanları getirdik. mubarek eliyle onlara dokundu ve bu size kufeye kadar yeter. allahü teala sizi muhafaza etsin, geriye dönün, buyurdu. geri döndük, o yiyecek bize kufeye kadar kafi geldi. imamı ali rıza radıyallahü anh imamı ali rıza, imamı musa kazımın oğludur. oniki imamın sekizincisidir. künyesi babasının künyesi gibi ebül hasendir. babası kendi künyemi ona bağışladım, buyurmuşdur. lakabı, rızadır. babasına dediler ki, halife me'mun ondan razı olduğu için mi oğlun aliyi rıza lakabıyla çağırıyorsunuz? cevabında, hayır, allahü teala ve resulü sallallahü aleyhi ve sellem ondan razı oldukları içindir. böylece bu lakabla dedelerine tahsis edildi. çünki ona uyanlar kendisinden razı olduğu gibi, muhalifleri de ondan razıdırlar, buyurdu. babası musa kazım radıyallahü anh, oğlumu rıza diye çağırınız, buyururdu. kendisi ise ya ebelhasen diye çağırırdı. dedesi ca'feri sadıkın radıyallahü anh vefatından beş sene sonra hicretin yüzelliüçünde, rebiülahır ayının onbirinci perşembe günü medinede doğdu. doğum tarihi bundan başka da söylenmişdir. ikiyüzüç senesinde ramezan ayının yirmibirinde cum'a günü tusda vefat etdi. mubarek kabri harun reşidin kabrinin kıble tarafındadır. annesi cariye idi ve meşhur olan ismi nahimedir. nahime, musa kazımın radıyallahü anh annesi hamidenin cariyesi idi. hamide, rü'yasında resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördü. resulullah ona rü'yasında, nahimeyi oğlun musaya ver. yakında zemanın insanlarının en üstünü olan bir oğulları olacakdır, buyurdu. imamı ali rızanın radıyallahü anh annesi şöyle anlatmışdır: ona hamile olduğum zeman, hiç bir ağırlık duymazdım. uyuyunca, karnımdan tesbih ve tehlil sesleri işitirdim. beni bir korku ve heybet kaplardı. uyanınca hiç ses duymazdım. ali rıza doğduğu zeman, ellerini yere koyup, başını semaya kaldırdı. söz söyliyen ve münacat eden kimse gibi, mubarek dudaklarını kıpırdatıyordu. imamı ali rızanın babası musa kazımın radıyallahü anhüma büyük talebelerinden biri şöyle anlatmışdır: bir gün musa kazım radıyallahü anh bana mağrib tüccarlarından gelen oldu mu, diye sordu. bilmiyorum, dedim. gelmişdir, buyurdu. birlikde, atlara binip, gitdik. mağribli bir tüccar bulduk. bize yedi cariye gösterdi. hiç birini kabul etmeyip, bir dane daha göster, buyurdu. mağribli kimse, bir cariye var, hastadır diyerek onu göstermedi. ertesi gün musa kazım hazretleri beni gönderdi ve ne kadar isterse, o cariyeyi o kadara satın al, buyurdu. gitdim, tüccar şu kadardan aşağı vermem, dedi. ben de o fiyata satın aldım, dedim. o da.evahidün nübüvve satdım dedi. dün gelen arkadaşın kim idi diye sordu. haşim oğullarından biri idi, dedim. hangi kabiledendir diye sorunca, bundan fazlasını bilmiyorum, diyerek cevab vermedim. tüccar bana dedi ki: sana bir şey söyliyeyim. bu cariyeyi mağrib şehrlerinin en uzağından satın aldım. ehli kitabdan bir kadın bana, bu cariyeyi göstererek, bu kimindir diye sordu. kendim için satın aldım, dedim. hayır, bu cariye senin olacak kabilden değildir. o yer yüzünün en iyi insanının yanında olacakdır, dedi. tüccarın anlatdıklarını dinledikden sonra, o cariyeyi musa kazım hazretlerine götürdüm. o cariyeden imamı ali rıza radıyallahü anh dünyaya geldi. imamı ali rızanın babası musa kazım radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: rü'yamda resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh de huzurlarında idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, ya ali, senin bu oğlun allahü tealanın nuruyla bakar. sözleri hikmetli ve her işde isabetlidir. hata yapmaz, alimdir. ilm ve hikmetle doludur. buyurdu. imamı ali rızanın radıyallahü anh menkıbeleri ve faziletleri dillerde meşhurdur ve kitablarda yazılmışdır. sayısız faziletlerinden ve menkıbelerinden denizden damla misali burada bir kaçını kısaca bildireceğiz. halife me'mun, imamı ali rızayı radıyallahü anh veliahd edindi. me'mun ile görüşmek istediği zeman, hizmetciler ve kapıcılar onu karşılarlardı. me'munun bulunduğu makamın kapısında asılı olan perdeyi kaldırırlardı. imamı ali rıza radıyallahü anh içeri girerdi. halbuki bu hizmetciler ona muhalif idiler. bir gün aralarında onu karşılamamak ve kapıdaki perdeyi kaldırmamak için karar aldılar. imamı ali rıza geldi. hepsi oturuyorlardı. ister istemez yerlerinden sıçrayıp, karşıladılar ve perdeyi kaldırdılar. sonra biz ne yapdık diyerek, karşılamayacaklarına ve perdeyi kaldırmayacaklarına dair yeniden sözleşdiler. bir gün imamı ali rıza radıyallahü anh yine geldi. kapıcılar ve hizmetciler yerlerinden kalkdılar ve selam verdiler. fekat perdeyi kaldırmakda ağır davrandılar. o sırada allahü teala bir rüzgar gönderdi. rüzgar perdeyi onlardan önce kaldırdı. imamı ali rıza içeri girdi. rüzgar kesildi. dışarı çıkacağı zeman tekrar rüzgar esdi ve perdeyi kaldırdı. kapıcılar bu hali görünce, dediler ve ondan sonra her zemanki adetlerine devam etdiler. zemanının en meşhur şairlerinden ve fasihlerinden olan da'bel bin ali elhuzai şöyle anlatmışdır: medarisül ayat kasidesini yazdım. o sırada imamı ali rıza radıyallahü anh horasanda me'munun veliahdı idi. kasideyi huzurunda okudum. çok beğendi ve bu kasideyi benden iznsiz hiç kimsenin yanında okuma, buyurdu. kaside yazdığımı halife me'mun duymuş, beni çağırdı. halimi hatırımı sordukdan sonra, medarisül ayat kasidesini oku, dedi. özr beyan ederek, okuyamayacağımı söyledim. niçin okumuyorsun, diye sebebini sordu. imamı ali rızanın radıyallahü anh bu kasideyi kendisinden iznsiz kimsenin yanında okumamamı tenbih etdiğini söyledim. bunun üzerine imamı ali rızayı radıyallahü anh çağırdılar. me'mun ona, ya ebel hasen! da'belden medarisül ayat kasidesini okumasını istedim, okumadı deyince, imamı ali rıza bana, kasideyi okumamı söyledi. kasideyi okudum. halife me'mun çok beğendi ve bana ellibin akçe mükafat verdi. bu mikdara yakın akçe de imamı ali rıza radıyallahü anh hediyye etdi. imamı ali rıza hazretlerine efendim, kendi elbiselerinizden bağışlamanızı arzu ediyorum. o elbise benim kefenim olsun, dedim. bana giydiği gömleklerden bir gömlek ve çok güzel bir havlu verdi. bunları sakla, bunlarla belalardan korunursun, buyurdu. ıraka gidiyordum. eşkiya yolumuzu kesip, kafilemizi soydular. üzerimde sadece eski bir gömleğim kalmışdı. bilhassa imamı ali rızanın radıyallahü anh hediyye etdiği gömleği ve havluyu almalarına çok üzülmüşdüm. hiçbir şeye bu kadar üzülmemişdim. imamı ali rızanın radıyallahü anh bunları sakla, bunlarla korunursun buyurduğunu düşünüyordum. o sırada bakdım, eşkiyadan biri benim atıma binmiş ve benim yağmurluğumu giymiş, benim yanımda durdu. bütün kafilenin toplanmasını bekliyordu. medarisül ayat kasidesini okumağa ve ağlamağa başladı. bir eşkiyanın resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytini sevmesine çok hayret etdim. imamı ali rızanın radıyallahü anh verdiği gömleği ve havluyu geri versin diye düşünerek, bu kasideyi kim söylemişdir diye sordum. sana ne, senin bu kasideyle ne işin var, dedi. şunun için sordum. benim bir sırrım vardır. onu sana söyliyeceğim, dedim. bu kasideyi ali muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem şairlerinden da'bel bin ali söylemişdir, dedi. vallahi da'bel benim ve bu kasideyi ben yazdım, dedim. ihtimal vermedi ve kafiledekileri çağırıp, onlara sordu. bu kişi da'beldir diye şahidlik etdiler. bunun üzerine eşkiya kafileden aldıkları bütün eşyaları geri verdi. sonra bize kılavuzluk yapıp, tehlikeli yerleri geçirdi. ben ve kafiledekiler imamı ali rızanın radıyallahü anh hediyye etdiği gömleğin ve havlunun bereketiyle ve allahü tealanın izniyle o beladan kurtulduk ve korunduk. da'bel bin ali elhuzainin yazdığı medarisül ayat kasidesinin tercemesi şöyledir: andıkca arafatda kaldığımız mekanları, akıtırım gözlerimden damla damla yaşları. o günleri çok arzular oldum azaldı sabrım, sessiz ve ıssız kaldı her tarafı bu diyarın. tilavetden mahrum, ayat okunan medreseler, şimdi kimsesiz kaldı, vahyin indiği bu yerler. ehli kimsesizdir, minada hif mescidi, ka'be, arafat ıssız kaldı, hem nebi mescidi. bu yerler alinin, hüseynin, ca'ferin diyarı, hamzanın, ta'atden dizi şişen seccadın yeri. zulm yapamazdı bu diyarda asla zalimler, şimdi hep zulmle geçiyor günler, hem seneler. abdüllahın ve fazılın yeridir bu beldeler, onlar da'vetci resulün pak sülalesidirler. bu diyarlar namaz kılınan takva yerleridir, oruc, temizlik, ihsan, iyilik beldeleridir. çok kerre indi cibrili emin bu diyarlara, allahdan selam, medh getirdi resulullaha. vahyin indiği, ilmlerin kaynağı yerlerdir, hakkın, hakikatin öğrenildiği beldelerdir. bu beldelerde seyran ederken ahmedi muhtar, kendisine vahyin geldiği yerlerdir bu diyar. hani ilk sakinleri, dağıtdı bizi ayrılık, şimdi gurbetlerde hep fani olmuşlar artık. resulullahın yakınları, varisleri onlar, büyüklerin en üstünü, en hayrlısıdırlar. onlardır kıtlıklarda insanları doyuranlar, bu sebeble bereketle şereflenendir onlar. kabul olunmaz hem namazlarımız salevatsız, olursak namazlarımızda onlara düasız. onlardır, hem doğru yolun adalet rehberleri, onlardır, hatadan kusurdan necat sebebleri. rabbim, kalbimde hidayet ve basireti artdır, onlara iyilikde hep iştiyakımı artdır. resulullahın diyarı bu yerler ıssız kalmış, ziyadın yurduna bak, başdan başa ma'mur olmuş. resulullahın diyarının kubbeleri çökmüş, ziyadın alinin ise köşkleri muhkem olmuş. evladı resulün harimi esir ediliyor, ziyadın ailesi eman içinde yaşıyor. ali resulün boyunlarından kanlar akıyor, ali ziyad ayaklarına zinetler takıyor. resulullahın ali kuru çöllerde kalıyor, ziyadın ailesi sırça köşklerde yaşıyor. ey ali resul ve ilmin kaynağı olanlar, her nefesde olsun sizlere daima selamlar. emin yaşadım, hayatımı sizin vesilenizle, imanımı kurtarmağı umarım sevginizle. ba'zı rivayetlerde bu kasidenin elli olduğu bildirilmişdir. ehli beytin mubarek kabrlerinden de bahsedilmişdir. da'bel bin ali elhuzai bu kasidesini imamı ali rızaya radıyallahü anh okurken: bağdadda tertemiz bir zata aid kabr vardır, hak teala onu odalarda korumakdadır. beytine gelince, imamı ali rıza radıyallahü anh, ey da'bel, bu kısmına bir de ben ilave edeyim. kasiden bu beytle bitsin, buyurdu ve şu beyti ilave etdi: tusda da garib halde kalmış bir kabr olacak, gurbetin acısı ta ciğerlere oturacak. bunun üzerine şair da'bel, ey resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem torunu! bu kabr kimin kabri olur, diye sordu. buyurdu ki: o gurbetde kalan kabr benim kabrim olur. bu sebeble tus, ehli beyti sevenlerin gidip geldiği yer olur. o gurbetde kim benim kabrimi ziyaret ederse, kıyamet gününde afv edilmiş olarak benim yanımda bulunur. kufeli bir kimse şöyle anlatmışdır: kufeden horasana gidiyordum. kızım bana bir elbise vererek, bunu sat, bana kıymetli taşlı bir yüzük al, dedi. merv şehrine varınca, imamı ali rızanın radıyallahü anh hizmetcileri geldiler. sendeki elbiseyi bize sat, imamı ali rızanın radıyallahü anh hizmetcilerinden biri vefat etdi. ona kefen yapacağız, dediler. bende elbise yok, dedim. gidip tekrar geldiler. efendimiz sana selam söylüyor, kızın sana bir elbise vermiş. onu satıp yüzük alacakmışsın. işte parasını getirdik, dediler. elbiseyi onlara satdım. sonra kendi kendime gidip imamdan birkaç sual sorayım. bakayım ne cevab verecekdir, dedim. birkaç mes'eleyi bir kağıda yazdım. sabahleyin imamı ali rızanın radıyallahü anh kapısına gitdim. kalabalıkdan, değil mes'ele sormak, kendisini dahi göremedim. hayretler içinde kaldım. suallerimi sorayım diye beklerken, bir hizmetci dışarı çıkdı. beni ismimle çağırdı. bir yazılı kağıd uzatarak, bu kağıdda senin suallerinin cevabları vardır, dedi. alıp bakdım, suallerimin cevabları yazılı idi. benac halkından bir kimse şöyle anlatmışdır: resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem rü'yada gördüm. benaca teşrif etmiş ve hacıların konakladığı mescidde oturuyordu. huzuruna varıp, selam verdim. önlerinde hurma yapraklarından yapılmış bir kab içinde seyhani hurmaları vardı. bana bir avuç verdiler. saydım, onyedi hurma idi. kendi kendime onyedi sene ömrüm kalmışdır, diye ta'bir etdim. yirmi gün sonra imamı ali rızanın o mescide geldiğini işitdim. hemen huzuruna koşdum. rü'yada gördüğüm gibi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem oturduğu yere oturmuşdu. önünde bir tabak hurma vardı. selam verdim. beni yanına çağırdı ve bir avuç hurma verdi. saydım, onyedi dane idi. ey resulullahın torunu. biraz hurma daha isterim, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem daha fazla verdiyse, ben de vereyim, buyurdu. bir talebesi şöyle anlatmışdır: ziyad bin salt bana dedi ki: imamı ali rızadan huzuruna girmem için izn taleb et. ümmid ediyorum ki, kendi elbiselerinden bana bir elbise giydirir. kendi adına kesilmiş akçelerden de birkaç akçe verir, dedim. talebesi huzuruna girip, izn istemek için henüz söze başlamadan, ziyad bin salt içeri girmek istiyor. benden elbise ve kendi adıma kesilmiş akçelerden vermemi ümmid ediyor, gelsin, buyurdu. ziyad bin salt huzuruna girdi. bir elbise ve otuz akçe verdi. kirman yolunda, eşkiyalar bir tüccarın yolunu kesdiler. ağzını kar ile doldurdular. bu sebeble tüccar konuşmakda güçlük çekerdi. horasana gitdi. orada imamı ali rızanın radıyallahü anh nişapurda olduğunu haber aldı. kendi kendine, o ehli beyti nebevidendir. resulullahın torunudur. huzuruna gideyim, dilime bir ilac söyler, diye düşündü. o gece rü'yasında imamı ali rızayı radıyallahü anh gördü. huzuruna varıp, şifa için ilac taleb etdi. kimyon, sa'ter ve tuzu su ile karışdır, ağzını o su ile üç kerre çalkala, şifa bulursun, buyurdu. uyanınca gördüğü rü'yaya kıymet vermedi. nişapura gitdi. imamı ali rıza şehrden çıkmış, konaklama yerinde konaklamışdı. tüccar, huzuruna varıp, halini anlatdı. fekat rü'yasını söylemedi. imamı ali rıza radıyallahü anh tüccara, senin ilacını rü'yanda söyledim, buyurdu. tüccar, ey resulullahın torunu, bir kere de sizden duymak istiyorum, dedi. bunun üzerine, bir mikdar kimyon, sa'ter ve tuzu su ile karışdır, iki üç kerre ağzında çalkala, şifa bulursun, buyurdu. tüccar bu ilacı yapıp kullandı ve şifa buldu. imamı ali rıza radıyallahü anh bir gün bir şahsa bakdı. ey allahü tealanın kulu! dilediğin şeyleri vasıyyet et, kimsenin kurtulamadığı şeye hazırlan, buyurdu. o şahs üç gün sonra vefat etdi. ebu isma'il sindi şöyle anlatmışdır: imamı ali rıza hazretlerinin huzuruna gitdim. arabi lisanından bir kelime dahi bilmediğim için sind lisanına göre selam verdim. selamımı sind lisanı ile aldı. bir takım sualler sordum. hepsine sind lisanı ile cevab verdi. sonra ben arabi lisanını bilmiyorum, düa buyurun da, allahü teala bana arabi lisanını ilham eylesin, dedim. mubarek elini dudaklarıma sürdü. derhal arabi konuşmağa başladım. bir şahs şöyle anlatmışdır: hacca gidiyordum. cariyem benim için iki sevbi mülcem hazırlamışdı. ihram zemanı gelince, bunlarla ihram caiz midir değil midir diye şübheye düşdüm. ihtiyaten başka ihram sarındım. mekkeye varınca, imamı ali rıza hazretlerine bir mektub yazdım. mektubla birlikde ba'zı hediyyeler de gönderdim. fekat cariyemin ihram olarak hazırladığı o kalın kumaşlarla ihramın caiz olup olmadığını yazıp, sormayı unutdum. bir müddet sonra mektubun cevabı geldi. o kalın kumaşlarla ihramın caiz olduğu, hiç mahzuru bulunmadığı, mektubun sonuna yazılmışdı. bir kimse şöyle anlatmışdır: bir gün imamı ali rıza radıyallahü anh ile bir evin dıvarının dibinde oturuyorduk. sohbet ediyorduk. aniden bir serçe gelip kendini onun önüne atdı. ötmeğe başladı. ızdırablı bir hali vardı. imamı ali rıza radıyallahü anh, bu serçe ne diyor biliyormusun, buyurdu. ben de, allahü teala, onun resulü ve resulullahın torunu daha iyi bilir, dedim. serçe, bu evde bir yılan olduğunu ve yavrularını yiyeceğini söylüyor. kalk eve gir ve yılanı öldür, buyurdu. eve girdim. içerde bir yılan dolaşıyordu. onu öldürdüm. bir kimse şöyle anlatmışdır: hanımım hamile idi. imamı ali rıza hazretlerinin huzuruna gitdim. düa buyurun bir oğlum olsun, dedim. hanımın iki çocuğa hamiledir, buyurdu. ayrılıp giderken, birine muhammed, diğerine de ali ismini koyayım, diye düşündüm. imamı ali rıza hazretleri beni çağırdı. birine ali ismini ver, birine de ümmü amr ismini koy buyurdu. çocuklar doğdu. biri oğlan, biri de kızdı. adlarını ali ve ümmü amr koydum. bir gün anneme ümmü amr kimin ismidir, diye sordum. annemin ismi idi, dedi. bir şahs şöyle anlatmışdır: horasanda, imamı ali rıza radıyallahü anh hazretlerinden işitdim. buyurdu ki, medineden beni çağırıyorlar. bütün çocuklarımı toplayıp, benim üzerime ağlaşmamalarını söyledim. sonra oniki bin akçeyi aralarında paylaşdırdım. artık bundan sonra size, dönmesem gerekdir, dedim. me'mun, imamı ali rızaya radıyallahü anh halife olması için teklifde bulundu. kabul etmedi. bu taleb iki ay sürdü. sonunda, tehdid halini aldı. böylece kabul etdi. imamı ali rıza radıyallahü anh bir yazı yazıp, o yazının sonuna şunları yazdı: cefr ve camia kitabları bunun zıddını gösterir. fekat, bu iş elimde olmadan gerçekleşdi, buyurdu ve meali şerifi, bana ve size ne yapılacağını bilmem. olan ahkaf suresi ayeti kerimesini ve meali şerifi, hükm ancak allahındır. o hakkı anlatır. o, hükm verenlerin hayrlısıdır olan en'am sures yeti kerimesini okudu. halifenin emrine uydum. allahü teala beni ve sizi korusun, buyurdu. ebüssalt şöyle anlatmışdır: birgün imamı ali rıza hazretlerinin huzurunda idim. bana şu gördüğün kubbe harun reşidin türbesidir. onun dört tarafından bana toprak getir, buyurdu. gidip getirdim. toprağı kokladı ve yakında burada benim için bir kabr kazacaklar. bir taş görünecek, onu çıkarmak için horasanın bütün külünklerini getirecekler. fekat yine çıkaramayacaklar. sonra falan yerden toprak getir, buyurdu. gidip getirdim. orayı göstererek, benim kabrimi burada kazınız. kabrin ortasını yarıp beni içine koymayın. kabrim derin olsun ve lahd yapın. iki zra' ve bir karış olsun. allahü teala onu dilediği kadar genişletir, buyurdu. sonra, kabrimin baş tarafında bir ıslaklık görünecekdir. sana öğretdiğim duayı oku. oradan bir su kaynayıp çıkar. lahd su ile dolar. suyun içinde küçük balıklar görürsün. sana şu ekmeği veriyorum. ufak ufak parçalayıp suya at. o balıklar bu parçaların hepsini yirler. sonra büyük bir balık çıkar, bütün küçük balıkları yir ve kaybolur. o zeman cenazemi suyun içine koyunuz. öğretdiğim şeyleri oku, su azalır ve hiç kalmaz. halife me'mun da bunları görecekdir, buyurdu. sonra, yarın me'munun yanına gideceğim. onun yanından dışarı çıkdığım zeman, başım örtüldü ise benimle konuşma, başım açık ise konuş, buyurdu. sabahleyin elbiselerini giymiş bekliyordu. me'munun hizmetcisi gelip çağırdı. me'munun yanına gitdi. me'munün önünde tabaklar içinde meyvalar vardı ve elindeki bir üzüm salkımından yiyordu. imamı ali rıza hazretlerini görünce, yerinden fırlayıp kucaklaşdı ve gözlerinin arasını öpüp yanına oturtdu. me'mun elindeki üzümü imamı ali rıza hazretlerine verip, bunun gibi güzel üzüm gördün mü, dedi. o ise, nefis üzüm cennetdedir, buyurdu. me'mun bu üzümden yiyiniz, dedi. imamı ali rıza radıyallahü anh beni ma'zur görünüz, dedi. me'mun ısrar ederek, özrünüz nedir, bizi töhmet altında bırakıyorsunuz deyince, üzüm salkımından biraz yidi. ba'zıları üzümden birkaç dane yidi, demişlerdir. sonra üzümü bırakıp kalkdı. me'mun, nereye gidiyorsunuz diye sorunca, gönderdiğin yere gidiyorum, buyurdu. mubarek başına bir şey örtmüş olduğu halde dışarı çıkdı. kendisiyle konuşmadık. evine gitdi ve emri üzere kapısı kilitlendi. yatağının üzerine yatdı. ben evin içinde üzüntülü bir halde duruyordum. o sırada imamı ali rızaya radıyallahü anh çok benzeyen, güzel yüzlü, misk kokulu bir genç içeri girdi. yanına koşdum. kapı kilitli idi, nereden girdin, dedim. beni medineden buraya bir saatde getiren kimse içeri aldı. ben hüccetullah muhammed bin alinin babasının yanına girerken, bana sen de gir diye söyledi, dedi. imamı ali rıza radıyallahü anh onu görünce, yerinden kalkdı. kucaklayıp bağrına basdı ve iki gözünün arasından öpdü. o da yüzünü babasının yüzüne koyup, gizlice bir şeyler konuşdular, ben anlayamadım. sonra imamı ali rızanın dudaklarının üstünde kardan beyaz bir köpük gördüm. sonra elini imamı ali rıza hazretlerinin elbisesi ile göğsü arasına sokdu. serçe gibi bir şey çıkarıp yutdu. imamı ali rıza radıyallahü anh kendinden geçip, vefat etdi. muhammed bin ali radıyallahü anh bana: ey ebussalt, kalk ambardan su ve tahta getir, dedi. orada su ve tahta yokdur, dedim. sana söylediklerimi tut, dedi. gidip su ve tahta bulup getirdim. yıkamak için yardım edeyim, dedim. bana yardım eden vardır, buyurdu. kendisi cenazeyi yıkadı. sonra bana, ambarda bir dolapda kefen ve hanut, güzel koku var, getir buyurdu. gidip getirdim. kefenledi. tabut getir, buyurdu. marangoza yapdırmak istedim. ambarda var, buyurdu. gidip bakdım, hiç benzerini görmediğim bir tabut gördüm. alıp getirdim. cenazeyi tabuta koydu ve iki rek'at namaz kıldı. o henüz namazını bitirmeden tabut yükseldi, evin damı yarılıp, oradan yukarı çıkdı. muhammed bin ali hazretlerine, şimdi halife me'mun gelirse ne yaparız, dedim. sakin ol, tabut biraz sonra geri gelir, bir peygamber şarkda ve vasisi garbda vefat etse, allahü teala onların bedenlerini ve ruhlarını bir araya getirir, buyurdu. henüz sözlerini bitirmeden evin damı yarıldı, tabut aşağı indi. tabutdan imamı ali rızanın radıyallahü anh cenazesini çıkarıp, yatağına yatırdı. sanki techiz ve tekfin gibi şeyler yapılmamışdı. sonra kapıyı aç buyurdu. kapıyı açdım. me'mun ve hizmetcileri kapıda idiler. içeri girdiler. hepsi üzülüyor, ağlaşıyorlardı ve saçlarını başlarını yoluyorlardı. me'mun, ey efendimiz sana ne oldu, ey efendim, diyordu. sonra techiz ve tekfin işleriyle meşgul oldular. kabrini kazmağa başladılar. kabr kazılırken ben orada idim. imamı ali rıza hazretlerinin söylediklerinin hepsi vuku' buldu. me'mun onun kabrindeki suyu ve balıkları görünce, hayatında keramet gösterdiği gibi, vefatında da gösteriyor, dedi. me'munun yakınlarından biri, me'muna bu neye işaretdir, biliyormusun dedi ve sözlerine şöyle devam etdi: şuna işaretdir ki, abbas oğulları, sizin mülkünüz her ne kadar çok olsa da ve uzun müddet devam etse de küçük balıklar gibidir. ecelleriniz geldiğinde ve eserleriniz bitme zemanı yaklaşınca, allahü teala bizden sizin üzerinize bir kişi musallat eder ve sizi yok eder. me'mun doğru söylüyorsun, dedi. imamı ali rızanın radıyallahü anh defninden sonra, halife me'mun bana kabrde okuduğun şeyleri bana da öğret, dedi. onları unutdum, dedim. gerçekden unutmuşdum. bunun üzerine beni habse atmalarını emr etdi. bir sene habsde kaldım. çok sıkıldım ve ya rabbi! muhammed aleyhisselamın ve onun temiz ehli beytinin hürmetine beni kurtar, diye düa etdim. henüz düamı temamlamamışdım ki, imamı ali rıza radıyallahü anh içeri girip geldi. gönlün daraldı mı ey ebussalt, buyurdu. evet, vallahi daraldı dedim. mubarek elini, bağlı olduğum bağlara dokundu. kalk dışarı çık, buyurdu. bütün bağlar çözüldü. elimden tutdu, dışarı çıkdık. habshanenin bekcileri beni gördüler. fekat bir şey söyliyemediler. sonra imamı ali rıza hazretleri bana: yürü, allahü tealanın emanında ol, sen me'muna rastlamazsın, o da seni bulamaz, buyurdu. bu zemana kadar me'munu görmedim. imamı taki muhammed bin ali radıyallahü anh ismi muhammed bin alidir. oniki imamın dokuzuncusudur. imamı ali rızanın radıyallahü anh oğludur. künyesi ebu ca'ferdir. künyesi ve ismi imamı muhammed bakıra radıyallahü anh benzediği için kendisine ebu ca'feri sani de denilmişdir. lakabı taki ve cevaddır. annesi hayrzane veya reyhane adında bir cariye idi. hicretin yüzdoksanbeşinci senesinde receb ayının onunda, cum'a günü medinede doğdu. hicretin ikiyüzyirminci senesinde, zilhicce ayının altısında salı günü vefat etdi. kabri bağdadda, dedesi musa kazımın radıyallahü anh kabrinin arkasındadır. imamı muhammed taki radıyallahü anh daha küçük yaşda iken, edebi ve ilmi o derece idi ki, halife me'mun ona hayran olup, kızı ümmü fadlı ona nikahlayarak medineye göndermişdir. me'mun ona her sene bin dirhem gönderirdi. imamı muhammed taki radıyallahü anh babasının vefatında onbir yaşında idi. bağdadın mahallelerinin birinde arkadaşlarıyla bir yol üzerinde duruyorlardı. halife me'mun ava giderken o yoldan geçdi. bütün çocuklar yoldan kaçdılar. imamı muhammed taki radıyallahü anh yerinde durdu. me'mun gelip ona biraz bakdı. allahü teala gönüllerde ona karşı muhabbet vermişdi. halife ona, arkadaşların yoldan çekildiler, sen niçin durdun diye sordu. yol dar değil ki, ben kenara çekilince yol açılsın. suçum da yokdur ki, senden korkup kaçayım. sana hüsnü zannım vardır ki, sen suçsuz kimseyi incitmezsin, buyurdu. onun güzel yüzü ve tatlı sözü, halife me'munun çok hoşuna gitdi. senin ismin nedir diye sordu. muhammeddir, dedi. kimin oğlusun diye sordu. imamı ali rızanın radıyallahü anh oğluyum, dedi. me'mun babasını rahmetle andı ve ondan razı olduğunu söyledi. sonra yoluna devam etdi. şehrden uzaklaşınca, yanındaki doğan kuşlarından birini av için bir su gölüne saldı. doğan kuşu gözden kayboldu ve bir müddet sonra havadan aşağı indi. pençesinde küçük bir balık getirmişdi. balık yarı canlı idi. me'mun hayret etdi. balığı kendi eline aldı ve geri döndüler. yine imamı muhammed takinin radıyallahü anh arkadaşlarıyla birlikde bulunduğu yoldan geçiyorlardı. bütün çocuklar yoldan kaçdılar. muhammed taki radıyallahü anh yerinden ayrılmadı. me'mun yanına gelip, ey muhammed, elimdeki nedir diye sordu. allahü teala denizde küçük bir balık yaratdı. melik ve halifenin doğan kuşları da onu avladı. bunu bana resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ehli beytinin sülalesi haber verdi, buyurdu. me'mun hayret etdi ve imamı muhammed takinin yüzüne biraz daha bakdı ve sen hakikaten imamı rızanın radıyallahü anh oğlusun, dedi. ona ihsan ve ikramlarını artdırdı. halife me'munun kızı ve imamı muhammed takinin radıyallahü anh hanımı olan ümmü fadl, babası me'muna mektub yazarak, imamı muhammed takinin kendisinin üzerine cariye ve hanım almak istediğini şikayet etdi. me'mun cevab yazarak, seni imamı muhammed takiye verirken, allahü tealanın ona halal etdiğini haram etmedim. bundan sonra bana bu konuda şikayet mektubu yazma, dedi. imamı muhammed taki radıyallahü anh buyurdu ki: zalimin adaletle geçen günü, mazlumun zulm edilen gününden daha ağır gelir. cahiller çoğalınca, alimler onlar arasında gariblerdir. musibete sabr, kötülük yapan için musibetdir. facirden yardım ümid eden, onu seven için en küçük ceza, mahrum kalmakdır. iki kimse ebedi hastadır; sıhhatli olduğu halde perhiz yapan ve hasta olduğu halde perhiz yapmayan. halife me'mun, kızı ümmü fadlı imamı muhammed taki radıyallahü anh ile nikahlayıp, medineye gönderdi. akşama doğru kufeye ulaşdılar. orada konaklayıp, bir mescide girdiler. mescidin avlusunda henüz yemiş vermemiş bir sidre, arabistan kirazı vardı. imamı muhammed taki hazretleri bir ibrik su istedi. o ağacın altında abdest aldı ve namaz kıldı. namazdan sonra ağacın dibine geldi. ağaç taze meyve vermişdi. çok tatlı ve çekirdeksizdi. orada bulunan halk, teberrüken o meyvelerden yidiler. selefden bir zat şöyle anlatmışdır: ırakda idim. şamda bir kişiyi peygamberlik da'vasında bulunuyor diye, zincirlere bağlayarak habs etdiklerini duydum. habshaneye gidip, kapıcılara bir şeyler vererek o şahsın yanına girdim. aklı ve fehmi yerinde idi. başına gelenleri anlat dedim. şöyle anlatdı: şamda hazreti hüseynin radıyallahü anh mubarek başının medfun bulunduğu söylenen mescidde ibadet ediyordum. karşıma aniden bir zat çıkdı. bana kalk dedi, kalkdım. biraz yürüdük. kendimi kufe mescidinde buldum. o zat burası neresidir, diye sordu. kufe mescididir dedim. namaza durdu. ben de namaza durdum. namaz bitince dışarı çıkdı. ben de onunla beraber çıkdım. bir müddet yürüdük. kendimi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidinde buldum. ravdai resule sallallahü aleyhi ve sellem selam verdim. o zat orada da namaz kılmağa başladı. ben de namaza durdum. namaz bitince dışarı çıkdı. ben de onunla çıkdım. bir müddet yürüdük. mekkeye varmışdık. ka'beyi tavaf edip, dışarı çıkdık. o zat gözden kayboldu. ben kendimi şamda ibadet etdiğim mescidde buldum. bu hale hayret etdim. o zatın kim olduğunu anlayamadım. ertesi sene aynı vaktde o zat beni yine yanına alıp, aynı yerleri dolaşdırdı. ayrılacağı zeman, bu gördüklerimi yaratan allahü teala hakkı için, siz kimsiniz diye sordum. imamı muhammed taki bin aliyim buyurdu. sabahleyin bu hadiseyi tanıdıklarıma anlatdım. şam valisi bunları duymuş. beni peygamberlik da'vasında bulunuyor diye, yakalayıp bu habse atdılar, dedi. şam valisine bir mektub yazarak bu durumu anlatdım. vali mektubun arkasına: o şahsı bir gecede, şamdan kufeye götüren kimse, onu bizim habshanemizden kurtarsın diye yazmışdı. bu söz bana çok ağır geldi ve çok üzüldüm. durumu o şahsa bildirmek üzere habshaneye gitdim. bir de bakdım ki, valinin adamları telaşlı ve sıkıntı içindeler. ne oldu diye sordum. peygamberlik da'vasında bulunuyor diye habs edilen kimse kayboldu. bilemiyoruz ki onu yer mi yutdu, yoksa gök kuşları mı kapdı diyorlardı. halife me'mun vefat edince, imamı muhammed taki radıyallahü anh bizim kurtuluşumuz, otuz ay sonradır buyurdu. otuz ay geçdikden sonra o da vefat etdi. bir şahs şöyle anlatmışdır: imamı muhammed takinin radıyallahü anh huzuruna gidip, falan saliha hanım size düa ediyor ve kendisine kefen yapmak için bir elbisenizi istiyor, dedim. o saliha hanımın elbiseye ihtiyacı kalmamışdır, buyurdu. bu sözün ma'nasını anlayamamışdım. sonra o saliha hanımın onüç veya ondört gün önce vefat etdiğini haber aldım. bir kimse şöyle anlatmışdır: bir arkadaşla sefere çıkacakdık. veda etmek için imamı muhammed takiye radıyallahü anh gitdik. bu gün sefere çıkmayınız. sabr edin, yarın gidiniz, buyurdu. huzurundan ayrılınca, arkadaşım benim yüklerim gitdi. ben bu gün yola çıkacağım dedi ve yola çıkdı. gece konakladığı dereye sel gelip, selde boğuldu. imamı hadi ali bin muhammed radıyallahü anh imamı muhammed takinin radıyallahü anh oğludur. oniki imamın onuncusudur. ismi alidir. künyesi ebül hasendir. kendisine üçüncü ebül hasen de denilmişdir. lakabı hadidir. askeri lakabıyla meşhurdur. annesi bir cariyedir. annesi halife me'munun kızı ümmü fadldır diyenler de vardır. hicretin ikiyüzondört senesinde, receb ayının onüçünde, medinede doğdu. hicretin ikiyüzellidört senesinde cemaziyelahir ayının sonunda, pazartesi günü bağdadın sermenray nahiyesinde vefat etdi. kabri, sermenrayda kendi serayındadır. kum beldesinde olduğunu söyliyenler de vardır. fekat bu doğru değildir. kum beldesinde musa kazımın radıyallahü anh kızı fatımanın radıyallahü anha meşhedi vardır. musa kazım radıyallahü anh bu kızı için, fatımayı kim ziyaret ederse cennete gider, buyurmuşdur. bu sözü imamı ali rıza radıyallahü anh nakl etmişdir. imamı hadinin radıyallahü anh menkıbelerinden biri şöyledir: bir gün sermenray civarında bir köye gitmişdi. bir köylü kendisini görmek istedi. falan köye gitdi, dediler. arayan kimse o köye gitdi ve huzuruna vardı. imamı hadi radıyallahü anh o köylü kimseye ne isteğin var diye sordu. köylü, ben hazreti alinin radıyallahü anh sevenlerindenim. çok borcum var. epey zeman geçmesine rağmen borçlarımı ödeyemedim. benden bu borç yükünü kaldıracak sizden başka kimse bilmiyorum, dedi. imamı hadi hazretleri o köylüye, hiç üzülme buyurdu. o gece onu misafir etdi. sabahleyin imamı hadi radıyallahü anh köylüye sana bir söz söyliyeceğim. o sözü aynen yerine getireceksin, buyurdu. köylü, sözünüze aykırı bir iş yapmam, dedi. köylü için, bir kağıda, falan kimsenin şu kadar borcu, benim borcumdur diye yazdı. yazdığı mikdar köylünün borclu olduğu mikdardan fazla idi. kağıdı köylüye verdi ve şöyle dedi: ben yakında sermenraya döneceğim. bir cema'at içinde otururken, bu kağıdı bana getir. borcunu iste ve benimle ağır konuş buyurdu. köylü baş üstüne efendim diyerek kağıdı alıp gitdi. imamı hadi radıyallahü anh sermenraya döndü. halifenin adamlarının ve diğer kimselerin bulunduğu bir topluluk arasında oturduğu bir sırada, o köylü geldi. kağıdı çıkarıp, imamı hadiden radıyallahü anh borcunu istedi. imamı hadi hazretleri gayet yumuşak konuşarak özr beyan etdi ve falan gün ödeyeyim diye söz verdi. bu durumu halife mütevekkil duydu. imamı hadi hazretlerine otuz bin akçe gönderdi. va'd edilen gün köylü geldi. otuz bin akçeyi köylü kimseye verip, bununla borcunu öde, kalanını da evine harcarsın, buyurdu. köylü, ey resulullahın torunu! ben bu paranın üçde birine razı idim. fekat allahü teala ne kadar göndereceğini daha iyi bilir, dedi. halife mütevekkil hastalanıp, vücudunda bir çıban çıkmışdı. çok ağrı ve şiddetli ateş yapıyordu. tabibler ilac bulamadılar. neredeyse ölecekdi. annesi mütevekkil iyileşirse, kendi malımdan imamı hadi hazretlerine çok mal göndere.evahidün nübüvve ceğim diye, nezr etdi. bir gün halife mütevekkilin yakın adamlarından feth bin hakan, imamı hadiden de radıyallahü anh bir ilac soralım, dedi. bir kimse göndererek ondan ilac sordurdular. imamı hadi hazretleri, falan şeyi çıbanın üzerine koyun, allahü tealanın izniyle faideli olur, dedi. bu haber mütevekkilin meclisine ulaşınca, orada bulunanlar gülüşdüler ve alay etdiler. feth bin hakan tecribe edelim, zararımız olmaz dedi. imamı hadi hazretlerinin söylediği şeyi çıbanın üzerine koydular. çıban yarılıp, içindeki cerahat boşaldı. halife mütevekkilin iyileşdiğini annesi duyunca, on bin dinarı bir keseye koydu ve kendi mührüyle kesenin ağzını mührleyerek, imamı hadi hazretlerine gönderdi. halife mütevekkil tam sıhhate kavuşdukdan bir kaç gün sonra, bir kimse halifeye imamı hadinin radıyallahü anh yanında çok mal ve sayısız silah var diye şikayet etdi. halife, veziri sa'ide, gece yarısı imamı hadinin evine girmesini ve orada bulduğu mal ve silahları kendisine getirmesini emr etdi. vezir sa'id şöyle anlatmışdır: yanıma bir merdiven aldım. gidip evinin damına çıkdım ve bacadan içeri girdim. karanlık olduğundan ne tarafa gideceğimi şaşırdım. o sırada imamı hadinin radıyallahü anh sesini duydum. ey sa'id! biraz bekle, mum getirsinler, buyurdu. mum gelince, aşağı indim. imamı hadi hazretleri yünden bir elbise giymiş, başında da yünden bir takke vardı. hasır bir seccade üzerinde kıbleye karşı oturuyordu. ey sa'id! işte odalar, ara buyurdu. odaları aradım, bana söylendiği gibi mal ve silah yokdu. sadece halife mütevekkilin annesinin gönderdiği kese, ağzı mührlü olarak duruyordu. onun yanında mührlü bir kese daha vardı. imamı hadi hazretleri seccadeye de bak buyurunca, seccadeyi kaldırdım. altında kınında sokulu bir kılıc vardı. keseleri ve kılıcı aldım, mütevekkile götürdüm. halife mütevekkil annesinin mührüyle mührlü keseyi görünce merak edip sordu. hadiseyi anlatdılar. halife mütevekkil bir kese dinar da kendisi koyup, getirdiklerimi aynen geri götürmemi emr etdi. imamı hadi hazretlerinin huzuruna varıp, mahcub bir halde, efendim, iznsiz evinize girmek bana çok zor geldi. fekat bana böyle emr edildi, dedim. o zeman, meali şerifi, haksızlık edenler hangi akıbete döndürüleceklerini yakında bileceklerdir olan şu'ara sures yeti kerimesini okudu. halife mütevekkil, imamı hadiyi radıyallahü anh medineden ırak tarafına çağırdı. sermenraya varınca, onu hanüssadık denilen kötü bir yerde konaklatdılar. imamı hadi hazretlerini sevenlerden salih bin sa'id huzuruna girip, efendim canım size feda olsun, bunlar sizin kıymetinizi gizlemek ve nurunuzu söndürmek istiyorlar. çünki, sizi böyle kötü bir yerde konaklatdılar, dedi. imamı hadi radıyallahü anh ona, ey ibni sa'id! sen henüz bu derecede misin buyurdu. sonra mubarek eliyle işaret etdi. salih bin sa'id şöyle demişdir: o sırada güzel bağçeler içinde seraylar, ırmaklar, huriler ve inci gibi dizilmiş vildanlar gördüm. hayrete düşdüm. bana, ey ibni sa'id! biz nerede olursak, bunlar bizimle beraberdir. biz bu kötü konaklama yerinde değiliz, buyurdu. bir kimse şöyle anlatmışdır: hanımım hamile idi. bir oğlumun olması için imamı hadi hazretlerinden düa istedim. oğlun olacak, adını muhammed koy buyurdu. oğlum oldu ve adını muhammed koydum. yine bir kimse anlatmışdır: hanımım hamile idi. çocuğumun oğlan olması için imamı hadiden radıyallahü anh düa istedim. çok kız vardır ki erkek evladdan hayrlıdır buyurdu. kızım oldu. bir şahs imamı hadiye radıyallahü anh, kufe kadisı bana çok eziyyet ediyor diye şikayet etdi. ona iki ay daha sabr et buyurdu. iki ay sonra o kadi vazifesinden atıldı. halife mütevekkil evinde çeşidli kuşlar bulundururdu. kuşların sesinden gelenlerin sözlerini anlayamazdı. gelenler de mütevekkilin sözlerini anlayamazlardı. imamı hadi radıyallahü anh gelip içeri girince, kuşlar susar, çıkınca, tekrar ötmeğe başlarlardı. hindistandan gözboyayıcı bir sihrbaz gelmiş. garib gösteriler yapıyordu. mütevekkil onu çağırıp, eğer bir oyun göstererek imamı hadi ali bin muhammedi mahcub edebilirsen, sana bin dinar vereceğim, dedi. sihrbaz, olur, yaparım. fekat bir yemek ve yanına birkaç yufka getirin ve beni onun yanına oturtun, dedi. söylediği gibi yapdılar. imamı hadi radıyallahü anh bir parça ekmek almak istedi. sihrbaz birşeyler yapdı. ekmek önünden ucdu. bu işi üç def'a yapdı. orada bulunanlar gülüşdüler. odadaki bir divan yasdığı üzerinde aslan resmi vardı. imamı hadi hazretleri o aslan resmine işaret ederek bunu tut, dedi. o resm canlı bir aslan oldu. sıçrayıp sihrbazı yutdu. sonra tekrar yasdığa gidip, resm halini aldı. mütevekkil sihrbazı geri çıkarması için imamı hadiden radıyallahü anh çok istediyse de kabul etmedi. vallahi allahın düşmanlarını dostlarına musallat edeni, asla göremezsiniz, buyurdu. sonra oradan ayrıldı. bu hadiseden sonra o sihrbazı kimse göremedi. bir gün imamı hadi radıyallahü anh halifenin evladından birinin düğün yemeğinde bulundu. herkes edeble oturuyordu. yalnız bir genç çok konuşarak ve gülerek edebsizlik ediyordu. imamı hadi hazretleri ona ey genç, ağız dolusu gülüyorsun ve allahü tealanın zikrinden gafil oluyorsun! halbuki sen üç gün sonra kabrde olacaksın, buyurdu. genç, bu sözleri duyunca, edebsizlikden vazgeçdi. sonra yemek yiyip dağıldılar. ertesi gün o genç hastalandı ve üç gün sonra vefat etdi. yine bir gün düğün yemeğinde idiler. samira ehlinden bir kimse boş sözler söylüyor, imamı hadi hazretlerine gereken hürmeti göstermiyordu. imamı hadi radıyallahü anh bu kimsenin evinden acı bir haber gelecek, bu yemeklerden yiyemeyecek, buyurdu. yemekler hazırlanınca, o kimse ellerini yıkayıp, yemeği yiyeceği sırada, hizmetcisi ağlayarak içeri girdi. o kimseye, annen damdan düşdü, ölmek üzeredir. hemen yetiş, ölmeden önce onu gör dedi. o şahs yemek yiyemeden kalkıp gitdi. imamı askeri hasen bin ali radıyallahü anhüm imamı hadi ali bin muhammedin radıyallahü anhüm oğludur. oniki imamın onbirincisidir. ismi hasendir. künyesi ebu muhammed, lakabları; zeki, halis ve siracdır. askeri lakabıyla meşhurdur. annesi cariye olup, ismi sevsen idi. başka ismi olduğu da söylenmişdir ve imamı hadi ona hadis ismini koymuşdur. imamı askeri radıyallahü anh hicretin ikiyüzotuzbirinde medinede doğdu. doğumunun hicri ikiyüzotuziki olduğu da söylenmişdir. hicretin ikiyüzaltmış senesinde sermenrayda vefat etdi. kabri babasının kabrinin yanındadır. kerametleri ve harikaları sayısızdır. muhammed bin ali bin ibrahim bin ca'fer şöyle anlatmışdır: geçim sıkıntısı çekiyorduk. babam bana bir gün, oğlum, imamı askeri hasen bin alinin radıyallahü anh huzuruna gidelim. zira onun çok cömerd olduğunu söylüyorlar. onu hiç gördün mü, dedi. hayır hiç görmedim, dedim. sonra, imamı askeri hazretlerinin huzuruna gitmek için yola çıkdık. yolda giderken babam imamı askeri hazretleri bize beşyüz akçe verse, ikiyüz akçe ile bir elbise, ikiyüz akçe ile un ve yüz akçe ile de diğer ihtiyaclarımızı alırız, dedi. ben de bana üçyüz akçe verse, yüzü ile elbise, yüzü ile yiyecek ve yüz akçe ile de bir merkeb alıp, kuhistan tarafına gitsem, dedim. imamı askerinin radıyallahü anh kapısının önüne vardık. daha kimseyle birşey konuşmadan, içerden bir hizmetci çıkdı. ali bin ibrahim ve oğlu muhammed içeri girsin diye, bizi ismlerimizi söyliyerek çağırdı. içeri girip, imamı askeri hazretlerine selam verdik. babama şimdiye kadar niçin gelmedin, buyurdu. babam bu halle huzurunuza gelmeğe utandım, dedi. sonra huzurundan ayrılıp dışarı çıkdığımızda, arkamızdan bir hizmetci geldi. babama bir kese verdi ve bunun içinde beşyüz akçe vardır, dedi. sonra bir kese de bana verdi. bunda da üçyüz akçe vardır. yüz akçe elbise için, yüz akçe yiyecek için, yüz akçe de merkeb parasıdır. fekat kuhistana gitme, falan yere git, dedi. söylediği yere gitdim. o gün evlendim ve iki bin dinara sahib oldum. bir kimse şöyle anlatmışdır: babam baytar idi. imamı askeri hazretlerinin hayvanlarına bakardı. halife müsteinin bir katırı vardı. değil binmek, bakıcılardan kimse ona eğer vuramıyordu. halifenin yakın dostlarından biri, bu katırı imamı askeri hasen bin aliye radıyallahü anh götürsün. ya bunu terbiye edip, binecek duruma getirir veya katır onu helak eder, dedi. halife, imamı askeri hazretlerini çağırdı. gelip serayın kapısından içeri girince, katırı avluya çıkardılar. imamı askeri radıyallahü anh katıra yaklaşıp, mubarek elini sağrısına sürdü. katır terledi. sonra halife müsteinin yanına gitdi. halife ona hürmet gösterdi ve yanına oturtdu. sonra bu katıra bir dizgin tak, dedi. imamı askeri hazretleri de babama, bu katıra bir dizgin tak, dedi. halife ona dizgini sen tak deyince, başındaki taylesanı çıkarıp koydu ve katıra dizgin vurdu. sonra gelip yerine oturdu. halife bu katıra bir de eğer vur, dedi. imamı askeri radıyallahü anh yine babama, bu katıra eğer vur deyince, halife, eğeri de sen vur, dedi. tekrar yerinden kalkıp katıra eğer bağladı. halife, bu sefer, ne olur ona bir de bin, dedi. imamı askeri hazretleri katıra binip, serayın avlusunda dolaşdı. katır hiç serkeşlik yapmadı. sonra katırdan indi. halife bu katırı nasıl buldun diye sorunca, bundan daha iyisini görmedim, dedi. halife o katırı imamı askeri hazretlerine hediyye etdi. o da babama bunu tut götür, buyurdu. babam katırı alıp götürdü. katır hiç serkeşlik yapmadı. bir kimse şöyle anlatmışdır: imamı askerinin radıyallahü anh huzurunda fakirlikden şikayet etdim. elinde bir kırbaç vardı. onunla yeri kazdı. beşyüz dinar kıymetinde bir kalıp külçe altın çıkardı ve bana verdi. yine bir kimse şöyle anlatmışdır: zindanda habs idim. imamı askeri hazretlerine bir mektub yazıp, zindanın darlığından ve beni bağladıkları zincirlerin ağırlığından şikayet etdim. geçim sıkıntısı da çekdiğimi yazacakdım. fekat bunu yazmağa utandım. mektubumun cevabında, bugün öğle namazını evinde kılacaksın diye, yazmışdı. o gün öğle vakti beni serbest bırakdılar ve öğle namazını evimde kıldım. sonra bir de bakdım ki, imamı askeri hazretlerinin bir hizmetcisi bana, yüz dinar ve bir de mektub getirdi. mektubda ne zeman bir ihtiyacın olursa iste, utanma! istediğin şeye allahü tealanın izniyle kavuşursun, diye yazılı idi. bir şahs şöyle anlatmışdır: imamı askeriye radıyallahü anh mektub yazarak bir mes'ele sordum. bir çeşid humma hastalığının çaresini de soracakdım. onu yazmayı unutdum. bana yazdığı cevabda, ayrıca humma hastalığından da soracağımı, fekat unutduğumu yazarak, meali şerifi olan enbiya suresi. ayeti kerimesini de yazıp, hummalı hastanın boynuna asmamı emr buyurmuş. buyurduğu gibi yapdım. hasta şifa buldu. bir şahs şöyle anlatmışdır: imamı askerinin radıyallahü anh huzurunda oturuyordum. güzel yüzlü bir genç içeri girdi. kendi kendime, acaba bu kimdir diye merak etdim. imamı askeri radıyallahü anh, bu genç ümmü ganimin oğludur. bütün dedelerimin yüzükleriyle mührledikleri taşın sahibidir. o taşa benim de mühr basmam için geldi, buyurdu. sonra o gence taşı ver, dedi. genç taşı çıkarıp verince, yüzüğünü taşın mührsüz ve düz bir yerine basdı. mühr meydana çıkdı. açık olarak hasen bin ali yazılmış olduğunu gördüm. o genç çıkıp gitdikden sonra, siz daima bu kimseyi görürmüsünüz diye sordum. vallahi uzun zemandan beri onu görmeği arzu ediyordum. şimdi geldi ve onu gördüm. daha önce görmemişdim. haydi git dediler, geldim dedi, buyurdu. bir kimse şöyle anlatmışdır: imamı askeriye radıyallahü anh bir mektub yazdım ve mişkatın ma'nasını sordum. hanımım hamile idi. hayr düa etmesini ve çocuğa bir ism vermesini istedim. mektubun cevabında, mişkat, muhammed aleyhisselamın mubarek kalbidir diye yazmışdı. hanımımın ve çocuğun halinden bir şey yazmamışlar. yalnız mektubun sonunda, allahü teala sana büyük ecr ve sonra bir evlad versin, diye yazmışlardı. çocuğum ölü doğdu. ondan sonra bir oğlum oldu. imamı hüccet muhammed bin hasen radıyallahü anhüm imamı askeri hasen bin alinin oğludur. oniki imamın onikincisidir. ismi muhammeddir. künyesi ebül kasımdır. lakabları, hüccet, kaim, mehdi, muntazır ve sahibüzzemandır. kendisine hüccet lakabını veren imamiyye fırkası, onun oniki imamın sonuncusu olduğu ve hicri ikiyüzaltmışbeş veya ikiyüzaltmışaltı senesinde sermenrayda, yer altında kaybolduğu, annesi onu beklediği halde çıkmadığı inancındadırlar. annesi ümmi veled bir cariye idi. annesinin isminin saykal, sevsen, nercis veya başka olduğu söylenmişdir. hicretin ikiyüzellisekizinci senesinde ramezan ayının yirmiüçünde sermenrayda doğdu. hicretin ikiyüzellibeşinde şa'ban ayının ortasında doğduğu da söylenmişdir. imamı askeri ebu muhammed zekinin radıyallahü anh teyzesi şöyle anlatmışdır: bir gün imamı askerinin radıyallahü anh yanına gitmişdim. bana, teyzeciğim bu gece bizim evde kal. allahü teala bize bir halef, yerimize geçecek bir evlad verecekdir, buyurdu. oğlun kimden olacak, hanımın nercisde bir hamilelik hali yokdur, dedim. teyzeciğim, nercis hamilelik yükünü çekmeyecek, ancak doğum vaktinde belli olacak buyurdu. o gece orada kaldım. gece yarısı geçince, kalkıp teheccüd namazı kıldım. nercis de teheccüde kalkdı. kendi kendime sabah yaklaşdı, ebu muhammedin söylediği doğum alametleri görünmüyor, dedim. o sırada ebu muhammed imamı askeri odasından bana seslenerek, teyzeciğim, acele etme, nercisin bulunduğu odaya git, dedi. gitdim. nercis beni karşıladı. vücudu titriyordu. onu bağrıma basdım. ihlas suresini, kadr suresini ve ayetel kürsiyi okudum. nercisin doğacak olan çocuğu da karnında okuyordu. sonra oda aydınlandı. bakdım çocuk doğmuş ve yerde yatıyordu, hemen kaldırdım. o sırada imamı askeri odasından seslenerek, teyzeciğim oğlumu getir, dedi. çocuğu sarıp götürdüm. çocuğu alıp, mubarek dilini ağzına götürüp, allahü tealanın izniyle konuş buyurdu. çocuk bismillahirrahmanirrahim dedi ve meali şerifi, yerini aldıralım olan kasas suresinin ayetini okudu. o sırada etrafımızı yeşil renkli kuşlar sardılar. imamı askeri radıyallahü anh onlardan birini çağırdı. bunu tut ve allahü tealanın emrinin erişmesine kadar sakla, buyurdu. o kuşun çevresindeki kuşların ne olduğunu sordum. o kuş şeklinde gördüğümüz cebrail aleyhisselam, diğerlerinin de rahmet melekleri olduğunu söyledi. sonra çocuğu annesine götür, buyurdu. meali şerifi, böylelikle biz onu gözü aydın olsun, gam çekmesin ve allahın va'dinin gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. fekat yine de pek çoğu bilmezler olan kasas suresinin. derdimayeti kerimesini okudu. onu alıp götürdüm. doğduğu zeman göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş idi. sağ kolunda, meali şerifi, hak geldi batıl, yıkılıp gitdi. zaten batıl yıkılmağa mahkumdur olan isra sures yeti kerimesi yazılı idi. doğduğunda iki dizi üzerine oturup, şehadet parmağını kaldırdı. sonra aksırdı ve elhamdülillah, dedi. başka birisi şöyle anlatmışdır: bir gün imamı askerinin radıyallahü anh huzurunda idim. senden sonra halefin, yerine geçecek olan kimdir, diye sordum. odasına gitdi. kucağında ayın ondördü gibi parlayan üç yaşlarında bir çocuk ile geldi. eğer sen allahü teala indinde mükerrem bir kimse olmasaydın, bu oğlumu sana göstermezdim. bunun ismi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismi gibi, künyesi de onun künyesi gibidir. zulm dolu olan yeryüzü bunun zemanında adaletle dolacakdır, buyurdu. bir diğer şahs şöyle anlatmışdır: bir gün ebu muhammed imamı askerinin radıyallahü anh huzurunda idim. sağ tarafında bir oda gördüm. kapısında perde çekilmişdi. sizden sonra sizin vazifenizi yapacak olan vasiniz kim olacakdır, dedim. bana şu odanın kapısındaki perdeyi kaldır, buyurdu. perdeyi kaldırdım. içerden nur yüzlü bir çocuk çıkdı. sağ yanağında bir ben vardı ve saçları uzunca idi. gelip imamı askerinin dizinin dibine oturdu. imamı askeri hazretleri belli bir zemana kadar şu odaya gir, buyurdu. o odaya girerken, ben de ona bakıyordum. sonra da bana haydi kalk, o odaya bak, içinde kim vardır. çocuk odaya girdikden sonra imamı askerinin emri üzerine gidip, o odaya bakdım. hiç kimse yokdu. yine bir şahs şöyle anlatmışdır: halife mu'tedıd beni iki kimseyle birlikde çağırdı. imamı askeri hasen bin alinin radıyallahü anh vefat etdiğini söyledi. sermenraya gidip evini yıkmamızı ve evinde kimi bulursak başını getirmemizi emr etdi. sermenraya gidip, imamı askerinin radıyallahü anh evine vardık. sanki yeni yapılmış gibi çok güzel, tertemiz bir evdi. evde bir perde vardı. perdeyi kaldırdık. karşımıza bir mahzen çıkdı. mahzenin ilerisinde bir deniz gördük. güzel yüzlü bir kimse, suyun üstüne bir hasır sermiş, üzerinde namaz kılıyordu. bize hiç alaka göstermedi. yanımdaki iki arkadaşımdan biri biraz ilerlemek istedi. fekat suya batdı. elinden tutup kurtardım. diğer arkadaşımız da ilerlemek istedi. o da suya batdı. onu da güçlükle kurtarabildik. ben bu durum karşısında şaşırıp kalmışdım. ey ev sahibi, biz nereye geldiğimizi bilemedik. allahü tealadan afv, senden özr dileriz, dedim. bize hiç iltifat etmedi. geri dönüp, halife mu'tedıdın yanına geldik. hadiseyi aynen anlatdık. halife bu sırrı gizleyiniz. kimseye anlatmayınız. yoksa sizin başınızı vurdururum, dedi. şi'ilerin imamiyye fırkası, imamı hüccete iki çeşid gaybet isnad ederler. birincisi, doğumundan sefaretin, imametinin sonuna kadar olan kısa zemanda olan gaybeti. ikincisi; uzun gaybeti olup, sefaretin, imametin sona ermesinden, allahü tealanın yeniden onu ortaya çıkarmasını takdir etdiği zemana kadar olan gaybetdir. imamı hüccetin radıyallahü anh kısa gaybetinde iki elçisi vardır. onlar insanların ihtiyaclarını gidermekde ve suallerine cevab vermekde imamı hüccet ile insanlar arasında vasıtadır, derler. elçilik, ali bin muhammed adlı bir şahsda son bulmuşdur. bu şahs hicri üçyüzyirmialtı senesinde vefat etmişdi. rivayet olundu ki, muhammed bin hasen askeri radıyallahü anh vefatından altı gün önce, ali bin muhammede şöyle yazmışdır: bismillahirrahmanirrahim. ey ali bin muhammed! allahü teala sana çok ecr versin. sen altı gün içinde öleceksin. işlerini bitir ve makamını kimseye vasıyyet etme! zira tam gayb olma zemanın gelmişdir. imamlık bundan sonra ancak allahü tealanın izniyle ortaya çıkar. bu da tuli emele dalma ile kalblerin kararması, yer yüzünün kötülüklerle dolmasından sonra vuku' bulur. o zeman bana tabi' olanlardan biri gelecekdir. kim deccal çıkmadan ve sayha zuhur etmeden onu müşahede etdiğini, gördüğünü söylerse, o yalancı ve iftiracıdır. la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim, diye yazdı ve ali bin muhammed altı gün sonra kimseye vasıyyet etmeden vefat etmişdir. o zemandan i'tibaren allahü tealanın dilediği zemana kadar uzun gaybet başladı, derler. bu fırkanın gaybeti kasri müddetinde imamı hüccet ile alakalı pekçok hikayeleri vardır. imamiyye fırkasının anlatdığı bir hadise de şöyledir: halle nahiyesi ehalisinden isma'il adında bir kimsede bir yara çıkdı. bağdadın bütün tabibleri onu tedavi etmekden aciz kaldılar. bunun çaresi kesmekdir, kesmeyince olmaz. fekat yarayı kesmekde de büyük tehlike vardır. çünki, damarlarına yakındır. o kesilince ölür, dediler. o şahs demişdir ki, tabiblerden ümmidimi kesince, sermenrayda meşhedi şerife gitdim. imamların kabrlerini ziyaret etdikden sonra, mahzene girdim. allahü tealaya düa edip, yalvararak, imamlar ile tevessül etdim. onların hürmetine çare istedim. geceleri namaz kılarak geçirdim. günlerce orada kaldım. bir gün dicle kenarında gusl abdesti aldım. temiz elbiseler giydim ve meşhedi şerife gitdim. orada dört atlı kişi gördüm. kılıç kuşanmışlardı. biri elinde mızrak tutuyordu. birisi de hırka giyinmişdi. onların meşhedin ehlinden olduklarını zan etdim. yanıma gelince selam verdiler. selamlarını aldım. elinde mızrak tutan kimse, üzerinde hırka bulunan kimsenin sağ tarafına durdu. diğer iki kimse de sol tarafında durdu. üzerinde hırka bulunan zat bana, sen yarın memleketine, ailenin yanına mı gitmek istiyorsun, dedi. evet, dedim. yaklaş, yaranı göreyim, dedi. yanına yaklaşdım. elini yaranın üzerine koyup sıkdı. çok zahmet çekdim. sonra elinde mızrak bulunan zat bana, kurtuldun ey isma'il, dedi. adımı nasıl bildi diye hayret etdim. biz de, siz de inşaallah kurtulduk, dedim. elinde mızrak bulunan zat, hırka giymiş olan zatı kasd ederek, bu imamdır, dedi. hemen koşup ona sarıldım ve mubarek dizinden öpdüm. sonra gitdi. ben de arkasından gitdim. bana geri dön, dedi. ben sizden asla ayrılmak istemem, dedim. geri dön, müsaade yok, dedi. yine sizden ayrılamam, dedim. elinde mızrak olan kimse, utanmıyor musun, imam sana geri dön, dedi. sen muhalefet ediyorsun, dedi. çaresiz durdum. bir müddet gitdi. sonra mubarek yüzünü bana dönüp buyurdu ki, bağdada varınca halife muntasır seni çağıracakdır. ondan asla bir şey kabul etmeyeceksin. onlar gözden kayboluncaya kadar orada durdum. sonra meşhede gitdim. o dört atlı kimseleri sordum. bu beldenin seçilmiş şerefli kimseleridirler, dediler. birisi imam idi dedim. imam elinde mızrak bulunan mı idi, yoksa hırka giymiş olan mı idi diye sordular. ben hırka giymiş olan imam idi, dedim. ona yaranı gösterdin mi, dediler. evet gösterdim, mubarek eliyle sıkdı, diyerek sağ uyluğumu açıp gösterdim. yaradan hiç eser yokdu. birden dehşete düşdüm. yoksa yara sol uyluğumda mı idi diye onu da açdım. hiç bir eser yokdu. halk bu hali görünce, bana saygı için üzerime üşüşdü. gömleğimi parçaladılar. neredeyse kalabalıkdan ölecekdim. meşhedin hizmetcileri beni kurtardılar. sonra bağdada gitdim. bu haber bağdadda yayıldı. orada da halk bana saygı göstermek için üzerime üşüşdü. yine neredeyse helak olacakdım. beni halife muntasıra götürdüler. benden hadiseyi sordu. bir bir anlatdım. bana bin dinar verdi. almam, zira imam bana senden bir şey almamamı vasıyyet etdi, dedim. muntasır ağladı. sonra yanından çıkıp gitdim. hiçbir şeyini kabul etmedim. kitabında, kıyamet günü ve kıyamet alametleri hakkında ibni mes'udün radıyallahü anh şöyle rivayet etdiği yazılmışdır. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, dünyanın sadece bir gün ömrü kalsa, allahü teala o bir günü uzatır ve ehli beytimden ismi ismime babasının ismi babamın ismine uyan birini meydana çıkarır. daha önce zulm ile dolu olduğu gibi, o dünyayı adalet ile doldurur. kitabını ahifesine bakınız! yine kitabında şöyle bildirilmişdir: ebu ishak radıyallahü anh şöyle rivayet etdi: hazreti ali radıyallahü anh hazreti hasene radıyallahü anh bakarak: bu benim oğlum seyyiddir. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşdur. yakında bunun neslinden bir kişi gelecekdir. ismi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismi gibi olacakdır. bedeni ve sureti de benzeyecekdir. ancak, ahlakı aynı derecede olmayacakdır, buyurdu. sonra yeryüzünü adaletle doldurur, kıssasını zikr etdi. bunu ebu davüd rahmetullahi aleyh bildirdi. fekat kıssayı bildirmedi. kitabının sahibi muhyiddini arabi rahmetullahi aleyh mehdiden aleyhirrahme bahs ederken şöyle bildirmişdir: mehdinin aleyhirrahme yanında ricalullahdan kamil ve çok ilm sahibi üçyüz altmış kişi bulunacakdır eyyedekellahu ve iyyana. allahü teala yeryüzünde bir halife yaratır. yeryüzü zulmle dolmuş iken, o yer yüzünü adaletle doldurur. şayet dünyanın bir gün ömrü kalsa bile, resulullahın nesebinden olan o zat ortaya çıkıncaya kadar allahü teala o günü uzatır. o zat hazreti fatıma radıyallahü anha evladındandır. ismi resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ismine, künyesi de künyesine uyar. onun ceddi hasen bin alidir radıyallahü anhüma. ka'bede hacerül esved rüknü ile makamı ibrahim arasında ona bi'at edilir. yaratılışı, bedeni, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem benzer. ancak ahlakı aynı derecede olmaz. hiç kimse huluk, huy bakımından resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem derecesine ulaşamaz. çünki, allahü teala buyurdu. hakikat ehli, keşf ve şühud sahibi arifler ona bi'at ederler. allah adamları onun da'vetine icabet ederler ve ona yardımcı olurlar. memleketin yükünü çekmekde ve allahü tealanın ona yüklediği sorumlulukda ona yardımcı olurlar. allahü teala, başkalarından gizlediği, keşf ve şühud yoluyla, hakikatlere muttali' kıldığı kullarını, ona vezirler, yardımcılar yapar. o da onlarla istişare ederek isabetli kararlar verir. çünki onlar, hakikatı bilen ariflerdir. mehdi de aleyhirrahme, lazım olduğu kadar herşeye allahü teala tarafından muttali' kılınır. çünki, o kendisine hak bildirilmiş olan bir halifedir. hayvanların konuşmalarını anlar. adaleti insanlar ve cinler arasında yayılır. şeyh alaüddevle ahmed bin muhammed semnani kuddise sirruh, ebdal ve kutblardan bahs ederken şöyle buyurmakdadır: muhammed bin hasen elaskeri radıyallahü anhü ve an abaihilkiram temiz ehli imamlarındandır. kutbiyyet mertebesine ulaşdı. gizlendiği zeman ebdal dairesine girdi. derece derece ilerleyerek efradın en üstünü oluncaya kadar yükseldi. o sırada kutb ali bin hüseyn elbağdadi idi. o vefat edince, şunizeyh denilen yere defn edildi. cenaze namazını muhammed bin hasen askeri kıldırdı radıyallahü anhüma. onun makamına oturdu, ya'ni yerine geçdi. ondokuz sene kutbluk makamında kaldıkdan, sonra vefat etdi. cenaze namazını osman bin ya'kub ve talebeleri kıldılar. medineye defn edildi. onun yerine osman bin ya'kub elcüveyni elhorasani geçdi. osman bin ya'kub elcüveyni acem diyarında vefat edince, cenaze namazını abdürrahman bin avfın radıyallahü anh torunlarından ahmed küçük kıldırdı ve onun yerine geçdi. kabri üzerinde türbe yokdu. onlardan başkası kabrini bilmezdi. her sene ziyaret ederlerdi. nakl edilen hadisi şerifde ve hazreti alinin radıyallahü anh sözünde, mehdinin aleyhirrahme ahır zemanda geleceği, zulm ile dolu olan yeryüzünü adaletle dolduracağı bildirildi. mehdinin ismi muhammed, babasının ismi abdüllah olacakdır. hazreti alinin radıyallahü anh neslinden olacak, künyesi de hazreti hüseynin radıyallahü anh künyesi gibi ebu muhammed olacakdır. allahü tealaya hamd olsun ki, oniki imamın radıyallahü anhüm ecma'in ba'zı sözlerini, hallerini, harikalarını ve kerametlerini anlatmayı, beyan etmeği nasib eyledi. tekrar eshabı kiramın aleyhimürrıdvan ba'zılarının hallerini bildireceğiz. oniki imam radıyallahü anhüm ecma'in evliyalıkda, kemal ve faziletde çok yüksekdirler. bunlar hakikat rehberleri olmuşlardır. ancak bütün kerametlerin, yüksekliklerin oniki imama münhasır olduğu akla gelmesin. ehli içinde çok büyükler gelmişlerdir. mesela onlardan biri, imamı muhammed idris şafi'idir. bunlardan bir kısmı meşhur olmuş, bir kısmı ise meşhur olmamışdır. bunlardan sonra gelen meşhur zatlardan bir kısmını, molla abdürrahman cami hazretleri kitabında tabakatı sofiyyede anlatmışdır. ibrahim sa'd alevi, seyyid abdülkadir geylani kuddise sirruh gibi sonra gelen büyükler bunlardandır. kitabını farisiden terceme eden lami'i çelebi şöyle yazmışdır: nübüvvet bağçesinin meyvesi, fütüvvet çırağının ışığı, din ve dünyanın sultanı, enbiyanın varisi, seyyid muhammed mehdi misbahülharem ali bin seyyidülharem abdüllah bin seyyid celaleddin buhari kaddesellahü ruhahü hicri yediyüz senesinin sonlarında anadoluya gelip, bursada yerleşmişdir. osmanlı sultanlarından sultan bayezid hanın kızı hundi hatun ile evlendi. sekizyüzotuziki senesinde vefat etdi. mubarek kabri bursadadır. uzakdan, yakından gelen pekçok kimse tarafından ziyaret edilip, feyz alınır. bu fakir lami'i çelebi onun zikri şerifini kısaca yazdığım akşam her nasılsa nezle olmuşdum. gece yarısı uyandım. boğazımda bademciklerim şişmiş, tükrüğümü yutmağa mecalim kalmamışdı. ba'zı ilaclar kullandım, faideli olmadı. uzun müddet o halde oturdukdan sonra, uykuya dalmışım. rü'yamda bir kimse boğazımı sıvazlıyordu. kendisini göremiyordum. birisi bana boğazını sıvazlayan kimdir biliyormusun dedi. bilmiyorum kimdir, dedim. seyyid muhammed buhari kuddise sirruh dedi. o şahsı da göremedim. bu halde iken uyandım. boğazımda hiçbir ağrı yokdu, iyileşmişdi. hayretimden acaba boğazımın ağrısı da rü'yamda mı idi, öyle mi gördüm diye düşündüm. yanımdaki hizmetci uyandığımı anlamış olacak ki, boğazınız nasıl oldu efendim, dedi. anladım ki hazreti emirin kerameti vuku' bulmuş. velhasıl o hazretin kerametleri ve harikaları meşhur ve dillerde mezkurdur ki, beyana sığmaz. mütercimi lami'i çelebi, bu kitabın tercemesini yapmayı kendisine emr eden hocası seyyid ahmed buhariden kuddise sirruh şöyle bahs etmekdedir: sonra gelen evliyanın büyüklerinden biri de seyyid ahmed buhari hazretleridir. zemanımız onun irşadıyla şereflendi. diyarımız onun ayak basmasıyla mes'ud oldu. istanbul halkına büyük bir ni'met olmuşdur. avam ve havas herkes, onun sohbet meclisine koşmuşdur. tam bir ihlas ile onun huzuruna gelenler, muradına erer, allahü tealanın razı olduğu bir kul olurdu. çünki o tesavvuf yollarının rehberi, hakikat diyarının kumandanı idi. allahü tealanın lütfu ile güzel ahlak ve faziletlerle mücehhez idi. kutbul irşad, gavsulevtad idi. onun yolu sünneti seniyyeye uymak üzere kurulmuşdu. zahire kıymet vermeği terk, azimetle amel, devamlı zikr ve halkdan uzlet, halvet der encümen, sefer der vatan, hoş der dem, nazar ber kadem üzere yetişmişlerdir. bu sebeble onun yüksek dergahında bulunan erbabı safa, erbabı vefa olan talebelerinin gönülleri muhabbeti ilahiyyeye kavuşarak nurlanıp, dünya maksadlarından temamen yüz çevirmişlerdir. her biri benliklerini yok edip, ellerinde bulunanı vermek haline kavuşmuşlardır. allahü tealanın feth suresi. ayetinde mealen, onların yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. buyurduğu ayeti kerime iktizasınca, kim onun meclisinde bulunsa, yüksek edeb ve güzel ahlakını, huşu' ve vakarını görüp, allahü tealanın sevdiklerinden biri olduğunu anlardı. bu fakir seyyid ahmed buhari hazretlerinin eşiğine yüz sürdüğüm günden beri, bizzat şahid olduğum ve onu seven güvenilir kimselerden işitdiğim kerametlerini ve harikalarını yazsam büyük bir kitab olurdu. fekat kendi zemanında bunların yazılmasına razı olmaz diye, hallerini kısaca yazdım. çünki maksad onun rızasını gözetmekdir. bu kitabının tercemesine teşebbüsde bulunmam ve diğer mu'teber kitablardan ilaveler yapmağa ihtimam göstermem de sırf hocamın işaretleri ve himmetleri ve emrlerine ita'at neticesinde olmuşdur. bu eseri hazırlamam hocamın ma'nevi yardımlarıyla olmuşdur. yoksa bu işi bu fakirin yapdığı zan edilmesin. nazm bu gün tahtı vilayetde şehin şehinşeh efendidir, tarikı hacegan içre reisi nakşibendidir. dinin emrin icrada, tarikat resmin ihyada, hakikat sırrın ifşada, sanasın hace kendidir. eden sultanları bende, anın ihsanu lutfidir, çeken serkeşleri bende, anın aşkı kemendidir. söz açub aşkı canandan, tarikı razı irfandan, bir od urmuşdur afaka ki, hep canlar sipendidir. şuna kim bir nazar bakdı, dilü canın oda yakdı, cihan külli ana akdı, eğer kul ger efendidir. değil sahnı felek ancak, kamu mülki melikül hak, fezayı la mekan mutlak, güzergahı semendidir. cihan can hazzını alsa, aceb mi sohbetinden kim, beyanı hikmet amizi hakikat şehdü kandidir. bana devlet yeter, bu kim diyeler lamii candan, tariki nakşibendide gulamı mir efendidir. demidir menzile anı irersen eyleyüb irşad, ki yıllardır o sergerdan bu yolun dertmendidir. .evahidün nübüvve eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan ba'zılarının bahsi sa'id bin zeyd radıyallahü anh sa'id bin zeyd ibni amr bin fudayl, aşerei mübeşşeredendir. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem cennet ile müjdelediği on sahabiden biridir. hazreti ömerin radıyallahü anh kızkardeşi fatımanın radıyallahü anha zevci idi. yılında vefat etdi. nakl edilir ki: bir kadın eshabı kiramdan ba'zılarının bulunduğu bir yere gelip, sa'id bin zeyd radıyallahü anh benim arsamı alıp, oraya bina yapdı. kendisine söyleyiniz yerimi versin. yoksa resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidine gidip, onu şikayet edeceğim, dedi. eshabı kiram, kadının bu sözünü sa'id bin zeyde radıyallahü anh söylediler. sa'id buyurdu ki, hazreti resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim, buyurdu ki: amma hakir bu hadisi şerifi da sa'id bin zeydden şöyle de rivayet edildiğini gördüm: sa'id bin zeyd radıyallahü anh kadının söylediklerini kendisine ileten sahabiye, o kadına söyle, hakkım dediği yeri alsın, dedi. sonra o kadına şöyle beddüa etdi: allahım! eğer o kadın yalan söylüyor, bana iftira ediyorsa, onun gözünü görmez et! gözleri görmez halde ölsün! bu sözleri o kadına iletdiler. kadın, sa'id bin zeydin evini yıkıp, kendisi için ev yapmağa başladı. aradan çok geçmeden gözleri görmez oldu. geceleri cariyesini uyandırır, onun elinden tutarak, istediği yere onunla giderdi. bir gece hizmetcisini uyandıramadı. yalnız başına dışarı çıkdı. bir kuyuya düşdü. sabahleyin onu kuyuda ölü buldular. abbad bin beşir ve üseyd bin hudayr radıyallahü anhüma enes radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: abbad bin beşir ensari ve üseyd bin hudayr ensari, çok karanlık bir gecede, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda idiler. dışarı çıkdıklarında onlardan birinin elindeki bastonundan ışık yayıldı. onun aydınlığında gitdiler. birbirlerinden ayrılınca, ikisinin de bastonundan ışık yayıldı. herbiri kendi bastonundan yayılan ışığın aydınlığında gitdi. ammar bin yaser radıyallahü anhüma emirül mü'minin hazreti ali radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir seferde idik. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ammarı radıyallahü anh su getirmeğe gönderdi. şeytan siyah bir köle şekline girerek, onun su almasına mani' oldu. ammar radıyallahü anh şeytanı tutup yere vurdu. şeytan, beni bırak sana mani' olmayacağım, dedi. bırakınca yine mani' oldu. ammar radıyallahü anh onu tutup, tekrar yere vurdu. beni bırak sana mani' olmayacağım, dedi. bu sefer sözünde durdu. ammar radıyallahü anh suyu aldı. henüz resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna gelmeden, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: şeytan siyah bir köle suretine girip, ammarın su almasına mani' oldu ise de, allahü teala ammara zafer verdi buyurdu. bunu ammara bildirdik. o siyah kölenin şeytan olduğunu bilseydim, onu öldürürdüm. fekat burnunu ısırmak istemişdim. fena bir koku hissetdim ve onu bırakdım, dedi. ala' bin hadremi radıyallahü teala anh muhacirlerdendir. bahreynde resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem valisi idi. ebu hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: hiç kimsede görmediğim üç acaib hali ala' bin hadremide radıyallahü anh gördüm: birincisi: deniz sahiline gitmişdik. bize allahü tealanın ismini söyliyerek denize girin, dedi. biz de allahü tealanın ismini söyliyerek denize girdik. develerimizin tabanları hariç hiç bir yerimiz ıslanmadı. ikincisi: denizden geçip, sahraya ulaşınca çok susadık. suyumuz da yokdu. ala' bin hadremiye radıyallahü anh söyledik. iki rek'at namaz kıldı ve düa etdi. hemen başımızın üzerinde kalkan büyüklüğünde bir bulut ortaya çıkdı. o bulutdan o kadar yağmur yağdı ki, herkes suya kandı ve kablarını doldurdu. üçüncüsü ise, ala' bin hadremi radıyallahü anh vefat edince, namazını kılıp defn etdik. kabrinin üzerine kerpiçler koymuşduk. sonra kefeninin bağlarını çözmeyi unutduğumuz aklıma geldi. çözmek için kerpiçleri kaldırıp kabrini açdık. onu kabrin içinde bulamadık. nakl edilir ki, basrada bir kimsenin kulağına ufak bir çakıltaşı girmişdi. gündüz rahatsız olur, gece de uyuyamazdı. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan birine bunun çaresini sordular. o da ala' bin hadreminin radıyallahü anh düasını okumalarını tavsiyye etdi. o bu duayı deryada ve çöllerde okurdu, dedi. soran kimse, allahü teala sana rahmet versin, o düa nedir, dedi. o düa şöyledir buyurdu: ya ali, ya azim, ya halim, ya alim. o kimse bu duayı okuyunca kulağındaki taş parçası fırlayıp, ses çıkararak karşı dıvara çarpdı. ebu emame bahili radıyallahü teala anh resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem şamda vefat eden son eshabıdır. kitabını ahifesine bakınız! kendisinden şöyle nakl edilmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beni, bir kavmi islama da'vet etmek için gönderdi. o kavm da'vetimi kabul etmedi. susamışdım. onlardan su istedim. vermediler ve susuzlukdan ölünceye kadar sana su vermeyeceğiz, dediler. bir abam vardı. onu başıma çekip, güneşin sıcağında yatıp uyudum. rü'yamda bir kimse elinde sırça bir kadehle içecek getirdi. kimse öyle güzel bir kadeh görmemişdir ve öyle güzel bir içecek içmemişdir. onu bana verdi, alıp içdim. bitince uyandım. vallahi o şerbeti içdikden sonra, bir daha hiç acıkmadım ve susamadım. cariyesinden şöyle nakl edilmişdir: ebu emame radıyallahü anh sadaka vermeği çok severdi. eline geçen altın, gümüş ve yiyecekleri sadaka vermek için toplar, bir fakir geldiğinde ona verirdi. bir gün bir fakir geldi. evde üç dinar vardı. birini o fakire verdi. bir fakir daha geldi, birini de ona verdi. sonra bir fakir daha geldi. kalan bir dinarı da ona verdi. ben, evde bizim için hiç bir şey kalmadı, dedim. sonra minder üzerine yatıp uyudu. öğle vakti ezan okununca, onu uyandırdım. mescide gitdi. oruc tutduğu için, akşama ona yemek hazırlamak maksadı ile biraz borç buldum. akşam yemeğini hazırladım, çırayı yakdım. öğle vakti yatdığı yerde dinarlar gördüm. saydım, üç yüz dinar idi. kendi kendime, her halde bu dinarlar vardır diye güvenerek sadaka vermişdir, dedim. yatsı namazından sonra eve geldi. hazırladığım yemeği görünce, allahü tealaya hamd etdi ve bana bakarak tebessüm etdi. yemeği yidikden sonra dinarları getirdim. bunları burada bırakmışsınız, dedim. feryad ederek, yazıklar olsun bu nedir, dedi. bilmiyorum, burada buldum, dedim. feryadı daha da ziyade oldu. halid bin velid radıyallahü teala anh ebu bekr radıyallahü anh şöyle bildirmişdir: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda, halid bin velidden radıyallahü anh bahs edildi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: o, allahü tealanın kılıclarından bir kılıcdır. kafirlerin karşısına çıkarmışdır. buyurdu. ebu bekr radıyallahü anh halifeliği sırasında, halid bin velidi radıyallahü anh hire tarafına gönderdi. hire halkı, abdülmesih isminde bir kimseyi, ona elçi olarak gönderdi. hediyye olarak da te'sirini bir saatde gösteren bir mikdar zehr gönderdiler. halid bin velid radıyallahü anh elçiye bu nedir diye sorunca, te'sirini bir saat içinde gösteren bir zehrdir, dedi. halid bin velid radıyallahü anh o zehri avcuna koydu ve bismillahi ve billahi rabbissemai velardı. bismillahillezi la yedurru ma'asmihi daün düasını okudu ve o zehri içdi. hiçbir zararı dokunmadı. elçi abdülmesih kavmine döndü ve onunla sulh yapınız. çünki te'sirini bir saat içinde gösteren zehri içdi, hiçbir zarar görmedi. bu işi onlardan başkası yapamaz, dedi. nakl olunur ki, halid bin velid radıyallahü anh askerlerinin arasında dolaşırken, bir kişinin bir şerab tulumu götürdüğünü gördü. bu nedir diye sordu. o kimse bu sirkedir, dedi. halid bin velid radıyallahü anh, ya rabbi! bunu sirke yap diye düa etdi. o şahs şerab tulumunu arkadaşlarının yanına götürdü. içince sirke olduğunu anladılar. yazıklar olsun sana, bu getirdiğin nedir, dediler. o şahs dedi ki: ben şerab getiriyordum. yolda emirinizi gördüm. bu nedir dedi, sirkedir, dedim. üç def'a allahım, bunu sirke eyle diye düa etdi. allahü teala onun düasını kabul eyledi. abdüllah bin ömer bin hattab radıyallahü teala anhüma emirül mü'minin hazreti ömerin radıyallahü anh en büyük oğludur. balig olmadan önce mekkede iman edip, babası ile medineye hicret etmişdir. eshabı kiramın alim ve zahidlerinden idi. bin köle azad etmişdir. mekkede hac sırasında, cemre taşı atılırken halkın izdihamı sırasında ayağının iki parmağı arasına bir şey batdı. yara olup şişdi ve bu sebeble mekkede hicretin yetmişüç veya yetmişdördüncü senesinde seksendört yaşında vefat etdi. şöyle nakl edilmişdir: bir seferde, halkın toplandığını görüp, sebebini sordu. burada bir aslan vardır, halkın yoldan geçmesine mani' oluyor, dediler. abdüllah bin ömer radıyallahü anh bineğinden inip, aslana doğru yürüdü. aslanı eliyle itdi. bir rivayete göre ise, aslana bir sille vurarak yoldan uzaklaşdırdı. sonra şöyle buyurdu: resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim: buyurdu. abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma eshabı kiramın aleyhimürrıdvan imamlarından, büyük alimlerindendir. haşimoğullarının hicretden üç sene önce muhasara altına alındıkları şa'b vadisinde doğdu. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefat etdiğinde, abdüllah ibni abbas radıyallahü anh onüç yaşında idi. iki kerre resulullahı sallallahü aleyhi ve sellem iki kerre de cebrail aleyhisselamı gördüğünü ve resulullahın kendisine, allahü tealanın hikmet vermesi için düa buyurduğunu söylemişdir. hicretin altmışsekizinci senesinde yetmişbir yaşında taifde vefat etdi. meymun mihran şöyle anlatmışdır: taifde, abdüllah bin abbasın radıyallahü anhüma cenazesinde bulundum. cenaze namazının kılınması için onu musallaya koydular. bir beyaz kuş gelip, kefeninin içine girdi ve kayboldu. o kuşu her ne kadar aradılarsa da bulamadılar. defn edip, kabrini örtdükden sonra bir ses işitdim. söyliyeni görmüyordum. meali şerifi, olan ayeti kerimelerini okuyordu. nakl ederler ki, abdüllah ibni abbas radıyallahü anhüma bir gün mescide giderken, yolda bir kadın gördü. nefsinde o kadına bir meyl hissetdi. bunun üzerine, ya rabbi, bana gözümü bir ni'met olarak verdin. fekat bunun bir bela olmasından korkuyorum. gözlerimi görmez et diye düa etdi. mubarek gözleri kapandı, görmez oldu. kardeşinin oğlu onu mescide götürür, bir direğin dibine kıbleye karşı oturturdu. sonra o çocuk oynamağa giderdi. bir ihtiyacı olunca çocuğa haber gönderip çağırırdı. bir gün çocuk oyuna dalmışdı, gelmedi. etrafını kirleteceğinden korkarak, ya rabbi gözümü ni'met olarak verdin. bela olacağından korkduğum için kapatmanı istedim, kapatdın. şimdi ise elbisemin ve mescidin kirlenmesinden korkuyorum, dedi. gözleri açıldı ve görmeğe başladı. evine gitdi. bunları anlatan kimse, ben onu hem görür ve hem de görmez halde iken gördüm, demişdir. imran bin hasin radıyallahü anh hicretin elliüçüncü senesinde basrada vefat etdi. ibni sirin rahmetullahi aleyh basrada eshabı kiramdan imran bin hasinden radıyallahü anh daha yaşlı kimse yokdu demişdir. otuz sene karn ağrısı çekdi. ateşle dağlayalım dediler, kabul etmedi. vefatından iki sene önce kabul etdi, dağladılar ve iyi oldu. sonra buyurdu ki, önce nur görüyordum. sesler duyuyordum. melekler bana selam verirlerdi. dağlandıkdan sonra bunlar olmadı. çok tevbe istigfar etdi. allahü tealanın bunları tekrar ihsan etdiğini mutrıf bin abdüllaha söylemişdir. hamza bin amr eslemi radıyallahü anh nakl edilir ki, hamza bin amr eslemi radıyallahü anh seferlerden birinde, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile birlikde idi. çok karanlık bir gecede develer ürküp, bütün eşyalar yere düşdü. hamza bin amr esleminin radıyallahü anh parmakları lamba gibi ışık verdi. düşen eşyaları bulup develere yüklediler. selmanı farisi radıyallahü anh isfehanlıdır. künyesi ebu abdüllahdır. emirül mü'minin ömer radıyallahü anh onu medayna vali ta'yin etdi. emirül mü'minin osmanın radıyallahü anh halifeliği zemanında vefat etdi. siyer alimleri selmanı farisinin radıyallahü anh uzun ömür sürdüğünü ve hazreti isanın aleyhisselam vasisine ulaşdığını, ikiyüzelli sene veya daha fazla yaşadığını söylemişlerdir. enes radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifde: sabıklar dört kişidir. arabın sabıkı, önderi benim. rumun sabıkı suheybdir. acemin sabıkı selmandır. habeşin sabıkı bilaldir buyurdu. diğer bir hadisi şerifde: selman bizdendir, ehli beytdendir buyurdu. şöyle nakl edilir: selmanı farisinin radıyallahü anh vefatı yaklaşınca hanımına, bir mikdar misk verdi. onu suya koy ve başımın etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler yanıma geleceklerdir, dedi. hanımı dedi ki, söylediği gibi yapdım, sonra dışarı çıkdım. içerden esselamü aleyküm ya resulullahın sahibi, arkadaşı, diye bir ses duydum. içeri girdim vefat etmişdi. yatağında uyuyor gibiydi. sa'id bin müseyyib rahmetullahi teala aleyh, abdüllah bin selmandan radıyallahü anh naklen şöyle anlatmışdır: selmanı farisi radıyallahü anh bana dedi ki, ey kardeşim, hangimiz önce vefat ederse, önce vefat eden kendini hayatda olana göstersin, dedi. ben bu mümkin olur mu, diye sordum. evet mümkin olur. çünki, mü'minin ruhu bedenden ayrılınca, istediği yere gidebilir. kafirin ruhu siccinde habs edilmişdir, dedi. selmanı farisi radıyallahü anh vefat etdi. bir gün kaylule için uyurken rü'yamda selmanı farisinin radıyallahü anh geldiğini gördüm. selam verdi. selamını aldım ve yerini nasıl buldun, dedim. iyidir, tevekkül et, tevekkül ne iyi şeydir, dedi ve bu sözü üç kerre tekrarladı. tufeyl bin amr dusi radıyallahü anh kendisi şöyle anlatmışdır: resulullah sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğini bildirdikden sonra, mekkeye gitdim. kureyş müşriklerinden ba'zısı yanıma gelip, ey tufeyl, bizim şehrimize geldin. bizim aramızda muhammed aleyhisselam çıkıp, kavmimiz arasına ayrılık sokdu. sözlerinde sihr te'siri vardır. kardeşi kardeşden, karıyı kocadan ayırıyor. bu sözleri senin kavminin duymasından korkuyoruz. onunla sakın konuşma, yanına gidip sözlerini dinleme, dediler. o kadar mübalağa etdiler ki, onunla asla konuşmayayım, sözlerini dinlemeyeyim diye, azm etdim. mescidi harama girince, onun sözlerini duymamak için kulaklarıma pamuk tıkardım. bir sabah mescidi harama girdim. bakdım ki, resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ka'beye yakın bir yerde namaz kılıyordu. ona yakın bir yerde durdum. allahü teala irade etmiş olacak ki, resulullahın sözlerini duydum. son derece güzel sözlerdi. kendi kendime, ben şairim ve zeki bir kimseyim. sözlerin iyisini kötüsünü iyi bilirim. onun yanına varayım. eğer iyi söylerse kabul edeyim, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem evine doğru dönüp, gitdi. ben de, arkasından gitdim. eve girince, ben de peşlerinden girdim. ey muhammed aleyhisselam! kavmin senin sözlerini işitmekden, beni o kadar korkutdular ki, işitmemek için kulaklarıma pamuk tıkamışdım. allahü teala irade buyurmuş ki, senin güzel sözlerini işitdim. onları bana bildir, dedim. bana islamı arz etdi ve kur'anı kerim okudu. vallahi ondan daha güzel kelam işitmemişdim. kelimei şehadet söyliyerek müsliman oldum. sonra, ya resulallah sallallahü aleyhi ve sellem! kavmime benim sözüm geçer. istiyorum ki gidip, kavmimi islama da'vet edeyim. düa buyurunuz da, allahü teala bana bir harika versin ki, bu alamet kavmimi islama da'vetde bana yardımcı olsun, dedim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ya rabbi, buna bir delil, harika ver diye düa buyurdu. sonra kavmimin yanına gitmek üzere yola çıkdım. onlara yaklaşdığım zeman iki gözümün arasında kandil gibi bir nur parlamağa başladı. etrafa ışık saçıyordu. allahım, bu alameti yüzümden başka bir yerime nakl eyle. korkarım ki kavmim bu hali görerek, bu değişiklik onun yüzünde, bizim dinimizden ayrıldığı için olmuşdur derler, diye düa etdim. o nur kamçımın ucuna geçdi. asılmış bir kandil gibi ışık yayılıyordu. kavmim arasında o kadar kalıp, onları islama da'vet etdim ki, iman etmedik az kimse kalmışdı. sonra resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına döndüm. ya resulallah! kavmime beddüa ediniz. çünki çok zina yapıyorlar, dedim. allahım, dus kavmine hidayet ver diye düa buyurdu. bana, yine kavminin arasına dön, onları islama da'vet et, buyurdu. gidip kavmimi islama da'vete devam etdim. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem medineye hicret edince, bedr, uhud ve hendek gazaları yapıldı. müsliman olanlardan bir cema'at ile birlikde, hayber gazasında resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına gitdik. mekke feth edilinceye kadar resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında bulundum. mekkenin fethinden sonra, beni zilkefeyn adında bir putu yıkmak için gönderdi. gidip o putu yıkdım, geldim. ondan sonra, vefatına kadar resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile beraber oldum. şöyle nakl edilmişdir: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra, arablardan dinden dönenler oldu. tufeyl bin amr radıyallahü anh bir gurub müslimanla yemame tarafına cihada gitdi. yolda bir rü'ya gördü. rü'yasını arkadaşlarına şöyle anlatdı. başımı traş etdiler, ağzımdan bir kuş çıkıp uçdu. bir kadın beni gördü, alıp karnının içine koydu. oğlum beni çok aradı, bulamadı. arkadaşları bu rü'yasına hayrdır inşaallah dediler. kendisi, ben bu rü'yamı şöyle ta'bir etdim, dedi: başımı traş etmeleri, bu gazada başımı vereceğimi, şehid olacağımı gösterir. ağzımdan çıkan kuş ruhumdur. beni karnına koyan kadın yeryüzüdür. oğlumun beni çok arayıp bulamaması ise, onun bu gazada şehid olmayı çok isteyip, şehid olamamasını gösterir. tufeyl bin amr radıyallahü anh yemame gazasında şehid oldu. oğlu amr ise çok yara aldı. fekat sonra sıhhate kavuşdu. hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliği zemanında yermükde o da şehid oldu. sefine radıyallahü teala anh zevcatı mutahharadan ümmü selemenin radıyallahü anha kölesi idi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem hayatda olduğu müddetce, resulullaha hizmet etmek şartı ile onu azad etdi. sefine radıyallahü anh ümmü selemeye radıyallahü anha şöyle demişdir: eğer sen bu şartı koymasaydın, hayatda olduğum müddetce, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem yine hizmet ederdim. on sene hizmet etdiği söylenmişdir. ismin nedir diye soranlara, adımı söylemem. bana resulullah sefine ismini koymuşdur, derdi. kendisine sefine isminin hangi sebeble verildiği sorulduğunda, şöyle demişdir: bir gün resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ve eshabı kiram ile sefere çıkmışdık. yanlarındaki eşya ağırlık vermiş olmalı ki, bana kilimini yere ser, buyurdu. bütün eşyaları o kilimin üzerine koydu. sonra bana bunları götür, sen sefinesin buyurdu. o gün benim üzerime bir deve yükü yüklediler. yedi yük saymışlardı. bana asla ağır gelmedi. kendisi şöyle anlatmışdır: bir gün gemiye binmişdim. denizin dalgasından gemi parçalanıp dağıldı. bir tahta parçasına tutunabildim. dalgalar beni bir ormana atdı. orada bir aslan vardı. ey ebel haris ! ben resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem kölesi sefineyim dedim. aslan başını yere eğdi ve gelip yanını bana sürdü. sonra bana yolu gösterdi. yola çıkdığımızda yumuşak sesler çıkarıyordu. anladım ki bana veda ediyordu. hassan bin sabit radıyallahü teala anh nakl edilir ki, ali cefneden olan cebelei gassani dinden dönüp, rum kayserinin yanına gitmişdi. hazreti ömerin radıyallahü anh elçisi ile, hassan bin sabite radıyallahü anh hediyyeler göndermişdi. hassan bin sabit, hazreti ömerin kapısına gelip, içeri girerek selam verdi. ey mü'minlerin emiri! ben ali cefnenin hediyyelerinin kokusunu duyuyorum, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh, evet cebelei gassani sana hediyye göndermiş, dedi. bu hadiseyi nakl eden kimse şöyle demişdir: hassan bin sabitin hadiseden hiç haberi olmadığı halde, yalnız kokusuyla ali cefnenin hediyyeleri olduğunu anlamasına hayret eder, hiç unutmam. amr bin mürretilcüheni radıyallahü teala anh müsliman oldukdan sonra, kavmine gidip, onları islama da'vet etmek için, resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem izn istedi. kavmine gidip onları islama da'vet etdi. kavminden bir kişi haric hepsi müsliman oldular. iman etmeyen o kimse: ey amr! allah senin hayatını sana zehr etsin. bizim putlarımızı terk etmemizi ve atalarımızın dininden dönmemizi istiyorsun, dedi. amr radıyallahü anh ona, ikimizden hangimiz yalan söylüyorsa, allah onun hayatını zehr etsin, dedi. o şahsın dudakları ve ağzı parçalanıp döküldü. yidiği yemeğin tadını alamazdı. sonra gözleri kör oldu, dili tutuldu ve bu hal üzere öldü. ihban radıyallahü teala anh vefat edeceği sırada, beni iki parça elbise ile kefenleyin diye vasıyyet etdi. vefat edince iki elbise ve bir de gömlek ile kefenleyip defn etdiler. sabahleyin, o gömleği elbiselerin üzerine bırakıldığı bir ağaç üzerinde gördüler. bu gömlek onun mu, yoksa başkasının mı diye tereddüt etdiler. o gömleği diken terziyi buldular ve sordular. terzi yemin ederek, bu gömlek, ihban radıyallahü anh defn edildiği zeman üzerinde olan gömlekdir, dedi. ebu kursafe radıyallahü teala anh resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ebu kursafeye radıyallahü anh bir elbise giydirmişdi. halk ona düa için gelir, o da onlara düa edip, allahü tealadan bereket dilerdi. gelenler o düanın te'sirini kendilerinde görürlerdi. ebu kursafe radıyallahü anh askalanlıdır. oğlu kursafe rum diyarına gazaya gitmişdi. her sabah namazı vaktinde, askalandan, ey kursafe, namaz, namaz diye oğluna seslenirdi. oğlu kursafe de rum diyarından, buyur babacığım, diye cevab verirdi. arkadaşları sen böyle kime cevab veriyorsun diye sorduklarında, babam beni namaza uyandırıyor, derdi. ebu kursafe radıyallahü anh şöyle rivayet etmişdir: resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim: bir kimse yatmadan önce yatağına gelip, tebareke suresini okuyup, sonra dört def'a allahümme rabbül hılli velharam ve rabbülbeledilharam ve rabbülmeş'aril haram bi külli ayetin enzeltena fi şehri ramezane bellig ruhi muhammedin minni tahiyyeten ve selama diye düa ederse, allahü teala iki melek gönderir, o selamı resulullaha ulaşdırırlar. resulullah da sallallahü aleyhi ve sellem, benden de, falan oğlu falana selam söyleyin, allahın rahmeti ve bereketi üzerine olsun, buyurur. enes bin malik ensari radıyallahü teala anh künyesi ebu hamzadır. resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem on sene hizmet etdi. resulullah medineye hicret etdiğinde, enes bin malik on yaşında idi. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan basrada vefat edenlerin sonuncusudur. cenazesini muhammed bin sirin rahimehullah yıkadı. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, enes bin malikin malının ve evladının çok olması, ömrünün uzun olması ve magfiret edilmesi için düa etdi. kendisi demişdir ki: hurma ağaçlarım senede iki kerre hurma verirdi. doksansekiz veya yüz çocuğum oldu. kitabını ahifesinde, cil ektubda diyor ki: abdüllah ibni zübeyr radıyallahü anhüma halife iken, ta'un hastalığı oldu. enes bin malikin radıyallahü anh seksenüç çocuğu öldü. o kadar uzun ömrlü oldum ki, bana hayat lakabını verdiler. düanın dördüncü kısmında buyrulan magfirete de kavuşacağımdan ümmidim çokdur. doksandokuz, yüz veya yüzüç veya yüzyedi yaşlarında vefat etdiği rivayet edilmişdir. nakl ederler ki, enes bin malikin radıyallahü anh tarlalarını ekip biçen kimse, kendisine arazinin kurak kaldığını, suya ihtiyacı olduğunu söyledi. abdest alıp iki rek'at namaz kıldı ve düa etdi. bir parça bulut gelip, tarlalarının üzerini kapladı. yaz günlerinde idi. tarlalarının üzerine o kadar yağmur yağdı ki suya doyurdu. sonra hizmetcisini gönderip, yağmur nerelere yağmış git bak bakalım, dedi. hizmetci gidip bakdı ve yağmur sizin arazinizin dışına çıkmamış diye haber getirdi. sabit bin kays radıyallahü teala anh sabit bin kays radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: bir seriyyeye çıkmışdık. düşmanın casuslarını gördük ve kaçmağa başladık. arkadaşlarımızdan birisinin atı tökezledi. atından uyluğunun üzerine düşdü. uyluğu kırılmışdı ve kemikleri sanki hurma çekirdekleri gibi parçalanmışdı. onu bir ata bindirmek istedik, mümkin olmadı. beni katl edin dedi. çaresiz onu orada bırakıp gitdik. bir gün ve bir gece yol aldık. bir de bakdık, o arkadaşımız arkamızdan yetişdi. ayağı temamen iyileşmişdi. sanki aradan bir sene geçmiş gibi iyileşmişdi. o kimse bize şöyle anlatdı: beyaz ata binmiş bir kimse yanıma geldi. elini uyluğuma sürdü ve bana, meali şerifi, olan, tevbe suresi. ayeti kerimesini oku, dedi. okudum, uyluğum iyileşdi. temimi dari radıyallahü teala anh resulullah sallallahü aleyhi ve sellem tebük gazasından dönünce, temimi dari, dariyinden bir cema'at ile birlikde gelip müsliman olmuşdu. nakl edilir ki, hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliği sırasında medinede hurrede bir yangın çıkdı. hazreti ömer, temimi darinin yanına gidip, haydi kalk, bu ateşin yanına gidelim, dedi. ya emirel mü'minin! ben kimim ki, dediyse de, hazreti ömer radıyallahü anh çok ısrar etdi. bunun üzerine kalkıp, onunla birlikde yangının çıkdığı yere gitdi. bu hadiseyi anlatan kimse şöyle demişdir: ben de onların arkasından gitdim. bakdım ki, temimi dari radıyallahü anh eliyle ateşe işaret etdi. ateşi dar bir boğaza sokuncaya kadar sürüp ta'kib etdi. hazreti ömer radıyallahü anh şöyle diyordu: gören, görmeyen gibi değildir. zeyd bin harice radıyallahü teala anh nu'man bin beşir radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: zeyd bin harice radıyallahü anh medinenin sıhhatli kimselerinden idi. boğazında bir hastalık ortaya çıkıp, öğle ile ikindi vakti arasında vefat etdi. onu yatırıp üzerine bir örtü örtdüm. sonra mescide gidip, ikindi ve akşam namazlarını kıldım. bir kimse gelip, bana haydi kalk, zeyd bin harice vefat etdikden sonra konuşuyor, dedi. acele yanına gitdim. ensardan bir cema'at etrafında toplanmışdı. ben de yanına oturdum. konuşuyordu veya onun ağzından konuşuluyordu. şunları söylediğini duydum. ömer radıyallahü anh kavmin celaletlisi idi. allah yolunda çalışırken kendisine gelen elem ve sıkıntılardan korkmadı ve yılmadı. kuvvetlilerin za'ifleri ezmesine mani' oldu, dedi. sonra hazreti osmandan radıyallahü anh bahsedip, halifeliğinin son zemanlarında çıkacak fitne ve karışıklıklardan söz etdi. sonra cennet ve cehennemden ve içinde bulunanların hallerinden ba'zı şeyler söyledi ve susdu. orada bulunanlara ben gelmeden önce neler söyledi diye sordum. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve hazreti ebu bekrin radıyallahü anh hallerinden haber verdi, dediler. cariye zaide radıyallahü teala anha hazreti ömerin radıyallahü anh cariyesidir. şöyle anlatılmışdır: bir gün zaide radıyallahü anha, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve selam verdi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem: ey zaide, niçin yanıma seyrek geliyorsun. senin halin iyidir, ben seni severim, buyurdu. ya resulallah! bu gün başıma acaib bir iş geldi. o sebebden huzurunuza geldim, dedi. o hadise nedir diye sorunca, şöyle anlatdı: sabahleyin odun toplamağa gitmişdim. bir kucak odun toplayıp bağladım ve bir taşın üzerine koydum. o sırada yer ile gök arasında bir süvari gördüm. bana selam verdi ve seyyidine, peygamberine selam söyle ve de ki, cennetin bekcisi rıdvan şöyle dedi: müjdeler olsun ki, ümmeti üç gurub halinde cennete gireceklerdir. bir gurub hesabsız girer. bir gurubun hesabı kolay geçer. bir gurubu da onun şefa'ati ile girer. bunları söyledikden sonra göke yükseldi. yer ile gök arasında bana iltifatlarda bulundu. topladığım odunları zor taşıdığımı görünce, ey zaide, odunları taşın üzerine koy, taşa, o odunları zaide ile birlikde ömerin radıyallahü anh evine götür, dedi. taş hareket etdi ve odunu hazreti ömerin radıyallahü anh evinin kapısına kadar getirdi, dedi. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem kalkıp, onun ile hazreti ömerin kapısına gitdi. taşın gelipgitdiği izleri gördü ve allahü tealaya hamd olsun ki, ben dünyada iken rıdvan, ümmetimin afv edileceğini müjdeledi ve ümmetimden bir kadını meryem radıyallahü anha derecesine ulaşdırdı buyurdu. ensardan bir kadın sahabi radıyallahü teala anha enes bin malik radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: ensardan bir genç hastalanmışdı. ziyaretine gitdik. çok yaşlı ve gözleri görmeyen bir annesi vardı. biz orada iken o genç vefat etdi. yüzünü örtdük ve annesine allahü teala bu musibet sebebiyle sana ecr ve sabr versin, dedik. oğlum vefat etdi mi, diye sordu. evet vefat etdi, dedik. ya rabbi! senin ve peygamberinin yolunda gitdiğimi biliyorsun. sıkıntılı zemanlarımda imdadıma sen yetişirsin. bu günkü musibeti üzerimden kaldır diye düa etdi. biz henüz dışarı çıkmamışdık. bir de bakdık ki ölen genç dirilip, yüzüne örtdüğümüz örtüyü kaldırdı ve ayağa kalkdı. beraber yemek yidik. yedinci bölüm tabi'in, tebei tabi'in ve sofiyye tabakasına kadar vuku' bulan haller rebi' ve reb'i bin harraş radıyallahü teala anh reb'i bin harraş şöyle demişdir: biz dört kardeş idik. rebi' hepimizden çok namaz kılar ve sıcak günlerde oruc tutardı. o vefat etdi. yüzünü örtdük. bir kişiyi pazardan ona kefen satın alması için gönderdik. biz yanında duruyorduk. bir de bakdık ki, yüzünü açdı ve esselamü aleyküm, dedi. oradakiler ve aleykesselam, öldükden sonra konuşuyor musun, dedik. evet sizden sonra rabbime kavuşdum. rabbimi gadablı bulmadım. beni yumuşak reyhan ve istebrakla karşıladı. dikkat ediniz! resulullah sallallahü aleyhi ve sellem cenaze namazımı bekliyor! acele edin, beni gecikdirmeyin, dedi. bu haberi hazreti aişeye radıyallahü anha bildirdiler. buyurdu ki: resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim: benim ümmetimden öldükden sonra konuşan kimse tabi'inin hayrlısıdır buyurdu. rebi' yerinin cennet mi, cehennem mi olduğunu bilmeden gülmeyeceğine yemin etmişdi. vefat etdikden sonra, cenazesini yıkayan kimse, onun devamlı tebessüm etdiğini söylemişdir. selefden bir zat şöyle anlatmışdır: benim hıristiyan bir komşum vardı. vefat etdi. hıristiyanlar onun cenazesini yıkarken, doğrulup, müslimanları yanıma çağırın demiş. bu haberi işitince, onun yanına gitdik. eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulüh, dedi. sonra tekrar vefat etdi. biz cenazesini yıkadık, namazını kıldık ve müsliman mezarlığına defn etdik. .evahidün nübüvve ebu müslim havlani rahmetullahi aleyh ebu müslim havlani hazretleri hiç dünya sözü söylemezdi. dünya ile alakalı konuşanların yanından ayrılırdı. bir gün bir mescidde bir gurub insanın toplandığını görerek, ahıret ile alakalı konuşuyorlardır diye yanlarına gidip oturdu. biri benim kölem ticaretden döndü, çok kar getirdi, dedi. bir diğeri, dört köle hazırladım, falan yere sefere göndereceğim, dedi. ebu müslim havlani onlara bakıp dedi ki: sizin haliniz şu kimseye benzer. bir kimse şiddetli yağmur altında yolda kalmışdır ve sığınacak bir yer arar. o sırada büyük bir dergah ve büyük bir kapı görür. şu kapıdan içeri gireyim de, yağmur kesilinceye kadar orada durayım, der. kapıdan içeri girince, binanın damının olmadığını görür! ben de sizden birşeyler istifade edeyim diye yanınıza oturdum. meğer siz dünya ehli imişsiniz, dedi. şöyle nakl edilmişdir: esvedi anesi yemende peygamberlik da'vasında bulundu. ebu müslim havlaniyi rahmetullahi aleyh yanına çağırıp, benim allahın peygamberi olduğuma şehadet eder misin dedi. hayır, dedi. muhammedin aleyhisselam allahın resulü olduğuna şehadet edermisin, dedi. evet ederim, dedi. birkaç def'a aynı şeklde sordu ve aynı cevabları aldı. esvedi anesi onu, büyük bir ateşin içine atmalarını emr etdi. ateşi yakıp onu içine atdılar. ateş onu asla yakmadı. esvedi anesiye dediler ki, onu buradan başka bir yere gönder. o sana inanmaz ve inananların sana karşı inançlarını bozar. esvedi anesi ona yemenden gitmesini söyledi. o da medineye gitdi. o sırada resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etmiş ve hazreti ebu bekr radıyallahü anh halife olmuşdu. ebu müslim havlani rahmetullahi aleyh mescide girip, namaz kıldı. hazreti ömer radıyallahü anh onu gördü. yanına gidip, hangi kavmdensin, dedi. yemen ehlindenim deyince, yalancı peygamberin ateşe atdığı kimse ne yapdı, diye sordu. o abdüllah bin sevb idi, dedi. hazreti ömer yemin vererek, o sensin deyince, evet benim dedi. hazreti ömer radıyallahü anh onu bağrına basdı ve ağladı. onu hazreti ebu bekrin radıyallahü anh yanına götürdü. hazreti ebu bekr ile kendi arasında yer açıp onu oturtdu ve allahü tealaya hamd olsun ki, hayatda iken ibrahim halilürrahmana aleyhisselam yapılan işin, ümmeti muhammedden aleyhisselam birine yapıldığını görmek nasib oldu dedi. nakl olunur ki, ebu müslim havlaninin rahmetullahi aleyh bir cariyesi vardı. o cariye, bir gün efendim, çokdan beri yemeklerine zehr katıyorum, hiçbir zarar görmüyorsun, dedi. niçin katıyorsun diye sorunca, ben gencim, ne yatağına yaklaşdırıyorsun, ne de satıyorsun, dedi. ebu müslim havlani rahmetullahi aleyh ben her yemekde: bismillahi hayrulesmai bismillahi la yedurru ma'asmihi daün fil ardı vessemai düasını okurum, buyurdu. ebu müslim havlani her ne zeman rum diyarına gazaya gitse, önlerine büyük bir nehr çıkdığı zeman, beraber bulunduğu kimselerin önüne geçer, allahü tealanın ismiyle o sudan geçer ve onu ta'kib edenler de geçerlerdi. herhangi bir eşyanızı su götürürse bana haber verin, derdi. bir kimse bilerek suya bir torba atdı. ona gidip, torbamı su götürdü, dedi. ebu müslim havlani rahmetullahi aleyh o kimseye, arkamdan gel dedi. biraz gitdiler, torbanın bir ağaca takılmış olduğunu gördüler. o kimseye haydi torbanı al, dedi. şöyle nakl edilmişdir: ebu müslim havlani, bir mikdar parayla un almak için pazara gitdi. bir dilenci ondan bir şey istedi ve çok ısrar etdi. o dilenciden kurtulmak için başka bir tarafa gitdi. dilenci yine karşısına çıkdı. sonunda un almak için götürdüğü parayı dilenciye verdi. yanındaki un torbasını bir marangoz dükkanına gidip, odun talaşı ile doldurdu. torbanın ağzını bağlayıp evine götürdü. hanımından habersiz bir yere koydu. hanımı torbayı açıp un olduğunu görerek hamur yapıp ekmek pişirdi. ebu müslim havlani bir müddet sonra, çekinerek eve geldi. hanımı pişirdiği ekmeği ve yemeği getirdi. yidikden sonra, bu ekmeği nereden yapdın diye sordu. hanımı, getirdiğin undan yapdım, dedi. ebu müslim havlani, hanımına hiçbir şey söylemedi, durumu anlatmadı. ebu müslim havlani evine girince, allahü ekber diyerek tekbir getirirdi. hanımı da tekbir getirerek karşılar ve hizmetini görürdü. bir gün bir kadın hanımına gelerek, eğer kocan mu'aviye radıyallahü anh aleyhinde söz söylerse, ona bir hizmetci veririm ve çok yardımda bulunurum, rahat geçinirsiniz, dedi. ebu müslim havlani hazretleri akşam eve gelince tekbir getirdi. hanımı her zemanki adetini terkedip, tekbirle karşılamadı ve hizmetini görmedi. bir kimsenin, hanımına fesadcılık yapdığını anladı. allahım, hanımıma fesadcılık yapan kimsenin gözlerini kör eyle diye düa etdi. fitneci kadın evinde oturuyordu ve önünde bir çıra vardı. birden bire yanındakilere çıra söndü, dedi. yanındakiler hayır sönmedi, yanıyor dediler. kadın öyleyse benim gözlerim kör oldu, dedi. sonra gözlerinin ebu müslim havlaninin düasıyla kör olduğunu anladı. huzuruna gidip, yapdığı işe pişman olduğunu söyliyerek, düa etmesini istedi. ebu müslim havlani rahmetullahi aleyh allahım, eğer bu kadın doğru söylüyorsa, gözlerini aç diye düa etdi. kadının gözleri açıldı. ceylanlar, ebu müslim havlaninin rahmetullahi aleyh yanına uğrarlardı. çocuklar ceylanların durması ve ellerini onlara dokunmaları için düa etmesini isterlerdi. ebu müslim havlani düa ederdi ve allahü teala ceylanları durdururdu. çocuklar onlara elleriyle dokunurlardı. amir bin abdi kays rahmetullahi aleyh fakirlere dağıtacağı parayı ridasının ucuna bağlayarak yanına alırdı. kendisinden birşey isteyen her fakire mutlaka verirdi. evine dönünce para kesesini ailesinin önüne bırakırdı. içindeki parayı sayarlardı, o kadar dağıtdığı halde para aynı çıkardı. hiç eksik ve fazla çıkmazdı. amir bin abdi kays rahmetullahi aleyh bir gün bir kavme misafir oldu. ayrılıp giderken, su kabına süt doldurup, verdiler. yolda giderken kendi kendine bu süt içmek içindir. abdest almak icab ederse ne yaparım diyerek geri döndü. misafir olduğu kimselerin yanına gidip, sütünüzü alınız, kabıma su doldurunuz, dedi. kabına su doldurup verdiler. her ne zeman abdest almak istese, o kabda su bulur, içmek istediği zeman da aynı kabdan süt çıkardı. namaz kılmağa başladığı zeman, şeytan yılan şekline girer, gömleğinin içine girip, yeninden çıkıp giderdi. amir bin abdi kays hazretlerinde hiçbir değişiklik olmazdı. bu yılanı niçin kendinden uzaklaşdırmıyorsun dediklerinde, allahü tealadan başkasından korkmakdan, allahü tealadan utanırım. yılanın gömleğime girip çıkdığından haberim olmuyor, buyurdu. zadanı kindi rahmetullahi aleyh kufeli olup tabi'indendir. bir gün, ya rabbi ben açım, dedi. evinin penceresinden kocaman bir ekmek yanına indi. zerare bin ufi rahmetullahi aleyh tabi'inden ve basralı idi. bir gün mescidde imamlık yapıp namaz kıldırırken; meali şerifi, olan, ayeti kerimeleri okuyunca, hemen düşüp vefat etdi. sa'id bin müseyyib rahmetullahi teala aleyh medineye bir vali ta'yin olmuşdu. zeynel'abidin ali bin hüseyn, kasım bin muhammed, salim bin abdüllah radıyallahü anhüm ve kureyşden bir gurub kimse valiyi görmeğe gitdiler. vali onlara, sa'id bin müseyyib içinizde hanginizdir, diye sordu. zeynel'abidin ali bin hüseyn radıyallahü anh, o mescidden ayrılmaz, amirlerin yanına gitmez, diye cevab verdi. vali, sen, hazreti alinin radıyallahü anh torunusun, kasım hazreti ebu bekrin radıyallahü anh, salim hazreti ömerin radıyallahü anh torunudurlar. siz geliyorsunuz da, sa'id bin müseyyib niçin gelmiyor, dedi. yemin ederek onun boynunu vuracağım, dedi. bu sözünü üç kerre tekrarladı. zeynel'abidin ali bin hüseyn radıyallahü anh şöyle demişdir: bu sebebden o meclis bize dar geldi. dışarı çıkınca, sa'id bin müseyyibin radıyallahü anh yanına gidip, durumu bildirdim. umre niyyetiyle mekkeye git, dedim. umre için halis niyyetim yok dedi. kardeşlerinden birinin evine git, dedim. beni bu mescidden günde beş def'a çağırıyorlar, onu ne yapayım. şimdiye kadar bu da'vete icabet etmediğim vaki' değildir, dedi. o zeman başka bir mescidde otur. çünki seni ararlarsa önce bu mescide gelirler, dedim. bu mescidde ibadet etmeğe alışdım, burayı terk etmem, dedi. ey kardeşim, sen hiç korkmuyor musun, diye sordum. allahü teala bilir ki, ben ondan gayri hiç bir şeyden korkmam. lakin önce şuna düa ederim ki, bu düamın ortası ve sonu allahü tealaya hamd ve sena ve muhammed aleyhisselama salat ve selamdır. allahü teala o valiye beni unutdursun, dedi. bir müddet sonra o valiyi vazifeden uzaklaşdırdılar ve şama gitdi. yolda hizmetcisi abdest alması için hazırlık yaparken, biraz dur, dedi. sonra ben zeynel'abidin ali bin hüseynin, kasım bin muhammedin ve salim bin abdüllahın yanında, sa'id bin müseyyibin boynunu vuracağım diye and içmişdim. o günden bu güne kadar hiç hatırıma gelmedi. bana yazıklar olsun, rezil oldum, dedi. hizmetcisi, allahü tealanın senin hakkında dilediği, senin kendi hakkında dilediğinden daha hayrlıdır, dedi. sa'id bin müseyyib radıyallahü anh şöyle anlatmışdır: eyyamı harrede yezidiler medineye saldırıp, muhacirin ve ensardan radıyallahü anhüm çoğunu şehid etmişlerdi. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mescidinde benden başka kimse yokdu. namaz vakti olunca, ravdai şerifden müezzin sesi gelirdi. namaza dururdum. şam halkı mescide girip, beni göstererek şu deli ihtiyara bakınız derlerdi. sa'id bin cübeyr radıyallahü teala anh tabi'inden ve kufelidir. fakih, abid ve fadıl idi. hicretin doksanbeşinci senesinde kırkdokuz yaşında iken haccac tarafından şehid edildi. şöyle nakl edilmişdir: haccac yakın adamlarından birini on kişi ile birlikde sa'id bin cübeyri radıyallahü anh çağırmağa gönderdi. onu çağırmaya giderlerken, bir rahibin kilisesine vardılar. o rahibden sa'id bin cübeyri sordular. rahib onlara yol gösterdi. gidip, sa'id bin cübeyri radıyallahü anh secdede buldular. selam verdiler. başını secdeden kaldırdı ve namazını bitirip, selamlarını aldı. haccac seni çağırıyor, dediler. allahü tealaya hamd ve senada bulundu, resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem tehıyyat okudu. sonra onlarla birlikde, haccacın yanına gitmek üzere yola çıkdı. daha önce görüşdükleri rahibin kilisesinin bulunduğu yere vardılar. rahib onlara, kilisenin çevresinde aslanlar, vahşi keçiler ve yırtıcı hayvanlar bulunduğunu, yukarı çıkmalarını söyledi. sa'id bin cübeyr radıyallahü anh kiliseye çıkmadı. rahib ona, galiba kaçmak istiyorsun, dedi. hayır, kaçmak istemiyorum. ben müşriklerin bulunduğu yere asla girmek istemem, dedi. rahib, vahşi hayvanlar seni parçalar deyince, allahü teala beni onların şerrinden korumağa kadirdir, dedi. rahib o on kişiye, ondan bir söz ve ahd alınız deyince de, ben rabbime söz verdim, sabaha kadar buradan gitmem, dedi. rahib diğerlerine, siz yukarı çıkınız ve yaylarınızı hazırlayınız. bu gece bu salih kulu yırtıcı hayvanlardan koruyunuz, dedi. geceleyin bakdılar ki, sa'id bin cübeyrin yanına bir vahşi hayvan yaklaşdı. kendini ona sürdü ve sonra ayrılıp gitdi. geride bir yerde durdu. sonra ona bir aslan yaklaşdı. ona sürtündü ve birşey yapmadan o da ayrılıp gitdi. bu hali gören rahib sabahleyin aşağıya inip, sa'id bin cübeyrin radıyallahü anh yanına giderek, islam dini hakkında bilgi aldı ve resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetlerini sordu ve müsliman oldu. nakl edilir ki, sa'id bin cübeyr radıyallahü anh haccac tarafından şehid edilmeden önce: ya rabbi! benden sonra haccacı başka bir kimsenin katline musallat eyleme, diye düa etdi. bu düadan sonra haccac onbeş gün kadar yaşadı. haccac bu son onbeş gün içinde, her gün, benim sa'id bin cübeyr ile ne işim vardı. yatağıma her yatdığımda, ayağımdan tutup çekiyor, derdi. sa'id bin cübeyrin radıyallahü anh bir horozu vardı. her gece öter, onu teheccüd namazına kaldırırdı. bir gece her nasılsa ötmedi ve sa'id bin cübeyr hazretleri teheccüde kalkamadı. sabahleyin bu iş ona çok ağır geldi ve horoza, allahü teala sesini kessin dedi. ondan sonra o horoz hiç ötmedi. annesi bu hali görerek, oğlu sa'id bin cübeyre, sakın kimseye beddüa etme, diye tenbihde bulundu. sa'id bin cübeyrin radıyallahü teala anh boynunu vurup, şehid etdiklerinde, başı yere düşdü. iki kerre yüksek ses ile, bir kerre de hafif ses ile, la ilahe illallah dedi. üveysi karni radıyallahü teala anh emirül mü'minin hazreti ömer radıyallahü anh, halifeliği zemanında, bir hac mevsiminde, insanlara ayağa kalkınız, dedi. sonra, muradiler haric kufeliler otursun, dedi. daha sonra karnli kimse haric muradiler de otursun, dedi. karnli üneys adında bir kimse ayakda kaldı. bu şahs, üveysi karninin amcası idi. hazreti ömer ona, üveysi tanırmısın diye sordu. üneys, aramızda ondan cahil, ondan divane ve ondan muhtac kimse yokdur, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh ağladı ve resulullahdan sallallahü aleyhi ve sellem işitdim: üveysin şefa'atiyle, rebi'a ve mudar kabileleri sayısınca kimse cennete girer buyurdu, dedi. herem bin hayyan radıyallahü anh şöyle demişdir: bu haber bana ulaşınca, sadece üveysi karniyi görmek maksadı ile kufeye gitdim. birgün fırat nehrinin kenarına vardım. bakdım ki, üveysi karni orada abdest alıyordu. onu tanıdım. çünki önceden onu bana ta'rif etmişlerdi. selam verdim, selamımı aldı. müsafeha yapmak istedim, yapmadı. allahü teala sana merhamet etsin ve seni magfiret etsin, ey üveys, nasılsın dedim. ona olan aşırı muhabbetimden bana ağlamak geldi. o da ağladı. ağlamamız bitince, bana allahü teala ömrünü uzun etsin ey herem bin hayyan! sen nasılsın, beni sana kim gösterdi, dedi. allahü teala beni sana kavuşdurdu, dedim. la ilahe illallahü sübhane rabbina in kane va'dü rabbina le mef'ula: allahdan başka ilah yokdur. rabbimizi noksan sıfatlardan tenzih ederiz. rabbimiz bir şeyi dileyince o olur, dedi. sonra ona benim ve babamın ismini nasıl bildin. bundan önce seni hiç görmedim diye sordum. herşeyi bilen, her şeyden haberdar olan allahü teala bana bildirdi, dedi. biraz daha nasihatde bulundukdan sonra, muhammed aleyhisselam vefat etdi. resulullahın halifesi ebu bekri sıddik radıyallahü teala anh vefat etdi. ebu bekri sıddikın arkadaşı hazreti ömer radıyallahü teala anh vefat etdi, dedi. ben, allahü teala sana merhamet buyursun. hazreti ömer henüz hayatdadır, vefat etmedi, dedim. evet o da vefat etdi. allahü teala, onun vefat etdiğinden beni haberdar etdi, dedi. sonra biraz daha nasihat ve hayr düa etdi. esselamü aleyke ve rahmetullahi ve berekatühü. bundan sonra görüşemeyiz diyerek ayrıldı. onunla bir kaç adım gitdim, müsaade etmedi. kufe mahallelerinin arasına girinceye kadar, ağlayarak arkasından bakdım. sonra onu çok görmek istedim. ancak haberini dahi alamadım. fekat her hafta bir iki kerre onu rü'yamda görürdüm. nakl ederler ki: üveysi karni rahmetullahi aleyh azerbaycana gazaya gitmişdi. orada vefat etdi. arkadaşları onun için bir kabr kazmak istediler. bir taşın yanında lahdi yapılmış, hazır bir kabr buldular. sonra kefen sarmak istediler. elbiselikde insan eli değmemiş bir kefen buldular. o kefenle kefenleyip, hazır buldukları kabre onu defn etdiler. . sahifede buyuruluyor ki: sıffin muharebesinde, hazreti alinin radıyallahü anh yanında bulundu. de şehid oldu. meymun bin şeyb rahimehullahü teala kendisi şöyle anlatmışdır: haccac zemanında, cum'a namazına gidiyordum. kendi kendime, bu zalimin arkasında niçin cum'a namazı kılayım diye düşündüm. tereddüde düşdüm. sonunda devamlı gitmeğe karar verdim. evin bir tarafından bir ses işitdim. meali şerifi ey iman edenler! cum'a günü namaz için ezan okunduğu zeman allahı anmaya koşun. ayeti kerimeyi okuyordu. bir gün bir mektub yazdım. aklıma birşey geldi. onu yazarsam mektubum güzel olacakdı, fekat yalandı. yazmasam doğru olacakdı, fekat mektubum çirkin olacakdı. bir yazayım, bir yazmayayım diye tereddüde düşdüm. sonunda yazmayayım diye karar verdim. evin köşesinden bir ses geldi. meali şerifi olan ibrahim suresinin. ayeti kerimesini okuyordu. sılatübnü üşeym rahmetullahi aleyh sözüne güvenilir bir kimse şöyle anlatmışdır: gaza için kabile gitmişdik. gece bir yerde konakladık. kendi kendime, bu gece sılatübni üşeymin ne yapdığını bir ta'kib edeyim. herkes onun ibadetinden bahsediyor, bakalım nasıl, dedim. yatsı namazını kılınca, uyudu. sonra herkes uykuya daldı. o, gece kalkıp, orada bulunan bir meşeliğe girdi. ben de arkasından girdim. abdest alıp, namaz kılmağa başladı. bir de bakdım ki onun yanına bir aslan geldi. ben korkumdan bir ağaca çıkdım. sılatübnü üşeym aslana hiç aldırmadı ve onu bir fare kadar bile hesaba almadı. secdeye kapanınca ben, aslan şimdi onu parçalar dedim. namazını bitirip selam verdi. yüzünü aslana dönüp, haydi git ey yırtıcı hayvan, rızkını başka yerde ara, dedi. aslan dönüp gitdi ve giderken öyle bir kükredi ki, ben dağlar birbirinden ayrılıyor zan etdim. o sabaha kadar namaz kılmağa devam etdi. aynı şahs yine şöyle anlatmışdır: düşmana yaklaşmışdık. kumandan askerlere, hiç kimse bir yere ayrılmasın diye emr etdi. sılatübnü üşeymin katırı yüküyle birlikde kayboldu. kalkıp namaza durdu. sonra, ya rabbi, katırı yüküyle birlikde geri göndermen için yemin ediyorum, dedi. biraz sonra katırı yüküyle birlikde geldi ve onun yanında durdu. kendisi şöyle anlatmışdır: bir gün ehvaz civarında geziyordum. çok acıkdım. satın almak için çok yiyecek aradım. fekat bulamadım. allahü tealaya düa edip, yiyecek istedim. merkebin üzerinde uyumuşdum. kulağıma bir ses geldi. uyanıp bakdım ki, bir sarık düşmüş, içinde bir şey vardı. açıp bakdım, içinde hurma ağacından örülmüş bir kab vardı. içi taze hurma dolu idi. doyuncaya kadar yidim. o mevsimde hiçbir yerde hurma yokdu. sonra hurmaların artanını yanıma alıp, yola devam etdim. yolda bir rahibe rastladım. durumu ona anlatdım. rahib benden hurma istedi, biraz verdim. aradan epey zeman geçdikden sonra, bir gün o rahibe uğradım. bulunduğu yerde, çok güzel hurma ağaçları yetişmişdi. rahib, bana bu hurma ağaçları senin bana verdiğin hurmalardan oldu, dedi. herem bin hayyan rahmetullahi aleyh havanın çok sıcak olduğu bir yaz gününde vefat etdi. onu kabre koydukları sırada, bir parça bulut gelip, sadece kabrinin üzerine yağmur yağdı. dışarı hiç taşmadı. o gün onun kabrinde yeşil otların bitdiğini de söylemişlerdir. ömer bin abdül'aziz rahmetullahi teala aleyh künyesi ebu hafsdır. annesi hazreti ömer bin hattabın radıyallahü anh oğlu asımın kızıdır. iki sene beş ay onbeş gün halifelik yapdı. hicri yüzbir senesinde receb ayının onunda otuzdokuz yaşında iken vefat etdi. emirül mü'minin ömer bin hattab radıyallahü anh, bir gece medinede gezerken, seher vakti bir evin yanına vardı. evde annesi kızına kalk süte su kat diyordu. kız ise, bu doğru bir iş değildir. halife ömer radıyallahü anh bunu yasakladı. onun habercisi bunu bildirdi, dedi. annesi kalk, burada ne ömer radıyallahü anh, ne de onun habercisi yok, bizi görmüyor, dedi. kızı, vallahi ben bu işi yapmam. ben insanlar arasında hazreti ömerin emrine uyuyorum. kimse görmezken de onun emrine muhalefet etmem, dedi. hazreti ömer radıyallahü anh bu konuşmaları duyduğu gecenin sabahında, oğlu asıma falan eve git. orada bir kızcağız var. eğer birine sözlü değilse, onu kendine nikahla. allahü teala ondan sana mubarek bir evlad verir, dedi. asım gidip o kızı kendine nikahladı. ondan ömer bin abdül'azizin annesi ümmü asım doğdu. abdül'aziz bin mervan, asımın kızı ümmü asımı kendine nikahlamak istedi. vekiline kendi halal malımdan dörtyüz dinar götür. temiz hanedana mensub asımın kızıyla nikahlanmak istiyorum, dedi. sonra asımın kızıyla evlendi ve bu hanımından ömer bin abdül'aziz doğdu. süfyanı sevri şöyle demişdir: halife beşdir: hazreti ebu bekr, hazreti ömer, hazreti osman, hazreti ali ve ömer bin abdül'aziz radıyallahü anhüm ecma'in. ribah bin ubeyde rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: ömer bin abdül'aziz medine valisi iken, bir ihtiyar kimse onun koluna girmişdi. kendi kendime, valinin koluna giren bu ihtiyar adam acaba kimdir, diye yadırgadım. vali ömer bin abdül'aziz namaz kıldı ve evine gitdi. ben de arkasından evine girdim ve allahü teala emirimize iyilikler versin, koluna giren ihtiyar kimdi diye sordum. bana, ey ribah, sen onu gördün mü, dedi. evet gördüm deyince, o gördüğün kardeşim hızır aleyhisselam idi. yakında halife olacağımı ve adaletle hareket edeceğimi haber verdi, dedi. nakl edilir ki, ömer bin abdül'aziz halife olunca, dağdaki çobanlar hangi salih kişi halife oldu, dediler. çobanlara salih bir kimsenin halife olduğunu nereden biliyorsunuz diye, sordular. kurtlar ve aslanlar artık koyunlarımıza dokunmuyor, uzak duruyorlar ve hiç zarar vermiyorlar, dediler. nitekim bir kimse şöyle demişdir: ömer bin abdül'azizin halifeliği zemanında, sahraya gitmişdim. bakdım ki kurtlar koyunların arasında dolaşıyorlar ve koyunlara hiç zarar vermiyorlardı. ömer bin abdül'azizin, valilerinden birisi bir mektub yazıp, şehrinin viran olduğunu, halife birşey tahsis ederse, imar edeceğini bildirdi. ömer bin abdül'aziz cevabında, şehrinin etrafına adaletden bir sur yap, yollarını da zulmden temizle, şehrinin imarı budur diye yazdı. ömer bin abdül'aziz, vefatı yaklaşdığı sırada, beni kaldırın oturayım, dedi. kaldırdılar ve şöyle dedi: allahım! ben o kimseyim ki bana emr etdin, ben kusur etdim. nehy etdin, asi oldum. lakin, la ilahe illallah diyorum, dedi. sonra başını yukarı kaldırdı. dikkatlice bakmağa başladı. çok dikkatli bakıyorsunuz, diye sordular. bir cema'at toplandı ki, onlar ne insandır, ne de cinnidirler dedi ve sonra vefat etdi. nakl edilmişdir ki, ömer bin abdül'aziz rahmetullahi aleyh defn edilince, gökden üzerine bir kağıd indi. kağıdda besmele ve bu allahü tealadan ömer bin abdül'azize emandır, yazılı idi. muhyiddini arabi kuddise sirruh kitabında şöyle yazmışdır: ba'zılarının suri, görünen halifeliğine ma'nevi halifelik de ilave edilmişdir. ömer bin abdül'aziz bunlardandır. amr bin utbe rahmetullahi aleyh tabi'inin büyüklerindendir. kufelidir. eshabıyla bir anlaşma yapdı. beraber bulunduğu kimselerin bütün hizmetlerini kendisi yapacak idi. bir gün hava çok sıcakdı. koyunları otlatmaya gitmişdi. sevenlerinden birisi, onun arkasından gitdi. amr bin utbe rahmetullahi aleyh uyumuşdu ve bir parça bulut onu gölgeliyordu. uyandığı zeman o dostu, sana müjdeler olsun deyince, bu hali kimseye söyleme, dedi. gazaya gitdiği zeman, arkadaşlarının koyunlarını korurdu. bir bulut onun başı üzerinde onu gölgelerdi. o namaz kılardı ve hayvanlar etrafında dolaşarak onu muhafaza ederlerdi. kendisi şöyle demişdir: allahü tealadan üç şey istedim. ikisini ihsan etdi, üçüncüsünü de ihsan edeceğini ümmid ediyorum. birincisi, allahü tealadan diledim ki, beni dünyaya rağbet etdirmesin. dünyalığın elime geçmesi ve geçmemesi benim için aynı oldu, beni değişdirmedi. ikincisi, namaz kılmak için bana güç, kuvvet vermesini diledim, ihsan etdi. üçüncü olarak da, diledim ki bana şehid olmak nasib etsin. bunu da ihsan edeceğini ümmid ediyorum. mutraf bin abdüllah şebhiz rahmetullahi aleyh arkadaşlarından bir cema'at ile, karanlık bir gecede, yolda giderken, birinin kamçısının ucundan bir ışık yayıldı. böylece yollarını gördüler. bir şahs yalan söyliyerek ona iftira etmişdi. ya rabbi! bu kimse yalan söylüyorsa, onu helak eyle diye düa etdi. o şahs hemen öldü. ölen kimsenin hanımı zemanın valisi ziyaddan yardım istedi. vali o ona herhangi bir şeyle vurdu mu, diye sordu. hayır dediler. hakim, ne yapalım salih kulun düası takdire uygun gelmiş, dedi. muhammed bin münkedir rahmetullahi aleyh nakl edilir ki, muhammed bin münkedir gazilerden bir gurub ile yolculuk yapıyordu. onlardan biri, canım taze peynir istiyor, dedi. muhammed bin münkedir rahmetullahi aleyh, allahü tealaya düa ediniz. o bu yolda size taze peynir vermeğe kadirdir, dedi. hepsi düa etdiler. biraz gitdikden sonra, ağzı kapalı bir zenbil gördüler. içi taze peynir doluydu. içlerinden birisi bu peynirin yanında bal olmalı ki, peynirle yiyelim, dedi. muhammed bin münkedir peyniri veren balı da vermeğe kadirdir, buyurdu. sonra hep birlikde düa etdiler. biraz yürüdüler. yolun kavşağında bir kab gördüler. içi bal ile dolu idi. bineklerinden indiler, peynirle balı birlikde yidiler. kitabını ahifesine bakınız! abdüllah bin ebi ca'fer rahmetullahi aleyh gaza yapmak için, kostantiniyyeye gidiyorduk. gemimiz parçalandı ve dalgalar bizi bir kaya üzerine sürükleyip, bırakdı. beş kişi idik. allahü teala her sabah her birimiz için o taşdan bir yaprak bitirirdi. onu yirdik, yemek ve su yerini tutardı. gemi gelip, bizi oradan alıncaya kadar böyle devam etdi. eyyub sahtiyani rahmetullahi aleyh basrada yaşayan tabi'inin büyüklerinden idi. haseni basri rahmetullahi aleyh, basra ehlinin gençlerinin seyyidi, eyyub sahtiyanidir, demişdir. abdülvahid bin zeyd şöyle anlatmışdır: eyyub sahtiyani rahmetullahi aleyh ile hira dağında idik. ben çok susadım. o kadar ki, halimi yüzümden anlayıp, sana ne oldu, dedi. susuzlukdan öleceğim diye korkuyorum, dedim. her ne yaparsam gizli tutabilir misin, dedi. gizlerim dedim. sonra kendisi hayatda olduğu müddetçe, kimseye söylemiyeceğime dair yemin etdirdi. ayağını hira dağına vurdu. su çıkdı. kanıncaya kadar içdim ve biraz da götürdüm. bunu o hayatda iken kimseye anlatmadım. salim benani rahmetullahi aleyh basralıdır. kırk sene enes bin malikin radıyallahü anh sohbetinde bulunmuşdur. devamlı oruc tutardı. her gece ve gündüzde bir hatm okurdu. bir seher vaktinde, onun kabrini ziyaret eden bir gurub kimse, kabrinden kur'anı kerim okunduğunu işitdik, demişlerdir. salim benani rahmetullahi aleyh, bir gün hamidi tavilden peygamberlerden başka bir kimsenin kabrinde namaz kıldığını duydun mu, diye sordu. hayır duymadım deyince, şöyle düa etdi: ya rabbi, eğer bir kimseye kabrinde namaz kılmağı ihsan edersen, salim kuluna bunu ihsan eyle. sözüne güvenilir bir zat şöyle anlatmışdır: kendisinden başka ilah olmayan allahü tealaya yemin ederim ki, salim benaniyi kabrine koydum. hamidi tavil de yanımda idi. lahd üzerine kerpiçleri yerleşdirdik. kerpiçlerden biri kabrin içine düşdü. salim benaninin kabrde namaz kılmakda olduğunu gördük. hamidi tavile, görüyor musun dedim. bana sus dedi. defnini temamlayınca kızının yanına gidip, onun ameli ne idi, neler gördün, diye sorduk. dedi ki, elli senedir geceleri namaz kılarak ihya ederdi. seher vakti olunca: allahım! eğer kullarından bir kimseye kabrinde namaz kılmağı ihsan etdiysen, bana da nasib et diye düa ederdi. allahü tealanın onun düasını kabul buyurmaması keremine layık değildir, dedi. ebu halim habib bin salim rai rahmetullahi aleyh selmanı farisinin radıyallahü anh sohbetine kavuşmuşdur. koyunları vardı. onları fırat nehri kenarında otlatırdı. uzlet üzere, insanlardan uzak yaşardı. meşayıhdan bir zat şöyle anlatmışdır: bir gün onun yanına uğramışdım. namaz kılıyordu ve koyunlarını kurtlar otlatıyordu. kendi kendime, bu ihtiyar zatı ziyaret edeyim, büyüklüğünü görürüm, diyerek bekledim. namazını bitirince selam verdim. ey oğul niçin geldin, dedi. ziyaret için geldim, dedim. allahü teala sana hayrlar versin, dedi. efendim, kurtlarla koyunları bir arada görüyorum deyince, koyunları güden allahü teala ile beraberdir de, onun için böyledir, buyurdu. ağaçdan bir kabı vardı. o çanağı bir taşın altına tutdu. taşdan biri süt, biri bal olmak üzere iki çeşme akmağa başladı. efendim, bu dereceye ne ile kavuşdunuz, dedim. muhammed mustafaya sallallahü aleyhi ve sellem tabi' olmakla kavuşdum, dedi. sonra ey oğul, musa aleyhisselamın kavmi ona muhalefet etdiği halde, hare taşı onlara su verdi. derecesi musa aleyhisselamdan yüksek olan muhammede sallallahü aleyhi ve sellem tabi' oldukdan sonra, taş bana süt ve bal vermez mi, dedi. bana nasihat et, dedim. kalbini hırs kutusu ve mi'deni haram kabı yapma! insanoğlu bu ikisinden helak olur. bu ikisine dikkat eden kurtulur, buyurdu. haseni basri rahmetullahi aleyh tabi'inin büyüklerindendir. hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliğinin bitmesine iki sene kala doğdu. eshabı kiramdan aleyhimürrıdvan yüzyirmi veya yüzotuz kişi görmüşdür. hicretin yüzonuncu senesinde receb ayında seksendokuz yaşında vefat etdi. kitabında şöyle yazılıdır: haseni basri rahmetullahi aleyh tabi'inin en büyüklerindendir. bedr eshabından yetmiş kişiyi gördü. eshabı kiramdan ise üçyüz kişiyi görmüşdür. hazreti ömerin radıyallahü anh halifeliğinin sona ermesinden iki sene önce, hicretin yirminci senesinde medinede doğdu. annesi, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hanımı ümmü selemenin radıyallahü anha cariyesi idi. ağladığı zeman ümmü seleme radıyallahü anha onu kucağına alır, ağzına memesini verirdi. konuşması, hilmi, vekarı ve sekinesi resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem çok benzerdi. tesavvuf ilminde öyle sözler söylerdi ki, benzeri ondan başkasından işitilmezdi. bu ilmi kimden aldın diye sorduklarında, huzeyfetebni yemaniden radıyallahü anh aldım, derdi. huzeyfetülyemaniye, sen bu ilmi kimden aldın diye sordular. bu bana resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hususi bir ihsanı ve ikramıdır. çünki herkes resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem hayrdan sorardı. ben ise şerden sorardım. şerri öğrenip, ona düşmeyeyim diye, korkumdan böyle sorardım. kötü şeyleri öğrenip, onlardan sakınınca, hayrları kaçırmayacağımı anladım, buyurdu. haseni basri hazretlerinin güzel sözlerinden ba'zıları şöyledir. buyurdu ki: bir kul bütün arzularını bırakıp, yalnız allahü tealaya kavuşmayı istiyorsa, az yisin, örtünecek kadar giyinsin, başını secdeye koyup ibadetle meşgul olsun. konuşduklarına ağlasın, rahmeti ilahiyi istesin ve azabı ilahiden kaçsın. gülme, çünki allahü tealanın amellerimizi görüp, hiçbir amelinizi kabul etmiyorum, buyurmayacağını bilmiyorsun. insanoğlu dünyadan üç şeye hasretle gider: topladığına doymaz. umduğuna kavuşamaz. önündeki ahıret yolculuğuna iyi azık te'min etmez. .evahidün nübüvve ömer bin abdül'aziz rahmetullahi aleyh halife olunca, haseni basriye rahmetullahi aleyh bir mektub yazıp, bana din işlerinde yardımcı olacak bir kimse gönder, dedi. cevabında şöyle yazdı. sana göndereceğim kimse iki dürlü olabilir. ya dünyayı sever, sana nasihat etmez. veya allah adamıdır, onu taleb eder, seninle sohbet etmez. fekat sen, asil kimseleri seç. bunlar dinin emrlerine tam uyamasalar bile, halkın hakkını gözetirler. aslında asil ve temiz kimseler hata yapmazlar. haricilerden biri, haseni basri hazretlerinin sohbet meclisine gelir, sohbetde bulunanlara eziyyet verirdi. nihayet birgün, bu harici bize eziyyet ediyor, halifeye de bildirmiyorsunuz, dediler. haseni basri hazretleri hiç bir şey söylemedi. bir gün eshabı ile otururken, o şahsın yine geldiğini gördü. allahım, onun bize yapdığı eziyyeti biliyorsun. dilediğin şeyle onu bizden men' eyle diye düa etdi. o şahs hemen yüzüstü yere düşdü. evine götürmek üzere onu kaldırdılar, ailesine ulaşamadan öldü. tavus bin keysan rahmetullahi teala aleyh künyesi ebu abdürrahmandır. yemenlidir. oğluna şöyle vasiyyet etdi. vefat edince, beni kabre koyduğunuzda, kabrime bak. eğer beni kabrimde göremezsen, allahü tealaya şükr et. şayet beni kabrimde görürsen, inna lillah ve inna ileyhi raciun de. bunu nakl eden kimse şöyle demişdir. tavus bin keysanın evladından işitdim. onu kabre koyunca bakmış ve kabrinde görememiş, buna çok sevinmiş. abdüllah bin mutır rahmetullahi teala aleyh künyesi ebu reyhanedir. tabi'indendir. gemiye binmişdi ve bir şey dikiyordu. iğnesi denize düşdü. ya rabbi! sana yemin ederim ki, iğnemi bana geri veresin, dedi. iğnesi denizde gözükdü ve uzanıp aldı. derler ki, deniz dalgalanmağa başlayınca, ey deniz, sen aciz bir mahluksun, sakin ol, dedi. deniz sanki yağ gibi berraklaşdı ve sakinleşdi. gürz bin vebre elabidi kufi rahmetullahi teala aleyh cürcan ve behamatda yaşadı. kabri meşhurdur ve ziyaret edilir. malik bin enesden radıyallahü anh ilm öğrendi. cariyesinden, o nafakasını nereden te'min eder diye sordular. ondan her ne zeman birşey istesem, falan pencerededir, derdi. gider o pencereden istediğim şeyi alırdım, demişdi. cürcan ehlinden bir kimsenin şöyle anlatdığını bildirmişlerdir: rü'yamda cürcan kabristanını geziyordum. kabrlerde bulunanların hepsi beyaz elbise giymişler, oturuyorlardı. onlara, size ne oldu ki, beyaz elbiseler giydiniz, diye sordum. gürz bin vebrenin buraya gelmesinden dolayı bize beyaz elbise giydirdiler, dediler. murık elacli rahmetullahi teala aleyh tabi'inden ve basralıdır. nafakasını, ihtiyacı olan yiyecek ve içecekleri daima başı ucunda bulurdu. habib bin isa acemi rahmetullahi teala aleyh künyesi ebu muhammeddir. faris ehlindendir. basrada yaşadı. abid, mütteki ve düası müstecab idi. bir terviye günü onu basrada, arefe günü ise arafatda gördüler. kendisi şöyle anlatmışdır: her gün bir kuru hurma ile iftar ederdim. ehlim her gün benim için o hurmayı hazırlardı. bir gün iftar vakti o hurmayı aradım bulamadım. buna çok üzüldüm. bir de bakdım ki bir kimse geldi. elime bir hurma verdi, o hurmayı yidim. para kesesini boş bırakırdı. eline aldığında içi para dolu olurdu. süfyan bin sa'id essevri rahmetullahi teala aleyh kufelidir. künyesi ebu abdüllah olan ve sözüne güvenilir bir zat şöyle anlatmışdır: bir seher vakti zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. bir ihtiyar zat geldi. zemzem kuyusunun kapısından içeri girdi. yüzünü bir örtü ile örtmüşdü. zemzem kuyusundan bir kova ile zemzem çıkarıp içdi. kalanını da ben içdim. badem ezmesi idi. o zemana kadar ondan daha lezzetli bir şey içmemişdim. sonra geriye dönüp bakdım. o ihtiyar gitmişdi. bir başka seher vakti gidip, yine oraya oturdum. aynı zat tekrar geldi. bir kova ile zemzem çekip içdi. kalanını da ben içdim. bal şerbeti idi. geri dönüp bakdığımda o ihtiyar zat gitmişdi. bir başka seher vaktinde yine aynı yere oturmuşdum. o zat aynı şeklde yine geldi. bir kova ile zemzem çekip içdi. kalanını da ben içdim, şeker karışdırılmış süt idi. bu sefer o zatın elbisesinden sıkıca tutdum ve ka'benin hakkı için sen kimsin, diyerek, yemin verip sordum. ben hayatda olduğum müddetce kimseye anlatmazsan, sana kim olduğumu söylerim, dedi. kimseye söylemem, dedim. ben süfyan bin sa'id sevriyim, dedi. süfyan bin sa'id, basrada bir dostunun evinde vefat etdi. o evin sahibi şöyle anlatmışdır: oğlumun bir bülbülü vardı. süfyanı sevri rahmetullahi aleyh bu kuşu niçin böyle habs ediyorsunuz. keşke serbest bıraksanız dedi. ben bu kuş oğlumundur, o size bağışlasın, siz de serbest bırakınız dedim. bağışlamasını kabul etmeyip, kuşu oğlumdan bir dinara satın aldı ve serbest bırakdı. kuş gündüz dışarda dolaşır, geceleri ise süfyanı sevrinin bulunduğu eve gelirdi. o vefat edince, kuş cenazesini ta'kib edip, kabrine geldi ve acı acı ötdü. sonra, devamlı onun kabrinin başına giderdi. ba'zı gecelerde orada kalırdı. ba'zen de eve gelirdi. sonunda o bülbülü süfyanı sevrinin kabrinin başında ölü buldular. kabrinin kenarına gömdüler. süfyanı sevrinin rahmetullahi aleyh cenazesini yıkarken, cesedi üzerinde allah onlara kafi gelecekdir diye yazılı gördüler. hicri yüzaltmışbir senesinde basrada vefat vetdi. , ve kitabları vardır. şeybanı rai rahmetullahi teala aleyh çobanlık yapardı. cum'a günleri, koyunların bulunduğu yerin etrafına bir çizgi çekerdi ve namaza giderdi. koyunlar o gelinceye kadar çizdiği çizginin dışına çıkmazlardı. bir def'asında gusl abdesti alması icab etdi. gusl abdesti almak için su bulamadı. bir parça bulut gelip, yağmur yağdı ve o su ile gusl abdesti aldı. sonra bulut gitdi. onu bir odaya habs edip kapısını sıkıca kapatmışlardı. sonra kapıyı açdıklarında onu içerde göremediler. süfyanı sevri rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: şeybanı rai ile hacca gidiyorduk. yolda giderken karşıda bir aslan göründü. şeybana karşıdan geleni görüyormusun, yolumuzu kesdi dedim. bana, korkma dedi ve aslanı yanına çağırdı. aslan, köpek gibi kuyruğunu sallayarak geldi. aslanın kulağını tutup bükdü. bu ne şöhretdir, dedim. şeyban, ey sevri, eğer meşhur olmağı kötü bilmeseydim, eşyamı kendim taşımazdım. bu aslana yükleyip, ta mekkeye kadar ona taşıtırdım, dedi. abdüllah bin mubarek rahmetullahi aleyh merv ehlindendir. de horasanda doğdu. fırat kenarında hey'et denilen bir beldedede vefat etdi. kabri oradadır. zemanında, ilm ehlinden hiç kimsede bulunmayan üstün hasletler, bir arada olarak, onda toplanmışdı. fakih, alim, vera' sahibi, sünneti seniyyenin ma'rifetine sahib ve hafız idi. bütün ilmlerde alim idi. kahramanları imrendirecek derecede şeca'at sahibi ve cesur idi. şi'r söyliyen bir edib idi. eline geçen şeyleri vermekde çok cömerd idi. süfyanı sevri rahmetullahi aleyh, senede üç gün abdüllah bin mubarek rahmetullahi aleyh gibi olabileyim diye çok gayret sarf etdim. buna güç yetiremedim, demişdir. fudayl bin ıyad rahmetullahi aleyh, ka'benin sahibi olan allahü tealaya yemin ederim ki, şu iki gözüm, abdüllah bin mubarek rahmetullahi aleyh gibi, bir başka kimse görmemişdir, demişdir. gözleri görmeyen bir kimse, abdüllah bin mubarek hazretlerinin huzuruna gidip, benim için düa ediniz de, allahü teala gözlerimi açsın, görür hale getirsin, dedi. ayağa kalkıp düa etdi. o şahsın gözleri açılıp, görmeğe başladı. selefden bir zat, ben o şahsı gözleri görmez iken de, gözleri görmeğe başlayınca da gördüm, demişdir. abdüllah bin mubarek rahmetullahi aleyh, ölüm hastalığında hizmetcisine, şübhesiz ki bu gece vefat edeceğim. şu kitablarımı götür nehre at gel, buyurdu. hizmetci kitabları alıp gitdi. fekat atmağa kıyamadı, geri geldi. hizmetcisine, kitabları nehre atdın mı, dedi. o da atdım, dedi. ne alamet gördün, dedi. hiçbir alamet görmedim deyince, sen onları atmamışsın! haydi onları at gel, buyurdu. hizmetci şöyle demişdir: kitabları götürüp nehre atınca, hane ırmağından göğe doğru bir nur yükseldiğini gördüm. huzuruna dönünce, ne yapdın diye sorunca, emrinizi yerine getirdim, dedim. ne gördün, dedi. ırmakdan gökyüzüne doğru yükselen bir nur gördüm deyince, evet şimdi söylediğimi yerine getirmişsin, buyurdu. sonra buyurdu ki: bu gece vefat edeceğim. cenazemi yıka, ihram olarak bağladığım bezleri bana kefen yap, insanlar toplanmadan önce beni defn ediniz. vasıyyetini aynen yerine getirdik. cenazesini dışarı çıkarınca, bakdım ki ırmağın üzerinde uzakdan bir kayık gözükdü. o kayıkdan bir gurub insan inip, yanımıza geldiler ve elhamdülillah cenazeye yetişdik, dediler. cenaze namazını kılıp defn etdik. kayıkla gelen kimselere bu vefat haberini duydunuz mu diye sordum. onların rehberi durumunda olan bir ihtiyar zat dedi ki: rü'yamda bu civarda bir zatın vefat etdiğini, her kim onun cenaze namazında bulunursa, allahü tealanın ona cenneti nasib edeceğini söylediler. hemen bu kayığı kiraladık ve cenaze namazına yetişdik. buyururdu ki, edeb nedir? alimler, çeşidli ta'rif etmiş. bence edeb, kişinin nefsini tanımasıdır. birinin bir lira hakkını ödemek, bin lira sadaka vermekden daha iyidir. çalışıp kazanmak, tevekkülü bozmaz ebu mu'aviye elesved rahmetullahi aleyh sözüne güvenilir bir kimse şöyle anlatmışdır: tarsusda ebu mu'aviyenin rahmetullahi aleyh ziyaretine gitmişdim. gözleri kapanmışdı, göremiyordu. dıvarda asılı bir kur'anı kerim gördüm. allahü teala sana rahmet etsin. gözlerin görmediği halde, bu kur'anı kerim orada niçin duruyor, dedim. ben hayatda olduğum müddetçe, kimseye anlatmaman şartıyla, bir şey söyliyeyim dedi ve şöyle söyledi: ne zeman kur'anı kerim okumak istesem gözlerim açılır, okurum. okumam bitince gözlerim yine kapanır. bunun böyle olduğunu görenler, o kur'anı kerimi açınca gözleri açılır. kapatınca da gözleri görmez olurdu, demişlerdir. büyüklerden bir zat şöyle anlatmışdır: bir yolculukda idik. bir yerde konakladık. orada beyaz bir yılan ölüsü gördük. bu müsliman biri olabilir diyerek, üzerine biraz su döküp toprağa gömdük. o gece bir ses duyduk. fekat seslenenleri göremedik. bize şöyle diyorlardı: allahü teala size rahmet etsin. o müsliman için yapdığınızı gördük. isterseniz size ilac öğretelim, kendinizin ve başkalarının tedavisinde kullanırsınız. isterseniz su ihtiyacınızı karşılayalım ve develerinizi otlatalım, dediler. biz su ihtiyacımızın karşılanmasını ve develerimize bakılmasını istedik. konakladığınız her yerde, su kablarını develerinizin boynuna takın, develeriniz otlamakdan döndüğünde, boyunlarında kablarınızı su ile dolu bulursunuz, dediler. bir menzile konduk. su kablarımızı develerin boynuna asıp, develeri serbest bırakdık. akşam develer karınları doymuş halde geldiler. boyunlarına asdığımız kablarımız da su ile dolu idi. o yolculuğumuzda konakladığımız her yerde böyle oldu. allahü teala, bu büyük alimlerin ve yakin derecesine kavuşmuş olan yüce zatların rıdvanullahi aleyhim ecma'in ila yevmiddin yüksek menkıbelerini ve üstün hallerini kısaca yazmağı nasib etdi. şübhesiz ki o büyüklerin kerametleri, harikul'ade halleri o kadar çok ve meşhurdur ki, bu anlatılanlar onların faziletlerinden ve üstün hallerinden bir nümunedir. bu anlatılanlarla onların kadrini beyan etmek imkansızdır. üstün akllıların akl kuşu yüz sene uçsa, bu kol ve kanatla o yüksek mevkı'ye yetişmez. insanların anlayışı ve zekası bin sene uğraşsa, bu anlayışıyla o büyüklerin derecesini anlayamaz, o meydana giremez. kaldı ki, onlardan meydana gelen harikalar kitablara sığmaz. onların halleriyle hallenen onları anlar. mütercimi lami'i çelebi, bu bölüme yapdığı ilavede moranın fethi seferine çıkan osmanlı ordusunun gösterdiği büyük kahramanlıkları anlatmışdır. kendisinin de bulunduğu bu feth seferinde şöyle bir hadiseyi nakl etmişdir: mora feth edilince, düşmandan pekçok esir alınmışdı. esirler kendi aralarında, muharebe sırasında türklerin denizden atlarla devamlı geçdiklerini, kal'anın üzerine çıkıp, uçduklarını ve burçlar üzerine konduklarını hayret, dehşet ve heyecanla anlatırlardı. bu hadise onlar arasında çok meşhur idi. böyle harikul'ade haller keramet olup, allahü tealanın sevdiği kullarına bir ihsanıdır. bu ümmetden görülen bu haller, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizelerinden ve peygamberliğinin delillerindendir. tevhid düası ya allah, ya allah. la ilahe illallah muhammedün resulullah. ya rahman, ya rahim, ya afüvvü ya kerim, fa'fü anni verhamni ya erhamerrahimin! teveffeni müslimen ve elhıkni bissalihin. allahümmagfirli ve liabai ve ümmehati ve li abai ve ümmehati zevceti ve liecdadi ve ceddati ve liebnai ve benati ve liihveti ve ehavati ve liamami ve ammati ve liahvali ve halati ve liüstazi abdülhakimi arvasi ve lil mü'minine vel mü'minat yevme yekumülhisab. rahmetullahi teala aleyhim ecma'in. hatime ehlullahın, evliyanın kerametleri, resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mu'cizeleri kabilindendir. yine resulullaha sallallahü aleyhi ve sellem muhalefet edenlerin, islamiyyete karşı edebsizlik ve gevşeklik gösterenlerin uğradıkları felaketler ve cezalar da, onun mu'cizelerindendir. bu hadiselerden ba'zıları: nasrani bir kimse müsliman olmuşdu. bekara ve ali imran surelerini okudu ve vahy katibliği yapdı. sonra mürted oldu. müslimanlıkdan çıkıp, eski dinine döndü. muhammed aleyhisselam benim yazdığım şeylerden başka birşey bilmez, derdi. ölünce onu defn etdiler. sabahleyin cesedini dışarıda buldular. yer onu kabul etmeyip, dışarı atmışdı. bu işi muhammedin aleyhisselam eshabı yapmışdır, dediler. onun için derin bir kabr kazdılar ve tekrar gömdüler. ertesi sabah, onu yer yine dışarı atdı. üçüncü def'a güçleri yetebildiği kadar derin bir mezar kazıp, onu defn etdiler. sabahleyin bakdılar ki, toprak onu kabul etmeyip, yine dışarı atmışdı. artık bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anlayıp, onu öylece bırakdılar. resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, buyurmuşdu. zındıklardan biri bunu işitince, ben o meleklerin kanatlarını kıracağım diyerek, na'lınlarının altına demir çiviler çakdı. malik bin enesin radıyallahü anh ilm meclisine doğru gitdi. giderken, ayağına giydiği çivili na'lınlarını yere vurarak, meleklerin kanatlarını kırıyorum diyordu. o sırada birdenbire ayağı takılıp yere düşdü ve ayağa kalkamadı. onu evine götürdüler. iki ayağında ağrılı bir hastalık meydana geldi ve ayaklarını kesdiler. ölünceye kadar kötürüm kaldı. bu hadiseyi nakl eden kimse şöyle demişdir: ben o kimseyi önceden görmüşdüm. ceylan gibi hızlı giderdi. sonra ömrünün sonuna kadar kötürüm kaldığını da, gördüm. kitabının müellifi olan ve daha birçok eseri bulunan ve hadis ilminde imam olan ibni mendei isfehani rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: şamda bulunan hadis alimlerinden birinin yanına hadisi şerif dinlemek için gitmişdim. önünde bir perde vardı. yüzü görünmüyordu. oturdum. perde arkasından hadisi şerif okumağa başladı. kendi kendime, acaba niçin önüne perde tutuyor diye hayret etdim. hadisi şerif okumayı bitirdi. benim ibni mende olduğumu bilip, bana ey eba abdüllah, benim perde arkasında oturmamın sebebini biliyormusun, dedi. hayır bilmiyorum, dedim. sen ilm ehlindensin ve hadis ilmiyle meşgul olanlardansın. sana anlatayım diyerek şöyle anlatdı: bir gün, hadis ilminde imam olan hocalarımdan birinin huzurunda idim. resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem: buyurduğu hadisi şerifi okudu. bu hadisi şerifi çeşidli ravi silsilesinden rivayet etdi. şahsımda bulunan şekavetden olacak ki, kalbimde bu nasıl olur, diye bir şübhe uyandı. o gece uyudum. sabahleyin kalkdığımda, başım merkeb başı şekline girmişdi. bu sebebden ilm meclislerinden mahrum kaldım. ilm talebesi yanıma geldiğinde, onlarla böyle perde arkasından konuşurum. senin ilmdeki ve dindeki dereceni bildiğim için bu sırrı sana söyledim. yalnız ben hayatda olduğum müddetce bunu kimseye söyleme. ben vefat etdikden sonra anlat ki, insanlar ibret alsınlar da, hadisi şerif dinlerken edebli olsunlar ve kalblerine şübhe getirmesinler, dedi. bunu kimseye anlatmayacağıma dair allahü tealaya söz verdim, ahd etdim. sonra o zat perdeyi kaldırdı ve kendisini bana gösterdi. bedeni insan bedeni, başı ise merkeb başı idi. bu hali o hayatda iken kimseye söylemedim. herşeyin doğrusunu en iyi bilen allahü tealadır. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh selefden bir zatın şöyle anlatdığını nakl etmişdir: bir yolculukda idim. bir yerde cenaze vardı. onun için kabr kazıyorlardı. onlara yardım ederim diye, yanlarına gitdim. o sırada saçı sakalı ağarmış, hoş kokulu bir ihtiyar, beyaz bir merkebe binmiş olduğu halde oraya geldi. bu cenaze kimindir, diye sordu. bir müslimanın cenazesidir, dediler. bunun yakını var mı, diye sordu. bir kişiyi göstererek, bu onun kölesidir, dediler. köleye, senin efendin hiç bir kavme reis oldu mu veya sultanların yapdığı bir iş yapdı mı, diye sordu. köle onu bilmem, yalnız bu kimse ganimetlere hıyanet ederdi, dedi. ak saçlı ihtiyar, bunun namazını kılmayınız, dedi. biz namazını kılmak için kalkdık. o ihtiyar zat, bizden yüz çevirip gitdi. onu bir daha göremedik. meyyiti kabre koyduk. kabrde bir kazma unutmuşuz. köle, ben bu kazmayı emanet almışdım. defnden sonra geri verecekdim, dedi. kazmayı almak için kabri açdık ve defn etdiğimiz şahsı kabrde oturmuş, kazmanın halkası boynuna geçmiş ve kazmanın sapını eline almış vaziyyetde gördük. onu o haliyle bırakdık. kazmanın sahibine durumu haber verdik. o da bizim gördüğümüz hali gördü. yine imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh bir kimseden şöyle rivayet etmişdir: hac günlerinden bir gün, mekke mahallelerinden birinde dolaşıyordum. mekke halkının bir yere toplandığını gördüm. ben de oraya gitdim. yer, siyah bir kimseyi içine çekip yutuyordu. halk, kazma ve kürekle, onun yere batmasını önlemeğe çalışıyordu. ancak mani' olamıyorlardı. ondan ümmidi kesdiler. halk, sen ne kötü amel işledin de, bu cezaya müstehak oldun, söyle de biz onu yapmayalım, dediler. siyah kimse hiç cevab vermedi. yer onu kalçasına kadar yutdu. ağlıyordu. halk ona ısrarla, sen ne kötü amel işledin de, bu cezaya müstehak oldun? söyle de başkalarına nasihat ve ibret olsun, dediler. o kimse yine hiç cevab vermedi. göğsüne kadar yere batınca şöyle dedi: ben haremi şerifin güvercinlerini yakalayıp, keserek yimeği adet haline getirmişdim. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh şöyle nakl etmişdir: bir gurub insan hacca gidiyordu. hareme ulaşıp, orada bir yerde konakladılar. yanlarına bir ceylan geldi. içlerinden biri ceylanı ayağından yakaladı. arkadaşları her ne kadar salıver dedilerse de, güldü ve bırakmadı. ceylan korkusundan küçük ve büyük abdestini bozdu. sonra onu bırakdı. o şahs öğle vakti uyudu. bir yılan gelip, karnının üzerine çöreklendi. arkadaşları ona, sakın hareket etme, karnının üzerinde yılan var diye, bağırdılar. o şahs korkusundan altına büyük ve küçük abdestini yapıncaya kadar, yılan üzerinden ayrılmadı. böylece ceylana yapdığının cezasını gördü. yine imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh şöyle anlatmışdır: bir gurub insan, haremi şerifde bir ağacın gölgesinde konaklamışlardı. ekmekleri ve yemekleri yokdu. içlerinden birisi okunu alıp, bir ceylan avladı. ateş yakıp ceylanın etini pişirdiler. et pişirdikleri her tencerenin altından büyük bir ateş çıkıp onları yakdı. ateş, elbiselerine, mallarına ve gölgesinde oturdukları ağaca zarar vermedi. mu'tezile fırkasının uğradıkları cezalar: imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh, selefden birinden şöyle nakl etmişdir: benim bir komşum vardı. kur'anı kerimi ezberlemişdi. bir gün bir şahsla münakaşa ederken, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allahü teala onun ayetlerini kalbimden silsin, dedi. gece uyuyunca, allahü teala onun kalbinden kur'anı kerimin ayetlerini sildi. sabahleyin kalkdığında, kur'anı kerimin ne olduğunu bile unutmuşdu. ona kur'anı kerim oku, derlerdi. dilini oynatırdı, ağzından sesler çıkardı. fekat ne söylediğini kimse anlamazdı. ailesi ve yakınları onun bu halinden utanırlardı. sonunda onu boğdular ve öldü. imamı müstagfiri rahmetullahi aleyh, selefden birinin şöyle anlatdığını nakl etmişdir: annemin babası kabr azabına inanmazdı. her ne kadar münazara edildiyse de, bu düşünceden vazgeçmedi. bir gece onunla aynı odada uyumuşdum. gece ızdırabla aniden beni çağırarak uyandırdı. kalk çırayı yak, dedi. kalkıp çırayı yakıp, getirdim. ayağımın tabanına bak, dedi. bakdım ki, ayağı yanmış ve kabarcıklar meydana gelmişdi. bana, rü'yamda kabristana girdim, ayağım bir kabrin içine girdi ve yandı. bu gördüğün yanık ve kabarcıklar o yanmanın eseridir, dedi. bu hadiseden sonra kabr azabına inandı ve hiç inkar etmedi. halife mütevekkil, birgün sırçadan, camdan yapılmış olan, alt ve üst tarafından su akan seraya girmişdi. yakın adamları ve nedimleri, sohbet dostları da yanında idi. oturup sohbet ederlerken, halife mütevekkil güldü. sonra neden güldüğümü sormuyorsunuz, dedi. yanında bulunanlar, allahü teala seni güldürsün, ey mü'minlerin emiri, gülmenizin sebebi nedir, dediler. halife, yakın adamlarına hitaben: vasıkın da yakın dostlarıyla oturduğu, bir sohbet meclisinde, kur'anı kerimin mahluk olup olmaması hususunda çok düşündüm. bu hususda çok titiz davrandım. halkı bu fikre da'vet etdim. bir kısmı benim sahib olduğum mal ve mevkı'ye tama' edip kabul etdiler. ba'zıları da dövülüp, habs edildikden ve çok zorlandıkdan sonra kabul etdiler. bir kısmı ise dinde ve vera'daki kuvvetleri sebebiyle kabul etmediler. bu hususda kalbime bir şübhe geldi. bu i'tikadı terk etmeği ve bu mes'ele ile uğraşmamayı istiyorum, dedim. kur'anı kerim mahlukdur diye inanan ve bu mes'ele üzerinde çok duran ibni ebi davüd da orada idi. o, bu mes'elelerde çok ileri gitmişdi. allah, allah, ey mü'minlerin emiri, ihya etdiğin mes'eleyi söndürmek mi istiyorsun, dedi. senden evvelkilerin yapmadığını sen yapdın. bu mes'ele üzerinde durduğun için, allahü teala sana hayrlı karşılıklar versin, dedi ve bu mes'ele hakkında çok mübalaga etdi. vasıkın bu mu'tezile i'tikadından dönmesinden korkdu. sonra vasık, haydi bu hususda allahü tealaya ahd edelim, dedi. bunun üzerine ibni ebu davüd, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allahü teala beni ölmeden önce dünyada felç etsin, dedi. orada bulunanlardan biri de, kur'anı kerim mahluk değilse, benim vücuduma demir çiviler batsın dedi. bir başkası, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allahü teala benim bedenime fena koku versin. tanıyan tanımayan benden bu kötü koku sebebiyle kaçsın, dedi. bir diğeri, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allah beni karanlık bir yerde helak etsin, dedi. bir başkası, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allahü teala beni denizde boğsun, dedi. vasık ise, eğer kur'anı kerim mahluk değilse, allahü teala benim vücudumu dünyada da ahıretde de yaksın, dedi. halife mütevekkil bunları anlatdıkdan sonra, bunları hatırladım ve işte gülmemin sebebi budur, dedi. kur'anı kerim mahlukdur diyerek, sapık inançlarında ısrar eden ve allahü teala ile ahd edenlerin herbiri söyledikleri gibi oldu. ahd etdikleri şey başlarına geldi. ibni ebi davüd felç oldu. diğer kimsenin vücudunu demir çiviler ile çivilediler. biri ölüm hastalığında terledi. bu ter öyle fena kokdu ki, hiç kimse yanına yaklaşamadı. her ne kadar güzel koku ve buhur yapdılar ise de, faide vermedi. birisine ise bir arşın yüksekliğinde bir yer yapdılar, onun içinde öldü. bir diğeri dicle nehrinde boğuldu. vasık ise hastalandı. tabibler onun hakkında şu karara vardılar. vasık için, zeytin ağaçlarıyla içi temamen kor oluncaya kadar bir tandır yakmalı, sonra tandırı boşaltıp içini kepek ile doldurmalı ve vasık bu tandırda üç saat yatmalıdır. tandırdan çıkınca hava kendisine te'sir edip ağrıları fazlalaşacağından, yine tandıra girmeyi isteyecekdir. tandıra koymazlarsa ölebilir, dediler. tabiblerin söylediği gibi, bir tandır hazırlayıp, vasıkı içine yatırdılar. onu tandırdan çıkardıkları zeman, sığır gibi feryad ederek beni tandıra bırakın, dedi. ailesi ve hizmetcileri ona acıyıp yine tandıra koydular. sesi kesildi. vücudunda meydana gelen kabarcıklar çatladı. vücudu kömür gibi oldu. onu tandırdan bir daha dışarı çıkardıklarında derhal öldü. biliniz ki islamiyyete muhalif olanların düşdükleri kötü akibetler ve uğradıkları cezalar o kadar çokdur ki, yazmakla ve anlatmakla bitmez. her devrde, her diyarda nice kuvvetli fısk ve fücur erbabı, zalim ve zorba olan ve sünneti nebeviyyeden, muhammed aleyhisselamın dininden uzaklaşan kimselerin uğradıkları şiddetli cezalara ve felaketlere, avam ve havas şahid olmuşlardır. kalbi iman nuruyla nurlanmış olan kimse, kendi halini biraz düşünse, taat ve ibadet yapmak ile, günah işlemek ve isyan etmek arasındaki farkı görüp anlar. çünki, ibadetin neticesi zevk, huzur, güzel ahlak ve iyi işlerdir. isyanın ve ma'siyyetin neticesi ise üzüntü, huzursuzluk, kötü ahlak ve çirkin işlerdir. şübhesiz ki ibadetin ve iyi işlerin karşılığı sevab kazanmakdır. kötü işlerin ve günahların karşılığı ise azab ve ıkabdır. allahü teala bize ve bütün müslimanlara, neticesi sevablara kavuşmak olan ibadetleri yapmak nasib eylesin. neticesi ıkab ve azab olan kötülüklerden korusun! zehi hoş huzur ve zehi hoş sürur, zehi hoş meab ve zehi hoş me'al. velhamdülillahillezi hedana lihaza ve ma künna linehtediye levla en hedanallahu. vessalatü ala resulihillezi ürsile ilel alemin. lilintibah ve ala alihilizam ve eshabihilkiram küllema zekerehüzzakirun ve gafele an zikrihil gafilun. imamı rabbani hazretleri kitabının cil ektubunda buyuruyor ki: sizin bu ni'mete kavuşmanız, islamiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. oralara cehalet yerleşmişdi ve bid'atler yayılmışdı. allahü teala, sevdiklerinin sevgisini size ihsan etdi. islamiyyeti yaymağa sizi vesile eyledi. öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkamını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. bu ikisi bütün se'adetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. çok uğraşınız! din adamı olarak ortaya çıkınız! oradakilere emri ma'ruf ve nehyi münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! müzzemmil suresinin ondokuzuncu ayetinde mealen, buyuruldu. önsöz mukaddime birinci bölüm: muhammed aleyhisselam doğmadan önce, meydana gelen ve peygamberliğine müjde olan alametler ikinci bölüm: muhammed aleyhisselamın doğumundan peygamberliği bildirilinceye kadar görülen peygamberlik müjdeleri ve alametleri üçüncü bölüm: muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin bildirilmesinden hicretine kadar vuku' bulan hadiseler dördüncü bölüm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem hicretinden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler birinci kısm: resulullahın hicretinden vefatına kadar, kitablarda ne zeman meydana geldiği bildirilen mu'cizeleri ikinci kısm: hangi kitabdan alındığı ve zemanı zikr edilmiyen, hicretden vefatına kadar vuku' bulan hadiseler beşinci bölüm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliğine delalet eden, fekat ne zeman vuku' bulduğu bildirilmeden nakl edilen mu'cizeleri birinci kısm: zemana bağlı olmayan mu'cizeler ikinci kısm: resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefatından sonra peygamberliğine delalet eden mu'cizeleri altıncı bölüm: eshabı kiramdan ve e'immei i'zamdan bildirilen peygamberlik delilleri ve müjdeleri ebu bekr radıyallahü anh ömer bin hattab radıyallahü anh osman radıyallahü anh ali bin ebi talib radıyallahü anh imamı hasen imamı hüseyn zeynel'abidin muhammed bakır ca'feri sadık musa kazım ali rıza muhammed taki imamı hadi imamı askeri imamı huccet muhammed eshabı kiramdan ba'zılarının bahsi yedinci bölüm: tabi'in, tebei tabi'in ve sofiyye tabakasına kadar vuku' bulan haller hatime. |/\|